Fizik [2 ed.]
 9753636342

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

cogito

ARİSTOTELES

FİZİK

Aristoteles (İ.Ö. 384-322), antik Yunan felsefesinin en önemli adlarındandır. Akılcı yaklaşımı ve bilimsel görüşleriyle felsefede gerçekçiliğin "baba"sı ve mantığın öncüsü kabul edilir. Aristoteles, yirmi yıl boyunca Platon'la onun Atina'daki Akademia'sında diyaloglarda bulundu, sonra Assos'ta (bugün Çanakkale ilinde Behramkale) bir Akademia kurdu. Büyük İskender'in öğretmenliğini yaptıktan sonra Atina'ya dönüşünde Akademia'nın başına getirilmeyince, kent dışında kendi okulu Lykeion'u ("lise" adı buradan gelir) kurdu. İ.Ö. 323'te, Büyük İskender'in ölümünden sonra, eski bir şiirinden dolayı dinsizlikle yargılandı; Sokrates'in akıbetine uğramamak için Khalkis'e gitti ve orada öldü. Aristoteles, felsefe tarihine en özgün katkısı olan metafizik için protophilosophia ("ilk felsefe") adını kullanıyordu. Lykeion'un son yöneticisi Rodoslu Andronikos, İ.Ö. 60 yıllarında Aristoteles'in yapıtlarım derlerken, "varlık" konusundaki görüşlerini Physike'den (Fizik) sonraki kitaba ko­ yarak ta meta physike ("fizikten sonra gelen") adını verdi ve "metafizik" sözcüğünün isim babası oldu. Türkçeye çevrilen başlıca yapıtları: Fizik, Metafizik, Poetika, Retorik (İn­ gilizceden çeviren Mehmet H. Doğan, YKY, 1995), Nikomakhos'a Etik, Organon (altı kitaplık bu yapıtın bir bölümü Türkçeleş tirilmiştir).

Saffet Babür, 1952'de doğdu. 1976'da Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Klasik Filoloji Bölümünü bitirdi. 1983'de Latince doktoru, 1987'de Eski Yunanca doçenti, 1995'de Felsefe profesörü oldu. Evli ve iki kız babasıdır. 1979-2000 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde görev yapmış olan Saffet Babür 2000 yılı Kasım ayından bu yana Yeditepe Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde Felsefe Tarihi ağırlıklı dersler yaran­ da Eski Yunanca dersleri vermektedir. Urbino (1977-78), Siena (1982-83), Perugia (1988-89) ve Münster (1992-93) Üniversitelerinde Eskiçağda-Ortaçağda Felsefe, Klasik Filoloji alanlarında, özel olarak da Aristoteles üzerine araştırmalar yaptı. Ortaçağ düşünce yapısı ile Eskiçağ düşünce yapısı arasındaki temel ayırımları, bu iki yapının tipik temsilcilerinin kullandığı terimlerin içeriklerini çözümleyerek göstermeye çalışan yazı­ ları çeşitli dergilerde yayımlandı. Betül Çotuksöken ile birlikte yazdığı Ortaçağda Felsefe (1. baskı, Ara, 1989; 2. baskı, Kabalcı, 3. baskı, Kabalcı 2000) adlı bir kitabı bulunmaktadır. Çevirileri: Aristoteles'ten: Kategoriler (İmge 1996); Yorum Üzerine (İmge 1996); Nikomakhos’a Etik (1. baskı, Hacettepe Üniversitesi Yay. 1988; 2. baskı, Ayraç 1997; 3. baskı, Ayraç 1998); Gökyüzü Üzerine Dost 1997); Eudemos'a Etik (Dost 1999); Plüton’dan: Pannenides (1. baskı, Ara 1988; 2. baskı, İmge 1996); Yasalar (Candan Şentuna ile ortak çeviri: 1. baskı, Ara 1988-1992; 2. baskı, Kabalcı 1994; 3. baskı, Kabalcı 1998); Aristoteles, Augustinus, Heidegge/den: Zaman Kavramı (İmge 1996); K. Marx'tan: Demokritos ile Epikouros'un Doğa Felsefelerindeki Ayırım [Marx'ın doktora tezi] (Ayraç 2001).

ARİSTOTELES

FİZİK

YUNANCA ASLINDAN ÇEVİREN:

SAFFET BABÜR

ODO İ S T ANB UL

Yapı Kredi Yayınları C ogito- 57 Fizik / Aristoteles Özgün adı: FUSIKH Yunanca aslından çeviren: Saffet Babür Kitap Editörü: Hilmi Tezgör-Türker Armaner Düzelti: Türker Armaner Kapak Tasarımı: Nabide Dikel Baskı: Al tan Matbaacılık Ltd. Şti. 1. Baskı: İstanbul, Mayıs 1997 2. Baskı: İstanbul, Mayıs 2001 ISBN 975-363-634-2 © Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş. 1997 Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş. Yapı Kredi Kültür Merkezi İstiklal Caddesi No. 285 Beyoğlu 80050 İstanbul Telefon: (0 212) 252 47 00 (pbx) Faks: (0 212) 293 07 23 http: / /www.yapikrediyayirılari.com http: //www.shop.superonline.com/yky e-posta: [email protected],tr

Çeviriye N ot

Aristoteles PHYSIKE (FİZİK) adı verilen yapıtında , ‘devinim’ (kinesis: 111,1-3); ‘değişme’ (metabole: V-VII); ‘sonsuzluk’ (apeiron: III, 4-8); ‘yer’ (topos: IV , 1-5); ‘boşluk’ (kenon: IV, 6-9) ‘zaman’ (khronos: IV , 10,14); gibi temel fizik kavramlarını felsefe tarihinde çok ender görülen felsefece bir didikleme ile çözümlüyor; ‘neden’ (aitia: II, 1-3) ve ‘ilk devinmeyen devindirici’ (proton kinoun ou kinoumenon: V III.) ile kendisinin ne kast ettiğini dile getiriyor. Çeviride “Aristoteles, Physik. Felix Meiner Verlag. l.c.: 1987; 2.c.: 1 9 8 8 ”deki Yunanca metni kullandım. Bu Yunanca metni W . D. Ross’un saptadığı metinle karşılaştırdım ve çevirimi de batı dillerindeki şu çevirilerle karşılaştırarak yürüttüm: 1. Çeviride kullandığım yapıtta Yunanca metinle karşılıklı basılan H. Günter Zeki’in Almanca çevirisi. 2. Hans Wagner’in Yunanca metne pek sadık kalmadan yapılan bol yorumlu Almanca çevirisi: Aristoteles, Physikvorlesung, übersetzt von Hans Wagner, Akademie-Verlag, Berlin 1967. 3. Antonio Rossi’nin İtalyanca çevirisi: Aristotele, Öpere, 3: Fisica, Traduzione di Antonio Rossi, Biblioteca Universale Laterza, 3. bs. Roma-Bari 1991. V II. Kitap için elimizde iki metin vardır. Yalnızca V II. kitabın ilk üç bölümünde değişiklikler içeren metni, “textus alter”i, Ross’a uyarak V III. Kitabın sonuna ekledim. FİZİK’in ilk dört kitabını Münster Üniversitesi’nde 1992/1993 Öğ­ retim Döneminde görevli olduğum sırada, kalan kitapların büyük bir kıs­ mını da 1994-1995 yıllarında yine Münster’de bulunduğum dönemlerde çevirdim. Bu çalışmalarımda bana büyük destek olan eşim Angela Kleefisch’e teşekkür ederim. Saffet Babür 2 9 .3 .1 9 9 5 Beytepe

FİZİK 1

9

B irinci K itap

1 İlkeleri, nedenleri ya da temel öğeleri olan her araştırma alanında

184a

hilmek ve kavramak bunları anlamakla sözkonusu olduğuna göre (çünkü ilk ilkeleri, ilk nedenleri, temel öğeleri bildiğimizde her bir nesneyi bildi­ rimizi düşünürüz), şu açık: doğabiliminde de ilk olarak ilkeler üzerine belirleme yapmaya çalışmak gerekiyor. Yolumuz da elbette bizce daha bi- 15 linir, daha açık olanlardan, doğa açısından daha yalın, daha bilinir olan­ lara doğru. Nitekim bizce bilinir olanlarla mudak anlamda bilinir olanlar aynı değil. Bunun için bu biçimde doğa açısından yalın olmayan, bizim için açık olan nesnelerden doğa açısından daha yalın ve bilinir nesnelere 20 doğru yol almak zorunlu. Ne ki bizim için ilk anlamda açık ve seçik şey­ ler bileşik yapıda olanlar; daha sonra bunlar ayrılarak öğeler ve ilkeler bi­ liniyor. Bunun için tümel olanlardan tekil olanlara gitmek gerekiyor, çünkü duyum açısından “bütün” daha bilinir bir şey, tümel de bir “bü-

25

tün”; nitekim tümel pek çok nesneyi parça olarak kapsar. Adlardan kav­ rama gidiş de aynı bu biçimde söz konusu olur, çünkü adlar bir bütünü

184b

belirsizce imler: sözgelişi “çember” adı. Çemberin tanımı ise onu tek tek parçalarına bakarak ayırmakla yapılır. Çocuklar da ilkin bütün erkeklere “baba”, bütün kadınlara da “ana” derler, sonradan onları ayırırlar. 2 Şu da zorunlu: ilke ya birdir ya çok; bir ise ya Parmenides ile Me- 15 lissos’un

dediği

gibi

devinimsizdir ya

da

ilk

ilkenin

hava,

su

FİZİK 1

11

nlılııgunu söyleyen doğa felsefecilerinin ileri sürdüğü gibi devingendir. Çoksa ya sınırlı ya sınırsız; sınırlıysa ve birden çoksa ya ikidir ya üçtür ya dörttür ya başka belli sayıdadır. Ama sınırsızsa ya Demokritos’un dediği 20 hiçim ve türce farklılaşmış tek bir cinstir, ya da bunların tersi. Varo­ lanların niceliğini araştıranlar da aynı biçimde inceliyorlar, nitekim varo­ lanların çıktığı ilk nesnelerin bir mi çok mu olduğunu, çoksa sınırlı mı sınırsız mı olduğunu inceliyorlar; dolayısıyla inceledikleri, ilkenin ve te­ mel öğenin bir mi yoksa çok mu olduğu.

25

İmdi varolanın bir ve devinimsiz olup olmadığını araştırmak doğa üzerine bir araştırma değil. Nasıl bir geometricinin geometrinin ilkelerini

185a

vürüten birine bir diyeceği olamazsa, bu ya bir başka bilime ya da genel lıir bilime düşerse, doğanın ilkeleri konusunda araştırma yapan biri için ele bu böyle. Çünkü yalnızca ‘bir’ varsa ve o böyle ise, artık bir ilke, bir başlangıç yok demektir. Nitekim ilke bir şeyin ya da bazı şeylerin ilkesi­ dir. Bir’in böyle olup olmadığım araştırmak, sırf laf olsun diye ileri sürü-

5

len bir başka savla ilgili tartışma yapmakla (Herakleitos’un tezi gibi; ya da varolanın yalnızca bir insan olduğunu ileri süren birinin tezi gibi) ya da Melissos’la Parmenides’in, her ikisinin de sav olarak kullandıkları eristik bir savı çözümlemekle aynı şey. Çünkü yanlış öncüllere dayanıyor­ lar, dolayısıyla vardıkları sonuçlar yanlış. Özellikle de Melissos’unki sıra- ıo dan ve kolay çürütülecek bir sav: bir saçma öncül verilince ötekiler çıkı­ yor, bunu çürütmek de hiç güç değil. Bizim temel kabulümüz ise şu: ya tüm doğal nesneler ya da bazı doğal nesneler devingendir. Bu tek tek nesnelere bakınca açık. Öte yandan her şeyi açıklamak da gerekmiyor, yalnızca ilkelere dayandığı öne sürülen yanlış sonuçları göstermeli, böyle olmayanlar üzerinde durmamalı: sözgelişi ‘dörtgen bir çember’ savını ayrinalarıyla çürütmek bir geometricinin işi, ama Antiphon’un savını1 çü­ rütmek için uğraşmamalı bir geometrici. Ne ki, doğrudan doğa üzeri­ ne konuşm asalar bile, doğa sorunlarını dile getirdikleri için, onlar

15

FİZİK 1

13

ıl-ı ılııc [Melissos ile Parmenides üzerine], biraz konuşmak iyi olur: çün!■n Imı tılr bir çalışma felsefe ile ilgili.

20

‘Varolan’ çok anlamda kullanıldığına göre en uygun başlangıç şöyle ı ılınalı: Her şeyin ‘bir’ olduğunu söyleyenler acaba ne kastediyor? Acaba ı ıi ılıır bir töz mü, nicelikleri mi, nitelikleri mi ‘her şey’ diye alıyor? Yine in ,ılı;ı ‘her şey’ bir tek insan, bir tek at, bir tek ruh gibi tek töz olarak mı, ynksa ak, sıcak ya da benzeri bir şey gibi bir tek nitelik olarak mı düşü- 25 milı'iyor? Bunların hepsi birbirinden son derece farklı şeyler, hepsini bir­ likle savunmak da olanaksız. Hem bir töz, hem bir nitelik, hem de bir nicelik olacaksa -bunlar birbirinden ister ayrı olsun ister olmasın- çok sa­ vu la varolan olacak. ‘Herşey’ bir nitelik ya da bir nicelik olacaksa -ister I>iv töz olsun ister olmasın-, olanaksız olanı saçma diye adlandırmak gere-

30

kiyorsa, saçma olacak. Çünkü töz dışında öteki nesnelerden hiçbiri ‘ayrıI>aşına’ 2 değil. Nitekim hepsi, taşıyıcı olarak bir töze yüklenir. Melissos ise “varolan sonsuzdur” diyor, demek ki varolan bir nicelik, çünkü son­ suzluk nicelik kategorisi içinde sözkonusu; ama bir tözün nitelik ya da Jıırum olarak sonsuz olması, ancak bazı niceliklerin de birlikte varolması

185b

koşuluyla ilineksel anlamda olası. Çünkü sonsuzun tanımı bir töz ile ya Ja bir nitelikle değil, nicelikle yapılır. Demek ki varolan hem bir töz hem bir nicelik ise bir değil iki olacak. Yalnızca bir töz ise sonsuz olma­ yacaktır, hiçbir büyüklüğü de olmayacaktır, çünkü bu durumda da bir ni­ celik olur.

5

Ayrıca madem ‘bir’in kendisi de ‘varolan’ gibi çok anlamda kullanı­ lıyor; ne anlamda “herşey birdir” diyorlar, bunu incelemek gerekiyor. ‘Bir’ şu anlamlara gelir: sürekli, bölünmez ya da ‘anlamı aynı, tanımı bir olan nesneler’: sözgelişi üzüm şurubu ile şarap. İmdi ‘bir’ sürekli ise çokluktur, çünkü ‘sürekli’ sonsuzca ayrılır. (Parça ile bütün konusunda bir sorun var 1 0

FİZİK 1

15

ıiııiıi İm herhalde şu andaki konumuzla ilgili değil de, kendi içinde ı >ııi'11ıli: sorun şu: acaba parça ile bütün bir mi, çok mu? Ne anlamda l'lı, ik- anlamda çok? Çoksa ne biçimde çok? Yine sürekli olmayan parça­ lın l.ı İlgili olarak da bu böyle. Yine herbir parça bütün ile ayrılamayacak I>iı,imile birlik oluşturuyorsa, bunun niçini ve onlar açısından da aynı so- 1 5 ıı ıhı ı.) Ama ayrılamayacak biçimdeyse, ne bir nicelik ne nitelik olacaktır. I >ıkıyısıyla varolan, ne Melissos’un dediği gibi sonsuz olacak ne Parmenlıli'fi’ln dediği gibi sınırlı. Çünkü ‘sınırlı olan’ değil, sınır parçalanamaz l'lı siydir. Öte yandan varolanların hepsi ‘elbise’ ve ‘pelerin’ gibi tanım in, ısınılan birlik oluşturuyorsa, bunlar [Parmenides, Melissos], Heraklei- 20 in','mı savını dile getiriyorlar demektir. Çünkü bu durumda hem iyi olııiiiMa kötü olmak hem de iyi olmakla iyi olmamak aynı olacak- Dolayı'iyl;ı İyi ile iyi olmayan, insanla at aynı olacak; sav artık varolanların birli1:1 üzerine değil, varolanların hiçliği üzerine olacaktır. Ayrıca belli bir ni- 25 iı İlkle olmakla belli bir nicelikte olmak aynı olacak. Eski düşünürlerin iz­ li yiı ileri de aynı şeyin hem bir hem çok olması, kendileri için de sözkoıııısıı olmasın diye pek sakınıyorlardı: bunun için kimi, Lykophron gibi Mır'ııı kullanımını kaldırıyordu; kimi de ifade biçimini değiştiriyordu: ■ınyle: ‘insan aktır’ değil, ‘insan akyor’; ‘insan yürüyen dir’ değil, ‘insan yüıür’. Amaçlan “dır” (“var”)ı ekleyerek ‘bir’i çok yapmamaktı, sanki

30

'bit' ya da ‘varolan’ tek anlamlıymış gibi. Oysa varolan ya kavram açışın­ dın çokluk (sözgelişi ak olmakla eğitimli olmak başka şey ama aynı nes­ in- berikisi de olabilir, dolayısıyla ‘bir’, ‘çok’ olur); ya da ayırma, bölme ,».ısından; sözgelişi bütün ile parçalar. Burada artık köşeye sıkışıyorlardı \r birin çok olduğunu kabul ediyorlardı- sanki bir çelişme olmaksızın, bir ve aynı şeyin hem bir hem çok olması olası değilmiş gibi. Nitekim iki

186a

lür birlik var: olanak halinde birlik, etkinlik-gerçeklik halinde birlik. 3

Bu biçimde uslamlama yapıldığında varolanların bir olması

olanaksız görünüyor; kullandıkları kanıtlama yollarını çürütmek de 5 biç güç değil, çünkü hem M elissos hem de Parmenides, herikisi

FİZİK 1

17

ile eristik uslamlama yapıyor 1 maları nedeniyle de birbirlerine bağlı değiller.

30

Ne ki, bunun nasıl olduğunu uslamlama yoluyla da araştırtmak gereI- iyi ir. İlk olarak şu kabul edilmeli: varolanlardan hiçbiri ilineksel anlam­ dı olmadıkça bir başka nesneyi rastgele etkilemez, rastgele herhaingi bir nesneden de rastgele herhangi bir nesne oluşmaz. Nitekim bir "eğitimli'ılcn ‘ak’ nasıl olur? Ancak şöyle: ‘eğitimli’, ‘ak olmayan’ ya dia ‘kara 35 o la n ’ da

için bir ilinektir. Ama ‘ak’ bir ‘ak olmayan’dan olur, ‘ak ollmayan’

gelişigüzel her şey değil ya ‘kara’ ya da [kara ile ak] arasında bir şey.

Tgitimli’ de ‘eğitimli olmayan’dan olur, ama yine her şeyden de|ğil, ‘eği- 18i liınsiz’den ya da bunların [eğitimli ile eğitimsiz] arası bir şey vaarsa onıla ıı.

Yokolmada da ilk özellik rastgele bir şey haline gelmez: ssözgelişi

‘ak’, ‘eğitimli’ haline gelmez -ancak bu ilineksel anlamda olur-, aama ‘ak i ılmayan’ haline gelir ve yine rastgele bir şey değil de ‘kara’ ya da ' ‘ak-kara

5

aıası’ [bir başka renk]. Aynı şekilde ‘eğitimli’ de ‘eğitimli olmayaan’ hali­ ni-

gelir, bu da rastgele bir şey değil, ‘eğitimsiz’ ya da varsa ‘eğittimli-eği-

ıimsiz arası’ bir şey. Bu öteki şeylerle ilgili olarak da böyle, nitekiim yalın olmayan, bileşik nesnelerde de aynı temellendirme geçerli. Amia karşıt 1 0 durumların adı olmaması nedeniyle bu sözkonusu değilmiş gibi görüne­ biliyor. Aslında her uyumlu’nun ‘uyumlu olmayan’dan, ‘uyumUu olmayaıı’ın da ‘uyumlu’dan oluşması zorunlu; yine yokolmada daı ‘uyumlıı’nun ‘uyumlu olmayan’ haline gelmesi zorunlu. Bu da öyle rastgele ılı-ğil, karşıtı. Ama burada uyumdan, dizilişten ya da birleştirmeeden sö- lî ,'i-imek arasında bir fark yok, aynı kuralın işlediği açık. Üstelikk bir ev, I >ir heykel ve bu tür bir başka şey de aynı biçimde oluşur. Niteekim ev, I•:ızı nesnelerin belli bir biçimde ‘birleştirilmeme’ daha doğrusun ‘yerleş­ il rilmeme’ durumundan oluşur: heykel de ‘biçimsizlikten ‘biçimn verilen

FİZİK 1

31

lıir şey’ olarak. Bunlardan herbiri ya bir düzen ya da bir birleştirmedir. I >nun karşıtının aynı doğaya göre ona yönelmesinin, onu istemesinin dol’al olduğunu söylüyoruz. Ama bunlarda karşıtın kendini yoketmek iste­ diği sonucu da çıkabilir: aslında ne biçimin -eksiği olan birşey olmadığı 2 0 için- kendine yönelmesi olanaklı ne de karşıün karşıtına yönelmesi (çün­ kü karşıtlar birbirinin yokedicisi). Ama yönelen, madde: tıpkı dişinin er­ keğe, çirkinin güzele yönelmesi gibi. Ancak bu kendinde çirkin değil de ilineksel anlamda çirkinse ve kendinde ‘dişi’ değil de ilineksel anlamda

25

ise. Maddenin oluşması ve yokolması bir anlamda sözkonusu bir an­ lamda değil. Nitekim içinde olduğu şeyle ilgili olarak kendinde yokoluyor (çünkü onun içinde yokolan şey yoksunluk); ama olanak halinde ol­ ma ile ilgili olarak o kendinde ne oluşur ne yokolur, zorunlu olarak oluş­ mayan ve yokolmayan bir şey. Nitekim oluşsa, onda içkin olduğu bir ilk nesnenin taşıyıcı olması gerekir, oysa maddenin doğası bu, dolayısıyla

30

oluşmadan önce varolmuş olacaktır (nitekim herbir nesne için ilk taşıyı­ cıya madde adını veriyorum, bundan onda içkin olan bir nesne oluşur, ilineksel anlamda da değil). Öte yandan o yokolsa sürecin en sonunda kalan şey yine kendisi olur, dolayısıyla yokolmadan önce yokolmuş olur. Biçime göre ilke üzerine ise, o acaba bir mi çok mu? Ne ya da neler?,

35

bunları kesince belirlemek İlk Felsefe'nin işi. Dolayısıyla bunu oraya bı­ rakmak uygun. Doğal biçimlerle yokolan biçimlerden ilerde sözedeceğiz. 1 9. İmdi ilkelerin var olduğunu, onların neler olduğunu, sayıca kaç tane ol­ duğunu böylece belirlemiş olduk. Bir başka ilke ile yeniden söze başlaya­ lım.

