Türk Mitolojisi I [1, 2 ed.]
 9751601142, 9751601150

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Birinci b a s k ı: 1989 İkinci baskı : 1993

A T A T Ü R K K Ü L T Ü R , D İL V E T A R İ H Y Ü K S E K K U R U M U T Ü R K T A R İ H K U R U M U Y A Y I N L A R I VII. Dizi - Sa. 1021

TÜRK MİTOLOJİSİ (K aynakları ve açıklam aları ile destanlar) I. C i l t

2. Baskı

Ya z a n

Prof. Dr. BA H A ED D İN Ö G EL T ü r k T a r i h i P rofesörü

T Ü R K

T A R İ H

K U R U M U

B A S I M E V İ —A N K A R A

19 9 3

TÜRK

MİTOLOJİSİ

ISBN 975-16-0114-2 Tk. ISBN 975-16-0115-0

ÖNSÖZ Bugünkü m illetler arasında da, köklü l)ir m itolojiye sahip olanlar veya olm ayanlar vard ır. Mesela Alman ve İskandinavya kavim leri, çok geniş ve eski b ir edebiyata sahiptirler. B unun için de b u m em leketler, ta rih î ( Traditional) m etoda büyük bir önem verm işlerdir. A m erika gibi yeni to pluluklarda ise, böyle ta rih î bir edebiyat yoktu r. Bu sebeple bu m em leketlerin bilginleri de, âd e ta Alman m ektebine cephe almış gibidir­ ler. Ne yapalım ki, bizim de çok eski b ir ta rih ve edebiyatım ız v ard ır. Bu sebeple kitabım ızı yazarken, ister istemez Alm an m itoloji a ra ştırm a­ larında kullanılan m etodları iyice ta n ım a k ve uygulam ak zorunda k a l­ dık. A lm anya’da m itoloji araştırm aları, din ve edebiyat ta rih i ile, m uka­ yeseli dil te tk ik le ri bakım ından büyük bir çığır açm ıştır. B aşka m em le­ ketlerde etn o g raf ve sosyologların fikir spekülasyonlarına b ir konu teşkil eden m itoloji, A lm anya’da dil ve edebiyat m etinleri olarak ele alınmış ve b u efsaneler sayesinde Alman m illetinin düşünce ve İçtim aî tarihi aydınlığa kavuşturulm uştur. Mitoloji nedir ve ne değildir? Böyle bir eseri yazm ağa başlam adan önce, bu meseleleri kesin olarak bilm ek ve tan ım ak m ecburiyetinde idik. Bu sebeple m etod meseleleri üzerinde her bölüm üm üzde y eri geldikçe geniş olarak durm ağa çalıştık. Y alnız b urada A lm anların, Brockhaus adlı büyük ansiklopedisinde verilen şu kesin sınırlam ayı da verm eden geçemiyeceğiz. B rockhaus’a göre, “ T arihde adı geçmeyen, artık u n u ­ tulm uş büyük kahram an lara a it efsaneler, m itolojinin kadrosuna girer” . T arihde y aşadıklarını bildiğimiz kişilere ait efsaneler ise d e s t a n , yani Légende’’dır. B u açık tarife göre, Oğuz destanı b ir destan (Légende) değil; bir m itoloji (M y th u s)'d u r. Mitoloji ara ştırm aların ın konusu y a l­ nızca k ahram anlık d estanlarından ib aret değildir. E f s a n e (Myf/ıus)’lerin şimdiye k ad a r pek çok tarifle ri yapılm ıştır. B unlar içinde en açık olan­ larından birisi de, E . A. G ardner’in “ Encyclopaedia of Religion and Ethics, IX , s. 117” dc yaptığı bir sınırlam adır. G ardner’c göre mitoloji, “ T abiat varlıkları ile olaylarına, kişilik verm e sureti ile an latm a şek­ lidir” . B urada şunu da bilhassa belirtm ek istiyoruz : Efsanelerin kendi­ lerine M y thus veya M ythe denir. Mitoloji ( Mythologie) ise, bu efsaneleri inceleyen ilim koludur. Şu no k ta da çok önem lidir : Mitoloji deyim inden

VI

T Ü R K M İT O L O JİS İ

büyük araştırıcılar, “ Yalnızca b ir m illetin veya ak rab a toplum lara ait efsanelerin, bir b ü tü n halinde incelenmesi” ni anlam ışlardır. Y oksa, insan düşüncesinin birer parçası olan dünya m itolojileri arasında, benzer nok­ ta la r b uk nak veya gösterm ek, bir m itoloji te tk ik i değildir. Mitoloji araştırm aları, din ta rih i incelemeleri ile de y ak ın d an ilgi­ lidir. F a k a t mitoloji, yalnızca b ir din ta rih i de değildir. Bu sebeple U. H olm berg’in din tarihine a it b ir eserini İngilizceye tercüm e ettirerek , adına “ Finno-Ugrian and Siberian mythology, N ew -York, 1964” demesi, çok yanlış b ir harekettir. İşte b u sebeple eserimizin I. cildini efsanelere ayırdık. Çünkü efsaneler (M ythes) , bir m illetin m itolojisinin canlı ve yaşay an varlık ları gibidirler. T ü rk efsaneleri için, başlıca iki tü rlü kaynağım ız v ard ır : 1) Tarihlerde geçen ve özel olarak eskiden yazılm ış T ü rk efsaneleri. 2) H alk ağzından derlenmiş efsaneler. H un, G öktürk ve U ygurlarla ilgili efsaneleri toplam a ve inceleme, Çin k aynaklarını y akın dan ta n ıy an biri olmamız sebebi ile zor b ir mesele teşkil etm edi. Böyle b ir eser, ilim adam ­ larım ız için olduğu k ad a r; T ü rk aydınları için de faydalı olmalı idi. Ayrıca bugünkü dilimize çevrilmesi gereken m etinlerin, hem T ü rk ay ­ dınları ta ra fın d an zevkle okunm ası ve hem de asıllan n a uygun olması gerekiyordu. B ir yazar için de, b ü tü n bu ş a rtla n yerine getirm e m aal­ esef kolay b ir iş değildi. O ğ u z - H a n efsanesinin de bugüne k a d a r m ukayeseli b ir a ra ş tır­ m ası yapılm ış değildir. Y ine T ü rk m itolojisinin çok önemli b ir kaynağı olan Ebülgazi B ahadır H an ’ın Şecere-i Terâkinıe, yani “ Tiirkm enlerin şeceresi” adlı eserinin türkçem izdeki b ir evrisi de yoktur. F arsça Oğuz destanını değerli meslekdaşım Prof. D r. F aru k Sümer, daha çok genç bir yaşta iken, büyük b ir dik k at ve liyak atla ta n ıtm ıştı. Dilcilere bile nasip olm ayan b ir isabetle bir çok türkçe adı doğru olarak okuyabilm esi, onun için bü y ü k bir başarı idi. A yrıca, elindeki bütün m etinlerin fotokopilerini de benim araştırm alarım için verm iş olması, kendisinin T ü rk k ü ltü rü araştırm aların ın gelişmesi için ne k ad a r iyi b ir n iyet taşıdığını ve küçük hislerden nasıl arınm ış olduğunu gösteren bir delildir. Sayın Prof. D r. F aru k Süm er’in yazılarında dokundukları konuları b u rad a yeniden ele alm adık. B ununla b eraber eserimizde, bu meselelere yeni k atk ıla r yapm a konusunda gösterdiğimiz g ay retler de gözden kaçm ıyacaktır.

ÖNSÖZ

V II

K itab ın aydınlarım ız için faydalı olması vc hacm inin de fazla b ü y ü ­ memesi için derin ve ibnî m ünakaşaları küçük pu n to lar ile dizdirdik. B u bakım dan T ürk ilim adam larının gücenmemelerini ve bu hareketi hoş karşılam alarını dileriz. K itabım ızın II. cildi bir nevi T ü rk düşünce ta rih i olacaktır. Bu ciltdc toplanan çoğu k ab a şiirler halindeki m etinler ise, asıl m analarını I I . ciltteki açıklam alarla bulacaklardır. R usça kay n ak lar bakım ından, İstan b u l T ürk iy at E nstitüsündeki K a t a n o f kolleksiyonu eşine az ra stla n ır b ir hazinedir. B u bakım dan form aliteyi yıkarak, bize b ü y ü k b ir m üsam aha gösteren, gece ve gündüz çalışm a im kânı hazırlayan E n stitü M üdürü Prof. D r. Ahmed Caferoğlu’na b u rada m innetlerim izi sunm ağı bir borç biliriz. İm kânlarının azlığına rağm en, “ Selçuklu T arih ve M edeniyeti E n stitü sü ” nün bu k ita b ı y ayınları arasında neşretm e isteğini ve feda­ kârlığını da, yüksek b ir v atanperverlik örneği olarak anm ak , ayrıca bizim için b ir borçtur. 1971, A nkara, Sıhhiye.

İ Ç İ N D E K İ L E R ÖNSÖZ I. B Ü Y Ü K H U N D E V L E T İ V E T Ü R K M İT O L O JİS İ: -M ete’nin gençliği, ta rih ve efsane: 1. -M ete’nin ve babasının adları, s. 5. -M ete’nin, b a b a s ı n ı ö l d ü r m e s i , s. 8. -M ete ve O ğ u z - H a n , s. 10. II.

T Ü R K L E R İN K U R TT A N T Ü R E Y İŞ İ : 1. K u rt efsanelerinin O rtaasya’da ilk defa görünüşü, s. 13. 2. K ao-çı (Tölcs)’ların erkek k u rtta n türeyişi, 8. 14. 3. G öktürklerin k u rtta n türeyişi, s. 18. A . Birinci menşe efsanesi, s. 1 8 : (K utsal mağaralar ve Ergenekon, s. 2 1 j. B . İkinci m enşe efsanesi, s. 2 2 : (Geyikli mağaralar, s. 24j. C. G öktürklerin üçüncü efsaneleri, s. 25. T ü rk m itolojisinde Totemizm izleri, s. 29 : -O ğ u z boylarının kuş ongım’la rı, s. 32. -T ören elbiseleri, s. 37, -K u tsa l a ta , G eyik-A ta, v .s. gibi a taların elbiseleri, s. 37. -T ü rk lcrd e k u r t , s. 40. -A stro n o ­ m ik b ir sembol olarak k u r t, s. 50. Göktürk efsanelerinde, yükseğe sıçram a yolu ile h akan olm a, s. 52. Ateşin keşfi ve Göktürk efsaneleri, s. 54. Gökten düşen bir d o lu tanesinden türem e, s. 55.

I I I . E R G E N E K O N E FS A N E S İ : -T ü rk ler ve “ Dem ir dağlar” , s. 59. -E fsanenin tercüm esi, s. 61. -T ü rk le r ve “Demircilik” , s. 66. -E rg enekon ve Y e’cuc, Me’cuc şeddi, s. 71. IV . U Y G U R LA R IN T Ü R E Y İŞ E FS A N E S İ : - Açıklam alar, s. 78. 1. Uygurların ağaçtan türem eleri, s. 88. 2. Y akut T ürklerinin “ Er-Sogotoh” efsanesi, s. 97. -T ü rk m itolojisinde, “ H ayat su yu ” , s. 106. ağacı” %s. 108. V . OĞUZ D E S T A N I: 1. Uygurca O ğ u z d e s t a n ı , s. 115. 2. F arsça O ğ u z d e s t a n l a r ı , s. 145.

- T ü r k m itolojisinde, “ Hayat

TÜRK

X

M İTOLOJİSİ

(1. O ğuz-H an’ın doğuşu vc gençliği, s. 155. -2 . Oğuz-H an’ııı am caoğullarım Hürüçü ve Moğolların başlangıcı, s. 166. - 3 . Uygurlar, s. 167. -4 . Konglılar, 169. -5 . Kıpçaklar, a. 171. -6 . Oğuz-H an’ın, Inal-H an*a akını, 8. 172. -7 . H in t vc Çin ülkelerine yaptığı akın, s. 174. -8 . Çin akını, s. 176. -9. İran akını, s. 177. -10. It-B arak akını, s. 185. -11. îd il boyu akınları, s. 196. -1 2 . Ağaç-eri'ler, s. 202. -13. O ğuz-IIan’m yurduna dönüşü, s. 202. -14. O ğ u z -H a n ’ın r ü y a s ı , s. 204. -15. Ş e n li k yapıp k u r u l t a y toplam ası, s. 206. -T a n rın ın k ı l ı c ı , s. 207) V I. T Ü R K M E N L E R ÎN Ş E C E R E S İ : (s. 209). V II. OĞUZ D E STA N LA RI H A K K IN D A BAZI N O TLAR : 1. T ürk İçtim aî düzeninin, Türk mitolojisindeki izleri, s» 269. -Proto-M oğol devlet teşkilâtında T ü rk m itolojisinin izleri, 8. 293. 2. Oğuz destanlarına benzer, değişik bir Kırgız rivayeti s (K ara-H an oğlu A lm an-B et destanı), s. 300. -A ltay -T ü rk m asallarından örnekler, s. 311. -T ü rk m itolojisinde y a y ve o k , s. 322. - D e li D u m r u l m asalı ve b ir A ltay efsanesi, s. 324. 3. Oğuz boylarının ad lan üzerinde, “ e t i m o l o j i k ” bir denem e, s. 327. 4 . Oğuz boylarının, “ O n g u n ” kuşları, s. 355. - E t p ay ları, s. 371. 5. T ürklerin İslâmiyet e girişi ile kurulan, “Yeni Türk şecereleri” , s. 373 A . Oğuz-nâme’Iere göre, s. 373. B . H an-nâm e’ye göre, s. 378. V I II . H A N -N Â M E: 1. E fsanevî Ö z b e k vc H a z a r H anları, s. 391. 2. K ı y a t - H a n vc soyu, s. 410. I X . Y A R A T IL IŞ D E S T A N L A R I: - Ç iriş, s. 419. I — Y akut Türkleri ve yaratılış, 8, 430. I I - —A ltay-Türk k o z m o g o n is i, 8. 431. 1. V erbitskiy’in derlediği, “ A ltay yaratılış destanı” , s. 432. - Destan hakkında açıklamalar, 5. 436. 2. Y ak u t-T ü rk yaratılış destanları, s. 447. -T ü rkler ve M oğol-Buryat kozmogonisi, s. 450. 3 . R adloP un derlediği, “ A ltay yaratılış destanı” , s. 451. 4 . Diğer T ü rk yaratılış destanları, s. 465. - İ l k deniz ve “ o k y a n u s ” , s. 467. -T ü rklere göre, “ İ n s a n ” ve “ İ n s a n ­ lık '” , s. 475.

İÇ İN D E K İL E R

XI

I I I . “ T ü r k - M e m l û k ” , yaratılış efsanesi, 8. 483. A y-A ta m ” m b alçık tan yaratılm ası, s. 485. - “D ö r t u n s u r ” ve yaratılış, s. 487. -U y g u r ve B ektaşi’lerin “T e n a s ü h ” nazariyesi, s. 488. IV . YaLancı destanlar ve T ürkler, s. 491. -T ü rk m itolojisinde, “K uğu kızlar” , s. 492. X . MANAS D E ST A N I : - T ü rk m itolojisi vc M anas destanı, s. 95: 1. M anas’m doğuşu, s. 498. - 2 . Manas’m gençliği ve evlenm esi, s. 511. -3 . K aşg ar bölgesindeki ak m ları : (B ok-M urun hikâyesi) , s. 521. —4. M anas’ın k u z e y akm ları: (K ö s-K am an hikâyesi) , s. 527. -5 . M anas’ın ö lü m ü , s. 530. -6 . M anas’m oğlu “ Semeley-Han” , s. 535. -7 . İli nelıri boyundaki kabilelerin m enşe efsaneleri : (E r-T ö ştük destanı) , s. 539. X I . T Ü R K L E R V E MOĞOL M İT O L O JİS İ, (B enzer ve ay rı ta ra fla rı): I . K itan ’Ian n türeyiş efsaneleri, s. 549. 1. H ıtay devletinin “ k u r u l u ş ” efsanesi ve T ürkler, s. 549. - U y g u r “M anihcizm 'i ve H ıtay devleti, s. 554. 2. H ıtay devletindeki “ h a lk ” efsaneleri ve T ürkler, s. 556. - Proto-Moğolların, “kö p e k ” ve “d o m u z ” ataları, s. 556. -H ıta y im p a ­ rato ru n u n doğuşu ve T ü rk m itolojisi, s. 558. 'I I . Moğollarda “ k ö p e k ” k ü ltü ve T ürkler, s, 561. -T ib e t’te köpek k ü ltü , s. 566. X I I . T Ü R K M İT O L O JİS İN D E , “ G E Y İ K ” : (-A k renkli “deniz ilâheleri” , s. 570. -Ç ingiz-IIan’ın a ta la rı ve “dişi bey’az geyik” , s. 573. -F in -U g o r kavim lerinde geyik, s. 577 - “ A vrupa H unlarm d a” geyikli efsaneler, s. 578.) - “Geyik kovalayan” avcılar, a. 582. X I I I . T Ü R K M İT O L O JİS İN D E , “ K A R T A L ” : 1. K artal yuvasında doğan T ürk şato hüküm darı, s. 585. 2 . M a c a r kıralı Alm os’u n annesinin, d o ğ a n ’dan ham ile kalm ası, s. 588. s. 589. -M acarların “ K artal” ve “Ördek” boyları, s. 593. -D oğ a n ’dan tü re ­ yen K ır g ız kabilesi, s. 594. 3 . Altay ve Sibirya m itolojisinde, K a r ta l 'd a n KISALTM ALA R, s. 600. BİB L İY O G R A FY A , s. 601. İN D E K S , s. 609.

Türeyip efsaneleri, s. 595.

I. BÜYÜK VE

HUN

TÜRK

DEVLETİ

MİTOLOJİSİ

B Ü Y Ü K H U N İM PA RA TO RU M E T E ’N İN G E N Ç L İĞ İ

Tarilı

vc

efsane

M .ö. 204 senesinden itibaren O rtaasya büyük olaylara h azırlan ı­ yordu. Bu sebeple Çinliler gözlerini K uzey-B atıya dikmiş ve neler oldu­ ğunu h ay al m eyâl de olsa seçmeğe çalışıyorlardı. B u zam ana k ad a r Çin, kendi kabuğuna çekilmiş ve kendi dünyasında yaşıyordu. Esasen Çin­ liler b u çağda kendi ülkelerinden başka b ir y eri de tanım ıyorlardı. O nlara göre yeryüzünde te k devlet kendi ülkeleri idi. Çin, dünyanın ortasında bulunuyor, b a r b a r ve vahşi olan diğer m illetler de Çin’i b ir halka gibi çeviriyorlardı. Şimdiki Çinliler bile kendi devletlerine Chungkuo, yani “ O rta m em leket” veya “ O rta devlet” derler. Mete’nin ta rih sahnesine çıkışına k a d a r b u Çin düşünce düzeni değişmeden devam etm işti. M ete’nin o rtay a çıkm ası ile Çin devleti ile beraber Çinlilerin dünya görüşü de, tem ellerinden itib aren sarsılm ağa başladı. H erkes anlam ıştı ki, yeryüzünde en güçlü devlet olarak yalnız Çin değildi. Çin’in y anında daha kuvvetli ve d ah a düzenli b ir H u n devleti de vardı. Bu suretle yeryüzünde o rta devlet ikileşmiş oluyordu. B unun gibi b ir çok tesirler Çin devlet felsefesinin değişmesine yol açtı. F a k a t Çin, m uhafazakâr ve m ağrurdu. A slında eski devlet felsefesinden vazgeçm iyordu. F a k a t p ratik d e b ir çok yeni siyaset ve stra te jile r u y g u ­ lam ak zorunda kaldı. B üyük H un devleti karşısında h ay a tın ı korum ak zorunda olan Çin, hayal âlemini bırakm ış ve gerçek h a y a ta uym a çab a­ sına girm işti. T arih boyunca Çin’in başarısı, karşısındaki düşm anı tanım ası ile ilgilidir. B u sebeple b ü tü n gözler B üyü k H u n D evletine çevrilecck ve onlar hakkında geniş ve sağlam bilgi top lan acak tır. Mete’nin gençliği sırasında B üyük H un devleti, Çin için bü y ü k b ir tehlike teşkil etm iyordu. B u sebeple to p la n an bilgiler sonradan olduğu gibi bizzat görülerek değil; ancak d uyularak elde edilm işti. M ete’nin T ü rk M itolojisi, 1

2

T Ü R K M İT O L O JİS İ

Çin’e yaptığı seferlerinden sonra Çinliler onu daha iyi tanım ışlardı. F ak at onun biyoğrafyasını tam am lam ak için, gençliği hakk ın d a da bilgi verm ek lazım dı. Mete bir cihan im p arato ru olmuş ve halkının gözünde efsaneleşmişti. Çinlilerin, M ete’nin gençliği hakkında bildikleri ise, sadece onun halkından d uydukları idi. Çin k aynaklarını okuyabilen herkes bilir ki, M ete’nin gençliğine ait bilgiler bir hikâye ve m asal üslubu ile yazılm ıştır. M ete’nin Çin akm ları başlayınca, bu üslûb tam am ı ile değişir ve m eşhur in ta rih yazıcılığı başlardı. Bu sa tırları Mete ile ilgili Çince m etinleri defalarca okumuş ve tahlil etmiş bir kimse olarak anlayışım ıza göre yazıyoruz. Mete’nin gençliğinde, O rtaasya’nın etnik durum u : M ete b ir H un İm p aratoru idi. H unların içinde doğm uştu ve b ir H un idi. H u n lar daha ziyade T anrı dağlarının Doğu uçlarından b a tıy a doğru u zan an büyük bir kitle idiler. B atıda nereye k ad a r uzadıklarını bilm iyoruz. Çünkü elimizde hiç b ir k aynak yoktur, ö y le anlaşılıyor ki, kuzey-batıda Volga ırm ağına; güney-batıda da T ü rk istan ’a k a d a r uzanan bölgelerde yaşayan halklar onların akrabaları idiler. İm p arato rlu k k u ru ld u k tan sonra tıpkı G ö k tü r k devletinde olduğu gibi, devletin ağırlığı ve İm p arato rlu ğ u n başkenti doğuya kaym ış ve başkent, O r h u n nehrinin k ay n ak ların ı aldığı ötügen bölgesinde kurulm uştu. B urası, b ü tü n O rtaasy a’nın en kutsal bir yeri idi. İnanca göre, b ü tü n büy ü k im parato rlu k ların baş­ kenti b u rada kurulm alı idi. E sasen bu bölgeyi ele geçirem eyen ve başkentini de b u rada kuram ay an bir devlet, büyük b ir teşekkül veya im paratorluk sayılm azdı. B u sebeple A var, G öktürk, U ygur ve h a tta Çingiz H an ’ın kurduğu Moğol im paratorluğu bile biraz geliştikten sonra, başkentlerini buraya ta şım ışla rd ı1. B üyük H un İm paratorluğu halikındaki başlıca kaynaklarım ız Ç in ta rih ler dir. Çin tarihleri ise H iyunların yalnızca doğudaki faaliyet­ lerinden söz açarlar. Bu k aynaklara b akan bir çok b atılı bilginler, B üyük H u n devletinin bir Doğu Asya im paratorluğu olduğunu zan n et­ mişlerdi. H albuki Doğu Asya H unlarm eline, ancak M ete’nin T u n ­ g u z ’ları m ağlup edişinden sonra geçmişti. Biz H unlarm esas yerini öğrenmek için daha başka tü rlü m etodlar ta k ip ettik . B üyük H un İm parato rlu ğunun kuruluşundan aşağı y ukarı yiiz sene sonra, Doğu 1 B k. B. Ögel, B ü y ü t H un devletinden önceki Ortaasya'nın etnik d urum u, DU ve T arih Coğ. F ak . Dergisi, 1947, s. 663-679.

Şekil 1 : Eski Ortaasya İmparatorlarının otağının araba ile taşınm asını tem sil eden bir resim (H. Y ule’un Marco Polo adlı eserinden).

B Ü Y Ü K IIU N D E V L E T İ 3

4

T Ü R K M İT O L O JİS İ

Asya H unların elinden çıkm ıştı. F a k a t H u n lar bu n a rağm en B atıda, 150 sene dalıa m ukavem et etm işlerdi. Ilu n la ra k a rşı akın y a p a n Çin generallerinin tak ip ettikleri yollar incelenirse, Çin ordularının T anrı dağlarının kuzeyine ve A ltay dağlarının da güney-batısına doğru g it­ tikleri açık olarak görülür. S onradan G ö k t ü r k devletini k u ran T ü r k kitleleri de bu bölgede yaşıyan ve b u bölgeden kuvvetlerini alan halklardı. B unlar h er zam an için, O rtaasy a’n ın en âsil ve cn güçlü boyları olm uşlardı. H unların güney-batısında Y ü e - ç i’ler yaşıyorlardı. Yüe-çi’lerin b atıd a, nereye k ad a r uzadıklarını da bilem iyoruz. Y ü e - ç i’lerin T ü rk ırkından olduklarına dair bir çok deliller v ard ır. M ete ve oğlu ta r a ­ fın d an m ağlup edilen Yüe-çi’ler sonradan B a tı T ü rk ista n ’a gidecekler ve H indistan’a k ad a r uzanan K u ş a n devletini k u ra c a k la rd ır2. H u nların doğusunda ise Çin denizine k a d a r uzan an bir M o ğ o l âlemi vardı. Çinliler b u kitleye etnik bir deyim olarak Tung-hu adını veriyorlardı. Çince işaretlerin ifade ettiği m anaya b ak arsak T ung-hu sözü, “ Doğu B arbarları” anlam ına gelir. Bizce b u söz, Doğu B arb arları gibi um um i bir m ana ifade etm iyordu. T ung-hu daha ziyade b ir kavm in adının çince işaretlerle yapılan b ir transkripsiyonu olmalı idi. B u sözün aslı, mesela Tunguz olabilirdi. O rtaasya’nın B a tı bölgelerinde yaşıyan h alk lar a t l ı k a v i m l e r idiler. O nların iktisadı, tam am ı ile a ta ve büyük baş h ay van lara dayanıyordu. B unlar arasında koyun da önemli b ir yer tu tu y o rd u . O rtaasyanın doğusu ile kuzey doğusuna gidildikçe ise, a t sa­ yısı d ah a da azalıyordu. Moğol kavim lcrinin tem elini teşkil eden, mesela Şı-vey'ler gibi kabilelerde ise, başlangıçta a t k ü ltü rü n ü n bulunduğu şüpheli id i3. B a tı Asya’da d o m u z a bir yiyecek olarak itib a r edil­ m iyordu. Çin k aynaklarının ifadesine göre, Doğu O rtaasy a’da ise E k o ­ n o m in i n e s a s ı n ı d o m u z teşkil eder b ir duru m d a idi. T ü rk ler doY ü e -ç ile rle ilgili b ü tü n Çince vesikaların tiırkçe tercüm eleri vc Y üe-çi’lerin tarih i ile ilgili görüşlerin tenkidi şu araştırm ada to p la n m ıştır: B . ö g c l, Yüe-çi'Ur, D il v e Tarih-Coğ. F ak . D ergisi, X V , 1957, s. 247-278 3 Ş ı - v e i (Shilı-W ei)’ler hakkındaki belgelerin çoğu şu Jap o n ca kollektif eserde to p lan m ıştır: I C u r a k ic h i S h ir a to r i, Manslıu rekislıi cbiri, T okyo, 1913, I , s. 63. S biratori’nin T u tı g - h u ’lar hak kında bir seri m akalesi v a r d ır; Toko m inzoku ko, Slıigaku Zasshi, 1910, 21, s. 3 69- 393, 741 -7 6 2 , 1003- 1026. S hiratori’n in aynı m ec­ m u am a, 1911 (22,) 1912) (23), 1913 (24) sayılarında 10 m akalesi d aha v a rd ır. Bu her iki kavm in k ü ltü rü h ak k ın da kısa, fa k a t öz olarak verilm iş bilgiler için l>k. W . E b e r h a rd , Ç in'in Ş im al K om şuları, s. 44, 55.

R Ü Y Ü K IIU N D E V L E T İ

S

m uza, tonguz, donguz ve dolayısı ile şimdi do domuz derlerdi. Bu sebeple Tung-hu ile Tunguz ve Tonguz, dom uzun ara la rın d a b ir ilgi olm ası m uhtem eldi. Mete çağındaki bu kavim lerden söz açm ada fayda v ard ır. Çünkü Mete’nin gençliğini anlatırk en , onun bu kom şularının ad ları sık sık geçe­ cektir. M e te ’nin vc baltasının adları : T ü rk ta rih in in kuru cu su diyebi­ liriz, zam anım ızdan 220 sene evvel yaşam ış olan F ransız Sinoloğu J o s e p h De G u ig n e s ’dir. Bu tarihçinin büy ü k eseri dilimize H üseyin Calıid Y a l ç ı n ta ra fın d an , “ Tiirklerin Tarih-i U m um îsi” ad ı ile, “ Oğ­ lum un k ütüphanesi” serisinden 8 cilt halinde tercüm e edilm iştir. De G u ig n e s , kendi çağında Çin dilinin tanınm ış m ütehassıslarından biri idi. Eserine bakılırsa kendisi, L atin ve Y unan dillerinden başka A rap ve F ars kayn ak ların d an da istifade edebiliyordu. T ü rk tarih in i derli to p lu olarak bir aray a getiren de şüphesiz ki bu m eşhur F ransızdır. B ugün bile onun k urduğu T ü rk T arihi düzeni, pek fazla değişmiş değildir. A vrupa Ilım larının, A varların ve h a tta henüz d ah a bizim b ir şeylerden haberim iz yok iken, Selçukluların bile O rtaasy a’d an geldiğini De Guignes söylemişti. İşte T ü rk T arihinin gerçek kurucusu olan b u büy ük bilgin zam a­ nında, Çin ara ştırm aları henüz daha ilerlem em işti. M ete’nin adı d a çince işaretlerle yazılm ıştı. Çince işaretleri Mei-dei (M ei-tei) şeklinde okuyan yazar, Mete için k ita b ın ın h er yerinde de bu adı kullanm ıştı. B u k itap dan istifade eden T ü rk tarihçileri ise adı, doğrudan doğruya Mete şeklinde okum uşlar ve k ita p la rın a böyle geçirm işlerdi. İş te b u yolla bu büy ük H un im p a rato ru n u n adı, T ürkiye’de Mete şeklinde öğrenilmiş ve yayılm ıştı. H albuki bugün m odern Çin dilinin k u ralların a göre b u çince işa­ retleri M ao-tun, yani M ao-dun şeklinde okum aktayız. E lb e ttek i bu okunuş, aynı Çin işaretlerinin bugünkü Çin telaffuzuna göre seslendi­ rilmiş b ir şekildi. A ynı işa re tle r M ete çağında ise Bak-lut şeklinde okunurdu. Çinliler kelime sonundaki “ r ” sesini okuyam azlar ve b u sesi “ t ” şekline sokarlardı, ö y le anlaşılıyor ki M ete’nin esas adı da eski türkçedeki “ B a g a tu r ” ve o rta türkçedeki “ B a h a d ır ” d an başka bir şey değildi. B u güzel buluş A lm an Sinoloğu F . H irth ’e aittir.

6

T Ü R K M İT O L O JİSİ

Şekil 2 : Baş kesen peçenek b ah ad ırları.

Y ine aynı m eşkur Fransız tarihçisi, M ete’nin babasının adını ise “ Teo-man” okum uştu. B ugünkü sinoloji ise bu adı iiT 'ou-m an'’ şek­ linde okuyordu. Bu ad da herhalde eski türkçe “ T u m a n " ve bugünkü türkçem izdeki “ D u m a n ” d an başka b ir şey değildi. T um an adı T u rk ler arasında çok tu tu n a n ve sevilen b ir ad idi. Bu ad ın niçin çok sevilip ve sayıldığını öğrenm ek için de, yine bu kitabım ızda bulunan K o r k u t A ta , y ani Dede K o rk u t’u n çok eski bir soylam asını okuyalım . (Bk. S. 234). Şimdi Mete’nin gençliği ile bilgileri Çin k aynak ların d an aynen b u ray a alalım : “ Bu sırad a, T u n g - h u ’lar kudretli ve Y ü e -ç i’Ier ise en güçlü çağlarında idiler. H u n ’ların Şan -yü (unvanım taşıyan) hüküm darlarının adı ise; T u m a n (Tou-m an) idi. “T um an’ın veliaht olan bir oğlu vardı. Adı da M ao-tun ( M e te veya B ahadır) idi. T um an’ın ayrıca çok sevdiği bir H atunu vardı. Bu H atun da (kendisine) yeni bir çocuk doğurm uştu. T urnan, büyük oğlunu yok ederek, (yeni doğmuş olan) küçük oğlunu (veliaht yapıp) onun yerine geçirmek istiyordu. Bunun için de Mete’yi, Yüe-çı’lerc rehine olarak gönderdi. Mete’nin Yüe-çi’ler yanında rehine bulunduğu bir sırada ise, ordu­ sunu toplayarak, birdenbire Yüe-çi’lerc taarruz etti. Y üe-çi'lcr bunu görünce, hem en koşup M ete’yi öldürmek istediler. F akat (Mete’nin) çok iyi bir a tı vardı. A tm a atladığı gibi (Yüe-çilerin arasından sıynlıp kaçtı ve) yurduna döndü. Babası T um an (sevinir gibi göründü) ve onun bu bahadırbğının bir m ükâfatı olarak, 10,000 atlı bir tüm enin kom utasını ona verdi.

B Ü Y Ü K H U N D E V LE TÎ

7

“ Mete, bundan sonra vızlayan bîr ok ıcad ettî ve askerlerini talim ettirm eğe başladı. (T am am en atlı olan) askerlerine, nereye ok atm a em redilirse, hem en oraya dönüp ok atm alarını em retti. K im bunu yapm az (veya hafifçe tereddüt geçirirse), hem en onun başının kesileceğini «’e ilân e tti. Ayrıca avda da, (M ete’nin) vızlayan okunun hangi yöne gittiğine (herkes dikkat edecekti). Vızlayan okun gittiği hedefe, (M ete ile birlikte) ok atm ayanların da, hem ence başı kesilecekti. (B ir a ra ) Mete dönm üş ve kendisinin m eşhur aygırının k a m ın a , bir vızlayan ok atm ıştı. Kendisi ile beraber aynı anda ok atm ayanlarm da, başlarını (h em en oracıkta) kestirm işti. Mete, (so n ra da) kendisinin çok sevdiği karışm a bir ok atm ıştı. Askerlerin bazıları d aralam ış ve H atu n a ok atm ağ a cesaret edem em işlerdi. M ete, (duralayıp, ok atm ayanları da tespit etm iş) ve baş­ larım hem en orada kestirm işti. (A rtık askerler disipline alışmış ve h e r şeyi öğrenm işler­ d i). Mete, askerleri ile bir a ra av a çıktı. (Askerlerini tecrübe etm ek için), vızlayan okunu, kendisinin güzel başka bir atm a attı. A skerler de, bir kişi bile geri kalm aksızın, a ta ok atıp vurdular. Mete a rtık , askerlerinin talim ve terbiyede iyi bir kıvam a geldiklerini anlam ıştı. “M ete günün birinde, babası T u m a n ile beraber av a çıktı. M ete, vızlayan okunu babası T um an’a atınca, ask erler de aynı anda onu takip e ttile r. (T um an’ı delik deşik edip) öldürdüler. Mete, b undan sonra da, üvey annesi ile üvey kardeşini ortadan kaldırdı. (Babasının ve üvey annesinin) tarafını tu tan vezirlerle büyük m em urların da hepsini öldürdü ve kendisini İm p arato r (Şan-yü) ilân etti. “M ete’nin ta h ta çıktığı sırada, T u n g - h u ’lar en kuvvetli çağlarında bulunuyorlardı. Mete’nin, babasını öldürüp de o nun yerine ta h ta çıktığını öğrenince, hem en bir elçi gönderdiler. Elçi Mete’ye gelerek, babası T um an’ın, yorulm adan 1.000 m il koşan m eşhur atının kendilerine verilm esini istedi. Mete hem en, vezirleri ile (devletin ileri gelenlerim ) çağırarak b ir k u ru lta y topladı. K urultayda herkes, böyle bir atın H unlar için de çok önemli olduğunu Ye verilemiyeceğini söylediler. F a k a t M ete, onlara cevap olarak şöyle d e d i: “ — Ne! Nasıl olur d a b ir a tı, kom şu bir devletten daha değerli tutabiliriz!” Mete, böyle dedikten sonra, bin mil y apan m eşhur atım aldı ve elçiye teslim etti. T ung-hu’lar atı alınca Mete’nin k o rk tu ğ un u sandılar ve yeni bir elçi daha gönderdiler. Elçi gelerek, bu defa d a Mete’nin karışım istedi. Mete yine devletin ileri gelenlerini topladı ve on lan n fikirlerini alm ak istedi. H erkes kızm ış ve şöyle bağırm ağa başlam ışlardı î “ — Bu Tung-hu’lar, tö re (T ao) diye bir şey tanım ıyorlar! Bu defa da H atunum uzu istiyorlar! Biz onlara, derhal hü cum ederek, hepsini ortadan kaldırm ağı teklif ediyoruz!” Mete ise gayet sakin o larak şöyle dedi : “ — Oh, demeyin! Ben b ir kadını kom şu devletim den nasıl ü stü n tutabilirim !” Mete, bu defa da karışım çağırdı ve eli ile onu, T ung-hu elçisine teslim etti. “ B unun üzerine T u n g -h u reisinin cesareti büsbütün artm ıştı. Ordusunu alarak batıya doğru geldi ve terkedilm iş bir araziye girdi. B urası, H u n lar ile Tung-hu’larm sınırlan arasında bulunuyordu. Hiç kim senin oturm adığı bu arazi, 1.000 mil kadar b ir yerdi. H em H u n lar ve hem de Tung-hu’lar, bu bozkırın iki yanm da oturuyorlardı. B u yerin adı da Ao-t’o (O rdu?) idi. “T ung-hu’la n n reisi M ete’ye bir elçi gönderdi ve elçi gelerek M ete’ye şöyle dedi : “ — İkim izin arasındaki bu bölge, kimsenin oturm adığı bir yerdir. Üstelik, iki devetin s nurları arasında da bulunuyor. Nasıl olsa burası sizin işinize yaram az. Gelin de,

8

T Ü R K M İT O L O JİS İ

bu yeri bize verin.” Mete bu sözleri duyunca, hem en kurultayını topladı vc devletin ileri gelenlerine bu konuda ne düşündüklerini sordu. Bazı vezirler, “ böyle terkedilm iş bir araziden, vazgeçmişiz, geçmem işiz, hiç bir şey farketm ez” diye cevap verdiler. Bunun üzerine M ete kızarak şöyle k ü k re d i: M— T oprak, devletin tem elidir. Biz, onu başkasına nasıl Y e r e b il ir i z ! ” Mete, bunu dedikten sonra, böyle diyenlerin hepsinin de başını kestirdi. “ M ete atm a atladı ve herkesin kendisini takip etm esini em retti. Geri kalanların da, başını hem en oracıkda kestirdi. Doğuya doğru giderek T ung-hulara hücum etti. T ung-hu kıralı, M ete'yi küçüm sem iş ve m üdafaa tedbiri alm am ıştı. M ete, büyük kuvveti ile Tuııg-Iıu'Iara yüklendi vc o n la n büyük bir m ağlubiyete uğrattı. D üşm anın ordusunu yok ettik ten sonra, halkm ı, m alım ve nesi var, nesi yoksa hepsini aldı. “ (T u n g -h u zaferinden sonra M ete) yurduna göndü. Bundan sonra da b a t ı y a yö­ neldi. Yüe-çi’leri de m ağlup ederek kaçırdı...”

Bu çok önemli vesika, Çin’in ilk resmi tarihi sayılan Shik-chi adlı tarihin 110. bölümünde bulunur. Bu belgeden de anlaşılıyor ki Hunlar o çağda, Asya’nın cn cins ve en uzun koşan atlarını yetiştiriyprlardı. Cins atma binerek kaçan Mete’yi Yüe-çi’ler tutamamışlardı. Hunlann doğusunda bulunan milletler de onlardan cins bir atı almak için can atmışlardı. Mete yalnızca bir imparator veya komutan değil; aynı za­ manda silâh icad eden ve yaptıran bir askerdi. Bu sebeple Çin kaynak­ larının hepsi, v ız la y a n okun Mete tarafından icad edildiğine inanır­ lardı. Vızlayan oklar, kemik bir ok ucuna delikler açmak sureti ile yapı­ lırdı. Osmanlılar bu oka Çavuş oku derlerdi. Bu oku daha ziyade, işaret vermek ve yön göstermek için komutanlar kullanırlardı. Mete’nin babasını öldürmesi: B a b a öld ü rm e meselesine gelince bu, O ğuz destanında da görülen Türk mitolojisinin tanınmış bir moti­ fidir. S ig m o n d F re u d , efsanelerdeki bu motife Ö dip-K om pleksi de­ mişti. ödip, Türk mitolojisinde olduğu gibi büyük bir cihangir ve impa­ rator değildi. Babasını da tesadüfen ve gençliğinde gördüğü rüya icabı öldürmüştü. M ete ile O ğ u z-H an ise, babalarmı töreye ve örfe uyma­ dıkları için öldürmüşlerdi. F r e u d ’a göre çocuk doğup da, annesinin memesini alır almaz, cinsi hayata başlardı. Bu sebeple erkek çocukla­ rının annelerine karşı olan sevgilerinin altında, cinsî hisler de yatardı. Çocuk büyüdükçe babasını karşısında rakip olarak görür ve babasma karşı şuur altında bir kin duyardı. Çünkü annesi, babasına aitti. Bu hisleri açığa vuramıyan erkek çocuklar, hislerini şuur altında saklar ve bazan da bu hal çocukda hastalık bile yapardı. Freud’a göre şuur altına atılan bu hisler tesirlerini gerçek hayatta değil; masal ve efsanelerde göstermiş ve bu efsaneler de zamanımıza kadar gelmiştir. Bizim rüya

BÜYÜK HUN D EVLETÎ

H a rita 1 : H u n ve G öktürk so ylularının y aşadığı A lta y bölgesi.

10

T Ü R K M İT O L O JİS İ

t a b i r n â m c l e r i m i z d e de, rüyada anne ile cim âda bulunm ak, iyiliğe ve ferahlığa delil olarak gösterilm iştir. (Bk. S. 144). B a b a ö ld ü r m e ile ilgili m otifleri K ırgız efsanelerinde de b u lu ­ yoruz. Bu k ita p d a kısa b ir özetini verdiğim iz K ırgızların A lm an-B et destanında da, A lm an-B et b ab ası Kara-Harı,ı öldürm üştü. T ıpkı Oğuz destanında olduğu gibi A lm an-B et’in babası K ara-H an m üslüm an olmağı kabul etm em iş ve A lm an-B et de babasını bir çarpışm a sırasında öldürm üştü. O ğuz-H an ile A lm an-B et’in, h er ikisinin de b abasının adının K ara-IIan olması, çok önemli b ir n o k ta d ır (Bk. S. 300). M a n a s destanında d a M anas-H an, babası Y aku p-H a n ’m töreye karşı gelmesinden dolayı çok kızm ıştı. B abası nedense oğlunu kıskanıyor ve ona kötülükler yapm ak istiyordu. B unun için de k ö tü insanlarla anlaşıp, en trik ala r çeviriyor ve k ö tü işler yapıyordu. B unun için M anasH an k ızar ve babasının üzerine y ü rü r. Böyle b ir b ab an ın öldürülm esi gerektiğini söyler. E trafındakiler yetişerek b ab a Y ak u p -IIan ’ı, oğlunun elinden ve ölüm den zor k u rta rırla r. M anas-H an’m oğlu doğunca hiç kim se ona uygun b ir ad b u la m a­ m ıştı. H erkes ona ad verm eden üm idlerini yitirdikleri b ir sırad a, bir ih tiy ar çıkagelir. Bu ih tiy ar, ak-boz atlı, eli asalı H ızır'dır. H ızır ço­ cuğa yanaşır ve çocuğu kucağına alarak şöyle d er : “ . . . Çorıg atasın öltürsün, çogol çunak bu bolsun/” Y a n i: “ Bu oğlan kendi eli ile kendi babasını öldürsün. B u k a d a r korkunç b ir er olsun!” (Prob., V, s. 297). H ız ı r , b u sözünde haklıdır. Çünkü tö re ve disiplin uğ ru n a, b a b a ­ sını bile öldüren b ir kimse k a d a r korkunç b ir b ah a d ır ve h ü k ü m d ar olam azdı. Gerçekten baba ile oğul arasındaki hisler m eşhur psikolog ve tab ip S. F r e u d ’un P s i k o - A n a l i z sistemi ile güzel açıklanm ıştır. M anasH a n ’ın ölümü üzerine babası Y akup-H an, nedense sevinmiş ve kederlcnm em iştir (Prob, Y, § 595). M e te ile O ğ u z - I l a n ’m aynı kişi olduğunu ileri sürenler : J . G u ig n e s , M ete’nin O ğuz-H an’a benzediğini çok büyük b ir ih tiy a tla söyle­ m işti. F a k a t Rus Sinoloğu B i ç u r in , bu iki hüküm darın aynı olabilece­ ğini kesin olarak ileri s ü rd ü 4. R ahm etli Z iy a G ö k a lp , Milli T eteb b u lar m ecm uasının 1. cildinde yayınladığı “E ski Türklerde m antıkî tenazurlar” 1 N . Y a, B i ç u r i n (Y akincf), Sobraniya svedeniya o narodah.. . , M oskova-Lening., 1950, I , s. 46 - 47.

BÜYÜK HUN DEVLETİ

11

adlı m akalesinde, bu konuyu dalıa geniş olarak ele alm ış ve B içurin’dcn habersiz olarak M ete ile O ğuz-IIan’m aynı kim se olabileceğini ileri sürm üştü. Bizce bu iki nazariye, en m an tık î ve aklî olan fikirlerdi. B ununla beraber kitabım ızda daim a ileri sürm üş olduğum uz şu g ö r ü ­ şüm üz, bunlardan kesin olarak ayrılm ıştır : Bize göre O ğuz-H an efsa­ nesi, M e te ’den dc ünce O rtaa sy a’da yaşıyordu. Bu eski inanış biraz değiştirilerek, esasen Çin kaynak ların d a da efsane şeklinde anlatılan M ete’nin gençliğine dc yakıştırılm ış olabilirdi. Gerek Biçurin ve gerekse Ziya Gökalp, iyi niyet ve aklı selim sahibi idiler. B unlardan sonra bazı bilginler keşif sevdasına düşm üşler ve oldukça garip nazariyeler ileri sürm üşlerdi. Mesela W . R a d l o f ’a göre, Mani dinini resm î b ir din olarak kabul eden U ygur K ağanı Bögii-Tegin, veya Böğü-Kağarı, O ğuz-H an o lm alıydı5. Bögü-K ağan’la ilgili efsanenin m etnini bu k ita p ta , “ U ygurların menşe efsanesi” ile ilgili bölüm üm üzde ta m olarak verm iş bulunuyoruz. Bu efsane ana h a tla rı ile Şam anist fikirlerle kurulm uş ise dc, daha ziyade M ani dininin b ir övgüsüdür. Oğuz destanının tesirleri de yok değildir. B u konu üzerinde ayrıca durm uştuk. R ız a N u r da O ğuz-H an’ı B üyük İ s k e n d e r ile k arşılaş­ tır m ış tı6. T am am ı ile O rtaa sy a’nın Ş am anist pirensipleri ile kurulm uş olan Oğuz destanını, İskeııderin seferlerine benzetm ek b iraz gariptir. Hem O rtaasy a’da, B üyük İskender’den önce dc büyük b ir fatih yok m u idi ki, O ğuz-H an’m İskender ile bir ilgisi bulunsundu. H er zam an garip nazariyeler ileri süren J . M a r q u a r t ise, O ğuz-H an’m Ç in g iz olabi­ leceğini söylüyordu. B u ııazariyenin üzerinde durm ağ a bile lüzum y o k tu r 7. E tn o ğ raflar d ah a gariptirler. P o t a n i n ise O ğuz-H an’ı, yeni Moğol efsanelerindeki K ircy-H an ile Uhır-Bama H an'a benzem ekte­ dir 8. H er tü rlü dış tesirlerin girdiği bu iptidaî m oğolların m asal k a h ra ­ m anlarına, b ir devlet ve im paratorluk efsanesi olan O ğuz-H an desta­ nının nasıl benzetildiğine pek akıl erm iyor. R e ş i d e d d i n -—ki Moğol im paratorlarının resm î tarihçisi idi,— o bile Çingiz-Han’ın ataların d an önce Oğuz destanını k ita b ın ın başına koym uş ve bununla Moğolları bile m em nun etm işti. Böyle ileri, geri konuşm ak, bilgi noksanından ileri gelen şeylerdi. 6 W . Iîarllof, K voprosu ob Uigurah, P rilojenie k L X X II to m u Zapisok îm p. Akadcmii N auk, S p b ., 1893, N r. 2, s. 53. 6 R ı z a - N o u r , Oughouz-namc ( Epopé turque) , İskenderiye, 1928, s. 6. 7 J . M arquart, Ü ber d as V olkstum der K om aııen, B erlin, 1914, s. 37. 6 B k. A. M. Ş e r b a k , Oğuz-nâme, M uhabbal-Nûmc, Moskova, 1959, s. 93,

II. t ü r k l e r î n

ÎL E

k u r t t a n

t ü r e y i ş

!

İL G İL İ E FSA N E LER

1. K u r t t a n tü re y iş e fs a n e le rin in O rtaasya’da ilk defa görünüşü K urdun, JVu-sun K ira lın ın oğlunu em zirm esi: \Y u - s u n ’lar, M. O. 174 den önce Çin’in b atısın d a k i K ansu E yaletinde otu ru yo rlard ı. B a tı­ ların d a da, yine k u v v etli b ir devlet olan Y ü e - ç i’ler v ard ı. Yüe-çi’ler, M. ö . 174 den önce B üyük H un D evletinin m eşhur h ük ü m d arı Maot nn (Mete) ve az sonra da oğlu ta ra fın d a n mağlup edilince, y u rtla rın ı

Şekil 3 : K ırgız T ü rk le rin in bölgesinde bulunm uş K u r t - T a n r ı , G ok ve y ıldızlar (E . B. B a d etsk ay a'd an )

bırakıp B a tı T ü rk ista n ’a gitm ek ve orada K u ş a n devletini k u rm ak zo­ ru nd a kaldılar. M. Ö. 140 senelerinde sonra da, daha doğuda y aşay an W u-sun’la r b atıy a k ay m ışla r ve bilhassa bugünkü T an rı dağları bölge­ sinde, Yüe-çi’lerin boş b ıra k tık la rı y erlere yerleşm işlerdi. M. ö . 119 se-

14

T Ü R K M İT O L O JİS İ

nelerinden önce, Çin k ay n ak ların ın verdikleri haberlere göre,- I I u n h ü ­ küm darı W u-sun K iralına hücum etm iş ve onu öldürm üştü. H aberlerin elimize biraz daha geç gelmiş olm asına rağm en, b u olayın daha önce m eydana gelmiş olabileceği de düşünülebilir. İşte Çin tarih leri bu olayı anlatm ağa başlarlarken, şöyle b ir hikâyeyi de aray a sık ıştırm ak tan geri du rm azlar : llW u - s u n ,la n n K iralına K u n - m o derler. İşittiğim ize göre, bu kira­ lın babasının, H u n la n n batı sınırında küçük bir devleti varmış. H u n hüküm darı, bu JVu-sun K iralına taarruz etmiş ve K un-m o'nun babası olan bu kıralı öldürmüş. K un-m o da, o sıralarda çok küçükm üş. H u n H ü kü m ­ darı ona kıyam am ış. Çöle atılm asını ve ölümü ile ka lım ın ın , kendi kaderine bırakılm asını emretmiş. Çocuk çölde emeklerken, üzerinde bir karga dolaş­ m ış ve gagasında tuttuğu eti, ona yavaşça yaklaşarak vermiş ve uzaklaş­ m ış. A z sonra çocuğun etrafında, bu defa da bir d i ş i k u r t dolaşmağa baş­ lamış. K urt da çocuğa yanaşarak memesini çocuğun ağzına vermiş ve iyice emzirdikten sonra y in e oradan uzaklaşmış. B ütün bu olan biten şeyleri, H u n H üküm darı da uzaktan seyredermiş. B unları görünce, çocuğun kutsal bir yavru olduğunu anlamış ve hemen alıp adamlarına vermiş. İ y i bir bakımlada büyütülm esini emretmiş. Çocuk büyüyerek bir yiğ it olmuş. H un H üküm darı da onu ordularından birine kom utan yapm ış. Gittikçe gelişen ve başarı kazanan çocuğa gönül bağlayan H u n H üküm darı, babasının eski devletini ona vererek, onu TFu-sun K ıralı y a p m ış. . T arih in eski ve k aran lık çağlarından b ir uğultu ile gelen b u m itolo­ jik ses, bize böylcce O rtaa sy a’daki ilk K u r t efsanesini h ab e r veriyordu. D ik k at edilirse efsaneye sebep olan olaylar, B üyük H u n D evleti içinde geçmiş ve yine bu devletle ilgili ta rih haberleri içinde y er alm ıştır. (De G root, I I , s. 23) 2. K ao-çı (T ö le s)’ların erkek “ K u r t t a n t ü r e y i ş ” efsaneleri M. S. 400 senelerinde, O rtaasya’nm doğusunda ve batısın d a yeni devletler kurulm uş ve O rtaasy a’nın siyasî çehresi biraz değişmişti. Orta a sy a ’n ın güney-batı bozkırlarından yaşayan, Moğol ırk ın d a n bazı k a ­ bileler h arekete gelmiş ve Çin’in B atı bölgeleri ile kuzeyini ele geçirmeğe m uvaffak olm uşlardı. B u yeni devletin adına Çinliler Ju a n -J u a n derler­ di. Ju an -jua n adlı bir kabile grubuna veya bu adı ta şıy a n b ir h alk a, bu devletin ku ruluşundan önce pek Rastlamıyoruz. Tabii olarak Çinliler, b u devletin adını Çin işaretleri ile yazıyorlardı. Çin işaretlerini, yalnızca

T Ü R K L E R lN K U R TT A N T Ü R E Y İŞ İ

15

telâffuzlarına göre okursak, b u devletin adını Ju a n -ju a n diye okum am ız gerekm ektedir. Çince işaretlerin ifade ettik le ri anlam a b ak a ca k olur­ sak, o zam an da h ay re t etm em ek elden gclm iyecektir. Çünkü b u işaret­ lerin m anası, “ küçük, k ü çü k böcekler ve küçük, k ötü k u r tla r ” an lam ı­ n a geliyordu. Çinliler, bu devletin adını ifade etm ek için, b u m a n ay ı k ap ­ sayan böyle işaretleri niçin seçmişlerdi ? B u n u n üzerinde de durulm am ış değildir. B ir defa Çinliler, k endinden olm ayan, bilhassa K uzeyli k av im ­ ler! kü çük ve hakir görürlerdi. Ü stelik de, Ju a n -ju a n devletini k u ran kavim ler, geri ve iptid ai Proto-Mogol kabilelerinden b aşk a kim seler değillerdi. Belki b ir Çinli için, böyle b ir devleti, böyle işaretlerle ifade e t­ m ek, norm al b ir şey sayılabilirdi. B ü tü n b u n la ra rağm en, b u nların ların yanın da, kafam ızı kurcalay an bazı anlayış ve k ü ltü r meseleleri de yok değildir. Biliyoruz ki eski T ü rk ler, şimdi kurt dediğimiz y ırtıc ı ve vahşi h ay ­ v an a böri derlerdi. D ik k at edilccek olunursa, bugünkü kurt sözüm üzün de iki anlam ı vard ır. T ü rk ler, yırtıcı ve korkunç k u rd un y an ın d a, “k ü ­ çük böceklere” de kurt derlerdi. K u rt sözünün, böyle iki ay rı ve zıt m an a­ y a sahip olmasının sebebi nedir? O rtaasy a’da 150 sene egem en olmuş b ir im paratorluğa, Çinliler niçin “ küçük k u r t” adını verm işlerdi ? O rtaya koyduğum uz bu sorular, ortay a atılm ış ve söylenm iştir. F a k a t b u n u n gerçek sebebi de, henüz daha açıklanm ış değildir. B u da, T ü rk düşünce ta rih in in k a ra n lık kalan b ir bölüm üdür. Ju a n -ju a n devleti, Çin’in batısındaki K an su ’dan tem ellerini alarak kuzeye doğru inkişaf etm iş ve Çin’in kuzeyindeki Proto-M oğolları b u y ­ ruğu altınd a birleştirm işti. O rtaasya İm p arato rlu k ların d a çok önemli bir inanış v ard ı. O rtaasya’yı hâkim iyeti a ltın a a la n b ir devlet, b aşk en t ola­ rak , G öktürklerin Ötügen ve Çingiz-Han çağında da Kara-K orum denen bölgeyi seçmek zorunda idi. Çünkü b u rası k u tsa l bir yerdi. O rtaasya egemenliği ancak bu görevi yerine getirm ekle tam am lan ırd ı. Ju a n -ju a n devleti k uru ld u k tan sonra, Çin’deki T o b a Sülâlesi ile m ücadelelere gir­ miş ve T anrı dağları bölgesindeki T ü rk h alk ları üzerinde de ü stü n lü ­ ğünü b ir an için k urm uştu. O r t a a s y a ’nm b a t ı s ı n d a ise, yine V. a s n n başlarında yeni bir devlet kurulm uştu. Bu devlete B atı k a y n a k la rı A k-H u n , İslâm k ay n ak ­ la rı ise E ftalit, Iieyâtile v. s. gibi adlar verirlerdi. Bu devlet de, Sir-Derya nehrinin doğusunda, Çinlilerin H ua diye adlandırdığı, yine göçebe k a ­ bileler ta ra fın d an k urulm uştu. Az zam anda B a tı T ü rk ista n ’d a gelişen

K>

T Ü R K M İT O L O JİS İ

Lu devlet, sınırlarını sü r’atle A fganistan ve daha sonra da H in d istan ’ın kuzeyine k a d a r indirm işti. İşte, doğuda Ju a n -ju a n ve B atıd a da A k-IIun devletleri arasında k alan O rtaasya’daki T ü rk halkları, zam an zam an hu iki k u v v e t arasın ­ da m uvazene aram ış; h azan birine, hazan da diğerine tâbi olmuş ve çoğu zam an da m üstakil b ir devlet olm asalar bile, b ir k u v v et o larak kendini lıisscttirm işlerdi. Çinliler, o çağdaki bu O rtaasya T ü rk kabilelerine, genel b ir ad olarak, Kao-çı adını veriyorlardı. Çince de Kao-çı dem ek, ilY ü ksek tekerlekli arabalara sahip olan” kavim ler dem ekti, ö y le anlaşılıyor ki b u kavim ler, Çinlilere ve h a tta Çinlilerin çok iyi ta n ıd ık ları, M oğollara vc Ju a n -ju a n ’la ra nazaran , daha değişik tip te , tekerlekleri çok yüksek olan ara b ala r kullanıyorlardı. Bir arab an ın tekerleklerinin b ü y ü k olması, o arab ay a b ir çok b akım lardan av a n ta j sağlardı. A yrıca b ü y ü k t e k e r ­ le k y apm ak, kolay b ir iş de değildi. B üyük tekerleklerin yapım ı, seçkin u sta la r isteyen ve aynı zam anda, az çok ilerlemiş b ir tek n ik bilgi gerektiren b ir işti. Kao-fi’la r hakkında, Çin kaynak ların d a özel olarak yazılm ış ve pek k ısa da olm ayan güzel b ir m onoğrafya v ard ır. B u m onoğrafya, rusça da dahil hiç bir B a tı diline ta m olarak tercüm e edilm em iştir. K ao-çı’la r hakkm daki bu önemli bölüm ün ta m olarak tercüm esi tarafım ızd an yapılm ış ve T ü rk T arih K urum u B elleten’inin 1957 senesine a it cildinde neşredilm iştir. Bu konuda fazla bilgi alm ak isteyenler, b u y azıya m ü ra ­ ca a t edebilirler. Bu yazıda da görüleceği üzere K ao-çı’la r, O rh u n n eh ­ rin den başlayıp, G üney R usya’da Volga nehrine k a d a r uzan an , b ü y ü k b ir kavim ler topluluğu idiler. B u to p lu lu k tan , M. S. 552 senesinde, Gök­ tü r k devleti m eydana gelecektir. K ao-çı’la ra Çinliler, ay n ı zam anda T'ielı-le adm ı da verirlerdi. B unun da herhalde, sonradan T ü rk kavim leri arasında çok önemli b ir y er tu ta n , Töliş veya Tölös kabilelerinin çince ile bozulm uş b ir şeklinden başka b ir şey olm am ası çok m uhtem eldi. Kao-çı (Töles)'ların kültürü: Y ukarıda b u adla an ılan kavim lerin O rh un nehri kıyılarından, G üney R usya’ya k a d a r u zad ık ların ı söyle­ m iştik. B u sebeple, bu k ad a r geniş sah alara yayılm ış olan kabile g ru p ­ la rı arasında bir k ü ltü r birliği görmek çok zordur. B ununla b erab er, onları b ağlıyan bazı m üşterek k ü ltü r özellikleri de vardı. 429 senesinden sonra, bilhassa B a tı gruplarında, b u n ların göçebeliği bırakıp zira a t h a y a tın a dönenlerini çok görüyoruz. B üyük s ü r e k a v l a r ı , diğer T ü rk devletlerin­ de olduğu gibi, b u n lard a da görülüyordu, ö y le anlaşılıyor ki, araların d a

T Ü R K L E R İN K U R TT A N T Ü R E Y lŞ Î

17

m üşterek dinî törenleri de v ard ı. Meselâ 450 yılından sonra, b u n ların beş büyük grubu b ir aray a gelerek büyük din törenleri yapm ışlardı. B u tö ren sırasında bilhassa g ö ğ e verilen k u r b a n l a r b a şta geliyordu. B u n ­ la rın yanında, başka k u tsa l ru h la ra da b ir çok a t k u rb an la rı verilm işti. B u T ü rk kavim lerinin bilhassa önemli olan özelliklerinden birisi de ş a r k ı l a r ı idi. O nların şark ıları, tıp k ı k u rt ulum aların ı andırırm ış. B unun sebebi de, ata la rın ın k u r t olmasıym ış. Bizim düşüncemize göre, b u şark ılar, daha ziyade “ uzun hava" veya “m aya” tipinde şarkılardı. B unun için de bu m üzik, Çinlilere biraz garip gelmiş ve b u şa rk ıları k u rt ulu m aların a benzetm işlerdi. İşte y u k arıd a söylediğimiz b u b ü y ü k din töreninde de, bu tip şa rk ılard an bol bol söylenm işti. B ir çok kabilelerin b ir aray a gelerek bü y ü k din törenlerinin yapılm ası, bize b u n lard a m üş­ te re k ve büyük b ir d e v l e t d i n i ’nin v a r olduğunu gösterm ektedir. Çünkü Şam anizm , daha ziyade kişiler, aileler v ey a h u t da, ancak bir kabile içinde hükm ü geçen b ir din sistem idir. Sihir, bü y ü , fal gibi kişileri ilgilendiren m eseleler, şam anlara düşen başlıca vazifelerdi. H a tta bu çağda ve yine aynı T ü rk kavim leri içinde, kadın şam an'ları da görüyoruz. F a k a t devletin düzenlediği b ü y ü k d e v l e t t ö r e n l e r i ’nde, b ü y ü k rah ip (P ontifex M a xim u m ), bizzat h ü k ü m d arın kendisi idi. Ş am anlar belki de onlara, yalnızca yard ım ediyorlardı. Diğer T ü rk kavim leri gibi b u n la r da ölülerini, a tla n ve silâhları ile b irlikte göm erlerdi. K ad ın ları da süs olarak, boynuz veya kem ikle y a ­ pılm ış u zun külâh iar, y an i bogtak'İar giyerlerdi. D üğünlerde bol bol e t yendiği ve kım ız içildiği de Çin k a y n a k la rın d a n an laşılm ak tad ır. “ Göğe ok atm ak ” da, o nların adetlerindendi. S onraki tarih lerd e, böyle göğe ok atm a ve b ağırm aların, daha ziyade şimşekli h av alard a y ap ıl­ dığını görüyoruz. F a k a t bizce b u adetin T an rıy a, b ir h ab e r veya elçi gönderilmesi yerinde yapılm ış olması çok daha m uhtem eldir. Kao-çı’ların kurttan türeyiş efsaneleri: S onradan G öktürk ve U ygur devletlerini k uracak olan b u T ü rk topluluklarının en y ak ın Çinli k om ­ şuları, T o b a Sülâlesi idi. 519 senesine k a d a r da bağım sız b ir h ü k ü m ­ d arla rı vardı. Bu sebeple b u T ü rk toplulukları ile ilgili türeyiş efsane­ sini, yine Toba çağı k ay n a k la rın d a buluyoruz. E fsane şöyledir : “Kao-çı K ağanhnın çok akıllı iki kızı varmış. (B a zı kaynaklar üç kızı vardı, diyorlar). B u kızlar o kadar akıllı ve o kadar iy i imişler ki, babaları şöyle bir karara varma zorunda kalmış. Kağan demiş k i : “ Ben bu kızları, nasıl insanlarla evlendirebilirim! B unlar o kadar iy i k i, bu Tü rk Mitolojini, 2

18

T Ü R K M İT O L O JİS İ

kızlar ancak Tanrı ile evlenebilirler/ ” B unu diyen K ağan, kızlarını ala­ rak götürmüş ve bir tepenin başına koymuş. Burada kızları, T anrı ile evlensinler diye beklemiş. K ızlar bu tepede T anrıyı bekleye durmuşlar. Aradan epey zaman geçmiş. A m a ne T anrı gelmiş ve ne de onlarla evlenmiş, Kızlar böyle bekleşe dururlarken, tepenin etrafında, ihtiyar ve erkek bir kurt görünmüş. K urt, tepenin etrafında dolaşmağa başlamış ve bir türlü de, orasını bırakıp gitmemiş. (K ü ç ü k ) k ız kurdun bu durum unu görünce şüphelenmiş ve kardeşine: “İşte bu kurt T anrının ta kendisidir. Ben in ip , onunla evleneceğim,''’ demiş. Kardeşi, gitme, diye ısrar etmiş ama, kız dinlememiş. Tepeden inerek kurtla evlenmiş ve bu suretle Kao-çı halkı, bu hüküm darın kızı ile kurttan türemiş B urada K ağan Unvanını biz ilâve e ttik . H enüz d ah a bu çağda T ü rk ler arasında, K ağan unvanı y oktu. B u k u r t e f s a n e s i , biraz d ah a değişik bir tiptedir. B uradaki k u rt, erkektir. D iğer G ö ktürk efsanele­ rinde ise, k u rt dişidir. B ununla b erab er U ygur harfleri ile yazılm ış O ğ u z D e s t a n ı ’ndaki k u rt da, erkektir. H üküm darın kendi kızların ı koyduğu dağdan Çin k ay n a k la n , b ir tepe diye bahsetm ektedirler. T ü rk dininde “ Kutsal Dağ” ve “ Gö/c D ağı", büyük bir y er tu ta rd ı. Ergenekon da böyle kutsal bir dağdan başka bir şey değildi. E sasen E rgenekon efsanesi ile ilgili bölüm üm üzde, böyle kutsal d ağ lar ile, “ Demir D ağ’’’ hakkında, yapılmış özel bir araştırm am ız vard ır. Bu efsanede K u tsa l m a ğ a r a , noksan gibi görülüyor. F a k a t kurdun, dağm eteklerinde d o ­ laşm ası, oralarda y atıp kalkm ası, k ız ın d a aşağı inip k u rtla orada evlen­ mesi, bir nevi kutsal dağın kapısı olan m ağara m otifini de tam am lam ış gibidir. Esasen, efsanenin bu kısm ı noksandır. K ızla k u r t nerede y a şa ­ m ışlar ve nerede türem işlerdir. B u durum tam am en k ara n lık tır. 3. G ö k t ü r k l e r i n

“ K u rtta n

“ ERGENEKON”

T ü re y iş ”

E fs a n e le ri

E F S A N E S İN İN İL K Ş E K L İ

A. G öktürklerin Birinci Menşe E fsan e si: Bu efsaneyi T. T. K . B elleten’in 81. sayısında neşretıniştik. Bu m etinlerin tercüm eleri, bizden önce de, bizden sonra da b ir kaç defa yapılm ıştır. B ir m etni gram er kaidelerine riayet ederek tercüm e etm ek m arifet değildir. Bu m etinleri yüz küsur sene önce rusça’ya tercüm e eden Y akinef’in de dediği gibi : “ önem li olan, m etnin ruhuna v arm ak ve y azarın o çağdaki düşüncesine inerek, ne dem ek istediğini an lam a k tır” .

