Son Peygamber Muhammed: Doğuşu, Karakteri ve Öğretisi [1 ed.]
 9786050695946

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

©

lndie Kitap - 2020

Yazar: Edward Gibbon Kitabın Adı: Son Peygamber Muhammed - Doğuşu,

Karakteri

veôğretisi Çeviren: Meral Harzem Sertifika No: 35058 ISBN: 978-605-06959-4-6 lndie Kitap: kırk beş Tarih: yedi Birinci Baskı: mayıs iki bin yirmi

Yayın Yönetmeni: Faruk Akhan Yayına Hazırlayan: Haluk Kürşad Kopuzlu Son Okuma: Okan Çil Sayfa Düzeni : Burhan Üçkardeş Kapak Tasarım: Ömer Faruk Yıldız Baskı-Cilt: Ana Basım Matbaa, Mahmutbey Malı. Devekaldırımı Cad. 2622 Sk. Güven iş Merkezi No 6/13 Bağcılar /lstanbul

indie

Rasimpaşa Mh. Nuh Bey Sk. No: 15/A Kadıköy/ İstanbul

www.indie.com.tr Tel: +90 216 418 04 38 Mail: [email protected]

Edward Gibbon e T



S e

Son Peygamber

MUHAMMED Doğuşu, Karakteri ve Öğretisi Çeviren: Meral Harzem • •





indie

EDWARD GIBBON

8 Mayıs 1737'de Londra'nın güneybatısındaki Putney'de doğdu. 1746'da Pucney' deki Kingston Grammar School'a gönderildi. 1749'da öğrenimini tamamladıktan sonra Westminster School'a kabul edildi. Fakat sağlık sebepleri yüzünden okuldan ayrıldı. 1752'de babasının da yönlendirmesiyle Oxford Üniversitesi'ne bağlı Magdalen College'a girdi. Bir süre sonra buradaki eğitimini de bırakıp özel olarak tarih ve teoloji üzerinde durdu. 1753'te Pro­ testanlık'tan ayrılıp Katolik mezhebini benimsediyse de ertesi yıl tekrar Protestanlığa döndü. Bu arada Latince ve Fransızca öğrendi. 1754-1758 yılları arasında lsviçre ve Fransa' da bulunan Gibbon, Voltaire'in konferanslarına katıldı, Jacques Georges Deyverdun ile arkadaşlık kurdu. 1763'te ikinci defa gitciği Paris'te Denis Diderot ve Jean le Rond d'Alembert gibi düşünürlerle tanıştı. 1764'te Ro­ ma'ya geçti ve tarihi eserler üzerinde incelemeler yaptı. lngiltere'ye döndükten sonra Londra'ya yerleşti, siyasi faaliyetlere katıldı, Baş­ bakan Frederick North 'u destekledi ve 1774'te milletvekili seçildi. 1779'da Ticaret ve Plantasyonlar Komisyonu'nda görev aldı. Lord North hükümetinin düşmesinin ardından komisyon lağvedilmesi sebebiyle görevinin sona ermesinin ardından lsviçre'ye giderek Lo­ zan'a yerleşti ve kendini bilimsel çalışmalara verdi. 1793'tc Lond­ ra'ya dönen Gibbon'un sağlığı kısa süre içinde bozuldu ve 16 Ocak 1794'te öldü.

İÇİNDEKİLER

Arabistan'ın Tasviri......................................... ... ..................... .... ....................

7

Bedevi ya da Kırsal Arapların Adetleri......................................................

11

Arabistan Şehirleri.. ..... ........................................................ .........................

14

Ulusal Bağımsızlıkları..... .............................................................. ............... 16 Özgürlük Anlayışları ve Karakterleri...................... .................................

19

İç Savaşlar............................................. ...........................................................

22

Sosyal Nitelikleri ve Erdemleri........................ .......... ................................

25

Putperestlikleri..............................................................................................

29

Sabian'lar......................................................................... ................................

34

Muhammed'in Doğumu ve Eğitimi

(569-609) ....................................... 37

Peygamberin Özellikleri.. ............ .... .......... .... .................. ............. ............... 40 Tek Tanrı İnancı........................................... .................................................. 43 Tanrı'nın Elçisi ve Son Peygamber Muhammed........ ............................

46

Kur'an...............................................................................................................

49

Mucizeleri........................ .. ..................................................... ........................

52

Muhammed'in Kuralları: Namaz, Oruç, Sadaka... ...............................

55

Yeniden Dirilme........... ................................. ............ ....... ..... ........................

59

Cennet ve Cehennem.................................................................................... 60 Muhammed'in İlk Mekke Vaazı (609)...................................................... 63 Kureyşlilerin Reddi

(613-622).................................................................... 66

Medine'nin Hükümdarı Olarak Kabul Edildi (622)............................... 69 Hükümdarlığı (622-632)............................................................................... 71 Mekkelilerle Savaşları......................................................................... .........

73

Kureyşlilere Karşı Müdafaa Savaşları....................................................... 76 Muhammed Arabistanlı Yahudileri Bastırıyor Mekke'nin Fethi

(623-627).................... 80

(629)................................................................................... 83

Arabistan'ın Fethi

(629-632) ........................................................................ 86

Muhammedilerin Roma İmparatorluğu İle İlk Savaşı (629,

630) ........ 89

Muhammed'in Ölümü (6 Haziran 632)..................................................... 92 Karakteri.........................................................................................................

95

Özel Hayatı.................................................................................................... . .

98

Çocukları .................................................... ..................................................

102

Ali'nin Karakteri.. .......................................................................................

103

Ebu Bekir Dönemi (7 Haziran 632)..........................................................

104

T ürklerin ve Perslerin Uyuşmazlığı.. ........ . . . ................................. ... .......

107

Ali'nin Halifeliği (655-660)........................................................................ 110 Muaviye Dönemi

(655 veya 661-680)...................................................... 113

Hüseyin'in Ölümü (10 Ekim 680)............................................................. 115 Muhammed ve Ali'nin Nesilleri.................................. . . . ..........................

118

Muhammed'in Başarısı. ............... . . . . ......................... .................................

121

Ülkesine Faydaları........................................................ ............. .................

125

Altı yüz yıldan fa zla süren Consta ntinople ve Alma nya'nın Cresar'la rı dönemlerini takip ettikten sonra, şimdi Heracleios çağına, Yunan mona rşisinin doğu sınırla rına iniyorum. Devlet Pers Savaşı sebebiyle gittikçe tükeniyor ve kilise Nestoria n ve Monofizit (Monophysite) mezhepleri ta ra fında n süratle dağıtı­ lıyorken Muha mmed, bir elinde kılıç diğerinde Kur'a n, tahtını Hristiya nlık ve Roma kalıntıla rı üzerine dikiyordu. Arap pey­ ga mberin dehası, ulusunun davra nışla rı ve dininin ruhu, Doğu İmpara torluğu'nun gerileyişi ve çöküşünün nedenlerini açıkça ortaya çıka rıyor ve gözlerimiz merakla dünya üzerinde yeni ve kalıcı bir ka raktere işa ret eden en unutulma z devrimlerden biri­ ne şahitlik ediyor.1

1. Bu ve bir sonraki bölümde olduğu gibi, çok f.ızla Arapça öğrenilmesi durumunu göstereceğim. Doğu dillerini tamamen bilmediğimi ve bilimlerini Latince, Fransıı.ca ve İngilizce dillerine aktaran bilgin ter­ cümanlara şükranlarımı sunmalıyım. Koleksiyonlarını, versiyonlarını ve tarihlerini ara ara belirteceğim.

7

ARABİ STAN'IN TASVİ Rİ

İra n, Suriye, Mısır ve Etiyopya a rasındaki boş alanda, Arap Ya rımadası2 geniş a ma düzensiz ebatla rdaki üçgen olarak dü­ şünülebilir. Euphrates'teki (Fırat) Beles'in3 kuzey noktasından, Babülmendep (Babelmandeb) Boğa zı ve buhur (frankincense) ülkesine kada r bin beş yüz millik bir hat çekilebilir. Doğuda n batıya, Bassora'dan Süveyş'e, Basra Körfezi'nden Kızıldeniz'e4 kadar bu genişliğin yaklaşık yarısı hesaba katılabilir. Üçgenin kena rla rı yavaş yavaş büyümüş ve güney kısmı Hint Okya nu­ su'nun bin mil yakınına kadar ilerlemişti. Ya rımada nın tüm yüzeyi Alma nya veya Fransa'nın dört katını aşmaktaydı an­ cak çok daha büyük kısmı taşlı ve kumlu tepelerle adeta dam2 . Arabistan coğrafyacıları ü ç sınıfa ayrılabilir: 1 . Gelişme çizgileri Agatharchides'te (de Mari Rubro, [içinde] Hudson, Geograph. Minor. c. 1), Diodorus Siculus'ta (c. I, L, il, s. 159-167, L, I I I , s. . 211-216, [ed.] Wesseling), Strabo'da ( L , XVI , s . 1112-1114, Eraıosthenes'ten; s . 1122- 1132, Arıemidorus'tan}, Dionysius'ta (Periegesis, 927-969), Pliny'de (Hist. Naıur., V, 12, VI, 32) ve Pıo­ lemy'de (Descript. et Tabut.. Urbium, [içinde] Hudson, c. III) izlenebilen Yunanlar ve Latinler. 2. Konuyu vatanseverlik ya da bağlılık duygusu ile işleyen Arap yazarlar: Pocock'un (Specimen Hist. Arabum, s. 125-128) Geography ofthe Sherifal Edrisstden yaptığı alıncılar bizi, Marunilerin Geographia Nubiensis (Paris, 1619) absürt başlığı altında yayımladığı versiyon veya kısaltmadan (s. 24-27, 44-56, 108 vd. 119 vd.) daha fazla tatmin etmiyor ancak Latin ve Fransızca çevirmenler, Greaves ([içinde] Hudson, c. III) ve Galland ( Vıryage de la Pakstine par La Roque, s. 265-346), bize yarımadanın en bereketli ve doğru hesabı olan Abulfeda Arabistan' mı açmışlardır. Bununla birlikte D'Herbelot'un Bibliotheque Orientak'i ile zenginleştirilebilir (s. 120, et alibi passim). 3. Avrupalı gezginler; Shaw (s. 438-455) ve Niebuhr (Description, 1773; Vıryages, c. 1, 1776) onurlu bir ayrımı hak ederler: Busching ( Geographie par Berenger, c. Vlll, s. 416-51 O) sağduyu ile bir derleme yap­ mıştır ve D'Anville'in Haritaları ( Orbis Veteribus Notus ve ı� Partie de l'Asie), Geographie Ancienne (c. il, s. 208-231) ile birlikte kanıt niteliğindedir. 3. Abulfed., Descript. Arabiaı, s. 1. D'Anville, l'Euphrate et k Tigre, s. 19, 20. Burası satrapların _ adeta cennetten bir köşe haline getirdiği bir bahçeydi ve Xenophon ve Yunanların Fırat'ı ilk geçtikleri yerdi (Anabasis, L, b. 10, s. 29, [ed.] Wells}. 4. Reland, çok fazla bilgi yardımı ile şunları kanıtladı: 1. Bizim bildiğimiz Kızıldeniz (Arap Körfezi}, Hine Okyanusu'nun sınırsız alanına kadar uzanan, kadimlerin "'EpuOpiı OılAcwmı"sı

Mare Rubrum'un bir parçası değildir. 2. Eş anlamlı sözcükler "tpu0p6ç, aiOimj!", siyahların veya Arapların rengini ifade eder (Dissert Miscell., c. 1, s. 59-117).

