Türk Mitolojisi II [2]
 9751601142, 9751607043

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

AT A T Ü R K K Ü L T Ü R , Dİ L VE T AR İ H Y Ü K S E K K U R U M U T Ü R K T A R İ H K U R U M U Y A Y I N L A R I VII. Dizi — Sa. 102°

TU RK MÎTOLOJÎSÎ ( K a y n a k l a r ı ve a çık la m a la rı ile d e stan lar)

I I . Ci l t

Prof. Dr. BAHAEDDİN ÖGEL

T Ü

R

K

T A R İ H

K

U

R

U

M

U

B

1995

A

S

I

M

E

V

İ

-

A

N K

A R

A

TÜRK

M İ T O L O J İ S İ II

ISBN 975-1 6-01 1 4-2 Tk. ISBN 9 75-16-0704-3

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ 1. BÖLÜM: TÜRK G E LEN EK LER İ İLE DESTANLARINDA OĞUZ DESTANI Oğuz Han'ın Doğuşu, s. 1. Türk Destanlarında Mitolojik Do­ ğumlar, s. 4. Doğuşunda, Oğuz Han'ın Yüzü ve Rengi, s. 6. Oğuz Han’ın Annesinin Memesini Alm ası, s. 8. Oğuz Han’ın Doğunca Konuşması s. 10. Oğuz Han’ın Çabuk Büyüm esi, s. 11. Tek Oğul ve Değerli Oğul, s. 13. Oğuz Han'ın Ad alm ası, s. 13. Doğar Doğ­ maz Yemek İsteme, s. 15. Tanrıdan B ir Ad İsteme, s. 15. Yiğitle­ rin Sem bolleri, s. 16. Oğuz Han’ın B ir Canavar Öldürm esi, s. 17. Oğuz Han’ın Ağzının Ateş Gibi Olması, s. 18. Oğuz Desta­ nında, “ Irm aklar ve A dalar” , s. 20. Oğuz Han’ ın İkinci Hatunu ve Yer Ruhu, s. 21. Oğuz Destanında Altın ve Gümüş Evler, s. 22. Oğuz Han’ın Vezirinin Büyük Rüyası, s. 23. Oğuz Destanın­ da Baba-Oğul Rekabeti, Türk H alk Edebiyatı, s. 24. Oğuz Des­ tanındaki “ Demir Ev” Hakkında, s. 26. Oğuz Destanındaki “ Buz Dağı” , 8. 30. E k le r : K a n lı k D a ğ ı ve Ü z e rin e S ö y le n m iş A ğ ıtlar, s. 3 3 . K az ıg u r t D a ğ ı, «. 3 5 . K u zey T ü r k le r in d e , D e d e K o r k u t 't a k i “ S a lu r K a z a n " , 8. 3 5 .

2. BÖLÜM: TOPKAPI SARAYI’NDAKİ “ OĞUZ DESTANI” PARÇASI, s. 37 (Dede Korkut ile K arşılaştırm a) Topkapı Sarayındaki Oğuz Destanından B ir Parça. Oğuz’a Alkış, s. 41. Osmanoğlu İçin Tanıtma s. 42. Osmanoğlu İçin Al­ kış, Dua, s. 4 3 .1. Ozanlar İçin A 'kış, s. 44. II. Salur-Kazan İçin Alkış, s. 45. III. K ara Küne Beg İçin Alkış, s. 46. IV. Alp-Onız Beg İçin Alkış, s. 47. V. Yağrınçı Oğlu Yazır Beg İçin, s. 48. VI. Bügdüz Emen Beg İçin, s. 48. VII. Adı Okunamayan B ir Alp İçin, 8. 48. V III. Basat Beg veya Urulmuş Han İçin, s. 49. IX . Beğ Beyrek İçin, s. 50. X. Kanlı Koca Oğlu Kan-Turalı Beg İçin, s. 51. XI. Deli Dumrul veya Tuğrul Sultan İçin, s. 51. XII Deli Dün­ dar Beğ İçin, s. 51. X III. Alp Rüstem İçin, 8. 52. XIV. Enğse Ko­ ca Oğlu Okçı Kozan (?) İçin, s. 53. XV. Salur Kazan Hakkında Eski Bir Destan Parçası, s. 53. E k le r : U z u n k ö p r ü O ğ u z -N âm e si H akk ın d a , a. 5 5 . R e şid e d d in 'i O ğuz D e lta n ı İle K a r ş ıla ş t ır m a , s. 56.

VI

İÇ İN D E K İL E R

3. BÖLÜM: A L P ER TONGA EFSA N ESİ, s. 57 (Türk M itolojisinin T an rıdağları Çevresi) Türklere İran Kültürlerinin G irişi,«. 57. T anrıdağları’ndaki Türkler ve Mitolojik Çevreleri, s. 58. Türkler ve İran Mitolo­ jisindeki “ Efrasyab” , s. 58. Yazılı “ Alp Er Tonga Destanı” Var mıydı? s. 59. “ Alp E r Tonga” , B ir Kişi Adı mı, Yoksa Ünvan mı?, s. 60. Türk ve İran Ülkelerinin Sınırları, s. 61. Türkler ve Batı Türkistan’ ın Eski ve Yeni Halkı, s. 62. Efrasyab ile Nuh Peygam­ b e r in Soy Kütükleri, S. 62. E k le r : T ü r k M ito lo jisin d e “ B a r s ” veya K ap la n , 8. 6 3 .

4. BÖLÜM: TEPEGÖ Z HAKKINDA, e. 65 Orta Asya'da ve A nadolu’da Tepegöz, s. 65. Tepegöz Hikâye­ sinin Bazı M otifleri, s. 66. Dede Korkut’taki “ Tepegöz” ve Bir Ortaasya Destanı, s. 68. Tepegöz İçin Diğer Örnekler, s. 69. 5. BÖLÜM : D ELİ DUMRUL HAKKINDA, s. 71 Deli Dumrul mu; Tuğrul Sultan mı? s. 71. 6. BÖLÜM: T Ü R K M İTOLOJİSİNDE “ K ELO Ğ LA N ” , s. 77 (En Eski Türk Kökenleri) Türklerde “ Kel” ve Kellik “ Anlayışı, s. 77. Kelliğin Çeşitle­ ri, s. 78. “ Daz, Kel A tlar” ve Diğer Hayvanlar, s. 79. İnsanların Kelliği, s. 80. Eski Ortaasya Tarihinde “ Kel ve Dazlak A talar” , s. 81. İslâmiyet ve Saç Kesme, s. 82. M itolojik Bazı Keloğlan M otifleri, s. 82 7. BÖLÜM : T Ü R K L E R D E H IZIR ANLAYIŞI, s. 89 (Gök S ak allı K oca’dan , İslamiyetteki H ızır’a) Türk Kocalan ile Hızır’ın Adı ve Tanıtmaları, s. 89. Eski Türk İlâhî K ocaları, s. 89. Türklerde H ızır’ın Atı, Giyimi ve Asfisı, s. 92. H ızır’ ın Medet ve Dilekte Yardım ları, s. 93. H ızır’ ın Yol­ daş ve Kılavuz Olması, s. 96. Çocuklara Ad Veren Türk K ocala­ rı ve Hızır, s. 96. H ızır’ın Ateşe ve Işığa Gelmesi, s. 99. 8. BÖLÜM : G EY İK VE T Ü R K L E R , s. 101. (Yeni notlar ve belgeler) Efsanelerde ve Türk H alk Edebiyatında Geyik, s. 101. Türk Gelenekleri ile D estanlarında Geyik, s. 102. Alageyik ve Bozgeyik Üzerine, s. 106. Derviş ve Şam anlarm Ervahı, Geyik, s. 108.

İÇ İN D E K İL E R

VII

9. BÖLÜM : KURT VE T Ü R K L E R , s. 111 (Yeni notlar ve belgeler) Türk Halk Edebiyatında ve Devlet Mitolojisinde Kurt, s. 111. Türk ve Moğol Mitolojisinde K urt, s. 111. Türk H alk Geleneğin­ de, Çingiz Han ve “ Gök K urt” , s. 113. Çingiz Han’ ın Diğer Türk Mitoloji Motifleriyle Görünüşü, s. 114. Türk Gelenekleri ile Des­ tanlarında Kurt, s. 115. Kurdun Adı H akkında, s. 117. Kutadgu Bilig’de Kurt ve “ Gök B ö rü ” , s. 119. Dede Korkut Kitabında “ K urt” İle İlgili Sözler, s. 122. D estanlardaki Mitolojik Köpek­ ler H akkında, s. 123. Manevî B ir Varhk O larak Kurt, s. 124. E k ­ le r : T ü r k le r d e T o tem izm K a y b o lm u ş tu , ». 126.

10. BÖLÜM: DOĞAN VE KARTAL, s. 127 Türk Gelenekleri ile Destanlarında Doğan, s. 127. K artal So­ yundan Gelen Türkler, s. 131. “ Tuğrul” veya “ Toğrıl” Kuşu Efs a n e s i , 8. 1 3 1 . E k le r : “ Ç ift B a ş lı K a r t a l” ve S o y la r ı, 9 . 132.

11. BÖLÜM: DON DEĞ İŞTİRM E, s. 133 Türk Gelenekleri ve D estanlarında Don Değiştirme, 8. 133. Don Değişmesi, “ E ş” ve “ Ervah” , s. 136. Adem Donu, İnsan Do­ nu, s. 137. İnsanın İnsan Donuna G irm esi, s. 139. Çeşitli Yeni N otlar ve Katkılar, s. 142. 12. BÖLÜM : GÖK VE T Ü R K L E R , s. 145 Göğü ve Yeri Yaratan Yüce Tanrı, s. 145. Türklere Göre Yer ile Gök Bölünmez B ir Bütün, s. 146. Türklerde Tanrı ile Gök; Birbirinin İçinde, s. 149. Göğün Yüceliği, s. 151. Göğün Rengi, s. 151. Gök Uzaydan Ayrı mıydı? s. 153. Gök Çıkrığı ve Felek, s. 155. Müslüman Türklere Göre Felek, s. 158. Türkler ve Son­ suz Feza, s. 160. Gök Kubbesi, Türklerin B ir Çadırı Gibi, s. 161. Göğün K atları, s. 162. Göğün K atları ve Devlet Anlayışı (Belge­ ler ve Okum alar), s. 163. Halı ve Kilim (Tahta ve Göğe Çıkma Törenlerinde), s. 166. Göğe D ua, s. 167. Göğün Yönleri ve Renk­ leri, s. 167. 13. BÖLÜM : GÖĞÜN D İREĞ İ, s. 169 Türklerde Göğün Direği, “ Ç adır D ireği” gibi, s. 169. Gök­ teki Varlıklar ve “ Göğün Direği” , s. 170. Dünya Kutup Yıldızı­ nın Çevresinde Dönüyor, s. 172. Göğün Direği ve Çift Başlı

VIII

İÇ İN D E K İL E R

K artallar, 8. 173. Ç adır Direkleri ve Göğün Direği, 8. 174. Ağaç­ lara Bez Bağlam a ve Bayrak Geleneği, s. 175. Türk Halk Des­ tanlarında Göğün Direği, 8. 175. Ortaasya Şehirlerinde Görülen “ Gök D irekleri” , s. 177 Anadolu ve Azerî Edebiyatında “ İl Da­ yağı” , s. 177. Gök D irekleri ve Çift Başlı K artallar, (Türk Halk D estanlarına Göre), 8. 178. Göğün Direği İle İlgili Diğer Anla­ yışlar, 8 . 180. E k le r : G ö ğ ü n D ire ğ i H a k k ın d a Yeni V e sik alar, 8 . 182 D e m ir K a z ık ve K u tu p Y ıld ız ı, 8. 182.

14. BÖLÜM : KUTUP Y ILD IZI, s. 183 P ir Sultan A bdal'da “ Kutup” Anlayışı, 8. 185. 15. BÖLÜM : GÜNEŞ, s. 187 Türk Gelenekleri ile Destanlarında Güneş,

8. 1 9 1 . E k ler: G ü­

neşle İlgili B azı Deyim ler H ak k ın d a, 8. 194. G ü n e; Soyundan Gelen H anlar, s. 194.

16. BÖLÜM : AY, s. 197 Ay’dan Türeyen Türk Soyları, s. 200. M ısır Türk Sultanlı­ ğında “ Ay-Atam” E fsanesi, s. 200. Çingiz Han’ ın Atasının “ Ay Işığı” ile Gebe Kalm ası, s. 201. Türk Gelenekleri ile Destanla­ rında “ Ay” , 8. 202. E k le r : Ay H a k k ın d a B a z ı B e lg e le r ve N o tlar, 8. 2 0 4 . 17. BÖLÜM: Y ILD IZ LA R , s. 205 B u rçlar Hakkında Notlar, s. 207. Küçük Ayı Burcu, s. 207. Büyük Ayı Burcu, s. 208. Terazi Burcu, s. 210. Ülker Burcu, s. 212. Zühre Yıldızı, S. 213. E k le r : S a b a h Y ıld ız la r ı Veya S a b a h la B ir lik te K a y b o la n Y ıld ız la r, 8. 215. G ö k te k i Y ıld ız la r ve B u r ç la r , 8. 216. B a z ı Y ıld ız la r ve İ n a n ışla r, s. 217.

18. BÖLÜM : SAMANYOLU, s. 219 Samanyolu: Ordu Yolu, s. 220. 19. BÖLÜM : SE R A P VE T Ü R K L E R , s. 223 20. BÖLÜM: EBEKUŞAĞI, s. 227 Altay Şamanlarına Göre Ebekuşağı,

s. 2 3 0 . E k l«r: Deyimler, İna­

nışlar ve E bekuşağı, s. 2 3 0 . Gök ile İlgili İn an ışL . Anlayışlar ve Deyim ler s. 231. Tanrı ve Tek Tanrı ile İlgili Yeni Belgeler, t. 2 3 4 .

lÇ IN D E K IL K lt

IX

21. BÖLÜM : DÜNYA, s. 237 Dünya “ Zamâne” ve Kahpe Felek, s. 238. Dünyanın Sahibi Türk Hakanı (Acuncı), s. 240. “ Acun” Maddi Dünya Anlamına, s. 240. 22. BÖLÜM: DÜNYANIN ŞE K L İ, s. 243 Dünya, Türk Devletleri Gibi, Dört Köşeli, 8. 243. Gök, Yer, Yeraltı Dünyası ve Ana Dünya, 8. 244. Dünya’nın Taş Kuşağı, 8. 245. Dünya’nm “ A lçak” ve “ Yüksek” Yanı Diye İkiye Bölün­ mesi, s. 246. Türk Başkenti, Dünya’mn Orta Yeri, s. 246. Dünya ve Devlet Düzeninde, “ Zaman Birim leri” , s. 247. Dünya, Yedi, Dokuz ve Oniki Bölge, s. 247. Dünya, Neyin Üzerinde Duruyor? 8. 248. E k le r : D ünya H a k k ın d a B a z ı N o tlar (En E sk i T ü r k A n layışı ile) s. 250. 23. BÖLÜM: DÜNYANIN GÖBEĞİ, s. 251 24. BÖLÜM: YER VE YERA LTI, s. 255 Yer İle Gök BirJikte Yaratıldı, 8. 257. Yeryüzü ve Yer K abu­ ğu, s. 258. Türkler ve “ Yerin Rengi” , s. 259. Yeraltı Dünyası, s. 262. Göğün K atları ve Yerin K atları, s. 264. Bazı Yer Ruhları, 8. 264. E k le r : Y er H a k k ın d a B a z ı B e lg e le r ve N o tlar, s. 2 6 5 . 25. BÖLÜM : TABİAT OLAYLARI VE T Ü R K L E R , s. 267 Bulutlar, Yağmurlar ve Kar, s. 267. Yıldırımlar, s. 273. Türk­ ler ve Yağmurlar, 8. 273. Türkler ve K ar Yağışları, 8. 275. E k le r : D eyim ler İn a n ışla r ve B u lu tla r (B e lg e le r ve N otlar) s. 2 7 6 . Y ağm u r ve K a r H a k ­ k ın d a N o tlar, s. 277.

26. BÖLÜM : YILD IRIM VE ŞİM ŞEK , s. 279 Yıldırımın Yeniden Göğe Çıkarılma Töreni, a. 284. Gök Gür­ lemesi ve Arslan Kükrem esi, s. 289. Yıldırım ve Şimşekle İlgili Türkçe Deyimler, 8. 292. E k le r : D eyim ler, İ n a n ış la r ve Y ıld ırım (B e lg e ­ le r ve N o tla r ), s. 2 9 5 . D e y im le r İn a n ış la r ve G ö k G ü r le m e le r i (B e lg e le r ve N ot­ la r ), s. 2 9 6 .

27. BÖLÜM. RÜZGÂRLAR VE T Ü R K L E R , s, 299 Rüzgârı, Tek ve Yüce Tanrı’nın Estirm esi, s. 303. Yönlere Göre, İyi ve Kötü Rüzgârlar, s. 304. R üzgârlar ve Çeşitleri, s. 307. E k le r : İn a n ışla r, D e y im le r ve R ü z g i r l a r ( B e lg e le r ve N o tla r ), •. 310.

X

İÇ İN D E K İI-E R

28. BÖLÜM: SU VE SU LA R (Türk Gelenekleri ile D estan ların da), s. 315 A karsular, s. 315. Arı ve İyi Sular, s. 316. Su İçme, s. 316. Irm aklar, e. 317i “ Su ” Sözü ve Su A nlayışları, s. 317. “ Su ” Eski Manası ve Anlayışları, s. 318. Göktürklerde “ Su ve S u lar” , s. 321. Kanın, Su Gibi A km ası, s.324. Türklerin En Eski Su Kültü ve Anadolu, s. 326. Türklerin Din ve İnanışlarında Su ve Sular, s. 327. “ S u ” İle İlgili Eski Türk A tasözleri, s. 331. Kutadgu Bilig’e Göre Su ve Sular, s. 333. Dede Korkut’ta Su ve Sular, s. 342. 29. BÖLÜM: KUTLU VE MUKADDES PINARLAR İLE KAYNAKLAR, s. 357 Su Kaynakları ve Yeraltı Ruhları, s. 357. Kutlu Pın arlar ve Kaynaklar, s. 358. Oğuzların “ P ın ar” Deyişleri, 8. 360. Toroslarda Ünlü Yayla Pın arları, s. 361. “ B u lak” , Pınar ve Kaynak, s. 363 30. BÖLÜM : BÜ YÜ K T Ü R K İLLER İN İN -U LU IRM A K LA RI, s. 367 I. Göktürk Çağı Irm akları, s. 367. II. Ulu Türk Irm akları (11. yüzyılda), s. 370. III. Kutadgu Bilig’de “ Ulu Irm ak” A nla­ yışı, s. 375. IV. Dede Korkut’ta Çaylar ve Irm aklar” , s. 377. 31. BÖLÜM : DÜNYANIN ULU IRM AĞI, s. 381 (Türk ve Dünya Kozmogonisinde) Türklerde, “ Irm ak Hanları” , s. 383. Destanlarda Ulu Irm ak­ lar, s. 384. Türklerin Çay ve Irm aklar H akkındaki Bazı Bilgile­ ri, s. 388. 32. BÖLÜM : T Ü R K M İTO LOJİSİNDE DENİZ VE OKYANUS, s. 395 II. Yüzyılda Söylenmiş Deniz Hakkındaki Sözler ve Düşün­ celer, s. 395. Kutadgu Bilig’de Deniz ve Denizle İlgili İnanışlar, s. 396. Dede Korkut’ta Deniz ve Denizle İlgili Anlayışlar, s. 399. Türk D estanlarında Büyük Denizler, s. 401. Diğer Motifler, s. 402. Türklerde Ulu Deniz ve Okyanus Anlayışı, s. 404. 33. BÖLÜM : G Ö LLER VE SA ZLIK LA R, s. 407 Türk Düşünce ve İnanışlarında Göller, s. 407. H akanlık Un­ vanları ve Göller, s. 407. Türklerin “ Göl” Anlayışı, s. 408. Kaynaklardaki Başlıca Büyük Göller, s. 410. Göller Üzerine Ata­ sözleri, s. 411. Göller İçin Şiirler ve Duygular, s. 412. Savaş Ş ar­ kıları ve Göller, s. 413. Göller ile Ördekler ve Kazlar, 8. 414. Göller

İÇ İN D E K İL E R

XI

ve K azlar, s. 415. Göller ve Ördekler, 8. 416. Sazlıklar ve Batak­ lıklar, s. 418. Kamış ve Kam ışlık, s. 421. 34. BÖLÜM: DAĞLAR, s. 423 (Türk Düşünce ve Geleneğinde) Kutlu Dağlar ve Düşünceler (Kutadgu Bilig ve Kaşgarlı Mahm ud’a Göre) s. 425. X I. Yüzyıl Türk Halk Atasözlerinde Dağlar, 8. 428. Dağların Kutlu Özellikleri, s. 430. K af Dağı ve Türklerin “ Demir Dağ” ı, 8. 437. Dağlarla Konuşma, Öğme ve Medet Di­ lenme, 8. 438. Dede Korkut Kitabında Kişileşen Kutlulaşan “ Gök­ çe D ağlar” , s. 441. Dede Korkut’ta D ağlar İçin Söylenen Tanıtmalar, s. 442. D ağlara Dua, Beddua ve Yemin, s. 449. De­ de Korkut’ta Ala ve K ara Dağlara Kişilik Verme, 8. 451. Dede Korkut’ta K ara Dağlar: Yaylalar ve İl Yaylama, s. 453. Dede Kor­ kut’ta Ordu ve Savaşta Ala ve K ara Dağlar, s. 454. Ala ve K ara Dağlarda Sancak, Otağ, Asker ve Talim, 8. 455. Dağlar Üzerine Destanlardan Notlar, 8. 456. E k le r : A n a d o lu ’d a k i D a ğ la r ve İ n a n ış la r H a k k ın d a B a z ı N otlar, s. 4 5 8 . Dünyanın Ortadağı (Türk ve Dünya Koz­ mogonisinde), s. 459. Türklere Göre Dünya Dağı, s. 459. Kutlu Demir Dağlar, 8. 462. Dağların Kişileştirilmesi, s. 462. Kutlu Dağ­ larda Yapılan Törenler, s. 463. “ Yer Kuşağı” Olan Dağlar s. 464. 35. BÖLÜM: T Ü R K M İTOLO JİSİNDE AĞAÇ, s. 465 A ğaçlara Paçavra Bağlam a ve Bayrak, s. 472. Bazı Kutlu Ağaçlar, s. 472. Dünya Ağacı, s. 480. Gök A ğaçları, s. 482. Ana ve Ata Ağaç, s. 484. Ağaçların Renkleri ve Özellikleri, s. 487. Türklerde Ağaç ve Orman Kültü, s. 489. Dede Korkut’ta Ağaç, s. 490. Kutadgu Bilig’de Ağaç, s. 493. 36. BÖLÜM : T Ü R K M İTO LO JİSİNDE ATEŞ, s. 495 B ir Ateş Duası ve Yorumu, s. 497. Göktürklerde; “ Ateşi B u ­ lan Atfa” , s. 500. Yakut ve Altay Destanlarında Ateşin Keşfi, s. 501. Aile Ateşi, Müşterek Ateş, s. 502. Yemekleri “ Ateşte Pişiren” ve “ Çiğ Yiyen Türkler” , 8. 503. Evin Ocağı ve Aile Birliği, s. 503. Aile Ocağı, s. 508. Aile Ocağı ve “ Proto-Türk İnanışları” , s. 509. Gelinler ve Ocak, s. 511. “ Üç Ateş” ve “ Üç Ocak” , 8. 513. “ Aile Sofrası ve Ocak” , 8. 514. “ Doğum” ve Ateş Ruhları, s. 514. Ocak ve “Al K arısı” , 8. 515. Al Bayrak ve Ateşin Al Rengi, s. 516. “ Oca­ ğın Sahibi, 8. 516. Ateş Ruhunun “ Bayrağı” ve “ Atı” , s. 518. “ Ate­

İÇ İN D E K İL E R

şe Saygısızlık” ve “ Günâh” Anlayışı, s. 519. “ Oda Vurm ak” , “ Oda Yakmak” , “ Od Düşme” , s. 521. “ Oda Girme”, Gerdeğe Gir­ me, s. 521. Ateşle Temizleme, s. 522. Ölüleri Yakma Geleneği, s. 522. Ay, Güneş, Yıldız ve Ateş, s. 523. Çakmak ve Ateş, s. 524. Ateşli Göz; Ağız ve Don, s. 525. Törenlerde Ateş Yakma, s. 527. Ateş, Kurbanı Göğe mi Götürüyordu, s. 529. Ulu-Ateş (Uluğ-Ot) ve Normal Ateş, s. 530. 37. BÖLÜM: T Ü R K M İTOLOJİSİNDE VE DESTANLARINDA BAZI HAYVANLAR, s. 533 Türklerin İnanış ve Destanlarında “ Ayı” , s. 533. Türk Des­ tanlarında Balık, s. 534. Bars, Yolbars, Tonga ve Kaplan, s. 535. Türk Mitolojisinde Boğa ve İnek, s. 536. Türk D estanlarında, Mitolojisinde ve İnanışlarında “ Deve” s. 538. “ Domuz” , Türk Geleneklerinde Kötü B ir Ruh, s. 541. “ Eşek” , Türklerce Hoş Gö­ rülmüyor, s. 541. Fil ve Türkler, s. 542. “ K ediler” Türk Destan­ larında Görülmüyor, s. 543. Türk Mitolojisinde ve Destanlarında, “ Koyun” ile “ Koç” , s. 544. Türk Destanlarında Sıçan (Sıçgan) veya Fare, s. 545. 38. BÖLÜM: T Ü R K M İTO LOJİSİNDE VE DESTANLARDA KU ŞLA R, s. 547 Dış Kültürlerden Gelen Bazı Kuş Motifleri ve Benzeşmele­ ri, s. 547. Mitolojik Bazı Kuş Motifleri, s. 548. Güvercin ve Türk­ ler, s. 550. Göçebe K azlar ve Türk D estanları, s. 551. Kuğu ve Türkler, 8. 552. Kutlu Leylek ve Türkler, s. 553. Serçeler ve Kü­ çük Kuşlar, s. 553. Turnalar, s. 553. Bıldırcın ve Ağaçkakan Hak­ kında Yeni Notlar, s. 554. Kuş Donuna Girme, s. 554. 39. BÖLÜM: T Ü R K M İTO LO JİSİNDE D EV LER VE EJD E R H A L A R , s. 561 (Proto-Türk Tiplerinden A nadolu’ya) Türk Kavimlerinde ve Mitolojisinde “ Devler” , 8. 561. Türk İnanışlarındaki Devlerin Özellikleri, s. 564. E k le r : T ü r k D e sta n la ­ r ın d a D e v le r ve D ev T ip le r i H a k k ın d a N o tlar, s. 5 6 5 . Türk Kavimlerinde ve Mitolojisinde Ejderhalar, s. 566. Türkçe Deyimlerde E jder­ ha, s. 566. Altay ve Kuzey Türk Destanlarında Ejderha, s. 568. 40. BÖLÜM: RÜYÂLAR VE T Ü R K M İTOLOJİSİ, s. 571 Göktürklerde Rüyâ ve Rüyâ Yorumu, s. 571. Dede Korkut’ ta Rüyâ ve Rüyâ Yorumları, s. 573. Kutadgu Bilig’de Rüyâ Yo­ rum u, s. 576. Türk Destanlarında Bazı “ Rüyâ” Tipleri, s. 577.

İÇ İN D E K İL E R

X III

41. BÖLÜM: T Ü R K M İTOLOJİSİNDE BAZI M O TİFLER, s. 583 Türklerin K ader Anlayışı, s. 583. Türk Mitolojisinde Kan, s. 584. Kazan ve Türk Mitolojisi, 8. 585. Türk Destanlarında “ Ta­ rak” , s. 585. Türk Mitolojisinde “ Uyku” , s. 586. Türk Mitoloji­ sinde ve Yiğitlik Destanlarında Ölüp-Dirilme, s. 586. KISALTM ALAR, s. 589 BİBLİYOGRAFYA, s. 591 G E N EL DİZİN, s. 597

Ö N SÖ Z Türk Mitolojisi fldlı eserim izin birinci cildi 1971 de yayınlanmıştı. Türk mitolojisinin m otiflerini içinde toplayacak olan ikinci cild için ise, geniş bir metin taram ası yapm ak gerekiyordu. Bunun için ikinci cildin hazırlanm ası gecikmiştir. 1. Kitabım ızın birinci cildinde daha çok eski Türk efsaneleri ile destanla­ rının, metin halinde tercümeleri ile değerlendirme ve karşılaştırılmalarına ağır­ lık verilmişti. Bütün vesikalar, bir araya getirilmek istenmişti, ikinci cildimizde de bu metinlere, yeni katkılar yapılmıştır. 2. Birinci cildimizde sunulan metinler, daha çok “ devlet destanları” dır. Bu destanlar, “ Büyük Türk devletleri” nin, hiç olm azsa koruyuculuğu altın­ da yazılmış veya anlatılm a yolu ile günümüze kadar gelmişlerdir. ikinci cildimizde ise, bu devlet destanlarının, halk arasındaki kalıntıları ile izleri ve kökleri üzerinde durulmuştur. Halktan gelmeyen veya halka da­ yanmayan devlet destanlarının değerleri, daha azalm ış olur. Eğer devlet mito­ lojisinin m otifleri, halk destanları ile m asalları içinde yaşamış ise, konunun boyutları, çok daha büyük ve görkemli olacaktır. Millî destanlarım ızı, bir kaç metin içinde sıkışıp kalmaktan kurtarıp, hal­ ka indirmeğe çalıştık. Bunun için de, çok geniş bir metin taram ası gerekti. 3. Dünya mitolojileri üzerinde yazılmış klasik kitaplarda “ kozmogoni” , yani Gök ile Yeryüzü varlıkları üzerindeki inanış ve düşünceler de, söz konu­ su edilmiştir. Geniş ve derin bir tarih temeline dayanan Türk düşüncesinde, bu konuda da bol bol bilgi vardır. Türk tarihinin gelişmesi içinden, halka ini­ lerek, bu konular üzerinde de durulmuştur. 4. Büyük devlet hayatı yaşamış Türkler ile dağlar, vadiler, hatta tundra­ lar arasında sıkışıp kalmış Türkler arasın da, bazı gelişme ve değişmeler ol­ muştur. Bunları, önemle göz önünde tutmak gerekmiştir. Ancak her konuda A n a d o l u , başlıca çıkış ve dönüş noktamız olmuştur. P r o t o - T ü r k düşüncenin derinliklerine inip, en eski izlerini aram a, baş­ lıca amacımız haline gelmiştir. Bunun için de, dış kültür tesirlerini ayıklamak gerekmiştir. Bunun yanında, Altaylar gibi soyutlanmış Türk bölgelerinde, son­ radan girm iş hurafeler de ayıklanmıştır. Çünkü Türk düşüncesi, gerçekçi çiz­ giden, pek ayrılmamıştır.

XVI

Ö N SÖ Z

Okuyucularımız bu cildimizde, istedikleri materyali geniş olarak bulacak­ lardır. Ayrıca, sayıları bir kaç düzineyi geçen kaynakları, yeniden taram a zah­ metine de, katlanmış olmayacaklardır. Türkiyat Enstitüsü’ ndeki KatanoFun Rusça kitap kolleksiyonunu, Türkiyemize kazandıranları, burada rahmet ve minnetle anmak istiyoruz. Çünkü böyle bir kaynak hâzinesi, dünyada pek az ülkede bulunmaktadır. 1988 Şubat, Ankara-Sıhhiye

1. BÖLÜM

TÜRK GELEN EKLERİ İLE DESTANLARINDA OĞUZ DESTANI Yukarıda da sık sık belirttiğimiz gibi ‘ Oğuz destanı’ Türklerin kurdukla­ rı büyük devletlere ve Cihân im p arato rlu k ların a ait bir destandır. Belki bin­ lerce yıl ve üç kıta üzerinde, Türk kavimleri ile Türk ozanlarının, akıl ve duygularında yaşamışdır. Bugün, bize kadar gelmiş olan O ğ u z destanları, tam bir mitoloji değildir. Belki bazı sem boller ile bazı şeyler anlatılm ak isten­ miştir. ” 7’ü r k tö r e s i ' n i n kuruluşu", ‘Oğuz’ destanlarının ana konusudur. Türk milleti ile Türk devletinin düzeni ile disiplini, ‘ Oğuz’ destanı ile anlatıl­ mıştır. P r o t o - T ü r k mitoloji m otifleri: Bunlar elbette ki ‘ Oğuz’ destam ’nın is­ kelet ve çerçevesini oluşturuyordu. Yüksek devlet d ü ş ü n c e s i ile büyük devlet düzeni, Türkleri hayâl dünyasından ayırıyordu. Mitoloji, sem boller ile, ger­ çek bir hayat ve düşünce düzenine dönüşüyordu. Bununla beraber P r o t o T ü r k düşünceler ile mitoloji m otifleri, büsbütün ortadan kayboluyorlardı. T ü r k halk bilgisi ve halk edebiyatı, her şeyimizin temelini oluşturur. Türk devletleri, gelimli ve gidimlidir. Var olan ve kaybolmayan, Türk kavmi ve halk bilgisidir. Bugün kaybolmuş veya sembol halinde kalmış P r o t o - T ü r k dü­ şüncelerin, kökleri ile açıklam alarını, ancak Türk halk bilgisinde bulabiliriz. Diğer kitaplarım ızda görüldüğü gibi, bu konulardaki çıkış noktamız, ‘Anado­ lu’dur. Ondan sonra da dünyadaki Türklerin, halk bilgilerini tarayacağız ve halkın içinde gezineceğiz. OĞUZ HAN’ IN DOĞUŞU Anadolu m asalılarında da büyük kişilerin doğuşu, normal bir doğumla ol­ muyordu. 9 ay ile 9 gün, normal insanların doğumu ile ilgili bir süredir. ‘Hunlar’ çağında ‘Sienpi’ kavimlerinin başkanı, “ Tanşihuai, 10 ayda doğmuştur Bun­ lar üzerinde, “ Büyült Hun İmparatorluğu Tarihi ” adlı eserimizde durm uştuk1. ‘Ortaasya’ Türk halk edebiyatında ve M a n a s destanında, “ 12 ay an a kar1 B a h a e d d in Ö g e 1 , B ü yü k H un İm p a ra to rlu ğ u T a rih i , I , #.419.

2

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

nm da k a lan ” yiğitler de vardır. Böylece ana karnında, iyice olgunlaşmış olu­ yorlardı. “Annesinin karnını yırtarak d o ğ a n " yiğit, ‘ Kuzey - Tiirk’ kültürü çevre­ lerinin, ‘Ak-Köbök’ adlı bir m asalında görülüyordu2. Bu motif, tam bir mito­ loji idi. Çok kuzeylerde oturan, 'balıkçı Türk’ masallarının, trajik bir motifidir. Konuya, böyle bir halk abartm ası ile girişm iş oluyoruz. O ğ u z H a n ’ ın d ü n y a y a g e l i ş i ‘ Ebülgazi Bahadır Han’ tarafından “ Oğuz H an ’ın g e l i g i ’ ’ sözü ile an­ latılıyordu. Bu gibi insan üstü doğuşlar, büyük bir devlet kurmak için olduğu kadar; büyük bir öçün alınması için de, olurdu. Bir ‘ Kuzey T ürk’ m asalında, şöyle deniyordu: “ B ir Han’ın iki oğlunu, bir dev ( K a r a c a ) , yutuyor. Bun­ dan sonra H an ’ın küçük oğlu insan üstü bir doğuşla ‘ (toguşla) doğuyor. Dev veya kötü ruh K a r a c a ’ yı öldürerek, kardeşlerinin öcünü alıyor3. D o ğ u ş , bir hanlık belgesi ‘ ‘ D o ğ u ş l u ’ ’ sözü Türklerde, ünlü yiğitler için söylenmiş bir deyim­ dir. ‘Ortaasya’ Türk halk edebiyatında, bu deyiş ve anlayışı, çok görüyoruz. Kişilerin, doğuştan gelen üstünlükleri herhalde bir ‘ ‘ T a n r ı v e r g i s i ' ’ idi. B ir kimse, han oğlu veya soylu olabilirdi de, d o ğ u ş l u olmayabilirdi. Ni­ tekim ‘Göktürk’ yazıtlarında şöyle diyorlardı: 1) “...Küçükler, büyükler gibi yaratılm adığı için, (kılm m aduk üçün), bil­ gisiz ve kötü kağan olm uşlar...” Görülüyor ki ‘Tanrı’ kılm adıkça, kişiler ye­ tenekli ve iyi olamıyorlardı. Böylece doğuşla üstünlük, o kişinin bir ‘ ‘ H a n olma belgesi” olarak da kabul ediliyordu. Bu anlayışı, ‘Ortaasya’daki Türk m asalları ile dualarında, çok görüyoruz4: 2) “ ...‘ Er - Targın’ ’ ın Allah'dan (Aldadan) başka akrabası (tuuskan), yok5. Doğum için dua etm e ve hâcet dilem e Bu geleneğin en görkemli örneğini, ‘Dede Korkut’ kitabında, ‘Dirse Han” ın, “ bir batman oğul için”, yaptığı, hâcet toyunda, görüyoruz. “ Bir ağzı d u a lı” nın yardımını diliyor; “ açı doyuruyor, çıplağı giydiriyor, borçluyu borcun­ 2 Radlof, Proten. . IV, s. 4 5 /5 6 . B u eserin sah ife n u m ara ların d an b irin c isi, m etin ; İkin cisi ise, tercü m esin e ait cild in , sah ifesi ile ilgilid ir. J P r o b e n . . , II I, s. 156A 95. 4 P r o b e n . . , IV, s. 135/172: " M irza d o ğ d u ğ u z a m a n , henüz d o ğ m am ış k ıs r a k la r (tuu b iyeler) k es­ tird im (k u rb an ettim )! S ü t a n n e le ri (a n a l ık la r ), y ığ d ırd ım ! A l i ' ye ben zer o ğ lu m \.. M o lla la r ç a ğ ır d ım ! K u r ’a n ok u ttu m . . . ” 3 T ü rk le rd e k u rb a n o la ra k , erk ek h ay van lar k esilird i. Ö zellikle O ğ u z geleneğinde.

O Ğ U Z D E ST A N I

3

dan kurtarıyor”. Erkek hayvanlar kestiriyor, tepe gibi et yığdırıyor... Erkek hayvanlar hem k u r b a n olarak kesiliyor ve hem de içme yemede, yeniyordu. D u d a r - k ı z destanında doğum, sürüleri koruyan en iyi atın, k u r b a n o larak kesilmesi ile, gerçekleşiyordu6. A t s ü r ü l e r i n e her zaman çoban­ lar bakm azlardı. B " " ! seçkin atlar, at sürülerini idare eder ve korurlardı. Bu atlar hakkında ‘Çingiz Han' çağında yazılmış, bazı 'Çince gezi rap orların d a, oldukça geniş bilgi Dulunur. Bu tür kurban geleneği, P r o t o - T ü r k kültü­ rünün, izleridir. H ı z ı r ' in duası ile doğum Bu konuya gelmişken, ‘Türklerde’ Hızır anlayışı üzerinde de biraz dura­ lım. Ortaasya ‘Kırgız’ Türkleri, ‘H ızır’a, “ K id ir” derler. Çocuğu olmayan bir Han için, H ı z ı r d u a ediyor ve böylece T a n r ı bir çocuk veriyor. ‘ H ızır” ın yaptığı duaların, bazı metinleri de, elimizde bulunmaktadır. Bunlar arasın­ da, N o g a y destanı ’ndaki ‘H ızır” in duası üzerinde, önemle durmak gerekir7. ‘Türk - İslam sentezi ile ‘ H ızır’ anlayışı Türklerde, eski ‘Türk’ düşüncesi ile bezenmiştir. Bu kitabım ızda, “ Türklerde H ı z ı r a n la y ışı” ile ilgili, ayrı bir bölümümüz vardır. Müslüman olmayan Türklerde de, “ kayın ağacın dan in ip”, insanlara yardım eden ‘ ‘ G ö k s a k a l l ı ih tiy arlar” görüyoruz. Müs­ lüman olmayan ‘Altay’ Türklerinde, “ kayın ağacın dan inen G ö k s a k a l l ı bir ihtiyar, yeni doğan ç o c u ğ a , a d veriyordu*...” ‘Altın Taycı’ m asalında, ‘ ‘A k i h t i y a r , yeni doğan çocuğun, adını ko­ yuyordu...” 9. ‘Anadolu’ m asallarındaki benzer m otifleri, a d koyma ile ilgili bölümümüzde vereceğiz. İ s l a m sentezi, ‘H ızır’ için, çeşitli tipler yaratm ış­ tır. Nitekim ‘ Radlof, “ eşeğe binen, beyaz sarık lı bir ihtiyarın, H alife Hz. Ö m e r ’ e benzediğini” söylemekten, kendisini alam am ıştır10. Elm a ve elm a ağacı ile doğum ‘Anadolu’ masallarında, “ Bir a k i h t i y a r ı n veya d e r v i ş i n kesip ver­ diği e l m a y ı karıkoca; kabuklarını d a a tları yiyor. Böylece karı kocanın çocukları, atlarının da k o n u ş a n b i r t a y ı doğuyor”. Bu motif benim Harputlu annemin m asalında vardır. 6 P r o b e n , III, s. 310/373. D u d a r - K ı z m a salı. 7 P r o b e n , II I, s. 171/210. K ı r g t z T ü rk le rin in m a s a ll a r ın d a “ K id ir , yan i H ı z i r , “ 6 ax an eşegp b in m iş, e lin d e b ir a s â tu ta n , beyaz sa r ık lı Hz. Ö m e r o la r a k g ö rü n ü y o r: R a d l o f , a . e ser; ///, s. 210 (terc.)y n .l. * P r o 6 e n , I, g. 3 5 5 : B u d e sta n , ço k m itolojiktir. 9 P r o b e n , II I, s. 3 6 6 /3 7 2 . 10 P r o b e n , II I, «. 160. K r şl. N ot, 7.

4

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

‘ Manas” ın babası çocuğu olmayan karısından, ‘ ‘ e l m a a ğ a c ı n ı n a l­ tında oyn am adı" diye şikâyet ediyordu. Bizim buradaki konumuz, bu değildir. TÜ RK DESTANLARINDA M İTOLOJİK DOĞUMLAR 1. Annesinin karnını yırtarak doğm a: Ak-Köbök, yani ” Ak - Köpük” des­ tanı, ‘Kuzey’ Türkleri tarafından çeşitli varyantlarla söylenir. ‘ B atı’ Türkleri, mitolojik çağı çoktan aşmışlardır. Dış tesirlerden soyutlanmış ‘Kuzey - Türk’ destanlarında ise, mitolojik motifler, henüz kaybolmamıştır: ‘ ‘. . . A k K ö p ü k ' ün doğm a zam anı gelmiştir. Herkes toplandı. A k K ö p ü k , annesinin (ine-) karn ın da, şöyle söylenip durdu: Ben bu yolla (yolmğnanğ) doğm ayacağım ! Ben, a n n e m i n k a r n ı n ı n her yanını y ı r t a r a k ( y ı r t a ) d o ğacağım !” Bunun üzerine yengele­ ri (yinge), “ Biz onu, altın beşiğe koyup, Köpük’e b ak ac ağ ız !...” diye (ninni) söylediler. Annesi (inezi) karnındaki oğluna şöyle dedi: “ - B alam ! Sen T a n r ı n ı n y a r a t t ı ğ ı y o l l a ' çıkmazsan (Kuday yaratgan yohnanğ), benim rızam (nizam ) yoktur!” Bunun üzerine Ak-Köpük, Tanrının yarattığı yolla çıkıp, doğdu. “ Hemen ayağa kalktı (turdu). B abasının (adazınınğ) kılıcını saçına bağ­ lad ı. Ç ı p l a k o larak (yalangaç) göle, balık tutm ağa g itt i" ...” ‘ Balıkçı Kuzey’ Türklerinde, P r o t o - T ü r k mitolojisi motifleriyle İsla­ miyet veya gelişmişlik, karşı karşıya geliyorlardı. “ T an rı’nın yarattığı yol”, onların söyleyişiyle, “ Kuday yaratkan yol”, normal bir doğum olarak kabul ediliyordu. ‘Anne - oğul’ anlaşm ası, burada da görülüyordu. 2. Şark ı söylerken doğm a “ Bir şehirde Al-Butuk ad lı bir bey vardı. Onun bir oğlu oldu ve adını A k - K ö p ü k koydular. Annesinin karnında şöyle ko­ nuşmuştu. ‘ ‘ B e n d o ğ a c a ğ ı m ! Ben doğacağım ! Doğunca, belimi bağlıyacağım ! Suyun., en derinliklerine ineceğim! vücudumu, (boyum), yıkayacağım ! “ Ren, d o ğ m a k i s t i y o r u m , doğm ak istiyorum! Bu dünyayı görece­ ğim ! Günıiiş gibi yengelerimin, ağzını burnunu öpeceğim! “ Oraya oturun, a n a lık la r! Yanyana oturun, a n a lık la r! “ Bunun üzerine oradaki k ad ın lar kaçtılar. Bundan sonda A k - K ö p ü k doğdu. D ışarı çıkıp, derin su lara girip, yıkandı11. 11 P r o b e n t IV, s. 4 5 /5 6 : B a lık ç ı Kuzey T ü rk le rin e ait b ir d estan d ır. 11 P r o b e n , IV, •. 142/182: A k - k ö p ü k d estan ı.

O Ğ U Z D ESTA N I

5

Yine ‘Balıkçı' Türklerin, aynı m asalından başka bir varyant görülüyor. Burada da, ‘ 'kahram an lık ş a r k ısı" ile bir doğum görülüyor. 3 . K urban ile hâcet dileniş ve ak sak allı ihtiyarın duası: Yine ‘Kuzey’ Türklerinden, Orta ve ‘ Batı - T ürk’ motiflerini içinde toplayan, bir diğer do­ ğum olayını gözden geçirelim: “ Kendisi, 90 yaşında; karısı da 80 yaşında iki ihtiyar varmış. Adam (amışka), karısın a şöyle dedi: “ - Ey ‘ h a t u n ' (paşılıg), bizim çocuğumuz yok. Yalnızca bir ineğimiz (sı­ yır) var. Bu tek i n e ğ i m i z i k e s i p (soyıp), kişilerin çağırıp, du aların ı a la ­ lım !__ ihtiyar, bozkıra doğru gitti, ve A k s a k a l l ı bir yaşlıya rastladı. Bu A k s a k a l l ı yaşlıyı, (ak sak allu am ışka), davet etli ve eve getirdi. ‘Ak S a ­ kallı 'ya: “ - Benim oğlum yok. D u a kılıp, T a n r ı d a n d i l e , (Kudaydan surap, duğa k ıl)" Dedi. A k s a k a l l ı yaşlı, “A lla ak p er", deyip, d u a kıldı. Evden çıkarken, “ ey ihtiyar, T a n r ı san a bir oğul verecek”, dedi... B ir yıl sonra T a n r ı , bir oğul v erd i'1. ‘Atlı Türklerin', gelişmiş düşünceleri, bu m asalda kendisini göstermekte­ dir. Bundan öncekiler ise balıkçı Türklerdi, Oğul, biraz büyüdükten sonra, “ kementle tay tutm ağa gidiy ord u ”... “ Uçan a t la r ” ile ‘ keloğlan’ motifi de, bu gelişmiş destanda görülüyordu. 4 . Aydan ve gün eşten olan doğum : ‘ M anas’ destanında, böyle anlatışlar, belki de mecaz ve benzetme yolu ile söyleniyorlardı. ‘ M anas” ın yiğitlerinin doğumu, diğer ölümlü kişilerinkilere benzemiyordu. “Ay ve g ü n e ş i n , b i ­ r i n d e n v a r o l a n k u l ! ’ ’ Deniyor ve bu doğuma, “ bir azizin d u a s ı , bir ruhun n e f e s i ' ’ gibi tanıtm alar da katılıyordu’4. “...B ir yıl sonra karısı (paşlık), gebe (kursaklu) oldu. K ocasına: “ -Belim ağrıyıp duruyor. Sen b an a ebe (inelikçi) o l!” Kocası, y atağ a yatırdı. B ir oğ­ lan (er p a la ) dünyaya geldi. A y g i b i , a ğ z ı v a rd ı! G ü n e ş gibi, g ö z ü v a r d ı" ..r Bu benzetme, daha gelişmiş Türk kavimlerinde görülüyordu. “ A kıllı doğan” , “ aptal doğan” , “ yiğit doğan” , “ d o ğ u şlu ” : ‘Yiğitlerin doğumu’ ile ilgili diğer örnekler, bu eserim izin, I. Cildinde verilmiştir. “Akıl­ lı doğan”, “ ap tal d oğan ”, “ yiğit doğan ” veya “ doğu şlu ” deyimleri de bize gösteriyor ki, insanlar özlerini doğuşla alıyorlardı. ‘ Göktürk yazıtlarında’ da l> P r o b e n , IV , a. 71/89: İç in d e P r o t o - T ü r k d e tta n m o tifle r i ço k tu r. 14 “

A . t d a □ , M a k a U U r , a. 119.

P r o b e n , IV , s. 71/89. A ltain S ay ın S ü m e d e s ta n ın d a .

6

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

bu anlayış görülüyordu: “ Küçükler, büyükleri gibi y a r a t ı l m a d ı ğ ı (kilınm aduk) için, kötü kağan, bilgisiz kağan, o lm u şlard ı!...” M a n a s H a n ’ ın doğuşu “ Kim bak sa bu oğlan a, e t i a p a k , tüy san k i! Görürse san ırd ı ki, k e ­ m i ğ i b a k ı r , sa n k i!” Manas Han’ ın doğumunu, birinci cildimizde, böyle yorum lam ıştık16. Doğan yiğidin rengi ve fizyonomisi üzerinde, az sonra du­ racağız. ‘ \ . . K a n l ı e l i n i gören, herkes şaşırm ış id i! B ir k ara k a n p arçası, s a ğ a v c u n d a , v a r idi! B ir koyun bağrı kadar, bir k a n tutar id i!...” ‘ K a n t u t a r a k d o ğ m a ’ da, bizi burada ilgilendirmemektedir. Çünkü Türk mitolojisinde, çok geç olarak görülür. Ayrıca ‘Oğuz’ destanlarında da yoktur17. ‘Alman - Bet” in doğuşu da, ‘Manas’ destanının önemli bir bölümüdür: “...Y e r , y e r o la n d a! S u , s u olan d a!... ‘ ‘ K a r a - H a n ’m bu oğlu, doğunca sağ salâm et! Ona a d verm işlerdi, ‘ ‘ K a p l a n d o ğ a n ' ’ Alman Bet. “ Bütün e n b i y a l a r ı n s ö z ü y l e doğmuş id i! Bütün e v l i y a l a ­ r ı n d u a s ı y l a , olmuştu! Bütün k u t s a l y e r l e r i n t a k d i s i y l e , doğ­ muştu! Ardıçlı m ezraların, ruh larıyla doğmuştu! “Alman-Bet doğduğunda: “ K ara d a ğ la r korkudan, basılm ış, alçalm ıştı! Büyük su lar korkudan, çay olmuş azalm ıştı ‘ Dede K orkut’ kitabı’ ndaki, “ bir ağzı dualının d u ası ile doğuş”, burada da kendisini göstermektedir. Bu anlayışa, diğer ‘T ürk’ m asallarında, ‘ ‘ G ö k sak allı, a k sak allı, H ı z ı r ’ ’ m yardım ları da, katılıyordu. DOĞUŞUNDA, OĞUZ HAN’ IN YÜZÜ VE RENGİ ( O ğ u z H a n doğduğunda), y ü z ü gök, a ğ ı z ı ateş kızılı, g ö z l e r i a l , s a ç l a r ı ise, kara id i!...” ‘Uygur yazısı ile yazılmış ‘Oğuz’ destanın­ da böyle söyleniyordu, ikinci ‘ Göktürk’ Kağanı, ‘Mohan Kağan’ için de Çin kaynakları, “ yüzü kıp kızıl, gözleri cam gibi id i”, diyorlardı. Bu biraz da ‘Çin’ Tanrıları ile kahram anlarına benzetilerek, söylenmiş olabilirdi. Biz yine faz­ la yorum yapm adan, ‘Oğuz Han” ın, bu tanıtım ları ile ilgili, paralel metinler bularak, sunmağa çalışacağız: 14 B . ö g e 1 , T iirk M itolojisi, I , a. 5 0 6 . 17 Aynı e *e r , I , ». 5 0 0 . ,a T ü rk M ito lo jisi, I , s. 3 0 4 .

7

O Ğ U Z D E ST A N I

1) “Altı kat kürk giyiniyordu. G ö z l e r i a t e ş l i göğsü ise, a l e v l i id i'9'....” 2) Gözümün (karağımın) ateşi (odu) olasın20] Çor Türkieri: Kozun odı, (Göz­ ün ateşi1'). 3) A ğ z ı a t e ş l i : * . . E r -T ö ş t ü k ' ün annesi, D u d a r K ı z ' ın, er­ kek kılığına girm iş bir kız olduğunu öğrenince, “ u f” dedi. A ğ z ı n d a n a t e ş çıktı. Ev yanm ağa b a şla d ı22...” 4) Y ü r e ğ i a t e ş l i : ‘ ‘ . . . M a n g u s B a t ı r ’ ın kalbini, yüreğini suya atın ca, su kayn am ağa b a şla d ı... Bu yiğidin sırtın a vurunca d a, a t e ş çıkıyordu23...” 5) A t e ş d u m ¿Tu 1 1 n e f e s : “...A na-Solım , şöyle dedi: ' - O görünüp duran dum anı (tüdünnü) gördün mü? O, yedi yüz devin (yilbegen), nefesidir (tınığı)”, ded i24...” 6) E t i n n u r u , g ö z : “...E tin nuru, ışığı (yarıg), gözdür! Gözün, a rı (aru), p â k olursa, vücudun (etin) d a, nurlu ve ışıklı olur2*...” Doğan ço cu k lar için yapılan, diğer tanıtm alar 1) “...Ay ve gün börklü” : ‘Ebülgazi B ahadır Han’ tarafından yapılan bu tanıtm a, çok anlam lıdır“ . 2) “...(doğan çocuğun): A ğ z ı , ay; yüzü ise, gün gib iydi27...” Oldukça ge­ lişmiş ve Islâmiyetin tesirlerini görmüş bu masal üzerinde, yukarıda durmuştuk. 3) “ ...Burnu, güm üş şekilli doğan A k - K ö p ü /c28!...” Bu destan, ba­ lıkçı ‘Kuzey’ Türklerine aittir. 4) “...(D oğan çocuğun): ‘ ‘ B a ş ı , altın dan , K ı ç ı ise, gümüşten id i29. . : ' Bu tanıtm a, ‘M anas’ destanının bir bölümü olan, ‘ E r - Toştük’ destanında gö­ rülüyordu. ”

P r o b e n , I , a. 15. D e sta n ç o k m ito lo jik tir.

10 R a d 1 o f T W orterbuch, I, s. 1 0 9 8 . 21 Ay m ener, a . y e r: ( Ç ıı r T ü r k ajfcızı). 21 R a d l o f , T r o b e n ,

111, «. 315/ 318: Er-TOştUk d e s ta n ı.

n P r o b e n , IV , ». 54/ 67: A k - K ö b ö k d e s ta n ı, k u z ey d ek i T e r e n e

K a r g a t T ü r k le r in e a it.

24 P r o b e n , h. 74/ 94. B a r a b a - Om K uzey T ü r k d e» ta n ı. 15 R a d l o f .

W brterbuch, I I I , s. 121.

2* Ş e c e r e li T erâk im e, K otıonov y a y ın ı, s. 13. 27 R a d l o f ,

P r o b e n , IV, *. 71/90: A ltain S a y ın S ü m e d e s ta n ı, B a r a b a - O m K uzey T ü r k ie r i.

H r o t o - T ü r k d e s ta n m o tifle r i ç o k tu r. «

P r o6* n,

IV , a. 143/181.

2* P r o b e n , I I I , s. 316/ 381. G e lişm iş b i r T ü r k d e s ta n ıd ır.

8

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

5) ‘ ‘. . . G ö ğ s ü , altın; s ı r t ı , güm üş” o larak doğan çocuk30". Bu mo­ tif, ‘Altay - T ürk’ destanlarında görülüyor. 6) ‘ ‘. . . E t i , ap ak tüy gib i; k e m i ğ i , bakır g ib i..." ‘ Manas Han’ do­ ğarken, böyle idi31. 7) M a n a s H a n ’ ın doğuşu: ‘ ‘A k r e b (çayan) gözlü E r M a n a s ! . . . Kaşları çatık, çatık; göz üstü büyük id i! G ö z l e r i , kızıl kızıl; y ü z ü de, göm­ gök idi! 8) Büyük a şık kem ikli! Y a k u p - B a y ’ ın öz oğlu ! â sil doğan E r M a n a s 32..." Yüzü (öngü), boz (sas), gök idi. Bunlar ‘Oğuz’ destanla­ rını tamamlayan ve teyid eden tanıtmalardır. 9) Yansı altın, yan sı güm üş çocuk : ‘ ‘. . . A k - H a n , ağzından ateş çıkan bir çocuk görüyor... Çocuğun yarısı altın ve yarısı d a güm üştü.. Ağzından çı­ kan ateşle, bulutlar yanıyordu33..." 10) Omuzu dem ir: “...Yiğidin, omuzu dem ir ve sırtı altınmış. Demirden yapılm ış bir saray d a oturuyormuş... S ü t d e n i z i ’ ni geçerek, öbür yakaya gitm iş34..." 11) At nalı ve b a c a k şekilli yerlerin destan ları: Bu çok mitolojik ‘Ku­ zey - Türk’ destanında, çeşitli kutlu yerler, at nalı ile b a ca k la ra benzetiliyor­ du. At nalı, ‘At kültürü” nün bir izidir35... 12) Y iğid ve köprücü k kem iğinin sertleşm esi: ‘ ‘ . . . ( M a n a s destanı­ nın bölümlerinde), E r - K ö k ç ö ’ nün karısı, oğluna: “ - Köprücük kemiğin sertleşmeden, sakın sav aşa gitm e", diyor36..." 13) K em iklerden d ağlan n oluşm ası: “...Y iğid düşm anı g ü r e ş l e yeni­ yor... Sonra sa v a şa başlıyor. (Ölenlerin) kem iklerinden, d a ğ la r oluşuyor... K a n , ırm ak lar (tengiz) gibi akıyor37..." OĞUZ HAN’IN A NNESİNİN M EM ESİNİ ALMASI “Ata kadrini bilmeyen, an a sütü emm eyen!" Yarı M ü s l ü m a n , yarı ş a ­ m a n ‘ Kırgız’ baksıları, kötü insanları, iyilerden böyle ayırıyorlardı. Bunun için, insanın insan olabilmesi için, annesinin hiç olm azsa ilk sütünü, “ avuz” , yani ‘ağız” ını emmesi gereklidir. Bu konu ile ilgili örnekleri, sıralayalım: ,0Radlof,

P r o b c n , I , 59/61: D e a ta n , ço k m ito lo jik tir.

, l B. Ö g e l , T ü rk M itolojisi, I , a. 4 9 8 .

32 Türk M itolojisi, I , a. 5 0 0 . 33 S c b i e f n e r , H e ld e n sag e n d e r m in u sin sk isch e T a ta re n , a. 2 - 6 . İA P r o b e n , I , 2 7 2 / 2 9 5 : D e ata n ç o k m ito lo jik tir. P r o 6 e n , I , ı , 170/189: Ç ok m ito lo jik b ir A l t a y d e a ta n ı.