T Ü R K L E R ÎN K U R T T A N T Ü R E Y İŞ İ

19

Bu sebeple 150 sene önce yapılan rusça tercüm eler, 1957 de y apılan alm anca tercüm elerden çok daha iyidir. H ele b ir efsaneyi anlam ak ve onu doğru olarak tercüm e edebil­ m ek, b ir çok yan bilgileri de gerektiren b ir iştir. Y alnızca çinccyi iyi bil­ mek, o çağdaki m itolojik düşünceyi aydınlığa çıkarm ak için kâfi b ir sebep sayılam az. M itoloji, insanlığın ruh âlem inin sembollerle (Allcgoria) ifade edilmiş b ir aynasıdır. B ir h a rp olayı değildir. Bu sebeple, 1957 den bu za­ m ana k ad a r geçen süre içinde, tercüm e ve anlayış konusunda, bizim dc değişen bazı fikirlerim iz oldu.

Şekil 4 : A lta y H u n larım n efsaneleşm iş k u rtla rı

Aşağıda tercüm esini vereceğimiz efsane, Cov (Chou) Sülâlesinin resmi tarih in in 50. bölüm ündedir. 552 senesinde G ö ktürk devletinin kuruluşu sırasında, Çin’in kuzeyini elinde toplay an bü yü k bir otorite yo ktu. Çin’in kuzeyinde yayılm ış olan d ö rt küçük dev let, birbirleri ile mücadele edip duruyorlardı. G öktürk devleti kurulunca, o rtay a çıkan bu yeni k uvvet, onlar için paylaşılam az bir destek haline geldi. Çin kaynaklarının da dediği gibi bu dö rt devletten her biri, diğerlerine karşı G öktürklerin desteğini bulm ak için, hâzinelerini boşaltm ağa ve Tiirkleri iltifat yağm uruna tu tm a ğ a başladılar. Buııun sonuncu olarak, her

20

T Ü R K M İT O L O JİS İ

devletin sarayında ve şehirlerinde b ir T ürk modası alıp y ü rü d ü . H erkes T ürkler gibi giyinmeğe, T ü rk ler gibi yaşayıp, T ü rk m üziğini dinlemeğe karşı içlerinde b ir m eyil duym ağa başladı. Y ine bu arzu ve isteğin neticesi olarak, Çinliler de T ürkler h akkında eski k ö tü inançlarını silip, gerçek ve doğru bilgiler edinm eğe çalıştılar, iş te b u efsaneyi, T ürklere y ak ın ­ laşm ak için can atan böyle b ir Sülâlenin tarih in d e buluyoruz. G örülüyor ki, b ir efsaneyi tahlile ve tercüm eye girerken, Çin’deki eğilimleri, cem i­ yet h ay atım , doğru h ab e r alm a ve yazm a durum larını da göz önünde tu ta ra k , meseleye sağlam b ir şekilde el a tm a k lâzım dır. E fsaneyi o k u r­ ken, O rtaasya m itolojisinde söylenmiş ve yazılm ış k ay n a k la rı da, hafıza­ m ızdan uzak tutm u y o ru z. Bizi, diğer sinologlardan ay ıran önemli m etod farkı, işte budur. Biz onlar gibi, “ y arıp ı sahifelik b ir m asal” zihniyeti ile h arek et etm ek ve bu d a r anlayışla da, bü y ü k nazariyelerc kalkışm ak istem iyoruz. Biz bu kısa m etinleri, önü, arkası ve sonu olan; belirli bir h ay a t ve ta rih çerçevesi içinde söylenmiş, yayılm ış ve yazılm ış, yüz sa­ hifelik b ir mesele olarak görüyoruz. A ncak b u bilgilerimizi topladığım ız ve değerlendirdiğimiz ta k d ird e, gerçeğin kendisi olan sonuçlara v a rm a ­ mız m üm kün olacaktır. G öktürklerin menşei ile ilgili birinci efsane şöyledir : “Göktürkler (T'u-chüeh) , eski H u r ı’ların (Ilsiu n g -n u ) soylarından gelirler ve onların bir koludurlar. Kendileri ise, A -şi-na (A -shih -n a ) adlı bir aileden türemişlerdir. ( Sonradan çoğalarak), ayrı oymaklar halinde yaşamağa başladılar. “Daha sonra L i n adını taşıyan bir memleket tarafından mağlup edildiler. (M ağlûbiyetten sonra Göktürkler), bu memleket tarafından, soyca öldürüldüler. (Tam am en öldürülen Göktürkler içinde), yalnızca on yaşında bir çocuk kalm ıştı. (L in memleketinin) askerleri, çocuğun çok küçük oldu­ ğunu görünce, (ona acımışlar ve) onu öldürmemişlerdi. Yalnızca çocuğun ayaklarını kesmişler ve bir bataklık içindeki otlar arasına bırakarak (gitm işlerdi). “ ( B u sırada) çocuğun etrafında dişi bir kurt peyda oldu ve ona et vererek ( çocuğu) besledi. Çocuk, bu şekilde büyüdükten sonra da, dişi kurtla karı-koca hayatı yaşamağa başladı. K urt da çocuktan bu yolla gebe kaldı. (Göktürkleri mağlub eden ve hepsini kılıçtan geçiren L in memleke­ tin in ) kıralı, bu çocuğun halâ yaşadığını duydu ve onun da öldürülmesi

T Ü R K L E R ÎN K U R TT A N T Ü R E Y İŞ İ

21

için askerlerini gönderdi. Çocuğu öldürmek için gelen askerler, kurtla ( çocuğu) yanyana gördüler. Askerler kurdu öldürmek istediler. Fakat kurt (onları görünce) hemen kaçtı ve Kao-ch-'ang ( T u r f a n ) memleke­ tinin kuzeyindeki dağa gitti. B u dağda, derin bir mağara vardı. M ağaranın içinde de büyük bir ova bulunuyordu. Ova, baştan başa ot ve çayırlarla kaplı idi. Çevresi de birkaç y ü z milden fazla değildi. Dört y a n ı, çok dik dağlarla çevrili idi. K u rt, kaçarak bu mağaranın içine girdi ve orada on tane çocuk doğurdu. “Zamanla bu on çocuk büyüdüler ve dışarıdan kızlar getirerek, onlarla evlendiler. B u suretle evlendikleri kızlar gebe kaldı ve bunların her birin­ den de bir soy türedi. (İşte Göktürk devletinin kurucularının geldikleri) , A - ş i - n a ailesi de (bu On-boy'dan) biridir. “Onların oğulları ve torunları çoğaldılar ve yavaş yavaş y ü z - a i l e haline geldiler. B ir kaç nesil geçtikten sonra, hep birlilte mağaradan çık­ tılar. Ju-ju'lara (ya n i Ju a n -ju a n devletine) tabi oldular. A l t a y ( Chinshan) eteklerinde yerleştiler. Bundan sonra da Juan-juan Devletinin d e m ir c il e r i oldular. . . ” 1.

K u t s a l

M a ğ a r a l a r

v e

E r g e n e k o n

“ K utsal M ağara” inancının m enşeleri: B üyük I I u n D evletinde K u tsa l b ir A ta -M a ğarası'nın bulunduğunu, Çin k ay n ak ların d an öğreniyoruz. B u kutsal m ağ aray a yalnız Şam anlar veya kişiler değil; b ü tü n devlet teşk ilâtı saygı gösteriyor ve senenin belirli aylarında b u m ağara ziy aret edilerek büyük b ir tö ren yapılıyordu. Önemli olan n okta, hüküm darın da b u törene başk anlık etmesi idi. M aalesef bu m ağaranın nerede ve hangi m ağara olduğunu bilm iyoruz. T o b a ’lar da, k a y a la n a ta m abedi şeklinde oyuyorlar ve m ağaraya benzeyen b u yerlerde, göğe, yere ve H a n soylarının ru h la rın a k u rb an lar sunuyorlardı. Bu k u rb an m erasim inden sonra da, kayın ağaçları dikerek, o bölgede bir nevi k u tsal b ir orm an m ey d an a getiriyorlardı, ö y le anlaşılıyor ki, T oba’lard a da bir nevi m ağara k ü ltü v a r d ı1. G ö k t ü r k ’lerde de b ir A ta -M ağarası* nın bulunduğunu kesin olarak biliyoruz. G öktürk K ağam d a senenin belirli zam anlarında devletin ileri gelenlerini ve kabilelerin soylularım y an ın a alarak b u eedâd m ağarasına gidiyor ve oraya k u rb an lar vererek saygı duruşunda b u lu n u y o rd u 2. Y ine G öktürklerin m enşe efsanesinde de, dişi k u rt çocuğu alıp b ir m ağ arad an içeriye götürm üş ve orada türem işlerdi. K ı r g ı z ’lar kendilerini k u r tta n türeyen T ürklerden ayırm ak istem iş olacaklar ki, başka b ir menşe efsanesine bağlanm ışlardır. O nlara göre, kendilerinin ilk ataları bir -4ía-M a¿arasi’n d a b ir inekle yaşıyordu. Kırgızlar, işte b u ilk a ta ile i n e k ’den türem iş1 W . E b e r h a r d , Ç in 'in Ş im al Kom şuları, A nkara, 19-42, s. 80; Das Toba-Reich, Leidcn, 1949, s. 356 v.d. 2 Chou-shuy 50, 2a; L iu M a u - t s ’ a i, Geschichte der Osttürken, s. 10.

22

T Ü R K M İT O L O JİS İ

İcrdi3. C örülüyor ki, b u ra d a da bir Ata-M ağarası m otifi v ard ır. K o r c ’liler dc senenin 10. ay ın d a A ta-M ağarası’na gidiyorlar ve o rad a göğe k u rb an v eriyorlardı4. A y b c k üd- D e v â d â r î ’m n T ürklerin menşei hakkında an lattığ ı efsaneye dıştan bir çok tesirlerin girmiş olm asına rağm en, T ürklerin ilk atası olan A y-A ta da yine bir m ağarada m eydana gelm işti. M ağara ilk insana, y azan n da dediği gibi, bir “ ana rah m i” vazifesini görm üştü. P ro to - M o ğ o l dinlerinde, bu a ta m ağaraları m otifini görm ek, oldukça g ü çtü r. Biraz sonra vereceğimiz örneklerle de anlaşılacağı üzere, m ağaraların kutsal sayılm asının sebebi şu olm alıydı : “ M ağaralar, y e r a l t ı dü nyasını, yer yü zü n e bağlayan birer hapı gibi idiler

B. G öktürklcrin İkinci Menşe E fsan e si: B u efsanenin diğer değişik b ir şekli de, Çin’deki Sui Sülâlesinin t a ­ rihinde bulunur. Sui Sülâlesi, M. S. 570 den sonra kuru lm ağ a başlam ış ve b ü tü n K uzey Çin’i egemenliği altın d a toplayabilm işti. T ürklerle b aşa­ rılı harp ler yapabilm iş ve onları içlerinden yıkabilm ek için, iyi sonuçlar veren b ir siyaset de güdebilm işti. B u Sülâle zam anında pek çok Çinli, T ürk lcr arasına k aç arak orada yaşam ış ve pek çok T ü rk de Çin sın ırla­ rın a gelerek yerleşm işlerdi. B unları söylem ekten m aksadım ız şudur : A rtık bu sülâle zam anında Çin, T ürkleri iyiden iyiye öğrenebilmiş ve bu sebeple dc, bu sülâlenin tarihinde geçen efsaneler ayrı b ir değere sahip olm uşlardı. Efsane şöyledir : “ jBazıları şöyle derler: B ir rivayete göre (Göktürklcrin) ilk ataları, H si-H ai, ya n i B atı - D enizi'nin kıyılarında oturuyorlardı. L i n adlı bir memleket tarafından, onların kadınları, erkekleri, (çocukları ile birlikte), büyüklü, küçüklü, hepsi birden yo k edilmişlerdi. (T ürklerin hepsini öl­ dürdükleri halde), yalnızca bir çocuğa acımışlar ve onu öldürmekten vaz­ geçmişlerdi. B ununla beraber, onun da kol ve bacaklarını keserek, kendisini “ B ü y ü k - B a t a k l ı k " m içindeki otlar arasına atmışlardı. B u sırada dişi bir kurt peyda olmuş ve ona lıer gün, et ve yiyecek getirmişti. Çocuk da bunları yem ek suretiyle kendine gelmiş ve ölmemişti. ( A z zaman sonra), çocukla kurt, karı-koca hayatı yaşamağa başlamışlar ve kurt da çocuktan gebe kalmıştı. “ (T ürklerin eski düşm anı L i n devleti, çocuğun hâlâ yaşadığını duyunca) , hemen adam larını göndererek, hem çocuğu ve hem de kurdu öldürmelerini emretmişti. Askerler kurdu öldürmek için geldikleri zaman, 5 Y u -yang tsa-tsu, 4, 1 b - 2 a; Çin'in Şim al Kom şuları, 8. 67. H erhalde İslâm î tesirler altın d a olacak ki K ı r g ı z ’lar, dünyanın da bir öküzün başı üzerinde d u rd u ­ ğuna in a n ırla rd ı: P o t a n i n , Oçerki, II, s. 153-154; IV, s. 799. * IIo u H an-shu, 115, 3 a ; Çin'in Şim al Kom şuları, s. İS.

T Ü R K L E R lN K U R TT A N T Ü R E Y İŞ İ

23

kurt onların gelişlerinden dalıa önce haberdar olmuş ve kaçmıştı. Çünkü kurdun kutsal ruhlarla ilgisi vardı ve (daha önce onlar vasıtası ile haber alm ıştı). “ Buradan kaçan kurt, ( B a t ı ) - D e n iz i'n in doğusundaki bir dağa gitm işti. B u dağ, Kao-ch'ang ( T u r f a n ) ' m kuzey-batısında bulunuyor­ du. B u dağın altında da, çok derin bir mağara vardı. ( Kurt , buraya gelin­ ce) , hemen bu mağaranın içine girm işti. Bu mağaranın ortasında, büyük bir ova vardı. B u ova, baştanbaşa ot ve çayırlıklarla kaplı idi. Ovanın çevresi de, aşağı yu ka rı 200 milden fazla idi. “ K u r t, burada on tane e r k e k ç o c u k doğurdu. (Göktürk Devletini kuran) A-şi-na ailesi, bu çocuklardan birinin soyundan geliyordu

Şekil 5 : A ltay Ilu n la rı’nm efsaneleşm iş k u r t fig ü rleri

H er iki efsane de, konu itib arı ile birbirlerinin aynıdır. Y alnız ikinci k ay nakd a bazı yer ad ları fazla olarak ilâve edilm iştir. B unlar da bir efsanenin daha orijinal olduğunu gösteren en önemli delillerdir. Y uka­ rıda da söylediğimiz gibi ikinci k aynak, T ürklcri daha iyi tanıyordu. Aynı efsanenin her iki kay n ak d a da bulunuşu, böyle b ir efsanenin v ar olduğunu ve T ürkler arasın d a söylendiğini gösteren en kuvvetli bir de­ lildir. Çünkü bu k ay n a k la r, birbirini tak ip eden iki ayrı sülâlenin ta rih ­ leridir. A yrıca daha sonraki k ay n ak da, kendisinden önce verilen bilgi­ lerin düzeltilmesi ve ona yeni ilâveler yapılm ası da ayrı b ir önem taşır. Demek ki bu efsaneler, G öktürkler arasına söyleniyor ve bunlara samimî olarak inanılıyordu. Z aten k ay n ak lar ilâve de ediyorlar ve şöyle diyor­ la r : “Onların kurttan türemiş olmaları sebebi ile, bayraklarının tepesinde de bir kurt başı vardı".

24

T Ü R K M İT O L O JİS İ

İkinci efsanede, Türklerin ilk önce “ B atı-D enizi” y ak ın ların d a o tu rd u k ları söyleniyor. Şimdiye k a d a r hu efsane üzerinde fikir y ü rü ten bilginlerin hepsi de, hu denizin Çin’in batısındaki K uku-N or gülü oldu­ ğunu söylem işlerdir. Bazı T ürkler de bu fikri benim sem işlerdir. K ukuN or, T ibet kavim lcrinin ana v a ta n ı idi. Bu bölgeye belki de, ne b ir H un ve nede T ü rk ayağı basm ıştı. M aalesef efsane, şim diye k ad a r iyice okunup değerlendirilm em iştir. E fsane de gayet açık olarak okunuyor: D üşm an askerleri gelince k u rt, “D enizin doğusu” nd ak i bir dağa k aç­ m ıştır. Bu dağ da, T urfan’m kuzey batısında bulunuyordu. B undan da anlaşılıyor ki b u denizin A r a l veya B a lk a ş Gölü olm ası lâzım dı. Çün­ k ü T urfan’m batısındaki bölgeler b u ra la r idiler. 2. G e y i k l i

M a ğ a r a l a r

B u tipdeki m asallar, T ü rk M itoloîisinin en önemli örnekleridir. A n a d o l u ’da o kunan M uham m edıje ’lerde M uham m ed H anefî, önüne çıkan bir geyiği kovalar, geyik b ir m ağaradan içeri girer ve genç de onu takip eder. M ağaradan geçtikden sonra b ü y ü k b ir düzlüğe çıkılır ve cennet gibi bahçelerde M ine-H alun'a rastlar. Bu gibi halk eserlerinde, peygam berlerin tarihleri, T ü rk m itolojisine büründürülerek halka sunulm uştur. G ü n e y S i b i r y a m asallarında, bir b ab ad ır avlanırken karşısına bir geyik çıkar ve er de geyiğin peşine düşüp onu kovalam ağa başlar. G eyik kaçar, o kovalar. E n sonunda b ir Bakır-dağ'ın önüne gelirler. B aştan başa bakırdan yapılm ış olan dağ birden bire açılır ve geyik de b u delikden içeri g irer5. Diğer m asallarda, avcı da b ak ır dağdan içeri girer. Az sonra geyik kaybolur ve karşısına Y e d i - T a n r ı (K uday) ç ık a r6. Geyik b u rad a tam am en b ir serap ve T anrının b ir elçisidir. Bövlc b ir m asalı, bu k ita p ta örnek olarak tü m ü ile vereceğiz. Diğer m asallar da ise, avcının karşısına b ir K ara-T ilki çıkar ve onu kovalam ağa başlar. Bu kovalam a sırasında tecrübeli b ir ihtiyar, avcıya öğüt vererek şöyle d er : “ F ilanca k ay ada bir kapı vardır. Bu tilki o k ay ay a v arm adan onu avlam aksın ve k apıdan d a içeriye girmemelisin” 7. Çünkü b u k a ra tilki, y e r altm daki k ö tü ru h ların b ir elçisi ve gölgesidir. Onların m aksatları, avcıyı içeri çekip, yok etm ek tir. Y ine G üney S ibirya m asallarında, bu tip hikâyelerin çok d aha m itolojik şekillerine de rastlıyoruz. Meselâ yine avlanan böyle bir çocuk m ağaradan içeri girince, arslanlar, ay ılar iie b erab er y aşay an 13 kıza rastlar. K ızlar oğlanı görünce hem en k u r t şekline girerler v e başlarlar oğlanla, savaşm ağa 8. B aşka bir m asalda da, b ir çocuk yer yüzünde savaşırken, b ir m ağara deliğinden yer altına düşer. Y eraltındaki k ö tü ru h lar çocuğa 9 zincir v u ru r ve hapsederler. E n sonunda çocuk zincirlerden k u rtu lu p , dışarı çıkm ak 6 * 7 8

R a d l o f , Proben, I , s. 14. R a d l o f , aynı esr., I. s. 313 (Metin), 337 (Tere.). S c h i e f n e r , M inusinskische Heldensagen, s. 2. A ynı esr., a. yer.

T Ü R K L E R İN K U R T T A N T Ü R E Y İŞ İ

25

ister. Bu se fe rd e K u ğ u - H a n ı m onun çıkm asına mâni olur. U zun savaşlardan sonra, çocuk canm ı k u rta rır vc yeniden h a y a ta haşlar ®. A n a d o l u m asallarında da Ala-G eyik, K a f Dağm da o tu ra n Tepe-göz'iın kızı i d i 10. Avcıları peşinden çekerek o n lan K a f dağına götürüyor vc onlara k ö tü lü k ediyordu. “Geyik de çekti, beni kendi dağına,” şarkı vc m asalının kökleri, işte, T ü rk M itolojisinin bu m otiflerinin içinde y a ta r. Yine S ibirya’daki T ü rk m asallarına göre, yeraltına giden “ K a ya-kapısı,” A ltın D a^’da b u lunuyordu. B u k apının önünde de Cc d e y - H a n ’ın 7 köpeği bekçilik ediyor­ du xl. Bazı m asallara göre ise, y e r altın a giden bu m ağara kapısı, b ü y ü k b ir denizin ötesinde b u lu n u y o rd u 12. Bazı m asallard a da, böyle açılan kayalar insanlara iyilik ederler. Meselâ b abası ve annesi olm ayan b ir kız, erkek kardeşi ile giderken, kardeşi a tta n düşüp, boynu kırılıyor ve ölüyor. K ız b ir k ay an ın önüne geliyor vc şöyle diyor : “ A çıla n kaya, açılıver, koyayım kardeşimi içine. Y a lın kaya, yarılıver. D iricik tek kardeşimi koyayım içine1.” K ız bu sözleri söyleyince, hem en k aya yarılıveriyor ve kız, kendi kardeşini oraya koyup em niyete aldıktan sonra G ü n -J/an ’a gidiyor. G ün-H an’dan kardeşinin te k ra r can bulm ası için ricada b u lunuyor 13. T ü r k K o z m o g o n i s i ile ilgili bölüm üm üzde bu ko n u y u yeniden ele alacağız. A l t a y Ş am anizm inde, y eraltın a giden b u kapıya, “ D ü n ya n ın bacası” adı verilirdi. Şam anlar y eraltı d ü n y asın a giderlerken, bu delikten içeri g ire rle rd i14. Y a k u t T ü r k ­ l e r i n in , y ery ü zü n ü tem sil eden dem ir p ilâkalanm n da o rtası delikti. B u n d an d a an lı­ yoruz ki Y a k u tla r da, böyle y eraltın a giden bir kapının varlığ ın a inanıyorlardı. Y ine Y a k u t ’lara göre d ü n y an ın sonu, L e n a nehrinin K uzey B uz denizine döküldüğü yer idi. Lcna N ehri su la n çok bol olan bir nehirdir. Denize döküldüğü yerde de, b ü y ü k gir­ d aplar m eydana getirird i. B u n u n için de Y ak u tlar b u girdapların, y e r a ltın a giden b ir k a p ı olduğunu z a n n e d e rle rd i15.

C. G öktürklcrin k u rtta n türeyişle ilgili ü çüncü efsaneleri : Bu efsane, diğerlerine n az aran daha değişiktir. “K urtdan türeme” ve “Mağaradan çıkm a” efsanesi, G öktürklerin resm en kab u l ettik leri bir “ D e v l e t m i t o l o j i s i ” gibi görünüyordu. B u ikinci efsaneye ise, din inanışları ile halk hikâyeleri biraz daha fazla tesir etm iş gibidir. E f s an e n i n

tahlili :

E fsanenin başlangıcında “ d iş i k u r t ” pek görünm em ektedir. F a k a t efsane bittiğ i zam an k ay n a k , riv ay etin değişik olm asına rağm en, 8 Aynı esr., s. 14. 10 W . E b e r h a r d , T ypen türkischer Volksmärchen, s. 311. 11 S c h i c f n e r , a. esr., s. 7. 12 Aynı esr., s. 5-6. 13 R a d lo f , Proben, I, ö. 13. 14 P o t a n i n , Oçerki% IV , s. 65. 15 P r i k l o n j s k i y , T ri goc/a, Jiv a y a S tarina, 1890, s. 170.

T Ü R K M İT O L O JİS İ

bunların hepsinin de k u rtta n geldiğini söyem iştir. B u durum a göre aşağıda ta m olarak tercüm esini vereceğimiz efsanenin m otiflerini şöyle sıralıy ab iliriz: 1. 18 kardeş varm ış vc b u n lar H unların kuzey bölgelerinde oturuyorlarm ış. En büyük kardeşleri ise k u r tta n doğmuş imiş. 2. Bu kardeşler ve onlara bağlı olan halk, b ir düşm an istilâsına uğruyor. Hiç kimse kalm am ak üzere k ılıçtan geçiriliyor. E fsanenin bu bölüm ü, K u rt efsanesine benzer. F a k a t K u rt efsanesinde, kolları vc b a ­ cakları kesilen yalnızca b ir erkek çocuk kalm ıştır. Ve b u çocukla dişi k u rtta n da, yeni bir soy türem iştir. B u rad a ise geriye k alan , yalnızca k u rtd a n doğan büyük kardeştir. 3. Bu bölüm de, yalnızca k u rtta n doğan büyük k ardeşten söz açı­ lıyor. Efsaneye göre, b u a ta da, “ Y a z” ve “K ış Tanrıları” ile evli imiş.

Şekil 6 : A ltay H u n Çağı T u y alıta kurganlarında bulunm uş k u rt figürleri. K u rt b u rad a dem on şekline girm iştir. Postuna üslûp verilerek gcce-gündüz sembolü baline sokulm uş ve pençeleri de k artal başı olm uştur (R udenko, 1961, T. XVV, X CIY).

T Ü R K L E R İN K U R T T A N T Ü R E Y İŞ İ

27

4. Y az ve K ış T a n rıla rı ile evlenen b u atad a n d ö rt çocuk oluyor. B unlardan birisi leylek olup uçuyor. Bu da T ü rk m itolojisinin çok önemli b ir m otifidir. İkinci çocuğun adı, K ırgız; dördüncü çocuğun adı da Türk oluyor. Ü çüncü çocuğun adı ise okunm uyor. 5. T ürk, çocukların en büyüğüdür, ö y le anlaşılıyor ki, b abasının yerine o geçiyor. B u soykütüğü, Ebülgazi B ahadır H an ’ın “ Ya/es oğlu Türk” şecercsine benziyor. B urada ateşi icad eden dc T ü rk idi. E bülgazi’ye göre ise Y afes oğlu T ü rk , çadırı icad etm işti. 6. T ü rk ’ün “ O/ı karısı” vardı. İ le r k arısın d an ise b ir b o y m eydana gelmişti. H albuki K u rt efsanesinde, “ O/ı oğul” dan, on boy türem iştir. Oğuz D estanına göre dc b ir m ukayese yap acak olursak, K u rt efsanesinin daha orijinal olduğunu görürüz. Çünkü T ü rk m itolojisinde soylar, k a ­ d ınlardan değil, oğullardan m eydana gelirdi. 7. B u on k ad ın d an m eydana gelen “ On-Boy” için b ir b aşkan b u l­ m ak lâzım dır. B unun için dc, yükseğe sıçram a m üsabakası yapılır. B u m otifin b ir paralelini dc, A ltay T ürklerinin m asalları arasında bulduk, ö rn ekler bölüm ünde b u n u n da b ir özetini okuyacaksınız. 8. G öktürk devletini k u ra n ailenin ilk atas; A -şi-na’nm , cn yükseğe sıçrayarak başkan olm ası. E fs an e n i n

t ercü m esi :

Şimdi b u efsanenin orijinal m etnini, Çin k ay n ak ların d an aynen tercüm e ederek sunuyoruz. Ü m id ediyoruz ki, y u k a rıd a tah lil yollu verdiğimiz açıklam a, fazlaca çince sözler b ulunan b u m etn in anla­ şılm asına daha fazla ışık tu ta c a k tır : “ G öktürklerin a ta la rı, H unlarm kuzeyinde bulu n an Sou ülkesin­ den çıkm ışlardır. O nların kabilelerinin reisine A P ang-pu denirdi. Onun, on yedi ta n e büyük ve k ü çü k kardeşi v ardı. B üyük kardeşlerinden b iri­ nin adı da î-ci N i-su-tu idi. B u çocuk k u r t t a n d o ğ m u ş t u r . B ü tü n b u kardeşlerin y aratılış bakım ından ta b ia tla rı, biraz budalaca idi. B u se­ beple dc devletleri, düşm anlar ta ra fın d an sür’atlc yok edildi.. “ T ab iat ü stü b ir k u d rete ve özelliklere sahip olan I-ci N i-su-tu, yağm urun yağm ası ve rüzgârın esmesi hususunda em irler verebiliyordu. Onun iki karısı vardı. B u n lara, y a z ve k ış T an rıların ın kızları denirdi. Bu iki kad ın d an birisi, d ö rt ta n e çocuk doğurdu. B u çocuklardan birisi beyaz b ir l e y l e k oldu. İkinci çocuk, A-fu ile K em nehirleri arasında oturdu. B unun adı da Çi-gu (Kırgız) idi. Ü çüncü çocuk da, Çu-cin su­ yunda yerleşti.

28

T Ü R K M İT O L O JİS İ

“ D ördüncü çocuk ise, Chicn-su vc Şin dağlarında oturu y o rd u vc kardeşlerinin de, en büyüğü idi. Bu dağlar üzerinde, y ıkılan eski devletin başkanı A P ang-pu’n un b ir oymağı yaşıyordu. (Bu dağ ların çok so­ ğuk olm ası sebebi ile), bu oym ak da soğuktan çok ızdırap çekiyor (ve ısınm anın bir yolunu bulam ıyordu). D ö rt çocuğun en büyüğü, b u rad a a t e ş i bulm uş ve onları ısıta ra k beslem işti. Bu yolla da oym ak halkı ölmeden, yaşam anın yolunu bulm uştu. B unun üzerine diğer üç kardeş de birleşerek, büyük kardeşlerini başkan seçmişlerdi. B üyük kardeş b aşkan olunca da, T ü r k ünvanı verilmişti. “ Bu T ü r k ’ün özel adı da Na Tu-Iiu idi. 10 ta n e de k arısı v ard ı. Bu k adınların doğurdukları erkek çocukların hepsi de soy adlarını, annelerinin adlarından alıyorlardı. “ (G öktürk D evletini kuran) Aşina ailesi ise, (T ürk’ün) k ü çü k k a rı­ sının soyundan geliyordu. T ü rk ölünce, 10 ay rı anneden doğan çocuk­ ların hepsi toplandılar ve aralarından birisini başkan y ap m ak istediler. Hepsi b ir arad a büyük bir ağacın altına gittiler ve orada şöyle an laştı­ la r : “ — Ağaca doğru, en çok kim yükseğe atlıyabilirse, o başkan ola­ ca k tır” . A şina’nın oğlu, diğerlerinin arasında en genç olm asına rağm en, en yükseğe atladı. (Y üksek atlam a rekorunu kırınca da), hepsi onu kendilerine başkan y ap tıla r. “ A şin a 'n ın oğlu başkan olunca, A Ilsien Şad unvanını aldı. E fsa ­ nelerin ayrı olmasına rağmen, bunların hepsinin de kurttan türemiş ol­ dukları üzerinde herkes birleşmiştir. “( A Ilsien Şad'dan sonra da) B u m ı n K a ğ a n (T u -m en ) gelm iştir". B u çok önemli efsane, yalnızca Cou (Clıou) Sülâlesinin resm i ta r i­ hinde geçer. O ndan sonraki, b ü tü n K uzey Çin’i ele geçiren ve T ürklcri daha iyi ta n ıy a n Sui Sülâlesinin tarihinde yoktur. Öyle anlaşılıyor ki G öktürklerin “ Devlet efsanesi” , yani devletin resm en ta n ıd ığ ı efsane, çocuğun dişi k u rtla birleşm esi ve bundan m ağara içinde, O n -b o y u n türem esi idi. Bu, daha fazla yaygın ve her ta ra fta y aşıy an şekil idi. D aha eski ta rih lerin an la ttık la rı bu efsane ise, h alk m asalları ile karışm ış b ir “ H alk destanı” idi. E ski T ü rk töresine göre, babanın ta h tın a daim a bü y ü k oğul çıkardı. E fsanenin birinci kısm ında b u törenin yerine getirilm iş olduğunu görü­ yoruz. Y ine b u efsanenin son kısm ında ise, en küçük k ad ın ın soyundan gelen çocuk hüküm dar olm uştu. Aşina adlı bu kadının çocuğu, diğer Onboy pirenslerinin de en küçüğü idi. Eski T ü rk adetlerine göre “ K üçük

T Ü R K L E R İN K U R TT A N T Ü R E Y İŞ İ

29

oğlan” , babasının, evinde oturan, ve baba o c a ğ ın ı devam e ttire n b ir çocuktu. B unun içinde, eıı küçük çocuklara “ Ol-Tegin” , y an i “Ateş pirensi”, b ab a ocağını devam ettiren çocuk denirdi. T öreye göre, h ü ­ k ü m d ar olam azlardı; fa k a t bab aların ın m al ve servet m irası onlara düşerdi. Bu d urum a göre b ir “Devlet töresi'” ve b ir dc “H alk töresi,, diye iki İçtim aî düzen o rta y a ç ık m ak tad ır. H alk töresine göre ise k üçük oğul önem lidir. Ç i n g i z - H a n ’m kurduğu devletin b ir Cihan devleti olm asına rağmeD, b u eski h a lk töresini aşıp, devlet töresine ulaşm ası m üm kün olam am ıştı. B u sebeple, Çingiz-Han’m en k ü çük oğlu olan Toluy ve ondan gelen çocuklar, devlet içinde birinci derccedeki önem ­ lerini kaybetm em işlerdi. TÜ RK MİTOLOJİSİNDE TOTEMİZM İZ L E R İ İslâm iyeti kabul eden T ürklerde Şam anizm in en önemli izleri, ilk d e n işle rin istedikleri zam an bir h ayvan veya kuş şekline girebilm e­ leridir. Mesela, “Geyikli Baba” : B u dervişler geyiğe binerler ve tep ele­ rinde geyik boynuzları b u lu n a n şapkalar taşırlard ı. B unlar hakk ın d a elimizde çok bilgi v ard ır. B u dervişler yalnızca rahip veya sihirbaz m ahiyetindeki insanlar değil; peşlerine ta k tık la rı on binlerce T ü rk ü iskân ettirip , yerleştiren liderler idiler. Az sonra göstereceğimiz gibi, şim diki Ş am an elbiseleri dejenere olm uştur. B u konu üzerinde çalışan araştırıcılara göre en eski ve orijinal Şaman elbiseleri, k u ş veya h a y v a n şekillerini tak lid etm e su reti ile yapılan elbiselerdi. B unu giyen Şam an, hem kendi atasını ve hem de istediği zam an o kuşun şekline girebileceğini gösterm ek istiyordu. B u şekil değiştirmeğe m itoloji araştırm aların d a (Metamorphose) denir. T ürkler ise b u deyim karşılığı olarak (D onuna girm ek) sözünü k u lla­ nırlardı. B ektaşiler, b u eski Ş am anist inancı ta sav v u fa u y d u ru p , “ Afa’na âleminden velayetle” diye b ir sebep de bulm uşlarsa da, b u bahane kuş donuna girmeği m âzur gösterm eğe k âfi değildir. Aşağıda da söyleyeceğimiz gibi k u ş to tem i veya sembolleri d ah a ziyade ileri toplam lard a görülüyordu. 24 Oğuz boyunun sembol ku şları bunun en güzel bir örneğidir. İlk T ürk M üslüm an dervişleri de zam an zam an bir kuş donuna girerlerdi. Mesela A h m e d Y e s e v î, T urna do­ nu n a ; H a c ı B e k t a ş V e li güvercin donuna; A b d a l M u s a ise geyik

30

T Ü R K M İT O L O JİS İ

donuna bürünürlerdi (A. G ülpınarlı, V ilâyet-nâm e, s. 106). A bdal Musa, H acı Bektaş Vcli’nin A nadolu’ya gelişini şöyle anlatıy or : “Güvercin donuyla Urûm'a uçan, “İm am lar cvinün kapısın açarı.”

A bdal Musa

Başka bir V ilâyet-nâm e ise H acı B ektaş Vcli’nin A nadolu’ya uçuşunu tasavvufla açıklam ağa çalışarak duru m u şöyle a n la tır (Tar. Dergisi, I I I , 1731) : “ Heman-dem m a'na âleminden velayetle bir gökçe gögerçin tonuna g i r i p . . . " H acı B ektaş Veli A nadolu’ya varınca, öyle anlaşılıyor ki yerli dervişler ta ra fın d an iyi karşılanm am ış ve ara ların d a rekab et m eydana cclm istî H rrşeklinde A nadolu’ya gelincc, D o ğ ru l* B a b a adlı A nadolu’lu bir derviş de hem en “doğan donuna” girerek, güvercin şeklindeki H acı B ektaşi yak alam ak istem işti. F a k a t H acı B ektaş silkinerek “âdem donuna" girmiş ve insan olarak doğanın boğa­ zından yakalam ış ve nefesini kesm işti. D oğrul-B aba tehlikeyi görünce H acı B ektaş’a yalvarm ış ve onun eteklerine yüz sürm üştü. Bu A na­ dolulu dervişin Doğrul adı da, T ürklerin m eşhur av k a rta lla rın d a n biri olan Toğrıl, Toğrul'd a n başka bir şey değildir. A b d ü l k a d i r G c y lâ n î de beyaz bir doğan şekline girerdi (F. K öprülü, K ayıkçı K ul M ustafa, s. 51, n. 1). ö y le anlaşılıyor ki H acı B ektaş, başlangıçta güvercin donu ile gökten gelmişti. T asavvuftaki devri tam am lıy arak gökten güvercin şeklinde inmiş ve tekkesinin önünde dc âdem donuna girm işti: “A li oldum, A dem oldum bahane, “Güvercin donunda geldim cihâne."

A bdal Musa

B ektaşilik ve H urufilik ile ilgili b ir k itap olan Beşâret-nâme'de de şöyle deniyor : Tekye önünde kondu, silkinip âdem tonuna g ir d i .." (s. 98). “Horasan erenleriyle ma'en yeryüzüne inip, âdem tonuna g ir d i .." (Bk. T ar. Dergisi, 1, 16). B aşka b ir bölüm üm üzde de gösterm eğe çalıştığım ız gibi b ir h ayvan şekline girm enin T asav v uftak i m eşhur m ânevî devir ile b ir ilgisi olmasa gerektir. B u, doğrudan doğruya B u ­ d iz m ’in Tenasüh (Metapsyclıosis. Transmigration) pirensibinden başka b ir şey değildi. A le v î’ler t a v ş a n ’ı kö tü sayarlar vc yem ezlerdi. Çünkü

T Ü R K L E R İN K U R TT A N T Ü R E Y İŞ İ

31

onların bazılarına göre M uaviye veya Yezid’in rulıu b ir “ Tavşan donuna” bürü n m üştü. H alk ta b a k a sı ise biraz daha b asit düşünerek ta v şan ı M uaviyenin doğurduğuna inan ırlard ı. G üya M uaviye zam an zam an b ir kad m gibi âd e t görürm üş. B unların hepsi dc uydurulm uş şeylerdir. F a k a t ta v şan yem em e adetini dc yine, Şam anizm ’de ara m ak en doğru yol olsa gerektir. H acı B ektaş’m , ta sa v v u fta k i “Südûr ve tecelli'1'' nazariyesine göre gökten güvercin şeklinde indiğini söylerler. F a k a t H acı B ektaş, y al­ nızca b ir defa olarak cihana güvcrcin donu ile gelmemiş, günlük h a y a ­ tın d a da güvercin olup uçm uştu. B u da Tecelli ve S üdûr nazariyesine ayrı düşer. Mesela b ir y erd en b ir yere gideceği zam an da güvercin şek­ line girip uçuyordu : liiK u l H asanhm , var m ı sözümde yalan, “M ü n kirim gönlünü güm ana salan, “Doksan günlük yo lu kuşlukta alan, “H ünkâr H acı Bektaş A li kendidir.”

A şık H aşan

B üyük üstadım ız F . K ö p r ü l ü ’nün Bektaşiliğin menşei h akkm daki y az ıla n elimizden düşm eyen b ir kılavuzdur. A ncak y u k a n d a söyledik­ lerimiz, b u n d an sonraki Şam anizm ile ilgili bölüm üm üzü desteklem e ve A nadolu T ürklüğüne uygulam a m aksadı ile yazılm ıştır. B u n d an sonra anlatacaklarım ız, bu girişin b ir devam ıdır. B u sebeple rahm etli ü sta d ı­ m ızın fikirlerini aynen a lm ak tan ziyade, yeni k a tk ıla r y ap arak kendi görüşümüzle uygulam ış bulunuyoruz. O rtaasya halklarının ve dolayısı ile T ürklerin, bazı h a y v a n la n ve y ırtıcı k u şla n k u tsa l say arak , o n lan kendilerine sem bol edinm elerinin sebepleri üzerinde şim diye k a d a r çok d u rulm u ş tu r 1. Biz b u konuyu 1 Bu konuda özel o larak yapılm ış en önemli araştırm a P rof. D . K . Zelenin’in “Sibirya'da ongon kültü” adlı eseridir : K u lt ongonov v S ib irı, M osk.-Leningrad, 1936, 436 s. Bu eser, Prof. A. İn a n ta ra fın d a n tan ıtılm ıştır : B elleten, 23 - 24, s. 311 - 314. Bu konu ile ilgili olarak P rof. A. İn a n ’ra şu m akalesi de çok önem lidir : Ongon ve Töz kelimeleri hakkında, T ü rk T a rih arkeoloğya ve etnografya dergisi, 1934, I I , s. 2 7 4 285. Uno Ilolm berg’in şu önemli araştırm asından söz açam adan da geçemiyeceğiz : The Shaman costume and its significance, Annales U niversitatis Fennica Aboensis, T urku, 1922, N r. 2, 5. s. 1 - 36. Biz bu rad ak i araştırm am ızı D in tarih i m eto d lan n a göre değil; m itoloji ara ştır­ m aları p ensiplerine göre y a p tık .

32

T Ü R K M İT O L O JİS İ

b u rad a daha başka b ir gözle özetlem ek istiyoruz. Oğuz D estan ların a göre lıer boyun b ir kuş sembolü vardı. Bu kuşlar da genel o larak yırtıcı k u şlard an seçilmiştir. D aha ziyade b ir Moğol Tarihçisi olan Rcşideddin, bu k uşlara Ongon deyim ini kullanm ış ve bu yüzden de bu deyim zam a­ nımıza k a d a r gelm iştir. Aslında ise Ongon sözü moğolca b ir sözdür. B u nu n Türkçesi ise TöVdür. Töz sözü, türkçede, “ kök ve m enşe” an la­ m ına gelir. Bu sözle T ürkler, hangi h ay v a n d an veya hangi k u şta n tü re ­ miş olduklarım ifade ediyorlardı. T ürklerin Töz ve Moğolların da Ongon dedikleri şey, h ay v a n veya insan şeklinde yapılm ış p u tla r ve ta p ıla n heykelciklerdi. B u n lar, ağaç­ ta n , ta şta n , kem ikten, m adenden ve h a tta çam urdan; d ah a doğrusu kabiledeki san’a tk â rla r bunu neden yapm ağa güçlü iseler, o m addeden yap ılırdı. A rtık bu heykelcikler, o kabilenin, o soyun v ey ah u t da herhangi b ir ailenin aile ocağının koruyucuları olurlardı. Belirli zam anlarda yap ılan din törenlerinde bu p u tla ra yem ekler verilir ve tü rlü saçılar saçılırdı. Oğuz boylarının arm aları olan k uşlara da Ongun adı verilmiş olm asına rağm en, Oğuz T ürklerinin onlara böyle yem ekler sundukları ve saçılar saçtıkları hakkında elimizde hiç b ir k a y ıt yo ktu r. Bazı k av im ­ ler böyle iptidaî din devrelerini erken çağlarda geçirmiş; fa k a t bu eski h a tıra la r, toplum yüksek b ir seviyeye eriştikten sonra bile, a r m a şek­ linde olsun devam edegelmişlerdi. O ğuzlardaki b u gelişme tarzı, mesela Sibirya’daki kavim lerdc daha başka b ir yol tak ip etm iş ve toplum yine de iptidailikten k u rtu la m a ­ m ıştı. H ayvanlar ve k u şlar Sibirya’da insan şekline sokulm uş ve gelişme bu şekilde idrâk edilm işti. Şüphesiz ki O ğuzların daha ileri b ir ham le y ap m alarında îslâm iy etin de büyük b ir tesiri olm uştu. F a k a t b u n a rağm en O rtaasy a’daki h ay a t, bu k ita p ta daim a söylediğimiz gibi, dah a gerçekçi ve daha ileri bir yolda gelişmişti. K uzeydeki B u ry at Mogollarmda a rtık b u ongonlar tam am ı ile in ­ sanlaşm ış, yani beynelm ilel deyimi ile (Antropom orf) b ir şekile girm iş­ lerdi. H albuki T ü rk boyları daha m uhafazakâr kalm ış ve b u eski k u tsal atala rın ı hayvan şeklinde, yani (Zoomorf) b ir şekilde bırak m ağ ı tercih, etm işlerdi. Bu sebepledir ki Prof. Z e le n in , O rtaasya ve Sibirya’daki Ongon k ü ltü rü n ü araştırırken, işe iptidaî M ogollardan başlayam am ış, ve an cak kendisine çıkış noktası olarak Yenisey nehri k ıy ıların d a y a ­ şayan K ız ı l T ürklerini görm üştü.

33

T Ü R K L E R lN K U R TTA N T Ü R E Y İŞ İ

Şekil 7 : A itay H utı çağı P a z ın k , T u y ah ta ve B aşadar k u rg an lan n d a bulunm uş fig ü rle r: 1. A ğzında bir geyik başı tu ta n ejderha. 2. K a rta l başlı, k u rt veya kaplan ayaklı, k u y ru k lu a t. 3. K u tsal ve efsanevî teke geyikle döğüşen b ir h ay v an .

O ğ u z boylarının kuş ongonları ve dine dayanan kökleri : O ğ u z boylarından h e r birinin bir kuş Ongon’u bulunduğunu ve Oğuz D estanlarının b u k u şlara büyük b ir önem vererek, adları ile birer birer saydıklarını söylem iştik. H er kabile niçin bir kuşu kendisine bir sembol veya a r m a olarak alıyordu? Oğuz D estanlarının anlatıldığı çağlarda bu n u n cevabını b ulm ak elbette güç b ir şeydi. A rtık Oğuz b o y ­ larındaki b ir kuşlar, eski k u t s a l m ahiyetlerini çoktan kaybetm işler ve yalnızca b ir sembol ve arm a (H eraldry) olarak kalm ışlardı. 18. asırda O rtaasya’da seyahat ederek O rhun y azıtlarını da bulan isveçli S ubay S t r a h l e n b e r g , Y ak u t T ürklerini de ziyaret ederek onlar hakkında şu çok önemli bilgileri verm işti 2: “ Y a k u t ’lara göre, yaratıklardan ( C r c a tu r ) biri k u tsa l sayılır ve her kabile ile so y d a ,b u hayvandan türediklerine inanırlardı. Bunlar, boyların kutsal saydıkları kuğu, kaz, karga v.s. gibi hayvanlardı. B unun içinde, bu hay v an lar hiç bir suretle yenmezdi. F akat o hayvanın boyundan gelm eyenler için bir mesele yoktu. B aşkaları pek alâ diğer boyun k utsal hayvanını yiyebilirlerdi” .

Y a k u t T ürklerine*ait kabilelerden h er birinin, b ir k u tsa l h a y v a n ­ dan türediklerine in andıkları ve b u sebeple o h ayvan ların etlerini bile yem edikleri başka k ay n ak lar ta ra fın d an da te k ra rlan m ıştır 3. B u k onular * P h . J . Strahlenberg, A ynı e sr., s. 378. 8 N. Şçukin, Poyezdka v Y a ku tsk (Y akutlara sey ah at), S pb., 1844, s. 276, U . Holnıberg, Aynı esr., s. 25. Tü rk M itolojisi, 3

34

T Ü R K M İT O L O JİS İ

ile uzun zam an ilgilenmiş olan b ir yazarın, aşağıdaki bilgileri de, bu bakım dan büyük bir önem ta ş ır 4: “ Yakut kabilelerinin kutsal a ta la n olan hayvanlar arasında başlıca şunları sayarlar: Beyaz lekeleri olan at, karga, kuğu, atm aca, kartal, tu rn a, boz inek v.8. Bilhassa ayak­ larında ve başlarında bir parça beyazlık bulunan inekler, çok kutsal sayılırlardı. Her kabile, hangi kayvandan türediğine inanıyorsa, o hayvanı ü rkütm ez vc hoş tutardı. O nların inançlarına göre, kim kendi kabilesinin kutsal hayvanını y aralar, Öldürür, yer ve h a tta korkutursa, onun başına büyük felâketler gelirdi. Meselâ, belirli bir inek tipinden türediklerine inanan bir kabileyi ele alalım : E ğer o kabilenin sürülerinden birinde, bu renk te ve bu tipte bir inek buzağısı doğarsa, o kabileye m ensup olan herkes, bu yavruya bakar ve ona dikkat ederdi. Buzağının sahibi onu satm a veya hediye etm e hakkına sa lıipti. F ak at bu buzağıyı alan yeni sahipleri, onun ne sütünü içebilir ve ne de etini yiye bilirlerdi. Yabancılar bu kaideye uym ağa m ecbur değillerdi. F ak at onun kabilesinden olan herkes, o ineği yabancılara verm em eğe dikkat ederlerdi. İneğin sahibi ölürse, inek doğrudan doğruya adam ın baba tarafın d an gelen ak rabalarına m iras olarak kalırdı. Eskiden her Yakut kabilesi, türediği hayvanın adı ile birlikte anılır ve o kabileden olan herkes de, bu hayvanın adını s o y a d ı olarak kullanırlardı. Bu suretle herkesin hangi kabileden ve hangi hayvandan geldiği kolayca bilinirdi. Tabii olarak her kabile ve hay­ vanın adı, bütün Y akutlar arasında pek m akbul ve değerli sayılmazdı. K artal gibi önemli kayvanlara bağh olan boylar, Y akutların soylu tabakalarım teşkil ederlerdi.”

Moğol B uryatları türedikleri b u totem hayvanlarına ulha adı v erir­ lerdi. B unların etlerini yem edikleri gibi kanlarını da görm ek istem ez­ lerdi 5. K urban olarak verilen hayvanların derileri de Ş am anın olurdu. Şam anlar genel olarak bunu b ir tic a re t haline getirm işler ve orm an­ larda avlanan bazı h ay vanların derilerine bile sahip çıkm ışlardı. O nlar bu derilere bazan ot veya sam an d oldurarak yeniden şekil v eri­ y o rlar ve hayvanın yeniden dirildiğine herkesi inandırm ak istiyorlardı. B ir kısım derileri de d u v arlara ve ağaçlara asarak, o h ayv an a bir saygı görevinde bulunduklarına inanıyorlardı. F a k a t sonunda, bu derilerin çoğu Ş am anın zim m etine geçiyordu. Y a k u t T ürklerine çok y ak ın o tu ra n ve h a tta Y a k u t türkçesini konuşan D o lg a n ’lar, k a rta l veya kuğu gibi kutsal kuşların adlarım bile ağızlarına ak m ıy o rlard ı. O nlara göre bu h ay vanlara orm anda ölü olarak rastlasalar bile, el değdirm ek y asak tı. Bilâkis o h ayvanın dinî bir m erasimle gömülmesi gerekiyordu 6. B ü tü n b un lar, eski T ü r k T o t e m i z m i n i n izleri olm alıydılar. 4 U

I î a r v a (H olm bcrg), Die relig. Vontell. der Altaisckcn VSlkcr, s. 409 -4 7 0 .

5 A gapıtof-H angalof, Şamanstvo u B uryat, s. 21; U . H olm berg, T he Skarnan costum e, s. 27. 8 U. H olm berg, Aynı csr., 8. 28.

T Ü R K L E R İN K U R TT A N T Ü R E Y İŞ İ

3

35

4

Şekil 8 : E fsan ev î A lta y k a rta l b a jla r ı (R udcnk o’dan)

Yine eski O rtaasya ve Sibirya inançlarına göre, to tem veya Ongon s a p la n bu k utsal h ay v a n la r insanlara iyilik verdikleri gibi, k ö tü lü k de getirirlerdi. Meselâ h astalık lar, hep onlardan gelirdi. B u n u n için de Şam an, karad a, denizde ve h avada yaşay an hay v an ların şekillerini ve kem iklerini b ir araya getirerek onlardan y ard ım dileniyordu. Gece y an sı başlayan bu tö ren , genel olarak çadırlarda yapılırdı. B u törende Şam an, k u r t derilerini sol yanm a alır; sağ y anında ise tü rlü b alık cins­ leri yılanlar ve b ir ayı p o stu bulundururdu 7. 7 Aynı csr., s. 29.

