Muhammed ve İslam'ın Yükselişi [1 ed.]
 9786057596567

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

David Samuel MARGOLIOUTH (1858-1940) Londra'da doğdu; Yahudi asıllı Hristiyan bir din adamının oğlu­ dur. Oxford Üniversitesi'nde Yunan-Latin edebiyatı ve şarkiyat okudu. 1889'da aynı üniversiteye Arapça profesörü olarak tayin edildi ve bu görevini 193 7'ye kadar sürdürdü. 1913'te Londra Üniversitesi'nde Doğu Dilleri Bölümü başkanı oldu. Margoliouth, British Academy'nin, Deutsche Orient-Gesellschaft'ın, Ameri­ can Oriental Society'nin, el-Mecmau'l-ilmiyyü'l-Arabi ile Mec­ mau'l-lugati'l-Arabiyye'nin üyesiydi. Margoliouth Yakındoğu tarihi, İslam tarihi ve Arap edebiyatı alanlarında döneminin en önde gelen şarkiyatçılarından biri olarak kabul edilmiştir; ayrıca Hristiyan ilahiyatı, Grek-Latin edebiyatı, Süryani ve Ermeni araş­ tırmalarında da söz sahibiydi. Üniversitede okuduğu dillerden başka İbranice, Sanskritçe, Farsça, Türkçe, Ermenice ve Süryani­ ce biliyordu.

Muhammed İkbal SAYLIK 1976'da Mardin'in Kızıltepe ilçesinde doğdu. Temel İngilizce eğitimini, babasının görevi nedeniyle 1987 -1991 yılları arasın­ da bulundukları Bağdat'ta bulunan uluslararası bir kolejde aldı. 2000 yılında Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dilbilimi bölümün­ den mezun oldu. Mezuniyetinin ardından bir süre özel okullar­ da ve MEB bünyesinde İ ngilizce öğretmeni olarak görev yaptı. Öğretmenlikten ayrıldıktan sonra AB projeleri uygulama birim­ leri ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programında (UN DP) ve M illi Eğitim Bakanlığı AB ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünde görev yaptı. Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesinde Dış İ lişkilerden sorumlu Başkan Danışmanlığı görevinde bulundu. Uluslararası İlişkiler alanında yüksek lisans yaptı. Bu alandaki akademik ça­ lışmalarına devam etmektedir. 2 0 1 5 yılından bu yana Mardin Artuklu Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak görev yapmak­ tadır. İngilizcenin dışında iyi derecede Arapça ve Kürtçe bilmek­ tedir. Evli ve 3 çocuk babasıdır. Çeviri eserleri şunlardır: Ne Kazandık: Amerika'nın Afganis­ tan'daki Gizli Savaşı (Bruce Riedel); Yeni Ortadoğu: Arap Dün­ yasında Protesto ve Devrim (Ed. Fawaz Gerges); Suriye Yanıyor: IŞİD ve Arap Baharının Sonu (Charles Glass); Irak Soruşturması Raporu (Britanya Parlamentosu Özel Danışmanlar Komitesi Ra­ poru).

Ankara Okulu Yayınları: 3 3 1

©Ankara Okulu Basım Yay. San. v e Tic. Ltd. Şti. Oryantalist Klasikler: 9

Özgün İsmi

Mohammed and The Rise of Islam

Editör: Mehmet Azimli Son okuma: Fatih Toktaş Dizgi ve kapak: Ankara Dizgi Evi Baskı ve cilt: T DV Yayın Matbaacılık ve T icaret İşletmesi Birinci baskı: Temmuz 2 0 2 0

ISBN 978-605-759 6-56-7

Ankara Okulu Yayınları

Şehit Mehmet Baydar Sokak 2/A Maltepe/Ankara Tel: (0 3 12) 3 41 0 6 90 GSM: 0 542 3 8 2 74 12 web: www.ankaraokulu.com e-mail: [email protected] ankaraokuluyayi nlari@g mail.com

Muhammed ve İslam'ın Yükselişi

D.S. MARGOLIOUTH

Çeviren Muhammed İkbal

SAYLIK

Ankara Okulu Yayınları /\n kara 2020

İÇİNDEKiLER

EDİT ÖRDEN . .. . . . ....

.. .

.. .

.

..

. ...... .

.. ... ..... . .. ....... . ... ..... ...... . ..... .

. .... .. . .

. ...... ...

.

.

.

.... .... ................. ..... ......

7

ÖNSÖZ ...........................:............................................................................................................... 9 Transliterasyon (Transkrip) .................................................................. 13 Kronoloji . . .. . ..... . . . .. . . .. . . . 14 ... . . . . . . . . . . . . . . . . .

Coğrafya Bibliyografya

... . . . . . . . . . . . . . . .

.

. ..

. . . . . . . . ... . . . . . .

..

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .

. .

..

.

. .... ..............

. .

.

. .

... . . .. .

.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. ...... .....

15

,................................,................................................ 17

...................... .... .....

MUHAMMED 1. BÖLÜM

KAHRAMANIN DOGUM YERİ

.............

..

.

.. .

.....

. . . �

. .............................. .............. .. .... .. ......

21

il. BÖLÜM MUHAMMED'İN İLK DÖNEMLERİ ............................................................................ 57 III. BÖLÜM GİZLİ BİR TOPLUM O LARAK İSLAM ........................................................................ 89 iV. BÖLÜM

ALENİYET

.

.

. .

.

..

. 117

..... ............. .............................. .... ....... ................................. . ........................ .

V. BÖLÜM

MEKKE DÖNEMİ

.

. . . . .

.

.

. ..



.... .............................

145

............................................................................................................................................

171

......................... ..... .. .... .. .... ...... ....... ......... ..

VI. BÖLÜM GÖÇ

Yii BÖLÜM .

BEDİR SAVAŞI . . . . .. .... ..

.

.

.

......... ................. ........ ......

..

.. . . .

...................................

. 211

. .. ... ............ .

VIII. BÖLÜM İLERLEME VE BİR YENİLGİ ............................................'............................................ 245 IX. BÖLÜM YAHUDİLERİN YOK EDİ LMESi

. .. ........ ... . .

........... ...

..

..

.. .................................

.............

273

6

Muhammed ve İslam'ın Yükselişi

X. BÖLÜM MEKKE'NİN ALINMASINA DÖNÜK AT ILAN ADIMLAR

.

295

. .

325

................... .........

Xl. BÖLÜM MEKKE'NİN ALINMASI .

.

.

. . . . . . ...

.. ......... .......... ..... ... ... ... ... .... ... . . ..............

..

........ ... .........

XIl. BÖLÜM ARABİSTAN'DA DÜZENİN SAGLANMASI

.

.

. ..

.............. .......... ............. ....

. 351

.......... ..

XIIl. BÖLÜM SON SENE . DİZİN

.

.

.

. .

.

..... ........................ ......... ........... .... .................................................. ................

379

........................................................................................................................................

403

EDİTÖRDEN

Ankara Okulu Yayınları "Oryantalist-Klasikleri" proj esi üst başlığı kapsamında yayımlanan serinin dokuzuncu (9) kitabı olarak, D.S. Margoliouth'un, Muhammed ve İslam'm Yükselişi adıyla tercüme edilen eserini takdim ediyoruz. Siyeri kronoloj ik olarak inceleyen kitabın siyerciler açısın­ dan ilginç yönü; geçen yüzyıldaki bir Avrupalı bilim insanı­ nın siyere dışarıdan bakışını göstermesi açısından önem arz . ediyor. Bu bağlamda bilinmeyen birçok rivayeti gündemine alarak kendi görüş açısını temellendirmeye çalışıyor. Bir başka açıdan siyeri gözümüzün önüne seren Margoli­ outh'un eseriyle sizleri baş başa bırakıyoruz . . . Hayırlara vesile olması dileğiyle . . . Mehmet Azimli* Çorum-2020

*

Hitit Üni. İlahiyat Fak.

ÖN SÖZ

Muhammed Peygamber'in1 biyografisini yazanlar, sonu­ nu bulmanın imkansız olduğu uzun bir liste oluştursalar da, bu liste içinde yer almak onur vericidir. Bunların en ünlüsü muhtemelen Sir Walter Raleigh2 olmasına rağmen, belagat ve tarihi öngörü payesi ise Gibbon'a3 verilebilir. Gibbon'ın yazdığı dönemde ve çok daha sonrasında, ta­ rihçiler, Muhammed'in hayatı ile ilgili bilgilerini, çalışmasını Gagnier'in kötü bir baskı ile üretmiş olduğu Ebu'l Fida'nın Hicri 7 2 2, M iladi 1 3 2 2 yılında yazdığı Biyografiye dayan­ dırıyorlardı.4 On dokuzuncu yüzyıl tarihçileri, bu kadar geç dönemdeki birisini otorite olarak kabul etmekle tatmin ol­ mayıp, Muhammediler tarafından korunan daha eski tarihli tüm belgeleri gün ışığına çıkarmada başarılı olmuşlardır. Bu eski eserleri keşfedip onlardan faydalanmanın ödülü, G. Weil, [ iv] Caussin de Perceval, F. Wüstenfeld, A. Sprenger ve Sir Willi­ am Muir tarafından paylaşılmıştır. Son iki yazarın5 kaleme almış olduğu Muhammed'in Hayatı adlı eserler, - Muir'in eseri Hristiyan bir bakış açısıyla yazılmış ve Sprenger'in eseri de birtakım üstünkörü bilgiler ve güvenilmez arkeoloj i ile malul olsa da- Avrupa'nın Şarkiyat tarihinde öğrenciler var olduğu sürece klasik olarak değerlendirilebilir.6 1 2 3 4 5 6

Peygambe r'in biyografisi ile ilgili kıyme tli bir de ğe rle ndirme de bulu­ nan kaynaklardan biri de E. Sachau, İbn Sa'd i l i., ı . Önsöz. The Life and Death ofMahomet, Londra, 1 6 3 7 (hakiki ise ) . Muhamme d ile ilgili e n güze l e se rle r arasında Sn. Re ade 'in Martyrdom of Man, 14. Baskı, 2 6 0 foll., adlı e se ri bahse dilmeyi hak e tme kte dir. Oxford, 1 7 2 3 . Ebu'I Fida, e n son mu hte mele n T. Wright, Christianity in Ara bia tar a fından baş otorite o larak kabul e dilmiştir. Muir'in, L ondra, 1 8 5 7 - 1 861; Sp renge r'in (2. Baskı), Be rlin, 1869. We llhause n'in bununla ilg i l i değe rle ndirme si (Vakidi, s. 24-26), tama­ me n adil ve sağlamdır.

10

Muhammed v e İslam'ın Yükselişi

Bu eserler yazıldığından bu yana, Muhammed ve onun dönemi hakkında bilgiler; birçok Arapça metin ile İslami ya­ pıtlar hakkındaki Avrupalı bilim insanlarının çalışmalarının yayınlanması sonucu, artış göstermiştir.7 1. Goldziher, J. Wel­ lhausen ve Th. Nöldeke'nin eserleri, karanlık olan pek çok noktaya ışık tutmuş ve Peygamber'den önce ve sonraki Arap tarihini anlamayı kolaylaştırmıştır. Ayrıca büyük kısmı Spren­ ger ve Muir'in eserlerinden sonra yayınlanmiş olan aşağıdaki Arapça eserler; birçok yeni ilgi alanı ve önemli noktayı ortaya koymuştur. 1.

[v]

Müsned, Hicri 2 4 1 (Miladı 855) 'te vefat eden Ahmed bin

Hanbel'in hadis derlemesi) : (Kahire, altı cilt) . Bu çalış­ mada Peygamber'in sözleri farklı şahıslar tarafından, her biri için ayrı mecmualarda kaydedilmiştir. Aynı hadis bazen on, yirmi ve hatta yüz kez verilmiştir. Konuların çoğu başka yerlerde nadiren mevcut olup özgün olmaları muhtemeldir. Bu çalışma, Goldziher, Z.D.M.G., 1. 463 -599 tarafından elbette mükemmel olarak değerlendirilmiştir. 2.

Hicri 3 1 0 (Miladi 92 2) 'de vefat eden tarihçi Taberi tara­ fından yazılan devasa Kur'an Tefsiri (Kahire, 190 2 - 1 904, otuz cilt) . Bu tefsir; tarihçinin kendisinden asırlar sonra yaşayan ve daha sonraki ihtilaflardan etkilenmiş olan Ze­ mahşeri ve Beydavi'nin popüler tefsirlerinden çok daha büyük bir değer taşımaktadır.

3.

7

İbn Hacer tarafından yazılan el-İsabe ya da Seçkin Saha­ beler Biyografisi (Kalküta, 1 853 - 1 894, dört cilt) . Yazarın geç dönem eserlerinden biri olan bu çalışma, konularını artık ulaşılamayan kaynaklardan dile getirmiş olsa da ta-

Avrupa' da ortaya çıkmış olan ve Muhammed'in Hayatı adını taşıyan en önemli eserler, L. Krehl (Leipzig, 1884), H. Grimme (M ünster, 18921 895) ve F. Buhl (Kopenhag, 1903)'a ait olanlardır. Grimme'in eserinin yeni baskıları ve Wollaston'un Ha/f-hours with Mohammed adlı eseri ile Prens Caetani'nin muhteşem eseri, yazar tarafından kullanılamaya­ cak kadar geç yayınlanmışlardır.

Önsöz

11

rihsel olarak değerlidir. İbn Hacer sıra dışı bir kütüpha­ neye sahipti. 4.

Hicri 255 (Miladi 868)'de vefat eden ve el-Cahız adıyla bilinen nesir yazarı Amr bin Bahr başta olmak üzere er­ ken dönem Arap yazarların eserleri. Eserleri arasından, müteveffa Va n Vloten'in editörlüğünü yaptığı üçüne ula­ şılabilmiştir. Ayrıca ve Kahire' de el-Cahız'ın belağat anla­ yışı hakkında bir tez çalışması basılmıştır. Her ne kadar doğrudan Muhammed ile ilgili olmasa da, kullanJlması mümkün olan birçok ima yer almaktadır.

Yazar; erişilebildiği eserlere ek olarak, selefleri tarafından [vi] kullanılan ve önde gelenleri Bibliyografya' da numaralandırıl­ mış olan otoriteleri de incelemiştir. Bunlardan birisi basım aşamasında olan İbn Sa'd'ın Tabakat Kitabı 'dır. (Hicri 2 3 0, M iladi 845) . Bu serideki kitaplarda kısaltma kullanılması uygun görül­ müş ve bu da üç konuyu hariç tutarak yapılmıştır: 1. Kur'an tercümeleri (en nadir olan durumlar haricinde) . 2 . Açıkça ya da büyük ihtimalle uydurma olan anekdotlar. 3 . Kendi içinde ya da hikayenin gelişimi açısından çok az önem taşıyan olaylar. Sünnetin güvenirliğinin tahmini için var olan bazı ilkeler Muir'in Giriş bölümünde ve Goldziher'in Muhammadanische Studien'de verilmiştir. Bu konudaki bazı önemli gözlemler de

Nöldeke, Z.D.M.G., LIII., 16 tarafından yapılmıştır. Hadislerin uy­ durulmasına yol açan güdülerin sayısı o kadar yüksekti ki yazar; gerçek rivayetleri açıkça kurgu olarak değerlendirme tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Ben de bu konuda seleflerimin yaptığı gibi her şeye inanmamış olduğumu umuyorum . . Hadislerin tarihsel olmadığı şeklinde hüküm vererek, Goldziher; Nöldeke ya da Wel­ lhausen'i genel olarak yeterl i değerlendirmiş olmaktayım.

