Foucault: Öznenin Yitiminden Yeniden Doğuşuna [1 ed.]
 9786055029548

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Eric Paras Harvard Üniversitesi'nde Avrupa düşünce tarihi alanında doktora­ sını tamamlamıştır. Virginia'da yaşayan Paras, Harvard's Minda de Gunzburg Center for European Studies'de çalışmalarını sürdürmektedir.

FOUCAULT Öznenin Yitiminden Yeniden Doğuşuna

(

Kolektif Kitap -82

Foucault - Ôznenin Yitiminden Yeniden Doğuşuna Özgün Adı:

Foucault 2.0 - Beyond Power and Knowledge

© Eric Paras, 2006 ©Türkçesi: Yunus Çetin,

2016

©Kolektif Kitap, 2016 ISBN: 978-605-5029-54-8

Yayıma Hazırlayan: Eda Doğançay Sayfa Düzeni: Kolektif Tasarım Kapak Tasarımı: Deniz Akkol

1. Baskı, Mayıs 2016, İstanbul Sertifika No:

25574

Baskı ve Cilt: Berdan Matbaacılık

215-216 1 0212 613 11 12 Sertifika No: 12491 Güven Sanayi Sitesi C Blok No:

Topkapı, İstanbul

Kolektif Kitap Bilişim ve Tasarım Ltd. Şti. Caferağa Mah. Sarraf Ali Sok. Eren Apt.

26/1 Kadıköy, İstanbul 1 [email protected] T: 0216 337 05 18 1 F: 0216 337 03 18 No:

www.kolektifkitap.com

Bu kitabın hakları Anatolialiı Telif Hakları Ajansı aracılığıyla alınmıştır. Yayıncının izni olmaksızın elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla çoğaltılamaz ve iletilemez. Tıim haklan saklıdır.

FOUCAULT Öznenin Yitiminden Yeniden Doğuşuna

ERIC PARAS

Türkçesi: Yunus Çetin

-

KOLEKTlf.

Edward ve ]ennifer'a,

İÇİNDEKİLER Teşekkür ___11 Giriş: Arşive Girerken __13 ·------ ·-----·------

1.KISIM: Söylem -

1 . Bölüm -

Yüzey Etkileri: Foucault, Sartre ve Öznenin Eleştirisi ·-· 35

- 2. Bölüm Yeniden Yapılandırma: Foucault ve Soybilimsel Dönemeç

2.

69

.....

KISIM: İktidar - 3. Bölüm -

Gezegensel Kuwetler: Foucault, İran ve Yeni Filozoflar __105

3.

KISIM: Özneler - 4. Bölüm -

Derin Özneler: Foucault ve Bireyin Dönüşü _...137

- 5. Bölüm Yaşama Sanatları: Antikite, Modernite ve Kendilik Pratiği _167

Sonuç: Foucault Sarkacı

Notlar

......

Kaynakça

211

......

261

Dizin _287

_...

199

1

1

TEŞEKKÜR

BU KİTAP BİRÇOK KİŞİNİN katkısı olmadan yazılamazdı. En bü­

yük şükranı Harvard'daki hocalarım David Blackbourn, Peter Gordon ve Charles Maier'e borçluyum. İhtiyatlılıkları sayesin­ de atabileceğim yanlış bir adımın felakete yol açmasını önledi­ ler. David Blackbourn'un vakitli önerileri, bitmeyen desteği ve ilgisi her konuda yolumu açtı. Bundan dolayı ona gerçekten minnettarım. Peter Gordon, düşünce tarihinin nasıl yazılması gerektiğinin bir timsaliydi. Her bölümün eleştirel gözle irdelen­ diğinden emin olmak adına bolca vakit harcadı. Bu sayfaları yazarken, onun keskin ve duyarlı bakışı bana hep eşlik etti. Charles Maier, Harvard'a adım attığım günden itibaren bana ilham kaynağı oldu ve bu projenin kritik duraklarında dostlu­ ğunu hiç esirgemedi. Son yedi yıldır değerli vakitlerini benim için harcayan ve bana yol gösteren Harvard Üniversitesi'ndeki daha birçok isme şükran borçluyum. Stephen Greenblatt kendi görüşleri­ ni ve konuyla ilgili birikimini benimle paylaşmak için büyük zahmete katlandı. Susan Ware beni destekleyip yüreklendirdi. Mark Kishlansky, değerli önerilerini sunmakla kalmayıp nasıl uzman bir tarihçi olunması gerektiğini kendi kişiliğiyle göster­ di. Doktora dönemimin son yıllarını unutulmaz kılan Ann Bla­ ire'e özellikle minnettarım. Entelektüel ve mesleki gelişimimin

12

1

FOUCAULT

yanı sıra, sağlığımla candan ilgilenişi çok değerliydi. Kendisini ondan daha fazla işine adamış bir biliminsanı, daha nazik bir insan ve daha iyi bir hoca düşünemiyorum. Bu kitaptaki önemli soruların büyük bir kısmı ilk önce mes­ lektaşlarım arasında tartışıldı. Avrupa Çalışmaları Minda Gin­ zburg Merkezi'nde gerçekleşen Modern Avrupa Tarihi Semine­ ri katılımcılarına büyük şükran borçluyum. Katja Zelljadt ve Helena Toth, etkinliğin organizatörleri olarak yazım aşamasın­ daki çalışmalar için tartışma zemini hazırlamak adına büyük çaba sarf ettiler. Bo-Mi Choi, Deborah Coen, Chris Hilliard, David Meskill ve Sharrona Pearl çok yararlı geribildirimlerde bulundular. Dikkatli yorumları ve ilham verici sohbetleri için Tom Wolf'a da ayrıca teşekkür etmek isterim. Harvard Widener Kütüphanesi'nin yardımsever ve gayretli kadrosu, Rice Üniversitesi Fondren Kütüphanesi ve College de France Bibliotheque Generale çalışanları araştırmam için de­ ğerli desteklerini esirgemediler. Avrupa Çalışmaları Minda Gin­ zburg Merkezi'nin cömert araştırma bursu çalışmamın yaratıcı bölümlerinin yazılmasına katkıda bulundu. Oldukça değerli Giles Whiting Vakfı bursuysa, saçlarım tümden beyazlamadan projemi bitirmemi sağladı. Son olarak, çok sevdiğim aileme teşekkür etmek isterim. Eşim Jennifer projenin her aşamasında yanımdaydı. Son on ay boyunca da oğlum Edward, getirdiği mutlulukla aramızdaydı. Bu sayfalarda iyi olan ne varsa kaynağı ailemdir.

GİRİŞ

Arşive Girerken

İZİNDE SARF EITİGİM dört küsur yıllık emeğin sonunda, hem bir

düşünür hem de bir birey olarak Michel Foucault'ya büyük bir hayranlık duymaya başladım. İnsan özgürlüğünün korunması ve genişletilmesi adına duyduğu sorumluluk hissi hiçbir zaman sekteye uğramadığı gibi, eleştirel zekasına yaraşır olağanüstü yazım üslubunu da bu uğurda kullandı. Belki de en çok konuş­ tuğunda açığa çıkan, epey güçlü bir mizah anlayışına sahipti. College de France'ta yarıyıl boyunca verdiği on üç dersin on ikisini baştan sona dinleyince Foucault beni hem şaşkınlığa uğ­ rattı, hem derinlemesine düşünmeye sevk etti, hem de defalarca beni sık sık utanmama neden olacak sesli kahkahalar atmama yol açtı. Ayrıca kendisinden, öğrencisi olma onuruna eriştiğim bütün profesörlere kıyasla daha fazla şey öğrendim. Arnold 1. Davidson, Foucault'nun 1994'te yayımlanan üç bin küsur sayfalık Dits et ecrits' adlı kitabıyla birlikte, yirminci yüzyıl düşünsel yaşamı çerçevesinde Foucault'nun konumu­ nu yeniden değerlendirmenin olanaklı olduğunu, hatta bunun bir zorunluluk haline geldiğini ileri sürdü. Fakat Davidson bu •

Dits e t ecrits'den yapılan kapsamlı bir seçme, Ferda Keskin'in editörlüQünde Seçme

Yazılar (Entelektüelin Siyasi İşlevi, ôzne ve İktidar, Büyük Kapatma, İktidarın Gözü, Felsefe

Sahnesi ve S o nsuza Giden yayımlanmıştır. -yhn

Yol)

başlıQı altında altı kitap olarak Ayrıntı Yayınları tarafından

14

1

FOUCAULT

tespite bir şerh düşüyordu: " College de France'ta verdiği ve hala yayımlanmayı bekleyen dersleri, kitaplarında ve Dits et ecrits'de yazdıklarının çok ilerisinde olduğundan, henüz kesin ve kalıcı bir görüş oluşturabilmiş değiliz."1 Çalışmamın çıkış noktasını Davidson'ın işte bu tespiti oluşturdu. Foucault'nun College de France'ta verdiği derslerden bütü­ nüyle istifade eden ilk geniş çaplı tarihsel çalışma olma özelliği taşıyan bu kitap, dersleri herkese açık kaynaklarla tamamla­ mak üzere kullanmakta ve her bir dersi bağımsız birer tema olarak görmektedir. Ders içeriklerine ulaşılması durumunda Foucault'nun projesine dair görüşümüzün baştan aşağı değişe­ ceğini ileri süren Davidson, bu kitapla birlikte fazlasıyla haklı çıkmıştır. Her bir ders, Foucault'nun önem atfettiği araştırma alanları üzerine gerçekleştirilen benzersiz ve özgün birer çalış­ madır. Foucault'nun yayımlanmış belli başlı eserlerinden farklı olarak, projenin oluşumuyla kitabının yayımlanması arasında genellikle iki üç sene geçerken, bu dersleri fitilleyen merakla derslerin sunulması arasında herhangi bir fasıla bulunmuyor­ du. Dünya genelinde gerçekleşen güncel olaylara, yeni çıkmış kitaplara, hatta günlük gazetelerin manşetlerine yapılan atıfla­ rıyla nefes kesici bir dolaysızlık taşır bu dersler.

BAŞTAN SONA ELE ALINDIGINDA neredeyse iki yüz saatlik bir

konuşma söz konusudur; ki bu da elimizde bulunan belgele­ rin ciddi ölçüde artması demektir. Düşünürün birçok sadık okurunun pek aşina olmadığı veçhelerini açığa çıkaran da bu derslerdir. Genellikle henüz gelişme aşamasındaki varsayıma dayalı fikirler üzerine haftalar boyunca kalabalık bir topluluğa hitap eden düşünür, yine de sakin, hazırlıklı ve şevkli bir eda taşır. Ne var ki onun takındığı bu ciddiyet, aslında oyunbaz ve biraz da şen şakrak kişiliğinin geliştirdiği bir kontrol mekaniz-

GİRİŞ - ARŞİVE GİRERKEN

1

masıydı. Tartışılan konu çoklu cinayetler kadar tüyler ürperti­ ci, beşinci yüzyıl vaftiz törenleri kadar yavan olduğunda bile, Foucault'nun dinleyicilerinin salondan nasıl da kahkahalarla ayrıldıklarını bu derslerin hiçbir çevriyazısı aktaramaz muh­ temelen. Daha da önemlisi, Foucault'nun verdiği dersler yoğun bi­ rer felsefi keşifti. Fransız yayınevi Le Seuil'ün derslerin çevri­ yazılarını ayrı ayrı kitaplar olarak yayımlaması, biraz da bu çalışmaların gerektirdiği dikkat düzeyinden kaynaklanıyor. Foucault'nun 1 973 başlarında verdiği Cezai Toplum (La So­ ciete punitive) dersleri, modern dünyada hapsetme olgusunun geniş çaplı, fakat bir o kadar da keskin tahliliydi. Düşünürün 1981 'de sunduğu Öznellik ve Hakikat (Subjectivite et verite) ise, antik dünyada yaşama sanatları olarak geçen sanatların ta­ rihinin yoğun ve metin odaklı incelemesiydi. Ayrı ayrı ele alın­ dığında, Foucault'nun yararlandığı kaynaklara ve uyguladığı yöntemlere ışık tutmaları bakımından her iki ders de değerli çalışmalardır. Hapishanenin Doğuşu ve Hazların Kullanımı gibi daha sonra yazılacak kimi kitapların temellerini atmaları bakımından da tarihçi nezdinde bir o kadar önemlidirler. Fakat bu derslerin belki de en önemli faydası, Foucault'nun düşüncesini bize çok detaylı sunarak yıllar değil de aylar ve hatta haftalar zarfında gerçekleşen bir evrimi inceleme fırsa­ tı sağlamalarıdır. Böylelikle düşünüre dair bilgi dağarcığımız­ da bulunan boşlukları doldururlar. Çünkü söz konusu dönem Foucault'nun kitap yayımlamamasına rağmen onun için son derece verimli geçen ve 1970'lerin başları ve sonlarına ilişkin çok önemli bilgiler sağlayan bir dönemdir. Sonuç olarak bu dersler yeni sorular sormamıza olanak tanır. Bu kitabın baştan sona ele aldığı özel soru, Foucault'yu yakından okuyan hemen hemen herkesin sormaktan kaçınamayacağı bir sorudur: Fou­ cault öznenin yitimine dair fikir yürüten bir düşünürken, nasıl

15

16

1

FOUCAULT

olmuştur da tamamıyla özneyle meşgul olan bir düşünüre dö­ nüşmüştür?

FRANSA'NIN EN SAYGIN öğrenim kurumu olan College de Fran­

ce, günümüzde Paris'in beşinci arondismanına yayılmış, gör­ kemli binalar ve avlulardan oluşan bir yerleşke olmakla birlikte pek rastlanmadık bir misyona sahiptir. 1. François tarafından 1530'da kurulan kurumun amacı, Fransız halkına ücretsiz, sı­ navsız ve de diplomasız bir öğretim sunmak, araştırmayı teşvik etmektir. College de France'ın profesörleri, bir kez seçildiler mi unvanlarını ömür boyu taşırlar. Yirmi altı saatten az olmamak kaydıyla, her sene ders vermekle yükümlüdürler. Sundukları içerik her zaman özgün olmalı; tercihen var olan bilginin sınır­ larını genişletecek bir nitelik taşımalıdır. 1 970'te College de France Michel Foucault'yu felsefe tarihi kürsüsüne seçti. Deliliğin Tarihi, Kliniğin Doğuşu, Kelimeler ve Şeyler ve Bilginin Arkeolojisi gibi kitapların genç ve muhalif ruhlu yazarı, 1 984'te elli yedi yaşındaki ölümüne dek Colle­ ge'de halka ders sunacaktı. Hakkı olduğu üzere, Foucault kür­ süsüne kendi seçtiği bir isim verdi: O artık "Düşünce Sistemleri Tarihi" profesörüydü. Foucault'nun düşünsel projesine daha iyi bir isim buluna­ mazdı; 1 960'ların sonundaki çalışmaları ona tam da böyle gö­ rünüyordu. Bilginin Arkeolojisi'nde tanımladığı programı bir adım ileri taşıyacaktı: Felsefe tarihine bir düşünürler silsilesi betimleyerek değil, söylemlerin "sistematikliğini" inceleyerek eğilecekti. Öznenin müdahalesi olmaksızın, anlamı ortaya çı­ karan düzene, bilginin ardındaki gizli düzene ışık tutacaktı. Zira özne, temsiller düzenini kurmuş olsa da, o düzenin dışında duruyordu. Foucault'nun 1 968'de tanımladığı şekliyle, çağdaş felsefenin meselesi tam da buydu. La Quinzaine litteraire der-

GİRİŞ



ARŞİVE GİRERKEN

1

gisine verdiği söyleşide neşeli bir tonda şöyle söylemişti: "İnsan felsefe alanında bir bilgi nesnesi olarak değil, bir özgürlük ve varlık nesnesi olarak kaybolmaktadır."2 Foucault'nun ifade­ siyle yitmekte olan bu özne-olarak-insan, nihayet düşünmeye olanak tanıyan bir boşluk bırakmıştı ardında. Felsefi kariyerini işte bu açılmış alan üzerine inşa edecekti. Bu yolda birçok isim Foucault'nun yanında yer aldı. Konu­ şan, eyleyen ve yaratan olarak öznenin yitimine dair mefhum, 1 960'lar boyunca Fransız düşüncesinin birçok kolunun temel ilkesiydi. Foucault'nun ve başkalarının da teslim ettiği gibi, bu mefhumun felsefede uygulanabilmesi dilbilim, antropoloji ve edebiyat alanından bir dizi kavramın kullanılmasıyla mümkün oldu. Claude-Levi Strauss'un Yaban Düşünce'si, Louis Althus­ ser'in Marx İçin i ve Foucault'nun Kelimeler ve Şeyler'i gibi muhtelif alanlara ait çalışmayı aynı çatı altında buluşturan bu olgu, tarihçiler tarafından yoğun olarak ve titizlikle incelenmiş­ tir. Bu alanda birbirinden nitelikli akademik çalışma olmasına rağmen François Dosse'nin 1 99 1 tarihli, yapısalcılığın tarihini incelediği çalışması Histoire du Structuralisme, bu alanın kav­ ranması adına katkı sunan en kapsamlı eser olmuştur.3 Kurucu öznellikten vazgeçen düşünme biçiminin ne şekilde oluştuğu üzerinde çokça durulmuştur, fakat bu öznenin çözül­ mesi ve kaybolması yeterli ölçüde incelenmemiştir.4 "İnsanın" hakimiyetine karşı çıktığı dönemde Foucault'un yer aldığı dü­ şünürler topluluğu hakkında epey bilgiye sahip olsak da, katı yapısalcı konumundan yüz çevirip sarsmaya çalıştığı (özgürlük, bireycilik, "insan hakları" ve hatta düşünen özne gibi) düşünce­ leri daha sonra benimsemesiyle sonuçlanan sürece dair pek bir fikrimiz yok. Foucault'nun 1968'deki hümanizm karşıtlığından uzaklaşıp, kısmen özerk ve düşünümsel bir özneyi kabul eden düşünme biçimine aniden geçiş yapması, bu çalışmanın temel konusunu oluşturmaktadır. '

17

ı 18 1 FOUCAULT

Bu kitabın amacı, uygulama tarihi olarak yürütülen bir dü­ şünsel tarih sunmaktır: Başka bir ifadeyle yöntemleri, gereçle­ ri, kavramları ve retorik yöntemlerini tahlil ederek, yani felsefi pratiğini analize tabi tutarak, Foucault'nun öznellik anlayışının geçirdiği şaşırtıcı evrimi çözümlemektir. Görüleceği üzere bu amacın taşıdığı zorluk, Foucault'nun düşünsel serüveninin hiç­ bir zaman aynı yerde durmayan bir pratiğe sahip olmasından; alay edercesine, "Aradığın yerde değilim, bak işte buradayım, sana bakıyorum ve gülüyorum," demesinden ileri gelmektedir.5

1960'LARIN İLK YILLARINDA, Foucault'nun düşünsel müttefikleri avangard Fransız edebiyatına mensup isimlerden oluşuyordu. Foucault'ya ilk mecrasını açan, Tel Quel dergisine bağlı seçkin bir yazar ve eleştirmenler çevresiydi. Bu aynı zamanda düşünce­ lerini sunabileceği muhataplar bulması anlamına da geliyordu. Aralarında harika çocuk Philippe Sollers'in de bulunduğu bir kurul tarafından 1960'ta kurulan Tel Quel, ilk yıllarında hem yeni öykü ve şiir hem de güncel edebiyatın ahvalini ele alan denemelerin sunulabileceği bir yayındı.6 Tel Querin yayıncılık anlayışı, daha çok Yeni Roman (nouveau roman) türünün de­ neyselliğine yakındı. Dergi, kuruluşundan iki yıl sonra Artaud, Borges, Alain Robbe-Grillet, Francis Ponge, Robert Pinget, De­ nis Roche ve Umberto Eco'nun metinlerini yayımlamıştı bile. Foucault uzun süredir ilgilendiği konuların işlendiği bir mecra bulmakla kalmadı, aynı zamanda yeni yeni filizlenen fikirlerini ilgiyle takip edecek bir okur kitlesi de kazandı. Foucault 1963 Eylülü'nde Tel Quel tarafından Cerisy-la­ Salle'de düzenlenen bir konferansta, kendi yürüttüğü keşiflerin Tel Qt4el yazarlarının yaratıcı çalışmalarıyla "olağandışı bir ça­ kışma, eşbiçimlilik ve ahenk" sergilediğinden söz etti. Blanchot ve Bataille'ı da Tel Quel çatısı altında ortak edebi ve felsefi dil

GİRİŞ - ARŞİVE GİRERKEN

1

yaratan iki yazar olarak andı.7 Peki Foucault'nun bu şairler ve Yeni Romancılarla ortak noktaları tam olarak nelerdi? Bu or­ taklıklar, özetlemek gerekirse, edebiyatta biçimciliğin gelişimi, yazarın eser içinde kaybolması ve dile atfedilen merkezi ko­ num etrafında şekilleniyordu. Foucault bunları birbiriyle ilintili temalar olarak görüyor, hatta aynı temanın üç farklı veçhesi olarak yorumluyordu. Söz konusu temaysa öznellik karşıtlığına dayanıyordu. Fou­ cault'ya göre Tel Quel yazarlarında belirgin olarak görülen durum, "bütün özel isimlerin ... ortadan kaldırılmasıydı." Ne özne üzerine yazılacak bir edebiyatla ne de içsel veya tahayyüle dayalı bir edebiyatla ilgileniyorlardı; öyle ki yazdıkları, tam da adı geçen kavramları hükümsüz kılmaya yarıyordu. Veçhe ede­ biyatı olarak tanımlıyordu bunu Foucault. Sollers'in Le Pare adlı romanında kullandığı dil, öznelliğin dili değildir; o, açılarak, yerini "deneyim" gibi ta­ rafsız bir kelimeyle karşılanabilecek bir şeye "bırakır" ... ne mesafenin uzaklığı ne de veçhe ilişkileri; algıya, nesnelere, hatta ve hatta "dünya" diye tuhaf bir şekilde tanımladığı­ mız şeye bağlı değildir; bunlar dilin dağılmasına bağlıdır.8

SOLLERS GİBİ BİR YAZAR için edebiyat, insanlar veya nesneler­

den ziyade hareketler ve mesafeler sunan bir şeydi; başka bir ifadeyle, üzerinde durmaya değmez birtakım öğeler taşıyan bir dizi bağlantı. Yaratıcısı bilinmeyen bir söylem mefhumu, Fou­ cault'nun fikrini epey çeliyordu. Fakat bunu Tel Quel yazar­ larının biçimsel yeniliği olarak değil, daha çok dile ve varlığa ilişkin genel hakikatin açık seçik bir dışavurumu olarak ele alı­ yordu. Dil, içselliğe yer açmayan bir dışsallık, yani kaçınılmaz bir boyut tanımlıyordu. Anlam da, tıpkı o anlamın varlığını

19

20

1

FOUCAULT

bulduğu özne gibi, bu dilin içsel bir sonucu, dilde gerçekleşen bir tür "kıvrım"dı. Anlam içeren metinlerin kendi kendini yaratması fikri, Foucault'nun üzerinde en az durulmuş kitaplarından biri olan 1963 senesine ait Raymond Roussel'in merkezinde yer almak­ tadır.9 Foucault, pek tanınmayan bir yazar olan Roussel'e çok yönlü bir ilgi duymuş olsa da, bu ilginin temelinde Roussel'in kendine has kitap yazma "yöntemi" yatıyordu. Roussel'in eser­ leri, ilk bakışta hayal mahsulü fikirlerden oluşuyor gibi görün­ se de, Foucault'ya göre aslında her biri anlamdan ve amaçtan bütünüyle yoksun bir yöntemle yazılmıştı. Roussel'in yazma yöntemini Foucault şöyle tanımlıyordu: da bir kartvizitten rasgele alın; o parçayı fonetik öğelerine ayırın, sonra da o

İster bir şarkıdan, bir afişten ya bir cümle

öğelerle istenen olay örgüsünü oluşturacak başka kelimeler

oluş tur un. [Roussel'in

mucizeler ... un ufak edilmiş, rasgele karılmış, tam anlamıyla "birbi­ rine benzemez" biçimlerden oluşan sözel bir malzemenin parçalarına ayrılıp tekrar bir araya getirilmesiyle ortaya çıkmış ürünlerden başka bir şey değildir. ıo yazısındaki] bütün küçük

Roussel'in Locus Solus'unda ve lmpressions d Afrique inde görülen o zengin ve tumturaklı imgelerin, fonetik parçaların rastlantısal olarak bir araya getirilmesinden, dilin anlam ta­ şımayan parçacıklarının "beklenmedik karşılaşmalarından" doğması hayret verici bir durumdu. 11 Foucault'ya kalırsa, bu hayret verici durumdan aynı zamanda ibret alınması gerekiyor­ du. Kitaplarını bu şekilde yazarak, dilin işleyişine dair bir im­ geyi kendi yazısının içerisine yerleştirmişti Roussel. Başka bir ifadeyle, Roussel'in kitaplarının önemi, Foucault'nun Tel Quel yazarlarında gördüğü olgunun aynısını birebir kendi yazısında '

'

GİRİŞ ·ARŞİVE GİRERKEN

1

taşımasında yatıyordu: Dilin rastlantısal kıvrımlarının bir yan gerçekliği olarak anlamlar ve öznel ifadeler üreterek bizzat Var­ lığın kendisini taklit eden bir edebiyat; ontolojik kıssa olarak edebiyattı söz konusu olan. Sollers 1 963 yazında Raymond Roussel'e dair övgü dolu bir yazı kaleme aldı. Bu değerlendirmesinde Foucault'nun eleştirel aygıtlarıyla Tel Quel'in amaçları arasındaki yakınlıklara dikkat çekti.12 Foucault bir yandan dilde konuşan sesin çözülmeye uğ­ ramasına dair fikirlerini geliştirmekle meşguldü. 1 963 ortala­ rında, eserlerinin 1 960 sonlarında alametifarikası olacak "epis­ temolojik" üsluptan ziyade Tel Quel'in edebi-felsefi üslubunu kullanarak bu husustaki görüşlerini dile getirdi: " Günümüz dü­ şüncesinin belki de temel yapılarından biri, felsefi öznelliğin çö­ küşü ve onu yerinden etmekte olan bir dilin içinde dağılmasıdır {dil, özneyi yokluğunda çoğaltsa da)."13 Foucault'nun kullandı­ ğı kelimelerin de gösterdiği gibi, aradaki bağlantıyı biraz abar­ tıya kaçarak anlatmak mümkündü. Sollers bir yanda karakter­ lerin yitimi üzerinde dururken, Barthes yazarın ölümü üzerine yazacaktı. Foucault ise soruyu doğrudan felsefeye aktarmayı seçerek, fenomenolojik nesnenin ortadan kaldırılmasından söz ediyordu. Yine de Tel Quel ve erken dönem Foucault arasında ortak kavramsal bir sözlük mevcuttu: Blanchot'nun eserlerinin temelini oluşturan kavramsal bir sözlük.14 Tel Quel 1960'ların ortasında iyiden iyiye politize oldukça bu ortak istikametten sapacaktı sapmasına ama Blanchot'nun kuşatıcı bir bütünlük öngören güçlü dil anlayışı, Foucault'nun düşüncesinde yıllarca yer etmeyi sürdürecekti.

edebiyat çevresinden sıyrılmasını ve Fransa'nın en önemli düşünürleri arasında yer almasını sağla­ yan olay, Kelimeler ve Şeyler'in 1 966'da yayımlanmasıydı. Fou-

FOUCAULT'NUN BU ÖZEL

21

22

1

FOUCAULT

cault'nun müthiş ses getiren "simgeler kitabı" ölçülüp biçilmiş bir provokasyondu. Kelimeler ve Şeyler insanın merkezde yer aldığı bir düşünme biçimine meydan okuyordu: Bunu da insa­ nın, ortaya çıkar çıkmaz yok olmaya yazgılı olduğu, özel bir ta­ rihsel kesişme noktasında vücut bulan söylemsel bir simgeden (avatardan) başka bir şey olmadığını iddia ederek yapıyordu. Eleştiriye tabi tutulan "antropolojik" düşünme biçimi, Pierre Teilhard de Chardin ve Antoine Saint-Exupery'nin hümanizmi­ ni, Jean-Paul Sartre ve Albert Camus'nün varoluşçuluğunu ve de bütün beşeri bilimleri kapsayacak denli genişti.15 Kitabın ilk bölümünde görüleceği üzere, Foucault'nun çalış­ ması eleştirmenler tarafından heyecanla karşılandı. Kelimeler ve Şeyler iyi satış rakamlarına ulaştı; Foucault da pek tanınma­ yan bir isimken yeni nesil felsefecilerin en tanınmış siması hali­ ne geldi. Daha "varoluşçu" Les Temps Modernes gibi yayınlar, pozitivist bir yöntem tutturamamasını, tarihi yadsıyışını ve ki­ tabında betimlenen birtakım kültürel değişimleri tatminkar bir şekilde açıklayamamasını gerekçe göstererek Foucault'yu topa tuttu. Fakat en gözü dönmüş eleştirmenler bile, bu yeni düşü­ nürün dehasını teslim ediyordu. Michel Amiot şöyle yazdı: Fransız felsefesi, Michel Foucault'nun Kelimeler ve Şeyler'i kadar yetkin, sahip olduğu üslup ve bilgi bakımından bu denli çarpıcı ve bu nispette özgün bir eser çıkarmayalı se­ neler oldu. Böylesi iltifatlar çoğu zaman tenkide zemin ha­ zırlar; bu hususta biz de beklentileri boşa çıkaracak değiliz. Fakat yaptığımız itiraz ne denli esaslı görünürse görünsün, evvela büyük bir başyapıta düzülen bir methiye olarak gö­ rülmelidir. Bir başyapıt ki, hep birlikte büyüklüğünü ölçme­ ye kalkışacağız.16

1

GİRİŞ - ARŞİVE GİRERKEN

i 23

Le Monde köşe yazarı Jean Lacroix da, Foucault'nun çalışma­ sının "çağımızın en önemli eserlerinden biri" olduğunu söyle­ di.17 Foucault'nun "sistemi" sunma biçiminin, ortodoks felsefi çevreler nezdinde gerçek anlamda bir zorluk çıkardığı herkesin ortak görüşüydü. Söz konusu zorluk, 1966 ve 1967 yıllarında her şeyi kasıp kavurmaya hazır görünen, canlı ve büyüyen yapısalcı bir hare­ ketin bağlamı içinde ele alınıyordu. Esprit dergisinin editörü Je­ an-Marie Domenach "yapısalcılığın moda olmasından" ümit­ sizce yakınıyordu okurlarına. 18 Domenach'ın gözünde, başka dallarda üretim veren yapısalcı düşünürlerle Foucault'nun eseri arasındaki esaslı mutabakat açıktı. "Yapısalcılığın üç silahşör­ leri", Claude Levi-Strauss, jacques Lacan ve Louis Althusser, aralarına bir dördüncüyü, Michel Foucault'yu almışlardı. Or­ tak programları, Domenach'a kalırsa ayan beyan ortadaydı: Ortak bir girişim, felsefenin günümüze kadar temel aldığı terimler düzenini altüst etmeyi ve bilincin özerk faaliyetini yadsımayı amaçlamaktadır: Düşünüyor değil, düşünülüyo­ rum; konuşuyor değil, konuşuluyorum; edimde bulunuyor değil, edimde bulunuluyorum. Her şey dilden çıkar ve her şeyin dönüp dolaşıp vardığı yer de dildir. Dil aracılığıyla kavranan Sistemse insanın efendisi ilan edilir. 19 Domenach hiç kuşkusuz tartışmalı bir konuya değinmişti. Şa­ yet "Sistem metafiziği", "ıssız ve gayrişahsi bir tür düşünce" ise bu, sistemin tam da "bireysel veya kolektif, düşünülebilecek her öznenin yokluğu üzerine inşa edilmesinden, son kertede özerk edime ve ifadeye sahip bir öznenin olanağını dahi yadsımasın­ dan" kaynaklanıyordu.20 Yapısalcı düşünme biçimlerinin dönüştürücü gücünü (ya da yarattığı mesleki tehlikeyi) en çok da Sartre hissetti. 1 966'da

24

1

FOUCAULT

verdiği söyleşide, diyalektik olandan ihtiyatsızca vazgeçen, en­ telektüel bir heves uğruna insanlık durumu üzerine tefekkür etmekten kaçmaya hevesli felsefeci astlarını payladı. Spengler'e benzettiği ve "düzmece tarih" eserlerinin yazarı olarak yaftala­ dığı Foucault, Sartre'ın en sert eleştirilerinin hedefıydi.21 Fou­ cault'nun 1 969'da yayımladığı kitabı Bilginin Arkeolo;isi, yal­ nızca 1 968'den itibaren halihazırda yavaşça revaçtan düşmeye başlayan bir yapısalcılık modası bağlamında değil, aynı zaman­ da Foucault ile Sartre arasında epey aleni gerçekleşen düşünsel çatışma zemininde değerlendirilmelidir. Tarihin eşzamanlılık ve durağanlıkla boy ölçüştüğü bu çatışma, özne mefhumunun çağdaş felsefede yeri olup olmadığına dair bir anlaşmazlıktan kaynaklanıyordu. Sartre anlaşılır savlar sunuyordu sunmasına ama zamanın ibresi Foucault'yu gösteriyordu. Bir kitap olarak selefi kadar sükse yaratmamış olsa da, Bilginin Arkeolo;isi 'nde öznelliğin kurucu bir bilinçten anonim söylemlerin yüzey et­ kisine indirgenmesi, 1970'1erin başında artık kanıksanmış bir aksiyomdu. Bilginin Arkeolojisi'nde sonsuz bir özen ve emekle çatılan anıtsal yapının tamamlanır tamamlanmaz yıkıma terk edilmiş olması, Foucault'nun düşünsel yaşamının cilvelerinden biridir. Foucault "arkeoloji" olarak adlandırdığı titiz formel yöntemi hiçbir zaman uygulamaya koymadı; öyle ki, 1970'ten sonra adını bile anmadı diyebiliriz. Konu üzerinde yapılan haliha­ zırdaki akademik çalışmalar bu değişimi ya arkeolojinin "me­ todolojik başarısızlığını" vurgulayarak izah etmiş ya da özel birtakım savların biçimsel metodolojiye dönüştürüldüğünde, Foucault'nun temel prensiplerinin tutarsız ve kusurlu yönlerini açığa çıkardığını göstererek açıklamıştır.22 Ne var ki ikinci bö­ lümde de ileri sürüleceği üzere, işlevsel bir başarısızlıktan çok, Foucault'nun arkeolojiyi başka amaçlar doğrultusunda kullan­ mış olması söz konusudur.

GİRİŞ

-

ARŞİVE GİRERKEN

1 25

Foucault'nun düşünce ikliminde 1969 ve 1973 yılları ara­ sında meydana gelen esaslı değişim, özel birtakım koşulların yarattığı çok yönlü bir tepkiydi. 1 960'ların başından ortalarına dek sürekli olarak geleneksel "politik katılım" mefhumlarına karşı hasmane bir tavır takınacak kadar23 apolitik bir tutum sergilediyse de, bu durum 1968'den sonra değişti. 1968 son­ larında Tunus'tan Fransa'ya dönmesiyle beraber, onu açıkça sol siyasete yöneltecek üniversite siyasetinin rüzgarına kapıldı. Vincennes'de, öğrencilerle aşık atacak türde radikal siyaset iz­ leyen bir fakültenin bünyesine katılan Foucault, başta çekine çekine olsa da artan bir şevkle dahil oldu tartışmaya. 1969'da Quartier Latin'de öğrencilerin yürüyüş ve eylemlerine katıldı. 1971'de Fransız hapishanelerindeki koşulları aydınlatmak adı­ na siyasi bir eylem grubu olan Hapishaneler Üzerine Enformas­ yon Grubu'nu (G.l.P) kurdu. Arkeoloji metodu sayesinde etkili bir biçimde damıtmış ol­ duğu söylemleri yeniden toplumsal olanın içine katma isteğini, Foucault'nun 1 968 sonrası giderek ivme kazanan politikleşme­ sini esas alarak incelemeliyiz. Siyaseten solun solunda yer alan bir çalışma ortamına dahil olan Foucault, 1 968 öncesindeki çalışmalarında özellikle yer alma yan sınıf, sınıf bilinci, baskı ve devrim gibi kavramları içeren Marksist retoriği giderek benim­ sedi.24 Protestolarda onunla omuz omuza yürüyen meslektaşı Gilles Deleuze'den devşirdiği kavramlar da, Foucault'nun söy­ lemleriyle söylemlerin meydana geldiği toplumlar arasındaki ilişkileri yeniden düşünebilmesini sağladı. Çünkü hatalı ve ku­ surlu bir arkeolojiden vazgeçmek değildi Foucault'nun yaptığı, daha çok bu yöntemi toplumsal olanın içine dahil ediyordu. Toplumsal olan bilim tarihiyle kıyaslandığında, onun için çok daha acil ve önemli bir mesele haline gelmişti. Foucault'nun "soybilim" olarak adlandırdığı yöntem, sistematikliğin altını çizmeye devam etti etmesine, fakat bünyesinde yapısal değişi-

26

1

FOUCAULT

min meydana geldiği ana unsuru "iktidar" yerine "söylem" ola­ rak belirledi. 1 973'ten itibaren Foucault'nun elinde toplumsal işleyişi çözümlemek için epey gelişmiş birtakım yeni kavramlar vardı.25 Soybilim, Foucault'nun 1 970'lerin ilk yıllarında College'de verdiği kapatılma odaklı derslerde geliştirilip uyarlandı: Ceza Kuram ve Kurumları (Theories et institutions pena/es), Cezai Toplum ve Psikiyatrik İktidar (Le pouvoir psychiatrique). Ne var ki, ancak 1 975'te Hapishanenin Doğuşu'nun yayımlanma­ sından sonra daha geniş bir kesim Foucault'nun düşüncesinin aldığı yeni seyirden haberdar olabildi. Eleştirmenler tarafından kitaba yöneltilen ilk tepki, beklendiği üzere, iktidarı sunma biçimindeki yeniliğe, Foucault'nun "disiplin" ve "panoptizm" olarak adlandırdığı olgulara odaklandı. Fakat belki de kitabın en büyük atılımı, toplumsal faili ele alış biçimiydi. Foucault bireyi, iktidar-bilgi sistemlerinin işleyişinin bir yan ürünü ola­ rak sunuyordu. Bilginin Arkeolojisi'ni anımsatan fakat ondan açıkça ayrılan "disipliner hipotez," kendini ortaya koymanın, modern toplumlardaki söylem odaklı iktidar biçimlerine kar­ şıtlık oluşturduğu yönündeki düşünceye karşı çıkıyordu. Fou­ cault'nun iddiasına göre bu söylemler bireysel özneyi, kaydedip izledikleri vaka verilerinin bir neticesi olarak "yaratıyordu." Bi­ reysellik, nüfusları tek tek kişi (veya "vaka") düzeyinde izleyip denetleyen bir iktidardan önce var olmuyor, tam da o izlenme ve denetlenme sonucunda ortaya çıkıyordu. Üçüncü bölümde görüleceği üzere, Foucault çok geçme­ den yaptığı çözümlemenin geçerliliğini sorgulayacaktı. Bilgi­ nin Arkeolojisi, Foucault'nun 1 968'den sonra içinde çalışmak durumunda kaldığı değişen siyasal ortama nasıl uyum göste­ remediyse, Hapishanenin Doğuşu (ve onun 1 976 tarihli kar­ deş kitabı Cinselliğin Tarihi'nin birinci cildi) da düşünürün 1970'lerin sonlarındaki politik katılımına ayak uyduramadı.26

GİRİŞ· ARŞİVE GİRERKEN

1

Foucault'nun yeni filozoflar (nouveaux phi/osophes)27 adlı oluşumla etkileşimi, bu dönemde düşünce ikliminde yaşadığı dönüşümü anlamak için iyi bir örnektir. Yüzlerini liberalizme dönerek "68 düşüncesinden" kopuşun ilk hamlesini yapan, eski Maocu gençlerin oluşturduğu bir oluşumdu yeni filozoflar. Foucault'nun alenen bu grubu ve onların neoliberal, hak odaklı siyasetlerini gün geçtikçe daha fazla desteklemesi, hem yakın tarihli çalışmalarıyla hem de dostu ve işbirlikçisi Deleuze'le ters düşmesine neden oldu. Foucault'nun düşünsel yaşamının bu uğrağına eğilen tarih­ çiler, onun "kapatılmadan" cinselliğe doğru yönelen ilgisini ön plana çıkarmışlardır. Elinizdeki kitapsa, Foucault'nun 1 978 ve 1 979 İran Devrimi'ne dair kaleme aldığı on dört önemli fakat göz ardı edilmiş yazıya odaklanmıştır.28 O dönem Tahran'da yükselmekte olan "politik ruhaniliğe" Foucault'nun gösterdiği yoğun ilgi, değişmekte olan politik bağları da hesaba katıla­ rak değerlendirildiğinde, din ve etiğe duymaya başladığı ilgiyi kavramamızı kolaylaştırır. Bu aynı zamanda disipline dair hi­ potezinde ifade bulan "kaba" öznellik karşıtı pozisyonundan uzaklaşmasını ve bağımsız bir olgu olarak özneyi ele almaya doğru attığı ilk ihtiyatlı adımları da açıklığa kavuşturmaktadır.

kadar uzanan dönem, Foucault'nun felsefi pratiğinde bir dizi önemli değişikliğe sahne oldu. Her senenin önemli bir bölümünü Kuzey Kaliforniya'da çalışarak ve ders vererek geçirdiği bu süreçte, daha sonra önemli muhatapları haline gelecek yeni isimlerle tanıştı. İktidar ve söylemin mo­ dern biçimlerinden yüz çevirerek antik dünyadaki dinsel ve etik pratiklere odaklanmaya başladı. Kullandığı soybilim yöntemi, yerini gitgide metin odaklı yorumbilgiye bıraktı. Bu yorumbil­ gi, 1 968 öncesi dönemin arkeolojik çözümlemelerini anımsatır 1 979'DAN ÖLÜMÜNE

27

28

1

FOUCAULT

şekilde, toplumsal ve siyasal bağlamın önemini azalttı. Eşcin­ selliği konusunda açıkça ve giderek daha sık söz aldı. Belki de en ilginç değişiklik, insan hakları savunuculuğuna soyunarak birçok kişiyi şaşkınlığa uğratmasıydı; on sene öncesinin militan hümanizm karşıtının asla yapmayacağı bir şeydi bu.29 Güncel tarihyazımı, Foucault'nun yaşamının bu dönemi söz konusu olduğunda bocalamaktadır, ki bu da pek şaşırtıcı değildir. Foucault 1976 ve 1984 arasında hacimli bir kitap ya­ yımlamadı. Düşünsel projesinin durumu hakkında yorumcuları zaman zaman tahmin yürütmeye zorlayan bu kesinti dördüncü bölümde irdelenecek, Foucault'nun son derece zengin bulgu­ larla geliştirdiği diyalog sayesinde felsefi pratiğinde gerçekle­ şen dönüşümler incelenecektir: Söz konusu bulgularsa 1979 ve 1980'de verdiği dersleri oluşturmaktadır. Biyopolitikanın Doğuşu (Naissance- de la biopolitique) ve Canlıların Yönetimi (Du Gouvernement des vivants) dersleri, zor bulunmalarından dolayı eleştirel literatürde neredeyse hiç yer almamaktadır.30 Ne var ki, Foucault'nun düşünsel evriminin son dönemini, özellik­ le de öznellik anlayışını, anlamak için elzemdir bu dersler. Biyo­ politikanın Doğuşu'yla birlikte Foucault soybilimden kademeli olarak vazgeçti ve öğrencisi (daha sonra da editörü) Alessandro Fontana'nın "bireyi iktidar mekanizmaları dışında aramak adı­ na ... bir sapma" olarak adlandırdığı hamleye girişti.31 Canlıla­ rın Yönetimi ndeyse öznelerden ilk kez bağımsız birer deneyim noktası olarak ve belli amaçlar doğrultusunda kendilerine etki edebilen özneler olarak söz etti. Özerklik ve düşünümsellik, ar­ tık yalnızca iktidarın taşıyıcısı olmaktan çıkan öznenin nitelik­ leri olarak ortaya çıktı. Bu değişikliğin yol açtığı sonuçlar çok geçmeden belirdi. Ömrünün son yıllarında Foucault'nun düşüncesinin en kayda değer unsurlarından biri, düşünsel yaşamını tümden belirleyen çalışma üslubuyla kendisi arasında, kimi zaman sert bir dille, '

GİRİŞ ·ARŞİVE GİRERKEN

1 29

mesafe koyma isteğiydi. Ölümünden kısa süre önce gerçekleşti­ rilen bir söyleşide, şunları söyledi:

Kelimeler ve Şeyler'de, Delililiğin Tarihi'nde, hatta Hapis­ hanenin Doğuşu nda felsefi söz dağarcığının, kuralların ve deneyimin belli kullanımlarına dayanan felsefi bir çalışma gerçekleştirdiğimi ve bunu noksansız yaptığımı teslim ede­ rek -ki teslim ediyorum!- o türden felsefeyle ilişkimi kes­ meye çalışıyorum. 32 '

Epey köklü bir fikir değişiminin itirafıydı bu. Foucault'yu dün­ ya çapında tanınır kılan kitaplar üstü kapalılık, muhaliflik, be­ densel imgelerin kullanımı ve (Edward Said'in yerinde tanımıy­ la) Fransa'daki sınırlı bulgulardan sınırsız sonuçlar çıkarmak gibi belli başlı birtakım niteliklere sahipti. Gelgelelim, 1 980'le­ rin başında Foucault'nun kurtulmak istediği tam da bu nite­ liklerdi. Yayımlanan kitapları daha öncekilerle kıyaslandığında üslup, ölçü ve yöntem bakımından, yani neredeyse her açıdan farklı bir nitelik taşıyordu. Gary Gutting'e göre, "Foucault'nun son dönem yazıları, daha önceki çalışmalarında rastlanmayan dingin bir insaniyet," sergiliyordu.33 Gerçekten de, Cinselliğin Tarihi'nin son iki cildinde olduğu gibi, Foucault'nun bu yıllar­ da verdiği derslerde de belirgin bir sükunet havası hakimdi. Bu dönemde az metin üzerine çalıştı, hasmane çıkışlardan kaçın­ dı, ağırbaşlılıkla söz aldı; kısacası yazdığı kitaplarda ve verdiği derslerde ağır ağır ve temkinli hareket etti. Bu biçimsel değişimleri örneklemek üzere, beşinci bölümde Foucault'nun en ilginç iki dersi ele alınacaktır: Öznellik ve Ha­ kikat ve Öznenin Yorumbilgisi. 1 984'te yayımlanan ve Cinsel­ liğin Tarihi ne zemin hazırlayan bu çifte araştırma, hem farklı '

bir soluk getiriyor hem de yeni bir dizi taahhütte bulunuyordu. Konu olarak "yaşama sanatını" ele alan, yani antik dünyada

30

1

FOUCAULT

geliştirilmiş, kişinin estetik emeller doğrultusunda yaşamına yön vermesini sağlayan teknikleri inceleyen bu dersler, kavram­ sal olarak "söylem öncesi özne" olarak tanımlanabilecek bir olgudan istifade ediyordu. Başka bir ifadeyle, onu inşa eden herhangi bir pratiğin öncesinde yer alan, bu pratikler arasın­ dan istediğini seçme serbestisine sahip öznel bir nüveydi söz konusu olan. Bu dersler birlikte ele alındığında, Foucault'nun çalışmalarında örneğine daha önce rastlanmamış bireysel bir özgürlük mefhumu sunuyordu. Geç dönem çalışmalarında ya­ şama sanatının ve söylem öncesi öznenin işlevini tanımak, Fou­ cault'nun 1980 sonrası düşüncesinin, daha önceki sıkı yapısalcı pozisyonuyla pek bağdaşmayan kimi unsurları kavramamıza yardımcı olabilir. Yaratıcılığa ve güzelliğe atfedilen muazzam önem, "deneyim" mefhumunun yeniden ortaya çıkarılması ve kendiliğin geliştirilmesinde (hakim "sistemin" aksine) bireysel özneye tanınan serbesti bu yeni unsurlara dahildir. Böylelikle Foucault'nun Aydınlanma üzerine yaptığı geç dönem yorum­ larını da kapsamlı şekilde görebilir, Aydınlanmanın antik dö­ nemde öznenin oluşumunun doğal bir sonucu olduğuna dair yaptığı yorumu kavrayabiliriz. Son olarak, 1 984'te şöyle ola­ ğanüstü bir açıklama yapmış bir figürü anlamamız mümkün hale gelir: "Düşünce, kişinin yapıp ettiklerine dair bir özgürlük; ondan sıyrılmayı, onu bir nesne olarak belirlemeyi ve sonra da onun üzerine bir problem olarak kafa yormayı sağlayan devi­ nimdir."34

ÖLÜM FİKR İNE YOGUN biçimde kafa yorduğunu görmek için

Foucault'nun yazdıklarına bakmak yeterlidir. Ölüm anının farklı kültürlerde nasıl muhtelif ritüellerle kuşatıldığı üzerine düşünmüş,35 ilaç destekli acısız bir tür intiharla dünyadan ay­ rılmak istediğini açıkça yazmıştı.36 Ana temasının ölüm oldu-

GIR1$



ARŞİVE GİRERKEN

1

ğu ileri sürülebilecek iki çalışma kaleme aldı: Kliniğin Doğuşu ve Raymond Roussel. Fakat bütün bunlara rağmen, yazmak­ la ölümün çağrılabileceğine inanmadığı gibi, yazdıklarının da kendisini yaşamdan sonra baki kılacağını da düşünmüyordu.37 Borges'in en iyi okurlarından biri olan Foucault, kurduğu söylemin yıllarca bünyesinde çalıştığı kurumda nasıl korundu­ ğunu görse herhalde memnun olurdu. Bugün College de Fran­ ce'ı ziyaret ettiğinizde, merkezi kataloğu bulunmayan, hatta herhangi bir kataloğu olmayan bir kütüphane koleksiyonuyla karşılaşırsınız. Foucault'nun ders verdiği salon onarımdan ge­ çirildi. O mekandaki varlığını anımsatabilecek bütün eşyalar ve izler çoktan yok oldu . Foucault, College'in eşiğini aşındırmış, yirminci yüzyılın en büyük düşünürüydü belki de. Buna karşın, Foucault'nun verdiği derslerin peşine düşmek beyhude bir çaba gibi görünebilir. Gelgelelim, sorulan sorular birtakım ipuçları da doğurur. Yeterli sayıda soru sorulursa, kendimizi büyük ebatlı kitaplar ve Yunan ikonaların tasvirleriyle dolu loş bir odada bulabiliriz. Burası Bizans kütüphanesidir. Kütüphanecinin adımlarını ta­ kip edip ödünç verme masasının arka odasındaki kilitli dolaba ulaştığımızdaysa fevkalade bir şeyle karşılarız. Bütün o ikona­ ların arasında ve tam da tarihin uygun göreceği şekilde düzen­ lenmiş, Michel Foucault'nun on dört sene boyunca yürüttüğü sözceleri [enonces] toplu halde görebiliriz.

31

1. Kısım

SÖYLEM

1.

Bölüm

YÜZEY ETKİLERİ Foucault, Sartre ve Öznenin Eleştirisi

Uvi-Strauss'un toplumlar, Lacan'ınsa bilinçdışı için ta­ nımladığı şekliyle anlam'ın, büyük olasılıkla bir tür yüzey etkisinden, bir ışıldamadan ya da bir köpürdemeden başka bir şey olmadığının anlaşıldığı gün, kırılma noktasına varıldı

...

MICHEL FOUCAULT'NUN 1966'DA yayımladığı

1

Kelimeler ve Şeyler bir çoksatar için oldukça tuhaf bir kitaptı. "İnsan Bilimlerinin Bir Arkeolojisi" altbaşlığını taşıyan dört yüz sayfalık eser, adı sanı pek duyulmamış bir yazarın kitabı değildi yalnızca: Esra­ rengiz ve zor anlaşılır içeriği, uğursuz havası, sayısız dipnotu ve aşırı uzunluğuyla aynı zamanda müthiş zorluydu. Muazzam ve zahmetsiz bir bilgelik örneği olarak tasarlanıp sunulan kitap, sıradan okur için anlaşılmaz olmak pahasına amacına ulaştı. Dilbilgisi, doğa tarihi ve zenginlik analizine ilişkin söylemlerde­ ki tarihsel açıdan kesişen bir grup süreksizliğe dikkat çekmeyi amaçladığını öne süren eser, görünürde herhangi bir kültürel talebe denk düşmüyordu. Fakat Kelimeler ve Şeyler sonunda bir çoksatar oldu. Üç bin nüshalık ilk baskısı haftasında tükendi, beş bin nüshalık ikinci baskıysa iki ayda yok sattı. Yayımlanmasından dört ay son­ ra L'Express'in çoksatarlar listesine girdi.2 Düşünürün önceki dört kitabı böylesi bir rağbet görmemişti; akabinde yayımlaya-

36

1

FOUCAULT

cakları da bu yoğunlukta bir ilgiye mazhar olmayacaktı. Büyük ses getiren Foucault'nun yeni eseri, herkesin dilindeki "olmazsa olmaz" kitaptı. Yazarın da teslim ettiği üzere, konusu ve hedeflenen okur kitlesi düşünüldüğünde Kelimeler ve Şeyler'in yarattığı büyük ilgi hepten ölçüsüzdü. Nitekim hitap ettiği küçük zümrenin sı­ nırlarını fazlasıyla aşan bir okur kitlesine ulaşması, eserin en­ telektüel bir hadise olma niteliğine bağlanabilir. Kelimeler ve Şeyler, Jacques Lacan'ın Ecrits ve Roland Barthes'ın Eleştiri ve Hakikat adlı kitaplarıyla beraber, 1966'da Fransa'yı kasıp kavuran yapısalcı dalganın içinde değerlendiriliyordu.3 Özel­ likle Foucault'nun eseri, üstün üslubu ve belirgin azametiyle bir dönüm noktası, varoluşçuluğa meydan okuyacak meşru bir hareketin doğduğuna dair kanıyı nihayet destekleyen bir eser olarak görülüyordu. Kelimeler ve Şeyler yeni neslin Varlık ve Hiçlik'i, Foucault'ysa yeni Jean-Paul Sartre'ıydı. Hemen hemen tüm akademik felsefe dergileri (ve giderek anaakım sayılabilecek basın) Kelimeler ve Şeyler'in yayımlan­ masını, entelektüellerin karşı karşıya geleceği, giderek yaklaşan bir devler savaşı (gigantomakhia) olarak duyurdu.4 Sartreçı mi­ rasa, yani Marksizme, anlama, aşkın olana, hatta ve hatta insa­ nın kendisine zıt düşmekle kalmayıp, ona açıkça dudak büken bir kitap vardı karşımızda. Fransız felsefesinin saygın kralının, bu yeni rakibin açık ve toplu saldırısına karşı mirasını nasıl koruyacağı merak ediliyordu. Sartre'ın kendisi de sanki d urumu bu minvalde yorumluyor­ du. Fransız düşüncesinin kıdemli büyüğü, 1966 güzünde yeni felsefi akıma karşı saldırıya geçti: Yapısalcılık gerici bir hare­ keti temsil ediyordu. Tarihin ve diyalektik olanın yadsınması, eşzamanlı ve sınırlı olana yönelmiş miyop bir bakıştı; doğası gereği tarihsel bir süreç olan sınıf mücadelesinin özgürleştiri­ ci potansiyelini es geçiyordu. En sert eleştirilerini Foucault'ya

YÜZEY ETKİLERİ

1 37

saklayan Sartre, onu yeni bir ideolojinin kurucusu, "burjuvazi­ nin Marx'a karşı dikebileceği son barikat" olarak adlandırdı.5 Bu bölüm Sartre'la yaşadığı çatışmayı ele alarak, Fouca­ ult'nun daha sonraki düşüncesinin analizine zemin hazırlaya­ cak6 ve entelektüel şöhrete kavuştuğu sürecin başlangıcı olan 1960'ların ortalarından sonuna dek, Foucault'nun aldığı fel­ sefi konumları öne çıkararak, bu döneme ait çalışmalarının büyük ölçüde Sartre'nın eleştirilerine verdiği karşılıklar olarak görülmesi gerektiğini öne sürecektir. Dikkatle okunduğunda görüleceği gibi, Foucault Bilginin Arke olo jisi 'nde sistemleştir­ diği arkeoloji "metodunu" bir karşı saldırı olarak geliştirmişti: Sartre'ın 1 960 tarihli Diyalektik Aklın Eleştirisi'nde ve 1 964'te yayımlanan Sözcükler adlı otobiyografisinde ortaya koyduğu düşüncelere doğrudan meydan okuyordu. Bu saldırı epey ba­ şarılı oldu. Foucault 1 970'lerin ilk yıllarına gelindiğinde artık Sartre'ı hedef almadıysa, bu biraz da yaşadıkları çatışmanın sonunda kıdemli filozofun gölgede bırakılmış olmasından kay­ naklanıyordu. 1960'ların sonlarında, özerk öznenin reddi Fou­ cault'nun düsturu haline gelmişti.

PEKİ, KELİMELER VE ŞEYLER'İ nasıl yorumlamalıyız? Meşhur ön­

sözünde Foucault'nun belirttiği gibi, kitap Borges'ten alınan bir bölüme verilen yanıt olarak başladı.7 "John Wilkins'in Analitik Dili" başlıklı bir denemeden alınan o bölümde, Borges sahte bir "Çin Ansiklopedisinden" alıntı yapar. Bu ansiklopedide hayvanlar şöyle sınıflandırılmıştır: "(a) imparatora ait olanlar; (b) mumyalanmış olanlar; (c) evcilleştirilmiş olanlar; (d) süt domuzları; (e) denizkızları; (f) olağanüstü olanlar; (g) başıboş köpekler; (h) bu sınıflandırmaya dahil olanlar; (i) kudurmuşça­ sına titreyenler; (j) sayılamayanlar; (k) çok ince bir deve tüyü fırçayla çizilenler; (1) vesaire; (m) az önce vazoyu kırmış olan-

38

1

FOUCAULT

lar; (n) belli bir mesafeden sineğe benzeyenler."8 Foucault'ya göre bize inanılmaz gelen şey, bu kategorilerin yan yana gelmesi değil, hepsinin bir arada bulunabileceği bir yer düşünmektir. Borges'in betimlediği türden ve başka bir kültür çerçevesinde yine de önemli ve değerli bir sınıflandırmayı tasavvur etmenin mutlak imkansızlığı, Foucault'yu Batı kültüründeki sınıflandır­ ma deneyimini sorgulamaya sevk etti. Ne kadar ustalıkla çizilmiş olursa olsun, bu tablo yanıltı­ cıydı. Kelimeler ve Şeyler oyunbaz bir düşünce deneyi değildi; ele aldığı konu sınıflandırmaydı, ancak asıl meselesi başkaydı. 1960'ların ortasındaki Fransız düşüncesi bağlamında değerlen­ dirilirse, Kelimeler ve Şeyler bir tür polemik sunuyordu. Fouca­ ult'nun yerleşik kabullere bilinçli olarak, yer yer de tumturaklı bir dille saldıran muhalif kitabının iki hedefi vardı. En yakın hedef "sciences humaines" denilen, Türkçede beşeri bilimler olarak adlandırdığımız alandı. Psikoloji, sosyoloji ve iktisadın yanı sıra tarih, düşünce tarihi ve bilim tarihi gibi tarihin alt dallarını kapsayan bir kategoriydi bu.9 Bir sonraki ve çok daha fazla önem taşıyan hedefse, felsefedeki Jean-Paul Sartre tara­ fından 1930'ların sonunda Fransa'ya tanıtılan düşünce akımı, yani varoluşsal fenomenoloji hareketiydi. Foucault'nun iddiasına göre her iki düşünme biçiminin or­ tak noktası, insan odaklı olmalarıydı. Beşeri bilimler, "insanı, ampirik olduğu ölçüde nesnesi olarak belirleyen" bir grup di­ siplindi. 10 Keza Varoluşçuluk da insanı anlamsız bir dünyaya anlam veren kahraman bir fail olarak ele alıyordu. Foucault bu ortak noktanın yanlış bir temele dayandığını ileri sürüyordu. "İnsan," düşüncenin en eski ve en dolaysız teması değildi. Ak­ sine insan, dile dayalı iki bilgi yönteminin arasındaki tarihsel boşlukta ortaya çıkmış yeni bir nesneydi. Bu şaşırtıcı iddiayı kısaca inceleyelim. Foucault Kelimeler ve Şeyler'de, Deliliğin Tarihi ve Kliniğin

YÜZEY ETKİLERİ

1 39

Doğuşu gibi daha önceki büyük girişimleriyle güçlü benzerlik­ ler taşıyan bir çalışmaya soyundu. Hepsinin ortak çıkış noktası, psikoloji ve tıp gibi birtakım tarihsel "söylemleri" ampirik olarak incelediğimizde, bu söy­ lemlerin görünür içeriğinden çok daha önemli yapısal sürek­ lilikler keşfedebileceğimize dayanıyordu. Örneğin, Kliniğin Doğuşu 1760'larda ve 1820'1erde yazılmış tıbbi incelemeler arasındaki belirgin farkları ortaya koyarak başlar. Mesele iki farklı dönemde kavramların örtüşmemesi değildir yalnızca; iki inceleme aynı dili konuşmamaktadır. 11 Hastalıkların sınıf­ landırılmasına dayalı yarı-hayvanbilimsel tıbbi bilginin yerini çok kısa bir sürede hasarlı dokuların incelenmesine dayanan yepyeni, anatomi ve klinik temelli tıbbi bilgiye nasıl bıraktığını anlatmaya koyuldu Foucault. Bu değişimin en iyi örneği, on sekizinci yüzyıl doktorunun sorduğu, "Neyiniz var?" sorusu­ nun, on dokuzuncu yüzyılda meslektaşının klinik diyaloğunu başlatan "Nereniz ağrıyor?" sorusuna dönüşmesiydi.12 Foucault Kliniğin Doğuşu'nu "tıbbi bakışın arkeolojisi" olarak tasarlamıştı. Çok benzer şekilde, Kelimeler ve Şeyler de beşeri bilimlerin arkeolojisiydi.13 Müthiş tarihsel süreksizliği bir değil, üç söylem dahilinde betimlemeye yönelik bir çabaydı: Biyoloji, iktisat ve tıp. Ne var ki bu projenin kendi yapısı, Fou­ cault'nun çıkardığı sonuçların kapsamını genişletecekti. Zira tek bir söylemin herhangi bir tarihsel anda değişime uğraması kayda değer bir durumdu; ancak üç ayrı söylemin aynı anda değişime uğraması, daha kapsamlı bir şeyin meydana geldiğini göstermez miydi? Foucault o daha kapsamlı şeyi ayırt edip be­ lirlemek istiyordu. İktisada dair şunları yazdı: Finansal bir reform, bankacılığa dair bir teamül ya da ticari bir uygulama, her birinin yapısına uygun düşecek şekilde rasyonalize edilebilir, geliştirilebilir, korunabilir ya da feshe-

40

1

FOUCAULT

dilebilir; bunların hepsi her daim belli tür bilgiye dayanır: Söylemde kendini açığa vurmayan, fakat görünürde ger­ çeklikle herhangi bir bağlantı taşımaksızın, soyut kuram ve yorumlarla aynı gereklilikleri paylaşan karanlık bir bilgidir bu.ı4 Spekülatif söylem ve gündelik pratiğin arkasında yatan, hat­ ta her ikisini de tesis eden bu "karanlık bilgi," Foucault'nun episteme olarak adlandıracağı şeyin ta kendisiydi. Bu episteme­ nin egemenliği hiçbir koşulda kısıtlamaya uğramayacaktı. Bir kültürde belirli herhangi bir anda, "bütün bilgilerin olanağını belirleyen yalnızca tek bir episteme vardır."15 Foucault daha önceki eserlerinde de yaptığı gibi belirleyici değişim anını takriben Fransız Devrimi olarak belirledi. On se­ kizinci yüzyılın sonuyla on dokuzuncu yüzyılın başında, "kla­ sik" olarak tanımlanabilecek epistemenin, yerini gerçek anlam­ da "modern" bir epistemeye bıraktığını ileri sürüyordu. Fakat söz konusu epistemik kaymanın tekil bir olay olduğu anlamına gelmemeliydi bu. Aksine, bildiğimiz devrimlerin aşağı yukarı belli bir düzenle gerçekleştiğini kastediyordu Foucault. Ancak on yedinci yüzyılın ortalarına gelindiğinde, moderniteden yüz elli yıl önce, "Rönesans" epistemesi yerini klasik epistemeye bı­ rakmıştı. Daha yakın zamanlı kaymada olduğu gibi burada da, "Batı kültürüne ait bütün epistemenin temel tertibi değişikliğe uğradı." Her iki durumda da mesele, insanların görüş ve inanç­ larında meydana gelen yüzeysel bir kayma değildi; gerçekleşen şey "hem bilgiyi hem de bilgiye konu olacak varlık biçimini olanaklı kılan o arkaik düzlemde, bilginin bizatihi kendisini başkalaştıran değişiklikler di." 1 6 Kendisine sorulsa, insanı sadece ve sadece modern episte­ menin meydana getirmiş olmasından dolayı yaklaşık olarak 1800'de yaşanan dönüşümü ön plana aldığını söylerdi Fouca-

YÜZEY E T K İ L E R İ

1

ult. Beşeri bilimlerin ele aldığı "insan," yani bilginin hem öznesi hem de nesnesi olan figür klasik düşüncenin sınırları dahilinde olanaksızdı. On sekizinci yüzyıl epistemesi dil, temsil ve özellik­ le de masa formundaki girift temsiller üzerinden tertiplenmişti. Her şeye uygun bir temsil imkan dahilinde olsa dahi, "temsille­ rin varlık nedeni olan ve o temsillerde temsil edilen kişi," masa­ da bulunmuyordu: Temsil edilebilir değildi. Bütün sistemin bir araya geldiği figürün kendisi sistem içinde temsil edilemiyor­ du.17 Şöyle yazıyordu Foucault: On sekizinci yüzyılın sonuna dek insan varlık kazanmadı ... Klasik episteme, insana mahsus bir alan tahsis edecek şekilde ifade bulmadı ... yoğun ve öncelik taşıyan bir ger­ çeklik olarak, olanaklı bütün bilginin karmaşık nesnesi ve hükümran öznesi sıfatıyla insana orada yer yoktu. 18 Gelgelelim, moderniteye geçilmesiyle birlikte, sonlu olmasına karşın bütün bilgilerin temeli olabilecek paradoksal bir varlık belirdi. İnsan evrensel "bilendi," fakat buna karşılık, tam da bilgisinin kesinliği dolayısıyla her defasında kendi sınırlılığıyla karşılaşıyordu: Kendi söylemleri, onu açıkça önceleyen (dile, üretime ve yaşayan varlıklara dair) sistemler tarafından kulla­ nılıp düzenlenecek bir doğa nesnesinden başka bir şey olmadı­ ğını gösteriyordu.19 Ampirik ve aşkın "insanın" doğuşunu açık­ ça ortaya koyan belki de Kant'ın Saf Aklın Eleştirisi ydi, fakat Foucault'ya göre bu durum her söylem için geçerliydi. Böylece, değişim değeri odaklı zenginlik analizi, yerini emek odaklı ikti­ sada bıraktı; dilin, temsili tabiatına dayanan dilbilgisi, kelime­ lerin evrimine dayanan filolojiye; canlıların sınıflandırılmasını esas alan doğa tarihiyse, yaşam olgusuna dayanan biyolojiye dönüştü. Her durumda, olgular klasik düşüncede yer almayan bir yoğunluk ve tarihsellik kazandı; her durumda, "onunla bir'

41

42

1

F O U C A U LT

tikte, bütün bilgiyi olanaklı kılana eriştiğimiz bir varlık," yani insan çıktı karşımıza.20

biçimde ileri sürdüğü gibi, 1 960' larda kaybolmak üzere olan tam da bu insan tasviriydi. Mo­ dern epistemeyi alaşağı edip onun yerine geçecek yeni bir epis­ temenin alametleri aşikardı. Foucault bu alametleri, dile giderek daha çok önem atfedilmesinde gördü. Dilbilim, kuramsal söy­ lem çerçevesinde başka alanlara dair formel ilişkilerin çözüm­ lenmesi adına yeni yeni gelişen bir modeldi; çağdaş edebiyatta, edebiyatın kendisini yazarsız bir etkinlik, yani dilin bir etkisi olarak gören ve gitgide gelişen, kendi kendine gönderme ya­ pan bir anlayış vardı. Böylece yeni doğmakta olan bir episteme, tıpkı moderniteyi önceleyen klasik episteme gibi, dil etrafında kurulmayı vadediyordu. Foucault'nun sorusu şuydu: "Dilin da­ ğılmasıyla biçim kazanan insanın, dil yeniden bir araya gelince de dağılması beklenmez mi? " Foucault'nun böyle olacağından ve insanın "dile ait iki varlık biçimi arasındaki bir figürden" başka bir şey olmadığının anlaşılacağından hiç şüphesi yoktu. Modern düşünceyi ayakta tutan yapı sonunda çökmeye başla­ dığında, düşünürün o meşhur tabiriyle, insan deniz kıyısında kuma çizilmiş bir yüz gibi kaybolacaktı.21 Peki Foucault'nun savını bu şekilde sunmayı seçmesi ne an­ lama geliyordu? Her şeyden önce, bir düşünür olarak 1960'la­ rın başından beri aldığı mesafenin bir emaresiydi. Giriş bölü­ münde de belirtildiği gibi, Foucault'nun bakış açısı, hiç değilse 1 964'e kadar, Tel Quel dergisinin Blanchot esinli yazarlarıyla koşutluk gösteriyordu: Bu görüşe göre insan varoluşu dilde­ ki bir tür kıvrımdı.22 O tarihten sonra, yapısalcılık ve Fransız bilim tarihi geleneğinden esinlenmiş bir analiz biçimine doğru hızla geçiş yaptı. Kelimeler ve Şeyler bu bakımdan anlamlı bir FOUCAULT'NUN ESRARENGİZ

YÜZEY ETKİLERİ

1

ilerleme teşkil ediyordu. Ö znel deneyimin "dilin uğultusu" içinden, basitçe ve tarih­ dışı olarak ortaya çıkmasını sağlayan etkileşimi irdelemek artık Foucault'ya yeterli gelmiyordu; hatta onun için gittikçe şüpheli hale gelen deneyim mefhumunun, Kelimeler ve Şeyler'de bahsi neredeyse hiç geçmemektedir. Bu mefhumun yerine (daha önce "dile" ya da Varlığa ayrılan yeri tutan) söylemin, zamanla ken­ dini aşamalı olarak dönüşüme uğratarak birbirinden bağımsız öznel konumlar meydana getirdiği bir ontolojik düzen geçiyor­ du.23 Foucault'nun 1 967'de belirttiği gibi: Uzun bir süre boyunca, Blanchot ve Bataille için besledi­ ğim coşkuyla Dumezil ve Levi-Strauss'unkiler gibi birtakım pozitivist çalışmalara duyduğum ilgi arasında tam çözüme kavuşmamış bir çatışma barındırdım içimde. Fakat bu iki yönelim, nihayetinde ... öznenin yok olması temasına beni eşit ölçüde sevk etti.24 Kelimeler ve Şeyler'e, 1960'ların son yıllarından bakıldığın­ da, Foucault'nun Tel Quel'deki yazılarıyla "arkeoloji" olarak adlandıracağı yarı-pozitivist metodolojinin bir karması gibi görünmektedir. Foucault'nun Tunus'ta Bilginin Arkeoloji­ si üzerinde çalıştığı 1 966'dan 1 968'e kadar olan dönemde, dil-mistisizmine dair taşıdığı ne varsa dalında yavaş yavaş çü­ rümeye terk edilmişti.25 Ne var ki Foucault, her iki düşünce akımının da onu öz­ nenin kaybolması temasına sevk ettiğini düşünmekte haklıy­ dı. İ nsan'ı keskin bir biçimde reddeden Kelimeler ve Şeyler'in yürüttüğü sav, özü itibarıyla özerk özneyi temel alan felsefeye karşı bir saldırıydı. İnsanın yadsınması, 1960'ların ortasında hala geçerliliğini yitirmemiş, "güçlü" bireyden dem vuran dü­ şünce akımlarına, yani tutarlı ve tekil Kartezyen özneye karşı

43

44

1

FOUCAULT

geliştirilmiş bir meydan okumaydı. Foucault'nun, insanı bir on dokuzuncu yüzyıl buluşu olarak görmesi ve bu buluşa sayılı günler biçmesi, Kelimeler ve Şeyler'in yayımlanmasından kısa süre sonra yaptığı söyleşide ileri sürdüğü düşünceyi tamam­ layan bir görüş olarak değerlendirilmelidir: Foucault'ya göre Sartre'ın Diyalektik Aklın Eleştirisi, "on dokuzuncu yüzyıla ait birinin yirminci yüzyıla dair düşünmeye kalkıştığı görkemli ve hazin bir çabaydı."26 " İnsanın" vaktinin dolduğunu söylemek, öznelliğe dayalı bir felsefenin gelecek taşımadığını, hatta çok­ tan hükümsüz kaldığını söylemenin bir başka yoluydu; insanın "on dokuzuncu yüzyıla" ait olduğunu ileri sürmek, tarihsel bir betimden ziyade bir yakıştırmaydı. Kelimeler ve Şeyler işte bu düşünce ekollerine karşı tasar­ lanmış açık bir meydan okumaydı. Foucault, "düşüncenin ge­ leceğine inatla karşı duran engelleri" aşmanın gerekliliğini ilan ederek, insandan, onun egemenliğinden veya özgürleşmesinden hala dem vuranlara; hala insanın özünde ne olduğuna dair sorular soranlara; hakikate ulaşmak adına başlangıç nokta­ sını insan olarak belirleyenlere ... düşünenin insan olduğu­ nu düşünmeksizin düşünmeye kalkışmak istemeyenlere,27 karşı başkaldırısını duyuruyordu. Gerici varoluşçuluğa karşı yürütülen bu mücadelede Foucault, yapısalcılığı bir panzehir, hatta yeni oluşan bir epistemenin tezahürü olarak sunuyordu. Kitabın sondan bir önceki bölümünde yer alan ve psikanalizle etnoloji gibi "karşıt-bilimlere" yönelik üstünkörü övgü, hem Foucault'nun Jacques Lacan ve Claude Levi-Staruss gibi döne­ min daha tanınmış meslektaşlarına bir saygı gösterisi, hem de çağdaş felsefi düşüncenin ancak yapısalcılıkla yürütülebileceği­ ne dair üstü kapalı bir iddia barındırıyordu.28

YÜZEY ETKiLERİ

1 45

Foucault'nun özerk özneye karşı Kelimeler ve Şeyler'de başlattığı eleştiri (ve bu eleştiriye eşlik eden varoluşçuluğa ve fenomenolojiye yönelik saldırı) Foucault'nun 1966 baharın­ da verdiği çok önemli bir söyleşide şiddetlenerek tekrarlandı. Söyleşiyi gerçekleştiren Madeleine Chapsal'a, ait olduğu felsefi kuşağın henüz 1950'lerde, "bir önceki kuşaktan, Sartre'ın ve Merleau-Ponty'nin kuşağından çok ama çok uzaklaştığını" fark etmeye başladıklarını söyledi.29 Savaşta aktif olarak yer alamayacak kadar genç olan kendi kuşağı, daha öncekilerin ha­ yata, siyasete ve varoluşa duyduğu tutkuyu paylaşmasalar da onlara saygı duyuyordu. "Aslında biz başka bir şey keşfettik, başka bir tutku: Kavrama ve adına 'sistem' diyebileceğim şeye duyduğumuz tutku."30

"Sİ STEM TUTKUSU" FRANSIZ yapısalcılığının epey isabetli bir ta­

nımıydı. Birçok alanda etkinlik gösteren "yapısalcılar" özellikle de 1 966'da, anlamın amaç üzerinden değil de, sistematiklik ta­ rafından nasıl belirlendiğini anlamaya çalışıyorlardı. Çığır açıcı yapısalcı kılavuzu Göstergebilim İlkeleri'ni henüz tamamlamış olan Roland Barthes, giyim ve modaya getirilen göstergebi­ limsel yorum niteliğindeki Systeme de la Mode üzerine çalış­ maktaydı.3 1 Barthes'ın öğrencisi Jean Baudrillard ise, modern tüketim ve koleksiyonculuğun yapısal bir yorumlaması olan Nesneler Sistemi'ni çoktan yazmaya koyulmuştu.32 Bütün bu girişimler, düzenli kültürel olguların bütünlüğünü, o bütünlüğün arkasında yatan aşkın bir özneye başvurmaksızın enine boyuna düşünmenin yollarıydı. Foucault'nun kitabı da tam bunu yapıyordu. Öznellik sorununa doğrudan eğilmeyen önceki çalışmalarının aksine Kelimeler ve Şeyler, Domenach'ın da belirttiği gibi, "modern" öznellik mefhumuna doğrudan meydan okuyordu; dünyayla yüz yüze gelen ve oradaki anlam-

46

1

FOU CAULT

ları yaratan bağımsız, düşünen ve konuşan özneye. Bu meydan okumanın taşıdığı kesinlik, Foucault'nun Tel Quel etkisinden uzaklaşmasıyla yakından ilgiliydi. Arkeolojik düşünce Blan­ chot'nun "deneyim" mefhumu tarafından belirlendiği sürece, Foucault'nun özne felsefesinden radikal biçimde kopması im­ kansızdı. Deliliğin Tarihi nde görüldüğü üzere, dilin ontolojik olarak merkezi konumu, bireylerin yaşanmış deneyimlerine at­ fedilen önemle sürekli olarak zıt düşüyordu. Foucault Kelime­ ler ve Şeyler le birlikte, çalışmalarının Blanchot esinli yönlerini ayıklamaya başladı. Sonu olmayan ve tarafsız bir dilin bizim aracılığımızla söze geldiğine dair sarsıcı farkındalığımızı tanım­ layan, gürültü (bruit), tekdüze, köpürme (moutonnement) ve meleme (be/ant) gibi kelimeler, Foucault'nun dağarcığından ta­ mamen silindi. Deneyim mefhumu da bunlarla birlikte silinmiş oldu. Foucault'nun giderek geliştirdiği ve karşıtlarının da doğru adlandırdığı "sistematik" düşünce, özneye karşı bu yıllarda ge­ liştirilen itirazlarla uyumluydu. Barthes, Levi-Strauss, Derrida, Althusser ve Lacan'dan söz etmek, 1 960'ların ikinci yarısında gerçekleşen yapısalcı veya yapısalcılıktan etkilenmiş araştırma­ ların ancak küçük bir kısmına denk düşer. Ne var ki biçimciliğe geri dönmek, özellikle de Fransa'da, felsefenin ve beşeri bilimle­ rin sınırlarını epey aşan yaygın bir olguydu. Görsel sanatlar ala­ nında Supports/Surfaces grubuna mensup sanatçılar, 1 966'dan itibaren sanatta öznellik mefhumunu ortadan kaldırarak, ham olduğu kadar "yapılandırılmış" minimalist bir terminoloji de yaratmaya çalıştılar. Claude Viallat, Patrick Saytour, Daniel Dezeuze ve Marc Devade'ın çalışmalarında matris teması örme ağlar, şebekeler ve şablonlar- sürekli karşımıza çıkar. 33 Aynı şekilde, biçimciliğin Fransız edebiyatına nüfuz etmesinin en açık örneğiyse Philippe Sollers'de görülür. Sollers'in "anla­ tıya ve düşünceye yol açan dörtgen bir matris" olarak tanım'

'

YÜZEY ETKİLERİ

1 47

ladığı 1 968 tarihli Nombres ve 1 971 'de yayımlanan Lois adlı kitapları, okurlara bir tür edebi makine olarak sunulmuştur. 34 Peki, sistem düşüncesiyle Foucault tam olarak neyi kas­ tediyordu? Foucault'ya göre Sartre, absürd olanın cazibesine karşılık, anlamın her yerde bulunduğunu ve anlamı üretenin de bireysel özne olduğunu ileri sürmüştü. Foucault'ysa kendi kuşağının birtakım sebeplerden dolayı artık bu karşılığı kabul edemeyeceğini söylüyordu. Anlamın kendisi sorgulanır hale gelmişti artık. Bu değişimin ne zaman meydana geldiğini soran Chapsal'a şu yanıtı verdi: Levi-Strauss'un toplumlar, Lacan'ınsa bilinçdışı için tanım­ ladığı şekliyle anlamın, büyük olasılıkla bir tür yüzey etki­ siden, bir ışıldamadan ya da bir köpürdemeden başka bir şey olmadığınının farkına varıldığı; bizi derinden katede­ nin, karşımızda duranın, bizi zaman ve mekanda muhafa­ za edenin sistem olduğunun anlaşıldığı gün varıldı kırılma noktasına.35 Anlam, hükümran öznelere ait mutlak bir yaratı değil, insan varlığını önceleyen bir "sistemin" yüzey etkisiydi. Bu sistem, birbirine bağladığı öğelerden bağımsız biçimde dönüşen bir ilişkiler grubu olarak görülmeliydi. Foucault'ya göre, "Tüm insan varlığından, tüm insan düşüncesinden önce varolan ve yeniden keşfetmekte olduğumuz halihazırda bir bilgi, bir sistem olmalı[ydı]."36 Yapısalcı modayı pek de etkilenmeden izleyen Paul Ricoeur, "yapısalcılarda ifade bulan anlaşılabilirlik türünün," kapalı bir sistem veya tamamlanmış bir külliyat üzerine çalışıldığında, il­ kelerin dökümü çıkarıldığında, ilkeler karşıtlık ilişkisi içerisine yerleştirildiğinde, bu ilkelerin ve karşıt çiftlerin matematiği ve birlikleri belirlendiğinde başarıya ulaştığını ileri sürdü.37 Fou-

48

1

FOUCAULT

cault, kullandığı dili indirgeyici bulsa da, genel hatlarıyla Rico­ eur'le hemfikirdi. Foucault'nun 1968'de belirttiği gibi yapısalcı dilbilim, dönüşümsel, yani birliğe dayalı dilbilgisi fikrine öncü­ lük etmişti: "Düşünce, bilim ve genel olarak düşünce tarihine işte bu metodun bir benzerini uygulamaya çalışıyorum."3 8

yapısalcı girişimin sınırlarına dair Levi-Strauss'la tartışan Sartre'ın, yapısalcı analize itibar etme­ diği herkesin malumuydu ve bu kimseyi şaşırtmamıştı. Kelime­ ler ve Şeyler'e karşı Sartre'ın verdiği şiddetli tepkiyse herkesi şaşırttı. Kitabın tahrik içerdiğine şüphe yoktu doğrusu. Gelge­ lelim Foucault'nun kullandığı yapısalcılık, Sartre'ın gözünde eşi benzeri olmayan bir kötülük barındırıyordu: Söz konusu olan felsefenin, ancak kendi varlığını tehlikeye atarak görmez­ den gelebileceği somut bir tehditti. Fransız felsefe dergisi L'Arc, Ekim 1966'da "Günümüzde Sartre" temalı bir sayı çıkardı. Birçok önde gelen düşünür, çı­ ğır açan Varlık ve Hiçlik 'in yayımlanmasından neredeyse çey­ rek asır sonra, Sartre felsefesinin önemi ve yarattığı etkiye dair düşüncelerini paylaştı. Dergide Sartre'la bir söyleşi de yer alı­ yordu. L'Arc, Les Temps Modernes ya da Esprit gibi sadece varoluşçuluğa ayrılmış bir mecra değildi; daha altı ay öncesin­ de, Jules Verne'in edebi sesi üzerine Foucault'nun kaleme aldığı uzunca bir yazı yayımlamıştı.39 Buna karşın Sartre, söyleşinin yarattığı fırsatı değerlendirerek Foucault'yu ve diğer belli başlı yapısalcıları topa tuttu. Sartre'a göre yeni kuşak Fransız düşünürlerinin ortak nok­ tası, tarihi yadsımaya yönelik endişe verici eğilimdi. Fouca­ ult'nun kitabının başarısı bunun bir kanıtıydı. Aslında Fouca­ ult'nun sunduğu şey bir arkeoloji değil, bir jeolojiydi: Günümüz dünyasının yüzeyaltı toprağını oluşturan, bir zamanlar hakim 1960'LARIN İLK YILLARINDA,

YÜZEY ETKİLERİ

1 49

olan düşüncenin olanaklılık koşullarını bir bir tanımlayan kat­ manlar dizisi. Sartre şöyle devam etti, Foucault, bize olabilecek en ilginç husustan, yani bu ko­ şullardan hareketle her tür düşüncenin nasıl oluştuğundan veya insanların bir düşünceden başka bir düşünceye nasıl geçiş yaptığından söz etmiyor. Bunu yapabilmek için prak­ sise, dolayısıyla da tarihe yer vermesi gerekirdi, ki yapmayı reddettiği şey tam da bu. Sartre'a göre, çağları birbirinden ayırması ve olayların öncesi­ ne ve sonrasına bakması açısından Foucault'nun iyi kötü bir tarihsel bakış açısına sahip olduğuna şüphe yoktu: " Gelgele­ lim, sinema filmi yerine büyülü fener, hareketin yerineyse sa­ bitlik silsilesi getiriyor."4° Foucault'nun büyülü feneri bir yığın eşzamanlı sahne gösteriyordu. Hareket yoktu ve her şey açık­ lanmadan bırakılmıştı. Arkeoloji denilen metot, tarihin canlı akışıyla ve o akış boyunca eyleyen kişilerle temas etmek bir yana, onları tespit dahi edemiyordu. Kelimeler ve Şeyler'in elde ettiği büyük ticari başarıya tekrar değindi Sartre. Ona göre bu durum, yazarın yeni hiçbir şey sunamadığının en açık kanıtıydı. Foucault'nun eseri, herkesin tam da beklediği kitaptı; "Sahiden özgün bir düşünce asla önceden beklenmiş olamaz." Dünyayı anlamanın gerçekten yeni bir yolunu sunmaktansa, son modayı yansıtan derme çatma bir şey sunmuştu Foucault: " Robbe-Gril­ let'in, yapısalcılığın, dilbilimin, Lacan'ın ve Tel Quel'in tarihsel düşüncenin olanaksızlığını göstermek adına sırayla kullanıldığı eklektik bir sentez."4ı Özen ve özgünlük hususlarında noksanlıklarını kabul et­ sek de, Foucault'nun iyi niyete sahip olduğu bile söylenemezdi. Sartre en sert saldırısını, Kelimeler ve Şeyler'in altında yatan politik saiklere yöneltti. Foucault'nun tarih eleştirisi kisvesi

50

1

FOUCAULT

altında, ilerici solun tüm politik projesini hedef aldığını iddia ediyordu. Ona göre, "mesele, burjuvazinin Marx'a karşı dike­ bileceği son barikatı dikmek, yeni bir ideoloji yaratmaktı." Sa­ hici bir tarihçinin komünist olmaması mümkündü; ama maddi yaşamı, üretim ilişkilerini ve praksisi analizin merkezine yerleş­ tirmeksizin sahici bir tarih yazmak mümkün değildi. Foucault, Marksizmi aşamayınca onu sindirmeye kalkışmıştı. Onun sis­ tem oluşturma çabası, kibrin en gerici halini temsil ediyordu.42 Levi-Strauss'a özenen birçok isim gibi, Foucault da yapısal analizin uygulanabilirliğinin sınırlı olduğunu anlayamamıştı. Yapısal, yani diyalektik olmayan bir bakış açısı, kendi başına tarihsel olguları açıklamaya yeterli değildi. "Yapılar" tabii ki mevcuttu; ne var ki bu yapıların mevcudiyeti yalnızca "prak­ tiko-inert'in bir anıydı." Yapısalcıların kabul etmeye yanaşma­ dığı temel nokta, tüm insan yaratılışının bu yapıları zapt edip alaşağı etmeye dayanmasıydı. Auguste Comte'un, " İlerleme, düzenin geliştirilmesidir," sözü, Sartre'a göre bu bağlama doğ­ rudan oturuyordu, zira: Yapısalcıların artzamanlılık mefhumuna birebir uyuyor: Tam da yapının gelişimiyle beraber, insan da bir şekilde gelişmektedir. Tarihin içsel bir sürece indirgenebileceğini düşünmüyorum. Tarih düzen değildir. Düzensizliktir. İ s­ terseniz rasyonel bir düzensizlik diyelim. Tam da düzene, yani yapıya kavuştuğu anda, tarih onu geçersiz kılmaya başlamıştır. 43 Tarih hareketli bir düzensizlikti. İnsanlar bu düzensizlikte ken­ dilerini önceleyen yapılar bulsalar da, yapmaları gereken şey bu yapıları ele alıp eylem aracılığıyla altüst etmekti. Dolayısıyla ya­ pısalcıların düşünen, eyleyen bireyi tanımamaları felsefi açıdan savunulamaz olduğu gibi politik olarak da çirkin bir tutumdu.

