Yorum ve Aşırı Yorum [4 ed.] 9789755106953


107 82 4MB

Turkish Pages 173 [170] Year 2008

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD PDF FILE

Table of contents :
YORUM VE AŞIRI YORUM
Umberto Eco YORUM VE AŞIRI YORUM
İÇİNDEKİLER
KATILIMCILAR HAKKINDA
Giriş: Sonlu ve Sonsuz Yorum STEFAN COLLINI
I
Yorum ve Tarih
UMBERTO ECO
Metinleri Aşırı Yorumlama UMBERTO ECO
Palimpsest1 Tarih* 2 CHRISTINE BROOKE-ROSE
Yanıt
UMBERTO ECO
YORUM VE AŞIRI YORUM
DENEME
Recommend Papers

Yorum ve Aşırı Yorum [4 ed.]
 9789755106953

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Umberto ECO YORUM VE AŞIRI YORUM DENEME

İNGİLİZCE ASLINDAN ÇEVİREN

KEMAL ATAKAY

Umberto Eco YORUM VE AŞIRI YORUM Öteki Katılımcılar: R ichard Roıty, Jo n a th a n C uller ve C hristine Brooke-Rose

Yayına Hazırlayan: S tefan Collini

DENEM E

İngilizce aslından çeviren K EM A L ATAKAY

CAN YAYINLARI

Can Yayınları: 720 Düşünce: 20

Interpretation a n d O verinterpretation, U m berto Eco © C am bridge U niversity Press, 1992 © C an S anat Yayınlan Ltd. Şti., 1996 Bu eserin T ü rk çe yayın hakları O nk Ajans Ltd. Şti. aracılığıyla alınm ıştır. 1. basım : 1996 4. basım : Mayıs 2008

Kapak Tasarımı: Erkal Yavi Kapak Düzeni: Semih Özcan Dizgi: Hayriye Kaymaz Düzelti: Emin Karaca Kapak Baskı: Çetin Ofset İç Baskı ve Cilt: Eko Matbaası

ISBN 978-975-510-695-3

CAN SANAT YAYINLARI YAPIM, DAĞITIM, TİCARET VE SANAYİ LTD. ŞTİ.

H ayriye C addesi No. 2, 34430 Galatasaray, İstan b u l Telefon: (0212) 252 56 75 - 252 59 88 - 252 59 89 fhx: 252 72 33 http://w ww.canyayinlari.com e-posta: yay inevi (ffcanyayinlari.com

U m b erto Eco, 1932’de İtalya’n ın Milano k en ti yakın ların d ak i A lessandria kasabasında doğdu. 1950’lerde İtaly an Radyo-Televizyonu RAI’nin k ü ltü r program larını yönetti, 1959-75 ara­ sın d a İtalya’nın ü n lü yayınevi B om piani’n in edebiyatdışı ya­ yınlar ed itö rlü ğ ü n ü üstlendi; L a Sta m p a , Corriere delta Sera, L a Repubblica, LEspresso gibi gazetelere m ak aleler yazdı. 1970’lerden bu yana Bologna Ü niversitesi’n d e göstergebilim d ersleri v eren Eco, G ülün A d ı, Foucault Sarkacı, Ö nceki G ü­ n ü n A d a sı v e B odolino gibi rom anlarıyla, m o d e rn k ü ltü rü in ­ ce bir m izah duyarlığıyla ele alan A çık Yapıt, A n la tı O rm an­ larında A ltı G ezinti, Beş A hlak Yazısı, Ortaçağ E stetiğinde S a n a t ve G üzellik, O rtaçağı D üşlem ek, Som on B alığ ıyla Yol­ culuk, Yanlış O kum alar gibi denem e kitaplarıyla g ü n ü m ü z ü n e n saygın y azarları arasın a girdi.

K em al Atakay, 1962’de A nkara’da doğdu. İsta n b u l Ü niver­ sitesi E d ebiyat Fhkültesi İngiliz Dili ve E debiyatı B ölüm ü’n ü b itird ik ten so n ra ABD’de Illinois Ü niv ersitesi K arşılaştırm alı E debiyat B ölüm ü’n d e lisan sü stü öğrenim i gördü. Ç eşitli d e r­ gilerde çevirileri, incelem e ve eleştiri yazıları yayınlandı. Yed itep e Ü niversitesi İngiliz Dili ve E debiyatı B ölüm ü’nde k a r­ şılaştırm alı edebiyat dersleri verdi. G uido Cavalcanti, D ante A lighieri, Francesco Petrarca, Giacom o Leopardi, Cesare Pavese, P rim o Levi, Italo Calvino, U m berto Eco, Octavio Paz gi­ b i şair v e y azarların yap ıtların ı dilim ize kazandırdı.

İÇİNDEKİLER

Katılım cılar H a k kın d a ........................................................... 9 Çevirmenin N otu................................................................... 11 Giriş: Sonlu ve Sonsuz Yorum............................................. 13 STEFAN COLLINI 1 Yorum ve T^rih.................................................................... 36 UMBERTO ECO 2 M etinleri Aşırı Y orum lam a............................................... 59 UMBERTO ECO 3 Yazar ile M etin A rasında................................................... 83 UMBERTO ECO 4 Pragm atistin Yolculuğu.................................................. 107 RICHARD RORTY 5 Aşırı Yorumun S avunusu................................................ 129 JONATHAN CULLER 6 Palimpsest T ^rih ............................................................... 145 CHRISTINE BROOKE-ROSE

7 Y anıt................................................................................ 160 UMBERTO ECO D izin...................................................................................... 175

KATILIMCILAR HAKKINDA

UM BERTO ECO, B ologna Ü n iv e rsite sin d e G östergebilim Profesörü. RICHARD RORTY, V irginia Ü n iv e rsite sin d e İnsan Bi­ lim leri Profesörü. JONATHAN CULLER, C ornell Ü n iv e rsite sin d e İngiliz E debiyatı ve K arşılaştırm alı E debiyat P rofesörü ve İn ­ san B ilim leri B ölüm ü B aşkanı. CH R ISTIN E BROOKE-ROSE, P aris V III Ü niversite­ sin d e E debiyat P rofesörlüğü yapm ıştır. STEFAN COLLINI, Cam bridge Ü n iv ersitesin d e İngiliz E debiyatı Ö ğretim Görevlisi.

ç e v ir m e n in n o t u

Yorum ve A ş ın Yorum çevirisinin sonuna, b aşvuru ­ yu k olaylaştırm ak am acıyla, özgün m etinde b u lu n m a­ y an b ir dizin eklenm iştir. Bu çeviri çalışm asını, o k u ru n da izniyle, değerli ho­ cam A kşit G ö k tü rk ’ü n aziz an ısın a adam ak istiyorum .

Giriş: Sonlu ve Sonsuz Yorum STEFAN COLLINI

I “Tek çekincem , bu k onu n u n yeterince ‘in san i de­ ğ erler’ h ak kında olup olm ayacağıdır.” A kadem ik kom i­ telerin çalışm alarını bilenler, b u yaklaşım tarzını tan ı­ yacaklardır. Bu kez m asanın çevresinde, Clare Hail (Cam bridge) T an n er K onferansları K om itesi oturuyor­ du. T anner K onferansları A m erikalı insansever ve U tah Ü niversitesi esk i felsefe profesörü O bert C. T anner ta ra ­ fın d an k u ru lm u ş olup, 1 Tem m uz 1978’de Clare H all’da resm en başlatılm ıştır. (Tanner K onferansları, h er yıl H arvard , M ichigan, Princeton, Stanford, U tah, Brasenose College, O xford ve zam an zam an b aşk a ü n iv ersite­ lerde de verilm ektedir.) Bu konferansların am acı, “in sa­ n i değerler ve d eğerlendirm elere ilişkin akadem ik ve bilim sel öğrenim i geliştirm ek ve bu öğrenim üzerinde d ü şü n m ek ” olarak belirlenm iştir. Söz konusu toplantı­ d a 1990 T anner konferanslarını sunm ak üzere U m berto Eco davet edilm iş; Eco öneriyi kabul ederken, ele alaca­ ğı konu olarak “Yorum ve Aşırı Yorum”u önerm işti. Ola­ sı h erh an g i b ir güçlüğü önceden belirlem e kaygısıyla, yukarıd a sözlerini aktardığım ız kom ite üyesini tek çe13

kincesin i dile getirm eye yönelten bu konu oldu; ancak kom ite bu çek in cen in konferansları Çök u zu n süre ge­ ciktirm esine izin verm edi. Belli ki, k o n feran sları izlem ek üzere C am bridge’in en gen iş am filerin d en b irin i d olduran yaklaşık beş yüz k işin in p ay laştığ ı b ir çek ince değildi bu. B elki bazıları d ah a çok, zam anım ızın e n ü n lü y az arların d a n b irisin i görüp m erak ların ı g id erm e k ü zere gelm iş, belki bazıla­ rı da yalnızca gösterişli b ir k ü ltü rel ve toplum sal fırsa­ tı k aç ırm am ak arzu su y la h a re k e t etm işlerdi; ancak bu d ev dinleyici kitlesin in ikinci v e ü çü n cü konferansları da izlem eye gelm iş olması, k o nferansçının çekici n ite ­ likleri k ad a r b aşk a ilgi k ay n ak ların ın da v ar olduğunu kanıtlam aktadır. E rtesi sabah, erk en sa a tle rd e n itiba­ ren, konferan sların ard ı sıra yapılan sem ineri dinleye­ bilm ek ve bu sem inere katılabilm ek için k u y ru k oluş­ tu ra n co şk ulu kalabalık ise çok d a h a az çekince serg i­ liyordu; b u kez o n ları h arek ete geçiren şey, F rank Kerm o d e’u n y ö netim inde b ü tü n g ü n sü recek o tu ru m d a Eco’yu R ichard Rorty, J o n a th a n C uller ve C hristine Brooke-Rose ile ta rtışırk e n görebilm ekti. A lfabetik ola­ ra k sıralam ak gerek irse, Isobel A rm strong, G illian Beer, P atrick B oyde ve M arilyn B u tle r’ın o lu ştu rd u ğ u seçkin b ir ö ğ retim ü y eleri ve eleştirm en ler to p lu lu ğ u ­ n u n k atk ılarıy la zenginleşen ve to p lan tıd a h azır b u lu ­ n a n M alcolm B radbury, Jo h n H arvey ve D avid Lodge gibi ö tek i rom ancı-eleştirm enlerin özellikle konuyla il­ gili görüşleriyle çeşni k az an an ta rtışm a kesinlikle çok canlı geçti. Bu o tu ru m ların an a katılım cısı U m berto Eco, öyle çok alan d a k en d in i gösterm iş birisi ki, kolay bir sınıf­ la n d ırm a k ap sa m ın d a d e ğ e rle n d irilm e si olanaksız. İta ly a ’nın P iem onte bölgesinde doğan Eco, Torino Üniv ersitesi’n d e felsefe öğrenim i görm üş ve A quinolu T hom as estetiğ i üzerine bir tez yazm ıştır. D evlet te le ­ 14

vizyonu RAI’n in k ü ltü r p ro g ram ların d a çalışm ış, d ah a so n ra Torino, M ilano ve F loransa ü n iv ersitelerin d e gö­ rev alm ıştır; b u arad a, B om piani Yayınevi’n d ek i yayın y önetm en liğ i görevini de sü rd ü rm ü ştü r. 1975’te n bu yana, B ologna Ü n iv e rsite sin d e G östergebilim K ürsüs ü ’n ü n b aşk an lığ ın ı yap m aktadır (bu k ü rsü , tü rü n ü n herhan g i bir ü n iv ersited e k u ru lm u ş ilk örneğidir). O nun ü ze rin d e d ik k ate değer k ita p yayım lam ış, e s te ­ tik, göstergebilim ve k ü ltü r eleştirisi alanlarına önem li k atk ılard a b u lu n m u ştu r. Bu k itap ların birçoğu İngiliz­ ceye ve öteki dillere çevrilm iştir; b u n a karşın, Profesör Eco’n u n son çalışm aların dan bazılarının, özgün m etin ­ ler İngilizce o larak yazıldığı için, İtalyanca'ya çevrilm e­ sin in gerekm esi, onun bir dilbilimci olarak olağanüstü yeten ek lerin in bir göstergesidir. Aynı zam anda Eco, İta ly a ’nın önde gelen bazı gazeteleriyle dergilerine d ü ­ zenli o larak ve çoğu zam an çok eğlenceli yazılar yazan çok ü re tk e n bir gazetecidir; ancak, en azından İngilizce k o n u şan dünyada, çok d ah a geniş bir k itle onu 1980’de yayım ladığı ve uluslararası bir best-seller h alin e gelen G ülü n A d ı ro m a n ın ın yazarı olarak tan ım ak tad ır. 1988’de ikinci rom anı Foucault Sa rka cı'm yazm ış, bir yıl sonra İngilizce çevirisi çıkan rom an b ü y ü k bir eleş­ tirel ilgiyle karşılanm ıştır. E linizdeki kitap, Eco’n u n 1990 Tanner K onferans­ ların ın gözden geçirilm iş m etinlerini, sem inere k atılan ü ç öğretim ü y esinin su n dukları tebliğleri ve Eco’n u n y anıtın ı içerm ektedir. K atılım cıların tartıştık la rı k o n u ­ lar, alan d an o lm ay an o k u r için zam an zam an oldukça çapraşık ya d a tek n ik görünebileceğinden, katılım cıla­ rın b irb irlerin d en ayrıldıkları tem el noktaları önceden an a çizgileriyle ortaya k o y m ak ve yirm inci yüzyılın son dö n em in d ek i b irço k k ü ltü re l anlam a biçim inin m erke­ zinde y er alan bir araştırm an ın daha geniş im alarına işare t etm ek y ararlı olacaktır. 15

II Elbette, y o ru m yirm inci yüzyıl edebiyat ku ram cı­ ların ın icat ettiğ i b ir etk in lik değildir. A slına bakılırsa, b u etk in liğ i nasıl n itelen d irm ek g erek tiğ i k o n u su n d a ­ ki m u am m a ve tartışm aların B atı d ü şü n ce sin d e uzu n b ir geçm işi v ardır; b u tartışm aları h e r şey d en önce T anrı K elâm ı’n ın an lam ın ı b elirlem ek gibi son derece önem li bir uğ raş h arek ete geçirm iştir. Bu tarih in m o­ d ern aşam ası tem el olarak, on dokuzuncu yüzyılın b a ­ şın d a S ch leierm ach er’le bağ lan tılan d ırılan K utsal K i­ ta p yoru m b ilg isin in gü n d em e g etird iğ i m etin sel an lam so ru n u h a k k ın d a k i y ü k sek düzeyli özbilince u za n m a k ­ tadır; Dilthey, in san ru h u n u n b ü tü n y aratıların ı anla­ m ada y o ru m u n m erkezi rolünü, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında G eistesıvissenschaften k ap sa m ın d a k i b ü tü n a la n la rı içeren b ir program ın tem eli yapm ıştır. Son yirm i otuz yılda bu tartışm an ın girdiği belirle­ yici evreyi iki geniş ölçekli gelişm e bağlam ında a n la­ m ak g erek m ek ted ir. Bu g elişm elerd e n ilki şudur: 1945’te n b u y an a B atı d ünyasında y ü ksek öğrenim in olağ an ü stü ölçüde yaygınlaşm ası, b u tü r k u ru m ların ge­ nel kü ltü rel ro lü n ü etk iley en k o n u lara ve özellikle k u ­ rum sal olarak tan ım lan an “disiplinler”in kim liği ve sta­ tü sü h ak k ındaki sorulara yeni b ir anlam verm iştir. İngi­ lizce konuşulan dünyada, bir disiplin olarak “İngilizce” bu süreç içinde kendine özgü bir m erkeziliği ve duyarlı­ ğı olan bir konum edinm iştir; çünkü İngilizce bölüm ü, üniv ersite dışındaki disiplin dışı okurlarla yazarların varoluşsal so ru n ların d an en az yalıtılm ış disiplindi -b u ise, başk a şeylerin yanı sıra, m eslek içindeki tartışm a­ ların belli aralıklarla kam u d ik k atin in n esn esi olm ayı sü rd ü rd ü ğ ü anlam ına gelm ekteydi. Bu konunun taşıd ı­ ğı önceliğin basit, ancak çarpıcı b ir göstergesi, 1970 yı­ lında İngilizcenin A m erikan ü niversite ve kolejlerinin 16

üçte ik isin d e en geniş lisans bölüm ü olduğu gerçeği­ dir.1 B ununla b irlik te, son on b eş yirm i yıldır, g erek ge­ leneksel olarak İngilizce disip lin in in k o n u su n u oluş­ tu rd u ğ u k ab u l ed ilen y azılar “k a n o n ”u, g erek bu ince­ lem e alan ın a u y g u n olduğu d ü şü n ü len y öntem ler d ah a kesk in b ir irdelem eye tab i tu tu lm u ştu r, ç ü n k ü b u n la­ rın dayandığı toplum sal ve e tn ik varsayım lar a rtık çev­ relerin d ek i d ü n y ad a kolay bir eg e m en lik ten y ararlan a­ m am aktadır. B u n a ek olarak, A m erikan to p lu m u n u n kültü rel çeşitliliği ve A m erikan akad em ik y aşam ın d a bireysel başarıyı y ö n len d iren p azar ilkeleri, şim di “k u ­ ram ” o larak b ilin en ikinci düzey düşünceyi, ü n lerin kazanıldığı ve ik tid a r ile m evki sav aşların ın yapıldığı m erkezi e n tele k tü e l aren a haline getirm iştir. B u k u ­ ru m sal ortam ü zerin d e odaklanm ak, bu tartışm alard a alınan kon u m ların g erçek içeriğini açıklam a yönünde b üyü k bir yol k a t etm em izi sağlam ayabilir; ancak, tu t­ ku ile elde edilen sonuç arasında gö rü n ü rd ek i oransız­ lığı ya d a to p lu m u n böyle önem li k o n u lard a k i tartış­ m aya gösterdiği d ik k a tin derecesini anlam ak istiyor­ sak elzem dir. Bu, yorum h ak k ın d ak i tartışm alara bir an lam yü­ kü yü k ley en b ü y ü k ölçekli gelişm elerin İkincisine yö­ neltiyor bizi: Yani, k ö k ü Kıta A vrupa’sı felsefesinin b e­ lirgin kaygılarıyla y ö n tem tarzlarında b u lu n a n bir yazı b ü tü n ü n ü n , ed eb iy at y ap ıtların ın eleştirel açım lam ası ve değ erlen d irm esi şek lin d ek i geniş ölçüde A nglosak­ son g elen ek le çatışm asın a (daha b ü y ü k bir karşılıklı anlam a ya da iyi n iy e t ç a ğ rıştıra n h erh an g i b ir fiil, bu k arşılaşm a n ın doğasını h aksız y ere yanlış yansıtırdı). ' Richard Ohmann, English in America: A Radical Vieıo of the Profession (New York, 1976), s. 214-215. Ohmann, bu genişlemenin çok büyük ölçüde, “birinci sınıf kompozisyon” dersinin m üfredattaki kilit rolüne bağlı olduğunu vurgular. Daha uzun bir tarihsel perspektif için bkz. Geraid Graff, Professing Literatüre: An Institutional History (Chicago, 1987). Yorum ve Aşırı Yorum

17/2

Bu gelişm eyi de daha uzun bir tarih sel p e rsp e k tif için­ de görm ek gerekir. Y irm inci yüzyıl boyunca İngiltere ve A m erik a’da ed ebiyat incelem elerinin hedeflediği profesyonelleşm eye d o ğ ru u zanan istikrarsız yolda b e ­ lirleyici b ir geçiş, on d o k u zu n cu yüzyılın b a şa t “b ilim ­ sel yö n tem ” k av ray ışın a u y u m sağlam a g irişim inin m i­ rası olan ed ebiyat üzerine ta rih se l araştırm acılıktaki yoğunlaşm aya m ey d an o k u n d u ğ u n d a ve onun yerine çok önem li ölçüde, “b ü y ü k ed eb iy at”ın kanon y ap ıtla­ rının sözel ay rın tıları üzerinde ödünsüz bir dikkatle d u ra n bir eleştiri p ratiğ i geçirildiğinde m eydana gel­ m iştir; b u p ra tik İn g ilte re ’de I.A. R ich ard s’ın P ratik Eleştiri ad ın d ak i y apıtıyla (daha k arm aşık ve d ah a u zak yollardan, T.S. Eliot, ER. Leavis ve William Em pson’u n e leştire l çalışm alarıyla) bağlantılandırılır, A m e­ rik a ’da ise “Yeni E le ştirm e n le r”in, öncelikle Jo h n Crowe R ansom , R.R B lackm ur, R o b ert P en n W arren, A ilen Tate, C leanth B rooks ve W.K. W im satt’in çalışm a­ larıyla. Bu p ra tik zam anla, özellikle A m erika’da, kendi haklılık öğ retilerin i ü retm iştir; b u öğ retilerin tem elin­ de, e stetik b ir nesne olarak edebiyat yapıtı kavrayışı b u lu n m ak tay d ı -k e n d i başına varolan, am acı kendi içinde olan bir este tik n esne; eleştirm enin görevi bu e ste tik n esn e n in k en d in e yeterli anlam ını açım lam ak ­ tı. Bu ilk dogm adan doğan ikincil bir öğreti, “intentıon alist fallacy” adı v erilen tu tu m u n , yani edebiyat y apı­ tı olan “sözel ikon”u n (W im satt’ın deyişiyle) “a n la m ”ını belirlem ede y az arın m etin öncesi n iyetlerini bilm enin önem li olabileceğine in an m a y an lışın ın yadsınm asıydı. (İlke olarak, bu ö ğ retilerin b ü tü n edebiyat tü rle rin e uygulanabileceği varsayılm ıştı; ancak bu öğretilerin geniş ölçüde, önde gelen Yeni E leştirm enlerin belirle­ m ede özellikle güçlü oldukları “gerilim ler” ve “belir­ sizlikler” açısından zengin, kısa lirik şiirin eleştirisin ­ d en geliştiği ya d a e n çok b u edebiyat tü rü n e u y gun ol­ 18

d u ğ u açıklık k azanalı çok olm uştur.) Bu ak ım ın teşvik ettiğ i ve 1950’lerle 1960’larda İngiliz-A m erikan ed eb iy at bölüm lerinde tekelci b ir ko­ num d a olm asa da ağırlıklı bir konum u bulunan edebi­ y a t ve edebiyat eleştirisi tu tu m ların ın , önceden kestirilebileceği üzere, anlam h ak k ın d a K ıta A vrupa’sı felsefi gelenekleri kap sam ın d a gelişen ve kaynağını özellikle yorum bilgisi, fenom enoloji ve yapısal dilbilim den alan heterodoks fikirleri dışladığı ortaya çıkm ıştır. Özellikle S au ssu re ’ü n dil k u ram larından k ay n a k la n an tem el fi­ kirlerin d en bazılarının yaygınlık kazanm ası ve b u n la­ rın L evi-S trauss’u n antropoloji kuram larıyla k ısm en bağdaşm ası, 1950’lerden başlayarak birçok araştırm a sahasında insan etk in liğ in in h e r alanında a ltta yatan derin yapılar ve yinelenen örü n tü ler arayışının yaygın­ laşm asın a yol açmıştır. Bu, bir etkinliğin olanaklılığınm koşullarının aşkınsal irdelem esi şeklindeki K ant-sonrası m irasla birleştiğinde, anlam , iletişim ve benzeri konu­ ların doğası üzerine çok genel kuram ların geliştirilm esi so n u cu n u getirm iştir. (Eco’n u n yakından bağlantılı ol­ d u ğ u göstergebilim ya da göstergelerin bilim i bu daha geniş eğilim in bir parçasını oluşturuyordu; felsefe ve toplum bilim leri alanm da eğitim görm üş kişiler kadar, ana u ğ raşı alanları öncelikle edebiyat incelem esi olan­ lar da göstergebilim i çalışm a alanı olarak seçmiştir.) Böyle bir ku ram sallaştırm anın b ir sonraki aşam asının “yapısalcılık sonrası” olarak b etim lenm esi, kısm en ga­ zeteciliğin etik etlere olan gereksinim inden kaynaklan­ m aktadır; ancak, S au ssu re’ü n gösterenin nedensizliği ü zerin d ek i ısrarının, n asıl yazıdaki h er tü r anlam ın b e­ lirsizliği h ak k ın d a -özellikle Jacques D errida’nın şaşır­ tıcı b ir ustalık la öne s ü rd ü ğ ü - d ah a y akınlardaki iddia­ ların çıkış n o k tasın ı o lu ştu rd u ğ u n u da gösterm ektedir. İngiliz ve A m erikan üniversitelerinde edebiyat öğ­ retm ekle görevli k im seler arasında, h er zam an çok iyi 19

anlaşıldığı söylenem eyecek bu felsefi gelenekler k ü m e ­ sinden k ay n ak lan an fik irlere yönelik çoşkunun yaygın­ lık kazanm asının sonucu, ed eb iy at araştırm aların ın do­ ğası ve am acı üzerine h araretli, karışık ve a rtık gereğin­ den çok uzayan karşıtlık oldu. B u tartışm a sürecinde, bir ed ebiyat m etn in in “a n la m ı”nı belirlem enin, eleşti­ rel irdelem enin m eşru b ir am acı olabileceği fikri olduk­ ça ağır eleştirilere uğradı. Anlam ı sağlayan, doğrudan ilintili [relevant] b ağ lam ların kapsam ını sınırlam a ya da yazının sonsuzcasına sergilediği istikrarsızlıklarını d u rd u rm a girişim i, “yetkeci” olarak nitelendirildi -su ç ­ lam an ın kendisi, k arm aşık k u ram sal sorunlarla d ah a geniş siyasal tu tu m lar arasın d a b ağ lan tı k u rm a n ın n a ­ sıl kolayca gerçekleştiğinin b ir örneğini o lu ştu rm ak ta­ dır. B unun aksine, farklı soyutlam a düzeyleri arasında fazlaca kolay h a re k e t etm e olarak gördükleri şeyden sa­ kınanlar, D errida’nın epistem ik “k esin lik ”i yadsım ası­ n ın D escartes-sonrası felsefe geleneğine bağlı olduğu­ n u ve bu tu tu m u n yazılı h er tü r m etn in uzlaşım sal ola­ rak kabul edilm iş anlam larını belirlem e olasılığına k u ş­ ku d ü şü rm esin e izin verilm em esi gerektiğini öne sü r­ m ekte, k endi bakış açılarını yapısalcılık sonrası eleştir­ m en i şu n u n la suçlayarak desteklem ektedirler: “[Yapı­ salcılık sonrası eleştirm en], ikili bir oyun oynam akta, b aşk asın ın m etnini o k urken kendi yorum stratejisini işin içine k atm akta, ancak k e n d i yorum larının yöntem ­ lerini ve sonuçlarını kendi okurlarına iletirken sessizce cem aat n o rm larına d ay an m ak tad ır”.1 Bu nedenle, Eco b u konuyu konferanslarının konu­ su olarak seçerken, anlam ın doğası ve yorum un olanak­ larıyla sınırları h a k k ın d a hızla ilerleyen uluslararası bir tartışm ad a ya da birbiriyle bağlantılı tartışm alar g ru ­ b u n d a belirli b ir konum alm ayı üstleniyordu. 1960’lı ve 1M.H. Abrams, “How to do things with texts”, Doing Things w ith Texts: Essays in Criticism a nd Criücal Theory (New York, 1989), s. 295.