8

gala nmıştı. Tatarista n'ın (Tartary) vahşi doğası bile, yüce ağaçla r ve bereketli otla rla doğanın eliyle süslenmişti ve yalnız gezginler, bu toprakla rda n zengin bitkisel besinler elde ederek refah içinde yaşaya n toplumlar görmüşlerdi. Ancak Arabistan'ın kasvetli top­ rakla rı, sınırsız kum seviyesiyle keskin ve çıplak dağla rla kesişiyor ve çölün yüzeyi, gölge veya ba rınak olmada n, tropikal bir güneşin doğruda n ve yoğun ışınla rı ta ra fında n kavruluyordu. Serinletici esintiler yerine, rüzga rla r, özellikle güneybatıda n gelen, za ra rlı ve hatta ölümcül bir buha rı yayıyor, dönüşümlü ola rak yükselttikleri ve dağıttıkla rı kum tepecikleri okyanusun dalgala rı ile ka rşılaştı­ rılıyor ve tüm kara rgahlar, tüm ordular ya kasırga nın içinde kay­ boluyor ya da onun altında gömülüp kalıyordu. Suyun ortak fay­ dala rı, a rzula rı ve çekişmeyi ortaya çıkara n bir unsurdur, odunun eksikliği de aynı etkiyi yaratmaktadır, bazı sanatlar ateş elementi­ ni korumak ve yaymak için gereklidir. Arabista n, toprağı dölleyen ve ürünlerini komşu bölgelere taşıya n nehirlerin yoksulluğunu ya­ şa maktadır, tepelerden aka n sel sula rı susuz toprakla r tarafında n emilir, köklerini kayala rın ya rıkla rına çarpan nadir ve daya nıklı bitkiler, demirhindi veya akasya, gecenin çiyleri ile beslenir, sa rnıç ve su kemerlerinde az miktarda yağmur topla nır, kuyula r ve kay­ naklar çölün gizli ha zinesidir ve Mekke'nin hacıla rı,5 birçoğu kuru ve boğucu bir yürüyüşten sonra, bir kükürt veya tuz yatağı üzerin­ de akan sula rın tadını aldıklarında iğrenirler. Arabista n ikliminin genel ve gerçek resmi budur. Zorlu deneyimler, yerel veya kısmi zevklerin değerini a rtırır. Gölgelik bir koru, yeşil bir mera, bir tatlı su kaynağı, bir Arap kolonisini, kendilerine ve sığırla rına yiyecek ve ferahlık sağlayabilecek ve hurma ağacının yetiştirilmesine yar­ dım edecek yer buldukla rı için kendilerini şa nslı addeddikleri yer­ lerdi. Hint Okya nusu'na bakan yaylalar, bol mikta rda koru ve su kaynağı ile ayırt edilir; hava daha ılıman, meyveler daha lezzetli, 5. Kahire ve Mekke arasındaki otuz günlük yolculuk esnasında on beş gün boyunca temiz su yoktu. Hadjees (Hicaz?; ed. n.) güzergahı için bkz. Shaw, Travels, s. 477.

9

hayvan ve insan sayısı daha çoktur, toprağın doğurganlığı, a ile ba­ bala rının çabala rına yardım eder ve onla rı ödüllendirir. Tütsü6 ve kahvenin kendine özgü hediyeleri, fa rklı yaşlarda dünyadaki tüc­ ca rla rı cezbetmiştir. Ya rımada nın geri kala nıyla karşılaştırılırsa, bu tecrit edilmiş bölge gerçekten mutlu sıfatını hak edebilir; fantezi ve kurgunun görkemli renkleri tezat oluşturabilir ve mesafeler bu sayede katedilebilir. Bu dünyevi cennet için doğa en seçkin iyilik­ lerini ve en meraklı işçiliğini saklamaktadır; lüks ve masumiyetin uyumsuz nimetleri yerlilere a tfedilmiştir; toprak altın7 ve değerli taşla rla döllenmiş ve hem ka raya hem de denize a romatik tatla­ rın kokula rını vermeleri öğretilmiştir. Yuna nla r ve Latinler için çok tanıdık ola n kumlu, taşlı ve mutlu olan bu bölünme Arapların kendileri ta rafından bilinmemektedir ve dili ve sakinleri aynı ola n bir ülkenin kadim coğrafyasının izini neredeyse hiç süremeyeceği kada r eşsizdir. Bahreyn ve Umma n'ın kıyı bölgeleri, Pers aleminin tam tersidir. Yemen KrallığıArabia Felix'in sınırlarını veya en a zın­ dan konumunu gösterir: Neged kıyıdan içerilere doğru yayılmıştır ve Muha mmed'in doğuşu, Kızıldeniz kıyısı boyunca Hicaz eyale­ tini betimlememizi gerektirmiştir.8

6. Arabiscan'ın aromatikleri, özellikle de thus ya da tütsü, Pliny'nin 12. kitabında yer almaktadır. Büyük şairimiz (Paradise Lost, L, iV), benzer bir şekilde, Sabzan sahilinden kuzeydoğu rüzgarı tara­ fından taşınan baharaılı kokuları ıanıımışıır: "Birçok birlik, Minneııar kokudan memnun, yaşlı okyanus gülümsüyor." (Plin., Hist. Natur., Xll, 42). 7. Agaıharchides, bir zeytin büyüklüğünden bir fındık büyüklüğüne kadar saf alım ıopalvA.a, µupuiöeç taV'ra Kai to ıtAf:icrrnv aıit eııv &pııµov6µoı ıcai O.ôtc:m:oTot," Menander (Excerpt. Legation, s. 1 49), Procopius (de Beli. Persic. , L, !, b'. 1 7, 1 9; L, il, b. 1 0) ve en canlı renklerle, Marcus saltanatı kadar erken bir dönemde onlardan bahseden Ammianus Marcellinus (L, X!V, b. 4) tarafından tanımlanmıştır. 30. Pıolemy ve Pliny tarafından daha sınırlı, Ammianus ve Procopius tarafından daha geniş bir an­ lamda kullanılan isim, gülünç bir şekilde l brahim'in karısı Sarah'dan, belirsiz olarak Saraka köyünden

(µet/ı NaPataiouç. Stephan., de Urbibus); daha mantıklı iddiaya göre ise hırsız bir karakter veya

18

ÖZGÜRLÜKANLAYI ŞLARI VE KARAKTERLERİ

Yerli tira nlığın köleleri, kendi ulusal bağımsızlıklarında n na­ file bir çabayla övgüyle bahsetme fırsatı bulabilmişlerdir ancak Arapla r kişisel ola rak özgür insa nla rdır ve doğanın ava ntajla rını kaybetmeden önce bir dereceye kada r toplumun ayrıcalıkla rın­ dan faydala nmışla rdır. Her kabile; ba tıl ina nç, minnet ya da ser­ vet ile belirli bir a ileyi eşitlerinin şefi ola rak yüceltmiştir. Bu ırk­ la rda şeyhlerin ve emirlerin egemenlikleri her zaman ön planda tutulmuştur ancak onla rın yerine geçecek haleflerinin sırala ması gevşek ve ga ra ntisi olmaya n bir prensibe bağla nmıştır; yönetim konusunda gerektiğinde değişikliklerin yapılabilmesi için kabile­ lerdeki asil akrabala rın ya da en değerli yaşlıla rın fikirleri alınmış, onla rın yönlendirmesiyle verdikleri basit ancak önemli kara rla r tercih edilmiştir. Sağduyu ve ruha sahip bir kadının bile Zenobia 3 1 va ta ndaşla rına hükmetmesine ka rşı çıkılma mıştır. Birkaç kabile­ nin bir araya gelmesiyle bir ordu oluşturulmuştur; onların kalıcı yapısı sayesinde bir ulus va r olmuştur ve başla rına seçmiş oldukla­ rı şeyh ya da emirleri, yaba ncıla rın gözünde kral isminin onurunu hak etmiştir. Arap prensleri o dönemlerde güçlerini kötüye kullaDoğu konumunu gösteren Arapça kelimelerden türetilmiştir (Hottinger, Hist. Oriental., L, I , b. I , s 7, 8; Pocock, Specimen, s. 33, 3 5 . Asseman., Bibliot. Orient., c. iV, s. 567). Yine de bu etimoloj ilerin son ve en popüler olanı, Saracen'lerin batı ve güneydeki konumlarını, daha sonra Mısır sınırlarında belirsiz bir kabileyi açıkça gösteren Ptolemy (Arabia, s. 2, 1 8, [içinde] Hudson, c. iV) tarafından red­ dedilir. Dolayısıyla unvan herhangi bir ulusal karaktere işaret edemez ve yabancılar tarafından iddia edildiğinden, kökeni Arapçada değil, yabancı dilde aranmalıdır. 3 1 . "Saraceni . . . mulieres aiunr in eos regnare," (Expositio totius Mundi, s. 3, [içinde] Hudson, c. I I I ) . Mavia saltanatı Pocock'un (Specimen, s. 6 9 , 83) dini hikaye i l e ünlenmiştir.

19

nacak olurla rsa, hızla ılımlı ve ataerkil ya rgı yetkisine alışkın ola n tebaala rı ta ra fında n terk edilmek suretiyle cezalandırılmışla rdır. Onların ruhu özgürdür, ha reket ala nla rı sınırsızdır, çöl açıktır ve kabileler ve a ileler ka rşılıklı ve gönüllü bir yapı tarafında n bir a ra­ da tutulmaktadır. Yemen bir hükümdarın ihtişamını ve görkemi­ ni desteklemiştir ama eğer hayatını ortaya koymadan sa rayında n ayrıla mazsa,32 yönetim yetkileri soylulara ve magistra'lara dev­ redilmiş olacaktır. Mekke ve Medine şehirleri, Asya'nın kalbinde, bir toplumun biçimini ya da özünü sunmaktadır. Muhammed'in büyükbabası ve önceki atala rı, ülke içi ve dışındaki faaliyelerinde ülkelerinin prensleri ola rak ortaya çıkmıştır ve Atina'daki Pericles veya Flora nsa' daki Medici gibi, bilgelik ve doğrulukları sebebiyle hüküm sürdürmüşlerdir; nüfuzla rı miras yoluyla bölünmüş, asa, peyga mberin amcala rından Kureyş kabilesinin daha genç bir ko­ luna transfer edilmiştir. Yaşa na n ağır olaylarda n sonra halk mec­ lisinin topla ndığı ve insa nla rın ya itaa t etmeye zorla nması ya da ikna edilmesi gerektiğinden, antik dönem Arapları arasında bela­ ga t ve itibar ka mu özgürlüğünün en açık ka nıtı olmuştur.33 Ancak basit özgürlükleri, her üye topluluğun medeni ve siyasi hakla rından ayrılmaz bir paya sahip olduğu için Yuna n ve Roma cumhuriyet­ lerinin güzel ve yapay oluşumla rında n çok fa rklı bir yapıya sahip olmuştur. Arapların daha basit durumunda, ulus özgürdür çünkü oğullarının her biri bir efendinin iradesine ta m bir boyun eğme­ yi reddetmiştir. Yüreği cesa ret, sabır ve itidalin sade erdemleri ile güçlendirilmiştir; bağımsızlık tutkusu, kendini yönetme alışka nlık­ la rını kulla nmaya teşvik etmiş ve onursuzluk onlar açısında n her 32. "Mı'ı EÇcivaı ılK tcôv �amkicııv"; Agatharcides (de Mari Rubro, s. 63, 64, [içinde] Hudson, c. !), Diodorus Siculus (c. [, L, Ill, b. 47, s. 2 1 5) ve Strabo (L, XVI , s. 1 1 24) bn şekilde bildiriyorlar. Ancak bunun, gezginlerin güvenilirliğinin sıklıkla bir gerçeğe, bir geleneğe ve bir yasaya dönüştüğü popüler masallardan veya olağanüstü kazalardan biri olduğundan şüpheleniyorum. 33. "Non gloriabantur antiquitus Arabes, nisi gladio, hospite, et eloquentia," (Sephadius apud Po­ cock, Specimen, s. 1 61, 1 62). Bu konuşma yeteneğini yalnızca Perslerle paylaştılar; duyarlı Araplar muhtemelen Demosthenes'in basit ve yüce mantığını küçümseyecel"eliminary Discourse, s. 22 vd. , 33 vd.) tarafından tanımlanmışnr.

