Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce: Liberalizm [7, 1 ed.] 9750503694, 9754709092, 9750500032


120 51 35MB

Turkish Pages 740 [741] Year 2005

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD PDF FILE

Recommend Papers

Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce: Liberalizm [7, 1 ed.]
 9750503694, 9754709092, 9750500032

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

iletişim Yayınlan 1115 • Modem Türkiye'de Siyasi Düşünce 7 ISBN 975-05-0369-4 (Ciltsiz) • ISBN 975-470-909-2 (Ciltsiz Tk. No) ISBN 975-05-0370-B (Ciltli)

• ISBN 975-05-0003-2 (Ciltli Tk. No)

© 2005 lletişim Yayıncılık A. Ş.

1. BASKI 2005, lstanbul SAYFA ve KAPAK TASARIMI Suat Aysu

UYGULAMA Hüsnü Abbas KAPAK Ftl..Mt 4 Nokta Grafik

DÜZELTt Serap Yeğen DtZtN Hasan Deniz - Nurgül Şimşek MONTAJ Şahin Eyilmez BASKI ve CtLT Sena Ofset

lletişirn Yayınlan Binbirdirek Meydanı Sokak lletişim Han No. 7 Cağaloğlu 34122 lstanbul Tel: 212.516 22 60-61-62 •Faks: 212.516 12 58 e-m ail: iletisim®iletisim.com.tr • web: www.iletisim.com.tr

MODERN TÜRKİYE'DE

SİYASI DÜŞÜNCE CiLT 7

Liberalizm

GENEL YATIN YÖNETMENİ Murat Belge lLET1ŞIM A.Ş. ADINA SAHiBi Tuğrul Paşaoğlu YATIN KURULU Murat Belge, Tanı! Bora, Ahmet Çiğdem, Bağış Enen,

Murat Gültekingil, Ahmet lnsel, Omer Laçiner

EDİTÖRLER Tanıl Bora, Murat Gülıekingil YATIN SEKRETERi Bağış Erten CİLT EDiTÖRLERi B 1 R 1 N c 1 c 1 L T Cumhuriytı'e Dnıredrn D�ünce Mirası:

Tanzimat ve Meşrutiyet'in Birikimi

MEHMET ö. ALKAN

iKiNCi CiLT

Kemalizm

AHMET iNSEL

ÜÇÜNCÜ CiLT

Modernleşme ve Batıcılık

UYGUR KOCABAŞOCLU

DÔRDÜNCÜ CiLT

Milliyetçilik

TANIL BORA

BEŞiNCi CiLT

Muhafazakdrlık

AHMET ÇICDEM

ALTINCI CiLT

lsldmcılık

YASIN AKTAY

YEDiNCi CiLT

Liberalizm

M URAT YILMAZ

SEKiZiNCi CiLT

Sol Düşünce

M URAT GÜLTEKINGIL

DOKUZUNCU CiLT

Dönemler ve Karakteristikler

ÖMER LAÇINER

MODERN TÜRKİYE'DE

SİYASİ ..

..

DUŞUNCE

7.

Cf

L

D

EMRAH AKKURT• HALUK ALKAN

N •

Y A

Z

A

R

L

A

R

1

F. HASAN AROL•AHMET ARSLAN •ZÜHTÜ ARSLAN

• CUMHUR ASLAN • GÜVEN BAKIREZER • HAMiT EMRAH BERIŞ •TANIL BORA• HAMiT BOZARSLAN • AYŞE BUGRA • SiMTEN COŞAR • CEM ÇETiN • ALi YAR DEMiRCi • SiBEL DEMiRCi • AHMET DEMiREL • TANEL DEMiREL • ATILLA DOGAN • CEM EMRENCE • MUSTAFA ERDOGAN • NECMi ERDOGAN • BAGIŞ ERTEN •ALPER GÔRMÜŞ •ERTUGRUL GÜNAY •DiDEM GÜRSES • AHMET iNSEL • DENiZ KARAMAN •CEMiL KCJÇAK • MURAT KORALTÜRK •BURAK ÖZÇETIN •SOLI ÖZEL• BEKiR BERAT ÖZIPEK •ALEV ÔZKAZANÇ • HÜSEYiN SADOı"iLU • ALI SARIKAYA • NiLGÜN TOKER • H. BAHADIR TÜRK • HAKKI UYAR • FAHRiYE ÜSTÜNER • EMRAH YARALI • ATILLA YAYLA • FERUDUN YILMAZ MURAT YILMAZ•MELiH YÜRÜŞEN



lçindekiler

13

Sunuş. M U S TA F A E R D O c:'i A N

Liberalizm ve Türkiye'deki Serüveni . .................. .

. 23

A H M ET i N S EL

Türhiye'de Liberalizm Kavramının Soyçizgisi.. .

. ... .41

• Mehmet Cavit Bey

. ..48

F. HASAN AROL. ..

A T I L L A OQC°j A N

Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası'nda Liberal Anlayış...... . .. ..

75

.

• Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası

.. 84

DENİZ KARAMAN ..

N iL G Ü N T O K E R

Türhiye'de Liberalizm ve Birey

.. . . . . . 103

• Ali Fethi Okyar HAMİT BOZARSLAN .. .

... .. 1 08

• Halide Edip Ad1Var'ın Liberalizmle İmtiham H. BAHADIR TURK... .. .. .

. . .

.

.

. .

11 9

s

A

L

M

c

K

G Ü VE N B A KI R E Z E R

Türkiye'de Sosyal Liberalizm ( 1 908- 1 945)

.. 139

• Hüseyin Sırrt Bellioğlu

1 44

MURAT YILMAZ ..

A H M ET D E M i R E L

Milli Mücadele Döneminde Birinci Meclis'teki Liberal Fikirler ve Tartışmalar

. 1 64

• Hüseyin Avni Ulaş

..

AHMET DEMİREL.

• Ali Şükrü Bey ve Tan Gazetesi AHMET DEMİREL . ...... ..

1 70 . 1 85

.

M U R AT YIL M A Z

Tek Parti, CHP, Kemalizm ve Liberalizm...

.... ......... ... 189

• CHP İlkelerinin 1937'de Anayasaya Girişi ve Liberalizmin Yasaklamşı

MURATYILMAZ ..

. ...... ....... . 1 9 7

• Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu Görüşmeleri MURAT YILMAZ ..

... ... 205

CE M E M R E N CE

Serbest Cumhuriyet Fırkası ( 1 930).

.2 13

• SCF'nin Yayın Orgam: Serbes Cumhuriyet Gazetesi HAKKI UYAR.. ......... . . .. .21 7 • Ağaoğlu Ahmet'in "liberal Muhalif" Gazetesi: Akın (1933) HAKKI UYAR ..

.. .. . 224

ZÜHTÜ ARSLAN

Türkiye'de Liberal Düşüncenin Ônündeki E ngeller ... ... 2 32 • Ahmet Ağaoğlu SİMTEN COŞAR..

236

• Hüseyin Cahit Yalçın ve

Fikir Hareketleri Dergisi (1933-1940)

CEMİL KOÇAK .

.. ... .

• Sabri F. Ülgener ve liberalizm FERUDUN YILMAZ...

.. 246 260

D

N

ç

K

R

ZÜ HTÜ A R S L A N

Türkiye'de Anayasacılık Hareketleri ve Liberalizm.

.

.

• Ali Fuat Başgil

. 2 72

. . 282

ALiYAR DEMiRCi. .. ..

• Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti . . HÜSEYİN SADoGLU. .

.. .

.

.

3 07

. .

M U R A T K O R A L T Ü R K - C E M Ç ETi N

Türkiye'de Liberal iktisadi Düşünce.

... .

.

.

.

.

316

.

• Feridun Ergin

. 3 20

EMRAH AKKURT. ....

• Ahmet Hamdi Başar

.. 332

DİDEM GÜRSES... .

• Halil Menteşe

.3 42

MURAT YILMAZ ..

HALUK ALKAN

Türk lşadamlan ve Liberal Düşünce. • Mehmet Ata Mermerci • Namık Zeki Aral beraliz�

a

.

.

..

.

35 6

. 3 70

MURAT YILMAZ . ....

Iv���J�':1 �l�r/. ve_ L�

. .

3 60

MELİH YÜRÜŞEN . ...



.

.

. 3 85

H A MiT EM R A H B E R I Ş

Türk Sağı ve Liberalizm . . • Aydm Yalçm

. 398

SİMTEN COŞAR....

• Yeni Forum

.

SİMTEN COŞAR..

.. .... . 389

.

. 416

FE R U D U N YIL M A Z

Türhiye'de Çağdaş İslamcı (iktisadi) Düşünce ve (iktisadi) Liberalizm. • İslam ve Liberal Demokrasi AHMET ARSLAN ...

• Liberalizm ve İslam MUSTAFA ERDOGAN..

. . .... 420 .. 432 . . . .. .... 444

M

A

c

K

S O L I Ö Z E L - A L I S A R IK A Y A

Türkiye'de Liberalizmin Prangalan

.

· · · · · · · · · · · · · · · · · · · ·

• Ahmet Emin Yalman

. ..452

.

.

. . .. 473

ALiYAR DEMİRCi..

TA N E L D E M i R E L

.............. ........480

Demokrat Parti.. • Adnan Menderes

.... 482

TANIL BORA ..

• Samet Ağaoğlu

CUMHUR ARSLAN ... .. ...

..... 51 0

.

• Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu ERTUGRUL GÜNAY......... .. . . ....... .

....520

.

• Kemalist-Liberal Sentez Çabası: Forum Dergisi HAMİT EMRAH BERİŞ . . .. . . • Hürriyet Partisi

..

BURAK ÖZÇETİN - SİBEL DEMİRCİ..

.... .. 530 . ........ 54 1

T A NE L D E M i R E L

..548

Adalet Partisi...... . • Süleyman Demirel TANIL BORA

.. . .... . ..

. ...... ...... .. .550

.

ATI L L A Y A Y L A

ôzal, ôzal Reformlan ve Liberalizm • Turgut Özal TANIL BORA ...

. . . . . . . . . . . . .

.. 584 . . .

. . . . . . .

. . . .

. . . . . . . . . . . .

.

. 589

A L PE R G Ö R M Ü Ş

l 990'lann Başındaki Liberal Kıvılcım: YDH. . ............ .. .602

• Kazım Berzeg

BEKİR BERAT ÖZİPEK..

• Liberal Düşünce Topluluğu BEKiR BERAT ÖZİPEK .... .

• Liberal (Demokrat?) Parti BAGIŞ ERTEN..

.. 606 .......... 620 . 629

N

ç

o

K

R

A L EV Ö Z K A Z A N Ç

Türkiye'nin Neo-Liberal Dönüşümü ve Liberal Düşünce

. ..... 634

• 1990'1arda "Siyaset Sonrası" Söylemler ve Demokrasi

NECMİ ERDOCAN - FAHRİYE ÜSTÜNER....

. 65 8

Kaynakça'ya Dair....

667

Kaynakça.

677

Yazarlar Hakkında

700 .. . . 702

Dizin. Seçme Metinler..... ... ... .. .

.

.

.

........ .. .. ... 7 1 7

Sunuş 2

005 senesinde Ermeni tehciri

ham etmek için de sıklıkla kullanıl­

etrafında gelişen tartışmalarla il­

maktadır. Burada, artık, hedefin dar

gili olarak, Belçika Parlamento­

anlamda ideolojik bir liberalizm tar­

su'na Ermeni soykırımını reddedenle­

tışması olmaktan ziyade, en geniş an­

rin cezalandırılması istikametinde ve­

lamıyla liberal özgürlükler olduğu or­

rilen kanun teklifinin Liberal Par­

taya çıkıyor. Bu bağlamda, liberalleş­

ti'den gelmesinden hareketle, bir ga­

me, milli olan her şeyin yok edilmesi

zeteci şu iddiada bulunmuştu: " Anla­

olarak, dış güçlerin Osmanlı'dan bu

yabildiğim kadarıyla liberalizmin ve

yana Türkiye'ye dayattığı bir bağımlı­

demokratlığın aşırı ucu gelip faşizan

lık süreci; liberal özgürlükler de, dış

tutuma varıyor" (Kürşat Başar, "Karşı

güçlerin Türkiye'ye müdahalesini

Kamp", Akşam, 10 Haziran 2005). Sa­

meşrulaştıran ve içerideki "hainlerin"

dece iktisadi liberalizme değil, siyasi

varoluş zeminini teşkil eden bir an­

liberalizme de yönelen taarruz, bura­

lamda kullanılıyor. Liberallik kavra­

da zikredilebilecek benzeri gazete

mı, Türkiye'de, Avrupa Birliği veya

alıntılarının çok ötesinde bir yaygın­

ABD ile doğrudan ilişkili bir taciz ifa­

hktadır. Liberalizme yönelik bu sal­

desi olarak kullanılırken; bu kavram,

dırganlık, bugüne has değildir. Aykut

Avrupa ve ABD'de de bir "sapıklığın",

Kansu'nun ifadesiyle Tükiye'de "Ne

"aşırılığın", "hastalığın" ifadesi olarak,

zaman bir liberalleşme olsa, 'Bu libe­

yani, yine taciz maksadıyla kullanıla­

rallik bize bol geldi' denmektedir"

bilmektedir. ABD Başkanı Bush, seçim

(Aykut Kansu, 27 Haziran 2005, Radi­

konuşmalarında rakibi Kerry'yi itham

kal). "Liboş", "liberal çiftlik" ifadeleri,

ederken, "Bütün bu suçların bir adı

bu türün '80 sonrasında yaygınlaşan

var: Liberallik" diyebilmek tedir

örnekleridir. llginçtir ki bu literatür,

("There's a word for that and we want

öteden beri soldaki tartışmalarda, öz­

it back: Liberal", The Economist, 6-12-

gürlükçü ve Kemalist olmayan solu it-

2004, s. 14). Türkiye'de ise, Bush'un

13

s

L

A

M

L

K

rakiplerine küfretmek için kullandığı

se de ( Coşar, 1997); orijinal kaynak­

liberal sıfatının, kendisine yönelik bir

lara atıfta bulunma, geçmişin yükün­

itham niteliği kazandığı görülüyor. Li­

den çekinme, aktarmacılıkla yetinme

beralizmin, Türkiye'deki bu tedaileri

ve daha da önemlisi liberallerin nicel

nevzuhur olmayıp, tarihten gelen

ve nitel yetersizlikleri de rol oynamış

köklere sahiptir.

olmalıdır. Geleneksizliğin, liberallerin * * *

Bugün tartışılan birçok siyasi ve ik­

14

c

dışındaki sebeplerinden biri ise, Tür­ kiye'de liberal düşüncenin müstakil bir düşünce olarak değil, Batılılaşma

tisadi mesele, Osmanlı modernleşme

veya modernleşmenin bir alt türevi

hareketlerinin başladığı 19. yüzyılda

olarak kabul edilmesidir. Bunun öte­

ele alınmıştır. Liberalizmin, Türki­

sinde, liberal düşüncenin -ve uygula­

ye'deki tarihi de bu döneme kadar gi­

masının- Türkiye'de mümkün olma­

der. Türkiye, özellikle 1980'lerden

dığı ön kabulü ve liberal düşüncenin

sonra başlayan ve dünyadaki genel

iktisadi boyutla sınırlı bir şekilde al­

gidişatla artarak devam eden bir "li­

gılanması da, geleneksizliğe hizmet

beralleşme" dalgasının içindedir. Dü­

etmektedir ( Coşar, 1997). MTSD seri­

ne kadar sosyalist rejimin uygulandı­

sinin ilk cildinin Sunuş yazısında, Li­

ğı Doğu Avrupa ülkelerinin önemli

beralizm cildinin diğer ciltlere nispet­

mesafeler katettiği liberalleşmeyi,

le "daha ince olması[nın] makul ve

Türkiye'nin hala tartışıyor olması bizi

muhtemel" görülmesi, bu tespitlerle

sorunun kaynağına, yani tarihe yö­

örtüşür.

neltiyor. Modem Türhiye'de Siyasi Dü­

Liberalizm cildinin bu beklentinin

şünce ( MTSD) serisinin Liberalizm te­

bir ölçüde ötesine geçmesi ise, Tür­

malı 7. cildinde, bu tarih, fikir ve bil­

kiye'deki liberal düşünce, hareket ve

hassa siyasi fikir ile bunların siyasete

figürleri kuşatma kaygısından kay­

ve siyasi figürlere yansıması bakımın­

naklanmaktadır. Cildin başlangıcın­

dan ele alınıyor. Türkiye'de liberal

da, Türkiye'de liberal düşüncenin

düşüncenin önemli bir özelliği, bir

yetkin isimlerinden Mustafa Erdo­

gelenek teşkil etmemesi ve adeta her

ğan'ın yazısı, liberalizm hakkında net

on yılda bir her neslin kendinden iba­

bir çerçeveyi takiben, Türkiye'de li­

ret bir milatla yola çıkmasıdır. Gerçi

beral düşüncenin kısa tarihini veri­

bu durum, Türk düşüncesinde yaygın

yor. Erdoğan'ın çalışmasını, Türki­

bir eğilimi yansıtsa da (Kayalı, 1994:

ye'de sol düşüncenin yetkin bir ismi

63), liberal düşünce, bu hususta bil­

olan Ahmet lnsel'in Türkiye'deki li­

hassa dikkat çekmektedir. Bu eksikli­

beral düşüncenin ve tecrübenin ana­

ğin sebebi olarak "biriciklik arzusu"

litik bir değerlendirmesi takip ediyor.

ve Türk düşüncesindeki yaygın "bi­

lnsel'in, Türkçe'deki serbestlik, hür­

linçli amnezi" olduğu ileri sürülmüş-

riyet ve özgürlük ayrımından hare-

s

u

N

u

ş

ketle geliştirdiği tasnif özellikle dik­

him siyasetçisi Cavit Bey'in şahsında

kat çekicidir.

tebarüz ettirmek mümkündür. Bunun sebeplerini ortaya koymak ise libera­

LiBERALiZM: TÜRKIYE'DE

lizmin kendi iç çeşitliliğine ve Türki­

iKTiDAR MI, MUHALEFET Ml?

ye'nin tarihine ilişkin tartışmalara gir­

Türkiye, Osmanlı-Türk modernleşme hareketlerinin liberalizmden etkilen­ mesi sonucunda, liberalleşme tecrü­ besiyle karşı karşıya kalmıştır. Genel olarak modernleşme ile liberalleşme­ yi özdeş saymak doğru olmasa da, Osmanlı tecrübesi bu istikamette sey­ retmiştir. Bu haliyle modernleşme ha­ reketinin hedefi, liberal demokratik devletin kurumsal çerçevesi ve ilkele­ ri olarak takdim edilmiştir. Soli Özel

mek demektir. 11.

Meşrutiyet dönemi bir yandan

anayasal liberalizmin diğer yandan da milliyetçiliğin, milli iktisat düşüncesi­ nin ve buna bağlı olarak da korumacı­ lığın ve devlet müdahalesinin dünya­ da yükselişe geçtiği bir dönemdir. Ke­ za, İttihat ve Terakki de, esas karakte­ rini milliyetçiliğin ve milli iktisat dü­ şüncesinin çizdiği bir partidir. İttihat ve Terakki, 1902 Kongresi'nde Prens

ile Ali Sankaya'mn Batılılaşma ile li­

Sabahaddin'in liberalizmini tasfiye et­

beralizmin ilişkisini tartıştıkları çalış­

miştir. Hatta bu kongreyi "Osmanlı li­

maları, meselenin bu yönünü tasvir

beralizmi" ile "Türk milliyetçiliğinin"

ediyor. Keza, Zühtü Arslan'ın Türki­

karşı karşıya gelmesi olarak tanımla­

ye'deki anayasaların liberalizmle iliş­

yanlar da vardır (Lewis, 1908: 204).

kisini ele aldığı çalışma da, bu istika­

Mamafih, İttihat ve Terakki, birey ye­

mette değerlendirmeler içermektedir.

rine vatandaşı temel alan daha daya­

Bu meyanda, kısaca, liberal ilke ve

nışmacı, milliyetçi ve lttihatçı bir libe­

kurumlar, Mustafa Erdoğan'ın tasni­

ralizmi savunmuştur. Bu tür liberaliz­

fiyle şöyle sıralanabilir: (1) Birey, bi­

min temsilcisi ise Ahmet Ağaoğlu'dur

reysel özgürlük ve insan haklan, (2)

(Kadıoğlu, 1999: 74) . Hatta bunun

Anayasacılık ve hukukun üstünlüğü,

ötesinde, Aykut Kansu, ll. Meşrutiye­

(3) Sınırlı devlet, (4) Tarafsız devlet,

t'i liberal bir devrim ve İttihat Terak­

(5) Piyasa ekonomisi. Bu ilke ve ku­

ki'yi de ilk dönemlerinde liberal bir

rumların, Türkiye'de tam anlamıyla

parti olarak nitelendirmektedir (Kan­

hayata geçirildiğini, aradan geçen

su, 200la; 200lb).

bunca zamana rağmen iddia etmek

Cavit Bey ise liberal düşünceye ta­

mümkün görünmüyor. Bu bağlamda

mamıyla vakıftır ve bu meyanda ken­

Türkiye'de liberal düşünce, hem ikti­

disini "su katılmamış bir liberal" ola­

darda hem de muhalefette olmak gibi

rak kabul eder. Ancak dönemi, iktisa­

bir dilemmayla karşı karşıya kalmış­

di rasyoya uygun davranacak beşeri

tır. Liberalizmin bu dilemmasını bil­

kaynaklardan, yani, özgür bireyler­

hassa 11. Meşr tiyet döneminin mü-

den, vatandaş ve müteşebbisten mah-

15

5

16

A

M

c

K

rumdur. Üstelik, T ürkiye, bu devre­

dergisi üzerine incelemeleri Cavit

de, yaşadığı iç ve dış siyasi istikrarsız­

Bey'in fikirlerini daha geniş bir açı­

lık sebebiyle milliyetçilikler ve savaş­

dan ele alıyor; bu dönemde liberaliz­

larla meşbu bir "on yıl" içindedir. Ta­

min iktisat dışına da yayılan perspek­

rihçi Hobsbawm, Birinci Dünya Sava­

tifi, dönemin diğer yazarlarım da ku­

şından !kinci Dünya Savaşı'nm sonu­

şatacak şekilde serimleniyor. Cavit

na kadarki bu dönemi "felaketler ça­

Bey'in başına gelen, Tek Parti döne­

ğı" olarak adlandınr. Bu yıllarda, bü­

minde farklı şekillerde diğer liberalle­

tün dünyada iktisadi ve siyasi libera­

rin de başına gelecektir: Bu ciltte

lizm gerilemekte, liberal demokrasile­

portreleri yazılan Ali Şükrü Bey'in,

rin sayısı giderek azalmaktadır. Otar­

Hüseyin Avni'nin, Halide Edip'in,

şik ekonomilerin, otoriter, totaliter

Hüseyin Cahil Yalçın'ın, Fethi Ok­

ideoloji ve rejimlerin türlü renkleriyle

yar'ın, Ahmet Ağaoğlu'nun, Ahmet

hakim olduğu felaketler çağından

Hamdi Başar'ın, Hüseyin Sım Bellioğ­

T ürkiye ziyadesiyle payını almıştır.

lu'nun ve Namık Zeki Aral'ın başına

Bu payın sonuçlarından birisi, lttihat

gelenlerde olduğu gibi...

ve Terakki'ye hakim olan devletçi ve müdahaleci bir ekonomi çizgisidir. Hatta ekonomi dışında otoriter bir si­ yaset çizgisidir. Bu çizginin sesi yük­ seldikçe, liberallerin sesi kısılmıştır. Cavit Bey'in yaşadığı aşağıdaki hadi­ se, bu bakımdan temsil edicidir:

Cavit Bey'in suskunluğuna döner­ sek, bu suskunluk, Türkiye'de liberal düşüncenin tarihini temsil edici ma­ hiyettedir. Liberaller, toplumun temel meseleleri karşısında, devletin baskı­ sıyla susmak zorunda bırakılmıştır. Baskının niteliği ve konuşmanın ma­

Divan-ı Muhasebat vizesi meselesinden dolayı Cavit'le geçinemezlerdi. Bir gün, cemiyetin divanında, para meselesi konu­ şuluyordu. Enver Paşa meselenin derhal çaresini buldu. Maliye Nazınnın yüzune bakarak: - Kağıt para çıkar, dedi. Cavit karşılıksız bir kağıt paranı n mahzurlannı, zararlannı anlatmak iste­ di. O, lakırdıyı kesti: - Canım, dedi. Ben Trablus'ta mukav­ vanın üzerine mühür bastım, para diye pehclla geçti. Cavit cevap vermedi. (Yalçın, 2001: 25).

liyeti dönemden döneme değişmiştir.

Hasan Arol'un Cavit Bey portresiy­

dar suskun kalmamaları nasıl açıkla­

le, Atilla Doğan'ın ve bilhassa Deniz

nabilir? Başka bir şekilde sorarsak, li­

Karaman'ın Cavit Bey'in de kurucula­

berallerin bu suskunluğu nasıl izah

arasında yer aldığı Ulum-u Iktisad

edilebilir? Liberallerin suskunluğu



Ca vit Bey'in idamından, Halide Edip'in yurtdışına hicretine, Ahmet Ağaoglu'nun üniversiteden tasfiyesi­ ne, Sırn Bellioğlu'nun yıllarca hapse­ dilmesine, Ali Fuat Başgil'in darp edilmesine, Mustafa Erdoğan'ın taz­ minata mahkum edilmesine kadar birçok örnek verilebilir. Bu verilen örneklerin, çok daha agırlanna diğer siyasi akımlardan insanların da ma­ ruz kalmasına rağmen, liberaller ka­

s

u

N

u

sadece devlet baskısından değil, özel­

ve Aydın Yalçın, Ahmet Hamdi Başar,

likle ittihat ve Terakki iktidarından

Feridun Ergin gibi isimlerin bu isti­

sonra liberallerin iktidara karşı çıka­

kametteki gayretleri kayda değerdir.

mayacak kadar onu içselleştirmele­

Yine bu bağlamda, Zühtü Arslan'ın

rinden ve muhalif olma pozisyonunu

Türkiye'de liberal düşüncenin geliş­

kabul edememelerinden kaynaklan­

mesinin önündeki engelleri konu

maktadır. Burada, bu iktidar kavramı­

alan çalışması, liberal düşüncenin ik­

na meşruluk veren bir üst ideoloji

tidar ile muhalefet arasında salınma­

olarak milliyetçilik ortaya çıkmakta­

sının ardında yatanları ve muhtemel

dır. Murat Belge'nin yerinde benzet­

bir liberalleşmenin karşılaşabileceği

mesiyle, Il. Meşrutiyet'le başlayan dö­

problemleri ele alıyor.

nemde ana yemek milliyetçiliktir; li­ beralizm, ancak ana yemeğin yanında bir garnitür mesabesindedir. Bu yüz­ den de, dönemin ruhunu yansıtmaz. Böyle olduğu için de, milliyetçiliğe uygun bir liberalizm geliştirilmeye

M1LL1 BUR]UVAZ1 "YET1ŞT1R1L1RKEN" L1BERAL1ZM1N ALTYAPISI TAHRlP ED1L1YOR

Osmanlı modernleşme hareketi, Batı

çalışılır ( Coşar, 2003; Akyol, 2003).

medeniyeti karşısında geri kalınması­

Ahmet Ağaoğlu örneğinde olduğu gi­

nın temel sebeplerinden birini, Batı

bi, milliyetçiliğin İltihatçı versiyo­

medeniyetini yaratan asıl aktörlerin

nundan Kemalist versiyonuna kadar

başında yer alan burjuva sınıfından

ısrarla iktidara uygun bir sentez aran­

mahrum olmak şeklinde tespit etmiş­

ması, Türkiye'de liberal düşüncenin

tir. Osmanlı-Türk modernleşme hare­

müstakil bir hüviyet kazanmasını ge­

ketlerinin nihayetinde gelip dayandı­

ciktirmiştir. Atatürk'ün aşağıdaki sö­

ğı yer de, bir burjuva sınıfının yaratıl­

züne ve bu istikametteki tatbikatına

ması olacaktır. Burada gayrimüslim

rağmen liberal bir Kemalizm çabasın­

Osmanlı tebaasından olan burjuva sı­

dan vazgeçilmemiştir: "Liberalizm

nıfının tehlikeli olarak görülmesi ve

müstemlekelerde tatbik edilmiş bir

Müslüman-Türk bir burjuvazinin ya­

sistemdir! Halbuki biz müstemleke

ratılmaya çalışılması, bugüne de tesir

değiliz, ve olmayacağız. Liberalizmi

eden temel bir kırılma anını teşkil

düşünmek inkılabı inkar etmektir"

edecektir. Siyaseten hakim zümreyle

(Başar, 198 1: 30). 1937'de Kemalist

iktisaden hakim sınıfın birbirinden

ilkelerin anayasaya girmesiyle libera­

farklı etnik ve dini gruplardan teşek­

lizmin bir tür vatan hainliği olarak

külü, önce milli iktisat sonra da milli

görülerek yasaklanmasına rağmen, bu

devletin inşası sürecinde, siyaseten

ısrardan vazgeçilmeyişi dikkat çekici­

hakim zümrenin iktisaden hakim sı­

dir. Bu ciltte ele alınan Forum, Yeni

nıfı tasfiye ederek, yerine milli bir sı­

Forum gibi yayıncılık girişimlerinin

nıf oluşturma projesine yönelme ka-

17

s

18

L

A

M

c

L

K

rarına varmasıyla sonuçlanacaktır.

ması, azınlıklardan ve CHP taraftarı

Mesele, bu şekilde iktisadi olmaktan

olmayanlardan müteşekkil burjuva­

ziyade siyasi/devletlü bir mahiyete

zinin tasfiyesiyle bu süreç devam

bürünmüş ve yenileşme hareketlerini

eder. Özellikle il. Meşrutiyet'ten son­

hala çözülmeyen bir dilemmanın içi­

ra Batı Anadolu'daki Rumların sey­

ne sokmuştur: Öncelik iktisadi mi si­

reltilmesiyle başlayarak, 1915'teki

yasi mi olmalıdır? Kalkınma ve me­

Ermeni tehciri ve Lozan mübadele­

deni dünyayla beraber olmak mı yok­

siyle Rumların da bu sürece katılma­

sa askeri açıdan güçlü ve "bağımsız"

sıyla büyüyen sermayenin gayriniza­

olmak mı tercih edilmelidir?

mi yollarla el değiştirdiği bir kırılma

Burjuvazinin teşekkülü, bu mantık­

yaşanır. Yılmaz Karakoyunlu'nun ro­

la tabii mecrasından çıkarılarak dev­

manlarında anlattığı, önce ittihatçı­

let kontrolü altına alınınca, hikayesi­

ların, sonra CHP'lilerin nemalandığı

ni Ahmet Cevdet Paşa'nın anlattığı

bu süreç, Trakya'da 1934'te yaşanan

üzere devlet adamları arasından dev­

Yahudi aleyhtarı saldırılar, azınlık

şirilen bir "sermaye sınıfı" ortaya çı­

vakıflarının tasfiyesi, bazı meslekle­

kar. Bu sınıf, Namık Kemal'in işaret

rin azınlıklara yasaklanması, 1943'te

ettiği üzere, bir yandan devletin lala­

azınlıklara yönelik Varlık Vergisi,

ğına alışırken diğer yandan da tabiatı

1956'daki azınlıklara kitlevi saldırıla­

icabı bu laladan bağımsız iş yapma

rın yaşandığı 6- 7 Eylül olayları, 1964

durumu karşısında bocalıyor. Bu bo­

Kıbrıs olaylarını takiben İstanbul,

calayışın hikayesi, günümüze kadar

lmroz (Gökçeada), Tenedos'ta (Boz­

uzanan tarihi de anlatıyor (Buğra,

caada) Rumların taciz edilişiyle de­

1995).

vam etmiştir.

Bürokrasi içinden gelen müteşeb­

Sermayenin el değiştirme sürecinin

bisler ise zaman içinde siyasi panile­

bir ayağı azınlık sermayesinin tasfiye­

rin ortaya çıkışıyla partizanca kayrıl­

siyse, diğer ayağı da CHP'li olmayan­

mış veya tasfiye edilmiştir. lttihatçıla­

ların tasfiyesi olmuştur. Bu bakım­

rın iktidarı bu anlamda lttihatçı bir

dan, lttihatçı muhaliOerin tasfiye

burjuvazinin peydahlanması ve koru­

edildiği 1926 lzmir Suikastı davasın­

nup kollanması anlamına gelir. Tabi­

da, luihatçıların kurduğu şirketlerin

atıyla bu durum aynı zamanda, bir­

de tasfiye edilmesi dikkat çekicidir.

çok haksız kayırma ve yolsuzluğun

Bu tasfiye, aynı zamanda içe kapan­

yolunu açmak demektir. Gayrimüs­

mayla beraber yaşandığından, dünya

lim burjuvazinin yanı sıra İttihatçı ol­

sermaye ve kredi sisteminden fayda­

mayan Müslüman burjuvazi de bu

lanma imkanı da yok olacaktır. Bu

gelişmelerden zarar görmüştür.

şartlar altında Türkiye'de, dünyayla

Cumhuriyet döneminde bu sefer

eklemlenmiş bir liberalizmin maddi

CHP taraftarı burjuvazinin yaratı!-

ve siyasi temelleri neredeyse ortadan

s

u

N

u

kalkacaktır. Bu durumda liberaller

si" veya "iki gövdeli burjuvazi" diye

arasında bir farklılaşma ortaya çıkar:

adlandırılan burjuvazinin bölünmesi

Bu ciltte portreleri çizilen Sırn Belli­

süreci, "yeşil sermaye" tartışmalann-

oğlu gibi liberaller dünyayla eklemle­

da olduğu gibi günümüze kadar inti-

nen bir liberalizme yakın dururken,

kal etmiştir (Göcek, 1999). Milli dev-

Halil Menteşe gibi liberaller dünya

!etin ve milli burjuvazinin yaratılması

şartlarını da dikkate alarak milli ikti­

süreci, Türkiye'de liberal kurumlann

sat çerçevesine çekilerek, uygun şart­

tesisini mümkün kılacak müteşebbi-

ları bekleyen bir liberal çizgiyi savu­

si, burjuvaziyi, işbölümünü, çeşitlili-

nacaktır. Bu isimlerden bilhassa Belli­

ği ve hukuki çerçeveyi ortadan kaldı-

oğlu'nun unutulmuşluğu, liberal dü­

racak bir paradoks yaratmıştır. Eli-

şüncenin hala mirasını yeterince keş­

nizdeki ciltte yer alan, Ayşe Buğra'nın

fetmediğinin ve aynı zamanda bu mi­

Türk işadamları ve liberalizm konu-

rasla hesaplaşmadığının bir göstergesi

sunda genel bir çerçeve çizen yazısıy-

olarak ayrıca kayda değerdir.

la beraber, Haluk Alkan'ın makalesi

Tek Parti döneminde teşekkül eden

ile Ferudun Yılmaz'ın esas itibariyle

geleneksel cumhuriyet burjuvazisi

lslamcı düşünceyi ele alan çalışma-

diyebileceğimiz kesim, 1970'lere ka­

sında değindiği TÜSlAD ve MÜSlAD

dar CHP'yi desteklemeye devam et­

bahisleri bu temayla ilgilidir. Liberal

miş, ancak l 970'lerdeki sol dalgayla

bir işadamı olan Mehmet Ata Mer-

tercihini değiştirmiştir. Bu arayışın

merci üzerine Melih Yürüşen'in kale-

bir sonucu olarak, bu kesim, TÜSlAD

me aldığı yazı da, konunun kazandığı

adı altında kendilerini temsil edecek

boyutları vurguluyor. Ahmet Hamdi

bir dernek kuracaktır. T Ü S lAD za­

Başar, Namık Zeki Aral ve LDP yazı-

manla, sola kayan geleneksel hamisi

lan da dolaylı olarak bu konuyla iliş-

CHP'ye karşı mücadele ederek, CHP

kilendirilebilir.

hükümetinin yıkılması için verdiği ilanlarla dikkat çekecektir. TÜSlAD bundan sonra T ürkiye'nin iktisadi, siyasi ve sosyal meselelerinde fikrine

HÜR F1K1RLER1 YAY MA CEMlYETI VE

LiBERALiZMiN SINIRIARI TARTIŞMASI

önem verilen bir baskı grubuna ve si­

Liberal düşüncenin unutulan mirası

vil toplum kuruluşuna dönüşerek,

içinde Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti

üyelerinin menfaatleri ötesinde bir

ve bu cemiyet etrafında yaşanan tar-

T ürkiye perspektifine yönelmeye

tışmalar da dikkat çekicidir. 194 Tde

başlayacaktır. Bu dönüşüm, T Ü S l­

daha sonra Dünya Liberaller Birliği

AD'ın zaman içerisinde liberalleşme­

adını alacak, Londra'daki uluslararası

sini de göstermektedir. Ancak milli

toplantıya Türkiye adına katılan Ah-

burjuvazinin yaratılması sürecinde

met Emin Yalman, birliğe, Türkiye

yaşanan "parçalı Osmanlı burjuvazi-

adına katılacak bir gönüllü cemiyet

19

A

20

M

c

K

kurmaya çalışır. Bu amaçla dönemin

dır. Başgil için ise liberal düşünce, öz­

liberal aydınlarıyla temasa geçen Yal-

gürlükten ayn düşünülemez ve Batılı

man, Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti'ni

yaşam tarzını dayatan bir inkılapçılık

Ali Fuat Başgil ve bir grup aydınla be­

içermemektedir. Bu tartışma, Türki­

raber kurmuştur (Yalman, 1970: 109-

ye'de liberal düşüncenin laiklik tartış­

112). Bu beraberliğin sona eriş şekli,

malanyla ilişkisi bakımından da dik­

liberal düşüncenin farklı algılanışları­

kat çekicidir. Cemiyetin uluslararası

nı da ortaya koymaktadır. Farklılık,

liberal hareketle ilişkisi, siyasetçiler

dinin toplumsal hayattaki yerinin ne

dışındaki aydınlarca kurularak pratik

olacağına ilişkin cevaplardan kaynak­

siyaset dışında faaliyetlerde bulunma­

lanır. Bu farklılığın, cemiyetin faali­

sı ve yaşanan tartışmalar, cemiyeti, li­

yetlerinin önüne geçmemesi için dik­

beral düşünce bakımından ehemmi­

kat sarfeden taraflar, Türkiye'nin de­

yetli kılmaktadır. Bu ciltte, Hüseyin

mokrasiye geçiş tarihi olan 14 Mayıs

Sadoğlu'nun cemiyet üzerine çalışma­

hemen önce, 12 Şubat 1950

sı, bu konuda ilk olması bakımından

tarihinde cemiyetin ikinci kongresin­

da değerli bir katkıyı teşkil ederken;

deki tartışmalarla ayrışma sürecine

Aliyar Demirci'nin Ali Fuat Başgil ve

l 950'den

girmiştir. Yalman'ın da dahil olduğu

Ahmet Emin Yalman portreleri konu­

bir grup, cemiyetin faaliyetlerini ye­

nun çerçevesini çizmektedir. Libera­

tersiz görerek eleştirmeye başlarlar.

lizmin bu iki algılanış tarzı, cemiyet­

Bunu takiben 14 Mayıs seçimleri ari­

teki tartışmalarla ortaya çıkmadığı gi­

fesinde, Yalman'ın ısrarıyla din ve la­

bi, cemiyetten sonra da ortadan kalk­

iklik üzerine, dini inkılap istenen bir

mayacaktır. Başlangıcı ll. Meşrutiyet

açıkoturum düzenlemişlerdir (Yal­

öncesi döneme kadar giden (Kansu,

man, 1970: 2 14). Cemiyetin başkan­

200 1) bu ayrımın, bugün de devam

lığını da yapan Başgil, bu tartışmala­

ettiğini görmek mümkündür. Mesela,

rın aldığı nahoş üslup dolayısıyla,

Yahya Sezai Tezel, liberalizmi olmazsa

toplantının maksatlı düzenlenmiş ol­

olmaz şeklinde gördüğü iktisadi, siya­

duğu düşüncesiyle cemiyetten istifa

si ve kültürel eksenlerde tanımlaya­

etmiştir (Başgil, 1960:182). Bu ayrılı­

rak, Türkiye'de liberallerin kültürel

ğın arkasında, liberalizmin algılanış

eksende liberal değil, muhafazakar

farklılıkları yatmaktadır. Yalman için

olduklarını iddia ediyor ( Tezel,

liberalizm, Batılılaşmak, Batılı olmak

2000). Tezel'in bu çerçevede eleştirdi­

ve Batılı yaşam tarzını savunmak an­

ği isimler Mustafa Erdoğan ve Atilla

lamına gelmektedir. Bu haliyle, Ke­

Yayla ise, Tezel'in de içinde yer aldığı

malizmle ve hatta askeri müdahale­

kapsayıcı liberalizmin kültürel ekse­

lerle kolayca uyum sağlayabilen Yal­

nini dışarıda bırakan siyasi liberaliz­

man'ın liberalizmi anlayışı, özgürlük­

mi savunmaktadırlar (Erdoğan, 1998;

lerle uyum sağlamakta zorlanmakta-

Yayla, 2002).

u

s

VE

N

u

"LiBERAL YANILGI",

tespitiyle, Cumhuriyet'in ilanından

"LiBERAL GÖRÜNTÜ"

itibaren Türkiye'nin Atatürk'ün milli

ÇEŞiTLENEN LiBERALiZM

devrimi, lnönü'nün demokratik dev­

1980 sonrası, liberal düşünce ve hare­ ket bakımından verimli bir dönemin başlangıcı olmuş; giderek artan libe­ ral etiketli oluşumlar görülmüştür. Nilüfer Göle, bu liberal görüntünün ardında yatan liberal yanılgıyı erken dönemde tespit etmiştir:

Bugün liberallik ile batıcılık karıştırıl­ maktadır: ]ean giymek, çagdaş göı.ük­ mek, hatta hatta genç ve güz.el olmak ne­ redeyse liberal olmakla bir tutulmaktadır. Yeni liberal görüntü batıcılıgın genç yü­ züdür. Bu liberallik yasakçı ve otoriter si­ yaset anlayışı ile elele gitmektedir. (Göle, 1993: 17).

rimi, Özal'ın ekonomik devrimi ol­ mak üzere üç devrim yaptığını kay­ dettikten sonra, bugün itibariyle ise liberal devrime ihtiyacı olduğunu id­ dia ediyor (Akyol 1996). Sol kökenli bir liberal olan Asaf Savaş Akat da, Türkiye'de liberal demokrasinin ku­ rulması için bir liberal devrimin ge­ rekliliğini vurguluyor (Akat 1994). Daha da önemlisi, l 980'lerde Gö­ le'nin eleştirdiği liberal görüntüden farklı olarak gelişen liberal düşünce ve siyaset pratiğidir. Bu dönemde li­ beral düşünce, Kemalizmden kopa­ rak müstakil bir hüviyet kazanmakta­

Göle'ye göre, bunun dışında çeşide­

dır. Bu kopuşta 1980 sonrası Kema­

nerek gelişen liberalizmin, görüntü­

lizmin modernleşme amacından vaz­

den öle ideolojik bir karakter kazana­

geçerek sadece milliyetçiliğe yönel­

bilmesi Türkiye'nin dini, etnik, etik

mesinin ve Turgut Özal'ın transfor­

ve sosyal dön temel meselesine geti­

masyon hareketinin mühim bir rolü

receği demokratik çözümle mümkün­

vardır. Özellikle, l990'lı yılların ba­

dü. Göle'nin bu tespitine, sağdan ve

şında ortaya çıkan Liberal Düşünce

soldan gelen yeni liberal aydınlar da

Topluluğu'nun ve Topluluğun kuru­

katılıyorlardı. Bu dönemin değerlen­

cuları Mustafa Erdoğan, Atilla Yayla

dirmesini, Alper Görmüş'ün '80 ve

ve Kazım Berzeg gibi isimlerin katkı­

'90'lardaki liberal dalga ve YDH'yı,

sıyla liberal düşünce, 1970'lerde sol

Necmi Erdoğan ile Fahriye Üslünel'in 1990'1arda "siyaset sonrası" söylemler ve demokrasi konusunu ele aldıkları çalışmalarda bulmak mümkün. ''TÜRKlYE'NlN LiBERAL DEVR1ME iHTiYACI VAR!"

düşüncede yaşanan Kemalizmden kopuş sürecinin bir benzerini yaşa­ mıştır. Topluluk, liberal düşüncenin klasiklerini Türkçe'ye kazandıran ter­ cümelerin yanısıra, ifade hürriyeti ve din hürriyeti konularında yürüttüğü projelerle, liberal düşünce.ıin devlet

Liberal bir muhafazakar olan Taha

karşısında suskunluğunu sona erdir­

Akyol, Türkiye üzerine çalışmalar ya­

miştir. Bilhassa 28 Şubat sürecine

yımla yan Dankwart A . Rustow'un

açıkça muhalefet edilmesi, bu kopu-

21

A

s

22

M

c

l

K

şu resmetmektedir. Ancak Kürt me­

ni, unutulmuş kimi liberal figürler eş­

selesindeki suskunluğun çok geç so­

liğinde bulacaksınız. Cilt, başlangıç­

na erdiği ayrıca kaydedilmelidir. Be­

taki tahminlerin ötesinde bir kalınlığa

kir Berat Özipek'in Liberal Düşünce

ulaştı. Bu kalınlıkta, unutulmuş ve

Topluluğu ve Kazım Berzeg üzerine

gelenekleri kurulmamış bir mirasın

çalışmalarında bu kopuş anlatılırken,

mümkün olduğunca kuşatıcı bir şe­

Alev Özkazanç'ın Türkiye'nin neo-li­

kilde ortaya konulması arzusu rol oy­

beral dönüşümünü ele aldığı çalışma­

nadı. Bu arzunun bir sonucu da, Seç­

sında, bu kopuş döneminin sınırlılık­

me Metinler'in diğer ciltlere nispetle

ları ve hala tüketilmeyen imkanları

daha geniş tutulması oldu. Böylece

vurgulanıyor. Türkiye'de liberal dü­

"icat edilebilecek gelenekler"in ipuç­

şüncenin Türk sağı ile ilişkisini, siya­

ları, mümkün olan tarihi bir dökümle

si parti ve siyasetçi düzeyindeki etki­

karşınıza çakacaktır. Bu meyanda ik­

leriyle ele alan; bunun yanısıra

tisadi ve siyasi liberalizmin liberal fi­

CHP'nin liberal düşünceyle ilişkisini

gürlerdeki tezahürlerini, liberalizmin

tartışan birçok yazıda, dikkat çekici

farklılaşan ekolleri ve dönemsellikleri

bilgi ve perspektifler sunulmaktadır.

ele alınacaktır.

Tartışılan bir başka temel konu ola­

Bitirirken, bu vesileyle, liberalizm

rak, liberal düşüncenin lslam'la iliş­

cildinin hazırlanmasında fotoğraf ar­

kisi de dikkat çekicidir.

şivinden faydalanılmasına izin veren

* * *

ve kaynakça konusunda yardım eden Liberal Düşünce Topluluğu'na, Hür

Modern T ürhiye'de Siyasi Düşün­

Fikirleri Yayma Cemiyeti'ne dikkat

ce'nin liberalizme ayrılan bu cildinde,

çeken Kürşat Birinci'ye, eleştirilerini

Türkiye'de liberalizmin kesikliklerle

ve desteğini esirgemeyen eşim Özlem

her seferinde yeniden başlayan ve bu

Çağlar Yılmaz'a teşekkür etmek isti­

yüzden de geleneklerini oluşturama­

yorum.

yan tarihini, bu kesikliklerin sebebi-

MURAT YILMAZ

Liberalizm ve Türkiye'deki Serüveni M U S T AFA E R D OGA N

GENEL OLARAK LiBERALiZM HAKKINDA

M

oluşmaya başlamasıyla birlikte ortaya çık­ mış olduğudur. Bu yeni düşünce ortamı­

odern bir ideoloji olarak libera­

nın en belirgin özelliği Tanrı-merkezli

lizm esas ilibariyle siyasi bir

toplum ve evren tasavvurunun terk edil­

doktrindir. "Siyasi" sıfatı, bir

meye başlanması ve "doğru"nun (hakika­

öğreti veya ideolojinin kapsayıcı bir felse­

tin) akıl yoluyla bulunabileceğine olan

fi sistem oluşturmadığına, fakat sadece si­

inancın yükselişidir. Bu bağlamda politik

yasal alanın düzenlenmesine ve devlet­

örgütlenme bakımından "yeni" sıfau,

toplum ilişkisine hakim olacak birtakım

oluşmakta olan toplumsal-siyasal formas­

normatif önermelerden meydana geldiği­

yonların en tipiği olan merkeziyetçi dev­

ne işaret eder. Oysa kapsayıcı bir felsefi

let yapılanmasını ve buna bağlı yurttaşlık

sistem felsefenin temel disiplinlerinin

anlayışını ifade etmektedir. Bu yeni dö­

(ontoloji, epistemoloji, etik ve estetik)

nemde insanlar, dini mensubiyete dayalı

hepsine ilişkin birbiriyle tutarlı önerme­

eski sosyal formasyonlardan farklı olarak,

lerden oluşur. Kapsayıcılığın bu bağlam­

artık esas olarak siyasi aidiyetleri/kimlik­

da başka bir anlamı da doktrinin dayan­

leri ile ayırt edilmeye başlamışlardır. Ma­

dığı ilkelerin toplumsal hayatın bütün

mafih, liberalizm bu modernlik şartların­

alanları için geçerli bir değerler sistemi

da ortaya çıkmış olsa da, onun her ba­

olarak düşünülmesidir. Bununla beraber,

kımdan modernlikle özdeş olduğunu dü­

siyasi doktrin veya ideolojiler kapsayıcı

şünmek de doğru değildir. Özellikle "li­

birer felsefi sistem oluşturmasalar bile,

berteryan liberalizm" devlet-toplum iliş­

çoğu zaman onların epistemolojik ve elik

kisine hakim modern anlayışların bir kıs­

temelleri vardır. Bundan dolayı siyaset

mı karşısında eleştirel bir tutuma sahiptir.

felsefesinin konusuna girerler. Bu durum

Bu arada, bir anlamda "akıl çağı"nın

elbette liberalizm için de geçerlidir. Hatta

ürünü olmakla beraber, liberalizm mutlak

liberalizmi bütüncü bir felsefe veya kap­

akılcı değildir; onunki daha ziyade "ölçü­

sayıcı bir ahlaki ideal olarak yorumlayan

lü" bir akılcılıkur. 20. yüzyılın önde ge­

liberaller de vardır.

len iki liberal filozofu Kari R. Popper

masıyla kastedilen ise, onun tarihsel ola­

( 1 9 0 5 - 1 9 8 8 ) ve Fr iedrich A. H a y e k ( 1 899-1992) b u yaklaşımı "eleştirel akıl­

rak Yeni Çağ'ın düşünce atmosferinde ve

cılık" olarak adlandırmışlardır. Bununla

yeni toplumsal-siyasi formasyonların

kastettikleri, esas olarak, liberalizmin

Liberalizmin "modern" bir doktrin ol­

8

R

"toplumsal mühendislik" projelerine kuş­ kuyla yaklaştığı hususudur. Daha açık bir anlatımla, liberaller toplumun soyut akıl­ cı ilkeler ışığında bir bütün olarak yeni­ den kurulmasını öneren ideolojilere karşı çıkarlar; çünkü onlara göre, insan aklı

24

mikro (bireysel) düzeyde iyi bir davranış kılavuzu olmasına rağmen, makro (top­ lum) düzeyde insanoğluna kılavuzluk edecek kuşatıcı bir akıl yoktur. Buna bağ­ lı olarak, liberaller ayrıca toptancı ideolo­ jik proj elerin siyasi alana uygulanmaya çalışılmasının kaçınılmaz olarak totalita­ rizme yol açacağına inanırlar. Liberalizmin Fikri Kökleri Bir entelektüel ve siyasi gelenek olarak li­ beralizm tarihsel olarak başlıca üç kay­ naktan beslenmiştir: john locke, lskoç Aydınlanması ve lmmanuel Kant. (l) liberalizm esas itibariyle bir Anglo­ Amerikan düşünce geleneğidir. Liberaliz­ min ilk büyük düşünürü 1 7. yüzyıl sonla­ rında eser vermiş olan l ngi liz filozofu John locke'dur ( 1 632-1704). locke'un li­ beral siyasi düşüncedeki önemi, toplum­ sal ve siyasi varoluşu, başlangıçta doğa halinde yaşayan ve "doğal haklar"a sahip olan insanların kendi aralarında anlaşa­ rak devleti kurdukları varsayımıyla te­ mellendirmesinden ileri gelmektedir. Ona göre, insanlar doğa halinden "uygar" si­ yasi topluma geçerken doğal haklarını mahfuz tutmuşlar ve devleti bu hakları korumakla görevlendirip yetkilendirmiş­ lerdir. locke bu hakları "hayat, hürriyet, mülkiyet" üçlemesiyle özetlemiştir. Loc­ ke'un düşüncesinde doğal haklar öylesine temel ve vazgeçilmez değerlerdir ki, söz­ leşmeyle kurulan siyasi yönetimin bunla­ rı sistematik olarak ihlal etmesi bireylere o yönetime karşı "direnme hakkı" verir. locke'un fikirleri liberal entelektüel-si­ yasi geleneği büyük ölçüde yönlendirmiş­ tir; bugün de hala liberal düşünürler -başta doğal hakların güvencesi ve bu çerçevede devlet faaliyetinin sınırlan ile

A

z

M

mülkiyet hakkının kapsamı olmak üzere­ birçok güncel sorunu Locke'un düşünce­ lerinin ışığı altında tartışmaktadırlar. loc­ ke'un temel fikirlerinden hemen hemen bütün liberaller etkilenmiş olmakla bera­ ber, locke'çu liberalizmin son dönemdeki tipik ve en önemli temsilcisi Amerikalı si­ yaset felsefecisi Robert Nozick'tir ( 1 9382002). Nozick başlıca iki bakımdan Loc­ ke'çu liberalizmi temsil etmektedir. tik olarak, o da ünlü eseri Anarşi, Devlet ve Ütopya'da ("ultraminimal") devletin orta­ ya çıkışını sözleşme metaforundan yarar­ lanarak açıklamıştır. ikinci olarak, No­ zick locke gibi devletin birey haklarıyla sınırlı olduğu sonucuna ulaşmıştır. (2) "lskoç Aydınlanması" olarak bili­ nen düşünce akımı, 18. yüzyılda esas ola­ rak David Hume, Adam Smith ve Adam Ferguson'ın ( 1 723 - 1 8 1 6) görüşleri etra­ fında şekillenmiştir. Bu geleneğin temel kabulleri "kendiliğinden düzen" ve "do­ ğal özgürlük sistemi" kavramlarında ifa­ desini bulmaktadır. David Hume (l 7 1 1 1776) toplumda barışçı düzeni ve adaleti sağlayan şeyin soyut akılla tasarlanan ve­ ya Tanrı vergisi kurallar olmayıp, aksine yararlılığı tecrübeyle görülmüş, uzlaşma­ ya dayalı pratikler olduğu düşüncesini ortaya atmış ve bu görüş zamanla "kendi­ liğinden doğan düzen" ve toplumsal ku­ rumların evrim yoluyla gelişmesi gibi dü­ şüncelere de temel oluşturmuştur. Adam Smith ( 1 723 - 1 790) ise medeni toplum hayatında bir "doğal özgürlük s i s t e ­ mi"nin işlediğine inanıyordu. B u sistemin özünü, harici kısıtlamalardan hoşnutsuz­ luk duyan ve kendi iyiliğine çalışırken genel olarak toplumu da yararlandıran bi­ reylerin eylemlerinden ortaya çıkan ken­ d i l i ği n d e n d ü z e n o lu şt u r m a k ta d ı r. Smith'e göre, adeta "görünmez bir el" in­ sanların eylemlerinin sonuçlarını toplu­ mun yararına olacak şekilde düzenlemek­ tedir. Aslında bir ahlak fi lozofu o lan Smith'in düşünce sisteminde bu uyumu sağlayan dinamikler, bir yandan bireyin

L

i

B

E

R A L i Z M

V

E

T

Ü

R

K

I

Y

E

'

D

E

K I

S

E

R

Ü

V

E

N

i

"kendini düşünme"sinin "sempati" kanu­ nu çerçevesinde gerçekleşmesi, öbür yan­ dan da özgürlük isteğinin topluma uyma eğilimi ile bir arada var olmasıdır. 20. yüzyılda lskoç Aydınlanması gele­ neğini kendi liberal anlayışının temeli ya­ pan en büyük düşünür Friedrich A. Ha­ yek'tir. Esasen klasik liberal çizgideki bü­ tün düşünürler bu gelenekten şu veya bu ölçüde etkilenmişlerdir. (3) Liberal paradigmanın oluşmasında lmmanuel Kant'ın ( 1 724- 1 804) kimi fikir­ lerinin hatırı sayılır bir yeri vardır. Fayda­ cılığın etkisi alunda olanların dışında, li­ beraller genellikle Kant'tan az veya çok et­ kilenmişlerdir. Bu etki Kant'ın özellikle kişisel özerklik (auıonomy) ve kişilerin ahlaki değeri bakımdan eşitliği kavramları ile onun evrenselci adalet anlayışı çerçeve­ sinde kendini göstermektedir. Kant aynı zamanda liberalizmin akılcı temellerinin de kaynaklarından biridir. Günümüzde Kantçı liberalizm başlıca Amerikalı siyaset felsefecileri John Rawls ( 192 1 -2002) ve kısmen de Ronald Dworkin ( 1 938-?) tara­ fından temsil edilm ektedir. Rawls'taki Kant etkisi kendisini özellikle onun ma­ kul kişilerce kabul edilebilecek hakkani­ yet olarak adalet ilkelerine ilişkin kurgu­ sunda göstermekte, Dworkin'de ise bu et­ ki onun liberalizmi "eşit ilgi ve saygı"yla temellendirmesinde belirginleşmektedir. Kapsayıcı Liberalizme Karşı Siyası Liberalizm Herhangi bir sıfatla kayıtlanmadan kulla­ nılması halinde "liberalizm" kelimesi ge­ nel bir fikri-siyasi eğilime işaret eunekle beraber, aslında liberal pozisyonlar libera­ lizmin temeli olarak kapsayıcı bir ahlaki ideali kabul veya reddetmelerine göre farklılık gösterirler. Bu açıdan iki tür libe­ ralizmden söz edilebilir: Kapsayıcı libera­ lizm ve siyasi liberalizm. "Kapsayıcı" libe­ ralizm iddialarını siyasi ilke ve kurumlar­ la sınırlamak yerine, onu kapsayıcı bir dünya görüşü olarak görür ve buna bağlı

25

Avusturyalı (Nobel ödüJJü) ekonomist ve siyaset felsefecisi Hayek, lki11ci Dünya Savaşı sonrasmda liberal düşü11eenin 'tazelenmesinde' ve klasik liberalizme yeniden bir ilgi uyanmasında önemli rol oynamıştır. Piyasanın kendüiğinden düzeni içinde, bireylerin "örtük bilgisini" de verimli kılan yapısına dikkat çekmekteydi. olarak "iyi hayat"a ilişkin maddi ve kuşa­ tıcı bir değerler sistemine atıf yapar. Bu kategoriye giren liberaller "liberal değer­ ler"den söz ettiklerinde birey ve toplum hayatına hakim olması gereken kapsamlı bir değerler sistemini veya özerklik gibi temel bir değerin türevlerini kastederler. Brian Barry, joseph Raz ve Will Kymlicka değişken derecelerde olmak üzere bu li­ beralizm anlayışına bağlı olan belli başlı düşünürlerdir. Buna karşılık "siyasi" liberalizmin böy­ le kapsayıcı bir ahlaki ideal yerine politik ilkeleri vardır, başka bir deyişle o libera­ lizmi asgari bir ahlaki içerikle tanımlama­ ya çalışır. Rowley'nin anlatımıyla: Liberal bir siyasi düzen toplumun bütünüyle si­ yasileştirildiği veya liberal değerlerin bi­ reyin hayatının her yönüne zorla uygu­ landığı bir düzen değildir. Tam aksine,

B

26

R

böyle bir düzen, politikayı en asgari dü­ zeye indirir ve bireyleri kendi örgütlerini ve gruplannı kurmakta ve kendi amaçla­ rını izlemekte serbest bırakır. Liberal bir düzen bireyleri, eğer isterlerse bu düzen­ den ayrılma konusunda bile serbest bıra­ kır. Klasik liberalizm bireyleri özgür ol­ maya zorlamaz. Liberalizmin bu türünün yorumu bakımından aralarında hatın sa­ yılır farkla olmasına rağmen, F.A. Hayek, 1. Berlin, ]. Rawls, W Galston ve C. Ku­ kathas gibi liberalleri kabaca bu gruba yerleştirebiliriz. Bununla beraber, her iki grup kendi içinde başka nedenlerle önemli farklılık gösterir. Bu farkı belirleyen etkenlerden biri, liberal değerlerin siyasi toplumun genel çerçevesi içinde yer alan "illiberal" topluluklara da uygulanması konusunda alınan tutumdur. Kimi liberaller liberal değerleri bütün toplum için bağlayıcı ka­ bul ederken, başkaları bu yaklaşımı libe­ ralizmle bağdaşmaz görürler. M esela , "kapsayıcı liberalizm "den yana olanlar­ dan B. Barry liberal değerlerin genel top­ lum içindeki topluluklara dayatılması ge­ rektiğini düşünürken; W Kymlicka ve]. Raz -temelde liberal siyasi toplumun ka­ bul edilebilir hayat tarzlarını belirlemeye yetkili olduklarını düşünmekle beraber­ liberalizmi pragmatik nedenlerle alt top­ luluklara dayatmaya isteksizdirler. Ö te yandan,]. Rawls ve W. Galston gibi siyasi liberaller kapsayıcı liberal değerlerin top­ luma hakim olacak siyasi kurumları veya adaletin ilkelerini biçimlendirmesi gerek­ tiği görüşündedirler. Söz gelişi Rawls'un siyasi liberalizmi iyi hayata ilişkin maddi veya kapsayıcı bir ahlaki anlayışı onayla­ mamakla beraber, toplum içindeki grup­ ların değerleriyle çatışması halinde liberal değerlerin baskın olmasından yanadır. Buna karşılık, Chandran Kukathas'ın "minimal" siyasi liberalizmi "hoşgörü"yü temel aldığı için, siyasi toplumun kısmi topluluklar üzerinde çok az ahlaki otori­ teye sahip olmasından yanadır.

A

z

M

Kukathas ve klasik liberal veya liberter­ yan düşünürler dışındaki liberaller, ge­ nellikle, toplumun tümünde hangi pra­ tiklerin veya hayat tarzlarının müsaade edilebilir olduğunu belirleyecek bir nihai otoritenin var olması gerektiğini ve bu otoritenin ulusal siyasi toplumun kurum­ ları olduğunu düşünürler. Diğer toplu­ lukların siyasi otoritenin onların iç işleyi­ şini denetleme hakkını inkar edecek şe­ kilde kendi işlerini kendi başlarına yürüt­ me hakkına sahip olmadıkları düşünülür. Başka bir ifadeyle, "liberal adalet ilkeleri" liberal siyasi toplumun yetki alanı içinde bulunan bütün toplulukların içinde de uygulanmalıdır. Liberal devlet liberal normları gerektiğinde zorla uygulama otoritesine sahiptir. Onun içindir ki, mesela Rawls genelde liberalizmi kapsayıcı bir proje olarak gör­ mese de, değerleri liberalizmle uyuşma­ yan dini azınlıkların çocuklarının liberal değerleri aşılayacak bir kamusal eğitime tabi tutulmasını gerekli görür. Bunun gibi, çeşitliliği önemsediği için liberal değerleri benimsemeyen topluluklara devlet müda­ halesi konusunda isteksiz olan Galston bi­ le, "sağlam" vatandaşlar yetiştirecek ve bu çerçevede illiberal grupların çocuklarına en azından hoşgörüyü öğretecek güçlü bir kamu eğitimi sisteminin kurulmasının ge­ rekli olduğu kanaatindedir. Modem Liberalizme Karşı Klasik Liberalizm Liberalizm içindeki önemli bir ayrım da klasik liberallerle "modem liberaller" ve­ ya "refah liberalleri" arasındaki ayrımdır. Bu, esas olarak "siyasi liberalizm" içinde­ ki bir ayrımdır. Burada belirleyici olan, devletin görev alanının genişliği ve piyasa karşısındaki tutumlardır. Bu çerçevede "klasik liberalizm"i ayırt eden, bir yandan iktisadi özgürlükler ve piyasa ekonomisi üstündeki vurgusu, öbür yandan devletin görev alanının genişlemesine karşı olma­ sıdır. Bu kategoriye hem lskoç Aydınlan-

L

i

B

E

R A L i Z M

V E

T

Ü

R

ması geleneğine bağlı olup özgürlükçü bir düzende " k endiliğinde nlik"e özel önem veren Hayek çizgisindeki liberaller, hem de liberalizmi "akılcı" ve a priorist temelde haklılaştıran Mises'ci liberaller girmektedir. Kant ve Mili gibi özerklik te­ melli liberalizm savunucularından da et­ kilenmiş olmakla beraber, klasik liberalle­ rin çoğu liberalizmin tanımlayıcı değeri olarak bireysel özgürlüğü görür. Libera­ lizmin bu türünün günümüzdeki önde gelen temsilcileri arasında Robert Nozick, Narman Barry, Loren Lomasky ve Chand­ ran Kukathas sayılabilir. Klasik liberallerin hepsi liberalizmi si­ yasi bir doktrin olarak görürken, "mo­ dern liberaller" arasında siyasi liberalizm yanlıları da kapsayıcı liberalizm anlayışı­ na bağlı olanlar da vardır. Onları asıl ayırt eden nokta, devlete klasik liberallere göre daha geniş (kısmen yeniden-dağıtımcı) bir rol biçmeleridir. Başka bir anlatımla, modem liberaller "refah devleti"nden ya­ na olan, sosyal liberallerdir. Bu, esas itiba­ riyle, "liberalizm"den Amerika'da anlaşı­ lan şeydir. Klasik liberaller bu "revizyo­ nist" eğilimden kendilerini ayırmak için bazen "liberteryan" yaftasını benimseme ihtiyacı duyarlar. Refah liberalizminin en önemli temsilcileri J. Rawls, B. Barry ve R. Dworkin'dir. Devletin sosyal işlevini özerklik temelinde haklılaşııran J. Raz gi­ bi düşünürler de bu kanatla yer alır. Ma­ mafih, gerek klasik liberaller gerekse re­ fah liberalleri bireysel özgürlük, çeşitlilik ve çoğulculuk, anayasacılık ve hukukun üstünlüğü ve -ikinciler için daha az vur­ gulu olmak üzere- piyasa ekonomisi gibi liberal ilke ve kurumları savunmada bir­ leşirler. Ancak, bu ikinci grup iktisadi öz­ gürlükleri ve piyasa ekonomisini çoğu za­ man ö n e ç ı karmaz ve d evletin sosyal vdveya sivil görevlerini vurgularlar. Çoğulculuk ve Liberalizm Burada çoğulculuktan kastedilen "ahlaki ç o ğ u l c u l u k " veya " d eğer çoğul c u l u -

K

I Y

E

'

D

E

K

I

S

E

R Ü V E

N

i

ğu"dur. B u anlamda çoğulculuk, temel insani değerlerinin çoğulluğunun objektif bir durum olduğunu ve dolayısıyla birey­ ler veya gruplar tarafından izlenen ahlaki amaçların çeşitliliğinin kabul edilmesi ge­ rektiğini ifade eder. Liberal siyaset litera­ türünde "değer çoğulculuğu"na en fazla vurgu yapan düşünür, 20. yüzyılın önde gelen siyasi fikir tarihçilerinden biri olan lsaiah Berlin'dir ( 1909- 1 997). Beri in fi­ kirler tarihiyle ilgili eserlerinde, ısrarla, doğrunun -ve dolayısıyla insani iyinin­ niteliği hakkında kadim Grek felsefesin­ den bu yana Batı felsefe geleneğinde ha­ kim olan yaklaşımın "monist" karakterli olduğuna dikkat çekmiş ve gerçekte tek bir nihai "insani iyi"nin olmadığını, sade­ ce "iyi hayat"a ilişkin farklı anlayışların var olduğunu vurgulamıştır. Bu, değer ço­ ğulculuğunun "insanlık durumu"nun ta­ nımlayıcı bir özelliği olduğu anlamına gelmektedir. Öyleyse, temel insani değer­ ler çok sayıdadır, yani "insanların izleye­ bilecekleri farklı amaçlar vardır". Ayrıca bu değerler veya amaçlar genellikle birbi­ riyle bağdaşmazlar. lsaiah Berlin ve başka bazı liberal dü­ şünürler çoğulculukla liberalizm arasın­ da zorunlu bir ilişki bulunduğu kana­ atindedirler. Çünkü, eğer insanların ha­ yat amaçları ve doğru anlayışları birbi­ rinden farklı ise, o zaman bu farklı varo­ luş tarzlarının hepsinin barış içinde bir arada yaşamasına imkan verecek, değer­ ler bakımından mümkün olduğunca ta­ rafsız bir siyasal-kurumsal çerçevenin te­ sis edilmesine ihtiyaç var demektir. Bu ise liberal siyaset anlayışının öngördüğü düzendir. Berlin'in "negatif özgürlük" üstündeki vurgusunu da bu çerçevede düşünmek gerekiyor. Çoğulculuk, belli bir "iyi" anlayışına zorunlu olarak bağlı olan pozitif özgürlüğü esas alan bir dü­ zenle bağdaşamaz. Oysa negatif özgürlü­ ğe dayanan bir siyasi düzen h erkesin kendi "iyi" anlayışına göre yaşamasına izin verir.

27

B

R

liberal Siyasal Gündemin Ana Temalan Aralarında öneriler düzeyinde veya ilke ve kurumların anlamı üstünde kimi fark­ lar bulunmakla beraber, liberal düşünür­ lerin üzerinde kabaca mutabık oldukları liberal bir siyasi programın esasları şöyle özetlenebilir: l. Birey, Bireysel Ö zgürlük ve insan Haklan

28

Liberalizm hem ahlaki hem de metodolo­ jik anlamda bireyci bir doktrindir. Birey­ sellik ve/veya bireysel özgürlük liberaliz­ min en temel değeridir. Liberallere göre, bir soyutlama olarak toplumun onu oluş­ turan bireylerinkinden ayrı bir varlığı, ira­ desi ve amaçlan yoktur. Mamafih, kimi li­ berallerde bireysellik özgürlükten çok özerkliğe yaklaşan bir değerdir. Liberal özgürlük anlayışının başlıca üç özelliği bulunduğu söylenebilir. Birincisi, özgür­ lüğün bireysel bir durum olarak temellen­ dirilmesidir, yani özgürlüğün öznesi her­ hangi bir toplu varlık biçimi (toplum, ulus, sınıf, grup, cemaat vs.) değil, sadece birey olarak insandır. Gerçi liberaller za­ man zaman "özgür toplum"dan da söz ederler, ancak bununla kastettikleri, esas olarak, ya özgür kurumlara dayanan ya da özgür bireylerden oluşan bir toplumdur. ikinci olarak, liberallerin çoğu bireysel özgürlüğü politik bir değer olarak kavrar­ lar. Politik anlamda özgürlük kısaca siya­ si baskıdan korunma durumunu ifade eder. Mill'in çok önemsediği toplumsal ve kültürel baskıdan özgürlüğü bütün libe­ raller liberalizmin tanımlayıcı bir değeri saymazlar. Öte yandan, liberal özgürlük kavramı zorunlu olarak " iç özgürlük"le ilgili değildir. iç özgürlük daha ziyade özerkl ikle, kişinin eyl emleri n i n onun kendi belirlediği amaçlara yönelik olma­ sıyla ve kişinin kendi eyl emlerinin sahici öznesi olmasıyla ilgilidir. Kant'ın öğretile­ rinden etkilenen kimi liberaller liberaliz­ mi özerklikle temellendirmekle beraber, bu liberalizmdeki hakim eğilim değildir.

A

L

z

M

Liberalizm içindeki ayrımları titiz bir bi­ çimde yansıtmak açısından şunu ekleme­ liyiz ki, çoğu l iberal bireysel özerkliği önemsemekle beraber, onu liberalizmin tanımlayıcı veya ayın edici bir unsuru olarak görmezler. Liberal özgürlüğün üçüncü özelliği onun esas olarak negatif bir değer olarak görülmesidir. Çağdaş liberalizm içinde, özgü. lüğün negatif anlamını onun "pozi­ tif' anlamından ayrışurarak bu ayrımı fel­ sefi-ahlaki olarak temellendirmeye çalı­ şan ilk düşünür lsaiah Berlin olmuştur. "Negatif özgürlük"le kastedilen, bireyin ancak herhangi bir keyfi kısıtlama veya baskı altında olmaması halinde özgür ol­ duğunun kabul edilmesidir. Harici ve keyfi bir kısıtlamaya maruz olmayan bire­ yin hangi amaçlara yöneleceği veya amaç­ lı bir etkinlikte bulunup bulunmayacağı tamamen onun takdirine ve tercihine kal­ mıştır. Berlin pozitif özgürlük anlayışının totaliter bir potansiyel taşıdığına dikkat çekmiştir. Bununla beraber, kanunların kişilere belirli bir yönde davranma veya davranmama yükümlülüğü getirmeleri­ nin özgürlük bakımından bir sakınca ya­ ratıp yaratmadığı konusunda liberal te­ oride görüş birliği yoktur. Locke'çu gele­ neğe bağlı liberaller, her kanunun değilse de genel olarak bir kanunlar sisteminin (hukukun) özgürlük için bir engel değil, aksine ön şart olduğunu kabul eder ve "hukuk (kanunlar) çerçevesinde özgür­ lük" formülünü onaylayıcı bir dille kulla­ nırlar. Ayrıca, liberaller genel olarak belir­ li bir davranış modelini zorunlu kılan ka­ nunlar ile kişilerin seçme olanaklarını ar­ tıran kanunlar arasında özgürlük açısın­ dan bir ayrım yapar ve birincilere karşı kuşkucu tutumlarını korurken, ikincileri onaylarlar. Liberal doktrinde insan haklan genel­ likle özgürlük ilkesinin mantıki sonuçları veya türevleri olarak görülür. Ayrıca, in­ san haklan kolektif iddia ve talepler ola­ rak değil de bireysel haklar olarak kawa-

L

i

B

E

R A

L

i

Z

M

V

E

T

Ü

R

nır. Liberaller insan haklarının değerini kabul etmekle beraber, onların en üstün ahlaki iddialar olarak varlığını haklı gös­ teren nedenler veya temeller konusunda farklı yollar izlerler. Bazı liberaller Loc­ ke'çu geleneği izleyerek insan haklarını doğal hukukla temellendirir, yani insan haklarını "doğal haklar" olarak görürler. Buna karşılık, kimi liberal düşünürlere göre insan hakları "insan onuru" ndan kaynaklanır. insan haklarını özerklik ve­ ya eşitlik ilkeleriyle temellendiren liberal­ ler de vardır. Mamafih, liberal teoride bu haklılaştırma yolları çoğu zaman iç içe geçmiş durumdadır. Ayrıca, "sosyal liberaller" istisna edilir­ se, liberallerin büyük çoğunluğu, özgür1 ük anlayışlarına uygun olarak, insan haklarının da, kaynağı olduğu özgürlük gibi, negatif karakterde oldukları düşün­ cesindedirler. Bundan dolayı, insan hak­ larını esas olarak sivil ve siyasal haklara hasrederler ve "sosyal" olarak nitelenen haklar konusunda şüpheci bir tutum ta­ kınırlar. Bunlara göre, sosyal haklar an­ cak sivil haklarda bir kayba yol açmadık­ ları veya onlara ek yük getirmedikleri sü­ rece genel ve evrensel haklar olarak görü­ lebilirler.