P r o b e n , I I I , a. 93/118 M a n a $ d e sta n ı'm n b ö lü m le r in d e n , ¿ e lif in i; b ir d eatan d ır. 97 P r o b e n I , a. 2 7 2 / 2 9 2 . D e ata n , g ö k le r d e ve g ö k le rd e k i o k y a n u sla rd a geçer. ”

O C U Z D K STA N I

9

1) “ Herkes (cenıagat), kendi canında eş (deng) y a şar! Belsize, bel verir! Çocukları d a , eşit verir (teng bergen)! (Herhalde çocuklar d a eşit doğarlar, demek istiyordu)... Güne karşı, başını tarayan ! B a b a (ata) kaderin i bilm e­ yen! Ana sütü emmeyen38!...” Bir insanın insan olabilmesi için, ana siitü emmesi gerekiyordu. Bizde, “ he­ lâl süt emme”, dendiği gibi. 2) “Anasının göğsünden, avuzunu içip, bundan sonra içm edi! Çiğ et, ye­ mek (aş) ve içki (sürme) d ile d i!...“ : (Oğuz Kağan destanı: Bang-Rahmeti). ‘Uygur’ yazısı ile yazılmış, Islâmiyetten önceki ‘Türk’ düşüncesine ait bir me­ tindir. 3) ‘A talarda’ durum değişiyor: “ Tay (kulun), kırk kısrağı emip, gezdi...” Bu ‘Altay’ Türk sözünden de anlaşılıyor ki taylar, anneleri ile diğer kısraklar arasında pek ayırım gösterm iyorlardı39. Ancak ‘ Radlof, “Annesinin memesini bir ay emmedi (emçegin emmen), an cak bir ay sonra em d i”, gibi destan p arçalan da veriyordu1*0. M üslüm an T ürklerin O ğ u z destanlarında 4 ) “ Konuşarak, doğanım ben soyumu kirletm em !” Deyip, ‘ E r Targın me­ me emiyordu41. Bu, eski ‘Kırgız’ destanlarında görülen, değişik bir düşüncedir. 5) ‘Ebülgazi Bahadır Han” a göre: “...Uç gece gündüz, anasını emmedi. Her gece (Oğuz Han), annesinin düşüne girip, şöyle dedi: “ - Ey A na! M üslüman ol! Eğer olm azsan, senin memeni em m em !” Anası, oğluna kıyam adı. T a n r ı ’ nm birliğine im an getirdi42...” Bu, bir Türkmen anlayışıdır. 6) ‘ Farsça Oğuz destanı’ içinde ise, konu Iran edebiyatı ile süslenmiştir. Konu, ana çizgileri ile şöyledir: “ 1) K a r a - H a n ' m pad işah lığa lâyık bir oğlu dünyaya geldi. - 2) Üç gün ve üç gece annesinin sülünü emmedi. - 3) Annesinin rüyasına girip, şöyle de­ d i: “ Eğer sütü emmemi istiyorsan, biricik T a n r ı ’yı ik rar ve itir a f e t”. - 4) Annesi, gizli olarak T a n r ı ’ ya iman etti. Elini göğe kaldırıp, dua etti ve şöyle d ed i: J> R a d l o f ,

P r o b e ı ı , I I I , s. 49/ 64. V arı M ü slü m a n , y a rı Ş a m a n , b a k a ı 'l a r ı n d u a sın d a (b a k sa n ın ğ

sözü). ** R a d l o f , ÎVorterbuch, I , s. 9 4 5 . 40 R a d l o f ,

IVÖrterbuch, I , *. 9 4 6 : S a g a y T u rk ç e s ın d e .

41 R a d l o f , P r o b e n , I I I , . . 134/171. 4> Ş ecere-i T ü rk t, D e sm a iso n s y ay ın ı, «. 1 3.

10

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

“ -Ey T a n r ı m ! B ari ben biçare kulunun sütünü, bu çocuğun zevkine uy­ durup, tatlı k ıl!” O ğ u z , o a n d a annesinin göğsüne yapışıp, emmeğe b a şla d ı*3...” ‘Doğu T ürkleri’, türkçe olarak bu olayı daha güzel anlatıyorlardı: 7) ‘ . . O ğ u z doğduktan sonra ü ç g ü n m e m e e m m e d i (emük em­ medi). Annesinin südü ise, hiç dam lam adı (südi tammadı). Ancak annesi Müs­ lüm an olduktan sonra, O ğ u z süt istedi (tiledi). Annesi de, oğlunun başını silip, okşayarak, ona süt verdi (emüzdi)44...” B ir yıl sonra oğlan büyüdü, (oğlan ulug boldı)... 8) “...Yeni doğan çocuk, (yani S a y ı n B a t u r ) , annesinin verdiği me­ meyi emm edi: (Emçek berse emmedi). Et verdiler, yemedi. Belki annesinin yaşlılığı, onun hoşuna gitm edi... N o g a y halkı düşündü (kengeşip), üç gün­ de bir kısrak kestirdi. Böylece (doğan çocuğu) doyurdular*^...” Bu ‘Nogay’ destanları, çeşitli yerlerden, çeşitli destan motifleri alınarak oluşturulm uşlardır. ‘Sayın B atu r’ da, ‘H ızır” ın yardımı ile doğmuştur. OĞUZ HAN’IN DOĞUNCA KONUŞMASI “Ana karn ın da konuşm a” üzerinde yukarıda da durm uştuk. Dış dünya ve hatta daha Güneyindeki Türklerin tesirlerinden bile uzak olan, b a l ı k ç ı K u z e y Türklerinde bu mitoloji motifi görülüyordu. Bunlar, P r o t o T ü r k m otifler olm aları bakım ından, ayrı bir değer taşırlar. A k - K ö p ü k , önce “Annesinin karnını yırtarak dünyaya gelm ek istiyordu” Ancak annesi, karnındaki oğluna, ' ' T a n r ı ’ nın yarattığı yolu, (Kuday yaratgan col) ”, tav­ siye ediyor. Aynı destanın bir diğer değişik söylenişinde ise A k - K ö p ü k , dünyaya gelirken kahramanlık şarkıları söylemeğe başlıyor. Bunlar, tam bir mitolojidir. O ğ u z H a n , U y g u r destanında, annesinin sütünden bir ağız aldıktan sonra, konuşmuştur. M ü s l ü m a n T ü r k destanlarında ise O ğ u z H a n , annesinin memesini almamış ve ilk önce, annesinin M ü s l ü m a n olm asını, istemişti. Yani annesinin sütünü içmeden konuşmağa başlam ıştı. Bizce, anne­ nin ilk sütünü, ağızını aldıktan sonra konuşma, Türk Mitolojisine daha uygun düşen bir anlayıştır. Islamiyetin tesirlerinin az görüldüğü bazı Ortaasya ve A 1 t a y destanlarında ise, “ çocuğun koşarak doğm ası” , daha bir anlayışa daya­ nıyordu. 41 Z . V , T o g a n , ( t a r t ç a ) O g u t d e ıta n ı, 0. 17. 44 (Jxu n-K öprü O ğus-n& m e' mİ , 3/8, 19/22. 4* P r o b e n , I I I , a. 134 A 71. B u K 1 r g 1 s d e s ta n ın d a , H

1 1 1

r 'ın d u a la r ı v ard ır.

O Ğ U Z D E ST A N I

11

Annesinden güze! k o n uşarak hatip doğm a 1) Yiğit M u r a d ı m , şöyle diyordu: “ - Güzel söz söyleyen (sözlü) insan­ ları, ben konuşturmam. Çünkü ben, an am dan güzel konuşan hatip (çeçen) o larak doğan bir Beyim! Avı ard ın d an çeken, bir a rsla n a benzerim! “Atları geri çeker, her yarışta yenerim! işim kime y ararsa, ona hizmet ederim ! “ R am azan ayın da, ayın tam onbeşinde, perşembe gününün cum a a k şa ­ m ında, dolunayh a y la güneşin kavşağın d a, soyu bütün bir asilden, dünyaya böyle gelm işim **...'' 2) “ Ben, konuşarak doğanım ! Ben soyumu körletm em !..." T o k t a m ı ş ve M u r a d ı m d e stan ın d a , M u rad ım , böyle söylü yo rdu . ‘ ‘ G ü ­ z e l k o n u ş m a ' ' v e ‘ ‘ h a t i p o l m a ' ' , özellikle K u z e y - T ü r k destan­ larında, bir üstünlük olarak kabul ediliyordu. Belki bu anlayışın içinde, o z a n 1 ı k da vardı. M u r a d ı m destanında, güzel konuşanlar için, çoğu za­ man “ çeçen” deniliyordu. Bunun yanında, G ö k t ü r k ve U y g u r çağından kalm a, güzel konuşanlar için, “ ayguçı” da deniliyordu. Bu söz, “ ayıtm ak”, yani s ö y l e m e k kökünden geliyordu. Eski Türklerde “ ayguçı”, v e z i r ve­ ya öğüdçü m anasında da söyleniyordu. 3 ) A k - K ö p ü k doğar doğm az, (süt annelerine), oturun a n a lık la r (inelikler) deyince, an alık ların hepsi korkudan kaçıp, suya düşüyorlar47...” . “ 88 b altad an kendisine bir kılıç yaptıran ” A k - K ö p ü k d e s t a n ı , O ğ u z d e s t a n ı gibi ata destanlarının, proto-tiplerinden birisi olsa gerektir. OĞUZ HAN’ IN ÇABUK BÜYÜM ESİ Bu motif, hemen hemen bütün Türk destanlarının, birleşik bir özü gibi­ dir. A n a d o l u m asallarında da yiğitler çok çabuk büyürler. Zaman zaman İ r a n edebiyatının şalına bürünen F a r s ç a O ğ u z D e s t a n ı , Oğuz Han’ın çocukluğunu hızla geçer. Yalnızca, “ bir yaşında konuştuğunu”, söyler. An­ cak büyük devlet hpyatı yaşamış olan Türklerde, e r l i k çağı, önemli bir yer tutar. K u z e y T ü r k destanları, gelişmiş Türklerin m asallarının, bir çeşit P r o t o - T ü r k masal motiflerini içlerinde toplarlar. Bunlar, dış tesirlerden uzaktırlar. 0 ğ u z H a n ’ m , “ sosyal bir k işiliğ i” vardı. Han babalı, oymaklı ve mil­ letli, devleti olan bir yiğid ve aynı zamanda “ ulu bir a t a ' ' idi. B ir Dünya "

R a d l o f , P r o b e n , IV , 134/161: M u rad ım d e s ta n ı.

"

P r o f c e n , IV , s. 143/181: İç in d e P r o t o - T ü r k d e s ta n m o tifle r i b u lu n a n , b ir K u i e y - T ü r k 6 a -

lık ç ı d e s ta n ıd ır.

12

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

Devleti kurmuştu. K u z e y - T ü r k m asallarında ise böyle yiğidler, “ yalnız yiğidler” dir ve yalnız başlarına gezerler. Günlük hayattan uzak, tam bir mi­ toloji dünyası içinde gezerler. Şim di, bu motifler hakkında birer örnek vere­ rek, konuyu biraz daha pekiştirelim : 1) ‘ ‘ . . . A k - K ü k ü l ad lı yiğid doğunca, bir günde bir yaşında oluyor. Yedi günde ise, yedi yaşında bir çocuk olmuş. Bundan sonra d a a ta binerek, silah kullanm ağa b a şla d ı4S..." Bu destan dünyasında e r l i k y a ş ı , 7 yaşında başlatılıyordu. 2) “...Sayın Batur, bir yaşm a gelende, bilekli bir bey oldu! İki yaşına ge­ lende, (güçte) bütün il ile (elimnen) denk (teng) oldu! Üç yaşm a gelende, er­ kenden atın a bindi! A kşam a kadar, atın dan inm edi! Ç ağrılm adıkça, aşını yemedi! Dört yaşına gelende, kara çam dan (karagay) mızrağını (neyze) attı49..." Bu destandan, yiğidin her yaşta neler yaptığından söz açılır. Ancak 6 yaş, e r l i k y a ş ı gibi görünüyordu. 3) “...Yalnız (yani tek oğlu olarak ) doğmuş E r - M a n a s , 10 yaşında ok atm ış; ondördünde ... H a n olm uş*0..." 4) ‘ ‘ . . . K a r a c a ad lı bir dev, bir adam ın iki oğlunu yutar. Küçük oğ­ lu, bir günde bir yaş büyür ve devden kardeşlerinin öcünü alm ağa gid e r5'. . '' Bu masal üzerinde, aşağıda yeniden duracağız. Bu, kuzeylerdeki İ ş i m Türklerinin bir masalıdır. 5) “...D üşm an, yeni doğmuş bir çocuğu öldürm ek istiyor. Fakat K ı ­ lıç kesmiyor. Böylece kurtulan çocuk, y e d i yaşında, ata binmeğe başlıyor52..." Bu A 11 a y m asalında, en ufak bir İslâmiyet izi yoktur. G ö k t ü r k l e r i n , türeyiş efsanesine benzemektedir. 6) 6 yaşında g ü reşe başlam a: Bu K u z e y - T ü r k mitolojik destanların­ da savaşlar, ilk önce g ü r e ş ile başlıyordu. “ 6 yaşında dev vb. ile g ü reş”, deniyordu53...”

7) 7 yaş, ergin lik : ‘ ‘. . . A l t m - H a n ’ m oğlu, 7 yaşm a gelirse, onunla başa çıkılmaz. Çünkü o, 7 günlük iken ata biniyordu5* ..." A l t ı n H a n , 105 yaşında idi. 41 P r o b e n , IV ,». 89/ 109. Di} « lir le r in a ı girdiği. T u r a 1 1 boyuna ait bir K u i e y Türk deıtanıdır. 49 P r o b e n , I I I , s. 178/210: S a y ı n - B a t u r , bi r K ı r g ı z boyu d e s ta n ıd ır. 10 A . İ n a o , M a k a le le r, ı . 119. 41 R a d I o f , P r o b e n , IV , s. 1 8 8/ 233. A 1 g a z a r d e s ta n ın d a n . ** P r o b e n , /, ı . 3 4 9 (tere.). D estan ço k m itolojiktir. es P r o b e n t I» a. 31/59: D e e ta n , ço k m ito lo jik tir. O la y la r, s a m a n z a m an G ö k l e r d e g eçer.

O Ğ U Z D E ST A N I

27

“ (Oğuz) yolda büyük bir ev gördü. Bu evin dam ı (tagam ı) altun dan, pen­ cereleri gümüşten, ça tıları de demirden idi. K apısı vardı; fa k a t an ah tarı yok­ tu ...” (Oğuz kağan destanı, 248). 1) “ K apısız ve p en ceresiz dem ir ev” : Hemen bir örnekle işe başlıyalım: K u z e y Türklerinde T u r a l ı boyunun, K ara Kökül destanında şöyle deniyordu: Çoyın Alp’e gelen yiğit K a ra Kökül, (onun) d e m i r e v ’ ine erişti. Demir evin, açacak bir kapısı yoktu (açarg a işik yok). Ne de bak acak bir de­ liği, yani bir penceresi vardı: (k araga teşik yok). Dökme dem irden, d a ğ şe­ killi bir eve g e ld ii0Sa...” Bu ev, Ç a y ı n A l p adlı bir deve aitti. Bu demir ev motifine, kuzey Türk destanlarında sık sık rastlanır. 2) “ Evin kap ısı, çatısı, p en ceresi ve d ire ğ i” Bu dört şey, Türklerde, evin esasını oluşturur. Bunların hepsinin de, destanlar ile dualarda ayrı ayrı yerleri ve değerleri vardır. B un lara, o c a k ile b a c a y ı da katm ak ge­ reklidir. Eski Türk destanlarında, “ 50 kapılı, 40 pencereli, 30 kirişli e te le r ­ den söz açılır106. Dikkat edilirse pencere sayısı, kapılardan daha azdır. “ Evin k ap ısı” ve eşiği: K apı için söylenen eşik sözü, evin bütünü için de, söylenir, K u z e y T ü r k destanlarında çoğu zaman, ev yerine “ eşik görü n dü ” yani b i r ‘ ‘ e v g ö r ü n d ü ’ deniyordu107. Ç i n g i z H a n , “ c}iğe oturm ayı yasak etm iş”. Çünkü eşiğe oturan kimse, et>e sah ip çıkıyor, sayı­ lırdı. K u z e y T ü r k destanlarında, altın ile g ö m ü l e r , eşiklerde, bulunuyordu108. Ev için d u a edilirken de, “ eşiğin delinm esin”, deniyordu109. “ B a ca ” : K u z e y Türklerinde, p e n c e r e yerine geçiyordu. Çünkü on­ lar, yurtlarda oturuyorlardı. Baca için de, d u a ediliyordu. “ Ç atı” : Evin göğü ve kubbesidir. “ Ç atısı delinm esin” dileği, duaların başında geliyordu. “ Demir ç a tı” yı, yalnızca O ğ u z d e s t a n ’ mda görüyo­ ruz. Kuzeyde çatı, keçedir. Çok mitolojik K u z e y T ü r k destanlarında “ Kuş derisinden ça tı” motiflerini görüyoruz110. K ara Han’ın yaptırdığı b u çatı, “ Zülülö kuşu” adlı bir efbane kuşunun derisindendi. “ Evin D ireği” : Ailenin ve göğün bir direği gibi, görülmüştür. “ Evin desteği, d i r e ğ i olsun!” Diye dua edilirdi111. “ 30 kirişli veya d ire k li” evler, efsanelerde görülüyor. Büyük otağ çadırlarının direkleri elbette ki çok olurdu. P r o b e n , IV , ». 85 -9 0 / 1 0 9 -1 1 5 . 104 B . Ö g e 1 , T ürk M ito lijisi, s. 9 8 .

P r o b e n , I I I . «. 316/ 381. 101 P r o b e n , IV , 119/155, M o lla , rü y a y ı y o r a ra k a ltın b u lu yor. I0* P r o b e n , I I I . , a. 5/7: D u a la r d a , ‘ * e f i ğ i k ır ılm a sın (b o sa g a sı b o tru ld a p )**, d e n iy o rd u . B u dah a çok ç a d ı r

e f i g i id i. “ Ç a tıs ı (k ü ld rö ü fü ), y ık ılsın d a d e n i y o r d u A ynı e se r, s. 6 (m e tin ).

110 P r o b e n . IV , ı . 24/ 31: Ç a y ır la r , ç a d ır ın ın p a r m a k lı k la r ı boyu n ca (k erege boyu), o lsu n !** : (8 5 ). 111 P r o b e n , I I I , a. 5/7: **E vin d ire ğ i, a r k a n a d estek (kötürU) k a d a ls ıp ), o lsu n ! A lla h e k b e r!**

28

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

“ Gelin evi ve g e r d e k ” yeri de, bir ev veya tek kubbeli bir yurttur. Farsçada gerdek sözü, “ kubbe” , demektir. Gelin odası manasını taşım az. Ancak çadırda, yurtta ve hatta A n a d o l u ’da, gelin için her zaman ayrı bir oda düşünülemez. Oda ve yatakların ayrılmasında perde, büyük bir rol oynar. “ C ibinlik” , yatakları birbirinden ayıran veya gelin yatağının bir sem­ bolüdür. Kuzey Türk destanlarının birinde, ‘ ‘ G ü n H a n kendi kızını, hü­ ner gösterebilecek birine vermek istiyor. Yiğit K a r a K ö k ü l , a t ı ile u ç u y o r , çeşitli d o n l a r a giriyor. Bunun üzerine kız, yiğidi beğeniyor. Kız hemen o rad a bir cibinlik (cıbındık) kurup, oğlan la gerdeğe g ir iy o r "2..." ‘ ‘ G e l i n o d a s ı ' ' , süslü ve güzel bir evdedir. Bunun için K u z e y Türk­ lerinin Muradım destanında, gelin evi için, “ yıbalu ev", yani s ü s 1 ü ve mü­ kemmel e v deniyordu113. “ Kanatlı ve köşeli ev” Türklerde daha çok büyük ç a d ı r veya o t a ğ 1a r için söz konusu olmalıdır. B ir K u z e y T ü r k e f s a n e s i n d e , “ Dud a r kız atı kesip, 6 kanatlı bir ak ev yapıyor” 4..." Bu, tam bir mitoloji­ dir. “ 40 köşeli bir ev” den de, başka bir destanda söz açılıyor115. Destanda hafif H i n d tesirleri vardır. Bu çadır, saray da olabilir. “ Ali E v ” deyişinin en güzel örnekleri, D e d e K o r k u t ' t a bulunur. Bu, yalnızca t e m i z değil; e r d e m d o l u bir ev demektir. Bu deyiş, K u z e y Türk destanlarında da, sık sık görülür. "Ç ingiz Han’ın mezarının yanına, onun ulu hatırası için, 5 a k - e v yapıyorlar116. Burada da bir kutluluk vardır. Bu ak evlere, M a n a s destanının bir bölümü olan E r - Tö ş t ü k destanında da, rastlan ır117. “ B ark ve ev” de, kutlu bir evdir. B i l g e K a ğ a n ' ı n hatıralarını top­ lamak ve ona yapılan k urban lar ve sun uşlar için, böyle bir bark yapılmıştı. “ M ezar ve ev” : Türkler, mezar ile ev arasında, büyük bir ayrılık gös­ term iyorlardı. Biri bu dünyanın; öbürü de diğer dünyanın, bir evi idi. Nite­ kim M a n a s destanında M a n a s Han ölünce onun için “Ak S ara y ile Gök S a r a y ” yapılmıştı. Ç i n g i z Han, bir söylentiye göre ‘ ‘ a r a b a ile birlikte mezarına konmuştu“ 8” . Türk K ı p ç a k sözlüklerinde ise, m e z a r için, “ kur­ g an e v " karşılığı kullanılır. 111 P r o b e n , IV , •. 67/ 84: K a la k la r ın k öken i (K a ta k tın ğ tıibü), tö zlerin d e n . , u P r o b e n , IV , t. 132/ 169: T ok tam if-H an d e s ta n ın d a n .

114 R a d l o f , P ro ben , I I I ,

318 / 3 8 5 : O u d a r-K ız m a sa lı ç o k m ito lo jik b ir m a sa ld ır.

*** B . Ö g e l , T ürk M itolojisi, I , •- 110-112. A b d u lk a d ir İ n a n , M ak ale le r, s. 3 8 0 . UT T tirJt m ito lo jisi, s. 5 4 2 . “ • A . İ n i n , M ak aleler, s. 3 8 0 .

O C U Z D KSTAN I

29

“ Evin a rsa sı, kuruld uğu to p rak ” : Yer Ruhu’nun malıdır. G ö k t ü r k çağın da bu n a, “ Yer-su” ru h ları den iyord u . İlin ve devletin iyi idare edilm esi, onların gözü altındaydı. ‘ ‘ Ye r i n s a h i b i ’ ’, onlardır. Es­ ki Türkler ’ ’sahip” için “ id i ” sözünü kullanırlardı. Büyük devlet kurmuş ve geliş nıiş olan G ö k t ü r k l e r d e , bu anlayış da gelişti. Y a k u t Türklerinde ise, “ Evin gerçek sah ib esi" de, bu ruhlardı. Bunun için, saçı yapıp, onları hoş tutmak gerekli id i119. Bunlar, “ d iş iy e r ve t o p r a k ru h ları”, idiler. Da­ ha gelişmiş olan K ı r g ı z Türklerinde ev yaptırmak isteyen bir kimse, bir ‘ ‘ E v d u a s ı ’ ’ yaptırm ak zorunda idi. Yatak için başlayan ve “ B acası kı­ rılm asın, eşiği kırılm asın, çatısı delinm esin, desteği direği olsun” sözleri ile biten bir ev duası, bize kadar gelebilm iştir120. “ Ev tutm a” sözü de bütün Türklerde yaygın bir anlayıştır. Göktürklerin “ il tu tm a”, yani “ devleti idare etme gibi” bu da, ev kurma ve devam ettir­ medir. Türkmenlerin Şeceresi, Türkler için, “ Evini tutup, oturm adıkları yurt varm ı?” Diyordu. “ Taş evler” de, Türk destanlarında çok görülür. T u r a l ı boyunun bir destanında, “ Genç bir yiğit, devin t a ş e v i n i , kılıçla vuruyor, süngü ile de­ liyor, k e m e n t l e y ı k ı y o r , ondan sonra d a ateş verip yakıyor11‘ ” . Çok daha eski ve daha mitolojik bir A 11 a y Türk destanında ise, bir “ Yılanlı taş ev” den söz açılıyor122. “ K ara H an ’ın ise, k a ra taştan e v i” vardı123. “ Taştan S a ra y ’la r (Taş ögöröt)’da görülüyor124. Bu saraylar bazan, yalnızca “ Taş k a­ p ılı s a ra y ”, (yani, k ap k aları taştan) olarak da anılıyordu125. “ G ök a ğ a ç la n m a yanındaki evler” , Türk mitolojisinin en yaygın bir motifidir, Bu konuda Tuba veya Gök ağacı ile Anka kuşu motifleri, Türk destanları ile benzeşmiştir. “ Yiğit, babasını yine K a r a c a ad lı devi, göklere yükselen ağacın yanındaki büyük bir t a ş e v d e bulmuş ve devi öldürm üştür'26...” B u rada, devin adı da türkçedir. “ Altın evler” , daha çok Türklerin hakanlık otağı'dır. “ 840 yılında K ı r g ı z l a r , U y g u r H a k a n ı ’ nın altın ç a d ırın ı yak m ışlard ır. 1,9 P e k a r s k i y , Yakut 5öz/ü£ü} I , ( t e r e .), s. 6 0 . 110 P r o b e n , I I I , s. 5/7: D u a la r (B a ta tö s): B u r a d a , m e tin k ıs a ltıla r a k ö z e tle n m iş tir. 1,1

P r o b e n , IV, ı . 87/113; K a r a

K ü k ü l a d lı yigiri« Y e g - y i g i t ile, ta| evin iç in d e v u ru lu y o r ve

gu reçiy or. 111 Aynı eaer, a . y e r: B u da Y e ç - y i g i t *in taş evidir. 113 P r o b e n , IV , a. 12 /16; 66/ 83; **Y iğid, k a r g a y a (kuskun) seslen iyo r: " ... E y k a r g a (kuskun) K a r a - f i a n *ın taş evi (taş üy)t n e r d e d ir ? ..." 1,4 R a d 1 o f , P r o b e n , IV , s. 8 AO: *lT a ştan b ir e v y a p t ı r d ı (T a fta n Üy y a z a d ı)... *** Aynı e se r, a . y e r: “. . . T aştan b ir d u v a r (taştın örögöt) y a p ılsın (sa lın sın )! K a p ı la n ta şta n (k a p k a la r ı

taşta n ) o lsu n ! D ibin e (tü b ün -) ay ı b a ğ la n s ın , d u rsu n / ../ ’ 114 P r o b e n , " I V , t. 188/ 233: A lg a z a r d e s ta n ın d a .

30

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

“ Oğuz K ağan d a sık sık altın evini kurduruyordu' 2 7 “ Oymal ı ve boyalı evler” , Türk, destanlarında çok görülür. M uradım destanında bu oymacı ve boyacılardan söz açılm aktadır128 “ Yılanlı evler” , Çok mitolojik bir m otiftir129 “ M asa örtüsü veya örtü ” de Türk destanlarında sık sık geçiyor. Buna, “ tastırgan yaydı”, diyorlar130, “ zindan” motifi Türk destanlarında, herhalde G ü ­ n e y tesirleri ile doğm uştu131. “ Ev d u ası” üzerinde durm uştuk. Bu konuya bir vesika daha ekleyelim. Evin gerçek sahibi, t o p r a k ile a t e ş , yani “ O cak” ın r u h u idi. Bunun için Şam an lar, ev yaptıran veya kuran adam için şöyle dua ediyorlardı: “ Büyük Anam, Hatunum, Sekiz kenarlı yerimin (dünyanın) sahibi (iyesi), alevli ate­ şin ruhu, yerin sah ib i'31. Buna benzer inanışlar, A n a d o l u ’da da görülür. Evin Yönleri: Türklerde k a p ı , çoğu zaman g ü n e y e açılır. R a d l o f ’un K um alak falı dolayısiyle verdiği, evin yönleri hakkındaki bilgileri, sunm adan geçemeyeceğiz. Bu f a ld a ev, 9 bölüme ayrılmıştır. K apı, (bosag a) yanına, -ev bir a t a benzetilerek-, “ kuskun y an ı” denmiştir. A rkasına ise “ a l ı n ” (M angalai), denmektedir. Sırtımızı kapıya çevirdiğimiz zaman, s a ğ yanımıza gelen taraf, ‘ ‘ d z yan” (öz cak), yani kendimizin yanıdır. S o 1 taraf ise, ‘ ‘ D ü ş m a n y an ı”, (duspan cak) idi. Evin tam o r t a s ı ise, ‘ 4k a l b , yürek”, idi. O c a k yeri de burada idi. Bu anlayış Türklerde, yer yer değişm ektedir133. Anlaşıldığına göre Türklerde ‘ ‘ e v i n y e r i ve toprağı, Tanrının id i”. Bu­ nun için ev ve yurt kurm ak isteyen kişi, kam lara dua ettirip, Tanrı ile yer ruhundan izin alm ak, zorundaydı. G ö k t ü r k ’ l e r d e k i , 4,Yer-.ıu” anla­ yışı, bu anlayışın bir temeli olsa gerekti. Y a k u t Türklerinde yurt kurmak isteyen bir kimse, şam an ı çağırır ve ona dua ettirirdi13*. OĞUZ DESTANINDAKİ “ BUZ DAĞI“ Mitolojiden önce, tabiatın güzellikleri ve gerçek hayat gelir. Ulu d a ğ la r insan düşüncesinde her zaman ve heryerde kendi yerlerini kendileri yapmışliT Z . V . T o g a n , Oğuz d e s ta n ı, ( K e ş i d e d d i n s. 4 7 . d en ), ,2> P r o 6 e n , IV , a. 136/174: Ö z e llik le b e ş ik le r , oym alı ve b o y a lı o la r a k y a p ılıy o rla r d ı. ıa* P r o b e n >1, t. 246/ 371: 44Yılanlı e v le r " ü z e rin d e y u k a rıd a d u rm u ştu k . B u n la r, c a d ı I a r a ait id iler. 1.0 P r o b e n , IV , a. 59/ 74: K a d ış M ergen d e a ta n ı: B a r a b a , T e re n e ili T ü rk le r in d e n 1.1 P r o b e n , IV , $. 91/117: H a n ın o ğlu (K a n n m ğ u lu ), k ısa b i r m a s a ld ır: H an 'ın o ğ lu K a r t a l *ın y a v r u la r ın ı k u r ta r ıy o r K a r t a l , (k ara-k u ş), o ğ la n ı a lıp B ü y ü k s u y u n ötesin e g e ç ir iy o r ..." O f t u ı d e s ta n ın d a k i t a ş - v prihh " .. . O ğ la n büyük d en izin öteninde b ir t a ş e t» e r a stlıy o r: Taş evin (taş üy) k a p ısı (işiğ i) k a p a lı (y a sa k lı) id i . K ilid in i (y u tağın ) a ç m a k için (a ç a r g a ) , a n a h ta r ı (a tk ıç ı) yoktu.

K ap ısın ın ü ze rin d e b ir k a ğ ıt (k at) y azılı (yasuuU ) i d i ...: 44E ğ e r 6u eve g irm e k isteyen bir k işi, “ b ism 'illa h irr a h m a n ir r a h im ” d erse, k ilit (yu sak) a ç ıl ır ! O ğ la n ,... dey ip , eve g ir d i. B ir m a s a ö r t ü s ü (testirh an ) s e r ili g ö rd ü . Ü stün de , tü rlü a ş l a r h a z ır d ı...” I,a A .

in an

, Ş a m a n iz m , s. 117.

113 R a d l o f , P r o b e n t I H, a. 132. 1)4 A b d u lk a d ir İ n a n , Ş a m a n iz m , s. 117.

O Ğ U Z D E ST A N I

31

lardır. D e d e K o r k u t ’ta okuduğumuz, “göksi gözel kaba d a ğ ”, “ karşı yatan k a ra d a ğ ”, “ k a ra d a ğ yükseği o ğ u l” gibi sözler, Türklerin dağlara karşı olan sevgi ve hayranlıklarının bir görüntüsüdür. Din ve mitoloji gibi düşünceler, ile diğer inanışlar bu sevgi ve hayranlıktan doğar ve gelir. Üstelik insanlar ile hayvanları en iyi besleyenler de, yine ulu dağlardır. H a y v a n c ı l a r ı n ha­ yatı, büyük dağlara ve onların yaylalarına bağlıdır. Yine D e d e K o r k u t ’ta dendiği gibi, “ yazda kışda karı, buzu erimeyen” bu dağlar, insanlar ile hayvanlara, hayat veren tek kaynaktır. Dağın karı ve buzları erimeyecek ki, altındaki yaylalar ile otaklara, hayat versin. Bu yüce dağlar işte, böyle bir gerçek düşünce ve duygulardan güçlenerek, m i t o l o ­ j i d e k i kişiliklerine bürünüyorlardı. 1) K a r l ı v e b u z l u d a ğ l a r : Zaman kaybetmeden hemen O ğ u z des­ tanındaki Buz-Dağ’a ve Türk mitolojisine girelim. U y g u r yazısı ile yazılmış O ğ u z d e s t a n ’ına göre, “ Oğuz'un çok sevdiği bir (aygır) atı vardı. At yol­ d a büyük bir d a ğ a kaçtı. Bu, çok büyük (ulug) bir dağdı, üstünde hep d o n ve b u z (tong muz) vardı. B aşı soğuktan a p ak dururdu F a r s ç a O ğ u z d e s t a n ı ’nda ise 0 ğ u z H a n atını K a f k a s D e r ­ b e n d i ’ nde kaybetmişti: ‘ ‘ O ğ u z H a n ' ı n I r a k K u l a ile S ü t K u l a , (veya S ü t A k ) atlarını D e r b e n d ’ de çalıyorlar. Gönül bu a tlara bağlı olan O ğ u z H a n , atların ın bulunm ası için, iki ay D e r b e n d ’ de bekli­ yor. En sonunda Derbendliler a tla rı bulup getiriyorlar ve böylece vergiden ku rtuluyorlar'35” . O ğ u z d e s t a n l a r ı 'nda O ğ u z H a n 'ın akın yolu üzerinde, ulu bir dağmış gibi görünen bu karlı dağların köklerini, eski Türk dini ile düşüncesi­ nin, çok eski çağlarında aram ak gereklidir. ‘ ‘ B u z D a ğ ’ ’ veya K u z e y T ü r k edebiyatındaki türkçe ile Muz Tag üzerinde, daha yukarıda da dur­ muştuk. Altay Şamanları istedikleri kadar davul yapamazlardı. “ Şam anın kaç davul yapabileceği, Buz D a ğ ’dan buyrulurdu” '36. G ö k t ü r k çağındaırönceki Ç i n kaynakları, “ bir kadının ağzına düşen bir dolu tanesinden gebe k ald ığın ı”, haber veriyorlardı. Hocamız Prof. Abdülkadir İ n a n , bu kadından olan çocuğu, ‘ ‘ B u z H a n ’ ’ adlı bir T ü r k t a n r ı s ı ile ilgili görm üşlerdi137. Böyle bir Tanrı bilmiyoruz. Ayrıca P r o t o - M o ğ o l l a r a a i t olan bu dolu efsanesi ile karlı ve buzlu dağlar ara­ sında bir ilgiyi de göremiyoruz. lîS Z . V. T o g a n , O ğuz d e sta n ı, a. 2 8 , 2 9 . , J ‘ A . İ n a n , Ş a m a n iz m , «. 9 4 .

137 A. I n u n , M ak aleler, s. 193.

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

32

O ğ u z d e s t a n ’ ı n d a k i karlı ve buzlu d a ğ motifini daha iyi anlıyabilmek için biraz d a K ı r g ı z destanlarını gözden geçirelim: ‘ ‘ K u z u K ö r p ö ş ad lı yiğidin bab ası ölünce, A k v e G ö k B u r ş u n a d lı i k i a t , babası ile birlikte göğe uçuyorlar. Kendisi kötü bir a tla kalınca, ona: “ -Eğer sen 7 ay gidip, B u z D a ğ ( M u z T a u ) yan m a erişebilirsen, o rad a altın ve g ü ­ müşten iki yemlik ( a s t a u ) göreceksin. A tları d a, o yem liklerin başında bu­ lacak sın ”, diyor. K u z u K ö r p ö ş , onların dedikleri gibi yapıyor ve a tları bularak getiriyordu'3’ ” . Görülüyor ki O ğ u z d e s t a n ' n d a k i büyük ve karlı d a ğ anlayışının kökleri çok derinlere gitm ektedir13’, K ı r g ı z Türklerinin S a y ı n B a t ı r destanında, ‘ ‘ S a r ı H a n ile K a ­ r a H a n B u z - d a ğ ı ’ na gelip, o rad a avlanıyorlar. Av sırasın d a d a K a ­ r a H a n ’ m kızını, S a r ı H a n ’ m oğluna söz kesiyorlar. Fakat bu sırad a S a r ı - H a n ölüyor'40...” B u z D a ğ bu efsanede de büyük bir rol oynuyor. 2)Kazılık Dağı: Bu dağın D e d e K o r k u t ile diğer Türk destanlarında, büyük bir yeri vardır. D e d e K o r k u t ’ta bu dağ, “ kışda yazda karı buzu erinmeyen K a ­ z ı 1 1 k d a ğ ı”, diye anlatılıyordu141. R a z ı l ı k d a ğ ı için, bir K ı r g ı z - T ü r k destanında ise, şöyle denir: “ Sen ey sevgili! Ey sevgili d a ğ ! (K ayranran da kayran tau)! B an a, zenginlik veren d a ğ ! Benim ü ç a t a m ı n , yaşad ığı dağ. Gözün sa n a konanda, buzlaşır kayganlaşır d m !... Yakınlarımın oturduğu, zengin T ü r k vad isi! K azanı­ mın kapağı!... Atlarımı tutan kemendim! Evimin direği! Sınğım ! Sen ey sevgili! sevgili d a ğ ! B an a varlık veren d a ğ ! Babam ın güveyisi d a ğ ! Anamın gelini d a ğ !... Büyük büyük taşların ! Gözümden a k a r y a şla rın !'*2...” D e d e K o r k u t ’taki ‘ ‘ D i r s e H a n oğlu B u g a ç H a n ’ ’ hikâyesinde i s e B u g a ç H a n , K a z ı l ı k dağında kaybolur. Bunun üzerine Bugaç Han’ın annesi, Kazılık dağına şöyle beddua eder: “Akar senün suların, K a z ı l ı k d a ­ ğ ı! Akar iken, akm az olsun! Biter senün otların, K a z ı l ı k d a ğ ı! Biter iken, bitmez olsun! k açar senin geyiklerin, K a z ı l ı k d a ğ ı! K açar iken kaçm az ol­ sun! /Ve bileyin oğul, a rslan d an mı old ı? Yoksa kap lan d an mı o ld ı'**...” Bunu duyan oğlu da, annesine şöyle der: “A ğpürçeklü, izzetlü canum a n a! Akarlı d a, su ların a k argam agıl! K a z ı l ı k dağının günahı yoktur! BiterliP r o b e n , I I I , a. 2 3 8 / 2 8 0 . 1,9 B u c ild im iz d e , ' ‘ d a ğ l a r ' ' i h ilg ili a y rı b ir b ö lü m ü m ü z v ard ır. 140 P r o b e n , I I I , a. 205/ 2 1 6 . S a n H an ile K a r a H a n , g ö k le rd e g e çen o la y la r a ra s ın d a da g ö rü lü r. 141 D e d e

K o r k u t k ita b ı, 2 6 - 4 .

141 P r o b e n , I I I , 0. 51-57/67. K 1 r g 1 * I a r , b u bölgeye y a p ıla n K « I m u k a k ın la rım la n s o n ra , K a 2 1 •

h k d ağ ın ı k a y b e tm iş. D ağ ile ilg ili b ö lü m ü m ü z e b a k ın ız . 141 D e d e K o r k u t k ita b ı, 27-8,

O Ğ U Z D ESTA N I

33

de, otlarına kargam agıl! K a z ı l ı k dağının, suç ı yokdur! K açar geyiklerine karganıagıll Kazılık dağının günahı yokdur! Arslan ile kaplan ın a! K a z i l ı k dağının, suçı yokdur,44...” Anlaşıldığına göre bu D i r s e H a n hikâyesi. D e ­ d e K o r k u t ’ un en eski bölümlerinden biridir. Kazılık dağı hakkındaki, di­ ğer metinler, aşağıda sunulmuştur. 3) K u t l u D a ğ l a r : Dağlar ile ilgili bölümümüzde, Türk tarih ve düşüncesinde yer alan Kutlu d a ğ la r üzerinde, geniş olarak durm uştuk. Prof. A bdulkadir i n a n hocamız da, Şam anizm ’de, dağ hakkındaki inanışlar üzerinde, ayrıca durm uştur145. Biz burada daha çok R a d 1 o f ’ un “ Türk H alk Edebiyatından Ö rnekler” Proben adlı eserinden, şimdiye kadar gösterilmemiş, bir kaç örnek vererek geç­ mek istiyoruz. Bilindiği gibi Kuzey-Türk Edebiyatında: “ R uhların su içtiği K a r a d a ğ , D o k u z d a ğ , K a r l ı d a ğ , G ö k d a ğ , A k d a ğ , G ö k , (ya­ ni Tanrının) çevrelerine dokunan d ağ, Ç a t a l b a ş l ı sırad ağ, G e ç i t l i s ı r a d a ğ , M e r h a m e t l i d a ğ (Tegir K ayrakan), A k b o z sırad a ğ lı, taşlı ve demir d a ğ ”. Kuzeydeki A b a k a n Ş am an ların ın dualarında geçer146. H u n 1 a r ı n , Çilien; Göktürklerin Otügen; U y g u r l a r ı n , Kut Tağ’ı ve hatta Ç i n g i z H a n ’ ın Burhan Kaldun gibi, “ Gök veya Tanrı d a ğ la r ı”, Türklerin kutlu dağları arasında, değerli bir yer tutarlar. Buna O ğ u z H a n ’ın Or Tag ve Kür Tag adlı dağlarını da katabiliriz. EKLER: K A Z I L I K

D A Ğ I ve Ü Z E R İN E S Ö Y L E N M İŞ A Ğ IT L A R

K a z ı 1 1 k d a ğ ı ' n d a , O ğ u * b o y la r ın d a n s o n ra , K ı r m ı z l a r o tu r m u ş la rd ır, X V . y ü z y ıld a n s e n r a b aşlay an K a l m u k a k ı n l a n il«, K ı r g ı * I a r b u dağı k a y b e tm iş le r d ir. V e rim li K a z ı l ı k

d a ğ ı ’ n ın , ot•

¡a k ve y a y la k la r ın ı k a y b td e n K ı r g ı z ' l a r , b ü y ü k « ık ın tıla r a d ü şm ü şle rd i. B u n u n iç in de k en di y a y la • la r ı iç in , ç o k gü zel b ir a ğ ıt s ö y le m işle rd ir. B u a ğ ıt, R a d 1 o f ta r a fın d a n d e rle n m iş tir. (P ro b en , I I I , m e tin : S. 51; T e rcü m e , •. 6 6 ) . H iç k im s e n in ü z e rin d e d u rm a d ığ ı b u a ğ ıtı s u n a rk e n . D e d e

K o r k u t k ita b ın d a k i,

* * K a x ı l t k - D a ğ ı * ' ü z e rin d e de d u rm a k istiy o ru z :

Dede Dede

K o r k u t * t a K a z ılık d a ğ ı'n ın a d ı, y a ln ız c a **D irte H a n o ğlu B u g a ç H a n ** b ö lü m ü n d e g eçer.

B iz c e D i r s e gaç

K o r k u t k it a b ın d a k i, k k K a s ı l ı k d a ğ ı * *

Han

boyu, D e d e

Korkut

k ita b ın ın en e sk i b ö lü m le r in d e n , b ir is i o lm a lıd ır. B u *

H a n ' ı n a n n e s i, oğlu n u K a z ılık d a ğ ı ’n d a , y a ra lı o la r a k b u lu n c a , d ağ a şöyle s e s le n m işti:

“A k a r sen in s u la r ın , K a z ılık D a ğ ı! A k a r ik en , a k m a z o lsu n ! “ B iter sen in o tla r ın , K a z ılık D a ğ ı ! B ite r ik en , bitm ez o lsu n ! “ K a ç a r sen in g e y ik le r in ! K a ç a r ik en , k a ç m a z o lsu n ! “ T a şa d ö n sü n !

Aynı e se r, 2 0 . B u b ö lü m , D e d e

K o r k u t k itn b ı'n m e sk i k a tın d a n g rln ıiş o lm a lıy d ı.

,4‘ . A. İ n a n , Ş a m u n U m , s. 125 . A ynı e se r, s. 1 2 5 : Ş a m a n d u a la rın ın m e tin ve te r c ü m e le r i.

34

T Ü R K M İT O L O JİS İ II “ /Ve b ileyim o ğ u l! A r sla n d a n mı o ld u ; y o k sa k a p la n d a n m ı o ld u ? “ /Ve b ileyim o ğ u l! Hu k a t a la r , s a n a n ered en g e ld i? ** D. K . 2 7 *8 ). B u n d a n d a a n la ş ılıy o r k i K a z ı l ı k

dağ id i. Y in e D e d e

D a ğ ı , s u la n , o t la r ı , g e y ik le ri, a r s la n t ile k a p la n t , bol o la n b ir

K o r k u t K ita b ın d a , K a z 1 1 1 k D a ğ ı 'n d a n , “ K ış d a y a z d a , t a r t buzu erim eyen ,

K a z 1 1 1 k D a ğ ı ' * , d iye söz a ç ılıy o rd u : ( D e d e

K o r k u t , 2 6 -4 ).

M a n a » d e l t a n ı iç in d e , K a t ı l ı k

D ağı''

M a n a s d estan ı iç in d e de. R a z ı l ı k D a ğ ı 'n ın adı g e çiy o rd u . ' ' K a z ı l ı k ' ' , tü r k ç e d e , “ d ik vad ili ve u çu ru m lu y e r “ k a r ş ılığ ı o la r a k , s ö y le n m iştir. B e lk i d e , " A a n m a " v e “ k a z ılı** k ö k ü n d e n geliyordu. B ü y ü k H ocam ız P r o f. A b d u lk a d ir İ n a n i*e, bu dağın a d ın ı, “ K a d ılık “ d iye oku m uş ve yazm ışlard ır. (M a k a le le r , a. 1 6 9 , 171). A n ca k M a n a s d e stan ı iç in d e , K a z 1 1 1 k D a ğ ı *nın “ o y u ”, y a n i v a d i s i ü z e ­ rin d e d e , söz a ç ılm a k ta d ır (ese r, a. 171). B u k o n u la r ü z e rin d e , k esin o la r a k k o n u şm a , d oğ ru o lm a sa g e re k ­ tir. B u d ağ h a k k ın d a k i b azı m e tin le r , y u k a rıd a da b e lirttiğ im iz g ib i, K a z 1 1 ı k D a ğ ı ’ nda O ğ u z l a r ' dan so n ra K ı r g ı z adı ile a n ıla n , geniş T ü r k k itle le r i o tu rm u şla rd ı. XV . yüzyıldan so nra başlayan K a l m u k

a k ın la r t, T ü r k d ü n y ası *nın a ltın ı üstüne g e tirm işti . B u a ra d a K a z 1 1 1 k D a ğ ı d a , K ı r g ı z ’ I a r 'm e lle r in d e n ç ık m ış ve K a 1 m u k k itle le r in in e lin e g e ç m işti. B u d ağd an ç e k ile n K ı r g ı z

T ü r k M eri, k en d i

e s k i y a y la la rı iç in , b ir a ğ ıt d ü z m ü ş le rd i. B u iç li a ğ ıt, B a d I o f ta r a fın d a n d e rle n m iş ; a n c a k b iç k im se b u ağ ıt ü z e rin d e d u rm a m ıştı: ( R a d l o f , P r o b e n , I I I , s. 51/66): “ E y s e v g ili, e y sev g ili d a ğ ! B e n i d o y u r a n , d a ğ ! “ Ü ç a ta m ız ın , y a ş a d ı ğ ı , d a ğ ! “ Ü ç b in k a r a s ığ ırın , y e tiştiğ i dağ! ‘ ‘ B a y a n - A u l ’ u n y e r i, ey K a t ı l ı k ! “ Y a z ın , san a g ö çtü ğ ü m ü z, y o lla r ın a r t ı k b o z u ld u ! “ K a b u r g a n d a n a y n lıp k a ld ın ! E y , yayla yolu! M G f i ı ü n s a n a k o n a n d a , b u z s in e n e y a y ılırd ı! “ S e n e y ! O n ik i u ç u r u m lu ' (k a z ılı) T ü 1 ü k v a d isi! “ E y , z e n g in T ü I ü k v a d isi! S e n d e ta n ıd ık k a ld ı m ı? ‘ ‘ K a z a n ı m ı n , k a p a ğ ıy d ın ! İ p l e r i

d ö ğ e n , t o k m a ğ ım d m !

“ A t l a r tu ta n , k e m e n d İm d in ! E v i m i

lotan,

d ire ğ im d in !

“ S e n , e y s e v g ili! Ey, sevgili d ağ! B e n i d o y u r a n d a ğ ! “ B a b a m ı n , gü veyisi d a ğ ! A n a m ı n , g e lin i d a ğ ! “ S e n d e n a y n lıp g id e y im , diye h iç d ü ş ü n m e d im ! “ S e n , e y ç e v r e s i d o lg u n d a ğ ! “ S e n ey, kaygan tu zlu d a ğ ! “ H e r r e n k t e a t s ü r ü le r i, s e n d e y a y ılırd ı! “ S e n in b ü y ü k t a ş l a r ı n , g ö z ü m d e n a k a n y a ş la r o ld u ! “ B i r y a ş ın d a k i k e çim ( ç e b iç im ) , o ğ I a k • 1 1 k a lm a d ı! ‘ ‘ B e n im g e n ç koyunum ( t o k lu m ) , k ı s ı r k a lm a d ı! “ B e n im b ü y ü k k ö p eğ im , o r a d a b a v la r d ı! “ B i t , a r t ı k g id iy o ru z ! “ G id in c e , f e lâ k e t le k a r ş ıla ş a c a ğ ız ! “ B iz , e k i n

e k m e ğ i b ilm e y iz ! A cım ız d a n ö l e c e ğ i z ! “

35

O Ğ U Z D E ST A N I K A Z IG U R T D A Ğ I K a n l ı k

D a ğ ı 't u g e k r iç k e n , K m ı g u r t

D a ğ ı ü n e rin d e d e , b ir k a ç n o t « a n a lın ı. B liy iik d a l l a r

ve y a y la la r, T ü r k b o y la n ile T ü r k m ito lo jisi'n in o lu ş m a s ın d a , ö n e m li b ir ro l o y n a m ış la rd ı. B u g ü n , A n a ­ d o l u ’d a d a , d u ru m ay n ıd ır.

\) K a z ı ğ u r t b o y u : B u k ita b ım ız ın I . c ild in d e , E b ü I G a z i

Bahadır

H a n 'i n , “ Türkm enle-

rin Ş e c e r e s i ” ad lı k it a b ın ı, tam o la r a k s u n m u ş tu k . B u k a y n a k ta , ’ ’ K a z ıg u r t’ ’, b i r boy a d ı o la r a k y er a l­ m a k ta d ır. B u n la r , ' ‘ O ğ u z

Oğuz Han

H a n ' ı n to ru n la rın ın b o y la n n ın , a t l a r ı n ı t u t a n b i r b o y ” , id ile r. Y an i, soyun un , d ışın d a b u lu n u y o r la rd ı. Bo y a d la r ın ı, bu d ağd an alm ış o lm a lı id ile r.

2) ‘ ‘ K a z ı k u r t

E v l i y a - A t a * * Ş * m a n ve b a k s ı d u a la rın d a b ü y ü k d a ğ la r, “ E v liy a-A ta'* o la ra k

t a n ım la n ır la r . N ite k im A n a d o 1 u ’da d a , b ö y le d a ğ la r, “A t a " y e rin e , m B û 6 û ’ ’ d iy e a n ılır la r . B u kutlu

d a ğ l a r iç in b k . ( P r o f. A . İ n a n , Ş a m a n iz m , s. 1 4 2 ).

K U Z E Y T Ü R K L E R İN D E , D E D E

KOR KUTTAKİ

“ SA LU R K A Z A N " Dede

K o r k u t k it a b ın d a k i, O ğ u z d e s t a n la r ' in in ü n lü ’ ’ S a lu r K a z a n c ın ı, K u z e y - T ü r k h a lk ı

e d e b iy a tın d a d a g ö rü y o ru z. A n la şıld ığ ın a g ö re, G üney S i b i r y a ’d a o tu ra n T ü r k le r ile O ğ u 1 1 a r a ra s ın d a , b ir rek ab et ve yerine v ard ı. K u z e y T ü r k l e r i , b u zlu T u n d ra la r ile k a ra n lık b ö lg e lerd e o tu ru y o rla rd ı.

G ü çlü O ğ u z l a r ise, o ç a ğ la r ın en z e n g in ü lk e le rin in s ın ır la r ın d a o tu r u y o r la rd ı. K u z e y T ü r k le r i­ n in , O ğ u z l a r a y en ilm iş o lm a la r ı, d a h a y e rin d e g ö r ü le b ilir. B ö y le c e K u z e y T ü r k l e r i , k e n d i y iğ itle ri A k - K ü b e k ’ in . O ğ u z la rın S a l u r

K a s a n ’ ın d a n d a h a g ü ç lü o ld u ğ u n u , g ö ste rm e k istem işlerdir.

A k - K ü b e k d e sta n ı, K e p ç e k - E I T ü r k le r in d e n , R a d 1 o f ta ra fın d a n d e rle n m iş tir. B u ö r n e k üzr* r in d e , şim d iy e k a d a r h iç k im se d u rm a m ıştır. B u d e s ta n d a , S a l u r o la r a k , ‘ ‘ s i h i r l i h ü n e r le r in i** g ö s te r m iş le r d ir. D e d e

K a z a n il e A k - K ü b e k , k a r ş ılık lı

K o r k u t ile O ğ u z d e s t a n la n iç in d e , b ö yle g e ­

r i v e ilk e l sa h n e le r, yoktu r. Balıkç ı

T ü r k l e r a r a s ın d a n d e rle n e n b u m a s a lı, sö y led iğ i yere g ö re d e ğ e rle n d ir m e k g e re k lid ir.

A n la şıld ığ ın a g ö re, h a y v an cılık ve ek in cilik ile de, fa z la b ir ilg ile ri yoktu r. B iz im b u r a d a k i v a z ifem iz , Türk

M ito lo jisi 'n in iz le r in i, T ü rk ç e ko n u şa n en g e ri k itle le r d e b ile , a ra m a k tır . B u K u z e y - T ü r k d e sta n ı'n ı, R a d l o f ’ u n d e r le m e le r in d e n a lıp , b iz im le ilg ili m o t if le r in i, k ıs a c a su n m a ğ a ç a lış a c a ğ ız : ( P r o b e n , IV, 152/191):

1) " . . . A k - K ü b e k a d lı y iğ id , S a l u r - K a z a n * ı gö rü n ce, ok un un b a şa ğ ın ı (b a ş a k ) ate şe kort iyice k ız a rttık ta n so n r a , a ğ z ın a kor. S a l u r - K a z a n , bun u g ö rü n c e , O d a o k un u n b a ş a ğ ın ı, ateşte k o r h a lin ­ d e k ız artır. O n d an so n r a a ğ z ın a k or ve ü stelik çiğn ed ik ten so n r a d a , tü k ü rü p a t a r . ( S a l u r - K a z a n , ü stü n g e lir). 2) * ‘A k - K ü b e k , d a ğ d a n y u v a rla n a n k a y a la n , b a şı ile yeniden, d ağ ın d o ru ğ u n a a tar. S a l u r z a n d a , ayn ı şey leri y ap ar. (B öy lece b e ra b e r e k a lır la r ).

K a­

3 ) * *A k - K ü b e k g id e r, b ir ırm a ğ ın iç in e oturur. Ir m a k , a lt ı g ü n d e, a lt ı k a n ş b u z tu tar. S o n r a b u zlan fa r a r ve d a ğ ın b a şın a k a d a r taşır. Ilık bölgelerin yiğidi S a l u r - K a z a n , bunu y ap am az . (Yani yenilir)'*. 4) ‘ ‘ A k - K ü b e k ,

S a l u r - K a z a n * m b a şın ı kesm ek ister. F a k a t S a l u r - K a z a n ' ı k ılıç kesmez.

S a l u r - K a z a n , b a c a ğ ın d a sa k lı, d em ird en b ir k ılıç o ld u ğu n u söyler. A k - K ü b e k , B u k ılıç la S a l u r • K a z a n ' m b a şın ı k esm eği b a ş a r ı r ...'' Dede

K o r k u t *taki y iğ id le rin . K u z e y T u n d ra la r ın d a yaşayan ve T ü r k ç e ko n u şa n T iir k le r in , h a lk

e d e b iy a tın a n a s ıl g ir d ik le r in i, g ö sterm e b a k ım ın d a n bu b elg e, a y r ı b ir d e ğ e r ta şır. S a l u r - K a z a n , m a ­ sa ld a s ih ir ve m it o lo ji’ye b ü r ü n d ü rü lm ü ştü r. K ılıç ve o k g ib i k o n u la rd a , S a l u r - K a z a n a ğ ır b a sm a k ta ­ d ır. B u z ta şım a işin d e ise. K u ze y li yiğid ö n d e d ir. S a l u r - K a z a n ’m b a ş ın ı d a , a n c a k k en d i k ıltcı k es­ m e k te d ir.

36

T Ü R K M İT O L O JİS İ II T ü r k m e n J e r i n ş e c e r e n i ile b i r k a r ş ıla t t ır m a S a l u r - K a z a n , rkut-Ata) ile k a rşı ka rşıy a gelm işti. K ork u t-A ta’m n , o n un için «o ylam ası, şöyle id i:

"K a z g u r d d a ğ ın d a n , a ş a ğ ı (a f y u v a rla ttı* " S a lu r - K a z a n k a rşı v a r ıp , k a v ra y ıp tuttu, "¡t-B e ç e n e , onu g ö r ü p , a k lı g it t i, “i41p/ar, beyler, g ö ren v a r m» K az an g ib i... G ö rü lü y o r k i, d ağd an ta ş y u v a rla m a ve y iğ itle rin t a ş la r ı kavrayıp> t u tm a la r ı, h e r ik i d e lta n d a da b e n ­ z e r tu tu lm a lıd ır. (T M , l,a . 2 5 8 ) .

2. BÖLÜM

TOPKAPI SARAYI’NDAKİ “ O Ğ U Z D E S T A N I ” PARÇASI (Dede Korkut ile karşılaştırm a) * ' G ü n d o ğ u s u , g e nye r de n **k o pa n O ğ u z !

Türk destanları içinde, “ Gün doğusu, gen yerden, kopan O ğ u z ! ” gibi muhteşem bir girişle söze başlayan böyle görkemli ikinci bir Türk destanı yoktur. Bundan dolayı T o p k a p ı S a r a y ı ’nda bulunan bu destan parçası, D e d e K o r k u t ile Türk destanlarının, p a r la k bir tacı ve adeta bir fa tih a sı gibi muhteşemdir. Bu destan hakkında, yeni olarak ne söylense yerindedir ve sevaptır. D e d e K o r k u t K itabından daha eski bir anlatış Destan, D e d e K o r k u t kitabında da görüldüğü gibi, O z a n ’ ın söz al­ masından önce, çok daha görkemli bir giriş ile başlar. Fakat bu giriş, içine aldığı konu, düşünce ve ifade bakımından, diğer Türk destanlarının hiç biri­ sine benzemez. Diğerlerinin üzerinde ve önündedir. Dil ve anlatış ile düşünceler bakımından, D e d e K o r k u t K itab ı’ndan, d a h a e s k i d i r . Fakat her söylediği söz, sağlam bir mantık ve düşünce dü­ zenine dayanır. D e s t a n c ı O z a n , Müslüman Türklerde, Islamiyetin ön­ cülerinden ve gerçek bir M üslüm andır. Ancak dilde ve an latışda, - D e d e K o r k u t K itabı ile karşılaştırılırsa-, O z a n ’ın İslamiyet ile ilgili bilgilerinin, çok derin olmadığı da görülür. D e s t a n ı n O z a n ı , güçlü O ğuzların bir bilicisi gibi! Destanın Ozanı, kuruluş ve söyleniş bakımından, O r t a a 8 y a ’daki eski Türk bah şı'ların ın d u a l a r ı n ı , andırır. R uh ları, ataları, evliyaları öğüp, yardıma çağıran, b a h ş ı ’1ar gibi! “ Suyun ayağı, E r - K o r k u t ’ ’, gibi! T o p k a p ı Sarayı destanında da, O ğ u z büyükleri bir bir sayılır ve öğülür. Ancak bu O z a n , yoksul ve yalnız, bir bahşı gibi değildi. Güçlü O ğ u z kavimlerinin bir bilicisi ve O ğ u z 1 a r 'dan kopan, O s m a n 1 1 devletinin parlak gele­ ceğini duyan bir kişi idi.