12

Muhammed v e İslam'ın Yükselişi

Bu kitabın yazıldığı bakış açısı, bu dizinin başlığı sayesin­ de ifade edilmiştir. Ben, M uhammed'i, Arap kabilelerinden bir devlet ve imparatorluk inşa edebilmek gibi müthiş derecede zorlu bir siyasi sorunu çözen büyük bir insan olarak değer­ [vii] lendirmekteyim. Bunu başarırken kullandığı yöntemi değer­ lendirmede onun entelektüel becerisine karşı adil olmak ve onun büyüklüğüne layık olan saygıyı göstermek için çabala­ dım; yoksa bu kitap bir özür ya da itham amacı taşımamakta­ dır. Aslında şu anda böyle bir çalışmaya da ihtiyaç yoktur. Syed Amir Ali'nin8 etkileyici ve belagatli eseri, bir Avrupa dilinde yazılmış olan Muhammed'e dair özür şeklindeki en iyi eser iken, itham içerikli olanlar da sayısızdır - bunların bir kısmı değerli ve makuldür ki Sir William Muir'in eseri de bunlardan olup, diğerleri fanatik ve düşmancadır.9 Bu çalışmalar normal olarak, Muhammed'in dininin diğer sistemlere karşı üstünlü­ ğü ya da değersizliğini göstermek amacıyla hazırlanmışken, bu kitapta tamamen tarafsız olmaya dair bir çaba gösterildi­ ğinin okur tarafından görülmesi umulmaktadır. Yükümlülüklerimi belirtmeyi dilediğim özellikle iki litera­ tür şekli vardır. Bunlardan birincisi, bilhassa F. Podmore'a10 ait modern Spiritüalizm Tarihi ve 1. W. Riley'ye ait Mormonizm'in kurucusu ile ilgili çalışma başta olmak üzere, dostlarının ço­ ğunu ilahi bir iletişimi aldıklarına ikna eden kişilerin özgün biyografilerinin olduğu çalışmaları içermektedir.11 "Vahiyle [viii] rin" siyasi bir araç olarak kullanılması ve Peygamber-devlet adamının kariyerini ilgilendiren zorluklarla ilgili olarak -Mor­ monizm'in kurucusu- Joseph Smith, en öğretici karakterin çizimlerini sunmaktadır. Sadece Muhammed'in biyografi ya­ zarı, Dr. Riley'nin kullanımında olan materyallerin zenginliği The Spirit of Js/am, Londra, 1896, Kalküta, 1902. En uç nokta muhtemelen Amos'un New but True Life of the Carpenter, including a New Life ofMohammed: Bristo1 1903'tür. 10 Modern Spiritualism, Londra, M acmillan, 1902. 1 1 A Psychological Study ofjoseph Smith, ]r., Londra, Heinemann, 1903.

8 9

Önsöz

13

ve özgünlüğüne gıpta etmelidir. Çünkü bunlar olmasaydı, Dr. Riley'nin Smith'in kariyerine başarılı bir şekilde yaptığı gibi modern psikoloji formülleri tatbik edilemeyecekti. Literatürün ikinci türü, vahşi yaşamın ilk olarak betimlen­ diği çalışmalardır: bunlar arasında Autobiography ofjames P. Beckwourth özel ilgiyi hak etmektedir. Bu çalışmada, at ye­ rine deve ikame edilerek Bedevi adet ve teşekküllerinin bir reprodüksiyonun gördüğümüz bölümler mevcuttur; ayrıca Beckwourth'ün gerçekliği sorusu, betimlemelerinin genel doğruluğunu da etkilememektedir. Son olarak, destek aldığım bazı şahıslara teşekkür et­ mem gerekir. Tavsiye ve düzeltmeleri için serinin editörü J . P. Margoliouth v e yazdıklarımı tekrar v e tekrar okuyan Rev. W. J. Foxell'a; sikkelerin seçimindeki tavsiyeleri için Magdalen College eğitimcilerinden Sn. A.E. Cowley'e; tıbbi ve arkeolojik çalışmalarla ilgili rehberlikleri için New College eğitimcisi Dr. J. Ritchie ve Sn. R. B. Townshend'e; dergisinde çıkan bazı fotoğrafları kopyalamama izin verdiği ve daha önce duymadı­ ğım bazı Arapça çalışmaların isimleri konusundaki yardım­ ları sebebiyle Kahire'de yayınlanan Hilal gazetesinin editörü [ ix] Sn. G. Zaidan'a minnettarım. Sn. Zaidan, Arapça konuşan ül­ kelerde tarihçi, romancı ve gazeteci olarak iyi bilinmektedir ve umuyorum ki çok geçmeden çalışmalarından bazılarını İn­ giliz okuyuculara sunma memnuniyetini yaşarım.12

Transliterasyon (Transkrip) Bu konuda, Nöldeke ve Wellhausen'in popüler yazıların­ daki örnek kullanılmıştır. Transliterasyon yöntemi, sıradan amaçlar için Kahire'de kullanımda olan ile aynıdır. Arapça harfler, Arapça sese en yakın olan harfler veya harf kombi12

İkinci baskıda, Beyrut'tan Pere Lammens, S.J. ve Prof. 1. Goldziher tara­ fından yazarın dikkatine sunulan bazı yanlışlar düzeltilmiştir.

14

Muhammed ve İslam'ın Yükselişi

nasyonu ile yazılmıştır: Asli dile aşina olan birisi, kelimeleri ve isimleri zorlanmadan tanımlayabilecekken, Arapça bilme­ yen bir okuyucu için fonetik noktalar yoluyla yapılan ayırım (Örneğin s, t, k) anlamlı olmayabilir. Bilinen birkaç uygun isim popüler halleri ile yazılmıştır.

Kronoloj i M uhammedi ve Hristiyan dönemler arasındaki ay ve gün karşılaştırmaları Tresor de Chronologie, Paris, 1 889'da kop­ yalanan Wüstenfeld'in Vergleich ungstabel/en der Muhamme­ dan ischen und Christlichen Zeitrechnung, 2 . Baskı, Leipzig, 1 90 3'te bulunabilir. Diğerleri Dubaneh'in Universal Calendar, Kahire, 1 896 ve (Arapça olarak) Muhtar Paşa'nın Tawfikiyyat, Kahire, 1 3 ll'de mevcuttur. İslam'ın ilk dokuz yılı için bu tab­ lolar bir yerde hatalıdır. Çünkü bu tablolarda, öyle olmama­ sına rağmen, İslam öncesi takvimin tamamen kameri olduğu kabul edilmiştir. Ayrıca, Peygamber'in seferleri sırasındaki hava durumları vb. (toplayan: Wellhausen, W. Sayfa : 1 7, sq., Reste, sayfa: 94- 1 0 1), Wüstenfeld'in senkronizmleri ile cid­ di bir şekilde uyumsuzluk göstermektedir; bazı durumlarda olayların tarihini iki buçuk ay önceye almak gibi tahammül edilebilir bir karşılık kullanılmıştır. Bununla birlikte Wüsten­ feld'in ayrıntılı tablosunun yerine geçecek bir İslam öncesi takvim hazırlamak mümkün değildir. Winckler (A/torientalis­ che Forsch ungen, il., 3 2 4-350), aynı ay isimlerinin her iki şe­ hirde oldukça farklı sayı değerleri taşıması sebebiyle, Medine Takviminin Mekke takviminden farklı olabileceğine dikkat çekmiştir. Onun, D. N ielsen, Die Altarabische Mondreligion, Strazburg, 1904 ile desteklenen Arap takviminin kökenlerine dair araştırmaları, hicretin ilk yıllarındaki olayların tarihleri­ nin belirlenmesinde özel bir önem taşımamaktadır. Bizatihi hicretin tarihi (8 Rebiülevvel/ 2 0 Eylül 62 2), Peygamber'in, Kuba'ya ulaştığı gü n ü n Yahudilerin kefaret gününe denk gel-

Önsöz

ıs

mesi ile kaydedilmiştir. Diğer bir tarih olan Peygamber'in oğlu İbrahim'in defin tarihi de, 27 Ocak 6 3 2 'de saat sabah 7-9 arasındaki güneş tutulması yardımıyla kaydedilmiş olsa da, senkronizm, hicri 28 Şevval 10 tarihi, bu olayı farklı bir ta­ rihte gösteren Arap kayıtları ile uyuşmamaktadır. Bu konu ile ilgili hadisler Rhodokanakis tarafından W.Z.K.M., XIV., 78'de incelenmiştir. Hicri 4. Yılın, 13 Cemaziyelahir tarihine karşılık gelen Miladi 19- 2 0 Kasım 625 tarihli ay tutulması ise anlam­ sızdır çünkü Arap geleneğinde ay ve yıl belirsizdir. Mahmud Efendi tarafından Sur le Calendrier rabe avant l' Islamisme'de bahsedilen Peygamber'in doğumu ile bağlantılı daha ileri bir senkronizmdeki ima ise yeterlidir.

Coğrafya Arabistan'ın siyasi şartlarının, ülke ile ilgili herhangi bir bilimsel araştırma veya inceleme yapılması mümkün olma­ dan önce önemli ölçüde değişmiş olması muhtemeldir. Bu cil­ de eklenmiş olan haritalar, Peygamber'in seferlerini ve onun etki alanının kademeli olarak genişlemesini takip edenler için basit bir yardım olarak düşünülmüştür. Yazar, her iki konuda da, Sprenger'in Arabistan coğrafyası ile ilgili klasik çalışma­ ları olan Die Post-und Reiserou ten des Orien ts, Leipzig, 1 864 ve Die aite Geograph ie Arabiens, Bern, 1 8 75 adlı eserlerden faydalanmıştır. Orta Arabistan haritası için, Wüstenfeld'in Das Gebiet von Medina, Göttingen, 1 8 7 3 eseri ve El Bekri'nin Geographical Dictionary, ed. Wüstenfeld, 1876 eserinde kul­ lanılan ölçümler kullanılmıştır. Arabistan'ın bu bölümü ile il­ gili değerli adlandırmalar, J. J. Hess'in Die geographische Lage Mekkas, Freiburg (İsviçre), 1900 ile B. Moritz'in Der Hedjaz und die Strasse von Mekka nach Medina, Berlin, 1 890 adlı ese­ rindeki monograflarda bulunabilir. Kabilelerin konumu ile il­ gili haritalar, sonuçları kısmen Hamdani'nin Geography of the Arabian Peninsula, ed. Müller, 1891 eserinde modifiye edil-

16

Muhammed ve İslam'ın Yükselişi

miş olan Z.D.M.G. Blau'nun, XXIl,Arabien im sechsten]ahrhun­ dert eserindeki monografa ve kısmende daha önce zikredi­

len kişilere dayanmaktadır. Arabistan'da 1875 yılına kadarki araştırmaların sonuçları, A. Zehne tarafından Arabien und die Araber seit 100 ]ah ren, Halle, 1 8 75 adlı eserde özetlenirken, D. Hogarth'ın Penetration of Arabia, Londra, 1 904 adlı eseri ise daha yeni olan çalışmaları özetlemektedir. Mekke planı, Wüstenfeld'in Chroniken der Stadt Mekka, Leipzig, 1 8 6 1 ese­ rinde modifiye etiği planın Burckhardt tarafından yeniden düzenlenen plandır. Bu planın doğruluğu, Mekke ile ilgili en büyük modern otorite olan Snouck Hurgronj e tarafından da onaylanması ve Mekke ile ilgili klasik eserinin yanı sıra, Ver­ handlungen der geographıschen Gesellschaft zu Berfin, XIV ., 1 3 8, 1 8 8 7 adlı makalesinde çok önemsiz değişikliklerle kul­ lanılmasıdır.

Önsöz

17

Bibliyografya 13

[xxiii ]

Muhammed'in Hayatı ve İslam'ın İlk Dönemleri

İbn İshak (ö. H . 150/M. 767, notlarda İ shak olarak atıfta bulunulmuştur) ; çalışmaları (şimdiye dek bilindiği kada­ rıyla) sadece iki özette mevcuttur: Wüstenfeld tarafından Göttingen'de 1860'da ve Zübeyir Paşa tarafından ve son­ raki de Taberi'nin Leyden' de 1 882- 1885'te yayınlanan Ch­ ronicle eseriyle vücut bulan çalışmalardır.

Vakidi (metinde W. Kısaltmasıyla verildi, ö. H. 20 7 /M. 823); hatalı bir nüshası von Kremer tarafından 1856'da Kalküta'da yayınlanan ve Muhammed in Medina adıyla çok daha mükemmel bir tercümesi Wellhausen tarafından 1882'de Berlin'de basılan Mohammed's Campaigns başlık­ lı eserin yazarı. İbn Sa'd (ö. H. 2 3 0, M . 845, Vakidi'nin sekreteri) ; E. Sac­ hau'nun gözetiminde şu ana kadar Berlin'de üç cildi yayın­ lanmış olan Peygamber ve sahabileri hakkında ansiklope­ dik bir çalışmanın yazarı. Ya'kubi (ö. H. 292/M . 905) ; 1883 'de Houtsma, Leyden'de basılan İslam öncesi ve İslami dönem olmak üzere iki bö­ lümlük tarih yazarı. İbnü'l-Esir (ö. H. 63 0/M. 123 3); Leyden'de ve Mısır'da ya­ yınlanan Universal History'nin yazarı. Diyarbekri (ö. H. 98 2/M. 1574) H. 1 3 0 2 'de Kahire'de ba­ sılan ve İslam tarihi taslağının izlendiği Tarikh al-Khamis adıyla bilinen bir siyer yazarı. Halebi (ö. H . 1 044/M . 1634) ; H. 1 2 02'de Kahire'de basılan [xxiv] İnsan al-uyun adlı peygamberin hayatını anlatan bir siyer yazarı.

13

Önsöz'de zikredilen çal ışmalar huı-ada tekrar edilmemiştir.

18

Muhammed v e İslam'ın Yükselişi

Hadis (Peygamber'e İsnat Edilen ve Birtakım Güveni­ lir Şahitler Yoluyla Doğrulanan Sözler) Kitapları

İbn Hanbel'in Müsned adlı eseri; bkz. Önsöz. Buhari (ö. H. 256/M . 870) Külliyatı; Krehl tarafından Ley­ den'de 1864- 1868'de basılan eksik basıma Buhari (K.) olarak atıfta bulunulmuştur. 1 3 12'de Kahire'de yapılan basımda ise H. 1 3 06'da Kahire'de basılan Kasta/ani Şer­ hi'nin altıncı baskısına atıfta bulunulmuş ve metinde bu baskı, Buhari (Kast.) ile gösterilmiştir. Müslim (ö. H. 261 / M . 875) Külliyatı; H. 1 290'da Kahire'de basılmıştır. Tirmizi (ö. H. 279/M. 892) Külliyatı; H . 1 292'de Kahire'de iki cilt, 1 3 0 1 'de Lucknow'da tek cilt olarak basılmıştır. Nesai (ö. H. 3 0 3 / M . 916) Külliyatı; H . 1 3 1 4'te Kahire'de basılmıştır. Bu külliyatlar, önem sırasına göre numaralandırılmıştır. Geri kalan külliyatlar olan Enes bin Malik ( ö. H. 1 79/M. 795) ; İbni Mace (ö. H. 27 3 / M . 887) ve Ebu Davud' dan (ö. H. 275/M. 889) alıntı yapılmamıştır. Kur'an Tefsirleri

Yukarıda kendisinden söz edilen tarihçi Taberi tarafından yazılan ve yakın dönemde Kahire' de basılmış olan Kur'an tef­ siridir. Bu tefsir, metinde (Tab.) ya da (Tefs.) kısaltılarak veril­ miştir. Bazen Zemahşeri (ö. H. 538/M. 1 1 44) ve Beydavi (ö. H. 691/M. 1292) tefsirlerinden de alıntı yapılmıştır. Kur'an ile ilgili modern çalışmalar arasında Preserved Smith, The Bible and lslam, N ew York, 1 897'den bazen alın­ tılar yapılmıştır; Yazar, bunları alıntılamamış olsa da, H. Hir­ schfeld'in tezlerinden faydalanmıştır. Zaman zaman notlarda alıntılanan Arapça çalışmaların kalanı, ilgililere tan ıdık gele­ cektir.