20

70’li yıllarda, anlam “ü re tm e” sürecinde okurun rolüne dikk ati çeken e n etkili kişilerden biri olarak Eco son ça­ lışm alarında, çağdaş eleştirel d ü şü n cen in önde gelen çizgilerinden bazılarının -özellikle D errida’d an esinlen­ m iş olup, ken d in i “Yapıçözüm” olarak adlandıran ve ön­ celikle P aul de M an ile J. Hillis M iller’in yapıtlarıyla bağlantılandırılan A m erikan eleştirisi ü slu b u n u n - oku­ ra sınırsız, d en etlen m esi olanaksız bir “okum alar” sağa­ nağı yetkisi verm esi olarak gördüğü tarzın d an d uydu­ ğu rahatsızlığı dile getirm iştir.1 Eco’nun b u kitaptaki konferansları, “sınırsız sem iosis” fikrinin yanlış tem el­ lük edilişi olarak gördüğü anlayışa karşı b u protestoyu geliştirerek, kabul edilebilir yorum lar yelpazesini sınır­ lam anın, dolayısıyla bazı okum aları “aşırı yorum ” ola­ rak b elirlem enin yollarını araştırm aktadır. B u am açla, ilk konferans, sırlara v âk ıf b irkaç k işi­ nin dışın d a h erk esin d ik k atin d en kaçacak biçim de kodlan m ış “gizli” an lam lara ilişkin fik irlerin B atı d ü ­ şü n cesin d ek i uzun tarih in i anlatır. Bu tarih çen in ana am acı, çağdaş ku ram ın , çok esk id en b e ri bilin en h a m ­ lelerin y en id en o y n an m ası olarak, n ered ey se herm etizm ile gnostizm in dolam baçlı tarih in d e yeni b ir evre olarak g ö rü n m esin i sağlam aktır -h erm etizm ile gnostizm de, bir bilgi biçim in in ne k a d a r b atin i olduğu gös­ terilebilirse, o bilgi biçim i o k ad ar değerli b u lu n u r ve açılan h er k a tm a n ın ya d a kodu çözülen h er gizin olsa olsa d ah a u stalık la gizlenm iş h ak ik atin bir dış odası ol­ duğu o rtay a çıkar. Bu y orum g elen ek lerin in o rtak b ir psikolojik öğesi, b elirgin anlam a, bu an lam ın erişilebi­ lirliğine v e o n u n s ta tü sü n ü Giz Y an d aşların ın gözünde kaçınılm az olarak m ah k û m eden sağ d u y u y la g ö rü n ü ş­ tek i u y u şu m u n a k u şk u y a da küçüm sem eyle bakm a tu tu m u n d a yatar. ’ Özellikle şu yapıtta bir araya getirilen yazılara bakınız: Umberto Eco, 1 limiti dell’interpretazioııe (Bompiani, Milano, 1995).

21

Eco ikinci kon feran sında, te k bir y o ru m u n doğru yorum olduğunu k anıtlam am ız, h a tta doğru tek bir okum a olduğu y o lu n d ak i h erh an g i bir in an ca bağlan­ m am ız ille de gerekm eksizin, b ir m e tn in aşırı y o ru m u ­ nu a y ırt edebileceğim izi ve ettiğim izi ısrarla b elirterek , y u k arıd a sözü edilen eğilim in m o d ern biçim inden d a ­ h a da uzaklaşır. Eco’n u n b u ra d a k i arg ü m an ı, tem el ola­ rak, eğlendirici ö rn e k le rd en y ararlan a rak g erçek leşti­ rilir, özellikle görece az bilinen on dokuzuncu yüzyıl İngiliz-İtalyan şairi G abriele R o ssetti’n in saplantılı G ül-H aç D ante o k u m aların d an örneklerle. Eco’nun, ay n ı yaklaşım la, A m erikalı eleştirm en G eoffrey H artm an’ın b ir W ordsworth şiiri y o ru m u n u tartışm asın ın am acı, m ak u l y o ru m u n sınırlarını aşm an ın bir başka biçim ini gösterm ektir, ancak olasılıkla birçok o k u r H a rtm a n ’ın okum asını aşırı olm aktan çok aydınlatıcı bulacaktır. Bu arg ü m an d a, m etin öncesi in ten tio auctoris’e (yazarın niyeti) in d irg en em ese bile, in ten tio lectoris ’in (okurun niyeti) özgür o y ununa sınırlam a getiren b ir anlam kay n ağ ı olarak k ışk ırtıcı in ten tio operis (ya­ p ıtın niyeti) k av ram ı önem li bir rol oynar. G ö ründüğü kadarıyla, bu intentio operis’in doğasının, sta tü sü n ü n ve nasıl b elirlen d iğ in in d aha ayrıntılı olarak g eliştiril­ m esi g erektirm ektedir, an cak Eco d ah a önceki yapıtla­ rında o rtay a koyduğu A m pirik O kur, Ö rtük O kur ve Ö rn ek O kur ay rım ların a d ayanarak, bu kavram ı b ü y ü k b ir ustalıkla, m etn in am acının Ö rnek O kur’u ü re tm e k olduğunu im a edecek şekilde yorum lar; Ö rnek Okur, m etni, bir b akım a okunm ası tasarlanan -b u tasarı, ço­ ğul yoru m lara elv erecek şekilde okunm a olasılığını içereb ilir- biçim de o k u y an okurdur. Eco üçüncü konferansında, yukarıda sözü edilen konuyla bağlantılı bir so ru n u ele alır: A m pirik Yazar “k en d i” m etn in in (bu “k en d i” sözü, b ü tü n yorum k u ­ ram cılarının itirazsız kabul etm eyecekleri bir iyelik za­ 22

miridir) yorum cusu olarak ayrıcalıklı bir konum a sahip m idir? Eco, 1950’lerde Yeni E leştirm enlerin y ücelttikle­ ri bir öğretiyi b enim ser; bu öğretiye göre, yazarın m etin öncesi niyeti -b elli bir yapıtı yazm a girişim ine neden ol­ m u ş olabilecek am açlar- y o ru m u n m ih e n k ta şın ı sağla­ yam az, h a tta b ir m etn in anlam ına ya d a anlam larına gö­ tü ren kılavuzlar olarak konu dışı veya yanıltıcı olabilir. B u n u n la birlik te Eco, A m pirik Yazar’ın geçmişe b ak a­ ra k belli yorum ların olanaksız olduğunu b elirtm e h ak ­ k ına sahip olduğunu öne sürer. Ancak b u yorum ların, yazarın ne söylem ek istediğine yönelik y orum lar olarak mı, yoksa m etn in , anlaşılabilir veya ikna edici herhangi bir okum ada, m ak u l bir biçim de anlam landırılm asına yönelik y o ru m lar olarak m ı olanaksız olduğu p ek açık değildir. Eco, G ülün Ach’nın A m pirik Yazarı olarak -e n azından bu d u ru m d a, Ö rnek O kur olm a iddiası olan bir A m pirik Yazar- bazı ilginç açıklam alar getirerek, a rg ü ­ m an a tip ik bir k işisel ivm e kazandırır. S em in ere k atılan ü ç kon u şm acın ın tebliğlerinden h er biri, Eco’n u n iddialarına, b a şk a en tele k tü e l gele­ n ek ler ve so nuçta, belli n o k ta la rd a çakışm akla birlikte, farklı k ay g ılar ü zerin d e tem ellen en y an ıtları tem sil e t­ m ektedir. Son yirm i yıldır R ichard R orty (Am erikalı eleştirm en H arold B loom ’u n gö rü şü n e göre, “g ü n ü ­ m üzde d ü n y ad a k i e n ilginç filozof”), B atı epistem oloji geleneğinin m erkezindeki tem elci [foundationalist] yö­ nelim i te rk etm em iz k o n u su n d a bizi ik n a etm ek üzere güçlü ve etkileyici b ir k am p an y a y ü rü tm ü ştü r.1 Rorty, felsefeyi a rtık Ş eylerin G erçekte N asıl O ld u k ları’nın ir­ d elen m esi olarak, doğayı “y a n sıtm a ” y ö n ü n d e bir giri­ şim olarak, dolayısıyla öteki b ü tü n d isip lin lerin tem eli olarak değil; d ah a çok, çeşitli sözcük d ağ arların ın , yeğ' Bu kampanyanın nirengi noktalarından bazıları şunlardır: “Theworldwell lost”, Journal o f Philosophy, 69 (1972); Phüosophy and the M irrorof Nature (Princeton, 1979); Consequences o f Pragmatism (Essays: 1972-1980} (Minneapolis, 1982); Contingency, /rony, and Solidarity (Cambridge, 1989).

23

lenen çeşitli betim lem elerin am açlarım ızla u y u ştu k la­ rı ölçüde ilginç oldukları sü rek li bir k ü ltü r söyleşisine farklı k atk ılard a n yalnızca biri olarak d ü şü n m em iz g e­ re k tiğ in i belirtir. B öylece Rorty, W illiam Jam es ve Jo h n Dewey gibi d aha önceki A m erikan filozoflarıyla bağlantılan d ırılan pragm atizm le ilgili k en d i versiyonunu g eliştirir; p rag m atizm d e kavram larım ızı, D ün y an ın G erçekte Nasıl O ld u ğ u ’n u te m sil eden bir yap-boz b u l­ m acasın ın p arçaların d an çok, belli am açlar için k u llan ­ dığım ız aletler olarak düşünm em iz istenir. Bu g ö rüşlerine u y g un olarak, Eco ile ilgili yoru­ m u n d a Rorty, bir m etn in “y o ru m u ” ile “ku llan ım ı” ara­ sındaki ayrım a k arşı çıkar. Eco’y u m etn in bir “doğası” olduğu ve m ak u l y o ru m u n bir biçim de bu doğayı ay­ d ın latm a girişim ini içerdiği kav ram ın a bağlı görür; oy­ sa R orty bizi, M etnin G erçekte Nasıl O lduğu’n u k eşfet­ m e fikrini u n u tm ay a ve b unun yerine, çeşitli am açları­ mız açısından m etne getirm eyi yararlı buld u ğ u m u z çe­ şitli b etim lem eleri d ü şü n m ey e teşvik eder. R orty’nin felsefi k am p an y asın ın k a y d a d eğ e r bir özelliği, birçok gelen ek sel k u ra m sa l konuyu ken d i “yeğlediği n ih ai sözcük d ağarı” ad ın ı verdiği şey için d e yeniden b etim ­ lem e tarz ı o lm uştu; b u n u n la Rorty, en te le k tü e l değişi­ m in, önceki görüşlerin aşam a aşam a çü rü tü lm esi a ra ­ cılığıyla değil, in sa n la rın y eni b ir sözcük d ağ arın ı kul­ lanm ayı daha yararlı, daha kazanm alı ya da ilginç b u l­ m asıyla gerçekleştiği in an cın ı so m u t olarak g österm iş­ ti (her halükârda, yeni görüşün eski görüşün çü rü tü l­ m esi olarak etk in b ir işlev görebilm esi için varolan söz­ cük dağ arın d a k ab u l edilen ölçütlere b aşv u rm ası gere­ kecektir). Bu, R orty’i sık sık, bazılarının heyecan veri­ ci bazılarının ise öfkelendirici buldukları, iyi d ü şü n ü l­ m üş bir acelecilikle, d ü n d e n b u g ü n e değer verilm iş birçok so ru n u n a rtık ilginç so ru lar olm adığını ilan e t­ m eye götürür. Bu sem inerdeki k o n u şm ası kapsam ında 24

Rorty, “m etin le rin nasıl işlediği”yle ilgili irdelem elerin biz neşeli p ra g m a tistlerin a rtık te rk etm esi g erek en yanlış ya d a k arşılıksız alıştırm alar arasın d a olduğunu dile getirerek iddiasını güçlendirir (ve görüleceği gibi, tartışm an ın h a ra re tin i de artırır). Yapacağım ız te k şey, m etin leri k en d i am açlarım ız için ku llan m ak la y etin ­ m ek tir (R orty’n in görüşüne göre, m etinlerle yapabile­ ceğim iz tek şey zaten budur). Aynı zam anda, R orty b ü tü n am açların ve b ü tü n m etin lerin eşit o ld u ğ u n u kabul etm ey e tam am ıyla is­ tek li görünm em ektedir, çü n k ü “am açlarınızı ve böylece yaşam ınızı d eğ iştirm eye yardım cı olacak” (s. 119) m etin lere d eğer verir. R orty yazısının so nuna doğru, tüm o k u d u k ların ı önceden saptanm ış, ödün verm ez, kavram sal şablonuyla ele a lm a k ta n çok, “eleştirm en in kim olduğu, n eye yaradığı, k en d isiy le n e yap m ak iste­ diği k o n u su n d ak i kavray ışında değişiklik y aratan bir yazar, karak ter, olay örgüsü, k ıta , dize y a d a ark aik hey­ kel gövdesi ile k arşılaşm an ın -e le ştirm e n in öncelikle­ rin i ve am açlarını yen id en düzenleyen b ir k arşılaşm a­ n ın - so n u cu ” (s. 120) olan bir eleştiri biçim inin çekici resm in i çizer. B u g ö rü şü n ard ın d a “b ü y ü k ed eb iy at”ın ro lü n ü n canlı b ir sa v u n u su gizliden gizliye varlık gös­ teriyor gibidir; an cak Rorty, k en d ilerin e a it b ir “d oğası” olm ayan, yalnızca bizim am açlarım ıza u y acak şek iller­ de b etim le n en şeylerin, yeri geldiğinde, b u am açlara nasıl d iren ç gösterdiği, ü stelik o k u ru n önceliklerini ve am açlarını yeniden d ü zenlem esini sağlayacak bir di­ renç gösterdiği so ru su n u yanıtsız bırakm ış olur. Jo n a th a n C uller’ın yazısı gerek Eco’n u n gerek R orty’n in görüşlerine k arşı çıkar. Son yıllarda Kuzey A m erik a’d a a k ad em ik edebiyat incelem elerinde bunca d ik k at çekm iş olan üstyazınsal tartışm alarda, C uller toplu o larak ve h e r zam an açıklayıcı olm ayan bir ta rz ­ d a “k u ram ” olarak etik etlenen yeni y ak laşım lard an ba25

zıla n n ın önde gelen b ir açım layıcısı ve bir ölçüde savu­ n u cu su olm uştur.1 Bu yaklaşım çerçevesinde C uller’ın yazısı, Eco’n u n “aşırı yorum ” olarak saldırdığı şeyi sa­ v u n u r (Culler b u arada şu zeki gözlem de bulunur: Eco’ n u n çok geniş b ir alanı k ap sa y an gerek eleştirel gerek k u rm aca yazıları, kesin olarak, k o n feran sların d a eleş­ tirdiği herm etik , sap lan tılı gizli kodlar arayışının nasıl yinelen en bir çekim alanı o lu ştu rd u ğ u n u ortaya koy­ m aktadır). C uller’a göre, Eco’n u n aşırı yorum adı altın­ da değerlen d ird ik lerin in bazılarını eksik yorum olarak görm ek d aha doğru olur. Ancak daha genel olarak, Cul­ ler m etn in bizim ona sorduğum uz sorular yelpazesini belirlem esinden y ana değildir: M etnin söylem ediği şey­ ler h ak k ın d a h er zam an ilginç so ru lar sorulabilir ve n e ­ yi ilginç bulacağım ızın k ap sam ı önceden sınırlanam az. Eco’nun, yapıçözüm ün “sınırsız sem iosis” kavram ın ı kö tü y e k u llan d ığ ı (dolayısıyla, “k eyfi” y o ru m lara yetke tanıdığı) şek lin d ek i saldırısına k arşı Culler şu arg ü m a­ nı getirir: Yapıçözüm an lam ın b ağlam a bağlı olduğunu (dolayısıyla, verili b ir bağlam da, sınırsız olm adığını), ancak verim li b ir b ağ lam olarak görülebilecek şeyin önceden belirlenem eyeceğini -b ağ lam ın ken d isin in , il­ ke olarak, sınırsız o ld u ğ u n u - k ab u l etm ektedir. B u n u n yanı sıra, Culler genelde m etinlerin nasıl iş­ lev gö rd ü ğ ü -sözgelim i, anlatıların etk ilerin i nasıl b a ­ şardıkları ya da tü rü n beklentileri nasıl belirlediği- ile ilgili k uram sal d ü şü n m en in , yeni soruların çok verim li k ay n ak ların d an biri olabileceğini ileri sürer. Öncelikle bu n ed enden ötürü, Culler, R o rty ’nin bir m etn i “k u llan ­ m ak la” yetinm em iz ve m etnin anlam ı nasıl yarattığını gösteren düzenek üzerinde fazlaca kaygılanm am am ız uyarısını k ab u l etm ey e istekli değildir. G erçekten de, C uller şu a rg ü m a n ı getirir: “B ir disiplin olarak edebiyat 1 Özellikle bkz. Structuralist Poetics (Ithaca, NY, 1975); On Decoııstruction: Theory and Criticism After Structuralism (Ithaca, NY, 1982) veFYaming the Sign: Criticism and its Institutions (Norman, OK, 1988).

26

incelem esi tam d a ed ebiyatın göstergesel m ekanizm a­ larını sistem atik o larak anlam a girişim idir” (s. 132). Bu, R orty’n in p rag m atik eleştirm eninin yeterince önem se­ m ez g ö rü n d ü ğ ü b ir sorgulam a biçim ine dik k ati çeker; ancak, b u n u n “b ir disiplin olarak edebiyat incelem esi”ni o lu ştu rd u ğ u k esinlem esinin, söz konusu disiplin­ le u ğ raştık ların ı d ü ş ü n e n h erk esin onayını alm ası g ü ç­ t ü r ve m esleki o larak bu t ü r iddiaların n eden böylesine s e rt tartışm alara yol açan, ihtilaflı iddialar olduğunun bir göstergesidir. Culler, R orty ya da S tanley Fish gibi pragm atistlerin, belli tü r soruları sorm aktan vazgeçm e­ miz şeklindeki önerilerinin, m esleki başarıya tırm an ­ dıkları m erd iv en i bir yana itip, o m erdivenin b ir sonra­ ki ku şak tarafın d an kullanılm asını engellem ek anlam ı­ n a geldiğini öne sürd ü ğ ü nde, koridorda ya da sem iner odasında y ü k selen seslere yol açabilecek bir başka ko­ nuya d eğinm iş olur. Culler, bu tü r kuram sal soruların akadem ik ed ebiyat incelem esi açısından d ah a az değil, d ah a çok m erkezi hale geldiğini görm ek istem ek ted ir ve b u am açla bizi “m etin lerle yorum o y u n u n a ilgi d u y ­ m aya” (s. 137) teşv ik eder. Bu tü r sorgulam alarm nihai haklılığı, onların m etin lerle ilgili y en i “k eşifler”i teşvik etm e k o n u su n d ak i olası verim lilikleriym iş gibi g ö rü n ­ m ektedir; C uller’ın k abul etm ek istem ediği şey, bazı okum aları “aşırı y o ru m ” olarak niteleyerek en baştan bu tü r potansiyel keşiflerin k apsam ını sınırlayacak olan h erh an g i bir intentio operis kavram ıdır. C hristine Brooke-Rose, bu k u ram sal so ru lara de­ ğ in m ek ten çok, araların d a Eco’n u n kurm aca y ap ıtları­ nın da y er aldığı ve B rooke-Rose’u n “p alim p sest1 tarih ” adını v erd iğ i tü rü n doğası ve hizm et ettiği am açlarla il­ gili soruları ele alm aktadır. B ir rom an yazarı ve bir ele ştirm e n o larak B rooke-R ose’u n kendisi, m o d ern ist 1 Üstünde yazılı m etnin bütünüyle ya da kısm en silinmesinden sonra yeni bir metnin yazıldığı rulo ya da kitap sayfası biçiminde parşömen. (Ç.N.)

27

ve p o stm o d ern ist olanakların k ap sam ın ı keşfedip g e­ nişletm iş, n o rm y a d a sta n d a rt olarak doğrusal [unilinear] gerçekçiliğe dönm e yö n ü n d ek i h e r eğilim e m ey­ dan o k u m u ştu r.1 B u rad ak i y asısına, m o d ern kurm acan ın , k o lek tif ve bazı d u ru m lard a bilinçli olarak ulusal b ir geçm iş y aratm ak ü zere zam an ve y er özelliklerini değiştirerek , ta rih i k u llan m aya y a d a y en id en işlem eye çalıştığı y o llard an b azılarını sın ıflan d ırarak başlar. B rooke-Rose’u n tartışm ası S alm an R u sh d ie’n in yapıtı ü zerin d e odaklanır, ancak oradan d ah a kap sam lı bir d eğerlen d irm ey e g eçerek şu n u ileri sürer: Ç oğunlukla “b ü y ü lü gerçek çilik ” o larak ad lan d ırılan ve “palim sest ta rih ” o lara k y en id en sın ıflandırm ak istediği kurm acanın ü slubu, sinem a ve televizyon çağında özellikle “yalnızca ro m an ın yapabileceği şeyleri y ap m ay a” ve böylece “en telek tü el, ru h sa l ve im gelem sel u fu k larım ı­ zı, en u ç n o k tasın a dek genişletm eye” (s. 151-152) u y ­ gundur. Bu kitap ta yer alan yazıların orijinal biçim lerinin su n u m u n u izleyen canlı tartışm ay a, R orty’n in güçlü pragm atizm sa v u n u su n a direnç egem en oldu. K ısm en bu, R o rty ’nin değer verilen çeşitli entelektüel tasarıları tarih in çöp k u tu su n a atm a k o n u su n d a takındığı k ışk ır­ tıcı ve g ö rü n ü şte gelişigüzel tavra bir tepkiydi. Sözgeli­ mi, Eco’n u n “in ten tio operis” kavram ına, okurların s u n ­ d u ğ u sınırsız yorum ların çeşitliliği ü zerin d e bir d en e­ tim o larak k arşı çıkarken, R orty kendi görüşüne göre “bir m etnin, yorum bilgisi çarkının son dönüşü sırasın ­ da h er nasılsa edindiği tu tarlılık h er ne ise ona sahip” (s. 110) olduğunu söylem ektedir; R o rty ’nin ra h at ü slu ­ bu, d aha k asv etli ve azam etli sözcük d ağarlarını bir ya1 Bkz. The Christine Brooke-Rose Omnibus: Four Novels (Manehester, 1986), Amalgamemnon (Manehester, 1984) v e Xorander (Manehester, 1986); Brooke-Ro­ se’un bugüne kadarki önemli eleştirel denemeleri, şu kitapta bir araya getiril­ miştir: A Rhetorîc o f the Unreal: Studies in Narrative and Structure, Especially ofthe Fantastic (Cambridge, 1981).

28

na b ırak m a k am acını taşım aktadır, ancak k asten perva­ sız “h er nasılsa” sözü, tam d a R orty’nin g ö rü şü n ü pay­ laşm ayanları ilgilendiren soruların yanıtsız bırakıldığı izlenim ini uyandırm aktadır. Ç eşitli konuşm acılar yo­ rum ile kullanım arasın d ak i ayrım ı yeniden koym ak ya da tu tarlı p rag m atist açısından, m etn in nasıl olup da d ah a önceden var olan b ir kullanım a d iren ç gösterebile­ ceğini, dolayısıyla, n ed en edebiyatın, R orty’nin de ister g örü n d ü ğ ü gibi, herhangi b ir özel anlam ı olabileceğini sorgulam ak istediler. B azıları ise n eyin “ilginç” olup n e­ yin olm adığı kavram ını, y ararlı herhangi bir ölçüt ola­ rak işlev görem eyecek denli sorunsal buldular. T artış­ m ada hazır b u lu n an M alcolm B radbury ve D avid Lodge gibi rom ancı-eleştirm enler belirgin olarak, Eco’n u n k a­ bul edilebilir yorum kapsam ını sınırlam a arzusuna y a ­ kınlık gösterdiler ve yazarın çalışm a pratiğinin açık ola­ rak bu tü r bazı sınırlar, eserin şu biçim de değil de b u b i­ çim de yazılm asına yönelik bazı n e d e n le r öngördüğünü belirttiler. A ncak bu da, bazı okurların tartışm asız b ir bi­ çim de ötekilerden d aha “ehil” olduğu, dolayısıyla özel­ likle geniş h alk kitlelerince okunan başarılı kurm aca y a ­ p ıtla r söz k o n u su olduğunda tek b ir “o k u rlar cem aati”nden söz edip edem eyeceğim iz gerçeğinin gündem e ge­ tirdiği çetin soruların tartışılm asına yol açtı. Nasıl bazı­ ları y o ru m u n sın ırlan m asın ın g üç olm asını diliyorlarsa, tartışm an ın sınırlandırılm ası da güç gibi görünüyordu, ancak zam an b ir kez daha yazıdan d ah a az yönlendirile­ bilir b ir araç old u ğ u n u ortaya koydu. T artışm aya b u k itap ta yer alan y an ıtın d a Eco, R orty ile C u ller’ın k arşı arg ü m an ların a karşı, bir kez d ah a m e tn in özelliklerinin m akul y o ru m u n k ap sa m ın a sınırlar g etirdiğini belirtm ektedir. Eco, b u sın ırları k u ­ ram sal o larak belirleyebilecek biçim sel ölçütler oldu­ ğunu savunuyor g örünm em ektedir, ancak b u n u n yeri­ ne b ir tü r k ü ltü re l D arvinciliği gündem e g etirm ekte29

dir: Bazı okum aların, ilgili cem aatin tatm ini açısından zam an içinde öteki o k u m alardan d ah a iyi olduğu o rta­ ya çıkar. Eco, açık k u ram sal bağlanım ları ne o lu rsa ol­ sun, b ü tü n tartışm acıların uygulam ada, te k bir y azarın yazdığı çeşitli m etin lerin a rk a sın d a b ir tü r inanç ve d u ­ y arlık birliği arad ık ların a da işare t e tm e k te ve b u n a u y g u n olarak, o da G ülün A d ı ve Foucault Sarkacı ola­ rak bilin en yazıların, b u n u n yanı sıra, b u n d an sonra Yorum ve A ş ın Yorum o larak bilinecek olan T anner K onferanslarının anlam ı üzerinde belli bir yetkeyle ko­ nuşm a h ak k ın ı kendinde görm ektedir.

III Otuz yıl önce, m odern edebiyat hocası olarak k e n ­ di pratiğ i ü ze rin d e d ü şü n erek , Lionel Trilling şu göz­ lem de b u lu n m u ştu : B enim k en d i ilgilerim , b en i edebi d u ru m la rı k ü ltü re l d u ­ rum lar, k ü ltü re l d u ru m la rı ise ahlaki ko n u lar h ak k ın d a b ü ­ y ü k gelişk in k av g a la r ve ahlaki k o n u ları kişisel v aro lu şu n g e­ lişigüzel seçilm iş im geleriyle ilgili, kişisel v aro lu ş im gelerini d e ed eb i ü slu p la ilgili b ir şey olarak görm eye g ötürdüğünden, işe benim için öncelikli ilgi alan ı olan şeyle, y azarın an im u s’u ile, o n u n istencinin am açlarıyla, o n u n isted iğ i ya d a o lm asını isted iğ i şeylerle b aşlam ad a k en d im i ö z g ü r h iss e ttim .1

Bu yazı yazıldıktan b u yana son otuz yıldır edebiyat incelem elerinde h âk im olan tartışm alar, Trilling’in v ar­ sayım larının h em en hepsinden k u şk u duyulm ası k o n u ­ su n d a el birliği etm ek ted ir ve ilk bakışta, yukarıdaki alıntı yaşını aynı yılın arabaları ve elbiseleri kad ar açık olarak ortaya koyuyor görünebilir. (Trillıng’ın ahlaki ko­ 1Lionel TVilling, “On th e teachıng of m odern literatüre”, Beyond Culture: Essays on Literatüre an d Leam ing (New York, 1965), s. 13.