2. Anayasacılık ve Hukukun Üstünlüğü Bütün liberaller siyasi iktidarın anayasay­ la ve hukukla kayıtlanmasına çok önem verirler. Bununla, kamu otoritesi kulla­ nanların bireysel özgürlükleri mahfuz tu­ tacak şekilde belirli sınırlar içinde hare­ ket etmelerinin sağlanabileceğini ümit ederler. Liberal anayasacılığın temel ama­ cı bireysel özgürlüğü ve liberal hakları güvenceye almak üzere devleti sınırla­ maktır. D evleti sınırlamak konusunda anayasacılığın geliştirmiş olduğu başlıca teknikler federalizm (veya adem-i merke­ ziyet ilkesi), kuvvetler ayrılığı, insan hak­ larını güvence altına alan "katı" ve yazılı bir anayasa, kanunların anayasaya uygun­ luğunun mahkemelerce denetlenmesi ve

K

I

Y

E

'

D

E

K

I

S

E

R

Ü

V

E

N

i

29

Erken dönem liberal teorinin kurucu babası john Locke, Aydınlanma düşüncesinin de öncüleri arasında sayılır. mnf pratiğin kişiselleştirilmesi, hoşgörü. anlayışı, özgürlük ve mülkiyeti temellendiren doğal hukuk kavrayışı ve tiranlığa karşı "direnme hakkı " nosyonu, kurucu önemdedir ve olağanüstü etkili olmuştur. kişiler için değiştirilemez hukuk güven­ celeri sağlamak (hukuk devleti) olarak özetlenebilir. Hukuk devleti veya hukukun üstünlü­ ğü ilkesinin özü devleti önceden belli edilmiş genel kurallarla sınırlamaktır. Bundan maksat, kişileri iktidarın keyfi iş­ lem ve tutumlarından korumak ve onları siyasi otorite karşısında daimi olarak hu­ kuki güvenlik içinde tutmaktır. Liberal doktrin "kurallı yönetim"e özel bir önem verir; Locke'tan bu yana birçok liberal düşünür "kişilerin değil, kanunların yö­ netimi" idealine sıkça atıflar yapmıştır. Mamafih, buradaki anlamıyla "kanun" bu adı taşıyan herhangi bir parlamento işle­ mi değil, yurttaşlar arasında olumlu veya olumsuz yönde ayrım yapmayan, genel ve soyut kural demektir. Bundan dolayı, liberal teoride "kanun devleti" ile "hukuk

L

30

e

R

devleti" arasında ayrım yapılır ve kanun­ lara dayanan her yönetimin "hukukun üstünlüğü"ne bağlı olduğunun söylene­ meyeceğine dikkat çekilir. Bu anlayış açı­ sından, "hukuk" egemen iradenin kendi takdirine göre yürürlüğe koyduğu "ka­ nun" adlı işlemlerden oluşan bir sistem demek değildir; kanunların "evrensel hu­ kuk ilkeleri"ne uygun olması gerekir. Bu konudaki duyarlılıkları liberallerin çoğu­ nu pozitivist hukuk anlayışına karşı çık­ maya götürmüştür. Hukuk devletinin te­ mel ilkelerinden biri de "hukuk önünde eşitlik"tir; bu ilke belirli kişi veya grupla­ rın keyfi olarak hak mahrumiyetine ma­ ruz bırakılmasını (ayrımcılık) olduğu ka­ dar, belirli kişi veya gruplara keyfi ayrıca­ lık veya avantaj sağlanmasını da yasaklar. 3. Sınırlı Devlet "Sınırlı devlet" terimiyle liberallerin kas­ tettikleri, görev alanı sınırlanmış veya da­ raltılmış devlettir. Terim bu anlamda faali­ yet çerçevesi tüm toplumsal alanı kuşatan sosyalist devlete olduğu kadar, "refah dev­ leti"ne veya "sosyal devlet"e de karşı bir devlet yapılanmasını ifade eder. Klasik li­ beral anlayışta devletin görev alanı "hu­ kuk ve düzen"in temini ve bu çerçevede adaletin sağlanmasıyla sınırlıdır. "Hukuk ve düzen" sivil barış rejimi olarak da ifade edilebilir. Bunun somut karşılığı ulusal sa­ vunma, iç güvenlik ve kamu düzeni ile adaletin sağlanmasıdır. "Sınırlı devlet" dü­ şüncesi devletin iktisadi-ticari faaliyetlere girişmemesini ve bir avantaj dağıtma me­ kanizmasına dönüşmemesini gerektirir. Bununla beraber, bu şema günümüzde "liberal" olarak tanımlanan devletlerin durumuyla tam olarak örtüşmemektedir. Başka bir ifadeyle, bugün ana hatları iti­ bariyle "liberal" olarak nitelenebilecek olan Batı demokrasilerinin -Amerika Bir­ leşik Devletleri dahil- hiçbirinde devletin görev ve etkinlik alanı bu kadar daraltıl­ mış değildir. Esasen, çağdaş liberallerin çoğu da özetlenen klasik şemayı hareket

A

z

M

noktası olarak almakla beraber, devletin iktisadi ve sosyal hayatı büsbütün kontrol altına almamak kaydıyla, bazı "koordi­ nasyon faaliyetleri"ni (büy(lk altyapı yatı­ rımlan, sosyal güvenlik hizmetlerinin ko­ ordinasyonu vb.) yerine getirmesini, te­ kelci olmamak kaydıyla eğitim-öğretim kurumlan kurmasını ve kendi kusurları olmaksızın geçimlik düzeyde gelir elde edemeyen yurttaşlara yardım etmesini uygun görürler. 4.

Tarafsız Devlet

Liberal siyasi teori içinde, devletin ku­ rumlarına ve işleyişine/faaliyetlerine iyi hayata ilişkin bir görüşün rehberlik etme­ si gerektiğini düşünenler ile onun iyi ha­ yat anlayışları karşısında tarafsız (neut­ ral) kalması gerektiğini düşünenler ara­ sında önemli bir aynm vardır. Bu , toplum iç indeki farklı dü nya görüşü ve hayat tarzlarının barışçı bir şekilde bir arada var olabilmeleri bakımından zorunlu görülür. Başka bir ifadeyle, dünya görüşü , ideoloji ve hayat tarzı çoğulculuğunun muhafaza­ sı için devletin kendisinin bunlardan her­ hangi birini desteklememesi gerekir. An­ cak belirtmek gerekir ki, devlete bir "iyi hayat" anlayışının hakim olmasını isteyen liberaller de devletin bireylere belli bir iyi anlayışını dayatmasından yana değildir­ ler; zaten bu tür bir iddiası olan bir ide­ olojinin "liberalizm" olarak adlandırılma­ sı mümkün olmazdı. Liberal tarafsızlık devletin, başkalarına zarar vermeyen bü tün hayat planlarına izin vermesini olduğu kadar, bizatihi hoş­ görüyü garanti edecek kuralların kendile­ rinin de farklı hayat planları arasında ta­ raf tutmamasını gerektirir. Liberal devle­ tin esas rolü, içinde daha fazla farklı ve çelişen iyi hayat görüşlerinin barış içinde bir arada yaşayabileceği bir kurallar çer­ çevesi sağlamaktır. Rawls'cu bir dille söy­ lersek, makul insanlar iyi hayatın ne ol­ duğunda değil ama kendi iyi anlayışlarını başkaları tarafından engellenmeden ger-

L

i

B

E

R A L i Z M

V E

T

Ü

R

çekleştirmelerini mümkün kılacak olan, esas itibariyle usuli nitelikteki bir çerçeve üzerinde anlaşabilirler. Devletin tarafsızlığıyla ilgili problem, li­ beral bir düzenin bile, tamamen tarafsız olamayacağıdır. Çünkü, kanunlar tarafın­ dan yöneltilen bir düzen olarak liberal bir düzen bazı hayat tarzlarını daha da zorlaş­ tırır veya hatta imkansız hale getirir. Ayn­ ca, liberal tarafsızlığın liberal değerlerin diğerlerine (örneğin, hoşgörünün orto­ doksiye, özgürlüğün dayanışmaya, çeşitli­ liğin toplumsal birliğe, tartışmanın muta­ bakata, tecrübenin geleneğe) tercih edil­ mesiyle aynı kapıya çıktığı da söylenebilir. Mamafih, tarafsız devlet idealine bağlı olan liberaller liberalizmin ana görevinin, kendi ahlaki inançlarından veya iyi hayata ilişkin ideallerinden bağımsız olarak, her­ kesin benimseyebileceği bir siyasi düzenin kurulması olduğunda ısrarlıdırlar. Bu da ancak liberalizmi olabildiğince az ahlaki muhtevayla tanımlamakla mümkün olur. Onun için, makul bir liberalizmin muay­ yen bir "kapsayıcı" ahlaki doktrine hasım olmayan bir siyasi düzeni öngören "siya­ si" bir liberalizm olduğu düşünülür. 5.

Piyasa Ekonomisi

Liberalizmin piyasa ekonomisiyle ilişkisi iki açıdan ortaya çıkar. Bir kere, liberal doktrin, diğer sivil özgürlükler gibi, mül­ kiyet ve miras hakkı ile, mübadele ve söz­ leşme özgürlüklerini bireylerin doğal hakları arasında sayar ve bunları özgür bir toplum için vazgeçilmez görür. Bu öz­ gürlükler ise piyasa ekonomisinin temeli­ dir; başka bir anlatımla, mülkiyet hakkı­ na, özgür mübadeleye ve sözleşme ser­ bestisine dayanan bir toplumda kendili­ ğinden ortaya çıkacak olan iktisadi for­ masyon türü piyasa ekonomisidir. Özgür piyasa ekonomisinin varlığı, anlaşılması kolay olan nedenlerle, diğer sivil ve siyasi özgürlüklerin de garantisidir. !kinci olarak, piyasa ekonomisi libera­ lizmin "sınırlı devlet" ilkesinin de bir ge-

K

I

Y

E

'

D

E

K

I

S

E

R

Ü

V

E

N

i

reğidir. Devletin iktisadi ilişkileri yönetti­ ği ve üretim faktörlerini elinde bulundur­ duğu bir toplumda diğer kişi özgürlükleri de güvencesiz kalmiş demektir. iktisadi hayatın devlet tarafından kontrol edilme­ sinin pratik anlamı devletin kişilere emir verme ve cebir uygulama kapasitesinin genişlemesi demektir ki böyle bir durum­ da kişiler kendi varlıkları üzerinde ser­ bestçe tasarruf edemez ve iktisadi kay­ naklarını kendi yararları ve amaçları doğ­ rultusunda kullanamazlar. Ö te yandan, genellikle daha az farkına varılan bir gerçek de, piyasa ekonomisi­ nin sivil toplumun varlık temelini oluş­ turduğudur. Çünkü, liberal bakış açısın­ dan, devletten bağımsız bir varlık alanı olarak ortaya çıkabilmesi için, toplumun iktisadi bakımdan da devlete bağımlı ol­ maması, kendi ayakları üstünde durabile­ cek bir yapıda olması gerekir. Oysa, dev­ letin toplumun adeta "velinimeti" haline gelmesine imkan veren, iktisadi hayatı kontrol eden devlet aşağı yukarı bütün toplumsal-kültürel alanı da hakimiyeti al­ tına alabilir. Ö zellikle "iktisadi liberaller" olarak anılan düşünürler piyasa ekonomisini bu tarz deontolojik bir muhakemeden ziya­ de, faydacı temelde haklılaştırırlar. Bu­ nunla beraber, ister deontolojik isterse faydacı yaklaşımı benimsemiş olsun, bü­ tün liberaller piyasa ekonomisinin devlet güdümlü bir ekonomiden daha etkin ol­ duğu için de tercihe şayan old uğunda hemfikirdirler. TÜRK1YE'DE LiBERAL FIKlRLERIN TARIHlNE KISA BiR BAKIŞ Osmanlı Dönemi Liberal fikirler Türkiye'de 1 9 . yüzyılın ikinci yarısından itibaren etkili olmaya başlamıştır. Çok genel anlamda, Osmanlı modernleşmesinin izlediği Batılı politik modelin esas itibariyle liberal siyasi ku­ rumlara dayanması nedeniyle, kimi ya-

31

L

32

R

8

zarlar Osmanlı Devleti'nin 19. yüzyıl baş­ larından itibaren belirginleşen modern­ leşme çabasının aynı zamanda liberalleş­ me anlamına da geldiğini ileri sıirmıişler­ dir. Devleti (padişahı) yazılı bir anayasay­ la sınırlama girişimi demek olan "meşru­ tiyet" yönetimine geçme ( 1 876) çabası göz önüne alındığında, Osmanlı Devle­ ti'nin son dönemindeki siyasi modernleş­ me hareketleri bakımından bu bir ölçüde anlamlı bir tez olabilirse de, modernleş­ meyi liberalleşmeyle özdeş saymak yanlış olur. Fikri açıdan bakıldığında, Türkiye tarihinde ilk anayasanın (Kanun-i Esasi) 1 876 yılında yürürlüğe konmasının arka­ sındaki fikri kaynak ve destek, başlıca temsilcileri Namık Kemal, Ziya Paşa ve Ali Suavi olan Yeni Os manl ı la r dan gel­ miştir. Namık Kemal ( 1 840-88) sadece anayasalı bir yönetimin siyasi hürriyetin garantisi olacağını düşünmesi bakımın­ dan değil, fakat aynı zamanda serbest ti­ careti savunması bakımından da liberal doktrinin etkisi alunda kalmışur. Ondan yaklaşık bir kuşak önceki bir başka dü­ şünce ve edebiyat adamı lbrahim Şinasi ( 1 824-7 1 ) de teşebbüs hürriyetinden ya­ na fikirler ileri sürmüş ve devletin toplu­ mun çıkarlarına hizmet etmesi gerektiği­ ni savunmuştur. Aşağı yukarı aynı sıralarda M ekteb-i Mülkiye'de iktisat dersleri veren Sakızlı Ohannes Paşa'nın ise iktisadi liberalizm düşüncesinin Türkiye'deki temellerini atan düşünür olduğu söylenebilir. "Mil­ letlerin Zenginleşmesi Biliminin Kaynak­ ları" (Mebadi-i llm-i Servet-i Milel) adlı ki­ tabın da yazarı olan Ohannes Paşa'ya göre Osmanlı Devleti'nin iktisadi kalkınması için mülkiyet hakkına ve girişim özgürlü­ ğüne dayalı, açık ve rekabetçi bir iktisadi yapı şarttı. Paşa bu temel yaklaşımına pa­ ralel olarak, ekonomide korumacı l ı k , devletçilik v e tekelin yanlış olduğunu ile­ ri sürmüştür. O n u i zl eyen M eh m e t C a v i t B e y d e ( 1 87 5 - 1 926) s ı k ı b i r iktisadi liberaldi. '

A

z

M

Cavit Bey iktisadi görüşlerini dört ciltlik

llm-i 1ktisat (lktisat Bilimi) adlı kitabında derli toplu bir biçimde ortaya koymuş, aynca 1908- 1 9 1 0 yıllarında Ulum-i Iktisa­ diyye ve lctimaiyye Mecmuası'nı (iktisadi ve Sosyal Bilimler Dergisi) çıkaranlar ara­ sında yer almıştır. Cavit Bey yazılarında Osmanlı Devleti'nin kalkınmasının ancak dünya ekonomisiyle bütünleşmesi ve bu amaçla yabancı sermayeyi teşvik etmesi yoluyla m ümkün olabileceğini savun­ muştur. O da serbest ticareti savunarak, iktisadi korumacılığa karşı çıkmış ve özel teşebbıisün önemini vurgulamışur. Meşrutiyet döneminde liberal tezleri sa­ vunan başka bir fikir adamı Prens Saba­ haddin ( 1 878-1 948) idi. " Türkiye Nasıl Kurlanlabilir?" adlı bir kitabı da bulunan Prensin başlıca fikirlerinden biri özel te­ şebbüs taraftarlığıdır; ancak onu bu ba­ kımdan diğer liberal eğilimli yazarlardan ayıran nokta, iktisadi görüşlerini bireyci bir toplumsal teoriyle temellendirmeye çalışmış olmasıdır. Ona göre, bireyci top1 umlar komüniteryan toplumlara göre da­ ha üretken, girişimci ve bağımsız karak­ terlidirler. Bu nedenle, bütün diğer Doğu toplumları gibi cemaatçi bir toplumsal ya­ pısı bulunan Osmanlı Devleti'nin de içine düşmüş olduğu bunalımdan çıkabilmesi, önemli ölçüde, toplumsal yapıda bireysel­ liğin gelişmesine bağlıdır. Sabahattin'e gö­ re, ayrıca, verimsiz bürokratik mekaniz­ malar ortaya çıkaran merkeziyetçiliğin terk edilmesi ve idarenin adem-i merkezi­ yet ilkesi doğrultusunda yeniden düzen­ lenmesi şarttır. Prens Sabahaddin başlan­ gıçta mensubu olduğu i ttihat ve Terakki Cemiyeti'nden liberal fikirleri dolayısıyla 1 902 yılında ayrılarak önce Osmanlı Hür­ riyetperveran Cemiyeti'ni (Osmanlı Libe­ ralleri DemeğVPartisi) daha sonra da Te­ şebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Ce­ miyeti'ni (Özel Girişim ve Yerinden Yöne­ t i m Derneği/Partisi - 1 906) kurmuş tur. Prens Sabahaddin ve taraftarları i l . Meş­ rutiyet'in ilanından hemen sonra da (Ey-

L

i

B

E

R A

L

i

Z

M

V

E

T

Ü

R

K

I

Y

E

'

D

E

K

I

S

E

R

Ü

V

E

N

i

lül 1908) Osmanlı Ahrar Fırkası'nı (Os­ manlı Liberalleri Partisi) kurdular. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Cumhuriyeti'nin Tek Parti ege­ menliği alunda geçen dönemi ( 1924-46), bazı kısmi istisnaları bulunmakla beraber, liberal fikirler ve hareketler için genel olarak elverişli bir zemin oluşturmamış­ tır. Aksine, bu dönemin en etkili fikir ha­ reketi, devletçi-otoriteryan bir Kemalizm yorumu geliştirmiş olan Kadro ( 1932-35) hareketidir. Meşrutiyet döneminde ittihat ve Terakki'nin nispeten liberal kanadın­ dan olan Fethi Bey'le birlikte hareket et­ miş ve hatta onun Osmanlı Hürriyetper­ veran Avam Fırkası'na yakın durmuş olan Atatürk'ün kendisi Cumhuriyet'in kuru­ luşuyla birlikte esas itibariyle liberal-de­ mokratik Batılı modeli hareket noktası olarak almış olmakla beraber, onun yöne­ time hakim olduğu dönemdeki fiili uygu­ lama çeşitli nedenlerle bu modelden uzaklaşmıştır. Bu dönemin önde gelen şahsiyetlerinden olan ismet lnönü ile Re­ cep Peker'in siyasi görüşleri liberalizme açıkça tersti. Özellikle Recep Peker faşist devlet modeline sempati duyuyordu. Bu­ na karşılık, 1930'a kadar olan ilk dönem­ de Atatürk'ün en azından iktisadi libera­ lizme daha yakın durduğu söylenebilir. Cumhuriyet döneminin gerek saikleri gerekse temel görüşleri bakımından "libe­ ral" olarak nitelenebilecek ilk siyasi mu­ halefet hareketi, 1 924 Kasım'ında kuru­ lup 1925 Haziran'ında hükümet tarafın­ dan kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırk�ı'dır (TCF). Partiyi kuranlar, zaman içinde Mustafa Kemal'in kişisel diktatör­ lük kurmaya yöneldiği endişesine kapı­ lan, Milli Mücadele sırasındaki eski dava arkadaşları idi. Partinin kurucuları ara­ sında Kazım (Karabekir) , Ali Fuat (Cebe­ soy) ve Refet (Bele) paşalar ile Rauf (Or­ bay) ve Adnan (Adıvar) beyler de vardı. Erik jan Zürcher'e göre, TCF'nin progra­ mı "Kemalist rejimin köktenci ve otoriter

33

Fethi Okyar 'ın Mustafa Kemal'e yazdığı mektupta, liberal bir siyaset anlayışının temel esaslannı bulabiliriz: "Cumhuriyet idaresinin memleketimizde ebedileşmesi için... hürriyet-1 münakaşayı tesis etmek... hükümetten, millet işleri hakkında ciddi hesap istemeyi temin etmek... herkesin gözü önünde cereyan edecek serbest münakaşa .. : eğilimlerine direnişin damgasını taşıyan siyasal liberalizmin klasik bir ifadesi" ni­ teliğindeydi. Nitekim, parti programında "hürriyetperver" (liberal) ve "halkın ha­ kimiyeti"ne dayalı (demokratik) bir cum­ huriyetten yana olduğunu, "umumi hür­ riyetler"e (temel haklar) taraftar olduğu­ nu ve bunların ancak anayasayla sınırla­ nabileceklerini, fikirlere ve dini inançlara saygılı olduğunu, devletin görevlerinin asgari genişlikte tutulması gerektiğini ve idari adem-i merkeziyetçiliğe bağlı oldu­ ğunu belirtmekteydi. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kapaulmasından beş yıl sonra, 1930 yılın­ da kurulan ve aynı yıl kapatılan Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF) ise programı bakımından liberal olmakla beraber, ger- · çek bir muhalefet hareketi niteliğinde de­ ğildi. Parti gerçek bir muhalefet partisi ol-

B

34

E

R

maya yüz tuttuğunda ise kendi kendisini kapatmak zorunda kalmıştır. SCF Ata­ türk'ün isteği üzerine yakın arkadaşı Fet­ hi (Okyar) Bey tarafından kurulmuş, hat­ ta hangi milletvekillerinin partiye geçece­ ğine de Atatürk'ün kendisi karar vermiş­ tir. Bunlar arasında liberal-milliyetçi fikir­ leriyle tanınan ve partinin ideologu sayı­ lan Azeri kökenli Ahmet Ağaoğlu da var­ dı. Kuruluş amacı, otoriter rejimin kendi­ sine olmaktan çok hükümete muhalefet etmekti. Bununla beraber, partinin kısa s ü rede h a l k t a n gördüğü rağbe t A ta ­ türk'ün kendisi dahil olmak üzere rejimin önde gelenlerini (Cumhuriyet Halk Fır­ kası önderliğini) endişelendirince, Fethi Bey partiyi kapattığını açıklamak duru­ munda kalmıştır. Tek Parti döneminde kabaca "liberal" olarak nitelenebilecek zikre değer tek dü­ şünür Ahmet Ağaoğlu'dur ( 1869- 1939) . Ağaoğlu'nun düşünceleri liberalizm, mil­ liyetçilik ve demokrasinin bir karmasıydı. Bireysellik ve birey özgürlüğü üstündeki vurgu, eserlerinde sıkça tekrarlanan bir temadır. Ağaoğlu'nun Kadro'cularla yaptı­ ğı polemikte de birey ve bireysellik vur­ gusu ön plandadır. Ağaoğlu Serbest insan­ lar ülkesinde adlı eserinde kendi liberal ütopyasını resmetmiştir. Bununla beraber, ılımlı devletçiliği, "kuvvetli hükümet" ta­ raftarlığı ve korporatizme yaklaşan kimi görüşleriyle Ağaoğlu'nun sistemli ve tu­ tarlı bir liberal düşünür olduğu söylene­ mez. Ahmet Ağaoğlu 1933 tasfiyesinde lstanbul Darülfünunu'ndan uzaklaş tırı­ lanlar arasındaydı. Çok partili hayata geçiş Türkiye Cum­ huriyeti'nde çeşitli bakımlardan bir dö­ nüm noktası olmuştur. ikinci Dünya Sa­ vaşı'nın hemen ertesinde Ocak l 946'da Celal Bayar'ın önderliğinde kurulan ve 1950'de iktidara gelmesinden sonra Ad­ nan Menderes'in fiili önderliğini ele geçir­ diği Demokrat Parti ana hatları bakımın­ dan liberal bir program öneriyor, özellikle din özgürlüğü ile iktisadi özgürlüğü öne

A

z

M

çıkarıyordu. Parti iktidarının ilk döne­ minde gerçekten de kimi liberal reformlar yaptıysa da, bu özgürlükçü tutumdan za­ manla uzaklaşarak, '50'lerin ikinci yarı­ sından itibaren "milli irade egemenliği" anlayışına dayalı tekçi ve baskıcı bir yö­ netim kurmaya yöneldi. Mamafih, DP ik­ tidarının daha sonralan ortaya çıkacak li­ beral eğilimler için uygun bir atmosferin doğmasına katkıda bulunduğunu da söy­ lemek gerekir. Esasen bu eğilim daha DP iktidarı dö­ neminde kendisini göstermeye başlamış­ tı. Nitekim, Demokrat Parti'nin başlan­ gıçtaki liberalleşme vaadinden uzaklaş­ maya başlamasından rahatsız olan bir grup üyesi 1955 yılında ayrılarak F. Lütfi Karaosmanoğlu'nun önderliğinde Hürri­ yet Partisi'ni kurdular. Hürriyet Partisi çoğulcu liberal-demokratik rejim hedefi­ ne daha bağlı görünüyor idiyse de, za­ manla bu parti de oportünizme kaydı ve nihayet Aralık 1958'de Cumhuriyet Halk Partisi'ne katıldı. Bu partinin düşünce ta­ rihimiz bakımından önemli bir özelliği li­ beral eğilimli bir grup aydının kurduğu Forum dergisine olan yakınlığıyd ı . Bu dergi Fethi Çelikbaş, Aydın Yalçın, Turan Güneş, Şerif Mardin gibi DP yönetimin­ den soğuyan akademisyenler tarafından kurulmuştu ve DP'ye liberal-entelektüel muhalefeti temsil ediyordu. ilginç olan noktalardan biri, çok partili siyasete geçildik ten so nraki dönemde " merkez" d e veya " o rta sağ"da sayılan partiler genellikle programlarında kimi li­ beral temalara yer vermekle beraber, Cumhuriyet Türkiye'sinde l990'lara ka­ dar kendisini doğrudan doğruya "liberal" olarak tanımlayan bir partinin ortaya çık­ mamış olmasıdır. Demokrat Parti'nin ka­ patılmasından sonra onun siyasi mirasını üstlenen Adalet Partisi bürokratik "mer­ kez"e karşı "çevre" güçlerini temsil eden özelliği dolayısıyla sistem içindeki genel rolü bakımından zaman zaman liberal bir parti olarak algılanmış ise de, kendinden

L

I

B

E

ll A L I Z M

V

E

T

Ü

ll

önceki Demokrat Parti gibi, o daha ziya­ de kalkınmacı-popülist bir parti olarak tanımlanabilir. Demokrat Parti gibi, AP de çoğulculuk karşıtı bir siyaseti kendisi­ nin temsilcisi olduğunu varsaydığı "milli iraden kutsamasının yardımcılığıyla yü­ rütmüştür. Aynı ideolojik tanım l 980 sonrasında kurulan Doğru Yol Partisi için de esas itibariyle geçerlidir. Özellikle Sü­ leyman Demire\'in liderliği bu partileri (herhangi bir) doktriner çizgiden uzak tutan belki de en temel etken olmuştur. Buna karşılık 1 983 yılında Anavatan Partisi'ni ( A N A P ) kuran Turgu t Ö zal ( 1 927- 1993 ) , ana yönelimi pragmatist ol­ makla beraber, liberal temalardan Demi­ rel'den daha fazla etkilenmiş görünmek­ tedir. Nitekim, onun liderliği döneminde ANAP'ın iktisadi liberalizm ve "araçsal devlet" tezleri üstündeki vurgusu daha belirgindir. Bununla beraber, ANAP'ı da tam bir liberal parti saymaya imkan yok­ tur. Çünkü, ANAP'ın ilk döneminde, bir koalisyon özelliği gösteren kurucu kadro­ larının ve toplumsal tabanının muhafaza­ kar-milliyetçi etkisi partinin sosyal ve kültürel politikalarında büyük ölçüde et­ kili olmuş ve parti iktisadi özgürlükler ve din özgürlüğü konusunda gösterdiği du­ yarlılığı genel olarak sivil ve siyasi özgür­ lükler söz konusu olduğunda aynı ölçüde göstermemiştir. ANAP'ın Özal sonrası dö­ neminde ise, iktisadi liberalizm söylemi korunmuş olmakla beraber, "mülkiyeW Mesut Yılmaz'ın önderliğinde parti gitgi­ de daha fazla devletçi "merkez"e yaklaş­ mış tır. Buna karş ı l ı k , Ö zal'ın kendisi cumhurbaşkanlığı döneminde ( 1 989-93) daha liberal bir söylem geliştirmiştir. Çok partili dönemde "liberal" sıfatını ilk (ve halen tek) kullanan parti iş adamı Besim Tibuk'un l 994 yılında kurduğu Li­ beral Parti'dir; parti daha sonra adını Li­ beral Demokrat Parti (LOP) olarak değiş­ tirmiştir. Zaman zaman milliyetçi-muha­ fazakar çıkışlar yapmasına ve yalnızca ik­ tisadi alanda liberal tezleri savunuyormuş

K

I

Y

E

'

D

E

K

I

S E R Ü V E

N

i

izlenimi vermesine rağmen, LOP sadece ismi bakımından değil, programı ve kıs­ men söylemi bakımından da bugünün Türkiye'sinde liberalizme en yakın parti­ dir. Bununla beraber, parti aradan geçen on yılda zikre değer bir toplumsal taban edinememiştir. LDP'nin başarısızlığı çeşitli şekillerde yorumlanabilir. tik olarak, bu tecrübenin liberal bir siyasi programın Türkiye top­ lumundan karşılık bulma şansının hiç ol­ madığını gösterdiği ileri sürülebilir. Ne var ki, çok partili dönemde, kendilerini liberal olarak nitelemeseler de, liberaliz­ min kimi önerilerini seslendiren partilere Türkiye toplumunun güçlü bir destek verdiği de gerçektir. Şu halde, LDP'nin başarısızlığının başka nedenleri olmalıdır. Akla gelen ilk ihtimal, liberalizmin başlı başına bir siyasi program olarak sunul­ masının Türkiye toplumundan karşılık görmeyeceği, buna karşılık muhafazakar değerlerle harmanlanması halinde liberal tezlerin daha fazla tutunma şansına sahip olacaklarıdır. lkinci olarak, LDP'nin orta­ ya çıktığı siyasi konjonktürün onun ayn bir parti olarak başarılı olması için elve­ rişli olmadığı düşünülebilir. N ihayet, LDP'nin devleti yönetmeye talip bir siyasi kadroya sahip olduğu izlenimi verememiş ve esas olarak kurucusunun ismine daya­ narak tutunma arayışı içinde görünmüş olmasının da kendisi için bir dezavantaj teşkil euniş olduğu söylenebilir. Bu arada, adı partinin kimliğiyle özdeşleşmiş olan Besim Tibuk'un tezlerini sunuş tarzındaki kendine özgülük, siyaseti "devlet"le ilgili bir mesele -"ciddi" bir iş- olarak gören Türkiye toplumuna ters gelmiş olabilir. Düşünce Dünyasında Liberal "Aydınlanma" Batı dünyasında l 970'lerin ortalarından itibaren liberal fikirlerin ve politikaların yeniden gündeme gelmesinin Türkiye'nin d ü ş ü n c e ve siyaset d ü nyasına e tkisi l980'li yıllarda gerçekleşmiş ve bu Türki-

35

L

36

8

R

ye'de '90'lı yıllarda kendisini gösteren "li­ beral aydınlanma"nın da temelini oluş­ turmuştur. Batı'da liberalizm yönündeki dönüşümü sembolize eden olay, 1974'te fA. Hayek'in, ardından l 976'da Milton Friedman'ın Nobel Ekonomi ô dülü'nü kazanmaları olmuştur. Hayek'e bu ödü­ lün verildiği 1974 yılı aynı zamanda Ro­ berı Nozick'in Anarşi, Devlet ve Ütopya kitabının da yayımlandığı tarihtir. Daha sonraları, james Buchanan'ın ( 1 986) , G a ry Beck er'ın ( 1 9 9 2 ) ve Verno n Smith'in (2002) aynı ödülü kazanmaları iktisadi alanda liberal tezlere olan ilginin canlı kalmasını sağlamıştır. Bütün bunlar daha genel olarak liberal sosyal ve siyasal teoriye olan ilginin de artmasına yol aç­ mış ve '70'lerin sonlarından itibaren hem -başta Hayek olmak üzere- liberal düşü­ nürler hem de liberal sosyal ve siyasal te­ orinin spesifik meseleleri akademik araş­ tırmalara konu olmaya başlamıştır. Bu arada, john Rawls'un A Theory of justice ( 1 9 7 1 ) ve Ronald Dworkin'in Tah i ng Rights Seriously ( 1977) ve Loren E . Lo­ masky'nin Persons, Rights and the Moral Community ( 1 987) adlı kitapları, libera­ lizme ilgiyi, daha değişik bir çizgi üzerin­ den de olsa kuvvetlendirmiştir. Liberalizmin Türkiye'nin fikri ve aka­ demik hayatındaki yansımaları esas ola­ rak l 990'ların başlarında görülmeye baş­ lamıştır. Gerçi, '90'lar öncesinde liberal eğiliml eri b e l i rgin d ü ş ü n c e ve b i l i m adamları tümüyle y o k değildi, özellikle iktisadi konulara liberal yaklaşımlarıyla dikkat çeken akademisyenler hiç eksik olmamıştı; ama liberalizmi sistematik bir teori olarak savunanlara bu tarihe kadar pek rastlanmıyordu. Türkiye'de liberal si­ yasal teoriyle ilgili ilk ciddi yazılar da Ruhdan Yumer tarafından '80'li yıllarda yayımlanmıştı. Onu Mustafa Erdoğan'ın ilk defa 1 990'da Yeni Forum dergisinde yayımladığı Liberal Düşünce Gelenegi ve Atilla Yayla'nın 1992 yılında çıkan Libera­ livn adlı kitabı izlemiştir.

A

L

z

M

Bu şartlarda, liberalizmin bir entelektü­ el grubun genel siyasi doktrinini oluştur­ duğu ilk örnek 1992 yılında kurulan Li­ beral Düşünce Toplulugu'dur (LDT). Top­ luluğun entelektüel önderliğini akade­ misyenler Mustafa Erdoğan ve Atilla Yay­ la ile avukat Kazım Berzeg yapmıştır. Böylece, Türkiye'de ilk defa liberal cop­ lumsal-siyasal paradigma bir entelektüel hareketin referans çerçevesini oluştur­ muştur. LDT'nin kurucularından Kazım Berzeg klasik liberal tezleri l 960'lardan itibaren tutarlı olarak savunagelmiş bir düşünce adamı idi. Atilla Yayla ve Musta­ fa Erdoğan i s e e n te l e k t ü e l i l g i l e r i n i l 980'lerin ikinci yansından itibaren libe­ ral temalar üzerinde yoğunlaştırmaya başlamış genç akademisyenler durumun­ daydılar. Grubun tanımlayıcı bir özelliği de, zamanla kimi muhafazakar-liberal ve sosyal liberal unsurları da içine almakla beraber, esas itibariyle "klasik liberal" ge­ leneği izlemesi olmuştur. Hatta, ilginç bir şekilde, LDT'nin temsil ettiği "libera­ lizm"in şemsiyesi bu şekilde genişlemeye devam ederken, kurucularında zamanla "birteryen" yönelim daha belirgin hal al­ mıştır. Topluluk çevresinde, kurucuların­ dan başka, liberalizmin fikri ve siyasi te­ n.alarmın açıklanmasına Melih Yürüşen, lhsan Dağı, Zühtü Arslan gibi başka dü­ şünce ve bilim adamları da yazılarıyla önemli katkılar yaptılar. Bu arada, LDT 1 996 yılı başındaıı itibaren Liberal Düşün­ ce adlı üç aylık bir düşünce ve araştırma dergisini düzenli olarak çıkarmaktadır. Topluluğun birkaç yıldır düzenlediği Li­ beral iktisatçılar Kongresi ile Siyaset Bi­ limciler ve Hukukçular Kongresi iktisat, siyaset, hukuk ve felsefe gibi çeşitli disip­ linlere mensup olup da liberal temalara yakınlık duyan çok sayıda genç sosyal bi­ limciyi bir araya getiren tartışma forumla­ rı niteliğini kazanmışla rdır. Topluluk 2002 yılında Piyasa adlı üç aylık yeni bir fikir ve araştırın .. dergisi yayımlamaya başlamıştır.

L

i

B

E

R A L i Z M

V E

T

Ü

R

Türkiye'deki "liberal aydınlanma"nın özellikle iktisadi boyutuna katkı yapanlar arasında, çalışmalarını "Kamu Tercihi Te­ orisi" ve "Anayasal iktisat" üzerinde yo­ ğunlaştıran Coşkun Can Aktan'ı da zik­ retmek gerekiyor. Doksanlı yıllardaki "liberal aydınlan­ ma" ideolojik spektrumun diğer kesimle­ rini de az veya çok etkilemiştir. Nitekim, bir kıc;mının akademik formasyonu da olan Şahin Alpay, Mehmet Altan, Mehmet Barlas, Gülay Göktürk ve Cüneyt Ü lsever gibi soldan, Taha Akyol gibi sağdan gelen yazarlar aşağı yukarı son on yıldır liberal temaları yazılarında öne çıkarmakla te­ mayüz etmişlerdir. TÜRKlYE'DE L1BERAL1ZMIN KADERiNi ETKiLEYEN FAKTÖRLERE DAiR Liberal fikirlerin modern Türkiye'deki macerasına bu kısa bakış da gösteriyor ki, ülkemizde liberalizmin yeşermesi için ki­ mi uygun şartlar bulunmakla beraber, bu ortam onun köklü bir düşünce ve siyaset geleneği olarak ortaya çıkmasına yetecek derecede elverişli değildir. Türkiye'nin sa­ dece entelektüel ortamı ve zihniyet yapısı değil, geleneksel devlet-toplum ilişkisinin ve iktisadi organizasyon biçiminin niteliği de liberalizm için verimli bir taban oluş­ turmamış görünmektedir. Bu noktaları biraz daha açalım. Önce Türkiye'de liberalizmin dayanak­ larına göz atabiliriz. Modern Türk siyase­ tinin "merkez-çevre" ekseninde işleyegel­ miş olan bir yanı vardır ki bu devlet-top­ lum ayrımını varsayan liberalizmin zemin kazanması için bir ölçüde elverişli bir or­ tam sağlamıştır. Nitekim, Türkiye'de, is­ ter ekonomi ister statü isterse kültür ba­ kımından olsun, iktidar merkezinin uza­ ğında kalmış olan dezavantajlı toplumsal kesimler siyasete katılma taleplerini en iyi liberalizmin diliyle meşrulaştırma im­ kanına sahip olmuşlardır. Ayrıca, "mer­ kez"in toplumun ana kütlesinden kültü-

K

I

Y

E

'

D

E

K

I

S

E

R

Ü

V

E

N

i

37

PARTiSi 1983

Özal döneminde ANAP, önciilü DP ve AP'ye göre daha 'katıksız' liberal bir dil kullanıyordu ve neo-tiberalizmin global hôkimiyetini tesis ettigi bir dönemde siyaset etti. Bununla beraber, sadece siyasal düzlemde degil, ekonomik azakar· "statükocu düzlemde de muhaf bir tutumdan uzak degüdi. n

re! olarak yabancılaşmış olmasının da benzer bir etki yaptığı söylenebilir. Öte yandan, ilginç bir şekilde, "mer­ kez" üzerinde hak iddia edemedikleri ve­ ya böyle bir iddiayı gerçeğe dönüştüre­ medikleri zamanlarda da çevre güçlerinin pozisyonları esas olarak liberal olmuştur. Bu da, esas itibariyle, bir yandan devlet­ ten gelebilecek "tasallut"a karşı bir denge unsuru olarak iktisadi bakımdan kendi ayakları üstünde durabilecek şekilde or­ ganize olma ihtiyacıyla, bir yandan da ay­ nı tehdide karşı sivil özgürlüklerin dilini sahiplenme insiyakıyla mümkün olmuş­ tur. Başka bir ifadeyle, "devlet" ekono­ mik, kü ltürel ve hukuki olarak "top­ lum"dan ayrışuğı ve baskıcılaştığı ölçüde, toplum liberalizmin diline yaklaşmışur. Ôte yandan, Türkiye'de güçlü ve otori­ ter devlet geleneği toplumu sadece devle-

L

38

B

R

A

L

z

M

te bağımlı kılmamış, fakat aynı zamanda,

yonun bu yüzünde, Türkiye'deki genel

daha az ölçüde de olsa, toplumun devlete

dünya görüşünün ve kültürel iklimin li­

kuşkuyla yaklaşmasına da zemin hazırla­

beral fikriyatın kök salmasına engel teşkil

mıştır. Türkiye toplumu özellikle mo­

eden özellikleri var. Bunları kısaca "top­

dernleşme döneminde otoriter devlet uy­

lumculuk" , "d evletçilikn, "tevekkülcü

gulamasından hep rahatsızlık duymuştur.

zihniyet" ve "günü kurtarma" eğilimi ola­

Büyük ölçüde bundan dolayıdır ki , geniş

rak sayabilirim. Toplumculuktan kastetti­

toplum kesimleri devletin -düşmanı ol­

ğim bir tür cemaatçiliktir; bu, bireyi top­

duğunu değilse de- karşısında olduğunu

lumun kurucu öznesi olarak görmeyen,

sezdiği ve devleti kendisi adına kontrol

bireysel inisiyatif ve sorumluluk almak­

edebileceğini umduğu politik oluşumlara

tan çok "anonimn içinde kaybolma kolay­

belli belirsiz bir sempati besleyegelmiştir.

lığını seçen kültürel bir tutumdur. "Sürü­

Mamafih, devletten duyulan korku her

den ayrılanı kurt kapar" yargısı bu eğili­

zaman onun "karşısındaki" güçleri des­

min tipik bir anlatımıdır.

tekleme stratejisine yol açmış da değildir;

ikinci olarak, Türkiye toplumu, garip

hatta bu kesimler çoğu zaman devletle

bir şekilde, bir yandan devlet otoritesinin

uzlaşmanın yollarını aramış veya ona tes­

kötüye kullanımlarından şikayet etme eği­

lim olarak "merkeznin nimetlerinden ne­

limindeyken, öte yandan da devlet ve oto­

malanmayı tercih etmiştir.

rite onun en aziz tuttuğu değerler arasın­

Türkiye'de geniş halk kesimlerini devlet­

da gelir. Şüphesiz tarihsel bir arka planı

ten hoşnut olmamaya götüren ana neden­

da bulunan bu "devletçi" eğilimi, ilk anda

lerden biri devletin toplumu yukarıdan

akla gelebileceği gibi, sadece bir "baskı­

aşağıya modernleştirmek istemesidir. Ka­

dan kaçınma" taktiği olarak görmek tat­

naatimce, liberal bir politik söyleme yöne­

minkar bir açıklama olmasa gerektir. Da­

liş bakımından en avantajlı nokta bu ol­

ha doğru bir açıklama, bunun Türkiye

muştur. Çünkü, her ne kadar liberalizm

toplumunda genel olarak hakim olan, az

geleneksel toplumsal-siyasal form (as­

önce işaret ettiğim, bireysellik karşıtlığı

yon)lar karşısında "modern" olana daha

veya toplumculuk eğilimleriyle birlikte

sempatik ise de, daha da önemli olarak li­

düşünülmesi gereken bir noktadır. Nite­

beralizm aynı zamanda bireysellik, gönül­

kim, devlete yakın olmanın veya devlete

lülük ve kendiliğindenliği vazgeçilmez de­

"yanaşma"nın sadece kaba bir çıkar mese­

ğerler sayar. Onun için, liberaller merkezi­

lesi olarak değil, fakat aynı zamanda onur

leştirici ve homoj enize edici ulus-devlet

ve şerefin kaynağı olarak da görülmesi bu­

uygulamalarına olduğu kadar, kapsayıcı­

nun bir göstergesi olarak okunabilir.

devrimci projelere karşı evrimci ve kısmi

Şüphesiz bu durum, Türkiye'de gele­

değişimden yana tutum alırlar. Nitekim,

neksel olarak hakim olan iktisadi ilke ve

Türkiye'de de devlet eliyle modernleşme­

organizasyon biçimiyle de doğrudan doğ­

den rahatsızlık duyan kitleler nispi olarak

ruya ilgilidir. Osmanlı'nın iktisadi örgüt­

"liberal" politik seçenekleri destekleme

lenme biçiminin karakteristik özelliği mül­

eğiliminde olmuşlardır. Özellikle Türk mo­

kiyet güvensizliği ve sermaye birikiminin

dernleşmesinin ağırlıklı karakterinin onun

oluşmamış olmasıdır ki bu, toplumu dev­

bir kültürel dönüşüm projesi olması bu

lete bağımlı kılan en önemli faktör olmuş­

eğilımi daha da artıran bir etken olmuştur.

tur. Esasen, Osmanlı iktisadiyau klasik dö­

Fakat madalyonun bir de öbür yüzü

neminde üretken bir yapıdan çok, dışa dö­

var, hatta bu yüzün Türkiye'de liberaliz­

nük bir yağma rejimine dayanıyordu. Mo­

min şansını daha fazla ve olumsuz yönde

dernleşmeyle birlikte de iktisadi hayatın

etkilemiş olduğu bile söylenebilir. Madal-

bürokratik devlet tarafından kontrolü gün-

L i B E

R A L i Z M

V

E

T Ü

R

deme gelmiş, hukuki bir mülkiyet rejimi­ ne geçiş ise çok geç başlamışur. Cumhuri­ yet Türkiye'si bu noktada esaslı bir farklı­ lık getirmemiş; aksine genel olarak iktisa­ da ve mülkiyet hakkına aynı bakışı sür­ dürmüştür. Bundan dolayı, Cumhuriyet'in ilk döneminde Osmanlı'dan tevarüs edilen "el-koymacılık" geleneği varlığını koru­ muş ve bu çerçevede bağımsız iktisadi olu­ şumlar bürokratik devlet tarafından ya bu­ danmış ya da devlet denetimi dışında ser­ maye birikimine izin verilmemiştir. Bu et­ kenler Türkiye'de liberalizm için sağlam bir zemin oluşturabilecek özerk bir sivil toplumun oluşmasııu önlemiştir. Şüphesiz, Türkiye'de bağımsız bir ser­ maye birikiminin oluşmamış ve zenginli­ ğini devlete borçlu olmayan bir toplumsal tabakanın ortaya çıkmamış olmasının tek nedeni yağmacı ve/veya müsadereci bir politik geleneğin varlığını sürdürmesi de­ ğildir. Bunda toplumun kültürel dokusu­ nun da önemli bir payı vardır. Yukarıda işaret edilen "devletçi" karakterine ek olarak, bu kültür esas olarak "tevekkül­ cü"dür ve uzun vadeyi düşünen bir zihni­ yet yapısından uzaktır. Başka faktörlerle birlikte, "var olanla yetinme" ve "kıt ka­ naat geçinme" anlayışı insanları üretken olmaktan ve uzun vadeyi hesaplayan bir girişimci ruhtan önemli ölçüde alıkoy­ muştur. Öte yandan, girişimcilik kültürü makul ölçüde bir risk alma eğiliminin varlığını da gerekli kılar. Oysa Türkiye'de yakın dönemlere kadar makul veya he­ saplı bir risk almadan ziyade, hesapsız (irrasyonel) bir maceracılık girişimcilik sanılmış ve bunun etkileri bugün de de­ vam etmektedir. TÜRKlYE'NlN GELECECINDE LiBERALiZMiN ŞANSI VAR MIDIR? Türkiye'de l iberalizmin bugüne kadar pek fazla şansa sahip olmadığı açık ol­ makla beraber, durumun gelecekte de ay­ nen devam edeceğini öngörmek o kadar

K

I Y

E

'

D

E

K

I

S

E

R

Ü

V

E

N

i

akla yatkın olmayabilir. Çünkü, Türki­ ye'de son zamanlarda hızlanan hukukun ve siyasi kurumların modernizasyonu bir yandan mülkiyet hakkını ve girişim öz­ gürlüğünü önemli ölçüde anayasal gü­ vencelerle donatmakta, öbür yandan da bu modernleşme iktisadi rasyonalite için daha elverişli bir zemin oluşturmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye'de iktisadi faaliye­ tin hukuki çerçevesi Batılı kapitalist ülke­ lerle esas olarak aynı standartlara bağlan­ mış veya bağlanma yolundadır. Bu dönü­ şümün temellerinin atılması Cumhuri­ yet'ten bile daha geriye gitmekle beraber, bu tür hukuki ve kurumsal düzenlemele­ rin "sosyal dünya"yı ve daha özel olarak toplumun zihniyet yapısını dönüştürmesi şüphesiz zaman alacak bir süreçtir. Türkiye'de bu dönüşüm son yirmi yılda daha belirgin olarak yaşanmakta olan bir süreçtir. N i tekim, bu dönemde, devlet karşısında geleneksel olarak "boynu bü­ kük" olan sermayenin yerini, sadece ikti­ sadi hayata değil, fakat hukuk devleti ve sivil özgürlükler alanına ilişkin olarak da daha liberal tezler seslendirme cesaretini kendinde bulacak derecede güç kazanan yeni bir bağımsız iş dünyası almaya başla­ mıştır. tlginç olan başka bir gelişme de, bu konuda "büyük sermaye" ile son za­ manlarda bir anlamda ona rakip olarak ortaya çıkan küçük ve orta ölçekli serma­ yenin, "devletin frenlenmesi" gündemine sahip olmak bakımından ortak olmaları­ dır. Bu gelişmeyi şöyle de ifade edebiliriz: Bir yandan geleneksel olarak devletin "iş­ birlikçisi" olan ve palazlanmasını önemli ölçüde devlete borçlu olan sermaye grup­ ları gitgide devletten bağımsızlaşırken, öbür yandan "Anadolu kaplanları"nın or­ taya çıkışı da neredeyse "devlete rağmen" gerçekleşmektedir. Farklı kültürel vurgu­ larla da olsa (birincisi daha laik, ikincisi ise muhafazakar), her ikisinin de libera­ lizmin Türkiye'de bir sosyal taban kazan­ masına hatırı sayılır bir katkı yapacağı söylenebilir.

39

B

40

R

Liberaliımin geleceğiyle ilgili bir pro­ jeksiyon denemesinin, bir liberal tarafın­ dan yapılması halinde, sadece sosyo-eko­ nomik etkenleri vurgulayan bir tahlille ye­ tinmesi elbette beklenemez. Yukanda kül­ türel faktörlerden ve zihniyet değişkenin­ den söz etmiştim. Buna benzer şekilde, li­ beraller öteden beri "bizatihi fikirlerin gü­ cü"nü de vurgulama eğiliminde olmuşlar­ dır. Gerçekten de fikirler önemlidir, özel­ likle de tecrübelerin dersinden aldığı des­ tekle ve "işe yarar" olduklannın görülme­ si durumunda. Bu açıdan bakıldığında, in­ sanlığın son yirmi yılda yaşadığı tecrübe­ ler liberal iikirlere olan güveni haurı sayı­ lır derecede artırmıştır. Bu Türkiye için de bir ölçüde doğrudur. Bu elverişli ortam li-

A

z

M

beral tezlerin kimi aydın gruplan ve poli­ tikacılar tarafından bir süredir daha bir güvenle seslendirilmesini mümkün kıl­ mışur. Gerçi son yıllarda bu hava bir ölçü­ d e değişme eğilimine g i r m i ş tir, a m a 1990'lı yılların elverişli ortamında -esas olarak Liberal Düşünce Topluluğu tarafın­ dan- ekilen entelektüel tohumlar bir kere semere vermeye başlamıştır. Ve bu süre­ cin, çevre şartlan olumsuz yönde değişse bile, etkisini sürdürmeye devam edeceği tahmin edilebilir. Bununla beraber, bunun esas itibariyle bir fikir hareketi olarak ka­ lacağını ve liberal paradigmanın bütün­ lüklü bir sistem olarak politikayı etkileme şansının aynı derecede güçlü olmayacağı­ nı da söylemek durumundayım. O

Türkiye'de Liberalizm Kavramının Soyçizgisi A H M ET iNSEL

T

ürkiye'de liberalizm düşüncesinin ortaya çıkışını ve gelişimini uzun dönemde izlemeyi sağlayan gös­

tergelerden biri, dile ilişkindir. 19. yüzyıl­ dan bu yana, liberalizmin çıkış noktası olan

"libertt" kavramının Türkçe karşılı­

ğında yaşanan gelişim, liberal düşünün kendi içinde geçirdiği evrimi ve bunun toplumsal tahayyüldeki yankılarını ya­ kından takip etmeyi sağlar. 1 9. yüzyıl Os­ manlıca'sında, biri Farsça kökenli serbest!, diğeri Arapça kökenli

hüniyet kelimeleri,

çok ince nüanslar içermelerine rağmen, büyük ölçüde eş anlamlı olarak kullanılı­ yordu.

Ser-best, yani başı boş olma, istedi­

ği gibi hareket etme, engelsiz olma halini tanımlayan serbestiden türeyen serbesliy­ yet kelimesi, bir yandan devletin ticaret yapmasını ve ekonomik alana karışma­ masını öngören öğretiyi, diğer yandan ki­ şilerin davranışlarında herhangi bir en­ gelle karşılaşmaması durumunu belirti­ yordu. Serbesti, bu çerçevede, somut planda özgürlükleri tanımlamak için da­ ha çok kullanıldı. Bu dönemde Osmanlı­ ca'da serbest-i ticaret, serbest-i muhabe­ rat, serbest-i vicdan, serbest-i seyahat, serbest-i tedrisat gibi somut özgürlükleri tanımlayan kelimeler türedi. Arapça'da azat olma, karışanı görüşeni olmama halini ifade eden

hürr' kelimesin-

den türeyen hürriyet ise, tek tek özgür­ lükleri ifade etmekten çok, genel ve soyut bir özgürlük ilkesini belirtiyordu. Hürri­ yet-i bedeniyye yani kişisel özgürlük veya hürriyet-i maneviyye yani inanma özgür­ lüğü, genel ve soyut ilkelerdi. Bunların somut özgürlük hakları olarak ifadesine sıra geldiğinde, her zaman olmamakla be­ raber, daha sık biçimde serbesti kelimesi tamlama biçiminde kullanıldı. lki kelime arasındaki geçişkenlik yüksek olduğu için, özellikle 20. yüzyıl başından itiba­ ren, somut özgürlükleri işaret eden ve hürriyet kelimesini içeren söz kalıpları serbesti kavramıyla eş anlamlı olarak kul­ lanılmaya başlandı. 20. yüzyılın ikinci yarısında Öztürkçe akımının yarattığı özgürlük k elimesi, hürriyet kelimesinin geçmişte ifade ettiği ilkesel ve soyut içeriği, bir ideali belirt­ meye başladı. Buna karşılık hürriyet keli­ mesi, esas olarak mülkiyet, ticaret ve vic­ dan olmak üzere, m uhafazakiir-liberal dünyanın temel haklar anlayışını temsil etmeye başladı. Serbest kelimesine ise, bir yanda serbest ticaret, serbest pazar gibi tamlamalar eşliğinde "serbest piyasa eko­ nomisi" tamlamasındaki liberal ekonomi öğretisini ifade eden, diğer yandan iktisa­ di faaliyet dünyası dışında, serbest bırak­ ma, serbest davranma, serbest vuruş gibi kişinin engelsiz biçimde hareket edebil-

L

42

B

R

me olanağını tanımlayan daha dar ve so­ mut bir anlamı tanımlamak düştü. Özel­ likle 1930'lardaki egemen düşün atmosfe­ ri içinde serbesti kelimesi, gözden bütü­ nüyle düşen liberalin denki olarak, he­ men hemen hiç kullanılmaz oldu. Liberal yaklaşım o rtaya çıkan boşluğu göreli muğlak bir hürriyet kavramıyla kısmen doldurmaya çalıştı. l 960'a kadar hürriyet, sol ve sağ düşü­ nün ortak kullandığı bir kelimeydi. l 960 darbesinden sonra yeniden canlanan Öz­ türkçecilik akımının etkisiyle sol düşün özgürlük kelimesini benimserken, sağ düşün müdahaleci devlete karşı kişinin doğal veya kadim haklarını savunan bir vurguyla hürriyet kelimesini kullanmaya devam etti. Bu vurgu sayesinde, 19. yüz­ yılın ikinci yarısından beri ceberut devlet anlayışına karşı kendini dolaylı yollardan ifade eden kadim popüler tepkiyle titre­ şim birliği kurmaya devam etti. Özgürlük ise, sol düşün dünyasına özgün bir keli­ me olarak yerleşti ve çok daha soyut, esas olarak siyasal liberalizm alanını kapsayan bir serbestlik idealini ifade etmeye başla­ dı. Bu idealin taşıyıcısı olan özgürlük ke­ limesi toplumsal-tarihi tahayyülde kadim bir mücadeleye tekabül etmediği için, ye­ ni kuşakların tahayyül dünyalarıyla sınır­ lı kalarak gelişti. Betimleyici referansları­ nı kendi tarihinden çok, başka toplumla­ rın tarihinde bulmak zorunda kaldı. Bu çerçevede, sol söylemde "temel hak ve hürriyetler" tabiri günümüzde ne kadar aykırı kaçıyorsa, sağ düşün dünyasında da "özgür piyasa düzeni" tabiri bir o ka­ dar aykırı durmaya devam ediyor. Bu ay­ kırılık izlenimini, Öztürkçecilik akımının bazı çevrelerde benimsenip, bazı çevreler­ de benimsenmemesinin yarattığı yapay bir farklılıkla izah etmek yeterli değil. Başvurulan kelimelerin yarattığı fark, farklı siyasal tahayyül dünyalarının varlı­ ğını ele veriyor. Liberalizmin Latince kökü olan " l i ­ ber"in Türkçe karşılığında ü ç ayrı kelime-

A

z

M

nin; serbest, hür ve özgür kelimelerinin kendi aralarında zaman içinde uzmanla­ şarak ayrışmaları, Türkiye'de liberalizm düşününün doğuşundan beri içinde ba­ r ı n d ı rd ı ğ ı d e r i n y a r ı l m a y ı e l e veren önemli göstergelerden biridir. Bu yarılma­ nın en önemli tezahürü , siyasal düşün planında siyasal liberalizmle iktisadi libe­ ralizm ilkelerinin muhalefet söylemi ola­ rak işgal ettikleri konumun zaman içinde yer değiştirmeleridir. Osmanlı lmparatorluğu'nda 1 9 . yüzyı­ lın ikinci yarısından itibaren liberalizmin ortak paydasını, ceberut devlet anlayışına karşı kişi hak ve hürriyetlerini ön plana çıkaran siyasi liberalizm yaklaşımı oluş­ turuyordu. Bunun karşısında yer alan dü­ şünce akımı ise, kadim geleneklere doku­ nulmasından rahatsız olanları, hem siya­ sal hem kültürel muhafazakarlığı temsil ediyordu. Siyasal liberalizm güçlü ve etki­ li bir muhalefet söylemiydi. iktisadi libe­ ralizm konusunda ise, eksiksiz bir "bıra­ kın yapsınlar, bırakın geçsinler" progra­ mının savunucularının karşısında, daha çocuk yaşta olduğu kabul edilen yeni ik­ tisadi faaliyetlerin korunması gereğine işaret eden ılımlı bir himayecilik gereğini savunanlar yer alıyordu. Aradaki bu ince farklara rağmen, Osmanlı reformcu düşü­ nü içinde, genel bir iktisadi liberalizm an­ layışının ortak bir kabulü yansıttığı söyle­ nebilir. Buna karşılık, 19. yüzyılın ilk yılların­ da, İttihat ve Terakki iktidarını hazırlayan koşullarda, özellikle uluslaşma akımları­ nın çatışmasından beslenen yeni otorita­ rizmin etkisiyle, siyasi liberalizm ilkesi reformcu düşün dünyası içinde "gayrı milli" damgası yiyerek çok uzun bir dö­ nem siyasal meşruiyetini kaybetti. Bunun sonucunda siyasal farklılaşma, önce hi­ mayecilik-"laissez-faire" cilik, daha sonra devletçilik/serbestiyetçilik kutupları ara­ sında sıkışarak kendini ifade etmek zo­ runda kaldı. Bu nedenle, Cumhuriyet dö­ nemi Türkiye siyasal düşününde, güçlü

T Ü R K I Y E ' D E

L i B E R A L i Z M

K A V R A M I N I N

S O Y Ç I Z G I S I

bir iktisadi liberalizm geleneği bulunma­ sına karşın, buna denk düşen bir siyasal liberalizm geleneği oluşamadı. Siyasal or­ tamın gereklerine uygun biçimde "milli" olarak tanımlanan tavırlarla siyasal libera­ lizm ilkeleri zıt kutupları oluşturdular. iLK DÔNEM LiBERALiZMi Geleneksel Osmanlı düşününde liberal düşüne yer yoktu. Bazı devlet adamlarının veya düşünürlerin dile getirdikleri sulta­ nın ve genel olarak devlet adamının hoş­ görülü olması gereği, bir temel hak olarak değil, devlet aklının bir gereği olarak dile getirilirdi. Geleneksel siyasal düşün devlet merkezliydi. Devlet ve toplumu, merke­ zinde sultanın bulunduğu bir patrimonyal bütünlük içinde algılardı. Bu yaklaşımda sistemli bir iktisadi liberalizm öğretisine yer yoktur. Buna karşılık, 1 8 . yüzyılın sonlarında, Ill. Selim döneminde, devleti kadim çizgisine yeniden oturtma çabaları­ nın yoğunlaştığı dönemde, padişaha su­ nulan reform önerileri içinde iktisadi-mali konuları ele alanlar birkaç noktada yeni bir iktisadi bakış açısının kapısını aradılar. Tatarcık Abdullah Ağa'nın sunduğu layi­ hada, hazine, dış ticaret, vergi politikala­ rında, daha da önemlisi sikke tağşişi ko­ n usunda yeni bir yaklaşımın işaretleri güçlü biçimde yer alıyordu. Layihanın ar­ ka planında, iktisadi sorunların padişahla­ rın iradelerinin üzerinde yer alan bir ka­ nuniliğe sahip oldukları fikri ilk kez yer alıyordu. Abdullah Ağa, bu inancın bir uzantısı olarak, iktisadi durumun düzel­ tilmemesi durumunda askeri alanda yapı­ lacak reformların kağıt üzerinde kalacağı düşüncesini dolaylı biçimde dile getirdi (Sayar, 2000: 1 76- 1 79) . Sened-i ittifak ve Gülhane Hattı Hüma­ yunu'nu izleyen dönemde, liberalizm , esas olarak, dini yönetim ve değişimle il­ gili bir konuydu. Dini özgürlükler gere­ ğinden hareket edilerek siyasi liberalizme varılıyordu. Osmanlı birliği fikri ifade

43

Sakızlı Olımınes Paşa. Himi Ziya Ülken, onun Batı 'nın ekonomi politikasına ilişkin yazdıklannın öneminin ancak 30 sene kadar sonra anlaşıldıgını kaydeder. Beri yandan Ülken, onun kısıtsız liberalizmi ve serbest mübadaleyi savımmasını, bunun "azınlıklanrı ekonomik çıkarlarına" ııymasıyla da ilişkilendirir. edilirken, bunun gerçekleşmesi için ge­ rekli koşullardan birisi, belki en önemlisi olarak siyasi liberalizme atıfta bulunulu­ yordu. Yönetimin dinsel tarafsızlığı tema­ sı, siyasi liberalizm yoluyla Osmanlı birli­ ğini ayakta tutmak için gerekli görülüyor­ du. Mustafa Fazıl Paşa'nın Abdülaziz'e açık mektubu, Ali ve Fuat Paşalar vasiyet­ nameleri, bu görüşün en açıkça dile geti­ rildiği metinlerdir. Mustafa Fazıl Paşa'ya atfedilen, Abdüla­ ziz'e hitaben yazılmış olup, 1867 yılında yayımlanan açık mektup, Yeni Osmanlılar Demeği'nin bir tür ilk programıdır. Mek­ tupta, her gelişmenin ve ilerlemenin te­ melinde hürriyetin yattığı, hürriyetin ol­ madığı toplumlarda reformların gerçekleş­ tirilemediği, hür bir efkarı umumiyenin memurların keyfi davranışlarını denetle­ yeceği, hürriyetin olmamasının Avrupa

L

44

B

E

R

devletlerinin Osmanlı Devleti'nin iç işleri­ ne karışmasını teşvik ettiği gibi görüşler dile getirilir. Bunun yanında, mektupta yer alan öneriler içinde belki en önemlisi, dinin kişinin manevi yönünü ilgilendirdi­ ği, din kurallarının bir ülkenin kanunları­ nı belirleyemeyeceği, belirlememesi ge­ rektiği fikridir (Çavdar, 1995: 29-30) . Dikkat çekici olan, dünyadaki meşru dev­ let şeklinin anayasalı bir devlet düzeni ol­ duğu fikri işlenirken, anayasa kavramının karşılığı olarak, daha ileride kullanılacak Kanun-i Esasi değil, niz:am-ı serbestane ta­ birinin tercih edilmesidir. Mektupta esas olarak dinsel özgürlükler merkezli genel bir serbestlik düzeni tasarlanmaktadır. 1 869'da The Levanı Herald'da yayımla­ nan Fuat Paşa'nın vasiyetnamesinde de, serbestiyet fikrinin esas ilgi alanının dinle devlet işlerinin birbirinden kesin biçimde ayrılması olduğu fikri işlenir: "Bizim için en basiretli siyaset, hiç kuşkusuz, devleti, ne olursa olsun bütün dini sorunların üs­ tünde tutmaktır . . . Bizim devletimizin mahvını önleyecek biricik yol onu, bütün insan unsurlarımızı ırk ve din ayrımı gö­ zetmeksizin kucaklayan geniş ve sağlam bir temel üstünde yeniden inşa etmektir . . . Bütün vatandaşların can v e mal güvenliği yasal güvence altına alındıktan sonra hü­ kümet-i seniyenizin vazgeçilmez bir gö­ rev sayması gereken ilk tedbir, demiryol­ larının yapımıdır. . . " Mektupta aynca ka­ mu eğitimi, tüm maddi ve manevi büyük­ lüğün biricik kaynağı olarak gösterilerek, kamu eğitiminin önemine dikkat çekilir (Akarlı, 1978). Ölümünden çok sonra, 1 9 1 0'da La Re­ vue de Pari s'de yayımlanan A li Paşa vasi­ yetnamesi ise, padişaha ılımlı bir libera­ lizm programı önerir. Bu metinde de itha­ latın kısılması yönündeki devlet müdaha­ lesi gereğine karşılık, "devletin maaşlı memurlarınca yönetilen fabrikalardan vazgeçilmesi" , çünkü devlet fabrikaları­ nın hem çok masraflı olduğu hem de ge­ lişmekte olan yerli özel sanayii boğduğu

A

L

z

M

belirtilir. Vasiyeınamede basına, hüküme­ ti denetlemek bakımından parlamento­ nun gördüğü işlev atfedilmiştir: " Ü lkeyi tanımayanların boyuna isteyip durdukları Millet Meclisi görevini basın geçici olarak yerine getirebilecektir. Yoksa taşralılardan hatta başkent sakinlerinden oluşacak bir meclisin kamu işlerini tartışması ve de­ netlemesinin kısa bir süre sonra acınacak bir çaresizlik ortamına yol açacağı kesin­ dir. . . " (Akarlı, 1978: 39) . Burada Osmanlı liberalizminin aşırı elitist niteliği kadar, sonuçta havass'ın önde gelen bir temsilci­ si olan bir kişinin avam karşısında hisset­ tiği bastırılmış tiksinti ve ürküntünün de açık biçimde dile getirilmesi şaşırtıcı de­ ğildir. 19. yüzyıl ikinci yarısında Osmanlı lm­ paratorluğu'nun başkentinde iktisadi li­ beralizm düşünü, doğrudan Smith ve Ri­ cardo ekolü üzerinden değil, daha çok bu akımın ikincil yorumlan aracılığıyla yer­ leşti. Palmerston ve Urquhart bu taşıyıcı­ lık görevi görenlerin içinde önde gelen iki isimdir. A. Smith'in fikirlerinin lngiliz muhafazakar düşününün babası olarak kabul edilen Edmund Burke tarafından değiştirilmiş ve devlet müdahalesine daha çok yer veren biçimini temsil eden Pal­ merston'un yaklaşımı, Urquhart'ın son derece iyimser, kendiliğindenci liberalizm yaklaşımından farklı olarak, katıksız bir liberal program değildi. Devleti güçlen­ dirmeye yönelik bir muhafazakar boyutu da içinde barındırıyordu (Mardin, 1990: 64). Bu ise, Avrupa'nın medeniyet, iktisat ve askeri güç olarak üstünlüğüne tepki­ den beslenen Osmanlı muhafazakarlığı­ nın daha rahat kabul edebileceği bir yak­ laşımdı. O dönemin dünyası içinde libe­ ral-muhafazakar olarak tanımlanabilecek bu yaklaşımın tercih edilmesinin önemli bir nedeni, Osmanlı lmparatorluğu'nda meşruti bir rejim tesis edilmesi için zama­ nın daha erken olduğuna inanılmasıydı. Bu liberal-muhafazakar yaklaşımın li­ beralizm dozu daha az, müdahale dozu

T O R K I Y E ' D E

L i B E R A L i Z M

daha güçlü olan versiyonunu, Sadık Rıfat Paşa'nın Viyana büyükelçisi iken Prens Metternich'den doğrudan öğrendiği ha­ meralizm yaklaşımı temsil ediyordu. Dö­ nemin Almanya'sında yaygın olan ve esas sorunun devlet maliyesi merkezli olduğu­ na inanan bu yaklaşım, Osmanlı devlet adamlarının reform anlayışına daha uy­ gundu. iktisadi hamlenin ancak devlet kanadı a l t ı n d a gerçe kleş tirilmesi n i n mümkün olduğu fikri b u yaklaşımı ta­ mamlıyordu. Gelişmenin sanayileşmeye bağlı olduğu konusunda dönemin reformcu görüşle­ riyle hemfikir olan Cevdet Paşa, Baulılaş­ ma-Avrupalılaşma konusunda farklı bir eğilimi temsil ediyordu. Cevdet Paşa'ya göre, Osmanlı lmparatorluğu'nun Avru­ palılaşması diye bir şey söz konusu ola­ mazdı. Osmanlı lmparatorluğu'nda, "Hı­ ristiyan devletlerinde olduğu gibi fıkarayı zenginden tefrik eden had, bir gune, şid­ det-Ü katiyeti mutazammın olmadığından iki sınıf ahali arasında ayrılık ve düşman­ lık eseri" yoktu. Yapılması gereken esas iş, mülkün mamuriyetine önem vermek olmalıydı . Cevdet Paşa, Sadık Rıfat Pa­ şa'nın gaza geleneğini bir yana bırakmak önerisini tamamlayarak, müsadere siste­ minin zararlarına işaret ediyordu: "Bir devlet için tevsii daire-i ticaretten büyük ve daimi bir faide-i mülkiye yoktur... Ti­ caret ruhu kalbi devlettir. . . " Ticaretin ge­ lişmesi için en güvenli yol, serbesti-i tica­ ret yani liberalizmdir. Ticaret üzerinde, özellikle fiyatlar yoluyla hiçbir kısıtlama yapılmamalıdır. Buna rağmen, Cevdet Pa­ şa, 1 838'den sonraki serbesti-i ticaretin zarar getirdiğini de belirtmekten geri kal­ maz (Çavdar, 1982: 67-68). Bir taraftan faydasız sarfiyatın aleyhinde bulunurken, devletin rasyonel bir işletme birimi olarak düşünülmesi gerektiğini önerip, sikkenin ayarının bozularak kamu finansman açı­ ğının karşılanmasını ve borç alınmasını onaylamaz (Mardin, 1990). Ahmet Cev­ det Paşa'nın düşüncesine de, dönemin