Y Ü Z E Y ETKİ L E R İ

1

L'Arc söyleşisi birçok insana ulaştı. 1 966'nın sonlarından 1967'ye doğru şöhreti arttıkça, Foucault'yla söyleşi yapan ne­ redeyse herkes, bir noktada Sartre'nın eleştirel yorumlarından söz açtı. Foucault doğrudan ve kişisel olarak hedef alınmıştı. Vereceği karşılıksa aynı ölçüde sert olacaktı.

yaşadığı entelektüel tartışmalar­ da, çatışmayı kitaplarıyla başlatıp asıl çarpışmayıysa dergile­ re ve anaakım medyaya saklayarak yürütmeyi tercih etti. Var olan kitaplarını eleştirmenlere verdiği yanıtlarla pekiştirmek­ tense, ortalığın yatışmasını bekledikten sonra rakipleriyle ge­ niş kitlelere ulaşan mecralarda boy ölçüştü. 1 971 'de George Steiner'la,44 1972'deyse Jacques Derrida'yla böyle baş etmişti.45 Sartre'la yaşadığı çatışma bu uygulamanın kayda değer bir is­ tisnasıydı. Zira Foucault, son sözü söylemeden bu ihtilaftan çekile­ cek gibi görünmüyordu. Fırsatını bulduğunda yazılarıyla sal­ dırmaktan geri duramasa da, 1 967'den 1968'e dek yürüttüğü strateji esasen uzun vadeliydi. Kaleme alacağı metodolojik bir eserle planlıyordu karşı saldırısını. Söz konusu eser, bu amaçla yazdığı tek kitap olarak kalacaktı. Bilginin Arkeolojisi Fouca­ ult'nun ampirik çalışmalarının temelini oluşturan felsefi ilke­ lerin düzenlenmesinden fazlasını içeriyordu. Sartre'ın L'Arc söyleşisinde başlattığı eleştirilere karşı geliştirilmiş sivri bir ce­ vaptı; Sartre'ın otobiyografisi Sözcükler'de dile getirdiği temel Sartreçı fikirlere yönelik bir taşlama, yine Sartre'ın Diyalektik Aklın Eleştirisi adlı büyük incelemesini, öznenin yitimini ele alan bir başyapıtla alt etmeye yönelik bir çabaydı. Foucault 1966'dan 1968 'in sonuna kadar, Tunus'un Sidi Bu Said kasabasında çekildiği yarı inzivada, Bilginin Arkeolo­ jisi'nin ilk taslağı üzerinde çalıştı. Kitabı, Sartre başta olmak FOUCAULT KARİYERİ BOYUNCA

51

52

1

FOUCAULT

üzere onu eleştirenlere karşı bir cevap olarak görüyordu. Bu sebeple, La quinzaine litteraire dergisinin Mart 1 968'de Sartre'ı ağır eleştirdiği söyleyişi yayımlamasına epey içerledi. Sözlerinin yazılmamak kaydıyla söylendiğini ve rızası alınmadan kamuya sunulduğunu düşünüyordu. Derginin editörlerine öfkeyle ilet­ tiği daha da önemli bir itirazı vardı: "Bana yöneltilmiş sorula­ ra, karşılaştığım güçlüklere, aralarında Sartre'ın da bulunduğu kişilerce sıralanmış itirazlara bir karşılık vermek adına çalıştı­ ğım için geri durdum on sekiz aydır herhangi bir yanıt vermek­ ten."46 Foucault söz konusu karşılığın yakın zamanda yayım­ lanacağını teyit etti. Özel bir sohbette sarf ettiği, bağlamından koparılmış yorumlara kıyasla, asıl görüşlerine çok daha yakın bir karşılık olacaktı bu. Tam bir yıl sonra, Mart 1 96 9'da çıkan Bilginin Arkeolojisi müthiş bir azmin ürünüydü. Foucault düşünce (yani düşünceler ve inançlar veya Foucault'nun ifadesiyle "doksoloji") tarihini temel almaktansa, düşüncelerin olanaklılık koşullarının tari­ hini inceleyen yeni bir disiplini, üç yüz sayfayı bulmayan bir kitapta kurmaya çalıştı. Foucault'nun biçim vermeden önce Deliliğin Tarihi'nde ve Kliniğin Doğuşu'nda uygulamış olduğu bu disiplin arkeolojiydi. İçinde geçen Yunanca arke'nin akla getirebileceğinin aksi­ ne, arkeoloji bir köken araştırması değil, tanımlamaya, arşivin tanımlanmasına yönelik bir girişimdi. Arşiv Foucault için bir sanat terimiydi. Bir kültürün ürettiği ve muhafaza ettiği me­ tinlerin toplamını adlandırmıyordu. Arşiv, "söylenebilir olanın kuralı, ifadelerin aldığı biçimleri tekil olaylar olarak belirleyen sistem[di]" daha ziyade.47 Arşivi betimlemekteki amaç, söyle­ min görünürdeki rastlantısal hücumuna ait süreklilikleri açığa çıkarmaktı; açığa çıkan bu süreklilikler de, bilgi yapılarına özel biçimlerini kazandıran ana ilkeleri görüp anlamamızı sağlaya­ caktı. Başka bir ifadeyle arkeoloji, belli bir zamanda ve belli

YÜZEY ETKİLERİ

1

bir kültürdeki söylem üretimini belirleyen kuralları saptama teşebbüsüydü. Uygulanması hem negatif hem de pozitif bir unsur taşı­ yordu. Negatif unsur düşünce tarihinin geleneksel kavram ve yöntemlerinin radikal bir eleştirisiydi. Bu da düşünce tarihinin doğal ve zorunlu addettiği etki, evrim, "düşünce yapısı" ya da "zamanın ruhu" gibi analitik kategorilerin yararlı olup olmadı­ ğını sorgulamak ve bununla beraber söylemin o çok bildik eser, tür ve yazar gibi alt dallarından vazgeçmek demekti. 48 Pozitif unsur ise bilgi tarihini düşünmemizi sağlayacak alternatif bir kategoriler grubu inşa etmeyi içermesiydi. Bu girişim mantığa aykırı gelen ve çoğunlukla yeni kelimeler türetilmesine yol açan yığınla kavram oluşturdu: İ fade, söylemsel oluşum, pozitivite, arşiv ve birçok benzeri gibi.49 Peki zamanla kendini kanıtlamış (iyice kökleşmiş gibi görü­ nen) yazar ve eser gibi kategorilerden, yeni ve şaibeli ardılları için vazgeçildiği bu zorlu ikame çabasının amacı neydi? Amaç, düşünen ve konuşan özne mefhumunu geçersiz kılmak adına bilgi tarihine yeniden şekil vermekti. Foucault'nun o tumturak­ lı üslubuyla söylediği gibi: Çok sayıda insanın binlerce yıldır söylediği bunca şey, yal­ nızca düşünce yasalarıyla ya da şans eseri oluşmadığı gibi, ruhun ya da şeylerin düzeni içinde gelişenin sözel edim düzeyinde basitçe gösterilmesi olarak da anlaşılmamalıdır. Bunca söylenen şey, daha ziyade, söylemsel düzeye özgü ni­ telikler taşıyan bütün bir ilişkiler dizisi sayesinde tezahür etmiştir. Sessiz süreçlere gelişigüzel aşılanan rastlantısal söz oyunları aracılığıyla değil, özel birtakım süreklilikler uya­ rınca ortaya çıkmışlardır. Kısacası, söylenen bir şeyler varsa (ki söz konusu olan yalnızca bu şeylerdir) söylenmiş şeyler­ den ya da bunları söylemiş insanlardan bir açıklama bekle-

53

54

1

FOU CAULT

mek zorunda değiliz. Açıklamayı, söylem sisteminde ve bu sitemin belirlediği açıklayıcı olanaklar ve olanaksızlıklarda aramalıyız.50 Arkeolog, söylem söz konusu olduğunda taviz vermeyen ta­ rafsızlığıyla gurur duyan kimseydi. Metinleri mercek altına almasındaki amaç, onların gerçek anlamlarını saptamak değil­ di; anlamla ilgilenmiyordu. Söylemde kendini ifşa eden öznel niyetleri saptamaklaysa hiç ilgilenmiyordu. Asıl ilgilendiği şey ifadelerin kendisini inceleyip tartmak, verili bir ifadenin şu de­ ğil de bu zamanda mümkün olmasını sağlayan yapısal benzer­ likleri keşfetmekti. Arkeolog tarafından incelenen bilgi tarihi, aklın gelişim hi­ kayesi değildi. İnsanların düşüncelerinin zuhur ederek dünyaya damgasını vurduğu bir anlatı olmadığı da muhakkaktı. Bilgi tarihi, niteliği meçhul bir sürecin ortaya çıkmasıydı: İfadeler bütününün tek tek tespit edilebilen kurallara uygun biçimde oluşturulup dönüştürüldüğü bir süreç. Foucault hedeflediği etki alanının, tam da ham ve görünüşte ayrıma uğramamış bu ifa­ deler bütünü olduğunu her fırsatta dile getirdi. Atıf yapmak söz konusu değildi. Bilginin A rk eolojisi nde neredeyse hiç özel isim yoktu. Zira insanların düşüncelerinin kendilerine ait bir mülk, tek başlarına yarattıkları birer nesne olduğu fikrinden kurtulmak gerekiyordu. Kabul edilmesi gereken acı gerçek, insanların, aş­ kın düşünce sistemlerinin değiş tokuş edilebilir birer konuşanı olduklarıydı. Arkeolojinin varlık amacı konuşanların seslerini yükseltmek değil, her konuşanın olsa olsa bir vantrologun kuk­ lası olduğunu göstermekti. '

Y Ü Z E Y ETKİLERİ

1

ilgilendiriyor gibi görünse de Bilginin Arkeolojisi'nin gözüne kestirdiği asıl hedef Sartre'dı. Kitabın keskin ve savunmacı tonu, ana ilkelerinden birinin negatif bir girişime, Sartre'ın eleştirilerinin çürütülmesine da­ yanmasından ileri geliyordu. Kitap Sartre'ın L'Arc söyleşisinde Foucault'ya yönelttiği argümanların her birine değinip onlara karşılık vermekle kalmıyor, nihayetinde taarruza geçerek kı­ demli filozofun birkaç temel görüşüne de meydan okuyordu. İlk önce savunma içeren kısımları inceleyelim. Foucault'nun önsöz niteliğindeki denemesi neredeyse tama­ mıyla tepkisel bir hava taşır. Hatırlanacağı üzere Sartre, Fouca­ ult'nun çalışmalarını yapısalcılıkla diğer gözde edebi akımların bir sentezi olarak yaftalamıştı. Foucault arkeoloji projesinin Sartre tarafından bu şekilde tanımlanmasına izin vermeyerek giriş niteliğindeki denemesinde şöyle yazdı: "Mesele, diğer ana­ liz alanlarında rüştünü ispat etmiş bir yapısalcı metodu tarih sahasına, özellikle de bilgi tarihine taşımak değildir." Foucault yapısalcılık damgasını açıkça reddediyor ama bunu aldatıcı bir hamleyle yapıyordu. Yukarıda belirtildiği gibi, 1967'de şöyle demişti Foucault: "Yapmaya çalıştığım şey, yapısalcı tarzı be­ nimseyen bir analizi, o zamana dek nüfuz etmediği sahalara, düşünce tarihine, bilgi tarihine ve kuram tarihine uygulamak­ tı."sı Sartre'ın, arkeolojinin "sinema filmi yerine büyülü fener sunduğuna" ve olsa olsa devinimsiz sahneleri ya da resimleri art arda sıraladığına dair iddiasına misilleme yapmaktan da geri durmadı Foucault.52 Düştüğü iğneleyici bir dipnotta (ki ki­ taptaki yedi dipnottan biriydi) şöyle karşılık verdi: "'Tablonun' ... formel olarak bir 'diziler dizisi' olduğunu, düşünürgezerlerin (flaneurs) son temsilcilerine illaki açıklamamız mı lazım? Her durumda, çocukları daha iyi kandırmak için büyülü fenerin önüne tuttuğumuz küçük sabit bir imge değildir bu; kaldı ki o YALNIZCA BiLiM TARİHÇiLERiNi

55

56

1

FOUCAULT

yaştaki çocuklar bile tercihlerini filmin göz alıcılığından yana kullanır elbette."53 Foucault böylece iki eleştiri getirmiş oluyordu. İlk olarak, Sartre'ın "iki boyutlu imgeler" anlamına geldiğini sandığı "tab­ lo" teriminin ne anlamda kullandığını anlamadığını -yine bi­ raz aldatıcı bir şekilde- öne sürdü. İkinci olaraksa, çocuklara hitap eden asıl şeyin sinema filmleri (dolayısıyla da, çizgisel ve sinematik olanı esas alan tarih anlayışı) olduğunu ima ederek toyluğuna dair suçlamayı savuşturdu. Gerçekleştirdiği tarih eleştirisinin aslında Marx'ı ve Mark­ sizmi hedef aldığına dair Sartre'ın getirdiği suçlamaya Fouca­ ult'nun verdiği karşılıksa daha ayrıntılıydı. Foucault'ya göre Marx, tarihsel söylemde büyük ve özgürleştirici bir "merkez­ sizleştirme" edimi gerçekleştirmişti: Tarihsel analizi (Hegelci türden) birleşik bir özneden uzaklaştırarak üretim ilişkilerini, iktisadi belirlenimleri ve sınıf mücadelesini ön plana çıkarmış­ tı. Hümanizm adına hükümran özneyi yeniden eski konumuna getirmek, Foucault'nun gözünde Marx'a ters düşen bir durum­ du. Diyalektik Aklın Eleştirisi'nde Sartre şöyle yazmıştı: "Kül­ tür, düzensiz bilgilerin ve tarihlerin toplamından öteyse ... hem içimde hem de dışımda varolduğunu bildiğim birtakım gerilim alanları, içerikleri ya da ortaya çıktıkları tarihler ne denli farklı olursa olsun, bilgi yapıları .. içsellik ilişkileriyle birbirine bağ­ lanmıştır." 54 Sartre bu bölümde -ne kadar sınırlı ve parçalanmış görü­ nürse görünsün- tüm bilginin "artzamanlı bir bütünleştirme sürecine," yani, gelişimin özel tarihsel sürecine katılmasıyla ortaya çıktığını ileri sürüyordu. Foucault Marksist geleneğe ihanet edenin tam da bu türden bir düşünme biçimi olduğu­ nu, kendi düşünme biçimininse ihanet etmediğini savunuyordu. Marx tarihsel özneyi ortadan kaldırarak yapısalcıları öncele­ mişti. Buna karşılık "Süregelen tarih, öznenin kurucu etkinli.

YÜZEY ETKİLERİ

1

ğinin kaçınılmaz sonucu[ydu]."55 Tutarlı ve birleşik bir özne, yani dünyasına anlam aşılayan ve kendi bilgisinin hükümran yaratıcısı konumundaki bir özne önermek, tarihsel ilerlemenin aynı zamanda aklın gelişim hikayesine denk düştüğü çizgisel ve teleolojik bir anlatı önermek anlamına da geliyordu. Foucault'nun savı, tarihin yapısal bir nitelik taşıdığı kabul edilse bile, bu yapısallığın "praktiko-inertin bir anından" başka bir şey olmadığını iddia eden Sartre'a karşı çıkışıyla devam etti. Bu yapısallığı, asli öneme sahip insan özgürlüğü sayesinde aşı­ lacak bir kısıtlama olarak görüyordu Sartre. Foucault'ya göre böyle bir iddia, arkeolojinin ele aldığı sürekliliklerin yapısının anlaşılmadığına işaret ediyordu. Arkeolojinin ayırt ettiği "sis­ tem" daha da derinlerde yatan bir öznellik aracılığıyla kendi­ liğinden uygulanabilecek (ya da aşılabilecek) bir nesne değil; aksine, faillerin görünür kendiliğindenliklerini mümkün kılan şeydi. Foucault şöyle yazdı: "Oluşum analizlerinin tamamlan­ mış sistemlerin ardında keşfettiği şey, coşkuyla kaynayan ve henüz ele geçirilmemiş halde bulunan hayatın kendisi değildir; sistematikliklerden oluşan uçsuz bucaksız bir yoğunluk, kesif bir çoklu ilişkiler dizisidir."56 Söylemsel süreklilikleri gecikmeli yakalayarak faillerin -üstelik, o söylemsel süreklilik ağında bi­ rer noktadan başka bir şey olmayan faillerin- "yaşanmış dene­ yimlerine" yeniden yerleştirme girişimi başarısızlığa mahkum­ du. Söylemin dışında yer alan daha özgür bir gerçeklik yoktu. İçinden söylemin çekip çıkarılarak bilinçle denetim altına alın­ dığı birincil bir söylem öncesi safha yoktu. Foucault daha sonra iktidarla ilişkili olarak kullanacağı bir sava işaret edercesince şöyle yazdı: "Her şey söylemin boyutundan ibarettir."57 Foucault son olarak, tartışmanın dayandığı terimleri Sart­ re'dan geri almaya kalkıştı. Foucault'yu yapısalcılığın en önemli temsilcisi, yani tarihin baş inkarcısı olarak tanımlamış­ tı Sartre. Foucault'ya göre bu tanım aslında yanlış bir bilgiye

57

58

1

FOUCAULT

dayanıyordu; zira Kelimeler ve Şeyler'de olduğu gibi Bilginin A rkeolojisi nde de asıl tartışılan şey ne yapı ne de tarihti: '

Kendisinden önce gelen çalışmalar gibi bu çalışma da (ya­ ratılışın, tarihin, oluşun aksine) yapıya ilişkin tartışma çer­ çevesinde değil, insan varlığı, bilinç, köken ve özne mesele­ lerinin ortaya çıktığı ... alan çerçevesinde yer almaktadır.58 Doğrudan ele alınan konu tarih (ve tarihin yapısı) olsa da, meselenin kalbi başka yerde atıyordu. Yapısalcıların geçmişe yönelik yaklaşımlarına bazı felsefi çevrelerin kıyasıya karşı çık­ masının nedeni, bu yaklaşımların insan öznesinin özerkliğini, hatta varlığını tehdit ediyor gibi görünmesiydi.59 Sartre'ın Fou­ cault'nun çalışmalarını tarih karşıtı olarak tanımlaması göster­ melikti; yapısalcılığın tehlikesi tarihe vereceği zararda değil, ta­ rihin bilinçli yaratıcısı konumundaki özneyi ortadan kaldırma olasılığında yatıyordu.

BİLGİNİN ARKEOLO]İSİ'NİN en göz kamaştırıcı anları son bö­

lüme saklanmıştı. Kitabın on altı sayfalık sonuç bölümü, bir piyesi andıran ve açıkça Foucault'ya benzeyen bir şahısla has­ mı arasında geçen bir karşılaşma gibi yazılmıştı.6° Kitabı oku­ yanların da fark etmiş olacağı üzere, Foucault'nun muhatabı Sartre'ın birçok özelliğini barındırıyordu: L'Arc söyleşisinde­ ki tartışmaları yeniden ele alıyor, yapısalcı girişimin sınırlarını kestiremediğinden Foucault'yu paylıyor, bütün bilginin bilinçli öznelerin kurucu ediminden türediğini ileri süren temel varo­ luşçu düsturu tekrarlıyordu. Böylece Sartre ve Foucault gay­ riresmi biçimde ve yine Foucault'nun belirlediği bir zeminde karşı karşıya geliyordu. Kitabın önceki bölümlerinde nelerin başarılıp nelerin başarılamadığı üzerine sahneye konan sözlü

VOZEY ETKİLERİ

1

tartışmalar, Foucault'ya kendisini savunmanın ötesine geçerek Sartre'ı doğrudan hedef alma fırsatı sağlıyordu. Muhatabı ilk salvosunda, yapısal analizi açıkça ait olmadığı düşünce tarihine taşıma cüreti gösteren Foucault'yu kıyasıya eleştirdi: Belli bir dilbilim tarzından esinlenmiş bir yaklaşım benim­ seyerek, konuşan özneyi gereksiz kılmaya teşebbüs ettiniz; sanki kimse tarafından ifade edilmemiş, belli koşullarda ortaya çıkmamış, kimseye yöneltilmemişçesine, söylemi ta­ şıdığı tüm antropolojik unsurlardan temizlemenin olanaklı olduğunu düşündünüz.61 Foucault buna karşılık vermektense, yapılan eleştiriyi müstehzi bir gülümsemeyle kabul etmeyi tercih etti. "Haklısınız," dedi, "Söylemin aşkınlığını kavrayamadım; tanımlarken onu bir öz­ nelliğe atfetmeyi reddettim."62 Geri adım atmayarak, analizinin konuşan ve düşünen özne mefhumunu geçiştirdiğini kabul etti. "Yapısalcılık" kelimesi etrafında dönen kısır tartışmaların sü­ rüp gitmesine hayıflanıyordu bir tek. Muhatabı akabinde daha da büyük bir gayret göstererek yapısalcılığın sınırlı alanlarda, sözgelimi dilbilimde, mitlerin ve belki de bilinçdışının incelenmesinde kazanımlar sağlamış ola­ bileceğini teslim etti. Hint-Avrupa efsanelerini ya da Racine'in trajedilerini analiz ederken ilkelerle, ilişkilerle ve süreksizlikler­ le uğraşmak öyle yabana atılacak bir girişim değildi;63 gelgele­ lim şimdi ve şu anda konuşa bilmemizi sağlayan bilginin kendisi söz konusu olduğunda işin rengi değişmekteydi. Bu bilgi, tarih­ sel yoğunluğu dolayısıyla indirgenemez nitelikteydi. En amansız tavrına bürünen Foucault, bu savı alaycı bir üs­ lupla taklit ederek rakibine iade etti:

59

60

1

FOUCAULT

Müsaade edin ... ki az önceki yorumlarınızdan ne anladı­ ğımı size söyleyeyim. Alttan alta, "Elbette," dediniz, "sarf ettiğimiz tüm çabalara rağmen çıkarsamaya dayalı söylem­ lerin kabul görmesine göz yummak durumunda kaldık ... Elbette, vaktiyle bilincin hükümranlığı altında toplamış ol­ duğumuz tüm söylemlerden vazgeçmek zorunda kaldık."64 Foucault bu kayıpların kabul edilebilir kayıplar olduğunu, zira ikinci dereceden telafi edileceğini, yine aynı alaycı üslubuyla taklit etti. Başka bir ifadeyle, bu noktadan itibaren yapısal ana­ lizler esaslı bir sorguya tabi tutulacak, referanslarının belirtil­ mesi istenecekti. Kökenlerine, teleolojik anlayışına ve zaman­ sal sürekliliğe dair saikleri, aşkın bir üslupla açığa vurulacaktı. Düşünce tarihi, "tarihsel-aşkın tahakkümün" son sığınağı ola­ caktı böylece; her ne pahasına olursa olsun savunulucak bir kaleydi. Tekrar kendi sesine dönen Foucault, bu stratejinin -düşünce tarihini, istilacı yapısalcı ordulara karşı, okların yağdırılacağı bir kale olarak kullanma fikrinin- Bilginin Arkeolojisi'ni yazar­ ken onun için epey aşikar olduğunu belirtti. Seçtiği konu da bu farkındalığa dayanıyordu. Asıl mesele, "Düşünce tarihini aşkın olanın buyruğundan kurtarmak[tı]." Bilgi tarihini, hiçbir tele­ olojinin peşinen indirgeyemeyeceği bir süreksizlik, hiçbir anla­ yışın toparlayamayacağı bir dağılma ve "öznenin hiçbir aşkın düstur tarafından dayatılamayacağı bir anonimlik" olarak ana­ liz ederek bu kalenin kapılarını açmış, korunması planlanan bi­ lincin kurucu niteliğe sahip vasıflarını dışarı atmıştı Foucault.65 Foucault'nun cüreti karşısında afallamış görünen muhatabı, onu bu kez düşünsel riyakarlıkla suçladı. "Başkalarında karşı çıktığınız bu imtiyazı, tuhaf bir biçimde kendiniz de kullanı­ yorsunuz." Foucault, şu anda söz aldığı konumu nasıl temellen­ direcekti? Arkeoloji metodunu tasarlarken yararlandığı stra-



YÜZEY ETKİLERİ

1

tejilerden ve dayandığı saiklerden tereddüde düşmeden nasıl bahsedebiliyordu? Muhatabı sorgusunu şöyle genişletti: Başkalarının söylemlerini bir kurallar sistemine hapseder­ ken gösterdiğiniz özeni unuttunuz mu yoksa? Kılı kırk ya­ rarak sıraladığınız bütün o koşulları unuttunuz mu? Söy­ lemlerinin yer aldığı pozitivitelere doğrudan müdahale etme haklarını bireylerin elinden almış olmuyor musunuz?66 Foucault'ya göre muhatabı derin bir yanılgı içindeydi. Söylem­ sel oluşumların arkeolojik betimi, aksi takdirde özgür konuşan özneleri etkileyen bir dizi kısıtlama olarak anlaşılmamalıydı. Bu oluşumlar özünde birer pozitiviteydi; anlamlı konuşmayı en başta olanaklı kılan konum, kurallar ve ilişkilerdi. Foucault'ya göre söylemsel pratikler ismiyle müsemmaydı; birer pratikti. Yoğunlukları ve çetrefillikleriyle onlara ışık tutmak, konuşma­ nın aslında bir şey yapmak olduğunu, bu yapılanınsa düşünce­ nin ifadesinden oldukça farklı bir şey olduğunu göstermekti. Bu iddiaya muhatabının ne gibi bir karşılık vereceğini göre­ bilmek ilginç olurdu. Foucault ise ona bu fırsatı tanımadı; son sözü o söyleyecekti.

ALTI ÜSTÜ İKİ SAYFA TUTSA DA, Foucault'nu

son sözleri tek başına bir denemeydi adeta. 67 Sahte bir özürle başlayan Focault, on se­ nedir nasıl da beyhude bir çaba sarfettiğini artık tam olarak an­ ladığını söyledi. Daha çok dehanın ve özgürlüğün emarelerini gördüğümüz bir pratiğin sınırlarını ve gediklerini açığa çıkarı­ yor olmasının hem nahoş hem de taşkınca bir tutum olduğunu teslim ediyordu. Herkes en çok da "kendini" söylem içerisine yerleştirmek istiyorken, yazarın suretini bir kez olsun görmek­ sizin metinlerin parçalarına ayrılmasını, analize tabi tutulma-

61

62

1

FOU CAULT

sını, sonra tekrar bir araya getirilmesini izlemenin neredeyse tahammül sınırlarını aşan bir şey olduğunu itiraf etti. Foucault bunları söyledikten sonra, artık iyiden iyiye gözü dönmüş öteki sese son bir itiraz sunması için söz verdi. Bu ya­ karış uzun uzadıya aktarılmayı hak ediyor: Nasıl! Üst üste yığılmış bunca kelime, bu kadar kağıt üzeri ne yazılmış ve sayısız bakışa sunulmuş bunca işaret ... bun­ ları insanların hafızasında koruyup yerleştirmeye yönelik böylesine derin bir adanmışlık; bütün bunlar, onları kağıda geçiren bu zavallı elden, onlarda sükunet arayan bu huzur­ suzluktan ve onlar dışında yaşamını sürdürecek başka bir şeye sahip olmayan bu tamamlanmış hayattan geriye hiç­ bir şey kalmaması için mi? ... Söylemin zamanının, tarihin boyutlarına taşınan bilincin zamanı ya da bilinç biçiminde mevcut halde bulunan tarihin zamanı olmadığını kabul et­ mek durumunda mıyız? Söylemim, ölümsüzlüğümün müh rü değil mi?68 ­

­

Söylem nasıl oluyor da bilincin bir kaydı olmuyordu? Sesin merak ettiği soru buydu. Kişinin yazınsal mirasının kendisine bile ait olmadığı bir durumda, metinsel ölümsüzlüğe dayalı gösterişsiz ve dünyevi dahi olsa, herhangi bir kurtuluş yolu yok muydu? Bu bölümün öneminin altını çizmemek elde değildir. Burada ifade edilen iki düşünce -söylemin, bilincin zamanının tarihin boyutlarına taşınması anlamına gelmesi ve söylemin kişinin ölü­ münden sonra da konuşabilmesini sağlaması- su götürmez bi­ çimde Sartre'a aitti. Bu iki fikir de eserlerinde ifedesini buldu ve özellikle 1 960'1arda kaleme aldıklarında ön plana çıkarılmıştı. Sartre Diyalektik Aklın Eleştirisi'nin giriş bölümünü oluştu­ ran Yöntem Araştırmaları'nda üretimlerin insanlara ait olması

YÜZEY ETKİLE R İ

i

üzerinde ısrarla durmuştu. Söz konusu üretimler, dolayısıyla, yaratıcılara ait özel projelerin birer ifadeysiydi; bilincin üreti­ mini açığa vuruyordu. Bu durumu es geçmek, kültürel ürünleri şeyleştirmek anlamına geliyordu. Sartre'ın Madam Bovary üze­ rine belirttiği gibi: Eğer kitabı okurken Flaubert'in arzularına

ve hedeflerine, bir fetiş haline getiririz (ki genellikle de böyle olur). Tıpkı sa­ tılan bir malı, insanın kendi emeğiyle nesnel eşen gerçekliği olarak değil de, açıklanmasına gerek du yu lmayan bir şey yani asıl girişimine sık sık geri dönüp ba km azsa k, kitabı

olarak görmek gibi.69

Madam Bovary bize Flaubert'in düşüncesini gösteriyor, tasarla­ yıp uyguladığı bir projeyi doğrudan doğruya kelimelere dökü­ yordu. Sartre'a göre bu roman, Aralık 1851'den Nisan 1 856'ya kadar Flaubert'in varoluşunun bütünlüğünü tesis etmişti. Ta­ rihsel zamanla bilincin zamanı arasındaki bağlantıyı söylem oluşturmuştu. Eserlerin bir tür ölümsüzlük bahşetmesi fikrine gelince, Sartre için çok önemli ve epey kişisel bir konuydu. Bulantı'da insanların özgür biçimde ürettikleri sanat nesneleri aracılığıyla ölümden sonra da yaşamlarını sürdürebileceklerine değinmiş­ ti. İnsanın sesini yakalayıp taşıyan bir kitap, bir kayıt ya da herhangi bir fiziksel nesne, taşıyıcısı göçüp gittikten çok sonra dahi gelecekteki dinleyicileri için o sesi geri getirebilme vaadi taşıyordu.70 Sartre Sözcükler adlı otobiyografisinde henüz genç bir adamken yaşadığı farkındalığı şöyle tarif etti: "Edebiyatta, Bağış sahibinin kendi Bağışına, yani saf bir nesneye dönüştü­ ğünü keşfetmiştim. Rastlantı beni insan yapmıştı, gönül yüceli­ ğiyse kitap yapacaktı. Gevezeliklerimi, bilincimi bronz harflere dökebilir, hayatımın coşkusunu ölümsüz yazıtlar haline getire-

63

64

1

FOUCAULT

bilir, tenim yerine bir üslup, zamanın hassas sarmalları yerine ebediyeti koyabilirdim."71 Mezarının yükseklerinden bakınca, dünyaya gelişini zorunlu bir kötülük olarak görüyordu Sartre: Söz'le dönüşüme uğramasına zemin açan bir kötülük. "Yeniden doğabilmek için yazmalıydım." Yaklaşık olarak 1 955 yılında, bir larvanın yarılıp içinden Ulusal Kitaplığın raflarında yerle­ rini bulmak üzere kitap yaprağı şeklinde yirmi beş kelebeğin çıkacağını hayal etti. "Yeniden doğuyor; en sonunda düşünen, konuşan, şarkı söyleyen, gürleyen ve kendini maddenin inatçı hareketsizliğiyle ortaya koyan dört başı mamur bir insan haline geliyordum."72 Sartre, belirttiği üzere, nihayetinde bu hayalden kurtulup ölümden aman dilemenin mümkün olmadığını idrak etti. Gel­ gelelim mirasının kitapları olduğuna ve kendisinin en gerçek temsilini kitaplarının sunduğuna inanmayı sürdürdü. " Yazıyo­ rum ve kitap yazmaya devam edeceğim." İnsanı kurtaramaya­ cak, onu haklı çıkaramayacak dahi olsa, kültür hala insanın en gerçek ürünüydü. " İnsan ona [kültüre] yansıtır kendini ve onun aracılığıyla tanır kendini," diye yazdı Sartre, "insana kendi im­ gesini gösteren, yalnızca bu eleştirel aynadır."73 Yılgın haldeki muhatabına, "Söylemim, ölümsüzlüğümün mührü değil mi ?" diye sordurtarak Foucault'nun yerden yere vurduğu görüşler bunlardı. Böyle bir soru karşısında ve bu so­ ruyu harekete geçiren varoluşsal sıkıntıya dair ne bir çare ne de bir teselli sunuyordu Foucault. Etkisi altında kalanların rahat­ sızlığını anladığını söylemekle yetiniyordu sadece. Tarihlerinde, ekonomilerinde, toplumsal pratiklerinde, dillerinde, atalarının mitlerinde ve "çocukken onlara anlatılan masallarda " bilince ait olmayan kurallar keşfetmiş olmaları zaten yeterince kötüy­ dü. 74 Üstüne üstlük dudaklarından dökülen kelimelerden, "dü­ şündüklerini, inandıklarını ya da düşlediklerini dolaysız söyle­ yebilmek istedikleri bu söylemden," feragat etmek durumunda

YÜZEY ETKİLERİ

1

kalmaları insafsızlıktı.75 Foucault'nun istihzayla belirttiği gibi söylemin kurala dayalı bir pratik olduğunu inkar edeceklerdi elbette. Ellerinden kayıp giden bunca şey varken, yaşamlarını bir süre daha sürdürmelerini sağlayacak söylemin o kırılgan parçasını kaybetmeyi göze alamayacaktı bu bahtsızlar. Sartre'ın otobiyografisinin kapanış cümleleri hiç de şaşırtı­ cı olmayan bir şekilde, yazı aracılığıyla kendisini oluşturmaya devam etmesine yönelik kararlılığını vurguluyordu. Şöyle ya­ zıyordu: Donanımsız, araçsız ve gereçsiz vaziyette, kendimi bütü­ nüyle kurtarmak adına tüm varlığımı işe koşmuştum. Ken­ dime imkansız bir Kurtuluş tahsis edeceksem eğer, geriye ne kalır? Bütün insanlardan mürekkep, hepsi kadar değer taşıyan ve herkes kadar iyi bütünlüklü bir insan!76 Bilginin A rkeolojisi'nin kapanış satırlarıysa acımasız bir karşı­ lık veriyordu:

Söylem hayat değildir: Onun zamanı size ait değildir; onun sayesinde ölümle uzlaşamazsınız; söylediğiniz onca şeyin ağırlığı altında Tanrı'yı öldürmüş olabilirsiniz; ama sakın ola söylediğiniz onca şeyi kullanarak ömrüne ömür katacak bir insan çıkarabileceğinizi düşünmeyin.n

HİÇ KUŞKU YOK Kİ Bilginin Arkeolojisi Foucault'nun yaratmayı düşlediği başyapıttı. Zengin içeriğine yaraşır ustalıklı yapısıyla Foucault'nun önceki çalışmalarını, birleşik ve açık biçimde ta­ nımlanmış metodolojik çerçeveye yerleştirmek yararlı bir işlev gösteriyordu. Bununla birlikte, düşünürün neredeyse sınırsız sayıda kavram yaratma kabiliyetini de açığa çıkarıyordu: Gil-

65

66

1

FOUCAULT

les Deleuze'ün büyük hayranlık duyduğu bir özellikti bu. Aynı Deleuze yıllar sonra Foucault'nun "yeni bir arşivci" olduğunu yazacaktı: Yeni, çünkü ondan önce gelen hiçbir arşivcinin yap­ madığı biçimde düzenliyordu bilgiyi. Ne biçimlendiriyor ne de yorumluyordu; arkeolojinin özü betimlemeydi.78 Foucault "arşiv" mefhumuna kendi damgasını vurmuştu. Söyleme ilişkin yeni bir bilgi alanı tanımlamıştı. Önceki çalış­ malarında edindiği birikimi, bu birikime açıkça yapısalcı bir nitelik kazandırarak biçim vermesiyle, bilgi tarihinin bilincin müdahalesinden arındırılarak uygulanmasını sağlayacak bir yol sunmuştu Foucault. Düşünürün 1 968 tarihli bir yazısında açıkladığı gibi, "bilimlerin meydana geldiği bir tarihsellik alanı olarak bilimin, her türlü asli etkinlikten azade olduğu, kökene ya da tarihsel-aşkın teleolojiye ilişkin herhangi bir atıf taşıma­ dığı, herhangi bir kurucu öznelliğe bel bağlamadığı söylenebi­ lir."79 Başka bir ifadeyle bilgi, tümüyle kendinde var olan bir şeydi. Bilginin farklı biçimlerinin meydana çıkmalarını ve geliş­ melerini tanımlarken derinlikten medet ummaya gerek yoktu. Söylem düzeyini ya da söylenen şeyleri açıklamak adına başka bir düzeye geçmek gerekmiyordu. Söylem, düzen ilkesini kendi içinde taşıyordu; altında herhangi bir şeyin yatmadığı bir düz­ lem ya da bir yüzeydi. Foucault'nun 1 966'da öne sürdüğü gibi, anlam söylemden doğuyormuş gibi görünüyorsa, bu bir tür "yüzey etkisiydi." Şakayla karışık bir tabirdi bu. Bir yüzey etkisi, o etkiyi yara­ tan saklı derinlikleri gerek kılar; Foucault'nun kara mizahı da böyle derinlikler varsaymamasında yatıyordu. Foucault'nun "tamamlanmış sistemin ardına yerleştirdiği", "sistematiklikle­ rin uçsuz bucaksız yoğunluğu" ifadesi bile kelimesi kelimesine mekansal bir nitelik taşımıyordu. 80 Söz konusu olan, sisteme içkin örtük işleyişlerini, yoğunlukları ne olursa olsun açığa vu­ ran düzlemdeki mevcut ilişkileri betimlemenin bir yoluydu.8 1

YÜZEY ETKiLERİ

!

Bu savları 1 969'ta açıkça öne sürmek, "arkeoloji" başlığıyla birlikte gelen anlam kargaşasına da bir son vermek anlamına geliyordu. Daha da önemlisi, Foucault'nun bir elek olduğunu ve Batı kültürünün "toprakaltını" deştiğini ileri süren Sartre'ın iddiasıyla alenen çarpışmak anlamına geliyordu. Genç düşünüre göre arkeoloji, insan pratiğinin izlerini gün­ yüzüne çıkarmada başarızlığa uğramış bir çaba değildi. Bilginin çizdiği yollarda insanın ayak izlerinin bulunmadığına dair mu­ zaffer bir kanıttı. Bilginin Arkeoloiisi, kazandığı onca zafere rağmen Keli­ meler ve Şeyler'in elde ettiği türden bir "başarı" elde edemedi. Okuyucuların gözünde yavan ve şematikti. Eleştirmenler yaza­ rın erken dönem çalışmalarını nasıl es geçtilerse, bu kitabı da benzer görüşlerle es geçtiler. Sartre-Foucault ihtilafı açısındansa bunların hiçbir önemi yoktu. Foucault 1 970'lerin ilk yılların­ da, yeniyetme bir entelektüelden ziyade, College de France'ın çiçeği burnunda Düşünce Sistemleri Tarihi Profesörüydü; bir eleştirmenin de belirttiği gibi, o Fransa'nın "beklenen mandari­ niydi."82 Foucault'nun 1 966'da cüretkar bir şekilde savunduğu öznellik karşıtı konum, 1970'e gelindiğinde tümden hakimiyet kazanmıştı. Sartreçı felsefi çağın sona ermesinde arkeolojinin payı olup olmadığı tartışmalı bir konuydu. O şahsın öldüğüyse kesindi ve Foucault ardından yas tutmayacaktı.

67

2. Bölü m

YENİDEN YAPILANDIRMA Foucault ve Soybilimsel Dönemeç

Şu anda karşı karşıya kaldığımız temel mefhumlar ne bilinç ne süreklilik ... ne simge ne de yapıdır artık. İlişkili tüm mefhumlarıyla beraber olay ve dizilerdir: düzen, olasılık, süreksizlik, bağımlılık, dönüşme.1

1969'DAN 1 973'E KADAR GEÇEN DÖNEM, Foucault'nun çalışma­ larında bir dönüm noktasıydı. Söylemsel olmayan pratiklerin rolüyle giderek daha yakından ilgilenmesiyle birlikte düşünür, tarihsel epistemeler odaklı "arkeolojik" bir bakıştan -ve genel olarak bilim tarihinden- uzaklaşarak Canguilhem'den ziyade Nietzsche'den ilham alan "soybilimsel" analizlere doğru yö­ neldi. Bilgi sistemlerinin dönüşümünü temel alan Kelimeler ve Şeyler ve Bilginin Arkeolojisi gibi kitaplar, yerlerini asıl olarak iktidarı konu edinen Hapishanenin Doğuşu'na bıraktı. Arkeolojiden soybilime yapılan bu geçiş Foucault'nun dü­ şünsel kariyerinde bir dönüm noktası olduğundan, söz konusu değişikliği nasıl anladığımız oldukça önemlidir. Foucault araş­ tırmalarını tarif ederken "arkeoloji" kelimesini kullanmaktan neden vazgeçti? Neden bilginin toplumsal bağlamına odaklan­ mayı seçti? Bu sorulara verilen bildik cevap tarihçilerden değil, felse­ fecilerden gelmiştir: Foucault, yazılanlara bakılırsa, arkeoloji

70

1

FOUCAULT

sancağı altında daha başka çalışmalar yürütmemiştir çünkü yü­ rütememiştir. Arkeoloji projesi, söylemin tarihsel dönüşümünü, kurallara dayalı "söylemsel olmayan" bağlamından ayrı biçim­ de titizlikle incelenebilecek bir olgu olarak ele alacaktı. Dik­ katli ve sistematik bir yöntemle geliştirilince, bu projenin telafi edilemez ölçüde kusurlu olduğu ortaya çıktı. Göz yumulması mümkün olmayan, çözümlenemez içsel çelişkilerden muzda­ ripti. Bu yoruma göre Foucault, söz konusu yenilgi karşısında arkeoloji meselesini sormanın farklı yollarını aradı. Çözümü de Nietzsche'nin soybilimsel yaklaşımında buldu; dolayısıyla yürüttüğü analizler kesin olarak toplum ve iktidara yöneldi. Foucault'nun kariyerine yöneltilen bu metin odaklı ve içsel­ ci yaklaşım aydınlatıcı olmasının yanı sıra, Foucault'nun ken­ disinin de dikkat etmediği birtakım kavramsal hataları görme­ mizi sağlamaktadır. Buna karşılık düşünürün felsefe pratiğinde gerçekleşen değişimi açıklamakta yetersizdir. Foucault'nun düşünsel gidişatındaki sapma düşüncelerinden bütünüyle çı­ karılamayacağı gibi, gözlerimizi yazdıklarından ayırmadan da anlaşılamayacaktır. "Arkeolojinin metodolojik başarısızlığı" soybilimsel dönemeç olarak anılan değişime yol açan gerekli bir nedendi belki, fakat yeterli değildi. Foucault'nun Bilginin Arkeolojisi'nde biçimselleştirdiği metot mantıksal gedikler barındırıyordu, fakat önceki çalış­ malarının da bunlardan azade olmadığını belirtmek gerekir. Foucault, bu durumu çalışmalarına karşı yöneltilebilecek bir suçlama olarak görmek bir yana, tutarsızlığın çalışma tarzının doğal bir sonucu olduğunu düşünüyordu (ve bunu birçok kez dile getirmişti): Bir kitabı bitirdiğinde, başlarken sorduklarına kıyasla daha farklı sorular soruyordu her defasında. Kimi so­ rular öylece askıda bırakılırken, kimi problemlerse ancak ve ancak yetersiz çözümlere kavuşabiliyordu. Asıl mesele etkin bir sorgulama sürdürebilmekti. Dolayısıyla arkeolojinin bir dokt-

Y E N İ D E N YAP ILANDI RMA

1

rin olarak ilginç olmasına karşın tam bir tutarlık sergilememe­ si, Foucault'nun soybilime geçiş yapmasına dair bize hiçbir şey söylememektedir. Buna karşılık Foucault'nun felsefe pratiğine -kavramları kullanma biçimine- yakından bakmak, bize çok şey vadetmektedir. Bu bölüm kitaplar, incelemeler, denemeler, konuşmalar, dersler ve söyleşiler de dahil olmak üzere zengin deliller ışığın­ da soybilimsel dönemecin hikayesini farklı bir açıdan sunacak; arkeolojiden soybilime yapılan geçişi, problemlere dayalı bir olgudan ziyade kavramlara dayalı bir olgu olarak görmemiz gerektiğini ileri sürecektir. Foucault'nun 1968 sonrası düşünce­ sini birçok farklı kavram belirlemişti. Foucault, özellikle Mark­ sizmden ve felsefi yoldaşı Gilles Deleuze'ün düşüncesinden dev­ şirdiği kategorileri, kimi zaman etkili kimi zamansa acemi bir biçimde uyguluyordu arkeolojiye. Nakledilen bu kategorilerin önemli bir kısmının birkaç yılda dalında kuruduğu bir gerçek­ ti. Nitekim konuyla ilgili eleştirel çalışmalarda, kategorilerin istilası genelde görmezden gelinmişti. Ne var ki bu bölümde görüleceği üzere, Foucault'nun düşüncesini yeniden yapılandır­ masını sağlayan, özü itibarıyla yabancı nitelikteki bu kelime dağarcığını kullanmasıydı. Dahası, aradaki yeniden yapılandır­ ma döneminin izini sürmeksizin Bilginin Arkeolojisi'nden Ha­ pishanenin Doğuşu a giden yolu takip etmek mümkün değildir. '

BİR ÖNCEKİ BÖLÜMDE görüldüğü gibi, Bilginin Arkeolojisi Fou­ cault'nun oluşturduğuna inandığı metodun bir özetini ve ge­ liştirilmiş halini sunuyor, hem önceki felsefi akımlara hem de düşünce tarihinin özel sorularına karşılık veriyordu. Arkeoloji metodu, betimleyici bir girişim gibi, bilimsellik iddiası taşıyan tarihsel metinlerin incelenmesinin bir yolu olarak tasarlanmıştı. Foucault'nun çeşitli farkındalık düzeylerinde Deliliğin Tarihi'n-

71

72

1

FOUCAULT

de, Kliniğin Doğuşu'nda ve Kelimeler ve Şeyler'de uyguladığını düşündüğü metodun özü, betimlemeye özel bir konum biçmek adına metinsel anlamın parantez içine alınmasına dayanıyordu. Foucault 1 969'da verdiği bir söyleşide arkeolojiyi şöyle tanım­ ladı: " [arkeoloji] bu dizinin, bir kültürde, aslında kendi kül­ türümüzde söylenmiş sözlerin olağanüstü engin, muazzam ve karmaşık kütlesinin betimidir ... arkeolojiden anladığım aşağı yukarı budur."2 Arkeolojik betimleme, asli bir alanı diğerlerin­ den ayırarak bilim tarihindeki geleneksel analizlerden farklı­ laşıyordu. O alansa (mantıksal) önermelerden ve (dilbilgisel) cümlelerden ayrı olarak söylemsel ifadeler bütünüydü. Arke­ olog, bilimsel disiplinlerin gelişimini etki, gelenek ve deha gibi bildik terimler aracılığıyla takip etmektense, bilerek "söylemsel oluşumlar" olarak anılan ham ifadeleri değerlendirmekle sınır­ lıyordu kendisini. İfadelerin taşıdığı önem ya da doğruluk değeri herhangi bir şekilde dikkate alınmayacaktı. Sadece konuşlandırdıkları nes­ neler, kullandıkları kavramlar, dahil oldukları kuramsal yön­ temler ve imkan verdikleri öznel konumlar üzerinden değer­ lendirileceklerdi. Arkeolog, bilim tarihçisinin aksine, incelediği bilimlerde gerçekliğin aşamalı olarak açığa çıkışını okumaya girişmeyecek, verili bir ifadenin verili bir zamanda bilimsel açı­ dan geçerli olmasını sağlayan koşulları tespit etmeye çalışacak­ tı. Foucault'nun daha 1 966 yılında, arkeolojinin esas olarak "ifade edilebilir olanın sınırlarıyla" ilgilendiğini söylerken kas­ tettiği buydu.3 1 971 'de ayrı bir cilt olarak yayımlanan Söylemin Düzeni, kendisinden önceki kitaptan biçimsel olarak epeyce farklıydı. Bir inceleme değil, Foucault'nun College de France'ta verdiği açılış konuşmasıydı. Çok geniş kapsamlı, belli amaçlara sahip ve konuyla ilişkili tartışmaların farkında dar bir uzman dinle­ yici kitlesine hitap eden Bilginin Arkeolojisi'nden farklı olarak

YENİDEN YAPILANDIRMA

1

bu çalışmanın kapsamı sınırlıydı, son derece genel amaçlara sahipti ve uzman olmayan geniş bir dinleyici kitlesine hitap ediyordu. Ne var ki Söylemin Düzeni, tüm mütevazılığına rağ­ men, Foucault'ya önceki çalışmalarıyla ilişkili üç önemli hamle yapmasına olanak tanıdı. Şimdi her birini kısaca ve sırayla ele alalım. Foucault şu düşüncesini ifade etti ilk: "Her toplumda söy­ lemin üretimi, kendi güçlerini ve tehlikelerini harekete geçir­ mek gibi bir rol üstlenen birtakım işlemler tarafından aynı anda kontrol edilir, seçilir, düzenlenir ve yeniden dağıtılır."4 Bu işlemlere örnek olarak (bir özneyi yasaklamak gibi) dışlama edimleri, (bir yazara atıf yapmak gibi) sınıflandırma edimleri ve (yetkilendirmek gibi) kabul edilebilir konuşan özneleri sı­ nırlama edimleri sayılabilir. Bu işlemler toplumla sistemler ara­ sındaki ilişkiden ziyade söylemsel sistemlerin kendisine ağırlık verilen Bilginin Arkeolojisi nde önemli bir rol üstlenmemişti. Fakat şimdi, söylemin düzenini sadece toplumun birtakım teh­ likeleri savuşturma isteğine bakarak anlayabileceğimize işaret ediyordu. İkinci olarak, Foucault en sadık okurlarını bile şaşkınlığa uğratan bir açıklama yaptı. Antik Yunan'dan beri Batı tari­ hine hakim olan "hakikat istencini" irdelemek istediğini ilan etti. Foucault önceki hiçbir çalışmasında, bu Nietzscheci-Hei­ deggerci mefhumu ele almaya yönelik en ufak bir ilgi göster­ memişti.5 Birdenbire, Batı tarihinin şafağında gerçekleşen belli olaylara dikkat kesilmemiz gerektiğini söyler gibiydi: Bilginin Arkeolojisi'nde tanımlanan söylemsel paradigmayı bu olaylar başlatmıştı, yani Hesiodos ile Platon arasındaki "tarihsel kırıl­ ma." Bu yaklaşıma göre Kelimeler ve Şeyler'de mercek altına alınmış epistemik dönüşümler, Batı'ya ait hakikat istencinin iki bin beş yüz yıllık evriminde birkaç uğraktı yalnızca. Foucault şöyle yazdı: '

73

74

1

FOUCAULT

Her şey, sanki hakikat istenci büyük Platoncu kırılmadan itibaren kendi tarihine sahip olmuş gibi gerçekleşiyor. Bir tarih ki kısıtlayıcı hakikatlerin değil, bilinecek nesnelerin, bilen öznenin işlev ve konumlarının, bilginin maddi, teknik ve araçsal cisimleşmelerinin tarihi.6 Bu hamle arkeolojik bakış açısında iki hasara yol açtı. Bilgi­ ye yönelik metatarihsel ve dolayısıyla genelgeçer bir yaklaşım olarak görülen bir metoda tarihsel ve coğrafi kısıtlamalar geti­ riyordu. "Bilginin maddi, teknik ve araçsal cisimleşmelerine" yapılan göndermenin de gösterdiği gibi, bilgi üretiminin söy­ lemsel olmayan veçhelerini, yani dış dünyayı, doğrudan araş­ tırma gündemine taşıdı. Artık söylem, geçici bile olsa, özerk olarak ele alınmayacaktı. Foucault son olarak düşünce tarihini sert biçimde eleştirdi. Bilimlerde ve başka alanlarda "ideal bir zorunluluğun sürekli gelişimini" resmeden tarihyazımı geleneğine meydan okudu. Buna karşı önerdiği çözüm tarihçinin, "söylemlerin ardında yer alabilecek temsillerden ziyade söylemlerin kendisini sürekli ve farklı olay dizileri olarak ele almasını" şart koşuyordu.7 Yukarı­ da gördüğümüz gibi böylesi bir eleştiri, zaten Bilginin Arkeolo­ jisi nde de merkezi konumdaydı. Buradaki argüman, hiç değilse görünüşte, yine aynı argümandı: Geleneksel tarih metinlerin ar­ dındaki temsilleri yorumlarken, arkeoloji asli ifadeleri, birara­ dalıkları ve ardışıklıkları içinde analiz etmeye çalışıyordu. 8 Ar­ gümanın farklılaştığı nokta kullandığı kavramlardı. Arkeoloji sistemlere (systemes), süreksizlik/ere (discontinuites), dizilere (series), dönüşümlere (transformations) ve eşiklere (seuils) dair düşüncelere büyük önem vermişti.9 Foucault şimdi "olasılığa, süreksiz olana ve maddiliğe" doğru dümen kırıyordu.10 '

2 ARALIK 1 970'TE

"Söylemin Düzeni" başlıklı dersi verdiği gün

YENİDEN YAPILANOIRMA

1

Foucault'yu dinlemeye gelenlerin bu tür ince fikir değişiklik­ lerini takip edip edemedikleri meçhuldür. Kuşku yok ki katı­ lımcıların birçoğu düşünürü ilk kez görüyor ve dinliyordu. Büyük ihtimalle basit ve pragmatik bir amaçla gelmişti çoğu: Foucault'nun College de France profesörü unvanıyla ilk yılında seçtiği konuyu görmek. Söylemin Düzeni'ni çözümlerken eleş­ tirmenlerin yaşadığı güçlüğün önemli bir kısmı, dersin amacını, yani bunun bir dersin sözlü girizgahı olduğunu ıskalamalarına dayanır. Söz konusu dersin başlığı Bilme İstenci'ydi. Foucault'nun College de France'ın 1970-71 yıllık kataloğu­ na yazdığı ders özeti, sonraki yıllara dair nasıl bir beklentiye sahip olduğunun işaretini verir. Foucault "bilme istenci" soru­ suna adanmış bir dizi soruşturma öngörüyordu. Bu inceleme­ lerin bazıları dar bir alanı kapsayacak, belli birtakım tarihsel araştırmalar içerecekti. Diğerleriyse geniş çaplı olacak, bilme istencinin kendisini ve kuramsal etkilerini ele alacaktı. Bilme İstenci işte bu sonuncu sınıfa dahildi. Peki bu kadar büyük bir soruya genel bir çerçeve çizebilmek adına Foucault tam olarak ne üzerine çalıştı? Bu konuda söyle­ dikleri uzun uzadıya alıntılanmayı hak ediyor: Bir söylemsel pratiğin dönüşüme uğraması, ya o pratiğin dışında ... ya içinde ... ya da onların yanı sıra üretilebilen ve çoğu kez karmaşık bir dizi değişikliğe bağlıdır. Bu dış­ lama ve tercih ilkeleri ... onları ilksel bir düzeyde sırayla yaratacak ya da oluşturacak (tarihsel ya da aşkın) bir bilgi öznesine işaret etmez; bunun yerine düzenli dönüşümlere açık anonim ve çokbiçimli bir bilme istenci tanımlar.11 Son derece yoğun bir paragraf olmasına rağmen, dersin alaca­ ğı temel istikamet burada açıklığa kavuşur. Şimdi bunu bölüm bölüm ele alalım.

75

76

1

FOUCAULT

Foucault, "söylemsel pratiğin dönüşümünden" yola çıkar. Başka bir ifadeyle, kendisini söylemsel oluşumların dalgalan­ malarını inceleyen bir arkeolog olarak konumlar. Sonra bu dal­ galanmaların "çoğunlukla epeyce karmaşık bir dizi değişimle" bağlantılarını kurarak, bunların üç türe ayrılabileceğini ileri sürer. Bir söylemsel oluşumun içinde ya da yanında gerçekle­ şen değişimler (sözgelimi, bir disiplin dahilindeki kavramların geliştirilmesi ya da kavramların bir disiplinden komşu disipline yer değiştirmesi gibi) arkeolojinin geleneksel alanıdır. İktisadi, toplumsal ve siyasi değişiklikler de dahil olmak üzere, söylem­ sel oluşumun dışında gerçekleşen değişimler Bilginin Arkeo­ loiisi nde parantez içine alınmışken, burada üzerinde önemle durulan konulardır. Foucault bu üç türden değişimin yarattığı ortak etkinin bir "dışlama ve tercih [ilkesi]" açığa çıkardığını ifade eder. Ö zetleyecek olursak, ister söylemin içinde, ister söylemi çev­ releyen dünyada yer alsın, bu türden her değişimin Foucault ta­ rafından sınırlayıcı bir etken olarak ele alındığını söyleyebiliriz. Her değişim bir tercihtir; başka tercihleri dışlayan bir tercih. Bu dışlamaların toplamı, verili her dönemin aslında karşı karşıya bulunduğu kabul edilebilir söylemlerin sahasını daraltır. Ne var ki bu tercihler, ardında yer alan bir seçiciye işaret etmez. Ter­ cihlerin ve dışlamaların alacağı seyri kontrol eden bir "bilgi öz­ nesi" veya "ilksel düzeyde onları yaratacak ya da oluşturacak" kılavuzluk eden bir bilinç yoktur. Yukarıda geçen tartışmada görüldüğü üzere, yalnızca kümelenmiş olaylar vardır. Sosyopolitik bağlama gösterilen güçlü ilgi bir yana, arkeolo­ jik metodun net bir betimidir bu. Foucault kümelenmiş tercih­ leri ve dışlamaları daha sonra "anonim ve çokbiçimli bir bilme istenci" olarak nitelemeseydi eğer, bu yalnızca bir betim olarak kalacaktı doğrusu. Foucault'nun tüm 1 970 öncesi çalışmaları­ na kıyasla Bilme İstenci ni çok farklı bir konuma yerleştiren bu '

'

Y E N İ D E N YA PILANDIRMA

1

şaşırtıcı hamle, arkeolojik denklemi radikal biçimde değişikliğe uğratır. Zira sayısız maddi olayın içinden dolup taşsa bile, "bil­ me istenci" yine de bir istenç (bir güdü) ve bir bilme istencidir (yani güdü, belli bir istikamete sahiptir). Bu istencin "düzenli dönüşümlere yatkın" olduğunu söylemek, asıl sorudan kaçın­ mak anlamına gelir. Söz konusu bilgi olduğunda, kabul edilen başlangıç noktası dönüşüme yatkınlıktır: Buradaki yenilikse, temel teşkil eden istençtir. Foucault anlaşılması güç bir teleoloji kurmak pahasına, sistemine yeni bir ivme kazandırmaktadır.

başındaki Kaliforniya ziyaret­ leri süresince Foucault'yla birlikte çalışan Hubert Dreyfus ve Paul Rabinow, 1983'te çıkan Michel Foucault: Beyond Struc­ turalism and Hermeneutics adlı kitaplarında arkeoloji metodu­ nun ilk kapsamlı analizini sundular. Foucault'nun erken dönem çalışmaları üzerine yapılan tarihyazımına hakim bu argüman; arkeolojinin fenomenolojik bir mesafeyle bilginin incelenme­ sinde cesur bir girişim temsil ettiğine, fakat tutarlılık sağla­ yamadığı için başarısızlığa uğradığına ve bu başarısızlığın da Nietzscheci soybilime dönüşe neden olduğuna dayanıyordu.12 Bu argüman Foucault'nun başlıca kitaplarından yapılan etraflı alıntılarla detaylandırılıyordu. Yazarlar metinlerin ötesine, ba­ karmış gibi yapma gereği bile duymadılar. Dreyfus ve Rabinow'un arkeolojide gördükleri ölümcül kusur, arkeolojinin fenomenolojik itidal göstermeye yanaşma­ masıydı. Saf betimlemeden yola çıkan Foucault'nun ifadelerde gözlemlediği düzenlilikleri, kurallarla karıştırmaya başladığını öne sürdüler. Bu ikisinin arasındaki fark ise, düzenlilikler olsa olsa gözlemlenebilir olgularken, kuralların yöneten bir konum taşımasıydı elbette. "Betimleyici düzenlilikler olarak kurallarla kurucu etkin kuvvetler olarak kurallar arasındaki tuhaf ittifa1 970'LERİN SONUYLA 1980'LERİN

77

78

1

FOUCAULT

kın özelliği, Foucault " [ifadelerin] riayet ettiği çeşitli düzenlilik­ leri saptamaktan" söz etmeye başladığında açıkça ortaya çık­ maktadır," diye yazdılar. 13 Dreyfus ve Rabinow, Foucault'nun kuralların nedensel gücüne değinmesiyle birlikte, "söylemsel oluşumları mevcudiyet koşullarında tanımlayan biçimsel dü­ zensizliklerin varlığını hatalı bir şekilde kabul ettiğini," söyle­ diler.14 Bu hata, Foucault'nun söylemi temel olarak özerk ve be­ lirsiz bir olgu olarak ele almakta diretmesiyle derinleşiyordu. Söylemsel pratiklerin hangi k uvvetle düzenlendiğine dair bağ­ lamsal bir yanıt sunamadığı için, "kendi kendilerini düzenleyen düzenlilikler gibi tuhaf bir mefhuma" yaslanmak durumunda kalmıştı. Yazarlara göre sonuç olarak, "Arkeolog, nedensel et­ kinliği, bu pratiklerin sistematikliğini tanımlayan kuralların kendisine atfetmek zorundadır."15 Dreyfus ve Rabinow, Foucault'nun Bilginin Arkeolo;isi'n­ den sonra başlayan ve 1 975'e kadar süren "gönüllü sessizliği­ ni," düşünürün arkeolojinin uğradığı başarısızlığın farkında ol­ duğuna yönelik iddialarını destekleyen dolaylı bir kanıt olarak yorumladılar. Foucault daha sonra, yazarların ifadesiyle, "ön­ ceki çabaları beyhude bir nitelik taşıdığından değil, bir düşün­ me biçimini gidebileceği sınıra dek taşımaları ve o sınırlamaları görüp aşabilmelerinden dolayı, çalışmaları hem asli bir sürekli­ lik hem de önemli bir yön değişikliği sergilemiş Wittgenstein ve Heidegger gibi ender rastlanan düşünürlerden biri," olduğunu göstermişti. 16 Yani özerk söylem yanılsamasından Nietzscheci soybilimi­ ni benimseyerek kurtulmuştu Foucault. Her "ebedi hakikatin" zorla dayatılan bir yorum olduğunu akılda tutarak geçmişle yüzleşmek gerektiğini salık veren soybilimsel buyruk, Fouca­ ult'nun vaktiyle kararsız hareket eden söylemlerini, pratikle­ rin belirleyici yapısı içinde konumlandırabilmesini sağlıyordu.

Y E NİDEN YAPILANDIRMA

!

Dahası, 1 971'de kaleme aldığı "Nietzsche, Soybilim, Tarih" adlı makalesinin, düşünürün iktidar kuramına doğru attığı ilk aksak adımları teşkil ettiğini ileri sürüyorlardı. Dreyfus ve Ra­ binow, bu makaleye müthiş önem atfediyorlardı: "Sonrasında gelecek çalışmaların ilerleyişini anlaşılır kılması bakımından bu makalenin önemini abartmak neredeyse mümkün değil­ dir; Foucault'nun 1 970'lerdeki çalışmalarının bütün nüveleri, Nietzsche'yi ele aldığı bu tartışmada bulunabilir."17

Foucault'nun Bilginin Arkeo/ojisi'nden sonra yazdığı Söylemin Düzeni üzerinde fazla durmadılar. Ki­ tap Foucault'nun eserleri arasında, altı üstü bir sayfa ayrılarak üstünkörü bir incelemeye layık görülmüştü. Bu durum belki de şaşırtıcı gelmemelidir. Beyond Structuralism and Hermeneuti­ cs adlı kitapta, arkeolojinin başarısızlığının ardından Fouca­ ult'nun düştüğü gönüllü sessizlik vurgulanmıştı. Geniş bir okur kitlesine ulaşan ve arkeolojik kategorilere duyulan bağlılığı açık biçimde göstermeye devam eden Söylemin Düzeni, epey uygunsuz bir delildi. Öte yandan Söylemin Düzeni üzerine fikir yürüten eleştir­ menlerse kitabı esasen şematik bir bildiri, yani Foucault'nun kuramsal aygıtlarında gerçekleşen değişimleri aydınlatan ve 1 970'lerdeki soybilimsel çalışmalarını anlamanın anahtarını sunan metot üzerine bir araştırma olarak görmüştür. Kitabın Foucault külliyatındaki özel konumu bu yorumu destekler ni­ teliktedir. Düşünürün College profesörü unvanıyla ilk yayını, "soybilim" terimini kullanan ve "arkeoloji" terimini kullanma­ yan ilk önemli çalışmasıydı. Dahası College de France'taki açı­ lış derslerinin, kürsü sahibinin ilerleyen yıllarda meşgul olacağı araştırmaların metodunu ve asıl meselesini sergilemek gibi açık bir amacı da vardı. DREYFUS VE RABINOW,

79

80

1

FOU CAULT

Günümüzün en iyi Foucault eleştirmenlerinden biri olan Beatrice Han, Söylemin Düzeni'ni Foucault'nun daha sonra­ ki çalışmaları için bir yol haritası olarak kullanmıştır. Bu yak­ laşımıyla, başka konularda yorumlarını titizlikle takip ettiği Dreyfus ve Rabinow'dan ayrılmıştır. Han, tıpkı ondan önce­ ki eleştirmenler gibi ve onlara açık açık atıfta bulunarak, ar­ keolojinin kendi kendini düzenleyen söylemsel düzenlilikler varsayarak tutarsız hale geldiğini iddia ediyordu.18 Ne var ki, Nietzsche'nin başından sonuna dek Foucault'nun bütün ça­ lışmalarında özel bir konuma sahip olduğuna işaret ederek, Foucault'nun geçirdiği soybilimsel dönüşü basitçe Nietzscheci düşünceye dayandırmak konusunda çekinceler taşıyordu: " O halde, arkeolojiden soybilime yapılan geçiş nasıl yorumlanma­ lıdır? Söylemin Düzeni, bu Foucaultcu 'dönemecin' Nietzscheci bir kavram olan 'hakikat istencinin' devşirilmesinden kaynak­ landığını göstermektedir."19 Han, "hakikat istenci" kavramının Foucault'ya iki yönlü yarar sağladığını ileri sürdü. Hakikat istencini, yani soybili­ mi ele almak adına Nietzsche'nin kendi kullandığı metodu kullanmasını ve böylelikle "söylemsel olanın incelenmesinden uzaklaşıp bütün pratiklerin bağlamsal analizine geçiş yaparak arkeolojinin çıkmazlarından kurtulmasını" sağladığını iddia ediyordu Han. Bu aynı zamanda hakikat istencinin tarihsel­ liğini sorgulayarak bilgi ve iktidar arasındaki ilişkiyi yeni bir biçimde kavramsallaştırmasını da sağlıyordu. Bilgi ve iktidarı fa rklı ve tek başına ele alınabilir kavramlar, hatta birini diğe­ rinin aracı olarak görmektense, birbiriyle ilişkili ve karşılıklı olarak etkileşen bir bilgi ve iktidar anlayışına doğru ilerlemişti Foucault. " O andan itibaren, olanaklı bilginin koşullarına dair soruyu cevaplamak, yalnızca bilginin arkeolojisini değil, henüz tanımlanmayı bekleyen bu 'iktidar-bilgi bağlantısının' soybili­ mini de içerecektir," diye yazdı Han.20

YENİDEN YAPILANDIRMA

1

Dolayısıyla hakikat istenci mefhumu son derece önemliydi Han için. Foucault'nun 1 970'lerin ortalarında gerçekleştirdiği tüm soybilimsel analizlerin çerçevesini oluşturuyordu. Bu mef­ hum Hapishanenin Doğuşu'nda dolaylı, Fransızca altbaşlığı Bilme İstenci olan Cinselliğin Tarihi'ndeyse açıkça yer alıyor­ du. Belki de en önemlisi, Foucault'nun çalışmalarında 1 970'le­ rin başında meydana gelen radikal ve ani değişimleri de örnek­ lendirmişti.