30

nularla ilgili “kişisel v aroluşun gelişigüzel seçilm iş im ­ geleriyle ilgili b ir şey” şeklindeki neredeyse varoluşçu görüşü, çağdaşlarının birçoğunca paylaşılm am ış olsa bi­ le, artık yadsınm az bir biçim de “dönem e özgü” görün­ m ektedir.) G ene de, deyiş ve göndergedeki farklılıklar b ir yana bırakılırsa, yorum la ilgili son yıllardaki ta rtış ­ m alar (bu k ita p ta b ir aray a getirilen yazılar b u tartışm a­ nın b ir parçasını oluşturm aktadır), “kültürel d u ru m la r”, “ahlaki k o n u lar”, “kişisel varoluş im geleri” ve “edebi ü s ­ lu p ” gibi bağlantıların e n k ararlı kuram sal konum lara şekil verm ede bile hâlâ ış gördüğünü gösterm ektedir. Bu nokta, başlangıçta b u tü r b ir şeyi en az destekler gö­ rünen katkılardan yola çıkarak bile kısaca sergilenebilir. R ichard R o rty ’n in “P rag m atistin Yolculuğu” yazı­ sında, son zam anlardaki y ap ıtların d a genel olarak ol­ duğu gibi, kendi ü slu b u , önerdiği daha geniş e n te le k ­ tüel ve ah lak i tu tu m la rı b ü y ü k bir beceriyle som utlaş­ tırm aktadır. R o rty ’nin teklifsiz, hoş, A m erikan deyişle­ riyle yüklü, bilinçli o larak geliştirdiği p ra g m a tist dil kullanım ı, daha azam etli sözcük dağ arların ı k ırm a k ve in san i am açları ilgi odağına çekm ek am acını taşım ak ­ tadır. K asıtlı olarak istenççi [voluntarist] form ülasyonları, çeşitli nihai sözcük dağarları arasın d a seçim y ap tı­ ğım ız görü şü n ü ö rn ek lem ek ted ir: Böylece, “x, b u n u n b ir ö rneğini o lu ştu rm ak tad ır” y a d a “de M an’ın y ’yi yapm ası hatalıy d ı” gibi bazı daha geleneksel iddialar yerine, sık sık şöyle yazar: “x ’i söylem eyi yeğliyorum ” ya d a “biz pragm atistler, de M an’ın y ’yi yapm am ış ol­ m asını y eğ lerd ik ”; tıp k ı g ö rü şü n ü tem elciliğin izlerini taşıy an terim lerle dile g etirm ek yerine “k en d i gözde dil felsefesi”ne gönderm e yaptığı gibi. Rorty, birinci ço­ ğul şahsı neredeyse b ü y ü etkisi yaratacak sıklıkta k u l­ lanır: “Bizim ilgilendiğim iz şey”, “biz p ra g m a tistler”, “biz D avidsoncular ya da biz F ishciler”... B u n u n la b ir­ likte, b u ra d a söz k o n u su görüşlerin sahibi kişilerin öne 31

çıkarılm ası, neredeyse danışıklı bir sam im iyet izlenim i uyan dırm aktadır. Ve d ah a önce belirttiğim gibi, h e r­ hangi b ir etk in liğ in ya d a so rg u lam an ın an a n ok tasın ın ya da d eğerinin yalnızca “bizim ilgilendiğim iz şey”e bağlı olduğu şeklinde sü rekli olarak g ü n d em e getirilen iddiayla k arşı k arşıy a k aldığım ızda, biz (belki de, R orty ’n in g ö rü şü n ü p aylaşm ayan okurlar cem aati) bu “ilg i” k av ram ın ı şek illen d iren şey üzerine y a d a ilgim iz k o n u su n d a birbiriyle çelişen iddialar ara sın d a yargıda bulun m am ızı sağlayacak tem eller üzerine d ah a fazla şey b ilm ek istediğim izi düşünebiliriz. R orty’nin dile g etird iğ i görüşteki Ö rtü k P ragm a­ tist, hoş bir dille konuşabilir, ancak onun b ü y ü k özyaratım tu tk u ları da vardır. Bu tu tk u y a R orty’n in “bir şey­ den ya da bir kim seden n e elde etm ek istediğinizi önce­ den bilm ek” ile “b u kişi, şey ya da m etn in am açlarınızı ve böylece yaşam ınızı değiştirm eye yardım cı olm asını u m m ak ” (s. 119) arasın d ak i ayrım tartışm asın d a deği­ nilm ektedir. B u rad a belli b ir “kişisel varoluş im gesi” ör­ tü k olarak vardır, tıpkı R orty’n in o k u ru n “k en d in d en geçtiği ya da sarsıld ığ ı” (s. 119) b ir m etin le k arşılaşm a­ ya öncelikli yer v erm esin d e olduğu gibi. B ir başka yazı­ sında Rorty, “g öreneklerim izi tem ellendirm ek ve alış­ kanlıklarım ızı güvence altın a alm ak tan çok, yaşam ları­ m ızı değiştirebilecek”1 bir felsefe fikrind en olum lu ola­ ra k söz etm işti; b u ra d a söz konusu olan da, aynı y en ile­ m e, sü re k li o larak k en d in i yen id en y a ra tm a d ü rtü sü ­ d ü r -N ietzsch e’ye geri g id erek d ah a şık (R orty’nin k en ­ dine özgü ü slu b u y la söyleyeceği gibi) bir en tele k tü e l so y k ü tü k verilebilecek olan, ancak d ah a belirgin ola­ rak, ister k o lek tif ister kişisel olarak olsun, tarihin k ı­ sıtlam aların d an k açm a olanağına in an ç şeklindeki d a ­ h a g ündelik A m erikan inancıyla bağlantılı b ir dü rtü . 1Richard Rorty, “Philosophy and post-modernism”, The Cambridge Review, 110 (1989), s. 52.

32

R o rty ’nin yazısına eşlik eden özgüvenli canlılık, e n te­ lektüel g elen eğ in olduğu kadar, toplum sal yapının da çözüm ü güç so ru n ların d an duyulan sabırsızlığı dile ge­ tiriyor olabilir. Felsefe k arşıtı polem iklerine ve k ü ltü r eleştirisin d ek i düşünceyi kışkırtıcı kapsam a karşın, Rorty’nin özcülük k arşıtlığ ın d a b ir tü r anlıkçılık k arşıt­ lığını [anti-intellectualism ] teşvik eder g örünen bir yön vardır. “Biz prag m atistlerin” h ak k ın d a soru sorulm ası­ nın yararsız olduğunu söylediğim iz sorunların kap sa­ mı, anlıksal [intellectual] irdelem enin u fk u n u daraltm a tehdidinde bulunm aktadır. G erek Eco’n u n gerek Culler’ın b elirttiği gibi, “dilin nasıl işlediği” ya da “m etinle­ rin nasıl işlediği” üzerine son derece m eşru bir ilgi söz ko n u su olabilir; böyle dile g etirild iğ in d e olasılıkla R orty’n in yadsım ayacağı bir ilgidir bu; an cak R orty h e­ m en böyle irdelem elerin “size m etinlerin doğası ya da okum an ın doğası h ak k ın d a b ir şey” söylem ediğini, “çü n k ü bu ikisinin de bir doğası” (s. 118) olm adığını vur­ gulam aya geçtiğinde, söz konusu ilgi fazlaca baştan sav­ m a bir biçim de ele alınıyor görünebilir. C uller’ın yazısı da, tü m kesinliğine ve bilgiye daya­ lı ustalığına karşın, b ir dizi yeğlenen tu tu m u üstü kapa­ lı olarak ortaya koym aktadır. Yeniliği kucaklam a yö­ n ü n d e bir istek, h a tta belki de bir zorunluluk; kurum ­ sallaşm ış o lanın yeğlediği y a d a tartışm asız kabul ettiği h er şeye m eydan okum a bağlanım ı; g erek akadem ik m eslek te g erek d ah a genel olarak to plum da ik tid ar ve y etk e o y u n u n a k arşı tetik te lik -b u n la r önem siz insani d eğerler değildir. Bu değerler, insanın en telek tü el ve si­ yasal güvenilirliğine ilişkin, “bir ko n u m alm a”sına iliş­ kin bilincin b ask ın o lduğu b ir kim lik du y g u su n u da di­ le getirm ektedir. Sözgelimi, C uller “birçok etk in lik gibi, yorum an cak en uç n o k tasın a vardırıldığında ilginç olur” (s. 124) dediğinde, b u ifadenin kışkırtıcı tarzdaki genel biçimi, ak ad em ik dü n y an ın gözle görülür sofuYorum ve A şın Yorum

33/3

lu k ların a yönelik N ietzscheci bir saygısızlığı dile getir­ m e arzusuyla yetisinin onaylanm asını istem ektedir (bu arada belki de, pek iyi gizlenem em iş çocuksu bir “il­ ginçlik” kavram ını ak la getirm e riskini taşım aktadır). B una uygun olarak, R orty’nin kendi çıktığı m erdi­ veni o rtad an k ald ırm ası h a k k ın d a k i y ak ın m asın d a “m eslek ” konu su n u gündem e getiren de C uller’dır; çün­ kü, C uller’ın “aşırı yorum ” savunusu ile “gençlerin ya da m arjinallerin, halen edebiyat incelem elerinde yetke ko­ num ların ı işgal edenlerin görüşlerine” (s. 133) nasıl k ar­ şı çıkabilecekleri kaygısı arasında bağlantı kurm ası, hiç kuşk u su z edebiyatın profesyonel incelenm esinde kari­ yer yapanların -özellikle A m erikan akadem ik yaşam ı­ nın rek ab etçi ve m odalara önem v eren p az arın d a- k a r­ şılaştıkları ikilem e değinm ektedir. Kısa ve özlü olarak dile getirm ek gerekirse, bu ikilem artık geleneksel ola­ rak “b aşy ap ıt” kabul edilen ed eb iy at y apıtlarının çok ayrıntılı olarak incelenm iş olmasıdır. Başarılı ve d ik k at çekici bir profesyonel k a riy e r ortaya koym anın elzem koşullarından biri, çarpıcı bir yeniliğin tanıtım ıdır; yal­ nızca önem li yapıtların varolan y o ru m ların d an d aha ik­ n a edici olanlarını sav u n m ak yeterli değildir. Birçok k a ­ non dışı m alzem e araştırm acıyı k en d in e çağırm akta, yeni yorum lardan oluşan iyi bir m ah su lü n yetiştirilm e­ si için n ered ey se b âk ir to praklar vaat etm ektedir, tıpkı çeşitli tarih sel araştırm alarla eleştirel basım uğraşları­ nın yeni kuşağın çabasını g erek tiren görevler olarak belirm eleri gibi. Ancak, parıltılı bir ü n ü n hızla oluşm a­ sına gözlerini dikm iş genç akadem isyen açısından risk, b u n la rın görece önem siz ve m arjinal başarılar olarak nitelendirilm esidir: Kişi, tartışm asız bir biçim de önem ­ li yapıtların yeni yorum larını sunarak, dikkati çekip, h erk esin kabul ettiği önem de bir çalışm a sergilem iş olur. Bu yüzden, y ö n tem in yeniliğine ya da en azından g ö rü n ü rd ek i yeniliğine ve form üle ediş biçim inin kış­ 34

kırtıcılığına b ü y ü k bir değer verilir (anlayışın k ap sam ı­ nı genişletm eye yönelik b ü tü n öteki e n te le k tü e l g ü d ü ­ lerden farklı olarak). C uller’ın kendisi, g erek buradaki yazısında g erek son zam anlardaki eleştirel eğilim leriy­ le ilgili açım lam alarında, yeni okum alar davasının ve bu okum aları kışk ırtab ilecek çeşitli en tele k tü e l strateji­ lerin ilkeli bir sav u n u su n u ortaya koym aktadır; ancak aynı zam anda halihazırdaki “k ü ltü rel d u ru m ”u (bir kez daha Trilling’in terim lerini k u llan m ak gerekirse) nite­ lerken kullandığı sözler, kaçınılm az olarak bir başka “kişisel v aro lu ş im gesi”ni gizlem ektedir. Elbette, “ah lak i konular” ve “k işisel varoluş imgeleri”yle ilgili k o n u şm aların hepsini, ıslah edilm esi ola­ naksız d ereced e “h ü m a n ist” kaygılar olarak, dilöncesi bilen ö znenin v erildiği h a k k ın d a a rtık geçerliliği k al­ m am ış bir dizi v arsayım ın m irası olarak re d d ed en ler olacaktır. B u nunla b irlik te, bu b etim le m en in ken d isi­ nin hâlâ bir ta rtışm a k o n u su olm ası b ir yana, in a n d ırı­ cı bir “h ü m an izm so n rası” sözcük d ağ arı ku llan m a yö­ nü n d ek i b ü tü n girişim ler kaçınılm az olarak an c ak “etik ” o larak ad lan d ırılab ilecek bir insani d en ey im e y ö ­ n elik tu tu m la rı dile g etirm ektedirler. “Yetkeci y o ru m a” oran la “anlam ın açık lığ ı’ nı yeğlem e, d ah ası “konform ist özcü lü k ”e k arşı “sonsuz k en d in i biçim len d irm e” şek lin d ek i b u n u n la bağlantılı öğüt bile, n e denli ö rtü k olsa da belli b ir d eğ e rler silsilesine başvurm aktadır. A ncak b u n u gösterm ek, bir tartışm ay ı b itirm e girişim i değil, b u tartışm ay ı sü rd ü rm e n in yollarından birini g ö sterm ek dem ektir. Aynı zam anda, k o m ite üyem izin en d işelen m esin e g erek olm adığını gösterir: Bu kitaba yapılan k atk ıların çarpıcı canlılığı ve çeşitliliğinin k ap ­ sam lı olarak gösterd iğ i gibi, yorum ve aşırı yorum ko­ nusu h er aşa m a sın d a “in sani d eğ e rler”le ilgili ko n u la­ ra değinm ektedir.

1

Yorum ve Tarih UMBERTO ECO

1957’de J.M. C astillet L a hora del lector (O kurun S aati) adlı b ir k ita p yazdı.1 C astillet g e rç e k te n de y en i b ir bak ış açısının öncüsü oldu. 1962’de b en Opera apert a ’yı (A çık Yapıt) yazdım .12 A ç ık Y apıt’ta, estetik değeri olan m etin le rin o k u n m asın d a y o ru m cu n u n etk in rolü­ n ü savunuyordum . K itabı yazdığım da, okurlarım te ­ m el olarak işin yalnızca açıklık yönü ü zerin d e y o ğun­ laşıp, b en im önerdiğim açık uçlu okum anın, y ap ıtın m ey d an a çıkardığı (ve onu yorum lam aya yönelik) bir etk in lik old u ğ u gerçeğine gereken önem i verm ediler. Bir başka deyişle, ben m etinlerin h ak ları ile y orum cu­ larının h ak ları arasın d aki diyalektiği inceliyordum . Son yirm i otuz yıldır y o ru m cu ların h ak ların ın aşırı öne çıkarıldığı kanısındayım . D aha y akın zam an larda y ay ım lan an çalışm alarım ­ da (A Theory o f Sem iotics, The Role o f the Reader ve Seıniotics a n d the Philosophy o f L anguage),3 P eirce’ın sı1J.M , C a s tille t, L a h o ra d e l lector (B a rs e lo n a , 1957). 2 U m b e rto E c o , O p e ra a p e r ta (M ilan o , 1962).

3 Bu yapıtların hepsi Indiana University P ress tarafından basılm ıştır (sırasıyla 1976, 1979 ve 1984’te).

36

nırsız sem iosis k av ram ın ı geliştirm eye çalıştım . Eylül 1989’da H a rv a rd Ü n iv e rsite si’n d e g e rç e k le ştirile n U luslararası Peirce K o nferansı’n d a su n d u ğ u m çalış­ m ada, sınırsız sem iosis k avram ının, y o ru m u n ölçütleri olm adığı so n u cu n u getirm ediğini gösterm eye çalıştım . Y orum un (göstergenin tem el özelliği olarak), po tan si­ yel olarak sınırsız olm ası, y o ru m u n b ir am acının b u ­ lunm ad ığ ı ve k endi b aşın a b u y ru k “akıp gittiği” an la­ m ına gelm ez.1 Bir m etn in potansiyel olarak so n u n u n olm ad ığ ın ı söylem ek, h er yorum ed im in in m u tlu sonla biteceği a n la m ın a gelm ez. Bazı çağ d aş eleştiri kuram ları, bir m e tn in güveni­ lir yegâne okum asının yanlış ok u m a olduğunu, bir m etn in yegâne v aro lu şu n u n , o rtay a çıkardığı tep k iler zincirince b elirlen d iğ in i ve (L ichtenberg’in B öhm e’yle ilgili aforizm asını alıntılayarak) Todorov’un hınzırca önerdiği gibi, b ir m etn in , yazarın sözcükleri okurların ise anlam ı g etirdikleri b ir p ik n ik te n ib aret o lduğunu kesinliyorlar.12 Bu d oğru olsa bile, yazarın getirdiği sözcükler, oku­ ru n sessizce y a d a g ü rültüyle görm ezlikten gelem eye­ ceği, oldukça şaşırtıcı b ir m addi k an ıtlar küm esi o lu ştu ­ rur. B elleğim beni yanıltm ıyorsa, yıllar önce, burada, İn g iltere’de, birisi sözcüklerle n esn eleri y ap m an ın ola­ naklı o ld u ğ u n u belirtm işti.3 Bir m etni yorum lam ak, sözcükleri y o rum layarak, o sözcüklerin neden bu şeyle­ ri değil d e şu şeyleri yaptığını açıklam ak dem ektir; am a eğer K arındeşen Jac k bize, yaptıklarını L uka’y a Göre İncil’in y o ru m u n a d ay an arak yaptığm ı söylese, k u ş­ kum o d u r ki, birçok okur-yönelim li eleştirm en J a c k ’in Aziz L u k a’yı oldukça saçm a b ir biçim de okud u ğ u n u d ü ­ şü n ü rd ü . O kur-yönelim li olm ayan eleştirm en ler Karın1Bkz. Umberto Eco, I lim iti dell’interpretazione (Milano, 1995) ve The Lim its of [nterpretation (Indiana University Press, 1995). 3 T. Todorov, “Viaggio nella critica americana”, Lettera, 4 (1987), s. 12. 3J.L. Austin’in Horü t o do Thingsurith Mfords’üne (Oxford, 1962) gönderme. (Ç.N.)

37

d eşen Jac k ’in tam anlam ıyla deli olduğunu söylerlerdi ben de itiraf edeyim ki, okur-yönelim li paradigm aya büyük bir sem pati d u y m am a ve Cooper, L aing ve Guatta ri’yi okum uş olm am a rağm en, üzü lerek K arındeşen J a c k ’in tıbbi tedaviye ih tiy aç d u y d u ğ u n a katılırdım V erdiğim ö rneğin b ir hayli u ç b ir örnek olduğunu ve e n k ö k ten ci y ap ıçözücülerin bile b an a katılacağını (um arım , am a kim bilir?) biliyorum . B ununla birlikte, böyle p arad o k sal bir arg üm anın bile ciddiye alınm ası gerek tiğ in i d ü şü n ü y o ru m : Belli bir y o ru m u n k ö tü bir y o ru m o ld u ğ u n u sö y lem en in o lan ak lı olduğu e n az ın ­ d an bir d u ru m u n v aro ld u ğunu kanıtlıyor. P o p p er’in bi­ lim sel araştırm a k u ra m ı açısından bu, y o ru m u n o rtak ölçütleri olm adığı varsayım ını çü rü tm ey e (en azından istatistik sel olarak k o n u ştu ğ u m u zd a) yeterlidir. B u n a şöyle b ir itiraz getirilebilir: K öktenci okuryönelim li yorum k u ra m ın ın te k altern atifi; geçerli y egân e y o ru m u n , y azarın b aşlan g ıçtak i niy etin i bul­ m ayı am açlayan yorum o ld u ğ u n u söyleyenlerin gökle­ re çık ard ık ları kuram dır. Son zam anlardaki y azılarım ­ dan bazılarında, (ortaya çıkarılm ası çok güç olan ve ço­ ğ u n lu k la m etn in y o ru m u açısından önem taşım ayan) yazarın niyeti ile R orty’n in bir sözünü a k ta ra ra k söyle­ m ek gerekirse, “m etn i n e yapıp edip kendi am acına hizm et ed er şek le sokan”1 y o ru m cu n u n niyetinin yanı sıra bir üçü n cü olasılığın olduğunu belirttim : M etnin niyeti. İk in ci ve ü çü n c ü k o nuşm am da, intentio auctoris [yazarın niyeti] ve intentio lectoris’e [okurun niyeti] k a rşıt y a d a o n larla etkileşim içinde olan in ten tio operis’d en ya d a m etn in n iy etin d en n e k astettiğ im i açıkla­ m aya çalışacağım . B u k o n u şm am d a ise, b ir m etn in a n ­ lam ı (ya d a an lam ların çoğulluğu v ey a h erh an g i bir aş­ 1Richard Rorty, ConsequencesofPragmatism (Minneapolis, University of M inne­ sota Press, 1982), s. 151.

38

kın anlam ın yokluğu) ile ilgili çağdaş tartışm an ın çok eskilere u z a n a n köklerini y en id en gözden geçirm ek is­ tiyorum . Şim dilik, g erek edebiyat m etinleriyle gü-nlük m etin ler arasındaki ayrım ı, gerek d ü n y an ın b irer im ­ gesi olarak m etin ler ile çözülm esi g erek en (saygıdeğer bir geleneğe göre) bir B üyük M etin olarak doğal dünya arasındaki farkı b u lan ık laştırayım . , Şim dilik, izninizle, ilk b ak ışta bizi çağdaş m etin yo­ rum u k u ram ların d an çok uzaklara götürecek olan bir arkeolojik geziye çıkacağım ; ancak san ılan ın tersine, sonunda göreceksiniz ki, “p ostm odern” adı v erilen d ü ­ şünce old u k ça eski görünecek. 1987’de F ran k fu rt K itap F uarı’nın yöneticilerince bir açılış konuşm ası yap m aya d av e t edildim ; fuar yöne­ ticileri m odern irrasyonalizm üzerine bir k o nuşm a y ap ­ m am ı önerdiler (büyük bir olasılıkla b u n u n gerçekten de güncel bir konu o ld uğuna inanıyorlardı). K onuşm a­ ma, elim izde “akıl”la ilgili felsefi bir k avram bu lu n ­ m aksızın “irrasyonalizm ”i tanım lam anın güç olduğunu belirterek başladım . Ne yazık ki, başlangıcından b u g ü ­ n e B atı felsefesin in ta rih i böyle b ir tanım ın oldukça tartışm alı o lduğunu gösterm ektedir. H er d ü şü n m e tar­ zı, k en d in i rasyonel olarak değ erlen d iren bir başk a d ü ­ şü n m e tarz ın ın tarih sel m odeli tara fın d an irrasyonel olarak görülm üştür. A ristoteles’in m antığı, H egel’in m antığ ıy la ay n ı değildir; R a tio , Ragione, Raison, Reason ve V em u n ft aynı anlam a gelmezler. Felsefi kavram ları an lam an ın bir yolu, çoğunlukla sö zlü k lerin sa ğ d u y u su n a başvurm aktır. A lm ancada “irrasy o n el”in eşanlam lısı o larak “u n sin n ig , unlogisch, u n v e m ü n ftig , sin n lo s” sözcüklerini buluyorum ; İn g i­ lizcede bu sözcükler şöyle: “Senseless, absürd, nonsensical, incoherent, delirious, farfetched, inconsequential, disconnected, illogic, exorbitant, ex tra va g a n t, skim bleskam ble”. B u anlam lar, saygın felsefi bakış açılarını ta ­ 39

nım lam ak açısın d an ya çok fazla ya d a çok az şey söy­ lüyor gibi. G ene de b u sözcüklerin hepsi, belli bir sta n ­ dard ın belirlediği sınırın ötesine giden bir şeyi gösteri­ yor. R oget’s T h esa u ru s’a göre, “u n re a s o n a b le n e s s ” (m antıksızlık; m ak u l olmayış) sözcüğünün k a rşıt a n ­ lam lıların d an biri “m o d eraten ess” (ılım lılık; ölçülülük) sözcüğüdür. Ö lçülü olm ak m o d u s’u n -yani, sınırların ve ö lç ü n ü n - içinde olm ak an lam ın a gelir. Sözcük bize, an tik Y unan ve L atin u y g arlık ların d an m iras aldığım ız iki k u ra lı anım satıyor: M odus ponens' m an tık ilkesi ile H oratiu s’u n dile g etird iğ i etik ilke: Est m odus in rebus, sunt certi denique fin e s quos ultra citraque nequit consistere rectum (Her şeyde öyle bir sınır v ard ır ki, bir şey 0 sınırın bu y anında ve hem en öbür yanında doğru ola­ maz).12 Bu noktada, Latince m odus kav ram ın ın çok ö n em ­ li olduğunu anlıyorum , rasyonalizm ile irrasyonalizm arasın d ak i farkı belirlem ek açısından olm asa da, en azından iki tem el yorum yaklaşım ını, yani m etn i b ir d ü n y a ve dünyayı b ir m etin olarak çözm e şeklindeki iki yolu b irb irin d en ay ırm ası açısından. P la to n ’d an A risto­ teles’e ve öteki Y unan filozoflarına u zan an Yunan rasyo­ nalizm inde bilgi, n ed en leri anlam ak anlam ına geliyor­ du. Bu yolla, T an rı’yı tan ım lam ak, b ir nedeni tan ım la­ m ak ötesinde artık b ir b aşk a n ed e n in olam ayacağı bir n eden i tan ım lam ak d em ekti. D ünyayı n edenler açısın­ d an tan ım lay ab ilm ek için doğrusal b ir zincir fik ri g e­ liştirm ek zo ru n lu d u r: B ir şey A’d a n B’ye h a re k e t ed i­ yorsa, o zam an d ü n y ad ak i hiçbir güç o n u n B’d en A’ya harek et etm esin i sağlayam az. N edensellik zincirinin doğrusal doğasının geçerliliğini k an ıtlam ak için, önce bir dizi ilkeyi v arsay m ak gerekm ektedir: Ö zdeşlik ilke­ si (A = A), çelişm ezlik ilkesi (bir şeyin aynı anda hem A 1 (Lat.) Önermeler m antığında “doğrulama yöntem i”; modus ponens, A d B (A, o halde B) biçimindeki çıkarımları gösterir. (Ç.N.) 2 Horatius, Satires I.I. 106-107.

40

olup, hem olm am ası olanaksızdır) ve ü ç ü n c ü n ü n ol­ m azlığı ilkesi (A y a d o ğ ru d u r ya d a y an lıştır ve tertium 7ion d a tu r1). B atı rasy o n alizm inin tipik ö rü n tü sü n ü , m odus p o n e n s’i, bu ilk elerden çıkarırız: p ise, öyleyse q; P değil: öyleyse q. Bu ilkeler d ü n y an ın fiziksel bir düzeni b u lu n d u ­ ğ u n u anlam am ızı sağlam asalar bile, e n azından b ir to p ­ lu m sözleşm esi sağlam aktadırlar. L atin rasyonalizm i Yunan rasyonalizm inin ilkelerini benim ser, ancak bu ilkeleri yasal ve sözleşm esel açıdan d ö n ü ştü rü p ze n ­ ginleştirir. Yasal sta n d a rt m odus’tur, a n c a k m odus aynı zam an d a sınırı, h u d u tları belirler. Uzam sal sınırlarla il­ gili L a tin saplantısı, R o m a’n ın k u ru lu şu efsanesine d ek uzanır: R om ulus b ir sın ır çizgisi ç e k e r ve b u çizgi­ ye riay e t etm ey en k a rd e şin i öldürür. E ğ er sınırlar t a ­ nınm azsa, civ ita s d iy e b ir şey varolam az. H oratius Cocles, d ü şm an ı sın ırd a -R o m alılar ile Ö tekiler arasında k u ru la n k ö p rü d e - tu tm a y ı başardığı için b ir k ah ram an halin e gelir.12 Köprüler, su lcus’un, yani k e n t sınırlarını belirley en su dolu h en d eğin ötesine uzandıkları için k u tsal y asay a ay k ırıd ırlar: Bu nedenle, an cak Pontifex’Ln yakın, ritü el d enetim i altın d a inşa edilebilirler. P ax Rom ana ideolojisi ve Caesar A ugustus’u n siyasal tasarım ı, h u d u tların kesin tan ım ı üzerine k u ru lm u ş­ tur: İm p arato rlu ğ u n gücü, sav u n m a h a ttın ın h angi h u ­ d u tta, h an g i lim en ya d a eşik arasın d a k u ru lm ası g e­ re k tiğ in i b ilm ek te yatar. A rtık h u d u tla rın n e t olarak ta ­ nım lan m ad ığ ı bir an gelm iş ve barbarlar (ana y u rtları­ n ı terk eden ve h erh an g i bir to p rak ta kendi y u rtlarıy ­ 1(Lat.) Üçüncünün olmazlığı. (Ç.N.) 2H oratius Cocles: İ.Ö. 6. yüzyıl sonlarında yaşadığına inanılan, am a kesinlikle ef­ sanevi bir kişilik olan Romalı kahram an. Efsaneye göre önce i ki arkadaşıyla bir­ likte, daha sonra da tek başına Roma’daki Sublicius K öprüsü’nü Etrüsk kralı Lars Porsena ile bütün Etrüsk ordusuna karşı savunur. Böylece Romalılara, köp­ rüyü yıkm ak için gerekli zamanı kazandırır. Daha sonra karşı kıyıya yüzm ek için Tiber Irm ağı’na atlar. Bazı anlatılara göre ırm akta boğulur, bazılarına göre ise karşıya geçmeyi başarır. (Ç.N.)