K A V R A M I N I N

S O Y Ç I Z G I S I

çoğu Osmanlı devlet adamında olduğu gibi, kameralizm yaklaşımı hakimdir, çünkü söz konusu reform tasarımı devlet merkezli bir sorundur. Sonuç olarak, Tanzimat sonrası Osman­ lı düşününde kapitalistleşme gereği konu­ sunda güçlü bir görüş birliği vardı. Fark, bu amaca ulaşmak için seçilmesi gereken iki yol, serbesti-i ticaret ve usul-ü himaye arasında ortaya çıkıyordu. Sanayileşmenin önemine dikkati çeken M ehmet Şerif Efendi gibi düşünürlerin karşısında, sınır­ lı sanayileşme girişimlerinin başarısızlı­ ğından güç alan ve Türkçe'ye çevrilen ilk iktisat kitabı olarak kabul edilen (liber Ortaylı'ya göre, yazarı ve yazım tarihi belli olmayan, Risale-i Tedbir-i Omran-ı Mülki başlıklı elyazması, ilk telif veya tercüme Osmanlı iktisat kitabıdır) , jean Baptiste Say'in Catechisme d'Economie Politique'in­ den Sehak Abru'nun llm-i Tedbir-i Menzil ( 1 852) başlığıyla çevirdiği eserden esinle­ nen serbest-i ticaret yaklaşımı öne çıktı. Yeni Osmanlılarda ifadeleri filizlenme­ ye başlayan yaklaşım ise, bir yandan siya­ si liberalizmi savunurken diğer yandan ılımlı bir himayeciliğin gereğine de işaret etmeye başladı. Ziya Paşa ve Namık Ke­ mal, çıkardıkları Hürriyet gazetesinde bir tür siyasal liberalizmi savunurlarken, ko­ ruyucu gümrük duvarlarının kaldırılma­ sına esas olarak indirgenen iktisadi libe­ ralizmin geri kalmış ülke koşullarında ya­ ratacağı zararlara işaret etmekten geri kal­ madılar. Namık Kemal, 10 Ağustos 1868 tarihli Hürriyet'te yayımlanan makalesin­ de, serbesti-i ticareti ilkesel olarak değil, zamansal olarak eleştiriyordu: " Devlet, hürriyet-i ticareti öyle bir zamanda ilan etti ki mülkümüzd e sınaat ve mari fet [arts et metiers) tamamile inkıraz halin­ deydi. O yolda haiz-i kemal olan Avrupa halkı vatanımıza yığıldı. Mamulatının ne­ faseti ve bahaca ehveniyeti cihetiyle mül­ kümüzde yapılan şeyleri itibardan düşür­ dü. Tezgahlar kapandı. Erbab-ı san'at ha­ rab oldu. Bizim ticaret-i hariciyeden bir

45

B

46

R

parça istifade edemediğimiz şöyle dur­ sun, ticaret-i dahiliyeyi dahi yirmi senedir bütün bütün ellere kapurdık. .. Bir mem­ lekette imtiyazlı bir fırka oldukça imti­ yazsız fırkalar onunla rekabet edemez. " Namık Kemal'e göre sorunun kaynağı Baltalimanı Anlaşması'ydı. Bu çerçevede, "fenn-i servet müelliflerinin kaffesinin bı­ rak geçsin, bırak yapsın prensibini şiar it­ tihaz eylediklerinden" şikayet ediyordu (Mardin, 1990: 84-85 ) . "Bırak geçsin, bı­ rak yapsın" ilkesinin zararlı sonuçların­ dan şikayet eden Namık Kemal, diğer ta­ raftan "imtiyazlı bir fırkanın" varlığını re­ kabet ilkesinden hareketle eleştirirken, klasik liberal yaklaşımı benimsemekten geri kalmıyordu. Yeni Osmanlılar için sadece "lüzum-ı sa'y ü amel" çağrısı yetersizdi, imparator­ luğun tüm iktisadiyatının düzel tilmesi gerekirdi. Birbiri ardı sıra gelen borçlan­ maları eleştirirlerken, yerli bir tüccar zümresi yaratmanın, yerli bankalar kur­ manın, yerli sanayii sağlam bir temel üze­ rinde kurmanın önemine işaret ediyorlar­ dı. Namık Kemal'in Hürriyet gazetesinin 1 0 . 8 . 1 868 tarihli sayısındaki yazısında görüldüğü gibi, Yeni Osmanlılarda, bir yandan siyasal liberalizm diğer yandan ılımlı müdahalecilik yan yana geliyordu. O dönemde önde gelen Osmanlı yönetici­ leri ve düşünürleri arasında asli ayrım çizgisi siyasal muhafazakarlıkla siyasal li­ beralizm arasından geçiyordu. iktisadi li­ beralizm konusunda ise, temel bir fark değil, ılımlı korumacılıkla serbestiyetçilik arasında yatan derece farkı vardı. Namık Kemal'in iktisat konusundaki yaklaşımı, "milliyetçi iktisat" görüşünün ilk belirtilerini taşımasına rağmen, daha sonra VOcut bulacak milli iktisat anlayışın­ dan büyük ölçüde farklıdır. Namık Kemal, Osmanlı himayeciliğinin paternalist özel­ liklerini "lalacılık" adı altında eleştirirken, geleneksel liberal düşün kalıpları içinde yer alır: "Hiç şüphe edilmemek iktiza eder ki bir hükümet halkın ne pederidir, ne ho-

A

z

M

casıdır, ne vasisidir ne lalasıdır. Efradın marifetine, medeniyetin terakkisine hiz­ met ederse hem kendisinin hem ahalinin hem de bütün alemin menfaatine mürüv­ vetmendane bir muavenet ibraz etmiş olur(. . . ) Himmetini yalnız vazife-i asliyesi olan icra-yı adalete hasrederse hakkında ne diyebiliriz?" (Mardin, 1990: 89). Namık Kemal'in toplumsal hareketsizli­ ğin kaynağı olarak eleştirdiği "lalalık" ol­ gusu, Osmanlı patrimonyal düzeninin de dolaylı bir eleştirisini içerir. Himayeye, "lalalığa alışmış Türkleri" üretken hale ge­ tirmek için bu lalağın kaldınlması gerekti­ ğini Yeni Osmanlılar çeşitli vesilelerle ifa­ de ederler. Tam bu noktada, olgunlaşmak­ ta olan liberal siyasal düşünün en önemli iç çelişkisi öne çıkar. "Lalalığın" sakınca­ larını dile getirirken, "laissez-faire"in sa­ kıncaları da Namık Kemal ve Yeni Os­ manlılar tarafından idrak edilmektedir. Şerif Mardin'e göre, bu sıkıntılı çelişki, Osmanlı reform politikasının pek eski de­ virlere giden iki asli öğesini ifade eder ve Cumhuriyet devrinde uygulanacak olan devletçilik politikasına "rengini veren asli ve tarihi menşei"dir (Mardin, 1990). Namık Kemal ılımlı korumacılık yanlı­ sıdır ama aynı zamanda serbest ticaret ku­ ramını engelleyecek keyfi vergilemelerin önünün alınmasını da savunur. Devlet so­ mut bir varlık olmadığından, vatandaşla­ rın verdiği vergilerden başka kendisine özgü bir geliri ve topluluğun ortak gerek­ sinimlerinden başka kendine özgü bir ih­ tiyacı yoktur, olmamalıdır. Bu nedenle, devlet önce gerekli harcamayı düşünmek ve ona göre karşılık bulmak zorundadır. Bu görüş, harcamaların meşruiyetinin ver­ gilerden önce geldiğini kabul eden klasik liberal maliye anlayışıdır. Bunu, vatandaş­ ların ortak olarak vereceği görevleri yerine getiren, milli eğitim, sağlık ve genel idare hizmetleriyle sınırlı liberal devlet anlayışı tamamlar (Çavdar, 1995: 75 ve devamı). Yeni Osmanlılar, Osmanlı ceberutluğunun "müdahaleci peder" rolüne karşıdırlar. Bu

T Ü R K I Y E ' D E

L i B E R A L i Z M

nedenle devletin iktisadi yaşamda öncü bir rol almasını istemezler. Müdahalecilik, korumacı gümrük politikaları sınınnı aş­ mamalıdır. Yeni Osmanlılar ve jöntürkle­ rin iktisadi liberalizm ve onunla kaçınıl­ maz olarak ilişkili olan kapitalistleşmede cezbeden unsur, örnek aldıkları burjuva demokratik kurumların, parlamenter reji­ min ve bu çerçevede demokrasi ve özgür­ lüklerin temelini bu iktisadi sistemin oluşturduğu inancıdır. Bu yaklaşımın farklı bir tezahürünü, Ahmet Mithat Efendi temsil eder. Rossi, Sismondi, Droz ve Say'den esinlenerek yazdığı ve 1 880'de yayımladığı Ekonomi Politik başlıklı kitabında, iktisadi libera­ lizmin oluşturduğu " fikri anarşi" ve başı­ boş gidişin uygulamada ortaya çıkardığı rahatsızlıklara dikkat çekip, korumacılı­ ğın bütünüyle reddedilmesine karşı çıkar. Daha önemlisi, Batı'dan normatif kalıplar içerisinde aktarılan "laissez-faire"ciliğin Osmanlı ekonomisinin sorunlarını çöz­ meye yeterli olmayacağı inancındadır (Sayar, 2000: 259) . 1 840- 1880 arasında gelişmeye başlayan Osmanlı yeni iktisat düşününe egemen olan "laissez-faire"ciliğin, 1 880'de hima­ yecilikle pekiştirilmeye başlanmasında Ahmet M i that E fendi önemli bir eşik oluşturur. Onu Namık Kemal'den ayıran önemli noktalardan birisi, ulusal gelenek­ lerde Osmanlıları verim esasından uzak­ laştıran tarafların olduğuna inanmasıdır: " Tar i h i m i z b i ze gösterir ki bizim i lk neş'etimiz bir millet-i askeriye suretile neş'et olup, vakıa hala asar-ı baki olmak üzere sanayide dahi pek çok maharet gös­ termiş ve ticarethanemizin dahi Akde­ niz'in bazı sahillerine kadar tevsi-i daire-i intişarına muvaffak olmuş isek de bunla­ rın Türk ve Müslüman olan kısmımızdan ziyade gayrimüslim olan kısmımızın asa­ rından olduğunu inkar edemeyecek bir halde bulunmuşuz ( . . . ) yani bir zamanlar 'yeniçeri ve sipahi ve sair sunuf-ı askeriy­ yeden birisine mensup olmayan Müslü-

K A V R A M I N I N

5 0 Y Ç I Z G l 5 1

man değildir' diye söylenen sözün hük­ mü pek vakidir" (aktaran Mardin, 1 990: 92). Bu tesbitin sonucu, ticaretin "ecnebi­ lere" verilmemesi, Türkler tarafından ya­ pılmasının sağlanmasıdır. Burada "ecne­ bi" kavramı gayrımüslim Osmanlılardan ziyade, Osmanlı tebaası olmayanları be­ lirtir ama daha ileri bir tarihte oluşacak "milli iktisat" yaklaşımı aradaki bu farkı büyük ölçüde ortadan kaldıracak, "ecne­ bi" kelimesi gayrımüslimleri de fiilen kapsamaya başlayacaktır. Ahmet Mithat, 1880'd e yayınladığı Sev­ da y ı Say-a Amel başlıklı kitapçıkta, ikti­ sadi püritanizmin Osmanlı aydınları ara­ sında pek görülmeyen bir örneğini dile getirir. 1870'de Kız Sanayi mekteplerine, Şerif Mardin'in benze tmesiyle, "homo economicus muadili" bir ders konması, idadilerin iktisadiyat kültürünün insanla­ ra aşılandığı birer üs olarak kullanılmaya çalışılması, yüksek okullarda iktisat der­ sinin yaygınlaşması, Ahmet Mithal'ın "ça­ lışma" fikrini popülerleştirme çabalarının uzantısıdırlar. Siyasi düşünce tarihi açısından ilginç olan bir nokta, Ahmet Mithat'ın iktisat kitabının yayımlandığı yıldan bir yıl son­ ra, o dönemde onun tezlerinin karşı kut­ bunda yer alan Sakızlı Ohannes Paşa'nın kitabının (Mebadi-i llm-i Servet-i Millet) Mülkiye'de ders kitabı olarak okutulmaya başlanmasıdır. 19. yüzyılın son çeyreğin­ de, Osmanlı lmparatorluğu'nda katıksız iktisadi liberalizm, Sehak Abru'nun öğ­ rencisi olan, eğitimini Paris'te Muratyan Mektebi'nde sürdürmüş ve esas olarak Bastiat, Beaudrillart ve Garnier'nin safkan liberal yaklaşımını aktaran Sakızlı Ohan­ nes Paşa tarafından savunuluyordu. Basti­ at, Ahmet Mithat'a göre, "usul-u himaye" öğretisinin en büyük düşmanıdır. Ohan­ nes Paşa, Basliat'nın öğretisine uygun ola­ -

rak, belirli bir sanayi dalını himaye etme­ nin, eldeki sınırlı sermaye birikiminin bu kesime yönelmesine yol açacağını, bu du­ rumun yatınmların dağılımında olumsuz

47

L

R

8

L

z

M

bir idari yapıya karşı kalkışmasına in­

Mehmet Cavit Bey F.

A

d i rgenmekted ir. Ayn ı yaklaşım bu süre­ c i n baş aktörü İttihat ve Terakki Cemi­ yet i ' n i d e ü y e l e r i n i n , mebus l a r ı n ı n ,

HASAN AROL

sadrazam larının, merkez v e çevredeki yöneticileri nin, muhal iflerinin ve hatta kurucu ları n ı n bile üzerinden yıl lar geç­ tikten sonra "İttihat ve Terakki ne idi?" kabi l i nden vu rgu larla hat ı ralarına ak­ settirdikleri bir ideoloj i k muğlaklık al­

Üzeri nden b i r a s ı ra yakın b i r zaman geçmesine rağmen

48

1 908

i n k ı labı ay­

dı nlatı l ma m ı ş bir vaka şek l i nde tarih­ sel leşti ril meye devam ediyor. 1 908 ön­ cesindeki siyasal rej i m i n ne olduğu ve nas ı l işlediği kon usundaki tablo çok net bir biçimde ortaya konulabi l i rken,

1 908

sonras ında, yurt içinde ve dışın­

tında değe r l e n d i rege l m ekte d i r. Çok ama çok kısa bir süre içinde gerçekle­ şen ve kimi zaman anayasal parlamen­ ter rej imin selameti için siyasetin içer­ sinde kalma zorunluluğundan kaynak­ lanan dönüşümler -ittihad-ı anasırdan Türk m i l l iyetç i l iğine, çoğu lcu bir siya­ sal hayattan Tek Parti idaresi olarak ad­ l a n d ı r ı l a n b i r y a p ı ya , " l a i s sez-fa i re"

daki Jöntürk grupları n ı n -her ne kadar

ekonomisinden savaş devletç i l iğine ge­

aralarında aşıl:nası güç fikri uçurumlar

çişler- her ne kadar yaşayanların hafız­

o l sa da- y ı l lar süren m ücadeleleri so­

ları nda, yoru m layanların ise yaz ı m la­

nucunda tes i s ed i l en anayasal parla­

rında İttihat ve Terakk i'nin ne olduğunu

menter rej i m i n entelektüel arka planı

şüpheye düşürecek bir atalete sebep

ve bu arka planı meşru iyet kaynağı ola­

olabi lecek derecede şok edici olsa da

rak kul lanan müteşebbis s ı n ıfların ta­

1 908

lepleri göz ardı ed i lerek, inkı labın olu­

rej i m ihdas etmeye yönelik bir hareket

şumu sırf mevcut gid işattan rahatsızlık­

ve İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin de bu

i n k ı l a b ı n ı n l i bera l kapita l i st b i r

ları had safhaya çıkan Makedonya'daki

oluşumun amansız bir takipçisi olduğu

3 . o rd u subay l a r ı n ı n ve m ü l k i idare

gerçeği n i değiştiremez. Kal d ı ki, m ev­

mensupları n ı n müstebit ve yoz laşm ış

cut değerlendirmeler bu dönüşümlerin

bir dengesizlik yaratacağını iddia eder. Bu

savunan himayecilik poltikası, 19. yüzyı­

nedenle, hiçbir sanayi kolu koruma altına

lın sonlarına doğru Osmanlı İmparatorlu­

alınmamalı, karşılaştırmalı yarar ilkesinin

ğu içinde giderek belirginleşen iki zıt ikti­

doğal yönelimlerine iktisadi gidişat bıra­

sat politikası kutbunu temsil etmeye baş­

kılmalıdır. Buna karşılık Ahmet Mithat,

ladı. Bu çerçevede, Mülkiye Mekte.bi'nde

Osmanlı ekonomisine gereken iktisat po­

Ohannes Efendi'nin öğrencilerinden olan

litikasının ana çerçevesini, "sanayi-i dahi­

Kazanlı Akyiğitzade Musa'nın, Alman

liyeyi himaye ve muhafaza davası" olarak

"ulusal iktisat" ekolünün kurucusu Fri­

tanımlıyordu.

edrich List'den etkilenerek yazdığı iktisat

Ohannes Efendi'nin kararlı bir "laissez­

kitabı kısa zamanda iktisadi liberalizm

fairce"cilik, Ahmet Mithat Efendi'nin ise

karşıtlarının başvuru kitabı haline geldi.

tekellere karşı çıkan ama bebek sanayiin

Bir mü ddet sonra Akyiğitzade'nin Erkan-ı

korunmasının elzem olduğu görüşünü

Harbiye Mektebi'nde iktisat hocalığı yap-

T Ü R K I Y E ' D E

L i B E R A L i Z M

K A V R A M I N I N

S O Y Ç I Z G I S I

ne kadarın ı n sam i m i, ne kadarının ise zaruretler karşısı nda intibak etme, uz­ laşma veya geçici addtderek kabullen­ me sonucu gerçekleştiği konusunda bir açıklama getirmekten uzak görünmek­ ted i r. Avrupa'da

1 9.

yüzyı l ı n ortasın­

dan itibaren siyasal, iktisadi ve toplum­ sal anlamda meydana gelen her kriz ve alt üst oluşlar için suçlanan ama bas­ k ı n l ı k vasfı n ı kaybetmeyen "siyasal ve iktisadi l i bera l izrr", m ü nevverler nez­ rinde iyice gözden d üştüğü iki savaş arası dönem emsal a l ı narak

1 908

son­

49

rası Türkiye'sine doğru geriye yürütül­ müş ve

1 908

inkılabının hangi esas lar

üzerinde yükseldiği ve kurumsallaştırıl­ maya çalışıldığı ihmal ed i lerek, "böyle ol muş olmalıdır" anlayışı ile üç beş ki­ şiye münhasır, m ünferit ve marj inal bir fikir akı m ı olarak değerlendirilmiş hatta yok say ı l mıştır. (Ü lken,

1 992)

Bu yakla­

şıma göre, İttihat ve Terakki Cemiye­ ti/F ı rkası Merkezi U mu m i Üyesi,

2.

1.

ve

devrede Selanik ve 3. devrede B iga

mebusu M. Cavit Bey tarafından temsil ed i l e n l i beral d ü ş ü nce ç i z g i s i

Cavit Bey, idamında son sözü soruJdugunda "Vazifenizi yapınız!" demişti. Sarkastik bir yorumla; bu sö;;.ü, onun rasyonel "sa)' toplumu n anlayışının bir teyidi sayılabilir mi?

1 908

d ığı gibi, M . Cavit Bey'i de liberal dü­ şünce çizgisinde siyasal l iberal izmden

sonrasının özgürlük ortamında kök sa­

tamamen soyutlayarak " l ai ssez-faire,

lacak bir taban bulamadığı gibi İttihat

lai ssez-passer'' ve "serbesti-i mübade­

ve Terakki içinde de giderek etkisiz bir

le" alt baş l ı klarında kotaran bu görüş,

hizip görüntüsüne bürünecektir.

1 908

inkılabının liberal niteliklerini yok say-

maya başlaması, devletin yönetim kadro­ larında liberalizm-himayecilik çatışması­ nın yepyeni bir boyut kazandığını göste­ riyord u . M ül kiye'de Sakızlı Ohannes Efendi'nin dönemin populer liberalleri­ nin tezlerinden derlediği yaklaşım öğreti­ lirken, askeri bürokrasinin üst kademesi­ nin yetiştiği okulda ise Akyiğitzade'nin Alman "Ulusal Ekonomi Sistemi" gelene­ ğinden esinlendiği devlet merkezli kal­ kınma öğretisi egemendi. Akyiğitzade, kitabında ve Mizan dergi­ sinde yayımlanan yazılarında Ricardo'nun

20.

yüzyıl Türkiye fikir tarih i nde de " l i ­

bera l izmin" salt "klasik ekonomi po li-

betimlediği türden bir işbölümünden do­ ğan dengesizliklerin altını sürekli çizip, böyle bir işbölümünde tarım tarafında ka­ lan ülkenin "istihsal-i servet hususunda müstakil" olamayacağını vurguluyordu. Bunun yanında, sadece tanm veya sanayi­ iye dayanmayan, ticaretin de dahil edil­ mesiyle, bu üç sektörün birbirine paralel gelişmesini savunan bir büyüme modeli öneriyor ve elbette kapitülasyonların de­ vam eunesine karşı çıkıyordu. Akyiğitza­ de'nin dile getirdiği bu yaklaşım, daha ileri bir tarihte güçlenecek "milli iktisat"

L

B

E

R

tik" olarak incelenmesi yolundaki bü­ tün kapıları da sonuna kadar açmakta­ dır. M. Cavit Bey'in iktisadi görüşleri­ n i n yanında 1 908 sonrasında gelişen süreçte yaşananlar karşısındaki duru­ şundan yansıyan siyasal kiml iği, asl ın­ da i ktisadi ve siyasal l i bera l izmin birbi­ ri nden ayrı düşünülemeyeceği n i n de

50

en sağlam göstergesidir. 1 8 7 5 y ı l ında Sela n i k'te doğan M . Cavit Bey, 1 896 y ı l ında Mülkiye'den mezun oldu. 1 894 yıl ında mektep mü­ dürü Abdurrahman Şeref Efendi göre­ vinden a l ı nmış, müfredatta mevcut si­ yasal düzene uygun değişikl ikler yapıl­ mıştı. Nitekim kurumun tarih i ile ilgi l i yapılan b i r çalışmada, bahsi geçen tas­

A

L

z

M

kız l ı Ohannes Paşa ve Portakal Mikael Paşa bu sıralarda öğretim görevlerin­ den uzaklaştırılacaklardır (Sayar, 2000: 375). Böylece, 1 908 İnkılabı'ndan he­ men sonra M. Cavit Bey'in adı Mülki­ ye-i Şahane'den Mekteb-i Mül kiye'ye çevrilecek okula İlm-i iktisad ve İhsa­ iyat mua l l i m i olarak atanmasına kadar l iberal iktisat öğretisi akademik hayat­ tan dışlanmış olmaktadır. Gerek Servet-i Fünun dergis i ndeki yazı ları gerekse 1 899'da birinci cildi yayınlanan İlm-i İktisad kitabı i le l i be­ ral kapital ist bir i ktisadi n izam ın genel kaideleri n i ve işleyişini ortaya koyan

fiyeden sonra " Usul-ü idare dersinde Avrupa ve A m e r i ka'da k i m ütera k k i devletlerin Kanun-u Esasi'lerini tetebbu ve bizim Kanun-u Esasi'lerimizle enine

M. Cavit Bey, dönem i n hassasiyetine rağmen bunları mevcut duru m l a i rti­ batlandırmaktan çeki nmez. İlmi İkti­ sad ı n birinci cildinin son bölümünde "Osman l ı ülkesinde serbesti-i imal ve sanayie vuku bulan tahdidat" konusu­

boyuna mukayese eden Hukuk-u Esasi­ ye kısmın ı n" hemen hemen sıfıra yakın olduğu kayde d i l mektedir. (Çankaya, 1 954: 66-67). Aynı şekilde, mezun iye­ tinin üzerinden henüz üç yıl geçmesi­

na değinen M. Cavit Bey, bireyin öz­ gürlüklerin i ve serbest rekabeti engelle­ diği için esnaf loncaları ve ged ik usulü­ ne karşı çıkıyordu (Çavdar, 1 99 2 : 1 021 04). Bu yaklaşım klasik iktisadın man­

ne rağmen M. Cavit Bey'e İlm-i İktisad (political economy) isimli kitabı yaza­ cak derecede iktisat ve mal iye bilgisi aşılayan, klasik iktisad ın Osmanl ı plat­ formundaki en yetk i n temsilci leri Sa-

tığı çerçevesinde kendi faydasını düşü­ nen rasyonel bireyler toplamının genel faydayı oluşturacağı i lkesiyle örtüştüğü gibi, bireyi tebaa, cemaat statüsü altın­ da eriterek devlet i le arasına giren her

yaklaşımının çekirdeğini oluşturur. Abdülhamit devrinde, siyasal muhale­ fet alanının daralmasıyla, yönetimi iktisa­ di konular aracılığıyla açık biçimde eleş­ tirme geleneği güçlendi. Ama bu konuda Jöntürklerin donanımı zayıfu. Paris'te ya­ yımladıkları dergilerde, ilk dönemde he­ men hemen hiç iktisadi konu yer almaz. Bu eksikliğin bir sonucu, Adbülhamid'e muhalefetin yoğunlaştığı alan olan iktisat

iktisat konusundaki temel boşluk netice­ sinde Meşrutiyet'in ilanından sonra Ab­ dülhamit zamanında bir hayli kuvvet ka­ zanan liberal davranış( ın ) meydanı boş bulduğunu" belirttikten sonra, "serbesti kelimesinin tılsımlı tonu dolayısıyla ikti­ sadi meselelerde tatbik edilmesini kim­ se [ ni n ) yadırgamadığı nın" altını çizer (Mardin, 1 990: 100) . Bunun içindir ki M eşruiyet devrinin ilk i ktisadt organı

alanında Jöntürklerin çok fazla öne çıka­ mamalarıdır. Şerif Mardin, "Türk siyasi intelligensia'sına mensup olanlar arasında

olan, Rıza Tevfik, Ahmet Şuayb ve Cavit Bey'in çıkardıkları Ulum-u iktisadiye ve içtimaiye Mecmuası nda liberal bir iktisadi '

T Ü R K I Y E ' D E

L i B E R A L i Z M

K A V R A M I N I N

S O Y Ç I Z G I S I

türlü kurum ve yapının ortadan kalktığı ve bireyin bir vatandaş o larak temel hak ve özgürlüklerinin anayasal güven­ ce altına alındığı siyasal bir rejime öz­ lemi de yansıtmaktaydı . Korporatist ni­ tel ikli yapılar, modernite öncesi Avru­ pa'da ayd ınlanma düşüncesinin çetin bir hesaplaşmaya giriştiği kurumlardan

lığı ile görece bir özgürlük ortamı sağla­ yan Selani k'in bu tür bir ajitasyon için ideal bir merkez olduğunu ifade etmek mümkün görünmekted ir (Tekel i&İ lkin, 1 980). 1 906 yılında Selanik'te kurulan

biri olacak ve tab i i huku k ve içtimai sözleşme nazariyeleri ile felsefi olarak saf dışı bırakı lmaya çalışılacaktı. Fran­ sız Devrimi sonrasında, bireyin özgür­

ve bilahare Osmanlı İttihat ve Terakki Cem iyeti a d ı n ı alacak olan Osman l ı Hürriyet Cemiyeti'nin çekirdek kadro­ sunu ol uşturacak k i ş i lerin M . Cavit

lüklerini kısıtladığı ve eski rej imin (an­ cien regi me) temel d i reklerinden biri olarak kabul edildiği için mevcut lon­ calar ve korporasyon lar ortadan kaldı­ rılacak, 1 79 1 tarihli Le Chapier yasa­

Bey' in Selanik'e döndüğü sıralarda bir araya gel miş olduğunu ve örgütlenme arayışı içerisinde olduklarını bil iyoruz. Hafiyelik sistemine yakayı ele verme­ den gizlice toplanmak ve haberleşmek

sıyla da benzer n i telikler gösteren yeni derneklerin kuru l ması yasaklanacaktı (Nisbet, 1 966: 36). 1 901 yılında İlm-i İktisadın dördün­ cü ve son cildinin yayınlanmasını M. Cavit Bey'in fikirlerinden dolayı Yıldız Sarayı'na jurnal edi lerek Darülmualli­ min-i Aliyye İ l m-i Servet mualliml iği görevinin el inden alınması takip eder (Pakalın, 1 977: 256). 1 902 yıl ında Sela­ nik'e dönen M. Cavit Bey bir yandan Mekteb-i Feyziye idadisi müdürlüğünü yürütürken bir yandan da istibdata karşı Makedonya'da örgütlenmeye başlayan

için masonluk müessesesin in olanakla­ rından faydalanan bu kişilerin çoğu Se­ lanik'te İtalyan Maşrık-ı Azamı'na bağlı Macedonia Risorta locasının üyesiydi.

görüş güçlü biçimde ortaya aulmış ve de­ vamlı bir şekilde desteklenmiştir. 1908'de yayıma başlayan bu dergi, 1 908 öncesin­ de Servet-i Fiinun'un gördüğü işlevi sür­ dürdü. Ahmet Şuayb gibi, Mehmet Cavit Bey de ilk yazılarını Servet-i Fünun'da yayım­ lamıştı. Ulum-u iktisadiye ve içtimaiye Mecmuası'nı çıkaranlar, daha sistemli kı­ lınmış bir liberal öğreti çerçevesi oluştur­ maya çalıştılar. Derginin ana fikirlerden birisi, toplumsal ilerleme ile iktisadi ilerle­ me arasındaki bağdır. Ama bu bağ, o dö-

l iberal hareketin içinde yer a lacaktır. Kozmopolit yapısı, iktisadi ve kültürel gelişmişlik düzeyi ve merkezden uzak­

İspanyol Maşrık-ı Azamı'na bağlı Perse­ verencia locasının bir üyesi olan M. Ca­ vit Bey buna rağmen, Selanikli avukat Emanuel Karasu Bey' in önayak olma­ sıyla Risorta locasında yapılmaya başla­ nan Jöntürk toplantılarının Mehmet Ta­ lat, Rahmi, Mithat Şükrü, Manyasizade Refik, İsmail Canbolat Bey'ler gibi sıkı bir takipçisiyd i (lacovella, 1 999: 3 643). Masonluk ve Hür mason luk Avru-

nemde yavaş yavaş oluşmaya başlayan Milli lktisat yaklaşımının himayeci sana­ yicilik anlayışından farklı biçimde kurulu­ yordu: "Ülkemiz her şeyden önce bir ta­ rım ülkesidir. Bizde sanayileşmiş bir Tür­ kiyeyi arzu etmek büyük bir yurtsever amaçtır ki hiçbir biçimde eleştirilemez. Fakat insanlığın bütün faaliyetlerini yöne­ ten bir büyük yasa, en az emek yasası var­ dır ki bunun uygulanması bizi ihtiyat ve tedbir ile harekete sevk ve mecbur eder. (. .. ) Sanayi mi tarım mı sorununu çözmek istediğimiz vakit gene bu kanunun öncü-

51

L

52

B

R

A

z

pa'da burjuvazinin korunma mekaniz­

addedi lmeni n en temel göstergesi olan,

masına daya l ı örgütlenme ihtiyacı n ı n b i r sonucu olarak 1 9. yüzyılda h ı z l ı bir

bireylerin seçtikleri arac ı l ığ ı ile kanun yapma sürecine katıldığı ve seçtikleri

büyüme kaydetm işti . İtalya'da u l usal düzeyde kalıcı tek organizasyonu ola­ rak liberal burjuvaziye siyasal platform­ da ideolojik birl iktelik sağlamaya yöne­ l i k bir eği l i m gösterirken, İ spanya'da

arasından çıkacak bir icra heyetinin de devamlı olarak seçtiklerinin murakabe­ si altı nda kalacağı bir anayasal parla­ menter rejimin kurumsallaşması i le el­ de edilebileceğine olan keskin i nanç

devrimci orta sınıfların feodal ve mo­ narşist düzeni yerinden etmek için giriş­ tikleri mücadelede bir araç vasfı taşı ­ yordu (Hobsbawm, 2000: 245). 20. yüzyı lın başında Avrupa'da ay­ d ı nlanma düşüncesine ve Fransız Dev­ rim i'nin hakim siyasal kültür haline ge­ tirdiği l ibera l demokrasiye karşı 1 9 . yüzyı l ı n sonundan itibaren hızını arttı­ ran entelektüel b i r başkald ırı da lgası sürdüğü sırada İttihat ve Terakki Cemi­ yeti' n i n baş ı n ı çektiği hareket Fransa Devrimi'nin "Hürriyet, Müsavat, Uhuv­

bu rejimin unsurlarıydı. Her ne kadar Avrupa'da 1 9. yüzyılın son çeyreği li­ beral izmin iktisadi ve siyasal boyutuna akademisyen ve akademi dışı, entelek­ tüel ve görece entelektüel çevrelerin, fikirlerine yer yer ı l ı m l ı yer yer ise radi­ kal muhafazakar veya tepkici görüşleri eklemleyerek dile getird ikleri bir saldırı dalgasına tanık olduysa da liberal dü­

vet" sloganı ile aydın lanma düşüncesi kavramları üzerinde yükselen bir siya­ sal ve iktisadi rejimi kurma teşebbüsü­ ne girişmiş bulunuyordu. Avrupa'da si­ yaset teorisinin merkezini oluşturan bi­ reyin temel lıak ve hürriyetleri söz ko­ nusu olduğunda devletin mutlak mü­ dahalesinin sınırlanması esası, terakki düşüncesine ve maddi terakkinin an­ cak ve ancak siyasal olarak müterakki

lüğünü terketmemeliyiz. Bizim henüz iş­ lenmemiş bakir ormanlarımız, toprak al­ tında yatan kıymetli madenlerimiz, vak­ tiyle en büyük uygarlıklara sahne olan ve en bol ürünü yetiştiren topraklarımız var ( ... ) Hammaddesi ülkemizde yetişen, ara­ mallarını üretmekte hiçbir zorluk ve sa­ kınca olmayan eşya için fabrikalar açmayı arzu ederiz. Pek uzun bir süre bu toprak­ larda gelişemeyecek olan bazı sanayinin tohumlarını beyhude yere ekmekten, hal­ kımızı da, hazinemizi de gereksiz masraf­ lara sokmaktan kaçınacağımız için, bu gi-

M

şüncenin hakim paradigma olma konu­ m u n u değişti remem i şt i . (Jo l l , 1 990:

1 1 3) Mu hafazakar v e tepkici görüşler bu parad igmayı yerinden edeb i l ecek derecede meşruiyet sağlayabi lmek için bil imsel olma iddiasıyla ifade edi l iyor­ du. Bu bağlamda 1 9. yüzyıl ın başından itibaren sosyolojik düşüncenin kavram ve bulguları muhafazakar ve tepkici görüşlerin ivme kazanmasına ve ente1 e kt ü e I k a b u l görmes i n e y o l u n d a öneml i açı lımlar sağlayacaktır. Sosyo­ lojik düşünce ise ortaya çıkış itibarı ile 1 8 . yüzyıl ayd ınlanma düşünces i n i n

bi girişimlerin doğal olarak karşısında ola­ cağız. M esleğimiz her türlü itiraza rağ­ men, itirafa mecburuz ki serbest mübade­ le denilen bilimsel siyaset olacaktır" (akt. Çavdar, 1982: 192 ve devamı).

Ulum-u lhtisadiye ve içtimaiye Mecmu­ ası'nda sadece iktisadi liberalizm öğretisi savunulmuyordu. Bunun yanında, örne­ ğin Ahmet Şuayb'in "Hürriyet-i mezhebi­ yen başlıklı yazısında, çeşitli din ve mez­ heplerden oluşan Osmanlı lmparatorlu­ ğu'nda yöneti min di nsel tarafsızlığına olan ihtiyaç da vurgulanıyordu. Dile geti-

T Ü R K I Y E ' D E

L i B E R A L i Z M

bir devamı değil ondan sapmadır. Sos­ yoloj i k d ü ş ü ncen i n F ra n s ı z D evr i ­ m i'nden sonraki sistematik ilk nüveleri­ ni ortaya koyan Auguste Comte ve F re­ deric Le Play, devrim sonrası kurumsal­ laştırılan ve birey ile devlet arasındaki k i lise, korporasyonlar ve hatta aile gibi yap ı ların tasfiye ed i ld iğ i durumu b i r anarşi v e kargaşa h a l i olarak görüyor ve ayd ı nlanma düşüncesinin rasyonel birey ve rasyonel devlet i n i n karşısına i ç t i ma i grup kavra m ı n ı ç ı ka rıyordu (Nisbet, 1 943). 1 908 genel seçimleriyle Selani k Me­ busu olarak mecl ise giren M. Cavit Bey aynı y ı l ı n Ara l ı k ayında Ahmet Şuayb ve Rıza Tevfik'le beraber Ulıim-i İktisa­

diye ve İçtimaiye Mecmuası' n ı yayınla­ maya başlad ı . 1 Mart 1 3 2 7/1 4 Mart 1 91 1 tarihli son sayısına kadar iktisadi ve mali konulardaki makaleleriyle der­ giye katkıda bulunan M. Cavit Bey, ya­ zılarında, İlm-i İktisad ve Malumat-ı İk­ tisadiye gibi kitaplarında daha çok te­ orik düzeyde ortaya koyduğu i ktisadi görüşlerini Türkiye koşu l larında güncel­ leştirme olanağı buldu. 1 5 Kanunuev­ vel 1 3 24/28 Aralık 1 908 tarihli i l k sayı­ daki yazısının başlığı " Kanun-ı Esasimi­ zin Maliye Kanunu Hakkındaki Mevad­ dı" idi. Genel seçim atmosferinde ya-

rilen, adı açıkça konmasa da, asgari bir laiklik tanımıydı. Hakimiyeti milliye kav­ ramının, o günkü Osmanlı toplumu için "bir faraziye" olduğunu söyledikten son­ ra, bunun "oraya doğru gidilmesi gere­ ken" güzel bir ütopya olduğu da belirtili­ yordu. Ahmet Şuayb'in, lslam'da iktidar ve ruhbanın özdeşleşemeyeceği ilkesin­ den hareket ederek, dolaylı biçimde hali­ felik kurumuna karşı tavır alması da, si­ yasi liberalizm öğretisi açısından anlamlı açılımlar oluşturuyordu. Derginin sorumlularından olup, daha

K A V R A M I N I N

S O Y Ç I Z G I S I

yınlanan bu yazı kaleme alındığı tarih­ ten 33 yıl sonra yeniden yürürlüğe gir­ miş bir anayasanın mali hükümlerinin üzerinden geçerek anayasal parlamen­ ter düzenin oy veren vatandaşlar açısın­ dan aslında ne anlama geldiğinin altını çiziyordu: "Eski usOl-i idaremizde mü­ saderat, angaryalar ve cerimeler hazi­ nenin menabi-i varidatının en müh im­ lerinden birini teşki l ediyor ve bu mu­ amelat kanun nazarında, devlet naza­ rında m ukaddes o l m a k l a z ı m gelen hakk-ı mülkiyete karşı azim bir tecavüz oluyordu. UsOl-i meşrutiyetle idare edi­ len bir memlekette ise bu gibi ahval-i keyfiye ve tahakkümiyenin cereyanına müsaade olunmayacağı tabiidir." Ben­ zer b i r vurguyu Muvazene-i Ma l i ye (Bütçe) Encümeni Mazbata Muharriri olarak meclise sunuşunu yaptığı ilk büt­ çe layihasının yürürlüğe girmesi üzeri­ ne 1 Ağustos 1 325/1 4 Ağustos 1 909 ta­ r i h l i Ulıim-i İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası ndaki "Neşriyat ve Vekayi-i İ ktisadiye 7" başlıklı yazısında da yapı­ yordu : "Mi l let-i Osmaniye ilk defa ola­ rak bir bütçeye mal i k oluyor. İ l k defa olarak kuvve-i icraiye, ahval-i maliye, her keli mesine hürmet ve riayet eyle­ mek mecburiyetinde olacağı bir kanun karşısında bulunuyor. Efrad-ı m i l letin '

ileride ittihat ve Terakki hükümetlerinde maliye bakanlığı yapacak olan Mehmet Cavit Bey, Türkiye'de liberal düşüncenin doruğunu oluşturur. llm-i iktisat başlıklı 1 900'de yayımlanan kitabı, dönemin en ileri iktisat kitabıdır. Cavit Bey, iktisatta değişmez kurallar olduğunu ve Darwin'in doğal seleksiyon kuramının iktisatta da geçerli olduğu savunur. ileri ülke olma­ nın artık toprak genişlemesi yerine ticari genişlemeye dayandığını iddia eder. Yazı­ larında ve kitabında, Osmanlı toplumuna hakim olan kapalı ekonomi sisteminden

53

B

R

hidemat-ı umumiyen in ifası için tediye edecekleri tekal if badema kendi münte­ habları olan mebusanın taht-ı tasdikin­ de olmak hasebiyle bu babda keyf ve tahakkümün, zulm ve istibdadı n cere­ yanından bahsedi lemez ..." 1 908 sonrasında tesis edilmeye çalı­ şılan siyasal rej i m i n ne olduğu konu­

54

sunda M. Cavit Bey'in fikirlerini İttihat ve Terakki Cemiyeti programından ayrı düşünmek mümkün değildir. İttihat ve Terakki Cemiyeti l iberal bir reji m kur­ mayı düşünüyordu ve bunun ilk adımı da meclisin 30 Aralık 1 324 / 1 3 Şubat 1 909 tari h l i 1 O. toplantısında İstanbul Mebusu Alber Feraci Efendi ve arka­ daşları n ı n Ka n u n - i Esasi ' n i n tadi l i ne d a i r tek l ifleri n i görüşmek üz ere b i r anayasa kom i syonu oluşturu l masıyla atı l m ı ş ol uyord u . Anayasa değişikl iği tekl ifinde, heyeti vüke l a n ı n Mecl is-i Mebusan'a karşı mesu l i yetin i n tesisi, Meclis-i Ayan'ın intihab ve tayini usu­ lünün hakimiyeti m i l l iyeni n tesiratı ta­ biiyesi ile tevhidi ve usul ve kavanini mevzua haricinde Osmanlıların huku­ ku medeniyesinin ve hürriyeti şahsiye­ sinin hangi taraftan olursa olsun mah­ suniyeti göze çarpan en önemli husus­ lardı. Bireyin temel hak ve hürriyetleri, yasama ve yürütme i l işki leri ve parla-

uzaklaşma gereği üzerinde ısrarla durur. Buna karşılık, uluslararası ilişkilerde eşit­ siz güçler arasındaki ticaretin bir sömü­ rüye yol açabileceği konusuna hiç girme­ diği gibi, birçok toplumsal konuda birey­ ci yaklaşımın önerdiği çözümleri benim­ ser. Örneğin, o dönemde Avrupa'da çok sınırlı biçimde ortaya çıkmaya başlayan zorunlu emeklilik ve sağlık sigortalanna, " fertlerdeki şahsi teşebbüs hissini körlete­ ceğinden" dolayı karşıdır. iş kazasına uğ­ rayan işçilerin, "kaza neden dolayı mey­ dana gelmiş olursa olsun", tazminat al-

A

z

M

mentoların seçilen alt kanadı ile atanan üst kanad ı ara s ı ndaki mücadele 20. yüzyı lın başı siyasetinin temel mücade­ le alanların ı oluşturuyordu . İngi ltere'de Lord lar Kamara s ı ' n ı n Avam Kamara­ sı'ndan gönderilen yasalar üzerindeki mutlak veto hakkı ancak 1 9 1 1 yı l ı nda kaldırılabilmiş, Fransa'da güçlü Hükü­ met'lerin bireyin temel hak ve hürriyet­ lerini kısıtlayabileceği endişesi i le yü­ rütme erkinin yasama erki karşısındaki aczi 3. Cumhuriyet' i devirmeyi amaç­ layan kes i m lerin temel argü manıydı. Almanya'da ise Şansölye ve bakan ların parlamentoya değ i l de Kayzer'e karşı soru m l u o l ma l arı Osma n l ı Mec l i s - i Mebusanı'nda bile "Almanya'da Meş­ rutiyet yoktur" şeklinde yankı buluyor­ d u . N a s ı l İtti hat ve Terakki Cem iye­ ti'nin l iberal bir siyasal rejimle özdeş­ leştiril mesi gerekiyorsa M. Cavit Bey'in de 3 1 Mart Yakası sırasında karşı dev­ rimci lerden birkaçının Mecl is-i Mebu­ san'a girerek Ahmet Rıza ve Hüseyi n Cahit Beylerle beraber idamını talep et­ melerinden anlaşılacağı üzere bu re­ j imle ve İbrahim Hakkı Paşa Kabinesin­ deki Maliye Nazırlığı görevinden istifa­ sı talep edi l i rken, " B iz buraya, bu mev­ kie İttihat ve Terakki'nin liva-yı muhte­ şemi altında geldik. Ve o l ivanın mev-

masını kabul etmek de, Cavit Bey'e göre, herkesin yaptığı zarardan sorumlu olması şeklindeki gerçek esasa aykırı"dır (Cavit, 200 1 , s. 306-307) . Bu liberal kalkınma yaklaşımına tepki, Akyiğitoğlu Musa'nın yayımladığı Metin, 1 9 1 2'de yayıma başlayan Türh Yurdu ve ardından yayımlanan iktisadiyat Mecmu­ ası'nda dile getirildi (serbest ve himayeci dış ticaret politikaları tartışmaları için bkz. Toprak, 1 982, s. 1 04-1 28). Milli ikti­ sat yaklaşımı olarak kendini tanımlaya­ cak olan bu tepki, 20. yüzyıl başında Jön-

T Ü R K I Y E ' D E

L i B E R A L i Z M

celeri Osma n l ı sema-yı itilasında te­ mevvüc ettikçe biz buradayız. B iz bu­ rada, daima burada, namustan, hami­ yetten, vatanperverlikten iba ret olan zırhlarımızla ya burada (nuzzara mah­ sus mevkii göstererek) veyahut {mebu­ sana mahsus mevki i göstererek) orada sizin karşınızdayız" ifadesi nden de an­

K A V R A M I N I N

S O Y Ç I Z G I S I

orta l ık yatıştıktan sonra tepkici ve radi­ kal muhafazakar görüşlerle meşruiyet kazanmaya çalışarak siyasallaşan karşı

{Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 1 986: 588)

devrimci teşebbüsler sonucu başına neler geld i ğ i n i n çok iyi farkındaydı {Sohrabi, 2002 : 50). Rusya'da Çar'la anlaşmazl ığa düşen Duma iki kez fes­ hed i l m işti . 1 908 İ n k ı labı'ndan sonra Cem i yet-i Mukaddese hüviyetine sıkı sıkıya yapışılıp, partileşmeni n örgütün tama m ı yerine y a l n ızca parlamento grubunun dah i l olacağı bir yapı olarak

31 Mart Yakası, İttihat ve Terakki Ce­ m iyeti'nin programını ne kadar olağa­ nüstü koşu l lar altında hayata geçirme­ ye çalıştığının çok temel bir gösterge­ siydi ve benzer vakalar son kez olma­

görülmesi şüphesiz M. Cavit Bey'in ifa­ de ettiği gibi " ... idareden memnun ol­ mayanların emellerine varmak için her şeyi meşru görmekten lıatta en kutsal şeyleri b i l e b i rer araç olarak k u l l a n ­

yacaktı. İttihatçı karşıtı bir hareket gibi gösteril meye çal ışılsa da temelde ana­ yasal parlamenter siyasal düzeni sona erdirme amacını güden hareket Meclis­

ma ktan çek i n memelerinden . . . " kay­ naklanıyordu. L iberal kapita list rej imin sağlamlaşması için en az on yıllık bir sükunet devresine ihtiyaç vardı ki an­ cak ondan sonra müsademe-i efkardan barika-i hakikat çıkabilecekti ( Börekçi, 1 999: 264-265). İttihat ve Terakki Ce­ miyeti bu sükunet devresini asla bula­ mayacakt ı . Yukarıda, 1 9 . yüzyılın sonuna doğru siyasal ve iktisadi l i beralizmin entelek­ tüel bir saldırı dalgasına maruz kaldı­ ğından fakat bunun l i beral düşüncenin

laşı lacağı üzere İttihat ve Terakki Cemi­ yeti ile özdeşleştirilmesi gerekmektedir.

i Mebusan'ın eski rejimi kadro ve uy­ gulamaları ile tc:.sfiye sürecine giriştiği, hükümeti bütçe gibi ülken i n acil ihtiya­ cı o l a n yasa tasarı ları n ı b i r an önce mec lise sunması konusunda sorumlu­ luklarını yerine getirmeye davet ettiği ve en önemlisi anayasa değişikliklerini tartışmaya başladığı sıralarda meydana gel iyordu. İttihatç ı lar çevre ü l kelerde meydana gelen anayasal devrimleri n

türkler arasında boy gösteren yeni bir ay­ rım konusunun ardından daha da güçlen­ di. Prens Sabahaddin'le Jöntürklerin bir kısmı arasında, merkeziyetçilik- adem-i merkeziyetçilik konusunda ortaya çıkan çatışma, iklisat alanını aşarak, hem top­ lumsal oluşum hem de siyasal yapılanma konularını kapsıyordu. O güne kadar ik­ tisadi liberalizm konusunda yenilikçiler arasında süregelen fikri çatışma ikinci planda kalıp, siyasal liberalizm konusun­ da yaşanan ikinci ve çok daha şiddetli bi­ çimde tezahür edecek olan bir çatışma

hakim paradigma konumunu değiştire-

öne çıktı. Bu ayrışmalar, i l . Meşrutiyet'in ilan edilmesini izleyen aylarda, o zamana kadar siyasal parti geleneği olmayan Os­ manlı siyasal sahnesinde rakip siyasal parti programlarına dönüştüler. ÇATIŞMANlN SiYASAL LiBERALiZM AlANlNA KA�Sl Prens Sabahaddin'cileri toplayan "Teşeb­ büs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemi­ yeti" programında belirlenmiş olan "fer­ diyetçilik, liberalizm, teşebbüs-Ü şahsi ve

55

8

E

R

mediğinden bahsetmiştik. İttihat ve Te­ rakki Cemiyeti'ni ve dolayısı ile M. Ca­ vit Bey'in genel bir l iberal düşünce ek­ seninde yerini daha iyi tespit edebil­ mek için Avrupa'da siyasal ve iktisadi l iberalizmin red cephesini teşkil eden ve en olgunlaşmış hali ile 1 908 sonrası Türkiye'sine ithal edilerek İttihat ve Te­

56

rakki Cemiyeti'nin kimi zaman dışın­ dan k i m i zaman da içi nden karşısına d ik i l m ekten geri d u rmayan bu fi k i r dünyasının geçirdiği evreleri göz önü­ ne almak kaçınılmaz gözüküyor. Yüzyıl sonuna doğru terakki inancı­ nın ve rasyonel birey varsayımlarının sorgulanmaya başlaması siyasal düşün­ ce platformunda l i beral demokrasiden giderek çaptan düşmesine sebep oldu. İkinci sanayi devriminin tüketim toplu­ mu kültürü içinde şekil lenen kitlelerin siyasete katı l ı m ı eşit ve genel oy esasıy­ la arttığı gibi kimi zaman talepleri kar­ şılanmayan kızgın kalabalıklar halinde sokaklarda göründüklerinde münewer­ ler nezrinde yarattıkları tedirginlik, Le Bon'un hiss iyat dalgasıyla sürüklene­ rek, mistik bir irade ile yönlendirildiği­ ne hükmettiği bireylerin rasyonel karar­ larına dayalı siyasal davranış kal ıpları­ na olan i nançtan şüphe duyu l mas ı n ı beraberinde get i rd i . Bergso n ' u n ön

adem-i merkeziyet" ilkeleri, iktisadi ve si­ yasal olarak, kendi içinde tutarlı bir prog­ ram oluşturuyordu. Bu çevrenin kurduğu Osmanlı Ahrar Fırkası'nın adı başlı başı­ na anlamlıydı. Hürr'ün çoğulu olan ahra­ rı , yani hürler kelimesini benimseyen parti kurucuları, bu adla kendilerini libe­ raller olarak tanımlıyorlardı. Adem-i mer­ keziyet ilkesini, sadece iktisadi örgütlen­ me ilkesi olarak değil, ondan daha anlam­ lı biçimde, Osmanlı ülkesinde etnik bir eşitlik ve kozmopolitlik yaratmak ama­ cıyla benimsiyorlardı.

A

l

M

ayak olmasıyla sezgi ve içgüdüye da­ yal ı bir bilgi felsefesi edebiyattan sonra sosyal bilimlerde de kendini gösterme­ ye başlarken, Weber kapita l izmin yük­ selişini metafizik kökenlere bağlamaya çalışıyordu. Avrupa'da filozofların akıl çağı sona eriyordu (Burrow, 2000). Demokratikleşen siyasetin irrasyona­ lite vasfını Mosca ve Pareto teori düz­ leminde ortaya koyarken, nüfusun bü­ yük çoğun luğunun seçmen n itel iğini kazanmasına yönetici sınıfın standart­ larını düşüreceği gerekçesi ile karşı çık­ maktayd ılar. Yine yönetici s ı n ıfı zayıf düşüreceği gerekçesi ile parlamento­ nun hükümet üzerindeki neredeyse bir tahakküm niteliği kazanan kontrolünün sona erd iril mesi gerektiği n i savunur­ ken, ülkelerin anayasal parlamenter re­ jim görüntüsü altında ol igarşik nitelikli e l it bir grup tarafından idare edildiğinin altını çiziyorlardı (Bracher, 1 98 5 : 4 1 43; 55-57). Kitlenin üzerinde yüksele­ rek yeni bir değer sistemi yaratabilecek kabiliyette, donanımlı elit bir gruba i liş­ kin düşünce 20. yüzyılın başında sos­ yal bii imlerin köşe başını teşki l ediyor­ du (Sternhel l, 1 996 : 1 6) . Sanayileşme v e kentleşme sürecinin hızlanması ve 1 9. yüzyı l ın ikinci yarı­ sından itibaren kıta Avrupa'sının tama-

Ahrar Fırkası programında siyasal ve iktisadi liberalizmin geleneksel temaları ardı ardına ve eksiksiz biçimde yer alıyor­ du: "İnsanlar hılr ve hukuk-ı beşer nokta­ i nazarından müsavi olarak doğdukların­ dan aharın hukukuna tecavüz etmemek şartiyle hürriyet, hakk-ı temellük, emni­ yet, huzur-u kanunda müsavat, kanuna mutavaat, asayiş-i umumiyi muhil olma­ yan efal ve harekatta serbest, serbest-i ke­ lam, serbest-i matbuat, serbest-i ticaret, serbest-i muhaberat, serbest-i vicdan, ser­ best-i seyahat, serbest-i tedrisat, serbesl-i

T Ü R K I Y E ' D E

L i B E R A L i Z M

K A V R A M I N I N

S O Y Ç I Z G I S I

mını ve Elbe'nin doğusundaki ülkeleri içine alacak derecede genişlemesiyle beraber bu süreçten olumsuz yönde et­ ki lenen kesimlerin, liberal terakki dü­ şüncesinin bir neticesi olarak seçmen­ lik vasfın ı kazanmasıyla siyasete katıl ı­ mına olanak sağlayan partilerin yükse­ l i şe geçmesi ve A l manya'daki Sosyal Demokrat Parti örneğinde olduğu gibi bu partilerin giderek radikalleşebileceği endişesi, sanayi devri m i n i n başından bu yana filozofların, devlet adamları­

lepleri-1 önüne geçen B ismarck'a libe­ ral iktisat prensiplerinin kamuoyu nez­ rinde erozyona uğratılması konusunda en büyük destek 1 873 yılında bir grup

n ın, akademisyen lerin ve akademi dışı m ünevverlerin z i h n i n i meşgul eden "içtimai mesele"nin nasıl hal ledi leceği konusunu daha şiddetl i bir şekilde gün­ deme getird i . 1 880'1erle beraber dünya ekonomisinin depresyona girmesi kıta Avrupa'sında u luslararası serbest ticaret düzen ini sona erdirirken Almanya'da B ismarck, tarım ve sanayi ürünlerinin

sının pekişmesi i le ortaya çıkan sosyal prob lem lere karşı, i ktisadi mefhumu yaln ızca birtakım soyut kavramlar ve hadiseler düzeyinde değil, kurum lar, aktörler, tutumlar, hisler ve bunların ta­

yüksek gümrük vergileriyle korunması­

liştirdiği ve Almanya'nın sanayi toplu­ muna geçişi için şart koşarak gerekçe­ lendirdiği dahi l i piyasanı n ve mamula­ tın himayesi esasına dayalı korumacı l ık siyaseti, Adam Smith ve diğer klasik ik­

na dayalı ve devletin ekonomik hayata yasama yoluyla ve bizzat işletmec i l ik vasfıyla müdahalesini öngören mevcut siyasal dengeleri kol lama anla m ı nda muhafazakar bir refah devleti projesiy­ le ortaya çıktı. (Beck, 1 997) Bu yol l a Al manya'daki siyasal rejimin l i beral leş­ mesi, bilhassa şansölyenin parlamento­ ya karşı sorumlu olması yolundaki ta-

müsareket, serbest-i içtima, masuniyet-i mesakin gibi hukuk-ı umumiyeye malik­ tirler" (Tunaya, cilt 1: 195). Partinin prog­ ramında altını çizdiği önemli sorunlardan birisi, devletin yetki kullanımındaki sınır­ sızlıktı: "Hukuk-ı mukaddesemize memu­ rin-i hükümet tarafından taaruz vukuun­ da men ve defini zamin ve hukuka fiilen mesuliyetimizi kafi! kavanin henüz mev­ cut değildir" (Tunaya, cilt 1 : 196). Ahrar Fırkası, rakibi lıtihat ve Terakki tarafından, imparatorluğu bölücü ve par­ çalayıcı bir girişim olarak suçlandı. İtti-

akademisyen tarafından kurulan İçti­ mai Siyaset Derneği (Verein Für Soz ial­ politik) çevresinden geld i . Alman Tarih­ çi Okulu'nun genç kuşağına mensup Gustav Schmoller, Lujo Brentano, Al­ bert Schaffle, Adolf Wagner gibi eko­ nomist ve sosyal bilimci lllaştırıp bireyler üzerinde mutlak tasarrufa sahip bir güç olarak gö­ ren bu anlayış, özü itibariyle otoriter ve an ti-liberaldir. Bu yazı, Türkiye'de anayasacılık hare­ ketlerini tarihsel gelişimi içerisinde ele alarak, bu hareketlerin liberalizmle bağ­ lantısını velveya liberalizmin bu hareket­ ler içindeki yerini tartışmayı amaçlamak­ tadır. Anayasacılık hareketlerini, Osman­ lı'yla başlatmanın nedeni bu konudaki sürekliliği vurgulamaktır. Osmanlı'dan Cumhuriyeı'e uzanan bu sürekliliğin hem anayasal düzlemde (parlamento, siyasal partiler, temel hak ve özgürlükler vs. ) hem d e siyaset geleneği (İttihat ve Terak­ ki-Cumhuriyet Halk Partisi çizgisi karşı­ sında Hürriyet ve İ tilaf-Demokrat Parti çizgisi) düzleminde ortaya çıktığı bilin­ mektedir. Ancak yine de, Cumhuriyet'in bazı anayasal konularda eski rejimden ra­ dikal bir kopuşu ifade ettiği de söylenebi­ lir. işte bu süreklilikleri ve kopuşları/de­ ğişiklikleri izleyebilmek amacıyla, 1 876 Kanun-i Esasisi'nden 1 982 Anayasası'na kadar olan dönemde dönüm noktası sayı­ labilecek olayları ve anayasal gelişmeleri analiz etmeye çalışacağız.

2 73

l

B

E

A

R

z

M

göre, birey eksenli radikal bir toplumsal değişime ihtiyaç vardı. Prens Sabahaddin,

OSMANLJ-TÜRK ANAYASACJLJK HAREKETLERl VE LiBERAL ANAYASACILJK

2 74

l

"Türkiye Nasıl Kurtarılabilir" başlıklı ki­ tapçıkta şu tespitte bulunuyordu:

1 876 Kanun-i Esasisi: tık Adımlar... 1 876 Anayasası, Osmanlı gemisinin su al­ maya başladığı bir dönemde ortaya atılan bir kurtuluş reçetesidir. imparatorluğu, düvel-i muazzama karşısında yeniden söz sahibi kılmak için bulunan çarelerden bi­ ri de tıpkı onlar gibi meşruti bir siyasal rej i m tesis etme fikriydi. Bu fikir, önce Yeni Osmanlılar, ardından da J öntürkler tarafından hararetle savunulmuştur. An­ cak meşruti bir yönetimin özerk birey ve özgürlük gibi liberal değerlere yaslanan bir sosyo-kühürel altyapıyı gerektirdiğini ve bunu oluşturmaya yönelik gayreıte bu­ lunulması gerektiğini genel olarak ne Ye­ ni Osmanlılar ne de Jöntürkler kavraya­ bilmişlerdi. Daha doğrusu, reformcular yüzlerini Batı'ya çevirirken zihin dünyala­ rını şekillendirmiş olan " cemaatçi" bir kültüre tekabül edecek düşünceleri bulup savunmuşlardır. Belki de bu, kısa vadede başkaca alternatifi olmayan pragmatist bir yoldu. Zira temel hedef dağılmakta olan imparatorluğu kurtarmaktı. " Hürriyet" , "anayasa" veya "meşrutiyet" gibi kavram­ lar ancak bu leme\ hedefe hizmet ettikleri oranda bir değer taşımaktaydılar.s Jöntürkler arasında sunulan reçetelerin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini, yasalarla toplumsal dönüşümün gerçekleşmeyece­ ğini, asıl meselenin bireyci bir kültürü yerleşıirmek olduğunu savunan Prens Sa­ bahaddin gibi liberaller de vardı. Ne var ki , merkeziyetçiliğe, memur tahakkümü­ ne, cemaatçi toplumsal yapıya meydan okuyan ve çözüm olarak adem-i merkezi­ yetçiliği ve bireyciliği öneren bir liberalin çoğunluğunu memurların oluşturduğu bir hareket (ittihat ve Terakki) içinde yalnız kalması mukadderdi.6 Prens Sabahaddin diğer J öntürklerin aksine, Kanun-i Esa si'nin ve meşrutiyetin kabul edilmesiyle ülkenin kurtulacağına inanmıyordu. Ona



"Kamusal hayatı özel hayat üzerinde ha­ kim lıılan cemaatçi yapıda yönetim şekli; mutlakiyet, meşrutiyet veya cumhuriyet şekillerinden lıangisi olursa olsun sonuç daima aynı: siyası zorbalık ve sosyal ba­ yağılaşma ! Bunda11 dolayıdır ki yalnız yönetim şeklimizi veya kanunlanmızı de­ ğiştirmekle gerçek özgürlüğe salıip ola­ mayacağımızı Meşrutiyetten senelerce önce açık lamaya başlamıştık . . . . (Y)aşa­ nanlar çalışmamızın dogrulugunu baştan başa tasdik etli ve mutlakiyetle oldugu gi­ bi meşrutiyetle de zulüm, bashı ve anarşi­ den bir türlü k u rtulamadı k. Çünkü ka­ musal hayatımızı yaratan özel hayatın yani sosyal yapımızın takip ettiği istika­ met; dü11 ne ise bugün de o ! "7

Prens Sabahaddin'e göre çözü m , özel alanı geliştirmek ve "cemaatçi" toplum yapısı yerine birey eksenli toplumsal ya­ p ıyı inşa etmekten geçmektedir. Prens şöyle diyordu: "Kamusal hayattaki gerçek i lerleme ne meşrutiyetten, ne parlamentarizmden ve ne de cumlıuriyetten doğuyor. Kamusal hayattaki gerçek i lerleme özel hayata k udret ve düzen ba/ışeden özel girişimde11 doğuyor! Halbuki özel hayatın asıl öne­ mini anlamayarak uluslann ancak siya­ setle yônlendirildigini sanan bizim gibi bir sürü cemaatçi toplum, sosyal sorunla­ nna daima siyasi yollarla ve kanun gü­ cüyle çare olmaya uğraşarak buhrandan buhrana düşüyorlar. n8

Diğer yandan, Türk anayasacılığının so­ runlu alanlarından biri olan "askeri vesa­ yet" konusunda da Prens Sabahaddin'in liberal tespitleri vardır. Ona göre, ordu­ nun siyaset üzerindeki etkisi, kamusal ha­ yatın özel hayat üzerindeki denetimini sü­ reklileştiren cemaatçi bir yapıda "memur

T Ü R K I Y E ' D E

A N A Y A S A C I L I K

H A R E K E T L E R i

V E

L i B E R A L i Z M

2 75 1940'/ann ortalarında, Tek-Parti yönetimindeki TBMM'nin tek sesli 'itızibatlı ' yapısı degişnıeye başladı. Refik Şevket ince, Hikmet Bayur, "teııkitçi ", "münakaşacı " tutumlanyla dikkat çektiler. Peşinden, CHP-içi kontrollü bir muhalefet tertip etmek maksadıyla "Müstakil Grup" olttşturuldıı. Demokrat Parti'nin kuruluşuyla, TBMM, açık bir siyasal mücadele p!aifOrmıma dönüşecekti. sınıfı"nın tahakkümünün doğal bir sonu­

Türk siyasal hayatında a n a damarların

cudur. Türk siyasetinde egemen olan mili­

o luşması bakı m ı nd a n d a son d e r e c e önemlidir.1 1

tarizm toplumun yanlış yapılanmasından kaynaklanmaktadır. Prens Sabahaddin'e

Ancak, anayasal hükümlerl e siyasal

göre "Ordunun ülke içinde siyaseti dü­

gerçeklik arasındaki uçurum 1 876 Ana­

zenleyecek bir statü işgal etmesi, mesela bir zamanlar denildiği gibi, meşrutiyetin

yasası'nı da vurmuş, "hürriyet" arayıştan

gözcüsü olması, yani yönetimin orduya

nuçlanmışur. Osmanlı anayasacılık hare­

i ttihat ve Terakki'nin despotizmiyle so­

dayanması toplumumuzun zayıf bir sosyal

ketlerinin en azından sonuçları itibariyle

örneğe bağlı olduğunu ispatlar! "9

başarısız olmasının nedenleri arasında bir

Bütün bu yapısal sorunlara rağmen,

çok şey sayılabilir. Anayasacılık hareket­

1 876 Anayasası meşruti m onarşiyi kur­

lerinin Osmanlı'nın klasik yönetim anla­

maya y ö n e l i k s o n derece ö n e m l i bir

yışına hakim olan "kontrol ve denge" me­

adımdı.10 Özellikle de 1 909 değişiklikle­ rinden sonra anayasa parlamenter sistemi

kanizmasının yıkılmasına neden olmasın­ dan,. Osmanlı'da yöneten ile yönetilen

öngören, temel hak ve özgürlükleri gü­

arasındaki iletişimi sağlayacak "sivil top­

venceye alan, siyasal çoğulculuğa zemin

lum" örgütlenmesinin cılızlığına, bu ha­

hazırlayan bir belge haline gelmiştir. Di­

reketlerin elitist özelliğe sahip olmasın­

ğer yandan, Kanun-i Esasi Osmanlı-Türk

dan, Osmanlı reformcularının hem mes­

anayasacılık tarihinde iktidar ve muhale­

leki hem de zihniyet açısından militarist

fetiyle ilk kez çok panili bir siyasal yaşa­

olmasına kadar bir dizi dinamik bu başa­

mın kurulmasına ve kısa da olsa sürdü­

rısızlıkta rol oynamıştır. 12

rülmesine şahit olmuştur. Bu deneyi m ,

Bu nedenlerin bir çoğunun Cumhuriyet

L

B

R

dönemi anayasacılık hareketlerinin liberal bir nitelik kazanmasını da engellediği ileri sürülebilir. Osmanlı'dan devralınan yapı­ sal ve kültürel miras gerçekten de liberal anayasacılığın kökleşmesini zorlaştırıcı bir rol oynamaktadır. Sözgelimi, devleti

2 76

kutsayan, onu birey karşısında önceleyen, cemaatçi bir yapıyı esas alan siyasal kültü­ rün izlerini hem 1876 Anayasası'nda hem de 1982 Anayasası'nda bulmak mümkün­ dür. 1 876 Anayasası'nın 5. maddesinde padişahın sorumsuzluğu yanında kutsallı­ ğı da vurgulanmaktaydı: "Zat-ı Hazreti Pa­ dişahı'nın şahsı hümayunu mukaddes ve gayri mesuldur." Ayn ı hükmün bütünüyle C umhuriyet dönemi anayasalarına da yansıdığını söylemek yanlış olmaz. Bir farkla. Padişah yerine artık cumhurbaşka­ nı vardır. Cumhurbaşkanı, mevcut anaya­ saya göre hem tek başına yaptığı işlemler­ den hem de ortaklaşa kararlardan dolayı siyasal ve hukuksal anlamda sorumlu de­ ğildir. Hatta cumhurbaşkanının tek başına aldığı kararlar aleyhine yargı yolu da ka­ palıdır. Diğer yandan, Osmanlı'da padişa­ hın "şahsı hümayunu", "Tanrı'nın yeryü­ zündeki gölgesi" olarak devletle özdeş ni­ telikteydi. Dolayısıyla onun "mukaddes" olması, Devletin mukaddes (kutsal) olma­ sıydı. Devletin "kutsal" olarak nitelendi­ rilmesine 1 982 Anayasası'nın başlangıç kısmında da yer verildiği, 1995 değişikli­ ğinden sonra da vurguyu hafifletmek için "kutsal"ın "yüce" sıfatıyla yer değiştirdiği dikkate alınırsa bu konudaki süreklilik de kolayca görülebilir. Türk anayasacılığının Osmanlı'dan al­ dığı bir diğer önemli miras elitizm ve on­ la eklemlenen militarizmdir. Hemen bü­ tün anayasaların askeri müdahaleler so­ nucu hazırlanmış olması, anayasacılığın siyasal iktidarı sınırlandırmaktan ziyade siyasal iktidarla bürokratik (asker) iktidar arasında çoğu kez ikincisi lehine kurulan dengenin konsolidasyonu amacına hiz­ met etmesini kolaylaştırmıştır. Bu da be­ raberinde, vesayetçi bir siyaset anlayışını

A

L

z

M

ve uygulamasını getirmektedir. Bu tür bir vesayetçiliğin, özerk birey kavramına da­ yanan liberal siyaset anlayışıyla bağdaş­ madığı da açıktır. 192 1 ve 1 924 Anayasaları: Kuruluş, Egemenlik ve Liberalizm 1 92 1 Anayasası, savaş şartlarında hazır­ lanmış, geçici bir belge niteliğindeydi. Bu dönemde Kanun-i Esasi hala geçerli oldu­ ğu için, 1 9 2 1 Anayasası temel hak ve öz­ gürlüklerle ilgili hiçbir maddeye yer ver­ memişti. Ancak bu anayasa, "millet ege­ menliği" ve "Meclis'in üstünlüğü" gibi il­ kelerle bir yandan olağanüstü dönemde bile oldukça demokratik bir parlamento tecrübesini mümkün kılmış, diğer yan­ dan da 1924 Anayasası'nın temellerini ha­ zırlamıştır. 13 1924 Anayasası ise olağanüstü bir döne­ min ardından hazırlanmış olmasına rağ­ men genelde liberal ve demokratik ilkele­ rin hakim olduğu bir anayasadır. 1 9 2 1 Anayasası'nın benimsediği egemenlik an­ layışı 1 924 Anayasası tarafından da be­ nimsenmiştir. Anayasanın 2. maddesine göre "Egemenlik kayıtsız şartsız Milletin­ dir. Türk Milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder ve Millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır." Burada "millet" kelimesinin geçirdiği anlam değişikliği, egemenlik anlayışında anayasal düzlemde gözlemlenebilecek pa­ radigmatik dönüşümü de yansıtmaktadır. "Millet" Osmanlı'da dini çağrışımı olan bir terimdi ve "millet sistemi" içinde dini topluluklar için kullanılmaktaydı. Ege­ menliğin nihai kaynağı da dindi. Padişah, Tanrı adına, onun "yeryüzündeki gölgesi" olarak yönetme hakkına sahipti . Oysa "millet" daha sonraları, dinsel anlamın­ dan uzaklaşmış, dil, ırk, kültür, ortak ge­ lecek gibi unsurların birleştirdiği toplu­ lukları, halkı ifade eder hale gelmiştir. Ye­ ni durumda, egemenliğin kaynağı millet­ tir ve egemenliği kullanacak organ "millet adına" onu kullanacaktır. Her iki durum-

T Ü R K I Y E ' D E

A N A Y A S A C I L I K

da da egemenliği meşrulaştıran kaynak­ lar, liberal sözleşme teorilerinde olduğu gibi ortaya çıkmamıştır. Tersine, Weberci anlamda "şiddet tekeli"ne sahip olan dev­ let egemenliğin kaynaklarını da yaratmış­ tır. Jacques Derrida'nın Amerikan Bağım­ sızlık Bildirgesi bağlamında belirttiği gibi, "güç darbesi (coup de Jorce), yetkiyi, hak­ kı ya da hukuku doğurdu, hukuku gün ışığına taşıdı. "14 Diğer yandan son tahlilde "millet" ana­ yasayı ya da devleti değil, anayasa onu ya­ rattı. Zira anayasadan önce millet ya da en azından milletin adı yoktu. Kendilerini var kılacak, adını koyacak bir belgeye ih­ tiyaçları vardı. Bu belgeyi yapanlar ve ona imza atanlar millet adına bunu yaptılar. Peki millet kimin adına bu yetkiyi anaya­ sayı yapanlara verd i ? Sözgelimi, ABD Anayasası'nı hazırlayanlar, milletin adına attıkları i mzayı nasıl meşrulaştırdılar? Derrida'ya göre "(Bildirgeye atılan) imza, imza atanı yaratmaktadır." Başka deyişle imza, imza atanın meşruiyet kaynağı olan halkı ve onun o lOritesini doğurmaktadır. Ancak bu meşruluk ve temsil zincirinde her şeyin onun adına yapıldığı bir son halka (!ast instance) vardır. Temsil zinci­ rinin son halkasında ise "asıl/tam ad" (proper name) vardır. lşte anayasaya imza atanlar gerçekte bu "asıl ad" adına bu işi yapmaktadırlar. Derrida, Amerikan Ana­ yasası'nda bu asıl adın "Doğa yasaları" ve onları yaratan "Tanrı" o lduğunu söyle­ mektedir. 1 5 1876 Kanun-i Esasisi'nde de bu asıVtam/son ad "Tanrı"dır. 1924 Ana­ yasası ise bu son adı kaldırıp kaldırma­ makta başlangıçta tereddütlüdür. Nite­ kim, devletin dininin lslam olduğu, Mec­ lis'in görevlerinden birisinin de "ahkamı şeriyyenin infazı" olduğu ve vekillerin gö­ reve başlarken "vallahi" şeklinde yemin etmelerini öngören hükümler ancak 1928 yılında anayasadan çıkarılmıştır. Bu geçici ve pragmatik sayılabilecek durum bir kenara bırakılırsa, 1 9 2 1 ve 1924 anayasalarında egemenliğin kaynağı