38

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

‘ ‘ D e d e K o r k u t b iligli”, gibi bir deyişi, hiç bir Türk destanında, gö­ remiyoruz. Söz ve anlatış bakım ından, D e d e K o r k u t geleneğinin değişik, ancak çok daha eski ve yüce bir söylenişidir. D estanın, en görkem li O s m a n o ğ l u bölüm ü O z a n , O ğ u z l a r ı öğerek ve dua ederek söze başlar. Bu da, yeni bir başlangıç ve giriştir. Ondan sonra O s m a n o ğ l u 'na geçer. Destanın en gü­ zel yeri de, O s m a n o ğ l u için yapılan, dua ve öğüşlerdir. O s m a n o ğ l u bö­ lümü, destanda biraz daha yeni görünmektedir. Ozan, O s m a n o ğ l u ’ nu, Bayındır Han, Alp Uruz, Bügdüz Emen ve hatta Em ir Süleym an'ın erdemleri ile öğmektedir. D e d e K o r k u t kronolojisi de, henüz karanlıktadır. Bügdüz Emen, De­ de Korkut’a göre Hz. P e y g a m b e r ’ in yüzünü görm üştü: (DK, 68-4). Diğer yandan, T r a b z o n ’ da savaşan, yiğitler arasındaydı. ‘ ‘ O s m a n l ı n e s l i " için, D e d e K o r k u t ’ta, -yeni olmakla birlikte-, daha değişik bir alkış ve dua görülür: “...A hır zam an d a H anlık gerü K a y ı ’ ya değe! “ Kimesne ellerinden alm aya! “Âhır zam an olup, Kıyamet kopunça! “ Bu dedüğü, O s m a n n e s l i ’ dür, işde sürilüp, gide yorır! Destanın yapısı ve kuruluşu O z a n , kendisi için az söyler. Bu söyleyişlerin, D e d e K o r k u t 'tâki ben­ zerlerini bularak, -karşılaştırm a için-, destan bölüm lerinin, sonlarına kattık. Böylece, iki kaynak arasındaki benzerlikler ile ayrılıkları, kolaylıkla görebi­ leceğiz. O z a n , D e d e K o r k u t K itabı’nda görülen, Salur-K azan, Kara-Kiine, Alp-Oruz, Beg Beyrek, Kan Turalı, Tuğrul Sultan veya Deli Dumrul gibi, bir çok eski O ğ u z beyleri ile yiğidlerine geçer. Onları da öğer ve onlar için de dualarını yapar. Fakat yazmanın sonuna doğru, bir S a l u r - K a z a n bölü­ mü, destana katılm ış bir yama gibi kalır. Dili ile anlatışı, daha öncekilere gö­ re, daha eski gibi görünür. Fakat her şeyi ile, görkemli bir katkıdır. D estanın dili ve ağzı Destanın muhteşem anlatışı ile mantık ve düşünce düzenini, gram er ve fonetik gerekleri ile, ezip büzmeğe, herhangi bir niyetimiz yoktur. Zaten, D e ­ d e K o r k u t ile karşılaştırm alı olarak koyduğumuz bu örnekleri okuyanlar, T o p k a p i S a r a y ı’ndaki destanın ağırlık, derinlik ve eskiliğini, kolaylıkla gö­

T O P K A P I S A R A Y I’ N D A K İ O Ğ UZ D E ST A N I

39

rebileceklerdir. Destanı ilk olarak tanıtan ve yayınlayan hocalarım ız, kendi öz ağızları olan, K u z e y türkçesinin tesirleri altında kalm ışlardı. Korkut ye­ rine, bazan Kurkut yazılması da bunu gösterir. Bununla beraber, “ Duma don lu" veya “ k ak ım ak ” gibi sözlerin açıklam alarını, yalnızca A n a d o l u ağızların­ da bulabilm işlerdi. İlim, daima yeni ataklar yapıp, gelişmek zorundadır. Bunun için biz met­ ni, karşılaştırma yolu ile, D e d e K o r k u t dili ile anlatışına yaklaştırmak için, elimizden geleni yaptık. Ancak herhangi bir zorlama yapmadık. K arşılaştır­ ma yolu ile, bazı sözleri yenileyip, değiştirdik. Karanlık olanları ise, aynen bıraktık. Destan için deki çağ lar Yukarıda da belirttiğimiz gibi, T o p k a p t S a ra y ı’ndaki destanın en açık, -belki de yeni- bölümü, O s m a n o ğ l u ile ilgili bölümüdür. En karanlık yeri ise, en sonuna eklenmiş olan, “ ikinci S a l u r - K a z a n ' ‘, bölümüdür. Çün­ kü Ozan daha önce, D e d e K o r k u t ’ a yakın bir dil ve anlatış ile, S a l u r K a z a n ’ı öğmüştü. İkinci bölümde ise, “ taş y u v arlam a” gibi, çok eski özler ve m otifler görülmektedir. Bu Proto-Türk mitolojisi motifleri, her türlü dış tesirlerden uzak, G ü n e y S i b i r y a masallarında da görülmektedir. S a l u r K a z a n ' ın bu eski destanı i \ e A k - K ü b e k adlı yiğidin m asalını, ayrı bir bölümde incelemiştik. Bu K u z e y - T ü r k m asalında, Ak-Kübek ile SalurK azan ’ın yarışm alarından söz açılıyordu. Topkapı Sarayı destanı, D ede K o rk u t’tan niçin esk i? Okuyucularımız, alt alta konmuş iki metni okudukları zaman, bunu ko­ laylıkla anlayabileceklerdir. D e d e K o r k u t ’ta İslamiyet ile ilgili düşünce­ ler gelişmiş ve artık bir doruğa erişmiştir. Sözler ile düşünceler, birbirlerine uymuş ve benzemiştir. Burada ise daha çok destan üslubu ağır basar. A l l a h v e M u h a m m e d gibi İslam deyimleri, bir kaç yerde; ancak içten bir duygu ile görülür. ‘ ‘ O ğ u z destanı g ir iş i” T o p k a p ı S aray ın d ak i metinde, d ah a eski ve d a h a görkem lidir. D e d e K o r k u t ile karşılaştırm alı bölüm lerden, bu ko­ laylıkla anlaşılacaktır. A n a d o l u yer ad ları azdır T o p k a p ı Sarayı destanının girişinde yalnızca bir yerde, B a y b u r t yer adı geçer. Bu da sonradan mı konmuştur? Bunu bilemiyoruz. D e d e K o r ­ k u t K itabı’nda, B e g - B e y r e k için, “ P arasaru n B a y b u r t hisarından, p arlayup, uçan”, dendiği halde; burada yalnızca, ‘ ‘ B a n h isarın dan p a rla -

40

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

yup u ç an ', deyişi ile yetinilmektedir. ‘ ‘ B a n H i s a r ı ’ ’, neresi idi? Bu ko­ nuda şimdilik bir şey söyleyemiyeceğiz. To p k a p ı Saray ı destanı’nda, A n a d o l u ’dan uzaklarda kalan, “ Demir Kapı derbend i” ile E 1 b ü r z dağlarından, sık sık söz açılm aktadır. Destanın girişinde, S a r ı - S a n d a l adlı, Oğuzların bir düşm anından söz açılm akta­ dır. D e d e K o r k u t ’ta ise bu kişi, “ Sofi S a n d a l M elik” adı ile geçmek­ tedir. D e d e K o r k u t bu kişiyi, Müslümanlık ile benzeştirmiş olmalıydı. Dede Korkut’taki, “ S aru donlu S e l c e n H atun”, T o p k a p ı S aray ı destanında, S a rı donlu S e l c e n k ızı”, diye tanımlanmaktadır. Hangisinin doğru olabile* ceğini, şim dilik söyleyemiyeceğiz. D ede K ork u t’ta bulunm ayan kişi ad ları T o p k a p ı Sarayı’ ndaki destandaki, “ Selim oğlu K a r a m a n ’ ’ ile, ‘ ‘ U r u l m u § H a n ’ ’ , kesin olarak, D e d e K o r k u t ’ta görülmemektedir. Bu gibi eski metinlerde kişi ad ları, kopya edile edile, bozulmuşlardır. Yanlış yazılmış bu kişi adlarını, yeniden kurarken, D e d e K o r k u t ’ta yiğitler için yapılan alkış ile dualara baktık. Belki adlar, yanlış yazılmış veya kopya edil­ miş olabilirler. Ancak onlar için yapılan tanıtm alar ile alkışlar, bozulmadan, zamanımıza kadar gelmişlerdir. Okuyucularım ız, kolaylıkla karşılaştırsınlar diye bunları, tırnak arasında, metin içlerine aldık. Örnek olarak Zeki Velidi T o g a n Hocamızın, Etlerşe oğlu Atil (Attila?) Alp diye okudukları kişi hakkında, T o p k a p ı Sarayı’ndaki destanda söyle­ nen tanıtm alar; D e d e K o r k u t ’taki “ Eylik Koca oğlu Alp-Eren” 'ın, özel­ lik ve tanıtm alarına uymaktadırlar. Yine T o p k a p ı Sarayı’ndaki destanda görülen veya okunan “ Yağırıkçı (?) oğlu Yazır” ise; D e d e K o r k u t ’taki, “ Yağrmçık oğlu İl-Almış” tanıtm a, alkış ve özelliklerine benzemektedir. Bu­ nunla birlikte, T o p k a p ı destan ı, kişi ad ları bakım ından, ‘ ‘ Y a ­ z ı r, K o z a n ’ ’ gibi, yenilikler getirmektedir. T e p e g ö z ’ ü öldüren yiğitin, T o p k a p ı destanında, Urulmuş-Han ol­ duğu, açık olarak söylenmektedir. Ancak bir önceki satırın arasına da, “ K ı­ yan B u s a t ” adı sıkıştırılm ıştır. D e d e K o r k u t ’ta T e p e g ö z ü , B a s a t öldürmüştü. Basat’ın ağabeyi Kıyan-S e l ç ü k ise T e p e g ö z ’ün elinde ölmüş­ tü. Adlar, karışm ış da olabilirdi. Ancak T o p k a p ı Sarayındaki bu destanı, hafife alm ak, hiç doğru değildir. “ T uğrul Sultan” , D ede K ork u t’ ta “ D eli D u m ru l” oluyor T u ğ r u l mu; yoksa D u m r u l mu, doğru idi? Bu kitabım ızda, aynı ko­ nu üzerinde bir bölüm vardır. Bu gerçeği de, T o p k a p ı Sarayı’ndaki, bu de­ ğerli destan ortaya çıkarmaktadır. Çünkü Türk adları arasında, ‘ ‘ D u m r u l ’ ’

T O P K A P I SA K A Y TN 'D A K l O fi 17. D ESTA N I

41

diye yazılıp, söylenen bir kişi adını, görmüyoruz. Bu destanda, D e l i D u m r u l yerine, “Altın k ö p r ü yapan ", T o k u ş - K o c a o ğ l u T u ğ r u l S u l t a n ’dan söz açılm aktadır. “ Duha oğlu Deli D u m r u l ’ * gibi, garip bir Türkçe kişi adı da, sona ermiş oluyor. Metinler kopya edilirken, (ğ) nin, (m) okunması, böyle bir yanlışlığa yol açmış olsa gerekir. Destanın değeri, bunun­ la da belirlenmiş oluyor. Destanın ilk yayını ve tanıtılm ası T o p k a p ı S a r a y ı 'nda bulunan bu destan parçası ilk olarak, “ Türk Tarih, Arkeoloğya ve Etnoğrafya D e rg isi"nin, 2. cildinde yayınlanmıştır. Öğ­ rendiğimize göre bunu yayınlayan, büyük hocamız, Z e k i V e l i d i T o g a n ’dır. 0 zamanki elverişsiz ve zor bir durum da yapılan bu yayın da, büyük bir hizmet olmuştur. Yukarıda da belirttiğim iz gibi, araştırm a ve incelemeler, sü­ rekli bir gelişme içinde bulunmalıdır.

TOPKAPI SARAYI’NDAKİ OĞUZ D E S T A N I ’ NDAN BİR PARÇA (Dede Korkut ile K arşılaştırm alı) OĞUZ'A ALKIŞ “ Gün doğusu, gen yerden, kopan Oğuz! “ Gümüş göklü, ban evlü, bargâhlu Oğuz! “Arı suyu yatısıkda (?), abdestli Oğuz! “Alın yere koydukta, nam azh Oğuz! “ BİR TANRIYI BİLÜB, din serveri, "M u h a m m e d ü n Nebi dilde, yadlu Oğuz! “ Kabzası altunlu, kertiklü Oğuz! “ K ızları kıymetli, yiğitleri mürüvvetlü Oğuz! “ K ocaları taatlü, hürnıetlü Oğuz! “ Göğüslüce d a ğ la rı, yaylalı Oğuz! “ Kutluca tağ s a lla r ı, kışlaklı Oğuz! “ Kanlı K âfir ellerinden, h araç a la n Oğuz! “Ağyılda, bulun süren Oğuz! “ Evin barkın, oda (ateşe) uran Oğuz! “Akça koyun yahnılu Oğuz!

T İİR K M İT O L O JİS İ II

“Âşığı uzun a l çerdiği (?) bınetlü Oğuz! “ Ç ad ır çangalu uzun, ulu beyler yığnağu, Devletlü Oğuz! ” D e d e K o r k u t biliglü Oğuz! ” U l a ş S a l u r K a z a n , Beylerbeyin Oğuz! ” E m i r S ü l e y m a n , uğurlu Oğuz! ” T a ş - 0 ğ u z Beylerbeylü Oğuz! “ Yarlıgayıcun  l i a h olsun! “ Yalavacın (Peygamberlerin), M u h a m m e d olsun!

O S M A N O Ğ L U İÇİN TANITMA ” D o ğ a r g ü n ü n , çoğacı! Tusgu g ü n ü n , yatusı! “ Görklü e v i n aydını! “ D oğalıdan, devletlü! U laludan, saad etlü ! “ Ulu Sultan B u ğdağı! Gazi H an ’ın torunu! “ K ara bulut ürkünü! K ara dağın kap lan ı! “ K ara şahin yavrusu! S arı sazın, arslan ı! “ K aytabanm buğrası! ” D e d e K o r k u t biliglü! S a l u r - K a z a n saad etlü ! ” E m i r S ü l e y m a n uğurlu! B a y ı n d ı r H a n devletlü! “ Yağı görse, yardım lu! Düşman görse, durum lu! ” T ü r k i s t a n ’ m direği! Tülü kuşun yavrusu! “ Ulu beyler yığnağı! Akça ça d ır çan gallu ! “Âla hanlı orunlu! Akça koyun yahnılu! “ Yalın gelse, d on ad an ! Acın gelse, doyuran! “Âğın basıp, dizin çöküren, divan d urdu ran ! “ Güçlünün, gücün sıran (kıran)! Güçsüze, m alın veren! “ Kanlı K â fir ellerine, kan k aşan d ıran ! “ K a rab a şların , bunlatan! O ğlancuklarm , a ğ la ta n ! “ Tavukların, kığıld atan !

T O P K A P I SA R A Y I’ N D A K İ O Ğ U Z D KSTAN I

43

O S M A N O Ğ L U İÇİN A LK IŞ, DUA “ O ğlancıkların, ağlatm ayan ! Tavukların ban latm ayan ! “ M akusların çaldırm ayan , O s m a n o ğ l u : “A ltında, ak boz atın, büderm esin! “ Dolam lı, bekit donun (zırhın), sökülm esin! “Alın kaşta, kunt aşığın (miğferin), yuğrulm asm ! “ Kaya keser, gök kılıcın, gedilm esin! “ Uç sinürlü, katı yayın, yasılm asun! “ Uç yeleklü, kayın okun, düşm anına doğru varsun! “ Yazılı (yayılı) gelen sofraların , dürülm esün! “ K aynadılan kazan ların , soğulm asın! “Ay altın d a yürüyen düşm anın, A l l a h ursun! “ Gün altın d a yürüyen düşm anın, gün yandırsun! “ San d ığın la bağlam an ı, H a k erdürsün! “Ava varan yiğidlerin, avlu gelsin! “ K ulların , üründü gelsin ! A ğayılda a k bulun sürüp, busuklu gelsin! __ a la y olsun! ‘ ‘ D u t t u ğ u n i l l e r , kolay gelsin! “ Yardımcın A l l a h ! Yalavacm , M u h a m m e d olsun! ‘ ‘ D e d e K o r k u t Biliglü, ’yedi bilisün’ versin! ‘ ‘ E m i r S ü l e y m a n Uğurlu, (yedi uğurun versin)! ‘ ‘ S a l u r - K a z a n Saadetlü, yedi saad etin versin! ‘ ‘ B a y ı n d ı r H a n Devletlü, yedi devletin versin! ‘ ‘A l p - O r u z (.....?), versin! “ Bıyığı kanlı B ü g d ü z - E m e n heybetli, yedi heybetin versin! “ için, ulansın! Yanın yayılsın! “ S an a yam an sm an lar, ot gibi üzülsün! Toprak gib i savrulsun! “ Düşm anın b aşak, başağın eşek yesin! Eşeğini d ah i kurt yesin! “ Dursun, dönsün! Buçuk kile d a rı, d eğirm an a iletsün! “ D eğirm anı, bozuk bolsun! ... geçmiş bolsun! “ Etmeğini, koynuna koyup, yola gitsün’ Yolda eletüp, düşmüş bolsun!

44

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

Burada metin eskimektedir. “ olsun” yerine, “ bolsun” denmektedir. Di­ ğer gözlerde de bu e sk ilik g ö rü lm ek te d ir. B ir ç e şit, “ m a s a l t e k e r l e m e s i ” olan bu sözleri anlayıp, yorumlama da güçtür. Anlaşılıyor ki, şimdi olduğu gibi, bu destanda da, “ tekerlem eler” çok eski­ lerden geliyorlardı. D e d e K o r k u t 'ta , alkış ve dua (Yerlü kara d ağlaru n , yıkılm asun! G ölgelice kaba ağacın , kesilm esin! (Kam ııı akan görklü suyun, kurum asın! (K anatların uçları, kırılm asın! (Ç apar iken, ağ boz atın, büdernıeHİn! (Ç alışanda, kara polat öz kılıcun, gedilm esin! (D ürtişür iken, ala gön d erü n , ufanm asın! (Ağ pürçekli anan yeri, behişt olsun! (Ağ sakallu baban yeri, uçm ağ (Cennet) olsun! ( H a k yandııran çırağın, yana dursun! (K adir T a n r ı , seni nâm erde m uhtaç eylem esün! (DK, 36) Görülüyor ki her iki alkış veya d ua, iki ayrı muhteşem Türk Dünyası’ndaıı geliyordu. T o p k a p ı Sarayı O ğ u z Destanı, O ğ u z dünyası ile O ğ u z gele­ neğini, çok daha geniş bir çerçeve içinde alıyordu. “ /Vö/cer” gibi sözlerin geç­ mesine bakılınca, Ç i n g i z H a n ’dan sonra, kaleme alınmış olduğu anlaşılıyordu. D e d e K o r k u t Kitabı ise, daha dar bir bölge ve düşünce içinde kalıyordu. Ancak her ikisinin de kaynağı, ulu ve yüce, O ğ u z g e l e n e ğ i idi.

I.

O Z A N L A R İÇİN A LK IŞ “... yerenin, y ı l a n bilür! Burulu yonca halin, b o r s u k bilür! “ Yedi dere kokısın (?), d i l k ü bilür! “ Çuvaldız kıymetin, n ö k e r i bilür! “Ağır yükün hengini, k a t ı r bilür! “ Yerli yollar ayırdın, d e v e bilür! “Ar (er?) ağırın , a r (er?) yeğnisin, e r e n (at?) bülür!

T O I’ KAIM SAK A Y T N D A K I O İİD Z D KSTANI

45

“ K ara b a şa ağrı gelse, beyin bilür! “ Gen yerler otlağın, g e y i k bilür! liD ath suyun halin, k u l a n bilür! “ Er nakesin, er cömerdin, o z a n bilür! “ Karşı yatan k alab a senri (?) k ara d a ğ la rı, geçip gelen O z a n bilür! “ Kazılık atınıza binüp, kaftan donunuz giyen, o z a n olsun! “Ağır, ak akçanız ala n , o z a n olsun! Dede Korkut'ta (Gittikte yerün otlakların , g e y i k bilür! (Göğez yerler, çem en lerin , k u l a n bilür! (Ayrı ayrı yollar izin, d e v e bilür! (Yedi dere kokuların , d i 1 k ü bilür! (Dünle (gece ile) kervan göçtüğün , t u r g a y bilür! (Oğul kim den olduğın , a n a bilür! (Erin ağırın , yeğnisin, a t bilür! A ğır yükle zahm etin, k a t ı r bilür! (K olça k o p u z götürüp ilden ile, begden bege, O z a n gezer! (Er cöm erdin , er n âkesin , o z a n bilür! (DK, 5). T o p k a p ı Sarayı O ğ u z destanı, yukarıda da görüldüğü üzere D e ­ d e K o r k u t Kitabından, bu konuda daha geniştir. To p k a p ı Sarayı Desta­ nında, dil ve üslûb, daha eskidir. Ayrıca, mana da derindir. “ Gen yerlerin otlağın, g e y i k b ilü r” sözü, D e d e K o r k u t ’takinden, çok daha eski ve derindir. II. S A L U R - K A Z A N İÇİN ALKIŞ T o p k a p ı Sarayı O ğ u z destanı parçasında, S a l u r - K a z a n için, iki alkış vardır. Şimdi sunacağım ız alkış, normal bir alkıştır. D e d e K o r k u t ’ta, S a l u r - K a z a n için söylenen alkıştan, çok daha geniştir. Ancak, yakın üslûbları paylaşırlar. T o p k a p ı Sarayı Destanı’nın bu bölümünde, O s m a n o ğ l u için yapılan alkıştan üç söz ve düşünce de alınmıştır. S a l u r - K a z a n için, T o p k a p ı Sarayı D estam ’ nın en sonunda, yama gibi kalmış, ikinci bir alkış daha vardır. Bunu da, karşılaştırm a yolu ile suna­

46

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

cağız, ¡kinci S a l u r - K a z a n alk ışı, dil, üslûb ve düşünce yönünden, aşağı­ daki alkıştan çok daha eskidir. Şim di, birinci alkışı sunalım: “ Topkapı Sarayı D estanında” “ S arp h isar (...), dum a donlu, salkum salkum don giyen! “ Konur atın oynadan! “ Yağı görse, yardım lı! Düşm an görse, durum lu! ‘ ‘ T ü r k i s t a n 'ın, direği! Tülü kuşun yavrusu! “ Kanlı K â fir ellerinden yadlı, H o r a s a n ’a a d çağ ırd an ! ‘ ‘A k ç a - H i s a r ’ın, eğlik salıp , a la n ! “ Görklü yüzlü, güzel kızların; oğlan ların bulub süren! “ Kanlı K â fir ellerine, kan k aşan d ıran ! “ K arab aşların bunlatan, oğlancıkların ağlaştıran ! “ itlerin uluşturan! Tavukların kığıld aştıran ! ‘ ‘ U l a ş oğlu S a l u r - K a z a n Beg! D e d e K o r k u t ’ta (Tülü kuşun yavrusu guş! (Beze m iskin (?) um udı! A m i t suyunun arslanı! K a r a ç u ğ u n kaplanı! (K onur atın iyesi (sahibi)! ( H a n U r u z ’m ağası! B a y ı n d ı r H a n ’ ın güyegüsi! (Kalın O ğ u z ’un, devleti! K alm ış yiğid ark ası! ( U l a ş oğlu S a l u r - K a z a n , yerinden durm ış idi! (DK, 36), III. K A R A - K Ü N E BEG İÇİN A LK IŞ Topkapı Sarayı D estanında “ K ara taşı kırm adıkta, kül eyleyen! “ D ağa taşa buşusundan, dum an çöken! “ K a ra dere ağzın da, ...K a r a yeri kertüp, beşik kılan! “ K ara buğra derisinden, b ağırd ak düzen!

T O P K A P I SA R A Y I’ N D A K İ O Ğ U Z D KSTAN I

47

“Altı ay, H ancerkit (?) k alasın d a, dutsak olan! ‘ ‘ K a z a n B e g ’in k ard aşı, K a r a - K il n e Beg! D e d e K o r k u t ’ta (K ara dere ağzın d a, K ad ir veren! (K ara bu ğra derisin den , beşiğinin yapuğı olan! (Açığı tutanda, kara taşı kül eyleyen! (K ara bıyığın, yedi yerden, ensesinde düğen! (E ren ler evreni! Kazan k ard aşı, K a r a - G ö n e ! (DK, 150), K a r a - K ü n e , K a r a - d e r e adlı bir yerde doğmuş olmalı ki, Topkapı S aray ı destanı, “ yerin kertilerek beşik y ap ıld ığın ı’ ’ anlatm ak istiyor. “ B a ğ ırd ak /yap u k ”, benzer manalı sözlerdir. Çünkü her ikisi de, beşiğe bağlanır. Ancak T o p k a p ı Sarayı destanı, dil ve üslûb bakım ından, çok daha eski gö­ rünmektedir. IV. A L P - O R U Z BEG İÇİN ALKIŞ Topkapı Sarayı D estanında “ Doksan deriden kürk olsa, topuğun örtmeyen! “ Dokuz deriden, şeb külah o h a, tülüğün (saçını) örtmeyen! “ Doksan koyun dovgalık, on koyun öğünlük, yetmeyen! “ Dokuz y aşar cüngü (?), silküp ata n ! K ıynağında göğde dutan! “At başın yalam ayub, bir gez yudan! ‘ ‘A f r a s i y a b oğlu A l p - O r u z Beg! D e d e - K o r k u t ’ ta (Altmış öğeç derisinden kü rk eylese, topukların örtm eyen! (Altı ögeç derisin den külah etse, kulakların örtm eyen! (Koli budı h aran ça, bald ırları ince! ( K a z a n B e g 'in dayısı, At ağızlı O r u z - K o c a ! “ D okuz" ve a lt ı " sayıları arasında, kronolojik bir ayrılık vardır. “ Dokuz" sayısı, eski Türklerde kutlu idi. Türklerin Isleımyetı k a b u l e c i j l e r i ils Şairlik­ te, “ y e d i" ve “ a l t ı " sayıları önem kazandı.

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

V. YAĞRINÇI OĞLU YAZIR BEG İÇİN T opkapı Sarayı D estanında “...Deve getürmezdi anın yayı! “ Koca burçta eğlemezdi, anın okı! “ Yağrınçı oğlu Ya z ı r ! Dede Korkut'ta (K oşa burçta kayın okun eğlem eyen)! (Yağrınçı oğlu İ 1 - a 1 m ı ş ! (205-13). VI. BÜGDÜZ EM EN B E G İÇİN T opkapı Sarayı D estanında “ Bıyığın enğsesinden iç gez dügen! “ Kahıdıkta karıntına, kan k aşan d ıran ! “ K ara gözü, kanın dönen! “ Yer evreni y ılan ! âdem iler evreni! “ Ucen (Uşun?) oğlu E m e n B e g ! Dede Korkut'ta (Varuben Peygam berin yüzin öpen! (Gelüben O ğ u z 'da sah ab esi olan! (Açığı tutanda, bıyıklarından kan çıkan! (Bıyığı kanlı B ü g d ü z E m e n ! (151,10) VII. ADI OKUNAMAYAN B İR A LP İÇİN Topkapı Sarayı D estanında “ Demir K apı derbendin, depüp, yıkan! “ Doksan dokuz k a ra n ın kilidin a la n ! ‘ ‘ S a r ı S a n d a l kızm a nikâh kılan!

T O P K A P I S A K A Y I’ N D AKİ O Ğ U Z DKSTANI

■19

“Alınm aduk yerlerden, h araç a la n ! “ Yasılmaduk düşm anı, yasan! “ Gök k âfir ellerini basan...oğlu Etil (?) Alp! Dede Korkut'ta Eylik K oca O ğlu Alp Eren İçin (K âfirleri it ardın dan bırağup, horlayan! (İlden çıkup, Aygır G özler suyundan, at yüzdüren! (Elli yedi kal'anm kilidin alan! (Ağ Melik Çeşme'nin kızına nikâh eden! (Sofi San dal M elik'e, kan kus duran! (K ırk cü bb e bürünüp, otuz yedi kal'anm m ahbub kızlarım çalub, (B ir bir boynm ku çan , yüzinde tudağında öpen! ( E y l i k K o c a oğlu A l p E r e n ! (D K,62,8). ( .......... A y g ı r G özler suyından, at yüzdüren! (Elli yedi K ala'nın kilidin alan! ( E y l i k K o c a oğlu D ü l e k E v r e n ! (DK,205,10). T o p k a p ı Sarayı destanı, kısa; fakat manalıdır. Uç satırı, D e d e K o r ­ k u t 'ta da, söylenmektedir. Destanda, S a r ı S an d a l adı ile anılan kişi; D e ­ d e K o r k u t ’ta Sofi S an d a l diye, garip bir okunuşla, değiştirilmiştir. D e d e K o r k u t ' t a da, yiğidler, henüz incelenmemiştir. E y l i k K o c a ’ nın oğlu bir yerde A 1 p - E r e n ; diğer yerde de, D ü l e k - E v r e n gibi, garip bir okunuşla görülmektedir. T o p k a p ı destanındaki 99 sayısı, T ü r k kültürünün daha eski katlarına aittir. D e d e K o r k u t ’ta ise bu sayı, 57 olarak görülmektedir. D e m i r k a p ı Derbendi de, yine T ü r k i s t a n 'a ait bir yermiş gibi görünmektedir. VIII. BASAT BEG VEYA URULMUŞ HAN İÇİN Topkapı Sarayı D estanında “ Yedi yıl E l b ü r z ' e sefer kılan ! “ Kayıdıp, dönen K ı y a n ( ? ) B u s a t ! K ardaş kanın a la n ! ‘ ‘ / t - D e p e g ö z ' ü öldürüp, kalın O ğ u z ’d a a d koyan!

50

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

‘ ‘ Urulmuş(?) Han! D e d e K o r k u t kitabında, Te p e g ö z ' ü öldüren ve kardeşinin kanını alan, B a s a t B e y idi. T o p k a p ı Sarayı destanında, adlar ile tanım ları, bir­ birine, karışıyor. Daha doğrusu, kesin olarak okunamıyor. Fakat üslûb ve dil bakım ından, arkayik ve eski bir karakter gösteriyor. IX. BEĞ B E Y R E K İÇİN T o p k a p i Sarayı D estanında ‘ ‘ B a n H isarın d an , parlayup, uçan! “Altı batm an som demürü, ayağın d a kıran ! “Apıl, ap ıl yürüyende, boğa yiyen! “ Zıvıl zıvıl zıvlayan da, yılan yiyen! “ On altı yıl B a y b u r t H isarın da dutsaklık çeken! “ B ald ırı uzun, B a ld ır şa d ’ın hakkın a la n ! “ Yüce yerden, alça k yere göz gözeden! ‘ ‘ B a y B ö r e oğlu B e ğ B arı(?) yiğit! D e d e K o r k n t ’ta ( P a r a s a r ’ m B a y b u r t H isarından, p arlay u p uçan! (Ap a la c a gerdeğine karşu gelen, yedi kızın um udu! (Kalın O ğ u z im ren cesi, K a z a n B e g ’ ün in ağı! (Boz aygırlu B e y r e k ! Görülüyor ki, T o p k a p ı Sarayı destanında, B e y r e k için söylenenler, çok daha geniş ve çok daha manalıdır. D e d e K o r k u t Kitabındaki B e y ­ r e k , artık mitolojik özelliğini kaybetmiş ve bizim gibi bir insan olmuştur. T o p k a p ı Sarayındaki destan ise, B e y r e k ' i m i t o l o j i k , çok daha gör­ kemli ve muhteşem olarak anlatmaktadır. Bununla beraber, B a y b u r t Hisarı’ ndan da uçurm aktadır. “ dem ir k ırm a", “ boğa ve yılan yeme", gerçek mitolojik motiflerdir.

T O P K A P I SA R A Y I’ N D A K Î O Ğ U Z D ESTA N I

51

X. KANLI KOCA OĞLU K A N - T U R A L I BEG İÇİN Topkapı Sarayı D estanında “ Kalın O ğ u z ellerinden, kalkup v aran ! “ Kırk yiğidin, yanına a la n ! Kanlı k âfir ellerinden a şa n ! “ K aynar a k a r m al (bol?) ırm akların geçen! “ G ariplik ellere, g a fil düşen! “Arslan ile boğasın, buğrasın, güreşçisin öldüren! “ Otuz dokuz yiğidin, kanın a la n ! “Adlu O ğ u z ’a a d , koyan! ‘ ‘ S a r ı d o n l u S e I c e n , kızını a la n ! “ Kanlı Koca oğlu K a n T u r a l u ! XI. D ELİ DUMRUL VEYA T U Ğ R U L SULTAN İÇİN Topkapı Sarayı D estanında ‘ ‘ S e l i m oğlu K a r a m a n ’ı sevüp, Tanrı y arad an ! ‘ ‘ U l u S u l t a n b u dağı! Altın köprü yap an ! ‘ ‘A z r a y i l ’le sav aş kılan ! “ Salkum salkum don giyen! S a k a r atın oynadan! ‘ ‘ To k u ş K o c a oğlu T u ğ r u l S u l t a n ! D e l i D u m r u l için, bu kitabım ızda ayrı bir bölüm vardır. Bu bölümde, D u m r u l adını, T u ğ r u l diye düzeltmiş bulunuyoruz. Ancak burada görü­ lüyor ki T u ğ r u l S u l t a n , ermiş ve çok soylu bir kişi idi. S e l i m oğlu K a ­ r a m a n gibi, iyice bilmediğimiz kişilerin de adları geçmektedir. XII. D ELİ D Ü N D A R B EĞ İÇİN Topkapı Sarayı D estanında “ Dum (?) ediği, dum a tonlı dört bin erin serveri! ‘ ‘ K a z a n B e ğ * in gariplikte yoldaşı! ‘ ‘ K ı y a n - S e l ç u k oğlu D e l i D ü n d a r Beg!

52

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

D e d e K o r k u t ’ ta ( D e m ü r - k a p u D e r v e n d i ’ n d e k i , D e m i r - K a p u 'yi, depüp geçen! (Altmış tutam ala gönderinin ucun da, er böğürd en ! ( K a z a n gibi pehlivanı, savaşta üç kez atından yıkan! ( K ı y a n S e l ç ü k oğlu D e l i D ü n d a r ! . . . (DK,60,152) ( . . . . D e m ü r K a p ı D erven di’ nde, b eg olan! (K argu süngü ucun da, e r böğürden ! (K arım a yettüginde, kim sün deyü sorm ay an !... (DK,205,7) (...... yigirm i dört boyun, oh şay an !... (DK,151,8) (...... Tepel kaşga ay g ırlu !... (DK,37,8) ( K ı y a n S e l ç ü k oğlu D e l ü D ü n d a r ! To p k a p ı Sarayı destanında, D e l i D u n d a r B e ğ ' in adı, D e d e K o r k u t a uymaktadır. “ Dört bin erin b aşı” olduğu anlaşılmaktadır. D e d e K o r ­ k u t 't a ise, “ 24 O ğ u z boyunu okşayan”, diye tanımlanmaktadır. Ayrıca, “ K a z a n B e y ’i atın dan yıktığı”, söylenmektedir. Topkapı destanında ise, “ Kazan Bey'in y o ld aşı”, idi. D e s t a n ı n e s k i l i ğ i , özellikle Deli D ü n d a r Bey’in giydiği geysilerin tanıtılm asında, görülmektedir. Biz karşılaştırmayı güven altına almak için, D e d e K o r k u t ’tan taram alar yaptık. X III. A L P R Ü S T E M İÇİN Topkapı Sarayı D estanında “ K ara d ağın kurdu! K ara kaya k ap lan ı! “ K ara şahin yavrusu! K a ra donlu atın oynadan! ‘ ‘A l p R ü s t e m ! D e d e K o r k u t ’ ta (K alkuban ı, yerinden tu n gelen! (İki kardaş b eb eğin öldürüp, zelil gezen! ( D ü z e n ( ? ) oğlu A l p R ü s t e m , m anğa d e r le r !... (DK, 289,1). (...... Üç kere yağı görm ese, kan ağlayan T o ğ s u n oğlu R ü s t e m ! . . . (D K,206,1).

T O P K A P I S A R A Y I'N D A K İ O Ğ U Z D ESTA N I

53

T o p k a p ı destanı, bu O ğ u z yiğidini, çok görkemli bir dil ile anlatıyor. D e d e K o r k u t , acım asızlığı ile yeni bir tanıma gidiyor. Ancak baba adı, T o ğ s u n olsa gerektir. D ü z e n , sözü ise bir benzetme ve yanlış okuma gibidir. XIV. E N Ğ S E K O C A OĞLU O K Ç I K O Z A N (?) İÇİN Topkapı Sarayı D estanında “ Büküşlü (Bügdüz?) Beğdeş kanın a la n ! “ Kalın O ğ u z ’ da, ad koyan! K arabaşın oğlaıılığında kiyan! “ Ucen ( U ş u n ? ) oğlu E m e n Beg'den öcün a la n ! ‘ ‘ E n ğ s e K o c a oğlu 0 k ç ı Kozan (?)! D e d e K o r k u t ’a göre bu yiğit, I ç - O ğ u z ’dan idi. Metin karanlık ve karışıktır. B ü g d ü z E m e n ’ in adı iki kez geçer, gibidir. XV. S A L U R K A Z A N HAKKINDA E SK İ B İR DESTAN PARÇASI T o p k a p ı S a r a y ı destanında, yukarıda da görüldüğü gibi S a 1 u r K a i a n ’ı tanıtan ayrı bir bölüm vardır. Ancak aynı destandan sonra ve aynı yiğid hakkında, ikinci bir destan parçası daha bulunmaktadır. Destanın sonuna konmuş olan bu metin, öncekine göre, dil, üslûb ve mana bakım ından, daha eski ve daha derindir. Bu ilâve metni, bölümlere ayırıp, D e d e K o r k u t ' tan derlediğimiz benzer örnekler ile karşılaştırm ağa çalışacağız: 1) “ Sazd a büyümüş, saz delüsi! Günün güden, yeğ olsun! “ Dünün dünden, yeğ olsun! Demün, demden yeğ olsun! “ Nefesin, geçkin olsun! Kılıcın, keskin olsun! ‘ * H ı z ı r , yoldaşın olsun! “ Kopa kopa, dağın aldım (?)! E r bunğaldırdım ! “ Buşunum da (?) ben K a z a n .........E r bunğaldırdım ! “ K aytaban’m buğrasıydım , er bunğaldırdım ! (T P K sarayı destanında) D e d e K o r k u t ’ta (Ak kayanın kaplanının, erkeğin d e bir köküm var! (Ak sazın arelanında, bir köküm v a r!... (DK;280,8)

54

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

2) * lKükredikte k ara k ayad a a n ğrar arslan ilen , Ben K a z a n ! “ Saru p , er b u n ğ a ld ırd ım !......... “ K ara bulut ürküniydim, ...B arçın satardım , Ben K a z a n ! ‘ ‘ K a r a ç u ğ ı n Cilban (?) d ağın d a, k âfir taş uçursa, “ K aba uyluğın yuyan, Ben K a z a n idim ! (T P K sarayı destanında) (Y üksek kara dağdan taş yuvarlansa, (K aba ökçem uyluğum , karşu tutan K a z a n e r id im !... (DK,277,12) 3) “ K aran ı donlı, harın yağı erse, “ Kanlı suya kılağuzluk eden. Ben K a z a n 'dım! “ K a lab a senri k ara dağın salın d a kaplı taşa, ‘ ‘ K a r a D e r b e n d ' e kör düşm an gelse, “ Yine kayıdıp, ol düşm ana önden depüp giden, Ben K a z a n ’dım ! “ Katı yaylar sındırıp, elde kabza koyan, Ben K a z a n ’dım ! (T P K Sarayı destanında) D ede K ork ut’ ta (Ağca tozlu katı yaylar, tartışayıduk! (Ağ yelekli, ötkün o k lar atışay ıd u k !... (DK,249,7). (... Uç yelekli kayın o k lar... (D K ,63,11)...... Kayın dalı yeleğinden ok­ lar... (DK,207,11). 4) “ Kayın oklar atıp, yelek koyan a ld a (?), Ben K a z a n ’dım ! “ Bin erin gördüğüm de Ben K a z a n , bıyık burm adım ! “ Beş bin erin gördüğüm de Ben K a z a n , buşunm adım ! “ On bin erin gördüğüm de, yerinm edim! “ Otuz bin erin gördüğüm de, utanm adım ! “ K ırk bin'erin gördüğüm de, kıpınm adım ! “ Elli bin erin gördüğüm de,-el verm edim! “Altmış bin erin gördüğüm de, alıp dem edim ! Yetmiş bin erin gördüğüm ­ de, alpım dem edim ! “ Seksen bin erin gördüğüm de, seğsenm edim! “ Doksan bin erin gördüğüm de, yüz bin erin gördüğüm de, “ Ben K a z a n , yüz dündürm edim ! (T P K sarayı destanında).

T O P K A P I SA K A Y I'N D A K l O Ğ U Z D ESTA N I

(B en bin erden yağı gördüm ise, öğünüm dedüm ! (Yigirm i bin e r yağı gördüm ise, yeğlem edüm ! (Otuz bin er yağı gördüm ise, ona saydum ! (K ırk bin e r yağı gördüm ise, kıya bakdum ! (Elli bin er yağı gördüm ise, el verm edüm ! (Altmış bin e r yağı gördüm ise, aytışm adum ! (Seksen bin e r yağı gördüm ise, seğsen m edü m ! (D oksan bin erin gördüm ise, donanm adum ! (Yüz bin e r gördüm ise, yüzüm d ön m ed im !... (D K,277,1) 5) “ K ara tülü konur atun kolanını katı çektim, “ Sağd an girdim , soldan çıktım, “ Soldan girdim , sağd an çıktım, “Arı dinlü görklü M u h a m m e d ' i , yâde getürdüm ! “Allahın inâyetinde, Muhammed m ucizâtm da, “ Ol yağıyı an d a bastım ! Alpım ! Yiğidim ! Dedim! “ Bu diyende, öğünmen, öğünmen! “A beglerim ! Oğünürse, yer öğünsün!... (Topkapı Sarayındaki destan parçası, burada bitiyor). (Yüzi dönm ez kılıcum ele aldum ! (M uham m ed’ in dini işk u ıa, kılıç urdım ! (Ağ m eydanda yum rı b aşı, topça kestim ! (Anda dahi erüm , begüm deyü, ögünm edim ! (Ogünen e rle ri, hoş görm edüm ! (D K ,277-7). (...M en yer yüzinde adam ögm ezin! (B ir adam getürün bineyim , sizi öğey im !... (DK,276-5). E K L E R : U Z U N K Ö P R Ü O Ğ U Z -N Â M E S İ H A K K IN D A H ü seyin N am ık O r k u n ' u , b u ra d a ra h m e tle a n a ra k söze b a şla y a lım . B u O ğu z-n âm e 'n in ilk y a y ın ın ı, o y a p m ıştır. D e ğ e rli m e sle k ta ş ım P r o f.D r . K e m a l E r a r ı l a n , filo lo jik b i r m etod ve g e rç e k te n b ü y ü k b ir itin a ile, m etni yeniden ele alm ış ve y ay ın lam ıştır: (P ro f.D r. K em al E r a r ı l a n , M anzum O ğusndm e, T ü rk iy a t M e c m u a s ı, V I I I , 1 9 7 6 , s. 1 6 9 -2 3 6 ). B iz b u r a d a b u m e tn i, d iğ e r O ğuz d e s ta n la r ı ile k a r ş ıla ş tır ıp , b u k ita b ım ız y ö n ü n d en , b ir so n u ca v a r­ m a k istey e ce ğ iz . Y aln ız o la y la r ın gid işi d e ğ il; s ö z le rin ve in a n ış la r ın d a , b u d e ğ e rle n d ir m e de, ö n e m li b ir y e ri o la c a k tır. B e lk i b u y o lla , 0 £ u m â m e ’n in ta r ih in in de, a y d ın la n m a sın a b ir ışık tu tu la c a k tır.

56

T Ü R K M İT O L O JİS İ II O ğ u z - n â m e 'n İn k a le m e a lın ış ta r ih i: O ğ u z -n â m e 'n in iç in d e , “ u/ua, sö k el ve n ö k e r ” gibi s ö z le r in , b u ­

lu n d u ğu göz ö n ü n d e tu tu lu rs a , Ç i n g t z - H a n ’d an so n ra k a le m e a lın m ış o lm a sı g e re k ir. B u kon u d a b ir kuşku bu lu nm asa gerektir. E ser, 14. yü zyılda k a le m e alın m ış o la b ilird i. R e ş i d e d d i n ' i n O ^ıız-nâm e sin deki a r k a y ik y e r ve kavim a d la r ı d a k ay b o lm u ştu r. R E Ş I D E D O İ N ’ İ O Ğ U Z D E S T A N I İ L E K A R Ş I L A Ş T IR M A 1) A n n e s in in m e m e s in i e m m e m e s i: B u o lay, T ü r k ç e m e tin d e , ç o k d a h a g^izel a n la tılm ış tır . A n n esin in k a y g ılan m ası d a , a y n ıd ır. 2 ) O ğ u z H a n 'ın , rü y a d a a n n e s in in T k n rıy a in a n m a s ın ı is t e m e s i: B u olay d a , h e r ik i k a y n a k ta , b i r ­ b ir le r in e y a k ın d ır. A n ca k T ü r k ç e m e tin , ta ra b ir te rc ü m e d e ğ ild ir ( 7 -U ). 3) O ğ u z 'u n b ir yıl s o n r a b ü y ü m e s i: H e r ik i k a y n a k ta a y n ıd ır (11). 4 ) O ğ u z 'u n k e n d i a d ın ı, k e n d is in in k o y m a s ı ( 1 6 ) : F a r sç a m e tin d e O ğuz k en d i a d ın ı, 2 y a şın d a koyu­ yor. A y rıca o la y la r da geniş tu tu lm u ştu r. 5 ) O ğ u z ’ u n , ü ç e v liliğ i: O ğ u z 'u n , b ir in c i (2 1 ), ik in c i (2 8 ) ve ü ç ü n cü ( 3 9 ) e v le n m e le r i, h e r ik i k a y n a k ta d a , a y n ı g id işle a n la tılm ış tır . A n c a k T ü r k ç e s i, d a h a iç li ve d u ygu lu d u r. F a r s ç a m e tin , b i r t a r ih ç i d ili ile ya z ılm ıştır. 6) K a r ıs ın ın O ğ u z H a n 'a v e fa s ı: F a r s ç a m e tin d e , a ta s ö z le r i ile a n la tılm ış tır . T ü r k ç e m e tin d e , h a lk d ili­ ne in ilm iş tir ( 4 3 ). S ö z le r a y n ı d e ğ ild ir. H e r ik i k a y n a k ta d a , 3 . k a r ıs ın ı, “ av d ö n ü şü n d e ", b u lm u ştu r. 7) G e lin le r in O ğ u z 'u b a b a s ın a g a m m a z la m a la r ı: T ü r k ç e s i, d a h a d u ygu lu d u r. H er ik i m e tin d e de, “ öz o t a d in i'* sözü ve a n la y ış ı, a y n ıd ır (5 8 ). 8 ) K a r ıs ın ın O ğ u z 'a h a b e r v e r m e s i: b a b a s ın ın ö ld ü rm e k a r a r ın ı O ğ u z 'a k a r ıs ı h a b e r v e riy o r. B u , h e r ik i k a y n a k ta d a , b a s t ır ıla r a k b e lir tiliy o r (7 8 ). 9) K a r a H a n 'ın g ö z ü p ü k ö r e t m e : B u y a ln ız c a T ü r k ç e m e tin d e g örü lü y o r. A l t ı n

O r d u T ü rk k ü ltü r

ç e v re sin d e n o la n “ I d e g e -B e y " d e s ta n ın d a da g örü lü y o r. " M u r a d ı m , a h lâ k y o lu n d an çık a n b a b a s ın a ,

b ir o k a t a r a k , gözü n ü k ör e d iy o r M. B u n d a n s o n ra , b a b a ile oğu l a ra s ın d a m u h te şem b i r ko n u şm a g e çer. 10) T ü r k ç e y a z a n ın , O ğ u z H a n 'ın a k ı n l a n h a k k ın d a b ilg is i a z : A k ın la r ile ilg ili b ö lü m le r , d ü şü p ka y ­ b o lm u ş d a o la b ilir le r . A n ca k öy le g örü n m ü y o r. O ğuz d e s ta n la r ı iç in d e O ğ u z 'u n a k ın la r ı, o ğ u lla n ile iliş k i­ le r i, T ü r k d e v le t ve tö re s in in t e m e lle r in in a t ılış ı, b u d e sta n ın en m a n a lı ve e n geniş b ö lü m le r in i o la ş tu ru rla r . 11) T ü r k ç e y a z a n n , e s k i T ü r k k a v im le r i i l e T ü r k - M o ğ o l t a r ih i h a k k ın d a d a b ilg ia i a z : Y a z a r, b e lk i de b u n la r ı a n la tm a ğ a b ir y a r a r g ö rm em işti. Ç ü n k ü e se r, a d e ta b ir m e v l i d g ib id ir. Y a ln ız ca » “ ö n d e g elen

U ygur ve  ğ a ç e rile rd e n *\ söz a ç ılıy o r d u (9 5 ). “ G e rç i sö z çoktur, 6 i* u z a tm a d a n sö y le d ik ; çoğun u koyup, az ın ı sö y le d ik (101)’ * Y a z a r, m e tn in in so­ n u n d a b ö y le d e m e k te d ir. B u n d a n d a a n la ş ılıy o r k i , kon u yu ve O ğuz H a n 'ın a k ın la r ın ı k ısa ke siy o rd u . F a ­ k a t o n d a n so n ra d a , I r a k ve H o r a s a n a k tn la r ın d a n söz a ç ıy o rd u . B u r a d a k i a k ın s ır a la r ı, b iz im b ild iğ im iz O ğuz H a n 'ın a k m l a n n ın s ır a la r ın a u y m a m a k ta d ır. Y a z a rın bu k o n u la rd a b ilg is i a z d ır. B e lk i de, a k ın la n n a n la tılış ın ı y a r a rs ız gördüğü iç in , kon u yu k ısa k e sm işti. B ir “ m ev/id” gibi o la n b u ese r, T ü r k d il ve d ü şü n ce s in in , gü zel b ir m ir îs id ir . R e ş i d e d d i n ’ i n Oğuzn â m e sin d e oldu ğu g ib i, İ r a n e d e b iy a tın ın g e re k siz g ö s te r ile r in e g irilm e m iştir. Ozan

d i I i ile y azılm ış o la n b u e se r, a ğ ız d a n a ğ ıza g e le n , d a h a e s k i b i r m etn e de d ayan m ış o la b ilir d i.

3.

BÖLÜM

ALP ER TONGA EFSANESİ (Türk mitolojisinin T an rıdağları çevresi) T Ü R K L E R E İRAN KÜLTÜRLERİN İN GİRİŞİ G ö k t ü r k çağında Türkler, B a t ı T ü r k i s t a n ’a kitle halinde girmiş­ lerdi. T ü r k i s t a n şehirlerinde, Farsçanın değişik bir lehçesini konuşan, yerli kavimler vardı. Önce S o ğ d lehçesini konuşan bu kavimler zam anla, İ r a n edebiyat dilinin çevresi içine girmişlerdi. Türkler, Farsça konuşan bu yerli kavimlere Te j i k , yani T a c i k diyorlardı. K a r a h a n 1 ı devletinin başkentle­ rinden b iri olan B a l a s a g u n şeh rin d e, S o ğ d ç a ve T ü r k ç e konuşuluyordu. Bunu K aşgarlı M a h m u d söylüyordu1. T a c i k ç e ile S o ğ d ç a ’yı birbirinden ayırmak gereklidir. Tacikçe, bu­ günkü Farsçaya daha yakındır. Soğdça ise, G ö k t ü r k çağından önce, S e m e r k a n d ile B u h a r a arasında gelişmiş, eski bir kültür yazıdili idi. U y g u r yazısı gibi, veya o türden bir yazıdır. Yine K aşgarlı M a h m u d ’un dediği gibi S o ğ d a k l a r , iki dil, yani hem Soğdçayı ve hem de Türkçeyi biliyorlardı2. Ayrıca Türk kılığını alm ışlar ve Türk huyları ile huylanm ışlardı3. Bu da Gök­ türk çağında T ü r k l e r ile B a t ı T ü r k i s t a n halkının, içli dışlı olm ala­ rından ileri geliyordu. T a c i k 1 e r , Türklerin İ r a n kültürleri ile olan ilişkilerinin, ikinci ça­ ğında görülen ve Farsça konuşan T ü r k i s t a n kavimleridir. Bunlar herhal­ de, O r t a a s y a içlerine kadar da yayılıyorlardı. G ö k t ü r k l e r ’den sonra gelen bu çağda, Tacikler ve dolayısiyle İ r a n kültürü ile ilişki kuran Türkler, onlardan çok şeyler alm ışlardı. İran m itolojisinin T ü rk ler arasın da sızm ası K a r a h a n 1 1 devleti köken ve jeneoloji bakımından, kendilerini bir çe­ şit / r a n m itolojisi’ndeki A f r a s i y a b ’a bağlam ışlard ı. Ancak Türk ta ra f­ 1

B a la s a g u n lu la r , s o ğ d ç a ve t ü r k ç e k u lla n ırla r. T ı r a ş (T a la ş) ve B e y z a şe h ir le r in in h a lk ı d a ­

hi b ö y le d ir **: (M K , I , ». 3 0 ). 1 Aynı e »er, I , ı . 2 9 . 1 S oğ d a k : B a l a s a g u n ' a

gelip y e rle ş m iş o la n b i r k a v im d ir. B u n la r, 4 ‘ S o ğ d * * d a n d ır la r .

S o g d , B u h a r a i i e S e m e r k a n d a r a sın d a d ır . B u n la r T ü r k k ılığın ı a lm ış la r v e T ü r k huyu ile huy l a n m ı ş l a r d ı r (M K , l , ı . 4 7 1 ).

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

58

la rı a ğ ır basıyor ve A f r a s i y a b ’m Türk H akanı Alp Er Tonga olduğunu ileri sürüyorlardı. S e l ç u k l u l a r da, -kaynakların kesin olarak bir şey söylememelerine rağmen-, kendilerini A f r a s i y a b ' ı n soy kütüğüne bağlam ışlardı. Nitekim Ebülgazi B a h a d ı r H a n , T ü r k l e r i n Ş e c e r e s i adlı kitabında şöyle diyordu: ‘ ‘ S e l ç u k î l e r , Türkmen idiler. Kardeşiz dediler. Fakat ne ilimize ve ne de h alk a hiç b irfa id e le ri değm edi. Padişah oluncaya kadar, “ biz T ü r km e n ’in K ı n ı k U r u ğ u n d a n ı z d e d i l e r . P ad işah olduktan sonra da, ‘ ‘A f r a s i y a b ’m bir oğlu Keyhüsrev'den kaçıp, T ü r k m e n l e r i n içine gelm iş ve o ra d a oturmuş, kalmış. Biz onun oğullarıyız, A f r a s i y a b ’m nes­ linden geliyoruz”, dediler. A dlarını değiştirdiler. 35 nci nesilden sonra, soy­ ların ı götürüp, A f r a s i y a b ’a d a y a d ıla r3". T ü r k m e n l e r i n çok değerli bir halk hatırasıdır. Böylece S e l ç u k H anedanı ile T ü r k m e n l e r i n halk geleneği çatışıyordu. A n a d o l u Selçuk lu ların da da K e y h ü s r e v gibi I r a n ’ın mitolojik adlarının, Türk hakanlarına ad olm alarının sebepleri an­ laşılıyordu. TANRIDAĞLARINDAKİ T Ü R K L E R VE M İTO LOJİK Ç E V R ELER İ Türk tarihi ile mitolojisinin ‘ ‘ b i r i n c i ç a ğ ı ’ ’ O r h u n ’dan başlar. Me­ te, Kurt, Uygur ve Ergenekon efsanelerinin yurdu, O r h u n bölgesidir, ‘ ‘ i k i n ­ c i ç a ğ ı ’ ’ ise, ‘ ‘ T a n r ı d a ğ l a r ı çevresi” ’dir. G ö k t ü r k çağında oluşmaya başlayan bu çevre, Islam iyetle her bakım dan olgunlaşır. İslam kay­ naklarına göre, “ Türklerin anayurdu, T a n r ı d a ğ l a r ı ’ nm ortasın daki I s ı ğ g ö l çevresidir”. Bu inanışlarla ilgili kaynaklar üzerinde geniş olarak durm uştuk4. Y a f e s ’in oğlu T ü r k , I s ı ğ - g ö l ’de yerleşmişti. Bu, müslüman Türklerin T e v r a t geleneğidir. Yani bazı Türkler kendilerini, ‘ ‘ N u h Peygamberin neslinden”, getiriyorlardı Tarihçi R e ş i d e d d i n ise Türkleri, O ğ u z H a n ’dan indiriyordu. T a n r ı d a ğ l a r ı ’nda kurulmuş olan K a r a h a n l ı devletinin saray kültürü ise kendini, I r a n l ı a ta la rd a n A f r a s i y a b ’a, bağlıyorlardı. T Ü R K L E R VE İRAN M İTO LO JİSİN D EKİ “ E F R A S İ Y A B ” Anlaşılıyor k i K a r a h a n l ı v e daha sonra da S e 1 ç u k 1 u hanedanı, Türk­ lerin destan kahram anı A l p E r To n g a ’yı, İ r a n mitolojisindeki E f r a s i y a b ile benzeştirmişlerdi. Ebülgazi B a h a d ı r H a n ’ ın ileri sürdüğü gibi, T ü r k m e n l e r i n Kınık boyundan gelen S e l ç u k l u S u ltan ları zamanın3# TUrk M ito lo jisit I , s. 2 5 1 . 4 A ynı e se r, I , s. 3 7 5 . İa llm î k a y n a k la ra göre.

A LP ER TONCA EFSA N ESİ

59

da değil; daha önce, K a r a h a n l ı l a r ı n kuruluşunda, yani X. yüzyılın baş­ larında veya daha önce, Türkler arasında böyle bir inanış doğmuştu. Böylece Türkler, T u r a n ve İ r a n ’ı ellerinde tutmak için, bir hak ve meşruiyet ara­ mış olabilirdi. Buna karşılık, yine bir Türk olan C a z n e l i M a h m u d , ku­ zeyde kaynaşmağa başlayan büyük Türk kitlelerine karşı koymak için, kendini bir İ r a n H akanı olarak görmüş ve F i r d e v 8 î ’yi korumuştu. Alp E r Tonga ve Efrasiyab Kaşgarlı M a h m u d ile Yusuf H â s H a c i b ’den, -yani iki Tanrıdağlı bil­ ginden başkası, A l p E r T o n g a ’dan söz açmıyordu. K u t a d g u B i l i g , T a c i k ’ ler (Alp E r ’Tonga’yı) Efrasiyab a d ı ile a n a rla r; çok illeri talay arak id aresi altın a ald ı (tuttı)”, diyordu5. K a ş g a r l ı M a h m u d ise, “ Türklerin büyük H akanı E frasiyab’m , asıl Türk a d ı Tonga Alp E r ’d ir ”, der ve yuka­ rıdaki inanışı, destekler6. Böylece I r a n mitolojisinde adı geçen E f r a s i y a b ’ı bir Türk H akanı olarak, kabul eder. ‘ ‘ H a n , Türklerin en büyük H akanıdır. E f r a s i y a b oğulların a da, H a n denir”, diyerek yukarıdaki görüşüne bir not daha ekler. Ç i n g i z H a n ’ m unvanı, hanedanın atası olarak ‘ ‘ H a n ’ ’ idi. Oğlu 0 g e d e y ise, ‘ ‘ K a a n ’ ’ idi. Buna göre E f r a s i y a b , Türk Hanlarının atası oluyordu7. YAZILI “ A LP ER TONGA DESTANI” VAR MIYDI? A l p E r T o n g a ’nın adını taşıyan tek şiiri, Kaşgarlı M a h m u d ’un der­ lemelerinde buluyoruz: Alp E r Tonga öldi mü Isız ajun kaldı mu Ö dlek öçin aldı mu Em di yürek yırtılur! “ H akan E f r a s i y a b öldü mü, kahbe, iki yüzlü dünya kald ı mı, zam a­ ne veya fe le k ondan öcüpü ald ı mı, şim di yürek y ırtılır” 8. Isız veya esiz, iki yüzlü ve kahbe demektir. Zam an ile zam ane, yani küçük zaman veya felek üzerinde, ayrıca durm uştuk. A ğ ı t ş i i r l e r i : Bu şiirler birer ağıt gibi görünmektedirler. Çünkü iç­ lerinde ne zaman, ne olup bitenler ve ne de başka kişilerin adları vardır. Ni­ * Kutadgu

B i l i g , 280.

* M K , I I I , n. 3 6 8 : * * T o n ğ a , ( b a n cin sin d en ) b a b i i r g ib i k uvvetli, y iğ it b ir a d a m d e m e k tir ”. T M K , I , s. 1 5 7 ; H a n , e s k i tü r k ç e d e , * * K a n * * o la r a k y a z ılır. * Aynı e *e r , I , t . 41.

