Erkek Hikayeleri [4 ed.]
 975470046X

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

ÜMiT KIVANÇ 1956'da lstanbul'da doğdu. Haliyle, birtakım okullarda okudu. 1980 öncesi dönemi malüm şekilde g eçirdi. Altın Kitaplar Yayıııevi, Ilirilıiııı dergisi, Milliyet yazıişlcri, Cııııılıuriyet Haber Merkezi'ncle, YcniGtindcııı haftalık haber dergisinde çahşıı. "Piyasaya" fotoğraf ve tasarını işleri yaptı. 1980 önce­ sinde Afrika Boynuzu ve Nikaragua üzerine haber araştırması-analiz türünde broşürleri yayımlandı. Halen Birilıiııı dergisi ve Radilıal gazetesinde yazıyor. Edebiyat çalışmaları l 989�dan itibaren yayımlanmaya başlandı. llk kiıabt "Bir­ takım kadınlar, muhtelif erkekler ve hep bildiğimiz şeyler üzerine bir upuzun hikaye" olan A�lııııı Bana Rcsiıııaltı'dır. Bunu "siyasi polisi)'e roman" Bclılc De­ dim Gölgeye (1989) izledi. Erlıclı Hilıciydcri (1990), hikayelerini topladığı ilk

kitabıdır. /ılfacbetlı. Muhitimize Uyarlama Denemesi (1991) ise tek oyunu. Yakın tarihimizi yeniden yorumlamaya ve anlamaya bir katkı niteliği de taşıyan Gai/ı l 992'dc çıktı. Siyalı Malıanıı'ndan (1997) önceki son ro­

Romans adlı romanı

manı, l 995'te yayımlanan Yalnız Olıııııyoı:

iletişim Yayınlan 105



Çağdaş Türkçe Edebiyat 12

·ısBN 975-470-046-X

© 1990 iletişim Yayıncılık A.

S.

1. BASKI 1990, lstanbul 2. BASKI 1990, lstanbul

3. BASKI 1990, lstanbul 4. BASKI 1998, lstanbul 1

KAPAK Ümi L Kıvanç

DiZGi Maraton Dizgicvi UYGUlAMA Hüsnü Abbas

DÜZELT/ Seçkin Oktay KAPAK IJASKISI Sena Ofset

iÇ BASKI ve CiLT Şefik Matbaası

lletişim Yayınları Klodfarcr Cad. iletişim Han No. 7 Cağaloğhı 34400 lstanbul Tel: 212.516 22 60-61-62



ı:ax: 212.516 12 58

ÜMİT KIVANÇ

.Erke'k Hikayeleri

1

e

t

i

ş

i

m

İÇİNDE!(İLER

ı. Erkek hikayeleri

7

.

.

.............. ............... ...... .... ........ .... ........... ....................

• Halük'un teklifi.....................................................................................................13 •Kesişme •

3.5

............................................................................ ... ............ ........................

iki kere iki..

. .

.

. ............ ........ ................. ............ ....................... ....... .... ............. ...

•Bir "ilk görüşte aşk" olayı.......................

il. l-latırlamalar

.

........................ ..... 63

................ 85

..

.......87

•Ses ver, Naci Bey . .

. ..... . 99

• Ustayı ziyaret ........ ............ ........ ...... ... .

.

111. Bir soygun hikayesi

41

.. ..... . .

. ... .... .. . .

•Kale .... ... ......................... ..... . ...... ...... ......... ..

.

.........

.

.........

....

J21

,,......... . .. . .. . .. .123

ı. Erkek hikayeleri'

Hoşgeldiniz, sevgili-0 kurlar! Erkeklerin kendiletini başkalarına bir şey yapmaksızın ifade edebilmelerini sağlama amacıyla hazırlanan bu prog­ ramda sizlerle birlikteyiz. Sizlere sunacağımız dört hikayemiz, ayrıca onlardan önce bazı küçük sürprizlerimiz var. Hikayelerimizden ilki, .değerli bir mimar dostumuzdan, Haluk Bey'den geliyor. Kendisi hikayesine "Haluk'un Tekli­ fi" başlığını koymuş. Bize bıraksa, belki "Haluk Bey'in Tek­ lifi" demeyi tercih ederdik. Kendisi bu davranışıyla bize sa­ . mimi bir şekilde }'Ön göstermiş old u teşekkür ediyoruz. ,