36

T Ü R K M İT O L O JİS İ

“ H a y v a n - A n a ” inancı da, O rtaasya ve Sibirya T ürklerinde çok yaygın bir halde idi. Sayın Prof. A. İ n a n , Şam anizm adlı değerli k ita ­ bında, bu inancı ervah olarak adlandırm ış ve bu konuyu da crvalı inancı ile ilgili bölüm de incelem iştir. Y ak u t Türklcri böyle bir A n a - H a y v a n ’a lya.-K.ul adını verirlerdi. F a k a t bu A na-H ayvanlar m ahiyet bakım ından, kabile ve boy ongonlarından farklı idiler. Ongon veya T ü rk lerin Töz dedikleri hayvan ruhu, bir kabilenin ve toplum un atası idi. B urada söz konusu edeceğimiz ty â -K u l ise, yalnızca belirli bir kişinin, j'an i bir Şam anın r u h u idi. Bu ruhlar Şam ana h a y a tı boyunca y ard ım eder­ lerdi. R uhları küçük ve önemsiz hay v an lar olan Ş am anların değerleri de toplum içinde azdı. F a k a t bir Şam an, olgunlaştıkça, yeni b ir hayvanı A na-H ayvan olarak alırdı. Bu da en çok h a y a tta üç defa olurdu. İyi ana hayvanlar, boğa, aygır, geyik, k a rta l ve aya idi. K ö tü ler ise k u rt ile köpekti. Bu konu ile ilgili olarak pek çok bilgi to p la n m ış tır8. F a k a t biz bu k ita p ta , bununla yetinm eğe çalışacağız. Türklerde to te m ız m ’in gerçek izleri : Uno H olm berg’in de dediği gibi, totem izm in en gerçek izlerini Şam an elbiselerinde görebiliriz9. M aalesef eski Çin kaynaklarında, T ürk kam larının elbiseleri hakkında hiç bir bilgi y o k tu r. Bu sebeple bu konu üzerinde fazla konuşam ıyacağız. A ncak Uno H olm berg’in fikirlerine şunları ilâve edebiliriz. Mesela Çin kayn aklarına göre, G öktürk devleti içinde ve A ltay dağlarında o tu ran T a r d u ş T ürklerinin atası, “ K urt başlı bir insan” imiş. Bizce, bu da eski T ürk totem izm inin bir izi sayılm alıdır. P r o to - M o g o l’Iarda bu zihniyet, daha geriler ve daha iptidaileşir. Proto-M ogol efsaneleri ile ilgili bölüm üm üzde de anlatacağım ız gibi. Meselâ h ita n la rın ataları, birer çadır içine konm uş, b ir köpek başı ile b ir domuz başı idi (Bk. S. 551-2). 19. asırda Şam anizm ve Şam an elbiseleri gerçekten çok dejenere olm uştu. Ş am anlar artık heybetli görünm ek için, bir yığın çıngırakla süslenmiş ve şuralarına b uralarına, ellerine ne geçirirlerse, ith a l m allan d a dahil bir sürü süs asm ağa başlam ışlardı. H albuki b u n ların hepsi sonradan ilâve edilmiş şeylerdi. Esas ve öz şam an elbisesi ise daha başka idi. E skiden her Şam an, kendi kişisel eğilimine ( Individual pheno­ m ena) göre, ilâveler yapam azdı. E n orijinal şam an elbisesi, b ir “ H ayvanA ta” yı tem sil eden ve üzerinde onun belirtilerini taşıyan b ir elbise idi. * Vasilyef, îzobrajeniya, Jiv . S tarına, X V III, 1, 4, s. 277 - 8. * U. Holm berg, Aynı esr., s. 30.

T Ü R K L E R tN K U R TT A N T Ü R E Y İŞ İ

37

Ş am an elbisesinin te k ve öz gayesi, b ir Ila y v a n -A ta ’yı kendisiyle sem ­ bolleştirm ek ve o h ayvanı tem sil etm ekti. Ç ıngıraklar, dem ir ve kem ik p ilâk alar, artık ikinci derecede gelen eşyalardır. Hiç bozulm am ış ve orijinal Şam an elbiselerinde, baş süslerinden tu tu n u z , ay akk ab ın ın süs­ lerine k a d a r aynı h ay v a n ın belirtileri ve işaretleri görülür ve elbise, b ü tü n ü ve ta m m anası ile bir te k hayvanı tem sil ederdi. E lbise üzerine asılan süsler ve çıngıraklar da, yine aynı h ayvanın derileri ile kem ik­ lerinden yapıkrdı. M aalesef şim diye k a d a r k u r t elbisesi giyen b ir Ş am ana ra s tla n ­ m am ıştır. Esasen K uzey Sibirya’da K urt-A ta'lara sahip olan kabileler ve Ş am anlar da pek soylu sayılm ıyorlardı, ö y le anlaşılıyor ki O rtaa sy a’nın ileri to p lu m lan n d a ve b ü y ü k devletlerinde, çok erken çağlarda m eydana gelen “ K u r t k ü l t ü ” çabucak silinmiş ve ancak efsanelerde b ir m o tif ve b ay rak lard a da b ir sem bol olarak kalm ıştı. G ö k t ü r k ’lerin “K urt başlı bayrakları" , bu çok eski h atırala rın bize k ad a r gelen izleri olsa gerektir. Tören elbisesinin k u tsa llığ ı: H a y v a n - A t a ’nın kem iklerini ve tüylerini kendinde to p la y an elbiseler kutsald ı. B u elbiseler genel olarak ç ı p l a k v ü c u d a giyinilirdi. Şam an, atasın ın şeklini alırken b ü tü n İnsanî şeylerden kendini k u rtarm ış o lu rd u 10. H a tta onların an lattığ ın a göre k a rta l, ağaçlar üzerinden uçarken k a n a tla rın d a n bir kısm ını a ta r ve Şam ana, benim bu k an a tla rım la uç derm iş. Şam an da b u k a n a tla n alıp göğe uçarm ış. B ü tü n b u inanışların hepsi Y a k u t T ürklerine a i t t i r 11, ö y le anlaşılıyor ki k u ş t i p i elbiseleri ancak göğe uçabilen şam anlar kullanabiliyorlardı. H a tta bazı söylentilere göre Ş am anın biri gökte uçarken, nasıl olmuşsa elbisesini düşürm üş ve bu yüzden de yere düşerek parçalanm ış. Bu elbiseler de iiSihirli külahlar" gibi, “Sihirli elbiseler"di. K u ş elbisesini giyinen Ş am an fevkalâde b ir k u v v et kazanıyor ve b u ­ nunla da uçabiliyordu. B u sebeple tö re n dışında b u elbiseler pek giyinilmezdi. “ K artal-A ta” , “ G eyik-A ta” ve “ A yı-A ta” elbiseleri: Şim diye k a d a r O rtaasya ve Sibirya’da en eski “ H a y v a n - A t a ” la n tem sil eden başlıca üç tip elbise bulunm uştur. B unlar da geyik, kuş ve ayı elbiseleridir. 10 Gmclin, Reise, I I, s. 44. 11 Y akutların kom şusu olan ve yakutça konuşan Gold Şam anizm i hakkm da en önemli eser P. P . Şim keviç’i n d i r : M aterialı dlya izuçeniya şamanstva u Tungusov, H abarovsk, 1896, s. 63.

38

T Ü R K M İT O L O JİS İ

G e y ik elbiselerine örnek olarak b ir Şam an başlığı resmi veriyoruz. (Bk. Şekil. 9, j) Bu başlığın k en a rlan dem irden yapılm ıştır. Önündeki h o to z d a dem irdendir ve b ir nevi O rtaasya m iğ f e r le r i n i h a tırla tır. Öyle anlaşılıyor ki Sibirya Ş am anlan, O rtaasya savaşçılarına biraz da özenmiş gibi idiler. Y andan sarkan püsküllerin bazılarının uçlarında çıngıraklar da görülüyordu. Bu geyik tipi başlık, Y cnisey nehri k en ar­ larında yaşayan O stiyak Ş am anlarından elde ed ilm iştir12. Böyle başlık bulam ıyan Ş am anlar da, yanlarm a veya om uzlarına b irer geyik boynuzu takm akla y etin iy o rlard ı13. K u ş tipi elbiseler, daha ziyade A ltay ve Sayan d a ğ la n bölgelerinde görülür. B u bölgeler, eskiden beri T ü rk k ü ltü rü n ü n tesirleri altın d a k al­ m ıştır. B undan sonra bu kuşlu elbiseler, K uzey Sibirya’ya doğru uzanır. A ltay D ağlarının daha güneyinde ve M oğolistan’da y o k tu r. K uş tipi Ş am an elbiselerinin v a ta n ı A l t a y dağları olarak kabul edilmiş g ib id ir14. Ş apkalar, elbise ve h a tta ayakkabılar b aştan aşağıya k a d a r kuş tüyleri ile süslenm iştir. B u tü y le r arasında K a r t a l kuyruğu ve k an a tla rı ço­ ğunluğu m eydana getirirdi. B unların yanm da dem ir pilak alar da yok değildi. Şam an elbiselerinde niçin bu k ad ar çok dem ir parçalarının b ulun­ duğunun üzerinde d u ran etnoğraflar da vard ır. E n önemli fikirlere göre, bu pilâkalar “ Demir çağının" birer h atırala rı id ile rıs. Bu pilâkalar y al­ nızca süs. olarak kullanılm ıyorlardı. Törenlerde söylenen sözlerden, bu dem irlerin insan veya h ayvanların iskeletlerini de tem sil ettikleri an la­ şılıyordu. A y ı t i p i elbiseler, daha ziyade K uzey Sibirya ile K u zey b atı Si­ b iry a’da görülürdü. B aşlıklar da, genel olarak ayının baş derilerinden yap d ırd ı. Elbise üzerine, ayının m uhtelif yerlerinden alınmış kem ikler dikilir ve bu suretle Şam an kendisinin b ir ayıyı temsil ettiğini gösterm ek isterdi. B u şam an elbiselerinin en enteresan kısm ı çizmelerdi. Çizmenin b u rn u ve topuğu tıp k ı ayı ayağını benzetilm işti (Bk. Şekil. 9, 5). A ynun bacağından kesilen p arçalar da, yine çizmenin m ünasip yerlerine dikilm işti. Şam anın elindeki alet ve sopalar da ayı kem iklerinden yapı12 Bu b aşlık, A nuçin’in Y eniscy-O styaklanna a it m eşhur eserinde neşredilm işti. B u bilgiyi sonradan b ir çok yazarlar Anuçin’den istifade yolu ile yayınlam ışlardı. Bk. V. I. A nuçin, Ocerk Şamanstva u Yertiseyskih Ostyakov, SMAE, I I, 2. B u k itap . T ü rk iy at E n stitü sü n d e 3639 N r. d a d a v ardır. ls G m elin, Reise, I I, 8, 83. ** U. H olm berg, A ynı csr., s. 19. 15 T roşçanskiy, Evolyutsiya çern. veri, 8. 136.

T Ü R K L E R İN K U R TTA N T Ü R E Y İŞ İ

39

lirdi (Bk. Şekil. 9, 7). ö y le anlaşılıyor ki b u kem ikler, ateş üzerinde ısıtılarak biraz, şekillendirilm iş de oluyorlardı. Şam an b u n d an başka ellerine ayı pençelerini an d ıra n “demir eldiven” veya m u ştalar da ta k ı­ yordu (Bk. Şekil. 9, 6). B u kem ikler seçilirken, bilhassa ön ayak kem iklerine daha fazla önem v eriliy o rd u 16.

Şekil 9 : E n eski ve orijinal Şam an eltiseler! h ay v an veya Totem tipinde olan­ lardır : 1, 2. Şam an elbisesindeki geyik başlığı. 3, 5. Ayı kem ikleri ve ayağı ile yapıl­ m ış Şam an çizmesi. 4, 6. Ş am anın dişine ve eline tak tığ ı ayı veya kurd u n dişi ile elleri. 7. Şam anın ayı kem iğinden yapılm ış aletleri (U. H olm berg, The Sham an costume,

*. 21).

“Demir eldiven ve takm a dişler” , O rtaasya kültü rü n d e önemli b ir rol oynam ıştır. M uhtelif din törenlerinde ve h a ttâ tiy atro y a benzer tem sil­ lerde b u gibi m askeler çok kullanılm ıştı. E sasen bu âd e t eski ^bir Çin ananesidir. Bununla b e ra b e r O rtaasya m askeleri kendilerine m ahsus b ir özellik gösterirlerdi. Meselâ Y a k u t T ürklerine ait b ir Şam an böyle ta k m a dişler ta k ark en vahşi b ir hayvanı tem sil ederdi ve yine onun in an ­ cına göre b u hayvan, kendi soyunun türediği bir totem di (Bk. Şekil. 9 , 4). Geçen asırda O rtaasy a ve S i b i r y a ’y a gitm iş olan seyyahlar, b u eldivenlerin yalnızca ellere değil; çok daha uzunlarının kollara bile takıldığını y azm ışlardı17. B azılarına göre ise, Şam an çizm elerinin deri­ 18 A yı tipi elbiseler için b k . A nuçin, Aynı esr., 8. 42. 17 Georgi, Bemerkungen, I , 8. 280.

40

T Ü R K M İT O L O JİS İ

den yapılm ış olm alarına rağm en, yukarıd an aşağıya k ad a r kalın dem ir­ le kaplanm ıştı. Bu dem ir kaplam alı çizmeler de dış görünüşte bazı h ayv an şekillerini an d ırıy o rla rd ı18. B ü tü n b u n la r bize gösteriyor ki, bu giyiniş ta rzları Çin adetlerine benzem ekle berab er, b ü tü n bu baş, kol ve ay ak m askeleri ise daha ziyade A ltay ve Sibirya dininin oluşum undan ileri geliyordu. Türklerde K u r t ile İlgili in a n çla r K u rt, T ü rk m itolojisinin en önemli sem bolüdür. B u sebeple k ita ­ bım ızda k u rda ayrı b ir önem verm eğe çalıştık. D oğudaki P r o t o - M o ğ o l'­ la rın inançlarında daha ziyade önemli y e r tu ta n h ay van k ö p e k idi. Bu sebeple eski Moğolların köpekle ilgili inançlarına da ayrı b ir bölüm ay ırarak inceledik (Bk. S. 556-8). K öpek k ü ltü n ü derin b ir şekilde incele­ m em izin elbette ki çok önemli b ir sebebi vardı. K u rt ile ilgili efsaneler çok sonraki zam anlarda Moğollar arasında da görülüyordu. H a tta K u rt ata ve Ergenekon destanlarının esas itib arı ile eski ve öz Moğol m itolosinin m alı olduğunu ileri süren kim seler de yok değildi. B unlara cevap verm ek ve İlmî delillerle bu nazariyeleri çürütm ek pek kolay olm uyordu. B unun ancak b ir yolu vardı. Bu da Çin k ay n ak ların a göre M oğolların ilk olarak ta rih sahnesine çıkm alarından itibaren, onların inançlarında birinci derecede y er tu ta n h ayvanları ve diğer dinî m otifleri incelem ek ve bilm ekle m üm kün olacaktı. M oğolların köpekle ilgili inançlarına b ü y ü k b ir önem verm em izin te k nedeni de bu idi: A sırlarca köpeğe bü y ü k b ir önem verm iş ve saygı duym uş, h a tta onu kendi atası gibi k ab u l etm iş b ir kavm in, birdenbire k u rd a da sahip çıkm asına im kân y o k tu . K u rtla ilgili T ü rk efsanelerini bundan önceki bölüm üm üzde incele­ m iştik. K u rt, belki de çok eski çağlarda T ürklerin b ir T o te m ’i idi. F a k a t G öktürk çağında k u rt, bir totem den ziyade k u tsa l b ir s e m b o l haline girm işti. G öktürklerin kendi bayrak ların ın başına bir k u r t heykeli ko ym alarının sebebi de bu idi. K urt başlı sancaklar, G öktürk devletinin yıkılışından sonra da ununtulm am ış ve Çin İm p arato rla rı, mesela T ü r g e ş ’ler gibi T ü rk kavim lerine K ağanlık ü nvanları verecekleri zam an, k u rt b aşlı b ir b ay rak la b ir davul verm eği de unutm am ışlardı. B u inanış, T ü rklerin A nadolu’ya gelişinden sonra bile devam etm iş ve mesela Süryanî tarihçisi M ikâil’in Selçuk T ürklerinin köpeğe benzer b ir h ay v an ın peşinde olarak A nadolu’ya geldikleri ile ilgili hikâyesi, b u eski 18 Gm elin, Aym esr., Reise, I I , s. 193.

T Ü R K L E R İN K U R TT A N T Ü R E Y İŞ İ

41

T ürk inancım yansıtm ıştı. T ü rk kağanlığını ta n ıy a n b ir Çin im p arato ­ ru gibi, Selçuk h üküm darının O sm an Gazi’ye tu ğ ile davul verm esi de, eski O rtaasya an ’anelerinin b ir devam ından başka bir şey değildi. O rtaasya T ürklerinin yıldızlarla ilgili inançlarında, göklerde k u r t­ ların a tla rı nasıl kovaladıkları m alûm dur. Y ak u t T ürklerinin efsane­ lerinde de b u n u n bir çok örnekleri vardır. K u rt, Y ak u t Ş am anlarım n en önemli afsun h ay v a n la n n d an biri id i1. ö yle anlaşılıyor ki K u rt eski zam anlarda da, mesela H u n çağında da O rtaasya halklarının birinci derecede öneme sahip Töz hayv an ların d an idi (Bk. Şekil. 10). Y a k u t m asallarında k u tsal ru h ların 9 oğullarının hepsi de k u rd a ben zetilird i2.

Şekil 10 : A ltay H u n çağı kurganlarında bulunm uş (Rudenko, 1961, T . X CV II). 1 Pekarskiy, Y a ku t sözlüğü, te rc M I , s. 126. a. * Aynı e3r., I, 8. 7 b.

ve yeleli k u rt figürleri

42

T Ü R K M İT O L O JİS İ

Türklcrin kutsal k u rtların a “ K ök-B öri” , Gök K u rt dem elerinin seb epleri: T ürklcrin kendi sembolleri olan k u tsa l k u rd a “ K ök-B öri”, K u rt dem elerinin de b ir sebebi v ardı. K ök, y ani gök, göğün rengi olan m avilik idi. A slında T ürkler göğe Kök-Tengri, yani m avi gök derlerdi. B ugünkü td ^çem izde kullandığım ız “ gök” sözü, göğün re n ­ ginden başka b ir «ir ara ştırm a y a p m ıştır28. Bu sebeple, aynı konu üzerinde, u zun uzadıya duracak değiliz. Y alnız şunu söylemek lâzım dır ki, gergedan hakkındaki bilgiler, T ü rk halk ların a genel olarak dışa­ rıdan gelmişti. Eski İ r a n ’da herhalde gergedan v a r d ı27. M. S. 746 senesinde İ ra n ’dan Çin’e b ir gergedan hediye o larak gelmişti F a k a t bu çağda İra n ’da gergcdan’ın yaşam ış olm asına pek ihtim al verilemez. Belki de, H in d istan ’d an getirilerek Çin’e götürülm üştü. Ama hakiki gergedan’m , o zam anki im kânlarla Çin’e nasıl g ö tü ­ rüldüğü de üzerinde d u n ılacak b ir husustur, ö y le anlaşılıyor ki lra n lıla r da Çinliler gibi, gerçek gergedandan gayrı h ay v an lara da bu adı veriyorlardı. Şimdiki gergedan sözümüz, farsça Kerkedan'd a n gelm iştir. F a k a t eski T ürklere gergedan hakkındaki bilgi ve gergedan karşılığı olarak k u llan ılan K yand sözü nereden gelm işti? Bizce bu soru­ nu n en akla yakın cevabı, S a n s k r i t edebiyatını gösterm ek suretiyle bu lu nm alıd ır. Sanskritçedc ganda sözü, “ gergedan” anlam ına g elird i29. G ergedandan söz açan İslâm bilginleri de, gergedan için aynı sözü k u l­ lanm ışlardı. F a k a t bu y az arla r ta ra fın d an gergedan, genel olarak te k boynuzlu bir y ab a n öküzüne benzetilirdi. U ygur h arfleri ile yazılan Oğuz D estanının başında da, y ab an öküzüne benzer b ir resim görüyo­ ruz. Moğolcada da, b ir nevi y aban öküzü ile gergedan sözü birbirine k a ­ rıştırılm ıştır 30. ö y le anlaşılıyor ki türkçedeki gergedan karşılığı olarak söylenen K yand, kyat, kat sözleri, sanskritçe ganda sözünden bozulm uş o larak geliyordu. Yine aynı Oğuz destanının içinde, gergedan sözünün yanına g e y iğ e benzeyen b ir h ay v a n resmi de y apılm ıştır. Çinlilerin de K ilin d e­ dikleri b u te k boynuzlu geyik veya gazele, yine Çinliler bir gergedan gözü ile b a k m ışla rd ır31. U ygur m etinlerinde de K ilen, Kelen gergedan anla5‘ Bu m eselenin m ünakaşası için bk. B. L a u f c r , Chinese elay figures, s. 89. *T L a u f e r , a. esr., a. yer. *' E . C h a v a n n e s , T P , 1904, s. 76. ** Bk. L a u f e r , a. esr., e. 117. E l - B i r u n i gergedana, sanskrit adı ile ganda der ve bu h ay v an ın te k boynuzlu y ab an öküzüne benzediğini de ilâve eder (E . S a c h a u , A lbcruni's In d ia , I, s. 203). 30 Mesela “ Beş dilli çince sözlük’* de, gergedandın kargılığı olarak B a m ın sözü kullanılm ıştır. H albuki M a r c o P o lo , beyamini sözünü, bir nevi y aban öküzü (B os gavaeus) karşılığı olarak gösterm işti. Bu meselelerin m ünakaşası için bk. L a u f e r , aynı esr., s. 79. 81 Bk. L a u f e r , aynı esr., s. 114.

OĞUZ DESTA N I

139

m ına k u lla n ılm ıştır32. Bu da gösteriyor ki, T ürkler gergedanı, gerçek anlam ı ile tanım ıyorlardı. B u sebeple resmini çizerken de, b ir çok y an ­ lışlıklara düşüyorlardı. F a k a t bu yanlışlıkları da, yine d ıştan gelen tesir­ lere ve okuduklarına göre yapıyorlardı. B unu, bir karışıld ık ve bilgi­ sizlik olarak kabul etm em eliyiz.

Şekil 26 : A ltay 2. Pazırık kurganında butunm uş, kutsal bir boğa.

5. T ürklerin kozm ogonik inanışları vc O ğuz-IIan'ın iki H atunla evlenmesi : “Oğuz Destanı, D ünya M itolojisinin en güzeli ve f i k i r bakım ından da en kıym etlisidir." Bu bir gerçektir. O ğ u z la r , yani B a tı T ürkleri, yerin ve göğün b ü tü n kuvvetlerini vc unsurlarım kendilerden to p la y a ra k m ey­ dana gelmişlerdi. T ü rk m illetini m eydana getiren şeyler, y e r (mierocosmos) ve gök fmacro-cosmosJ’iiu kem k u tsa l ve hem de m ad d i v arlık ­ ları idiler. Oğuz-Han, b ir insanoğludur. K endisi b ir erkek u n su rd u r. Y e r ve g ö k ’ü n k u ts a l ru h ları ise dişidir. G öktürklerdc de i n s a n erkek, k u r t ise dişi idi. Gerçi T ürk M itolojisinin ana pirensipleri değişmiş değildi. F a k a t d ah a büvük bir ilerlem e ve ham le vardı. B u rad a k u rt veya herhangi b ir dişi hayvan o rta d a n kalkm ış, onun yerine güzel bir kız oturm uştu. s: Türkischc Turfan Texte, s. 19, n. 32.

140

T Ü R K M İT O LO JİSİ

O ğuz-llan avlanırken, gökten güzel bir kız düşm üştü. Kız, parlak bir n u r ışığı içindeydi. B aşında da K utup yıld ızı gibi parlak b ir şey p a rlı­ yordu. K u tsal ruhların ve b a tta peygam berlerin bir ış ı k b â l e ’si içinde görünme hali yalnızca Budizm dinine, H ıristiyanlığa veya M üslüm an­ lığa m ahsus b ir şey değildi. Bu güzel efsane parçasında d a görülü­ yor ki h â le , T ürklcrdc de v ard ı. K u rt da, Çingiz-H an’ın a taların ı hâm i­ le bırakan köpeğe benzer şey lerd e, hep hâle içinde görünm üşlerdi. Ilâlc, y an i tü rk çe ağıl, göğün, güneşin ve ışıklı dünyanın b ir sem bolüdür. K ızın başında p arlay an şey de, yine destanın dediği gibi, K u tu p y ıld ı­ zına benzeyen b ir yıldızdan başka b ir şey değildi. A te ş , gök ile ışıklı dünyanın vc nih ay et güneşin b ir sem bolüdür. Gün, A y vc Y ıldızI la n 'lar bu kızdan doğuyor ve G ö ğ ü n ü ç u n s u r u , bu suretle bu kızdan doğan çocuklarla tam am lanm ış oluyordu. Yine O ğuz-H an bir gün avlanırken, bir su y a ve suyun ortasın d a da bir a d a c ı ğ a rastlıyor. Bu adacığın ortasında bulunan bir ağaç boğu­ ğunda, ikinci karısını o tu ru r görüyor. Bu kızın, a rtık diğeri gibi nc n u r­ ları vc nc de ışık lan vardır. Çünkü onu veren veya gönderen, eski T ürklerin Yer-Su dedikleri k u tsal ru h ları idi. D estan, yalnızca onun b ir özelli­ ğini sayıyor. O d a g ö z l e r i n i n g ö k oluşudur. Bu özellikle, Y er-Su T a n rı­ la rın d an gelen kıza da sem bolik bir ifade verilm iştir. Çünkü gök rengi T an rın ın b ir sem bolüdür. B u kız da, Gök, Dağ vc Deniz-H an'ları doğur­ m uş ve dü ny anın kuvvetleri de bir araya gelmiş oluyordu. B u suretle Oğuz ve T ü rk m illetinin oluşu, kâin atın (U niverse) bünyesine, yapısına vc h a tta oluşuna uygulanm ış vc intibak ettirilm iş bulunuyordu. G ök'ün, dünya’n ın bir parçası olarak sayılm ası meselesi: Oğuz D es­ ta n ın d a, açık olarak görülüyor ki gökten düşen kızdan, Gün, A y vc Yıldız-Han'l&T doğm uştur. Gök-Han ise, ağaç koğuğundan gelen, yani k u tsa l Y er-Su R uhlarının gönderdiği kızdan olm uştur. B urad a, T ü rk düşünce düzeninin çok önemli b ir meselesi o rtay a çıkm aktadır. K âin atın (Universe) oluşu ile ilgili inançların tüm üne Kozmogoni (Cosmogony) denir. D ünya da dahil, b ü tü n k âin at ise, İlmî deyimle Kosmos ( Cosmos) diye adlandırılır. İki tü rlü kosmos v a r d ır : B ü y ü k - K o s m o s (M acrocosmos), b ü tü n k â in a t ve bilhassa uzaydır. K ü ç ü k - K o s m o s (M icrocosmos) ise, d ah a ziyade, dünya ve yer yüzüdür. Görülüyor ki, Türk Kozmolojisi'nde, diğer k ü ltü r sahibi m illetlerin kozmolojisine n az aran b ir ayrılık v ard ır. T ürklerde, g ö k d e , d ü n y a n ı n b ir p a r ç a s ı olarak kabu l edilm ektedir. Bu bakım dan, bu düşünce ta rz ı çok önem lidir vc

OĞUZ DESTANI

141

kitabım ızın (liğcr bölüm lerinde bu pirensip, b ir çok meseleleri açıklar­ ken çok işimize y ara y aca k tır. K ızın ada da ve ağaç koğuğunda bulunm ası: Bildiğimiz üzere, göl vc nehir kavşaklarındaki adacıklar, T ürk Mitolojisinin çok önemli bir m otifidir. Yine Oğuz destanındaki K ıp ç a k ’ı annesi, nehir ortasında b u ­ lunan bir adacık içinde vc yine bir ağaç koğuğunda doğurm uştu. U ygur­ ların menşe efsanesinde de U y g u r l a r ı n a t a s ı olan beş pirens, yine iki nehir kavşağının ortasın d a bulunan bir adacıktaki kayın ağacından doğm uşlardı. M a c a r ’ların a ta la rı da, geyiği ta k ip ederek bir denizi geç­ miş vc bu denizin ortasındaki bataklık gibi b ir yerde türem işlerdi. Bu, “K utsal adaları", A l t a v ve Sibirya efsanelerinde de bol bol bulm ak m üm kündür. K utsal kayan ağacını ise, U ygurların menşe efsanesi ile ilgili bölüm üm üzdeki, “H ayat ağacı” konusunu ineçlerken değerlendir­ meğe çalışacağız. Yer ve Gök’ün kızları ile evlenen Ş am an lar: Ş a m a n ’la rın çoğu zam an iki k arıları vardı. Bazı bölgelerde, bu kadınlardan biri “ Gök'ün k ızı", diğeri de “ Sıı'yun k ızı” i d i 33. Bilhassa son zam anlarda to p lan an , G üney U r y a n h a y bölgesindeki halkların m enşe efsanesi, T ü rk M itolo­ jisi bakım ından büyük b ir önem ta ş ır 3*. Bu efsaneye göre, bu bölge h al­ kının atası,. Bo-Han adlı birisiydi. 0 da O ğuz-H an gibi b ir çok akınlar yapm ıştır. Onun k arılarından biri, yine n u r içinde bir dağ ü stüne düş­ m üştü. Bu kız, IIorm uzta-Tengri'nin kızı idi. T ürklerin y aratılış efsane­ lerinde de gördüğüm üz gibi, Ilorm uzda, yani H ürm üz, göklerin vc ay d ın ­ lık düny aların hâkim i olan ve insanlara iyilik getiren büy ü k T an rı idi. Yine aynı B o-Iian'ın ikinci karısı da, yer yüzünde bulunan b ir kadındı. F a k a t bu kadının, yerle ilgili bir özelliği olm asına rağm en, k ö tü lü k v a ­ sıfları yoktu. İşte B o-H an’ın, bu iki kadından türeyen nesilleri, bu bölge halkını m eydana getiriyorlardı. Yine bu bölge halkına göre B o-H an büyük b ir Şam andı. Tabii olarak Oğuz D estanındaki bu güzel kompozisyonu ve insani düşünceyi, Şamanizm'in çok geri ve iptidai inanışları ile m ukayese ede­ meyiz. B urada bu örnelderi verm em izin sebebi, Oğuz D estanım ızın k ö k ­ süz ve temelsiz olmadığını ve eski dinsel inançların süzüle süzüle, insan­ lık ve T ü rk dehasından geçerek bu hale geldiğini gösterm ek içindir. 33 L. Ya. Ş t e r n b c r g , Pervobıtnaya religiya, L eningrad, 1936, s . 156. 31 S. 1’. T o ls t u v , Urevniy Ilorezm, Moskova, 1948, s . 296; Ş e r b a k , a. esr., s. 90.

T Ü R K M İT O L O JİS İ

Yay vc tem sil ettiği “ Gök kubbesi” : O ğuz-Iian’ın , çocuklarının bul"A ltın y a y ı” , Gün, A y ve Y ıldız-H an'lara verm esi de, üzerinde .¡anılm ası gereken çok önemli b ir n o k tad ır. Y ay, gök y u v arlağ ım temsil ı•,jcn. bir sem bol idi. K ı r g ı z ’la rın m enşe efsanesinde de y ay , güneş ışığı ile ilg ilm d irilm iştir. Bu efsaneye göre K ırgızların en âsil soylarından :yiKum çölü olmalı. Asıl K ara-K um çölü, A m u nehrinin güneyinde b u lu nm aktadır. F a k a t bu çağda. Oğuzların A m u-D erya’nın güneyine inmiş olm aları şüphelidir. A. A. S e m e n o v ’un R e ş i d c d d i n tercüm esinde, burasının K o rk a ra (?) adlı b ir y erin olduğu söylenm ektedir (I, i , s. 80). Hiç bir esasa dayanm ayan b u nazariyeyi, K o n o n o v da kabul etm iş gibidir ( Şeecre-i T e râ kim e , tere., s. 82, n. 2 9 ). A yrıca bk. S ü m e r , aynı esr., s. 360, n. 4. 15 K e ş i d e d d i n ’in b ir çok nüshalarında B o rsu n olarak yazılan bu yer adının B o rsu k okunm ası lâzım dır. Bk. F . S ü m e r , aynı esr., 366. K o n o n o v , bu yer adını B u r s u n oku m u ştu r (Aynı esr., s. 82, n. 30). E b ü l g a z i , “ Str-Suy» a d a kı, re K ara-K um v t Bors u k 'n ı kışla k erdi,” diyor (Ş ec. T e râ kim e , Kononov neşr., s. 12). Anlaşılıyor ki, B o rsu k i!e K a ra -K u m birbirlerine y akın yerlerdi. Şecere-i T iir k i *nin Desmaisons neşrinde B o rsu k y er adıııı görm üyoruz (Bk. S. 13). Girişte, bu konu üzerinde de durm uştuk. u K â h iyân y er adını K o n o n o v , K egen şeklinde okum ak istem ektedir (Aynı esr., s. 82, n. 29). A yrıca K ononov, b u y e r adını niçin böyie okuduğunu da, inandırıcı bir delille gösterm em ektedir. K a ş g a r l ı M ahm ud’a göre, K u y a s şehrinden çıkan ve i l i nehrine dökülen U iu g -K e yk e n ve K iç ig -K e y k e n adlı iki su v a rd ır ( K a ş g a r î , tere., I I I , s. 175). F a k a t İli bölgesi Ü ç - o k 'la n n yaylasıdır. Reşideddin’e göre K a k iy a n ise, B o z - o k bölgesinde, yani b a tıd a bulunuyordu.

17 C ü v e y n î, s. 41.

OĞUZ DESTANI

151

böyle tcrcüm c edilm iştir 18. T ürkçede “ or-” kökü ile başlayan bir çok «özlerin varlığı, b ir bakım a B a n g ’a hak verdirm ektedir. Or-Tag, yani Or dağ, genel olarak K ür-T ag’la b eraber söylenm ektedir. Bu sebeple Or sözü üzerinde d u rd u k d an sonra, K ür-T ag’a geçelim. K Ü R-T

A

c

Bazılarının K ör-Tag diye okudukları T ürklerin bu kutsal dağı, K ür-T ag’dan başka b ir şey d e ğ ild ir1#. B ilhassa R uslardan bazıları bunu Ker-Tag şeklinde bile okum uşlardır. Şunu u n u tm am alıyız ki, mitoloji bir m illetin dini ile kaynaşm ış bir b ü tü n d ü r. Bu sebeple T ü rk m itolojisinde geçen böyle yer ve kişi ad lan da, T ü rk dininde ve an’anesindc derin olarak yer tu tm u ş sözlerden ve deyim lerden seçilir. D aha doğrusu bu deyim ler kendilerini, m itoloji içinde kutsal birer sembol olarak gösterm işlerdir. N aym anlardan bahseden k ay n ak lar, N aym an h ükûm darlannın, um um iyetle eski U y g u r H akanı K ü r-IIa n ’ın unvanını kullandıklarını yazarlar *°. T arih k ay n ak lan n d a böyle b ir U ygur H akanının adına rastlam ıyoruz. F a k a t Oğuz destanındaki, Oğuz-H an’ın am cası da K ü r-H an unvanın ı taşım aktadır. T ürkçede “ Kur** ve m oğolcada “ Gur” , iki kardeş deyim dir. T ü rk ler K ü r-H an derken, m oğollar da G ur-H an deyim ini kulla­ nırlardı 21. K a r a - I I ı t a y hük üm darı, aslen Moğol bir asıldan geliyorlardu. Bu sebeple Çin k ay n ak lan ile b ir çok İslâm k ay n ak lan , ona G ur-IIan demişlerdi *2. Genel olarak m oğolca adların tü rk çe k arşılık lannı kullanm ağı adet edinm iş îra n k a y n a k la n ise, aynı h ü k û m d an K ü r-H an şeklinde adlandırm ışlardır2*. “ K ü r” sözü türkçeden mi moğolcaya, yoksa m oğolcadan mı tü rkçey e geçm iştir? Bunu ancak Allah bilir. B ir gerçek varsa o da bu sözün lıer iki dilde de m üşterek, yani Türko-M ongol bir söz olduğu ve a y n a y n telâffuzlarla söylendiğidir. M oğolcada Gur (veya Gür) sözünün o rtay a çıkışından çok evvel, yani d ah a 1073 de, türkçede ‘A'iir** sözü, “ Y iğit, kab ad ay ı ve b ah ad ır” anla­ m ına geliyordu 24. 18 Titrhisehe T urfan Texte, I I I , s. 10. Orun, orfu, orna-, ornak v.s. gibi isim ler ve fiil köklerinin bu sözle ilgili olm ası m uhtem eldir. Or ayrıca, bir a t rengidir de. Donları “ al ile doru” arasında olan atla ra or at derler ( K a ş g a r î , tere., I, s. 45; R a d l o f , IFörfcrbuch, I, s. 1047). 19 Meselâ K o n o n o v , hep böyle okur : Şecerc-i Terâkim e, s. 82, n. 29. 20 R e ş i d c d d i n , T ah ran neşr., 21 K ereitlerdcn O ng-H an’ın am cası K urçakuz-B uyruk'un kardeşi, KürjG ür-H an adını taşıyordu ( Moğ. Gizli T a rih i, 150, 177, 198j. Moğolların gizli tarihinde bu ad Çince transkripsiyonla Ku-crh H an (= G ur-H an) yazdm ıştır. R e ş i d c d d i n i*e aynı şahıstan bahsederken hep, onun adım Kür'G ür-H an diye yazar. 22 K ara-H ıtay hük ü m darının adı Çin kay n ak lan n d a, yine G ur-H an şeklinde yazıl­ m ıştır (Liao-sbib, 30, 6 a). C ü v e y n ı ise aynı ünvanı, türkçe karşdığı ile G ür-H an yazar ( C ü v e y n ı, aynı eser., s. 43-48). 23 W i t t f o g e l , bu adın moğolcasını G ûr-Xan veya Gor-Xan okur (History' o f Chinese Society, LÎA O , s. 43^. 24 Bk. K a ş g a rî, I, s. 324-325. Aynı k ay n ak ta şöyle b ir 'a ta sözü de v ard ır : K ü r bolsa, köuez bolur, yani, “ Y iğit olan gururlu olur,” dem ektir. A ltay lehçelerinde dc k u dret ve kuvvet sahibi to plum lar için. K ür kahk denir ( R a d lo f , Aynı esr., I I, s. 1447). Anadolu’daki gür kelim esinin de bunlarla ilgili olması m uhtem eldir.

152

T Ü R K M İT O L O JİS İ

D unlan söylem ekdcn m aksadım ız, Oğuz D estanının en eski, fosillermiş, kutsal T ü rk ad et ve an ’aneleri ile yer ve kişi ad lan n ı içinde topladığını gösterm ek içindir. Or-Tag ve K ür-T agt tarih k ay n ak lan n d a da geçm ektedir*4. Düşünce ve pirensiplerimize göre, binlerce senedenberi T ürk an’ane ve m itolojisinde yer almış olan bu ku tsal yer isim lerini, bugün atlaslarda tesadüfen aynı adı taşıyan dağ ve yer adları ile birleştirip büyük sonuçlara varm ak doğru değildir. Nasıl, Oğuz destanında yer alan kişilerin tarihde yaşam ış insanlarla ilgisi yoksa, bu dağlar d a m itolojiktir ve bugünkü coğrafya h a rita la n n d a yeri yoktur. B u d ağ lan n yerini ta y in etm ek için ancak bir yol v ard ır. O da kanaatım ızca, des­ tan ın tü m ü n ü ve O ğuz-IIan’ın y u rdunun nereler olabileceğini gözönünde tu ta ra k , bu d ağ lan n hangi bölgelerde olabileceğini söylem ektir. Bazı T arih k ay n ak lan m n söylemelerine rağm en. O t- vc K ü r-T a g 'la n K ı p ç a k b o zk ın n a koym anın doğru olm ayacağı görü şü n d ey iz**. K ıpçak bozkın O ğuz-IIan’ın y u rd u değil idi. Burası, yine Oğuz destanına göre oğulluğu K ıpçak'ın kendi nam ına idare ettiği bir il idi. H alb uk i bu dağlar, O ğuz-H an’m dönüp dolaştığı ve en sonunda yine dinlenm ek için geldiği kendi öz yaylaları idi. Ü ç - o k ’la n n yaylağm dan bahseden k ay n ak lar, K ür-T ag’ı A lm alıg bölgesine y akın veya hiç olm azsa aynı yayla silsilelerinin b ir ucu olarak g österiyorlar*7. B o z - o k ’la n n yaylağı ise d a h a b atıd a, Sayram ve Kazgurd bölgelerinde idi *8. K ü r-T a g , eğer Üç-ok y ay lalan n ın b a tı ucunda idiyse, Talaş vadisine k a d a r uzam ası ihtim ali vardı. Bizim k a d a r orijinal k ay n ak lara sahip olmama« la n n a ve mesele üzerinde derin bir şekilde düşünm em elerine rağm en bazı R uslar, bu d ağ lan n Talaş bölgesinde olabileceğini söylememiş de değillerdir*9. F a k a t R eşideddin, bu h er iki dağm da İnanç şehrine yakın olduklarını söylem ektedir. Bu sebeple, Or vc K ü r d ağ lan n ın b atıd ak i T alat vadisine k a d a r uzatılm ası biraz güçleşm ektedir. K ononov,

Is Bu k ay ıtlar için bk. F . S ü m e r , aynı esr., s. 360, n. *• Meselâ Nuzhet ül-K ulub, bu iki dağın, K ıpçak çöllerinin ünlü dağları olduğunu söylüyor. Bk. F . S ü m e r , s. 360, n. 4. K uşlardan K . M a r g u l a n da, Kazakistan*daki Ulug ve Kiçik-Tag*\sLnn y anınd a olduğunu söylem iştir (O Karaktere i istoriçeskoy obüslovlennosti Kazahskogo eposa, lzv estiy a K azaxsk. fil. AN, Ser. ¡stor., 2,27, A lm a-A ta, 1946, 8. 78^. Çünkü E b ü l g a z i bu dağlardan Ulug ve K içig dağlarla birlikte b ah set­ m iştir. 87 Sayın Prof. Z. V. T o g a n , haklı olarak bu dağlan, T a n n dağlannın kuzeyine k o ym u ştu r ( U m um i T ü rk T arihine Giriş, s. 18j. B o z - o k ve Ü ç - o k ’la n n yaylak ve kışlak yerleri h akkında en önemli bilgiler, F arsça Oğuz-nâm e’de bulunur (N r. 1653, yap. 385 a). A y n ca Bk. F . S ü m e r , aynı esr., s. 366. 18 Boz-ok’Iann yaylak ve kışlak lan için de, Hafız A brû m ecm uasındaki eserle, F . S ü m e r ’in m akalesinde izâhat vardır. B urada okunam ıvan bir çok yer a d la n şüphesizki önem li b ir araştırm a m evzuudur. Bu denem eyi, b&şka bir araştırm a m akalesine b ırak ­ m ağı d ah a uygun buluyoruz. 11 Meselâ R e ş i d e d d i n ’in 2. cildinin kötü bir rusça tercüm esini y apan A. A. S e m e n o v. Ortak ile K aztak (?)*ın K ara-T au bölgesi ile T a la s ’daki A la-T au arasında olduğunu ileri sürer (S. 80, n. 1).

OĞUZ D ESTA N I

153

b u dağların A lm a-A ta bölgesindeki Çu vadisinde olm alarının gerektiğini sö y lü y o r30. Hu tez, gerçeğe oldukça yakın olm alıdır. F a k a t bu nazariyeyi ileri sürerken, gösterdiği peliller kabul edilir cinsten değildir. Çünkü ona güre bu dağın adı, K ür-T ag değil; KazTag o k u n m alıd ır* 1. İnanç şehri, bu dağların sınırında idi. Bu sebeple, bu şclırin yerinin tetk ik i, belki bize b iraz d ah a fazla ışık tu ta c a k tır. İ n a n ç

Ş e h r î

Bu konuya b aşlam adan önce, sayın Prof. Z. V. T o g a n ’ın Oğuz destanında geçen İnanç şehri ile, K aşgarlı M ahm ud’un bahsettiği Y a fın ç şehrinin, aynı olduğu hakkm daki nazariyelerini k ab u l etm ek ten başka b ir yol y o k tu r k anaatindeyiz. Y a fın ç, b ir şehir ile aynı adı taşıy an bir derenin adıdır. Y afınç şehri, İ l i neh­ rinin çok yakınında b u lu nuyordu *3. K a ş g a r l ı M ahm ud’un haritasın a bakacak olursak, T ü rk şehirleri b atıd an doğuya doğru şöyle bir sıra takip ederler : 1. Şaş%2. tsfic&b% 3. Taraz, 4. (?) (O kunam ıyor), 5. Y a fın ç, 6. K içig (veya K üm i)-Tala$, 7. Bcş-Balıg. Bcş-Balıgy biliyoruz ki U ygurların baş şehri idi. K içig-Talas ise yine U y g u r sınırında b ir yer adı i d i 33. Bu suretle Yafınç şehrinin U y g u r sınırına yakın bölgelerde olduğu açık olarak görülm ektedir. F a k a t bir U ygur şehri değildi, t l i nehri de U y g u r sınırına yakındı. N itekim eski b ir T ü rk şiirinde de bu durum an latılm ak tad ır. Bu şiirde, “ ila suyunu geçtik, U y g u r iline yöneldik ve M ınglak ilini açtık,” d e n m e k te d ir34. Z aten tarih kay n ak ların a göre de, İ l i nehrinin doğusundan itib aren U ygur bölgelerinin başla­ dığını biliyoruz. U ygurların batısında Ç ig il’ler ve onların batısın d a d a T o h s ı T ürk kabileleri y ay ılıy o rd u 35. K aşgarlı M ahm ud da. I lı nehri havzasının Ç ig iî ve T o h s ı bölgeleri olduğunu söylem ektedir. Y ukarıdaki durum a göre Y afınç ( = İnanç) şehri, A l m a lı g bölgesine de yakındı. Biliyoruz ki, A lm alıg, Ü ç - o k ’la n n önemli bir yaylası idi *4. F arsça d e s ta n m etnindeki, Üç-ok kışlaklarından T ângrim -K alığ yer adı anlaşılıyor. F a k a t diğer yer adlarının çözülmesi ise, biraz güç görünüyor. 80 K o n o n o v, aynı csr., s. 82, n. 29. Gerçi K a ş g a r î , îl i nehrine akan b ir K a zS uyı’ndan b ahsetm ektedir. G üya E frâsiyâb'ın K az adlı bir kızı varm ış ve bu kız, bu suyun k enarında b ir kale y ap tırm ış imiş. B undan dolayı da, suyun adına K az adı veril­ m iş ( K a ş g a r î , tere., I I I , s. 151). Tabii olarak K o n o n o v bu dağa K az-T ag derken ve bu nazariyesini ileri sürerken, K a ş g a r î ’nin bu enteresan k&ydından haberi yoktur. *l K o n o n o v ile diğer R u sların ellerinde, bizim gibi kuvvetli k a y n ak lar yoktur. *l K a ş g a r î , tere., I, s. 59;I I I , s. 375. î li nehri T ü rk k ü ltü r tarih i bakım ından da büy ü k b ir önem taşır. E ski T ü rk inanışlarına göre ilk T ü r k T a k v i m i de İlinehri kenarında icâd edilm işti ( K a ş g a r î , Kilisli neşr., I, s. 288; tere., I, s. 345). T abii olarak, İli nehrinin d ah a ziyade T a n n dağlarının eteklerindeki havzaları önem taşıyordu. Çünkü büy ü k k ü ltü r şehirleri b u bölgelerde bulunuyorlardı. ** K a ş g a r î , I, s. 366; I I I , s. 235. Aynı k ay n ak ta, b atıd ak i Talaş nehrine UlugTalas denm ektedir. 9İ Aynı esr., I II , s. 236. ** Aynı csr., I, s. 92, 408. *• Nr. 1653, yap. 385 a; F . S ü m e r , aynı esr., s. 367.

T Ü IIK M İT O L O JİSİ

B a tıd a k i

Oğuz

y u rtla rı

ve K a r ı - S a y r a m şehirleri dc hu yerlere yakındır. Sayraıu şehri, çok eski vc büyük bir şehirdir. Bu şelıri görenler, bir başından öbür başına bir günde gidildiğini v c k ı r k k a p ı s ı ğunu söylerler. Şimdi bu şehir, K a y d u ya a i t t i r 37. B u g ü n d e m üslüm aıılar o turur. (Moğol şehzadesi) K o n iç i38 ile ulusunun şehzadenin oğullarının o tu rdukları yerler buralara yak ın d ır” . T u la ş

B o z o k ’l a r i n

Ka r ı şehrin o ldu­ içinde ve bıı

Y u r d u

K anaatırruzca hu bölgeler de, Boz-ok'ların y a y l a k ve k ı ş l a k l a r ı idiler. Reşideddin, Oğuz d estanının girişinde, Oğuz yurdunun B orsuk, K an-S ayram gibi eski yerlerinden bahsetm iş; fakat gerçek du rum hakkında bize açık bir bilgi verem em iştir. B oz-ok'iarın y aylak ve kışlakları h akkında verilen bilgiler, durum u daha aydın bir hâle koym ak­ tad ırlar. B ozoklann y aylakları Sayram ve Kazgurd'dan başlayıp K ara-Tag 39*a k a d a r u z a n ır 40. Sayın Prof. T ogan’a göre Kazgurd, T aşkent şehrinin kuzeyindeki d a ğ la rd ır41. Bu, isabetli bir fikirdir. A ncak K azgurd dağlarının kuzeyde ucu kuzey Isficâb’ı da içine alm ak suretiyle kuzeye u zaü lır, Talaş A la-T au'lzrı ile K araçuk dağları arasına hem konursa, Oğuz y u rd u n u n bu kısmı tam am lanm ış olur vc hem de M a n a s des­ tan ın d ak i, Kazgurd ile b ir birlik m eydana getirilm iş olur. Dorsuk ve A k-T ag da yine Boz-Ok’Jarııı kışlağıdır 42. Sayın Prof. F a r u k S ü m e r ’in “ Oğuzların yurtları” hakkında yaptığı şu özet çok yerindedir : “ Oğuzların y urdu olarak batıd a A ra l gölü ve kuzeyindeki topraklar ile, doğuda Balkaş gölü ve A lm alüi arasındaki geniş bölge g ö sterilm iştir4*.” Şunu u n u tm am ak gerektir ki, bu bölge. B atı Göktürk Devletinin ve hatta b ü tü n G ö k t ü r k l e r i n temelini teşkil eden, O n -o k'la rın yurdu idi. Bizans elçisi Zcmarhos, G öktürk K ağanını Y ulduz vadisindeki A k-T ag'dn ziyaret etm işti. B uralar, Ü ç - o k 'lan n y ay laların a, Or-Tag ve Kür-Tag*a yakın bölgelerdi. B udist seyyah H süan Tsang da, G ö ktürk K ağanını M ing-B ulak'da, yani Talaş vadisinde yazlarken ziyaret etm işti. B uralar d a B o z - o k ’Ian n yaylalarıdır. Biliyoruz ki, O n - o k ’lar, yani G öktürklerin On-Boy’la n , doğuda “ Tu-/u beş boyu” ve b atıd a da “ N u-shih-pi beş boyu” olm ak üzere iki kısm a aynlm ışlaraı. Bu b o y lan n eski yerlerini çok iyi olarak biliyoruz. Bizi burada, *7 1262 den sonra bu bölgeler, Ç a ğ a t a y hanedanından Algu*nun eline geçti. O ndan sonra da b ir m üddet için K&ydu’nun elinde bulunuyordu. Koniçi*ııin yurdu, daha kuzeyde idi. Erik-Büge ve K ubilay-H an rekabetinden ibtifade eden Koniçi, bir m ü dd et için buraları ele geçirmiş bulunuyordu. *9 M etinde Kara-bah yazılıyor. Biz, K ara-Tag okuduk. F a k a t elimizde bir delil de yo k tu r. A yrıca bk. S ü m e r , s. 366. 40 Aynı esr., a. yer. 41 Z. V. T o g a n , aynı esr., s. 19. 42 T a n n dağlarında pek çok A k-T ag vardır. Burasının da. Talaş .4/c-Tau’larım u batı kısm ında bulunm ası çok m uhtem eldir. 4* F. Süm er, aynı esr., a. yer.

OCUZ DESTANI

155

hu on b o yun eski yerlerinden ziyade, M.S. V III. asırdan sonraki yerleri ilgilendirir. V II. asrın sonunda i l i nehri kenarında o turan beş Tu-lu boyu. Tokm ak şclırinc indiler ve Ş a r ı - T ü r g e ş devletini kurdular. Bu suretle Tokm ak şehri, onların HüyCık-Ordu, yani büy ü k başkenti oldu. İ li boylarında pek fazla birşeyleri kalm am akla beraber, orada da Küçük-O rdu, yani küçük başkentlerini kurdular. 712 de birinci defa, 716 dan az evvel de ikinci, defa tanınm ış G öktürk K ağan’ı Kapagan-Kagan tarafın d an ezilmeleri üzerine, S an-T ürgcş’lerin artık . Tokm ak şehrinde görülm ediklerini görüyoruz. Bu m ünasebetle K a r l u k ’ların da T okm ak’a doğru indikleri görülüyor. B undan sonra O n -o k * lan n B atı bölüm ü Au-s/ıi/ı-pi’ler, T a l a ş vadisindeki Taraz şehrinde K a ra * T ü r g e ş Devletini k u rarlar. P ara bastırm a ve şehirlileşme hareketleri hep bu çağda olur. D oğudan K arlu k ’la n n tazyiki gittikçe fazlalaşm ağa başlar. G üneyden de yine T ü rk ü n v a n la n taşıy an Taşkent K ırallan K ara-T ürgeş’lcri sıkıştırm ağa başlarlar. 756 da artık T alaş bölgesinde de Türgcş adı görülmez olur. Taraz şehrinin ikinci adı da 44K arluk-kapısı" şekline girer. Yani K artuklar, T araz’a k a d a r olan b ütün T ürgcş to p ­ raklarını ele geçirerek, yerleşirler. P ekâlâ, herhalde çok büyük bir kitle olan ve S an Türgeşlcrle K ara-Türgcşlcri teşkil eden halklar nc oldu? B atı d a K arluk tehlikesi ol­ duğuna göre, gidip yerleştikleri yer, elbet de B atı bölgeleri olacaktı. İşte Çin k ay naklarının çok dikkatle okunm ası ve değerlendirilm esi sonucunda elde edilmiş olan özet b u d u r. B unun başka türlü okunup anlaşılm asına da im kân yok­ tur. Bununla şunu dem ek istiyoruz. Gerçi Oğuzlar X. asırda Sir-D crya boylarında idiler. F a k a t b undan önccki y urtları, Isığ-Göl kıyılarını da içine alıyordu. Bu sebeple B a r t h c l d ’un, Pcçenek'ler'ı O ğuzların bir kolu olarak kabul etm esi boş değildir. E n m ühim mesele şu d u r : ö n c e Sarı-Türgeş ve sonra da K ara-Türgeş devletlerinin k u ru ­ luşları m ünasebetiyle. B atı G öktürklerin On Boylarının, b a tıy a nasıl kaydıklarını tarih kaynaklarından adım adım takip edebiliyoruz. O nlardan boşalan yerlerin de K arlu k lar tarafın d an nasıl doldurulduğunu, yine aynı kaynaklardan öğreniyoruz. İşte bu b a tıy a kayış hareketi, T ü rk T arihinin en önemli sonuçlarını doğurm uştur. O ğ u z la r ı n m e n ş e i de düşünülürken. Sarı - ve Kara-Türgeş D evletlerini teşkil eden bu kabilelerin T a la s 'ın batısına geçişleri gözönündc tu tulm alıdır.

1. Oğuz-Han’m doğuşu ve gençliği ‘‘E bülce-IIan’ın, Dib (? )-Y a b g u Aİ adlı b ir oğlu vardı. Dib (? ) sözü, onun şölıret ve m evkiini gösterir. Yabgıı sözü ise, onların kavim ler birliğinin başı anlam ına gelir. Bu çocuk, gerek güç bakım ından ve ge­ rekse bükûm darlıkda gösterdiği ü stü n başarı sayesinde, babasından daha ü stü n idi.

44 Bu adın Y avkujY abgu şeklinde okunm ası gerekeceğini, ilk defa sayııı Prof. A bdulkadir İ n a n söylem iştir. Sayın Prof. T o g a n ’a göre Dib sözü, İran dillerin­ deki Div, “ dev” deyimi ile izâh edilm elidir. Bu m eselede kesin bir sonuca erişile­ m em iştir.

3 : Oğuzların

yurdu

K a r a - T a v ’m batı b ö lü m ü .

V W \V '

H arita

156 T Ü I t K M İT O LO JİS İ

OĞUZ D ESTA N I

157

a y n ı zam an d a T üm ündür de okunabilir. B k. L. H a m b i s , T P , 1954, s. 56. Sondaki “ -d a r” eki, tü rk çed e Ç avuldur, B ay ın d ır boy ad ların ın so nlarındaki ekdir. M oğolcada d a h a çok k u llan ılır. T u m a n v ey a T üm ün adını ta şıy a n Moğol k u m a n d a n la rı ço k tu r. F a k a t m oğolca ad ların tü rk çe T um an;D um an9la b ir ilgisi olm asa g erektir. G ö k tü rk D ev letin in k u ru cu su B u m ın K ağan9m adı da Çin k a y n a k la rın d a T 9u-men olarak yazıl­ m ıştır. M eşhur H u n h ü k ü m d arı. M ao-tun (M e te )9nin b a b a sın ın adını da T 9ou-m an ( — T u m a n ) şeklinde o k u m a k ta n başka b ir çare y o k tu r. T ü rk lehçelerinde T u m a n sözü, “ b u lu t v e k a ra n lık ” an lam ına gelir ( R a d l o f , I I I , s. 1518). D ağları içine alm ış d u m an la, d ağ lar ü zerinde gczcıı dum an çeşitleri için söylenen pek çok deyim ler v a rd ır. B k. Y u d a h i ı ı , tere., s. 759. K aşgarlı M ahm ud’urı k ita b ın d a k i bazı şiirler, K o rku lA ta 9n m çocuğa ad v erirk en söylediği sözleri ta m a m la r ve a y d ın la tır b ir d u ru m d ad ırlar. B u n lard an b ir kaçını örııck olarak v e re lim : T u m a n tu rd ı; “ D u m an k o p tu , d u m an yük seld i” ( K a ş g a r î , tere., I I, s. 6). B uradaki d u m an , b u lu t anlam ın ad ır. Y a şın atıp ya şn a d ı, tum an turup taşııadı : “ Şim şekler a tıp ç a k tı, b u lu tla r d u ru p k arşılaştı” (A ynı esr., I, s. 236). B u lu t örüp kök örtüldi, tum an türüp tolı yağdı : “ B u lu t çıkıp, gök ö rtü ld ü ; d u m an to p lan d ı dolu y ağdı” (A ynı esr., I , s. 139). B ü tü n bu m isâller gösteriyor ki, K o rk u t-A ta ’nın çocuğa T u m a n adım koym ada h ak k ı v ard ı.

236

T Ü R K M İT O L O JİS İ

— “ B ir ay to y y a p tırıp ziyafet v e r d in ; fa k a t y em ek lerin h âlâ b itm edi. H av u z lara d ö k tü rd ü ğ ü n kım ız ve a y ra n ın , (S. 45) b ir gölün su ­ y u n d a n da çok idi. A rtık b u n d a n sonra size K ö l-E rk in -IIa n diyeceğiz! T u m a n senin öz oğlun olsun. A ğabeyin D oylı-H an ’ın ta h tın d a o tu r ve h a n lık kıl! E ğ er T u m a n b ü y ü r de b ir y iğ it olursa, ona ne vereceğini k e n ­ din d ah a iyi bilirsin!” Böylece K ö l-E rk in ’i H a n y a p tıla r ve hepsi b e ra b e r iyi h a y a t sürü p o tu rd u la r.

Ş ekil 35 : T u n a -H a n ’m K ara~Barak a d lı köpeği k u r tla r ı b oğuyor (T p k ., H az. N r. 1623’den).

T u m a n b ü y ü y ü p b ir y iğ it oldu. D oylı-K ayı’n ın eski ad am ları (B a y r ı kişileri) şöyle b ir söz ısm arlad ılar : — “ P ad işa h lık b a b a n d a n sa n a m iras k alm ıştır. H anlığı b ü tü n h alk birleşip K ö l-E rk in ’e m u v a k k a t o la ra k verm işlerdi. O şa rtla ki, sen b ü ­ y ü y ü n ce, H anlığı yine sa n a v ere cek ti” . T um an da b u sözü, b ir kişi gön­ d ere re k K ö l-E rk in ’e d u y u rd u . B u n u d u y an K ö l-E rk in de, d u ru m u K ork u t’a, y aln ız b aşın a o tu rd u k la rı b ir s ıra d a a n la ttı. B u n u n üzerine ilin ile­ ri gelenlerine em ir gönderilerek çağ rıld ı ve b ü y ü k b ir şenlik y a p ıld ı93. 83 Y u k arıd an beri söylediğim iz gibi, E b ü l g a z i ’n in üslûbu ta m b ir m itoloji ağzıdır ve T ü rk a n ’a n elerin i b u n âzik ü slû b d a g örm ek m üm k ü n d ü r. F arsça Oğuz d estan ın d a, T u m a n 'm etra fın a 300 kişi to p lan arak b ab asın ın ta h tın ı istediği ve E r k i’n in de b u n ­ d an k o rk tu ğ u söyleniyor. H alb u k i E b ü lg a zi’nin üslûbunda, b ü y üğün küçüğe, küçüğün de b ü y ü k lere k arşı olan saygıları g a y e t ince b ir ifade ile belirtilm ektedir. Y ine farsça d e stan a göre K ö l-E rk i, 900 k o y u n ve 90 k ısrak T u m an için; 3.000 koyuu ve 30 k ısrak da K o rku l-A ta için k e s tirm iştir. 90 ve 900 deyim leri E bülgazi’de de görülm ektedir (I5k. S. 212). 30 sayısı d a T ü rk m asalla rın d a sık sık görülür. Bk. R a d l o f , Sibirya'dan, tere., I, s. 396. K o rk u t-A ta ’y a d ah a fazla önem verilm iştir. E b ü l g a z i de bu ziyafetin, özel o larak K o rk u t’a verildiğ ini yazıyor.