41

mış gibi dolaşan, onu da terk etm eye hazır göçm enler) kendi göçm en bak ış açılarını d ay atm ay ı başarm ışlarsa, o zam an R om a’n ın sonu gelm iş d e m e k tir ve im p arato r­ luğun b aşk en ti başka bir y erd e olsa da olur. R ubicon’u geçerken Iulius Caesar dine karşı bir h a ­ rek et y aptığını bilm ekle kalm az, şunu da bilm ektedir: Bir kez dine k arşı bu hareketi gerçekleştirdiğinde, bir d ah a geriye d ö n m esi m ü m k ü n değildir. A lea iacta est.1 Aslında, zam ansal sın ırlar da vardır. Yapılmış olan şey, asla silinem ez. Z am anın geri döndürülm esi olanaksız­ dır. Bu k u ral L atin ce sözdizim inin tem el kuralı haline gelecekti. Kozmolojik doğrusallık d em ek olan dilbilgi­ sel zam anların yönü ve sırası, tü m celer arasında consecutio tem porum ’da*2 bir m antıksal bağım lılıklar sistem i­ ne dönüşür. Bir olgusal gerçekçilik başyapıtı olan m u t­ lak -d e n hali [absolute ablative], bir şey bir kez yapıl­ d ık tan ya da v arsayıldıktan sonra, bir d ah a asla so rg u ­ lanam ayacağını belirler. A quınolu T hom as b ir quaestio quadlibetalis'de (5.2.3) “uti'um D eu sp o ssit virginem reparare”n in m üm ­ kün olup olam ayacağını -b ir başka deyişle, bakireliği­ ni y itiren bir k ad ın ın , b aşlangıçtaki bakire haline dön­ dürülü p d ö n d ü rü lem ey eceğ ın i- sorar. T hom as'ın y a n ı­ tı açıktır. Tanrı bağışlayabilir, böylece bakireyi g ü n ah ­ sız d u ru m u n a d öndürebilir ve bir m ucize g erçek leşti­ rerek ona bed en sel iffetini geri verebilir. A ncak Tanrı bile olmuş olan bir şeyi olm am ış hale getirm eyi sağla­ yam az, zam an y asasın ın bu tü r bir ihlali onun doğası­ na aykırı olurdu. Tanrı, çelişm ezlik ilkesini ihlal ed e­ mez; bu m an tık ilkesince, “p oldu” ve “p olm adı” ö n er­ m eleri birbiriyle çelişm ektedir. Alea ia cta est. Bu Y unan ve L atin rasyonalizm m odeli, hâlâ m ate­ m atiğe, m antığa, bilim e ve bilgisayar program cılığına ' (Lat.) Zarlar atıldı; karardan geri dönülemez. (Ç.N.) 2 (Lat.) Dilbilgisi zamanlarının ardıllığı, sırası. (Ç.N.)

42

egem en olan m odeldir. Ancak Y unan m irası adını v e r­ diğimiz şeyin öyküsü bununla bitm em ektedir. A ristote­ les bir Yunanlıydı, am a E leusis M ysterionları da öyley­ di. Y unan dünyası sürekli olarak apeiron'un (sonsuz­ luk) çekiciliğine kapılm ıştır. S onsuzluk, m odus’u olm a­ yan şeydir. N orm a sığmaz. S onsuzluğun b ü y ü sü n e k a ­ pılm ış olan Y unan uygarlığı, özdeşlik ve çelişm ezlik kavram ının yanı sıra, H erm es’in sim gelediği sürekli başkalaşım fikrini geliştirir. H erm es uçucu ve ikianlam lıdır; b ü tü n sa n a tla rın atasıdır, am a aynı zam anda hırsızların tanrısıdır -ay n ı anda hem iuverıis (genç) hem seneır’tir (yaşlı). H erm es m itinde özdeşlik, çeliş­ m ezlik ve ü çü n cü n ü n olm azlığı ilkelerinin yadsındığını görüyoruz; n ed en zincirleri de helezonlar halinde kendi üzerin e sarılıyor: “S onra” “ö nce”d en önce geliyor, tan rı H erm es uzam sal sın ır diye bir şey tanım ıyor ve aynı an ­ da farklı kılıklarda farklı yerlerde olabiliyor. H erm es, M.S. ikinci yüzyılda b ü y ü k bir ilgi odağı haline gelir. İkinci yüzyıl bir siyasal düzen ve barış d ö ­ nem id ir ve im p aratorluğun b ü tü n h alk ları görünüşte o rtak bir dil ile k ü ltü r altında birleşm iştir. Düzen, k im ­ se n in askeri ya da siyasal b ir harekatla değiştirm eyi um am ayacağı kadar sağlam bir görünüm sergilem ekte­ dir. Am acı bilim ve san atın her alanında bilgili, bir tür eksiksiz in san ü retm ek olan enkyklios p a id eia ’m n, ya­ ni genel eğitim kavram ının, belirlendiği bir dönem dir bu. A ncak bu bilgi kusursuz, tu tarlı bir dünya betim le­ m ektedir; oysa ikinci yüzyılın dünyası farklı ırklarla dinlerin bir arad a varolduğu bir pota, b ü tü n tanrıların hoşgörüyle karşılandığı bir halklar ve fikirler b u lu şm a­ sıdır. E skiden bu tan rılara ta p a n halklar açısından o nla­ rın d erin b ir anlam ı olm uştur, ancak im paratorluk bu halk ların ü lk elerini k en d i b ü n y esin d e erittiğinde, tan rı­ ların kim liğini de çözülm eye uğratm ıştır: A rtık İsis, Astartes, D em etra, Kibele, A nahita ve M aia arasında h e r­ 43

hangi bir fa rk yoktur. Hepim iz, İskenderiye k itaplığının yok edilm esi em ­ rini veren halife efsanesini duym uşuzdur; halifenin a r­ g ü m an ı şuydu: Ya b ü tü n k itaplar K uran’la ay n ı şeyi söy­ lem ektedirler, bu d u ru m d a da gereksizdirler; ya da fark ­ lı b ir şey söylem ektedirler, bu du ru m d a d a yanlış ve za­ rarlıdırlar. Halife hak ik ati biliyor ve elinde tutuyor, k i­ tapları hakikate dayanarak yargılıyordu. B una karşın, ikinci yüzyıl herm etizm i bilm ediği bir h ak ik ati aram ak ­ tadır ve elindeki tek şey kitaplardır. Bu yüzden, h er ki­ tabın bir h ak ik at kıvılcım ı içerdiğini ve kitap ların b ir­ birlerini doğrulam aya yarayacağını tasavvur e tm ek te ya da um m aktadır. Bu sen k retik boyutta, Yunan rasyona­ list m odellerinin ilkelerinden biri, üçü n cü n ü n olm azlığı ilkesi, bunalım a girer. Birbirleriyle gelişseler bile, birçok şeyin aynı anda doğru olm ası m üm kündür. A ncak bir­ birleriyle çeliştiklerinde bile k itap lar hakikati söylüyor­ larsa, o zam an kitaplardaki h er söz bir anıştırm a, bir ale­ gori olm alıdır; söylüyor g ö rü n d ü k leri şeyden başka b ir şey söylem ektedirler. K itaplardan h e r biri, k itap lard a n hiçbirin in te k başına açığa çıkaram ayacağı b ir ileti içerm ektedir. K itapların içerdiği gizli iletiyi anlayabil­ m ek için in san sözcelerinin ötesinde yer alan; tan rın ın , görü, rüya ya da k eh a n et aracını k u llan arak dile g etir­ diği b ir v ah y i aram ak g erekiyordu. A ncak d ah a önce hiç du yulm am ış olan böyle benzersiz bir v ah y in h en ü z bilinm eyen bir ta n rıd a n ve hâlâ gizli kalm ış b ir h a k i­ k atten söz etm esi gerekecekti. Gizli bilgi d e rin bilgidir (çünkü an cak yüzeyin ard ın d a k i gizli şey, u zu n sü re bi­ lin m e d en kalabilir). Böylece h a k ik a t, söylenm eyen ya da anlaşılm az biçim de söylenenle özdeşleştirilir ve m e tn in yüzeyinin ö tesin e y a da a rk a sın a geçerek an la­ şılm ası gerekir. T an rılar hiyeroglifler ve m uam m alı ile­ tiler aracılığıyla k o n u şu r (bugün b u n a Varlık k o n u şu ­ yor derdik). 44

Şu da var: Farklı bir hakikat arayışı, klasik Y unan m irasın a yönelik bir g ü vensizlikten doğm uşsa, o za­ m an gerçek bilginin d ah a eski çağlara ait olm ası g erek ­ m ekted ir; bu bilgi, Y unan rasyonalizm inin atalarının görm ezlik ten geldiği uygarlıkların kalıntıları arasında uzanıyor olm alıdır. H ak ikat, zam anın başlangıcından beri birlik te yaşadığım ız, ancak u n u tm u ş olduğum uz b ir şeydir. H ak ik ati u n u ttu y sa k eğer, o zam an birisi onu bizim adım ıza k u rta rm ış olmalı: Sözlerini artık a n ­ layam adığım ız birisi. Dolayısıyla bu bilgi egzotik bir bilgi olabilir. J u n g ’u n açıkladığı gibi, h erh an g i b ir ta n ­ rısal im ge çok tan ıd ık hale gelip gizem ini yitirdiğinde, ötek i u y g arlık ların im gelerine dönm e gereksinim ini duyarız, çü n k ü yalnızca egzotik sim geler b ir kutsallık havasını koruyabilirler. B una bağlı olarak, ikinci yüz­ yılda bu gizli bilgi ya D ruidlerin, yani Kelt rahiplerinin ya d a D oğu’n u n anlaşılm az diller konuşan bilge in san ­ larının elinde olacaktır. K lasik rasyonalizm , barbarları doğru d ü rü s t konuşm ayı bile becerem eyenlerle özdeş­ le ştirm işti (gerçekten de barbaros sözcüğünün kökeni budu r: K ekeleyen kimse). Şim di işler te rsin e dönm ek tedir: Vaatler v e sessiz vahiylerle dolu k u tsa l dil haline gelen şey, y abancının k ek e le m e olduğu öne sü rü len ko­ nuşm asıdır. Y unan rasyonalizm i açısından, ancak açık­ lanabilen b ir şey doğru olarak kab u l edilirken, şim di doğru b ir şey tem el olarak açıklanam ayan şeydir. İyi am a, barbarların rahiplerinin sahip olduğu bu gizem li bilgi neydi? Yaygın kanı, bu rah ip lerin ru h d ü n ­ yasını yıldız dünyasına y a da yıldız dünyasını ayaltı dünyaya bağlayan gizli bağları bildikleri şeklindeydi; bu ise, b elli b ir bitki üzerinde etkide b u lu n ara k yıldız­ ların sey rim etk ilem enin m ü m k ü n olduğu, yıldızların seyrinin y ery ü zü n d ek i varlıkların yazgısını etkilediği ve bir tan rın ın imgesi çevresinde gerçekleştirilen b ü y ü ­ lü işlem lerin o tan rıy ı bizim istencim izi izlem eye zorla45

yacağı an lam ına geliyordu. B urada yeryüzünde her şey nasılsa, yukarıda gökyüzünde de öyledir. Evren, her te ­ kil n esn e n in tü m öteki nesneleri y an sıttığ ı ve im lediği b ü y ü k bir aynalı oda haline gelir. A ncak çelişm ezlik ilkesinin y ad sın m ası d u ru m u n ­ da, ev ren sel sem patiden ve b en zerlik ten söz etm ek ola­ naklı olur. E vrensel sem patiyi, dün y ad ak i tan rısal bir yayılm a m eydana getirm iştir, an c ak yayılm anın köke­ ninde, çelişkinin ta kendisi olan bir bilinm eyen Birlik vardır. Yeni-Platoncu H ıristiyan düşünce, dilim izin ye­ tersizliği nedeniyle Tanrı’yı açık seçik sözcüklerle tanım layam ayacağım ızı açıklam aya çalışacaktır. Herm etik düşünce, dilimiz ne denli belirsiz ve çokanlam lı olursa, ne denli çok simge ve eğretilem e kullanırsa, o denli k arşıtlar b u lu şm asının gerçekleştiği bir B irlik’i adlandırm aya uygun h ale geldiğini belirtir. Ancak kar­ şıtlar bulu şm asın ın üstün geldiği yerde, özdeşlik ilkesi çöker. T o ııtse tien t.1 B u n u n bir sonucu olarak, yorum belirsizdir. Nihai, ulaşılam az b ir anlam ı a ra m a girişim i, an lam ın hiç sona erm ey en yer d eğ iştirm esin i y a da k ay m asın ı kab u l e t­ m eye götürür. Bir b itk i m orfolojik ya d a işlevsel özel­ likleri açısın d an değil, kısm i d e olsa, kozm ostaki b ir b aşk a öğ ey e benzerliği tem elin d e tanım lanır. İn san be d en in in b ir b ö lü m ü n ü belli belirsiz andırıyorsa, o za­ m a n b ed en e gönderm e yaptığı için an lam ı vardır; a n ­ cak b ed en in o bölüm ü de bir yıldıza g ö n d erm e y aptığı için anlam lıdır, yıldız bir gam ı im lediği, gam ise m elek ­ ler h iy erarşisin e gö n d erm e yaptığı için anlam lıdır ve b u böylece sonsuza d ek sü rü p gider. İste r dünyevi ister sem av i olsun h er nesne, bir gizi barındırır. H er n e za­ m an b ir giz keşfedilirse, bu giz b ir b aşk a gizi im leyecek ve bu, aşam alı bir h a re k e t içinde nihai gize doğru iler­ leyecektir. G ene de, nihai giz diye b ir şey yoktur. H er1(FV.) H er şey birbiriyle bağlantılıdır. (Ç.N.)

46

m etik bilgiye erm iş o lm anın nihai gizi, her şeyin bir giz olduğ u n u bilm ektir. Dolayısıyla, h erm e tik giz boş bir giz olm alıdır, çü n k ü h erh an g i bir gizi açığa çıkardığı iddiasında b u lu n an kişi, h erm etik gize erm em iş ve kozm ik gizem bilgisinin yüzeysel bir düzeyinde d u r­ m uş dem ektir. H erm etik d ü şü n ce b ü tü n dünya sah n e­ sini bir dil olgusuna d ö n ü ştü rü r; aynı zam anda d a dilin h er tü r iletişim g ü cünü elinden alır. İkinci yüzyılda Akdeniz havzasında ortaya çıkan C orpus H erm eticum 'un tem el m etinlerinde, H erm es Trısm egistos kendisine n o u s’un göründüğü bir rüya ya da hayal sırasında aydınlanm aya erer. P lato n ’a göre, nous fikirleri doğuran yetiydi, A ristoteles’e göre ise töz­ leri tanım am ızı sağlayan anlaktı. Elbette, nous’un de­ vingenliği, daha Platon d ö nem inden başlayarak d ü şü n ­ m e, rasyonel etk in lik anlam ına gelen d ia n o ia ’nın, bir bilim o larak epıstem e’n in ve h ak ik at üzerine bir d ü şü n ­ m e olarak phronesis’in k arm aşık işleyişinin tersi yönde çalışır; an cak işleyiş tarzında açıklanam az olan hiçbir şey yoktur. Aksine, ikinci yüzyılda nous, rasyonel ol­ m ayan ay dınlanm a, anlık, söylem sel olm ayan görü ve m istik sezgi yetisi haline gelm iştir. A rtık konuşm ak, tartışm ak ve akıl y ü rü tm e k gerekli değildir. Yapacağı­ mız tek şey, b irisin in bizim adım ıza konuşm asını b ek ­ lem ektir. O zam an ışık karanlıkla kaynaşacak denli hızlı olacaktır. Bu, erm iş kişinin h ak k ın d a k o n u şm a­ m ası g erek en g erçek erm edir. A rtık ned en sel bağlar halinde d ü zenlenm iş zam ansal doğrusallık yoksa, o zam an sonuç kendini y ara­ tan ned en ler üzerinde etk id e bulunabilir. Bu, theurgia b ü y ü sü n d e 1 gerçekten de olur; am a filolojide de olur. Post hoc, ergo propter hoc12 rasyonalist ilkesinin yerini 1 Başlangıçta Yeni-Platonculuğun Mısır ekolünün bazı üyelerince, iyiliksever ruhlarla iletişim kurmak ve onların yardımıyla mucizevi sonuçlar yaratmak amacıyla uygulanan büyü. (Ç.N.) 2(Bat.) Bundan sonra (geliyor), demek ki nedeni bu. (Ç.N.)

47

post hoc, ergo ante hoc1 alır. R önesans d ü şü n ü rlerin in C orpus H erm eticum 'un Y unan k ü ltü rü n ü n bir ü rü n ü olm adığını, P laton’d an önce yazıldığını k an ıtlam a y ö n ­ tem leri bu tü r y aklaşım ın bir örneğini o lu ştu rm ak ta­ dır: C orpus’un, bariz olarak P laton dönem inde ta rtışı­ lan fikirler içerm esi, o n u n P lato n ’d an önce ortaya çık­ tığı an lam ın a gelm ekte ve b u n u kanıtlam aktadır. K lasik h erm etizm e özgü bu fikirler, h erm etizm o r­ taçağ skolastik felsefesinin rasyonalizm ine k arşı ikinci zaferini kazandığında y en id en ortaya çıkm ıştır. H ıristi­ y an rasyonalizm inin m odus p o n en s’in esinlediği akıl y ü rü tm e ö rü n tü leri aracılığıyla Tanrı’nın varlığını k a ­ nıtlam aya çalıştığı yüzyıllar boyunca, h e rm e tik d ü ş ü n ­ ce ölm em iş; sim yacılarla Yahudi K abalacılarında ve ç e ­ kingen ortaçağ Y eni-Platonculuğunun k atm an ları a ra ­ sında m arjinal bir olgu olarak varlığını sürdürm üştür. Ancak, m o d ern dünya ad ın ı verdiğim iz dü n y an ın gündoğum unda, bu a ra d a m odern ban k acılık ekonom isi­ nin icat edildiği F lo ran sa’da, ikinci H elenistik yüzyılın yaratısı Corpus H erm eticum , M usa’d an bile önceye uzanan çok eski bir bilginin kanıtı olarak y en id en keş­ fedilm iştir. Pico della M irandola, Ficino ve Johannes R euchlin’in, yani R önesans Y eni-Platonculuğunun ve H ıristiyan K abalacılığının, yeniden işlediği herm etik m odel, m odern k ü ltü rü n b ü y ü d en bilim e uzanan b ü ­ yük b ir b ö lü m ü n ü beslem eye d ev am etm iştir. Bu y en id en d o ğuşun tarihi karm aşıktır: G ünüm üz tarihyazıcılığı bize, h erm etik çizgiyi bilim sel çizgiden ya da P aracelsus’u G alileo’d an ay ırm an ın olanaksız ol­ d u ğ u n u gösterm ektedir. H erm etik bilgi Franeis Bacon’u, K opernik’i, K epler i ve Nevvton’u etkilem iştir ve m odern nicelik bilimi başka şeylerin yanı sıra hermetizm in n iteliksel bilgisiyle diyalog içinde doğm uştur. Son çözüm lem ede, h erm e tik m odel, Y unan rasyonaliz­ (I«at.) Bundan sonra (geliyor), demek ki bunun nedeni. (Ç.N.)

48

m inin b etim lediği evren d ü zen in in yıkılabileceğini; evrende, in san ın doğayı etkilem esini, o n u n akışını de­ ğiştirm esini sağlayacak yeni bağlantılarla yeni ilişkiler keşfetm enin m ü m k ü n o lduğunu öne sürüyordu. Ancak b u etki, d ü n y an ın nitel bir m antıkla değil, nicel bir m antıkla betim len m esi gerektiği kanısıyla kaynaşm ış­ tır. Böylece h erm etik m odel paradoksal olarak yeni h aş­ ininin, m odern bilim rasyonalizm inin doğuşuna k atk ı­ da bulunur. Yeni h erm etik irrasyonalizm bir yandan m istik lerle sim yacılar; öte y a n d a n da, G o e th e’den G erard de N erval’e ve Yeats’e, S chelling’d en F ranz von B aad er’e, H eidegger’d en J u n g ’a şairlerle filozoflar ara­ sında gidip gelir. Ayrıca, birçok postm odern eleştiri kav­ ram ın d a sü rek li anlam kaym ası fikrini görm ek zor d e­ ğildir. Paul V alery’nin dile getirdiği şu fikir, herm etik bir fikirdir: II n ’y a pas de vra i sens d ’u n t e x t e 1 İlginç arg ü m an lar içerm esine karşın, yazarın dü­ şüncelerine yönelik coşkulu inancı nedeniyle oldukça tartışm a g ö tü rü r Science de l’homme el tradition adlı k ita b ın d a G ilb ert D urand, tü m çağdaş d ü şü n cen in , pozitivist m ek an ist paradigm aya k arşıt olarak, H e rm es’in yaşam verici so lu ğ u n d an b eslendiğini ö n e sürer; b u gö­ rü şü y le ilgili olarak belirlediği bağıntılar listesi, üze­ rinde d ü şü n ü lm ey e d eğ er bir listedir: Spengler, Dilthey, Scheler, N ietzsche, H usserl, K erenyi, P lanck, Pauli, O ppenheim er, E in stein , B achelard, S orokin, L evi-S trau ss, F oucault, D errida, B arth es, Todorov, Chomsky, G reim as, D eleuze.*2 Ancak Yunan v e L atin rasyonalizm inin tem el ölçü­ tü n d e n sapm a gö steren bu d ü şü n ce örüntüsü, tarihin aynı dö n em in d e biçim k azanan bir başk a olguyu göz ö nün d e b u lu n d u rm azsak eksik kalacaktır. K aranlıkta yolunu b u lm ay a çalışırken bir şim şek gibi ansızın beli' (FV.) Bir metnin kesin bir anlamı yoktur (Ç.N.) 2Gilbert Durand, Science de l ’bomme et tradition (Paris, Berg, 1979). Yorum ve Aşırı Yorum

49/4

r e n g ö r ü le r le g ö z ü k a m a ş a n ik in c i y ü z y ıl in s a n ın d a , a n la ş ılm a s ı o la n a k s ız b ir d ü n y a d a k e n d i r o lü n e iliş k in n e v r o tik b ir b ilin ç g e liş m iş tir. H a k ik a t g iz lid ir; s im g e v e m u a m m a la r la ilg ili h e r h a n g i b ir s o r g u la m a a s la n i­ h a i h a k ik a ti a ç ığ a ç ık a r m a y a c a k , y a ln ız c a g iz i b ir b a ş ­ k a y e r e k a y d ıra c a k tır . İ n s a n ın d u r u m u b u y s a , o z a m a n b u n d a n ş u a n la m ç ık a r: D ü n y a b ir h a t a n ı n ü r ü n ü d ü r . B u p s ik o lo jik d u r u m u n k ü ltü r e l if a d e s i g n o sis tir. Yunan ra s y o n a liz m i g e le n e ğ in d e g n o s is , y a lın a lg ı­ lam aya (aisthesis) y a d a k a n ıy a (doksa) k a r ş ı t o la ra k , v a ­ ro lu şu n gerçek b ilg is i ( g e re k k o n u ş m a g e r e k d iy a le k tik açısından) a n la m ın a g e liy o rd u . A n c a k H ır is tiy a n lığ ın ilk yüzyıllarında sö z c ü k , a k ıl ö te s i, s e z g is e l b ir b ilg i, o bilgiye ulaşan h e r k e s i k u r ta r m a g ü c ü o la n s e m a v i b ir varlığın aracılığıyla ta n r ıs a l y o ld a n b ağışlanan ya d a alı­ n an arm ağ an a n la m ın ı k a z a n d ı. G nostik vahiy, m itsel

bir biçim içinde, anlaşılm az ve bilinem ez b ir varlık olan tan rın ın nasıl k ö tü lü k to h u m u n u ve onu e n b aşın d an iti b a r e n çelişkili kılan -kendisiyle özdeş olm adığı için b ir erdişilik içerdiğini anlatm aktadır. Ona bağlı eyleye­ ni Dem iurgos hatalı, istikrarsız b ir dünyaya yaşam ve­ rir; tan rın ın bir parçası bu dünyaya san k i hapse ya da sürgüne düşm üş gibi düşer. Y anlışlıkla yaratılm ış bir dünya, başarısız b ir kozm ostur. Bu başarısızlığın asal sonuçları arasında, ebediliğin çarp ıtılm ış b ir tak lid i olan zam an yer alır. Aynı yü zy ıllar boyunca Kilise B a­ baların ın y azılarında Yahudi M esihçiliği ile Y unan ra s­ yonalizm i b ağdaştırılm aya çalışılıyor ve ta rih in yazgısal, rasyonel kılavuzluğu kavram ı yaratılıyordu. Ö te yandan gnostizm , zam an v e ta rih le ilgili olarak b ir y a d ­ sım a tep k isi geliştirdi. G nostik k endisini d ü n y ad a b ir sü rg ü n olarak, bir m ezar ve bir h ap ish an e o larak tanım ladığı kendi b ed e­ ninin bir k u rb an ı o larak değerlendirir. D ünyaya fırlatı­ lıp atılm ıştır ve oradan bir çıkış yolu b u lm ak zorunda­ 50

dır. Varoluş bir h astalık tır ve biz b u n u biliriz. B urada kendim izi ne denli engellenm iş [frustrated] h issed er­ sek, o denli bir iktidarsızlık hezey an ın a ve öç alm a a r­ zu su n a kapılırız. Bu yüzden, G nostik kendisini, ta n rı­ nın, kozm ik bir kom plonun sonucu olarak geçici bir sü­ reliğine sürgüne gönderilm iş b ir p arçası olarak görür. Tanrıya dönm eyi b aşarırsa, in san yalnızca kendi köke­ ni ve başlangıcıyla y en id en birleşm ekle kalm ayacak, aynı zam anda o k ö kenin yeniden yaratılm asını ve b a ş­ langıçtaki h atad a n k u rtu lm asın ı sağlayacaktır. İnsan, h a sta bir d ü n y a d a bir tu ts a k olm akla b irlik te , k en d isi­ ni in san ü stü bir güçle do nanm ış hisseder. Tanrı ancak insan ın işbirliği sayesinde başlangıçtaki kopuşu o n ara­ bilir. G nostik in san bir Übemnensch1 haline gelir. Salt m add ey e bağım lı olanların (hylics) aksine, yalnızca tin ­ d en olanlar (p n e u m a tik o i) h ak ik ate ve dolayısıyla g ü ­ n a h ta n arın m ay a yönelebileceklerdir. G nostizm , H ıris­ tiyanlığın tersin e, bir k ö leler dini değil, bir efendiler dinidir. Modern ve çağdaş k ü ltü rü n birçok y ö nünde gnos­ tik m irası gö rm en in çekiciliğine k ap ılm am ak güçtür. » Bir vazgeçm e olarak, sevilen k im senin yitirilm esi ola­ rak ve h er d u ru m d a h erh an g i b ir cinsel ilişkiyi dışla­ y an salt tinsel bir ilişki o larak görülen saraylı (dolayı­ sıyla rom antik) aşk ilişk isinde K atharosçu, dolayısıyla gnostik b ir köken görülm üştür. A ydınlanm aya götüren bir deneyim olarak k ö tü n ü n estetik yüceltilişi kesin olarak gnostiktir, tıp k ı birçok m odern şairin, cinsel aşı­ rılık, m istik esrim e, u y u ştu ru c u ve sözel hezeyanın ge­ tirdiği tensel tü k en m e aracılığıyla görüsel deneyim ler aram a k ararın ın gnostik olduğu gibi. Bazıları, zam anın ve ta rih in y en id en değ erlen d iril­ diği, ancak bu y en id en d eğ erlen d irm en in insanı Tinin yenid en b ü tü n lü ğ ü n e k av u ştu ru lm asın ın kahram anı l (AIm ) Üstinsan. (Ç.N.)