lkinci hikayemizi... doğrusu bize göndermediler, sevgili okurlar. Programımızda görevli reji asistanı arkadaşımız ge­ çen akşam bir pastanede oturduğu koltuğun yanında unu­ tulmuş bir san zarf bulmuş, kimindir nedir diye bakmış, zarftan bu hikaye ile, programımız bakımından önemsiz birtakım boş ve dolu kağıtlar çıkmış. Hikayeyi getirdi, bak­ tık, tam bizim programlık. Belki henüz tamaınlanınamış bir ni.üsvettedir bu, belki yazarı yay ı ml amayı hiç düşünmüyor9

dur. Zaten adamın uğraşıp didinip yazdığı böyle bir hik@ye­ yi pastanede unuttuğuna bakılırsa, sanki yazınca üzerinden

bir yükü atmış ve gerisiyle ilgilenmemiş gi bi dir . Bu hikaye­ yi yazarından izinsiz yayımlamamızı doğru bulmayanlarınız olabilir. Ama şunu gözönüne alın ki, biz, erkekler de her an her yerde izlendikleri-gözlendikleri hissine kapılsınlar, her yaptıklarını seyreden-din leyen birilerinin bu lun du ğu n u varsaysınlar, ruhları buna göre biçimlensin, davranışları bu biçimin dışavurumu olsun, böylelikle kadınlara yaklaşsın­ lar diye gayret gösteriyoruz. Tamam efe'ndim, aksini yapa­ bilseydik şüRhesiz daha iyi olacağını biz de biliyoruz, ama şimdilik imkanlarımız bu kadarına yetiyor. Üçüncü hikayemizi anlatan, .ilk hikayemizde olduğu gibi, toplumumuzun aydın, seçkin bir kesiminden, bir reklamcı dostumuz. Yaşadığı sıkıntılı bir durumu açıkyüreklilikle gözler önüne seriyor. Hikayede kendisi dışındaki herkesin adlarını veriyor, bir tek kendininkini unulmuş. Kasıtlı mı?

Hiç sanmıyoruz. Ya başından geçen karmakarışık hadisele­ rin yarattığı \dalgınlığın sonucudur ya da reklam olmasın diyedir. Dördüncü hikayemizi getiren genç, bize kalırsa henüz sağlam bir işi gücü olmayan bir kardeşimizdi. Saçları uzun­ ca, üstü başı biraz -darılmasın ama- hırpaniydi, bir sırt çan­ tası vardı. Gerçi hikayesini bembeyaz kağıtlara dakLilo et­ miş, tape hatalarının hepsini tipeksle bir bir düzeltmişti, yi­ ne de, ne bileyim... Bu kardeşimiz de adını vermedi, "Gere­ kirse beni Köprüaltı'nclan bulursunuz,

dedi.

Şimdi, hikayelerimize geçmeden, size başta sözünü etti­ ğim sürp rizler imiz d e sıra ... Arkadaşlarımız geçen hafta ç ek im için güneye gitme he­

defiyle, Adana uçağının kalkmasını beklerken makyajcımız Sebla Hanım'ın yanına yaklaşarak akşam işi olup olınadığı10

n ı soran bir genç işadamı, Sebla kardeşimizin görevini ve bu programda da çalıştığını öğrenince, çok heyecanlanmış, "Ben uzun hikaye anlatamam:, ama," demiş, "size yazdığım bir şiiri versem . . . " Sebla dostumuz da alıp bize iletti, sağol­ sun. Okuyorum: Seke seke yürürsün, göz süzers in

YAVRU CEYLAN gibisin. Yardımcı olalım . . .