SÖZ KONUSU DEGİŞİMLERİN yapısına kısaca değinmek faydalı olacaktır. Bu dönemde Foucault'nun düşüncesinde gerçekleşen dönüşümü gözlemlemenin en iyi yolu, en önemli kavramların­ dan birinin geçirdiği anlam kaymasını takip etmektir. Düşünü­ rün kariyeri boyunca eserlerinde merkezi işlev üstlenen "dış­ sallık" mefhumu, bir bütün olarak felsefesinde cereyan eden değişimi ölçmek için mükemmel bir barometre sağlar. Üç yıl boyunca bu tek kelimenin edindiği farklı anlamları inceleyelim. Bilginin Arkeolojisi'nde, arkeoloji metoduna dair şu tanımı buluruz:

Başka bir ayırt edici nitelik: İfadelerin analizleri ... ifadeleri saf dağılımlarına geri döndürmek için onları dışsallığın sis­ tematikliği içinde ele alır. Yani karşıt hiçbir içsellik biçimine işaret etmediği ölçüde kesinkes paradoksal bir dışsallık da­ hilinde onları analiz etmek için.21 Foucault'nun burada "dışsallık" kelimesini kullanarak, ifade­ lerin, onları üretmiş bir özneye ya da bilince atıfta bulunmak­ sızın, bir bilgi alanı olarak analiz edilebileceğini göstermektir. İfadeleri dışsallıkları yönünden incelemek, onları bir dağılım sistemi olarak ele almaktır. Birkaç cümle sonra Foucault'nun

8

ı

82

1

FOUCAULT

da belirttiği gibi, "tarafsızlık" kelimesi de iletmek istediği anla­ mı pekala karşılıyordu. Dışarıya çıkmak, ifadelerin bir içe sa­ hip olmadığını söylemenin bir başka yoludur sadece. Söylemin Düzeni, ilk bakışta bu yönde bir kaygı taşıyor gibidir. Foucault bu metodun bir "dışsallık kuralına" tabi ol­ duğunu ve bu kuralın da söylemin saklı anlamlarını araştırma­ maktan geçtiğini belirtir. Bu tanım önceki kullanımla çelişkili değildir. Ne var ki kitabın ilgili kısmında şöyle yazar: Dördüncü kural; dışsallık kuralı: Söylemden, söylemin içi­ ne ve gizli nüvesine doğru, söylemde kendisi gösteren bir imleme ya da bir düşüncenin merkezine doğru gitmemek; daha ziyade, söylemin kendisinden, ortaya çıkmasından ve düzenliliğinden yola çıkarak, dışsal olanaklılık koşullarına doğru bu olguların rastlantısal dizilerine mahal veren ve söylemin sınırlarını belirleyen o şeye doğru gitmek.22 Fark edilecek ilk husus, dışsallığın artık "ifadelerin" karşısında yer alan bir konum olarak görülmemesidir; konuyla ilişkili bil­ gi alanı, daha kuşatıcı olan "söylemdir" bundan böyle. Bu pa­ ragrafta, söylemin saptanan düzenliliğinden başlayıp, o türden bir söylemi olanaklı kılan dışsal olgulara taşınacak bir analiz tanımlanmak istenmiştir. "Dışsal koşulların" anlamı muğlak olsa da, "dışsallığın" artık "tarafsızlığın" eşanlamlısı olmadığı açıktır: Dışarıya çıkmak demek, söylemin koşullarını belirleyen etkenleri belirlemek adına söylemin dışına bakmak demektir artık. Bu anlam kayması, Bilme İstenci nin son dersinde tamam­ lanır. Foucault bilme istencine dair incelemesini yönlendiren ilkelere geriye dönüp bakarak dersini noktalar. Dinleyicilerine şöyle der: '

YENİDEN YAPILAN DIRMA

1

Dışsallık ilkesine gelince: Metnin kendisinden hareketle metnin analizini yürütmeye çalışmadım hiç ... Kendimi ta­ rihsel bir boyutta konumlandırarak metinsellik ilkesini saf dışı bırakmayı denedim ... Bir metnin ya da birçok metnin içinde değil, toplumda farklı söylemlere verilen işlevlerde ya da rollerde yer tutan söylemsel olayları göstermeye ça­ lıştım. Toplumda söylemin işlevini yeniden keşfetmek adına metnin dışına geçmek; dışsallık ilkesi olarak adlandırdığım ilke budur.23

Bu paragrafta gördüğümüz nedir? Foucault "dışsallık" kavra­ mını kullanmaya devam eder, ne var ki ona açıkça işlevselliğe dönük bir anlam yüklemektedir artık; metnin dışına çıkmak demek, metnin temsil ettiği söylemin toplumsal işlevini bulup çıkarmak demektir. Bu konuda herhangi bir kafa karışıklığına mahal vermemek adına daha sonra şöyle der Foucault: "Şey­ lerin düzeninin ve insanların düzeninin bilgisinin ... iktisadi ve politik bir fasılanın ardından sadece bir bahane olarak ne şekilde ortaya çıktığını göstermeye çalıştım."24 İktisat ve poli­ tika başa geçmiştir. Burada "iktidar-bilgi bağlantısı" mefhumu yoktur; bunun yerine bilginin, tamamıyla sosyopolitik anlayışa dayalı bir iktidara açıkça tabi kılınması söz konusudur.

nasıl yorumlamalıyız? Foucault nasıl oldu da aniden ve beklenmedik bir biçimde bilgiye toplumsal bir işlev atfetti ? Arkeolojik araştırmasını neden söylemsel ol­ mayan pratikleri dahil etmek üzere genişleterek rahatsız edici biçimde Marksist ideolojinin diline benzeyen bir dille konuş­ maya başladığını açıklığa kavuşturmak gerek. Foucault'nun Marksist bilgi yaklaşımına -ve genel olarak Marksist analize- karşı geliştirdiği radikal karşı duruş 1 960'lı

PEKİ BU ANLAM KAYMASINI

83

84

1

FOU CAULT

yıllar boyunca gün gibi ortadaydı. Kelimeler ve Şeyler'i izle­ yen yıllar boyunca, "Marksizm, balığın suda durması misali on dokuzuncu yüzyıl düşüncesini mesken tutmuştur: Diğer bir ifadeyle, başka herhangi bir ortamda nefes alışverişi kesilir,"25 diye yazdığı için solun eleştiri oklarının hedefi haline gelmiş­ ti. İ fadesini geri çekmek bir yana, Sartre'a karşı 1 966'da ger­ çekleştirdiği saldırıda bu iddiayı bilinçli (ve muzır) bir şekilde tekrarlamıştı: "Diyalektik aklın eleştirisi, on dokuzuncu yüzyı­ la ait bir adamın yirminci yüzyılı şaşaalı ve içler acısı biçimde düşünme girişimidir. Bu bakımdan Sartre, son Hegelcidir, hatta ve hatta son Marksisttir bile diyebilirim."26 Foucault eski öğretmeni Louis Althusser etrafında saf tutan yapısalcı komünistlere birçok kez karşı çıkmış, onlara açıkça, "Marx epistemolojik bir kırılma temsil etmemektedir," demiş­ ti.27 Düşüncelerini "zayıf, yavan ve hümanist bir Marksizm" olarak nitelediği yapısalcı olmayan komünistlerle de arası­ na mesafe koymuştu.28 Sınıf analizine başvurmayı her zaman reddetmişti. Bu reddedişin kapsamı Foucault'nun Dits et ec­ rits'sine göz attığımızda açıkça görülebilir: 1 970'den önce Fou­ cault'nun hiçbir kitabında "kapitalizm" ve "proletarya" keli­ meleri geçmez. Tunus'ta geçirdiği iki yılın ardından Foucault, 1 968 Eylü­ lü'nde Paris'e döndü. Ekim ayında Bilginin Arkeolojisi'nin el­ yazmasını teslim etti. 1969 Ocak ayında, yeni kurulmuş Centre universitaire experimental de Vincennes'da felsefe departmanı­ nın başına geçti.29 Vincennes epey sıradışı bir enstitüydü. Eğitim Bakanı Edgar Faure'nin yarattığı bu kurum, Fransız yüksek öğ­ renimine kayda değer bir yenilik getiriyordu. 1968 Mayısı'nda gerçekleşen olaylara ve oluşan taleplere cevaben gelişen bu üni­ versitenin yapımına sıfırdan başlanmıştı. Büyük ölçüde disip­ linlerarası eğitimin sunulduğu üniversitede psikanaliz ve göster­ gebilim gibi geleneksel olmayan alanlarda dersler açılıyordu.30

Y E N İ D E N YAPILANDIRMA

1

Fransa'ya dönmesiyle birlikte Foucault, Vincennes'in -men­ supları arasında Jacques Derrida, Roland Barthes ve Georges Canguilhem'in de bulunduğu saygın bir topluluktan oluşan­ idari komitesi tarafından bölüm kürsülerine atama yapmak üzere kurulmuş bir heyete seçildi. Foucault ve meslektaşları Üzerlerine düşeni yaptıktan sonra, alışılmadık bir yol izleyerek Foucault'nun felsefe bölümü kürsüsüne geçmesi adına heyet üyeliğinden istifa etmesine izin verdiler. Foucault oy birliğiyle seçildi.31 Sıfırdan bir felsefe bölümü kurması gereken Foucault, kişi­ sel olarak tanıdığı insanlarla işe koyulmayı seçti. David Macey, Foucault'nun partneri Daniel Defert'in sözlerini alıntılayarak, düşünürün seçtiği kişilerin "öyle ya da böyle yerleşik eğitim kurumlarıyla sorunlar yaşamak" gibi ortak bir noktaya sahip olduklarından bahseder. Foucault'nun akademinin dışından ge­ len ayrıksı isimlere yakınlık duyması hiç de şaşırtıcı değildi ta­ bii ki, kendisi de neredeyse tüm profesyonel kariyeri süresince onlardan biri olmuştu. Şaşırtıcı olan, Foucault'nun kendisine kıyasla politik açıdan çok daha radikal meslektaşlarını etrafına toplamasıydı. Macey şöyle yazdı: "Esas gerekçeleri ne olursa olsun, siyasi bir cadı kazanı yaratmayı başarmıştı Foucault."32 1 969 Ocak ayında eğitim dönemi başladığında, tıpkı öğre­ tim üyelerinde olduğu gibi, yeni üniversitenin genel havasında da 1 968 Mayısı'nın ruhu hakimdi. Didier Eribon 1 969 ve 1 970 yıllarında açılan felsefe derslerinin listesini vererek okulun ge­ nel haletiruhiyesine ayna tutar: Jacques Ranciere'den "reviz­ yonizm-solculuk" ve "Marksizm-Leninizmin ikinci aşamasının teorisi: Stalinizm"; Etienne Balibar'dan "toplumsal oluşum bi­ limleri ve Marksist felsefe"; Judith Miller'dan "kültürel devrim­ ler" ve "Marksizm-Leninizmin üçüncü aşaması: Maoculuk"; Alain Badiou'dan "ideolojik mücadele" ve "Marksist diyalek­ tik" ve Henry Weber'den "yirminci yüzyıl Marksizm-Leniniz-

85

86

1

FOUCAULT

mine giriş: Lenin, Troçki ve Bolşevik hareketi."33 Beş bini aşkın öğrenci, bu dersleri takip etme hevesiyle "deneysel merkeze" kayıt yaptırdı. Bu öğrencilerin çok önemli bir kısmı, 68' ba­ harının üniversite ayaklanmasını sürdürme konusunda da aynı ölçüde hevesliydi. Dolayısıyla önceki kitapları yüzünden ilk başlarda öğrenci­ ler tarafından sağcı addedilen (ama aslında Mayıs olayları sıra­ sında ülke dışında bulunan) Foucault, son derece siyasallaşmış bir ortamda hareket ediyordu. Çalışma ortamı, azılı Marksist­ lerle çevriliydi. Açılan derslerin Marksist-Leninist içeriği dola­ yısıyla Eğitim Bakanı Olivier Guichard tarafından bir yıl içinde kapatılacak bir üniversitede ders veriyordu. Çok geçmeden, en çılgın Marksist kehanetleri bile haklı çıkarır gibi görünen top­ lumsal bir mücadelede bulacaktı kendisini. Foucault'nun aykırı konumu, politik girdaba kapılmasına engel olmadı. Ocak ayı sonlarında, o sıralar Quartier Latin'de yürütülen mücadeleyle dayanışma içinde olmak adına öğrenci ve profesörlerden oluşan bir kitle Vincennes'i işgal etti. Gaz­ la müdahale edilip sorgulanmak üzere gözaltına alınan iki yüz yirmi kişilik grupta Foucault da yer alıyordu. Olay sonrasın­ da otuz dört öğrenci okuldan atıldı. Foucault 1 969 Şubatı'nda Quartier Latin'de gerçekleşen büyük mitingde söz alarak, ya­ pılan müdahaleye itirazlarını yükseltti ve yetkililerin " bilinçli baskısını" kınadı.34 Kelimeler ve Şeyler'in yazarı olarak değil de, tutuklanmayı göze almış bir silah arkadaşı olarak görülmeye başlanan Fou­ cault'nun itibarı, düzen karşıtı sol çevrelerde giderek yüksel­ di. 35 Aynı zamanda solcularla kurduğu ilişkiler de hızla gelişti. Foucault şaşırtıcı bir şekilde Sartre'la aynı sahnede, aynı dava uğruna söz aldı. Maoist esinli Gauche Proletarienne'e [Proleter Sol] üye olan Defert, Foucault'yla o dönemin en uç solcu grup­ larından birisi arasında dolaysız bir iletişim kanalı oluşturdu.

Y E N İ D E N YAP I LANDIRMA

1

Marksist terminoloji, tam da bu uğrakta, Foucault'nun ça­ lışmalarında hızlı ve belirgin bir biçimde arttı. Her şey 1 969 Şubatı'nda Foucault'nun çark edercesine Marx'ı "söylemselli­ ğin kurucusu" olarak, sınırsız bir söylemin olanaklılığını or­ taya koyan kişi olarak ilan etmesiyle başladı.36 Foucault aynı dönemde çıkan bir makalesinde, on yedinci yüzyıldaki "parla­ menter burjuvazinin sivil bilincinden" söz etti.37 Foucault'nun külliyatında sınıfsal bir faile ve sınıf bilinci mefhumuna yapılan bu ironi içermeyen atfın eşi benzeri yoktu. Sonraki üç yıl boyunca, söz konusu yönelimin kapsamı ge­ nişleyerek pekişti. Foucault 1970'de verdiği bir söyleşide, Vin­ cennes deneyimi üzerine düşündükleriyle bilgiye dair yeni yeni geliştirdiği işlevselci bakış açısını dolaylı olarak ilişkilendirir: Son dönemde yaşanan gelişmelerin nasıl da yeni problemler ortaya çıkardığına bir bakın: Artık tartıştığımız konu bilgi­ nin (ya da bilginin temellerinin) sınırlarının ne olduğu değil, bilenlerin kim olduğu sorusudur. Bilginin tahsis edilmesi ve dağıtılması ne şekilde gerçekleşir? Bir bilgi biçimi nasıl olur da toplumda yer edinir, orada gelişir, kaynakları seferber eder ve kendini bir iktisadın hizmetine koşar?38 Foucault aynı yılın güz aylarında Japonya'da verdiği bir söy­ leşide, Batı'daki öğrencilerin 1 968 Mayısı'ndan çıkarılacak en önemli dersi, yani "gördükleri eğitimin son kertede burjuva toplumunun değerlerinin ve bilgi biçimlerinin bir revizyonun­ dan ve yeniden üretilmesinden başka bir şey olmadığını," ıska­ lıyor olduklarını söyledi. "Burjuvazinin verili koşullara kendi­ sini uyarlamada olağanüstü yeteneğe sahip olduğu" konusunda uyararak, "kapitalist toplumun, edebiyatın taşıdığı yıkıcı işlevi elinden tamamıyla almasından" yakınıyordu. Çin Kültür Dev­ rimi'ne ve diğer devrimci hareketlere doğrudan işaret ederek

87

88

1

FOU CAULT

şöyle sordu, "Gerçek anlamda devrimci eylemlere başvurmanın vakti gelmedi mi? "39 Foucault'nun kendi projesini devrimci Fransız soluyla uyumlu hale getirmesi ciddi sonuçlara yol açtı. Hem geçmişte yazdığı hem de yazmakta olduğu çalışmalarını sunma biçimi köklü bir değişim gösterdi. 1 971'de Brezilya'da verdiği bir söy­ leşide, üstü kapalı olarak Bilginin Arkeolojisi'nin kuramsal ye­ tersizliklerine değinerek şunları söyledi: "Marksizm tarafından tartışmasız biçimde saptanan söylemsel oluşumlarla ekonomik ve toplumsal oluşumlar arasındaki ilişkileri sistematize etme­ dim."40 Foucault, bir yandan da eski çalışmalarını, onları dört başı mamur Marksist bir bakış açısına uygun halde sunmak adına yeniden ele aldı. 1970'in son aylarında yaptığı bir konuşmada, Deliliğin Tarihi'ndeki iç içe geçmiş savları, deliliğin tıbbileştiril­ mesinin iktisadi ve toplumsal sebeplere dayandığına yönelik bir mefhuma dönüştürerek sadeleştirdi. 1 665'te sözümona deliler kilit altında tutulduysa, bunun sebebi "kapitalist endüstriyel toplumun berduşlara müsamaha gösterememesiydi." 1 793'te sözümona deliler salıverildiyse, bunun sebebi de "yedek işgücü ordusu" olarak addedilmeleriydi. Deliler, birbirini takip eden çağların akıldışılıkla imtihanının göstergesi değil, "kapitalist toplumlarımızın birer simgesiydi."41 Marksist kategoriler Foucault'nun düşüncesine ne ölçüde nüfuz etmişti? Bu etkinin kapsamını, 1 972 Şubatı'nda gerçek­ leşen bir münazarada Foucault'nun yaptığı yorumlardan çıkar­ sayabiliriz. Ceza adaleti üzerine incelikli ve çok katmanlı bir eleştiri sunmadan önce şunları söyledi: "Ceza adaleti pleb, köy­ lü sınıfı ya da proleterya tarafından değil, tamamen burjuvazi marifetiyle tesis edildi."42 Bu ifadenin düşünsel tutarlılığı yadsı­ namaz; zira burjuvazi bilgiyi sosyopolitik bir işlev görmesi için yaratır. Asıl dikkat çekici olan, ifadenin büsbütün sadeliğidir.

Y E N İ D EN YAPILAN DIRMA

1

Foucault'nun o bildik epistemolojik kaygılarından eser yoktur; bilgiyi otoritenin elinde tuttuğu bir sopadan fazlası olarak ele almaya yönelik kararlılığı henüz oluşmuş değildir. Gelgelelim Foucault'nun çalışmalarında Marksizm etkisinin en yoğun görüldüğü an buydu. Sonraki üç yılda bu etki giderek zayıflayacaktı. 1975'te Hapishanenin Doğuşu yayımlandığında sınıf ve baskı gibi kelimeleri içeren bu terminolojiden eser kal­ mayacaktı; tıpkı bilgiyi işlevselliği üzerinden incelemeye yöne­ lik indirgemeci girişiminin de zamanla kaybolacağı gibi.

Foucault'nun bilgiyle sosyopolitik kuvvetler arasındaki ilişkiyi tartışabileceği hazır ve son derece etkili bir çerçeve sunuyordu. Bunun yanında, 1968 Mayısı'nı izleyen coşkulu günlerde, Fransız solunun kullandığı toplumsal itiraza dayalı dile Foucault'nun dahil olmasını da sağlıyordu. Daha önce gördüğümüz üzere Marksizm, Han'ın "iktidar-bilgi bağlantısı" olarak adlandırdığı ilişkiye gelişmiş bir kavramsal­ laştırma sağlayamıyordu. Marksizm, onu yönetici sınıfın elinde bulunan nesne benzeri bir olgu olarak ele aldığı ölçüde iktidar­ dan söz etmeye olanak tanıyordu yalnızca: İktidar ve devlet eş anlamlıydı. Beklenileceği gibi, 1 971 yılının ortalarında ilk defa kav­ ramsal dağarcığına kattığında, iktidar kelimesini bu anlamda kullanmıştı Foucault. Hapishane konusu üzerine Combat oku­ yucularına şöyle seslendi: "[Hapishane] iktidarın aygıtlarından biridir ve bu aygıtların en aşırılarındandır. İktidar [hapishane­ yi] hangi hakla gizli tutar?"43 İktidar (le pouvoir) kelimesini devlet (/'etat) kelimesiyle değiştirecek olursak cümlenin anlamı değişikliğe uğramaz. O yıl gerçekleşen başka bir konuşmada Foucault, yine benzer şekilde, iktidarın neden olduğu çatışma­ ları "sınıf mücadelesi olarak bilinen politik mücadeleyle" aynı

DOLAYISIYLA MARKSİZM

89

90

1

FOUCAULT

kefeye koydu.44 Ne var ki düşünür bu açıklamaları yaparken dahi, söylem üzerine etki eden dışsal kuvvetleri kapsayıcı bir anlayışa doğru yöneliyordu. 1 960'lardaki ilk ampirik inceleme­ lerinden beri, devlete ve onun uzantılarına indirgenemeyecek iktidar merkezlerine yönelik bir hassasiyet sergilemişti. Gelge­ lelim beklenilen Marksist eleştiri hastaneler, akıl hastaneleri, okullar, mahkemeler ve benzerleri gibi kurumların, siyasi zu­ lüm ve sınıf adaletinin aygıtları olarak tanınmasını şart koşar.45 Foucault'nun çalışmalarında görülen Marksizm etkisinin doruk noktasına 1 972 Şubatı'nda ulaştığı, bu tarihten sonray­ sa bu etkinin beraberinde getirdiği terminolojinin ve kavram­ sal aygıtların giderek gerilediği gözlemlenir. 1972 Martı'nda, psikanalist Felix Guattari ve Foucault'yla uzun süredir felsefi çalışmalar yürüten Gilles Deleuze'ün birlikte yazdıkları An­ ti- Ô dipus: Kapitalizm ve Şizofreni adlı çığır açan kitabın ya­ yımlanması tesadüf değildir. Açıkça "Foucaultcu" bir iktidar modelinin ortaya çıkışı, kitabın yayımlanmasına tekabül et­ mekle kalmadı, bu modelin varlığı doğrudan Anti- Ôdipus'a açık bir atıfla dile getirildi. Anti- Ô dipus özgün bir çalışma olmanın ötesinde, birçok bakımdan sarsıcı bir kitaptı. Üslup açısıdan bir ilkti; uçarıydı, parçalıydı, çoğu kez müstehcendi ve konudan sapmaya eğilim­ liydi. İçerik bakımından, modern Batı kültürünün önündeki en önemli sorunun Freud'un tanımladığı sorundan ziyade Freud­ culuğun kendisi olduğunu ileri sürerek devrim niteliğinde bir atılım gerçekleştirdi.46 Kavramsal açıdan, dünyayı birbirine bağlanmış makinelerin kümelenmesi olarak gören (metaforik olmayan) bir dünya tasavvuru sunuyordu: "Tek başına id'den söz etmiş olmak ne büyük bir yanılgı", mecazi değil gerçek an­ lamda, "Her yerde söz konusu olan makinelerdir; gerekli tüm eşleştirmeler ve bağlantılarla birlikte, başka makineleri süren makineler."47

Y E N i D E N YAPILANDIRMA

1

L'Arc dergisi, Anti- Ôdipus'un yayımlanması vesilesiyle Foucault'nun Deleuze'le mülakat yapacağı bir oturum düzen­ ledi. Doğal bir eşleşmeydi bu. Deleuze ve Foucault daha 1 966 yılında Nietzsche'nin kitaplarını gözden geçirmek için bir ara­ ya gelmişti. 1972'de toplumsal aktivistler olarak yine beraber çalışıyorlardı. 1971 'de Foucault ve Defert, Hapishaneler Üzeri­ ne Enformasyon Grubu'nu (G.l.P) kurmuştu. Merkezi, Fouca­ ult'nun dairesi Rue Vaugirard 285 numarada bulunan G.l.P'nin amacı Fransa'nın hapishanelerinde olan bitenler hakkında ka­ muoyunu bilinçlendirmek, ayrıca eski ve mevcut mahkumların neler yaşadıklarını kendi ağızlarından aktarabilecekleri bir ze­ min sağlamaktı. Grubun programı çok geçmeden Deleuze'ün ilgisini çekmiş, Foucault ve Defert'in çalışmalarına kendisi de dahil olmuştu. Deleuze yıllar sonra şöyle diyecekti: "Halihazır­ da [Foucault'nun] haklı olduğundan, gerçekten de daha önce görülmemiş bir topluluk kurduğundan emindim."48 Deleuze ve Foucault, 1970'lerin ilk yıllarında hem aktivist hem de düşünür olarak çok yakın hareket ettiler. L'Arc söyleşisine bakıldığında, iki düşünürün önemli ku­ ramsal konularda mutabık kaldığı, karşılıklı olarak yürüttük­ leri çalışmalardan derinlemesine haberdar oldukları söylenebi­ lir. Sözgelimi Deleuze, Jeremy Bentham'ın hapishane reformu üzerine yazdığı metinlerin Foucault tarafından kullanılmasına değinir. Halbuki Foucault'nun bu konuya ilişkin bulgularını yayımlamasına daha üç yıl vardır.49 Foucault ise iktidar olgu­ sunu incelemeye kalkışabilmesini Deleuze'ün çalışmalarına da­ yandırıyordu: Kitaplarını (Nietzsche'den başlayıp, Kapitalizm ve Şizof­ reni'den çıkarsadıklarıma kadar) okumanm benim için bu denli önemli olmasının sebebi, onların şu problemi çok öteye taşıdıklarını düşünmemdir: Anlamdan, gösterilenden,

91

92

1

FOUCAULT

gösterenden vb. dem vuran bu eski temanın ardında niha­ yet iktidar, iktidarların eşitsizliği ve aralarındaki mücadele vardır. Her mücadele belli bir iktidar sahası etrafında şekil­ lenir.50

" İktidar" birdenbire Foucault'nun ilgilendiği birçok konudan yalnızca biri olmaktan çıkıp bir düşünür olarak ele aldığı konu­ ların tam da özü haline geldi. Anlamdan, gösterilenden ve gös­ terenden dem vuran o "eski temanın" altını eşeleyerek iktidar sorusuna ulaşmak: Foucault bu çabayı Deleuze'e dayandırıyor­ du. Deleuze, etrafında mücadelelerin şekillendiği birçok iktidar merkezi olduğunu görmüştü, bu da çok önemli bir buluştu. Ha­ pishanenin Doğuşu ve Cinselliğin Tarihi işte bu mefhum üzeri­ ne inşa edilecekti. Foucault'ya göre var olan düşünce çerçeveleri iktidar ol­ gusunu ele almakta yetersizdi, çünkü iktidar olgularını teşhis edemiyorlardı. Deleuze'e, "iktidarın ne olduğunu hala bilmiyo­ ruz," diyen Foucault şöyle devam etti: Marx ve Freud da, adına iktidar denilen, hem görünür hem görünmez, mevcut ve gizli,

her yere nüfuz etmiş bu son de­

rece esrarengiz olguyu anlamamıza yardımcı olmak için yetersizdir belki de. Kuşku yok ki Devlet kuramı ve Devlet aygıtlarının geleneksel analizi, iktidarın işleyiş alanını tüke­ tememektedir.51

Bu iki cümle, her biri çok önemli en az üç yenilik getirmektedir. Birincisi, Marksizmin kapsamlı bir eleştirel kuram olarak ko­ numu sorgulanıyordu. İkincisi, devlet ve devlet aygıtları üzerin­ den ilerleyen analizlerin iktidarın işleyişini kavramakta yetersiz olduğu ileri sürülüyordu. Son olarak da iktidar, hem görünür hem görünmez, hem mevcut hem gizli ve en önemlisi "her yere

YENİDEN YAPILAN O I R M A

1

nüfuz etmiş" esrarengiz bir mevcudiyet olarak tanımlanıyordu. Foucault iktidardan tekil bir olgu olarak değil, "toplumsal ağı" derinden ve sinsice katettiği gözlenebilen "iktidar sistemlerine" atıfta bulunarak söz ediyordu artık.52 İktidar dağıtılmış, devin­ gen ve düğümlenmişti.

gösterdiği itibar göstermelik değil­ di. Foucault için radikal bir yenilik anlamına gelen bu iktidar kavramlaştırması Deleuze'e çok şey borçluydu. Foucault'nun da belirttiği gibi bu kavramlaştırma, yönetici grubun bölünmez mülkü olarak değil, noktalardan oluşan merkezsiz bir ağ olarak kurulan bir iktidar imgesine dayanıyordu.53 Deleuze'ün daha kısa pek çok makalesi gibi Anti- Ô dipus tam da bunu sağlıyor­ du. Foucault'nun "iktidarın işleyişi" ifadesini kullanmasının ima ettiği üzere, makinevari tabiatta bir toplumsal alan anlayı­ şını gerek koşuyordu. Deleuze yine bu konuda şöyle yazmıştı: "Artık insan ya da doğa diye bir şey yoktur, birini ötekinin için­ de üreten ve makineleri eşleştiren süreç vardır yalnızca. Üreten makineler, her yerde arzulayan makineler, şizofrenik makineler, bütün canlı türleri."54 Foucault 1972'den itibaren, uzun yıllar işine çokça yara­ yan antropolojik terminolojiyi gözle görülür biçimde tasfiye etti. Yıllardır kültür, dışlama ve ihlal gibi terimler üzerinden konuşmuşken artık toplumdan, mekanizmalardan, aygıtlardan (dispositifs) ve aktarımdan söz ediyordu.55 Foucault'nun Anti-Ôdipus'taki düşünceleri bu denli et­ kili kullanabilmesinin nedeni, Deleuzcü kavramların aslında 1 970'ten beri Foucault'nun düşüncesine giderek nüfuz etmiş olmasıydı. Daniel Defert, Foucault'nun 1 970 güzünde De­ leuze'ün çalışmalarını incelediğini belirtmiştir.56 Deleuze söz konusu dönemde kariyerinin o zamana dek en önemli iki kiFOUCAULT'NUN DELEUZE'E

93

94

1

FOUCAULT

tabını henüz yayımlamıştı: A nlamın Mantığı ve Difference et Repetition. Foucault'nun yaptığı okuma, Critique'in 1 970'in Kasım ayında çıkardığı, "Theatrum philosophicum" başlıklı övgü dolu bir kitap eleştirisine dönüştü. Foucault bu iki kita­ bın "emsalsizliğini" methederek, "belki de bir gün, yaşadığımız yüzyıl Deleuze yüzyılı olarak anılacaktır," sözüyle ünlenen bir tahminde bulundu.57 Difference et Repetition, Hegelci diyalektiğe yöneltilmiş bir taarruz, fark mefhumuna dayalı bir ontoloji kurma giri­ şimiydi. Deleuze için en önemli unsur, bizatihi fark üzerinde düşünmekti, yani özdeşliğin ve aynılığın karşısına çıkarılacak bir olumsuzluk unsurundan ziyade, halihazırda her bir şeyde ihtiva eden bir unsur olarak düşünmek. Deleuze'e göre fark, olduğumuz şeydi; tekrar, yani o farkın karmaşık ve dinamik tekrarıysa Varlıktı. Deleuze Anlamın Mantığı'nda fark temelli düşünceye uygun bir mantık geliştirmişti. Amaç felsefenin tam da özdeşliğin büyüsüne kapıldığı o başlangıç anına, Planton­ culuğa dönmek ve onu alaşağı etmekti. Platonculuğun alaşağı edilmesi Platon'un Varlığı doğru ve yanlış, özgün olan ve simu­ lakrum üzerinden betimleme kararının öneminin farkına var­ mak anlamına geliyordu.58 Bu kurucu edim, sonrasında gelen tüm Batı düşüncesine zarar vermişti. Claire Colebrook, Deleuze'ün Platoncu simulakra eleştiri­ sinin aynı zamanda fenomenolojiyi radikalize etme çabası ola­ rak da görülmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Fenomenologlar, "özneyi" kavramsallaştırmaya yönelik formel herhangi bir gi­ rişimden kaçınmış, "şeylerin kendilerini," yani fenomenleri ele almayı tercih etmişlerdi. Çabaları deneyimin akışını kavramak üzerine yoğunlaşacaktı. Deleuze bu çabayı bir adım öteye taşı­ yarak, hücum eden fenomen akışını, bir şeyin (yani arkasında başka şeyler yatan bir şeyin) görünüşleri olarak ele almaktan­ sa, kurnazlık yapıp Platoncu simulakrum kavramını, yani gö-

YENİDEN YAPILANDIRMA

1

rünüşü yalnızca görünüş olarak kullandı.59 Platoncu sistemin aslında elden çıkarmamızı isteyeceği kısmını tutmamızı istiyor­ du aslında. Deleuze'ün düalizmi bertaraf etmeye yönelik daha büyük projesi için büyük önem taşıyan, esaslı bir görünüş-o­ larak-dünyayı tahayyül etmeye olanak sağlıyordu bu. Tama­ men simulakrdan meydana gelmiş bir dünya tümüyle içkindi. Görünüşleri onlardan daha gerçek bir dünyayı gizliyor değildi; göründüğü gibiydi. Anlamın Mantığı'ndaki düşünceler arasında Foucault'yu en çok etkileyenlerden biri buydu. Yazdığı kitap eleştirisinde simulakrın keşfi üzerinde uzun uzadıya durarak bu kavram sa­ yesinde metafiziğe yeni bir soluk getirildiğini ileri sürdü. Fouca­ ult'ya göre Deleuze, metafiziği bir yanılsama değil, yanılsamayı bir metafizik olarak ele alıyordu. Başka bir ifadeyle, "yanılsa­ ma" mefhumunun bizatihi kendisini, gerçek olana karşı yüzey­ sel görünüşün varlığına dair yanılsamayı, Batı metafiziğinin doğal sonucu olarak sunuyordu Deleuze.6° Foucault'ya göre, "Metafiziği varlığın unutuluşunu temsil ettiği için bir kez daha topa tutmaktansa, onu cisimsizlerin materyalizminin söylemi" olarak yeniden kurmuştu Deleuze.61 Foucault ertesi ay yazdığı Söylemin Düzeni nde bu ifadeyi kendisine şiar edinerek felsefe­ nin, "ilk bakışta paradoksal görünse de, cisimsiz/erin materya­ lizmine doğru" ilerlemesi gerektiği savunuyordu.62 "Cisimsizlerin materyalizmi" derken ne kastedildiğini sor­ mak faydalı olabilir. Bu ifade Deleuze'e göre Stoacı mantığın bir betimiydi. Stoacı düşünürler, aynı dönemde yaşamış çoğu filozofun ve daha da önemlisi Platon'un aksine, kıyaslanamaz oldukları ilkesine dayanarak neden ve sonuçları birbirinden ayırmışlardı. Sadece (taşlar ve ağaçlar gibi) bedenler neden ola­ bilirdi; bedenlerden ötürü meydana gelen (ezilme ve çiçeklenme gibi) sonuçlarsa ayrı bir varlık sınıfıydı. Dolayısıyla sonuçlar bedenlerin yüzeyinde gerçekleşen olaylardı. Yine de bedenler '

95

96

1

FOUCAULT

alanında kendini açığa vuran cisimsiz varlıklardı.63 Foucault birçok sebepten dolayı bu problemin, yani cisimli ve cisimsiz varlıkların karşılıklı ilişkisinin, son derece verimli bir problem olduğunu düşünüyordu. Deleuze'ün Stoacı man­ tıkla kurduğu etkileşim sayesinde, "saf olayı düşünmenin" yeni bir yolunu keşfettiğini yazdı Foucault. Rastlantısal olayları ida­ me ettiren bir töz varsaymak yerine Deleuze, olayın kendisin­ den yola çıkıyordu: "Olay, yani yara, zafer-bozgun, ölüm, her zaman bir sonuçtur: Çarpışan, birbirine karışan ya da ayrılan bedenlerce üretilen bir sonuç. Ne var ki bu sonucun kendisi hiçbir zaman bir tür beden değildir."64 "Saf olay" kavramının dönüştürücü bir gücü vardı. Bu kav­ ram Foucault'nun arkeolojiye dayalı sorgulama hattına eklen­ diğinde, söylem ve dışsal dünya arasındaki ilişkiyi düşünmenin yeni bir yolunu sunuyordu. Foucault açılış konuşmasında açık­ ça Deleuze'e atıfta bulunarak, "Şu anda karşı karşıya kaldığı­ mız temel mefhumlar ne bilinç ne süreklilik; ... ne simge ne de yapıdır artık . olay ve dizilerdir," dediğinde kastettiği işte buydu.65 Foucault çağdaş felsefenin bilgi tarihini incelemek için iz­ lediği iki farklı yolu özetliyordu burada. Varoluşçuların ve fenomenologların temel kavramları vicdan ve süreklilikti, ya­ pısakılarınsa simge ve yapıydı. İlk grup kurucu özne fikrine başvururken, öteki grupsa anlam'a yol açan kültürel pratikleri kendi başına ele almayı denemişti. Ne var ki üçüncü terim seri­ sini oluşturan olay ve diziler Deleuze'e aitti: Bu terimler Anla­ mın Mantığı'nın temel kavramlarıydı. Foucault bilginin dışsal dünyayla bağlantısını kurmanın eski yollarının yerini Deleuze­ cü sorgulamadan devşirilecek bir tür analize bırakabileceğini ima ediyordu. Temel nokta, söylemi bir dizi olay olarak ele al­ maktı. Söylem-olay, cisimsiz olmasına rağmen bedenler alanın­ da etki sahibiydi. Dolayısıyla bir "cisimsizler materyalizmine" .

.

.

Y E N İ DE N YAPILA N D I R MA

1

doğru ilerlemek, olay-olarak-söylem ile dünya arasındaki etki­ leşime uygun düşecek nedensellik türüyle başa çıkmak anlamı­ na geliyordu.66

1 969'LA 1 972 ARASINDAKİ DÖNEM Foucault'nun alametifarikası olacak fikirlerin şekillenmesinde son derece önemliydi. Az sayı­ da yapıtı yayımlamış olsa da yayımlayabildikleri, düşüncesin­ de gerçekleşen büyük değişimleri açığa vuruyordu. Düşünürün hapishaneler sorununa ilk kez eğilmesi, sosyal ve tarihsel soru­ ları ilk kez iktidar merceğinden analiz etmesi, soybilimin ana hatlarını ilk kez eleştirel bir programla kesin ve açık olarak belirlemesi bu yıllara rastlamıştır. Foucault'nun sunduğu en do­ laysız toplumsal eleştiri içeren eserleri Hapishanenin Doğuşu ve Cinselliğin Tarihi nin birinci cildi, bu özel uğrakta başlayan düşünme sürecinden doğmuştu. Gelgelelim, kariyerine bütün olarak bakıldığında, 1 96 8 Ma­ yısı'nın hemen akabinde gelen bu dönem aynı zamanda son derece olağandışıydı. Foucault bu süreçte bir dizi politik faali­ yette bulundu. Üniversitelerin, 70'lerin sonunda Vincennes ve Nanterre isimlerini Fransa dışında bile duyuracak açmazlarıyla meşgul olmaya başladı. G. İ.P'le yürüttüğü çalışmalar, son de­ rece önemli protestolara ve yürüyüşlere katılması, meslektaş­ larıyla omuz omuza devlet binalarını işgal etmesi ve Marksist esinli sınıf mücadelesi ve devrim retoriğini benimsemesi dahil tüm bunlar, Fransa'nın 1 968 sonrası içinde bulunduğu tarihsel şartlara sıkı sıkıya bağlı olduğu gibi, Paris üniversitelerinde ge­ lişen solcu politikalardan da ayrı düşünülemezdi. Böylesi bir politik katılım Foucault için bir ilkti. Gençliğin­ deki çok kısa süreli Komünist Parti üyeliğini hiçbir zaman giz­ lememiş olsa da, o cenahla kurduğu ilişkiyi çabucak kesmişti. Bir entelektüel olarak edindiği ünde, Althusser ve Sartre gibi '

97

98

1

FOUCAULT

isimlere itibar kazanmalarında büyük faydası dokunan politik partizanlığın payı hiç yoktu. Foucault son derece tutarlı biçim­ de toplu eylemlilikten uzak durmuştu; birtakım hareketlerin başında konumlanmak için değil, Bilginin Arkeolojisi'nde be­ lirttiği gibi, "artık bir yüze sahip olmamak" için diye yazmıştı.67 Gelgelelim Foucault'nun çehresi, 1 969'dan itibaren Fransız solunun eylem komiteleri ve politik fraksiyonlarında simgesel bir konum kazanacaktı. Düşünür çok büyük bir hızla Tunus'ta­ ki bol güneşli yalnızlığından Quartier Latin'in siyaset yüklü görüş sahasına geçiş yaptı. Ezeli düşmanı Sartre'la birlikte ha­ reket etmeye başladı ve şöhretini, solun davasını destekleyip savunmak için kullandı. Hapishane koşullarını iyileştirmek için Deleuze'le birlikte çalışıp çabaladı. College de France'ta, politik faaliyetiyle kusursuz bir uyum gösteren ve daha sonra Hapis­ hanenin Doğuşu'nu oluşturacak temeli sağlayan, cezanlandır­ ma ve cezaevleri üzerine dersler verdi. Genel itibarıyla yukarıda sayılanlar, soybilimsel metodun ortaya çıkışının anlaşılması için belirleyici olgular olarak ad­ dedilmemiştir. Bunun da en temel sebebi, Foucault'nun soybi­ lim metodunu geliştirmesinin sadece düşünsel bir vaka olarak ele alınması; tarihsel koşulların en iyi olasılıkla ikincil, en kötü olasılıkla da önemsiz görüldüğü felsefenin içsel bir süreci ola­ rak anlaşılmasıydı. Oysa Foucault'nun soybilimsel döneme­ ci, ne arkeolojinin metodolojik başarısızlığının sonucunda ne de Nietzsche'ye beslediği ani ilgi nedeniyle gerçekleşmişti. Bu unsurlar mevcutsa da belirleyici değildi. Asıl belirleyici olan, Foucault'nun 1 968 sonrasında Fransa'da etkin bir düşünür ve toplumsal aktivist sıfatıyla edindiği fiili konumdu. Bu bölümde ileri sürüldüğü üzere, soybilim metodunu oluşturan kavram­ ların, düşünürün çalışmalarını yürütttüğü döneme dair özel koşulları göz önünde bulundurmaksızın olgunlaşması müm­ kün değildir. Söz konusu koşullar, hem Marksist kategorilerin

YENİDEN YAPILANDIRMA

l

hakim olduğu bir felsefi topluluğa katılmayı hem de Deleuze kadar seçkin bir düşünürle birlikte çalışmayı içeriyordu. Fransız radikal solu ve bu hareketin davasıyla kurduğu iliş­ ki, Foucault'nun düşüncesinde Marksist kavramların, geçici süreyle de olsa, olağanüstü bir etkinlik kazanmasına olanak tanıdı. Bu ilişki, bilginin toplumsal işlevine dayanarak bilgiyi, geçmiştekine göre çok daha kapsamlı olarak konumlandırabil­ meyi sağlayacak koşulları da yarattı aynı zamanda. Zira bilgi daha önce sınıfsal olarak inceleniyordu. Bununla birlikte De­ leuze'le kurduğu yakın ve karşılıklı verimli ilişki, Foucault'nun bilgiyi dışsal dünyayla iç içe geçirebilmesini sağlayan iktidar, makineler ve cisimsizler gibi kavramları -her zaman Deleu­ ze'ün yapıtlarıyla eşzamanlı bir biçimde- kullanmasına önayak oldu. Bir araya gelen bu iki felsefi izlek, yerleşik, kasıtlı ve ma­ kinevari bir söylemden söz etmenin olanaklı ve aynı zamanda zorunlu olduğu bir kavramsal dil sunuyordu. İlerleyen yıllarda Foucault tam da bunu yapacak, bunu yaparken de daha önce­ ki düşüncesinin asli unsurlarının birçoğunu gelişigüzel biçimde ıskartaya çıkaracaktı. Bu bakımdan Foucault'nun 1 973'te College de France'ta verdiği Cezai Toplum başlıklı dersinden daha belirgin bir ipucu yoktur. Foucault adeti olduğu üzere dersine bir alıntıyla baş­ ladı. Gelgelelim gereğine uygun biçimde tarihsel bir kitaptan sarsıcı bir parça seçmektense Claude Levi-Strauss'un Hüzünlü Dönen celer'inden bir bölüm alıntıladı. Foucault kitabın sonla­ rına doğru, Levi-Strauss'un suçluların yarattığı hasmane kuv­ vetle baş etmek üzere toplumların yalnızca iki çözüm barın­ dırdığını şakayla karışık öne sürdüğü bir an olduğunu söyledi. Sönümlemenin, bu kuvveti eşzamanlı olarak asimilasyona ve etkisizleştirmeye imkan tanıdığı antropofajik [yamyam-

99

1 00

1

FOUCAULT

lık] bir çözümdür bu. Öteki çözümse bu kuvvetin hasımlığı­ nı alt etme çabasıdır. ... Bu dışlama uygulamasına (Yunanca emein, kusmak kelimesinden) anthropoemie adını verir: Toplumumuzun tehlikeli kuvvetleriyle başa çıkmak, asimi­ lasyonla değil onları dışlamakla mümkündür.68 Asimilasyon ya da dışlama; b urada, tehlikeli bireyi bertaraf et­ menin iki temel yoluyla karşı karşıyayızdır. Foucault birtakım nedenlerden ötürü, Cezai Toplum'da suç problemine bu şekilde eğilmeyecekti. İhtilaf konusu dışlamay­ dı: "Bana göre dışlama mefhumu, en başta fazlasıyla 'geniş' ol­ manın yanı sıra, daha da önemlisi aşırı ölçüde karışık ve yapay bir mefhum." Suçluların cezalandırılmasını dışlama mefhumu üzerinden okumak çifte hataya düşmekti. Birincisi, suçlu bi­ reyin tecrit edilmesini basit ve anlaşılır bir olguymuş gibi ele almaktı; dışlama fikri "iktidarın dışlamayı gerçekleştiren amaç­ larını, ilişkilerini ve özel süreçlerini" ister istemez göz ardı edi­ yordu. İkincisi ve belki de daha önemlisi: Bu mefhumda, dışlanmış bireyin kendisini dışlanmış bul­ duğu mekanizmanın sorumluluğu genel anlamda topluma yıkılmıştır. Başka bir ifadeyle dışlama, ... reddedici bir tür toplumsal mutabakata atıfta bulunuyormuş gibi görün­ mektedir; halbuki bunun arkasında dışlama mekanizma­ sından sorumlu, tamamen belirli (ve dolayısıyla tanımlana­ bilir) birtakım iktidar örnekleri olabilir. 69 Yani dışlama mefhumu, Foucault'nun gerçekleştirmek istediği incelikli toplumsal analize imkan tanıyamayacak denli müp­ hemdi. Cezalandırmanın gerçekleştiği belirli yöntemleri göz ardı ediyordu, tıpkı "dışlama mekanizmasını" yönlendiren be­ lirli araç ve kurumları göz ardı ettiği gibi.

Y E N İ D E N YAPILANDIRMA

1

Foucault'nun dinleyicileri bütün bunlardan ne anlam çıkar­ malıydı? "Dışlama" sadece Levi-Strauss'un kavramı değildi; Foucault'nun da temel kavramlarından biriydi. Deliliğin Tari­ hi, öncelikle birtakım insanların neden toplumdan dışlandığını açıklama çabasıydı. Daha 1970'deki Söylemin Düzeni'nde te­ rimin süregelen önemi doğrulanmıştı. Ne var ki Foucault'nun karşı koymak istediği nokta tam da buydu. Dışlama Fouca­ ult'nun düşüncesinin ayrılmaz bir parçası olmuş olabilirdi, fa­ kat artık öyle olmayacaktı. Soybilimin getirdiği taleplere kar­ şılık veremeyen, kifayetsiz bir kavramdı bu: "Üzerinde bunca durmam, biraz da bu kavramı kendi payıma kullanıp, hatta bir ölçüde suistimal etmiş olmamdan kaynaklanıyor."70 Foucault dışlama ve onunla bağlantılı ihlal mefhumunun "tarihsel öneme sahip araçlar" olarak düşünülmesi gerektiği­ ni ileri sürüyordu artık. Başka bir ifadeyle, bu mefhumlar bir süreliğine daha farklı düşünebilmemizi sağlamışlardı. Fakat bu terimlerin artık birer engel teşkil ettiği ortaya çıkmıştı. Dışla­ ma ve ihlal terimleri üzerinden yürütülen analizler (ki Foucault burada kendisine işaret ediyordu) gelecekte "ilkelerden ziyade iktidara, temsilden ziyade bilgiye" dair sorular sormalıydı.71 Dolayısıyla Levi-Strauss, Foucault'nun elden çıkarmak istediği bütün kavramsal aygıtların temsilcisi gibi görünüyordu. Fouca­ ult onu dinlemek üzere gelen kalabalığın gözleri önünde kahra­ manını tarumar etti. 1 973'te verdiği açılış dersi, kavramsal aygıtlar arası yaptığı geçişi bariz bir biçimde vurguladı. Dışlama, ihlal, hatta " kül­ tür": Bu kavramlar artık Foucault'nun analizlerinin işlediği konularla uyumlu değildi. Peki neydi bu yeni konular? Fouca­ ult'nun sunduğu açıklamadan da anlaşılacağı gibi, toplumlar­ dı: " İşlevler" üstlenen, belli "işlemler" ve "süreçler" uygulayan, "dışlama mekanizmalarını" harekete geçiren "makineler gibi tasavvur edilen toplumlar." Foucault Cezai Toplum'u ve daha

101

1 02

1

FO UCAULT

sonra Hapishanenin Doğuşu'nu söz konusu kavramların oluş­ turduğu bu temel üzerinde kuracaktı. Yeniden yapılandırma işlemi tamamlanmıştı.

i l . Kısı m

İ KTİDAR

3. Bölüm

GEZEG ENSEL KUWETLER Foucau lt, İ ran ve Yen i Filozoflar

Her şeye anlam katan o ahenkli evrensel ezgiyi artık dinleyemeyeceğimiz çağ, Candide çağı yeniden geldi. ... Günümüz bilgi ahlakı, gerçek olanı keskinleştirmeyi, sertleştirmeyi, köşeli ve kabul edilemez hale getirmeyi gerektirmektedir belki de. 1

İran Şahı'na bağlı silahlı kuvvetler Tah­ ran'ın Jaleh Meydanı'nda toplanmış göstericilere ateş açtı ve yüzlerce kişiyi öldürdü. Rejim sıkıyönetim ilan etse de dünya kısa sürede "Kara Cuma" katliamından haberdar oldu ve Batı medyası gözlerini İran'ın siyasal durumuna çevirdi. Michel Foucault'nun bu gelişmeleri takip eden olaylara, yani 1 978-79 İran Devrimi'ne verdiği tepki, hiç değilse ilk bakışta, uzun so­ luklu kamusal aydın kimliğindeki en şüpheli anlardan biridir. İspanya'daki militanlara verilen mahkumiyetin kınanması, avukat Klaus Croissant'ın Batı Almanya'ya iade edilmesi ve Leonid Brezhnev'in resmi ziyareti gibi 1 970'lerde gerçekleşen bir dizi politik hadise, Foucault'yu fikrini açıkça beyan etmeye itmiş olsa da, belki de hiçbir gelişme onu Orta Doğu'daki bu İslamcı "deprem" kadar derinden sarsmamıştı.2 İran üzerine on dört yazı kaleme alan Foucault'nun gözlemleri, yansız bir izleyicinin yürüttüğü incelemelerin sonucunda oluşturulmadığı 8 EYLÜL 1 978 GÜNÜ

1 06

i

FOU CAUlT

gibi, uzak bir mesafeden de yürütülmedi. 1 978 güzünde, zama­ nının önemli kısmını Paris'le (giderek anarşizme sürüklenen) Tahran arasında mekik dokuyarak geçirdi. İran'dan yükselen ilk seslerle birlikte, yeni fikirlerin güçlerini İslam devriminde gösterdiği ve bu fikirlerin önemli sonuçlara gebe olduğu Fouca­ ult için açıkça ortadaydı. 3 O günden bu yana, eleştirmenlerin de belirttiği üzere, Fou­ cault'nun bu konudaki düşünceleri açıktı. İktidardaki hane­ danlara karşı duyulan nefretin evrensel olduğuna yönelik dü­ şüncesini belirterek, direniş kuvvetlerinin cesaretine beslediği hayranlığı dile getirdi. Kasım ayının ilk günlerinde şöyle bir ifa­ dede bulundu: "Halk on aydır, dünyanın en güçlü ordularından birini elinde bulunduran ve en dehşetli kolluk kuvvetlerinden birine sahip bir rejime karşı koymuştur. Bunu da silahlı müca­ deleye başvurmadan, ordunun olduğu yerde kalmasını sağla­ yan bir dik başlılık ve cesaret sergileyerek başarmıştır."4 Foucault, bununla birlikte, muhalif hareketin esasen dinsel yönelim ve amaçlara sahip olduğunu pek düşünmüyordu. Mol­ laların İslamcı retoriğinin arkasında, "öte dünyadan ziyade bu dünyanın dönüştürülmesinden söz eden bir dinin etkisi altın­ da olan bir hareket" görüyordu.5 Ayetullah Humeyni sığındığı Fransa'dan muhalif unsurları bir araya getirmek adına çağrılar yaparken bile Foucault şöyle yazıyordu: "Kesin olarak söylene­ bilecek bir şey var: İran'da hiç kimse, 'İslam devleti' derken din adamlarının yönetimde ya da iktidarda rol oynadığı politik bir rejimi kastetmiyor."6 Foucault, kasetlere kaydedilmiş vaazların elden ele dolaş­ masında, Humeyni'nin gördüğü muazzam itibarda, dört yanı toplar ve tanklarla çevrilmiş bir halkın sessiz ittifakı İran Dev­ rimi'nde, yeni bir politik varlığın ilk kararsız adımlarını görü­ yordu. En sonunda gerçek düşmanı belirleyebilen bir güç görü­ yor, hiç değilse gördüğüne inanıyordu:

G E Z E G E N S E L KUVVETLER

1

İran'a gitmek üzere yola çıktığımda, doğrusu, insanlar bana sürekli olarak "Devrim

mi oluyor?" diye

soruyordu .

... Ce­

vap vermedim. Fakat şöyle demek istedim: Tam anlamıyla bir devrim değil bu . ... her birimizin, özellikle de onların, bu petrol işçilerinin, imparatorlukların sınırlarındaki bu ırgat­ ların sırtına binen korkunç yükü, tekmil dünya düzeninin yükünü, silkelemek isteyen silahsız insanların ayaklanması bu. Belki de bu, gezegensel kuvvetlere karşı gerçek leştirilmiş

ilk ayaklanma, en öfkeli başkaldırının en modern biçimidir.7

İranlılar, bir açıdan 1960'ların Avrupalı öğ­ rencileriyle benzerlik gösteriyordu; her şeyi istiyorlardı. İran­ lıların "her şey" derken kastettiğiyse, o bildik "arzuların öz­ gürleşmesi isteği değil; daha ziyade, "ülkelerinde ve günlük yaşamlarında gezegensel kuvvetlerin damgasını taşıyan her şeye dair yaşanacak bir kurtulma edimiydi."8 Esrarengiz bir şekilde, gezegensel kuvvetlere karşı gerçek­ leştirilen başkaldırıdan bahseden Foucault'nun neye dayana­ rak bu sözleri söylediği sorusuna sırasıyla dönmeliyiz. Şimdilik, 1 978-79 kışında meydana gelen olayların Foucault'nun İran deneyimine ilk başta duyduğu heyecanı büyük ölçüde sön­ dürdüğü söylenebilir. 1 Şubat 1 9 79'da Humeyni İran'a zaferle döndü ve karşıtlarının hesabını hızlı ve kanlı yöntemlerle gören bir teokrasi kurdu. Devrimi desteklediği için Fransız basınında topa tutulan Foucault, Le Monde okuyucularına şöyle seslendi: "Tabii ki fikir değiştirmekte utanılacak bir şey yok; fakat daha dün Savak'ın uyguladığı işkencelere karşı çıkıyorken bugün de el kesme cezasına karşı çıkıyorsa, insanın fikir değiştirdim demesine gerek yoktur." Aynı yazının başka bir bölümündeyse şunları söyledi: "Ayaklanan ve ölüme gidenlerin izlediği ma­ neviyat, köktenci din adamlarınm rejimiyle uzaktan yakından benzerlik taşımaz."9 Gelgelelim, devrimin aşırılıklarıyla arasına Foucault'ya göre

"

107

ı 08

1

FOUCAULT

mesafe koymasından daha ilginci, devrimin akıbetinden çıkar­ dığı sonuçlardı. İktidar, doğası gereği kötü olan bir şey değildi ona göre; buna karşılık, işleyişi bakımından sonsuzdu. Şöyle yazdı: "Her zaman iktidarın karşısına çiğnenmez yasalar ve sı­ nırsız haklar getirilmelidir."10 Böylesi bir ifade, Foucault'nun felsefi gelişimi göz önünde bulundurulduğunda çok ciddi sorular doğurmaktadır. Hapis­ hanenin Doğuşu'nu yazan gözüpek hümanizm karşıtlarının, altı üstü dört yılda, devrim şiddetinin siyasal liberalizm üzerin­ den eleştirisini nasıl formüle ettiğini pekala sorabiliriz. Üçüncü bölümde işte bu zor soruya cevap aranacaktır. Ma­ kalelerden, söyleşilerden ve Foucault'nun 1 978-79'da verdiği derslerden oluşan bir dizi kaynaktan yararlanarak, düşünürün İran meselesindeki duruşunun, düşüncesinde 1 970'lerin sonla­ rında yaşanan değişimler bağlamında ele alınması gerektiği ile­ ri sürülecektir. Foucault'nun Hapishanenin Doğuşu'nda ( 1 975) geliştirip uyguladığı analitik model, sonraki beş yıl zarfında ayrıntılı biçimde gözden geçirildi ve nihayetinde parçalarına ayrıldı. Bu revizyonu, yeni filozoflar olarak bilinen ve Fouca­ ult'nun yakın işbirliğinde bulunduğu düşünürlerin çalışmaları teşvik etmişti. Bu bölüm, söz konusu dönüşümün aşamalarını izleyerek, ilk bakışta şaşırtıcı gelen bir durumu, yani Fouca­ ult'nun hem İran Devrimi'ni hem de bu devrimi eleştiriye tabi tutan liberal kategorileri aynı anda benimsemesini anlaşılır kıl­ maya çalışacaktır.

FOUCAULT'NUN 1 970'LERİN ortalarındaki

düşüncesi, insan birey­ selliğini, baskılama ve tahakküme karşı kullanılacak bir silah­ tan ziyade, özü itibarıyla bir zulmetme ve tahakküm yöntemi olarak yorumluyordu. Düşünür, 1 974'te verilen bir konferans­ ta görüşünü şöyle açıkladı:

GEZEGENSEL KUVVETLER

l

Bireyselliğin günümüzde tamamen iktidarın güdümü al­ tında bulunduğunu, aslında iktidarın kendisi tarafından bireyselleştirildiğimizi düşünüyorum. Başka bir ifadeyle, bireyselleşmenin biraz olsun iktidara karşı koyduğunu dü­ şünmediğim gibi, aksine, bireyselliğimizin -her birimizin zorunlu kimliğinin- iktidarın bir sonucu ve aracı olduğu görüşündeyim.11 Foucault "iktidar sistemlerinin bireylerin tekilleştirilmesini he­ deflemesine ve bunu gerçekleştirmesine meydan veren bir dizi tekniğe" disiplin adını veriyordu 1 2 Disiplin kavramı, Foucault'nun yanıltıcı olduğunu düşün­ düğü iki fikre aynı anda karşı çıkmasını sağlıyordu. İlki, ikti­ darın büyük ölçekte ve olumsuz yönde uygulandığına, aslında bir tahakküm olduğuna dair mefhumdu.13 Aksine Foucault iktidarın, efendinin köle üzerinde uyguladığı bir edim olma­ dığını, olumlu olduğunu, bir şeyler ürettiğini ileri sürüyordu. İ ktidarın hastaneler, okullar ve ordular gibi disipliner sistem­ leri, bu sistemlerin içinde yer alan insanları inceleme nesnesi haline getirerek, kabiliyetlerini sınayıp normlarla kıyaslayarak ve incelemeye tabi tutulmuş insanları tespit edilmiş becerilerine uygun biçimde görevlendirerek etkin bir şekilde işlemekteydi. Bireyselleştirme, iktidar ekonomisinde yer alan bir araç, sınır­ landırılmış toplumların belirli görevlerde daha etkin olmasını sağlamanın bir yoluydu. Foucault Hapishanenin Doğuşu'nda, " birey iktidarın 'disiplin' olarak bilinen bu özel teknolojisi tarafından icat edilmiş bir gerçekliktir," derken kastettiği işte buydu.14 Foucault'nun mücadele yürütebildiği konu, insan bireysel­ liğinde normalleştirmeye karşı bir direniş alanı bulunmasıydı. Psikanalize tabi tutulmuş, özgürlüğüne kavuşmuş benlikler, on­ ların dışında ve karşısında yer alan iktidarın özgürlük kaleleri .

1 09

1 10

1

FOUCAULT

değildi; aksine, tam da gerçek bir benliğe, sürekli bir kimliğe sahip olduğumuza dair düşüncenin kendisi, üzerimizde sürekli olarak belgeleyerek, boydan boya takip ederek ve bireyselleş­ tirerek işleyen iktidarın kanıtıydı. Şöyle yazdı Foucault: "Her birimizin bir biyografisi, öyle ya da böyle sürekli olarak belge­ lenen bir geçmişi vardır. ... Her an her birimizin kim olduğunu söyleyebilen idari bir yapı mevcuttur." 15 Bireysellik dayatıl­ mıştır. Bireyselliğimizi ileri sürerek, deyim yerindeyse, kimlik kartlarımızı gözler önüne sererek, kendimizi özgürleştirmeye çalışmaktan daha anlamsız bir şey olamaz. Böylesi felsefi bir şemada özgür öznelliğe ayrılmış alan, yok değilse bile sınırlı görünmektedir. 16 Foucault'nun 1 975'teki dinleyicilerinin gözünde ne şaşırtıcı ne de olağandışı bir durum­ du bu. Gilles Deleuze'ün de fark ettiği üzere, Hapishanenin Do­ ğuşu'nun taşıdığı yenilik, "sol hareketin geleneksel konumuna damgasını vuran birtakım varsayımlarla" bağını kesen bir ik­ tidar düşüncesi formüle etmiş olmasından kaynaklanıyordu. 17 Foucault iktidarı sahip olunan değil, uygulanan bir olgu olarak sunarak, devleti iktidarın hakim alanı gibi görmeyi reddederek, iktidarın ortaya çıkmasında üretim biçimlerine tanınan önce­ liği yadsıyarak ve iktidarın işleyişini açıklamak üzere ideoloji kavramını kullanmaktan vazgeçerek Marksist eleştiriyle arası­ na çarpıcı bir mesafe koyuyordu. 1 975 yılı, Foucault'nun Marksizmle olan ilişkisi bakımın­ dan da bir dönüm noktasıydı. Foucault açıkça ve alenen, Mark­ sist kategoriler ve metotlarla ilişkisini kesmeye başladı. 1 975'te verdiği bir söyleşide, Marksizm ve Freudculuğu "şu son on beş yılın en büyük iki fiyaskosu" olarak niteleyerek şiddede eleş­ tirdi.18 Kaliforniya'lı öğrencilerle Mayıs ayında gerçekleşen bir oturumda, diyalektik kavramının işe yararlığını reddederek şunları söyledi:

G E Z E G E N S E L KUVVETLER

1

Marx insanın somut özünü oluşturan şeyin emek olduğu­ nu

düşünmüş ve yazmıştı. Bunun tipik bir Hegelci düşün­

ce olduğu kanısındayım. İnsanın somut özü emek değildir. İnsan emek veriyorsa, insan bedeni üretken bir güçse, bu­ nun sebebi insanın çalışmak zorunda olmasıdır. Çalışmak zorunda olmaksa,

siyasal güçlerin etkisi altında olmasın­

dan, iktidar mekanizmalarının kıskacına kapılmasından kaynaklanmaktadır.19

Claude Mauriac, Foucault'nun 1975 Eylülü'nde kendisinden Marx üzerine konferans düzenlemesini isteyen İspanyol bir öğrenciyle karşılaşmasını aktarır. Foucault şöyle cevap verir: "Bana Marx'tan söz etmeyin! ... Marx'la hiçbir işim kalma­ dı! "20 Foucault, Marx'a bu şekilde baş kaldırarak, tamamen D e l euze'ü n safına geçmiş gibi görü n mekteydi Onunla söyleşi yapan bir muhabire, Marx ve Freud'a karşı yürüttüğü on sene­ lik mücadeleyi Deleuze'ün olanaklı kıldığını söyledi.21 Deleuze ise, Foucault'nun kitabıyla ilgili, "Marx'tan beri ilk kez yeni bir şey ortaya çıktı sanki,"22 diye yazdı. Fransız tarihinin bu önemli uğrağında Foucault'nun da aralarında bulunduğu birçok kişi için yeni bir düşünme biçimi sadece olanaklı hale gelmekle kalmamış, bir zorunluluk olmuş­ tu. 1 960 senesinde Sartre'ın karşılaştığı, modernizmin aşılmaz ufku niteliğindeki Marksizm, Fransa'nın hakim düşünsel gücü olma özelliğini yitirdikçe pusulasını şaşıranlar da 1 968 kuşağı­ nın en adanmış temsilcileri olmuştu. Uzun süredir Mayıs radi­ kallerinin Fransız Komünist Partisi'nden herhangi bir beklentisi kalmamıştı; söylemleri, partinin edilgenliğine ve uyuşukluğuna karşı besledikleri daimi nefreti gösteriyordu. Ne var ki Çin'in de başarısızlığa uğraması, büyük Kültür Devrimi projesinin gu­ lagsızlaştırma gibi muazzam ve geri dönüşü olmayan bir vah­ şete dönüşmesi dahil tüm bunlar, radikal solun bazı üyeleri için .

111

1 12

1

FOUCAULT

bardağı taş1rmıştı.23 Birçoğu henüz yirmilerinde olan "yorgun" Maocular ve üçüncü-dünyacılar için, Marx'tan Freud'a ya da Nietzsche'ye veya arzudan kurtulmanın çağdaş başka bir biçi­ mine geçiş yapmak pek de kolay değildi; bütün putlar yerle bir olmuştu. Yeni filozoflar olarak tanınan grubun ilk ve en özgün temsilcisi Andre Glucksmann da, düş kırıklığına uğramış ve sa­ hipsiz kalmış bu sol kesime mensuptu. Glucksmann'ın La cuisiniere et le mangeur d'hommes adlı kitabı 1975'te büyük sansasyon yarattı. Altbaşlığı bütün hi­ kayeyi anlatıyordu: "Devlet, Marksizm ve toplama kampları arasındaki ilişkiler üzerine kaleme alınmış bir deneme." Glu­ cksmann'nın kitabının içerdiği öğeler Fransa'da genel olarak iyi tanınıyordu: Aleksandr Soljenitsin'in üç ciltlik Gulag Takı­ madaları adlı kitabı, 1 974'te Fransızcaya çevrildiğinden beri sol cenahta ciddi bir vicdan muhasebesine neden olmuştu. Glucksmann, Marx adına işlenen zulümleri birer hata olarak görmeyi reddetmek suretiyle, Marksizm ve gulag kamplarına ilişkin tartışmanın zeminini dönüştürüyordu. Glucksmann'a göre, Marksist kuram kırk yıldır tam da bu rolleri üstlenmişti; açıklama getirmek ve konuyu savuşturmak: Gulag Takımadaları'nı okuduktan sonra yüzyılımızın ku­ ramsal budalalığına uygun, az çok sosyalist Rusya'dan ge­ len bütün doktrinleri bir kenara kaydederiz. Açık bir faşizm deneyimi nasıl oluyor da sosyalizmin düşünsel tartışmasına dönüşüyor? Kamplar gözler önüne serilmişken Kremlin filozoflarına nasıl ciddiyetle kulak verilebiliyor? Zorla ça­ lışmayla üretim araçlarının ortak mülkiyetinden aynı anda nasıl söz edilebiliyor? Sınıfsız topluma giden yol kölelikten geçer mi? Sadece bir tutam kuram ekleyin!24 Glucksmann'ın Stalinizmi bir sapma ya da hata olarak görme-

GEZEGENSEL KUVVETLER

1

mesi, dahası büyük ölçekli merkezileşme hamlesinin yürüttüğü hapsetme ve tasfiye uygulamalarının aslında Marx'ın koşmuş olduğu ilkeleri yerine getirdiğini ileri sürmesi, Fransız solunun genişçe bir kesiminde büyük rahatsızlığa yol açtı. Stalinizm'le faşizmin ahlaken eşdeğer olgular olduğuna yönelik iddiası da aynı ölçüde tedirgin ediciydi. Ne var ki Glucksmann, Hitler ve Stalin'in yarattığı kabus iklimlerinin, temelde çağdaş Batı toplumlarından farklı olmadığını söyleyerek daha da ileri gitti; Hitler ve Stalin büyük ölçekli kabuslar yaratmıştı belki, fakat Batı toplumlarının yarattıkları da aynı düşünsel ufku paylaşı­ yor, Koloni, Düzen ve Çalışma gibi aynı ilkelerden nemalanı­ yordu. "Yüzyılımız, farklı ölçeklerde ve belli tarihsel koşullar ve yerel gelenekler doğrultusunda kendine has bir buluş olan toplama kampını, üretir ve yeniden üretir."25 Glucksmann'ın tezinin Soljenitsin kadar Foucault'dan da etkilendiği dikkatli okurların gözünden kaçmamıştı. Deliliğin Tarihi ni ve Kliniğin Doğuşu'nu zikreden Glucksmann, Jeremy Bentham'ın Panoptikon adlı eserini de örnek aldığından söz etti. Daha da temelde, hapishane ütopyalarında gulagların on sekizinci yüzyıldaki ilk örneklerini gördüğünden dolayı, Fou­ cault'nun "hayali ıslah evlerini" ve "hayali kaleleri" ele aldığı uzun bölümleri kendi tartışmasına uyarladı.26 La cuisiniere et le mangeur d'hommes, dışlamacı tecrit uygulamalarını Batı ta­ rihinin anahtarı olarak ele almasıyla kimileri için Foucault'nun işlediği büyük temaların pervasızca şişirilmiş hali olarak görül­ dü. François Furet, " Zavallı Foucault, evrensel tarihin Bossu­ et'si oldu! " diye yazdı. Furet'ye göre delilerin kapatılmasından Buchenwald ve Kolyma'nın kurulmasına analojik bir geçiş ya iki yüzlülük ya da uçarılıktı.27 Gelgelelim Glucksmann'ın fikirleri çoktan yankı bulmuştu. 1 976 başlarında Maocu Gauche Proletarienne'in iki eski mili­ tanı Guy Lardreau ve Christian Jambet, "devrimin ontolojisi" '

113

1 14

1

FOUCAULT

olduğu iddiasıyla melek anlamına gelen L'Ange'ı yayımladılar. İçten bir itiraf havası taşıyan yapıt düşüşe, dönüşüme ve umu­ dun yeniden yeşermesine dair siyasi bir deneyimi tarif etmek için Hıristiyan terminolojiyi ve birinci çoğul şahsı benimsemiş­ ti: "Henüz ibret alınmamış bir dönüşümün, kültürel bir dev­ rimin sınavından geçmiş bulu nuyoruz; söz konusu devrimin temel öğeleri burada sunulacaktır. Kaybettiğimiz düşüncelerle bu devrimi hala düşünmeye çalışarak, aslında anlam vereme­ diğimiz bir başarısızlıkla yıkılmış halde onu arkamızda bırak­ tık."28 İncil'in Vaiz bölümünde nil novi sub soıe· diye geçen bilge sözleri tekrarlayan iblislerden yakalarını sıyıramayıp çöl­ lere çekilen Jambet ve Lardreau, inançlarını inkar etmektense tamamlanmamış dönüşümlerinin açtığı yoldan ilerlemeleri ge­ rektiği sonucuna vardılar. Dünyadaki bütün güç ve tahakküm­ lere rağmen, " bütün bunlara karşın başka bir dünyanın müm­ kün olduğuna" dair umuda sarıldılar. Bu olasılığa da Melek adını verdiler.29 Yazarların ödedikleri kefaret bir yana, metnin en dikkat çe­ kici özelliklerinden biri de işaret ettiği "geçici" siyasi hedeflerin ılımlılığıydı. Jambet ve Lardreau, bir yandan radikal değişim (Melek) olasılığını ayakta tutarken, öte yandan söz konusu de­ ğişimin zorla gelemeyeceğini ve militanların, yani "devrim uz­ manlarının" bunu anlayamadığını da teslim ettiler. Günümüz koşullarında "efendilerin en iyisini" seçmek durumundaydık.30 Yazarlar "Meleğin gelmesi gerektiğini" ilan ederken, en çok da Heidegger'e ( " bizi sadece bir Tanrı kurtarabilir") yakın duru­ yorlardı kuşkusuz.31 Ne var ki siyasi açıdan, 1 976'da verdikleri bir söyleşide belirttikleri gibi, " bize vadettiği baskının büyüklü­ ğü üzerinden efendiyi değerlendirebileceğimiz bir yöntem kul­ lanarak, en iyi efendiyi en az işkence uygulayandan seçen" Ray*

(Lat.) Güneşin altında yeni bir şey yok. ·Çn

G E Z E G E N S E L KUVVETLER

l

mond Aron gibi büyük bir liberalin yanında saf tutuyorlardı.32 Jambet ve Lardreau en çok da Editions Grasset'deki editör ve basın danışmanları Bernard-Henri Levy'nin çabaları saye­ sinde geniş bir okur kitlesine ulaştı. Yirmi yedi yaşındaki Levy, "Büyük Düşünürler" ve "Teorisyenler" gibi iki yeni felsefe ve beşeri bilimler dizisinin yayın yönetmeni sıfatıyla Melek'in ya­ zarlarının yanı sıra temsil ettiği başka yazarları da tanıtmaya çalıştı. Les nouvelles litteraires dergisinin Haziran 1 976 sayı­ sında, Fransız felsefesinde "en kadim geleneğin en kadim so­ rularına" geri dönen yeni bir dalganın ortaya çıkışını işleyen bir "dosya" hazırladı.33 Levy'nin bir araya getirdiği muhtelif yazarların (Jambet ve Lardreau, Jean-Marie Benoist, Jean-Paul Dolle, Michel Guerin, Annie Leclerc, Philippe Nemo, Michel Serres ve Gilles Susong) Grasset'yle bağlantıları dışında her­ hangi bir ortak noktaları yoktu aslında. Levy, Andre Glucks­ mann ve Michel Foucault'nun da bu "yeni filozoflar" arasında olduğunu ileri sürdü. Tanıtım stratejisi olarak son derece etkili bir hamleydi bu. Tüm itirazlarına rağmen özellikle Glucks­ mann, dolaşıma giren yeni filozoflar terimiyle birlikte yeni yeni ortaya çıkan bu karşıt görüşlü hareketin önemli bir ismi olarak tanınmaya başladı. 1977 Mayısı'nda iki önemli yapıtın, Glucksmann'ın Les maitres penseurs ve ve Uvy'nin La barbarie a visage humain adlı kitaplarının neredeyse aynı anda yayımlanışı, yeni ve güç­ lü bir düşünce ekolünün kurulduğuna dair izlenimi pekiştirdi. Glucksmann'ın kitabı genel olarak övgü toplarken Uvy'nin­ kiyse eleştirildi; gelgelelim ikisi de yankı uyandırıp tartış­ ma yarattı. Les maitres penseurs, La cuisiniere et le mangeur d'hommes'da gündeme getirilen kuram karşıtı temayı geliştir­ di. Glucksmann'a göre bugünkü Batı, Alman felsefesi, Fichte, Hegel, Marx ve Nietzsche tarafından açılan yolda ilerliyordu. Glucksmann'ın amacı yirminci yüzyılda yaşanan zulümler do-

115

1 16

1

FOUCAULT

layısıyla Almanya'yı işlediği ilk günahtan dolayı bir kere daha yargılamak değildi.34 Siyasi taahhütlerinin tüm çeşitliliğine rağ­ men, bu " usta düşünürlerin" (/es maitres penseurs)35 belli bir düşünce biçimini paylaştıklarını öne sürmeye çalışıyordu daha ziyade. Fransız Devrimi'ni kavramsallaştırma ve ele alma de­ neyiminden, tekrarlanması imkansız koşullar altında ortaya çıkan bu felsefi üslubun en belirgin özelliği devletin ve toplu­ mun gelişimine dair en büyük söz hakkını düşünürün kendisine tanımasıydı. Bu durumu örneklemek adına Glucksmann şöyle yazdı: "Marx'ın, tarihi 'tamama ermemiş' ülkeler bütününden oluşan bir dünyada yaşadığını görebilirsiniz. Almanya tarihi bu bakımdan hiç de müstesna bir konuma sahip değildir, çünkü Marx tarih "külliyatını" sadece aklında ya da kitaplaşmış ha­ liyle kütüphane raflarında görmektedir."36 Glucksmann gerçekliğin, kendisine kehanetvari (ya da dö­ nüştürücü) güç biçen bir felsefi söylem tarafından kapsanmasını tehlikeli buluyordu. Glucksmann için bu düşünürleri, rasyonel bir toplumu yukarıdan kurmaya çalışanlarla aşağıdan kurma­ ya çalışanlar olarak ikiye ayırmak temel meseleyi ıskalamak demekti. "Aslında usta düşünürler ne aşağıdan ne de yukarı­ dan bahseder, söz konusu olan sadece kendileri ve ilimleridir," diye yazdı. Tek amaçları, "sözlerine kulak verilmesiydi."37 İster sağda ister solda yer alalım, hepimiz bu düşünme biçiminin mi­ rasçılarıydık. Glucksmann, "kusursuzluğu Alman kusurlulu­ ğundan beslenen bir birlik düşlüyoruz" derken Hegel'e değil, yirminci yüzyıl distopyalarına dikkat çekiyordu.38 Levy'nin de yazdığı gibi La barbarie a visage humain, "ta­ rihteki pesimizm düşüncesini sonuna kadar götürmeye" yöne­ lik bir girişimdi.39 Levy'nin itiraf metni, belirgin biçimde kul­ landığı birinci tekil şahısla acı gerçekliği tevekkülle karşılayan üslubu ve önerilen tüm özgürlük yollarına karşı beslediği gü­ vensizliğiyle La cuisiniere et le mangeur d hommes da bulunan '

'

GEZEGENSEL KUVVETLER

1

öğeleri dallandırıyordu: Otuzuma basmadan hemen önce, gençlik düşüme en az yüz defa ihanet etmiş bulunuyorum. Herkes gibi ben de yeni ve mutlu bir "özgürleşmeye" inanıyordum; şimdiyse umutsuz halde geçmiş umutlarımın gölgesi altında yaşıyorum. Dev­ rime inandım ve bu inanç kuşkusuz kitaplara dayanıyordu. ... Artık ayağımın altındaki toprağın kaydığını ve geleceğin paramparça olduğunu hissettikçe, olanaklı olması bir yana, devrimin iyi bir şey olup olmadığı konusunda bile şüpheli­ yim.4o Levy, "dünyayı daha şimdiden, sessizce, yeniden kuran barbar­ lık çağında yazan" bir tanık olarak sunuyordu kendini.41 Levy'nin barbarlık olarak adlandırdığı şeyin özünde Hei­ degger'in teknoloji mefhumu, yani bütün varlıkların hazır-o­ luş (Bestand) olarak konuşlandırılmasıyla amansız ve amaçsız küresel ölçekli iktidar iradesi yatıyordu. Dünyanın teknoloji üzerinden kavranması kapitalizmin beraberinde getirdiği bir olguydu, sosyalizmse bu yaklaşımdan sapmadığı gibi onu de­ rinleştirip geliştiriyordu. Uvy bunu şöyle ifade etti: " Sosyalizm, kadim varlık sorusunu emeği savunarak cevaplamıştır sanki."42 Levy'ye göre barbarlık, hem liberal hem de sosyalist toplumla­ rın doğal sonucudur, çünkü (teknoloji olarak anlaşılan) kapita­ lizm aşılamadığı gibi, "kendi geleceğini doğuracak bir rahime" de sahip değildir. Kapitalizmin bir sonraki aşaması ya da ötesi yoktur; kapitalizm bizlerin ve bizden sonra gelenlerin üzerinde son nefeslerini vermeye mahkum olduğu sınırsız, "külden bir enginliktir."·43 Bu aydınlanma herhangi bir diyalektik içermez. Levy için, sonsuza kadar sürecek olsa da, son günlerimizi yaşamaktayız­ dır. Yapabileceğimiz tek şey, zamanımızın doğurduğu sonuçlar

1 17

118

1

FOUCAULT

üzerine düşünmek ve onlara karşı çıkmaktır. Pesimizm, "nere­ den gelirse gelsin, barbarlık tehdidine karşı diren," düsturunu edinmiş geçici bir ahlak yasası sağlamaktadır.44 Levy'nin bar­ barlık karşıtı aydının gerçekleştirebileceği son anlamlı edim olarak nitelediği tanık olmanın önemi de buradan gelmektedir: "Gözlerimle gördüğüm ya da hatırlatmak istediğim katliamlar­ dan, toplama kamplarından ve ölüm geçidinden söz etmekten başka hiçbir şey yapmayacağım."45 Tanıklıktan öte bir itiraz bi­ çimi olmamasının sebebi, çözüm yollarını teorize etmenin taşı­ dığı tehlikelerin yirminci yüzyılda bilinir hale gelmesidir. Levy, biraz da utana sıkıla, son çare olarak "bayağı" pragmatizme başvurmak zorunda kaldığını teslim eder: Kuramlara, her şey­ den önce gerçeklikte yol açtıkları somut sonuçlara dayanarak değer biçilmeliydi.46

FOUCAULT 1976 NİSANl'NDA, Levy yeni

filozofları Fransız okuyu­ culara tanıtmadan iki ay önce, devrime ve aydının rolüne dair düşüncelerini dillendirdi. Verdiği bir söyleşide, yirminci yüzyıl kitlelerinin on dokuzuncu yüzyıldakine benzer şevkle devrim istememesinin Stalinizmin miraslarından biri olduğunu söyledi. Avrupa'da devrim, artık sadece elitist ve giderek teröre eğilimli bir azınlık tarafından isteniyordu. Foucault'nun bu güncel ger­ çeklerden çıkarsadıkları gayet açıktı: Bana kalırsa günümüz aydınlarının işlevi, devrimin on do­ kuzuncu yüzyılda taşıdığı cazibeyi devrim fikrine yeniden kavuşturmak olmalıdır. Aydınlar on dokuzuncu yüzyılda devrimin kendilerinde uyandırdığı o büyük tılsımı ivedi­ likle devrime yeniden kazandırmalıdır; tabii onlara kulak verecek devrimciler ve daha geniş kitleler olduğunu varsa­ yarsak.47

GEZEGENSEL KUVVETLER

1

Bu ifadelerde örtük biçimde üç düşünce yer alır. Birincisi, le­ kelenmiş itibarına rağmen devrimin iyi ve övgüye layık bir şey olduğu; ikincisi, devrimin aydınlarca teşvik edilebilen, hatta teşvik edilmesi gereken bir olgu olduğu; son olarak da, aydın­ ların kitleler üzerinde doğrudan ya da devrimciler aracılığıyla etki ettiği düşüncesidir. Bu açıklamaları izleyen yılda Foucault'nun fikirleri gözle görülür biçimde değişti. 1977 Martı'nda verdiği bir söyleşi­ de bu değişimin ilk izleri görülebilir. Söyleşiyi gerçekleştiren Bernard-Henri Levy, Foucault'nun bütün modern düşüncenin devrim meselesi üzerinden yürütüldüğüne dair iddiasının izini sürerek, meseleyi hala bu şekilde yorumlayıp yorumlamadığını sordu. Foucault belirsiz ifadelerle, "tabii ki meselemiz devrimin yeniden gelmesi ... Gayet iyi biliyorsunuz ki bugünkü mesele, tam da devrimin arzu edilirliğidir," dedi. Levy, Foucault'nun kendisinin devrimi isteyip istemediğini sorarak üsteleyince, "Buna bir cevabım yok," yanıtını aldı. Güncel siyasetin işlevi­ nin, olabildiğince dürüstçe, devrimin arzu edilir olup olmadığı­ nı belirlemek olduğunu ileri sürdü.48 Devrim meselesine dair attığı bu geri adım bir yana, Fou­ cault dünyada kendini devrimci olarak niteleyen tüm rejimlere karşı da şüphe duymaya başladı. 1 977 Ekimi'nde verdiği bir söyleşide, dönüp çağdaş dünyaya bakıldığında 1 9 1 ?'den, hatta 1 848'den beri ilk kez "Dünyada bir umut ışığının doğacağı hiç­ bir köşe kalmamıştır," dedi. Ne Sovyetler Birliği'nde ne de onun uydu devletlerinde bir umut kalmadığı açıktı; fakat aynı durum Küba, Çin, Vietnam, Kamboçya ve Filistin için de geçerliydi: Çin'de olan biten karşısında ilk kez sol, Avrupa solunun bütün bu düşünce sistemi, tüm dünyayı referans noktası olarak alan ve bunları şartsız özümseyen Avrupa'ya ait bu devrimci ve kendisi dışında konumlanan şeylere yönelmiş

119

1 20

1

FOUCAULT

düşünce; işte bu düşünme biçimi vaktiyle dünyanın başka yerlerinde bulduğu tarihsel referans noktalarını kaybetmiş durumda. Artık somut destek noktaları yok.49 "Bu sosyalist geleneğin tarihte ürettiği her şeyin şiddetle red­ dedilmesi gerektiği" için, yalnızca Marksist kuram değil bütün sosyalist gelenek eleştirilmeliydi.50 Devrimci sosyalizmin ("Çin'de olup bitenler" ) dünya gene­ lindeki başarısızlığı ve Avrupa solunun uğradığı bozgun ara­ sındaki bağlantı Foucault için ortadaydı. Tıpkı söz konusu ba­ şarısızlıklar ve kendisininki dahil Avrupa'daki çağdaş eleştirel düşüncenin izlekleri arasındaki bağlantı gibi. Foucault Kasım 1 977'de politik analizin yaklaşık yüz yıldır, "önemli ve kısmen katı kuramsal yapıların" -Marksizm başta olmak üzere iktisadi kuramların ya da tarih felsefelerinin- hakimiyeti altında bu­ lunduğunu ileri sürdü. Günümüzdeyse bu ilişkinin çözülmeye başladığını düşünüyordu. " Örneğin Stalinizm ve aynı ölçüde Çin deneyimi gibi" son otuz yılda yaşananlar, Marksist analizin faydasızlığını ortaya çıkarmıştı. "Bana kalırsa," dedi, "şu anda pek de parlak olmayan bir tür ampirizme, tarihçilerin ampi­ rizmine dönmek zorunda kalmamızın nedeni, büyük kuramsal sistemlerin bugüne uygun politik analizler geliştirememesinden kaynaklanıyor."5ı Foucault başka bir söyleşide, aldığı konuma dair olası şüpheleri bertaraf etmek adına kendisini "kör ampi­ rist" olarak niteledi.52 Foucault'nun bu dönemde yürüttüğü çalışmalar, kişisel be­ yanını destekler nitelikteydi. 1 977'in ilk yarısında yazdığı "Vie des hommes infames", on sekizinci yüzyılda kaşeli mektuplarla (lettres de cachet) hapse atılan suçluların kısa ve özlü biyografi­ lerinden oluşan bir "yaşamlar" derlemesi sunuyordu.53 Belli bir iktidar türünü örnekleyen vaka çalışmaları olarak sunmak bir yana, Foucault söz konusu yaşam kesitlerini öykülemek ya da

GEZEGENSEL KUVVETLER

1

yorumlamakla bile ilgilenmiyordu. Bu yaşamları, gardiyanların arşivlerinde kayıtlı bulunduğu haliyle aktarmayı amaçlıyordu sadece. Bu yaşamların siyasi anlamı ancak bulgular incelendik­ ten sonra masaya yatırılabilirdi; kaldı ki Foucault, o aşamadan sonra bile bu girişimi teşvik etmeyecek, büyük resmi görmemizi sağlayacak çerçeve ve kategorileri açıklayan bir sonsöz kaleme almayacaktı. Aynı tespit, Foucault'nun 1 978 yılında belgelere dayandırarak kaleme aldığı Herculine Barbin için de yapılabi­ lir. Foucault bulguları kitabında öylesine ön plana çıkarttı ki, konu seçimi ve kullanılan belgeler dışında bu "on dokuzuncu yüzyıl hermafroditinin biyografisinde," yorumlama olarak sı­ nıflandırılabilecek herhangi bir şey yoktu. 54 Ampirizm beraberinde ilk olarak tematik birliği, ikincil ola­ raksa belli bir düşünsel ahlakı getiriyordu. Foucault insanları tecrit eden ve gözetleyen uygulamalar sırasında ortaya çıkan yazılı delillere ağırlık vererek toplumsal kontrol temasını ya­ kından izlemeyi sürdürdü. Onlara anlam atfedecek herhangi bir açıklayıcı sistemden ziyade somut delillere ve tanıklıklara öncelik tanıyarak, "bastırılmış seslere kulak vermeye" dayanan ahlaki şartı takip ediyordu.55 Fakat bu şartı takip ederken, te­ kil insan deneyimini üst perdeden işleyen bir anlatının gölge olayına (epifenomenine) indirgemekten kaçınmayı ve belli bir tarihsel yaşamda tümel görünümlü bir kategorinin ya da epis­ temenin tezahürünü görmekten vazgeçmeyi içeren yeni bir yol tutuyordu. Foucault, tekil yaşamların hiçbir zaman hiçbir şeyi temsil etmediğini, sadece mevcudiyetleri kadar olduklarını ileri sürüyordu. Yaşanan geçiş ne denli yumuşak olursa olsun, Fou­ cault'nun on yıl önceki yaklaşımına ters düşen bir görüştü bu.