İkinci K itap

1

Kimi varolanlar doğal, kimi varolanlar ise başka nedenlere bağlı.

Doğal olanlar: hayvanlar, bunların kısımları, bitkiler ve yalın

FİZİK 2

51

cisimler, yani toprak, ateş hava, su (bunların ve bu gibi nesnelerin doğa 1 ° gereği varolduğunu söylüyoruz); bütün bunlar varlıkları doğaya bağlı ol­ mayan nesnelerden farklı görünüyor. Nitekim herbiri kendi içinde bir devinim ve durağanlık ilkesi taşıyor: kimi yer açısından, kimi büyüme, eksilme açısından kimi de nitelik değiştirme açısından. Oysa bir sedir, I5 bir giysi ya da bu gibi bir başka cins nesne rastgele böyle bir kategoriye konduğu için ve bir sanata bağlı olduğu için kendi içinde hiçbir doğal değişme gücü taşımaz, ama bunlar ilineksel anlamda, varlıklarını taştan, topraktan ya da bunların karışımından aldıklarından, ancak bu ölçüde 20 böyle bir güç taşırlar. Doğa öyle bir devinim-durağanlık ilkesi ve nedeni­ dir ki, kapsadığı nesnede ilk olarak kendi başına, ilineksel olmayan bir anlamda bulunur (“ilineksel olmayan anlamda” dediğim şu: biri kendini tedavi eden biri, hekim olabilir, ama yine de o bu tedavi gücünü tedavi olan kişi olarak taşıyor değildir, aynı kişi bir rasdantı sonucu hem hekim 25 hem hasta olmuştur. Bunun için bu iki şey birbirinden de ayrılabilir). Öteki yapılan-yaratılan nesnelerin herbirinde de bu böyle, çünkü bunla­ rın hiçbiri kendi içinde yapma-yaratma ilkesi taşımaz: kimi, sözgelişi bir ev ya da el emeği üretilen bir başka şey başka nesnelerden, dışardan alır 30 bu ilkeyi; kimi ise kendi içinde taşır ama ‘kendi başına’ değil, yani kimi nesneler ilineksel anlamda kendileri için neden olabilir. Demek ki doğa işte bu söylediğimiz. Bu tür bir ilke taşıyan her nesnenin bir doğası var. Bunların hepsi de birer töz. Çünkü hepsi bir taşıyıcıdır, doğa da her za­ man bir taşıyıcı içinde bulunur. Hem bunlar ‘doğaya göre’ olan nesneler­ dir hem de bunlarda ‘kendi başına’ bulunan özellikler: sözgelişi alev için 35 yükselmek; nitekim alevin yükselmesi bir doğa değil, bir doğası da yok ama ‘doğa gereği’, ‘doğaya göre’. Demek ki doğa ne, ‘doğa gereği’, ‘doğaya 19

FİZİK 2

53

göre’ olan ne, bunu söyledik. Doğanın varolduğunu kanıdamaya çalış­ mak gülünç bir şey, çünkü bu tür varolan pek çok nesne var, bu açık. Açık olmayan şeyler aracılığıyla açık şeyleri kanıdamak ise kendisi aracılı- 5 ğıyla bilinir olanla kendisi aracılığıyla bilinir olmayanı birbirinden ayıramayan birinin işi (bunun olası olması görülmeyecek bir şey değil: nite­ kim doğuştan kör biri renkler üzerine uslamlama yapabilir). Dolayısıyla şu zorunlu: böyle kişiler sözcükler, adlar üzerine konuşurlar ama hiçbir şey kavramazlar. Bazı düşünürlere göre doğa ve doğa gereği varolan nesnelerin tözü herbir nesne için o nesnenin ilk olarak içkin olduğu, biçimden bağımsız 1 olarak kendi başına varolan şey: yani bir sedirin doğası tahta, bir heykelinki ise bronz. Bunu göstermek için Antiphon şunu ileri sürüyor: bir se­ dir toprağa gömülse ve çürümenin bir şey üretecek gücü olsa, oluşacak şey bir sedir değil, bir tahtadır; çünkü [sedir] ilineksel olarak yani [insan] 1 yeteneğine ve sanata bağlı, tahtada içkindir, ama töz bunlar sözkonusu olurken sürekli kalan şeydir [diyor]. Bu tür nesnelerin herbirinin bir baş­ ka şeyle ilgisi aynı böyle olsa (yani bronz ile alanın su ile ilgisi, kemik ile tahtanın toprakla ilgisi, öteki nesnelerden biri de öyle), [ilgili oldukları] o nesne bu nesnelerin doğası ve tözü olur. Bunun için kimi, varolanların doğası, özü ateş diyor, kimi toprak, kimi hava, kimi su, kimi bunlardan bazılan, kimi de bütün bunlar diyor. Nitekim bunların içinde -ister tek ister daha çok olsun- böyle bir şeyi kabul eden biri “bunun ve bu kadarı­ nın tözün tümü olduğunu, öteki herşeyin ise bunların durumları, özellik­ leri, ilişkileri olduğunu” öne sürüyor; “bunlardan biri başsız-sonsuz (çün­ kü bunlann kendilerinden değişik olması olanaksız), ötekilerse sonsuz bir oluş-yokoluş içinde” diyor demektir. İmdi bir tarzda doğadan kastedilen şu: kendilerinde devinim

FİZİK 2

55

vr değişme ilkesi olan nesnelerin herbirinin ilk taşıyıcı maddesi. Bir baş­ ka tarzda da şu: şekil ve kavrama karşılık gelen biçim. Nasıl sanattan kas- 30 tcdilen ‘sanata göre olan’ ile ‘sanat ürünü olan’ ise, aynı biçimde doğa­ dan kastedilen de ‘doğaya göre olan’ ile ‘doğa ürünü olan’dır. Ama ilk durumda bir şey yalnızca olanak halinde bir sedirse, sedir biçimini he­ nüz taşımıyorsa onun sanata göre olduğunu ve sanat ürünü olduğunu

35

söyleyemeyiz; doğaya göre olan nesnelerde de bu böyle: olanak halindeki ı-l ya da kemik, et ya da kemiğin ne olduğunu ona göre belirlediğimiz kavrama karşılık gelen biçimi almadan önce [kavrama göre biçimi], he- 19 m'iz kendi doğasına sahip değildir, ‘doğaya göre’ de değildir. Dolayısıyla lıir anlamda doğa, kendilerinde devinim ilkesi taşıyan nesnelerin şekli (morphe) ve biçimi (eidos): bu da ayrı-başına bir şey değil, ancak kavram­ ca ayrılan bir şey. (Bunlardan [madde ile şekilden] oluşan ise, sözgelişi

5

lıir insan, bir doğa değildir, ‘doğaya göre’dir.) Maddeden çok da [şekil] bir doğadır, çünkü herbir nesneye olanak halinde olduğu zamandan çok gerçeklik halinde olduğu zaman [o nesnej denir. Öte yandan bir insan­ dan bir insan olur ama bir sedirden bir sedir olmaz. Bunun için de [Antiphon] diyor ki, dış görünüm (skhema) değil, tahtadır doğa olan, çünkü 1 ' lıir sedir ekilse de ürün verse bir sedir değil, tahta olur. Demek ki madde bir doğa ise şekil (morphe) de bir doğa , çünkü bir insandan bir insan olur. Öte yandan doğa oluş anlamında alındıkta doğaya yönelik yoldur; nitekim buradaki durum tedavideki gibi değil, biz tedavi sananna (hekim­ liğe) giden yola değil, sağlığa giden yola “tedavi” deriz. Çünkü tedavinin tedavi sanatına doğru gitmesi değil, tedavi sanatından gelmesi zorunlu. Oysa iki anlamdaki doğanın birbiriyle ilgisi bu biçimde değil: doğal olan 1 şey doğal olduğu için bir şeyden bir şeye doğru. Öyleyse nedir doğal olan şey?- Doğan şeyin ondan kaynaklandığı değil, ona yönelik olduğu şey. Demek ki şekil bir doğa. Ama şekil ile doğanın iki anlamı var: çünkü yoksunluk da bir anlamda bir biçimdir. Ama yoksunluk acaba mudak anlamdaki oluş ile ilgili bir karşıt mı, yoksa bu böyle değil mi, bunu da- . ha sonra araştırmamız gerekiyor.

FİZİK 2 2

57

Madem doğanın kaç anlamda kullanıldığını belirledik, bundan

sonra matematikçinin fizikçiden ne bakımdan farklı olduğuna bakmak l'rrekiyor (nitekim fiziksel nesnelerde de matematikçinin üzerinde çalıştı­ ğı yüzey, hacim, uzunluk ve noktalar sözkonusu). Yine gökbilimi doğabi- 25 liminden farklı mı yoksa onun bir bölümü mü, bunu da incelemeli. Ni­ tekim güneşin ya da ayın ne olduğunu bilmek doğabilimcinin görevi ise bunların özelliklerini bilmemesi tutarsız olur. Üstelik doğa ile ayın ve gü­ neşin biçimi üzerine konuşanlar, acaba yeryüzü ve evren küre biçiminde 30 mi, değil mi, bunu da açıkça söylüyorlar. Matematikçi de bunlar üzerine çalışır ama onun çalışması herbir nesne doğal bir cismin sınırı olduğu için değil. Yine ilinekleri de böyle nesnelerin ilinekleri olarak incelemez o. Bunun için o soyudayarak çalışır, nitekim düşünme ile devinimden ayrılabilen, soyudanabilen nesneler var. Bunda da bir tehlike yok, nesne­ leri soyudayanlar yanlışa düşer demek de değil bu. Ideaların olduğunu 35 savunanlar da bunu yapıyorlar ama bilinçsizce, çünkü onlar matematik­ sel nesnelerden daha az soyutlanabilir olan fiziksel nesneleri soyudamaya 19 kalkıyorlar. Ne ki bunların herbirinin, yani nesnelerin kendilerinin ve ilineklerinin tanımı verilmeye çalışılsa, bu, [fiziksel nesnelerin matema­ tiksel nesneler gibi soyudanamayacağı] açıklığa kavuşabilir. Nitekim tek ile çift, doğru ile eğri; yine sayı, çizgi, dış görünüm deviniminden bağım­ sız olacaktır, oysa et, kemik, insan böyle değil. Ama bunlardan da ‘bu- 5 run’dan “eğri” diye değil, “basık” diye sözedilmesi gibi sözedilebilir. Op­ tik, müzik, gökbilimi gibi fiziksel nesnelere daha yakın olan matematik bilimlerde de bu açık: çünkü bunlarda geometrinin tersi bir tarz var: geo­ metri fiziksel bir çizgi üzerinde fiziksel anlamda çalışmaz; oysa optik, ma- İC tematik çizgi üzerine matematiksel anlamda değil, fiziksel anlamda çalışır. Madem doğa iki anlamda, hem biçim hem de madde, buna

FİZİK 2

59

V linklimin ne olduğunu incelermiş gibi bakalım; yani bu tür nesneler ne maddeden bağımsız ne de salt maddeye göre. Nitekim doğa iki yanlı ol- 15 ılıi):mıa göre, hangisi üzerine çalışmak doğabilimcinin işi, bu konuda bir ’miiiih olsa gerek. Yoksa [doğabilimci] herikisinden oluşan şey üzerine mi çalışmalı? Ama herikisinden oluşan şey üzerine çalışacaksa bunlann herI>lı İni de incelemeli. Acaba bunlann herbirini bilmek aynı bilimin mi yı >Usn farklı bilimlerin mi işi? Eski düşünürlere bakıldığında [doğabilimı ll ıııadde üzerine çalışırmış gibi görünüyor (Empedokles ile Demokritos 20 lıiı azcık ‘biçim’ ile ‘nelik’ (to ti en einai)e yaklaştılar). Sanat doğayı taklit ediyorsa, biçim ile maddeyi bir yere değin bilmek de aynı bilimin işiyse ('.özgelisi sağlık ile onlarda sağlığın sözkonusu olduğu safra ile balgamı lıilıuek bir hekimin işidir, aynı şekilde bir evin biçimini ve maddesiniiıı/jla ya da tahtayı- bilmek bir mimarın işidir, öteki mesleklerde de bu 25 Iıı iyle) doğabilimine düşen de heriki doğayı bilmek olsa gerek. Yine erekm'I nedeni (to hou heneka), amacı (telos) ve bunlar için olan nice şey var­ sa

bunlan bilmek de aynı bilimin işi. Doğa bir amaç, bir ereksel neden­

dir (çünkü kendilerinde sürekli devinim olan nesnelerin bir amacı var, İşle bu son nokta aynı zamanda ereksel neden. Bunun için Ozan’m8 “so- 30 m ma kavuştu, zaten bu son için doğmuştu” demesi gülünç. Çünkü en son nokta değil, en iyi nokta amaç olsa gerek. Sanadar da kimi mudak anlamda, kimi de kullanılmak üzere maddeyi işlediğine göre ve biz de Itunları sanki bizim için yapılmış gibi kullandığımıza göre (nitekim biz de I ıı r anlamda amaçız: ereksel neden iki anlamlı; Felsefe Üzerine’d e bun- 35 dan sözettik), maddeyi yöneten ve maddeyi bilen iki sanat var: biri onu kullanan, öteki ise yapıcı-yaraücı olana özgü temelkurucu (arkhitektonike) 19 olan. Bunun için kullanan da bir anlamda temelkurucu olan, ama ayı­ rım şurada: biri, temelkurucu olan biçim üzerinde yetkin; öteki, yapıcı-yarafıcı olarak madde üzerinde. Nitekim dümenci dümenin biçiminin nasıl olması gerektiğini bilir ve onu deneder; dümeni yapan ise onun hangi 5

FİZİK 2

61

ağaçtan ve ne tür devinim-değişmeyle (kinesis) olacağım bilir. Demek ki sanada ilgili konularda maddeyi eser için yapan biziz, oysa doğal nesne­ lerde madde zaten içkin olarak var. Öte yandan madde göreli olanlar­ dan, çünkü her biçim için bir başka madde gerekiyor. Öyleyse doğabilimci bir nesnenin biçimini ve ‘nedir’ini ne denli bil­ meli? Acaba hekimin siniri, heykeltraşm bronzu bilmesi gibi, herbir nes- IC neyi ereksel nedenine kadar mı bilmeli ve biçimce soyudanabilen /ayrıla­ bilen, ama ancak bir madde içinde varolan nesnelerle mi uğraşmalı? Ni­ tekim bir insan insan doğurur ama güneş de. ‘Ayrıbaşma’/ soyudanabi­ len şeyin nasıl olduğunu ve ne olduğunu belirlemek ise İlk Felsefe’n in 15 işi.9 3

Bunlar belirlendikten sonra ‘nedenler’ (aitia) üzerine araştırma yap­

mamız gerekiyor: neler bunlar ve sayıca ne kadar? Çalışmamız bilmek ama­ cını taşıdığına göre ve herbir nesne konusunda ‘ne için’i (dia ti) kavrama­ dıkça o nesneyi bildiğimizi düşünmediğimize göre (bu ilk, önde gelen nede- 20 ni anlamak demek) şu açık: biz de oluş, yokoluş ve her tür doğal değişme üzerine bunu yapmalıyız ki, onlann ilkelerini bilip araşürdığımız her nesne­ yi bu ilkelere götürmeyi deneyebilelim. İmdi bir anlamda şuna neden adı veriliyor: bir nesnenin onda içkin olup da, ondan oluştuğu şey, sözgelişi bronz, heykelin; gümüş, [gümüş] kadehin nedeni, [bronz ile gümüş] türleri 2' de öyle. Bir başka anlamda ‘biçim’ (eidos) ile ‘ilk örnek’ (paradeigma) ne­ den: bu da bir nesnenin ne olduğunun tanımı (ho logos ho tou ti en einai) ve bunun cinsleri (sözgelişi diapasonun nedeni iki ile birin bağıntısı, genel olarak sayı) ve kavramdaki parçalar. Yine bir başka anlamda neden, değiş­ menin (metabole) ya da durağanlığın ilk başlangıcının kaynağı: sözgelişi W

FİZİK 2

63

rtf’ûl veren birşeyin nedeni, baba da çocuğun. Genel anlamda yapılan şe­ yi yapan ve değiştiren şeyi değiştiren. Yine amaç (telos) da bir neden, bu ereksel nedendir (to hou heneka): sözgelişi gezintiye çıkmanın nedeni .'.ağlık, “ne için gezintiye çıkıyor? -Sağlıklı kalmak amacıyla” diyoruz. Böy­ le deyince de nedeni gösterdiğimizi düşünüyoruz. Ayrıca devindiren bir 35 lıaşka nesneyle amaç arasındaki şeyler de ereksel neden kapsamına giri­ yor: sözgelişi zayıflama, banyo, ilaçlar ya da hekim araçları sağlığın nede- 195 iıi. Nitekim bütün bunlar ‘amaç’ için, ama birbirlerinden şurada ayrılı­ yorlar: kimi eser, kimi araç. Demek ki ‘neden’, yaklaşık bunca anlamda kullanılıyor. ‘Neden’, çok anlamda kullanıldığına göre aynı nesnenin ilineksel olmayan birçok nedeni olması da sözkonusu: sözgelişi bir başka şeyden ötürü değil, hey- 5 kel heykel olarak alındıkta, hem heykeltraşlık sanaü hem de bronz, bir heykelin nedeni: ama neden olma tarzı aynı değil, biri madde olarak ne­ den, öteki devinimin-değişmenin kaynaklandığı şey olarak. Birbirlerinin nedeni olan bazı nesneler de var: sözgelişi çalışma zindeliğin nedeni, zin­ delik de çalışmanın, ama tarz aynı değil: biri amaç olarak, öteki devinim- 10 değişme ilkesi olarak. Aynca karşıdarın nedeni aynı oluyor: varolduğun­ da belli bir nesnenin nedeni olan bir şey, varolmadığında kimi zaman tam karşıtının nedeni görünüyor: sözgelişi dümencinin yokluğu geminin batmasının nedeni, varlığı ise geminin selametinin nedeni. Ne ki şimdi sö­ zünü ettiğimiz nedenlerin tümü dört ana tarzda toplanıyor: nitekim harfler 15 hecelerin, madde araç-gereçlerin, ateş ve bu gibi öğeler cisimlerin; parçalar bütünün, varsayımlar sonuçların nedeni: bütün bunlar ‘birşeyden’ anla­ mında neden. Ama bunlann bir kısmı taşıyıcı olarak neden, sözgelişi par­ çalar; kimi ‘nelik’ olarak, yani hem bütün, hem bileşim hem de biçim ola- 20 rak neden. Oysa tohum, hekim, öğüt veren kişi, ve genel anlamda etkide bulunan nesne, bunlann hepsi değişmenin, durağanlığın ya da devinimin

FİZİK 2

65

ilkesinin kaynağı olarak neden. Kimi de ‘amaç’ ve başka nesnelerin ‘iyi'si olarak neden: nitekim ereksel neden ‘en iyi’ ve ötekilerin amacı ol­ mak demek. ‘İyi’nin kendisi ya da ‘iyi görünen’ diyerek bir ayırım yapıl- 25 ıııamalı. Nedenler bunlar ve türce bu sayıda. Nedenlerin tarzları sayıca çok ama başlıcaları ele alındıkta bunlann sayısı da azalıyor. Nitekim ‘neden’ sözcüğü çok anlamda kullanılıyor ve eşbiçimdekiler kendi içlerinde biri ötekinden önce ya da sonra olabiliyor: sözgelişi sağlığın nedeni hem he- 30 kim hem de belli meslekten olan kişi; ölçününki de hem iki ile birin ora­ nı hem de ‘sayı’ denebilir. Böylece tek tek nesnelerle ilgili olarak da ge­ nel sınıflar. Aynca ilineksel olarak bunların cinsleri de; sözgelişi bir hey­ kelin nedeni bir anlamda Polykleitos’tur, bir anlamda da heykeltraş; çün­ kü heykeltraşın Polykleitos olması ilineksel. Ama genel sınıflar da ilinek­ sel: sözgelişi bir insanın ya da genelde bir canlının bir heykelin nedeni 35 olması. Öte yandan ilineksel belirlenimlerden kimi ötekilerden daha İÇ uzak ya da daha yakın oluyor: sözgelişi heykelin nedeni ‘ak kişi’ ya da ‘eğitimli kişi’ denecek olsa. Bütün bu, hem asıl anlamda hem de ilinek­ sel anlamda söylenenler içinde kimi olanak olarak kimi de etkinlik ola­ rak söyleniyor. Sözgelişi bir mimar ya da inşa etmekte olan bir mimar, 5 ev inşa etmenin nedeni olur. Nesnelerin asıl nedenleri olarak söyledikle­ rimiz için de aynı biçimde söylenecek: sözgelişi şu belli heykelin, bir hey­ kelin, ya da genelde bir imgenin; şu bronzun, bronzun ya da genelde maddenin. İlineklerle ilgili olarak da bu böyle. Ayrıca hem tek hem de lı bileşik nesne birlikte neden olarak söylenecektir: sözgelişi ne Polykleitos ne de heykeltraş, ama ‘heykeltraş Polykleitos’tur neden. Gerçi bütün bunlar sayıca altı, ama iki biçimde söyleniyorlar: nitekim tek nesne, cins,