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

60

tekim K a ş g a r l ı M a h m u d bir şiir dolayısiyle, ‘ ‘ E f r a s y a b için ağıt yap arak diyor k i”, sözleriyle söze başlıyor*. A l p E r T o n g a hakkında, bi­ ze bir bilgi vermeyen bu şiirleri, buraya almıyoruz. Başka bir yerde de, “ H a­ kan E f r a s y a b ’ m ağıd ın d a, zam anı an latan şu p a rç a d a gelm iştir”, diyordu. Bu şiirler hep, “ zam an, felek ve acun ” üzerine kurulmuş düşünce­ lerdir. K u t a d g u B i l i g ise, onun T ü r k beylerinden olduğunu belirterek söze, şöyle başlıyordu: “ Bu Türk beglerinden atı belgülüg, T o n g a A l p E r ’ di kutı Belgülüg” : (Bu Türk beylerinden a d ı ün salm ış To n g a A l p E r ’ in ikbal ile kutu d a belgelenmişti'0). Bundan sonra h ak anlara öğüt, yani bir “siretü’l-mülûk”, baş­ lar. Ne bir zaman, ne bir yer ve ne hadise veya ne de bir başka kişi vardı. Bu durum da böyle bir destan, nasıl düşünülebilirdi? Y u s u f H a s H â c i b , ‘ ‘ T a c i k l e r onu, E f r a s y a b diye a n a r la r ” dedikten sonra, T a c i k l e r , -(yani O rtaasy a’d aki Iran lılar)- onu kitaba ge­ çirmiş ve yazm ışlardır: kitabda olm asaydı, onu kim tanırdı”, diye bir yorumda da bulunuyordu11. Böylece onun, ancak İ r a n edebiyatı yolu ile öğrenilmiş olduğunu gösteren, bir deyiş kullanılıyordu. K a ş g a r l ı M a h m u d ise, A l p E r T o n g a adı geçtikçe onu, E f r a s i y a b adı ile karşılıyarak, yorumluyordu12. “ A LP ER TONGA” B İR K İŞİ ADI MI, YOKSA UNVAN MI? Şimdiye kadar elimize geçen vesika ve yorumlar, Türkler arasında A l p E r T o n g a adlı bir kişi veya hakanın yaşamadığını, gösteriyor. O r t a a s y a ’da Farsça konuşan kavimlerden E f r a s y a b hakkındaki inanışlar, çok yaygın ve derindi. Ç i n g i z H a n çağında bile tarihçi G ü v e y n î , eski Uy­ gur kağanı Bögü H an için “ söylendiğine göre B ö g ü H a n , E f r a s y a b ' d ır ”, diyordu. Ayrıca E f r a s y a b ile ilgili B u j' i n P e h 1 i v a n ’ın kuyusunu, O r h u n bölgesinde v e K a r a - K o r u m ’da arıyordu. Bu konu üzerinde, “ Türk Mitolojisi” adlı eserimizde geniş olarak durm uştuk13. Aynı çağın tarihçisi R e ş i d e d d i n ise, O ğ u z H a n ’ m soykütüğüne değer verir. ' ' T o n g a A l p ’ ’ , veya To n g a A l p E r ’ ’, yiğit ve cesur kişiler için söylenen, yaygın bir tanıtma olarak da, görülüyor. Bu sözü yalnızca bir yerde E f r a s y a b karşılığı olarak söyleyen K u t a d g u B i l i g , bunu diğer yerlerde * A f r a s i y a b a ğ ıtla r ı “ z a m a n , z a m a n , f e l e k " ile ilg ilid ir le r : M K , I , s. 1 5 9 . 10 K u t a d g u “

B H i g , 277.

Aynı e»er, 2 8 2 . K ita b ın giriminde y er a lır.

11 K a ş g a r l ı

M a h m u d , I, ı* . 41, 159, 4 8 6 .

11 B . ö g e l 7 Urk m ito lo jisi, I, s, 71.

A L P E R TO N G A E F S A N E S İ

61

yiğitler için söylenen, yaygın bir sıfat olarak kullanıyordu: “ Negü ter eşidgil Tonga Alp E rig ”, yani (Yiğit ve alp er, ne diyor işit1'4!) Başka bir yerde, bir yiğidi öğerken de, şöyle diyordu: “ Ukuşlug, biliglig, Tonga alp yürek”, yani, (Akıllı, bilgili, yiğit ve a lp yürekli“ .) ‘ ‘ T o n g a ’ ' s ö z ü : Kaşgarlı M a h m u d , tonga sözünü şöyle yorumluyordu: “ B e f c ü r , (leopar) veya k a p l a n cinsinden bir hayvandır. Fili öl­ dürür. Asıl budur. Bu ad Türklerde yaşar, m anası kaybolmuştur. Kişi ad ı olarak kullanılır. ‘ ‘ T o n g a H a n , T o n g a Te g i n ’ ’ gibi, Böyle a d la r çok veri­ lir. Türklerin büyük hakanı E f r a s y a b ’m asıl T ü r k a d ı, ‘ ‘ T o n ­ g a A l p E r ' ’ dir. K a p l a n g ib i güçlü ve yiğit bir a d am dem ektir'6. Buna, Uygurların yazılı vesikalarında, “ Tonga Sengün, Yazır Tonga, Oğul Tonga” gibi, kişi adlarının görüldüğünü de, ekleyebiliriz: ‘ ‘Tongalamak bundan yapılmış bir fiildir. “ Yiğitlerin, güçlülerin yaptığı işi yapm ak”, dem ektir17. ‘ ‘ To n g ’ ’ sözü de, bu kökle ilgili olsa gerektir. B ir yerde ‘ ‘ t o n g y ü r e k ' ' sözü, “ u lu g” yani u l u sözü ile yorumlanmıştır18. Bazan da “ kurç, katıg, a lp ”, yani ‘ ‘ ç e l i k gibi, katı ve yiğit” sözleriyle yer değiştirm iştir19. TÜ R K VE İRAN Ü LK ELER İN İN SIN IR LA R I Kavimlerin sınırlarını, her zaman siyasi yayılışlar ve devletlerin sınırları çizmez. Bazı kavimlerin, kendi ülkelerinin sınırları hakkında, bazı inanış ve düşünceleri vardır. “ Türklerin E frasyab'm soykütüğüne b a ğ la n m ala rı” me­ selesine gelmişken, bu konu üzerinde de, durm ak istiyoruz. K aşgarlı M a h m u d , E f r a s y a b ’m kızı K a z ’dan söz açarken, T ü r k ve İ r a n ülkelerini birbirinden ayıran, üç sınır ve üç görüş üzerinde de durur20. B i r i n c i g ö r ü ş , I r a n ’daki K a z v i n i l e K u n ı şehirlerinin, ‘ ‘ T ü r k ülkesinin İ r a n ’d ak i sın ırla rı” olduğu üzerinde duruyordu. Böyle bir görü­ şün doğuşunda, bazı T ü r k inanış ve geleneklerinin de rolleri olmalıydı. Çünkü konar göçer T ü r k l e r i n , sınırları belli değildi. E b ü l g a z i B a h a ­ d ı r H a n ’ın dediği gibi, ‘ ‘ O ğ u z ilinin göçüp, çekip, yürüm ediği yol varm ı?” Bizce bunda ağır basan inanış, E f r a s y a b ’a bağlanan bazı Türklerin, E f r a s y a b ’m ülkesinin de Türk olduğunu sanm alarıdır. 14 K u t a d g u

Bilig,586l.

11 Aynı e se r, 51. K ita b ın g ir işin d e söylen ir. 14 K a şg a rlı M ı h m u d , I I I , s. 3 6 8 . ,T Aynı eaer, I I I , s. 4 0 5 . ’* K u t a d g u "

B i l i g 2271.

Aynı e se r, 1 9 4 9 .

20

$. 1 4 9 ).

K a şg a rlı M a h m u d , D oğu İ r a n ile B a t ı T i i r k i s t a n ı n e sk id e n T ü r k oldu ğu in a n c ın d a d ır : ( I I I ,

62

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

İ k i n c i g ö r ü ş , Türk ülkesi, M e r v şehrinden, doğuya doğru uzanı­ yordu. S e l ç u k l u l a r çağında bu görüş, doğru olabilir. Ancak K a ş g a r l ı M a h m u d bu görüşü, Alp E r Tonga veya E frasyab'ın M e r v şehrini yaptırm asına, bağlam aktadır. Ü ç ü n c ü g ö r ü ş ise Türk ülkesinin, M a v e r a ü n n e h r , yani “ Irm ak a r a s ın d a ”, olduğunu ileri sürer. Bu da doğrudur. Ancak K a ş g a r l ı M a h m u d bu görüşü de, Efrasiyab’ ın damadı ve K az'ın kocası Styavü j’ ün, burada ölüşüne dayandırmaktadır. I r a n Mitolojisi ile E f r a s y a b ’ m soykütüğünün, bu çağdaki Türk aydınlarının zihinlerinde, ne kadar derin tesirler bıraktığı­ nı, açık olarak görebiliyoruz. Yine ona göre, oldukça doğuda kalan, ‘ ‘ Ç a r u k Türklerinin oturduğu B a r ç u k d a , Efrasyab'm şehridir. (Asur hükümdarı) B u h t m n a s ı r ’ın oğlu B e t z e n ’i, orada hapsetmişti21". M a h m u d , daha da kuzey-doğulara gidiyor, K a z Suyu denen 11 i ırm ağının a d ı­ nı, E f r a s y a b ’m kızı K a z ’dan ald ığ ın ı", söylüyor22. T Ü R K L E R VE BATI TÜRKİSTAN’ IN ESK İ VE YENİ HA LKI G ö k t ü r k çağında B a t ı T ü r k i s t a n ’da S o ğ d kavimleri vardı. Kaşgarlı M a h m u d ’un da dediği gibi, 11. yy. da Soğdlar, yarı yarıya Türkleş­ mişlerdi. M a h m u d , ‘ ‘ S e m i z k e n d (Semerkand) v e T a ş k e n d gibi (Batı Türkistan’ın büyük şehirlerini), Türklerin yap tığı” inancındadır. Ancak eski günlere hasret duyuyor, ve “ Bu yerlerde F a r s l ı l a r çoğaldıktan sonra, bu­ raları, A c e m şehirleri oldu”, diyerek üzülüyordu23. Acaba bu sözleriyle, G ö k ­ t ü r k çağındaki, B a t ı T ü r k i s t a n ’ ı mı, anmak istiyordu? EFRASYAB İLE NUH PEYGAM BER’ İN SOY K Ü TÜ K LER İ Şimdiye kadar gördüğümüz gibi, K a r a h a n l ı ve S e l ç u k l u hanedan­ larında, I r a n mitolojisi ile E f r a s y a b ’ın soykütüğü ağır basıyordu. Bu ina­ nış, 0 z b e k 1 e r ile Han-Nâme’de de, devam etmişti. Bu O r t a a s y a Türklerinin komşuları ile tarihteki gelişmelerinin, bir sonucu idi. Fakat son­ radan, ‘ ‘ N u h oğlu Y a f e s o ğ l u T ü r k ’ ’ soy kütüğü, ağ ır basm ağa başla­ dı. Bu, bir Tevrat ve K u r’an geleneği idi. E f r a s y a b ile A l p E r T o n g a kalkm ış ve onun yerine, T ü r k gelmiş­ ti. K aşgarlı M a h m u d ’a göre, ‘ ‘ O r d u - k e n d , Hanın durduğu şehir de­ mektir. E f r a s y a b , havasının iyiliğinden dolayı, burada oturur14” . Bu şehir, I s ı ğ - g ö 1 yakınındadır. 11 K ı j g ı r l ı M ı h m u d , 12 A ynı e»er, I I I , s. 151. Aynı e se r, I , s. 150. 14 A ynı e se r, I , a. 143.

I , •«. 3 4 3 . 4 6 6 , 58 1 .

63

A L P E R TONGA E F SA N E Sİ

Ebülgazi B a h a d ı r H a n ise, Türkmenlerin Şeceresi’nde, “ Nuh oğlu Yafes oğlu T ü r k ’ ün, Isığ-gölün h avasım beğenerek, orad a, yerleşm işti”. Bu ina­ nış, İslam kaynaklarında çok yaygındır25. D e d e K o r k u t ’ta E f r a s y a b ve İ r a n geleneği pek görülmüyor. To p k a p ı S a r a y ı ’ndaki O ğ u z n â m e parçasında ise, Efrasyab oğlu Alp Arız’dan söz açılıyor26. ‘ ‘ Te g i n ve T a r ı m g ib i Türk unvanları ise, (herhalde U y g u r kültür çevresinden), Afrasyab oğulların a, (herhalde K arah an h lara) geçm işdir27, deniyordu. Y ü g n e k î ’ye göre, ‘ ‘ H a z r e t i A l i de, dördün­ cü (törtilenç) E r Tonga”, idi (Yüğnekî, 34). S o n u ç : İ r a n dillerinin çeşitli ve uzak ağızlarını konuşan kavimler, 0 r t a a s y a ’da dağınık olarak, çok eski çağlardan beri yaşıyorlardı. Türkler, bun­ larla yanyana yaşamış ve komşuluk etmişlerdi. Bu ilişkiler, G ö k t ü r k çağında, daha da genişlemişti. B a t ı T ü r k i s t a n ’daki bu kavimler, S o ğ d ç a de­ nen, değişik bir İ r a n ağzı konuşuyorlardı. G ö k t ü r k l e r ’den sonra, B a ­ t ı T ü r k i s t a n ile O r t a a s y a ’ya, İ r a n ’ın edebiyat dili de girdi. Türkler, farsça konuşan bu kom şularına, T a c i k dediler. Uzun zaman İ r a n kültürü ile İ r a n Mitolojisinin tesiri altında kalan, Türk aydınları ve K a r a h a n l ı devleti gibi, hanedan kuran Türkler, -hatta S e l ç u k l u l a r - , kendilerini I r a n mitolojisi ile E f r a s y a b ’a bağladılar ve onu getirip, Isığ-göl kenarındaki Ordu Kent'e yerleştirdiler. Adına da Alp Er Tonga dediler. K u r ’an ve T e v r a t soykütüğüne bağlanan Türkler ise, N u h oğlu Y a ­ f e s ’in bir oğlunun adını, -Alp E r Tonga gibi-, T ü r k yapm ışlar ve onu da ge­ tirip, yine Isığ-göl kıyısına yerleştirm işlerdi. Bundan dolayı, yeni vesikalar çıkıncaya kadar-, Alp E r Tonga adlı bir Türkün varlığına şüphe ile bakılm alı­ dır, görüşündeyiz. E K L E R : T Ü R K M İT O L O JİS İN D E “ B A R S ” V E Y A K A P L A N T U rk le r în Alp E r Tonga d e s ta n ın a g e lm işk en , T ü r k le r in k a p l a n ik* ilg ili in a n ış la r ı ü z e rin d e de, d u ­ r a lım . Ç ü n k ü T ü r k ç e Ton ga, b ir ç e ş it k a p l a n d e m e k tir. O r t a a s y a ,

K o r e v e M a n ç u r y a ’d a , ço k

b ü y ü k b ir k a p la n c in s i yaşar. B u n la r, H i n d i s t a n M a k i, (F e lix tig ris) d e n e n k a p la n la r d a n , a y rıd ır. O r ­ t a a s y a k a p la n la r ı, d a h a ç o k T ü r k le r in b a r s d e d ik le r i, p a r s c in s in d e n , (Felix u n cia) h a y v a n la rd ır. B u n ­ la r ın , (Fe lix ir b is) d e n e n c in s in e de T ü r k le r , y o lb a rs d e rle r. T ü r k le r b u n la r ı, z a m a n z a m a n b ir b ir le r in e k a r ış tır m ış la r d ır . B a b u r veya beb ü r ise, so n ra d a n T ü rk ç e y e g irm iş, F a r s ç a d e y im le rd ir. B u n la r d a n b a şk a O r t a a s y a i l e A l t a y v a d ile rin d e , (Felix o c r e a ta , F. linx. F. m a n u l) d e n ile n , b ü y ü k vahşi k e d ile r ile v a ­ ş a k l a r d a v ard ır.

H u n m e z a r la r ın d a k a p la n m o tifle r in e ç o k r a s tla n ır. K a p l a n veya b a r s ise, -e r k e k ç o c u k la r a v e ri­ len a d la r d ışın d a -, h a y v a n c ı. T ü r k k a v im le rin in g e le n e k le rin d e , f a z l a b ir y er tu tm az . H a y v a n la r b ö lü ­

m ü n d e , ‘ * y o l b a r s " ü zerin d e de, du ru lm u ştur.

11 Tİlrk M ito lo jisi, s. 3 7 5 vd. 14 D e d e

K o r k u t k ita b ı, 2 8 - 3 9 .

21 K a şg a rlı M a h m u d , I , ss. 3 9 6 , 4 1 3 .

4.

BÖLÜM

TEPEGÖZ HAKKINDA D e d e K o r k u t 'un ünlü “ Tepegöz” hikâyesi, çeşitli yorum lara ve spe­ külasyonlara yol açmıştır. D e d e K o r k u t 'tâki Tepegöz hikâyesini Almancaya çeviren Diez, Tepegöz'ü ilkdefa Y u n a n mitolojisindeki demonlarla karşılaştırm ayı ihmal etm em işti1. Eski bir hocamız olan Prof.Walter Ruben ise, Tepegöz'ü yalnızca Y u n a n mitolojisi ile değil H i n d i s t a n ’da ve dün­ yanın diğer yerlerinde görülen, çeşitli örneklerle de karşılaştırm ıştı2. Fakat Prof. E b e r h a r d , her meselede olduğu gibi bu konu da da, gerçekçi kalmıştı3. Tepegöz hikayesini bölümlere ayırmış ve ondan sonra incelemişti. A n a d o 1 u m asallarının bazılarında. Tepegöz motifi olmayabiliyordu. Fakat Tepegöz masalının diğer bölüm leri, -örnek olarak- bir K a s t a m o n u m asalında bu­ lunabiliyordu. Fakat şunu da söylemek gerekir ki. Prof. E berh ard’a verilen masallar, yeterli değildi. Arap coğrafyacısı Y a k u b da, böyle bir “ tekgözlülük" (Einâugigkeit)’den söz açıyordu4. ORTAASYA'DA VE ANADOLU’ DA, TEPEGÖZ K ı r g ı z T ürkleri, destanlarda geçen ‘ ‘ t e k g ö z l ü d e v ’ ’ için, “ M alğun”, yani M el’un diyorlardı5. Y u d a h i n ’in bildirdiği bu tek gözlü devi, ya­ yınlanmış destanlarda bulam adık. A n a d o l u ’daki derlem elerde ise. T e p e g ö z ile B a s a t adı yanyana geçiyordu. Derleme Sözlüğü’ nde bulduğu­ muz bu bilginin ne derecede doğru olduğunu araştırm ak, şim dilik çok güç­ tür. Tepegöz hikayesinde görülen B a s a t , Güney A n a d o l u ’da derlenen m asallarda ise, P u s a t adiyle geçmektedir. Ali Rıza Y a l g ı n ’m derlediği bir masala göre. Padişah bir gün K a f d ağın a avlan m ağa gidiyor. O d ağd a bir T e p e g ö z varm ış. T e p e g ö z , çaldığı bir çocuğu, sütle besliyormuş. P ad i­ şah, P u s a t ad lı bu çocuğu K a f dağın dan a la r a k getirm iş ve büyütm üş....6.

1 D i e z , D en kw iird igk eit von A sim , I I I , ». 119. J W . R u b c n , D ie 25 E rzdh lu n gen des D am on s, KKC, 1 3 3 , H e lsin k i, 1 9 4 4 , s .2 4 4 - 2 5 3 . A y rıca b k . P r o f. E b erhard,

Typen T ü rk isc h er Volksm Archen , ». 146.

1 P r o f . E b e r h a r d , aynı e s e r ., a . yer. 4 Y a k u t , I , 9 1 3 , 15. $ Y u d a h i n , K ırg ız S ö z lü ğ ü , ( te r c .) s. 5 5 1 . 6 A . R . Y a l g ı n , C en u p ta Türkm en O y m a k la rı, IV , s. 3 2 * 3 4 . E b e r h a r d , a .e ., 2 5 7 .

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

66

A nadolu’da “ T epeden göz” T e p e d e n g ö z deyimi, A n a d o l u ’da söylenen m asallarda, Tepegöz için söylenen en yaygın bir ad ve deyiş olarak görülür. T e p e g ö z ile ilgili güzel bir m asalı, ince bir duygu ve buluşla, rahmetli Cahit O z t e î l i , A n k a r a ’­ nın N a l l ı h a n ilçesine bağlı A t ç a köyünde derlem işti7. Daha sonra Sayın Mehmet Özyurt ta, buna benzer iki T e p e d e n g ö z masalını O r d u ’da din­ lemiş ve yayınlamıştı*. Bu A n a d o 1 u m asallarının benzer motifleri şunlardı: “ -1. Avcılar veya çocuklar, tepede yanan bir evin ışığına doğru gidiyor­ lar ve T e p e d e n g ö z ’ün eline düşüyorlar. -2. B u n lardan bir kişi, Te p e d e n g ö z ’ün keçilerinin postuna bürünüyor ve kurtuluyor. -3. D ah a sonra d a T e p e d e n g ö z ’ün gözüne kızgın bir şiş sokarak, onu öldürüyor”. Son iki motif, D e d e k o r k u t ’ta da görülür. TEPEGÖ Z HİKÂYESİN İN BAZI M OTİFLERİ O r t a a s y a ve K u z e y Türklerindeki paralel örneklere gelince, bu ko­ nuyu biraz daha değişik bir metodla ele almak gerekir. Hocamız ve büyük üs­ tadım ız P ro f. A bd ü lk ad ir İ n a n , böyle t e p e g ö z l ü b ir d e v i , S i b i r y a ’daki Kuzey S a m o y e d Ostyaklarında da bulmuştu9. Ancak bu mo­ tifler çok m itolojiktir10. D e d e K o r k u t ’ta ise Tepegöz, O ğ u z l a r ı n gün­ lük hayatlarının içine girmiştir. D e d e K o r k u t ’taki Tepegöz masalının her bölümünü, biraz da Türk mitolojisinin bütünü içinde ele alıp, öyle değerlen­ dirm ek gereklidir: 1) “ Ç oban’ ın, P eri kızı ile evlen m esi” : Burada, bir insan ile bir ruhun birleşm esi söz konusudur. Çoban, K ara kemik’ten yani halktan bir kişidir. Ne bir han oğludur ve ne de devlet kuran bir kişidir. Bundan dolayı onun ‘ ‘ k ö t ü bir r u h “ ile karşılaşm ış olm ası, düşünülebilir. Yukarıda da çeşitli örnek­ le rin i verd iğ im iz gi bi , ‘ ‘ G ö k t ü r k l e r i n a ta la r ı, Y a z ve K ı ş T a n r ı l a r ı nın k ı z l a r ı ile evlenm işti”. O ğ u z H a n da, biri gök­ ten düşen ve diğeri de ağacın kovuğunda bulunan iki kız ile evlenmiş ve kız­ lardan doğan çocuklar ise Oğuzların soylarını meydana getirmişlerdir. Türk Mitolojisinde bunun örnekleri pek çoktur. Ancak Türklerde insanlara kötü­ lük getiren ruhlar ile kötü yer ruh ları da, yok değildir. İslamiyet, Ç o b a n ’ın yaptığı bu zinâyı, kendi topluluğunu da cezalandıran bir suç olarak göstermiş ve m asala böyle bir anlatış vermiş olabilirdi. ’ Cahit

Ö z t e 1 1 i , T ü rle F o lk lo r. A r a ş tır m a la r ı (T F A ), C . V I , «ayı: 127. N a llıh a n .

* M eh m et Ö z y u r t , T F A , 1 9 6 8 , X I , s. 4 7 5 . * P r o f . A b d ü lk a d ir İ n a n , M ak aleler, s. 7 0 . 10 P o t a n i n , IV , 2 2 . 2 3 , 6 7 1 , 7 2 6 .

T E P E G Ö Z H A K K IN D A

67

2) P ı n a r l a r ve r u h l a r : T e p e g ö z ’ün doğum yeri, çeşme veya bir p ın a r başıdır. Pınar, yeraltından gelen suları dolayısiyle, yeryüzü ile yeraltınm bir kapısı veya bir bağlantı yeri gibi görülür. P ın a rla r veya kaynayan su­ lar, Türklerde çoğu zaman kutlu yerlerdir. Ancak kaynayan sular, yeraltından gelen kötü ruhlar içinde, bir kapı veya çıkış yok idi. Farsça O ğ u z n a m e ’de şöyle bir olay anlatılır: ‘ ‘ B u ğ r a H a n ’m oğlu K o r ı Te g i n ’ in doğru söyleyip, söylemediğini an lam ak için, E n d e k ’ e (Hint?), bir zenci ile birlikte gönderildi. E n d e k bozkırındaki D e v K a y a s ı ’ nda, üç ç e ş m e , üç a ğ a ç ve bunların yanın­ d a d a üç m avi e j d e r vardı. O rad a oğlanın doğru söylediği an laşıld ı. Çeş­ me yanındaki ejder, K o r ı T e g i n ’in kör olan gözünü yaladı ve iy ileştirdi"". E r T ö ş t ü k destanında da ç e ş m e ’ nin yanında eğri büğrü ve çok g a ­ rip bir a ğ a ç vardır. K u y u 1 a r , ise Kuzey Türk destanlarında, daha çok bi­ rer ‘ ‘ y ı l d ı z sem bolü” olarak görülür. “Altı Kuyu” gibi. Bununla beraber, “ kuyudan sarı bir a t çık aran ” sih irbazlar da yok değildi12. A ğ a ç motifine gelince, Uygur Hakanları ağaçtan türem işlerdi. O ğ u z H a n da yer ve su ruh­ larından gelen ikinci karısını, bir a d a ortasında bulunan bir ağ a ç kovuğun­ da bulmuştu. 3) ‘ ‘ P ı n a r ile doğum ” arasın d a da, ilişk iler vardır: M a n a s H a n ’­ ın annesi, aradan yıllar geçtiği halde bir türlü doğum yapamam ıştı. Bunun için kocası da, “ Karım kutlu p ı n a r l a r d a gecelem iyor”, diye şikâyette bu­ lunuyordu. Karısının kısırlığını, çeşme başında bir gece olsun gecelemediğin­ de buluyordu. Ayrıca, karısının, ‘ ‘A l m a ağacının altın da oynam adığından” da, şikâyet ediyordu’3. Bu bölgede bulunan ünlü A l m a B u l m a k ' i n adı da Türk destanlarında sık sık geçer. Ayrıca A n a d o l u m asalındaki doğum­ ların, çoğu zaman dervişlerin verdiği bir e 1 m a ile gerçekleştiğini de unut­ mayalım. 4) A lageyik'in an n esi T epegöz: G ü n e y A n a d o l u 'daki T ü r k m e n m asallarında ise, A l a g e y i k ’ in annesi, K a f d a ğın d a yaşayan, T e p e g ö z a d lı bir dişi devin oğluydu14". B a y b u r t m asallarında T e p e g ö z , bazan insan ve bazan da, dev olarak görünüyordu. T e p e g ö z veya tek gözlü kişiler ile ruhlar, A n a d o l u m asallarında da, geniş olarak görülür15.

11 P r o f . Z . V. T o g a n , O ğuz d e sta n ı, a. 6 6 . 11 R a d l o f . P r o 6 e / ı ,

I I I , m e tin : 88 / terc. 101.

,J B. Ö g e 1, T ürk M itolojisi, s. 504. 14 A. R . Y a 1 g ı n , a . ç » r., I , 8 4 - 8 7 : P r o f . E r b e r h a r d a .e ., 2 5 7 . ,s P r o f E b e r h a r d , a.e. «. 311.

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

68

DEDE KO RKUT’TAKİ “ TEPEG Ö Z” VE BİR ORTAASYA DESTANI D e d e K o r k u t ’taki Tepegöz masalının bazı m otiflerini. Manas destanrnın bir parçası olan Er-Toştük destanında da görüyoruz. Hocamız ve büyük üstadımız Prof. A b d ü l k a d i r İ n a n bizden önce bu benzerlik üzerinde, on satırlık bir giriş içinde durm uşlardı. Ancak kitaplarım ızın kısa aralıklarla çıkması sebebiyle, hocamızın notunu göremeden biz de bu benzerlik üzerin­ de durm uştuk16. Bu buluşun şerefi, elbette ki Prof. A . l ı ı a n ' a aittir. Tepe­ göz efsanesinin K ı r g ı z Türklerine ait bu değişik anlatılışını biz burada Dede Korkut’la karşılaştırm ağa çalışacağız ve ayrıca bazı motifler üzerinde de, du­ racağız: 1. E r T ö ş t ü k destanında, D e d e K o r k u t ’ta olduğu gibi, “ Çoban ile Peri kızının birleşm esi” yoktur. Yalnızca, E r T ö ş t ü k ’ün düğününde, B e k T o r o adlı “ K irli sihirbaz kız” onlara bir söz atar. Çünkü bu sihirbaz kız, E r T ö ş t ü k ’ü sevmektedir. Kız ile Er-Toştük arasında bir birleşme de, söz konusu değildir. 2. E r T ö ş t ü k ’ün babası İ l e m e n B a y , bir yerde konaklar. Konak ye­ rinde başlıca iki şey görülür: -A). Yerlere k a d a r eğilmiş ve altı adeta bir ça ­ d ır haline gelm iş bir k a v a k a ğ a c ı”. -B). “A tları, p ı n a r başına suya götürünce atların ürkm eleri”. Böyle bir p ı n a r , D e d e K o r k u t ' t a da var­ dır. Fakat orada kavak ağacı yoktur. 3. D e d e K o r k u t ’ta, “ Su üzerinde bir ibret nesne yatur, başı göti belürsüz” veya “ ¿ ir yığnak yatu r”, denir. E r T ö ş t ü k destanında ise, “ Su yüzünde bir ciğer yüzüyordu”, deniyordu. 4. D e d e K o r k u t ’ta, “...depdüklerince böyüdi, O r u z K o c a dahi inüp depeledi. Mahmuzı tokm dı, bu yığm ak, (veya yığm ak) y a rıld ı”, denir. E r T ö ş t ü k destanında ise, “ (Er Toştük’ün babası) ilemen Bay m ızrağı ile ciğeri tutup, itti. Ciğere dokununca, ciğer başladı büyümeğe. Büyüye büyüye en sonunda, parçalandı” , deniyordu. 5. D e d e K o r k u t ’ta, “ içinden bir oğlan çıktı, gövdesi adam , tepesin­ de bir gözü var. Oruz ald ı, bu oğlanı eteğine s a r d ı”, denir. E r T ö ş t ü k des­ tanında ise, “ içinden, Y e l - M o g u s ad lı dev çıktı ve ilemen B a y ’ın boynuna b in di”, deniyordu17. 5) T e p e g ö z , y e r a l t ı r u h u : D e d e K o r k u t ’ta bundan sonra O ğ u z ilinin hayatının bir bölümü oluşturan ve felâketli günleri anlatan bir “

Türk M itolojisi, s. 5 4 3 ; (1 0 0 0 T e m e l e s e r i’de, #. 3 3 8 -3 4 1 .

17 P r o b e n , V. s. 5 3 0 .

T E P E G Ö Z H A K K IN D A

69

hikâye başlar. E r T ö ş t ü k destanında ise, yeraltında ve göklerde geçen mi­ tolojik bir hayat içine girilir. E r T ö ş t ü k destanındaki bu efsanenin özü şöyledir: ‘ ‘ i l e m e n B a y , A g a y H a n ' m kızı K e n ç e k e ' yi, oğlu E r T ö ş ­ t ü k ’ e a lır kızın çeyizi ile birlikte, eve dönmek için yola çıkar. Yolda g elir­ le rk e n , K i r l i K a r a - K ı z B ek-T o ro’ya r a s t la r la r . (Bu, kız. D e d e K o r k u t ’taki p eri kızının bir p a rale li olabilir). K i r l i K a r a K ı z , E r Tö § t ü k ' ün karısını kıskanır ve ona birkaç söz a ta r ve ondan sonra d a, peşlerini bırakm az. “ Yolda, yerlere k a d a r kıvrılm ış ve kendileri'nin k o n ak lam aları için bir çad ır halini alm ış bir k a v a k a ğ a c ı n a rastlarlar. O rada gecelerler. S a ­ bah olur, a tla rı suya götürürler. A tlar ürküp, göklere çıkar gibi, yaparlar. Suda, bir c i ğ e r i n yüzdüğünü görürler. B ab a H e m e n B a y , “ Kim bu d a ­ varı kesmiş de, ciğerini suya atm ış” diye b ağırır ve ciğeri m ızrakla iter, itin­ ce, ciğerden, Y e l - M o g u s ad lı bir dev çık ar ve i l e m e n B a y ' ı n boynuna biner. H e m e n B a y , bağırm ağa b a şla r '*..." 6) Deli D um rul'dan bazı m otifler: Bundan sonra Baba I l e m e n B a y canını kurtarmak için, Deli Dumrul hikayesinde olduğu gibi, kendi yerine oğul­ larını deve verip öldürtmek ister. Fakat dev yalnızca, E r T ö ş t ü k ’ün ruhu­ nu ister. Bundan da anlaşılıyor ki bu dev. K irli K ara-K ız ile ilgili bir ruhtu. D e d e K o r k u t ’taki Peri kızı ve Tepegöz gibi. B aba, - A n a d o l u m asalla­ rında olduğu gibi-, oğlunun ruhunun bir ‘ ‘ e ğ e d e olduğunu söyler ve onu çalmasını öğütler. Bunu anlayan E r T ö ş t ü k ’ün karısı, Ç a l - K u y r u k adlı kutlu atın a biner ve “ Eğri k a v a k lıp m a r"a gider. Eğri Kavaklı P ın ar’a gidin­ ce, pınarın başında bir “ dev a n a s ın ı" oturmuş görür. S o n u ç : Görülüyor ki D e d e K o r k u t ’ta, çoban ile Peri kızının bir­ leşmesi sonunda pınar yolu ile gelen Tepegöz motifi, çok daha derin, eski ve geniş mitolojik temellere dayanmakta idi. Efsanenin kahram anı ve ana motifi Tepegöz, bir dev veya bir ruh olabilir. Dede Korkut’un Tepegöz hikayesinin araştırılm asında başta gelen nokta, “ motiflerin s ır a s ı" ve diğer Türk destan­ lardaki motiflere olan benzerliğidir. Ayrıca motiflerin eski Türk dini, inanış­ ları ve gelenekleri ile bağdaşm asıdır. A şağıda da görüleceği gibi, D e d e K o r k u t ’taki Tepegöz hikâyesini, Türklerin inanışları bakımından, açıklayıp yorumlayabilmek için, elimizde yeterli vesika vardır. TEPEGÖ Z İÇİN DİĞER Ö R N EK LER K u y u ve k a v a k ağacı: T e p e g ö z ’ ün yukarıda, eğri bir kavak ağacı­ nın altındaki bir pınardan çıktığını görmüştük. B ir A n a d o l u m asalında ise, "

P r o b e n , V, *. SSO.

70

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

şöyle deniliyordu: “...B ir bey, bir kadını, bir k u y u y a atıp, öldürm üş. Az sonra kuyudan bir k a v a k ağacı çıkmış ve beyden, kadının hakkını istem iş19...” Ak c i ğ e r i , ı r m a ğ a atm a: Bir K u z e y - T ü r k destanında, buna ben­ zer bir m otif görüyoruz: “ . . . Y e s t e y M ö n g k ö ad lı bir yiğit, atın ölme­ sini önlemek için, atın akciğerini, (baur, yani bağrını) çıkarıp, bir ırm ağa atıyor. Fakat at buna rağm en ölüyor10...” Ç i n g i z - H a n geleneğinde, ‘ ‘ T e p e d e n g ö z ’ ’ : Ç i n g i z H a n ’ın atalarından ‘ ‘ D u v a - S o k o r , alnının ortasın d a bir tek gözünün bulunm a­ sın a rağm en üç günlük yolu görebiliyordu” : D u v a S o k o r , Ç i n g i z H a n ’ ın resmi soykütüğünde yer alır ve kendisi, normal bir insandır. Ayrıca iki kardeş idiler. Ancak sonradan verilen bir bilgiye göre, ‘ ' D u v a S o k o r ’ un oğulları D o b u n M e r g e n 'i a şa ğ ı görerek, ak rab ad an say m adı­ lar ve ondan ayrılıp, göç ettiler1'” . Bu tepedengöz D ı ı v a S o k o r ’un oğulları, niçin kendilerini daha soylu olarak görm üşlerdir? Bunun sebebi pek anlaşıla­ mıyor. Gerçi tepedengöz D u v a S o k u r , büyük kardeştir. Fakat kaynaklar­ da onun kutluluk veya üstünlüğüne ait her hangi bir not bulamıyoruz. Onlardan türeyen Dörben boyu için de, durum aynıdır. Uygur Türeyiş Destanın’da, dağın şişm esi ve beş çocuğun doğm ası: U y ­ g u r l a r ı n türeyiş destanının bir söylenişinde, ise “ K u t l u D a ğ şişerek ya­ rılm ış t;e içinden H akan çocukları çıkm ıştı”. Bunun üzerinde, yukarıda durm uştuk. Tepegöz gibi k ö t ü b i r r u h ise, âdi bir yığnak veya şişen bir ciğer içinden çıkmıştır. Tek gözlü ler: Bunlar, bir gözü görmeyen insanlar da olabilirler. Ancak bunlar hakkında da bir kaç vesikayı sunmağı, yararlı görüyoruz“ : 1) “ Onun gözü, tegildi (şaşılaştı, tek gözlü old u )” : U y g u r el yazılarında “ tegil• ”, k ö r e t m e , demektir. 2) ‘ ‘ K ı n ç ı r ’ ’ (Çağatay): Tek gözlü23. Bu sözün kökleri ile manasını anlıyamadık. 3) Yedi gözlü e r: “ Ne diyor, din le! Yedi gözlü er24 (yeti közlüg er) K u t a d g u B i l i g ’de görülen bu 7 gözlü eri de, yorumlayamıyoruz. 5) Tek gözlü yargıç: A n a d o l u masalının varyantları için Prof. E b e r h a r d ’ ın tahliline bakınız25. '* W . E b e r h ı r d , T ü r k u c h e r V o lk a m ü rch e n , •. 1 6 4 . 10 P r o b e n , IV» •. 81/103. B a r a b a : Y e ıtey M öngkö d e sta n ı. 11 M o ğ o lla rın G iz li T a r ih i, II. 31 K a g g a r l ı M a h m u t » I I , *. 13 0 . ”

R a d I o f , W ö r t e r b u c h , I I , s. 8 6 0 .

M K u t a d g u B İ İ İ r , 1133. “

W . E b e r h a i d , aynı e s e r, 3 3 3 I I I .

5. BÖLÜM

DELİ DUMRUL HAKKINDA D ELİ DUMRUL MU; TU Ğ RU L SULTAN MI? Topkapı Saray ı’nda bulunan bir ‘ ‘ O ğ u z destanı p a r ç a sı”, D e d e K o r k u t ile diğer Türk destanlarının, parlak bir tacı ve adeta bir fatihasıdır. ‘ ‘ G ü n doğusu gen yerden kopan O ğ u z ’ ’, diye söze başlayan, bu destan kadar ikin­ ci derin bir destan yoktur. Bu destanın, D e d e K o r k u t kitabı ile ilgili bö­ lüm lerini, karşılaştırm a yoluyla ve ayrı bir bölüm olarak sunduk. Topkapı Saray ı destan'nın elimizde bulunan parçaları, Ozanın yaptığı bir giriş halindedir. Ancak O ğ u z b ü y ü k l e r i hakkında, ayrı ayrı bilgiler de verilmektedir. T o ğ r u l K o c a bölümü, D e l i D u m r u 1 ’un özelliklerine uymaktadır. Biz burada, bu karşılaştırm a ile yola çıkıyoruz. Dil ve anlatış bakımından Topkapı Saray ı destanı’nın girişi, D e d e K o r ­ k u t kitabından, daha eski görünmektedir. Destancı O z a n , gerçek bir müslüm andır ve Türkler arasında Islamiyetin öncülerinden biri, gibidir. Ancak dil ve anlatış bakım ından, D e d e K o r k u t kitabı ile karşılaştırılırsa, İsla­ miyet ile ilgili bilgi ve m otiflerin, daha az olduğu görülür. O z a n , henüz İ s 1 a m terminolojisine, tam olarak girememiş ve benimseyememiştir. Topkapı Sarayın daki Oğuz-nftme p arçası ve D ede K orkut Topkapı Sarayı destanı, kuruluş bakımından, O r t a a s y a ’daki yarı müslüm an b a h ş ı ’Iarın d u aların ı andırır. Bununla beraber söz ve an latış bakı­ mından herşey, D e d e K o r k u t geleneğinin, daha eski, dah a değişik ve daha geniş bir söylenişidir. B u rad a söylenen ‘ ‘ D e d e K o r k u t b iliglü ” gibi de­ rin ve eski deyişi, başka bir destanda göremiyoruz. 1) T o p k a p ı Saray ı’nda bulunan bu 0 ğ u z - n â m e parçası, “ Türk Ta­ rih, Arkeologya ve Etnografya D ergisi” nde, “ Oğuz destanından bir p a r ç a ” adı ile ve im zasız olarak yayınlanmıştır. Söylendiğine göre bu yayın, rahmetli Hocamız Prof. Dr. Zeki Velidi T o g a n tarafından yapılmıştır. Rahmetli hoca­ mız bu sırada elverişsiz şartlar altında yaşıyordu. Metnin fotoğrafındaki 50 ve 51 numaralı satırlarda şöyle deniliyordu:

T Ü R K M İT O L O JİS İ U

72

‘ ‘ S e l i m oğiu K a r a m a n ' ı sevüb, T a n r ı yaradan , Ulu Sultan bu­ d ağı, a l t ı n k ö p r ü y a p a n , Azrayille sav aş kılan, salkum salkum don giyen, sak ar atın oynadan, To k u ş K o c a oğlu T o ğ r u l S u l t a n . . . ' ' 2) T u ğ r u 1 m u; D u m r u l mu? D e d e K o r k u t kitabında, “ köprü yap an ” ve “Azrail ile sav aş k ılan ” kişi, D e l i D u m r u 1 idi. Ancak burada T o ğ r u l S u l t a n , Dede Korkut’taki Deli Dumrul gibi, sa f bir kişi olarak gösterilmiyordu. Kendisi, “ Ulu Sul­ tan b u d ağı” dır. “Altın köprü” motifi ise, bu destanın Dede Korkut metninden önceki anlatılışlarının, çok daha muhteşem olduğunu,gösteriyor, ‘ ‘ T o ğ r u l " un “ D um rul” okunması, A rap yazısındaki (ğ) nin noktası­ nın düşmesi ve böylece (m) okunması ile mümkündür. Aslında To ğ r u l S u l t a n ile D e l i D u m r u l destanlarının, eski mitoloj'ik köklere dayanan, çok daha önceleri de bulunmalıydı. Mitoloji araştırm alarında, kesin olarak konu­ şulam az. Ancak diğer paralel destan m otifleri, bizi bazı gerçeklere doğru gö­ türebilir. Bundan dolayı konuya, diğer destan motiflerini incelemekle girelim: 3) ‘ ‘ T o ğ r ı l ’ ’ (Toğrul) adı ve sözü h akkında: Türk dillerinde, “ D um rıl” veya “ D um rul” diye söylenen bir sözü göre­ miyoruz. ‘ ‘ T o ğ r ı l Bey'in ad ı h ak k ın d a” adlı bir yazımızda, “ -rıl” eki ile biten sözler ve kuş adları üzerinde durm uştuk1. T o ğ r ı l , bir alıcı kuşun adı­ dır. Av için yetiştirilir ve adı, çok yaygındır. Ç i n g i z H a n çağında, yani S e l ­ ç u k l u l a r ’dan iki yüz yıl sonra, “ M o ğ o l l a r ı n , bir efsanevî kuşu gibi” , görülür. Tarihçi R e ş i d e d d i n ’e göre, “ M oğolların “ T o ğ r ı l k u ş u ' na karşılık, Türklerin efsanevi kuşunun a d ı, ‘ ‘ K o n g r ı l ' ' , id i2...” Görülü­ yor ki, iki i 1 â h î kuşun adı da, “ -rıl” eki ile bitiyordu. Yine R e ş i d e d d i n ’e göre Toğrıl, Ö n a s y a ’daki, Anka kuşu'nun bir benzeri idi. “ Toğrıl” sözünün Moğolca olm ası, çok zordur. P. P e 11 i o t da, “ Toğrıl” sözünün, Türkçe olduğu görüşündedir3. To ğ r ı l , Ç i n g i z H a n çağında, K e r e y i t hakanı, 0 n g H a n ’ ın adı olarak görünüyordu4. Ç i n ’deki büyük bir memurun adı ise, “ Er-Toguril”, yani “ Er-Toğrıl” idi5. Bu da, tam Türkçe bir addır. 4) Güvercin ve atm aca m otifi: A z r a i l , avcı bir kuşun adını taşıyan, “ tu ğru l” veya “ D um rul” un kar­ şısında, g ü v e r c i n donuna giriyor. Bu konuyu pekiştirmek için, başka pa­ ralel düşünceler ve motifler arayalım: 1 S e lç u k lu T a r ih i ve M e d e n iy e ti E n s titü s ü D e rg isi, T u ğru l B ey'in a d ı h a k k ın d a , 1971» s. 2 0 1 -2 0 7 . * R e ş i d e d d i n , B e re z in y ay ın ı, I I , s.

173.

* P . P e 1 1 İ o t , H istoire d e C a m p a g n e s

d e G engh is K h a n , s. 2 1 0 .

4 M o ğ o lların G izli T a rih i . -< Y C P S ), 1 0 4 ,

107.

1 Tu

C h i , M&ng-uiu-ârh Sh ih ch i , s. 4 b .

T ü rk a d ı görü lü y or.

N e g ü ı k a b ile s in d e n , “ T oğrıl, /j-K ofur, İt-K o n u r ” g ib i, Üç

D E I.İ D U M R U L H A K K IN D A

73

H a c ı B e k t a ş , “ M â'n a âlem inden velâyetle, bir g ö k ç e g ö g e r ç i n donuna g irip ”, A n a d o l u ’ya geliyor. Yerli dervişlerden D o ğ r ı l B a b a , “ bir ş a h i n donuna girip. H a c ı B e k t a ş ’ ı yak alam ak istiyor. H acı Bek­ taş ‘ ‘ s i l k i n i p ' ’, insan donuna giriyor ve D o ğ r 1 1 B a b a ’yı, boğazın­ dan yakalıyor”. Aslında bu A n a d o 1 u ’daki yerli dervişlerin, teslim olmalarını anlatan, sembolik bir hikâyedir. Ancak H a c ı B e k t a ş da, A zrail gibi, g ü ­ vercin donundadır. 5) Kuzey T ürk destan ların dan bazı p aralel örn ek ler: Kuzeydeki B a r a b a Türkleri de, m asallarda bizim gibi güvercine, “ kök­ lü köğürçin”, yani gök veya g ö k ç e g ü v e r c i n derler6. Kuzeydeki T u r a 1 1 boyunun m asallarında ise, “ H atib (Çeçen)'in, G ü v e r c i n olup uçtuğunu gören Molla, hemen l a ç ı n (yani bir çeşit doğan) olup, arkasından gidiyor7...” Yine K u z e y Türk destanlarında, “ kızlar kuş oluyorlar, erkekler de şahin olup, kızları kovalıyorlar*...” Güçleri eş olan, “ yiğitler ile devler ise, karçıgay ve l a ç t n (llaçın) avcı kuşlar oluyorlar ve gökte döğüşüyorlardı. K an atları, gök gürültüsü gibi ses çıkarıyordu9...” A z r a i l ' i n g ü v e r c i n donuna girm esi ve D e l i D u m r u 1 ’ un onu d o ğ a n l a kovalam ası, bir m itoloji m otifi o larak çok görü ­ lür. A b d u l k a d i r C e y l â n î , “ beyaz bir d o ğ a n donunda”, görülürdü10. Don değiştirme ile ilgili bölümümüzde, bu konu üzerinde, daha geniş olarak durulmuştur. * O m M a k i, b ir B a r a b a tü r k ü veya y ırın d a (y u r), şöyle d e n iy o rd u : Aklı g ü v e rc in (a k lığ ın a ), m av i g ü v erc in (köktü k ögiirçün )! B ir tah ta (tak ta) ü zerin d e , niçin to p lan ıy o rsu n u z ( y u u l g a n ) ! ..* * : ( P r o ­ b e n , 4 . *. 78/ 99). Ela k İ T ü r k le r d e g ü v e r c in : E « k i T u r k le r d e g ü v erc in in m a n e v î b i r d e ğ e rin i b u la m a d ık . B i r av h ayvan ı g ib i g ö rü lü y o r: “ O, b en im le o r ta y a g ü v erc in k o y a ra k (k ö g ü rçg ü n leşü ), oyun oy n ad ı (o y n ad ı)**: (M K , I I , t . 2 6 6 ) . A y rıca b k . M K , I I I , s. 4 1 9 . O rta y a tav şan k o y a ra k ( ta v ışg a n la şu ) d a , oyu n o y n a n ıy o rd u . U y g u r e l y a tıla r ın d a g ü v e r c i n iç in , k ö k ü rç k e n d e n ilir : " ...Ü ç g ü v e rc in y a v ru su (ü ç k ökü rçk en

a d a y ı), a t m a c a , la ç m ile (la ç tn k a ) k a r ş t l a ş t ı ..." (S u v a rn a , 6 2 0 , 2 0 ) . İla ç o la r a k , " g ü v e r c in p is liğ i (kök ürçk en m a y a k ı)...** : ( R a h m e t i , Uig. H eilk u n d e, I , 4 0 ) . 7 B u “ ü ç y o ld a ş " a d l ı m o< al h a t i b ,

(çeçen) ç e k e m iy o rla r . M o l l a h a tib e ,

m o l l a ve o k ç u a r a s ı n d a g eç iy o rd u , i ) M o lla la r , fu ıtib le ri

Ben sen in g ü v e rc in (k ep ter) o ld u ğ u n u gö rü n ce , İa ç t n (ılaç ın ) o lu p ,

a r k a d a n k o v a la d ım ”, d iy o rd u : ( P r o b e n , 4 , «. 101/131). 2) * * ( K e l o ğ l a n (ta şşa ) o la n y iğ it) K a n ~ Ş e n t e y , (yeniden ) s ilk in d i, b ir g ö k g ü v e r c i n (kök k epter) olup, u çtu , (so n ra yen id en yin e,) s ilk in d i, b ir g ö k a t m a c a (kök k a r ş ıg a ) o ld u . B u n u n ü zerin e k ız y iğ id e, şöyle d e d i: - Ey yiğ it (b a tır) d o n d e ğ iştirip (tü rlö p , yen id en tü rlen ), k en d i Ö% k a lıb ın a (öz k a lo b ın ğa) g ir (tü ş)!. Bu nu n ü xerin e y iğ id silk in ip , on b eşin d e d o ğ a n a y g ib i (on b eşin d e tu ygan a y d a y ), k en di k a lıb ın a g ir d i. O nu g ö ren h e rk es, a k lın ı k a y b e t t i .." P r o b e n , 3 , t. 2 6 5 (m e tin ). B T e b e n e K o ğ a H aru n (k an ış), silk in ip b ir kuş o ld u . M i ş e k - A l p ise s ilk in d i, b ir boz şa h in (boz

tuygun) o ld u ...** T e r e n e il-K a r g a t: ( P r o b e n , IV , •. 2 6 / 3 3 ). *

Dev, Y e r»ru h u , ‘ 4 Y e r K a r a • a l p *ın k a n a d ın ın u ğu ltu su (v avşı u ğu l-), g ö k g ü r ü ltü sü g ib i g ü rle -

d i (k ü gü rtleyin k ü k rep ). B u n u d u y a n Ye s t e y M ö n g k ö de, (silk in ip ) g ö ğ e uçtu. D ö ğ ü ştü ler (yeüştiler). B u k a r ç ıg a y ve la ç ın *m tü y leri, k az an bü y ü k lü ğü n d e k a r a t a ş la r g ib i (k a z a n d a u k a r a t o f ), yere diiştü^ l e r . . " : ( P r o b e n , I V , a. 8 1 / 1 0 1 ) . 10

F . K ö p r ü l ü , K ay ık çı K u l M u stafa, •. Sİ , n. 1.

74

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

6) “ Yendiğinden ve yenm ediğinden p ara alm a” : K ö p r ü , özellikle hay­ vancı Türklerin destan veya m asallarında görülmüyor. K ı r g ı z Türklerinde k ö p r ü (köpüröö), daha çok S ı r a t k ö p r ü s ü m anasında söylenir11. Bir K u z e y Türk m asalında ise, “ denizin (veya ırm ağın), altın dan geçen bir köprü” den söz açılıyordu12. Asıl önemlisi, ‘ ‘ K o z u K ö r p ö ş ad lı bir yiğit, herkesle aşık oynuyor (ladışka aşikar). Yendiğinden de, yenmediğinden de, p a r a alıyordu13..." 7) TVınn’nın gücünü tanım a ve tövbe etm e: Bu motif, Türk masal ve des­ tanlarında, çok görülür. M a n a s - H a n , yaralanınca, şöyle demişti: “... B a ş­ k a ları, Tanrı Tanrı derken, “ Ben Tanrıyım”, derdim . Meğer Tanrı, başka ım ış

i...

8) “ Y ücelerden yücesin! K im se bilm ez n icesin !” Bizce bu söz, Türk dü­ şüncesinde ‘ ‘ v â c i b ül - V ü c û d ’ ' anlayışının, başka bir anlatışı olsa ge­ rektir. Eski Türklerde, Tanrı’ mn vücudu için, “ vâcib ül-vücûd” anlayışı var mıydı? W .T h o m s e n ’ in de yorumuna uyarak, “ Tengri teg Tengri” sözü, G ö k t ü r k yazıtlarında, “göğe veya kendine benzer T a n r ı ' ' inanışının bir ifadesi olmalıydı. 9) B aban ın oğlundan canını esirgem esi: Bilindiği üzere, A z r a i l D e ­ l i D u m r u 1 ’dan canını istemesi üzerine, babası ile annesine gider ve kendi­ si yerine, onların canlarını vermelerini ister. E r - T ö ş t ü k destanında, T e p e g ö z hikâyesindeki gibi, pınardaki ciğerin içinden bir dev çıkar ve dev, l l e m e n - B a y ’ m boynuna binip, canını ister. Bundan sonrasını, destandan dinleyelim: “ .../ l e m e n - B a y bağırır: “ - K âfiroğlu Yel-Mogus (devin adı), gel öl­ dürme beni! Tepe gibi yükselen, ak evimi vereyim! Ak sürümün hepsini ve sığırlarım ı vereyim !” Ancak dev, hiç oralı olmaz. Dev güler: “ - B aşk aların ı d a söyle”, der. Bunun üzerine llemen-Bay: “ - Gel sa n a sekiz oğlum la, gelinlerim i vereyim! Beni öldürme, der. Dev, yine razı olm az. O zam an llem en-Bay: “ - Gel, a lp oğlum E r - T ö ş t ü k i l e gelinim i vereyim”, deyince, dev güler ve onu b ıra k ır,s...” Ancak gelin, koca­ sının yanını tutunca, dev onları da bırakır. Böyle bir m asal, A n k a r a 'da da bulunm uştur16. 11

Y u d a h i n , K ırg ız S ö z lü ğ ü , ( t e r e .), * . 7 3 3 .

K ü n - H a n (G ün H a n ) k ız ın a : B en im y ap tırd ığ ım b ir taş k öprüm v o r ... B u k ö p rü , suyun a lt ı n d a • d ır . . . ” K a ra -K ö k ö l d e e ta m : ( P r o b e n , IV , ». 6 8 / 85). 11

11

“. . . Ç o c u k la rın a ş ı k l a r ı n ı , u d a d a a lıy o r ; u tm a sa d a a lıy o rd u ; (u is a d a a /a r , u t p a s a d a a la r ) , ( P r o ­

b e n , IV , *. 10/13). 14 P r o 6 e n , V, ı . 3 6 9 : M ı n a ı d e sta n ı. ’ * P r o b e n , V, *. 5 3 0 . 14 W. E b e r h a r d , T ü rk isch er Volksm ärchen •. 113.

D E L İ D U M R U L H A K K IN D A

75

S e l i m oğlu K a r a m a n , Topkapı Sarayı O ğ u z destanı içinde, T u ğ ­ r u l S u l t a n ’ in, öncülerinden birisi olarak görülmektedir. Prof. Abdulkadir İ n a n ’ m da gösterdikleri gibi, K a r a m a n ’ ın eski Türk inanışlarında, önemli bir yeri v ard ı'7. 10) Duha K oca (Tokuş K oca) oğlu D eli D um rul: Deli DumruVun baba­ sı. D e d e K o r k u t kitabında, “ Duha K o ca” diye geçmektedir. T o p k a p ı Sarayı Oğuz-nâme'sinde ise, “ Tokuş Koca oğlu Delü D u ğru l”, denmektedir. Deli Dumrul’un babasının adım , Tokuş Koca olarak, düzeltmek gerekmektedir.

I? A b d u lk a d ir İ n a n , M a k a le le r; n. 10 vd.

6. BÖLÜM

TÜRK MİTOLOJİSİNDE “ KELOĞLAN” (En eski Türk kökenleri) K e l o ğ l a n , hepimizin bildiği ve sevdiği bir masal motifimizdir. K e l o ğ ­ l a n , sevim li ve akıllıdır. Bazan da ilâh î güçlere sahip olur. Bu keloğlan mo­ tifi nereden gelmiş, evimizin ve köylerimizin içlerine kadar nasıl girm iştir? Folklorculara sorarsanız, hemen dünya fokloruna ait kitaplara bakıp, size bir açıklama yolu ararlar. B u , kolay bir yoldur. Şimdiye kadar yapılan da, budur. Herhangi bir sonuca da varılmış değildir. En eski Türk tarihi ile geleneklerine inerek, bu gibi konulara bir açıkla­ ma bulma ise, bizim yolumuzdur. Keloğlan m asallarının söylendiği Türk evi­ ne girerken, Türk kavimlerine ve Türk kavimlerinin tarihte geçirdiği Türk tarihinin gelişmelerine de, bir göz atmamız gerekir. Eğer Keloğlan masal mo­ tifi, Türk m asalları ile Türk mitolojisinin yerli bir motifi ise, onun diğer Türk geleneklerinde de, görülmüş olması gereklidir. Türklere ait bir m asal motifi, eski Türk dininde, Türklerin eski inanışlarında, Türk aile ve devlet düzenin­ de de görülmelidir. Bundan dolayı bu kitapta, eskilere ve derinliklere doğru izleyemediğimiz Türk destan ve m asal m otiflerini, konularımızın dışında bı­ rakm ağa çalıştık. T Ü R K L E R D E , “ K E L” VE “ K E L L İK ” ANLAYIŞI 1. D e r i h a s t a l ı ğ ı v e kellik: Kellik, bir deri hastalığı nedeniyle saç­ ların dökülmesi, başın çıplak ve yaralı kalmasıdır. Türkçe eski U y g u r tıb kitaplarında, “ baş taz b o lsa r”, yani “ baş kel ve y aralı o lu rsa ” diye söze baş­ lıyor ve bunun için, ilaç reçeteleri veriliyordu1. Daz veya eski türkçesiyle taz sözü, yalnızca yaralı başlar için değil; bütün çıplak başlar için de söylenen, yaygın bir deyimdi. Ancak A n a d o l u ’daki bazı m asallarda, keloğlanın başı yaralıdır. Zaman zaman başına ilaç sürüyordu. Daz sözümüz, bugünkü Türk dünyasında, “ tas, taz, ta ş şa ”, söylenişleriyle yaşam aktadır3.

1 R, R a h m e t i , Z ur H e ilk u n d e d e r U ig u ren , B e r lin , 1 9 3 0 , U , s. 4 5 . 1 Radlof,

ffftrterbuch , I I I ,

9 1 5 , 9 2 5 vd.