Foucault'nun yürüttüğü ça­ lışmaların kısa süreliğine de olsa yeni filozofların düşüncelerine

SÖZ KONUSU GEÇİŞİN EHEMMİYETİ,

121

1 22

i

FOUCAULT

yakınlaştığı noktada belirginlik kazandı. Foucault 1 977 Mayı­ sı'nda Le Nouvel Observateur için Glucksmann'ın Les maitres penseurs eseri üzerine bir kitap eleştirisi kaleme aldı. Ortaya çıkan "La grande colere des faits" ["Olguların büyük öfkesi" ) başlıklı kısa yazı, yeni bir felsefi tevazunun manifestosu gibiydi. Foucault'ya göre Glucksmann, Kant'ın neye dair umut taşı­ mamız gerektiğine yönelik sorusunu tersine çevirerek, neyden umut kesmemiz gerektiğini sormuş, böylelikle bir "umutsuzluk incelemesi" ortaya çıkarmıştı. Umut kesmemiz gereken şey, "vadettiklerinin ağırlığı altında bizi sıkıştıran söylemlerdi."56 Foucault tarihi, içerdiği yapıyı açığa vurarak aklayan büyük kuramların günümüzde bir geçerliliği kalmadığını iddia edi­ yordu. Yirminci yüzyılda çok sayıda Candide gördüğümüz, kı­ rımlardan ve toplu katliamlardan kurtulmuş çok sayıda Çek, Yunan, Şilili ve Ukraynalı tanıdığımız için, "Olgular tek ba­ şına hiçbir öneme sahip değildir; dinle, oku ve bekle; ileride daha üst bir aşamada açıklanacaktır," diyen fısıltılara karnımız toktu.-57 Foucault biraz da alay ederek, Hegel'den bu yana ya­ pılan felsefenin amacını gerçek olanı rasyonelleştirme olarak belirleyeceksek, günümüz bilgi ahlakının da bunun tam tersini yapması gerektiğini söyledi: "Eski çağ filozoflarının geçmeleri gereken nihai imtihan, bilge yetiştirme dirayetiydi ... günümüz­ deyse katliamlara anlam verebilme kabiliyetidir. Geçmiş filo­ zoflar insanların kendi ölümleriyle başa çıkabilmelerini sağla­ mışlardı, şimdikilerse başkalarının ölümünü kabullenmelerini sağlıyor."58 Foucault gulagları talihsiz bir hata değil de, tam da siyasi düzlemde "doğru" kuramların neticesi olarak gösterdiği için La cuisiniere et le mangeur d 'hommes'un önemli bir atılım ol­ duğunu ileri sürüyordu. Düşünceyi düşünceyle çürütmektense ya da "yanlış" yorumlamalara "doğru" yorumlamalarla karşı çıkmaktansa, düşünceyi onu taklit eden gerçeklikle karşı karşı-

GEZEGENSEL KUVVETLER

1

ya getiren Les maitres penseurs, b u hamleyi daha d a ileri taşı­ yordu: " [Glucksmann] fikirleri, onlara benzeyen kuru kafalarla kaplamaya çalışıyor."59 Bu girişim, felsefeyi ölüm sahalarıyla yüzleştirerek kendisini orada tanımasını istiyordu. Foucault kendi çalışmalarıyla Glucksmann'ın çalışmaları arasında bir yakınlık görüyordu: İkisi de özveriyle gelen öz­ gürleşme üzerine üst anlatılar kurmak yerine, hapsedilmiş ve susturulmuş olanlara yönelik sistemli olmayan ampirik bir alaka gösteriyordu. Foucault bununla birlikte, Glucksmann'ın onu aştığı ve rehberlik ettiği hususları hayranlıkla teslim ediyor gibiydi. Glucksmann'ın etraflı ve neredeyse içgüdüsel anti-He­ gelciliği, nasıl post-Hegelci olabileceğimizi sorgularken Hegel'i alaşağı etmediği, tersine çevirmediği ya da onu idealizminden soyutlamadığı için bir buluş niteliği taşıyordu: Bunun yerine, nasıl "zerre kadar Hegelci" olmayabileceğimizi düşünüyordu. Glucksmann'ın kabiliyetli dokunuşu da hesaba katıldığında Les maitres penseurs, Foucault'nun gözünde en önemli felsefe kitaplarından biriydi: " Bu kaçkınları, bu mağdurları, bu çare­ sizleri ... kısacası, Hegel'in dünyanın gecesinden silip atmak istediği bu yara almışları ve başka beyaz yaşamları en yüksek felsefi söylemin kalbinde öne çıkaran" bir piyesti bu.60 Önemli ve tartışmalı bir yapıttan yana açıkça taraf olma­ sı, Foucault'nun önceki görüşleriyle arasındaki tezatlıklıkları açığa çıkarıyordu. Bilginin Arkeolojisi'nin "beyaz yaşamlara" kulak kesilen yazarı, konuşan tekil özneyi belirleyici sistemin önüne yerleştiriyordu sanki. Belki daha önemlisi, ilerleme adı­ na dökülen kana "hayır" diyordu. Bunu yaparken, kamusal adaletle ilgili yürüttüğü tartışmada, Eylül 1792'deki katliamla­ rı gerçekleştiren halkın akla yatkın tepkilerini onaylayan 1 971 senesindeki Foucault'ya kusur atfediyordu belki de.61 Son ola­ rak da, Glucksmann'ın (ayrıca Levy ve diğerlerinin) yirminci yüzyıldaki en önemli olayın epistemolojik değil politik bir olay

123

1 24

1

FOUCAULT

olduğu yönündeki düşüncesini benimsiyordu; bu olay insanın ölümü değil, gulagların ortaya çıkmasıydı. Bu değişimlerin her biri kendi başına önemliydi. Gelgelelim Foucault daha önce keşfettiği ve benimsediği felsefi yaklaşımlardan 1 970'1erin son­ larında uzaklaşırken, aynı zamanda (çağdaşlarının da belirttiği gibi) o yaklaşımları benimsemiş olan felsefi yoldaşlarının çevre­ sinden de uzaklaşıyordu.

LES MAITRES PENSEURS'e yönelik yaklaşımı, bir bütün olarak yeni filozofların Fransa'da nasıl karşılandıklarına bakılarak değerlendirilmelidir. Nitekim Mayıs 1 977'ye gelindi­ ğinde Glucksmann'ın çalışmaları da haklı veya haksız bir şe­ kilde, Levy, Jambet, Lardreau ve daha az bilinen birkaç başka yazarın dahil olduğu daha geniş bir düşünce akımının parçası olarak görülüyordu. Söz konusu dönemde bu akıma dair genel izlenim taze bir soluk getirdiği, sağcı olmadan anti-Marksist ve hatta anti-sol bir nitelik taşıdığı ve 1968 sonrasında yapılan felsefeye karşı ilk ciddi meydan okuma örneği olduğu yönün­ deydi. İşte bu uğrakta Glucksmann'ı mercek altına alan Fouca­ ult, yükselişe geçen bu düşünce akımının heyecanla beklenen değerlendirmesini sunuyordu. Yeni filozofların önemli argümanlar sunduğu konusunda birçok kişi Foucault'yla hemfikirdi. Philippe Sollers, Levy'nin barbarlık karşıtı aydınlar sınıfına yönelik çağrısını, "68'den bu yana ilk büyük romantik tarza" sahip "zamanımızın muhale­ feti " olarak adlandırdı.62 Alain Touraine yeni akımın yol açtığı krizden geriye ne kalacağını sordu ve şöyle yanıt verdi: FOUCAULT'NUN

Geriye kalacak olan, ki önemli bir husustur bu, her şeyden önce Devlet iktidarıyla mücadele etmek isteyen aydınların artık bu mücadeleyi uygun dille, yani liberalizm diliyle yü-

GEZEGENSEL KUVVETLER

l

rütecek olmasıdır. Sartreçı düşünceyi ve bu düşüncenin iş­ lediği neredeyse kesintisiz hatalar silsilesini belirlemiş olan Anarşist ve Bolşevik ruh bundan böyle imkansızdır.63 Hala bir Marksist olduğunu ilan etse de, Jean Daniel ise yeni filozofların "tarih dininin dogmalarını reddetmemizi sağlayan yıkıcı marifetlerini" teslim ediyordu.64 Buna karşılık, oldukça önemli bir grup Fransız aydını, bu yeni hareketin, siyasi gericiliğin ve felsefi yozlaşmanın bir karı­ şımı olduğunu düşünüyordu. Sıkı bir Troçkist olan Jean-Marie Vincent, Glucksmann'ı "punk aydın" olarak niteledi, Les mait­ res penseurs'ü yazarak siyasi edilgenliğin savunusunu kaleme almakla itham etti ve solculuğunu hakiki ve süregelen özgürlük mücadelesinin "alaycı bir karikatürü" olduğu gerekçesiyle topa tuttu.65 Cornelius Castoriadis yeni filozofları, "pazarları yapay bir pop-felsefe kolajıyla karman çorman ettikleri" için açıkça suçladı.66 Zavier Aubral ve François Delcourt 1977 sonlarında, yeni ortodoksluk olarak gördükleri olguya karşı itham niteli­ ğindeki Contre la nouvelle philopsohie adlı kitabı yayımlaya­ rak birçok aleyhtarın da sözcülüğünü üstlenmiş oldu.67 Gelgelelim verilen en önemli ve en geniş kapsamlı tepki Gilles Deluze'den geldi. La barbarie a visage humain'da, hem kripto-Marksist bir felsefe benimsediği hem de Anti- Ô dipus kitabıyla genel kültürel çöküş iklimine katkıda bulunduğu için acımasızca eleştirilen Deleuze, Haziran' da verdiği bir söyleşiyle karşılık verdi. Karşıtları için açıkça, "düşünceleri önemsizdir," dedi. "Usta, Dünya, İsyan, İnanç ve benzeri" büyük ve boş kav­ ramların tedarikçiliğini üstlenen bu çevre tek bir yeniliğe yol açmıştı, o da "Fransa'ya edebi ya da felsefi paz arla mayı getir­ miş olmalarıydı." Deleuze'e göre bu isimlerin yazıları, söyleşi­ leri ve televizyon programları, tartışır gibi göründükleri kitap­ ların içeriğinden kasıtlı olarak daha zengin bir içeriğe sahipti.

t 25

1

1 26

1

FOUCAULT

Gazetecilik, yeni filozoflar ve menajerleri Bernard-Henri Levy sayesinde, "kendi içinde özerk ve yeterli bir düşünce keşfet[miş] ti"; girişimleri bir bütün olarak ele alındığındaysa "düşüncenin tamamıyla medyaya teslimiyetini" temsil ediyordu. Son olarak, Deleuze için ahlaki bir tiksinti meselesiydi bu: "Beni iğrendiren şey çok açık: yeni filozoflar bir şehitler menkıbesi çıkarıyor: Gulaglar ve tarihin kurbanları. Cesetlerden besleniyorlar."68 Levy ve şürekası tanıklık-işlevini keşfetmiş, bu işlevi de "yazar" ve "düşünür" gibi miadını doldurmuş başka felsefi düşüncelerle birleştirmişlerdi. Deleuze'e göre, düşünen Özne kadar gerici bir kavram felsefi tartışmalarda yer bulabiliyorsa, bu ancak gerçekliği düşünen öznenin saf ediminde gören yeni filozofların olağanüstü düşünsel narsisizminin bir yansıması ola bilirdi.69 Birbirlerine doğrudan atıfta bulunmasalar da Foucault'nun kitap eleştirisi ve Deleuze'ün söyleşisi, iki düşünürü derinleşen bir uçurumun iki karşıt yakasına yerleştiriyordu. Foucault, De­ leuze'ün kabul edemeyeceği felsefi taktikleri; tanıklık-işlevini, felsefe-gazeteciliği, yazara ait "ben" kullanımını dolaylı ya da dolaysız şekilde onaylıyordu. Deleuze'e gelince, Foucault'nun yakınlık beslediğini söylediği düşünce biçimini duygusal bir dil­ le alenen kınıyordu. On beş seneye yayılan işbirliğine ve dost­ luğa sahip iki adam işte bu sıralar görüşmeyi kesti.70 1 975'te fikirleri öylesine yakın duran bu iki düşünür arasında çizgisin­ den sapmayan Deleuze olmuştu. Dönüşüme uğramış bakış açı­ sıyla uyum gösterecek yeni bir dil ve bir dizi kavram bulması gereken Foucault olacaktı.

FOUCAULT TARTIŞMALARLA geçen ayların akabinde kavramların yenilenmesi sürecinde, tıpkı Touraine'in yeni filozofların soyun­ dan gelenlerin yapacağını öngördüğü gibi, giderek liberalizme

GEZEGENSEL KUVVETLER

1

eğilmeye başladı. Sadece genel anlamıyla liberalizm değil, ni­ hayetinde Almanya ve ABD'de yirminci yüzyılın ortalarında gelişen neoliberalizm, Foucault'nun derslerinde daha önceden işlediği tüm konulardan öylesine farklıydı ki, Foucault'nun bu kavrama nasıl ulaştığını takip etmek faydalı olabilir. Foucault, 1 978'de College de France'ta verdiği Güvenlik, Toprak ve Nüfus başlıklı derste, erken modern Avrupa'da dev­ let aklı adını verdiği olgunun ortaya çıkışını inceledi. Bu proje daha önce yürüttüğü araştırmalarla benzerlik taşıyor gibiydi; on yedinci yüzyılda devlet iktidarının ve hukuk dışı otorite yapılarının yükselişinin izini sürerken, Deliliğin Tarihi'nde ve Hapishanenin Doğuşu 'nda işlediği konuların üzerinden geçi­ yordu. Philipp von Chemnitz, Giovanni Antonio Palazzo, Louis Turquet de Mayenne ve Nicolas de La Mare gibi birçok ismin metinlerini mercek altına alarak, özellikle akla uygun bir yö­ netim yaklaşımı sunmayı amaçlayan doktrinlerin gelişimini ve dönüşümünü irdeledi.7 1 Devlet aklının işlemesini sağlayan ay­ gıtın polis tarafından temsil edildiği ve devlet aklının ilkeleri uyarınca kendi alanımızı yönetmenin doğal sonucunun regü­ lasyon (reglementation) mefhumu olduğu tespitinde bulundu.72 Foucault'ya göre polisin amacı vatandaşların etkinliğini, devle­ tin içsel gelişiminde ve dışsal iktidarında farklılık gösteren bir unsur belirlediği ölçüde gözetip denetlemekti.73 Foucault'nun terime atfettiği özel anlamıyla "polis devleti," halkının yapma kapasitesiyle ilgilenen bir devletti; bu türden bir devletin kendi halkının yaşamının her yönüne dahil olmasının sebebi, tam da tüm etkinliği devlet yararına rasyonelleştirmek ve azami sevi­ yeye çıkarmaktı. Dersin son oturumunda, polisin büyük projesinin, "şehrin neredeyse bir tür manastıra, krallığın da bir tür şehre dönüştü­ rülmesi" olduğunu ileri sürdü. Başka bir ifadeyle erken modern çağın "polis devleti," ulusal ölçekte bir ütopya, kalıcı gözlem

1 27

128

1

FOUCAULT

ve denetlemeyi hedefleyen "disiplinci bir düştü."74 Böyle bir ar­ güman olsa olsa tanıdık bir temanın üstü kapalı bir çeşidi gibi görünebilir. Fakat dersi diğerlerinden farklı kılan, Foucault'nun hikayeyi burada noktalamamasında yatıyordu. Bunun yerine, günümüzde bu "yönetim sanatının" mirasçısı olmadığımız yö­ nünde şaşırtıcı bir iddiada bulunuyordu. Aksine, bu yaklaşımı eleştirmek üzere doğan yönetimsel rasyonalite biçiminin yuka­ rıda tanımlanan devlet aklına ters düşerek, insanların bir arada yaşama pratiklerindeki birçok sürecin kendi düzenliliğine sahip olduğunu ve bunların doğal akışlarını sürdürmeleri gerektiğini savunan bir rasyonalite ilkesinin mirasçılarıydık. İktisat esinli bu yeni yönetim sanatında, herkesin esenliği bundan böyle po­ lisin regülasyonları aracılığıyla devletin otoriter müdahalesine dayanmayacak, bunun yerine, devletin dışında yer alan herke­ sin bireysel davranışları tarafından güvence altına alınacaktı.75 1979'daki dersin Biyopolitikanın Doğuşu adlı ilk oturu­ munda, bu yeni yönetimsel rasyonaliteden ismiyle söz edildi: Liberalizm. Liberalizm şeylerin düzeni içinde birtakım "doğal­ lıklar" olduğunu ve devlet aklının iktidar odaklı anlayışında bile, bu düzenlilikleri çiğnemektense onlara riayet ederek daha iyi yönetim sergilendiğini tespit ediyordu. Dolayısıyla Fouca­ ult'ya göre, ekonomi politik aracılığıyla ( " doğallıklar" işlevi sayesinde) kendi kendini kısıtlama olanağının ve (uygun bir yönetim sergilemek için devletin nesnel bilgiye ihtiyaç duy­ ması bakımından) hakikat meselesinin yönetim sanatına dahil olduğunu görüyorduk. Yönetim sanatına dahil edilmeleriyle birlikte, her şeyi merkezden görüp denetlemek üzerine kurulu rasyonaliteyi alaşağı ettikleri için bu iki husus çok önem ka­ zanır. Foucault, "Hakikat ilkesine göre gerçekleşen kendi ken­ dini kısıtlama meselesinde, ekonomi politiğin polis devletinin sınırsız iddiasına getirdiği asli denge unsuru kanımca budur,"76 demişti.

G E Z E G E N S E L K U VVETLER

1

Foucault'nun 1 978 v e 1979 yıllarında liberalizme yöne­ lik ilgisini anlamanın birkaç yolu vardır. Derslerinde yönetim sanatının birkaç yüzyıllık gelişimi üzerine sürdürdüğü incele­ menin doğal sonucu olabilir. Foucault'nun 1 978'de verdiği bir söyleşide belirttiği üzere, Hapishanenin Doğuşu'nu bir yanda bireyler üzerinde kurulan belli türden bir iktidar ve liberal re­ jimlerin doğuşu arasındaki bağlantıların incelenmesi olarak tasarladığını akılda tutarsak, düşünür 1978'e gelindiğinde bu husustaki görüşlerini işleyip geliştirmek istemiş olabilir.77 Hatta Biyopolitikanın Doğuşu'nda söz ettiği gibi, hukuk ve özgür­ lükler konusunda Fransa'da yürüyen tartışmaların, Helmut Schmidt'in iktisadi ilkelerinin ve Doğu'daki muhaliflerin izle­ dikleri yolların ertesinde, liberalizm problemiyle birlikte "ha­ lihazırdaki somut gerçekliğimiz karşı karşıya bulunuyor" bile olabiliriz.78 Bunların hepsi ya da hiçbiri olabilir. Gelgelelim başka bir açıdan bakıldığında, Foucault'nun özel olarak liberalizm problemiyle ilgilenmesi düşüncesinin evrimin­ de can alıcı öneme sahiptir. Foucault, Berkeley'de 1 980 yılında verdiği bir derste, geçmişte kendiliğin oluşturulduğu süreçleri açıklamaya çalışırken, "tahakküm teknikleri üzerinde fazlaca durmuş olabileceğinden" korktuğunu söyledi dinleyicilerine.79 Kendiliğin oluşumunu, baskı teknikleri ve bireyin kendi üzerin­ de edimde bulunduğu teknikler arasındaki dinamik gerilimin bir sonucu olarak görmeye başlamıştı. "Bireylerin başkaları ta­ rafından yönlendirildiği ve bilindiği temas noktası, bireylerin davranış biçimleriyle ve kendilerini nasıl tanıdıklarıyla ilişkili­ dir," dedi Foucault; "Buna devlet diyebiliriz."80 Devlet zorlu ve asla hareketsizliğe kavuşmayan bir dengedir. Bu mefhumla Foucault'nun bir önceki sene verdiği ders ara­ sındaki bağlantılar açıktır. Foucault Biyopolitikanın Doğuşu'n­ da asıl incelemek istediği olgunun (aldığı kararlar bağlamında) fiili yönetim pratiği değil, yönetimin düşünümsel tutumu, yani

129

1 30

1

FOUCAULT

yönetimin en iyi yönetim usulü üzerine düşünceleri olduğunu ilan etti. Foucault "yönetimin özbilincini" inceleyecekti.8 1 Yu­ karıda belirtildiği gibi, "hakikat ilkesi aracılığıyla polis dev­ letinin sınırsız iddiasına", "kendi kendini kısıtlama getiren" kuvvetin liberal ekonomi politik olduğunu Foucault işte bu bağlamda söyledi. Başka bir ifadeyle 1 978'den 1 980'e kadar süren dönemde, Foucault'nun tüm iktidar ve birey modeli paralel biçimde dö­ nüşüme uğradı. Artık tahakküm mekanizmalarının saf ürünü olarak görülmeyen birey, dışsal baskıyla kendilik teknikleri arasındaki etkileşimin karmaşık bir sonucu olarak ortaya çı­ kacaktı. Artık müdahale eden gözetleyici ve denetleyici araçlar olarak görülmeyen okullar, fabrikalar ve de devletler gibi ik­ tidar mekanizmaları, alanlarını ve nüfuslarını kısmen de olsa nesnel bilginin prensiplerine göre düzenleyen, yola gelmiş yö­ neticiler olarak görülüyordu. En basit ifadeyle Foucault'nun birey modeli "belirlenmiş­ ten", "kısmen kendi kendini inşa edene" dönüşürken, iktidar modeli de mutlakiyetçilikten liberalizme dönüştü.

FOUCAULT İRAN DEVRİMİ'NİN ilk sarsıntısı Avrupa'ya ulaştığın­ da Güvenlik, Toprak ve Nüfus dersini bitirmiş, Biyopolitikanın Doğuşu'na başlamak üzereydi; mutlakiyetçi ve liberal devlet aklı üzerine verdiği iki dersin tam ortasındaydı. Foucault'ya göre, İranlıların Şah'ın baskıcı ve Batı destekli rejiminde karşı karşıya kaldıkları durum birçok sebepten ötürü benzer türden­ di. Polis devleti mutlakiyetçiliğiyle liberal gelenekten gelen mo­ dernleşmenin acımasız bileşimi. İran devlet iktidarının "katı" veçhesi her yerde görülebili­ yordu: "Petrol ve yoksulluğun egemen olduğu İran'da ordu çok önemli bir konuma sahiptir." Dört milyon kişi ya da altı İran-

GEZEGENSEL KUVVETLER

1

lıdan biri, ordunun sırtından geçiniyordu. Foucault'ya göre bir değil tam dört ordu söz konusuydu; topraklara konuşlanmış ve teftiş görevi üstlenen geleneksel ordu, Şah'a tahsis edilmiş seçkin bir muhafız alayı, gelişmiş bir muharip birlik ve sayıları otuz binle kırk bin arasında değişen Amerikalı danışmanlar. 82 İ ran, geniş hapishane ağı, işkence odaları ve dehşet saçan gizli polisiyle "dünyanın en sıkı denetlenen monarşisiydi."83 Gelgelelim süpergüç destekli bu çelikten ağ, Foucault'nun İran halkının omzuna bindiğini düşündüğü "gezegensel sistem­ lerin" sadece yarısını temsil ediyordu. Görünüşe bakılırsa diğer yarısı, "modernleşme" kisvesi altında, tam anlamıyla küresel nitelikli toplumsal, iktisadi ve hatta manevi kuvvetlerin sessiz etkisiydi; Foucault'nun ifadesiyle "her birimizin sırtındaki ağır yük[tü]." Bu sert ve yumuşak kuvvetler dizisi, esasen "petrol iş­ çilerinin ve imparatorlukların sınırlarındaki çiftçilerin" zararı­ na varlığını sürdüren dünya düzenini alttan alta destekliyordu. Foucault sekiz gün süren bir grevin hemen ardından yeniden açılan İ ran pazarlarından birinde yaşadığı deneyimi anlattı. On dokuzuncu yüzyıl Avrupa gazetelerinde tanıtılan türden, sıra sıra dizilmiş çok büyük dikiş makineleriyle karşılaşmış, her bi­ riyse eski Acem motifli ince. işlemelerle süslenmişti. Çoktan mi­ adı dolmuş şarkın damgasını taşıyan bütün bu batılı malların üstünde "Made in South Korea" ibaresi bulunuyordu. Foucault bunu şöyle yorumladı: "O an, son olayların vahşi modernleşme karşısında en geri kalmış grupların geri çekilmesi olarak gö­ rülmemesi gerektiğini; daha ziyade kendi içinde arkaizm teşkil eden modernleşmenin bir kültürün ve halkın tamamı tarafın­ dan reddedilişi olarak yorumlanması gerektiğini hissettim."84 Foucault İran'da modernleşmenin yüksüz bir ağırlık olduğu­ nun altını çiziyordu. Modernleşme geçmişe ait bir olgu; ket vu­ rulduğu için değil, "tam da taşıdığı ilke yüzünden" reddedilen bir siyasi proje ve toplumsal dönüşüm tasarısıydı.85

ı31

13 2

1

FOUCAULT

"Gezegensel" ne basılı metinlerinde ne de yaptığı konuş­ malarda Foucault'nun sıklıkla başvurduğu bir kelime değildi. Gelgelelim 14 Şubat 1 979'da, Humeyni'nin zaferinden iki haf­ ta sonra verdiği derste bu kelimeyi kullandı. Kullandığı ifade, "toplama kampı dünyası" ya da kapitalizm ölçeğinde gulaglar anlamına geldiğini belirttiği "gezegensel ölçekte Soljenitsin­ di."86 İran'a atıfla kullanmadığı bu tabir, yine de Foucault'nun Şah rejiminde karşı çıktığını düşündüğü olguyu özetler gibidir. Pehlevi hanedanının saltanatı çağdaş bir distopya, milyonları kapsayan bir gulagdı; hanedanın modernliğe dönük hamlesi düzmeceydi; başkalarına kıyasla daha göz önündeydi. Foucault'nun İran Devrimi'ne verdiği destek, hiçbir zaman bu hareketi bir devrim olarak görmemesinden ileri geliyordu. "Devrim" kelimesi, Humeyni iktidara el koymadan önce yaz­ dığı yazılarda neredeyse hiç geçmemektedir: Olan biten bir "isyan," bir "ayaklanma," bir "hareketti." Bu çok önemlidir. Foucault'ya göre 1 978'in son aylarında İran'da yaşananlar ge­ leneksel anlamda organize edilmiş politik olaylar değildi; Ba­ tı 'nın halihazırda iki yüzyıldır uygulamaya çalıştığı "rasyonel ve yönetilebilir bir tarih boyunca gerçekleşen ayaklanmayı ele geçirmeye" yönelik "muazzam bir çaba" hiç değildi.87 Fouca­ ult Kasım 1 978'de şöyle yazdığında endişesini değil heyecanı­ nı dile getiriyordu: " İran'da olanlar, günümüz gözlemcilerini kaygılandıran bir şey taşıyor. Ortada ne Çin ne Küba ne de Vietnam var. Bunların yerine, askeri teçhizatı, öncü birlikleri ve herhangi bir partisi olmayan bir deprem dalgası görüyorlar."88 İran, Foucault'nun 1 977'de umudunu kestiği umut ışığıydı. Marksist olmaması, devrimci olmaması, politik olmaması, hat­ ta felsefi bile olmaması Foucault'nun gözünde onu meşru bir özgürleşme hareketi haline getiriyordu. Orası bir Sobibor'du, toplamı kampının duvarları arasından doğan kolektif bir ayak­ lanmaydı ve Foucault bu hareketi desteklemeye kararlıydı.

GEZEGENSEL KUVVETLER

l

Tahran'da olayların aldığı seyir, düşünür için bir dönüm noktasıydı. 1 979'un ortasından sonra bir daha İran hakkında yazmadı ya da aleni şekilde konuşmadı. Ne var ki onun önce­ sinde, yeni İslam devletinin Humeyni tarafından atanan başba­ kanı Mehdi Bezirgan'a, aceleye getirilen duruşmalara ve yar­ gısız infazlara son verilmesi adına son kez coşkulu bir çağrıda bulundu. Foucault Le Nouvel Observateur'de yayımlanan kısa ve öz açık mektubunda, "insan haklarına" dört defa, "haklar" kavramına ise ek olarak yedi defa atıfta bulundu.89 "Yargılanan kişiye," diye yazdı Foucault, "mümkün olduğunca çok sayıda savunma yolu ve hak tanınmalıdır ve bu bir zorunluluktur." Kamuoyu sanığa karşı mı? Halkının nefretini mi topladı? Du­ rum buysa, sanığa daha da dokunulmaz nitelikte haklar tanın­ malıdır. Bir devlet için, 'insanların en sonuncusu' anlayışı ol­ mamalıdır."90 Foucault bir yol seçmişti. Levy'nin sözlerinin de peşinden gelip gelmed iği n i insan merak ediyor: Öte yandan insana da inanmıyorum, onun düşünce sahne­ sinden çekilmekte olduğunu söyleyen kıymetli öğretmenle­ rimle hemfikir olmaya da oldukça hazırım; gelgelelim belli bir insan fikri olmaksızın Devletin faşizm girdabına kısa sü­ rede kapılacağına da inanıyorum. Marksistlerin formel öz­ gürlükler diye adlandırdıkları özgürlüklere en ufak bir ku­ ramsal değer biçmiyorum, fakat şu anda, pratik anlamda, toplumsal ayrımı kurmaya ve korumaya yönelik olağanüs­ tü kabiliyetlerini ve dolayısıyla barbarlığa karşı diktikleri kaleyi reddetmenin mümkün olduğunu düşünmüyorum. Başka bir ifadeyle, kırılgan ve belirsiz araçlar haricinde eli­ mizde siyasi soruları hükme bağlayabilecek başka bir şey kalmadığı huzursuz edici bir konumdayız artık. Belki de zaman, etik üzerine incelemeler kaleme alma zamanıdır.91

t 33

111. Kısım

ÖZN ELER

4. Bölüm

DERİN ÖZN ELER Fouca u lt ve Bireyi n Dön üşü

Batılı insanın özneleşmesi Greko-Romen dönemi değil, Hıristiyanlığa ait bir olgudur. 1

kariyerinin son dönemi, ale­ nen gerçekleşen birtakım değişimlerin damgasını taşıyordu. Düşünür, anavatanından giderek daha uzun süreler uzakta ka­ lıyor, yılın büyük bir kısmını Kaliforniya'da geçirmeyi tercih ediyordu. İlk defa modern dünyayı incelemekten vazgeçerek Helenistik Yunan, Roma İmparatorluğu ve Hıristiyanlığın ilk yüzyılları gibi uzak geçmişi sorguluyordu. İktidarın toplumsal işleyişini incelemeyi bırakarak, kendinden beklenmeyecek şe­ kilde din ve felsefeyle ilgileniyordu. Yeni çalışma programıy­ la koşut olarak Paul Veyne, Pierre Hadot ve Peter Brown gibi antik dünya tarihçileri; Paul Rabinow ve Hubert Dreyfus gibi Berkeley akademisyenleri ve Jürgen Habermas gibi liberal filo­ zoflar dahil yeni bir dizi muhatap bulmuştur. Gelgelelim yaşanan en büyük değişim, Foucault'nun öznel­ lik kavramını benimsemesiydi. Bağımsız ve serbest özne mefhu­ mu, Foucault'nun 1 960'larda ve 1 970'lerdeki düşünce sistemi dahilinde kabul edilebilir bir şey değildi. "Konuşan özne" bü­ tün düşünsel kariyerinin negatifini temsil ediyordu bir bakıma. Raymond Roussefden Bilginin Arkeolojisi ve Cinselliğin Tari-

MICHEL FOUCAULT'NUN DÜŞÜNSEL

138

1

FOUCAULT

hi'nin ilk cildine kadar özneyi kovma çabası -yani özerk bire­ yin aşikarlığının yerine dilin, söylemin ve iktidarın dağılımını getirmek- Foucault'nun felsefi projesinin en temel özelliğiydi. 1 9 80'lere gelindiğinde ona kılavuzluk eden bu kutupyıldızı kaybolmuştu. Önceki bölümde görüldüğü gibi, Foucault'nun yeni filozof­ larla ilişkisi ve İran Devrimi'yle kurduğu başarısız ilişki, çalış­ malarını derinden etkilemişti. Hapishanenin Doğuşu'nun ABD baskılarının daha mürekkebi bile kurumadan önce disiplin kavramından uzaklaşması ve tahakküm pratiklerinden ziyade kendi kendine başlatılan sınırlandırma ve kısıtlamaya dayanan bireyselleşme anlayışına yönelmesi, en hafif tabiriyle bir para­ digma kaymasıydı. 1 980'den itibaren öznellik, çalışmalarında daha önce görülmediği kadar ön plana çıktı. Artık "özne" keli­ mesi istihzayla karşılanmıyordu.

yaşamının son yıllarında öznellik temasının Fou­ cault'nun düşüncesindeki yükselişi ele alınacaktır. Makaleler­ den, önemli eserlerden, yayımlanmış ve yayımlanmamış söyle­ şilerden ve en çok da 1 979 ve 1980 yıllarında Foucault'nun College de France'ta verdiği derslerden yararlanarak, düşünü­ rün 80'lerle birlikte "güçlü" özne tasavvuruna doğru yöneldiği ileri sürülecektir. O dönem ortak çalışmalar yürüttüğü isimler ya da tarihçiler bugüne dek teslim etmeye yanaşmasalar da, Foucault son döneminde bireyleri ciddiye alıyordu. Bir önceki bölümde, Foucault'nun İran Devrimi üzerine yazdıkları bağlamında, College de France'ta 1979'da verdiği Biyopolitikanın Doğuşu dersinin kimi temel temaları anlatıldı. Foucault'nun en iyi öğrencilerinin de hiç vakit kaybetmeden anladığı üzere, Biyopolitikanın Doğuşu kavramsal düzeyde hiç de yabana atılamayacak bir evrimdi. Dersin başlangıcında alınBU BÖLÜMDE

DERİN ÖZNELER

1

tıladığı Robert Walpole'un hareketsiz duran her şeyin kendi ha­ line bırakılmasına ilişkin vecizesi, yaşanan değişime dair yeterli bir uyarıydı aslında.2 Zira başlığın da belirttiği üzere, derslerin amacı, Foucault'nun 1 975'ten beri üzerinde çalıştığı biyopoli­ tikayı daha iyi anlamaktı. Düşünür giriş dersinde, biyopolitika başlığı altında topladığı çeşitli problemlerin "ana bağlantısının, nüfus" olduğunu göstermeyi istediğini dinleyicilerine anlattı. Biyopolitika üzerine sürecek tartışmaya siyasal liberalizmin yükselişinin betimiyle başlamak niyetinde olmasından dola­ yı, kısa süreli olacağını umduğu arasözü için dinleyicilerinden özür diledi. "Liberal adı verilen devlet rejiminin ne olduğunu öğrenebilirsek biyopolitikanın da ne olduğunu kavrayabiliriz gibi geliyor bana."3 Gelgelelim biyopolitika bir daha tartışılmadı. Başlığı başka bir şey söylese de, Biyopolitikanın Doğuşu liberal politik teori incelemesine dönüştü. Dersin ana teması, tepeden aşağı gerçek­ leşen müdahalelerden ziyade hesaplı bir kendi haline bırakma yaklaşımı sergileyen bir tür "yönetimselliğin" ( bir laissez-faire devletinin) ortaya çıkışı ve dönüşümüydü. İktidarın işleyişine dair daha önceki çalışmalarıyla büyük bir fark vardı. On seki­ zinci yüzyıl sonundan on dokuzuncu yüzyıl başına dek işlenen zaman dilimi; Hapishanenin Doğuşu, Kliniğin Doğuşu, Kelime­ ler ve Şeyler ve Foucault'nun daha kısa eserlerinde işlenen za­ man dilimiyle tıpatıp aynıydı. Fakat argümanı tam tersi yönde ilerliyordu. Foucault toplumsal denetimin sıkılaştırılmasından ziyade bir tür gevşemeden; doğal süreçlerin seyrini izlemesine, bireylerin isteklerini takip etmesine izin verdiği ölçüde titizlikle işleyen bir iktidardan söz ediyordu. Peki, hangi bireylerden söz ediliyordu? Bir önceki bölümde belirtildiği gibi, Foucault'nun 1 968 sonrası toplumsal eleştiri­ ye getirdiği en önemli katkı, modern birey kavramının bizatihi kendisini radikal bir sorgulamaya tabi tutmasıydı. Hapishane-

139

140

1

FOUCAULT

nin Doğuşu'nda, Cinselliğin Tarihi'nin birinci cildinde ve baş­ ka yazılarında bireyin aşikarlığına karşı çıkarak, bireyselliğin otoriteye, sanki bir biçimde birbirlerine zıtlık taşıyormuşçasına karşıtlık içinde konumlandırılmasını doğrudan reddetti. Bu­ nun yerine, bireylerin son derece rasyonalize edilmiş söylemsel sistemlerin bir ürünü olduğunu ileri sürdü; bireyler iktidarın modern yapılandırmasının bir sonucuydu. Foucault bu iktidar yapılandırmasına "disiplin" adını verdi.4 Disiplin ya da başka bir ifadeyle okullar, fabrikalar ve hapishaneler gibi kurumların toplum genelinde ortaya çıkması, nüfusların öylesine incelikli gözetlenmesine, incelenmesine ve etki altında bırakılmasına yol açıyordu ki, iktidar toplumun her alt bileşenine ayrı ayrı tesir edebiliyordu. Tarihte emsali bulunmayan gelişmeler sonucun­ da, nüfusa dahil her bir kişi hakkında yığınla bilgi toplanıyor ve kaydediliyordu. " Bireyler" tarihte işte böyle ortaya çıkıyor­ du. Foucault'nun bu hususta benimsediği realizm karşıtlığı mutlaktı. Disiplin yoksa birey de yoktu. Disiplin kurumları ve bu kurumlarla bağlantılı psikiyatri, klinik tıp ve kriminoloji söylemleri ortaya çıkmadan önce "bireyler" yoktu. Tıpkı, Fou­ cault'nun da söyleceği gibi, havacılık söyleminden önce astro­ notların var olmaması gibi. Foucault'nun bireylerin liberal söylemine yönelmesi işte bu anlamda şaşırtıcıydı. 1 970'lerin sonlarında Foucault'yla yakın çalışan öğrencisi Alessandro Fontana, bu dönemi 1 984'te ver­ diği bir söyleşide şöyle anımsadı: "O zaman kendimize şöyle demiştik: Foucault liberalizm üzerine kafa yorarak bize siyaset üzerine bir kitap sunacak. Liberalizm bireyi iktidar mekaniz­ maları haricinde yeniden keşfetmek için de bir tali yol sağlıyor gibiydi."5 İster Fizyokratların ister Chicago Okulu'nun kavra­ dığı şekliyle olsun, "liberal yönetimsellik" doktrinlerini incele­ mek, Foucault'nun da farkında olduğu üzere, bireyleri birincil ve kurucu nitelikte, yani toplumsal yapının atomları olarak ele

DERİN ÖZNELER

1

alan bir söyleme kendini kaptırmak demekti. Bireylerin retori­ ğinde, gözlemleyen ve buyuran bir iktidarın maskesinden baş­ kaca bir şey görmeyen, aşağı yukarı 1975'te şekil kazanmış, kuramsal yapıyı geçici süreyle de olsa paranteze almak anla­ mına geliyordu. Böyle bir hamle kendi başına bir inanç beyanı değildi belki. Fakat yine de sarsıcıydı. Foucault'nun Biyopolitikanın Doğuşu'nda sunduğu sav nispeten açıktı. Adam Smith ve Adam Ferguson gibi İskoç Aydınlanması'na mensup düşünürlerin yanı sıra François Qu­ esnay gibi Fizyokratların metinlerinden de bolca yararlanan Foucault, liberalizmin devlet aklının iktisat söylemi tarafından sömürgeleştirilmesini temsil ettiğini dinleyicilerine göstermeye çalıştı. Başka bir ifadeyle liberalizm, on yedinci yüzyılda or­ taya çıkan idari devletin iktisattan feyz alan bir eleştirisiydi; nihayetinde oldukça başarılı olacak bir eleştiri. Foucault'nun nazarında Smith gibi bir yazarın siyasal iktisadı, merkantilist siyasetin hatalarını gözler önüne sermenin çok ötesinde, devlete ve egemenliğe endeksli siyasal aklın bertaraf edilmesiydi.6 Liberalizmin prensiplerine göre yönetmek, bir dizi değişik­ liği gerektiriyor, devlet ve hükümdar açısından değil, sivil top­ lum açısından düşünmeyi şart koşuyordu. Buna koşut olarak da, ulusların topraklarının ve kaynaklarının yönetici yararına değil, yönetilenlerin kolektif yararına idare edilmesini de şart koşuyordu. Son olarak ve hepsinden önemlisi, yeni bir tür poli­ tik öznellik şart koşuyordu. "Hukuk öznesi", idari devlette or­ taya çıkmış haliyle sujet de droit, sivil toplumda yer alan "po­ litik özneden" ayrı olmakla kalmıyordu; ikisi bütünüyle farklı mantıklara riayet ediyordu.7 Hukuk öznesi ya da homo juridicus, feragat etmeye razı olmasıyla sınırlı pozitif haklar karşılığında doğal haklardan feragat etmesiyle niteleniyordu. Buna karşılık iktisadi özne, homo oeconomicus, bir çıkar öznesiydi; ihtiyaçları ve istekleri

141

1 42

1

FOUCAULT

doğrultusunda hareket ediyordu. Çıkarlarından feragat etmesi istenemeyeceği gibi, herkesin çıkarı gözetildiği sürece kendi çı­ karını sonuna kadar sağlaması gerekliydi. Piyasa ve sözleşme tamamen zıt yönde işliyordu. "Bunlar heterojen yapılardır," de­ mişti Foucault.8 Çıkar, hukuki irade karşısında uzlaşmaz bir unsur oluşturu­ yordu böylece. Homo oeconomicus ve homo ;uridicus politik öznelliğin iki ayrı biçimini temsil ediyordu; başka bir ifadeyle, onlara hükmedecek iktidara tamamen farklı sorular soruyor­ du. Bu iki farklı "özne"-buradaki çift anlamlı argüman için el­ zemdi- iktidarı farklı dizgeler üzerinden deneyimliyordu. Çıkar öznesi sözleşmelere sözleşme olduklarından değil, böyle yap­ ması kendi çıkarına olduğu için sözleşmelere riayet ediyordu. Foucault'ya göre, Hume'un (Blackstone'a karşı) hukuki yapı­ nın varlığının çıkar öznesini hükümsüz kılmadığını iddia eder­ ken kastettiği de buydu; çıkar öznesi varlığını devam ettiriyor ve hukuk öznesine üstün gelmeyi sürdürüyordu.

BURADAN ÇIKARMAMIZ gereken esas sonuç neydi peki?

Birincisi, düşünce tarihindeki bir uğrağı kesinlikle soybilimsel olmayan bir yöntemle betimliyordu. Soybilim metodu, bilgideki ilgili dö­ nüşümü inceleyebilmek için iktidar yapılanmasındaki tarihsel süreksizliği bulup çıkarmasını gerektirirdi. Foucault böyle bir yaklaşım sergilememişti. Bunun yerine politik teori söylemini, muazzam bir stratejik kayma olarak gördüğü olguyu ortaya çıkarmak adına analize tabi tutmuştu. Bu yaklaşım metodo­ lojik olarak, sözgelimi Cinselliğin Tarihi'nin birinci cildindeki yönteminden daha ziyade, Kliniğin Doğuşu'nda kalkıştığı pro­ to-arkeolojiye yakındı. İkincisi ve daha önemlisi, Foucault çalışmasında politik öz­ nellik olarak geçen mefhumda gerçekleşen değişimlere vurgu

DERİN ÖZNELER

l

yapmıştı. Bu yaklaşım, daha önce gördüğümüz üzere, öznel­ liğin türetilmiş yapısını sürekli olumlayan ve "yaşanmış dene­ yimi" çağrıştıracak bütün bakış açılarından kaçınan önceki bütün çalışmalara tamamen aykırı nitelikteydi. Bu yenilik Fou­ cault'nun öğrencilerinin gözünden kaçmadı. Fontana 1984'te Foucault'yla yaptığı bir söyleşide şu tespitte bulundu: "Feno­ menolojik özneye karşı tahammülsüzlüğünüz iyi biliniyordu. O dönemde, pratikler öznesi hakkında konuşulmaya başlanmış, liberalizm biraz da bu tutumla yeniden ele alınmıştı." Politik öznellik üzerine yapılan analizin, öznelliğin yeniden değerlen­ dirilmesi yönünde atılan ilk adım olduğu da açıktı. Fontana için liberalizm, "bireyi iktidar mekanizmaları dışında yeniden keşfetmek için tali yol" olarak görünüyordu.9 Fontana'nın değerlendirmesinin her üç bölümü de esasen doğruydu. Liberalizm bir "tali yol" tanımlıyor, yeni bakış açıla­ rı sağlasa da Foucault'nun sonuna kadar takip etmeyeceği bir izlek sunuyordu. Söz konusu izlek, kariyerinde ilk defa eylem özgürlüğü taşıyan özneler hakkında açıkça konuşabilmesini sağladığı ölçüde, "bireyi yeniden keşfetmesine" de olanak tanı­ yordu. Liberalizm, son olarak, Hapishanenin Doğuşu'nda gö­ rülen "gözetleme toplumuyla" pek benzerlik taşımayan (başlı başına) bir iktidar yapılandırması sunarak, kendisini "iktidar mekanizmalarının" dışında konumlandırıyordu. Foucault'nun sunduğu biçimiyle liberalizm, merkezin bütün ağları kontrol edemeyeceğini ve ulus yaşamının, merkezi oto­ riteden bağımsız olmakla kalmayıp, doğal akışlarını sürdürme­ lerine izin verildiği ölçüde ulusun gücüne güç katan birtakım süreçlerden meydana geldiğini bilen bir iktidardı. Foucault'ya göre iktisadın politik söyleme sızması, mutlakiyetçi müdahale­ ciliğin beyhudeliğinin kuramsal kabulüydü. İktisatçıların gör­ düğü biçimiyle dünya, müdahale edilecek ve ince ayar yapıla­ cak şeffaf bir sistem değildi. Aksine, mattı ve bütünleştirilebilir

t 43

1 44

1

FOUCAULT

değildi. Foucault şöyle ifade etti: İktisat ateist bir disiplindir, iktisat Tanrı'sız bir disiplindir, iktisat bütünlüğü olmayan bir disiplindir, iktisat hakim bir görüşün, devleti her yönden yönetmekle yükümlü hüküm­ dar bakış açısının sadece faydasızlığını değil imkansızlığını da göstermeye başlayan bir disiplindir. ıo Foucault'nun konuşma tarzına aşina olan dinleyiciler, bu son mecazdaki Foucaultcu temayı tanımışlardır. "Hükümdarın ba­ kış açısı" sadece "kralın mekanını" çağrıştırmakla kalmıyor, aynı zamanda 1 977 gibi geç bir tarihte bile Foucault'nun "ik­ tidarın gözü" olarak adlandırdığı olguya doğrudan atıfta bulu­ nuyordu.11 İktisadı "ateist bir disiplin" olarak nitelemek, toplumsal güçlerin "bütünlüğü" üzerinden nemalanmayı sağlayacak sabit bir noktanın, hükümdar ya da tanrısal bir bakış açısı imkanı­ nın kendisini reddetmek anlamına geliyordu. Foucault, modern liberalizmin, bir yanda çıkar öznelerinin (ya da iktisadi öznele­ rin) bütünleştirilemez çokluğunu, öte yandaysa hukuki hüküm­ darın bütünleştirici birliği arasındaki bağdaşmazlığı formüle etmek üzere ortaya çıktığını ileri sürdü. Liberal eleştiri, bağım­ sız hareket eden bireylerden oluşan bir toplumu gözlemleyebi­ len ve dolayısıyla denetleyebilen hükümran merkeze inanmış yönetimsel söylemin yetersizliğini açığa vuruyordu. Foucault böylesi bir sav ortaya atarak, sıklıkla yaptığı gibi, iki ayrı perdeden konuşuyordu. İlkinde söz konusu söylemsel yaklaşımların, diğer bir ifadeyle panoptizmin, imkanını varsa­ yan yaklaşımların tarihsel açıdan doğruluğunu sorgulayan bir süreç tanımlıyordu. İ kincisindeyse aynı söylemsel yaklaşımla­ rın kendi düşüncesinde sorgulandığı süreci aktarıyordu. Fouca­ ult'nun "iktidarın gözünü" eleştirel açıdan zayıflatan söyleme

DERİN ÖZNELER

1

duyduğu ilgi, bu açıdan bakıldığında, özeleştiriye yönelik bir çaba gibi görünüyordu. Biyopolitikanın Doğuşu Foucault'nun disiplin hipoteziyle ilk aleni hesaplaşmasıydı. Ona büyük şöhret kazandırmış bir yaklaşımı tasfiye etmeye ve bireylerle ilgili farklı bir biçimde konuşmaya yönelik ilk çabasıydı. Görünürde, doğrudan doğ­ ruya 1 978'de verdiği derslerin "devlet aklı" anlatısından çıkmış gibiydi. Ne var ki görünürdeki bu sürekliliğin ardında, öznel­ liğin keşfedilmemiş diyarına yapılan gözüpek bir yolculuk söz konusuydu. Bu yeni istikamet, aynı yılın sonbaharında kesin olarak teyit edildi. Ekim 1 979'da verdiği bir söyleşide Foucault şöyle bir beyanda bulundu: "Psikanalistlerin ele aldığı türde bir öznellikten, psikolojik öznellikten, kendimizi özgürleştirmeli­ yiz." Burada ima edilen düşünce, benimsenmeye değer başka ve daha iyi öznellik türleri olduğu düşüncesi, kayda değerdi. Foucault'nun "kendimize ve davranışlarımıza dair birtakım düşüncelerin esiri olduğumuzu" ve dolayısıyla, "öznelliğimizi, kendimizle olan ilişkimizi özgürleştirmemiz gerektiğini" ileri sürmesi daha da kayda değerdi.12 Foucault 1979 güzünde Kuzey Kaliforniya'daydı. Berkeley ve Stanford'da misafir öğretim üyeliği yapıyor, düşünürü hay­ ranlıkla takip eden Amerikalı dinleyicileri onu bir rock yıldızı gibi karşılıyordu. Verdiği konferanslar düşünürün son projele­ rinden binlerce insanın haberdar olmasını sağlıyordu. Gelge­ lelim yeni gidişatına dair en çarpıcı açılımlar, küçük çaplı ve gayriresmi tartışmalarda, ziyaret ettiği üniversitelerin felsefe bölümleri tarafından Foucault'nun sık sık davet edildiği so­ ru-cevap oturumlarında ortaya çıktı. 1 979 Kasımı'nın sonlarında, Foucault'yla analitik filozof John Searle'ün fikirlerini tartışmalarına olanak sağlamak için Berkeley'de bir oturum düzenlendi. Bir önceki yıl Japonya ge­ zisi sırasında Foucault, kendi projesini "siyasetin analitik felse-

1 45

146

1

FOU CAULT

fesi" olarak tanımlamıştı.13 Speech Acts: An Essay in the Philo­ sophy of Language ve Expression and Meaning: Studies in the Theory of Speech Acts adlı kitabın yazarı Searle, haklı olarak kendi çalışmalarının Foucault'nun 1 960'lardan 1 970'lere dek yaptıklarıyla ilişki halinde olduğunu düşünüyordu. Searle sivri sorular sormayarak, bu görevi etkinliği düzen­ leyen Paul Rabinow ve Hubert Dreyfus'a bıraktı.14 Dreyfus, Kelimeler ve Şeyler'de tanımlanan "insanın son aşamaları" mefhumu ve öznenin kaybolması konularında Foucault'yu sıkıştırdı. İngilizce söz alan Foucault, 1960'ların sonlarında­ ki felsefi yaklaşımlarını kararlılıkla eleştirerek karşılık verdi. Kelimeler ve Şeyler de ileri sürülenlerin, Fransa'da o dönemin konjonktüründe, bir şeylerin bitiyor, yeni bir şeylerin de başlı­ yor göründüğü "kıyamet düzeni" bağlamında anlaşılması ge­ rektiğini söyledi. "Bu hissiyat," diye ekledi, " 1968 Mayısı'yla birlikte gitgide daha da pekişti."15 Bunun üzerine Dreyfus, konuyu Foucault'nun o sıralarda takip ettiğini düşündüğü araştırma alanına getirdi. Neden, diye sordu, soybilim metodunu ele alacak Bilginin Arkeolojisi gibi metodolojik bir kitap yazmamıştı? Foucault, amacının aslında bu olduğunu, Cinselliğin Tarihi'nin birinci cildinde gelecekte yazacağı Le pouvoir de la verite başlıklı kitaba yaptığı atfın, o tarzda bir soybilimsel inceleme yazmaya yönelik niyetini belli ettiğini söyledi. "Le pouvoir de la verite . . neden her şeyin bi­ lim addedilen birtakım hakikat söylemlerine dahil edilmesi ge­ rektiğini işleyen, toplumumuzdaki soybilim ve neden sorusuna odaklanacak, aynı zamanda toplumumuzda hakikatin kurum­ sallaştırılmasını içerecekti."16 Bu bölümde kayda değer iki husus var. İlki, Foucault'nun soybilim adı altında bilfiil uyguladığı metotla biraz benzerlik taşıyan bu soybilimsel inceleme taslağının tanımıydı. Sözgeli­ mi, Hapishanenin Doğuşu'nu hakikatin kurumsallaştırılmasını '

.

D E R İ N ÖZNELER

!

anlamaya yönelik bir çaba olarak görmek zordur. Aynı ölçüde önem taşıyan ikinci husus ise geçmiş zamanlı şart kipi kulla­ nımıdır. Le pouvoir de la verite Foucault'nun başka şartlarda yazacağı, fakat artık pek de ilgi duymadığı bir kitaptı. Soybilim metodu çoktan dünde kalmıştı. Gelgelelim Foucault'nun araştırmaya heves duyduğu asıl konu ve modern liberalizm üzerine verdiği dersin ardından ulaştığı düşünce, iki hafta öncesinde Stanford'da düzenlenen bir oturum sırasında ortaya atılmıştı. Onu dinlemeye gelen kü­ çük topluluğa şöyle demişti: "Şimdilerde itiraf üzerine yazılmış literatürü inceliyorum." Söz konusu literatür, bu itiraf işleminin doğru şekilde yürütülmesi üzerine kaleme alınmış " binlerce ki­ tabı" ve gerçeği, "insanların ruhundan ve kalbinden çekip çı­ karmaya yarayan olağanüstü gelişmiş teknik yöntemleri" kap­ sıyordu.17 Foucault, itiraf edenlerin "ruhuna ve kalbine" dikkat çeker­ ken, onu dinlemeye gelenlerin birçoğu, düşünürün gelişigüzel söz aldığını düşünmüştü büyük ihtimalle. Ne de olsa karşıla­ rındaki kişi, ait olduğu Fransız düşünür kuşağında eşi benzeri olmayan sert üslubuyla Hapishanenin Doğuşu'nda "bedenin hapishanesi, ruhtan" bahsetmişti.18 Artık ruh düşüncesine daha çok bel bağladığına hükmetmemizi sağlayacak herhangi bir ge­ rekçe var mıydı? Aslına bakılırsa, Hapishanenin Doğuşu'nda sunduğu dü­ şünceleri on iki ay geçmeden olağanüstü şekilde yeniden yo­ rumlayacaktı: "Tabii ki ruhun bedenin hapishanesi olduğunu söylediğimde ciddi değildim. Böyle bir disiplinde, bedenin, bire­ yin kendisiyle kurduğu belli bir ilişki üzerinden tanımlandığını ve sınırlandığını anlatmak istedim aslında."19 Foucault'nun Hapishanenin Doğuşu'nda bilerek böyle bir anlam aktarmaya çalışmadığını ve yine sürmekte olan projeleri ışığında geçmiş çalışmalarını yaratıcı biçimde yeniden yorum-

1 47

148

1

FOUCAU LT

ladığını görmek pek zor değildi . Ne var ki Foucault'nun açıkla­ maları değişen bakış açısını göstermesi bakımından çifte öneme sahipti; sonuçta ruh meselesinde sözünden dönmekle kalmıyor, aynı zamanda bu soruyu "bireyin kendiyle kurduğu ilişki"yle bağlantısını kurmuş oluyordu. İtiraf pratiklerinin incelenmesinde söz konusu olan, ne birey ve iktidar ne de birey ve söylem arasındaki bağlantıydı. Bire­ yin kendisiyle kurduğu bağlantı söz konusuydu. Peki bireyin kendisiyle kurduğu bağlantı neydi? Bu bağlantı Foucault'nun "öznellik" terimini tanımlarken kullandığı ifadeden başka bir şey değildi.20 O halde itiraf pratikleri, öznelliğin oluşumunu açıklığa kavuşturacaktı. Buna karşılık Foucault'nun öznellik sorusuna karşı giderek artan ilgisinin ardında, özneye ilişkin farklı bir yaklaşımın ol­ duğuna dair emareler var mıydı? Foucault'nun 1 979 güzünde yaptığı halka açık konuşmasına bakılırsa, vardı. Stanford'da yaptığı bir konuşma sırasında 1 970'lerdeki belli başlı siyasi ve toplumsal görüşlerine ilişkin kendisine yöneltilen sorulara, ki­ bar olduğu ölçüde sert bir savunmayla kişisel etiği felsefenin ve politik eylemin çıkış noktası olarak belirlediğini söyleyerek karşılık verdi: Psikiyatri ya da cinselliğin baskılanması konularında aldı­ ğım birtakım kararların kendi yaşamıma ve kendi deneyi­ mime dayandığını gizlemiyorum. Kaldı ki neden gizleye­ yim? Öznelliğin bir hak, kuramsal ve siyasal bir alan olarak ortaya çıkmasının özelliğini ve önemini kavrıyorum. Günü­ müz toplumunun ayırt edici özelliğinin tam da burada ifa­ de bulduğunu, öznelliğin kendini gösterebilme ve çok ciddi kuramsal ya da siyasal alanda bile "bunu kabul edemem", "bunu istemiyorum" ya da "bunu arzuluyorum" diyebilme hakkına sahip olduğunu düşünüyorum.21

DERİN Ö Z N E L E R

1 149

Alışılmadık ölçüde açıklayıcı bir duygu patlamasıyla gelen Foucault'nun cevabı üç şeyi açıklığa kavuşturuyordu. Önem atfetme hususunda tayin edici olanın beğeni olduğunu oldukça Nietzscheci bir üslupla savunuyordu. Hapishanenin Doğuşu'n­ daki savını tersyüz ederek, kendisini ortaya koyan öznelliğin modern toplumun ayırıcı özelliği olduğunu açıkça iddia edi­ yordu. Son olarak ve en önemlisi, öznellik meselesinin Foucault için kişisel bir önemi olduğunu ima ediyordu. Zira araştırma gündemini kendi yaşamı ve deneyimi belirliyorsa, gelecekte öznellik üzerine eğilme kararı başka nasıl yorumlanmalıydı? 1 980'de verdiği dersin gündemi tam da bu olacaktı. Foucault'nun 1980'de College de France'a sunduğu ders müfredatı, düşüncelerini yanıltıcı başlıklarla sunma geleneğini sürdürdü. Önceki derse oldukça benzer şekilde, Canlıların Yö­ netimi de modern biyopolitik üzerine bir araştırma gibi görünü­ yordu. Gerçekteyse dini doktrinlerin gelişimi üzerine bir dersti ve Foucault'nun antik dünyaya yönelik ilk cesur girişimiydi.22 Canlıların Yönetimi Foucault'nun bugüne kadar verdiği dersler arasında belki de en karmaşık ve zorlu konuyu işli­ yordu. Dolayısıyla derse görsel bir metaforla başlamayı seç­ ti. Foucault dinleyicilerini ikinci yüzyıl sonlarında imparator Septimius Severus'un hüküm sürdüğü Roma 'ya götürdü. Seve­ rus'un, tavanında doğum anında gökyüzünün tasvir edildiği ve hükümlerin verildiği odasını betimledi dinleyicileri için. Fou­ cault'ya göre bu tertibin amacı, Severus'un hükümdarlığının kaderin cilvesi olmadığını, alelade insanlarca kurulmadığını, aksine yıldızlara ve tam da dünyanın gereklerine dayandığını göstermekti. Bu tertip aynı zamanda Severus'un hükümlerinde bulunan logos'la, evreni meydana getiren logos'un aynı oldu­ ğunu da gösteriyordu. Son olarak da, hükümdarlığının kaçınıl­ mazlığını ve tahtını ele geçirmeye yönelik olası tüm çabaların beyhudeliğini peşinen ortaya koyuyordu.23

ı 50

1

FOUCAULT

Foucault'ya göre bu sayede, tesadüfi eylemlerden oluşan bir geçmiş, belirsiz ve tekil edimlerden ibaret bir şimdiki zaman ve bilinemeyen bir gelecek, gerekler haline getiriliyor ve yönetim alanının tavanında bir hakikat olarak sunuluyordu. Yıldızların aydınlattığı odasında bulunan Septimius Severus, Foucault için dersinin temelini oluşturan iç içe geçmiş tüm fikirleri mükem­ mel temsil ediyordu. Zira Canlıların Yönetimi tema olarak, "in­ sanların yönetimi, öznellik biçiminde tezahür eden hakikat ve tek tek herkesin kurtuluşu arasındaki ilişkileri medeniyetimiz dahilinde ne şekilde belirlediğimizi," ele alacaktı.24 Bu alabildiğine yoğun projeyi bölüm bölüm ele almak gerek. Şimdilik ilk iki bölümü, Foucault'nun "insanların yönetimi" ve "öznellik biçiminde tezahür eden hakikat" olarak adlandırdığı bölümleri ele alalım. Foucault insanların yönetimiyle sözde hakikatin, özellikle de öznellik biçiminde gelen hakikatin teşhiri arasında kurulan bağlantıları sorguluyordu. Yöneticilerin Batı tarihi boyunca yö­ netimsel iktidarlarını söylemlere başvurarak temellendirdiğini söylüyordu Foucault; çoğu kez tek başlarına kullandıkları ve hakikat iddiası barındıran söylemlerdi söz konusu olan. Ör­ neğin, devlet aklının oluşmasına yol açan modern politik söy­ lemin aksine, bu "hakiki söylemler" faydacılık üzerinden veya yönetimin işleyişini rasyonalize etme ya da daha verimli kılma kapasitesi üzerinden açıklanamaz. Söz konusu söylemlerin ge­ niş anlamıyla siyasetle hiç ilgisi yoktu. Yöneticilerin iktidarını ve etkililiğini kesinlikle geliştirmeyen astroloji, bu duruma mü­ kemmel bir örnektir. Astroloji yöneticilerin hükmetmeye uy­ gunluğunun teşhirine yönelik, tamamıyla asılsız bir hakikatin sunulmasını sağlıyordu sadece. Hakikatin tezahürü aracılığıyla insanların yönetimi işte buydu. O halde hangi noktada öznellik konuya dahil oluyordu? Bunun cevabı hiç de basit değildir ve Foucault'nun derse giriz-

DERİN ÖZNELER

1

gah olarak seçtiği kısa hikayenin önemi de tam burada yatmak­ tadır. Septimius Severus'un hükmettiklerine yansıttığı hakikat, gayrişahsi bir nitelik taşımıyordu; bu hakikat, aksine, impara­ torun kendi varlığının çarpıcı bir ifadesiydi. Ôz hakikatiydi bu. Foucault'ya göre imparator kendiliğinin sunumunu öylesine ciddiye alıyordu ki, yıldızlı göğün belli bir bölümünü tavanın­ dan sildirmiş, sadece kendisinin erişebildiği bir odada gizlemiş­ ti. Söz konusu olan "yıldız haritası" olarak anılan ya da kişinin kendi ölüm saatini bilmesini sağlayan harita olarak geçen kesit­ ti. Bu göğe ait parça imparatorun nihai kaderini belirlediği için ister istemez gizliydi.25 Foucault insanların yönetiminin "kişinin kendi hakikatinin" ifşasıyla nasıl pekiştirildiğini incelemek istiyordu. Dersin ilerle­ yen bölümlerine dek bu niyetini dinleyicileriyle paylaşmasa da insanların, hakikatin ifşası tarafından yönetildiği kipliğin Seve­ rus'tan sonraki yüzyılda ciddi değişikliğe uğradığını göstermeyi umuyordu. Roma imparatoru kendisine dair hakikati dünyada, yani kendisinin dışında, kendisinin üzerinde bulmuştu. Kaderi harfiyen yıldızlarda yazılıydı. Öte yandan Hıristiyanlığı benim­ seyenlerse hakikati kendi içlerinde buluyordu. Ayrıntılarla süs­ lü bir dizi itiraf pratiğiyle hakikate ulaşıyorlardı. Foucault'nun iddiasına göre bu değişim, modern bireyin ortaya çıkmasında muazzam bir etkiye sahipti. Gerek geç antik dönem Romalılar, gerekse erken dönem Hı­ ristiyanlar için insanların etkin yönetimi, insanın kendi hakika­ tinin kamusal ifşasına dayanıyordu. Fakat söz konusu kamusal ifşanın yapısı, bu iki yönetim biçimi arasında tamamıyla tersine çevrilmişti. Septimius Severus insanları yönetme meşruiyetini kanıtlamak üzere, kendisi dışında var olan bir tür hakikat sun­ muştu. Buna karşılık Hıristiyan papazsa, yönettiği her ruhsal varlığın içinde yer alan eşsiz hakikati çağırıp çıkarıyordu. Dersin odak noktası işte bu geçişti. Canlıların Yönetimi

151

ı52

1

FOUCAUlT

tikel (ve tarihsel olarak önüne geçilemeyen) öznelliğin, bireyi kendi derin hakikatinin gizli taşıyıcısı olarak gören öznelliğin, ortaya çıkışını işleyen bir dersti.

hakikat aracılığıyla yönetimi" üzerine sürdürdüğü çalışmalarla geçmişle bağını gerçekten kesmiş miy­ di? Yürüttüğü analizlerin soybilim yönteminin ötesine geçtiğini kabul eder miydi? Bunun cevabı hiç kuşkusuz evettir. Dersin ilk oturumunda belirttiği gibi, yönetim-hakikat ikilisini, açıkça ik­ tidar-bilgi ikilisiyle ikame etmek istemişti. İnsanların yönetimi mefhumunu hakikat olgusu üzerinden genişletmek, "artık eski­ miş ve basmakalıp hale gelmiş iktidar-bilgi temasını bir nebze yola koymanın" bir yoluydu.26 Foucault'ya göre mesele, iktidar-bilgi düşüncesinin ken­ disinin geçici bir önlem olduğunu kavramaktı. Foucault'nun 1 970'ler boyunca derslerinde ve kitaplarında kullandığı biçi­ miyle iktidar-bilgi düşüncesi, düşünce tarihi disiplinindeki bir problem olan ideolojiye dayalı analize cevaben yapılmış bir düzeltmeydi.27 Foucault'nun Cezai Toplum'dan bu yana iddia ettiği üzere, ideoloji mefhumu olağanüstü sınırlayıcı bir mef­ humdu, çünkü tarihçiyi iktidarın sadece iki seçeneğe sahip olduğunu düşünmeye itiyordu; ya şiddetin dilsiz gücü ya da ideolojinin çenebazlığı. Foucault'nun 1973 baharında dinle­ yicilerine yaptığı uyarıya bakılırsa, böyle yalın bir seçim söz konusu değildi: FOUCAULT "İNSANLARIN

Her şeyden önce, iktidar bu ikileme, yani kendisini şiddet aracılığıyla dayatmasıyla ideolojinin çenebaz söylemini sür­ dürerek kendisini kabul ettirmesi ve gizlemesi arasındaki ikileme düşmüş değildir. Gerçekte, iktidarın uygulandığı her nokta, aynı zamanda bir oluşum sahasıdır; ideolojinin

DERİN ÖZNELER

1

değil, bilginin oluşum sahası. Bununla birlikte, yerleşmiş her bilgi, iktidarın uygulanmasını sağlar ve temin eder.28 Foucault'nun basit ve devrim niteliğindeki atılımı, ideoloj inin kavramsal olarak yararlılığını ve bilimsel "hakikati'', bir yan­ da sükutun diğer yanda gerçekdışılığın karşısına koyan şemayı tümüyle reddediyordu. İktidar ve bilginin birbirinden ayrılmaz­ lığı, bu ikili mantıkla ters düşüyordu.29 Foucault 1980 baharında, ideoloji eleştirisi meselesi üzerin­ de artık yeteri kadar durulduğunu düşünüyordu. Dolayısıyla iktidar-bilgi mefhumu amacını yerine getirmişti. Bu mefhumu kullanmaya devam etmek ancak meseleyi bulandırırdı. Dinle­ yicilerine şöyle seslendi: "Bunun temelde, iktidar-bilgi mefhu­ mundan hakikat aracılığıyla yönetim mefhumuna bir geçiş yap­ ma ... terime ... bu iki terime, yani iktidar ve bilgiye ... pozitif ve farklılaştırılmış bir içerik sağlama meselesi olduğu kanaa­ tindeyim."30 Aynı anda hem ciddi hem de samimiyetsiz davranıyordu Foucault. Düşünce tarihindeki problemlere "yönetim" merce­ ğinden bakmak, iktidar ve bilgi mefhumlarını, tabiri caizse tas­ fiye ederek, onlara "pozitif ve farklılaştırılmış bir içerik" sağ­ layacaktı. Foucault bilgi ve iktidar üzerine sorular yöneltmeye devam edecekti, fakat bu kavramlar artık çalışmasının eksenini oluşturmuyordu.31 İktidar Canlıların Yöntemi'nde halen başat bir rol üstleniyorsa, bu ancak Foucault'nun bunu açıkça red­ detmesiyle mümkündü: "Bu yönetim mefhumu, bana iktidar mefhumuna kıyasla çok daha işlevsel geliyor."32 Eleştirmenler pek üzerinde durmamış olsa da " iktidar" ve " bilgi" kelimeleri Cinselliğin Tarihi'nin son iki cildinde neredeyse hiç geçmemek­ tedir. Foucault açısından yönetim mefhumu, temelde, özgür bi­ reyi tarihsel analizin içinde yeniden konumlandırabileceği için

ı5 3

1 54

1

FOUCAULT

önemliydi.33 "Yönetim" anonim ya da bir üçüncü şahıs değildi tam olarak; "iktidar" ve "bilginin" aksine "yönetim" kelimesi, bireyin kendi üzerinde uygulayabileceği bir edime işaret edi­ yordu.34 Kişi başkalarını yönetirdi, fakat aynı zamanda kendi­ ni de yönetiyordu. Bir kavram olarak yönetim, bireyin kendi öznelliğini kurarken üstlendiği rolü ayırt etmek için çok daha uygundu.