FİZİK 2

67

ilinek, ayırım, bileşik ya da yalın olarak söyleniyorlar ama hepsi de ya et­ kinlik olarak ya da olanak olarak. Fark şurada: etkin olan nedenler ve >5 u-k tek nesneler nedenleri oldukları nesnelerle eş zamanlı varoluyor; on­ lar olmazsa nedenler de olmuyor: sözgelişi şu tedavi eden kişi şu tedavi ıilanla, şu inşaatçı şu inşa edilenle [eş zamanlı], ama olanak halindeki ne­ denler her zaman eş zamanlı olmuyor: nitekim ev ile mimar aynı anda 20 yokolmuyor. Ne ki her zaman her nesnenin en uç nedenini araştırmak gerekiyor: dpkı öteki nesnelerdeki gibi (sözgelişi bir insan, bir mimar olduğu için inşa eder, 'ama mimar mimarlık sanatına göre. Dolayısıyla bu sonuncu daha önce gelen nedendir; bütün nesnelerle ilgili olarak da bu böyle). Yi­ ne cinsler cinslerin, tek tek nesneler tek tek nesnelerin nedeni (sözgelişi 25 heykeltraş heykelin, şu heykeltraş şu heykelin nedeni). Olanak halindeki nesneler olanak halindeki nesnelerin, etkinlik halindeki nesneler etkin­ lik halindeki nesnelerin nedeni. Demek kaç neden var, bunların neden olma tarzlan ne, bunu yeterince belirlemiş olduk. 4

30

Talih ile rasdantı da nedenler olarak söyleniyor ve pek çok nes­

nenin talih veya rasdantıyla olduğu ya da oluştuğu belirtiliyor. Demek ta­ lih ile rasdantı bu nedenler arasında ne tarzda sayılabilir; acaba talih ile rasdantı aynı şey mi, yoksa farklı şeyler mi; genel anlamda talih ve rast- 35 lantı ne, işte bunları araştırmak gerekiyor. Nitekim talih ile rasdantı aca­ ba var mı, yok mu diye soranlar var. Bunlar şöyle diyor: hiçbir şey talih- 19ı le olmaz, şans eseri ya da rasdantı ile oluştuğu söylenen bütün nesnele­ rin belli bir nedeni vardır: sözgelişi biri şans eseri çarşıya çıkar ve orada karşılaşmak istediği ama beklemediği birine rasdarsa, bunun nedeni çarşıya çıkan kişinin alışveriş yapmak istemesidir. Benzeri biçimde rast- 5 lantı ile olduğu söylenen öteki durumlarda da bir rasdantının değil, belli bir nedenin olduğu ileri sürülüyor: çünkü talih diye birşey var idiyse, bunu gerçeklik olarak almak tutarsız olurdu ve şu sorulurdu:

FİZİK 2

69

mi illin niçin eski bilgelerden hiçbiri oluş ve yokoluş nedenlerinden sözeılrrken talih diye birşeyi belirlemedi? Demek onlar da hiçbir şeyin talih ı sı-ri olduğuna inanmıyorlardı, bu çıkıyor. Ne ki şu da şaşırtıcı: talihi 10 y;nIşıyan eski görüşe uygun olarak, oluşan nesnelerin herbirinin bir neılı-ııe bağlanmasının olanaklı olduğunu bilmez değilsek bile, talih eseri vı- rasdantıyla oluşan ve varolan birçok nesne var. Yine de bazı şeylerin i;ılih eseri olduğunu, bazılarının ise talih eseri olmadığını söylüyorlar. 15 lUınun için bir biçimde bunu kendilerine sorun etmiş olsalar gerek. Ama onlar talihi D O ST L U K ya da KİN, U S, ‘ateş’ ya da bu tür bir şey l'itıi görmüyorlardı. Acaba onlar talih diye bir şey yok diye mi düşünüyrlardı, yoksa onun varlığına inandıklan halde bir yana mı bırakıyorlar­ dı, bu anlaşılmıyor. Üstelik [talih] diye bir şeyden sözediyorlardi: sözgeli­ şi Empedokles havanın yukarılarda bulunmasının her zaman sözkonusu _v olmadığını, bir biçimde bunun talihe bağlı olduğunu söylüyor. Evrenin ( Oluşumu’nda şöyle diyor: “O zaman hava bu biçimde yükseldi ama çok kez de başka biçimde”10 Hayvanlann organlannm rasdantı sonucu oluş­ tuğunu da ileri sürüyor. Kimileri de var ki, bunlar şu gökyüzü ile bütün evrenin nedeni rast­ lantı, herşeyi karıştırıp şimdiki düzene sokan sarmal rasdantı ile oluştu di- 2 yor. Şu da şaşırtıcı bir şey: hem hayvanlarla bitkilerin talih eseri olmadığını ve oluşmadığını; ya bir doğanın ya U S ’un ya da böyle başka bir şeyin ne­ den olduğunu söylüyorlar (çünkü, herbir tohumdan rastgele birşey oluşmu­ yor, belli bir tohumdan zeytin ağacı, belli birinden insan oluşuyor) hem de gökyüzü ve görünenler içinde en tannsal olan nesnelerin rasdantı ile oluştu­ ğunu, bunlann nedeninin hayvanlannki, bitkilerinki gibi bir neden

FİZİK 2

71

olmadığını ileri sürüyorlar. Bu böyle olsa bile bu konu araştırmaya değer 3! ve üzerinde konuşmak yerinde olur. Bütün bu söylenenlerin bunların 1' ötesinde akıl almaz yanları var ama en tutarsızı, gökyüzünde hiçbir şeyin rastgele oluşmadığını görenlerin, talih eseri olmayanlar içinde pekçok şe­ yin talih eseri olmasının sözkonusu olduğunu söylemeleri. Açıkça tam karşıunın olması gerekirdi. Yine bazdan var, bunlara göre talih bir neden, ama tanrısal ve çok 5 gizemli bir şey olduğundan insan düşüncesince bilinemez. Dolayısıyla ta­ lih ile rastlantı ne, aynı şey mi yoksa farklı şeyler mi ve ne anlamda ne­ den olarak belirlenen şeyler arasına sokuluyor, bunları incelemek gereki­ yor. 5

İmdi herşeyden önce kimi nesnelerin her zaman ‘öyle’ oluşt

ğunu kimi nesnelerinse çoğu kez ‘öyle’ oluştuğunu gördüğümüze göre şu açık: bunların hiçbirinin, yani ne zorunlu ve her zaman öyle olan bir nesnenin ne de çoğu kez öyle olan bir nesnenin nedeni talihtir, ta­ lihe bağlıdır, denir. Ama değil mi ki, bunların dışında da oluşan nes­ neler var ve herkes bunların talihe bağlı olduğunu söylüyor, talih ve rastlantı diye bir şey var, bu açık. Nitekim böyle nesnelerin talihe bağlı ] olduğunu ve talihe bağlı olan nesnelerin böyle olduğunu biliyoruz. Ama oluşan nesnelerin kim inin bir ‘ne için’i (bir ereği) var, kimininse yok (bunlardan ilki tercihe bağlı değil ama herikisi de ‘birşey için’ (bir ereksel nedeni) olan nesneler içinde), dolayısıyla şu açık: zorunlu olan ve çoğu kez öyle olan dışındaki nesneler içinde bazıları var ki, bunların : da ‘birşey için’ olması [bir ereksel nedeninin olması] olası. Hem dü­ şünce tarafından hem de doğa tarafından yapılmış olan herşey ‘bir şey için’ (bir amaç için)dir. Demek ki böyle nesneler ilineksel olarak oluş­ tuğunda, onların talihe bağlı olarak oluştuğunu söylüyoruz (nasıl kimi

FİZİK 2 iK '.sn e

73

‘kendinde’, ‘kendi başma’, kimi nesne ise ‘ilineksel olarak’ varsa,

25

inileninin de böyle olması olası. Sözgelişi ev için ‘kendi başına’ neden ‘mimar’, ilineksel neden ise [bu mimarın] ak ya da eğitimli olması. De­ mek ki, kendinde neden belirli, ilineksel neden ise belirsiz, çünkü tek nesne için sayısız şey ilinek olabilir). Öyleyse dediğimiz gibi ‘birşey için’

30

ulun nesnelerde bu sözkonusu olduğunda, o zaman “rasdanüyla”, “talihe bağlı olarak” deniyor (bunların birbirinden farkını ilerde belirlememiz gerekiyor, şimdilik şu açık: herikisi de ‘birşey için’ olan nesnelerde). Söz­ gelişi biri bilseydi kendine borcu olan birinden parasını almak için belli bir yere gidebilirdi. Oysa o bunun için gitmemiştir, rastgele gitmiştir ve

35

‘parasını almak için’ gitmiş olmuştur. Bu, oraya ne çoğu kez gittiği için olmuştur ne zorunlu olarak ne de [her zaman] gittiği için. Amaç, yani pa-

197a

ranın alınması ise, gerçi ‘kendinde neden’ sayılmaz ama yine de tercih edilen ve düşünceye bağlı olan nedenler içinde. İşte o zaman “şans ese­ li” gittiği söylenir; ama tercih ederek ve onun için sık sık oraya giderse şans eseri denmez. Demek şu açık: talih, ‘birşey için’, tercihe göre olan

5

nesnelerde ilineksel bir neden. Bunun için düşünce ve talih aynı şeyle il­ gili, nitekim tercih düşünceden bağımsız değil. O

halde talihe bağlı olarak oluşan nesnelerin nedenlerinin belirsiz ol­

ması zorunlu. Bunun için talihin belirsiz ve insan için bilinmez olduğu da düşünülüyor, hiçbir şeyin talih eseri oluşmadığı da düşünülüyor. Bütün 10 bunlar yerinde, akla uygun görüşler. Talihe bağlı oluşma olanaklı, çünkü ilineksel anlamda oluşma var, talih de ilineksel anlamda bir neden, mudak anlamda hiçbir şeyin nedeni değil: sözgelişi bir evin nedeni mimardır ama

FİZİK 2

75

ilineksel anlamda [bu mimar] flütçü de olabilir: yine bir yere giden biri 15 parasını alabilir, oysa oraya bunun için gitmemiştir, [oraya gitmesinin] sayısız nedeni olabilir: birini görmek istemiştir, davacıdır, davalıdır ya da sırt gezmeye gitmiştir. Talihin akla aykırı bir şey olduğu görüşü de yerin­ de, çünkü akıl ya her zaman olanlarla ya da çoğu kez olanlarla ilgili, oysa lalih bunların dışında oluşan nesnelerle. Dolayısıyla böyle nedenler be- 20 lirsiz olduğu için talih de belirsiz bir şey. Yine de bazı durumlarda acaba lalihin de rastgele nedenleri olabilir mi diye sorulabilir: sözgelişi sağlığın nedeni nefes açma ya da güneş banyosu; saç kestirmek değil. Çünkü ilinekel anlamdaki nedenlerden bazıları ötekilerden daha yakın nedenler. Yine iyi bir şey sözkonusuysa talihe “iyi” kötü bir şey sözkonusuysa “kö- 25 lü” denir. Bunlar önemli derecede olduğu zaman da “şanslılık”, “şanssız­ lık”. Bunun için kıl payı önemli bir iyi ya da kötü sonuç çıkması şanssız­ lık ya da şanslılıktır, çünkü düşüncede bu sanki gerçekleşmiş gibidir, ni­ tekim ‘kıl payı’ olacak şey gerçekten olmuş gibi düşünülür. Ayrıca şanslı­ lığın sağlam olmaması da akla uygun, çünkü talih ‘sağlam’ değil: talihe 30 bağlı şeylerden hiçbiri ne her zaman olur ne de sık sık, bu olanaksız. De­ mek ki, dediğimiz gibi herikisi de, hem talih hem rasdanu mudak an­ lamda ya da sık sık olması olası olmayan nesnelerde ilineksel anlamda neden. Ama bunların da hepsi ‘bir şey için’ olabiliyor. 6

35

[Talih ile rasdantı] arasındaki ayırım şu: rasdantının kapsamı

daha geniş. T alih eseri olan her şey rasdantısal da, ama rastlantısal olan her şey talih eseri değil. Çünkü talih ile talih eseri olan şey şans- 197t lı olm anın ve genelde bir eylemin

sözkonusu olduğu olaylarla

FİZİK 2

77

ilgili. Bunun için talihin de eylemlerle ilgili olması zorunlu (kanıtı da şu: '.misli olmak mutlulukla ya aynı şey ya da ona yakın düşünülüyor, mutlu­ luk ise bir eylem, iyi bir eylem). Dolayısıyla eylemenin olası olmadığı şey- 5 İmle talih eseri bir şey yapmak da beklenmez. Bunun için de cansız hiç­ im- şey, hayvan, hiçbir çocuk talihli eylemde bulunamaz, çünkü tercih yk bunlarda. Bunlarda talihli olma da talihsiz olma da sözkonusu değil; meğer ki, üpkı Protarkhos’un “kendilerinden sunak yapılan taşlar talihli, 10 ı, ı'inkü saygı görüyorlar, oysa onların ‘akrabaları’ ayaklar akında” demesi i;ibi bir benzetme yapıla. Ama talih eseri bir şeye uğramak, eylemde bulu­ nan, onlarla ilgili bir şeyi şans eseri yapnğında bunlar için de sözkonusu, başkaca bu olanaksız. Oysa rastlantı hem öteki canlılar için hem de pek çok cansız cisim için söz konusu. Sözgelimi at, bir yere gidip kendini kurtardığı için “rastlantı sonucu gitti” deriz, o kendini kurtarmak için git- 15 memiştir. Sandalye de rastgele oturulacak durumda kalmıştır, oturulmak için dumyordur ama, ‘oturulmak için’ oturulacak durumda kalmış değil­ dir. Dolayısıyla şu çıkıyor: mutlak anlamda ‘bir şey için’ olup da nedeni d işarda olan nesnelerde, o oluşan şey amaç tutulmaksızın oluşma sözkoııusu olunca, “rastlantı sonucu” diyoruz. ‘Talih eseri’nden ise, rastlantı 20 sonucu olmalarına karşın, tercih sahibi olanlarca tercih edilebilecek şey­ lerle ilgili olarak sözediyoruz. ‘Boşuna’11 sözcüğü de bunun göstergesi: bu sözcük, bir başka şey yüzünden o amaç gerçekleşmediği zaman kullanılır. Hazmetmek için gezmeğe çıkılmıştır, ama bu olmazsa, “boşuna gezmeğe çıktı”, “gezinti boşuna” deriz; çünkü ‘boşuna’ sözcüğü, doğal olarak bir 25 başka şey için varolan, sonra kendi varlığının ve doğasının amacı gerçek­ leşmediğinde kullanılan bir sözcük. Bunun için, biri boşuna yıkandığını, çünkü güneş çıkmadığını söylerse bu gülünç; çünkü yıkanma ‘güneş çık­ ması için’ değil. Demek ‘rastlantı’, adına uygun olarak, olay ‘kendi başı­ na’ boşuna olduğunda kullanılır. Öyleyse taş rastlantı eseri düşmüştür, 30

FİZİK 2

79

ı,ılııkı'i biri taralından, birini vurmak için atılmış olabilirdi. Rasdantı ile talihe bağlı olan şeyin en büyük ayrılığı doğa gereği olu■..ııı nesnelerde: bir şey doğaya aykırı oluştuğu zaman “talihe bağlı olaısile” değil, daha çok “rasdantısal olarak oluştu” deriz. Ama yine şu da 35 vur: birinin [rasdantı ile olanın] nedeni dışarda, ötekinin [doğal oluşmaıııııl nedeni kendi içinde. İmdi rasdantı ne, talih ne, birbirlerinden farkları ne, bunları söyle- 198a ıııİş olduk. Neden olma tarzlarına gelince: herikisi de devinim ilkesinin l' iıynağı olan nedenler içinde, çünkü her zaman ya doğa gereği olan ya d:ı düşünmeye bağlı nedenlerden birini oluşturuyorlar. Ne ki bunların •.nyısı belirsiz. Rasdantı ile talih, nedeni us ya da doğa olabilecek -bunla- 5 ıııı kendilerinden ilineksel anlamda bir neden oluştuğu zaman- şeylerin ııi'denleri olduğuna göre ve ilineksel olan hiçbirşey ‘kendinde’, ‘kendi kışına’ olandan önce gelmediğine göre şu açık: ilineksel neden de ‘kendi I «ışına’, ‘kendinde’ nedenden önce gelmez. Demek rasdantı ile talih, us lir doğadan sonra gelir. Dolayısıyla gökyüzü düzeninin en büyük nedeni 10 rasdantı bile olsa, usun ve doğanın, hem pek çok başka nesne için hem ı Io bütün bu evren için rasdantıdan önce gelen bir neden olması zorun­ lu. 7

N edenler var, sayıca da dediğimiz kadar, bu açık. Çünkü

luınca sayıda ‘ne için?’ sorusunu içermiş bulunuyor. Nitekim ‘ne 15 için?’ sorusu, sonunda ya ‘nedir?’ sorusuna indirgeniyor - bu devi­ nimden bağımsız nesnelerde böyle (sözgelişi matematik bilim lerde: nitekim [niçin?], doğrunun, sim etrinin ya b ir başka şeyin tanım ına indirgenir

sonunda);

ya

ilk

devindiriciye

indirgenir

(sözgelişi

FİZİK 2

81

nlı,İn savaştılar?’ - ‘çünkü saldırıya uğradılar’); yine [niçin], ‘ne amaçla?’ 20 n i i i i m i (egemenlik kurmak amacıyla) ya da oluşan nesnelerde madde.12 imdi nedenlerin bunlar olduğu, bu kadar neden olduğu açık. Ne•lı nlcr dört tane olduğuna göre doğabilimcisine düşen bunların hepsi ıı.-rıme bilgi edinmek: ‘ne için?’i bütün bunlara indirgerse; yani madde­ yi , Itiçime, devindiriciye ve ereksel nedene indirgerse doğaya uygun olaınlv açıklama yapmış olacaktır. Ama çoğu kez üçü tek bir nedene indirge­ niyor: ‘nedir?’ ile ‘ereksel neden’ tek şey, ilk devinim kaynağı da bunlarla 25 I•!«,itnce aynı şey, nitekim bir insandan bir insan doğar. Genelde, devi­ ni 11 de devindiren bütün nesnelerde bu böyle (böyle olmayan bütün nes­ nelerle de doğabilimcinin işi yok, çünkü bu nesneler kendilerinde devin­ me iaşıdıldan halde ya da devinim ilkesine sahip oldukları halde devin­ miyor değiller, devinmez olduklarından. Bundan ötürü yapılacak üç araş­ ın ma var: devinmeyenler üzerine, devinen-değişen ama yokolmayanlar JO ıi/erine, yokolanlar üzerine). Dolayısıyla ‘ne için?’ hem maddeye, hem nedir’e (kavrama) hem de ilk devindiriciye bakarak açıklanabilir. Nitekim nlı ış üzerine araştırma özellikle şu tarzda yapılır; ‘ne, n ed en sonra oluşu­ yor?’, ‘ilk etkileyen ya da etkilenen ne?’; bu böyle devam eder. Demek 35 doğal devinim ilkeleri iki tane, bunlardan biri de doğabılimiyle ilgili del'il, çünkü devinim ilkesini kendi içinde taşımıyor. Devindirilmediği hal- 198b de devinen nesne bu tür bir şey: tıpkı tümüyle ‘devinimsiz olan’, herşeyiıı ‘ilk devindirici’si, ‘nedir? (ti estin)’ ve ‘şekil (morphe)’ gibi: nitekim İm zaten amaç ve ereksel neden. Dolayısıyla doğa ‘birşey için’ olduğuna /: olanak bulunabilir. Nitekim herşey, ya kendisi bir ilke ya da bir ilkeye bağlı; ‘sonsuz’ ise bir ilke-başlangıç taşıyamaz, çünkü bu onun sınırı olurdu. Yine oluşmayan, yokolmayan bir şey; çünkü kendisi bir ilke; olu­ şanın bir sonu olması zorunlu, her yokolmada da bir son var. Bunun 10 için dediğimiz gibi onun başlangıcı yok, tersine o öteki nesnelerin baş­ langıcı olarak görünüyor, “herşeyi çepeçevre sarıp herşeyi yönetiyor”21: tıpkı, U S ya da D OSTLU K-KİN gibi, sonsuzluk dışında başka nedenler kabul etmeyenlerin dediği gibi. Sonsuzluk tanrısal bir şey de olsa gerek, çünkü Anaksimandros ile çoğu doğabilimcisinin dediği gibi ölümsüz, or­ tadan kalkmayan bir şey.