78

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

2. ‘ ‘ S a ç ı d ö k ü l m ü ş v e s a ç s ı z ” kişilere de, taz veya daz, den­ miştir. Eski Türkçe derin ve geniş bir dildir, kelliğin veya başı çıplaklığın da, türlü çeşitleri vardır. Kısaca gözden geçirelim: K ELLİĞ İN Ç E ŞİT L ER İ a) “ Ş a p l ı b a ş ’ ’ : 11. yüzyıl Türkleri ak şab a, ajm uk derlerdi. Kaşgarlı M a h m u d , “ ajm uk taz” deyimi için söyle diyordu: “ Kel olan kimsele­ rin dazlığı buna benzetilerek ‘ ‘ a j m u k t a z ’ ’ denir ki, “ başı şap la sıvanmış kel” dem ektir3..." Bu daha çok hastalık dolayısıyla, bir dazlık olsa gerektir. Bununla birlikte, sağlıklı başlar da, parlarlar. b ) “ T o k k i ş i ’ ’ : 11. yüzyıl kaynaklarında görülen bu söz üzerinde, önemle durm ak gerekir. K a ş g a r l ı M a h m u d ; bunun için şöyle diyordu: ‘ ‘ T o k : Tok kişi, (yani t o k adam ). Türklerin saçı gibi, başın da saç olmayankişilere, “ to k e r ’ denir. Boynuzsuz hayvana da, “ tok yılkı” denilir*... Rusça, “ Eski Türkçe sözlük” içinde, bu türkçe tok sözünün, ç i n c e “ t’u, tug” sözü ile aynı olabileceği üzerinde duruluyor (s.576). Türklerin saçlarını ke­ sip, ustura ile kazıdıklarını bilmiyoruz. Türkler, saçlı idiler. Ancak Ç i n l i ­ l e r saçlarını ustura ile kazıyorlardı. Acaba K a ş g a r l ı Mahmud burada, çok daha doğudaki Türklerden mi, söz açıyordu? Bilemiyoruz. Bu konuya yeni­ den döneceğiz.

c) “ S o k a r kişi” : Yine 11. yüzyıl kaynağına göre, bunun iki manası va dır: 1) B aşı yanak gibi s a ç s ı z olan her ad am . 2) B o y n u z s u z olan, her hayvan. Bu sözden alın arak, b o y u n s u z koyuna d a, “ sokar koy” denmiştir5. Bu da, türkçede az yaygın ve açıklam ası çok zor olan bir sözdür. Moğolcada sokor, k ö r m anasında söylenirdi. d) “ K e ç e 1 i ’ ’ sözü ise M ı s ı r 'daki M e m l u k Türk sultanlığı çağın­ daki sözlüklerde görülüyordu6. Keçel, A n a d o l u Türk kültür çevresinde de söyleniyordu. A s ı m E f e n d i , Bürhan-ı K atı' da, “ taz keçel” sözlerini yanK a ç g a rlı M a h m u d , I , s. 9 9 . M e tn in içinde, bu d e ğ e rli k a y n a k ta n ç o k y a r a rla n a c a ğ ız . A n ca k bu k a y n a k ta b u lu n a n “ f a z ”, d a z ve d a z ! ı k ile ilg ili b ilg ile r i, b ir a ra d a v e rm e ğ i, y a ra rlı g ö rü y o ru z . 1) K e lin g e le ce ğ i yer, b ö rk ç ü d ü k k â n ıd ır : (Taz k elig i b ö rk çige): (M K , 1 .2 6 ). 2 . " K e l i n b a ;ı b o z u ld u , k e lliğ i a r t t ı ” : (tax b a ;ı ıjm a k lc n d ı); " Y e r d e ;a p ç o ğ a ld ı” : (Yer ıjm a k la n d ı): /Mk, I, s. 3 1 3 ). - A la c a lı a t: “ A l a c a a t , y ü k t a ? ı m a z . ( ç ü n k ü o n u n t ı r n a ğ ı k ö t ü d ü r ) ? : (Tax ot ta r a /ç ı b u lm az): (M K , I I I . s. 148 v d .). -B o y n u z s u z k o y u n : “ K el ko y u n , b oyn u zsu z koyu n ” : (Taz koy): (M K , I I I , s. 1 4 8 ). - D a z y e r, d az k ı n : T oz y e r : (M K , I I I , s. 1 4 6 ). K e l l e ş m e k : “ T a z a r ." : (M K , I I , s. 7 7 ) . T a z g a r m a , l a z g ı r m a ( I I , 1 7 8 ): “ E r t o j ı t a z g a r d ı”. - K e l d em e veya sa y m a : “ 01 an t l a z l a d ı ” : ( I I I , s. 2 9 3 ) . K r jl . B r o c k e l m a n n ,

Wort.., s. 2 0 0 : S p r. 1 5 0 , 151; R a d l o f , W irterbuch, I I I , s. 9 2 5 . * K a şg a rlı M ah m u d , I , a. 3 3 2 , 3 5 8 . W ort..., a. 181. 6 E l İ d r â k .., a. 4 a . M ı s ı r T ü r k k ü ltü r ç e v re s i. s Aynı eaer, I , s. 411. K r ş l. B r o c k .

KELO Ğ LA N

79

yana kullanıyordu (s. 481). Ancak bu kel demek, olmasa gerektir. Bu söz, Ç a ­ ğ a t a y Türk kültür çevresinde de görülür. e) H a r e z m ş a h l a r T ürk K ü ltü r çevresin d e, dazlık için, bir “ k a lça ğ a y ” sözü ortaya çıkıyordu. Bu söz de, dökülmüş saç ile ilgili olsa gerekti7. Bu daha çok a tla r için kullanılıyordu. Bunun yanında, Mukaddemet ül-Edeb’de, “ tökülgen sa ç ” gibi, açık manalı sözleri de görmüyor, değiliz8. Ç a ğ a t a y Türk kültür çevresinde ise, saçsız, dazlak başlara, “ ak b a ş” deni­ lip, geçiliyordu’ . f) T a z y e r , yani çıplak ve otsuz yer anlayışı, yalnızca A n a d o 1 u ile bu günkü Ortaasya’da değil; 11. yüzyıl kaynaklarında da görülüyordu10: “ Bitkisi az olan çorak yer, k e l toprak” demektir. Batı A n a d o l u ’daki Daz kırı adlı yeri de, bu nedenle hatırlayalım. Taram a Sözlüğü içindeki, “ tazlak s a h r a ” “ üzeri düz ve tazlak ve tayıncak nesne”, “ ot bitmeyen tazlak yer”, deyimleri­ ni de, bunlara katm ak gereklidir. Çok kuzeylerdeki Ş o r ve onların yakınla­ rındaki Türklerde, “ taskır, ta sk ıl’ ’ daha çok, ç ı p l a k k a y a l a r , için söylenir. Görülüyor ki, eski ve yeni Türk dünyalarında, bu konular üzerinde bir düşünce birliği vardır. Konuyu, uzatmıyacağız. “ DAZ, K E L A T L A R ” VE D İĞ ER HAYVANLAR ‘ ‘ K e l o ğ l a n ’m a tla rı d a kel id ile r” : Bu nasıl oluyordu? Bu, Türk mitoloji'sinin çok önemli bir motifidir. D o n d e ğ i ş t i r m e üzerinde, az sonra duracağız. “ T azat”, yani k e l a t , 11. yüzyılda K a ş g a r l ı M a h m u d ’ un eserinde, açıklaması karanlık kalan, bir atasözünde görülüyordu: “ T o z a t , tavarçı bo lm as!” Açıklamasında ise, “ a la c a at yük taşım az, çünkü onun tır­ n ağı kötüdür”, den iyord u ". Böyle bir açıklam a nasıl yapılmıştı? Buııu anlıyamıyoruz. Besim A t a 1 a y ’ın da dediği gibi, burada metin biraz karışmıştı. B r o c k e l m a n da, bu a la c a a t yorumunu, şüpheli karşılam ıştı12. “ Perçemsiz a t ” mı, denmek isteniyordu? ‘ ‘ K e l t a y l a r ’ ’ üzerinde de, az sonra du­ racağız. ‘ ‘ D a z k o y u n ’ ’ , Türklerde daha çok b o y n u z s u z koyunlar için söylenmiştir13. Boynuzsuz hayvanlara, “ tok yılkı” da, denmiştir. Bu sözün Ç i n ce ile benzerliği üzerinde yukarıda durm uştuk. Çok Kuzeylerdeki T e 1 e ü t 7 Z e m a h ş e r î , M u k aridem et ül-E deb, P op pe yayını, s. 2 8 9 b . A yrıca k r ş l. R & d l u f . W örterbuch, I I , «. 2 2 6 . * M u k ad d em d i iil-E d eb, s. 3 6 4 a : H a r e z m ş a h l a r tü r k ç e s i. * R a d l o f , W brterbuch, I , s. 8 9 . 10 K a şg a rlı M a h m u d . I I I , s. 148. 11 Aynı e *e r , I I I , s. 1 4 9 . B u söz, k a r a n lık tır. ,J B r o c k e l m a n n , S p rich w ö rter, 1 5 0 . u Aynı e s e r, a . yer.

80

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

Tiirkleri, başı b e y a z veya d a z kartallara da, ‘ ‘ t a z - k u ş ’ ’ demişlerdir. Bazıları da, yalnızca “ taz-başlı ” demekle yetinm işlerdir14. H a r e z m ş a h 1 a r çağında, M ukaddemet ül-Edeb'de, atlar ve hayvanlar için söylenen, “ k alçagay ” deyimi de görülmeğe başlam ıştı15. İNSANLARIN K E LL İĞ İ “ Daz, taz tas, ta ş şa ” sözleri, bütün Türklerde yaygın bir anlayış ve de­ yimdir. Bu konuda, R a d 1 o f ’un iyi açıklam ası vardıç. Ona göre dazlık, “ ka-* zınmış şaç, saçsızlık, kellik ve yara kabuğu” karşılığında söylenmişti. T e 1e ü t Türkleri, c i l a l ı ve p a r l a k o l m a için de, “ tas bolgan”, diyorlardı. M ü s l ü m a n Türklerin başı, özellikle yeni müslüman olanların başları kazınıyordu. Çünkü Türkler, yaygın olarak saçlıdırlar. Bora vefırtın a için bazan şöyle diyorlardı: “ Git M el’un (melgun)! D azlak ların evine (Tazdmg üyünö), v a r !” Bunu daha çok Hıristiyan olmuş Tatarlar, Müslüman Türklerle alay et­ mek için söylüyordu16. ‘ ‘ Ç ı r ı l ç ı p l a k , dım -dızlak ve v a r l ı k s ı z ’ ’ olma için de, daz sözü kullanılıyordu Yine çok kuzeylerdeki T e 1 e ü t Türkleri, yardım edemiyecekleri kimselere, şöyle derlerdi: “Aşım, tuzum az oldu (poldı); boyum, başım d az (tas) o ld u ”, diyorlardı17. Bundan da anlaşılıyor ki dazlık, yalnızca baş çıplaklığı için değil; giyim ve manevî varlık için de söyleniyordu. ‘ ‘ B ö r k ve b ö r k ç ü ’ ’ ile keller arasında da, çeşitli bağlar görülmüş­ tür. 11. yüzyılda da Türkler, atasözü halinde, “ kelin geleceği yer, börkçü dük­ k an ıd ır”, diyorlardı. Bunun eski Türkçesi, daha kısadır: “ Tas keliği, börkçige18” . K ı r g ı z Türkleri de, “ kel kızarsa (taz ard an sa), börkünü çık a­ rır (börk a la t) !”, diyorlardı19. Bu konuda, biraz da A n a d o I u ’ya bakmamız gerekiyor. A n a d o l u ’­ dan derlenmiş bir kaç sözü, burada sırasız olarak sunacağız: “ Kel yanında, kabak an ılm az!” “ Kel ölür, sırm a saçlı olur; kör ölür, ba­ dem gözlü o lu r”. K e l d e n , körden, topaldan ”. Bu, bir kompleks konusu­ dur. “...Kel tavuk, topal horozla”. “ Dazlayan, daza düşer, kel başlı kıza düşer”. “ Kelin ilacı olsa, başın a sü rer”, “ iyilik et kele, övünsün ele”. “ Kele, köseden yardım olm az”. 14 R a d l o f ,

fflirterbuch , I I I , s. 9 1 5 .

15 M u k ad d em et ü l~E bedt 2 8 9 b : H a r e z m y a h l a r ç a ğ ı. “

Radlof,

ffo rterb u ch , a . yer.

,r R a d l o f . aynı e§er, a . yer. "

K a ç g a rlı M a h m u d , I , s. 2 6 .

19 Y u d a h i n , K ırg ız S ö z lü ğ ü , ( t e r e .), f. 71 9 .

KELO Ğ LA N

81

‘ ‘ K e l - k ö s e ’ ’ , eşlemesi üzerinde de durm ak gereklidir. “ Kelin ayıbı­ nı, takke örter". Bu, K a ş g a r 1 1 Mahmud’un derlediği atasözüyle karşılaştı­ rılmalıdır. “ K eligitti, dazı k ald ı". Bu da kel ile daz arasındaki, bir ayrıntıdır. “ Tâkke düştü, kel göründü"... Türk halk edebiyatında, kellerin bu kadar önem­ li bir yer tutm alarının, elbette ki bir sebebi vardı. ESKİ ORTAASYA TARİH İN DE, “ K E L VE DAZLAK ATALAR” Eski Ortaasya tarihinde, “ kel veya d azlak başlı, ulu a t a la r “, daha çok P r o t o - M o ğ o l kavimleriniıı, gelenekleri arasında görülüyordu. Örnek ola­ rak, ‘ ‘ H s i e n - p i kavim lerinin atası, S o - 1 ’ o u idi. (Bu sözün m anası ise), kel veya d azlak başlı a ta " , demekti. B u rada, kaynak eleştirm elerine girecek değiliz, O t t o F r a n k e “ P r o l o M o ğ o l ’larm saçların ı kazım aları ne­ deni ile Çinliler tarafın dan bu adın v e rild iğ i”, düşüncesinde idi20. Yine bu kavmin gelenekleri arasında düğünlerde güveyilerin saçlarının kesildiğini de, biliyoruz. k ‘ K e 1 veya d a z l a k b a ş l ı a t a ’ ’ y ı yine bir Proto-Moğol kavmi olan, Juan-juan veya Avar(?) adlı kavim lerin, t ü r e y i ş destanlarında da görüyo­ ruz. Bu kavim ler birliği, M .S.400-552 yılları arasında, Ortaasya’yı içine alan büyük bir devlet kurmuşlardı21. Bu devlette, orada kalmış olan boylar da, önem­ li bir rol oynamış olsalar gerekti. En iyisi bu ‘ ‘Kel veya d azlak başlı a t a la r ” lıakkındaki bilgileri, bu konuların en büyük otoritesi, Prof. W. E b e r h a r d ’ dan alarak, sunalım: “...Onların atalarının adı, Mu-ku-lü olmalıydı. Sonradan bu a d , Yü-chiülü, yani Ju an -juan ların , hakanlık sülâlesinin a d ı o larak değişm işti. Efsane­ ye göre bunların hakanlık ailesi, bir ‘ ‘ k e l k a f a l ı ’dan türemişti. Benzer bir efsane, T i b e t ’te hüküm süren, T u f a n ’la r h akkında d a söylenmekte idi. O nlara göre hakanlık ailesi ile soylular, T u - f a , yani ‘ ‘ k e l k a f a l ı ’ ’ idiler. Yine söylendiğine göre, b u n la r d a Hsien-pi’lerin bir kolu idiler, Eski Türkler de saçların ı kısa keserlerdi. O nlardan d a k e lk afalılara ait, efsane­ ler vardır. Bu konu üzerinde, P. B o o d b e r g de (HJCS,4), durm uştur22” . Prof. E b e r h a r d , b u konuların büyük bir otoritesidir. Bu bölümleri, Almanca eserinin Türkçesine, sonradan katmıştır. Görülüyor ki bu tür türe­ yiş efsaneleri ile inanışlar, daha çok P r o t o - M o ğ o l kavimleri arasında yay­ gındı. “ Saçın çevresini kazıyıp, ortasında bir topuz bırakm a gelen eği”, M a n ç u r y a ’ya kadar uzanıyordu. P r o t o - M o ğ o l kavimleri ile T ü r k 1 e r i n saç tuvaletleri ile saç kesme gelenekleri, ünlü Japon bilgini K. S h i 10 O. F r a n k e , G eıch ick te d e * C h in e*i*ch e n R eich e», B e r l i n , I I I , *. 2 3 7 . 11 W e i - t h u , “

1 0 3 , la vd. O. F r a n k e , a y n ı e te r , I I I , t. 2 8 4 .

W. E b e r h a r d , Ç in in Ş im a l K o m şu la rı, A n k a ra , 1 9 4 2 , s. 4 5 , 10 0 .

82

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

r a t o r i tarafından incelenmiştir. ‘ 4K u z e y A s y a kavim leri arasın d a, saç topuzu ve tuvaleti” adlı yazısını, burada yalnızca anmakla yetineceğiz23. T ü r k 1 e r yaygın olarak, uzun saç bırakıyorlardı. Doğuda bulunanları ise, saçlarını kestirmiş olabilirlerdi. İSLÂ M İY ET VE SAÇ KESM E Aslında Islâmiyette. saçı kesme ile ilgili kesin bir emir yoktur. Bu gele­ nek, biraz da T a c i k l e r arasında yaygın olabilirdi. Sak alsız Türkler üze­ rinde de, çok yerde yazmıştık. Islânıiyetin Türkler arasında iyice yayılıp, derinleşmesinden sonra, sakal bırakılmıştır. D e d e K o r k u t ile M a n a s des­ tanlarında, sakallı T a 11 a r ile Ş a r t l a r , hoş karşılanmıyorlardı. Uzun saçlı Türk alpleri, çeşitli kaynaklarda, yer alm ışlardır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bazı Kuzey T atarları, Müslüman Türkleri, 44taz-b aşlar”, yani daz b aşlı­ lar, diye anıyorlardı24. Anlaşıldığına göre başı daz, sakallı Türkler pek sevil­ miyorlardı. Hortumlu büyük kasırgalara, 41d azların evlerine g it ”, diye beddualarda bulunuyorlardı25. Tazlar ile Tazîler ve Tacikler arasında bir ilgi var mıydı? Bu da ayrıca incelenmelidir. M İTOLOJİK BAZI “ K ELO Ğ LA N ” M OTİFLERİ (Kuzey Asya Türk destan ların da) Şimdi asıl konumuza gelmiş bulunuyoruz. Kuzey Asya'daki Türklerden der­ lenmiş olan bu Türkçe destanlarda, İslâıniyetin tesirleri ya hiç yok; veyahut da çok azdır. Bu destanlardaki akıllı, tecrübeli ve kurnaz kellere, Taşşa veya Tas, yani d az adı veriliyordu. B u rada, bir kaç masal örneği sunacağız: ‘ ‘ K e l l i k ’ ’ , akıllılık sem bolü 1 ) 44R ü y a s a t a n k e l o ğ l a n ' ' : R a d l o f tarafından derlenmiş olan masalın adı, “ Tüş satkan t a j j a ’ ’ dır. Bu m asal, çevresine gördüğü rüyaları satan, akıllı ve kurnaz bir k e l o ğ l a n ’ ın, uzun bir hikâyesidir26.

2) “ H a n k ı z ı v e K e l o ğ l a n ’ ’ : Hanlardan biri, ülkesinin en a insanına kızını vermek istiyor. Bunun için de, en iyi yiğitler ile gençleri (ya­ m an b ab aları) topluyor. A ralarında seçim yapılıyor. Seçim sonunda, “ başın ­ dan kan akan , burnundan sümüğü akan , ayağın dan su akan , yam an bir K . S h i r a t o r i , Ç u e e s..., Toyo B u n k o , I . s. 13 vd. i4 R a d l o f , TPorterbuch, I I I , s. 9 2 5 . "

2İ R a d l o f , ay n ı e t e r , a . yer. H e rh a ld e b a ş ın ı u stu ra ile t ır a ş e d en m ü s lü m a n la rın uayısı fa z la d e ğ ild i. 34 R a d l o f , P ro b e n ..., I I I , s. 29 7 / 3 5 6 .

K ELO Ğ LA N

83

k elo ğ lan a”, Han kendi kızını veriyor27. Metinde, şöyle deniyordu: “ Cam an t a ş ş a ’ g a , Han kızın berdil...” 3) “ K e l k ö l e “ : (Tas-kul): Bu destan, Han’ ın elinden hanlığını alan, k e 1 bir kölenin hikâyesidir. Bu k e l köle, devlet idaresi ile ilgili bütün hilele­ ri, çok iyi bilmekteydi. K e l , hanın bütün soyuna, bir son vermek ister28. As­ lında k e l o ğ 1 a n bir iyilik ve iyi insan motifidir. O ğ u z destanı içinde de, böyle hain kullar görülür. Burada motifler, birbirlerine karışmışlardır. Bu olay, Kozu Körpöz m asalında görülür. 4) “ K e l b a l ı k ç ı ’ ’ : Ak-Köbök destanında, yaşlı ve tecrübeli balık­ çılar da, kel diye çağrılıyorlardı. Ak-Köbök, yaşlı balıkçıya, “ suların dibine bakan, ey kel (tas a y )!...”, diye sesleniyordu29. Burada kellik, bir tecrübe ve ustalık sembolü idi. “ D o n d e ğ i ş t i r m e ’ ’ ve k e l o ğ l a n Deyimler hakkında: Aslında kel olmayan normal alpler ve yiğitler, büyük savaşlar ile uğraşla­ ra girerlerken, “ d o n değiştirip, kel oluy orlar” idi. Bu don değiştirmeye de, “ türienme” diyorlardı. Bazan, “ özü tü rlen d i”, bazan da, “ özü kel (taşşa) ol­ d u ”, deniyordu. Ancak bu destanlarda, don değiştirm e için “ kabul-m ak” di­ ye bir deyim görülüyordu ki bunun üzerinde durm ak gereklidir: D o n d e ğ i ş t i r m e bu deyimle, biraz da sihirbazlık ve sihir katılarak, çeşitli anlayışlar içinde anlatılır. R a d 1 o f , bu sözün U y g u r yazılı kaynak­ larda geçtiğini yazıyorsa da, biz bulam adık. Esas m anası, d e ğ i ş m e anlayı­ şıyla ilgilidir. A n a d o l u ' d a da, d e ğ i ş i k ve d e ğ i ş m e m analarında, “gubaş, g u b aşm ak ” gibi sözler söylenir. R a d l o f , k u b u l m a k deyimiyle anlatılan bir kaç don değiştirme örneği vermektedir. Bunları, burada sunalım: a) “ A y - M e r g e n silkinip ( s i l g i n i p ) , deri donlu bir oğlan olup, don değiştirdi (kubulup a ld ı) ” b) “ T a s - T a r a k a i , boz (boro) bir atm aca (karcıgay) oldu. Don de­ ğiştirip, (yeni) donu ald ı (kubulup aldı). c) “ Katın (kat kizi, kişi), bir k ara sinek donuna gird i (kubulçuk). ‘ ‘ S i l k i n m e ” de, don değiştirmenin, başka bir tutumu olmaktadır. Ko­ nuyu hafife alm ak, doğru değildir. Bu ince ve derin meselelerin hemen bura­ da çözülmesi de, bizden beklenmemelidir, “ kubulun kubul-çuk” gibi çekmeler, 27 A ynı e se r, I I I , a. 2 9 2 - 3 (M e tin ): H a n k ızı m a sa lı. 2* P r o b e r ı , IV , s. 17/21: Kozu-Körpöz m a s a lı: B a r a b a . 19 P r o b e n , IV , s. 46/ 57: A k - K ö b ö k , m a sa lı b a lık ç ı K uzey T ü r k le r in d e n d e rle n m iş tir.

84

T Ü R K M İT O L O JİS İ i l

bazen yalnız başına görülmektedir. Çoğu zam an, “ boz bir doğan o ld u ” deni­ yor ve ondan sonra da, ‘ ‘ d o n u n u aldı, (kubulup ald ı)", sözleri katılıyordu30. Bu, ne demekti? Doğan veya atm aca olm ak ile, don değiştirm e işlerini, ayrı sözlerle, birbirlerinden ayırıyorlardı. Şim dilik durum u, tesbit etmekle yeti­ nelim. Konumuza, ‘ ‘ k a b u l - ’ ' sözünün, diğer m analarıyla, devam edelim: a) “ Kabulgaak, Kubul-gek": Don değiştirme ve sihirbazlık, -b) “ Kubulgaktu, k u b u l g a k - l u Değişmiş. Hediye ile don değiştirme veya hediyenin kendi kendine başka bir şey olm ası? -c) “ Kubulgat, k u b u l g a k Değişmek, -d) “ Kubulgazın-lu” : Değişmeye, yeteneği bulunan, -e) “ K u b u l t - m a değişme veya sihirbazlık yapma31. ‘ ‘ Y a l a n s ö y l e m e ’ ’ de, yine bu Kuzey Türklerinde, don değiştirme veya d e ğ i ş m e , sözüyle anlatılıyordu. K ı r g ı z Türklerinde kabul-m a sö­ zü” , “ değişme, renkten renge girm e, kararsız kuşların türlü ahenklerle öt­ m esi’’, gibi normal anlayışlar için kullanılmıştı. Y u d a h i n , kendi sözlüğünde, içlerinde sihirbazlık veya mitolojik bir anlayış bulunmayan bu sözleri, gün­ lük konuşma dilinden aktarıyordu32. ‘ ‘ K a b u k , k ab u -k " sözümüz, belki de bu inanış ile ve kabulm ak deyi­ minin köklerinde ve temelinde yatıyordu. Kesin olarak konuşmak doğru de­ ğildir. Ancak A n a d o l u ’da kabukların soyulması için de, “ kobulmak, kubulm ak, ku blam ak” deniyordu (DS). Yine Derleme Sözlüğü’nde, değişik ve değişme karşılığında derlenmiş, “ gubaş, gubaşık, g u b a şm a k " sözleri de yer almaktadır. Bu konu üzerinde çalışırken, bütün bunları göz önünde tut­ mak gerektir. Kubulm ak sözü daha çok Te l e ü t , S a g a y . . . gibi, Kuzey Türkleri ile K ı r g ı z Türklerinde görülür. R a d 1 o f ’a göre U y g u r yazıla­ rında da “ kubul’ ’ diye görülüyordu. Ancak biz bulam adık. Yeni Moğolcada, Hubulhu diye görülür. Diğer bilgileri, Don değiştirme ile ilgili bölümümüze bırakarak, yine Keloğlanımıza dönelim: ‘ ‘ Kel donuna g ir m e ’

kel olm a

Dış tesirlerin çok az girmiş olduğu Kuzey Türk m asal veya destanlarında yiğitler, büyük savaşlar, uğraşlar veya yarışlar için giderlerken, “ a t l a r ı ile birlikte kel oluy orlar” ve böylece İlâhî bir güç almış oluyorlardı. Konumu­ zun temel noktası, budur: 19 R * d I o f , W örterbuch, I I I , a. 1 0 3 9 . 31 R a d I o f , aynı e se r, a. y e r B u «öz, ''k a b u k " ile ilg ili o lm a lıd ır. İe la m iy e tin d e r in o la r a k dağıld ığı T ü r k le r d e bu d o n ,

o la r a k y a y ılm ıştır.

32 Y u d a h i n , K ırg ız S ö z lü ğ ü , ( t e r e .), s. 5 1 5 . K ı r g ı z T ü r k le r in d e , « ih ir ii * ‘ d o n d e ğ i ş t i r m e * * m ananı k a lm a m ış tır.

KELO ĞLAN

85

1. ‘ ‘ Y i ğ i t ile a t ı k e l o l u y o r ’ ’ : Atı veya tayı ile birlikte don de­ ğiştirip, kel donuna girm e, Kuzey Türk m asallarında, çok sık olarak görülür. Bu motifi, tüm olarak şiir halinde söylenen, Sayın-Batır destanında görüyoruz: Yaşlı bir kadın, Kozu-Körpös’e, şöyle bir öğüd veriyordu: ‘ ‘A 1 1 n ile d o n u n u bırak arak git. Özün dah i don değiştirip (kubulup), bir kel ol (taşşa bol)” : B u rada biraz da kötü elbise giyme ile kel donu, birbirine karıştırılıyordu33. Yiğit yaşlı kadına, “ sıkışırsam , senin gelmen için atımın yelesinden bir kıl yakarım , diye de bir söz veriyor. Bu da, A n a d o l u m asal­ larının, tanınmış bir motifidir. K a r a - B a y ile asıl savaşa girmeden önce yiğid, şöyle anlatılıyordu: “...B u k e l i n (taşşanıng), giyimini giyip (kiimin kiip), a ld ı! Dış görünüşü, bu kel gibi (taşşaday) la k a ld ı!” Aslında metnin karanlık kalmasının sebebi, R a d 1 o f ’un metni, noksan tercüme etmesidir. Çünkü bir satır önce, şöyle deniliyordu: “ K ara-B ay'm koyun çobanını y ak alad ı ayağın­ dan tutup k e l adam ını (taşşasın) yere savurdu3*. Bu ne demekti? Bunu R a d 1 o f da, anlamamıştı. Ancak bundan sonra da, atını bırakm am ış görünüyordu. Bizim için önemli olan, K a r a - B a y i l e savaşa giderken, kel donuna girme­ sidir. Bundan sonra da mitolojik deniz't gelir.

2. ‘ ‘ K e l o z a n d o n u ’ ’ : B u rad a, D e d e K o r k u t ’taki, Bey Beyrek'e benzeyen bir durum ortaya çıkm aktadır: “...E r k e m A y d a r , to­ ya, düğüne (toyga) varın ca, d o n u n u değiştirdi (özü türlöndü), özü kötü bir k e l (caman taşşa) oldu. A t ı d a , uyuz ve kel (kotur), doru bir a t oldu... K ızla­ rın, şark ı yarışm asına g ird i... Erkem A ydar’m kız kardeşi, bu ses ban a ya­ bancı gelm iyor ded i... H alk ise, “ bu bir kel (taşşa)”, dediler... Bundan sonra Uzun Sarı Alp’in bir ok yarışına giriyor ve verilen bütün yayları kırıyor35...” Bu sırada E r k e m A y d a r d a ölmüş biliniyordu. Öldüğü söylenen B e y B e y r e k de düğüne, fakir bir o z a n kılığıyla gelip, nişanlısı B a n u Ç i ç e k ' in bulunduğu yerde, kızlara laf atıyordu. 3. ‘ ‘ A t ö ğ ü d ü ve k e l o l m a ’ * : Günün birinde uzaktan bir karar­ tı ve kalabalık görünmüştü. Bunun üzerine atı, Kan Şentey’e şöyle demişti: “ - Bu k ara gördüğün şey, A y n a - H a n ' ı n illerinin halkıdır. Biz bu kalıbı­ m ızla (kalıbım ızmm an) gitm eyelim !... Ben türleneyim (türlönöyin), kötü do­ ru bir tay (caman küröng tay) olayım! Sen de don değiştirip, türlenip (türlönip) bir k e l (taz) o l!” ikisi de don değiştirip, türlenip, “ kötü taya binen, keloğlan 11 P r o b e n

,

I I I , s. 2 8 2 (te r e .). B u K o z u - K ö r p ö ş m a sa lı, daha gü neyd eki K ı r g ı z T ü r k le r in e a ittir.

14 P r o 6 e n . H I , s. 1 6 5 -1 6 6 ( te r e .). Y iğ itle r , “ gö k le rd e k i t a v a f l a r d a ” , gü ç b u lm a k iç in , k el (ta şş a ) o lu ­ y o rla r. O n d an ao nra d a , y o lla r ı, g ö k le r d e k i, A k -d en i* ve K a ra -d e n iz 'e d ü şü y o rd u . **C ökle.rdeki c e h e n ­ n e m i de, k e n d isi ve a t ı, k el o lm a g ü c ü ile g e ç iy o rla rd ı J> P r o f c e r ı , I I I , 8 . 2 7 7 / 2 3 0 . B u ru d a k i b ir i n c i , sa h ife n u m a r a s ı, m e tn e ; İk in c is i ise, R a d i o f ' u n trıcü m cn in e a ittir.

86

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

(taşşa b ala) olup, on lara doğru gittiler36". Bundan sonra A y n a H a n ’a ko­ nuk olan K e l o ğ l a n , H a n ’ın bütün etlerini yiyor. En sonunda Han’ın kı­ zını alıyor. 4 . ‘ ‘ K ı z ı n k e l o ğ l a n o l m a s ı ” : Bu da bi r S i v a s m asalında gö­ rülüyor. “ Kız, keloğlan kılığına giriyor ve şehzade ile evleniyor37..." 5. K eloğlan olup, atım uçurm ası: “ Yiğit silkindi (silgindi, bir k e l k ö l e (tas kul) oldu. Atını tepti (adın tepti), atı d a küçük bir tay (tay tayçak) ol­ du. Herkes iyi atlarıy la onları bırakıp gittiler. Kelin atı geri kaldı. Tay, “ uçayım." (uçalık), dedi. Uçup, gittiler ve yurda (yurtka) geldiler3>..." Bu des­ tanda bir birlik vardır. Başlangıçtaki olaylar, A y - H a n i l e G ü n - H a n gi­ bi mitolojik hanların akm lannda oluyor. 6. At, kendini ve beni kel yap diyor: “... Yiğid, Han'ın kızı için yola çıkı­ yor. 8 yahşi (yakşı) yiğid ile 8 yahşi atı d a, kız için gidiyorlar. At bunu görün­ ce, sahibine: “ - Kendin silkinip (özün silginip), kel bir köle (tas kul) köl! Benide silkip (silgip) bir k e l t a y (tas tay), y a p !" At, zay ıf bir at (arık cüren at) olu­ yor... Yerden çıkan ateş sütunlarını geçiyorlar39..." 7. K e l o ğ l a n ı n t a r i f i : “... Keloğlan, H an’ın kızını alm ak için, ba­ şı altın, ayağı güm üş bir g e y i k tutuyor... Keloğlan Han, bir soru soruyor. Kel, şöyle diyor: “ - Bunu ban a, in san lar (adam ) öğretmedi. T a n r ı (Kuday) öğretti, ağzım a sald ı (auzum a s a ld ı) !" Han kızını, bu kötü oğlan a (camanka) verdi. Başının yarasından (koturdum) kan akan! Burnundan sümüğü (bogı) ak a n ! Ayağından suyu akan , böyle kötü bir kele (cam an taşşaga) kızını veri­ yor... Son radan Keloğlan, Han oluyor40..." 8. K eloğlanım atı ile göklerd e burçları yakalam ası: “... Z ayıf ve kötü atı (arık cüre at), K eloğlana: “ -Çabuk bana bin! Yedi ak-boz at (Büyükayı bur­ cu?), bulutlara varm ad an önce (yetkişmedi), onları y ak alıy alım !” Ata binip, uçtular. Yiğit kemendle, 7 atı birden tuttu. 7 Ak-boz at yiğidi, 3 kez göğe; 3 kez de yere çektiler am a, k u rtu lam ad ılar4'..." Görülüyor ki Keloğlan atını, zaman zaman kel yapmıyordu. Bunun yerine (İlâhî?), küçük bir tay (tay tayçak) veya zayıf bir ceren at, yapıyordu. 9. Rüya, düş satın alm a: “... Bir yaşlı kadın, bir rüya görüyor: “ B aşın da ay doğmuştu (tuuptu). Ayağından g ii n e ş çıkmıştı (hün çıgıştı). B aşından d a 3t P r o b e n , I I I , «. 2 6 0 / 3 0 7 : H a n - Ş e n t e y d estan ı. 31

W. E b e r h a r d , Typen d e r T ü rk isch er V olksm arch en , s. 2 9 8 .

P r o b e n , IV, a. 66/ 84. B ir in c i sû h ife n u m a r a s ı, m e tn e ; ¡k in cin i ise, te rcü m e y e a it n u m a r a la rd ır . ” P r o b e n , IV , ss. 73/ 93. 40 P r o b e n , I I I , ss. 2 9 2 / 3 5 0 . B ir in c i sa h ife n u m a r a s ı, m e tn e ; ¡k in c is i ise, te rcü m e y e a it n u m a r a la rd ır . 41 P r o b e n , IV , ss. 75/ 95.

KELO Ğ LA N

87

y ı l d ı z doğm uştu” Keloğlan rüyayı satın alıyor... B ir zam an sonra karısı, keloğlana şöyle diyor: “ Ben, ayım ! Kızım, güneş ve yıldız ise, oğlu n d u r!” Diyor41. 10. K eloğlanın kılık ve kıyafetine g irm e: “... Yiğit, K ara-B ay'ın kel ko­ yun çobanını (taşşa koyşı), ayağından tutup, yere vuruyor. Kelin giyimini (taşşan ın g kiimin) alıp, giyiniyor. B ir k e l g ib i (taşşaday) oluyor. Atı d a, kötü ve kuyruksuz (kök şolak) bir at im iş43...” Görülüyor ki, keloğlanların atları da kötüleşiyordu. Aynı destanda, “ ak sak ve kel k u r t (kaskır)” da, söz konusu ediliyordu.

41 P r o b e n , I I I * »8. 2 9 6 / 3 5 5 . ° P r o b e n , I I I , »». 241/ 283.

7. BÖLÜM

TÜRKLERDE H I Z I R ANLAYIŞI (Gök S a k a llı K oca’dan, Islamiyetteki H ızır’a) H ı z ı r , Türk kavimlerinde en yaygın bir inanış ve anlayıştır. A n a d o 1 u ’nun en uzak köylerinde bile, H ı z ı r ile ilgili bir çok inanışlar vardır. An­ cak bu inanışlar ile Islamiyetteki Hızır arasındaki benzerlikler, çok azdır. Bunun içindir ki biz burada, îslamiyetten önceki, “ Gök sak allı, Ak sak allı, K o c a l a r ’ ’ a doğru indik. Zaten bu kocalar’ ın özellikleri, H ı z ı r ’dan pek ayrılmıyordu. Eski Türk K o c a l a r ı , ad değiştirerek H ı z ı r tanıtması ile ortaya çıkm ışlardı. Türk edebiyatı ile şehir kültürlerinde H ı z ı r , İslâmiyet şalı ve anlayışı ile devam etmişti. TÜ R K KOCALARI İL E HIZIR’ IN ADI VE TANITM ALARI H ı z ı r , T ürklerde, “ K idir ve K ısır” adı ile: 1) K i d i r : ‘ ‘ K i d i r , kol­ daş olmuş (koldoğon)” , her işinde başarılı olm uş1. Bu söz, K ırgızlara aittir. 2) ‘ ‘ ( M u r a d ı m , ise destanda şöyle diyordu): “... Hızır (Kısır)’dan, yar­ dım umdum1" . Bu destan daha çok, A l t ı n o r d u ve Ö z b e k Türk kültür çevresine aittir. “ Hızır-Bay, Hızır-Beg, H ızır-Ç ora" için, Türk Mitolojisi I ’in indeksine bakılabilir. ESK İ T Ü R K İLÂHÎ KOCALARI 1 ) ‘ ‘ K ö k ç i n S a k a l ’ ’ : “ /Ve diyor işit! Şim di tiirkçe m eseli! B aşın ­ dan gelm iş geçmiş (köçürmiş), b u K ö k ç i n S a k a l 3 ] ’ ’ Rengini ve sembo­ lünü gökten alan bu Türk Kocası, bu tanıtması ile, yalnızca burada görülmektedir.

2) “ K ö k - A y u k ” : T ü r k m e n kocalarından birisi: “ /Ve diy Bilen (bilir) K ö k - A y u k ! Bu sözü anlam ayan kişinin, aklı yoktur!” (KB,2644). ' Y u d a h i n , K ırg ız S ö z lü ğ ü , ( t e r e .), »• 4 7 9 ; H a d l o f , P r o b e n , I I I , s. 21 0 n . K ı r g ı z B a k s ı d u asın d a n . 2 P r o b e n , IV, •. 138/170. B ir in c i » a h ifc n u m a ra sı m e tn e ; ik in c i n u m a ra («.170) ise, te rc ü m e s in e a ittir. J K utadgu

B i l i g * 6 6 7 . K ıs a ltm a s ı: KB.

90

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

“ Kimine ögelik değer, akıllı olur! Kimi de K ö k - A y u k l u k ile, kendine ün b u lu r!” (KB,4067). “ Eğer K ö k - A y u k l u k değer, san a n âsib olu rsa! Devlet (kut) kuşağını (kur) b a ğ la r ve kendini iyi gözetm elidir! ” (KB,4142). Adını, göğün renginden alan bir Koca! İ l â h î bir yanı da, görülüyor. 3) G ö k S a k a l l ı K ocalar: “... M a n a s ’ın ili içinde M engdi-Bay ad lı ‘ ‘ G ö k - S a k a l l ı ’ ’ biri vardı, ili içinde sözü çok geçerdi...” T e m i r - H a n , bu kocaya seslenirken: “ - Ey, A l a - g ö k S a k a l l ı , M engdi-Bay”, diyor­ du. B u rada gök sözü, k ı r veya kırımsı m anasında da söylenmektedir4. Semâvî Türk Kocaları 4 ) ‘ ‘ A l t ı n S a k a l l ı A y - K o c a ” : Gökten inip, sonra kaybolan K o­ ca: “... Çocuğa bir a d bulam am ışlar. Bu sırad a gökten inen, A l t ı n s a k a l ­ l ı Ay - K o c a gelerek oğlan a Seytek adını vermiş ve sonra kaybolmuş>...” M a n a s destanında görülen bu olay, “ a d koym a” rolü ile, Türklerin bir H ı z ı r tipini göstermektedir. Önemli bir belgedir. 5) A k - S a k a l l ı K ocalar: “... Kayın ağacından inen A k - S a k a l l ca, oğlan a a d veriyor6...” Bu destan, dış kültür tesirleriyle Islamiyetin gir­ mediği, çok mitolojik A 11 a y kültür çevrelerinden derlenmiştir. ‘ ‘A k - S a k a l l ı ihtiyar (koca) Kırgın, sen benim taştan ak an kaynağım ve T a n r ı tarafın d an yanım a koşulan (koşgon), bir kim sesin7...l ” M a n a s destanından alınmıştır. “ Elinde bir a s â tutan. A k - b o z a t a binmiş, A k - S a k a l l ı bir Koca ortaya çıkar. “ -Çocuğu koluma verin de, bir a d vereyim”, dedi8...” M a n a s destanındaki bu olay, Farsça O ğ u z d e s t a n ı içinde de görülür. Çocuğu ko­ luna alan K o r k u t - A t a , buradaki gibi bir mersiye okuyarak, ad verir. 6) A k K o c a l a r : “... A k - H a n ’ın oğlu doğuyor ve tan rıdan çabuk büyüyor... Oğlan, bir a d istiyor. H alk toplanıyor. B ir A k İ h t i y a r (Koca) çıkıyor ve oğlanın adın ı, Altın Taycı koyuyor9...” Bu Türk kültür çevrelerine, dış tesirler çok az girmiştir. 4 B . Ö g e I . Tü rk M ito lo jisi , I , a. 5 1 5 . M a n a s d e s ta n ın d a n . * Aynı e s e r, I , s. 5 3 8 . M a n a ı ' ı n to ru n u , S e y t e k ’ te n . 6 Pro6«n,

I , s. 3 5 5 ( t e r e .). A dı, e lç i ile T a n r ı veriyo r.

7 P r o 6 e n , V, s. 3 1 5 ; Tü rk M itolojisi, ». 5 0 3 . B u n la r, M a n a * 'ın . ulu k o c a la r ıd ır. B u d e n ta n la r, mi» to lo jid e n a rın m ış la r d ır. * B u d a , b ird e n b ire o rta y a ç ı k an , b ir e v liy a veya k o c a d ır : T ürk M ito lo jisi , ■». 5 3 3 . * G ö k le rd e g e ç e n , ç o k m ito lo jik T ü r k d e s ta n la r ıd ır . “ T a n r ı ’n ın e lç isi ile a d o / m a ”, tü r ü n d e n b ir o la y ­ d ır : P r o 6 e n , I , e. 3 4 2 / 3 6 6 .

T Ü R K L E R D E H IZ IR

91

7) Kayın ağacın dan inen, A k - S a ç 1 1 K oca: “... Kayın ağacın dan inen A k - S a ç l ı bir Koca, bir tanrı gibi, halkın a rasın a giriy or10. . ' ’ Türk H ı z ı r motifinin en orijinal p r o t o - t i p i , budur. Kayın ağacından inen bu i 1 â h î kocalar, güçleri tükenen yiğitlere de, yardım ederler. 8) A k S a k a l l ı K ocalar: “...K ı d ı r , elinde asâ, A k - s a r ı k l ı v e eşeğe biniyor1'...” Bu K ı r g ı z sözlerinde, artık I s l a m i y e t i n tesirleri, iyiden iyiye girmiştir. 9) Uzun ve ak sak allı k o calar: “... Oğlan, kendine bir a d ararken , A kS a k a l l ı bir koca görmüş. Kocanın sa k a lı o k a d a r uzunmuş ki, yürürken üzerine b asa basa yürüyorm uş'1...” Bu, göklerde geçen, tam mitolojik bir des­ tandır. Dış kültür tesirlerinden çok uzaktır. Oğlana, K o r k u t - A t a ’nın yaptığı gibi, bir şiirle adını veren Koca, hemen kaybolmuş. Oğlan sabah kalkınca, atı ile geysilerini, T an rı’dan gelm iş gibi, evinin önünde bulmuş. K o c a l ı k ve H ı z ı r 10) K o c a H ı z ı r : “... Bu oğlan böyle büyüsün! K o c a - H ı z ı r (Kidir), ona y âr olsun! Keçiden kalan Beyim! M ızraktan k alan , bayrak Beyim '3!...” M a n a s ’m oğlu S e m e t e y ’in ad alması, nedeniyle söylenmiştir. ‘ ‘ K o c a ’ ’ tanıtm asıyla ilgili olarak, bir kaç örnek daha sunalım: 11) “... Sol yanında, O y s u l - B a b a , boğa yaratsın, B ay! Sol yanında K o c a - H ı z ı r , uyusun, baksın, B a k a y '*\..’ ’ M a n a s ’ ın doğumu dolayısıy­ la, babası Y a k u p Han tarafından söylenmiş bir alkıştır. B u rada, Türk ve İs­ lam düşünceleri, kaynaşmıştır. 12) Altın Sakallı A y - K o c a : H ı z ı r ve K o r k u t - A t a gibi çocuğa ad veren bu K o c a üzerinde durm uştuk. K o c a - T a n r ı : K ı r g ı z Türkleri, T a n r ı için, zaman zaman “ Kojo-Kuday”, diyorlardı15. “ K ocalık” sözü, türkçede önemli bir yer tutar. 14) D e d e K o r k u t ve H ı z ı r : H ı z ı r gibi D e d e K o r k u t veya “ Korkut-Ata”, llEr-Korkut”, da, benzer tanım larla görünüyorlardı. D e ­ d e K o r k u t ’tan da, “ mtedet” ve yardım dileniliyordu. Her ikisi de, gelip 10 T o n n ’ntn e lç is i ile a d a l.n a d ır . K ay ın a ğ a c ı, T a n r ı ile k u l a r a s ın d a k i, İ lâ h î b ir k ö p rü , g ib id ir : P r o -

b e n , I, s. 331/ 355. "

K ı r ğ ı * oz an ı , ad v e re n u lu k iş iy i, güya İs lâ m î b ir ş a la b ü r ü n d ü rm e k is te m iş tir: P r o b e n , I I I .

s, 160/210. 12 A i t a y ve K u z e y b ö lg e le r in d e uzun s a k a ll ı k im s e le r y o ktu r. D e sta n , Ç in lile r g ib i, “ uzun s a k a ld a ilâ h t b ir g ü ç g ö r m ü ş " g ib id ir : P r o b e n , I , e. 3 4 2 / 3 6 6 . ,J M a n a s d e s ta n ın ın k a tk ıla r ın d a n : T ü rk m ito lo jisi, I , s. 5 3 3 . ** H u ı r ’ ı n y a n ın d a , T ü r k k o c a la n da v a r: Aynı e se r, s. 5 0 8 . 11 “ A y - K o c a ” n ın m â n â sı a n la ş ılm ıy o r : A . e se r, s. 3 1 2 .

92

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

çocuklara, şiir ve alkışlar söyleyerek, ad veriyorlardı. Bununla ilgili belgele­ ri, aşağıda sunacağız. 15) Ç i n g i z - H a n , H ı z ı r gibi: Ç i n g i z - n â m e ’de, şöyle deniliyor­ du: “... Altun boyun (Hanedanın) beyleri toplanıp, A l a n g o v a 'dan Ç i n g i z 'in bulunduğu yeri öğrenip, onu a ram a ğ a gittiler: “ Boz atlı, a k donlu, altun k alp ak lı, altun sad ak lı, C e b r a i l gibi körklü, Ç i n g i z 'i tan ıd ılar'6..." Türklerde zaman zaman, H ı z ı r da, Ak-Boz atlı görünür. T Ü R K L ER D E H IZIR ’IN ATI, GİYİMİ VE ASÂSI 1) H ı z ı r ' ın a sası: Türklerde çevgen daha çok, baş: bir hayvan başı ile süslenmiş bir değnektir. Bunlar, A n a d o l u ve O r t a a s y a Türk dervişleri­ nin ellerinde de görülür. Ç i n g i z , hayvan başlı bu değneklere, “ tu ğ " gibi tüyler de takarak, din seremonilerinde kullanırdı. a. “ T i l e k - t ö s ” , Televüt Türk boyunun koruyucusu olan ruh: “AbaTura şehrinden, k ı r a t a binerek geldin. Eyerinin kuskunu, gümüştendir. Elinde tuttuğun a s â , kum sal yerlerde biten, s ö ğ ü t ağacm dan dır. Yeşil çu­ ha p a rç a la rıy la süslenmişsin. Buraya gelip, bizlere koruyucu o ld u n '7] " Bu koruyucu ruhdan, “ dilek ve medet, y a rd ım " dilenir. K o p u z l a r da, çöller­ de, yalnız yerlerde biten küçük ağaçlardan yapılırdı. b) Ak-boz atlı ve a s â 1 1 K oca: “... Elinde bir a sâ tutan, ak-boz bir ata binmiş, ak sak allı bir koca, birdenbire ortaya çık ar ve K a r a - H a n ’m oğ­ lun a... bir a d verir... Sonra d a, kaybolur18..." Bu Koca, bir H ı z ı r olamaz, çünkü duasında, ‘ ‘ K o c a H ı z ı r y âr olsun", diyordu. Görülüyor ki T ü r k motifleri ile İ s l â m î motifler, yalnızca yanyana geliyorlardı. D e m i r a s a l a r , ise B a b ü r ’e göre, sevgililerini kaybetmiş kızlar ve kadınlar tarafından sembolik olarak kullanılıyordu19. c. Hz. Ö m e r gib i a s â 1 1 ve eşek li K ocalar: “Ak sarık lı (şalm alı) bir adam , yetip geldi karşısın a (kaşına), dayanıp durdu b a ş ın a ..." R a d 1 o f no­ tunda, bunun bir H ı z ı r (Kidir) olduğunu, K ı r g ı z m asallarında, bir eşeğe bindiğini, başında bir ak sarık ve elinde de bir değnek tuttuğunu yazıyordu20. 2) H ı z ı r ’ ın atları: Türk destanlarında görülen bu kocalar, Türk gele­ neklerine göre atlara biniyorlardı: a. A k - b o z atlı K oca: “Ak-boz a ta bin14 P r o f . A b d u lk a d ir i n a n . M akaleler , s. 2 2 9 : Çingiz-nâme* d e n .

17 u l* 10

Prof. A. İ n a n , Şam anizm , t. 46. Şam an alk ışı (duası)’ M a n a * destanının, Kara-H an ile ilgili mitolojik bölümlerinden: B . Ö g e / , TUrk mitolojuit I, s. 533. B o t ü r - f i d m e , a. 492. “ B o6ay O m a r B a b a s ı P r o b e n %I I I , •. 210 ve n.

T Ü R K L E R D E H IZ IR

93

miş, eli a sâ l t , a k sak allı Koca, K a r a - H a r ı ' m oğluna a d verdikten sonra, kaybolmuştu2"', b. B o z a t l ı Ç i n g i z : Ç i n g i z - n â m e ’de : “...B o z a t 1 u , ak donlu.. C e b r a i l gibi körklü, Ç i n g i z 'i tan ıdılar22. . " c. K ı r a t l ı koruyucu ruh: T e 1 e v ü t Türk boyunun koruyucu ruhu, k ı r a t a binmiş, eyerinin kuskunu gümüşten, bir atlı ruh idi23. 3) H ı z i r ı n g i y i nı 1 e r i : /i/c renkte giyim i, Türklerde yaygın olarak, hakanlara göre bir renk ve dondur. Nitekim yukarıda da görüldüğü gibi, ‘ ‘ Ç i n g i z H a n , ak d on lu " idi. Bu, H u n l a r d a n beri Türklerde çok yay­ gın bir giyim geleneğidir, b. Yeşil ve g ö k renkte giyim : Islanıiyette bu renkte giyim, çok yaygındır. Ancak, ‘ ‘ Te l e v ü t Türk boyunun koruyucu ruhu, y e ş i l çuha p a rç a la rı ile süslenm iştir2*". Buna benzer bir nota, başka bir yerde de rastlıyam adık. HIZIR’IN, M EDET VE D İLEK TE YARDIMLARI Türklerde ve Islamiyette H ızır’ın en belirgin özelliği, insanlara ve düşkün­ lere yardım etmesi idi. Bunun için vereceğimiz örnekler, Türkler ile islamiyetteki H ı z ı r arasında bir benzerlik göstereceklerdir. Bizim vazifemiz, P r o t o - T ü r k geleneklerini belirleyip, ortaya çıkarmaktır. H ı z ı r ’dan çocuk dilem e Aşağıda gunacağımız K ı r g ı z destan parçası, Türklerin H ı z ı r anlayı­ şını, biraz daha aydınlatacaktır. Bu bölümlerde H ızır’ın adı geçmiyor. Ancak özelliklerinden R a d I o f da, bunun H ı z ı r olduğunu anlam ıştı. Çok uzun olan bu dua veya diyaloğu, ana fikirleri ile sunmağa çalışacağız. Türkçeleri­ ni, bizim türkçemize uyduracağız: “... Kızarıp varıp, gün battı!... Sararıp, tan attı! Müezzinler (alım lar) ezan okuyanda, bînam azlar uyuyanda! A k S a r ı k 1 1 (şalm alı) bir adam , yanı­ na geldi, başına dayanıp durdu! ‘ ‘ B o s - M o n a y 'm bu çağd a, iki göğsü (koynı) doluydu, gözünden yaş­ lar akıyordu. Adam: “ Ey, Bos Monay! Bos Monaü. Ne dileğin v ar", dedi. “ Di­ leğin ne ise, a l ”, dedi. Gözü yaşlı Boz-Monay, ona şöyle dedi: “ - Dünya gibi zenginliğe sahip oldum .. K ara başım la, Han oldum ! B ir çocuğa hasret oldum ! Bir toy yapam adım (girm edim)! Bilmiyorum, dünyada neler oluyor! (Dünya karıştı, sığırlarım a bakıp, bir d i l e k t o y u yapam a­ dım, diyor). Bunun üzerine K o c a , ona şöyle diyor: 21 Jî 11 i4

Türk m itolojisi, a. 533. Ç ingiı-nânıe'dcn: A . İ n a n . M akaleler, s. 229. A. i n a n , Şam oniım , a. 46. Aynı raer, aynı yer.

94

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

Dileğiniz bu ise, dileğiniz olacaktır. B a b a i O m a r babası (Hz. Ö m e r ) , kabul olur d u ası (dugası). A t e ş yakarak, H 1 1 1 r ’ ı çağırm a: ‘ ‘A t e ş (ot) y ak arak oturup, ateşin kıyılarını doldurup, çocuk mu (bala) istiyorsun? Sen söyle!... “ Bundan sonra yaşlı kişi, ‘ ‘ a l a e ş e ğ i n i koşturdu, a la heybesini (korşun) a rk a la d ı, m ukaddes (şer) k i t a b ı n ı koynuna koydu, a s a s ı n ı (asa tayak) koluna ald ı, T a n r ı ’nın yoluna yolladı. R u h u (canı) A llahın (A ldanıng) kolunda, iki eteğini dürünüp g itti1*...” Burada da görülüyor ki H ı z ı r , Hz. Ö m e r gibi görünüyordu. Ancak, Hz. Ö m e r de, ‘ ‘ a t e ş yakarak, H ı z ı r 'ı ça ğ ır", diyordu. K ı r ı m Türkleri, e ş e ğ i iyi bir hayvan olarak tutmazlar. Bununla beraber, şehirli ve S a r t geleneğine önem veriyorlardı. D e d e K o r k u t ’ta ise, “ağzı d u a lı" deniyordu. Ç ocuğa ad koyan, postlu ve çın gıraklı dervişler: A n a d o l u ’da eski T ü r k geleneği, böyle görünüyordu. H a r p u 1 1 u annemin bir masalında, şöyle deniliyordu: “... Çocuğa bir a d bulam ıyorlar. Bu sır a d a p o s t giyinm iş bir derviş geliyor, ç ı n g ı r a k l a r ı n ı sallıyor. “ Ali dost, Veli dost! Eller giyer birer post, biz giyeriz ikişer post!” Diyor. Çocuğa a d koyuyor ve kayboluyor.. " Bu masal da, en eski P r o t o - T ü r k motiflerini içinde toplar. Özellikle, “ çm gıraklı-post g iy im !..." 3) Çiftçilerin Piri, H ı z ı r - A t a ’dan, yardım dilem e: “... Çiftçilere (Dihkançıga) P î r olan, hazreti H ı z ı r - A t a 'dır. Sizden m e d e t tileymen! Der­ diğe d e v a tileymen“ !...” 4) İdege-B ey’ in H ı z ı r ( K ı s ı r ) ’dan yardım dilenm esi: “... Gözümün yaşı kurumuyor (kurgam az) H ı z ı r (Kısır) medet tiledim !...,' Bu T o k t a m ı ş H a n hikâyesi çok orijinal ve gerçekçidir. Atı için, ‘ ‘ B u r a k 'a ok şa­ mış bineğim ”, diyordu27. ‘ ‘ H ı z ı r (K ısır)’dan medet um dum !” Yine aynı kültür çevresine ait M u r a d ı m böyle diyordu. 5) E r - K o r k u t , (Dede K ork u t)’ tan yardım dilenm e: “...S u ayağı E r K o r k u t , b ak sıların p iri, gözünü sa l, kolumu tut. B a k s ı - B a b a sen y ar­ dım et! D ar yolda san a sığındım 28!...” Burada D e d e K o r k u t , bir “ BaksıB a b a ” yerine konuyordu. K a d lo f, P ro b en , I II* a. 172/211 vd. K ı r g ı z d e s ta n ın d a n . 26 T a r a n ç ı

k e s im le r i, ç ift ç id ir le r . T a ra n çt ile ta r ım c ı d e y im le ri a ra s ın d a , b ir y a k ın lık v a r d ır :

A . İ n a n , Ş a m a n iz m , 121. B u d e s ta n la r . A l t ı n 21

o r d u g e le n eğ i iç in d e y e r a l ı r l a r : P r o b e n , IV , s. 132/170.

K ı r g ı z ’ l ar ı n B a k u d u a sın d a n : Ş a m a n iz m , s. 142.

T Ü R K L E R D E H IZ IR

95

“ Su ayağın da E r - K o r k u t ! B elaları sen korkut! Çağırdığım zam an gel, P i r i m ! Kaygulu ile hastanın devasını bul, söyle!” Bu B a k e ı duaları, he­ men bir konudan, diğer bir konuya atlarlar29. 6) E v l i y a , kendisine yakın olanlara yardım e d er: Bu anlayış, gerek İslamiyetten önceki Türklerde ve gerekse yaylalarda dolaşan Müslüman Türklerde oldukça yaygındır. K ı r g ı z Türklerinin şöyle bir sözü vardır: ‘ ‘ E v l i y a , yakınlarını k o llar” : (Evliya çakının koldoyt). H ı z ı r ve rehberliğini söz konusu ederken, bu konuya yeniden döneceğiz30. A n a d o l u m asalların d a H ızır’ın yardım ı A n a d o l u m asallarını, Binbir gece m asalları gibi T ü r k köklerinden ko­ parıp, incelersek elbetteki havada asılı kalırız. H ı z ı r , bir sih irbaz değildi. Bunun için Hocamız Prof. Wolfram E b e r h a r d ’ in, “ Türk m asalların d a tipler” adlı kitabından, eski Türk motiflerine uygun, bir kaç örnek sunacağız31. 1) H ı z ı r ’ ın güreşte, yardım etm esi: ‘ ‘ . . . Ç i n Padişahının kızını a l­ m ak isteyen bir genç güreşiyor. H ı z ı r gence yardım ederek, gence güreşte kazandırıyor31. ..” Bu motif, A 11 a y destanlarında da, çok görülür. Güreşte ve sav aşta, “ Gök sak allı k o ca la r”, gençlere yardım ederler. 2) H ı z ı r genci, kuyudan kurtarıyor: Bu olay, H azaran bülbülü adlı ma­ salda görülür. Masalın gidişi, hem T ü r k ve hem de İ s l â m î geleneklere uygundur33. 3) H ı z ı r ’ m kızı uyarm ası: “ Kız, uyuyan bir d e v ile karşılaşıyor. Bu sıra d a H ı z ı r çıkıp, devin gözlerinin açık yattığını söylüyor34...” Böyle İ l â ­ h î uyarıları, eski Türk destanlarında da görüyoruz. Bunun ayrıntıları, “Ağ­ layan n a r ” adlı m asalda bulunmaktadır. Bu birkaç örnek de bize gösteriyor ki, Türk kültürünün ölçüleri, “ criterium ,, lan ile çalışıldığında, A n a d o l u Türk kültürünün tükenmez bir hâzinesi olarak görülmektedir. Yukarıda sunduğumuz, “ iki post giyen, çocu­ ğ a a d veren, çıngıraklı d erviş”, bunun güzel bir örneğidir. H a r p u t m asa­ lındaki bu derviş, “ birden ortaya çıkıyor, a d ı verdikten sonra da, kayboluyordu”, Tıpkı, A l t a y destanlarındaki gibi. 2* M etni için b k . Ş a m a n iz m , a. 141. 30 Y u d a h i n , K ır g ız S ö z lü ğ ü , ( t e r e .), s. 4 7 9 .