YUKARIDA DA BELİRTİLDİGİ GİBİ, Canlıların Yönetimi'nin içeri­ ği son derece belirliydi. Foucault geç dönem pagan dünyasına özgü hakikat-aracılığıyla-yönetim biçiminden, erken dönem Hıristiyanlığa özgü daha karmaşık yönetim biçimine yapılan geçişi açıklamaya çalışıyordu. Pagan dünyasına özgü yönetim biçimi dışsal ve görünür bir düzene dayanıyordu. Hıristiyanhğa özgü biçimse her bireyin kendi içinde bir hakikat barındırdığı, dahası, bu hakikat açıkça söze döküldüğü takdirde yaşamının layıkıyla düzenlenebileceği düşüncesine bağlıydı. Hıristiyanlığa özgü bu hakikat-aracılığıyla-yönetim biçimi olağanüstü öneme sahipti, çünkü ortaya çıkışından bin beş yüzyıl sonra Batı'da hala yürürlükteydi. Doğrudan günümüze odaklanan Foucault, dinleyicilerine bir dizi soru yöneltti:

Bizimki gibi bir toplumda, iktidarın uygulanması ile birey­ lerin hakikatin tezahür etmesi aracılığıyla kendilerini asli eyleyen özneler haline getirme zorunlulukları arasında ne­ den ve ne şekilde bu denli güçlü bir ilişki vardır? Kişinin iktidar karşısında bir özne olması ile hakikatin onun tara­ fından, onun için ve onun üzerinden tezahür ettiği bir özne olması arasında nasıl bir ilişki [vardır] ?35

DERiN ÖZNELER

1

Neden, diye soruyordu Foucault, yirminci yüzyılda kendimize dair hakikati açıkça söze dökmemizi gerektirecek faaliyetlerde bulunmamız gerekiyor? Neden iktidarın işleyişiyle kim olduğu­ muza ilişkin "doğru söyleme" gerekliliği arasında bir bağlantı olduğunu hissediyorduk? Bu bağlantının mahiyeti neydi? Bu sorular kulağa kısmen tanıdık gelir. Foucault bu soruları modern cinsellik problematiği bağlamında çoktan sormuştu. Cinselliğin Tarihi'nin birinci cildinin sonlarında, cinselliğin sü­ rekli olarak söylemde dile getirildiği ve belli bir hakikat doğrul­ tusunda formüle edildiği bir sistemi sürdürmenin, "cinselliğin dispozitifinin" yapısında mevcut olduğunu ileri sürmüştü. Bu­ nunla beraber cinselliği, "insanın kendi anlaşılabilirliğine," hat­ ta "kendi kimliğine ulaşabilmesi için herkesin geçmesi gereken, cinselliğin dispozitifi tarafından sabitlenen hayali bir nokta" olarak tanımlamıştı.36 Şimdiyse, modern açmazlara dair cevaplar bulmak için, vaktiyle iktidarın ve söylemin çağdaş biçimlerinin potası ola­ rak sunduğu Klasik çağ ya da Fransız Devrimi gibi tarihsel uğ­ raklara artık eğilmiyordu. Bunun yerine uzak geçmişe, antik dünyaya ve Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarına bakıyordu. Aslında Foucault'nun araştırmasını yoğunlaştırdığı " hayali nokta", "cinsellikten" ziyade düpedüz öznellikti belki de. Vak­ tiyle (cinselliğin dispozitifinde) itirafa dayalı pek çok söylem üretilmesine yol açan, iktidarın kuraldışı ve modern biçimini incelemişti; şimdiyse çok daha kararlı bir süreklilik gördüğü­ nü iddia ediyordu. Gözden geçirilmiş bu görüşe göre, birey­ lerin yaşamlarının en mahrem ayrıntılarını zorla açığa vuran söylemsel paradigma, doğrudan doğruya "cinselliğe" bağlana­ mıyordu. Cinsellik çok daha eski bir Batı geleneğinin en son halkası olan, özneyi kendi hakikatini söylemeye zorlayan ge­ lenekle ilintiliydi. Foucault'nun ilgisi, cinselliğe değinen metin­ lerden adım adım uzaklaşarak aracı kullanmaksızın doğrudan

1 55

1S6

1

F O U CAULT

bireysel ruhun oluşturulmasından bahseden metinlere yöneldi. Bir sonraki bölümde gösterileceği üzere Foucault'nun tam anla­ mıyla felsefi metinlere, özellikle de öznellikle hakikat arasında­ ki bağlantıya eğilen metinlere, odaklanmak için cinselliği konu edinen çalışmalarını tamamen rafa kaldırdığı 1 982 yılında bu eğilim yeterli çoğunluğa ulaşacaktı. Foucault Hıristiyanlığın Kilise Babalarının metinlerini ince­ lemekle meşguldü şimdilik. Amacı bireylerin kendileriyle bil­ giye dayalı daimi bir ilişki kurmalarını gerekli kılan modern yükümlülüğün, Hıristiyan düşünce ve ibadetine uzanan köken­ lerini günyüzüne çıkarmaktı.37

eleştirmenlere karşı duyduğu hoşnutsuzluğu hiçbir zaman gizlemedi Foucault. Bilginin Ar­ keolojisi'nin başında sarf ettiği, "Kim olduğumu sormayın ve benden aynı kalmamı istemeyin," sözü herkesçe malumdur.38 Düşünsel yersiz yurtsuzluğa duyulan bu sözde bağlılık, Canlı­ ların Yönetimi nde de karşımıza çıkacaktı:

TUTARSIZLIGINA DİKKAT ÇEKEN

'

Kuramsal emek, bana kalırsa, üstleneceğim konumları oluşturup sabitleyerek, sözümona tutarlılık sergileyen bu konumların arasındaki bir boşlukta sistem kurmaktan iba­ ret değildir. Benim derdim ya da kuramsal emeğin kendi payıma öngördüğüm tek olanağı, olabilecek en anlaşılabilir amaç doğrultusunda, sayelerinde artık bir zamanlar oldu­ ğum yerde bulunmadığım hareketlerin izini bırakmaktır.39 Kullandığı metodolojiye "bilginin anarkeolojisi" adını vererek ustaca gardını alıyordu.40 Daldan dala atlayışlarını daha kap­ samlı kişisel projelerinin vazgeçilmez parçası olarak göstererek, sanki gerekli bir şey gibi sunmuş olsa da, düşünürü 1 980 ba-

DERİN ÖZNELER

l

harında işbaşında gördüğümüzde bu savunmasını aklımızdan çıkarmamalıyız. Erken Hıristiyanlık dönemine ait metinler ve pratikler üze­ rine uyguladığı metot, daha öncekilerden tamamıyla farklıydı. Farklılaşmamış söylemi, barındırdığı nesneler, kavramlar ve stratejiler üzerinden analiz etmeye yönelik herhangi bir çaba görülmüyordu; belirli toplumlarda iktidar ve bilgi arasındaki etkileşimi çözümleyerek tarihsel "dispozitifleri" yeniden kur­ maya yönelik herhangi bir istek de yoktu. Foucault'nun "insan­ ların hakikat aracılığıyla yönetilmelerini" incelemeye yönelik çabaları, ne (Kelimeler ve Şeyler'in geleneğinin izinde) arkeo­ lojikti, ne de (Hapishanenin Doğuşu'nun ruhunu yansıtacak şekilde) soybilimsel; yürüttüğü çalışma en çok klasik düşün­ sel tarihe benziyordu. Ona aslında uzak olan geç antik döne­ mi, köklü öğretisel metinleri yorumlayarak ve onları belli bir bağlama yerleştirerek ele aldı. Paul Rabinow ve Hubert Drey­ fus, Foucault üzerine yazdıkları incelemenin girişinde, ilk dü­ şündükleri kitap başlığının "Michel Foucault: Yapısalcılıktan Yorumbilgiye" olduğunu belirtirler.41 Foucault'nun 1 980'lerin başındaki çalışmalarına dair farkındalık sergileyen bir düşün­ cedir bu. Foucault tarihsel anlatısını, ikinci yüzyıldan ve üçüncü yüz­ yıla geçmeden hemen önce, tam da Septimius Severus'un hü­ küm sürdüğü dönemde başlatır. Foucault'ya göre Severus'un etki alanına olabildiğince uzak bir coğrafyada doğan Hıristi­ yanlık dönüşüm geçirmekteydi. Vaftiz töreniyle ilişkili bir dö­ nüşümdü bu. Vaftiz ruhsal itiraflardan arınmış saf bir ritüel olarak Yeni Ahit'te ortaya çıkmıştı. İnsanın suya bırakılması, yeni bir inancı ve yaşamı kabul etmenin sembolüydü. Hıris­ tiyanlığın ilk iki yüzyılında iman edenleri belirlemek, yeniden doğuşu göstermek ve aydınlanmayı kutlamak gibi gittikçe daha başka işlevler de üstlenmişti. İkinci yüzyıldan üçüncü yüzyıla

157

1 1 5 8 1 FOUCAULT

geçmeden önceyse, bazı Hıristiyan mezhepleri vaftizin yararlı­ lığını (ve dolayısıyla gerekliliğini) sorgulamaya başladı. Döne­ min agnostikleri, su gibi saf olmayan maddi tözün nasıl olup da maddi olmayan saf ruhu temizleyebildiğini soruyordu. Teolog Tertullianus bu noktada sahneye çıktı.42 Tertullia­ nus geleneksel Hıristiyanlığın savunucusu olarak bu agnostik girişimlere karşı kaleme sarıldı. Bunu yaparken de vaftize dair, vaftiz üzerinden de tüm Hıristiyan yaşamına dair, baştan aşağı yeni bir bakış açısı sundu. Tertullianus suya girmenin özü itiba­ rıyla sadece bir edim olduğunu teslim ediyor, fakat ruhsal saflık yolunda yine de vazgeçilmez bir edim olduğunu iddia ediyordu. Şeytanın, cennetten düşmesiyle birlikte tüm insanlığın kalbinde saltanatını kurduğunu ileri sürüyordu ve vaftizin amacı da onu defetmekti. Şeytan bu riayetsizliğe tahammül edemediğinden, vaftiz günü yaklaştıkça öfkesinden köpürüyordu. Demek ki vaftiz hazırlığı, tehlikeli ve yoğun ruhsal mücadele gerektiren bir dönemdi. Bir Hıristiyan, en çok da hakikatle ve özgürleş­ meyle doğrudan temas kurduğunda tehlike altındaydı. Foucault'ya göre Tertullianus'un getirdiği yenilikler, o ana dek Hıristiyanlıkta bulunmayan bir öğeyi, yani "ilk günah" düşüncesini meydana getirmiş, daha da önemlisi, korkunun (crainte) müminin yaşamı boyunca beslemesi gereken bir his olduğu mefhumunu yaratmıştı. Başka bir ifadeyle tehlike sabit kalmalı, bir Hıristiyan kendini hiçbir zaman güvende hisset­ memeliydi. Hıristiyan olmak bir olay değil, süreçti. Gelgelelim Foucault'ya göre bu düşünce daha önceki agnostik inanca ters düşmekle kalmıyor, Neoplatoncu ve Stoacı düşünceye de karşı çıkıyordu. Eski Yunan'dan gelen bütün bu felsefi düşünceler, bi­ reyin hiçbir zaman ayartılamayacağı bir bilgelik hali olduğunu varsayıyordu. Dolayısıyla bireyi daimi korku haline hazırlayan vaftiz düşüncesi, ciddi bir kırılma teşkil ediyordu. İrfan sahibi ve mükemmel bilge tahayyülü, böylesi bir resimde imkansızla-

DERİN ÖZNELER

i

şıyordu. Kademeli aydınlanmaya yol açan pedagojik bir mizan­ sen, yerini mücadele etmeye dayalı bir mizansene bırakıyordu. 43 Foucault'ya göre bu değişim geniş kapsamlı etkiler doğur­ muştu. Üçüncü yüzyılın başından itibaren Hıristiyanlıkta yerini almış bu daimi korkunun "öznellik olarak adlandırabileceği­ miz olgunun tarihi boyunca, başka bir ifadeyle kendiliğin ken­ dilikle olan ilişkisi, kendiliğin kendilik üzerinde uygulanması ve bireyin kendi derinliklerinde keşfedebileceği hakikat olarak adlandırabileceğimiz olgunun tarihi boyunca, belirleyici öneme sahip olacağı açıktır."44 Öznellik müminlerin elde edeceği pratik sonuçlardan dola­ yı önemli değildi sadece. Ruhun hazırlanması, vaftiz öncesin­ de olduğu gibi, vaftiz sonrasında da gerekliydi. Dini tören ne kusurları siliyor ne de aydınlanma sağlıyor, bireylere kötülüğe karşı savaşma kabiliyeti sunuyordu. Kişi kendi üzerinde çalış­ maya devam etmeli, ruhun tökezleyebileceği pürüzlere karşı de­ rinliklerini yoklamalıydı. Daimi korku, tüm yaşamın nedametle geçmesi gerektiği fikrine yol açıyordu . Artık salt dini törenin çok ötesine geçen vaftiz hazırlığı, en saf anlamıyla çilecilikti; kötülüğe karşı yürütülen ebedi mücadele için hazırlıktı. Fouca­ ult'nun iddiasına göre, "Çilecilerin zamanı, aydınlanma zama­ nıyla bağlarını koparmakta[ydı]."45 Tertullianus'un metinleri, Batı ruhaniliğinde yarattığı kırıl­ madan dolayı, Batı öznelliğinde bir dönüm noktasıydı. Başka bir ifadeyle, getirdiği öğretiler, öznelerin hakikate ulaşmasını sağladığı düşünülen koşulları değiştirdi. Ruhun hakikate ulaş­ ması, Platon'dan beri bir dine inanma ya da metanoia mesele­ siydi, yani ruhun kendi ekseni etrafında dönmesiyle karanlığı ışığa çeviren birleştirici bir hareketti. Hakikat ve ışığın keşfi aynı zamanda ruhun kendi hakikatini bulmasıydı, çünkü ruh onu aydınlatan varlıkla zorunlu olarak aynı tabiattandı. Fou­ cault ötede bir yerde bulunan hakikat odaklı bu pedagojik yo-

159

160

1

FOUCAULT

lun sonuna Tertullinaus'la birlikte gelinmiş olduğunu ileri sü­ rüyordu açıkça. Dini inanç, aydınlanma, hakikate ulaşma ve kişinin kendi hakikatini bulması arasındaki bağlantıları kuran "birleştirici yüce düzenler" parçalanmaya başlıyordu. Hıristi­ yan düşüncesi yeni bir yola girecekti bundan sonra: Ruhun içe döneceği, daima bir bilgi nesnesi olarak yer alacağı bir işlemin ana karakteri olarak kendini konumlandıracağı bir yoldu bu. "Günahkar,'' diye yazdı Tertullianus, "içini çeke çeke günahla­ rını dökmeli," üstelik bunu tüm yaşamı boyunca sürdürmeliy­ di. Septimius Severus'un dünyası, yerini Augustinus'un dünya­ sına bırakmıştı. Öznellik ve hakikat arasındaki ilişkilerin tüm Batı'yı etkisi altına alacak karmaşık tarihi başlamıştı.46

Canlıların Yönetimi'nde yürüttüğü analizin önemi üç özelliğe dayanıyordu. İlki, yorumlamayla ilgiliydi. Foucault'nun göz kırparcasına "bilginin anarkeolojisi" adını verdiği yöntem, antik düşünce tarihinin belli bir uğrağını in­ celemeye yönelik gözüpek bir girişimdi. Yapacağı betimleme o bildik iktidar-bilgi kavramları üzerinden değil, "insanların hakikat aracılığıyla yönetimleri" üzerinden yürütülecekti. Fa­ kat yukarıda da belirtildiği gibi bu metot, uygulamada, Fou­ cault'nun yazdığı pek çok önemli kitabıyla karşı çıktığı disip­ linin ta kendisine, yani geleneksel düşünce tarihine, fazlasıyla benziyordu. En bariz örneği, Bilginin Arkeolojisi'nde düşünce tarihçilerini, tam da söylemleri analiz etmek yerine metin yo­ rumladıkları için topmasıydı. Yüzeysel tarihçilerin sorduğu soru şuydu: "O halde, söylenenlerde ne söylenmekteydi?"47 Yorumlama hiçbir şeye açıklık getirmiyordu; katman katman anlam istifleyerek söylemin gitgide çoğalmasını teşvik ediyordu sadece. Gelgelelim anlama dair bu soru, Foucault'nun Canlıla­ rın Yönetimi'nde sorduğunun aynısıydı. İmparatorun tavanının FOUCAULT'NUN

DERİN ÖZNELER

1

anlamı neydi? Tertullianus kime cevap veriyordu? Cassianius Institutions Ceno bitiqu es te ne anlatmaya çalışıyordu? Fouca­ ult'nun dersinin merkezinde metinsel ve bağlamsal yorumlama yer almaktaydı. Yaşanan bu değişim, doğrudan doğruya yazarın eylemlili­ ğine ilişkin ikinci önemli özelliğe işaret etmektedir. Foucault, Tertullianus'un düşünceleri galip geldiği için Batı öznelliğinin dönüşüme uğradığını ileri sürdüğünde, metinlerin içeriksel dü­ zeyde değil de o içerikleri bağlantılandıran ve belirleyen sis­ tematiklik düzeyinde ele alınmasını talep eden Kelimeler ve Şeyler' den beri çok yol almıştı.48 Dinleyicilerine Tertullianus'un yazdıklarının o dönemde vaftiz üzerine savunulan görüşlerle anlaşmazlığını ifade ettiğini söylediğinde, Bilginin Arkeoloji­ si'yle bağlarının ne kadar zayıfladığını gösteriyordu. Bilginin A rkeolojisi'nde "bizatihi ifadelerin ötesinde, konuşan öznenin niyetini, bilinçli faaliyetini [ve] ne demek istediğini yeniden keşfetmeye çalışarak" söylemi ele alan tarihçileri şiddetle eleş­ tirmişti.49 "Yazar Nedir?" gibi makalelerinde sertçe reddettiği yazarın ayrıcalıklı konumu, bu tarihsel anlatıyla birlikte ayrı­ calıklarına fazlasıyla kavuşmuştu yine. Sözgelimi Tertullianus gibi tekil konuşan özneler, herhangi bir normatif epistemenin sınırları dışında fikir "yaratma" imkanına sahip olmakla kalmı­ yor, daha sonra gelen düşünce üzerinde de dönüştürücü etkide bulunabiliyordu. Yazarlar etkileme gücüne sahipti. Bir zaman­ lar, etkileme mefhumunu "düzgün analiz edilemeyecek denli sihirli" olmasıyla küçümsemişti Foucault.50 Foucault, son olarak, öznellik meselesine farklı bir samimi­ yetle yaklaştı. "Ruh," "özne" ve "öznellik" gibi kelimelerin sık­ lıkla kullanılması bile Canlıların Yönetimi'ni önceki derslerden ayrı kılmaya yetiyordu. Ne var ki Foucault, Biyopolitikanın Doğuşu'nda olduğu gibi, "politik öznelliği" (ya da öznelerin tabi oldukları yönetimler karşısındaki politik benlik algısını) '

161

162

1

FOUCAULT

ele alıyormuş gibi yapma gereği dahi duymuyordu. Tarihsel gözlemci olarak ilgi duyduğu geleneksel felsefi anlamıyla öz­ nellik, bağımsız bir deneyim noktası olarak özneydi. Bundan şüphe duymayanlar, Foucault'nun bireylerin irade gösterip se­ çim yaptığı nedamet ve itiraf gibi pratiklere eğilmesiyle, olsa olsa haklı çıkmışlardı. Peki, söz konusu delillere bakarak, Foucault'nun 1 980'e gelindiğinde yorumlama, eylemlilik ve öznelliğe yer açabildi­ ğini kabul etmemiz durumunda, özerk öznelliğe de yer açmış olduğunu varsaymamız gerekir mi? Foucault görüşlerinde bir değişiklik gerçekleşmediği, geleneksel özne kavramıyla hala herhangi bir alışverişi olmadığı konusunda, hiç değilse kamu önünde, ısrarcıydı. Öznellik tarihini, yani belli birtakım özne­ lerin söylem üzerinden oluşturulmasını, incelemenin doğrudan önceki projelerine dayandığını ve aslında başından beri bunu yaptığını ileri sürerken haklılık payı da yok değildi. Ocak 1 980'de dinleyicilerine açıkladığı üzere, bütün bun­ ları bağlayan can alıcı öğe, tavizsiz bir realizm karşıtlığıydı. Yürütmekte olduğu çalışma genel bir özne mefhumundan yola çıkıp geriye tarihsel öncüllerine doğru işlemiyordu; daha ziya­ de, belli birtakım tarihsel pratikleri inceleyerek bize özgü öznel­ lik biçimini nasıl kavrayabileceğimizi soruyordu. Aynı şekilde Deliliğin Tarihi'nde de kabul edilmiş bir "delilik" olgusundan yola çıkmadığını, bunun yerine tarihsel (ve dolayısıyla olumsal) nitelikteki kapatılma pratiğiyle başladığını söylüyor ve bura­ dan hareketle de, söz konusu pratiğin bilgi alanında ne gibi sonuçlar doğurduğunu soruyordu. Deliliğin Tarihi'nin kapatıl­ ma pratiğinin bizatihi öznenin deneyimi üzerindeki sonuçlarını sorgulamadan geçmediğini de sözlerine ekledi Foucault.51 Foucault'nun açıklamaları işte bu yöndeydi. Deliliğin Ta­ rihi ile Canlıların Yönetimi arasında kurulan koşutluğun iki düzeyde başarısızlığa uğradığı söylenebilir yine de. İlkin, Fou-

DERİN Ö Z N E L E R

1 163

cault'nun ilk kitabı olan Deliliğin Tarihi, öznenin yaşanmış de­ neyimi olarak "deneyim" kavramını kullanmasıyla kendisinden sonra gelen tüm kitaplardan ayrılıyordu. Bütünüyle ele alındı­ ğında yaptığı tüm çalışmalarda yaşanmış öznelliğin geçirdiği dönüşümleri ele aldığını ileri sürmek, Foucault adına yanıltıcı bir açıklamaydı. Gerçekte deneyim kavramından Deliliğin Ta­ rihi nin yayımından neredeyse hemen sonra vazgeçmiş, sonraki yirmi yıl boyunca da ondan uzak durmuştu. Bir sonraki bölüm­ de bu can alıcı mevzuya tekrar döneceğiz. İkincisi, tıpkı delili­ ğin varlığı konusunda sessiz kaldığı gibi, öznelerin gerçekten var olup olmadıklarıyla ilgili agnostik tutumunu da sürdürecek gibi konuşuyordu. Canlıların Yönetimi'nde sorduğu soruları, bu mantık uyarınca, dönüşümlü olarak özneleşme (subjectiva­ tion) ve tabi kılma (assuietissement) diye adlandırdığı süreç­ lere yöneltiyor; "öznelliğin" farklı biçimlerinin oluşturulduğu sürece duyduğu ilgi de, tek başına "özneye" inanç beslediğini göstermiyordu. Özne pratikler üzerinden derlenen yüzeysel nitelikleri için doğal bir temel gibi görülmemeliydi; realist bir düşünce olurdu bu. Özne tamamıyla pratiklerle inşa edilen bir '

varlık olarak görülmeye devam ediyordu.52 Gelgelelim Foucault'nun beyan ettiği yaklaşım, bu dönemde gerçekten bel bağladığı görüşlerle pek de

uyumlu değildi. Söz konusu uyumsuzluk, dü ş ün ürün Kasım 1 980'de Berkeley'de verdiği iki bölümlü "Hakikat ve Ö znellik" dersinde açıkça ortaya çıktı. Öznell iğin oluşmasında tahakküm pratiklerinin merkezi önemi üzerinde eskiden " belki de fazlaca durduğunu" söyledi dinleyicilerine. kendisini başka bir

Çalışmalarının o zamandan bu yana yaklaşım benimsemeye ittiğini de ekledi:

Cinsellik deneyimini ve cinsellik deneyiminin tarihini analiz ederken, bütün toplumlarda, bireylerin kendi bedenleri, dü­ şünceleri ve tutumları üzerinde belli birtakım işlemler uy-

164

1

FOUCAULT

gulamalarına olanak tanıyan başka türden teknikler oldu­ ğunu ve bu şekilde ... kendilerini dönüştürdüklerini gitgide daha iyi kavradım.53 Son derece ilginç ve özgün, fakat bir o kadar da rahatsız edici bir düşünceydi bu. Bütün toplumlar, bireylerin kendi ruhlarını etkileyecek işlemler gerçekleştirmelerini ve böylelikle kendileri­ ni dönüştürmelerini sağlayan tekniklere sahipti. Ardından gele­ cek sorular belliydi: Hangi bireyler? Hangi ruhlar? Foucault'nun Berkeley'deki dinleyicilerine sorunu sunuş bi­ çimi, kendisine etki edebilen halihazırda mevcut bir özneyi üstü kapalı olarak varsayıyordu. Diğer seçenek olan kendi üzerinde teknikler uygulayan bir özne-olmayan mefhumuysa tutarsızdı. Öte yandan, öznelerin bütünüyle özneleştirme teknikleri ara­ cılığıyla oluşturulduğunu düşüneceksek,

bu tekniklerle meşgul olmayı seçen bireyleri nereye koyacağız? Peki ya, daha da kötü­ sü, bu tekniklerle meşgul olmayanları? İki gün sonra, Berkeley profesörlerine "tekniklerin hedefi ... bireyin kendisiyle kurduğu [ilişkidir]" dediğinde, aynı kavramsal soruna takılacaktı Fou­ cault.54 Ne var ki öznellik, tekniklerin ürününden ziyade he­ defiyse, bu durumda söz konusu öznelliğin en başta nereden geldiğini sormaya hakkımız vardır. Foucault olası bütün "teknik ayrıntılar" öncesinde yer alan, kendi kendini seçmekte ve kendi

öznesel kip/iğini inşa etmekte

özgür bir özne varsaymıştı, fakat varsaydığını kabul etmiyor­ du. Öznelerin söylem üzerinden inşa edilmesini betimlediğini ileri sürse de, hatta buna inanmaya devam etse de, argümanları aksini söylüyordu. Söz konusu kavram karmaşasına en iyi Pe­ ter Dews temas etmiştir: "Kendiliğin inşasına dair düşünümsel bir açıklama getirmenin bariz çelişkisi, kendisini inşa edebil­ mek için öznenin halihazırda var olması gerekliliğidir."55 Ne­ reden geldiği belli olmayan pratiklerin özneyi " ürettiğini" ileri

D E R İ N ÖZNELER

1

sürmek Foucault'yu kurtarmıyordu. Onların üzerinde düşünüp aralarından seçerek bu pratikleri önceleyen bir tür özne kabul edildiği anda, öznenin herhangi bir şekilde "üretildiğine" dair anlayış geçerliliğini fazlasıyla yitiriyordu. Aslında bu kabul, öznenin değişime uğradığını ya da şekillendiğini gösteriyordu sadece. Foucault'nun 198 0'lerin başında sunduğu özne tanımı tutarlı addedilecekse eğer, bu tanımın kendi içisinde özerklik, düşünümsellik ve yaşanmış deneyim düşüncelerini de zorunlu olarak barındırdığı kabul edilmelidir. Bu bölümün sonuna gelmeden, yaşanan düşünsel dönüşü­ mün çabukluğu hakkında yorumda bulunalım. Hapishanenin

Doğuşu bireyselliğin ve öznelliğin kurumsallaşmış ve kuşatıcı bir tahakküm süreciyle kelimenin tam manasıyla üretilmesini anlatıyordu. Hiçbir birey disipline edilip edilmeme konusunda söz sahibi değildi ve kişi ancak disiplin yoluyla birey haline geliyordu. Buna karşılık 1 9 80'in Foucaultcu öznesi özgür bir bireydi. Öznesel kipliğini dönüştürecek teknikleri gerçekleştir­ meye çalışabilir (ya da çalışmayabilirdi) fakat öyle ya da böyle, bağımsız bir deneyim noktası olarak konumuna sekte vurmaz­ dı . Foucault'nun Hıristiyan havarisi güçlü bir özneydi; geçmiş yıllarda felsefe sahnesinden silmek için elinden geleni yaptığı türden bir özne. Son bölümde, bu öznenin ortaya çıkışının ya­ rattığı etkiler ele alınacaktır.

1 65

5. Bölüm

YAŞAMA SANATLAR! Anti kite, M odern ite ve Kend i l i k Pratiği

Bir kültürde özneye ilişkin gerçek bir söylem oluştuğunda, özne kendisini ne şekilde deneyimler?•

başlıca kavramsal yeniliği, tekhne peri ton bion, yani yaşama sanatı fikriydi. 1 98 1 'de verdiği bir konuşmada, "yaşama sanatının", "minör bir türü" temsil ettiğini, günümüzde kendi başına bir edebiyat türü olma niteliği taşımasa da antik dünyada önemli bir yer teşkil ettiğini söyledi. Birer kılavuz niteliği taşıyan bu sanatlar, kültürlü okur­ larına izlenecek birtakım davranış kalıplarından ziyade, "varlı­ ğa dair birtakım öğütler" ya da varoluş rehberliği sunmuş, za­ manında edebiyatın değerli bir türü olarak addedilmişti.2 Daha yetkin bir yaşama ulaşmak adına rüyalardan yararlanan bir metin olan ikinci yüzyılda yazılmış Daldis'li Artemidorus'un Oneirocritica'sı;3 ve milattan önce dördüncü yüzyıla ait, hane büyüğünün nasıl doğru bir yaşam sürmesi gerektiğini anlatan Ksenophon'un Oeconomicus'u bu sanatlara örnek olarak gös­ terilebilir.4 Foucault daha ziyade içerdikleri önemli pasajları alıntılayarak, açıklayarak ve yorumlayarak bu ve başka me­ tinler üzerinde çalıştı. Ö zellikle Hazların Kullanımı ve Kendilik Kaygısı 'nda görülebilecek bu yorumbilgisel yaklaşım, filozofun geçmiş toplumların karşılaştıkları can alıcı ihtilaf konularına

FOUCAULT'NUN SON YILLARININ

168

1

FOUCAULT

veya "sorunsallaştırmalara" dikkat çekmesini sağladı.5 Foucault'nun yaşama sanatı üzerine yürüttüğü incelemeden çıkarsadığı sonuçlar, 1980'de Canlıların Yönetimi'yle birlikte metodolojik tutumunda gerçekleşen yüz seksen derecelik deği­ şimi destekler nitelikteydi. Foucault özne ve hakikat arasındaki ilişkinin geniş kapsamlı "kendilik pratikleri" tarafından, yani yaşama sanatlarının olanaklı kılacağı pratiklerce belirlendiğine gitgide daha çok kani oluyor ve bunu dillendiriyordu.6 Cebri pratiklerin merkezi konumunu vurgulayan önceki çalışmala­ rı, bu bakımdan ihtiyatsız ve potansiyel olarak yanıltıcıydı.7 1 980'lerin ortalarına doğru, dönüştürdüğü fikirlerini daha da ileri taşımaya hazırdı. 1 984'de şöyle dedi; "Geleneksel olarak, insan varlığının tarihini, koşullarından başlayarak yaparız ... fakat bana kalırsa varlık tarihi, sanat ve üslup üzerinden de ya­ pılabilir. Varlık insan sanatının en hassas hammaddesidir; fakat aynı zamanda sanata verili en dolaysız şeydir."8 İnsan varlığının tarihini, koşullarını inceleyerek değil sanata ve üsluba dayanarak yazmak, Foucault için geçmişiyle iplerini tamamıyla koparmak anlamına geliyordu. Foucault'nun çalış­ malarındaki en değişmez tutum, ister söylem, nesneler hatta belli birtakım özneler olsun, tarihsel olguları olanaklılık ko­ şulları üzerinden incelemeye dönük kararlılıktı. Bu çaba, aynı olguları özgür ve yaratıcı faaliyetin birer sonucu olarak ele alan bir analize yer açmak üzere artık geri plana atılacaktı. Duruşu konusunda herhangi bir kuşkuya yer vermek istemeyen Fouca­ ult yaşama sanatlarının günümüzde bir uyanışa sebep olmasına ve biz modernlerin varoluşumuzu sanat haline getirmemize yö­ nelik arzusunu sayısız vesileyle belirtti bu dönemde. En kolayı, düşünürün çark edişini Nietzsche etkisine bağ­ lamak olurdu. Zira Nietzsche'nin sanat olarak yaşam konu­ sunda, belirsizliğe mahal vermeyen bir yaklaşımı vardı. "Tek şey gerekiyor" başlığı altında, Şen Bilim'in okuyucularına şöy-

YAŞAMA SANATLARI

l

le seslenmişti: "Kişiliğine 'biçim vermek' -ne yüce ve nadir bir sanat!"9 Dahası, Foucault'nun yaşama sanatlarına ilgisini Nietzsche etkisine yoran az sayıda delil niteliğinde metin var­ dır.10 Ne var ki, Foucault'nun yaşamı estetikleştirmek üzere Nietzsche'nin izinden gittiğini -haklı olarak- ileri sürmek, ta­ rihsel açıdan sınırlı bir açıklama sunmaktır. Nietzsche, ikinci bölümde de belirtildiği üzere, Foucault'nun üzerinde büyük bir etkiye sahipti ancak düşünürün tüm kariyeri bağlamında bu "Nietzscheci etkiye" başvurmak, Foucault'nun düşüncelerinde meydana gelen değişimleri açıklamakta oldukça kısır ve yeter­ siz kalmaya mahkumdur. Sorulması gereken soru şudur: Bariz şekilde Nietzscheci bir kavram olan yaşama sanatı kavramı, ne­ den tam da bu uğrakta Foucault için ön plana çıkmıştı? Daha da önemlisi: Foucault'nun son yıllarında yaşama sanatlarına eğilmesinin amacı neydi? Tarihçiler yaşama sanatları temasını, Foucault'nun 1 980' !erin başında işlediği büyük temalarla, yani "Aydınlanmayla" bağdaştırmakta zorlanmışlardır. Foucault felsefi sorgulamanın modern yönteminin kuruluşunda, Aydınlanmanın ve özellikle de Kantçı eleştiri geleneğinin merkezi önemi üzerine söz ko­ nusu dönemde birçok vesileyle söz almış ve yazmıştı. Fouca­ ult'nun iddiasına göre modern felsefe, Hegel'den Habermas'a dek, Aydınlanmanın önemini kavramaya dönük kesintisiz bir çaba, "iki yüzyıl önce, ihtiyatsızca sorulan Aydınlanma Nedir? sorusunu yanıtlamaya" yönelik bir girişimdi. 11 Foucault'nun Aydınlanma metinleri üzerine hacimli bir literatür türemiştir. 12 Oluşan bu eleştirel literatürün en iyi örnekleri, düşünürün Ay­ dınlanmaya olan ilgisini "ölüm döşeğinde çark etmesine" bağ­ layan mitin yıkılmasını sağlamışsa da, 13 Foucault'nun modern toplum üzerine sürdürdüğü tarihsel ve eleştirel incelemelerle, antik çilecilik üzerine bilfiil yürüttüğü çalışmalar arasındaki bağlantıları kurmakta o denli başarı gösterememiştir.

t 69

l

70

1

F O U CAULT

Foucault'nun belli başlı eserlerine, muhtelif yazılarına, ya­ yımlanmış söyleşilerine ve College de France'ta verdiği yayım­ lanmamış derslerine başvurarak, aşağıda gösterileceği üzere, Foucault'nun "yaşama sanatlarını" coşkuyla benimsemesi, "günümüzün sorunu" adını verdiği projenin öteki yüzüydü; günümüzü daha yaşanır kılmak adına sorgulamayı içeren Kant sonrası felsefi görevi ileri taşıma projesiydi bu. Foucault yaşa­ ma sanatlarının modern dünyada bütünüyle olanaklı olduğu­ nu ileri sürmek istiyordu; varlığının kipliğini belirlemek, oluş biçimini ve başkalarıyla nasıl ilişki kuracağını seçmek her bi­ reyin hakkıydı. Aslına bakılırsa yaşamı bir sanat gibi sürmek, kişinin kendilik deneyimini, onu hakikatin diliyle ele geçirecek söylemlerden sıyırıp kurtarmak demekti.14 Böylesi bir yakla­ şım, düşünürün geç dönem çalışmalarında güçlü öznelliğin al­ dığı merkezi konumu gösteriyordu. Günümüzde gerçekleşecek toplumsal dönüşümlerin olanaklılığı, ölüme yaklaşan Foucault için iktidarın modern biçimlerinin basitçe soybilimsel yöntemle parçalarına ayrılmasına dayanmıyordu; söz konusu olanaklı­ lık, yaşamlarını bir sanat eseri gibi yaşamaya kararlı, güçlü ve özgür bireylerin yaratıcı faaliyetine sıkıca bağlıydı.

PEKİ YAŞAMA SANATLARI tam olarak

neydi? Foucault'nun Hazla­ rın Kullanımı'nda belirttiği gibi, bu sanatlar bir dizi pratik, bir zamanlar Batı toplumlarında hatırı sayılır öneme sahip pratikler olarak anlaşılmalıydı. Şöyle tanımlanabilirlerdi: İnsanların kendileri için kurallar saptamakla kalmayıp ken­ dilerini dönüştürmeye, tekil varlıkları içinde kendilerini de­ ğiştirmeye çabaladıkları ve yaşamlarından belli estetik de· ğerlere sahip, belli üslup kriterlerine karşılık gelen bir eser çıkardıkları, kasti ve gönüllü pratikler.15

YAŞAMA SANATLAR!

1

Kısalığına karşın b u tanım dört ayrı kısımdan oluşmaktadır. Bi­ rincisi, yaşama sanatları kasti ve gönüllü olarak tanımlanıyor­ du. Onu uygulayanlar nezdinde bir tercih meselesiydi ve Fou­ cault bu konuda hiçbir kuşkuya yer bırakmamaktaydı. İ kincisi, insanların kendileri adına davranış kuralları saptamalarına olanak sağlıyordu. Üçüncüsü, insanların kendilerini dönüştür­ melerine fırsat tanıyordu. Son olarak da, insanların yaşamları­ nı bir esere, yani estetik ve biçimsel kategoriler uyarınca değer biçilebilecek bir nesneye dönüştürmelerine imkan sunuyordu. Yaşama sanatları söylemseldi. Vaktiyle popüler edebiyat bünyesinde ifade edilmişlerdi. Foucault'ya göre, bu sanatlar ta­ rihçinin geriye dönük icadı değil, daha ziyade eyleyen özne ka­ tegorisiydi. 1984'te söyleşi verdiği François Ewald'e, antik ah­ lak anlayışını anlamak isteyen öğrenciye, koyulmuş yasakların listesini çıkarmanın esas meseleyi ıskalamak olacağını söyledi: Tam da o dönemlerde yaşayanların kafa yordukları şek­ liyle, yani bir varoluş sanatı olarak ya da daha ziyade bir yaşama tekniği biçiminde bu ahlak anlayışını düşünmek, daha önce üzerinde durduğum alanlarla ve yararlandığım belgelerle daha uyumlu bir yaklaşım gibi geliyor bana.16 Antik çağlarda yaşayan özgür insanların karşı karşıya kaldığı ahlaki soru, edimlerimizi yasalarla nasıl uyumlu hale getirece­ ğimiz sorusu değildi. Hayatlarımızı, gerek başkalarının, gerek gelecek nesillerin gerekse de kendi nazarımızda, ona mümkün olan en güzel biçimi kazandırma beklentisiyle nasıl yöneteceği­ mize dair bir soruydu. Foucault söz konusu sanatların serpildiği tarihsel koşulları yeniden kurarak, "kişinin, kendisini hayatının güzelliği için emek veren biri olarak kurmasını amaçlayan bir kendilik pratiğinin oluşturulup geliştirilmesini" amaçlıyordu.17 Foucault Ocak 1981 'de, antik dünyada var oldukları haliyle

1 71

1 72

1

FOUCAULT

yaşama sanatlarının, ne yapmamız· gerektiğinden ziyade, bize var olmayı öğrettiğini söyledi dinleyicilerine. Kadim yaşama sanatları, davranış kalıpları ya da bir dizi edim tertiplemekten­ se, bireylerin kendi varlıklarını değiştirip biçimlendirmelerini sağlıyordu. Yani kişinin birtakım nitelikler kazanmasına imkan tanıyordu. Söz konusu nitelikler, edinilen kabiliyetler ya da "er­ demler" değildi tam olarak. Varlığa ait vasıflardı daha ziyade. Foucault kazanılan niteliklerin toplamını "deneyim kiplikleri" olarak adlandırıyordu. En çok rağbet gören deneyim kiplikleri sükunet, huzur ve mutluluktu.18 Yaşama sanatları, bireyin belli bir "ontolojik konum" kazanmasını da sağlamalıydı. Diğer bir ifadeyle, yaşama sanatlarının sözgelimi sükunet, mutluluk ya da huzur üzerinden tanımlanabilecek bir deneyim kipliğini bi­ reye sağlaması gerektiğini kastediyordu burada Foucault. Düşünüre göre, bu sanatlar üç tür yöntem aracılığıyla birey­ lerde değişime yol açıyordu: Mathesis, melete ve askesis. Her yöntem başka bir eksene oturuyordu. Mathesis ya da irfan, kendiliğin başkalarıyla ilişkisini kapsıyordu. Başkalarından soyutlanmış olarak yaşama sanatlarına erişilmesi imkansız gö­ rüldüğünden, usta-çırak ilişkisi esas kabul ediliyordu. Melete ya da tefekkür, kendiliğin hakikatle ilişkini kapsıyordu. Sadece öğrenmek yeterli değildi, içselleştirmek de gerekiyordu. Titiz bir okuma, ezberleme ve kendi kendini sorgulama süreciyle öğ­ retiler, kişinin kendi hakikati haline getirilmeliydi. Son olarak askesis ya da egzersiz, kendiliğin kendilikle ilişkisini kapsıyor­ du. Sınamanın ve kendi kendini ölçmenin gerektirdiği emek, ki­ şinin sanatında ilerlediğini gösteren kanıttı bu. Foucault seçtiği kelimelerle, iyi geliştirilmiş ve sistemli pratiklerin mevzubahis olduğunu vurgulayarak bu üç tür yönteme "kendilik teknoloji­ leri" adını verdi. Bilgeliğe giden yolun üç ilkesini tanımlayan bu pratiklerin, bütün yaşama sanatlarında mevcut olduğunu ileri sürüyordu.19

YAŞAMA SANATLAR!

1

Foucault, daha önce gördüğümüz gibi, kendilik pratikle­ rinin incelenmesini ihmal ettiğini düşünmüş olsa bile, yine de kaybedilen zamanı telafi etmeye kararlıydı. Yaşama sanatları­ nın sadece kendi projesi için değil, çağdaşlarının yürüttüğü pro­ jeler için de elzem olduğunu fark etmişti şimdi. Nitekim, K. J. Dover'ın 1 978'de yayımladığı çığır açan

Greek Homosexuality

adlı kitabı hakkında şöyle dedi: " [Dover] bir toplumda yaşayan insanların yaşam, kültür ve sanat biçimi demek olan cinsel ter­ cihinin eşsiz tarihini anlatmaktadır."20 Ortaçağa gelindiğinde önemini ve hatta bağımsızlığını büyük ölçüde yitirmiş olsa da, Foucault, yaşama sanatlarının kesinlikle ortadan kaybolmadığı görüşündeydi. Ona göre Burckhardt'ın İtalya'da

Rönesans Kül­

türü adlı kitabı, bu gibi pratiklerin modernitenin eşiğinde ne denli canlı kaldığını vurgulamıştı.21 Stephen Greeblatt'ın 1 9 80 tarihli

Renaissance self-fashioning adlı çalışması da hemen he-

. men aynı tespitte bulunuyordu.22

O HALDE YAŞAMA SANATLARI, Foucault'nun 1 980'1erin başında

yürütmeyi planladığı incelemelerin merkezinde yer alıyordu. Nitekim, 1 9 8 1 'de College de France'ta verdiği

Öznellik ve Ha­

kikat başlıklı dersin ana malzemesini sağlayacak, temel izleğini belirleyecekti. Böylece yaşama sanatlarının önemi ikiye katla­

Öznellik ve Hakikat, hem Hazların Kullanı m ı'nın hem de Kendilik Kaygısı nın temelini oluşturacaktı. Fouca­

nıyordu, zira

'

ult, yaşama sanatlarına özgü olmasa da, öznellik ve hakikat arasındaki bağlantının en açık ve güçlü halinin bu sanatlarda sergilendiğini belirtti dinleyicilerine. Bu sanatlar, dersin ortaya attığı genel problem için epey zengin ve ilginç belgeler bütünü sunuyordu.23 Foucault'nun öğrencileri, "yaşama sanatları" düşüncesi­ ni incelemesinde düşünürün tarafsızlığına dair şüphe etmekte

173

1 74

1

FOUCAULT

haksız sayılmazlardı. Aralık 1 9 8 1 'de yapılan bir söyleşi sıra­ sında Alman yönetmen Werner Schroeter'e yaptığı yorumlar gibi, konferans salonu dışındaki açıklamaları da çarpıcıydı: "Yaşama sanatı, psikolojiyi öldürmektir; kişinin kendisiyle ve başkalarıyla isimsiz bireysellikler, varlıklar, ilişkiler ve nitelikler yaratmasıdır."24 " Özellikle Rönesans'tan bu yana," diye ekledi Foucault, "hepten unutmuş olsak da," Yunanlar varoluşun mü­ kemmel ve yüce bir eser (oeuvre) olabileceğini düşünüyordu.25 Foucault'da görmeye alışık olmadığımız bu gibi duygusal çı­ kışlar, düşünürün kişisel olarak ilgi duyduğu bir konuyla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyordu. Zira Foucault'nun kadim yaşama sanatlarına verdiği önem, 1980'lerin başındaki araş­ tırma programının bağlamına tam anlamıyla oturmamakta; aksine, o dönemki toplumsal ve kişisel kaygılarıyla neredeyse tamamen örtüşmekteydi. Foucault'nun başlıca kaygısı, ne denli şaşırtıcı olsa da, modern bir ahlak bulmaktı. Hatırlanacağı üzere Kelimeler ve Şeyler'de modern düşüncenin tutarlı bir ahlak üretemeyeceğini ileri sürmüştü.26 1968 baharında verdiği bir söyleşide, kısa ve özlü bir ifadeyle, "ahlakın varlığı yirminci yüzyılda sonlanmış­ tır," desteklemişti bunu.27 Gelgelelim 1970'lerin sonuna gelin­ diğinde Foucault (başka birçok konuda olduğu gibi) bu konu­ da yaşadığı tereddüdün ilk emarelerini göstermeye başlamıştı. Etik terminolojisi, daha 1977'den itibaren kelime dağarcığına sızmaya başlamıştı. Deleuze ve Guattari'nin Anti-Ôdipus'unun İngilizce baskına yazdığı önsözde, kitabı "uzun zaman sonra Fransa'da yazılmış ilk etik kitabı" olarak tanımladı. Kitabın, kelimelerimizi ve edimlerimizi, ola ki kendi isteğimiz dışında kuşatan "faşizmin" yükünden nasıl kurtulacağımızı gösteren bir tür etik incelemesi olduğunu yazdı.28 Daha da ilginci, Foucault'nun hassasiyetle seçtiği kelimelerdi. Anti-Ôdipus, "faşizmin tüm biçimlerine karşı bir yaşama

YAŞAMA SANATLAR\

1

sanatıdır," diye yazdı.29 Anti-ödipal olmak, birçok kimse için "bir yaşam tarzı, bir düşünme ve yaşama yolu" haline gelmişti. Düşünürün sıkça sarf ettiği türden ifadeler değildi bunlar. Fou­ cault'nun modern etiği yeniden yorumlamasıyla yaşama sanat­ ları arasında bir bağlantı var mıydı? Görünüşe göre, Foucault için aralarındaki bağlantı epey açıktı. "Saint Francis de Sales'i anacak olursam," diye yazdı, "Anti- Ôdipus'un, faşist olmayan bir yaşama giriş olduğu söy­ lenebilir." Francis de Sales'in 1604 tarihli Introduction a la vie devote [Dini Yaşama Giriş] adlı, daha önce Foucault'nun hiçbir çalışmasında geçmeyen bir kitaba atıf vardı burada.30 Gelgele­ lim Sales'in Giriş bölümü, 1981 'de Öznellik ve Hakikat in giriş alıntısında yer alacaktı. 31 Foucault modern yaşama sanatının harikulade bir örneğini sunuyordu. Dolayısıyla etiğin imkanını yeniden değerlendirmesi, yaşama sanatı türünü keşfetmesiyle eşzamanlı olarak gerçekleşmişti. 32 Zira Foucault, yaşama sanatlarının modern dünyaya değerli bir katkı sunabileceğine, son yıllarında gitgide artan bir şevkle inanmaya başlamıştı. Özellikle de, yaşama sanatlarının taşıdığı bakış açısının benimsenmesiyle birlikte ahlaka, özellikle de cin­ sellik ahlakına yönelik yaklaşımlarda büyük ilerlemeler kayde­ dilebileceğini düşünüyordu. Toplumumuzun, kökleri Hıristiyanlığa dayanan ahlaki deneyimi, evrensel bir ahlaki özne ve herkesin boyun eğmesi beklenen tekil bir ahlaki yasa içeriyordu. Foucault'ya göre bu yapı sadece yetersiz değil, aynı zamanda tahripkardı. Tam da bu nedenle, şöyle ifade etti: '

Günümüzde tıpkı Antikitede olduğu gibi birtakım sorular­ la karşı karşıyayız. Bana kalırsa, birbirinden olabildiğince uzak varoluş biçimlerine yönelik araştırmalar, geçmişte bel­ li grupların çaba göstererek önayak olduğu çağdaş araştır-

1 75

1 76

1

FOUCAULT

maların başlangıç noktalarından biriymiş gibi geliyor.33 Foucault'ya göre, doğrudan taklit edilemeseler de kadim ya­ şama sanatları, ahlaki sorularda özgür bireylerin birbirleriyle ne şekilde ilişkilendiği söz konusu edildiği ölçüde, kendi ahva­ limize hitap edebilme potansiyeli taşıyordu.34 Antik dönemde sorulduğu haliyle bu soru, nasıl yaşayabileceğimizi ve birlikte nasıl yaşayabileceğimizi sorduğu nispette oldukça verimli bir soruydu. Oysa, 1 983'te Hubert Dreyfus ve Paul Rabinow'a, modern bireylerin özgür yaratma imkanından neredeyse bihaber ya­ şamalarından yakındı: "Toplumumuzda, gözetmemiz gereken asli sanat eserinin, estetik değerleri uygulamamız gereken baş­ lıca alanın, kendimiz, yaşamımız, varlığımız olduğu düşüncesi neredeyse yitip gitmiştir."35 Rönesans döneminde ve daha sonra on dokuzuncu yüzyıl dandizminde bu düşünce kısa süreliğine yeniden ortaya çıkmış olsa da, kalıcı olmamıştı. Kendi kendi­ ni ya da buna bağlı olarak başkalarıyla ilişkilenmenin özgün yollarını oluşturma kavramı, modern dünyaya yabancıydı hala. Peki modern yaşama sanatını nasıl tahayyül ediyordu Fou­ cault? Eşcinsel dergisi Christopher Street'in temsilcisine Kasım 1 9 8 1 'de verdiği bir söyleşide önemli ipuçları verdi. Eşcinsel çiftlerin hukuki statüsünde yapılacak düzenlemelerin önemi üzerine sorulan soruyu atlatan Foucault, "bireylerin temel ve doğal haklara sahip olmasını savunmaktansa, yeni bir ilişkilen­ me hakkı tasavvur edip yaratmalıyız belki de," dedi. Savunma amaçlı bir çabadansa yaratıcı bir çabanın, muhtelif bireylerara­ sı ilişkilenmelere halihazırda engel olan "ilişkisel açıdan zayıf­ latıcı kurumların" gerekliliğini ortadan kaldırabileceğini ileri sürdü. Eşcinsel aşk pratiğini önceden var olan kültürel alanlara dahil etmek yeterli değildi; "mesele, yeni kültürel biçimler ya­ ratma meselesiydi."36 ·

YAŞAMA SANATLAR!

1

Foucault, Haziran 1 982'de The Advocate dergisine verdiği bir söyleşide, yine benzer şekilde ifade etti meramını. Eşcin­ sel hareketin ilerleme kaydedip kaydedemediğine dair soruya karşılık, 1 970'lerin başında sahici bir özgürleşme süreci ya­ şandığından kuşku duymadığını; fakat buna karşın durumun henüz dengeye kavuşmadığını, haklar ve hoşgörüye dayanan bir statükoyu kabullenmektense yapılanları bir adım daha ile­ ri taşımanın daha iyi olacağını belirtti. "Toplumda, sanatta ve kültürde; yaşamın, ilişkilerin ve dostlukların yeni biçimlerinin; cinsel, ahlaki ve politik seçimlerimiz üzerinden uygulanacak yeni biçimlerin yaratılması" bu yönde bir adımdı.37 Söz konusu olan savunma değil, kendini öne sürmek olmalıydı. Bu öne sür­ me ediminin kendisiyse, bir kimliğin olumlanmasından ziyade yaratıcı bir kuvvetin ortaya çıkarılması olarak anlaşılmalıydı. Eşcinsel olduğumuzu keşfetmemiz gerekmiyordu; "Bunun yeri­ ne, eşcinsel bir yaşam biçimi yaratmalıyız," diye yazdı.38 Yeni kültürel biçimler tasarlamak, yaşamı güzelleştirmek ve yeni ilişki türleri yaratmak; Foucault'ya göre bunlar, yeni bir modern etik düşüncesinin ayrılmaz parçalarıydı. Nitekim, buna benzer tüm yapıların tarihsel olumsallığını kabul eden ça­ ğımızda, bir etiğin nasıl inşa edileceğini sorgulayan Dreyfus ve Rabinow'a karşılık olarak, gayet doğal bir yanıt verdi Fouca­ ult: "Herkesin yaşamı bir sanat eseri haline gelemez mi ki? "39 Varoluşçu bir etikle varoluş estetiği arasındaki mesafe Foucault için tamamen kapanmıştı. Yaşamı bir sanat eseri gibi sürerek kendimizi ahlaki failler olarak kurmak, aynı yaklaşımın iki yü­ züydü. Dreyfus ve Rabinow'un bu yaklaşıma şüpheyle yaklaşma­ ları, Foucault'nun etik meselesini ortaya atışında bir samimi­ yetsizlik sezmelerine dayanmıyordu. Foucault'nun tanımladığı paradigmanın, 1 980'lerin başında San Francisco Körfez Böl­ gesi'nde hiç de garip kaçmamasına dayanıyordu daha ziyade.

1 77

1 78

1

FOUCAULT

"Berkeley gibi, insanların kahvaltılarından, sevişme ve günlük yaşantılarına kadar her şeyin mükemmel olması gerektiğini dü­ şündüğü yerlerde böyle projelere sıkça rastlanır elbette," diye­ rek eleştirdiler Foucault'yu.40 Hiç istifini bozmayan Foucault ise konumuna açıklık getirİ di. nsanın kendini yaratmasıyla, diye açıkladı, kendi hakikatini araması arasında hassas bir ayrım vardı. İnsanın kendi kendini yaratması, hem özgürlük hem de güzellik vadeden ucu açık sa­ natsal bir çabayken, "Kaliforniya'daki kendilik kültünü" belir­ leyen insanın kendi hakikatini arayışıysa bir keşif sürecine ve kişinin "gerçek kendiliğinin" belirlenmiş ve bilinebilir olduğu düşüncesine dayanıyordu. Kendiliğin inşasını böyle yorumla­ yanlar, diye açıkladı Foucault, "gönüllerince hareket etmeleri­ ni ve istedikleri gibi yaşamalarını arzu, yaşam, doğa, beden ve benzeri şeylere dair hakikatlere vakıf olmalarına bağlarlar."41 Yaşama sanatları, tam da bu nevi sözde hakikatleri saf dışı bı­ rakmayı amaçlıyordu.

yaşama sanatlarını belki de tam olarak anlayamamıştı. Ne var ki Foucault'nun yeni kavramsal aygıt­ larıyla Berkeley arasında bağlantılar kurarak bir ipucu yakala­ mışlardı yine de. Foucault'nun 1 970'lerde ve 1 980'lerdeki dü­ şünsel gelişimi, Paris dahil tüm dünyada en çok Berkeley'deki gelişmelerden feyz almıştı. Foucault Kaliforniya'yı ilk kez 1 975'te ziyaret etti. Oraya varmasıyla şehrin cazibesine kapılması bir oldu. Ilıman iklim, yaygın uyuşturucu kullanımı, alternatif yaşamlar süren küçük topluluklar ve San Francisco'nun hayli gelişmiş eşcinsel hamam kültürü dahil tüm bunlar alt alta dizilince, Kaliforniya düşünür için biçilmiş kaftan haline geliyor, kendisi de bunu gizlemiyor­ du. 42 ABD'nin Batı Yakası, Paris'ten uzaklaşmak için de güzel DREYFUS VE RABINOW

YAŞAMA SANATLAR!

l

bir limandı; zira Foucault 1980'lerin başından itibaren, dört ay süren ders verme yükümlülüğü dışında, nadiren başkentte bulunuyordu. Daha önceki yorumcular tarafından Foucault'nun yaşamı­ nın son yıllarında çizdiği düşünsel yörüngenin şekillenmesin­ de, Kaliforniya'daki bu serbest ortama özel önem atfedilmiş­ tir. Dreyfus ve Rabinow'un da sezdiği üzere, toplumsal iklim önemliydi şüphesiz. Fakat Foucault'nun Berkeley Üniversite­ si'yle kurduğu kurumsal ilişkinin yarattığı etki üzerinde o ka­ dar durulmamıştır. Bir önceki bölümde belirtildiği gibi, Fouca­ ult 1 970'lerin sonundan 1 980'lerin başına kadar Berkeley'de birçok ders verdi. Söz konusu dönemde kendi çalışmaları üze­ rine düzenlenen konuşmalara katıldı;43 muhtelif departmanla­ rın temsilcilerinin katıldığı gayriresmi tartışmalar tertipledi;44 Berkeley profesörleri Dreyfus ve Rabinow'la birlikte kendi fel­ sefesi üzerine önemli bir inceleme kaleme aldı;45 hatta ve hatta antik dünyada doğru-söyleme üzerine uzun bir konferans dizisi düzenledi.46 Foucault'nun 1 979'dan 1 983'e kadarki programı­ nın, Berkeley'de bir güz dönemi ve Paris'te bir bahar dönemin­ den oluştuğunu söylemek çok abartılı olmaz. Berkeley'deki birçok disiplinden gelen meslektaşlarının, Foucault'nun son dönem çalışmalarını besleyen düşünce sü­ recine doğrudan katkıda bulunduğu yönünde güçlü deliller vardır. İngilizce profesörü Greenblatt'ın Foucault'yla aynı doğ­ rultuda düşündüğü açıktır. Felsefeci Dreyfus ve antropolog Ra­ binow ise düşüncelerini açıklığa kavuşturması için Foucault'yu zorluyor, arkeolojik bakışının tutarlılığını sorguluyor ve onu kendisine ait olmayan Heiddegerci bir terminoloji benimsetme­ ye çalışıyorlardı. Fakat Berkeley'deki en kayda değer meslekta­ şı, 1 980'lerin başında Foucault'nun adını sık sık andığı Peter Brown'du.47 Saygın bir geç Antik Çağ-erken Ortaçağ tarihçisi olan Brown, Foucault'nun okulu ziyaret ettiği dönemde Berke-

1 79

1 80

1

FOUCAULT

ley Tarih Bölümünün son derece önemli bir mensubuydu. Çığır açan 1 978 tarihli The Making of Late Antiquity adlı kitabında Brown, erken dönem Hıristiyanlıkta dinsel dönüşümü açık ve son derece ilgi çekici anlatmıştı.48 Kitap Brown'un öteden beri ilgilendiği konularla Foucault'nun yeni yeni şekillenen düşün­ celeri arasında açık bir bağlantı kuruyordu. Ne var ki Brown'un çalışmalarıyla Foucault'nun, sözgelimi, Canlıların Yönetimi üzerine verdiği dersin örtüştüğü noktalar üzerine önce bir durup düşünmeliyiz.49 İkisi de üçüncü yüzyılda geçen anlatılar içeriyor, ikisi de pagan dinselliğinden Hıristiyan dinselliğine geçişi ele alıyor, ikisi de Antik dönemde cinselliğe değiniyor, ikisi de kendi düşüncelerini tartan ve kendinde kö­ tülük arayan bir bilincin doğuşunu inceliyordu. Brown'un altı üstü yüz sayfa uzunluğundaki kitabının ikinci kısmı dikkatle okunduğunda, Foucault'nun dersinde yer alan hemen hemen tüm karakterler ortaya çıkmaktadır: Cyprianus, Tertullianus, Hıristiyan vaftizi, çilecilik, münzevilik (anachoresis), hatta ve hatta Artemidorus'un yazdığı az bilinen rüya incelemesi.5° Fou­ cault'nun antik dünya üzerine kaleme aldığı tüm yazıların ve verdiği tüm derslerin 1 978 sonrasına rastladığı düşünülürse, nihayetinde kabul etmeye yanaştığından çok daha derinden Brown'dan etkilendiğini teslim etmek zorunda kalırız. Salt içeriğin ötesine geçersek, Foucault'nun Brown'un biçim kavramını da kullandığı görülmektedir. Muhataplarından biri 1 984'te bu bağlantıyı sezmiş, antikite incelemelerinde biçim mefhumunu ilk kullananın kendisi değil Peter Brown olduğunu Foucault'ya belirtmişti. Foucault, "'biçimi' kullanma yöntemi­ mi önemli ölçüde Peter Brown'a borçluyum," diyerek bu tespi­ te katıldığını açıkladı. 51 Brown, The Making of Antiquity adlı kitabında, Geç Antik Çağ'da Mısır'daki pagan dinselliğinden Hıristiyan dinselliğine yapılan geçişi biçim değişikliği üzerinden tanımlamıştı. "Geç ikinci ve üçüncü yüzyıllarda görülen din-

YAŞAMA SANATLAR!

1

sel yaşam 'biçiminde,' ilahi olanla insani olan arasındaki sınır oldukça esnetilmişti," diye yazdı. Brown'a göre, gidişatın tek nesilde hızla değişmesi, çileci keşişlerin, "isyan ettikleri dinsel yaşamın antitezi niteliğinde yeni bir dinsel yaşam biçimi kura­ rak kendi geçmişleriyle hesaplaşmalarına" dayanıyordu.52 Üze­ rindeki Brown etkisine dair Foucault'nun az önceki yorumlarını akılda tutacak olursak, bu biçim mefhumunun, iddialı ve bile­ rek seçilmiş olsa da, kendi imgesinde dünyayı dönüştürme gücü­ ne sahip yaşam estetiğinin düşünüre çok faydalı olduğu açıktır.

FOUCAULT, YAŞAMA SANATLARI sorusuyla yüzleşerek bildik ça­ lışma alanının dışında hareket ettiğinin şüphesiz farkındaydı. Hazların Kullanımı'nda, "Yunanca ya da Latince uzmanı" ol­ madığını teslim etse de, antik döneme ait metinleri incelemek zorunda hissetmişti.53 Geçen beş senede konuya dair "yeterli yetkinlik" kazanmasını bir avuç meslektaşına borçlu olduğunu 1 98 3 yılında açıkladı. Beklenileceği üzere, zikrettiği akademis­ yenlerin üçü Berkeley profesörüydü: Çalışmaları, önerileri ve sohbetiyle ona "müthiş destek" sunan Brown; sordukları soru­ lar ve yürüttükleri düşüncelerle Foucault'nun görüşünü netleş­ tirmesine ve metodoloj isini yeniden formüle etmesine yol açan Dreyfus ve Rabinow.54 Adı geçen öteki iki isim Foucault'nun College de France'tan meslektaşlarıydı: College'in Roma tari­ hi kürsüsü başkanı Paul Veyne ve antik düşünce tarihi uzmanı Pierre Hadot. Roma kentsel kültürünü irdeleyen mühim bir araştırmanın ve tarihyazımı üzerine kaleme alınmış son derece saygın bir incelemenin yazarı olan Veyne, College de France fakültesine 1 976'da katıldı.55 Foucault tarihçiyi antik dönem toplumları ve kültürleri üzerine yürüttüğü araştırma için değerli bir kay­ nak olarak görmüş,56 1 978'in başından beri ofisinin kapısını

18l

182

1

FOU CAULT

aşındırmıştı.57 Aynı yıl Veyne, "Foucault Tarih Alanında Dev­ rim Yaratıyor" adlı bir makale yayımladı. Makalede savunu­ lan, Foucault'nun realizm karşıtlığının tarihçiler için derin ku­ ramsal içgörü sağladığı düşüncesi aslında Foucault'nun henüz tam anlamıyla geliştirmediği düşüncelerinin Veyne tarafından açıklanıp övülmekte olduğunu gizliyordu. Veyne, düşünürün metodunun "şeylerin, (belirlenimleri açıklığa kavuşturulması gereken) belirlenmiş pratiklerin nesnelleştirilmelerinden başka bir şey olmadığı anlayışına" dayandığını söylediğinde, Fouca­ ult'nun düşüncelerini, düşünürün o zamana dek açıkladığın­ dan daha özlü ve daha güçlü izah etmişti.58 Foucault'nun daha sonra realizm karşıtı tezlerine dair kamu önünde sunduğu ifa­ deleri, Veyne'nin sessiz açıklamasının damgasını taşıyacaktı.59 1984'te Cinselliğin Tarihi için kaleme aldığı önsöz niteliğindeki makalesinde, içtenlikle, "Onun bu sayfalar üzerindeki etkisini belirlemek neredeyse imkansız," diye yazdı. 60 Foucault'nun geç dönem çalışmalarının metodolojisine ve arka planındaki olaylara Veyne'in sunduğu katkının yanı sıra Pierre Hadot'nun da tematik bir yarar sağladığı söylenebilir. Hadot kariyerinin önemli bir kısmını Paris'teki Ecole Pratique des Hautes Etudes'te, Helenistik dönem neoplatonik felse­ fe üzerine yazarak ve ders vererek geçirdi. 1976'daysa antik dünyadaki "ruhani egzersizler" üzerine bir makale yayımladı. Düşünürün ölümünden sonra Hadot'nun da belirttiği gibi, ma­ kalede geçen üç düşünceyle "yakından ilgilenmişti" Foucault: antik felsefenin bir sanat, biçim ve yaşam tarzı olarak tanı­ mı; modern felsefenin bu geleneği nasıl unuttuğunu ve bu geleneğin neredeyse tamamıyla kuramsal bir söylem haline geldiğini açıklamaya yönelik çabam ve makalede, Hıristi­ yanlığın belli başlı ruhani egzersizleri, aynı antikitede uygu­ landıkları haliyle devraldığını ... işlediğim düşünce.61

YA�AMA SANATLAR!

l

Foucault'nun 1 9 8 1 'de verdiği Öznellik ve Hakikat dersinde, bu düşüncelerin her biri güçlü ve belirgin şekilde boy göstermek­ tedir. Canlıların Yönetimi'nde hiç yer almadığından, Fouca­ ult'nun 1 980 yılının Nisan ve Ekim ayları arasında Hadot'nun çalışmalarından haberdar olduğunu varsayabiliriz.62 Arnold 1. Davidson, Hadot'nun çalışmalarına karşı Foucault'nun duydu­ ğu tutkulu heyecanı aktarmıştır. 63 Hadot fikirlerinin Foucault'nun elinde geçirdiği değişiklik­ ten hoşnutsuz olsa da (düşünürün "kendiliğe" fazlasıyla öncelik tanıyıp kendiliğin aşkınlığına yeterince eğilmediği görüşündey­ di) söz konusu fikirlerin Foucault'nun düşüncesi üzerinde çok önemli bir itici güce sahip olduğuna şüphe yoktur.64 Hadot'nun "ruhani egzersizler" kavramı, "kendilik pratiklerine" dönüştü­ rülerek, Foucault'nun Canlıların Yönetimi nde " itiraf" (l'aveu) ve "söyleme-kendini-katma" (mise-en-discours de soi-meme) ya da exagoresis bölüm başlıkları altında ele aldığı olgulara içerik ve biçim kazandırdı. Daha da önemlisi, Hadot'nun felsefi yaşam tarzı kavramı, Foucault'nun yazdığı Batı öznelliği tarihi­ ne hakiki bir özgürlük anı eklemesine imkan verdi. Dördüncü bölümden hatırlanacağı üzere, Canlıların Yö­ netimi, Severus çağının alametifarikası "dünyevi öznellikten" Augustinus çağının alametifarikası "derin öznelliğe" doğruca geçiş yapmıştı. Her iki durumda da öznenin kendisine dair bir "hakikati" tanıyıp beyan etmesi bekleniyordu; aralarındaki tek fark, hakikatin "dünyevi öznellikte" dışarıdan, "derin öznel­ likte"yse içeriden gelmesiydi. Foucault 1 98l'deki Öznellik ve Hakikat dersinde, Hadot'nun kavramlarını da arkasına alarak farklı bir anlatı kurmayı seçti. Bu yoruma göre birkaç yüzyıllık bir dönem süresince, hiç değilse imtiyazlı yurttaşlar için, kişinin kendi yaşamını güzellik ilkeleri uyarınca şekillendirmesi müm­ kün olmuştu. Yukarıda da belirtildiği gibi, özgürce ve isteyerek uygulanan sanatlar65 olan yaşama sanatlarına tabi bu ruhani '

t 83

184

1

FOUCAULT

egzersizler, bireylerin kendilerini keşfetmek yerine kendilerini kurdukları bir durum yaratmıştı. "Söylem-öncesi" özneler, özel ve makbul öznellik kipleri kazanabilmelerini sağlayacak pratik­ ler seçiyordu. Geç dönem pagan ruhaniliğinin doğuşuyla bu du­ rum çöküntüye uğramışsa da, hepten yok olduğu söylenemezdi.

Klasik antikitede uygulandığı şekliyle yaşama sanatları, kişinin özel ve makbul bir ontolo­ jik konum kazanabilmek için kendi varlığını şekillendirmesine dayanıyordu. Söz konusu "varlık kiplikleri" arasında güzellik, sükunet, zarafet ve birçok başka vasıf bulunuyordu. Kendilik tekniklerinin ya da Hadot'nun deyimiyle "ruhani egzersizlerin" oldukça sık uygulanmasıyla kazanılacaktı bu vasıflar. Dolayı­ sıyla, bir yaşama sanatı, Yunanca terimi tam manasıyla karşıla­ yacak bir tekhne, bir beceri, bir marifetti. Bu sanatı uygulayan kimsenin, edimlerinin dayandığı kuralı evrenselleştirmek gibi bir kaygısı yoktu. Aksine, "edimini bireyselleştiren, onun biçi­ mini değiştiren, hatta rasyonel ve düşünümsel bir yapı sağla­ yarak ona eşsiz bir yücelik kazandıran bir yaklaşım ve keşifle" kendisini ahlaki bir özne haline getiriyordu." 66 Öznellik ve Hakikat'te bu sanatların hakim olduğu tarihsel uğrak belgelenip tanımlandıysa, Foucault'nun 1 982'deki Öz­ nenin Yorumbilgisi adlı dersi de bu uğrağın uzatmalı olarak çö­ zülmesini anlatacaktı. Kendilik Kaygısı'na büyük ölçüde temel sağlayan Öznenin Yorumbilgisi, milattan sonra ikinci yüzyılda­ ki dünyaya ağırlık verdi. Brown'un The Making of Antiquity adlı kitabı gibi, geç pagan dönemiyle erken Hıristiyanlık döne­ mi arasındaki kırılmalardan ziyade süreklilikleri vurguluyordu. Foucault'nun ilk dersinde belirttiği üzere, öznellik meselesinin Öznellik ve Hakikat'teki gibi cinsellik yönünden değil de genel hatlarıyla ele alma çabasıydı bu aynı zamanda.67 TEKRAR ÖZETLEMEK GEREKİRSE,

YAŞAMA SANATLAR!

l

Foucault 1 982 dersinde, Hıristiyanlık hüküm sürmeden ön­ ceki geç dönem pagan dünyasında, çok öteden beri süregelen birtakım temaların geçirdiği aşamalı dönüşümü göstermeye çalıştı. Yaşama sanatı kavramının giderek yok olmasını işliyor­ du esas olarak. Foucault yaşama sanatlarının ikinci yüzyılda başkalaşım geçirdiğini ileri sürüyordu. Bütün bu sanatların alt unsuru olan ve araçsal görev biçilen kendilik teknikleri, gitgide kendine ait bir yaşam ve ivme kazandı. Ruhani egzersizler ken­ di içlerinde mühim birer amaç haline geldi. Yaşanan bu dönüşümle birlikte, yaşam estetiği gittikçe daha az vurgulanırken, kişinin kendi kendini değerlendirmesi ve keş­ fetmesi daha çok vurgulanıyordu. "Belli bir anda," diye belirtti Foucault, "yaşam estetiği probleminin üzeri saflık problemiyle örtüldü."68 Kişinin kendi üzerine emek sarf etmesi, kendini iz­ lemesi ve saflığını koruması olgusu, hizmet etmek üzere tasar­ landığı kişisel biçim verme ediminden giderek ayrıldı.69 Dolayı­ sıyla, "kişinin kendi üzerinde eksiksiz hakim olması mefhumu" yaşama sanatlarının "temel meselesi haline geldi." Foucault'ya göre bu sanatların, tam da onları oluşturan kendilik teknikleri tarafından gölgede bırakılmış ve tasfiye edilmiş olması, antiki­ tede yaşanan en önemli gelişmelerden biriydi. 70 Yaşama sanatlarından, daha dar kapsamlı "kendilik kay­ gısına" yapılan geçiş bütün olarak ele alındığında Cinselliğin Tarihi'nin son iki cildinin teması olarak yorumlanabilir. Haz­ ların Kullanımı yaşam estetiğinin belirlediği çağı kapsarken, Kendilik Kaygısı ardından gelen dönemi inceliyordu. Ne var ki, Foucault'nun asıl tasarladığı projenin tam olarak kitaplaş­ madığını unutmamalıyız. Ö mrü yetseydi, ikili bir tarihsel mo­ del öne sürmekten çok daha iddialı bir amaç güdecekti. Zira Foucault'nun Öznenin Yo�umbilgisi'nde geliştirdiği teze göre, gelişmeye yönelik eğilim sürüyordu. Kendilik teknikleri, Hı­ ristiyanlığın doğuşuyla ortadan kaybolmadığı gibi serpilmeye

1 ss

1 86

1

FOUCAULT

devam ediyordu. Çok incelikli bir iddiaydı bu. Hıristiyanlığın, geç dönem paganlığa ait kendilik pratiklerinin önemini azalt­ madığı gibi, aksine güçlenmesini sağladığını ileri sürüyordu Foucault. Aynı Seneca ve Epiktetos gibi büyük öncüllerinin düşündüğü gibi, Hıristiyan "kendilik kültürü" de bireyselli­ ğin değil, içsel yaşama yönelik eleştirel bir dikkatin işleviydi.71 Kendilik tekniklerinin Stoacı ve Epikürcü uygulayıcıları gibi Hıristiyan vicdan yönlendiricileri de kendilerini ölçmeleri, dü­ şüncelerini elekten geçirerek orada bulduklarını itiraf etmeleri için keşiş adaylarını yönlendirerek çalışıyorlardı.72 Ne var ki Hıristiyanlığın uyguladığı sorgulama çok daha ızdıraplıydı. Hıristiyanlık, kendilik tekniklerinin genişletilmesi yönünden bakıldığında, nicel değişimi nitel değişim noktasına dek gö­ türüyordu: "Söz konusu kendilikte şehvet ve tensel arzu ba­ rındığından, bu yeni Hıristiyan kendilik sürekli olarak denet­ lenmeliydi. Kendilik, o andan itibaren artık kurulacak bir şey değil, reddedilecek ve çözülmeye çalışılacak bir şeydi artık."73 Kendini reddetme niyetiyle insanın içsel hakikatini çözmesi: Foucault'nun "öznenin yorumbilgisi" olarak adlandırdığı olgu tam da buydu. Doğrudan doğruya yaşama sanatlarından türemiş olsa da, üstlendiği yaklaşım ve güttüğü amaçlar bakımından bu yorum­ bilginin tamamen farklı olduğunu yeterli ölçüde gösterdiğine inanıyordu Foucault. Öznenin yorumbilgisi kişinin kendi varlık kipini inşa edecek araçları sağlamak şöyle dursun, kişinin ha­ lihazırda taşıdığı "hakiki" kendiliği ciddiyetle kabul etmesini, sonra da onu yerip reddetmesini gerek koşuyordu.

öznenin yorumbilgisiyle ikame eden tarihsel dönüşüm, Foucault'ya göre çok önemli sonuçlara gebeydi. Zira, "bios, uzun süredir Yunan düşüncesinde taşıdığı KLASİK YAŞAMA SANATLARINI

YAŞAMA SANATLAR!

l

anlamı, yani bir tekhne'nin doğal sonucu olma özelliğini yitir­ diği, bios (yaşam) bir tekhne'nin doğal sonucu olmaktan çıka­ rak kendiliğin sınandığı bir yöntem haline geldiği gün," modern Batı düşüncesine özgü öznellik oluşturulmuştu.74 Dolayısıyla Foucault'ya göre asıl kayma, ikinci yüzyıl pa­ gan felsefesinde gerçekleşmişti. Yaşama sanatlarının "kendilik kaygısı" (epimeleia heautou) tarafından ele geçirilmesi -yaşa­ mın (bios) bir sanatın (tekhne) doğal sonucu olmaktan çıkıp sınamaya (epreuve) tabi tutulması- birkaç yüzyıl sonra da olsa modem "derin" özneyi doğurmuştu.75 Hıristiyanlığın günahkar kendiliği, alabildiğine derin ve hakikat yüklü bu öznenin sadece küçük bir parçasıydı. Foucault için meselenin özü, öznenin bir hakikat içerdiğine ve bu hakikatin de bir içe bakış ve keşif süreci aracılığıyla erişi­ lebileceğini dair mefhumdu tam da. Tekhne sanatı, yaratıcılığı ve dışavurumu temsil ediyorsa eğer, epreuve de bütün bunların bilim, buluş ve tefekkürle alaşağı edilmesi anlamına geliyordu. Metafiziksel hakikat kavramının insan varoluşu alanındaki za­ feriydi bu. Foucault'nun son dönem çalışmalarında, "sanat ve bilim karşıtlığı meselesi sıkça karşımıza çıkar ve adeta örtük ve meç­ hul bir normatif iddia barındırır. Foucault Cinselliğin Tarihi nin daha birinci cildinde, pek çok Asya medeniyetinde uygulanan ars erotica ile Batı'da hakim olan scientia sexualis arasındaki keskin ayrımı vurgulamıştı.76 Kitap bir yapının ötekine tercih edilmesine izin vermese de (hakikatin bizatihi zevkten çekip çıkarıldığı) ars erotica'yı, umut beslememizi sağlayan yarar­ lı "beden ve zevk ekonomisiyle" aynı hizaya koyuyordu. Öte yandan, bizi "seksin katı monarşisine" ve "kendi gizini zorla açığa vurmayı ve çıkan bu karaltıdan en hakiki itirafları teh­ ditle koparmayı içeren sonsuz külfete" maruz bırakan scientia sexualis ise açıkça hikayenin kötü karakteriydi.77 '

t87

1 88

1

FOUCAULT

"Sanat bilim karşıtlığına" dayanan bu ayrım, 1 980'1i yılla­ rın başına gelindiğinde daha da keskinleşmişti. Foucault yaratı­ cı ve analitik olanı birbirinden bağımsız, hatta birbiriyle ilişki­ siz kategoriler olarak kullanmaya başladı. Burada tecrübe edil­ mesi gereken sanat-olarak-ahlaktı. "Bana göre, "diye açıkladı 1 983'te, "ahlaki problemleri bilimsel bilgiyle ilişkilendirmeye hiç mi hiç gerek yoktur."78 Ahlak, bizatihi hukuksal olanla, oto­ riter bir sistemle, disipliner bir yapıyla herhangi bir ilişki kur­ maksızın çok güçlü bir varoluş yapısı" teşkil edebilirdi.79 Buluş mefhumu ne denli eksi yüklüyse yaratı mefhumu da o denli artı yüklüydü. Peter Dews'un belirttiği gibi, "Foucault'nun geç dönem çalışmalarındaki çabası, özgürlüğü, sahici 'doğal' bir kendiliğin yeniden tesisi olarak görmek isteyen her iddiayı sa­ vuşturacak biçimde, öznellik ve özgürlük kavramlarını ortaya koymaktı."80 Foucault'nun kendi deyimiyle Kaliforniya'daki kendilik kültüne karşı çıkmasının nedeni, söz konusu kültün tam da bu yönde bir iddia öne sürmesine dayanıyordu. "Psikoloji ya da psikanaliz tekniği sayesinde, hakiki kendiliğimizi keşfetme­ miz, keşfettiğimiz bu kendiliği onu karanlığa gömecek ya da uzaklaştıracak şeylerden ayırmamız, onun hakikatini çözme­ miz bekleniyor," diye yakınıyordu. Mercek altına aldığı ikinci yüzyılda gerçekleşen dönüşümün acı meyvesi tam da buydu.81 Foucault'nun bu dönemde Sartreçı öznellik kavramını yeni­ den reddetmesi, fakat bu reddin Sartre'ın birleşik özne varsayı­ mına değil (zira ihtilaf konusu olmaktan çıkmıştı bu) Sartre'ın öznesinin merkezinde özgünlüğün yer almasına dayanması kayda değerdir. Kişinin hakiki kendiliğine karşı yeterliliği ola­ rak özgünlük, bireyin kendisiyle kuracağı olası ilişkilerin zen­ ginliğini ve çeşitliliğini asla yakalayamazdı.82 Foucault'nun bu husustaki yorumları çok ilginçtir:

YA�AMA SANATLAR! i 1 8 9

Bana göre Sartre'ın söylediklerinin tek kabul edilebilir pra­ tik sonucu, getirdiği teorik içgörüyü özgünlükten ziyade yaratıcılık pratiğine uygulamaktır. Kendiliğin bize verili ol­ madığı düşüncesinden bence tek bir pratik sonuç çıkıyor: Kendimizi bir sanat eseri olarak yaratmalıyız.83 Sartre'ın düşüncesinin gözden düşmemesinin nedeni, yaratı­ cılığı felsefe açısından ele alınmaya değer bir problem olarak görmesine dayanıyordu. Foucault'ya göre soruşturmayı bu minvalde ilerletmek, sanat eseri yaratmanın nasıl olanaklı ol­ duğunu değil,

kendimizi birer sanat eseri olarak yaratmanın

yollarını araştırmayı gerektiriyordu. 1 983'te bu yorumlara kulak veren bir dinleyici, Fouca­ ult'nun özerk bireye dair görüşünün önemli ölçüde değişime uğradığını düşünürdü haklı olarak. Foucault'nun belirttiği gibi, " bizatihi hukuksal olanla, otoriter sistemle, disipliner bir ya­ pıyla herhangi bir ilişki kurmayan " kendi kendini yaratma pro­ jesi, kulağa varoluşçuluk gibi geliyordu. Düşünürün deneyim kavramına o dönemde getirdiği yorumlarsa bu izlenimi pekiş­ tirecek cinstendi.

ÖZNELLİK VE HAKİKATİN ilk dersinde şu soruyu sordu Fouca­ ult: Kendi kültüründe, özneye ilişkin "gerçek bir söylem" var olduğunda, özne kendisini ne şekilde deneyimler?84 Dinleyici gözünden bakıldığında, öznelere dair hakikati ortaya çıkardığı­ nı iddia eden bir söylemin tezahüründen önce var olan bir özne­ den söz edilebileceğini soğukkanlılıkla ima etmesi bakımından şaşırtıcı bir soruydu bu. Foucault'nun sorusunun daha da şa­ şırtıcı olan özelliğiyse " deneyim" kavramının kullanılmasıydı. Deneyim, Foucault'nun düşüncesinde yeni bir kavram ol­ madığı gibi, aslında epey eskiye dayanıyordu. Bir önceki bö-

1 90

1

FOUCAULT

lümde belirtildiği gibi, Deliliğin Tarihi başta olmak üzere ilk çalışmalarında "deneyimden" söz etmişti. O kitaptaki amacı, yüzyıllar boyunca delilik deneyimine dair eldeki her şeyi bulup çıkarmaktı. Tarihsel soruşturma yönteminin gerektirdiği üze­ re, yeni ortaya çıkan psikiyatri disiplinine ait metinlerinin ve kapatılma mekanlarına ait kayıtların ampirik bir yaklaşımla araştırılmasıyla yürütülecekti bu proje. Bu belgelerin delilerin yaşanmış deneyimini herhangi bir yolla tüketemeyeceğiyse bi­ linmeliydi. Tam aksine, "bir deneyim alanı olarak delilik, hak­ kında edinilecek tıbbi ya da paramedikal bilgiyle hiçbir suretle tüketilemez[di]."85 Belgesel kayıtlara başvurmak zorunda kal­ mıştı, fakat orada kayda geçmiş olan dil, delilik deneyimine ait değildi. Dolayısıyla erken dönem Foucault için deneyim kategori­ si önemliydi. Düşünürün deneyimden bahsetmesinin sebebi, 196 1 'de hala sahnede olan varoluşçu düşünürler gibi, öznenin dünyayla, "yaşanmış olanla" (le vecu) karşılaşmasına duyduğu ilgiye dayanıyordu. 1 964'te verdiği bir söyleşiden yapılan alıntı bu konuda açıklayıcıdır: M. Demonbynes: . . Nietzsche size göre delilik deneyimini .

yaşamıştı? ... Sizi doğru anlayabildim mi acaba? Çünkü bu delilik deneyimi nde n açıkça söz ettiniz. Kastınız tam olarak bu muydu? ne ölçüde

M. Foucault: Evet. M. Demonbynes: .

Kişinin gerçekten ... Nietzsche gibi yüce ruhların " delilik deneyimini yaşayabileceğini düşü­ nüyor musunuz? ..

"

M. Foucault: Size cevabım; evet, evet.86

YASAMA SANATLAR!