H A R E K E T L E R i

V E

L i B E R A L i Z M

konusunda radikal bir dönüşüm yaşan­ mıştır. Burada tartışma konusu olan şey, yeni dönemde egemenlik konusundaki "asıVtam ad"ın ya da nihai kaynağın ne olduğu sorusudur. Hem Cumhuriyet dö­ nemi anayasalarına hem de reformlara kaynaklık eden asıl adın "muasır medeni­ yet seviyesi" olduğunu söylemek müm­ kündür.1 6 Bu kavram esnekliği ve yoruma açık yapısıyla hem baskıcı toplum ve si­ yaset mühendisliği politikalarını hem de özgürleşme ve demokratikleşme doğrul­ tusundaki açılımları haklılaştırmada kul­ lanılabilmektedir. Örneğin kuruluş döne­ minde katı güçler birliğine dayanan bir egemenlik anlayışı, zamanla esnek güçler ayrılığına doğru evrilebilmiştir. Daha da önemlisi, globalleşme ile birlikte mutlak ulusal egemenlik anlayışından, ulus-üstü aktörlerin de müdahil olduğu parçalı ve paylaşılan egemenlik anlayışına geçiş de bu esnek "asıl ad" sayesinde mümkün olabilmektedir. Diğer yandan "muasır medeniyet" kav­ ram ı , anayasacılık yoluyla liberalizmin adaptasyonuna da müsait bir zemin yarat­ maktadır. 1 924 Anayasası özellikle doğal haklara yer vererek liberalizmin insan hakları anlayışını benimsemişti . Ancak anayasanın demokratik ruhu liberalizme ağır basmaktaydı. Meclis çoğunluğunu eline geçiren bir siyasal partiye neredeyse sınırsız bir güç veren "çoğunlukçu" ya da "prosedüre!" bir demokrasi anlayışıydı bu. 1924 Anayasası'nın getirdiği sistemin ba­ şat özelliği, Celal Nuri Bey'in "Meclisin hukukuna hudu t tasavvur etmek kabil o lamaz" 1 7 cümlesiyle özetlenen mutlak meclis üstünlüğü anlayışına dayanması­ dır. Buna göre parlamentonun nasıl kanun çıkaracağına dair prosedüre) kurallar dı­ şında onun gücünü sınırlayabilecek hiçbir kurum söz konusu de�ildi. Aslında prose­ düre! demokrasiyi kategorik olarak illibe­ ral olarak tanımlamak yanıltıcı olabilir. lngilıere'nin demokrasi anlayışı prosedü­ reldir. lngiliz parlamentosu "kadını erkek,

277

B

2 78

R

erkeği de kadın yapma" dışında her şeye kadir bir organ olarak bilinir. Parlamento­ nun çıkardığı kanunları denetleyip, iptal edebilecek siyasal ya da yargısal herhangi bir güç yoktur. Bu durum, lngiltere'nin uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülükleri ve Avrupa Birliği üyeli­ ğinden dolayı nispeten kırılmış olsa da hala İ ngiliz anayasal sisteminin "parla­ mentonun üstünlüğü" esasına dayandığı söylenebilir. Ayrıca, bu ülkede anayasal geleneklerin çok köklü ve güçlü olması, sivil toplumun siyasal alan üzerinde etkili olabilmesi ve yargı bağımsızlığının ku­ rumsallaşmış olması gibi unsurlar "prose­ düre) demokrasi" anlayışının ortaya çıka­ rabileceği otoriter uygulamaları büyük öl­ çüde engelleyebilmektedir. 1 924 Anayasası'nın prosedüre\ ya da çoğunlukçu demokrasi anlayışının daya­ nakları güçler birliği ve solidarizm dü­ şünceleriydi. Kuruluş döneminin siyasal atmosferinde güçler ayrılığı tehlikeli bir fikir olarak kabul edilmişti. Türkiye Bü­ yük Millet Meclisi'nin yetkilerinin bir kıs­ mını başka organlara aktarmayı ya da sözgelimi cumhurbaşkanına meclis üze­ rinde denetim yetkisi vermeyi öngören teklifler büyük bir dirençle karşılaşmış­ tı. 1 8 Güçler birliği doktrininin, dönemin şartları içerisinde "anlaşılabilir" kabul edilse de ya da dönemin "demokrasi" an­ layışının bir unsuru olarak görülse de, li­ beral anayasacılıkla bağdaşmadığı kesin­ dir. Zira liberal anayasaların temel hedefi siyasal iktidarı sınırlayarak bireylerin hak ve özgürlüklerini güvenceye almaktır. Bu sınırlamanın en etkili yollarından birisi hiç kuşkusuz güçler ayrılığı doktrinidir. Güçler ayrılığı ilkesi anayasacılıkla öyle­ sine özdeş bir hale gelmiştir ki, Fransız İnsan ve Yurttaş Haklan Bildirgesi'nin 1 6 . maddesinde, güçler ayrılığının olmadığı bir yerde anayasadan söz edilemeyeceği belirtilmiştir. 1 9 1 924 Anayasası güçler ayrılığı konu­ sunda Fransız Devrimi'ni izlememişti, an-

A

z

M

cak temel hak ve özgürlükler konusunda­ ki tercihi Fransız Haklar Bildirgesi'nin formüle (pozitivize) ettiği doğal haklar­ dan yanaydı . Bu anayasanın haklar ve öz­ gürlükler kısmına bakanlar, onun "libe­ ral" bir anayasa olduğunu belirtmekte te­ reddüt etmezler. Nitekim, Vasfi Raşid Se­ vig, 1 938 yılında yayımlanan Esas Teşkilat Hukuku kitabında anayasanın "liberal" ni­ teliğini şöyle anlatıyor:

"Liberalizm "teş kilatı esasiyemizin 68 inci maddesinde" gayet güzel bir şekilde anlatılmıştır: Çünkü liberalizm fertlere a priori yani cemiyet hayatından mukad­ dem bulunan haklan tanımaktan ibaret­ tir: .. Fertlere tanınan bu mukaddem hak­ lar onlar için bir hüriyet sahası teşkil ey­ ler: Bu saha mağsumdur; yani bu sahaya tecavüz ve taarruz edilemez. Bu saha an­ cak diğerlerine de aynı hüriyeti temin için lazım olan miktardan fazla tahdit edilemez.. . Bu hüriyet sahası devleti tah­ dit eyler ve böylece devlet liberal bir dev­ let olur: Liberal devletin rolü evvela her ferdin hüriyet sahasını diğerfertlere karşı korumaktan, saniyen herkesin hüriyetin­ den istifade edebilmesi için yapılması la­ zım olan tahditleri yapmaktan ve nihayet arzeylediğimiz hüriyetlerin m üdafaası gayesini aşacak ve dışında kalacak şekil­ de ferdi hürriyetlere teaddilerden içtinap eylemesinden ibarettir: "20 Bu sözler, liberal anayasacılığın özünü 1924 Anayasası üzerinden oldukça güzel özetlemektedir. Ancak, bir de madalyo­ nun öbür yüzü vardır. Anayasa, korudu­ ğu hakların bireyler tarafından kullanıla­ bilmesini büyük ölçüde siyasal iktidara sahip olanların "iyi niyet"ine ve bireylerin hak bilincine havale etmiş gibidir. Ger­ çekten de 1 924 Anayasası'nın liberalizmle ilişkisini değerlendirirken, onun tama­ men uygulayıcılarının iyi niyetine daya­ nan bir anayasa olarak dizayn edildiğini unutmamak gerekir. Ancak, anayasanın kendisi de bu konuda büsbütün masum

T Ü R K I Y E ' D E

A N A Y A S A C I L I K

değildir. Onun siyasal iktidarı etkili bir şekilde denetleyebilecek mekanizmalara yer vermemesi ve "kadiri mutlak" bir meclis anlayışı, uygulamada önce parti­ devlet özdeşliğine, çok partili dönemde de muhalefeti hiçe sayan otoriter politi­ kalara zemin hazırlamışur. Her iki sonuç da liberal anayasacılığın hedefleriyle bağ­ daşmamaktadır. Diğer yandan, 1 924 Anayasası'nın en önemli özelliklerinden biri, onun hem Tek Parti döneminde hem de çok partili hayata geçildikten sonra uygulanmış ol­ masıdır. Bu durum, anayasanın siyasal ço­ ğulculuğa açık olduğunun bir göstergesi­ dir. Ne var ki, Tek Parti döneminin "parti­ devlet" anlayışı, anayasada korunan hak ve özgürlüklerin hayata geçmesini büyük ölçüde engellemiştir. Tersinden i fadeyle , anayasanın liberal v e demokratik hüküm­ leri biraz da kuruluş döneminin gereği olarak ortaya çıkan otoriter politikalar yü­ zünden tam manasıyla uygulanamamıştır. Dahası kimileri anayasanın liberal niteliği­ ni reformların önünde bir engel olarak görmüşlerdir. Mesela Şevket Süreyya Ay­ demir, " 1924 Anayasası'nın getirdiği De­ mokratik-liberal devlet yapısı"nın dev­ rimleri kösteklediğini, bu dönemde "ham­ le ve inkılap namına" yapılanların, "aslın­ da bu anayasayı zorlayıcı karar ve kanun­ lar" sayesinde yapıldığını savunmuştur.21 Gerçekten de 1 924 Anayasası çok parti­ li bir siyasal yaşamı yasaklayan hiçbir hü­ küm içermiyordu. N itekim, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ( 1 9 24) ve Serbest Cumhuriyet Fırkası ( 1 930) girişimleri, başarısız ve güdümlü de olsa, çok partili siyasal yaşama geçiş denemelerini ifade et­ mektedir. Özellikle Serbest Fırka deneyi­ mi, liberal bir siyasal hareketin başarılı olabileceğinin işaretini vermiştir. Serbest Fırka'nın kurucusu Fethi Okyar, "eğilmez bükülmez bir liberal"22 olarak görülüyor­ du. Ancak bu güdümlü "liberal" muhale­ fetin ömrü uzun olmadı. Fırkanın kısa sü­ re içinde yoğun bir teveccühe mazhar ol-

H A R E K E T L E R i

V E

L i B E R A L i Z M

ması, siyasal rejime tehdit olabileceği en­ dişelerini kamçıladı. Fırka kendini feshe zorlandı ve çok partili siyasal yaşama ge­ çiş on altı yıl daha ertelendi.23 1 93 7 yılında gerçekleştirilen anayasa değişiklikleri parti-devlet özdeşliğini zir­ veye taşıdı ve bu özdeşliğin anayasallaş­ masını sağladı. Bu değişiklik s o n u cu CHP'nin alu oku devletin temel nitelikle­ ri haline geldi. Teşkilat-! Esasiye Encüme­ ni ' n i n a n ayasa d e ğ i ş i k l i ğ i i l e i lg i l i TBMM'ye sunduğu mazbatada söz konu­ su değişikliğin gerekçesi şu şekilde ifade edilmişti: "esas teşkilat kanununda, yeni Türk Devleti(ni)n şekli ile beraber doğuş tarzının ve kuruluşunda hakim olan ve fi­ iliyat sahasında şimdiye kadar inkişaf eden umdelerin yer tutması icab etmekte o lup bunun için milli vahdeti sarsacak

beynelmilelci ceryanların memleket dahi­ linde yer bulamaması ve yurtdaşlar arasın­ da sınıf farklannın kaldınlması...ve mem­ leketin büyük menfaatlerinin istilzam et­ tiği teşebbüsleri Devlet eline alınabilmesi gibi biri diğerini itmam eden ve hayati bakımdan yekdiğerinden ayrılamayacak olan ana vasıfların esas hüküm olarak teş­ kilatı esasiye kanununa derci pek lüzum­ lu görülmüştür. "24 Tartışmalar sırasında bir milletvekili "Bu kanunda Cümhuriye­ timiz, Partimizin 6 büyük temel taşı üze­ rine oturtulmuştur", sözüyle anayasa de­ ğişikliğinin amacını özetlemiştir.25 Altı okun anayasaya girişi sırasında TBMM'de yapılan tartışmalar, Tek Parti döneminde liberalizme duyulan tepkile­ rin hangi boyutlara ulaştığını açık bir şe­ kilde ortaya koymaktadır. İzmir mebusu Halil Menteşe, yapılan anayasa değişiklik­ leri sonunda "ekonomide liberal taraftarı ferdiyetçi bir vatandaş ortaya çıkar da propagandaya başlarsa" diye başlayan bir soruyu daha tamamlamadan, Antalya me­ busu Rasih Kaplan'dan şu cevabı alıyor­ du: "Öbür dünyaya gitsin, deriz."26 Men­ teşe, "şekli Devleti rebdil (değiştirme) cürmüne tesaddi etmiş diye acaba onu

2 79

L

B

R

(liberalizmi savunan kişiyi) polis yakala­ yıp da mahkemeye verecek midir?" şek­ linde sorusunu tamamladığında ise çok daha sert cevaplar alacağını belki de tah­ min etmiyordu. Önce Anayasa Komisyo­ nu Başkanı Şemsettin Günaltay cevap verd i . Günaltay, sözlerine "bu madde Türkün hayatından, Türkün tarihinden, Türkün asırlar içerisinde geçirmiş olduğu inkılablardan mülhem olan kutsi esaslar­ dır" diyere k başladı. Sonra da Mente­ şe'nin sorusuna cevap olarak şu tarihi açıklamayı yapu:

280

"Şu halde Türkün bu esasları, teşkilatı esasiye kanununda yer bulunca, bunlara muhalif olarak fikirler serdedilmeyecek midir; diyorlar? Bir liberal çıkıp libera­ lizm esaslarını, bir komünist çıkıb komü­ nizmi m üdafaa edemeyecek midir diye sordular? Hayır etmeyecektir, edemeyecektir. Teş­ kilatı esasiye kanununa muhalif herhangi bir hareket nasıl bir cürüm ise, bu esasla­ ra muhalefet te aynı şekilde cürüm sayı­ lacaktır (Bravo sesleri, alkışlar). "27 Recep Peker ise yapUğı konuşmada liberalizm yasağının sınırlarını biraz daha genişletiyordu:

"Devletçiliğin nakızı (zıttı) olan liberal­ lik . . . lehinde hiçbir faaliyet yapılamaya­ caktır. Bu esaslann Kamutayca kabulün­ den sonra memleketin sosyal, kültürel ve siyasal hiçbir sahasında ne tek adamın ne de cemiyet halinde herhangi telkin ve­ ya teşebbüs halinde hiç kimse katiyen fa­ aliyet ifa edemeyeceklerdir. (Bravo sesle­ ri, alkışlar). "28 Peker, liberalizm yasağını haklılaştır­ mak için de bu ideolojinin ne kadar "za­ rarlı" olduğuna meclisi inandırmaya çalı­ şıyordu. Peker'in şu ifadeleri liberalizm konusunda o döneme hakim olan yakla­ şımı çok iyi anlatmaktadır:

"Bu gün liberalizm her yerde ya çökmüş,

A

z

M

tarihe intikal etmiş veyahud da sarsıntı nöbetleri içinde can çekişmektedir. Haya­ ta yeni doğmuş olan Türkiye Devletinin hayatı için liberalizm çok fena ve çok za­ rarlı bir unsurdur. Bu gün liberalizm de­ mek hukuk bakımından bir anarşi, eko­ nomi bakımından da bir kısım yurddaşla­ rı diger yurddaşlara istismar ettirmeye açık kapı demektir. Bu sade yeni ve ni­ zamlı bir Devlet kurub işletmek yolunda olan bizler için degil, asırlık devletler için bile bir afettir. "29 Liberalizmin bireye ve çoğulculuğa yap­ tığı vurgu, "sınıfsız, imtiyazsız, kaynaş­ mış" bir toplum anlayışı karşısında doğal olarak tutunamamıştı. Nitekim Recep Pe­ ker inkılap Dersleri nde, siyasal liberalizmi '

eleştirirken bu modelin yeni kurulan dev­ let için neden uygun o lmadığını şöyle açıklamıştı: "Liberal tip, hepsi bir tarafa çeken politikacıların kaynaşması ise, ulu­ sal devlet, bir yurtta yaşayanların, ulusun kuvvet ve kıymetlerini bir araya toplaya­ rak müşterek faydalar üstünde birleşmesi­ dir. "30 Yeni devlet, "hepsi bir tarafa çeken" değil, "hepsi bir (aynı) tarafa çekilen" po­ litikacıların ve vatandaşların kaynaşması esasına dayanmalıydı. Peker bu düşünce­ lerinde yalnız değildir. G enç Cumhuri­ yet'in ideologlarından Mahmut Esat Boz­ kurt da "hepsi bir tarafa çeken politikacı­ lar"ın ve partilerin varlığının "demokrasi" açısından zararlı olduğunu düşünür. Boz­ kurt'a göre "demokrasilerde aslolan muh­ telif partilerin mevcudiyeti değildir." Boz­ kurt, düşüncesini desteklemek için Rous­ seau'yu yardıma çağırır: "Modern demok­ rasilerin babası sayılan Jan Jak Ruso bile partilerin taaddüdünü demokrasi için ha­ yırlı bulmaz. Muhtelif partileri halkın sa­ mimi kanaatlannın ve millet iradesinin te­ zahüründe tamamiyle bir engel telakki eder."31 Sınıfsız, im tiyazsız ve kaynaşmış top­ lum ve siyaset anlayışı, 1924 Anayasası'na da yansıtılmak istenmişse de bu konuda

T Ü R K I Y E ' D E

A N A Y A S A C I L I K

H A R E K E T L E R i

V E

L i B E R A L i Z M

tam haşan sağlanamamıştır. Nitekim ana­

ne dayanarak mutlak bir güç kullanması­

yasayı hazırlamakla görevli Anayasa Ko­

nı engellemekti. Anayasanın bu tepkisel­

misyonu üyelerinden Ahmet Ağaoğlu

liği onu baştan aşağı milli iradeye güven­

kendisine sınıfsız toplumdan ne anladığı

sizliğin izleriyle dolu bir belge haline ge­

sorulduğunda şu cevabı vermiştir:

"Onu ben de anlamadım. Türk milleti bir bütündür. Ama içinde sınıflar vardı r. Sı­ nıfsız bir toplum ancak sosyalist rejimde olur. Oysa biz, sosyalist bir anayasa yap­ mıyoruz. Sosyalist bir cemiyet ku rmuyo­ ruz. Bizim hazırladığımız tasarı ôzel mülkiyetin korunması, serbest rekabet, ticaret serbestliği esaslarına dayanıyor. Bu liberal bir anayasadır. Şimdiye kadar yazdığımız maddeler bu temele dayandı. Şimdi bize devletçilikten bahsediyorlar. Sınıfsız toplumdan söz açıyorlar. Devlet­ çiliğin anayasaya girmesini istiyorlar. "32

tirmiştir. Seçimle gelen iktidarı sınırla­ mak amacıyla yapısal anlamda bir dizi de­ ğişiklik gerçekleştirilmiştir. Parlamento, yürütmenin istediği kanunu istediği hızla çıkarmasını engellemek için iki kanatlı hale getirilmiş; bir kısım üyelerini atan­ mışların oluşturduğu "Cumhuriyet Sena­ tosu" yoluyla milli irade denetlenmeye çalışılmıştır. TRT ve üniversiteler gibi ba­ zı kurumlar, siyasal iktidarın etki alanın­ dan uzaklaştırılarak "özerk kuruluşlar" haline getirilmiştir. Sivil ve siyasal hakla­ rın yanında, sosyal ve ekonomik hakları da güvenceye alacak hükümlere yer veril­ miştir. Daha da önemlisi, bazı nedenlerle

Tek Parti kadrolarına hakim olan "anti-

temel hak ve özgürlükleri sınırlayabilen

liberal" tavnn biraz da dönemin şarı.lann­

yasa koyucunun bu hakların "özüne do­

dan kaynaklandığı doğrudur. Ancak "anti­

kunamayacağı" belirtilmiştir. Anayasal sı­

liberal" tavrın zihin temellerini oluşturan

nırları aşan siyasal iktidarın işlemlerinin

tesanütçü korporatizm, 1982 Anayasası'nı

Anayasa Mahkemesi tarafından denetle­

ele alırken de görüleceği gibi, süreklilik

neceği ve anayasaya aykın görüldüğünde

arz etmektedir. Bu korporatist zihniyet

iptal edilebileceği öngörülmüştür. Ayrıca,

Türkiye'nin liberal ve demokratik açılım­

anayasada belin.ilen ilkelere aykırı prog­

ları önünde ciddi ve köklü bir engel olma­

ramlara sahip olan veya bu ilkelere aykırı

ya devam eunektedir. Bir genelleme yapa­

faaliyeıte bulunan partilerin Anayasa

rak denebilir ki: "Türkiye'deki 'demokrasi

M a h k e m es i tarafından kapaıılmal arı

deneyimi', darbeleri ve kesintileriyle, uy­

mümkün hale getirilmiştir.

guladığı modeller ve oluşturduğu kurum­

1961 Anayasası bu haliyle Türk anaya­

larla, korporatizmin liberal modele müda­

sacılığında "çoğunlukçu demokrasi"den

halelerinin, iki aykırı sistem arasında ol­

"anayasal demokrasi" ya da "çoğulcu de­

dukça akıldışı eklemlenmelerin son dere­ ce ilginç bir ömeğidir."ll

mokrasi" anlayışına geçişi simgelemek­ teydi . ikinci anlayış , siyasal iktidarın özerk kurumlarla sınırlandığı, azınlıkta

1961 Anayasası: Zorunlu ve

kalanların ve farklı olanların korunduğu,

Sorunlu Liberalizm

anayasaya aykın kabul edilen kanunların

1 96 1 Anayasası, 1950- 1 960 döneminde iktidar olan Demokrat Parti iktidarına, onun benimsediği devlet ve demokrasi anlayışına bir tepki olarak şekillenmiştir. Anayasa yapıcıların temel amacı, Demok­ rat Parı.i türü bir siyasal partinin yeniden iktidar olmasını önlemek, bu önlenemese bile böyle bir iktidarın meclis üstünlüğü-

anayasa yargısı tarafından geçersiz kılın­ dığı bir model olarak kabul edilmekte­ dir.34 Buradan hareketle, 1 9 6 1 Anayasa­ sı'nın en "liberal" anayasa olduğu yargısı­ na ulaşılmaktadır.

1 96 1 Anayasası "liberal" bir anayasa olarak bilinmektedir. Anayasanın demok­ ratik düzeni yıkan bir askeri müdahale so-

281

L

8

E

R

Ali Fua t Başgil A L İ YA R D E M İ R C İ

Ali Fuat Başgil (1 893-1 967), Türkiye'de iyi teşekkül etmemiş liberal demokratik

282

gelenek içinde müstesna b i r yere sa­ h i pt i r. B u i mt i y az l ı kon u m sadece 1 940'1arın ortaları ndan başlayarak Tek Parti iktidarına karşı takındığı muha l if kimlikten kaynaklanmaz. Başgil, haya­ t ı n ı n son senelerinde aktif siyasetç i , 1 96 1 Anayasası'na göre yapı la n i l k cumhurbaşkanl ığı seçiminde de muha­ lefetin adayıdır.1 Ü niversite muhitinde­ ki faaliyetleri ve gündelik basındaki ya­ zı larıyla 1 950' l i ve 1 %O' l ı yıl larda ka­ muoyunun oluşumunda etkili olmuş, güçlü bir üsluba dayanan yazıları geniş kitleler tarafından takip edilmiş ve ta­ raftar bulmuştur. Kendisi ü niversitesine çekilmiş bir Esas Teşkilat Hukuku (Ana­ yasa Hukuku) profesörü olmanın öte­ sinde aksiyoner bir kişiliğe sahiptir. Sık verd iği konferansları, yaptığı konuşma­ ları yanı sıra çok parti l i siyasi hayata

A

z

M

geçiş sonrası kurulan ve program ında liberal değerlerin de önemli bir yer tut­ tuğu Hür F ikirleri Yayma Cemiyeti'nin üç y ı l başkanlığını yapmış, uzun maka­ leleri bu cemiyetin yayını olarak risale­ ler hal inde yayımlanmış, Cemiyet ayrı­ ca Hür Fikirler Mecmuası adı altında bir dergi de çıkarmıştır. Başgil, tek parti rejiminin çok partili siyasi hayata geçiş kararı almasının ar­ dından (1 946) anayasal düzen ve siyasi s istem hakkındaki eleştiri lerin i ve mu­ halefetini dile getirmeye başlamıştır. Bu tutu m l a geniş bir ayd ı n l a r bloğu nun içinde yer almıştır (bkz. Ahmad, 1 994: 7 1 ) . Kendisi siyasi iktidara karşı ilk çıkı­ şını Türkçe meselesinde gazetelerdeki makaleleriyle sergilemiş, 2 hükümetin dil politikasını eleştirmiş, bu İnönü'nün tepkisini çekmiş, hakkında bir müeyyi­ de uygu lanması bile d ü ş ü n ü l m üştü r (Başgil, 1 966: 47-49). Başgi l, DP i ktidara geldi kten sonra 1 950'de Kore'ye asker gönderi lmesi, okul larda din derslerin i n okutul ması konusunda (Demirci, 1 997: 1 48) hükü­ metin genişletici tutumuna destek ver­ miş, eylem ve işlemlerini meşrulaştır­ m a s ı na y a rd ı m c ı o l muştur ( Ba şg i l , 1 96 7 : 75-78). 1 9 50 öncesinde siyasi sistem hakkında yaptığı teklifleri 'SO' l i yıl larda tekrarlamış, siyasi sistemde dü­ zelme yönünde kayda değer bir değiş-

nunda hazırlanmasına rağmen liberal bir

koruduğu ileri sürülebilir. Ancak anayasa

nitelik taşıması ilk bakışta çelişki gibi ge­

bunu parlamento çoğunluğunu eline geçi­

lebilir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki,

rebilecek potansiyel bir Demokrat Partiva­

bu anayasanın liberal bir metin olarak or­

ri iktidarı sınırlandırmak için yapmıştır.

taya çıkması amaçlanmış bir durum ol­

Başka bir deyişle, temel hak ve özgürlük­

maktan çok, bir yan etkidir. Bu anayasa

leri korumak için iktidarın sınırlandırıl­

görünürde liberal anayasacılığın temel un­

masından ziyade iktidarın sınırlandırılma­

surlarından biri olan "hakları korumak

sı için bu hak ve özgürlüklerin korunması

için iktidarı sınırlama" kaygısını tersine

söz konusudur. Bu da liberal anayasacılık­

çevirmiştir. 1961 Anayasası'nın göreli ola­

taki özgürlük iktidar ilişkisini araç-amaç

rak temel hak ve özgürlükleri daha fazla

ekseninde tersine çeviren bir durumdur.

T Ü R K I Y E ' D E

A N A Y A S A C I L I K

H A R E K E T L E R i

V E

L i B E R A L i Z M

me göremeyince 1 9SO'lerin ortaların­ dan itibaren DP yönetimini de verdiği konferanslarla eleştirmeye, uyarmaya başlamış, hakkında hukuki takibat ya­ pılmış, sorgu hakiml iğinde sorgulanmış­ tır (Başgil, 1 967 : 1 1 3-1 1 4) . DP yönetici­ leri, ü l kede siyasi ger i l i m i n artığı 27 Mayıs darbesine yakın günlerde görüş­ leri ni almak üzere onu davet etmişler, din lemişler; ancak tavsiyelerini d ikkate almam ışlardır (Başgil, 1 967: 1 28-1 41 ) . Kend isi darbeyi müteakiben üniversite­ den uzaklaştırılan 1 47 öğretim elemanı arasında yer almıştır (Ekim 1 960). 1 96 1 senes i nde Türkiye ve Dünya isimli bir dergi, Başgi l'in daha önce Ye­ ni Sabah gazetesinde yayımlanmış Ku­ rucu Mec l is'i eleştirdiği bir yazısını ikti­ bas etm i ş, yaz ı n ı n Yeni Sabah'ta ya­ yım landığı tarihte yürürlükte değilken daha sonra Kurucu Mec l is' in eleştirile­ meyeceğine dair MBK tarafından çıka­ rılan bir kanun gerekçe gösterilerek örfi idare tarafından tutuklanmış ve üç aya yakın b i r süre beraat edinceye kadar tutu k l u k a l m ışt ı r ( 1 1 Ocak-29 Mart 1 96 1 ) (Başgil, 1 990: 2 1 -22) . ı s Ekim 1 96 1 'de yapılan seçi mlerle AP Samsun l istes i nden senatör o l a ra k seç i l m i ş, cumhurbaşkan l ığı seç i m lerinde aday ol muş, ancak askeri cunta n ı n baskısı üzerine çek i l m iş, ayrıca senatörlükten de istifa etmiştir (Başgil, 1 990: 96- 1 1 0) .

283

Ali Fuad Başgil'in liberal düşünce ve liberal-muhafazakar söylemin inşası açısından önemli bir yanı, din ve inanç özgürlüğü ile liberal düşünceler arasında kurduğu bağdır.

OTORİTER CAMİACI DEMOKRASİDE HAKLAR VE HÜRRİYETLER Başg i l ' i n s iyasi düşü ncesinde i k i dö­ nem olduğu kabul edi l i r. B u dönemler kabaca çok partil i siyasi hayat öncesi ve sonrası o l a rak i k i ye ayrı l ı r. E l l i l i yaşlara yaklaştığı b i r dönemde siyasi iktidara, siyasi yapıya dönü k eleştirile-

Liberal demokrasiyi kurma araçlarının

rumda 1961 Anayasası'nın 1924 Anayasa­

anti-liberalliği bir yana, esasları bakımın­

sı'ndan daha "liberal" ya da daha "özgür­

dan da 1961 Anayasası'nın getirdiği düze­

lükçü" olduğunu söylemek zordur. Bir

nin tam anlamıyla "liberal" olduğunu

kere, 1 924 Anayasası'nın aksine 1 9 6 1

söylemek o kadar kolay görünmüyor. Bu

Anayasası'nın sosyal ve ekonomik haklara

anayasayı "özgürlükçü" olarak nitelendi­

da yer vermesi onu daha "liberal" hale ge­

renler genellikle 1982 Anayasası'yla karşı­

tirmemiştir. Hatta liberalizmin sosyal ve

laştırarak bu yargıya varıyorlar. Oysa daha

ekonomik haklar gibi pozitif özgürlükler

anlamlı bir karşılaştırma 1 9 6 1 Anayasa­

karşısındaki geleneksel alerjisini hesaba

sı'yla onun yürürlükten kaldırdığı 1 924

kattığımızda bu anayasanın sadece negatif

Anayasası arasında yapılmalıdır. Bu du-

özgürlükleri güvenceye alan 1924 Anaya-

B

284

E

R

re başlamış ve bu eleştirileri dozunu a rt ı ra r a k s ü r d ü r m ü şt ü r. B a şg i l ' i n 1 930'lu yıllarda bir "parti profesörü" olarak (deyim için bkz . Parla, 1 98 9 : 1 2 1 ) yürürlükteki siyasi-hukuki rejimi tan ı m lamaya, açıklamaya ve meşru­ iyeti n i güçlendi rmeye dönük bakış açısıyla, 1 940' 1 ı yılların ikinci yarısın­ Ja açıkça sergilediği muhalif tavrı ara­ sında d ikkat çekici bir içerik farkı gö­ ze çarpar. Kendisi 1 930' 1arın ortasın­ da devletçilik taraftarıdır. Devletçiliği iktisadi, siyasi, sosyal, hukuki yönle­ riyle geniş kuşatıcı bir şekilde ele al­ mış ve benimsemiştir. 1 93 5 senesinde CHP Büyük Kurultayı vesilesiyle Siya­ sal B i lgiler Okulu'nda yaptığı konuş­ ma devletç i l i k tan ı m ı açısından son derece kapsayıcı ve kuşatıcıdır. "Hep devlet içinde, hiçbir şey devlete karşı, h içbir şey devlet dışında ... İşte devlet­ ç i l i ğ i n b u g ü n k ü for m ü l ü " ( B a şg i l , 1 93 5 : 3 ; Parla, 1 989: 1 2 1 )." B u tanım asl ında dönemi n siyasal gel işmeleri­ nin yönünü gösterir. Otoriter bir me­ totla devlet dışında var olan teşki latlar ya kapat ı l m ı ş ya da devletin i ç i n e a l ı nmış, s iyasa l toplumun i nşası hız kazanmıştır (İnsel, 1 999: 40). Başgil'in yaptığı tan ı m söz konusu siyasi ikli­ min bir yansımasıdır. 1 93 1 senesinden itibaren genel sek­ reter R ecep Peke r ' i n ö n c ü l üğünde

A

L

z

M

CHP siyasal hayatta tekel kurmak için bir dizi adım atmıştır. Türk Ocakları gibi kökleri Cumhuriyet öncesine da­ yanan bir teşkilat kapatılmış, mal var­ lığı Halkevlerine devred i lmiş, Türk Ka­ d ın l a r B i rl iğ i , ( 1 9 3 3) , hatta Mason Derneği gibi bir örgüt bile bu dalgaya dayanamamış ve lağvedilmiştir (1 935). C H P ' n i n 1 93 5 Kurul ta y ı ' n da genel sekreter Recep Peker TC'n i n i l k parti devleti olduğunu a ç ı k l a mıştır. Ayn ı dönemde Peker, dönemin Tek Parti re­ j i mlerinin (İtalya, Almanya) tesiri altın­ da Tek Parti'ye bağ l ı ü n iform a l ı b i r gençl i k teşkilatının kuru lmas ı n ı b i l e düşünmüş, gerçekleşmesi i ç i n çaba sarf etmiştir. (bkz. Demirci, 2003: 7073). izleyen birkaç yılda ise İ nönü'nün denet i m in de, parti örgütü üzerinde devlet cihazının ve bürokratların gide­ rek daha fazla egemen olduğu bir sü­ reç yaşanmış, bu i k i ya p ı b i rb i r ine kaynamış, hatta İçişleri Bakanı CHP Genel Sekreteri, illerde valiler de CHP il başkanları olmuştur (1 936) (Koçak, 1 989: 1 1 5-1 1 6) . 1 930'1arda Başgil, liberalizmin hayli uzağında hatta libera lizm aleyhtarıdır. "Fertçi ve çeki ngen devlet sistemine" "fertçi, egoist, kozmopolit ve teşkilatsız ekonomiye", "bekçi devlete" karşı "teş­ ki latlı devletin", "devlet partisinin" ve "düzenli ve teşkilatlı ekonominin" ya•

sası'nın liberal çizgisinden uzaklaştığını

saların anayasallığını denetleyecek bir ku­

bile söyleyebiliriz. lkincisi, 1961 Anayasa­

rum yaratması da tek başına bu anayasayı

sı'nın özgürlükleri, sınırlarını daha detaylı

liberal kılmamaktadır. Anayasa mahke­

bir şekilde belirterek düzenlemesi de ona

melerinin liberal demokrasilerde çoğun­

liberal bir nitelik kazandırmaya yetmez.

luk karşısında azınlıkta kalanların hak ve

1924 Anayasası'nın " hürriyetin sınırı, baş­ kasının hürriyetinin ihlal edildiği yerdir" şeklindeki sınırlama anlayışı, bir dizi fay­

özgürlüklerini koruyan bir mekanizma olduğu doğrudur. Bu yönüyle Anayasa Mahkemesi genel olarak liberallerin kut­

dacı sınırlama nedenlerine yer veren 1 96 1

sadığı bir kurumdur. Ancak l 961 Anaya­

Anayasası'na oranla daha liberal bir anla­

sası'nı yapanları, anayasa yargısı tesis et­ meye yönelten temel kaygı, iktidar karşı-

yıştır. Son olarak, 1 96 1 Anayasası'nın ya-

T Ü R K I Y E ' D E

A N A Y A S A C I L I K

n ındadır. Devletçilikle ferdi ve tabii hak ve hürriyete dayanan liberal demokrasi arasındaki karşıtlıkları öne çıkarır. Baş­ gil'e göre Türkiye demokratik bir rejime sahiptir. Ama bu demokrasi hürriyetçi bir demokrasi değildir. Esasen demokra­ si mutlak su rette hürriyetç i olmak zo­ runda da değildir. 1 93 7 şartlarında dün­ yada hayat siyasi hukukçuların tabiriyle devletçil iğe, sosyologların tabiriyle "ce­ miyetçiliğe" doğru kaymaya başlamıştır, "ferdi hürriyet sahası gittikçe daralmış­ tır." Türkiye'de devlet, milli hayatı yeni­ den teşki latlandırmaktadı r. Bu süreçte tabii hukukçu, hürriyetçi ve ferd iyetçi 1 924 Anayasası'yla devletçilik esasına dayanan "tek şefl i tek partili otoriter re­ jim" (Tanör, 236, 242) arasındaki çeliş­ kilerin kaldırılması gerekir. Başgil'e göre anayasada yer alan "ferdi hürriyet" fik­ riyle 1 8. asrın insan hakları felsefesi ara­ sında koparılması gereken bir bağ var­ dır, anayasadaki insan hakları a nlayışı günün şartlarına göre yeniden yorum­ lanmalıdır (Başgil, 1 938: 1 5- 1 6). Başgil yorum denemesini, hukukun kaynağını değiştirerek yapar. Devletçi sistem soyut bir birey anlayışı üzerine kurulu değil­ dir. Doğal hukuk yoktur. Devletçi sis­ temde hukuk bireylerden değil toplum­ dan/devletten kaynaklanır. Devletin top­ luma karşı "vazifeleri", yükümlülükleri vardır, bu "vazifeler" dolayısıyla birey-

sında bireyleri ve onların haklarını koru­

H A R E K E T L E R i

V E

L i B E R A L i Z M

lerin haklarından söz edilebilir, ancak bu haklar bireyler için hiçbir zaman bir " imtiyaz" k isvesine bürünemez .. Bu yolla liberal insan hakları doktrinini ters yüz eder. Devlet faaliyetlerinin sınırını klasik hukuktaki birey hak ve hürriyetle­ ri değil "Devlet" tayin etmel idir. Devlet bu görevini "içtimai disiplinin" sağlan­ ması için gerçekleştirir. Bu yorumlama çabasıyla Başgil, birey tasawurunu oluştururken liberal varsa­ yımlar dışına çıkar, kendi tabiriyle "fer­ di içtimaileştirir." "Ferdi gaye ve menfa­ atler(i) camia gaye ve menfaatleri(yle) bağla(r) ve camia menfaatleriyle" sınır­ landırır. Devletçi sistem "hakta ve vazi­ fede muadalet [denklik] fikrine" göre hareket eder. Önce l i k vaz ifelerded i r. Fertçi sistem "hürriyet fikrini" bir hak bir imtiyaz olarak kabul eder. Oysa hür­ riyet bireyin kendisine, ailesine, toplu­ ma karşı görevleridir (Başgil, 1 938: 1 71 8, 20-21 ). Görevlerin öne çıkarılması suretiyle hürriyetin cemiyette "parazitli­ ğe" yol açmasının önüne geçilir. Başgil klasik hukuka karşı "cemiyetçi hukuk" kavramını öne sürer. Cemiyetçi hukuk devlet, n izam, d i s i p l i n kavramlarına oturur. Devletçi sistemin hukuku baştan aşağı amme hukukudur, müdahaleci bir hukuktur (Başgil, 1 93 8 : 1 8). Başgil bu bakış açısıyla "hak yok, va­ z ife vard ır" şeklinde dile getiri len döne-

ye'de asker-siyaset ilişkisinin patolojik bir

mak değil, siyasal rejimi ve onun temel

hal almasına da hatırı sayılır bir katkıda

niteliklerini korumak olmuştur. Nitekim,

bulunmuştur. Anayasanın ana rahmine

Anayasa Mahkemesi, bazı istisnalar dışın­

düştüğü 27 Mayıs 1960 darbesi, sadece

da, bu kuruluş misyonuna uygun olarak

kendisinden sonra belli aralıklarla askerin

devlet karşısında bireylerin haklarını ve

siyasete müdahale etme geleneğini başlat­

özgürlüklerini korumaktan çok, bireyler

makla kalmamış, "sivil" dönemlerde de

ve siyasal partilerden gelen tehditler kar­

militarist ve vesayetçi bir siyaset anlayışı­

şısında devleti ve onun ideolojisini koru­

nın anayasal zeminini hazırlamışur. 1961

yucu bir işlev görmüştür. Diğer yandan 1 96 1 Anayasası Türki-

Anayasası'nın yürürlükte kaldığı yaklaşık yirmi yıllık dönemde cumhurbaşkanlığı

285

L

286

B

E

R

min yaygın kabulüne hayli yaklaşır. Bi­ rey-devlet i lişkisini devlet lehine geniş­ letir; ancak devletin faa l iyet ve icraatına bir sınır da koyar. "Devlet mazbutlaştırı­ lamaz." Devlet millet için vardı r. Bunun için bireye insani bir değer tan ınmalı ve "fert bir çorbaya sıkılan l i mon gibi bir şey olmamal ıdır". Başgil'e göre Türki­ ye'de devletçi sistem karşısında bireyi koruyacak mekanizmalar hukuk düze­ n i nde yer a l maktad ı r. Bun l a rdan i l k i normlar hiyerarşisi çerçevesinde e n üst norm olarak kabul ettiği Teşkilat-ı Esasi­ ye Kanunu'dur. Devletin kamu hizmeti­ n i n kötü işlemesinden dolayı bireye verdiği zararı tazmin etmesinin kurala bağlanmış olması, devlet memurlarının görevi kötüye kullanmaları durumunda haklarında müeyyide uygulanacak ol­ ması, mahkemelerin bağımsızl ığı, söz­ leşme hürriyeti, kanunların geçmişe yü­ rümezliği, bireylerin yürürlükteki kanu­ na göre kazanı l m ı ş haklar ı n ı n koru n­ ması devlet faal iyetlerinin sınırını oluş­ turur (Başgil, 1 938: 27-28). Bu sınırlar, "bütün sosyal faal iyetlerini faal devlet kadrosuna alan" bir yapıda bireyin sa­ hip olduğu güvencelerdi r. Başgil, mese­ len in bu yönü bir yana, bu güvencele­ rin gerçek hayatta karşılığı n ı n olup ol­ madığıyla, uygulamanın nas ı l gerçek­ leştiğiyle ilgili değerlendirme yapmaz. Devletçilik ilkesinin de içinde yer al-

A

L

z

M

d ı ğ ı p a r t i i l k e l e r i (6 ok) 1 3 Ş u bat 1 937'de anayasaya girer. Başgil'e göre 1 924 Anayasası'nın en belirgin vasfı ta­ mamıyla "yerl i, m i l l i, real ist, birl ikçi bir ruh ve temayül sahibi", ayrıca "otoriter ve camiacı" olmasıdır. "Bu kanun Tür­ kiye' de bir nevi demokrasi tesis etmiştir ki, buna liberal ve endivil üa list !birey­ c i ] demokrasiye mukab i l , otoriter ve camiacı demokrasi den i lebilir (Başgil, 1 93 9 : 1 6) . " Anayasan ı n demokrasiyle bağlantısı parlamentonun genel seçime dayanmasından otoriter ve camiacı yö­ nü ise anayasaya giren yeni ilkelerden kaynaklanır. 3 Başgil'in l 950'lerin ikinci yarısında ise tamamen zıt fikirler öne sürdüğü gö r ü l ü r ( 1 9 5 6 ) . Devlet i n arkas ı nda merkezi bir bürokrasi vard ır, devletçi­ l ik "siyasi, iktisadi ve içtimai münase­ betleri merkezi bürokrasiye bağl ıyarak ve bu sayede bütün memleket kuvvet­ lerin i devlet emrine" uygulamada bü­ rokras iye v e r i r ( B a şg i l , 1 9 6 0 : 6 4 ) . 1 93 8'de övü len 1 9 24 Anayasası i se "vatandaşdan ziyade yeni teessüs eden bir devletin otorite ve merkeziyet ihti­ yacını göz önünde tutmuş yaşıyan nes­ l i mabudlaşan b i r devlet fi krine feda etmiştir (Başgil, 1 %0: 53)." Anayasa­ nın en göze çarpan vasfı devletçiliktir ve bu anayasa "ferdi hiçe sayıp "hep devlet içinde hep devlet için hep dev-

koltuguna askerlerin dışında hiç kimse

da ilk kez 1 961 Anarasası tarafından ku­

oturamamıştır. Daha önemlisi, anayasa

rulmuş ve anayasal sistemin en etkili ku­

askeri yönetim sona erdikten sonra da si­

rumlarından birisi haline getirilmiştir.

yaset üzerinde siyaset dışı unsurların etki­

1961 Anayasası'nı hazırlayanlar, MGK

sini devam ettirmeye yönelik bazı tedbir­

kanalıyla bir yandan askeri bürokrasinin

i er almıştı r. Sözgelimi, 1 924 A nayasa­

siyasal sistem içindeki gücünü artırmayı

sı'nın Savunma Bakanlıgı içinde bir daire

diğer yandan da Demokrat Parti tecrübe­

olarak düzenledigi Genelkurmay Başkan­

sinden "ders almayan" siyasal iktidarları

lığı dogrudan başbakana bağlanarak kuv­

dizginlemeyi hedeflemişlerdir. Nitekim

vetlendirilmiştir. Aynı şekilde bugün çok

MGK'ya yüklenen bu misyonu, 27 Mayıs darbesini gerçekleştiren Milli Birlik Ko-

tartışılan Milli G üvenlik Kurulu (MGK)

T Ü R K I Y E ' D E

A N A Y A S A C I L I K

let tarafından zihniyetine" yaslanmak­ ta d ı r ( B a şg i l , 1 9 6 0 : 6 7 ) . B a ş g i l ' i n l 935'te ve 1 95 6' da yaptığı devletçilik tan ı m ı arasında büyük fark yoksa da devletç i l ik hakkındaki değer yargısı değ i şecektir. Başg i l 'deki büyük dönüşüm ne za­ man gerçekleşmiştir? 1 930' larda dev­ letçi zihniyete sah ip olan Başgi l'in aynı dönemde ( 1 939) oku l larda ders kitabı olarak tek kitap (devlet kitapları) oku­ tu l masına karşı çıkışı bir m i lat olarak kabul edi leb i l i r m i l Buna evet cevabı vermek m ü m kü n göz ü kmemekted i r. Başgil çok yazan bir yazar olmakla bir­ likte fikir serüvenini anlattığı ve kendi­ siyle hesaplaştığı bir eseri yoktur. Çeşitli yüksek eğitim kuru m larında idarec i l i k yapan Başgil (İ stanbul Üniversitesi Hu­ kuk Fakültesi Dekanı, Siyasal Bilgiler Okulu M ü d ü rl üğü) 1 939'da yap ı la n Maarif Şürası'nda okul larda zorunlu tek tip devlet kitabı okutulmasına karşı ç ı k­ mıştır.4 Ona göre bu yöntemle eğitim yapan kendisinin bildiği iki ülke vardır (İtalya ve Rusya). Türkiye'deki uygula­ ma bu ülkeler örnek alınarak gerçekleş­ tirilmese de b i l i m serbest rekabetten, serbest mesai ve serbest çal ışmadan doğar. Bunu s ı n ı rlayacak mevzuattan da kaç ı nmak gerekir ( B i ri n c i . . . 1 99 1 : 1 52-1 53). Siyasi devletçiliğin eğitimde uzantısı olan ve 1 933'te kararlaştırılmış

H A R E K E T L E R i

V E

L i B E R A L i Z M

sürüp giden bir uygu lama hakkında Başgil'in itirazlarının o güne kadar sa­ vunduğu görüşleriyle uyumlu olmadığı görülür (Birinci ... 1 99 1 : 1 55-1 56). Şura­ da kendisinden önce konuşan eğitimci lsmayıl Hakkı Baltacıoğlu : "Devlet kita ­ bını şiddetle müdafaa edeceğim. Çün­ kü bizim terbiye m üessese m i z devlet müessesesidir. Bunun için başı boş bir hürriyete, pedagoj ik liberalizme taraftar deği l i m . Rej i m i n bütün karakteriyle ahenktar ol malıyız" (s. 1 50). sözleriyle Başgil'den önce söz a l m ış ve uygula­ manın gevşet i l mesi n i isteyen üyelere karşı çıkmıştır. Baltacıoğlu'nun parale­ linde düşünmeyen Başgi l'in l iberalizm karşıtlığı meselesinde zaman içinde ih­ tiyatlı ve şüpheci bir dil kul landığı söy­ lenebilir. Ahmet Hamdi Başar'ın Deği­ şen Dünya (1 941 ) isimli eserini tah l i l ettiği b i r yazısında kitabı okumaya ve üzerinde düşünmeye değer bu lmuş, ancak yazarın kapitalizm ve libera lizm düşmanlığıyla l iberal rejimler hakkında abartı l ı hükümler vermeye sevk ettiğini açıklam ış, "Ahmet Hamd i Başar gibi olgun bir mütefekkir, yal n ız bir tarafın avukatı değil, iki tarafın hakimi olsun. Halbuki nereye baksa düşmanın gölge­ sini gören müvesvis [vesveseli] bir dik­ tatör gibi, müel l if de devrimizin her fe­ nal ığında l i beral rejimin parmak izleri ­ ni seziyor, ve çok kere liberal izmi, mü-

m i tes i ' n i n etkili üyelerinden Haydar

milli güvenliğimizi ilgilendiren her türlü

Tunçkanat daha sonra şöyle açıklayacaktı:

problemlerde temel görüşlerini bu Kurul­

"(Milli Birlik) Komite(si), oy çoğunluğu

da bildirmekle hem görevli hem de so­

ile iktidara gelecek olan siyasi partilerin

rumlu kılmıştır."35

y e n i A nayasa mızla k u r u l a c a k i k i n c i

MGK'nın görev alanının "milli güven­

Cumhuriyeti d e dejenere edip yeni bir ih­

liği ilgilendiren problemler"le sınırlı ol­

tilale sebep olmalarını önlemek için, yeni

duğunu belirterek onun son derece "tek­

Anayasa ile Milli Güvenlik Kurulu'nu bir

nik" bir kurum olduğu iddia edilebilir.

tedbir olarak getirmiş ve vazifelerini de

Ancak, "milli güvenlik" kavramı başlan­

açık ve seçik olarak belirterek Cumhur­

gıçtan bu yana öylesine geniş tanımlan­

başkanının ve Kurulun asker üyelerini de

maktadır ki, MGK'nın kapsama alanına

287

l

B

E

R

dafilerin i n değil , muarızlarının ağzile konuşturuyor" demekten de ken d i n i alamamıştır (Başgil, 1 94 1 : 1 033). LİBERAL DEMOKRASİDE İNSAN HAKLAR/ Başgil'in eserlerinde/konuşmalarında li­ beral düşünceni n billurlaşması Tek Par­ ti rej iminin İnönü'lü döneminin sonları­

288

na rastlar. l 940'1arın i ki nci yarısında kaleme aldığı yazı larında geçmişteki kolektivist görüşlerinden uzaklaşmaya başladığı görülür. Bu dönemde İ kinci Dünya Savaşı sonuçlanmış, Almanya ve İtalya'n ı n başı çektiği grup mağlup olmuş, Sovyetler B irliği boğazlar da da­ hil olmak üzere Türkiye'den toprak ta­ lep etmiş, İnönü çok partili siyasi haya­ ta geçiş kararını almıştır. 1 946'da başla­ yan siyasi mücadelede muhalefet; Mat­ buat Kanunu, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu, Cemiyetler Kanunu, iskan Ka­ nunu ve Seçim Kanunu gibi çok sayıda kanunun anayasada yer alan birey hak ve hürriyetleri n i çiğnediğini ileri sür­ müştür (Karpat, 1 967: 2 1 1 ). Başgil, insan hakları alanındaki yeni görüşlerini, 1 948 senesinde BM İnsan Hakları Beyannamesi daha ilan edilme­ den önce Cihan Sulhu ve İnsan Hakları (1 948) isimli kitapçıkta ele almıştır. Eser kırklı yıllarda insan hakları gibi bakir bir

girmeyen hemen hiçbir konu kalmamak­

A

z

M

alanda yapılmış önemli bir inceleme­ d i r.s Başgi l'e göre, i nsanın "köklerin i kendi manevi benl iğinden alan 'ana hakla rı' : emniyet, hürriyet, müsavat, mülkiyettir (Başgil, 1 948 : 33)". Birey iki boyutlu bir varlı ktır. İ nsan l ı kl a i l işkili boyutuyla "hususi hayat sahasına", va­ tandaşlıkla ilişkili boyutuyla "amme ha­ yatı sahası"na bağlıdır. Total iter hükü­ metler "milli birlik ve içtimai disiplin" kavramlarının arkasına sığınarak her iki alana da el koyarlar (Başgil, 1 948: 3536). Oysa bu kavramlar "totaliter rejim­ lerde insanları demirden bir kıskaçla sı­ kıp benliğinin enerjisini, şeref ve haysi­ yetini harcad ı ktan sonra kalan kemik külçesini çöplüğe atma(nın)" bir başka şekilde ifade edilmesidir: uliberal hükumetler ise ferde insan hakları anlamı dairesinde bir hayat ve teşebbüs sahası b ı rakır ve serbestçe nefes alma i mkanı verir, ve tabiatile, münasebetleri müsaadekar kanu nlara bağlar. Çünkü bu çeşit hükümetlerin iktidar sahipleri bilir ve kabul eder ki, cemiyet içinde i nsan karıncal ıktaki bir karınca d eğ i l d i r ; bizatihi bir değer merkezi ve bir hak ve şeref hamilidir. Vatandaş olmak sıfatıyla fert devlete a it ise, i nsan olmak sıfatıyla kendine ait ve nefsinin sahibidir. Kanun yalnız umumi hayatı n izamlar, vatandaş ta­ n ır ve vatandaşlara hitap eder. H ususi

sağlık, licarel politikası ile ilgili mesele­

ladır. l 962 yılında MGK'nın kuruluş ka­

ler, sanayi, ziraat, ulaşurma, bayındırlık

nunu parlamentoda görüşülürken döne­

polilikası ile ilgili meseleler bu kurulda

min Başbakan Yardımcısı Turhan Feyzi­

görüşüleceklir. "36 Hemen bütün sosyo­

oğlu'nun söyledikleri "milli güvenlik po­

ekonomik ve siyasal meseleleri kapsayan

lilikası"nın sınırlarının nasıl anlaşıldığını

bir görev alanına sahip olan MGK, 1 2

çok nel bir şekilde göslermekledir. Fey­

Marl ve 1 2 Eylül askeri müdahalelerin­

zioğlu'na göre "milli güvenlik politikası

den güçlenerek çıkmış, siyasal sislem

dendiği zaman, yalnız bizde değil, bülün

içindeki ağırlığını artırmış ve adeta bir

memlekellerde, askeri politikadan, dış

"üst kabine" ya da "paralel hükümel" ha­

polilikadan ibarel meseleler gelmeyecek,

line gelmişlir. 37

T Ü R IC I Y E ' D E

A N A Y A S A C I L l lC

hayatı n kanunu ise, ferdin ahlaki ira­ des i n i n kuvvetin d e, b i l g i i le i nkişaf e d e n a k l ı n ı n ı ş ı ğ ı nd a d ı r" ( B a şg i l , 1 948: 3 7-38). Başgil ' i n en önemli meselesi Mec­ l is'in elindeki sınırsız güçtür ve bu güç insan hakları aç ısından da bir tehlike­ dir. İ nsan hakları sistemi, bireylerden çok devlete karşı k u rgu l a n m ı şt ı r, bu haklar sadece özel kişilere değil resmi otoritelere karşı da öne sürü lür. Ama bu haklara karşı en büyük tehdit, mut­ lak hakimiyet sahibi olduğu zannıyla hareket eden meclislerden gelir (Başgil, 1 948 : 39-40). İ nsan hakları kural larına uymayan otoritelere karşı vatandaşın "zu lme karşı mukavemet ve isyan hak­ kı" i le "meşru müdafaa hakkı" vardır, bunlar "insan hakların ı n son kati ve fiili teminatıdır" (Başgil, 1 948: 47). Başgil insan hakları anlayışını, daha sonra ( 1 96 1 ) sosyal ve ekonomik hak­ ları içine alacak şekilde genişletmiştir. İki dünya savaşına kadar olan dönem­ de insan hakları sadece hayat, hürriyet ve emniyet haklarından o luşan bir bü­ tün olarak algılanmıştır, devlet ekono­ miye müdahale etmemiştir. Sonraki se­ nelerde "iktisadi hayat şartları"nın de­ ğişmesi karşısında, "fertçi telakki" ihti­ yaçlara cevap verememiş, yetersiz kal­ mıştır. Başgil'e göre işçi ve çiftçi sın ıfı­ na, iktisadi bakımdan, "fiili bir hayat

H A R E K E T L E R i

V E

L i B E R A L i Z M

ve h ü rriyet imkanı" sağlamak lazım gel ir (Başgil, 1 96 1 : 282-283). İki dün­ ya savaşı arası ortaya çıkan d iktatör­ lükler bunu değerlendirerek insanlara vaatlerde bulunmuş, daha sonra da va­ atlerini unutarak i nsan hakların ı k ısıt­ lamışlard ı r. Bu aynı zamanda bu dö­ nemde kuru lan insan haklarına aykırı rej i m lerin, bir başka deyişle "tota l iter istibdadın" doğuş nedenlerin i n başın­ da gel mektedir. Başgil bu noktada mü­ dahaleci devleti kabul eder. Savundu­ ğu libera l izm sosyal b i r renk kazan ı r (Başgil, 1 96 1 : 282-283). Başgil, 1 948'de imzalanan BM İnsan Hakları Beyannamesi'ni insan hakları alanında koruyucu bir belge olarak, bir üst norm olarak kabul eder, bu beyan­ name ile tesis edilen milletlerarası mah­ kemenin yetkilerini genişletecek zama­ nına göre i leri sr viyede denilebi lecek bir teklifte de bulunur ve insan hakları alanında bireylere de tıpkı devletler gibi Milletlerarası Yüksek Adalet Divanı'na başvurma hakkı veri lmesini bu suretle t ü m insan l ık a i lesine aynı zamanda kendi ülkesinin vatandaşlarına uluslara­ rası güvence sağlamayı amaçlar. Ayrıca beyannameye imza koyan devletlerin kendi iç mevzuatların ı beyannameyle uyumlu hale getireceklerini taahhüt et­ tiklerini, bununla birlikte yükümlülükle­ rini yerine getirmeyen ü lkeler hakkında

Türk entelijansiyasının 196 l Anayasa­

askeri vesayete kapı aralayan kurumsal

sı'na şaşı bakışının sonuçlarından biri

yapılanmalara yer vermesi bile adeta "o

onun olumsuz yanlarını görmezlikten gel­

kadarcık kusur kadı kızında da olur" yak­

mek ya da önemsememek şeklinde tecelli

laşımıyla görmezlikten gelinmektedir.

etmiştir. Gerçekten de anayasanın siyasal

1 96 1 Anayasası'nın, kimi anayasacılara

iktidarı sınırlayan ve bireysel haklan ko­

göre, "seçimle gelmemiş heyetlerin devle­

ruyan hükümlerinin sarhoşluğu altında

tin siyasal karar organlarında yer al.nası,

bu sınırlamanın hangi yollarla sağlanmaya

askeri bürokrasinin yönetim paydaşlığı

çalışıldığı unutuln .ıktadır. Unutmayanlar

(Milli Güvenlik Kurulu), vb. gibi kusurla­

açısından da anayasanın seçilmemişlerin

rını tali saymak" gerekir.38 Bu yapısal ku­

seçilmişleri denetlemesine imkan veren,

surları, özellikle de kendisinden sonra ge-



289

B

E

R

bir müeyyide konmamasını büyük bir eksiklik olarak vurgular: " Bugü n haksızlıktan sızlanan vatan­ daş, en çok kendi m i l li devletinin ka­ nunlarından şikayetçidir. Bugün baskı ve z u l ü m, kanun şekl i n i a l makta ve maa lesef kanu n l aşmakta d ı r (Başg i l ,

290

1 96 1 : 292)." 1 948'den 1 96 1 'e kadar ü l kede yürürl ükte olan 7000 kanun arası nda BM İ nsan Hakları Beyanna­ mes i'ne ayk ı r ı o l a n l a r ı , hü kümetler gözden geçirmemişlerdir. M i l li mahke­ meler yürü rlükteki kanunları uygu la­ mak dışında önlerine gelen davalarda başka b i r şey yapmamaktad ı r lar. B i r Anayasa Mahkemesi kurulsa b i l e b u meseleyi çözemez, çünkü b u mahke­ me de kendi " m i l li temayü l lerine" göre h üküm verir. Başgil kabul edilmiş bu beyannamenin uluslararası bir antlaş­ ma olarak Türk hukuku açısından ka­ nun larla eşdeğerde olduğunu kaydet­ miş ve hakimlerin beyannameyi uygu­ lama yönünde içtihatta bu lunabi lecek­ leri belirtmiştir (Başgil, 1 96 1 : 292-293). İDEAL REJİM: tİBERAL DEMOKRASİ Başgil'e göre liberal demokrasi, insanın hayvan ve eşya gibi başkasının amaçla­ r ı n a b i r vas ıta ve a let değ i l m u t l a k amaç olduğu inancına dayanan, insan­ ların toplum içinde birbirine bu esasa

A

L

z

M

dayanarak davrandıkları, bu inancın, okulda, ailede, birey-devlet il işkilerin­ de bütün toplumsal hayatta benimsen­ d iği "müşterek bir hükümet ve idare re­ j imid ir." Bu rej i m bi rey, bireysel hak, hürriyet, teşebbüs ve gayret esasına da­ yanır. ( ... ) Liberal demokraside toplum ancak "zaruret" hali nde bireyin "varını hatta can ı n ı feda etmesini" i ster. Bu­ nunla birlikte "bu rejim, yaşayan ferdi ve nesli i leride yaşayacak olan ferde ve nesle kurban eden ve, bu inadı uğruna, insanları demirden bir çember içinde yaşatan Şark tipi demokrasilerle taban tabana zıddır. Aradaki benzerl ik sırf bir demokrasi kelimesinden ibarettir" (Baş­ gil, 1 96 1 : 1 40-1 41 ) . Başgil'in liberal demokratik toplum tasavvuru değer yüklü bir zemine otu­ rur. Onun için "Demokrasi her şeyden evvel ruh ve zihniyettir. ( ...) Bu ruh ve zihn iyet, hürriyet terbiyesinden doğar. Bu terbiye ise, ferd i n bedeni ve fikri hayat ve münasebetlerinde, kendi aklı ve i rades i kuvvetiyle, kend i n i bizzat sevk ve idare etmesi ehliyet ve sanatın­ dan ibarettir. Bu da l i beral demokrasi­ lerin dayandığı en kuvvetl i temeld i r. ( . . .) demokrasi kendileri n i kendi iz'an ve muhakemeleriyle idare etmesin i öğ­ renm iş ve bu terbiye ile yetişmiş insan­ lardan mürekkep camiaların hükumet rej imidir" (Başgil , 1 96 1 : 74). İdeal re-

len anayasalara miras olarak devredildiği

yönetilemez" sözü, anayasanın iktidarın

düşünüldüğünde, " tali" olarak değerlen­ dirmek mümkün değildir. Tersine, bu ku­ surlar aslidir ve kalıcıdır.

elini kolunu bağladığı yönündeki hakim anlayışı yansıtmaktadır. 12 Mart 197 l mü­ dahalesi, Nihat Erim'in ifadesiyl e "Türkiye

Bütün bu "illiberal" ve "antidemokratik" unsurlarına rağmen, 196 1 Anayasası siya­ sal otoritenin manevra alanını ziyadesiyle

için lüks" olan 1 9 6 1 Anayasası üzerinde bir dizi operasyonu da beraberinde getir­ miştir. Anayasanın yaratugı "iktidar boşlu­

daraltmıştır. Bunun sonucu olarak ortaya çıkan otorite boşluğundan doğrudan ana­

gu "nu doldurmak için, temel hak ve öz­ gürlüklere yönelik sınırlamalar artırılmış, hükümete kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verilmiş, TRT ve üniversi-

yasa sorumlu tutulmuştur. Dönemin baş­ bakanlarından birinin "bu anayasayla ülke

T Ü R K I Y E ' O E

A N A Y A S A C I L I K

jimde birey ahlaki açıdan rafine, işlen­ miş şahsiyet sah ibi insandır. B u insan önceleri a i l ede yetişirken artık daha çok okulda eğitilecek, aile okul a yar­ dımcı olacaktır (Başgil, 1 96 1 : 75). Hür­ riyet rejimi " muayyen bir zihniyet, bir ruh haleti, bir hayat ve cemiyet görüşü, bir hususi terbiye isteyen ve ancak bu­ nunla temel tutup yaşayabilen bir re­ j i m d i r" (Başgil, 1 96 1 : 1 1 3) . H ü rriyet şuuru yarad ı l ıştan değ i l d i r. Sonradan kazanı l ı r ve toplumsaldır. "Hürriyetin girmemesi lazım gelen üç ocak vardır derler: Aile, mektep, kışla. Fakat bence bu ocaklara girmemesi gereken şey" hü rriyet değ i l hafifl ik ve laüba l i l iktir (Başgil, 1 96 1 : 1 1 5) . Bu l iberal demok­ rasi idealinin birey boyutu yanında bir de kurumsal boyutu vardır. Başgil l 940 1arın i k i nc i yarısında 1 924 Anayasası'na göre "organize bir demokrasi" kuru lamadığından şikayet etmiştir (Başgil, 1 960: 1 3) . Bu yıl lardan itibaren ömrünün sonuna kadar süre­ cek ç izgisi a nayasal düzen in, l ibera l demokrasinin kurum ve ilkeleri dikkate al ınarak yeniden düzenlenmesini sağ­ lamak yönünde olmuştur. Liberal Dev­ let, ü l ke sınırları içinde otorite ile hürri­ yet arasında ı l ımlı bir dengenin sağlan­ dığı bir devlettir (Başgil, 1 96 1 : 1 01 ). Li­ beral rej imde "vatandaşa ayrı lan hususi hayat sahası yal n ız deruni bir tefekkür '

H A R E K E T L E R i

V E

L i B E R A L i Z M

alemi değildir. Bu saha aynı zamanda siyasi, iktisadi, içtimai hareket ve faali­ yet sahasıdır." Bunu da kanunlar tayin edecektir. Bu kanunlar "müşterek ihti­ yaçlara cevap ve. mek üzere umumun rıza ve muvaffakatıyla tekevvün eden bir m i lli m isaktır." Ancak kanun ların kendisi de tek başına bir teminat sağla­ maz. Bu noktada vatandaş hürriyetinin temi natı, demokrasi d i r (Başg i l , 1 96 1 : 1 0 7 ) . Başg i l i ç i n demokrasi, hak ve hürriyetin en müsait zemi n i ve esasl ı şartı olmakla birl ikte; tam ve kesin te­ minatı deği ldir. "Bu tem inat yürekler­ dedir" (Başgil, 1 961 : 1 1 3). Bu demok­ rasi, parlamentodaki çoğu n luğun ta­ hakkümü ihti mal i karş ı s ında gerek l i tedbirlerle korunan bir liberal demok­ rasidir. Bu tedbirler nelerdir? Bu demokraside hakla kanun kav­ ramları ayrılmalıdır. Ü st prensipler ola­ rak insan hakları anayasanın başına ya­ zılmalıdır. Çift meclis usulü kabul edil­ melidir. Ancak bunlar da çoğunluğun tahakkümü ihti mali karşısında kesin bir güvence değildir. Meşrutiyet dönemin­ de parlamentonun ikinci kanadı olan Ayan Mec l is i , Mebusan Mec l i s i ' nde çoğunluğu oluşturan İttihat ve Terak­ ki'nin baskı larına karşı seyirci kalmıştır (Başgil, 1 96 1 : 1 1 1 -1 1 2) . Başgil burada referandum yöntem i n i parlamentoyu bir başka s ı n ı rlayıcı güç olarak düşü-

Leler gibi özerk kurumların özerklikleri kı­

nun kaynağı olarak sadece anayasa görül­

sıtlanmışur. Ayrıca, bir yandan Devlet Gü­ venlik Mahkemeleri ve Askeri Yüksek ida­

düğü ve her türlü başarısızlığın faturası anayasaya kesildiği için bu "başarısızlık"

re Mahkemesi'nin kurulmasıyla, diğer yan­

kaçınılmazdı. Oysa Türkiye'yi 1 2 Eylül

dan Milli Güvenlik Kurulu'nun gücünün

1 980 askeri müdahalesinin eşiğine geti­ ren dinamikler, anayasadan ziyade döne­ min siyaset anlayışındaki boşluklardan,

amrılmasıyla yargı ve siyaset üzerindeki militarist etki konsolide edilmiştir. 1 97 1 - 1 973 anayasa d eğişiklikleri de yükselen polarizasyonu ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan şiddet ve terörü önle­ mede başarılı olamamıştır. Esasen soru-

uzlaşı kültürünün zayıflığından ve biraz da demokratik yaşama müdahale etmek isteyen siyaset dışı odakların gayretlerin­ den kaynaklanmaktaydı.