T Ü R K M E N L E R İN Ş E C E R E S İ

237

K ö l-E rki H a n , K o rk u t’u k en d i evinin şe re f köşesine ( T ö r ) o tu rttu . K ım ız dolu b a rd a ğ ı eğilerek ( Y ü k ü n ü p ) su n d u . K o rk u t k ıın ız içti ve lıa lk da y em ek yedi. B u n d a n sonra K ö l-E rk in H a n şöyle d ed i : — “ E y il, K o rk u t-A ta , illerin ileri gelenleri ve h alk ! H epiniz! Sizler bilirsiniz k i, p a d işa h lık T u m a n ’ın h ak k ıd ır. B u za m a n a k a d a r, T u ­ m a n genç idi. O nun için, b en onun işini y a p a d u ru r idim . Ş im di T u m an , a r tık b ü y ü k b ir y iğ it oldu. O n u n için b ab a sın ın ta h tın ı on a v eriy o ru m .” B u n u n ü zerine b ü tü n h a lk K o rk u t’a dönüp şöyle d e d ile r 94 : — “ B ü tü n Oğuz ilinin dileği sizin elinizdedir. N asıl m ü n asip g ö rü r isen, öyle y a p !” K o rk u t b u sözü işitince, b ir kişi gö n d ererek T u m a n ’ı g e tirtti ve evinin o rtasın d a o tu rtu p ona şöyle dedi : — “ B a b a n öldü. Sen k ü çü k y a ş ta iken, geri k ald ın . K ö l-E rk i, senin b a b a n oldu . (S. 46) D ü n y ay a gelişinden b u y aşa k a d a r, se n in b ü y ü ğ ü n oldu ve sa n a çok em ekler v erd i. T ae, t a h t ve il ile b ü tü n y u r t şenindir. Y alnız sizden b ir dileğim iz v a rd ır. B u dileğim iz de, b iraz d ah a sa b re tm enizdir. Z a te n am can ın öm rü az k a lm ıştır!” K o rk u t-A ta böyle d e­ yince, T u m a n da ona şöyle cevap v erd i : — “ B ü tü n Oğuz ilin in en iyisi, b a b a m ın v eziri v e b en im de b a b a m yerin desin. Sözlerinizi k a b u l ediyorum !” K ö l-E rk in ’in çok güzel b ir kızı v a rd ı. A nne ve b a b a sın ın b ü tü n işlerine v ak ıftı. K o rk u t, K ö l-E rk i ile b irlik te b u kızı T u m a n ’a söz k esti v e yedi gece, yedi gündüz b ü y ü k b ir dü ğ ü n y a p a ra k , p a d işa h la ra lây ık elbiseler h a z ırla ttı. T o zu k -B a rla n 95 adlı b u kızı, b öylece T u m a n ’a v erd iler. O çağda A v ş a r ilinin de b ir p ad işah ı v a r idi. B u H a n ’ın ad ı d a A y n a -H a n idi. A y n a-H an a d lı b u h a n , b u kızı d a h a önce k en d i oğluna istetm işti. K ö l-E rk i de b u kızı onun oğluna verm eğe ra z ı o lm u ştu . A ynaH a n , k ızın T u m a n ’a verildiğini d uyunca, askerini to p la y ıp ( Çerik tapıb) , K ö l-E rk i’n in üzerine y ü rü d ü , K ö l-E rk i de b ü y ü k b ir o rd u ile o n u n k a r ­ şısına çık tı. V u ru ştu lar. (K öl-E rki), A yna H a n ’ı m ağlu p e tti v e A y n a’94 F a rsç a O ğuz d estan ın d ak i k o n u şm a la r b ira z d a h a değ işik tir. B u k o n u şm a la r için bk. F a r u k S ü m e r , D .T .C . F ak . D erg, 1959, s. 372. D aim a söylediğim iz gibi, farsça d e sta n d a T u m a n ile K ö l-E rk i arasın d a açık b ir d ü şm a n lık g ö ste rilm iştir. Y alnız Tumcm’ın k o y u n d i l i n d e n a n l a m a s ı , T ü rk m itolojisinin önem li b ir m o tifidir. B u k o n u y u b aşk a b ölüm lerde inceledik. 95 F a rsç a Oğuz d e sta n ın d a K öl-E rki’n in k ızın ın a d ı y o k tu r. E b ü lg a zi’n in b u k ısım ları, farsça m etn e n a z a ra n d a h a geniştir.

238

T Ü R K M İT O L O JİS İ

nın oğlunu öldürdü. A v ş a r ilinin askerini kırdı. Ayna-ITan’ı da k ovarak onun y urd u n a vardı. Y urdunu alarak altı ay orada o tu rdu . A yna-IIan da kaçıp (S. 47) başka b ir ile gitti. K öl-Erki and içti ve A yna H an ’a bir elçi göndererek şöyle d e d i9C. — “ B u kötülüğü ( Y am anlık) yap an sen olm adın. B unu oğlun y ap tı. Böyle y ap tığ ı için de cezasını buldu. Şimdi biz a rtık seninle b irer kardeş olduk. Gel de yurd u n a sahip ol. Ben a rtık yurdum a dönüyorum .” Elçi, A y n a-IIan ’a 97 v ard ı ve K öl-E rkin’in sözlerinin hepsini ona söyledi. A yna H an da onun bu sözlerine inanıp, yurd u n a geldi ve K öl-E rki’yi gördü. K öl-E rki de A v ş a r H an ’ının y u rd u n u kendisine geri verdi. 805/ O ndan sonra da kendi yurd u n a döndü. T um an’ın bir oğlu olm ası ve ona YAVLI adının konulm ası, bir yiğit olduktan sonra, ona yeniden KANLI-YAYLI adı verilmesi : T u m an ’ın, K öl-E rki’nin kızından b ir oğlu oldu. A dm ı Y a v lıss ko y d u ­ lar. D oğuştan âsil (Toğuşlı) ve alp bir çocuktu. B üyüyüp b ir yiğit oldu. G ünlerden b ir gün su k enarında, diğer yiğitlerle berab er oynuyordu. B u yiğitlerden birisi ile vuru ştu lar. Yavlı ona vu rm ak istedi; fak a t v u ­ racak hiç b ir şey bulam adı. Y akınlarında, b ir top kızğ a n 99 dikenin­ den başka b ir şey yoktu. B unun için, dikeni tu ttu ğ u gibi kökünden çı­ kard ı ve karşısındaki yiğidin boynuna vurdu. (Bu dikeni) v u ru r vurm az yiğidin boynu k ırıld ı ve öldü. ” E b ü l g a z i , H an o larak, K öl-E rki’ye bir önem verm ekte ve A yna-IIan’m , onun tarafın d an m ağlûp edildiğini an latm ak tad ır. Bu bakım dan devletin başında bulunan H an ’a önem veren Ebülgazi’ııin üslûbu, dalıa çok destanîdir. Farsça Oğuz destanı ise, Tum a n ’a d ah a fazla önem verir. T uraan’ın karşısına, A yna-IIan değil de, onun oğlu Oje/Uje (?) H an çıkarılır (Y ap. 386; F . S ü m e r , s. 372). 87 A yn a -H a n adı S i b i r y a ve A l t a y m asallarında çok geçer. K o n o n o v ise, bu adın farsça A yn e’den geldiğini zannetm iştir. A yn a sözü Türkçede “ şeytan” no anlam ına gelir ( R a d l o f , Wörterbuch, I, s. 17; C a s t r c n , Finnische Mythologie, s. 232). M anasının k ö tü olm asına rağm en Sibirya m asallarında iyi insanlara ad da olarak v erilm iştir. K a t a n o f , T ü rk adları listesinde, b u adla ilgili bibliyografyayı toplam ıştır (Ukazatel sobstevennih imen, Spb., 1888, 8. 4). Dede Korkul K itabındaki A yna-M elek adım n da bu menşe ile ilgili olm ası çok m uhtem eldir. 88 F arsça Oğuz destanı, T um an’ın oğluna K ayı-Y abgu adı verildiğini söylüyor (Yap. 386 a; S ü m e r , a. esr., s. 372). E bülgazi’niıı m etninde adın m ahiyeti bozulm uştur. B u sebeple farsça m etnin daha doğru olması, bir gerçek gibi görünüyor. Y avlı, Y avku olm alıdır. 88 K o n o n o v , Kızğan-dikeni’nin (Lycium ) cinsinden b ir bitk i olduğunu söylüyor.

T Ü R K M E N 'L E R İN ŞE C E R E S İ

239

B unun üzerine, K öl-E rki-IIan, Tum an, Korkut ve b ü tü n beyler toplanıp oturdular. Y avlı’ıu u y aptığı bu işi birbirlerine an lattılar. B ü­ yük, küçük; iyi veya kö tü kim varsa, bu olayı gören veya işiten herkes, onun gösterdiği bu cesarete h a y ra n kaldılar. T um an, konuşm ağa başladı ve şöyle dedi (S. 48) : — “ Bu oğlanın adına şim diye k a d a r Yavlı denirdi. Şimdi a rtık ona K anlı-Y avlı dem ek gerek” , dedi. B unun için de, a rtık herkes, b ü tü n halk, ona K a n lı Yavlı dem eğe b a ş la d ı100. G ünlerden bir gün idi. K öl-E rkin H an ta h tın d a oturm uş idi. T um an dahi orda h azır idi. K anlı-Y avlı k apıdan girip geldi. O rta yerde o turup, K öl-E rkin’e b ak tı ve şöyle d e d i101 : — “ E y baba! O turduğun b u ta h t, ulu atam D oylı-H an'm oturduğu b ir ta h ttır . Bu v ak te k ad a r, babam T um an’a, ‘gençtir’, diye verm e­ din. Peki bu ta h tı şim di niye vermez d u ru rsu n ?” K öl-E rkin H an başını önüne eğdi ve böylece epey b ir süre o turdu. Sonra b ir fırsat buldu, başını kaldırdı ve K anlı-Y avh’ya şöyle dedi : — “ Bu sözü ben, senden önce, nice söyler idim ve ünıid k ılar idim. Evvelki gün sen, a rtık b ir dikenle, bir kişinin boynunu da kırdın. D oğru söylersin! Böyle, iyi olur; yahşi olur. T a h tı da şim di, b ab a n a verm ek gerek!” TUMAN’un H an olması : K öl-Erkin H an, h alkından b u sözü duyunca, K orkut'ua başlık e t­ tiği b ü tü n O ğ u z i l i n e ad am lar gönderdi ve onları getirerek bü y ü k b ir to y ve şenlik kıldı. T um an’ı kendi ta h tın a H an olarak o tu rttu . Sonra d a K öl-Erkin onun karşısında ay a k ta du rd u ve T um an-H an'a şöyle dedi : — “ B abanın ölüm ünden sonra, benim bu ta h ta çıkıp, Oğuz İlini 100 E b ü lg a z ! , b ir m an tık silsilesi tak ip ederek, oğlana K a n lı-Y a vlı, ( yani Y a vku ) adını koyuyor. F arsça m etin, bu bölüm lerde, adlandırm a bakım ından d aha sağlam dır. F arsça m etne güre K a yı-Y â vg u, b ir gün nehir k enarında oynarken, b ir arkadaşı ile kavga eder ve T ürklerin liken dedikleri ince bir kam ışla arkadaşının boynuna vurduğu gibi, boynu vücudundan k oparır. B unun için de ona Tiken bi(r)lc Er-Biçgen adı verilir (Yap. 387; F. S ü m e r , a. esr., s. 272-273). 101 F arsça Oğuz destanın da b u kısım lar d aha geniş olarak anlatılm ıştır. Bk. F . S ü m e r , a. esr., s. 273.

210

T Ü R K M İT O L O JİS İ

idare edeli, ta m otuz beş yıl geçti. Senden de üm idim odur ki, ben bu ili nasıl iyi veya kö tü idare ettim ve ne yol ile pad işahlık ettim ve hangi yolda y ürüdüm ise, sen de o yol üzere yürüyesin !” B u n u n üzerine T u m an-H an, K öl-E rkin’e şöyle cevap verdi : — “ iy i söylersiniz, yahşi söylersiniz! Sizin bu nasih atların ızı k ab u l ediyorum . Talihim ancak sizin bu sözleriniz sayesinde y â v e r o lacak tır!” Böyle sözleşildi, böyle konuşulduktan sonra, K ö l-E rkin, (S. 49), K anlı-Y avlı’ya da bakıp şöyle dedi : — “ E y kızım ın oğlu! ‘K ızdan doğan’m dostluğu olm az’, derler. Böyle işitm iştim . E ski çağlarda söylenen bu sözleri y alan kılm adın!” T um an - H an dö rt ay hanlık k ıld ık tan sonra, K o rk u t-A ta’m n b aş­ lığında to p la n a n b ü tü n halk, T um an’a geldiler ve şöyle dediler — “ T an rı'y a şükür e t ki, K anlı-Y avlı gibi b ir oğlun var! Bizce m ünasip düşen şudur : Padişahlığı oğluna verm elisin ve k endin de a rtık , ayş ve işret ile m eşgul olm alısın!” T um an da b u teklifi k ab u l e tti ve Padişahlığı oğluna verdi. K endisi de ferah b ir gönülle T an rı’ya ib ad et e tti ve T a n rı’y a kulluğunu gösterip oturdu. KANLI-YAVI’nm H an oluşu : K anlı-Y avı çok acayip ve başka tü rlü b ir b a h a d ır i d i102. K endisi çok iyi b ir atıcı ve alp b ir er idi. D ört ta ra fın d ak i y u rtla rın hepsini aldı ve kendine tâ b i kıldı (b a k tırd ı): “ K u rt k o y u n a, p ars geyiğe,

“ Böri koyğa, yolbars keyikke,

“ K a rta l ta v şa n a , şahin kekliğe z a ra r verm edi.

“ B ürküt koyanğa, karcığay keklikke

“ İlini düzenleyip,

“İllerini tiizüb,

“ D üşm anlarını bozup,

“ Yağılarnı bozub,

“ P ad işah ları kırıp,

“ O zam anındaki padişahların üzüb

“ D oksan yıl padişahlık kılıp,

“Doksan y ı l padişahlık kılıb, ölti.

öldü. 102 K a n lı-Y a v i’m n fa rs ç a m e tin d e k i h ü k ü m d a rlık lliçgen K a y ı-Y a b g u 'd u ı (F . S ü m e r , a. csr., 8. 273).

iin v o n ı,

T ik e n -B i(r)le E r-

T Ü R K M E N L E R İN Ş E C E R E S İ

241

MOR-YAVI’nm H an oluşu : K a rtlı-Y avı'nm iki oğlu v a r idi. B üyüğünün adı M o r-Y a v ı103, küçüğünün adı ise K ara Alp-Arsları idi. O ğulları yetişince K anlı-Y avı, y u rdu nu ikiye b ö ld ü : T ü r k i s t a n ile Y e n g i - K e n d ’i M o r-Y avı'ya verdi. T a l a ş ile S a y r a m ’ı da K ara A lp-A rslan'a verdi. A radan bir nice yıl geçtikten sonra, Kara A lp -A rsla n 'm ağabeysi (Akası) M or-Y avı ile arası açıldı. B irbirlerine düşm an oldular. İlin ileri gelenleri (İl yahşıları) aray a girip, b er ikisine de n asih atler ettiler ve gelin barışın dediler. F a k a t Kara A lp-A rslan'ı bir tü rlü razı edemediler. E n sonunda, h er ikisi de asker toplayıp, S a y r a m 101 şehri üzerinde v u ruştular. Bu h a rp te M o r-Y a vı galip geldi. (S. 50). Kara Alp-Arsları h arp te öldü, (M or-Yavı), kardeşinin b ü tü n illerini aldı ve b ir yıl da orada k ald ık tan sonra evine geri döndü. K ara A lp-Arslan’m küçük b ir oğlu v ardı. M or-Yavı, bu çocukla küçük kardeşinin diğer adam larını beraberine alarak kendi y urduna gitm işti. A radan çok y ıllar geçti ve oğlan da büyüdü. Mor-Yavı H an, günlerden bir gün o turup dururken, küçük kardeşinin oğlu yanına geldi. Mor-Yavı H an, çocuğun yüzüne bakıp şöyle dedi : — “ E ğer b ab a n bilgisizlik etm eyip de, ban a d üşm an olmasaydı, sen de böyle yetim kalm azdın! Sen de böyle sararıp da solm azdın!” Deyip, H üngür h ü ngür ağlam ağa başladı. Sonra yine oğlana dönüp şöyle dedi : 10î F arsça m etne göre, K ayı-Y abgu’n un yerine oğlu Ula-Demür Yabgu geçmişti. K ardeşinin adı d a K ara A lp olarak yazılm ıştır. U y g u r H an’ı A rslan-H an, Ula-D em ür’e karşı düşm anlık ediyor; fa k a t yapılan savaş sonunda m ağlûp oluyor. Ebülgazi’de ise M or-Y avku ile harbedip m ağlup düşen, bizzat kendi kardeşi K ara A lp-A rslan'dır. ö y le anlaşılıyor ki, Ebülgazi K ara-A lp ile A rsla n 'ı birleştirm iş ve iki kişinin adını bir kişiye m aletm iştir. 1M F arsça m etne göre U y gur H an ’ı ile olan h arp T a l a ş yörelerinde m eydana gelmişti (Yap. 387; F . S ü m e r , s. 273). Ula-Demür adı üzerinde de biraz durm ak istiyoruz : U la-Töm ür adına bilhassa Moğol çağında çok rastlan m ak tad ır. Meselâ İzzeddin Ula-Töm ür (Baybars Tarihi, Ş. Y altk ay a tere., s.. 158), U la-T âm ür (R eşideddin, K . J a h n neşr., 8. 2, 51, 54, 57). Altmordu devletinde, K iyef K inazı V ladim ir’e de U la-T âm ür denirdi (R eşidettin, Blochet neşr. I I, s. 46, 54, 55). U lay-T em ür dendiği de görülür. Ula sözü, eski türkçede, bozkır­ larda yolu gösteren işaretler için kullanılan b ir sözdü ( K a ş g a r î , tere., I, s. 92). Herhalde bu söz. Ula- fiil kökünden geliyordu ve aslının da * Ula-a olması m uhtem eldi. U lai/Ulay (Tel.) da, “ aynı yönde ve yolda olm a” anlam ına gelir. H erhalde, Ula-Demür, “ yol işareti olarak kullanılan dem ir” anlam ına gelm elidir. Türk M itolojisi, 16

242

T Ü R K M İT O L O JİS İ

— “ Senin adın A lp -T u ğ a çlos olsun!” Dedi. B un d an sonra oğlanın babasının adam larını da g e tirtti ve onları da Alp-Tuğaç’m yanına verdi. (K a ra A lp-A rslan’ın) eski yu rd u n u da Alp-Tuğaç’a verip, kendi y u rd u ­ n a gönderdi. O zam anlar esir olarak alınıp getirilenlerin hepsinin de geri gönderilm esini em retti. A lp-Tuğaç baba yurduna vard ı ve a rtık orada oturd u. D ö rt ta ra fa dağılıp giden adam larının hepsi geri dönüp onun yan ın a geldiler. M o r-Y avı H an, 75 y ı l 106 padişahlık y a p tık ta n sonra ölüp, öbür ılünvavü

Mor-Yavı H an oğlu KAKA’m n H an oluşu : M or-Y avı Han'ın, kendi h atu n ların d an hiç çocuğu y o k tu 107. Ürce H an adlı b ir H an v a r d ı107. M or-Yavı H an , b u H an ’ın ilini aldı. B u a ra d a onun h a tu n ların d a n birini de esir alm ıştı. B u h a ­ tu n u , b ir nice gün yanında tu ttu k ta n sonra kendi yu rd u n a gönderdi. M or-Yavı H a n da sa v aştan dönüp, yurduna geldiğinde k ad ın , “ B en M or-Yavı H a n ’d an hâm ile kaldım ” , Dedi ve b irk a ç ay sonra b ir erkek çocuk doğurdu. D oğan çocuğun adını da K a r a 103 koydular. Çocuk, dayıların ın yanında büyüyüp b ir yiğit olduktan sonra, kaçıp babası M or-Y avı H a n ’ın yanm a geldi. Mor-Yavı H an da onu, oğlu o larak kab u l e tti (oğul kıldı). Mor-Yavı H an öldükten sonra, h alk top lan d ı ve K ara'y i H an olarak ta h ta çıkardılar. K ara-H an kendi ilinin halkı ile çok iyi geçindi ve ondan sonra öldü (S. 51). 105 Ebülgazi’ye göre Alp-Togaç, M or-Yavku’nun yeğeni idi. F arsça Oğuz d esta­ nın d a ise, U y gur Ila n ’ı A rslan H an ’ın oğlu olarak görülür. Sözlüklerde Tuğaç şeklinde b ir isim veya sıfata rastlam ıyoruz. A nadolu’daki T ogaç/ Tokaç kelim esi, Tokı- inlinden gelir ( K a ş g a r î, tere., I I I , s. 208). Tog-, “ doğm ak” fiil kökünden gelmiş olsa, yine Togaç şeklinde olması lâzım gelir. E lhasdı türkçede TugT uk- gibi önemli b ir fiil köküne rastlam ıyoruz. Bu sebeple de bu adı Togaç okuduk. ı°» F arSça Oğuz destanına göre de U la-D cm ür, 75 yıl sa lta n a t sürm üştü. 107 F arsça m etne göre U la-D em ür’ün ve dolayısı ile Y av k u ’la n n da nesli kesilm işti. K ononov b u adı Urca okum uştur. B uradaki yazılışa göre, b u adın örce okunm ası d ah a doğrudur. 108 S ibirya’d aki m asallarda d a , kendi soylarından olm ayan ve başka b ir kabileden gelen çocuklara Kara adı verilirdi. E bülgazi’nin, “ Her evde bir K ara-H an" atasözünden de anlaşılacağı üzere, soylu ve m eşrû olm ayan H an’lara K ara-H an deniyordu. B undan sonra, O ğuz-Y abgu’la n n ın k am n a, b ir K ara-U lus'un k am girmiş oluyordu.

T Ü R K J IE N L E R İN Ş E C E R E S İ

243

BUĞRA’ıun H an oluşu : K ara-H an'm Buğra adlı b ir oğlu v ard ı. K ara-H an ölünce, B uğra balk ta ra fın d an H a n o la ra k ta h ta o tu rtu ld u . Buğra-H an eski a ta la rı­ nın hepsinden daha ü stü n (artu k ) çıktı, B üyük b ir ordu ile gelerek B u h a r a vc S c m c r k a n d ’ı aldı. K ardeşleri kendisine düşm an idiler. B u sebeple kendi y u rd u n d a duram adı. Y u rd u n d an ay rd a ra k gidip H â r e z m ’i aldı. H ârczm ’e çekilerek orada çok y ıllar padişahlık e tti. B ir gün kuzeye doğru (arka tarafığ a) b ir akın yapm ıştı. O rdusu ile b erab er gidip d ururken, H an etrafındakilere şöyle dedi : — “ Canımız buğday u n u n d an yap ılan b ir aş isteye d u ru r!” B unu d uyan ahçılar (bavurçı) hem en erişte aşı (ögre) gibi yem ekler y a p ­ tıla r. F a k a t o n lardan hiç biri B uğra-H an’m istediği yemeği y apm ağı becerem ediler. B unun üzerine H an , u n g e tirtti vc b ir h am u r y a p tırttı. B undan sonra da H an , yem eği kendi eli ile y ap m ağa başladı ve k azan a k o y arak kendi eli ile pişirdi. Yemeği y aparken, beğleri de H an ’a y ard ım ettiler. H an, yem eği pişirip yedik ten sonra, yanındakilere : — “ B u aşın adı, “ Buğra-H an aşı” olsun” , dedi. B ugün de h alk içinde, “ Buğra” adı ile an ılan ve pişirilen yem ek, işte b u yem ektir. H an ’ın üç oğlu v a rd ı : B üyük oğlunun adı, ll-T e k in ; 2. sinin adı, K u z ı-T c k in 105; 3. sü n ü n adı ise, Beg-Tekin idi. “ T ekin” sözü, eski türkçede “ güzel yüzlü” (yahşi sûretli) anlam ına gelir. H an ihtiyarlayınca, padişahlığı K u zı-T e k in ’e verdi. K endisi de b ir köşeye çekilip, sük û n et içinde yaşam ağa başladı. K endisinin Baber (B abur ? )110 adlı b ir h a tu n u v a rd ı. Bu h a tu n çok akıllı, ermiş, çok tem iz ve her bakım dan m ükem m el b ir kadındı. B u h a tu n ölünce H an b ü y ü k b ir kedere kapıldı ve b ü y ü k b ir yas tu ta r a k b ir sene m üddetle, hiç kimse ile konuşm adı. E v in d en de hiç çıkm adı. K uzı-T ekin, b ir gün babasm a (S. 52) : — “ D aha ne k a d a r y as tu tu p , gam içinde boğularak o tu racak sın ? 108 Oğuz Y ab g u lan nın a ta la rın d a n K u z ı-Y a v k u H a n geçm işti. F arsça Oğuz destanı, b u H an ’ın adını K u rs (?) v eya K u rıs (?) şeklinde yazıyordu. H albuki aynı farsça m etin, B uğra-H an’ın oğullarım sayarken, b u şehzadeye K u zı-T ekin adını v e r­ m ektedir. B u da bize gösteriyor k i Oğuz onoraastiğinde b ir K u zı adı v ard ı. B u sebeple de E bülgazi’deki K u zı-Y a vku 'm ın. ad ı d ah a doğru yazılm ıştır. 110 F arsça m etin , b u h a tu n u n adını şeklinde y azm ak tad ır. Bizce tü rk çe bir söz olarak b u n u B ayrı okum ak d ah a doğru olacaktır. Ç ünkü Baber, Babur şeklinde kadın adlarına rastlam ak m ü m k ü n değildir.

244

T Ü R K M İT O L O JİS İ

Biraz ava çıkın da, gönlünüz açılsın!” Dedi. B un d an sonra d a bab asın ı y anm a alarak, her gün bir yere ava veya gezmeğe çıkardı. B ir nice gün­ den sonra B uğra-H an’ın gamı kayboldu ve gönlüne h av a ile heves geldi. İşte ta m bu sırada B uğra-H an’m oğlu K uzı-Tckin, b ab asın a şöyle dedi : — “ B aba, beğler diyorlar ki en m ünasibi, a rtık H an ’a b ir eş b u lm ak tır!” Bunu duyan B uğra-H an da oğluna şöyle d er : — “ ö y le H a tu n nerden bulacaksınız ki, gelsin de annenizin yerini tu ts u n ? ” K uzı-Tekin de : — “ A nam k a d a r olmasa bile, yarısı k ad a r olsun, b ah a” , der. B uğrah an , “ Ben a rtık ih tiy ar oldum ” , diyerek evlenmeği k ab u l etm ezse de oğlu K uzı-Tekin bu işi babasının gönlüne b ıra k m a z 111. A v ş a r il i n d e , Egrence 112 adlı birinin, güzel ve iyi (körkeli, yahşi), kendi yurdunda a t bile güden bir kızı vardı. K uzı-Tekin, b u kızı alıp babası B uğra-H an’la evlendirdi. D üğünden sonra kızın gönlü bulandı ve aklına k ö tü şeyler gelmeğe başladı. K endi kendine şöyle dedi : — “ H erhalde K uzı-T ekin’in bende gözü olm alıdır. B unun için de bir bahane bulup, beni bab asın a aldı. Belki de benimle gizli olarak, yeyip içmek ve eğlenmek istiyordur. Y oksa b e­ nim gibi genç ve güzel b ir kızı ih tiy ar babasına niçin alsm dı ?” G ünlerden bir gün K uzı-Tekin, şu babam ı göreyim diye yola çık ar ve babasının y u rd u n a gelir. E vden içeri girdiğinde, babası h o rlay arak y atıy o r ve kız da yalnız başına oturuyorm uş. K ız, K uzı-T ekin’in gel­ diğini görünce, hem en yerinden kalkıp, oğlanın önüne gidip, y ü zü n ü gözünü ona sürm eğe başlam ış. K uzı-Tekin’i okşam ış. K ad ın lar kendi kocalarına nasıl y ap arlarsa, kız da K uzı-Tekin’e aynen öyle yapm ış. K uzı-Tekin bunu görünce, içinden şöyle söylenmiş : — “ B u k ad ın b e­ nim anam ın yerinde oturuyor, ö b ü r ta ra fta n da b an a sevgili rolü y ap ı­ y o r” (S. 53). Yine günlerden b ir gündü. K adm , K uzı-Tekin’i yalnız bulunca, hem en ona şöyle söyledi : 111 Bu konuşm alar faraça m etinde daha genij tu tu lm u ştu r. F azla bilgi için bk. F . S üm er, aynı esr., 8. 377. 118 Bu ad. far&ça m etinde £ Kürtçe şeklinde yazılm ıştır. K anaatım ızca b u şekil daha doğrudur. Moğol devrinde KönçekfKünçek adına çok rastlıyoruz ( Sino Turcicaı s. 132. 140j . F a k a t bunlar erkek adlandır. H erhalde Kürtçe, “ güneş gibi” anlam ına gelen b ir ad idi.

T Ü R K ıM E N L E R lN Ş E C E R E S İ

245

— “ Benim hâlim den hiç haberin v a r m ı? Ben sana çoktan b ir aşık oldum ! Ne geceler uy k u m ve ne de gündüzler kararım var! Benim hâlim den h alâ hiç b ir şey anlam ıyorsun! O halde beni niçin aldın da böyle ih tiy ar b ir adam a v e rd in ? ” K uzı-Tckin de H atu n a : — “ Sen benim annem in yerinde oturuyorsun. E ğer bu günden sonra, sen bu durum unu değiştirm ezsen, seni parça p arça eder ve her p arçanı da bir yere a tarım !” Dedi. K ad ın bunu duyunca, b a k tı ki başka b ir çare yok. H em en gidip d urum u kardeşlerinin k arıların a an lattı. O turdular, aralarında konuş­ tu la r, anlaştılar. B unun üzerine kardeşlerinin karıları kıza şöyle dediler : — “ K uzı-Tekin’in b u olayı, H an ’a ve h alk a anlatm asından önce, senin herkese duyurm an gerek! Yoksa ölüme gidersin” , dediler. Hepsi birleşip b ir kad ın gönderdiler. K adın, K uzı-Tekin’in evine gizlicc girdi ve Tckin’in çizmesini ça la ra k getirdi. B undan sonra da çizmeyi alıp götürdü ve oğlanın babası B uğra-H an’ın evine koydu. O gece H an evde y o k tu . A va gitm işti. Gece yarısından sonra da k a r yağm ağa başladı. Seher v a k ti gelince, kad ın başladı feryada. Şafak söktüğü zam an, kadının ağlayıp durduğunu bilm eyen kalm am ıştı. Y u rt­ ta kim varsa, kadın ve erkek, herkes koşarak otağın kapısına gelip yığıl­ dılar. B a k tılar ki hanım , yü zü n ü gözünü y ırtm ış k an içinde ağlayıp duruyor. A ğlarken, b ir y an d a n da şöyle diyordu : — “ Seher vaktin d e y a ta rk e n , bak tım ki koynum a birisi girdi. Gördüğüme göre, bu K uzı-T ekin olmalıydı! B ana, ‘Benden kaçm a, ben sana aşık oldum ve bun u n için de seni alıp babam a verdim ; gündüz benim , gece de babam ın ol; yoksa ih tiy ar bab am ın k adın nesine idi!” Dedi. K adın yine sözüne devam ederek : — “ Bu sözleri duyunca ben de kaçtım (S. 54). ‘B ir in sanın annesine böyle b ir iş yapm ası nerede görülm üştür’, dedim. K uzı-Tekin bu sözüm ü duyunca, hem en bırak ıp k açtı!” Diye bağırıyordu. B u sözleri d uyan ilin kadınları, buna inanm adılar ve : — “ Îsb a t et!” Diye söylendiler. O d a : — “ İsp ata ne lüzûm v ar! B undan iyi delil olur m u ? Y erde k a r v ar, izlere bakın” , dedi. K ard ak i izlere bakan lar, izlerin K uzı-Tekin’in evin­ den çıkıp otağa geldiğini ve sonra da otağdan çıkıp K uzı-Tekin’in evine gittiğini gördüler. Az sonra K uzı-Tekin geldi. Ayağını ize koyup koyup ölçtü. T am kendi ayağı idi.

216

T Ü R K M İT O L O JİS İ

B u ğ ra-H an av d an gelince ona h er şeyi a n la ttıla r. B u ğ ra -IIa n ’ın b aşlık ettiğ i b ü tü n h alk to p lan d ı ve K uzı-T ekin’i ça ğ ıra ra k ona şöyle d ediler : — “ Geccleyin senin y ap tığ ın bu iş n e d ir? ” K uzı-T ekin (d ah a önce) k a d ın ın neler y a p tık la rın ı vc (neler söylediklerinin) hepsini a n la ttı. A yrıca : — “ B un d an d ah a fazlasını an latm ağ a u ta n ırım ! A yrıca b u k ad ım alıp b ab a m a veren benim . O, benden evvel benim le o y n aşm ak istedi! D edi. H a lk ikiye bölünm üştü. H alk ın y arısı k ad ın a, y a rısı d a K uzıT ek in ’e in anıyordu. E n sonunda h alk b irleşti ve han ım ın y an ın d a y atıp (m ih m an d arh k eden) k ad ın ları H a n ’ın y an m a getirdiler. O n lara sordu­ la r. F a k a t hiç birisi, hiç b ir şey söylemedi. O nlara do ğruyu söylem eleri için (zor gösterip, düğm eğe başladılar). T am ölm ek üzere ik en k o n u ş­ m ağa başlad ılar. B a şta n sona k a d a r geçen olayları ve a ra ların d a k i k o ­ n u şm a la rın hepsini a n la ttıla r. A v ş a r l ı k ad ın ların neler (öğütledikle­ rin i), çizmeyi nasıl çaldıklarını b irer birer söylediler. B u n u n üzerine B u ğ ra-H an , K uzı-T ekin’e : — “ Böyle b ir fitn e olur diye b u k ad ın ı alm ak istem em iştim . Sen ben im isteğim e u ym adın. Şimdi sen b u (kadını) ne y a p a c a k sın ? Bu (işleri) sen iyi bilirsin!” D edi. (S. 55) K uzı-T ekin, kulağı, im li, işaretli beş ta n e k ısra k (b ay tal) g e tirtti. K a d ın ın iki ayağını, iki elini vc b o ynunu k ısrak lard an b irin in k u y ­ ru ğ u n a b ağladı. K ısrak la rın b u tla rın a b irer iğne sokup, a tla rı ü rk ü tü n cc k a d ın ı beş p arç ay a böldüler. K ısrak la rd an h e r b iri kendine b ağ lı b arçay ı a la ra k , kendi y ay lasın a g itti. B u ğ ra-H an , çok y ılla r padişah lık y a p tı ve 90 y aşın d a öldü n3. B u ğ ra -IIa n ’ın oğlu K U Z I-T E K ÎN ’in H an oluşu : K u z ı-T e k in b ab a sın ın ta h tın a o tu ru p , düşm an ları a ğ latıp , d o st­ la rı güldü rü p, ilinde ad a le ti k u ru p , fakirlere h a y ır v e ih san kılıp, 75 y aşm a geldiğinde, oğlu A rslan'ı kendi ta h tın a çıkarıp, öldü. 113 F arsça m etin d e, B u ğ ra-H am n siyasî h a y a tı h ak k ın d a d ah a fazla bilgi vardır. B k. F . S üm er, a. esr., s. 377.

T Ü R K M E N L E R İN Ş E C E R E S İ

247

K uzı-Tckin oğlu ARSLAN’m ila n oluşu : A r s la n 114, b ab asın ın ta lıtın a geçip B ü y ü k i l a n (U lu ğ H an) oldu. Çok y ılla rd a n sonra, S u v a r c ık ili ona düşm an oldu. A rslan o ile v a rd ı ve Suvarcık ilini m ağlup ederek, geriye k alan halk ı d a k en d i­ sine ta b i k ıla rak (bakındırub) geriye döndü. O ilde b ir oğlan çocuğunu da esir ederek y an ın d a getirm iş vc ona Suvar (ayrı yazılışı : Suvarcık) ko ym u ştu . (B u çocuğu) b ü y ü te re k terb iy e e tti. Çocuk, çok akıllı, âsil (toğuşlı), atıcı (m ergen), güzel söz söyleyen (cccen), hünerli, her m a ­ kam d a ve h e r yolda yürüm esini bilen, H a n ’a b ağ lı ve vefalı (inak) bir kim se oldu. H a n ’ın m aiy eti (eşik halkı) onu çekem ediler ve ona d üşm an ol­ du lar. F a k a t Suvar'ın b ir ay ıb ın ı bulup da, H a n ’a söylem enin b ir yolunu b u lam adılar. B ir gün b ir to p la n tıd a H a n , S uvar’ın k u lağ ın a b ir şeyler söyleyip d uru y o rdu . (H an, S u v ar’a o k a d a r y ak laşm ıştı ki), H a n ’ın sakalı Suv a r ’m yüzüne değip duru y o rd u . S u v ar g ittik te n sonra, H a n beylerine b ak ıp : — “ B u akıllı S u v ar’ı öpm ek elim den gelm ez!” D edi. B u n u n üze­ rin e bey ler : — “ Biz b u n u n ne işler y ap tığ ın ı, eğer (bizimle) y alnız k alırsanız size arzedebiliriz!” D ediler. H erkes dışarı çıkıp, H a n y aln ız kalınca, b ey ler : — “ (Suvar), filân zam an d a, filân m alınıza şu k a d a r h ıy a n et e tti. F ilân sırrınızı h alk a açıkladı (S. 56). D üşm andan alıp getirdiğiniz m alları k endine aldı. Biz onun y a p tığ ı kö tü lü k lerd en hangi birini size anlatalım ! H epsinden k ö tü olan da şu d u r : B u oğlan sizin h atu n ların ız la da eğlenip d u rm a k ta d ır!” D ediler. B u n u n üzerine A rslan H a n da şöyle dedi : — “ Şim di Suvar'ı Y e n g i - K e n t ’e hizm ete gönderdim . D ön d ü k ten sonra sizleri onunla yüzleştireceğim ! B akayım ki sizler onun y a p tık la rın ı n erd en biliy orsunuz?” J la n , ayrıca ilâve e tti : — “ F ilân yerde geyik ve vahşi h ay v a n la r çok imiş. B en oraya v a ra y ım da avlanayım dem iş­ tim . Ama b ir k aç günden b eri h e r ta ra fım ağrıyıp duruy o r. B ari siz halka baş olun da, oraya varıp avlanın. F ak ir fu k a ra da b u n la rla kış azığını yapm ış o lsu nlar.”

114 F arsça m etin, b u H a n için K ara-A rslan H a n diyor.

248

T Ü R K M İT O L O JİS İ

B eyler, halkı alıp ava g ittile r. H an da h a tu n la rı ile k ald ı ve az sonra da h asta la n d ı. B ir nice günden sonra, H a n ’ın (vücudu ad eta) h ara p oldu. Y u rtta k alan beğler, ava piden beğlerlc Suvaran ad a m sak lı­ la r ve “ H a n ’ın hali yam an oldu” , dediler. O n la r d a H a n ’a y etişe g ö rd ü ­ ler am a, H a n ölürken, beğler ara ların d a nnlaşıp, A rslan-H an ’m ölü veya diri, nesi v a r ııesi yoksa a ra la rın d a p ay laştılar. B u sırad a S u v ar’d a geldi. S u v ar’a şöyle dediler : — “ H a n ’ın yerinin neresi olacağını ve nereye göm üleceğini, v asi­ y etin i, h erh alde hanım ı ile siz bilirsiniz! B u işi siz yapın! H em o h a y a tta olduğu zam an da b ü tü n işlerini siz yapardınız! B ari ölünce de siz y a ­ p ın !” D eyip, ö lünün üzerine gelm eden, H an ’ın ölüsünü ta ş la d ıla r ve gittiler. Suvar-H an, (H an’ın ölüsünün başında) ayağının u cu n a k a d a r inen sa k alın ı k esti ve b ir ta ş alarak , başın a, göğsüne v u ra v u ra h e r ta ra fım p a rç a p a rç a e tti. A ğlarken, b ir y a n d a n d a şöyle d i­ yo rd u : — “ (E y H a n ’ım ), sizi ülkenizde bulam adım ! Size b ir b a rd a k su verem edim ! H izm etine y aram ad ım ! Şimdi seni b ir y ere g ö m d ü k ten (ko y d uk tan ) sonra, b an a b u dü n y ad a yaşam ak h a ra m olsun! B en de kendi kendim i (S. 57) öldüreceğim ! Senin a y a k u cu n d a y a ta c a ğ ım !” Böyle diye diye, ağlayıp duru y o rd u . H a n b irdenbire y erin d en k a lk tı ve S uvar’ı k u c a k la y a ra k , y ü zü n d en , gözünden ö p tü . O ndan sonra d a şöyle dedi : — “ Sen m i, yoksa senin hak k ın d a dedikodu eden beğler m i h ak lı diye ve b u n u anlam ak için kendim i ölür gibi y a p tım !” H a n ’ın dirildi­ ğini d u y an b ü tü n halk gelip H a n ’ın başına yığıldı. H a n ’ın m alım alıp, ölüsünü de ta şla y a n beylerin hepsini y ak a la d ıla r ve gözlerim k ö r ettiler. K o llarını da kestiler. A rslan H a n , 70 y ıl p ad işah lık e ttik te n sonra öldü. 115 K o n onov, b u ilin adıtıı Soracılc o k u y o r . H albuki farsça m etin , K ara-Arsları H a n 'ın evlâtlığı S u ıa r ’d an bah sed erk en , yine Suvar ilinden idi diyor (F . S üm er, s. 377). S u v arcık , b u ad ın b ir küçültm e halidir. K aşgarlı M ahm ud d a. Suvar adlı b ir T ü rk b o y u n d a n , b ah sed iy o r (K aşgarî, I , s. 30; I I I , s. 139). Ü sta d P e l l i o t , Su va r şehrinin adını incelerken, U y g u r m etinlerinde geçen Soyar adının da Suvar o k unm asını ısrarla iddia eder (H o rd e d ’or, s. 231). B ü tü n bunlar bize gösteriyor ki bu a d T ü rk onom astiğinde m e v cu ttu r.

T Ü R K M E N L E R İN Ş E C E R E S İ

249

B uğ ra-H an ’ın biiyük oğlu İl-T ckin ve onun oğlu OSMAN’ın H an oluşu : A rslan-IIan m oğlu k ü ç ü k idi. U luğ emişinin. Lir oğlu v a rd ı ve adı Osman idi uo. O nu H a n y a p tıla r. O sm an-IIan, 15 yıl pad işah lık y a p tık ­ ta n sonra öldü. İI-Tekin oğlu E S L l’ııin H an oluşu : Osman’ın k ü çük b ir k ard e şi v ard ı. Adı i=e E sli (İsli?, ay rı yazılışı : Aslı) idi. T u tu p onu H a n y a p tıla r. O dahi 3 yıl H an lık y ap ıp ö ld ü 117. E sli’n in oğlu ŞEYBAN’ın H an oluşu : E sli-H an ’m Şeyban ad lı b ir oğlu v a r i d i 118 Onu H a n y a p tıla r. O da ata la rın ın y o lundan g itti. İy iy e iyi ve k ö tü y e de k ö tü oldu. O da 20 y ıl ata la rın ın ta h tın d a o tu ru p , sonra da ulu a ta la rım n gittiğ i y ere göçerek ölüp g itti. Şeyban oğlu BURAN’m H an oluşu : Ş eyban-H an’ın, B u ra n adlı b ir oğlu v a r d ı 119. B u defa da H a n o larak onu ta h ta çık ard ıla r. O dahi, iyilikler kılıp, O ğ u z İ l i n i n k a n u n ­ la rın ı ve kaidelerini b ir ta r a f a b ırak m ad ı. 18 yıl p ad işah lık e ttik te n sonra, öldü. A L Î’n in H an oluşu : O çağ larda O ğ u z İ l i , S ir-S u y ı'n ın iki ta ra fın d a v e ayağına y ak ın yerlerde o tu ru rd u . M o ğ o l l a r geldiler (S. 58) ve o n la rım ağ lu p ettile r. 118 F arsça m etne göre O sm an, 12 yıl H an lık y apm ıştı. 117 Osman, Buğra-Hari*m oğlu Îl-Tegin?in oğlu idi. ö y le anlaşılıyor ki, O span öldük ten so n ra, onun y erin e yin e k ardeşi geçiyor. B u suretle K u zı^T cgin'in soyları H an lık tan u zaklaştırılm ış o lu y o rla rd ı. F arsça d e sta n , yeni H a n ’ın Osman’ın kardeşi olduğundan bahsetm iyor. Y eni H a n ’ın ad ın ın d a yalnızca J i ' İ l olduğunu söylüyor. F arsça d estam n b u yeni H a m n adını, b abasının a d ı İ l ile k a rıştırıp , karıştırm adığını bilm iyoruz. İsli/Islı ad ın ın d a m ah iy eti pek açık değildir. E sk i T ü rk çcd e Isız/Iss ız “ k ö tü , fen a, h aşarı çocuk” an lam ın a gelir ( K a ş g a r î , te re ., I , s. 142). İsli/Is lı da b u n u n aksi olabilir. F arsça d estan d a d a b u h ü k ü m d ar, 3 yıllık b ir sa lta n a t sürm üştür. 118 Y u k arıd a, Şey’ban a d ın ın aslen tü rk çe olduğunu söylem iş ve U ygur m enşei üzerinde d u rm u ştu k . E b ü lg azi b u ad ı, Ç ağatay lehçesindeki söylenişine göre y azm ıştır. F arsça d e sta n ise, arap ça Ş a6an’a ben zetm iştir. B k. F . S üm er, ay n ı esr., s. 378. F arsça destan a göre b u H a n , 22 y ıl H an lık etm işti. 119 F arsça d estan , Turan-IIcın diyor. H angisinin doğru oldu ğunu kestirm ek güç­ tü r. Ç ünkü h e r iki ad d a T ü rk onom astiğinde v a rd ır.

250

T Ü R K M İT O L O JİS İ

O ğ u z l a r , onlara k arşı d u ram a d ıla r vc bu n a ta k a tla r ı yetm ed i. Oğuz­ la rd a n çoğu, y u rtla rın ı b ırakıp Ürgenç'c gittiler. Geride k a la n la r da, A li adında birini H a n o la ra k ta b ta çık ard ılar. A li’nin b ir y aşın d a 1025 b ir oğlu v a r idi. B u çocuğun adı d a K ılıç-A rslan idi. O na Şah-M elik lâk ab ın ı verm işlerdi. B ü g d ü z İlinden Kuzıcı-bek (A yrı yazılışı : K o zcı-B ek120 adlı 100 y aşın d a b iri v a rd ı. O çağda O ğ u z İ l i n i n y u r d u , S ir-S u y ı'm n ayağı, Ürgenç ile S ir-S u y ı'm n arası, A m u-D crya'n ın iki ta ra fı, Urgenç ile M erv ara sın d ak i k u m lu k (A yrı yazılışı : K ara-K u m ?) ve M urgâb su yunun ay ağ ın a k a d a r uzan ırd ı. A li-H a n 'm kendisi, Y e n g i - K e n t ’de o tu ru rd u . Oğlu Ş a h -M elik'i alıp g ötü rü p K u zıcı'ya v erd i. O ğluna : — “ Sakın, K uzıcı’nın sözün­ den çık m a!” D edi. A yrıca K uzıcı'ya da dönüp, şöyle dedi : — “ Şab M elik’i al da Oğuz İlinin içlerine gö tü r. O, Oğuz h alk ın a ısınsın, h alk da onu ta n ısın . Oğuz ilinin b ir sın ırın d a (çit) ben o tu ra c a ­ ğım , ö bü r sın ırın d a da oğlum la birlikte sen o tu r.” Şah-M elik ilin içine (İç-O ğuz'a?) geldi ve h alk onu P ad işa h y a p tı. Nice y ılla rd a n sonra, Şah-M elik yetişip b ir y iğ it oldu. F a k a t çok zâlim oldu. B akm ağa değer kim in b ir kızı v arsa , ona b a k tı. K uzıcı, Şah-M elik’e çok çok n a s ih a tle r e tti. F a k a t o, b u öğüdlerden hiç birisini alm ad ı. İl h alk ı Şah-M elik’e “ B îdâd-ger” , y an i zâlim , âdil olm ayan lâ k a b ım ta k tı. B u iş gide gide öyle oldu ki, il ileri gelenlerinin kızları ve h a tu n la rı için çok zor b ir durum m eydana geldi. B u n u n ü zerine O ğ u z İ l i yığılıp ona k a rşı geldi. Şah-M elik bunu d uyunca, hem en b ab asın ın y a n ın a k a ç tı S. (59). K uzıcı da onun ark a sın d an g itti. K uzıcı, A liH a n 'ın k arşısın a gidip, olan biten lerin hepsini anlatm ış. Şah-M elik de b a b a sın ın h u zu ru n a çıkm ış. A li-H an oğlunu b a ğ la tıp b ir iyi k am çı­ la tm ış. S onra da elini kolunu bağ latıp , koym uş b ir yere. K uzıcı, b u n u duyunca H a n ’ın h uzuruna gelmiş ve H a n ’a : -— “ B unu ııc diye bağlatm ış, bekletiyorsun ?” D iye sorm uş. H an d a ona : 120 K u z ı-Y a v k u , K u zı-T cgin'dcn sonra da, bir K uzıcı-B cg adı o rta y a çık m ak tad tr. B u n lar da g ö steriyor ki, hepsi aynı seriden olan adlardır. E ski T ürkçede K ozı şeklinde yazılm ış bazı ad la ra rastlıy oruz ( R a d l o f , Vig. Spraclıdenlim., s. 279; JVörterbuciı, II., s. 630). T ab iî o larak R ad lo f’uıı K ozı olarak okuduğu bu ad , K u zı olarak da okunabilir. D oğrusu d a böyle o lm alıdır ,k anaatıııdayız.

T Ü R K M E N 'L E R İN Ş E C E R E S İ

251

— “ Oğuz İline göndereyim diye bekletiyorum . T a ki Oğuz İlinin gönlü koş olsun!” Dem iş. B u n u n üzerine K uzıcı da H a n ’a şöyle d e­ m iş : — “ Siz eğer, Şak-M elik’i geri gönderirseniz, onu ö ld ü rü rler ve k a l­ k ın gönlü de b u n u y a p m ak la g u ru rla dolar. B unun için de size düşm an olurlar. Böylece hem ilinden ve hem de oğlundan m a h ru m oknuş olur­ su n!” A li-Iian b u n la rı du y u n ca, o da K uzıcı’ya şöyle dem iş : — “ İlim ize ışık tu ta n b ir kişisiniz. H e r şeyi görerek b u ra y a gelmiş­ sin ve iyi biliyorsun. B u m esele de kendi düşüncen n e d ir? B an a onu söyle!” K uzıcı da ona şöyle dem iş 121: — “ V aziyet şunu g ere k tirir : B en önceden ile gideyim . O nlara sizin özrünüzü söyleyeyim . D iyeyim ki : ‘Ali H a n oğlunu döğdü. E lini k olunu bağlayıp halk ın a gönderecektir.’ N e bileyim , bunu h a lk d ah a iyi bilir, diyeyim .” B u n u d ed ik ten sonra yine ilâve etm iş : “ Sen de benim ark am d an , ne k a d a r askerin v a rsa oğlunun em rine v e r ve gönder. B en on larla böyle konuşup söze tu ta r k e n oğlun Şak-M elik de hem en gelsin v e onların ileri gelenlerini y a k a la y a ra k öldürsün. B u suretle k ö tü ler kükm iim üz a ltm a girm iş olsun!” B u düşünce Ali H a n ’ın da hoşuna g itti. Oğuz İlinin Ali H a n ’a düşm an olup, Şah-M elik’i öldürm eleri; “ Ev başm a K a ra -IIa n olup, dört ta ra fa gitm eleri” : Ş a h -M elik'in kaçıp gitm esinden sonra, ilinin nc y a p tığ ın ı an latalım : O çağda, İ J r g e n ç , M u r g â b v e T e c c n d ’de o tu ra n ilin B ü y ü k Beği (Uluğ Begı) K a y ı İ l i n d e n K orkut adlı b iri idi (S. 60). İlin içinde b ir falcı v ard ı. B u b ü y ü cü n ü n adı d a M irâ n -K â h in idi. . K orkut-Beg b ir gün b u kâh in i ça ğ ıra ra k ona şöyle dedi : — “ Şah-M elik ile K u zıcı bizden a y rıla ra k , kaçıp A li- I ia n 'm y an ın a gittiler. B u d u ru m a göre, ilim iz ile H a n ’ın ilgileri n asıl b ir yola girecek­ ti r ? ” Bu soru üzerine M iran-K âhin hiç b ir şey söylem eden b ir kaç s a a t o tu rd u ve sonra K o rk ü t-B eg ’e şöyle dedi : — “ Çok y a k ın d a Oğuz İlin d e b ü y ü k b ir v u ru ş olup, K ızıl k a n tıp k ı b ir sel gibi ak a c a k tır. A li-H an’ın yerine de, b aşk a birisi H an o lacak tır!” 121 F arsça destan d ak i b u k o n u şm alar için b k. F . S ü m e r , ay n ı esr., s. 279.

252

T Ü R K M İT O L O JİS İ

Biz çimdi başka b ir söze geçelim : T oğ u rm ış122 ad lı birisi v ard ı. B ab asın ın adı da Kcrcnçe-IIoca123 idi. K endi evini k u rm u ş, düzene ko ym u ş, yürekli b ir kişi idi. Bu olaydan çok y ılla r önce b ir rü y a g ö r­ m üş. R ü y asın d a, göğsünden bir ağaç göğerm iş, yükselerek çıkm ış, d a l­ lanm ış, b u d aklanm ış ve y a p ra k la rla dolm uş. Toğurm ış, sa b a h olunca lıem en M ira n -K â h iu c koşm uş ve rü y asın ı an latm ış. M iran-K âlıin dc ona şöyle dem iş : — “ S akın b u rü y a n ı hiç kim seye an latm a! B u çok iyi b ir r ü y a ­ d ır!” T o ğu rnuş’m üç oğlu varm ış. H er oğlunun başı için a y rı a y rı b ire r k o y u u kesm iş, pişirtm iş ve halkına dağıtm ış. B ü y ü k oğlun un adı T u ta k ; o rtan c asın ın ad ı Toğrıl ve küçüğünün ad ı ise A rslan-K orku t Beg imiş. T o ğ rıl’ı ı:O n - b c g i ” , y an i onbaşı ta y in etm iş. B u n u n için de bu oğluna Toğrıl O n-Begi derlerm iş. (S. 61) Şim di dc Şah-M elik'ı a n la ta lım : K uzıcı-B eg, A li-H an ’a, — “ B enim a rk a m d a n gönder” , d ed ik ten sonra, Y e n g i - K e n t ’te n çık ar ve U r g e n ç ’te o tu ru r, kendi ilinin içine gelir. O çağda b ü tü n h alk , Toğrıl-Beg'in ağzına b ak ıp duru y o rd u . T oğrıl, K uzıcı’n m geldiğini gö­ rü n ce şöyle dem iş : — “ D oğ ruyu söyle! Y oksa b u ih tiy a r çağında, ak lın gider ve iş­ kence içinde ölü rsü n !” K uzıcı b u sözleri d uyunca, çok k orkm uş ve olup b iten leri olduğu gibi söylem iş. H em en K uzıcıyı b ağ lam ışlar ve ilden 16,000 kişilik ad a m la rın ı çağırm ışlar. B u n d an sonra d a Şah-M elik ’in y olun u kesm ek için yola çıkm ışlar.

122 Toğurm ış, e tim o lo ji b a k ım ın d a n a n la ş ılm a k ta d ır. F a r s ç a d e s ta n b u a d ı Toksırm ış o la ra k y a z ıy o r. S ö z lü k le rd e g e çm em e sin e ra ğ m e n , tü r k ç e d e aksırm ak, tıksırm ak sö z le rin d e o ld u ğ u g ib i “-sır-, -sir-'’ e k in in v a rlığ ı d a b ir g e rç e k tir. B e lk i d c b u a d , Tok-, T o k- 1, “ v u r m a k , d e lm e k , s a v a ş m a k ” fiil k ö k ü n d e n g e liy o rd u . F arsça m etin d e T o ksırm ış-lci veya İçi, E çi denm esi de önem li b ir n o k tad ır, te i v eya İç i, o rta tü rk çed e am ca anlam ına gelirdi (A bu H a y y a n , A. Caferoğlu neşri, s. 9, in d ., s. 37). D ah a önccki çağda “ B ü y ü k kardeş” , “ ağ ab ey ” anlam ına da k u llan ı­ lırdı : K aşg arî, I, Kilisli, s. 81, tere.: s. 87). U ygurlarda da duru m böyle idi : U igurica, I I I , s. 82. A nadolu’d a b u söz “ am ca” anlam ına kullanılıyordu (Söz derleme dergisi, V, s. 202). Genel o larak eski T ü rk sözlüklerine bakıp b ir sonunca v a rm a k istersek, İçi sözünün yalnız am ca ve ağ ab ey m anasına değil; ayııı zam anda aile ve d ev let b ü y ü k ­ leri için de kullanıldığını söyliyebiliriz. F arsça m etne göre T oksurm ış’ın oğullarının adları T u ta k, Toğrıl ve Arşları idi (F. S üm er, s. 379 M etin, 390 a-b). E bülgazi, OnBegi gibi yerli bazı k a tm a la rd a y ap m ıştır. Şah-M clik"m ta rih k ay n ak ların d ak i du ru m u için b k . F . S üm er, X . yü zyıld a Oğuzlar, s. 156 - 158.