IS

Düşünürlerdeki “sonsuz bir şey var” inancı şu beş konudan kaynaklansa gerek: [1 ] Zam andan (nitekim o sonsuz); [2 ] büyüklük­ lerdeki bölünm eden (nitekim m atem atikçiler de “sonsuz” kavramı­ nı kullanıyor). [3 ] A ncak ‘sonsuz’, oluşan nesn en in ondan ayrıldığı şey

ise,

ancak

bu

biçim de

oluşun

ve

yokoluşun

ortadan

FİZİK 3

111

!■i i l kınayacağı olgusundan. [4 ] ‘Sınırlı olan’ın hep bir sona varması, dola- v yr.ıyla bir nesne hep bir başka nesne için zorunlu olarak bir sınır olsa lılı,bir sınırın olmaması zorunlu olur [görüşlünden. [5 ] Herkes için ortak 'unun oluşturan en önemli, en başta geleni şu: düşüncede sınır olmadı­ kından; sayı, matematiksel nicelikler ve gökyüzünün ötesi sonsuz görünüyı ir. Ne ki ‘ötesi’ sonsuz olsa cisim de dünyalar da sonsuz görünür, çünİl) bir yerdeki boşluk başka bir yerdekinden niye çok olsun? Dolayısıyla l'ülle [mekan-uzay] bir yerde ise o her yerdedir de. ‘Boşluk’ ve ‘sonsuz lılı yer’ olsa cismin de (evren küdesinin de) sonsuz olması zorunlu olur, ı, ııııkü öteki nesnelerde olası olmakla varolmak arasında hiç fark yok. Öte yandan ‘sonsuzluk’ üzerine düşünme, içinde bir sorun taşıyor: lıı-m sonsuzluğun varolmadığını kabul edenler için birçok olanaksız şey nızkonusu oluyor hem de sonsuzluğun varolduğunu kabul edenler için. Ayrıca acaba ‘sonsuz’ nasıl konacak? Bir töz olarak mı, yoksa kendi başın,ı herhangi bir doğa için bir ilinek olarak mı? Ya da hiçbiri değil; yine ılr sonsuz bir şey ya da sayıca sonsuz şeyler hiç de yok değil mi? Ne ki ılı ırabilimcisinin en çok araştıracağı şey duyulur sonsuz bir büyüklüğün 204a «1111p olmadığı. İmdi ilkin ‘sonsuz’un kaç anlamda kullanıldığı belirlen­ meli: bir anlamda, doğal olarak baştan-sona gidilecek bir şey olmadığı lı in baştan-sona gidilemeyen şeye ‘sonsuz’ denir: tıpkı sesin görülememe•,i gibi. Bir başka anlamda, sonu olmayan bir yolu içinde taşıyan şey ya ila sanki doğaca bir yolu varmış gibi olan, ama bir yolu ya da sının olma- 5 y:m şey. Bir de herşey ya ekleme ya bölme ya da herikisi açısından son­ suz. 5

İm di ‘ sonsuz’un duyulanlardan ayrılmış olm ası, kendi bası­

lı;! varolan bir şey olm ası olanak lı değil. Çünkü sonsuz, ne bir bü­ yüklük ne sayısal bir çokluk ise, ilinek değil kendi başına töz ise bö- 10 lı'inmez olacaktır (çünkü ‘b ö lü n eb ilir olan ’ ya bir büyüklük ya da bir çokluktur). N e ki böyle b ir şeyse sonsuz değil, meğer ki görül­ meyen ses gibi ola. A m a sonsuzluğun olduğunu savunanlar bu

FİZİK 3

113

I'içimde olduğunu ileri sürmüyorlar, biz d e onu böyle değil, tüketilemeyceek bir şey olarak inceliyoruz. Yine ‘sonsuz’, bir ilinekse sonsuz olduğu 15 iı, iıı varolanların bir öğesi olamaz: nasıl ki ses görünmese bile konuşma­ nın bir öğesi görünmez değil. Ayrıca sonsuzluğun kendi başına bir duy­ gulanımı olduğu sayı ile büyüklük bile sonsuz değilse ‘sonsuz’un kendinı le bir şey olması nasıl olası olur? Üstelik on u n sayıdan ve büyüklükten ilaha az ‘kendinde nesne’ olması zorunlu. Ama şu açık: ‘sonsuz’un et- 2( kinlik halindeki bir şey olarak, töz olarak, ilke olarak varolması olası de­ ğil. Nitekim o bölünür bir şeyse ondan alman herhangi bir şey sonsuz olacak (‘sonsuz’, bir taşıyıcıya yüklenmiyorsa, bir töz ise ‘sonsuz olmak’ ile ‘sonsuz’ aynıdır), dolayısıyla o ya bölünmez ya da sonsuza bölünür. Ama pek çok sonsuz nesnenin aynı şey olması olanaksız (havanın bir 2 parçasının yine hava olması gibi; ‘sonsuz’ bir töz ve bir ilke olsa sonsu­ zun bir parçası da sonsuz olur). Demek ‘sonsuz’ parçalanamaz, bölüne­ mez. Ne ki, gerçeklik halinde olan bir nesnenin sonsuz olması olanaksız, çünkü onun bir nicelik olması zorunlu. O halde ‘sonsuz’, ilineksel ola­ rak bulunuyor! Ama böyle olsa ona değil, tersine onun ilinek olduğu o nesneye, yani ‘hava'ya ya da ‘çift’e ilke adı verilmesi olası, denen bu. D o­ layısıyla Pythagorascılarm dediği şeyi savunanlar tutarsız görünseler ge­ rek, çünkü onlar hem ‘sonsuz’u bir töz yapıyorlar hem de parçalara ayırı­ yorlar. Ne ki, ‘sonsuz’un matematiksel nesnelerde, düşünülenlerde, hiçbir büyüklüğü olmayan nesnelerde de varolm asının olası olup

FİZİK 3

115

Hİ madiği araştırması herhalde genel bir araştırma olur. Oysa biz duyulur 204b nesneleri inceliyoruz ve üzerinde araştırma yaptığımız nesnelerde büyüklılk açısından sonsuz bir cisim var mı, yok mu, buna bakıyoruz. Şu tür kabullerle bakarsak mantıksal açıdan yok gibi görünüyor: bir cismin tam­ ını “bir yüzeyle belirlenmiş, sınırlanmış şey” ise, ne düşünülür ne de du- 5 yıılur sonsuz bir nesne olabilir (üstelik sayı da böyle aynlmış-soyudanmış ı ıl;ırak sonsuz değil, nitekim ‘sayılabilir olan’ sayıdır ya da sayıya sahip olan şeydir; ‘sayılabilir i saymak olası ise ‘sonsuz’a dek gidilmesi de ola­ naklı olsa gerek). Ama fiziksel açıdan şöyle bakarsak: ‘Sonsuz’un ne bile- 10 :,i!t ne de yalın olması olanaklı. Bileşik olarak alındıkta öğeleri çoklukça sınırlı ise sonsuz cisim olmayacaktır; çünkü öğelerin birden çok olması, karşıt öğelerin hep eşit olması, onlardan hiçbirinin sonsuz olmaması zo­ runlu (nitekim iki öğenin herhangi birindeki olanak ötekinden az olsa, 15 sözgelişi ateş sonlu, hava sonsuz olsa eşit ölçüde ateş eşit ölçüdeki hava­ li an olanak açısından belli bir üstünlükte olsa bile; yalnızca belli bir sayııla olsa bile şu açık: ‘Sonsuz olan’ aşacak ve sonlu olanı yokedecektir). ( )te yandan her öğenin sonsuz olması olanaksız, çünkü cisim her yanda 20 yayılımı olan şey, oysa sonsuz olan şey sınırsızca yayılmış olan şey, dola­ yısıyla sonsuz cisim her yerde sonsuzluğa yayılmış şey olacaktır. Ne ki, sonsuz bir cismin tek ve yalın olması da olanaksız: ne kimileri­ nin22 dediği gibi o öğelerin dışında olup öğeler ondan doğsun, bu anlam­ da ne de genel anlamda. Bazı düşünürler; ötekiler, aralannda sonsuz olan tarafından yokedilmesin diye hava ya da suyu değil, ‘sonsuzu böyle alıyor: 25

FİZİK 3

117

ııliı kim öğeler birbirlerine göre karşıt, sözgelişi hava soğuk, su nemli, ıtir\ sıcak; bunlardan biri sonsuz olsa ötekiler yokolurdu. Bu öğelerin mıir zaman ateş olduğu'nu ileri sürmesi gibi, ‘herşey’ onlar içinde tek biri olamaz ya da tek biri haline gelemez (aynı temellendirme doğa düşünür­ lerinin ‘öğeler’ dışında aldıkları ‘Bir’ üzerine de geçerli). Çünkü her şey

5

karşıttan karşıta değişir, dönüşür, sözgelişi sıcaktan soğuğa. Bunlardan yola çıkarak bütün içinde ‘sonsuz duyulur bir cisim’ ol­ ması olası mı, değil mi, buna bakmak gerekiyor. Sonsuz duyulur bir ı ismin varolmasının olanaksız olduğu şunlardan görünüyor: duyulur her nesne doğal olarak herhangi bir yerde; her nesnenin belli bir yeri 10 var: bu parça için de bütün için de aynı. Sözgelişi ister toprağın bütü­ nü ister tek bir kum tanesi, ister ateş ister tek bir kıvılcım olsun. Dola­ yısıyla bütün [yeryüzü], eşbiçimliyse [aynı cinstense] ya devinimsiz ola­ cak ya da hep [ordan oraya] devinecek. Oysa bu olanaksız (nitekim aca­ ba daha çok aşağıya mı, yukarıya mı yoksa herhangi başka bir yere doğ­ ru mu devinecek? Dediğim şu: sözgelişi küçük bir kum tanesi olsun; nereye doğru devinecek ya da nerede duraduracak? Çünkü onunla aynı cinsten olan cismin yeri sonsuz. Acaba o yeryüzünün, toprağın bütünü­ nü mü kaplayacak? Nasıl olacak bu? O nun duradurması ve devinimi

15

FİZİK 3

11 9

nasıl bir şey ya da nerede? Yoksa heryerde mi kalacak? Yani devinmeye­ cek! Yoksa her yerde mi devinecek? Yani hiç durmayacak!). Ama ‘bütün’, oşbiçimli değilse, yerler de eşbiçimli değil demektir. Bu durumda ilkin 20 dsmin bütünü ancak dokunma ile birlik taşıyacak, ikincileyin nesneler türce ya sınırlı ya da sonsuz olacak: sınırlı olması olanaklı değil (çünkü ‘bütün’ sonsuzsa ateş ya da su gibi öğelerden kimi sınırlı olacak kimi sonsuz. Oysa böyle bir şey, , karşıdarın ortadan kalkması demek. Yine nesneler sonsuz 30 ve yalınsa yerleri de sonsuz olacak öğeler de. Bu olanaksızsa, yerleri sınır­ lıysa bütünün de sınırlı olması zorunlu; çünkü cismi ve yerini ayırmak olanaksız: nitekim ne yerin tümü cismin varlığından daha büyük (aynı anda bir de cisim sonsuz olmayacak), ne de cisim [kapladığı] yerden da- 35 ha büyük. Nitekim ilk durumda bir boşluk olacak, ikinci durumda cisim doğal olarak hiçbir yerde olmayacak. . Anaksagoras ise ‘sonsuz’un duradurması konusunda garip konuşuyor: 205' ‘sonsuz’un kendine dayandığını ileri sürüyor. Bu da şunun içinmiş: ‘o’ ken­ di içinde (çünkü hiçbir şey onu sarmıyor), sanl^i birşey neredeyse orada ol­ ması doğal. Ne ki, bu doğru değil, çünkü bir nesne zorla, bulunması doğal 5 olmayan bir yerde olabilir. Hadi diyelim ki ‘bütün’ devinmiyor (kendine da­ yanan ve kendi içinde olan nesne devinmeyen bir nesnedir, bu zorunlu), o zaman ‘niçin’ devinmesi doğal değil, bunun söylenmesi gerekir. Bu

FİZİK 3

121

14ı,imde konuşup işin içinden sıyrılmak yeterli değil: çünkü devinecek

l'.ışka bir yeri olmadığı için devinmiyor olabilir, ama doğal olarak devin­ im- [olanağını] taşımasına bir engel değildir bu. Nitekim toprak/yeryüzü 10 dr bir yere gitmiyor -sonsuz olsaydı da bu böyle-. Çünkü merkezde kalıyı ıi'. Ne ki, gideceği başka bir yer olmadığı için merkezde kalıyor değil, I«ıylesi doğal olduğu için. Yine de onun kendine dayandığı ileri sürülebilıı. İmdi toprak/yeryüzü ile ilgili olarak bunun nedeni toprağın sonsuz ı ılınası değilse; ağır olduğu içinse, ağır olan da ortada kaldığı için toprak 15 m ladaysa, aynı şekilde ‘sonsuz’ da başka bir nedene bağlı olarak kendi irinde kalsa gerek, yoksa ‘sonsuz’ sonsuz olduğu için, sonsuz olan da kendine dayandığı için değil. Aynı zamanda açık ki, herhangi bir parçası­ nın da devinimsiz kalması gerekecek. Nasıl ‘sonsuz’, kendine dayanarak kendi içinde kalıyorsa ondan alman herhangi bir parça da kendi içinde kalıyor demektir; çünkü bütünün ve parçanın yerleri eşbiçimli, aynı cins: 20 nasıl ki yerin/toprağın bütününün ve bir kum tanesinin yeri aşağıda, ate­ şin bütününün ve bir kıvılcımın yeri yukarıda. Dolayısıyla ‘sonsuz’un ye­ ri kendi içinde ise parçasının yeri de aynı olur, yani parçası da kendi içinde duradurur. İmdi kısaca şu açık: her duyulur cisim ya ağır ya da hafif ise ve; ağır­ sa doğa gereği merkeze doğru hafifse yukarı doğru deviniyorsa, hem son- 25 sıız bir cismin olduğunu hem de cisimlerin belli bir yeri olduğunu ileri sürmek olanaksız; çünkü bu, ‘sonsuz’ için de zorunlu olur: oysa ya onun bütününün bu iki yerden birinde olması ya da onun yarısının bu yer de­ rişikliklerini üstlenmesi olanaksız, nitekim nasıl böleceksin onu? ‘Son­ suz’un yukarısı, aşağısı ya da ucu, ortası nasıl olur? Ayrıca her duyulur ci- 30 sim bir yerde, yerin tür ve ayrımlarıysa: yukarı-aşağı-ön-arka-sağ-sol. Bun­ lar yalnızca ‘bize göre’ ve uylaşımla (thesei) değil; bütünün kendi içinde

FİZİK 3

123

ılı Ih Iielenmiş. Ama ‘sonsuz’un içinde bunların olması olanaksız. Kısaca 35 lılı yerin sonsuz olması olanaksızsa her cisim de bir yerde ise sonsuz bir 206a ı hinin varlığı olanaksız. Üstelik “nerede?”, “bir yerde” demek, “bir yerılı" ile “nerede?” demektir. İmdi ‘sonsuz’un bir nicelik olması da olanak­ lı drf'ilse -çünkü belli bir nicelik, iki metreküp, üç metreküp demek; nice­ limi gösteren bunlar- şu da olanaksız: nerede olduğu “bir yerde” diye de 5 11•lylenemez; bu: yukarıda, aşağıda ya da altı yerden herhangi birinde bulımaeak demektir, bunlann herbiri de bir sınır. Demek ki söyledikleriiııl.'ilerı çıkan şu: etkinlik halinde sonsuz bir cisim yok. 6

Ne ki ‘sonsuz’ mudak anlamda yoksa pek çok olanaksız şeyin

ım/konusu olacağı açık: zamanın bir başı-sonu olacak, büyüklükler [hep 10 Yeniden] büyüklüklere bölünemeyecek, sayı da sonsuz olmayacak. Belirle­ melerimize göre bunlann hiçbirinin böyle olması olası görünmüyorsa bir ı,ıkur yol gerekiyor: yani [sonsuz], bir anlamda var, bir anlamda yok, bu ıu,ık. Kastettiğimiz olanak halinde varlık ile gerçeklik halinde varlık. ‘Son- 15 mi/.’ ise bir ekleme bir de bölme açısından sözkonusu. Büyüklük etkinlik lıııliude sonsuz d e ğ i l , bunu söyledik, ama bölme açısından sonsuz, çünl>ıi ‘bölünmez çizgi’ görüşünü çürütmek23 zor değil. Demek ki şu kabul kalıyor: ‘sonsuz’, olanak halinde var. Ne ki burada olanak halinde olanı "şunun heykel olması olanaklı, öyleyse o heykel olacak” gibi ‘sonsuz’ da 20 etkinlik halinde varolacak diye anlamamak. Varolmak çok anlamda ol­ duğundan ‘gündüz var’, ‘yarış var’ gibi, yani hep değişik süreçlerde olan fıir şey olarak anlamalı (aslında bunlarda hem olanaklılık hem etkinlik sözkonusu; nitekim “Olympiat Oyunları var” demek hem ‘olması ola/ı.ıklı’ demek, hem de ‘gerçekten yapılmakta’ demek). O halde sonsuz­ luk bir anlamda zamanda, bir anlamda insanların, bir anlamda da bü- 25 yüklüklerin bölünmesi açısından, bu açık. Nitekim genelde ‘sonsuz’,

FİZİK 3

125

I ınylc her nesneyle ilgili olarak hep başka bir şey olarak almıyor, alman ıhı lıer zaman sonlu, sınırlı, ama o hep değişik bir şey. ıı sonuncular için ‘varlık’ bir töz değil, hep oluş ya da yokoluş içinde, mm Kandırılmış, hep başka bir şey>. Ne ki büyüklüklerde alman parça İyemden bölünecek şekilde] kaldığı için ; oysa zaman ve 206b İnsanlar yokolup gittiğinden onların kalmaması sözkonusu. Ekleme açısından sonsuzluk bölme açısından sonsuzlukla bir bakı­ ma aynı şey, çünkü sınırlı bir nesnede ‘sonsuz’a ekleme ile ötekinin ter■.i biçimde gidiliyor. Nitekim alman parça ne ölçüde sonsuza gider görü- 5 nüyorsa, eklenen parça da sınırlı olanla o oranda. Sınırlı bir büyüklük­ le n sınırlı bir parça alınsa; sonra bütünün büyüklüğünü bozmaksızın bu işlem aynı oranda sürdürülse sonsuza ulaşılamaz oysa büyüklüğün kendisini giderek ortadan kaldıracak biçimde oranı büyütürsek sonsuza 10 ulaşırız, çünkü her sınırlı nesnenin yerini herhangi sınırlı bir nesne alır. İmdi ‘sonsuz’ başka biçimde değil, böyle, yani olanak halinde ve bölme aracılığıyla (ama gerçeklik halinde de tıpkı gün ve yarışma var dediğimiz l'ibi) var. Madde olarak da ‘sınırlı olan’ gibi kendinde değil böyle, yani 15 olanak halinde. Ekleme açısından ‘sonsuz’ da böyle olanak halinde

FİZİK 3

127

\.ıt, Umun bir biçimde bölme açısından olanla aynı olduğunu ileri sürüv111 ıı/, çünkü onun dışında hep bir şey almak olanaklı olacaktır, ama yiııı ılı1 her sınırlı nesnenin bölünme ile aşılması gibi ve hep daha küçük I>lı ,.1-yin olması gibi, o her sınırlı büyüklüğü aşamayacaktır. Dolayısıyla •HHi'.ıız’un

olanak halinde bile eklemeyle bütünü aşması olanaklı değil;

20

im iyi ki üpkı doğabilimcilerin tözü hava ya da böyle bir şey olan, evre­ nin ılışındaki cismin sonsuz olduğunu ileri sürmeleri gibi ‘sonsuz’ ilinek»ı I olarak gerçeklik halinde ola! N e ki bu biçimde duyulur bir cismin in iı.ı-klik halinde sonsuz olması olanaklı değilse şu açık: dediğimiz gibi 25 İmlini1 ile olana karşıt biçimde değilse o, olanak halinde de ekleme yoluy111 Imyle olamaz. Platon da bu yüzden iki sonsuz kabul etti, çünkü hem

11 Inııe hem de bölme açısından sonsuza gidilirmiş gibi görünüyor. Ne U, n iki sonsuz kabul ettiği halde bunları kullanmıyor: nitekim ona göre 30 iıiy ıl;ırd a

ne bölme açısından sonsuz sözkonusu (çünkü ‘1’ en küçük) ne

ılı ı-klcme açısından (çünkü sayıyı ‘10’a kadar kabul ediyor). Ne ki ‘sonsuz’un [doğabilimcilerinin] dediklerinin tam tersi olması mi/lmiıusu. Çünkü ‘sonsuz’, kendisinin dışında birşey olmayan şey de- 207a |Hİ, kendisinin dışında hep bir şeyi olan bir şey. Kanıtı şu: bir taşı olma­ yım

yüzüklere de sonsuz denir, çünkü alman nokta dışında hep yeni bir

ıınkiıı almak olanaklı - gerçi burada asıl anlamda değil, bir benzetme açı­ nındın böyle denir. Nitekim sonsuzda bu özelliğin bulunması gerekir 5 mu

nynı nokta da hiçbir zaman alınmamalıdır. Oysa çemberde böyle

nlmııyor, yalnızca bir sonra gelen hep değişik oluyor. Demek ki ‘sonuiı.-’, kendi dışında nicelik açısından hep bir şey alınabilen bir şey. Ken­ di ılışında hiçbirşey[i] olmayan nesne ise ‘tanrı’, ‘bütün’. Nitekim ‘büiıin'ıı hiç eksiği olmayan nesne diye tanımlıyoruz: sözgelişi ‘insan’ ya da imdik’ bir bütün. Tek tek durumda nasılsa asıl anlamda da öyle: 10

FİZİK 3

129

y.ıııl

'bütün ’, kendisi dışında birşeyi olmayan nesne. Oysa eksiği dışarda

■ılıiıı

şey ‘tüm’ değil, bir eksiği olan şey. ‘Bütün’ ile ‘tam’ ise ya hepten

ıivııı

şey ya da doğaca bir benzerlik taşıyorlar. Sonu olmayan hiçbir nes­

in

't;ıın’

değil, son ise sınır. Bunun için Parmenides’in Melissos’tan da- 15

İm yi-rinde konuştuğuna inanmak gerekiyor, çünkü beriki “sonsuz bümıulür” diyor, öteki ise “bütün sınırlamaktır, o [sonsuz], merkezden eş ıı,Alıkta olandır” diyor, nitekim adım adım gitmek ‘hepsinde’ ve ‘büiı İm Iı'1 sonsuza yaklaşmak demek değil. Çünkü bunlar ‘sonsuz’a ‘bütün’ ılı bir benzerlik taşımasından ötürü “herşeyi saran, herşeyi kendinde ta- 20 •ıiy.ııı”

özelliğini yüklüyorlar. Aslında ‘sonsuz’, büyüklüğün tamamlanma-

>ıi lı.iiı madde; gerçeklik halinde değil, olanak halinde bütün; ayırma açı­ nın

İmi bölünebilir ve tersine ekleme açısından [eklenebilir]; ‘kendinde’,

İrinli başına’ değil, bir başka nesne açısından bütün ve sınırlı. ‘Sonsuz’ m ıı im ız

25

olarak sarmaz ama sarılır. Bunun için sonsuz olarak sonsuz bili­

mi bir şey değil, nitekim o madde, biçim taşımıyor. Dolayısıyla ‘sonsuz’, 'bılırtn’den çok ‘parça’ kavramı içinde, bu açık: çünkü bronzun bronz heykelin parçası olması gibi madde bütünün parçası. Duyulur nesnelerı İr s;ırıcı-kapsayıcı olsaydı, düşünülür nesnelerde de ‘büyük ile küçük’ün ılıl.şt'inülür nesneleri sarması, kapsaması gerekirdi. Oysa bilinmeyen ve