1

Deneyim, görünüşe bakılırsa, dünyanın kişilerde toplanan çok­ lu veçheleriyle yaşanmış karşılaşmaydı. Deliliğin Tarihi'nde "deneyime" yapılan yüzlerce atıf, bu mefhumun Foucault için problematik olduğuna dair bütün kuşkuları bertaraf etmekte­ dir. Gelgelelim bu mefhum hızla problematik hale gelecekti. Bir sanat terimi olarak "deneyim" kelimesi, Foucault'nun 1964'ten sonraki yazılarında neredeyse hiç geçmemektedir. 87 Kelimeler ve Şeyler insanın kayboluşuna dair teziyle 1966'da baskıya girdiğinde, aşkın olanla uzaktan yakından ilgili bütün ifadeler, kavram dağarcığından özenle kaldırılmıştı. Foucault, Bilginin Arkeolojisi'nin önsözünde şunları yazarak geçmiş hatasını ka­ bul ediyordu: Deliliğin Tarihi bir şekilde "deneyim" olarak adlandırılan olguya genel anlamda fazlasıyla büyük ve hatta muammalı bir rol biçerek, anonim ve genel bir tarih öznesini kabullen­ meye ne denli yaklaştığımı göstermişti.88

Böyle bir özeleştiri, deneyim kavramının geleneksel öznellik anlayışlarına ne denli bağlı olduğunu ve Foucault'nun da bu konudaki farkındalığını gösterir. Bu nedenle kariyerinin daha sonraki dönemleri boyunca deneyim kavramını çok defa kıya­ sıya eleştirmiş, zamanında terimi kullanarak hata yaptığı için de özür dilemişti.89 "Deneyimin" 1 980'lerin başında Foucault'nun düşüncesin­ de yeniden ortaya çıkmasını bu denli ilginç kılan ve düşünürün özne konusunda geliştirdiği yaklaşımın simgesi haline getiren işte buydu. Deneyim kavramını bariz bir biçimde Sartreçı dü­ şünceyle ("tarihin anonim ve genel öznesi"), zaman ve varlık gibi "boş" (ve açıkça varoluşçu) kavramlarla ilişkilendirmiş olan Foucault, şimdi deneyime sahip çıkıyor ve bunu tam da

t9

ı

1 92

1

FOUCAULT

öznellik üzerine yazdığı ilk inceleme bağlamında yapıyordu. Foucault'nun düşüncesinin, ezeli düşmanı Sartre'ın baş koydu­ ğu yola doğru yalpaladığını sezen dinleyiciler hayrete düşmekte haklı sayılabilirlerdi. Evrensel bilinç ya da bir tarih öznesi varsaymıyordu Fouca­ ult elbette. Gelgelelim, bireyin dünyayla yaşanmış karşılaşma­ sını -tıpkı kariyerinin başında yapmış olabileceği gibi- betimle­ menin bir yolu olarak deneyim fikri onun ilgisini çekmeye baş­ lamıştı. Foucault'nun düşüncesinde "deneyimin", "sistemle" doğrudan bir karşıtlık içinde yer aldığını söyleyebiliriz. İkisi bir arada hiçbir zaman var olmamıştı ve olamazdı. İnsan, sistemin dilini kullandığında, özneye bir konum ya da kesişme noktası olarak dışarıdan, deneyim dilini kullandığındaysa bir fail ola­ rak içeriden bakıyordu. Sistem özneyi bir tür gölge olay olarak ele alırken, deneyimse kendi üzerimizde inceleme yürütürken içsel boyutun dışsal boyut kadar geçerli ve gerekli olduğunu ileri sürüyor; "sanat ve üsluba", "koşullar" kadar önem atfe­ diyordu. Foucault'nun yaşamının son dört yılında, deneyime doğru belirgin bir yönelim söz konusuydu; College de France'ta verdiği son derslerinde, Düşünce Sistemleri Tarihi Profesörlüğü artık sadece lafta kalmıştı.

sorusunun önemi nerede yatıyordu? Öznelere dair "doğru söylem" üretmiş bir kültürde öznenin de­ neyimini neden soruşturuyordu? Foucault'nun yürüttüğü her çalışmasında olduğu gibi buradaki amaç da, böylesi bir olgu­ nun "zorunlu" olmadığını, sadece belli bir uğrağa özgü olduğu­ nu göstermekti. "Bilinebilir özne" fikri tarihsel olarak olumsal, hassas ve değişime tabiydi. Foucault'nun sorusunun taşıdığı önem ikinci yüzyılda değil, yirminci yüzyılda yatıyordu. Anti­ kiteden günümüze öznenin deneyimi, onun eşsiz ve derin bir o HALDE FOUCAULT'NUN

YA�AMA SANATLARI

l

hakikat taşıdığına dair bir anlayışa dayanıyorduysa bile bu bir kader değil talihsizlikti. Deneyim olduğu gibi kalmayacaktı. Ki­ şinin kendi öznelliğine dair farklı ve belki de daha iyi deneyim­ ler vardı. Kadim yaşama sanatları üzerine yürütülen inceleme­ nin de gösterdiği gibi, kendilik "gerçek" bir kendiliğin esareti altında bulunmak zorunda olmadan da kavramsallaştırabilirdi. Tek başına bu bile günümüzde farklı yolların bulunabileceğini göstermeye yetiyordu. O halde Foucault'nun Aydınlanma üzerine yazdıklarıyla kurduğu yakın bağ işte buradaydı. Sistematik olmasa da Fou­ cault 1978'den beri "şimdiki zamanın" felsefi problemi olarak adlandırdığı konuya tekrar tekrar geri dönmüştü.90 Bütün bu değerlendirmelerin temel görüşüne göre, Kant 1 784 tarihli "Ay­ dınlanma Nedir?" yazısıyla birlikte, felsefenin tümüyle tarihsel nitelikteki şimdiki zamana odaklandığı bir çağ başlatmıştı. Ni­ tekim Hegel, Marx, Nietzsche, Weber, Horkheimer ve Haber­ mas gibi isimlerin tümünün, odağını sonsuz olandan "bugün yapıp ettiklerimize" çeviren Kantçı projeyi devam ettirdikleri söylenebilir. 91 Foucault'nun özbeöz "modern" olarak addettiği tavra ön­ cülük etmişti Kant. Meşhur aude sapere· sözüyle birlikte bu tavır özlü bir bi­ çimde açıklanmıştı. Düşünsel tembelliğin aşılmasının bir ifade­ siydi bu; ve insanın sürekli olarak kendini sorgulamasını zo­ runlu kılıyordu. Bu tavır, felsefenin sınırlarını aşarak modern kültürün tüm katmanlarına yayıldı. "Şimdiki zamanın," diye yazdı Foucault, "modernlik açısından taşıdığı yüce değer, onu olduğundan farklı tahayyül etmeye yönelik müthiş hevesten ve onu yıkarak değil de ne olduğunu kavrayarak dönüştürme ça­ basından bağımsız olarak düşünülemez."92 Modernlik, kendilik •

(Lat.) Aklını kullanma cesaretini göster. -yhn

t 93

1 94

1

FOUCAULT

bilgisini dönüştürücü bir çabanın hizmetine sunuyordu. Foucault'ya göre, Kant sonrası tavrı Baudelaire'den daha iyi örnekleyecek biri bulunamazdı. Baudelaire için modern sa­ natçının esas niteliği, dünyayı başkalaştırma isteğiydi; bunu da sadece gerçek olanı yadsıyarak değil, "gerçek olanın hakikatiy­ le özgürlüğün egzersizi arasındaki zorlu etkileşim" aracılığıyla yapmak istiyordu. Genel olarak birey için de aynı ölçüde ge­ çerliydi bu: Baudelaire'e göre modern insan kendini, gizlerini ve saklı hakikatini keşfetmek için çekip giden insan değil, kendini yeniden yaratmaya çalışan insandı. Bu modernlik, "insanı kendi var olduğu biçimde özgürleştirmez"; onu, kendini ge liştirme görevini üstlenmeye zorlar.93

·

Foucault özenli bir dille söz konusu modernlik tutumunun "zo­ runlu çileciliğe" bağlı olduğunu belirtti; insan kendisini kabul­ lenmekten ziyade, "karmaşık ve zorlu bir gelişim nesnesi olarak [konumlanıyordu]." O halde, 1 981 ve 1 982 derslerinin merkezi motifleri sadece "modernliğe" aktarılmıştı. Bilime değil de sanata tanınan önce­ lik, çileciliğin zorunluluğu, kendi kendini keşfetmekten ziyade kendi kendini üretmeye taraftar olma dahil tüm bunlar, doğru­ dan doğruya yaşama sanatları ve bu sanatların ardılları üzerine yürüttüğü incelemeden alınmıştı Foucault açısından muazzam, hatta biraz da cüretkar düşünsel bir aldatmacaydı bu. Düşünü­ rün kariyeri boyunca (söylem biçimleriyle, iktidarın işleyişiyle) rasyonalizasyonun damgasını taşıyan bir çağ olarak sunduğu modernite, burada bir tavır olarak yeniden sunulmuştu; üste­ lik, "kendiliğin" sanat üzerinden "çilecilikle geliştirilmesine" dayanıyordu.94 "Aydınlanma Nedir? " Habermas ve bazı takipçileri için ya.

YAŞAMA SANATLAR!

l

şanılan bozgunun gecikmiş bir itirafı gibi görülse de,95 aslında Foucault adına başarılı sayılabilecek bir tartışma girişimiydi. Üç kayda değer hamleden oluşuyordu bu tartışma. Birincisi, Aydınlanma geleneğini, tarihsel şimdiki zamanın eleştirisinde kendini gösteren "bir tavrın, daimi olarak yeniden etkinleştiril­ mesi" olarak tanımlayarak, tam da karşıtlarınca tehdit oluştur­ duğu düşünülen felsefi geleneği benimsemiş oluyordu. İkincisi, keşifle değil yenilikle işleyen Kant sonrası ethos doğrultusunda kendiliğin yorumbilgisine karşı yaşama sanatlarını (açıkça) ter­ cih etmesine normatif bir zemin sağlıyordu.96 Bitmek bilmeyen bir araştırma çabasına mahkum olan kendiliğin yorumbilgisi, şeyleri oldukları gibi ele alırken, insanın kendisini özerk oluş­ turmasını şart koşan yaşama sanatlarıysa Königsbergci düşün­ sel bir olgunluk sergiliyordu. Sonuncu olarak da, Aydınlanma geleneğini sürdürmeye yönelik Habermas'ın yaptığı çağrıyı (kendimizi ve tarihsel anımızı dönüştürmeye yönelik bir çağrı­ ya uyarlayarak) Foucault ironik bir dille tekrarlayarak, yaşama sanatlarını günümüzü doğrudan etkileyen bir şey haline getiri­ yordu. Aydınlanma esinli eleştiri hakkında yazdığı şu satırlarla da bu üç hamleyi tek noktada birleştiriyordu: "Böylece, kendi­ mizin eleştirel ontolojisine uygun felsefi ethos'u, aşabileceğimiz sınırların tarihsel ve pratik düzlemde sınanması ve dolayısıyla, özgür varlıklar sıfatıyla kendimiz üzerinde yürüttüğümüz çalış­ marımız olarak niteleyeceğim."97

sonunda yine kendimizi aşabilme­ mizi sağlayacak şekilde kendimizi işleyebilmek için, "özgür varlıklar" sıfatıyla şimdiki zamanı irdeleyip onun dengesini bozmaktı. Aydınlanma özerk öznelerin yaşamlarını bir sanat olarak yaşaması anlamına geliyordu. Foucault'nun son eserleri genelde bu yönde yorumlanma-

DEMEK Kİ MODERN OLMAK,

t 95

1 96

1

FOUCAULT

mış; sanki düşünür, iktidar ve öznellik üzerine soybilim yön­ temiyle geliştirdiği "sağlam" görüşlere hala bağlıymışçasına okunmuştur. Foucault tam da bu noktaya temas etmek adına yaşamının son yıllarında büyük bir kararlılık göstermiştir yine de. Peki yaşama sanatları ile kendimizin eleştirel ontolojisini tek mesele olarak mı görüyordu sahiden Foucault? 5 Ocak 1 983'te verdiği, o seneki derse giriş niteliğindeki iki saatlik ko­ nuşma, bu soruya cevap olabilecek belki de en ilginç tanıklıktır: Kendinin ve Başkalarının Yönetimi (Le Gouvernment de soi et des autres) tek bir sunumdan ibaret olsa da, hem "Aydınlanma Nedir?" makalesini hem de Hazların Kullanımı'nın giriş bölü­ münü neredeyse eksiksiz içeriyordu bu ders. Başka bir ifadeyle varoluş estetiği üzerine yürüttüğü çalışmanın önsözüyle Aydın­ lanmanın ethos'unu tek bir eksene oturtuyordu.98 Foucault son yıllarında bireysel özgürlük konusunda kimi zaman sanki mezarından dirilmiş bir Sartre misali konuşuyor­ du. " İnsan özgürlüğüne kesinkes inanıyorum," dedi bir söyleşi­ sinde.99 Ölümünden kısa süre önce Paul Rabinow'la düzenle­ nen bir tartışmada, arkeoloji metodundan olabildiğince uzak sayılabilecek şu ifadede bulundu: "Düşünce, kişinin yapıp et­ tiklerine dair bir özgürlük; ondan sıyrılmayı, onu bir nesne ola­ rak belirlemeyi ve sonra da onun üzerine bir problem olarak kafa yormayı sağlayan devinimdir."100 Verdiği son söyleşideyse, "cinselliğin birtakım faillerce nasıl kullanıldığını, yaşandığını ve değiştirildiğini görmek için" antikiteyi incelemeye giriştiğini söyledi. ıoı Seçim, özgürlük, düşünüm, deneyim, faillik, Fouca­ ult'nun gerçekleştirdiği nihai felsefi girişimlerinin göstergeleriy­ di. Buna koşut olarak, yaşamın yaratılması konusunda söz alırken Foucault'nun sadece olumlu bir dil kullanmakla yetin­ meyip yüreklendirici bir yaklaşım da sergilediği görülmektedir. Sözgelimi başka bir söyleşi sırasında, modern dünyada kurala

YAŞAMA SANATLAR!

l

dayalı ahlakın ortadan kalkmakta olduğunu, "bu ahlak ihtiya­ cına karşılıksa, varoluş estetiği kurulmasına yönelik araştırma çabasının yer aldığını ya da alması gerektiğini" belirtmiştir. ıoı Kendi yaşamını bu ilkeler uyarınca yaşadığı konusunda ısrar­ lıydı. Fransa'daki eşcinsel harekete ne ölçüde dahil olduğu so­ rulduğunda, cinsel özgürleşme hareketlerinden kendini uzak tuttuğunu söylemiş, "Bana göre cinsellik, kendilik tekniklerine işaret eden, kişinin yaşama biçimiyle ilgili bir meseledir," diye eklemiştir. 103 Foucault'ya göre kendi yaşamı boyunca gerçekleşen felsefi atılımlar (bu konuda kendine pay biçemeyecek denli müteva­ zıydı) bireysel özgürlük yolunda önemli adımlardı. Nietzscheci sanat-olarak-yaşam ülküsüne bugün bir adım daha yaklaşabil­ diysek, kendilerini sınırlayan şeylerin kırılganlığını insanların daha iyi görmesini sağlayan felsefe sayesinde olmuştu bu. İnsa­ nın kendi varoluşunu belirleyebilmesi bundan sonra mümkün görünüyordu.104 Foucault, kendi öncülüğünde açılan yolu izleyebilmiş miy­ di? Yaşamı bir sanat olarak yaşayabilmiş miydi ? Ö mrünün so­ nunda başardığını düşünüyor gibiydi. "Kitaplarım," dedi, "bir bakıma otobiyografi kırıntılarıdır."105 Giriştiği mücadelelerde bir tutarlık olup olmadığı sorusuna karşılık olaraksa kendi ya­ şamı sayılmazsa, hiçbir tutarlılık olmadığını söyledi 1 06 .

t 97

SONUÇ

Foucault Sarkacı

akademik çalışmaların ekseriyeti­ İ ngilizce yazılmış olması, düşünsel tarih alanında çalışanlar nin için kaçınılmaz bir olgudur. Bizzat Foucault'nun İngilizce ko­ nuşulan ülkelerde son derece rahat konuşmasının ve çalışması­ nın da payı vardır bunda. Bir sosyal deneyim alanı, akademik merkez ve düşünürün yakın ve uzun soluklu düşünsel ortaklık­ lar kurduğu yer olan Kaliforniya'nın, Foucault'nun çalışmaları bağlamındaki merkezi konumu aşikardır ve bu konuda çalışma yürütenlerin de gösterdiği üzere, Foucault'nun kavranmasında belirleyici olmuştur. Foucault son yıllarında Vermont Üniversi­ tesi'nde de dersler vermiş, ABD'nin kuzeydoğusundaki birçok üniversitede bir dizi konuşma yapmıştır. Ömrünün son yılla­ rında, Foucault'nun manevi yuvası hiç kuşkusuz Kuzey Ameri­ ka'ydı. 1 982'de gerçekleşen bir sohbet açıklayıcıdır. FOUCAULT ÜZERİNE YAPILAN

Stephen Riggins: Hoş bir hayat süren kibar Fransız be­ yefendisi imajı sizinle pek bağdaşmıyor. Ayrıca Amerikan mutfağını sevdiğini söyleyen tanıdığım tek Fransızsınız. Foucault: Evet, doğru! Şöyle güzel bir kulüp sandviçle Co­ ca-Cola gibisi yok! Sahiden öyle. Tabii üstüne de dondur­ ma.1

200

1

FOUCAULT

Aynı sene verdiği bir başka söyleşideyse, kendisini hiçbir za­ man tam olarak Fransa'daki toplumsal ve düşünsel yaşama ait hissetmediğini, daha genç yaşında aklına gelmiş olsa ABD'de yaşamayı tercih edeceğini açıkladı.2 Gelgelelim Foucault'nun kaderi 1 984'deki ölümünden son­ ra Fransa'da ve İngilizce konuşulan yerlerde farklı olduysa, bunda biraz da 1980'lerdeki düşünsel politikaların Atlantik Okyanusu'nun iki yakasında oldukça farklı seyirler izlemesin­ dendir. François Cusset'nin başarılı bir şekilde gösterdiği gibi, düşüncelerinin hem akademide hem de akademi dışında geniş çapta benimsenip sonraki yılların kimlik politikalarının kuram­ sal zeminini sağladıkça Foucault'nun ünü yayıldı.3 Öte yandan bir düşünür ve kamusal aydın olarak ünü, ölümünden hemen sonra Fransa'da giderek azalmaya başladı. Ülkenin genel ikli­ mi, 1960'ların ve 1970'lerin düşünsel "aşırılıklarına" mesafeyle bakıyor, yeni soluk getirdiği düşünülen liberal eleştiriye hiç de­ ğilse Paris'te yakınlık duyuyordu. Mark Lilla'nın ileri sürdüğü gibi, François Mitterand'ın 1 98 1 seçimlerini kazanması, solun iktidara gelmesini müjdelemek bir yana, Fransız devrimci ge­ leneğini Beşinci Cumhuriyet'in liberal kurumlarıyla uzlaştıran bir gelişmeydi. Sonraki yirmi yılda, "liberalizme karşı savaş sonrasında duyulan düşünsel nefreti beslemiş Hegelci, Marksist ve yapısalcı dogmalar neredeyse tümüyle terk edilmişti."'4 Keli­ meler ve Şeyler ve Hapishanenin Doğuşu'nun yazarı, putların alacakaranlığında esirgenecek değildi. Fransız liberalizminin esaslı ve anlaşılır bir şekilde ortaya çıkmasını sağlayan önemli eser, Luc Ferry ve Alain Renaut'nun 1985 tarihli La pensee 68: Essai sur l'anti-humanisme contem­ porain adlı kitabıydı.5 Ferry ve Renaut, çığır açan bu tartışmalı kitapta, tıpkı Marcel Gauchet, Pierre Manent ve o dönemin birçok başka düşünürü gibi, 1 960'ların sonunda geri dönülmez biçimde yitirildiği düşünülen bir dizi kavrama yeniden hayat

SONUÇ

-

FOUCAULT SARKACI

1

verdi. Tarih, özne, haklar, hatta ins.anın kendisi gibi kavramlar 1 980'lerde ve 1990'larda Fransa'da yürütülen felsefi sorgula­ manın merkezine tekrar oturdu.6 La pensee 68'in başarısı, Fransa'daki liberal-cumhuriyetçi gelenekle 68 düşüncesinin temsil ettiği dar görüşlü ve tehlikeli sapma arasında kalın bir çizgi çekmesinde yatıyordu. Ferry ve Renaut'nun, baba figürlerine karşı bu düşünsel başkaldırıyı yö­ netirken bir önceki kuşağın Foucault, Derrida, Bourdieu ve La­ can gibi önde gelen isimleri daimi hümanizm karşıtları olarak betimlemeleri; dolayısıyla insan, özne ve özgürlük inkarcıları gibi göstermeleri şarttı. Aynı şekilde "68 düşüncesini" de, öze­ leştiriden aciz, değişmez bir düşünce bütünü olarak ele almaları gerekiyordu. Ferry ve Renaut, bu nedenle, Foucault'nun özne üzerine kaleme aldığı geç dönem yazılarına dair analizlerine nokta koyarken, düşünürün kariyerinin son döneminde yaşa­ dığı düşünsel değişiklikleri göz boyama çabaları olarak yaftala­ yarak görmezden gelebiliyorlardı. Foucault cephesinde, onlara kalırsa, kelimeler dışında yeni bir şey yoktu: Bir yandan önceki görüşleri ... tamamıyla korunurken, öte yandan yeni öznellikler peşinde olduğu tema için [Fouca­ ult'nun] özneye dönüş modasına katılmasını sağlayan ve söylemindeki alabildiğine eskimiş her şeyi gizleyen bir dilin etkisinden yararlanılmaktadır.7 Ferry ve Renaut'ya göre bu yeni terminoloji ve ifade biçimi­ nin benimsenmesi, bir yandan (beraberinde gelen hümanizm ve öznellik kavramlarıyla birlikte) modernliğin eleştirisinde düşülen zorunlu çelişkiyi örterken aynı zamanda insan hakları söyleminin de kucaklanmasını sağlıyordu. Dolayısıyla Fouca­ ult'nun kendilik etiğine yönelik "atılımı", Ferry ve Renaut'nun ileri sürdüğü üzere, "kendisiyle fikirlerin ve ahlaki kuralların

201

202

i 1 FOUCAULT

gelişimi arasındaki derin uçurumu gizlemek üzere soyunulmuş umutsuz bir girişimdi" aslında. 8 Foucault'nun, çağdaşı Jean-François Lyotard'ı anımsatan "neo-Nietzscheciliği," neoliberalizmi savunan başka isimler gibi Ferry ve Renaut için de insan haklarına ve cumhuriyetçi değerlere karşı ciddi bir tehdit oluşturuyordu: 68 düşüncesinin taşıdığı hümanizm karşıtlığı, tarifsiz bir

şiddet sarmalına neden olacak olmasıyla değil, farklılıkları­ nı kimlik üzerinden tartışabilecek bilinçler arasında gerçek bir diyaloğun oluşma olasılığını, öngördüğü öznellik davası tarafından ortadan kaldırarak barbarlığa davetiye çıkarır: Her birimizin elinde körüklenmiş kişisel farklılıklarımızdan başka bir şey kalmadığı anda, öteki artık "tamamen öteki," diğer bir ifadeyle "bar-bar" haline gelir. Ferry ve Renaut'ya göre, Foucault'nun Habermas eleştirisinin de gösterdiği üzere, düşünürün öznellik karşıtlığının doğurdu­ ğu pratik sonuç, öznelerarasılığa yönelik derin bir kuşku ve bu konu üzerine ileri sürülecek her iddianın "ütopik" olarak yaftalanmasıydı. Böylesi bir düşünce çizgisinin siyaseten zararlı etkilere yol açacağı yazarlara göre açıktı. Foucault'nun felsefi pratiğinde övgüye değer gördükleri tek husus, tutarsızlığını hep koruyarak insan haklarını ve Cumhuriyeti kendine rağmen sa­ vunmuş olmasıydı9 Foucault hayatta olsaydı eğer, "pozitif" kuramın her za­ man pozitif politik sonuçlar doğurmayacağını ve hiçbir ku­ ramın tarihte nasıl tasarruf edileceğinin öngörülemeyeceğini söyleyerek karşılık verirdi kuşkusuz. ıo Foucault'nun hayatta olmaması, ölümünden sonraki itibarı üzerinde Ferry ve Rena­ ut'nun çalışmalarının sahip olduğu etkiyi açıklamaktadır. Eli­ nizdeki kitabın göstermiş olması gerektiği üzere, Foucault'ya

SONUÇ

·

F O U CAULT SARKACI

1

yöneltilen neoliberal eleştiri birkaç noktada isabetli olsa da, söz konusu eleştiri düşünürün özellikle de son dönem çalışmaları­ nın ciddi ölçüde çarpıtılmasına dayanıyordu. Ferry ve Renaut okurlarına Foucault'nun düşüncesinin bir karikatürünü sunu­ yordu: 1 960'ların hümanizm karşıtı düşüncelerini vurgulayıp 1 980'lerdeki özne odaklı çalışmalarını hiçe sayan ya da onlara meydan okuyan bir karikatür. Bu kitabın göstermeye çalıştığı şeylerden biri de, Fouca­ ult'nun düşüncesini tek ve basit bir projeye sığdırmanın man­ tıksızlığıdır. Foucault'nun kariyeri boyunca (sözgelimi öznenin yitimi gibi) felsefi bir bildirinin sürekli olarak savunulmasına değil, düşünürün o dönemde ilgisini çeken sorular üzerine birbirinden hemen hemen bağımsız olarak yürüttüğü bir ince­ lemeler dizisine tanıklık ederiz. Gary Gutting, bu bakımdan, Ferry ve Renaut'ya kıyasla gerçeğe çok daha sadık bir tablo çizmektedir: Foucault'nun çalışmaları temelde amaca özel, bölük pör­ çük ve tamamlanmamıştır. Kitaplarının her biri o kitaba özgü meseleler ve yaklaşımlar tarafından belirlenmiştir ve düşünsel ilerlemeyi sağlayacak bir kuramın ya da metodun geliştirilmesi olarak görülmemelidir. 1 1 Isaiah Berlin'in terminolojisini kullanarak, Foucault'nun kir­ piden ziyade bir tilki olduğunu söylüyor bize Gutting. Biraz keskin bir üslupla ifade etmiş olsa da Gutting'in temel iddiası Foucault'nun eserlerini anlamak için çok önemlidir. Foucault hiçbir zaman aynı kitabı iki kere yazmadı. Oldukça etkili bir şekilde, söz hakkı olmayanların dile gelmesini sağlamaya çalı­ şan Deliliğin Tarihi, tüm söylemlerin esasen anonim olduğunu ileri süren Bilginin Arkeolojisi ne göre temelde farklı sorular soruyordu. Geçmişin seslerinde, bugünün toplumsal dünyasını '

203

204

1

FOUCAULT

daha zengin kılmaya yönelik bir saik bulan Hazların Kullanı­ mı ise her iki kitapla da doğrudan kıyaslanamaz. Söz konusu kitaplar için söylenenler, genel anlamda Foucault'nun külliyatı için de geçerlidir. O halde Foucaultcu düşüncenin değişkenliğini, merkezsiz olma durumunu nasıl anlamlandıracağız? Açıkça görülüyor ki basit bir cevap vermek mümkün değil. Ne var ki Foucault'nun bir düşünür olarak son derece geçirgen olduğunu görürsek, iz­ lediği düşünsel gidişatı anlamaya bir adım daha yaklaşmış olu­ ruz. Yaşadığı zamana karşı kürek çeken aykırı biri olarak ken­ disini göstermeyi seviyordu, ki bu tanım pek de hatalı sayılmaz. Kurumlara bağlı çalışmaktan kaçınmış, çalışmaları el verdikçe seyahat etmiş ve rağbette olandan çoğunlukla uzak durmuştu. Gelgelelim yukarıdaki bölümlerde de görüldüğü üzere, kariye­ rinin her uğrağında gerek hakim olan düşünsel iklime gerekse okur kitlesinin istek ve beklentilerine ayak uydurmuştu Fouca­ ult. Bir topluluğa karışmak, o topluluğun kavramlarını özüm­ semek, bu kavramları çok ilginç ve özgün biçimde kullanmak ve sonra temayüller değişince de yoluna devam etmek felsefi pratiğinin yapısında vardı. Kabul görüp dahil olduğu ilk düşünce oluşumu Blanchot, Bataille ve Tel Quel yazarlarının oluşturduğu edebi topluluktu. Dolayısıyla bu döneme ait çalışmaları belirgin bir edebi iz taşı­ yor, yazar meslektaşlarının örneğin deneyim, dil ve sınırlara iliş­ kin ilgi alanlarını paylaşıyordu. Kısa sürede katıldığı yapısalcı dalga Foucault'nun farklı bir dinleyici kitlesine yeni bir üslupla ulaşmasını sağladıysa da, deneyimin merkeziyeti ya da bakışın önemi gibi işe yararlığını yitiren birtakım felsefi görüşlerden vazgeçmesini adeta şart koşuyordu. Mayıs 1 968'den sonra bu döngü tekrarlanacaktı. Kelimeler ve Şeyler'in yazarı, Marx'ın takipçilerini şiddetle eleştirip Freud'unkileri tereddütle de olsa överken, 1 970'li yılların başındaki radikalleşmiş ve Deleuze

SONUÇ - FOUCAUlT SARKACI

1

esinli Foucault, Marksist retoriği benimseyip "baskıcı hipotezi" reddederek tam tersi yönde kararlar alacaktı. 1 970'lerin sonla­ rında yeni felsefenin (nouvelle philosophie) ortaya çıkmasıyla çark bir kez daha dönecek ve Foucault'nun 1 984'teki ölümüne dek defalarca dönmeye devam edecekti. Her dönüm noktasın­ da, Foucault'nun etrafında cereyan eden yeni düşünce ve akım­ lara karşı açıklığı ve yeni kavramsal dilleri hızla öğrenmedeki olağanüstü yeteneği, düşüncesini yeni ve beklenmedik yönlere doğru çekiyordu. Bekleneceği üzere, aralıksız süren bu kendini yeniden yarat­ ma sürecinde Foucault'nun öznelliğe dair görüşleri yerinde say­ madı. Deliliğin Tarihi ve onu izleyen birçok kısa makale dahil ilk çalışmalarında geleneksel özneye, yani bağımsız ve özerk bir deneyim noktasına yakın durduğunu gösterdi. Bu tür bir öznel­ lik 1 960'ların ikinci yarısında yürüttüğü çalışmalarında hiçbir şekilde görülmediği gibi, yapacağı bir dizi yıkıcı saldırının he­ defi haline gelecekti. O dönem hakim olan yapısalcı hareketin etkisi altındaki kitaplarında deneyim kavramı, ( "yaratıcılık" ve failliği anımsatan bütün diğer kavramlarla birlikte) termino­ lojiden resmen çıkarıldı. Deneyim, öznel ve içsel bir kavram gibi görülüyor, kendi-için-olanın alanı olarak anlaşılıyordu. Tıpkı ardından gelen ve ona dayanan soybilim yöntemi gibi arkeoloji de deneyime değil, deneyim-yüklü özne mefhumun­ dan sakınarak anlam üreten anonim bir sistematikliğe bağlıydı. Foucault'nun 1 972'de yazdığı gibi, " İnsanların söylediklerinde önemli olan, söylediklerinin arkasında ya da altında ne düşün­ müş oiabiiecekieri değil, söylediklerini en başından itibaren sis­ tematikleştiren olgudur."12 Foucault'nun 1 966'yla 1 976 yılları arasına yayımladığı kitaplarının her biri (Kelimeler ve Şeyler, Bilginin Arkeolojisi, Hapishanenin Doğuşu ve Cinselliğin Tarihi'nin birinci cildi) küçük değişiklerle, fail ya da hasta olarak bireysel özne mef-

205

206

1

FOUCAULT

bumunu parçalarına ayırıp inceledi. Bu dönemki düşüm:esini sistemin sorgulanması olarak tanımlarken hataya düşmüyordu kesinlikle. Konuları farklılık gösterse de, bu eleştirilerin mantığı özü itibarıyla hep aynıydı; mercek altına alınan olgular büyük bir sistemin ya da içkin maddi bütünlük olarak adlandırabile­ ceğimiz bir şeyin parçasını temsil ediyordu. Zamanla kendini dönüştürmesiyle kendi kendini yöneten bir sistemdi bu. Bilinçli ve belli bir amaca yönelik edimlerin ürünleri olarak görünen, söz gelimi felsefe eserleri ya da hapishane gibi birtakım etki­ ler de yaratmasına rağmen bunlar aslında anonim kuvvetlerin faaliyetlerinin bir sonucuydu. İster söylem-nesneleri ister ikti­ dar-nesneleri olarak görülsün, bu sistematik "yüzey etkileri" kendisine herhangi bir özne tarafından bir anlam verilmeden önce de anlam taşıyabiliyordu. Özneler bu nesnelerin üretici­ si değildi; daha ziyade, aynı süreçler tarafından nesnelerle yan yana üretiliyorlardı. Foucault'nun bir düşünür olarak taşıdığı ün, oldukça üret­ ken olduğu bu yıllarda kaleme aldığı kitaplarda kuramlaştırdı­ ğı fikirlere dayanır.13 Gelgelelim, 1970'1erde üstlendiği politik ve felsefi projelerle birlikte düşünürün, içkin maddi bütünlü­ ğün mantığıyla sınırlanmayı reddeden sorulara yönelik ilgisi artmaya başladı. Yeni filozofların önemine dair sürdürülen tar­ tışmadaki tavrı, politik düzlemde Foucault'yu Fransız solundan ve hatta kısa süre önce disipliner topluma dair öne sürdüğü tezlerinden uzaklaştırarak rejimlerin kabul edilirliğini, birey­ lerin gördüğü muamele üzerinden belirleyen hak odaklı bir yaklaşıma yöneltti. Felsefi düzlemde, toplumsal olana yönelik ilgisi yavaş yavaş azalarak yerini din ve ruhanilik deneyimine bıraktı. Daha henüz 1 978'de, geriye dönüp de modern cinsel öznenin inşasında Hıristiyanlık kurumlarının ve dinsel tören­ lerini incelememesi halinde başlamış olduğu cinsellik tarihi araştırmasının noksan ve kusurlu kalacağı Foucault için netlik

SONUÇ



FOUCAULT SARKACI

1

kazanmıştı.14 Ne var ki, Foucault'nun insanın hakikatin keşfine kendini açması amacıyla geçirdiği dönüşüm olarak tanımladığı "ruhaniliğe" ilişkin sorularının cevaplanabilmesi için Hıristi­ yanlığın doktrinleri, kurumları ve ritüellerinin fazlasıyla kısıtlı olduğu kısa sürede ortaya çıktı. Foucault'nun 1 978-1979 İran Devrimi'ne duyduğu ilgi, bu değişimler ışığında doğal bir gelişme olarak görünmektedir. Ona göre bu başkaldırı silahsız bir halkın diktatör yönetici­ lerine karşı korkusuzca karşı çıkması değildi sadece, "politik ruhanilik" taşıyan dini bir hareketti aynı zamanda. 1 979 yılına ait bir söyleşide söylediği gibi: ayaklanarak kendilerine şöyle demiş oldular can alıcı noktası da budur belki de): "reji­ mi değiştirmemiz gerektiği kesin .... fakat her şeyden önce kendimizi değiştirmeliyiz. Varoluş biçimimiz başkalarıyla, şeylerle, sonsuzlukla, Tanrı'yla ilişkimiz vs. bunların tümü tamamen değişmelidir ve kendi deneyimimizde radikal bir değişim gerçekleşmediği takdirde gerçek bir devrim olma­ yacaktır." İslam'ın rolü tam da burada devreye girdi bence .... onlar için din, öznelliklerini radikal biçimde değiştirecek şeyi bulmanın vaadi ve garantisiydi adeta. 15

İranlılar

(ayaklanmaların

Foucault'nun nazarında, İranlıların kişisel özgürlüğe duyduk­ ları açlık, öznelliklerinin dönüşüme uğrayacağı, deneyimlerinin başka boyutlara açılacağı ve hayatlarının, modernikle engelle­ nip gizlenen hakikatleri göstereceği bir yaşama duydukları ar­ zudan ayrı düşünülemezdi. 1 978 sonrasındaki tüm çalışmalarında olduğu gibi, Fou­ cault'nun İran olayları üzerine analiz yürütürken benimsedi­ ği eleştirel bakış açısı da kendisinden beklenenin tam aksiydi. İçkin bütünlükten başlayıp, bu bütünlüğün kendi işleyişi so-

2 07

208

1

FOUC AULT

nucunda tekil özneleri nasıl oluşturduğunu göstermektense, Foucault bireyin durduğu noktadan başladı. Özneleri, daha birincil nitelikte bir ağın ikincil tezahürleri olarak değil, başlı başına birincil varlıklar olarak ele aldı. İranlıları yürekli (ve öf­ keli) özneler haline getiren olgu iktidarın işleyişi değildi; iktidar mekanizmalarını hizaya getirip sonra yeniden şekillendiren, kendi dönüşümlerini hayata geçirmeye kararlı İran halkının toplu tavrıydı. Foucault, o yıl ilişkiyi kendi içinde incelemeye başlayacak, Biyopolitikanın Doğuşu adlı kitabında, sonuçların merkezin istekleri ya da bütünün sistematikliği tarafından be­ lirlenmediği, bunun yerine tekil faillerin müşterek edimlerince oluşturulduğu "liberal yönetimselliği " inceleyecekti. Foucault'nun son dönem çalışmalarında sistem kavramına duyduğu bağlılığın yerini, onun için aynı ölçüde önemli (fakat beklemede kalmış) deneyimin aldığını söylemek abartılı olmaz. Olguları deneyim üzerinden ele almak onları yaşanmış olay­ lar görmek demekti. Dolayısıyla olguları, Foucault'nun sıklıkla başvurduğu "dışsallık" yönünden değil, içsel bir bakış açısıyla anlamak gerekti. Yakın bir zamanda Martin Jay'in de ifade et­ tiği üzere: Foucault son kitabında bilgi öznesinin oluşturulmasına öyle ağırlık verdi ki, ister ampirik söylemler ister iktidar aygıt­ ları üzerinden yorumlansın, deneyim bir kez daha [kendi] koşullarına indirgenmeye karşı koymaya başladı. Böyle ya­ parak, bir yandan vaktiyle Bataille'ın iç deney mefhumuna duyduğu ilgiyi tekrar kurarken, bir yandan da Bataille'ın meseleye yaklaşımında Habermas gibi yorumcuların gör­ düğü bazı çözüme kavuşmamış gerilimleri yeniden günde­ me getiriyordu. 16

SONUÇ



FOU C A U LT SARKACI

1

Etkin, özerk ve düşünümsel bir öznenin alanıydı deneyim. İran­ lı öznenin kendi koşullarını değerlendirmesini ve sonra da ey­ leme geçmesini sağlayan şeydi. Ö zgür yurttaşın sanat ilkeleri uyarınca kendiliğini yaratmasını sağlayan şeydi. Deneyim hiç kuşkusuz tarihe bağımlı bir olguydu, fakat 1980'lerin ilk yılla­ rındaki Foucault'nun gözünde deneyimin pratikler tarafından oluşturulduğunu düşünmek hatalı olur; deneyim, daha ziyade, pratiği olanaklı kılan şeydi. Çalışmalarında bir yön değişikliği yaşandığını Foucault'nun teslim etmemesi şaşırtıcı gelmemelidir. Birçok vesileyle göste­ rildiği üzere, Foucault'nun düşünsel işleyiş usulü, bir yandan fikir değiştirme hakkını ısrarla savunurken diğer yandan geç­ miş başarılarını, sürdürmekte olduğu projelerin ışığında sürekli yeniden yorumlayarak eserlerine uyumlu ve tutarlı bir izlenim yaratmak üzerine kuruluydu. Nesnel olarak değerlendirildi­ ğinde, geride bıraktığı çalışmalarını bir kez olsun "reddetmek" zorunda kalmaksızın, daha müşkülpesent bir düşünürün uzak duracağı felsefi atılımlar yapmasını sağlayan bu ilginç kişisel çelişki, Foucault'ya olağanüstü meşruiyet sağlıyordu.17 Fouca­ ult başka birçok konuda olmayı başardığı gibi Nietzsche'nin en iyi öğrencilerinden biriydi: "Kanaatler birer hapishanedir .... Her türlü kanaatten kurtulmak, sınırlamaya tabi olmayan gö­ rüşler oluşturabilme kabiliyeti, metanete özgüdür." 18 Ferry ve Renaut'nun politik gündemini paylaşmayan birçok tarihçi yine de ikilinin yaptığı çıkarımları tekrarlamıştır. Yani, ya gerçekleşen değişimin muazzam niteliğini açıklığa kavuştu­ racak, özellikle de 1979 ve sonrasındaki dersler gibi delillerin ellerinde bulunmamasından ya da aynı Ferry ve Renaut gibi, düşünürün yaşadığı değişimin samimiyetinden kuşku duymala­ rından dolayı Foucault'nun düşünsel yolculuğunun son durak­ larında daha güçlü bir öznellik mefhumunu benimsemesinin önemini küçümsemişlerdir. Foucault'nun felsefi kariyerinin sey-

209

21O

1

FOUCAULT

ri, bu sebeple hedefine gönderilen bir okun hareketine benzetil­ miştir; düz bir yörünge ve özneyi yapıbozuma uğratmak üzere gösterilen sarsılmaz bir kararlılık. Habermas bu okçuluk me­ taforunu, Foucault'nun projesi üzerine ölümünden sonra ya­ yımlanan analizini "Şimdiki Zamanın Kalbine Nişan Almak" olarak isimlendirecek kadar faydalı görmüştü.19 Gördüğümüz üzere, Foucault'nun düşünsel projesinin tarihi -ki bu tabir bizatihi yanıltıcıdır- düz bir çizgi tanımlamaktan oldukça uzaktır. Sarkacın salınım hareketi daha doğru bir imge olabilir. Foucault öznellik ihtimalini kabul eden bir konumdan yola çıkmıştı; onu en başta, belirli öznelerin "deli", "kaçık," "kudurmuş" gibi yaftalarla baskılandığını fark etmesi yazmaya itmişti. Neredeyse çeyrek yüzyıl sonra, başlangıç noktasından çok da uzak sayılamayacak, söylem öncesi öznelerin varlığını kabul eden, edebiyata tutkun, politik olarak bağımsız ve bili­ nenin sınırlarını zorlayan bir deneyime kendini adamış bir yere vardı. Foucault aradaki zaman dilimindeyse özgür özneye yir­ minci yüzyıldaki en yıkıcı eleştiriyi getirmiş, sonra onu acı ve zafiyetten titreyen bir sesle tasfiye etmiştir. Zira öznelliğin sonu düşüncesi, görüşlerine hem nesnel bir berraklık hem de dünya­ ya farklı bakmasını sağlayan zihin açıcı bir mercek kazandır­ mıştı. Fakat en nihayetinde, sadece güçlü bir öznellik mefhumu onun yaşama duyduğu büyük tutkuyu ve insan özgürlüğünün önceliğine beslediği bitmez tükenmez inancı taşıyabilecek ka­ dar candandı.

NOTLAR

Giriş: Arşive Girerken

1. Arnold 1. Davidson, "Structures and Strategies of Discourse: Re­ marks Towards a History of Foucault's Philosophy of Language," haz. Davidson, Foucault and His Interlocutors. (Chicago: Univer­ sity of Chicago Press, 1997, s. 1 ). Davidson'un 1999 güz dönemin­ de Harvard Üniversitesi'nde verdiği "Tarihsel Epistemoloji" dersi, yazarın Foucault'yla ve düşüncesini besleyen Fransız epistemoloji geleneğiyle tanışmasını sağladı. 2. Michel Foucault, "Foucault repond a Sartre," La Quinzaine liue­ raire, s: 46, 1-15 Mart 1968, s. 20-22; Dits et ecrits, c. 1, s. 692.

3. Bkz. François Dosse, The History of Structuralism, (Minneapolis: University of Minnesota Press, 1997). Dosse'un çalışması "öznellik karşıtı" olarak adlandırılabilecek dürtünün kapsamını çok başarılı bir şekilde betimlemektedir; 1 960'1arın ortasında çok etkili olan yapısalcı dönem konusunda özellikle iyidir. Ayrıca bkz. Edith Kur­ zweil, The Age of Structuralism: Levi-Strauss to Foucault (New York: Columbia University Press, 1980); ve haz. John Sturrock, Structuralism and Since, ( Oxford, UK: Oxford University Press, 1979). Terence Hawkes, Structuralism and Semiotics, (Londra: Routledge, 1997), yapısalcı düşüncenin düşünsel temellerine kısa ve yararlı bir giriş sunar; Patrick Seriot, Structure et totalite: les origines intellectuelles du structuralisme en Europe centrale et orientale, (Paris: Presses Universitaires de France, 1 999), aynı ko­ nunun daha ayrınıtılı bir incelemesidir.

212

1

FOUCAULT

4. Ne var ki, kaba "yapısal" düşünceden postyapısalcılık olarak bili­ nen düşünceye yapılan geçiş, Manfred Frank, What Is Neo- Struc­ turalism? (Minneapolis: University of Minnesota Press, 1989) adlı çalışmada ustalıkla ele alınmıştır. Üstelik Frank'in anlatısı, öznellik karşıtlığının özellikle de felsefi boyutu üzerine şimdiye kadar yapıl­ mış en keskin analizdir. 5. Foucault, L'archeologie du savoir (Paris: Gallimard, 1 969), s. 28. Aksi belirtilmediği takdirde, Michel Foucault'dan yapılan bütün çeviriler bana aittir. 6. Tel Quel'in ortaya çıkışıyla ilgili, özellikle bkz. Danielle Marx-Scou­ ras, "Requiem for the Postwar Years: The Rise of Tel Quel," The French Review, Şubat 1991, s. 407-416; ve Marx-Scouras, The Cultural Politics of Tel Quel (College Park, PA: Pennsylvania Sta­ te University Press, 1996). Ayrıca bkz. Philippe Forrest, Histoire de Tel quel: 1 960-1 982 (Paris: Editions du Seuil, 1 995); Patrick ffrench, The Time of Theory: A History of Tel Quel (1 960-1 983) (Oxford, UK: Clarendon Press, 1995). İçeriden sunulan önemli ba­ kış açıları için bkz. Marcelin Pleynet, Le plus court ebemin: De Tel quel a L'Infini (Paris: Gallimard, 1 997); Jean Thibaudeau, Mes annees Tel quel: memoire (Paris: Ecriture, 1994 ). 7. Foucault, "Debat sur le poesie," Tel Quel, s: 17, Bahar 1 964, s. 69-82; Dits et ecrits, c. 1, s. 423. Katılımcıları arasında Philippe Sollers, Marcelin Pleynet, Jean-Pierre Faye ve Edoardo Sanguinet­ ti'nin de bulunduğu konferansın konusu, "Une litterature nouvel­ le?" di (Yeni bir edebiyat?). Foucault projesini etrafındaki yazar­ larla buluşturan unsurlar olarak deneyime, çekişmeye ve sınırlara dair problemlere dikkat çekti. Konferansın başka bir bölümündey­ se delilik, ihlal ve dil gibi ortak temalardan bahsetti. Bkz. "Debat sur le roman," age, Dits et ecrits, c. 1, s. 366-6-367. 8. Foucault, "Distance, aspect, origine," Critique, s: 198, Kasım 1963, s. 93 1-945; Dits et ecrits, c. 1, s. 3 1 1 ; italikler bana ait. 9. Foucault'yu ilk yorumlayan birçok isim gibi, esas olarak düşünü­ rün sola eleştirel gözle baktığı 1970'lerin ortalarındaki çalışma­ larla ilgilenen Alan Megill, Raymond Roussel'in Foucault'nun Hapishanenin Doğuşu gibi kitaplarıyla doğrudan bir ilgisi olma-

NOTLAR

1

dığını söyleyerek hakim görüşü yinelemektedir. Bkz. Alan Megill, Prophets of Extremity: Nietzsche, Heidegger, Foucault, Derrida (Berkeley, CA: University of California Press, 1 985). Ne var ki, Raymond RousseI'in, Foucault'nun Cinselliğin Tarihi nden sonra­ ki kitaplarına, önceki hiçbir çalışmasında görülmediği ölçüde kay­ naklık ettiği de açıktır: Yani ister bir metin, ister bir söylem ya da ister bir toplumsal "dispozitif" olsun, kurucu öznelliğin işareti gibi görünen her şey aslında anlam taşımayan öğelerin maddi etkile­ şimlerinin anonim ürünleridir. Foucault'nun 1 976'da yazdığı gibi, iktidar görünen hedefler doğrultusunda uygulansa da, "tekil bir öznenin yaptığı seçimden ya da aldığı kararlardan kaynaklanmaz." İktidarın rasyonalitesinde, "işlenen mantık hala tamamen açık, gü­ dülen amaçlar anlaşılır olsa da, bazen değil formüle edecek, bun­ ları anlayacak bile kimse yoktur. Foucault, Histoire de la sexualite 1: La volonte de savoir (Paris: Gallimard, 1976), s. 125. Roussel'in metinleri gibi toplumsal stratejiler de, bir stratejistin aracılığı ol­ maksızın ortaya çıkar. '

10. Foucault, "Pourquoi reedite-t-on l'oeuvre de Raymond Roussel? Un precurseur de notre litterature moderne," Le Monde, s: 6097, 22 Ağustos 1964, s. 9; Dits et ecrits, c. I, s. 45 1 . 1 1 . Age. 12. Philippe Sollers, "Logicus Solus," Tel Que/, s: 14, Yaz 1 963, s. 4650. 13. Foucault, "Preface a la transgression," Critique, s: 1 95-196, Ağus­ tos-Eylül 1 963, s. 75 1-769; Dits et ecrits, c. I, s. 270. 14. Foucault ve Tel Quel yazarlarının, farklı şekillerde de olsa, Blan­ chot ve Emmanuel Levinas'tan gelen bir tür dolaylı Heideggerci­ likten yararlandığını söylemek daha da doğru bir tespit olur. Heidegger'in es gibt (ya da "var") düşüncesi, Levinas'ın 1940'la­ rın ortalarındaki çalışmalarında "il y a" düşüncesine, "sırasıyla var­ lık olan tümel bir yokluğa," anonim ve kişisiz bir varlığa dönüştü. Bu varlık, mutlak karanlık deneyimi üzerinden oluşturulmuştu. Em­ manuel Levinas, "There Is: Existence without Existents," haz. Sean Hand, The Levinas Reader (Oxford: Blackwell, 1 989), s. 30 Levinas'ın "il y a" kavramının kendisi, kısmen Blanchot'nun .

213

214

1

FOUCAULT

1941 tarihli Karanlık Thomas adlı eserinde karanlığa dair yaptığı derin tasvir üzerinden şekillenmişti. Blanchot şöyle yazdı: "Gece, tahmin edebileceğinden daha kasvetli ve zorluydu. Karanlık her şeyi kaplıyor; gölgeleri aşmak imkansız gibi görünüyordu, fakat sarsıcı bir mahremiyet taşıyan bir ilişkiyle gerçekliğine nüfuz edile­ biliyordu ... bir şey görebildiği yoktu, fakat baktığı şey, nihayetin­ de, boğazına kadar battığı ve hayal meyal kendisi olduğunu fark ettiği gecesel kütleyle onu temas ettiriyordu." Maurice Blanchot, Thomas L'Obscur (Paris: Gallimard, 1950), s. 19. Blanchot, Levi­ nas'ın "il y a " mefhumunu, yani varlık olarak deneyimlenen kuşa­ tıcı yokluğu, çok önemli buluyordu. Blanchot'nun düşüncesinde, her şeyi kapsayan varlık/yokluk düşüncesi, yazarın feshedildiği bir dilde somutlaşacaktı. 1 955'te şöyle yazdı: "Yazarın dili kimsenin konuşmadığı, kimseye hitap etmeyen, merkezi bulunmayan ve hiç­ bir şey açığa vurmayan bir dildir. Yazar kendini bu dilde doğrula­ dığını düşünebilir, fakat doğruladığı şey kendilikten yoksundur ... Onun olduğu yerde sadece varlık söz alır; yani dil artık söz alma­ makta, sadece olmaktadır. ... Yazmak, konuşmaya son veremeyen­ lerin yankısı haline getirmektir kendisini." Blanchot, The Space of Literature (Lincoln, NE: University of Nebraska Press, 1982), s. 27. Bu sonuncusu, 1960'1ardaki Fransız düşüncesi için epey verim­ li bir görüş haline gelecekti. 15. Foucault, "L'homme est-il mort ?" Arts et Loisirs, s: 38, 15-21 Ha­ ziran 1 966, s. 8-9; Dits et ecrits, c. 1, s. 569. 16. Michel Amiot, "Le relativisme culturaliste de Michel Foucault," Les Temps Modernes, s: 248, Ocak 1967, s. 1285. 1 7. Jean Lacroix, "La fin de l'humanisme," Le Monde, 9 Haziran 1 966; Eribon, Michel Foucault, s. 159-160. 18. Jean-Marie Domenach, "Le systeme et la personne," Esprit, s: 360, Mayıs 1 967, s. 771-772. 19. Age, s. 771-772. 20. Age, s. 772. 2 1 . Jean-Paul Sartre, "Jean-Paul Sartre repond," L'Arc, s: 30, Ekim 1966, s. 88.

NOTLAR

1

22. Dreyfus ve Rabinow'un temel savı budur: Michel Foucault: Be­ yond Structuralism and Hermeneutics (Chicago: University of Chi­ cago Press, 1983); ayrıca bkz. Beatrice Han, Foucault's Critical Project: Between the Transcendenta/ and the Historical (Stanford, CA: Stanford University Press, 2002). 23. Bkz. "Foucault repond a Sartre La Quinzaine litteraire, s: 46, 1-15 Mart 1968, s. 20-22; Dits et ecrits, c. 1, s. 696. Varoluşçu dü­ şüncenin kendi düşüncesine kıyasla ilerici politik eyleme daha yat­ kın görünmesi üzerine sorulan bir soruyu Foucault şöyle cevaplar: "Aradaki fark, bizim şimdi siyaseti teorik olandan ayırmamızda değildir, tersine, teorik olanla siyasal olanı birbirine yaklaştırdıkça, bağlanma diye adlandırılan bu cehalet bilgiçliği siyasetlerini red­ detmiş oluyoruz." "Foucault Sartre'a cevap veriyor," Felsefe Sahne­ si, çev. Işık Ergüden, (2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 201 1 ), s. 111. ,"

24. Davidson, Foucault'nun bu "melez dönemine dair şu tespitte bulunmuştur: "Foucault henüz iktidara yönelik stratejik analizini geliştirmemiştir ve daha sonra şiddetle eleştireceği Marksist termi­ nolojiyi hala kullanmaktadır." Davidson, Foucault and His lnter­ locutors, s. 15. "

25. Foucaultcu soybilim yöntemi üzerine yazılan literatür epey hacim­ lidir ve giderek gelişmeye devam etmektedir. Bkz. Rudi Visker, Mi­ chel Foucault: Genealogy as Critique (New York: Verso, 1 995); C. G. Prado, Starting with Foucault: An lntroduction to Genealogy (Boulder, CO: Westview Press, 1 995); Michael Mahon, Foucau/t's Nietzschean Genea/ogy: Truth, Power, and the Subject (Albany: State University of New York Press, 1 992); Nancy Fraser, "Fouca­ ult on Modern Power: Empirical Insights and Normative Confu­ sions," Praxis lntemational 1 , s: 3, Ekim 1 981, s. 272-287; Todd May, Between Genealogy and Epistemology (University Park: Pen­ nsylvania State University Press, 1993); François Ewald, "A power without an exterior," haz. Timothy J. Armstrong, Michel Foucault, Philosopher (New York: Routledge, 1992), s. 1 69-175; Bryan S. Turner, "The Disciplines," haz. Barry Sınan, Michel Foucault: Cri­ tical Assessments, c. IV (Londra: Routledge, 1 995), s. 372-387.

215

216

1

FOUCAULT

26. Mark Lilla, Foucault'nun bu dönemdeki politik katılımını kısaca anlatmaktadır: The Reckless Mind: lntellectuals in Politics (New York: New York Review Books, 2001 ), s. 152-156. Maria Bon­ nafous-Boucher bu döneme biraz daha kapsamlı bir şekilde eğil­ mektedir: Un liberalisme sans liberte: Pour une introduction du terme de 'liberalisme' dans la pensee de Michel Foucault (Paris: L'Harmattan, 2001). 27. Yeni filozoflara mensup isimler arasında Guy Lardreau, Christian Jambet, Bernard-Henri Levy ve Andre Glucksmann vardı. 28. Buna karşın, bkz. Georg Stauth, "Revolution in Spiritless Times: An Essay on Michel Foucault's Enquiries into the Iranian Revo­ lution," haz. Barry Smart, Michel Foucault: Critical Assessments, c. III, s. 379-401. Stauth'un şu tespiti isabetlidir: "Foucault'nun İslam'ın kültürel anlamına duyduğu kapsamlı ilgi ... nihayetinde Batı rasyonalizasyonuna, derinliğe ve 'yoğunluğa' yönelik kendi eleştirisiyle çelişkilidir." (s. 3 96). Ayrıca bkz. Janet Afary and Kevin B. Anderson, Foucault and the lranian Revolution (Chicago: Uni­ versity of Chicago Press, 2005). Bu kitap yazılırken henüz yayım­ lanmamış olsa da, Afary ve Anderson'un çalışması Foucault'nun Tahran ayaklanmasıyla kurduğu ilişkiye ve bu ayaklanmanın ona cazip gelen taraflarına ilişkin bilgimizi büyük ölçüde genişletecek gibidir. 29. Foucault, sözde siyasi suçluların haklarının gözetilmesi için İran'ın yeni kurulan teokratik hükümetine çağrılarda bulundu. Bkz. Fou­ cault, "Lettre ouverte a Mehdi Bazargan," Le Nouvel Observateur, s: 753, 14-20 Nisan 1 979, s. 46; Dits et ecrits, c. 11, s. 780-782. Teknelerle iltica etmeye çalışan Vietnamlı mültecilerin de yanında yer alarak Haziran 1 98 1'de Uluslararası Korsanlıkla Mücadele Komitesi'ne katıldı. Cenevre'de komitenin kuruluşunu duyuran basın konferasında söz alarak şu beyanda bulundu: "Sorumlusu kim olursa olsun, mağdurları kim olursa olsun, haklara ve görev­ lere sahip, yetkinin kötüye kullanılmasına karşı ayaklanacak ev­ rensel bir yurttaşlık vardır." Foucault, "Face aux gouvernements, les droits de l'homme," Liberation, s: 967, 30 Haziran-1 Temmuz 1 984, s. 22; Dits et ecrits, c. il, s. 1526.

NOTLAR

1

30. B u durumun önemli bir istisnası, Marcio Alves da Fonseca'nın kapsamlı Michel Foucault e o Direito (Sao Paulo: Editora Max Limonad, 2002) adlı kitabıdır. 3 1 . "Une esthetique de l'existence," Le Monde, 15-16 Temmuz 1 984; Dits et ecrits, c. il, s. 155 1. 32. Foucault, "La retour de la morale," Les nouvelles litteraires, s: 2937, 28 Haziran-5 Temmuz 1984, s. 36; Dits et ecrits, c. il, s. 1516. 33. Gary Gutting, "Introduction: Michel Foucault: A User's Manual," The Cambridge Companion to Foucault (Cambridge, UK: Camb­ ridge University Press, 1 994), s. 24. 34. Foucault, "Polemics, Politics and Problematics," haz. Paul Rabi­ now, The Foucault Reader (New York: Pantheon, 1 984), s. 388; italikler bana ait. 35. Foucault, "Une erudition etourdissante," Le Matin, s: 278, 20 Ocak 1 978, s. 25; Dits et ecrits, c. il, s. 503-505. Foucault'nun makalesinin konusu tarihçi Philippe Aries olsa da, şunları yazar­ ken Aries için olduğu kadar kendi adına da konuşuyordu: "Ölüm, başka bir dünyaya yapılan geçiş töreninden çok daha fazlasıdır; bambaşka bir yaşama biçimidir; kendinin ve başkalarının ölümü­ nü yaşamaktır." 36. Foucault, "Un plaisir si simple," Le Gai Pied, s: 1, 1 Nisan 1 979, s. 10; Dits et ecrits, c. 11, s. 777. 37. Foucault, "Le langage a l'infini," s. 278-279; Foucault, L'archeo­ logie du savoir (Paris: Gallimard, 1 969), s. 274. 1. 1.

Kısım: SÖYLEM

Bölüm: Yüzey Etkileri

1. Michel Foucault, "Entretien avec Madeleine Chapsal," La Quinza­ ine litteraire, s: 5, 16 Mayıs 1966, s. 14-15; Foucault, Dits et ecrits, c. II (Paris: Gallimard, 2001), s. 542. 2. David Macey, The Lives of Michel Foucault (New York: Vintage, 1995), s. 160.

217

218

1

FOUCAULT

3. Fransız yapısalcılığın altın yılı olarak bilinen 1966'yla ilgili bkz. François Dosse, History of Structuralism (Minneapolis: University of Minnesota Press, 1997). 4. Örneğin bkz. Jean-Marie Domenach, "Le systeme et la personne," Esprit, s: 360, Mayıs 1967, s. 771-780; Sylvie Le Bon, "Un posi­ tiviste desespere: Michel Foucault," Les Temps Modernes, s: 248, Ocak 1 967, s. 1299-1 319. Didier Eribon'un "Ramparts of the Bourgeoisie" başlıklı bölümü, hem Kelimeler ve Şeyler'in muazzam başarısını hem de ardı sıra gelen eleştirileri etraflıca anlatmaktadır. Bkz. Didier Eribon, Foucault (Cambridge, MA: Harvard Univer­ sity Press, 1991), s. 1 55-186. 5. Jean-Paul Sartre, "Jean-Paul Sartre repond," L'Arc, s: 30, Ekim 1 966, s. 87-88. 6. Sartre-Foucault karşılaşmasının etraflı analizi mevcut olmasa da, belli başlı olaylar çeşitli yazarlar tarafından anlanlmıştır. Thomas R. Flynn düşünürlerin atışmalarını, Sartre, Foucault, and Histo­ rical Reason (Chicago: University of Chicago Press, 1997), s. 244-253'de yorumlamıştır. Neil Levy, "The Nineteenth-Century Man Versus the Magic Lantern," başlıklı bölümde, uzun vadede iki düşünür arasında hakim olan nezaketi vurgulamak amacıyla da olsa, karşılaşmayı daha ayrıntılı şekilde anlatmıştır. Bkz. Neil Levy, Being Up-to-Date (New York: Peter Lang, 2001 ), s. 1 7-26. 7. Foucault, Les mots et /es choses (Paris: Gallimard, 1 966), s. 7. 8 . Jorge Luis Borges, "John Wilkins Analytical Language," Selected Non-Fictions, haz. ve İ ng. çev. Eliot Weinberger (New York: Vi­ king, 1999), s. 231. 9. Foucault, Les mots et /es choses, s. 366. 10. Age, s. 355. 1 1 . Foucault, Naissance de la clinique (Paris: Gallimard, 1 963 ), s. vi. 12. Age, s. xv. 13. Gary Gutting, Michel Foucault's Archaeology of Scientific Reason (Cambridge, UK: Cambridge University Press, 1989). Foucault'nun arkeolojisi üzerine bugüne kadar yazılmış en iyi kitaptır. Gutting

NOTLAR

1

arkeolojiyi, düşünce tarihindeki birtakım sorunlarla özellikle baş etmek üzere geliştirilmiş, somut tarihsel bir analiz metodu olarak görmektedir. Dolayısıyla, Hubert Dreyfus ve Paul Rabinow'un yo­ rumuna, yani Foucault'nun arkeolojisinin yirminci yüzyıl felsefeci­ leri ve sosyal bilimcileri tarafından sorulan sorulara esasen cevap niteliğinde bir proje olarak görülmesine, kuşkuyla yaklaşmaktadır. (Hubert Dreyfus ve Paul Rabinow, Michel Foucault: Beyond Struc­ turalism and Hermeneutics, Chicago: University of Chicago Press, 1 983). Gutting'in bakış açısı son derece önemli bir katkı sağlasa da, Foucault'nun projesiyle, örneğin Sartre'ın projesi gibi çağdaş felsefi söylemler arasındaki temas noktalarını yabana atmaktadır. Ayrıca bkz. Joseph Cronin, Foucault's Antihumanist Historiograp­ hy (Lewiston, NY: The Edwin Mellen Press, 200 1 ). 14. Foucault, Les mots et les choses, s. 179; italikler bana ait. 15. Age. 16. Age, s. 68. 17. Age, s. 3 1 8-323. Foucault kitaba Velasquez'in Las Meninas ının bir değerlendirmesiyle girizgah yaparak işte bu çetin düşünceyi öne sürmek istiyordu. Foucault'ya göre bu resimde, temsilin bütün anları (ressam, tuval, izleyiciler, izleyicileri gözlemleyenler, ayna) görünür kılınmasına karşın, bütün bunları birbirine bağlayacak kişi, eserin etrafında görünmez şekilde döndüğü figür -yani- kral resmin içinde gösterilemediğinden, klasik dönemde temsilin en yetkin metaforuydu. "Kralın konumu" Velasquez'in resminin dı­ şındadır; bu konum tam da resme bakmakta olan kişinin ayakta bulunduğu noktadır. '

18. Age, s. 319-321 . 1 9 . Age, s . 324. Foucault 1967'de verdiği bir söyleşide bu argüma­ nı son derece net bir şekilde tekrarlamıştı: " İnsan, mümkün bir bilimin -insan bilimleri- nesnesi olarak ve aynı zamanda her bil­ giyi mümkün kılan varlık olarak ortaya çıktı. Demek ki, insan, mümkün nesne olarak bilgilerin alanına aitti ve diğer yandan, her türden bilginin kaynak noktasına radikal bir biçimde yerleştiril­ mişti. "Kimsiniz Siz, Profesör Foucault?" Felsefe Sahnesi, çev. Işık

219

220

1

FOUCAULT

Ergüden, (2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 201 1 ), s. 91. 20. Foucault, Les mots et /es choses, s. 329. 2 1 . Age, s. 397-398. 22. Bu görüşün sergilendiği bir yazı için bkz. Foucault, "Le langage de l'espace," Critique, s: 203, Nisan 1 964, s. 378-382; Dits et ecrits, c. 1, s. 436. 23. 1967'de verdiği bir söyleşide şöyle diyecekti Foucault: "Amacım dil değil arşiv, yani söylemin birikmiş mevcudiyeti." "Sur !es façons d'ecrire l'histoire," Les Lettres françaises, s: 1 1 87, 15-21 Haziran 1 967, s. 6-9; Dits et ecrits, c. 1, s. 623. 24. Foucault, "Qui-etes vous, professeur Foucault?" Dits et ecrits, c. 1, s. 642. 25. David Macey bu döneme ilişkin şu tespitte bulunmuştur: "Edebi olana yapılan vurgu giderek azalmakta ... Blanchotvari 'her şey dildir' iddiasından uzaklaşmaya başlayan Foucault daha kapsamlı Söylem mefhumuna yönelmektedir." David Macey, The Lives of Michel Foucault, s. 200. 26. Foucault, "L'homme est-il mort?" Arts et Loisirs, s: 38, 1 5-21 Ha­ ziran 1 966, s. 8-9, Dits et ecrits, c. 1, s. 569-570. 27. Foucault, Les mots et /es choses, s. 353-354. 28. Foucault daha sonraki yıllarda hiçbir zaman yapısalcı olmadığını ve yapısalcılığın metodlarını ve kavramlarını hiç kullanmadığını ileri sürecekti. Oysa yapısalcılık henüz yeni bir akımken meseleye böyle bakmıyordu. 1 967'de verdiği bir söyleşide şu iddiada bulun­ du: "Yapmaya çalıştığım şey, yapısalcı analizleri bugüne dek nüfuz etmedikleri alanlara, yani düşünce tarihine, bilgi tarihine, kuram tarihine uygulamaktır. Bu bakımdan, bizatihi yapısalcılığın doğu­ şunu yapı üzerinden analize tabi tuttum." Foucault, "La philosop­ hie structuraliste permet de diagnostiquer ce qu'est 'aujourd'hui,"' La Presse de Tunisie, 12 Nisan 1967, s. 3; Dits et ecrits, c. 1, s. 6 1 1 . 29. Foucault, "Entretien avec Madeleine Chapsal," s . 54 1 . 30. Age, s . 542. 3 1 . Bkz. Roland Barthes, "Elements de semiologie," Communications,

NOTLAR

1

s : 4, 1 964, s. 91-135; Barthes, Systeme de la mode (Paris: Editions du Seuil, 1 967). 32. Bkz. Jean Baudrillard, Le systeme des obiets (Paris: Gallimard, 1 968). 33. Bkz. Andre-Pierre Amal vd, Supports/Surfaces: 1 966-1 974 (Sa­ int-Etienne: Musee d'art moderne Saint-Etienne, 1 99 1 ). Claude Viallat ( 1 936- ) kumaş üzerine damgalanmış desenlerin Warhol­ vari bir şekilde tekrarlanmasını içeren bir yöntem benimsedi; fakat Warhol'un aksine, Viallat'nın damgaları soyuttu. Daniel Dezeu­ ze'in (1 942- ) "çerçeveleri" örgümsü biçimleri benimseyerek gör­ sel sanatların geleneksel desteklerini sorguluyordu: Tuval ve boya. Tel Quel grubuna dahil isimlerden biri olan Marc Devade ( 1 9431 983), Amerikan dışavurumcu ressamların geçmiş çalışmalarına dayanan, keskin doğrusal çizgilere sahip tuvaller çıkarıyordu. De­ vade 1970'te şöyle yazdı: "Resmin üretim süreci, düzlem üzerinde 'biçimler' üretmekle daima ilintilidir. Temel düzlem yapısı, oluş­ turduğu formel etkiler dışında bir hiçtir ... Bu düzenlemenin ya­ zarı-aktörü-izleyicisi, kendi kendini işleyen, tesadüfi okuyucuları olduğumuz mekanik bir gösteride kendini oynayan kendi yapısın­ dan başkası değildir. Resmin formel öğelerinin toplamından ibaret bir gösteri. Marc Devade, "Chromatic Painting: Theorem written through painting," haz. Patrick ffrench ve Roland-François Lack, The Tel Quel Reader (Londra: Routledge, 1 998), s. 1 85-1 87. Ayrı­ ca bkz. Yve-Alain Bois, "Les annees supports/surfaces," ArtForum lnternational, s: 37-4, Aralık 1 998, s. 1 1 9-120. 34. Philippe Sollers, Nombres (Paris: Editions du Seuil, 1 968), arka kapak; ve Sollers, "Lois," Tel Quel, Yaz 1 971, s. 3-9. 35. Foucault, "Entretien avec Madeleine Chapsal," s. 542. 36. Age, s. 543. 1 967'de Foucault şöyle diyecekti, "Sistem, aslında bizim en büyük içtenlik biçimimizdir." Foucault, " La philosophie structuraliste permet de diagnostiquer ce qu'est 'aujourd'hui,'" s. 6 10. 37. Paul Ricoeur, "La structure, le mot, l'evenement," Esprit, s: 360, Mayıs 1 967, s. 801.

221

222

1

FOUCAULT

38. "Düşünce tarihine, bilimlere ve genel olarak düşünceye getirmeye çalıştığım biraz da bu metottu," diye belirtti. Foucault, "Linguis­ tique et sciences sociales," Revue tunisienne de sciences sociales, s: 19, Aralık 1 969, s. 248-255; Dits et ecrits, c. 1, s. 866. 1967'de verdiği bir söyleşide benzer şekilde şunları söyledi: "Çağdaş eleştiri ... çeşitli metinler üzerinde, kendi nesne-metinleri üzerinde bir tür yeni kombinatuar oluşturmakla meşguldür. İçkin sırrını yeniden oluşturmak yerine, metni bir öğeler bütünü (sözcükler, metaforlar, edebi biçimler, anlatı bütünleri) olarak ele alır; bu öğeler arasında kesinlikle yeni ilişkiler ortaya çıkarabilir, yeter ki yazanın proje­ sinin buyruğu altında olmasınlar ve yalnızca mevcut haliyle eser tarafından mümkün kılınsınlar. Böylece keşfedilen biçimsel ilişki­ ler kimsenin aklında yoktur, bu ilişkiler sözcelerin latent içeriğini, uygunsuz sırlarını oluşturmaz; onlar bir yapıdır, ama bu şekilde betimlenmiş ilişkiler ele alınan malzemelere gerçekten tahsis edilir edilmez kesinlik kazanan bir yapı. "Tarih Yazma Biçimleri Üzeri­ ne," Felsefe Sahnesi, çev. Işık Ergüden, (2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 201 1 ), s. 72-73. 39. Bkz. Foucault, "L'arriere-fable," L'Arc, s: 29, Mayıs 1 966, s. 5-12; Dits et ecrits c. 1, s. 534-54 1. ,

40. Sartre, "Jean-Paul Sartre repond," L'Arc, s: 30, Ekim 1966, s. 87. 41. Age, s. 87-8 8. 42. Age, s. 88. 43. Age, s. 90. 44. Bkz. Foucault, "Monstrosities in Criticism," Diacritics, s: 1, Güz 1971, s. 57-60; "Les monstruosites de la critique," Dits et ecrits, c. 1, s. 1082-1091; "Foucault Responds," Diacritics, s: 2, Kış 1971, s. 60; "Foucault repond," Dits et ecrits, c. 1, s. 1 1 07-1 108. 45. Bkz. Foucault, "Michel Foucault Derrida e no kaino," Paideia, s: 1 1, 1 Şubat 1 972, s. 13 1-147; "Reponse a Derrida," Dits et ecrits, c. 1, s. 1 1 49-1 1 63. 46. Foucault, "Une mise au point de Michel Foucault," La quinzaine litteraire, s: 47, 15-3 1 Mart 1 968, s. 21; Dits et ecrits, c. 1, s. 697.

NOTLAR

1

47. Foucault, I:archeologie du savoir (Paris: Gallimard, 1 969), s. 1691 70. 48. Age, s. 32-34. 49. Foucault'nun söylemsel oluşuma dair temel kategorisi için bkz. B. Brown ve M. Cousins, "The Linguistic Fault: The Case of Fou­ cault's Archaeology," haz. Barry Smart, Michel Foucault: Critical Assessments, Vol. JI (Londra: Routledge, 1994), s. 1 86-208. 50. Foucault, L'archeologie du savoir, s. 170. 5 1 . Tartışmada üstünlük sağlamak adına tutarlılıktan ödün verme eği­ limi, Foucault'nun kariyeri boyunca tekrar tekrar karşımıza çıka­ cak bir temadır. 52. Sartre, "Jean-Paul Sartre repond," s. 87. 53. Foucault, L'archeologie du savoir, s. 19. 54. Sartre, Critique ofDialectica/ Reason, Volume I (New York: Verso, 2004), s. 53. 55. Foucault, L'archeologie du savoir, s. 21-22. 56. Age, s. 101. 57. Age. 58. Age, s. 26. 59. Foucault 1 967'de bu düşünceyi dile getirmişti. Verdiği bir söyleşi­ de, Sartre'ın senkronik ile diyakronik olanı uzlaştırma gerekliliği­ ne yönelik iddialan konusundaki ısrarlı sorulara şöyle cevap verdi: "Bana göre günümüzde asıl sorun yalnızca görünüşte, senkroni ile diyakroni arasındaki ya da yapı ile tarih arasındaki ilişkiden ibarettir. Tartışma gerçekten de bu tema üzerinde gelişiyor görün­ mektedir ... Tersine, polemik başka bir şeyi tartışma konusu yaptı­ ğımızda ortaya çıktı ve oldukça kısa süre önce yüksek bir yoğun­ luk düzeyine erişti: Senkroni adına diyakroni değil, öznenin ya da bilincin hükümranlığı." "Kimsiniz Siz, Profesör Foucault?" Felsefe Sahnesi, çev. Işık Ergüden, (2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınlan, 201 1 ), s. 92. 60. Foucault'nun bu karşılaşmadaki hayali rakibini tanımlamak için

223

224

1

F OUCAULT

kullandığım "hasmane muhatap" ifadesini Arnold borçluyum

1.

Davidson'a

.

6 1 . Foucault, L'archeologie du savoir, s. 260. 62. Age. 63. Söz konusu "kabul edilebilir" yapısalcı pratikler, sırasıyla Saussu­ re, Levi-Strauss, Lacan, Dumezil ve Barthes'ın çalışmalarına işaret ediyordu. "Yapısalcı metodun sınırları akılda tutulduğu müddet­ çe" yapısalcılığın kabul edilebilir olması, Sartre'ın L'Arc söyleşisin­ de vurguladığı bir husustu. 64. Foucault, L'archeologie du savoir, s. 263. 65. Age, s. 264-265. 66. Age, s. 271 . 67. Aslında kapanış konuşmasının metni, yayımlanmış başka bir ma­ kalede ufak değişikliklerle yer alıyordu. Bkz. "Reponse a une ques­ tion," Esprit, s: 371, Mayıs 1 968, s. 850-874; Dits et ecrits, c. 1, s. 722-723. 68. Foucault, L'archeologie du savoir, s. 274. 69. Sartre, Search for a Method (New York: Vintage, 1 963), s. 1 6 1 . 70. Sartre, Nausea (New York: New Directions, 1 964), s. 175-1 77.

71. Sartre, Les mots (Paris: Gallimard, 1 964), s. 160. 72. Age,

s. 1 6 1 .

73. Age, s . 2 1 1 . 74. Sartre, Les mots, s . 34-35. 75. Foucault, L'archeologie du savoir, s. 274. 76. Sartre, Les mots, s. 212-213. 77. Foucault, L'archeologie du savoir, s. 275. 78. Gilles Deleuze, Foucault (Minneapolis: University of Minnesota Press, 1 988), s. 1-22. 79. Foucault, "Sur l'archeologie des sciences. Reponse au Cerde d'e­ pistemologie," Cahiers pour /'analyse, s. 9, Yaz 1 968, s. 9-40; Dits et ecrits, c. 1, s. 759.

NOTLAR

1

80. Foucault, L'archeologie du savoir, s. 101. 81. Bu bakımdan lan Hacking, 1 979 yılında yazdığı "Michel Fou­ cault's Immature Science" [Michel Focault'un Ham Bilimi] adlı makalesinde, olanaklılık sistemlerini belirleyen söylemsel sürekli­ likleri "bir tür derinlik bilgisi" olarak tanımlayarak, Foucault'nun konumunu kısmen yanlış sunmaktadır. Ana ilkelerin düşünce sis­ teminde açıkça ifade edilmediği doğru olsa da, söz konusu ilkele­ rin koşullandırıcı bir çerçeveyle sistem dışında yer aldığı da söyle­ nemez. Bkz. lan Hacking, Historical Ontology (Cambridge, MA: Harvard University Press, 2002), s. 91-95. 82. George Steiner, "The Mandarin of the Hour: Michel Foucault," The New York Times Book Review, 28 Şubat 1971, s. 23-3 1 . 2.

Bölüm: Yeniden Yapılandırma

1 . Michel Foucault, L'ordre du discours (Paris: Gallimard, 1 97 1 ), s. 58. 2. Foucault, "Discussion a propos de l'Archeologie du savoir," IMEC arşivinde bulunan kaset kaydı, Paris, France, belge C. 1 20. 3. Foucault, Daniel Defert'e Mektup, Dits et ecrits, c. 1, s. 36. 4. Foucault, L'ordre du discours, s. 10-1 1 . 5 . Friedrich Nietzsche, Tragedyanın Doğuşu nda ( 1 871), Yunan dün­ ya görüşünde gerçekleşen Sokratik kırılmadan söz etmişti. Sokra­ tes'ten önce, eleştirel rasyonalite kategorilerine başvurmaksızın va­ roluşu yorumlamak hem mümkün hem de meşruydu; Sokrates'ten sonra (Nietzsche'nin yaşadığı çağa değin) eleştirel rasyonalite ha­ kimiyetini tartışmasız sürdürmüştü. Bu düşünce, Nietzsche'nin, fi­ lozofların habis bir "hakikat istencine", yani güç istencinin sapkın bir türüne sahip olduklarını ileri sürdüğü İyinin ve Kötünün Ôte­ sinde'de ( 1 8 86) daha da ileri taşınmıştı. Martin Heidegger, Varlık ve Zaman'la ( 1 927) başlayan bir dizi eserinde, Sokrates sonrası dönemde Varlığın "mevcudiyet" olarak kavramsallaştırılmasının ardından Batı'yı derinleşerek ele geçiren "Varlığın unutuluşundan" yakınmıştı. '

225

226

1

F O UCAULT

6. Foucault, L'odre du discours, s. 19. 7. Age, s. 61. 8. Karşılaştırmak için bkz. Foucault, L'archeologie du Gallimard, 1969), s. 42.

savoir

(Paris:

9. Age, s. 23. 1 0. Foucault, L'ordre du discours, s. 61. 11. Foucault, "La volonte de savoir," Annuaire du Co/lege de France, 71 e annee, Histoire des systemes de pensee, annee 1 970-1 971, s. 246. Foucault, Dits et ecrits, c. 1, s. 1 109; italikler bana ait. 12. Ayrıca bkz. Jürgen Habermas, The Philosophical Discourse of Mo­ dernity (Cambridge, MA: MiT Press, 1992), s. 266-268. Haber­ mas çok benzer şekilde, Kelimeler ve Şeyler'de uygulandığı şekliyle arkeoloji metodunun, ancak Nietzsche'ye başvurup, iktidarın dış­ sal boyutu aracılığıyla nedensellik ilkesi uygulandığında çözülebi­ lecek uyuşmazlıklar yarattığını ileri sürmektedir. 1 3. Hubert L. Dreyfus ve Paul Rabinow, Michel Foucault: Beyond Structuralism and Hermeneutics (Chicago: University of Chicago Press, 1 983), s. 81. Foucault'dan yapılan alıntıdaki italikler Drey­ fus ve Rabinow'a aittir. 14. Age, s. 83. 15. Age, s. 84-85. 16. Age, s. 100. Foucault'nun bu suskun döneminde iki kitap yayım­ ladığını, yetmişten fazla kısa makale kaleme aldığını ve College de France'ta dört dönem ders verdiğini belirtmeliyiz. 1 7. Age, s. 106. 1 8. Beatrice Han, Foucau/t's Critical Project: Between the Transcen­ dental and the Historical (Stanford, CA: Stanford University Press, 2002), s. 66. 19. Age, s. 77. 20. Age, s. 77, 99. 21. Foucault, L'archeologie du savoir, s. 158; italikler bana ait. 22. Foucault, L'ordre du discours, s. 55.

NOTLAR

1

23. Foucault, La volonte de savoir. Cours au College de France: 1 97071. Derleyen ve hazırlayan Jacques Lagrange. Bibliotheque Gene­ rale du College de France arşivinde matbu halde bulunmaktadır; italikler bana ait. 24. Age. 25. Foucault, Les mots et les choses: une archeologie des sciences hu­ maines (Paris, Gallimard, 1 966), s. 274. 26. Foucault, "L'homme est-il mort?" Arts et Loisirs, s: 38, 15-21 Ha­ ziran 1 966, s . 8-9; Dits et ecrits, c. 1, s. 569-570. 27. Foucault, "Sur les façons d'ecrire l'histoire," Les Lettres françaises, s: 1 1 87, 15-21 Haziran 1967, s. 6-9; Dits et ecrits, c. 1, s. 615. 28. Foucault, "En intervju med Michel Foucault," Bonniers Litterare Magasin, Mart 1968, s. 203-2 1 1 ; "lnterview avec Michel Fouca­ ult," Dits et ecrits, c. 1, s. 682. 29. Daniel Defert, "Chronologie," Dits et ecrits, c. 1, s. 44-45; burası artık Universite de Paris VII-Vincennes'dir. 30. David Macey, The Lives of Michel Foucault (New York: Vintage, 1993), s. 219. 31. Age, s. 221. 32. Age, s. 224-225. 33. Didier Eribon, Foucault, İng. çev. Betsy Wing (Cambridge, MA: Harvard University Press, 1991), s. 202-206. Bu derslerle kıyas­ landığında, Foucault'nun Nietzsche, "metafiziğin sonu" ve "yaşam bilimlerinin epistemolojisi" üzerine yorumları ilginçtir. 34. Age, s. 206. 35. Macey, The Lives of Michel Foucault, s. 226. 36. Foucault, "Qu'est-ce qu'un auteur?" Bul/etin de la Societe frança­ ise de philosophie, 63e annee, s: 3, Temmuz-Eylül 1969, 73-104; Dits et ecrits, c. I, s. 833. 37. Foucault, "Medecins, juges et sorciers au XVIIe siecle," Medecine de France 200, 1969 1. çeyrek, s. 121-128; Dits et ecrits, c. 1, s. 787.