51 W. E b e r h a r d , Typen T ü rk isch er V olksm ärch en, W iesbaden , 1953. 32 W. E b e r h a r d , a . e se r, s. 2 1 6 .

33 Aynı 34 Aynı

e *e r , s. 2 0 6 . e se r, s. 97.

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

96

H IZIR’IN YOLDAŞ VE KILAVUZ OLMASI 1) H ı z ı r (K idir) yoldaşın olsun! Ö z - T e m i r ’ in 17 yaşındaki oğlu sa­ vaşa gitmek istiyor. Babasından duasını diliyor. B abası, şöyle diyor: “... Atını sürende (cortkanda), yolun kutlu olsun! H ı z ı r (Kidir) yoldaşın olsun! Allahü Ekber (A lla’ı ekber)!... Atın, sa ğ ayağı ile yeri tepmezse; sol ayağı ile de göğe yükselmezse (kökkö köktör), geri dönme, d ed i35!...” Bu K ı r g ı z destanında, İ s l a m i y e t ile A l t a y mitolojisi, çok güzel kay­ naşmıştır. 2) ‘ ‘ H ı z ı r - A t a (Kidir) evine girsin” : ' . H ı z ı r (Kidir) karşına (ka­ sına) gelsin! O rada duran b o z eve (boz üygö). K i d i r - A t a , ziyaret için girsin 36...” H ı z ı r ’ ın eve gelmesiyle, bolluk oluyordu. “ Evin kadınının 12 kez hâm ile kalm ası g ib i...” 3) H ı z ı r ’ ın kollam ası: “ H ı z ı r ' m yardım ettiği, kolladığı kimse” : (Ki­ d ir koldogon). B ir Hayvancı K ı r g ı z atasözünde de, şöyle deniliyor: ‘ ‘ E v ­ l i y a (ooluya), yakınını (cakm) k o llar”. “ K oldaş” ise, yardım eden ve kılavuz dem ektir37. 4) T a n r ı tarafından, yanıma koşulm uş K o c a : “... Ak sak allı yaşlı K ı r ­ g ı n , sen benim taştan ak an kaynağım ve T a n r ı tarafın dan yanım a koşu­ lan (koşgon), bir kim sesin!” Bu sözü, M a n a s ’ ın oğlu söylüyordu3“. D e d e K o r k u t ve büyük kumandanlar gibi k o c a l a r d a böyle anılıyordu. 5 ) K o c a - H ı z ı r (K idir) yanında olsun! “... Sol yanında, O y s u l B a b a . . . Sol yanında, K o c a - K ı d ı r , uyusun ve baksın ... B a b a d in (?) hazır olsun, senin b aşın d a.. K i d i r d a , hazır olsun, senin yanında, Bakay39*....” Görülüyor ki H ızırla birlikte hayvancı K ı r g ı z Türklerinin di­ ğer evliya veya ruhları da yer alıyorlardı. B ir Türk-lslam sentezi doğmuştu. Çok kuzeylerdeki b a l ı k ç ı Türklerde, “ yardım istenen ve yardım eden k o c a l a r ' ’, çok geri bir mitoloji motifine bürünmüşlerdir'40. Halbuki, Türk düşüncesinde İ l â h î k o c a l a r ile H ı z ı r , İnsanî düşüncelerin temelidir. ÇOCUKLARA AD VEREN T Ü R K KOCALARI VE HIZIR Ulu kişi görüntüsü i l e ‘ ‘ T a n r ı ’ n ı n a d v e r m e s i ” P r o t o - T ü r k gelenekleri kendisini, özellikle bu motifle gösterir. İsla­ miyet ile diğer Türk dış tesirlerin girmediği A l t a y ve K u z e y Türk destan,s P r o b e n , IV , •. 103/131. Yer ve g ö k İk ilisi, b u r a d a da g ö rü lü y o r. M ito lo jik b i r g ir iştir .

P r o b e n , I I I , *. 5 1 6 . “ K id ı r v f t o ” d e y iş in i, ilk kez b u ra d a g ö rü y o ru z . K o r k u t * A t a , g ib i. 37 Y u d a h i n , Aynı e s e r, s. 4 7 9 . ** P r o b e n ,

V, s. 3 1 5 ; Türk m ito lo jisi , I , $, 5 0 3 .

J * Türk m ito lo jisi, /, f. 509.

40

P r o b e n , IV , t. 148/187. M a n a s d e s ta n ın d a n .

T Ü R K L E R D E HIZ1K

97

larında bu işi, “ kayın ağacın d an inen g ö k s a k a l l ı l a r ’ ’ veya K o r k u t - A t a gibi, 250 yıl yaşam ış, ulular yaparlardı. Sonradan bunların yerlerini, H ı z ı r alm ıştı. “ Eski Türk dininde, T a n r ı ile k u I arasına, kişiler girm iyorlardı.1'. Gök Kurt gibi, ancak sembolik görüntüler vardı. İlâh! güçlere sahip olm a, ancak halk dinindeki k a m l a r arasında görülmekte idi. A n a d o l u derviş ve ulu­ ların a da bu güçler, veriliyordu. 1) K a y ı n a ğ a c ı n d a n inen k o c a : .. O ğlana kimse uygun bir ad bulamıyor. K a y ı n ağacın d an inen ak sak allı bir koca, oğlan a a d veriyor ve kayboluyor4'..." Bu, çok mitolojik, A l t a y ve K u z e y Türk destanlarında görülür. 2) Ad veren, a k s a k a l l ı k o c a : “ . . . A k - H a n ’m bir oğlu oluyor. Oğlan, çok çabuk büyüyor. B ir a d verilm esini istiyor. Ancak ad bulunamıyor. Bir ak sak allı koca geliyor ve oğlanın adın ı, Altm-Taycı koyuyor42..." Bu des­ tan çok mitolojiktir. Göklerde geçer, A k - H a n v e K a r a - H a n l a r ı n ülkelerindedir. 3) A ğ a ç t a k i K o c a n ı n , ad verm esi: “... Atı oğlan a, “ adını T a n r ı koysun", demiş. Oğlan giderken k a y t n ağacının üzerinden birisi çağ ır­ mış. “ -Senin adın, Ay-Mangus olsun, san a uğurlu olsun7’; “ ben T a n r ı ’yı m, babasız bir oğlan a, bir ad verdim ", dem iş43..." B u rada, Tanrı Gök sakallı bir koca olarak görünmektense, kendi kendine konuşuyor. 4) G ö k t e n i n e n altın sakallı kocanın ad verm esi: ‘ . . M a n a s ’ın torununa kimse bir ad bulam am ış. Gökten inen Altın sak allı A y - K o c a oğ­ lan a S e y t e k adını verdi ve ondan sonra kayboldu44..." M a n a s destanının bu ikinci bölümü, tam bir mitoloji içine girer. Başlangıcında, tarih de vardı. Ad veren, ulu k işiler ve kocalar 5) Beyaz sarık lı, asalı kocanın ad verm esi: “... Ak-sakallı şöyle dedi: “ Yurdunun (curt) sözünü söylesin, ak ın lar ak m lasm ! Adı, B atır-Saym olsun! Üstüne ervah konsun! Gönülden razı olsun4S!..." Hz. Ö m e r ’e benzeyen bu koca üzerinde, yukarıda durm uştuk. Ervah, bu destanlarda dışarıdaki ikinci ruhdur.

"

P r o b e n , I , . . 355/ 361.

41 P r o b e n , I , s. 3 4 2 / 3 6 6 . A ! t a y - T a y c ı d e s ta n ın d a n . 43 Türk M ito lo jisi , s. 3 2 5 . A y « M a n g u s d e s ta n ın d a n .

44 Aynı e se r, s. 5 3 8 . M a n a s d e s ta n ın ın k a tk ıla r ın d a n . 41

P r o b e n , i l i , s. 173/212: K ır g ız la r ın B a 1 1 r - S a y ı n d e s ta n ın d a n .

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

98

6) M a n a s ’ın adını, “ Dört Peygam ber Hoca” verm iş: Herhalde bu, Dört Halife olsa gerektir. İster Şam anist, isterse Müslüman olsun Türkler, -kısa ola­ rak sunduğumuz-şu alk ışı (duayı) okuyorlardı. M ü s l ü m a n l a r , “ am in ” ; ş a m a n i s t l e r ise ateşe yağ atıp, “ opkuruy!” diyorlardı: “Adın Y a ş a r olsun! Beşik bağın berk olsun!... “ Benim gibi ak saç lı, sarı d işli ol!... Saçların ağarsın 46'....” 7) A s a l ı , A k - b o z a t l ı kocanın ad verm esi: ‘ ‘. . . K a r a - H a n ’ın oğluna kimse bir ad bulam az. A s â 1 1 , a k - b o z a t l ı bir koca çıkar, çocu­ ğu kolum a verin, a d vereyim, der ve alk ış (dua) verir: “...Yurtların çevresini kızıl çay ırlar sarsın ! “ Oğlan böyle büyüsün, K o c a - K i d i r yâr olsun! “ Keçiden kalan oğlak, Beyim! “ M ızraktan kalan b a y r a k , Beyim! “ M an as’tan kalan , Beyim! “ K a ra kanlı, gök bitli, Semetey koy ad ın ı47]...” 8) D e d e K o r k u t ’un ad verm esi: “... Çocuk doğduğu zam an, B a y a t boyundan K o r k u t , “ bu çocuğun ad ı T u m a n , (yani dum an, sis) olsun”, d ed i... Tuman (sis) karanlıktır. Ancak otlar için, nem bırakır... Tum andan sonra güneş doğar**...” 9) “... Kalın O ğ u z beylerini çağırdı, konukladı. D e d e m K o r k u t geldi oğlan a a d koydu:... “ Bunun ad ı, Boz Aygırlı Bam sı Beyrek olsun! “Adını ben verdim , yaşını A llah versin! “ Kalın O ğ u z beyleri, el götürdüler, d u a kıldılar. Bu ad , bu yiğide kutlu olsun, d ediler49...” S o n u ç : Türk mitolojisinin çağlarına göre, “ ad verme” olayını, iki çağ türü ile tanıtabiliriz: 1) Adın, Tanrı tarafından verilm esi: Kaym ağacından inen, görün en ve kaybolan kocalar, Hızır veya A n a d o l u ’daki dervişler, bunlardandır. 2) K o r k u t - A t a v e H ı z ı r gibi ulu bilgeler tarafından ve­ rilm esi. Bu daha çok tarihî devirlerde olur. 46 A . i n a n , Ş a m a n iz m , s. 1 7 4 -5 .

47 T ü rk M ito lo jisi, I, s. 5 3 3 . M a n â o ' m oğ lu , S i m e t c y d e s ta n ın d a n . 49 Z . V . T o g a n , O ğuz K a ğ a n d e sta n ı s. 55. 4’ D e d e K o r k u t k i t a b ı , 7 5 .

T Ü R K L E R D E H IZ IR

99

Ö z b e k - T ü r k destanı olan Han-nâme' ye göre, Ç i n g i z - H a n ’ m adı­ nı da, H ı z ı r koymuştu50. H IZIR ’IN ATEŞE VE IŞIĞA G ELM ESİ Ateş ile ilgili bölümümüzde, ocak ateşi ile ışığın, aile hayatında, ne kadar önemli bir rol oynadığını, belirtmeğe çalışm ıştık. Müslüman K ı r g ı z destan­ larında da kocalar, “ ateşe bakılm asını ve dolu tutulm asını” öğütlüyorlardı. Ateşe saygısızlık, günahtı. I ş ı k da, bir ailenin, bir hayat görüntüsüdür: 1) K e l o ğ l a n ’m , ışıkla H ı z ı r ’ı daveti: “... K e l o ğ l a n Han’a, “ 3 gece hiç kimse ateş ve ışık yakm asın”, diyor. Yalnız Keloğlan (taşşa) yakıyor. H ı z ı r , onun evine geliyor. Her taraf, m al ve hayvan ile doluyoril...” K e l o ğ ­ l a n , Han’ ın kızını alır ve sonra da Han olur. 2) “ Babay Ö m er B a b ası” , ateşi dolu tutmayı istiyor: “... Senin dileğin ne ise, B a b a y O m a r B a b a s ı , kabul olur duası (dugası)!... Â t e ş i n ba­ şınd a oturup, Ateşin başını (ottung basın) doldurup, her dileğine sah ip olur­ sun, dedis l...” Yukarıda, Hz. Ö m e r ile H ı z ı r arasındaki ilişkiler üzerinde durm uştuk. 3) H ı z ı r ’m zindanda mum yakm ası: Kırımlı A d i l S u l t a n destanında, Adil Sultan Acemler tarafından zindana atılıyor. Metin, çok açık değildir. Zin­ dan, karanlıkm ış. H ı z ı r zindanda mum yakıyor, fakat kendisi de yatmıyor: “ K aran lık evde (karangı üyde) mum yakıp, H ı z ı r (Kidir) d a lânetliyerek (kargap), yatm ıştı*3...”

50 H an -n âm e *nin ç o k gü zel b ir ta n ıtm a s ın ı, «ayın h o c a m ız O r h a n Ş a ik G ö k y a y y a p m ışla rd ı. B u m o ti­ f in d e ğ e r le n d ir ilm e s i iç in b k . Türk m ito lo jisi I , s. 417. • 51 K ı r g ı z H a n K ızı d e s ta n ın d a n : P r o b e n , I I I , s. 1 5 3 . 51 B o z - M o n a y d e s ta n ın d a n : P r o b e n , I I I , s. 173/211. *3 A . İ n a n , M ak aleler, s. 7 4 .

8. BÖLÜM

GEYİK VE TÜRKLER (Yeni notlar ve belgeler) EFSA N ELER D E VE T Ü R K H A LK EDEBİYATINDA G EYİK Bu eserim izin I. cildinde, Türk mitolojisindeki geyikler üzerinde, geniş olarak durmuştuk. Burada, dış kültür tesirlerinin girmediği ve Proto-Türk mi­ tolojisi' nin izlerini taşıyan, K u z e y - T ü r k halk edebiyatından, bazı seçme örnekler sunacağız. Bu motiflere, A n a d o l u 'da basılm ış olan m e v 1 i d ki­ taplarının, “ Hikâye-i geyik” bölümlerinde de rastlıyoruz. G öktürk ve Ergen ekon destanlarının türünde G ö k t ü r k türeyiş destanında bir dişi kurt, bir çocukla birlikte m ağara­ ya giriyor ve orada yaşıyor. D e d e K o r k u t kitabında da B e y r e k , geyik kovalayarak, nişanlısının otağının önüne gidiyor. M e v 1 i d kitaplarının son­ larında, M u h a m m e d H a n e f î de m ağaradan girip, büyük çayırlıkta, sev­ gilisi M i n e Hatun’a kavuşuyor. Farsça geyik kitapları da, S a f e v î - T ü r k idaresinden sonra yazılmışlardır. Kuzey-Türk destanlarından, bir örneği kısa olarak sunalım 1. * ‘. . . H a n - A l p , göklere çıkan Kan-Mergen a d lı bir yiğidi a ra m a ğ a g i­ diyordu. Gökte bir yol görünüyor ve Han-Mergen'i bu yolda atını bir g e y i ­ ğ i n peşinden sürer görüyor. Geyik, 7 t a n r ı 'nm ç a lışa ra k yaptığı B a k ı r d a ğ a çıkıyor. Yiğit, kam çısı ile geyiğe vurayım diyor. D ağ y arılı­ yor ve geyik dağın içine dalıyor. Geyik, bir çadırın önüne gid ip yatıyor ve yiğit de geyiği vuruyor. “ Çadırın içinden, bir yaşlı çıkıyor ve yiğite, “ -Benim adım B a k ı r - A l p (Çes-Âlp) tır. Bu d ağ benimdir. Seni bana getirsin diye bu geyiği gönderdim ” diyor... A n a d o l u ’daki “ Geyik h ikâyeleri” içinde de, bunun örneklerini göre­ biliriz. 1 G ö rk e m li ve tam m ito lo jik b ir k a r a k t e r tanıyan bu d e lta n ın d iğ e r b e n z e r le r i ü ıe r in d e , I. cild im iz d e d u rm u ş tu k . B u d eatan iç in b k . P r o b e n , I , ı . 3 1 2 -3 1 5 (m e tin ). B i r d iğ e r “ a ç ıla n k a y a ” d ea ta n ı iç in bk. P r o b e n ,

I , a. 13 ( te r e .).

102

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

B a k ı r d a ğ , A l t a y - T ü r k destanlarında öz olarak şöyle tanıtılmış­ tır: “ Yerin altın da, 9 d e n i z vardır. Hepsi bir yerde birleşirler. Bu 9 deni­ zin birleştiği yerde ise yeryüzüne k a d a r yükselen bir B a k ı r d a ğ bulunur”. Bu konu üzerinde, 1. cildimizde durm uştuk. Burada da g e y i k , bir ‘ ‘ Y e r r u h u " olarak görülmektedir. T Ü R K G E LE N E K LE R İ İL E DESTANLARINDA GEYİK Bu konuya gelmişken rahmetli C a h i t O z t e I 1 i ’nin adını saygı ile ana­ lım. Cahit Oztelli, basm a m e v 1 u d kitaplarının üzerinde çok geniş olarak durmuştu2. Buna benzer destanları farsça kitaplarda da görüyoruz. Fakat daha eski İ r a n edebiyatında bu geyikli hikaye motiflerini görmüyoruz. Yaygın ve haklı bir görüşe göre bu geyikli hikayeler, S a f e v î devletinin kuruluşu ile türkçeden farsçaya çevrilmiş ve İ r a n edebiyatında da böylece yayılmıştı. I r a n ’ da, halkın dili olan türkçeden, devlet d ili olan fa rsç a y a , edebiyatta da böyle bir geçiş olmuştu. D e d e K o r k u t kitabındaki, ‘ ‘ B a m s ı B e y r e k 'in bir geyiği kovalıyarak, nişanlısı B a n ı Ç i ç e k 'in otağına düşm esi”, herhalde A n a d o l u ve İ r a n - T ü r k destanlarının en orijinal bir motifi olmalı idi. Ancak D e d e K o r k u t kitabında, “ geyiğin avcıyı bir m ağara içinde yeraltındaki bir çayırlığa çekme” motifi, burada artık kaybolmuştur. Halbuki basma M e v 1 u d kitaplarında ‘ ‘ M u h a m m e d H a n e f i , bir geyiği kovalıyarak m ağ arad an içeri girm iş ve böylece M i n e H a t u n ’la k arşılaşm ıştır”. Gök çayırlı m ağaralar D e d e K o r k u t ’taki B a m s ı B e y r e k hikayesinde, bir “gök ça y ır” sözü yer alm aktadır (D-76,5). İslamiyetin girmediği bir A 11 a y m asalında ise, şöyle bir giriş vardır: “ Oğlan bir geyik görür ve geyiği kovalam ağa başlar. Geyik, b a k ı r bir d a ğ d a n içeri girer. Oğlan d a geyiği izler ve böylece bir kızla karşılaşır. O ğlan, Tıpkı Dede Korkuttaki Bam sı Beyrek m asalın da ol­ duğu gibi, kızla güreşir ve güreşte kızı yenerek a lır 3. “ Yeraltımn kapıları ve kutlu m ağaralar G ö k t ü r k l e r ’deki dişi kurt da, erkek Türk çocuğunu alarak böyle bir m ağaradan içeriye girmişti. Geyik ise, Ortaasya Türklerinin deyişi ile bir in­ sanın “ E rv ah ı” olabilirdi. A n a d o l u menkibelerinde ise, “Avcı, (bir d e r ­ v i ş i n e r v a h ı olan) bir geyiği yaralar. Geyik k açarak bir dervişin dergâhına girer. Avcı d ergâh a geldiğinde, dervişin yaralan m ış olduğunu gö­ 1 C a h i l ö z t e l l i , Anadolu Dini Edebiyatından, G e y i k H ikâyeleri, Türk Folklor Araştırm aları, 1961. •. 2391 vd. * P r o b e n , I, s. 310 (metin). Bu K u z e y - T ü r k destanının başını, yukarıda sunmuştuk.

G E Y İK V E T Ü R K L E R

103

rü r...” Bu konular iyi bilindiğinden üzerinde daha fazla durm ayacağız. B ü­ yük hocamız Abdulkadir İ n a n , “ Şam anizm ” adlı kitabında türklerdeki ervah anlayışı üzerinde geniş olarak durmuştur. “ Deniz ruhu olan bir dişi geyik Bu yalnızca G ö k t ü r k l e r i l e ilgili, Ç i n kaynaklarında görülür. “ G ö k t ü r k l e r i n a ta la rın d a n birinin, bu dişi d e n i z m e l e ğ i ile bir ilişkisi varm ış. Günün birinde avcılard an biri, bir a k g e y i k öldürüyor. ‘ ‘ D e ­ n i z r u h u kız”, bir a k g e y i k donuna girm iş o lacak ki, bundan sonra su ­ nulan i n s a n k u r b a n l a r ı , (ceza olarak ), hep bu avcının kabilesinden veriliyor. Çünkü deniz ruhunun sevgilisi olan Türk H akanı, böyle buyuruyor”. Prof. E b e r h a r d Çeşitli eserleri ile, “ Çin’in Şim al K om şuları” adlı kita­ bında bu konu üzerinde durm uştur4. ‘ ‘ Y e r r u h u dişi bir geyik” Türk mitolojisindeki geyik destanları ile bununla ilgili anlayışların en güzel bir açıklam ası, bu destan olsa gerektir. Geyik dağların, vadilerin ve sarp ka­ yaların görünüp kaybolan, sihirli ve en güzel bir hayvandır. Büyüleyen, insa­ nı hayale kaptıran ve ulaşılmayan bir hayvandır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Ç i n g i z H a n destanında da, ‘ ‘ K u r t gökten, a l a - g e y i k Ho’ai M aral ise, yerden gelm işti”. Kurt göklerin; A la geyik ise, yerlerin sembolü ve ruhu gibi­ dirler. Bizi bu konuda açıklığa kavuşturan, en güzel belge, Güney S i b i r y a ' daki B a r a b a - O m Türklerinden R a d 1 o f ’un derlediği, “ Yestey Möngkö” m asalıdır’. Destanın çeşitli varyantları vardır. Fakat destanda olup bitenleri öz olarak şöyle sıralayabiliriz: “ G e y i k - k ı z , yeraltm ın bittiği yerde, oturuyordu. Ye s te y M ö n g k ö ad lı bir yiğid, g e y i k k ı z ı bir gün yer yüzünde gördü. 7 yıl, yorulm a­ d an ve yılm adan geyiğin peşine düştü ve kovaladı. (Bu kovalam a, yer altın a doğru, oluyordu). En sonunda onu bir taş evde y ak alad ı ve geyik kızla evlen­ di. (Herhalde burası, yerin bittiği, yerdi. Böyle bir taş eve O ğ u z destanında d a rastlan ır). Y e r K a r a - A l p a d lı bir yer ruhu ise, o n lara düşm an oluyor. G e y i k k ı z , Yer Kara-Alp’ın, baldızı imiş. Bundan sonra savaş hazırlığı baş­ lar. Geyik kız d a, kocası gibi silah lı im iş...” Yiğit, yeraltına giderken, 7 yıl boyunca, büyük yağmur ve kar fırtınaları ile karşılaşır. Destan -yeraltında neler olabilir, herşeyi bütün incelikleri ile anlatmıştır. Yiğit, Geyik karısı ile yer ruhu olan deve karşı savaşa hazırlanır­ ken, a t l a r nasıl semizletilir, savaşa hazır olan veya olmayan atlar, nasıl kontrol 4 W.

E b e r h a r d , Çinin Ş im al K om şuları, 9. 86.

s P r o b e n , IV, a. 86/ 101. G e y i k b u r a d a b ir ‘ ‘ y e r

r u h u * * o la r a k g ö rü lü y or.

104

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

edilir, bunlarda anlatılır. Ât, koyun ve sığır çobanları ile otlakların ince özel­ liklerini de bu efsane içinde bulabiliriz. K onuşan geyikler “ Konuşan gey ik ler'’ de, Türk halk edebiyatında çok görülür. Yalnızca in­ sanlara yardım etmek için değil; insanlardan yardım dilenen, geyikler de gö­ rülür: “ Yavrusu kötürüm olan bir geyik, kimsesiz bir yiğide geliyor ve ondan, kötürüm yavrusu için bir ilaç istiyor. Yiğid de gerekli i l a c ı veriyor ve yavru iyileşiyor. Bundan sonra d a geyik yiğide çeşitli iyilikler yapm ağa başlıyor6. ‘ ‘A l a - g e y i k ’ ’, tüylerinin arasına beyaz benekler karışm ış bir geyik türüdür. A n a d o l u ve O r t a a s y a Türk halk m asallarında çok yaygın ola­ rak görülür. Yukarıda belirttiğimiz gibi, Ç i n g i z H a n 'ın ana-atası olan m a­ ral da bir a la , güzel geyik idi. Daha sonraki Türk m asallarında da, “geyik soyundan gelen Han ve vezirler”, görülür7. Ortaasya Türk halk edebiyatında, böyle benekli geyiklerin, çok daha mitolojik türlerine de rastlanır: “A vlarda, b a ş ı a l t ı n ve a y a ğ ı ise g ü m ü ş olan bazı geyikler görünür ve sonra d a kaybolurlar8. Tanrı-geyik ilişkileri ve canlı geyik azâdı Özellikle, dış tesirlerden uzak, K u z e y - T ü r k destanlarında, “ Tanrı ve geyik ilişkileri” üzerinde çok durulur. Proto Türk ve çok mitolojik bir K u ­ z e y Türk destanında, şöyle deniliyordu: “ . . . T a n r ı , bir geyiğin a ğ la d ığ ı­ nı görmüş. Buna üzülen T a n r ı , kendisini tutam am ış ve o d a ağlam ış9...” C a n l ı a t k u r b a n ı ( a z â d ) , Türklerde oldukça eski ve yaygındır. Bu, bir çeşit a z â d idi. Geçen yüzyılda Y a k u t T ürkleri, “ a tları d o ğ u y a sürerler; Tanrıya kurban (?) veya a r m a ğ a n ederlerdi”. Bundan sonra hiç kimse bu atlara sahip çıkamaz ve binemezdi. Bu atlar böylece “ id ik ”, yani k u t l u a t l a r , olurlardı. “ Şehid düşenlerin a t l a r ı ’ ’ da böyle azâd edi­ lir ve serbestçe köyün içinde gezerlerdi. “ . . . Y a k u t Türkleri, geyiklerin ku lakların a küpe takıyorlar ve bunla­ rı serbest bırakarak, T a n r ı ’ya a r m a ğ a n ediyorlardı”. Bazı Türklere göre ise, “ Ş m g ı z (Çingiz?) adlı bir ruh, bir geyik, “ m a r a l üzerine binmiş olarak geziyordu. A bdulkadir İ n a n hocamıza göre bu, “ bir av ruhu” olabilirdi10. A n a d o l u ’da, geyiğin üzerine b i n m i ş o la rak gezen G e y i k ­ l i B a b a ' yı da, bunlara katabiliriz. 4 P r o b e n , IV, s. 78/ 99 ve 82/ 105: B a r a b a - O m T ü r k le r i. 7 P r o b e n , IV , s. 82/ 103. A n la tış , b ir a z k a r a n lık tır . 1 B u b e n z etm e , “ im a n üstii d o ğ a n * * ç o c u k la r iç in de söylen ir. ’ P r o b e n , I I , t. 1 0 6 . B u T ü r k d e s ta n la r ı, ç o k m ito lo jik tir. 10 A . 1 ıı a n , Ş a m a n iz m , ss. 4 6 , 107.

g e y ik

v e t ü r k ler

105

E s k i U y g u r şiirlerinde de, geyikle ilgili bazı sözler vardır: B ilgi­ nin yuların a (örkin) gerek gösterir. Vakitsiz çantıg geyiği ile koşarsa, ona ke­ leler börkünü g iy d ir”. Bu, daha çok “ ke” harfinin rum uzları ile ilgilidir. R.A r a t hocamız da bunun manasını çözem em iştir“ . Herhalde “ bilgide, ge­ yik gibi hızlı gitm em eli (?)”, deniyordu. Geyik h ak kın d a, destanlardan notlar 1) Geyik ve batak lık : M a c a r efsanelerinde de gördüğümüz gibi, ‘ ‘ g e y i k ile b a t a k l ı k ” arasında bir ilişki vardı. Kuzeydeki, T o b o 1Türk­ lerinin bir destanında, şiir halinde söylenmiş şöyle bir sonuç bölümü vardır: “... K am ay yünlü bir o k u m o lsa, çekip g e y i ğ e (bulan) atsam !... Yav­ rulu (balalı) geyiği yel alm az (yil alm aş)! Yeni doğurmuş (tugumlu) geyiği, yel alm az! B atağın en kötüsü (yaman), ulu bataklıktır (Ulu sas)! Ey Ulu saz, senin tepelerin de kötüdür! Arkam ı kestin! Boynumu kestin! B o z g e y i k Hn (boz bulan) sırtından bir kayışla (kail)! Kalın bataklığı (kalın saz) geçme, çok zor­ d u r!'2...” 2) K ışlak ve yaylak geyiği: Anlaşıldığına göre, çukur yerler de ya­ şayan geyikler ile yüksek yerlerde dolaşan geyikler arasında, bir ayrılık görü­ lüyordu. B ir K u z e y - T ü r k destanında, şöyle deniliyordu: “...B ir yaşlı adam ın , iki oğlu vardı. Ava gittiler. Alçak yerlerde (oy'da), vadi (oy) geyiği avlad ılar. K ırd a, kır geyiği a v la d ıla r '3...” Destanı derleyen R a d 1 o f , “ k ır ” sözünü burada, y ü k s e k y e r anlamında yorumluyor. 3) Geyik avından arm ağan , pay: D e d e K o r k u t kitabında da, B a n ı Ç i ç e k ’ iıı yengesi. B e y r e k 'in avladığı geyikten, pay istemişti. K ı r g ı z Türkleri, savaşta veya avda elde edilen hayvanlardan verilen arm ağana, “ sooğa” derlerdi. “ Çok avladığınız geyiklerden, bize de arm ağan veriniz'4'.... Bu, i n a y e t manasındadır. Çünkü, “ canını k u rtarm a” için istenen m erha­ met de, bu sözle anılırdı. 4) G eyiğin, kendi d ağı: “ ... Bu d ağd a d u rarak , öbür d a ğ a göz diken ge­ yik ö lü r'*” Bu söz, insanlar için de söylenir. *’ K a h m e t i A r a t , E sk i T ürk jiırı, 60,61. 11 P r o b e n , I I I , *. 270/336: O k ç u la rın tü r k ü s ü : (M ergen lern in g beyti). 13 P r o 6 e n t IV, ı, 188/233: Eski K azakistan, S a y ı n - B a t ı r destanı. 14 Y u d a h i n , K trg ıt S ö z lü ğ ü , n. 660. Y u d a h i n , a. eter, o. 50. * * K i y i k ’ bütün çatal tırnaklı yaban hayvanları. **Kifi^kiyik*\ vahçi innan: Aynı c» K ö n ek , hem B a lık ! B u n la r toğd ı e n e r , y a ru d ı k a lı k !...y* ( K u t a d g u

B i•

l i g , 141). B u r a d a , k â i n a t ve b o ş l u k d a , »Ös konu su g ib id ir. 11 B a n g - R a h m e t i , Oğuz Kağan destanı , 2 5 0 : * * K a 1 1 g » temürdin erti **: (E vin ) ç a tıs ı, dem ird en idi. Radlof,

W brterbuch, I I ,

23 “ K ö k le r K a n ı**: G ö k l e r 14

0.

1 2 2 0 : K a ra im T U rk çe si a ğ ış la r ın d a .

Hanı:

R a d l o f , a y n ı e s e r, a . yer. T a n r ı d a o la b ilir.

“ Ç ark -ı fe le k ** iç in b k . M ü te rc im A » 1 m E f e n d i , Kam tM T ercü m esi, I I I , s. 1110. A h m e d V e *

f i k p a ş a , L eh çe-i O sm an t , s. 1 2 6 2 ; R e d b o u ı « , s. 1 3 0 6 a . *4 K a şg a rlı M ı h m u d , I , s. 4 2 1 . B r o c k e l m a n n .

“ H im m e lsk re is** o la r a k yo ru m lu y or.

TÜRK MİTOLOJİSİ II

156

“ Tengri ajun törütti, yulduzları çergeşüb, “ Çığrı edh26 tezginür, tüm kün üze yörhenür27” . “ Tanrı dünya (acun) yarattı, yıldızlar sıralanır, “ F elek , uğurlu döner, gece gündüzü ö r t e r " “ G ecenin gündüze dolan m ası” da, iyice yorumlayamıyacağımız, derin bir Türk düşüncesidir, “ er yorgana dolandı, büründü” anlayışı da, “ yörgenmek” sözü ile anlatılıyordu: (M K ,3,387).• “ Tezginmek”, belki de “ tezmek” başını alıp gitme sözünden geliyordu. Ancak “ tekerlek döndü", “ çığn tezgindi” sözü de, bununla anlatılıyordu: (M K,2,255). Bu sözün daha derin m analarını, aşağıda göreceğiz. Kftbeyi tavaf da, bir “ tezginme” idi. Türkler, hakanı tahta çıkarırken, halıyı 9 kez döndürürlerdi. Ölülerin çevresini de 9 kez dönerlerdi. Bununla ilgili bilgileri, aşağıdaki notlarımızda bulacaksınız. Gecenin gündüzü örtmesini de, aşağıda ele alacağız28. “ E v r e n ” : Gök çık rığı ile F elek: E v r e n sözü, K a r a h a n l ı çağın­ da, K utadgu B ilig'de görülür. Herhalde “ evren” sözü, “ evrilm ek” kökünden geliyordu. Çünkü U y g u r el yazıları ile diğer Türk eserlerinde, “ Evril-,evrilmeyorılm a, evril- tevril-,evür-, evrilinçsiz, evrülme çevrülm e” sözlerine çok rastlanır. “ Felek yâr oldu (evren bolu berdi), beye verdi taht, “ Tanrı tutu versin, bu taht ile baht29” . F eleğin , yâr olm ası: Bu açık sözleri, yorumlamaya bir gerek yoktur. Ku­ tadgu Bilig, sık sık “ Felek yâr old u ” : (Evren bolu bördi) sözünü kullanarak, konuya girer. Bununla ilgili bir kaç örnek sunalım: ** B r o c k e l m a n n , e s k i tü r k ç c “ ü d h ” s ö z ü n ü , “ iyiye a la m e t ve » ş o r e t ’ ’ a n la m ı ile y o ru m la m ış* t ır : (A sia M ajor, //, s. 3 0 , 5 a ). B esim A l t a y ise m etni d e ğ iştirm iş ve bu sözü , ” u d h u ” o la r a k y a z m ıştır. B u «öze d e , ‘ * d a i m a , b i r b ir i a r k a l ın d a n " a n la m ı v e rm iş tir : (M K , I I , s. 3 0 3 ) . I I , s. 3 0 3 . K r ş l.; B r o k c . MA /, 3 9 , 5b. İM B e s im A t a I a y ’ ın y o ru m u , k a r a n lık tır. E s k i tü r k ç e d e k i "te z g in m e k " ile yörgen m ek ” s ö z le rin in m a ­ n a la r ı, y a k ın d ı. N ite k im “ tezgin ç” ve **y ö rg e n ç** s ö z le r in in , m a n a la r ı d a y a k ın d ır: ( K a ş g a r lı M a h m u d , 27 K a ş g a rlı M a h m u d ,

t e r e ., I I I , s. 3 8 7 ) . B r o c k e l m a n n 'ın a n la y ış ı, yorum u ve te rc ü m e s i, d a h a d o ğ ru d u r: (A sia M ajor, //, s. 3 9 , 5 a ). B a ş k a b ir y e rd e , “ uru/c y ıg a ç k a y ö rg e n d i”, sözü de v a r d ır : (M K , I I I , s. 110), K rş l. B r o c k .

W ortschatz, s. 9 4 .

K a d I o f , W örterbuch, I I I , s. 4 4 9 . ** “. .. B o lu b erd i ev ren , ilig b e rd i tah t; tu ta bersü T en gri, bu taht b ir le b a h t!...” : ( K u t a d g u

B i ­

l i g , 9 2 ).

' ‘ E v r e n ' ' sözü ilk k e z , K u t a d g u

B i i i g 'd e g ö rü lü r. “ E v rilm e k , y .o n m ak ” s ö z le r i yan yan a gö­

r ü lü r : (A ltun Y aruk: S u v a r n a p r a b h a s a , 1 3 6 ,3 ). “ evi ev rilü r, Özü ç e v rilü r ” , sözü n d e de g ö rü le c e ğ i ü z ere.

*'e v rilm e - ç e v rilm e ” s ö z le r i, yanyana g ö r ü lü r : ( K B , 7 4 4 ).

GÖK VE TÜRKLER

157

1) “ Sen ne k a d a r söylersen, Dünya tükenir, “Ancak yazarsan kalır, Dünya d a döner (ajun tezginür30). 2) “ Felek yâr oldu (bolu berdi evren), bütün kan un ları öğrendi (törü)...” (KB,1642). 3) “ H akan elini vurdu, beni değerlendirdi (edledi); Felek y âr oldu (bolu berdi evren), beni yükseltti...” (KB,1805). 4) “Aklı derlendi (tirildi), bilgisi derinleşti; Felek yâr olunca (bolu berdi evren), eli u zad ı...” (KB,3070). 5) “ Felek yâr oldu (bolu berdi evren), kendisine kutluluk (kut) geliver­ d i...” (KB,4863). 6) “ Felek yâr olsun (bolu birsü evren), uygun (ongay) dönsün (evrül-); z e m â n e (ödlek) onun dileğince, uyu versin !” (KB,5896). 7) “ Felek (evren), şim di san a göre uygun (ongay) dönüyor (evrilür); Ay, gün, zemâne (ödlek) dileğince (tilekçe) doğuyor...” (KB,6231), Feleğin (evren tuçı’mn) dön m esi, (tezginm esi): “ Tezginmek” eski türkçemizde, d ö n m e k , d o l a ş m a k demektir. Başıboş â v â r e d ö n m e de, bu sözler ile anlatılır. Tüccarlar ile bilgilerin “ Dünyayı gezm eleri” de, bir tezginme'dir. Bu anlayışla ilgili bir kaç örnek de sunalım: 1) “ Çığrı tezgindi” - Tekerlek döndü: (MK,2,241). 2) “ Felek (evren) ona yâr olm az; başı döner, âvâre gezinir (tezginür)...” (KB,344). 3) “ Bu feleğ i (evren tuçı) yarattı, d urm adan döner (evrilür); Tanrı'nın hükmü ve takdiri ile d olaşır (tezginür)...” (KB,3194). 4) “ Felek (evren tuçı), hep dönüversin (evrilü); düşm anın başı, eğik ol­ s u n !..” (KB,119). 5) “ Felek ona yâr olm az (evren bolu berm es), başı boş gezinir; karakteri (kılkı) ve tavrı (yang) başı boş olur (tezginür)...” (KB,341). A rapça ve farsça, “ hüküm, k a d e r” den başka yabancı bir söz yoktur. F e l e k d ö n e r anlayışı, “ evren evrilür”, “evren tuçı evrilür” gibi, çok eski türkçe sözlerle anlatılıyordu: Gök çık rığı (felek), bir ‘ ‘ y a y ’ ’ şek lin de m iydi? Elbette ki bu başlığı­ mız, kesin değildir. O ğ u z Kağan destanları’nda, ‘ ‘ a l t ı n bir yay, göğü baş­ tan b aşa kaplıyordu''. Bu, ne demekti? Eski Türklerin F e l e k için kullandıkları, “ evren tu çı” sözündeki “ tuç” sözü, bize böyle bir hatırlatm a yaptırdı: 10

Neçe terse D ün ya, tü k e r a lk m u r ; b itiie k a lır söz, Ajun tez g in ü r...*': ( K u t a d g u

B i l i g , 114).

TÜRK MİTOLOJİSİ II

158

“ Yarattı gör, Evren tuçı evrilür, Anın birle tezginç, yine tezginür3'...” Eski Türklerde “ tuç” sözü, t u n ç v e bronz m anasına da söylenmiştir. As­ lında bu söz, şöyle anlaşılm alıdır: “ Evren, tuçı e v rilü r”. Yani, “ Evren, s ü ­ r e k l i d ön er”. Nitekim K u t a d g u B i l i g ’de bunu destekleyen diğer örnekler vardır: “ Sürekli (tuçı) iyilik k ıl!” “ Sürekli (tuçı) Bey olayım dersen ...” “ O nları, devam lı (tuçı) sevindir...” H i n t m itolojisine göre f e l e k , “ okla yere bağlanm ış bir a r a b a teker­ le ğ i”, gibi düşünülürm üş. T ü rk lerd e yayın iki ucun a, “ tuc” derlerdi32. O ğ u z d e s t a n ı ’ nda, ‘ ‘ O ğ u z K ağanın veziri, göğü baştan b aşa k a p la ­ yan, bir a l t ı n y a y görm üştü”. B o z o k boyları da, adlarını bu yaydan al­ m ışlardı. Biraz da hayâl âlemine dalalım diye, bu bilgiyi verdik. E v r e n ’in dön m esi, h a y a t ’ ın devretm esi: Reşit R a h m e t i hocamız, Kutadgu B ilig'deki “ tezginç” sözünü, h a y a t olarak yorumlamıştır. Hocamı­ zın bunda bir düşündüğü vardır. Aslında, tezginç sözünün asıl m anası, dağ ve yol d ö n e m e c i d i r . Bu da, bir d ö n ü ş olsa gerektir33. R a h m e t i B e y hocamıza göre, ‘ ‘ F e l e k evrilirken, hayat d a (tezginç), dönüyor ve devredi­ yordu (tezginür)”. B u rad a, “ eğri büğrü k a d e r y o l l a r ı n d a n ’ ’ da, söz açılmış olabilirdi. B ir d ö n ü ş hali, olsa gerektir34. M Ü S L Ü M A N T Ü R K L E R E GÖRE F E L E K Y e d i k a t f e l e k : Göğün katlan ve Felek: İ s l a m tasavvufunda ‘ ‘ g ö ­ ğ ü n k a t l a r ı ” , yukarıdan aşağıya doğru şöyle sıralanıyordu: 9 . katın yukarısı: A t l a s , 9 . kat, A r ş , 8 . kat; yıldızlar ile burçların bulunduğu ve döndükleri kat. 7. K at; Yedi kattan oluşan gök katları. Y u n u s E m r e ’ nin söz açtığı, ‘ ‘ D o k u z aralan u y e d i evren ü d ö r t e jd e rh a”, yalnızca gök katları ile değil; y ı l d ı z ve b u r ç s a y ı l a n ile de, ilgili olmalıydı. Gök, durm adan dönüyor ve göğün dönüşünden de, şu şeyler çıkıyorlardı: 31 4 ‘ T u ç t ’ * sö zü , d evam lı ve * ii r c k 1 i d e m e k tir. “ Tu çı e d g ü lü g '\ ‘ ‘tu çı b eg b o la y ın '\ g ib i... Y u k a r ı­ B i l i g , 12 6 .

d a k i b eyit iç in , b k . K u t a d g u

A h m e d V e f i k P a şa , Ijehçe-i O sm an t, ». 5 4 1 ; H e d h o u « e , s. 1 2 5 2 . K a şg a rlı M a h m u d 'a göre b r o n z d e m e k tir. (M K , I I I , s. 1 2 0 , 3 5 3 ) . K r$ l. K a d l o f ,

W brterbucht I I I , «. 1 4 8 9 .

33 K a şg a rlı M a h m u d , I I I , g. 3 8 ? , “ T ezgin ç*' baz» y e rle rd e , h a y a t a n la m ı ile de g ö rü lü y o r: (K u tad gu

B ilig , 126). 34 R a d 1 o f , ifb rte rb u ch , I I I , a. 110: “ Ç ığrt te z g in d i**: Ç ı k r ı k

d ö n d ü : {M K , I I , U slün k i, a ltın k i T e n g r i l e r n i n g (T T , V I I , 3 4 , 1 3 ). “ Ü zeliksiz

U ig u r ic a , I I , s. 3 9 , 101. JT B u tü r k ç e d ey im , b ira z da B u d i s t d e y im le rin , tü rk ç e y e te rc ü m e s i iie doğm u ştu r. Ç in c c s i, “ u’u-

s h a n g " d ır. M a n a s ı, ‘ ‘ e n y ü k s e k * ' d e m e k tir, K rş l. S u v a r n a p r a b h a s a , 6 3 4 ,1 5 ; 6 3 9 ,1 . 11 S u v a r n a .., 6 3 9 ,5 . K rç l. **Tupsüx t e n g i z ( K B , A , 5 0 4 5 ) . “ U lsuz tü p *ü z f fS u v a r n a .., 3 5 1 -1 5 ). “ U l­ suz ”, “ t e m e U i ı " d c m e k t i r . J * F .W . M ü l l e r , U ig u ric a , I I , t. 3 4 ,5 : K r ş l. '*Tengri y e r i ”, **Tengri orn ı ( o r u n u ) ” . ..

162

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

m ız”, diyordu. Bu bir İm paratorluk ve yüksek devlet anlayışı idi. Diğer ilkel düşünceler üzerinde ise, yıldızlar ile ilgili bölümümüzde duracağız. K üçük g ö k , kapalı ve pen cereli bir k u bb e: Bu anlayış daha çok, kapalı ve geri K u z e y Türklerinde görülür. Ancak, “ göğün bir kubbeye benzetilme­ s i ”, O n a s y a ile İ s l â m düşüncesinde de vardır. S a i d E m r e göğü, yerin üstünde kapatılm ış bir sayvan gibi görüyordu: “ Bezedin gök yüzü rahmet nuruyla, “ Yarattın gökleri bu yere sayvan.'” G ö k l e r deyim ve anlayışı, bir çeşit “ S em av ât” sözünün karşılığıdır. Bu sözü, e s k i T ü r k l e r i l e Ş a m a n i s t Türklerin de söylediklerini, yukarı­ da belirtm iştik. Bazı Türklere göre, “göğün k a p ısı” yoktur: “ Göründü gözüme bir kubbe zâhir, “ Kapusı yok, düzeltmiş şöyle K a d ir!” D e r v i ş M e h m e d ise, öyle düşünmüyordu. Şam anist Türklere göre de, “ yıldızlar, aydınlık göğe açılan , gök kubbesinin birer p enceresi”, idiler: “ Bir mi bin mi bu kubbenin kapusı, “ Diyem bilmez, bilen demez, ne seyran !” İslamiyeti kabul eden bazı Türkler de, sembolik olarak göğü, “ katı bir bina kubbesi” ne benzetmişlerdi. Kubbeye benzetme, K u r ' a n ’da da vardır. Ancak bu semboliktir. GÖĞÜN KATLARI E sk i T ü rk lere göre g ö k , 9 kat idi: D o k u z sayısı Türklerin en eski ve en kutlu sayılarıydı. Bu önemde, “ 9 gezegen” ile, t a k v i m düzeninin de rolü vardı. Ç i n ’de Dünya, 12 bölüme bölünmüştü. A 11 a y destanlarında ise, “ 12,16 ve 17 katlı göklere”, rastlam ak mümkündür. Bunlarlr. ilgili belgeleri, arka not­ larım ızda sunduk40. 17 sayısı üzerinde, biraz daha uzun durmamız gerekmektedir. “ 17,70,700” sayıları, birbirlerini tamamlayan, kutlu sayılardır. İkinci G ö k t ü r k devleti­ nin kurucusu Il-Teriş K ağan mâiyetini kurarken, “ ilk önce 17, sonra 70, d a ­ ha sonra d a, 700 eren”, çevresine toplanmıştı. G ö k t ü r k yazıtlarının bu bölümü, olayları bir mitoloji şalına büründürerek, sunmuştu4'. 40 R a d I o f , Aus Sibiriert , II» s. 3 : N. K K a I a n o f . Skasan iya i leğendi Minusinskih Tatar: ( M i n u • s i n s k tatarların ın , m asal ve destan ları) S t . P e te rs b u rg , 1 8 8 7 , s. 2 2 1 . B u d e s ta n la r, b ö yle k u tlu s a y ıla rla d u lu d u rlar. 41 G ü n e y S i b i r y a T ü r k le r in d e n d e rle n e n m asal ve d e s ta n la r d a , " 7 0 p e n ce re li" e v le rd e n ve “ 7 7 yaştndaki a d a m la r " d a n , sık sık s ö t a ç ıl ı r : K a d I o f , Sibirya 'dan, (tere.), I, s. 393 , 396. G ö k t ü r k ya zıtla rın d a , **7*17,70,700 kutlu say ıla rı", g ö rü lü r. D e sta n la r d a ise, “ 7 ./ 7 .7 0 , 77 kutlu y a şla r", ç o k tu r.

GÖK VE TÜ RKLER

163

B a t ı T ü r k l e r i n d e gök , 7 kat id i: Göğün katları, B a t ı Türklerine göre “ y e d i"; D o ğ u Türklerine göre ise, “ d ok u z" idi. Herhalde çok önceleri, hepsi “ d o k u z" idi. Bu ayrılık, D o ğ u Sibirya şam anizm i ile B a 1 1 Sibirya şam anizmi arasında da vardır. Demek ki bu oluşm a, çok erken çağlara dayanı­ yordu. “ Y edi" sayısı, belki d e İ r a n v e O n a s y a tesirleriyle girm işti. Çünkü B a t ı G ö k t ü r k Kağanı, İstemi Kağan, B i z a n s im paratoruna yazdığı mek­ tubunda, “ Yedi iklim h ü k ü m d arı" olduğunu söylüyordu. Bu söyleyiş ve vazışda, S o ğ d tesiri de, bulunabilirdi. S a i d E m r e de, Yedi kat göğü, bir adım da alıyordu: “ Derviş bir adım atmış, yedi sekiden değil, “ Yedi kat göğe yetmiş, işbu söz iş a r e ti!" Yer de, yedi kattır. Böylece yer ile göğün hepsi, 14 kat ediyordu. Bu da, I r a n mitolojisinin bir özelliğidir. Biraz geç zam anlara ait olmasına rağmen, B o s n a v î ’nin şu tanıtm ası, güzeldir: “ Yedi yer, yedi gök bünyâd olm adan, “Ay ile gün, yıldız icâd olm adan, “ Dünya dedikleri, ab âd olm adan, “ K ıbledir Muhammed, secdem dir A li!" K u z e y Türk destanları da, “ yedi g ö k ”, “ yedi kat g ö k ” den söz açıyor­ lardı. Belgelerimiz, arka notlardadır. Kaşgarlı M a h m u d bile, “ Yetti kat kök” sözü ile, bilgiyi açıyordu42.

GÖĞÜN KATLARI VE D EV LET ANLAYIŞI (Belgeler ve O kum alar) Tahta çıkm a ile şam anların göğe çık m aları arasın da benzerlik D evlet, yer ile gök yapısının ben zeri gibi: H akanların tahta çıkm aları ile, şam anların göğe çıkm aları arasındaki bu kadar yakın benzerliğin, sebep­ leri nelerdir? Hakanların tahta çıkm alarında yapılan törenlerin, din temelle­ ri var mıydı? Hakanların tahta çıkma törenlerinde yapılan seremoniler, temelsiz olam azlardı. Şimdi bu konuya girerek, bazı açıklam alar bulmağa çalışacağız. H akanı, bir keçenin üzerine koyarak, 9 kez döndürm e ve “ göğe çık­ m a” : T o b a ve G ö k t ü r k devletlerinin kağanları, tahta çıkarlarken, “ Bir 42 K a şg a rlı M a h m u d , I I I , s. 2 7 . “ 7 k a t gö k ve y e r ”, B a t ı ’d an g e le n t e s ir le r de o la b ilir i? ) .

164

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

k e ç e (veya hah) üzerine oturtuluyorlar ve “ doğudan batıya” doğru, 9 kez döndürülüyorlardı. Hakan, böylece tahta çıkmış oluyordu". Sonradan Ç i n ’in kuzeyinde kurulan H ı t a y (Liao) im paratorluğunda da, hakanlar aynı sere­ moni ile tahta çıkarılıyorlardı. Çiinkü bu devleti kuran Proto-Moğol K i t a n kabileleri, uzun zaman Türklerin idaresi altında yaşam ışlardı. Bunun sebebi ne idi? Türklere göre: “ Dünya, doğudan, yani güneşin doğ­ duğu yönden, batıya doğru dönüyordu. K e ç e veya halı d a , 9 kez aynı yönde döndürülüyordu. Böylece kağan, göğün 9 katını aşm ış ve T a n r ı ’ ya ulaşmış ve böylece T a n r ı ’d an kağanlık kutluluğunu, alm ış oluyordu". Bu, bizim görüşümüzdür. Umuyoruz ki, sunacağımız örnekler, bizim bu görüşümüzü, destekleyeceklerdir: Şam an ların , H akanlar gibi göğe çık m aları: A 11 a y sam anlarının göğe çıkm a törenleri hakkında en eski rapor, 1840 da bu bölgeye gelen misyonerler tarafından, el yazısı ile ele geçirilm iştir43. Bu raporun içindeki bilgileri, kısa olarak aşağıda sunmayı, yararlı görüyoruz44. Şamanizm’ in ana pirensiplerine göre, “ şam an ların 5. kattan yukarısına gitm em eleri", gerekirdi45. Kutup yıl­ dızı ile ilgili bölümümüzde duracağız. Halbuki bu eski rapora göre, “ şam an 9. katı bile aşm ak tad ır". Pura, yani Şamanın binip göğe çıktığı atın ruhu, Islamiyetteki “ B u ra k ” a benzemektedir. “ Şam anın en kutlu silahının y a yve o k olm ası; bakır k ı l ı ­ c ı , e ş i k r u h u ve çadırın kapısının d o ğ u y a a ç ılm a sı”, P r o t o -T ü r k geleneklerinin, en belirli görüntüleridir: “Akşam olunca, ‘ ‘ k e ç e bir ç a d ı r " kurulur ve kapısı, ‘ ‘ d o ğ u y a ” çevrilir. Ç ad ıra bir ağaç dikilir, a ğ a c a göğün 9 katını gösteren, 9 işaret yapı­ lırdı. Açık renkli bir a t , k u r b a n ed ilird i... Kurban, d a v u l u n r u h u n a , a t e ş a n a s ı ’ na sunulurdu. ‘ ‘A y , K a m , a y " diye bağrılırdı... Ş a ­ m an ( K a m ) , e ş i k r u h u n a seslenir, b a k ı r k ı l ı ç ı , o k ve y a y ı ile kötü ruh ları kovardı... 7. katta a y a ; 8. katta, g ü n e ş e saygı duruşu ya­ par. 9. katta, U l u T a n r ı ile buluşurdu46. . ” 4J A na k a y n a k : V e r b i t a k i y , A ltayskie in oro dzu : (Altay h a lk ı), 8. 4 6 vd. K rş l. A. İ n a n , Ş a m a n iz m , «. 9 8 vd.

** K a d l o f , S ib ir y a 'd a n , (terc.)t II, a. 20. 4İ A n o h i n ,

A ltay Ş a m a n lığ ın a Ait M a d d eler,

46 ' * G ö ğ ü n d ire ğ i ve ç i f t b a ş l ı

8.

9. B k . A. İ n a n , M a k a le le r , s. 4 1 2 .

k a r t a l ’ ’ iç in b k . V e r b i t s k i y . a . e se r, a . yer.

A n o h i n ' e göre, ‘ ‘ D u r a , ü ç boynuzlu b ir k o ç id i. A y ve g ü n e ş i n , y a n ın d a b u lu n u r d u " : (M a k a ­ le le r , «. 4 5 0 ) . Ş a m a n l a r göğe, “ Yayık, su y la , K a r lı k ” g ib i. T a n r ı 'n ın e 1 ç i l e r i ile b ir lik te ç ık ıy o r ­ d u . “ 7 en gel (p u u d a k ) " veya “ k a p ıla r ı (süzgek), b ir lik te g e çiy o rd u : (A ynı e se r, 8. 4 1 8 ).

5. katta, (A ltm -k azık ), yani K u t u p yıldızı katında, iiT a n rı'n m e l ç i s i ' ' tarafından karşılanıyordu. Görülüyor ki yorum ve inanışlar, değişiktir.

GÖK VE TÜRKLER

165

G ö ğ e ç ı k m a tören lerinde, şam anın bir k e ç e üzerine konup, 9 . k e z d ö n d ü r ü l m e s i : Törenin benzerini, gelişmiş bazı B u r y a t Moğollarının, seremonilerinde de görüyoruz'47. Hakanların tahta çıkmasına ben­ zer, “ Şam anların göğe çıkma törenlerini”, P o t a n i n , Batı ve Kuzey A 11 a y Türklerinde görmüş ve yazmıştı48. P r o t o - T i i r k geleneklerinin dış tesirle­ rinde iyi korunduğu Y a k u t Türklerinde, ise Şamanın göğe çıkma töreni, şöyle oluyordu: “ B aş şam anı, 9 şam an, bir k e ç e üzerine oturtarak, kaldırıyorlardı. Bun­ dan sonra şam an, g ö ğ ü n 9 k a t ı n ı temsil eden, 9 ağacı, ü ç e r defa do­ lan arak , göğe çıkma törenini tam amlıyor ve ondan sonra d a k e ç e üzerine oturuyordu49...” Göğe çıkm a törenlerinde, “ çift başlı kartallar” : ‘ ‘ Ya k u t Türkleri K u r ­ b a n töreni sırasın d a, üç ağaç diker, başların a d a , birer kuş heykelciği kor­ lardı. Bu kuşlardan biri, ç i f t b a ş l ı bir kuş idi. Tören, bundan b aşlard ı... 9 ağaç dikiyorlardı. Her ağaç, g ö ğ ü n bir k a t ı n ı gösteriyordu. G ö ğ ü n y o l u ise, a t p e r ç e m l e r i ile gösteriliyordu*0...” A t kültürü ile tuğ ve b a y r a k , bu törenlerin, temelini oluşturuyordu. Çift başlı kuşa Y a k u t Türkleri, “ Öksökö K ılı” derlerdi51. Göğe çıkarken veya inerken şam an ı, k e ç e üzerine oturtm a: hakanla­ rın tahta çıkışları hakkında tarih kaynakları bize az ve yetersiz bilgi veriyor­ lardı. “ Hakan, tahta çıktıktan sonra mı; yoksa tahta çıkm adan önce mi, halıya konup, çevriliyordu?” Şam anların göğe çıkma törenlerinde de, bu değişiyor­ du. B a l a g a n s k bölgesinde, “ şam an lar, göğe çıkıp indikten sonra, k e ç e üzerine oturtuluyor ve d o ğ u d a n batıya doğru, 9 k e z döndürülüyordu...” Ancak keçeyi tutanlar, 9 gezegen gibi, şam anın 9 yardım cısı, idi. Bazan da, şam an lar hem tören başlarken ve hem de gökten indikten sonra, keçe üzeri­ ne otururlardı... H alk gelen eğin d en , büyük devlet gelen eğin e: B ayraklı, o k ve yaylı, ak çadırlı, at sürülerini Tanrıya doğru azad ed en , göğe çıkm a tören leri: Bazı törenlerde, b ü y ü k d e v l e t g e l e n e ğ i , henüz kaybolmamıştır. Göğün en üst katını temsil eden ağaca, bir b i r b a y r a k a s ı l ı r d ı . Ş a ­ 47

Y a k u t T ü rk lerin in , g ü çlü te s ir le r in d e kalan B u r y a t Mofcollarım n g e le n e k le r in i, en iyi şu ever

II a n g a I o v , Ş n m a n s iv o u Ruryat frkutskoy gubernii: (Irkutsk bölgesindeki B u ry atlarda, Şam anizm ), I r k u t s k , 1885« s. 4 6 vd. 41 P o t a n i n , Oçerki Severo-Zapadnoy Mongolii: (Kuzey-Batı Moğolistan hakkında notlar), S P b . 1 8 8 3 , IV, s. 5 8 . Doğu A 11 a y T ü r k le r in in g e le n e k le r i h a k k ın d a d ır. B u .k u tlu ve ' ‘çift başlı k a r ta lla r ” iç in b k . Türk mitolojisi, I , s. 109; 3 6 5 , 5 9 0 , 5 9 7 . ° S e r o ş e v s k i y , Yakutı: (Yakutlar), S P b ., 1 8 9 0 , s. 6 4 5 . B u k u şu n , k arga o lm a s ı, şü p h e lid ir. b e lir t m iş t ir : A g a p ı t o v ,

i0 Aynı e se r, s. 6 4 5 . 51 Aynı e se r, s. 5 4 5 - 5 4 6 .