T Ü R K M E N L E R lN Ş E C E R E S İ

253

Şah-M elik’in geldiği yola v a rıp , durm u şlar. K orkul-B eg, 8.000 kişi ile yolun b ir y an ın d a, Toğrıl-Bcg de yine 8.000 kişi ile yolun ö b ü r y a ­ nınd a beklem iş. İleriye gözcü çıkarm ışlar. Gözcü, ‘gele d u ru rla r’, deyince, hepsi a tlan ıp y olun iki y an ın ı tu ta r a k durm u şlar. Şah-M elik’in askeri 20.000 kişi imiş. Y arısı ta m y olun öte y an ın a geçince, a t salıp, hem en üzerlerine hücûın. etm işler. B ü y ü k b ir v u ru ş v e sav aş olm uş. Toğrıl galip gelmiş. Şah-M elik'i tu tu p öldürm üşler. A li-IIan bu haberi alınca o da hem en ölm üş. Oğuz ili birbirine karşı, öçlü ve ka n lı olmuş. B u su retle “ E v başına K a ra -H a n " dedikleri atasö zü yerin e gelmiş. B irbirini v u rm u şla r ve b irb irin i öldürm üşler. K utlug-B cg (K ononov: T akı-K ılk-B eg), K azan-B eg, K aram an-B eg, o n lara baş olm uşlar. İllerin çoğu M a ng -K ışlak'a gitm işler. O nların içinde, h e r ilden b ir kim se v a r imiş. Am a b u n la rın çoğu, E y m i r , D ö g e r , İ ğ d i r , K a r k ı n , S a l u r v e A ğ a r imişler. A lıça k-B eg 'in başlığında, H i s a r dağına g ittile r123. Nice iller, O k lı (M etin : Ö kli), K ö k l i ili, A ğ a r İh, S u l t a n l ı ili, B alkan dağına g ittile r. Y a z ı r ili, H o ra san ’a v a rıp , D u r u n 124 etra fın d a, çok y ıllar o tu rd u lar. B u sebepten D u r u n ’a, “ Y a zır yu rd u " derler. Y azır ilinin b ir nicesi, D u run y ak ın ın d a, d ağ içinde D ihkanlık yap ıp (S. 63) o tu ru rla r idi. B u çağda, ad ların a K a r a - T a ş l ı d erle r idiler. S a l u r ilinde, D in g li-B e g 'in b aşlık 123

e ttiğ i 10.000 ev, H o ra san ’a

B u ad ın doğru yazılışının A lıca k m ı; yoksa A lın ca k m ı olduğu olduğu k a t’i

olarak bilinem iyor. K on o n of b u ad ın yazılışım , m etinlere göre genel olarak şeklinde te sp it etm iştir (Ayııı e sr., s. 02) B u yazılışa göre a d , A lın ca k şeklinde de oku­ nabilir. A lın ca k-N o ya n 'm adın ın hem A lıca k ve hem de A lın ca k şeklinde yazıldığım görüyoruz (A. T em ir, Caca-Bcy, s. 18, 188). Bu iki kim se ay rı kişiler de olabilirlerdi. Diğer k ay n ak lard a gerek A lincak-N oyan’ın (K . J a h n , I , s. 116) ve gerekse E m ir N ev­ ruz A lm ca k'm ad ları, açık o larak A lıncak şeklinde yazılm ıştır. B u n u n sebebini de aşağıd a açıklıyacağız. A lın sa k adlı b ir y e r de v ard ır (Reşid, S m irnof te re ., s. 242). D ed e K o rk u t k ita b ın d a da A lın ca adlı b ir yer ismini görüyoruz. Y a k u t ve A lta y lehçelerinde A lın , “ A lçak ve m ü tev azi” anlam ına gelir. E ski tü rk çed e ise A lın , “ ön ve cephe” anlam ına k u llanılıyordu (K aşg arî, te re ., I, s. 78). K ereit b ü y ü k lerin d en ve belki de O ng-H an’m çok y a k ın b ir. ak rabası olan A lın -T a y şi’oia ad ın ın d a, ay n ı kökle ilgili olm ası çok m u h tem eld ir (P . P elliot, Gengis-Khan, s. 422). T ü rk çed e alıncak sözü genel o la ra k “ a t alınlığı” anlam ına kulla­ nılırdı. Öyle anlaşılıyor k i, A lın ca k adı -cak eki ve A lm -ca das -ca (d em u n it.) eki ve aynı köklerle y apılm ış ad lard ı. A ğar boy adı için b k . F. S üm er, Oğuzlar, s. 139. D ingli-B eg ad ı d a üzerinde d u ru ­ lacak T ü rk ad ların d an biridir. F a k a t adın etim olojisi çok k aran lık tırA d ı, D inli, yani

254

T Ü R K M İT O L O JİS İ

v ard ılar. B u n lar orada çok y ıllar o tu rd u la r. O rad an d a göçüp, I ra k vc F ars ülkesine v ard ılar. O rasını v a ta n tu tu p , orad a k ald ıla r. K ı n ı k u ru ğ u n d an Sultan Sencer-M azi (A yrı yazılış : Gazi), nin bab ası M elik-Şah, varıp da F a rs ’ı vc I ra k ’ı aldığında, İsfa h a n ’ı b aşk en t yapıp o tu rd u ğ u n d a, S a l u r İli ile D ingli-B cg'ın b izzat kendisinin ve onunla b irlik te oraya gelen halkın nesillerinden nice kişiler gelerek, S u ltan ’a n ök er olup orada o tu rd u la r. S a l u r l a r d a n b ir nicesi I ra k ’ta n ayrılıp, M a n g - K ı ş l a k ’a geldi­ ler. O n ların nasıl geldiklerini T an rım b u y u ru rsa an latacağ ım : E ski çağlardan beri h alk , hep a n la tır, d u r u r : “ Oğuz İli, köçib, çekib, yürüm edük yo l bar m u? “ Ü yün tutup, olturm aduk y u rt bar m u?" “ Oğuz ilin in , göçüp, çekip, yürüm ediği yol v a r m ı? E v in i dikip, otu rm adığ ı y e r v a r m ı? ” Toğurm ış oğlu TOĞRIL’ın H an oluşu : Oğuz H inin Şah-M elik’i bozulunca, o ra la rd a n gitm eyen h alk lar, S i r - S u y ı ’n ın ayağında, A m u - S u y ı ’n d a o tu ru p ,T oğ nV ı kendilerine H an y ap ıp ta h ta çık ard ıla r. Toğrıl, 20 yıl padişahlık y a p tı ve ondan sonra öldü. “ dindâr” şeklinde açıklam ak, işi kolaya alm ak dem ektir. T ü rk lehçelerinde 1in v ey a teng (K az.), um u m iy etle “ d en k , eşit” anlam ına gelir (R adlof, I I I , s. 1355). E ğ er adın türeyişini b u kökle y ap m ak istersek, o zam an bu sözü Tengli şeklinde okum am ız dalıa doğru olur. T m g, eski rü rk çed e “ dik du rm ak ” (K aşgarî, tere. I I I , s. 356). ve A ltay lehçesinde ise “ sincap” an lam ın a gelirdi (R adlof, I I I , 1355). T in d i, y an i T in-li şeklinde y azd an b ir B a rab a soyu d a v a rd ı (R adlof, Sibirya'dan, I , s. 245) A yrıca D in -A liHoca gibi ad lara d a rastlıy o ru z (A ynı esr., I, s. 147). F a k a t b u rad ak i D ingli-B eğ adının adının hangisi ile ilgili olabileceği hususunda b ir şey söyliyem iyeceğiz. M aııg-K ışlak, H aza r denizinin doğu sahilindeki dağlık bölgedir ( B a rth o ld , İslam A n sik l., V I I, s. 284-287). B u y e r adının doğru söylenişi vc etim olojisi için b k . Kononof, A ynı csr., s. 79, n. 5. 124 D u ru n şehri, A şkabad ile K ızıl-A vrad arasm dadır. B u bölgenin, etnik du ru m u h ak k ın d a y a p ıla n ru sça n e şriy a t için b k . K ononof, Aynı esr., s. fiO, n . 2. T arih î abide­ leri için b k . B . A. L itv in sk iy vc M oşkova, Izuçeniye T a ka -Y a zıra , D u ru n a ,, T rudı Y ojno-T ürkm enskaya arheologiçcskaya kom plekskaya ekspeditsiya. I , A şk ab ad , 1949, s. 276-325. A y n ı bölgedeki T ü rk m en kabilelerinin durum u için de en önem li y ay ın , yine B. G. M oşkova’ıu n ay n ı m ecm uanın II. cila, s. 335 - 343 deki yazısıdır.

T Ü R K M E N L E R İN Ş E C E R E S İ

255

T oğunnış’ın K ü çü k oğlu, ARSLAN’ın H an oluşu 125 : O da 10 yıl p ad işah lık y a p tık ta n sonra, kendisin den önce g id e n ­ lerin ard ın d a n g itti. Y ani öldü. B u nu n üzerine onun oğlu A S IL -Z A D E ’yi i l a n y a p tıla r. O d a 20 y ıl padişahlık şa ra b ın d a n ta d ıp , sarh o şlu k tan ayıldığı zam an, gözünü açıp da etrafın a b ir bakınca, gördü ki kendisi de b ü y ü k a ta la rın ın y a ­ n ın d a y a tıp , d u ru y o r. O nun b ir oğlu v a r idi. B u oğlana, b ü y ü k b a ­ b asın ın (uluğ ata) ad ı olan Arşları adı koym uşlardı. ARSLAN’m H an oluşu : O da 10 yıl b ab a sın ın y erin d e o tu ru p , sonra öldü. O n d an iki ta n e oğlan kaldı. B ü y üğünün adı K ökem -Yabgu (M etin: B ak u y ), k ü çü ğ ü n ü n a d ı ise Sereng idi. KÜKEM-YABGU’n un padişah oluşu : K endisi çok k ü çü k vc iyi ile k ö tü y ü bilm ez b ir d u ru m d a idi. O zam an lard a da O ğ u z İ l i n i n b ir d üşm anı v a r idi. A dı K a ra -Ş it idi. A rslan -H an’ın öldüğünü ve gerisinde k üçük oğullar b ıra k tığ ın ı ve b u çocukların p ad işah lık y a p tık la rım ve Oğuz ilinde geçim sizlik olduğunu duy un ca, hem en a tla n d ı, silâh lan d ı, A rslan H a n ’ın o rd usu ile beğlerin in en iyilerini m ağlup e tti. K ökem Y abgu’y u d a a t ard ın a alıp k aç tı. O sırad a Sereng, henüz d ah a beşikde y a ta n b ir çocuk idi. Onu da esir ald ılar. Y ıllar geçti, o da b ü y ü y ü p b ir yiğit oldu. Y e tiştik te n sonra, K ökem -Y abgu’ya b ir kişi gönderdi ve “ Ben b u ra d a n k açam ıyorum , ağabeyim gelsin, beni b u ra d a n ala görsün!” D edi. K ökem -Y abgu b u n u d u yunca, Oğuz İlin in ne k a d a r ask eri v arsa to p la d ı ve gidip K ara-Ş it’i m ağlûp ederek Sereng’i alıp, sağ vc esen evine geldi. K ö k em -Y ab gu, 20 yıl p ad işah lık e tti ve döndü. 126 B u olay lar farsça m etin de d a h a geııiş ve d ah a doğru o la ra k anlaşılm ıştır (B k. F . Süm er, A ynı esr., s. 380 - 381). K a ra-Şit farsça Oğuz d estan ın d a da, H in t P adişah ı vc O ğuz-IIan’ın düşm anı o larak gösteriliyor. B k. S. 172. Göğem, gövem p a ra ­ lelleri ile b u adı K ökem şeklinde o kum ak en doğru yol olsa g e re k tir. K öküm , çağat.ay lehçesinde asılacak in san ların b o y n u n a asılan ip d ir k i , b u ra d a d a y e ri olm asa g e r e k t i r (R adlof, I I, s. 1424).

T Ü R K M İT O L O JİS İ

A rslan oğlu SERENG’in H an oluşu : K ökcm -Y abgu öld ü k ten sonra, k üçük kardeşi Sercng'ı paJi.juiı y a p tıla r. O da 10 yıl padişahlık yapıp, babasın ın ard ın d a n gidip öldü. B uıu lan sonra Oğuz İlinin K ı n ı k u ru ğ ın d a n p ad işah olan Selçu k-B ay'ın başlık ettiğ i p ek çok il göçüp, S i r - S u y ı y ak asın d a I l o c e n d şehrine geldiler. O rada çok y ıllar o tu rd u la r. O ra d an da göçüp, Ü rgenç’e v a rd ıla r. Ü rgenç’te otu ram ay ın ea, Ü r g e n ç ’te n de göçüp H o r a s a n ’a v a rd ıla r. O nların o tu rd u k la rı y er, M e r v ’den B a l h a n ’a k a d a r uzanıyordu. O sırad a H o r a s a n S u ltan ı M alım ud Gaznevî’n in to ru n la rın ın k o lların d a idi. “ O nların kâselerinin dolup ta ştığ ı” b ir d evir geldi. Selçuklar, M ervişâlı-i Cân (Y ani Merv-i R ûd, M urgâb bölgesinde b ir şehir ki b u şehri alıp, Toğrıl-Beg'i p ad işah y a p tıla r (S. 64). A lp -A rsla n , Su lta n M elik-Şah ve Sencer, hep bu h a lk ta n gebrler. B u p ad işah ları bizim a n ­ latm am ıza h a c e t y o k tu r. E ski çağlarda o p ad işah ların neseblerini a n ­ la tm a k için p ek çok k ita p y azılm ıştır. O nun hesabını T a n rı d ah a iyi bilir. S E L Ç U K ÎL E R Türkm en idiler. K ardeşiz dediler; fa k a t ne ilim ize ve ne de h alk a hiç b ir faidelerı değm edi. P ad işah oluncaya k a d a r, “ B iz T ü rkm en ’in K ın ık uruğındanız” , dediler. P ad işah o ld u k ta n sonra d a, “ E frâ siy âb ’ın b ir oğlu K eyhüsrev’den kaçıp, T ü rk m en lerin içine gel­ m iş ve o ra d a oturm uş kalm ış; biz onun oğullarıyız, E fra siy âb ’m neslin­ den geliyoruz” , dediler. A dlarını değiştirdiler. 35. nesilden sonra, soy­ la rın ı g ö tü rü p E frasiy âb ’a d ayadılar. O ğ u z İ l i , K ökem -Yabgu ve Scrcng'den. sonra, ken d i b aşların a b ir p ad işah çık arıp , ta h ta o tu rta m a d ı. Oğuz İlin in M a ı ı g - K ı ş l a k ve B a l h a n ’da o tu ra n la rı, Ü r g e n ç ’de kim p ad işah olursa, ona tâ b i oldular. H o r a s a n ’da o tu ra n la r, H o ra san ’­ da k im p ad işah olursa, ona tâ b i oldular. M âveraünnehr ve h e r y u r tta o tu ran ları, b u n u n gibi y ap tıla r. S a l u r ’lard an ÖGÜRCİK-ALP’m bahası, k ü çü k kardeşleri vc oğulları: Ş a h -M e lik 'in m ağlûbiyetinden sonra I r a k ’a v a ra n S a l u r İli, çok y ıllar o ra d a o tu rd u k ta n sonra, onların içinde âsil (toğuşh) b ir y iğ it

T Ü R K M E N L E R İN Ş E C E R E S İ

257

p ey d a oldu. T ü rk m en lcrin ta rilı bilen kişileri Ögürcik-Alp 126 ad lı b u yiğidi, 16 nesilden sonra O ğ u z - H a n ’a bağ larlar. Soy k ü tü k lerin i (neseb) böyle k u ra rla r (S. 65). Ö gürcik-A ip'm b a b a s ı : Kara-G azi (A yrı yazılış : K ara K a d h ı); onun b ab ası : K a ra ç ; onun b a b a sı : B enûm -G azi; onun b ab a sı : D urıcı-G azi; onun b a b a s ı: K ıla l G a zi; o n u n b ab ası : Inal-G azi onu n b ab ası : Süleym an-G azi; onun b a b a s ı: O t-Közli-U rus (K o n o n o f: Ö tküzli-U rus); onun b a b a s ı: K a z a n -A lp ; o n u n b a b a s ı: Engeş (K o n o n o f: E nkeş); onun b a b a s ı: E n d e r; o n u n b a b a s ı : A ta ; onun b a b a s ı : T em ü r; onun b a b a s ı: S a lu r ; onun b a b a s ı: T ağ-H an; onun b ab a sı O ğ u z - H a n . F a k a t b u soy k ü tü ğ ü n ü n aslı y a n lıştır. Çünkü Oğuz-Han zam an ın ­ d an bu v a k te k a d a r, 5.000 yıl geçm iştir. Ögürcik-Alp zam an ın d an b u v ak te k a d a r ise, 500 v ey a 600 y ıl geçm iştir. B u d u ru m a göre Ö gür­ cik-Alp ile O ğuz-H an a ra sın d a 4.500 yıl geçmiş dem ek tir. 16 nesil için, 400 yıl d ah i fazla olsa g erek tir. 450 yıl bile olsa, ö g ü rc ik ’in 4.000 yıllık ata la rın ın ad ları nerde k a lır? B u rad a y azılan bu Oğuz oğlanlarının a d ­ l a n doğrudur, ö g ü rc ik ’in a ta la rı da doğrudur. F a k a t (ta rih bilenler), il içinde kim m eşhur olursa, onu y a z a rla r ve diğerlerini yazm azlar. O ğuz-H an ile ö g ü rcik a ra sın d a 4.400 yıl geçtiğini b u n u n için söylüyorum . H er b in yılda k ırk nesil geçse gerektir. B u durum a göre, ö g ü rcik ’in O ğuz-H an’a k a d a r 200 nesli geçmiş olm alıdır. S alu r K azan ın a ltı neslini sayıp, yedinci neslini O ğuz-H an’a bağlıyorlar. Şim di bu sözleri 126 E ski tü rk çed e öğür, k o y u n , geyik, b ağ ırtla k k uşu, deve gibi h ay v an ların sürüleri ile cariye v .s. to p lu lu k ların a denirdi (K aşgarî, te re ., I , s. 54). S ürü sahibi kim selere de ögürlig-er ad ı v erilird i (A ym esr., I , s. 152). Ç ağatay lehçesinde ise öğür, d ö rt y aşındaki k ısrak lar ile, alıştırılm ış h ay v an lara verilen b ir a d d ır (Şeyh S üleym an E f., Lug. Çağatayi^ s. 37). K a lk ü ta ’d a bulunm uş L ug. Çağatayî ise, b u sözün “ alıştırıl­ m am ış h ay v an ” an lam ın a geldiğini söyler (R adlof, I, s. 1198). ö y le anlaşılıyor ki, Ç ağatay lehçesindeki öğür k ö k ü ile küçü ltm e ekinden m eydana gelmiş b ir addan başka b ir şey değildi. Karaç ise, kara-ç yo lu ile k ü çü ltm e ekinden yapılm ış b ir a d olsa gerektir. B unu K oracı’d a n ay ırm ak lâzım d ır. K aracı için b k. P elliot, L a H orde d’O r, s. 64. Burıcı-Gazi’n m adı d a k a ra n lık tır. E ski T ü rk a d la n arasın d a B ü rçi, B aruçı .gibi kişi ad ların a rastlıy o ru z (S. E . M alof, U ygurskiye rukopis., s. 140; R adlof, Uig. Sprachdenkmäler, s. 270). Burç-Oğlu, Borç-Oğlu (?) gibi ad lar da v a rsa da, bununla il­ gisi olm asa g erek tir (R aso n y, T . T a rih K u ru m u , B elleten, 39, s. 415). T an g u tla rd an b ir general Burç-N oyan v e T a ta r D urbay-N oyan’ın oğlu da B uracu adım taşıyordu (R eşideddin, I , s. 145, 109). T abii olarak buna ben zer d aha b ir çok örnekler v a rd ır. K an aatım ızca b u adın kökleri ve tü rey işi h ak k ın d a kesin b ir şey söylem ek henüz d a h a erkendir. T ü rk M itolojisit 17

258

T Ü R K M İT O L O JİS İ

ok uy an ve dinleyen kişiler, iyi düşünün. O ğuz-IIan, bizim p ey g am b er­ den, 4.000 yıl önce yaşam ıştı. K azarı-Alp ise, bizim p ey g am b erd en 300 yıl sonra idi. (K azan-A lp), ih tiy a rlık çağında, M ekke’ye (S. 66) v a rıp H acı olm uştu. Böyle olunca, Salur-K azan a ltı nesil sonra O ğuz-H an’a nasıl d ay a n ır? A yrıca S alur-K azan, K orkut-A ta ile ayn ı zam an d a idi. S alur-K azan, (K orkut-A ta) ile k a rşı karşıya gelm işti. (K o rk u t-A ta ’nın) onun için söylediği soylam ası da şöyledir : “ Kazgurd dağından, aşağı ta ş y u v a rla ttı, “ Salur-K azan, k a rşı v a rıp , k av ra y ıp tu tt u , “ It-Bcçene, onu görüp, aklı g itti, “ A lp lar, beyler, gören v a r m ı K azan gibi? “ B ir k azan a, k ırk b ir a tm , etini saldı, “ O k azan ı, sol eliyle, t u t t u aldı, “ Sağ ehyle, onun ile u la ştırd ı, “ A lplar, beyler, gören v a r m ı K azan gibi? “ T a göklerden, indi geldi, b ir canlı yılan, “ H e r adam ı, y u ta r idi, gördüğü zam an, “ Salur-K azan, b aşın k esti, verm edi am an, “ A lplar, beyler, gören v a r m ı K azan gibi? “ O tuz, k ırk bin, asker ile K azan v arıp , lilt-B eçene illerini gelip k ırıp, “ B ir nicesi, k u rtu ld u la r, çok yalv arıp , “ A lpler, beyler, gören v a r m ı K azan gibi? “ T ü rk ve T ü rkm en, A rap, Accm r â ’iyctler, “ K a z a n kıldı, m üslüm ana terb iy etler, “ K âfirleri ise k ırd ı, h e r fırs a tta , “ A lpler, beyler, gören v a r m ı K azan gibi? “ O ndan h ü n er öğrendi, nerde v a rsa h e r ulu, “ B azısına m evki v erd i, hem sağlı ve hem sollu, “ Bize oldu, b ü tü n ilin, en değerh m evkii, “ A lp lar, begler, gören v a r m ı K azan gibi? “ G arip K orkut, ölür b uldun, onu bil! “ O K az an ’m devletine dua kıl, “ K e rv a n g itti, çok geç kaldın, yola gir, “ A lplar, beyler, gören v a r m ı K azan gibi? (S. 67)

T Ü R K M E N L E R İN Ş E C E R E S İ

259

Şimdi, ögürcik’in hikâyesini a n lata lım : O çağda I r a k ’m en güçlü h alk ı B a y ı n d ı r ili idi. Ö gürcik-A lp, B a y ın d ır B eyinin idaresi a ltın a girm edi. (B u yolla) B a y ın d ır B eyi ile Ögürcik.’’in a ra sı açıldı. A m a ü g ü rc ik ’in, B a y ın d ır Beyi ile v u ru şa c a k k a d a r k u v v e ti y o k tu . B a y ın ­ d ır’d a n k o rk tu ve 1.000 evlik h a lk ı ile I r a k ’ta n k a ç tı. Ş e m â h î ’ye g itti. S a l u r , 900 evli, K a r k ı n ise 100 evli idi. O nlar da o rad a o tu ra n B a y ın ­ d ır’d an k o rk u p K ı r ı m ’a geldiler. O ra d an da göçüp, İ t i l S u y u n u geçerek Y a y ı k S uyuna geldiler. O ça ğ la rd a A la -K e n k ve K ara-kaş adlı yerlerde K a n k l ı ’la r o tu ru rla r idi. O nların H a n la rın ın ad ları K ökT onlı idi. O nun y an ın a gelip b ir nice y ılla r, y an ın d a o tu rd u la r. S onunda, onunla da a ra la rı açıldı. B u n u n üzerine göçerek (oradan) k aç tılar. K ö k-T o n lı onların peşinden y etişti. 700 evlik h a lk la rın ı elle­ rin d en aldı. G eriye k a la n (ancak) 300 ev kaçabildi. M a n g - K ı ş l a k ’a v a rd ıla r ve o rad a K ara-H an ad lı yerd e üç y ıl o tu rd u la r. K ök-T onk, ö g ü rç ik ’in nereye gittiğini bilm iyordu. Üç y ıl sonra, nereye g ittik lerin i d u y d u ve a tla n a ra k (onların üzerine gitti). O nun geldiğini d u y an ö g ü rc ik , ili yine k a ç a ra k k u rtu ld u ve Balhan dağ ın a g itti. B u sıra d a Ö gürcik’in söylediği şiir şöyledir : “ D öndüm , k aç tım , K a n k lı-H a n ’d an , güneye g ittim , “ K ır, il aşıp, g elerekten, doğuya döndüm , (S. 68) “ K ırı, y eri bilenlere y o l g ö ste rttim , “ K ay g an , k a rlı y am aç lard a, yol b u ld u rttu m , “ A rk ıt, a rk ıt (?) k a rla ra to rcu m u (?) saldım , “ A rt, önüm e dönüp, daldım , gücüm ü ta r ttım , “ K ır atım la , dağ y o lu n d a n aşıp v ard ım , “K abaklı’dan A lta ’ya deg, y u r t y u rtla d ım , “ G ürüldeşip, ard ım d an , düşm an b a n a yetince, “ K ay ık başlı y ay ım a, iş b u y u rd u m . “ K an lı ve irinli o k um a k a n k u stu rd u m , “ V ursan, keser, s e r t çeliğe tu ğ b a ğ la ttım , “ K ılıcım ı sıy ırıp , bileğim le k u y u kazdım , “ V adilerde kışlad ım , k ırla rd a y a y la d ım , d ağları aştım , “ Y assı y a ta n K a ra -D a ğ ’ın sağrısına u ğ ray ıp geldim , “ S ert çehğe tu ğ b a ğ la ttım , “ K im ki to y tu tm a d ıy s a , onları b u ld u m , “ A ltın gözlü b ir ta v şa n getird i diye, “ O na k az ay ak lı b ir dam ga verdim .

260

T Ü R K M İT O L O JİS İ

Kara-G azi Bcg'in d ö rt oğlu v a r idi. B u n lar, Ö gürcik-A lp, 2. S u va rcık127, 3. D u d ık (veya, D udak?), 4. K abacık. B u d ö rt o ğ lan ı, ta n rım izin verirse b ir b ir an lata lım (S. 49) : ö g ü rc ik ’in 6 oğlu v a r idi. H e r ikisi b ir ikiz olup, üç defa b irib iri ark a sın d an ikiz olarak doğm uşlardı. A dları şu n la rd ı : Berdi v e B u k a , b ir ikiz; A vsar ve K u s a r 128, b ir ikiz; Y a y c ı ve D ingli, b ir ikiz. jBer Cüça'üt/çürçaıvüt) şeklinde b ir türeyişle m ey d an a gelmiş bir kabile adıdır. F a k a t bu görüş de, za y ıf b ir ih tim al zan n ın d an ileri gidem ez. 54 K atagin adlı b ir Moğol kabilesi v a rd ır (M oğolların Gizli T a rih i, 42, 96 ). Moğolca Kadan kişi adın ın d a aslı K ada'an/K adagan'dxr ( P e l l i o t , G engis-K han, s. 19). 55 A k - T a t a r v e y a Ö n g g ü t’lerden bir kabilenin a d ı A lç i ( n ) - /A lçi-T a ta r idi (M oğ. Gizli T a rihi, 153^. A lç in jA lçın a d ım ta şıy a n Ö zbek ve K ırg ız kabilelerini de tanıyoruz (H o w o r th , H istory o f the M ongols, I I , s. 6, 12). A lcan adlı b ir K aza k boyu da v ard ır (R ad lo f, S ib irya 'd a n, I I , s. 330). 50 şeklidir.

M angıt/M anggıty Türk-M oğol

M anggut/M angkut

kabile adım n türkçeleşm iş

OĞUZ D E S T A N L A R I H A K K I N D A N O T L A R

385

Uygur, lia d a y 57, Kânâgâs, K ıya t, Kelcci (?), yİ s 5S, Çcrkesi K ılan (?), /voru/as’Iardır. “ ö z b e k l e r i n 32 uruğu d a, b u M a ru h 'n n so y ların d an gelir. Geriye k alan u ru k la rd a n 15 tanesi A la n -K o u a zam anında, 25 tanesi de Çingiz b a n zam an ın da m eydana gelm işlerdir. B u suretle, u ru k la rın hepsinin sayısı 72 ta n e idi. “ M aruh , K il-H a n 'ı kendisine v eliah t y apıyor. F a k a t b u n u d u y an kard eşleri, “ onu bize neden bey y a p tın ” , diye fery ad a b aşlıy o rlar. “ H an , onu bize neden bey k ıldın. O nun b u hali bizce de m alûm olsun. O, hangi işi bizden daha iyi y a p m ıştır? ” diyo rlar. B ab aların a böyle diyen çocukların hepsi K il-IIa n ’a karşı birleşiyorlar. “ ö y le ise biz de ken di kendim ize b ir b ey seçelim” , diy o rlar ve (böylece ayrılıp kendi kendilerine bey seçen çocukların) ad ları da Özbek (ö z b â k = Öz-Bâg) oluyor59. B u su retle Ö zb e k l c r , (K il-H a n ’m devletinden) ayrılıp gidiyorlar. T a U luk-H an zam an ın a k a d a r, d ağ lard a sefalet içinde ve başı boş o la ra k gezinip d u ru ­ y o rla r. Y alnızca K il-H a n ’ın k ü çü k kardeşi Oğlan (O r-H an ?), ağabeysinc tâ b i olup onun y a n ın a geliyor. K il-H an ’da ona lây ık olduğu m evkii veriy or. 57 Ö zbek b o y la n arasın da Y ü z ( R a d lo f , A ynı csr., I , s. 227), Kongrat (A. esr., I I , s. 466) kabilelerine rastlıy oruz. B ıd a y /B a d a y kabile ad ın ın durum u k aran lık tır. B ataş adlı b ir Ö z b e k kabilesi v a rd ır (A. c sr., I I , s. 466). F a k a t araların d ak i ilgiyi k estirm ek g ü çtü r. JCe/cd’lerin kim olduğunu da te s p it edem edik. Ö z b e k boyları arasında Galca adlı b ir boy v a rd ır (A. e sr., I I , s. 466). 58 Keneges’ler tan ın m ış b ir Ö z b e k b oyudur (R ad lo f, A. esr., I I , s. 466). ^ s ’lar T ü rk değildirler. B un u n la b erab er R e ş i d e d d i n , ÇeWies’leri K ıpçak ülkesinde y aşa­ y a n T ü rk ler arasın d a sa y m ak tad ır. M ünakaşası için b k . P e l l i o t , L a lıorde d'or, s. 127. 60 Ö z b e k ’ler m eşru devlet otoritesine karşı gelm işlerdir. B u sebeple, H an-nâm e’niıı Özbek ( Öz-bek, Öz-beg) sözü üzerindeki açıklam ası üzerinde d ik k atle durm ak lâzım ­ dır. Ila n -n â nle’ye güre, "öyle ise biz kendi kendimize bir bey seçeriz,” deyip ayrılan T ü rk h alk ların a Özbek adı verilm iştir. Özbek süzünün kelim e m ânâsı da şöyledir : “ Ö;, Beg” “ kendi kendine bey” d em ektir. B u konu için ayrıca bk. P e l li o t , La lıorde d'or, s. 92. E b ü lg a z i B ah ad ır H a n ’ın , “ her evde bir K a r a - I I a n yani h e r evde bir hük ü m d ar, şeklinde sık sık söylediği ota sözünü hatırla m a m an ın daim kânı y o k tu r. Kara-hatı, Öz-bek, K azak sözleri, T ü r k l e r d e feo d a liz m ’iıı doğuşunu ifade cdeıı önem li tabirlerdir. E b ü l g a z i ’ye güre Oğuz-IIan, kendine tab i olm ayan am cası oğullarını M oğolistan’a k o vm u ş ve so n rad an M oğolları m eydana getirecek olan bu h alklar, sefalet içinde yaşam ağa başlam ışlardı, //an -n âm e’deki Ö zb ek ’lerin d urum u d a , Oğuz destanındaki bu acıklı olayı h a tırla tm a k ta d ır. T ü rk M itolojisi, 25

386

T Ü R K M İT O L O J İS İ

Ö zbeklcrin, Ye’cuc-M e'cuc o lm a la rı: (H an-nâm c b u n d an sonra, y ine Şah-nâm e'nin tesirin d e k a la ra k , Ozgan-IIan (1 = *Oz-ganlUz-gan < O ğuz-K an) ad lı b ir H a n ’ın yedi se­ ferinden b ab sed er ve o ndan sonra da O zgan-IIan'm Y e ’c u c - M e ’c u c ’la r ta ra fın d a n nasıl öldürüldüğüne geçer. Ozgan-IIan'ın Oğuz-Han olm ası çok m uhtem eldir. O zgan-Han'ın a k ın la n ile ilgili p a rç a la rı (episodes), Oğuz d estanı içinde incelem iş bulunuyoruz). O zgan-H an (O ğuz-H an ?)’ın Y e’cuc ve Me’cuclar ta ra fın d a n ö ldü­ rülm esi vc T u ra n ülkelerinin Z ü lk arn ey n ’in eline geçmesi : (H an-nâm e'd e K ıfçak (K ıpçak) ve B arak-H an, O ğuz’a k a rşı isyân etm iş iki k ard e ş gibi gösterilir. O ğuz-H an, b u n la rı kendine b aş eğdirm ek isterken , K a rn ü lb a k a r dağ ın d ak i ö z b e k l c r i n isyân edip şehre in d ik ­ leri h ab eri gelir. K a rn ü lb a k a r dağı, aslında Ye'cuc ve M e’cuc’la rın o tu r­ d u k ları y erd ir. H an-nâm e'n in Ö/.bekJeri Y e’cuc ve Me’cuc’la rm yerine koym ası, ü z b e k le r için b ir şe re f teşkil etm ese g e re k tir): “ H aberciler, Ö z b e k ’lerin K arnülbakar dağ ın d an inip, T ohm aş şehrinin etra fın ı sa rd ık ların ı h ab e r v e rd ile r60. O ğuz-H an b u sırad a , kard eşleri K ıfça k (K ıpçak) - H a n 'la B arak-IIan'ı kendisine b aş eğdir­ m ekle m eşguldü. O ğuz-H an b u h ab e ri alınca, iki düşm anla savaşam ıyacağını an lad ı ve kardeşleri ile an laşm ak için, o n lara elçi gönderdi. K ıfçakH an'la B arak-H an, O ğuz-H an’ın y an m a geldiler ve O ğuz-H an o n lara kendisine baş eğm elerini te k lif e tti. O nlar da O ğuz-H an’a şöyle dediler : — “ E y H a n , bizim elim izden b ir şey gelmez! K arnülbakar d ağ ın d an b ir sürü indi. B u n ların b o y la rı çok uzun, b aşları tıp k ı fil başı, k u la k ları k alk an gibi, say ıları da çekirgelerden ve k a rın c a la rd a n d ah a çok. Savaş sırasında k u la k ların ı hem en v ü c u tla rın a ö rtü p gizliyorlar. B u n u n için onlara ne ok ve ne de kılıç işliyor. O nlarla savaşm an ın im kânı y o k tu r. B irini öldürsen, onu geliyor; onunu öldürsen, yü zü geliyor; y ü zü n ü öldıirsen bini b ird en geliyor. O t, ağaç ve dal, ne v a rsa hepsini y iy o rlar. P ın arla rd a nc k a d a r su v a rsa , hepsini içiyorlar. Y eryüzünde, ne o t ve ne de Su kalıyor. T a şta n b aşk a b ir şey b ırak m ıy o rlar. O nlarla öyle çetin b ir savaş y a p tık ki, leşleri d a ğ la r gibi yığıldı. E n sonunda onları yine Karnülbakar dağının içine sokabildik. A m a ne fay d a, d ah a çoğalm ış o larak yine çıkıp geldiler... A rtık bize dost ol, halim izden haberiniz olsun. t0 Biz b u rad ak i H an -nâm e m etinlerini özet, olarak seçme suretiyle alm aktayız. D aha geniş özet için bk. O. Ş. G ö k y a y , aynı esr., s. 291.

O ĞUZ D E S T A N L A R I H A K K I N D A N O T L A R

387

Bizim b u balim iz ne o lacak ? A rtık sende kendi ilinin kayg ısın a düş. On­ la r bizi geçip san a doğru geliyorlar. O n lar bize benzem ez; size de b en ­ zemez. B u n lar A llahın ta m b ir b elâsıd ır” 61. “ O ğuz-IIan, ordu su n u to p lay ıp b u n la rın üzerine y ü rü y o r ve o n ları pek çok k ırıy o rsa da, b u n u n b ir fay d a verm ediğini görerek Tohm aş’ı te rk e d erek çekiliyor ve R û y i n - H i s a r ’a sığ ın ıy o r62. B ü tü n h alk ve Ö z b e k ’le r de onun peşinden g e b y o rla r03. “ Tohm aş şehrinde yalnızca b ir kişi k alıy o r. O da y in e Y afes’in oğlu o lan K arncyn im iş” 64. (H an-nâm e I r a n ve m ü slü m an m itolojisini b irb irin e k a rış tıra ra k b ir sentez y a p m a k istem iştir. F a k a t b u n u iyice bccerem cm iş ve h er s a tırd a b ir te zad a düşm ü ştü r. K arneyn T ohm aş’ta k ald ı d erk en , b ird en k o n uy u değiştiriyor ve ay n ı P ad işa h ’m B a b i l ’de o tu rd u ğ u n u söylüyor ve o n u n hikâyesini an latm ağ a başlıyor). “ . . . K arneyn İ r a n ’ı z a p te ttik te n sonra T u r a n ’a geliyor ve b a k ı­ y o r ki b ü tü n T u ra n ülkesi h a ra b e ve çöl halinde. B u n u n sebebini so ru ­ y o r. Y e ’c u c - M e ’c u c felâketini ona a n la tıy o rla r. B u n u n üzerine K a r­ n ey n ile Y e’cuc-Me’cuc’la r ara sın d a b ü y ü k b ir h a rp oluyor. K arn ey n b ir s e t y a p tırıy o r v e o n ları m ağlûp ederek b u se tin ark a sın a k a p a tıy o r 6S. “ K arneyn, b ir gün d ü n y a n ın o tu ru la cak en güzel y erin in neresi olduğunu soruyor. E trafın d ak ilerd en herkes b ir şey söylüyor. Güzelliği ile m eşh u r olup da, K a rn e y n ’e o tu rm a k için ta v siy e edilen şehirlerin ad la rı şu n la rd ır : I lıta y , H u te n , H o ra san , Ira k , Çin ve M âçin, Şelır-i H â r, B u h a ra , S cm erkand, T ay y , K az an , R um , Y em en, M ısır, Şam. 61 İslâm î hadislerde d e, “ k u lak ların d an birini a ltla rın a ve diğerini de üstlerine ö rtm ek yolu ile y a ta n ” b u acayip m ah lû k lard an bahsedilir. B k. 1. H â m i D a n i ş m e n d , ay n ı esr., s. 162. H an -n âm e, Y afes’in iki oğlu olan Ye'cuc ve M e’cuc'un, Çin padişahı M elkiya ile k ızı H üsniye’den doğduklarını söylüyor. Y u k arıd a d a söylediğim iz gibi b u acayip ( stature deforme) kav im , N u h 'u n b edduası üzerine Y a/es’te n tü rem işti. B u riv a y e t de, yin e H an -n âm e’n indir. e2 R û y in , y u k arıd a d a söylediğim iz gibi, E frasiyab'ın oğludur. B u adı taşıy a n şehrin neresi olduğunu te s p it etm ek, elb ette çok g ü çtü r. C ü v e y n î’ye göre R û y in , B ijen pehlivanı K a r a - K o r u m şehrine h ap setm işti (C ü v e y ııî, I, s. 40, 62). 83 H alb u k i Han-nâm e, az evvel Ö zbek’lerin K a r n ü l b a k a r d ağ ın d an çık tık larım söylem işti. M Han-nâm e'y e göre, b ir adı da H ürm üş im iş. H an-nâm e, I r a n ile K u r’a n ’daki m itolojileri birbirine k arıştırm ış veya b u n lar arasın d a bir u y g unluk k u rm a k istem iştir. 65 Ye'cuc-M e'cuc ş e d d i hak km dakj T ü rk inanışlarım ay rı b ir bölüm de inceliyeceğiz.

388

T Ü R K M İ T O L O J İS İ

“ K arneyn , yaşlı ve bilgili b ir kişiden âb- 1 hayat su y u n u n nerede olduğunu soruyor. O d a , ‘K uzeydeki k a ra n lık la r ülkesi’ n d ed ir, diyor. B u nu n üzerine K arn ey n h a y a t suyunu a ra m ak üzere yola k o y u lu y o r ve b u m ak sadın ı h a lk ta n gizlem ek için de C a b u l k a k a le sin e 06 gidiyorum diyor. K arn ey n , k a ra n lık la r ülkesini b a şta n aşağıya k a d a r dolaşıyor. A m a h a y a t su yunu bulup d a içm ek kendisine nasip olm uyor... " I h z ır C7 ad lı birisi b u h a y a t suyunu bulup içiyor v e b u n u n için de kökleri yeşeriyor. C abulka şehrine yönelen K arn ey n , an lıy o r ki ölüm den k açm an ın im kânı y o k tu r... O ndan sonra ölüyor ve yerine oğlu Zülkarneyn geçiyor...

** A rapların Câbalak ve îra n lıla rın Câbulka dedikleri b u ülkeyi, K a ş g a r l ı Malım u d ’un h arita sın d a CâbarkajCaberka v e y a h u t da C aburkaf ?) şeklinde görüyoruz. Ona göre d ü n y an ın doğu ta ra fla rın ı, Ye'cuc-M e'cuc'la r kaplam ıştır. K uzeyde ise Cabarka ülkesi, d ü n y an ın kuzey ucunu m ey d an a getirm ektedir. 67 H an-nâm e b u rad a H ız ır ’a, Zülkarneyn'1den d aha fazla önem verm iştir. H ı z ır ’ın T ü r k M i t o l o j i s i n d e k i y e ri b ü y ü k tü r.

V III. HAN-NÂME V aktiyle H an -n âm c’yi gözden geçirmiş ve b ir çok n o tla r alm ıştık. F a k a t çok sayın O r l ıa n Ş a ik G ö k y a y ’ın g ay et geniş ve güzel bir öze­ ti, bu k itab ım ızd an önce yayın lan m ış oldu. B u n a rağm en Ila n -n â m c ’dc geçen y e r vc kişi a d la n ile, b ir çok olay ve ad e tle rin açıklan m ağ a m u h ­ ta ç olduğu da b ir gerçektir. B u sebeple k ita b ım ızd a , Ilaıı-n â m e’nin açık lan m ası gereken kısım larının, seçme yo lu ile b ir özetini v erd ik vc k a ra n lık o lan m eselelerin ay d ın latılm asın a çalıştık. F a k a t b u özetleri seçip dü zenlerken de, o la y ların gidişini ve k ita p ta a n la tıla n k onuların tü m ü n ü n , ana h a tla rı ile kayb o lm am asın a d ik k a t e ttik . H an -n âm e y az arı Î m â m î ’nin yaşadığı devir vc m u h it h ak k ın d a, m u h terem üstadım ız Prof. Z e k i V e li d î T o g a n ’m n o tla rım ız d a sık sık geçen çok önem li bir a ra ştırm a sı v ard ır. B u a ra ştırm a d a , k ita b ın y a z a rı­ n ın bilgi derecesi, yetiştiği m u h it, içeriden ve d ışa rıd a n aldığı tesirler, geniş o la ra k incelenm iştir. Bizim b u ra d a yaptığım ız, d ah a ziyade H an -n âm e’ in T ü rk m itolo­ jisindeki y eri, ad e t ve a n ’aneler, yer, kişi ve kavim a d la rın ın işlenmesi ve m etn in b ir aydınlığa k a v u ştu ru lm a işidir. P rof. T o g a n ’ın da dedik­ leri gibi, eserin y az arı edebî farsçaya pek v a k ıf değildi v e d ah a ziyade T acikçe biliyordu. Şalı-nâm e’yi de çok okum uştu. F a k a t Ş ah-nâm e’den aldığı isim ler de, Tacik lehçesinin tesiri a ltın d a bozulm uş v e o rijinal şekillerinden biraz uzaklaşm ış d urum da idiler. E serin y a z a rı ve m u h iti d ah a zivade“ E f r â s i y â b c ı” , y an i kendilerini E frâsiv âb ’a bağlam ak isteyen b ir an ’aneye sahipti. E bülgazi B ah ad ır H an Selçuk H a n e d an ın d a n bahsederken, Selçuk h ü k ü m d a rların ın . K ınık boyu içine v ak tiy le gelip yerleşm iş b ir E frâsiyâb soyundan geldiklerine in a n d ık la rın ı söyler. B undan sonra da, b u u y d u rm a şecereden dolayı Sel­ çu k lu lara ad e ta h a k a re tte b u lu n u r. B u örneği v erm e k ten m aksadı m ız, O ğuz-H an’cı E bülgazi ile E frâsiy âb ’cı S elçuklular ara sın d ak i fark ı gösterm ek içindir. H an -n âm e’de de b ü y ü k h ü k ü m d a rların y an ın d ak i b ü y ü k vezirler ve k o m u ta n la r, hep P eygam berlerin ta rih leri ile îr a n m itolojisinden alınm ış şah ıslar idi. B u n ların y anında U lug-A rslrn gibi

390

T Ü J î K M İT O L O J İS İ

T ü rk v ezirler de yok değildi. Özbek ve K ıpçak o rd u ların a daim a UlugA rslan k o m u ta ederdi. S avaşlarda h er zam an için kesin sonucu alan da yine U lug-A rslan idi. İ ra n m itolojisinin lıiitün tesirlerin e vc kalpleri sa ra n İ ra n m odasına rağ m en H an-nâm e yazarı, T ü rk h alk ların ın k u d re t ve k u v v etin i U lug-A rslaıı’la sem holleştirm ekden geri d uram am ıştı. Son­ ra d a n U lug-A rslan gözden düşm üş vc U ygur arazisinde y aşam ıştı. Ila n -n â m e y az arın ın üzerinde, T acik m uhitinin tesirleri b ü y ü k tü r. E bülgazi gibi, T ü rk h a lk la rı arasın d a yerli k ay n a k vc rivay etleri bulm a gibi b ir araştırıcılık özelliği de y o k tu r. K endi çağındaki Özbek ve T ü rk ­ m en kabilelerini efsaneye konu etm iştir. K endisinde, T ürkm eıılere k arşı b ir düşm anlık hissi v a rd ır. B ununla b erab er, zam an zam an T ürkm eulere k arşı bir aşağılık duygusu hissettiği de gözden k açm am ak tad ır. D oğudaki U ygurlara da b ü y ü k bir önem verir. Z am an zam an kendi p a ­ d işahların ı onlara m ağlup e ttirir. Çingiz-H an’m babasının kabilesi K ıy an kabilesini de U y g u rlara m al eder. H an -n âm e’ye göre H az er H a n ’ları sık sık Ö zbeklerin başına geçer ve o nları idare ederlerdi. Ila n -n â n ıe ’dc, H azerlere k arşı beslenen ezelî düşm anlığın y an ın d a, b ir aşağılık duygusu da gözden k aç m am ak tad ır, Bu d a, gerçek ta rih o lay ların ın h a tıra la rd a y er edip de, silinm eyen iz­ leridir. Ç ünkü T arih in akışı da böyle olm uştur. A lan -k o v a ile ilgili efsane, T arih-i G üzide’den değiştirilerek alın ­ mış ve bu n u n içlerine de, T ü rk h alk folkloru vc m itolojisinden seçilmiş pek çok m o tifler serp iştirilm iştir. B u b akım dan, eserin bu bölüm leri T ü rk m itolojisi b ak ım ın d a n a y rı b ir önem ta şırla r. A slen Moğolca olan isim ler de tü rk çclcştirilm iştir. E serin Çingiz-H an kısm ı da, yine h alk zihninde y er eden b ir efsane m ahiyetindedir. T arih k ay n a k la rın ­ daki gerçeklerle ilgisi azdır. E ski Ö zbek p adişahları ile Şah-nâm e’den alınm ış İra n k a h ra m a n la rı, Çingiz H a n ’a da öncülük y a p a r ve akıl verirler. K an aatım ızca b u n la r, T ü rk ve T ü rk m en m uhitinin değil; biraz da T acik m u h itin in inan ışları olsa gerekti. H an-nâm e y az arı İ m â m î , eserini A stralıan H a n ’ı A bdıilaziz H a n ’ın (1645-1680) m aiyetinde y azm ıştır. B u H a n ’ı da, İra n h ü k ü m d arı K eyhüsrev ile m ukayese eder. İ ra n m itolojisi, H an-ııâm c y azarın ın zihnini sa rm ıştır. E bülgazi B a h a d ır H a n ’da ise böyle şeylere rastlam a k hem en hem en im kânsızdır. E bülgazi, O ğuz-H an’cıdır ve İra n m itolojisi ile rek a b et halindedir. Y a p tığ ı kronolojik m ukayeselerde efsanevî T ü rk H an la rın ı, en eski İ r a n Ş ah la rın d an bile önceyc alır. Şah nâm e, İra n

IIA N - NÂM E

391

Ş ahlarının ta rih i idi. İm âm î dc bu n a karşılık H an -n âm c’yi, yani T ü rk H an ların ın ta rih in i yazm ıştır. B u b akım dan, m illiyetçilik hislerini de görm üyor değiliz. Ila n -n â m e ’nin ta h lilî özeti şöyledir :

1. E F S A N E V Î ÖZBEK

( İ ran

VE

M İ t o l o j İs İ İ l e

HAZAR

K

a r işm iş

HANLARI

S oy K

ütükler

İ)

1, O z g a n - H a n 1 ( = ? O ğuz-H au) Bu H an h ak k ın d a H a n - n â m e ’de verilen bilgileri O ğ u z d estan ı ile ilgili bölüm üm üze koym uş bulun u y o ru z (Bk. S. 178-81). 2. U l u g - H a n (H an-N âm e'de O zgan-H anhn ölümünden sonra, yerine oğlu UlugH arıhn geçtiği söyleniyor). ’’Başsız ve padişahsız gezen Ö z b e k ’ler, UlugH a n ' a b ir elçi gönderiyorlar ve kendilerine b aş eğm esini, aksi halde harbedeceklerini söylüyorlar. B u sırad a Ö z b e k ’lerin içinde Irk ıl-K û gerdi2 a d h akıllı b ir adam varm ış. B u yaşlı kişi b ü tü n ö zbek leri to p lu ­ y o r ve U Iug-H an’a b ağ lan m aları için öğüdlerde bu lu n u y o r. B u n u n üze­ rin e b ü tü n Ö zbekler U lug-H an’a baş eğmeğe razı oluy o rlar ve b ir çok hediyelerle H a n ’a geliyorlar. H a n da onları b ey y a p ıy o r 3... 1 Ozgan-Han’ın alan larım , “ Ö ğuz-H an” bölüm üm üzün, m ın da incelcdik.

“ K ıp çak ak ın ları” k ıs­

* Irkıl-ı-K ûgerd, O ğuz-H an’m oğlu K ü n -H a n 'ın m eşh u r Y c n g i - K c n t ’Ii IrkılHoca'sı o lm alıdır. Önemli olan n o k ta , Irk ıl’ın O ğuz-H an’ın vezirlerinden olm asına rağm en, b ir Ö z b e k b ü y ü ğ ü sayılm ış olm asıdır, özb ek lerin de iyi ta n ım aları gereken b u tan ın m ış kişiyi, iyice bilm edikleri O zgan-H an’ın Özgan’ın y an ın a verm em işler ve b ir Ö zbek b ü y ü ğ ü saym ışlardır. Sayın O. Ş. G ökyay, A r k ıl( 'i) o k u m u ştu r (N ecati Lugal arm ağanı, s. 293). B u bölüm , H an-nâm e'nin 180. sahifesinden başlar. 8 Ozgan-Han bölüm ünde de söylendiği gibi, ilk a ta say ılan K il-H a n 'ın b u y ru ğ u ile ta h ta geçen, T u r a n ülkesinin m eşrû padişahı sayılıyordu. B u sebeple O zgan-H an’ın soyları b u ü stü n lü ğ ü daim a ellerinde tu tm u şlard ı. "‘K endi kendini B e y " ilân edenler ise, Ö zb ek adı ile ad lan d ırılıy orlardı. B u rad a U lug-H an, m eşrû b ir “ B ey'lik" verm iş oluyordu.

392

T Ü R K M İ T O L O J İS İ

U Iug-H an’ın T ü r k n ı c n savaşı : “ T ü r k m e n ’lerin başında İlçin -IIa n 4 adlı b ir H a n v arm ış. A dam lar gelerek U lug-Ilan'a, T ü rk m en H a n ’ı İlçin -H a n 'm o rdu su nu to p la y a ra k kendi üzerine geldiğini h a b e r v eriy o rla r. İlç in -IIa n b ab a sın ın in tik am ın ı ve kendi y u rd u n u U lu g -IIan ’m elinden alm ak için çıkıp geliyor. Çünkü v ak tiy le T u r a n , hep onun ili im iş 5... N ih ay e t İlçin -IIa n ' la Ulu "-H an’ın ord u ları k arşılaşıy o rla r ve T ü r k m e n ’lerden A lm azu k (?) adlı b ir er çıkıyor ve te k e te k sa v a şta k arşısına kim çıkarsa onu öldü rü y o r. Döğüşecek başka b ir e r diliyor ve b u n u n üzerine U lug-H an'ın o rd u su n d an B ü y ü k K a rn eyn 'i n 6 gözde pehliv an ı A rncyn o rta y a ç ık a ra k A lm a zu k'u öldürüyor. B unu gören T ü r k m e n ’ler hem en ( S a l u r ilinden) Bilm enSalur'u 7 çık arıy o rlar ve üç gün üç gece devam eden b ir sa v a şta n sonra Bilm en, K a rn eyn 'in pehlivanının başın ı kesiyor. 0 çağlard a Ö z b e k ’ler 32 u r u k d a n ;T ü r k m e n ’ler ise 27 u ru k d a n m eydana geliyorlardı. A şağıda a d la n geçen Ö z b e k boyları hem en B ilm e n -S a lu r üzerine sald ırıy o rlar. B u b oyların ad ları şu n lard ı : K ıya t, Moğol, D ürm en8, S a r a y 6, Calayır, N aym an, K anglı, H ıtay, K ereyit, K ıfçak, M in g 10. T ü r k m e n ’lerin boy4 O zg an -IIan ’m sav aşları ile ilgili bölüm de de geçtiği gibi, T ü r k m e n ’ler N u h Peygam ber’in te k v e iyi h uy lu kızı Vajile’m n soyundan geliyorlardı. E b ü lg a zi’nin şeceresine göre, N u h 'u n oğlu ve T ü rk 'ü n to ru n u A bulca-H an (B u lca-H an ) m etin ­ lerde İlce şeklinde yazılm ıştır (T ü rk m e n Şeceresi, K ononov n e ş r., s. 11 y . D aha ziyade T â c ik k ü ltü rü n ü n tesiri a ltın d a y etişen , îm â m î, İlce sözünün m âh iy etin i anlam ıyarak ¡İçin şeklinde yazm ış olabilir. B ununla b erab er türkçede l lç i ( n ) , â lçi(n ) sözü de yok değildir. B u a d d a b iraz M o ğ o l tesiri v a rd ır. 5 Bu bilgi de çok önem lidir. D em ek ki O zgan-H atı’d an önce b ü tü n T u ra n ili, T ü r k m e n l c r i n b u y r u ğ u a ltın d a bulun u y o rd u . N asıl Ş e r a f e d d i n Y czd i v .s., Moğolları ve Ç ingiz-H an’ı T ü rk 'ü n so y ların d an indirm işlerse, H an-nâm e de T ü rk m en ­ lcrin atası O ğuz-H an’a sahip çık m ıştır. B u , özb ek lerin T ürkm enler k arşısında d u y d u k ­ ları bir a ş a ğ ı l ık duygu su n u n d a ifadesidir. • K arneyn-i Ekber, herhalde Z ü l-K a m eyn 'in babası o lm alıdır. Ozgan-IIan'dan sonra b ü tü n T u r a n ülkesi on un eline geçm işti. N asıl olup d a , son rad an U lug-H an'm eline geçtiği H an-nâm e'de pek ayd ın latılm ıy o r. F a k a t hâlâ, K arn cy n ’in pehlivanı A rneyn den bahsedildiğine göre, b u a n ’ane sönm emiş sayılır. 7 “-m an” eki ile fiil k ökü nd en yapılm ış böyle b ir adın başka paraleline şim dilik rastlam ıyoruz. Belki de alaman ( = al-am an) gibi, Bil-ü-m an ( B il( a )m a n ) den tü re ­ m iştir. 8 0 . Ş. G ökyay, “ Dürm en” y azıyor (A ynı eser., s. 294) A r i s t o v , D ürm an o y m a­ ğını T ürkm enler arasın d a gösteriyor ( Z am etki, s. 421, p r. 1). 8 Saray kabilesi için bk. A risto v , Zam etki, 3 7 8 , 422, 424. T ü r k m e n ’ler arasında da bu adla anılan b ir kabile v a rd ır. 10 M in g kabilesi için bk. R a d lo f , Sibirya'dan, I I , s. 466.

H A N - NÂME

393

la rm ın a d la n ise şöyle idi : Çaıvuldur, Ç andırn , S a lu r-K a za n 12, Çaıvd u r 13, Çıgi/, tg d ir, B ü k d i14, B e k ta ş 15, S a k a r 10, Y ı p a r 17, Lenbe ( ? ), O ğud ls, V ardm g (? ), K a y n a r(? ), I s k i 19... “ Ö z b e k ’lerle T ü r k m e n ’lerin b ü tü n b u b o y la rı birb irin e girip uzun zam an savaşıy o rlar. E n sonunda U lug-H an’m o rd u su n d an A n d u vid ad lı b ir er ç ık ıy o r20 ve te k e te k savaşm ak için b ir e r istiy o r. T ürkm enlerd en //siz, A n d u vid 'i ö ldürüyor. U lug-H an, B ilsen peh liv an ı gönderi­ yor. 0 da lls iz'i öldürüyor. B u n u n üzerine T ü r k m e n I ia n ’ı Ilçin -H an , savaş m eyd anına giriyor ve B ilse n *i ikiye bölüyor. A rtık savaş kızış­ m ıştır. U lug-A rslan21 o rta y a çıkıyor, Ilçin -H an ’ı y ık a ra k öldürüyor. T ü r k m e n ’le r çaresiz ölüm v ey a kalım savaşm a giriy o rlar ve T ü rk m enlerden b ir kişi kalm ıyor... 11 T ü r k m e n çandır oym ağı için b k. A r is to v , Z am ctki, s. 424, p r. 5. 12 Salur kabilesi b u rad a aynı kabilenin m eşhur reisi S a/u r-K az an ’m adı ile a n ıl­ m ak tad ır. 13 T ü rk m e n çaudurjçavdur, Kara-çavdur kabilesi için, b k . A r is to v , Z am etki, s. 414, 420. K ı r g ı z ’ların B ü y ü k Y üz’ü nde de çavdar adlı b ir kabileyi görüyoruz : A ynı esr, s. 380. 14 O rtaasy a’d a B u ktı v ey a B ü k ii ad lı b ir kabilenin yaşadığını görüyoruz. F a k a t b u kabile d a h a ziyade K ı r g ı z ’lara y ak ın d ır. B k . A r is to v , Z a m etki, s. 362, p r. 2. 15 B ek-T aş ad ı güzel T ürkçe b ir isim dir. F a k a t O rtaasy a’d ak i T ü rk kabile a d la n arasın d a görülm üyor. Y alnızca Bekzat ( — ? B ek-zat) adlı b ir kab ile v a rd ır. B k. A risto v , aynı csr., s. 422. B u kabile de T ü r k m e n ’dir. ıe Sakar, önem li b ir T ü r k m e n oym ağıdır. B k . A r i s t o v , Z a m etki, s. 415; P e l l i o t , L a Ilorde d ’or, s. 205. 17 Bu Y ıp a r b o y u , tanın m ış Oğuz b o y la n n d a n Y a p a r, Y a p a rlu b o y u ile ay n ı adı taşım ış olm alıdır. 18 Oğud ad lı böyle b ir boy b u lam ad ık . Belki de Oğuz’d a n bozulm uş b ir b o y ad ıd ır. 19 Jski/E ski de tan ın m ış b ir T ü r k m e n b o yudur. B k . E b ü lg a z i , T ürkm en Şeceresi, K ononov n eşr., s. 72, 1295. 20 A n d u vid , b azan d a Han-nâme*de A ndebîd şeklinde yazılm ıştır. B u ad ın m a h i­ yetini te sp it edem edik. K anaatım ızca İ r a n ed ebiyatında geçen b ir alp adıdır. 21 U lug-Arslan, b ir nevi K a ra -B u d u n, y an i halkı tem sil eden b ir se m b o ld ü r: “ S avaşlarda b ü tü n k u v v e tle r tükendiği zam an U lug-A rslan o rta y a çık ar ve du ru m u kendi m illeti lehine çevirir. Genel olarak k o m u ta ettiği o rd u lar, T ü r k a s l ın d a n gelen askerlerle ö zb ek lerd ir. ö m rü n ü n sonunu K ıy a t yaylasında geçirm iştir. Y ine H an n âm e’den öğrendiğim ize göre, K ıy a n v eya (çoğul) K ıy a t y ay lası U y g u r la r ı n y u rd u ­ d u r.” Bu k o n u y a te k ra r döneceğiz.