227

228

1

FOUCAUlT

38. Foucault, "Le piege de Vincennes," Le Nouvel Observateur, s. 274, 9-15 Şubat 1 970, s. 33-35; Dits et ecrits, c. I, s. 939; italikler bana ait. 39. Foucault, "Kyôki, bungaku, shakai," Bungei, s: 12, Aralık 1 970, s. 266-285; "Folie, litterature, societe," Dits et ecrits, c. 1, s. 983995. 40.J. G. Merquior ve S. P. Rouanet, " Entrevista com Michel Fouca­ ult," O Homen e o Discurso (A Arquelogia de Michel Foucault) (Rio de Janeiro: Tempo Brasileiro, 1 971), s. 17-42; yeni bas. "Ent­ retien avec Michel Foucault," Dits et ecrits, c. I, s. 1025. 41. Foucault, "Kyôki to shokai," Misuzu, Aralık 1970, s. 1 6-22; folie et la societe," Dits et ecrits, c. I, s. 1003.

"La

42. Foucault, "Sur la justice populaire: Debat avec les maos," Les Tem­ ps modernes, s: 310, Haziran 1 972, s. 355-366; Dits et ecrits, c. 1, s. 1225. 43. Foucault, "La prison partout," Combat, s: 8335, 5 Mayıs 1 971, s. 1; Dits et ecrits, c. 1, s. 1061. 44. Foucault, "Par-dela le bien et le mal," Actuel, s: 14, Kasım 1 971, s. 42-47; Dits et ecrits, c. I, s. 1094-1095. 45. Foucault, konuyla ilgili çıkan kitapçığa yazdığı önsözde bunlara değinmiştir: Enquete dans vingt prisons, Paris, "lntolerable" ko­ leksiyonu, s: 1, 28 Mayıs 1971, s. 3-5; Dits et ecrits, c. I, s. 1063 "Bütün bu kurumlarda, çeşitli kisveler altında, kökleri politik bas­ kıya dayanan bir baskı türü işlemektedir. Sömürülen sınıfın hiçbir zaman yabancısı olmadığı bir sömürüdür bu." 46. Bilindiği üzere, bu düşünce Foucault'nun 1 976 tarihli Cinselliğin Tarihı�nin birinci cildinin temel savı olacaktı. 4 7. Gilles Deleuze ve Felix Guattari, Anti-Oedipus: Capitalism and Sc­ hizophrenia (Minneapolis: University of Minnesota Press, 1983), s. 1 . 4 8 . Gilles Deleuze, "Foucault and the Prison," History of the Present, 2. cilt, 2 Ocak 1 986, s. 20-2 1 ; haz. Barry Smart, Michel Foucault: Critical Assessments, 3. cilt (Londra: Routledge, 1 994), s. 268.

NOTLAR

1

49. Deleuze, Foucault'nun 1 971 'de College de France'ta verdiği Ceza Kuram ve Kurumları dersinin resmi fakat düzensiz bir katılımcı­ sıydı. (Foucault, "Thfories et institutions penales," Annuaire du Col/ege de France, 1971-1972, s. 283-386; Dits et ecrits, c. 1, s. 1260.) 50. " Les intellectuels et le pouvoir," L'Arc, s: 49: Gilles Deleuze, 2. çeyrek, 1972, s. 3-1 O; Dits et ecrits, c. 1, s. 1 1 8 1 . 51. Age, s. 1 1 80-1 1 8 1 . 52. Age, s . 1 1 76-1 1 8 1 . Foucault'nun, çok yakın zamana kadar ka­ bul ettiği varsayımları ne ölçüde sorguladığı ve iktidar kavramı na ilişkin geliştirdiği formülasyonu ne denli hızlı gerçekleştirdiği şu sözleriyle anlaşılabilir: " İktidarı elinde tutanların yöneticiler olma­ dığı iyi bilinmektedir. Ama "yönetici sınıf" kavramı ne çok açıktır ne de yeterince işlenmiştir. "Tahakküm kurmak", "yönlendirmek", "yönetmek", "iktidar grubu", "devlet aygıtı " gibi burada analiz edilmeyi bekleyen kavramsal bir nosyon oyunu vardır. Aynı şekil­ de, iktidarın nereye kadar, hangi araçlarla ve çoğunlukla önemsiz hangi hiyerarşi, denetleme, gözetleme, yasaklama, zorlama mer­ cilerine kadar uygulandığını bilmek gerekir. İktidarın olduğu her yerde iktidar uygulanır. Doğruyu söylemek gerekirse, kimse bu ik­ tidarın sahibi değildir. "Entelektüelin Siyasi İşlevi," Felsefe Sahnesi, çev. Işık Ergüden, (2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 201 1 ), s. 37. 53. Bu mefhum için bkz. Deleuze, "Faille et feux locaux," L'i/e deserte et autres textes (Paris: Editions de Minuit, 2002), s. 217-225.

54. Deleuze, Anti-Oedipus: Capitalism and Schizophrenia, s. 2. 55. Örneğin bkz. Foucault, La societe punitive. Cours au Col/ege de France 1 972-1 973. Yayımlanmamış Kayıtları (13 kaset) Bibliot­ heque Generale du College de France arşivindedir, 28 Mart dersi, 1973. 56. Defert, "Chronologie," s. 49. 57. Foucault, "Theatrum philosophicum," Critique, s: 282, Kasım 1970, s. 885-908; Dits et ecrits c. 1, s. 943-944. ,

229

230

1

FOUCAULT

58. Deleuze, Logique du Sens (Paris: Editions de Minuit, 1 969), s. 295. 59. Claire Colebrook, Gilles Deleuze (Londra: Routledge, 2002), s. 6. 60. Bu konuda Deleuze ve Nietzsche arasındaki koşutluklar açıktır. Dreyfus ve Rabinow'un soybilim metodu üzerine söyledikleri gibi, "dünya, sahne arkasında yatan daha hakiki bir gerçekliği gizleyen bir oyun değildir sadece. O, göründüğü gibidir. Soybilim metodu­ nu uygulayan kişinin sezgisi budur." (Dreyfus ve Rabinow, Michel Foucault: Beyond Structuralism and Hermeneutics, s. 109). De­ leuze'ün "Nietzscheci bir soybilimcinin sabrına" sahip olduğunu belirten Foucault, bu benzerliği görmüştü kuşkusuz. (Foucault, "Theatrum philosophicum," s. 955) Foucault içkinlik sorusunu önce Deleuzecü daha sonra Nietzscheci bir bakış açısıyla inceledi. Foucault'nun "Nietzsche, Soybilim, Tarih"teki Nietzsche tartışma­ sının "le discontinu," (süreksiz olan) "[le] hasard," (rastlantı) ve "l'alea singulaire de l'evenement" (olgunun tekil rastlantısı) gibi ifadelerle dolu olmasının nedeni budur. Foucault, "Nietzsche, Ge­ nealogy, History," Hommage a ]ean Hyppolite, Paris P.U.F., kol. "Epimethee, 1 971, s. 145-172. Dits et ecrits, c. 1, s. 1015-1016. 61. Foucault, "Theatrum philosophicum," s. 947. 62. Foucault, L'ordre du discours, s. 60; italikler bana ait. 63. Deleuze, Logique du Sens, s. 1 3-21. 64. Foucault, "Theatrum philosophicum," s. 949. Bu zorlu mefhuma şu ek açıklama getirilir: "Bükülmüş bir nedensellik hayal edelim; bedenler çarpışarak, karışarak, acı çekerek, kendi yüzeylerinde de­ rinliksiz, karışımsız, tutkusuz olaylara neden olurlar [causer] ve dolayısıyla neden [cause] olamazlar: Kendi aralarında bir başka yapı örgüsü oluştururlar, burada bağlar metafizikten, cisimsizlerin kısmi-fiziğinden kaynaklanır." Foucault, "Theatrum philosophi­ cum," Felsefe Sahnesi, çev. Işık Ergüden, (2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 201 1 ), s. 209. 65. Foucault, L'ordre du discours, s. 58; italikler bana ait. 66. Age, s. 59. Foucault arkeoloji terminolojisiyle Anlamın Mantı­ ğı'nın terminolojisini harmanlamıştır: "Eğer söylemler önce söy-

\

NOTLAR

1

lemsel olayların meydana getirdiği bütünler olarak ele alınması gerekiyorsa, felsefecilerin nadiren dikkate almış oldukları bu olay kavramını nasıl konumlandırmak gerekir? Elbette olay ne töz ne tesadüf ne nitelik ne de süreçtir; olay cisimler düzenine ait değildir. Ve buna karşılık, hiçbir şekilde maddi olmayan da değildir; her za­ man maddilik düzeyinde etki halini alır, etki olur; kendi yeri vardır ve maddi öğelerin ilişkisinden, birlikte bulunmasından, dağılmala­ rından, karşılaştırılmalarından, birikmelerinden, ayıklanmaların­ dan ibarettir; bir cismin eylemi de özelliği de asla değildir; maddi bir dağılmanın etkisi ve içindeki etki olarak meydana gelir." 67. Foucault, L'archeologie du savoir, s. 28. 68. Foucault, La societe punitive. Cours au College de France: 1 97273. Derleyen ve hazırlayan jacques Lagrange. Matbu hali, Biblio­ theque Generale du College de France arşivindedir, 3 Ocak dersi, 1973, s. 1-2. 69. Age, s. 3. 70. Age, s. 2. 71. Age, s. 6-7. il. 3.

Kısım: İKTİDAR

Bölüm: Gezegensel Kuwetler

1 . Michel Foucault, "La grande colere des faits," Le Nouvel Obser­ vateur, 652, 9-15 Mayıs 1977, s. 84-86; Dits et ecrits, c. il (Paris: Gallimard, 2001 ), s. 277. 2. Foucault, "L'esercito, quando la terra trema," Corriera della sera, s: 103-228, 28 Eylül 1978, s. 1-2; "L'armee, quand la terre tremb­ le," Dits et ecrits, c. il, s. 662-669. 3. Foucault aynı yıl, eski yayıncısı Rizzoli'nin İtalyan Corriera della sera gazetesinde düzenli yazılar yazması için yaptığı teklifi kabul etti. Dünyayı dolaşıp gerçek olaylar ve mücadelelerden doğan dü­ şünceleri aktarabilecek bir muhabir-entelektüel kadrosu kurmaya yönelik hevesi kısa süreli de olsa gerçekleşti. "Düşüncelerin doğu­ şuyla ve bu düşüncelerin taşıdığı tesirlerin patlak vermesiyle, yani

231

232

1

FOUCAULT

onları kelimelere döken kitaplarla değil, tesirlerini açığa vurdukla­ rı olaylarla meşgul olmalıyız. Foucault, "Les 'reportages' d'idees," Dits et ecrits, c. il, s. 706-707. Sonunda çıkan ya zı dizisine katkı sunanlar arasında Alain Finkielkraut ve Andre Glucksmann da vardı; Susan Sontag, Ronald Laing, Jorge Semprun ve Arpad Aj­ tony nin öngörülen yazıları ise hiç yer almadı. '

4. Foucault, "Una rivolta con le mani nude," Corriere delta sera, s: 103-261, 5 Kasım 1978, s. 1-2; "Une revolte a mains nues," Dits et ecrits, c. il, s. 701. 5. Foucault, "il mitico capo della rivolta dell Iran, Corriera delta sera, s: 103-279, 26 Kasım 1978, s. 1-2; "Le chef mythique de la revolte de l'Iran," Dits et ecrits, c. il, s. 716. Michiel Leezenberg, Foucault'nun şiilik meselesine ilişkin hatalı olduğunu düşündüğü yorumunu analiz etmiştir. Haz. James Bernauer ve Jeremy Carret­ te, Michel Foucault and Theology: The Politics of Religious Expe­ rience (Burlington, VT: Ashgate, 2004), s. 99-1 15. '

"

6. Foucault, "A quoi revent les Iraniens?" Le Nouvel Observateur, s: 727, 16-22 Ekim 1 978, s. 48-49; Dits et ecrits, c. 11, s. 691 . 7. Foucault, "Le chef mythique de la revolte de l'Iran," s. 716; vurgu bana ait. 8. Age, s. 715. 9. Foucault, "lnutile de se soulever?" Le Monde, 1 1-12 Mayıs 1 979, s. 1-2; Dits et ecrits, c. il, s. 793. Savak, Şah devletinin gizli polis aygıtıydı. 10. Age, s. 794. 1 1. Foucault, "Loucura, uma questao de poder," ]ornal do Brasil, 12 Kasım 1 974, s. 8; "Folie, une question de pouvoir," Dits et ecrits, c. 1 (Paris: Gallimard, 2001 ), s. 1 5 30-15 31. 12. Foucault, "Incorporaciôn del hospital en la tecnologfa moderna," Revista centro-americana de Ciencias de la Salud, s: 10, Mayıs­ Ağustos 1978, s. 93-104; "L'incorporation de l'hôpital dans la te­ chnologie moderne," ba şlığıyla yeniden basım, Dits et ecrits, c. 11, s. 516-517.

NOTLAR

1

13. Foucault, "Pouvoir et corps," Quel corps? s : 2, Eylül-Ekim 1 975, s. 2-5, Dits et ecrits, c . 1, s. 1 625. 14. Foucault, Surveiller et punir (Paris: Gallimard, 1975), 227. 15. Foucault, "Folie, une question de pouvoir," s. 1530-1531. 16. Foucault'nun genel araştırma tutumuna yakın duran birçok dü­ şünür için başlı başına bu durum bile toplum üzerine geliştirilmiş bir eleştirel kuram olarak yaklaşımını kullanılamaz hale getirmek­ tedir. Eğer tekil özneyi onu " üreten" sistemden ayırmak mümkün değilse, bu durumda faillik üzerine konuşabilmenin mantıklı bir zemini yoktur; tahakküm kuranlarla tahakküm altında bırakılan­ ları tasnif etmenin bir yolu yoksa, edimde bulunmanın herhangi bir normatif dayanağı kalmamaktadır. Bu eleştirel hattın en açık örneği için bkz. Jürgen Habermas, The Philosophical Discourse of Modernity (Cambridge, MA: MiT Press, 1 992), s. 266-295. 17. Gilles Deleuze, "Ecrivain non: un nouveau canographe," Critique, s. 343, Aralık 1 975, s. 1207-1227. 18. Foucault, "Sur la sellette," Les Nouvelles litteraires, s: 2477, 1 7-23 Man 1975, s. 3; Dits et ecrits, c. I, s. 1592. 19. Foucault, "Dialogue on Power," der. S. Wade, Chez Foucault (Los Angeles: Circabook, 1 978), s. 4-22; "Dialogue sur le pouvoir" Dits et ecrits, c. II, s. 470. 20. Claude Mauriac, Le Temps immobile 3: Et comme l'esperance est violente (Paris: Grasset, 1976), s. 581; Daniel Defen, "Chrono­ logie," Dits et ecrits, c. I, s. 64-65 . 21. Foucault, "Hospicios. Sexualidade. Prisoes." Revista Versus, s: 1 , Ekim 1 975, s . 30-33; "Asiles. Sexualite. Prisons," Dits et ecrits, c . 1 , s. 1647-1648. 22. Deleuze, "Ecrivain non: un nouveau cartographe," s. 1212. 23. Bu konuyla ilgili bkz. Peter Starr, Logics of Failed Revolt: French Theory after May '68 (Stanford, CA: Stanford University Press, 1 995), s. 88-109; Starr, Kültür Devriminin "Fransız kültürel ve politik hayallerinin yansıtıldığı bir perde" olmakla kalmadığını, "hem radikal kültürel demokrasinin odak noktası, hem de Mark-

233

234

1

FOUCAULT

sist-Leninist doktrine bağlılığın öncelikli mevkisi olarak, çok sa­ yıda Maocu militanın yirminci yüzyıl Avrupa Marksizminin çö­ zümsüz addedilen en zorlu sorunlarından birinin, yani devrimci disiplinin talepleriyle devrimci süreçte demokratik taban katılı­ mının getirdiği talepleri uzlaştırmak konusundaki yetersizliğinin çözüleceğine dair hayaller kurmasına imkan tanıdığını"(s. 90-91) ileri sürmüştür. 24. Andre Glucksmann, La cuisiniere et le mangeur d'hommes (Paris: Seuil, 1975), s. 82-83. 25. Age, s. 15-16. 26. Age, s. 102-103. 27. François Furet, "Faut-il brfıler Marx?" Un itiniraire intellectuelle (Paris: Calmann-Levy, 1999), s. 531; ayrıca bkz. Andre Glucks­ mann, "Reponses," Tel Quel, s: 64, Kış 1975, s. 67-73, Philippe Sollers bu yazıda hem Glucksmann'ın "Gulag Takımadaları'nı Foucault'nun başlangıç niteliğindeki çalışmasının yarattığı etkiyle değerlendirmeye" yönelik kararını, hem de Foucault'nun öne sür­ düğü on yedinci yüzyıldaki "büyük kapatılma" fikriyle yirminci yüzyıl toplama kamplarını kıyaslamasını sorguladı. Glucksmann verdiği cevaplarda, Foucault'yu inkar etmek bir yana, kısa süre önce yayımlanan Hapishanenin Doğuşu'ndaki savlarından yarar­ lanmaya çalıştı. 28. Christian Jambet ve Guy Lardreau, L'ange (Paris: Grasset, 1976), s. 10. 29. Age. 30. Jambet ve Lardreau, "L'ange entre Mao et jesus," Magazine litteraire, s: 1 12-1 1 3, Mayıs 1976, s. 54-57. 3 1 . Jambet ve Lardreau, L'ange, s. 36. 32. Jambet ve Lardreau, "L'ange entre Mao et Jesus," s. 56. 33. Bernard-Henri Levy, "Les nouveaux philosophes," Les nouvelles litteraires, s: 2536, 10 Haziran 1976, s. 1 5-16. 34. Glucksmann, Les maitres penseurs (Paris: Grasset, 1977), s. 4749.

NOTLAR

1

35. Bu ifade çokkatmanlı anlamını Türkçede kısmen yitiriyor. Glu­ cksmann'ın meramını bütünüyle kavrayabilmek için "usta düşü­ nürler", "düşünen ustalar" ve "ustalık düşünürleri" mefhumlarını birleştirebiliriz. 36. Glucksmann, Les maitres penseurs, s. 54. 37. "Usta düşünürler," diye yazdı, "aslında aşağıdan ya da yukarıdan değil, kendilerinden ve bilimlerinden konuşur"; "etre ecoutes," age, s. 225. 38. Age, s. 55. 39. Uvy kullandığı başlığın çağrıştırdığı iki ifadenin arasındaki me­ safeyi okuyucularının doldurabileciğini umuyordu: Castoriadis'in Socialisme ou Barbarie ve Dubcek'in "Socialism with a Human Face." Her iki örnekte de aynı kelime atlanmıştır. 40. Uvy, Barbarism with a Human Face (New York: Harper & Row, 1 979), s. ix-xi. 41. Age, s. ix. 42. Age, s. 1 13-121. 43. Age, s . 1 1 1, ix. 44. Age,

s. 189-1 90, 193.

45. Age, s. x. 46. Age, s. 1 1 6. 47. Foucault, "Hanzai tosite no chishiki," ]yôkyô, Nisan 1 976, s. 4350; "Le savoir comme erime," Dits et ecrits, c. il, s. 85-86. 48. Foucault, "Non au sexe roi," Le Nouvel Observateur, s: 644, 1221 Mart 1977, s. 92-130; Dits et ecrits, c. il, s. 266-267. 49. Foucault, "Die Folter, das ist die Vernunft," Literaturmagazin, s: 8, Aralık 1 977, s. 60-68; "La torture, c'est la raison" Dits et ecrits, c. il, s. 397-398. 50. Age

.

51. Foucault, "El poder, una bestia magnifica," Quadernos para el di­ alogo, s. 238, 1 9-25 Kasım 1 977; "Le pouvoir, une bete magni­ fique" Dits et ecrits, c. II, s. 377.

235

236

1

FOUCAULT

52. Foucault, "Kenryoku to ehi," Umi, Aralık 1977, s. 240-256; "Pou­ voir et savoir" Dits et ecrits, c. il, s. 404. 53. Foucault, "Vie des hommes infames," Les Cahiers du ebemin, s. 29, 15 Ocak 1 977, s. 1 2-29; Dits et ecrits, c. il, s. 237-253. 54. Foucault, "lntroduction," Herculine Barbin, dite Alexina B. (Paris: Gallimard, 1 978). 55. Foucault'nun deliliğin tarihini yazmaya yönelik ilk projesinin arkasında yatan bu düşünce, G.l.P'le (Hapishaneler Üzerine En­ formasyon Grubu) gerçekleştirdiği çalışmalarını da belirlemişti. Foucault her iki durumda da söz hakkı olmayanlara ses vermeye gayret ettiğini düşünüyordu. 56. Foucault, "La grande colere des faits," s. 277. 57. Age. 58. Age, s. 278. 59. Age, s. 279. 60. Age, s. 278, 281. 61. Foucault, "Sur la justice populaire: Debat avec les maos," Les Tem­ ps Modernes, s: 31 0, Haziran 1972, s. 355-366; Dits et ecrits, c. I, s. 1208-1237. Foucault'nun bu tartışmadaki iki muhatabından birinin, halk adaleti konusunda son derece sert bir tutum benim­ seyen radikal Maocu Andre Glucksmann (namı diğer "Gilles") ol­ ması tarihin bir cilvesiydi. 62. Philippe Sollers, "La revolution impossible," Le Monde, 13 Mayıs 1977. 63. Alain Touraine, "lntellectuels d'en haut et intellectuels d'en bas, L'Arc, s: 70, Aralık 1977, s. 87-91.

"

64. Jean Daniel, "Etre un intellectuel journaliste," L'Arc, s: 70, Aralık 1977, s. 84-86. 65. Jean-Marie Vincent, "Du Goulag a l'Abbaye de Vezelay," Rouge, s: 6 Temmuz 1 977, y.y. 66. Cornelius Castoriadis, "Les divertisseurs, Le Nouvel Observa­ teur, 20 Haziran 1 977. "

NOTLAR

1

67. Xavier Aubral and François Delcourt, Contre la nouvelle philo­ sophie (Paris: Gallimard, 1977). 68. Deleuze, "A propos des nouveaux philosophes et d'un probleme plus general," Minuit, s: 24, Haziran 1977, y.y. 69. Age. 70. Didier Eribon, Foucault (Cambridge, MA: Harvard University Press, 1991), s. 258-262. 71. Foucault, Securite, territoire, population. Cours au College de France: 1977-1978. Yayımlanmamış. Kayıtları ( 1 0 kaset) Biblio­ theque Generale du College de France arşivindedir, 8 Mart dersi, 1978. 72. Foucault, Securite, territoire, population, 1 5 Mart dersi, 1 978. 73. Foucault, Securite, territoire, population, 29 Mart dersi, 1 978. 74. Foucault, Securite, territoire, population, 5 Nisan dersi, 1 978. 75. Age. 76. Foucault, Naissance de la biopo/itique. Cours au Co/lege de Fran­ ce: 1 978-1979. Yayımlanmamış. Kayıtları (12 kaset) Bibliotheque Generale du College de France arşivindedir, 10 Ocak dersi, 1 979. 77. Foucault, "Conversazione con Michel Foucault," 11 Contributo, Ocak-Mart 1 980, s. 23-84; "Entretien avec Michel Foucault," Dits et ecrits, c. 11, s. 909. 78. Foucault, Naissance de la biopolitique, 10 Ocak dersi, 1 979. 79. Foucault, "Truth and Subjectivity," Berkeley'de verilen Howison Dersi, Kaliforniya, 20 Ekim 1980. Yayımlanmamış. Cevriyazısı lnstitut Memoire de l' Edition Contemporaine'dedir (IMEC), Paris, Fransa, D. 1 ve D. 2, 8 numaralı belgeler. 80. Age, vurgular bana ait. 8 1 . Foucault, Naissance de la biopo/itique, 10 Ocak dersi, 1 979. 82. Foucault, "L'armee, quand la terre tremble,"

Dits et icrits, c. il, s.

665-666. 83. Foucault, "Une revolte a mains nues," s. 703. 84. Foucault, "La scia ha cento anni di ritardo," Corriera de/la sera, s:

237

23 8

1

FOUCAULT

103-230, 1 Ekim 1978, s. 1; "Le chah a cent ans de retard," Dits

et ecrits, c. il, s. 680. 85. Age, s. 680-682. 86. Foucault, Naissance de la biopolitique, 14 Şubat dersi, 1979. 87. Foucault, "lnutile de se soulever?" s. 791. 88. Foucault, "Une revolte a mains nues," s. 701 . 89. Foucault, "Lettre ouverte a Mehdi Bazargan," Le Nouvel Obser­ vateur, s: 753, 14-20 Nisan 1 979, s. 46; Dits et ecrits, c. il, s. 780-782. 90. Age, s. 782. 91. Levy, Barbarism with a Human Face, s. 197.

111. Kısım: ÖZNELER 4.

Bölüm: Derin Özneler

1. Michel Foucault, Du Gouvernement des vivants. Cours au Co/­ lege de France: 1 979-1980. Yayımlanmamış. Kayıtları ( 1 2 kaset) Bibliotheque Generale du College de France arşivindedir, 12 Mart dersi, 1980. 2. Foucault, Naissance de la biopolitique. Cours au College de Fran­ ce: 1 978-1 979. Kayıtları ( 1 2 kaset) Bibliotheque Generale du Col­ lege de France arşivindedir, 1 0 Ocak dersi, 1979.

3. Age. 4. Foucault, Surveiller et punir, s. 25 1 . 5. Foucault, "Une esthetique d e l'existence," Le Monde 1 5-16 Temmuz 1984, s. xi; Dits et ecrits, c. il, s. 155 1-1552. 6. Foucault, Naissance de la biopolitique, 28 Mart dersi, 1 979. 7. Foucault, Naissance de la biopolitique, 4 Nisan dersi, 1 979. 8. Foucault, Naissance de la biopolitique, 28 Mart dersi, 1 979.

9. Foucault, "Une esthetique de l'existence," s. 1551. 10. Foucault, Naissance de la biopolitique, 28 Mart dersi, 1 979.

NOTLAR

1

1 1 . Bkz. Foucault, "L'oeil du pouvoir," J.-P. Barou ve M. Perot ile söyleşi, Jeremy Bentham, Le Panoptique (Paris: Belfond, 1977), s. 9-3 1; Dits et ecrits, c. 1, s. 190-207. 12. " Foucault Examines Reason in Service of State Power," Campus Report, s: 6, 24 Ekim, 1979, s. 5-6; "Foucault etudie la rasion

d'Etat" başlığıyla Dits et ecrits içinde yeniden yayımlanmıştır, c. il, s. 801-802. 13. "Gendai no Kenryoku wo tou," Asabi ]aanaru (2 Haziran 1 978), 28-35. Dits et ecrits, c. il, s. 534-551 . 14. Bu söyleşi üzerine yaptığı isabetli yorumları için Zachary Hale'a

son derece müteşekkirim. 15. Foucault, "Discussion with John Searle," kaset kaydı IMEC arşi­ vindedir, Paris, Fransa, Belge C. 8.

16. Age. 17. Foucault, "Discussion at Stanford," kaset kaydı IMEC arşivinde­ dir, Paris, Fransa, Belge C. 9.

1 8. Foucault, Discipline and Punish, s. 38; böylesi keskin bir ifade, Foucault'nun psikoloji ve psikiyatri gibi "ruhu" (ya da psişeyi) nesneleri olarak varsayan modern sosyal bilimler söylemlerinin bu kavramı gerçek bedenler için özenle tasarlanmış bir hapishane ola­ rak yarattığını söyleme biçimiydi. 19. Foucault, "Discussion with Philosophers," 23 Ekim 1 980; kaset kaydı IMEC arşivindedir, Paris, Fransa, Belge C. 16. 20. Age. 21. Foucault, "Discussion at Stanford." 22. İlginçtir ki, Foucault'nun antik dünya tarihi ve düşüncesiyle etki­ leşimini geniş bağlama oturtan bir çalışma henüz çıkmamıştır. Bu bağlantının belli yönlerine faydalı bir giriş niteliğindeki çalışmalar için bkz. J. Joyce Schuld, Foucault and Augustine (Notre Dame: University of Notre Darne Press, 2003); Wolfgang Dete!, Macht, Moral, Wissen: Foucault und die klassische Antike (Frankfurt anı Main: Suhrkamp, 1998); Frederic Gros ve Carlos Levy, haz. Fou­ cault et la philosophie antique (Paris: Kime, 2003); Simon Gold-

239

240

1

FOUCAULT

hill, Foucault's Virginity: Ancient Erotic Fiction and the History of Sexuality (Cambridge, UK: Cambridge University Press, 1995). 23. Foucault, Du gouvernement des vivants, 9 Ocak dersi, 1980. 24. Foucault, Du gouvernement des vivants, 30 Ocak dersi, 1980. 25. Foucault, Du gouvernement des vivants, 9 Ocak dersi, 1980. 26. Age. 27. 1. Bölüm'de gösterildiği gibi, iktidar-bilgi'nin kökenlerine ilişkin bu açıklama, Foucault'nun vasat özeleştirisine kıyasla tarihsel kay­ da daha sadık kalır. 28. Foucault, La societe punitive. Cours au College de France: 1 9721 973. Yayımlanmamış. Kayıtları (12 kaset) Bibliotheque Generale du College de France arşivindedir, 28 Mart dersi, 1 973. 29. Foucaultcu iktidar-bilgi mefhumuna iyi ve özlü bir giriş için bkz. Joseph Rouse, "Power/Knowledge," haz. Gary Gutting, The Cambridge Companion to Foucau/t (Cambridge, UK: Cambridge University Press, 1 994 ), s. 92-1 14. 30. Foucault, Du gouvernement des vivants, 9 Ocak dersi, 1980. 31. Foucault, 1980'de, çalışmalarının iktidardan ziyade özne ve haki­ katle ilgili olduğunu söyleyecekti. 32. Foucault, Du gouvernement des vivants, 9 Ocak dersi, 1 980. 33. Foucault'nun "yönetim" anlayışı için bkz., haz. Graham Burc­ hell, Colin Gordon ve Peter Miller, The Foucault Effect: Studies in Governmenta/ity (Chicago: University of Chicago Press, 1991). Ayrıca bkz. haz. Mike Gane ve Terry Johnson, Foucau/t's New Do­ mains (Londra: Routledge, 1 993); ve Thomas Keenan, "Foucault on Government," Philosophy and Social Criticism, Yaz 1982, s. 35-40, haz. Barry Smart, Michel Foucault: Critica/ Assessments, vol. iV (Londra: Routledge, 1 995), s. 422-426. 34. Foucault'nun son iki dersine başlık olarak "Kendiliğin ve başkala­ rının yönetimi" ifadesini seçmesinin sebebi de budur. 35. Foucault, Du gouvernement des vivants, 30 Ocak dersi, 1980. 36. Foucault, Histoire de la sexualite 1: La volonte de savoir (Paris: Gallimard, 1 976), s. 205-207.

NOTLAR

1

37. Foucault, Du gouvernement des vivants, 30 Ocak dersi, 1 980. 38. Foucault, L'archeologie du savoir (Paris: Gallimard, 1 969), s. 28. 39. Foucault, Du gouvernement des vivants, 30 Ocak dersi, 1 980. 1 978'de verdiği bir söyleşide, Foucault şöyle dedi: "Kendi kendimi değiştirmek ve daha önce düşündüklerimin aynısını düşünmemek için yazdığım için bu anlamda deneyci olduğumu söyleyebilirim." "Conversazione con Michel Foucault," J/ Contributo, s: 1, Ocak­ Mart 1 980, s. 23-84; "Entretien avec Michel Foucault," Dits et ecrits, c. il, s. 860-914. 40. Foucault, Du gouvernement des vivants, 6 Şubat dersi, 1 980. Fou­ cault şu tespitte bulundu: "Bununla birlikte, birçok negatif teoloji de vardır. Negatif teorisyenim diyelim." 41. Hubert Dreyfus ve Paul Rabinow, Beyond Structura/ism and Her­ meneutics (Chicago: University of Chicago Press, 1 983), s. xi. 42. Kartacalı Quintus Septimius Florens Tertullianus (MS 1 60-MS 240), yaklaşık 198 yılında Hıristiyanlığı kabul etti. Yeni dinin ilk büyük yazarlarından biri olan Tertullianus, benimsediği inancı pa­ gan muhaliflerin eleştirilerine karşı savundu. 43. Foucault, Du gouvernement des vivants, 13 Şubat dersi, 1980. 44. Age. 45. Age. 46. Foucault, Du gouvernement des vivants, 20 Şubat dersi, 1980. 47. Foucault, L'archeologie du savoir, s. 40. 48. Foucault, The Order of Things (New York: Random House, 1 970), s. xi. Kitabın İngilizce baskısı için 1970'de kaleme aldığı önsözde, Foucault gururla şöyle yazar: "Genelde bilim tarihçilerinin hare­ ket ettiği düzlemde, daha doğrusu hareket ettikleri iki düzlemde, hareket etmedim. Zira, bilim tarihi bir yanda keşiflerin gelişimi ve problemlerin ifadesi ile ihtilafların izini sürerken öte yandan teorileri içsel düzenleri bakımından analiz eder; kısacası, bilimsel bilincin süreç ve ürünlerini betimler ... Gelgelelim, yapmak istedi­ ğim şey ... şimdiye kadar kendi içinde ifade edilmemiş, fakat belki de biraz keyfi biçimde arkeolojik olarak adlandırdığım bir düzle-

241

24 2

1

FOUCAULT

mi onlara özel belirleyerek, sadece birbirinden olabildiğince farklı kuramlar, kavramlar ve inceleme nesnelerinde rastlanabilecek olu­ şum kurallarını açığa çıkarmaktır. 49. Foucault, L'archeologie du savoir, s. 39. 50. Age, 32. 5 1 . Foucault, Du gouvernement des vivants, 30 Ocak dersi, 1 980. 52. Bu konuyla ilgili bkz. lan Hacking, The Social Construction of What? (Cambridge, MA: Harvard University Press, 1999). Hac­ king, delilik konusu etrafında dönen özellikle "biyolojik olana kar­ şı inşa edilmişlik" tartışmasına eğilmektedir. İnşa edilmişlik olarak adlandırdığı olgudaki sürekliliğe de dikkat çekerek, düşünürleri, örneğin, nomilanizmlerini ne denli ileri taşıdıklarına bağlı olarak l'den 5'e kadar sıralanan bir ölçekle değerlendirmemizi salık verir. 53. Foucault, "Truth and Subjectivity," daktilo metni IMEC arşivinde­ dir, Paris, Fransa, Belge D. 2( 1 ). 54. Foucault, "Discussion with Philosophers." 55. Peter Dews, "The Return of the Subject in Late Foucault," Radical Philosophy, s: 5 1 , Bahar 1989, s. 37-41; haz. Barry Smart, Michel Foucault: Critical Assessments, vol. VI (Londra: Routledge, 1 994), s. 155. 5. Bölüm: Yaşama Sanatları

1 . Michel Foucault, Subjectivite et verite. Cours au College de Fran­ ce: 1 980-1 981. Yayımlanmamış. Kayıtları (12 kaset) Bibliotheque Generale du College de France arşivindedir, 7 Ocak dersi, 1 98 1 . 2 . Foucault, Subjectivite et verite, 1 4 Ocak dersi, 198 1 .

3 . Foucault, Subjectivite et verite, 2 1 Ocak, 1 98 1 . 4 . Foucault, Subjectivite et verite, 7 Şubat, 1 98 1 . 5. Foucault, Histoire de la sexualite il: L'usage des plaisirs (Paris: Gallimard, 1984), s. 1 8-1 9.

6. "Kendilik pratiği", "kendilik tekniği" ve "kendilik teknolojisi" terimleri Mart 1980'de biten Canlıların Yönetimi dersinin hiçbir

NOTLAR

1

yerinde geçmemektedir. Foucault, dersin sonuna gelene kadar bu terimlerle anılacak temalara açıkça giriş yapmış olsa da, onlara uy­ gun düşecek terminolojiyi henüz bulamamıştır. "Kendilik teknikle­ ri" Foucault'nun kavramsal dağarcığında ilk olarak Ekim 1980'de Berkeley'de verdiği derste geçer. Bkz. Foucault, "Subjectivity and Truth," çevriyazısı IMEC arşivindedir, Paris, Fransa, belge D. 2(1 ). 7. Concordia: Revista internacional de filosofia, s: 6, Temmuz-Aralık 1984, s. 99; Dits et ecrits, c. il, s. 1 528. 8. Foucault, "A propos de la genealogie de l'ethique: un aperçu du travail en cours," Dits et ecrits, c. il, s. 1448-1449. Bu belge, Hu­ bert Dreyfus ve Paul Rabinow tarafından Nisan 1 983'te düzen­ lenen bir soru-cevap oturumunun çevriyazısıdır. Fakat söyleşinin asıl (ve ilk yayımlanan) İngilizce basımında görüldüğü üzere, bu ifade söyleşide yer almamakta, Foucault'nun daha sonradan getir­ diği bir değişiklik olduğu görülmektedir. Karşılaştırmak için bkz. "On the Genealogy of Ethics: An Overview of Work in Progress," Structuralism and Hermeneutics (Chicago: University of Chicago Press, 1 983), s. 250-251. 9. Friedrich Nietzsche, The Gay Science (New York: Vintage Books, 1974), s. 232. Nietzsche'nin kendi kendini oluşturma düşüncesine duyduğu felsefi bağlılıkla ilgili bkz. Alexander Nehamas, Nietzsc­ he: Life as Literature (Cambridge, MA: Harvard University Press, 1 985). Nehamas, Nietzsche'nin "estetizmi" olarak adlandırdığı ol­ guya değinerek, "Nietzsche['nin], kendi yazdıklarıyla, bir bireyin kendi kendini oluşturmada başarı kazanabilmesinin bir yolunu örneklemiş" olduğunu ileri sürer (s. 3-8). Nehamas bütün incele­ mesini yaşama sanatı mefhumuna ayırmıştır; bkz. Nehamas, The Art of Living (Berkeley: University of California Press, 1 998). Ne var ki Nehamas, Foucault'yu ele alırken düşünürün formel yaşama sanatlarını ne şekilde işlediğinden ziyade Sokrates figürünü kendi­ ne mal etmesi üzerinde durur. 10. Dreyfus ve Rabinow, "On the Genealogy of Ethics: An Overview of a Work in Progress," s. 237. Söyleşi esnasında, Foucault, benim­ sediği yaşama sanatı anlayışının onu Nietzsche'nin düşüncesine yakın bir yerde konumlandırdığına dair tespite katıldı.

243

244

1

FOUCAULT

1 1 . Foucault, "What Is Enlightenment?" haz. Paul Rabinow, The Fou­ cault Reader (New York: Pantheon, 1 984), s. 32-50. 12. Örneğin bkz. Maruzio Passerin d'Entreves, Critique and Enligh­ tenment: Michel Foucault on " Was ist Aufk/iirung? " (Manchester, UK: University of Manchester, 1 996); ve Raymond Geuss, "Kritik, Aufklarung, Genealogie," haz. Axel Honneth and Martin Saar, Mi­ chel Foucault: Zwischenbilanz einer Rezeption: Frankfurter Fou­ cault·Konferenz 2001 (Frankfurt: Suhrkamp, 2003), s. 145-156. 13. Bkz. James Schmidt ve Thomas E. Wartenberg, "Foucault's Enli­ ghtenment: Critique, Revolution, and the Fashioning of the Self," haz. Michael Kelly, Critique and Power: Recasting the Foucaultl Habermas Debate (Cambridge, MA: MiT Press, 1994). 14. Bu düşünceyle Habermas'ın projesi arasındaki bağlantılar açıktır. Konu üzerine son dönemlerde yapılan çalışmalar, iki düşünürün bakış açıları arasındaki karşıtlığı vurgulama eğiliminde olsalar da, (bkz. haz. Kelly, Critique and Power: Recasting the Foucaultl Ha­ bermas Debate) Foucault 1980'lerde Frankfurt Okulu'na mensup muhatabına koşut bir çalışma yürüttüğünü düşünüyor.gibiydi. Hiç değilse 1 984 yılında şunları söylerken bu yönde bir izlenim veri­ yordu: "Habermas'ın yaptıkları oldukça ilgimi çekiyor, onun be­ nim söylediklerime kesinlikle katılmadığını biliyorum, bense onun söylediklerine biraz daha fazla katılıyorum." "Face aux gouverne­ ments, !es droits de l'homme," Liberation, s: 967, 30 Haziran-1 Temmuz 1 984, s. 22; Dits et ecrits, c. il, s. 1545. 15. Foucault, Histoire de la sexualite II: L'usage des plaisirs, s: 1 8. 16. "Le souci de la verite," Magazine litteraire, s: 207, Mayıs 1984, s. 1 8-23; Dits et ecrits, c. il, s. 1490; italikler bana ait. 17. Age. 18. Foucault, Sub;ectivite et vente, 1 4 Ocak dersi, 1981. 19. Foucault'nun "teknik" ve "teknoloji" terimlerini nasıl kullandığı­ na bakıldığında, bunları eşanlamlı gördüğü düşünülebilir. Age.

20. Bkz. K. ]. Dover, Greek Homosexuality (Cambridge, MA: Harvard University Press, 1978).

NOTLAR

1

21. Bkz. Jacob Burckhardt, The Civilization of the Renaissance in Ita/y (Kitchner, ON: Batoche, 200 1 ). "Personality," s. 106-1 1 4 ve "Education of the 'Cortigiano'," s. 3 12-314 başlıklı bölümler ko­ nuyla doğrudan ilgilidir. 22. Foucault, Histoire de la sexualite Il: L'usage des plaisirs, s. 18-19. Bkz. Stephen J. Greenblatt, Renaissance Self-Fashioning: From More to Shakespeare (Chicago: University of Chicago Press, 1 980). 23. Foucault, Subiectivite et verite, 14 Ocak dersi, 1981. 24. "Conversation avec Werner Schroeter," G. Courant, Werner Schro­ eter (Paris: Goethe Institute, 1982), s. 39-47; Dits et icrits, c. il, s. 1075. 25. Age. 26. Foucault, Les mots et /es choses (Paris: Gallimard, 1 966), s. 338339. Foucault şöyle yazar, "Gerçeği söylemek gerekirse, modem düşünce asla bir ahlak önermemiştir. ... Modern düşünceye göre mümkün ahlak yoktur; çünkü düşünce on dokuzuncu yüzyıldan beri, kendine özgü varlığı içinde, çoktan kendinden "çıkmıştır," artık teori değildir; düşünür düşünmez, yaralamakta veya uyuştur­ maktadır, yakınlaştırmakta veya uzaklaştırmaktadır. Kopartmak­ ta, çözmekte, bağlamakta veya yeniden bağlamaktadır; kendini özgürleştirmeye veya köleleştirmeye devam etmekten alıkoyamaz. Bir geleceğe hükmetmekten, onun taslağını çizmekten, yapılması gerekeni söylemekten, teşvik etmekten veya sadece uyarmaktan önce düşünce varoluşun zemininde, daha ilk biçimlerinden itiba­ ren, kendi kendinde bir eylemdir -tehlikeli bir eylem."Kelimeler ve Şeyler, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, (Ankara: İmge Kitabevi, 2000), s. 457-458. 27. "En intervju med Michel Foucault," Bonniers Litterare Magasin, s: 3, Mart 1968, s. 203-211; "Interview avec Michel Foucault" Dits et ecrits, c. 1, s. 683-684. 28. Foucault, "Preface," Gilles Deleuze ve Felix Guattari, Anti-0edipus: Capitalism and Schizophrenia (New York: Viking Press, 1977), s. xi-xiv; "Preface" Dits et icrits, c. il, s. 133-136.

245

246

1

FOUCAULT

29. Age. s. xiii ( 1 35); italikler bana ait. Foucault burada faşizmi, "ikti­ darı sevmemizi, tam da bize hükmeden ve bizi sömüren şeyi arzu­ lamamıza yol açan" bir şey olarak tanımlar. 30. Francis de Sales, L'introduction a la vie devote (Lyon: Freres Bruy­ set, s. 1712). 3 1 . Foucault, Subjectivite et verite, 7 Ocak dersi, 1 9 8 1 . Ayrıca bkz. Foucault, "Usage des plaisirs et techniques de soi," Le Debat, s: 27, Kasım 1 983, s. 46-72; Dits et ecrits, c. il, s. 1358-1 380, Foucault burada aynı malzemeyi tekrar kullanmıştır. 32. Elinde Francis de Sales'e ilişkin malzeme bulunduğu halde Fouca­ ult'nun 1981 'den önce bunları kullanmamış olması başlı başına bir inceleme konusudur. 1983'te verdiği bir söyleşide şöyle söymiş­ tir: "Kendilik teknikleri, kendini inceleme, ruhların tedavisi gibi sorunların hem Protestan kiliselerinde hem de Katolik kiliselerinde çok önemli rol oynadığı on altıncı yüzyıldaki cinsel ahlak konu­ sunda bir eskiz, bir kitabın ilk versiyonunu yazdım." (Michel Fou­ cault, " Etiğin Soybilimi Üzerine: Sürmekte Olan Çalışmaya İlişkin Bir Değerlendirme," Özne ve İktidar, çev. Osman Akınhay-Ferda Keskin, 4. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2014, s. 1 96). Söyleşi sırasında ve başka yerlerdeki ifadelerine bakılacak olursa, söz ko­ nusu taslağın Foucault'nun Cinselliğin Tarihi'nin ikinci cildi ola­ rak yayımlamayı düşündüğü (ilki Hazların Kullanımı olacak şekil­ de) Les Aveaux de la chair [Tenin İtirafları] olabilirdi. College de France'ta 1978 yılında verdiği Güvenlik, Toprak, Nüfus dersinin ilk oturumlarının içeriği düşünüldüğünde, 1 976'da Bilme İstenci'nin yayımlanışının neredeyse hemen akabinde Foucault'nun itiraf ve Hıristiyan cinselliği üzerine araştırmaya koyulduğu anlaşılmakta­ dır. Gelgelelim ilk önce devlet aklı üzerine yaptığı çalışmayla, son­ rasındaysa liberalizm incelemesiyle konudan uzaklaşmış, en so­ nunda Hıristiyanlığı anlamlandırabilmek için önce antik dünyaya eğilmesi gerektiğini anladığında da girişimi sonuçsuz kalmıştı. Bu­ nun getirdiği sonuçlardan biri, Foucault'nun de Sales'in Giriş'ini (1604), taslak malzemesini doğru düzgün kullanamayacak kadar hastalanana dek arka cebinde taşımış olmasıdır. Les Aveaux de la chair tamamlanamayacak, hiçbir zaman Cinsellik dizisi için düşü·

NOTLAR

1

nülmediği gibi cinsellikle pek de ilgisi olmayan Kendilik Kaygısı da Cinselliğin Taribi'nin üçüncü cildi olarak yayımlanacaktı. Cin­ selliğin Taribi'nin doğum sancılarına dair daha ayrıntılı bilgi için bkz. Arnold 1. Davidson, "Ethics as ascetics: Foucault, the history of ideas, and ancient thought," haz. Gary Gutting, The Cambridge Companion to Foucault (Cambridge, UK: Cambridge University Press, 1994), s. 1 17. 33. Foucault, "La retour de la morale," Les nouvelles litteraires, s: 2937, 28 Haziran-5 Temmuz 1984, s. 36; Dits et ecrits, c. il, s. 1525. 34. Antik Yunan'da varoluşun estetikleştirilmesi üzerine Foucault'nun görüşlerine ilişkin güncel bir tartışma için bkz. "Akibiades Goes Wilde," Tımothy O'Leary, Foucault and the Art of Ethics (Londra: Continuum, 2002), s. 3 8-57. 35. "On the Genealogy of Ethics: An Overview of Work in Progress," s. 245. 36. "The Social Triumph of the Sexual Will: A Conversation with Mi­ chel Foucault," Christopher Street, s: 6-4, Mayıs 1982, s. 36-41; yeni bas. "Le triomphe social du plaisir sexuel: une conversation avec Michel Foucault," Dits et ecrits, c. il, s. 1 1 28-1129. 37. "Michel Foucault, an Interview: Sex, Power and the Politics of Identity," The Advocate, s: 400, 7 Ağustos 1 984, s. 26-30, 58; "Michel Foucault, une interview: sexe, pouvoir et la politique de l'identite," Dits et ecrits, c. il, s. 1554-1565. 38. "Nous devons plutôt creer un mode de vie gay." Age. 39. "On the Genealogy of Ethics: An Overview of a Work in Progress," s. 236. 40. Age. 41. Age, s. 236-245. 42. Foucault'nun Kaliforniya macerası ıçın bkz. James Miller, The Passion of Michel Foucault (New York: Anchor, 1994). David Halperin'in yetkinlikle gösterdiği gibi, olayların arka planına dair kapsamlı bilgiler sunsa da, Miller'in gazeteciliğe özgü anlatımı

24 7

248

1

FOUCAU LT

yorumlama metodu bakımından son derece sorunludur, bkz. Da­ vid Halperin, Saint Foucault: Towards a Gay Hagiography (New York: Oxford University Press, 1995). 43. Leo Bersani 1975 baharında Fransızca Bölümü adına Foucault'yu Berkeley'e davet etti. "Discourse and Repression" [Söylem ve Bas­ kı] ve "lnfantile Sexuality Before Freud" [Freud Öncesi Çocuk Cinselliği] başlıklı, her ikisi de düzenlenmeyi bekleyen iki konuş­ ma yaptı. Bkz. "Chronologie," Dits et ecrits, c. I, s. 63. 44. Bu tartışmaların bir bölümü korunmuştur. Bkz. "Discussion at Berkeley," kaset IMEC arşivindedir, Paris, Fransa, belge C. 1 9; "Discussion with John Searle," belge C. 8; "Discussion with Philo­ sophers," belge C. 1 6; ve "Discussion with Philosophers 2," belge c. 1 7. 45. Dreyfus ve Rabinow'un Michel Foucault: Beyond Structuralism and Hermeneutics adlı kitabının dışında, bkz. "Discussion about Books," kaset kaydı IMEC arşivindedir, Paris, Fransa, belge C. 1 8. 46. Bu dersin çevriyazısının düzenlenmemiş ve resmi olmayan bir İn­ gilizce baskısı vardır. Bkz. haz. Joseph Pearson, Fearless Speech (New York: Semiotexte, 200 1 ). 47. Örneğin bkz. Foucault, Subjectivite et verite, 14 Ocak dersi, 1981, Foucault burada Brown'un sorusunu açıkça kabul etmektedir: "Hıristiyanlık adını verdiğimiz olguyla paganizm adını verdiğimiz olgu arasındaki, Peter Brown'un deyimiyle ayrışmayı nasıl belirle­ yecek, suyun çatallanışının haritasını nasıl çıkaracağız? 48. Bkz. Peter Brown, The Making of Late Antiquity (Cambridge, MA: Harvard University Press, 1 978). 49. On The Government of the Living, bkz. 5. Bölüm. 50. Brown, The Making of Late Antiquity, s. 58-59; kitabın son kıs­ mında Brown'un kullandığı imge de kayda değerdir. Şöyle yazar: "Hıristiyanlar gözlerini sadece dünyaya dikmişti. Güçlerini tan­ rı katına dayandırmışlardı; fakat tanrı katını olabildiğince uzak bir yerde konumluyor, o katın güçlerini de dünyadaki sonradan görme kahramanlar arasında yeni ve farklı kurumlar oluşturmak için kullanıyorlardı ... Hıristiyanlığın bu yeni kuşağı, eski inanışa

NOTLAR

ı

mensup insanların kümelenmiş yıldızlarda aradığı o huşuyu beşe­ ri kurumlara aktarmaya hazırdı. Dördüncü yüzyılda yaşayan bir Hıristiyanın ilgisini çeken 'yıldızlar', şehitlerin Akdeniz boyunca Samanyolu gibi dağılmış mezarlarıydı. Kahramanların yaşamları, son derece bilinçli, içe dönük kurumlar içinde, bir beşeri vasıtadan ötekine aktarılan öğreti geleneklerinin akıbeti ve bireyin ruhani mücadeleleri, bir zamanlar insanı kozmosun ezici ufku karşısında doğru şekilde konumlandırmakla çözülen o eski sorunları gör­ mezden gelecek kadar cezbetmişti insanları." (s. 100). Brown'un yaptığı kıyaslamadaki göze çarpan unsur, "bireyin" yaşamaya başladığı "ruhani mücadelelere" (Foucault'nun da yapacağı gibi) vurgu değildi sadece. Hıristiyanlığa özgü içsellikle insanın yıldız­ lar karşısında konumlanmasıyla temsil edilen paganizme özel dış­ sallığı karşılaştırmasıydı. Dördüncü bölümden hatırlanacağı gibi Foucault söz konusu farklılığın önemini belirtmek için tam da bu imgeyi, yani Septimus Severus'un yıldızlı odasını kullanmıştı. 51. "La retour de la morale," s. 1 5 1 7. 52. Age, s. 91-92; italikler bana ait. 53. Foucault, Histoire de la sexualite Il: L'usage des p/aisirs, s. 14. 54. Age, s. 1361. 55. Bkz. Paul Veyne, Le pain et le cirque: sociologie historique d'un pluralisme politique (Paris: Editions du Seuil, 1 976); Comment on ecrit /'histoire (Paris: Editions du Seuil, 1971.) 56. Örneğin bkz. Veyne'nin çalışmalarından alınan toplumsal ve tarih­ sel arka planın dersin sonuç bölümüne zemin hazırladığı Foucault, Subjectivite et verite, 1 Nisan dersi, 1 9 8 1 . 57. Daniel Defert, "Chronologie," s . 73. 58. Paul Veyne, "Foucault revolutionne l'histoire," Comment on ecrit l'histoire suivi de Foucault revolutionne /'histoire (Paris: Editions du Seuil, 1978), s. 217. 59. Daniel Defert şöyle yazdı, " [Foucault'nun] seminerine katılan araştırmacılar grubu, yönetimselliği ve liberal aklı ele aldığı iki yıl süresince düşünürün ofisinde sıkça bir araya geldi; 'Foucault revo­ lutionne l'histoire' kitabında geliştirilen Paul Veyne'in nominalist

249

250

1

FOUCAU LT

tezleri, bu çevre tarafından analiz edildi." "Chronologie," s. 73. Veyne ise şöyle yazar, "Her şey Foucault'nun temel ve en özgün tezi olan şu paradoks etrafında dönmektedir: Yapılan şey, nesne, tarihin her anında onu yapmış olan tarafından açıklanır; yapmanın, pratiğin, yapılan şeyden yola çıkarak açıklanabileceğini sanmamız yanlıştır ... Bütün hata nesneleştirmeyi doğal bir nesne­ de 'şeyleştirmemize' neden olan yanılsamadan kaynaklanır; netice ile amaçlananı, bir kurşunun kendi kendine ufalanacağı bir konum ile bilerek nişan alınan bir hedefi karıştırmaktayız. Örneğin krş. Foucault, Subiectivite et verite, 1 8 Mart dersi, 1981. Foucault, bu derste, bir pratik olarak söylem hakkında şun­ ları söyler: " Söylemi mevcudiyeti içinde, belge işleviyle değil de, tabiri caizse anıtsal mevcudiyeti içinde var olmasından, dolayısıyla fiili olarak ileri sürülmüş olmasından hareket ederek inceleyecek, söylemin hakikati üzerine düşünecek olursak, söylenmiş olanla­ rın gerçekte söylenmiş olduklarının farkına varabileceklerini söy­ lemek ve iddia etmekle yetinemeyiz. Söylemin işlevinin hakikati temsil etmek olduğu esasını akılda tutarak söylemin bu hakikati üzerinde durmalı, bu hakikatle tabiri caizse mücadele etmeliyiz. Hakikat kendinde söylemin var olma nedenini taşımaz. Yani, söy­ lemin içindeki söz konusu hakikat, tek başına, kendisi üzerine ko­ nuşan söylemin varlığının farkına varamaz." 60. Foucault, "Usage de plaisirs et techniques de soi," s. 1362. 6 1 . Pierre Hadot, Philosophy as a Way of Life (Oxford, UK: Blackwell, 1995), s. 206. 62. Bkz. yukarıdaki 7. not. 63. Arnold 1. Davidson, "lntroduction: Pierre Hadot and the Spiritual

Phenomenon of Ancient Philosophy," Hadot, Philosophy as a Way of Life, s. 1. 64. Age, s. 206-207. 65. Bkz. yukarıdaki 16. not. 66. Foucault, Histoire de la sexualite il: la volonte de savoir, 84; ita­

likler bana ait. 67. Foucault, I:hermeneutique du sujet. Cours au College de France:

NOTLAR

1

1 981-1 982 (Paris: Seuil/Gallimard, 2001), 6 Ocak dersi, 1982, ilk saat, 4, 68. "On the Genealogy of Ethics: An Overview of a Work in Prog­ ress," s. 247. 69. Foucault'nun konumu ile aynı dönemde Habermas'ın, yaşam-dün­ yasının "sistem" tarafından ele geçirilmesine ilişkin açıklamaları arasındaki benzerlikler burada da açıktır. 70. "On the Genealogy of Ethics: An Overview of a Work in Prog­ ress," s. 235. 71. "Le style de l'histoire," Le Matin, s: 2168, 21 Şubat 1 984, s. 2021; Dits et ecrits, c. il, s 1472. Foucault şöyle dedi, "Manastırlar bireyci kurumlar değildir, fakat buna karşılık içsel yaşam, kendine dönük özen orada son derece gelişmiştir." 72. Foucault, L'hermeneutique du sujet, 3 Mart dersi, 1 982, ilk saat, s. 333-334. 73. "On the Genealogy of Ethics: An Overview of a Work in Prog­ ress," s. 247; italikler bana ait. 74. Foucault, L'hermeneutique du sujet, 24 Mart dersi 1982, ikinci saat, s. 466. 75. Bu pasajdaki can alıcı epreuve (sınama) terimi, Foucault'nun kav­ ram dağarcığında özel ve önemli bir yere sahiptir. Öznenin Yorum­ bilgisi ve ardından gelen iki dersteki kullanımından önce, Dits ve ecrits'nin terim dizininde yer bulmaya hak kazanmayan "epreu­ ve" kelimesi, yirmi yılda sadece bir defa karşımıza çıkar. Foucault 1 973'te verdiği "La verite et les formes juridiques" başlıklı konfe­ ransta, Batı tarihinde sınırlı sayıda " hukuki biçimler" betimlene­ bileceğini ileri sürdü. Söz konusu biçimleri soruşturma (enquete), inceleme (examen) ve sınama (epreuve) olarak adlandırdı. İlk ikisi modernitenin birbirini izleyen aşamalarına özgüyken, sonuncusu çeşitli şekillerde antik Yunan'da ve Onaçağ'da görülmüştü.

Epreuve'ün esası ve onu diğer iki hukuki biçimden ayıran özelliği, hakikatin bir meydan okuma ve çetin bedensel bir sınav­ dan doğması fikriydi. Delillerinin, tanıkların, işlenen kabahati ye­ niden canlandıracak muazzam bir mekanizmanın seferber edilme-

251

25 2

1

fOUCAULT

sine gerek yoktu; hakikate bu şekilde ulaşmak, idari monarşinin imkanlarını gerek koşan soruşturmanın kalemiydi. Buna karşılık epreuve ise, hakikatin açığa çıktığı gerçek anlamda bir "duruş­ maydı." ("La verite et les formes juridiques," Dits et ecrits, c. 1, s. 1424-1452). Foucault'nun epreuve terimini 1982'deki kullanışında, bu ta­ nımın yankıları hala görülebilir. Epiktetos'tan bahseden Foucault, şöyle der: "'Felsefe yapmak, kendini hazırlamaktır'; dolayısıyla fel­ sefe yapmak, yaşamı bütünlüğü içinde bir sınama olarak addede­ ceğimiz bir tavır almaktır. Ve asetikliğin elimizin altında bulunan egzersizler bütününün amacı, her zaman ve sonuna dek bir sınama yaşamından ibaret olan, sınama niteliği taşıyan bu yaşama, sürekli biçimde hazır bulunmamızı sağlamasıdır ... Kişinin bir tekhne'ye (yaşama sanatına) sahip olmasını öngören genel bir ilkenin, genel temaya dahil onaya çıkan meşhur epimeleia heautou'nun, ken­ dilik kaygısının, tam da bu noktada tekhne tou biou tarafından tanımlanmış bütün alam adeta işgal ettiğini düşünüyorum. Yunan­ ların Klasik çağın başından itibaren yüzyıllar boyunca bambaşka biçimler altında bu yaşama teknikleriyle, bu tekhne tou biou ile birlikte aradıkları, artık yerini bu düşünme biçimine, kendimizle il­ gilenmemizi salık veren ve kendilik kaygısının da beklenmedik bir dizi olaya karşı, bu olayları kaçınılmaz bir zorunlulukla gerçek­ leştirecek ve bu olayları tam bir asgari varoluşa indirgemek adına sahip olabilecekleri her hayali gerçekliği söküp alacak birtakım egzersizleri uygulayabilmemiz için hazırlıklı olmamız gerektiğini söyleyen bu ilkeye bıraktı. Yaşamımız boyunca bu egzersizlerde, bu egzersizlerin arasındaki etkileşimde varoluşumuzu bir sınama olarak yaşayabileceğiz. (L'hermeneutique du sujet, 24 Mart dersi, 1982, İkinci saat, s. 464-465). Bu olağanüstü yoğun bölümde, Foucault üç şey ileri sürer: birincisi, İncelemiş olduğu dönem (milattan önce ikinci yüzyıl) ya­ şama sanatlarının kendilik kaygısı tarafından içeriden ele geçiril­ diği uğraktır; ikincisi, bu dönemden itibaren, yaşam bir sanat ola­ rak dışavurumsal yaşanmayacak, bir sınama olarak düşünümsel yaşanacaktır; ve üçüncüsü, bu değişim hem yaşama ait olaylarda ("sahip olabilecekleri her hayali gerçekliği söküp alacak ") hem de

NOTLAR

1

(bundan böyle "bu egzersizlerde, bu egzersizlerin arasındaki etki­ leşimde" yaşanacak) yaşamın özünde köklü bir azalma meydana getirecektir. (Age, s. 465) Artık bir dizi söylemsel pratiğin eleği içinden ve arasından yaşanan yaşam, hakkında sürekli olarak söy­ lemek zorunda olduğumuz "gerçek" kelimelere indirgenmiştir. Başka bakımlardan geç dönem Foucault üzerine oldukça isa­ betli çalışmalar yapmış olan Thomas R. Flynn'in epreuve'ün bu kullanımını kavrayamaması, öznelliğin konumuna dair analizinde yanlışa düşmesine neden olmuştur. Flynn, College de France'ta ver­ diği son derslerinde Foucault'nun, "Entelektüel ve ontolojik olan Sokratesçi ve Platoncu "ruha özen gösterme" (epimeleia) düşünce­ si ile kendi anladığı anlamda estetik ve 'etik' olan yaşama deneyimi (epreuve de la vie) arasında bir ayrım yaptığını" ileri sürer. (Tho­ mas R. Flynn, "Truth and Subjectivation in the Later Foucault," The ]ourna/ of Phi/osophy 82, no. 10, Ekim 1 985, 537). Yukarıda­ ki alıntıda görüleceği üzere, Foucault epreuve kelimesini, Flynn'in onun kastettiğini düşündüğü olguya taban tabana zıt bir olguyu, tüm zenginliğiyle yaşam deneyimini tanımlamak için kullanır. Fly­ nn'in epimeleia ve epreuve arasında kurmaya çalıştığı hatalı karşıt­ lık, Foucault'nun oluşturmaya çalıştığı merkezi tarihsel çatışmayı (tekhne/epreuve) atlamaktadır. Dolayısıyla, kendisinin Foucaultcu öznelliğe getirdiği yorum da aynı ölçüde zarar görmüştür. 76. Foucault, L'histoire de la sexualite 1: La volonte de savoir, s. 7678. 77. Age, s. 77, 2 1 1 . 78. "On the Genealogy of Ethics: An Overview of a Work i n Prog­ ress," s. 236. 79. Age, s. 235. 80. Peter Dews, "The Return of the Subject in !ate Foucault," haz. Bar­ ry Smart, Michel Foucault: Critical Assessments, vol. Vl (Londra: Routledge, 1995), s. 151. 81. "On the Genealogy of Ethics: An Overview of a Work in Prog­ ress," s. 245. 82. Bir önceki bölümde belirttiğimiz gibi, bireyin kendiyle ilişkisi, Fou-

253

25 4

1

FOUCAULT

cault'nun 1980'de "öznellik" terimi için yaptığı tanımdır. 83. "On the Genealogy of Ethics: An Overview of a Work in Prog­ ress," s. 237. 84. Foucault, Subjectivite et verite, 7 Ocak dersi, 1981. 85. Foucault, Histoire de la folie a l'age c/assique (Paris: Gallimard, 1972), s. 133. 86. "Nietzsche, Freud, Marx," Cahiers de Royaumont, c. VI (Paris: Editions de Minuit, 1967), s. 183-200; Dits et ecrits, c. l, s. 607. 87. Foucault kelimeyi günlük anlamıyla sıkça kullanmayı sürdürdü elbette. Örneğin 1971'de, mahkumların yaşama koşulları üzerine G.I.P'in yaptığı araştırmadan söz ederken, şöyle dedi, "Bilgi yan­ kılanmalıdır; bireysel deneyimi kolektif bilgeliğe dönüştürülmeli­ dir." ( "Enquete sur les prisons: brisons les barreaux du silence," Politique-Hebdo, s: 24, 1 8 Mart 1971,s. 4-6; Dits et ecrits, c. l, s. 1046.) 88. Foucault, L'archeo/ogie du savoir (Paris: Gallimard, 1 969), s. 2627. 89. Foucault 1 971 'de verdiği bir söyleşide Deliliğin Tarihi projesini o dönemki arkeolojik kaygıları üzerinden tanımlayarak, aslında o çalışmada pratikleri ve söylemi incelediğini ileri sürdü. "Delilik deneyimi (ki esasen bir deneyim olmadığı için yanlış bir tabirdir) olarak adlandırdığım olguyu oluşturan işte ise bu 'pratikler ve söy­ lemler' bütünüdür." ("Un probleme m'interesse depuis longtemps, c'est celui du systeme penal," La Presse de Tunisie, 12 Ağustos 1971, s. 3; Dits et ecrits, c. I, s. 1075.) 1974'teki bir söyleşide, felsefesini neden (doğrudan değil de) bir şeyin incelenmesi üzerinden dile getirdiği sorusuna karşılık Foucault şöyle yanıt verdi: "Nesnesi olmayan felsefi söylem yok­ tur ... Varlık, uzam, zaman gibi üretilmiş; okuldaki, ünivesitedeki felsefi gelenek tarafından titizlikle korunmuş düşünme nesnelerini seçerler. Varlık, zaman, deneyim öyle kullanılmış, gündelik, tanı­ dık, yani şeffaf hal almış nesnelerdir ki, sonunda artık onları nesne olarak kabul edemez hale geliriz." ("Carceri e manicomi ne] con­ gegno del potere," Avanti, s: 53, 3 Mart 1974, s. 26-27; " İktidar

NOTLAR

1

Mekanizmasında Hapishaneler ve Tımarhaneler," Büyük Kapatıl­ ma, çev. Işık Ergüden, (3. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 201 1 ), s. 145.) 90. Bkz. Foucault, "lntroduction by Michel Foucault," Georges Can­ guilhem, On the Normal and the Pathological (Boston: D. Reidel, 1978), s. ix-xx; ayrıca "Pour une morale de l'inconfort," Le Nou­ vel Observateur, s: 754, 23-29 Nisan 1 979, s. 82; Dits et ecrits, c. il, s. 783-787; "Postface," haz. Michelle Perrot, L'impossible Prison: Recherches sur le systeme penitentiaire au XIXe siecle (Paris: Editions du Seuil, 1980), s. 316-3 18; Dits et ecrits, c. il, s. 854-856; "Structuralism and Post-Structuralism," Telos XVI, s: 55, Bahar 1983, s. 195-211; "Structuralisme et poststructuralis­ me," Dits et ecrits, c. il, s. 1250-1276. 91. Foucault, "What Is Enlightenment?" s. 32. 92. Age, s. 41. 93. Age, s.41-42. 94. Age, s. 42. 95. Bkz. Jürgen Habermas, "Taking Aim at the Heart of the Present," haz. Kelly, Critique and Power, s. 149-156. Ne var ki "Aydınlanma Nedir? ", Habermas'ın (Critique and Power'daki haliyle) Moder­ nitenin Felsefi Söylemi ndeki Foucault eleştirisine koşut biçimde değil, 1 980 yılına ait " Modernity: An Unfinished Project"le bağ­ lantılı okunmalıdır. Aydınlanma mirasının ya korunmasını ya da tümden terk edilmesine dair görüş bildiren ikinci metin, Foucault tarafından doğrudan hedef alınmıştır. '

96. Foucault'nun Cinselliğin Tarihi nin birinci cildini yazdığı sırada, tercihini scienta sexualis yerine ars erotica'dan yana kullandığı­ nı ifade etmesini sağlayacak meşru bir zeminin daha henüz oluş­ mamış olduğu hatırlanacaktır. Okuyucu bu tercihi bağlamdan ve kullanılan dilden çıkarsamak durumunda bırakılmıştı. İlgili liberal eleştirmenlerin ilk gözüne çarpan şeylerden biri buydu. Bkz. Nan­ cy Fraser, "Foucault on Modern Power: Empirical Insights and Normative Confusions," Praxis International, s: 1, 1981, s. 283; ve Richard J. Bernstein, The New Constellation: The Ethical-Politi'

255

25 6

1

FOUCAULT

cal Horizons of Modernity/Postmodernity (Cambridge, MA: MIT Press, 1 992). Bkz. yukarıdaki 77. not. 97. Foucault, "What Is Enlightenment?" 47; italikler bana ait. 98. Foucault, Le Gouvernment de soi et des autres. Cours au College de France: 1 982-1 983. Yayımlanmamış. Kayıtları (12 kaset) Bibli­ otheque Generale du College de France arşivindedir, 5 Ocak dersi, 1983, ilk ve ikinci saat. 99. "lnterview de Michel Foucault," Actes: cahiers d'action ;uridique, s: 45-46, Haziran 1 984, s. 3--6; Dits et ecrits, c. il, s. 15 12. 1 00. "Polemics, Politics and Problematizations," haz, Rabinow, The Foucault Reader, s. 3 81-390; "Polemique, politique et problema­ tisations," Dits et ecrits, c. il, s. 1416. 101. "Le retour de la morale," s . 1 524; italikler bana ait. 1 02. "Une esthetique de l'existence," Le Monde, 15-16 Temmuz 1 984, s. xi; Dits et ecrits, c. il, s. 1 5 5 1 . 1 03. "Interview met Michel Foucault," Krisis, Tiidschrift voor filoso­ fie, Mart 1984, s. 47-58; "lnterview de Michel Foucault," Dits et ecrits, c. il, s. 1482. 1 04. "Une esthetique de l'existence," s. 1551. 1 05. "L'intellectuel et les pouvoirs," La Revue nouvelle, c. LXXX, s: 10, Ekim 1 984, s. 338-343; Dits et ecrits, c. il, s. 1 566. 1 06. "lnterview de Michel Foucault," s. 1486. Sonuç: Foucault Sarkacı

1 . "Michel Foucault, An lnterview with Stephen Riggins," Ethos, s: 2, Güz 1 983, s. 4-9; "Une interview de Michel Foucault par Step­ hen Riggins," Dits et ecrits, c. il, s. 1 352. 2. "Truth, Power, Self," Luther H. Martin, Huck Gutman ve Patrick H. Hutton, haz., Technologies of the Sel{: A Seminar with Michel Foucault (Amherst, MA: University of Massachusetts Press, 198 8), s. 12. 3. François Cusset, French Theory: Foucault, Derrida, Deleuze & Cie

NOTLAR

1

et les mutations de la vie intellectuelle aux Etats- Unis ( Paris: De­ couverte, 2003). Bu konu üzerine hazırlanmış değerli bir makale derlemesi için ayrıca bkz. haz. Sylvere Lotringer ve Sande Cohen, French Theory in America (Londra: Routledge, 2001 ). 4. Mark Lilla, "The Legitimacy of the Liberal Age," haz. Mark Lilla, New French Thought: Political Philosophy (Princeton, NJ: Prince­ ton University Press, 1 994), s. 14-15. 5. Luc Ferry ve Alain Renaut, La pensee 68: Essai sur l'anti-humanis­ me contemporain (Paris: Gallimard, 1 985). 6. Örneğin bkz. Pierre Manent, La cite de l'homme (Paris: Fauard, 1 994); Marcel Gauchet, La Revolution des droits de l'homme (Paris: Gallimard, 1 989); Pierre Rosanvallon, Le moment Guizot (Paris: Gallimard, 1 985); Alain Renaut, L'ere de l'individu: cont­ ribution a une histoire de la subiectivite (Paris: Gallimard, 1989); Luc Ferry ve Jean-Didier Vincent, Qu'est-ce que l'homme? (Paris: Odile Jacob, 2000). 7. Ferry ve Renaut, La pensee 68: Essai sur l'anti-humanisme contemporain, s. 152-1 53. 8. Age. 9. Age, s. 1 63-164; italikler bana ait. 1 0. Foucault, "Politics and Ethics: An Interview," haz. Paul Rabinow, The Foucault Reader (New York: Pantheon Books, 1 984), s. 373374. Ayrıca bkz. "lnterview met Michel Foucault," Krisis Tijds­ chrift voor filosofie, Mart 1984, s. 47-58; "lnterview de Michel Foucault," Dits et ecrits, c. il, s. 1485-1 486. 1 1 . Gary Gutting, "lntroduction: Michel Foucault: A User's Manu­ al," haz. Gary Gutting, The Cambridge Companion to Foucault (Cambridge, UK: Cambridge University Press, 1994), s. 2. 12. Foucault, Naissance de la clinique (Paris: Presses Universitaires de France, 2000), s. xv; italikler bana ait. 13. Geliştirdiği iktidar teorisini Foucault'nun düşünsel yolculuğunun ulaştığı son nokta olarak gören tek çalışma, Habermas'ın Philo­ sophical Discourse of Modernity ( 1 985) adlı kitabı değildir. Sara

257

25 8

1

FOUCAULT

Mills'in 2003 yılında yayımladığı kitabı Foucault gibi çalışmalar bile, Cinselliğin Tarihi'nin birinci cildinde onaya koyulan soybi­ limsel yöntemin bir bakıma düşünürün son sözü olduğunu dile ge­ tirmektedir. Sara Milis, Foucault (Londra: Routledge, 2003). Ayrı­ ca bkz. Tilottama Rajan, Deconstruction and the Remainders of Phenomenology: Sartre, Foucault, Derrida, Baudrillard (Stanford, CA: Stanford University Press, 2002). 14. Hıristiyan "pastoral iktidarın" önemine dair Foucault'nun ilk in­ celemesi, o yılki Güvenlik, Toprak, Nüfus dersi bağlamında, Şu­ bat 1978'de gerçekleşti. Foucault, Securite, territoire, population. Cours au College de France: 1 977-1978. Yayımlanmamış. Kayıt­ ları (10 kaset) Bibliotheque Generale du College de France arşivin­ dedir, 22 Şubat dersi, 1978. 15. Pierre Blanchet ve Claire Briere, Iran: la revolution au nom de Dieu (Paris, Editions du Seuil, 1 979), s. 227-241 ; Dits et ecrits, c. II, s. 749; italikler bana ait. 16. Martin ]ay, Songs of Experience: Modern American and European Variations on a Universal Theme (Berkeley, CA: University of Ca­ lifornia Press, 2005), s. 394-395. Jay, Habermas'ın Philosophical Discourse of Modernity sindeki Bataille eleştirisine atıfta bulunur: "bilen özne paradoksal biçimde bir yandan kendi kimliğinden vaz­ geçerken, öte yandan esriklik anındayken maruz kaldığı deneyim­ leri yeniden ele geçirmek, dolayısıyla onları merkezsizleşmiş bir duygu okyanusunda balık avlar gibi yakalamak durumundadır. Bataille, söz konusu paradoksa karşın, 'içeriden' bilim ve 'içsel de­ neyimin' kavranışı için bile inatla tarafsız bir yöntem izleyip nesnel bir tutum sergilediğini iddia eder." s. 395. '

17. Külliyatını, o dönemki kaygıları üzerinden yeniden yorumlamak konusunda Foucault'n un sınırsız bir kabiliyeti vardı. Düşünür 1970'1er ve 1 980'1er boyunca çeşitli vesilelerle, çalışmalarını "bir dizi iktidar analizi" olarak tanımladı. "Kenryoku to ehi," Umi, Aralık 1977, s. 240-256; " İ ktidar ve Bilgi", İktidarın Gözü, çev. Işık Ergüden, (3. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012, s. 1 71 ); "derdim, hakikatin üretilmesi üzerinden insanların (kendilerini ve başkalarını) nasıl yönettiğini anlamaktır," dedi ( "Table ronde du

NOTLAR

1

20 mai 1 978," haz. Michelle Perrot, I.:impossible Prison. Recherc­ hes sur le systeme penitentiaire au XIXe siecle [Paris: Editions du Seuil, 1980), s. 40-56; Dits et ecrits, c. il, s. 846); hep cevaplamaya çalıştığı asli sorunun, "özne, kendisi hakkındaki hakikati ne pa­ hasına söyleyebilir?" sorusu olduğunu iddia etti ( "Structuralism and Post-Structuralism," Telos, s: 55, Bahar 1 983, s. 1 95-2 1 1 ; "Yapısalcılık ve Postyapısalcılık'', Felsefe Sahnesi, s. 331 ); "Deli­ liğin Tarihi'nden bu yana yapmış olduğum bütün çalışmalarıma ortak bir biçim veren nosyon, sorunsallaştırma nosyonudur," dedi ("La souci de la verite," Magazine litteraire, s: 207, Mayıs 19 84, s. 1 8-23; "Hakikat Kaygısı", Ôzne ve İktidar, s. 85) ve öznellik-ha­ kikat ekseniyle ilgili, "Aslında, bu düşüncenin çerçevesini farklı te­ rimlerle ifade etmiş olsam bile, benim sorunum her zaman için bu olmuştur," dedi ( " L'ethique du souci de soi comme pratique de la liberte," Concordia. Revista internacional de filosfia, 6, Temmuz­ Aralık 1984, s. 99-1 16; "Bir Özgürlük Pratiği Olarak Kendilik Kaygısı Etiği", Ôzne ve İktidar, s. 22 1 ). 18 . Friedrich Nietzsche, Twilight of the Idolsffhe Anti-Christ (Lond­ ra: Penguin Books, 1990), s. 1 84. 19. Michael Kelly, haz., Critique and Power: Recasting the Foucault/ Habermas Debate (Cambridge, MA: MiT Press, 1 994), s. 1491 5 4.

259

KAYNAKÇA

Birincil Kaynaklar Michel Foucault'nun Eserleri Foucault, Michel. "Preface a la transgression." Critique, s: 195-196 (Ağustos-­ Eylül 1963): s. 751-769. Dits et ecrits I, 1 954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 261-278. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "İhlale Önsöz," Sonsuza Giden Dil, çev. Işık Ergüden, 2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2014). "Distance, aspect, origine." Critique, s: 198 ( 1 963): s. 931-945. Dits et ecrits I, 1 954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 300-313. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Mesafe, Veçhe, Köken," Sonsuza Giden Dil, çev. Işık Ergüden, 2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2014). -. Naissance de la clinique. Paris: Gallimard, 1963. (Türkçesi, Kliniğin Doğu­ şu, çev. İnci Malak Uysal, Ankara: Epos Yayınları, 2002). -. Raymond Roussel. Paris: Gallimard, 1963. (Türkçesi: Raymond Roussel: Ölüm ve Labirent, Türkçesi: Savaş Kılıç, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayın­ ları, 2013). -. "Debat sur le roman." Tel quel, s: 17 ( 1 964): s. 12-54. Dits et ecrits l, 1 954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 366-418. Paris: Gal­ limard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. -. "Debat sur la poesie." Tel quel, s: 17 ( 1964): s. 69-82. Dits et ecrits I, 1 954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 418-434. Paris: Gal­ limard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. -. "Le langage de l'espace." Critique, s: 203 (Nisan 1 964): s. 378-382. Dits et ecrits I, 1 954-1975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 435-440. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Uzamın Dili,"

262

1

FOUCAULT

-.

-.