35

ve yeryüzü güçlerinden daha yüce ola n a ncak kendini melek­ leri ve peyga mberleri tarafında n insa nlığa açıklaya n ve lütfu veya adaleti dönemsel mucizelerle doğa nın düzenini kesintiye uğra t a n yüce Ta nrı'nın va rlığı temel bir ina nç maddesi ola rak, rızala rı alına rak yaba ncıla ra aşılandı. Arapla rın en rasyonel ola nla rı, ibadetini ihmal etmelerine rağmen gücünü kabul etti;6 1 onla rı hala putperestlik kalıntıla rına bağlaya n şey inançta n zi­ yade alışka nlıktı. Yahudiler ve Hristiya nla r kitap halkıydı; İ ncil zaten Arapça diline çevrilmişti62 ve Eski Ahit bu a ma nsız düş­ ma nla ra uyum için kabul edildi. Yahudi din ada mla rının öykü­ sünde, Arapla r ulusla rının kurucula rını keşfetmekten memnun olmuşla rdı. İsma il'in doğumunu ve vaa tlerini alkışla mışla r, İbrahim'in ina ncını ve erdemini saygıyla ka rşıla mışla rdı; so­ yağacını ve kendilerini ilk insa nın yara tılışına kada r takip et­ mişler ve eşit bir dürüstlükle, kutsal metnin mucizeleri, Yahudi haha mla rın hayalleri ve gelenekleri sayesinde öğrenmişlerdi.

6 1 . Onların adaklarında, daha güçlü değil, daha huzursuz bir patron olan putun karı için Tanrı'yı dolandırmak bir kuraldı (Pocock, Specimen, s. 1 08, 1 09). 62. İster Yahudi ister Hristiyan olsun, mevcut çevi rilerimiz Kur'an'a daha yakın görünüyor ancak bir çevirinin eski tarihli olduğu şöyle anlaşılabilir: 1 . İbranice meseli ülkenin kaba diline çevirip tefsirle açıklamak üzere sinagogun sürekl i uğraşmasından; 2. Kursal yazıların tüm Barbar dillerine çevrildi­ ğini iddia eden, beşinci yüzyılın pederleri tarafından açıkça dile getirilen Ermenice, Farsça, H abeş dilleri versiyonlarının analojisinden (Walıon, Prolegomena ad Biblia Polyglot, s.34, 93; Simon, Hist. Critique du V. et du N. Testament, c. 1, s. 1 80, 1 8 1 , 282-286, 293, 305, 306; c. IV, s. 206) .

MUHAMME D'İN DOGUMU VE EG İTİMİ ( 5 69-609 )

Muha mmed'in temel ve ava m kökeni, düşma nla rının değe­ rini düşürmek isterken yücelten Hristiya nla rın beceriksiz bir iftirasıydı.63 İsma il' den (Ismael) gelişi ulusal bir ayrıcalık veya efsa neydi a ma soyağacının ilk üyeleri kara nlık ve şüpheli olsa da birçok nesil saf ve gerçek asalet üretebilmişti.64 Kureyş ka­ bilesinden ve Arapların en meşhur Haşim (Hashem) a ilesinden Mekke'nin yöneticilerine ve Kabe'nin kalıtsal koruyucula rına kada r gelmişti. Muha mmed'in büyükbabası, kıtlık sıkıntısını tica retin teda riki ile ha fifleten zengin ve cömert bir va ta ndaş ola n Haşim'in oğlu Abdül Muttalib (Abdal Motalleb) idi. Baba­ nın özgürlüğü ile beslenen Mekke, oğlun cesa reti ile kurta rıldı. Yemen krallığı Ha beşista n' ın Hristiya n yöneticilerine ta biydi; onla rın vasat Abrahah'ı, haçının intika mını almak için bir ha­ ka ret iddiasıyla kışkırtıldı; kutsal şehre fillerle bir ka file yü­ rüdü ve Afrikalı bir ordu ta ra fında n istila edildi. Bir a nlaşma önerildi ve ilk kitle, Muhammed'in büyükba basının sığırla rı­ nın iadesini talep etti. "Peki neden?" dedi Abrahah, "yok etmekle tehdit ettiğim tapınağınızı kurta rmak için yalva rmak istemiyor 63. "in eo conveniunı omnes, ut plebeio vilique genere orıum," vd. (Hoııinger, Hist. Orient. s. 1 36). Yine de Yunanların en eskisi ve birçok yalanın babası olan Theophanes ( Chronograph. s. 277 . ) , Mu­ hammed' in, "EK µııiç yEVtKoıtcİTI]Ç ritate Religionis C..lıristiand) Arapça çevirmeni bilgin Pocock, ona yazarlarının isimlerini sordu; Grotius, bunun Muhammedilerin kendileri tarafından bilinmediğini itiraf etti. Öfkelerini ve kahkahalarını kışkırtırsa, dindar yalan Arapça versiyondan çıkarılır ancak Latin metninin sayısız basımında bir düzenleme yeri sağlamıştır (Pocock, Specimen, Hist. Arabum, s. 1 86, 1 87. Reland, de &ligion. Moham. L, ll, c. 39, s. 25 9-262) . 1 5 5 . "' Eµoi öt roıi't6 tnı:ıv EK ıraıliiıç iıpC;iıµı:vov, � ömv ytvııraı itti

cııvı\ rıç y ryvoµtvıı

iıırorpeırEı µE rolırou ö liv µtUcıı ırpıirrcıv, ırporpeırEı öt oıiırorE," (Plato, [ içinde] Apolog. Socrat., b. 1 9 . s. 1 2 1 , 1 22, [ed.] Fischer) .

Socrates'in Theages ile diyaloğunda teşvik ettiği tanıdık örnekler (Platon., Opera, c. !, s. 1 28 , 1 29 , [ed.] H e n . Stephan) insan öngörüsünün ötesindedir; filozofun ilahi ilhamı (ı'ıaıµ6vıov) açıkça Me­ morabilia ofXenophon'da öğretilir. En rasyonel Platonisrlerin fikirleri Cicero'da (de Divinat., !, 54) ve Maximus ofTire'ın 1 4 . ve 1 5 . Dissertations' ında (s. I 53- I 72, [ed.] Davis) ifade edilir.

suikast düzenlemişti. Bu tür eylemlerin tekra rla nmasıyla, Muha m­ med'in karakteri yavaş yavaş lekelenmiş olmalıdır ve bu tür kötü alışka nlıkla rın etkisi, bir peygamberin halefleri ve arkadaşla rı ara­ sında itiba rını korumak için gerekli ola n kişisel ve sosyal erdem­ lerin pratiği ile zayıf bir şekilde tela fi edilecektir. Son yılla rında iktida r tutkusuyla hırsla nmıştı ve bir siyasetçi, gençliğinin coşku­ su ve dinden dönenlerin sa flığıyla gizlice gülümsediğinden (mu­ za ffer sahteka r!) şüphelenecektir. 156 Bir filozof, onla rın ina nçla rı ve başa rılarının ilahi misyonun güvencesini daha da güçlendirme eğiliminde olacağını, ilgisinin ve dininin ayrılmaz bir şekilde bağ­ la ndığını ve vicda nının ikna ile yatıştırılacağını, yalnızca Ta nrı'nın yükümlülükten va zgeçtiğini, pozitif ve ahlaki yasala rın olduğunu gözlemleyecektir. Yerli masumiyetinin herha ngi bir izini sürecek olursak, Muha mmed'in günahlarına sa mimiyetinin bir ka nıtı ola­ rak izin verilebilirdi. Hakikati desteklemek için, dolandırıcılık ve kurgu sa na tla rı daha az suçlu sayılabilir ve eğer o, sonun önemi ve adaletinden memnun olmasaydı, aracı ola rak kulla ndığı yöntemle­ rin ha tala rını ortaya koymaya çalışırdı. Bir fa tih veya rahibin bile, insa nla rı etkilemek için kulla ndığı bir kelime veya eylemi beni şa­ şırtabilirdi ve Muhammed'in fermanı, esirlerin sa tışında annelerin asla çocukla rından ayrılmaması, ta rihçinin sa nsürünü askıya alma­ sı veya ılımlı hale getirebilmesi beni hiç şaşırtma mıştı. 157

1 56. Hacimli yazılarının bir pasaj ında Volcaire, peygamberi eski çağında bir fakir ile karşılaşcırır: "qui detache la chaine de son cou en donner sur les oreilles a ses confreres." 1 57. Gagnier, aynı tarafsız kalemle, peygamberin bu insancıl kanunun Caab ve Sophian'ın öldürdüğü ve onayladığı cinayetlerle ilgili olduğunu söylüyor ( Vie de Mahomet, c. i l , s. 69, 97, 208).

97

.

ÖZEL HAYATI

Muha mmed' in yapısı, 158 kraliyetin ihtişa mını hor görüyor­ du, Ta nrı'nın elçisi a ilesinin sırada n odasında yaşıyordu, a teşi yakıyor, zemini süpürüyor, keçilerini sağıyor ve kendi elleriyle ayakkabıla rını ve yüniü giysilerini ona rıyordu. Bir keşişin ke­ fa retini ve liyaka tını küçümseyerek, çaba sarf etmeden ve ki­ bir göstermeden, bir Arap ve askerin aba rtılı diyetini uyguladı. Ciddi durumla rda, yoldaşla rını rustik ve misafirperver tavrıyla görkemli bir şekilde ağırlıyordu faka t ev hayatında, peyga mberin ocağında a teş yakılmada n ha ftala r geçiyordu. Şa rabın yasakla n­ ması örneği ile doğrula ndı; açlığı a rpa ekmeğinin koruyucu bir kısmı ile yatıştırıyordu, süt ve balın tadını çok sevdi a ma sırada n yemeği hurmada n ve suda n oluşuyordu. Itriya t ve kadınla r, do­ ğasının gerektirdiği iki şehvetli zevkti ve dini ola rak yasak değildi ve Muha mmed, bu masum zevklerle bağlılığın a teşini a rtırdığını düşünüyordu. İklim ısısı Arapla rın ka nını a teşler ki onla rın şeh­ vet düşkünlüğü a ntik çağ ya za rla rı ta ra fında n fa rk edilmiştir. 1 59 Kendilerine hakim ola ma maları (incontinence), Kur'a n ta ra fında n medeni ve dini yasala rla düzenlenmiştir, ensest ittifakla r suçla n­ mış,sınırsız çokeşlilik lisa nsı dört meşru eş veya ca riyeye indir­ genmiştir; hem ya tak hem de çeyiz hakla rı eşit ola rak belirlenmiş, boşa nma özgürlüğünden va zgeçilmiş, zina büyük bir suç ola rak kına nmış ve her iki cinsiyette de yüz kırbaçla cezala ndırılmış1 58 . Muhammed'in ev hayatı için Gagnier ve Abulfeda'nın ilgili bölümlerine bkz: diyetleri (c. III, s. 285-288), çocukları (s. 1 89, 289), eşleri (s. 290-303), Zeyneb ile evliliği (c. IJ, s. 1 52- 1 60), Mer­ yem ile olan aşkı (s. 303-309) , Ayşe'nin yanlış ithamı (s. 1 86- 1 99). Son üç işlemin en özgün kanıtı, Kur'an'ın 24., 33. ve 66. bölümlerinde, Sale'in Commentary'sinde yer al maktadır. Prideaux (Life of Mahomet, s. 80-90) ve Maracci (Prodrom. Akoran, b. iV, s. 49-59), Muhamıned'in zayıflıklarını kötü bir şekilde abartmışlardır. 1 59. "Jncredibile esı quo ardore apud eos in Venerem uterque solvitur sexus," (Ammian. Marcellin.,

L, xıv, b. 4).