291

L

292

B

E

R

nür. Bununla birlikte referandumla da, doğrudan h a l k ı n çoğu n luğu, hak ve hürriyetler için bir tehdit teşki l edebilir. Haklar ve hürriyetler, sağlam bir hürri­ yet terbiyesi a l mış bireylerle teminat al­ tına al ınabi lir (Başgil, 1 96 1 : 1 1 3) . Mutlakıyetlerde, diktatörlüklerde is­ tibdat ve esaret eksik olmaz, demokra­ silerde de "mil Ji iraden in" istibdatı or­ taya çıkabi lir, kuvvetin tek elde toplan­ d ı ğı demokrasilerde ekseriyet, "ano­ nim, gayrımesül ve yüreksiz" olduğu için mutlakıyet ve diktatörlüklere göre daha teh l ikelidir (Başgil, 1 96 1 : 1 2 2). Çare kuvvetlerin tek elde toplanmasına engel olmak, bunları bölüp birbirlerine karşı birer "muhtar salahiyet" şekline koymaktır ( B aşg i l , 1 96 1 : 1 2 2 - 1 2 3 ) . Başgil, meclis hükümeti sistemi yerine klasik parlamenter rej imi savunur. Her ü lke kend i şartlarına göre bu rej i mde bazı değişikl ikler yapabi l i r, ama siste­ m i n kuvvetler ayrıl ığına dayanan ka­ rakteri değişmez, Türkiye'de de bu ihti­ yaca dayanan yen i bir anayasa yapıl­ malıdır (Başgi l, 1 960: 30-31 ). Anayasa­ da yer alan m i l li hakimiyet i l kesi Tek Parti rej i m i nde kötüye kullan ı l m ı ştır, bunun önüne geçmek, yasama orga­ n ı ndaki çoğunluğu ılımlı ve dengeli kıl­ mak için devlet iktidarı parçalanmalıdır (Başgil, 1 960: 2 1 ). Başgil hem elli ön­ cesinde hem de e l l ilerin ortalarında

1982 Anayasası: Milli "Hürriyetçi Demokrasi" 1 982 Anayasası'nın mimarları bu görüşü paylaşmıyorlardı. Onlara göre Türkiye'yi 12 Eylül l 9BO'e getiren şartların oluşma­ sında iki temel faktör etkili olmuştur. Bir tarafta, memleketin menfaatlerini parti

A

L

z

M

bunu bir ihtiyaç olarak görmüş ve sü­ rekl i vurgulamıştır. Kendisi bir taraftan iktidarın sınırlan­ dırı l masın ı isterken bir ara cumhurbaş­ kanının yetki lerinin artırılmasını da tek­ l if etmiştir. Bu teklif yukarıda özetledi­ ğimiz d üşünceleriyle uyu m l u gözük­ memektedir. Bununla birlikte bu talebi­ ni cumhurbaşkan larının hukuken sahip olmad ıkları yetki leri kullanmaları n ı n önüne geçme, eylem v e işlemlerini hu­ kukun i ç i n e a l m a amacıyla açıklar. Başgil'e göre Türkiye, "yirmi küsur se­ neden beri Cumhurreisimiz şahsında fi­ ili bir hükümdarlık hayatı" yaşamakta, "fiilen diktatörlükle yönetilmektedir" (Başgil, 1 960 : 38-39), kendisi bu duru­ mu bir sosyo loj i k bir çerçeveye de oturtmaya çabalar: " Esasen b i r sosyo log z i h n iyetiyle muhakeme edersek, yirmi küsur sene­ den beri Cumhurreisimiz şahsında fi i li bir h ükümda rlık hayatı yaşama m ı z ı n ps ikoloj i k m a n a s ı v e s a i k i de budur. Aç ı k ola l ı m . B iz üstümüzde baş gör­ mek isteyen bir milletiz" (Başgil, 1 960: 38). Başgi l'e göre de facto bu duruma son veri lmeli, hukuki sınırları yeniden tayin edilmiş ve güçlendirilmiş bir dev­ let başkanıyla bu yönetim sona erdiril­ m e l i d i r. B u n u n i ç i n c u m hurbaşkanı anayasadaki sembolik konumundan çı­ karı imal ı d ı r. B u düzenleme Başgi l ' i n

!unu bağlayan" , 1 2 Mart tadilatlarına rağ­ men istenen noktaya getirilemeyen bir anayasa vardı. 1 2 Eylül askeri müdahale­ sini gerçekleştiren Milli Güvenlik Konse­ yi'nin başkanına göre "anayasa mesele­ si"ni halletmek yönetime el koymanın ge­

menfaatleri üzerinde tutmayan, kısır çe­

rekçelerinden biriydi. Devlet Başkanı ve

kişmelerle zaman kaybeden ve rejimi "yö­ netemeyen demokrasi" haline getiren si­ yasiler, diğer yanda da devletin "elini ko-

konuşmalarından birinde aynen şöyle di­

Orgeneral Evren, yeni anayasayı tanıtma yordu:

T Ü R K I Y E ' D E

A N A Y A S A C I L I K

hukuka bağlı yönetim a nlayışının bir sonucudur. Başgil'in demokrasi anlayışı seçkinci özellikler taşır: 1 956'da yaptığı bir ko­ nuşmada temsili demokrasi uygulama­ sının önemli problemlerini değerlendi­ rirken, demokrasinin "partiler hüküme­ ti" şekline bürünmesini, "iktidar partisi şefler i n i n " egemen konumu yan ı nda, seçmen i n sağ l ı k l ı terc i h yapa b i l ecek seviyede olup o lmadığını, seçen lerin ve seç i lenlerin ehl iyet i n i de sorgu la­ m ıştır (Başgil, 1 960: 48). İkinci Meclisten söz ettiği yerde bu meclisi korporatif bir meclis olarak dü­ şünmüştür. "Halk Meclisinin sayı kuv­ vetine karşı, İ k i n c i Mec l i ste keyfiyet kuweti, yani bilgi, ihtisas ve manevi is­ t i k la I üstü n l üğü" tems i l e d i l m e l i d i r. Başgil'e göre İkinci Meclis ihtiyacının birinci nedeni ülkedeki ağırbaşlı insan­ lardan oluşan büyük çoğunluğun sesle­ rini halk meclislerinde duyuramaması, ikinci nedeni ise niceliğin nitelik karşı­ sındaki egemen l iğinin dengelenme lü­ zumudur. Bunu düzenleyecek mecliste vilayetlerden seçilecek temsilciler yanı sıra üniversiteler, barolar, bi l i msel ku­ ruluşlar, meslek birliklerinden de tem­ silci lerin yer almasını teklif eder (Baş­ gil, 1 960: 35, 76). 27 Mayıs darbesin­ den sonra kaleme ald ığı bir gazete ya­ zısında ihtiyatlı ve seçkinci bakışı daha

"12 Eylül Harekatını gerçekleştiren Türk Silahlı Kuwetleri, memleketi 1 2 Eylül ön­ cesi ortamına sürükleyen sebepler arasın­ da gönnekıe bulundugu Anayasa meselesi­ ni, kökünden ele almak mecburiyetinin id­ rakı içinde işbaşına gelmiştir. Zira bilinme­ lidir ki, Silahlı Kuvvetlerimizin asli görevi olan "Türkiye Cumhuriyetini Kollamak ve Korumak" ancak felaketlerden sonra, yani sadece iş işten geçtikten sonra ifa olunacak bir zabıta görevi telakki edilemez. "39

H A R E K E T L E R i

V E

L i B E R A L i Z M

iyi görü lür ( Yeni Sabah, 1 3 .7 . 1 960). Türk milletinin siyasi parti lerle il işkisi­ nin particilik şeklinde tezahür etmesini "tesviye edici müsavat fikrinden hare­ ket edi lerek demokrasi hudutları n ı n vaktinden önce genişletilmesine" bağ­ lam ış, bir bakıma mutlak eşitlik yerine ora nt ı l ı bir eşit l iğin savunuculuğunu yapm ıştır. "Seçmenlerde manevi ehli­ yet şartı aranmaması, seçim ehl iyeti ya­ şının çocukluğa kadar düşürülmesi, ka­ dın lara vakitsiz seçim hakkı tanınması­ nı" aynı kapsamda düşünmüştür. Baş­ gil'e göre tek derecel i seçim yöntemi­ nin kabul edildiği tarihte ( 1 946) okuma yazma oranı %30'u bile bulmamakta­ dır. "( . . .) mektep görmüş ol mak şöyle dursun okur yazar bile ol mayan sand ık başında seçmen defterine parmak ba­ san insanların, rey kullanmaları ve dev­ let hayatına istikamet vermeleri, küçük çocukların sahici tabanca ile oynama­ ları kadar Millet selameti için tehlikeli­ dir" (Başgil, 1 960: 1 1 8-1 1 9). DİKTATÖRLÜKLER VE TOTALİTER REJİMLER Başgi l, liberal demokrasinin karşısında yer alan otoriter veya total iter rejimleri sert bir şekilde eleşti rmiştir. Bu eleştiri­ ler, özel likle Tek Parti rej imi ve komü­ n izm üzerinde yoğunlaşır. Liberal de-

Aslında bu sözde Türk anayasacılığının yapısal bir sorununun izlerini bulmak mümkün. Osmanlı anayasacılığının otori­ tarizmle sonuçlanmasının nedenlerinden biri olan "militarizm", o döneme ait kon­ jonktüre! bir unsur olmaktan ziyade, sü­ reklilik kazanmış yapısal bir sorun olarak karşımızdadır. Ordunun kurumsal an­ lamda misyonunu "zabıta" lıkla sınırlı görmemesi ve anayasa meselesini de gö­ revleri arasında algılaması liberal anaya-

293

L

B

E

R

mokrasinin dayandığı iki sütundan biri eşitliktir, bu eşitlik de komünist bir eşit­ lik olamaz. Özel mülkiyet korunmalı­ dır. "İnsanlar arasında hususi mülkiyeti yıkmak suretiyle, iktisadi bir müsavat is­ temek en acı müsavatsızlığa düşmek, cemiyette gayreti, ehl iyeti ve teşebbüs kudret ve kabiliyetini boğmak, acizliği ve tenbelliği mükafatlandırmaktır. Neti­ ce itibarıyle de insanları devlet heyula­ s ı n ı n g ü n d e l i k ç i s i ve k ö l e s i y a p ­ mak(tır) ... " (Başgil, 1 96 1 : 47). Başgil'e

294

göre bu ü lkede s ı rasıyla mutlakıyet, otoriter meşrutiyet, l i beral meşrutiyet denenmiştir. Çok parti li siyasi hayata geçişle birlikte demokratik cumhuriyet tecrübesi yaşanmaktadır. Başgil'e göre bu tecrübede de başarısız olunursa ye­ niden denenecek bir başka rej im ka l­ mamıştır. İnsanlara hürriyet terbiyesi ve­ rilmezse "totaliter komünizm" tecrübesi güçlü bir ihtimaldir (Başgil, 1 96 1 : 1 1 5). Başgil'in liberal demokrat bireyi, bir eğitim sisteminin ürünü olacaktır. Hür­ riyet şuuru sonradan kazan ı labildiği için eğitim sisteminin yapısına d ikkat etmek gerekir. "Modern diktatörlükle­ rin maarif sistemlerindeki inhisarcılık ve mekteplerindeki tek kitap usülü, ıs­ marlama ilmi, yapmaca tarih i ve uy­ durma d i l i ; idarelerindeki pürüzlü ve dolambaçlı bürokrasi labirenti ve umu­ mi hayatta tatbik ettikleri boğucu inhi-

A

L

z

M

sarcılık ve nefes aldırmaz merkeziyet­ çilik usulü hep bu tesviyeci müsavatın ve bu (niveleur) tunç tavanın direkleri­ dir" (Başgil, 1 96 1 : 48). Başgil, somut olarak İnönü dönemi eğitim siyasetini hedef a l ı r. 1 949'da yaptığı bir konuşmada ağır eleştirilerde bulunur. Okullar siyasete karşı tarafsız kalmalı (Başgil, 1 96 1 : 74), siyasi ikti­ darların ve hükümetlerin güdümünde kurumlar olmamalıdır. Okul ve hocalar gerçeğin ve bilimin sesini dile getirme­ si gerekir. Derslerde "tek devlet kitabı" okutma yönte m i Rus kom ü n i z m i ve İtalyan faşizmi aracılığıyla dünyaya ya­ yılmıştır ve terk edilmelidir. "Hayat ve cemiyete tek kitap, tek görüş ve ünifor­ malı hakikat zaviyesinden bakan esir mekteb in demokra side yeri yoktur" (Başgil, 1 96 1 : 77-78, 80). Yirmi sene­ den beri [ 1 930'ların başı) "maarif ve mektep siyaseti otokrati k esaslar üze­ rinden yürütülmüştür." Bu durum "de­ mokrasinin insan ve vatandaş terbiyesi­ ne" uygun değildir. Mektep "karakter ve şahsiyet terbiyesi veren" bir mekan deği l "ol igarşik iktidarın propaganda vasıtasıdır. ( ...) garp taklitçisi, kopyacı, tercümeci, zümre taassubuna ve geri bir otoritarizme saplanmış" bir kurum­ dur. Tarih kitapları "manasız bir kollek­ tif megolamani yaratmak sevdasıyla" hazırlanmaktadır ve içeriği "binbir ge-

sacılığın gerektirdiği "sivil iradenin üs­

ciddiyet, dikkat ve özeniyle ele alması bir

ttınlüğü" ilkesini de etkisiz kılmaktadır.

zarurettir. "40 Bu sözlerin sonucu şu şekil­

Gerçekten de Evren'e göre "Türk Silahlı

de özetlenebilir: Anayasa hazırlamak

Kuvvetlerinin asli görevi, Turkiye Cum­

memleketin geleceğiyle ilgili olup, sivil

huriyetini kollamak ve korumak olunca

siyasal otoriteye bırakılamayacak kadar

da, Türk milletinin bağrından çıkan ve

"ciddi" bir iştir.

onun ayrılmaz bir parçası olan Türk Si­

Ülkeyi terör ve kargaşa ortamına sürük­

lahlı Kuvvetlerinin 30 yılda üç defa mü­

lemekten sorumlu tutulan 1 96 1 Anayasa­

dahale mecburiyetini müteakip, memle­

sı'na tepki olarak hazırlanan yeni anayasa

ketin geleceği meselesini de düşunmesi ve bu meseleyi bütün vatanseverliği ve

doğal olarak hak ve özgürlukler karşısın­ da otoriteyi öne çıkaracakll. Yaygın kana-

T Ü R K I Y E ' D E

A N A Y A S A C I L I K

ce masa l larını" andırmaktadı r (Başgi l, 1 96 1 : 86-88). Altmışlarda darbeciler tarafından da d ışlandığı ve yurtdışında yaşadığı dö­ nemde kaleme aldığı bir eserinde İnö­ nü'nün, devletçiliği iktisadi sahada ol­ duğu kadar siyasi sahada da uyguladı­ ğını, ülkeyi bir kışla haline getirdiğini ve rejimin Mussol lini faşizmine benze­ diğini öne sürmüş ve Mussolini'nin fa­ şizm hakkında yaptığı tarifi İnönü yö­ netimine teşm il etmiştir: "Her şey Dev­ let içinde, hiçbir şey Devlet dışında ve hiçbir şey Devlete karşı.'' Bu rej im "ko­ m ü n i z m i n tebd i l i k ıyafet etm i ş şek l i olan sert b i r dem i r perde rej i m i " d i r (Başgi l, 1 966: 35). BÜROKRASİ İSTİBDADI Başgil bir liberal olarak, birey karşısında güç, iktidar sah ibi her otoritenin, ide­ olojinin, yönetim şeklinin, akımın karşı­ sında yer a l mıştır. Devletçiliğin Türki­ ye'de büründüğü yapının kapsayıcı ve kuşatıcı bir n itelik taşıdığından yola çı­ karak az gelişmiş bir ülkenin bürokrasi mekanizmasına ve bunun işleyiş biçi­ mine karşı çıkar. "Türkiye gibi iktisadi ve içtimai hayatı uzun süreler ihmale uğramış bir memlekette bu politikan ın [devletçil ik] cevap verdiği birtakım ha­ yati ihtiyaçların var olduğu inkar ed ile-

H A R E K E T L E R i

V E

L i B E R A L i Z M

mez. Fakat devletçi l i k prensipleştiri le­ rek m i l li hayatın her safhasına hakim bir umde olarak konulunca bundan üç kötülük doğmaktadır ki bunlar otorita­ rizm, totalitarizm ve bürokratizmdir. İti­ raf etmelidir ki Türkiyemiz seneler bo­ yunca bu üç kötü lüğün baskısı altında kalmıştır (Başgi l, 1 960: 70)." Kendisi bürokrasi hakkındaki eleştiri­ lerini, 1 960 senesinde 27 Mayıs darbe­ si yapılmadan önce yayımlandığı an la­ ş ı l a n ders kitabında da sürdürür. B u eleştiriler siyasetçi sınıfını d a kapsar ve Başgi l'in demokrasi anlayışının seçkin­ ci öze l l iklerin i yansıtır, DP iktidarı n ı n sürdüğü b i r zaman aralığında b u eleşti­ ri lerden DP yönetimi de nasibini alır:6 "( ... ) devletin pol itikaya açı lan kapı­ sı, bilhassa geri mem leketlerde herke­ sin tepişerek içeri girmeye uğraştığı ka­ pıdır. Çünkü politika adamlarının bir­ çok avanta ve imtiyazları vardır. Çün­ kü devlet memur ve müstahdemleri bir memleketin çal ışan insanları arasında en az ça lışanı, en az iş çıkaranı ve en az ter döken idir. ( ... ) Memur sultası ve bürokrasi istibdadı, bil hassa kültür ve terbiyesi gel işmem i ş meml eketlerde, istibdatların en feci ve iğrenci olarak h ü k ü m s ü rmekted i r. S i yasi istibdat halk içinden bel l i zümrelere musal lat olur. ( ... ) Fakat bürokrasi istibdadı her sınıf halkın, hatta her ferd in omuzları-

ate göre " 1 982 Anayasasının özü, liberal

1982 Anayasası'nın tepkisel niteliği, bir

anayasalardan ve 1 9 6 1 Ana yasasından

yandan siyasal ve toplumsal yapının depo­

farklı olarak, özgürlük ve demokrasi de­

litizasyonu diğer yandan da daha güçlü bir

ğil, devlet ve otoriıedir. "41 Anayasanın ön­

yürütme organının yaratılmasıyla sonuç­

celikli kaygısı toplumu ve devleti, birey­

lanmıştır. 1 982 Anayasası'nı hazırlayan

lerden gelebilecek tehlikeler karşısında

irade, siyaseti oldukça dar manada algıla­

korumaktır. Zira "toplumun yararlan her

mış, neredeyse siyasi partiler dışında bü­

zaman, her meselede kişisel yararlard an

tün kurum ve kuruluşlara siyaseti yasak

önce gelir" ve "Devlet dediğimiz kuru­

bir iş haline getirmiştir. Evren, anayasayı

luş . . . toplum yararının en yüksek derece­

tanıtırken yaptığı konuşmalardan birinde

de biçimlendirdiği kuruluştur."42

bu depolitizasyonu şöyle ifade ediyordu:

295

B

R

na çöken ve rej i m ne o l u rsa o l s u n hükmünü icra eden b i r istibdattır. Tür­ kiye'de yap ı lacak inkı lapların en bü­

296

yüğü ve en hayırl ısı bürokrasi istibda­ dını yıkmak ve devlet idaresini rasyo­ nalize etmektir. ( ... ) "Gariptir ki mem­ l eket i m izde yetişen h ü r r i yet kahra­ manları hep siyasi istibdada hücum et­ miş; hemen hiçbiri istibdatların en ze­ h irlisi olan bürokrasi istibdadının ha­ yat için tehl ikesini sezmiştir" (Başgil, 1 960b: 452-454) . "Türkiyemizin i lerle­ memesinin sebebi din değil, çökertici bir Devlet baskısı ve menfur bürokrasi istibdadıdır. Bugün yirminci asrın orta­ s ı n d a b i l e , bu baskı T ü r k ü n , d a h a mektepten ve kışladan itibaren, omuz­ larına çökmeye başlamakta ve bu is­ tibdat bugün b i le Türk ferd i ne ömrü boyunca nefes aldırmamaktadır" (Baş­ gil, 1 960b: 457 d i pnot: 1 ). DP'YE ELEŞTİRİLER Başgil, aradığı l iberal demokratik idare­ yi Türkiye'de hiçbir zaman görememiş­ tir. OP yöneti minin e l l i lerin ortalarına doğru, haklar ve hürriyetler alanında kı­ sıtlayıcı düzenlemeler yapmaya ve kü­ çük bir grubun kontrolünde, istişareye kapalı bir yol izlemeye başlaması parti­ yi destekleyen aydınların desteklerini çekmesine yol açmıştır. Bu dönemde

A

L

z

M

yapı la n düzenlemelerin siyasi l i bera­ l izmle hiç bağlantısı yoktur (Ahmad, 1 994: 7 1 ). Başgil 2 7 Mayıs darbesi n i müteakiben kaleme aldığı b i r yazısında DP'nin iktidar günlerinde CHP'nin izin­ den gittiğini yazar. 1 955 Mayıs' ında İz­ mir' de verdiği bir konferansta Mende­ res Hükümetini eleştirmiş ve konferan­ s ı n ı şu c ü m l e l er l e ta m a m l a m ı şt ı r. " ... Hükumetin işlediği hatalar o derece olmuştur ki, demokrasimizin geleceği için hiçbir ümit bırakmamaktadır. Ben yar ı n ı m ı zd a n e m i n değ i l i m " ( B aşgil, 1 96 6 : 1 1 3 ) . Başgil'e göre D P iktidar günlerinde C H P'nin izinden gitmiştir. " 1 950 Mayıs seçimlerinden sonra ken­ disini adeta sürülmüş bir tarlanın başın­ da tepilmiş ve çiğnenmiş yol arayan bir yolcu durumunda buldu. Ve kendisin­ den evvelki iktidarın yürüdüğü tepilmiş yoldan gitmeyi (cehd-i ekal) kanuna da­ ha uygun buldu" (Başgi l, 1 960; 1 1 3). Başgi l'in 27 Mayıs'tan birkaç sene ön­ ce kaleme aldığı yazısında ise Türk siya­ si hayatında genelde parti genel başkan­ larının konumunu ve özelde iktidar par­ tisi genel başkanlarının büyük gücünü demokrasi için tehdit, anayasada siyasi iktidarı sınırlayacak teminatların olma­ masını önemli bir eksiklik olarak gör­ müştür: "Memlekette isim başkal ığıyla şef idaresinden kurtulamamıştır." Ü l ke "seneler boyunca ağır bir baskı rejimi

"Siyaset yapmak, siyasi partilerin ehliyeti dahilinde ve onlara aittir. Siyasi parti ma­ hiyet ve hüviyetinde olmaksızın ve siyasi partilerin tabi bulunduğu düzenlemeler içinde ve bir siyasi statüsünde olmaksızın hiçbir kurum siyaset yapamaz. "43

sız, sınıfsız" bir kitle haline getirmekti.

Bu depolitizasyon programının bir he­

ni. . . kaderde, kıvançta ve tasada ortak bö­

Bu anlamda Tek Parti döneminin dayanış­ macı korporatizminin yeni anayasanın da temelini oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz. Nitekim, Danışma Meclisi Anaya­ sa Komisyonu'nun hazırladığı anayasa taslağının başlangıç kısmı "Tüm fertleri­

defi de bireyleri mümkün olduğu kadar

lünmez bir bütün, milli şuur ve ülküler

farklı siyasi ideoloj iler etrafında toplan­

etrafında

maktan alıkoymak ve toplumu "imtiyaz-

bir kitle etrafında toplayan"44 bir anlayışı

imtiyazsız ve sınıfsız kaynaşmış

T Ü R K I Y E ' D E

A N A Y A S A C I L I K

(... ) yaşamıştır ve hala yaşa(maktadır)." Bunun sebebi anayasanın eksik sistemi­ dir, anayasayı değiştirmeyen DP iktidarı­ dır. Parti demek "şefler silsi lesi demek­ tir" ya da "Meclis Hükümeti bir şef hü­ kü metid i r. " Bu sistem l e "Memlekette halk hakimiyetinin yerini şef hakimiyeti almaktadır" (Başgil, 1 960: 54-55). Başgi l'e göre demokrasinin yozlaş­ m ı ş, bozu l m u ş h a l i "demagoj i"d ir.7 1 924 Anayasası'nın çok part i l i siyasi hayat içinde uygulanması demokrasiyi demagoj iye saplayabi l i r. Başgil, bu ihti­ mali dışlamak için 1 946- 1 950 arasında yaptığı eleştirileri bu dönemde de tek­ rarlamıştır (1 956). Yasama organ ının sı­ nırsız bir güce sahip oluşunu, bu orga­ nı frenleyecek kurumların bulunmama­ sını (Başgil, 1 960 : 5 3-56), ikinci mecli­ sin ve Anayasa Mahkemesi'nin bir ihti­ yaç olduğunu (Başgil, 1 960: 72, 77) yi­ ne vurgulamıştır. Bununla birlikte ana­ yasa n ı n sadece kurumsal eks i k l ikleri yoktur. B u anayasayla hak ve hürriyet­ ler hukuken korunamaz. Hatta Anaya­ sa Mahkemesi kurulsa bile bu anaya­ sayla fonksiyonunu tam yerine getire­ mez, kusur Anayasa Mahkemesi ' n i n yokluğundan değil pek çok hak v e hür­ riyetle i lgil i tanımın yapılmamasından, sosyal politika ilkeleri olarak kabul etti­ ği anayasanın ikinci maddesinde sırala­ nan ilkelerin (altı ok) hukuksal tanımla-

H A R E K E T L E R i

V E

L i B E R A L i Z M

rının olmamasından kaynaklanmakta­ dır (Başgil, 1 960: 62-63). Şüphesiz bütün bunlar kapsaml ı bir anayasa deği şikl iği gerektirmektedir. Başgil bu değişikliklerin DP çoğunluğu­ nun egemen olduğu mevcut meclis ta­ rafından gerçekleştirilmesine, yapılacak değişikl iğin bu partiye mal edi leceği gerekçes iyle karşı ç ı k m ı ştır ( B aşgi l , 1 960: 67). B u duyarlılık 1 954 seçimle­ riyle oyların %57'sini alan DP'nin kar­ şısında CHP'nin oyların %36'sını alma­ s ı na rağmen seçim sistemi yüzünden sadece 3 1 sanda lye ç ı ka r m a s ı n d a n kaynaklan ı r (Ahmad, 1 976: 1 22). Kuv­ vetle mu htemel bu tablodan dolayı Başgil anayasa değişikliğinin bir "Kuru­ cular Mecl isi" tarafından yapılmasını teklif etmiştir. 1 924 Anayasası yanında yürürlükteki "ekseriyet sistemine" daya­ nan seçim kanununun da siyasi sistemi çoğunlukçu demokrasiye dönüştürdü­ ğünün farkında olmakla birlikte n ispi temsil sistemine geçişe de karşı çıkmış­ t ı r. Ona göre ekseriyet sistem i adalet duygusunu rencide eder, ama bu sis­ temde "kuwetli bir demokratik mantık" da vardı r (Başgil, 1 96 1 : 1 98-1 99). SONUÇ Başgi l'i Türkiye'deki zayıf " l iberal ge­ leneğe" bağlamam ızın en önem l i se-

dile getiriyordu. Her ne kadar bu ifadele­

devlette özgürlüğün büyük fedakarlıklar­

rin "imtiyazsız ve sınıfsız" bölümü anaya­ sanın nihai şeklinde yer almamışsa da so­

sınırlayan otorite bile hiçbir anayasada

da bulunması gerekir; ancak özgürhiğü

lidarist anlayış baştan sona anayasa met­

hiçbir zaman mutlak ve denetimsiz bir

nine sinmiştir.

hale gelemez, gelmemelidir. "45 Bu tespit­

Otoriter özüne rağmen 1 982 Anayasa­

ler, özgürlük otorite dengesinde açıkça

sı'nın tercihi biçimsel de olsa "liberal de­

ikincisinden yana tavır alan 1982 Anaya­

mokrasi"dir. David Hume'un işaret ettiği

sası için de geçerlidir. Anayasanın siyasal

gibi, her devlette "otorite" ile "özgürlük"

felsefes ini gösteren "Başlangıç" kısmı,

arasında açık ya da gizli ama sürekli bir

"bu Anayasada gösterilen hürriyetçi de­

mücadele söz konudur. Hume'a göre "her

mokrasi" i fadesine yer vererek bir anlam-

297

L

298

B

R

bebi yazdıklarıyla fi il ve hareketleriyle devlet otoritesin in, bu otoriteyi kulla­ nan siyasi iktidarın, parlamentonun ve bürokras i n i n s ı n ı rland ı rı lm a s ı n ı iste­ mesi ve her türlü d iktatörlüğe, otoriter ve tota l iter rej im lere, faşizme ve ko­ mün izme karşı duruşudur. Başgi l'in li­ beral dönemi fikri hayatının ikinci kıs­ m ı d ı r. İ l k k ı sm ı nda "otoriter-camiacı bir demokrasi" an layışının savunucu­ luğunu yapmış, özel likle İ kinci Dünya Savaşı sonrasında tedricen l iberal de­ mokrasiyi benimseyen makaleler kale­ me almıştır. Uzun yazı hayatında ken­ di otokritiğini yapmaktan kaçınmıştır. Başgil'in entelektüel hayatı üzerinden bir Tek Parti dönemi aydınının dünya­ n ı n ve ülkenin yaşadığı değişim süreci­ ne uyum sağlama s ı n ı okumak müm­ kündür. Başgil bir siyasi liberaldir, bu alanda güçlü ve etki l i bir söylemi vardır. An­ cak l ibera l izmin iktisadi yönü üzerinde o kadar durmaz, özel mülkiyeti savun­ makla birlikte kendi tabiriyle "bir içti­ mai siyaset prensibi" olan devletçiliğin aleyhinde de değildir. ikinci Dünya Sa­ vaşı sonrası Avrupa'da gel işen sosyal devlet fikri nin etkisi görüşlerinde hisse­ dilir (Başgil, 1 960: 97) . Siyasi liberaliz­ mi içinde, adem-i merkeziyetçi fikirlere yer vermemiştir. Oysa takdir ettiği, din­ lenmek, Türkiye'den uzaklaşmak iste-

da liberal demokrasinin evrensel kabul edilen ilkelerinin "milli" gözlükle görül­ mesi gerektiğini hatırlatmaktadır. Ayrıca başlangıç, bu milli "hürriyetçi demokra­ sinde bireylerin sahip olabilecekleri dü­ şünce ve inançların da sınırını çizmekte­ dir. Başlangıca göre, "Türk milli menfaat­ lerinin, Türk varlığının Devleti ve ülke­ siyle bölünmezliği esası nın, Türklüğün tarihi ve manevi değerleri nin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve mede-

A

L

z

M

diğinde tercih ettiği bir ülke olan İsviç­ re' n i n adem-i merkezi idare şek l i n i n bizzat şah idi olmuş, görmüş v e yazmış­ tır (Başgil, 1 96 1 : 1 49- 1 52). Türk idari sisteminin merkeziyetçi yapısını eleşti­ rirken, devletçiliğin bu yapının yoğun­ luğu ve derecesi üzerindeki artırıcı et­ kilerini sorgu lamış, değerlendirmiş; bu­ n u n l a birl i kte devlet iktidarı n ı n mer­ kezden taşraya doğru dağıtı lması gibi bir talebi olmam ıştır. Başgi l 27 Mayıs darbesine ilk günlerinde karşı çıkmaya­ rak; hatta meşru göstermeye çal ışarak hareketi onaylamış, yukarıda sözünü ettiğimiz vatandaşlara tan ı n a n isyan hakkının vatandaşlar dışında bir güç ta­ rafı ndan kullanı lmas ı n ı kendi l i beral demokrat çizgisi içine sığd ı rabilmiştir (Önder, 200 3 : 292). Bu tutumu onun muhafazakar, kargaşalığa karşı otorite taraftarı eği l i m i n i n göstergesidir. Çok kısa bir süre sonra ise MBK'nın ve onu destekleyen çevrelerin yak ı n takibine maruz kalmış, farkl ı müeyyidelerle yüz yüze kalm ıştır. Başgi l'in l iberal demokrat çizgisinde m i ll iyetçi bir renk her zaman için var olmuştur. Birinci Dünya Savaşı'na bil­ fi i l katı lm ış, dört yıl Kafkasya cephe­ sinde savaşmış bir Türk aydınıdır (Baş­ gil, 1 990: 30-36). Yaşanmış bu tecrü­ be, fikir adamı kimliğinin tamamlayıcı bir parçası olmuştur.8 1 963'te kendisi-

niyetçiliğinin karşısında", hiçbir faaliyet ( 200 l'e kadar "düşünce ve mülahaza") "korunma göremeyecek"tir. Başlangıcın bu hükmü, diğer düşünce ve ideolojiler karşısında resmi olarak korunan ve öz­ gürlüklerin alanını belirleyen bir "Anaya­ sa ideolojisi"nin varlığını ilan etmektedir. 196 1 Anayasası'nda olduğu gibi, "Ana­ yasa ideoloj isi"ne aykırı davranan siyasi partilere yaşama hakkı tanımayan "mili­ tan demokrasi" anlayışı da mevcut ana-

T Ü R K I Y E ' O E

A N A Y A S A C I L I K

n i "memleketçi, m i l liyetçi, maneviyat­ çı ve terakkici muhafazakar" olarak ta­ n ı m l a m ıştır ( Ba şg i l , 1 990: 1 1 9) . Ka­ n ı mca Başg i l ' i n muhafaz a karlığı ve m i l l iyetç i l iği l ibera l demokratl ı ğ ı n ı n denetiminde olmuştur. Başg i l ' i n ö l ü ­ münden sonra Türk iye'deki sağ gele­ nek üzerinde etkisi kaybolmuştur. En çok baskı yapan i k i eseri Gençlerle

H A R E K E T L E R i

V E

L i B E R A L i Z M

Başbaşa (29 baskı) ve Din ve Laiklik (7 baskı) isimli eserleridir (Aşçı, 2000) . Liberal demokrat yönünün açığa çıktı­ ğı makalelerinin yer aldığı derleme ki­ taplar unutulmuş ve i h m a l e d i l m i � . Türk sağı insan hakları ve hürriyetleri f i k ri n i i ş leyen g ü ç l ü f i k i r a d a m l a r ı u z u n zaman ç ı kara m a m ı şt ı r (Akyo l , 1 997: 1 1 9-1 20). D

DiPNOTLAR Başgil'in hayat hi kayesi ve muhafazakar yönü için bkz. (Önder, 2003), mill iyetçiliği için (Akyol, 2002: 740-742) 2

Başgil'in Türkçe konusundaki hassasiyetini meslek hayatının önceki yıllarında da dile getirmiş (Birinci ... 1 99 1 : 4 4 1 ) .

3

Başgil, on sekiz sene sonra bu bağdaştırma çabasını hatırlarken başarılı olup olmadı· ğından emin değildir (Başgil, 1 960: 64).

4

Taha Akyol'a göre Başgil "liberal devle!'' kavramını demokrasiye geçiş döneminden sonra savunmakla birlikle (1 946) 1 939'daki Maarif Şura'sında "otoriterlik karşıtı-liberal yaklaşımıyla" dikkat çeker (Akyol, 2002 : 740) . Bu görüşlerin ne olduğunu Akyol özel olarak açıklamamıştır. Şura zabıtları incelendiğinde kuvvetle muhtemel tek dev­ let kitabı meselesini dikkate alarak bu yar­ gıya varmıştır denebilir (Birinci ... : 1 99 1 ) .

5

Söz konusu kitapçıktaki görüşleri önce Tasvir gazetesinde kaleme a l m ı ş ( 1 945 Haziran), bu yazılara paralel bir konuşma­ yı 1 947'de kışı sonlarında Eminönü Hal-

299

kevi'nde yapmış Vaıan'da aynı sene mayıs ayında da, bu konuyu işlemiştir (Başgil, 1 961 : 238, 252). 6

Aynı dönemle ilgili Kazım Berzeg'in tespit­ leri Başgil'e paraleldir. Berzeg'e göre DP iktidara geldikten sonra bürokratların de· netimine girmiştir. "Bürokratların egemen olduğu siyasi parti, ister istemez, bürokra­ tik hiyerarşi ve emir kumanda ile yönetim zihniyetine içine girer. ( ...) Türkiye'de parti içi demokrasinin olmamasının lider sulta­ sının nedeni, partilerin bürokrasi tasalludu altında bulunmasıdır" (Berzeg, 1 996: 21 ) .

7

•Aldatılmış ve ifsad edilmiş bir ekseriyeti basamak yaparak yükselmiş ve sırf hayvani hırslarını tatmin için hükümet makinesini ele geçirmiş ayak takımı �rlatanlar idaresi­ ne (demagoji) denir" (Başgil, 1 961 : 26).

6

Ortayl ı'nın şu tespiti bu tutumu belki daha iyi açıklar: "Türk kimliği, şuuru, tarih kita­ bı okutarak, tarihi piyes seyrederek, şiirle, müzikle oluşmuş bir şey değildir. Doğru­ dan doğruya kan, ateş ve kavga ile oluş­ muştur" (Ortayl ı , 1 99 5 : 1 73).



yasada m u hafaza edi l m i ş t i r. A nayasa Ma h kem esi ' nin "ideoloji-eksenW yakla­ şımının katkısıyla, 1 982 Anayasası döne­

si'ne aykırı bulunan p artil e rin Anayasa Mahkemesi tarafından yeniden yargılan­ maları bu sorun lard a n biridi r. D a h a

minde çok daha fazla parti kapatılmış­

önemlisi, AlHM'nin partileri "koruyucu"

tır.46 Kapatılan partilerin Avrupa lnsan

yöndek i genel tavrı siyasi partiler lehine yapılan anayasal değişikliklerde etkili ol­

Hakları Mahkemesi'ne (A IHM) başvur­

maları ve mahkemenin de biri hariç bü­ tün başvuruları Türkiye aleyhine sonuç­ landırmış olması anayasal açıdan yeni so­ runları da beraberinde g et i rm i şt ir. Kapa­ tılmaları Avrupa İnsan Hakları Sözleşme-

muştur. Mahkemenin Türkiye aleyhine

farklı hak ve özgürlüklerin ihlali iddi­ ası yl a yapılan başvurular üzerine verdiği kararlar da anayasa l ve yasal değ iş i klikle­ ri beraberinde g e ti rmi ş ti r. Gözaltı sürele-

B

300

R

A

L

z

M

rinin kısaltılmasından, Devlet Güvenlik

1982 Anayasası MGK gibi kurumlar yo­

Mahkemeleri'nin önce yeniden düzen­

luyla, siyasal olanı sınırlamış ve siyaseti

lenmesi ardından da tamamen kaldırıl­

kuşatan bir "devlet hukuku" oluşturmuş­

masına, ölüm cezasının kaldırılmasından

tur. Bu haliyle anayasa "devletin ve olağa­

ifade özgürlüğüyle ilgili iyileştirmelere

nüstü yollardan dayatılan bir "devlet ana

kadar temel hak ve özgürlükler konu­

hukuku"nun "siyasal"a kesin bir şekilde

sunda yapılan bir dizi anayasa değişikli­

elkoyma isteğini yansıtmaktadır."48

ğinde AIHM kararlarının ciddi katkıları

Anayasa, 1961 Anayasası'na oranla sı­

bulunmaktadır. Ancak hemen belirtmek

nırlamalara daha fazla yer vermesine kar­

gerekir ki, AIHM'nin bazı kararları da öz­

şın, siyasal iktidar karşısında bireysel hak

gürlükleri kısıtlayıcı hüküm ve uygula­

ve özgürlükleri güvenceye alırken önceki

malara izin verir niteliktedir.47 Strasbo­

anayasayla aynı sistematiği izlemiştir. Da­

urg Mahkemesi'nin bilhassa laiklik ilke­

ha da önemlisi, yapılan anayasa değişik­

sine aykırılık iddiasıyla hakları ve özgür­

likleriyle 1 982 Anayasası temel hak ve

lükleri sınırlandınlanlara pek de sempa­

özgürlüklerin korunması bakımından

tik olmayan yaklaşımı, Türkiye'nin ken­

1961 Anayasası'na yaklaşmıştır.

dine has, "ülke gerçekleri" retoriğinden beslenen ve anayasa ideolojisine yasla­ nan "milli hürriyetçi" demokrasi anlayı­ şını pekiştirici bir işlev görmektedir. Bu

AVRUPA BIRLICI, ANAYASAL DECIŞIKLlKLER VE LiBERALiZM

da hiç kuşkusuz, Türk tipi "liberal de­

1982 Anayasası'nda yapılan bir dizi deği­

mokrasi" nin, Batı ülkelerinde uygulanan

şiklik, "özgürlük" ile "otorite" mücadele­

ve en azından normatif ilkeleri konusun­

sinde birincisini daha fazla korumaya yö­

da "evrensel" geçerliliği ileri sürülen bir

neliktir. Bu aslında 1 9 6 1 Anayasası'nın

"liberal anayasacılık"la eklemlenmesini,

yaşadığı değişim çizgisinin tersine çevril­

engelleyici değilse eğer, geciktirici bir et­

mesi veya kırılmasıdır. Önceki anayasada

ki doğurmaktadır.

yapılan değişiklikler anayasayı "liberal "

Kurumsal anlamda da 1982 Anayasası, 196 1 Anayasası'nın başlattığı geleneği ta­ kip etmiştir. Siyasal iktidarı sınırlayacak "özerk" kurumlar uygulamasına kısmen son verilmiştir, ancak sivil ve asker bü­ rokrasinin ulusal iradeyi denetlemesini mümkün kılan kurumsal unsurlar varlık­ larını devam ettirmiştir. Seçilmemişler, et­ kileri ve siyasal ağırlığı artırılmış bir or­ gan olan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) üzerinden sivil siyaseti denetimi uç nok­ talara taşımışlardır. Nitekim "postmodern darbe" olarak bilinen ve dönemin hükü­ metinin görevi bırakmasıyla sonuçlanan 28 Şubat müdahalesinin baş aktörü MGK olmuştur. Böylece siyasal sistem içerisin­ deki "bürokratik iktidar" ve "siyasal ikti­ dar" arasındaki ayrışma ve birincisinin ikincisini denetimi anayasal düzlemde görünür kılınmıştır. Başka bir deyişle,

çizgiden uzaklaştırmış, "otorite"nin alanı­ nı genişletmişti. Oysa mevcut anayasada yapılan değişikliklerin yönü "özgürlük" doğrultusundadır. Anayasa şu ana dek dokuz kez değiştirilmiştir. Ancak bu de­ ğişikliklerden liberalleşme bakımından belki de en önemlileri , 1 99 5 , 2001 ve

2004 anayasa değişiklikleridir. 1995 anayasa değişiklikleri, hak ve öz­ gürlükler bakımından getirdiği özgürlük­ çü açılımların yanında esasen simgesel olarak önemlidir. Bu değişiklikler, belki de ilk kez "sivil irade"nin anayasada kök­ lü sayılabilecek değişiklikler yapabilece­ ğini gösteren önemli bir adımdır. 1 995 değişiklikleriyle anayasanın "Başlangıç" kısmından 12 Eylül askeri müdahalesini haklılaştırmaya yö nelik ifadelerin çıkarıl­ , ması ve "Kutsal Devlet"in "Yüce Devlet" ile ikame edilmesi reel güç ilişkilerinde

T Ü R K I Y E ' D E

A N A Y A S A C I L I K

H A R E K E T L E R i

V E

L i B E R A L i Z M

çolf fazla değişiklik yaratmamış olsa da sembolik olarak önemlidir. 2001 anayasa değişiklikleri de anayasa­ nın liberalleşmesi yönünde atılmış önem­ li bir adımdır. 1982 Anayasası'nı yapan­ lar, önceki anayasayı biçimsel olarak ta­ kip etseler de ruhundan mümkün olduğu kadar kaçmaya çalışmışlardır. Ancak bu "ruh" ne siyasileri ne de anayasa üzerine yazıp çizenleri rahat bırakmıştır. Hemen her fırsatta önceki anayasanın ne kadar "özgürlükçü" olduğundan, "insan hakla­ rına dayanan" bir siyasal rejim kurduğun­ dan, siyasal iktidara "hakların özü"ne do­ kundurtmadığından, oysa yeni anayasa­ nın "otoriter" olduğundan, devleti "insan haklarına (sadece) saygılı" olarak tanım­ ladığından, hakların " özüne dokunma­ ma" ilkesine yer vermediğinden dem vu­ rulmuştur. Sonuçta, siyasal bilinçaltında bastırılmaya çalışılan 61 ruhu fırsat bul­ duğU her ortamda kendisini hissettirmiş­ tir. Nitekim, bu ruh çağırma seansların­ dan birinde, 1961 Anayasası'nın ruhu 1 2 Eylül Anayasası'nın bedenine girmeyi ba­ şarmışur. Bu anlamda 2001 anayasa deği­ şiklikleri bir "anayasal reenkarnasyon" olayıdır. Böylece, Türk aydınının ve siya­ setçisinin yaklaşık yirmi yıldır bilinçaltın­ da taşıdığı, zaman zaman açığa vurduğu anayasal kompleks de büyük ölçüde aşıl­ mış oldu. Ne de olsa, artık "öze dokun­ ma" yasağını (maddenin mantıksal yapı­ sına pek uymasa da) 1 3. maddeye, "insan haklarına dayanan devlet" ifadesini de 14. maddeye şırınga etmiştik. Anayasal bir kompleksten azade olma­ nın toplumsal ve siyasal psikoloji bakı­ mından getirdiği rahatlama elbette önem­ lidir. Fakat daha önemlisi yapılan deği­ şikliklerin içeriğidir. 2001 değişiklikleri ile bir yandan Milli Güvenlik Kurulu'nun sistem üzerindeki etkisi azaltılmaya çalı­ şılmış, diğer yandan da temel hak ve öz­ gürlüklere yönelik sınırlandırmalar hafif­ letilmiştir. Bu bağlamda anayasanın 1 3 . maddesi bütün haklar i ç i n geçerli olan

301

Serap Yazıcı, Türkiye'de Askeri

Müdahalelerin Anayasal Etkileri başlıklı çalışmasında (1997), ordunun, demokrasiye geçişte teminat altına aldı(rdı)ğı "çıkış garantilerini" inceler. Ordunun temin ettiği "anormal" Anayasal yetkil.er ve güvenceler, her darbenin ardmdan biraz daha artmıştır.

genel sınırlama temellerine yer veren bir madde olmaktan çıkarılmıştır.49 2004 anayasa değişiklikleri, 2001 çizgi­ sini devam ettirmiştir. Kadın-erkek eşitli­ ğinin hayata geçmesi için devlete yüküm­ lülük düştüğünün vurgulanması, anaya­ sadan ölüm cezasıyla ilgili hükümlerin çı­ karılması, basımevi ve eklentileri ile basın araçlarının müsadere edilmeyecet;ine dair düzenleme yapılması, temel haklar ala­ nında uluslararası sözleşmelerin kanunla­ ra üstünlüğünün kabul edilmesi, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kaldırılması, Yüksek Öğretim Kurumu'na Genelkur­ may'ın üye gönderme uygulamasının so­ na erdirilmesi ve askeri harcamaların sivil denetime açılması şeklindeki anayasal de­ ğişiklikler liberalleşme ve demokratikleş­ me bakımından önemli adımlardır. 2001 ve 2004 anayasa değişikliklerinde,

B

302

R

bu değişikliklerin neleri kapsadığı mesele­ si kadar anayasal değişikliklerin arkasında­ ki dinamik(ler) de önemlidir.50 Bu değişik­ liklerin temel hedefi Avrupa Birliği'ne tam üyelik sürecinde Türk Hukuku ile AB Hu­ kuku arasındaki uyumsuzlukları ortadan kaldırmaktır. Bu nedenle yapılan değişik­ likler kamuoyunda "uyum paketi" olarak anılmaktadır. Elbette, Türk anayasacılığın­ da dış faktörlerin belirleyici bir rol oyna­ ması yeni değildir. Tanzimat'tan bu yana hemen her anayasal girişimde doğrudan ya da dolaylı olarak, az ya da çok, dış dina­ mikler etkili olmuştur. Esasen Avrupa'nın Türk anayasacılığın­ da belirleyici bir rol oynaması anayasala­ rın meşruiyet kaynağı bakımından da tu­ tarlı bir durum arz etmektedir. 1924 Ana­ yasası'nı ele alırken, anayasanın getirdiği "egemenlik" anlayışının dayandığı "asıl ad"ın "çağdaş uygarlık" kavramı olduğu­ nu belirtmiştik. Derrida'nın ABD Anaya­ sası'yla ilgili tespitlerinden yola çıkan Ga­ yatri Spivak, Türk anayasalarında imzayı atanların ve "egemenliğin kayı tsız şartsız millete ait olduğu"nu deklare edenlerin bunu "ulus adına" değil "Avrupa adına" yaptığını ileri sürmektedir. Zira Spivak'a göre buradaki "milli" onun asıl anlamın­ dan sökülüp alınan bir retoriği ifade et­ mektedir.51 Bu asıl anlamın kaynağı, yani "asıl ad" da Avrupa'dır. Avrupa Birliği, sadece Türk siyasetinin çatışma alanlarını yeniden görünür kılan bir turnusol kağıdı değil, aynı zamanda Türk anayasacılığının "liberal" yönelimini pekiştirecek bir dinamik olarak görülmek­ tedir. Bazı Avrupa Birl iği karşı tlarının, kuşkucu duruşlarını haklılaştırmak için başvurdukları "çağdaş uygarlık Avrupa'ya indirgenemez" argümanının arkasında bu "liberal" yönelimlere ve bunun doğuraca­ ğı siyasal sonuçlara duyulan tepkilerin bulunduğu söylenebil ir. Zira, hem Os­ manlı modernleşmesinin taşıyıcıları olan jön Lürklerin hem de "Türk aydınlanma­ sı" nın siyasal aktörleri olarak görülen

A

L

z

M

Cumhuriyet'in kurucularının kafalarında­ ki "çağdaş uygarlık" aynı mekansal ve kültürel adrese işaret etmektedir: Avrupa. SONUÇ YERiNE: "YÜKSEK EGEMENLiK" VE LiBERAL ANAYASACILIK "Egemenlik" konusuna şaşı bakış, liberal anayasacılığın önündeki önemli engeller­ den birisidir. Daha önce belirtildiği gibi, "çağdaş uygarlık düzeyi" anayasal siste­ mimizde egemenliğin meta[izik kaynağı­ nı oluşturmaktadır. Başka bir deyişle, si­ yasal meşruiyetin ana-göstereni bu ideal­ dir. Çoğunluğun aldığı kararları geçersiz kılmanın ya da onları gayri meşrulaştır­ manın en etkili yolu, bu kararların ya da politikaların "çağdaş uygarlık" anlayışına aykırı olduğunu ilan etmek tir. 52 Diğer yandan "çağdaş uygarlık" kavramı , siya­ sal mücadelede "ulusal egemenlik" kav­ ramını aşan, hatta onu sınırlayıcı bir şe­ kilde "yüksek egemenl ik" denebilecek bir niteliğe kavuşmaktadır. Türk siyase­ tinde zaman zaman depreşen ve "mer­ kez-çevre", "devlet-millet" ya da "bürok­ rasi-siyaset" karşıtlıklarında dile getirilen antagonizmanın temel referans noktala­ rından biri bu "yüksek egemenlik" anla­ yışıdır. "Yüksek egemenlik" , onu kulla­ nan devlet seçkinlerine siyasal seçkinle­ rin aldıkları kararları ve izledikleri politi­ kaları denetleme "görevi"ni vermektedir. Meşruiyeti kendinden menkul bu siyasal vesayet, bazen liberal anayasacılığın te­ mel unsurlarından biri olan "karşı-ço­ ğunlukçuluk" ilkesiyle, bazen de "siya­ sallaşma" korkusuyla temellendirilmeye çalışılmaktadır. 53 Liberalizm, siyasal iktidarı sınırlayarak özgürlükle ;"\ ko rumayı hedeOeyen bir doktrindir. Bu anlamda liberal siyaset te­ orisi, demokrasiyi çoğunluğun iradesine dayanan bir siyasal iktidarın sınırsız yö­ netimi olarak algılamaz. Ancak, liberaliz­ min siyasal tercihi yine de demokrasidir.

T Ü R K I Y E ' D E

A N A Y A S A C I L I K

Herkesi ilgilendiren ve etkileyen kararla­ rın çoğunluk ya da onun temsilcileri ta­ rafından alınmasına rıza gösterir libera­ lizm. Bütün demokratik anayasal model­ lerde de kural belirleme ve karar alma prosedüründe bu ilke esastır. Liberalizm, çoğunlugun müdahale etmemesi gereken bir alan olarak sadece bireysel hak ve öz­ gürlükleri görmektedir. Liberal anayasa­ cılık, "halk iradesi"ni mutlak olarak ka­ bul etmez, onu anayasal yollarla sınırlan­ dırır. Ancak liberal anayasacılık, "halk iradesi"ni, onun yerine azınlık iradesini koyarak sınırlandırmaya da karşıdır. 20. yüzyı l ı n en etkili liberallerinden Ha­ yek'in belirttiği gibi, demokratik rej imle­ rin en önemli problemi "'halk iradesi'nin onun üstünde başka bir 'irade' tesis et­ meksizin nasıl sınırlandırılacağı mesele­ si"dir.54 Hayek'in altını çizdiği bu sorunu Türk demokrasisi de çözümleyebilmiş değildir. Bizdeki sorun "halk iradesi"nin sınırlan­ dırılmasından değil, onun yerine (üzeri­ ne) başka "irade"lerin geçmesinden kay­ naklanmaktadır. Hatta bu anlamda Türk anayasal sisteminde asıl sorunun "yük­ sek egemenlik" ten gücünü alan devlet seçkinlerinin iradesini onun üzerine "halk iradesi"ni koyarak sınırlandırabil­ mek olduğu söylenebilir. Liberal anaya­ sacılığın tesisi bakımından atılması gere­ ken ilk adım budur. Demilitarizasyon ve debürokratizasyon politikaları başarılı olamadığı takdirde, "halk iradesi"nin sı­ nırlandırılması gibi söylemler hedef sap­ Lırmaktan başka bir amaca hizmet etme­ yecektir. Bir iradenin sınırlandırılabilme­ si için mantıksal olarak öncelikle böyle bir iradenin var olması gerekir. Elbette "halk iradesi"nin oluşması, sadece ku­ rumsa\ y ollarla gerçekleşemez. Bu, te­ melde siyasal kültürün beslendiği para­ digmalarda radikal bir dönüşümü gerek­ tirmektedir. Paradigmatik dönüşümün yönü de bellidir: çoğunluğun iradesinin söz sahibi oldugu ancak azınlıkta kalan-

H A R E K E T L E R i

V E

L i B E R A L i Z M

!arın hak ve özgürlüklerinin de korundu­ ğu, "halk iradesi"nin hukukun üstünlü­ ğü ilkesi gereğince sınırlandığı, devletin toplumda var olan her türlü düşünce, i nanç v e inançsızlıklar karşısında eşit mesafede durduğu, bireyin otonomisi ve tercihleri önündeki engellerin kaldırıldı­ ğı , farklı kimliklerin kendilerini ifade et­ melerinin engellenmediği, sivil, özgür­ lükçü, hoşgörülü, ve çoğulcu bir siyasal yapıyı mümkün kılacak bir siyasal kültü­ rün oluşturulması. Bu yönde ilerlemenin gereklerinden biri "sivil dinler çatışması" diyebileceğimiz uyumsuzluğu o rtadan kaldırmaktır. Ulusal "sivil din''i, evrensel değerlere yaslanan ve normatif ilkeleri üzerinde büyük ölçüde konsensüs bulu­ nan liberal anayasacılık "sivil din" inin gerekleri ışığında yeniden gözden geçir­ mek gerekecektir. Böyle bir yeniden düşünme ve siyasi kültür inşa etme sürecine girilmeden, dı­ şarıdan baskılarla yapılan değişiklikler uzun ömürlü olmayabilir. Elbette, prag­ matik amaçlarla da olsa, demokratikleş­ me yolunda atılan her adım önemlidir ve temel unsurlarını belirttiğimiz siyasal kültürün oluşumuna da katkıda buluna­ caktır. Ne var ki, değişikliklerin kökleş­ mesi ve demokratikleşmenin pekişmesi, son tahlilde ona sahip çıkacak ve her şart altında onu savunacak bir siyasal bilinci gerektirir. Bu bağlamda anayasada yapı­ lan değişikliklerle yetinmemek ve anti­ demokratik, hakları ve özgürlükleri kısıt­ layıcı hükümleri temizlemeye devam et­ mek gerekecektir. Belki de sıkça vurgu­ landığı gibi "yamalı bohça"ya dönen do­ layısıyla iç uyumunu ve tutarlılığını kay­ beden mevcut anayasa yerine, demokra­ tik meşruiyete dayanan daha özgürlükçü ve sivil bir anayasaya ihtiyaç var. Ancak unutulmamalı ki, böyle bir anayasa bile liberal anayasacılığın sadece biçimsel baş­ langıcı olabilir. Yeni bir anayasaya ihtiyaç duyulması bakımından Türk anayasacılığının gch.ligi

303

B

L

R

son nokta yeniden başa dönmek olmuş­ tur. Bu döngüsel anayasa arayışımızı daha iyi ifade etmek için galiba son sözü Eli­ ol'a bırakmak gerekecek.

A

z

Arayıştan vazgeçmeyeceğiz Ve bütün arayışlanmızın sonunda Başladığımız yere varacağız Ve ilh hez tanıyonnuşçasına. 55

M

o

DiP NOTLAR Anayasacılık kavramı hakkında bkz. Z. Arslan, •Anayasacılık", Felsefe Ansiklopedisi, A. Cevizci (ed.), cilt 1, (lstanbul: Etik Yayınları, 2003), s. 385-393.

304

1 980), 4. Baskı, (lstanbul: Afa Yayınları, 1 996), s. 92- 169. 1 1 Meşrutiyet dônemi siyasal yaşamı ve muhalefet hareketleri hakkında bkz. A. Birinci. Hürriyet ve itilaf Fırkası, (lstanbul: Dergah Yayınları, 19B6).

2

L. Siedentop, Democracy in Europe, (Londra: Penguin Books, 2000), s. 45.

3

Hemen belirtmek gerekir ki, liberal anayasacılı\')ın bir "sivil din" olarak tanımlanması, Rousseau'nun önerdi\')i ve ona inanmayanların gerekti\')inde öldürülmesini savundu\')u otoriter "sivil din" anlayışından farklıdır. Bu konuda bkz. Z. Arslan. •Anayasal Devlet ve Siyasal Tarafsızlık", E. F. Keyman (der.), Liberalizm, Dev/et, Hgemonya, (istanbul: Everest Yay ı n ları, 2002), s. 1 70-172.

1 2 Osmanlı'da anayasacılık hareketlerinin analizi için bkz. Z. Arslan, "Türk Anayasacılı\')ının Kôkenleri: Osmanlı Tecrübesi Üzerine Düşünceler", K. Çiçek (ed.), Osmanlı, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1 999), cilt 7, s. 386-394.

4

H. Bielefeldt. "Cari Schmitt's Critique of Liberalism: Systematic Reconstruction and Countercriticism", D. Dyzenhaus (ed.), Law as Politics: Cari Schmitt's Critique of Liberalism, (Durham: Duke University Press, 1 998), s. 29.

5

Bkz. Ş. Mardin, J6n Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1 908, (lstanbul: iletişim Yayınları, 1 992), s. 30 1 , • Jöntürklerin en derin özlemlerinin "hürriyet" olmuş oldu\')u do\')ru de\')ildir. Jöntürklerin en derin iste\')i Osmanlı imparatorlu\')u'nun parçalanmasını durdurmaktı. Hürriyet ancak dolayısıyla kendilerini ilgilendiriyordu. Çünkü, hürriyetin ve adaletin egemen oldu\')u bir rejimde imparatorluktan kopmak isteyen!erin sayısı azalacaktı.•

14 J. Derrida, " Declaration of lndependence", (trans. T. Keenan & T. Pepper), New Political Science, No. 1 5 (Summer 1 986), s. 10. Derrida'nın ve ondan esinlenen Spivak'ın argüman!arına dikkatimi çeken de\') erli dostum Y. Doç. Dr. Hikmet Kırıklı'ya m üteşekkirim.

6

A.g.e., s. 293.

7

Prens Sabahaddin, Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?, (yayına hazırlayan: 1. Keser), (Ankara: Liberte Yayınları, 2002), s. 16.

B

A.g.e., s. 39.

9

A.g.e., s. 4 1 . Ancak bu sôzlerin sahibi de zaman zaman askeri müdahaleleri destekleyerek, söyledikleriyle çelişkiye düşmekten kurtulama mışt ı r . Bkz. A. T. Alkan, //. Meşrutiyet Devrinde Ordu ve Siyaset, (Ankara: Cedit Neşriyat, 1 992), s. 1 95-1 96.

10 1 B76 Kanunu Esasisi hakkında bkz. R. Devereux, The Firrt Ottoman Conrtitutional Period: A Study of the Mitha t Constitution and Partiament, (Baltimore: The Johns Hopkins Press, 1 963), T. Z. Tunaya, Türkiye'de Siyasal Gelişmeler (1876- 1938): Kanun-ı Esasi ve Meşrutiyet Dônemi (1876- 1 9 1 8), 2. Baskı, (lstanbul: lstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2003), B.Tanôr, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri ( 1 789-

1 3 1 92 1 Anayasası hakkı nda bkz. E . Ozbudun, 1911 Anayasası, (Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 1 992), Tanôr, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, s. 1 72-222.

1 5 A.g.e.• s. 12. 16 Bu konuda bkz. H . Kırık, Social Change and Brodcasting Public Sphere in Turkey, (Londra: Westminster U n iversity, 1 999), basıl m a m ış doktora tezi, s. 1 6- 19. Egemenlik meselesinin anayasal düzlemde tartışıldı\')ı iki ônemli kaynak şunlardır: M . Turhan, Anayasal Devlet, 2. baskı, (Ankara: Naturel Yayıncılık, 2003), s. 335B ve Y. Ş. Hakyemez, Mutlak Mona�ilerden Günümüze Egemenlik Kavramı: Doğuşu, Gelişimi, Kavramsa/ Çerçevesi ve D6nüşümü, (An-

kara: Seçkin Yayıncılık, 2004).

1 7 Celal N uri Bey, Encümen teklifinde (27. madde) sayılan meclisin yetkilerinin •asla tahdidi" olmadı\')ını vurgulamı�ır. TBMM Zabıt Ceride/eri, Devre il, cilt 7, s. 214. 18 Güçler birli\')i, 1921 Anayasası dôneminde de hakim düşünce olmasına karşın, Birinci Meclis'te muhalefetin (ikinci Grup) zaman zaman şiddetli eleştirisine maruz kalmaktaydı. ikinci Meclis'te ise pratikte kuwetler ayrılı\')ı anlamına gelecek önerilerde bulunanlar bile kuwetler birli\')ine ba\')lılıklarını açıklıyordu. Nitekim, Kanunu Esasi Encümeni Mazbata Muharriri (raportôr) Celal Nuri Bey, cumhurbaşka nının gôrev süresinin yedi yıl olması, seçimleri yenileme ve veto haklarına sahip olmasını ôngören Anayasa Komisyonu teklifini savunurken kuwetler birli\')ini anayasanın temel ilkelerinden biri olarak takdim etmiştir. Celal N uri

T Ü R K I Y E ' D E

A N A Y A S A C 1 L 1 K

Bey'e göre, anayasanın hazırlanmasında "Tevhidi kuva nazariyesine son derece itina edilmiştir. Çünkü bu heyeti do!;)uran, bu cumhuriyeti vücuda getiren tevhidi kuva esasıdır" (TBMM Zabıt Ceridesi, il. Devre, cilt 7, s. 225). Uzun tartışmalar sonunda Meclis, "milli hakim iyet • konusunda son derece hassas davranmış, Cumhurbaşkanı'nın seçimleri yenileme, veto ve başkumandan lık gibi yetk ilerini "kuvvetler birli!;)i"ne aykırı görerek reddetmiştir. Hatta ikinci Meclis'in mebusları, "mi ll1 hakimiyet"i devretmeme konusundaki katı tutumlarını metafizik boyutlara da taşımışlardır. Saruhan Mebusu Reşad Bey'in şu sözleri ilgi nçtir: "Kanaati katiyem şudur ki farzı muhal olarak Allah Reisicumhur olsa, kati arzediyorum, kestiriyorum. (Haşa sesleri) Haşa ... Melaikei Kiram Heyeti Vekile olsa fesih selahiyetini verecek yoktur. (Alkışlar).• TBMM Zabıt Ceridesi, Devre il, cilt 7-1, s. 997. 19 G üçler ayrı l ı !;) ı ha kkında bkz. M . E rdogan, Anayasal Demokrasi, 3. baskı, (Ankara: Siyasal Kitabevi, 1 999), s. 1 35-1 39 ve Turhan, Anayasal Devlet, s. 83-88. 20 V. R. Sevi!;), Türkiye Cumhuriyeti Esas Teşkila t Hukuku, (Ankara: Ulus Basımevi, 1938), s. 289. 2 1 Ş . S. Aydemir, ikinci Adam, cilt 1 (1 884- 1 938), 5 . Baskı, (lstanbul: Remzi Kitabevi, 1 980), s. 3 1 1 . 22 F.Rıfkı Atay, Çankaya, (lstanbul: Bateş, 1 984), s. 462. Atay'a göre "Liberalizm, 1 924'de Fethi Okyar'ın Başvekilli9i i le iktidara gelmişti .... Devrimin o tehlikeli kuruluş günlerinde Okyar'ın siyası liberalizmi Şeyh Sait isyan ına kadar sürdü.• A.g.e., s. 461 . 23 Türkiye'de anayasacılı!;)ın tarihini siyasal gelişmelerle birlikte ele alan analitik çalışmalar için bkz. M. Erdogan, Türkiye'de Anayasalar ve Siyaset, 4 . baskı, (Ankara: Liberte Yayı n l arı, 2003); T. Parla, Türkiye'de Anayasalar, 3. baskı, (lstanbul: iletişim Yayınları, 2002); Y.Sabuncu, "Türkiye'de Anayasalar ve Demokratikleşme", Radikal, Cumhuriyet'in 80. Yılı Eki, 29.1 0.2003, s. 10-14. 24 Teşkilatı Esasiye Encümeni Mazbatası, Karar No. 2, Esas No. 2144, 3.2.1 937. TBMM Zabıt Ceridesi, cilt 1 6, 1 937. 25 (Hakkı Kılıço!;)lu), 1: 33, 5.2.1 937, C: 1, TBMM Zabıt Ceridesi, cilt 1 6, 1 937, s . 62. 26 A.g.e., s. 62. 27 A.g.e., s. 65. 28 A.g.e., s. 66. 29 A.g.e., s. 67. 30 R. Peker, inkılap Dersleri, 4. Baskı, (lstanbul:lletişim Yayınları, 1 984), s. 6 1 . 3 1 Aktaran: Z. Toprak, " H alkçılık ideolojisi nin Oluşumu", Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Tarihiyle ilgili Sorunlar Sempo;zyumu, (lstanbul, 1977), s. 29.

32 Aktaran S.Sertel, Roman Gibi, 2. Baskı, (lstanbul: Belge Yayınları, 1 987), s. 1 73.

H A R E K E T L E R i

V E

L i B E R A L i Z M

.B M. Belge, " Korporatizm", Radikal, 18 N isan 2004. 34 Prosedüre! demokrasi-anayasal demokrasi ayrımı konusunda bkz. J.Rawls. A Theory of Justice, (Oııford: Oııford University Press. 1 973), s. 221 -234, J.Rawls, Junice as Fairness: A Renatement, (Cambridge, Mass.: The Belknap Press of Harvard University Press, 2001), s. 145-148, M. Erdo!;)an, Anayasa Hukukuna Giriş, (Ankara:Liberte Yayınları, 2004), s. 95- 1 3 1 . 35 " M i lli Güvenlik Kurulu", Akşam, 22. 9.1 966. Aktaran: H. Özdemir, Rejim ve Asker, (lstanbul: Afa Yayıncılık, 1 989), s. 107-108. 36 Millet Meclisi Tuta nak Dergisi, Donem 1 ( 1 962), cilt 8, s. 1 90- 1 9 1 . Aktaran: Özdemir, Rejim ve Asker, s. 109- 1 1 O. 37 Bkz. F. h. Erdem, "Türkiye'nin AB'ye Tam üyelik Sürecinde Sivi l-Asker ilişkilerinin Genel GOr ü n ü m ü " , Liberal Düşünce, Sayı 32: ( G ü z 2003), s. 288-289. 38 B.TanOr, iki Anayasa 7967-7982, 3. {Tıpkı) Baskı, (lstanbul: Beta Basım Yayım Da!;)ıtım, 1994), s. 1 30. 39 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren'in Yeni Anayasayı Devlet Adına Resmen Tanıtma Programı Gereğince Yaptık/arı Konuşmalar, (24 Ekim-5 Kasım 1982). (An-

kara: TBMM Basımevi, 1 982), s. 5. 40 A g. e. , s. 6. 41 Bkz. TanOr, iki Anayasa, s. 1 54. AyRJ yönde bkz. M.Soysal, 700 Soruda Anayasanın ,f.nlamı, 6. Baskı, (tstanbul: Gerçek Yayınevi, 1.986), s. 1 90: "Özgürlü!;)ü ikinci plana iten ve Otoriteye, yani devlet gücüne, On sırayı veren 1 982 Anayasası, bireyle toplum arasında kesinlikle topl u m u, insanla devlet arasında da kesi nlikle devleti tercih eden bir anayasadır.• 42 Kenan Evren'in Konuşmaları, s. 30. 43 Ag.e., s. 4 1 . Evren, siyasi partilere yönelik vakıf, sendika gibi başka örgütlerin faaliyet alanına karışma yasa!;) ını da şöyle savunuyordu: "Nitekim, siyası partiler de sendikacılık, dernekçilik yapamayacaklar; meslek teşekkülü veya vakıflara ayrılan işlere girişemiyeceklerdir. Herkes kendi çerçevesi içinde işleyecektir. Boylece her teşekkül kendisinin ne oldugunu bilmiş olacaktır.• A. g.e., s. 4 1 . 44 Bkz. Danışma Meclisi Türkiye Cumh uriyeti Anayasa Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raparu (1/463), 30 Temmuz 1 982, s. 1 1 3.

45 D. Hume, "Of the Origin of Government", Essays, içinde s. 28. 46 Bu konuda bkz. Z. Arslan, •Anayasa Mahkemesi'nin Siyasal Partiler Politikası: 'Ve ça!;)ı'nda 'Ya/ y a da'cı Yaklaşımın Anakronizmi üzerine 8ir Deneme•, Liberal Düşünce, sayı 22 (2001): 5- 1 4 ve Z. Arslan, "Conflicting Paradigms: Poli· tical Rights in the Turkish Constitut ional Court", Critique: Critica/ Midd/e Eanern Studies, 1 1/1: 9-25. 47 Örne!;)in bkz. Case of Kalaç v. Turkey, (B. N:

305

B

R

000 20704192), 01 .07.1 997; Case of Refah Parti­ si (the Welfare Party) and Others v. Turkey, (B. N: 0004 1 340/98; 00041 342/98; 0004 1 343/98; 00041 344198), 1 3 .02.2003; Case of Leyla Sahin V. Turkey, ( B . N. 00044774/98), 29.06.2004. AIHM kararları www.echr.coe.int adresinden bulunabilir.

48 Tanôr, iki Anayasa, s. 149. 49 Bkz. Z. Arslan, "Temel Hak ve özgürlüklerin Sınırlanması: Anayasa'nın 1 3. Maddesi üzerine Bazı Düşünceler", Anayasa Yargısı, (Ankara: Anayasa Mahkemesi Yayınları, 2002), s. 2 1 623 1 . 2001 anayasa de9işikliklerinin eleştirel bir de9erlendirmesi için ayrıca bkz. M . Erdo9an, Anayasa ve Özgürlük, (Ankara: Yetkin Yayın­ ları, 2002), s. 67-75.

50 Anayasa y a p ı m ı nda ve anayasal de9işmede

306

belirleyici dinamiklerin analiz edildi9i kapsam­ lı bir çalışma için bkz. Y. Atar, Demokrasilerde Anayasal Değişmenin Dinamikleri ve Anayasa Yapımı, (Konya: Mi moza, 2000).

51 G. C.Spivak, Outside in the Teaching Machine. (Londra: Routledge, 1 993), s. 269. 52 "Ça9daş uygarlık" kavramının, siyasi ve huku­ ki (gayri) meşrulaştırmada kullanılmasının ör­ n e k l e r i n i C u m h u rbaşka n ı ' n ı n bazı yasa l a r ı

A

z

M

Meclis'e i a d e gerekçelerinde b u l m a k m ü m­ kün. Cumhurbaşkanı, büyük tartışmalara yol açan "YÖK K a n u n u " n u (28.05 .2004) ve son o l a r a k da " i l Özel i d a re s i K a n u n u " n u ( 1 0.7.2004) TBBM'ye iade ederken sundukları gerekçede "ça9daş uyg a r l ı k " kavram ı n a atıf yapmışlardır. Bkz. www.tccb.gov.tr

53 Mesela, Anayasa Mahkemesi'nin yeniden yapı­ lanması amacıyla bu mahkeme tarafından ha­ z ı r l a n a n an ayasa de9işi k l i 9 i önerisinde TBMM'nin dolaylı v e yarı-dolaylı yollarla Ana­ yasa Mahkemesi'ne uye seçmesinin öngörül­ mesi bazı siyaset ve yargı çevrelerinde yargı­ nın "siyas a l laşaca91· g e rekçesiyle ş i d d etle eleştirilmiştir. B u konuda bkz. Z. Arslan, "Ege­ menli9in iki Yüzü: TBMM ve Anayasa Yargısı i l işkisi Üzerine", TBMM tarafından 19 Nisan 2004 Tarihinde Düzenlenen "Milli Egemenlik ve Siyaset" Sempozyumunda sunulan bildiri.

54 F. A. Hayek, Law, Legislation and Liberty: A New Statement of the Liberal Principles of Justice and Political Economy, New One-Volu­ me Paperback Edition, (Londra:Routledge & Kegan Paul, 1 982), s. 6.