Önsöz

19

Mekke ve Medine'nin Tarihi

Ezraki'nin (ö. yaklaşık olarak H . 245/M. 859) Mekke Tarihi. Editör Wüstenfeld, Leipzig, 1 858'de, sonraki M ekke [xxv] tarihçilerinden birtakım alıntılar yapmak suretiyle iki cilt olarak yayınlamıştır. Üçüncü cilt ise bu iki cildin Almanca olarak özetlenmesidir. Samhudi'nin (ö. H. 91 1/M. 1505) Medine Tarihi; H. 1285'te Kahire' de basılmış; 1 8 7 3 'te Göttingen'de Wüstenfeld tara­ fından kısaltılmıştır. Mekke ve Medine ile ilgili modern dönem çalışmaları. 1835'te Paris'te basılan Fransızca tercümeden alıntı yapı­ lan Burckhardt'ın Travels adlı eseri. Burton'ın Pilgrimage to A/-Medinah and Meccah, Anı baskı­ sı, Londra, 1893 . H. Keane, Six Mon ths in the Hejaz, Londra, 1887. Soubhy, Pelerinage a la Mecque et a Medine, Kahire, 1887. Muhammed Paşa Sadık, Hac Rehberi (Arapça), Kahire, H . 1 3 1 3/M. 1895. Gervais-Courtellemont, Mon Voyage a la Mecque, Paris, 1897. Sabri Paşa, Mir'at'ül Harameyn (Türkçe), İstanbul, 1886. 1.

Goldziher'in Eserleri

Muhammadanische Studien (metinde M.S. kısaltması kulla­ nıldı), Halle, 1889, 1890. Abhandlungen sur arabischen litteratur, Leyden, 1896,

1899.

20

Muhammed ve İslam'ın Yükselişi

Th. Nöldeke'nin Eserleri

Geschichte des Korans, Göttingen, 1 860.

Das Leben Muhammeds, Han nover,

1863.

Geschich te der Perser und Araber zur Zeit der Sasaniden,

leyden, 1 8 79. Die Ghassanischen Fürsten aus dem Haouse Gafnas, Berlin,

1 887. Sketches of Eastern History, tere. Black, Londra, 1 896. J. Wellhausen'in Eserleri

Muhammed in Medina, bu eserden yukarıda söz edildi. Gi­

riş ve notlar Wellhausen (W) veya (Vakidi) olarak alıntı­ lanmıştır. Reste arabischen Heiden th ums, Berlin, 1 897. Skizzen und Vorarbeiten, vierters Heft, Berlin, 1889. [xxvi ]



Die Ehe bei den Arabern, Göttingen, 1 893 . Das arabische Reich und sein Sturs, Berlin, 1 902.

Bu yazarlara ait sayısız makale, Z.D.M.G. (Zeitschrift der deutschen morgenlandischen Gesellschaft) ve W.Z.K.M. (Wie­ ner Zeitschriftfür die Kunde des Morgenlandes)'den alıntılan­ mıştır. J.R.A.S. ise}ou rn al of the Royal Asiati,c Society'yi simge­ lemektedir.

MUHAMMED I. BÖLÜM KAHRAMANIN DOGUM YERİ

Miladi 594 yılı civarlarında, M ekke'den zengin bir kadının [ 1 ] ticari mallarını taşıyan kervan güvenli bir şekilde Busra'ya ulaşmış ve bu zahmete değecek miktarda kar ile birlikte gü­ venle geri dönmüştü. Bu tür bir seferin gerçekleştirilmesi için . gerekli olan nitelikler arasından birçoğu, başarılı bir komuta­ nın ihtiyaç duydukları ile benzerdir: disiplini sağlama bece­ risi, düşmanları bertaraf etme yeteneği ve onlara karşı gel­ me cesareti, yalan haberleri gerçeğinden ayırt etme gücü ve diğer insanların planlarına nüfuz edebilme kabiliyeti. Pazara güvenli bir şekilde ulaşıldığında ve kervanın başındaki kişi ya da temsilcisi en karlı şekilde dönebilmek amacıyla kendisine emanet edilen malları sattığında ise başka bir nitelikler dizisi gündeme gelmektedir ki işverenine karşı sadakati temel has­ let olmakla birlikte, sabır ve zeka vazgeçilmezdir. Busra'ya yapılan bu seferin lideri olan ve o zaman henüz yirmi beş ya­ şında olan Abdullah'ın yetim oğlu Muhammed, bu özellikle- [ 2 ] ri yeterince sergilemiş ve dul bir kadın olan ve kendisinden muhtemelen yaşça büyük olan işvereni Hatice'yi bu konuda memnun etmişti. Bu hizmetlerinin karşılığı olarak bu dul ka­ dın da ona elini vererek kendisi ve eşinin tarihteki yerini de güvence altına almış oldu. Üne kavuşturdukları ülkenin üzerinde, ancak yirminci yüzyılın başlarında kısmen kaldırılmış olan bir örtü bulun­ maktadır.1 Kaşif yine de buraya, hayatını riske atarak girmek­ tedir. Yönetimlerinin değişimleri ile ilgili resmi kayıtlar nadir olup, tarihçileri de gelen misafirlerdir ve bunların bu yasak 1

Bkz. D. Hogarth, Penetratimı ııfArubia, 1904.

22

Muhammed ve İslam'ın Yükselişi

topraklara girişi de merakları sebebiyle veya başka saiklerle olmuştur. Ülkenin tehlikelerine ek olarak bir de İslam dininin sunduğu fanatizm vardı ki, bunlar korunsaydı, yirminci yüz­ yılın Arabistan'ı altıncı yüzyıldaki ile aynı olacaktı. İslam' dan önceki Araplarla ilgili olarak, diğer tüm ırkların Araplardan üstün olduğunu söyleyen Pers kralına cevap ve­ ren bir Arap emirini hatırlatmak gerekir.2 Kendisi, güç ya da güzellik veya dindarlık, cesaret, cömertlik, bilgelik, gurur ya da sadakat konularında Arapların önüne hangi millet geçe­ bilir ki diye sormuştu. Perslerin komşuları arasında sadece Araplar bağımsızlıklarını koruyabilmiştir. Onların kaleleri at­ larının sırtı, yatakları yer, çatıları gökyüzüydü; diğer insanlar kendilerini taş ve tuğlalar arasında korumaya alırken, Arap­ ların savunması kılıçları ve cesaretleriydi. [3]

Diğer milletler soylarıyla ilgili hiçbir şey bilmezken, hiçbir insanın, ait olmadığı kabilenin soy ağacına erişemediği bir dönemde bir Arap, insanlığın babasına kadar olan şeceresini biliyordu. O kadar cömertti ki, kendisini gece ziyarete gelen yabancı biri için tek zenginliği olan devesini kesip sunabilirdi. Başka hiçbir millette onlarınki kadar süslü bir şiir ve etkile­ yici bir dil yoktu. En asil atlar, en iffetli kadınlar, en iyi giysiler onlarındı; dağları altın ve gümüş taşlarla doluydu. Develeri mesafe tanımıyor, hiçbir çöl aşamayacakları kadar vahşi gö­ rünmüyordu. Dinlerinin emirlerine o kadar bağlıydılar ki, bi­ risi babasının katiliyle haram aylardan birisinde karşılaşsa ve onun silahsız olduğunu görse, ona zarar vermezdi.. Bunlar­ dan birinin bir işareti ya da bakışı, tamamen dokunulmazlık kazanmasına sebe p olurdu. Eğer o kişiye güvenlik taahhü­ dünde bulu nmuşsa ve onun düşmanları o şahsa zarar vermek için gelmişlerse, ya zarar vermek isteyen kabile yok edilene ya da kendisi bu mücadelede yok olana kadar durmazdı. Di­ ğer milletler merkezi bir hükümete ve tek bir hükümdara tabi 2

Birçok "edebiyat" kitabında bulunabilir, örneğin, el-İkd'ulferid, Elifba.

Kahramanın Doğum Yeri

23

olmuşlarsa da, Araplar bu tür bir kuruma gerek duymamışlar, her birisi kral olmaya kendini layık görüp kendisini yeterin­ ce koruma gücüne sahip olduğunu düşünmüş ve başkasına bağlılık sunmaya ya da azarlanmak gibi aşağılanmalara karşı isteksiz davranmıştır. Başka birçok methiye gibi bu tanımlamalar da, gerçekle uyuşmadan önce ciddi bir düzeltmeye muhtaçtır. İslam'ın ya­ yılmasından sonra insanlar soyları ile ilgilenmeye başlamış, şecereler ancak o zaman bir çalışma alanı haline gelmiştir. Ama İslam'dan önce, şecereler asla yazıya dökülmemiş olup sadece istisnai durumlarda hatırlanmışlardır. Orta Arabis- [ 4] tan'ın halkı, oraya nasıl geldikleri hakkında kesin bir bilgiye sahip değildi. Eski Ahit'in sunumu arkeologlar için bir lütuf gibiydi çünkü bu ortaya çıktığında, zaman hesaplaması ve keyfi müdahaleler yoluyla soylarının ait olduğu şecerelerin başlangıcını buldular. Sadece çok nadir durumlarda bu soylar, İslam' dan önceki birkaç nesle ait olacak kadar tarihsel olabi­ liyordu. Soybilimcilerin tüm kabilelerin o kabileye adını ve­ ren kahramanlardan türediğine dair teorisi ve böylelikle tüm Kureyşlilerin Kureyş'ten, tüm Kilab kabilesi mensuplarının da Kilab'dan geliyor olduğu teorisi, modern araştırmaların doğru bir şekilde değer verdiği ve eski arkeoloj inin bundan tamamen habersiz olmadığı bir gerçekler silsilesi sayesinde bozulmuştur. Totemizm, kadının birden çok erkekle evlenmesi kurumu, ebeveynlik ve üreme ile bağlantılı fikirlerin ayrış­ masının, göçebe Araplarla ilgili oldukları kanıtlanmıştır. Ka­ bilenin soy birliği, çoğu zaman aslında yerel bir birlik3 ya da tek bir liderin yönetimi altındaki göçmenlerin oluşturduğu birlik4 veya başka bazı tesadüfi karışımların üzerine eklenen bir tasavvurdu.5 Gerçek aile bağları eğer muhafaza edilebil­ mişse, bir hayalin ürünü olarak, gerçek tarihin parçaları ya3 4 5

Goldziher, M.S. 1., 64. Nöldeke, Z.D.M.G., XL., 1 59. Spren ger, Aite Geo9raph ie Arıılıierıs, 290.

24

Muhammed ve İslam'ın Yükselişi

pay tabloların içinde tahayyülle bezenerek karıştırılmışlardı. [S] Bir adamın bir aileye ait olduğu bilinir, o aile de bir kabilenin kolu olarak tanınırdı. Ancak bireyi, ailenin kurucusu ile irti­ batlandıran ve ailenin kabileden çıkmış olduğu basamaklar, bir teoriyi, nadiren özgün bir geleneği temsil etmektedir; mi­ saller, şahsın ve ailenin, fiziki bağlantılarının olmadığı kabile­ lere suni olarak bağlanmasını istememektedir. Arapların dindarlığı ile ilgili ifadeye daha fazla doğruluk atfedilebilir çünkü bu, haram ayların ifasıyla ilgilidir; Yunan yazarlar da aynısını onaylamaktadır. Üç güz ayı6 ve bir bahar ayı boyu nca birçok kabile Tanrı adına bir ateşkese girerek silah bı rakıyor ve kan dökmüyorlardı. İslam'ın başlangıcıyla bera ber sabit bir hal alan bu kurum, birçok gelişme aşama­ sının sonucu olmalıydı ve bizatihi sonuçları itibariyle verim� liyd i. Bir ibadethaneyi ziyaret etmek ya da kutsal bir günü kutlama isteğinden ayrılamazdı ve aslında her iki mevsim de evcil hayvanların doğumu ile meyve hasadı dönemlerine tekabül etmekteydi. Daha önemli bir ziyaretin gerçekleştiği bundan önce ve sonraki aylar, güvenli bir şekilde gelip geri dönmeleri sağlanan uzak misafirlerin faydalanma dönemine dahil edilmiş olabilirdi. Yolculuk için çok fazla bir mesafe kat etmesi gerekmeyenler için ateşkes, sürekli savaş durumu­ nun yıkımını telafi edebilecekleri ve güvenli iletişim fikirle[ 6 ] ri yoluyla üretimde bulunabilecekleri bir dönem sağlıyordu. Kutsal yapıtların civarında düzenlenen panayırlar, bu süreler arasında paylaşılacak şekilde planlanırdı. Böylece mabedi ziyaret eden kabileler ortak milliyet fikrini korumuş ya da bu fikri yaymışlardı: buradaki törenlerin bir bölümü ise asli farklılıklar hafızasını canlı tutmuştur. Özellikle Ukaz7 pana6 7

Nonnosus ve Procopius: "yaz gündönümünden sonraki iki ay ve bahar ortasında bir ay". Bununla ilgili güzefbir açıklama Wellhausen, Reste, 88-9 1 'de verilmiş­ tir. Panayır muhitlerinin aslında kutsal mekanlar olduğunu söylemiş­ tir.

Kahramanın Doğum Yeri

25

yırı, Yunanistan'daki büyük oyunlar ile aynı amacı taşımak­ tadır. Tüm Arapları ilgilendiren konular burada tartışılır ve savaş dışındaki konulardan zevk alma fırsatı bulunurdu. Arap ailesinin evi olarak görülen Ukaz, kadınların da elde edilmeye çalışıldığı bir yerdi.8 M uhammed Peygamber'in evi olan ve tüccar bir toplulu­ ğun yaşadığı Mekke, bu tür panayırlardan bazılarına yakın bir mesafede bulunuyordu. Buraya yerleşmiş olan topluluk, göçebe hayatını terk etse de o dönemi unutmamışlardı.9 Eski yazarlar, 10 Mekke'nin yılın sadece iki ayında meskun olduğu, kış aylarının sahildeki Cidde'de, yaz aylarının da Taif vahasın­ da geçirilmesi geleneğinin korunduğunu yazmışlardır. Teolo­ jik spekülasyonlar, M üslümanların dini başkentlerine muh­ teşem bir tarih izafe etmelerine yol açmışsa da, daha makul [ 7 ] bir hadis, Mekke'deki ilk evi Muhammed'den sadece birkaç nesil öncesine tarihlendirmektedir. Bu eylem Salım kabile­ sine mensup olan ve çeşitli yerlerde adı Suayd bin Salım 11 ve Sa' d bin Amr12 olarak verilen birisine isnat edilmektedir. Bunlardan ilki ile Peygamber arasında üç nesil bulunurken ikincisi ona daha yakın bir dönemdendir.13 İlk evle ilgili bilgi verilmemiş olsa da muhtemelen bu ev, meskenlerin ilkel bir şekliydi. Her ne kadar bir şair, Tihame halkından, çamur ve harç kullanarak bina yapan kişiler olarak bahsetse de, bu tür bir inşaatın Mekke'de küçük ölçekli yürütülüyor olması muh­ temeldir. İkinci halife,14 aslında kendisinden önce Peygam­ ber'in de yaptığı tuğla evlerde hata bulmuştu;15 en iyi evler muhtemelen kesme taşların kaba dikmeleri şeklindeydi. Geri 8 9 10 11 ı2 ı3 ı4 ıs

Wellhausen, Ehe, 442. El-Cahız, Mahasin, 2 2 6. El-Cahız, Opuscula, 6 2 . Mekke Kayıtları, 111., ıs. El İsabe, i l ., 9 ıS. Wüstenfeld, Genealogische Ta/Jel/en. El-Cahız, Beyan, i l ., 2S. Müsned, i l i ., 2 2 0 .