98

tır. 160 Yasa koyucunun sakin ve rasyonel kuralları şunla r olmuş­ tur; özel davra nışla rında Muhammed bir insa n ola rak iştahını kesmiş a ncak bir peyga mber ola rak taleplerini kötüye kulla n­ mıştır. Özel bir vahiy onu ülkesine uyguladığı yasala rda n kurta r­ mıştır, kadın cinsiyetine ka rşı tutkula rında ihtiya tlı davra nmıştır ve bu tekil imtiya z, dinda r Müslüma nla rın tepkilerinden ziyade sadece kıska nçlıkla rını teşvik etmiştir. Bilge Solomon'ın yedi yüz eşini ve üç yüz ca riyesini ha tırla rsak, on yedi ya da on beş eşten fa zlasını kabul etmeyen Arapla rın alçakgönüllülüğünü alkışlaya­ cağız; on biri, elçinin Medine'deki evinin etra fındaki ayrı da ire­ lerini işgal eden ve sırayla onun evlilik şehvetini doyura n kişiler­ dir. Yeterince eşsiz ola n durum ise, sadece Ebu Bekir'in kızı Ayşe ha riç hepsinin dul olmasıdır. Muhammed, onunla evlendiğinde dokuz yaşında ola n Ayşe kesinlikle bakireydi. Ayşe'nin gençliği, güzelliği, ruhu ona üstün bir paye verdi, peyga mber ta ra fında n sevildi ve güvenildi ve ölümünden sonra Ebu Bekir'in kızı sadık­ la rın a nnesi ola rak uzun zama n saygı gördü. Davra nışı şüpheliy­ di ve belirsizdi. Bir gece yürüyüşünde ya nlışlıkla geride kaldı ve sa bah Ayşe bir erkekle birlikte eve döndü. Muha mmed'in öfkesi kıska nçlığa meyilliydi faka t ilahi bir vahiy onun masumiyetini güvence altına aldı, dört erkek ta nık onu zina eyleminde gör­ medikçe hiçbir kadının cezala ndırılma ması gerektiğine da ir ayet suçlayıcıla rı a za rladı ve bir iç ba rış ka nunu yayınladı. 1 6 1 Zeid'in ka rısı Zeyneb ve Mısırlı bir esir ola n Meryem'le ola n macerala­ rında, sevdalı peyga mber maka mının gereklerini unuttu. Özgür ve evlat edinilmiş oğlu Zeid'in evinde, Zeyneb'in güzelliğini, ta m soyunmak üzereyken gördü ve bu özveri ve a rzunun boşalması­ na yol açtı. Kölelik ya da minnetta rlıkla dolu ola n özgür ada m 1 60. Sale (Pre/iminary Discoıırse, s . 1 33- 1 37) evlilik, boşanma vb. yasalarını özetliyor. Selden'i n Uror Hebraica'sının meraklı okuyucusu bi rçok Yahudi yasasını tanıyacak. 1 6 1 . Unutulmaz bir davada, Halife Ömer tüm varsayımsal kanıtların işe yaramadığına karar verdi; dört tanığın hepsinin aslında "stylum in pyxide" görmüş olması gerekir (Abulfedz, Annales Moslemici, s. 7 1 , versis Reiske) .

99

ipucunu a nladı ve hayırseverinin sevgisinden çekinmeden verdi. Ancak evla tlık ilişkisi bir şüphe ve ska ndalı uya ndırabileceği için melek Cebra il, hükmü onayla mak, evlat edinmeyi iptal etmek ve elçisini Ta nrı'nın hoşgörüsüne güvensizlik duyduğu için na zikçe kına mak üzere gökten indi. Eşlerinden biri, Ömer'in kızı Ha fna, Mısır esirinin kucakla rında kendi ya tağında onu şaşırttı, gizlilik ve a ffetme sözü verdi, Meryem'in mülkünden va zgeçeceğine ye­ min etti. Her iki ta ra f da görevlerini unuttu, Cebrail yine yemi­ ninden kurtulmak ve eşlerinin ha tala rını dinlemeden esir ve ca­ riyelerden zevk almak için özgürce Kur'a n'ın bir bölümü ile indi. Otuz günlük inzivada, meleğin emirlerini yerine getirmek için Meryem ile yalnız kaldı. Sevgisi ve intika mı doyurulduğunda, on bir eşini çağırdı, itaa tsizliklerini ve isteksizliklerini kınadı ve on­ ları hem bu dünyada hem de sonraki dünyada boşa nma cezasıyla tehdit etti; peyga mberin ya tağına girenler ikinci bir evlilik umu­ dunda n sonsuza dek dışla ndıkla rına da ir korkunç bir cümleyle ka rşı ka rşıya kaldıla r. Belki de Muha mmed'in kendine hakim olama ması, doğal veya geleneksel a rmağa n geleneğiyle ha fifleti­ lebilirdi; 162 Adem'in otuz çocuğunun yiğitlik erdemini birleştirdi ve elçi, Grek Herkül'ünün 163 on üçüncü emeğine 1 64 rakip oldu. Sadakatinden Hatice'ye daha ciddi ve iyi bir baha ne çıka rıla bi­ lirdi. Evliliklerinin yirmi dört yılı boyunca, genç kocası çok eşlilik 1 62. "Sibi robur ad generationem, quantum rriginta viri haben t, inesse jactaret; ita ut un ic:i hora pos­ set undecim feminis satisfacere, ut ex Arabum libris refert Stus Perrus Paschasius, c. 2 (Maracci, Prod­ romus Alcoran, s. iV, s. 5 5 . Ayrıca bkz. Observations de Be/on, L, I I I , b. 1 0 , fol. 1 79, recco) . Al Jannabi (Gagnier, c. I I I , s. 287) tüm erkekleri evl ilik enerj isi olarak aştığına dair kendi i fadelerini kaydeder; Abulfeda, ölümünden sonra vücudunu yıkayan Ali' nin haykırışından bahsediyor: "O propheta, certe penis tuus c;elum versus erectus est," ( [içinde] Vit. Mohammed., s. 1 40). 1 63 . Yaygın ve en görkemli efsane, bir gecede Herkül'ün Thestius'un bakire kızları üzerindeki elli zaferini içerir (Diodor. Sicul. , c. 1 , L, iV, s. 274. Pausanias, L, IX, s. 7G3. Statius Sylv., L, I . eleg. I I I , V, 4 2 ) . Ancak Athen;eus, on sekiz yaşından büyük olmayan Herkül'ün bu wrlu b�arısı için yedi geceye (Deipnosophist, L, X I I I , s. 556) ve Apollodorus (Bibliot. L, il, c. 4, s. l l l , cum notis Heyne, b. 1, s. 332) elli yaşına izin verir. 1 64 . Kilisenin bir rahibinin stilini ödünç alıyorum,

ıi0A.ov," (Greg. Nazianzen, Orat. I I I , s. 100

1 08).

"&vcı0A.ı:uwv 'Hpcıtlıfç tpıcıKmOEKCl"tOV

hakkında n kaçındı ve saygıdeğer efendisinin gururu veya hassa­ siyeti asla bir rakip toplum ta ra fında n aşağıla nmadı. Ölümünden sonra, onu İsa'nın a nnesi, Musa'nın kız ka rdeşi ve kızla rının en sevdiği Fa tima ile dört mükemmel kadının rütbesine yerleştirdi. "Yaşlı değil miydi?" dedi Ayşe, çiçek aça n bir güzelliğin küstahlığı ile, "Ta nrı size daha iyi birini vermedi mi?" "Hayır, Ta nrı tarafın­ dan değil," dedi Muha mmed, dürüst bir şükra n nidası ile, "asla daha iyisi ola ma z! Erkekler beni hor gördüğünde ba na ina ndı; ben fakir olduğum ve dünya tarafında n zulüm gördüğümde is­ teklerimi giderdi." 1 65

1 65 . Abulfeda (içinde) Vit. Moham.

s.

1 2 , 1 3, 1 6, 1 7 , cum Noıis Gagnier.

!Ol

ÇOCUKLARI

Çok eşliliğin en büyük imka nı ile bu din ve impa ra torluğun kurucusu, çok sayıda gelecek nesli ve soyunu genişletme şan­ sını elde edebilirdi. Muhammed'in umutla rı ölümcül hayal kı-. rıklığına uğra mıştı. Bakire Ayşe ve olgun yaştaki on dul eşinin doğurga nlığı onaylıydı a ncak güçlü ada mın kendisi kısırdı. Ha­ tice'nin dört oğlu bebeklik döneminde ölmüştü. Mısır ca riyesi ola n Meryem, İbrahim'in doğuşuyla kendisini sevdirdi. On beş ayın sonunda peyga mber mezarı üzerinde ağladı a ma düşma n­ la rının intika m almayı sıkıca sürdürdü ve Müslüma nla rın öv­ güsünü veya itiba rını, güneşin tutulmasının bebeğin ölümünden kaynakla nmadığında n emin ola rak kontrol etti. Ha tice de ona, müritlerinin en sadıkla rıyla evlenecek ola n dört kız vermişti; en büyük üçü babala rında n önce öldü a ma kendine ola n güveni ve sevgisine sahip ola n Fa tima, kuzeni Ali'nin ka rısı ve ünlü bir dö­ lün a nnesi oldu. Ali ve onun torunla rının erdem ve talihsizlikleri beni, bu yerde, Sa racen halifelerinin dönemini, sadıkla rın komu­ ta nla rını, Ta nrı'nın elçisinin vekilleri ve halefleri ola rak ta nım­ lana n bir başlık açmamı beklemenize yol açacaktır. 1 66

1 66. Arap tarihinin bu taslağı, D'Herbelot'un Bibliotheque Orientale'sinden (Ebu Bekir. Ömer. Osman, Ali vd. isimleri altında) Abulfeda, Abulpharagius ve Elmacin Annals'tan (Hicret' in uygun yılların altında) ve özellikle Ockley'nin History of the Saracens' inden (c. I, s. 1 - 1 0 , 1 1 5- 1 22, 229, 249, 363-372, 378-3 9 1 ve neredeyse ikinci cildin tamamı) alınmıştır. Yine de düşman mezheplerin geleneklerini dikkacle tartmalıyız; kaynaktan uzaklaştıkça daha çamurlu bir nehir haline gelir. Sör John Chardin modern Perslerin masallarını ve hatalarını çok sadaka de kopyaladı { 1-fıyages, c. il, s. 235-250 vd. ) .

!02

ALİ'N İN KARAKTERİ

Onu, vatandaşlarının geri kalanının üstünde yücelten Ali'nin doğumu, akrabalığı ve ka rakteri, Arabista n'ın boş tahtına ola n id­ diasını haklı kılabilirdi. Ebu Talib'in oğlu, kendi başına, Haşim ai­ lesinin şefi ve kalıtsal prens veya Mekke tapınağının muha fızı ol­ muştu. Kehanetin ışığının soyu tükenmişti a ma Fa tima'nın kocası babasının mirasını ve nimetini bekleyebilirdi; Arapla r ba zen bir kadın salta natına sabır gösterebilirdi ve peyga mberin iki torunu sık sık kucağına oturmuş ve minberinde çağının umudu ve cennet gençliğinin şefi olarak gösterilmişti. Gerçek inana nla rda n birin­ cisi, bu dünyada ve bir sonraki dünyada onla rda n önce yürümeyi a rzu edebilirdi ve ba zıla rı daha vahim ve daha katı bir oyuncudan olsaydı, Ali'nin gayreti ve erdemi hiçbir zaman yeni bir dönme ta­ rafından aşılmadı. Bir şa irin, bir askerin ve bir a zizin niteliklerini birleştirdi, bilgeliği hala ahlaki ve dini sözleri hala vaa zla rda ya­ şıyordu; 1 67 ve dilin ya da kılıcın savaşındaki her düşman, konuş­ ması ve cesareti ile bastırıldı. Görevinin ilk saatinden cena ze tö­ reninin son duala rına kada r, elçi, ka rdeşi, ya rdımcısı ve ikinci bir Musa'nın sadık Aaron'u ola rak adlandırdığı için cömert a rkadaşı ta ra fından asla terk edilmedi. Daha sonra Ebu Talib'in oğlu, tüm rekabeti a zdıracak ve cennetin ka ra rla rıyla halefliğini mühürle­ yecek ola n haklı bir beyanla ilgisini güvence altına almayı ihmal ettiği için sitem etti. Ama masum kahra ma n kendine güveniyor­ du, impara torluğun kıska nçlığı ve belki de muhalefet korkusu Muha mmed'in kara rla rını askıya almıştı ve hasta ya tağında, Ebu Bekir'in kızı usta Ayşe ve Ali'nin düşma nı ta rafında n kuşatılmıştı. 1 67. Ockley (ikinci cildinin sonunda) , Ebu Talib'in oğl u Ali'ye tereddüt ederek atfettiği 1 69 rivayetin l ngilizce bir versiyonunu verdi. Önsözü bir çevirmenin coşkusu ile renklendirilir; yine de bu cümle­ ler, karanlık olsa da insan yaşamının bir resm ini beci mler.