55 T. S. El iot, " Little G i d d i n g " , Four Quartets, (Londra: Faber and Faber, 1 959), içinde s. 48.

T U R K I Y E ' D E

A N A Y A S A C I L I K

H A R E K E T L E R i

V E

L i B E R A L i Z M

Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti H ÜS E Y İ N SA DOG L U

İkinci Dünya Savaşı'nın demokratik rej i­ mi benimseyen devletler tarafından kaza­ nılması, Türkiye'de "Milli Şef" iktidarını rej imde demokratikleşme yönünde birta­ kım düzenlemeler yapmak zorunda bı­ rakmıştı. "Çok partili hayata geçiş döne­ mi" diye adlandırılan bu göreli özgürlük ortamında yeni siyasi partiler yanında, re­ jimin hak ve özgürlükler pratiğine cidd i eleştiriler getiren Hür Fikirleri Yayma Ce­ miyeti gibi dernekler de örgütlenme im­ kanı buldu. Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti, birkaç aylık hazırlık döneminden sonra resmi i ş l e m leri n i de tamam laya r a k 1 Ekim 1 947'de kuruld u . İ stanbul Val i l i­ ği'ne verdiği kuruluş bildirisi ve tüzüğüne göre Cemiyet, siyasi cereyanların dışında kalacak, amaçlarını gerçekleştirmek için konferanslar, paneller ve yarışmalar dü­ zenleyecek; görüşlerini dergi, kitap, bro­ şür ve bültenlerle yaymaya çalışacaktı. Cem iyetin kurucular kuru l u ağırl ı k l ı olarak akademisyen, hukukçu ve gazete­ ci kimlikleriyle öne çıkan isimlerden olu­ şuyordu . Ord i naryüs Prof. Dr. Ali Fuat Başg i l başta o l m a k ü zere, Atatü rk' ü n doktorluğunu d a yapan Ordinaryüs Prof. Dr. N ihat Reşat Belger, Prof. Şinasi Hakkı Erel, Prof. Ziyaeddin Fahri F ı nd ı koğlu, Prof. Tevfik Remzi Kazancıgil, İktisat Fa­ kültesi asistanlarından Osman Fethi Ok­ yar ve H u ku k Fakültesi asistan ları ndan Burhan Apaydı n Cemiyet'in a kademis­ yen grubuyd u . Türkiye'nin ilk kadın avu­ katı Süreyya Ağaoğlu, Avukat Muvaffak Benderli ve avukat M. Ali Sebük de der­ neğin kurucuları arasındayd ı . Son Posta gazetesi sahibi Sel im Ragıp Emeç, Vatan gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman ve Raif Necdet Meto gibi gazeteciler Ce-

m iyet'in kurucularındandı l a r. Kurucular arasında yüksek mühendis Enver Ada­ kan, heykeltı raş Yavuz Görey ve eski m i l letvekil leri nden Rauf Ahmet Hoti n l i gibi isimler d e bu lunuyordu.1 Cemiyet'in geçici yönetim kurulu başkanl ığına Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, başkan yardım­ c ı l ığ ı n a da Ord . Prof. Dr. N i hat Reşat Belger getiri lmişti. Yalman'ın ifadesine göre Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti, Dünya Liberaller Birli­ ği'nin Türkiye kolunu tems i l etmek üzere kurulmuştu (Yalman, 1 975: 1 20). Ancak bu tür organik bir ilişkiden Cemiyet'in ne beyannamesinde ne de tüzüğünde bahse­ diliyordu. Bununla birlikte Cemiyet'in ku­ ruluşunda önem l i rol oynayan A hmet Emin Yal man' ın 1 945'te Dünya Liberaller Birliği'nin ilk kongresine katıldığı dikkate alınacak olursa, kuruluş aşamasında Ce­ miyet'in Dünya Liberaller Birl iği ile yakın bir i l işki içinde olduğu tahmin edilebil ir. N i tekim Cemiyet Dünya Liberaller Birli­ ği'nin 8 Temmuz 1 949'da Paris'te düzen­ lenen kongresine davet edilmiştir (Hür Fi­ kirler Mecmuası, 8: 337). Cemiyet'in kuruluş gerekçesi ve anıacı, İ kinci Dünya Savaşı öncesi siyasal koşul­ lara atıfla şöyle tanımlanmıştı : "Zira bu­ gün artık aklı eren herkesçe bil inmiş olsa gerektir ki, senelerden beri milletleri fela­ ketten fela kete sürükleyen ve m i l letler içinde m i lyonlarca i ns a n ferdi n i , k l i k menfaati üzerine oturmuş, birtakım oli­ garşik k u vvetlerin esaretine m a h k u m eden amillerin başında yer yer türeyen hak ve hürriyet düşmanı ideoloj i ler gel­ miştir." Cemiyet'in kuruluş beyannamesi­ ne göre her ne kadar İkinci Dünya Savaşı l i bera l-demokratik i l keleri beni mseyen

307

L

308

1

8

E

R

ülkelerin zaferiyle sonuçlanmış olsa da, total iter ideolojiler bütün insanlığın huzur ve refahını tehdit etmeye devam ediyor­ du. Son derece küçük bir azınlık tarafın­ dan temsil edilen sağ veya sol totalita­ rizm, varlığını sürdürebilmek için liberal düşünce ve kurumları sinsice bir şekilde gözden d üşürmeye, i nsanlığın yüksek hak ve hürriyet idealini de yıkmaya çalış­ maktaydı. Ne var ki, hemen her ülkede çoğunluğu teşkil eden geniş halk kitleleri bu totaliter ideolojilerin propagandası al­ tında hak ve hürriyetlerine olması gerekti­ ği gibi sahip çıkmıyordu. Oysa özgürlük­ leri koruma yolunda çoğunluğa sahip ol­ manın yeterli bir güvence oluşturmadığı, örgütsüz kalabalıkların örgütlü azınlıkla­ rın tahakkümü altına kolaylıkla girebildiği iki dünya savaşı arası dönemde tecrübe edilmişti . İnsan hak ve hürriyetlerinin kut­ sallığına inanan her bireyin Hmedeni ce­ saret ve feragatle" bu özgürlükleri koru­ ması gerekirdi. Hür Fikirleri Yayma Cemi­ yeti, total iter eğilimlere karşı özgürlükle­ rin müdafaasını yapmak isteyen hürriyet­ perver vatandaşların bir "faaliyet muhiti" ve "hizmet kadrosu" olarak tasarlanmıştı. Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti, kurulu­ şundan yaklaşık bir yıl sonra yayın organı olarak Hür Fikirler Mecmuas(nı yayımla­ maya başladı . İlk sayısı Kasım 1 948'de yayımlanan derginin yayın kurulu M. Ali Sebük, Nesteren Dirvana ve Osman Fethi Okyar'dan oluşuyordu . Cemiyet'in baş­ kanı Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, aynı zamanda Hür Fikirler Mecmuası'n ı n da sahibi olarak görünüyordu . Derginin yazı işlerini ise fiilen Kemal Cündibeyoğlu yü­ rütüyordu (Hür Fikirler Mecmuası, 1 : 2). Popüler olduğu kadar akademik hüviyete sahip Mecmua'dak i yazıların büyük bir bölümü Ali Fuat Başgil, Ahmet Emin Yal­ man ve Burhan Apaydın gibi kurucu üye­ ler tarafından kaleme alınmakla birl i kte dergi, Cemiyet üyesi olmayan yazarlara da açıktı. Hür Fikirler Mecmuas(ndaki yazılarda, Türkiye'nin hak ve özgürlükler rejimi, ge-

A

L

I

Z

nell ikle Anglo-Amerikan dünyasındaki uygulamalarla karşılaştırılarak liberal bir eleştiri süzgecinden geçiriliyord u . Hemen bütün yazarların temel hareket noktası bi­ rey özgürlükleriydi . Siyasette anayasal demokrasi nin, ekonomide göreli serbest piyasa düzeninin, eğitimde özerk üniver­ site sisteminin savunulduğu yazıların te­ melinde bireyin negatif özgürlük alanına müdahale edilmemesi yatıyordu. Cemi­ yet, Hür Fikirler Mecmuası dışında çok sayıda broşür ve kitap da yayımlamıştı. Daha çok üniversite gençl iğine yönelik olarak konferanslar düzenleyen Cemiyet, günün değişik sorunlarını tartışmaya açtı, hak ve özgürlüklerin müdafaasını yapar­ ken, gençlere liberal bir perspektif kazan­ dırmaya çalıştı. Ancak 1 95 1 'den sonra, Başgil'in Türk­ çü-İslamcı ve anti-komünist yayın organ­ larında yer alma eğilimine bağlı olarak, bir makas değişikliği kendini göstermeye başladı. Demokrat Parti iktidarından son­ ra Cemiyet içerisinde özellikle din, laiklik ve gericilik konularında su yüzüne çıkan fikir ayrılıkları, üyeler arasında çözülme­ ye yol açtığı gibi derneğin faaliyetlerini de sekteye uğratıyordu. 29 Mart 1 951 'de, bir yıldır tırmanma eğilimi gösteren "geri­ ci" hareketler Cemiyerin yayımladığı bil­ diride protesto edilirken,2 Başkan Başgil bu tür girişimleri "yaygara" olarak nite­ lendiriyordu . Türkiye'de irticanın olduğu iddiasını şiddetle reddeden Başgil, asıl amacın " 1 4 Mayıs"ın rövanşını almak ol­ duğunu savunuyordu . Bu yapay günde­ min arkasında birkaç gazetecinin ve bir kısım basın organlarının olduğunu i leri süren Başgil, Müslüman Türk halkına bu gazeteleri boykot çağrısı yapıyordu (Baş­ gil, 1 95 1 : 1 -2). 1 9S3 Şubat'ında da Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti, Başgil'in muha­ lif olmasına rağmen, "irticaya ve ırkçılığa karşı" oluşturulan Milli Dayanışma Cep­ hesi'ne katılacaktı. Cemiyet'in kurucula­ rından Ahmet E m i n Ya lman' ı n M a lat­ ya'da "gericiler" tarafından düzenlendiği iddia edilen bir saldırıda yaralanması, bu

M

T U R K I Y E ' D E

A N A Y A S A C I L I K

konudaki ayrışmayı daha da belirgin hale getirmiştir. TEK PAR Tİ YÖNETİMİNİN ELEŞTİRİSİ Hür Fikirler Cemiyeti'nin Tek Parti yöneti­ mine yönelik doğrudan eleştirileri, siyasal iktidarın bireysel hak ve özgürlüklere ye­ terince ehemmiyet vermed iği ve bireyi devlete feda ettiği noktası üzerinde yo­ ğunlaşmaktayd ı . Ya l m a n'a göre, Avru­ pa'da 1 848 Devrimleri'nden tam yüz yıl sonra demokrasi ve özgürlüğün itibarı ge­ ri gelmiş, tüm dünya kalıcı bir özgürlük idealine yelken açmıştı. Kuşkusuz Türki­ ye de bu demokrasi rüzgarından kısmen etkilenecekti; ama önemli olan özgürlük kurumunu sürekli, istikrarlı ve sağlam bir temel üzerine oturtmaktı (Ya lman, 1 948 a : 1 1 -5 ; 1 948 b: 55-6). Yürürlükteki Ceza Kanunu, Hür Fikirle­ ri Yayma Cemiyeti'ni en fazla rahatsız eden konuların başında geliyordu. Meh­ met Ali Sebük'e göre, krallık dönemi İtal­ yası'ndan iktibas ed ilerek Türkiye'de uy­ gulamaya sokulan Ceza Kanunu, İtalyan monarşizm i n i n ve Mussol i n i faşizm i n i n r u h u n u içi nde barı ndırıyord u . N itekim daha çok hükümetin menfaatlerini korur­ ken, birey hak ve özgürlükleri hiçe sayılı­ yordu (Sebük, 1 948 : 62-5). Cemiyet'i n özgürlükler konusunda Tek Parti yönetimine yönel ik en temel eleştiri­ si, Anayasa'da öngörülen temel hak ve özgürlükler teminatsız bırakılarak bir im­ tiyazlılar sın ıfı yaratı lmış olmasıyd ı . Bu noktada Cemiyet'in 1 924 Teşkilat-ı Esasi­ ye Kanunu'na yönelik ciddi bir eleştirisi yok gibidir. Ne var ki, Anayasa'nın bütün vatandaşları haklar ve özgürlükler uakı­ mından eşitleyen hükümleri, Tek Parti yö­ net i m i n i n keyfi uygulamaları nedeniyle pratikte anlamsız kalmıştı. Nitekim bu si­ yasal pratik bir yanda imtiyazlı bir bürok­ rasi yaratmış, d iğer yanda sıradan vatan­ daşların hak ve özgürlüklerinin hiçe sa­ y ı l d ı ğ ı b i r d ü ze n i ortaya ç ı ka r m ı şt ı (HFYC, 1 949: 4-5). Cemiyet'e göre 1 924

H A R E K E T L E R i

V E

L i B E R A L i Z M

Anayasası'nın birey özgürlükleri ve doku­ nulmazlığı hükümlerinin güvencesi, her şeyden önce bir siyasi terbiye meselesiy­ di. Çünkü temelde "milli bir misak" nite­ l iği taşıyan anayasalar, yönetilenlerden çok yönetenlere hitap etmeli ve yol gös­ termeliyd i . Başka bir ifadeyle anayasa hü­ kümlerini dikkate alarak iktidarı sınırlan­ dırmak öncel ikle o iktidarı kul lananların görevi olmalıydı (HFYC, 1 949: 6). Birey hak ve özgürlüklerinin temi natı olarak sadece siyasal iktidarın kendi ken­ dini sınırlamasını beklemek kuşkusuz ha­ yalcilik olurdu. Nitekim uygar ülkeler bu teminatı uygulama yasalarında ve özellik­ le de ceza mevzuatında hayata geçirmiş­ lerd i . Oysa Türkiye'de geçerl i olan ceza yasaları, anayasal hak ve özgürlükleri gü­ venceye kavuşturmadığı gibi, aksine ikti­ dar elitlerini vatandaşa karşı koruma altı­ na almıştı ( HFYC, 1 949: 6- 1 0). Cemiyet Beyannamesi'ne göre, İ kinci Dünya Savaşı'nın demokratik rejimler ta­ rafından kazanılması, Türkiye'de siyasal iktidarı birey hak ve özgürlüklerine daha müsamahalı yaklaşmak zorunda bırakmış­ tı. Oysa bütünüyle uluslararası konjonk­ türden kaynaklanan bu tavır değişikliği yasal olmadığı gibi, eskisinden daha az tehlikeli de değildi. Zira bu durumda dü­ şüncenin ne zaman ve nasıl cezalandırıla­ cağını kanun değil; iktidarın müsamaha sınırları belirleyecekti (H FYC, 1 949: 1 2). Cemiyet'in, Tek Parti yönetiminin hak ve özgürlükler rej imine yönelik son eleş­ tirisi yargı bağımsızl ığı konusu ndayd ı . Onlara göre 1 924 Anayasası açık bir şe­ ki lde yargı bağımsızlığını öngörmüş ol­ masına rağmen, uygulamada mahkeme­ lerin bağımsız olduğu söylenemezdi . Bi­ rey hak ve hürriyetlerinin en önemli gü­ vencelerinden biri olan yargı bağımsızlı­ ğı, yine Anayasa'ya aykırı bir şekilde hü­ kümete olağanüstü yetkiler tanıyan Ha­ kimler Kanunu ile öneml i ölçüde zede­ lenmişti (H FYC, 1 949: 1 4) . Tek Parti yönetiminin hak ve özgürlük­ ler rej imine yönelik kapsaml ı ve görece

309

L

310

1

B

E

R

sert eleştiriler, Ali Fuat Başgil'in dolaylı eleşti ri leriyd i . Başg i l ' i n yaz ı l arında ve konferanslarında üzerinde önemle durdu­ ğu konulardan biri, birey-devlet i l işkile­ rinden hareketle tanımladığı hükümet şe­ killeriyd i . Buna göre, bir siyasi otoritenin mevcut olmadığı "anarşi" durumu dışında iki tür hükümet biçiminden bahsedilebi­ lird i : "Liberal devlet" ve "istibdat". Vatan­ daştan hareketle tanım lanan liberal dev­ let, özgürlük ve otorite dengesini sınırlı bir iktidar anlayışı üzerine oturtmuş ve kendisini toplumun hizmetçisi sayan bir hükümet şekliyd i . İ stibdat ise, anarşinin tam tersine s iyasi otoritenin özgürlüğü boğduğu, devletin doğrudan bir amaç ha­ line getirildiği bir siyasi rejimi ifade edi­ yordu. Tüm otoriter ve totaliter rej imleri bu kategori içerisinde mütalaa eden Baş­ gil, bu hükümetlerin modernleştirici bir misyonu yerine getirdiklerine dair savun­ mayı da şiddetle reddediyordu. Ona göre ne m i lliyetçilik, ne de laiklik otoriter bir yönetimin gerekçesi olabil irdi. Tam tersi­ ne bireysel özgürlükleri ihlal eden yöne­ timler, iktidarlarını güvence altına almak için dini taassubun yerine laik taassubu, m illi bir kültürün yerine halktan kopuk muhayyel bir kültürü ikame etmeye çalı­ şan zümre i ktidarlarıydı. İ lkel ve modern, bütün istibdat rejimlerinde temel amaç, dar bir grubun iktidarda kalmasını temin etmekti. Bu anlamda vesayetçilik türün­ den savunmalar, mevcut istibdat rejimle­ rin in zulmünü örtme çabası ndan başka bir şey değildi (Başgil, 1 948 b: 1 6-7). Başgil'in hükümet şekilleri tasnifi üze­ rinden Tek Parti rej imine getirdiği eleştiri­ ler o dönem için yeni l i r-yutu lur cinsten şeyler değildi. O, Türkiye'deki siyasi reji­ min, bu sınıflandırma içerisinde nereye oturduğuna i l işkin yorumu büyük ölçüde okuyucuya bırakıyordu. Rus komünizmi­ ni ve İtalyan faşizm i n i açıkça "modern d i ktatörlük" olarak n itelendirirken, Tek Parti i ktidarı konusunda sessiz kalmayı yeğlemişti . Ne var ki, modern diktatörlük­ lerin alameti farikası sayılabi lecek yol iz-

A

L

1

Z

leri, uzağa gitmeye ihtiyaç göstermeye­ cek kadar ta n ı d ı k ge l iyordu ( B a şg i l , 1 949b: 74-5). Başgi l ' i n "modern istibdat" rej i m leri olarak nitelendirdiği hükümet şekillerinin en ayırt edici özelliği, siyasi ve sosyal ik­ tidarın hükümette toplanmış ol masıyd ı . Bu rejimlerde devlet, artık bir araç ol­ maktan ziyade, meşruiyetini kendinden a lan bizatihi bir amaçtır. Toplumda var­ lıkların ve değerlerin dağıtımı tekeline sa­ hip olan siyasal iktidar, vatandaşlar için "en iyi"yi belirleme işlevini de yerine ge­ tirir. Devlet iktidarını elinde bulunduran­ lar siyasal iktidarı bir imtiyaz olarak sa­ hiplendikleri gibi, bireylerin yaşamını fü­ tursuzca en ince ayrıntısına kadar düzen­ lemeye, hatta bireyi yeniden yaratmaya çalışırlar. Buna rağmen koydukları ölçü­ lere uymayanlar olursa "Allah ile boy öl­ çüşen bu adamlar beğendiklerini cenne­ te, beğenmediklerini de cehenneme gön­ derirler" (Başgil, 1 948 b: 1 8-9). Ali Fuat Başgi l'e göre modern istibdat rej imlerinin i ktidarları n ı güvence altına almak için başvurdukları en önemli araç eğitimdi . Onun "tek kitap usulü" olarak adlandırdığı bu ideoloj ik eğitimin amacı, bireyin bilimsel ve ahlaki gelişimini sağ­ lamak değil; onu istibdat rejiminin uyum­ lu bir parçası hJline getirmekti. Bu ne­ denle totaliter ya da otoriter rej i m lerin okullarında tartışmaya açık, sorgulamaya elverişli bir eğitim verilmezdi : "Bütün bu hizmetler için ısmarlama mektep kitapları emre amadedir. Artık mektepte politika bir spikerdir, hocalar da birer hoparlör" (Başgil, 1 949 b: 74-5). BİREY ÖZGÜRLÜKLERİ VE DEVLET Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti'nin kuruluş beyannamesine göre, bütünüyle bireyle­ rin ortak iradelerinin ürünü olan devlet, toplumun huzuru ve emniyetini sağlayan bir araçtan ibaretti. Yani yapay bir kurum [artefadJ olarak devletin bireylerden ve toplumdan ayrı bir varlığı yoktu . Bu nite-

M

T U R K I Y E ' D E

A N A Y A S A C I L I K

l iğiyle meşru iyetini birey hak ve özgür­ lüklerini koruma işlevinden alan siyasal iktidar, aynı çerçeve içerisinde sınırlı bir iktidar alanına sahip olmalıydı. Temel yü­ kümlülüklerini yerine getirmeyen ya da iktidar alanının dışına çıkarak birey hak ve özgürlüklerine müdahale eden devlet, meşruiyeti artık tartışmalı bir kurum hali­ ne gel ird i .3 Cemiyet' in benimsed iği bu devlet anlayışında klasik l i bera l izmin iç ve dış güvenlik işlevleriyle sınırlı "gece bekçisi devlet" ya da " m i n i ma l devlet" anlayışı nın izleri gayet belirgindi (Yayla, 2002 : 49). Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti'nin kuru­ luş beyannamesinde de bütün beşeri fa­ aliyetlerin dayanağın ı teşkil eden insan doğası tanımlanırken, klasik liberal felsefi anlayışa (Yayla, 2002 : 34-5) atıf yapılıyor­ du: " İ nsan; akıl nuruna ve irade kudretine sahip, iyiyi ve kötüyü seçme istidadı ve hareketlerinin mesuliyetini duyma kabili­ yetiyle mücehhez bir mahluktur." Bu te­ mel varsayımdan hareketle her bireyin doğuştan birtakım haklara sahip olduğu ve yine birtakım hürriyetleri kullanmaya eh i l olduğu savunuluyordu . Dolayısıyla medeni bir toplum varlığını, kuwete da­ yal ı bir otoriteye değil; bireylerin "idrak ve basireti"ne dayandırmalıydı. Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti'nin birey­ sel hak ve özgürlükler anlayışı da büyük ölçüde Locke'çu Doğal H a klar Öğreıi­ si'nin izlerini taşıyordu. Bireylerin siyasal toplumdan önce birtakım haklara sahip olduğu, dolayısıyla doğal hakların pozitif haklara önceliği, devletin bu özgürlükler saklı kalmak kaydıyla bireylerin ortak ira­ desiyle meydana getirild iği ve buradan hareketle siyasal iktidarın birey özgürlük­ leri alanına müdahale etmemesi çıkarsa­ ması Locke'çu liberalizmin etkisin i göste­ riyordu. Bu çerçevede bireysel özgürlük­ ler devletin müdahale edemeyeceği bir alandı ve bu alan bir çoğunluğun iradesi tarafından bile kısmen ya da tamamen hiçbir surette i h l a l ed i lemezdi . Ancak Hür F i ki rleri Yayma Cemiyeti, bi reysel

H A R E K E T L E R i

V E

L i B E R A L i Z M

haklara gösterdiği bu hassasiyeti, "birey­ sel yarar" söz konusu olunca gevşetiyor­ d u . Başka bir ifadeyle Cemiyet, hak ve özgürlükler konusunda klasik l iberaliz­ min "bireyci"; bireysel yarar konusunda ise, Neo-liberalizm'in "toplumcu" yakla­ şımına daha yakın duruyordu. N itekim bu yaklaşım klasik l iberalizmin kamu ya­ rarını, bireysel faydaların toplamı sayan anlayışa (Köker, 1 992 : 45-7) karşı çıkarak bireysel faydaya üstün ve ondan bağım­ sız bir kamu yararı anlayışını savunuyor­ du. Yani Cemiyet, sosyal adaletin piyasa içerisinde kend iliği nden gerçekleşeceği iddiasını yadsıyor ve bu durumun düzel­ tilmesi için devletin yeniden dağıtımcı bir işlev yüklenmesine açık kapı bırakıyordu. Doğal olarak bu durum, siyasal iktidarın i ktisadi hayata kamu yararı adına müda­ halesine onay vermek demekti. Cemiyet'e göre toplumda iktisadi sefa­ let yaratan nedenlerin başında ekonomi k hürriyetlerin ortadan kaldırılması ve özel­ l ikle bireysel teşebbüsün engellenmesi yer almaktaydı. Bu anlamda devletin bir girişimci olarak doğrudan piyasaya mü­ dahalesi iktisadi hürriyetleri yok ettiği için Cem iyet, bu tür müdahalelere hem toplu­ mun genel menfaati hem de bireysel öz­ gürlükler adına karşı ç ı kmaktayd ı . Bu­ nunla birlikte, sınırlı bazı alanlarda dev­ letin iktisadi faal iyet göstermesine sıcak bakılmaktaydı. Bu alanlar ancak "ferdi ve hususi teşebbüs sahası dışında kalmasın­ da hakiki ve m il li bir zaruret olan işlerle iktisadi rekabetin faydalı bir rol oynama­ sına ihtiyaç göstermeyen işlerde" söz ko­ nusu olabilirdi. Cemiyet'in iktisadi libera l izmden anla­ d ığı şey, devlet i n b i r işletmeci olarak ekonomik hayata müdahale etmemesiy­ d i . N itekim Hür Fikirler Mecmuası'n ı n iktisatçı yazarlarından Abdülhak Kemal Yörük, devletin iktisadi faaliyetleri "teş­ vik, tanzim ve himaye etmesi" ile iktisadi hayata "kurucu ve işletmeci" olarak ka­ tılmasın ı n birbirinden farklı şeyler oldu­ ğuna d i kkat çekiyordu. Bu anlamda ilki

31 1

L

I

B

E

R

milli sermayenin geliştirilmesine ve ülke­ de emekleriyle geçinen kitlelerin korun­ masına yöneli k bir tedbir iken; ikincisi özel girişim özgiirlüğünü engelleyen bir uygulamaydı (Yörük, 1 949: 1 48-9). Ben­ zer şekilde İsmet Alkan da iktisadi dev­ letçiliği bir "ölçü" sorunu olarak ele al­ makta, bireysel girişim özgürlüğünü en­ gellememek kaydıyla "mutedil" bir dev­ letç i l iğe r ı z a göstermekteydi (Alkan,

1 949: 1 75-6). BİR HZİHNİYET" OLARAK DEMOKRASİ

312

Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti'nin özgür­ lükler konusunda olduğu kadar, demokra­ si hakkındaki anlayışı da Ali Fuat Baş­ gil'in kuramsal analizlerine dayanıyordu . Başgil, öncelikle demokrasinin salt bir si­ yasal rejim olmadığının altını çiziyordu. Geniş ya da "ideal" anlamıyla demokrasi, "muayyen bir zihniyet, bir terbiye, bir ce­ miyet görüşü, bir hava ve muhittir." Hatta bundan daha da ötesi demokrasi, "insan varlığı üzerinde manevi bir değer hükmü ve yüksek bir h ayat ve saadet temennisine uzanan bir idealdir" (Başgil, 1 949 b: 1 7). Başgil'i Türkiye'de muhafazakar-liberaliz­ min önemli bir temsilcisi saymaya imkan veren bu anlayış, özelde demokrasinin, genelde tüm liberal kurumların ahlaki bir zeminde geçerlilik kazanacağı, aksi tak­ dirde yozlaşacağı ve dejenere olacağı id­ diasına dayanıyordu (Bora, 1 998: 92). Dar anlamda demokrasi ise, Cemiyet'in kuruluş beyannamesinde tanımlandığı gi­ bi salt siyasal bir rejim olarak demokrasiyi ifade ediyordu. Buna göre demokrasi, bi­ rey hak ve hürriyetlerinin en sağlıklı bir şekilde kullanılabildiği ve güvenceye ka­ vuşturulduğu anayasal bir rejimdi. Kuru­ luş beyannamesindeki ifadeyle demokra­ si: "Ekseriyetin temsil ettiği milli iradenin hür ve samimi surette belirmesi ve ekseri­ yet karşısında azlıkların kanaat hürriyetine saygı ve müsamaha gösterilmesidir." Başgil'e göre siyasal bir rej im olarak demokrasinin değeri, çoğunluğun iradesi-

A

L

I

Z

ni yönetime taşımasından kaynaklanıyor­ du. Çoğunluk iradesinin serbest bir şekil­ de ortaya çıktığı ülkelerde siyasal iktidar, bu çoğunluğun emir ve direktiflerini yeri­ ne getiren sıradan bir aygıt işlevi görürdü. Ancak Başgil'e göre demokrasi salt bir si­ yasal reji m, yani 11ekseriyet h ükümeti" olarak anlaşılıyorsa bu durumda demok­ rasinin özellikle siyasal açısından bir ada­ let ve özgürlük rejimi olduğunu söylemek güçleşecekti. Zira 11tarihte nice ekseriyet hükümetleri görülmüştür ki, memleketin azlık zümrelerine karşı yürekler acısı zu­ l ü m !er tatbik ed i l m i ştir." Bu noktada "haksızlığın ve zulmün bir şahıstan veya bir azlıktan gelmesi ile bir ekseriyetten gelmesi arasında hiçbir fark yoktur" (Baş­ gil, 1 949 b: 36). Ali Fuat Başgil'e göre, ideal anlamıyla demokrasi birbirini tamamlayan bir "öz" ve 11kal ı p"tan oluşuyo rd u . B u kavrayış içerisinde "çoğunluk esası", demokrasi­ nin sadece kalıbını, yani iskeletini oluştu­ ruyordu. İskelete hayat veren "öz" ise, demokratik "zihniyet ve terbiye" idi. Baş­ gil'in idea l anlamda demokrasinin mü­ temmim cüzü olarak takdim ettiği "de­ mokratik zihniyet ve terbiye", aynı za­ manda siyasal bir rejim olarak demokra­ sinin de en önemli güvencesiydi. Zira bu zihniyet ve terbiyenin toplumdaki somut yansıması, ayrımsız bütün insanların öz­ gür ve eşit olması gerektiği yolunda bi­ reylere telkin ettiği ahlaki kaygıyd ı . Bu haliyle demokrasi, insanlığa yeni bir ni­ zam vermeyi amaçlayan bir "adalet reji­ mi"ydi (Başgil, 1 949 b: 36-8) İdeal anlamıyla demokrasi, "kendileri­ ni kendi iz'an ve muhakemeleriyle idare etmesini öğrenmiş" bireylerden meydana gelen bir siyasal topluma muhtaçtı. Baş­ gil'in demokrasiyi son kertede bir "ahlak" ve "zihniyet" meselesi olarak takdim et­ mekle kastettiği, hayatın hemen her ala­ nında bireyin tebaa olmayı reddederek, eylemlerine kendi iradesiyle yön verebil­ meyi bir alışkanlık haline getirebilmesiy­ d i . Başgil'e göre bu demokratik zihniyetin

M

T U R K I Y E ' D E

A N A Y A S A C I L I K

mevcudiyeti veya sürdürülebilmesi, bü­ yük ölçüde ülkede uygulanan eğitim sis­ temine bağlıydı. Onun ifadesiyle: "Mek­ tepten sağlam bir hürriyet terbiyesi bekle­ yen demokrasi, mektebi hür, yani politi­ kaya karşı bitaraf ve ancak objektif haki­ katlerin nuru i le aydınlanan bir müessese kabul eder. Hayat ve cemiyete tek kitap, tek görüş ve üniformalı hakikat zaviyesin­ den bakan esir mektebi n demokraside yeri yoktu" (Başgil, 1 949 b : 72-8).4 Özetle Başgil'in siyasal düşüncesinde demokrasi i le özgürlük arasında karşıl ıklı bir etkileşim söz konusuydu. Göreli ba­ ğımsız bir değişken olarak özgürlük ide­ ali, demokratik bir siyasal kültürü besler­ ken; siyasal bir rej im olarak demokrasi de, birey özgürl üklerin i n en iyi şekilde güvenceye kavuşturulduğu rej im olarak öne çıkmaktaydı . Ne var ki, salt siyasal bir reji m olarak demokrasi, çoğunluğun siyasal azlıkları tahakküm altına alması tehlikesini kendi içinde barındırıyordu. B u noktada Başgil, klasik l iberal düşünce­ yi takip ederek, birey özgürlüklerinin si­ yasa I bir çoğunluk tarafından ihlal edi l ­ mesini önlemek amacıyla başta anayasal rej im olmak üzere b i rtakım önlemlerin alınmasını zorunlu görmekteydi . Demok­ ratik hükümetler, anayasal güvence altına al ınan hak ve özgürlüklere uymaya mec­ bur edi lmeliyd i . Buna i laveten Başgil, hak ve özgürlükler karşısında çoğunluk dikta­ sının önünü almak için "çift meclisli par­ lamento" ve "referandum" yöntem leri ni salık vermekteydi (Başgil, 1 948 b: 25-33; 1 948 a : 75-8). TÜRKÇE MESELESİ Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti'nin üzerin­ de ö n e m l e d u rd u ğ u konu lardan b i r i "Türkçe meselesi"olmuştur. Türkiye'de dil devrimineS karşı başın­ dan itibaren ciddi bir muhalefeti n varlığı b i l i n iyordu. Ancak Tek Parti i ktidarın ı n dil politikasına muhalif olan örgütlü grup­ lar eleştirilerini, diğer konularda olduğu

H A R E K E T L E R i

V E

L i B E R A L i Z M

gibi, yüksek sesle ancak 1 946'dan itiba­ ren dile getirmeye başlamışlardı. 2 3 Ekim 1 948'de İ stanbul Muallimler B i rliği'nin düzenlediği ve başka örgütlerin yanısıra Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti'nin de katıl­ dığı 1. Dil Kongresi bu alanda ilk örgütlü muhalefet hareketiydi . Kongre'de Hür Fi­ kirleri Yayma Cemiyeti adına bir tebliğ sunan Burhan Apaydın, Tek Parti yöneti­ minin d ilde özleştirmecilik politikasını l i­ beral bir eleştiriye tabi tutmuştu. Türk Dil Kurumu'nu (TDK) protesto ettiği konuş­ masında Apaydın, devletin d ile müdaha­ lesini "vatandaşların kendi dili ile konuş­ ma ve yazma hürriyeti"ne yapılmış bir müdahale sayıyordu . N itekim hükümet, TDK tarafından imal edilen "uydurma di­ li" kanun marifetiyle okullara, mahkeme­ lere ve bütün devlet dairelerine sokmaya çal ışıyordu. Bu anlamda TDK'nın çal ış­ maları yönlendirici olmaktan çok, hükü­ met desteğini arkasına a larak öğretmen ve öğrencilerin kafasına "tahtaya çivi ça­ kar gibi" cebri bir yönteme dayanıyordu. Özetle Apayd ı n ' ı n açıkça karşı çıktığı şey, özleştirmenin bir hük8met politikası olarak uygulanmasıyd ı . Oysa d ilde yeni sözcüklerin üretilmesi bütünüyle sivil bir uğra� olma l ı ve bu alan şairlere, ediplere ve yazarlara bırakılmalıydı.6 Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti, Tek Parti iktidarının uyguladığı dil politikasına kar­ şı eleştirileri ni ilerleyen tarih lerde de ıs­ rarla sürdürmüştür. Hür Fikirler Mecmu­ as(nın "Dile tahakküm, hakikatte fikre ve vicdana tahakkümdür. Bu ise, tahakküm­ lerin en ağırıdır" serlevhasıyla çıkan be­ ş i nc i sayısı b ü t ü n ü y l e h ü kümetin ve TDK'nın d i l politikasını tartışmaya ayrı l­ m ı şt ı . A rd ı n d a n C e m i yet, 1 2 Ş u b a t l 949'da üyelerini toplantıya çağırarak bu konuda özel bir kongre düzenlemişti. Bu kongreden çıkan bildiri, içerik açısından B urhan Apaydın'ın bir yıl önce 1. D i l Kongresi'ne sunduğu tebliğden çok farkl ı değildi. Tek fark, hükümetin uygulamakta olduğu dil politikası eleştirilirken, bu po­ l itikanı n uzun vadede m i l li birliği sarsa-

313

L

314

1

B

E

R

cağı yolundaki uyarıydı . Buna göre, tari­ hin süzgecinden süzülüp gelen ve bu iti­ barla m illet birliğinin temelini oluşturan dil, "öz Türkçe" maskesi altında hüküme­ tin keyfi bir müdahalesine konu olmak­ tayd ı . Cemiyet'e göre, bu durum "en az yedi asırlık bir tarih oluşundan sonra eriş­ tiğimiz bugünkü millet birliğini ve bu bir­ l iğin dayandığı mi lli şuuru, yani müşterek görüş, anlayış ve ideal varlığımızı" tehli­ keye atmaktaydı . Tek Parti yönetiminin d i l politikasına "mi lli kü ltür" temel i nde karş ı ç ı km a k, 1 93 2'den itibaren dil devrimine muhale­ fet eden milliyetçi-muhafazakar kesimle­ rin sürekl i izledikleri çizgiydi . Hür Fikirle­ ri Yayma Cemiyeti, buna ilaveten dili bi­ reysel bir hak olarak tanımlayarak konu­ yu yeni bir alana çekmişti . Burhan Apay­ dın'ın "vatandaşların kendi dili i le konuş­ ma ve yazma hürriyeti" olarak nitelendir­ diği bu hak, Türkiye'de Türkçe dışı nda kalan etn i k d i l lere müsaade edecek bir statü planlamasını değ i l ; sadece Türk­ çe'nin hiçbir devlet müdahalesi olmadan mevcut normuyla serbestçe kullanılabil­ mesini ifade ediyordu. Cemiyet'in yayım­ l adığı b i l d i riye göre d i l , "anayasal bir hak" olarak siyasal i ktidarın müdahale alanı dışında kalıyordu. Bu konuda dev­ letin görevi, mümkün mertebe "Yaşayan Türkçe"yi korumak olmalıydı. Zira "Yaşa­ yan Türkçe iktidarın malı değil, Türk mil­ letinin müşterek dili ve memleket tarihi­ nin bir mirası"ydı (HFYC, ty. : 5-9). Dola­ yısıyla vatandaşları benimsemedikleri bir d i l i kullanmaya zorlamak, sadece vatan­ daşlık hukukunu değil; en doğal insanlık haklarını da ihlal etmek demekti .

A

L

1

Z

SONUÇ İ kinci Dünya Savaşı'nın hemen ertesinde, otoriter siyasal iktidarın içeride ve dışarıda desteğini yitirmesi, bütün muhalif grupla­ rın olduğu kadar Hür Fikirleri Yayma Ce­ miyeti'nin de faaliyetleri için uygun bir va­ satı yaratmıştı. Bu ortam içerisinde Cemi ­ yet, Tek Parti iktidarının "parti-devlet" öz­ deşliği ile sürdürdüğü otoriter/totaliter yö­ netime karşı birey hak ve özgürlüklerinin müdafaasını yaptı. İ ktidarı ve muhalefetiy­ le farklı zaviyelerden toplumu tepeden dönüştürme eğiliminin hakim olduğu bir ü lkede Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti sa­ vunduğu "sınırlı devlet", "müdahale edile­ mez özgürlükler alanı" ve "kamu otoritesi­ nin tarafsızlığı" düşünceleriyle "liberal" sı­ fatını fazlasıyla hak ediyordu. Klasik libe­ ralizmin daha çok siyasal boyutunu sahip­ lenen Cemiyet, bu çerçevede aynı düşün­ cenin negatif özgürlükler anlayışına vurgu yaptı . Düşünceleri ve faaliyetleriyle siyasal iktidar üzerinde ne ölçüde baskı oluştur­ duğu bi linmez ama, en azından Başgil'in Türkiye için özlemini çektiği hatırı sayılır bir "hürriyet literatürü" oluşturdu. Ne var ki, bütün bu l iberal düşünceler 1 9SO'den sonra anti-komünizm, milliyet­ çilik ve muhafazakarlık gibi siyasal akım­ lara eklemlenerek iyice belirsiz hale gel­ m i ştir. H ü r F i ki rleri Yayma Cemiyeti ' n i Türk düşünce hayatında b i r parantez ol­ maya mahkum eden neden leri, bugün halen varlığını sürdüren siyasal ve top­ lumsal koşul larda aramak gerekir. Bu açı­ dan Ali Fuat Başgil'in demokrasiyi ve l i­ beral izmi öncelikle bir "ahlak ve zihni­ yet" meselesi olarak takdim etmesi, Tür­ kiye'de mevcut siyasal kültüre yönelik bir eleştiri olarak da okunabil ir.

D İ P NOTLAR Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti'nin Beyan­ name ve Esas Nizamnamesi, İsmail Akgün

Matbaası, İstanbul, 1 949,

s.

1 0-1 1 .

2

Cumhuriyet'in 75 Yılı (1923-1 953), cilt 1, Yapı Kredi Yayı nları, 2 . Baskı, İstanbul, 1 999, s. 308 .

M

T U R K I Y E ' O E

A N A Y A S A C I L I K

3

Hür Fikirleri Yayma Cemiyeıi'nin Beyan­ name ve Esas Nizamnamesi, s. 5 .

4

Ayrıca bkz. Ali Fuat Başgil, "Demokrasi ve Mekteplerim iz", Hür Fikirler Mecmuası, Cilt 1 , Sayı 1 0, Ağustos 1 949, s. 3 9 1 -400.

5

Bu konuda geniş bilgi için bkz. Hüseyin

H A R E K E T L E R i

V E

L i B E R A L i Z M

Sadoğlu, Türkiye'de Ulusçuluk ve Dil Po­ litikaları, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayın­ ları, İstanbul, 2003.

6

İstanbul Mua llimler Birliği Birinci Dil Kongresi (23 Ekim 1 948-3 1 Ekim 1 948), İsmail Akgün Matbaası, 2. Basım, İstanbul, 1 949, s. B-9.



315

Türkiye'de Liberal İktisadi Düşünce M U R AT K O R A LT Ü R K - C E M Ç E T i N

GiRiŞ

E

konomik krizler ve bu krizlerden çıkış yolu gibi sorunsalların Os­

manlı düşünce hayatında yer bul­ ması, Osmanlı Devleti'nin ezeli rakibi Ba­ tı karşısında yaşadığı askeri hezimetlerin neden olduğu çaresizliğin, daha da önem­ lisi duyulan eski parlak günlere dönme özleminin bir sonucuydu. Ekonomik me­ selelere de değinen ilk lahiyalara, yani re­ form projelerine bakıldığında görülecek­ tir ki; önerilen çözüm geçmişe dönmekti. Karşılaşılan sorunların nedeni "kanun-i kadim"e riayetsizli k ti ve ülkeyi içinde bu­ lunulan zor durumlardan kurtaracak olan şey de yine "kanun-i kadim"e geri dön­ mekti. Bu bağlamda Koçi Bey 163 1'de ka­ leme aldığı layihasında, tımar sisteminin ihyasını bir çözüm olarak önerdi. Katip Çelebi ise 165 2 yılında hazırladığı rapo­ runda, gösterişli yaşam arzusu yüzünden devlet gelirlerinin giderleri karşılayamaz hale geldiğini rakamlar vererek ortaya koymakta, adeta denk bütçe uygulanma" sını salık vermekteydi. Koçi Bey, Katip Çelebi ve diğerlerinde göze çarpan husus artık işlevini yitirmiş olan tımar sistemi, sikke tağşişi, vergilerin artırılması türün­ den alınan önlemlerin ve kurumların ye­ niden organize edilmesiydi. Zaten bunun ardında da ekonomik sorunu siyasI yapı-

daki bozulmanın bir yansıması olarak görme anlayışı bulunuyordu. Osmanlı Devleti egemen olduğu coğraf­ yanın tarihsel mirasını da kullanarak bir ekonomik mekanizma oluşturdu. Bu sis­ temin içinde yönetimin en fazla önem verdiği husus, mümkün olduğu ölçüde kurulan sistemin değişmeden sürdürüle­ bilirliğini sağlamaktı. Bu bağlamda bir yandan piyasada etkin bir denetimin sağ­ lanması için çalışılıp, muhtekirlere göz aç­ tınlmazken; öte yandan fiyat istikran top­ lum için amaçlanmış yine sosyal refah açı­ sından üretim, dağıtım, tüketim gibi eko­ nomik süreçler makro anlamda planlan­ mıştı. Sermaye birikimi Batı orijinli bir de­ ğerdi. Osmanlı'da ise paranın belirli eller­ de birikmesi hoş karşılanmamış, bunun engellenmesi için tedbirler alınmasına gi­ dilmişti. Klasik dönemde belki Osmanlı tüccarı dışa açık görünümdeydi, fakat sis­ tem onlann zenginl iklerinin topluma ka­ zandırılması için gerekli tedbirleri alıyor, böylelikle de bir burjuva sınıfının oluşma­ sını engelliyordu. Bu yüzden dış ticaretle zengin olanlann, tefeci ve diğerlerinin ls­ tanbul'a celep yazılarak cezalandırılması yönüne gidiliyordu Bunun yanı sıra Os­ manlı Devleti'nde sınını toplumdan ve bu arada işçi sınıfından da bahsedilememesi ekonomik yapının bir sanayi devrimine evrilmesini engelleyen etkenlerdendi.

T O R K I Y E ' O E

L i B E R A L

Kısaca ifade etmek gerekirse Osmanlı üretim tarzının içsel dinamikleri kapitaliz­ me geçişin önderliği işlevini yerine getire­ cek bir burjuva sınıfının oluşumunu en­ geller nitelikteydi. iktisadi faaliyetlerde serbestlik, devletin ekonomi içindeki et­ kinliğini en aza indirmek gibi hedefler için mücadele edecek bir sosyal sınıfın oluşmadığı , aksine ekonomi-politik ve ideolojik düzeydeki toplumsal ilişkilerin devlet tarafından belirlendiği bir yapıda li­ beral düşüncenin etkinlik kazanması dü­ şünülemezdi. Devletten bağımsız, sivil bir alan olmayınca da iktisadi konularda ka­ lem oynatanlar sosyal konumları itibariyle mevcut düzenin devamını isteyen kişiler olacaktı. Bunlardan ise olguların asıl bo­ yutunu irdeleyip özgün çözümler üretme­ lerini beklemek ise mümkün değildi. Tanzimat'a kadar kullanılan iktisat po­ litikası aletleri az ama etkiliydi. Bu aletler toprak rej imi, vergilendirme, müsadere, narh sistemi ve sikke tağşişiydi. Tımar re­ j imi toplumun iktisadi duygularını kö­ reltmişti. Pazar için üretime dayanmayan ve parasal olmayan bir model olan umar rejiminin ortaya koyduğu bu kısır döngü ancak mülkleşme hareketi başladıktan sonra kırılacaktı. 1 580'den beri değişen dozlarda uygulanagelen ve aslen örfi sul­ tani bir politika olup, sosyal dengesizlik­ ler ve ahlaki gerekçelerle şer'i hükümlerle çatışan sikke tağşişi operasyonlarına hu­ kuk çevreleri ve saray erkanı taraftar iken, olaya iktisadi kaygılarla yaklaşan çok az kişi vardı. Müsadere ise askeri sı­ nıfın yükselişi karşısında iktidarın elinde etkili bir sigorta mekanizması olduğun­ dan kolay vazgeçilemez ve sermaye biri­ kimini önleyen bir yöntemdi. Osmanlı normatif iktisat mantığının en az hırpa­ lanmış yönü fiyat rijitliği, yani narh siste­ miydi. Osmanlı sultanları için ll. Meh­ met'ten itibaren narh meselesi bir kamu meselesi olarak algılanageldi. Klasik ekonomik yapıda verimlilik kavramının yeri yoktu. Verimlilik kavra-

i K T i S A D i

0 0 $ 0 N C E

mı ilk kez Osmanlı iktisadi düşüncesine Batı'yı görmüş aydın ve bürokratlar ara­ cılığı ile girdi. Bunların arasında Reisül­ küttab Ebubekir Ratip E fendi ve Tanzi­ mat'ın ideologlarından olarak nitelendiri­ lebilen Sadık Rıfat Paşa öne çıkanlardı. Sadık Rıfat Paşa, Viyana sefiri olarak bu­ lunduğu M etternich'in Avusturya'sında, Batı'daki ekonomik gelişmeyi yakından görmüş ve gönderdiği layihalarla -ki; da­ ha sonra bunları Muntahabat-ı Asar adlı kitabında sistematikleştirecekti- Tanzi­ mat'ın projelendirilmesinde etkin rol oy­ namıştı. Sadık Rıfat Paşa, eserlerinde sa­ nayileşen Batı karşısında zirai bir ekono­ miye sahip Osmanlı Devleti'nin var ola­ bilmesinin verimlilik esasına dayanan bir ekonomiye geçilerek, ticari kapitalizmin yani Kameralizmin asgari şartlarının ger­ çekleştirebilmesine bağlı olduguna işaret etti. Ekonomik gelişme ise Batı örneğin­ de olduğu gibi, bireylerin girişim gücüne bağlıyd ı . Daha sonra Sadık Rıfat Paşa, güçlü bir ekonomi için yapılması gere­ ken bir dizi işi sıraladı. Buna göre sikke tağşişleri önlenerek sağlam bir para biri­ mi tesis edilmeliydi; devlet yerli tüccarı teşvik etmeliydi ; yerli malı kullanımı özendirilmeliydi; alım satım serbest hale getirilip halka mülkiyet hakkı verilmeliy­ di. Sermaye birikimini engelleyen müsa­ dere gibi usuller kaldırılmalı ve hukuk kuralları ekonomik gelişime uygun bir zemin hazırlamalıydı. OSMANLI DÔNEMINDE LiBERAL iKTiSADi DOŞüNCE

Tanzimat Dönemi Geleneksel Osmanlı iktisadi düşüncesi, yani kaynağı lslam olmayan iktisadi dü­ şünce Osmanlı Devleti'ne 1 9. yüzyılda girdi. Tanzimat'la birlikte Osmanlı eko­ nomik düşününün ilk olarak tanıştığı akım liberalizmdir. iktisadi serbestiyet yaklaşık kırk yıl kesik ve kopuk savun­ malarla, ama ciddi bir eleştiriye uğrama-

31 7

B

318

E

R

dan varlığını sürmüştür. Himayecilik an­ cak 11. Abdülhamit'le beraber alternatif bir iktisat politikası olarak düşünce dün­ yasına girebilmiştir. Tanzimat'ın yakınçağ Türkiye düşünce dünyası ve bu arada ekonomik düşünce­ si içinde ayrı bir yeri olduğuna kuşku yoktur. Tanzimat ekonomisi, Klasik Os­ manlı iktisadi yapısından çağdaş iktisadi yapıya geçişin öyküsüdür; hatta yüzyıl­ lardır süregelen, durağan, provizyonist, fiskalist bir yapının çözülmesi ve dina­ mik, dışa açık, parasallaşan, pazar gös­ tergelerine duyarlı bir yapının doğuşu­ nun göstergesidir. Toplumda yaşanan çoğu sorun ve geliş­ me 20. yüzyıl Türkiye'sinde dahi Tanzi­ mat ile ilişkilendirilmesinin nedeni bu­ dur. Tanzimat, tarihle iktisadın kesiştiği sorunsallardan birisidir. Tanzimat, kimi­ lerine göre modem ulus devletin temelle­ rinin atıldığı bir devre olarak algılanır­ ken; bazıları onu olumsuzlukların yük­ lendiği bir günah keçisi haline getirir. Tanzimat ekonomisi böylece simgeselle­ şip retorik bir anlama bürünür. Tanzi­ mat'ı eleştirenler genelde tezlerini, her ikisi de bağımlılık paradigması nın bir uzantısı olan, iki eksen üzerine yerleşti­ rirler. Bunlardan ilki ekono miktir. Os­ manlı Devleti'nin Tanzimat ile birlikte li­ beral politikalar yüzünden periferileştiği iddia edilir. Fiskal nitelikli ikinci görüş ise Tanzimat ile borçlanılıp, alınan para­ ların da etkin kullanılamadığı, bu yüzden Rüsum-u Sitte idaresi, Muharrem Karar­ namesi, Düyun-u Umumiye idaresi gibi operasyona\ araçlarla Batı'nın mali bo­ yunduruğu altına girildiğidir. Politik ikti­ sat her iki tezi de emperyalizm kuramı ile ele alır. Namık Kemal'den, Ahmet Mithat Efendi'den Yusuf Akçura'ya; Parvus'tan Kadroculara, yakın dönemde Doğan Avcı­ oğlu'na kadar, yani düşünce yelpazesinin sağından soluna hemen herkes bu görüş­ leri benimsemiştir. Osmanlı Devleti'nde liberal iktisadi

A

L

z

M

düşüncenin savunulduğu zemin olarak basın-yayın hayatı öne çıkar. Bir yanda gazete ve dergilerde yayımlanan makale­ ler, diğer yanda yayımlanan telif ve tercü­ me iktisat kitapları üzerinden Türkiye'de liberal iktisadi düşüncenin izini sürmek mümkündür. İngiliz gazetelerinin ekono­ mi sayfalarından aktarmalara Ticaret ve Es'ar başlığı altında yer veren Osmanl ı Devleti'nin resmi yayın organı Takvim-i Vahayı gazetesi, İngiliz elçisi David Urq­ huan'ın da yazarları arasında olduğu Mo­ niteur Ottoman ve Churchill'in çıkarmğı Ceride-i Havadis bu bağlamda öne çıkan süreli yayınlardır. Mesela 1 830- 1 840 yıl­ larında Osmanlı Devleti'nde tartışılan ik­ tisadi meselelerin izlenebileceği Ceride-i Havad is'te Churchill, Osmanlı lmparator­ luğu'nun bir hammadde bilhassa hubu­ bat ihracatçısı olması gerektiğini öne sü­ rebilmekteydi. Osmanlı Devleti'nde Batı kökenli dü­ şüncelerin giriş yolları ve araçlarından bi­ risi tercüme hareketleri ve bunun kurum­ sal mekanizması olan Tercüme Odası'dır. Yine aynı oda mensuplarından bazı kişile­ rin Mecmua-i Fü nun da yayımlanmış ikti­ sat konulu yazılarını anmak gerekir. Bu bağlamda Türkçe'ye tercüme edilerek ya­ yımlanan ilk iktisat kitabı jean Baptiste Say'ın Cateclıisme d'Economie Polili que ad­ lı kitabıdır. Tercümesini Sahak Abru'nun yaptığı kitap 1852'de llm-i Tedbir-i Menzil adı ile yayımlanmıştır. Tanzimat sonrası iktisat yazınından bahsederken 1 860 yı­ lında Charles Wells tarafından doğrudan doğruya Türkçe kaleme alındığından ilk Türkçe ekonomi kitabı olduğu ileri sürü­ len llm-i Tedbir-i Mül h'i de anmak gerekir. Yabancılar ve Osmanlı gayrimüslimleri yanı sıra Batı iktisadi düşüncesinin Os­ manlı Devleti'ne taşıyıcıları arasında Os­ manlı bürokratları da bulunuyordu. Bu bağlamda yıllarca üst yönetim kademele­ rinde görev yapmış olan sadrazamlardan Ali ve Fuat Paşalar'ın adları anılabilir. Ke­ za bu iki bürokrat da kendilerinden önce'

T

Ü

R

K

I

Y

E

'

D

E

L

i

B

E

R A

kiler gibi padişaha gidişatla ilgili önerile­ rini içeren vasiyetnameler sunmuşlardı. Fakat onları öncekilerden ayıran temel bir fark vardı. Onların sundukları vasiyet­ nameler daha öncekilerin sundukları gibi geçmişe özlemi dillendiren belgeler olma­ y ı p , açıktan açığa liberalizmi savunan metinlerdi. 1 865'te kaleme alınmış olan ve 1910'da La Revue de Paris te yayımla­ nan vasiyetnamesinde, Padişah Abdüla­ ziz'e "Mülkiyete hürriyet veriniz" yakarı­ şı, Ali Paşa'nın liberalizmin en temel öğe­ si olan mülkiyet özgürlüğüne olan inan­ cının bir sonucuydu. Gene padişaha özel ve genel çıkarlar adına devletin maaşlı memu rlarınca yönetilen fabrikalardan özel sektörü baltaladıkları gerekçesiyle vazgeçilmesini ve bu fabrikaların sermaye şirketi haline getirilip halka arz edilmesi­ ni öğütlemekteydi. Öneriler arasında ağır savaş gemilerinden oluşan bir donanma­ ya sahip olmak yerine donanmanın hem savaş hem de ticaret gemisi olarak kulla­ nılabilecek buharlı gemilerden oluşan bir filoyla ikame edilmesini ve bu filonun da bir şirket tarafından idaresi de vardı. Ali Paşa'nın vasiyetnamesinde yer alan fikir­ leri, Fuat Paşa'nın 1869'da lstanbul'da çı­ kan Tlıe Levanı Herald gazetesinde yayım­ lanan vasiyetnamesinde de görmek müm­ kündür. Kısaca iki aydın bürokratın üze­ rinde durduğu zemin liberalizmdi ve ka­ mu yönetiminin düzenlenmesinden, eği­ time kadar bütün çabalar bu noktada yo­ ğunlaşmaktaydı. iktisadi düşünce bağlamında Tanzimat kuşağının bir başka düşünürü olan Cev­ det Paşa'nın da yaklaşımları önemlidir. Osmanlı Devleti'nin geri kalmışlığını ka­ nun-i kadime muhalefet ve asrın icapları­ na uymamaya bağlayan Cevdet Paşa, za­ man zaman Batı medeniyetine i lişkin şüpheci bir tutum takınsa ve hatta serbest ticaretin Osmanlı ülkesinin başına nasıl bir bela getirdiğine işaret etse de, ticaretin kalkınmanın tek yolu olduğuna inanmış bir aydındı. Şirket-i Hayriye'nin kuruluşu

L

i

K T i S A D i

D

Ü

Ş

Ü

N

C

E

'

319

Korkut Boratav, lzmir iktisat Kongresi'nde, hakim ekonomik giiflerle (büyük çiftçiler ve ticaret butjuvazisi) siyasi kadroların kaynaşmaya çalıştıklarım belirler. Ona göre, ticaret butjuvazisinin belirleyici olduğu bu. kongrede belirlenen ilkeler, eklektik de olsa, 1931 'e dek iktisat politikalarına yön vermiştir. konusunda Fuat Paşa ile birlikte fikir ba­ bası olması, Cevdet Paşa'nın bu durumu­ nun somut bir örneğidir. Aslında bu du­ rum Tanzimat aydınının fikri yapısını or­ taya koyması açısından da önemlidir. lki kesimin temsilcileri olan Batıcı Fuat Paşa ve İslamcı Cevdet Paşa ülkenin kalkın­ ması için özel olarak Şirket-i Hayriye'de, genel olarak ise kapitalistleşme arzusun­ da, ortak bir çıkış noktasında uyuşmak­ taydılar. Hedef aynıydı. Yalnızca hedefe götüren veya götüreceği umulan yollar farklıydı. Kimi kapitalistleşmenin serbest ticaretle, kimi himayecilikle gerçekleştiri­ l ebileceğine inanmaktaydı. Cevdet Pa­ şa'da gözlemlenen eğilim biraz daha farklı bir boyutta Namık Kemal'de de görülür. Vatan Yahut Silistre, Vatan Kasidesi adlı eserleriyle topluma milli bir hedef göste­ ren Namık Kemal, ekonomi konusuna

B

R

Feridun frgin E M R A H A K K U RT

Her ne kadar resmi söylem tarafından her vesileyle inkar edilmekte olsa da,

320

Osmanl ı'dan Cumhuriyet yönetimine i ntikal eden bir "devlet" geleneğin i n varlığı, hakşinaslığı elden bırakmayan bir gözlemin neticesi nde kolayca fark edi lebi l i r. Devletin gücünü yurttaşlar­ dan deği l de, "yüce ülküsü"nden alma­ sı; kamu yararının ve refahının tek ve değişmez belirleyicisi olma konumunu muhafaza etmesi ve "devlet güçlüyse toplum güçlüdür" anlayışı Osmanlı'dan tevarüs edilen "devlet" geleneğinin en belirgin özellikleridir. Türkiye Cumhuri­ yeti' nin resmi ideoloj i(msi)sine ve bu ideoloji(msi) eksenindeki pratiklere göz attığımız vakit de, söz konusu geleneğe sadık kalındığını; h atta bu geleneğin geliştirilerek ve genişletilerek muhafaza edildiğini görmek hiç de zor değil ... Cumhuriyet yönetiminin sözünü etti­ ğimiz h ikmet-i hükümetçi devlet kur-

A

z

M

gusu, otoriter ve bazı zamanlar totaliter nitelikler arz eden bir siyasi-bürokratik yapı lanman ı n tesis ed i l mesine ve bu yapının varlık amaçlarından uzaklaşıp, resmi olarak meşru added i lenlerin d ı­ şında kalan her türlü entitenin kamusal ve bireysel yaşamdaki varoluşunu ev­ rensel bir meşru iyet referansına ihtiyaç duymaksızın engelleme çabalarına hiz­ met etmiştir. Cumhuriyet yönetiminin bu "yıkıcı" niteliğinin neticelerini sarih b i r şeki ld e göz l e m leyebi l eceği m i z alanlardan biri, kuşkusuz, o dönemde­ ki fikir hayatıdır. " * *

Cumhuriyet yönetimi Osman l ı'dan n ispeten can l ı bir fiki r hayatı devral­ mış, ancak bu mirası gereği gibi muha­ faza edememiştir. Cumhuriyet'in başla­ rında, dünyadaki gelişmelerden haber­ dar ve l iteratürü takip etme gayreti içe­ risindeki Osman l ı entelektüelleri n i n yerini, büyük ölçüde, s iyasi i ktidarın doğru yolda olduğunu göstermek dışın­ da bir kaygısı ve i nk ı laplar harici nde bir referansı olmayan resmi ideolojinin fikri hizmetkarları almıştır. Bunun ya­ nında, sözünü ettiğimiz dönemde, en­ telektüel güdülerini muhafaza edebil­ meyi başarmış dar bir zümrenin varlığı­ nı da takdir etmek gerekir, ki bun lar, aynı zamanda, Türkiye'deki düşünce •

geldiginde oldukça farklı bir söylemde bulunmaktaydı. Namık Kemal'e göre hü­ kümetin temel görevi adaleti sağlamak

ger bir uygarlık düzeyine ulaşmanın tek

olup devletin ekonomik hayatta etkin bir rol alması sakıncalıydı; keza "hükümet

çaresinin egitimin çağdaşlaştırılarak yay­ gınlaştırılmasıyla ve serbest ticaret kural­ lannın cari oldugu bir ekonomi anlayışıy­ la mümkün olabileceği cevabını verdi.

halkın ne babası, ne hocası, ne vasisi, ne de lalası"ydı. Yine Namık Kemal, döne­

Klasik iktisat konusunda devlet ile ay­ dınlar arasında ilk dönemlerde tam bir

min klasik sorusu olan "Osmanlı lmpara­ torl ugu 'n un çöküş süreci nasıl tersine çevrilebilir?" sorusuna bu gerilemeyi dur­ dunnanın ve Batı Avrupa ülkelerine eşde-

paralellik vardı. Bunu kurumsal dönü­ şümde de gözlemlemek m üm künd ür. Tanzimat dönemine girerken Ticaret Ne­ zareti kuruldu. Bunun yanında l 850'de

T Ü R K I Y E ' D E

L i B E R A L

i K T i S A D i

D Ü Ş Ü N C E

hayatının temel leri ni atan ve neredeyse tamamı disiplinlerine i l işkin temel for­ masyon ları n ı Cumhuriyet öncesi dö­ nemde tamamlayan şahsiyetlerdir. Cumhu ri yet düşü nce tari h i n i n b i r sonraki aydın kuşağına baktığımız za­ man, bun ların, Osman lı'nın kültür-yo­ ğun/ideoloji-zayıf karakterinin tersine, Cumhuriyet yöneti m i n i n ideoloji-yo­ ğun/kültür-zayıf modeli içinde yetişen, yan i bir an lamda ideoloj i n i n yarattığı şa hs iyetler olduğu n u (Akkurt, 200 3 : 1 7 1 ) görürüz. B u dönemde yetişen ay­ dın kuşağın büyük bir bölümünün dü­ şünce serüveni -o yönde b i l i n ç l i ve amaçlı bir tercih yapmasalar dahi, ha­ zır bulundukları muh itlere dah il olma­ ları ve gördükleri eğitimle zihinlerinin endoktrine ed ilmesi neden iyle- Kema­ l izmin/resmi ideoloj i n i n bariyerlerine takılmıştır. Bu bağlamda, örneğin, Türk siyasal hayatı ve/veya Cumhuriyet yö­ neti m i n i n i ktisat politikaları i l e i l gi l i tah l i l leri, sözünü ettiğimiz aydın kuşa­ ğın zihniyet analizini yapabilme yolun­ da oldukça önem l i ipuçları i htiva et­ mekted ir: Bazı sorun lar, sistemin kuru­ l uşuna i l işkin aksakl ıklar ve bunların neticeleri gözle m leneb i l m iş, ancak "maha l l i şartların" gereklerine yaptıkla­ rı ısrarl ı vurgular, bir süre sonra, bu ay­ dın ların entelektüel çal ışmaların ı , ade­ ta, toplumu alternatifi olmayan bir yön-

32 1

Feridun Ergin, Türkiye'de liberallerin "özgürlük/er" konusunda mütereddit ııe rejim ideolojisi karşısında eleştirellikten uzak geleneksel çizgisinin tipik örneklerindendir.

tem i n katlan ı lması zoru n l u neticeleri ile yüz yüze olunduğuna ikna etme ça­ balarına dönüştürmüştür. Cumhuriyet döneminde nitel ikli bir entelektüel kuşak ancak çok-partili reji­ me geçilmesinin ardından yetişebilmiş/ ortaya çıkabilmiştir. Bu dönem aynı za­ manda "devlet"i n Türk entelijensiyası­ nın ayağını basabi leceği tek yer olmak-

Fransız Ticaret Kanunu adapte edildi.

lspanyollarla yapılması söz konusu olan

1 863'te Ticaret-i Bahriye Kanunu kabul edildi. Bu gelişmeler devletin ticarete ba­

ticaret antlaşması hususunda lspanyol se­ firinin karşılıklı ticaretin ülkelere sağlaya­

kışında kaydettiği aşamayı göstermesi

cağı yararlardan söz açması karşısında

açısından önemlidir. Oysa daha önceki dönemlerde toprak, asker, idare üçgeni içinde nizam-ı alemini sürdüren Osmanlı Devleti'nin merkantil Batı ile ilişkilerinde en fazla önem verdiği husus toprak bü­ tünlüğü idi. Bu anlayışın ticari kaygılar taşıması beklenemezdi. Nitekim l 78l 'de

Reisülküttap Süleyman Fevzi Efendi'nin verdiği karşılık bu düşünce yapısını yan­ sıtıyordu: " . . . Devlet-i Aliyye fevaid-i tica­ retin vücud-u ademini müsavi addeder ve asıl mülkçe faide arar." Tanzimat'la beraber yönetim, provizyo­ nist iktisat düşüncesini terk edip yed-i

B

E

R

tan çıkmaya başlad ığı dönemd ir iAk­ kurt, 2003 : 1 7 1 ). " * *

F eridun Ergin ( 1 9 1 7-) daha z iyade "iktisatçı" kimliği ile tanınan bir yazar, akade m i syen ve siyasetçid ir. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden me­ zun olmasının ertesinde Paris Siyasal Bilgi ler Okulu'nu bitiren Ergin'in aka­ demisyenl i k hayatı 1 943 yıl ında İstan­ bu l Ü n iversitesi İ ktisat Fakü ltesi'nde

322

başlamıştır. 1 948 yılında ayn ı fakülte­ den doçentlik unvanı alan Feridun Er­ gin, 1 950 yılında üniversitedeki serüve­ nine ara vermiş ve Demokrat Parti Urfa mil letveki l i olarak parlamentoya girmiş­ tir. DP ile fazl a uzun soluklu ol(a)ma­ yan mesaisini noktalamasının ardından, aktif siyasi yaşamını kurucuları arasında yer aldığı Hürriyet Partisi'nde sürdüren Ergin aynı yıl bu partiden de ayrılarak ü n ivers itede k i görevi n e dönmüş ve 1 985 yılında emekli olmuştur. Feridun Ergin'in nispeten dalgalı bir fikri serüveninin olduğunu söyleyebili­ riz . Türkiye'de aldığı "inkılapçı terbiye­ yi" müteakip, İkinci Dünya Savaşı ari­ fesinde, cari kolektivist eği l imlerin had safhaya vard ığı Fransa'da ü n ivers i te eğitimini tamamlaması, kuşkusuz, Er­ gin'in o tarihten sonraki yaşamı ve fikir hayatı üzerinde silinmesi güç izler bı-

vahit ve dahili gümrükler gibi ticarete mani olan engelleri kaldırarak pazar gös­ terg e l e r i n e ö n c e l i k t a n ı r k e n , Sakızlı Ohannes, Mikail Portakal Paşa gibi eko­ nomik konularda kalem oynatan aydınlar da serbest dış ticaret politikasının benim­ senerek gümrüklerin kaldırılmasını öne­ riyorlardı. Adam S m i th'in Ulusların Zengi nli­ ği'nden esinlenerek, l88l'de yayımlanan Mebadi·i llm-i Servet-i Milel adını verdiği

A

M

z

rakmıştır. N itekim, bu, Ergin'in eserle­ rinde kolayca gözlenebil ir. Ancak, Er­ gin, şaşırtıcı bir şekilde, muhtevası, for­ masyonu ve dünyaya bakışı ile çelişen tarzda eserler de vermiştir. * * *

Feridun Ergin, esas itibariyle, para­ banka ve finans konularında uzmanlaş­ m ı ş ve eserler verm iştir. U z u n y ı l l a r muhtelif üniversitelerin iktisat faki.ıltele­ rinde ders kitabı olarak okutulan, para arz ve talebi, gelir seviyesi, fiyat hare­ ketleri, enflasyon, dış ödemeler dengesi gibi finansal meselelerin ayrıntılı bir şe­ k i l de tah l i l ed i ldiği Para Siyaseti n i n ( 1 972) yan ı sıra, Kredi Sistemi (1 975), Para Politikası ( 1 9 7 5 ) , Uluslararası Ödemeler ( 1 978) gibi çalışmaları, Er­ '

gin'e uzmanlık alanında itibar sağlayan eserler arasında zikred i lebi l i r. Ayrıca, Ergin'in bu eserlerinin, neşred i ldikleri tarihler ve o dönemin imkan ve stan­ dartları nazara alındığında, ilgili yerli ve yabancı kaynaklara başvurma, sistema­ tik olma, kullanılan dilin anlaşılabilirliği gibi akademik kriterler bakımından do­ yurucu oldukları da söylenmelidir. An­ cak, Feridun Ergin'in geniş okuyucu kit­ leleri ile bu luşup, fikir hayatında bir iz b ı rakmasına ves i l e o l a n eserleri n i n, onun, sözünü ettiğimiz, para-banka ve finans konularında kaleme aldığı ve bü-

kitabında Sakızlı Ohannes, l850'li yıllar­ dan beri gerek aydın-bürokratlar gerek Yeni Osmanlılar tarafından bölük pörçük dile getirilmiş konuları, çağının ekonomi bilimi uyarınca sistematize euniş ve Batı­ lılaşmanın tek yolu olarak serbest ticaret politikasını önermişti. llm-i Servet-i Milel, klasik iktisatçıların temel sistematiğine uyumlu bir şekilde servetin üretimi, ser­ vetin tedavülü, servetin bölüşümü, serve­ tin tüketimi ve bitirirken başlıklarım taşı-

T Ü R K I Y E ' D E

L I B � R A L

i K T i S A D i

O Ü � Ü N C E

yük ölçüde, sayısal analizlerle destek­ lenmiş ansiklopedik malumat yığınları­

düşman l ığının derin ve yaygın bir hal aldığı, piyasalardan bahsetmenin adeta

n ı n üzerine bina edilen bu çal ışmalar olmadığı bir gerçektir. Ergin'in teknik iktisattan uzaklaşıp, politik-iktisada yak­

kilisede küfretmeye benzediği bir ente­ lektüel ortamda formasyonunu tamam­ ladığını ve eserler verdiğini d ikkate al­ mak gerekir. Ancak bu durum, en azın­ dan teori k olarak, Ergi n'in, fikirlerini,

laştığı ve bu alanda eserler verdiği ölçü­ de entelektüel muhitlerdeki ağırl ığın ı n arttığını v e adeta "sıradan" b i r akade­ misyen likten fikir adamlığı merhalesine eriştiğini belirtebi l i riz. Aslında, Ergin'in böyle bir yazıya konu olmasına vesile olan eserleri de, pol itik-ekonomi ala­ nında kaleme al ınanlardır. * * *

Kuşkusuz, bir fikrin içeriği yalnızca o fikrin doğuş koşu l larına indirgenemez (Cangızbay, 1 999: 2 1 2) . Zira, böyle bir tutum, söz konusu fikir adamının fikir­ leri üzerindeki belirleyiciliğini, "bilinç­ l i liğini" yok sayma manasına gelecek­ t i r. B u bağlamda, F e r i d u n E rg i n ' i n, 1 929 Dünya Ekonomik Bunalımı ve ar­ d ından patlak veren İkinci Dünya Sa­ vaşı'nın sebep olduğu iktisadi, siyasi ve kültürel buhranın toplumun hemen he­

onların hakiki manasını ve neticelerini b i l meden, İ�-.:;;·o, UW, Uv ı ,

uu�,

64-7, 658

Sosyal Demokrasi 1 58, 369, 370, 371 , 583, 6 2 1 , 622

Sosyal fayda 1 57 , 376

714

A

Sosyal Liberalizm 1 39-143, 1 58 , 245, 6 1 1 , 6 1 2, 635, 653, 655

Sosyaldemokrat Halkçı Pani (SHP) 55 1 , 575 Sosyalizm 84, 85, 89, 95-97, 1 0 1 , 1 02, 142, 143, 1 5 3 ,

Takrir-i Sükun Kanunu 67, 1 28, 5 1 6

215

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 33, 64, 66, 67, 68.

Takvim-i Yakayı 3 1 8

1 2 1 ' 128, 1 34 , 1 36, 1 38,

Talabani, Celal 594

1 44, 1 58, 1 72, 190, 192,

Talat Paşa 1 08

2 1 7, 279, 343, 345, 353,

Tan 66, 1 35 , 156, 1 59, 162,

453, 473 , 476, 477, 491 . 493

163. 185, 186, 188, 225,

Tercüman 4 1 2

230, 247, 258, 473

Tercüme Odası 3 1 8 , 473

Tanpınar, Ahmet Hamdi 1 1 2, 1 32, 39 1 , 392

Tannöver, Hamdullah Suphi 137

Teşebbüs hürriyeti 32, 39, 82, 3 1 2, 357, 368, 585, 597, 598, 606, 607, 640

Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i

Tansu Çiller 353, 466

Merkeziyet Cemiyeti 32, 65 ,

Tanzimat 45, 1 18 , 1 24, 130,

68, 1 4 1

1 5 7- 1 6 1 , 244, 2 6 7 , 324,

1 6 5 , 264 , 272, 302, 3 1 7-

325 , 33 1 , 370, 373, 375-

32 1 , 325, 329, 398, 454,

378, 389, 390, 398, 4-04,

457, 4 7 1

Teşgirşenk, Yusuf Kemal 1 5 1 , 1 78

Teşkilat-ı Esasiye 1 1 0, 1 52,

405, 407, 4 1 3 , 43 1 , 449,

Tarde, Gabriel 1 42

456, 464, 5 1 5 , 537, 567,

Tarhan, Ali Rana 206

198. 200, 20 1 , 204, 218,

574, 604, 608. 6 1 6 , 620,

Taşra muhafazakarlığı 581

236, 252, 278-280, 286, 305

622, 648, 658

Tatarcık Abdullah Ağa 43

Teşvik-i Sanayi Kanunu 330

TBMM 63, 66, 68, 70, 1 2 1 ,

Tezel, Yahya Sezai 20, 205,

Sovyet devrimi 2 1 3 Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği 1 1 3, 20 1 , 252, 288,

144- 1 46 , 1 54-1 56, 164, 167, 1 7 1 , 1 72, 1 75 , 1 76 , 1 78,

336, 4 1 9, 462, 406, 494,

1 79, 185, 188, 196, 1 97,

495, 534, 538, 539, 563,

203, 204, 206, 207, 2 1 2 ,

576, 603

Soyak, Hasan Rıza 1 54, 1 56,

1 53, 1 68, 1 69, 183, 195,

206, 210, 2 1 1 , 2 1 2

Thatcher, Margharet 3H, 574, 575, 584, 600

The Constitution of Liberty 244

2 1 7, 2 18, 22 1 , 222, 229,

The Levanı Herald 44, 3 1 9

249, 258, 276, 278, 279,

Thombourg, Max 5 1 6

306, 342-344, 346, 353,

Thomburg Raporu 339

Soydan, Mahmut 1 1 2

470, 473, 482, 483, 494,

Tımar rejimi 3 1 7

Sozialpolitik 57, 6 1 , 62, 143

505, 526, 527, 535, 557,

Tibuk, Besim 35, 625, 629-633,

Sökmensüer, Şükrü 209

566, 583, 584

222, 354

Sömürge 2 1 3, 495 Spencer, Herbert 75-78, 80-83 , 85, 86, 95, 1 0 1 , 1 02, 140

Teali-i Nisvan Cemiyeti 120, 137

Tek Parti 16, 1 9 , 33, 34, 48,

Spivak, Gayatri 302, 304

73, 1 1 2, 1 1 4, 1 1 5 , 1 28 , 1 32,

Suad, Ali 85, 90, 9 1

1 46. 1 50, 1 52, 1 63 , 1 72,

Summer, William Graham 8 3

1 73, 1 80, 1 84, 1 89, 1 90,

646, 648, 649, 655, 656

Ticaret-i Bahriye Kanunu 85, 87, 321

Timur, Muzaffer 543 Timur, Taner 194, 195, 206, 208-2 1 1

Timurtaş, Haluk 542

Sunday Times 1 59

192, 1 93, 195, 1 96, 204,

Tirebolu 88

Susurluk skandalı 467, 568

205, 2 1 3 , 222, 224, 229,

Tiritoğlu, Ali (Alaeddin) 208,

Süleyman Fevzi Efendi 321

23 1 , 232, 236, 237, 246,

Süveyş Kanalı 87

250, 252, 257, 279, 28 1 ,

ş

282, 284, 285, 288, 292,

210

Toker, Metin 5 1 2 , 5 1 7 , 522, 524, 542-544, 557

293, 296, 298, 309, 3 1 0.

Topal Osman Ağa 1 8 5

Şapka Kanunu 1 28, 1 37

3 1 3, 3 1 4 , 331 , 335, 343.

Toplumsal mühendislik 24,

Şapolyo, Behnan 1 65

344, 348, 366, 3 7 1 , 373,

Şehir Sosyalizmi 1 63

379, 381 , 392, 393, 395.