30

belirsiz bir şeyin kapsaması ve belirlemesi, sınırlandırması hem garip lıe tıı

olanaksız. 7 D em ek ekleme açısından her büyüklüğü aşacak sonsuz bir şe­

yin olmadığı, bölm e açısından ise olduğu görüşü akla uygun (nite­ kim madde ve ‘sonsuz’ kapsanır, sarılır, saran da biçim (eidos)). Y i­ ne

şu da akla yatkın: sayıda en küçük açısından bir sınır var, oysa

büyüğe gidildikçe her çokluk hep

aşılıyor,

ama büyüklüklerde

207b

FİZİK 3

131

ı.ıııı tersi: daha küçüğe gidildikçe [bölünmeyen] büyüklük yok. Nedeni ile şu: bir olan şey ne olursa olsun, sayısal birlik bölünmez (sözgelişi bir İnsan çok değil, tek insandır). Sayı ise ‘birliklerin çokluğu’ ve belli bir ni-

5

ı elik, dolayısıyla onun bölünmeze dayanması zorunlu (nitekim ‘üç’, ‘iki’ iıireme (birden türeme) adlardır, öteki sayılann herbiri de öyle). Ne ki ilaha çoğa gittikçe sonsuzu düşünmek olanaklı, çünkü büyüklüğün ikiye 10 ayrılması sonsuz.24 Öyleyse sayı etkinlik halinde değil, olanak halinde .'.onsuz. Ama alınan bir sayı belli her çokluğu hep aşar, yine de bu sayı, vikiye bölmeden> ayrılamaz ve sonsuzluk ttpkı zaman ve zamandaki sayı l’jh i kalıcı değildir, hep oladurur. Büyüklüklerde ise tersi, çünkü ‘sürek-

15

İl’, sonsuza bölünebilir, ama daha büyüğe gittikçe sonsuz yok. Çünkü bir nesne olanak halinde ne kadarsa etkinlik halinde de o kadardır, olası olan bu. Dolayısıyla, değil mi ki duyulur hiçbir büyüklük sonsuz değil, lıer belli büyüklüğü aşmak da olası değil, nitekim bu durumda gökyü'/.ı'irıden daha büyük bir şey olabilirdi. İmdi ‘sonsuz’; büyüklükte, devi- 20 niınde ve zamanda sanki tek bir doğa gibi aynı değil, ama tıpkı ‘daha sonra’nm ‘daha önce ye göre söylenmesi gibi. Sözgelişi sonsuz devinim­ den sözedilir, çünkü devinmenin, nitelik değiştirmenin, büyümenin ger­ çekleştiği büyüklük sonsuz. Zaman da devinimden ötürü sonsuz. Şu an­ tla bunları kullanıyoruz, ama bunların herbirinin ne olduğunu ve niçin lıer büyüklüğün [yeniden] büyüklüklere bölündüğünü ilerde söyleyeceğiz. Ne ki, bizim temellendirmemiz büyüme açısından etkinlik halin­ de sürüp gidecek ‘sonsuz’u ortadan kaldırmakla matematikçilerin

25

FİZİK 3

133

,ıı aştırmalarım da boşa çıkarmış olmuyor, çünkü onların sonsuza gerekilimleri yok (zaten onu kullanmıyorlar da), gereksindikleri yalnızca sı-

30

ıurları olsa bile istedikleri kadar nicelik. En büyük küdenin bölünme yo­ lu, her ne olursa olsun, başka bir büyüklüğün bölünme yoluyla aynı. I dolayısıyla onlann kanıdamaları açısından [sonsuzun] varolan büyüklük­ lerde [etkinlik halinde] varolması hiç de önemli değil. Öte yandan nedenleri dörde ayırmıştık: ‘sonsuz’, madde olarak neı len ;

onun varlığı yoksunluk, oysa ‘kendinde taşıyıcı’ sürekli ve duyulur

l>ir

şey, bu açık. Öyle görünüyor ki bütün öteki düşünürler de ‘sonsuz’ u

I ıı r

madde olarak kullanıyor. Bunun için onu ‘sarılan’ değil, ‘saran’ bir

35 2 0 8a

M-y olarak anlamak garip. 8

Şimdi geri kalan, ‘sonsuz’un yalnızca olanak halinde değil aynı za-

manda belirli bir nesne gibi de düşünülebileceği temellendirmeleri üzerinı le durmak. Bu temellendirmelerin bazılan bağlayıcı değil, bazılan da ken­ di paylanna değişik doğruluklar taşıyor. Nitekim oluş sona ermesin diye mmsuz duyulur bir cismin etkinlik halinde varolması zorunlu değil, çünkü lu-rşey sınırlı olmasına karşın bir nesnenin yokoluşunun bir başka nesne- 10 ııin varoluşu olması olası. Aynca bitişik olmak ile sınırlı olmak değişik şey. Nitekim ilki ‘bir şeye göre’ ve ‘bir şey ile’ (çünkü bitişik olan her şey ‘bir şeyle’ temas eder) ve ‘sınırlı olan’ bir nesne ile sözkonusu. Oysa ‘sınırlı olan’, bir şeyle ilgili (bir şeye göre) değil. Rastgele bir nesnenin rastgele bir nesneyle bitişik olması da olanaklı değil. Düşünceye güvenmek de garip, çünkü aşırılık (üst sonsuzluk) ile eksiklik (alt sonsuzluk) nesnelerde değil, 15 düşüncede var. Nitekim içimizden herbiri kendisini katlayarak sonsuza de­ nin büyütmeyi düşünebilir. Ne ki bu yüzden, yani sırf düşünüyor diye, bizim /.ışıdığımız büyüklükten25 öte büyüklükteyiz demek değildir bu. Gerçekten

FİZİK 3-4

135

ı'iyle olursa öyle olur. Bu da ilineksel. Ama zaman ve devinim sonsuzdur, düşünce de; çünkü bunlarda alman parça kalıcılık taşımaz. Büyüklük ise 20 ııo bölme ne de düşünce ile artırma açısından sonsuz. ‘Sonsuz’ üzerine, ne anlamda var ne anlamda yok, ‘sonsuz’ ne, bunlan söylemiş olduk.

D ö rd ü n cü Kitap

1 Doğabilimci ‘sonsuz’ üzerine olduğu gibi aynı biçimde ‘yer’ üzeri­

ne de bilgi edinmeli: var mı yok mu, nasıl var, ne? Nitekim herkes varoIanların bir yerde varolduğunu kabul ediyor (‘varolmayan’ hiçbir yerde

30

yok; keçigeyik ya da sphinks nerede?). Üstelik “yer değiştirme” adını ver­ diğimiz en genel ve en başta gelen devinim ‘yere göre, yer açısından’ de­ vinim. Ne ki, yerin ne olduğu sorusu birçok güçlük taşıyor, çünkü bütün özellikleriyle bakıldıkta [yer] hiç de aynı şey olarak görünmüyor. Ayrıca öteki düşünürlerde bu konuda ne iyi sorulmuş bir soru ne de iyi veril-

35

iniş bir yanıt buluyoruz.

208b

İmdi yerin varolduğu, [cisimlerin] birbirinin yerini almasından belli diye düşünülüyor. Nitekim şimdi suyun bulunduğu yerde, sözgelişi su bir kaptan döküldüğünde hava var, bu durumda aynı yeri başka bir cisim dol­ duruyor. Yer ise içinde oluşan ve değişen her şeyden değişik bir şey olarak görünüyor. Çünkü şimdi hava olan yerde daha önce su vardı; dolayısıyla

5

su açık: yer, herhangi bir şey; değişmenin ona doğru ve ondan olduğu uzam heriki nesneden değişik bir şey. Yine doğal cisimlerin ve ateş, top rak, bu gibi yalm cisimlerin yer değiştirmesi de yalnızca ‘yer’ diye bir şeyin varolduğunu değil, yerin belli bir güç, olanak taşıdığını da gösteriyor, 10

FİZİK 4

137

ı iiııkfı her nesne engellenmedikçe kendi yerine gidiyor, kimi yukarı kimi ırui/'i. Bunlarsa yerin bölümleri ve türleri; yukarı, aşağı, altı durum içinde t 'içki geri kalanlar. Bunlar yalnızca bize göre yukarı, aşağı, sağ, sol değil 1*5 |l'izim için bunlar her zaman aynı değil, hangi yöne dönsek o duruma I'hic- değişiyor,] (bunun için çoğu kez sağ, sol, yukarı, aşağı, ön, arka aynı >la oluyor); doğada herbiri kendi başına belirlenmiş: ‘yukarı’ rastgele bir •.ey değil, alevin ve hafif olanın gittiği yer; aynı biçimde ‘aşağı’ da rastgele 20 Ur şey değil, ağırlık taşıyan ve topraktan olan şeylerin gittiği yer; dolayı­ sıyla bu yerler yalnız durumca değil; olanak, güç açısından da farklı. Geo­ metrik nesneler de bunu gösteriyor, onlar ‘bir yerde’ olmasa bile yine de lıize göre durumları açısından onların bir sağı, solu var; çünkü bunlann İH'rbiri doğaca bu özellikleri taşıyor değil, yalnızca durumu yüzünden öy­ le adlandırılıyor. Öte yandan ‘boşluk’un varolduğunu savunanlar yerin 25 ile varlığını ileri sürüyorlar demektir; çünkü ‘boşluk’, “cisimden yoksun olan yer” olsa gerek. İmdi cisimlerin dışında ‘yer’ diye bir şeyin olduğu, her duyulur cis­ min bir yerde olduğu bunlardan çıkarılabilir. ‘Khaos’u ilk nesne olarak kabul eden Hesiodos’un da doğru söylediği düşünülebilir. Şöyle diyor: "Her şeyden önce Khaos oluştu, ancak daha sonra geniş göğüslü top- 30 ınk”26. Çünkü o çoğu kimse gibi her şeyin bir yerde, bir uzamın içinde i »lduğu inancından ötürü varolanlar için ilkin bir mekan olmasını gerek­ li görüyor. Böyle ise yerin gücü, olanağı harika, hayranlık verici ve her şeyden önce gelen bir şey olmalı. Çünkü öteki nesnelerden hiçbiri onsuz 35 olamıyorsa, o ise öteki nesneler olmadan olabiliyorsa onun ilk olması zo- 209a runlu; nitekim yer yokolmuyor, oysa onun içindeki nesneler ortadan kal­ kıyor. Ne ki yer varsa onun ne olduğu, acaba dsimsel bir büyüklük

FİZİK 4

139

mı'ı yoksa başka bir doğa mı olduğu sorunu var; yani ilkin onun cinsini im e lemek gerekiyor. İmdi onun üç boyutu var: her cismin onlarla belirIriHİiği

uzunluk-genişlik-derinlik. Ama yerin bir cisim olması olanaksız, 5

ı,ııı> kü o zaman aynı [yerde] iki cisim olur. Yine bir cismin yeri ve uzamı varsa

açık ki, yüzeyin de öteki sınırlamaların da olacaktır, çünkü aynı te­

mellendirme geçerli olacak; önce suyun kapladığı yüzeyde sonra havanın!•l olacaktır; Ne var ki, bir nokta ile bir noktanın yeri arasında hiçbir ayı- 10 ııın yapamıyoruz; dolayısıyla noktanın yeri noktadan değişik bir şey de­ nilse öteki nesnelerden hiçbirinin yeri de kendisinden değişik değildir; yi r hu nesnelerin herbirinin dışında bir şey değildir. Nitekim acaba yeıiü ne olduğunu söyleyebiliriz? Öyle bir doğa taşıyor ki, ne bit öğe ne de ı Isiınsel ya da cisimden bağımsız öğelerden oluşması olanaklı; bir büyük­ lüğü var ama hiçbir cisimsellik taşımıyor. Oysa duyulur nesnelerin öğele- 15 li d s i m s e l ; düşünülür cisimlerden ise hiçbir büyüklük oluşmaz. Ayrıca varolanlar için yer, neyin nedeni diye kabul edilebilir? Onda dört neden*Irıı hiçbiri yok: ne varolanlann maddesi olarak (çünkü hiçbir şey ondan 20 i ııtulu değil) ne nesnelerin biçimi, kavramı olarak ne bir amaç olarak

anlaşılabilir, varolanları da devindirmiyor. Yine kendisi bir varolan olsa I 'i r yerde olacak: nitekim Zenon’un gösterdiği güçlük bir şey kurcalıyor: İK-r varolan bir yerde ise açık ki, yerin de yeri olacaktır, bu da sonsuza ılck gider. Dahası nasıl her cisim bir yerde ise aynı şekilde her yerde de 25 Iıir c i s i m

var.

Büyüyen

nesneler

üzerine

ne

diyeceğiz?

Nitekim

FİZİK 4 İk i'

141

nesnenin yeri o nesnenin kendisinden ne daha küçük ne de daha

büyükse, nesnelerle birlikte yerlerin de büyümesi zorunlu olur. Demek ki, bunlar yüzünden [yerin] yalnız ne olduğunu değil, varolup varolmadı­ ğını da sormak zorunlu. 2

30

Ne ki belirlemeler ‘kendinde’ ve ‘başka bir nesneye göre’ sözko-

ıııı.su: yer de böyle: bütün nesnelerin içinde bulunduğu genel, ortak yer (mpos koinos); bir de doğrudan nesnenin bulunduğu özel yer (idios toI»ıs); (dediğim şu: sözgelişi sen şimdi gökyüzünde bulunuyorsun, çünkü havanın içindesin, hava gökyüzünün içinde; havanın içindesin, çünkü Yeryüzünde bulunuyorsun; aynı şekilde yeryüzündesin, çünkü senden da- 35 lıa çok hiçbir şeyi sarmayan şu belli yerdesin). Yer her cismi ilk saran 20% şeyse o bir sınır olsa gerek, dolayısıyla büyüklük ve büyüklüğün maddesi ununla belirlenen, sınırlanan yer herbir nesnenin biçimi ve şekli diye düşünülebilir, çünkü budur herbir nesnenin sınırı. Demek bu biçimde I«kıldıkta yer, herbir nesnenin biçimi. Ne ki, büyüklüğün yerini doldu- 5 ran şey olarak da düşünüldüğüne göre, yer ‘madde’ demektir; yani bü­ yüklükten değişik bir şey, bu da bir yüzey, bir sınır çizgisi gibi, biçim ta­ rafından sarılan, sınırlanan şey: ‘madde’, ‘belirsiz olan’ da böyle bir şey, nitekim bir küreden sınırı ve biçimsel özellikleri aüldıkta geri kalan mad- 10 denin dışında bir şey değil. Bunun için Platon da Timaios’ta maddenin ve

uzamın aynı şey olduğunu söylüyor.27 Çünkü şekil verilebilir/yoğrula­

bilir olanı ve uzamı bir ve aynı şey görüyor. Gerçi o burada, “Yazıya Dö­ külmemiş Görüşler”28 deki ‘şekil verilebilir olan’dan başka biçimde ta- 15 nımlıyorsa da yine de yeri ve uzamı aynı şey diye kabul ediyor. Herkes yer diye bir şeyin olduğunu söylüyor ama “yer nedir?”, bunu söylemeye çalışan yalnızca o. Dem ek ki böyle bakıldıkta yer ne, bunlardan hangisi, yani mad­ de mi yoksa biçim mi, bunu bilm ek güç diye düşünülebilir, çünkü çok keskin bir bakış gerekiyor, [madde ile biçimi] birbirinden ayır- 20 nıak kolay değil. Ne ki, yerin bunlardan biri olması olanaksız,

143

FİZİK 4

I mı m görmek güç değil. Çünkü biçim ile madde nesneden ayrılmaz, oysa yi ı ayrılabiliyor. Nitekim dediğimiz gibi, havanın olduğu yerde sonra su mİ uy ur,

yani madem su ile hava birbirlerinin yerini alıyor, öteki cisimler-

25

.İr di- hu böyle. Dolayısıyla yer bir nesnenin bir parçası değil, onun iye­ liğimle de değil, ondan ayrılabilen bir şey. Yerin kap gibi bir şey olduğu •lıi düşünülebilir (nitekim kap taşınabilir bir yer). Ne ki kap [içindeki] m'.nenin

hiçbir şeyi değil. Demek nesneden ayrılabilir olduğundan 30

•uııın biçimi değil, çepeçevre sardığından ötürü de maddeden farklı bir ■My C)te yandan öyle görünüyor ki varolan her zaman hem kendisi bir ■ıi y ı ılarak var, hem de onun dışında değişik bir şey var (biraz konudan ıiyı ılımımıza izin varsa burada Platon’a şöyle sormak gerekiyor: Timaios’ta

35

Vıi/dığı gibi ister ‘büyük ile küçük’ten ister maddeden pay alınabilir ol- 210a mm, madem yer pay almayı olanaklı kılıyor; niçin idealarla sayılar ‘bir V ide’ değil?). Ayrıca yer, madde ya da biçim olsa [her nesne] kendi [do|m!| yerine nasıl gidebilir? Çünkü devinimi; yukarısı, aşağısı olmayan nes­ limin ‘yer’ olması olanaksız. Dolayısıyla yeri bu tür şeyler içinde aramak

5

I»■ıclciyor. İmdi yer nesnenin kendi içinde olsa (çünkü şekil ya da madde ııl',ii maddenin içinde olur) ‘yer’, bir yerin içinde olur. Nitekim hem ‘biı.lııı'

hem de ‘belirsiz olan’ [madde] nesneyle birlikte değişir, devinir;

l'imlar her zaman aynı yerde değil, nesnenin olduğu yerdedir, dolayısıyla yi tin bir yeri olacaktır. Ayrıca havadan su oluştuğu zaman yer yokolmuş dı inektir, çünkü oluşan cisim aynı yerde olamaz. Öyleyse ne tür bir yo- 10 İni ma olacak? Demek ki nelerden ötürü ‘yer’ diye bir şeyin olması zonııılıı, yine nelerden ötürü onun tözünün ne olduğu konusunda çıkmaza Hiılliyor; bunları söylemiş olduk. 3 h in d e ”

Bunlardan sonra kaç anlamda “bir nesne bir başka nesnenin denir,

bunu

söylemek

gerekiyor,

bir

anlamda:

“parmak

15

FİZİK 4

145

. 1. 1. ” yani parça bütünde. Bir başka anlamda: “bütün parçalarda”; çünlıl lu'ıtün parçaların dışında değil. Başka bir anlamda: “insan canlıda”, vm111 tür cinste. Bir başkası: “cins türde” yani türün parçası kavramda. Ayıiı-.ı şöyle: “sağlık [belli bir ilişki içindeki] sıcak ile soğukta”, kısaca bi- 20 ı im maddede. Yine şöyle: “Hellenlerin yazgısı kralın elinde”, yani ilk de\Imliricide. Şöyle de denir: “iyide”, yani amaçta; bu da ereksel neden. N.' ki, tümü içinde en asıl anlamında şöyle denir: “bir kapta”, yani bir y. nli'. İmdi şu sorulabilir: bir nesnenin kendisinin kendi içinde olması olası 25 mı yoksa olası değil de her nesne, ya hiçbir yerde ya da bir başka nesnenin I.,lıı.le mi? Bu da iki anlamda: ya ‘kendi başına’ ya da ‘başka bir nesneye ı:nıi‘’. Nitekim bütünün parçalan ‘içinde olan’ ile ‘içine alan’ olarak bütü­ nün içindeyse “bütün kendi içinde” denecektir, çünkü parçalara göre de mlylenecektir: sözgelişi yüzeyi ak olduğu için “ak” denebilir, düşünebilme 30 yelmeği olduğu için de “bilgili” denebilir. Öyleyse fıçı kendi içinde olmayaı .iletir, şarap da; ama ‘şarap fıçısı’ kendi içinde olacaktır, çünkü içinde olan ni'sne

ile içine alan nesne aynı bütünün parçalan. Bu anlamda aynı nesne­

nin kendi içinde olması olası, önceki anlamda olası değil. Sözgelişi ‘ak’ İn'ilende (çünkü yüzey bir bedende) bilgi ise bir ruhta. Bu özelliklere göre 210b .i»Ikındırma yapılıyor, bunlarsa parçalar, yani insanın parçaları (oysa fıçı lir şarap ayrı ayrı alındıkta parça değil, birlikte alındıkta öyle. Bunun için .mcak parça olduklan zaman bütünün kendisi kendi içinde olacaktır). ''Vizgelişi ‘ak’, bir insanda, çünkü insanın bedeninde; bir bedende, çünkü 5 I ıcdenin yüzeyinde; ne ki, yüzeyde artık bir başka şeye göre değildir. Yüzey ile ak türce değişik olsalar bile, herbiri bir doğa ve güç/olanak taşısa bile İm böyle. İmdi tek tek bakıldıkta belirlenenlerden hiçbirinde ‘kendi için­ de’ bir nesne göremiyoruz, mantıksal açıdan da bunun olanaksız

FİZİK 4

147

okluğu açık. Çünkü bu durumda heriki nesnenin ikisinden herbiri ola- 10 ı:ık bulunması gerekecek, sözgelişi bir şeyin kendisi kendi içinde olabilse lıçı hem bir kap olur hem şarap; şarap da hem şarap hem de fıçı. Dolayı­ sıyla tam anlamıyla birbirlerinin içinde olsalar, f ı ç ı şarabı şarap olarak değil, fıçı olarak içine alacak; şarap ise fıçıda o fıçı, fıçının kendisi değil

15

şarapmış gibi bulunacak. Demek ki varlıklarına göre değişik şeyler olduk­ ları açık, çünkü ‘içinde olan’m kavramı ile ‘içine alan’m kavramı başka. I Jstelik böyle bir şey ilineksel anlamda da olası değil, çünkü bu durum­ da aynı yerde iki nesne olacak: nitekim kendi içinde olması olası olan nesnenin doğası içinde ise, fıçının kendisi olarak kendi içinde olacak, 20 bir de fıçının içindekinin, yani şarabın [doğası], şarap olarak. Demek ki nesnenin doğrudan kendi içinde olması olanaksız, bu açık. Zenon’un ortaya koyduğu “yer bir nesneyse bir nesnenin içinde ı ılacaktır” sorununu çözmek ise güç değil; çünkü tıpkı sağlığın sıcak nes­ nelerde bir özellik, bir durum olarak bulunması, sıcaklığın bir bedende