kılm aya yaradığı rom antik idealizm in an a ilkelerinde gnostik b ir k ö k en görm üşlerdir. Öte y an d a n Lukâcs, son iki yüzyılın felsefi irrasyonalizm inin, k arşılaştığ ı bunalım a b ir tep k i gösterm eye, k en d i g ü ç isten ci ve sö­ m ürgeci u y g u lam asın a felsefi b ir haklılık k azan d ırm a­ ya çalışan b u rju v az in in b ir icadı o ld u ğ u n u öne s ü rd ü ­ ğünd e, g n o stik belirtiyi M arksçı b ir dile d ö n ü ştü rm e k ­ ten b a şk a b ir şey yapm am aktadır. B azıları M arksçılık, h a tta L en in cilik tek i gnostik öğ elerd en söz etm işlerd ir (başat öğe, bilginin, dolayısıyla g ü n a h ta n arın m an ın a n a h ta rla rın ı elin d e tu ta n seçkin b ir g ru p olarak p a rti kuram ı). B azıları ise v aro lu şç u lu k ta ve özellikle H ei deg g er’de (“d ü n yaya fırlatılm ışlık olarak" varoluş, Dasein, d ü n y ad a v aro lu şla zam an arasın d ak i ilişki, k ö ­ tüm serlik) g n o stik b ir esin len m e görm ektedirler. E ski h erm etik öğretilere b ir b a şk a açıdan b a k a n Ju n g , g n o s­ tik so ru n u b aşlan g ıçtak i b e n in yen id en keşfedilm esi y ö n ü n d en değerlendirm iştir. A ncak a y n ı şekilde, aris­ to k rasin in k itle to p lu m u n u her m ah k û m ed işin d e - s e ­ çilm iş ırk ların yalvaçlarının, k u su rsu zlu ğ u n nihai b ü ­ tü n leşm esin i sağlam ak am acıyla k a n dökm eye, k atlia­ m a, kaçınılm az olarak hyle ya d a m addeye bağım lı kö­ lelerin soykırım ına y ö n elm eleri- gnostik b ir öğe görül­ m üştür. H erm etik ve g n o stik m iras birlikte, giz sendrom un u yaratırlar. E rm iş kişi kozm ik gizi a n la y a n kişidir; h e rm e tik m odelin yozlaşm ış b içim leri b u n d a n yola çı­ karak, şö y le b ir k an ıy a yol açm ışlardır: Güç, b aşk a la rı­ nı, in san ın siyasal b ir gizi o lduğuna in a n d ırm a k ta n g e­ çer. G eorg S im m el’e göre: giz in sana ayrıcalıklı b ir konum sağlar; giz salt olarak toplum ca belirlenm iş bir çekim gücü oluşturur. Giz, tem el olarak, d en e tim altın d a tu ttu ğ u b ağlam dan bağım sızdır, an ­ cak elb ette gizi salt olarak elim izde tu tm a durum um uz ne denli k ap sam lı ve önem li ölçüdeyse, giz o denli etkili hale ge­

52

lir... D erin ve anlam lı her şeyi saklayan gizlilikten, gizli olan her şeyin ö nem li ve elzem o ld u ğ u şe k lin d e k i tipik h a ta doğar. B ilinm eyen k arşısın d a in sa n ın doğal idealleştirm e itkisi ve doğal korkaklığı aynı am acı doğuracak şekilde işbirliği yapar: İm gelem aracılığıyla bilinm eyeni yoğunlaştırm ak ve çoğun­ lukla apaçık gerçekliğe uygulanm ayan b ir vurguyla d ikkati ona y ö n eltm ek .1

Şim di, herm etik m irasın köklerine doğru yaptığı­ mız gezinin sonuçlarının çağdaş m etin yorum u k uram ı hak k ın d a bir şeyler anlam am ız için hangi açıdan ilginç olabileceğini gösterm eye çalışacağım . Elbette, genel bir m addeci bakış açısı, E pikuros ile S talin arasında h e r­ han g i bir b ağ lan tı ku rm aya y eterli değildir. Aynı şekil­ de, her ne k ad a r G ilbert D urand yeni h erm etik atm os­ feri coşkuyla karşılasa da, N ietzsche ile C hom sky a ra ­ sında o rtak özellikler belirlem enin m üm k ü n olacağın­ dan kuşkuluyum . Gene de, bu konuşm alarım kapsa­ m ın d a, m etinlere h erm etik yaklaşım adını vereceğim şeyin ana özelliklerini sıralam ak ilginç olabilir. Antikçağ herm etizm iyle birçok çağdaş yaklaşım da insanı ra ­ hatsız edecek ölçüde benzer fikirlerle karşılaşıyoruz; b u n ları şöyle sıralayabiliriz: Bir m etin , y o ru m cu n u n sonsuz iç b ağ lan tılar keşfede­ bileceği açık-uçlu bir evrendir. Dil, biricik olan ve önceden varolan bir anlam ı kavrayam az: A ksine, dilin görevi, sözünü edebileceği­ miz şeyin, yalnızca k a rşıtla rın b u lu şm ası olduğu­ n u gösterm ektir. Dil, d ü şü n c e n in y etersizliğini yansıtır: D ünyada o lu şu ­ m uz, aşk ın sal h e rh a n g i bir anlam b ulm a yetisizliğim izden b aşk a bir şey değildir. T ekanlam lı bir şey b elirtm e iddiasında olan h erh an g i ' Georg Simmel, “The secret and the secret society”, The Sociology of Georg Simmel, Çev. ve Yay. Haz. Kurt H Wolff (New York, FVee Press, 1950), s. 332-333.

53

bir m etin, başarılı olam am ış b ir evrendir, yani zih­ ni b u lan ık b ir D em iurgos’u n ese rid ir (“bu b u d u r” d em ey e çalışan, an cak söylediğinin aksine “b u ” n u n “b u ” olm adığı kesintisiz b ir ertelem eler zinci­ ri ü re te n bir Dem iurgos). B u n u n la birlikte, çağ d aş m etin gnostizm i çok cöm ert­ tir: O k u ru n niyetini, erişilm esi olanaksız yazarın niyetine zorla kabul ettirm ey e hevesli olm am ız ko­ şuluyla hepim iz g erçek ten h ak ik ati -yani, yazarın g erçek te ne söylediğini bilm ediğini, çünkü dilin onun yerine k o n u ştu ğ u n u - fark eden bir Über­ mensek halin e gelebiliriz. M etni k u rtarm a k -y an i, an lam yanılsam asını anlam ın sonsuz o ld u ğ u bilincine d ö n ü ş tü rm e k - için o k u r m e tn in h er satırın ın bir b aşk a gizli anlam ı gizledi­ ğin d en kuşku lan m alıdır; sözcükler, söylenm eyeni söylem ek y erin e on u gizlerler; o k u ru n u tk u su , m e­ tin le rin h e r şeyi söyleyebileceğini -y a z a rın m etin ­ lerin söylem esini istediği şey d ışın d a- k eşfetm ek ­ tir; m etn in anlam ı olduğu öne sü rü len şey sözüm ona keşfedilir keşfedilm ez, o n u n g erçek an lam ol­ m ad ığ ın d an em inizdir; g erçek anlam en ötedeki, ondan da, b ir so n rak inden de ötedeki anlam dır; hylie’ler -k a y b e d e n le r- y o ru m sürecini “an lad ım ” diyerek bitirenlerdir. G erçek Okur, b ir m etn in gizinin, m etn in boşluğu oldu­ ğ u n u an layan okurdur. En köktenci okur-yönelim li yorum kuram ların d an birço ğ u n u k arik atü rize ettiğim i biliyorum . Şu v ar ki, ben k arik a tü rlerin çoğunlukla iyi b irer p o rtre olduğu kanısındayım : O lasılıkla gerçek d u ru m ların değilse bi­ le, en azından varsayım sal olarak gerçek d u ru m ların b irer portresi. Söylem ek istediğim , b ir yerlerde yorum u sın ırla­ 54

y an ölçütlerin varolduğudur. Aksi tak d ird e, M acedonio F ernan d ez’in dile getirdiği dilsel paradoksa düşm e te h ­ likesi doğar: “Bu d ü n y ad a eksik olan o k ad ar çok şey v ar ki, b ir şey d ah a eksik olsa ona y er b u lu n am az d ı”. A m açları y o ru m u n so n su z olduğunu gösterm ek olan şiir m etin lerin in v aro ld u ğ u n u biliyorum . Finnegans W ake'ın ideal b ir u y k u su zlu k çeken ideal bir okur için yazılm ış o ld u ğ u n u biliyorum ; ancak, şu n u d a biliyo­ ru m ki, M arquis d e S a d e ’ın b ü tü n yapıtı, cinselliğin ne olabileceğini g ö sterm ek am acıyla yazılm ış olsa da, b ir­ çoğum uz d ah a ölçülüyüz. Jo h n W ilkins, Mercury; Or, the Secret a n d S w ift Messenger (1641) adlı y ap ıtın ın b aşın d a şu öyküyü an­ latır: Yazı san atın ın , ilk icat edildiğinde nasıl tu h a f bir şey ola rak g ö rü n d ü ğ ü n ü , y ak ın lard a keşfedilen A m erikalı Kızıldeı i lilerin ta v rın d an tahm in edebiliriz: K ızılderililer insanları ıı kitaplarla k onuştu ğ u n u gördüklerinde şaşırm ışlardı ve bir kağ ıd ın konuşabileceğine b ir tü rlü inanam ıyorlardı... B u am açla anlatılan, K ızılderili b ir köleyle ilgili güzel bir ö y k ü v ard ır; efendisi b u K ızılderili köleyi bir se p et incir ve b ir m e k tu p la yola koşm uş, köle yolda in c irlerin çoğunu yem iş, k alan ın ı gönderildiği k işiy e götürm üş; bu kişi m ek tu b u o ku­ yup, sözü edilen sayıda inciri bulam ayınca, köleye m e k tu p ta söyleneni an lata ra k onu incirleri yem ekle suçlam ış. A ncak Kızılderili (bu k an ıta rağm en) k en d in d en em in, gerçeği inkâr edip, sah te ve yalancı bir tanık o ld u ğ u n u ileri sü rd ü ğ ü m ek­ tu b a lan et okum uş. B u olay dan sonra, b en z eri bir sep etle ve teslim edilecek in cirlerin k esin sayısını açıklayan bir m ektupla y en id en g ö n ­ derildiğinde, köle d ah a önceki tu tu m u n a u y g u n olarak, gene in c irlerin ço ğunu yolda yem iş; ancak incirlere elini sürm eden önce (daha sonraki tü m suçlam aları ö nlem ek am acıyla) m ek­ tu b u alıp, b ü y ü k bir ta şın altın a saklam ış, “m ek tu p incirleri yediğim i görm ezse, b en d e n asla söz edem ez” diye d üşünm üş; a n c a k şim di öncekinden d ah a a ğ ır b ir suçlam ayla k arşılaşın ­

55

ca, suçunu itiraf etm iş, kağıdın kutsallığına d u y d u ğ u h ay ra n ­ lığı d ile getirm iş ve gelecekte ken d isin e verilen h er işi sa d a ­ katle yerine getireceğine söz v erm iş.1

Şim di şöyle bir itiraz getirilebilir: Bir m etin, onu sözceleyenden (aynı zam anda d a sözceleyenin n iy etin ­ den) ve so m u t sözcelendirilm e koşullarından (bunun bir so n u cu olarak, am açlanan göndergesinden) bir kez ayrıldığında, deyim y erin d e y se potansiyel o larak so n ­ suz b ir olası y o rum lar y elpazesi b o şlu ğ u n d a yüzer. Wilk in s’in b u n a itirazı şu olurdu: O nun aktardığı örnekte, kölen in efendisi, m e k tu p ta sözü ed ilen sepetin kölenin taşıdığı sep et olduğunu, sepeti taşıy an kölenin, a rk a ­ daşının sepeti verdiği kö lenin aynısı o lduğunu ve m e k ­ tu p ta yazılı “30” ifadesi ile sep e tte içerilen incir sayısı a ra sın d a b ir ilişki b u lu n d u ğ u n u k esin olarak biliyordu. Doğal olarak, y o ld a b aşlan g ıçtak i k ölenin öld ü rü ld ü ğ ü ­ n ü ve onun y erine b ir b aşk a sın ın geçtiğini, başlangıç­ tak i otuz incirin y erin e b aşk a incirlerin k o n d u ğ u n u , se­ petin farklı bir alıcıya g ö tü rü ld ü ğ ü n ü , yeni alıcının kendisine incir gönd erm ek istey en b ir a rk ad aş ta n ım a ­ dığını tasavvur etm ek y eterli olacaktır. H âlâ m ek tu b u n neden söz ettiğ in i belirlem ek m ü m k ü n olur m uydu? G ene de, yeni alıcının tep k isin in şu tü rd e n bir tep k i olacağını düşünebiliriz: “B irisi, Allah b ilir kim , b a n a sep ettek i m ek tu b u n söz e ttiğ in d e n d a h a az sayıda in cir gö n d erm iş”. Ş im di farz ed elim ki, u la k öldürülm ekle kalm asın, köleyi öldürenler b ü tü n incirleri yem iş, se­ peti yok etm iş ve m ek tu b u bir şişeye koyarak o kyanu­ sa atm ış olsunlar; m ek tu p d a yetm iş yıl sonra Robinson Crusoe tarafın d an b u lu n m u ş olsun. O rtada ne se­ pet var, n e köle, ne de incirler, olan yalnızca bir m e k ­ tup. B u n a karşın, bah se girerim ki R obinson’u n ilk te p ­ kisi şu olurdu: “İn cirler n ered e?” ' John Wilkins, Mercııry; Or, the Secret and Sw ift Messenger, 3. basım (Londra, Nicholson, 1707), s. 3-4.

56

Ş im di şişedeki iletiyi d ah a bilgili birisin in , bir dil­ bilim , yorum bilgisi ya d a göstergebilim öğrencisinin b u ld u ğ u n u farz edelim . Pek zeki olan bu yeni ra stla n ­ tısal alıcı b irço k varsay ım da bulunabilir, örneğin: 1 İn cirler (en azından günüm üzde) re to rik bir anlam da k u llan ılm ış olabilir (“incir çekirdeğini doldurm az”, “bir çuval in ciri b erb at e tm e k ”, “ocağına in cir ağacı d ik m ek ” deyim lerinde olduğu gibi) ve ileti farklı bir yorum u olanaklı kılabilir. A ncak bu d u ru m d a bile alı­ cı, sözgelim i “e lm a”n ın ya da “k ed i”nin değil de, “inc ir”in ö n ced en belirlenm iş belli uzlaşım sal yorum la­ rına dayanacaktır. 2 Ş işedeki ileti, bir şairin yazdığı bir alegoridir: Alıcı, yalnızca o m etin için geçerli olan, özel b ir şiirsel ko­ da dayalı gizli bir ikinci anlam sezer. Bu durum da alıcı birbiriyle çelişen çeşitli varsayım lar olııştm abi lir, ancak şuna k esin olarak inanıyorum ki, bazı var sayım ların ö tek ilerd en daha ilginç olm asını sağlaya cak belli “ik tisa d i” ölçütler vardır. V arsayım ını doğ­ ru la m a k için olasılıkla alıcı, olası göndericiyle ve m etn in ü re tild iğ i olası tarih sel dönem le ilgili bazı ön v arsay ım lard a b u lu n m a k zorunda kalacaktır. B u­ n u n , g ö n d ericin in niyetleriyle ilgili b ir araştırm a yapm akla h erh an g i bir ilgisi yoktur, an cak elbette özgün iletinin k ü ltü re l bağlam ı h a k k ın d a b ir a ra ştır­ m ay la ilgisi vardır. O lasılık la b ilg ili y o ru m cu m u z, şişed e b u lu n an m e tn in b ir z a m a n lar varolan incirlere gönderm e y ap tı­ ğına, belli bir göndericiye, belli bir alıcıya ve belli b ir köleye iş a re t ettiğine, a n c a k artık h e r t ü r göndergesel g ü cü n ü y itird iğ in e k a ra r verecektir. G ene de, ileti in sa­ nın sayısız b aşk a se p e t ve sayısız b a şk a in cir için - a n ­ cak elm alar ve ü n ik o rn lar için değil- kullanabileceği 57

bir m etin olarak kalacaktır. Alıcı, n esn eleri ya da sim ­ geleri d eğiştirm e etk in liğ in e belli belirsiz katılm ış o yi­ tik oyuncuları zih n in d e canlandırabilir (belki de incir gönderm ek, belli b ir tarihsel anda, esrarengiz bir im a­ da b u lu n m a k an lam ın a geliyordu) ve çeşitli anlam larla göndergeler denem ek üzere o an o n im iletiden yola çı­ kabilir. A ncak alıcı, iletin in her şey an lam ın a gelebile­ ceğini söylem e h a k k ın a sahip değildir. İleti birçok şey an lam ın a gelebilir, an cak öyle an lam lar v ard ır ki, b u n ­ ları ö n erm ek saçm a olacaktır. H iç kuşkusuz, ile ti b ir zam an lar in cir d olu b ir sep e tin v aro ld u ğ u n u söylem ek­ tedir. H içbir okur-yönelim li k u ram böyle bir sın ırlam a­ dan kaçam az. Elbette, W ilkins’in sözünü ettiğ i m e k tu b u tartış­ m akla Finnegans W ake’ı tartışm ak arasında bir fark vardır. Finnegans Wake, Wilkins örneğinin sağ duyusun ­ d an bile k u şkulanm am ızı sağlayabilir. A ncak m etinlerle ve m etin yorum larının m ucizesiyle ilk kez karşılaşan kölenin bakış açısını görm ezlikten gelemeyiz. Eğer yo­ rum lan m ası gereken bir şey varsa, yorum herhangi bir yerde b u lu n m ası ve b ir b içim de saygı duyulm ası gere­ ken bir şeyden söz etm elidir. Dolayısıyla, en azından ge­ lecek k o nuşm am için önerim şu: Önce kölenin yerine koyalım kendim izi. Efendi haline gelm enin olm asa bi­ le, göstergebilim in saygın hizm etkârları haline gelm e­ nin te k yolu budur.

58

2

Metinleri Aşırı Yorumlama UMBERTO ECO

İlk ko nu şm am “Yorum v e Tarih”te, m ikm ko/.m os la m akrokozm osu b irb irin e bağlayan sem pati ilişkileri nin b elirlen m esin e dayalı b ir dünyayı ve m etinleri yo ru m lam a y ö n tem in i gözden geçirdim . Evrensel seınpn tinin g erek m etafiziği gerek fiziği, açık ya da ö rtü k bir benzerlik göstergebilim ine d ay anm ak zorundadır. Michel Foucault daha önce Les m ots et les choses'da b en ­ zerlik parad ig m asın ı ele alm ıştı, ancak Foucault b u ya­ p ıtın d a asal olarak, b en zerlik parad ig m asın ın m odern bilim p arad ig m asın d a çözülm eye uğradığı R önesans ile on yedinci yüzyıl arasın d ak i o eşik ânını inceliyor­ du. B enim varsayım ım tarihsel açıdan d ah a kapsam lı olup, h e rm e tik sem iosis adını vereceğim bir yorum öl­ çü tü n e d ik k ati çekm ek am acını taşıyor; b u yorum öl­ çütü yüzyıllar boyunca varlığını sü rd ü re rek g ünüm üze d ek gelm iştir. H erm etik sem iosis, b en zer olanın b en z er olanı e t­ kileyebileceği varsayım ını oluşturm ak am acıyla, b e n ­ zerliğ in ne o ld u ğ u n u belirlem ek zorundaydı. A ncak h e rm e tik sem iosisin ben zerlik ölçütü aşırı hoşgörülü 59

bir genellik ve esn e k lik sergiliyordu. B ugün m orfolojik benzerlik ya da oransal analoji başlığı a ltın d a sın ıflan ­ dıracağım ız olguları içerm ekle kalmıyor, retorik gele­ neğinin elverdiği h er tü r olası ikam eyi içeriyordu -y a ­ kınlık [contiguity], pars pro toto1, fiil ya da fail, vesaire, vesaire. İm geler ya da sözcükler arasın d a b ağ lan tı k u rm a ölçütlerin i içeren aşağıdaki listeyi bir büyü incelem e­ sinden değil, b ir on altıncı yüzyıl anım sam a tek n ik leri (ars m em oriae) k itab ın d an aldım . A lıntının ilginç yönü, yazarın h erh an g i bir h erm e tik varsayım dan oldukça bağım sız olarak, k en d i k ü ltü r bağlam ında, çoğunluğun etk ili o larak k ab u l e ttiğ i b irtak ım çağrışım yöntem leri belirlem iş olm asıdır: 1 B enzerlik yoluyla; benzerlik k endi içinde, tözsel benzerlik (m akrokozm osun m ikrokozm ik im gesi olarak insan), n itel benzerlik (on em ir için on par­ mak), düzdeğişm ece ya da dolaylı adlam a [antonom asia] benzerliği (astronom lar ya da astronom i için Atlas, kolay öfkelenen insan için ayı, kibir için aslan, re to rik için Cicero) şeklinde altbölüm lere ayrılır. 2 Eşadlılık yoluyla: K öpek takım yıldızı için hayvan köpek. 3 İroni ve karşıtlık yoluyla: Bilge insan için bilgisiz insan. 4 İz yoluyla: K u rt için ayak izi ya da T itu s’u n T itu s’a bakıp hay ran olduğu ayna. 5 Farklı sesletim i olan bir sözcük yoluyla: Sane için sanum . 6 Ad benzerliği yoluyla: A ristoteles için Arista. 7 T ür ve cins yoluyla: H ayvan için leopar. 8 P agan simge yoluyla: Zeus için kartal. 9 H alklar yoluyla: Oklar için Parthialılar, atlar için İs1(Lat.) Çok şeyi az şeyle anlatma. (Ç.N.)

60

10 11 12 13 14

kitler, alfabe için Fenikeliler. B urçlar yoluyla: Takım yıldızı için burç. O rg an ile işlev arasın d ak i ilişki yoluyla. O rtak b ir özellik yoluyla: H abeşistanlılar için karga. H iyeroglif yoluyla: T akdir-i ilahi için karınca. Ve son olarak, salt k işin in kendine özgü diline bağlı çağrışım yoluyla, h atırlan acak herhangi bir şey için herhangi bir canavar.1

G örülebileceği gibi, iki şey bazen tu tu m ları, bazen şekilleri, bazen belli bir b ağ lam d a birlikte belirdikleri için benzerdirler. Bir tü r ilişki belirlenebildiği sürece, ö lçü tü n önem i yoktur. Bir kez analoji m ek an izm ası h a ­ rek ete geçirildiğinde, bu m ek an iz m a n ın duracağının hiçbir güvencesi yoktur. İm ge, kavram , benzerlik ö rtü ­ sü ard ın d a keşfedilen h akikat, bir başka ertelenm iş analojinin göstergesi olarak görülecektir. H er ne za­ m an bir benzerlik keşfedildiği düşünülürse, bu b en z er­ lik sonsuz bir süreç içinde bir b aşk a benzerliğe işaret edecektir. B enzerlik m an tığ ın ın (ve kozm ik sem pati­ nin) egem en olduğu bir evrende, bir göstergenin anla­ m ı olduğuna inanılan şeyin aslında bir b aşk a anlam ın g ö sterg e si o ld u ğ u n d a n k u şk u la n m a k y o ru m cu n u n h ak k ı ve görevidir. Bu, h erm etik sem iosisin b ir başk a tem el ilkesine açıklık getirm ektedir. E ğer iki şey benzer ise, biri öte­ k in in -b u öteki de o n u n - göstergesi haline gelebilir. B enzerlik ten sem iosise böylesi bir geçiş otom atik ola­ ra k gerçekleşm ez. Bu kalem şu kalem in benzeridir; an­ cak bundan, ilkini g ö sterm ek üzere ikinci kalem i k u l­ lanabileceğim so n u cu n u çıkaram am (bazı su n u m yo­ luyla im lem e d u ru m la rı dışında: Sözgelim i, sizden b a­ n a bir b aşk a kalem i ya da ay n ı işlevi gören b ir başka nesn ey i verm enizi istem ek am acıyla size bu kalem i 1Coşma Rosselli, Thesaurus artificiosae memoriae (Venedik, 1589).