26

Muhammed ve İslam'ın Yükselişi

kalan konutlar tahminen kulübe ile çadır arasında varyas­ yonlar içeren yapılardı.16 Yaklaşık bir buçuk mil uzunluğunda ve üçte bir mil geniş­ liğinde olup Arabistan'ın ortalarında bir yerde kuzeydoğudan güneybatıya uzanan ve batı sahilinden yetmiş mil uzaklıkta olan Mekke ya da Bekke vadisine yerleşmiş olan topluluk, bu ( 8]

noktayı seçtiklerinde buradaki ürünlerle yaşamayı umut etmiş olamazdı. Çünkü Kur'an'ın yazarından bugüne kadar bu bölgeyi tanıyan herkes bu toprakların hiçbir şey üretmediğini bilirdi. Onların burada bulunmasının sebebi, kutsal mabetleri yani adına Kabe denilen ve Arabistan' da bugüne kadar birçok ziyaretçi çeken küp şeklindeki Tanrı'nın eviydi. Yapı, kuzey­ doğu köşesinde yer alan ve ziyaretçilerin öptüğü Hacerü'l-Es­ ved ile bağlantılıdır; çünkü hem Yunanlar hem de Arap ya­ zarlar, Arapların taşlara ibadet ettiğini tasdik ettiğinden, bir­ çokları bu taşın Mekke'nin gerçek tanrısı olduğunu, Kabe'nin de bunun büyütülmüş modeli olduğunu düşünürlerdi. Diğer yandan, Muhammed döneminde Kabe, tek tanrı imaj ının yanı sıra diğerlerinin temsilini de içermekteydi. Kabe'nin, aslında, kaybettiğine yakın olmak isteyen yas tutan birisi tarafından17 bir mezar üzerine dikilen bir çadır olması sebebiyle, bir me­ zar içerdiğine dair bir başka teori de vardı; aslında Kabe'n i n yerini aldığı taşın üzerinde, Muhammed dönemine kadar, bir kumaş dışında bir çatı bulunmadığı kabul edilmiştir.18 Kutsal­ lık temas yoluyla yayılan bir nitelik olduğundan, Hacerü'l-Es­ ved ya da Put veya Türbe, bunları içinde barındıran Kabe'ye kutsallık vermiştir; M uhammed'in dönemindeki kutsal bölge ise birkaç kilometre karelik alana yayılmıştır. Yunan yazarla­ rın büyük bir Arap mabedi olarak M ekke'deki Kabe ile ilgili

[9]

ifadelerini alır ve bunları doğru kabul edersek, bu binanın kutsallığı M.S. 6. yüzyılda, Arabistan'ın önemli bir bölümü ta16 17 18

Ezraki'ye göre, Peygamber'in evinin çatısı olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu uygulama için bkz. Goldziher, M.S., 1., 2 5 5 . Ezraki, 1 06.

K ahramanın Doğum Yeri

27

rafından tanınıyordu. Burası yılın hem belirli dönemlerinde hem de hacıların uygun olduğu zamanlarda ziyaret edilirdi. Komşularını ya da düşmanlarını lanetlemek isteyenler uzak mesafelerden dahi gelip Kabe'yi ziyaret eder, bedduaları açık­ ça duyulurdu.19 Birçoğu artık unutulmuş olan ve antropolog­ lara tahmin için bir kapsam sunarken teologların birtakım derin anlamlar bulabildiği çok sayıda gelenek ve tören bu binanın etrafında yapılırdı. Bunların büyük çoğunluğu muh­ temelen Muhammed döneminden önce unutulmuştu.20 Araplar, Kabe'nin, M .S. 6. yüzyılda Mekke'de hakim kabile olan Kureyş'ten daha eski olduğunu tahmin ederler ya da sis­ temleri öyle tahmin etmelerini dayatırdı. Bunun gerçek olması muhtemeldir. Hac ziyaretlerinin yapıldığı bir tapınağa sahip olunması değerli bir varlıktır; çünkü hacıların tanrılara ziya­ retleri için kendilerinden para vermeleri istenebilir. Bu tür bir vergi, Kureyş tarafından yabancı hacılara konulmuştu21 ve bu verginin toplanması hakkı tartışma konusuydu. Bu maddi avantaj olmadan dahi, bir tapınağa sahip olmak doğal bir haktır; çünkü bu şekilde o tapınakta bulunan tanrının kontrol edilmesi mümkün olmaktadır. Kureyş ismi, bu ismi taşıyan ka­ bilenin tarihi ile ilgili bize bir bilgi vermemektedir; bu ya bir put adıdır (kılıçbalığı anlamına gelir) ya da alfabenin peş peşe gelen üç harfinden gelişigüzel şekilde türetilmiştir.22 Kureyş'in [ 1 0 ] bir kişi olduğunu söyleyen Arap soy uzmanları ise, ciddi otorite olarak değerlendirilemeyecek bir şekilde bu iddiaların­ dan caymaktadırlar. Peygamber'in kuzeni ve damadı olan Ali, Kureyş'in, Mezopotamya'daki Kuta'da yaşayan Nebatilerden olduğunu söylemiştir ki bu da onların İbrahim'in soyundan geldikleri anlamına gelmektedir. Ayrıca kabilenin tanrısı olan Hubel, Fırat kıyısındaki Hit'ten gelmekte olup, yine Fırat kıyı19 20 21 22

Ezraki, 299. We llhause n, Reste, 7 1 . İbn Dure yd, 1 7 2 . Chronicles of Meccah, il., 1 :n.

28

Muhammed ve İslam'ın Yükselişi

sında bir şehir olan Kuta'nın,23 Mekke'nin ya da şehrin bir bö­ lümünün de adı olması da, kabilenin sergilediği ticari ve siyasi görüntü ile desteklenen bu ifadeye bir renk katmaktadır.24 Chro nic/es of Meccah adıyla yüceltilen uzun masallar seri­

sinden gerçek bir tarih çıkarılıp çıkarılamayacağı şüphelidir. Tarihte Yemen kıyılarında mukim olan Curhum adındaki bir kabilenin asırlarca Mekke'de hakim olduğu iddia edilmekte­ dir.25 Bu kabilenin, o dönemin başında ikamet eden ve Kureyş ile çok yakın bir bağı olan ve hatta Kureyş için bu kabiley­ le bağı olmadıkça saf bir kana sahip olunmadığı düşünülen H uzaa kabilesi tarafından yerinden edildiği ve bu bölgeye26 girişinin engellendiği düşünülmektedir. Yerlerinden edilme[11] leri, amacının, fatihlerinin gerçekten de kendilerinden biri olduğu nu göstermek olduğu anlaşılan bir efsanede anlatıl­ mıştır.

Kabilenin bir üyesi olan ve başka bir kabileden birisiy­

le evlenen annesi tarafından Suriye'ye götürülen Kusay geri dönü p Mekke valisinin kızıyla evlenmiş, onun ölümü ile de ye rine geçme talebinde bulunmuştu. Bu talebine karşı çıkıl­ ması üzerine annesinin ikinci evliliğinden olan akrabaların­ dan ya rdım istemiş; kısa bir çatışmadan sonra, çağrılan bir hakem, Kusay'ın talebini kabul etmiş, Kusay da buna rağmen H uzaa kabilesini evlerinden sürmek gibi bir yola başvurma­ mıştı. Bu hikayenin anlamı, H uzaa yerleşiminin Kureyş yerle­ şiminden muhtemelen daha eski olduğu ve yeni gelenlerin, her ne kadar gelişleri hoş karşılanmamış olsa da, eski yerle­ şimcilere nazaran daha fazla faaliyet ve beceri göstermeleri sebebiyle hakim konuma geçmeleridir. Ancak Muhammed'in ilk yıllarında bazı zamanlar H uzaa ve Kureyş27 arasında, bir dizi çatış malara ve hakemlerin müdahalesine yol açan açık 2 3 Yakut; bkz. Amedroz'un Hilali, İndeks. 24 Wellhausen, Reste, 9 3 . 2 5 İbn Dureyd, 2 5 3 , bunların lehçeleri i l e ilgili örnekler vermektedir. 26 Wellhausen, Reste, 9 1 . 2 7 Beyhaki, Mahasin, 4 9 5 , 1 7 .

K ahramanın Doğum Yeri

29

ihtilaflar yaşanmış;28 İ slam tarihinde, Huzaa kabilesi, Mekke alınmadan önce Kureyş'e karşı Muhammed'in saflarına katıl­ mıştı. Kureyş'in hakimiyetinin H uzaa'nın hoşuna gitmediği görülse de, Muhammed ile ortak davada buluşup en sonunda şans yüzlerine gülene kadar beklemişlerdi. Tüm efsaneler arasında gerçek tarihe en yakın olanı, Mekke'deki Kureyş yerleşiminin başı olarak, Mahzum kabilesinden Muğire'nin oğlu Hişam'ı gösterendir.29 Değerli olarak görünen hadisler, [ 1 2) Hişam ve Mekke'nin bir dönem birbirini ikame edebilir nok­ talarda olduklarını göstermektedir; H işam öldüğünde insanlar, "emir"lerinin cenazesi için toplanmışlardı. Eskilerin olağan teorisine göre Kureyş, asıJ kabilenin ba­ basından türediği düşünülen bir grup kabileden müteşek­ kildi. Bu ailelerin adları ileride sıklıkla karşımıza çıkacaktır ancak şu aşamada hafızamızı tamamen onlara odaklama­ mamız gerekir. Bunlar Mekke'de kendi yerleşim alanlarında yan yana yaşıyorlardı. Mekke ile ilgili en eski rehber kitap, İslam'ın üçüncü asrında yazılmış olup, bu türden otuz altı grup olduğunu belirtmektedir; daha asil olanları vadinin ortasında yaşarken, daha az soylular ise tepe yamaçlarında oturuyorlardı. Ailelerin çoğu, Yunancadaki metics ile eşdeğer şekilde, yani çoğu zaman kan dökme ama bazen de fakirlik sebebiyle evlerini terk edip yabancıların koruması altında yaşamak üzere Mekke'ye gelen ve mevali denilen kişiler ara­ sından kendilerine dostlar bulmuşlardı ve bazı üretimler işte bu mevalilerin elindeydi.30 Ancak bu mevalilerden bazıları, yerli birisini koruma altına alamasa da zenginlik ve mülk sa­ hibiydiler.31 Onlarla aynı durumda olup Mekke'ye köle olarak gelen ama daha sonra azat edilen ve başkaları tarafından ev­ lat edinilerek, evlat edinen kiş inin ailesinin bir parçası haline 2 8 İbn Dureyd, 106. 29 a9e., 94. 30 Cf. Jacob, Beduinenleben, 150. 3 1 Tabe ri, !., 1 2 0 3 .

30

Muhammed ve İslam'ın Yükselişi

gelebilen bağımlı kişiler de bulunmaktaydı.32 Son olarak da köleler toplumun geri kalanını oluşturuyordu. Aileler arasın[ 1 3 ] da evlilik yaygındı ancak kan davası gibi sebeplerle, erkek ve kadın akrabalığının münakaşalı teorileri çeşitli zamanlarda karmaşıklıklar üretmiş gibi görünse de, bu aileler, kendileri­ ne bağımlı olan kişilerle birlikte ayrı varlıklardı. Toplumun ekonomik temeli ile ilgili olarak, istatistiki ola­ rak değilse bile elimizde birtakım veriler mevcuttur. Popüler bir kutsal mekana sahip olunması, kısmen ziyaret vergisi, kıs­ men kahine ödenen para (her bir görüşme için 1 0 0 dirhem ve bir deve olduğu söylenir) ve kısmen de ziyaretçilerin kendi yi­ yecek ve kıyafetlerini kullanmalarına izin vermeyen kazançlı bir kural olması sebebiyle, yabancılar için yapılan eğlendirme ve mefruşat harcamaları olmak üzere ziyaretçilerden belirli bir gelir elde edilmesi güvence altına alınmıştı. İkinci olarak, tapınağın bulunduğu mahallenin kutsallığı, barış uygulama­ larının takibi için ona uygun bir yer olma imkanı veriyordu. Kaynaklarımız, Mekke'de icra edilmekte olan sanatların ba­ zılarını şu şekilde sıralamaktadır: marangozluk, demircilik, kılıç yapımı, şarap ticareti, yağ ticareti, deri ticareti, terzilik, dokumacılık, ok yapımı, yazı malzemeleri ticareti, tefecilik.33 Bizans İmparatorluğundan ithal edilen ve yukarıda belirtilen alanlarda kullanılan mallar için Mekkeliler, yüzde on oranın­ da bir vergi koymuşlardı.34 Eğer bir Bedevi, çadırı için bir put almak isterse, onu almak için Mekke'ye gelmesi gerekirdi.35 Ama üçüncü noktada, "Tanrı'nın komşusu" olmaya ilaveten [ 14 ]

kutsal karakter taşımak, onlara ticareti sürdürme noktasında büyük avantaj sağlamıştı. Tüccarlar, çeşitli nişanlar taşıyarak kendilerini saldırılara karşı koruyorlardı.36 Bu kervanların de3 2 Nallino, Nuova An tologia, 1 8 9 3 . 3 3 El-Cahız, Mahasin, 1 6 5 . 34 Ezraki, 107. 3 5 age., 78; Vakidi (W), 3 5 0 . 3 6 El-Cahız, Opuscu/a; Ezraki, 1 5 5 . Bu nişan, ağaç kabuğundandı; Wellha­ usen, Vakidi, 400'e göre bu aşağılayıcı bir boyun eğme nişanıydı..

K ahramanı n Doğum Yeri

31

vamı ve kazandıkları meblağlar ile ilgili daha fazla şey söyle­ necektir. İhracat ticaretinin gelirleri, diğer kaynaklardan elde edilenleri aşmıştı ve giderek büyüyen toplum, kuzeydoğudaki Yemame'den getirilen mısırdan üretilen ekmeğe bağımlıydı. Mekke'nin merhametli yüzünü görmenin tek yolu, onların kervanlarını durdurma gücüne sahip olmaktan geçiyordu. Ancak onların ünlü Sürgünü ile ilgili bu plan gerçekleşmeden önce, süregelen ticaret Mekke'ye önemli bir zenginlik getir­ mişti; Suleym bölgesindeki madenlerden çıkarılan altın bazen Mekke'ye getirilmekte37 ve burada karlı bir şekilde değerlen­ dirilmekteydi. Peygamber'in eşi Aişe, babasının "Cahiliye Dö­ nemi" servetinin, muhtemelen abartılı bir şekilde, bir milyon dirhem -yaklaşık 40.000 sterlin- civarında olduğunu söyle­ miştir.38 Muhtemelen 40.000 dirhem daha doğru bir tahmin olacaktır.39 Muhammed tarafından fethedilmeden önce Mek­ ke'de bir konutun fiyatı 400 dinardı ki bu da yaklaşık 150 ster­ line karşılık gelmektedir. Mekkeli biri, antika bir kaftan için 2 0 sterline karşılık gelen 50 dinar;40 mükemmel bir savaş atı i çin ise yaklaşık 12 sterline karşılık gelen 300 dirhem öder­ di.41 Bedir savaşından sonra yapılan pazarlıklarla ilgili kayıtlar güvenilir ise, serbest bırakılmak için fidye olarak 4.000 dinar [ 1 5 ] (1 .50 0 sterlin) ödeyebilecek durumda kişilerin olduğu görül­ mektedir. Abdulmuttalib'in kızlarından birisi olan Hind'in bir günde dört yüz köleyi azat ettiği söylenmiştir.42 Mekke'de be­ lirli bir lüks düzeyinin yaygın oluşu, Irak ve Yemen' den getirilen iyi kumaşlar ve ipekle örtülmüş olan Kabe'ye sunulan he­ diyelerden de görülebilir.43 Toplumun zengin bireyleri, komşu Taif vahasında konaklara ya da villalara sahipti.44 Para bazen 37 38 39 40 41 42 43 44

Vakitli (W)., 290. Elif-Ba, 1., 3 1 9. Me tinde "ons" ge çme kte d i r. İbn Sa'd, I I I., 1 2 2 . Müsned, Ill., 403. Vakitli (W.), 42. El-Cahız, Mahasin,"17. Ezraki, 1 74. Amr bin As, Vakitli ( W.), 3CH; /:'/ııl Sıi[ycm: Abbas.