25

duygulanım olarak bulunması gibi, yerin de doğrudan ‘bir yerde’ bulun­ maksızın başka bir nesnenin içinde bulunmasına hiçbir engel yok. Dola­ yısıyla sonsuza dek gitmek zorunlu değil. Ama şu açık: madem kap, ken­ di içindeki nesnenin hiçbir şeyi değil (çünkü doğrudan ‘nesne’ ile ‘için­ deki’ değişik şey), yer ne madde olabilir ne de biçim, tersine değişik bir

30

şey. Çünkü hem madde hem de şekil/biçim, içinde oldukları o nesne­ nin bir şeyi. Demek ki bunlar soru konusu. 4

Ne ki, yerin ne olduğu şöyle açıklığa kavuşabilir: O nla ilgili

olarak onda gerçekten ‘kendinde bulunan’ diye düşünülen şeyleri ele alalım. Kabulümüz şu: yer, yeri olduğu o nesneyi doğrudan saran

FİZİK 4

149

l'lı -.ey; nesnenin hiçbir şeyi değil; nesnenin ilk yeri [nesneden] ne daha 211 a t n>ıi k ne de daha büyük; her nesneyi bırakıp ondan ayrılabiliyor. Ayrıca İn ı yerin yukarısı, aşağısı var; her nesne doğal olarak yer değiştirip kendi yi m ulc kalıyor, bunu da ya yukarıya doğru ya da aşağıya doğru gerçekleş­

5

miyor. Demek bunları dayanak olarak bırakıp geri kalanlara bakmak geı iliyor. Ne ki araşnrmamızı öyle yapmaya çalışmalıyız ki, “yer ne?”, bu m ı.ıya çıksm; dolayısıyla sorunlar çözülüp yer’de bulunduğu düşünülen il-. İliklerin gerçekten onda bulunduğu, ayrıca tartışmaların ve onunla il­ 10 etil sorunların nedeni ortaya çıksın. Nitekim her nesne en iyi biçimde ıiı h iik böyle ortaya konabilir. İlk düşünülmesi gereken şu: yere göre devinim olmasaydı yer’ de .ıı.ıştırma konusu olmazdı. Nitekim gökyüzünün de özellikle bu yüzden bir yı iıle olduğunu düşünüyoruz, çünkü hep bir devinim içinde. Devinimin İm -

bir türü yer değiştirme, biri büyüme, biri de yitip gitme/eksilme; nite­

15

li m büyüme ile eksilmede de bir değişme sözkonusu: daha önce buradaki nesne daha sonra daha küçük ya da daha büyük [bir yere] doğru değişmişılı. Aynca devinen nesne ‘kendi başına’ bir etkinlikle ya da ‘ilineksel an­ lamda’ devinebilir. İlineksel anlamda ise kimi nesne bedenin parçaları ve neminin direği gibi kendi başına devinebilir; kimi nesnelerde ise bu olası ıleğil, onlar aklık, bilgi gibi hep ilineksel anlamda devinir. Nitekim bunlar, iı,inde bulunduklan nesne yer değiştirdiği için yer değiştirmiş oluyorlar. Ne ki, madem gökyüzünde olan havanın içinde bulunduğu için bir nesne­ nin gökyüzündeki bir yerde olduğunu söylüyoruz, “havada” derken de ha­ vanın tümünde demek istemiyoruz da onun sınmndaki saran kısmında ol­ duğu için havada olduğunu söylüyoruz (çünkü havanın tümü yer olsa herl>ir nesnenin yeri ile o nesnenin kendisi eşit olmaz, oysa eşit olduğu görü­ nüyor, doğrudan/ilk içinde bulunulan yer böyle bir şey); saran, ayrık

20

FİZİK 4 ılt

151

jıll 'niıvkli ise nesnenin onun içinde ‘bir yerde’ anlamında değil, bü- 30 il bir parça olarak Ibulunduğunu söylüyoruz demektir; ama saran

Mi i n l ı

oyul ve bitişmiş olsa, ne s; ne saran nesnenin doğrudan/ilk sınırında de­ fin ti/ı, yani içindeki nesmenin bir parçası da değildir, ayrılıktan daha bü­ yüt ile değildir, ona eşittir; çünkü bitişik olan nesnelerin sınırları aynı yı iılr Ama nesne süreklii değilse, saran nesne içinde devinmez, onunla 35 billll> ir devinir; ayrık ise onun içinde devinir. Saran nesne devinse de ıİn inmese de farketmez. vardır, bütünün parçalardan kurulması gerekir, oysa zaman ‘Şimdiki­ ni 'Iardan biraraya gelmiş gibi görünmüyor. Kaldı ki geçmiş ile geleceği ayırır gibi görünen ‘şimdikian' acaba hep bir ve aynı mı kalıyor, yoksa Ih |' başka, hep değişik bir şey mi, bunu görmek kolay değil. Hep değişik 10 blı şey ise ve zamanın içindekiler içinde hep değişik olan hiçbir parça bir başka parçayla zamandaş olarak varolamazsa (kısa zamanın uzun zaman­ >a sarılması gibi, biri kuşatıyor öteki kuşatılıyor olmadıkça); ‘an' daha "in e varolmayan ve bir zaman zorunlu olarak ortadan kalkacak bir şey İm-, 'an lar birbiriyle zamandaş olmayacaktır; daha önceki ‘anların hep

15

"iladan kalkmış olması zorunlu. İmdi onun, o zamanki varlığından ötüm, kendi içinde ortadan kalkmış olması olanaklı değil; önceki ‘an’m bas­ kı bir ‘an’ içinde ortadan kalkması da olası değil. Nitekim nasıl bir nokia öteki noktayla sürekli olamazsa ‘an ların birbirine eklenmesi de ola­ naksız olsa gerek. Öyleyse ‘an’ bir sonraki içinde değil başka birinin için- 20 de ı»tadan kalkmışsa sonsuz olan aradaki ‘an ların içinde zamandaş olaıal< bulunacaktır! Oysa bu olanaksız. Ne ki ‘an’ın hep aynı kalması da "laııaklı değil, çünkü sonlu olup da parçalara ayrılabilen hiçbir nesne iı 1 sınır taşımaz: ister tek bir nesneye göre sürekli olsun ister daha çok nesneye göre, bu böyle. ‘A n ’ ise bir sınırdır, sınırlı bir zaman almak "lanaklidir.35 Öte yandan ‘zaman içinde zamandaş olmak’ ile ‘ne önce i»- de sonra’, “aynı ve tek ‘an’ içinde olmak” anlamına gelse, yine önce 'r sonra olup bitenler şu belli ‘şimdikian’ içinde olsa, on bin yıl önce

25

FİZİK 4

187

olanlar ile bugün olanlar zamandaş olacak, hiçbir nesne ötekinden daha önce, daha sonra olmayacaktır.

30

İmdi zamanla ilgili bunca sorun sözkonusu. Zaman ne, onun doğa­ sı ne, bu az önce üzerinde durduklarımızdan çıktığı gibi, bize aktarılanla­ ra göre de belirsiz. Nitekim kimi, “zaman [evren] bütününün devinimi­ dir”36 diyor, kimi ise37 zaman gökçemberin kendisi”. Gerçi çembersel yer

218 b

değiştirmenin bir parçası da bir zaman [gösterir] ama yer değiştirmenin kendisi zaman değil, çünkü parça çembersel yer değiştirmeden alınmış Iur parçadır, çembersel yer değiştirmenin kendisi değil. Ayrıca çok sayıda Cökçember olsaydı onların herbirinin devinimi zaman olur, dolayısıyla

5

/.amandaş birçok zaman olurdu. “Zaman bütün evrenin [dış] çemberidir” diyenler, herşey hem zaman içinde hem de evren bütününün çemberi içinde diye böyle düşünüyorlardı. Oysa bu görüş öyle zayıf ki, bu görüşle ilgili ortaya çıkan olanaksız şeylere bakmak yetiyor. Ama madem zaman bir devinim, bir değişme diye düşünülüyor, bunun üzerinde durmak ge­ rekli. İmdi herbir nesnenin değişmesi ve devinimi salt o değişen nesne- 10 nin içindedir ya da o devinen, değişen nesnenin bulunduğu yerdedir. ( )ysa zaman hem her yerde hem de her nesnede aynı biçimde. Aynca de­ rişme daha hızlı, daha yavaş olur, zaman ise öyle değil; çünkü hızlı ile ya-

15

vaş aslında zaman ile belirleniyor, kısa zaman içinde çok devinen nesne lıızlı, uzun zaman içinde az devinen nesne yavaştır. Zaman ise ne niceliği ne de niteliği açısından bir zamanla belirlenir. Demek ki zaman bir devi­ nim değil, bu açık. Bizim için şu anda ‘devinim’ ya da ‘değişme’ demek .ırasında hiçbir ayınm yok.38 11

Ne ki değişmeden bağımsız da değil [zaman]. Nitekim

20

FİZİK 4

18 9

düşüncemizde hiçbir şey değişmediğinde ya da değişmeyi farketmediğiınizde biz zamanın da geçmediğini düşünüyoruz. Sardenya’da uyanıkken uyudukları anlatılan kahramanlar için de bu böyle olsa gerek, çünkü on-

25

l:ır duyumsamadıklarından ötürü aradakini aüp önceki an ile sonraki anı birleştirip tek yaparlar. Nasıl ki ‘an’ değişik bir şey değil de aynı ve tek .şey olsaydı zaman olmazdı, aynı şekilde değişik bir şey olduğundan ötürü ıluyumsanmadığı için aradaki ‘ara-an’ın zaman olmadığı düşünülüyor. İmdi hiçbir değişme beklemediğimizde zaman geçmediğine inanıyor, ru-

30

luın tek ve bölünmez bir ‘an-durumunda’ kaldığını düşünüyorsak, bir değişme duyumsamadığımız ve belirlemediğimizde ise zaman geçmediği­ ni söylüyorsak, bir devinme ve bir değişmeden bağımsız zaman yok, bu ;n, Lk. Öyleyse yine açık ki, zaman hem bir devinim değil hem de devi­ nimden bağımsız değil. Madem zamanın ne olduğunu inceliyoruz, bura-

219a

dun başlayıp “zaman devinimin neyi?”, bunu ele almalıyız. İmdi biz devi­ nim ile zamanı aynı anda algılıyoruz. Karanlıksa ve bedensel bir etkileniıne uğramıyorsak bile ruhta bir devinim olduğunda hemen belli bir za-

5

man da geçti diye düşünüyoruz. Ama belli bir zaman geçtiği düşünüldüI;fınde aynı anda bir devinim olduğu da düşünülür. Dolayısıyla zaman ya l'ir devinim ya da devinime ait bir şey. Demek madem bir devinim değil, ı k'vinime ait bir şey olması zorunlu. Devinen nesne bir şeyden bir şeye doğru devindiği için ve her hiiyüklük sürekli olduğundan devinim büyüklüğü izliyor. Çünkü bü­ yüklük sürekli olduğundan devinim de sürekli, devinim sürekli olduI'tından ötürü de zaman [sürekli]: nitekim devinim ne denliyse

10

FİZİK 4

191

ln-p o denli zaman geçtiği düşünülüyor. Demek ki, ‘önce’ ile ‘sonra’ as­ lımla bir yer içinde var, diziliş açısından orada. Büyüklükte ‘önce’ ile

15

'sonra’ varolduğundan ötürü devinimde de büyüklüklerle orantılı bir Vince’ ile ‘sonra’ olması zorunlu. Ne ki birini hep öteki izlediğinden zaiMunda da ‘önce’ ile ‘sonra’ var. Ama devinimdeki ‘önce’ ile ‘sonra’ kimi 20 I 1 ’den daha önce tamamlamış olacaktır, yine ondan da [daha az - daha kiıçük] başka bir şey, ötekinden de [daha az daha küçük] başka bir şey... İm hep böyle gidecek. Dolayısıyla değişen nesneye ait ‘ilk’ değişmiş olan IInı rça]

diye bir şey olmayacaktır.

35

İmdi dediklerimizden şu çıkıyor: ne değişen nesneye ait olan ne de lı,inde nesnenin değiştiği zamana ait olan bir ‘ilk’ [parça] diye bir şey yi >k. Ne ki, değişen nesnenin kendisi, ve nesnenin ona göre değiştiği

236a

Niy, aynı biçimde olmayacak. Nitekim değişmede sözü geçen üç öğe var: değişen nesne, ‘nede’ değişiyorsa o, ‘neye’ değişiyorsa o: sözgelişi insan, .mman, ak. İmdi insan ve zaman bölünebilir, ak ile ilgili durum ise baş- 5 Itii.

Ancak ilineksel anlamda elbette her şey bölünebilir, nitekim ‘ak’ ya

d;ı nitelik neye ilinekse o nesne bölünebilir. Madem kimi nesnelere “ili­ neksel anlamda değil kendi başına bölünebilir” deniyor, bunlarda da 'ilk’ olmayacaktır, sözgelişi büyüklüklerde. Nitekim büyüklük A B olsun 10 ve B ’den C ’ye ilk olarak devinmiş olsun. B C bölünemez olacaksa, parçasız

bir nesne parçasız bir nesneyi içerecektir. [BC] bölünebilir olacak ol­

sa,

C ’den daha önce büyüklüğün ona değiştiği bir şey olacak, yine on-

ı lan da önce başka bir şey olacak ve bu hep böyle gidecek, çünkü bölün­ me hiç bitmez. Dolayısıyla büyüklüğün ona değiştiği bir ‘ilk’ [parça] ol­ mayacaktır. Nicelikteki değişme konusunda da bu böyle, çünkü o da sü- 15 rekli. Öyleyse şu açık: devinimler içinde yalnızca nitelikteki devinimde ‘kendi başına’ bölünmez bir şeyin olması olası.

6

M adem değişen her nesne bir zaman içinde değişiyor ve za­

man içinde hem ‘ilk’ anlamda hem de ‘değişik’ olarak [ilk olmayan 20 anlamda] b ir değişmeden sözediliyor, sözgelişi nesne gün içinde de­ ğiştiği için, yıl içinde de değişiyor demektir, değişen nesnenin ilk anlamda değiştiği zaman parçası ne ise onun herbir parçası içinde değişmesi

zorunlu.

Bu

bizim

tanımımızdan

açıkça

belli

FİZİK 6

281

(ı,ılııkü biz ‘ilk’i böyle kullanıyoruz), ama surdan da çıkıyor: devinen nes­ linim

‘ilk’ devindiği zaman parçası O R olsun ve bu K ile bölünmüş ol-

25

•ıııı her ‘zaman’ bölünebilir-. O K zamanında nesne ya devinecektir ya ı İn (Icvinmeyecektir, yine KR zamanında da böyle, tmdi hiçbirinde devin­ miyorsa, hepsinde duruyor demektir (nitekim zamanın hiçbir parçasında devinmeyen bir nesnenin devinmesi olanaksız). Ama yalnızca bir parça­ nındı devinim varsa O R, ‘ilk’ anlamda devinim olan zaman parçası ol-

30

ımıyucaktır, çünkü [bu durumda] devinim bir başka zaman parçasında ulur.

Demek ki devinim O R ’nin her ne parçası olursa olsun onda ger­

çekleşiyor, bu zorunlu. Ne ki bu kanıtlanırsa çıkan şu: her devinmekte olan nesnenin daha mu e n e, ve

bir devinim parçasını tamamlamış olması zorunlu. Çünkü bir nes­

[A], ilk O R zamanında KL uzunluğunu geçerse, aynı hızda devinen devinime birlikte başlayan bir nesne yarı zamanda yarı uzunluğu geç-

35

ııılş demektir. Eşhızdaki bu [B] nesnesi aynı zamanda belli bir uzunluğu yenmişse, önceki [A] nesnesi de aynı uzunluğu [geride bırakarak] geçmiş demektir. Dolayısıyla

237a

‘devinmekte olan nesne’, ‘devinmesini tamamla­

mış nesne’ olacaktır. Ayrıca, nesnenin devinimini O R zamanının tü­ münde ya da genelde ‘son anı’ diye alınan bir parçasında tamamlamış nltlıığunu söylersek (çünkü bu [son] sınırı oluşturur ve ‘anların arasında

5

'.minan’ bulunur), öteki zaman anlarında da aynı şekilde devinimini ta­ mamlamış olduğu da söylenebilecektir. Ama yarı zamanı belirleyen nok­ ta, [ikiye] bölenle aynı noktadır. Dolayısıyla nesne yarı zamanda da, parı,nkırın hangisi olursa olsun herbirinde de devinmesini tamamlamış olaı ııktır. Çünkü bölmeyle birlikte hep ‘an'larla sınırlanmış bir ‘zaman’ var­ ılır. İmdi her ‘zaman’ bölünebilirse, ‘an’ların arasında da ‘zaman’ varsa, 10 lıer değişen nesne sonsuz değişim aşamalarını tamamlamış demektir, ı 'le yandan yokolmaksızm ve değişmesini kesmeksizin sürekli değişen I«ir nesnenin herbir zaman parçasında ya değişmekte olması ya da değiş­ miş olması/değişmesini tamamlamış olması zorunluysa, ama ‘an’ içinde değişmek olanaksızsa, ‘an’lann herbirinde değişmesini tamamlamış olması zorunludur. Dolayısıyla ‘an’lar sonsuz ise, her değişen nesne son­ uz sayıda [değişme aşamasını] tamamlamış demektir. Ne

ki,

yalnızca

‘değişmekte

olan’

nesnenin

‘değişmesini

15

FİZİK 6

28 3

la marnlamış nesne’ olması zorunlu değil; ‘değişmesini tamamlamış olan ııesne’nin de daha önce ‘değişmekte olan nesne’ olması zorunlu, çünkü ‘lur şeyden’ ‘birşeye’ değişmiş olan her nesne bir zaman içinde değişmişılr. Diyelim ki nesne, ‘an’ içinde A’dan B ’ye değişmesini tamamlamış ol- 20 sun. İmdi nesne A ’da bulunduğu anda değişmesini tam anı lam am ıştır (çünkü bu durumda aynı zamanda nesne hem A ’da hem de B ’de olur­ du): nitekim daha önce şunu göstermiştik53: ‘değişmesini tamamlamış nlan nesne’ onu tamamladığı zaman [başlangıçtaki] durumda değildir. Ama eğer başka bir ‘an’da ise arada bir zaman olacaktır, çünkü ‘an’lar

25

sürekli değildir. İmdi madem nesne bir zaman içinde değişmesini ta­ mamlamıştır ve her ‘zaman’ bölünebilir, yarı zaman içinde nesne başka Iıir değişme tamamlamış olacak, yine onun yarısında da başka... bu hep I'öyle gidecek. Dolayısıyla nesne [değişmesini tamamlamadan] önce ‘de­ rişmekte olan nesne’ olacaktır. Ayrıca değişmekte olan nesnenin, içinde ı leğişmesini tamamlamakta olduğu büyüklük sürekli olduğundan ötürü, söylediğimiz şey büyüklükle ilgili olarak daha açıkça görülüyor. Nitekim 1’ir

30

nesne C ’den D ’ye değişmesini tamamlamış olsun: C D bölünemez

İse parçasız bir nesne parçasız bir nesneyi içerecek. Madem bu olanaksız, mada bir büyüklüğün olması ve sonsuza bölünebilir olması zorunlu. Do­ layısıyla nesne, büyüklükteki bu bölünmelerle daha önce değişmektedir. I )emek ki, her değişmesini tamamlamış olan nesne, daha önceden ‘de-

35

İlişmekte olan’ bir nesnedir. Sürekli olmayanlarda da; sözgelişi karşıdar-

237b

ila ve çelişmelerde de, aynı kanıdama geçerli. Çünkü nesnenin, içinde ı leğişmesini tamamladığı zamanı alacak olursak, yeniden aynı şeyleri söy­ leyeceğiz. Dolayısıyla ‘değişmesini tamamlamış olan nesne’nin ‘değiş­ mekte olması’; ‘değişmekte olan nesne’nin ‘değişmesini tamamlamış’ ol­ ması zorunlu: ‘değişmesini tamamlamış olmak’, ‘değişmekte olmak’tan

5

ilaha önce olacak: ‘değişmekte olmak’ da ‘değişmesini tamamlamış ol­ mak’tan. Ve hiçbir zaman bir ‘ilk’ almamayacakür. Bunun nedeni de 'parçası olan’ bir nesnenin ‘parçasız olan’ bir nesneyi içermemesidir, ı.ünkü bölme tıpkı çizgilerin eklenmelerinde ve bölünmelerindeki gibi sı;nı yi

olacaktır. Yok böyle değil de, nesne yalnızca bir ‘an’ içinde [aynı

nle] ise, nesne hiçbir zaman boyunca belli bir [durumda] olmayacaktır,

■im:ık zamanın sınırında olacaktır. Ne ki, ‘an’ içinde nesne hep belli bir

35

İyi nle] olsa bile, yine de durgun olmayacaktır, çünkü ‘an’ içinde ne de-

239b

vİnmek ne de durgun olmak olanaklı; ‘an’ içinde devinmek değil, bir |yı nle] olmak doğru, oysa bir zaman içinde bir yerde durgun olmak olası ılı

eli, çünkü bu durumda yer değiştirmekte olan nesnenin durgun olma­

nı '.ozkonusu olacaktır. 9

Zenon yanlış akıl yürütüyor: diyor ki, bir nesne [kendine] eşit

yi nle olduğu sürece durmaktaysa55, yer değiştiren nesne de her zaman un' içindeyse, uçmakta (yer değiştirmekte) olan ok devinimsizdir. Oysa İm yanlış, çünkü zaman bölünemeyen ‘anlardan biraraya geliyor değil; hm.ıl ki, başka hiçbir büyüklük [bölünemeyen parçalardan] oluşmaz. Ze- 10 m ın’un devinim üzerine, bunları çözmeye kalkanlara güçlük çıkaran dört -■ıirı var: ilki, devinen nesnenin, sona varmadan daha önce [yolun] yarısııı.ı varması gerektiğinden ötürü, devinimin olmadığı konusunda; biz bu­ nu ilaha önceki temellendirmelerimizle çürüttük56. İkincisi, “Akhilleus” .Iiyı- adlandırılan