Başka bir şiir gönderme olayını da yazılı olarak yaşadık. Yani diğer bir deyişle, mektup',geldi. Mektubu gönderen, 34 yaşındaki devlet memuru S.A .. Altı yıllık evliliklerinde üç çocuk sahibi olduktan sonra bu işe bir son verelim diye dü­ şünmüş, doktora gitmişler. Sayın S.A.'nın eşinin sıhhi ne­ denlerle doğum kontrol hapı kullanam:;ı.yacağı ve spiral ve benzeri bir gereç takamayacağı o rtaya çıkmış. Sayın S.A., "Bordro mahkumiyetimize bir de kap u t mahküıniyeti mi eklendi?" diye soruyor. Sayın S.A . , programımız, bildiğiniz gibi, bu tür sorunlara çözüm bulma iddiasındaki bir müessese değil. Sizin üzün­ tünüzı:.i paylaşmak dışında elimizden gelen, sadece, mektu­ bunuza eklediğiniz küçük şiiri aktarmaktır. Size ve Saadet Hanım'a 'şoluğunuzla çocuğunuzla steril bir hayat

� iliyor

ve şiirinizi okurlarımıza s�muyoruz:

naylon girdi Saadet, MııL1uluğumuz hışır hışıı:

Aramıza

Sevgili okurlar, hikayelerimize geçmeden , son

olarak, bi­

ze neden gönderildiğini anlayamadığımız bir kısa mektubu sizlere iletmek istiyoruz. Gerçi mektubu

yollayanın

bir

er-

11

kek o lduğu ve kendinden sözetmeye çalıştığı anlaşılıyor, ama yine de burada konu etmeye alıştığımız sorunlarla her­ hangi bir bağlantı kurmak zor. Evet, aktarıyoruz: Her şay ianın mutlalw dokundıığıı adaınlardandım. Iimseyle beraber olmadan ep�y.bir zaman geçirdi. Sek­ se o kadar düşkün olsa herhalde duramazdı onca zaman. ("Durduğu ne malum? " demeyin, böyle şeyler olsa b ilinir. . . ) 21

İkincisi, benimle sevişmesinde herhangi bir tuhaflık yok. Ben ne kadar kendimi kaptırıyor, ne kadar sürdürebiliyor ve tekrarlayabiliyorsam o da öyle. Zaten herhalde benimle sevişmeyi bu kadar sevmesinde de b u uyumumuzun büyük rolü var. Üçüncüsü, kız "aynı yatakta yatmak" demekle ille de se­ vişmeyi kasdetmemiş olabilir. Ben, son günlerde yaşadığım

olayların etkisiyle bu sözü böyle yorumlamış olabilirim. Ve dördüncüsü: Benim bütün cumartes\ gezmeye gitme, elcle yürüme önerilerimi sessizc e reddettikten sonra bir ke­ resinde şunları söyledi: "Bak Haluk, seni seviyorum, sen de beni seviyorsun. Şu ilişkiyi kamuya açık hale getirmeyelim, özel hayatlarımızın bu ilişkiyle ilişkisi olmayan ayrıntılarını bu işe karıştırmayalım, b eraberliğimizi tehlikeye atmaya­ lım." Bu sözlerden çıkardığım sonuç, onun b u ilişkiyi sür­ dürmeyi sırf benimle yatmak için istiyor olmadığı, pekala beni sevdiği için benimle yatıyor olabileceğiydi. Akıl yürüt­ memde bir sakatlık yok sanıyorum. (Bir parantez daha açmak istiyorum. İnsanlar insani me­ selelere biraz olsun sistemli, rasyonel düşüncelerle yakla­ şınca hemen "mesleki deformasyon" diye ayağa kalkanlara b u sözüm! Sistemli düşün cenin beni bir b unalımın eşiğin­ den nasıl kurtardığını yukarıda açıkladim. Gelin, yol yakın­ ken bazı önyargılarımzı gözden geçirin ! )

Cevza ile tatile çıktık. Ama tam ç ıkacağımız günlerde o tomobilim bozuldu. (Şimdi ayrıntılarına girmeyeyim; hem karbüratörle hem de arabanın elektrik tesisatıyla ilgili iki ayrı arıza sözkonusuydu.) Tatile çıkmayı kararlaştırdığımız güne kadar otomobilin tamirinin imkansız o lduğu anlaşı­ lınca, "Erteleyelim," dedim. Yanaşmadı. Yolun büyük bölü­ münü uçakla katedip zamandan kazanma ve daha az yorul22