394

T Ü R K M İT O L O J İS İ

U lu g -IIan ’ın, Ilaz er I la n ’ı K ü m i i ş - H a n ’Ia savaşı : “ Ozgan-IJan, H a z e r ’lere (Ila z e r, H urer-H an) y ap tığ ı ak ında, H az cr H a n ’ım ö ld ü rm ü ştü 22. Ilazer-IIan öldüğü zam an ise oğlu K ü m ü ş-H a n , henüz d ah a doğm am ıştı. K ü m ü ş-H an b ü y ü d ü k te n sonra olup b ite n le ri öğrendi ve O zgan-IIan'ın oğlu U lug-H an'd an b ab a sın ın in tik am ın ı al­ m ağa k a ra r v erd i. Ulug-Han da b u n u duyunca, hem en ordusunu alıp, onun üzerine y ü rü y o r vc iki ordu k arşılaşıyorlar. Y ine teke te k savaş başlıyor ve I l a z e r ’lcrden D ım u k (?) adlı b ir er o rta y a çıkıyor. UlugH a n d a kendi alpi M acar-Pehlivanı o rta y a sürüyor. M acar-Pehlivan, H azer’lerd en çıkan üç eri de a rk a ark ay a öldürüyor. B u n u n üzerine H azerler Tuğrak-D ilâver23 a d lı b ir eri savaş m e ydanın a sü rü y o rlar ve Tuğrak, M acar'ı tu ttu ğ u gibi öldürüyor. T uğrak'm da k arşısın a Tahm a s24 adlı b ir pehlivan çık arıy o rlar. O da T u ğ ra k ’ı oklayıp v u ru y o r. B u defa H a z e r H a n ’ı K ü m ü ş-H a n , B arak-P elılivan25 adlı b ir p eh liv a­ n ın ı o rta y a sürüyor. B a rak da öldürülünce, a rtık iki ordu b irb irin e gi­ riyor. A rad an k ırk gün geçiyor; fa k a t harp b ir tü rlü b itm iyor. B u n u n üzerine U lug-H an, şöyle b ir p lâ n k u ru y o r : “ U lug-H an, ord u su n u n o rta kısm ını Izdahak-B ey'in k o m u tasın a v e riy o r26. R â k ilinden gelen o rd u y u D ayun -B a h a d u r2'!, Ö z b e k o rd u ­ 22 B u k o n u lar, k itab ım ızın “ Oğuz-Han” bölüm ünün (K ıpçak) ak ın ları k ısm ında incelenm iştir. B k . S. 178-9. 23 E sk i tü rk çed e Tuğrag/Tugrak sözünün iki anlam ı v a rd ır : B irincisi “ tu ğ ra ” sözünün eski şeklidir. D iğeri de “ beylik a t ,” savaş için ve geri verilm ek üzere H a n ’d a n alm an a ttır ( K a ş g a rî, te re ., I, s. 462, I I ; s. 273). 24 G örülüyor ki H azer’lcr tü rk ç e a d taşıy a n bir er çık ard ık ları halde, Ö zb ek ’ler Tahm as adlı b ir Ira n lı peh liv an çık arıy o rlar. H an-nâm e y a z a n , S elçuklular gibi k en d i­ lerini Efrasiyâb so y u n d an saym ış ve b u sebeple kendi ta ra fın d a n hep îra n lı k ah ram an lar çıkarm ıştır. B u d a yin e T a c ik ’lerin tesiri ile olm uş olsa g erektir. 25 Y ine H an -n âm e’ye göre, Saklab-H an’m iki oğlu v a r d ı : K ıfça k ve B a ra k. G üney R usya soylarım teşk il eden B a ra k ’m , b u zam anda H a z e r ’lerc bağlı olduğu anlaşılıyor. D aha doğrusu efsane b u n u sem bolik o larak ifade etm ektedir. 26 Ulug-H an o rd u su n u , yine İ r a n m itolojisinden ilham yolu ile yaratılm ış b ir vezirin em rine v eriy o r. 27 D ayun ad ın ın m âh iyeti p ek anlaşılm ıyor. E ğ er bu ad ın k ökü tü rk çe ise, “ T ayo-” fiil k ö k ü n d en yapılm ış b ir isim olm alıdır. Aynı fiil kökünden yapılm ış, T ayangu ( = Taya-n-gu) gibi tü r k ü n v a n ve m em uriyetlerini bilm iyor değiliz. B k. K a ş g a r î , tere., I I I , s. 380; W . B a r t o l d , Vorlesungen, s. 24). A yrıca, Tayançı ün v an ı da v a rd ır f R a d l o f , Uig. S p rach d en k m äler, s. 294,). Tayınçak ( — T ayın-çak) U ygur adı d a güzel b ir p aralel olabilir. B k. A ynı eser, s. 294. F a k a t kanaatım ızca D ayun1u n adının aslı, türk çe de olsa, bozulm uş ve T a c i k l e ş m i ş b ir hale girm iştir.

H A N - NÂME

395

sunu ise Ulug-Arslan idare e d iy o r28. . . H a z e r H a n ’ı da o rd u su n u ikiye bö lüyor. I l a z e r l c r o rd u n u n solundan, T i b e t l i ’ler ise o rd u n u n sağ ınd an g id iy o rla r29. Bu iki I l a z e r ordusu, böylece iki k o ld an gid er­ ken, o n ların y o lla n üzerinde sa k lan a n TJlug-H an’ın o rdusu o rta y a çıkıp o n la ra saldırıyor. H az erler zann ed iy o rlar ki T ib etliler k en d ileri üzerine sald ırd ı. H em en d ü şm an ı b ırakıp T ibetlileri eziyorlar. S ab ab olunca, K üm iiş-H an bir de b a k ıy o r ki, ordu diye elinde biç b ir şey kalm am ış. Son çareyi kaçm ad a bulu y o r ve k en d i b a b a sın ın y u rd u n d a olan Sebâ-dağı’na, (gidip sığınıyor. U lug-ban da onun peşini b ırak m ay ıp , lıcm en gidip dağı k uşatıyor. A m a ta m bu sırad a K ıfç a k -IIa n 'm o rd u su n u S a k İ a b sa h rasın d an a la r a k 30, Ulug-Harı’m b a şk e n ti Tohmaş' a doğru y ü rü d ü ğ ü bab eri geliyor. B u h a b e r üzerine U lug-H an, çaresiz k u şa tm a y ı b ırak ıp , ken d i y u rd u n u m ü d a fa a etm ek için y o la k o y u lu y o r ...” U lu g -IIan ’m , K ı f ç a k - H a n ’la savaşı : “ K ü m iiş-H an ’ı k u ş a tm a k ta n vazgeçerek T olım aş’a gelen U lu g -H an kendi ta h tın a oturuyor. B u sıra d a K ı f çak-H an'ın o rd u su n d an h a b e r geliyor. B u habere göre K ıfç a k -Iia n , K u r u g - T a g 31’a k a d a r gelmiş ve o rad a konaklam ış imiş. Y ine Ulug-Han ö ğ reniyor ki, K ıfçak -H an , K u ru g -T ag ’da yalnız değilm iş. K ıfçak-H an’a K ı y a t v e K o n g r a t 32 28 Y ine b u rad a görülüyor k i, İra n m itolojisinin tesiri a ltın d a kurulm uş o lan b aşk a o rd u ları diğer k o m u tan lar idare ederlerken, T ü rk Ö z b e k ’lere U lug-Arslan k o m u ta etm ek ted ir. 29 T ib et-Iia n da H an-nâm c d e, K il- lia n 'm o ğ u lların d an ve Ozgan-Han ( = ? O ğ u z-Iia n )'ın kardeşlerinden biri o larak kabul edilm iştir. B k . O. Ş. G ö k y a y , aynı esr., s. 289. B u n d an sonra T i b e t ’in adı genel olarak H a z e r ’lerle b irlik te geçm ektedir. T abii o larak efsane aradaki coğrafya ayrılığını gözönünde tu tm a m a k ta d ır. 30 H an -n ân ıe’de, K ıfça k-IIa n , Saklab-H an'm oğlu sayıldığından ay n ı a d ı taşıy a n b ozk ırd an getiriliyor. B urada açık olarak . H a z e r ’lerle K ı p ç a k ’la r birb irlerin d en a y rıl­ m ışlard ır. 31 O zg an -H an , R âk -H an ile y a p tığ ı savaşı da K u r u g - T a g ’m eteğinde y ap m ıştı. A yrıca b k . O. Ş. G ö k y a y , ayn ı esr., s. 287. Ila n -n â m e ’n in b aşk a y erin d e geçen bir bilgiye göre, R â k dağı T ohnıaş şehri ile K ıp ç a k ili ara sın d a idi ( H an-nâm e, s. 256-257; O. Ş. G ö k y a y , aynı esr., s. ¿ 9 6 ). 32 K ı y a n bozkırı ve K ı y a t ili, Ilan -n âm e’nin sonlarına doğru U y g u r l a r ı n y u r d u o larak k ab u l edilm iştir ( H an-nâm e, 668 v .d .; O. Ş. G ö k y a y , ay n ı e sr., 8. 314,). E sasen U ygur-IJan, Ozgan-Han ta ra fın d a n öldürülm üş ve U y g a rla r d aim a b u n u n k a n davasını g ülm üşlerdi. Bu sebeple efsanenin böyle bir an laşm ay ı k u rm ası norm al görü­ lebilir. K o n g r a t ili ise H an -n âm e’d e, hem en hem en ilk defa b u ra d a geçm ektedir. Y an , b ü y ü k d ev letlerden biri o larak. B u sebeple H an-nâm e kendi çağındaki kabilelere göre b ir paralelizm kurm uş olabilir.

396

T Ü R K M İT O L O J İS İ

illeri de, kendisi ile savaşm ak için yardım ed e c e k le rm iş... U lug-IIan çaresiz yola çıkıyor vc K u ru ğ -T ag ’a erişiyor. D ağın eteklerine gelince, h er iki ordu da k arşılaşıy o rla r vc yine teke te k savaş başlıyor. K o n g r a t ilinden S o n h u ra t33 ( — Songkural) ad lı b ir er hem en savaş m ey d an ın a atılıy o r ve Ö z b e k ’ler de ona k a rşı Il-K cçâr adlı b ir erlerini o rta y a çıkarıyo rlar. Ö z b e k 1\-Köçâr karşısındakini öld ü rü y o r ve yine er istiyor. A m a m ey d an a kim gelirse ll-K öçâr'in kılıcın da can veriyor. B akıyor ki o b nayaeak, K ıfça k-IIa n hem en o rta y a atılıp , İl-K oçar'i öldürüyor. Il-K öçâr’’in kardeşi İl-T ü zer K ıfçak -H an ’a saldırıyor. F a k a t o da K ıfça k -IIa n ’ın kılıcı ile ölüyor. E lhasılı K ıfçak -H an ’ın önünde pek çok Ö zbek ca n veriyor. “ Ulug-Han b ak ıy o r ki olm ayacak. Y ine (b ab asın ın b ü y ü k veziri ve A talık ’ı) U lug-Arslan'ı ileri sürüyor. Ulug-Arslan K ıfça k-H a n ’ı b ir zin­ cirle bağ lay ıp , H a n ’ın ın ö « w £"*” ~'sğe m uv affak oluyor 34 U lug-Han, K ıfça k-IIa n ’ı affeder. F a k a t etra fın d ak iler H a n ’a, “ b ir o rm an d a iki arslan ve b ir m ağ arad a iki ejd erh a olm az,” d erle r vc K ıfçak -H an ’ı ö ld ü rü rle r35.” 53 B u rad a K o n g r a t ( — K ongğurat) ilinin vezni ile, b ir de Songkurat şeklinde kişi adı y ap ılm ıştır. Kongğurat, b u kabilenin türkçe adıdır. Moğollar Konggiral/Onggirat derler. Kongğur sözü, tü rk çed e b ir a t rengini ifade ederdi B una b a k a ra k b u kabile adım Kongğı/r-at, y an i “ K o n u r a t” şeklinde tahlil etm ek isteyenler b u lu n m u ştu r (Iio w o r t h , H istory o f the M ongols, I , s. 682, 703). Ü stad P e llio t, b u kabile adının m oğolca Onggiran sözünden çıktığım iddia eder k i, herhalde ü sta d b u nazariyesinde pek haklı olm asa g erek tir. B k. G engis-K han, s. 406. Ç ağatay devrinde Kongğurat'lar genel olarak K ıy a t boyu ile b irlik te söylenir (A ynı e sr., a. yer). H an-nâm e’de de her iki kabile, be­ rab er söylenm ektedir. E sasen b u g ü n k ü Ö zbek b o y lan arasında K ı y a t - K o n g r a t diye m ü şterek adlı b ir kab ile v a rd ır (A ris to v , Z a m c tk i..., J iv a y a S tarin a , 1896, s. 425). K ıy a t (A ynı esr., s. 421) ve K o n g r a t (A. esr., s. 370, 372-73) adlı, başlı başına ay rı olarak y aşay an Ö zbek kabilelerini de tanıyoruz. Belki de Han-nâm c yazarı Im âm î, sonradan m ey d an a gelen b u K ıy a t-K o n g ra t kabileleri için efsanevî çağlar düşünm üş ve bu sentezi o n a göre m ey d an a getirm iştir. E sasen bu yazar, halk inanışlarına d a, her zam an olm asa bile, b azan önem verm iştir. Songğurat adının ise, etim oloji b a k ı­ m ından açıklanm ası g ü çtü r. K abile a d ın d a n tak lit yolu ile yapılm ış b ir kişi adı olsa gerektir. 34 B u, //an -n o m e’deki m itolojik sav aşların , benzeri olarak devam eden m otifleridir. H er sa v aşta çaresiz k a lın a c a k tır vc o rta y a Ulug-Arslan çık arılarak galip gelinecektir. B u sıra , h e r sa v a şta hiç b o zulm adan sü rü p gider. 35 “ B ir ormanda ik i arslan vc bir mağarada iki ejderha olmaz” cüm lesi, O rtaasya göçebe T ürk lerin e m ahsus b ir atasözü değildir. Çinliler, “gökte ik i giineş ve yerde de iki H an o lm a z” d erlerd i. B u k on u ile ilgili en orijinal T ü rk atasözlerini, yine E b ü lg a z i B ah ad ır H a n ’ın T ü rkm en Şeceresi'ndc buluyoruz.

H A N - NÂM E

397

3. T o l ı t a m ı ş - I I a n “ U lug-IIan'dan sonra y erin e kardeşi Tohtam ış 36 geçer. . . TohtamışH a n ’m hanlığının otuz altın c ı y ılın d a, S a k l a b ülkesinde K ıfçak-IIan'ın. k ardeşi B ara k-Ilan baş k a ld ırır. B arak-H an, k ardeşi K ıfç a k 'm in tik a ­ m ını alm ağı kafasına k o y m u ştu r. O nun için ordusu nu a la ra k , Tohla m ış-IIa n 'm başkentine y ak laşır. Tohtam ış-H an b u n u du y u n ca hem en vezirleri Izdahak ile D ım rıa k37 ( ? = D am kak)'a d a n ı ş ı r .. . O rd u to p ­ la n ır ve R â k 38 sahrasın a do ğ ru yol alın ır. Tohtam ış-H an, R â k dağının eteğine geldiği zam an, B a ra k -Ila n ’ın dağ ın ark a sın a k o nm u ş olduğunu h a b e r alır. H e r iki ordu k a rşıla şırla r ve savaş üç gün sü rer. Barak-H an çekilm ek zorunda k a la ra k , U y g u r - D a ğ ı ’n d ak i U y g u r ’la ra s ığ ın ır39. B u sıra d a U y g u rların b aşın d a da U ygur-H an adlı b ir H a n b u lu n u ­ yorm uş. B a ra k -H a n , U y g u r-H an ’a m aksadını a n la tır ve o n u n y ard ım ın ı i s t e r . . . H e r iki H a n d a birleşerek T o h ta tn ış’ın b a şk e n ti T ohm aş’a doğru y ü rü rle r. T o h tam ış-H an b u n u h a b e r a lır ve acele gelir. B u n d an so n ra d a h a rp başlar. “ ilk önce m e ydana B a ra k -H a n çıkar, T o h ta m ış-H an d a kendi b ah a d ırla rın d a n D ım nak ( D am kak?)-B ahadur’’xı ç ık arır. B arak-H an, b u eri kılıcı ile kolu n d an y a r a la r ve onu sa f dışı eder. B u n u n üzerine T o h tam ış-H an ta ra fın d a n D ayun -B a h a d u ri0 savaş m e y d an ın a gelir. 3* Tohtam ış ("> T o kta -m ış), kökü ve eki tü rk ç e olan b ir a d d ır. B u k o nunun m ü n ak aşası için b k . P cllio t, L a horde d ’or, s. 70. K rşl. Toktasun (K . M c n g c s , Volkskundliche Texte aus O st-Turkestan, SPA W , 1933, s. 1242-1246). 37 D ım nak/D am tıak ad ının d a m ahiyeti k a ra n lık tır. H a f ız Al>ru Oğuî-nâme’sinde, In a l-Y a v k u 'a u n vezirleri a ra sın d a , Salıır D am kak adlı biri g eçm ektedir (yap. 385; F . S ü m e r, Dil ve T . C. F a k . D ergisi, 1959, s. 370). B u iki ad arasın d ak i ilgileri ko n ­ tro l edebilecck başka v esik alara sahip değiliz. E ski İra n b a h a d ırla rın d a n birinin adı olm ası çok m u htem eldir. 38 R â k ülkesinin yerini b u lm a b akım ından b u k a y ıt çok önem lidir. B u rad a verilen bilgiye göre R â k , T olım aş şehri ile S a k la b bozkırı arasında b u lu n u y o rd u . 38 H an -n âm e’nin v erd iğ f şecereye göre B arak ile K ıfç a k , Saklab'ın oğullan idiler. U ygur’ların y erleri ise, O r h u n nehri bölgeleri ile T u r f a n yöreleri idi. H er iki bölgenin, birbirleri ile b ir ilgisi y o k tu r. A ralarında çok u zu n m esafeler v a rd ır. H annâm e’n in , G üııey-R usya’daki eski O g u r kavim lerinden söz açtığı d a düşünülebilirse de, y a rı y arıy a b ir T a c ik gibi düşünen H an-nâm e y azarın ın , b u k a d a r derinliklere inebileceğine ihtim al verilem ez. a k - la n ) , Kök-len gibi ren k lerd en yapılm ış isim lerdir. A k la n b oy adım bu lam ad ık . 73 O r t a a s y a T ü r k m e n ’leri arasın d a K öklen adlı b ir b o y v a rd ır. B k . A risto v , Zametkiy s. 414. 74 Derden boy ad ı yanlış yazılm ış olm alıdır. 75 Han-nâme*ye göre T ü rk m en ’ler, N u h P ey g am b er’in k ızı Vajile*d en tü rem iş­ lerd ir. B u sebeple efsanede, T ü rk m en B aşkentine de b u kızın ad ı v erilm iştir. 7< N o t. 69 dak i S u n a k B ey’le b ir ilgisi bulunm alıdır. 77 Benân şehri, H an -n âm c’yc göre Yafes*in oğlu K im e ri’n in b a ş k e n tid ir ve kuzey d iy arların d a b u lu n an b ir şehirdi. Y ine efsaneye göre, K ıya l-H a n da b u şehirden gelm ekte idi 78 C ab û lk a, Ira n ve A rap m itolojisinde adı geçen b ir şehirdir. G üya Cabulka, U z a k d o ğ u n u n en u ç şehri idi. A y n c a b k . S. 79 Ejder-i A rsla n , T ü rk h alk ların ın sem bolü v c U lug-A rslan'ın oğludur.

406

T Ü R K M İ T O L O J İS İ

9. Ç o l p a n - H a n “ K u m u ş-H an ölünce, devletin ileri gelenleri, Çolpan H a n ’ı H an lık ta h tın a o tu r tu r la r ve H a z e r H a n ’ı ile savaşa k a ra r v e r ir le r .. . H a z e r H a n ’ı ile sa v aşta , önce h aşab a ş sa v a şla r başlar. Ilaz erle rd c n H a n -M u r a f 80 ile Ç onak-B ahadır'm sav aşları sırasın d a, H az er H a n ’ı A nduvid hançerle ö ld ü rü lü r ve b u su retle d ah a savaş b itm ed en H az er o rdusu dağılm ış o l u r . . . “ Ç olpan-H an’m elli ta n e k arısı varm ış. F a k a t b u n la rd a n hiç b irin ­ den b ir çocuğu o lm a m ış ... G ünün birinde, b u k a d ın la rd a n birisi b ir oğlan doğurm uş. H a n k o şa ra k gelm iş ve çocuğunun yüzü n e b ak m ak istem iş. F a k a t b a k a r b ak m az, aklı b aşın d an gitm iş. Ç ünkü cılız v e sarı benizli b ir oğlanm ış. Ç olpan-H an’ın b ir beyi varm ış. A dı d a K anış-B iy (Bey) im iş 81. H an , kim e k ız arsa hem en K anış-B cy’e em rederm iş ve onu öldü rü rm üş. O nun için H an-n âm e, b u n a E m ir-i gazâb dem ektedir. Ç olpan-H an, K anış-B ey’e, “ al b u oğlanı götür de ne y a p a rsa n y a p ,” d iy o r .. . K anış-B ey oğlanı alıp gidiyor; fa k a t kıyıp da öldürem iyor. S a k l a b b ozk ırın d a, oğlanı b ir a d a m a v eriy o r ve iyi b akm asın ı tenbih e d iy o r82. A yrıca oğlana b ir de B e y g u 83 adını v e r iy o r la r ... Sonra Ç olpan-H an da ö l ü y o r . . . ”

10. B e y g u - H a n “ Ç olpan-H an ölünce yerine B eygu-H an’ı ta h ta çık arıy o rlar. B eygu beceriksiz ve işten anlam az b ir H a n olm uş. B abası gibi etra fın d ak iler de kızm ağa başlam ışlar. O nun ileri gelen ad a m ların d an , D a yu n B a y ın 8!, 80 H an-nâm e'n in b u k ısım ların d a, ilk o larak b ir m üslüm an ism i geçm ektedir. A d, belki de y anlış yazılm ıştır. 81 K a n ış , T ü rk o nom astiğinde p ek ra s tla n a n bir ad değildir. F a k a t g ram er yapısı tü rk çey e çok b en zem ek ted ir. B elki d e, “K a n -" fiil kök ü n d en yapılm ış bir isim dir. 82 ö ld ü rü lm e k üzere verilen b ir çocuğa k ıy am ıy arak , bir yere b ıra k m a k da, T ü rk m itolojisinin önem li m o tiflerin d en b irid ir. 63 Beygu, b ir kuş ad ıd ır. Selçuk h ü k û m d a n T aşrıl ve Çağrı B ey'lorin kardeşlerinin adı d a B eygu idi. 81 B a y ın il ad ı, H an -n âm e’de ilk defa b u ra d a geçer. T ürkçe b ir ad a benzem ek­ ted ir. B elki de “ B a y -ı-'' fiil k ö k ü n d en gelm ektedir. B k. S. 341-2.

IIA N - N Â M E

407

R u y in , R âk, Ilak, Çonak, D am nak, S undak, B a r a k 8S, B ıd a k M, Toğrıl, S ıp a k S7, K onuş 8S, E jdcr-i Arşları gibi beyleri B ey g u -Iian -ı y alnız b ıra ­ k ıp , b aşların ı alıp g id iy o r la r.. . “ O tuz yıl sonra, h alk a r tık B eygu’n u n b u k ö tü idaresinden b ık ı­ y o r vc kendi b aşların ın çaresini a rıy o rla r. B eyler to p la n tısın d a Betan 89 ad lı b ir bey, B eygu’n u n oğlu T aygu'n u n ta h ta çıkarılm asın d an b aşka b ir çare kalm adığını söylüyor. “ B eygu-H an'm T a y g u 90 adlı b ir oğlu olm uştu. B u çocuk on beş y a şm a gelince, b a b a sı ta ra fın d a n H a z e r ve T i b e t ülkesine verilm iş ve ay rıca U y g u rlar da onu b aşların a getirm iş ve ona c a n d an b ağ lan m ışlard ı. İlin ileri gelenleri, T ay g u ’y u H a n y ap m ak için gidip g etiriy o rlar ve B eygu’y a da a r tık y aşlan d ığ ın ı ve H a n lık ta n fe ra ğ a t etm esi gerektiği s ö y lü y o r la r... F a k a t H a n b u öğüdü b ir isyan h a re k e ti o la ra k k ab u l e d iy o r 91 ve b u n u n üzerine hiç kim se d ah a fazla ileriye gitm eğe ccsaret e d e m iy o r.. . 85 T ü r k m e n ’lerin Vajilc şehrini id are etm ek üzere, ta y ın edilen beyin adı Sundak/ Sındak(?yd\T . B arak ise, Saklab-Han*m o ğ lu sayılan î t - b a r a k ’la r olm alıdır. B k. N ot. 76. 88 B ıd a k v ey a Badak ad ın ın m âh iy eti belli değildir. B u ad , H an -n âm e’de ÇingizH a n ’Ia ilgili bölüm de de geçer. F a k a t Ç ingiz-IIan tarih in in gerçek yönleri ile bir ilgisi y o k tu r. 87 H an -n âm e’n in b u bölüm lerinde, a rtık tü rk çe a d la r çoğalm ağa başlam ıştır. Şıbaga/Sıbaga, “ talih v e şan s” d em ek tir. B k. P e llio t, L a horde d'or, s. 44. S ıp a k / S a p a k9m yine tü rk çe b ir a d olm ası d a h a ak la y ak ın görülüyor. A ltay m asallarında A ltm -S a b a k sözü çok geçer (R a d lo f , Proben, I I , s. 173-174). Sabak sözü için b k. V am b e r y , Tschagataische Sprachstudien, s. 292. 88 K o n u ş sözünün de m âh iyeti p e k anlaşılm ıyor. 89 H an-nâm e’de, B cnân ve Benânlı y e r ve il adı çok geçm ektedir. Betân belki de b u n ların y anlış yazılm ış b ir şeklidir. 90 Taiçu vezninde b ir ad olm alıdır. Çingiz h ak im iy etin d en sonra T ü rk lcr arasın a girm iş olm ası çok m u htem eldir. T ürkçede T aigı (T ub.) gibi, b azı isim ve sıfatlara rastlıy o ru z. B k. R ad lo f, Wörterbuch, I I I , s. 768. “ T a y -” fiili de v a rd ır ( K a ş g a r î , te re ., I I I , s. 244). Birgii, “ vergi” gibi fiilden isim y ap a n “ -gü,-gu” eki de m e v c u ttu r ( B a n g , U ng. J a h rb ., V I, s. 118). B ü tü n b u n la ra rağm en bu ad a , eski T ü rk onom astiğinde rastlam ıy o ru z ve b u sebeple de çeşnisinde, M o ğ o l tesiri görüyoruz. 91 B u küçü k k a y ıt, eski O rta a sy a H alk ların d ak i d e v l e t düzeni h akkında bize açık b ir fik ir v erm ek ted ir. H ü k ü m d arın aczine ve halkın h ak lı sebeplerine rağm en, H a n ’ın , “ b u b i r i s y â n h a r e k e t i d i r ,” diye halka iöre’yi h a tırla tm a sı, toplum içinde b ir an d a düzen ve asayişin k u ru lm asın a k â fi geliyordu.

408

T Ü R K M İ T O L O J İS İ

“ Çaresiz, T aygu’y u yine sa lıy o rlar b o zk ırlara ve T ay g u kimsesiz ve y aln ız başına o la ra k b aşlıyor çöllerde gezmeğe. . . T ay g u , doğuya gidiyor ve o rad a 1000 evlik b ir ile rastlıy o r. Meğerse b u ile b ir k ap lan dad anm ış imiş ve hiç kim seye r a h a t verm iyorm uş. Y ine b u k a p la n b ir a t y ak a la y ıp da k an ın ı içm ekle m eşgul iken, T aygu k a p la n ın üzerine atılıy o r v e kılıcı ile k a p la n a v u ru p ikiye b ö lü y o r. . . B u ilin Ş ıh tım -B a y 92 adlı b ir b ey i varm ış. B u bey in de Melike G ül-fâm adlı b ir kızı varm ış. T ayg u b ir gece, b aşına gelenleri T an rıy a a n la tıp , ta h tın ı v e ta c ın ı elde edebilm esi için T a n rıd a n y a rd ım dileyerek y a lv a rırk e n , b u y alv arışları b eyin kızı d u y a r ve h em en gidip b ab a sın a h a b e r v erir. B ey, T ay g u ’n u n H a n so y u n d an geldiğini d uyunca, hem en a y a k la rın a k a p a n ır ve kızını T ayg uy a v e rir ve T ay g u ’y u d a Doğu ülkelerinden b irine p a d işah y ap a r. “ T aygu-H an'ın b u sıra d a b ir oğlu olu r ve ad ın ı Aşbara k o rlar. T ay gu -H an, oğlu Aşbara 93 için to y la r v e rii y a p tırır. B u sırad a B ey -g u -IIan ’ın ad a m la rı gelir ve b u ülkelerden vergi to p la m a k iste r­ l e r . . . T ay g u , vergileri verm ez ve “ vergileri T ay g u -H an ald ı” , de, diye, b a b a sın a ı s m a r l a r ... E n sonunda B cygu-H an, oğluna m ek tu p y a z a r v e gelip kendi y erin e , ta h tın a o tu rm asın ı s ö y le r ... T ay g u -H an da y u rd u n a dönüp ta h ta çık ar ve H a n o l u r . . .

11. T a y g u - I I a n Ö zbeklerin dördüncü defa H a z e r hâkim iyetine girişleri : “ (Ç olpan-H an ta ra fın d a n ö ldürülen H a z e r H a n ’ı) A n d u v id ’in Sü len gey9* ad lı b ir oğlu olm u ştu r. Ç olpan-H an’d a n k o rk a n H a z e r l e r , b u çocuğu alıp g ö tü rü rler ve K a r a n g g u 95 dağa sa k la y a ra k orada bü82 B u ad ın d a m ah iy etin i şim dilik te s p it edem edik. 83 A ş b a r a şehri O rtaasy a ta rih im e önem li y erlerinden biridir. B u ko n u d a ay rıca açıklam ada b u lu n m ağ ı lüzum suz görüyoruz. Y alnız k an aatım ıza göre, Aşbara çok eski b ir T ü rk adı o lm alıdır. A fb a r a 'y ı eski T ü rk U nvanlarından Işbara ve G öktürklerin h ü k ü m d ar lâk ab ı Sha-po-lüeh ile m ukayese etm elidir. 81 Sülengey adı d a Ö zbek’lere Moğol tesiri ile girmiş bir ad olm alıdır. Gerek kö k ve gerekse ek, ta m am ı ile Moğol üslû b u n d ad ır. Bize göre bu ad, Solangay da okunabilir. S o nrad an bozu lu p S ülengey de olm uş olabilir. K rşl. Solangkai, Solangkatai (B. ö g e l , Sıno-Turcica, s. 241). B u ad ın m enşei için b k . P . P e l l i o t , Gengİ3-Khan, s. 276. 85 K a r a n g u - T a g ’a , O zgan-IIan'ın T ib e t G ö k y a y , ay n ı esr., s. 288.

seferinde de

rastlıy o ru z. B k. O. Ş.

H A N - NÂM E

409

y ü tü rlc r. Sülengcy bü y ü y ü n ce, b ab a sın ın in tik am ın ı a lm a k için yola çık a r ve T o hm aş’a doğru y ü r ü r . . . “ A raların d a çetin b ir savaş olur. T ay g u -H an da sav aş m ey d an ın a g irer vc kılıcını sallam ağa başlar. B u sırad a nereden geldiği bilinm eyen b ir ok T ay g u -H an ’ın göğsünden girdiği gibi, om uzundan ç ık a r ve T ayguH a n ölür. H er iki ordu ara sın d a çok çetin b ir savaş olur am a, cn sonunda I l a z e r H a n ’ı Sülengey-IIan galip gelir vc b ü tü n T u r a n ü l k e s i n e p ad işab olur.

12. A ş b a r a - H a n Özbek ilinde karışıklıkların başlaması ve hanedan değişimi : “ T ay g u -H an ’ın oğlu Aşbara b u sıra d a D oğuda h erh a ld e b ü y ü k b a b a sı Ş a h tım -B a y'm illerinde h a n lık y a p m a k ta d ır. B u n u d u y u n ­ ca LaLasınm hem k an ın ı ve hem de ta h tın ı alm ak için y o la k oyuluyor. B ü y ü k b ab a sı ile b e ra b e r gelip T ohm aş şehri y a k ın la rın a konuyor. Sülengey-H an d a b u n u du y u n ca o rdusunu to p la y ıp A şb a ra -H a n ’a k a rşı ç ık ıy o r .. . H e r iki ordu savaşıyor, fa k a t b ir sonuca gidilem iyor. İk i H a n d a b u n u görüncc, b iz za t kendileri savaş m e y d an ın a çıkıp v u ruşm ağa b aşlıy o rlar ve A şb ara-H an , Sülengey’i k ılıcı ile ikiye biçiyor ve b u su retle de ta h tın a sahip oluyor. (Öyle anlaşılıyor k i, Tohm aş'lılar H azer H a n 'ı Sülengey'le anlaş­ m ış ve A şbara'ya karşı gelmişler. Aşbara, soyca O zgan-H an'm neslin­ den geldiği halde, T ohm aşlılarm bu hıyanet yoluna sapm alarını affedem i­ y o r .) T ohm aşlıları k ılıçta n geçirm ek istiyor. F a k a t b ü y ü k b ab ası b u n a m an i oluyor. A şbara küs o la ra k ö zb e k le rin b aşın a geçiyor. E jder ve A r s la n 90 ad ında iki oğlu oluyor. Ç ocuklar bü y ü y ü n ce, b ab a la rın d a n a y rı ay rı ü lkeler istiy o rla r. B a b aları devletin b irliğ in in bozula­ cağını düşünerek o n ların b u isteğine k a rşı çıkıyor ve h e r ik i oğlunu d a b aşk en tin d en dışarı a t ı y o r . . . F a k a t başıboş in sa n la r oğu lların ın e tra ­ fına to plan ıp karışıldık çıkarıyorlar. A şb ara-H an ız d ıra b ın d a n b aşk en t T ohm aş’ı terk ed ip , kendine b ir şehir y a p tırıy o r A şb ara-H an ta ra fın d a n yapılm ış olm ası sebebiyle b u şehre h alâ A ş b a r a 97 ad ın ı v e r ir le r.. 88 Ejder-i A rsla n , T ü rk halklarının sem bolü ve Ö zbek H a n ’la rın ın b ü y ü k vezir v e b ah ad ırı Ulug-Arslan’ın o ğ lunun adıdır. B u rad a, b u a d ikiye bölünerek, AşbaraH a n ’ın iki k ö tü oğlunun ad ları m eydana getirilm iştir. M itolojide b u gibi ad lan d ırm a­ ların b irer m anası v a rd ır. F a k a t b u inceliğin biz de fark ın a v a ra m a d ık . 87 B u şehrin eski d u ru m u için b k . E . C havanncs, Documents sur les T ’ou-kiue Occidenteaux, s. 12-24.

410

T Ü R K M İT O L O JİS İ

II. K I Y A T - I I A N V E S O Y U ( Ç İ N G İ Z - H A N ’ d AN SONRA D Ü Z Ü L E N Y E N İ Ö Z B E K - T Ü R K Ş E C E R E L E R İ )

“ K il-IIa n ’ın oğullarından K im erî adlı b ir H a n v ard ı. K im eri-IIarı, O zgan-IIan’ın en ileri vezirlerinden biri idi. K endisi B e n â n şehrinde otu ru rd u . K im e rî’nin so y ların d an K ıya t-IIa n 93 adlı b ir H a n da v ard ı. O da B enân şehrinde idi. O zgan-IIan’m neslinden gelen diğer b ü y ü k Ö z b e k H a n la rı zam anında b u şehirde saklanm ış ve sesini çık aram a­ m ıştı " . A şbara-IIan’m oğ u lların ın d u ru m u n u h a b e r alın ca, kendisinin de K il-IIa n ’m to ru n la rın d a n geldiğini s ö y le y e r e k ,T u ra n üzerinde hak iddia etm eğe b aşlam ıştı. B ir ordu to p la y a ra k T ohm aş şehri üzerine gelmiş ve A şb ara-H an ’ın oğlu A rsla n ile k a r ş ıla ş m ış tı... “ A rslan ile K ıy a t H a n ara sın d a geçen b ir vuru şm a sonucunda, A rslan ö ld ü rü lü r ve b u n d an sonra K ıy a t-IIa n T ohm aş şehrinde T u r a n padişahı o la ra k ta h ta çıkar. A şb ara-H an ’ın ikinci oğlu Ejder de çıkardığı k arışık lık lard an ve yap tığ ı yolsuzluklardan dolayı pişm an o larak K e r ü K ı r ı m 100 ad lı deniz k en a rın a gelir ve orad a b ir şehir k u ra ra k , yerleşip o tu ru r. B u sebepten dolayı b u şehre h a lâ E j d e r - H a n 101 derler. ‘O tuz y ıl sonra K ıy a t H a n ölüyor ve y erin e oğlu D ürlügin g eçiy o r102 *5 K ı y a t , K ıy a n sözünün çoğuludur. K ıy an bozkırında U ygur’ların o tu rd u k ­ larını H an-nâm e b ir kaç defa söylem işti. K ıya n -H a n ü n v an ı, b u H a n ’ın K ıy a t kabilesi ile ilgisini gösterebilecek b ir sıfa t d a olabilir. R eşideddin, “ g a y e t cesur ve k ah ­ ram an in san lara K ıya t-B a h ad ır ad ı v erilir,” der. B u n u n sebeplerini dc, K ıy a t (K ıyarı) sözlerini açık lark en a n latır (R e ş id e d d in , B erczin n eşr., I, s- 177-179). Öyle anlaşılıyor ki H an-nâm e, K ıya t-H a n ’la y e n i b i r M o ğ o l h a n e d a n ı b aş­ la tm a k istem ek ted ir. F a k a t Şahnâm eci ve Efrâsiyâbcı İm âm ı, b u hanedanı d a Y afes'in oğullarından, B e n â n ’lı K im e ri'yc bağlam ıştır. ,s H an-nâm e'ain, y u k arıd a söyledikleri ile, b u ra d a a n la ttık la rı arasın d a ayrılık vardır. K im eri, d a h a başlan gıçta gönlü ile O zgan-Han'a bağlanm ış ve ona vezirlik etm işti. B aş eğm ek istem eyen ü lk elere, sa v a şta n önce elçi olarak girm iş ve onları k an dökülm eden ta b i k ılarak, O zgan-H an’ın ayağına getirm eğe m uv affak olm uştu. 100 B u rad ak i K irü /K e rü k elim esini ne tü rk ç e ve ne de farsça ile açıklıyam ıyoruz Belki dc eski tü r k ç e ’deki yö n g ö ste ren K erii/K irii sözü ile b ir ilgisi vardı. 101 T arih lerd e yazılı olm ayan, b u eski K ıp ç a k ve A ltın - o r d u inanışlarının b u rad a, söylenmiş o lm ası d a önemli b ir n o k ta d ır. 103 Y u k a rıd a d a söylediğim iz gibi D ürliigin, tek b ir kabile v eya şahıs adı değil; b ir kabile to p lu lu ğ u n u n ad ıd ır. M eselâ K orulas kabilesi D ürlügin, B arulas’lar ise, N iru n g ru b u n d an idiler ( R e ş i d e d d i n , B erezin neşr., I I, s. 149).

H A N - NÂM E

411

Y irm i yıl H anlık y ap a n Dürliigin ölünce, oğlu Korulas 103 ta h ta çıkıyor. K orulas’d an sonra oğlu N oyan, H a n o lu y o r ... K o ru las’d a n s o n ra d a oğlu B u y a n 10*, h ü tü n T u r a n ülkesine p ad işah oluyor.

1. B u y a n - H a n ve U y g u r’lara karşı yaptığı akınlar “ B u ya n -H a n 'm d ö r t n ikâhlı karısı ve K ı r k ta n e de kum ası v a r d ı 105. B u y a n ’ın hiç oğlu y o k tu . K endisi hep oğlan istem işti am a; T a n rı ona hep kız verm işti. B u suretle K ı r k - K ı z ’ı o lm u ş tu 106. B u k ad ın lard an doğan K ı r k - K ı z ’d an , bugün de K ır k -K ız (K ırg ız) denen k av im m eydafla gelm iştir. “ G ünlerden b ir gün B u y a n -IIa n harem ine geliyor ve b a k ıy o r ki k a n la rın d a n birin in k arn ı çok ş iş k in .. . K ad ın a k a rn ın ın niçin b u k a d a r şişkin olduğunu soruyor, 0 da, K a rn m d a b ir oğlan çocuğu olduğu için k a rn ın ın böyle k a b a rık olduğunu s ö y lü y o r .. . B u y a n -H a n d a ona, “ eğer sen b an a b ir oğlan çocuğu doğurursan, seni B a ş - H a t u n (B â n ıı-y ı B ânûvân) y a p a r ım .. . Y ok b ir kız doğurursan, seni de kızını d a ö ldü­ rü rü m ,” diyor.

2. U y g u r h â k i mi y e t i “ . . . B u sırad a karavul 107’la r geliyorlar ve K ı y a n 103 bozkırın103 Az üncc y u k a rıd a da söylediğim iz gibi, K o r u la s ’Iar D ürliigin kab ile g ru b u n u n b ir kolu idiler. 101 B u ya n , tü rk ç e b ir sözdür T ü rkçeye de san sk ritçe P u ya n ’d an girm iş olm ası m uhtem eld ir (T ürkische T u rfan T e x te , I, s. 72). K aşgarlı M alım ud ise b u sözü M u y a n şeklinde y azm ıştır (M etin, I I I , s. 135). Geç o larak M oğolcada d a g ö rü lü r. M eselâ M o ğo llan n Gizli T a rih i’nde y o k tu r. B u , önem li b ir n o k ta d ır. T ü rk çed e isim olarak da gö rü lü r (F. W . K . M üller. P fahlinschriften, s. 8, 7). A yrıca B u y a n çu k şeklinde, k ü çü ltm e ekleri ile y apılm ış, U y gur kişi ad ların ın v arlığını d a b iliyoruz (R ad lo f, Uig. Sprach denkmöler, s. 260). A y n ca B u ya n -T a m ü r ve B u yan-K ara U ygu r kişi ad ları için b k A ynı esr. a. y er. N oyan’la B u ya n , b iraz d a vezin ve k afiy e isteği ile yapılm ış gibi görü lü y o r. F a k a t B u y a n , eski T ü rkçe b ir sözdür. B u sebeple, Îm â m î’n in eski b ir m etn i görm üş olm ası lâzım dır. ıos “ K ırk ” sayısının eski T ü rk lerd ek i önem i h a k k ın d a , a y rı b ir bölüm üm üzde d u rm u ştu k . B k . S. 497 v .d . 106 K ırgız v e “ K ırk -k ız” h ak k ın d ak i efsaneler için b k . S. 498-500. 107 K araw ul, K a ra k o l, yani öncü k ıta la rı d em ek tir. Ç ağ atay lehçesinde K araw ul olm u ştu r. 108 tk i tü r lü K ı v a t kabilesi v a rd ır : B u n lard an birincisi, R eşideddinin’ t a ­ b iri ile K ıya l-ı m utlak’dır ki Ç anşi’ut ve Y iirgin kabiieleri b u g ru b a d ahildir. İkincisi

412

T Ü R K M İT O L O JİS İ

daki U y g u r H a n ’ı B ı/ğ u r-IIa n 109’ın isyan edip kendisine doğru y ü rü d ü ğ ü n ü h ab er v eriyorlar. B uğur-H an, “ A tam t/y g u r-H a n ’ın in tik a ­ m ını alıp v e ayrıca da T olım aş şehrini U lug-H an’ı n 110 so y ların d an ala­ cağım ” , diyorm uş. B unu d u y a n B u y a n -IIa n hem en o rdu su n u to p lu y o r ve K ı y a n bozkırına doğru y ü rü y o r. U y g u r - H a n ile B u y a n -H a n savaşa b a ş lıy o r la r .. . B u savaş, ta m on a ltı yıl devam ed iy o r. U ygur H a n ’ı B u ğ u r-H an , B u y a n -H a n ta ra fın d a n ö ld ü r ü lü y o r ... “ U y g u r H a n ’ı B uğur-H an ö ld ü rü ld ü k ten sonra oğlu B ckiş bü­ y ü y o r ve U yg u rların b aşın a H a n oluyor. B u y a n -H a n b u n u duyu n ca U y g u r l a r üzerine ikinci defa b ir ak ın d a h a y ap ıy o r. A raların d a b ü y ü k b ir savaş oluyor ve B u y a n -H a n , U y g u rların H a n ’ı B ekiş-H an ta ra fın d a n ö ld ü rü lü y o r.. . “ B u y a n -H a n ’ın kızı A lan -K o w a’n m oğlu B uzcncer, M o ğ o l illerine p ad işah oluyor. B ü tü n illere fe rm a n gönderip, hepsinin kendisine baş eğm esini istiy o r. F a k a t K ı y a t 111 b u ferm am dinlem iyor. B u sırad a U y g u rların başında B ekiş-H an varm ış. K ı y a t ’ta k ile r d iy o rla r k i, “ b aşı­ m ızda B u ğ u r-IIa n 'ın so y u n d an gelen b ir H a n v a r, biz size n asıl bo y u n eğeriz!” B u n u n üzerine B uzencer112 ordusunu a la ra k U y g u r H a n ’ı B ekiş-H an 113 üzerine geliyor ve çetin b ir savaş son u nd a B ek iş-H an ’ı ö ld ü rüy or.”

de K ıya t-B o rçıkm ( B or-Ç igin) kab ilesid ir. Çingiz-H an’ın b ab asın ın kabilesi olan bu bo yun , b a b a Y esügey-B ahadır zam an ın d a m eydana gelm iş olm ası çok m uhtem eldir. B k. R e ş id e d d in , B erezin n e ş r., s. 12. Bu kabile a d ı teşek kül ed erk en , Çingiz H a n ’ın b ab asın ın K ıy a n /K ıy a t ad ım seçm iş olm asının da tesiri v a rd ır. H annâm e’de de g ö rüldüğü gibi K ıy a n sözü, O rta a sy a m itolojisinde b ü y ü k b ir yer tu tu y o rd u . 109 B u B u ğ u r-H a n , belki de B u ğ u , B ögü-IIan idi. 763 de M aniheizm ’i almış m eşh u r U y g u r K ağ an ıd ır. S on raki M ani m etinlerinde ve Cuveym ’deki U ygurların m enşe efsanesinde adı geçer (C uveynî, I , s. 40-44, 196). B u kağanın adı u zu n zam an u n u tu lm am ıştır. 110 U ygur-H an'ı, O zgan-Han ö ld ü rm ü ştü . 111 B u d a önem li b ir k a y ıttır. Y ine U ygur K a n ’ı, b u ra d a da K ıy a n 'ın çoğulu olan K ıy a t ad ı ile ad lan d ırılıy or. 112 H an -n ân ıe’dc y anlış o la ra k Buzencer yazılm ış o lan b u kişi, Çingiz’in dan Boduncar'u efsane p arç acık ların ı ( Épisode) da birb irin d en ay ırd etm em iz lazım dır.

Türk yaratdış Efsaneleri ve ikili düşiincc (D u alism ) prensibi : İkili düşünce pirensibi (D ualism ) İ r a n m itolojisinin en b a ş ta gelen özelliğidir. H ü r m ü z , gökte o tu ru r. İyilik T a n rısıd ır v e in sa n la ra iyilik v erir. E h r i m e n ise yerd e k a ra n lık la r h ü k ü m d a rıd ır. İn sa n la ra k ö tü lü k g etiren ve insanları iyi y o ld an ay ıra n hep odur. A m a güç b ak ım ın d an h e r ikisi de b irb irin e eşittir. İn sa n la rı y a r a ta n H ü rm ü z’d ü r. F a k a t E h rim en de k u tsa llık ta onun k a d a r önem lidir. O da y a ra tıc ıd ır. F a k a t o n u n y a ra tık la rı k ö tü v a rlık la r ve şe y tan lard ır. K â in a tın t a b aşlangıcın­ da, h e r ikisi de v a rd ı ve h a lâ v a r o lm ak ta devam etm ek ted irle r. H ü rm ü z olsun, E h rim en olsun, b iri diğerini y a ra tm a m ıştır. B inlerce seneden b eri h arp halindedirler; fa k a t hiç kim se, kim seyi yenem em iştir. G örülüyor ki bu gerçek ikili (D ualist) düşüncede de, ta m b ir k u v v e t­ le r m uvazenesi v a rd ır. B iri diğerinden ne çok g ü çlüd ü r v e ne de daha k u tsa ld ır. F a k a t biz in sa n la r m en faatçıy ızd ır ve h er za m a n k en d i özü­ m üze y a ra rlı (Egocentric) o la ra k düşünürüz. B u sebeple H ü rm ü z, in ­ sa n larca d ah a k u tsa l gibi görünür. F a k a t v arlığ ın te m elin d e b u iki k u v v e t eşit olarak m ey d an a gelm iştir. İ r a n ’da d a zam an za m a n yeni m ezhepler çıkıp, ağırlığı te k T an rıy a doğru k a y d ıra ra k , te k T an rılı dine (M onoteism ) doğru gitm em iş değillerdi. A lta y Y a ra tılış efsaneleri de b u reform h arek etlerin in te sirleri altın d a kalm ış olabilirdi. F a k a t b u gibi h a re k e tle r daim a, eski İ r a n ’ın şöhretli ve b ü y ü k ed e b iy a tı ile k u tsa l k ita p la rın ın ağırlığı k arşısın d a, önem lerini az zam an d a y itirm işlerd i. A l t a y Y aratılış efsanesinde de, k â in a tın b aşlan g ıcın d a, yalnızca ik i v a rlık v a rd ır. B u n lar da T a n rı Ülgen ile K işioğlu (E r lik y d ir . B u d u ru m , diğer O rtaasy a ve Sibirya efsanelerinde de böyledir. B u sebeple A lta y efsanesinin ilk p a rç a sı (Épisode), efsane m o tifleri b ak ım ın d a n O rta a s y a ’n ın yerli in a n ışla rın a uyg u n d u r. D iğer T ü rk efsanelerinden a y rı o lan ta ra fı, f i k i r v e d ü ş ü n c e b ak ım ın d a n d ır. T ü rk efsanesi, düşünce b akım ından, İrano-M aniheist düşünce ile te lif v e a d a p te edil­ m iştir. E rlik b aşlangıçta T a n rın ın yardım cısı olan b ir in sa n ik en , son­ r a d a n Ş ey ta n olm uş ve E h r i m e n ’in yerine geçm iştir. D oğrusunu söylem ek lâzım gelirse, aşağıda o k uy acağ ın ız, A ltay , Y a k u t gibi birbirinden çok u z a k ta b u lu n a n T ü rk lerin y a r a tılış d estan -

422

T Ü R K M İT O L O JİS İ

la n n ın tü m ü n d e , k â in a tın b aşlangıcından Lcri başlıca iki v arlık v a rd ı: T anrı ve Ş eytan. B u düzen, p rensipler b akım ından eski İra n m ito lo ji­ sinin tem el sistem ine benzer. T an rı insanı, yeryüzü y a ra tıld ık ta n sonra y ara tm ıştır. H albuki A lta y Y aratılış efsanesinde insanoğlu, k â in a tın daha başlangıcında bile v a r idi. B u, A lta y efsanesini diğerlerinden ay ıran b ir özelliktir. Bu d urum b ir yanlışlık eseri de olabilir v eya bilm ediğim iz m itolojik b ir tem elden de gelebilir. İk ili düşünce pirensibi, fik ir h a y a tın ın h e r yö n ü n e te sir ederdi: “ l y i l i k - k ö t ü l ü k , ay d ın lık -k aran lık , T an rı-Ş e y tan , y üksekhk-alçaklık acım a-zâlim lik, sab ır-lıid d et, bilgi-cehâlet, sadak at-v efasızlık ” , v.s. gibi k a rş ıt piren sipler, ikili düşünce düzenini m e ydana getirirlerd i. A ltay Y aratılış efsanesini b u görüşle o kuyacak olursak, b u pirensiplerin çoğunu bu lab ilir ve efsaneyi d ah a iyi anlıyabiliriz. B u ikili düşünce sistem i, eski T ü rk M aniheizm ” inde, i k i y ı l d ı z , yani “ ik i kök” sem bolü ile ifade edilm iştir. Bu kök, gerçekte b ir ağaç k ö k ü d ür. B azıları, b u köklerin, “ ö lü m ağacı” ile “ H ayat ağacı'”n ın kökleri olabileceğini söylem işlerdir. B u ağaçlar da yine y ara tıcı H ü r ­ m ü z ile felâket veren E h r i m e n ’in b irer sem bollerinden b aşka b ir şey değil id ile r2. E ski tü rk ç e yazılm ış, M ani dininin U ygurca b ir m etn i bu iki k ök ü şöyle an latıy o r: “ G erçek T an rıy ı ve sa f k a n u n u n u öğrendikten sonra, şim di ik i kök'le ( Y ıltız ) ve üç zam an ka n u n u 'n u (Ü ç ödki-i nom uğ) öğrendik, ö ğ ren d ik k i, ay d ın lık ların kökü, T a n rı’nın yeridir. K a ra n lık la r köküyse, b ir cehennem yerid ir. Y ine öğrendik ki, yerle gök yo k iken b u n la r v a r idi. T an rı ile Ş ey tan ın niçin savaştığını, n u r ile zulm etin birbirine n asıl k a rıştık la rın ı, y e r ile göklerin kim in ta ra fın d a n y ara tıld ığ ım hep öğ­ reniverdik. Y ine A r k o n ’la n n yeri ile göklerinin niçin yok olacağını, aydınlıkla k ara n lığ ın n asıl ayrılacağını, b u n d an sonra da ne olacağını hep öğrendik.” “ Üç zam an k a n u n u ” üzerinde ayrıca duracağız. “ İ k i k ö k ” p i­ rensibi, dualizm den b aşk a birşey değildir. ly i-K ö tii, v.s. gibi. F a k a t T ü rk ler bu iki pirensip için niçin “ K ö k ” terim lerini k u l­ la n m ışlard ı? B unu d a bizce yine en açık olarak Prof. P elliot a ç ık la m ıştır3. H erh ald e b u deyim , “ H a y a t” ve “ ö lü m ” ağaçia» P . P e l l i o t , JA , 1913, I , 9. 1 0 2 -1 0 4 . 8 A. c s r . , a. yer.

Y A R A T IL IŞ D E ST A N L A R I

423

rıu ın köklerinden geliyordu. K â in a t lıiç y o k tan , ilE x nihilo” v a r olm uş değildi. B unun için de yerle gök vc hiç b ir şey y o k iken, b u “ İ k i p i r e n s i p ” v a r idi. N itekim A ltay Y aratılış d estan ın d a, henüz d ah a hiç b ir şey y ok iken, iyiliğin sem bolü T an rı Ü lgen ile k ö tü lü ­ ğün sem bolü olan Ş ey ta n E rlik b ü y ü k deniz üzerinde uçup d u ru y o r­ la rd ı. Eski İra n ve O rtaa sy a inanışlarına bir “ Ü ç ü n c ü V a r l ı k ” d ah a eklenm iştir. B u da “ Gök boşluğu” , “ Ether” idi E ski T ü rk ler b u aydınlık gök boşluğuna “K ö k kalığı” derlerdi. Y ukarıdaki eski tü rk ç e m etinde de görülebileceği üzere, y a ra tıc ı T an rın ın yeri, b u ay d ın lık la r içinde b u lu n a n gök boşluğu idi. A yrıca Ş ey ta n ’m da b ir d ü n y ası v ard ı. F a k a t b u âlem , k a ra n lık la r ve zulm et dünyası idi. B u n u n içinde b u âlem , Cehennem ’in ta kendisi idi. Az sonra y a ra tılış ın üç çağından söz açacağız. Y u k arıd a k i m etin, ay d ın lık la k ara n lığ ın birb irin e nasıl k arıştık ların ı a n latırk e n , “ İkinci ç a ğ ” d an da bahsetm ek istem ek ted ir. Çünkü b u çağda, T a n rı ile Ş eytan b irb irin e girm iş ve sonucu belli olm ayan büy ü k h a rp le r olm uştu. A rk o n ’la rın y e r ve göklerinin yık ılm asın d an söz a ç ark en de, k ıy a m et g ü nü nd en bahsedilm ek istendiği anlaşılm ak tad ır. B u çağ ise, “ Ü ç ü n c ü z a m a n ” d ır. M a n i dininde “A r k o n 'la r , k a ra n lık la r âlem indeki güç sah ib i olan ru h la r id ile r 4. N asıl T an rın ın ay d ın lık lar içinde b ir göğü v a r idiyse, E h rim en ’in de k a ra n lık b ir göğü ve y eri v a rd ı. Bizim d ü n ­ yam ız da, ikinci zam an d ak i k arışm ala r sonucunda, b u k a ra n lık d ü n ­ y a la r içine kısm en olsun girm işti. Ü çüncü zam an son u cu n d a, y an i k ıy a m e t ile, k â in a t ta m olarak aydınlığa kavuşm uş o lacak tı. G örülüyor ki, şim diye k a d a r b ir söz ve gram er k ay n a ğ ı o larak b a k ­ tığım ız bu eski tü rk ç e m etinler, T ü rk düşüncesinin de en değerli hâzine­ leridir.

Yaratılışın çağları ve “ Üç Z a m a n P ir e n s ib i” : E ski İ ra n ’da ve M aniheizm m ezhebinde çok önem li olan b u “ Ü ç Z am an P irensibi” ne, y u k arıd a k i U ygur m etninde de görüleceği üzere “ Üç ödki nom” , y ani “ Üç Z am an K a n u n u ” derlerdi. E sk i T ürk çe k ita p la r b u üç zam ana, genel olarak “ Üç öd” d e rle rd i5. E ski tü rk çe d e “ ö d ” sözü, zam an ve çağ anlam m a gelirdi. Üç zam an terim i, genel o larak iki * A. c s r ., s. 114 -1 1 5 . 6 Uigurica, I I , s. 52.

T Ü R K M İT O L O JİS İ

424

anlam a k u llan ılırd ı: Birincisi, y a ra tılış çağları ile ilgiliydi. Diğeri de genel an lam d a , zam anı ifade etm ek içindi. M ani m ezhebine girm iş olan T ürkler, üç tü r lü ve devreli zam an bilirlerdi: 1) Geçmiş zam an : “ E rim iş 1) Şim diki zam an: “ K ö z ü n ü r 3) Gelecek zam an: “ K elm edük” 6. M ani dini bu pirensipleri B udizm ’le k arıştırm ış ve tü rk çe B u d ist k ita p la rd a da y e r alm ıştır. B u Üç Z am an P iren sib i’n in hem Budizm ve h em de M aniheizm ’de b ulunm asına rağm en, gayeleri ve y o lla rı ay rıd ır. Meselâ B udizm ’de, b u üç zam an pirensibinden çıkan “ ü ç m e v s i m ” düzeni v a r­ d ır: S ıcaklık, y ağ m u r ve soğukluk m evsim leri. B u p iren sip , eski T ü rk a n a ’nesinde vc d esta n la rın d a y o k tu r. “ Ü ç B ö l g e ” pirensibi de, kökü n ü Ü ç Z am an K a n u n u ’n d a n a l ı r 7. B u fik ir de M ani m ezhebinin p ren sip lerin d en d ir. T ü rk B udizm inde de kendisini gösterir. B u üç bölge: Gök, Y eryüzü ve Y eraltıd ır. V e r b i t s k i y ’ in to p lad ığ ı A lta y -T ü rk Y a ra tılış d estan ın d a da b u üç bölgeyi ve b u bölgelerin te şk ilâtlan m asın ı görüyoruz. B u m eseleler çok k a rışık tır. Çin’de B udizm ’de, İ r a n ’d a ve T ü rk lerd e a y rı ay rı şekillerde g ö rü lü rle r8. B u sebeple b u k o n u la rın d a h a derinine inmeyeceğiz. E sas İ r a n m itolojisinde ise, y a ra tılış ve d ü n y a, “ D ö r t ç a ğ ” içine s ık ıştırılm ıştı9. İ ra n ’da, ay d ın lık ve k a ra n lık pirensipleri, b aşlan g ıçtan beri m e v cu ttu . O nları y a r a ta n ve o n ların d ah a ü stü n d e olan b ir T a n rı y o k tu . İ r a n m itolojisi, 12.000 senelik b ir devreyi içine alırd ı. B u, d ö rt devrelik b ir zam andı. B u zam an d ö rt çağa bölününce, h e r çağ 3.000 sene oluyordu. 1. Çağ, b a ş ta n aşağıya k a d a r b ir “ R u h â l e m i ” idi. B ü tü n y a ­ r a tık la r b u çağda b ir ru h hâlinde idiler. N e h are k etle ri ve n e de düşünce­ leri v ard ı. B u sebeple ru h la rın b u h alini ve İ ra n m itolojisini, E f l a t u n ’un “Ideas”l a n ile m ukayese edenler b u lu n m u ştu r. A ynı çağda E h rim en , iyilik T a n rısı H ürm üze k a rşı h a rp ilâ n etm iştir. Ç ünkü H ü rm ü z, ru h halinde b ir çok y a r a tık la r y a ra tm ış ve E hrim en de H ü rm ü z’den, b u y a ra tık la rın hiç olm azsa b ir kısm ını kendisine verm esini istem işti. H ü r­ m üz, E h rim en ’in b u isteğini reddedince de, a ra la rın d a h a rp b aşlam ıştı. Gerçi E h rim en de b ir çok ru h la r y a ra tıy o rd u ; fa k a t nedense b u n la n n hepsi Ş e y ta n la r ve k ö tü ru h la r oluyordu. B u b ak ım d an T ü rk lerin y a r a tı­ lış d estan ları ile İra n m itolojisi ara sın d a b ir benzerlik v a rd ır. F a k a t b u 6 7 8 9

A. e s e r ., a. y er. P e l l i o t , JA , 1911, X, s. 102 v d . P e l l i o t , JA , 1911, s. 4 9 7 - 6 1 7 ; 19 1 3 , s. 99 - 199. L ouis, H . G r a y , E n e . o f R cligion, IV , s. 161,

Y A R A T IL IŞ D E ST A N L A R I

425

benzeyiş ta m değildir. T ü rk m itolojisinde de b aşlan g ıçta , T a n rı Ü lgen’le Ş ey ta n E rlik v ard ı. B u n lar d a b irer ru b olm alıydılar. K az v ey a kuğu lıaline girerek u çm ala rı da ta m am en sem bolik o la ra k söylenm iştir. F a k a t T ü rk m itolojisinde, I ra n da olduğu gibi b e r iki T a n rı arasın d a b ir k u v v e t m uvazenesi ve eşitliği y o k tu r. T a n rı Ü lgen d a b a güçlüdür. E rlik ’in y a p tığ ı bileleri istediği an d a keşfedebilm ektc v e o n u cezalan­ d ırab ilm ek ted ir. Mesela kendisi için de ağzında to p ra k sa k la y a n E rlik ’i, cezaland ırm ak için ölüm ün eşiğine k a d a r götü rü p so nra te k ra r affedeb ilm ek ted ir. Y ani T ü rk m itolojisi, eski T ü rk lerin te k ta n rılı ( Monoteist) din lerinin te siri a ltın d a d ır. T ü rk m itolojisinde de E rlik , T a n rın ın y a r a t­ tığ ı y a ra tık la rd a n istem ek ted ir. F a k a t verip verm em e, T a n rın ın arzu ­ su n a k alm ıştır. E sasen T ü rk Y a ra tılış destan ı da, başlangıçda T a n rı Ü lgen ile Ş ey ta n E rlik ’in dost olduklarını söylem ektedir. I. Çağ, b u iki k u v v etin iyi geçindikleri ve sulb içinde y aşad ık ları çağdır. O rtaasy a M ani m ezhebi ile ilgili, k ısa ; fa k a t çok m eşhur b ir Çince m etin şöyle diyo r: “ B irinci çağda, ne gök ve ne de y e r v a rd ı. Y alnızca, b ir y an d a k a ra n lık ve diğer y a n d a d a aydınlık bulunu y o rd u . A ydınlığın tem eli ve ta b ia tı ak ıl ve iyilik tir. K aran lığ ın ise b u d alalık ve k ö tü lü k tü r. Birinci çağd a b u iki pirensip, iste r h a re k e t halinde, isterse is tira h a t halinde o lsun lar, hiç b ir zam an birbirlerine karşı cephe alm am ışlar ve düşm anlık g ü tm e m işle rd i10” . D ik k a t edilirse, hep örneklerim izi M ani m ezhebinin k ita p la rın d a n alıyoruz. Ç ünkü b u m ezhebin en b ü y ü k p ropogandasını y a p a n ve bu dini inceleyenler hep T ü rk ler olm uşlardır. T ü rk efsanelerini anlam ak için de, b u n la rın derinliğine inm ekten b aşk a b ir çare y o k tu r. “ İ k i n c i Ç a ğ ” , y a ra tılış çağıdır. I ra n m itolojisine göre ay d ın gökle­ rin T an rısı H ü rm ü z, sıra ile şu y a ra tık la rı y a ra tm ıştı: 1) T a n rın ın m ai­ y e ti olan k u tsa l m elekler. I ra n m itolojisi b u n la ra “ A m eşa-S p en ta” adını v e rir. T a n rı Ü lgen’in M ay-Tere, M andı-Şire, Ş a l-Y im e , Y a p ka ra gibi m a iy e ti b u n la rla m ukayese edilebilir. 2) Gök. Y eraltı b u n a d ah il değildir. Y e ra ltı, E h rim en ’in y a ra ttığ ı b ir âlem dir. 3) Su. 4) Y eryüzü. 5) B itkiler v e h ay v a n la r. 6) İn san . M ani m ezhebinde de d u ru m böyledir. R ad lo f’un to p lad ığ ı A lta y y a ra tılış d estan ın d a, Ş ey tan E rlik in san ın ta kendisidir. H alb u k i V erbitskiy’in A lta y y a ra tılış destan ın d a, d ü n y a n ın yaratılışm 10 JA , 1913, I , s. 115.