Sonsuza Giden Dil, çev. Işık Ergüden, 2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2014). "Pourquoi reedite-t-on l'oeuvre de Raymond Roussel? Un precurseur de notre litterature moderne." Le Monde, s: 6097 (22 Ağustos 1964): s. 9. Dits et ecrits 1, 1 954-1 975, haz. Daniel Defen ve François Ewald, s. 449-452. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. ("Raymond Roussel'in Eserleri Niçin Yeniden Yayımlanıyor? Modern Edebiyatımızın Habercisi," Sonsuza Giden Dil, çev. Işık Ergüden, 2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2014). Les mots et /es choses. Paris: Gallimard, 1966. (Türkçesi: Kelimeler ve Şey­ ler, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Ankara: İmge Kitabevi, 2000). "L'arriere-fable." L'Arc, s: 29 (Mayıs 1966): s. 5 12. Dits et ecrits 1, 1 9541 975, haz. Daniel Defen ve François Ewald, s. 534-541 . Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001 . ("Arka-Fabl," Sonsuza Giden Dil, çev. Işık Ergüden, 2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2014). "Entretien avec Madeleine Chapsal." Madeleine Chapsal ile söyleşi. La Quim;aine litteraire, s: 5 ( 16 Mayıs 1966): s. 14-15. Dits et ecrits /, 1 9541975, haz. Daniel Defen ve François Ewald, s. 541-46. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001 . "L'homme est-il mort?" C. Bonnefoy ile söyleşi. Arts et Loisirs, s: 38 ( 1 521 Haziran 1 966): s. 8-9. Dits et ecrits l, 1 954-1975, haz. Daniel Defen ve François Ewald, s. 568-572. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "İnsan öldü mü?", Felsefe Sahnesi, çev. Işık Ergüden, 2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 201 1 ). "Nietzsche, Freud, Marx." Cahiers de Royaumont, t. VI, s. 183-200. Paris: Editions de Minuit, 1967. Dits et ecrits 1, 1 954-1 975, haz. Daniel Defen ve François Ewald, s. 592-607. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Nietzsche, Freud, Marx," Felsefe Sahnesi, çev. Işık Ergü­ den, 2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 201 1 ). "La philosophie structuraliste permet de diagnostiquer ce qu'est 'aujourd'hui.'" G. Fellous ile söyleşi. La Presse de Tunisie (12 Nisan 1967): s. 3. Dits et ecrits 1, 1 954-1975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 608-612. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. "Sur les façons d'ecrire l'histoire." R. Bellour ile söyleşi. Les Lettres fran­ çaises, s: 1 1 87 (15-21 Haziran 1967): s. 6-9. Dits et ecrits 1, 1 954-1 975, haz. Daniel Defen ve François Ewald, s. 613-628. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Tarihi Yazma Biçimleri Üzerine," Felse­ fe Sahnesi, çev. Işık Ergüden, 2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 201 1 ). "Che cos'c Lei Professor Foucault?" P. Caruso ile söyleşi. La Fiera lettera-

-.

-.

-.

-.

KAYNAKÇA

1

ria, s: 39 (28 Eylül 1967): s. 1 1-15. "Qui etes-vous, professeur Foucault?" Dits et ecrits l, 1 954-1975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 629-

-.

648. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Kimsiniz siz, Profesör Foucault?" Felsefe Sahnesi, çev. Işık Ergüden, 2. Baskı, İstan­ bul: Ayrıntı Yayınları, 201 1 ). "En intervju med Michel Foucault." I. Lindung ile söyleşi. Bonniers Litterii­ re Magasin Mart 1968, s. 203-2 1 1 . "lnterview avec Michel Foucault" Dits et ecrits l, 1 954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 679-690. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001 . (Türkçesi: "Michel Fouca­ ult'yla Söyleşi," İktidarın Gözü, çev. Işık Ergüden, 4. Baskı, İstanbul: Ayrın­ tı Yayınları, 20 15). "Foucault repond a Sartre." J.-P. Elkabbach ile söyleşi. La Quinzaine litte raire, s: 46 (1968): s. 20-22. Dits et ecrits I, 1 954-1 975, haz. Daniel De­ fert ve François Ewald, 690-696. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Foucault Sartre'a Cevap Veriyor," Felsefe Sahnesi, çev. Işık Ergüden, 2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 201 1 ). "Une mise au point de Michel Foucault." La quinzaine litteraire, s. 47 ( 1 5-31 Mart 1968): s. 21. Dits et ecrits l, 1 954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 697-698. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. "Reponse a une question." Esprit, s: 371 (Mayıs 1 968): s . 850-874. Dits et ecrits I, 1 954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 701-723. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Bir Soruya Ce­ vap," Felsefe Sahnesi, çev. Işık Ergüden, 2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınla­ rı, 201 1). "Sur l'archfologie des sciences. Reponse au Cerde d'epistemologie." Ca­ hiers pour l'analyse, s: 9 (Yaz 1968): s. 9-40. Dits et ecrits I 1 954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 724-759. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Bilimlerin Arkeolojisi Üzerine Episte­ moloji Çevresi'ne Cevap," Felsefe Sahnesi, çev. Işık Ergüden, 2. Baskı, İs­ tanbul: Ayrıntı Yayınları, 20 11 ). "Medecins, juges et sorciers au XVIIe siecle." Medecine de France, s: 200 ( 1 . çeyrek, 1969): 121-128. Dits et ecrits I, 1 954-1 9 75, haz. Daniel De­ fert ve François Ewald, 78 1-794. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. "Discussion a propos de l'Archeologie du savoir." Bahar 1969. Yayınlan­ mamış kaset kaydı, Belge C. 120. Institut Memoire de l'Edition Contempo­ raine (IMEC), Paris. L'archeologie du savoir. Paris: Gallimard, 1969. (Türkçesi: Bilginin Arkeo­

-.

-.

-.

-.

26 3

264

1

FOUCAULT

loiisi, çev. Turhan Ilgaz, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 201 1 ). -. "Qu'est-ce qu'un auteur?" Bulletin de la Societe française de philosophie, s: 3 (Temmuz-Eylül 1 969): s. 73-104. Dits et ecrits I 1 954-1975, haz. Da­ niel Defert ve François Ewald, s. 8 1 7-849. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001 . (Türkçesi: "Yazar Nedir?" Sonsuza Giden Dil, çev. Işık Ergüden, 2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2014). "Linguistique et sciences sociales." Revue tunisienne de sciences sociales, s: 19 (Aralık 1969): s. 248-255. Dits et ecrits I, 1 954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 849-870. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Galli­ mard, 2001. The Order ofThings. New York: Random House, 1970. (Türkçesi: Kelime­ ler ve Şeyler, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Ankara: İmge Kitabevi, 2000). "Le piege de Vincennes." P. Loriot ile söyleşi. Le Nouvel Observateur s: 274 (9-15 Şubat 1970): s. 33-35. Dits et ecrits I, 1 954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 935-941 . Paris: Gallimard, 1994; Paris: Galli­ mard, 2001. "Theatrum philosophicum." Critique, s: 282 (Kasım 1970): s. 885-908 Dits et ecrits l, 1954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 943967. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Theatrum Philosophicum," Felsefe Sahnesi, çev. Işık Ergüden, 2. Baskı, İstanbul: Ay­ rıntı Yayınları, 201 1 ). "Kyôki, bungaku, shakai." T. Shimizu ve M. Watanabe ile söyleşi. Bungei, s: 12 (Aralık 1970): s. 266-285. "Folie, literature, sociere," Dits et ecrits I 1 954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 972-996. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi, "Delilik, Edebiyat, Toplum," Sonsuza Giden Dil, çev. Işık Ergüden, 2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2014). "Kyôki to shakai." Misuzu, Aralık 1970, s. 16-22. "La folie et la societe," Dits et ecrits I, 1 954-1975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 9961003. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Delilik ve Toplum," İktidarın Gözü, çev. Işık Ergüden, 4. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2015). -. "Nietzsche, la genealogie, l'histoire." Hommage ii ]ean Hyppolite, Paris, P.U.F., coll. "Epimethee," 1971, s. 145-172. Dits et ecrits I, 1 954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1004-1024. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Nietzsche, Soybilim, Tarih," Fel­ sefe Sahnesi, çev. Işık Ergüden, 2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 201 1 ). -. La volonte de savoir. College de France dersi, Paris, 1970-1971. Jacqu­ es La-grange tarafından hazırlanan yayımlanmamış metin, Bibliotheque

KAYNAKÇA

1

Generale du College de France, Paris.

-. L'ordre du discours. Paris: Gallimard, 1971. (Türkçesi: Söylemin Düzeni, çev. Turhan Ilgaz, İstanbul: Hil Yayın, 1987). -. "Entrevista com Michel Foucault." j. G. Merquior ve S. P. Rouanet ile söy­ leşi. O Homen e o Discurso (A Arquelogia de Michel Foucault), haz. J. G. Merquior ve S. P. Rouanet, s. 1 7-42. Rio de Janeiro: Tempo Brasileiro, 1971. "Entretien avec Michel Foucault," Dits et ecrits 1, 1 954-1 975, haz. Daniel Dcfert ve François Ewald, s. 1025-1042. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Michel Foucault'yla Söyleşi," Felsefe Sahnesi, çev. Işık Ergüden, 2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 201 1 ). -. "Enquete sur les prisons: brisons !es barreaux du silence." C. Angeli ile söyleşi. Politique-Hebdo, s: 24 ( 1 8 Mart 1971): s. 4-6. Dits et ecrits 1, 1 954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1044-1050. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. - . " La prison partout." Combat, s: 8335 (5 Mayıs 197 1 ): s. 1 . Dits et ecrits 1, 1 954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1061-1062. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallirnard, 2001. Enquete dans vingt prisons'a Önsöz. Paris, "lntolerable" koleksiyon, s. 1 (28 Mayıs 1 971 ): s. 3-5. Dits et ecrits 1, 1 954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1063 1065. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. -. "Un probleme m'interesse depuis longtemps, c'est celui du systeme penal." J. Hafsia ile söyleşi. La Presse de Tunisie, 12 Ağustos 1 971, s. 3. Dits et ecrits I, 1 954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1 075-1 077. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. "Monstrosities in Cri ticism ." Diacritics, s: 1 (Güz 1 971): s. 57-60. "Les monstruosites de la critique," Dits et ecrits 1, 1954-1 975, haz. Daniel De­ fert ve François Ewald, s. 1082-109 1. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Galli­ mard, 2001. -. "Par-dela le bien et le mal." Lise öğrencileri Alain, Frederic, Jean-François, Jean-Pierre ve Serge ile söyleşi. Actuel, s: 14 (Ekim 1971): s. 42-47. Dits et ecrits 1, 1 954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1091-1 104. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. "Foucault Responds." Diacritics, s: 2 (Kış 1971): s. 60. " Foucault repond," Dits et ecrits 1, 1 954-1975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1 1071 108. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. "La volonte de savoir." Annuaire du College de France, 71 e annee, Histoire des systemes de pensee, annee 1 970-1971 ( 1971): s. 245-249. Dits et ecrits 1, 1 954-1975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1 108-1 1 12. Paris: -

265

2 66

1

FOUCAULT

Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. Histoire de la folie a l'age classique. Paris: Gallimard, 1972. (Türkçesi: Deliliğin Tarihi, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, 6. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi, 2015). "Michel Foucault Derrida e no kaino." Paideia, s: 1 1 (1 Şubat 1972): s. 13 1-147. "Reponse a Derrida," Dits et ecrits 1, 1954-1975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1 149- 1 1 63. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Derrida'ya Cevap," Büyük Kapatılma, çev. Işık Ergüden, 4. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınlan, 2015). -. " Les intellectuels et le pouvoiL" G. Deleuze ile söyleşi (4 Mart 1 972). L'Arc 49: Gilles Deleuı;e (2. çeyrek, 1972): s. 3-10. Dits et ecrits l, 1 954-1975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1 1 74-1183. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Entelektüeller ve İktidar," Ente· lektüelin Siyasi İşlevi, çev. Işık Ergüden, 3. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınla­ rı, 201 1). "Sur la justice populaire: Debat avec les maos." Gilles ve Victor ile söyleşi (5 Şubat 1972). Les Temps Modernes, s: 310 (Haziran 1972): s. 355-366. Dits et ecrits I, 1 954-1975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 12081237. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Halk Adaleti Üzerine Maocularla Tartışma," Büyük Kapatılma, çev. Işık Ergü­ den, 4. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2015). "Thfories et institutions penales." Annuaire du Co/lege de France 1 9711 972, s. 283-386. Dits et ecrits l, 1 954-1975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1257-1261. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. La societe punitive. College de France dersi, Paris, 1 972-1973. jacques Lagrange tarafından hazırlanan yayımlanmamış metin. Bibliotheque Gene­ rale du College de France arşivi, Paris. La societe punitive. College de France dersi, Paris, 1 972-1973. On üç ya­ yınlanmamış kaset kaydı. Bibliotheque Generale du College de France ar­ şivi, Paris. -. " Carceri e manicomi nel congegno del potere." M. D'Eramo ile söyleşi. Avanti, s: 53 (3 Mart 1974): s. 26-27. "Prisons et asiles dans le mecanisme du pouvoir," Dits et ecrits l, 1 954-1975, haz. Daniel Defert ve Franço­ is Ewald, s. 1389-1393. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001 . (Türkçesi: "İktidar Mekanizmasında Hapishaneler ve Tımarhaneler," Bü­ yük Kapatılma, çev. Işık Ergüden, 4. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınlan, 2015). -. "La verite et les formes juridiques." Cademos da P.U.C. 16 (Haziran

KAYNAKÇA

-.

-. -.

-.

-.

1974): s. 5-133. Dits et ecrits l , 1 954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1406-1514. Paris: Galliınard, 1 994; Paris: Galliınard, 2001. "Loucura, uma questiio de poder." ]oma/ do Brasil, 12 Kasım 1974: s. 8. "Folie, une question de pouvoir," Dits et ecrits I, 1 954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1528-1532. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. Surveiller et punir. Paris: Gallimard, 1 975. (Türkçesi: Hapishanenin Doğu­ şu, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, 6. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi, 2015). "Sur la sellette." J.-L. Ezine ile söyleşi. Les Nouvelles litteraires 2477 ( 1 723 Mart 1975): s. 3. Dits et ecrits l, 1954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1 588-1593. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. "Pouvoir et corps." Quel corps? s: 2 (Eylül-Ekim 1975): s. 2-5. Dits et ecrits I, 1 954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1622-1628. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "İktidar ve Be­ den," İktidann Gözü, çev. Işık Ergüden, 4. Baskı, İstanbul: Ayrınn Yayınla­ rı, 2015). "Hospicios. Sexualidade. Prisoes." Revista Versus, s: 1 (Ekim 1975): s. 30-33. "Asiles. Sexualite. Prisons," Dits et ecrits I, 1 954-1 975, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1639-1650. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Tımarhaneler, Cinsellik, Hapishaneler," İkti­ darın Gözü, çev. Işık Ergüden, 4. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2015). Histoire de la sexua/ite 1: La volonte de savoir. Paris: Gallimard, 1976. (Türkçesi: Cinselliğin Tarihi, çev. Hülya Uğur Tanrıöver, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2015). "Hanzai tosite no chishiki. S. Terayama ile söyleşi. Jyôkyô Nisan 1976, s. 43-50. Le savoir comme erime," Dits et ecrits 11, 1 976-1988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 79-86. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Galli­ mard, 2001. "Preface." Anti-Oedipus: Capitalism and Schizophrenia, Gilles Deleuze ve Felix Guattari, s. xi-xiv. New York: Viking Press, 1 977. "Preface," Dits et ecrits 11, 1976-1988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 133-136. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 200 1 . (Türkçesi: "Anti-Oedi­ pus a Ônsöz," Entelektüelin Siyasi İşlevi, çev. Işık Ergüden, 3. Baskı, İstan­ bul: Ayrıntı Yayınl a rı 201 1). "L'oeil du pouvoir." J.-P. Barou ve M. Perrot ile söyleşi. Le Panoptique, haz. j. Bentham, s. 9-31. Paris: Belfond, 1 977. Dits et ecrits 11, 1976-1988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 190-207. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 200 1 . (Türkçesi: "İktidar ın Gözü," İktidarın Gözü, çev. "

"

-.

'

,

-.

1

267

268

1

FOUCAULT

Işık Ergüden, 4. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2015). -. "Non au sexe roi." B.-H. Uvy ile söyleşi. Le Nouvel Observaıeur, s: 644 (12-21 Mart 1977): s. 92-130. Dits et ecrits il, 1 976-1 988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 256-269. Paris: Gallirnard, 1994; Paris: Galli­ rnard, 200 1 . - . "La grande colere des faits." Le Nouvel Observateur, s : 652 (9-15 Mayıs, 1977): s. 84-86. Dits et ecrits il, 1 976-1988, haz. Daniel Defert ve Franço­ is Ewald, s. 277-281. Paris: Gallirnard, 1994; Paris: Gallirnard, 2001. -. "El poder, una bestia rnagnifica." M. Osorio ile söyleşi. Quademos para el dialogo, s: 238 ( 19-25 Ekim 1977). "Le pouvoir, une bete rnagnifique," Dits et ecrits IJ, 1 976-1 988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 368-382. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Göz Kamaştırıcı Hayvan: İktidar," İktidarın Gözü, çev. Işık Ergüden, 4. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2015). -. "Die Folter, das ist die Vernunft." K. Boesers ile söyleşi. Literatur- magazin, s: 8 (Aralık 1977): s. 60-68. "La tonure, c'est la raison," Dits et ecrits 11, 1976-1 988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 390-398. Paris: Galli­ mard, 1994; Paris: Gallirnard,2001. (Türkçesi: "İşkence, Akıldır," Entelek­ tüelin Siyasi İşlevi, çev. Işık Ergüden, 3. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 201 1). "Kenryoku to ehi." S. Hasumi ile söyleşi (Paris, 13 Ekim, 1 977). Umi Ara­ lık 1977, s. 240-256. "Pouvoir et savoir," Dits et ecrits II, 1 976-1 988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 399-414. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "İktidar ve Bilgi," İktidarın Gözü, çev. Işık Ergüden, 4. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2015). -. Securite, territoire, population. College de France dersi, Paris, 1977-1978. On yayınlanmamış kaset kaydı. Bibliotheque Generale du College de Fran­ ce arşivi, Paris. (Türkçesi: Güvenlik, Toprak Nüfus: College de France ders­ leri 1977-1978, çev. Ferhat Taylan, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2013). -. Naissance de la biopo/itique. College de France dersi, Paris, 1978-1979. On iki yayınlanmamış kaset kaydı. Bibliotheque Generale du College de France arşivi, Paris. [Türkçesi: Biyopolitikanın Doğuşu: College de France Dersleri 1 978-1979, çev. Alican Tayla, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınla­ rı, 2015). -. "lntroduction." Herculine Barbin, dite Alexina B. Paris: Gallimard, 1978. -. "lntroduction by Michel Foucault." On the Normal and the Patho/ogical, Georges Canguilhem, s. ix-xx. Boston: D. Reidel, 1978. -. "Dialogue on Power." Los Angeles öğrencileriyle söyleşi. Chez Foucault,

KAY N A K Ç A

-.

-.

-.

-.

1

haz. S. Wade, s. 4-22. Los Angeles: Circabook, 1978. "Dialogue sur l e pou­ voir," Dits et ecrits 11, 1 976-1988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 464--477. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "İktidar Üzerine Diyalog," Entelektüelin Siyasi İşlevi, çev. Işık Ergüden, 3. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 201 1 ). "Une erudition etourdissante." Le Matin, s: 278 (20 Ocak 1 978): s. 25. Dits et ecrits II, 1976-1988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 503505. Paris: Gallimard, 1994; Pari s : Gallimard, 2001. "Incorporaci6n del hospital en la tecnologia moderna." Revista centro-a­ mericana de Ciencias de la Salud, s: 10 (Mayıs-Ağustos 1978): s. 93-104. "L'incorporation de l'hôpital dans la technologie modeme," Dits et ecrits II, 1 976-1 988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 508-521. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001 . "Gendai no Kenryoku wo tou." Asabi jaanaru (2 Haziran 1978): s. 28-35. "La philosophie analytique de la politique," Dits et ecrits 11, 1 976-1988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 534-551. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 200 1 . (Türkçesi: "Analitik Siyaset Felsefesi," Entelektü­ elin Siyasi İşlevi, çev. Işık Ergüden, 3. Baskı, İstanbul: Ayrınn Yayınları, 201 1 ). "L'esercito, quando la terra trema." Corriera della sera, s: 103-228 (28 Eylül 1978): s. 1-2. "L'armee, quand la terre tremble" Dits et ecrits Il, 1 976-1 988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 662-669. Paris: Gal­ limard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. "La scia ha cento anni di ritardo." Corriera della sera, s: 103-230 ( 1 Ekim 1 978): s. 1. "Le chah a cent ans de retard," Dits et ecrits ll, 1 976-1988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 679-683. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 200 1 . (Türkçesi: "Şah Yüz Yıl Geç Kaldı," Entelektüelin Siyasi İşlevi, çev. Işık Ergüden, 3. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 201 1 ). "A quoi revent les Iraniens? " Le Nouvel Observateur, s: 727 ( 16-22 Ekim 1978): s. 48-49. Dits et ecrits II, 1 9 76-1 988, haz. Daniel Defert ve Franço­ is Ewald, s. 688-694. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. "Una rivolta con le mani nude." Corriere della sera, s: 103-261 (5 Kasım 1978): s. 1-2. "Une revolte a mains nues," Dits et ecrits 11, 1 976-1988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 701-704. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 200 1 . "I 'reportages' d i idee." Corriere della sera, s : 103-267 (12 Kasım 1978): s. 1 . "Les 'reportages' d'idees," Dits et ecrits Il, 1 976-1988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 706-707. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Galli­ mard, 2001.

269

2 70

1

FOUCAULT

-. "il mitico capo della rivolta dell'lran." Co"iera della sera, s: 103-279 (26 Kasım 1978): s. 1-2. "Le chef mythique de la revolte de l'lran," Dits et ecrits il, 1 976-1 988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 713-716. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. -. "L'esprit d'un monde sans esprit." P. Blanchet ve C. Briere ile söyleşi. Iran: la revolution au nom de Dieu, Pierre Blanchet ve Claire Briere, s. 227-241 . Paris: Editions du Seuil, 1 9 79. Dits et ecrits il, 1 976-1988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 743-755. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Galli­ mard, 2001. -. Du Gouvemement des vivants. College de France dersi, Paris, 1 979-1980. Yayınlanmamış on iki kaset kaydı. Bibliotheque Generale du College de France arşivi, Paris. "Un plaisir si simple." Le Gai Pied, s: 1 (1 Nisan 1979): s. 10. Dits et ecrits il, 1976-1 988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 777-779. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 200 1 . - . "Lettre ouverte a Mehdi Bazargan." Le Nouvel Observateur, s : 753 ( 14-20 Nisan 1979): s. 46. Dits et ecrits il, 1 976-1988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 780-782. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 200 1 .

-. "Pour une morale de l'inconfort." Le Nouvel Observateur s: 754, (23-29 Nisan 1979): s. 82-83. Dits et ecrits il, 1 976-1988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 783-787. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 200 1.

-. "lnutile de se soulever?" Le Monde ( 1 1-12 Mayıs 1979): s. 1-2. Dits et ecrits il, 1 976-1988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 790-794. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Ayaklanmak Faydasız mı?" Entelektüelin Siyasi İşlevi, çev. Işık Ergüden, 3. Baskı, İstan­ bul: Ayrınn Yayınları, 201 1 ). -. "Discussion at Stanford." 11 Ekim 1 9 79. Yayınlanmamış kaset kaydı, Bel­ ge C. 9. Institut Memoire de l'Edition Contemporaine (IMEC), Paris. -. "Discussion with John Searle." 23 Ekim 1 979. Yayınlanmamış kaset kaydı, Belge C. 8. lnstitut Memoire de l'Edition Contemporaine (IMEC), Paris. -. "Foucault Examines Reason in Service of State Power." M. Dillon ile söyle­ şi. Campus Report, s: 6 (24 Ekim 1979): s. 5-6. "Foucault etudie la rasion d'Etat," Dits et ecrits il, 1 976-1 988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 801-805. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. -. "Postface." L'impossible Prison: Recherches sur le systeme penitentiaire au xixe siecle, haz. Michelle Perrot, s. 316-318. Paris: Editions du Seuil, 1 980. Dits et ecrits il, 1 976-1988, haz. Daniel Defert ve François Ewald,

KAYNAKÇA

1

s. 854-856. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 200 1 . "Conversazione con Michel Foucault." D. Trombadori ile söyleşi (Paris, 1 978). JI Contributo, Ocak-Mart 1 980, s. 23-84. "Entretien avec Michel Foucault," Dits et ecrits ll, 1976-1988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 860-914. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. (Türk­ çesi: "Michel Foucault'yla Söyleşi," Entelektüelin Siyasi İşle11i, çev. Işık Er­ güden, 3 . Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 201 1). "Truth and Subjectivity." Berkeley Howison Dersi, CA, 20 Ekim 1 980. Ya­ yımlanmamış çevriyazı, D. 1 and D. 2. numaralı belgeler, lnstitut Memoire de l'Edition Contemporaine (IMEC), Paris, France. "Discussion with Philosophers." 23 Ekim 1 980. Yayınlanmamış kaset kay­ dı, Belge C. 16. lnstitut Memoire de l'Edition Contemporaine (IMEC), Pa­ ris. "Discussion with Philosophers 2." 23 Ekim 1980. Yayınlanmamış kaset kaydı, Belge C. 1 7. Institut Memoire de l'Edition Contemporaine (IMEC), Paris. "Discussion about Books." 24 Ekim 1 980. Yayınlanmamış kaset kaydı, Belge C. 18. Institut Memoire de l'Edition Contemporaine (IMEC), Paris. -. "Discussion at Berkeley." 24 Ekim 1 980. Yayınlanmamış kaset kaydı, Belge C. 19. lnstitut Memoire de l'Edition Contemporaine (IMEC), Paris. -. Sub;ecti11ite et 11erite. College de France dersi, Paris, 1 980-1 9 8 1 . Yayın­ lanmamış on iki kaset kaydı. Bibliotheque Generale du College de France arşivi, Paris. "Conversation avec Werner Schroeter." G. Courant ve W. Schroeter ile söy­ leşi (3 Aralık 1981). Werner Schroeter, haz. G. Courant, s. 39-47. Paris: Goethe lnstitute, 1982. Dits et ecrits II, 1 976-1 988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1 070-1079. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. -. L'hermeneutique du suiet: Cours au College de France ( 1 98 1-1 982). Paris: Gallimard Seuil, 200 1 . [Türkçesi: Öznenin Yorumbilgisi: College de France Dersleri 1 981-1 982, çev. Ferda Keskin, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayın­ ları, 2015).

-. "The Social Triumph of the Sexual Will: A Conversation with Michel Fou­ cault." G. Barbedette ile söyleşi. Christopher Street, s: 6-4 (Mayıs 1 982): s. 36-4 1 . "Le triomphe social du plaisir sexuel: une conversation avec Michel Foucault," Dits et ecrits II, 1 976-1 988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1 1 27-1 133. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 200 1 . -. Le Gou11ernment de soi et des autres. College de France dersi, Paris, 1 9821 983. On iki yayınlanmamış kaset kaydı. Bibliotheque General du College

271

2 72

1

F O U C A U LT

de France arşivi, Paris. "Structuralism and Post-Structuralisrn." Telos, s: 55 (Bahar 1983): s. 1952 1 1 . "Structuralisme et poststructuralisme" Dits et ecrits ll, 1976-1988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1250-1276. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Yapısalcılık ve Postyapısalcı­ lık," Felsefe Sahnesi, çev. Işık Ergüden, 2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 201 1 ).

"On the Genealogy of Ethics: An Overview of Work in Progress." Paul Ra­ binow ve Hubert Dreyfus ile söyleşi (Berkeley, CA, Nisan 1 983). The Fou­ cault Reader, haz. Paul Rabinow, s. 340-372. New York: Pantheon, 1 984. (Türkçesi: "Etiğin Soybilimi Üzerine: Sürmekte Olan Çalışmaya İlişkin bir Değerlendirme," Ôzne ve İktidar, çev. Osman Akınhay-Ferda Keskin, 4. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınlan, 2014). "Politics and Ethics: An Interview." Paul Rabinow, Charles Taylor, Mar­ tin Jay, Richard Rorty ve Leo Lowenthal ile söyleşi (Berkeley, CA, Nisan 1983). The Foucault Reader, haz. Paul Rabinow, s. 373-380. New York: Pantheon Books, 1984. (Türkçesi: " Siyaset ve Etik," Ôzne ve İktidar, çev. Osman Akınhay, 4. Baskı, İstanbul: Ayrınn Yayınları, 2014). -. " Michel Foucault, An Interview with Stephen Riggins." Ethos, s: 2 (Güz 1 983): s. 4-9. "Une interview de Michel Foucault par Stephen Riggins," Dits et ecrits 11, 1 976-1 988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1344-1357. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 200 1 . (Türkçesi: " Stephen Riggins'le söyleşi," Ôzne ve İktidar, çev. Osman Akınhay, 4. Bas­ kı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2014). -. "Usage des plaisirs et techniques de soi." Le Debat, s: 27 (Kasım 1983): s. 46-72. Dits et ecrits Il, 1 976-1988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1358-1380. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001 . Histoire de la sexualite il: L'usage des plaisirs. Paris: Gallimard, 1984. (Türkçesi: Cinselliğin Tarihi, çev. Hülya Uğur Tanrıöver, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2015). "What Is Enlightenment?" The Foucau/t Reader, haz. Paul Rabinow, s. 32-50. New York: Pantheon, 1984. (Türkçesi: "Aydınlanma Nedir?" Ôzne ve İktidar, çev. Osman Akınhay, 4. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2014). "On the Genealogy of Ethics: An Overview ofWork in Progress." H. Drey­ fus ve P. Rabinow ile söyleşi. Michel Foucault: un parcours phi/osophique, haz. H. Dreyfus ve P. Rabinow, s. 322-346. Paris: Gallimard, 1984. "A propos de la genealogie de l'ethique: un aperçu du travail en cours," Dits et ecrits 11, 1976-1 988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1428-1450. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Etiğin Soybi-

KAYNAKÇA

1 273

limi Üzerine: Sürmekte Olan Çalışmaya İlişkin bir Değerlendirme," Ôzne ve İktidar, çev. Osman Akınhay-Ferda Keskin, 4. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2014). -. "Le style de l'histoire." A. Farge, F. Dumont ve J.-P. Iommi-Amunategui

ile söyleşi. Le Matin, s: 2168 (21 Şubat 1984): s. 20-21. Dits et ecrits Il, 1 976-1 988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1468-1474. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. -. "lnterview met Michel Foucault." J. François ve J. de Wit ile söyleşi. Krisis, Tijdschri� voor filosofie, Mart 1 984, s. 47-58. "lnterview de Michel Fou­ cault," Dits et ecrits Il, 1976-1988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1475-1486. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Michel Foucault'yla Söyleşi," İktidarın Gözü, çev. Işık Ergüden, 4. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2015). -. "Le souci de la verite." F. Ewald ile söyleşi. Magazine litteraire, s: 207 (Ma­ yıs 1984): s. 1 8-23. Dits et ecrits Il, 1 976-1988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1487-1497. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Hakikat Kaygısı," Ôzne ve İktidar, çev. Osman Akınhay, 4. Baskı, İ stanbul: Ayrıntı Yayınları, 2014). "Polemics, Politics and Problematics: An Interview with Michel Fou- ca­ ult." Paul Rabinow ile söyleşi (Mayıs 1 984). The Foucault Reader, haz. Paul Rabinow, s. 381-390. New York: Pantheon, 1 984. "Polemique, poli­ tique et problematisations," Dits et ecrits 11, 1 976-1 988, haz. Daniel De­ fert ve François Ewald, s. 1410-1417. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Galli­ mard, 2001. (Türkçesi: "Polemik, Siyaset ve Sorunsallaştırmalar," Ôzne ve İktidar, çev. Osman Akınhay, 4. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2014). -. "lnterview de Michel Foucault." C. Baker ile söyleşi. Actes: cahiers d'acti­ on ;uridique, s: 45-46 (Haziran 1984): s. 3-6. Dits et ecrits 11, 1976-1 988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1507-1515. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. "La retour de la morale." Les nouvelles litteraires 2937 (28 Haziran-5 Temmuz 1984): s. 36. Dits et ecrits 11, 1976-1988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1 5 1 5-1526. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Ahlakın Dönüşü," ôzne ve İktidar, çev. Osman Akınhay, 4. Baskı, İ stanbul: Ayrıntı Yayınları, 2014). "Face aux gouvernements, les droits de l'homme." Liberation, s: 967 (30 Haziran-1 Temmuz 1 984): s. 22. Dits et ecrits 11, 1 976-1 988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1526-1 527. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Hükümetlere Karşı, İ nsan Hakları," Ôzne ve İktidar, çev. Işık Ergüden, 4. Baskı, İ stanbul: Ayrıntı Yayınları, 2014).

2 74

1

FOUCAULT

-. "L'ethique du souci de soi comme pratique de la liberte." H. Becker, R. For­ net-Betancourt ve A. Gomez-Müller ile söyleşi. Concordia: Revista inter­ nacional de filosofia, s: 6 (Temmuz-Aralık 1984 ): s. 99-1 16. Dits et ecrits il, 1976-1 988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1527-1548. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Bir Özgürlük Pratiği Olarak Kendilik Kaygısı Etiği," Ôıne ve İktidar, çev. Osman Akınhay, 4. Baskı, İstanbul: Ayrınn Yayınları, 2014). -. "Une esthetique de l'existence." Le Monde, 15-16 Temmuz 1984, s. xi. Dits et ecrits il, 1 976-1 988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1549-1554. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Bir Varoluş Estetiği," Ôıne ve İktidar, çev. Osman Akınhay, 4. Baskı, İs­ tanbul: Ayrıntı Yayınları, 2014). -. "Michel Foucault, an lnterview: Sex, Power and the Politics of iden- tity." B. Gallagher ve A. Wilson ile söyleşi (Toronto, Haziran 1982). The Advoca­ te, s: 400 (7 Ağustos 1984): s. 26-30, 58. "Michel Foucault, une interview: sexe, pouvoir et la politique de l'identite," Dits et ecrits /1, 1 976-1 988, haz. Daniel Defert ve François Ewald. s. 1554-1565. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 2001. (Türkçesi: "Michel Foucault, Bir Söyleşi: Cinsiyet, İktidar ve Kimlik Siyaseti," İktidarın Gözü, çev. Işık Ergüden, 4. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2015). -. "L'intellectuel et les pouvoirs." C. Panier ve P. Wane ile söyleşi. La Re­ vue nouvelle, c. LXXX, s: 10 (Ekim 1984): s. 338-343. Dits et ecrits il, 1976-1 988, haz. Daniel Defert ve François Ewald, s. 1 566-1571. Paris: Gallimard, 1994; Paris: Gallimard, 200 1 . (Türkçesi: "Entelektüel ve İk­ tidarlar," Entelektüelin Siyasi İşlevi, çev. Işık Ergüden, 3. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 201 1 ). "Maurice Blanchot: The Thought from Outside." Foucault B lanchot, İng. çev. Brian Massumi, s. 7-58. New York: Zone Books, 1990. "Truth, Power, Self." Technologies of the Sel(: A Seminar with Michel Fou­ cault, haz. Luther H. Martin, Huck Gutman ve Patrick H. Hunon, s. 9-1 5. Amherst, MA: University of Massachusens Press, 1 988. "II (aut defendre la societe": Cours au College de France (1975-1 976). Paris: Gallimard Seuil, 1 997. (Türkçesi: Toplumu Savunmak Gerekir, çev. Şehsuvar Aktaş, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2008). Les anormaux: Cours au College de France (1 974-1 975). Paris: Gallimard Seuil, 1 999. Dits et ecrits I, 1954-1975. Hazırlayanlar Daniel Defert ve François Ewald. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gallimard, 200 1 . - . Dits et ecrits il, 1 976-1988. Hazırlayanlar Daniel Defert ve François

KAYNAKÇA

1

Ewald. Paris: Gallimard, 1 994; Paris; Gallimard, 200 1 . -. Fearless Speech. Haz. Joseph Pearson. New York: Semiotexte, 200 1 . -. Naissance de la clinique. Yeni bas., Paris: Presses Universitaires de France, 2000. (Türkçesi: Kliniğin Doğuşu, çev. İnci Malak Uysal, Ankara: Epos Yayınları, 2002). -. Le pouvoir psychiatrique: Cours au College de France (1 973-1 974). Paris: Gallimard Seuil, 2003. Foucault, Michel, haz. 1, Pie"e Riıtiere, having slaughtered my mother, my sister, and my brotber, İng. çev. Frank Jellinek. Paris: Gallimard, 1973; Lincoln, NE: University of Nebraska Press, 1982. (Türkçesi: Annemi, Kız ,

Kardeşimi ve Erkek Kardeşimi Katleden Ben, Pierre Riviere, çev. Erdoğan Yıldırım, İstanbul: Ara, 2000).

Başka Yazarlann

Eserleri

Amiot, Michel. "Le relativisme culturaliste de Michel Foucault." Les Temps Modernes, s: 248 (Ocak 1 967): s. 1285-1298. Aubral, Zavier ve François Delcourt. Contre la nouvel/e philosopbie. Paris: Gallimard, 1 977. Barbin, Herculine. Hercu/ine Barbin: Being the Recently Discovered Memoirs of a Nineteenth-Century French Hermaphrodite. İng. çev. Richard Mc­ Dougall. Michel Foucault'un Giriş yazısıyla. Paris: Gallimard, 1978; New York: Pantheon, 1980. Barthes, Roland. "Savoir et folie." Critique, s: 1 74 (1 961 ): s. 9 15-922. "De part et d'autre," Essais Critiques, s. 167-174. Paris: Editions du Seuil, 1964. -. "Elements de scmiologie." Communications, s: 4 ( 1 964): s. 91-1 35. (Türk­ çesi: Göstergebilim İlkeleri, çev. Berke Vardar, Mehmet Fırat, Ankara: Kül­ tür Bakanlığı, 1 979). -. Systeme de la mode. Paris: Editions du Seuil, 1967. Baudrillard, Jean. Le systeme des obiets. Paris: Gallimard, 1 968. (Türkçesi: Nesneler Sistemi, çev. Oğuz Adanır, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayın­ ları, 2010). -. Oublier Foucault. Paris: Editions Galilee, 1977. (Türkçesi: Foucault'yu Unutmak, çev. Oğuz Adanır, Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2013). Blanchot, Maurice. Le Tres-Haut. Paris: Gallimard, 1 948. (Türkçesi: Yüceler Yücesi, çev. İsmail Yerguz, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2010). Tbomas L'Obscur Paris: Gallimard, 1950. (Türkçesi: Karanlık Thomas, çev. Sosi Dolanoğlu, 3. Baskı, İstanbul: Metis Yayıncılık, 2015). -. The Space of Literature. İ ng. çev. Ann Smock. Paris: Gallimard, 1955; Lin.

275

276

1

FOUC AULT

coln, NE: University of Nebraska Press, 1982. (Türkçesi: Yazınsal Uzam, çev. Sündüz Ôztürk Kasar, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2000). -. "L'Oubli, la deraison." Nouvelle Revue Française, Ekim 196 1 , s. 679-686. Borges, Jorge Luis. "El idioma analitico de John Wilkins." La Naci6n (8 Şubat 1942). "John Wilkins' Analytical Language" Selected Non-Fictions, haz. ve çev. Eliot Weinberger, s. 229-232. New York: Viking, 1999. (Türkçesi: Kum Kitabı, çev. Yıldız Ersoy Canpolat, İstanbul: İletişim Yayınları, 2013). Brown, Peter. The Making of Late Antiquity. Cambridge, MA: Harvard Univer­ sity Press, 1978. Canguilhem, Georges. On the Normal and the Pathological. Bostan: D. Reidel, 1 978. Castel, Robert. Le Psychanalysme. Paris: François Maspero, 1973. Castoriadis, Cornelius. "Les divertisseurs." Le Nouvel Observateur, 20 Hazi­ ran 1 977, s. 50-5 1 . Courant, Gerard. Wemer Schroeter. Paris: Goethe Institute, 1982. Daniel, Jean. "Etre un intellectuel journaliste." L'Arc, 70 (Aralık 1 977): s. 84-86. de Sales, Francis. L'introduction a la vie devote. Lyon: Freres Bruyset, 1 712. Deleuze, Gilles. Logique du Sens. Paris: Editions de Minuit, 1969. (Türkçe­ si : Anlamın Mantığı, çev. Hakan Yücefer, İstanbul: Norgunk Yayıncılık, 2015). -. "Ecrivain non: un nouveau cartographe." Critique, s: 343 (Aralık 1 975): s. 1207-1227. -. "A propos des nouveaux philosophes et d'un probleme plus general." Mi­ nuit, s: 24 (Haziran 1 977): y.y. -. "Faille et feux locaux." L'ile deserte et autres texts. Paris: Editions de Mi­ nuit, 2002. Deleuze, Gilles ve Felix Guattari. Anti-Oedipus: Capita/ism and Schizophrenia. İng. çev. Robert Hurley, Mark Seem ve Helen R. Lane. Paris: Editions de Minuit, 1 975; Minneapolis: University of Minnesota Press, 1983. {Türk­ çesi: Anti-Ôdipus: Kapitalizm ve Şizofreni 1, çev. Fahrettin Ege, 2. Baskı, Ankara: Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 2014). Devade, Marc. "Chromatic Painting: Theorem Written Through Painting." The Tel Quel Reader, haz. Patrick ffrench ve Roland-François Lack, s. 1 8 11 97. Londra: Routledge, 1 998. Domenach, Jean-Marie. "Le systeme et la personne." Esprit, s: 360 {Mayıs 1 967): s. 771-780. Dover, K. ]. Greek Homosexuality. Cambridge, MA: Harvard University Press, 1978.

KAYNAKÇA

1

Dreyfus, Huben L. ve Paul Rabinow. Michel Foucault: Beyond Structuralism and Hermeneutics, 2. Baskı. Chicago: University of Chicago Press, 1983. ffrcnch, Patrick ve Roland-François Lack, haz. The Tel Quel Reader. Londra: Routledge, 1998. Fraser, Nancy. "Foucault on Modern Power: Empirical Insights and Normative Confusions." Praxis International, s: 1-3 (Ekim 1 9 8 1 ): s. 272-287. Glucksmann, Andre. La cuisiniere et le mangeur d'hommes. Paris: Seuil, 1 975. -. " Reponses." Tel quel, s: 64 (Kış 1975): s. 67-73. -. Les maitres penseurs. Paris: Grasset, 1977. Greenblatt, Stephen J. Renaissance Self-Fashioning: From More ta Shakespea­ re. Chicago: University of Chicago Press, 1 980. Habermas, Jürgen. "Modernity: An Unfinished Project." Habermas and the

Unfinished Pro;ect ofModernity: Critical Essays on the Philosophical Dis­ course of Modernity, haz. Maurizio Passerin d'Entreves ve Seyla Benhabib, s. 38-58. Cambridge, MA: MIT Press, 1 997. Hadot, Pierre. Exercices spirituals et philosophie antique. Paris: Etudes Augus­ tiniennes, 1 9 8 1 . (Türkçesi: Ruhani Alıştırmalar ve Antik Felsefe, çev. Kübra Gürkan, İstanbul: Pinhan Yayıncılık, 2012). Jambet, Christian ve Guy Lardreau. L'ange. Paris: Grasset, 1 976. -. "L'ange entre Mao et Jesus." Magazine litteraire, s: 1 12-11 3 (Mayıs 1 976): s. 54-57. Lacroix, Jean. "La fin de l'humanisme." Le Monde, (9 Haziran 1 966). Didier Eribon, Michel Foucault, s. 159-160. Cambridge, MA: Harvard University Press, 1991. Le Bon, Sylvie. "Un positiviste desespere: Michel Foucault." Les Temps Moder­ nes, s: 248 (Ocak 1967): s. 1299-1 319. Levi-Strauss, Claude. Tristes Tropiques. Paris: Librairie Plon, 1 955. (Türkçesi: Hüzünlü Dönenceler, çev. Ömer Bozkurt, 3. Baskı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2000). Levinas, Emmanuel. "There Is: Existence without Existents." Deucalion, s: 1 ( 1 946): s. 141-154. The Levinas Reader, haz. Sean Hand, s. 29-36. Ox­ ford, UK: Blackwell, 1989; Oxford: Blackwell, 1 992. Lyotard, Jean-François. Des dispositifs pulsionnels. Paris: Union Generale d'E­ ditions, 1 973. Nietzsche, Friedrich. Beyond Good and Evil. İng. çev. Walter Kaufmann. New York: Random House, 1 966; New York: Vintage, 1989. (Türkçesi: İyinin ve Kötünün Ötesinde, çev. Ahmet İnam, 8. Baskı, İstanbul: Say Yayınları, 2014).

-. On the Genealogy of Morals and Ecce Hama. İng çev. Walter Kaufmann ve

277

2 78

1

FOUCAUlT

R. J. Hollingdale. New York: Random House, 1 967; New York: Vintage, 1 989. (Türkçesi: Ahlakın Suykütüğü Üstüne, çev. Ahmet İnam, 7. Baskı, İstanbul: Say Yayınları, 2015; Ecco Homo, çev. İsmet Zeki Eyuboğlu, İs­ tanbul: Say Yayınları, 2003). -. Twilight of the ldols and The Anti-Christ. İng. çev. R. J. Hollingdale. Lond­ ra: Penguin, 1 968; 1 990. (Türkçesi: Putların Alacakaranlığı, çev. İsmet Zeki Eyuboğlu, 5. Baskı, İstanbul: Say Yayınları, 2014; Deccal, çev. Ayça Kaya, 3. Baskı, İstanbul: Say Yayınları, 2014). -. The Gay Science. İng. çev. Walter Kaufmann. New York: Vintage, 1 974. (Türkçesi: Şen Bilim, çev. Ahmet İnam, 3. Baskı, İstanbul: Say Yayınları, 201 1 ).

-. The Birth of Tragedy. İng. çev. Shaun Whiteside. Londra: Penguin, 1 993. (Türkçesi: Müziğin Ruhundan Tragedyamn Doğuşu, çev. İsmet Zeki Eyu­

boğlu, 1 0. Baskı, İstanbul: Say Yayınları, 2014). Perrot, Michelle, haz. L'impossible Prison: Recherches sur le systeme penitenti­ aire au xixe siecle. Paris: Editions du Seuil, 1 9 80. Rabinow, Paul, haz. The Foucault R eader. New York: Pantheon Books, 1 984. Ricoeur, Paul. "La structure, le mot, l'evenement." Esprit, s: 360 (Mayıs 1967): s. 801-82 1 . Sartre, Jean-Paul. Nausea. İng. çev. Lloyd Alexander. Paris: Gallimard, 1 938; New York: New Directions, 1 964. (Türkçesi: Bulantı, çev. Selahattin Hilav, 30. baskı, İstanbul: Can Yayınları, 2016). -. L'homme et les choses. Paris: Seghers, 1 947. -. Critique of Dialectical Reason. İng. çev. Alan Sheridan-Smith. Cilt 1. Paris: Gallimard, 1 960; New York: Verso, 2004. -. Search for a Method. İng. çev. Hazel E. Barne�. Paris: Gallimard, 1 960; New York: Vintage, 1 968. (Türkçesi: Yöntem Araştırmaları, çev. Serdar Rıfat Kırkoğlu, Ankara: Kabalcı Yayınları, 1998). -. Les Mots. Paris: Gallimard, 1964. (Türkçesi: Sözcükler, çev. Selahattin Hi­ lav, 10. Baskı, İstanbul: Can Yayınları, 2015). -. "Jean-Paul Sartre repond." Bernard Pingaud ile söyleşi. L'Arc, s: 30 (Ekim 1 966): s. 87-96. Sollers, Philippe. Le Pare. Paris: Editions du Seuil, 1 96 1 . -. "Logicus Solus." Tel quel, s : 14 (Yaz 1 963): s . 46-50. -. Nombres. Paris: �ditions du Seuil, 1 968. -. "Lois." Tel quel, s: 46. (Yaz 1 97 1 ): s. 3-9. -. "La revolution impossible." Le Monde, ( 1 3 Mayıs 1 977). Steiner, George. "The Mandarin of the Hour: Michel Foucault." The New York Times Book Review, (28 Şubat 1 971): s. 23-3 1 .

KAYNAKÇA

1

Touraine, Alain. "Intellectuels d'en haut et intellectuels d'en bas." L'Arc, s: 70 (Aralık 1977): s. 87-91. Veyne, Paul. Comment on ecrit /'histoire. Paris: Editions du Seuil, 1 971. (Türk­ çesi: Tarih Nasıl Yaz.ılır?, çev. Nihan Ö zyıldırım, İstanbul: Metis Yayınları, 2014).

-. Le pain et le cirque: sociologie historique d'un pluralisme politique. Paris: Editions du Seuil, 1976.

-. Leçon Inaugurale. Nogent-le-Rotrou: Daupeley-Gouverneur, 1 976. -. Comment on ecrit l'histoire suivi de Foucault revolutionne l'histoire. Paris: Editions du Seuil, 1978. Vincent, Jean-Marie. "Du Goulag a l' Abbaye de Vezelay." Rouge, (6 Temmuz 1 977): y.y. Wade, S. Chez. Foucault. Los Angeles: Circabook, 1978.

İkincil Kaynaklar Afary, Janet, ve Kevin B. Anderson. Foucault and the Iranian Revolution. Chi­ cago: University of Chicago Press, 2005. (Türkçesi: Foucault ve İran Dev­

rimi: Toplumsal Cinsiyet ve İslamcılığın Ayartmaları, çev. Mehmet Doğan, 2. Baskı, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2015). Alves da Fonseca, Marcio. Michel Foucault e o Direito. Siio Paulo: Editora Max Limonad, 2002. Amal, Andre-Pierre, vd. Supports/Surfaces: 1 966-1 974. Saint-Etienne: Musee d'art modeme Saint-Etienne, 1991. Barker, Philip. Michel Foucault: Subversions of the Subiect. Londra: Harvester Wheatsheaf, 1993. -. Michel Foucault: An Introduction. Edinburgh: Edinburgh University Press, 1 998. Bemauer, James, ve David Rasmussen, haz. The Final Foucault. Cambridge, MA: MiT Press, 1 988. Bernauer, James, ve Jeremy Carrette, haz. Michel Foucault and Theology: The

Politics of Religious Experience. Burlington, VT: Ashgate, 2004. Bernstein, Richard J. The New Constellation: The Ethical/Political Horiz.ons of Modernity/Postmodernity. Cambridge, MA: MiT Press, 1992. Blanchet, Pierre, ve Claire Briere. Iran: la revolution au nom de Dieu. Paris: Editions du Seuil, 1 979. Blanchot, Maurice. "Michel Foucault as 1 Imagine Him." Foucault Blanchot, İng. çev. Jeffrey Mehlman, s. 61-109. New York: Zone Books, 1 990. (Türk­ çesi: Hayalimdeki Michel Foucault-Maurice Blanchot: Dışarının Düşünce­ si, çev. Ayşe Meral, İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2005).

2 79

280

1

FOUCAULT

Bois, Yve-Alain. "Les annees supports/surfaces." Art(orum lntemational, s: 37-4 (Aralık 1 998): s. 1 19-120. Bonnafous-Boucher, Maria. Un liberalisme sans liberte: Pour une introduction du terme de 'liberalisme' dans la pensee de Michel Foucault. Paris: L'Har· mattan, 2001. Brown, B. ve M. Cousins. "The Linguistic Fault: The Case of Foucault's Archa­ eology." Michel Foucault: Critical Assessments, cilt il, haz. Barry Smart, s. 1 86-208. Londra: Routledge, 1 994. Burchell, Graham, Colin Gordon ve Peter Miller, haz. The Foucault Effect: Studies in Governmentality. Chicago: University of Chicago Press, 1991. Burckhardt, Jacob. The Civilization of the Renaissance in ltaly. İng. çev. S. G. C. Middlemore. Kitchner, ONT: Batoche, 2001. (Türkçesi: İtalya'da Rönesans Kültürü, çev. Bekir Sıtkı Baykal, 2. Baskı, İstanbul: Okuyan Us Yayınları, 2013). Carroll, David. Paraesthetics: Foucault, Lyotard, Derrida. New York: Methuen, 1 987. Colebrook, Claire. Gilles Deleuze. Londra: Routledge, 2002. (Türkçesi: Gilles Deleuze, çev. Cem Soydemir, 2. Baskı, Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2014). Cronin, Joseph. Foucault's Antibumanist Historiography. Lewiston, NY: The Edwin Mellen Press, 2001. Cusset, François. French Theory: Foucault, De"ida, Deleuze & Cie et /es muta­ tions de la vie intellectuelle aux Etats-Unis. Paris: Decouverte, 2003. Davidson, Amold 1. "Ethics as Ascetics: Foucault, The History of Ideas, and Ancient Thought." The Cambridge Companion to Foucault, haz. Gary Gutting, s. 1 1 5-140. Cambridge: Cambridge University Press, 1994. -. "lntroduction: Pierre Hadot and the Spiritual Phenomenon of Ancient Phi­ losophy." Philosophy as a Way of Life, haz. Pierre Hadot, s. 1-20. Oxford: Blackwell, 1 995. -. "Structures and Strategies of Discourse: Remarks Towards a History of Foucault's Philosophy of Language." Foucault and His Interlocutors, haz. A. Davidson, s. 1-20. Chicago: University of Chicago Press, 1997. Defert, Daniel. "Chronologie." Michel Foucault, Dits et ecrits, c. 1. Deleuze, Gilles. Foucault. İng. çev. SCan Hand. Paris: Editions de Minuit, 1 986; Minneapolis: University of Minnesota Press, 1988. (Türkçesi: Fou­ cault, çev. Burcu Yalım, İstanbul: Norgunk Yayıncılık, 2013). -. "Foucault and the Prison." History of the Present, vol. 2 ( 1 986): s. 1, 2, 20-21. Michel Foucault: Critical Assessments, c. 111, haz. Barry Smart, s. 266-271 . Londra: Routledge, 1 994.

KAYNAKÇA

1

Dete!, Wolfgang. Macht, Moral, Wissen: Foucault und die klassische Antike. Frankfurt am Main: Suhrkamp, 1998. Dews, Peter. "The Return of the Subject in Late Foucault." Radical Philosophy 51 (Bahar 1 989): s. 37-4 1 . Michel Foucault: Critical Assessments, c. VI, haz. Barry Smart, s. 148-156. Londra: Routledge, 1994. Dosse, François. History of Structuralism, c. 1, il. Minneapolis: University of Minnesota Press, 1997. Elden, Stuart. Mapping the Present: Heidegger, Foucault, and the Project ofa Spatial History. Londra: Continuum, 2001. Eribon, Didier. Michel Foucault. İng. çev. Betsy Wing. Paris: Flammarion, 1989; Cambridge, MA: Harvard University Press, 199 1 . (Türkçesi: Michel Fou­ cault, çev. Şule Çiltaş, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2012). Evrard, Franck. Michel Foucault et l'histoire du sujet en Occident. Paris: Bert­ rand-Lacoste, 1 995. Ewald, François. "A power without an exterior." Michel Foucau/t, Philosopher, haz. Timothy J. Armstrong, s. 169-175. New York: Roudedge, 1 992. Ferry, Luc ve Alain Renaut. La pensee 68: Essai sur l'anti-humanisme contem­ porain. Paris: Gallimard, 1 985. Ferry, Luc ve Jean-Didier Vincent. Qu'est-ce que l'homme? Paris: Odile jacob, 2000.

ffrench, Patrick. The Time ofTheory: A History of Tel Quel (1 960-1 983). Ox­ ford, UK: Clarendon Press, 1995. Flynn, Thomas R. "Truth and Subjectivation in the Later Foucault." The Jour­ nal of Philosophy 82, no. 1 0 (Ekim 1 985): s. 531-540. -. Sartre, Foucault, and Historical Reason. Chicago: University of Chicago Press, 1 997. Forrest, Philippe. Histoire de Tel quel: 1 960-1982. Paris: Editions du Seuil, 1 995.

Frank, Manfred. What Is Neo-Structuralism? Minneapolis: University of Min­ nesota Press, 198 9. Furet, François. "Faut-il brfıler Marx?" Un itineraire intellectuel. Paris: Cal­ mann-Levy, 1 999. Gane, Mike ve Terry Johnson, haz. Foucault's New Domains. Londra: Rout­ ledge, 1993. Gauchet, Marcel. La Revolution des droits de /'homme. Paris: Gallimard, 1 989. Geuss, Raymond. "Kritik, Aufklarung, Genealogie." Michel Foucault: Zwis­ chenbilanz einer Rezeption: Frankfurter Foucault-Konferenz 2001, haz. Axel Honneth ve Martin Saar, s. 145-156. Frankfurt: Suhrkamp, 2003. Goldhill, Simon. Foucault's Virginity: Ancient Erotic Fiction and the History of

28 1

282

1

FOUCAULT

Sexuality. Cambridge, UK: Cambridge University Press, 1995. Gros, Frederic ve Carlos Levy, haz. Foucault et la philosophie antique. Paris: Kinıe, 2003. Gutting, Gary. Michel Foucault's Archaeology ofScientific Reason. Canıbridge, UK: Canıbridge University Press, 1989. -. "lntroduction: Michel Foucault: A User's Manual." The Cambridge Com­ panion to Foucault, haz. G. Gutting, s. 1-27. Cambridge, UK: Cambridge University Press, 1994. Guning, Gary, haz. The Cambridge Companion to Foucault. Cambridge, UK: Canıbridge University Press, 1 994. Habernıas, Jürgen. The Philosophical Discourse of Modernity. İng. çev. Frede­ rick G. Lawrence. Frankfurt anı Main: Suhrkamp, 1985; Cambridge, MA: MiT Press, 1992. "Taking Ainı at the Heart of the Present." Critique and Power, haz. Micha­ el Kelly, s. 149-156. Canıbridge, MA: MiT Press, 1994. Hacking, lan. The Social Construction of What? Cambridge, MA: Harvard University Press, 1999. -. Historical Ontology. Canıbridge, MA: Harvard University Press, 2002. Hadot, Pierre. Philosoplry as a Way of Life. Oxford, UK: Blackwell, 1995 (Türkçesi: Yaşam İçin Felsefe, çev. Kağan Kahveci, 2. Baskı, İstanbul: Pin­ han Yayıncılık, 2015). Halperin, David. Saint Foucault: Towards a Gay Hagiograplry. New York: Ox­ ford University Press, 1995 . . Han, Beatrice. Foucault's Critical Proiect: Between the Transcendental and the Historical. Stanford, CA: Stanford University Press, 2002. Hanssen, Beatrice. Critique of Violence: Between Poststructuralism and Criti­ cal Theory. Londra: Routledge, 2000. Hawkes, Terence. Structuralism and Semiotics. Londra: Routledge, 1997. Heidegger, Martin. Being and Time. İng. çev. Joan Stambaugh. Tubingen: Max Nienıeyer Verlag, 1953; Albany: State University of New York Press, 1996. (Türkçesi: Varlık ve Zaman, çev. Kaan H. Ökten, 2. Baskı, İstanbul: Agora Kitaplığı, 201 1 ). Hesse, Heidrun. "'Asthetik der Existenz': Foucaults Entdeckung des ethischen Selbstverhiiltnisses." Michel Foucault: Zwischenbilanz einer Rezeption; Frankfurter Foucault-Konferenz 2001, haz. Axel Honneth ve Martin Saar, s. 300-308. Frankfurt anı Main: Suhrkanıp, 2003. Honneth, Axel ve Martin Saar, haz. Michel Foucault: Zwischenbilanz einer Re­ zeption. Frankfurt am Main: Suhrkamp, 2003. Jay, Martin. Downcast Eyes: The Denigration of Vision in Twentieth-Century

KAYNAKÇA

1

French Thought. Berkeley, CA: University o f California Press, 1 994. -. Songs of Experience: Modern American and European Variations on a Universal Theme. Berkeley, CA: University of California Press, 2005. (Türkçesi: Deneyim Şarkıları: Evrensel Bir Tema Üzerine Modern Çeşitle­ meler, çev. Özge Çelik, İstanbul: Metis Yayınları, 2012). Keenan, Thomas. "Foucault on Government." Philosophy and Social Criticism (Yaz 1982), s. 35-40. Michel Foucault: Critical Assessments, c. iV, haz . Barry Smart, s. 422-426. Londra: Routledge, 1 995. Kelly, Michael, haz. Critique and Power: Recasting the Foucault/Habermas De­ bate. Cambridge, MA: MiT Press, 1994. Kendall, Gavin ve Gary Wickham. Using Foucau/t's Methods. Thousand Oaks, CA: Sage, 1999. Kurzweil, Edith. The Age of Structuralism: Levi-Strauss to Foucault. New York: Columbia University Press, 1 980. Lecourt, Dominique. Les pietres penseurs. Paris: Flammarion, 1999. Leezenberg, Michiel. "Foucault on the Islamic Revolution in Iran." Michel Foucault and Theology: The Politics of Religious Experience, haz. James Bernauer ve Jeremy Carrette, s. 99-1 1 5. Burlington, VT: Ashgate, 2004. Levy, Bernard-Henri. "Les nouveaux philosophes." Les nouvelles litteraires 2536 (10 Haziran 1976): s. 15-16. -. Barbarism with a Human Face. İng. çev. George Holoch. Paris: B. Grasset, 1 977; New York: Harper & Row, 1 979. Levy, Neil. Being Up-to-Date. New York: Peter Lang, 2001. Lilla, Mark. "The Legitimacy of the Liberal Age." New French Thought: Po­ litical Philosophy, haz. Mark Lilla, s. 3-34. Princeton, NJ: Princeton Uni­ versity Press, 1994. -. The Reckless Mind: Intellectuals in Politics. New York: New York Review Books, 2001. Lotringer, Sylvere ve Sande Cohen, haz. French Theory in America. Londra: Routledge, 2001. Macey, David. Tbe Lives of Michel Foucault. New York: Pantheon, 1 993; New York: Vintage, 1995. Mahon, Michael. Foucault's Nietzschean Genealogy: Truth, Power, and the Subject. Albany, NY: State University of New York Press, 1 992. Manent, Pierre. La cite de l'homme. Paris: Fauard, 1994. Marx-Scouras, Danielle. "Requiem for the Posrwar Years: The Rise of Tel Quel." The French Review, s: 64-3 (Şubat 1 9 9 1 ): s. 407-416. -. The Cultural Politics of Tel Quel. College Park, PA: Pennsylvania State University Press, 1996.

283

284

1

FOUCAULT

Mauriac, Claude. Le rire des peres dans /es yeux des enfants. Paris: Grasset, 1981. -. Le Temps immobile 3: Et comme l'esperance est violente. Paris: Grasset, 1976. Daniel Defert, "Chronologie," Dits et ecrits 1, 1 954-1 975, haz. Da­ niel Defert ve François Ewald, s. 1 3-90. Paris: Gallimard, 1 994; Paris: Gal­ limard, 2001. May, Todd. Between Genealogy and Epistemology. University Park: Pennsylva­ nia State University Press, 1993. Megill, Alan. Prophets of Extremity: Nietzscbe, Heidegger, Foucault, Derrida. Berkeley, CA: University of California Press, 1985. (Türkçesi: Aşırılığın Peygamberleri: Nietzscbe, Heidegger, Foucault, Derrida, çev. Tuncay Bir­ kan, İstanbul: Say Yayınları, 2011 ). Milchman, Alan ve Alan Rosenberg, haz., Foucault and Heidegger: Critical Encounters. Minneapolis: University of Minnesota Press, 2003. Miller, James. The Passion of Micbel Foucault. New York: Anchor, 1994. Milis, Sara. Michel Foucault. Routledge Critical Thinkers. Londra: Routledge, 2003. Nehamas, Alexander. Nietzscbe: Life as Literature. Cambridge, MA: Harvard University Press, 1985. -. Tbe Art of Living. Berkeley, CA: University of California Press, 1998. Nola, Robert, haz. Foucault. Portland, OR: Frank Cass, 1998. (Türkçesi: Yaşa­ ma Sanatı Felsefesi, çev. Cem Soydemir, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2002). O'Leary, Timothy. Foucault and the Art of Ethics. Londra: Continuum, 2002. Passerin d'Entreves, Maruzio. Critique and Enligbtenment: Micbel Foucault on "Was ist Aufkliirung? " Manchester, UK: University of Manchester, 1996. Payne, Michael. Reading Knowledge: An lntroduction to Barthes, Foucault, and Althusser. Maiden, MA: Blackwell, 1997. Pleynet, Marcelin. Le plus court chemin: De Tel quel a L'lnfini. Paris: Galli­ mard, 1997. Prado, C. G. Starting with Foucault: An Introduction to Genealogy. Boulder, CO: Westview Press, 1995. Rajan, Tilottama. Deconstruction and the Remainders of Phenomenology: Sartre, Derrida, Foucault, Baudrillard. Stanford, CA: Stan ford University Press, 2002. Renaut, Alain. L'ere de /'individu: contribution a une histoire de la sub;ectivite. Paris: Gallimard, 1 989. Riza, Salah. Michel Foucault: De l'archiviste au militanı. Paris: Josette Lyon, 1 997. Rosanvallon, Pierre. Le moment Guizot. Paris: Gallimard, 1 985.

KAYNAKÇA

1

Rouse, joseph. "Power/Knowledge." The Cambridge Companion to Fouca­

ult, haz. Gary Gutting, s. 92-1 14. Cambridge, UK: Cambridge University Press, 1994. Schınidt, james ve Thomas E. Wartenberg. "Foucault's Enlightenments: Cri­ tique, Revolution, and the Fashioning of the Self." Critique and Power: Recasting the Foucau/t/Habermas Debate, haz. Michael Kelly, s. 283-3 14. Cambridge, MA: MiT Press, 1994. Schuld, J. Joyce. Foucault and Augustine. Notre Dame, iN: University of Notre Dame Press, 2003. Seriot, Patrick. Structure et totalite: /es origines intellectuelles du structuralis­ me en Europe centra/e et orientale. Paris: Presses Universitaires de France, 1999. Shapiro, Gary. Archaeologies of Vision: Foucault and Nietzsche on Seeing and Saying. Chicago: University of Chicago Press, 2003. Shumway, David R. "Genealogies of Knowledges." Critical Essays on Michel

Foucault, haz. Karlis Racevskis, s. 82-100. New York: G. K. Hali & Co, 1999. Smart, Barry, haz. Michel Foucault: Critical Assessments, c. 1-VII, Londra: Routledge, 1 994-1995. Starr, Peter. Logics of Failed Revolt: French Theory a�er May '68. Stanford, CA: Stanford University Press, 1995. Stauth, Georg. "Revolution in Spiritless Times: An Essay on Michel Foucault's Enquiries into the Iranian Revolution." Michel Foucault: Critical Assess­ ments, c. 111, hai. Barry Smart, s. 379-401. Londra: Routledge, 1994. Sturrock, john, haz. Structuralism and Since. Oxford, UK: Oxford University Press, 1 979. Taylor, Charles. Sources of the Sel{: The Making of the Modern Identity. Cambridge, MA: Harvard University Press, 1 989. (Türkçesi: Benliğin Kay­ nakları Modem Kimliğin İnşası, çev. Selma Aygül Baş, İstanbul: Küre Ya­ yınları, 2014). Thibaudeau, jean. Mes annees Tel quel: memoire. Paris: Ecriture, 1 994. Turner, Bryan S. "The Disciplines." Michel Foucault: Critical Assessments, c. iV, haz. Barry Smart, s. 372-387. Londra: Routledge, 1 995. Visker, Rudi. Michel Foucault: Genealogy as Critique. İng. çev. Chris Tumer. Meppel: Boom, 1990; New York: Verso, 1 995.

285

DİZİN

ahlak 1 74-176, 188-189 Althusser, Louis 1 7, 23, 46, 84, 97 Amiot, Michel 22 Anlamın Mantığı 94-96

Anti-Ôdipus: Kapitalizm ve Şizofreni 90-91 , 93, 125, 1 74-175 Aron, Raymond 1 1 5 Artaud, Antonin 1 8 askesis, yaşama sanatları 172 Aubral, Zavier 125 Augustinus, Aziz 160, 183 Aydınlanma 30, 169, 1 93-196 Badiou, Alain 85 Balibar, Etienne 85 Barthes, Roland 21, 36, 45-46, 85 Bataille, Georges 18, 43, 204, 208 Baudelaire, Charles-Pierre 194 Baudrillard, Jean 45 Benoist, Jean-Marie 1 15 Bentham, Jeremy 91, 113 Bertin, Isaiah 203 Bilginin Arkeolojisi 16, 24, 26, 37, 43, 51-55, 58, 60, 65, 67, 69-76, 78-79, 81, 84, 88, 98, 123, 137, 146, 156, 160-161, 191, 203, 205

Bilme İstenci 75-76, 81-82 bireysellik 137-165, 108- 1 10 Biyopolitikanın Doğuşu 28, 128130, 138-139, 141, 145, 161, 208 Blackstone, William 142 Blanchot, Maurice 18, 21, 42-43, 46, 204 Bolşevik hareketi 86 Borges, Jorge Luis 1 8, 31 , 37-38 Bourdieu, Pierre 201 Brezhnev, Leonid 105 Brown, Peter 137, 179-1 81, 1 84 Bulantı 63 Burckhardt, Jacob 173 Camus, Albert 22 Canguilhem, Georges 69, 85 Canlıların Yönetimi 28, 149-151, 154, 156, 160-163, 168, 1 80 Castoriadis, Cornelius 125 Centre universitaire experimental de Vincennes 25, 84-87 Ceza Kuram ve Kurumları 26 Cezai Toplum 15, 26, 99-101, 152 Chapsal, Madeleine 45, 47 Chemnitz, Philipp von 127

288

1

FOUCAULT

Christopber Street 176 Cinselliğin Tarihi, Cilt l 26, 81, 92,

97, 140, 142, 146, 155, 182, 187, 1 87, 205 Cinselliğin Tarihi, Cilt 11 29, 92, 153, 1 82, 1 85 Cinselliğin Tarihi, Cilt lll 29, 92, 153, 1 83, 1 85 cinsellik 155, 1 97, 206 Colebrook, Claire 94 College de France dersler dizisi 1 314, 75, 79, 98-99, 127, 1 38, 149, 173, 192 Combat 89 Comte, Auguste 50 Contre la nouvelle philopsophie 125 Critique 94 Croissant, Klaus 105 Cusset, François 200

Devade, Marc 46 Dews, Peter 164, 1 88 Dezeuze, Daniel 46 dışlama 73, 75-76, 93, 100-101 dışsallık 81-83, 208 Difference et Repetition 94 din. Bkz. Hıristiyanlık disiplin 26-27, 38, 109, 138, 140, 144-145, 160, 165, 1 88, 1 89, 206 Dits et ecrits 13-14, 84 Diyalektik Aklın Eleştirisi 37, 44, 51, 56, 62 Dolle, Jean-Paul 1 1 5 Domenach, Jean-Marie 23, 45 Dosse, François 1 7 Dover, K. ] . 173 Dreyfus, Hubert 77-80, 137, 146, 157, 1 76-179, 1 8 1 Dumezil, Georges 43

Çin 87, 1 1 1, 1 19-120, 132 Daldis'li Artemidorus 167, 1 80 Daniel, Jean 125 Davidson, Arnold I. 13-14, 183 de La Mare, Nicolas 127 de Sales, Saint Francis 175 Defert, Daniel 85-86, 91, 93 Delcourt, François 125 Deleuze, Gilles 25, 27, 66, 71, 90-96, 98-99, 1 10-1 1 1, 126, 174 Deliliğin Tarihi 6, 38, 46, 52, 72, 88, 101, 1 13, 127, 1 62-163, 190191, 203, 205 deneyim 1 9, 29-30, 43, 46, 57, 94, 143, 162-163, 165, 167, 1 70172, 1 89-193, 204-210 Derrida, Jacques 46, 51, 85, 201 Descartesçı Felsefe 43

Eco, Umberto 1 8 Ecrits 36 Eleştiri ve Hakikat 36

Epiktetos 1 86 episteme 40-42, 44, 121, 161 Eribon, Didier 85 Esprit 23, 48 eşcinsellik 28, 176-177, 197 etik 1 77-178 Ewald, François 171 Faure, Edgar 84 Ferguson, Adam 141 Ferry, Luc 200-203, 209 Fichte, Johann Gottlieb 1 1 5 Filistin 1 1 9 Flaubert, Gustave 63 Fontana, Alessandro 28, 140, 143

DİZİN

"Foucault Tarih Alanında Devrim Yaratıyor" 1 82 Fransız Devrimi 40, 1 16, 155 Freud, Sigmund 90, 92, 1 10-1 12, 204 Furet, François 113 Gauchet, Marcel 209 gezegensel terimi 1 1 3 Glucksmann, Andre 1 12-1 13, 1 151 16, 122-125 göstergebilim 45, 84 Göstergebilim İlkeleri 45 Greek Homosexuality 1 73 Greenblatt, Stephen 179 Guattari, Felix 90, 174 Guerin, Michel 45 Guichard, Olivier 86 Gulag Takımadaları 1 12 Gutting, Gary 29, 203 Güvenlik, Toprak ve Nüfus 127, 130 Habermas, Jürgen 137, 169, 1 93195, 202, 208, 210 Hadot, Pierre 137, 18 1-184 hakikat, öznellik 158-160, 168-170 Han, Beatrice 80-8 1, 89, 106 Hapishaneler Üzerine Enformasyon Grubu (G.I.P) 25, 91 Hapishanenin Doğuşu 15, 26, 29, 68, 71, 81, 89, 92, 97-98, 1081 10, 127, 129, 138-139, 143, 146-147, 149, 157, 165, 200, 205 Hazların Kullanımı 15, 168, 1 70, 173, 181, 1 85, 196, 204 Hegel 56, 84, 94, 1 1 1 , 1 15, 1 16, 122-123, 169, 193, 200

1

Heidegger, Martin 73, 78, 1 14, 1 17

Herculine Barbin 121 Hesiodos 73 Hıristiyanlık 1 14, 137, 1 5 1 , 154160, 165, 1 75, 1 80, 1 84-1 87, 206-207 Histoire du Structuralisme 1 7 Hitler, Adolf 1 1 3 Horkheimer, Max 193 hukuk 141-142 Humeyni, Ayetullah 106-1 07, 132133 Hüzünlü Dönenceler 99 iktidar-bilgi 26, 83, 89, 152-153, 160 iktidar 89-93, 129-130; bireysellik ve 108- 1 1 1 iktisat 1 4 1 , 143-144 ilk günah 1 16, 158 Impressions d'Afrique 20 insan varoluşu 42, 187 Introduction a la vie devote 1 75 İran Devrimi ( 1 978-1979) 27, 105108, 130-133 İtalya'da Rönesans Kültürü 173 Jambet, Christian 1 1 3- 1 1 5, 124 Jay, Martin 208 Kamboçya 1 1 9 Kant, Immanuel 4 1 , 122, 193 Kelimeler ve Şeyler 16-17, 21-22, 29, 35-39, 42-46, 48-49, 58, 67, 69, 72-73, 84, 86, 139, 146, 1 57, 161, 174, 191, 200, 204-205 Kendilik Kaygısı 167, 1 73, 1 84

Kendinin ve Başkalarının Yönetimi 1 96 kimlik politikaları 200

289

290

1

FOUCAULT

Kliniğin Doğuşu 16, 3 1 , 39, 52, 72,

1 13, 139, 142 Komünist Parti (Fransa) 97 korku, Hıristiyanlık 158-159 Ksenophon 167 Küba 1 19, 132 Kültür Devrimi, (Çin) 87, 1 1 1 L'Ange 1 14 L'Arc 48, 51, 55, 58, 9 1 L'Express 35 La Cuisiniere et le mangeur

d'hommes 1 12 La Pensee 68: Essai sur l'anti­

humanisme contemporain 200 Lacan, Jacques 23, 35-36, 44, 46-47, 49, 201 Laissez-faire devleti 139 Lardreau, Guy 1 13-1 15, 124 La barbarie a visage humain 1 151 16, 125 Lacroix, Jean 23 Le Monde 23, 107 Le Nouvel Observateur 122 Le pouvoir de la verite 146-14 7 Lederc, Annie 1 15 Lenin, V. 1. 86 Les Maitres penseurs 1 15, 122-125 Les Nouvelles litteraires 1 1 5 Les Temps Modernes 22, 48 Uvi-Strauss, Claude 17, 23, 35, 43, 46-48, 50, 99, 101 Uvy, Bernard-Henri 1 15-1 1 9, 123124, 126, 133 liberalizm 108, 124, 126-130, 139144, 147, 200, 202 Lilla, Mark 200 Locus Solus 20 Lyotard, Jean-François 202

Macey, David 85 Madam Bovary 63 Manent, Pierre 200 Maoculuk 85, 1 12-1 13 Marksizm 36, 50, 56, 71, 84-85, 8890, 92, 1 10-112, 120 Marx İçin 1 7 Marx, Kari 37, 50, 56, 84, 87, 92, 1 1 1-1 13, 1 15-1 16 mathesis, yaşama sanatları 1 72 Mauriac, Claude 1 1 1 Mayenne, Louis Turquet de 127 melete, yaşama sanatları 1 72 Merleau-Ponty, Maurice 45 Michel Foucault: Beyond Structuralism and Hermeneutics

77,79 Miller,Judith 85 Mitterand, François 200 modernite 40-42, 1 73, 1 94 Nemo, Philippe 1 15 Nesneler Sistemi 45 Nietzsche, Friedrich 69, 70, 77-80, 91, 98, 1 12, 1 15, 168-169, 190, 193, 209 "Nietzsche, Soybilim, Tarih" 79 Nombres 47 Oeconomicus 167 Oneirocritica 167

ölüm30-31, 63-65, 96, 122-123 özgürlük 30, 109, 129, 133, 178, 183, 188, 196-197 öznelerarasılık 202 öznellik 137-165, 190-192 Öznellik ve Hakikat 1 5, 29, 173, 175, 183-184, 189

DİZİN

Öznenin Yorumbilgisi 29, 184- 1 85 Palazzo, Giovanni Antonio 12 7

Panoptikon 1 13 panoptizm 26, 144 Pinget, Robert 1 8 Platon 73-74, 94-95, 158-159 polis devleti 127-128, 130 Ponge, Francis 1 8 psikanaliz 44, 84, 109, 1 88 Psikiyatrik İktidar 26 Rabinow, Paul 77-80, 137, 146, 157, 1 76-1 77, 1 79, 1 8 1 , 196 Racine,Jean 59 Ranciere, Jacques 85 Raymond Roussel 20-2, 31, 1 37 realizm karşıtlığı 140, 162, 182 Renaissance self-fashioning 1 73

Renaut, Alain 200-203, 209 Ricoeur, Paul 47-48 Riggins, Stephen 199 Robbe-Grillet, Alain 1 8, 49 Roche, Denis 18 Roma (antik dönem) 137, 1 5 1 Roussel, Raymond 20 ruh 53, 147-1 78, 151, 156-161, 164

Saf Aklın Eleştirisi 4 1 Said, Edward 29 Saint-Exupery, Antoine 22 sarkaç 210 Sartre, Jean-Paul 22-24, 35-67, 9899, 125, 1 88-1 92 Saytour, Patrick 46

1

Septimius Severus 149-151, 157, 160 Serres, Michel 1 15 Simulakrum 94, 95 sistem, yapısalcılık 45-46 Smith, Adam 141 Soljenitsin, Aleksandr 1 12-1 13, 132 Sollers, Philippe 18-19, 2, 46, 124 Sovyetler Birliği 1 19 soybilim 25-28, 69-71 , 77-80, 98, 101, 142, 146-147, 1 52, 1 70, 196, 205 Söylemin Düzeni 72, 74-75, i''-80, 82, 95, 1 0 1 Sözcükler 3 7, 51, 63

Speech Acts: An Essay in the Philosophy of Language 146 Spengler, Oswald 24 Stalin, Josef 1 13 Stalinizm 83, 1 12-1 1 3, 1 1 8, 120 Steiner, George 5 1 Stoacı mantık 95-96, 1 5 8 Susong, Gilles 1 15 Systeme de la mode 45

Şen Bilim 168 "Şimdiki Zamanın Kalbine Nişan Almak" 210 Teilhard de Chardin, Pierre 22 Tel Quel 18-21, 42-43, 46, 49, 204 Tertullianus 158-161, 1 8 9

The Advocate 177 The Making of Late Antiquity 180 toplama kampları 1 12, 1 1 8 Touraine, Alain 124, 126

Schmidt, Helmut 129

Troçki, Leon 86

Schroeter, Werner 1 74 Searle, John 145-146 Seneca 186

vaftiz 15, 157-159, 161, 180 Varlık ve Hiçlik 36, 58

291

2 92

1

FOUCAULT

varoluşçuluk 22, 36, 38, 44, 48, 58, 177, 1 89, 191 Veyne, Paul 137, 1 8 1-182 Viallat, Claude 46 "Vie des hommes infames" 120 Vietnam 1 1 9, 132 Vincent, Jean-Marie 125 Walpole, Robert 139 Weber, Henry 86 Weber, Max 193 Wittgenstein, Ludwig Josef Johann 78 Yaban Düşünce 1 7 yapısalcılık 1 7, 23-24, 36, 42, 44-50, 55-60, 66, 96, 200, 204-205 yaşama sanatları 15, 29-30, 167-195 Yeni filozoflar 27, 105, 108, 1 12, 1 15, 1 18, 121, 124-126, 1 38, 206