61

gösterdiğim de; ancak sunum yoluyla sem iosis daha önceden üzerin d e uzlaşılm ış bir anlaşm ayı gerektirir). Köpek sözcüğü köpeğe benzem ez. B ir İngiliz pu lu üze­ rin d e k i K raliçe E lizab eth p o rtresi (belli b ir betim lem e açısından) İn g ilte re ’n in k raliçesi olan belli bir in san a b en zer ve ona gönderm e yoluyla İn g iltere’n in sim gesi halin e gelebilir. D o m u z sözcüğü n e dom uza benzer, ne N oriega’y a n e de Ç avuşesku’ya; gene de, do m u zu n fi­ ziksel alışk an lık ları ile d ik tatö rlerin ah lak i alışk an lık ­ ları arasın d a k ü ltü rel olarak belirlenm iş bir analoji te ­ m elin d e dom uz sö zcü ğ ü n ü y u k a rıd a sözü ed ilen beye­ fe n d ile rd en b irin i g ö sterm ek üzere kullanabilirim . B enzerlik gibi k arm aşık bir k av ram ın göstergebilim sel çözüm lem esi (A Theory o f Sem iotics'teki çözüm lem e­ m e bakınız), h erm e tik sem iosisin tem el k u su rların ı ve o n u n aracılığıyla birçok aşırı yorum y ö n tem in in tem el k u su rların ı b elirlem em ize yardım cı olabilir. İn san ların özdeşlik ve benzerlik açısından (da) d ü ­ şü n d ü ğ ü tartışm a götürm ez bir gerçektir. B u n u n la bir­ likte, g ü n lü k yaşam d a, bir yandan ko n u y la ilgili, önem li benzerliklerle, ö te yandan rastlantısal, aldatıcı benzerlikleri b irb irin d en nasıl a y ırt edeceğim izi biliriz. U zakta, yüz çizgileri bize tanıdığım ız A’yı an ım satan b ir kişiyi görebilir, onu A sanabilir, sonra aslında onun B o ld u ğ u n u , b ir y ab a n cı o ld u ğ u n u fark ederiz; b u n u n ardın d an , çoğunlukla, o kişinin kim liğiyle ilgili varsa­ yım ım ızı bir y an a bırakır, rastlan tısal olduğunu d ü şü n ­ düğüm üz b en zerliği önem sem eyiz. B unu yapm am ızın nedeni, h er birim ize şu tartışılm az gerçeğin işlenm iş olm asıdır: Belli bir bakış açısından her şeyle her şey arasın d a analoji, y a k ın lık ve benzerlik ilişkileri vardır. Bu görüşü en uç n o k tasın a götürüp, şunu ileri sü re b i­ lir insan: “İken” zarfı ile “tim sa h ” adı arasın d a bir iliş­ ki vardır, çü n k ü - e n az ın d a n - ikisi de şu an dile g etir­ diğim tüm cede yer alm aktadırlar. A ncak sağlıklı yo­ 62

ru m ile paranoyak yorum arasındaki fark, bu ilişkinin en alt düzeyde o ld u ğ u n u g ö rm ek ten geçer, bu e n alt düzeydeki ilişkiden olası en çok şeyi çık arsam ak tan değil. P aranoyak, “ik en ” ile “tim sa h ”ın ilginç bir biçim ­ de aynı bağlam da belirdiğini gören k işi değildir: P ara­ noyak, beni bu belirli iki sözcüğü bir araya g etirm eye iten gizemli nedenleri m erak etm eye başlayan kişidir. Paranoyak, d eğindiğim örneğin ardında bir giz görür. G erek dünyayı g erek m etin leri kuşkuyla okum ak için, insanın bir tü r saplantılı b ir yöntem geliştirm iş ol­ m ası gerekir. K endi içinde k u şk u patolojik değildir. D etektifler ve bilim a d a m la rı ilke olarak, belirgin a n ­ cak g ö rü n ü şte önem li olm ayan bazı öğelerin, belirgin olm ayan bir b aşk a şeyin k an ıtı olabileceğinden k u şk u ­ lanırlar -v e bu tem el üzerinde, sınanacak yeni bir v ar­ sayım geliştirirler. Ancak kanıt, yalnızca şu üç koşulda bir başka şeyin göstergesi olarak değerlendirilir: D aha iktisadi o larak açık lanam adığında; birbirinden farklı belirsiz sayıda n ed e n e değil, te k bir n ed en e (ya da sı­ n ırlı bir olası n ed en ler g ru b u n a) işaret ettiğinde; başk a bir k a n ıtla b ağ d aştığ ın d a. Bir cinayet m ah alin d e en y ü k sek tirajlı gazetelerd en birini bulursam , önce (ikti­ sat ölçütü) bu g azeten in m a k tu le ait olup olm adığını sorm am gerekir; ona ait değilse, ipucu binlerce p otan ­ siyel k u şk u y a işaret edecektir. Öte yandan, cinayet m a­ halinde, tü rü n ü n benzersiz bir örneği olarak d eğ erlen ­ dirilen ve herk esçe belli bir kişiye ait olduğu bilinen, eşine az ra s tla n ır bir m ücevher bulursam , ip u cu ilginç b ir nitelik kazanır; so n ra bu kişinin b an a m ücevherini gösterem ediğini k eşfedersem , o zam an iki ipucu birbiriyle u yum lu hale gelir. B u n u n la birlik te, b u aşam ada tah m in im in hen ü z k an ıtlan m ad ığ ın a d ik k at ediniz. T ahm inim yalnızca m ak u l görünm ektedir; m ak u l ol­ m asın ın n ed e n i de, b an a onun çürütülebileceği koşul­ lardan bazılarını b elirlem e olanağı sağlam asıdır: Söz­ 63

g e lim i, z a n lı b a n a m ü c e v h e ri m a k tu le u z u n b ir s ü r e ö n c e v e r m iş o ld u ğ u n u k u ş k u y a y e r b ır a k m a y a c a k b ir b iç im d e k a n ıtla y a b ilir s e , o z a m a n m ü c e v h e r in c in a y e t m a h a lin d e b u lu n m a s ı a r tı k ö n e m li b ir ip u c u o lm a k ta n çık ar. İ p u ç la r ın a g e r e ğ in d e n çok ö n e m v e r m e , ç o ğ u n lu k ­ la ço k b e lir g in ö ğ e le r i ö n e m li o la ra k d e ğ e r le n d ir m e e ğ ilim in d e n , k a y n a k la n ır ; o y sa , b u ip u ç la r ın ın b e lir g in o lm a s ı g e rç e ğ i, b iz e o n la r ın ç o k d a h a ik tis a d i o la ra k a ç ık la n a b ile c e ğ in i g ö s te rm e lid ir. Y an lış ö ğ e y i k o n u y la ilg ili g ö r m e k o n u s u n d a b ilim s e l tü m e v a r ım k u r a m c ıla ­ r ın ın v e r d iğ i b ir ö r n e k ş u d u r: B ir d o k to r, siro z r a h a ts ız ­ lığ ı o la n h a s ta l a r ın ın h e p s in in d ü z e n li o la ra k v isk i-so d a, k o n y a k - s o d a y a d a c in -s o d a iç tiğ in i f a r k e d e r ve b u n d a n s o d a n ın s iro z a yol a ç tığ ı s o n u c u n a v a r ır s a , y a ­ n ılm ış o lu r. Y a n ılm ış o lu r, ç ü n k ü ü ç d u r u m d a d a o r ta k b ir b a ş k a ö ğ e n in , a lk o lü n v a r o ld u ğ u n u f a r k e t m e m iş ­ tir ; y a n ılg ıs ın ın ik in c i b ir n e d e n i d e , y a ln ız c a s o d a iç e n , h iç a lk o llü iç k i k u lla n m a y a n v e siro z r a h a ts ız lığ ı o lm a ­ y a n b ü t ü n h a s ta l a r ın ın d u r u m l a r ı n ı g ö z a r d ı e tm iş o l­ m a s ıd ır. B u ö r n e k g ü lü n ç g ö rü n ü y o r, ç ü n k ü d o k to r b a ş k a y o lla r d a n a ç ık la n a b ile c e k b ir ş e y ü z e r in d e d u ­ ru p , a s ıl m e r a k e tm e s i g e r e k e n k o n u ü z e r in d e d u r m u ­ y o r; b u n u y a p m a s ı n ın n e d e n i ise, b e lir g in o la n s u y u n v a r lığ ın ı f a r k e tm e n in , a lk o lü n v a r lığ ın ı f a r k e t m e k t e n d a h a k o la y o lm a sıd ır. H e r m e tik s e m io s is , b u g e le n e ğ in b ü tü n m e tin le ­ r in d e k a r ş ıla ş tığ ım ız k o l a y lı k ilk e le r in e b a ğ lı o la ra k , k u ş k u c u y o r u m u y g u la m a la r ın d a tıp k ı y u k a r ıd a k i ö r ­ n e k g ib i a ş ırıy a g itm e k te d ir . H e r ş e y d e n ö n c e , a ş ır ı b ir m e ra k , b a ş k a y o lla r d a n a ç ık la n a b ile c e k r a s tl a n tı la r ın ö n e m in i g e r e ğ in d e n ço k a b a r tm a y a y o l a ç m a k ta d ır. R ö n e s a n s h e r m e tiz m i “b e l ir tg e le r ” [s ig n a tu ra e ] , y a n i o k ü lt iliş k ile ri a ç ığ a ç ık a r a n g ö r ü n ü r ip u ç la r ı a r ıy o r d u . S ö z g e lim i, b u g e l e n e k s a le p a d lı b i tk i n in ik i k ü r e m s i

64

to m u rcu ğ u n u n b u lu n d u ğ u n u keşfetm iş ve bunda h a­ yalarla çarpıcı b ir m orfolojik ben zerlik görm üştü. Bu benzerliğe day an arak , fa r k lı ilişkilerin kabulüne, m o r­ folojik an alojiden işlevsel analojiye geçilm işti. S alep hiç k u şk u su z ü rem e o rganıyla ilişkili olarak büyülü özelliklere sahipti (bu yüzden satyrion olarak da b ilini­ yordu). G erçekte, B acon’u n d a h a so n ra açıkladığı gibi (“P arasceve ad h isto riam n atu ra lem e t experim entalem ”, N o vu m O rganum ’a E k’te, 1620), salepin iki to­ m urcu ğ u vardır, çünkü h er yıl yeni bir to m u rcu k olu­ şup esk isin in yanında gelişir ve bu y enisi g elişirken es­ kisi k u ru y u p gider. Dolayısıyla to m urcukların hayalar­ la biçim sel bir benzerliği olabilir, ancak döllem e sü reci­ n e ilişkin olarak farklı b ir işlevleri vardır. B üyü ilişkisi­ nin işlevsel tü rd e n olm ası gerektiği için de analoji g e ­ çerli değildir. M orfolojik olgu bir neden-sonuç ilişkisi­ nin k a n ıtı olam az, ç ü n k ü n e d e n se l ilişkilerle ilgili öte­ ki verilerle bağ d aşm am aktadır. H erm etik düşünce, b ir ya n lış geçişlilik ilk esin d en y ararlan m ıştır; bu ilkeye göre, eğ er A’nın B’yle b ir x ilişkisi, B’n in de C’yle b ir y ilişkisi varsa, o zam an A’nın C’yle bir ilişkisi olması ge­ rekir. E ğer to m u rcu k ların hayalarla m orfolojik bir b e n ­ zerliği, h ay aların da m eni üretim iyle ned en sel bir iliş­ kisi varsa, bu, to m u rcu k ların n ed e n sel o lara k cinsel e t­ kinlik le b ağ lan tılı o ld u k ları so n u cu n u getirm ez. A ncak salep b itk isin in b ü y ü gücü olduğuna dair inancı d estek ley en b ir başka h erm etik ilke var, post hoc, ergo a n te hoc1 ilkesinin yol açtığı kısa devre: Bir sonuç, k endi n ed en in in nedeni olarak k ab u l edilip yo­ rum lanır. Salep (orchis) b itk isin in hayalarla b ir ilişkisi­ nin olduğu, salep in h ay aların adını taşım asıyla k a n ıtla ­ nır (“o rch is” = “h ay alar”). H iç kuşkusuz, b u etim oloji yanlış bir ip u cu n u n sonucuydu. G ene de, herm etik dü' (Lat.) Bundan sonra (geliyor), demek ki bunun nedeni. (Ç.N.) Yorum ve Aşın Yorum

65/5

şünce, bu etim olojide okült sem p atin in k an ıtım görü­ yordu. R önesans h erm e tistleri, Corpus H erm eticu m ’un M usa’d an ö nce M ısır’da yaşam ış olan m itsel b ir Trism egistos tarafın d an yazıldığına inanıyorlardı. On y e­ dinci yüzyılın b aşların d a Isaac Casaubon, H ıristiyan düşü n cesin in izlerini taşıyan b ir m etn in İsa ’d an sonra yazılm ış olm ası gerek tiğ ini k an ıtlam ak la kalm am ış, Corpus m etn in in M ısır d illerinden hiçbir iz taşım ad ığ ı­ nı d a kanıtlam ıştır. C asaubon’d an sonraki okült g ele­ neğin tam am ı, o n u n işaret ettiğ i ikinci noktayı göz a r­ dı etm iş ve ilkini post hoc, ergo ante hoc ilkesi k ap sa­ m ında kullanm ıştır: Corpus, so nradan H ıristiyan d ü ­ şü n c e sin in d e ste k le d iğ i d ü şü n c e le r içeriyorsa, b u onun İsa ’d a n önce yazılm ış olduğu ve H ıristiyanlığı e t­ kilediği anlam ın a geliyordu. B irazdan çağdaş m etin y o ru m u uyg u lam aların d a b enzer y ak laşım lar bulabile­ ceğim izi göstereceğim . A ncak bizim sorunum uz şudur: S aty rio n ile h ay a la r arasın d ak i analojinin yanlış oldu­ ğunu biliyoruz, çü n k ü am pirik d e n e y le r b u b itk in in bedenim iz ü zerin d e bir etk isi olam ayacağını k a n ıtla ­ m ıştır. Corpus H erm eticu m 'un çok eski b ir m etin olm a­ dığına inan m am ızın m ak u l bir n ed en i var: C orpus’un M.S. onu n cu yüzyılın so n u n d an önceki elyazm alarının varlığına ilişkin h erh an g i b ir filolojik k an ıt yok elim iz­ de. P ek i am a belli b ir m etin y o ru m u n u n aşırı y o ru m ö r­ neği o lu ştu rd u ğ u n a h an g i ölçüte d ay anarak k arar v e ­ rebiliriz? Şöyle bir itiraz getirilebilir: Kötü bir yorum u tan ım lam ak için elim izde iyi b ir y o ru m u tanım layacak bir ölçütün b u lu n m ası gerekir. Tam tersin e, ben bir tü r Poppergil ilkeyi kabul ed e­ bileceğim izi d ü şünüyorum : Bu ilkeye göre, hangi yo­ rum ların “en iyi” o ld u ğ u nu belirleyecek k u rallar yoksa da, en azından h angi y o ru m ların “k ö tü ” o lduğunu b e ­ lirleyecek b ir k u ral vardır. K epler varsayım larının k e­ 66

sin olarak en iyi varsayım lar olup olm adığını söyleye­ meyiz, ancak P tolem aios’u n güneş sistem iyle ilgili açıklam asın ın yanlış o lduğunu söyleyebiliriz, çü n k ü taşıyıcı çem ber (deferent) v e ilm ek (episikl) kavram la­ rı bazı ik tisadilik ya d a yalınlık yasalarını ihlal ediyor­ du ve P to lem aio s’u n açıklam adığı olguları açıklam ada güvenilir oldukları k an ıtlan an öteki varsayım larla bir arad a varolm aları olanaksızdı. Şim dilik izninizle metinsel iktisadilik ölçütüm ü, önceden h erh an g i b ir ta n ı­ m ını v erm ek sizin kullanacağım . Laik k u tsal m etin lerle ilgili apaçık bir aşırı yorum örneğini inceleyelim . O ksim oron1 için özür dilerim . Bir m etin belirli bir k ü ltü r açısından “k u tsa l” hale gelir gelmez, k u şk u lu ok u m a sürecine ve b unun sonucu ola­ rak hiç k u şk u su z b ir aşırı yorum d u ru m u n a tabi olur. K lasik alegoride H om eros’u n m etinleriyle ilgili olarak böyle bir olgu yaşan m ıştır; Kilise B abaları ve skolastik felsefe dö n em lerin d e k u tsal m etinlerin yorum uyla. Ya h u d i k ü ltü rü n d e ise T ora’nın yorum uyla ilgili olarak aynı şeyin y aşan m am ası olanaksızdı. Ancak kutsal mo tin le r söz ko n u su olduğunda, doğruyu söylem ek g ere­ kirse, in san k en d in e çok fazla özgürlük tanıyam az, çünk ü çoğunlukla b u tü r m etinlerin yorum an ah tarın ı ellerinde tu ttu ğ u n u iddia ed e n b ir d insel otorite ve g e­ lenek vardır. Ö rneğin, o rtaçağ k ü ltü rü , zam an açısın­ d an sonsuz, b u n a k arşın seçenekler açısından sınırlı bir y o rum u teşvik e tm e k için elin d en geleni yapm ıştır. K utsal K itap’ın d ö rtlü anlam ını belirleyen bir özellik varsa, o da K utsal K itap ’ın (D ante için dindışı şiirin de) an lam ların ın say ısının d ö rt olm asıydı; ancak anlam lar kesin k u ra lla ra göre belirlenm eliydi ve b u anlam lar, sözcüklerin h arfi yüzeyi ard ın d a saklı olm akla birlikte, hiç d e gizli değillerdi, aksine -m e tn i doğru olarak o k u ­ 1Karşıt anlamlı ya da karşıt çağrışımları olan sözcüklerin bir arada kullanıldığı bir söz sanatı (kaba nezaket, bilge aptal ve buradaki laik kutsal gibi). (Ç.N.)

67

m ayı b ilenler için - açık olm aları gerekiyordu. Ve bu an ­ lam lar ilk b ak ışta açık değil idiyse, an ah tarı b ulm ak tefsir g elen eğ in in (K utsal K itap söz k o n u su old u ğ u n ­ da) y a d a şairin (kendi yapıtlarıyla ilgili olarak) göreviy­ di. D a n te ’n in C o n vivio ’da ve E p istu la XI I I gibi öteki yazılarında yaptığı d a tam olarak budur. K utsal m etinlere (sözcüğün g erçek anlam ıyla) yö­ nelik bu tu tu m , laik leşm iş biçim iyle, alım lanm aları s ü ­ recin d e eğretilem eli olarak k u tsal hale gelm iş o lan m e ­ tin lere de aktarılm ıştır. O rtaçağ d ü n y asın d a bu Vergiliu s’u n başın a gelm iştir; FVansa’d a R abelais’n in başına gelm iştir; S h ak esp eare’in başına gelm iştir (“BaconS hak esp eare karşıtlığ ı” adı altında, birçok giz avcısı Şairin m etin lerin i anagram lar, akrostişler ve FVancis B acon’un 1623 Fblio b asım ının gerçek yazarı olduğunu açıkladığı başk a gizli iletiler bu lm ak üzere sözcük söz­ cük, h a rf h a rf yağm alam ışlardır) ve aynı şey, belki de gereğ in d en çok, Jo y ce’u n başına gelm ektedir. D urum böyle olunca, D an te’n in d ışarıd a bırakılm ası n eredeyse olanaksızdı. Böylece -o n dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından başlay arak g ü n ü m ü ze d e k - İngiliz-İtalyan yazarı Gabriele R o ssetti’n in (ön-Raffaellocular g ru b u n d a n d ah a iyi bilinen ressam D an te G abriel’in babası), FYansız E ugene A roux’n u n y a d a b ü y ü k İtalyan şairi G iovanni P ascoli’n in ilk y ap ıtların d an R ene G uenon’a dek, b ir­ çok eleştirm en in D an te’n in uçsuz bucaksız y ap ıtın ı on­ d a gizli b ir ileti b u lm ak am acıyla saplantılı b ir biçim de okud u k ların ı görüyoruz. Ş iirinin, h arfi anlam ın ötesinde (“sotto il velam e delli versi stra n i”) aran m ası g erek en harfi olm ayan bir anlam ı ilettiğini söyleyen ilk k işin in D ante olduğunu unutm ayalım . A ncak D ante b u n u açık olarak b elirt­ m ekle kalm am ış, ay n ı zam anda harfi olm ayan an lam ­ ları b u lm an ın an ah tarların ı d a sunm uştur. G ene de, 68

Giz Y andaşları adını vereceğim iz bu yorum cular, Dante ’d e e ro tik m eselelere ve gerçek k işilere yapılan h er gönderm ede K ilise’ye yönelik şifreli b ir sözlü saldırı olarak y o ru m lan m ası g erek en bir gizli dil bulurlar. B u­ rada insan h ak lı olarak, pap alığ a karşı açık bir sözlü saldırıyı g erçek leştirm iş olan D ante’nin, im paratorluk yanlısı G h ib ellin o lard an yana tu tk u la rın ı gizlem ek için n ed en bun ca zah m ete k atlanm ası gerektiğini sorabilir. Giz Yandaşları, k en d isin e “Bayım , siz bir hırsızsınız, in an ın b ana!” d en d iğ in d e, b u n a “Ne dem ek istiyorsu ­ n u z ‘in an ın b an a’ dem ekle? Yoksa benim güvenilm ez bir insan olduğum u m u im a ediyorsunuz?” y an ıtın ı v e ­ re n kişiyi akla getiriyor. Giz Y andaşları k ay nakçası olağanüstü zengindir. Ve D ante eleştirisin in ana kolunun bu kaynakçayı böylesine b ilm ezlik ten ya da görm ezlikten gelm esi de in a ­ n ılır gibi değildir. Y akınlarda seçk in bir genç a ra ştır­ m acılar g ru b u n u b ü tü n bu kitap ları okum aya -b e lk i de ilk kez o lara k - y ü re k le n d ird im .1 A raştırm anın amacı, Giz Y andaşlarının h atalı olup olm adığına k arar v e r­ m ek ten çok (birçok d u ru m d a, beklenm edik şeyler bu l­ m a şan sların ın b ir sonucu olarak olasılıkla haklı old u k ­ ları vakidir), o n ların v arsayım larının iktisadi değerini değerlen d irm ek ti. R o ssetti’n in , Giz Y andaşlarının b aşta gelen sap lan ­ tıla rın d an birini ele aldığı som ut bir örneği gözden g e­ çirelim .12 Giz Y andaşlarına göre D an te m etn in d e m ason v e Gül-Haç gelen ek lerin in bazı tip ik sim geleriyle bazı toplu d u a p ratik lerin i b etim lem ektedir. Bu, tarihsel-fılolojik b ir so runla ö rtü şen ilginç bir sorudur: Gül-Haçlıların fik irlerin in on yedinci yüzyıl b aşın d a d oğuşunu v e sim gesel m aso n lu ğ u n ilk loncalarının on sekizinci 1 M.P Pozzato (ed.), Lidea deforme: Interpretazioni esoteriche di Dante (Milano, Bompiani, 1989). 2 Gabriele Kossetti, La Beatrice di Dante, dokuzuncu ve son tartışma, kısım 1, m adde 2 (Roma, Atanor, 1982), s. 519-525.

69

yüzyılın b aşın d a ortaya çıkışını k an ıtlay an belgeler b u ­ lu n m ak la b irlikte, bu fik irlerin ve/veya örgütlerin daha önceki varlıklarını kan ıtlayan herhangi bir belge -e n azından ciddi araştırm acıların kabul ettiği h erh an g i b ir b elge- yoktur. A ksine, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılda farklı eğilim lerdeki çeşitli loncaların ve d e r­ neklerin, Gül-Haçlı ya da Tapınakçı k ö k en lerin i k a n ıt­ layacak ritü eller ve sim geler seçtiklerini kanıtlayan güvenilir belgeler vardır. G erçekten de, kök en in in d a­ h a önceki bir gelen ek te olduğunu iddia eden her örgüt sim ge olarak, g önderm ede b u lu n d u ğ u geleneğin sim ­ gelerini seç er (sözgelim i, ken d ilerin i a n tik R om a’nın m irasçıları olarak g ö rm ek istey en İtalyan Ih şist Partisi üyelerin in liktor baltasın ı b ir gösterge olarak seçm ele­ ri gibi). B öylesi seçim ler g ru b u n n iy etlerin in açık bir k an ıtın ı oluşturur, ancak onların d o ğ ru d a n kökenine ilişkin h erh an g i bir k an ıt oluşturm az. R ossetti, D a n te’nin b ir m ason, T em plier şövalyesi ve Gül-Haç tarik a tın ın b ir üyesi olduğu k an ısın d an yo­ la çıkar ve b u y ü zd e n bir m ason-G ül-H aç sim gesinin şöyle olm ası g erek tiğ in i varsayar: İçinde bir h aç b u lu ­ nan bir gül; b u n u n altında ise, g eleneksel efsaneye u y ­ g u n olarak, k en d i g ö ğ sü n d en kopardığı etle yavruları­ nı besleyen bir pelikan. A rtık R o ssetti’n in görevi bu sim genin D an te’de de belirdiğini kanıtlam aktır. Gerçi R ossetti b u ra d a olsa olsa yegâne m antıklı varsayım ı, yani m ason sim geciliğinin D an te’den esinlendiğini k a ­ nıtlam a riskiyle k arşı k arşıya kalm aktaydı, an cak bu n o k tad a bir başk a varsayım öne sürülebilirdi: Ü çüncü bir ark etip m etn in varolduğu varsayım ı. Bu yolla R os­ setti bir taşla iki k u ş vuracaktır: M ason geleneğinin es­ ki bir g elenek olduğunu k an ıtlam ak la kalm ayacak, ay­ nı zam an d a D a n te’n in de bu eski g elen ek ten esin len d i­ ğini kanıtlayacaktır. N orm al olarak şu fikri kabul ederiz: Eğer B b elge­ 70

si, içerik ve ü slu p açısından ona benzeyen C belgesin­ d en önce ü retilm işse, B b elgesinin C belg esin in ü re ti­ m ini etk iled iğ in i v arsay m ak doğru olur, ancak b u n u n tersi d o ğ ru k ab u l edilm ez. Olsa olsa, öteki ik isinden önce ü retilm iş olup, b u ikisin in bağım sız olarak y arar­ landıkları bir ark etip belgenin, A belgesinin varolduğu varsayım ı oluşturulabilir. A rketip bir m etin varsayım ı, bilinen iki m etin arasın d a başka tü rlü açıklanm ası ola­ naksız analojileri açık lam ak açısından yararlı olabilir; ancak bu, yalnızca analojiler (ipuçları) başka tü rlü ve daha ik tisad i olarak açık lanam adığında gereklidir. İk i­ si d e Iu liu s C aesar’ın ö lüm ünden söz e d e n , farklı d ö ­ nem lere ait iki m etin b u lu rsak , ilk in in İkinciyi etkile diğini ya d a ikisinin de b ir arketip m etin d en etk ilen d i­ ğini v arsay m ay a g erek yoktur, çü n k ü bu rad a sayısız başk a m etn in ak tard ığ ı ve a k ta rm a k ta olduğu bir olay­ la karşı karşıyayızdır. Ancak d ah a k ö tü sü de olabilir: C’n ın ü stü n lü ğ ü n ü g ö sterm ek am acıyla, B ile C’nın dayandığı b ir arketip A m etnine g ereksinim duyulur; ancak A m etninin b u lu n ­ m ası söz k o n u su olm adığından, b ü yük b ir inançla, onun h er açıdan C ile özdeş olduğu varsayılır. B unun yarattığı optik etki, C’n in B’yi etkilediğidir,böylece post hoc, ergo ante hoc etkisiyle karşı k arşıy a gelm iş oluruz. R o ssetti’n in trajedisi, D ante ile m ason sim geciliği ara­ sında d ik k at çekici bir analoji bulam am asıdır ve elinde onu b ir arketipe götü recek analojiler bulunm adığından, hangi ark etip i arayacağını dahi bilem ez. “G ül m avidir” tü m cesin in bir yazarın m etn in d e b e­ lirip belirm ediğine k a ra r verm em iz gerektiğinde, m e­ tin d e “gül m avidir” tüm cesinin tam am ın ı aram am ız g e­ rekir. 1. sayfada “gül” sözcüğünü, 50. sayfada da “m avi gerdan” sözlükbirim inde “m avi” sözcüğünü bulm uşsak, hiçbir şey kanıtlam ış olmayız, ç ü n k ü bir m etin sınırlı sayıda h arfin kullanılm asıyla oluşturulduğundan, şura­ 71

sı açıktır ki, böyle b ir yöntem le herhangi b ir m etinde is­ tediğim iz herh an g i b ir ifadeyi bulabiliriz. R ossetti, D an te’de haç, gül ve pelikana gönderm e­ ler bulm am ıza şaşırır. Bu sözcüklerin m etin d e belirm e­ sinin n ed en leri çok açıktır. H ıristiy an d in in in gizlerin­ d en söz ed en b ir m etinde, B üyük Çile (Passion) sim ge­ sinin er geç o rta y a çıkm ası şaşırtıcı değildir. Eski bir sim ge geleneği tem elinde, p elik an d ah a H ıristiyan ge­ leneğin b aşların d a İs a ’n ın sim gesi haline g elm iştir (or­ taçağ hayvan kitap larıy la dini şiiri b u sim geye g ö n d er­ m elerle doludur). G üle gelince, k arm aşık sim etrisin ­ den, y u m u şak lığ ın d an , re n k le rin in çeşitliliğinden ve b ah a rd a çiçek açm asın d an ö tü rü gül h em en h em en b ü ­ tü n m istik g elen ek lerd e, tazeliğin, gençliğin, kad ın za­ ra fetin in ve genel olarak güzelliğin bir simgesi, eğ reti­ lem esi, alegorisi ya d a teşbihi olarak belirir. B ü tü n bu n e d e n le rd e n ötü rü , R o sse tti’n in k en d isin in “fresh, sw eet-sm elling ro se ” (diri, güzel kokulu gül) olarak ad ­ landırd ığ ı şey, on ü çü n cü yüzyılın b ir b aşk a şairi Ciullo d ’A lcam o’d a k ad ın gü zelliğinin b ir sim gesi o larak ve gerek A p u leiu s’da g erek D a n te’nin iyi bildiği b ir m etin olan R om an de la Rose’da, (R om an de la Rose d a kasıtlı olarak pag an sim geciliğinden y ararlan m ak tad ır) erotik b ir sim ge o larak belirir. Dolayısıyla, görkem , sevgi ve güzellik açısın d an u tk u lu K ilise’nin d o ğ aü stü şanını betim lem esi g erek tiğ in d e D an te k u su rsu z gü l im gesi­ n e b a şv u ru r (Paradiso, XXXI). B u a ra d a şu n u da b elir­ telim : U tk u lu Kilise, B üyük Ç ile’nin d o ğrudan b ir so­ nu cu olarak İs a ’n ın gelini olduğundan, D ante “İsa, k a ­ nıyla Kilise’yi gelini y a p tı” gözlem inde b u lu n m ak tan geri du ram az ve kanla ilgili bu an ıştırm a, R o ssetti’nin su n d u ğ u m e tin le r arasın d a, çık arsam a yoluyla, gülün haçla ilişkili olarak (kavram sal açıdan, ikonografik açı­ d an değil) görülebileceği te k örnektir. “Rosa” (gül) İla­ hi K om edya’da sekiz kez tekil, üç kez çoğul olarak ge­ 72