103

EBU BEKİ R DÖN EMİ (7 HAZ İ RAN 632)

Peyga mberin sessizliği v e ölümü halkın özgürlüğünü yeni­ -den sağladı ve a rkadaşla rı, halefinin seçimini görüşmek üzere bir meclis topladı. Ali'nin kalıtsal iddiası, özgür ve sık bir seçim ile iktida rı yüceltme ve sürdürme a rzusu ve yüce ruhu, büyükle ­ r i n a ristokrasisine karşı çıktı. Kureyş, Haşim çizgisinin gururlu üstünlüğü ile asla ba rıştırıla ma zdı; kabilelerin eski a nlaşma zlığı yeniden alevlendi, Mekke'nin kaçakçıla rı ve Medine ya rdımcı ­ l a r ı kendi değerlerini ileri sürdüler v e iki bağımsız halife seçme önerisi bebeklik dönemindeki Sa racen'lerin dinini ve impa ra­ torluğunu yok edebilecekti. Bu ka rgaşa, a niden kendi iddiala rın­ dan va zgeçen, elini uza ta n ve kendini ılımlı ve saygıdeğer Ebu Bekir'in ilk tebaası ila n eden Ömer'in ka ra rı ile ya tıştırıldı. Anın aciliyeti ve halkın kabulü, bu yasa dışı ve ma zeret tedbirini ma­ zur gösterebilirdi a ncak Ömer, minbere çıka rak, eğer bunda n sonra herha ngi bir Müslüma n, ka rdeşlerinin oy hakkını önce­ den tahmin edeceğini va rsaya rsa, hem seçenin hem de seçilenin ölüme layık olacağını açıkça ortaya koydu. 1 68 Ebu Bekir' in basit kabulü sonrasında Medine, Mekke ve Arabista n'ın eyaletleri itaa t etti; sadece Haşimler sadaka t yeminini reddetti ve şefleri, kendi evinde, kızının evini a teşe vermeye çalışa n Ömer'in teh­ ditlerine kulak asmada n altı ayın üzerinde, kasvetli ve bağımsız bir direniş gösterdiler. Fatima'nın ölümü ve hizbinin gerilemesi Ali'nin öfkeli ruhunu bastırdı, sadık komuta'nı sela mla mak is1 68 , Arap bir elyazmasından Ockley (Hist, ofthe Saracens, c, l , s, 5 , 6 , ) , Ayşe'yi babasının elçi yerine geçmesine karşıc olarak betimler. Kendi içinde bu kadar imkcinsız olan bu gerçek, sonuncusu Ayşe' nin hadislerini alıntılayan Abulfeda, Al Jannabi ve Al Bochari tarafından fark edilmemektedir ( Vit, Mo­ hammed, s, 1 36; Vie de Mahomet, c, I I I , s, 236) ,

104

temedi, ortak düşma nla rını önlemenin gerekliliği konusundaki baha nesini kabul etti ve Arap hükümetini terk etme konusunda­ ki nazik teklifini akıllıca reddetti. İki yıllık bir salta na tta n sonra, yaşlı halife ölüm meleği tarafında n çağrıldı. Onun vasiyetinde, yoldaşla rının örtük onayı ile asayı Ömer'in sağla m ve cesur er­ demine miras bıraktı. "Hiçbir fırsa tım yok," dedi müteva zı aday, "yer için." "Ama yerin senin için bir fırsatı var," diye ya nıtladı Ebu Bekir, Ta nrı'nın elçisinin seçimini onaylayacağı ve Müslü­ ma nla rı uyum ve itaa t yoluna yönlendireceğini umduğu ha ra­ retli bir duanın sonunda. Dua etkisiz değildi çünkü Ali'nin ken­ disi, impara torluğu kaybettiği için, güven ve saygının en gurur verici izleriyle onu teselli eden mahremiyet ve na ma z a nında, rakibinin üstün değerini ve haysiyetini gözden geçirme hoşgö­ rüsünde bulundu. Hükümda rlığının on ikinci yılında Ömer, bir suikastçının elinden ölümcül bir ya ra aldı, oğlunun ve Ali'nin isimlerini eşit tarafsızlıkla reddetti, vicda nını halefinin günah­ la rıyla yüklemeyi reddetti ve en saygın yoldaşla rda n altısına sadık bir komuta n seçmenin zorlu görevini verdi. Bu vesileyle Ali, 1 69 a rkadaşla rı tarafında n ya rgıla nma hakkına boyun eğdi­ ği, altı seçmen a rasında n bir yer kabul ederek ya rgı yetkilerini ta nıması nedeniyle tekra r suçla ndı. Sadece Kur'a n ve geleneğe değil, aynı za ma nda iki yaşlının ka ra rla rına da katı ve hizmet­ ka rlık vaa t etmeye tenezzül ettiyse de oyla mala rı kaza nmış ola­ bilirdi. 170 Bu sınırla mala rla Muha mmed'in vekili Osma n hilafe­ ti kabul etti; üçüncü halifeden sonra, peyga mberin ölümünden yirmi dört yıl sonraya kadar Ali, halkın oyuyla seçilebilmek için yatırım yaptı. Arapla rın davra nışla rı ilkel sadeliklerini korudu 1 69. Özellikle, 687 yılında ölen Abbas'ın oğlu olan arkadaşı ve kuzeni Abdullah; Müslümanların büyüğü unvanı sebebi ile. Abulfeda da, Ali'nin tavsiyesini ihmal ettiği önemli olayları (s. 76, vers. Reiske) tekrar eder ve sonuçlandırır (s. 85); "O princeps fideliı ım, absque controversia tu quidem vere forcis es, at inops boni consilii, et rerum gerendarum parum calle � s." 1 70. İ ki yaşlıdan (Abulpharagius, s. 1 1 5 . Ocklcy, c. 1 . s . 37 1 ) iki asıl danışmanın değil, iki öncülün Ebu Bekir ve Ömer'in belirıilebi leceğinden şüpheleniyorum.

ıo s

ve Ebu Talib'in oğlu bu dünya nın ihtişa mını ve kibrini hor gör­ dü. Namaz saa tinde, ince bir pa muklu elbise, ka fasında kaba bir türban, bir ya nında terlikleri, diğer elinde yayıyla Medine cami­ sini ta mir etti. Peyga mber yoldaşla rı ve kabilelerin şefleri, yeni egemenliklerini sela mladıla r ve sadaka t ve sadaka tin bir işa reti ola rak ona doğru ellerini uzattıla r.

I06

TÜRKLE RİN VE P E RS LE Rİ N UYU ŞMAZLIGI

Hırs rekabetinden kaynaklanan fesa tla r genellikle tedirgin edildikleri z a ma n ülkelerle sınırlıdır. Ancak Ali'nin dostla rı­ nın ve düşma nla rının dini a nlaşma zlığı, Hicret'in her çağında yenilenmiştir ve hala Perslerin ve Türklerin1 7 1 ölümsüz nefre­ tinde korunmaktadır. Şiilerin veya ta rika tçıla rın temyiziyle da mgala nmış ola n önceki ina nışla r, yeni bir ina nç makalesi ile Muha mmedi ina ncını zenginleştirmiştir ve eğer Muha m ­ med elçi ise, a rkadaşı Ali de Ta nrı'nın vekilidir. Özel sohbet­ lerinde, ka musal ibadetlerinde, ima m ve halifenin haysiyetine ka rşı kabul edilemez hakkını engelleyen üç tefeciyi acı bir şe­ kilde a nmışla r; ve Ömer adı dillerinde kötülük ve saygısızlığın mükemmel ikiliğini ifade eder hale gelmiştir. 1 72 Müslüma nla rın genel rızası ve muha fa zaka r geleneği ta ra fında n desteklenen Sünniler, daha ta ra fsız veya en a zında n daha iyi bir görüşe sa­ hiptir. Peyga mberin kutsal ve meşru halefleri Ebu Bekir, Ö mer, Osma n ve Ali'nin a nısına saygı duymuşla rdır. Ancak haleflik sırasının kutsal ferma nla r tarafında n belirlendiği konusun­ da ikna ederek, Fa tima'nın kocasına son ve en müteva zı yeri

1 7 1 . Perslerin şeması geçen yüzyıldaki t ü m ge-Lginlerimiz tarafından, özellikle de ustaları Chardin'in 2. ve 4. cil tlerinde açıklanmaktadır. Niebuhr daha düşük bir değer olsa da, Nadir Shah'ın ulusun di­ nini değiştirmeye yönelik etkisiz girişimi (bkz. or .ın Persian History'si, Sör William Jones tarafından Fransızcaya çevrildi, c. il, s. 5, 6, 47, 48, 1 44- 1 5 5 ) nedeniyle 1 764 yılına kadar yazma avantajına sahiptir ( Voyages en Arabie, vd., c. il, s. 208-233). 1 72. Ömer, şeytanın adıdır; karili bir azizdir. Persler yay ile ateş ettiklerinde sık sık ağlıyorlar, "Bu ok Ômer'in kalbine gidebilir!" ( Vıryages de Chardin, c. il, s. 239, 240, 259 vd.).

10 7

a ta mışla rdır. 1 73 Dört halifeyi ba tıl ina nçla s a rsılmaya n bir el ile dengeleyen bir ta rihçi, zenginliklerin ve gücün ortasında, ya­ şa mla rı ahlaki ve dini görevlerin uygula nmasına ada nmış, gör­ gü kuralla rının benzer ve saf olduğunu, gayretlerinin a teşli ve muhtemelen sa mimi olduğunu iddia etmiştir. Ancak Ebu Bekir ve Ömer'in ka musal erdemleri, birincinin ihtiya tlılığı, ikincisi­ nin öfkesi, hükümda rla rının ba rışını ve refahını sürdürmüştür. Osma n'ın zayıf öfkesi ve giderek ilerleyen yaşı, fetih ve impa­ ratorluğun ağırlığını kaldıra ma mıştır. Seçmiş ve alda tılmıştır, güvenmiş ve iha nete uğra mıştır, sadıkla rın en haklısı hila fetine yara rsız ya da düşma nca davra nmış ve cömert ödülü sadece içtenlik ve hoşnutsuzluğun a rtırılması olmuştur. Şehirlerde uyumsuzluk ortaya çıkmıştır, yörelerin ileri gelen­ leri Medine'de topla nmış ve boyun eğme ve akıl boyunduruğu­ nu reddeden ça resiz fa na tikler ola n Cha regite'ler, ya nlışla rının düzeltilmesini ve zalimlerin cezala ndırılmasını talep eden özgür doğmuş Arapla r a rasında şaşkına dönmüşür. Kufe'den (Cufa), Bassora'da n, Mısır'da n, çölün kabilelerinden ilerlemişler, Me­ dine'den bir birlik kurmuşla r ve egemenliklerine, adaleti yürüt­ melerini veya tahttan inmelerini gerektiren kibirli bir görevi devralmışla rdır. Tövbesi isya ncıla rı silahsızla ndırmaya ve dağıt­ maya başla mış a ncak öfkeleri düşma nla rının becerisiyle yeniden alevlenmiştir ve ha in bir ya rdımcının sahteciliğiyle, itiba rını kü­ çültmeye ve düşüşünü hızla ndırmaya itilmiştir. Halife, selefleri­ nin tek koruyucusunu, Müslüma nların saygınlığını ve güvenini kaybetmişti, altı ha ftalık bir kuşa tma sırasında suyu ve erzakla rı kesildi ve sa rayın zayıf kapıla rı sadece daha a zılı isya ncıla rın 1 73. Bu liyakat derecesi, Reland (de Relig. Mohamm. L, !, s. 37) tarafından gösterilen bir inançta ve Ockley (Hist. of the Saracens, c. il, s. 230) tarafından eklenen bir Sünni argümanında belirgin bir şekilde gösterilmiştir. Ali'nin anısını lanetleme uygulaması, kırk yıl sonra Emeviler (Omm iades) tarafından (D'Herbelot, s. 690) kaldırıldı ve Türkler arasında onu kafir olarak öldüğünü iddia eden az sayıda insan bulunur ( Vıryages de Chardin, c. IV, s. 46) .