32

Muhammed ve İslam'ın Yükselişi

biriktirilse de, Mekkeliler servetlerini muhtemelen canlı hay­ van ya da bazı mal çeşitleri olarak tutmayı tercih ederlerdi. Zengin ve saygı duyulan vatandaşların (Muhammed dahil) ev­ leri banka olarak kullanılırdı. Listelenen ticaret türlerinin bfri ya da tamamında M ek­ ke'nin ileri gelenlerinin var olduğu görülmektedir. İslam'ın üçüncü asrında bir rivayette, Muhammed'in muasırlarının her birinin ticari işleri adlandırılmıştı. Peygamber'in çocuk­ luk döneminde şehrin ileri gelenlerinden birisi olan Abdul­ lah bin Cudan,45 kölelerle ilgilenirdi; Peygamber'le çeşitli de­ falar savaşmış olan Ebu Süfyan, yağ ve deri ticareti yapardı; Kabe'nin anahtarını muhafaza eden kişi ise bir terziydi. Bu gerçek, açıkça zenginlik farklılıkları ile birlikte eş süreli ol[ 1 6 ] mayan ancak muhtemelen tarihi geleneklere ya da ailelerin sayısal ve savaşma güçlerine dayanan bir dizi sosyal ayırımın . varlığını istisna tu tmamıştır. Beni Amir bin Luay, bir yabancı­ yı Beni Ka'b kabilesinden koruyamazdı;46 Beni Adiy bin Ka'b, Beni Abdu Menaf'tan daha aşağıda görülürdü.47 "Gelenekle­ ri, seçkin atalara dayandırılamayan insanlar, küçümsenmeye maruz kalırlar ve uğradıkları bu aşağılanma, onları, daha da hakir gösteren aşağılayıcı işlere mahkum ederdi".48 Daha alt seviyedeki bir aileden evlilik yapılması utanç verici kabul edi­ lirdi.49 Bu sosyal ayırımlara, İslam davasına hizmet eden fak­ törlerden birisi olarak ileride daha çok değinilecektir. Bu tür barışçıl bir kalkınma seviyesine ulaşan toplumun, benzer düzeyde gelişen siyasi ve adli bir kurumdan uzak olu­ şu dikkat çekicidir; yine de bunların her birinin esaslarının 45

46 47 48 49

Kureyş'in Teymoğulları koluna me nsup o l u p Hz. E b u Be kir'in baba­ sının amcasının oğludur. Aralarında Hz. Peygambe r (s.a.v.)'in de bu­ lunduğu Hılfu'l-Fudul anlaşmasını düze nleye nle r arasında da ye r alır (çe v.). Tabe ri, 1., 1 2 0 3 . Ezraki, 448. Goldzihe r, M. S., 1., 40. We llhausen, Ehe, 439.

Kahramanın Doğum Yeri

33

ötesinde pek fazla bir şeyin olmadığı görülecektir.50 Aileler ve kabileler arasında bir tür ataerkil yapı vardı. Bu sebepledir ki bir tek Ebu Talib'in iradesi sonucu Haşimi ailesi Muham­ med'i teslim etmemişti. Bu yapıya uymayı reddeden bireyler olduğu görülmüşse de, bunlar kardeşlerinden uzaklaşmışlar­ dı. Bazı dönemlerde ailelere, Kabe'nin örtülmesi,51 hacıların ağırlanması masrafları yüklenmiş olup eğer bu bilgi gerçekse, bu durum, bir nevi belediye yapısının işaretidir. Aynı durum devlet tarafından ziyaretçilerin vergi ödemesi, ithalat için gümrük ödenmesi gibi durumlar için de uygulanmıştır çünkü bir bütçe, onu uygulayacak bir grup görevli gerektirmektedir. Aile reisinin seçilme prensibi bilinmemektedir. Genellikle bu görev için bir miktar zenginlik gerekirdi - fakir birisinin reis olması istisnai bir durumdur; 52 hitabet becerisi, cesaret ve şahsi itibar zaruriydi.53 Ancak reis, savaşta da kabilenin rei­ si olmak zorunda değildi ve genellikle de öyle olmazdı. Kay­ naklarımız, Mekke'de mevcut olan devlet kurumlarının bir listesini bize sağlamışlardır ve bu kutsal yer ile orada yapı­ lan törenlerin, bazı yetkililerin varlığını gerektirdiğine şüphe yoktur. Bu sebepledir ki, Kabe'nin anahtarlarını taşıyan bir görevli, içeride resmi bulunan tanrının (Hubel) kehaneti ile ilgili çalışan bir din adamı vardı; ayrıca hacıların ağırlanma­ sı görevinin de belirli kişilerin kazancı olduğu söylenirdi. Bu işlevlerin hiçbirinin siyasi bir önem kazandığı görülmemiştir. Savaş zamanında, pek çok toplumda olduğu gibi, savaşçılar kendilerini lidere tabi sayardı (bir dereceye kadar) ; ancak ba­ rış zamanında hükümetin varlığı pek hissedilmezdi. Bazı ko­ nular, kabile liderleri, diğer özgür bireyler ve hatta yabancı­ ların54 bile dinlendiğinin görüldüğü bir konseyde ya da komi5 0 Wellhausen'in konuşması Ein Gemeinwesen ohne Obri9keit, Göttingen, 1900, karşılaştırması. 51 Ezraki, 1 7 6. 5 2 Vakidi ( W.), 5 1 . Utbe bin Rebia. 5 3 Nallino, Nuova An to/09ia, 189 3 , E kim, s. 6 1 8. 54 Taberi, 1., 1 2 3 0 .

34

[ 1 8]

Muhammed ve İslam'ın Yükselişi

tede çözüme bağlanırdı; ancak çoğunluğa göre karar verme teorisi ile ilgili pek bir bilgi mevcut değildir. Toplum içinde ihtilaflar baş gösterdiğinde, bunlar, yardımcısı tarafından fal oklarının çekilmesi amacıyla Hubel'in kahinine başvurarak ya da bir büyücü kadının görüşleri alınarak çözülmeye çalışı­ lırdı. Bu kadınlar aslında Arabistan'ın erken tarihinde önemli bir yer tutmuşlardır: Avukat, hekim ve din adamı görevleri­ ni birleştirmiş olmalarına rağmen onlara duyulan saygı çok değildi. Adaleti veya aklı ile ünlü olan bir erkeğe bu durumu bir yargıçlık konumu getirebilmiştir: hatta bunların bazıla­ rının "Cahiliye döneminde İslam'ın hükümlerini muhakeme ettikleri" bile söylenmiştir.55 Ancak bunlar Mekke'de ikamet etmezler; bir şehirde iki kişi arasında bir münakaşa meydana geldiğinde bunu çözmek için Yemen'e kadar bile giderlerdi.56 Bu tür adalet sağlama yöntemlerinin tümü sadece masraflı ve plansız değildi, aynı zamanda gayriresml oldukları için kara­ rın uygulanması konusunda bir kesinlik yoktu. Ayrıca, ölüm ya da yaralanma mevcutsa, suçlunun kabilesi, hükmün uygu­ lanmasını engellemek için müdahil olabiliyordu.57 Bu sebeple muhtemelen para cezaları daha sık uygulanırdı; gerçekten de Peygamber'in atalarından birisinin, birisine vurduğu bir dar­ be için bir aileye tazminat ödediği bilinmektedir;58 hakemin asıl görevi, verilen hasar için talepte bulunmaktı. Mekke'de

[ 19]

işlenen ve cezasız bırakılan çok fazla yaralama hadisesi ol­ duğunu iddia edebileceğimiz bilgiler mevcut değildir. Ayrıca - adına Hılfu'l- Fudul denilen ve. anlamı muhtemelen Fadl adı taşıyan kişilerin birliği olan - Muhammed'in gençliği döne­ minde yaralanmaları önlemek amacıyla ve temelde Mekke'yi ziyaret ederken yaralanmalara maruz kalmış yabancılara yö­ nelik kurulmuş olan bir birlik mevcuttu. Muhammed'in geç­ mişinden bakıldığında, iç karışıklık ve bunun yol açabileceği 55 İbn Dureyd, 2 34. 5 6 Aghani, VIII., 5 1 . 5 7 İbn Dureyd : Ebu Leheb olayı. 5 8 Ezraki, 452.

K ahramanın Doğum Yeri

35

sorunların korkusunun olağandışı karşılıklı bir hoşgörü sevi­ yesine yol açtığı sonucu çıkarılabilir. Kabe' de putu bulunan tanrılardan Hubel ile bu kitapta adı çok duyulacak olan Allah ("Tanrı") arasında muhtemelen bir bağlantı mevcuttur; yine de ikisinin Wellhausen tarafından önerilen 59 tanımlanması bir varsayımdan öte değildir. Dişi bir kimliğe sahip olan Lat'a60 karşın, eril bir kimlik taşıdığı görülen ve Muhammed tarafından tek tanrılı bir yaklaşımla tanımlanan Allah'ın, Kureyş'in kabile tanrısı olması muh­ temeldir ve aslında bu da büyük ihtimalle Kureyş'e Allah'ın ailesi denilen İslam öncesi düşünce ile de uyumludur.61 Müz­ delife'deki törenlerde Kureyşliler ve dindaşları "biz Allah'ın ailesiyiz"62 derlerdi ve Arabistan' da da bu isimle bilinirlerdi.63 Bu tür bir ifade Kur'an tartışmasında da varsayılmıştır.64 Eski adetlere göre Kureyşliler, üstünlüğü ele geçirdiklerinde, kendi tanrılarını, Uzza, Lat, Menat ve diğerleri gibi eski kabilele- [ 2 0] rin tanrılarının yanına yerleştirmişlerdi; bu da Kur'an' da, al­ tında teoloj ik bir yorumu içermediği muhtemel olan "şirk" ya da "ortak koşmak" tabiriyle açıklanmıştır. Bu ilişkilendirme, Mısır ya da Yunan teoloj isi çalışanlar tarafından sadece Ara­ bistan' da görüldüğü söylenen farklı tanrı ve tanrıçalar65 ara­ sında işlevlerin ayırt edilmesine yol açmamıştır. Arabistan' da her kabilenin, kendisinden her şeyi beklediği kendi tanrısı ya da koruyucusu vardı ve kabilelerin ittifak yaptığı durumlarda tanrılar arasındaki ilişkiler de dostaneydi. Bu yüzden bir adam farklı tanrılara farklı çocuklar atfedebilirdi ki bunun 59 Ve Nöldeke'nin mütereddit bir şekilde onayladığı biçimde, Z.D.M.G., XLI., 7 1 5 . 60 Vakidi ( W), 3 6 2 . 61 İ b n Dureyd, 94 ; Z.D.M.G., XVI II, 2 2 6. 62 Tirmizi, 1., 167. 63 Ezraki, 98, 155. 64 Maide Suresi, ultra. 65 "Auf keinen Fail dürfte man es vcrsuchen die arabischen Götter durch eine förmliche Mythologie z u vcrk n ü p fen". Nöldeke, Z.D.M.G., XLI., 7 1 4.

36

Muhammed ve İslam'ın Yükselişi

bir örneğini Muha�med'in dedesi yapmıştır. Bu tanrıların ya da bunların bir bölümünün, bazı ahlaki veya fiziki nitelikle­ re ait Arap gelişim kişileştirmesinin erken aşamalarında var olmuş olmaları veya astronomik bir teoloj iye66 ait olmaları muhtemeldir ya da bazı durumlarda mümkündür. Ancak bu tür ilişkilendirmeler, Zeus ya da Jüpiter'e tapanların, bunların anlamının gökyüzü olduğunu bilmemelerinde olduğu gibi, uzun süredir ortadan kaybolmuştur. Kabe yakınında bulunan tanrıların sayısının oldukça fazla olduğu görülmektedir ve bunların bir kısmı da civarda bulunmakta olup halkın kendi­ lerine hediyeler sunduğu ağaçlar ve taşlarla sembolize edil­ mekteydi. Bunlar ve muhtemelen diğerleri arasında evlerde bulunan heykeller vardı ki bunlara yerel ayinlerde tazimde ( 2 1] bulunulurdu. Bu heykellerin sayısı, kısmen dışarıdan evlilik uygulaması yani erkeğin kendi kabilesi dışından, tanrılarının da ona eşlik ettiği bir kadın alması ve kısmen de yabancı ilah­ ların varlığını ve gücünü öğrenme fırsatı bulan Mekkeliler ile ticaret yapılması sayesinde öğrenebilir. Putperestlik, Kur'an' da, bazılarına göre Yeni Ahit'ten alın­ mış bir kavram67 olan Cahiliye dönemi olarak adlandırılmak­ tadır ve Kur'an'da bu şekilde açıklanmaktadır: Mekkelilerin daha önce vahiy, Peygamber, kitap ve rehberlikle bir ilişki­ lerinin olmadığından eminiz.68 Yapmakta oldukları ayinleri uygulamalarının tek sebebi babalarının da aynı şeyi yapıyor olmalarındandır. Bu görüşün gerçeğe yakın olması muhtemeldir. İslam'ın kö­ kenleri ile ilgili olarak, hitap ettiği insanlara yönelik ilk emir ol­ duğu iddiasını göz ardı etmiş olursak, çok şeyi kaçırmış oluruz. Bu nedenle, Kur'an, bununla ilgili herhangi bir arka plana da66

Mısırlı bir yazar son zamanlarda bunların hepsini M ısır'a atfetme giri­ şiminde bulunmuştur. 6 7 Wellhausen, Reste, 7 1 . Bu düşünce, bu ifadeyi "Barbarizm" ile yorumla­ yan Goldziher, M.S., 1., 2 2 5'e göre yanlıştır. 68 Sebe, 43, Ahkaf, 5.

Kahramanın Doğum Yeri

37

yanmadığı gibi daha önceki herhangi bir kurala karşı da tartış­ maya girmemektedir. M üslümanların, Arapların daha önce İb­ rahim ve İsmail'in kanunlarına bağlı olduklarını ve farklı Arap kavimlerine başka peygamberler gönderildiğini varsaydıkları doğrudur. Ancak bu sadece putlara tapmanın ve putperestlerin uygulamalarının sonradan çıktığını kanıtlamak amacıyla öngö­ rülmüştür; Araplar, bu tür uygulamaların çıkmasından sorum­ lu olan kişilere imansız olarak isim vermişlerdir. Gerçekte Kur'an, Arapların geçmişte bir yol göstericiye sahip olduklarını reddederken bir istisna göstermektedir. Bir [ 2 2] rivayette İslam ile ilgili bir soruya karşılık olarak (Arapların) geçmişte Lokman'ın Kitabı'na sahip oldukları kaydedilmiştir. 69 Kur'an' da da Lokman'ın oğluna verdiği çeşitli nasihatlere yer verilmiştir. Müslüman yazarlar bu türden birçok nasihati alı ntılamış olsa da maalesef bunların çok eskiden geldiğine dair yeterince güçlü gerekçe bulunmamaktadır. Kur'an, Lok­ man'ı açıkça tek tanrıya inanan birisi olarak tanıtmakta o l u p, onun dini, ahlaki ve dünyevi nasihatlerden oluşan sözleri daha çok İncil' den Özdeyişler şeklindedir. Onun öğretileri n i n b i r bölümü Arap gençliğini yetiştirmede kullanılabil i r; o n u n b i r Arap olduğu söylenmiş olsa d a bazı efsanel erde70 o nu n si ­ yah birisi olduğu belirtilmektedir. Ancak onun herha ngi b i r din adamı ya d a putperestliği yayan saygıdeğer birisi olduğuna dair bir bilgi bulunmamaktadır. Muhammed Peygamber'e karşı birkaç nesil süren genel bir uygulamaya atıfta bulu nul­ muşsa da, bunlar emirlerle ilgili kurallar değildir. Bu uygulamalar açıklandığında - Müslümanlar bir nevi sempati ile bunlar üzerinde çalışmaya başladığı zaman bun­ ların çoğu unutulup gitmişti - bunlar, diğer putperest millet­ lerin uygulamaları ile birebir aynı olmasa da benzeşmektedir. Arapların klasik dönem milletleri ile paylaştığı (dua, yemin 69 Taberi, 1., 1207. 70 El-Cahız, Opuscula, 58.