çer. “Croce” (haç) on yedi kez belirir. A ncak b u iki söz­ c ü k asla bir arad a belirm ezlej. B ununla birlikte, R ossetti pelikanı da ortaya çıkar­ m a arzusundadır. P elik anı d a te k başına, Paradiso XXXVI’d a b u lu r (bu, pelikanın şiirdeki te k belirimidir): Açıkça haçla ilgili olarak, çünkü pelikan İsa’nın fedakâr­ lığının simgesidir. Ne yazık ki, pelikanın olduğu yerde gül yoktur; b u n u n üzerine R ossetti başka pelikanlar ara­ m aya başlar. Cecco d’Ascoli’de bir pelikan b u lu r (Eacerba, bilinçli olarak anlaşılm ası güç bir m etin olarak yazıl­ dığından, Cecco d’Ascoli Giz Y andaşlarının kafa p atlat­ tıkları b ir başka yazardır) ve Cecco’n u n pelikanı alışılageldik B üyük Çile bağlam ında yer alır. Şu var ki, h er ne kadar R ossetti dipnotları karıştırarak bu k ü çü k farklılı­ ğı bu lan d ırm ay a çalışsa da, Cecco’daki pelikan Dante ’deki p elik an değildir. Rossetti, Paradiso XXIII’ü n b a­ şında b ir başk a pelikan b u lduğuna inanır; bu k antonun başında, yavrularına yiyecek aram aya çıkm ak için y ap ­ raklı bir dalın güzel y ap rak ları arasm da uyanık, sabır­ sızlıkla güneşin doğm asını bekleyen bir k u ştan söz ed i­ lir. Gelgelelim, gerçekten d e güzel olan b u kuş, tam da pelik an olm adığı için yiyecek aram aktadır; çü n k ü peli­ kan olsa, göğsünden kopardığı etle yavrularını kolaylık­ la besleyebilirdi. İkincisi, b u k u ş B eatrice’n in b ir b e n ­ zetm esi olarak m etinde yer alm aktadır; D ante’nin sevgi­ lisini iri gagalı bir p elik an ın çirkin hatlarıyla betim lem e­ si bir şiir in tih arı an lam ına gelirdi. U m utsuz ve oldukça dokunaklı k u ş avını sü rd ü ren Rossetti, İlah i Komedy a ’d a yedi küm es hayvanıyla on bir k uş b u lu p b unların hepsini pelikan fam ilyasına atfedebiliyor; ancak bu n la­ rın hepsini gülden epey u zakta bulabiliyordu. R o ssetti’n in y ap ıtın d a bu tü r birçok örnek vardır, ’n ız c a b ir örnek daha aktaracağım ; bu örnek, genelikıe P ara d iso ’n u n en felsefi ve öğretisel kan to ların d an biri k ab u l edilen K anto I l ’d e y er alm aktadır. Bu kanto, 73

P ara d iso ’n u n tam am ın d a tem el bir öğe olan bir aracı eksiksiz olarak kullan m aktadır: B aşka türlü açıklan ­ m ası olanaksız olan k u tsal gizler, ışık terim leriyle tem ­ sil edilir -bu , teolojik ve m istik gelenekle bire bir örtüşm ektedir. Dolayısıyla, en güç felsefi kav ram lar bile o p tik örneklerle dile getirilm elidir. D a n te’yi b u seçim e g ö tü ren şeyin, d ö n em in in b ü tü n ilahiyat ve fizik lite ra­ tü rü olduğu göz ö n ü n d e bulu n d u ru lm alıd ır: O ptik bili­ m ini k o n u alan A rapça incelem eler B atı’y a ulaşalı y ir­ mi otuz yıl olm uştu; R o b ert G ro sseteste kosm ogonik olguları ışık en erjisi açısından açıklam ıştı; ilahiyat ala­ n ın d a B o n av en tu ra “lu x ”, “lu m en ” ve l‘color" ara sın d a ­ ki farkı tartışm ıştı; R o m a n de la Rose aynaların b ü y ü ­ sünden coşkuyla söz etm iş ve im gelerin yansım ası, kı­ rılm ası ve bü y ü tü lm esi olgularım betim lem işti; Roger B acon optiğin önem li ve tem el bir bilim in saygınlığına sahip old u ğ u n u belirtm iş ve İngilizler optiğin ilkeleri­ ni araştırırk en , bu bilim e y eterin ce ilgi gösterm edikle­ ri için P arislileri kınam ıştı. Ş urası açık ki, b irtak ım a st­ ronom ik olguları betim lem ek üzere g üneş ışığı v u rm u ş bir pırlan ta, bir cev h er ve içinden bir ışık hu zm esin in geçtiğ i su k ü tlesin i k u llan arak sabit yıldızların farklı parlak lık ların ı açıklam ak zo ru n d a kaldığında, Dante ’nin optik bir açıklam aya başvurm ası ve te k b ir ışık kaynağının ışın ların ı y ansıtan, farklı uzaklıklara k o n ­ m uş üç a y n a ö rneğini su n m ası gerekiyordu. A ncak R o ssetti’ye göre, bir üçgen şeklinde d ü ze n ­ len en üç ışığın - ü ç ışık kaynağının, bir b a şk a k aynağın ışığını y an sıtan üç ay n ay la aynı şey olm adığına d ik k at ed in iz- m ason ritü elin d e belirdiğini göz önünde b u lu n ­ d u rm azsak , bu k an to d a D ante “tu h a f ” davranm ış ola­ caktır.1 G elgelelim , post hoc, ergo ante hoc ilkesini k a ­ bul etsek bile, b u varsayım olsa olsa D ante’nin (daha sonraki bir tarih in m ason ritü ellerin i bilerek!) neden ' Gabriele Rossetti, La Beatrice di Dante (Roma, Atanor, 1982), s. 406.

74

üç ışık kaynağı im gesini seçtiğini açıklar, ancak k an to ­ n u n kalanını açıklam azdı. T hom as K uhn, bir k u ra m ın bir p arad ig m a olarak kabul edilm esi için, k en d i alanındaki öteki k u ra m la r­ d an d ah a iyi görünm esi gerektiğini, ancak ille de ele al­ dığı b ü tü n olguları açık lam asının gerekli olm adığını belirtir. B u n u n la birlikte, şu n u da ekleyeyim ki, b u k u ­ ram önceki k u ram lard an d ah a az şey de açıklam am alıdır. D an te’n in b u rad a o rtaçağ optik bilim i çerçevesinde k o n u ştu ğ u n u bilirsek, n ed en 89-90. dizelerde “a rk a s ın ­ da k u rş u n b u lu n a n ca m d a n geri dönen” re n k te n söz e t­ tiğin i de anlayabiliriz. Ö te y an d a n , eğ er D a n te m ason­ luğa özgü ışık lard an söz ediyorsa, k an to d ak i ö tek i ışık­ ların ne an lam a geldiği k a ra n lık kalır. Şim di, y o ru m u n d o ğ ru lu ğ u n u sap tam an ın olanak­ sız olduğu, b u n a k arşın yanlış o ld u ğ u n u k esinlem enin kesin lik le güç o ld u ğ u b ir örneği ele alacağım . Bazı az ya da çok b atin i y o ru m uygulam aları, bazı yapıçözücü eleştirm en lerin u y g u lam alarını anım satabilir; ancak bu o kulun en zeki tem silcilerinde, yorum bilgisel oyun yorum ku ralların ı dışlam az. Aşağıda, Yale yapıçözücülerinin önde gelen lerin ­ den G eoffrey H artm an ’ın, W ordsw orth'ün açıkça b ir kı­ zın ö lü m ü n d en söz ettiğ i “L ucy” şiirlerinden b irkaç di­ zeyi nasıl incelediğine bakalım : A slu m b er did m y spirit seal; I had no h u m a n fears: She seem ed a th in g that could not feel T he touch of earth ly years. No m otion has she now, no force; S he n eith er hears no r sees, Rolled ro u n d in e a rth ’s d iu m a l cour.se With rocks and stones and trees.

75

[Sakin bir uyku m ü hürledi ruhum u; İnsanca korkularım yoktu: % ry ü z ü y ılla rın ın d o k u n u şu n u H issedem eyen bir şey gibiydi o. H areketsiz a rtık , güçsüz; Ne duyar, ne görür, Dönüp d u ru r y ery ü zü n ü n g ü n lü k seyrinde K ayalarla, taşlarla ve ağaçlarla.]

H artm an burada, m etn in yüzeyi ard ın d a ölüm le il­ gili b ir dizi izlek görür. Bazı başka eleştirm en ler W ordsworth’ü n dilinin uy g u n ­ suz bilinçdışı söz oyunları içerdiğini bile gösterm ektedirler. Böylece 7. dizedeki “d iu rn al (günlük)” sözcüğü, “die (ölm ek)” ve “u rn (ölü küllerinin saklandığı kap)” sözcüklerine ayrılır; “course (seyir)” ise, “corpse (ceset)”in eski sesletim ini an ım ­ satabilir. G ene de, bu yoğunlaştırm alar, açıklayıcı olm aktan çok, yorum u güçleştirm ektedir; ikinci k ıta n ın gücü tem el ola­ rak “g rav e (mezar)" sözcüğünün yerin e örtm eceli olarak bir y erçek im i im gesinin geçirilm esin d en k ay n a k la n m a k ta d ır (“R olled ro u n d in e a rth ’s diu rn al c o u rse ”; D önüp d u ru r y e r­ y ü zü n ü n g ü n lü k seyrinde). Ve bu kıtan ın to n u k o n u su n d a gö­ rüş birliği b u lu n m am asın a karşın, şurası açık ki, yazıya geçi­ rilm em iş olm akla b irlik te zihinde o lu ştu ru la n bir sözcük dile getirilm ektedir. “F ears (korkular)”, “y ears (yıllar)” ve “h ears (duyar)” ile uyaklı bir sözcüktür bu, ancak şiirin en son hecesince dışta bırakılm ıştır: “trees (ağaçlar)”. B unu “tears (göz­ yaşları)” olarak o kuduğum uzda, yaşam verici, kozm ik eğ reti­ lem e yaşam kazanır, pastoral elejide olduğu gibi şairin y a k ın ­ m ası doğada yankılanır. B un u n la birlikte, “tears (gözyaşları)” yerini, yazılı olana b ırak m ak zorundadır, yavan, ancak kesin bir sese, an ag ram ı “trees (ağaçlar )”a.'

Şu noktaya d ikkat edilm elidir: Gerçi “d ie ”, “u rn ”, “corp se” ve “te a rs” sözcüklerini, b ir biçim de, m etinde 1 1Geoffrey H. Hartman, Easy Pieces (New York, Columbia University I’ress, 1985), s. 149-150.

76

b u lu n an öteki sözcükler (“d iu rn a l”, “course”, “fears”, “y e a rs” ve “h ea rs”) çağrıştırabilir; oysa “grav e”i çağrış­ tıran, m etin d e bulunm ayıp, o k u ru n yorum a dayalı k a ­ rarıy la ü retilen “g rav itation (yerçekim i)” sözcüğüdür. Üstelik, “tears” “tre e s”in anagram ı değildir. G örünür bir A m etninin, gizli bir B m etn in in anagram ı olduğunu kan ıtlam ak istersek, A’m n b ü tü n harflerinin, gereğince yenid en düzenlendiğinde, B’yi ü rettiğini gösterm em iz gerekir. Bazı harfleri bir yana bırakm aya başlarsak, o y u n u n geçerliliği kalm az. Top (tepe, doruk), pot (kap, kavanoz)’u n b ir anagram ıdır, ancak port (lim an)’ın anag ram ı değildir. Dolayısıyla, in praesentia' sözcükle­ rin sessel benzerliği ile in absentia12 sözcüklerin sessel benzerliği arasında sü re k li bir gelip g itm e (ne denli k a ­ bu l edilebilir olduğunu bilm iyorum ) vardır. B una k a r­ şın, H artm an ’ın okum ası, tam am ıyla inandırıcı olm asa bile, en azından b üyüleyici bir okum a. H artm an elbette b u ra d a W ordsworth’ü n gerçekte bu çağrışım ları y aratm ak istediğini im a ediyor değildir -yazarın niyetleriyle ilgili böyle bir arayış, H a rtm a n ’m eleştiri ilkelerine uym azdı. H artm an yalnızca duyarlı bir okurun, k en d isin in m etinde bulduğu şeyi b ulm ası­ nın akla u y g u n o ld u ğ u n u söylem ek istem ektedir, ç ü n ­ k ü en azından potansiyel olarak m etin bu çağrışım ları uyan d ırm ak tad ır ve şair (belki de bilincinde olm aksı­ zın) ana tem ay a k atılan bazı “yan sesler” yaratm ış ola­ bilir. Yazar değilse de, b u y ankı etkisini yaratanın dil ol­ d u ğ u n u söyleyelim. W ordsworth’e gelince, gerçi m etnin m ezarı ve gözyaşlarını çağrıştırdığını kanıtlayan hiçbir şey yoktur, ancak bu çağrışım ı dışlayacak herhangi bir şey de yoktur. Ç ağrıştırılan m ezar ile gözyaşları, in praesentia sözlükbirim lerle aynı sem antik alana aittir­ ler. H artm an ’ın okuması, m etnin öteki açık yönleriyle 1(Lat.) Varolan, mevcut. (Ç.N.) 2(Lat.) Varolmayan, m evcut olmayan. (Ç.N.)

77

çelişmez. O nun y o ru m u n u n çok cöm ert olduğu, ancak iktisadi açıdan saçm a olm adığı k ararm a varabiliriz. K a­ nıt zayıf olabilir, ancak m etne uym aktadır. K uram sal olarak her zam an, b aşk a tü rlü konuyla bağlantısız ip uçlarını m ak u l hale getiren bir sistem y a ­ ratılabilir. A ncak m etin ler söz ko n u su olduğunda, ko­ nuyla ilgili sem an tik “izotopi”nin belirlenm esine bağlı en az b ir k an ıt vardır. G reim as “izotopi”yi, “bir ö y k ü ­ n ü n tekbiçim li ok u n m asını olanaklı kılan çokkatlı se­ m an tik k ateg o riler b ü tü n ü ” olarak tan ım lam ak tad ır.1 Farklı m etin sel izotopilerin te k başlarına alın m asın d an k ay n ak lan an çelişkili okum aların en p arla k ve b elk i de en aşırı örneği şudur: İki kişi b ir p arti h ak k ın d a k o n u ş­ m ak tad ırlar ve ilki yiyecekleri, servisi, ev sahiplerinin cöm ertliğini, k ad ın k o n u k ların güzelliğini, “tu v aletle­ rin ” m ükem m elliğini över; İkincisi h en ü z tu v aletlere gitm ediğini söyler. Bu bir espridir ve ikinci kişiye güle­ riz, çü n k ü FVansızca çokanlam lı “to ile tte” sözcüğünü giy siler ve m oda a n lam ın d a değil, WC an lam ın d a yo­ ru m lam ak tad ır; hatalıdır, ç ü n k ü ilk kişin in b ü tü n söy­ lem i, te sisat m eselesi ü zerin e değil, sosyal b ir e tk in lik üzerinedir. B ir sem an tik izotopiyi anlam aya yönelik ilk harek et, belli bir söylem in kon u su h ak k ın d ak i ta h m in ­ dir: B u tah m in b ir kez y ap ıld ık tan sonra, olası sabit b ir se m an tik izotopinin g ö rülm esi, söz k o n u su söylem in “n e h ak k ın d a o ld u ğ u n u n ” m etinsel k a n ıtın ı oluşturur.2 İkinci kişi, k arşısın d ak in in bir sosyal olaym çeşitli y ö n lerin d en söz ettiğ in i çıkarsam aya kalkışsa, “tu v a ­ letler” sö zlükbirim inin gereğince yorum lanm ası ge­ rek tiğ i k ararın a varabilirdi. N e h a k k ın d a k o n u şu ld u ğ u n a k a ra r v erm ek, e lb e t­ te bir tü r y o ru m sal bahistir. A ncak bağlam lar, bahsim i­ zin, ru le t ç a rk ın d a k ırm ızı ya d a siy ah üzerin e girdiği­ 1A.J. Greimas, Du sens (Paris, Seuil, 1979), s. 88. a Krş. Umberto Eco, The Role of the Reader (Bloomington, Indiana University Press, 1979), s. 195.

78

miz b ah isten d ah a kesin olm asını sağlar. H a rtm a n ’ın ölüm le ilgili y o ru m u n u n avantajı, sabit bir izotopi üze­ rine o y n am asın d an kaynaklanır. İzotopi üzerine b ah is­ ler elb ette iyi b ir y o ru m ölçütüdürler, a n c a k izotopilerin çok gen el n itelik li olm am ası koşuluyla. Bu, eğreti­ lem eler için de geçerli bir ilkedir. E ğretilem e, h er iki terim d e o rtak olan b ir ya da d a h a fazla sem an tik özel­ liğe bağlı olarak b ir terim in yerine b ir b aşk asın ı geçirm em izdir: A ncak A khilleus h em cesur hem de öfkeli o ld u ğ u n d an ö tü rü bir aslan ise, “A khilleus bir örd ek ­ tir” eğretilem esine, g erek A khilleus’u n g erek ördeğin iki ayaklı olduğu ilkesi tem elin d e geçerli kılınm ası h a­ linde, itiraz ederdik. B aşka çok az varlık A khilleus ve aslan gibi cesurdur, oysa A khilleus ve ördek gibi iki ayak lı olan çok sayıda y a ra tık vardır. B enzerlik ya da analoji, epistem olojik sta tü sü h er ne olursa olsun, en azından belli bir tan ım açısından, ancak istisnai olm a­ sı d u ru m u n d a önem lidir. H er ikisinin de fiziksel n e s­ n eler olm ası g erçeğ in e dayandırılan A khilleus-saat analojisi hiç de ilginç değildir. K lasik tartışm a, bir m etinde ya o m etn in yazarının söylem ek istediği şeyi ya da m etnin yazarın ın n iy etle­ rin d en bağım sız olarak m etn in n e söylediğini bulm ayı am açlıyordu. A ncak ikilem in ikinci kısm ını kab u l e t­ tik te n sonra, kişi şu n u sorabilir: B u lu n an şey, m etnin m etin sel tu tarlılığ ın a ve b u n u n ardındaki özgün bir a n ­ lam sistem in e bağlı olarak söylediği şey midir, yoksa alıcıların k en d i b ek len ti sistem lerine bağlı olarak b u l­ d u k la rı şey m idir? In ten tio operis ile in ten tio lectoris arasın d a diya­ lektik b ir bağı korum aya çalıştığım açık. S orun şu ki, in sa n “o k u ru n n iy eti”n in n e anlam a geldiğini belki b il­ se bile, “m etn in n iy eti”n in ne an lam a geldiğini soyut olarak tan ım la m ak d ah a güç görünm ektedir. M etnin n iyeti m etn in yüzeyince sergilenm ez. Ya d a sergileni­ 79

yorsa, bu çalıntı m e k tu p 1 an lam ın d a bir sergilem edir. İn sa n ın onu “g ö rm ey e” k a ra r verm esi gerekir. Dolayı­ sıyla, m etn in n iy etin d en ancak o k u ru n bir tah m in in in sonu cu olarak söz edilebilir. O k u ru n girişim i, tem el olarak , m e tn in n iy eti h a k k ın d a b ir tah m in d e b u lu n ­ m ak tan ibarettir. M etin, örnek o k u ru n u ü re tm e k am acıyla ta sa rım ­ lanm ış b ir aygıttır. B u o k u ru n “te k d o ğ ru ” tah m in i y a ­ pan o k u r olm adığını yineliyorum . Bir m etin sonsuz tah m in le rd e b u lu n m a h a k k ı olan b ir örn ek o k u ru ö n ­ görebilir. A m pirik o k u r yalnızca m etn in ö n g ö rd ü ğ ü ö r­ n e k o k u r h a k k ın d a ta h m in le rd e b u lu n an oyuncudur. Bir m etnin niyeti tem el olarak k en d isi h a k k ın d a ta h ­ m inlerd e b u lu n ab ilece k ö rn e k b ir o kuru ü re tm e k oldu­ ğund an , ö rn ek o k u ru n girişim i, am p irik yazar olm ayan ve so n u n d a m etn in niyetiyle ö rtü şen bir yazarı zih n in ­ de ca n lan d ırm ak tan ibarettir. Böylece, m etin , yorum u doğrulam ak için k u llan ılacak bir p aram etre olm aktan çok; y orum un, sonuç o larak ortaya çıkardığı şey te m e ­ linde k en d in i g eçerli k ılm ay a yönelik dairesel çabası sü recin d e k u rd u ğ u b ir nesnedir. E ski ve hâlâ geçerli “yorum bilgisel çe m b e r”i böyle tanım ladığım ı kabul et­ m ek ten u tan ç duym uyorum . In ten tio operis’i tan ım ak, göstergebilim sel bir s tra ­ tejiyi tan ım ak dem ektir. K im i zam an göstergebilim sel strateji, belirlen m iş ü slu p gelenekleri tem elin d e çıkarsanabilir. Bir ö y k ü “b ir varm ış b ir y okm uş” ile başlıyor­ sa, b ü y ü k olasılıkla b ir m asaldır ve çağrıştırılan ya da varsayılan okur bir çocuktur (ya da çocukça tep k i gös­ term ey e istek li b ir yetişkin). Doğal olarak, böyle b ir açılış sö zü n d e bir ironi söz k o n u su olabilir ve b e lk i de b u sözü izleyen m e tn in d a h a incelikli b ir biçim de o k u n m ası g erek iy o rd u n A ncak m e tn in k alan ın d a n 1Edgar Allan I^oe’nun The Purloined, Letter adlı öyküsüne ve olasılıkla Lacan’ın bu öyküyle ilgili çözümlemesine gönderme. (Ç.N.)

80

böyle bir d u ru m u n söz konusu o ld u ğ u n u k eşfetsem b i­ le, m e tn in bir m a sa l olarak b aşlam a iddiasında olduğu­ nu teslim etm em kaçınılm azdır. In ten tio operis'le ilgili bir tah m in nasıl k a n ıtla n a ­ bilir? B unun te k yolu, söz konusu tah m in i tu ta rlı bir b ü tü n o larak m etin üzerinde sınam aktır. Bu da eski bir fikird ir ve Aziz A u g u stin u s’ta n k ay n a k la n m ak tad ır (De doctrina christiana): Bir m etnin belli bir bölüm ünün belirli h erh an g i bir yorum u, ancak m etn in b ir başka bölüm ünce doğru lan d ığ ında k ab u l edilebilir; m etn in b aşk a bir bölüm ünce ç ü rü tü ld ü ğ ü n d e ise reddedilm e­ lidir. Bu an lam d a m etn in içsel tutarlılığı, o k urun başka tü rlü d en e tle n m e si olanaksız itk ilerin i denetler. Borges (k a rak teri P ie rre M enard ile ilgili olarak), Im ita tio Christi'y'ı san k i Celine yazm ış gibi oku m an ın heyecan verici o ld u ğ u n u öne sürer.1 Bu oyun eğlenceli ve e n te ­ lek tü el açıdan verim li olabilir. B en denedim ; C eline’in yazm ış olabileceği tü m celer k eşfettim (“K ayra, bayağı şeyleri sever, belalılardan tiksinm ez ve kirli giysiler­ d en h o şlan ır”). A ncak bu tü r bir okum a, fm ita tio ’n u n çok az tü m cesi için u y g u n bir “şablon” sunar. B una karşın , k itab ı H ıristiyan ortaçağ ansiklopedisine göre okursam , m etin sel olarak k ısım ların ın her birinde tu ­ tarlı görünür. O kurun n iy eti ile m etnin niyeti arasındaki bu di­ yalek tik te, am p irik yazarın niy etin in tam am en göz ar­ dı ed ild iğ in in farkındayım . “L ucy” şiirlerini yazdığın­ d a W ordsw orth’ü n “g erçek ” n iy etin in ne o lduğunu sor­ m aya hakkım ız v ar mı? Benim, (yalnızca m etin sel bir strateji o larak beliren) ö rn e k bir y azarın ideal m u k ab i­ li olarak d ü şü n ü len ö rn ek bir o k u ru üretm eyi am açla­ y an b ir stratejin in keşfi olarak m etin yorum u fikrim , am pirik b ir yazarın niyeti kavram ını radikal olarak ya­ rarsız kılm aktadır. Kişi olarak falanca yazara değil, 1Jorge L uis Borges, F'iccines (Buenos Aires, Sur, 1944). Y orum v e A şırı Y orum

81/6

m etne saygı duym ak zorundayız. Gene de, zavallı yaza­ rı, bir y o ru m u n öyküsü açısından önem siz görüp dışla­ m ak oldukça çiğ bir h arek et gibi görülebilir. G ünlük ile­ tişim de h er zam an olduğu gibi, iletişim sürecinde ko­ nuşu cu n u n niyeti h ak k ın d a bir çıkarsam anın m utlak olarak önem li olduğu d u ru m lar vardır. “M utluyum ” sö­ zünü içeren anonim bir m ektup, sonsuz sayıda olası sözce öznesi yelpazesine, yani ü zü n tü lü olm adıklarına inan an b ü tü n insanlar sınıfına gönderm ede b u lu n ab i­ lir; ancak belli bir anda “M utluyum ” sözünü dile g etirir­ sem, niyetim in, m u tlu olan k işin in bir başkası değil ben olduğum u söylem ek olduğu m utlak olarak kesindir ve iletişim im izin sağlığı açısından sizin böyle bir varsa­ yım da b u lunm anız gerekir. Benzeri biçim de, hen ü z h a ­ yatta olan am p irik yazarın, yazılı m etin lerin y o ru m ları­ na “Hayır, ben b u n u k astetm ed im ” d iy erek tepki gös­ terd iğ i d u ru m ları göz önünde b u lu n d u rm alı mıyız? G e­ lecek konuşm am ın konusu bu olacak.

82

3

Yazar ile Metin Arasında UMBERTO ECO

“M etinleri Aşırı Yorumlama” başlıklı konuşm am ı dram atik bir soruyla bitirm iştim : Hâlâ bir m etnin am pi­ rik yazarını göz önünde bulundurm alı mıyız? Bir arkada­ şımla konuşurken, konuşucunun niyetini belirlem eye ça­ lışırım ve bir arkadaştan bir m ektup aldığım da, yazarın ne söylem ek istediğini anlam aya çakşırım . Bu anlam da D errida’nın, Jo h n Searle’ün im zasını taşıyan bir m etin üzerinde gerçekleştirdiği jeu de rnassacre'V okuduğum da şaşkınlık duyuyorum .12 Ya da daha doğrusu, bunu yalnız­ ca felsefi paradokslarda olağanüstü bir alıştırm a olarak alıyor, ancak şunu da unutm uyorum : Zenon hareketin olanaksızlığını kanıtlarken, gene de bu işi yapm ak için en azından diliyle dudaklarını oynatm ak zorunda oldu­ ğunun farkındaydı. B ununla birlikte, birçok okur-yönelimli kuram a yakınlık duyduğum bir durum var. Bir m e­ tin bir şişeye konduğunda -b u yalnızca şiir ya da öykü­ nün değil, Salt A klın Eleştirisi’nin de başına gelir-, yani bir m etin tek bir alıcı için değil, bir okurlar topluluğu için 1(FY.) (Panayırlarda) nişan atma oyunu. (Ç.N.) 2Jacques Derrida, “Limited Inc.’\ Glyph, 2 0977), 162-254.