108

raha tsızlıkla rıyla korunmuştu. Sadeliğini kötüye kulla nanların terk ettiği umutsuz ve saygıdeğer halife kendi ölümünün gelme­ sini bekliyordu. Ayşe'nin kardeşi suikastçıla rın şefine yürümüş, Kur'a n kucağındayken Osma n, çok sayıda ya ra ile delik deşik edilmişti. Ali'nin seçilmesi ile beş günlük çalka ntılı bir a na rşi ya tıştırılmıştı, reddetmesi genel bir ka tlia mı kışkırtırdı. Bu acı verici durum, Haşim şefinin gururunu destekledi; salta natta n zi­ yade hizmet etmek istediğini ila n etti; yaba ncıla rın va rsayımını reddetti ve diğer şeflerin gönüllü olmasa da resmi rızasını talep etti. O asla Ömer suikastçısını aya rla makla suçla nma mıştır a n­ cak Pers ülkesi o kutsal şehit festivalini ta rtışmasız bir şekilde hala kutla maktadır. Osma n ve tebaası a rasındaki kavga Ali'nin erken a rabuluculuğu ile sonlanmış, oğulla rının en büyüğü Ha­ sa n, halifenin savunmasında haka rete uğra mış ve ya rala nmıştı. Yine de Hasa n'ın babasının isya ncılara muhalefetinde yorucu ve sa mimi olup olmadığı şüphelidir ve suçla rından yara rla ndığı kesindir. Günahla rı gerçekten en zor erdemleri şaşırtacak ve bo­ zacak kada r büyüktü. Hırslı aday a rtık Arabista n'ın çorak asasını istemiyordu; Sa racen'ler, Doğu ve Ba tı' da galip gelmişti ve İra n, Suriye ve Mısır'ın va rlıklı krallıkları sadıkla rın komuta nının ata mala rıydı.

ıo9

ALİ' N İ N HALİ F E LİGİ (65 5-660)

Dua ve tefekkür haya tı Ali'nin savaş faaliyetini soğutma­ mıştı a ma olgun bir çağda, uzun bir insa nlık deneyiminden sonra, hala gençliğin ha talı ka ra rla rına ve ka ra rsızlığına iha­ net etmişti. Salta na tının ilk günlerinde, Arap şeflerin en güç­ lüsü ola n Talha ve Zubeir'in şüpheli bağlılığını hediyeler veya pra ngala rla güvenceye almayı ihmal etmişti. Medine' den Mek­ ke'ye ve orad a n da Bassora'ya kaçtıla r, isya n bayrakla rı açıldı; kibirli hizmetlerinin ödülü ola rak talep ettikleri Irak hüküme­ tini ya da Asur ülkesini gasp etmişlerdi. Va ta nseverlik maske­ sinin en göze ça rpa n tuta rsızlıkla rı kapsa masına izin verilmişti ve Osma n'ın düşma nla rı, belki de suikastçıla rı a rtık ka nı için intika m talep ediyorla rdı. Kaçışla rında n itiba ren, haya tının son saa tine kada r, peyga mberin dul eşi Ayşe, kocasına ve Fa­ tima'nın düşma nlığına ka rşı duyula n ha inlikten nefret etmişti. En makul Müslüma nla r ska ndalla rla sa rsıldı, sadıkla rın a nne­ sinin bir kerva nda kişiliğini ve ka rakterini açığa vurması ge­ rekti a ma ba tıl ina nçlı kitle, va rlığının adaleti koruyacağında n ve davala rının başa rısını gara nti edeceğinden emindi. Sadık Arapla rın yirmi bininin ve Kufe'nin dokuz bin cesur askeri­ nin başında halife, Bassora duva rla rının önündeki isya ncıla rın kendisininkinden kat kat fa zla ordusuyla ka rşılaştı ve yenildi. Liderleri Talha ve Zubeir, iç mücadeleyle Müslüma nların gu­ rurunu lekeleyen ilk savaşta ka tledildi. Birlikleri ca nla ndırmak için s a fla rda n geçtikten sonra Ayşe, tehlikeli ala nın ortasında görevini seçmişti. Eylemin henüz sıcak olduğu dönemde, deve­ sinin dizginini tuta n yetmiş ada m a rt a rda öldürüldü ya da ya110

rala ndı ve içinde oturduğu ka fes veya sığınağı, okla r yüzünden tıpkı bir kirpi görünümü almıştı. Kutsal esir fa tihin suçlama­ la rını öfkeyle sürdürdü ve hala elçinin dul eşine duyula n saygı nedeniyle ve hassasiyetle Muha mmed'in meza rındaki uygun meka nına hızla gönderildi. Deve Günü ola rak tasa rla na n bu z a ferden sonra, halifelik unva nını ala n ve iddiası Suriye kuv­ vetleri ve Ümmiye kabilesinin çıka rla rı tarafında n destekle­ nen Ebu Süfya n'ın oğlu Muaviye'ye (Moawiyah), daha zorlu bir düşma na ka rşı Ali yürüdü. Thapsacus'un geçişinden itiba ren, Siffin 1 74 ovası Fıra t'ın batı kıyısına kad a r uza nıyordu. Bu geniş ve düz sahada, iki rakip yüz on gün süren umutsuz bir savaş yürüttü. Doksa n eylem ya da ça tışma sırasında Ali'nin kaybının yirmi beş, Muaviye'nin kırk beş bin asker olduğu tahmin edi­ liyordu ve öldürülenlerin listesi Bedir'de Muhammed'in s a n ­ cağının altında savaşmış ola n yirmi beş ga zinin ismiyle onur­ la ndırıldı. Bu kana bula nmış eylemler sırasında yasal halife, insa nlığın üstün bir ka rakterini sergilemişti. Birlikleri, düşma­ nın ilk taa rruzunu beklemek, kaç a n ka rdeşlerini yakala mak ve ölülerin bedenlerine ve kadın esirlerin iffetine saygı duymakta n kesinlikle keyif aldı. Cömertçe Müslüma nların ka nını tek bir savaşla kurta rmayı önerdi a ma korkak rakibi bu mücadeleyi kaçınılma z bir ölüm cezası ola rak reddetti. Suriyelilerin s a fla rı, boynuzlu bir a ta oturtulmuş bir kahra ma nın gadriyle kırılmış ve göz alıcı ve iki ucu keskin kılıcını karşı konulma z bir güçle kulla nmıştı. Bir isya ncıyı öldürdüğünde, Allahu Ekber! "Ta nrı büyüktür!" diye bağırmış ve gece savaşı sonucunda, o mua zza m ünlemin dört yüz ka tını tekra rladığı duyulmuştu. Şa m prensi zaten kaçışını önceden pla n,la mıştı a ncak za fer, birliklerinin itaa tsizliği ve coşkusuyla Ali'yi yakala mıştı. Vicda nla rı, Mu­ aviye'nin en öndeki mızrakla rına takıla n Kur'a n sayfala rıyla 1 74. Sıffın ovası, D'Anville (l'Euphrate et le llgre, s.29) tarafından Campus Barbaricus of Procopius olarak belirlenmiştir.

il i

raha tsız edildi; Ali uta nç verici bir a teşkes ve sinsi bir uzlaşma sağla mak zorunda kaldı. Kufe'ye üzüntü ve öfke ile geri çekil­ di; birlikleri cesa retini kırdı; İra n'ın, Yemen'in ve Mısır'ın uzak eyaletleri kurna z rakibi tarafında n bastırıldı veya başta n çıka­ rıldı ve ulusun üç şefine yönelik ola n fa na tizmin felci, yalnızca Muha mmed'in kuzeni için ölümcül oldu. Mekke tapınağında, üç Cha regite ya da müridi kilise ve devletin raha tsızlıkla rında n bahsetti, kısa süre sonra, Ali'nin, Muaviye'nin ve a rkadaşı Am­ rou'nun ölümlerinin dinin ba rışını ve birliğini geri getireceğini kabul ettiler. Suikastçıla rın her biri kurba nını seçti, ha nçerini zehirledi, haya tını adadı ve gizlice eylemlerini gerçekleştirdi. Ka ra rla rı aynı derecede umutsuzdu a ma ilk önce Amrou'yu ya nlış bir kişiyle ka rıştırdı ve koltuğunu işgal eden ya rdımcı­ sını bıçakladı; Şa m prensi ikincisi tarafında n tehlikeli bir şekil­ de ya rala ndı; Kufe ca misindeki yasal halife üçüncünün elinden ölümcül bir yara aldı. Bu olayla rın sonucunda altmış üç yaşında vefa t etti ve çocukla rına merha met etmelerini ve ka tilini tek bir ha mlede öldürmelerini tavsiye etti. Ali'nin 175 meza rı, Ümmiye kabilesinden gizlendi . 1 76 Ama hicretin dördüncü yılında, Kufe kalıntıla rının yakınında bir meza r, bir tapınak, bir şehir orta­ ya çıktı. 1 77 Binlerce Şii, Ta nrı'nın za ferinin eteklerindeki kutsal bir toprakta yer tutmuştur; çöl, Mekke'nin haccında n daha a z değerli olmaya n bağlılıkla rına saygı duya n Perslerin sayısız ve yıllık ziya retleri ile ca nla nmıştır.

1 75. Ilımlı bir Sünni olan Abulfeda, Ali' nin cenaze töreni ile ilgili farklı görüşleri ilişkilendirir ancak "hodie fama numeroque religiose frequentantium celebratum, " Kufe'deki mezarını beni mser. Bu sayı Niebuhr tarafından yılda 2000 ölü ve 5000 canlı olarak hesaplanmakcadır (c. il,

s.

208, 209) .

1 76. Adhad el Dowlat'can (MS 977, D'Herbelot, s. 5 8 , 59, 95) Nadir Shah'a (MS 1 743, Hist. De

Nadir Shah, c. i l , s. 1 5 5) kadar tüm Pers tiranları Ali'nin türbesini halkın ganimeti ile zenginleşti rdi . Kubbesi bakırdır, parlak ve dev bir yaldız gibi güneş vurduğunda bir mil uzaktan seçilir.

1 77. Kufe harabelerinden beş veya altı mil ve Bağdatın yüz yirmi mil güneyinde bulunan Meshed Ali şehrinin büyüklüğü ve yerleşimin Kudüs gibidir. Daha büyük ve daha kalabalı k olan Meshed Hosein otuz mil uzaklıktadır.

ll2

MUAVİYE DÖN EMİ (65 5 VEYA 66 1 -680)

Muha mmed'in zulmü çocukla rının mirasını gasp etti v e put­ perestliğin liderleri dininin ve impa ra torluğunun en büyük baş­ ka nla rı oldu. Ebu Süfya n'ın muhalefeti sert ve ina tçı olmuştu; dine girişi gecikmeli ve isteksizdi; yeni inancı gereklilik ve ilgi ile güçlendirildi; hizmet etti, savaştı, belki de ina ndı ve cehalet za­ ma nının günahla rı, Ümmiye a ilesinin son dönem eserleri ta ra­ fında n yok edildi. Ebu Süfya n'ın ve zalim Hind'in oğlu Muaviye, ilk gençliğinde, peyga mberin ya rdımcısı veya unva nı ile onurla n­ dırıldı: Ömer'in kara rıyla onu Suriye hükümetine hükmetti ve o önemli eyaleti, alt veya üst rütbeli ola rak, kırk yılın üzerinde yö­ netti. Cesa ret ve serbest şöhretinden va zgeçmeden insa nlığın ve ılımlılığın itiba rını etkiledi, ya rdımseverliğine minnetta r insa nla r bağla ndı; muza ffer Müslüma nla r Kıbrıs ve Rodos ganimetleriyle zenginleştirildi. Osma n suikastçıla rını takip etmenin kutsal gö­ revi, hırsının baha nesiydi. Şehidin ka nlı gömleği Şa m ca misinde ortaya çıktı: Emir ya ralı akrabasının kaderini kınadı; altmış bin Suriyeli sadaka t ve intika m yemini ile hizmetine girdi. Kendi or­ dusu ola n Mısır'ın fa tihi AJI?;rou, yeni hükümda rı sela mlaya n ve tehlikeli sırrı açıklaya n ilk kişiydi, Arap halifelerinin peyga mberin kentinden başka bir yerde de ata nabileceğini söyledi. 1 78 Muaviye, rakibinin cesa retinden ürktü ve Ali'nin ölümünden sonra, zihni dünya hükümetinin üstünde ya da altında ola n oğlu Hasa n'ın çe1 78. Bu vesileyle, Tacirus'un güçlü duygusunu v e ifadesini ödünç alıyorum (Hist. ] , 4): "Evulgaıo imperii arcano posse imperatorem alibi quam Romz fi.eri."