38

Muhammed ve İslam'ın Yükselişi

ve kurban gibi) dini ayinler hakkında ima dışında yapabile[ 2 3]

ceğimiz bir şey yoktur. Arapların hayatında deveye verilen önem göz önünde bulundurulduğunda, bu hayvanla ilgili ba­ tıl inançlardan oluşan ayinlerin olması doğaldır. Manning'in Old New Zealand adlı eserinde zengin görsellerle gösterildiği

gibi, Tabu uygulamaları arasında Orta Arabistan'ın adetlerini çağrıştıran birçok örnek içermektedir. Atalara tapınma,71 ölü­ ye kurban sunma,72 insan kurban etme73 ve hatta yamyamlık izleri bile korunmuştur. Peygamber'in biyografisinde, ciğer ısıran ya da ölmüş bir düşmanın kafatasından içecek içen kadınlarla ilgili bilgiler yer almaktadır. Zengin görseller, Fra­ zer'in Golden Bough adlı eserinde açıkça anlatılan, gücü, bir elektrik akımından sonra yayılır gibi nüfuz eden bir tanrı ta­ rafından kontrol edilen bir mabette ya da alanda görülmekte­ dir. Sade bir mitoloj i türü, bazı ayrıntıları zaman zaman orta­ ya çıkan bir şekilde bakıcılar tarafından çocuklara öğretilirdi. Ruhun ölüm anında kuş şeklini aldığı düşünülürdü.74 Güneşin de akşamüzeri bir kuyunun içine battığı sanılırdı. Putperestlik uygulamaları aşırı bir şekilde fazla ve karma­ şık olsa da, bunlarla ilgili sistematik bir bilgi olduğu görül­ memektedir. Yaşlı erkekler, hafızaları izin verdiği kadarıyla değişmeyen adetleri anlatırlardı. Ancak herhangi bir kişinin bunları gözlemlemesi ya da bu durumlarla ilgili çalışma yap­ mak üzere eğitilmiş olması muhtemel değildir; sadece bu[ 24] nun yapılabildiği durumlarda bir sistem hayata geçirilebilir. Bu nedenle, kesin nosyonlar ve sabit kurallar olduğunu farz etme yanılgısına düşmememiz gerekir; en iyi ihtimalle bu.ra­ da tek biçimliliğe karşı bir muğlak bir eğilim olabilir. Bazı yazarlar, Mekke'de dini ihtiyacın tatmin edilmesi ola­ rak putperestliğin yetersizliğinin hissedildiğini ve tüm Arap71 72 73 74

Goldziher, M.S., 1., 2 3 0 . a9e., 2 3 9 .

Wellhausen, Reste, 1 1 5 . Globus'ta, 190 1 , 3 58, vb. bu batıl inanca paralel olanlar toplanmıştır.

K ahramanın Doğum Yeri

39

!arın bundan daha iyisine hazır olduklarını savunmaktadır. Bu ifade, putperestliğin demode olmaya başladığı şeklinde yorumlanırsa doğrudur; dünyanın diğer bölgelerinde yaşa­ yanlar tarafından Lat ve Uzza'ya samimiyetle inananların çağın gerisinde oldukları düşünülüyordu. Vahşiliğin hoş görül­ düğü uygulamalar, nüfuz sahibi kişilerin mantığıyla kınanıyor ve seyyahlar, putperestliğin Roma İmparatorluğu ve İran'da aşağılanıp küçümsendiğini öğrenerek kendileri de bunun küçümsenmesinin doğru olduğunu düşünüyorlardı. Ancak Arapların fetişizminin kendi dini ihtiyaçları için yetersiz ol­ duğu, kanıtlanamayan bir iddiadır. Bir tanrı, iyilik ya da kötülük yapabilen hayali bir varlıktır ve her şey, dünyanın geri ka­ lanını görmemiş olan Arapların, kendi tanrılarının her ikisini de yapabildiğine inandıklarını göstermektedir. Dolayısıyla, tanrıların şekilleri, hayatlarını kaybetmiş olanlar için bir mabet olmuş ve bu mabet de, aydınlanmış olanlar dışında herkes tarafından saygı görmüştür.75 Bunlar arasındaki gerçek insancıl ve reformcu olanlardan, ölüme mahkum edilen kızları n7" hayatlarını kurtarmak, mahkumları serbest bırakmak77 ya d a l l !i l bedeli n e olursa olsun sözlerini tutmak için malları n ı h e s a p ­ sızca harcayanlar arasından bazıları, Uzza ve Lat' ı n sam imi bağlılarıydı. Hayatlarını iyileştirmek ve yanl ışlarını düzelt­ mek ile meşgul olan bu kişiler rahatsızlık vermemiş ve açık söylemek gerekirse, bir kültün yerine başkasını ikame etmenin insanları faziletli yapacağını düşünmemişlerdi; bizatihi Muhammed de, putperest ve inanan damatları arasında bir ayırım yapma durumuna gelmiş ve ikincisini tercih etmişti. Dini hassasiyet taltif gerektirdiğinden, putperestliğin bunu taltif etmede başarısız olduğunu gösteren bir kanıt yoktur. Putperest Arapların yazıtlarından, tanrıları ve sahiplerine 75 76 77

İbn Öureyd, 2 3 5 . Bu eylem ayrıca tek tanrıya inanan Zeyd b i n Amr'a d a isnat edilmektedir. İbn Dureyd, 1 9 3 : Sa'd bin M uşammit, gördüğü her mahkumu serbest bırakacağına yemin etmiştir.

40

Muhammed ve İslam'ın Yükselişi

bir şefkat ve minnet zenginliği bahşedildiğini öğrenmekte­ yiz. Aslında, tanrılarını inkar ya da yok etmeleri istendiğin­ de, bunların çok azı ilahları için ölmeye razı olmuştur. Ancak bundan sonra, tanrılarının etkisiz olduğu ve onlara boşuna ibadet edildiği şeklinde doğru ve nadir görülen bir mantıkla bu güç durumdan çıkabilmişlerdir. Kendisinden farklı düşünmenin çok güvenilir olmayacağı büyük bir bilgin, Orta ve Güney Arabistan arasında farklılığı ortaya çıkarmış, Güneydekilerin samimi kulluk edenler, diğer bölgedekilerin ise lakayt olduklarını söylemiştir. Bu iddianın temelinde Orta Arabistan'a ait dini yazıtların bulunmaması[ 2 6] nın olduğu görülmektedir. Ancak bilgilerimizdeki bu boşlu­ ğun doldurulabileceği ve bu tür konularda olumsuz örnekler­ den çok az çıkarıma varılabileceği söylenemez. Üstelik ibadet edilen önemli nesnelerin tanrıça olması gerçeği, dünyanın her yerinde tanrıça kültüne özel bir coşkuyla yaklaşılması ve bir erkek kültün var olmasının mümkün olmayacağı hissiya­ tına yol açması sebebiyle, Orta Arabistan'daki Arapların din­ darlığa ihtiyaç duymadıklarını belirtmektedir. Bu nesnelerin tanımlanmasının da ibadet eden farklı kişilerin zihinsel kapa­ sitesi ile ilgili olduğu şüphesizdir; bunlar bazıları için yıldız, fetiş ya da bir duygu iken, çoğunluk için, sıklıkla görülmeyen ancak tamamen de görünmez olmayan, kabilenin kadınların­ dan daha güçlü ama karakter ve hilkat olarak onları andıran kadın şeklindeydi. Ahlak ile ilgi olarak, Arapların doğru ve yanlış kavramla­ rına sahip olduklarına şüphe yoktur. Ancak bu kavramlara atfedilen ifadeler, medeni ülkelerde görmeyi bekledikleri­ mizden çok farklıdır. Beckwourth bize, Blackfeet78 ile yaşa­ dığı dönemde onun kendisine itaat etmeyen karısına bir gün nasıl vurduğunu anlatır; ancak onun sözde ölümünün, aynı 78

Kara Ayak anlamına gelen ve Kuzey Amerika ile Kanada' da yaşayan bir Kızılderili kabilesi ( çev. ) .

Kahramanın Doğum Yeri

41

akşam diğer kızını damadına veren babasında bir üzüntüye yol açmadığını ve damadın eski eşinin aslında ölmediğini, sadece bayıldığını öğrenmesiyle bu durum karmaşık bir şe­ kilde tamamlanmıştır. Böylelikle yirmi dört saat içinde kaç Avrupa ahlaki değerini ihlal ettiğini saymak da kolay değildir. [ 2 7 ] Medeni bir devlette bu şahıs, cinayetten tutuklanır ve iki eşli­ likten dolayı da mahkum edilirdi; ayrıca yarım düzine kadar zeminde tabulaştırılıp ahlaklı bir toplumdan da dışlanırdı. Blackfeet kabilesi arasında bu eylem normal ve övgüye değer görülürdü, ayrıca kayınpederinin davranışı - bize göre mer� hametsiz ve aşırı uygunsuz olsa da - yanlış değildi. Benzer bir şekilde Cahiliye toplumunda belirli durum ve eylemlerle ilişkilendirilen ahlaki bir damga mevcuttu; ancak bunlar her zaman, asırlardır süregelen medeniyet tecrübelerinin top­ luma ve organize tabu durumlarının üyelerine zarar verdiği görülen durum ve eylemler değildi. İnsan hayatını almaya ahlaki bir suç isnat edilmediği açıktı; kazara adam öldürme ile taammüden cinayet arasında, Arapların ayı rım ya pama­ dığı görülmekteydi. Örneğin aslan çukuru kazanlardan birisi bir diğerini kazara çukura iter79 ya da birbirlerini çckc r1111 v e aslan tarafından öldürülürlerse, ölenin yakınları n ı n i n ti kam alması çok büyük zorluklarla engellenirdi; ayrıca ka n parası hakkı da sorgulanmazdı. Diğer yandan bir cinayetin intika­ mını almamak is.e utanç verici kabul edilirdi. Ölenin yakınları tarafından kan parası alınması aşağılayıcı olarak düşünülürdü ama bunun sebebi merhametsizlik ya da alçaklığı ima et­ mesi değil zayıflık ve korku izlenimi vermesiydi. Sadece sağ­ lam bir zenginlik birikimi çekici görülmeye başladığında ve bunun şartı olarak barış gerekli görüldüğünde, b.ir kabada­ yının kabilesindeki varlığının uygunsuzluğu ortaya konurdu. Bu durumda böyle birisinin toplum dışına çıkarılması uygun [ 2 8 ] görülürdü. Ama eğer kabilede kalmaya devam ettiği takdir79 80

Müsned, 1., 77. age., 1., 1 2 8 .

42

Muhammed ve İslam'ın Yükselişi

de, onun işlediği cinayetlerin kabileyi savaşa sürüklemesi muhtemeldi çünkü kan davası güdenler, katilin kabilesinden herhangi birinin öldürülmesini talep ederlerdi; bir katilin, maktulün yakınlarına teslim edilmesi ise onursuzluğun en üst derecesi kabul edilirdi. Medeniyetin bir dizi kural ve yasa ile kuşatıldığı bir diğer konuda Orta Arabistan, birçok gelişme aşamasının eşzamanh mevcudiyetine sahne olmaktaydı. Bizim mantığımızdaki evli­ lik kurumunun çok uzun asırlardır devam ettiği kesindir; çe­ şitli şekillerdeki poliandri81 ile ilgili sadece zayıf izler mevcut­ tur; o dönemki Medine gibi nispeten geri bir toplulukta bile bir kızın evlenebilmesi için - bizim ifademizle - çeyiz gerekliy­ di;82 ayrıca metresliğin bazı kabilelerde uygunsuz görüldüğü­ ne dair de kanıtlar vardır.83 Kadının kocasının kabilesine veya erkeğin, karısının kabilesine girip giremeyeceği sorusu, o du­ rumun şartlarına göre halledilir ve genelde ilki gerçekleşirdi. Yine de Beckwourth'un açıkladığı sosyal şartların bazı Arap kabilelerinde mevcut olduğu görülmektedir. Toplumu için çok katkı sağlayan erkekler birçok kadınla evlenirdi. Ancak evli­ liğin sona ermesinin, erkeğin değil kadının hakkı olduğu or­ taya çıkmıştır. Farklı kabilelerde bu konuyla ilgili düşünceler değişiyor olsa da, kadının iffetsizliğine her yerde onursuzluk [ 29] atfedildiği görülmemektedir. Bazılarında, kız çocuğunun doğ­ ması özel bir kutlama sebebi olup,84 ebeveynlerine çeyiz ben­ zeri veya para getirilirdi; diğer yandan Kur'an, kız çocukları­ nın doğumunun uğursuzluk getirdiğinin kabul edildiğini, kız çocuklarını diri diri gömme adetinin yaygın olduğunu ve bu tür olayların Muhammed'in ilk çocukluk dönemlerinde görül­ mekte olduğunu belirtmektedir.85 Bu uygulama kadının zayıf81 82 83 84 85

Kadının birden çok erkekle evlenmesi (çev.). İbn Sa'd, i l., 78. Z. D.M.G., XLVI., 2 ; Wellhausen, Ehe, 440. Hariri, Sch., 3 3 4. Müsned, !., 398. Bu konuda bkz. Wellhausen, Ehe, 458.

Kahramanın Doğum Yeri

43

lığı ile ilgili korkulardan bütünüyle ayrıştırılamaz ve H ilafetin en medeni döneminde bile çocuk yaşta bir kızın ölümünün, babasının şerefine gelebilecek muhtemel bir lekeden kurtul­ muş olması gerekçesiyle tebrik edildiği görülmüştür. . Böyle bir olayda başsağlığı için mektup yazan biri "eğer merhume kızının nadir erdemlerini bilmiyor olsaydım, sana başsağlığı dilemek yerine seni tebrik etme eğilimindeydim çünkü kişi­ nin zayıf noktalarını saklaması onun faydasınadır ve kız çocu­ ğunun gömülmesi de arzu edilen bir şeydir" demiştir.86 Aynı anlayışa ima ile kadınları öven şairler; bu kadınlardan bahse­ derken, ölmeden önce haremin gizemine gömülmüş ya da öle­ ne kadar bir haremden diğerine gönderilen kişiler olduklarını söylemişlerdir. Ancak daha eski bir teoriye göre baba, kendi eti ve kanını başka bir erkeğin kullanımına vererek aşağılan­ mış olmaktadır.87 Kız çocuklarının öldürülmediği durumlarda, şerefini kaybetme korkusu (ya da muhtemelen dini bir endişe) çocuk evliliğine yol açmış, kız çocuklarının yedi ya da sekiz [ 3 0 ] yaşında evlenmeleri normal sayılmıştır.88 Putperestlik günlerindeki genel özgürlük ve fa rk l ı k a b i l e ­ lerin uygulamalarındaki çeşitlilikler daha fazla ano rm a l ge­ lişmeye izin vermiştir. Duygusallık ve iffet normal görü l ü rd ü ama bazı kabilelerde erotik duygular yüce ve ro ma n t i k h i r şekil almış v e birçok efsanede, tutkunun, titiz bir nezaket ve inceliğe yükselişi anlatılmıştır. Gelenekler yoluyla miras hak­ kından mahrum bırakılan kadınlar89 sıklıkla mal toplar ve bunlar da ellerinden alınır; şair olarak kan davasının közünü alevlere dönüştürür ve kadın peygamberler olarak kabilele­ rinin hareketlerini yönetirlerdi. Erkeklerin peşinden savaş meydanlarına gider; vahşi bir müzikle savaşçıları cesaretlen­ dirir veya kendileri (Beckwourth'ün "Pine Leaf"inde olduğu 86 Harezmf'nin Mektupları (const.), 2 0 . 87 Wellhausen, Ehe, 4 3 3 . 88 Elif Ba, 1., 394. 89 Perron, Femmes Arabes avant et depuis J'Islamisme, 1858.