166

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

m an, h ak an lar gibi keçe çadırının kapısını doğuya çevirir, Kötü ruh ları, o k ve y a y ile korkuturlar. “ Sürü halinde c a n l ı a t a z â d ı ’ ’, bu törenlerin başlıca Özelliğidir. U l u T a n r ı , h ak an lar gib i, ‘ ‘ a k ç a d ı r d a ’ ’ otu­ rurdu. (Bk.n.50). HALI VE KİLİM (Tahta ve göğe çıkm a törenlerinde) Hah ve kilim , k o y u n c u kavimlere ait bir kültür eşyasıdır. Koyunun ol­ madığı yerde halı, kilim ve keçe olmaz. Türk geleneklerine dayalı olan, T o b a ve G ö k t ü r k gibi büyük devletlerin, ' ‘ t a h t a ç ı k m a ’ ’ törenlerinde, “ Türk h ak an ların ı keçe veya h alı içine koyup, k a ld ırd ık la rın ı”, çeşitli yer­ lerde yazmış ve incelemiştik. “ Ş a m a n l a r ı n g ö ğ e ç ı k m a ” törenlerinde ise, “ B aş Şam an ın h alı içine konduğunu, 8 veya 9 çırağı tarafın dan, 9 defa çevrilerek, göğün dokuz katını aşm ış gib i, sembolik bir hareket”, yapıldığı üzerinde de ayrıca durduk. ‘ ‘ U ç a n h a l ı ’ ’ m otifi, yabancı tesirlerin girm ediği, K u z e y T ü r k destanlarında, görülmüyor. Ancak bir lıalı veya keçe üzerinde göğe çıkma ve­ ya göğün 9 katını aşma da, buna paralel bir Türk inanışı gibi de, düşünülebi­ lir. Bunun yanında, K u z e y T ü r k destanlarınsa ‘ ‘ s i h i r l i h a l ı ” moti­ fi de, görülmüyor değildi: ' ‘ K a r a T ü n kara gece veya C a l m a u s ad lı bir ‘ ‘ y e r a l t ı r u h u ’ ’ veya devi, bir yiğidi ailesi ve maiyeti ile birlikte, ye­ rin deliğinden yeraltına çekiyor. Ayna Han ad lı bir ruh, yiğidin kurtulm ası için, bir ‘ ‘ s i h i r l i h a l ı ’ ’ veriyor’ 2. Ancak bu m asalda G ü n e y tesirleri de vardır. Çünkü yiğidi, devi öldüre­ rek ancak Hızır kurtarabiliyor. Bunun yanında, çok daha yerli olan Türk ina­ nışlarını da, görmüyor değiliz. Çünkü bazı destanlarda. Üç h a l ı ile Ateş Denizi’ni geçen”, kimseler görülüyordu53: Bunlar, Ateş Denizi’nin üzerinden, uçak gibi geçiyorlardı. “ H a l ı i l e h a b e r ’ ’ verm e de, Türk destanlarının yerli bir düşün­ cesidir: “ B ir Hanın küçük oğlu, devin zindanında hapis iken, zindanda do­ kuduğu bir kilim le (kilem) bab asın a haber veriyor. Han d a gelip oğlunu kurtarıyor54” Demek ki kilim dokunurken, n ak ışlar arasına bazı işaretler ko­ nuyor ve böylece, haber veriliyordu. Bu durum da, “ n akışların bir d ili” var ”

R a d l o f , P r o b e n . I I I , s. 26 6/ 316.

53 P r o b c n y I I I . s. 2 6 5 . Aynı d e $ ta n 'd a n . İ s l â m î t e s ir le r g irm iş m ito lo jik K ı r g ı z d e s ta n la r ıd ır . 44 P r o b e n , IV, s. 92/119. Bu K u z e y söz ko n u su d u r.

T ü r k d rv ta m n d a , " sih ir li halt ” d an ç o k ; * ' h a 1 1 s a n ' a 11 ' '

GÖK VE TÜ R K LER

167

demekti. Hah dokuma yolu ile haber verme düşüncesi, A n a d o l u m asalla­ rında da çok yaygındır5*. Ayrıca devler de ev yaptırıyorlar ve zindanda, ” kilim işletmek için (kilem işletitken) usta arıy o rlar56". Bundan yararlanan tutuklular da bu yolla dışa­ rıya haber veriyorlar. “ B i l m e c e l e r ’ ’ de h ah , bazan güneşe, bazan da koyuna benzetili­ yordu: “ Tür tür kilim, tür kilim", “ dürülüp çıkan g ü n e ş t i r s 7 ’ ' “ Yay (cai), yay kilim, yay kilim ", ” yayılıp çıkan k o y u n ’ ’ dur. Gerçi tüylü bir halı, bir koyun gibidir. Ancak halının nakışlarını güneşe benzetmenin, herhalde ayrı bir manası olsa gerektir. GÖĞE DUA Türk mitolojisinde yer alan bir çok yaratılış destanları ile inanışlara göre ‘ ‘ T a n r ı , önce göğü sonra d a yeri yaratm ıştı58” . M a n a s destanında, M a ­ n a s H a n şöyle and içiyordu: “ Göğsü tüylü yağız yer beni vursun; dipsiz yük­ sek mavi gök, keskin ay baltam beni p a rç a la sın 19. T ü y l ü y e r ve d i p s i z g ö k deyişleri ilk defa burada geçer. Bir Altay efsanesinde ise bir yiğit düşm anına, “ Ne göğe ve ne de yere d u a et! (Yani hiç bir fa y d a sı yok)", diyor60” . H u n 1 a r , M.Ö.91 Hun-Çin savaşından önce, “ Gök ve yere an d içi­ yorlar, eğer Çin Başkom utanı General Li K uan g-li’yi esir alırsak , onu göğe ve yere kurban vereceğiz! ’ ’ diyorlar. En sonunda bu başkomutanı esir alıyorlar ve sonra da kurban ediyorlar. B ü y ü k H u n im paratorluğu adlı kitabım ızda H u n l a r ı n gök ve yer kült­ leri ile ilgili çok bilgi vardır. G öğün ren gi: Göğün rengi mavi, yani gök: yerin ise, yağız, yani toprak rengidir. Kuzey efsanelerine göre, “ Kıyamette gök, dem ir; yer ise, sarı b a k ı r ’ ’ olacaktır61. GÖĞÜN YÖ NLERİ VE R E N K L E R İ Türklerdeki yönler ve renk anlayışları, ilk önce M.Ö.200 de, M e t e ’nin Ç i n İm paratorunu kuşatm ası ile görülmektedir. Aslında M e t e bu kuşatmaTypen der tiirkİBcher Volksmarchen, 2 0 8 , 2 3 1 . 56 P r o b e n , IV , a . y e r: D e v l e r i n , “ kilim işletm eleri". 57 P r o b e n , I I I , s. 3 3 2 / 3 8 9 . K ı r g ı z b ilm e c e le r i. ss W . E b e r h a r d ,

5* A . i n a n , Ş a m a n iz m , s. 139. G ö k t ü r k y a z ıtla rın d a d a , 4ifönce ) göğün, (sonra d a) yerin kılındığ ın d a n '\ y an i y a ra tıld ığ ın d a n » ö t a ç ılıy o r d u . 89 P r o b e n , I I I , h. 1 0 6 . B u ra d a ö n c e , kötü r u h la r ın y e r i o la n , y e rd en b a şla n ıy o rd u . t0 P r o b e n , I , «. 1 5 7 A 6 0 . B u d e s ta n la r , ç o k m ito lo jik tir. 61 A . İ n a n , Ş a m a n iz m , 3. 2 5 .

168

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

daki yönelmeyi, “ at renklerine göre” yaptırm ıştı. Ç i n l i l e r ise at renkleri­ ni, kendi anlayışlarına uydurm uşlardır. Örnek olarak, k ı r atların rengi, b e y a z değildi. Doru da, k ı r m ı z ı demek değildir. Bununla beraber bura­ da Ç i n ve H i n t anlayışlarını izlemeği de, yararlı buluyoruz: D o ğ u : Çinde, m avi; H i n t l i Merde, beyaz. G ü n e y : Ç i n ’de, kırmızı; H i n t ’te, sarı. B a t ı : Ç i n ’de, a k ; H i n t ’ te, kara. K u z e y : Ç i n ’de, k a­ ra; H i n t ’ te, kırmızıdır. K u z e y - T ü r k destanlarında g ö ğ ü n v e c e n n e ^ t i n y ö n l e r i hakkın-*da bazı bilgiler vardır62. Gökte sayılan m arallar ile kuşlar da, yıldızlarla ol­ duğu kadar, yönlerle de ilgili olabilir63. I n c i l ’de, Hazreti I s a ’ nın, tahtının önünde de dört hayvan bulunduğu söylenir. Bu konularda kesin olarak konu­ şamıyoruz.

42

P r o b e n . IV, ı . 189/ 234. K u z e y

T ü r k d e s ta n la r ın a a it bu b ilg ile r, y e ri g e ld ik çe d e ğ e rle n d ir il*

m ille rd ir . Proben.

IV , 70/ 89: B u K u z e y

T ü r k d e s ta n la r ı, d ış k ü ltü r t e s ir le r in d e n ç o k u z a k tırla r .

13.

BÖLÜM

GÖÇÜN DİREĞİ T Ü R K L E R D E GÖĞÜN DİREĞİ, “ ÇADIR D İ R E Ğ İ ” GİBİ A 11 a y , K u z e y Türk destanları ile düşüncelerinde göğün direği anla­ yışı, çok önemli bir yer tutar. Batıya gelindikçe, Türk kavimleri bu inanışı, hafifçe İ s l a m düşüncesi ile de benzeştirmişlerdir. Ancak deyimler ile dü­ şünceler, çok eski çağların izlerini taşırlar. B ir A 11 a y destanında, “göğün direği a lın s a ”, deniyor. Bu, k ı y a m e t k o p s a , demektir. Böylece konuya, hafifçe girmiş oluyoruz. T ürklerd e göğün d ireği, bir “ çad ır d ire ğ i” gibi: Böylece düşünce, yerli bir taban a oturmuş oluyordu. Aslında bu düşünce, yeryüzünde çok yayılmış ve adeta insanlığın malı olmuş gibidir. Eski R o m a ve Y u n a n çevreleri bu direğe, “ Universalis colum na”, diyorlardı. B ir kültür tarihçisi olarak bura­ da bize düşen, yerli ve tarihî temellere bakarak, insanlık ile Türk düşüncesi­ nin, ayrılıklarını göstermektedir. T a r i h metodu, budur. Göğün direği, çadır direği gibi, deyince konu yerlileşmiş oluyordu. G ök, yeryüzünü örten bir çad ır gib i: G ö k ile ilgili bölümümüzde, bu düşünce üzerinde daha geniş olarak durmuştuk. O ğ u z K a ğ a n destanı içinde, O ğ u z K a ğ a n , “ Gök çadırım ız, güneş de bayrağım ız olsun”, diyordu. An­ cak bu, Türklerin kubbeli ve sağlam keçe ça d ırla rı idi. G ö k t ü r k yazıtları da, göğün basm asından, y e r i n d e l i n m e s i n d e n ’ ’ söz açm ışlardı. B a b i l v e İ s r a i l oğullarında, çadırlar bizim kiler gibi kubbeli değil­ di. B a b i 1 yazıları, “göğü bir ç o b a n ç a d ı r ı n a , benzetm işlerdi”. Ken­ di çam ur evlerine benzetmemişlerdi. Çoban çadırları da, şimdiki gibi çul çadırlardı. Türklerin düşünce ve inanışları ise, günlük hayat ve varlıklarının bir yankısı gibiydi. Göğün direği, Hz. M uham m ed ve Hz. Ali gibi: Türkler, müslüman ol­ duktan sonra, bir çok düşüncelerini, İslamiyet ile benzeştirm işlerdi. Dinimi­ zin direği Hz. M u h a m m e d , yerden göğe uzanan bir direk olmuş ve Alevîler buna Hz. A 1 i 'yi de katm ışlardı. P i r S u l t a n A b d a l ‘ ın Ş a h I s m a i 1 ‘den aldığı şu güzel şiir, bu görüş için, güzel bir örnektir:

170

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

“ Yaktıcağın bir çırağdır, “ Yerden göğe bir direktir, “ Bindiceğim bir buraktır, “Allah bir, M uhammedi A li!” 900 yıl önce Kaşgarlı M a h m u d , “ yeri bastıran d a ğ d ır”, demekle, ye­ rin dc bir kendi direği olduğunu söylüyordu. D e d e m o ğ l u , yerin direğin­ den de, söz açıyordu: “ Yerin, göğün, arşın, kürsün direği, “ Varınca bir tel ver Pirime tu rn am !” Yukarıda görülüyor ki, T ü r k düşüncesinde, göğün direği anlayışı, çok daha genişlemiştir. B e k t a ş i şairi, D e l i Ş ü k r i ‘ ye göre, göğün direği, us­ tası K a y ğ u s u z A b d a l idi. Kendisi, M ı s ı r ‘da yaşam ıştır: “ Kaygusuz A bdal'dır eylemen güm an, “ Yerden göğe direk imiş bu S u ltan !...” E sk i ve tem el T ürk düşün cesin de göğün d ireği, “ Kutup yıldızı” : Şim ­ di, asıl temel düşünceye gelmiş bulunuyoruz. Türkler, göğün direği olarak. K u t u p y ı l d ı z ı ‘ nı düşünmüşlerdir. Bunıın için Kutup Yıldızı‘na, “ Demir k azık” veya “Altun kazık” demişlerdir. Bu düşünce, A n a d o l u ‘da da yaşaya gelmiştir. Bu düşünce daha çok büyük devlet kurmuş Türklerden, gelmişti. Soyutlanmış ve ilkel Türk kültür çevrelerinde ise buna, “ Demir a ğ a ç ” veya “ Demir d irek ” denmişti. Bu konu ile ilgili kaynakları, K u t u p y ı l d ı z ı bö­ lümümüzde sunacağız. Kutup yıldızı veya altın kazık‘ın tep esi, “ göğün k ap ısı” gibi: Eski Türk düşüncesine göre, ‘ ‘ K u t u p y 1 1 d ı z ı , gökte hiç kım ıldam adan duruyor, bütün gezegenler ile yıldızlar ise, onun çevresinde görünüyorlardı ”. Ana dü­ şünce, budur. Kutup yıldızı, T a n r ı ‘nın ışıklı ülkeleri olan, yüksek gökle, yer yüzünü birleştiren, kutlu bir k a p ı idi: Bu kapı, gökle yeri, ruh alemi ile madde dünyasını ve aynı zamanda i n s a n ile T a n r ı ‘yı birbirinden ayıran, bir sınır idi. Ş a m a n törenlerinde T a n r ı , ruhlarından birini elçi olarak gönderir, Kutup yıldızı kapısında, şam anlar ile ilgi kurardı. Ruhlar da, bu kapıdan aşa­ ğıya inemezlerdi. Belgeler, gök ile ilgili bölümümüzde verilmiştir. GÖKTEKİ VARLIKLAR VE “ GÖĞÜN D İR E Ğ İ” Konu, yalnızca Altm-kazık ve Kutup yıldızı ile bitmiyordu. Yalnız Dünya değil; gökteki gezegenler de Altm-kazık‘a bağlı olarak dönüyorlardı. Böylece

G Ö Ğ Ü N D İR E Ğ İ

171

a s t r o m i k bir âlem oluşuyordu. Bu inanış, sonradan Ç i n g i z H a n dev­ letlerinde de devam etm işti1. G öğün direğine bağlı bir arabayı çeken , iki aygır: Bu düşünceler Türk a t l ı kültürünün temellerinden gelen, motiflerdir. Kutup yıldızına bağlı en yakın yıldız, K ü ç ü k a y ı burcu idi. 7 yıldızdan oluşan bu yıldız kümesinin, kuyruğundaki yıldız, Kutup yıldızına çok yakındı. Küçükayı burcu, bu kuy­ ruğu ile sanki Kutup yıldızına bağlanmış gibiydi. T ü r k 1 e r , kuyruktaki bu iki yıldızı, i k i a y g ı r gibi düşünmüşlerdi. Bunlar, “ A k - b o z a t ” , ile ‘ ‘ G ö k - b o z a t ’ ’ idiler. A rkadaki dört yıldı­ zı çekiyorlardı. Bu da, 4 tekerlekli bir a r a b a idi. Atlar ile dört yıldız ara­ sındaki küçük yıldız da, a r a b a o k u oluyordu. K ı r g ı z T ürkleri bu küçük yıldıza, ‘ ‘ u r g a n y ı l d ı z ı ’ ’ da derlerdi. Araba ve atlar, kutup yıldızının çevresinde dönüp, dururlardı. İki aygırı kovalayan, yedi kurt: Türk a t l ı kültürü, yine devam ediyor­ du. ‘ ‘ B ü y ü k a y ı burcunun 7 yıldızı, birer aç kurt idiler. K ü ç ü k a y ı bur­ cunun 2 atını, kovalayıp, duru yorlardı”. Daha kuzeydeki Türkler, ‘ ‘ Y e d i k a r d e ş i , yedi k ö p e k o larak dü­ şünmüşlerdi. Zincirlerle Kutup yıldızına bağlanm ışlardı. Dönüp duruyorlar­ d ı...” K ı y a m e t , bu zincirlerin koptuğu gün olacaktı. Çünkü göğün düzeni, altüst olacaktı. Göğün direğinin çevresinde, kaçan ve birbirini kovalayan yıldız küm e­ leri: Bu düşüncenin, gerçekler ile de, bazı ilişkileri vardır. T e r a z i ve Z ü h r e burçları, mitolojik anlam larını, B ü y ü k a y ı , yani “ Yedi k ard eşler” den alm ışlardır. Büyükayının kuyruğundaki üç yıldız, h afif bir kıvrım yapar. Bu kıvrımın ortasında ki yıldızın karşısında bir yıldız vardır. Buna, “A lcor” adı verilir: Büyükayı burcu: “ Yedi haydut” : “... Bu küçük A l c o r yıldızı, b aşlan ­ gıçta yoktu. Ye d i k a r d e ş , (veya bazı Türklere göre Y e d i H a k a n ) , bu küçük yıldızı, başka yıldızlardan, y a ğ m a yoluyla a lm ışla rd ı”. Bunun için bazı Türkler, Büyükayı buccuna, “ Yedi H ırsız” veya “ Yedi H aydut” diyor­ lardı. Diğer gezegenler ise, “çalınan bu yıldızı yeniden alm ak için, Ye d i k a r ­ d e ş l e r i , kovalar duru rlarm ış...” Z ü h r e ‘nin, 6 yıldızı vardır. Yalnız Türklere göre değil; A v r u p a ‘daki inanışlara göre de, Z ü h r e “ 7 yıldız” imiş2. B ü y ü k a y ı burcu, yıldızın bi­ risini çalmış. 1

Çingiz

H a n ve o ğ u lla rın ın , S a r a y ve d evletin d ış te şk ilâ tın d a k i , U y g u r a s ıllı h o ca ve hüyük

m e m u r la rın ın b iy o ğ ra fy a eı, şu e se rd e y e r a lm ış t ır : B . 0 g e 1 , S in o -T u rc ic a , T a ip e i, 1 9 6 4 . 1 U n o H a r v a , ü ie ReligiÖse Vorstellungen d er Âltaischen Volker, ss. 2 5 - 3 0 , 1 9 8 -1 9 9 .

172

TÜRK MİTOLOJİSİ II

Göğün d ireği, dünyadan yükselen bir “ D em ir a ğ a ç ” : Y a k u t Türkleri­ ne göre: “ Dünyanın ortasından, K u t u p yıldızına k a d a r uzanan bir d e ­ m i r a ğ a ç vardı. “ yer ve gök yaratılırken ”, Bu ağacın tohumu d a atılmış. Yer ile gök geliştikçe, bu ağaç d a , ikisini birleştirm iş...” G ö k a ğ a c ı ile il­ gili bölümlerimizde, bu inanışlar üzerinde durm uştuk. Sibirya'nın tundrala­ rında yaşıyan Y a k u t Türkleri, bunu dem ir ağaç olarak düşünm üşlerdi. Göğün direği, kutlu b ir “ D e m i r - K a ı ı k ’ ' gib i: Türk A t k ü l t ü r ü içinde dem ir kazık, önemli bir rol oynuyordu. Ç adırın çevresinde çakılı kazıkları da, buna katabiliriz. Ancak, ‘ ‘ a t k a z ı ğ ı ” , her şeyin temeli idi. “ Kutup yıldızının bir k a z ı k , onun çevresinde dönen a y g ı r l a r ı n d a bi­ rer gezegen o lm a la rı” günlük hayata da uygun geliyordu. Y a k u t Türkleri, Ren geyiği kültürüne bağlı idiler. Bunun için Yakutlar­ da, atların yerini, ren geyikleri alm ışlardır: B ü y ü k a y ı burcunun yedi yıl­ dızı, “ 7 a la r e n geyiği” im işler B ağların ı koparm ak için, koşup duru rlarm ış3...” Görülüyor ki ana fikir, çevreye bir uyum gösteriyordu. Göğün direği, kutlu b i r ‘ ‘ a t k a z ı ğ ı ’ ’ , gibi: P r o t o - T ü r k a t l ı kül­ türün izleri, Y a k u t Türkleri arasında çoktur. Y a k u t Türkleri, atları bu­ lunmadığı halde, Kutup yıldızına, “ Kutlu at kazığı” adı da vermişlerdir. Ayrıca Kutup yıldızının, ikinci derecede bir T a n r ı olduğuna da inanm ışlardı. Bu Tanrıya da, “At kazığının kutlu ruhu, Toyun‘u *” , derlerdi. Bu da bize gösteri­ yor ki, Türk kavimlerinin çok geniş alanlara yayılmış olm alarına rağmen, yi­ ne aralarında bir bağ kalm ıştı. M o ğ o l m itolojisi, T ürk düşüncesinden h afifçe ayrılıyor “... Gökte yaşayan 9 dem irci, Kutup yıldızını döğerek, bu yıldızdan, bir dem ir kazık y a p m ışla rd ı*..” Bu da, benzer ve güzel bir düşüncedir. Ancak bu geri Kuzey M oğollannda, d e m i r c i l i k kültürü yoktur. “ Türk dem irci­ lik kültürü” nün bir tesiri olsa gerektir. DÜNYA KUTUP Y ILD IZIN IN ÇEV RESİN D E DÖNÜYOR F i n - U g o r kültür çevrelerin de: T ü r k 1 e r i n “ Dem ir-kazık” ‘ ı, gök­ le yer arasına atılmış bir eksendir. Kuzey-batı Sibirya‘da yaşayan F i n - U g o r kavimleri ise ‘ ‘ K u t u p yıldızını, bir ‘ ‘ G ö k k a z ı ğ ı ’ ’ olarak düşünü­ *

Bu k o n u , K u t u p - Y ı l d ı z ı , yani “ D em ir k a z ık " il« ilg ili b ö lü m ü m ü z d e , d a h a gen iş o la r a k ele

a lın m ış tır. 4 V . N . V a n i l y e v , ¡z o b ra je n iy a D olgan o-Y aku tsk ih d u h o v ..: D a lg a n ve Y o k u t h e y k elcik le ri t'e

Ş am an izm ), Jiv a y a S t a r ın a . 1 9 0 9 , s. 2 6 9 . O ah a g e ri olan D o I g a n '1 a r ile Y a k u t T ü r k le r in in g e le n e k le ri* ni k a r ş ıla ş tır ır . 5 Bu konu. K u t u p

y ı l d ı z ı ile ilg ili b ö İü m ü m ü z d e d ir.

GÖĞÜN DİREĞİ

173

yorlardı. Bu düşünce, F i n l e r e , B a l t ı k kıyılarına, hatta İ z l a n d a ‘ya kadar uzanmıştır. Bu düşünceyi, F i n bilginleri, çok iyi incelem işlerdir6. İ n c i l ‘de ve H i n d i s t a n ‘da Kutup yıldızı: Gezegenlerin Kutup yıldı­ zına bağlı olduğu, H i n t mitolojisi ile İ n c i I ‘de de görülüyordu. Konuya bir genişlik ve aydınlık vermek için, böyle bir başlığı açtık. Yoksa Türklerin “At kazığ ı”, günlük hayatları ile ilgili idi. Kültür tarihçisi, düşüncelerin, bu te­ mel ayrılıklarını gösterir. M a c a r I a r ile ak rabaların d a göğün direği: Çok derin olarak incelen­ miş olan, eski M a c a r inanışları için, şöyle diyorlardı: ‘ ‘ . . . T a n r ı Dünya­ yı yarattığı zam an, kontrol için, A n a - A t a ‘yı gönderm iş. Dünya, bir ‘ ‘ t e k e r l e k gibi d ö n ü y o r m u ş ’ ’ ; Tanrı bunun üzerine dünyanın d a ­ ha yavaş dönmesini emretmiş. Röylece Dünyanın dönmesi, d ah a yavaşlatıl­ m ış”. Dünya, elbetteki bir eksen çevresinde dönüyordu. Y a k u t Türklerinde de, buna benzer bir inanış vardır: “ Eskiden geze­ genler çok yavaş dönermiş. Bunun için de, çok soğuk olurmuş. Bir şam an elin­ deki sopa ile gezegenleri kovalam ış. Gezegenlerin hızlı dönmesi ile, h av alar ısınm ış...” GÖĞÜN DİREĞİ VE Ç İ F T B A Ş L I K A R T A L L A R Köyün ortasına dikilen direklerde k a r t a l heykelleri: Çeşitli Türk bay­ raklarının üzerinde, kuş sem bollerinin bulunduğunu biliyoruz. İ r t i ş ve Konda ırmaklarının üzerinde bulunan bazı F i n - U g o r köylerinin meydanlarında dikilen direkler üzerinde, bazı kuş heykelcikleri görülmüştü. M ü s l ü m a n Tatarların da tesirlerinde kalan bu köylüler, meydanda dikili direğe, ‘ ‘ D ü n ­ y a d i r e ğ i ’ ’ diyorlardı7. Bu direklere bazan, kurban bile kesiliyordu. Gök direği üzerindeki, “ çift başlı kartal” heykeli: Bu da, çok eski T ü r k geleneklerini saklam ış ve dış kültür tesirlerinden uzak kalmış olan, Y a k u t Türklerinde görülür: ‘ ‘ Y a k u t l a r , ağaçtan yapılm ış sırık la r üzerine, çift başlı k artal hey­ kelcikleri koymuşlardı. A ğaçlara, çapraz ve enlemesine, a ğ a ç la r d a çakm ış­ lardı. Bunlar, göğün katları oluyorlardı*...” Bazılarına göre gök, 7 kat; bazan da 9 kat idi. Çift başlı k artalların , 5. kata oturtulduğu da vardı. K artalı, Ulu Tanrı‘nın yanına çıkartm ıyorlardı. ‘ 7 )ü n y « k az ığ ı ” diye, b ir in a n ış v a r d ır : l-J. H a r v a . a y n ı e»er. a. 37. 7 P a l U ı ı o v , D ie İrtisch -O stayk en , 1, b. 13 2 . B u K i n • U » r k a v im le rin in ş iir le r i, bu k ita p ta der*

* Kinlerde, le n m iştir.

• V a « i I y e v , aynı e se r, ». 2 6 9 . Y a k u t T ü r k le r i ile D o l g a n k a v im le rin e a it p u tla r ın , o r ijin a l re« im le ri v»rd«ı.

174

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

G ö ğ ü n d a y a ğ ı ; A n a d o l u ve A z e r î Türk geleneklerinde, “ II d a y a ğ ı” anlayışı üzerinde, notlarım ızda duracağız. T e s l i m S u l t a n A b d a 1 ‘dan bir görüş sunalım: “ Süren erenler süreği; münkir, Cehennem direği, “ Süre gelm iş, süre gid er; dura gelm iş, du ra g id e r !” ‘ ‘ S ü r e n ” ve s ü r e k ” deyimleri, ‘ ‘ Z a m a n ve F e l e k ‘in dönüş sü resi” ile ilgilidir. “ Göğün d a y a ğ ı” için, A z in i B a b a şöyle diyordu: “ Yerleri temelsiz, göğü dayaksız, “ Durdurursun, âceb iskâncı mısın? Kuzey A s y a ‘da İ r t i ş ırmağı boylarındaki köylüler, diktikleri gök di­ reklerinin en üstüne, bir tabla da yapıyorlardı. Onlara göre bu tabla, göğün ç a tısı” idi9. ÇADIR D İR E K LE R İ VE GÖĞÜN DİREĞİ Çadırın d ireği, göğün direği gibi: Dış kültür tesirlerinden uzak Y a k u t Türkleri, “ bir d i r e k dikerler ve k u r b a n ı , bu direğe su n arlardı. Buna, ‘ ‘ k u r b a n d i r e ğ i ’ ’ (Ağr bağalı) derlerdi. Yakutlar, çad ır direkleri ile avlu sütun ların a d a, (bağlı) d e rle rd i...” Yani evde ve dışarıda bir direk, kut­ luluk kazandırıyordu. Büyük devlet kuran Türklerde, bu inanışlar gevşemiş veya kaybolmuştu. Ancak Güney S i b i r y a ‘daki Türk kavimleri, “ çad ırı, bir gök kubbesi, çad ı­ rın direğini, bir gök direği; bacasın ı d a, g ö ğ ü n k a p ı s ı g ib i”, yaygın ola­ rak düşünm üşlerdi. Konuyu, uzatmıyacağız. Çadır, küçük bir Dünya gibi: Keçe ve kubbeli bir çadır, insanlar için bir meskendir. Bu sebeple, ev sahiplerinin ne düşündüklerini öğrenebilme, kolay değildir. Ancak geçen yüzyıldaki A 11 a y Türklerinin çadırlarında yapılan, “göğe çıkm a törenleri”, bu konuda bize çok şey öğretmektedirler. Bu tören­ ler ile ilgili bazı belgeleri, yukarıda sunmuştuk. Çadırın b a c a s ı , kutup yıl­ dızı veya göğün kapısı gibiydi. Sembolik olarak bu bacadan sonra, “ Tanrının aydınlık ü lkeleri“ ve “ ruh lar â le m i“ başlıyordu. Göğe yönelen, b a y r a k d irek leri: A 11 a y Türklerinin, “ çadırların ın içinden çık arılan bazı sırık la r üzerine, b e z l e r a sılır d ı”. Bunların yanında, D o ğ u T ü r k i s t a n ile yakın Türk ülkelerinde görülen, “ mezar b ay rakları” üzerinde de, durm ak gereklidir. DanimarkalI bir etnoğraf, S i b i r y a Soyotları arasında bir çadır görmüştü: ‘ ‘ Ç a d ı r ı n b a c a s ı n d a n çıkarılm ış, *

K a r j e l a İ n e n , D ie R eligio n d e r J u p r a l'ötker , FK Ö , N r. 4 1 . ». 4 2 . K u tıu yu , F i n - U g o r g e le n e k ­

le ri b a k ım ın d a n e le a lm ıştır.

175

G Ö Ğ Ü N D İR E Ğ İ

mavi, beyaz ve sarı renkte, bezler asılm ıştı10” . Bu renkler, çeşitli yönleri gös­ termiş olmalıydılar. AĞAÇLARA BEZ BAĞLAMA VE “ BAYRAK” GELEN EĞ İ “ A ğaçlara bez b a ğ la m a ” geleneğinin, P r o t o - T ü r k inanışlara kadar indiğini görüyoruz. B a ş k u r t Türklerinde, “ her kabilenin orm anda kutlu bir a ğ a c ı vardı. Her kabilenin kutlu ağacının üzerinde, kabilenin ‘ ‘ t ö z ü ” sayılan, bir k u ş tünerdi”. Prof. Abdulkadir İ n a n , “ ağa çla ra bez b ağ lam a” geleneği için de şöyle der: “A ğaçlara bağlan an p a ça v ra , kıl, tüy gibi nezirler de, bu fe tişle rd e n d ir"” . B a y r a ğ ı n b a ş ı n d a k i , kurt veya k artal gibi motiflerin balballara konmasının kökleri de, bu inanışlardan gelebilir. M e z a r b a y r a k l a r ı üze­ rinde de, durm uştuk12. Zaman zaman evlerin üzerine asılan bayrak veya bez­ ler, h a b e r c i id iler13. “ Eceli ile ölenler için, kendi evinin üzerine, s i y a h bayrak; ş e h i d l e r için ise, b e y a z bayrak a sılır d ı'*” . T Ü R K H A LK DESTANLARINDA G Ö Ğ Ü N D İ R E Ğ İ G ö ğ ü n d i r e ğ i ile ilgili T ü r k h a l k anlayışlarının nasıl geliştikleri­ ni, yukarıda belirtmeğe çalışm ıştık. Şimdi R a d 1 o f ‘un, “ Türk H alk Edebi­ yatından Örnekler” adlı büyük eserinden, derlediğimiz bazı bilgilerle konuyu daha da pekiştirmeğe çalışacağız. Kuzey Türkçesinde “ d irek”, k a v a k demek­ tir. Kuzey Türk Halk Edebiyatında, “ d irek ” ile “ k av ak ” ve b a y r a k arasın­ da, çok yakın ilişkiler kurulmaktadır1*. Başka bir destanda da şöyle deniliyordu: B ir yiğit, göğe yükselen (tirelme) bir ağacın yanında duruyor ve bir ev görüyor. Bu sıra d a yiğidi gören yaşlı bir kişi (abışka), ‘ ‘ o k u ­ n u n g ü c ü n ü ’ ’ göstermek için, bir ok atıyor. Okun rüzgarı ile, büyük bir kasırga çıkarıyor. Yiğit de, kılıcını çıkarıyor ve ‘ ‘ y e r i n 7 k a t ı n ı ” deliyor16!...” Buradaki d i r e k veya a ğ a ç , herhalde, ‘ ‘ G ö k a ğ a ç i ’ ’ ol­ malıydı.

10 P a t k a n o f , D ie Irtixch~Ostyakerı, I , s. 132. İ r t i ş ırm a ğ ı b o y la r ın d a k i b u 0 » t i y a k 1 a r» M ü slü ­ m a n T ü r k le r in te s ir le r in d e k a lm ış la rd ır. B u n d a n s o n ra k i b ilg ile r, U . H a r v a ’d an a lın m ış tır. 11 A . 1 n a n , Ş a m a n iz m , s. 47. ,J Aynı e s e r, a . yer. 13 V a s i I y e f , aynı e se r, 8. 2 6 9 . 14 B u , P r o f. A b d u lk a d ir I n a n ’ ı n b iz z a t gö rü p y a şa y a ra k k e şfe ttiğ i, ç o k ö n e m li b ir T ü r k g e le n eğ id ir: Ş a m a n iz m , «. 1 9 6 . 15 **t)irek , kavak ve b a y r a k ’ ’ ile ilg ili b ilg ile r iç in b k . “ Türk Kültür Tarikine G iriş", VI. c ilt. 14 K a d I o f , Proben, IV, ı». 189/ 234: l'Tengrige tirelm e ”, ‘ ‘ g ö ğ e

kadar

u l a ş a n * ' , a n la m ın a .

176

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

G ök ağacı ve gök direği G ö k a ğ a c ı ‘na bazan “ Pay-Terek”, yani B a y - T e r e k veya “ Bayk a v a k ”, da, deniliyordu. Göklere yükselen bu ağacın üzerinde, -biraz da dış kültür tesirleriyle- bir “Anka kuşu” bulunuyordu17. Bir başka K u z e y - T ü r k destanı, ‘ ‘ y e r ile g ö ğ ü n y ap ılışın ı”, daha güzel anlatıyordu: Bir yiğit atın a binip, yer altındaki ateşlerin, yani c e h e n n e. m ‘in için­ den, d ışarı çıkıyor. ‘ ‘ 7 b ü y ü k a ğ a c a ” (Terek) rastlıyor. Ağacın bir bu­ d ağı a y a (ayga); diğer budağı d a , g ü n e ş e (hünge) k a d a r uzanıyormuş. Budağın ucunda ise, bir ‘ ‘ ç e k i ç ' ' varm ış. B urJarırı altın da ise, ‘ ‘ 6 k u y u y ı l d ı z ı ” bulunuyormuş. P ü r ü k ç ü ‘niin ‘ ‘A k - b o z a t i a r ı ”, yani B ü y ü k ve K ü ç ü k a y ı burçları d a, o ra d a im iş1*...” Görülüyor ki y ı l d ı z l a r , ağacın budaklarının altında kalıyorlardı. O ğ u z d e sta n ın d a ‘ ‘ G ö k a ğ a c ı " O ğ u z K a ğ a n , ikinci Hatununu, bir ad an ın ortasın daki, bir a ğ a ç ko­ vuğu içinde bulmuştu. O ğ u z K a ğ a n ' ı n Birinci Hatunu gökten; ikinci h a­ tunu ise, ağacın kovuğundan, yani yerin derinliklerinden geliyordu. K u z e y Türklerinden, T u r a 1 1 boyunda, buna benzer bir destan da vardır: “... B ir yiğit, bir s a l y a p ı p , denizde giderken, yolu bir a d a y a (otrauga) düşüyor. Adanın ortasın d a, büyük bir D ü n y a a ğ a c ı n ı (Tirek) gö­ rüyor. Bu ağacın üzerinde, yavruları bir deve k a d a r olan, bir k a r t a l (kara-kuş) oturuyorm uş'9.. ” K a r t a l (Kara-kuş), çok yerli ve çok eski bir T ü r k motifidir. Bu kuş, zaman zaman G ü n e y kültürlerinden gelen, “ Sim urg” ve “A n ka” kuşları ile yer değiştiriyordu. C e n n e t n ered e idi? Anlaşıldığına göre C e n n e t , büyük ağacın, yani B a y - d i r e k ‘in, üzerinde bulunuyordu. Çünkü dış tesirlerden uzak, bir K u ­ z e y T ü r k efsanesi, şöyle diyordu: ‘ ‘ . . . 7 B a y • D i r e k ‘in altın da, (şu yıl­ dız sem bolleri) v a r d ı: 1 ) 7 t a n e , b aşı altın , kıçı güm üş olan , ‘ ‘ M a r a l y ı l d ı z ı ' ' . 2 ) ‘ ‘ 6 K u y u yıld ızı”. 3)bir güm üş sandıkta, 7 t a n e ‘ ‘ P ö d ö n ö ’ ' kuşu, duruyordu20. 6. katta, A y ; 7. katta, g ü n e ş vardı21...” . 1* r u b e n , IV , s. 18/22: “ Çöl ortasın d a bir B a y - T e r e k (k av ak )” : B u , * ‘ G ö k a ğ a c ı ' '

dır.

K a r a - H a n , yiğit K u z u • K ¿i r p ö ş ‘ ü, bu a ğ a c ın a ltın d a ö ld ü rm ü ştü .

P r o b e n . IV, e. 22/ 28: M i ş e k •A 1 p d e s ta n ın d a n . B a r a b a ’d a k i K arg a t T e r c n e le r i T ü r k le r in ­ d e n . Bu d e sta n ın a s ıl o r ijin a l m e tn i: P r o b e n , IV , 8. 7 4/ 94.

14 P r o b e n , İV, 90/116: fi a n ı n o ğ l u m a s a lın d a n . T u r a I ı B o y u , Yanğı Aul köyü T ü r k le r in d e n . J0 P r o 6 e n , IV, «. 70/ 89. K a r a - K ö k ö l d e s ta n ın d a n . “ B a r a b a il O m « u y u " T ü r k le r in d e n . 11 A . n a n , $»ım on ixm . », 107.

G Ö Ç Ü N D İR E Ğ İ

177

ORTAASYA ŞE H İR LE R İN D E GÖRÜLEN “ GÖK D İ R E K L E R İ ” İ r t i ş ırmağı boylarındaki C i n g a 1 a köyü Ostiyakları, köyün ortasına diktikleri direğe, ‘ ‘ Ş e h r i n d i r e ğ i ’ ’ veya “ şehir ortasının güçlü d ireği” adını veriyorlardı. U n o H a r v a ‘ nın da belirttiği gibi bu köylerde, T ü r k ve T a t a r geleneklerinin, baskısı altında bulunuyorlardı. Köy halkı bu dire­ ğe saygı gösteriyorlar ve topladıkları p a r a la r ile, kurban kesiyorlardı. Bu­ nu niçin yaptıkları sorulunca da, “ işlerim iz iyi gitsin ve soyumuz çoğalsın diye, direğe kurban veriyoruz”, diyorlardı. ‘ ‘ D e m i r d i r e k a d a m ı ’ ’ bu direğin, diğer bir adı idi. ‘ ‘ T a n r ı ­ n ı n b ı r a k t ı ğ ı a ğ a ç ’ ’, da, deniyordu. Bu, T a t a r 1 a r ı n , “ Demir Kazık” ı idi. Köylülerin bazıları da bu direğe, “ E r ” veya “ B a b a ” diyorlardı. Bu yolla, şehir direği, onların a t a s ı oluyordu. U y g u r ve Y a k u t Türklerinde de, gök ile yeri birleştiren bu ağaç, hayat veriyordu. Bu bilgiler, K a r j a l a i n e n i l e P a t k a n o v ‘un raporlarından özetlen­ miştir. P a t k a n o v , (Irtisch Ostyaken, I, s. 132) de, bu bölge halkının, M ü s l ü m a n - T ü r k tesirleri altında kaldıklarını söylüyordu. U n o H a r v a ise, İslam ve Türk kültürünün, pek farkında değildir: (A. eser, (Fr.) s. 35). ANADOLU VE AZERÎ EDEBİYATINDA “ İL DAYAĞI” “ Yerden göğe, bir e k s e r !” - B a r a k B a b a Y u n u s E m r e ‘nin öncülerinden biri olan, B a r a k B a b a üzerinde, bu kitabım ıza sık sık durmuş bulunuyoruz. G ö ğ ü n direği anlayışı ile ilgili olarak. B a r a k B a b a ‘ nın bir dörtlüğünü verme ile yetiniyoruz: “ Tokuz öküz, bir sıkum; “ Yerden kökke bir ekser; “ Mutumuz, yedi ekser; Zihî mut, zihî ekser! - (Barak Baba). ‘ ‘ İ l D a y a k ı Haydar B ab a” U l u d a ğ l a r üzerinde ayrı bir bölümümüz vardır. Çünkü büyük y a y ­ l a l ı d a ğ l a r , ilin, halkın, yerin ve göğün bir ‘ ‘ d a y a ğ ı ’ ’ , direği, gibi görülmüşlerdir. “ II d a y a k ı”, A z e r b a y c a n ‘da, Eresperan bölgesinde, Yehfuruzan köyünün güneyindeki büyük bir dağdır. Bu bölgedeki yerli ve göçe­ be halk, bu dağın yeşil eteklerini, yayla olarak kullanırlar. Bu dağa verilen İ l d a y a ğ ı adı, “ halkın durağı, d a y a n ağ ı”, anlamından kökünü alıyordu.

178

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

Bu dağ hakkındaki şiirler üzerinde, rahmetli ve sevgili arkadaşım , A. F, K a r a m a n l ı o ğ l u durm uştu: (Türk kültürü, sayı: 95, s.798-800): ‘ *11 D a y a k ı , il yaylağa gelende, “ D ağ dereler çiçeklenip gülende, “ Yorgun m aral kirpiklerin silende, “ Bizden bir selam olsun sizlere, “ Yalnız gezen o ğ lan lara k ızlara.” (Şehriyâr). Ulu ağaçlar ve “ göğün d ire ğ i” anlayışı: G ö ğ ü n d i r e ğ i anlayışı için­ de, d a ğ 1 a r da, yer alıyorlardı. U l u a ğ a ç l a r , bu konuda birinci derece­ de önem taşırlar. H a y a t a ğ a c ı ile ilgili olarak, G ü n e y kültürlerimizden, b ir çok tesirler vardır. Bununla beraber, k a y ı n ve k a v a k (terek), yani d i r e k , T ü r k kültür çevrelerinin, yerli ağaçlarıdır. O s m a n 1 1 geleneğinde bile, göklere yükselen bir ulu ağaç, Dünya h âk i miyetinin bir işâreti ve sembolü olarak görülm üştü. Bu anlayışlar ile ilgili, bir çok belge sunulmuştur. A ğ a ç l a r üzerindeki bölümümüzde, bu konuya yeniden döneceğiz. GÖK D İR E K LE R İ VE Ç İ F T B A Ş L I K A R T A L L A R (Türk h alk d estan ların a göre) A şağıdaki okuma parçalarında vereceğimiz bilgiler, R u s etnoğrafyacısı, V . N . V a s i l y e v ‘ in, Y a k u t Türkleri ile D o 1 g a n 1 a r ‘ ın, ‘ ‘ K u ş fig ü rle ri” taşıyan s ı r ı k l a r hakkında yazılmış yazısından, öz olarak alın­ mış ve yorumlanarak sunulmuştur. D o l g a n ve Y a k u t l a r , birbirlerine yakın olarak otururlar. Konuştukları diller de benzer. Ç i f t b a ş l ı k a r t a l , Kuzey S i b i r y a ‘ nın doğu kesimlerinde yaşayan bu kavimlerin kültürlerinde, önemli bir yer tu tar” . Y a k u t Türklerinin bu “ çiftbaşlı k artal” geleneğinin Ö n a s y a ‘dan geldiğini söyleyenler de çıkmış­ tır. Ancak Y a k u t l a r , o kadar kuzeylerde yaşarlar ki, O r t a a s y a i l e bile, ilişkileri yoktur. V a s i l y e v öz olarak şöyle diyordu23: ‘ ‘ S i b i r y a ‘da ve A 11 a y bö lgelerin d e, şeh irler ile yurtların yanında dikilm iş, uzun bir “ s ı r ı k ” bulunuyordu. S ın ğ ın tepesinde ise, “ ağaçî2 O kurlar geniş m atcrvel to plam ış olmuntrm rağmen, U . I l a r v u 'nırı gö zü , O n asya’d u d ır : (Aynı ener, a. 4 3 ). Bıı a r a ştır ıc ın ın , T ü rk d ili ile tarih i h a k k ın d a b ir b ilgisi yoktur. G ök d ire k le ri ile ilgili b ilg ile n V a s i l y e v ’ in a şa ğ ıd a k i d eğ erli yaz ısın d a to p lan m ıştır: (İzob rajen iy a D olgan o-Y akutsk ih D uhov, K ak A tributi Ş a m a n t t v a : (D o lg an ve ) o k u t h e y k elcik lerin in . Ş a m a n ltk ile ne g ib i b ir ilg ile r i v a r d ı/, Jiv ay a S ta rın a , 1909. *. 269 vd.).

G Ö Ğ Ü N D İR E Ğ İ

179

tan yontulm uş, bir k u ş figü rü ” , vardı. S ın ğ ın tep esin deki bu ku şa, “ g ö k k u ş u ” , denilirdi. Y a k u t l a r ise bu k u şa , “ Ö k 8 ö k ö ” , derler. Göğün direği ve çiftbaşh kartal “ O nlara göre bu sırık , “ g ö ğ ü n d i r e ğ i ” , idi. B u kuş, yaygın ola­ rak, “ çiftbaşlı kartal” , şeklinde yapılırdı. “ D ü n y a ‘ n ı n d i r e ğ i ” , dört köşe yontulm uş b ir ağaçtı. İnan ışlara göre bu s ın k , “ göğe uzanıyor” ve tepesinde de, “ k a r t a l ” bulunuyordu. Daha gelişm iş olan Y a k u t T ürk­ lerine göre, k a r t a l “ T a n r ı ’ ’ n m gücü ve e r k i” nin sem bolü idi. D o l g a n l a r a göre ise, ‘ ‘ k a r t a l göğün kapısını kanatlarıyla” , tu­ tuyordu. “ G ö ğ ü n k a n a t l a r ı , sırık üzerin d eki, 7 veya 8 dal ile gösteril­ mişti. K a r t a l ise, ‘ ‘ k ı r m ı z ı r e n g e ” b o y a n m ı ş t ı . G ö k t e “ T a n r ı ” ‘mn katı, bu büyük kartalın bulunduğu yer idi. R u h l a r , “ kuş olup” , uçuyorlardı. Yerde bir çocuk d oğacağı zam an, bu küçük kuşlardan b iri in erek , çocuğun ağzından g ire r ve ona ruh verird i...” H a y a t a ğ a c ı ile “ g ö ğ ü n d i r e ğ i ” inanışları, bu destanda, birbiriyle benzeşmiş gibidirler. Güneylerdeki A n k a k u ş u , burada yerini, çiftbaşlı büyük kartala bırakm ış gibidir. Y a k u t Türklerinin kom şuları olan D o 1 g a n 1 a r , Yakutların türkçe deyimlerini de kullanarak, şöyle diyorlardı*'': “ Tepesi, ‘ ‘ g ö ğ e u z a y a n ’ ’ , büyük bir ağaç vardır. ‘ ‘ B ü y ü k T a n ­ r ı “ , A y ı - T o y o n i l e karısı S u o l t a - I y e ‘nin ço cu k ları, bu ağacın dal­ larında oynaşır ve o rad a yaşarlard ı. B ir çocuk doğduğu zam an, “ şam an lar göğe çıkar” ve bu ağacın dallan arasından, bir r u h ( k u t ) getirirlerdi. Gök­ lerde uçuşan bu insan ruh ları, küçük ku şlara ben ziyorlardı...” Bu inanış, Y a k u t l a r ‘ ınkine göre, daha ilkeldir, çocuklara ruh veren T a n r ı ‘ nin yerine, şam an lar geçmiştir. D irek anlayışı da kaybolmuş, yerini Hayat ağacı almıştır. Büyük kartal da, kaybolmuştur. “ K artal kültü” , kartaldan gelen T ürk soyları B ü y ü k k a r t a l için T ü r k 1 e r , “ bürküt” derler. Bazı T ü r k ç e ağız­ larda bu söz, “ m erk üt” diye de söylene gelmiştir. A 11 a y ve o yörelerde otu­ ran T e 1 e ü t Türklerinde, “ G ö k d i r e ğ i ” ile Hayat ağacı da kayboluyor; onların yerini, kartal gökte bütün görkemiyle almıştı. A 11 a y yöresindeki T e 1 e ü t Türkleri, kısa olarak, şuna inanıyorlar: ** V a s i I y c v , aynı e se r, s. 2 8 0 .

T Ü R K M İT O I-O JİSİ II

180

“ (Büyük kartal) M e r k ü t soyundan gelen bir soy ( s ö k ) vardır. M e r k ü t , m ukaddes, b ir “ gök kuşu” idi. A y , sol kanadını; g ü n e ş de, sağ ka­ nadını” , ancak kaplıyabiliyordu25...” S o y anlamına söylenen “ sö k ” sözü, Türkçe k e m i k ve s o y anlamına, “ süyek” sözünün, bir kısaltılm ışıdır. K u ş u n y ö n ü , burada biraz karan­ lıktır. G ü n e ş , doğunun; a y ise, batının, sembolü gibidir. O zaman, “ karta­ lın başı k u z e y e ’ ’ dönük olur ki, bu da alışılm am ış bir davranıştır. K a r t a l ı n y ö n ü , “ gece ve gün düz” e göre de ayarlanmış olabilirdi. ‘ ‘ G ü n e ş , güneyin, gündüzün; a y ise, kuzeyin, gecenin” , sembolü olunca, kartalın yüzü, d o ğ u y a dönmüş olacaktı. GÖĞÜN DİREĞİ İLE İLG İLİ DİĞER ANLAYIŞLAR Gök ile yüce dağlar arasında, yakın bir ilgi görülmüştür. Ö n a s y a ina­ nışlarında da görülür. Bu konuda, derlediğimiz bir kaç notu sunacağız: 1) ‘ ‘ G ö k T a n r ı (kök tegir) ile oynayan (oynaktan), d ağ b aşları!... Göğerip duran (höger turgan), ağarıp duran, Tospay.. d a ğ la rı!. D ağ lar başı, Akd a ğ » l..r 2) “... dağlar, gökle yer arasın d a , a y la güne değiyor. (Büyük Tanrı) D l g e n ‘in oturduğu d ağın etekleri, dünyaya değmiyor17..." Yere değmeyen dağ, H i n d mitolojisindeki Meru dağına benziyor: ( V e r b i t s k i y ‘den, A 11 a y şaman duası.) 3) Yerden göğe yü kselen ‘ ‘ b a k ı r d a ğ l a r ’ ’ : ’ ’. . . B a k ı r ve d e m i r dağlar, yeryüzünün direkleri1*..." 4) “ Tayın san a benziyor, ey b a k ı r , d e m i r d a ğ 19. . " 5) Yeraltında 9 d e n i z (ırmak) var. Hepsi bir yerde birleşiyorlar. B u ra­ d an yeryüzüne, b a k ı r - d a ğ yükseliyor30. . " 6) “... Yiğit, g e y i k kovalayarak, B a k ı r - d a ğ ‘m önüne geliyor. D ağ açılıyor. Yiğit içeri giriyor. 7 tanrı (kuday) ile karşılaşıyor31. . " 11

R a d I o f , Aus Sibirien , I I , s. 3 2 . K A R T A L K Ü L T Ü : O r t a a s y a il e S i b i r y a ’d a , K a rta l ile ilg ili

in a n ışla r , şu a ra ş tırm a d a to p la n m ış tır : L . Ş t e r n b e r g , Kult o rla u Sibirskih Narodov : (Sibirya kavim -

terinde k artal küllü), S b o r n tk M uzeya po A n tro p o lo g u i E tn o g r a fii, L e n in g r a d , 1 9 2 5 , Vol. 2 . a. 7 3 3 . 24 A . İ n a n , Ş a m a n iz m , s. 126 .

21 Türk Mitolojisi, «. 434. Aynı ener, n, 60.

J* R a d 1 o f , P r o b e n , !, •. S. B u tü r k ç e d e s ta n la r , g ö k le rd e geçer. 10 R a d I o f , S i b i r y a ’d a n , I I , s. 4 1 2 ; Türk Mitolojisi, s. 5 8 3 . ’ * P r o b e n , I , *. 14; Türk Mitolojisi, *. 2 4 . n.

G Ö Ç Ü N D 1R E C İ

181

7) K a z ı l ı k dağı için: "... Kazanımın k ap ağı! Atlarımı tutan kemendim! Evimin direği! Sırığım ! Sen ey sevgili! Sevgili d ağ31'...." 8) ‘ . . T a n r ı ( G ö k ) ken arların a dokunan d a ğ la r! Dokuz d a ğ ! Mer­ hametli Han (Kayrakan)! H avad aki a la c a k a rg ala r gibi görünen, d a ğ 331...." 9) “ . . . A l t ı n H a n , A l t ı n - d a ğ ‘daki 9 yaratıcı T anrı‘ya git. Do­ ğ an çocuğa a d iste3* !..." 10) “ S ağ koltuğu, A l t ı n - d a ğ ‘ d a; sol koltuğu, G ü m ü ş - d a ğ ‘d a 3S! . . " 11) Yeraltından göğe, “ a t e ş s ü t u n u ’ ’ : “... (yiğide): Eğer atın iyi ise, (yeraltından göğe yükselen) ateşin içinden uçup, göğe çıkarsın. Ateşin ucun­ d a, yedi k a v a k (terek) ve 6 k u y u var. Pürükçü‘nün A k - b o z atları d a (yıl­ dızlar), o rad ad ır36!..." 12) “ . . . ( B e 11 i r Türkleri), G ö k d a ğ üzerinde, Tanrıya kurban veri­ yorlar. Büyük bir a t e ş yakıyorlar. Kurbanın etini atıp, Tanrı ‘ya kokusunu ulaştırıyorlar". (Veya kurbanı gönderiyorlar37). 13) ‘ ‘ A t e ş d u m a n ı ile göğe çıkm a” , için bk. P r o b e n , IV,s.75/95.



P r o b e n , I I I , >. 51/67. K * z 1 1 1 k dağı için • oylrnrn a ğ ılla r iç in , “ d a ğ " ile ilgili bölü m ü m ü ze b a k ın ız .



A. I n a n , Şam anizm , s, 125.

14

11

Türk Mitolojisi,

a.

321.

P r o 6 « n , I, ı. 3 7 9 /4 0 9 . Ç ok m itolojik b ir deM undır, P r o b e n t IV, 74/94. Kuzeydeki B a r t b a Türklerinden. A . İ n a n , Ş a m a n iz m , s. 71*3.

182

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

EKLER: G Ö Ğ Ü N

DİREĞİ

H A K K IN D A Y E N İ V E S İK A L A R “ D E M İ R

K A Z I K 4 * V E K U T U P Y IL D IZ I

1) U y g u r el yazılarında: “ Demir kasığı (kazgukug), yere çakma (tokı)...*': (TT, VI, B. 42). Oğus Kağan destanında: (Kızın) başında, ateş gibi parlak bir tacı vardı. K u t a p yıldızı gibi (Altun Kazak teg) İdi...*': (Bang-Rahmeti yayını, 7, S). 2) XI. Yüsyıl Türklerinde: “ Ka mu n ğ u k : Kazık. Bu sözden alınarak, “ K u t u p Yı l dı ‘na, Temür kazunğuk denir. “ Demirden yapılmış kazık”, demektir. Sanki g ö k , bunun üzerinde dö­ nüyor'*: (Kaşgarlı M a h m u d , III, ».383. Ayrıca bk. III, s.40). Krşl, Brockelmann, Wortschatz, 8. 153.

11

* *.383).

‘ A 11 u n k a z a k > Kutup Yıldızı: (Uygurca-Çince Sözlük, bk. R a d 1o f , Wörterbuch («W b.), II,

3) Türkiye dışındaki Türklerde: “ Temir kazık** " Kutup yıldızı (R a d 1o f , Wb., II, s. 374; Yu d a hi n, Kırgız sözlüğü, t. 427). 4) Anadoluda: Demir kazık, demir direk, dır-kazık, kuluçka ■ Kutup yıldızı: (DS). 5) AH Rıza Yalgın*a göre: T o ro ı'la rın biricik sivri kayası, “ D e m i r ka z ı k* * m, bu köyden görünüşü, İnsana dehşet verir. Burada D e m i r k a z ı k , ne kadar kurulsa, hakkıdır... De» mir kasık, şerefini gümüşten, gururunu, altından almıştır.. Demir Kazıklın sert ve haşin tepelerinde, geyikten başka hayvan bulunmas...** (Cenupta Türkmen oymakları, II, s.34). 6) Pir Sultan Abdal'a göre: “ K u t u b , değirmen taşının ortasındaki demirdir. Taş nasd de­ mirin çevresinde dönerse, âlemde k u t u b çevresinde döner. Kutublann kutbu, M u h a m m e d dir...*' ( F . K ö p r ü l ü , P i r S u lta n A b d a l, s .1 0 7 ). D a h a fa z la b ilg i iç in , k u t u b ile ilg ili b ö lü m ü m ü z e b a k ın ız . 7) B azı A n a d o l u

n e f e s le r in d e : A şa ğ ıd a k i n e fe s le r i b a ş k a y erd e s u n m a d ık . B u n la r , y e n id ir le r :

“ Bindikleri, Burak dürür! “ Yaktıkları, çerağ dürür! “ Yerden göğe, d i r e k dürür! “ A lla h b ir , M u h a m m e d A li!