451

Toplumsal Tarih 229, 242, 608

D

z

Toprak Reformu 205, 206, 208- 2 1 2 , 342 , 397, 607

Totaliter Komünizm 294 Toıaliıer Zihniyet 1 27 , 492, 517

Totaliterlik 4 75. 4 78, 5 1 7 Tökin, lsmail Husrev 332 Tör, Vedaı Nedim 332 Trakya 18, 2 1 4, 2 1 5 Trevelyan. Charles 142 TRT 28 1 , 290 Tunçkanaı, Haydar 287 Tunçsiper, Nejaı 530 Turhan, Mümtaz 304, 406 Türk Ceza Kanunu 230, 505, 535, 598, 640

Türk devrimi 1 37 , 189, 190, 1 94, 196, 200, 2 1 7, 252, 332, 334-346, 350, 352, 539

Türk Kadınlar Birliği 284 Türk merkantilizm 192 Türk modernleşmesi 38, 1 05107, 190, 273, 390 , 423, 456-458, 554

Türk Ocağı 1 1 3 , 1 20, 236. 284 Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu 363, 365, 367

Tiırk Sağı 22, 299, 389-39 1 , 395, 480, 577, 590 , 599

Tiirlı Sesi 528 Tiirh Yurdu 54, 1 3 7 , 1 6 1 , 236 Türk-lslam Senıezi 402, 408, 548, 593

Türk-lslam-Baıı uygarlığı senıezi 402, 403, 593 Türk-lslam-piyasa senıezi 63 7 Türkçülük 57, 58, 62, 63, 1 1 5 , 1 35, 224, 6 1 4

Türkeş, Alparslan 404, 484

Türkiye Günlüğü 608, 619, 655, 665

Tiirlıiye llııisaı Mecmuası 332, 333, 337, 370, 3 7 1 , 378, 380

Türkiye iş Bankası 70, 72, 1 1 5, 1 56, 222, 227, 228, 258, 330

Türkiye iş Panisi 342 Türkiye işçi Partisi 375, 464, 533, 576

Türkiye Odalar Birliği 370

Tü.rlıiye ve Dünya 283 Türkkan, Reha Oğuz 1 10 , 404, 415

TÜSIAD 19, 426, 427, 467, 645, 646

N Wilson Prensipleri Cemiyeti

u

1 38, 473

Ulaş, Hüseyin Avni 1 6, 1 701 72, 180, 1 82

Uludağ, Süleyman 424-426 Ulukan, Hakkı Hami 1 78 Ulum-u iktisadiye v e içtimaiye 16, 50-52, 75, 76, 82-84, 86, 92, 94, 328

Uluslararası Af Örgütii 627 Uluslararası imar ve Kalkınma Bankası 337 , 338 Uluslararası Para Fonu (IMF)

y Yahudi 18, 1 1 3, 1 52, 1 53, 405, 438

Yalçın, Aydın 17, 34, 234, 245, 249, 328, 390, 398-403, 409, 4 l l , 41 6-419, 524, 530, 532-534, 536-538, 547, 566, 583, 616, 628

Yalçın, Hüseyin Cahil 1 6, 54,

337, 340, 34 1 , 348, 349,

1 42, 145, 146, 148, 1 54,

353, 463, 469, 650, 656

1 56- 1 59, 1 6 1 - 163, 225, 230,

Ulusların Zrnginliği 322, 408

Urquhan 44

246-46 1 , 522

Yalçın, Nülifer 530 Yalman, Ahm�ı Emin 19, 20,

Us, Asım 252, 253

65, l 14, 143, 1 47, 149, 1 57-

Ü

479, 484, 485, 504, 506,

Üçüncii Dünya 372, 397, 464, 494, 652

Ülgener, Sabri F. 260, 261 , 340 Ülkiimen, Lütfi 209 Ülsevcr, Ciineyı 37, 596, 598, 655

Üstündağ, Dr. Ekrem Hayri 220, 523, 543, 544

Üstündağ, Muhiddin 248, 249, 258

Üstiindağ, Yalçın 248 Üstüne!, Fahriye 2 1

v Vahit 73, 136, 2 1 8 , 252, 473, 475

Vaner Planı 338 Varlık Vergisi 18, 2 1 0 , 370, 379, 462, 474

Vatan

299, 307, 473-475, 478,

486

Vergin, Nur 665 Versailles Banş Anılaşması 108 Vesayetçi demokrasi 74, 192, 258, 487

Vesayetçi Otoriteryanizm 484

w Wagner, Adolf 57-59 Wallersıein, l mmanuel 635 Weber kapitalizmi 56 Weber, Marx 139, 1 58, 260, 262, 268,

Wells, Charles 3 1 8 Williamstown Political lnstituıe 1 2 1

1 59, 1 6 1 - 1 63, 307-309, 473507, 541

Yaşar, Selçuk 3 73, 383 Yayla, Atilla 20, 2 1 , 36, 245, 3 1 1 , 390, 409, 4 1 0, 4 1 5 , 41 7-419, 599, 603, 606, 609, 6 1 0, 6 1 1 , 620, 623, 628, 647, 655

Yazman, Mehmeı Şevki 332

Yedigün 143, 1 6 1 , 162, 248 Yemen 88

Yrni Asır 2 1 8, 220 Yrni Binyıl 645, 666 Yeni Demokrasi Hareketi (YDH) 466, 602, 648-653 655-665

Yeni Forum 1 7, 36, 234, 245, 328, 398, 402 , 403, 4 1 6, 4 1 7, 4 1 8, 4 1 9, 490, 533, 607, 628

Yeni Gündem 465 Yeni Osmanlı 32, 43, 45-47, 274, 322, 463

Yeni Sabah 1 6 1 , 258 Yeni Sağ 4 1 0 , 464, 500, 570, 584, 589, 599, 600, 635, 637, 640 , 642, 644, 658, 665

Yrni Şafalı 608 Yeni Turan 1 30 , 1 3 1 , 135, 1 3 7 Yeni Turkiye Panisi (YTP) 398

Yeni Yüzyıl 383, 608, 645, 655, 666

Yılmaz, Mesut 35, 353 Yörük, Abdülhak Kemal 3 1 1 , 312

Yumer, Ruhdan 36

715

R

B Yunanistan 87, 147, 1 56, 3 5 1 ,

Yürüşen, Melih 19, 36, 367, 623, 630, 632

4 1 0 , 464, 466, 495 , 6 1 1

Yunus Nadi 1 72, 1 9 1 , 195, 225 Yurttaşlık 23, 73, 106, 1 18 Yücaoğlu, Erkut 367, 383 Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) 301

716

A

z Zaman 608 Ziya Paşa 32, 45 Ziyad Ebüzziya 543

z

M

Zizek, Slovaj 232, 245, 658, 663

Zohrap Efendi 330 Zürcher, Erik Jan 33, 1 14, 1 1 5, 555

Seçme Metinler

GÖRÜŞLERİM: 1K1 MESLEK PRENS SABAHATIIN i l . Meşrutiyet' i m i zden y ı l larca önce Abdülhamid

masrafla az iş gören ve Türkiye'yi baştan başa bir

idaresi aleyhinde çalışan Ahrar'ın mesleği ni incele­

sefalet diyarına çeviren Merkeziyet!

diğimiz zaman, bu hareketin sadece Meşrutiyet ta­

O halde tedavi yolu :

raftarlığından ibaret olduğunu ve hiçbir ilmi esas ve

Özel hayatımızın kan damarlarını, şahsiyeti yok

sosyal analize dayanmadığını anlamış, milli geliş­

eden "tembellik"le değil, müsbet ve pratik bir ter­

memiz için gerçek bir rehber keşfine kesin bir ihti­

biye sayesinde şahsiyeti geliştiren "teşebbüs"le ha­

yaç duymuştuk. O zamandan beri aramızda hergün

rekete geçirme!

daha da derinleşen bir uçurum açıldı. Vatandaşları­

Özel ve genel hayatı mızla i l g i l i çalışmaları bir­

mızdan bazıları ve özellikle bugünün hürriyet mü­

leştirecek gerekli hazırlıklarla donatılmış müteşeb­

cahidlerinin ulularından olan o günün Paris İttihad

bis bir kolonizatör sınıfı yetiştirmek ve böylece ye­

ve Terakki Cemiyeti ileri gelenleri, bizi durmadan

tişen gençlerin bomboş duran arazimizde kendi

tenkid ederek: "Şimd i l i k bu fikirleri terkedip bizim­

adlarına yerleşip, maişetlerini kendi teşebbüsleriyle

le birleşi n. Yarın ortak düşmanımız ortadan kalkın­

kazanmayı ve köylüye de öğretmeleri vasıtalarını

ca, biz de o fikirleri sizinle birlikte savunuruz!" di­

hazırlamak!

yorlardı . Meşrutiyet'in yeniden ilanından sonra aynı

Genel hayatımızın gelişmesini ise, sürekl i artan

kahramanlar, tahttan indirilen Hakan'ın eğilip elle­

mahalli ihtiyaçlarımıza daima uyacak, Siyasi Mer­

rini öptüler ve faz iletlerini tek tek sayarak küçük

keziyetçi l ik'i güçlendirecek, kaybolan Osmanlı bir­

Abdülhamidler'in sayısını büyük ölçüde artırmaya

liğini yeniden var edecek, sosyal faaliyetlerimizin

koyu ldular! Fakat dünkü kötü lü klerin gerçek so­

ilerlemesine ve Osmanlı Saltanatı'nın gölgesi altın­

rumlusu Abdülhamid olmadığı gibi bugünkü kötü-

da milli hakimiyet ve istiklalimizin yerleşmesine

1 üklerin gerçek düzenleyicileri de hürriyet kahra­

vasıta olacak, Adem-i Merkeziyet'e dayalı gerçek

manları deği l ! Kötülüğün asıl kaynağı kendimiz; gü­

bir Meşrutiyet'le gerçekleştirmek!

nahların esas merkezi, hayat tarzımız!

Gerçi siz de Meşrutiyet'inizi görünüşte "Tevsi'-i

Daha önce de dediğimiz gibi hasta l ı k;

Me'zuniyet"e yani teknik tanımıyla "İdari Adem-i

Özel hayatımızda:

Merkeziyet"e dayandırıyorsunuz. Şu kadar var ki,

Faydasız bir görenek; şahsiyetin, veri mli ve meş­

takip ettiğiniz meslek, vaad ettiğiniz durumun ta­

ru bir çalı şmayla yükselmesine engel bir maişet

mamen tersi! İlk bakışta ülkenin tek dayanak yeri

tarzı ve bu tarzı nesilden nesile sürükleyen kötü bir

sanki Mebuslar Meclisi ! Fakat Meclis, çoğunluk iti­

terbiye!

barıyla İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin bir şubes i ! İt­

Genel hayatımızda yani hükümet teşki latımızda:

tihad ve Terakki Cemiyeti, birkaç politikacının kur­

Özel hayatımızdaki tembelliği genel hayatımıza

banı! Onların da kimi zorbalık hırsının esiri, kimi

geçi ren, mahalli ihtiyaçlarımıza asla uymayan, çok

günlük hadiselerin oyuncağı ! Bu şartlar altında ne

A

718

M

K

c

Meclis, ne İttihad ve Terakki, ne de vatan selamet

lığın saygı ve sevgisine ve gittikçe daha mükemmel

yolunu tutmuş olur. Çünkü hiçbirinin ciddi bir da­

bir seviyeye ulaşabilmeleri için, herhalde şahsi ka­

yanak noktası yok! Sosyal mesleğimiz, i şte bu yok­

bil iyetlerini artırmaları gerekli! Bu gerekliliği savu­

sulluğa karşı şerefli bir varlık meydana getirmeye

nan sosyal mesleğimiz, hükümet teşki latımızın ileri

çalışıyor. Özel hayatımızın esaslarına hitap ederken

gelenlerini de en yüce vatan görevinin yerine geti­

de şunu diyoruz: istiklal ve iktidarınızı kanundan

rilmesine davet ediyor: "Böyle bir amacı, özel ha­

çok özel teşebbüsünüzle gerçekleştirecek; sosyal

yatımız, sadece kendi gücüyle meydana getirecek

kıymetinizi, kazanmayı öğrendikten sonra öğretme­

bir ilerleme dönemine henüz varamadığından bu

yi, başarınız derecesinde artıracak, dayanak merke­

uğurda sarfedeceği gayrete, bütün kuvvetinizle si­

zinizi Allah'dan sonra kendi şahsınızda arayacaksı­

zin de katılmanız esaslı bir şart!"• d iyorduk.

nız. Sahip olacağınız bu şahsiyet, ne kadar aydın,

Fakat il. Meşrutiyet'imizin ilanından beri genel

ne kadar müteşebbis ve faziletli olursa çevresinde

hayatımızı idare eden Cemiyet'iniz olduğu için bu

doğuracağı tesir de o kadar derin ve sürekli olacak,

mektupları şu andaki durumun bütün sorumluluğu­

sosyal hayatımıza gerçek bir yükselme yolu hazırla­

nu yüklenmiş olan İttihad ve Terakki'ye ... yani en

yacak. O halde herşeyden çok şahsiyeti artırmak,

vicdanlı üyelerine ithaf ediyoruz. Yine, eski dünya­

takviye etmek ve yükseltmeye çalışmalıyız!

nın üç kıtasına yayılmış koca bir imparatorlukta söz

Tekamül kanunu, şahsiyete doğru sürekli bir ha­

sahibi olan bir Cemiyet'in, ıslahata öncelikle kendi­

reket çizmekte! Bakınız, bir toz bulutundan meyda­

sinden başlaması gereğini göstermek ve bütün evla­

na gelen samanyoluna! Y ı ldızları ve gezegenleri

dının ciddi çalışmalarına bugün her zamankinden

besleyen bu toz bulutu, "varl ık"ın bir noktasındaki

daha çok ihtiyaç duyulan vatanımızda büyük bir

yoğunluğunu tecessüm ettirmiyor mu? B u oluşu­

hareket unsuru olmasını görmek istiyoruz!

mun gelişim evrelerini izledikçe ne görüyoruz? Şe­

Görülüyor ki, sosyal refah ve yüksel iş yolunu

kilsizlik içinden bir şekille çıkan ve sonsuzlukta bir

keşfe çalışan bu mektuplarda, başka bir yolun yol­

son çizen küreler, bu yoğunlaşmanın güneşler, ge­

cusu bulunan Cemiyet' inizin de iyi l iği mutlak bir

zegenler ve uydularıyla birlikte sistemler yaratan bir

sam i m iyetle temenni ed i l iyor. B ize on yıllık bir

vücut bulma evresi değil m i ? Yaratılışın nihayetsizli­

düşman olan İttihad ve Terakki'ye, on beş yıllık bir

ği, tezatlarla birlikte bütün kainatın bir başlangıcı­

dost gibi cevap veril iyor. Aynı yolda yürümed ikse

nın oluşu düşünül ünce, görülüyor ki, hayat denen

de bir tehlikeye karşı, tek savunma hattından yürü­

var oluş bilmecesi de ilmi tekamülün, dünyamızda

meye başlamıştık. B iz bunu unutmuyor ve ispat et­

şahsiyete doğru başarıyla attığı kesin br adı m ı n ı

mek istyoruz ki, dostluk i l e düşmanlık karşı laştığı

oluşturuyor. Billurlaşmayla doğan, bitkilerle ilerle­

zaman, sonuçta dostluk muzaffer ol ur. Çünkü "Fıt­

yen ve insan lıkla fazi lete kadar yükselen bu hayat

rat, ilahi bir kanunla devamlı en iyiye ve en mü­

ise, o sürekli mücadeleleriyle hep şahsiyetin teessü­

kemmele doğru gidiyor!"

sü ve yükselmesi yolunda yürüyor! İnsanlık mede­

Paris, 8 Mart 1 91 1

niyetinin geçmişteki ve şu andaki değişimlerinde yi­ ne aynı gerçeğin doğrulandığını görüyoruz. En ön­ ce doğan sosyal hareket, şahsiyetin eksiksiz gelişi­ mine engel olan Kamucu Yapı; ikinci hareket ise şahsiyetin tam gelişimini sağlayan Ferdiyetçi Yapı! Sürgün hayatımızın i l k yıllarından beri, medeni­ yet dünyasına elimizden geldiği kadar tanıtmaya ve sevdirmeye çalıştığımız gençleri mizin, aydın insan-

(*) Bu şartı uygulamak içi n okullarımızı müdafaa et­ mekte oldugumuz vadide ıslah etmek ezere ge­ rektiginde önemli borçlanmalara başvurmaktan çekinmemeli (Çünkü borçlanmaların en verimlisi üretici insanlar yetiştirmeye yönelik olanlarıdır) ve vatanımızı, yeni ekonomik araçlarla donatmakta gösterdigimiz tembellik ve gecikmeye kesinlikle son ve r ilmelid ir.

s

ç

M

T

M

N

R

1KT1SAT 1LM1 CAViT BEY Serbest Mübadele

Eğer bir ü l kenin alışı lmış halleri içinde serbest

Gerek insan tabiatı ve gerek yeryüzündeki zıtlık­

ticareti seçmeyip de böyle ihtiyaç zamanlarında bu

lar ve yukarıdan beri söylediğimiz büyük iktisadi

usule müracaat etmesi tavsiye olunursa, bunun uy­

kanunların hareket genişliği, serbest mübadele usu­

gulanmasının mümkün olmadığını ileri süreriz.

lünün diğer usulle, yani korumacılıkla mukayese

Kendi ihtiyacını düşünecek, üretimini buna göre

edilemeyecek derecede fazla oranda tercih edilme­

belirleyip diğer ülkelerin ihtiyaçlarına göre ölçme­

si gerektiğini göstermektedir. Fakat bugün gerek hü­

yecektir.

kümetler, gerek ekser yerlerde yaygın fikirler, hima­

Buna göre, böyle zamanlarda h imaye usulüne

ye usulünün ülkenin menfaatlerine uygun olacağını

tabi olan bir ülke, ihtiyacına yetecek kadar mahsu­

zannederek aldatmakta ve bu hal, gayet yanlış bir

lü dışarıdan bulsa bile, çok yüksek bir bedel ver­

politika takip edilmesine

meye mecbur olur.

sebep olmaktadır.

Serbest

mübadelenin başlıca beş büyük faydası vardır:

3- Mil letlerarası serbest ticaret, iş bölümünü en

1- Her toplum, bu sayede, yerleştiği ülkenin ikli­

yüksek gayesindeki sınıra ulaşt ı rarak, bu büyük va­

minde yetişmeyen, toprağının altında bulunmayan

sıtanın milli üretimde icra ettiği iyi tesirlerin, mil­

toprağa bağ l ı ürünlerle madeni ürünleri dışardan

letlerarası üretimlerde dahi meydana gelmesine se­

kolaylıkla tedarik eder. Bugün mübadeleye muhtaç

bep olur. Bil iyoruz ki iş bölümü, her sanatın, her

olmaksı z ı n bir şahsın hayatı n ı devam ettirmesi

işin müteşebbis tarafından i cra edilmesi neticesini

mümkün olmadığı gibi, bir milletin de dışarıya ihti­

ortaya koyar. Bu sayede kabil iyetlerde dahi daha

yacını bildirmeksizin yaşayabilmesi mümkün de­

fazla bir açılma meydana gelir. Eğer mil letlerarası

ğ i l d i r. Fertlerin kabil iyetlerindeki ayrı l ı klar nasıl

iş bölümü mevcut olursa, tabii haller yönüyle her­

şahsi mübadeleyi gerektirirse, ülkelerin ve milletle­

hangi bir mahsul için olağanüstü imtiyaza sahip

rin yapısındaki ayrı l ı klar da öylece dış mübadeleyi

olan bir ülke, çalışmasını her yerden ucuz olarak

gerektirir. B i r şahsın her şeyinin olabil mesi nası l

üretebi leceği o mahsule tahsis eder; diğer i htiyaç­

mümkün değilse, bir mil letin de öylece her şeyi

larını da kendi üretimlerini diğer ülkelerin bu şekil­

yetiştirebilmesi mümkün değildir. Eğer dış müba­

de başkalarından ucuz olarak ürettikleri mal ve eş­

dele olmasaydı, hem toprağımızda yetişmeyen

ya ile mübadele etmek suretiyle satın alır. İki ülke

ürünleri, fabrikalarımızda üretilemeyen mamulleri

düşünelim ki biri pamuk, diğeri şeker gönderiyor.

sarf etmekten el çekmemiz gerekir; hem de topra­

Birinci ülkede belirli bir miktarda pamuğun üretimi

ğımızda yabancı ülkelere kıyasla fazla fiyatla yeti­

1 00 kuruş masrafa bağlı iken ikinci ü l kede aynı

şen mahsulleri içerden almaya mecbur olarak fazla

miktarda pamuğun üretimi 1 50 kuruş masrafa; ay­

fedakarlığa katlanmamız gerekirdi. B i r ü l kede pa­

rıca ikinci ülkede belirli bir miktardaki şekerin üre­

muğun okkası 5 kuruşa yetiştiği halde dışarıdan

timi 1 00 kuruş masrafa bağlı iken, birnci ü l kede

bunu 3 kuruşa getirtmek mümkün iken, el bette

aynı miktarda şekerin üretimi 1 5 0 kuruş masrafa

içeride pamuk ekimine tahsis edilecek sermayeleri,

bağlı oluyor. Eğer bu ülkeler, eşyalarını mübadele

ülkenin kabiliyet ve imtiyazı fazla olan diğer hu­

etmezlerse her ikisi için zarar olacağı aşikardır.

suslarına ait kılmak ve pamuğu dışardan getirmek daha uygun olur.

Mübadele sayesinde işbölümü ortaya çıkarak her ülke, her malı kendisinin en ucuz ürettiği mal dere­

2- Bir ülkede, sıradan bir ihtiyaca cevap verecek

cesinden bir fedakarlıkta elde edebil ir. iş bölümü­

şekilde yeterli ve ucuz olarak yetiştirilip de bir se­

nün genişleyebileceği en son sınıra varabilmesi, nü­

ne herhangi b i r afet sebeb iyle noksan üretilen

fusun çokluğuna ve milletlerarası ticaretin varlığına,

maddeler, dış ticaretin serbest olması sayesinde ko­

yani kaynakların fazlalığına bağlıdır. Eğer Avrupa ve

laylıkla tedarik edilebil i r.

Amerika kıtaları arasında mutlak bir serbest ticaret

Bu açıdan farklı ülkeler arasında "karşı l ı k l ı si­

mevcut olacaksa en kuvvetli sanat sahipleri, yani

gorta" oluşturulmuştur denilebilir. Hiçbir ücret ve­

herhangi bir maddeyi yetiştirmekte en mahir olan

rilmeksizin teşekkül eden bu sigortadan her ülke

;

kimseler, üretimlerinin 400-500 milyon nüfusun ih­

i tifade eder. Zira, dünyanın her noktasında, aynı

tiyaçlarına göre idare ederek iş bölümünü amaçla­

zamanda, aynı afetin tesir göstermesi mümkün de­

nan sınıra ulaştırırlar. Bundan da üretim harcamala­

ğildir.

rının azalması, daha ucuz satılması neticeleri mey-

71 9

s

L

A

M

K

L

dana gelir ki bunun halk tarafından ne kadar büyük

ülkede hiç yetişmeyen, yahut pahalı olarak yetişen

bir fayda teşkil edeceği şüpheden kurtulmuştur.

ürünleri dışardan ucuza ithal etmekte; kıtlık zaman­

4- M i l leılerarası serbest ticaret, her türlü i lerle­

ları nda muhtaç olunacak gıda maddelerini dışarıdan

melerin kaynağı olan rekabeti teşvik ederek gayre­

kolaylıkla alabil mekte; ülkede ortaya çıkacak tekel­

tin oluşumunu sağlar. Dar bi r pazar içinde mevcut

lerin zararlı isteklerine mani ol makta; bir ülkenin ça­

üretici ler, birbirlerini tanıyacaklarından, aralarında

lışmasını yüz farklı işe tahsis edip de hiçbir mükem­

b irl i kler oluşturup üretimleri s ı n ı rlayarak fiyatları

mel netice ortaya çıkarmamasındansa yalnız bir iki

suni olarak yükselteb i l i rler. Halbuki bütün dünya­

işe tahsis ederek istifade etmesinde ülke için ne za­

daki üreticilerin de bu şekilde bi rleşmeleri imkanı

rarlar vardır ki bu, anlaşılmaz bir durumdur.

yoktur. Bundan dolayı tüketici ler, bu birmiklerin ortaya çıkaracağı sakıncalardan korunurlar. M i l letlerarası rekabet, genel olarak sanayi erba­

720

c

2- "Bir ülkenin ürünleri yabancıların rekabetin­ den korunmuş bulundurulmazsa, yavaş yavaş sana­ yi düşerek ülkede imalattan eser kalmaz; işçi iş bu­

b ın ı daima uyanık bulun maya, her türlü keşif ve

lamayıp göç etmeye başlar. ülkenin nüfusu azalır,

icatları, i malattaki yeni usulleri, rakiplerinden geri

sermaye sahipleri sermayelerini tüketir." deniliyor.

kalmamak i ç i n derhal uygulayarak takip etmeye

Farklı malların yabancı malların rakabetinden

yönelterek, sanayi yeni l i klerinin hareket kuvveti

korunması, içerde her türlü ilerlemeleri engeller; fi­

olur. Kapalı piyasalar içinde dış i lerlemelere o ka­

yatları yükseltir, tüketicileri fazla fedakarlığa mec­

dar önem verilmez; rakipler yalnız birbirlerinin hal

bur eder. Sanayini n ilerlemesi de himaye usulü sa­

ve muamelelerine bakmayı yeterli bulurlar.

yesinde değil, sermaye ile ilim ve eğitimin yayıl­

5- Serbest ticaretin bir de manevi faydası vardır

masıyla ortaya çıkar. Himaye usulünü takip eden

ki o da mil letlerarası eşya mübadelelerinin, fi kir ve

Portekiz, İspanya gibi hükümeılerin hali, bu iddi­

ahlak mübadelelerine meydan vermesi ; mil letlerin

anın ne kadar yanlış olduğunu gösterir.

bir diğerin i n iyi ve uyulacak fikirlerini, meziyetleri­

3- "Her toplumun tam bir iktisadi canlılık oluş­

ni alıp taklit etmeleri; yabancı mil letlerin birbirleri­

turması lazımdır; mil letleri ziraatçı, sanatçı, tüccar

ni daha iyi tanımlamalarına sebep olarak kavga ve

d i ye kısımlara ayırmak doğru deği ldir. B i r millet,

ayrı l ı kların meydandan kalkmasına veya azalması­

tamamen bir şahıs ile kıyaslanamaz. M i l l i hayat da

na sebep olması; ticaret sayesinde bütün mil letleri

ziraat, ticaret ve sanatın güvenine layık olamazsa

örtecek faydalı bir şebeke meydana gelerek bir gün

söner; yok olur gider. Bir toplum ancak ziraatı, sa­

savaşların bile engllenebilmesidir. Özet olarak; serbest üret i m i n zorunlu bir netice­ si olan serbest mübadele, bir barış, uzlaşma ve bir­

natı ve ticareti kazandığı zaman olgunluk yaşına varır. Fakat bu yaşa gelmek için korunma tedbirle­ rine ihtiyacı vardır ik bu da himaye usulüdür."

l i k politikasıdır. İnsan bi r ülke içi nde isted iği malı

Bir ülkenin her şeyi nin olabilmesi mümkün de­

al makta, istediği satıcıya müracaat etmekte hür ol­

ğildir ve esasen sanayinin ve mesleklerin çeşitlen­

duğu gibi dışarıdan bu serbestl iğini muhafaza !e­

mesine gerek yoktur. Karsız ekonomik faaliyetleri

mesi, istediği mallar için istediği ülkelerin üretici­

çeşitlendirmekıense fayda verecek bir iki ekono­

lerine müracaat edebilmesi de mümkündü r. İşte

mik faaliyete sahip olmak şüphesiz ki daha iyidir.

serbest mübadelenin başlıca faydaları bunlardan

Eğer bir ül ke, yalnız bir sanatı d iğerlerinden daha

ibarettir.

kolay ve uygun şartlarla icra edecek olursa, bu sa­

Bu verdiğimiz açıklamalara d i kkat edilirse, geniş arazisi bulunan ve bu arazisini farklı iklimler ara­

yede her türlü ihtiyaç ve gereksinimini daha kolay bir şekilde karşılayarak almış olur.

sında paylaştıran, nüfusu yoğun olan bir ülkenin

Bugün iktisadi alemde en kuwer/i millet millet­

-mesela Amerika B i rleşik Devleı leri'nin- hi maye

lerarası piyasaya çeşitli eşyalar getiren millet olma­

usulünden göreceği zararın, az bir arazi parçasına

yıp, en fazla talep edilen eşyayı, en ucuz bedel ile

ve bir avuç nüfusa sahip olan küçük ülkelerin gö­

arz eden millertir.

recekleri zarara kıyasla

az

olacağı ortaya çı kar.

Acaba bu himaye usulü taraftarlarının, tercih et­

4- " H imaye usulü, b i r ülkenin siyasi menfaatle­ ri n i n gereğindendir." d i yorlar. Siyasi b i r maksatla

mek istedikleri ticari usul lehinde ileri sürdükleri

bir ülkenin idare edeceği sanayinin mi ktarı sınırlı

faydalar neden ibarettir?

olup ni hayet üç, beş şubeden i baretti r. Tersaneler,

1 - "Serbest mübadele", bütün insanlığın menfaat­

tophaneler, makine ve teçhizat fabrikaları . . . vb. Fa­

lerini düşünmekteyken himaye usulü mensup oldu­

kat bunların bile -hana en güç, en sıkınt ı l ı zaman­

ğu ülke ve milletin ilerlemesini gerekli kılar. Tabiidir

larda- dışardan tedarik edilmes i ni n imkansız olma­

ki bir ülkeye, başkalarının menfaatine olarak kendi

dığını, olaylara dayalı tecrübeler gösteriyor. ( . . .)

istifadesini terk etmesi teklif edi lmez." diyorlar. Bir

( 1 9 1 3)

s

ç

M

e

M

T

N

L

R

2 . HÜRRlYET-1 ŞAHSİYE KANUNU İLE

İLGİLİ YORUMLAR

ALI ŞÜKRÜ B EY'IN TAN GAZETESiNDEN Artık Kanun Hakimdir!

mahiyet ve hakimiyetine göredir. Kanunun hakimi­

Muhterem Mehmet Şükrü Beye ithaf

yeti kanuna ri ayete tevakkuf eder. Kanuna riayet

Kastamonu Mebusu Abdülkadir Kemali Beyin

celbi, kanunun tehdidini ika edecek kuvvet ve ka­

teklif ettiği hürriyet-i şahsiye kanunu meclisin har

biliyette bulunmasıyla mümkün olabi lir. Kanunla­

ve hür kanaatlerinden ni hayet tevellüd ett i . Büyük

rın taht-ı zıman ve kefaletinde olmayan ferdi, şahsi

Mil let Meclisi halkın hakimiyeti, hürriyeti keyfiya­

hürriyetler medeni, tabii hukuk, taarruz ve teca­

tında kavliyatından fi i liyata geçmek suretiyle mü­

vüzden masun kalmaz. Şahsi, zati tahakkümleri kı­

him bir hatve daha att ı . Malumdur ki mutlakiyel-i

ramayan haklara, hukuklara vaki tecavüzlere mu­

idarede fertler esirdir. Haklarına, hukuklarına hürri­

kavemet edemeyen, pek çok mevad ve mesailde

yetlerine mal i k değildir. Çünkü mutlakıyet kanun­

ya sakit, yahut cürüm ile ceza beyninde bir nisbet-i

ları bu esas üzerine mevzudur.

adile temin edemeyecek derecede nakıs olan ka­

Yahut fertlerin hukuk-ı şahsiye, hukuk-ı tabiiye,

vanin-i cezaiyemize kuvvetli bir ruh nefh etmek ar­

hukuk-ı medeniyeleri mevzu kanunlarda mühmel­

tık bir ihtiyaç, bir zaruret idi. Bu ihtiyaç ve zarureti

d i r. Mevcud kavanin-i cezaiyemiz mutlakıyet dev­

en evvel gören muhterem Abdülkadir Kemali Bey

rinin mahsul ve mevzuatı bulunduğu inkar kabul

oldu ve işte bu netice, vaki teklifi intac etti ve bu

etmez bir hakikattir. Meşrutiyet ilan edildi, salta­

ihtiyaç ve zarureti de kabul ettirdi. Ortada mevcut

natlar yıkıldı, hakimiyet-i mill iye esasatı kabul edil­

derin bir boşluk imla edilmiş oldu.

di. Kanunlara bilhassa kavanin-i cezaiyeye doku­

Badehu "kanun hakimdir" demek hakkını bah­

nulmadı. Yapılan şey, icra edilen inkılaba\ netice

şetti. Halk kavanin-i mevcüde muvacehesinde ka­

itibariyle denilebil i r ki hemen hemen tebdil-i es­

nuna nasıl riayetkar ise, bildiği, bilhassa istediği gi­

madan ibaret kaldı. Kavi ile fiil arasında azim bir

bi harekata alışkın, fazlaca taşkın her rütbedeki

zıddiyet nazarlara çarpmaktan hiç de hali kalmadı.

mülki, askeri memurlar da bundan böyle bu kanun

Evet, Meşrutiyet, Kanun-ı Esasi'nin kabul ve meri­

karşısında kanunlara daha fazla hünnetkar olmaya

yetini temin ett i . Fakat Kanun-ı Esasi, meşrutiyetten

alışacaktır.

maksud olan hiçbir şey tem in edemed i . Çünkü

Devlet teşkilatında, en içtimai, en medeni ve en

edemezd i . Çünkü kavanin-i esasiye esasatı i rae

ziyade hakka, hukuka riayetkar bir esası kabul ey­

eder. Bizzat icra kabiliyetini haiz değildir. O bir

leyen büyük bir meclis, milletin herhangi bir ferdi­

ana kanunudur. İhtiva ettiği hulut-ı esasiyeye göre

nin hakkına, hukukuna tecavüz edenlerin karşısına

parça parça kav.inin tedvini muktezadır ki tatbik-i

h a k i m l e r i n i usul ve kanun-ı cez a n ı n muayyen

ahkamı mümkün olabilsin. Kanun-ı esasinin kabu­

mahdud, zayıf, bin türlü eşkal-i imtiyaz ile muhat

lüyle iktifa edildi. Ahkamını tatbik ve icra mahiyet

maddeleri ile çı karamazdı .

ve kab i l iyeti ni haiz kavanin-i müteferria i h mal

Ve o mevad i l e artık halka huzur ve emniyet,

olundu. Bu yüzden kanun-ı esasinin kabul-i meri­

hak, hukuk temin edemezdi . Cihan harbinin tevl id

yeti müsbet bir fayda ve netice temin etmedi . Mil­

ettiği seyyiat netayicinden olan ahlaksızlık önüne,

lete herşey vaad etti . Fakat hiçbir şey veremedi .

yine harbin icap ve mukteziyatıyla tevellüd eden

Kavanin-i müteferria bil hassa kavanin-i cezaiye,

kanunsuz yolsuz harekatın karşısına çıkabi l mek

eski şekil ve mahiyetini muhafaza etmekle şekl-i

için tehd idini ika mahiyetini haiz kanun isterdi. iş­

idare kavlen meşrutiyet, fiilen mutlakiyet hududu­

te kabul edilen kanun bu mahiyet ve kabiliyeti ha­

nun haricine çıkamadı. İdare makinası eski dişler

izdir. Artık halkın feryat ve şikayatını haksızlığa,

etrafında, eski revşini, eski dönüşünü muhafaza et­

zulme, tahakküme maruz kalacak herhangi bir fer­

mekten kurtulmadı. Bir m i l letin devlet teşkilatının sistemi unvanen her ne olursa olsun mahiyet-i esasiyesi kanunları

din vaveyla-yı iştikasını yeşil masalar setretmeye­ cektir. Yükselecek esvat dinlenilecek, mağdurların hakkı, hukuku bihakkın aranılacaktır.

ile ölçülür. Hakimiyet-i milliyeyi kelimelerin bela­

Kabul edilen kanun bunu mütekellihir. O suretle

gat ve fesaheti değil kanunların mahiyet, kudret ve

ki müracaata bile ihtiyaç yoktur. Her hakka teca­

kabil iyeti tevlid eder. M i l let hakimdir, demekle mil­

vüz edenleri müddeiumumiler resen takip etmeye

let hakim olmaz . M i l l et i n hakim iyeti kanu nların

mecbur, ihmal ve tekasül gösteren müddeiumumi-

72 1

A

722

M

K

c

leri en ağır ceza ile tecziyeyi kanun müteahhiddir.

letin mukadderatı elim, feci avakıba baziçe olma­

Evet artık münevveran-ı m i l letin sadası boğulmaya­

yacaktır. Evet artık hürriyet-i hakikiye hürriyet-i vic­

cak, matbuat ı n esv:itı gelişi güzel ve i steğe göre

dan tevlid edecek, hakimiyet-i m i l l iyeyi ise bu ne­

tagyir ve tebdil ettirilemeyecektir. Evet artık hür

tayic doğuracaktır.

vicdanların sadası cebr ü ikrahtan azade olarak

Muhterem Abdülkadi r Kemali Bey şayan-ı takdir

halkı tenvir ve ikaz vazifesini ifa eyleyecekti r. Hu­

ve tebriktir. Pişvalığıyla ne kadar iftihar etse elyaktır.

kuk-ı şahsiye, hukuk-ı tasarrufiye taarruztan ma­

Büyük Millet Meclisi ise bu kanunu kabul etmiş

sundur. Artık k ı rbaçların, tokatların tesiratı mebus­

olmakla altın huruf ile tarihin şükran minnet sinesi­

lar, mil letle ve memleketle alakası olmayan vekil­

ne kaydedil meye hakka ki müstehaktır.

ler doğurmayacaktır. Evet artık benlikler, varlıklar

Bitlis Mebusu Yusuf Ziya

intihabındaki n isbetlere feda edilmek suretiyle mil-

(Sayı 24, 1 5 Şubat 1 923)

TERAKKİPERVER CUMHURİYET FIRKASI'NIN PROGRAMI Esasl ar

bir karar-ı idariden veya bir karar-ı idarinin yahut

Madde ı - Türkiye Devleti halkın hakimiyetine

bir tali mat ve nizamnamenin tefsirinden veya ih­

müstenid bir"Cumhuriyettir. Madde 2- Hürriyetperverl ik (Liberalizm) halkın hakim iyeti (Demokrasi) fırkanın meslek-i esasidi r.

mal-i tatbikinden dolayı muhtel olan ve mahakim-i adl iyenin selhahiyeti haricinde kalan hukuk ve me­ nafınin muhafazası için merci-i şi kayet olmak üze­

Madde 3- Kavaninin vaz-ı tedvininin de halkın

re mahakim-i idareyi teşkil olunacak bunların teş­

ihtiyacı, menafii, temayülatı, asrın icabatı ve adalet

k i l at ve vezaifi ve usul-ü muhakemeleri için ka­

prensipleri hakim olacaktır.

nunlar yapılacaktır.

Madde 4- Umumi hürriyetlere fırka şiddetle ta­ raftardır. Heyet-i içtimaiyemizin ihtiyaca! ve tema­

Madde 1 2- Reisicumhur inti hab olunan zatın meb'usluk sıfatı intihabını müteakip zail olur.

yülatı hakikkiyesi ve nizam-ı ammenin muhafazası

Madde 1 3- Muvazene-i Umumiye mebusiyeden

endişesi bu hürriyetlere kuyud vaz'ını zaruri kıldığı

maaş alan ve fiilen hizmette bulunanların hiç bir

takdirde ancak Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile bu tak­

fırka-i siyasiyeye i ntisab edememesi kafil kanun

yidatın vaz'ını taraftar olacaktır.

vazolunacaktır.

Madde 5- Teşkilat-ı Esasiye Kanunu milletten ve­ kalet-i sariha alınmadıkça tadil edilmeyecektir. Madde 6- Fırka efkar ve itikat-ı d i niyyeye hür­ metkardır.

Siyaset-i Dahiliye Madde 1 4- Milli vahdetin halelden mesuniyetini temin için Devletin murakabesi baki kalmak şartile

Madde 7- "Hiç bir kimse kanunun emrettiği şeyi

i dari adem-i merkeziyet esası terviç ed i l ecektir.

icraya icbar ve nehyetmediğini ısrardan melonuna­

Mahalli hak ve selahaiyetlerin istimalinde ihtihab

maz" düsturu idarede mabettatbik bir esas olacaktı .

usulünün tamami-i cereyanına itina olunarak teşki­

Madde B - Meb'usan intihabında b i r derece l i rey'-i a m usulü kabul edi lecek ve her kazanın bir

lat-• idariyenin serbest tekamülüne hadim kanunlar vazolunacaktır. ( ...)

daire-i intihabiye olması esası müdafaa olunacaktır. Madde 9- Vezaif-i devlet hadd-i asgariye tenz i l edilecektir.

İktisadiyat Madde 29- Memleketin her tarafında zirai, tica­

Madde 1 O- Hükkamın her türlü nüfuz ve tesir­

ri, sınai, müstahsil ler arasında meslek teşkilatları

den azade kalmamaları için layetegayyerliklerini

vücude getirilerek bunların yekdiğerleriyle irtibat

zamin olacak ahk.!m vaz edi lecek ve arzuları inzi­

etmesine bu suretle taazzuv edecek her mesleğin

mam etmedikçe diğer memuriyetlere hatta terfi

kendine mahsus menafi ini daha kuwetle müdafaa

edi lememeleri hakkında Teşkilat-ı Esasiye Kanu­

edebilmesine çalışılacaktır.

nu'na madde-i mahsusa dercolunacaktır. Madde 1 1 - Efraddan veya memurinden birinin

Madde 30- Zıraathe ilk hedefimiz memleketin kendi mahsulat-ı z i raiyesi ile yaşamasıdır. Buna

s

E

ç

M

M

vusul için bir program dah i l i nde çalışacak ve prog­

T

N

E

R

de hayatı pahalandınnak ve kariben ecnebi devlet­

ramın esas hatlarını muayyen bir devi rde istihba­

leriyle başlayacak olan ticaret muhedatı müzakere­

rat-ı gıdaiyemizin tezyidi ve müstahzalatın kolay­

lerinde müşkil bir mevkide kalmak istemeyiz. ( . . . )

lıkla ve süratle pazar yerlerine nakli teşkil edile­

Madde 40- Devletin itibar-ı mali-i haricisini iha etmeye bütün kuvveti m i z l e ça l ı şacağız. Serapa

cektir. Madde 3 1 - Ecnebi piyasalardan celbedeceğimiz

muhtaç-ı imar olan bir memlekeııe yalnız kendi

mamulat ve masnuat için meta-ı mübadele teşkil

servet ve sermayesile yaşamak fikrinin doğru olma­

etmek üzere topraklarımızın istidadat-ı ıabiisinde

dığına kaniyiz. Temin-i asayişle teessüs-ü sükun ve

dah i l bulunan mevadd-ı iptidaiyye-i sınaiyenin tez­

istikrar i le harici sermayelere gösterilecek hüsn-ü

yidi de ziraat programımızın esaslarındandı.( ... )

kabul ile herkese telkin-i itimad ederek bu sayede

Madde 33- Mesail-i iktisadiyedeki serbest mes­ leğimiz, asırlardan beri tesirat hariciye ile sünmüş

harap memleketimizi seri adımlarla inkişaf ettirme­ ğe gayret edeceğiz.

olan veya müstad-i inkişaf bulunan sanayimizin hi­

Madde 4 1 - Memleketimize hariçten sermaye

mayesine mani olmayacaktır. Fakat bu himaye ale­

gelmesine ticaretin inkişafına ve hayatın kesb-i ih­

lamya değil makul e muted i l tarzda ve bur prog­

veniyet etmesine mani ahvalden beri olan Kambi­

ram dahili nde vuku bulacaktır. Nazarımızda hima­

yo tahvilatına nihayet vererek milli paranın ecnebi

ye bir gaye değil bir vasıtadır. Müstaid-i inkişaf ol­

paralarına nazaran müstakar olmasını temin için

mayan her sınıfı himaye ederek memleket dahi l in-

devlet bankası ile bir itilaf akdolunacaktır. ( ... )

DEVLET VE FERTTEN , BASİTTEN MÜREKKEBE , SÜRÜDEN MİLLETE DOGRU AHMET AGAOGLU Tarihten ve içtimaiyattan az çok haberi olan hangi

ve topladığı otla geç i n i r ve onları birl ikte isti hsal

akıl ve iz'an sahibi vardır ki her an herkesin gözü­

ettiği gibi birlikte de istihlak eder. Ve gene birlikte

ne çarpan devlet g i b i alemşü m u l şen i yeti i n kar

mağaralara ve kaya oyuklarına iltica eder.

edebilsin? Devlet tabiatile devletçidir. Devletçi l i k

Fakat insanı diğer mevcudattan ayıran şuur dur­

devlet mefhumunun ta içinde mündemiçtir. Dün­

maz yürür. Tecrübe ve müşahede sayesinde inkişaf

yada en iptidai, mesela Zulu kabilesinden başlıya­

eder. Şintezler yapar. Yavaş yavaş ziraat sürücülük

rak en mütekamil devlete mesela İngiltere ve Fran­

başlar. Ş i mdiye kadar seyyal olan hayal istikrara

sa'ya kadar hangi devlet vardır ki devletçi olmasın?

doğru yürür. Kabile devri gelir. Tek biçimli varlı kta

Devletin mahiyetinde bile içtimai nizama müdaha­

yeni uzviyetler çı kar, ayrı ayrı a i leler ve ayrı ayrı

le etmek hassası konulmuştur. Bi naenaleyh devle­

ocaklar kurulur. Arazide iştirakç i l i k daha bir müd­

tin devletçi l i k sıfatı esas itibarile inkarı gayrıkabil

det devam ederse de istihsal ve istihlakte fertç i l i k

bir şeniyettir.

başlar. İş bölümü, mülkiyet esasları kurulur. Ayiıi

Fakat asıl mes'ele devletin bu müdahale salahi­ yetinin hududunu tayin etmektir. Tarihen ne görüyoruz?

zamanda hükümet nüvesi de kendini gösterir. Ka­ bileler arasındaki çarpışmalar ve cidaller şeflerin, kumandanların zuhuruna yol açar. Bu suretle kabi­

Müşahede ettiğimiz tarihi seyruret şudur: Beşeri­

lede eski müsavatçılık yerine idare edenler ve ida­

yet ilk içtimai adımını iştirakçi ve müsvatçı mesa­

re olunanlar kaidesi kurul ur. Ve gene cidal ve kav­

ide iştirakçı ve müsavatçı olarak atmıştır. Bu iptidai teşekkül amorftir. Yani şekilsizdir. Tek renkli, tek biçimli, tek nesiçli adeta yalnız hazım

ganın neticesi olmak üzere yenilen kabile fertleri galebe çalan kabilenin emri altına girer ve bu su­ retle sınıflar teşekkül eder.

cihazı ndan ibaret olan platoplazmaya benzer. Bu

Beşeriyet yürüdükçe bu ameliye devam eder ve

tek biçimli içtimai varlık henüz tamamen tabiatin

devam ettikçe genişler ve mürekkepleşir. Kabilenin

zebunu ve esiridir. Onu teşkil eden fertler arasın­

yerine federasyonlar, federasyonlardan sonra site­

daki tesanüdü temin eden amil müdafaai nefs sa­

ler, sitelerden sonra kraliyetler ve ni hayet asri dev­

ikasıdır. Sürü halinde yaşıyan bu varl ı k bulduğu av

letler gelir.

723

s

L

A

c

M

K

Yani inkişaf i lerledikçe içtimai hayatta eski mü­

kadar onlar avare kalmaktadır. Eğer bir cemaat

savatçılık ve iştirakçilik kalkar ve yerine birbiri

durgun bir hale gelmiş ise, eğer onda i lerlemek

üzerine konmuş muhtelif iktisadi ve siyasi vaziyet­

hamleleri durmuş ise, eğer nesiller birbiri ardınca

leri haiz ve muhtelif iş bölümü tarzlarile birbirine

gelerek yaşayış tarzında bir değişiklik olmıyorsa o

bağlı ve birbirlerile mücadele eden tabakalardan

cemaatin içinde ferdin ölmüş olduğuna, yani itici

ve fertlerden mürekkep cemiyetler konur. Bu aralık

ve dinamik kuvvetin tükenmiş bulunduğuna hük­

hayatın diğer cepheleri de mesela : Dini, fikri ve

medilebilir. Nasıl ki ferdin inkişafına meydan ver­

bedii cepheleri de inkişaf eder ve mütemadiyen

miyen Şark'ta bu halin asırlarca devam etmiş oldu­

basitten mürekkebe, tek renkten çok renklere doğ­

ğu müşahede olunmaktadır.

ru

yürür. Bununla beraber hükumet nüvesi de kuv­

Şunu da ilave edelim ki : Fert muhitten almış ol­

vetleşir. Mürekkepleşmiş olan içtimai hayatın mü­

duğunu aynen geri vermekle kalmıyor, yani sırf

rekkepleşmiş ve çoğalmış olan ihtiyaçları cemaat

otomatik bir sintez aleti değildir. Ayni zamanda da

reislerinin vazifelerini genişlemesini ve hükumet

almış olduğuna kendisinden bir şey de lave ediyor. Başka tabir ile fertte yaratıcı bir kuvvet te vardır.

salahiyetinin gittikçe büyümesini icap ettirir.

724

L

Beşeriyet tekamülünün bu seyruretini seyreder­

falan fikir, falan hareket, falandan türediği zaman

ken biz daima iki hadisenin yanyana yürüdüğünü

bir şekil al ıyor. Falandan da türediği zaman başka

görüyoruz. Bir taraftan ferdin mütemadiyen inkişa­

bir şekil alıyor. Bu şekiller fertlerin kendilerinin,

fını, diğer taraftan da bununla muvazi olarak dev­

kendi şahsiyetlerinin malıdır.

let salahiyetlerinin genişlemesini.

Ricardo " F azlai kıymet• kanununu, Newton

İçtimai nizam kendi ahengini işte cemiyetle fert

"Cazibe" kanununu keşfederken bu keşiflerin ana

arasında bu muvazeneyi tutmakla temin etmeğe

malzemesini, yani iktisadiyata ve mihanike ait ma­

çalışır.

lumatlarını muhitlerinden almışlardı. Fakat işte al­

Hakikatte yaşıyan ve tekamül eden cemaatlerde

dıklarını bu kanunları ilave ederek geri vermişler­

ileriye doğru gidişin itici ve sürücü amili ferttir. Ce­

dir. Keza Luter çıkıp ta 1 7 tezile Roma'ya karşı ge­

maatler mahiyetleri itibarile istatikdirler. Dinamik

lirken hiç şüphe yoktur ki Roma hakkında ta Jan

olan ferttir; filhakika fert hareket kuwetlerini ce­

Huss zamanındanberi muhitte dolaşan fikirlerin te­

maatten alır. Fakat böyle bir fert yetişinciye kadar

siri altında bulunuyordu. Fakat o 1 7 tez ve İncil'in

bu kuweıler saklı ve gizli kalmaktadırlar. Fertt i r ki

Almancaya ilk defa tercümesi Luter'indir.

kuvvetlerin zuhuruna vasıta olur. Fertle cemaat

Mustafa Kemal zuhur ederken Türk muhtinde

arasındaki bu iç münasebet tıpkı tabiatle her hangi

bir kurtuluş cereyanı vardı, fakat bu cereyana bildi­

bir motör arasındaki münasebete benzer. Sudan

ğ i m i z istikamet ve mahiyeti veren Mustafa Ke­

buhar almak için bir dinamoya nekadar ihtiyaç

mal'dir. Mustafa Kemal zuhur etmeyip ıe cereyan

varsa öyle de cemaatleri yürütmek için fertlere ihti­

başka ellerde kalmış olsaydı, kimbilir ne şekil alır

yaç vardır. Tarihte yapılmış olan bunca icatlar, ihti­

ve nereye varırdı.

ralar, keşifler, bunca içtimai ve fikri ilerilemeleri

Demek ki cemaatlerin ve devletlerin ileriye doğru

arasında hangisi vardır ki bir cemaatin heyeti umu­

yürümeleri ve inkişafları için birinci şart dinamik

miyesi tarafından meydana çıkarılmış olsun. Bütün

kuwet olan fertler için hareket ve inkişaf imkanıdır.

bunları yapan fertlerdir. Vakıa fert yaptığının mal­

Fertlerini bu imkandan mahrum eden muhitler ken­

zemesini muhitten alır, fakat bu dağınık malzemeyi

di kendilerini de durgunluğa mahkum ederler.

toplayıp sintez haline koyan fert zuhur edinciye

(1 933 )

SERBEST CUMHURiYET FIRKASl'NIN PRENSiPLERi BELGE 24 niyet (korunma) haklarını istisnasız herkes için tat­ Serbest Cumhuriyet Fırkası Cumhuriyetçilik, Milli­

bik edecek ve hiçbir sakatlığa uğratmıyacaktır.

yetçilik ve laiklik esaslarına bağlıdır. Bu esasların

il

millet bünyesinde ebedileşmesi gayesidir.

Vergiler, millet fertlerinin iktisadi teşebbüs kabi­

Teşkilatı Esasiye kanunundaki hürriyet ve masu-

l iyetini sarsmıyacak ve halkın takati hududunu aş-

s

ç

M

T

M

R

N

şal etmesi, Fırkanın vasıl olmak istediği mühim he­

mıyacak derecede hafifletilecektir. Vergi konulmasında daha doğru esaslara dayanı­ lacak ve alınmasındaki yolsuzluklar kaldırılacaktır.

deftir. Teşviki Sanayi Kanunu tam olarak tatbik edile­

ili

cektir. Bu kanunun bahşettiği himaye ve kolaylıklar

F ı rka, Devlet gelirinin ser.ıereli surette sarfına

icabında genişletilecektir.

dikkat eder ve büyük nafia (bayındırlık) teşebbüsle­ ri masraflarının yalnız bir nesle yüklenmesinden

Sanayi ve Maden Bankasının kabiliyet ve faali­ yeti artırılacaktır. Yerli mahsullerin himayesi ve hariç piyasalarda

çekinir. Devlet masraflarında en sıkı tasarrufa riayet ve

sürümlerinin temini için tedbirler alınacaktır. Nakliyat (taşıma) ve liman tarifeleri bu maksatla­

israflara karşı mücadele eder.

ra hizmet edecek surette tanzim olunacaktır.

iV Fırka, paramızın bir an evvel değer tesbiti için tedbir almak ve memleketimizde iş görmek istiyecek harici sermayeye bu suretle yol açmak kararındadır.

v

Vlll Halkın hükümet dairelerindeki işleri azami sürat ve kolaylıkla gördürülecektir. Rüşvet ve suiistimal­ lere karşı merhametsizce mücadele edi lecektir.

Fırka, vatandaşların refahına, mali ve iktisadi

IX

her türlü teşebbüslerine engel olan hükümet mü­

Mahkemelerin süratle iş bitirmesi için sıkı ve de­

dahalelerini kabul etmez. Memleketin iktisadi ha­

vamlı teftişler yaptınlacaktır. Mahkemeler teşkilatın­

yatının inkişafında her türlü teşebbüs erbabının

daki noksanlar bu maksada göre ikmal olunacaktır.

x

yardımcısıdır. Cumhuriyet menfaatleri için girişi lmesi i cap

F ırka, harici siyasetinde Türkiye Cumhuriye­

eden iktisadi işlerde fertlerin kuvveti kifayetsiz gö­

ti'nin komşu ve bütün devletlerle münasebetlerinin

rüldükçe devlet doğrudan doğruya teşebbüs alır.

dostluk ve samimiyet dairesinde olmasına ve kuv­ vetlenmesine ve Cemiyeti Akvam (Milletler Cemi­

Liman inhisarları kaldırılacaktır.



yeti) müessesesile daha sıkı sureıte işbirliğine

Köylünün ve çiftçinin çok ucuz faizle ve zor ol­

ehemmiyet verecektir.

mayan usullerle para bulması ve iktisadi bünyemi­ zi zayıf düşüren murabahacılıktan kurtarılması Fır­

XI Fırka, bir dereceli intihap usulünün tesisini ve siyasi hukukun Türk kadınına da teşmilini (verilme­

kanın en mühim maksatlarındandır. Çiftç inin fedakarlığıyla kurulmuş olan Ziraat

sini) müdafaa edecektir. 1 1 .8.1 930

Bankasının, memlekette z i rai kredi ihtiyacını tat­ min edecek bir müessese haline çıkarılması esastır. Vll Dahili san'atların canlanması ve kolaylıkla inki-

Katibi Umumi

Fırka Reisi

(İmza)

(İmza)

M . NURİ

A. FETHi

FETHİ BEY'İN ALSANCAK STADYUMU'NDA VERDtGt NUTUK (IZMIR, 7 EYLÜL PAZAR) Büyük Reisimiz Gazi Hazretlerine takdim ettiğim

evvel gayemiz Cumhuriyet'i büyük dahimizin bu

mektup ile kendilerinin lütuf buyurdukları cevap,

büyük eserini, hal ve istikbalde geçici tesirlerden

fırkamızın nasıl doğduğuna dair en kal'i bir sara­

kurtararak, sarsılmaz bir surette memleketimizin si­

hatla fikir vereceği için ayrıca tafsilata girişmiyece­

nesinde ebedileştirmektir. Cumhuriyet'in ruhu ve

ğim. Milli hakimiyetin en yüksek tecel lisi olan

esası, serbest münakaşadır. Buesasa fırkamız sami­

Cumhuriyet'ten beklenen bütün feyizlerin tama­

miyetle, kat'iyetle merbumur.

men inkişaf edebilmesi için muayyen fikirler üze­

Türk milletinin hayati menfaatlerine taa l l ük

rinde yürüyen iki fırkanın karşı karşıya gelerek icrai

eden münakaşalarda şahsiyet sahasından uzak kal­

kuvvetleri murakabe etmeleri şarttır. Her şeyden

mak, nezaketten ayrılmamak, muarızların fikir ve

725

s

A

M

L

K

kanaatlerine hürmet etmek lazımdır. F ı rkamız bu

Bizim iddiamız, demiryol larının gayet ağır şart­

esasları hatırda b u l u ndurmayı kend i s i ne vatani

larla yapı lmakta olmasıdır. Muhterem başvekil, de­

borç saymaktadır. F ı rkaya kanaat leriyle i l t i h a k

m i ryol ları n ı n b i r varl ık meselesi olduğunu idrak

eden arkadaşlarımın da buna riayet etmelerini bil­

eden halkımızın her türlü sıkıntıya katlanmak sure­

hassa rica ederim . Efendiler, diyebilirim ki Türk milletinin umumi

726

c

tiyle fedakarlık ihtiyar ettiğinden bahis buyuruyor­ lar. Halkın dişinden, tırnağından güçlükle elde edi­

menfaatlerine samimi surette merbut olan bütün

len bu paraların büyük bir dikkat ve itina ile ve ta­

vatandaşlar, fırkamızın teşekkülünü faydalı ve vata­

sarruf gözeti lerek sarfı iktiza etmez m i ? ( . . .)

ni bir işi olmak üzere telakki etmişlerdir. Fırkanın

Diğer cihetten, Türk milletinin i ktisadi kabil iye­

teşekkülünden memnun olmayanlar da yok değil­

tini göz önünde bulundurmak, milli serveti n yük­

dir. Tek fırkalı idarenin intaç ettiği mesuliyetsizliği

selmesine veya hiç olmazsa muhafazasına itina et­

hoş görenler bu yeni teşekkülü menfaatlerine mu­

mek b i r hükümetin en müh im vazifelerindendir.

vafık bul muyorlar ve fırkamıza d i l uzatmaktan geri

H atta diyebilirim ki bu ikinci vazife her şeyden üs­

kalmıyorlar. Bize gayri meşru bir fırka olduğumu­

tündür. Zira demiryollarını emin bir surette hudut­

zu, bütün vergileri kaldıracağımızı, fes giydireceği­

larımıza kadar ulaştırmak için, çifçinin, esnafın ve

mizi, eski Arap harflerini iade edeceğimizi atfü is­

tüccarın mali kabiliyetini göz önünde bulundur­

nat etmekten çekinmiyorlar. H içbir zaman ağzı­

makk ve bu vergi membalarını korumak lazımdır.

m ı zdan çıkmayan sözleri bana isnat ederek fırka­ mızı zayıf düşürmeye çalışıyorlar.

Masraf, memleketin i ktisadi tahammül kudreti n i aşınca, halkın iktisadi kabiliyet v e inkişafı dumıaya

Elendiler, fırkamız ne mürtecidir, ne de fırka şah­

mahkümdur. O zaman demiryolları siyasetine de

si menfaat vesilesi ittiha eden bir teşekküldür. Bila­

istenmeyerek darbe vurulmuş olacaktır. İktisadi ka­

kis inhisarlardan halkın zararına olarak ceplerini

nunlar öyle zaruretler tevlit eder ki, bunlara karşı

doldurmak isteyenlerin gayri meşru hareketlerine

bigane durmaktan ve bunların tesislerini herhangi

karşı mücadele edecektir. İrticai fiki rlere karşı cidal­

bir emir ve iradeye tabi olur zannında bulunmak­

de ön safta bulunmak hak ve vazifesinde kendisine

tan daha büyük hata olmaz. İktisadiyatın bu gari

takaddüm edilmesine dahi razı olmayacaktır.

mer'i kuvvetlerini mühimsememek acı neticelerle

Biz Türk milletinin takalı dahilinde olan bilcümle

karşılanmaya davet eden.

mali fedakarlıkları seve seve ifa edeceğine kaniiz.

İşte Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın l iberal siya­

Halkın tahammüllerini aşan bazı vergilerin tahrifi

setiyle Sivas nutkunda tebarüz eden siyaset arasın­

prensiplerimizdendir. Bunu, bütün vergilerin kaldırıl­

da en mühim fark, bizim bu iktisat amillerine ve is­

masını istiyorlar suretinde işaa etmek, fırkamıza karşı

t i hsal kuvvetlerini rencide etmemek h ususunda

sui niyetle hareket etmektir. Cumhuriyet'e imanları

göstereceğimiz itinadan i barettir.

gevşek olan bu gibileri ikna etmek sarf ve efkarı umumiyeyi işgal etmeyi lüzumsuz görmekteyim. Efendiler, bu teşebbüsü doğuran fikir i l erlemek­ ted i r ve i lerleyecektir. Çünkü bu teşebbüs hayati zaruretin tevlid ettiği bir eserd i r. Memleketin her tarafı ndan vaki olan müteva l i teşvikler ve tergipler, tuttuğumuz yolun doğru yol olduğunu ispat eden en kuvvetli deli llerdir. Fırkamızın teşekkülünün şimdiden hayırlı faydaları görülmeye başlamıştır. Bu semereler gün geçtikçe artacak ve Cumhuri­ yet'in ne kadar feyizli bir idare sistemi olduğu fi­ ilen sabit olacaktır. Başlayan serbest münakaşa, hüku met üzerine tesirden hali kalmamış ve muhterem başveki l , fır­ kamızın intişar eden tenkitlerine Sivas'da uzun nutkuyla cevap vermek lüzumunu hissetmiştir. Fır­ kamızın programının izahı sırasında intişar eden

Bu noktada biraz tevakul etmeye müsaadenizi rica edeceğim. Muhterem hükumet reisi nutukla­ rında aynen şöyle buyuruyorlar:

0Liberalizm nazariyatı memleketin güç anlıya­ cağı bir şeydir. Biz iktisadiyatta hakikaten mute­ dil devletçiyiz. Bizi bu istikamete seveden bu memleketin ihtiyacı ve bu milletin fikr-i temayü­ lüdür. Memleketin ihtiyaçları için herkes ve her yer hazineden çare arar. Elekriği yapılmayan şe­ hir, limanı fena olan yer, iş bulmayan adam hü­ kümeti muhatap tutar. Mutedil devletçi olarak halkın temayülatına ve metalibine yetişemiyo­ ruz diye kusurluyuz. Devletçilikten büsbütün vazgeçip, her nimeti sermayedarların faaliyetin­ den beklemeye sevk etmek bu memleketin anlı­ yacağı bir şey midir?"

tenkitlere cevap olan bu nutku huzurumuzda tahlil

Liberalizm sistemi, Paşa Hazretlerinin tasvir et­

etmeyi faydalı görmekteyim. Bu tahli l i yaparken,

ti kleri mahiyette deği ldir. Liberalizm mesleği, devle­

aynı zamanda fırkamız programının temel noktala­

te olan vazifeleri devlete ve millet efradına ait olan

rı kendi kend ine taayyün etmiş olacaktır. ( ... )

vazifeleri de şahsi teşebbüslere terk eden ve bu te-

s

ç

M

T

M

N

R

L

şebbüslerin inkişafına engel olacak müdahaleleri

zinesi bu inh isarların tesisi için fedakarlık ihtiyar

asla tecviz etmeyen bir meslektir. Halkın her şeyi

etmiş olduğu halde inhisardan beklenen fayda ta­

hükümetten beklemesi arzu olunmayan bir haldir.

mamen hususi şahıslara terk edilmiştir. Memleketin

Bu halin membaı da öteden beri hükumetin her Q­

ticaretine ve umumi inkişafına zararı aşikar olan

ye müdahale etmiş ve fertlerin serbest inkişafına

bu inhisarlardan, halkın, esnafın

meydan vermemiş olmasından mütevellittir.

madiyen şikayet etmesi, fırkamızı bununla iştigale

Esasen her şeyin hükümetin yapmasına imkan

ve

tüccarın müte­

sevk etmiş"tir.

tasavvur olunabilir mil Avrupa'nın bugünkü inkişa­

Ağır gelen vergilerin tahfifi maddesi mevzubahis

fı, sermaye ile mesainin serbest ve müşterek faali­

olduğu zaman, istihsalatımızın mali fiyatı n ı artıra­

yetinden mütevellit bir hadise değil midir/ Halkı­

rak rekabet imkanını selb ve ihracatımıza sekte iras

mızın kabil iyet ve şuuruna daha ziyade emniyet ve

eden ve hayatı pahalılaştıran vergilerin tahfifi mu­

itimat etmek lazımdır. Halkın muhakkak bir tema­

rat olunmuştur.

yülü varsa, giriştiği işlerde müdahaleden azade ve

Programımızda mevcut olmayan şeylerin tarafı­

serbest hareket edebilmesidir. Devlete ait olan va­

mızdan iddia olunduğunu zannederek, bu iddiaları

zife, halk tarafı ndan münferiden yapılması kabul

birer birer red ve cerhe kalkışan başvekil hazretle­

olmayan işleri başarmak ve halkın şahsi teşebbüs­

ri, bugünkü i ktisadi sıkıntıya sebep olan yeni vergi­

lerini kolaylaştırmak ve teşvik etmek için umumi

lerin mütehassıslara ait fenni bir istikamette ve bir

tedbirler almaktan ibaret olmal ıdır. işte Sivas nut­

tekamül hali nde bulunduğunu söylüyorlar.

kunda tebellür eden siyasete nazaran aramızdaki diğer bir fark da bundan ibarettir.

Efend i l e r, bir hükümetin en m ü h i m vazifesi, memleketin iktidarına ve mali siyasetine göre vergi

Ecnebi sermaye meselelerine gelince, muhterem

işleriyle meşgul olmaktır. Bugünün en mühim me­

Paşa Hazretleri soruyorlar ki, "para geldi de kabul

seleleri olan bu bahsi, mütehassısların üzerine ata­

etmedim mil" Ben de biliyorum. Bugünkü şerait al­

rak, teknik bir mesele halinde göstermek, hüküme­

tında istikraz yapmak imkansızdır. B inaenaleyh,

tin siyasi iştigalaıı haricinde bırakmak nasıl müda­

muhterem başvekilin bu yoldaki sualini hangi mu­

faa olunabilir bir nazariyedir? Bu vergileri mütehas­

arızlarına tevcih eylediğini tayin edemem. Harici

sıslar tadil veya tahfif edemezler. Bu doğrudan doğ­

istikraz akdi birtakım şartlara tabidir. Esasen bu

ruya mali siyasetin mevzuunu teşkil eden ve milli

şartlar tahakkük ederse, harici istikrazı yapmaya lü­

hakimiyeti alakadar eyleyen en mühim esastır. Si­

zum kalmadan başka yollardan memlekete hariç­

vas nutkunda, bu mühim meselenin bu şekilde bir

ten para gelebilir. Memleketimizde bugün faiz en

ifade ile pek

aşağı yüzde 1 S'tir. Hiçbir yerde para bu kadar pa­

az

yer tuttuğunu kaydetmek isterim.

Yedi seneden beri takib edilen mali siyasetin bir

hal ı deği ldir. Köylü ve esnafın üzde 40 ve hatta

muvaffakiyet harikası olduğunu i lan eden muhte­

yüzde 50 ile para tedarik etmeye çalıştığını görüyo­

rem başvekile, son sene zarfında ne kadar iflaslar

ruz. Bu kadar ağır faiz altında kalan halkın iktisa­

vuku bulduğunu ve yalnız kazanç vergisinden do­

den sıkılmamasına imkan tasavvur olunabil i r mil

layı, ne kadar ticarethanenin kapandığını sormak

Başka yerlerde pek ucuz faizle iktifa eden ser­

isteri m. Bu mali siyasette, muvaffakiyet olup olma­

se­

dığını o siyaseti idare edenlerin iddiası değil, siya­

bebini ben de öğrenmek isterdim. Bütçenin kabi l i

set yüzünden ticaret ve sanayide hasıl olan refah

tehir masraflarından vikayesi, hakiki b i r tevazün te­

ve bu refah ı gösteren istatistikler ispat eder.

maye memleketimize ne için gelmiyor? Bunun

sisi, paramızın istikrarını temin şartları nın tahakkuk

M ü h i m b i r istihsal ve ticaret m u h iti o l an İz­

ettirilmesi ve bu suretle iktisadi temellerin şarsıl ­

mir'in muhterem halk ı n ı n bu siyaset yüzünden uğ­

maz bir zemine kurulması, haric! istikraz sevdasına

radığı tesirler kendilerince malüm olduğundan, bu

kapılmadan evvel yapılacak işlerdir.

acıklı mevzu üzerinde fazla durmak istemiyorum.

İnhisarlar bahsine geçiyorum. Efendiler, progra­

İşte efendiler, Sivas nutkunda mühim gördüğüm

mımız göz önündedir. Biz, posta, telgraf telefon in­

noktalar hakkında fırkamızın fikrini izaha çalıştım.

hisarından bahsetmedik. Hatta tetkike muhtaç olan

B u nutukta bahsi geçmeyen mübadele meselesi

bütün inhisarlarının i lgasından dahi bahsetmedik.

üzerinde de biraz durmak isterim. Yarım milyona

Biz, liman inhisarlarının kaldırılacağından bahset­

yakın vatandaşımızın mülkiyet ve tasarruflarının ta­

tik ve ismen kalkmış ve fakat hükmen kalmış olan

mamiyle ve kat'iyetle tespit edi lmemesi ve bu mü­

ve hayat paha l ı l ı ğ ı üzerine m ü h i m tesirler icra

him işin küçük el lerde keşmekeş içinde bırakılma­

eden şeker ve petrol inh isarları nın menfaat nokta-i

sı, iktisadi hayatımıza fena tesirler icradan hali kal­

nazırından devlet hazinesiyle alakası olmadığını

mamıştır. İktisadi hayatımızın mühim bir unsuru

ben de biliyorum. Fakat şurası vardır ki, devlet ha-

olan bu vatandaş kitlesinin meskeninden, tarlasın-

72 7

s

l

A

M

dan endişesiz ve isıikbalinden emin olarak çalışa­ bilmelerini lemin eımek, fırkamızı ciddi surette iş­ gal edecek olan meselelerinden biridir.

l

c

susi bir itina ve dikkate mazhar olması tabiidir. Fırkamızın programı, zekanızın tatbiki ve mesa­ inizin inkişafı için geniş sahalar açmak istidadını

Muhıerem İzmirliler, sermaye ve mesainine ser­

haizdir. Bu güzel. zengin ve feyizli ülkenin halas­

besı inkişafı hedefini kendisiiçin gaye ittihaz elmiş

karı ve bütün m i lletin mürşidi olan büyük Ga­

olan fırkamızın ıeşekkülü, Cumhuriyeı ıarihinde,

zi'nin, Serbest Cumhuriyet Fırkası teşkili hakkında­

hiç şüphe yokıur ki, bir ıekamül haıvesidir. Ahalisi­

ki fikrimi hassasiyet ve memnuniyetle karşılamış

n i n zekası ve ıoprağı n ı n zenginliği ile haklı b i r

olduğunu burada yadetmeyi bir minnet ve şükran

şöhreı kazanmış olan İzmir için bu hadise ümiıler­

borcu bilirim. Yaşaşın Türk milleıi! Yaşasın onun

le dolu yeni bir ufuk açmakıadır. Devle! büıçesinin

dahi mürşidi! Yaşasın sevgili çalışkan İzmirliler! Cumhuriyet, 8 Eylül 1 930

pek mühim kısmını lemin eden bu memleketin hu-

728

K

YAŞADICIMIZ DEVRİN 1ÇYÜZÜ'NDEN (1960) AHMET HAMDI BAŞAR ( ...) Garp cemiyetlerinde hürriyetin hem iktisadi re­

Osmanlı devrindeki kapıkulu ile Türkiye Cum­

fahın ve hem de demokrasinin kurulması için vası­

huriyetindeki kapıkulu, bazı kategori farkları nazara

la olması sebeplerini, o cemiyeılerde yaşayan şart­

alınmazsa, tamamen aynıdır. Zaten bizde 1 908

ları, tarihi tekamülü Celal Bayar'a ve Refik Koral­

Meşrutiyet inkılabını ve milli mücadele mebdei ile

tan'a anlaımaya çalışıyordum. Bizde bu şartlar

birlikle Cumhuriyet inkılabını kapıkulu yapmıştır.

yoktu. Tarihi tekamülümüz bakımından onların ya­

Her iki harekete bu sınıf dışında kalan diğer bazı iç­

şadığı devreleri yaşamamıştık. Kalkınmamız, hatta

timai sınınar da iştirak etmiş ise, bunlar sadece ka­

millet halinde ayakta kalmamız için Devletin her

tılmışlardır. Tıpkı bir mitinge katılan ve orada heye­

sahada yardımına ve müdahalesine muhtacız; bu­

can duyarak verilen kararları tasvip eden, alkışla­

nu reddedemezdik. Garpta hürriyet, Devleıin mü­

yan insanlar gibi. Hareket, kapıkulunundur ve Dev­

dahale ve yardımını reddetme sayesinde kuruldu;

let kapısına doğrudan doğruya bağlı olan zümrenin

fertler kendi kendilerini idare edecek ve mil letin

eseridir. Hakikatin böyle olması ne Meşrutiyet ve

refahını yükseltici ıesisleri ve müesseseleri kurmak

ne de Cumhuriyet hareketlerini küçültmez. (. .. )

iktidarına maliktiler. ( . . .)