şu

sav:

koşmakta olan

‘en yavaş’a,

‘en

hızlı’

5

FİZİK 6

295

hiçbir zaman yetişemez, çünkü kovalayan, ilkin kaçanın [ilk] aynlma 15 noktasına varmak zorundadır, dolayısıyla daha yavaş olanın her zaman Inraz önde olması zorunludur. Bu sav [yukardaki] ‘ikiye bölme’ temellen­ ilirmesiyle aynı, ama yalnızca kalan uzunluğun ikiye bölünmemesi açısın­ dan ondan farklı. İmdi temellendirmeden çıkan, daha yavaş olana yetişi- 20 lememesi. Ama, aykınlık ikiye bölme ile aynı (çünkü heriki temellendirıııede de uzunluk bir biçimde bölündüğünden ötürü, sona-smıra varıla­ maması sözkonusu, ama berikinde eklenen “efsanevi” hızlıların hızlısı­ nın bile kovalamada en yavaşa yetişemeyeceği); dolayısıyla çözümün de

25

;ıynı olması zorunlu: önde koşana yetişilemeyeceği kabulü yanlış, çünkü önde koştuğu sürece yetişilemez, ama yine de sınırlı bir uzunluğun geçil­ mesi kabul ediliyorsa, yetişilebilir. Demek ki, iki temellendirme bu. I Jçüncüsü az önce sözünü ettiğimiz, diyesim uçmakta (yer değiştirmekte)

30

olan okun durgun olduğu. Ama sözkonusu olan, yanlış yere, zamanın 'anlardan biraraya geldiğini kabul etmek, bu kabul edilmezse çıkarım da Idoğru] olmayacaktır. Dördüncüsü ise pistte devinenler üzerine: bunlar eşit büyüklükte I cisimlerden oluşmuş yine eşit büyüklükte] iki öbek, yine eşit büyükte [ci­ simlerden oluşmuş olup devinenlere eşit] bir öbek önünden karşıt yön­ lerde deviniyorlar. Bir öbek pistin sonundan öteki ortasından başlıyor

35

devinime, hızları da eşit. Burada [Zenon], yarı zamanın iki misli zamana

240a

eşit olmasının sözkonusu olduğunu düşünüyor. Ne ki, yanlış akıl yürüt­ me şurada: hem devinen hem de duran nesne boyunca, eşit uzunluğun sabit hızla eşit zamanda geçildiğinin kabulü. Oysa bu yanlış: sözgelişi diy­ elim ki, duran birbirine eşit cisimler AA; bunlarla sayıca ve büyüklükçe 5 eşit cisimlerden oluşan B B devinime ortadan başlıyor, sayıca ve büyüklük­ çe bunlara eşit olan ve B öbeğindekilerle eşit hızda olan C C öbeği

FİZİK 6

29 7

devinime sondan başlıyor.57 Sözkonusu olan şu: karşılaştıklarında ilk B, ilk C ile aynı anda sınırda oluyor. Yine C tümüyle B ’leri geçmiş bulunu- 10 yi ir, B ise [A’lann] yarısını geçmiş oluyor. Dolayısıyla zaman da yarısı uluyor, çünkü herbiri herbiriyle karşılaştırıldığında eşit. Aynı anda şu da nlııyor: ilk B bütün C ’leri geçmiştir, nitekim ilk C ile ilk B aynı anda karşıt sınırlarda olacaklardır, [nitekim onun dediğine göre, B ’lerin herbi-

15

ıl için sözkonusu olan zaman, A ’lann herbiri için sözkonusu olan zamaıı;ı eşit], çünkü herikisi de A’nın önünden eşit zamanda geçiyor. İmdi te­ mellendirme bıu, dayanağı da az önce sözünü ettiğimiz yanılgı. Karşıolum açısından değişme ile ilgili olarak da bizim için ola­ naksız bir şey yok, çünkü sözgelişi nesne ‘ak olmayan’dan ‘ak’a değişi- 20 yursa ve iki durumdan hiçbirinde değilse, sanki ne ‘ak’ olacak ne de ıık olmayan’! Nesneye ‘ak’ ya da ‘ak olmayan’ denememesi onun büıılııı'ıyle iki durumdan birinde olup olmamasıyla ilgili değil, çünkü bü­ tünüyle öyle olmasından ötürü değil, çoğu parçaları ya da en önemli Imrçaları açısından öyle olduğundan ötürü nesneye ‘ak’ ya da ‘ak ol-

25

mayan’ deriz. ‘Belli bir durumda olmamak’ ile ‘belli bir durumda büiılıu'iyle olmamak’ aynı şey değil. ‘V arolan’, ‘varolmayan’ ve karşıolum m,ısından öteki nesnelerde de bu böyle. Nitekim zorunlu olarak karşıt­ lardan biri durumunda olacaktır, ama hiçbirinde her zaman bütünüy­ le olmayacaktır. Ayrıca çember, küre, kısaca kendi [eksenlerinde] devinen nesnelerle ilgili olarak, onların durdukları sonucu da çıkacaktır, ı.ıinkü hem onlar hem parçaları belirli bir zaman aynı yerde olacaklar, dolayısıyla aynıi anda hem durağan olacaklar hem de devinecekler! Oy’ı.ı ilkin onların parçaları hiçbir zaman boyunca aynı değil, ikincileyin

30

FİZİK 6 'I Mil ün' olarak da her zaman başka bir şeye değişirler. Nitekim A noktfa- 240b mm lan

alman bir çem ber dönüşü ile B ’den, C ’den ve öteki herbir n o k ta ­

lı n alman aynı değil - meğer ki, ‘insan’ ve ‘eğitimli insan’ gibi ilinekse^ nnlamda ola. Dolayısıyla her zaman biri ötekine değişir ve hiçbir zam a® 5 ılıırmaz. Küre ile kendi içlerinde [eksenlerinde] devinen öteki n e sn e le rd i ile hu böyle. 10

Bunlar kanıdandığına göre diyebiliriz ki, ‘parçasız’ bir nesneniin

ılrvinmesi olası değil; ancak ilineksel anlamda, sözgelişi beden ya da b 3' r I ııtyüklük devindiğinde, onun içinde olunmasından ötürü [bu olabilir1"]; 10 ilineğin bir teknedeki nesne, teknenin devinmesiyle ya da bir parça, bı>üııınûn devinmesi yüzünden devinebilir (“parçasız” ile nicelikçe bölün10' im yen nesneyi kastediyorum). Parçaların devinimleri, kendi başına paar_ ı..11;ır açısından ve ‘bütün ün devinimi açısından değişiktir. Bu ayırıım 15 m,■ellikle kürede görülebilir: çünkü kürede merkeze yakın parçaların h ılzl dışı iiki parçaların hızıyla ya da tüm kürenin hızıyla aynı olmayacaktır, die~ inek ki, devinim tek değil. İmdi dediğimiz gibi, tekne gittiği için

te k n e c d e

mİıı ranın devinmesi gibi, parçasız bir nesnenin böylece devinmesi ola,‘s) > ıiıııa

[parçasız bir nesnenin] ‘kendi başına’ devinmesi olası değil. Diyeli1m

il, Iparçasız bir nesne] A B ’den B Ç ’ye değişsin -ister bir büyüklükten b3ü- 20 yılldüğe, ister bir biçimden bir biçime, isterse karşıolum açısından. ‘İtfk didiştiği zaman da D olsun. İmdi onun, içinde değiştiği zaman boyuln_ ı ,ı, ya A B ’d e ya B C ’de olması veya onun bir parçasının berikinde, l^3lr I ı.ı ırasının ötekinde olması zorunludur. Çünkü her değişen n esnen1111 Imyle olduğunu söylediydik. İmdi herikisinde birden onun bir parça^1 ulumayacak, çünkü bu durumda parçalara ayrılabilir bir nesne olacaktf11İK ’de de olmayacak, çünkü bu durumda değişmeyi tamamlamış o lacak ­ ın , oysa değişmekte olduğunu kabul ettik. Geriye kalan şu: nesne, değ?*-Ş" ıl/;i zaman boyunca A B ’de, demek ki duruyor! Çünkü “belli lhir

25

FİZİK 6

301

■.iman boyunca aynı yerde olmak, durmakür” demiştik58. Dolayısıyla par-

30

ı, nsız bir nesnenin devinmesi olası değil, genelde değişmesi de. Yalnızca lıiı biçimde, zaman ‘an’lardan oluşsaydı, onun devinimi olanaklı olurdu, ı, ı'iııkü nesne her zaman ‘an’ içinde devinimini ve değişmesini tamamla­ mış olurdu, dolayısıyla hiçbir zaman devinmez, hep devinmesini tamam-

241a

liiııuş olurdu! Bunun ise olanaksız olduğunu daha önce de kanıdadık59. /ııınan ‘an’lardan, çizgi ‘nokta’lardan, devinim de devinim birimlerin­ den oluşmaz. Bunu savunan ise, devinimi ‘parçasız parçalardan’ oluşan 1ur

şey diye kabul etmekten başka bir şey yapmıyor. Sanki zaman ‘an’lar-

ılım,

5

uzunluk noktalardan oluşurmuş gibi! Öte yandan, ne bir noktanın ne de başka bir bölünmez nesnenin

ı levinemeyeceği surdan da açık: her devinen nesne, [kendi büyüklüğüne] r.;,iı ya da kendinden daha küçük bir büyüklük geçmiş olmadan önce, kendinden daha büyük bir büyüklüğü geçmiş olamaz. Bu böyleyse, açık kı nokta da ilkin [kendinden] küçük ya da [kendine] eşit bir büyüklüğü ırçıniş olacaktır. Ama madem bölünemez, daha önce kendinden daha 10 küçük bir büyüklüğü geçmiş olması olanaksız. Öyleyse kendine eşit olanı İneçmiş olur]. Dolayısıyla çizgi noktalardan oluşmuş olur. Çünkü hep kendine eşit bir büyüklüğü geçerse, nokta çizginin tümünün ölçüsü/ölçü lılı imi olacaktır. Bu olanaksızsa, [noktanın çizginin ölçü-birimi olamayaı ,i)îi daha önce gösterildi], bölünemez olanın devinmesi de olanaksız. Ayrıca her nesne bir zaman içinde deviniyorsa ‘an’da hiçbir şey de-

15

vi ıı iniyorsa, her ‘zaman’ bölünebilirse, her ne olursa olsun her devinen nesne için, içinde devindiği zamana eşit olan nicelikten daha az bir zaııum olacaknr. Her nesne bir zaman içinde devindiğinden ve daha önce lıer

‘zaman’m bölünebilir olduğu gösterildiğinden ötürü60, içinde devi­

nim

gerçekleşen bu zaman varolacaknr. İmdi bir nokta deviniyorsa,

mmn içinde devinmiş olduğu zamandan daha az bir zaman olacak. 20 Aıını bu olanaksız, çünkü daha az bir zamanda, daha az bir devinimin ıti çekleşmesi zorunlu61. Dolayısıyla zaman nasıl zamana bölünüyorsa, I 'i ılı inmez

olan [nokta] da daha küçük parçaya bölünecektir. Aslında

I'. uçası olmayan ve bölünmez olan nesne tek şu biçimde devinebilirdi: l’nlıinmez bir nesne

için

‘an’ içinde devinmek olanaklı olsaydı!

FİZİK 6

303

Nilekim “an’da devinmek” ile “bölünmez bir nesnenin devinmesi” aynı

25

irmellendirmenin kapsamı içinde. Yine hiçbir sonsuz değişme de yok. Çünkü hem karşıolum açışın­ dın hem de karşıdar açısından her değişme ‘bir şeyden’ ‘bir şeye’ idi, Uııuı gösterdiydik62. Dolayısıyla karşıolum açısından değişmelerde sınır, rwileme ve değilleme (sözgelişi oluşunki ‘varolan’, yokoluşunki ise ‘van ılmayan’). Karşıdar açısından değişmelerin ise sınırı karşıdarın kendile-

30

ıl, çünkü bunlar değişmenin uç noktaları. Dolayısıyla her nitelik değiştir­ il u'sinin

de [bir sınırı var] (çünkü nitelik değiştirme kimi karşıdardan

oluşuyor); büyüme ile eksilmenin de aynı şekilde sının var: büyümenin­ im, nesnenin kendi doğasına göre tam büyüklüğünün sının, sözgelişi [ye-

241b

ıişkin insan], eksilmeninki de bunun, [kendi doğasına göre tam büyüklü­ ğünün] yitirilmesi. Ne ki, yer değiştirme bu anlamda sınırlı olmayacakttr, ı.fmkü her yer değiştirme karşıdar içinde değil. Nasıl bir nesnenin kesil­ miş olması olası olmaması anlamında ‘kesilmiş olmasının olanaksız ol­ duğu’ söylenebildiğinden ötürü (çünkü ‘olanaksız’ çok anlamda kullanılı r), kesilmesi olanaksız şeyin kesilmesi olası değilse, aynı şekilde genelde 5 ıir oluşmuş olması olanaksız olanın oluşmakta olması ne de değişmiş ol­ ması olanaksız olan bir nesnenin, değişmiş olması, olanaksız olan şeye ı Iı ığru değişmekte olması olası olabilir. İmdi yer değiştirmekte olan nes­ ne bir şeye doğru yer değiştirmekteyse, onun değişmesini tamamlaması ı la olanaklı olacaktır. Dolayısıyla devinim sonsuz olmayacak, nesne son- 10 ■ııza değin yol almayacakûr, çünkü sonsuza değin gitmek olanaksız. De­ mek ki, sınırlarla smırlandırılamayacak denli sonsuz bir değişme olmadıi;ı açık. Ama devinimin aynı ve tek olmasına karşın bir zaman içinde miiisuz olacak anlamında sonsuz olması olası mı, bunu sınamak gereki­ yor: devinim tek olmasa herhalde buna hiçbir engel yok, sözgelişi yer de-

15

iliştirmeden sonra nitelik değiştirme olsa, nitelik değiştirmeden sonra bü­ yüme ve yeniden oluş olsa! Böylece zaman açısından hep bir devinim olacaktır. Ama bu devinim, bütün bunlardan oluşan devinim tek olma­ klığından ötürü, tek değil. Dolayısıyla tek devinim oluşuyorsa, bunun za­ man açısından sonsuz olması olası değil -bir devinim dışında: o da çemlıcrsel yer değiştirme.

20

305

FİZİK 7 Y ed in ci K itap

1 Her devinen nesnenin ‘bit şey’ tarafından devindirilmesi zorun­ lu, çünkü nesne devinim ilkesini kendinde taşımıyorsa, başka bir şey ta-

35

rafından devindirilmektedir, bu açık (devindiren nesne başka bir şey ola­ cak). Ama [devinme ilkesini] kendinde taşıdığını [düşünsek]-, diyelim A B, parçalarından biri açısından değil, kendisi açısından devinen nesne olarak alınsın. İlkin, A B ’nin bütün olarak devindiğinden ve hiçbir ‘dış’

40

nesne tarafından devindirilmediğinden ötürü, kendisi tarafından devindirildiğini kabul etmek: KL, LM ’yi ve kendi kendini devindirdiği için, hangi parçasının devindiren hangi parçasının devinen olduğu açık olma­ ması yüzünden KM ’nin bir şey tarafından devindirildiğini yadsımaya benzer. Ayrıca bir şey tarafından devindirilmeyen nesnenin devinmesi­ nin başka bir nesnenin durması ile kesilmesi zorunlu değildir; tersine

35 242a

bir nesne başka bir nesnenin devinmesinin kesilmesiyle duruyorsa, o nesnenin ‘bir şey tarafından devindirilen bir nesne’ olması zorunlu. Bu kabul edildiğinde çıkan şu: her devinen nesne bir şey tarafından devindi­ rilir. Nitekim madem A B ’yi, devindirilen nesne olarak aldık, onun bölü­ nebilir olması zorunlu63. Çünkü her devinen nesne bölünebilir: Diyelim ki [AB] C ile bölünsün. C B devinmediğinde A B de devinmeyecektir,

40

çünkü A B devinecek olsa, açık ki, C B durmasına karşın A C devinebilecektir, dolayısıyla nesne ‘kendinde’ ve ‘ilk/asıl anlamda’ devinmiş olma­ yacaktır, oysa kabulümüz nesnenin ‘kendinde’ ve ‘ilk/asıl anlamda’ de­ vindiği idi. Demek ki, C B devinmezse A B ’nin de durması zorunlu, ama

45

başka bir nesne devinmediğinden ötürü duran bir nesnenin ‘bir şey’ ta­ rafından devindirildiğinde anlaşmıştık, dolayısıyla her devinen nesnenin bir şey tarafından devindirilmesi zorunlu. Çünkü devinen nesne her za­ man bölünebilir olacak, parçası devinmediğinde bütünün de durması zo­ runlu olacak. Madem her devinen nesnenin ‘bir şey’ tarafından devindirilmesi zo­ runlu,

bir

nesne

bir

yerdeki

devinimini

devinen

başka

bir

50

FİZİK 7

30 7

nesneden alıyorsa, yine [onu] devindiren de devinen başka bir nesnece ılovindiriliyorsa, bu da başka bir nesne tarafından devindiriliyor ve bu lıi'P

böyle gidiyorsa, sonsuza gidilmemesi, bir ‘ilk devindiren’in varolma-

m zorunlu. Nitekim diyelim, [ilk devindiren] olmasın ve sonsuza gidilsin: A, B tarafından; B, C tarafından; C , D tarafından devindirilsin ve her

55

-iman ‘içeren-sürekli-ardıl’, ‘içeren-sürekli-ardıl’ tarafından devindirilsin. İmdi madem kabulümüz, “devindirenin, devindirildiği için devindirdi­ ği ”, devindirilenin devinimi ile devindirenin devinimi aynı anda-birlikte ı ılncaktır (çünkü aynı anda devindiren devindirir, devindirilen de devi­ nil-devindirilir). Öyleyse açık ki, A ’nın, B ’nin, C ’nin, devindirenlerin ve

60

•lı-vindirilenlerin herbirinin devinimi aynı olacak. İmdi herbirinin devinlınini alalım: A ’nmki E; B ’ninki F; C, D ’ninki G ile H olsun. Her ,-ııınan herbiri herbiri tarafından devindiriliyorsa, herbirinin devinimi sa-

65

vırıı tek olarak alınabilecek, çünkü her devinim ‘bir şeyden’ ‘bir şeye’ ulur ve sınırları açısından sonsuz değildir. “Sayıca tek devinim”den şunu kastediyorum: “sayıca aynı zamanda, sayıca aynı bir şeyden sayıca aynı şe­ ye yönelik devinim”. Nitekim bir devinim cinsce, türce ve sayıca aynı olaUlir: cinsce aynı devinim, töz ya da nitelik gibi, kategorisi aynı olan-, tür-

35 Z42b

ı r aynı: ‘türce aynı olan’dan ‘türce aynı olana doğru’ olan; sözgelişi türce İk i klı

olmayan, ‘ak’tan ‘karaya ya da ‘iyi’den ‘kötüye. Sayıca aynı: aynı

/uman içinde ‘sayıca birtek olandan’ ‘sayıca birtek olana’, sözgelişi ‘şu U-lli aktan’ ‘şu belli kara’ya ya da ‘şu belli yerden’ ‘şu belli yere’ olan devlııim; ne ki şu belli zaman içinde; çünkü başka bir zaman içinde olsa ılcvinim sayıca birtek olmayacak, türce birtek olacaktır: bunların üzerine ilaha önce sözettik64. A nesnesinin, devinimini içinde tamamladığı zamanı alıp buna

40

FİZİK 7

309

►Jlyclim. A ’nın devinimi sınırlı olduğundan zaman da sınırlı olacaktır, lııull ılevindirenleri ve devindirilenleri sonsuz diye [kabul ettiğimize gö-

45

ı*|, lıcpsinden oluşan E F G H devinimi de sonsuz olacaktır. A ’nın, IVıılıı ve ötekilerin deviniminin eşit olması olası; yine kimilerinin ötekilMıluı daha büyük olması olası; dolayısıyla ister onlar eşit olsun ister da­ im luiyük olsun, heriki durumda da [devinimin] bütünü sonsuz olacak, knl.nl ettiğimiz olasılık bu! Ne ki, hem A hem de ötekilerden herbiri ay-

50

m ıif«.la devindiğine göre, devinimin bütünü ile [yalnızca] A ’nın devini­ mi ııyııı zaman içinde olacaktır. Oysa A ’nın devinimi sınırlı bir [zaman] lılmlc olacaktır. Dolayısıyla sınırlı bir zaman içinde sonsuz bir devinim ııIm ;ık, bu ise olanaksız. İmdi böylece, baştaki savımızın [kabulümüzün: ilk devindiricinin »ıtılij'il böylece kanıdandığı düşünülebilir, ama henüz kanıdanmış değil, ı,1111kû [karşı tezin] hepten olanaksız olduğu kanıdanmadı. Nitekim sınır-

55

lı J >ir zaman içinde, tekbir nesnenin değil, birçok nesnenin deviniminin khiimiz

olması olası. Şu durumda tam da bu sözkonusu: herbir nesne

l>ı inli devinimini gerçekleştiriyor, pek çok nesnenin aynı anda devinmesi ıı|ıiıı;ıksız değil. Ama her devinimde gördüğümüz gibi, eğer ‘ilk anlam-

60

ıLı'dolaysız olarak bir yerde ve bir cisim olarak devinim gerçekleştirecek ıılıiıı devindiren nesnenin devindirilen nesneyle ya bitişik ya sürekli olıın ısı zorunluysa, devindirenle devindirilenin birbiriyle ya da sürekli ya ılıi hitişik olması, dolayısıyla hepsinden bir tür ‘birlik’ oluşması zorunlu. I'ııımn sınırlı ya da sonsuz olması şu andaki temellendirmemiz/savımız ^.ısından önemli değil, çünkü hem birbirlerine eşit hem de birbirlerin-

65

ılı ıı Jah a büyük olmaları olası ise, sonsuz sayıda olan nesnelerin devini­ mi lıcr durumda sonsuz olacaktır - burada olası olan şeyi “öyleymiş” gibi l ilmi edeceğiz. İmdi A B C D ’den oluşan şey [[ ya sınırlı]] ya da sonsuz bir hysr ve EFGH devinimini K zamanında gerçekleştiriyorsa, bu zaman da ılımlıysa, sözkonusu olan şu: sınırlı bir zaman içinde ya sınırlı bir nesne yı

da

sonsuz

bir

nesne

sonsuz

bir

devinim

gerçekleştirecektir.