113

kilmesini müzakere etti, Kufe sa rayından büyükbabasının mezarı yakınındaki müteva zı bir hücreye geçerek sabırla inzivaya çekildi. Halifenin istekleri nihayet bir seçmeli dersin kalıtsal bir krallığa dönüşmesi ile taçla ndırıldı. Bazı özgürlük ya da fa na tizm söylen­ tileri Arapla rın isteksizliğini onayladı ve dört Medine va ta ndaşı sadakat yeminini reddetti; ama Muaviye'nin pla nla rı ca nlılık ve konuma odaklıydı ve oğlu, zayıf ve hova rda genç Yezid, Ta nrı'nın elçisinin sadık ve halefi komuta nı ola rak ila n edildi.

II4

HÜ S EYİN'İN ÖLÜMÜ ( 1 0 EKİM 680)

Ta nıdık bir hikaye, Ali'nin oğulla rından birinin iyiliği ile ilgi­ lidir. Masada hizmet ederken, bir köle ya nlışlıkla efendisine bir tabak haşlama suyu bırakmıştı, duygusuz sefil secde etti, cezasını reddetti ve Kur'a n'ın bir ayetini tekra rladı: "Cennet, öfkelerini yö­ netenler içindir." "Kızmıyorum." 'Ve suçla rı a ffedenler için." "Ben suçunu a ffediyorum." "Ve kötülüğe iyilikle dönenler için." "Sana özgürlüğünü ve dört yüz gümüşü veriyorum." Eşit bir dinda rlık­ la, Hasa n'ın küçük ka rdeşi Hüseyin, babasının ruhunu miras aldı ve Consta ntinople kuşa tmasında Hristiya nlara ka rşı şerefle hiz­ met etti. Haşim çizgisinin ve elçinin torununun kutsal ka rakteri, kendi merkezinde yoğunlaşmıştı ve menfaa tlerini hor gördüğü ve unva nını asla kabul etmediği Şa m'ın tira nı Yezid'e ka rşı iddiasını sorgula ma özgürlüğüne sahipti. Kufe'den Medine'ye, davasına bağlılığını savuna n ve Fırat'ın kıyısında görünmesi gerektiği ka­ dar kılıçla rını çekmeye istekli ola n yüz kırk bin Müslüma nın lis­ tesi gizlice iletildi. En akıllı a rkadaşla rının tavsiyesine rağmen, te­ baasına ve a ilesine sadaka tsiz -.insanlara güvenmeye ka ra r verdi. Kadın ve çocukla rın zahmetli bir şekilde geri çekilmesiyle Arabis­ ta n çölünü turladı a ma Irak sınırla rına yaklaşırken ülkenin yal­ nız ya da düşma n yüzü yüzünden endişe duydu ve birliklerinin kaçması ya da mahvolmasında n şüphelendi. Korkula rı yersiz de­ ğildi, Kufe Valisi Übeydullah, bir ayakla nmanın ilk kıvılcımla rı­ nı söndürmüştü; Kerbela Ovası'ndaki Hüseyin, şehir ve nehir ile iletişimini kesen beş bin süva rilik bir ordu tarafında n kuşatıldı. Yine de çölde, Cresa r ve Chosroes'un gücüne meyda n okuya n ve 1 15

savunmasında on bin savaşçıyı silahla ndıracak Ta i kabilesinin sa­ daka tine güvenen bir kaleye kaçmış olabilirdi. Düşma n şefi ile yaptığı bir görüşmede, üç şerefli koşul seçeneği önerdi: Medine'ye dönmesine izin verilmeli veya Türklere karşı bir sınır ga rnizonuna yerleştirilmeli ya da Yezid'in huzuruna güvenli bir şekilde çıka rılmalıydı. Ancak halifenin ya da komuta nın emir­ leri sert ve mutlaktı ve Hüseyin, ina na nla rın komuta nına esir ve suçlu ola rak boyun eğmesi ya da isya nının sonuçla rını beklemesi gerektiği konusunda bilgilendirildi. "Sence beni ölümle korkutabi­ leceğini mi sa nıyorsun?" diye sordu. Ve bir gecenin kısa solukla n­ ması sırasında, kaderine sakin ve ciddi bir edayla ha zırla ndı. Evi­ nin yaklaşan ha rabesini inceleyen kız ka rdeşi Fatima'nın ağıtla rını kontrol etti. "Güvenimiz," dedi Hüseyin, "sadece Ta nrı'yadır. Hem gökte hem de yeryüzünde ola n her şey mahvolmalı ve ya ra tıcıları­ na geri dönmelidir. Ka rdeşim, babam, annem benden daha iyiydi ve her Müslüma n peyga mberinden örnek almalıdır." Arkadaşla­ rına, za ma nında bir kaçışla güvenliklerine kavuşmaları için baskı yaptı, oybirliğiyle çölde kalmayı veya sevgili efendilerinden sonra hayatta kalmayı reddettiler ve cesa retleri ateşli bir dua ve cennet güvencesi ile güçlendirildi. Ölümcül günün sabahı, kılıcı bir elinde, diğerinde Kur'a n'la at sırtında durdu. Cömert şehit ordusu sadece otuz iki a tlı ve kırk yayadan oluşuyordu ama ya nla rı ve arkala rı, Arapla rın uygula masına göre, çadır halatla rı ve yakıla n çalı çır­ pıla rla doldurdukla rı derin hendeklerle güvence altına alınmıştı. Düşma n isteksizce ilerledi ve şeflerinden biri, kaçınılma z ölümün ortaklığını talep etmek için otuz takipçisi ile ayrıldı. Her yakın başla ngıçta veya tek savaşta, Fa timilerin umutsuzluğu yenilmezdi fakat etra fla rını çevreleyen kalabalık onla rı bir ok bulutuyla uzak­ laştırdı ve atlar ve erkekler art a rda katledildi; na ma z saa deri için her iki tarafta ateşkes ila n edildi ve Hüseyin'in son yoldaşla rının ölümüyle savaş sona erdi. Yalnız, yorgun ve ya ralı ola rak, çadırının 116

kapısına oturdu. Ağzına bir da mla su verildiği sırada bir okla vu­ ruldu; iki güzel genç oğlu ve yeğeni kolla rında öldürüldü. Ellerini cennete kaldırdı, ka n doluydu ve yaşaya nlar ve ölüler için cena ze na mazı kıldı. Kız ka rdeşi çadırdan ça resizlikle çıka rılırken, Kufe­ lilerin generali, Hüseyin'in gözlerinin önünde öldürülmesinden acı çekmeyeceğini beya n etti. Saygıdeğer sakalında n bir da mla gözyaşı aktı ve en cesur askerleri, ölmekte ola n kahra ma n kendilerini a ra­ la rına ata rken her yöne devrildi. Sadaka tsizlikle halkı tarafında n mahrum bırakılmış bir isim ola n acımasız Shamer, korkaklıklarına kızdı ve Muha mmed'in torunu otuz üç mızrak ve kılıç da rbesiyle öldürüldü. Bedenini ezdikten sonra, başını Kufe Kalesi'ne taşıdıla r ve insa nlık dışı Übeydullah elindeki bastonla onun ağzına vurdu: "Ne ya zık ki," diye bağırdı yaşlı bir Müslüman, ''bu dudakla rda Ta nrı'nın elçisinin dudaklarını gördüm!" Uzak bir çağ ve iklimde, Hüseyin'in ölümünün trajik sahnesi en soğukkanlı okuyucunun sempa tisini uya ndıracak kada r dra ma tikti. 179 Şehitliğinin yıllık ola rak anıldığı dönemde, dindar ola n Pers gezginleri hac ziyaretle­ rini gerçekleştirmek, ruhlarındaki üzüntü ve öfkelerini dindirmek için onun meza rını ziya ret etti. 180

1 79. Ockley'nin ilginç anlatımını (c. i l , s. 1 70-23 1 ) kısalttım. Uzun ve önemsizdir ama neredeyse her zaman küçük koşulların acıklı deraylarından oluşur. 1 80. Danimarkalı Niebuhr ( Voyages en Arabie, vd. , c. i l , s. 208 vd.) belki de Meshed Ali ve Meshed Hosein'i ziyaret etmeye cesaret eden tek Avrupalı gezgindir. iki mezar, Pers sapkınlığın bağlılığını ıo­ lere eden ve vergilendiren Türklerin elindedir. Hüseyin'in ölüm anması, sıklıkla övgüde bulunduğum bir gezgin olan Sör John Chardin tarafından açıkça tanımlanmıştır.

II7

MUHAMMED VE ALİ'N İ N N E S İ LLE Rİ

Ali'nin kız ka rdeşleri ve çocukla rı Şam tahtının önüne zincirle­ re vurulmuş bir halde getirildiğinde, halifeye uzlaşma beklentisinin ötesinde incittiği önde gelen ve hasım bir ırkın düşma nlığını orta­ dan kaldırması tavsiye edildi. Faka t Yezid ya rgılama kurulla rını tercih etti; acılı aile Medine'deki akrabala rıyla gözyaşları içinde buluşsun diye kovuldu. Şehitliğin görkemi, ekberiyet hakkının ye­ rini aldı ve Pers ina ncının on iki ima mı 1 8 1 veya din alimi Ali, Hasan, Hüseyin ve dokuzuncu nesil Hüseyin'in torunları oldu. Silahla r, ha zineler ya da tebaalar olmadan, art arda halkın intika mını al­ dıla r ve hükümdar halifelerin kıska nçlığını kışkırttılar; meza rla rı, Mekke veya Medine'de, Fıra t kıyıla rında veya Horasa n (Chora­ san) eyaletinde, mezheplerinin özverisi ile hala ziya ret edilmekte­ dir. İsimleri genellikle ayakla nma ve iç savaşla rla anılmıştı ama bu kraliyet azizleri dünya nın ihtişa mını hor görmüşlerdi, Ta nrı'nın iradesine ve insa n adaletsizliğine ma ruz kaldıla r, masum haya tla­ rını din a raştırmala rına ve uygula mala rına adadılar. Mahadi veya

Rehber unva nı ile göze çarpan ima mla rın on ikinci ve sonuncusu, seleflerinin yalnızlığını ve kutsallığını aştı. Bağda t yakınlarındaki bir mağa rada kendini gizledi, ölümünün zamanı ve yeri bilinmi­ yor ve müritleri hala yaşıdığına ina nıyor ve Dejal'in (Antichrist) zulmünü devirmek için kıya met gününden önce ortaya çıkacağına ina nılıyor. 1 82 İki ya da üç yüzyılın sonunda, Muha mmed amcası 1 8 1 . D'Herbeloı'nun, Bibliotheque'deki imam konusuna dair kapsamlı makalesi silsileyi gösıerecek­ dr; on ikisinin yaşamları kendi isimleri altında verilmiştir. 1 82. Deccafin (Anrichrist) adı gülünç görünebilir ancak Müslümanlar her dinin masallarını serbestçe

118

Abbas'ın gelecek kuşakla rı otuz üç bin sayısına ulaşmıştı. 183 Ali ırkı aynı derecede verimli olabilirdi, en ortalama birey prenslerin ilk ve en büyüklerinin üzerindeydi ve en seçkinlerin meleklerin ku­ sursuzluğunu mükemmelleştirmeleri gerekiyordu. Ancak olumsuz servetleri ve Müslüma n impa ra torluğunun geniş kapsa mı, kutsal tohumla yakınlık iddia eden her cesur ve uhrevi dokunuş için geniş bir ala na izin verdi: İspanya ve Afrika'daki Muvahhid (Almohades) asası, Mısır ve Suriye'deki Fa timiler, 1 84 Yemen sultanları ve Pers sofisi 185 bu belirsiz başlık ta ra fında n kutsa nmıştır. Salta natları al­ tında doğumlarının meşruiyetine itira z etmek tehlikeli olabilirdi ve Fa timi halifelerinden biri, palasını çekerek belirsiz bir soruyu susturmuştu: "Bu," dedi Moez, "soyağacım ve bunlar," askerlerine bir avuç altın dökerek "ve bunla r benim akrabala rım ve çocuk­ la rım." Prenslerin, doktorla rın, soylula rın veya tücca rla rın veya dilencilerin çeşitli koşullarda, Muha mmed ve Ali'nin gerçek veya hayali torunla rının sayısı, şeyhlerin, şeriflerin veya emirlerin tasdi­ kiyle onurla ndırıldı. Osma nlı İmparatorluğu'nda yeşil bir türban ile ayırt edilirlerdi, ha zineden destek alırla rdı, sadece şeyhleri ta­ rafından ya rgıla nırla rdı ve yine de, servet ya da ka rakter ola rak görünsün, soyla rının gururlu üstünlüğünü savunurlardı. Halife Hasa n'ın saf ve muha fa zaka r kolu ola n üç yüz kişilik bir a ile, kutödünç aldılar {Sale, Preliminary Discourse, s. 80, 82). İsfahan'ın kraliyet ah ırında, biri Mahadi'nin ken­ disi, diğeri teğmen, Meryem oğlu İsa için her zaman eyerlenmişri. 1 83 . Hicret'in 200. yılında (MS 8 1 5) . Bkz. D' Herbelot, s. 1 46. 1 84 . D' Herbelot, s. 342. Fatimilerin u '4manları onları Yahudi kökenli olarak itham eıci. Yine de soyağaçlarını altıncı İmam olan Jaafar'dan kesin olarak çıkardılar ve tarafsız Abulfeda (AnnaL Moslem. s.