ma şansımız da yoktu, çünkü ne bizim gideceğimiz gün e ne d e b i r önceki veya sonraki güne u ç a k bileti bulunabili­ yordu. Otobüsle gitmenin düşüncesi bile kabustu, bizim gi­ dişimiz daha da korkunç oldu. Çünkü, inan ı n , tam 16 saat­ lik otobüs yolculuğu hoyunca Cevza iki buçuk kitap oku ­

du , uyudu ve b enimle lütfen beş-altı cümle konuştu. B en ele tatilin tatil yerinde başlayacağım içimden tekrarlayarak, eğer şu yolculuğu oton:ıobille yapsaydık nasıl da hoşumuza giden yerlerde durur, sarma$ dolaş, tepelerden aşağılan seyı

rederdi k , gelen geçen araçların p lakalarındaki harfl erle oyunlar oynardık diye hayıflana hayıflana uyuyakaldım. Yolculuk tan hatırımda kalan en önemli ayrıntı, Cevza'yı haftalardır ilk kez bu kadar uzun süre giyinik görmüş oldu­ ğumdu. Ve sevgilimin giyini kken de çok hoş göründüğünü hoşnutlukla saptadım. Pansiyon bulmamız zor olmadı. lki katlı, çiçek ve ağaç dolu yemyeşil bahçeli, o yöredeki pek çok bina gibi, yük­ sekçe bir taban betonunun üstüne altı dikme çıkılıp etrafı briketle çevrilmiş, iç bölme duvarları delikli tuğladan, her iki katı da yaklaşık 10-12 rnı.lik odalardan oluşan, her iki katında da 30 rn2 dolayında birer balkon bulunan, b eyaz, şirin bir yapıydı. En iyi tarafı da denize tam tamına iki bu­ çuk metre uzaklıkta bulunuşuydu. Bahçe kapısından çıkın­ ca bir adım a tıp atlasanız denize inersiniz. Bir de ahşap is­ kele vardı denize uzanan. Metal borular taşlık zemine sap­ lanmış, onların üstüne yine metal borudan yatay dayanak­ lar otu rtu lmuş, üstün e de birer metrelik kalas parçaları yanyana yerleştirilmişti. Tabii zeminin direncinin değişebi­ lirliğine yönelik hesap kitap olmadığından, iskele bir yana iyice kaykılmı$tı. Daha pansiyon 'odasına girer girmez, Cevza valizini açtı, mayosunu giydi ve deniz kenarında i ndi., Ben ilk elde kulla­ nabileceğimizi düşündüğüm eşyayı ç ıkarıp odadaki alçak 23

masanın üzerine dizeyim, havluları çıkarıp hazır edeyim di­ ye uğraşmaya koyuldum. Evden çıkarken çanlalanmızı be­ raber hazırlama önerim -ki ne kadar akıllıca o lurdu , ikimiz de yarısı boş kocani.an valizler taşımak durumunda k a lmaz­ dık- Cevza tarafından reddedilmişti , dolayısıyla, şimdi oda­ yı içinde yaşayabileceğimiz biçimde düzenlemek için onun çantasını da açıp karışllrmak zorunda kalacaklım. Bu sırada d1şarıdan, denize düşen büyükçe bir cismin çı­ kardığı sesi duydum. Kulak \;erdim: Cismin sadece denize düşmemiş, aynı zamanda yüzüyoı' o lduğunu saptadım. Ses biraz uzaklaştı, sonra yaklaştı ve son bir foşurtuyla birlikle kesildi. Odanın içinde k ıpırLısız dururken, adımın bağırıl­ d ı ğ ın ı duyd u m . Cevza sesleniyo r, havlusunu is liyo rd u . Çantasını karış lırmak islemediğimi anlasın diye -madem mesafe istiyordu . . . -, "Tabii vereyim, ama nered e ? " diye sor­ dum . "Aman, nerede o lacak canım , çantanın bir yerlerine t ık ı ş t ı rmışı mdır," diye seslendi. Bu du ru mda m e c b u ren çantasını açtı m , havluyu çıkarırken Cevza'nın iki külodu­ na rasllayınca içim bir tuhaf oldu , külotlardan bu biçimde etkilendiğimi saptayınca, "Eyvah, bana da sirayet ediyor," diye korktum. Ve aşkima tam bir karşılık bulamamakta o lduğum u. ilk kez o arı:da kendime açıkça itiraf ettim. Bu hissim gece sevişirken beni bir çeşit tutukluğa sürük­ lemiş olmalı ki, Cevza, "Senin neyin var?" diye sordu. "NL­ hayet benimle ilgilenmek geldi aklına," diye geçirdim içim­ den. Ona da, "Benimle ilgilenmiyorsun," eledim. Gerçi bu­ nu söylemek için o kadar uygun bir du r u mda değildi k , çünkü resmen gayet uygunsuz bir durumdaydık, ama elimi kolumu bağlayaı1 gerilimimi saklamaktansa onu sevgilimle paylaşmam daha mantıklı değil miydi?