Serbest iş adamı, burjuva, kendi şuurunu his­

Eskiden olduğu gibi şimdi de bu memleketi, ikti­

seder, hürriyet peşinde koşar ve Devlet idaresine

dar kimin elinde ise onun eırafında halkalar teşkil

iştirak etmek vazifesini anlarsa o zaman demokrasi

eden, gözleri Devleı kapısında olan insanlar idare

kuvvetl i bir teminata mazhar olmuş olur. Garpla

ediyor. Bu da bir içıimai sınıftır. Bu sınıfın mühim

bu rejim, burjuvaya dayanarak kurulmuşıur. Bizde

bir kısmı doğrudan doğruya geçimlerini Devle! ka­

de demokrasinin temeli, bekçisi bu serbest iş ada­

pısına bağlamışlardır; memurdurlar.. Bir kısmı da

mı, varlıklı sınıf olabilir.

tüccar ve serbesı meslek erbabıdır. Fakat Devlet

İş bunlara umumi menfaat çevresi içinde kendi

kapısına bağlı adamlarla hoş geçinerek, ahbaplık

mesleki menfaaılerinin korunması için ıopl u çalış­

ve ortaklık tesis ederek iktidarın nüfuzundan ve ni­

maya alıştırmaktır. İktisadi sahada Devlet idaresi ve

metlerinden faydalanma peşindedirler. İşle bu iki

kendi müşterek mesleki menfaaıleri hakkında fikir

zümre el ele vererek bir sınıf teşkil ederler. Menfa­

ve mütalaa beyan etmeye başlamaları onları amme

aıleri müşterekıir. Doğrudan doğruya Devleı kapı­

işlerine, politika olmamakla beraber, siyasi sahada­

sına bağlı olanlar; kendi üstlerinde bulunan ve ha­

ki faaliyet sarfetmeğe götürecektir. ( . . .)

yat ve isıikballerine kumanda eden insanın isler is­



( ... ) Bizde Devletçilik, tarihi bir zaruret olarak,

ıemez emrindedirler. Serbest meslekten olan kapı­

daha doğrusu, sermayedar ve müıeşebbis bulun­

kulu da bunlara ve işini uydurabilirse iktidarın zir­

madığı ve ecnebi sermayesinden de faydalanama­

vesindekilere dayanarak halka ait amme işlerinin

dığımız için, mecburen baş vurduğumuz bir sistem

başına geçer; yahut ticaretinde ve işinde Devlet

olmuştu. Ancak bunun büyük tehlikesi vard ı : Babı­

nüfuzundan faydalanır.

aliden bize usulleri, an'anesi ve elemanlariyle mi-

s

ç

M

T

M

N

L

R

ras kalmış yasağa dayanan idari devleti genişlete­

fından demokratik şekilde teşkil ve kontrol edilme­

ceğiz; iktisadi hayatın idaresine, tanzimine karıştı­

si fikrinde idim. B u maksatla Atatürk'e ve Halk Fır­

racağız; bu suretle bu devletin nüfuzunu, hakimi­

kasına sunduğum ikinci raporda plan organların­

yetini son derece kuvvetlendireceğiz. Bu, büyük

dan, araştırma enstitülerinden, mesleki teşekküller­

tehlike idi. iktisadi sınıflarımız son derece zayıf ve

den, kooperatiflerden, sendikalardan, muhtar işlet­

hiç mukavemet gösterecek halde değil. Kapıkulu

melerden müteşekkil bir iktisadi devletin organları­

devleti, i ktisadi hayata hakim olunca bunun karşı­

nı şemalamaya çalışmıştım. ( . . .)

sında halk hakimiyetine, demokrasinin teessüsüne katiyen imkan yoktur. Sonra iktisadın bu devlet ta­



Bizde burjuva ve m ünevver Devlet kapısına

muhtaç durumdan kurtulmadığı, diğer içtimai sınıf­

rafından tanzim ve idaresi, memleket hesabına çok

lar da hürriyet peşinde koşmadığı için, halk haki­

zarar verir. Bu adamların işlere aklı ermez. Kuman­

miyet rejiminin yaşaması, ancak, hürriyete inanmış

da kimin e l i nde ise işler ona göre düzenlenir. Kapı­

fedakar insanların iş başına geçmesine, bir hüsni

kulu bil hassa bizde, Devlet idare etmek, hele ikti­

niyete bağlı kalıyor. Onlar, bize mahsus bir takım

sadi devleti idare etmek için gereken b ilgiden, tec­

vasıtalar kullanarak, hürriyeti kurmaya ve rejimleş­

rübe, an'ane ve a h l aktan mahrumdur. iş bunun

ti rmeye çalışırl arsa muvaffak olab i l i rler. Halbuki

elinde berbad olur ve sonra da hiç b i r sosyal sınıf

şimdiye kadar i ş başına geçen leri m i z, ya bunun

çıkıp kapıkulunun elinden iktidarı alamaz. Siyasi

böyle olacağını anlamamışlardır; yahutta anlamak,

iktidar mücadelesi, sınıflar arasında değil, kapıku­

işlerine gelmemiştir. Tersine, dün olduğu gibi bu­

lunun kendi arasındadır. Çok partili rejim de kurul­

gün de, hürriyetlere baskı konuyor. Bir kere bu yola

sa bu yolla demokrasi kurulamaz. Velevki bu mü­

girildi mi, artık onun nerelere kadar gideceği bili­

cadeleye kapıkulu dışında halk da karışsa. Kaldı ki,

nemez. iş insafa kal ır. Hiç bir kuvvet buna mani

halkın iktidarda bul unan zümre aleyhinde ayak­

olamaz. En teminatlı Anayasa, en demokratik ka­

lanması mümkün olan hallerde kapıkulu bu müca­

nunlar, mahkemeler, basın, umumi efkar hiç biri

deleye de müsaade etmez, ya demokrasiyi ve seçi­

para etmez. Bu memlekette hürriyetre yok oldu di­

mi ortadan kaldırır; yahut da şekilleriyle muhafaza

ye kitlenin kılı kıpırdamaz. Çünkü münevverin ve

eder ve seçimler fiilen ancak iş başındakileri seç­

politikacının anladığı ve istediği hürriyet ile kitlenin

mek formalitesinden ibaret kalır.

istediği hürriyet arasında dağlar kadar fark vardır.

Bu iki başlı tehlike, yani idari devletin iktisadi hayatı tanzim ve idaredeki ehliyetsizliği ve demork­ rasiye olan düşmanlığı karşısında, ya devletçilikten

Hatta o kadar ki münevverin hürriyeti kitleyi rahat­ sız eder; onu hürriyetlerinden mahrum kılar. ( ... ) •

Yapılacak şey, halka yaldızlı, göz kamaştırıcı,

vaz geçmek ve iktisadi liberalizmi kabul etmek, ya­

sürükleyici sözler söylemekti r. Bu da ancak hürri­

hut da bu tehl i keleri bertaraf edecek, yep yeni bir

yet edebiyatiyle ve Türk m i l letinin her mil letten üs­

devletçilik usulü bularak tatbik etmek lazımdı.

tün, h ürriyetlere hak kazanmış olduğunu söyle­

Birinci yol, iktisadi liberalizm, olamazd ı . Serbest

mekle mümkündür. Senelerden beri, milet bir inkı­

F ı rka bu fikre hizmet için kurulmuştu. Tamamen

lap reji m i içinde ve son zamanl arda da harbin ya­

yan l ı ş bir harekett i : İdeoloji bakımından, zaman

rattığı sıkıntılar içinde bir disiplin, bir kışla hayatı

bakımından. ( ...)

yaşadı . Şimdi ona vaadedi lecek hürriyet, çölde su­

Liberal Fethi beyin karşısında devletçi İsmet Pa­

suz kalmış adama gösterilen soğuk su tesirini ya­

şa vardı . Maalesef bu devletç i l ik, yukarıda beli rtt i ­

par. Halk hiç bir şey düşünmeden, bir serap olsa

ğim idari devletin genişlemesi ve kapıkulu hakimi­

dahi gösterilen istikamete, hürriyeti aramak için gi­

yetinin kuvvetlenmesine yarayacaktı. ideolojik hiç

der. Maksat kitleyi harekete getirmek, ondan rey

bir temel i yoktu. Hürriyet ve hana halka düşman

almak değil mi? İşte hürriyet, i şte Türk m i lletinin

eski Devleti olduğu gibi genişletmekte idik.

en yüksek bir millet olduğunu söyliyerek iktidarı

B u fikirleri, aradan 2 7 sene geçtikten ve hadise­

kendi iradesiyle alacağımız kuvvete Şarkvari yapa­

lerle teeyyüd ettikten sonra, o zamandan beri tek

cağımız dalkavukluk! Padişahtan veya Şeften kuv­

başıma müdafaa ettiğimi ve fikir adamları arasında

vetimizi aldığımız zaman nas ı l onları yerle gök

da pek taraftar bulamadığımı üzülerek ifade etmek

arasında, Allaha yakın bir yere çıkarmışsak, şimdi

isterim. Benim gibi devletçi olan Kadrocular bile, o

bize reyini vereceğine göre, milleti de o hale koy­

günkü devletin genişlemesini istiyorlardı . Ben kati­

mak yolundayız. Halbuki ben henüz bu milletin

yen başka yolda idim, ve iktisadi devletin, müm­

hürriyete alışamıyacağını ve bunun kendisine zarar

kün olduğu kadar siyasi ve idari devletin tesir ve

vereceği n i söylemekteyi m . Yani i l k ba k ı şta hem

müdahalesi dışında yep yeni organlara malik ol­

hürriyete, hem de m i l lete arka çeviriyorum. Böyle

ması ve bu organların doğrudan doğruya halk tara-

politika olur mu? ( ... )

729

L

M

A

c

K

DÖRTLÜ TAKRİR C. BAYAR (IZMIR), F. KÖPRÜLÜ (KARS), R. KORALTAN (IÇEL), A. MENDERES (AYDIN) Daha ilk kuruluşundan beri Türkiye Cumhuriye­

kuruluşundaki gayri tabiilik dolayısiyle bundan da

ti'nin veCumhuriyet Halk Partisi'nin en esaslı umde­

müsbet bir netice alınmadığını görüyoruz.

sini teşkil eden demokrasi prensiplerine inanmış ve

Bütün dünyada hürriyet ve demokrasi cerayan­

Türk milletinin ancak bu prensiplerin tamamiyle tat­

larının tam bir zafer kazand ığı, demokratik hürri­

biki sayesinde refah ve saadete kavuşacağı kanaati­

yetlere ri ayet prensi b i n i n m i l letlerarası teminata

ne bağlanmış olan vatandaşların bütün memlekette

bağlanmak üzere bulunduğu şu günlerde, memle­

ve bilhassa partimiz mepsupları arasında en büyük

ketimizde de cumhurbaşkanından en küçüğüne

ekseriyeti teşkil ettikleri şüphesizdir. İşte bu kanatle­

kadar bütün milletin aynı demokratik ülküleri taşı­

dir ki, milletçe özlenen bu amacın gerçekleşmesi

dığından şüphe edilemez.

için lüzumlu gördüğümüz tedbirleri partimizin mec­

730

lis grubuna arz ve teklif etmeyi borç bildik. Atatürk'ün ölmez adına bağlı olan mu kaddes

Uzun asırlardan beri müstakil bir devlet olarak yaşayan Türkiye'de, hatta okuyup yazma bilmeyen vatandaşların bile siyasi hürriyetlerini şuurlu kulla­

Kurtuluş Savaşı'mızdan doğan Türkiye Cumhuriyeti

nacak bir seviyede bulundukları inkar edilemez bir

i l k Teşkilatı Esasiye Kanunu ile dünyanın belki en

haki kattir. Okuyup yazma bilmeyen köylüler ara­

demokratik anayasasını meydana getirmiş ve bu sa­

sından bile dünyanın en değerli idare ve siyaset

yede gerek ferdi hürriyetleri gerek milli mürakabeyi

adamlarını yetiştirmiş olan mil letimizin, bilhassa

en geniş surette sağlamak imkanlarını vermişti. Memleketi ortaçağdan kalma birtakım zararlı

Cumhuriyet idaresinin kuruluşundan beri yapılan büyük hamleler neticesinde, bundan 20 yıl eweli­

müesseselerden koruyabilmek ve i rticaı k ı rmak

ne nisbetle çok yüksek bir seviyeye erişmiş bulun­

maksadiyle 1 925 'ten sonraki yıl larda siyasi hürri­

duğu övünülecek bir gerçektir.

yetlerin bazı takyitlere uğratıldığını bil iyoruz. Lakin

İşte, bir taraftan iç hayatımızdaki bu mes'ut te­

Türkiye Cumhuriyet Devleti, Teşkilatı Esasiye Ka­

kamülün yarattığı siyasi olgunluk, d i ğer taraftan

nunu'nun demokratik ruhuna daima sadık kalmış

bugünkü medeniyet dünyası nın umumi şartları da­

ve Cumhuriyet' in kurucusu büyük Atatürk, bunu

ha ilk Teşkilatı Esasiye Kanunu'muzda hakim olan

tamamiyle demokratik bir şekle ulaştırmak idealin­

demokratik ruhu bugünkü siyasi hayat ve teşki latı­

den ölünceye kadar ayrılmamışt ı .

mızda kuvvetle tecell i ettirmek zamanı geldiği ka­

Burada izahına lüzum görmediğimiz türlü se­

naatine bizi sevketmiş bulunuyor. Bunun bir an ev­

beplerden dolayı muvaffakiyetsizlikle neticelenen

vel gerçekleşmesi yönündeki düşüncelerimizi şöy­

Se rbes t Fı rka tecrübesi bu maksatla yapılmış b i r

le hülasa ediyoruz:

hareketti. Bu talihsiz tecrübenin uyandırdığı tepki­

1- Milli hakimiyetin en tabii neticesi ve aynı za­

ler neticesinde siyasi hürriyetlerin yeni birtakım

manda dayanağı olan Meclis murakabesini anaya­

tahditlere uğratıldığı inkar edilemez. Bununla bera­

samızın yalnız şekline değil, ruhuna da tamamiyle

ber Cumhuriyet idares i n i n her şeye rağmen de­

uygun olarak tece l l isi n i sağlayacak tedbirlerin

mokratik tekamül yolunda i lerlemek istediği ni gös­

aranması.

teren teşebbüsler de vard ı . Büyük Mil let Meclisi se­

2- Yurtta şların siyasi hak ve hürriyetlerini daha

çimlerinde müstakil mebuslara gittikçe daha arta­

ilk Teşkilatı Esasiye Kanunu'muzun gerektirdiğ ge­

cak bir n isbene yer ayrı lm ası tecrübesini buna bir

nişlikte kullanabilmeleri imkanları nın sağlanması .

delil olarak zikredebi l iriz. İkinci Dünya Savaşı'nın beli rmeye başlaması ve

3- Bütün parti çalışmalarının yukarıki esaslara tamamiyle uygun bir şekilde yeni baştan tanzim i .

harp tehlikesinin memleketi mizi daimi bir tehdit

Muhterem m i l letveki l i arkadaşlarımızın yüksek

altında bulundurması pek tabii olarak siyasi hürri­

tasviplerine sunduğumuz bu teklifimizle, daha ilk

yetleri bir kat daha tahdide sebep olmuş ve bu su­

kuruluşundan beri m i l li hakimiyet gayesine eriş­

retle Teşkilatı Esasiye Kanunu'nun demokratik ru­

meyi, onu gerçekleştirmeyi hedef tutan Cumhuri­

hundan biraz daha uzaklaşılmıştı. Gerçi Cumhuri­

yet Halk Partisi'nin ve bütün Türk mil letinin yük­

yet Halk Partisi içinde ayrıca bir müstakil grup teş­

sek arz uların a tercüman olduğumuza, Atatürk'ü n

kili m i l li murakabe işinin daha esaslı b i r şekilde

idealine sadı k kaldığımıza tamamiyle inanmış bu­

sağlanması ve tek parti usulünden doğan zararların

lunuyoruz.

karşılanması yolunda bir tecrübe olmakla beraber

Cumhurbaşkanımızın 1 9 Mayıs 1 945 tarihli nu-

s

ç

M

tuklarında "Siyaset ve fikir hayatımızda demokrasi

N

T

M

L

R

dünya demokrasileri arasında şerefli bir mevki sağ­

prensipleri nin daha geniş bir ölçüde hüküm süre­

layacak olan bu teklifi kendi öz düşüncelerinin bir

ceği" hakkındaki ifadeleri, bu teklifimizin vakitsiz

ifadesi gibi telakki edeceklerinden asla şüphe et­

ve yersiz olmadığı hakkındaki inancımızı büsbütün

mediğimizi bir defa daha tekrar eder ve bu takriri­ mizin açık oturumda müzakeresini saygılarımızla

kuvvetlendirmiştir. M i lletimizin bütün kuvvet ve iradesini temsil

rica eyleriz.

eden Büyük Millet Meclisi parti grubu arkadaşları­

C H P Meclis Grubu Yüksek Başkanlığına,

mızın, Türkiye Cumhuriyeti'ne ve Türk mil letine

7 Haziran 1 945

ADNAN MENDERES'lN BAŞBAKAN OLARAK İLK KONUŞMASI - HÜKÜMET PROGRAMI (29 MAYIS 1 9 50) ( ...) Dokuzuncu Büyük Millet Mecl isinin milli tari­

ratik ve inhisarcı bir devlet tipi ortaya çıkmıştır. Bu

himizde alacağı yer her bakımdan çok mühim ola­

t i p devlet i n ; masrafları mütemadiyen artı rarak

caktır. Tarihimizde ilk defadır ki yüksek heyetiniz

memleketi borçlanma yol una sokmuş olmasını ve

milli iradenin tam ve serbest tecell isi neticesinde

i ş ve istihsal hayatı n ı kısırlaştırarak iktisadi kaynak­

millet mukadderatına hakim olmak mevkiine gel­

larımızın gelişmesine engel olmuş bulunmasını ta­

miş bulunuyor. Dokuzuncu Büyük Millet Meclisi­

bii görmek lazımdır.

nin azaları olan sizleri, Türk milletinin hakiki mü­

Umumi Bütçeden köy sandıklarına kadar devlet

messillerini, selamlamakla derin bir gurur ve iftihar

masraflarının mütemadiyen artırılması yanında bir

duymaktayız . ( ...)

de Devlet İktisadi Teşekküllerinin ve her türlü güm­

Bir memlekette hükümetlerin en değersizi bile

rük duvarları ve her türlü imtiyazlr himayesinde ve­

uzun müddet iş başında kaldıktan sonra, şurada ve

rimsiz çal ışmaları ve mamullerinizi pahalıya mal

burada vücuda getirdiği bazı eserleri göstererek

edip pahalıya satmaları memleketi ayrıca tazyik

övünebilir. Fakat her hangi bir hükümetin vazife­

eden mühim bir yük teşkil edegelmiştir. Devlet ima­

si nde muvaffakıyet derecesinin hakiki ölçüsü an­

latçılığı gibi devlet nakl iyeci liği de bu memlekete

cak başardığı işlerle elinde mevcut imkanların kar­

çok pahalıya mal olmaktadı r. Devlet Demiryolları­

şılaştırılması neticesinde taayyün eder.

nın, akaryakıt fiyatlarının maksat tahtında çok yük­

Hakikat şudur ki; uzun süren tek parti hakimiye­

sek tutulmasına ve yolsuzluğa rağmen şimdiden

ti devri n i n Hükümetimize intikal eden neticeleri

motörlü nakil vasıtalariyle rekabet edemez hale gel­

bu ölçüye göre, asla müsait sayılamaz. Nitekim

miş olmasının manası budur. inhisarcı bir zihniyetle

memleketimizin geniş i mkanlariyle mil leti mizin

ele alınan devlet deniz nakliyeciliğinin iktisadiyatı­

yüksek vasıfları gözönünde tutulacak olursa, uzun

mız üzerindeki menfi tesirleri yanında bir de milli

yılların beyhude israf edi l m i ş olduğuna ve hatta

ticaret donanmamızın inkişafına engel olmuş bu­

memleketin tabii in işaf seyrinin hatalı ve sakat pol­

lunmasının zararlarını ilave etmek icabeder. Devlet

tikalarla engellenmiş olduğuna hükmetmek icabe­

bankacılığı ile devletin isti kraz pol itikasının rasyo­

diyor. Milli ve siyasi murakabeden mahrum bir idare­

nel bir yolda olduğu iddia olunamaz. Faiz ve iskon­ to hadlerinin yüksekliği şüphe yok ki, iş ve istihsal

nin çok uzun yıllar sürüp gitmesi, bir çok hataların

hayatı üzerinde daima menfi tesirler icra edegel­

irtikabına, israflara ve ifratlara yol açmıştır. Eski ik­

miştir. Bundan başka, istikraz imkanları daraldıkça

tidarın tek parti hakimiyetinde ifadesini bulan siya­

devlet faiz hadlerini yükseltmiş ve bunun istihsale

si görüş ve kanaatleri onun iktisadi ve mali politi­

akışı önlenmiştir. Bu yüzden, memlekette istihsal

kasına da aksetmiştir. Vatandaş yalnız Devletin si­

hacmımızla mütenasip bir kredi hacmının husul

yasi ve idari hükmü altında bulundurulmakla iktifa

bulması bir türlü mümkün olamamıştır. ( ... )

olunmak istenmemiş, onu iktisadi sahada da nüfuz altı nda tutmak temayülüne göre hareket edil miştir. Böylece, zamanla müdahaleci kapitalist, bürok-

Hal böyle olunca, iktisadi ve mali düşünclerimi­ ze göre Hükümetimizce takip edi lecek yolu şu dört esasta ifade etmek mümkün olacaktır:

73 1

s

L

A

M

K

1 . Bütün devlet hizmetlerinin görülmesinde aza­

Devletin doğrudan doğruya iktisadi teşebbüslere

mi tasarruf zihn iyetiyle hareket ederek devlet mas­

girişmesi, nazım veya murakabeci olarak iktisadi

raf ve külfetlerini asgariye indirmek ve devlet büt­

sahada üzerine vazifeler alması ancak bir istisna

çelerini iktisadi bünyemizin takatiyle mütenasip ve

teşkil etmeli ve ancak kat'i zaruret hal ine inhisar

hakiki manasiyle muvazeneli bir hale getirmek.

etmelidir.

Ancak bu suretledir ki, i ktisadi bünye ferahlığa

Bundan böyle amme karakterini haiz olmıyan

kavuşturulmuş ve yarının iktisadi refahı ve mali is­

s a h a l a rda i ş letmec i l iğe geçemiyeceğ i m i z g i b i

tikrarı teminat altına alınmış olacaktır.

muhtelif sebepler altında kurulmuş olan işletmele­

2. İktisadi cihazlanmamızı süratlendirmek. B u

maksatla:

ri, amme h izmeti gören ve ana sanayie taal l u k edenler hariç, muayyen b i r plan dahilinde elverişli

A) Bütçede envestisman mahiyetinde olan kısmı

şartlarla peyderpey hususi teşebbüse devretmeye

mümkün olduğu kadar genişletmek ve bunun dı­

çalışacağız. Devlet iktisadi Teşekkül ve teşebbüsle­

şındaki bütün imkanlarımızı da yalnız ve yalnız is­

rinin iktisadi bünye üzerinde teşkil etmekte olduk­

tihsale matuf mevzulara tevcih etmek, B) Hususi teşebbüsün kendini hukuki ve fiili em­

732

c

niyet altında hissetmesini sağlıyacak bütün tedbirleri almak ve onun süratle gelişmesine yardım etmek, C) Memlekette mevcut sermayenin istihsale ak­ masını kolaylaştırmak, Ç) Yabancı teşebbüs, sermaye ve tekniğinden geniş ölçüde faydalanabilmenin şartlarını tahakkuk ettirmek ve icaplarını yerine getirmek.

ları ağırlığı hafifletebilmek için idare ve murakabe­ lerini de daha sağlam esaslara bağlamak ve fuzuli görülen teşkilatı lağvetmek kararındayız. Ticari sahada iç ve dış şartların müdahaleyi zor­ lamadığı hal lerde işi serbest ve normal kaidelere bırakmak asıl olacaktır. Her hal ve karda dış ticaret rejimimize kat'i bir istikrar vermek lüzumuna şiddetle kani iz. ( ...) Bugünkü Devlet bütçesi pek iyi bildiğiniz gibi

3. İktisadi cihazlarımız için devlet bütçesinden

kolayca indirilemiyecek ağır yükler altındadır; ayrı­

envestisman mahiyetinde ayrılacak tahsisatı mem­

ca gelecek yllara sari bir takım taahhütlere de giri­

leketimizin tabii şartları gözönünde bulundurula­

şilmiş bulunuyor. Buna mukabil bir taraftan gel i r

rak vücuda getirilecek bir plana bağlamak,

kaynakları n ı n kısırlaştırı lmış olması, Gelir Vergisi

4. İstihsal hayatı n ı devletin zararlı müdahalele­

ihdası suretiyle eski iktidarca atılmış olan mali adı­

rinden ve her çeşit bürokratik engellerden kurtar­

mın nereye varacağının malum bul unmama�ı gibi

mak.

sebepler de bu husustaki zorluğu artırmaktad ır.

İktisadi bünyemizi ferah l ığa kavuşturmanın ve

Parti proğramımıza sadık kalarak vergilerde ıslahat

iktisadi cihazlanmamızı süratlend irmenin yolu da

yapmak ve bilhassa vasıtalı vergiler nispetini vası­

budur. Böyle müspet bir politikanın neticesi olarak

tasızlar aleyhine indirmek suretiyle vergi adaletine

memlekette hayat standard ı n ı n yüksekliği, geniş

yaklaşmak prensipini tamamiyle muhafaza ediyo­

çiftçi ve işçi kütlelerinin nisbi refaha kavuştuğu ve

ruz. Geniş halk tabakalarını sıkan ve istihsal haya­

memlekette içtimai sefaletin derece derece azaldı­

tını baskı altında tutan bir takım vergilerden tenzi­

ğı görülecektir. Şimdiye kadar verdiğimiz izahattan anlaşılmış olacaktır ki, iktisadi ve mali görüşleri mizin esası

lat yapmak suretiyle kazancı dar olan vatandaşları ve istihsal hayatını ferahl ığa kavuşturmak lüzumu­ na kaniiz. ( .. .)

bir taraftan Devlet müdahalelerini asgariye indr­

Tekel mevzuunda asıl söyliyeceklerimiz, bir ver­

mek, diğer taraftan iktisadi sahada Devlet sektörü­

gi olmak hedefi ni çoktan aşmış bulunan Devlet in­

nü mümkün olduğu kadar daraltmak ve buna em­

h isarcıl ığını asgari hadde i n d i rmek kararındayız.

n iyet vermek suret iyle hususi teşebbüs sahasını

Memleket ekonomisinde bir taraftan müstahsili di­

mümkün olduğu kadar genişletmek diye ifade olu­

ğer taraftan müstehliki yakından alakadar eden bu

nabilir. Bu esasların takibinden doğacak ilk netice­

konuların işletilmesinde mücerret Devlet elinde

lerden biri Devlet tesis ve işletmeciliğini t;;biatı ve

bulunmaktan doğan ve hususi teşebsüslere yer ver­

mahiyeti icabı olarak yalnız ve yalnız hususi teşeb­

miyen veya onl ara üstün tutulan zihniyetin sona

büs ve sermayenin hiçbir suretle ele alamıyacağı

erdiğini şimdiden açıklıyabiliriz. Bunlardan hangi­

işlere ve bir de aynı zamanda amme hizmeti mahi­

lerinin doğrudan doğruya hususi teşebbüslere bıra­

yetinde olan iktisadi işlere hasretmek olacaktır.

kılması ve hangilerinin ne gibi şartlarla Devlet elin­

Çünkü bize göre hususi mülkiyet ve şahsi hürriyete

de kalması gerektiği ni tayinde kullanacağımız ölçü

dayanan bir iktisat rej iminde, iktisadi sahanın asıl

Devlet masraflarına karşı l ı k bulmak ve bunu kolay­

olarak ferde veya şi rket hali nde hususi teşebbüse

ca elde etmek hedefi yerine memleket iktisadiyatı­

ait olması lazımdır.

nı mali pol itikanın dar çerçevesinden ku rtararak

ç

M

M

vatandaş faaliyetine hasretmek imkanlarını aramak ve hazırlamak olacaktır. ( . . . )

T

N

R

Memleketimizde çalışma hayatını ve işverenler­ le işçi münasebetlerini içtimai adalet prensiplerine

Yeni iktidarı Halk Partisinden ayıran mühim bir

uygun olarak kanun ve nizam yollariyle düzenle­

görüş farkı da, ziraat işlerimizin ele alınışında te­

mek, çalışanların yaşama seviyesini umumi hayat

celli edecektir.

seviyemizle ve memleketin iktisadi imkanlariyle

Nüfusumuzun yüzde sekseni ziraatle meşgul bulunmakta, Türkiyede ziraat milli ekonominin, ti­

mütenasip surette yükseltmek, cemiyette sosyal gü­ veni temin etmek gayemiz olacaktır.

caretimizin ana kaynağını teşkil etmektedir. Bunun

Demokrasi prensiplerine göre tabii bir hak ola­

içindir ki, milli gelirin anması ve her sahada kal­

rak tanıdığımız grev hakkını sair demokrat memle­

kınmanın ana şartı bu temelin kuvvetlenmesi sure­

ketlerde olduğ g i b i , içtimai n i zamı ve i kti sadi

tiyle mümkün olabi lecektir.

ahengi bozmıyacak surette kanunileştireceğiz.

Ziraatin iktisadi bünyemizin temelini teşkil etti­

Ş imdiye kadar Çalışma Baka n l ı ğ ı n ı n teft iş ve

ğini hiç bir zaman gözden uzak tutmıyacağız. Eski

m u rakabesi haricinde b ı ra k ı l m ı ş olan b i r k ı s ı m

i ktidarın yaptığı gibi gösterişçi ve pahalıya mal

Devlet sanayii de b u teftiş ve murakabenin hudut­

olan bir Devlet müessesesinin, karasapan ve kağnı­

ları içine a l ı nacak, Garp demokrasilerinde kabul

nın mahkümu olan geri bir zi rai bünye üzerine ku­

edilen esaslar dairesinde işçilere, ücretli tatiller ve­

rulam ıyacağı, kurulmak istendiği takdi rde ise milli

ya ücretli mezuniyetler sağlanması imkanları araş­

ekonomiyi takatsiz düşüreceği hakikati daima he­

tırı lacaktır. ( ... )

sap olunmak lazımdır. ( . . . )

Seçimlere tekaddüm eden zamanlarda Demok­

Orman meselesine gelince; derhal ve katiyetle

rat Parti adına neşrol unan seçim beyannamemizde

söyliyelim ki, bugünkü sisteme behemehal son ve­

ifade ve taahhüt olunduğu gibi, iktidar değişikliği­

receğiz. Çünkü bugünkü sistem ormanların muha­

nin memlekette maddi ve ruhi h iç bir sarsıntıya

fazası için büyük fedakarlıkları istilzam etmekte,

meydan vermemesi ve bilhassa bir devri sabık ya­

ötedenberi ormanla alakalı milyonlarca vatandaş­

ratmak gibi meşum temayüllerin önlenmesi esasla­

larımızı mahrum ve meyus bir halde yaşatmakta ve

rında azmimiz kat'idir.

bütün orman mahsullerinin çok pahalıya mal ol­

B undan başka, gene seçim beyannamemizde

ması neticesini vermektedir. Diğer taraftan da bu­

yazıldığı üzere, millete mal olmuş inkılaplarımızı

günkü orman mevzuatı halkla Hükümet arasında

mahfuz tutacağız.

derin bir sevgisizlik yaratmakta, çeşitli ahlaki zaaf­ lara ve türlü kötülüklere zemin teşkil etmektedir. Ulaştırma ve bayı ndırlık işlerimize evvela ziraat

Demokratik i n k ı l a b ı m ı z ı n bugüne kadar elde edilmiş neticeleri n i mahfuz tutmakla kalmayıp Anayasada vatandaş hak ve hürriyetlerine ve millet

ve milli ekonomi ile çok yakından alakalı mevzu­

iradesine dayanan istikrarlı bir Devlet nizamını te­

lar olarak kıymet vermekteyiz. Sonra da ulaştırma

minat altında bulunduracak esasl ı tadiller hazırla­

ve bayındırlık sahalarındaki faaliyetleri memlekette

yıp huzurunuza arzetmek kararındayız. Bunun se­

iktisadi ve manevi bütünlüğü temin edecek mev­

bebi, bugünkü Anayasanın kuvvetler birliği esasına

zular olarak görmekteyiz. Ulaştırmada motörün sü­

dayanması ve vatandaş hak ve hürriyetlerini kafi

ratli, kolay ve ucuz nakl iyatı temin ettiği bu devir­

teminat altında b u l undu racak müeyyidelerden

de bilhassa karayo l l arına ehemmiyet vereceği z .

mahrum olmak itibariyle millet hakimiyeti yerine

Köy yol l arının yapılması hususunda, imkanların

tek parti hakimiyetinin kurulmasına mani olama­

müsaadesi nispetinde umumi bütçeden yardım te­

mış bulunmasıdır. Bununla muvazi olarak, kanun­

minini sağlıyacağız. ( ... ) Maarif işlerimize gelince:

larımızda, itiyatlarımızda ve telakkilerimizde tek parti devrinden arta kalan ne varsa tam olarak tas­

Maddi bakımdan ne kadar ilerlemiş olursa ol­

fiye edeceğiz. Bu cümleden olmak üzere, mesela

sun, milli ve ahlaki sarsılmaz esaslara dayanmıyan,

Matbuat ve Ceza Kanunları, Memurin Muhakemat

ruhunda manevi kıymetlere yer vermiyen bir cemi­

Kanunu gibi bellibaşlı antidemokratik hükümleri

yetin, bugünkü karışık dünya şartları içinde kötü

ihtiva eden kanunları ve mevzuatımız içinde yer

akıbetlere sürükleneceği tabiidir. Talim ve terbiye

yer tesadüf olunan buna mümasil hükümleri de­

sisteminde bu gayeyi gözönünde bulundurmıyan,

mokrasi ruhuna uygun tadillerle huzurunuza geti­

gençliğini milli karakterine ve ananelerine göre

receğiz . t e­

manevi ve insani kıymetlerle teçhiz edemiyen bir

Adalet işlerinin yürütülmesinde başlıca esas,

memlekette ilmin ve teknik bilginin yayılmış olma­

minatlı b i r adalet sağlanmasıdır. İnsan ana hakları­

sı, hür ve müstakil bir millet olarak yaşamanın te­

nın ve hürriyetlerinin tam korunabilmesi, adaletin

minatı sayılamaz. ( ... )

yerine getiril mesinde sürat, intizam ve sadelik bu-

733

A

M

lunmasına bağlıdır. ( ... ) Bu kanunun dayanacağı

K

hiçbir i lgisi bulunmaması ve hiçbir din düşüncesi­

prensipler adalette genel vicdanı tatmin edebilecek

nin kanunların tanzim ve tatbikında müessir olma­

sürat ve verimlilik olacaktır. ( ...)

ması şe k l i nde a n l ıyoruz. Bu i t i barla gerek d i n

Gene memlekette isti krarı teyit ve vatandaş

dersleri meselesinde gerekse din adamlarını yetiş­

haklarını teminat altında bulundurmak bakımın­

tirecek yüksek müesseselerin faa l i yete geçmesi

dan, idare cihazının, i ktidar değişmesinin tesirle­

hususunda icabeden tedbirleri süratle ittihaz et­

rinden masun ve yalnız kanunun emrinde ve mil­

mek kararındayız.

letin hizmetinde bulundurulmasını zaruri görmek­

Bugün her hangi bir partinin değil bütün mil le­

teyiz. Bu maksadın elde edilmesi her şeyden evvel

tin müşterek kanaatin i n bir ifadesi olan dış siyaseti­

her sınıf memur hak ve haysiyet i n i n kanunlarla

miz hakkında fazla bir şey söylemeye ve Birleşmiş

mahfuz bulundurulmasına bağ l ı d ı r. Devlet me­

M i lletler idealine olan samimi bağlılığımızı tekrara

murları şahıs veya zümrelerin emir veya arzuları­

lüzum görmüyoruz. Ananevi İngiliz ve Fransız itti­

na tabi olmaktan kurtarılmaları esbabı üzerinde

fakına ve Birleşik Amerika ile en sıkı dostluk ve iş

duracağız.

birliğine dayanan, dostluklarına daima sadık kalan,

( ...)

734

c

uzak yakın ve büyük küçük bütün milletlerin istik­

Devlet cihazımızın bugünün ihtiyaçlarına cevap

lal ve toprak bütünlüklerine her zaman hürmetkar

verebilecek hale getirilebilmesi için bilumum Dev­

olan dış siyasetimizin sulhçü mahiyeti bütün dün­

let h izmetlerinin rasyonel olarak yeni baştan tanzi­

yaca mal umdur. Bu açık ve samimi siyasetimizin,

mini zaruri görmekteyiz. Bu suretle hizmet veri mi­

coğrafi durumumuzun ehemmiyeti ve nezaketi ve

n i artırmakla beraber her bakımdan tasarruf temin

m i l leti mizin en ağı r şartlar altında dahi tebarüz

edi leceği de aşikardır. ( . . .)

eden yüksek ruhi kudreti itibariyle, demokrasi cep­

Biraz yukarda mil lete mal olmuş inkı laplarımı­

hesi ve cihan sulhü için mühim bir amil olduğuna

zın korunmasından bahsetm iştik. Bu konuda bil­

i nanmaktayız. Truman Doktri ni ve Marşa! Yard ı­

hassa üzerinde duracağı m ız mesele memleketi

miyle bu sulhçü siyasetimizi desteklediğinden do­

içinden yıkıcı aşırı sol cereyanları kökünden temiz­

layı kendisine mil letçe samimi şükran hisleri besle­

lemek için icabeden kanuni tedbirleri al maktır. İrti­

diğimiz büyük dostumuz Birleşik Amerika ile bü­

cai ve ırkçılık gibi ayırıcı cereyanları vasıla olarak

yük müttefiklerimiz İngiltere ve Fransa ile siyasi,

kullanan ve çok defa kendisini bu maskeler altında

iktisadi, kültürel münasebetlerimizi. samimiyet ve

gizl iyen aşırı solcu hareketlere karşı gereken bütün

anlayış havası içinde her gün daha kuvvetlendir­

kanuni tedbirleri almakta asla tereddüt etmiyece­

mek en büyük emelimizdir.

ğiz. Biz bugünün şartları içinde aşırı sol cereyanla­

( ... )

rı fikir ve vicdan hürriyeti mevzuunda mütalaa et­

Dış siyasetimizden bahsederken, iç ve dış em­

mek gafletinde bulunmıyacağız. Bugün aşırı sol ce­

niyetimizin en büyük istinatgahı olan milli müda­

reyanlara mensup olanların, mücerret bir fikir ve

faamız meselesi üzerinde de ehemmiyetle durmak

kanaat sahibi olmaktan ziyade yıkıcı cereyanların

lazımdır. Çok şerefl i tarihi ananelerin sahibi ve

aletleri olduklarına şüphemiz yoktur. fikir ve vic­

milli varlığımızın koruyucusu olan askeri kuvvet­

dan hürriyeti perdesi altında bütün hürriyetleri kan

lerimizi, son tecrübelerin ve teknik terakkilerin ne­

ve ateşle yok etmekten başka bir maksat gütmiyen

ticelerine göre en yeni silahlar ve en modern usul­

bu ajanları adalet pençesine çarptırmak için icabe­

lerle teçhiz ve takviyeye bütün kuvvetimizle çalı­

den kıstasları vuzuh ve katiyetle tesbit etmek zaru­

şacağız. Memleketin maddi ve manevi bütün kud­

retine inanıyoruz. Ancak bu suretledir ki, mizah

ret kaynaklarına dayanmak ve sulhte olsun, harb­

veya siyasi tenkid kisvesi altında ayakta tutunmak

de olsun bu kaynakların birbiri i le ahenktar ve

istenilen ve haki katta düpedüz aşırı sol cereyanla­

mütenasip bir surette çal ıyması imkanlarını sağla­

rın eseri olan neşriyatın tahribatından memleketi

mak suretiyle, i ktisadi bünyenin istitaati içinde,

korumak kabil olabi lecektir.

milli müdafaamızı en sağlam esaslara istinat ettir­

İrticai tahrike asla müsaade etmemekle beraber

mek kab i l d i r. B üyük dostumuz B i rleş i k Ameri­

din ve vicdan hürriyetleri nin icaplarına riayet ede­

ka'nın askeri sahadaki maddi ve teknik yardımla­

ceğiz. Hakiki laikliğin manasını biz böyle anla­

rından, aynı zihn iyet ve anlayışla, daha geniş mik­

maktayız. Programımızda da sarahaten ifade edil­

yasta ve daha süratle istifadeler teminini tahakkuk

diği gibi, hakiki l a i k l i ği d i n i n devlet siyasetiyle

etti rmeye çal ışacağız.

s

ç

M

E

T

M

N

R

LiBERAL PARTi PROGRAMI GİRİŞ Neden yeni bir siyasi partH Liberal Parti, Türk siyasal yaşamında eksikliği her geçen gün daha çok hissedilen liberal, özgürlükçü felsefeyi ekonomik olduğu kadar sosyal ve kültürel alanlarda yeşertmeyi ve hakim kılmayı hedefleyen bir siyasi oluşumdur. Ülkemizde mevcut hiçbir si­

yasi partinin gerçek anlamda ve samimiyetle bire­ yin mutluluk ve refahının kesin önceliği olduğu her anlamda özgürlükcü liberal demokrasiyi savundu­ ğu ve dolayısıyla, bugünün misyonuna hizmet ettiği söylenemez. "Liberalizm" adı altında yapılan tüm uygulamaların da, oy al maya dönük, popülizmden öteye gitmediği ve söylemde kaldığı bir gerçektir.

Liberal Parti Türk siyasi hayatındaki bu önemli, bu yaşamsal boşluğu doldurmayı öngörmektedir. Liberal Parti ile Türkiye'de i l k kez, "devlet" ile i l intisi, "devlet"den beklentisi olmayan, "devletçi l i­ ğe" karşı bireyin yaratıcı ve üretici gücünü savu­ nan, kollayan örgütlü bir hareket ortaya çı kmakta­ dır. Bu nedenle, mevcut bir siyasi parti içinde mü­

cadele etmek gibi, nafile bir yol tutulmamakta; ha­ reketin doğrudan, doğruya halkla başlatılması ve geliştirilmesi hedef alınmaktadır.

Neden "liberal" bir partil Bugün, ülkemiz siyaset sahnesindeki politik ha­ reketlerin tümü temelde "devletçi" zihniyetin ürü­ nü ve savunucusudurlar. Bu durum mevcut tüm si­

yasi partileri birbirlerinin neredeyse tıpatıp benzeri kılmaktadır. ( ... ) B u partilerin hepsi, aynı hamurun ürünleridir çünkü, hepsinin kuruluşunda ve yöneti­ minde "devletçi" zihniyetin temsilcileri; şu yada bu şekilde, yaşamları boyunca sadece veya çoğun­ lukla kamu sektöründe, "devlet"de görev almış ki­ şiler bul unmaktadır. Nitekim, bu nedenledir ki, ül­

kemiz gerekli ekonomik, sosyal ve kültürel atılım­ ları bir türlü yapamamakta; bugünkü tıkanıklık/arı yaşamaktadır. Türkiye'de bugüne dek gerçekten "birey"e dönük, bireyi merkez alan, bireyin giri­ şimci ve yaratıcı gücüne güvenen, bireyi onurlan­ dıran bir siyasi oluşuma gidilmemiş; bu yapıda bir siyasi harekete girişilmemiştir.

Oysa, liberalizm ve liberal demokrasi, tüm çağ­ daş, ileri ülkeler için olduğu gibi, Türkiye ve Türk insanının refah ve mutluluğu için de tek çözüm yo­ ludur.

makta ve kullanmaktadır. "Devlet", dünyada belirli

bir toprak parçası üzerinde yaşayan bireylerin as­ gari müştereklerde birleştiği ve anlaştığı bir sistem­ dir. Bu gerçektir ki, "devlet"i, birey için ve bireyin içinde yer aldığı, işlev verdiği kurumlar itibariyle, varlığını borçlu olduğu güç haline getirir. "Devlet­

çilik" kavramının bu asır, bu yaşamsal gücün, birey için değil bireye karşı kullanılmasmın tezahürü olarak ortaya çıkmış olması, "devlet"i inkarıdır. Li­ beral Parti, işte bu mülahaza ile "devletçi l iğin" kar­ şısındadır, "devlet" in deği l .

"Devletçilik" yaln1z Türkiye'de değil, bütün dünyada gerek ekonomik, gerekse sosyal yaşamda iflas etmiş bir yönetim anlayışı, bir yönetim siste­ midir. ( ...) Liberal Parti'nin temel felsefesi, bi reyi "devletçi­ liğe" karşı korumak, onu rahat ve özgür bırakarak, inisiyatif sahibi kıl maktır. Liberal felsefe bireye gü­

venir, bireye inanır, bireyi özgür bırakır, onu kayıt altına almaz, ona endişeyle bakmaz, ondan kuşku­ lanmaz, ondan korkmaz. (. . . )

Örgü ilenme Liberal Parti aynı felsefeyi kendi bünyesinde de benimseyerek, parti örgütünü ortalama Türk halkı­ nın gerçek temsilcileri ile birlikte oluşturmaktadı r.

Nitekim, bugüne kadar tüm siyasi partilerin kurulu­ şunda olduğu ya da yönetiminde de gözlendiği gibi, L iberal Parti sadece aydm, seçkin kesime hitap eden, onların desteğini arayan bir hareket değildir. Aksine, öncelik sokaktaki insanındır, halkındır. Libe­

ral Parti kurucuları, her biri kendi kaderini eline almğş, girişimci, dinamik küçük ve orta boy müte­ şebbis/erdir: Kahve işletmeci leri, berberler, manav­ lar, terziler, şoförler, kendi iş yerinin sahibi olan iş adamları gibi! Parti örgütünün temel unsurları, her

yörede, her yerleşim biriminde bu özellikleri haiz bireylerin oluşturduğu guruplar olacaktır. Bu gurup­ lar da esas itibariyle "esnaf"' dediğimiz, halk kitlele­ ridir. Liberal Parti'nin kapısının, liberal felsefeye ina­

nan herkese açık olduğu, özellikle vurgulanır. (.. .J

GENEL DEGERLENDİRME ( . . .)

Bilgi Çağı, daha şimdiden, 2 1 . yy'da dünyamı­

zın çok daha hızlı ve köklü değişikliklere sahne olacağına işaret etmektedir. Hızlı ve etkin iletişim ortamında, bireyler, kurumlar, halklar ve uluslara­

"Devletçilik"

rası etkileşim, her alanda büyük değişimlere yol

özenle vurgulamak isteriz ki, Liberal Parti "dev­

açacak; insanoğlu, maddi ve manevi varl ığını en

letçiliği" tipik totaliter devletçi lik anlamında algıla-

yüce, en gelişmiş değerlere endeksleyen yaşam tar-

735

s

A

M

c

K

zını ve yaşam şartlarını, her zamankinden çok ta­

yerleşmesi için gerekli çok zengin kültürel özel lik­

lep eder duruma gelecektir. ( ... )

leri hazdir. Böylesi bir donanım, bugün tüm dünya

ülkelerinin "küreselleşme" kavramı altında kendi­

Değişim ve Türkiye Üste l i k Türkiye Cumhuriyeti, coğrafi avantaj ı, köklü tarihsel birikimi, zengin ve çok yönlü kültür varl ığı, genç ve dinamik toplumsal yapısı, girişimci ve çalışkan insanı i le, böylesi bir dünya ortamına değil uyum sağlamak; bu ortamın oluşmasına en

leri için ideal olarak gördükleri, hedef aldıkları, özendikleri, gerçekleştirmeye çalıştıkları toplumsa/ yapının temel niteliğidir. Çünkü, böylesi bir moza­ iktir ki, insanoğlunun etkileşim yoluyla, maddi ve manevi gel işimini sağlar ve hızlandırır. ( ... ) Bireyleri fakir ve mutsuz bir toplumdan, kendisi

büyük katkıda bulunabi lecek tüm özelliklere sahip,

dahil, kimseye fayda yoktur ve liberal demokrasi

dünya üzerindeki sayı lı ülkeden biridir. ( ... )

hareketi sadece bu ülke için deği l, bütün insanlık

Türkiye Cumhuriyeti'nin toplumsal yapısı, çok

için kurtuluş yoludur. (1 994)

çeşitli etnik ve dolayısıyla, liberal demokrasinin

736 BÜROKRASi MI, BURJUVAZi Ml? MEHMET ALTAN ( ...) Görülüyor ki, Türkiye'deki tüm soygunların kö­ keninde devlet bankaları yatıyor. ( ... )

macı ekonomide, rüşveti bastırıp kaynağında hal­ kın vergi leri yatan devlet bankalarını kazı klayacak­

Krediyi verecek yetkiliye önce parayı bastırıyor­

sınız. Ortal ık alt üst olurdu ...

sun ardından krediyi al ıyorsun ... Devlet barkaların­

Ama bizde, "asker ve sivil bürokrasi, düzen yan­

dan kredi verilirken ölçü, kredinin "geri ödenebil ir­

l ı sı politikacı ve sahte kapital i st" üçgeni düzene

liği" değil, "rüşvetin kal ınl ığı" tabii... Verilen kredi

hakim olduğu için bu rezalete göz yumuluyor. Pi­

geri ödenmese de arayan soran yok . . . Hepsi halkın

yasa ekonomisinin hakim olduğu bir ülkede, hu­

vergilerinden karşılanıyor nasıl olsa ... Eğer rüşveti

kuksuzluğun devletin h imayesinde böylesine bü­

verd i n , kred iyi al amadıysan, bu sefer "oyunun

yümesine imkan yoktur. . . Çünkü, hukuksal kuralla­

i k i nci perdesi" a ç ı l ıyor ... Mafya ortaya ç ı k ı yor. . .

rın geçersiz olduğu bir ülkede "piyasa ekonomisi"

Geri alınacak milyarlık rüşvetleri paylaşmak kay­

varlığını sürdüremez . Üretim sürekli ve düzenli bir

dıyla mafya işe el koyuyor. Once sözlü ihtar... Söz­

güvenceye kavuşamaz. Böylece sistemin temelin­

lü ihtar işe yaramazsa, bu kez de silahlar konuşu­

deki rekabetçi üretken yapı torpil lenir. Hukukun

yor. . . Asayiş kuvvetleri ise mafya karşısında pek

değil, devlet himayesindeki kaba gücün hakim ol­

"anlayışlı" nedense.

duğu bir ortamda ne sağlıklı bir üretim, ne de yan­

Türkiye'deki rezaletleri "bürokrasiyi" ve bizdeki

sız bir rekabet sağlanamayacağı için, sermayesi ev­

sistemin bürokrati k yapısını göz ardı ederek izle­

renselleşmiş bir ülkede bizdeki soygun sürgit de­

meye çabalayanlara bayı l ı yorum . . . Devletçi ler,

vam etmez.

devletin köhneliğini, "bürokrati k sistemi" bulmaca­

Olası rezillikleri sistem yine kendi çıkarı için te­

n ı n dışına çıkarak açıklama sevdasında . . . Onlara

mizler. Türkiye'yi çağdaşlaştırmak isteyenlerin mu­

göre, suçlu, "devletçi ekonomik soygun düzeni"

hakkak Türkiye'nin "bürokratik bir devlet" olduğu­

deği l . Onlara göre, suçlu "Amerika ve zenginler"

nu görmeleri zorunluluğu var. . . Burası piyasa eko­

Halbuki, Türkiye'de yeryüzü ile rekabet edecek,

nomisinin denetiminde bir sermaye ülkesi olsa, ne

dünya pazarlarındaki payını büyüterek ülkeye bü­

soyguncu devletçi ekonomiye izin veri l i rdi, ne de

yük miktarlarda döviz kazandı racak gerçek bir bur­

o soygunun ortaya çıkarılmasını önleyen ve kaba

juvazi olsa, bu rezaletler böyle sistematik bir hale

gücü kollayan yaklaşımlara . . . Çünkü ikisi de toplu­

gelemezd i . Çünkü, gelişmiş bir sermaye, kendi ka­

mun üretkenliğini zehirler.

zanc ı n ı sürekli kı lmak i ç i n ister istemez "piyasa

Keşke gelişmiş bir burjuvazimiz olsaydı ... Kendi

sa­

çı karı için ister istemiz "piyasa ekonomisini" ve

ekonomisini" ve "evrensel hukuk kurallarını" vunmak zorunda kalırdı.

Düşünün ki, temelinde rekabet yatan bir yarış-

"evrensel hukuk kuralları nı" işletecekti . Şimdi ise sistem, devlet bankaları soygunu i le h i mayeye

s

ç

M

M

mazhar olduğu anlaşılan yeraltı d ünyası arasında sıkışıp kalmış bulunuyor. Biz ise kabahati kendi

E

T

R

N

Böyle bir tabloda "vergi devrimi" nasıl olur. Bunun kuralı çok açıktır.

sistemimizde değil de, başkalarında arıyoruz. Ka­

1 - Vergi tabanını genişleterek.

bahat başkalarında olunca sistemi değiştirmeye ge­

2- Vergi oranlarını düşürerek.

rek kalmıyor çünkü ... (Sabah, 22 Eylül 1 996)

Türkiye'de kabaca on iki milyon aile var. Bunla­ rın hepsini bilgisayarlara dökmeden "vergi relor­

Kim kimi sömürüyor

mu" olmaz.

( ...) Türkiye, Amerikan ve Fransız devrimlerinin kökeninde yatan "vergi sorununu" hala halletmiş

Çünkü, "vergi vermeyenler", vergi verenlere gö­ re çok kalabalık bir kesim. Biz ise, vergi vermesi gerekenlerin sadece dörtte

deği l . Bizde dört kişiden biri vergi veriyor. . .

birini oluşturan toplumun "vergi verenleri" ile meş­

Kapitalist b i r toplum olmadığımız için, bizdeki

gulüz.

toplumsal çel işki, "emek i l e sermaye" arasında

Sadece oyalanmaktayız.

oluşmamış. "Vergi veren i le vermeyen" arasında

Vergi toplayamayan devlet, "vatandaş" olmamı­ zı sağlayacak atı l ı mı başlangıcından beri gerçek­

oluşmuş ... Gerçek vergiyi ise, özel sektörlerde çalışan işçi

leştiremed iği için, bizde hiçbir konu ve kavram "klasik" anlamını taşımıyor.

ve memurlar ödüyor... Tarım kesimi, gel irinin yalnızca yüzde 2'sini ver­

Tabii sömürü de . . . Beş milyonluk Norveç kadar üreten

gi olarak veriyor. . . Devlette çalışanlara a z para veriliyor ama onlar­ dan gerçek anlamda vergi alınmıyor. Çünkü onlara ücret veren de, vergi alan da aynı merkez. Yani

a ltm ış

mil­

yonluk bir ül kede, kim kimi sömürerek? Topluca o kadar az üretmekteyiz ki. Bir sömürü ve çelişki varsa, o da vergi verenler ile vergi vermeyenler arasındadır.

devlet. Onlar gerçek anlamda vergi üretmiyor. Reel ola­ rak parayı devlet dışından kazanıp, devlete gerçek

Ama, başka bir sorun daha var. Vergi toplamaktan aciz, "devletçi, bürokratik ve despotik" bir anlayış bunu başarırsa, acaba bu hal­

anlamda kaynak aktarmıyor. Onların patronu da, vergi alanı da aynı. Bu, bi­

kın özgürlüğünü ve refahını artıracak mı? ( ... ) Türkiye'nin •vergi devrimini" yapabilmesi için,

limsel anlamda bir vergi sayılmıyor. Parlamentoların temel inde "vergi salma" işlevi

önce Cumhuriyeti'nin temelindeki otoriter iradeyi halk iradesine dönüştürmesi gerek .

vardır. Ama bizim parlamentomuz yapay bir iktidara

Aksi taktirde, halkın esamesnin okunmadığı yer­

sahip olduğu için, bir türlü "vergi tabanını" yaygın­

de, vergi de toplanmaz, refah da artmaz, demok­

laştı ramıyor. Sadece yakaladığından vergi tahsil

rasi de gelişmez .(. .. ) (Sabah, 4 Mart 1 996)

ediyor.

LlBERALlZMlN TÜRKİYE PRÖMENADI YILMAZ KARAKOYUNLU Türkiye tarihinde liberalizmin hem siyasal, hem ik­

labilecek bir dönem için uygulanmıştır. Aksaklıkları

tisadi hüviyetinin tutarlı biçimde ele alındığı önemli

olabilir ama, bu yoldaki iradenin tezahürü olarak

bir gelişme aşaması görülmemiştir. Prens Sabahat­

büyük anlam ve değer taşımaktadır.

tin'in getirdiği yeni görüşler pek itibar görmemiştir. Sakızlı Ohannes ve Cavid Bey liberalizmi ile Ziya

Liberal Demokrat Platform Oluşumunun Temel İ l keleri:

Gökalp, Yusuf Akçura ve Tek i n A l p devletçi l iği !Milli İktisadi çatışması 1 983 yılına kadar uzanmış

Perspektif Değerler

ve daha sonra Turgut Özal uygulaması, Prens Saba­

Bugün, Batı toplumunun bir parçası olmak isti­

hattin Modeli'nin Türkiye'ye yansı mış değeri olarak

yoruz. Siyasi ve iktisadi hedeflerimizi ve imkanları­

kendisini yeniden göstermiştir. Model önemli sayı-

mızı bu amaca göre düzenlemekteyiz. Avrupa bu

73 7

s

L

A

M

duruma kolay gelmed i . Çok ağır sancılar yaşadı ve çok kan kaybetti. Bugün bu acıları çekmeden bu



K

Liberalizmin özelliği bu hassas noktada ortaya

çıkar. Gereken ortamda topluma karar vermek hak­

düzene talip olan toplumlara ka11ı hassas davran­

kını tanıması, bireyin kendi özgür iradesiyle (feda­

ması tabiidir. B i z i m sorumluluğumuz, mümkün

karlıkla) ve vicdani değerleriyle gerçekleşir. Çünkü,

olan asgari düzeyde acı çekerek bu seviyeye ulaş­

l iberal felsefe'de özgürlük, eşitliğin önünde gelir.

maktır.Liberal felsefenin perspektifi isabetle değer­ lendirilirse, bizim için örnek alınacak olaylar (insi­ yatifler) kolayca teşhis edilebil i r.



Liberal felsefede insanların kendileri ile ilgili

üstün nitelikte sevgi ve saygı değerleri oluşturması (egoizm] tabii sayıl ı r. Liberal felsefe bu nedenle,

Liberal düşüncenin odak noktası "insandır".

"alturist" yaklaşımları esas alan bütün sistemleri

Yani "birey"dir. Toplum, toplumlar veya insanlar

[faşizm ve komünizm) red eder. Cumhuriyet döne­



738

L

c

değildir. Odak noktası "insan" olunca, bu felsefe­

mi boyunca, bazen sosyalist. bazen Kemalist jako­

nin hedefi, bireyin özgürlüğü ve kişiliği olur. Bu­

benler sürekli bir "alturist ihtiyaç" ile toplumun

gün dünyadaki geçerli ideoloji budur. Reel hayat­

ka11ısına çıkmışlardır. Halk buna direnememiş, ak­

taki deneylerden kaynaklanmış ve bir ilkeye dö­

sine katlanmış; fakat, zaman içinde giderek pekişen

nüşmüştür. Yani, "tümevarım" ile hayatiyet kazan­

bir karakterde bir "yeraltı kişiliği" oluşturmuştur.

mıştır. Reel olduğu için geçerli ve kalıcı karakterini



Demokrat Parti ve Anavatan Partisi'nin çok

hakim kılmıştır. Marx, sosyal izmi labaratuvarda

ani ve etkin ölçülerde siyasi patlama göstermesi,

üretmiş: "tümdengelim" ile hayata sunmuştur. Reel

aslında bu "yeraltı kişiliğinin" tezahürüdür. Yani,

olmamasına rağmen çok uzun süre dayanması tak­

adını koyamadığı bir değeri [liberal demokrat özle­

dir edilebilir. Ama çöküşünün çok çabuk olduğu,

mini) dile [iktidara) getirmesidir. Buna, "kul" kültü­

beklenen bir değerlemedir. Artık siyasetin kaynak­

ründen kurtulup, "yurttaş" ahlakına ulaşma süreci

ları, liberal tarlaların başaklarındadır.

d iyoruz.



Liberal felsefenin (ideolojinin) metodolojisi

ise, çağdaş, çoğulcu hukuk devletine dayanan de­

İktisadi Değerler

mokrasidir. Bu nedenle, en başta kendi ideolojisi

Türkiye'de 1 50 y ı l l ı k mücadeleden sonra bir

olmak üzere, her düşünceyi eleştirel bir gözle ve

m i l l i burjuva oluşturulmuştur. Dünyada değişim

objektif yaklaşımla ele alır. En başta kendisini eleş­

rüzgarları artık hükmünü tamamlamak üzered ir;

tiriye dahil eder. "sivil toplum", bu ideolojinin ve

ama bu değişim, ülkemizde hala geçerl idir. Milli

metodolojinin siyasi, iktisadi ve sosyal zeminidir.

burjuva şimdi kendini daha etkin (pazarl andırıl­



Sivil topl uma olan ihtiyaç şudur: Liberalizm,

mış] hale getirmek istemektedir. Milli burjuvazide­

bireyi sadece devlete karşı deği l ; aynı zamanda

ki bu azim ve ısrar, zengin bir tecrübeye dayanan

içinde bulunduğu toplumun dogmalarına ve tabu­

bireyci cesarettir.

larına ka111 da korumak görevinin sorumlusudur.

Cumhuriyet döneminde yaşadığımız Jakoben

Çünkü liberalizme göre, toplumdaki hiçbir değer

modernizmi, totaliter yönetimin hastalığıyd ı . B i r

yargısı tartışılmayacak kadar kutsal değildir. Bizim

aydın despotizmi olarak göründü. Halk i l e yönetim

tarihimizde bu yaklaşım iki defa topluma sunul­

arasındaki kopukluk, Milli Burjuvanın palazlanma­

muştur. Birincisi Prens Sabahattin Modeli'dir. İkin­

sını önledi. Milli burjuva, reel hayattan kaynakla­

cisi Anavatan - Özal modelidir. Anavatan'ın "dev­

nan değerlerle (tecrübelerle] talep ederken, Jako­

let, millet için vardır" sloganında özetlemeye çalış­

ben modernizmi, labaratuvarda üretilmiş değerleri

tığı iddia budur. Yan i insan, devletine ve toplumu­

[teori leri] teklif (arz] ediyordu. Bu sisteme itiraz (si­

na karşı korunmak durumundadır.

yasal değiştirme yöntemi] kendisini Demokrasiye



Liberalizm hiçbir zaman ahlaki değerlerin ih­

lali demek değildir. Bu nedenle bu değerlere hüvi­

geçiş olarak gösterdi . Bu gerçeği ilk gören siyasetçi Celal Bayar'dır.

yet kazandıran sıfatları kullanmaz. Liberalizm "sı­

Jakoben modernizminde devletin sermaye biriki­

fatsız" kültürdür. iyi/Kötü; güzel/çirkin; doğru/yan­

mi, )ekonomik iktidarın oluşturulması], "alturist

lış tasniflerinin genel karakter olduğunu kabul et­

devlet" karakterinin örneğidir. Yöntemi vefasız ve

mez. Liberalizm, her bireyin kendi "doğrularını" ve

serttir. Mülkiyeti devletin elinde tutmayı esas almış­

kendi "yanlışlarını• bulmasını öngörür ve bu terci­

tır. Demokrasiye geçişle birlikte yeni bir model de­

hin ortak yaşama zarar vermemesinin ilkelerini te­

nenmeye başlandı. Uygulamaya konulan iktisad

min eder. Devletin ve/veya toplumun insanlara bir

modellerinde sürekli bir "besleme sermaye• biriki­

şeyin "iyi veya kötü" olduğu konusunu empoze et­

mi yaratılmak istenmiştir. Alturist devlet karakteri bu

mesini, hatta teklif etmesini bile doğru bulmaz. En

defa, demokrasinin hastalığı olan popülizm ile orta­

hassa nokta budur.

ya ç ı ktı . Devletin, elindeki kaynakları popülist

M

ç

T

M

amaçlarla kul laması, !kaynak dağı lımını değiştirerek

N

R

meli, tabii hukuk korunmasına alınmış olan "mül­

zenginleştirme ve sosyal statü kazandırması], top­

kiyet" kavramıdır. Mülkiyete müdahale eden her

l u mda değişik bir sermayedar sınıfının doğmasına

yaklaşım i l e l i bera l i z m i n savaşması doğaldır. B u

yol açmıştır. Oysa bugün, kendi emeği, becerisi, di­

savaş her zaman yaşanmıştır. Türkiye'de b u sava­

rayeti ve ticari basireti ile birikim sağlamış bir ser­

şın yaşandığının farkına varıl mayan yıllar olmuştur.

maye ve girişim kadrosu !burjuva ekonomisi) vardır.

Bunun farkına varan siyasal örgütlenme daima ka­

Bu burjuva, sadece sermaye yaratmakla kalma­

zançlı çıkmışt ı r. 1 983 Anavatan Partisi, ortadirek

mış, istihdama da hüviyet vermiştir. Eskiden en iyi

tanımı içinde ele aldığı kadrolar ile iktidar olabil­

yetişmiş insanlar devlette çal ışmakta iken, bugün

miştir. Çünkü esnaf, mülkiyeti ile emeğini birleşti­

bu kadrolar, kend i lerine burjuva tezga h l arı nda

ren teşebbüs gücü olarak bu eği l i m i n en önem l i

!özel sektörde) iş aramayı hedef alan noktaya ulaş­

unsuru olmuştur. Kapital izm, mülkiyeti koruyan ve

mıştır. En iyi yöneticiler, bankacılar, hukukçular, iş­

hak öncel iğini mülkiyete veren teori ve pratik ör­

letmeciler, iktisatçılar bugün burjuva müstahdemle­

güsü ile liberalizmin ekonomik alt yapısıdı r. Böyle­

ridir. Bu burjuva, tıpkı l iberalizmin felsefi gelişme­

ce, l iberal demokrat platform için şarnır. Bu alt ya­

sindeki sürece benzer biçimde bir gelişme göster­

pı, kendisini sosyal üst yapı olan seçim sistemine

miştir. Ekonomik olarak güçlendikten sonra siyasete

dayalı demokratik düzen içinde gerçekleştiri rken,

ağırlığını koyacak yönlendirmeyi beklemiştir. Bek­

alturist ve normatif olan bütün iktisadi müdahalele­

lenen yönlendi rmede etkili araç medya olmuştur.

ri karşısına almıştır.

Nitekim, DYP'de yaşanan lider değişikliği, medya

Muhafazakar liberal izm !Amerikan tipi) sosyal

yönlendirmesi ile ikna edi lm i ş Anadolu esnafı nın

refah anlayışını red eniği için, ü l ke kaynakları nın

kararıyla mümkün olmuştur. Odalar Birliği, kendi

israfını önlemek amacıyla bu modele itiraz eder.

bünyesindeki Anadolu burjuvazisini, l iberal de­

Sosyal refah anlayışını, bir tür "tembell iğe prim ver­

mokrat ortam yolunda harekete geçirmiştir. Burju­

mek" olarak görür. Bu nedenle Amerikan tipi l ibe­

vazi, liberal demokrat platformda hiçbir zaman ma­

ralizm için en mükemmel devlet "mülkiyetten arın­

nevi değerlerinin zedelenmeyeceği emniyet i n i his­

dırılmış" en küçük ve en etkin devlett i r. Bu düşün­

setmiş; biçi msel bir kaç eleştiriyi de önemsemeden

cenin babası da Thomas Jefferson'd ur. Jefferson'a

bu yoldaki hareketi hazırlamış ve sonuçlandırmıştır.

göre, en mükemmel hükümet, mül kiyete hükme­

Türk liberal demokrat kadrosu, yaklaşık elli yıl­

den değil; mülkiyeti koruyan IA. Simith'in üç i l ke­

dan beri "çarık l ı erkan-ı harp" dediğimiz halk en­

si) hükü mettir. Devleti n sah i p olduğu "ekonom i k

tellektüeleri d i r. Bu kadro, sermayesi büyüdükçe

iktidarın" devredi l mesi !özelleştirme) l iberal izmin

yeni kuşakların eğitimine büyük önem vermiş ve

vazgeçil mez şartıdır. Özelleştirme gerçekleştiril me­

kendi çocuklarını en iyi kuruml arda eğiterek kendi

dikçe, liberalizmden söz edilemez. Liberal demok­

felsefesine hazırlamışt ı r. Bu kadro siyasi l iberal iz­

rasi, ferdin kararına bağlı olarak bazı düzenlemeler

min ni metlerine ve yöneti m kürsülerine talip siya­

getirebil ir. Ama bir siyasi karar ile sosyal demokrasi

setçileri yetişti rmekted i r.

kuracağız gerekçeleri kabul edi lemez. Devlet eliyle

Liberalizm, iktisadi sistem olarak ancak kapita­ l izm ile yaşayabi l ir. Çünkü liberalizmin felsefi te-

cennet kurul acağı iddiası geçerl i değildir. Abes, hiçbir zaman hedef olarak alınamaz.( ... )

"TÜRKİYE'DE LİBERAL OLMAK" ESER KARAKAŞ 25 Ağustos 1 99 8 tari h l i Cumhuriyet gazetesinde

k i ye Cumhuriyeti Devleti ürettiği kamu h izmeti

Prof. Dr. Toktamış Ateş' in "Türkiye'de Liberal Ol­

açısından gerçekten Avrupa Birliği ya da OECD ül­

mak" başl ıklı bir yazısı yayı nland ı . ( ... )

keleri arasında en küçük hacme sahip devlet. Tür­

Sayın Ateş' i n yazısında değ i nd i ği temel argü­

kiye'nin ürettiği eğitim, sağlık, adalet, güvelik, dip­

man Türkiye'de devletin küçüldüğü, ama buna

lomasi, belediyeci l i k gibi kamu hizmetlerinin özel­

rağmen libera l lerin hala "devleti küçültmekten"

l i kle kişi başına düşen miktarı çağdaş ülkelerle kı­

bahsetmeleri. Sayın Ateş' i n bu saptamasının bir

yaslanamayacak kadar fakir. Devletin ekonomik

bölümü doğru, bir bölümü ise tümü i le yan lış. Tür-

büyüklüğü derken üretilen kamu hizmetini anl ıyor-

739

s

A

M

K

sak gerçekten çok büyük bir devletle karşı karşıya­

Türkler beyin genetiği olarak bu ideolojiye pek yat­

yız ve bu açıdan devleti daha da küçültmek hem

k ı n değiliz) y ı l l arca "devleti küçültel i m" derken

anlamsız hem de zaten kanımca mümkün değ i l .

adalet ya da sağlığı değil örneğin koruma duvarla­

Sağl ık, eğitim, adalet gibi hizmetleri biraz daha kı­

rını kastettik. Korumacı lık gümrük birliği ile bir öl­

sarsak burasının Afganistan ya da Somali'den bir

çüde azaltıldı; ama "devasa devletin" başka kolları

farkı kalmaz.

740

c

hala çalışıyor. Türkiye ekonomisinde i n a n ı l maz

Ancak, Türkiyeli l i berallerin "devleti küçü ltmek­

boyutlarda bir teşvik rezaleti hala sürüyor. Bu teş­

ten" kasıtlarının bu temel hizmetleri daha kısmak

viklerin bütçeye yansıyan yönü çok büyük değilse

ol mad ı ğ ı n ı düşünüyorum . Türkiye Cumh uriyeti

de, ekonomide yarattığı çarp ı k l ı k lar ve aldırdığı

Devleti ekonomik açıdan çok büyük ve hantal der­

yanlış kararlar dünyanın hiçbir ülkesi ile kıyaslana­

ken muradımız kesinlikle bu temel hizmetler değil.

mayacak kadar büyük. Bizler "devleti küçültelim"

Bu temel hizmetler genel bütçe içinde yer alan ve

derken yerel yönetim hizmeılerini değil ıeşvikleri

ölçümü kolay büyüklükler. Sayın Ateş'in de belirt­

kaldıralım demek istiyoruz. Tarım sübvansiyonları,

tiği gibi Türkiye'nin "bütçe büyüklüğü"nün (kamu

kamu bankaları geri dönüşsüz kredileri (geri bile

hizmetleri) milli gelirine oranı Yunanistan'ın, Porte­

dönse, önemli bir bölümü düşük faizle verildiğin­

kiz'in, İrlanda'nın altında.

den net bir kaynak aktarımı anlamına geliyor), ver­

Ancak, Türkiye Cumhuriyeti devletini ekonomik

gi harcamaları, Sayıştay denetiminin dışında kalan

olarak "devasa" kılan başka öyle faktörler var ki,

bazı kamu harcamaları, "Diyanet İşleri Başkanlığı"

bunlar her bütçede yer almadığından ölçümleri

garabeti, KİT' lerdeki yapay istihdam ve etkinsizlik

son derece zor hem de denetlenmeleri adeta im­

bu "devasa" ve h izmetten çok yolsuzluk üreten

kansız olduğundan devleti bir yolsuzluk batağına

devletin temel dişlileri.

çekmiş durumdalar. Türkiye uzun yıllar inanı lmaz

Liberallerin amacı sağl ık, eğilim, adale! gibi büı­

bir korumacılık süreci geçird i . Bu korumacı lık büt­

çe içi hizmetleri kısmak değil, ama bu bütçe dışı

çeye sadece gümrük vergileri geliri olarak yansır­

ve boyutlarını kimsenin bilmediği bu yolsuzluk ca­

ken, ekonomide inanılması mümkün olmayan öl­

navarını insani boyutları çekmek. (fi nansal Forum,

çü lerde çarpıkl ı klar ve haksız kazançlar yaratt ı .

27. 08. 1 998) [2004, Normalleşme AB Sürecinde

Bizler (liberal olmaya çalışanlar diyorum, zira biz

Türkiye, Liberte Yayınları]