230) soylarını birçok kiıiye dayandırır; "qui absque controversia gen uini sunt Alidarum, homines

propaginum suz gentis exacte callentes." Ünlü Şerifveya Rahdi'den alıntı yapar; " Egone humilitatem i nduam in terris hosrium? {onun Edrissite of Sicily olduğundan ıüpheleniyorum) cum in JEgypto sit Chalifa de gente Alii, quocum ego communem habeo patrem et vindicem." 1 8 5. Geçen yüzyılda İran kralları, 14. yüzyı lın imamlarından olan Şeyh Sefi'den ve onun aracılı­ ğıyla Ali'nin oğlu Hüseyin oğlu Musa El-Kasım'dan (Moussa Cassem) geliyorlardı (Olearius, s. 957. Chardin, c. III, s. 288). Ama ara dereceleri gerçek ya da muhteıem bir soyağacında izleyemiyorum. Gerçekten Fatimiler olsaydı, kökenlerini, altıncı yüzyılda hüküm süren Mazenderan prenslerinden alabilirlerdi (D'Hcrbelot, s.96).

1 19

sal Mekke ve Medine şehirlerinde leke veya şüphe olmada n ko­ runmaya deva m etmektedir ve on iki asırlık devrimlerden sonra tapınağın velayetini ve kendi ülkelerinin egemenliğini korumakta­ dır. Muha mmed'in şöhreti ve liyakati bir ava m ırkını etkileyecek ve Kureyş'in eski ka nı, dünya kralla rının son ihtişa mını aşacaktı. 1 86

1 86. Muhammed ve Ali ailesinin mevcut durumu en doğru şekilde Demetrius Cancemir (Hist. ofthe Othman Empire, s. 94) ve Niebuhr (Description de tArabie, s. 9- 1 6 , 3 1 7 vd.) tarafından canımlanmış­ cır Danimarkalı gezgin, Arabiscan'ın kroniklerini sacın alamadığı çok üzülüyor.

120

MUHAMME D'İN BAŞARI S I

Muha mmed'in yetenekleri bizim na za rımızda takdir edilmiş­ tir a ma başa rısı belki de hayra nlığımızı çok daha fa zla çekmiştir. Çok sayıda proselitin doktrini ve etkili bir fa na tizmin tutkularını kucakla ması gerektiğine şaşırdık mı? Kilisenin Hristiya n dinine aykırı düşüncelerinden, hava riler döneminden reformcula rınkine kada r aynı başta n çıka rma denendi ve tekra rla ndı. Özel bir va tan­ daşın kılıcı ve asayı kavra ması, anava ta nını bastırması ve muza f­ fer kolla rıyla bir mona rşi kurması ina nılma z görünüyor muydu? Doğu haneda nla rının ha reketli resminde yüz şa nslı tefeci, daha temel bir kökene daya nmış, daha zorlu engelleri aşmış ve daha ge­ niş bir impara torluk ve fetih ala nını doldurmuştur. Muha mmed'e hem vaa z etmesi hem de savaşması talimatı verildi ve bu ka rşıt niteliklerin birleşmesi, liyaka tini artırırken başa rısına da ka tkıda bulundu. Kuvvet ve ikna, coşku ve korku operasyonu, her ba riyer ka rşı konulma z güçlerine ulaşa na kada r sürekli ola rak birbirlerine etki etti. Sesi Arapla rı özgürlüğe ve za fere, kollara ve yağmaya, bu dünyada ve diğerlerinde sevecen tutkula rının hoşgörüsüne davet etti, dayattığı kısıtla mala r peyga mberin otoritesini oluşturmak ve halkın itaa tini uygula mak için gerekliydi ve başa rısına ka rşı tek itira z, Ta nrı'nın birliği ve ıı'ıükemmeliyetlerine rasyonel ina ncıydı. Merakımızı hak eden, yayılımı değil, dininin kalıcılığıydı. Mekke ve Medine' de ka za ndığı aynı saf ve mükemmel izlenim, on iki yüz­ yıllık devrimlerden sonra, Hint, Afrika ve Türk Kur'a n proselitle­ ri tarafında n korundu. Hristiya n hava riler, Aziz Peter veya Aziz Pa ul, Va tika n'a dönebilirse, muhtemelen o muhteşem tapınakta bu gizemli ayinlerle tapılan İlah'ın adını sorabilirler: Oxford veya 121

Cenevre' de daha az sürpriz yaşayacakla rdır ancak kilisenin ilmi­ haline göz atmak ve gelenekçi yorumcula rı kendi yazıları ve üsta t­ la rımn sözleri üzerinden incelemek hala onla rın görevi olabilirdi. Ancak ihtişam ve boyut artışıyla Türk Ayasofya'nın kubbesi, Me­ dine'de Muhammed'in elleriyle dikilmiş müteva zı tapınağı temsil ediyordu. Muhammediler, ina nç ve bağlılıkla rının nesnesini in­ sa nın duyuları ve hayal gücü ile bir düzeye indirmenin ca zibesine eşit ola rak daya nmışla rdı. "Ben bir Ta nrı'ya ina nıyorum ve Mu­ ha mmed Ta nrı'nın elçisidir " İsla m'ın basit ve değişmez kuralıdır. Teolojinin entelektüel imgesi hiçbir görünür put tarafından asla bozulma mıştır; peyga mberin onurları asla insa n erdemi ölçüsünü aşmamıştır ve onun yaşam kuralla rı müritlerinin minnetta rlığım akıl ve din sınırla rı içinde kısıtla mıştır. Ali'nin müritleri gerçekten de kahra ma nla rının, ka rısının ve çocukla rının anısını yad etmiştir ve ba zı Pers ileri gelenleri, ilahi özün ima mla rın şahsında enka r­ ne olduğunu iddia etmişlerdir faka t ba tıl ina nçla rı evrensel ola rak Sünniler tarafında n kına nmıştır ve günahları a zizlere ve şehitle­ re ibadete karşı uygun bir uya rı vermiştir. Ta nrı'mn nitelikleri ve insa n özgürlüğü ile ilgili meta fizik sorula r, hem Muha mmediler hem de Hristiya nla rın okulla rında ajite edilmiştir ama öncüleri arasında halkın tutkula rını hiç meşgul etmemişler ya da devletin huzurunu bozma mışla rdır. Bu önemli fa rkın nedeni, krallık ve dini ka rakterlerin ayrılmasında veya birleşmesinde de buluna­ bilirdi. Tüm dini yenilikleri bastırmak ve caydırmak, halifelerin, peygamberin haleflerinin ve sadıkla rın komuta nla rının becerisi­ ne bağlıydı, din ada mla rının düzeni, disiplini, dünyevi ve ma nevi tutkusu Müslüma nla r tarafında n bilinmemektedir ve hukukun bilgeleri vicda nla rını ve inançla rını rehber edin� rler. Atlantik'ten Ganj'a kada r, Kur'a n sadece teolojinin değil, hukuk ve ceza huku­ kunun da temel kodu ola rak kabul edilir ve insa nlığın eylemlerini ve mülkiyetini düzenleyen yasala r, Ta nrı'mn iradesinin ya nılma z

122

ve değişmez yaptırımı ile korunmaktadır. Bu dini kölelik bazı pra­ tik dezava ntajla rı doğurur; okuma ya zma bilmeyen yasa koyucu genellikle kendi önya rgıla rı ve ülkesinin önya rgıla rı tarafında n ya nlış yönlendirilmişti ve Arap çölünün kurumla rı İsfaha n ve Consta ntinople'un zenginliğine ve nüfusuna adapte olabilirdi. Bu vesilelerle, Cadhi kutsal cildi saygıyla ka fasına yerleştirir ve eşitlik ilkelerine, za ma nla rın ta rzına ve politikasına daha uygun ola n hü­ nerli bir yorumu değiştirir.

1 23

ÜLKE S İN E FAYDALARI

Halkın mutluluğu üzerindeki ya ra rlı ya da za ra rlı etkisi, Muha mmed ka rakterinin son değerlendirmesidir. Hristiya n ya da Yahudi düşma nla rının en acı ya da en bağna z ola nı, elbette, sadece kendilerinden daha az mükemmel ola n sağlıklı bir dokt­ rini aşıla mak için ya nlış bir va zife almasına izin verecektir. Di­ ninin temeli ola rak, önceki devrimlerin gerçeği ve kutsallığı, kurucula rının erdemleri ve mucizeleri dinda r bir şekilde va r­ sayılmıştır. Ara bista n'ın putla rı Ta nrı'nın tahtında n önce kırıl­ mış, insa n kurba nla rının ka nı na maz, oruç ve sadaka, övgüye değer ya da masum bağlılık sa na tla rıyla sona ermiş ve gelecek­ teki bir yaşa mın ödülleri ve cezala rı, cahil ve şehvetli bir halka en uygun görüntüler tarafında n resmedilmiştir. Muha mmed, belki de vata ndaşla rının kulla nımı için ahlaki ve politik bir sis­ temi dikte etmekten acizdi a ma sadıkla rın a rasında bir ya rdım ve dostluk ruhu getirdi, sosyal erdemlerin uygula masını önerdi, yasaları ve hükümleri, intika m susuzluğu ve dul ve yetimlerin baskısı ile kontrol edildi. Düşma n kabileler ina nç ve itaa tle bir­ leştirildi ve iç kavgala rda boş bir şekilde ha rca na n cesa ret, ya­ ba ncı bir düşma na ka rşı şiddetle yönlendirildi. Dürtü daha a z güçlü olsaydı, Arabista n kendi yurdunda özgür v e yurt dışında müthiş ola bilir, yerli peş peşe gelen hükümda rla rın altında ge­ lişebilirdi. Egemenliği, f�thin derecesi ve hızı nedeniyle kaybe­ dildi. Ulusun kolonileri Doğu ve Ba tı'ya dağılmıştı ve ka nla rı, dönüştürücülerinin ve esirlerinin ka nıyla ka rışmıştı. Üç hali­ fenin hükümda rlığında n sonra taht, Medine' den Şam vadisine ve Dicle kıyıla rına taşındı; kutsal şehirler imp a ra torluk savaşı 125

t a ra fında n işgal edildi; Ara bista n, belki de yaba ncı ola n bir öz­ nenin asası tarafında n yönetiliyordu ve egemenlik hayallerin­ den uya nan çölün bedevileri, eski ve yalnız bağımsızlıkla rına yeniden başladıla r. 1 87

1 87. Modern Universal History (c. l ve il) yazarları 850 büyük boy sayfada