Ney e ki, Cevza "llgilenmiyorum da, dilim ve dudakla­ rım b urada dakikalardır neyle meşgul?" gibi bir soru sor24

madı. Böyle bir vurdumduymazlık, daha doğrusu başa kak­ ma, her şeyin sonunu getirebilirdi, Sevgilisine böyle haykı­ racak bir kolejli kız . . . o lacak şey lJ1i, yaşatılabi lir bir imge mi, söyleyin lütfen ! Bu tatsız yaşant,mın tek yaran ertesi gün ortaya pktı. Cevza yine güneşlenmeye yatmış, sessiz, kıpırtısız, iske l_eyi süslüyordu . (Bu söz, pansiyonun balkonundan ·ona b akar­ ken aklıma geldi.) Birden kalktı, yanıma geldi, "Şu ilerCleki lo kantaya gidip bir şeyler yiyelim, sana bir şeyler söylqeee­ ğim," dedi. Ben heyecandan, ikisine ele 'bir şeyler' dediği için, 'sana yemek ısmarlayacağım' demek istediğini sandım. Sonra anladım ki , konuşmak istiyor. Tabii buna daha çok sevindim. Ancak . . . konuşa konuşa ne söyledi, b iliyor m u sunuz? "Lüt fen Haluk, yaşantındaki herhangi bir şeyin sevişmemizi etkilemesine izin verme ! " Evet. Boyle dedi. Aynen böyle! . . Ben, boğazıma. kaçan yeşil salata parçasından kurtul maya çabalayarak, aksınklar, hıçkır ı k lar içinde , güçlükle, "Peki," diyebildim. Anladım ki, henüz p e k çok şeyi konuşabilinek­ ten çok uzağız. Gece yatakta, ona bir şey belli etmemeye çalıştım ve ba­ şardım.

Ertesi gün, ben bir ara pansiyoncuya binayla ilgili birkaç şey soruyordum; ayrıca köyle ilgili de merak ettiğim nokta­ lar vardı. Yani daha doğrusu; şehirden gelip adamların me­ kanında yaşadığımıza göre, biraz ihsani ilişkinin gerekliliği



de yadsınamaz sanırım. Ben p ansiyoncuy a konu$urken , onun kardeşi o lduğunu sandığım bir adam geldi, başka ge­ lenler de o ldu, hayat pahahlığı, ekonomik zorunluluklar, iş­ te bu merkezi ekonomik kararlar niçin alınıyor, siyaset, hangi parti gelse. ne olur, turizm v.b. derken sohbet dallanıp 25

budaklandı. Bu arada Cevza denizden çıkıp pansiyon bah­ çesine girdi ve beni bir meclisin ortayerinde, sohbet halinde bulunca hiç s,e sini çıkarmadan dö ndü, denize atladı, nere­ deyse yarım saat yüzdü. Ben, bir bahane uydurarak denize koştuğu mda, yarım saatin sonunda neredeyse dişleri takır­ dayan Cevza'yı zorla sudan çıkararak odaya gelmesini sağ­ ladım. Bana, "Talile seninle gelelim,

dedi . "Başkalarıyla bir­

likte o l mayı istemiyorum. Daha tatilin başındayız diye söy­ leyeyim dedim. " Ben tam ağzımı açacakken, "Sakın,

diye­

rek o gözlerini kocaman kocaman açtı, "sakın bana insan i ­ yet, kibarlık falan deme. Burada onlar nasılsa cahil diyerek atıp tutuyor, sözüınona her konuda şehirden o n lara bilgi ve ışık taşıyoruz, sonra da daha otobüs termirialine varmadan isimlerini bile unu tuyoruz. Öyle değil mi, ha? " Cevap ver­ mediğimi görünce sürdürdü: "Madem benciliz, bencil de­ ğilmişiz gibi yapmayaiım. B u daha dürüstçe değil mi? "

Bu, Cevza'nın , ilişkimizin tarihindeki en uzun tiradların­ dan biriydi. "Sıkıldı herhalde,

diye geçirdim aklımdan.