44

Muhammed ve İslam'ın Yükselişi

gibi) yaralılar ve ölülerle ilgilenir ya da sıklıkla maktulü so­ yup organlarını keserlerdi. Putperestliğin kurumları (eğer bu tabir kullanılabilirse), cesaret ya da sezgi gibi gerekli lütuf­ lara sahip bu kadınların öne çıkmasını engellemezdi. Ayrıca takip edecek olan anlatımlarda, bu niteliklerin sergilenebile­ ceği alanlar mevcut olduğunda, özgünlük ve azim ile hareket eden kadınların emsalleri görülecektir. Mülke saygı ile sadakat ve onur ile ilgili olarak putperest .Arabistan, yüksek bir standart göstermemektedir. Kan davası doktrinine tezat görüntüsüne rağmen özel mülkiyet kurumu­ nun Mekke'de oldukça gelişmiş olduğu görünmektedir. Dola[ 3 1 ] yısıyla M ekke'deki aile reisleri, dış ticaret için ortak bir şirket kurmuş gibi sunulmakta olup, her bir ticaretin karı, yatırım­ cılar arasında oransal olarak dağıtılmakta ve onlar eliyle de tüketilmekte ya da biriktirilmekte veya yeni alanlara yatırım yapılmaktadır. Bireyler arasında çeşitli eşyaların satışının Mekke alınmadan önceki dönemde yapıldığı kayıtlara geç­ miştir. Bu nedenle muhtemelen, Beckwourth'un zamanında Crow90 ve Blackfeet kabileleri arasında görülenden daha ge­ lişmiş bir ticari medeniyete sahipti. Sonraki hikayenin süreci, Muhammed'in Mekke'deki göre­ vinin başarısız olduğunu ve ancak yıllardır iç savaş lanetinin acısını çeken Medine' de karşılık bulabildiğini ve M edine'yi si­ lahlı bir kampa dönüştürerek kısmen güç kullanarak kısmen de rüşvetlerle Mekke'ye boyun eğdirebildiğini ve böylece Arabistan'ın geri kalanını kontrolü altına almak için hareke­ te geçtiğini gösterecektir. Arabistan'ın fethi hızlıca çevredeki milletlerin de fethine yol açmıştır. Buradan, Mekke ile ilgili olarak tarihsel geleneklerle çok uyumlu olan bazı çıkarım­ larda bulunabiliriz. Muha ni med'in Arabistan'da önemli bir konuma yükseldiği dönemde, diğer şehirler tarafından örnek 90

Karga anlamına gelen ve ABD'nin Montana bölgesinde yaşamış olan bir Kızılderili Sioux (Siyu) kabilesi (çev.).

K ahramanın Doğum Yeri

45

alınması sebebiyle, Mekke, M uhammed'e teslim olduktan sonra diğer şehirlerin de teslim oldukları açıktır. Bu önem as­ keri güce değil, Mekke'nin kutsal alanlarına saygı ya da şehir sakinlerinin entelektüel ve siyasi üstünlüğüne bağlıydı. Eski dönemlerden bir yazar bunu, adil bir şekilde, Arapların, Mek­ kelilerin cennet koruması altında olduklarına inanmasına yol açan Habeş istilasının mucizevi bir şekilde püskürtülmesine [ 3 2 ] bağlamaktadır.91 Diğer yandan Wellhausen ise bunu esas ola­ rak, "diğerlerine nazaran kendi kuyusundan nasıl su çekece­ ğini çok iyi bilen ve komşularının kanallarından sular akıtan" Kureyş'in becerisine bağlamaktadır.92 Mekke, o dönemlerde, sosyal dokunun yeniden inşasını amaçlayan gizli bir topluluk tarafından tedavüle sokulan bir dahili hastalığı başını belaya sokmadan atlatabilecek kadar sağlıklı koşullara sahipti. Ancak Mekke dışında çok fazla istik­ rarsızlık ve güçlü bir iradenin müdahalesi için çok fazla fırsat vardı. Kral unvanı birkaç kabilenin başı tarafından devam et­ tirilirdi93 ve başka bazı tarihi unvanlar Güneydeki toplumlar ve yarımadanın merkezinde hala kullanılmaktaydı; ancak bu reisler, feodal reisler olarak kalmış ve yetkileri, istila ettikleri kalelerin çok az ötesinde kalmış olup hayat ve mülkiyeti ko­ rurrıa gibi bir yararı da bulunmamaktaydı. Mekkelilerin bu komşuları hala, deve hırsızlığının tek er­ kekçe meşgale olduğu ve kan davasının mevcut kurumlar arasında en önemlisi olduğu bir göçebe hayatı sürdürmek­ teydiler. Göçebe hayatı terk etmiş olsalar da, bu Bedevi kuru­ mu hala Mekkeliler tarafından devam ettirilmekteydi; başka bir kabile tarafından kan dökülmesi durumunda intikam talep edilirdi ve bu yüzden önemsiz bir konu bile her an savaş [ 3 3 ] sebebi sayılabilir ya da ilgili grupların birbirlerine karşı savaş düzeni almalarına yol açabilirdi. Savaş, düzenin o derece bo91 92 93

Ezraki, 98. Reste, 9 3 . Kinde; ayrıca Hacar v e U m man'da.

46

Muhammed ve İslam'ın Yükselişi

zulması anlamına gelirdi ki, M ekke'nin ileri gelenlerinin barış arzusu içinde olduğu görülürdü. Toplumun bir bölümünün elde ettiği zenginlik, onları ihti­ laf içindeki farklı taraflardan gelen taleplerin iletileceği önem­ li kişiler yapmak suretiyle onurlandırırdı : bu tür durumlar­ da, tartışmaya yol açabilecek bir hükümde bulunmaktansa, başka her türlü yola başvurmayı hakemlerin politikası olarak görmekteyiz. Doğru kabul edilebilecek bir efsaneye göre, bu kitapta kendisinden sıkça bahsedilecek olan Ebu Süfyan, ken­ di aileleri ile ilgili talepleri sebebiyle ihtilafa düşen kişiler için hakem tayin edilmişti. Taraflardan birini kayırmak, hem kayı­ rılan tarafı hem de hakemi ihtilafa düşürecekti :94 Bu sebeple Ebu Süfyan onların "devenin dizleri" gibi oldukları dışında bir söz söylemeyi ve hangisinin sağ diz olduğunu açıklamayı reddetti. Diğer Kureyş ileri gelenleri de daha az dikkatli de­ ğillerdi ve ihtilafları daha başlangıçta bastırmak için büyük fedakarlıklarda bulunurlardı. Akabe Körfezini elinde tutan ve Bizans'a bağımlı olan Gassani Krallığı tarafından kuzeyde iki tane Hristiyan ya da kısmen H ristiyan karakolu oluşturulmuştu, doğuda ise Pers devletine bağımlı olan H ire Krallığı Mezopotamya bölgesine girişleri kontrol altında tutuyordu. Her iki durumda da medenileşmiş güçler, Arapları kontrol altında tutmak için yine Arapları kullanıyorlardı:95 Bu Arap [ 34 ]

krallıklarının amacı Bedevi saldırılarına karşı kale görevi görmekti. Ancak Hire hanedanı M.S. 602'de Pers hükümdarı tarafından çeşitli sebeplerle ortadan kaldırıldı ve birkaç yıl sonra da Bedeviler, Zukar'da,96 gelecekte Hüsrev'in impara­ torluğunu fethetmelerinin ilk işaretlerini verdiler. 94 Agh., XV., 54. 9 5 Rothstein, lakhmiden, 1 2 7. 96 Miladi 610 yılında Arap kabileleri ile Sasani D evleti arasında gerçekle­ şen ve Arapların Sasaniler'i ilk kez mağlup ettikleri savaş (çev.).

Kahramanın D oğum Yeri

47

Anlaşıldığına göre tahttan indirilmeden kısa süre önce Hire Kralı Numan bin Münzir'e bazı mallar emanet edilmiş ve yeni bölge valisi de, silah ve zırhlardan oluşan bu malların re­ hinelerle birlikte kendisine teslim edilmesini istemişti. Beni İcil kabilesinin liderlerinden Hanzala bin Salebe bu talebi yerine getirmek amacıyla çok güçlü bir Pers gücü desteğiyle ileri sürülmüştü. O da buna direnmeye karar verdi: silahlar Perslilere teslim edilmek yerine, onları taşıyabilecek tüm er­ keklere dağıtıldı ve Perslilerin yetenekli okçularının etkisiz kılınacağı planlar hazırlandı. Pers güçleri hiç su olmayan bir yere sürüklendi ve askerler hızla susuzluk sebebiyle güçsüz­ leştirildiler; Bedevilerin saklanarak uyguladıkları yıpratma mücadelesi üzerine kurulu bir tuzak hazırlandı; sonunda da Perslilerin Arap müttefikleri, savaş başladığında savaş mey­ danından ayrılmaya ikna edildiler ve böylelikle ordunun geri kalanını bozguna mahkum ettiler. Savaşın cereyan ettiği yerin yakınlarında bulunan bir su kaynağından adını alan Zukar, Fı­ rat'ın suladığı bereketli topraklar olan Sevad'ı97 Bekr bin Va il ve diğer Arap saldırganlarının akınlarına maruz bırakm ıştır; ama asıl önemlisi, çok uzun zamandır Arabistan'ı elinde tutan ı :ı � i l Perslilerin gücüne duyulan inancı sarsmıştır. İkinci Filistin'de bulunan Golan'da, bir zamanlar Her­ mon'dan98 Akabe Körfezine kadar olan bölgeyi ellerinde tu­ tan ve Cefne ailesinden gelen Gassaniler hüküm sürüyordu ve bunlar aslında "geçici veya kalıcı olarak il. Filistin, Arabis­ tan, Fenike ve Lübnan ile muhtemelen III. Filistin' de ve belki de Kuzey Suriye vilayetlerinde yerleşmiş olan" göçebelerden sorumluydular.99 58 3 yılı civarında, Bizans hükümdarı ile yaşanan sorunlar sebebiyle bu hanedan ortadan kaldırılmış 97 İslam tarihinde aşağı Irak bölgesine verilen isim (çev.). 98 Suriye- Lübnan sınırında bulunan ve Arapçada Cebel eş-Şeyh olarak bilinen bölgenin en yüksek dağı ( çev.). 99 Nöldeke, Die Ghassanischen Fürsten aus dem Hause Gafna 's, Berlin, 1887; paragraftaki ifadeler bu kaynaktan alınmıştır.

. 48

Muhammed ve İslam'ın Yükselişi

ancak sonra yeniden kurulmuş ve 6 1 3 ya da 6 1 4'te Pers isti­ lacılar tarafından tamamen yok edilene kadar hüküm sürmüş olup, sonrasında yeniden kurulup kurulmadığı ise bilinme­ mektedir. Diğer Güney ve Kuzey Arabistan devletlerinde, dünya gücünü elinde tutan devletin dini egemen olmuş ve böylece bazı kabileler tamamen ya da kısmen Hristiyan olmuşlardı.100 Ancak bunlar, ürünleri sıcağa dayanamayan, taşlık alana di­ . kilen tohum gibi olmuşlar; İslam ortaya çıkınca arkalarında iz bırakmadan kaybolup gitmişlerdir. İlginç bir gerçek de; bu Hristiyan Araplar piskopos, rahip ve kiliselere ve hatta sap­ kın inançlara sahip olsalar da, bugüne kadar, Hristiyanlık Yazıtlarının, bu mürtetlerin yerel dili-erine çevrilip çevrilme­ diğini ya da sadece din adamlarının mı dini kitaplara sahip olduklarını ve bunları okumak için gerekli dili öğrenmek için kendi toprakları dışına gidip gitmediklerini bilmemekteyiz. [ 3 6 ] Sonuncusunun gerçekleşmiş olma ve Arap Hristiyanlığının yıkılışının sebeplerinden birisinin de bu olması ihtimali var­ dır. Hristiyanlık, Muhammed'in döneminden önce Güney Ara­ bistan' da yerini Yahudiliğe bırakmış, bir keresinde bir Sebe kralı, Yesribli Yahudiler tarafından mağlup edilmiş, ilk kez Yahudi erkekleri savaşma ve hatta ölme cesaretine sahip ol­ muşlardı. Musa'nın kanunu ile yönetilen fatih bir devlet! Bu Yahudi devleti gerçekten de fazla uzun ömürlü olmamıştı_r. Zulüm altındayken hoşgörü vazeden diğer dini topluluklar gibi onlar da gücü ellerine geçirince zalimlere dönüşmüşler­ di; ayrıca ilk defa101 Yahudilerin odun toplayıp Hristiyanları ateşte yaktıkları bir engizisyon ortaya çıktı. Bu odun yığınları, İslam öncesi Arabistan tarihinin karanlığında bir ışık huzme­ si gibi parlamaktadır: Necran şehitlerinin hikayelerinin anla­ tıldığı Süryanice mektup, İslam öncesi dönemin bir fragmanı 100 Farsan adalarında kiliseler bulunmaktaydı, Sprenger, Aite Geograph ie Arabiens, 2 5 4 . 1 0 1 M.S. 523, Fell Z. D. M. G., XXXV., 74. Nöldeke, Sasaniden, 1 86, n.

Kahramanın Doğum Yeri

49

gibidir.102 Bu eylem, bir vahşetten az olmasa da aynı zamanda bir ahmaklıktı; Yahudilerden intikam alınacak çok şey vardı ancak intikam alınmaması daha güvenliydi. Kilisenin tehlike­ de olduğuna dair haberler yayıldı; Hristiyan Habeşistan' dan, zulme uğrayan İncil bağlılarına destek için bir güç gönderildi: kazara yenilen Yahudi kralı bir kahraman gibi öldü. Ancak Ha­ beşliler burayı Necranlılar için değil kendileri için fethettiler. Güney Arabistan'a kendilerinden olan krallar atayıp Araplara zulmettiler ve Hristiyanlığı kılıç yoluyla yaymaya giriştiler. [ 3 7 ] Peygamber'in doğduğu kabul edilen ve eskiden beri Fil yılı olarak bilinen yılda, 103 Güney Arabistan'ın hükümdarının, as­ lında kendi mabedine yapılan tacizler yüzünden M ekke'deki kutsal mabedi yıkmak için bir ordu gönderdiği söylenir. Ancak efsaneye göre, geçmişte Sanherib'in başına gelene benzer bir şekilde ordusuna gelen bir felaket sebebiyle başarısızlığa uğrar; tanrılar bir kez daha mabetlerini korumuştu. Gü­ nümüzde Yemen'in başkenti olan Sana şehrine döndüğünde durumdan hoşnut olmayan Araplar, Seyf bin Zi-Yezen'i1°4 başa geçirdiler; Seyf, kendisine yardım edilmesi için Pers sarayını bıktırırcasına ısrarda bulunmuş, en sonunda yardım gönde­ rilince de Habeşli işgalcileri topraklarından sürüp çıkarmış ve bunların yerine Pers buyruğuna girmişti. Yahudilik ve Hristiyanlık, Güney Arabistan' dan söküp atılmış, putperestlik yeniden ihya edilmişti : Hristiyanlığın mevcut olduğu bir ada olarak Necran kalmıştı ancak bu bölgenin yöneticileri de put­ perestlerdi ve Haç'ın en azılı düşmanı ile birlik olmuşlardı. Bu arada mezheplerin anlaşmazlık içinde oldukları konular, kendilerine yabancı olan zihinlerde ilgi topluyordu. 1 0 2 Mordtmann, Z. D. M. G., XXXV., 700, bunu sahte olarak; Nöldeke ve ço­ ğunluk ise gerçek olarak değerlendirmektedir. 1 0 3 Nöldeke, Sasaniden, 2 0 5, bu seferin çok daha erkene yerleştirilmesinin sebeplerini söylemektedir. 1 04 Peygamber Efendimizin dedesi Ahd u l m u ttalib ile de dostluğu bulunan ve 5 1 6- 5 7 8 yılları arasında h ü k ü m sü rmüş olan Yemen'deki Himyeri Devleti hükümdarı (çev.).

50

Muhammed ve İslam'ın Yükselişi

Hem Hristiyanlığın hem de Yahudiliğin yayılışı, muhteme­ len belirli bazı erdemlerin yayılmasıyla ilgi topluyordu. Sada­ kat, hem Yahudilik hem de Hristiyanlığın bir sonucu olarak görülüyordu. Hire kralının, Hristiyan Tayy kabilesine mensup birisi tarafından kendisine gösterilen görkemli sadakat dav­ ranışları sebebiyle Hristiyanlığa geçtiği kabul edilmektedir. [ 3 8 ] Temelde, bunların insanların hayatı ve karakterleri üzerinde­ ki etkisi yok denecek kadar küçüktü. Bu kabilenin mensupla­ rından olan Adiy bin Hatim, Muhammed tarafından, dininin prensiplerine aykırı bir şekilde ve putperestlik pratiği doğrul­ tusunda ganimetin dörtte birine el koyması sebebiyle azarla­ nacaktı. Ali, Tağliblerin Hristiyanlığının şarap içmekle sınırlı olduğunu söylemişti. 105 Aslında Hristiyan olan Hire kralının, Gassani hükümdarı el-Munzir106 gibi, birden fazla eşi vardı.107 Hanife kabilesine mensup Hristiyanlardan olan Hevze bin Ali ile ilgili anlatılan uzun bir hikaye vardır. Kendisi Pers hüküm­ darının kervanına İran sınırına kadar eşlik etmekle görevlen­ dirilmişti; ancak kervan Beni Sa'd kabilesinin saldırısına uğ­ radı. Hevze, esirlerin fidyesini kendi cebinden ödedi ki doğal olarak bunun karşılığı, umutlarını karşılıksız bırakmayan Pers kralı tarafından ödüllendirilmekti. Pers kralının talebi üzerine Beni Sa'd mensuplarını tuzağa düşürdü, kıtlık zamanında ken­ dilerine mısır satmak bahanesiyle onları bir binaya çağırdı ve binaya giren herkesi teker teker öldürttü. Kendisini neredeyse pazarlık yaparak İslam'a girerken görmek bizi şaşırtmamıştır. Bu nedenle, H ristiyanlaştırılmış kabilelerin, din değiştir­ melerinin kendilerinde mevcut olan putperestliğe ait batıl inançların izlerini alıp almadığını öğrenmeden önce iç ya­ şamları ile ilgili daha fazla bilgiye ihtiyacımız vardır. Putpe[ 3 9 ] rest Arabistan dört kutsal aya saygı gösterirken, bu aylarda Hristiyan Arapların topraklarından güvenli geçiş sözü alma105 Fell, s. 49. 106 Jd., Ghass., 29. N. 1. 1 0 7 Nöldeke, Sas., 3 2 9 .