70

FİZİK 7

31.1

Aımı herikisi de olanaksız. Dolayısıyla durmak gerekiyor! Bir ilk devirip, un ile ilk devindirilenin varolması zorunlu. Olanaksızlığın bir varsayım. ila ıı çıkması hiç önemli değil, çünkü varsayım olasılık olarak alındı: oja. Mİık kondukta ondan olanaksızlığın ortaya çıkmasından başka bir ;;ey

30 243a

yıkmıyor.05 2 “flk/doğrudan devindiren”, ereksel neden olarak değil, devinjm lEn geniş biçimde Fizik, VII, 5 *7 Pythagoras ile Platon (Sophistes, 256 d-e: Timaios, 57 e-58 c) 1HPythagorascılarm görüşleri (Bkz.: Metafizik, 1048 b 29-35) 1 Buradaki anlam üzerine en anlaşılır yorum Hans VVagner'irıki (Aristoteles, Physikvorlesung, übersetzt von Hans Wagner, Akademie Verlag, Berlin 1967, s. 501): 1, 2, 3'ün kareleri 1,4,9'dur. Nokta ile şöyle gösterilir: 1: 4: : : 9: ...

bir ile başlayıp 1X1, 2X2,3X3, 4X4, 5X5 diye sürdürüldüğünde bunların noktalarla elde edi­ len geometrik şekil karşılığı hep 'kare' olur (aei hen to eidos: hep tek biçim), 'ayrı' (birin dı­ şında) başlanırsa, sözgelişi 2 ile başlanıp 1X2,2X3,3X4,4X5 diye sürdürülürse... yani hep başka bir şekil. ^ Diels'e göre Anaksimenes'in bir Öğrencisi bu görüşteymiş (in Aristotele, Öpere 3, Fisica, Del

Cielo, Editori Laterza, bari 1991, s. 58).

440

N O TLAR

21 Parmenides'ın bir cümlesi.

* Anaksimandros. 23 Platon'un görüşü; krş.: Metafizik, A 992 a 20. 24 Her, 'iki'ye bölünmede cisim küçülür, sayı büyür.

2^Metindeki 'tou asteos'u 'asteros' diye okuyanlara uydum. 2^ Hesiodos, Theogonia, 116-117 27 Timaios, 51 a - 52 d 2^ Bu konuda bkz.: K. Gaiser, Platons Ungeschriebene Lehre, Stuttgart, 1968, S- 53429 Krş.: Metafizik, XII, 8. 50 aitherden kastedilen ateş. Bkz.: Peri ouranou, 3,302 b 4; Meteorologica, 339 b 21; 369 b 14 ^ Platon, Timaios 79 a. 32 Bu düşünür hakkında pek birşey bilinmiyor. Bu 8. Bölüm'de gösterildi. 34 I. Kitap 7-9. bölümler O zaman da iki 'an' olur; biri başlangıç öteki son. 36 Platon. 3^Phythagorascılar, Özellikle Arkhytas 38 Devinim (kinesis) ile değişme (metabole) arasında Aristoteles 225 a 34- b 9'da ayırım yapı* yor. Ele geçen metinde boşluk var. ^ Krş : Metafizik 1088 a 6 4^Simonides, Thales 42 219 b 5-8. 43 Vin, 7-9 da bu gösterilecek. 44 Platon'un Tımaios'taki savı. 45 ŞEKİL

f

1 çem ber

üç^en

/

V

eşkenar ikizkenar çeşitkenar SAYI

X

\

'on' 'onbiı' / \ köpekler atlar 46 224 b 26-28 4^syn-birlikte, ekho-iyeyim 48 229 a 28 4^ Ünlü "Adon Bahçeleri"ne gönderme. ^ Köşeli ayraç içindeki bu son paragraftan Porphyrios ile Themistios söz etmiyor. Simpliki09 bu kısmı sonradan eklenmiş kabul ediyor: Aristotele, Öpere, volüme terzo: Fisica, Del Celo, Tradıızione di Antonio Russo. Editori Laterza 1991. s. 136.) 51 226 b 12-16 52 234 b 10-20 53 235 b 6-13 54 236 b 31 5 ^e kineitai: "ya da devinmekteyse"yi göz önüne almadım. 56 233 a 21-31.

441

N O TLAR 57

IBaşlangıç IDurumu

|c 4 Adım isonra

B

c

B

c

B

|A

A

A

A

1

B

B

b"

jA

A

A

A

t C

C

C

C

\A

A

A

A

c [

B

I

88adım sonra |B

B

B

B t C

C

C

58 2399 a 26-29. 59 2377 a 17-b 22. 60 2322 b 23,233 a 10 6* Dalha az devinecek bir nesnenin olması zorunlu; zaman olması için devinim, levinim olma-

sı idçin nesne olmalı.

62 2255 a 1-234 b i l 63 Bluz. 240 b 8-241 a 26 64 E, 44

,,s Recductio ad absürdüm. 00 2603 a 20-261 a 26 da bu gösterildi: 67 2255 b 15 68 232i a 25 ® çizfgi:l. Düz 2. Çembersel; yer değiştirme: 1. Düz devinim 2. Çembersel devinm. Nessne A gücüyle B büyüklüğündeki/ağırlığındaki nesneyi C boyunca D zarramnda devindiriiyor: 1. B: 2'yi D zamanında 2C kadar devindirir. 2. A\, B:2'yi D:2 zamanında C kadar devindirir 3 A\, B'yi D:2 zamanında C:2 kadar devindirir 4. A\:2, B:2'yi D zamanında C kadar devindirir, 5. A\:2, B'yi D zamanında C C2 kadar devmdirmez, çünkü güç, devinimi yerije getiremeye­ cek: kadar azalacaktır 6 21A, 2B'yi D zamanında C kadar devindirir. ^ Bir ıönceki dipnottaki 5. duruma göre. 72 Tmnaios 28 b, 38 b ^ Phjysik, 3. Kitap 5'e göre bu olanaksız; gönderme: Anaksimandros, Anaksimenes ve Demolkritos. 74 259ib 1-16 75 192! b 21 7^ Herrakleitos. 77 2501 a 17-19 78 253 i a 32-b 6 Mellissos Krş;.: Peri Psykhes (Ruh Üzerine), 428 b il ^ Rosss'a göre 234 b 10-20; Diels'e göre a 228 a 10 vd. 82 251 a 9-16 83X,1

84 256 b 4-257 a 27)-

442

NOTLAR

85 Krş.: 256 b 30-257 a 3 86 Krş.: 188 a 17-18 87 TH, 1 88 252 b 17,18; 253 a 7-20 89 Krş.: metafizik, 8

90 Krş.: Peri Psykhes (Ruh Üzerine), 2. 416 a21 91 Krş.: 194 b 13 92 E, 4 93 Krş.: 227 b 24-26 F I------------------|G 94 E ------- B------- C (E) (F) A --------------- ► D I--------------- ► 95 262 a 19-b 21 9®Herakleitos, Anaksagoras 97 261 b 28 98 Krş.: 3. kitap 5, 8 99 Empedokles, Anaksagoras, Demokritos 1' 1 Demokritos '''■ Platon * Ross'a göre burada Aristoteles Platon'u eleştirmektedir 103 266 b 28-267 a 8 104 Bkz.: 240 b 8- 241 a 26 105 E, 4.

Türkçe-Yunanca Sözlük

cisim : soma çekm e: helksis çelişm e: antiphasis çem bersel, d airesel yer d eğiştirm e:

açıklam a: logos ııkıl: logos am aç: heneka ıınıaç, son: telos u n / şim d ik i a n , şim di: nyn ara n esne, a ra m ek an : diastema ard ışık: ephekses atm a: risis ayırm a: diakrisis ayırm ak: diairein ayrı, a y rı b aşın a: khoris/khoriston bağlam a: synapsis beden: soma benzetm e: analogia biçim : eidos biçim , şekil: morphe bileşik: syntheton bir: hen bird enbire: eksaiphnes b irleştirm e, toplam a: synkrisis b irlik te , a y n ı anda: ham a b itişik olm ak : haptesthai boşluk: kenon bozulm az, yokolm az: aphtharton bölünm ez: atomos; adiaireton bütün: holon bü yüklük: megethos büyüm e, artm a: auksesis büyüm ek, a rtm a k : auksanein cins: genos

periphora çizgi: gramme d aire, dairesel: kyklos d airesel y er d eğiştirm e: kyklophoria; periphoria değişme: metabole değişm ek: metaballein d evinim : kinesis devin im siz, değişm eden bağım sız: akinetos doğa: physis doğal o larak : physei doğaya göre: kata physin

DOSTLUK: philia d u rm ak , d u rad u rm ak , d u rak lam ak : eremein-eremia d u rm ak , k alm ak : m one d uru m : thesis d uygulanım : pathos duyum : aisthesis düz çizgi: eutheia ebedi: aidios ek lem e: prosthesis ek silm e, k ilo verm e: phthisis eşh ızd a/ sab it hızda: homotakhes; isotakhes etk ilen im : pathos e tk in lik , g erçek lik : energeia e v re n , d üzen, gökyüzü: kosmos; pan; ouranos

444

TÜRKÇE-YUNANCA SÖZLÜK

g e rçe k lik , tam am lanm a: entelekheia

sonsuz: apeiron

g üç, o la n a k : dynamis

söz: logos

h a k ik a t: aletheia

sü rek li: synekhes

h e r zam an: aei

şe k il, biçim : skhema; morphe

içeren : ekhomen.es

ta lih : tykhe

ilg i, g ö re lik , b a ğ ın tı: pros ti

tam olm ayan: atelos

ilin ek sel: symbebekos

ta m , m ükem m el: teleios

ilin e k se l anlam d a: kata symbebekos

töz, v a rlık : ousia

ilk / d o ğ ru d a n : protos

tü m el: katholou

ilk e , başlangıç: arkhe

tü m evarım : epagoge

k arışm a: synkrisis

tü m ev arım , te k le re bak m a: epaktllca

k a rşıla ştırıla b ilir: symbletos

uç: eskhaton

k a rşıt: enantion

US: nous

k av ram : logos; eidos

uzam , yer: topos

KIN : neikos

uzu nluk: mekos

k ü tle , a ğ ırlık : onkos

v a rlık , töz: ousia

m adde: hyle

yer d eğiştirm e: phora

m ü k em m el, tam : teleios

y er, uzam : topos

neden: aitia

yerleşm ek, d u rm ak , k alm ak : staslı I

n ice lik : poson

yokolm a: phthora

n ite lik : poiotes

y ok su n lu k: steresis

n ite lik değiştirm e: alloiosis

zam an: khronos

n o k ta : stigme

zo r/ z o r ile : bia

o la n a k , güç: dynamis

zorunlu : anankaios

*

1

olu ş: genesis o lm a k , v aro lm ak : einai olu şm am ış: agenetos o ra n tı: analogia o r ta , arad a: metaksy o r ta , ara: mesos ö ğ e (ler): stoikheia p arça: meros parçasız: ameres ra stla n tı: automatos ru h : psykhe sa rm a k , ku şatm ak : periekhein sayı: arithmos sın ır: peras sıra , d iziliş: taksis so n , am aç: telos

1

Yunanca-Türkçe Sözlük

ekhom en es: içeren eksaiph nes: birdenbire en a n tio n : karşıt

«ıllaireton: bölünmez ■i'l her zaman ■grııctos: oluşmamış ılılos: ebedi ■İMİıcsis: duyum illin: neden ■lılnetos: devinimsiz, değişmeden bal'.ırasız ■lıilıcia: hakikat ■llolosis: nitelik değiştirme «iiıcres: parçastz ■ıııılogia: benzetme; orana ■ııııııke: zorunluluk ■ııllphasis: çelişme • |H-lron: sonsuz ıplılharton: bozulmaz, yokolmaz • ılllımos: sayı ■rklıc: ilke, başlangıç »Irlııs: tam olmayan ■lıııııos: bölünmez • ıılmıınein: büyümek, artmak ■nİ4M\sis: büyüme, artma •uiomatos: rastlantı İ lla ■«)r/zor ile ıl la İre in: ayırmak ıllukrisis: ayırma ıllanu-ma: ara nesne, ara mekan ılyııamis: güç, olanak »IiUni: kavram; biçim »lıınl: olmak, varolmak

en ergeıa: etkinlik, gerçeklik en telekK eıa: gerçeklik, tamamlanlama epagogc: tümevanm ep ak tik o s: tümevanm, teklere bakma ephekses: ardışık erem ein-erem ia: durmak, duradurmak,

duraklamak esk h ato n : uç eu th eia: düz çizgi genesıs: oluş genos: cins gram m e: çizgi ham a: birlikte, aynı anda h ap testh aı: bitişik olmak helk sis: çekme Ken: bir hen ek a: amaç Kolon: bütün h o m otakh es: eşhızda/sabit hızda hyle: madde isotak h es: eşhızlı-sabit hızda k a ta physin: doğaya görekata symbbe-

kos: ilineksel anlamda k ath o lo u : tümel k en o n : boşluk k h o ris/ k h o risto n : ayn, ayn başına k h ro n o s: zaman k in esis; devinim kosm os: evren, düzen k y k lo p h o ria: dairesel yer değiştirme k y k los: daire, dairesel

446

YUNANCA-TÜRKÇE SÖZLÜK

logos: söz; açıklama; akıl; kavram

stoikheia: öğe(ler)

megethos: büyüklük

symbebekos: ilineksel

mekos: uzunluk

symbletos: karşılaştırılabilir

meros: parça

synapsis: bağlama

mesos: orta, ara

synekhes: sürekli

metaballein: değişmek

synkrisis: birleştirme, toplama, kanjffl

metabole: değişme

syntheton: bileşik

metaksy: orta, arada

taksıs: sıra, diziliş

m on e: durmak, kalmak

teleios: mükemmel, tam

morphe: şekil, biçim

telos: amaç, son

neıkos: KİN

thesis: durum

nous: US

topos: uzam, yer

ıran: an/şimdiki an, şimdi

tykhe: talih

onkos: kütle, ağırlık ouranos: evren, gökyüzü ousia: varlık, töz pan: evren, gökyüzü pathos: duygulanım; etkilenim peras: smır periekheitı: sarmak, kuşatmak periphora: çembersel, dairesel yer değiştirme

philıa: D O STLU K phora: yer değiştirme phthisis: eksilme, kilo verme phthora: yokolma physei: doğal olarak physis: doğa poıotes: nitelik poson: nicelik pros ti: ilgi, görelilik, bağıntı prosthesıs: ekleme protos: ilk/doğrudan psykhe: ruh ripsis: atma skhema: şekil soma: cisim; beden stasis: yerleşmek, durmak, kalmak steresis: yoksunluk stigme: nokta

Y A P I

K R E D İ

Y A Y I N L A R I Felsefe Nedir? G. Deleuze - F. Guattari

COGITO

Ansiklopedi Diderot - D'Alembert Dile Gelen Felsefe Taylan Altuğ Doğu Avrupa'da Özelleştirme E. Apâthy vd.

Kurban - Kurbanın Kökenleri ve Anadolu'da Kanlı Kurban Ritüelleri Gürbüz Erginer

Fizik Aristoteles

Doğu Avrupa Devrimleri F. Feher - Â.Heller

Retorik Aristoteles

Ekolojik Yeni Düzen-Ağaç, Hayvan ve İnsan

Seçimden Koalisyona Fuad Aleskerov Haşan Ersel - Yavuz Sabuncu

Luc Ferry Ders Özetleri Michel Foucault

Yok Felsefesi Gaston Bachelard

Değişen Dünya Değişen Dil Macit Gökberk

Göstergebilimsel Serüven

Kant ile Herder’in Tarih Anlayışları Macit Gökberk

Roland Barthes Bilim, Din ve Eğitim Üzerine Düşünceler

Kültürün ABC’si Bozkurt Güvenç Hunlar ve Tanrının Kılıcı Atilla Nemeth Gyula

Hüseyin Batuhan Bilim ve Şarlatanlık Hüseyin Batuhan Modemizmin Serüveni Enis Batur Güçsüzlük İsteği - Uluslararası ve Stratejik Tutkuların Sonu mu? Pascal Boniface Tartışılan Modernlik: Descartes ve Spinoza

'İdeoloji' Olarak Teknik ve Bilim Jürgen Habermas Profesör Heidegger, 1933'te Neler Oldu? Martin Heidegger ile Söyleşi Felsefe Yazıları Selahattin Hilav Edebiyat Yazıları Selahattin Hilav

Tülin Bumin Hegel-Bilinç Problemi, Köle-Efendi Diyalektiği, Praksis Felsefesi Tülin Bumin Zamanların Sonu Üstüne Söyleşiler Jean-Claude Carriere vd. İnsan Üstüne Bir Deneme Ernst Cassirer BirÖzyaşamöyküsü R.G. Collingwood Gazzali ve Şüphecilik İbrahim Agâh Çubukçu

Kesin Bir Bilim Olarak Felsefe Edmund Husserl Tencere Kapak Turhan İlgaz Mutlak Albert Jacquard - Abbe Pierre Marksizm ve Biçim Fredric Jameson Dostoyevski'dert Sartre'a Varoluşçuluk VValter Kaufmann Pera Peras Poros

Moda, Kültür ve Kimlik Fred Davis

Haz.: Ferda Keskin - Önay Sözer

Ortaçağ Türk Toplumları Hakkında

Hegel Felsefesine Giriş Alexandre Kojeve Yalanla Yaşamak - Tercih Çarpıtmasının

Sencer Divilçioğlu Oğuz’dan Selçuklu’ya Sencer Divilçioğlu Osmanlı Beyliğinin Kuruluşu

Hüzünlü Dönenceler

Sencer Divitçioğlu

Claude Levi-Strauss

Euro İçin Küçük Sözlük Daniel Cohn-Bendit Olivier Duhamel Türkiye’de İşsizlik ve İstihdam Seyfettin Gürsel - Veysel Ulusoy

Y A P I

Toplumsal Sonuçları Timur Kuran Yaban Düşünce Claude Levi-Strauss

K R E D İ

Üniter Devlet - Bölgeselleşmeden Küreselleşmeye Atilla Nalbant Akdeniz’in Kitabı Predrag Matvejevic'

Y A Y I N L A R I

Y A P I

K

R

E

D

Y

İ

A

Y

I

N

L

A

Belirsizin Bilimleri Abraham Moles

Demokrasi Nedir? Alaln Touraine

Türkiye'de Popüler Kültür Ahmet Oktay

Modernliğin Eleştirisi Alain Touraine

“Yıkanmak İstemeyen Çocuklar” Olalım

Denemeli Denemesiz Nermi Uygur

R

I

İnsan Açısından Edebiyat Nermi Uygur

Ünsal Oskay Avcılık Üstüne Jose Ortega y Gasset

Yaşama Felsefesi Nermi Uygur

Sevgi Üstüne Jose Ortega y Gasset

Salkımlar Nermi Uygur

Üniversitenin Misyonu Jose Ortega y Gasset

Dilin Gücü Nermi Uygur

Yeni Toplum Görüşü Robert Owen

Güneşle Nermi Uygur

Piyasa Güçleri ve Küresel Kalkınma

Edmund Husserl’de Başkasının Ben'i Sorunu Nermi Uygur

Haz.: R. Prendergast - F. Stevvart

Bunalımdan Yaşama Kültürü Nermi Uygur

Din İle Bilim Bertrand Russell İnsanlığın Yarını Bertrand Russell

Felsefenin Çağrısı Nermi Uygur

Daha İyi Bir Dünya Arayışı - Son Otuz Yılın

Kuram-Eylem Bağlamı Nermi Uygur

Makaleleri ve Bildirileri Kari R. Popper

Batının Kültür Dünyası Nermi Uygur Kültür Kuramı Nermi Uygur

Sartre Sartre'ı Anlatıyor

Tadı Damağımda Nermi Uygur

Jean-Paul Sartre ile Söyleşi Beşinci Disiplin Peter M. Senge

Başka-Sevgisi Nermi Uygur

Doğayla Sözleşme Michel Serres

Aşk Ahlakı Hilmi Ziya Ülken

Her Şey Türk İşi Margret Spohn

Kan Davası Artun Ünsal

Zümrütnâme A. M. Celâl Şengör

Anlatı Yerlemleri Tahsin Yücel

1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku

Ahlaki ve Siyasi Hoşgörü Melih Yürüşen Sonsuz Yanılgılar Karşısında John VVaterbury

Bülent Tanör - Necmi Yüzbaşıoğlu

Tractatus Ludwig VVİttgenstein

Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri

Gorbaçov Türkiye'de

Bülent Tanör

-İstanbul ve Ankara Konferansları­

Çokkültürcülük Charles Taylor

msan Hakları

Yazın Kuramı Derleyen: Tzvetan Todorov Birlikte Yaşayabilecek miyiz? Alain Touraine

http://www.shop.superonline.com/yky

Y A P I

K

R

E

D

İ

Y

A

Y

I

N

L

A

R

I

“ M adem doğa bir devinim , değişm e ilkesi ve m adem araştırm am ız doğa üzerine; devinim ne, bunu gözden kaçırm am am ız gerekiyor, çünkü devin im b ilin m e d iğ in d e doğa da b ilin e m ez. D evinim in sürekli olan şeylerden olduğu düşünülüyor, ‘sürekli’ kavram ında ilk göze çarpan şey ise ‘sonsuzluk’... Ayrıca ‘yer’den, ‘boşluk’tan, ‘zam an’dan bağım sız bir devinim olanaksız. İm di şu açık: bunların herbirini te k te k ele alıp incelem ek gerekiyor.” A ristote les’in Fizik’], Yunanca aslıyla b irlikte, ilk kez Türkçede. Saffet B abür’ün çevirisiyle.

TÜ RK İYE ÇÖL OLM ASIN ! (0 2 1 2 ) 2 8 1 1(1 2 7

ISBN 9 7 5 - 3 6 3 - 6 3 4 - 2

789753 636346"

-