"Bütüri gün konuşmadan oturuyor, bir de güneşin altında yatıyor, bunaldı. " Fazla gürültü çıkmadan bu o lay kapandı. Ama tam üstüne o zeytinyağı olayı geldi. Denizden çıkmış, duş alacaktım. Banyoya girdiğimde ye­ rin eğiminde bir terslik o l duğu gözüme çarptı . Kalebodur­ ların çizgileri' mi gözümü yanıl tıyo rdu, yoksa gerçekten, çukurlukta kalması gere k e n banyo d e liği bir yükseltinin üzerinde miydi? Eğer böyleyse , banyo kapısının altı aral ık, eşik d e yüksel tisiz olduğuna göre, ben yıkanırken birikecek sular banyo deliğinden akıp gideceğine pansiyonun korido­ nına yayılacaktı. Bu köylü milletinin teknikle, hesap kitap­ la ne zaman barışacağını düşünerek, deliğin b irikecek s u la­ rı yutacağından emin o lmadan duşu açmamaya karar ver­ dim. Canım, tabii ki, "Bana n e , duş yapacağım, pansiyon batarsa batsın," diyem ezdim . S o n ra arkasından ne biçim 26

konuşurlar adamın. Hem, banyodaki eğim yanlışlığını sap­ tarsam, pansiyoncuya nasıl olması gere ktiğini anlatırım, ha­ zır ben de buradayken. . . Eğim ölçeb ileceğim bir aygıt yoklu tabii yamında. Mima­ rım diye tatile cebimde su terazisi ile çıkacak halim yok ya. Banyonun hemen yanında mutfak var, o raya daldım. Bir b a rdağa su koyup su yüzeyinin b a rdağı koyacağım yerin eğimine göre , bardak kenarıyla dik açı oluşturup oluştur­ mayacağını, o l uşturmuyorsa eğimin ne yönde o lduğunu göstereceğin i . . . Ama bu işi suyla yapmak sakıncalıdır, tam saydam olduğu için gözü yanıltabilir, bu nedenle . . . Mutfak­ ta renkli bir sıvı bu ldum: Zeytinyağı ya ela Salat Malat on­ lardan bir tanesi. Üstelik suya oranla daha koyu bir sıvı ol­ duğundan işime daha çok yarayabilirdi, yani su kadar oy­ nak olmadığından. . . B i r bardağa zeytinyağı koyup banyoya dalarken pansi­ yoncunun arasıra ortalıkta gözüken yaşlı annesiyle gözgö­ z e geldim. "Zeytinyağı olayı'nın asıl b aşlangıc ı , benim iyi niyetli girişimime kalkıştığım a n deği l , işte bu karşılaşma anıdır. Elimde yarısına kadar zeytinyağı konmuş bardakla -tuva­ letin de bulunduğu!- banyoya girdiğimi gören işgüzar ka­ dın, koşup gelinine oğluna benim kabızlık çektiğimi söyle­ miş, pansiyoncunun karısı da bilmemne otlar ı kaynatıp gi­ dip deniz kenarından Cevza'yı kaldırmış, "Bunu içsin beyi­ niz , hemen şey olur," falan demiş . . . Ben banyo zemininin eğimlerini saptayıp - b u arada,eğiın­ ler doğruydu, dört duvardan da banyo deliğine doğru eğim­ li yapılmıştı taban; yani o lması gerektiği gibi- duşumu al­ dım ve çıktım ki ne göreyim: Cevza o danın kapısında d ikil­ miş, elinde bir tas! Öfkesini gizlemeye çalışarak, hatla gü­ lümsemeye çabalayarak, "Bu kabızlık işi de ne A llahaşkı­ na?" diye sordu. Ben şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim. 27