T Ü R K M İT O L O JİS İ

426

d an insanın y ara tılışı çok sonra an latılm a k tad ır. A yrıca b u ikinci efsane­ n in m otiflerinin birinciye y ak ın olm asına rağm en, henüz Ş ey ta n ile E h ri­ men o rta d a y o k tu r. T ü rk lerin te k ta n rılı düşüncesi, efsaneyi kendine u y ­ d urm u ştu r. A yrıca insanın y ara tılışın a ait T ü rk efsaneleri de bu k ita b a alınm ıştır. İn sa n y a ra tılırk e n , T an rı insanın bekçiliğini b ir köpeğe verm iş; fa k a t köpek T an rıy a h ıy a n e t etm iştir. B undan da anlaşılıyor ki, T ü rk m itolojisinde de h a y v a n la r, in san lard an d ah a önce y a ra tıl­ m ışla rd ı11. “ Ü ç ü n c ü Ç a ğ ,” a r tık H ü rm ü z’le E h rim en ’in m ücadele ve savaş çağıdır. E h rim en , A lta y y a ra tılış efsanesinde olduğu gibi, T an rın ın iyi y a ­ ratık ların ı elde etm eğe çalışır. K ö tü ru h la r etra fa h astalık ve felâket dağı­ tırla r. İlk in san lar, kendi tü rle rin d e ilk y a ra tık olan öküzü öld ü rü rler. Alta y T iirk efsanesinin bu kısm ına, T e v ra t’ta n A d a m ile H a v v a hikâyesi girm iştir. E fsanenin bu kısm ı, H ırıstiy a n la r ta ra fın d a n so k u lm u ştu r diye b ir nazariye ileri sürülem ez. E fsanenin tü m ü hangi k ü ltü r çevresinin tesiri a ltın d a kalm ışsa, b u kısım da aynı yolla girm iştir. B u kısm ın te k menşei de U ygur M aniheizm ’inde aran m alıd ır. A slına b ak arsan ız, Maniheizm ’in p eygam beri M a n i, M anes, T e v ra tı reddetm iş ve doğruluğunu k ab u l etm em işti. O nun k a b u l ettiğ i m ukaddes k ita p , İn cil i d i 12. M ani, kendisini H az re ti İs a ’nın b ir nevi halefi gibi k ab u l ederdi. H ıristiy an lığ ın b ir nevi m ezhebiydi. U y g u rların E strangelo m etinleri de, b u iddiayı destekleyen b ir delildir. A yrıca U y g u rlar arasında H ıristiy an lık da oldukça çok yayılm ıştır.

Türklerin “ Yaratıcı Tanrısı” Ü l g e ı ı : B ilhassa A lta y T ü rk lerin in Y a ra tıc ı T a n rı’sı "’Bay-Ü lgen”in, diğer T ü rk lehçelerinde ad ın ın görülm em esine rağm en, diğer T ü rk lerin de eski ve m ü şterek b ir T a n rı tip in i tem sil ettiğ i söylenebilir. A dının b aşında bu lu n an “ B a y ” , beylik g österen b ir ü n v an d ır. Asıl ad ı ise “ Ülgeri”dir. B uradak i B a y ü n v a n ı da, u zu n zam an A lta y la n egem enlikleri altın d a tu tm u ş olan K alm u k M oğollannın tesirlerini gösteren b ir delildir. R adlof’u n derlediği Y aratılış destan ı, d ah a ziyade UyTgur M anihcizm ’inin tesirleri a ltın d a d ır. V erb itsk iy ve P o ta n in ’inkiler ise, d ah a o rijinal efsanelerdir. B u efsaneleri iyi okuduğum uz zam an, Ü lgcn’in, b ü y ü k 11 B k. S. 465-7. 12 B k. P c l l i o t ,

ay n ı e s r . , a. y er.

Y A R A T IL IŞ D E ST A N L A R I

427

T a n rı’nın ta m kendisi olm adığını açık olarak görürüz. N asıl Sibirya’n ın k uzeyinde o tu ra n Y a k u t’la rın b ir A k-Y aratıcı’sı ve b ir de b u n ların yard ım cıları v ardıysa, Ülgen de yard ım cı ve ikinci derecede b ir y a ra tıc ı o larak görülüyordu. Meselâ ikinci efsanede Ü lgcn, an c ak denizden çıkan A k -A n a ' rnn tavsiyeleri üzerine y eryüzünü y a ra ta b ilm iştir. K endi önüne bir ta ş fırlay a ra k gelmiş ve dü n y ay ı b u ta şla y a ra tm ıştı. Bu ta şı Ü lgen’in önüne fırla ta n kim d i? E ski G öktürklerin te k ta n rılı, m onoteist dinlerini önüm üzde b ir örnek o la ra k tu ttu ğ u m u z ta k d ird e , b ir çok k ü l­ tü rle rd e n te sirler alan b u efsaneleri dalıa iyi an lam a yolu n d a, d ab a em in adım lar atm ış oluruz. Gerçi T ürklerin m enşe efsanelerinin hepsinde, “ T a n r ı - Ş e y t a n ” İkilisi, hem en kendilerini b aşlan g ıçta n beri göste­ rirlerd i. F a k a t b irç o k d efalar söylediğim iz gibi, T ü rk le rin Y aratılış des­ ta n la rın d a k u v v e t m uvazenesi, hep G ö k T a n r ı s ı lehindedir. D ah a doğrusu tesirlere rağm en, m onoteizm e doğru gitm e isteği, v e y a h u t d a eski b ü tü n dış m onoteist düşüncelerden k u rtu la m a m a sıkıntısı, kendisini açık olarak gösterir. T an rı Ü lgen, H ürm üz gibi h e r b akım dan ta m ve m ükem m el, “ P a r excellence" b ir v a rlık idi. O lgunlaşm ış ve iyilikte k em alâ ta ermiş böyle T a n rı veya evliyalar için eski T ü rk ler, “ Tühel T engri" derlerdi. “B ilg i" y an i eski tü rk çe d e bilig, bu olgunluğun, “ T ükcllig” in tem el ta şı idi. B u sebeple eski farsçada “ H ü rm ü z ” ün adının anlam ı d a “ Bilgi, bilgili” sözlerinden g e lm iştir13. T a n rı U lgen de her şeyi bilen, “ Omniscient” b ir v a rlık tır. E rlik , kendi d ünyasını y a ra tm a k için ağzında b ir p arça to p ra k sa k lam ıştır ve U lgen b u n u derh al fa rk e tm işlir. A yrıca T a n rı Ü lgen’in k o nuşm aların ın hepsinde derin b ir fik ir ve felsefe v a rd ır. T an rı Ü lgen, T ü rk M anilıeizm ’inde olduğu gibi, in san ların idaresi için gerekli olan “ Y ü c e K a n u n u ” da kendisi y ara tm ıştır. İn sa n la rın ta k ip etm esi gereken a d a le t k an u n ların ı, fazilet yollarını, söylenecek iyi sözleri, iyi işleri, iyi düşünceleri, y alancı ve aldatıcı k ö tü ru h la rd a n kaçınm ağı, hep o y apm ış ve g ö ste rm iştir14. T an rı Ü lgen’in b u görevlerini de, Y aratılış d estan ’ında yap tığ ı kon u şm alard an anlıyoruz. A ltay Y aratılış D estan la rın d a T am ın ın d evletind en ve onun te şk i­ lâ tla n m a sın d a n da bahsedilm iştir. F a k a t insanlar ta ra fın d a n idare edilen y ery ü z ü devletlerine ve im p a rato rlu k la rın a inilm em iştir. M ay-Tere, M andı-Şire, Ş a l-Y im e gibi an cak k u tsa l ru h lara, in san lığ ın idaresi için 13 A. J . C a r n o y , E ne. o f R clig., IX , s. 5 6 6 - 570. 14 A ynı e s r . , a. y er. , s. 567.

428

T Ü R K M İT O L O JİS İ

v azifeler verilm iştir. T a n rı bu görevleri, k u t verdiği b ir in san oğluna değil; yine kendi m eleklerine v erm iştir. G ö k tü rk çağında, T a n rı ile Y eryüzü h ü k ü m d a rı olan T ü rk H a k a n ’ı arasın d a b ir b ağ b u lu n m u ştu . İ ra n ’da d a İm p a ra to r D a ry ü s’le H ü rm ü z ara sın d a b u b ağ ın k u ru ld u ğ u ­ nu görüyoruz. B u y a ra tılış d e sta n la rı, etnoğrafik derlem eler sonucunda elde edilm iştir. A lta y d ağ ların ın ıssız vadileri arasın a sıkışm ış olan b u T ü rk h alk ları, O rtaa sy a T iirklcri ile benzer ve aynı k ö k te n din in an çların a sahip olsalar d a, b ir devlet k u rm a ve idare etm e m efhu m u on ların zihin­ lerinde y e r etm em işti. A yrıca çok k u v v etli b ir d ev let idaresini k a b u l etm ey en M anihcizm ’dc b u d ev let fikri yoksunluğunu m e y d an a g etirebiliyordu. İ r a n vc M ani m ezhebindeki m itoloji, y e r y ü zü n ü n de b izzat T a u n ta ra fın d a n id a re edildiğine in an ıy o rd u . O nlara göre d ü n y a, “ Y e d ib ö l g c ” ye b ö lü n m ü ştü r vc “ Y e d i n a z ı r ” ta ra fın d a n id are edilir. D ü n y an ın yedi iklim e ayrılm ası ve b u k o n u ile ilgili in an çlar, T ü rk le r de U ygurla rd a n çok evvel, G öktürk çağında bile görülm eğe b aşlan m ıştır. İstem i K ağ a n ’m B izans im p a ra to ru n a y azdığı m e k tu p ta , G ö k tü rk K ağ an ın ın Y edi iklim in h ü k ü m d a rı olduğu söylenm ektedir. B u inanış, T ü rk lere belki de G ö k tü rk lerd en çok önce girm iş ve y ay ılm ıştı. N itek im G üney R u sy a’d a o tu ra n B a tı T ü rk leri ile M acarlar ve F in-U gor k av im leri de ay n ı in an ca sahip idiler. B u k o n u y u T ürklerde “ M ik r o - k o s m o s ” ile ilgili bolüm üzde inceleyeceğiz. H i n d i s t a n ’da V eda m itolojisinde de T an rı “ A su ra ” , T ü rk y ara tılış d estan ın d a olduğu gibi b ir m a iy e t ve kabineye sa h ip ti. B u b ak ım d an V eda m itolojisi ile İ r a n T a n rıla r p an teo n u ara sın d a b ü y ü k y ak ın lık görenler v a r d ır 15. B u m eseleler üzerinde d ah a fazla d u rac ak değiliz. İ r a n vc M ani m itolojisi, ta b ia t k u v v etlerin i sem bolleştirm iş v e r e a l i s t k alm ıştı. H in t ve V eda m itolojisi ise h er yönü ile m i s t i k düşünce ile ö rü lm üştü. T ü rk Y a ra tılış d estan ın d a T a n rı hem m on o teist, te k T a n rı o la ra k kalm ış ve h em de realizm den u za k laşılm ıştır. A yrıca İslâm iy et ve H ıristiy a n lık ta olduğu gibi T an rı sevgisi geniş o la ra k ifade edilm iştir.

Türklerin Kötülük Tanrısı ve Şeytanı “ E r l i k ” : “ E rlik ” , T ü rk d e sta n la rın d a Ş e y t a n ’ın kendisidir. B irinci des­ ta n d a E rlik ’in b ir i n s a n olduğu söyleniyor. B u, y a b ir y an lışlık 15 A ynı csr., a. y er.

Y A R A T IL IŞ D E S T A N L A R I

429

v e y a h u t da b aşk a b ir d estan la k a rıştırılm ış b ir p a rç a olm alıd ır. Çünkü ay n ı d e sta n d a , so nradan in san ın ilk ceddi o lan  d e m ile H a v v a hikâyesi a n la tılm a k ta d ır. E rlik de T ü rk lerc, M aniheizm m ezhebi v ey a d ah a önce Soğdça ko n u şan O rta a sy a lıla r ta ra fın d a n getirilm iş olan İ ra n m itolojisi­ n in “ E h r i m e n ” inden b aşk a b ir şey olm asa gerekdi. T ü rk d estam n d a da E rlik , b aşlan g ıçtan b eri G ök T an rısı IJlgen ile b era b erd i ve ebediyete k a d a r b e ra b e r (Co-Eternal) k alac ak la rd ı. T a n rı, E rlik ’i y erin dibine süreceğini v e orad a hapsedeceğini söyler. F a k a t o n u öldüreceğinden v ey a h a y a tın a son vereceğinden hiç söz açm az. B u, T a n rın ın elinde d e­ ğildir. E rlik de E h rim en gibi daim a k ö tü lü k getiren k u ts a l b ir sem bol­ d ü r. T ü rk y a ra tılış d e sta n la rın d a T an rıla ra çoğu zam an b ir in sa n şekli ve şah siy eti v erilm iştir. E rlik lıer zam an k en d i istek ve y a ra tılış ı gereğince, k ö tü şeyleri seçer ve k ö tü işleri y apm ağı te rc ih eder. İy i şe y lerin tem eline ve köküne m u h a liftir ve kendiliğinden o n la ra k a rşı çık ar. Bilgisizdir, y ıkıcıd ır, k arıştırıcıd ır. D üzen ile sulh ve sü k û n istem ez. Sonsuz k a ra n ­ lık la rın b a ğ rın d a n k o p ar gelir v e K u z e y d e k i k a ra n lık ü lk eler onun y u rd u d u r. T a n rı onu affeder v e iyi y aşam a sı için göklerde on a y e r v erir; f a k a t o k ö rd ü r, geleceği düşünm eden hem en k ö tü lü k y ap m ağ a b aşlar. D ah a doğrusu k endi kendisine hâkim olam az, ira d e si y o k tu r v e iradesiz­ liğin tim salid ir. B aşı b o ştu r, ak im a ne gelirse onu y a p a r. Ö rse v u ru r, dom uz çık ar, deve çık ar, şe y ta n çıkar. B irb iri ile ilgisi o lm ay an v e m an tık sız b ir y a ra tış sistem i v a rd ır, iy ilik le hiç b ir ilgisi y o k tu r ve b a ş ta n aşağıya k ö tü lü k tü r. K endisinin b ir ü n v a n ı da v a rd ır. Ş ey tan ların h ü k ü m d a rı ve y ara tıcısı odur. Y a ra ttığ ı şeyler ve k en d i m aiy eti de b a ş ta n başa savaş ve ta a r ru z için hazırlanm ış ( A ntagonist) y a r a tık ­ la rd ır. H a ristir. T a n rı Ü lgen’in halkını elde etm ek iste r v e eğer b u n u yap am azsa, hiç olm azsa o n la rı T a n rıy a k a rşı k ışk ırtır. A dem ile H a v v a ’y ı k an d ırm ak la , b u y önde b a ş a rı da k az an m ıştır. Çok k u v v etlid ir. T an rın ın m eleği M andı-Şire’yi, p ü sk ü rd ü ğ ü ateşle y ak m ış ve k a ç ırm ıştır. Y u k a rı­ d a n b eri söylediklerim iz ay n ı zam anda I r a n m itolojisindeki E h rim en ’in de ö zellik lerid ir16. F a k a t E hrim en , T a n rın ın b ir y a ra tığ ı o lan G ayom ars’ı öld ü rm ü ştü r. T ü rk m itolojisinde b u görülm üyor. A yrıca T ü rk m itolojisi T a n rıy a istediği an , E h rim en ’i m ağlup edecek ve y a ra tık la rın ı y o k ede­ cek b ir k u v v e t verm iş ve b u yolla m onoteizm e doğru b ir ad ım atm ıştır. D cstan ’da Ş ey ta n a, sık sık “Körmüş” de denm ektedir. A lta y T ü rk lehçe­ lerin de, “ K örüm es” şeklinde de görülen b u söz, belki de tü rk ç e b ir k ö k ­ 18 A. \V. W illiam s,

J a c k s o n , E ne. o f R e lig ., I , s. 237.

430

T Ü R K M İT O L O JİS İ

te n g e lm iştirl7. Ş ey tan ın körlü ğ ü n ü ve görm ezliğini ifade etm ek için. Soğdça yolu ile O rta a sy a ’y a gelip de türkçede en çok y ay ılan v e Ş ey tan anlam ına gelen söz “ Y e k ”dir, M ani m ezhebinde de Ş ey tan için en çok k u llan ılan söz b u d u r. B u söz, T ü rk lerin islâm iyete girişinden so n ra da d ev am etm iştir. B u k o n u d a b ir iki m isal verm eği fay d alı buluyoruz. K aşg arlı M ahm ud, “ye k, yeg” diye adladığı şe y ta n h ak k ın d a, şöyle iki atasö zü ve h ik m e t v eriy o r 18 : “ V ardı san a da Ş ey ta n t u t t u b ir p arçacık bal, “ A rtık ipekliler giy, ak lı y u fk a , deli k a l!” Y ine ay n ı eserden b aşk a b ir a ta s ö z ü 19: “ T anıdığın olursa, daha iy id ir Ş eytan, “ T anıyıp bilm ediğin y ab a n cı b ir insandan!. K u tad ku -B ilig’de fikirler, b iraz d ah a İslâm î kılığa g irm iştir20: “ B u d ü nya hep Ş ey ta n ın b ir tu z ağ ı gibidir. “ B u tu z ağ a tu tu la n seni yeyip b itirir.” K u tad k u -b ilig ’de h a z a n Ş ey ta n y erine “Dev” sözü de kullanılm ış­ tır . İra n m itolojisinde, Ş ey ta n E h rim en ’in y a ra ttığ ı k ö tü y a ra tık la rın la rm tü m ü n e d ev derlerdi. B u n lara eski farsçada ise “ D aevas” denirdi. I.

YAKUT

TÜRKLERİ

VE

YARATILIŞ

1909 senesinde Y a k u t T ürklerinin dini hak k ın d a önem li bir incelem e yapan T ro ş ç a n s k i y , kendisine bizim de bu rad a destek olabileceğimiz bazı fikirler ileri sürdü. Ona göre Y akut T ürkleri d ü n y an ın yaratılışı He pek ilgilenm iyorlardı. Çünkü onlar, dünyanın başlan g ıçtan beri zaten v ar olduğuna inanıyorlardı. V ar olan bir şeyin de, yeniden y a ra ­ tılm ası gereksiz birşey olacaktı: (s. 2 2 ). B u önem li fik ir üzerinde nedense fazla d u ru lm a­ dı. Y alnızca, çoğunun k ö k ü dışardan gelen yaratılış efsaneleri, yazılıp tek rarlan ad u rd u . Sık sık söylediğim iz gibi, T ü rk kavim lerinc zam an la birçok yeni din ve k ü ltü r tesir­ leri girm iş ve b u n ların sonu cun da da T ü rk dininde, b ir çok a y k ın fik irler m eydana çıkm ıştı. T abü o larak ilim ad am ların a düşen iş, bunları ayıklam ak ve T ürklere a it olan özellikleri o rtay a çık arm ak tır. B ü tü n b u n lara rağm en Y ak u t T ürklerinde, ilk ve büyük b ir yaratıcın ın v ar olduğu da şüphesizdir. Y akutlar, bu büyük yaratıcıya Ü r ü n g - A y ı g T o y o n derlerdi. E ski T ürkçede “ Ürüng” beyaz dem ektir. “ A y ıg ” y a ra ta n , “Tüyon” ise T anrı, efendi dem ektir. Y ak u tça’da ve eski T ürklerde “ Toyon” , rahip veya şam an a n ­ 17 R a d l o f , W b . , I I . s 1258. 18 K a ş g a r î , t e r e . , I I I , s. 1 5 6 . 19 A y n ı e s r . , I I I , s. 160. 20 R a d lo f y a y ın ı, I I , s. 136, 15.

Y A R A T IL IŞ D E ST A N L A R I

431

lam ın a gelirdi. E ski T ü rk ler, T anrı sözünü k u llan arak , dalıa büyük ve d aha güçlü bir y aratıcı m eydana getirm işlerdi. Y akut dili sözlüğünü P e k a r s k i y yazm ıştır. Bu çok büy ü k sözlük, g erçek ten T ü rk k ü ltü rü n ü n değer biçilm ez bir hâzinesidir. Y akutlarda, G öktürklerdc olduğu gibi tek bir yaratıcı y o k tu r. “A y ığ ” sözü, y aratı­ cılık ve iyilikle ilgili şeyleri tem sil eden iyi ru h ların ve m eleklerin u m u m î adıdır. Onlar istedikleri zam an , in sa n la ra şu veya bu iyilikleri yapabilirler. İstem ezlerse, yapm azlardı. B u da in san lar için b ir k ö tü lü k sayılırdı. G ünlük h ayatın h e r no k tasın d a bunların tesirleri görülebilir. B ü tü n in sa n la r gibi, Y ak u tlar da m en faatçıdırlar ve an cak kendilerine iyilik y ap an ru h lara b u adı verirler. H a tta yaratıcılık özelükleri olm adığı halde, sırf insanlara iyilik ettikleri için , b u adı alan ru h la r da vardır. B unlardan iyilik dilenm ek için Y akutlar, o nlara ateş vasıtasıyla v eyahut da eski T ü rk âdetlerine uyg u n o larak ku rb an ı kansız o larak sunarlardı. 44B e y a z - y a r a t ı c ı ” ise, diğer y aratıcı ru h la rın en üstünde olam dır. O, büyük bir v a r­ lık ve iyi bir ru h tu r. K âin atı o y aratm ıştır. D ünyayı idare eden de odur. in sa n la ra y aratıcıgücü ile çocukları o verir. Yerin ve toprağın verim li olm asını da o sağlar. H ayvanların çoğalm ası Ye b olluk d a o n un desteği ile olur. Yeri, havayı ve in sa n la rı o yaratm ıştır. İn san a can ( K u t) veren de odur. F a k a t bu büyük yaratıcı, diğer k ü çü k ler gibi insanların özel işlerine k arışm az. O nların zengin olm ası için özel bir etkide bulunm az. Şahsi dilek­ lerini de dinlem ez. A n cak in san lara yardım ederek, onları çaresiz bir ölüm den k u rta ra ­ bilir. Bu yardım ını da h er zam an yapmaz* A ncak bu lu tfu n u , büyük efsane k a h ra m a n la n için gösterir. B u sebeple Y aku tlar, b u büyük yaratıcıyı diğerlerinden ayırırlar ve ona 44C a n lı k u r b a n ” verirlerdi. “ Canlı K u rb an ” , hayvanları başıboş b ırak m ak tır. K urban o larak başıboş b ırak ılan h ay v an lard an a rtık istifade edilm ezdi. O nların ne eti yenir, ne sü tü içilir ve n e de y ü k h ayvanı o larak kullanılırdı. E ski zam an lard a Y akutlar a t s ü rü ­ lerini canlı o larak d o ğ u bölgelerine sürerlerdi ( P eka rskiy, S ö zlü k I , s. 47 ) B üyük y a ­ ratıcıya k u rb an olsun diye. U n utm ayalım ki doğudan güneş doğuyordu. B üyük y aratıcı­ n ın da doğu ile ilgisi vardı. E skilere gittikçe, T ürklcrde din düşüncesi berraklaşıyor ve aydınlanıyordu. Şiir dolu b ir din ve düşünce hay atı doğuyordu. “ Toyon” sözü, rah ip , şam an, efendi anlam ına k u llan ılan b ir deyim di. A m a eski Y akutlar, b u b ü yük y aratıcı için, “A y ığ T a n ğ a ra ” yani “ Y aratıcı gök” terim ini de k u l­ lanırlardı. E skiden G öktürkler gibi B ü y ü k T anrı, her şeye h â k im ve kadirken, dış tesir­ lerle bu an lam ı kayboluyor, yerine h afif, anlam sız terim ler giriyordu.

H. A L T A Y

TÜRK

KOZMOGONİSİ

K ozm ogoni (Cosmogony), b ü tü n d ü n y a ve âlem in (U niverse) m eyd ana gelişi h akkındaki nazariye ve görüşlerdir. B u görüşlerin h e p ­ sinin de ay nı m illete ait olm ası, m itoloji a ra ştırm a la rın ın b ir şartıd ır. Y üksek derecede kozm ogonilere sahip olan m illetlerin, düşünce b ak ım ın ­ d an da b ü y ü k gelişmeleri olm uştur. B u sebeple kozm ogonileri yük sek vey a ip tid aî diye iki bölüm e ay ırm ak lazım dır. T ü rk lerd e de seviye bak ım ın d an çeşitli kozm ogoniler v ard ır. Dış tesirleri ayıkladığım ız ta k ­ dirde b ü tü n T ü rk kozm ogonileri arasm da birleşik ve y ak ın bazı görüşler

432

T Ü R K M İT O L O JİS İ

olduğu Lir gerçektir. A ncak h u d estan lar, tü rlü y erle r ve şa rtla rd a söy­ lenm işlerdir. B ü y ü k dev letler k u ra n ve yüksek b ir to p lu m b a y a tı y a şa ­ y a n T ü rklerle ilgileri azalm ış, dağ b aşların d a y aşay a n T ü rk lerin söyle­ yişleri b aşk a; Sibirya tu n d ra la rm d a sıkışm ış bezgin vc görüşleri daralm ış T ü rklerin ki ise b aşka idi. B un u n la b e ra b e r b u n la rın hepsinde de, ana çizgiler b ak ım ın d a n birleşik olan n o k ta la r v ard ı. K on u ay n ı idi fa k a t, k o n u n u n işlendiği sahne a y rı idi. O ğ u z d estan ı da T ü rk kozm ogonisinin b ir p arçasıd ır. F a k a t b u d estan , b ü y ü k cihan devletleri k u rm u ş olan T ü rk lerin eski an ılarıd ır. G üney S ibirya’daki T ü rk lerin d estan ları ise, tıp k ı k ü çü k b ir ailenin h a y a tı ve hayalleri gibidirler. Oğuz d estan ın d ak i konu vc m o tifleri, b u n la rd a da bulm ak m ü m k ü n d ü r. F a k a t Sibirya’dakiler, sanki b ire r aile k a h ra m a n ı gibidirler. Y eryüzünde b ir şey y a p a m a ­ d ık ları için, onların savaş ve m a ce ra ları da hep göklerdedir. Belki O ğ u z K a ğ a n d a çok önceleri göklerde y a şa y a n b ir k a h ra m a n idi. E fsanenin o rta y a kon uş ve an latılışın d an , b u n u anlam ıyor da değiliz. F a k a t g er­ çeklerle b aşb aşa k alan vc gerçek güçlerini y en en T ü rk m illeti, O ğuz-H an’m k aderim de yenm iş vc önce y eryüzüne indirm işti. İşte ileri ve yüksek koz mogoni b u idi. B u, to p lu m a yol gösteren ve to p lu m u güden b ir m itolojidir. A l t a y Y aratılış d e sta n la rın a M ani dininden tu ta lım , t a B udizm , L am aizm ve h a tta H ıristiy a n lık gibi tü rlü dinlerin, tü rlü tesirleri girm iştir. “ T ü rk m itolojisi” ad ım ta ş ıy a n b u k ita p d a , b u d estan lar tü m ü ile an latılm ıştır. F a k a t esas gayeden hiç b ir zam an d a uzaklaşılm am ıştır. B ü tü n dış te sirleri a y ık la d ık ta n sonra elim izde T ü rk ler için neler kalıy o rd u ? iş te b u k ita b ın ele aldığı te k konu ve am aç, yalnızca bu idi. T ü rlü yerlerde söylenm iş T ü rk efsanelerinde, esas olan b ir çekir­ deği ve te k tem eli b u lm a k , b u k ita b ın ele aldığı ve g ü ttü ğ ü te k gaye olm uştur. Y aratılış d e sta n la rın ı başlıca iki gruba bö lerek inceledik : 1 — D ü n y a n ı n y a ra tılışı. 2 —- İ n s a n ı n y ara tılışı.

1. V E R B İ T S K l Y ’ İ N

DERLEDİĞİ

A L TA Y Y A R A T IL IŞ D E S T A N I “ D ü n y a b ir deniz idi, ne gök v a rd ı, ne b ir yer, “ Uçsuz, bucaksız, sonsuz, su la r içreydi h er yer! “ T an rı Ü lgen uçuyor, y o k tu b ir y e r konacak, “ U çuyor, arıy o rd u , k a tı b ir y er, b ir bucak.

Y A R A T IL IŞ D E ST A N L A R I

433

“ K u tsa l Lir ilham ile, nasılsa gönlü doldu, “ K a y ıp ta n gelen h u ün, ona b ir çare buldu. “ G öklerden gelen b ir ses, Ü lgen’e b u y ru k verd i : “ — T u t önündeki şeyi, hem en y a k a la !” D edi. “ Ülgen bu em re u y d u , u z a ttı ellerini, “ İçinden te k ra rla d ı, S em ânın sözlerini. “ D enizden çıkan b ir ta ş, fırladı çık tı yüze, “ H em ence ta şı tu tt u , bindi ta şın üstüne! “ A rtık Ü lgen m em nundu, ra h a tı bulm uş idi, “ Ü zerinde d u rac ak b ir yeri olm uş idi. “ G öklerin em ri ile, bulunca Ü lgen d u rak , “ A rtık v a k it gelm işti, gökleri y a ra ta c a k ! “ Ü lgen hep d ü şü n m ü ştü , ta göklere b a k a r a k : “ — B ir d ü n y a istiyorum , b ir soyla y a ra ta y ım ! “ B u d ünya nasıl olsun, ne boyla y a ra ta y ım ! “ B u n u n çaresi nedir, ne yolla y a ra ta y ım !” “ B ir A k-A na (A k-Ene) v a r idi, y aşard ı su içinde, “ Ü lgen’e şöyle dedi, göründü su y üzünde : “ — Y a ra tm a k istiyorsan, sen de b ir şeyler Ü lgen, “ Y a ra tıc ı o la ra k , şu k u tsa l sözü öğren! “ D e ki hep, “ Y ap tım oldu!” B aşka b ir şey söylem e ! “ H ele y a r a tır iken, “ Y ap tım olm adı!” Deme! “ A k-A na b u n u dedi, sonra kayboluverdi, “ D enize dalıp g itti, bilinm ez noluverdi. “ Ü lgen’in k u lağ ın d an bu b u y ru k hiç çıkm adı, “ İn san a b u öğüdü iletm ekten bık m ad ı : “ — D inleyin , ey insanlar! “ V ar’ı y ok dem eyiniz ! “ V arlığa y ok deyip de, yok olup gitm eyiniz!” “ Ü lgen yere b a k a r a k : — Y aratılsın y e r!” D em iş. “ B u istek üzerine, denizden y e r türem iş. “ Ü lgen göğe b a k a ra k : “ — y a ra tılsın G ök!” Dem iş. “ B u b u y ru k üzerine, ü stü n ü gök bezem iş! “ T an rı Ü lgen durm am ış, ayrıca verm iş salık, “ B u d ü n y an ın y an ın a, yaratılm ış üç balık. “ B u b ü y ü k balık ların , üstüne d ü n y a konm uş, “ B alık lar çok büyükm üş, dü n y ay a destek olmuş. T ü rk M ilolojiti. 28

131

T Ü R K M İT O L O JİS İ

“ D ünyanın y an ların a, iki do balık konm uş, “ D ünya gezer olm am ış, b ir yerde kalıp donm uş. “ Bir başka balık ise, yere gerilmiş imiş, “ K a p k a ra n lık kuzeye, başı çevrilm iş imiş. “ O rtad a k i balığın başı ta m kuzeydeym iş, “ Tufan lıem cn başlarm ış, yönü az değişseym iş. “ O nun başı h er zam an, ta m yönle durm alıym ış, “ Bu y ö n hiç değişm eden, kuzeyde olm alıym ış. “ O nun başı az düşse, tu fa n la r başlar imiş, “ T ufanla ta ş a n su la r, d ü n y ay ı k a p la r imiş. “ Başı zincirler ile, b u yüzden bağlanm ıştı, “ B aşın oynam am ası, b u yolla sağlanm ıştı. “ Z incirler bağlanm ışm ış, o rta d a k i direğe, “ B alık nolu r, ne olm az, kım ıldam asın diye! “ T a m ı balık işini, verdi M andı-Şire’yc “ M andı-Şire d ü ze ltti, başı dönse nereye. “ G ünlerden b ir gün yine, y e r suya göm ülm üştü, “ Çünkü balığın başı aşağıya düşm üştü. “ D ünya y ara tılın c a, T a n rı ra h a tı seçti, “ O tu rm ak için yine, A ltm -D ağ ’ına geçti. “ Çok b ü y ü k b ir dağ idi, A ltın-D ağ dedikleri, “ A yla Güneşe değer, gökteydi delikleri. “ B ulunurdu A ltın-D ağ, gökle yer arasın d a, “ Ü lgen de o tu ru rd u , b u dağ ın ta başında! “ D ağın etekleriyse, d ü n y ay a değmez idi, “ B ir adam boyu k a d a r, d u ru r da düşm ez idi. “ D ünya y ara tılışı, a llı günde olm uştu, “ Y edinci günde ise, B ay-Ü lgen u y um uştu . “ B ir gün y a ttık ta n sonra, B ay Ü lgen k a lk tı yine, “ E tra fın a b ak ın d ı, neler y a ra ttım diye. “ Bizim kinden b aşk ay d ı, kendine eş dünyası, “ O nun eğildi y alnız, A y ve Güneş dünyası, “ D okuz ayrı d ü n y a da, fazla y ara tılm ıştı, “ B irer cehennem ile, b ir de y er katılm ıştı. “ D ü n v aların büyü ğ ü , H an -K urbustan-T engere, “ Bu d ü n y a la r içinde, y o k o d ü n y ad a n üzre! “ Ü lgen bu d ü n y asın a, v erd i yardım cı b ir H an, “ Bu H an ’ın adı idi, M angızm -M atnıas-B urkan.

Y A R A T IL IŞ D E ST A N L A R I

“ T an rıla r b arınağı, H an -K urbustan-T engcre, “ Cchennem i’nin adı, M angız-Toçiri-Tam u, “ A ltın-T clegey ise, onun yerin ise nam ı “ Cehennemi yap ark en , T an rı hiç boş durm am ış, “ M atınan-K ara adıyla, b ir de m ü h ü r atam ış. “ D oksan dokuz d ü n y an ın , o rta n c a la r ortası, “ Adı E zre-K u rb u stan , Tengere, Gök dünyası. “ Bu d ünya m ü d ü rü n ü n kendisi de idi H an, “ B elgein-K eratlu, T ürün-M usıkay B urkan. “ K u rulduğu y er ise, A ltın-Ş arka adlı yer, “ Cehennemine herkes, T ü p k en -K ara-T am u der. “ Biri bu Celıenncın’i, idare eder b aştan , “ Bu da k u tsal ru h lard an , bir M atm an-K arakçı H an , “ D ünyam ıza gelince, d ü n y alar düzeninde, “ E n k üçük olanıdır, insan y aşar içinde. “ İn sa n ’ın D ünyasına derler K ara-T engere, “ İd a re eder onu, k u tsa l b ü y ü k M ay-Tere. “ D ünya cehennem ine, to p ta n K ara-T cş derler, “ K ercy-H an adlı biri, onu idare eder. “ Sanm a ki bizim d ü n y a, d ü n y alar içre te k tir, “ O tuz üç k atlı gökle, d ü nya çok çok yüksek tir. yt

r?

“ Y ine günlerden b ir gün, T an rı U lgen denize, “ B a k arak duru y o rd u , şaşırdı birden bire, “ B ir to p ra k parçacığı, sularda yüzüyordu, “ T oprağın üzerinde, birde kil d uruyordu. “ T o prak üstündeki şey, dedi, ned ir acaba, “ İn san oğlu bu olsun, insana olsun baba, “ G örünm eğe başlad ı, insan gibi b ir şekil, “ B irden insan olm uştu, to p rak üstündeki kil. “ İn san d a to p lan m ıştı, her çeşitten yeterlik, “ Bu ilk insanın ise, adı olm uştu E rlik. “ İn sa n y a ra ta n T an rı, o rta la rd a n kayboldu, “ E rlik de yola çık tı, arayıp onu buldu. “ T a n rı’nın gönlü tem iz, yücelerden yüceydi, “ — B ir küçük kardeşim ol! D iye, E rlik ’e dedi. “ E rlik T an rı Ü lgen’in kardeşi olmuş idi, “ F a k a t nedense k alb i, hırs ile dolm uş idi.

436

T Ü R K M İT O L O JİS İ

“ E rlik y a ra tılın c a , gezip, to z u p , eğlendi, “ A ra d an günler geçti, b irden d u ru p söylendi : “ — Ben niçin olm ayayım , T a n rı’d an d ah a yüksek, “ T an rı neden dolayı, göklerde olsun b ir tek ! “ B en niçin olm ayayım , hem k u v v etli, hem yüce, “ Bu b ir k a b a h a t m ı dır, ben doğduysam yenice! “ D ah a ileri gidip, gözleri h ırsla doldu, “ T a n rı’yı k ısk a n a ra k , ezelî d ü şm an oldu. “ G üçlü T a n rı’y a b a k tı, k u tsa l gücü kıskandı, “ Söylenm eğe başlad ı, kendi nefsine k an d ı : “ — Ah! K eşki b en dc böyle, insan y aratab ilsem ! “ D ünya sahibi olsam , d ü n y a y ara tab ilsem !” “ T an rı b a k tı ki. E rlik , pek b ir işe yaram az, “ E rlik ’in varlığıylc b u d ü nya da yaşam az. “ Y a ra ttı M andı-Şire, adlı b ir k ah ra m an ı, “ D edi, E rlik y erin e ko ru su n b u inşam . “ M andı-Şire’den b aşk a , kem ikleri k am ıştan , “ Y edi kişi y a r a ttı, etleri de to p ra k ta n , “ Nefesiyle üfledi, t u t t u k u la k ların a , “ Y edi insanın hem en, can geldi ru h ların a “ T u ttu b u ru n la rın a , b ir d ah acık üfledi, “ A kıl v erdi, in sa n a, ru h a akıl ekledi. “ K u tsa l er M andı-Şire, in sa n ı k oruyacak, “ O nu y a ş a ta c a k tı, d ü şm an ları koğarak. “ A m a İnsanoğluna biri lazım dı ancak, “ O nun idaresini, b ir düzene koyacak, “ B unun için de T an rı, M ay-T erc’ye verdi can, “ D edi İn sanoğlu’n u n b aşın a oluver H an !”

Destan hakkında

açıklamalar

V e r b i t s k i y , bilindiği üzere, A lta y T ü rk leri arasın d a b ir m isyoner olarak u zu n zam an y aşam ış b ir araştırıcıd ır. A ltay T ü rk lehçelerinin en iyi sözlüğü de yine V erbitskiy ta ra fın d a n yazılm ıştır. B u araştırıcı A ltay T ü rk lerin in yerli olan veya d ışa rıd an gelen k ü ltü r ve a n ’anelerini de en iyi ta n ıy a n e tn o ğ ra fla rd a n b iridir. B u sebeple Y erbiskiy, A ltaylıla rm en orijinal inançlarını seçmiş ve k ita p la rın a yalnızca b u n la rı k o y ­ m uştu. B u sebeple V erb itsk iy ’in k ita p la rın d a , d ışarıd an gelmiş b ir çok hurafelerin te k ra rın a lüzum görülm em iştir. V erbitskiy in anışları o k a d a r

Y A R A T IL IŞ P E T A N L A R I

437

d ik k a tle ve eleyerek seçm iştir ki, onuu k ita b ın d a b u lu n a n m atery elleri b aşk a b ir ara ştırıcın ın eserinde bulm ağa im k ân y o k tu r. B u sebeple A ltay T ü rk lerin in y u k arıd a k i Y a ra tılış D estan la rı ay rı b ir özellik v e önem ta şırla r. Y u karıdaki eser, iki efsanenin y a n y a n a getirilm esi su retiy le m ey ­ d a n a gelm iştir. B u sebeple V erb itsk iy ’in efsanesini y u k a rıd a ta m o la ra k aldık. F a k a t efsanede geçen m otifleri incelerken b u b er iki p a rç a y ı d a birb irin d en a y ıra ra k işlemeği tercih e ttik .

Efsanede Yüce vc Tek Tanrı’nın varlığıma inanılıyordu : Bay-Ülgeri b u ra d a b ü tü n v arlığ ın ve k â in a tın sahibi ve y ara tıcısı o la ra k görülm üyor, O d a h a ziya, Y a k u t T ü rk lerin d ek i b ir çok y a r a t ı c ı ( Y a y u ç ı) ru h la r gibi, ikinci derecede ve y ard ım cı b ir T an rıd ır. B u sebeple d ü n y ay ı y a ­ ra tm a d a n önce, B ü y ü k T a n rın ın k u tsa l b ir ilharnı, B ay-Ü Igen’in b ü tü n v a rlığ ın ı sarm ıştı. B u sırad a d ü n y a sonsuz b ir denizden b aşk a b ir şey değildi. T ıpkı T asa v u ftak i Vücûd-u M utlak gibi. A l t a y efsanesindeki bu h ali B e k t a ş i şairi V eli b a b a ne k a d a r güzel a n la tm ış : “A r i f sundu, aldı cihanı biçti, “Cebrail çok vakit deryada uçtu, “H ak bir avuç toprak deryaya saçtı

Veli Baba

“Derya iiizülüp de yer olmadı m ı!

B u B ektaşi nefeslerinin çoğu k o n u ların ı P ey g am b erlerin ta rih ­ lerin d en alm ışlardır. B un u n la b e ra b e r b u n la r ara sın d a, İslâm iy et b a k ı­ m ın d a n çok garip o la n lar da y ok değildir. B u sebeple ra h m e tli F u a d K ö p r ü l ü , S ad ettin N üzhed B ey’in “ Bektaşi Şairleri, İsta n b u l, 1930” ad lı eserine yazdığı önsözde, b u fikirleri sık sık “ garaib i itik a d a t” diye vasıflandırm ıştır. B ununla b e ra b e r T a sa v v u f ed e b iy a tm d a “ V a h ­ d e t ” b ir okyanusa benzetilm em iş de değildi : “Deryayı m uhit cûşa geldi, “S u n ezel oldu aşikâra,

“K cvn

ile

m ekân

“A r i f nice

lıuruşa

eylesün

g eld i!

m iidâra!

Seyyid Nesimi X I I I . asrın b ü y ü k A zeri m u ta sa v v ıfı S e y y id N e s i m i, H u ru fî m ezhebindendi. Vahdet-i Viicud nazariyesinin de f i b ü y ü k tem silci-

438

T Ü R K M İT O L O JİS İ

lcnndon l)iri iıli. Sözleri ve yazıları şeriata aykırı görüldüğü için. Ilalep ’do derisi yüzülerek öldiiriilınüşdü. Seyyid Nesimi hu şiirinde V ahdct’i okyanusa, yani MuhiCr. benzetiyor. O na göre önceleri bu okyanus çok du rg u nd a. F a k a t y a ra tılış, yani Tecelli anında coşarak, cûşa ve buruşa geldi. Bu coşkunluk ve korkunç dalgalanm a sırasında da, v arlık âlemi m eydana gelmişdi. Ezelî sır bu suretle m eydana ç ık tık ta n sonra, k en ­ disi gibi bu işin aslını bilen A rifler I , 13, 152. R adlof, A y n ı esr., I I , s. 150. A nolıin, M aterialı, 2, 4, 7 - 8. R adlof, A ynı esr., I I , s. 1086. K aşg arî, te re ., I , s. 86. Ayııı e sr., I, s. 87.

448

T Ü R K M İT O L O JİS İ

E fsanelerde T ü rk kavim lerince kutsal sayılan sayılar da vardır. Meselâ şeytan, denize ü ç d e f a dalar. İn san ın yaratılışı ile ilgili efsanede ise T an rı, “ Y e d i i n s a n ” y a ra t­ m ıştır. liu , diğer yaratılış efsanelerinde görülm ez. Y akutlarda “ A teş T a n n la n ” da 7 kardeş idiler. B un u n la beraber 7 sayısı, B atı Türklerinde d aha çok kullanılan bir sayıdır. 1. A şağıdaki efsanede h a fif H ıristiyanlık tesirleri de vardır. Seroşevskiy'in 44Y a ­ ku tla r, s. 653” adlı eserinden aşağıya bir örnek ala ra k verelim : “ B üyük A k y aratıcı Üriitıg-ayıg-loyon, ta başlangıçlarda, büyük denizin üzerinde, yükseklerde durup d u ru rk en , su üstünde yüzen bir köpük gördü. T an rı durdu ve köpüğe sordu : — “ Sen kim sin ?” Diye. K öpük b ak tı T a n n ’ya, dedi : — “ Ben bir Şeytanım . T a su dibinde yerde, ben orada y aşarım .” T anrı döndü Şeytana — “ G erçek m i bilm em sözün! V ar m ı su altında yer! öyleyse getir bana, yerden bir parça toprak!” Şeytan daldı denize, epey b ir zam an geçti. Sonra Şeytan göründü, elinde az toprakla. T an rı eline aldı, k ara toprağa b aktı. Takdis etti toprağı, elinden suya a ttı. Sonra Şeytan düşündü, şu T anrı’yı ben n asıl, suya batıray ım da, su da boğayım diye. F a k a t tam bu sırada, toprak nasıl olduysa, başladı büyüm eğe, etrafa yayılm ağa. Sertleşti katılaştı. D enizin b ü yük kısm ı, hem en toprak la doldu.” 2. Tepegöz efsanem izi h atırh yalım . Tepegöz nasıl pınarın önünden bir köpük içinden çıktıysa, Şeytan da b u rad a denizin köpüğünün içinde yatıyordu. F a k a t bu efsanede kuş yok tu r. K uşlu Y ak u t efsanesi de v ardır. A m a H ıristiyanlığın tesirlerine bürünm üş olarak. Yine Seroşevskiy’den bu efsaneyi okuyalım : “ Şeytan, h azreti İsa’n ın b üyük kardeşi idi. A m a kardeşi nasıl iyiyse, o da o k ad ar kötü idi. T a n n durm uş, düşünüyordu. B ir dünya yaratayım am a, nasıl y aratayım diye. D üşünüp d u ru rk en T a n n , Şeytan’a şöyle dedi : — “ Sen hep parlaksın, hep kuvvetlisin, h er şeyi yaparsm diye, ö ğ ü n ü r d u rursun. Gel öyle ise, gel de denize dal ve denizin dibinden b an a b iraz k u m çıkar!” Şeytan denize daldı. Az sonra yine çıktı. Çıktı, çıktı am a, kum da av u cu n d an akıp g itti. Şeytan ikinci defa yine daldı. F a k a t eli boştu yine. B aktı ki Şeytan olm ayacak. H em en bîr k ırlangıç olup, daldı denizin dibine. G agasm a bir parça b alçık aldı ve su yun y ü zü n e çıkt*. T anrı balçığı aldı ve takdis etti. S onra da denize attı. Bu suretle yeryüzü yaratılm ış oldu. A m a başlangıçta dünya, düm düz, tıpkı bir tepsi gibi idi. T an rı böyle istem işti ve böyle olm uştu. F a k a t Şeytan daha önceden T anrı’m n isteğini anlam ış ve ağzında bir p a rç a to p rak saklam ıştı. Niçin T an n ’m n dünyası olsun da, benim olm asın diye. Çok geçm edi ve T a n n b u n u sezdi. Çağırdı Şeytanı y an m a, eliyle vurdu ensesine. Şeytan to kadı yeyince, ağzındaki çam u rlar sıçradı etrafa . H er ta r a f bu çam urla dağ, taş oldu. T a n n ’n m o güzelim dünyası d a, bugünkü dünya oldu.” 3. Y ukarıdaki h er ik i efsanede de A ltay T ürkleri’nin tesirleri aç ık olarak görülür. T anınm ış seyyah ve bilgin M id d en d o rf'u n topladığı aşağıdaki Y akut efsanesi, insanın yaratılışı ile ilgili bölüm leri de kendinde toplar ( I V , 2 , s. 1602), Yalnız dünyanın yaratılışı burada k ısa ltılm ıştır; “ Çok önceleri T an rı, y alnızca k ü ç ü k , düm düz bir dünya yaratm ıştı. A m a şeytan durm adı. H ırsından, el ve ayaklarıylc T an rın ın dünyasını çiğnedi ve bozdu. T a n n önce vazgeçti b u dünyadan, kendi gönlünce olm adı diye. A m a sonra böyle olsun dedi, geç k alm ak tan sa diye. D ah a b ü y ü ttü , d ah a güzel yaptı dünyayı. Gelgelelim ki, şeytanın ayaklarıyle bastığı yerler su ile doldu, denizler oldu. S ıçrayan, k ab aran topraklarla dünya, dağ larla doldu...”

Y A R A T IL IŞ D E S T A N L A R I 2. İ

n s a n

’i

n

449

Y A RA TILIŞI :

B undan şonra efsane, diğer Y ak u t ve A ltay rivayetleri gibi, T a n n ’n ın ilk insan örneğini yapıp, köpeğe b ırak ara k rulı aram ağ a gittiğini fak at şeytanın köpeği k an d ırara k hepsini nasd tü k rü ğ e boğduğunu an latm ağ a başlar. S onuna doğru yeniden değişik bir h â l ala ra k diğer rivayetlerde b u lunm ayan yeni bilgiler verm eğe şöyle b aşlar : “ T an rı, in san şeklinde 7 ta n e şekil yapm ıştı. H epsine can ( k u t) verip, 7 tan e erkek y ap tı. A yrıca 4 ta n e de kadın yapm ıştı. B u kadınları, in sanoğlunu n 4 ü ile evlendirdi. A m a geriye k alan 3 kişi k adınsız kaldı. Gidip T anrıya şikâyet ettiler. Bu böyle olur m u diye! F a k a t T anrı h iç o rah olm adı. Ne cevap verdi, ne de kadın. T abii bu 3 kişi boş d u r­ m adılar. K adınların etrafın d a dolanm ağa başladılar. Ne olduysa böyle oldu, insanoğlu vefasız oldu. K ad ın ların vefasızlığı d?., hep hu rd an gelirm iş. A m a so n u n d a diğer 3 erkek nasıl bulm uşlarda, 3 k adın d aha bulm uşlar. E vlenm işler ve 3 o ğ u llan olm uş. Diğer 4 in sa n ın d a 4 kızı olm uş. E vlendirm işler b u n la n bir birleriyle. A m a kızlardan biri açık ta kalm ış. E rkeklerden biri de on u k an sın m üstüne alm ış. Bu suretle çok k ad ın la evlenm e âdeti (polygam y) m eydana gelm iş. A m a erkekler, b u k alan kızı, ben alayım diye, u ğ ra­ şırk en vefasız olm uşlar. E rk ek lerin vefasızlığı da buradan gelirm iş.” ( A y n ı e s e r a . y . ) .

3.

B a l ik ç il

Ve

Y aban

Ö r d e Çİ E f s a n e s i :

A şağıdaki Y akut efsanesi b alıkçıl k u şu n u n hikâyesidir. F a k a t y aratılışla Ugiîi olduğundan b u ray a alm ağı faydalı bulduk î “ A n a y aratıcı, a rtık b ir dün ya yaratm ağ a k a ra r verm işti. A m a n e ile yaratsm dı? E linde hiçbirşey y oktu ki. B unu n üzerine kırm ızı boyunlu balık çdla, b ir yaban ördeğini çağırdı ve on lara : — “ H aydi, d ah n da denizin dibine, bana b iraz to p rak getirin!” Dedi. D aldılar k u şlar denizin dibine, a z so n ra yaban ördeği ağzında bir p a rç a çam u rla göründü su y u n yüzünde. A m a balıkçıl o rtalard a yoktu. Y aratıcı bu balıkçıl nerde kaldı diye d ü şü n ü rk en , o da çıktı su yun yüzüne. A m a ağzında ne bir çam u r, ne de başka bir şey v ardı. Y aratıcı, h an i senin to p rağ ın diye sorunca, balıkçıl da boynunu b ü k tü : —“ Yok! D enizin dibinde ben to p rak bulam adım ! O nun için de toprak getirem edim .” Dedi. Y aratıcı b u n u du y u n ca çok kızdı ve balıkçıla şöyle dedi : — “ Seni gidi k u rn a z k u ş seni! Ben san a y ab an ördeğinden d ah a kısa ve d a h a az kuvvetli m i bir gaga verm iştim ? Seninki, o n u n k in ­ den h em kuvvetli, hem de u zun . Nasıl oluyor da, yaban ördeği denizin dibinde çam ur b u ­ lu yor da, sen bulam ıy o rsu n ? B u olacak şey m i? Sen beni kandırdın ve denizin içine hile so k tu n . Ben seni cezalandıracağım ve sen yeryüzünde oturam ıyacaksın. Gez, u ç, ne yap arsan yap; am a denizin ü stün de yap. D al denize, yiyeceğini orda bul. Orda y at, orda k alk . Ne y ap arsan yap, fak at yeryüzüne gelme! “ A n a y aratıcı, y ab an ördeğinin getirdiği çam urla dünyayı y a ra ttı. Aldı çam u ru eline, denizin üstü n e koydu. Nasıl olduysa, T a n n d a n çam ur denizin dibine b atm adı. Ne drJgalar ve n e de rü zg âr o nu yerinden kım ıldatam adı. Tıpkı bir adacık gibi, denizin ortasında d urup kaldı. Az so n ra ad a büyüm eğe başladı. Öyle büyüdü, öyle büyüdü ki, bugünkü d üny a oldu” , ( T rety a ko f j s. 207) T ü r k M itolojisi, 29

450

T Ü R K M İT O L O JİS İ

T ürklcr vc M oğol-Buryat kozm ogonisi : B aykal G ölünün kuzcy -b atısın d a y aşay an B u ry a t M oğollarınm Y a r a t ı l ı ş d estan ı, A l t a y d estan ın ın dejenere edilm iş bir şekli­ dir. A na h a tla rı itib a rı ila A ltay d estan ın a d a y a n ır. Y alnız M oğollarda iyilik getiren büy ü k T an rı Ülgen%“ B a tı bölgeler de o tu ra n T a n rı” , şeklinde ad lan d ırılm ıştır, Ş ey­ ta n vc k ö tü lü k ta n rısın a ise, “ D o ğ u - T a n r ı s ı ” adı v erilm iştir. E ski Türk-M oğol ananelerini k ay b etm ey en T ü rk halklarınca doğu, daim a k u tsa l tu tu lu y o rd u . B u r y a t ’la rd a ise eski a n ’ane tam am ı ile tersine çevrilm iştir. Bu d a, k ö k te n ne k a d a r ayrılm ış o lduklarını gösteren b ir delildir. B unları söylem ekten m aksadım ız, A l t a y k o n u ları üzerinde çalışan bilginlerin, B u ry a tla r üzerine de b ü yük önem verm elerinin yersiz o ld u ­ ğunu gösterm ek içindir. B u ry a tla rd a D o ğ u T a n r ı s ı , in san ların düşm anıdır. İn sa n ­ ları k ö tü lü ğ e yö n elten , h e r tü rlü fena şeylere m ey lettiren odur. H a sta lık la r, fırtın a la r, soğuklar ve talihsizlikler hep ondan gelir. K ara-Şam an'la rın p a tro n la rı d a o n lard ır. İn san ları cezalandıran ve yine insanların ru h ların ı çalanlar d a onun adam larıdır. N e ­ dense b ü tü n d e m i r c i l e r , a rtistle r ve sa n ’a tk â rla r da şey tan ın ad am ları oluyorlardı. Bu D oğu -T an n sı’n ın özelliği, iyilikle vc iyilik getiren h e r şeyle m ücadele idi. B u ry a t kozm ogonisinde de, A ltay ’da olduğu gibi, T a n rı ile şe y tan arasın d ak i savaş, i n s a n ı n y a r a t ı l ı ş ı ile başlıyordu. A l t a y ’daki d u ru m da aşağı y u k arı böyJedir. Bu düşm anlık (antagonism ) bazı kısa sulh devreleri ile devam edip gidiyordu. M oğollardaki bu ikili T an rı ( dualizm j , T ü rk M a n ih e iz rn ’inde vc A lta y ’da olduğu gibi m ü cerre t ve yü k sek bir din özelliğini gösterm iyo rd u. O nlara göre İyilik T an rısı, b ir defa kızını ‘‘K ö tü lü k T a n n s r ’n a verm işti ve b u a ra d a düğün hediyesi olarak da k estan e renginde b ir a tla , kırm ızı b ir inek g önderm işti. B u sebeple de senenin belirli günlerinde b ü tü n B u ry a t­ lar, böyle b ir a tla kırm ızı b ir ineği, T a n n ’y a k u rb a n olarak v eriyo rlardı. A ltay’da böyle b ir şey y'oktur. M oğollarda d a, A ltay d estan ın d a olduğu gibi, E rlik’in b ü tü n k ö tü lü k ­ lerine rağ m en , k u tsa llık v e T an rılık özelliği kay b o lm am ıştır. H alb u k i B u ry a tla r, E rlik’i kişileştirm iş ve k ö tü b ir kişi haline sokm uşlardır. E rlik, h azan b ir H a n ’d ır ve bazan d a ölüm veren b ir h âk im d ir. T abii o larak M oğollar b u n a E rlik d em iyorlardı. O na h e r Moğol kabilesi, k endine göre b ir ad ta k m ıştı. D a h a doğrusu d esta n la rd a b ir birlik y o k tu . K ö tü lü k g etiren D o ğ u -T an n sı’nm m aiyetinde b ir çok k üçük T a n rıla r da v ard ır. B u n lar arasın d a “ D okuz K a n a S u sa m ış T anrılar” (Y u h u n -Ş u h a n -T en g g eri), insanlara k ö tü lü k getiren fırtın a la r ile “ k a n y a ğ m u rla n ” v erirlerdi. H a sta lık la r ve felâketler hep b u fır­ tın alar son u n d a m ey d an a gelirdi. D e m i r c i l e r ’in p a tro n u ise ( Hara-Dargahi-Tenggcri) y yani “ D em irci T a n rı” idi. K aro -Ş am an’larm hepsi dem irci idiler. B u “ Dem irci T a n n ” y a, Boron-IIara-Tcnggeri, y an i “ S iyah Y ağ m u r T a n n sı” da denirdi. B u T a n rı, H ocir adın d a b ir dem irci y etiştirm işti. S onradan dem irci şam anların hepsine de, dem irciliği bu öğretm işti. B u n d an b aşka b u T a n n la r içine, B u d i z m ve L a m a dininden p e k çok T a n rı d a girm işti. A l t a y T ürk lerin in K urbustan dedikleri T a n rı Ülgeri*e, B u ry a t M oğolları Horu­ muzda derlerdi. B azıları d a onu, T iurm es-H an diye ad lan d ırırlar. K urbustan ad ın a, diğer M oğolîara n a z a ra n d ah a az bozulm uş olan B u ry a tla rd a rastlan m az. Ç ünkü bazı bilginler, m eselenin iç y ü zü n ü bilm eden T ü rk lerin b u a d la n M oğollardan aldıklarını ileri sürm üşlerdi. B u ry a t efsaneleri başlıca şu iki k ita p ta to p lan m ıştır : Skazaniya B uryat, îr k u ts k , 1890; B u ryatskiya ska zkiy îr k u ts k , 1889. B u ry a t in a n ç la n , n o tla n m ız d a çok defa adı

Y A R A T IL IŞ D E ST A N L A R I

451

geçen A g a p i t o v ve I l a n g a l o v ’un tetk ik lerin d e , m ukayeseli olarak incelenm iştir. D e m e t r i u s K l c m e n t z ’in Encyclopacdia o f religion and ethics, I I I , s. 14’de güzel bir incclcmcsi v ard ır.