14. BÖLÜM

KUTUP YILDIZI G ö ğ ü n d i r e ğ i ile ilgili bölümümüzden hemen sonra, Kutup yıldızına geliyoruz. Çünkü Dem ir kazık, Kutup yıldızı, göğün direğidir. Bu inanış ve gelenekler, A n a d o l u ‘da da yaşamaktadır. T^nrı, Dünya ile gezegen leri, K utup yıldızına b ağlam ış: Bu anlayış üze­ rinde, “göğün d ire ğ i” ile ilgili bölümümüzde, yeterince durm uştuk. ‘ ‘ D ü n y a , Kutup yıldızı ile göğe bağlanm ıştı”. Bundan dolayı Türkler Kutup yıldızını, çeşitli sem boller ile canlandırm ak istem işlerdi: A t l ı Türkler, “Altın kazık, demir kazık” demişlerdi. Bazı K u z e y Türkleri, “ kuluçka” ya benzetmişlerdi. Çünkü kuluçka da yerinde dururdu1. B azıları, “göğe yükselen bir B a k ı r d a ğ ’ ’ gibi görm üşlerdi. Kuzeydeki ormanlı Türkler, “ bir d e m i r ağaç g i­ b i”, düşünmüşlerdi. “ Dünya a ğ a c ı” da, uçları ile Kutup yıldızına, değiyordu. O ğuz destanında Kutup yıldızı, “ p a rlak lık ” sem bolü : Kuzey Türk des­ tanlarında Kutup yıldızı, p a rla k lık ve güzellik sembolü idi. O ğ u z K a ğ a n destanında, “ O ğ u z K ağan bir yerde Tanrı'ya d u a ediyormuş. Birden bire bir k aran lık basm ış ve gökten p a r la k bir ışık düşmüş. Işığın içinde, güzel bir k ı z oturuyormuş. B aşın d ak i tacı D e m i r k a z ı ğ ı , (yani Kutup yıldızını) an d ır iyorm uş...” K utup yıldızı, D em ir-kazık ve dem ir-dağ: Y a k u t Türkleri, Kutup yıl­ dızı için, şöyle diyorlardı: “... Yer ile gök y aratıld ığı ve yavaş yavaş büyüme­ ğe başladığı zam an, bir D e m i r - a ğ a ç d a , yeşermeğe başlam ış. Büyüyerek, yer ile gök a rasın d a yükselmiş2” . D e m i r - d a ğ motifini de, E r g e n e k o n efsanesi ile ilgili bölümümüzde incelemiştik.

1 A N A D O L U ’ DA, K U T U P Y IL D IZ I: A n a d o l u *da, K utup yıldızı ile ilgili deyim ve in an ışlar, S i b İ r y a 'd ak i Y a k u t T ü rk le rin d e n , p ek ay rı değildir. * * D e m i r - k a z ı f c ’ ’ , B a tı A n a d o l u , A n k ara iç in d en . D oğu B a y a z ıt’a k a d a r u zan an a la n d a , k u tup y ıld ız ı için söylenen, yaygın b ir dey im d ir. Ç an ak k ale 'd e ise, “ D e m ir-K az u k ” d en ilir. ‘ ‘ D e m i r - d i r e k * \ B u rsa ile Ç a n a k k a le çe v re lerin d e. K u tu p yıld ızın a verilen b ir ad d ır. **/)< > m i r z i k k e * * i\e “ D er k a z ık y\ U rfa ile Konya’d a , K u tu p yıldızı için söylenen yaygın b ir deyim dir. 2 Y a k u t T ü rk le rin in . " i ) p m i r . f i j i [ o ç ” ı için bk . H u d y a k o v , Verhoytınnkiy Sbornik: ff'ipr/ıoyan*k h aberleri)t s. 127. Bu bölge, Y a k u t T ü rk le rin in , G üney k esim lerid ir. G ü ı t f y k ü ltü r le r in d e » ge­ len te sirler, ben zeçtirilm iştir.

184

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

K ü ç ü k a y ı burcunu incelerken, dört yıldızının bir a ra b a olduğunu ve kuyruktaki iki yıldızın da, ‘ ‘ 2 a y g ı r ' ’ olduklarını söylemiştik. Bu a y g ı r l a r, Kutup yıldızına bağlı olarak , a r a b a y ı çekiyorlardı3. ‘ ‘ At k a z ı ğ ı ' ' sözü, henüz, a t l ı kültürün izlerini unutmamış olan Y a ­ k u t Türklerinin, bazı kesimleri tarafından, Kutup yıldızı için söyleniyordu. Aynı zamanda Kutup yıldızı, bir r u h , bir “ Toyon” idi4. Yine Y a k u t Türk­ lerinin bazı kesimlerine göre, ‘ * D e m i r a ğ a c a , yani kutup yıldızına, 7 tane ren geyiği, (yani küçükayı burcunun yıldızları), bağlıym ışs...” v Tannlann at kazığı: Bu konuya girmişken, Kutup yıldızı için söylenen “ de­ mir kazık" anlayışının, Türklerdeki önemi üzerinde duralım . A t l ı T ü r k 1 e r i n , her birinin evinin önünde, hayvanların bağlanması için bir kazık vardı. K a t a n o f ‘un gördüğü bir geleneğe göre, “ Tanrıların d a bir atı vardı. Bu­ nun içinde, Tann‘nın evinin önünde, atını bağlam ası için bir k a z ı k vardı6. . '' B u r y a t Moğolları, Y a k u t Türklerinin güney kesimlerinin tesiri altında idi­ ler. Demircilik, yalnızca mitolojilerde geçer. Böyle derin bir san‘atları yoktur: ‘ ‘ . . . D e m i r c i l e r i n baş T a n r ı s ı Boşintoy‘un 9 oğlu varm ış... Bu 9 dem irci, Kutup yıldızından bir a t k a z ı ğ ı yapm ışlar7..." Kutup yıldızı, göğün kapısı: Göğün direğini incelerken, bu inanış üze­ rinde geniş olarak durmuştuk. Buna, “ Orta kapı, Tanrı y o lu " diyenler de var­ dır. “ Göğe çıkan ş a m a n l a r , bu kapıya k a d a r çık arlar ve d a h a ötesine gitm ezlerdi6..." Bazı A 11 a y Türk destanlarına göre, “ Bu geçit, bazı şam an ­ la r tarafın dan geçilm işti. Kutup yıldızı, göğün 5. katında idi. 6. katında ay ve 7. katın da ise, g ü n e ş vardı. T a n r ı y e r i ise, 9. katta bulunuyordu9..." Kuzeydeki geri B u r y a t inanışlarına göre, “ bu göğün kapısı, her zam an açık değildi. Açıldığı zam an, gökten yıldızlar ile m eteorlar a k a rd ı10..." G ö k ç a d ı r ı , baca deliği ve K utup yıldızı: Şimdi yeniden benzer bir düşünce üzerinde yeni belgeler sunacağız. Y a k u t Türklerinin bir kesimi de, şöyle düşünüyordu: ‘ ‘ T a n r ı in san ları, gökyüzündeki kötülüklerden koru­ m ak için bir ç a d ı r gerip, d i r e k l e de tutturmuş. Y ı l d ı z l a r , bu çadıJ H . V a m b e r y , Die Primitive Kultur des Türko-Tatarischen Volkes, s. 15 4 .

4 * * t u |» 7

H u d y a k o v , aynı eser, s. 135. U. H a r v a ise bu gelen eği, “ Büyük a y ı ” b u rcu ile k arıştırıy o r. “ 7 Ren g eyiği” için b k . Aynı e*er, a. 127. Y a k u t T ü rk le rin in bu b ö lg e lin d e. R e n geyiği v ard ı. K a t a n o f , Skauınİya i leğen d i...: ( M i n u s i n t k T a ta r / a r ın ın , - a s a l ve destan ları), s. 2 2 3 . K u y ı l d ı z ı , göğün T an rı'y a açıld ığ ı, b ir k apısı gibi id i. B u eser, “ P r o t e / ı ” ların b ir drvam ı gibidir. (1 a n g a I o v . Novie m ate rialı...: (Buryat şam anizm i h ak k ın da , yeni m ateryeller), İrk u tsk , 1890,

*- 40. B u d a dininin yayıldığı B u ry atla rın esk i Kuzey-Asya m o tiflerin e, yab an cı te sirle r de giriy o rd u . * A. İ n h n , Ş a m a n iz m , e. 3 2 - 3 4 ; M ak aleler, s. 4 1 6 -1 8 .

* R a 89).

16. BÖLÜM

AY “ /1yı k u r t l a r y a k a l a r , iy ic e b i r y o l a r m ı ş !

tiA y e v e g i d i p y a t a r , y a r a s ı k a n d o l a r m ı ş ! A lta y T ü rk E fsa n e sin d e n

k‘ A y - D e d e ’ ’ ile öksüz kız: İnsanoğlu parlak gecelerde aya bakmış ve uzun uzun düşünmüştü. Ayın üzerindeki lekeler için, hayâl kuran insanlar, onlar için şiirler yazmış ve efsaneler düzmüşlerdir. O r t a a s y a ‘da türkçe ko­ nuşan kavimlerden derlenmiş efsanelerde, “ ayda bir sırıkla su taşıyan, i k i k o ­ v a l ı bir k ı z d a n ' ' , söz açılıyordu. A v r u p a ' d a k i m asallar da, “ bir sırığın uçların a iki kova takmış bir k ı z ‘m, yürüyüp durduğunu”, anlatıyorlardı. Bu inanışların, A v r u p a ‘dan mı, O r t a a s y a ile S i b i r y a ‘ya;yoksa O r t a a s y a ‘dan mı, A v r u p a ‘ya gittiğini, kesin olarak kestirmek, çok güçtür. B ir gerçek varsa bu inanışın, S i b i r y a ‘nın buzlu ve karanlık tundralarından, B e r i n g boğazına, hatta A m e ­ r i k a kıt‘asının kuzeyindeki A l a s k a bölgesine kadar, uzamış olduğudur. 1) Y a k u t T ü r k l e r i n i n bu motif ile ilgili olarak, S i b i r y a ‘da Türkçe olarak anlattıkları, iki anlatışı özetlemeden, geçemiyeceğiz1. ‘ ‘. . . Y a k u t Türklerinden bir zam anlar, öksüz ve yoksul bir kız varm ış. Sıkıntı içinde yaşarm ış, ‘ ‘ a y a y a l v a r m ı ş ’ ’ ve aydan yardım istemiş. Kız bir gün soğuk bir gecede suya giderken, ay inmiş ve kızı alıp, götürmüş. Bunun için, d o l u n a y d a , omuzunda sırığı ve iki kovası ile görünmüş. Ay­ d a, iki tane de, ç o c u k doğurmuş. Bunun için Y a k u t Türkleri, kızdan za­ ra r gelir diye, “ aya b ak tırm azlar” im iş...” 2) Yine Y a k u t Türklerinde anlatılan bir masalda, buna ayrıca bir de “ üvey anne” motifi katılmıştır. Birinci masalda g ü n e ş yer almaz iken; burada, ayın rakibi olarak, g ü n e ş de ortaya çıkm aktadır2: “... Öksüz ve yoksul bir kız varmış. Ü v e y a n n e s i , kıza çok eziyet eder­ miş. B ir gün, iki kovasını sırığın u çların a tak arak suya gitm iş. Bu sırad a , 1

S e r o ş e v a k i y , Yakulti (Y ak u tlar), t*. 607. Y a k u t T ü rk le rin in eski şam an izm in in iz le ri h ak k ın d a

en değerli a r aştırın a, fu d u r: T r o j ç a n s k i y , E volu tsiya Ç ernoy Veru u Yakutov: (Y ak u tlard a K a r a n i n i n g e lişm e si). K a z a n , 1902. Ş am an izm e, k a r a din diyor. Ç ünkü kendiaİ, m isyon erdir.

* (J. H a r v a , Aynı eser, (F r.), a. 132 vd.

di-

198

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

a y ile g ü n e ş , yere inmişler. Kız, on ları görünce korkmuş ve bir fu n d an ın ark asın a saklan m ış. G ü n e ş , kızı f u n d a il e alıp, göğe götürmüş. Sonra da aya vermiş Bunun için ay üzerinde, fu n d an ın altın a saklanm ış kız, hep görü­ nür, du ru rm u ş..." A y - D e d e ile “ yedi başlı dev” in savaşı: E s k i T ü r k l e r e göre, a y ile g ü n e ş in san lara iyilik getiren ve onları koruyan, iki kutlu ve güçlü var­ lık idiler. Ay ile güneş, insanoğlunu her zaman göz altında bulundurur ve on­ ları kötü yola sapm adan korurlardı3. A 11 a y Türklerinin aşağıdaki m asalı, bu inanışın bir örneğidir4: “... Yer yüzünde, insanları yeyip bitiren bir d e v (yelbegen) varm ış. T a n r ı , bu devi öldürm eği düşünmüş. G ü n e ş : - ’ ’ Ben, sıcak ve a t e ş i m ile devi öldürebilirim . Ancak, in san ları d a yakabilirim ", demiş ve vazgeçmiş. A y ise: “ - İnsanlar, benim soğuğum a dayanabilirler. Bunun için ben, d e v i öl­ dürebilirim ", demiş ve yeryüzüne inmiş. B ir a ğ a ç üzerinde, böğürtlen yiyen d e v i , a ğ a ç la birlikte alıp, gökyüzüne çıkmış. Bunun için dolunay, d e v ile a ğ a ç , ayın yüzünde görü n ü rlerm iş..." G üneş, sıcağın ; ay ise, soğu ğu n sem bolü : Bu efsanede de görülüyor ki; ‘ ‘ g ü n e ş , sıcak a y ise, soğuk", olarak düşünülüyordu. S o ğ u k B ö l g e Türkleri tarafından anlatılan bu m asallarda, a y a daha çok önem verilmiştir. Zaten bu raları, güneşin ışıkları ile sıcaklığını, esirgediği bölgelerdir. Belki de bunun için “ ay, güneşten d a h a g ü ç lü " olarak gösterilmiştir. A y , her girdiği yeri soğutuyordu. Ancak Güneşin öldürem ediği, kötü ruhları bile öldürebiliyordu. Ayrıca insanlara, zarar vermiyordu. B u raları, karanlık bölgeler, “ zul­ met d iy â r ı" idi. ‘ ‘ K ı z ile a ğ a ç ’ ’ ve ‘ ‘ d e v ile a ğ a ç ’ bu inanışların, birleşik motif­ leridir. T ü r k k ü l t ü r çevrelerinde, çoğu zaman, kız ile devin yerlerini, k u r t l a r alm ışlardır. Ay-Dede‘ yi, yeyip bitiren k u r t l a r : Ay, bazan d o l u n a y , tepsi gibi büyük ve parlak olur. Bazan da küçülür ve donuklaşır. Elbette ki insanlar, bunun sebebi nedir diye, akıllarını yormuş ve düşünm üşlerdir. Ay, niçin kay­ bolur, küçülür ve büyürdü? Herhalde ay, her küçüldükçe, onu bir şey yemek­ * A 1 1 a y T ü r k le r i, ‘ ‘ g ü n e ş i n k ırm aların d a oluşan tanrıya, s u y l a d erlerd i*': ( A . İ n a n , Ş a ­ m anizm, 0 . 3 4). B u n u n , H i n t p an teo n u n d ak i S û r y & ile, b ir ilgini olna g erek tir. A n cak , in an ış ve d ü şü n ce d e rişm e k te d ir: “ S u y l a , in san ın yerdeki koruyucusudur". "At gözlü K a a n S u y l a ' ' , "At gözlü (k a raktu) k a r t a l * ' . ‘ ‘ A y v e g ü n e ş i n , k ı r t n t t v e k ı r p ı n t t a ı ( k ı r k ı n ı ) ' * . ‘ , K e k e m e ( i k i d i l i û ) K a a n * \ B u n la r gö steriyor ki (a n ılm a la rı, tü rk leşm işti. 4 P o t a n ı n , Oçerki , IV, 0 . 190 vd. A 1 1 a y T ü rk le rin e ait b ir d e stan d ır. 11 a r v a , d e v i, b ir y a r ı in s a n o la ra k tan ıtıy o r: (Aynı ener, 0 . 134). Fak at b u , "Yelbegen” ad lı b ir devd i.

AY

199

te ve bitirmekte idi. Ay’ı yiyebilecek güçler de, k u t l u k u r t l a r ‘dan başka bir şey olamaz*: ‘ . . A y , göklerde dolunlaşıp, bir tepsi gibi olduğu zam an, k u r t l a r ile ayılar, hemen koşarlar, ondan birer p a r ç a koparıp, yerler ve böylece ayı, küçültürlermiş. Ay, üzgün ve y aralı o larak , kaybolurmuş. Son radan y a ra la ­ rını sarıp, iyileşirm iş. Yeniden d o l u n l a ş ı p , göklerde görünürmüş. ‘ ‘ K u r t l a r , d o l u n a y ı görünce, birer p arça kopararak, yeniden kü­ çültürlerm iş. Ayın, küçülüp, büyümesi; kaybolup ve yeniden görünm esi, bun­ dan ileri gelirm iş...” Ayı yiyen kurtlar, yalnızca T ürklerin in an ışlarında: Ayın, bu yolla küçü­ lüp ve büyümesi, bir çok kavimlerin m asallarında vardır. Yukarıdaki m asal­ da bu yeyişe, K u z e y a y ı l a r ı da, katılmışlardır. M o ğ o 11 a r ile Kuzey-doğu S i b i r y a ‘daki G i 1 y a k topluluklarına göre, “ayı, kendi k ö p e k l e r i n i ’ ’ yi­ yorlardı. Kuzey kutbuna yakın olan kesim ler ise, “ ayı, a y ı l a r a ’ ’ yedirti­ yorlardı. T ü r k 1 e r köpekleri iyi bir hayvan olarak görmezler. Bundan dolayı yukarıdaki Y a k u t Türkleri, “ ayı, k u r t l a r a kovalatıp”, “ ku rtlara ye­ d iriy o rlard ı”. Ayı ve yıldızlan yiyen “ yedi başlı d e v ” : B ü y ü k d e v l e t k u r m u ş Türkler ile hayvancı Türkler, günlük hayatları gereği olarak, k u r t l a r a önem verm işlerdi. A 11 a y Türklerinin bazı m asallarında, kurtların yerine, “ Yelbegen ”, yani “ Yedi başlı dev” 1er geçmiştir. Belki bunda, g ü n e y tesirleri de vardı. Bu A l t a y - T ü r k m asalı, ana motifleri bakımından, “ sırık la iki ko­ v a su taşıyan ö k s ü z k ı z ’ ’ efsanesine benzer. B u rada, U l u T a n r ı Ulgen de, yer alm aktadır6: “... Göklerde yaşayan, bir çok ş e y t a n l a r (ve kötü ruhlar) varm ış. An­ cak bunların içinde en güçlüsü, “ Ye d i b a ş l ı d e v ’ ’, yani ‘ ‘ Y e l b e g e n ’ ’, imiş. Göklerde dolaşır, yıldızlar ile Aya z a ra r verirm iş. Bu dev, çok kez ayı yemiş am a; büsbütün ortadan kaldıram am ış. D e v , ayı yedikçe T a n r ı U l g e n , Ayın y araların ı sarıp, iyileştirirmiş. Bazan bu d e v , göklerde y ı l d ı z l a r ı d a kovalar; onları ısırdıkça, p arçaların ı yere tükürürmüş. Y ı l ­ d ı z k a y m a l a r ı , bundan dolayı olurm uş...” ‘ ‘ Ay t u t u l m a s ı ’ ’ ve Ayı yiyen dev: Yine A 11 a y - T ü r k kültür çevresine göre ‘ ‘ a y ı n t u t u l m a s ı ” , yine bu “ yedi başlı dev” yüzünden mey­ dana geliyordu. Bunun için A İt a y Türkleri, ay tutulduğu zaman, şöyle derlerdi7: * A y ı n , k u rtla r ile a y ıla r tarafın d an p a rç a la n m a sı için l>k. S e r o ç e v s k i y , aynı eeer, s. 6 6 8 . H a y ­ v a n c ı T ü r k l e r , k u r tla ra önem v eriy o rlard ı. Güneç S ib iry a'd ak i d ah a geri k avim ler i*e, ayın k ö p e k ­ l e r t a r a fın d a n p a r ç a la n d ığ ın a in a n ıy o rla rd ı: V . H a r v a , a y n ı eser, (Fr.), s. 134. 6 R a d I o f , S ib ir y a 'd a n , I* «. 380. 7 Aynı eser, I, «. 372 vd.

200

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

“ - Yine y e l b e g e n (yedi başlı dev), Ayı y ed i!” AYDAN T Ü REY EN T Ü R K SOYLARI U y g u r yazısı ile yazılmış, O ğ u z destan cın da, O ğ u z H a n ‘m babası­ nın adı, “Ay-Han” gibi yazılmıştır. Başı kaybolmuş olan bu destandaki, “'AyH a n ” sözün ün , yan lış ok un duğu g ö rü şü n d ey iz8. B ilin d iğ i üzere, O ğ u z H a n ‘ ın ikinci oğlunun adı da, “Ay-Han” idi. B uradaki Ay-Han, yal­ nızca bir unvan olmalıdır. Yoksa, Ay-Han, ‘ ‘ A y ı n h a n ı ” ; Gün-Han da, ‘ ‘ g ü n e ş i n h a n ı ” değildi. O ğ u z - H a n ‘m oğulları, gökte yaşayan mi­ tolojik kişiler d e ğ ild iJ M ISIR T Ü R K SULTANLIĞINDA, ‘ ‘ A Y - A T A M ” EFSANESİ M ı s ı r T ü r k Sultanlığında, yani M e m 1 û k 1 e r çağında anlatılan bir T ü r k yaratılış efsanesinden, yer yer söz açmıştık. İnsanın yaratılışını, ‘ ‘ d ö r t unsur ve b alçık ” köklerine dayayan bu inanış, daha çok, O n a s y a mitoloji­ lerine yakındır. Ancak yer ve kişi adları ise, tiirkçedir. U l u g H a n A t a B i t i k ç i , bu efsaneyi kaleme almıştır. B ir mutasav­ vıf olarak, İ s l a m düşüncesini de, izlemiş olabilir. ‘ ‘ D ö r t un sur” inanışı, U y g u r Türklerinde de vardı. A y - A t a m adının, ilk ataya niçin verildiği, oldukça karanlık kalıyor. Ancak, ‘ ‘A t a m a ğ a r a s ı ’ ’, T ü r k l e r i n ünlü ‘ ‘ m a ğ a r a k ü l t ü ’ ’, T ü r k mitolojisinin temelini oluşturur. Efsane, ka­ ranlık ve açık noktaları ile, öz olarak şöyledir: “ Çok çok eski ça ğ la rd a , çok yağm u rlar yağmış; çam urlar sürüklenmiş. Sellerin önündeki çam urlar, bir yol bularak, K a r a - d a ğ adlı bir dağın için­ deki, bir m a ğ a r a ‘ya dolmuşlar. M ağaranın içindeki kayalar yarılmış. Kaya yarıklarının bazıları, b i r i n s a n ı andınyormuş. Sürüklenen çam urlar gelip, bu ‘ ‘ i n s a n k a l ı p l a r ı n ı ’ ’ doldurm uşlar. “A radan çok zam an geçmiş. Y arıklardaki toprak, su la r ile benzeşmiş ve hallolmuş. S a r a t a n b u r c u ‘na gelince, h avalar çok ısınmış. K alıplardaki toprak, su lar ile pişm iş. H alka göre bum a ğ a r a , tıpkı bir k a d ı n gibi imiş, içi de, in san lara can veren, bir ‘ ‘ k a d ı n k a r n ı ’ ’ gibi imiş. ‘ ‘ D o k u z a y , hiç durm adan bir r ii z g â r esmiş. Su, ateş, toprak ve rüz­ gâr, (yani d ö r t u n s u r ) , insana can vermek için birleşmişler. ‘ ‘A y - A t a m adlı, ‘ ‘ i l k i n s a n ’ ’, böylece, oluşmuş. A y -A t a m , gök­ ten inmiş, yere konmuş. Bu yerin suyu tatlı, havası ise, çok serinmiş. ( T ü r k' B a n g - R a h m e t i , Oğuz K ağan Destanı, (tü rk ç esi), 6. 10, 3. ’ P . P e l l i o t , Notes sur l'histoire de L 'llo rd e d ’Or, ». 27.

AY

201

I e r i n in an ışların a göre burası, I s ı ğ - g ö l olabilir). Sonra yine yağm urlar ile seller başlam ış. M a ğ a r a , yeniden killer ve çam urlar ile dolmuş. Bu kez g ü n e ş gelip, S ü n b ü l e b u r c u ‘nda durmuş. Bu burç, S a r a t a n ‘dan, d ah a a şa ğ ıd a durmuş. S ü n b ü l e b u r c u ‘ndaki g ü n e ş ‘in sıcaklığı ile çam urlar, su lar ile pişmiş. “ Bir H a t u n k i ş i çıkmış. Adına da, ‘ ‘A y - v a ’ ’ demişler. (Kadının ad ı­ nın m anası anlaşılmıyor. Ay, bir güzellik sembolüdür). A y - A t a m ile A y ­ v a H a t u n , birleşip evlenmişler. “ 40 ç o c u k l a r ı olmuş. Bunların yarısı e r k e k ; diğer yarısı d a k ı z imiş. O nlar d a evlenip, soyları çoğalmış. Ö l ü m l ü kişiler olan Ay - A t a nı ile Ay - v a H a t u n , ölüyorlar. Çocukları, anne ve b ab aların ı türedikleri m a ğ a r a ‘ya gömüyorlar. M ağaranın kapısını d a, a l t ı n k a p ı l a r ile ka­ p ıy o rla r”. (Bk. Türk Mitolojisi, I. cilt.) ÇİNGİZ-HAN‘ IN ATASININ, “ AY IŞ IĞ I” İLE G E B E KALMASI B ü y ü k d e v l e t k u r m u ş T i i r k l e r , soylarını m ukaddes köklere bağlarlar. Ancak bu inanış, eski M o ğ o 11 a r ‘da da vardı; ‘ ‘ Ç i n g i z - H a n ataların d an A l a n - K o v a Kadın, gece çadırda ya­ tarken, çadırın bacasın dan ay ışığı giriyor ve kadının karnını okşuyor. Işık, bir k ö p e ğ e benziyormuş. Kadın, böylece gebe kalıyor10. . ” B u , A n a a i ­ l e s i ‘nin tipik bir örneğidir. T ü r k l e r d e “ b a b a ”, her zaman i n s a n id i". Burada köpeğe benzeyen şey ise, T ü r k l e r i n “ Gök-böri” si, yani G ö k k u r t ‘una benziyordu. Gök kurt, Ç i n g i z H a n devletinin, diğer bir “ büyük devlet efsan esi” nde geçmektedir. ‘ ‘ S a r ı a y ı ş ı ğ ı ” üzerinde de, durm ak gereklidir. S arı renk, bir a 1 I I n sembolüdür. Ç i n g i z H a n devletinde, sarı renk, önemli bir yer tutu­ yordu. Ancak unutmayalım ki, Ç i n ‘de de sarı renk, kutlu ve millî bir renk idi. ‘ ‘ S a r ı , Ç i n im paratorlarının bir sem bolü” idi. Örnek olarak s a r ı g e y s i y i , yalnızca Ç i n im paratorları giyinirlerdi... “ A y ı ş ı ğ ı n d a s a v a ş ” ve yü rü y ü ş esk i T ü rk le rd e n , Ç i n ­ g i z H a n a v e hatta 0 s m a n 1 1 ordularına kadar, pratik gereklerden gelen bir gelenektir. Belki bu da, Türkler tarafından türlendirilm iştir. Ancak U n o H a r v a ‘nın sandığı gibi, bu gerçekçi davranış, mitoloji gereği olarak uygulanmıyordu. (A-eser, (Fr.), 8.133).

10 Moğolların Gizli Tarihi , 21. M Han~nûme , 0 . Ş. Gökyay özeti« s. 315.

202

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

Ay, yıldızların altında yedin ci:K u t a d g u B i 1 i g ‘ in 130-141. bölümün­ de, yıldız ve burçların ad ları, diğer yerlerdekinden değişiktir. Değişik bir ast­ ronomi anlayışı da vardır. Bunu yorum lam ak, güçtür. A y , Satürn , Jüpiter, M ars, Güneş, Merih, Zühre ve Merkür'den sonra, 7. geliyordu: “ Bunların en altın da ay (yalçık) d o laşır yürür (yorur); güneş ile k a rşıla şsa hemen dolunay olur (ta lır)..." - (KB, 137). A y karşılığı olarak “ y alçık " sözü, yalnızca bu kaynakta görülür. TÜRK G ELEN EKLER İ İLE DESTANLARINDA “ A Y ” 1. “ Aydan türem e” A y d a n t ü r e y i ş , resmen ve devletçe, ilk olarak Ç i n g i z H a n ’ ın ata­ larını anlatan efsanelerde görülür. ‘ ‘ Ç i n g i z H a n ' m atası, A l a n k o v a çad ırın b acasın d an giren a y ı ş ı ğ ı ile hâm ile k alm ıştı'2". Ana kaynaklar, Bu ı ş ı ğ ı n bi r k u r t şeklinde indiğini de, söylemektedirler. Doğudaki M o ­ ğ o l kavimlerinin bu inanışı, T ü r k l e r d e görülmüyor. T ü r k l e r , ‘ ‘ a y ı yaratan büyük T a n r ı ” nın varlığına da inanıyorlar­ dı. Bu inanış, A 11 a y ‘lardaki Ş a m a n dualarında da, devam ediyordu13. An­ cak ay, Türklerin de bir güzellik sembolü idi. Kuzey Türk destanlarında, “ Gü­ neş gözlü, ay a ğ ız lı" sözleriyle öğülen, güzel çocuklar ile yiğitler çoktur14. Aya, kişilik veren destanlar da, yok değildir. “ A y - H a n ” ‘ ı, artık mitolojik ka­ rakterini kaybetmiş olarak, O ğ u z d estan ı’nda da görüyoruz. Eski K u z e y T ü r k destanlarında ise, çok görülür15. Daha sonraki K u z e y - T ü r k des­ tanlarında ise, “ Yiğitler, Ay - H a n ile G ü n - H a n ‘m k ı z ı n ı alm ak için, yola ç ık a r la r '6". “ Ay donuna girm e” : Yalnızca bir destanda bulabildik. Keloğlan, “ g ü v e r c i n ve a t m a c a donuna giren bir yiğid, sonra d a d o l u n a y oluyor17". 2. “ Ay T kn n sı” : T a n r ı olarak ay, T ü r k l e r d e ve H u n l a r d a bile görülmüyor. Çünkü, Ayı da yaratan bir Ulu Tanrı vardır. Ancak U y g u r Türk­ lerinde, M a n i ve B u d a dinlerinin girmesinden sonra, “Ay T en gri" deyişi K a y n a k la r ve g ö r ü ş le r iç in b k . Tîirk Mitolojisi, 1, ». 4 3 .

15

"Aylı ve gün eşli m akam ı, ayımı ve güneşim i yaratan, şekil veren , Atam U l g e n ! ’ ’ : (A . İn a n , Ş a ­

m a n iz m , 0. 3 2 ) . B u gü nkü d ü şü n ce m iz d e , fa z la b ir a y rılığ ı yoktu r.

“ ‘ ' O ğ u z Han'ın doğuşu ” ile ilgili bölüm ü m üzd e, geniş ö rn ek v erilm iştir. A yrıca b k . R a d I o f , P r o b e n . IV. u. 71/90). ,s P r o b e n , I, *. 12 vd. O la y la r, g ö k le rd e geçer. “ K a r a K ö k ö ! : "-Ulıı a ta , bu kişiler nereye g id iy o rla r”, dedi, Yaşlı a d a m : * 'A y - H a n ’m kişile­ ri, K ü n - H a n ’t m kızını , s a v a şla alm a ğ a g id iy o rla r”, dedi. Yiğid, "silk in d i, bir K e l o ğ l a n (tas kul) oldu . . . ” ; P r o b e n , IV , s. 6 6 /8 3 . 17 “ Silk ind i, K e l o ğ l a n (taşşa) old u... V'ıne silkindi, d o l u n a y (on besinde tuugan ay-dai), güzel oldu. Sonra kendi donuna (kalıbına) g ir d i...*' : ( P r o b e n , IV , b. 66 / 8 3 ).

AY

203

görülmeğe başlıyor. Bu deyişi, H a r e z m ş a h l a r çağında bile devam eder görüyoruz18. Aslında bu söz, “ Kök Tengri” deyişinin, sonraki bir paraleli ol­ sa gerektir. Eski türkçe U y g u r yazıları, Hazreti İ s a için de, “ Yaruk Ay Teng­ r i ” diyorlardı19. “ Ay ışığ ı” , bu deyişlerin köklerini oluşturuyordu. Ay ışığı, Mani dininin de ana prensiplerindendir. Eski U y g u r şiirlerinde de, ay sözü ile birlikte, “aydınlık” sözü de, geliyordu20. “Ayazgökte” ki ay ışığı, daha alımlı oluyordu21. 3 . “ Ayın şe k ille ri” de, A n a d o l u ve dış Türklerin edebiyatı ile ge­ leneğinde, büyük bir yer tutar: “ Tolu yarım a y ” (Dolun ve yarım ay) deyişi, U y g u r l a r ı n eski Türk şiirlerinde de, görülür22. “Ayın küçülme ve büyümesi” ile “ Güneşin küçülmesi, ayın don u klaşm ası” ile ilgili inanışlar ise, çok daha eski mitolojik köklere dayanır23. “ Ay ağılı” , güzelliğinden dolayı A n a d o l u ’da ve Dış Türklerde, çeşitli inanışlar doğurmuştur. K ı r g ı z T ürkleri, “Ay ağ ılla n ırsa süt kabını, güneş a ğ ılla n ırsa küreğini h a z ırla ”, derler24. Yani, süt ve ekin bol olur. 4 . “ Ay ile bu lu tlar” da, T ü r k inanışlarında yer etmiştir. Y u n u s ’un, “ Benim ayım ışığına, bulutlar gölge etmeye”, dediği gibi. U y g u r Türklerin­ de, “ Uluğ bulut Ay Tengri” sözü, Ayın değerli bir tanıtması idi25. “ Ay ile yıldız” ilişkilerine gelince, T ü r k 1 e r bunun için de, geniş yo­ rum lar yapmışlar. Osmanlılar, “Ay gören yıldıza b a k m a ” sözünü, niçin di­ yorlardı? M a n i dini tesirinde kalmış eski U y g u r şiirleri de, “Ayın yıldızdan ayrılm asın ı”, bi r e r d e m olarak görüyorlardı. “ Ayın bulun duğu yön” , Türklerde daha çok, s o l d a görülüyor. G ü n e ş ise s a ğ d a d ı r . Kuzeydeki T u n g u z kavimlerinde de, ayın sembolü olan ıe B u . belki de eski b ir İ r a n deyim inin, b ir yoru m u d u r: (M u kad dem et ül-tCdeb, Poppe yayını, s. 402u}. 19

W a İ d s c lı m i d t - l- e n

11

, 1933, s. 5 0 4 . T ü rk çe D y g u r e l y az m aların d a ay, şöyle tan ıtılıy o rd u :

iki yaruk Kiin , Ay Tengri**: (M an ich aica , I I I , 6 ,4 ). 2. Kün, Ay Tengri küçin ...” : (Aynı eser, I I I , 8 ,5 ). 3. “ fle j yegirmideki tolun ay teg seviglig...” : (İHgurica, ( I I I , 46, 14). 4. * ‘AyTengride kut bulmt}...** 10 R ah m eti A r a t , E sk i T ü rk Şiirdi, 105. 11 Aynı ese r, a . yer. 22 Aynı eser, 7 5 . K u t a d g u B i I i g ’d en şu n o tla n su n alım : “. .. Ay d o ğ a rk e n (ay togsı), ön ce çok k üçü k d o ğ a r (az to g a r); Gün geçtik çe (k ü n in ge) b ü yü r ve y u k arıy a

d o ğ r u y ü k se lir (a ğ a r ) ” (K B , 731). “ D olu n (tolun) o lu p , d o lu n c a (to lsa). D ü n yayı a y d ın la tır (y a ru r); D ün ya h a lk ı (Ajun h a lk ı), o n d an a y ­ d ın lık (y a ru k lu k ) b u l u r ! . . ” ; (K B , 732). 13 **Ay, tam ve k â m il (tü kel) olu p , en yü k seğe ç ık ın c a ( a ğ s a ed iz); k ü ç ü lü r ve e k silir, ben zin in g ü z e lliğ i (k örk m engiz) g id e r ! ...” : (K B , 733). B u r a d a Ayı, ia sa n la r a ben zetiyor. A yrıca b k . P e k a r s k i y , Yakut S ö z lü ğ ü , e. 6 6 . 14 Y u d a h i n ,

K ırg ız S ö z lü ğ ü , (tü rk ç e si), s. 4 9 8 a.

15 F. W. K . M üller, U igurica, I, 20, 24.

204

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

totem hayvanları, daha çok batıya bağlanır. G ü n e ş , d oğu d ad ır26. Bu konu­ yu da şim dilik, bu kadarcıkla kesiyoruz. E K L E R : AY H A K K IN D A B A Z I B E L G E L E R V E N O T L A R 1. A yın y ö n le r i: - a . “ R ü y a d a , a y b a şın d a n , g ü n e ş a y a ğ ın d a n çıkıyor. Y ı l d ı z l a r ise k alb in d e n

d o ğ u y o r la r *’: ( P r o b « n ,

III,

2 9 7 ) . » b . “ R ü y a d a , g ü n e ş s a ğ ın d a , a y s o lu n d a , ç o l p a n (s a ­

*.

b a h ) y ıld ızı ise, a ş a ğ ı d a d u ru y o r**: ( P r o b c n ,

I,

s. 32).

2 . Ay a y d ın lığ ı: G ü n e y A n a d o l u 7 \ irk m e n le rin d e : a . **Ay a y d ın lığ ın d a b u lu n a n üzüm ler, k u r t la m r m i j”. - b. “Ay a y d ın lığ ın d a sütten k esilen ço cu ğu n d işle r i d ö k ü l ü r m ü ş - c . “Ay a y d ın lığ ın d a b u d a n a n

a ğ a ç la r ın c in sle ri d e ğ işirm iş**: (A . R . Y a lg ın , C en u p ta T ü rkm en O y m a k la rı, I , $ .1 3 4 ). 3 . Ay ve y ıld ız a g ö r « b a y r a m : Ç a ğ a n (A lt. T e l. L e b . 'U r a n ç ı) - Yıldılar. p a r la m a s ı . A l t a y TU rklerintle, a r a lık b a şın d a y a p ıla n b ir b ay ram . M e ç i n yıld ızı, ayın yü k selm esin in on ik in ci gü n ü n d e (on ekki y an ­ g ın d a ), a y a y a k la şırm ış. Ç a g a n a y (T e l.) - A ra lık a y ı: ( R a d l o f , U brterb u ch , I I I , s .1 8 4 3 ). 4 . D e y i m l e r : B u d e y im le rin iç in d e , f i k i r ile dü ğü n ce ve in a n ış la r d a v a r d ır : A k ç il -

Ay a ğ ıtı: ( R a d l o f ,

Ay ç a r ı k (K ır g .) -

Ay ü z g e r ii ( K a z . ) - ( ü z g e r l e - ) K a ra n g u ay (T ar.) -

a.e.,

I,

8.

124).

( y a n k ) » A y ışığ ı: (A ynı y e r). A yın d e ğ işm esi: ( A .e .,I , 8 .1 901).

Y eni ay : (A .e .,II,B .1 5 4 ).

P iç e n ş a p m a n g ay (Ş o r ) -

A ğu sto s: (A .e ., IV ,s .9 8 1 ).

Ş o k u r ay (Ş o r ,K a ç .) —( Ç o k u r ): 1. A la c a . 2 N isa n : (A .e ., IV ,1 0 2 4 ). T o la ( S a g .) - ( T o l-a ), A y - t o la s ı - D olu n a y : (A .e.,111, s .1191). Y e lb e g e n y e ğ e n ay (A lt.T e l.) - Ayın tu tu lm a sı. Y elb egen a d lı dev, ayı yediği İç in , ay tu tu lu y o rm u ş: (A .e., 11 1 ,8 .4 57).

î6 U. H a r v a , ay n ı e se r, s. 4 7 6 .

17.

BÖLÜM

YILDIZLAR Türklerde yıldız bilgisi, çok önemli bir rol oynamıştır. Geceleri, vakti öğ­ renmede yıldız bilgisi, tek yol ve çaredir. Eski A n a d o l u köylerinde, yıldız bilgisi ile saati bile tesbit etme, mümkündü. “ Kervan Kıran” Türküsünde, suçu kendilerinin yıldız bilgisine değil; kervan yıldızının vakitsiz çıkmasında bu­ luyorlardı. Yönleri ve yolu bulm a da, ancak yıldızları iyi bilme ile mümkündür. Özel­ likle savaşçı kavimler için, bu çok önemli idi. Ayrıca yıldızlar, kendi başları­ na bir âlem ve güzelliktir. Bundan dolayı insanoğlunun gönlünü çalm ışlardır. Yıldızların, sıcak ve soğuk havalar ile ilgileri: Biz burada, astronomi değil; mitoloji araştırm ası yapıyoruz. Y a k u t Türklerine göre, “... Soğuk havalar, gezegenlerin deliklerinden, yer yüzüne inerlermiş. V I k e r e bak arak , ge­ zegenlerin yükselip, alça lm a ları görülür ve soğuk h av aların geleceği söyle­ nirm iş...” K u z e y - D o ğ u A s y a ‘da ise, 14B ü y ü k a y ı burcunun kuyruğu, kuzeyde ise, k ı ş ; batıda ise, s o n b a h a r ; güneyde ise, y a z ; doğuda ise, ilkb ah ar g e lird i'...” Her ülkede yıldızların konumu ayrıdır. Bu örnekleri, ef­ sane ile pratik hayatın nasıl yanyana geldiğini göstermek için sunduk. T ürklerd e ‘ ‘ Ü l k e r ’ ’ , gezegen d em ek: Türkler, gezegenler için, “ ülker” veya “ ürgel” derler. Y a k u t T ürkleri, ‘ ‘ g ö ğ ü n d e l i ğ i ' ' için, “ ürgel” derler: “... Bir zam an lar Dünya çok soğukmuş. B ir yiğit, avladığı k u r t l a r ı n derileri ile, göğün deliklerini kapam ış ve h av a la r ısınmış2...” Yiğit bu iş için, “ 30 çift, k u r t bacağı derisinden, eldiven yapm ış”. Sıcak ve soğuk havalar, gezegenlerin hareketine bağlı: Y a k u t T ü r k ­ l e r i n e g ö r e , “ bir zam an lar h ava çok soğukmuş. B ir şam an göğe çıkmış. B ir a ğ a c a bağlı olan gezegenlerin bağların ı kesmiş. Gezegenler hızlı dönün­ ce, h av alar ısınmış. Şam an , elindeki şeyleri h avaya atmış, onlar d a y ı l d ı z

1 F o l a n i n , O çerk i, IV , a. 7 1 2 . P o t a n i n 'in b u r a d a k i d e rle m e le r i. D o ğ u

A s y a ' y a a ittir. Bölge>

fere göre, y ıld ız la rın d u ru m la r ı d a değişir. 1

N . C o r o h o v , M a te ria lı D lya İzu çen iya Ş a m a n stv a v S ib ir i: (S ib iry a şa m a n iz m in i in celem e için

m a tery e ller), Irk u ttk , 1883, s. 63.

206

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

olm uşlar3. . : ' G e z e g e n l e r , göğün ilk ve ana yıldızları olarak kabul edil­ mişlerdi. Dünya d a, gezegen ler gibi dönüyordu: Prof. R a s o n y , bize “ M acar M itolojisi” ile ilgili bir kitap verm işlerdi: ‘ . T a n r ı Dünyayı yaratıyor. A n a -A t a 'yı, yeryüzüne gönderiyor. Dünya çok çabuk dönüyormuş. Bu yüz­ den T u f a n oluyor. B ir t e k e r l e k gibi dönen Dünya, ateşli su la r altın da kalıyor*...” D iğer yıldızlar ve T ü rk ler 1) Z ü h a 1 ( S a t ü r n ) : Türkler bu yıldızı iyi tanırlar. Kutadgu Bilig, bu yıldız için, şöyle diyor: “ En üstün Zühal (Sekentir), en önde yürür, “ İki yıl, sekiz ay, evde k a lır ” (KB,131). 2) M ü ş t e r i (Jü p iter): Bu yıldız, Türklerin takvim bilgisinde, önemli bir rol oynar. En eski adı, “ Eren-tüz” olabilir. 11. yüzyıldan sonra Türkler bu yıldıza, “ O ngay” demişlerdir. A n a d o l u ‘nun b ir çok yerlerinde de bu yıldıza, “ O ngay” veya “ Öngey” adı verilir. Dönüş süresi, 12 gezegen‘in süre­ lerine yakındı. Bu yıldız için Kutadgu B ilig şöyle diyor: “ Ondan sonra gelir, ikinci olur Ongay, “ Her evde k alır on ay, ayrıca d a iki a y ” (KB,132) 3) M e r i h (M ars): Yıldızın k ı z ı l rengi, Türklerin gözlerinden kaçm a­ mıştı. A v r u p a ’da da, Kırmızı yıldız” denilir. T ü r k 1e r bu yıldıza, “ B a ­ kır Sokum ” dem işlerdi. A n a d o l u ‘da M ars'a, “ Y aldırık” da derler. Bu da, eski türkçe bir deyimdir, “ Korkunç ve a te şli” olarak düşünülmüştür. Kutad­ gu B ilig M a r s ’a, “ K ü rü d ” diyordu: “ Üçüncü Merih (Kürüd) gelir, korkunç gururlu yürür, “ Bu (yıldız) kime b ak sa, yeşermiyenler bile ku rur” (KB,133) 4 ) U t a r i t (M erkür): Bu yıldız, uğurludur. T ürkler ona, “ T ilek”, yani D i 1 e k de derler. Ona karşı dilekler dilenir. Kutadgu Bilig, şöyle diyordu: “ Sonra geldi arzu “ T ilek”, arzular, “ Kime yakın gelse, onu özüne b a ğ la r ” (KB,136). J l ’ r i p u t o v . N . P ., S v eıien iy a D lya Izu çen iya Ş a m a n stv a u Y ak u to v...: (Y akutin tan dn ki Y a k u t Ş a m o n iz m in i in celem ek iç in h a b e r le r), İrk u tu k , 1 8 8 5 . Y a k u t çam anizru İ h a k k ım ia k i hu drfcerli ra p o r iç in b k . U. H a r v a , ( F r .), s. 132. 4 B u ö n e m li b ilg ile r i. P r o f . R a « o n y ’ İn in a şa ğ ıd a k i M a c a rc a m a k a le d e n yap tığı y a r d ım la r ile ö ğ r e n ­ d ik : K e p e * b i r yazıd ır.

G e z a , / 4 M ag y ar ös K ölteszet, N y u m a iro l, 1 9 6 4 , s. 21. ‘ ‘ M a c a r n azm ın ın iz le r i ” ad lı

Y IL D IZ L A R

207

BU RÇLA R HAKKINDA NOTLAR Türkler, K o ç burcuna, “ kuzu” ; b o ğ a burcuna da, “ U d”, yani öküz der­ lerdi. Sonradan, B o ğ a da, denmiştir. En iyisi bu burçları, Kutadgu Bilig'den okuyalım: “ Oniki burç (Ükek) vardır, bunlardan başka, “ Kim isi iki evli, kimisi tek evlidir, “ Yaz yıldızı K u z u , sonra d a B o ğ a (ud) gelir, “ ikizler (Erendir), Kuçık ile, dostça yanyana gelir” (KB,138) “ Gör. “ Arslan” burcu ile, komşu “ Buğday başı” (Başak), “ Sonra Terazi burcu (Ülgü), sonra Yengecin (Çadan) eşi, “ Sonra geldi Oğlak, Kova (Könek), hem Balık, “ Bunlar doğarsa eğer, aydın olur, Gök kalık” (K B,139-41). B u rçların özellik leri: Kutadgu Bilig, bu burçları saydıktan sonra, onla­ rın özellikleri hakkında bilgi veriyordu: “ Bil ki bunlardan üçü bah ar (yaz), üçü yaz (yay) yıldızıdır, “ Üçü güz, üçü kış yıldızıdır, bil! “ Üçü ateş (ot), üçü su, üçü rüzgârdır (yel), bil! “ Üçü toprak oldu, Dünya ve iller oldu! B il! “ B u n lardan biri, birine düşm an (yağı), “ Tanrı düşm ana düşm an verdi, kesti sav aşı (çogı), “ Uyuşmaz (karışm az) düşm anlar, barıştı (yaraştı), içlerinde! “ Görüşmez düşm an larsa, kald ırd ı öçlerini! “ Düzenleyen (itigli) Tanrım, özlere düzen verdi! “ Düzen verdi, düzdü (tüzdi), hepsini barıştırd ı..” (KB,142-147). KÜÇÜK AYI BURCU Yukarıda bu burçtan, sık sık söz açm ıştık. K u z e y - T ü r k destanlarına göre bu burç, “ dört tekerlekli bir arab ay ı çeken, iki a t ” gibiydi. A n a d o 1u ‘da bu burca, “ Koyun a ğ ılı” denir. Güzel bir tanımlamadır. A h m e d Ve f i k Paşaya göre bu burç, bir “ a r a b a ” idi. K ı r g ı z Türkleri bu burca, “Altı a r k a ”, yani “Altı d a ğ koyunu” demişlerdir. A İt a y Türkleri ise bu burcu, “ II yettegen”, yani “ II yedigen” demişlerdir.

208

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

Büyükayı, Küçükayı burcunun “ Yedi b ek çisi” : O r t a a s y a Türklerince Büyükayı burcu, nedense onun bir peyki gibi görülmüştür. B ir K ı r g ı z T ü r k inanışında, şöyle deniliyordu: “ Küçükayı burcunun arab ası, öndeki iki yıldız, yani a k ve k ı r a t l a r tarafın dan , Kutup yıldızının çevresinde çekilirlerdi. Büyükayı burcu, yani Ye d i k a r d e ş l e r , Küçükayı burcunun, Ye d i b e k ç i l e r i idiler. Arka­ ların dan gider, onları kollarlard ı. Göklerdeki k u r t l a r ise, a tla rı yemek isterlerdi. Atları yedikleri gün, K ı y a m e t ko p acak tı*..." Büyükayı, K üçükayı burcunun, “ Yedi düşm anı” : K '.i z e y A s y a ‘ya gi­ dince, düşünceler biraz değişiyordu. (Alcor) adlı yıldızı, Büyükayı burcu yağma ederek çalm ış. Bunun için onların adı, h a y d u t ‘a çıkmış. Küçükayı burcu­ nu, kovalayıp, dururlarm ış. ‘ ‘K ov alam a” motifi, her iki efsanede de ayrıdır6. Büyükayı burcu, Küçükayıyı kovalayan, “ Yedi K u rt” : Bazı efsanelerde, kurtların yerine k ö p e k l e r geçerler: “... Büyükayı burcu, Kutup yıldızına zincirler ile bağlı Y e d i K u r t imiş. (Küçükayı burcunun) atların ı kovalıyorldrmış. Zincirlerin koptuğu gün, K ı y a m e t de, ko p acak m ış..." Yedi K urt veya k ö p e k , sembolik (m etaphorical) olarak söylenmiştir. A 1 t a y ve K u z e y Türk destanlarında, “ Cedey H an‘m Y e d i k ö p e ğ i , A l ­ t ı n d a ğ ı n kapısında, nöbet bekliyorlardı7..." Buradaki A l t ı n d - ğ , “Altın kazık”, yani Kutup yıldızı olabilir. B ir başka efsanede de, “ Yedi kurt, bir kıs­ rağı kovalıyordu*...” Bunları değerlendirmek için, bu motifleri değerlendir­ mek gereklidir. BÜ YÜ K AYI BURCU B u rca, T ürklerin verdikleri ad lar: ‘ ‘ Y e d i g e r ’ ’, bu burcun en eski türkçe adıdır. A n a d o l u Türkleri, bu eski ada, “ Yedi kör”, “ Yedi ker”, bazan da “ Yedi eşek” demişlerdir. A n a d o l u kıyılarında bu burca, “ Gemi yıl­ d ız ı”, veya “ Köm ük” diyenler de vardır. 11. yüzyıldan sonra, “ Yedigen” denmeğe başlanm ıştı: “ Yedigen götürdü, ta yukarı başını, “ B aşka bir ışık saçtı, p a rla ttı her yan ın ı” (KB) 4 H . V a m b e r y , aynı e se r, 8. 15 4 . * P o t a n i n , O çerk i, IV , s. 7 3 6 : D oğuya doğru 4 * k ö p e k * ’ m o tifi y a y g ın la şır. H a y v a n c ı g e lm e k le r in d e ise, tem el m o tif, " k u r t " 7

Türk

id i.

S c h i e f n e r , H elden $agen d e r M inu sin skisch en T ataren , S P b ., 1 8 5 9 . A lm a n c a ş iir h a lin d e yazılan

bu d e s ta n la r, ç o k m ito lo jik tir ve h e p g ö k le rd e g eçer.

• Radlof,f*ro6en,/,s.46.

Y IL D IZ L A R

20 9

A 11 a y Türkleri bu yıldıza, ‘ ‘A t Yettegen”, yani A t y e d i l i s i demiş­ lerdir. K ı r g ı z Türklerinin bazı kesimleri ise, “ Yeti arkar, yani Y e ­ d i d a ğ k o y u n u , demişlerdir. Bazan da, “ Koş ögüz”, yani i k i ö k ü z denmiştir. A n a d o l u ‘da, “ İki k a rın d a ş”, ¡k i k ard eş” diyenler de vardır. 11. yüzyıldan b elgeler: 1) ‘ ‘ Ye t i g e n ' ’ : Yedi kardeşler burcuna veri­ len, addır: (M K,3,8.37). Eski bir şiir: 2) “ K aran lık geceyi, geçirm ek istedim (keçürsedim)! “Ağır uykuyu uçurm ak istedim (uçursadım )! “ Yedi kardeşleri, kaç kez saydım , kaçırdım ! “ Yıldız sayarken, böylece günüm d o ld u !” (M K,3,s.247; B r o c k e l m a n , AM Pr., 11,15). 3) U y g u r el yazm alarında: ‘ ‘ Ye t i k e n Sutrasını (sudur), iyi (yeğin) ve açık (ayrık) eş itip...” : (TT,VII,40,135). Büyükayı burcu, dört geyik ve üç avcı: Batı Sibirya kavimleri bu burca, sadece “ Geyik” adı verirler. A 11 a y kuzeylerinde, Yeniseylilere göre, “ Dört köşedeki yıldızlar, 4 g e y i k idiler. Kuyruktaki üç yıldız d a , 3 a v c ı idiler...” Büyükayı burcu, Yedi kardeş ve Yedi Han: Bu düşünce, Orta ve Batı A s y a inanışlarına uygundur. Yedi yıldızı, bir bütün olarak düşünüyorlardı. Za­ ten eski Türkler de, “ Yetigen”, Yedigen diyorlardı9. Büyükayı bu rcu, takvim ve hava rap o ru gibi: A n a d o 1 u ‘da da bu ko­ nuda, geniş bilgi ve tecrübe vardı. Ancak Kuzey A s y a ‘da bu burçların düze­ ni, daha açıktır: “... Kuyruk d oğud a ise, b ah ar; güneyde ise, yaz; kuzeyde ise, kış başlangıcı idi... Burcun gerilem esi, ışıkların azalm ası, d o n ; ışıklı ve p a r ­ lak olm ası, k a r yağışını, gösteriyordu10. . ” Yedi haydut ile Ak ve Gök boz atlar: Ünlü Türkolog V a m b e r y ‘ye göre bu inanış, tam bir T ü r k d ü ş ü n c e s i idi: “ . . . K ı r g ı z Türklerine göre, bu burç ‘ ‘ Y e t i - K a r a k ç ı ’ yani Yedi Haydut idi. En uçtaki iki yıldız, A k - b o z ve G ö k - b o z a t l a r idiler. O rtadaki yıldız, ‘ ‘ a r a b a ­ n ı n o k u ’ ', oluyordu. Kutup yıldızına bağlı o larak dönüyorlardı11...” Y e d i H a n ve Büyükayı bu rcu: Şimdi A 11 a y Türk düşüncesine gelmiş bulunuyoruz: “... Burcun yedi yıldızı, gezegenler ile yıld ızlara, çok kötülük 9 “ Yetigen, y ed igen ’ * ile ilg ile r, e s k i T ü r k k a y n a k la rın d a n d e r le n e r e k , aşağıd a su n u lm u ştu r. 10 B ü y ü k ay ı 6 u r c u 'n u n ik lim d e ğ iş ik lik le r i ile ilg isi iç in b k . P o t a n ı n , O ç e r k i..., IV , s. 7 1 2 . B u b ilg i­ le r, G ü n ey-d oğu A 1 1 a y 1 a r a a ittir. “

H . V a m b e r y , aynı e se r, s. 154.

210

T Ü R K M İT O L O JİS İ II

etmişler. Bundan dolayı 7 Han durm adan kaçıyor ve yıldızlar d a onları kovalıyorlardı12..." K ız kaçıran Yedi k ard eş: K ı r g ı z Türk düşüncesine, yani bize daha ya­ kınlara geliyoruz: Gökteki gezegenlerden iki kızı varmış. Y e d i K a r d e ş , kızı kaçırıp, yan ların a alm ışlar. Bu, A l c o r yıldızıdır. Bundan dolayı, Yedi yıldıza, yedi hırsız d a d en ilir13..." Buna benzer bir inanışı, M o ğ o 11 a r ara­ sında da görüyoruz. “ Bu Yedi kardeşler, y a ğ m a n ı n ve hırsızların k o r u ­ y u c u s u olmuşlar. Bunun için yağm aya ve haydutluğa çıkanlar, onlardan yardım dilen irlerm iş1*..." B ir B u r y a t efsanesinde ise, bunların, “ 7 aygırlı a lp l a r " oldukları söyleniyor15. Ç i n l i l e r e göre de, “ Büyükayı burcunun dört yıldızı, bir a r a b a idi. Uçtaki üç yıldız, yani üç at tarafın dan çekilirdi. Burcun dirseğindeki küçük yıldız ise, bir m e l e k id i". ilk el ve geri M oğollara göre, Büyükayı burcu: B u r y a t Moğollarına gö­ re, “ bir yiğit, “ 7 K ara dem irci‘yi, (7 şam anı) öldürm üş ve k afatasların dan şara p k&sesi yapmış. Yedi kardeşler, bu 7 kafatası imiş. Dem ircileri, (Şam an ları), k o ru rlarm ış..." A 11 a y Türk düşüncesine yakın bazı Buryat inanışları­ nı sunm uştuk16. Bu ise, onların gerçek düşünceleri olm alıdır17. Büyükayı burcunun, Ü 1 k e r ile savaşı: K ı r g ı z Türk inanışına yakla­ şan bir A 11 a y efsanesi ise, şöyledir: “... Kutlu bir i n e k , Yeryüzünde dehşet salan , M e ç i n ad lı bir böceği öldürmüş ve p a rça la rın ı göğe savurm uş. 6 p a r ­ çası, Ü l k e r ‘i oluşturmuş. B ir p arçasın ı d a Büyükayı burcu saklam ış. Bu­ nun için Ü l k e r , Yedi kardeşleri kovalayıp, d u rd u rm u ş'*..." K ı r g ı z Türklerinin, Büyükayı burcuna, “ Yeti K a r a k ç ı" yani Yedi H aydut19 demele­ ri, boş değildir. Onlara göre Ü l k e r , başlangıçta, 7 yıldız idi20. TERA Zİ BURCU B u rca, Türklerin verdikleri ad lar: O n a s y a ‘da “ Miz&n" ve Terazi” adı verilen bu burca, T ü r k 1 e r “ Ü lgü” derlerdi. Ülgü de, terazi demektir21. Eski 11 P o t a n ı n . O ç e rk i.., IV , s. 194 . G ü n ey A 11 a y *a a it b ir in a n ıştır. 13 Aynı e se r, IV , 8. 2 0 0 . B u in a n ış, T ü r k le r e a ittir. 14 Aynı e se r, I I , s. 1 2 5 ; IV , b

. 193.

15 Aynı ener, IV , t . 2 0 0 * 2 0 3 . B u r a d a , “ > a £ m a ” ya teşv ik ve p rim v a rd ı. 16 Aynı e s e r, IV , s. 2 0 3 ; U . H a r v a , a. e se r. s. 193. 17 S k a z a n iy a B u ry a t: (B u ry at m a s a lla r ı), İ r k u ts k , 1 8 9 0 . B u ra d a G ün ey S i b i r y a 'n ın g eri m ito lo ji m o­ t if l e r i g ö r ü n ü r le r. B u g eri B u r y a tla r d a , " d e m i r c i l i k ' ' yoktu . B u , b i r im ren m e o lsa g e re k tir. “

P o t a n i n , O ç e rk i..., IV , s. 19 4 . Güney>doğu A l t a y k e sim in e a it in a n ışla r d ır.



“ Yedi k a r a k ç ı'* d eyim i iç in b k . I I . V a m b e r y , a y n ı e se r, s. 1 5 4 . D ü z e n li ve t e ş k ilâ tlı, h a y d u t *

I a r d e m e k tir. 20 D iğ er D ünya e fs a n e le r in e göre lî I k e r , b a ş la n g ıç ta , “ 7 y ı ld ız " id i. 21 T e r a z i b u r c u n a , K ı r g ı z T ü r k le r i de, *’f