Kahramanın Doğum Yeri

51

dan seyahat etmek emniyetli değildi.108 Vaftiz a d ı Sergius olan Tayy kabilesine mensup bir Hristiyan, daha sonra Müslüman olduğunda, geçmişteki deve hırsızlığı hakkında yeni dostla­ rına keşfettiği bazı önemli yolları anlatmıştır: kendisi deve­ kuşu yumurtasına su koyup bunları çölde sadece kendisinin b i leceği yerlere gömer ve daha sonra develeri kimsenin takip edemeyeceği bu yerlere sürerdi. 109 Tüm kabilesi maharetli hırsızlar olarak tanınırdı.11° Bu Hristiyanlardan biri111 ile ilgili olarak elimizde önemli sayıda şiir mevcuttur; bunlar kesin olarak ikinci İslami hanedan döneminde yazılmış olsa da, nefes aldıkları ruh, İslam öncesi Araplara aittir. Şair, şeref sahibi adamların sadece kan ile tatmin olacağı durumlarda kan parasına razı oldukları için düşmanlarını, intikam yerine mal ve eşya tercih etmelerinden dolayı küçümsemektedir. Eğer gelecekteki hayat ile ilgili duyum almış olsaydı bunlar, onun hesaplamalarını, Elysian Fields'in112 Horatius'u113 etkilediğin­ den daha fazla etkileyemezdi. O, kabilesinin şanıyla ilgili kuv­ vetli fikirlere sahipti : bunlar, içinde, binler ya da on binlerce olmasa da önemli sayıda düşmanın katledildiği eski zaferleri i çeriyordu. Onun ilhamı, kalitesinden çok iyi anladığı şarap düşüncesiyle canlanmıştı. İslam öncesi şiirin korunmuş olan [40 ] bölümlerinin büyük ölçüde Hristiyanların açıklamalarından ortaya çıktığı tahmin edilmiş olup bunlar Putperest ruhun karakterize ettiği kurallardır. Hristiyanlık ile ilişkilendirmeye alışık olduğumuz daha yüksek ahlakın izleri bu edebiyatta kolaylıkla bulunmamaktadır. Hristiyanlaştırılmış olan Arapların o dönemki hayatla­ rının geçmişteki p utperest kardeşlerinin hayatını andırdığı 108 109 110 111 1 12

Cf. Müslim, i l., 2 54. İshak, 985. Tirmizi, 4 8 1 ( i l ., 1 5 8) . El Ah ta/. Yunan mitoloj isine göre e rd e m l i ve kahraman ruhların öldükten sonra dinlenecekleri yer (çev.). 1 1 3 M.Ö. 65-8 yılları arasında ya�a ı ı ı ı � Hoııı a l ı şair ve lejyoner (çev.).

52

Muhammed ve İslam'ın Yükselişi

görülmektedir. Bazı eski kusurlarıyla birlikte eski erdemle­ ri sürdürdüler ki bunlar arasında kişisel kahramanlık önde geliyordu; ancak toplumun belli bir sınıfı, rahip ve rahibeler, kavgadan uzak durup sessiz bir yaşam sürdürdüler. Bunlar muhtemelen Arabistan' da çokça bulunmamaktaydı - bu ülke­ nin önemli bir karakteristiği olan nesil sevgisi ve gururunun, manastır kurumlarını, Muhammed tarafından kötü bir bidat olarak damgalanmadan önce bile, gözden düşürme eğilimi mevcut olabilirdi. Ancak yine de burada rahip ve rahibeler vardı.114 Muhtemelen bu hayat şeklinin sunumu, Arap kabile­ lerinin Hristiyanlığa geçmesi ile ortaya çıkan en önemli deği­ şimdi. M odern Arap alfabesinin Arap diline uygulanmasının bu insanlarla başlamış olması muhtemeldir: 1 1 5 bu alfabenin Arap yarımadasına dağılması bunların birbirleriyle olan ileti­ şimi sonucu gerçekleşmiştir. Bu kişilerden bazılarının olduk­ ça bol olan boş zamanlarını bir tür çalışma şeklinde geçirdik­ leri kesin olduğundan, gerçek dinin öğrenilmiş bir din olduğu kanaati yayılmıştır. [4 1 ]

Kur'an'ın ilk bölümleri, "Kitap Bilgisi"nin, ona sahip olmayan Araplar tarafından değerlendirilmesindeki aşırı saygının delillerini sunmaktadır. Kavrayışın oldukça müphem oluşu, il­ ham verdiği meraka katkıda bulunmuştur. Yahudiler ve Hris­ tiyanlar okuryazar iken, putperestler cahildi.116 M uhammed, peygamberliğinin ilk dönemlerinde, Kitap ehlinin kanıtların­ dan birisinin, herhangi bir tarihi sorunu, çelişki ihtimalinin ötesinde çözebileceğini düşünmüştür. O, Kitabın gerçekliği konusunda hiçbir zaman şüpheye düşmemişti. Yazarlar ba­ zen kitabı öğrenmenin ona sahip olmayanlar arasında uyan­ dırdığı huşuyu betimlerler; bir dönem Muhammed'in görüşü olan bu durum da, normal olmasa bile, Yahudi ve H ristiyanlar 1 1 4 Cf. Goldziher, Z. D. M. G., XLVI., 44. 1 1 5 Rothstein, Lakhmiden, 2 7, Hire H ristiyanları ile özdeşleştirilmiştir. 1 1 6 İfadelerinde çok kesin ol mayan Ali, Muhammed'in çıkış döneminde hiçbir Arap'ın kitap okuyamadığını söylemektedir.

53

K ah raman ı n D oğum Yeri

ile temas kurmuş olan Arabistan'daki putperestler arasında yaygındı. Hatta Muhammed'den önce bazı Mekkelilerin, Kitabın bu korkunç gizemine dua etme merakına düştükleri genellikle kabul edilmektedir.117 Bunlara duyulan merak Habeşli esirler ya da Fil yılındaki başarısız saldırıdan sonra kaçakların geride bıraktıklarından doğmuş olabilir; 118 belki de bunlar, İ slam'ın doğuşunda ön planda olan bazı Habeşlilerin Mek­ ke'deki varlığından da kaynaklanmış olabilir. Beni Zühre'nin koruması altında Mekke'de yaşayan bazı Gassani Hristiyan­ ların yanı sıra, Peygamber'in dayılarından da bu tür bilgiler alınmıştır. Ayrıca şaraphaneler de Hristiyan ve Yahudi düşün- [4 2 ] celerinin kafir ayyaşlar arasında yayılmasına yol açmıştır.119 Mekkeli bilgi sahibi insanlardan birisi olan ve aynı zamanda Hatice'nin de kuzeni olan Varaka bin Nevfel, İslam'ın ilk dö­ nemlerinde adı duyulan isimlerden birisidir. Kendisinin İ ncil ya da İ ncillerden birisinin, muhtemelen Doğuş İncili'nin bir bölümünü Arapçaya tercüme ettiği bilinirdi ve kendisi daha sonra Peygamber'e de yardımcı olmuştu. Rivayetler, Mek­ ke'ye yakın bir yerde Kitap hakkında birtakım bilgilere sahip olarak yaşayan Süleym kabilesinden Kays bin Nuşbe'den de bahsetmektedir; kendisinin o dönem M uhammed'e, bizim bilmediğimiz kitaplarla ilgili sorular sorduğu ve O'nun da bunlara doğru cevaplar verdiği söylenmektedir.12° Kitabın bilinmesinin Mekkeliler tarafından Hristiyan dininin benim­ senmesi olarak görülüp görülmediği konusunda bilgi sahibi değiliz ancak büyük ihtimalle bu şekilde değerlendirilmek­ tedir. Avrupalıların, benzer görüşlere sahip olduğu dönemler çok uzak olmayıp sapkın/batıl kitapları tanımalarının serbest düşünceyi geti rdiği düşünül müştür. İslam geleneği, 117 118 119 120

Liste için bkz. Sir C . Lya ll, /. U. A. S 1 90 3. Ezraki, 97. Rothstein, Lakhmiden, 2 6. El-İsabe, I I I., 5 2 2 . ..

54

Muhamm ed ve İslam 'ın Yükselişi

Muhammed'in bu "müj deleyicileri" ile ilgili çok az kayda sa­ hiptir. M üj deleyici olarak isimlendirilmelerinden de anlaşıla­ cağı gibi onlara bir güven duyulmuştur. Bunların çoğu, Mu­ hammed'e karşı olmamanın, onun yanında olmak anlamına geldiği bir dönemde yaşamışlardır. (Tarihi olduğu varsayılan) bu küçük dairenin dışında bile Yahudilik ve belki de Hristiyanlığın etkisi yayılmıştır. Kabe' de Meryem Ana'nın bir resminin olduğu iddiasının yanlış olduğu kabul edilebilir. Ancak Cuma ve Cumartesiye ait eski isimler, [43] mutlaka Yahudi veya Hristiyanlardan alınmıştır ve bu inanç­ lara ait bazı törenlerin Mekke'de taklit edildiklerini düşündü­ recek sebepler vardır. Putperest Roma' da Yahudilerin kutsal günlerine saygı duyulmadığından, Mekke'de aydınlanmanın, aydınlanmış toplumların yöntemlerini taklit etme şeklini al­ mış olması şaşırtıcı değildir. Bazı Mekkelilerin soyunup bir­ birlerini kırbaçlayarak, "Hristiyan din adamlarının yöntemle­ rini takip ettikleri" bir tür kırbaçlama törenini uyguladıkları bilinmektedir.121 Dini bir riyazet şekli olarak şaraptan sa­ kınmanın bazı putperest Kureyşliler tarafından uygulandığı söylenmiştir. Hristiyan din adamları bazen milli panayırlarda görülürdü; bu tür durumlarda ulaşılamaz bir seçkinlik dere­ cesine erişmiş olan birinin adı bir atasözüyle ölümsüzleşti­ rilmiştir. Necran Piskoposu olan ve adı Süryanicede "rahip" anlamına gelen Keşe kelimesinin yanlış bir telaffuzu olduğu düşünülen Kuss, Ukaz panayırında Peygamber'in de duyduğu bu tür bir konuşma yapmış;122 Arapların koruduğu şekliyle bu konuşmada söylenenler, Kur'an'ın ilk sureleriyle benzerlik taşımakta olup bu kitaba bir şekilde katkıda bulunmuş ola­ bilir.123 Kaynaklarımızda, Hristiyanlığı kabul eden ya da buna 1 2 1 Müsned, IV., 1 9 1 . 1 2 2 Beyan, 1 . , 1 1 9. 1 2 3 Beyhaki'nin Mehasin adlı eserinde 3 5 1 - 3 5 5 sayfaları arasında Kuss'un bir kahin olarak betimlendiği Kuss ile ilgili uzun bir hikaye anlatılır; bu muhtemelen basit bir kurgudur. Onunla ilgili daha fazla efsane için bkz. Al Dakhair, 2 54.

Kahramanın Doğum Yeri

55

eğilimi olan kişilerin Mekke'de zorluk yaşadığına dair bir bilgi yoktur. Muhammed'in hayatının başlangıcındaki Habeş istilası, putperestliğin bir nebze nüksetmesine yol açmış olsa [ 44] da, bunun etkisi onun gençlik dönemlerinde kaybolmuştu. Fiilen gerçekleşen olaylardan farklı şartlar taşıyan tarihin muhtemel seyrine yönlendirilmesiyle yapılan spekülasyon­ lar, muhtemelen verimsiz olacaktır. Eğer Mekke, bilge lider­ lerin yönetiminde zenginlik ve güç yönünden gelişmesini sürdürebilmiş olsaydı, şehir sakinlerinin, dini sistemlerinden mutmain kalacakları muhtemel olmayacaktı. Zira (bu dini sistemler), bilim ve öğretim elde etmek zorunda kalacakları ülkeler tarafından barbarlık olarak nitelendiriliyordu. Yine de eski dinlerinin, maddi refahlarının kaynağı olduğu gerçeği, bu dinin yerine Yahudilik ya da Hristiyanlık ile değiştirme­ lerini uygulanamaz kılmıştır. Sorunun ideal çözümü zamanla M uhammed tarafından her iki aydınlanmış din hükümsüz kı­ lınarak bulunmuştur. Eski zenginlik kaynağı, geriye dönük ol­ maktan ziyade, Roma İmparatorluğu kültünün geliştirilmesi şeklinde olan bir sistemle korunmuştur. Ancak bu çözümün keşfedilip uygulandığı süreç o denli dolambaçlıydı ki, inşa­ cının kabul etmediği bir taşın daha sonra yapının temel taşı olması gibi, yapının simetrisi de kaybolmuştu.

il.

BÖLÜM

[4 5 )

MUHAMMED'İN İLK DÖNEMLERİ

Muhammed, adları Abdullah (Allah'ın kulu) ve A mine (Gü­ venilir ya da emniyetli) olan Mekkeli bir anne ve babanın ço­ cuğuydu. Annesi Beni Zühre kabilesine mensuptu, babası ise Beni Haşim kabilesinden Abdulmuttalib'in oğluydu. Peygam­ ber'in babasının, o doğmadan önce, daha sonra M edine adını alacak olan Yesrib'i ziyareti sırasında öldüğü kesindir. Annesi de çok yaşamamış, bazı kaynaklara göre mezarının her iki şehrin arasında Ebva denilen bir yerde olduğu söylenmiş,1 ölümünden yaklaşık elli yıl sonra kemiklerinin mezardan çı­ karılma tehlikesi yaşandığı bildirilmiştir. Oğulları onlardan zayıflık, mahrumiyet ve zorluklara karşı dayanma gücünü miras almıştır. Diğer yandan Hristiyan yazarlar2 arasında ge­ çerli olan ve onun sara hastası olduğuna dair düşünce, vahiy süreci sırasındaki deneyimleriyle ortaya çıkan bilgilerle teyit edilmektedir - bunun önemi de bu belirtilerin genelde suni [ 46 ) olarak üretildiği ihtimaliyle bile azaltılmamış olmasıdır. Bu süreç bir bilinç kaybı durumu ile gelmekte; bazen kulakta du­ yulan zil sesleri3 veya yanında birisinin mevcut olduğu düşün­ cesi4 buna eşlik etmekte (ya da daha belirgin olmakta) ; hastayı ter içinde bırakacak bir korku duygusu bulunmakta;5 başı bir yöne döndürmekte;6 ağızda köpüklenmeye yol açmakta;7 yüzün kızarması veya beyazlamasına sebep olmakta ve bir 1 2 3 4 5 6 7

Ezraki, 4 8 1 . Etimolojik bir efsaneye göre bu yerin anlamı "iki ebeveyn" demektir. Nöldeke, Gesch. d. Korans, 1 8 . Gowers, Epilepsy, s. 70. age., 69. age., 80. Taberi, Comm. XXVI l l ., Gowcrs 'l' K