3. R A D L O F ’ U N ALTAY

DERLEDİĞİ

Y A RA TILIŞ

DESTANI

Y erin y e r olduğunda, su la rla kaplıydı h e r yer, Ne gök v ard ı, ne de ay, ne güneş, ne dc b ir yer. T a n rı uçar d u ru rd u , in sa n oğluysa te k d i, O d a u ça r, d u ru rd u , sanki T an rıy la eşdi. U çar, hep u ça rlard ı, y e r y o k tu kon m azlard ı

Şekil 48 : A ltay H u n çağı T u y a k ta ve B aşadar k urganlarında bulunm uş k u tsa l k a z figürleri. K azların çoğunun yüzüne kişilik ve T anrılık v erilm iştir (R udcnko, 1960, s. 276).

T a n rı idiler çünkü, o ndan yorulm azlardı. Y o k tu T an rın ın hiç b ir, işiyle düşüncesi, İnsan o ğ lu n u n ise, d u rm ad ı hiç hilesi. B ir rü zg âr çıkarm ıştı, suları k a y n a ta ra k , T a n rıy ı kızdırm ıştı, yüzüne sıçratarak . S andı ki İnsanoğlu, bu n u n la b ü tü n oldum , B en çok güçlendim a rtık , T an rıd a n ü s tü n oldum . A m a nasıl olduysa, su la ra kaydı birden, G öm üldükçe, göm üldü, denize daldı yerden. T a n rıy a y alv arm ıştı, sularda boğulur iken, “ K u rta r beni, ey T an rı!” , diye b ağ ırır iken.

4S2

T Ü R K M İT O L O JİS İ

T an rı insafa geldi, gitm edi üzerine, D edi: —-“ E y İnsanoğlu, çık su la rın y üzün e!” T an rın ın b u y ru ğ u y la, in san o ğ lu k u rtu ld u , G itti T a n rı y a n m a , o rad a uslu durdu. T an rı birgün b u y u rd u : — “ Y aratılsın , k a tı ta ş ! ” D enizlerin dibinden, nasılsa ç ık tı b ir ta ş. T aş birden y ü ze rek te n , geldi T a n rı önüne, in sa n ı da a la ra k , çık tı ta ş ın ü stü n e. T a n rı b ir g ün in sa n a, şöyle b ir b u y ru k v erd i: “ In su ların dibine, b ir to p ra k g etir,” dedi, in s a n d ald ı su la ra , aldı b ir avuç to p ra k , S ulard an çıkıp v erd i, T an rısın a sun arak . “ Y aratılsın y er!” D edi, T a n rı su la ra saçtı, Y eryüzü y a ra tıld ı, denizler k a ra la ştı. in sa n a şöyle dedi, T a n rı ona b a k a ra k : “ D al su la rın dibine, g etir y ine az to p r a k .” in s a n dedi : — “ B en a rtık , b u defa da d alay ım , “ K endi p ay ım a olsun, b iraz to p ra k alay ım .” D aldı su la r dibine, bu düşünce ü stü n e, İk i avuç to p ra k la , ç ık tı su la r yüzüne. B irini özü için, so k tu kendi ağzına, B irini de u z a tıp , sun d u G ök T a n rı’sına K endi kendine dedi : — “ D u r, b u n u saklıy ay ım , “ D enizlere sa ça ra k , p ay ım a y e r alayım !” T a n rı to p rağ ı aldı, tu tu p su la ra saçtı, T an rın ın isteğiyle, b ird en y e r k alın la ştı, in sa n ın ağzındaki, gizlice sak lı to p ra k , B üyüm eğe b aşlad ı, boğazını sık arak . T ıkadı nefesini, boğulur gibi oldu, Ö lür gibi olurken, e tra fa koşa durdu. Oh, T a n rıd a n k u rtu ld u m , deyip d ü şü n ü r iken, E tra fın a b ak ın d ı, T a n rıy ı h a z ır buldu. B oğulm ak üzereyken, becerdi dem esini: “ E y T an rı, gerçek T a n rı, n o lursun k u r ta r beni!” T an rı kızıp sö y le n d i: — “ N e y a p tın sen, n e y ap tın ! “ Saklıyacağım diye, ağzm a to p ra k a ttın , “ N için böyle düşünce, y e r alıyor aklında, “ T oprağı nene gerek, saklarsın sen ağzında!”

Y A R A T IL IŞ D E S T A N L A R I

in s a n dedi : — “ E y T an rı, düşü n d ü m b en p ay ım a, “ Y erim olsun diyerek , to p ra k aldım ağzım a.” T a n rı insanoğluna : -—“ T ü k ü r!” , diye bağırd ı. T ü k ü rd ü insanoğlu, tü k rü k yere dağıldı. Y ery ü zü d üm düz iken, kırışıp b ird en soldu, S anki b itti y erle rd e n , te p ele r d ağ lar doldu. T a n rı b u b ale k ızıp , İnsanoğluna döndü: “ K ö tü d ü şüncen ile, şim di g ü n ah k â r oldun! “ B ana k ö tü lü k için, k ö tü hislerle doldun! “ S aklasın h ep içinde, senin h a lk ın da sana, “ O nlar da öyle olsun, n asıl duy d u n sa b an a ! “ B enim h alk ım ın ise, düşüncesi hep a n , “ Gözleri güneş görür, a y d ın lık tır ru h ları. “ G erçek K urbustan diye, a d la n d ırırla r beni, “E rlik, şe y ta n diyerek, ad lan d ırsın lar seni! “ B enden suç sak lay a n lar, senin h alk ın olsunlar! “ G ünahkâr o lan larsa, senin m alın olsunlar! “ Senin su ç u n d an k açan, gelsin k u l olsun b a n a , “ G ünah ın d an gizlenen, gelip sığınsın b a n a !” y* G ünlerden b ir gün idi, T an rı dolanıyordu, B a k tı b ir ağaç gördü, göğe tırm a n ıy o rd u . G arip b ir ağaç idi, dalsız budaksız idi, T a n rı b u n u görünce kendine şöyle dedi: “ Çıplak kalm ış b ir ağaç, böyle dalsız b ud ak sız, “ Zevk v erm iy o r gözlere, görünüşü p ek ta ts ız !” T a n rı yine b u y u rd u : — “ B itsin, dokuz d alı d a !” D a lla r ç ık tı hem ence, dokuzlu b u d ağ ı da. K im se bilm ez T an rın ın , düşüncesi ne idi, S o ylar tü re sin diye, şöylece em ir v erd i: “ D okuz kişi k ılınsın, dokuz d alın kökünd en, “ D okuz o y m ak tü resin , dokuz kişi özünden!” B ir gün E rlik T a n rın ın yan m a konm uş idi, T an rm ın k arşısın d a, çöküp otu rm u ş idi. B ir çok g ü rü ltü geldi, T an rın ın sa ray ın d an , B u ne diyerek E rlik , ölm üştü m erakından.

453

454

T Ü R K M İT O L O JİS İ

B u n u du y u n ca E rlik , hem en sordu T an rıy a : “ N edir hu g ü rü ltü le r, geliyor dışarıya ?” T an rı dedi : — “ N e olsun, sen dc H ansın, b e n dc H an , “ O nlar benim ulusum , benim em rim e b a k a n .” Ş ey ta n b u n u du y u n ca, b ird en b ire sevindi: “ Bu u lu su b a n a v e r, ne olur, T an rı!” D edi. Ş ey ta n ın bu sözünden, T a n rı sezm işti işi, “ H a y ır verem em sa n a,” deyip, bitirdi işi. Ş ey tan b u n u d uyunca, dalm ış b ir düşünccyc, K endince p ilâ n y ap ıp , b aşlam ış hep hileye : “ Nc eder, ed er cih et, b en b ir yol d ü şü n ü rü m , “ T an rın ın u lusunu, ben yerin d e g ö rü rü m !” V arm ış yola koyulm uş, uzu n u zu n yürüm ü ş, Y etm iş b ir günde bulm uş, am a çok şeyler göım üş. B akm ış T a n rın ın halkı, kim i in san lar gibi, K im i y a b a n h a y v a n ı, kim i de k u şla r gibi Ş ey tan sorm uş kendine: “ T a n rı b ü tü n b u n la rı, “ Ne y a p tı, nasıl aldı, alm alıyım şunları; “ Bu da ben im isteğim , ne edip alm alıyım , “ B ü tü n b u ulusları, u lusum y ap m alıy ım .” Böyle söyleşen Ş ey tan , kendi kendine so rar : “ Ne yeyip n e içerler, ne ile b u n la r y a ş a r ? ” B akm ış ki, h a lk to p lan m ış, b ir ağacın y a n ın d a , M eyva yeyip d u ru rla r, ağacın te k dalında. Y em iyorm uş, hiç kim se k arşık i d a lla rın d a n , M eyvayla dolu ik en , geçmezmiş y a n la rın d a n . Ş ey ta n b u n u görünce, şaşırm ış doğrusu bu, Demiş b a ri sorayım , n ed e n d ir acaba şu : “ Şimdi gö rd ü m b u ra d a n sizlere b ir b ak ınca, “ Niçin sizler yersiniz, şu d a lla rd a n y a ln ız c a ? ” T an rın ın u lu su n d a n , b iri de şöyle dem iş: “ Bu d a lla rd a n yiyoruz, T a n rı bu em ri v erd i, “ Biz onun k u lla rıy ız, T an rım ız böyle dedi. “ T an rı bize dedi ki, görün şu d ö rt b u d ağ ı, “ Y em eyin hiç birinden, değdirm eyin dudağı. “ D edi, g ün doğusunda, beş dal u za n ıy o r y a, “ Sizin aşınız olsun, u za n ın b u m eyvaya. “ B unu diy en T anrım ız, çıkıp göklere g itti.

Y A R A T IL IŞ D E ST A N L A R I

“ Bu ağacın dibine b ir iti bekçi dikti. “ G iderken ite d e d i: “ — S akın uyuyup k alm a, 'E ğ e r Ş eytan gelirse, sakın onu b ıra k m a !” “ Bekçi itin y an m a, b ir de y ıla n v erm işti “ Y ılana da ayrıca şöyle te n b ih etm işti : “ — ‘E ğ er Ş ey tan gelirse, sok hem en sen Ş ey tan ı!” “ A yrıca tcnbihlcdi, hem iti hem y ılan ı; “ D edi: ■—“ G ün doğusunda, u z a n an şu beş d ald an “ K im ona y a n a şır da, alırsa m eyv alard an , “ U zak tu tu n onları, d ala y an a ştıım ay ın ! “ B u d allard an birine, hiç el u z a ttırm a y ın !” “ İşte ne y ap a lım biz, b u beş d ald an yiyoruz. “ T an rın ın em ri böyle, buy ru ğ a uyuy o ru z!” Ş ey tan b u n u d uyunca, ağaca doğru v ard ı, Töriingei adlı biri, h alk içinde yaşard ı. Ş ey ta n ona y ak laştı, k u rn az ca şöyle dedi: “ T a n rı size dem iş ki, beş d ala u zanm ay ın ! “ Sizin aklınız y ok m u ? Y alana inanm ayın! “ B u beş d allık m eyvayı, y asak etm işm iş size, “ B u nasıl b ir söz im iş, inanm ayın b u söze! “ B u b ü y ü k b ir y alan d ır, gerçekle ilgisi n e? “ D ö rt d ald an yenm ez diye, kim dem iş kendisine Ş ey ta n b u n u söylerken, y ıla n u y u y o r imiş, D ışarda olanları, sezip d uym uyor imiş. Ş ey ta n girm iş yav aşça, t a yılan ın içine, A kıl verm iş y ıla n a, nc uygunsa işine. D em iş : — “ Y ılan uyum a! T ırm an da çık ağ aca:” Y ılan başlam ış birden, tırm a n m ış sık ağaca. B u y a sa k m e y v ala rd a n , ilk d?;ı y ılan ta tm ış , Ş ey ta n ın arzusuyla, kendini k ü tü yapm ış. H an i Töriingei adlı, b ir er kişi v a rd ı ya, V u ru lm u ştu gönülden, E ci adlı b ir kıza. Y asa k m eyva y e r iken, bağırm ış şöyle y ıla n : “ E ci ile T örüngei, siz de yeyin b u n la rd a n !” T öriingei akıllıydı, dedi: — “ Y em em onları!” “ Biz nasıl yeriz onu, yem ek y asak b u n la rı; “ T a n rı bize b u y u rd u , yem eyin ondan diye, “ B en ağzım a v u ram a m , sen bana v ersen uilc!”

T Ü R K M İT O L O JİS İ

Y ılan bunu du y u n ca, olm ayacak b u b a k tı, B ir p arç a m cyva alıp , Eci kıza u z a ttı. Eci m e y v ad an alıp, y a rd ı, ikiye böldü, M eyvanın suların ı, yavu k lu su n a sürdü. T am b u çağlarda iken, in sa n la r tü y lü imiş, Bu m eyvayı ta d ın c a , tü y le r dökülüverm iş. K alm ışlar h e r ikisi de, tü y sü z , donsuz, ap ayaz, U tan m ış, ara m ışla r, sa k lan acak y e r biraz. H em en kaçm ış birisi, b ir ağacm a rd ın a , ö b ü rü n ü n se koşm uş, b ir gölge y ard ım ın a. T a n rı çıkagelm iş, bakm ış lıerkcs dağılm ış, “ Törüngei! T örüngei! E ci!” D iye çağırm ış. “ N erdcsiniz?” D iye de, T a n rı aram ış yine, İn sa n la r cevap verm iş, b u soru üzerine : “ Biz ağaçlardayız am a, gelem eyiz size biz!” T a n rı dem iş : — “ T örüngei, ne y ap tm ız böyle siz!” E rk e k dem iş : — “ E y T a n rı, benim yavuk lum k an d ı, “ Y asak olan m eyvayı, d u d ak larım a b a n d ı!” T a n rı dönm üş k a d ın a , şöyle dem iş E ci’ye : “ B en neler duyu y o ru m , ned ir y a p tığ ın böyle!” K ız da dem iş: — “ E y T an rım , b en b akm adım m eyveye, “ Y ılan söyledi b a n a , b u m eyvayı ye diye!” T a n rı y ıla n a dem iş : — “ U ym adın sen sözüm e!” Y ılan b oynunu b ü km üş : —“ Ş ey tan girdi özüm e, “ B ilm edim n asıl oldu, g ittim Ş ey ta n izine!” T a n rı da şaşm ış kalm ış, Ş ey tan ın hilesine. T a n rı demiş : — “ E y y ıla n , Ş ey ta n senin içine, “ N asıl oldu da girdi, u y d u n Ş ey ta n işine!” Y ılan dem iş : — “ E y T an rı, düşm edim ben peşine; “ Sende idi k ulağım , hazırd ım h e r sesine; B en b u ra d a u y u rk en , Ş ey ta n b an a sokulm uş, “ İçim e g irerek ten beni b u hale koym uş!” T a n rı dönm üş köpeğe — “ E y köpek, sen ne y a p tın ? “ Ş ey tan ı tu tm a d ın m ı, ned en u y uyup y a ttın ? K öpek dem iş : — “ V allahi, Ş ey ta n nedense benim , “ Gözüme görünm edi, n asıl onu göreyim ?” B u n la rı d u y an T a n rı, y ılan a demiş b ir yol : “ E y yılan, b u n d a n sonra Ş ey ta n ’m kendisi ol!

Y A R A T IL IŞ D E S T A N L A R I

“ in s a n d ü şm a n ın olsun, ö ldürsün can ın alsın , “ K ö tü lü k tim sali ol, ad ın d a öyle k alsın !” E n çok k a d ın a k ızan , T a n rı şöyle söylem iş : “ V efasızlık örneği, ey E ci adlı kadın! “ Ş ey ta n sözüne k an d ın , onun aşın a ban d ın ! “ B enim yem e dediğim , m eyvayı alıp yedin! “ Ü stelik eşine de, al da b u n u yc dedin! “ B u n d a n so n ra çocuğu, kep k a d ın la r doğacak, “ D oğum ağ rılarıy la , ız d ırap la r boğacak!” T a n rı erkeğe dö n ü p , ona d a şöyle dem iş : “ Sen de k a d ın a u y d u n , tu tt u n Ş ey tan sözünü, “ Ş ey ta n aşını yeyip, k a y b e ttin sen özünü! “ B enim kini tu tm a d ın , Ş e y ta n sözünü tu ttu n , “ Y erini ben d e değil, Ş ey ta n y an ın d a buld u n ! “ B an a k u llu k etm eyen, ışığım ıla dolam az “ B enim sözüm den çıkan, rah m e tim i b ulam az! “ Senin y e rin b e n değil, k a ra n lık y erle r olsun, “ K alb in ay d ın lık değil, k a ra n lık la rla dolsun! “ Bilirsiniz p ek â la , Ş ey tan benim düşm an ım , “ Ş ey ta n la d o stlu k e ttin , u ta n , oldun düşm anım ! “ N edir senin y a p tığ ın , rev a gördüğün b an a ! “ Senin b u y a p tığ ın ı, d ü şm an lar yap m az sana! “ E ğ er y em eseydin sen, Ş ey tan ın b u aşını, “ B enim sözüm ü tu tu p , çevirseydin başın ı, “ O lurdun, eş, ark a d aş, T a n rı y an ın d a e r geç, “ Şim di a r tık kendine, kendi öz y o lu n u seç. “ Sizler çocuk doğurun, tü r e tin soyunuzu, “ D okuz kız, dokuz oğlan, tü re ts in boyunuzu. “ B en p ay ım a y a ra tm a m , faydasız, in san o ğ lu ! “ Ş ey ta n ın ark a d aşı, vefasız insanoğlu! “ Ş ey ta n ın m eyvasına, k a n a n sen, İnsanoğlu! “ Ş ey ta n ın duasını, alan sen, insanoğlu! T an rı dön d ü Ş ey ta n a, k ız arak şöyle dedi : “ Sen n asıl ald a tırsın insanı böyle,” dedi. Ş ey tan T a n rıy a b ak ıp , k ü sta h ça cevap verd i : “ U lusundan v e r diye, rica e ttim ben sana, “ B u ricam ı tu tm a d ın , sen verm em dedin ban a! “ B en de hırsızlık ettim , kan d ırıp yine çaldım ,

457

T Ü R K M İT O L O JİS İ

“ A tla k a ç a n ı hile, d ü ş ü r ü p y ine aldım !

“ K albine fesat soktum , rakı, içki içenin, “ D ayakla canın aldım , insanla döğüşenin! “ S uya girenlerin dc, aklını alacağım , “ Su dibine dald ırıp , canını alacağım ! “ A ğaca çıkan ların , k ay a y a çıkanların, “ A yağını k ay d ırıp , ölüm e atacağım !” Ş eytanın b u sözüne, T a n rı da şöyle dedi : “ B ir k a t v a r sa n a göre, üç k a t y erin dibinde, “ Ne ay v a r, ne dc güneş, k ara n lık la r içinde. “ Seni g ökten aşağı, sürüp indireceğim ! “ Seni yerin a ltın d a , tu tu p sindireceğim !” B un d an so n ra da T an rı, insana şöyle dedi : “ Beklem e b enden yem ek, benden a r tık y ard ım yok! “ K endiniz çalışnıız, a şırız ı y ap ın çok! “ B u n d an sonra b e n size, görünm em a rtık bitti! “ B enim elçim M ai-T ere, sizinle yere gitti! “ 0 a rtık ne gerekse, sîzlere öğretecek! “ B ana elçim o la ra k , b ab e ri iletecek!” ¿t

r
ZVO, 1911, 20, 1. ------ Ncskolko slov o verovaniyah drevnih T urok, SM AE. 1918, V, 1. Ionov, V. M ., Duh-hozyain lesa u Yakulov, SM A E, 1916, IV , 1. ------ K voprosu ob izuçenii dokristianskih verovaniy Y akutov, SM AE, 1918, V, 1. ------ Orel p o vozzreniyam Y aku tov, SM AE, 1910, I, 16. ------ M edvcd po vozzr. Y a ku tov, JS , 1915, 3. İv an o v , S. V ., M ateriah p o izobrazitelnomu iskustvu narodov Sib iri ( X I X . - X X v .) , M oskova, 1954. Jirm u n sk iy , V. M., Sir-D erya boyunda Oğuzlara dair izler, T ere., 1. K ay n ak , Belleten 26, 99, s. 471 - 483. ------ M a n a S y M oskova, 1960. Jite ts k iy , I . A ., Oçerki bıta A strahanskih K alm ukov, M osk., 1893. Joclıelson, V ., K u m iss festiva ls o f the y a k u t , .., N ew Y ork, 1900. Ju lien , S t., Documents historique sur les Tou-kioue ( T u r c s )y JA , 1864,s. 325v.d. K agarov, E . G ., Mongolskie “ Obo” i ih etnografiçeskie paralleli, SM AE, 1927, V I. K afesoğlu, İb rah im , Harczmşahlar devleti, A n k a ra , 1956. ------ Selçuklun oğulları ve torunları, T ü rk iy a t M ecm uası, X I I I , s. 1 1 7 -1 3 0 . K arah an , A bdulkadir, İslâm iyette 40 adedi h a kkın d a , İ s t. ü n iv . E d e b iy a t F ak . Dergisi 1951, 4, 3. K aru n o v sk ay a, L. F.., îz A lta yskih verovaniy i obryadov, ... SM AE, 1927, V I. K arjalain en , K . F ., Die Religion der Jugra-V ölker, F F C , N r. 41, 44, 63, Porvoo, 1918. K aşgarî, M ahm ud, 1) K ilisli R ıfa t Bey y ay ım , İsta n b u l, 1333. 2) C. Brockelm an M itteltürkischer Wortschatz nach M ahm ûd al-Kaşgaris, Leipzig, 1928. 3) B. A talay te re ., I - IV, A n k ara, 1941 - 43. K atan o v , N . F . Otçet o poyezdke 1896 g. v M in u sin sk iy okrug, U Z K U , K azan, 1897. ------ Skazaniya i legendi M in u sin sk ih T atar, SS, 1887. ------ Ukazetel sobstvennih tm en, S t. P b g ., 1888. ------ Uber die Bestattungsgebrüuchc bei den T ürkstäm m en.., K Sz, 1900, 1. K lap ro th , J . Über die Sprache und Schrift der Uiguren, P aris, 1820. KJem entz, D. A. IS'eskolko obrazsov bubnov M in u sin sk ih inorodsev, ZVSORGO, 1890, 1890, I I , 2. ------ B u rya t, E ncyclopaedia of religi- n and cthics, I I I . s. 1 - 16.

B İBLİYOGRAFYA

605

K oblov, J . , M ifologiya K uza nskih Talar. K azan, 19010. K olin, A ., D ie Karagassen des kleinen Allaigebirges, G lobus, 1873, X X IV . K ononov, A. N ., Rodoslovnaya T ürkm en (Şecere-i Terrâkim e)> M osk. - L eningrad, 1958. K ö prü lü , M. F ., T ü rk edebiyatında ilk m ütesaw ifler, Ista n b u l, 1919. ------ Bem erkungen zur Religionsgeschichte K leinasiens, M itteilungen zur O sm anischen G eschichte, W ien, 1921-22, 20 s. ------Analolischc Dichter in der Seldschukenzeit, 1. Şeyyad Ila m za , KCsA, 1920, 8s. ------Les origines du B ektachism e: E ssai sur le development historique de V htärodoxie ------ M u sulm ane en A sie M in eure, P aris, 1926, 25s. ------ T ü rk edebiyatı tarihi. İsta n b u l, 1928. ------ în flu en ce du Chamanisme Turco-M ongol sur les ordres m ystiques M u su lm a n s, İsta n b u l, 1929. ------ E rzurum lu E m ra h , İsta n b u l, 1929. ------ Gevheri, İsta n b u l, 1929. ------ K a yıkçı K u l M ustafa ve Genç Osman vakası, İsta n b u l, 1930. ------ A ltın küp eli Oğuz Beğleri, A zerbaycan y u rt bilgisi, 1932, I I , s. 1 0 - 2 1 . ------ Ozan, A zerbaycan y u rt b ilg ., 1932, I I, s. 133 - 140. ------ A rsla n , asa, Kalaç m ad deleri, İsi. Ansiklopedisi. K rotk o v , N ., K ra tkiya zam etki o sovremennom sostoyanii Şam anstva u Sibo, Jivuşçih v İliysko y oblasti i Tarbagatae, S t. P b g ., 1912. Kutadgu-Biligy R . R ah m eti A ra t y ay ın ı, I, İsta n b u l, 1947. B k. W . R adlof. L andışev, S ., Kosmologiya i feogoniya A ltaysev yazıçnikov, PS, K aza n , 1886. L äufer, B ., Sino-Iranica, Chicago, 1920 ------ Z ur buddhistischen Literatur der Uiguren, T P , 1907, 21s. ------ Der Cyclus der 12 Tiere a u f einem altturkestanischen Teppich, T P , 1909, 17. ------ Jade. Chicago, 1912. ------ Chinese clay fig u re s, Chicago, 1915. L chtisalo, E n tw u r f einer M ythologie der Jurak-Sam oyeden, M SFO u, 1927, L II I. L evşin, A ., Opisanie K irg iz-K aysakskih ord i stepey, S t. P b g ., 1833. Liao-shih; Liao Sülâlesi (M.S. 907 - 1119) resm î tarih i. Liu M au-tsai, Die chinesischen Nachrichten zur Geschichte der O st-Türken ( T 'u ’küe) , II - I I , W iesbaden, 1958. Malov, S. E ., Neskolko slov o Şam anstve u Turetskago naseleniya Kuznetskago uyezda Tom skoy gubernii, JS , 1909, I I - I I I . ------ Ostatki Şamanstva u Jeltih Uygurov, JS , 1912. ------ Şamanstvo u Sartov Vostoçriago Turkestana, SM AE, 1918, V, 1. M a rq u art, J . , G uuainV s Bericht über die Bekehrung der Uiguren, SBA W , 1912, s. 486502. M aynagaşev, S. D ., Zagrobnaya j izn po predstavl. T uretskih plem en M inusinskago kraya, JS , 1915. ------ Jertvoprinoşenie nebu u B eltirov, SM AE, 1916, I I I . M iddendorf, A. T h . v ., Reisen in den äusersten Norden und Osten Sibiriens, I - IV , S t. P b g ., 1851 - 1875. Moğolların gizli tarihi, A. T cm ir te re ., A nkara, 1948.

606

T Ü K K M İT O L O J İS İ

M unkacsi, B., Der K a ukasus und Ural als “Gürtel der Erde”. K S z, 1900, 1. ------ D ie Weltgottheitcn, K Sz, IX . M üller, F . W . K ., U igurica, I - IV , B erlin, 1909 - 1931. ------ Der Hofstaat eines U iguren-K önigs, F estsch rift fü r V. T hom sen, Leipzig, 1912, s. 207 v.d. N em eth , G yula, A ttila ve Jlu n la rı, tere. Ş. B aştav, İsta n b u l, 1962. O doric de P ard cn o n , Les voyages X I V e siècle du... Odoric de Pardenon. y ay . IL Cordier, P aris, 1891. O rkun, H . N ., Oğuzlara dair, A n k ara, 1935. ------ E ski T ü rk ya zıtla rı, I - IV , İsta n b u l, 1936 - 1941. O stroskiy, P. Etnografiçeskic zam etki, o T yurkah M inusinskago kraya, J S , 1896, 2 - 4 . ö g el, B ., Uygurların menşe efsanesi, Dil ve T.C. F ak. Dergisi 1947. ------ Doğu Göktürk'leri hakkında notlar, B elleten, 1957. ------ T ü rk kültür ta rihi, A n k ara, 1962. ------ S ino’Turcica. T ai-P ei, 1964. ö n d e r, M ehm et, A nadolu efsaneleri, A n k ara, 1966. P allas, P. S., Reise durch verschiedenen Provinzen des russischen Reiche, I - I I I , S t. P b g ., 1776. ------ Sam m lungen hist. Nachrichten über die mongolischen Völkerschaften, I -I I, St. P b g ., 1776 - 1801. P a tk a n o v , S. Die Irtysch-Ostyaken und ihre Volkspoesie, I - I I , S t. P b g ., 1897, P ekarskiy, E. K ., Slovar Yakutskogo y a z ık a , I - I I I , S t. P b g ., 1907 - 1927; Y akut sözlüğü, I , A n k ara, 1945. Pelliot, P au l, e t C h av an n es, E ., Un traité M anichéen retrouvé en Chine, JA , 191213, s. 360 v.d. P ellio t, P ., L ’origine de T 'ou -kiue, noms Chinois des T urcs, T P . 1915, 5s. ------ A propos des Comans, J A , 1920, s. 125 - 185. ------ N e u f notes sur les questions d 'A sie Centrale, T P , 1930, s. 12 - 56. ------ S u r la légende d'U ghuz K han en écriture Ouigoure. T P , 1930, s. 247-353. ------ Notes sur l'histoire de la Horde d'Or, P aris, 1949. ------ Histoire sécrété des M ongols, P a ris, 1949. ------ Histoire des campagnes de Gengis-Khan, P aris, 1950. P ia n o C a rp in i, Reise, F . Kisch terc., L eipzig, 1930. P oppe, N. N ., M ongolskiy slovar M ukaddim at al-Adab, Zam ahşarî, I - I I , Mosk.L eningrad, 1938 - 1939. P o ta n in , G. N ., Oçerki severo-zapadnoy M ongolii, I - IV , S t. P b g ., 1887 - 1883. P o ta p o v , L ., K u lt gor na A lta ye, S E , 1946, 2. P rik lo n s k iy , V .L. T ri goda v Y akutskoy oblast i, JS , 1890 -9 1 . R adlof, W ., Versuch eines Wörterbuches der Tiirk-Dialecle, I - IV , S t. P b g ., 1893 - 1911. ------ Proben der Volksliteratur der türkischen Stäm m e Südsibiriens, I - I X , St. P bg. ------ K voprosi ob Uigurah, P rilojenie k L X X II tom u, Z apisok İm p. A kadem ii N auk, St. P b g ., 1893, n r. 2. ------ D as K u d a tku -B ilik, II - I I, S t. P b g ., 1900 - 1910. ------ Sibirya'dan, terc. A. A. T ernir, I - I I , 1964. K ain sted t, G. J ., Kalmückisches Wörterbuch, H elsinki, 1935.

BİBLİYOGRAFYA Râsiincn, M a rttı, s. 1 - 1 5 .

Regenbogrn-IIimmelsbrücke,

S tudia O ricntalia,

607 H elsinki,

1950,

R cşidüddin: 1) T o p k ap ı S aray ı, H azine, nr. 1653, Yazılış tarih i: 714 (1314). 2) T p k ., H azine, n r. 1654, yazılış ta rih i: 717 (1317). 3) T p k ., I I I . A hıned k tp ., nr. 2935, T p k ., H azine, n r. 1654, yazılış tarih i: 717 (1317). 3) T p k ., I I I . A lım ed k tp ., nr. 2935, y ap . 309 - 324. Y ayınlanm ış m e tin le r: 1) Berezin, S b ornik letopisey, T ru d ı V O İRA O , V, 1858; V II, 1861. 2) B erezin, İsto riy a Ç in g iz -H a n a .., T rudı V O İRA O , X I I I , 1868. 3) B erezin, İ s t. Çingiz-H ana o t vozşcstviya, aynı yer. X V , 1888. 4) E . B lochct, CM S, I - I I , 1910 - 11. R ıza-N our, Oughouz-namé (Epopée tu rq u e ), İskenderiye, 1928. R üheim , H ungarian mythology, New Y o rk , 1954. R u d en k o , S. i . , îskustvo A ltaya i Peredney A s ii, M oskova, 1961. -------K u ltu ra naseleniya na gorn. A lta y a , M osk., 1961. S adeddin N ü zh ct, B ektaşi şairleri, İsta n b u l, 1930. Schiefner, A ., Hcldensagen dor M inusinskischen Tataren, S t. P b g ., 1859. Schlcgel, G ., T agin u nd Töre, T P , V II, 5s. Seroşevskiy, Y a k ut i, S t. P bg ., 1896. S inor, D ., Oğuz K ağan destanı üzerinde bazı mülâhazalar, T ü rk dili ve edebiyatı dergisi, 1950, 4, s. 1 v .d . Skazaniya B u ry a t, I rk u ts k , 1890. S tein , R o lp h , Leao-tche, T P , 1939, 35, s. 1 - 154. S tern b erg , L ., K u lt Orla u Sibirskih narodov, SMAE, 1925, V , 2. S trah len b erg , P h . J . , Das N ord ıınd östliche Theil von Europa und A s ia , Stockholm , 1730. S u i-sh u ; Sui Sülâlesi (M. S. 580 - 618) resm î tarihi. S üm er. F a ru k , X . Y ü zyılda Oğuzlar, D . T . Coğ. F ak . dergisi, X V I, s. 144 v .d . ------ Oğuzlara ait destanî mahiyetde eserler, D. T . Coğ. F ak. dergisi, 1959, 17, s. 359 - 421. ------ Oğuzlar (T iirkm en ler), A n k ara, 1967. Şaşkov, S., Şam anstvo v S ib iri, Z R G O , 1864, 2. Şçukin, N ., Poyezdka v Y a ku tsk, S t. P b g ., 1844. Ş erbak , A. M.. Oguz-nâme, M oskova, 1959. Tang-shu : T an g Sülâlesi (M. S. 618 - 905) resm î tarihi. T hom sen, V ilh., Inscriptions de U O rkhon, H elsinki, 1896. ------ Turcica, H elsinki, 1916. T ogan, Zeki V elidî, îbıı F adlan's Reiscbericht, Leipzig, 1939. ------ T ü rk ili haritası ve ona ait izahlar, İstan b u l, 1943. ------ U m um i T ü rk tarihine giriş, İsta n b u l, 1946. T u ra n , O sm an, E sk i Türklerde okun h u k u k î bir sembol olarak kullanılm ası, B elleten, 35, s. 305 - 318. ------ T ü rk Ü lk ü taşır, b u l, V am bery,

cihân hakim iyeti m efkuresi tarihi, İstanbul, 1969. M. Ş ak ir, Türklerde ağaç k ü ltü , T ü rk halk bilgisine a it a ra ştırm a la r, İ s ta n ­ 1938. H ., Die P rim itive K ü ltü r des Turko-Talarisclıen Volkes, Leipzig, 1879.

608

T Ü R K M İ T O L O J İS İ

Vasilyev, V. N ., îzobrajcniya D olgano-Yakulskih 1909.

duhov kak alributı Şam anstva, JS ,

V erbitskiy, V. I . t A lta yskic inorodzuy M oskova, 1893. W ittfogcl, K ., H istory o f Chinese society : Liao (907 - 1125), P h ilad elp h ia, 1949. Y ezdî, Ş eref ud-diıı A li, Z afernâm c, I - I I , C alcu tta, 1887 - 1888. Y u dah in , K ırg ız sözlüğü, tere. A. T ay m as, A n kara - 1st., 1 945- 1948; R usçası : M oskova, 1940. Zelenin, D ., K u lt ongonov v S ib iri,

M oskova, 1936.

İ N D E K S İn d ek sin , T ü rk k ü ltü rü n ü n a raştırıcıların a faydalı olabilm esi için, k ita b ın içinde geçen Önemli k ü ltü r konuları ile m ad d eler, “ siyah” olarak dizilm iştir. K ita p ta incelen­ m iş olan T ü rk çe k ü ltü r sözleri ile deyim ler ise, “ italik” gösterilm eğe çalışılm ıştır. K ı s a l t m a l a r : b.a : Boy ad ı; 416. Bulan-Beg, 224. Bulca-H an, 61, 145, 373 v .d ., bk. Abulea-H an, E bülcc-IIan. Bulgar’lar, 201. B ulukuday, b .a ., 384. Bulut: 235. Bum ın-K ağan, 28, 66, 436. B uracu, k .a ., 258. B urak, 192, 562 v .d ., b k. B arak, B urak-ı H indi, 563. B uraıı-H an, 249. B u r ç l a r : B aşak b .u ., 487; 12 b urç, 487, 555; S a ratan b .u , S ünbüle, Yengeç b u rçları, 487. v.d . Burç-N oyan, 258.

T Ü K K M İT O L O JİS İ Jturgay, «özii, 263. Btırıcı-Gazi, k .a ., 257. B urkas ili, 262-3. B urkud, b .a ., 384. B urkun (?), y .a ., 172. B u rkutlu-T ag (? ), 172. B u rla-IIatu n , k .a ., 268. B ursa ş. 222. B uruk u d , b .a., 384; B u ru k ud ai, b .a ., aynı yer. B u rv a t m itolojisi, 32, 34, 47 v .d ., 64 v .d ., 413, 450, 483, 491 v.d. B uu d ay ık , kuş, 191, 364, bk. Buğdayık, B uura-D ohsun, t .a ., 106. B u u şi, sözü, 197. B u y a n , 411; B u y an -H an , 410 v .d .; Buy an -K ara, B uyaıı-T cm ür, 411. B uynıul, kuş, 358. v .d . B u z : Boy adı, 56 v .d ., B uz-IIan, bk. M uz-H an, 57, b k . Dolu; B uz-dağı (M uz~Tag) 68, 76, 175. B u z a ğ ı, k u tsal, 314. B uzaııcar, k .a ., 411, krşl. Buzeııccr. Buzençer ( ? ), k .a ., 412, krşl. B odunçar. Bıızgaç, adı, 263. Büğe, deyim i, 339, Biigdiiz, b .a., 213, 233, 235, 267, bk. Bükdüz. Bügii, deyim i, 339, 353; Bügii-Bilge, 339. *Bügü-diiz, 233. B ügüııötcy, k .a ., 415. B ü k. sözü, 202. Büke, B iika. *B üka -d iizj* B iik(ü)-diiz / B ükdüz'B ügdüz, 353. B ükdi, b .a ., 393; B ükdi-H an, 401. B ürçi, k .a., 258. B iirküt, k a rta l, 219, 364-5, 504, bk. Subiirk ü t’ü. B ü y ü k a y ı burcu, 472, 577. —

C



C âbarka C aberka/C aburka (?), y .a ., 388. C âbalak, v .a., 388. Cabı ili, b .a., 262. Cabulka, y .a., 405, bk. C âbarka.

-c«, eke, 253. Cadı, k;ıdın. 104, 362. Cafcroğlu, B ektaşî, 478, 480. Cagalrnai (M o.), kuş, 366. -ca k, eki, 253. Calayır, b .a ., 363, 392. C am an-sarı, kuş, 363. Camcı, b .a., 214. Can, 483, B ektaşî deyim i, b k. R ulı, eren. Cani-Bek Ila ıı, 263 v.d. -c a r, ek i, 377n. C avuldur, b .a. 213 v .d ., 364 v .d ., bk. Çavu ld u r. Cebe, sözü, 244 v.d . Ccbni, b .a. 213 v .d ., b k. Çepni. Cebrail, m elek, 437. C edey-IIan, 124. Cehar (? ), k .a ., 261. C e h e n n e m : 106, 434; b k . T üpken-K ara T a m u , 447; Y edi T a m u , 132, C. adları. Celbegen, b k. Y clbcgcn, dev. Cem, Ira n lı, k .a ., 180, 374 v .d ., bk. Y im a. C e n a z e : m erasim i, 513, b k. Ölüm . Cengşi, Cengşü, ad ve u n v ., krşl. Cenkşi, Baş-C.y Scr-C ., b k. Çin. Chcmg-shih, 224. C e n n e t: 101 v .d ., 108 v .d ., 132, 434, 456, 475, 571; C. ağacı, 596; C. dağı, 101, 132; C. gölü, 596; 8 Cennet, 476. Cepni/Çcpni, b .a ., 365. CerğIÇerğ (F a rs.), kuş, 370. C e z a : 220, 246, 303, 502, 570. Cıcaklı - H a tu n , k .a ., 229, 261. Cingulus M u n d i, 60, b k. D ü n y a kuşağı. Cin-Tcm ür, k .a ., 222. Clıang-shih (Çin.), 224, b k. Cengşi, Çaııgşı. Chin, Çin sülâlesi, 177. Ch’i-slıou K ağ an , 550. Coçin ( M o .) , 146. Comanie, K u m an ülkesi, 200. Comer, k .a ., 180, b k . K im erî. Cov, Çin sülâlesi, 280. Cöçi, k .a ., 197, 232, b k. T iişi, 344; C. ulusu, 211. Cunı (?), k .a ., 261. Curcan, 176.

İN D EK S CuTcjÇ.urc, ku ş, 362; Cure-doğan, kuş, 368; C. - Ifıçin, 362. C ürçet’ler, 61, 123, 129, 176; C. ili, 223; çoğulu : Cürçc'ütjCürçeıvüt (m o.), 384. Cüz (K ırg .), 217, b k . Y üz.

617

Çcs-Alp, “ B akır-A Ip” , 683. Çıırçı, k .a ., 506. Çolban, k .a ., 179 v .d . Ç ı n g ı r a k : 36-7. Çiçekli, ad ı, 261. Çigil, b .a ., 393.

-

ç -

Ç in a ’ÇinufÇ ino (Mo.), 43, bk. K u rt.

Ç adhany “ Çıyan” , bk. Yengeç.

Çingene’ler, 380, b k . L uli, lüli.

Ç a d ı r : ‘18, 560; afc-f., 211, 306; ç. çözm e, 307; ç.ın icad ı, 27-9, 377; K ara-ç.y 215 v .d .; ç. kap ısı, 515; 12 ç ., 215; ç. ö rtü sü , 514; b k . O ta ğ .

Ç i n g i z - H a n : 2, 11, 15, 29, 45-7, 49, 65-6, 145, 222, 232, 276 v .d .; Ç. a d ı, 473;

Ç ağatay u lusu, 211; Ç. k u llar ili, 266. Ç ağrı-B cg, k .a ., 370, 406. Ç a k a n -IIa tu n , 535. Çakır-doğan, ku ş, 356, 369 v .d .; Ç akır k u şu , 370. Ç akm ak ta şı, 54. Ç albay, k .a ., 594. Ç anak, y .a ., 407. Ç andır, b .a ., 380, 393. Çatıgşı (T ü .), u ııv ., 225, b k. Cengşi; Çaıışi’u t, b .a ., 411. Ç a p 335; Ç apgur, b ., k .a ., 335. Ç arşan k ı, b .a ., 261. Çav-fÇatv-fÇaıı-y 342; Ç avdur, b .a ., 343, 393; Çaıı-ı-, fiil kökü, 343. Ç avıldur/Ç avuldur, b .a ., 343; krşl. Ç avındurjÇ avıındur, a. y er.; Çavuldar, 343. Ç avuld u r B ala-A lp, 268. Çaıc-ışyÇaıv~la'n, 343. Ç avlı-B eg, u n v ., 370. Ç a u d u r, b .a ., 380, 393, b k . K ara-Ç avdur. Ç a y : ö n em li ik ram , ç.a o r t a k olm a, 306. Çebiç, 49, b k . Kök-Çebiç. Çeçekli H a tu n , 229, 261. Ç ek-Pergcn, k . a ., 325.

Ç.le ilgili efsaneler, 413, 467, 501, 570, 574. Çizme : Ayı ç.si, 38; g ö k ç ., 507. Ç o b a n lık : 513; a t ç .ı, 513-6; K o y u n ç.ı, a. yer; ç.ların savaşı, 516; d o k u z ç ., 538, b k . K ara-B eg, h ay v an yetiştirm e. Ç o c u k : Ç. suz aile, 234; ç.a ad koym a, 316, b k. A d koym a; ağ a ç ta n doğan ç., 95; 6 ç ., 567; anne ve b abasız ç., 324; baş kesen ç ., 516; ç. u belem ek, 507: beşiği çalkalayan, 533; dem ir beşiği k ıran , 313; erkek, 95; eti ap ak , 498; ırm ağ a a tıla n , 53; gök yüzlü, 500; göğsü a ltın , 313; k an döken, 516; k a n tu ta n , 566; “ keçi­ den kalan oğul” , 533; kem iği b ak ır, 498; kızıl yü zlü , 510; k u tsa l, 77, 80; kulun gibi, 507; kül tu ta n , 536; 60 ç. k u rb an ı, 440; 17 yaş. d a bülûğ, 312; ç. öpm ek, 506; savaşçı, 538; sırtı güm üş, 313; ç. a m ersiye, 530; üvey, 217; y a d d a n gelen, 415; 7 günde y ü rü y en , 311-3, 320, 414. Çoin-K ulak, d ev ., 540-4. Çolpan-H an, 406, 308 v .d ., b k . Colban. Çonak, k .a ., 403.

Ç e k iç : 66; sihirli ç.., 462.

Çora; Çoro, 502 v .d ., 515, b k . Y iğ it, yoro.

Ç e li k : N evileri, 68; ç. b ozkırı, 59; ç.e in san k an ı ile su v erm e, 330, b k. dem ir.

Çu n. vadisi, 496.

Çelçiw ut, b .a ., 384. Çepni, b .a ., 344. Çerkcsî, b .a ., 385.

Ç unkar-uya, y .a ., 506.

Çure, 219-2, kuş a ., b k. Cure. Çun-, çung-y 403. Ç uvaldar, 342, bk. Ç avuldur. Çöl: 307, bk. Bozkır.

618

T Ü R K M İT O L O JİS İ — D —

D a ğ : “ Aladağ benzeri yiğit” , 517; altındağ, 24, 319, 434, 445, 517; A k-dağ, 87-90, 110, 316, 376; B akır d ., 24, 60, 583; B u z d ., 175; D e m ir d ., 18 59-60, 106, 576; d ü n y a d. ı, 59, 62; dün y a geçidi, 62; g ö k d.ı, 18; K a f d .ı, 108; d. k apısı, 583; k u r t d.ı, 44; K utlug-d., 85; k utsal d ., 110, 550; d. gibi M anas-H an, 531; d. ın y arıl­ m ası, 583. - dai, eki, 384. D alay, 287, D alay-L am a, 467, 473. D am -B uğa, k .a., 415. D am n ak , k .a .. 407; D . -A talık, 403, bk. D ım nak. -dar, eki, 71, 312, 314, b k . -d ur. D am g a kuşu, 110; D aru g a-H an , 110. D aryal geçidi, 71. D a v u l : 40, bk. B ay rak . D ayun-B alıadır, 394; D ay u n-B aym , 406. D e d e - K o r k u t : 6, 60, 130, 501 v.d. Deli D um rul, efsanesi, 104, 324. Deîüee-doğan, ku ş, 356. D e m i r : D. ağaç, 88, 98; d. beşik, 314; d . çatılı ev, 68; d. d a ğ , 18, 59-60, 106, 566-7; d. eğelem ek, 618; d. eldi­ v en , 38; eritm e k , 62-8; ev, 70; g ö k d ., 67; d. k a p ı, 285; d. kulak, 545; d. ocağı, 62-64; d . ocağına k u r­ b a n , 68; ciğer göm m e, 68; d.e saygı, 67; süzm ek, 68; d .i insana T an rı v eriyor, 101, 103; d.i u zatm a, 67; d. yay , 322; d. y ay lı A k -H a n , 472, b k . Çelik. D em ir çağı, 38. D em ir-K apı, y .a ., 185. D em ir-K azık, 100, 442, bk. K u tu p yıl­ dızı. D e m ir m a d e n l e r i , 70. D e m i r c i : 21: A k -d ., 69; d. çekici, 462; sihirli d. eğesi, 544; gökten inen d ., 69; İsk en d er’in d.si, 71; M oğollarda, 66, 67; d. örsü, 462; Sihirbaz d ., 69; d . T arkan, 69; d.

t ö r e n i , 62 v .d .; T ürklcrde d.lik, 66-7; d. T ü rk b oyları, 70; d. Ş am an­ lar, 68 v .d ., b k . U us, ağlıs. D e n iz : 321, 473 v .d ., 490; açık d ., 469; A k-d ., 59, 103-5, 414, 472; A rat d .i, 472, b k . A rağat-Bayağal; A t e ş d .i., 472; B atı d .i., 22; B ay-d., 411; B aykal d.i, 439, 472; Bilgi d .i, 473 v.d., B üyük d ., 60, 314; C e n n e t d .i., 596; derin d ., 469; G ö k d .i., 318-9, 468, 576; d.i geçm e, 467, 566; göl ve d ., 467; il k d ., 432, 435, 437, 447-9, 466, 472; Kara-d., 468; d. ve nehir, 468; O r t a d ., 413-4; S ü t d.i, 103, 110, b k. Süt-A k-K öl; d. den su içm e, 313; d. T anrıçası, 433, 570-2; 433; y e d i d ., 132. bk. T aluy, Tcngiz, Umman. D entum oger, y .a ., 588. D erden, b .a ., 405. D e r i : k u rt d.si, 46; kakım d.si, 46. D e v : Dev an a, 567; b ü y ü k kulaklı d ., 540-44; 9 dev, ¡67; bk. K ara-M oos, 562; k a v a k a .d a , 572 v .d ., d. k ız , 542 v .d .; dev ve Ş eytan, 430; 7 başlı d ., 317; b k. Celbegen, Yclbegen. D e v e : 309, kara-dişi d. deve k u rb an ı, sa rı, kutsal d ., 524; d. ç o b a n ı , 513. Devir, devriye, 30, 488. D e v l e t : D. anlayışı, 1, 8, 291, 497; d. efsanesi, 28; dün y a d .i, 511; d. te ş­ k ilâtı, 291 v .d .; d. ve to p rak , 497. -d ır, eki, 342, 350. D ib, 155; D ib-Ccngşü Beg, 224; DibY abgu, 149; D ib-Y avku, 221, 225. D ilgur-T ürkm en, k .a ., 401. Dilm uz (?)-T ürkm en, k .a ., 401. D i n : D evlet d .i, halk d.İ, 557; törenler, 17. Din-Ali H oca, 254. D in li, 253; D ingli, k .a . 260; Dingli-Beg, 253 v.d. D i r e k : Gök d .i, 59; yarış d .i, 53. D obun-B ayan, k .a ., Dobun-M ergen, 64, 414.

İNDEKS D od u rg a, b .a., 213 v .d ., 337-8, 361 v .d ., b k . D oturga. D o ğ a n : 356, 364, 368-9; Ak-doğarı, 30, 356; A la-d., 356; a r m a olarak d., 592; ay ve güneşi tu ta n , 593; Halaban -d.y Boz-d., Çakır-, D elücc-d., 456; dcniz-d.ı, 363 v .d .; d. d o n u , 129; M a n a lın av d .ı, 519; k u t s a l d ., r ü y a d a , 593; T o y-d .ı, Ü sküftü c/., 356; d .d an tü rem e, 588, 594. D oğnıJ-B aba, 30. D o ğ u : 103, 278, 284 v .d ., 431; Doğu C e n n e t i, 101; k u tsa l doğu, 560; K u tsa l k. *B ıılea-IIan. Eci, 455 v .d ., b k . Ilav v n . Eçiy sözü, 447. E flak, y .a ., 201. E f r a s i y â b : 74, 256, 389, 374, 387, 394. E fta lit’Ier, 15, b k . A k -IIu n ’Iar. E ğ e : Ö lüm aleti, 544; rü y a d a , 49, 530; h a y a t sem bolü, 528. Egrencc, k .a ., 243. E h r i m e n : 421 v .d ., 425, 429, 4 6 6 ,476, 474. E jd er, k .a ., 409; E jder-i A rslan, k .a ., 403, 407 v .d . E j d e r h a : 33, 396; m ağ arad a, 398 v.d.; s a r ı e ., 317; y eraltı e.i, 4 1 4,444, 541, 545. E lb i s e : b k . A la atlı, kişi donlu; aygır k ılından y ak alı, 511; b e y a z , 87; çıngıraklı, 37; dom uz derisinden, 500; eteği k alk ık , 309; krşl. K a fta n , 309; k u r t ’a benzer, 37; k u ş tip i, 37-8; sihirli, 37; T a n rı vergisi, 316-8; t ö r e n e , si, 136; y e ş i l, 133; e.li y iğ it, 504. E l ç i : 7, 10 v e 40 elçi, 204, 507. E lç i(n ), 517. E lm a : K u tsa l e. ağacı, 506; E .lı dağ, 533; şekerli e ., 306. E lm alı-B aba, 470. E m -fA m -, k ö k ü , 347. E m el-H oca, 149. E m esu, k .a ., 588. E m ir-i gazâby u n v ., 406. E n cari, k u ş, 365. E n d er, k .a ., 257. E n geş/Enggeş'Enkeş, k .a ., 257, 261; EngeşBeg, 266-7; E ngcş-H oca, 299, 231; E n k eş, k .a. 227. E r-A ngkas-T öşek, k .a ., 227. E r d e m : “ F azilet” , 482. E ren, 503. E rcydclı-B uruydahçı, t.a ., 98.

Ergene-, 62. E rg e n e k o n e fs a n e s i, 482, 485, 583.

59-72,

69-71,

E rig-B üge, k .a ., 85, 154, 276. E rki, k .a ., 234; E . -H an , 235. E r-K u y aş, k .a ., 536 v .d . E r l i k , t.a ., 421 v .d ., 429, 435, 438, 450, 453 v .d ., 459, 465 v.d. E r-M anas, 301, 497, b k . M anas-IIan. Er-Sogotoh efsanesi, 96 v .d ., 113. E r-T oğrul, k .a ., 591. E r-T oltoy, k .a ., 538. E r-T ö ş tü k

e fs a n e s i:

539.

E r-T oyon. t.a ., 99, 106. E sege-B urkan, t .a ., 491. E ski, 303, 380, b k . îsk i. E sli-H an, 249. E şek:

517; e. soyu, 278 v .d ., b k. K ulan.

E şkiııaz, k .a ., 376 n. E t : 491; e.i ap a k , 498, 507; e. p ay ı, 205; e., to p ra k ta n , 265. Etlıer, 423, 474. E tü g e n , t.a ., 282-3, T anrıça. E y m ü r'E y m ir, b .a ., 226, 228, 231 v .d ., 346, 365, 371. E v : ak ev, 542; a ltın e ., 210 v .d .; a ltın , güm üş, d em irden, 68; ev çatısı, 310; 50 kapılı, 40 pencereli, 30 kirişli ev, 98; 40 köşeli, 110-2; taş ev, 514. E v l â t l ı k : 190, b k. O ğulluk. E v le n m e : 162, 324; 60 deve kaim , 528; Ç e y iz , 530; düğün babalığı (Ö k ü l-A ta ), 532; d ü n ü r k ad ın lar, 516; g e li n , 503; g e r d e k , 516; H an kızının e.si, 526; kardeş karısı ile, 531; karı-koca r u h u , 545; kız i s t e m e , 515 - 6, 542; kız k a ç ı r m a , 537; tek kadınla e. ( M onogam y)y 475 v .d .; 32 yıl evlilik, 530; n i ş a n ve m endil, 542; iki d ü n y a d a n e., 449, 528, 594; Ş eytanla, 440. Ex-nihiloy 423. Ezre-Kurbustan-TengerCy t .a ., 435, 447.

İNDEKS — F — F a k i r : U nv. 560; f.i g iydirm e, m al d a ­ ğ ıtm a, 310, 327. F a l : Y ay ve y ıldızla, 323; falcı, 504. F a u n , 195. F eridu n , k .a ., 374. F e l e k : 480; 9 f., 100-1. F i l : 311. F in-U gor m itolojisi, 54, 428, 441, 491; geyikli, 577. — G — -g, -g, eki, 348. Gaçaric, y .a ., 200. G arcistan, 173, 196-7. G am da, cf. k u ş, 541. G e c e : 585. G e lin : 503, b k . E vlenm e; iyi g ., 520. G e r g e d a n : 114, 136, 311, 320. G e y ik : A k g ., 569; Ala g ., 25; 6 ay ak lı, 577; arslan a benzer, 574; g. b a ta k ­ lığı, 578 v .d .; b eyaz, 575; g. boynuzlu şap k a, 38; g ., deniz t a n r ı ç a s ı , 569; dişi, 569 v .d .; d o n u , 29; b k. llo 'a i-M a ra l, 467; k ap lan a benzer, 33, 574; g. k a y a s ı , 307; kızılım sı g., 570; g. k o v a l a m a , 578 v .d ., 580-5; m a ğ a r a s ı , 24 378 v .d .; m isk g.i. 567; t o t e m , 24; 7 geyik tek esi, 312 v .d .; 7 y a v ru , 577. G e y ik li B a b a : 29. -geş, eki, 225, 227. G eza, M acar k ıra lı, 592. -g ir ¡-gır¡-gur ¡-gür, eki, 335, 348. Gobi çölü, 586. Gog-Magog, 381, b k . Y e’cuc-M e'cuc. G ö b e k : D ü n y an ın g.i., 101; g ö k g.i, 101. G öbck-Sarı, k u ş, 218. GöçgenJGöçken, ku ş, 362. Göğem, u n v ., 225. 1. G ö k = ren k / : G. b itli, 533; b k . Börte, 43; g. çizm e, 507; g. d e m i r , 67; G. - D eniz, H aza r d .i, 318, 3 1 9 ,4 6 8 ,4 7 2 , 576; G ö k '- H a n , 472; g. k a fta n , 507;

621 G ök-K atay, k .a ., 472; G ö k - K u r t , 42, 570, 575, b k . K u rt; g. tü y lü k u rt, 42; g. yeleli k u r t, 42, 134-5; g. k u y ­ ruklu kö p ek , 42; G. ö k ü z , 542; g. rengi, 42; g. s a k a l l ı , 316, b k. H ız ır ; g. sakallı vezir, 512; g. s a r a y , 518, bk. M ezar, 513; te k e , 42, 135; yüz, 136, 500.

2. G ö k = sem a : 425 v .d .; gök a ğ a c ı , 93; 9 dallı, 8 ağaç, 110; 7 ve 8 dallı, 598; g. boşluğu, 287, 433; g. d a ğ ı , 17; g. d i r e ğ i , 57, 507 v .d .; g ö b e ğ i, 101; g. gürlem esi, yerle çarpışm ası, g. ı r m a ğ ı , 111; g. kalıg'ı, 287; k a r ­ t a l ı , 585 v .d .; g. k a tla rı, b k . puudak. 441; g. deki ka yın ağacı, 512; g. k ı z ı , 141; g.e. k u r b a n , 16, 550; g. kuşu, b k . Öksökö, 597 v .d .; g.e o k a tm a k , 16; 12 k a t g., 107; 30 k a t g. T a n r ı s ı , 99, 122, 130 v .d ., 160, 162; g. 3 k a t, 100; g. ve 3 u n su r, 140; g. ve y a y , 285; 7 k a t g ., 92, 101, 319; g. ile yerin birleşm esi, 577; g. y o lu , 582. G ö k t ü r k ’l e r : G ö k tü rk m itolojisi, 20, 22, 27, 51-4, 59, 66, 80-1, 275, 294, v .d ., 476, 479, 551, 569, 570, 580; G.de dev let fik ri, 275; G. dini, 472. Gövem, sözü, 255. G ö z : “A krep gözlü” , 500; al g ., 136; elâ g ., 65; “gözü kanlı” , 136; kızıl g., 65, 500; gökçe (K ökçe) g ., b k . K am ang-kös, 518; şehlâ g ., 65; ü stü b ü y ü k g., 500; g.e g e lm e ,b k . dili ötm ek, 545. Gözeki, k .a ., 268. - gü, -g u , eki, 338, 386, 407. G u l - y a b a n : 463. -g ır, -g u r, eki, 199, 329, 335, 340, 345, 401. Gur, deyim i, 173-4, 196-7; G ur-H an, bk. G ür-H an, 151, 287. Gûrk-i B a şk u rt, b .a ., 196-9, 222. - zurt, eki, 214. -gut, eki, 240. G utia, y\ ve b. a d ı, 200.

622

T Ü R K M İT O L O J İS İ

Guz-Ordu, bk. B alasagun, 199. G ü m ü ş : G. sırtlı çocuk, 313; g. o k , 125; g. om uz, 290; g. ta v u k , g. üzengi, 211. G ü n : 60 g ., 9 g ., 513; 6 g.