Sonra, bir akşam ö nc e ki başarısız sevişmemizle ilgi li bir imada bulunuyor sanarak, "Güzelim, b üyütülecek bir şey değil ki, geçti zaten, öyle değil mi, ge·çmedi m i sonradan?" dedim. Cevza, "Yahu Halük, ben nasıl bilebilirim senin ka­ , bızın geçti mi?" diye sordu. Durmadan karşılıklı s o rular sqrarak anlaşamayacağımız kesindi. Bu sırada yaşlı kadın koridorun kapısından başını uzatıp, "lçiverdin mi oğlum, iç, iç, " diye seslendi ve beni al­ lak bullak etti. llişkimizi sadece sevişmeden ibaret görmek ve kılmak isteyen sevgilim , köylülere cinsel güç artırıcı şer­ betler mi kaynattırıyordu? Uygar şehirliler olarak Cevza'yla karş ı lıkl ı bilgilerimizi b i ra raya ge tirmemiz ve işin doğrusunun o rtaya çı kması uzun sü rmedi. Yalnız yaşlı kadının Cevza'yı orada burada kıstırıp kabız i lacının hangi o tlardan nasıl

kaynatılacağını

anlatması, üstelik bunu yaparken ikide bir, "Madem beyine lazım o luyormuş , " elemesi s evgilimin s inirlerini azıcık yıp­

rattı.

Ben de bağırsak s ö kücüyü cinsel güç b i lmemnesi san ­

ma aptallığını gösterdiğim için kendime kızıyordum, o lay aklırna geldikçe. Aptall�ğımın nedenlerini araştırdığımda ela -herhalde nedensiz aptallık yapacak değildim- ister istemez Cevza'ya kabahat buluyordum. Bunu ona açıklayamadığım için de normalden biraz erken b oşalıyordu m . l lişkimizin üzerinde grimsi bulu.tlar dolaşmaya başlamıştı. Bu duri.ımu savuşturmaya b ir gece sabaha karşı karar verdim. Yatmış, sevişmiş, uyumuştuk, ben gecenin bir vakti uyandım. Yan i, işte, 04'ü 17 falan geçiyordu. Şortumu giyip balkona ç ık­ tnn , bir sigara yakıp oradaki şezlonga o turdum. Yanlışlıkla Cevza'nın siga rasından ya kmış o lduğumu ikinci nefeste fark edip bu karışıklığa biraz da sevindim. Cevza'n ın sigarac ,s1 benimkinden güzel diye değil elbette. Şuna sevindim: lçi­ çeyclik; sorunlarımız vardı, ama o kadar içiçeydik ki sevgi­ limle, sigaralanmız karışabiliyürdu . . . 28

Balkonda, gökyüzünü kaplayan.yıldızlardan hangi birine baksam diye araştırır ve siga_ r amdan -onun sigarası ndan­ derin nefesler çekerek derin derin düşünürken , tam kar­ şımda bir yıldız kaydı . Şıııp diye! (Niye şıp? Herhalde yük­ sekl erden d enize d o ğr u düştüğü yan ı lsamasını yara ttığı içi n . ) Birden telaşa kapı1clım. İçimden bir ses, "Rasyonelliği her şeye rağmen beş saniyelik bir kenara at, Halük! " eledi b ana . "Ha t t a , üç saniye bile atsan ye ter. Bir d i lek d i le! Unutma ki, bir dilek dilemiş o lmanın keneli başına gücü

vardır.

Bu ille de, senin d i leğini yerine getirecek doğa üstü

güçlere inanman anlamına gelmez ki. Dilek dilemiş ol ma­ nın, bunu biliyor olmanın, sadece senin biliyor o l manın kendi gücü . . . Böyle şeyler diyordu içimdeki ses. Yıldız kayalı b ir- iki sa­ n i ye olmuştu. Dileyeceksem hemen b i r dilek dil emeliydi m. Telaşla mırıldandım: "Cezmi! " Aman tanrım! Evet. 'Cevza' diyecekken 'Cezmi' demiştim. Başka b ir du­ rumda, ikisi de çol< yakınım o lan i nsanlara ait, tam üç h