83

üretildiğinde, yazar kendi niyetlerine göre değil, okurları da içine alan (bunun yanı sıra toplum sal bir dağar olarak onların dildeki yetilerini) karm aşık bir etkileşim ler stra­ tejisine göre yorum lanacağını bilir. Toplumsal dağarla yalnızca bir dilbilgisi kuralları b ü tü n ü olarak belli bir di­ li değil, aynı zam anda o dilin edim lerinin kullandığı bü­ tü n ansiklopediyi, yani o dilin ürettiği kültürel gelenek­ leri ve okurun okuduğu m etin de dahil olm ak üzere b ir­ çok m etn in önceki yorum larının tarihini kastediyorum . Ş urası açık ki, okum a edim i bü tü n bu öğeleri h esa­ ba katm alıdır, te k b ir okurun b u n la rın hepsine hâkim olm ası olanaksız olsa bile. Dolayısıyla, h er okum a edi­ mi, o k u ru n yetisi (ok u ru n dünya bilgisi) ile, iktisadi ola­ rak okunm ası için belli bir m etn in varsaydığı tü r yeti arasın d ak i güç bir geçiştir. C riticism in the W ildem ess adlı y ap ıtında H artm an, W ordsworth’ü n şiiri “I w ander lonely as a cloud”un (Bir bulut gibi yalnız dolaşıyorum ) incelikli bir çözüm lem esini yapm ıştır.1 1985’te, Northw e slrn ı U niversitcsi’ndeki bir tartışm a sırasında Hartıııan’a “ ılımlı” bir yapıçözücü olduğunu, çü n k ü “A p o e t could not b u t be gay”12

dizesini o k u m ak tan k açındığını söylediğim i an ım sıyo ­ rum , oysa b u dize P layboy’d a y er alsa, çağdaş b ir okur bunu aktarırd ı. Bir b aşk a deyişle, duyarlı ve sorum lu b ir okur, bu dizeyi yazarken W ordsworth’ü n ak lından neler geçtiği ü zerin d e spekülasyonda b u lu n m ak zo­ ru n d a değildir, an cak W ordsworth dönem inde sözlükbirim sel sistem in d u ru m u n u hesaba k atm ak görevidir. 0 dö nem de “gay” sö zcüğünün cinsel bir yananlam ı 1 Geoffrey Hartman, Criticism in the Wildemess (New Haven, Yale University Press, 1980), s. 28. 2 Wordsworth’ün bu dizesi “Bir şair neşeli olabilir ancak" anlamına gelmektedir; ancak “gay" sözcüğü çağdaş İngilizcede “eşcinsel" anlamına da geldiği için, gü­ nümüzde aynı dizeyi “Bir şair eşcinsel olabilir ancak" şeklinde okumak da mümkündür. (Ç.N.)

84

yoktu ve bu noktayı teslim etm ek, k ü ltü rel ve toplum ­ sal bir d ağ arla etkileşim e girm ek dem ektir. The Role o f the Reader adlı kitabım da, bir m etni yorum lam akla ku llan m ak arasındaki farkı vu rg u la­ dım. Elbette, b ir m e tn in nasıl fark lı k ü ltü rel çerçeve­ lerle ilişkili olarak okunabileceğini gösterm ek üzere, W ordsworth’ü n m etn in i parodi am acıyla ya da yalnızca kişisel am açlarla k u llanabilirim (kendi y aratıcı çalış­ m am için bir m etn i esinlenm ek am acıyla okuyabili­ rim); ancak W ordsworth’ü n m etnini yo ru m la m a k ister­ sem, onun k ü ltü re l ve dilsel artalanm a saygı göster­ m ek zorundayım . W ordsworth’ü n m etnini b ir şişede bulsam v e şiirin ne zam an ve k im in tarafından yazıldığını bilm esem ne olur? “Gay” sözcüğüne ra stlad ık tan sonra, m e tn in k a la ­ nının, “g ay ”in ay n ı zam anda eşcinselliğe ilişkin yananlam lar içerdiğine inanm am ı sağlayacak cinsel bir yoru­ m u destekleyip d esteklem ediğine bakarım . Eğer öyley­ se, açıkça ya da en azından inandırıcı bir biçim de öyley se, m etnin R om antik bir şair tarafından değil, çağdaş bir şair belki de R om antik b ir şairin ü slubunu taklit eden bir şair- tarafın d an yazıldığını varsayabilirim . K endi bilgim ile bilinm eyen yazara atfettiğim bilgi ara­ sındaki böylesine k arm aşık bir etkileşim sürecinde, ya­ zarın niyetleri üzerinde değil, m etn in niyetleri üzerinde ya da m etinsel strateji k apsam ında tanıyabildiğim Ö r­ nek Yazarın n iy eti ü zerin de d ü şü n m ü ş olurum . Lorenzo Valla, C onstitutum C onstantini’nin sahte bir yapıt old u ğ u n u kanıtladığında, olasılıkla Konstantinos’un hiçbir zam an dünyevi iktidarı papaya verm ek is tem ediği şeklindeki k işisel önyargısından etkilenm işti, ancak filolojik çözüm lem esini yazarken, K onstanti nos’un niyetlerinin yorum uyla ilgilenm em iş; yalnızca belli dilsel ifadelerin kullanım ının, dördüncü yüzyılın başında m antığa aykırı olduğunu gösterm işti. Sözde Ar­ 85

m ağanın Ö rnek Yazarı, o dönem in R om alı bir yazarı ola­ mazdı. Yakınlarda, öğrencilerim den biri, M auro Fterraresi, am pirik yazarla Ö rnek Yazar (ki açık bir m etinsel st­ ratejiden başka bir şey değildir) arasında üçüncü, olduk­ ça hayaletsi, Eşikteki Yazar belli bir insanın niyeti ile m etinsel stratejin in sergilediği dilsel niyet arasındaki e şik - adını verdiği bir figürün olduğunu öne sürdü. H a rtm a n ’ın Wordsworth’ü n (ikinci konuşm am da a k ­ tardığım ) “Lucy” şiiriyle ilgili çözüm lem esine dönersek, Wordsworth’ü n m etn in in am acı elbette bundan kuşku duym ak güç o lu rd u - uyak kullanım ı aracılığıyla “fears” ile “years”, “force” ile “course” arasında güçlü bir ilişkiyi çağrıştırm aktı. A ncak Mr. Wordsworth’ü n kişisel olarak, “trees” ile “tears” arasında ve m etinde bulunm ayan “gravitation” ile m etinde bulunm ayan “grave” arasında okur H artm an ’ın ortaya attığ ı çağrışım ı yaratm ayı istediğin­ den em in miyiz? Okur, bir ru h seansı düzenlem esine ve parm aklarm ı sallanan m asaya koym asına gerek kalm ak­ sızın şu tahm in d e bulunabilir: Eğer İngilizce konuşan norm al bir insan in praesentia sözcükler ile in absentia sözcükler arasındaki sem antik ilişkilerin çekiciliğine kapılıyorsa, neden Wordsworth’ün de bilincinde olm aksızın bu olası y ankı etkilerinin çekiciliğine kapıldığını d ü şün m eyelim ? B en o k u r olarak Mr. Wordsworth’e açık bir ni­ y e t atfetm iyorum ; yalnızca Mr. Wordsworth’ün, a rtık am ­ p irik bir kişi olm adığı ve yalnızca m etin de olm adığı eşik duru m u n d a, sözcükleri bir dizi olası çağrışım ı kurm aya zorladığını (ya da sözcüklerin onu zorladığını) düşünüyo­ rum. O kur h an g i n o k tay a kad ar b u tü r bir hayaletsi Eşik Yazar im gesine güvenebilir? İtalyan ro m an tizm in in en güzel v e e n ü n lü şiirlerin d en biri, L eopardi’nin “A Silv ia ” (Silvia’ya)’sıdır. Bu, Silvia adlı bir kıza yazılm ış bir aşk şarkısıdır ve “Silvia” adıyla başlar:

86

Silvia rim em b ri ancora quel tem p o della tua v ita m ortale quando beltâ splendea negli occhi tuoi rid en ti e függitivi e tu lieta e p en so sa il lim itare di gioventû salivi? [Silvia hâlâ anım sıyor m usun, fa n i y aşam ın ın o zam anını, güzelliğinin, gülen v e kaçam ak bakışların d a parıldadığı ve senin neşeli ve d üşünceli gençliğin eşiğini geçtiğin ânı?]

Şiirde ilginç o lan nokta, bu ilk k ıtan ın S ilv ia ile başlayıp sa livi ile b itm esidir ve salivi, S ilv ia ’n m k u ­ sursu z b ir anagram ıdır. Bu n e am p irik yazarın niyetle­ rini, ne de Eşik Yazarın bilinçdışı tep k ilerin i aram ak zorunda olm adığım bir d urum dur. M etin oradadır, ü s­ te lik çok say ıd a eleştirm en b u k ıtad ak i “i” ü n lü sü n ü n b ask ın varlığını vurgulam ıştır. Belli ki d ah a fazlasını yapabiliriz: B enim yaptığım gibi, şiirin k alan ın d a “S ilvia”n m başka an agram ların ı aram aya kalkışabiliriz. B irçok sözde anagram bulabile­ ceğinizi söyleyebilirim size. “Sözde” diyorum , çü n k ü İtaly an cad a “S ilvia”n ın k esin tek anagram ı “salivi”dir. Ancak gizli, eksiksiz olm ayan anagram lar bulunabilir. Sözgelim i: e tu SoLEVI (...) mlraVA IL ciel S ereno (...) Le Vle DorAte (...) queL ch ’Io SentIVA in seno (...) che p en S Ieri soAVI (...) LA V ita um an a (...) doLER d i m lA SV entura (...) moStrAVI d i L ontano.

87

Eşik Yazarın, sevgilisinin adındaki yu m u şak sese saplantıyla bağ lan m ış olm ası m üm kündür. O kurun, m e tn in m etin o larak ona sağladığı tü m b u yankı e tk ile­ rinden zevk alm a h a k k ın ın olm ası m akul bir şeydir. A n­ cak bu n o k tad a okum a edim i, yorum ile kullanım ın ay­ rıştırılm ası olanaksız bir biçim de kaynaştığı bir belirsiz toprak haline gelir. İk tisat ilkesi oldukça zayıflar. A m pi­ rik n iy etlerin in ötesinde bir şairin bir ada saplantıyla bağlanabileceğini sanıyorum ve bu konuyu daha k ap ­ sam lı olarak irdelem ek üzere, herkesçe bilindiği gibi, L aura adlı bir bayana âşık olan P etrarca’ya dönüyorum . P etrarca’nın şiirlerinde L aura’nın birçok sözde anagram ını bu ld u ğ u m u söylem eye g erek bile yok; ancak, çok şüpheci bir göstergebilim ci olduğum dan, pek fena bir şey yaptım . P etrarca’da Silvia’yı, L epordi’d e ise Laura ’yı araştırdım . Ve bazı ilginç sonuçlara u laştım -a n cak kabul ediyorum ki, niceliksel olarak d ah a az ikna edici sonuçlar bunlar. Bir şiir olarak “S ilvia”nm , çü rü tü lm esi olanaksız bir kanıtla bu altı h a rf ü zerinde oynadığına inanıyo­ rum , an cak İtaly a n alfabesinde yalnızca yirm i b ir h a rf b u lu n d u ğ u n u ve İtaly an A nayasası m etn in d e bile Silv ia’n ın sözde an ag ram larıyla karşılaşm a şan sın ın çok y ü k se k o ld u ğ u n u da b iliy o ru m . L e o p a rd i’n in Silvia’n m a d ın ın sesin e sap lantılı b ir bağlılık d u y d u ğ u n ­ dan k u şk u lan m ak ik tisad id ir; b u n a k arşın , y ıllar önce bir öğrencim in y aptığını y ap m ak p ek ik tisad i değildir: “M elankoli” sö zcüğünün olası olm ayan akrostişlerini bu lm ak am acıyla L eo p ardi’nin b ü tü n şiirlerin i gözden geçirm ek. Bu akro stişleri b u lm ak olanaksız değildir, akrostişi o lu ştu ran h arflerin bir dizenin b aş harfleri ol­ m ası gerek m ed iğ in i ve m etin için d e b ir o ra d a b ir b u ra ­ da bulunabileceğini k ab u l etm eniz koşuluyla. Ancak bu tü r çekirge eleştirisi, şiirin in b ü tü n ü h er dizede söz­ 88

cüğü sözcüğüne ve büyük bir güzellikle ne d en li m e­ lankolik olduğunu an latırk en , L eopardi’n in neden bu tü r bir H elen istik ya d a erk en O rtaçağ aracı icat etm ek zoru n d a olduğunu açıklam az. L eopardi başka dilsel araçlarla ru h h alin i güçlü bir biçim de belirg in leştirm e­ y e şiirsel olarak böylesine k endini adam ışken, o n u n gizli iletilerle değerli v ak tin i harcadığını d ü şü n m en in ik tisa d i olm adığı k anısındayım . S öylediğini d ah a iyi bir biçim de söyleyebilecekken, L eopardi’n in bir Jo h n LeC arre k arak teri gibi d av ran d ığ ın d an k u şk u lan m ak ik tisa d i değildir. Bir şiir y ap ıtın d a gizli iletiler aram a­ n ın verim siz olduğunu belirtiyor değilim : B u y ö n te ­ m in, R aban M aur’un De laudibus sanctae crucis’i için verim li olabilecekken, L eopardi’de saçm a olduğunu söylüyorum . B u n u n la birlikte, am pirik y az arın niyetine b aşv u r­ m an ın ilginç olabileceği bir durum vardır. Yazarın h a ­ y a tta olduğu, eleştirm en lerin o n u n yapıtıyla ilgili y o ­ ru m la rd a b u lu n d u k ları v e yazara am pirik b ir kişi ola­ rak m e tn in in d esteklediği çokkatlı yorum ların n e k a ­ dar ve ne ölçüde fark ın d a o lduğunu sorm anın ilginç olabileceği d u ru m lar vardır. Bu n o k tad a yazarın yanıtı, onun m etn in in y o rum larını doğrulam ak am acıyla d e­ ğil, yazarın niyeti ile m etn in niyeti arasındaki örtüşm ezlikleri gösterm ek am acıyla kullanılm alıdır. Bu d e­ neyin am acı, eleştirel değil, d ah a çok kuram saldır. Son olarak, yazarın da bir m etin kuram cısı olduğu bir d u ru m söz k o n u su olabilir. B u d u ru m d a ondan iki farklı tü r tep k i alm ak m ü m k ü n olur. Bazı durum larda, “Hayır, b en b u n u kastetm edim , ancak m etn in b u n u söylediğini k a b u l e tm e k d u ru m u n d ay ım ve o k u ra bana b u n u gösterdiği için te şe k k ü r ed e rim ” diyebilir. Ya da şöyle diyebilir: “B unu k a ste tm e m d e n bağım sız olarak, iktisad i g ö rünm ediği için m akul bir o k u ru n böyle bir yorum u k ab u l etm em esi gerektiğini d ü şünüyorum .” 89

Böyle bir yöntem risk lid ir ve ben k işisel olarak bu­ n u yorum la ilgili bir d en em ede kullanm azdım . Söz ko­ nusu yöntem i, yalnızca b ugün, m utlu azınlık arasında yerim i alm ışken, bir lab o ratu v ar deneyi olarak k u llan ­ m ak istiyorum . L ü tfen kim seye b u g ü n olanları a n la t­ m ayın: Tehlikeli sen aryolar ve sözü edilm em esi g ere­ ken savaş oyunları d en ey en atom araştırm acıları gibi sorum suzca oynuyoruz. Dolayısıyla, b ugün burada, ay ­ nı anda hem kobay hem de bilim adam ı ben, iki rom a­ nın yazarı olarak bu ro m anların bazı yorum ları k arşı­ sında gösterdiğim tep k ilerd en bazılarını sizlere a k tara­ cağım. Yazarın okura teslim olm ası gereken tip ik bir du­ rum , G ülün A d ın a E k’te sözünü ettiğim d u ru m d u r.1 R om anla ilgili eleştirileri okurken, sorgulam anın so ­ n u n d a W illiam ’ın b ir rep liğini alıntılayan b ir eleştirm e­ ne rastlayınca hazla ürp eriyordum . “A rınm ışlıkta sizi k o rk u tan nedir?” diye sorar Adso. William da yanıtlar: “Acele”. B u iki satırı çok seviyordum ; hâlâ da seviyo­ rum . Am a sonra b ir okuyucu, b u n u n hem en ard ın d an gelen sayfada, B ern ard o G u i’nin, kilerciyi işkenceyle te h d it ed e rk en , şöyle söylediğine d ik k a tim i çekti: “Sözde H av ariler’in in an d ık ları gibi ad alet aceleye gel­ m ez; T anrı’n ın ad aletin in em rin d ey se yüzyıllar var.” O kuyucu, haklı olarak, W illiam ’ın k o rk tu ğ u acele ile, B ern ard o ’n u n y ü ce lttiğ i aceleye yer verm em e arasında ne gibi b ir bağ k u rm ak istediğim i soruyordu bana. Bu soruyu yanıtlayam ıyordum . Adso ile W illiam arasın d a­ ki rep lik elyazm asında yoktu. B u kısa diyalogu ben kend im eklem iştim : Sözü yen id en B ernardo’ya v erm e­ den önce, uy u m sağlam ak için araya b ir sapm a koym a gerek sin im i duyuyordum . Az sonra B ernardo’n u n ace­ leden söz ettiğ in i tü m ü y le u n u tm u ştu m . B ern ard o ’n u n *6 1 Umberto Eco, Gülün A d ı (Çev. Şadan Karadeniz, İstanbul, Can Yayınları, 1993, 6. basım) s. 565-601.

90

repliği basm akalıp bir ifade kullanır; bir y argıçtan işit­ m eyi beklediğim iz b ir söz; “h erk es a d a le t k arşısın d a e ş ittir” gibi b ir cüm le. Yazık, W illiam’ın sözünü ettiği acelenin k arşısın a konduğunda, B ernardo’n u n sözünü ettiğ i acele, tam o larak anlam sal bir etk i yaratıyor ve okuyucu onların aynı şeyi mi söylem ekte olduklarını yoksa W illiam ’ın dile g etird iğ i aceleden nefretin f arklı b ir şey mi o ld u ğ u n u soruyor kendine. M etin ortada ve doğru sonuçları yaratıyor. Ben istesem de, istem esem de, b ir soru ile, iki an lam a gelebilen b ir k ışk ırtm a ile karşı k arşıy a b u lu nuyorum ; şim di k endim d e bu k a r­ şıtlığı y o rum lam akta güçlük çekiyor, am a burada bir anlam ın (belki d e birçok anlam ın) b u lu n d u ğ u n u anlı­ yoru m .1 Şim di, b u n u n tersi bir örnekten söz edeceğim . Helena Kostyukoviç, G ülün A dt’nı Husçaya (büyük bir ba­ şarıyla) çevirm eden önce, rom an üzerine uzun bir d en e­ m e yazm ıştır.12 Yazının b ir yerinde Kostyukoviç, Emile H en ro it’n ın L a rose de B ratislava (1946) adlı b ir rom a­ nın d an söz eder; b u rom anda da gizemli bir elyazm asının aranm ası söz k o n u su d u r ve kitabın sonunda bir k ü ­ tüphane yangını y er alır. Ö ykü P rag’da geçm ektedir, ro­ m anım ın b aşın d a b en d e P rag’dan söz etm ekteyim . Ü s­ telik, b en im k ü tü p h an ecilerim den birinin adı B eren g a r’dır, H e n ro it’n ın k ü tü p h an ecilerin d en birinin adı da B ern g ard M arre’dır. A m pirik b ir yazar olarak Henro it’nın ro m an ın ı asla okum adığım ı v e böyle b ir rom a nın varolduğunu bilm ediğim i söylem enin hiçbir yararı yok. E leştirm enlerim in, benim tam am en bilincinde ol­ duğu m ve bulm alarını sağlam ak am acıyla öylesine k u r­ nazca gizlediğim şeyleri (sözgelimi, Adso ile W illiam ’ın 1 Özgün metindeki kısaltma ve değişikliklere bağlı olarak, birkaç ufak değişik­ likle bu paragrafın alıntılandığı yer için bkz.: Umberto Eco, Gülün A dı (Çev. Şadan Karadeniz, İstanbul, Can Yayınları, 1993), s. 570*571. 2 Ilelena Kostyukoviç, “Umberto Eco. Imja R oso’, Sovriemiennaja hodoziestvıennaja litieratunı zo nıbiezom, 5 (1982). s. 101 vd.

91

anlatısal ilişkisinin modeli olarak Thom as M ann’ııı Doktor F austus’u n d ak i S erenus Zeitblom ile A drian İki­ lisi), onların öylesine kurnazca bulm alarından m u tlu ­ luk d u y d u ğu m y o rum lar okudum . H içbir biçim de bil m ediğim kayn ak lard an söz edildiğini okuduğum oldu ve bazılarının bunları bilerek aktardığım ı d ü şü n m ele­ rin d en büyük bir zevk aldım . (G eçenlerde genç bir orta­ çağ araştırm acısı bana C assiodorus’u n kör bir k ü tü p h a ­ neciden söz ettiğ in i söyledi.) Y orum cunun, kitabı yazar­ k en b enim fark ın d a olm adığım , ancak hiç kuşkusuz gençliğim de o k u d u ğ u m ve bilinçdışı olarak etkilendiği­ mi anladığım etk iler keşfettiği eleştirel çözüm lem eler okudum . (Dostum Giorgio Celli, uzak okum alarım ara­ sında Dm itri M ereskovkskı’nin rom anları olması ge­ rektiğini söyledi ve haklı olduğunu teslim ettim.) G ülün A d ı’nın yansız bir o k u ru olarak, H elena K ostyukovıç’ın arg ü m an ının ilginç herhangi bir şeyi kanıtlam adığını d üşünüyorum . Gizemli bir elyazm ası arayışı ve k ü tü p h an e yangını tem aları, çok yaygın y a­ zınsal topos’lardır ve bunları kullanan başka birçok ki­ tap sayabilirim . Ö y k ü n ü n başında P rag ’dan söz edili­ yordu, an cak P rag y erin e B u d ap eşte’d en söz etm iş ol­ saydım da bir şey değişm ezdi. P rag ’ın benim öyküm de önem li bir rolü yoktur. Bu arada, rom an bazı doğu bloku ülkelerinde çevrildiğinde (perestroikadan çok önce), kim i çevirm enler beni arayarak, kitabın en başında R usya’n ın Ç ekoslavakya’yı işgalinden söz etm en in güç olduğundan söz ettiler. O nlara m etn im d e herhangi bir değişikliği onaylam adığım ı ve h erhangi b ir san sü r olur­ sa sorum luluğun yayınevine ait olduğunu söyledim. Sonra, şaka yollu, ekledim : “R om anın b aşın a P rag ’ı koydum , çü n k ü P rag benim en sevdiğim şehirlerden bi­ ridir. Ama D ublin’i de severim . Prag yerine D ublin’i ko­ yun”. Tepki gösterdiler: “Am a Dublin Ruslarca işgal edilm edi!” Yanıtım şu oldu: “Bu benim suçum değil”. 92

Son olarak, B eren g ar ile B erngard bir ra stlan tı ola­ bilir. H er d u ru m d a, Ö rn ek O kur d ö rt ö rtü şm en in (el­ yazm ası, yangın, P rag ve B erengar) ilginç olduğuna k a ­ tılabilir ve am p irik y azar olarak b u n a tep k i gösterm eye h ak k ım yok. Pekâlâ, bu rastlantıyı sanki gerçek b ir örtüşm e söz konusuym uş gibi alarak, biçim sel olarak m etn im in Em ile H e n rio t’a saygı gösterm e am acını ta­ şıdığını k ab u l ediyorum . H elena Kostyukoviç, benim le H enrio t arasın d ak i benzerliği k an ıtlam ak için başka şey ler de yazm ış; H e n rio t’n u n rom anında, ele geçiril­ m eye çalışılan elyazm asm ın, C asanova’n ın A n ıla n ’m n özgün m etn i o ld u ğ u n u belirtm iştir. B enim rom anım da d a N ovocastrolu Ugo (ya d a Newcastle) adlı ikincil önem de bir k arak ter vardır. Kostyukoviç b u ra d an şu sonuca varır: “A ncak bir addan ötekine geçm ek yoluy­ la, gülün adını kavram ak olanaklıdır.” A m pirik bir y a ­ zar olarak, N ovocastrolu Ugo’n u n benim yarattığım bir k arak ter değil, kullandığım ortaçağ kay n ak ların d a sö­ zü ed ilen ta rih i b ir kişi olduğunu belirtebilirim ; FYansisken hey et ile papalık tem silcilerinin b u lu şm ası s a h ­ nesi, sözcüğü sözcüğüne bir on dördüncü yüzyıl k ro n i­ ğini ak tarm ak tad ır. A ncak o k u ru n b u n u bilm esi g erek ­ m ez ve benim tep k im göz önünde bulundurulm ayabilir; ancak, yansız b ir okur olarak, k endi görü şü m ü b e­ lirtm e h ak k ın a sah ip o lduğum u düşü n ü y o ru m . H er şey d en önce Newcastle, N ew house olarak çevrilm esi g erek en C asanova’n ın bir çevirisi değildir, üstelik bir kale b ir ev değ ild ir (bu n un yanı sıra, İtalyanca ya da L atincede N ovocastro Yeni Ş e h ir ya d a Yeni O rdugâh anlam ına gelir). Dolayısıyla, Newcastle, N ew ton’u ne kadar çağrıştırıyorsa C asanova’yı da o k ad a r çağrıştır­ m aktadır. Ancak m etin sel olarak, K ostyukoviç’in var sayım ının ik tisad i olm adığını kanıtlayacak başka öğe­ ler var. Öncelikle, N ovocastrolu Ugo rom anda son d e re ­ ce m arjinal b ir rol oy n am aktadır ve k ü tü p h an ey le her 93

hangi b ir ilişkisi yoktur. M etin Ugo ile k ü tü p h an e ara­ sında (aynı zam anda Ugo’yla elyazm ası arasında) ro ­ m an açısın d an ö n em li b ir ilişkiyi b elirtm ek istese, b a ş­ k a b ir şeyler söylerdi. A ncak m etin b u n u n la ilgili te k b ir söz söylem em ektedir. İkincisi, C asanova - e n azın ­ d an paylaştığım ız o rtak an sik lo p ed ik bilgi ışığ ın d a- bir âşık ve b ir hovardaydı, oysa ro m an d a U go’n u n erd em i­ ne k u şk u d ü şü re n h erh an g i bir şey yoktur. Ü çüncüsü, b ir C asanova elyazm ası ile b ir A ristoteles elyazm ası arasın d a belirg in h erh an g i bir b ağ lan tı y o k tu r ve ro­ m anda, izlenm esi gereken bir değ er olarak cinsel m a y ­ m u n iştahlılığa ilişk in hiçbir an ıştırm ad a b u lu n u lm a ­ m aktadır. C asanova b ağ lantısını aram ak bizi h erh an g i bir sonuca ulaştırm az. Je a n D’arc D om rem y’de doğ­ m uştu ; b u sözcük ilk üç m üzik n otasını (do, re, mi) çağ­ rıştırm ak tad ır; M olly Bloom, Blazes B oylan adlı bir te ­ n o ra âşıktı; blaze (alev), J e a n n e ’ın bağlandığı yakılm a direğini akla getirebilir, ancak Molly Bloom ’u n Je a n d ’Arc’ın bir alegorisi olduğu varsayım ı, Ulysses’te il­ ginç h erhangi bir şey bulm am ıza yardım cı olmaz (gü­ n ü n b irin d e b u an ah tarı denem ek isteyen bir Joyce eleştirm eni çıksa bile). Şurası açık ki, bir başka y o ru m ­ cu C asanova b ağ lan tısın ın ilginç bir y o ru m a götü reb i­ leceğini kanıtlarsa, fik rim i değiştirm eye hazırım, a n ­ cak şim dilik -k e n d i rom anım ın bir Ö rnek O kuru ola­ r a k - böyle bir v arsay ım ın bize p ek b ir şey k az an d ırm a­ dığını söylem eye h ak k ım o lduğunu sanıyorum . Bir g ü n b ir tartışm a sırasında b ir o k u r b an a “en yüce m utluluk, sahip olduğunuz şeye sahip olm aktan geçer” cüm lesiyle ne dem ek istediğim i sordu. Ş aşır­ dım ve böyle b ir cüm leyi asla yazm am ış old u ğ u m a ye­ m in ettim . B u n d an em indim ve em in olm am ın birçok n ed e n i vardı: Birincisi, m u tlu lu ğ u n in san ın sahip oldu­ ğu şeye sah ip o lm a k ta n geçtiğ in e in an m ıy o ru m , Snoopy bile böyle b asm akalıp b ir g ö rü şe katılm azdı. 94

İkincisi, ortaçağlı bir k arak terin m u tlu lu ğ u n sahip olu­ nan şeye sahip olm aktan geçtiğini d ü şü n m esi olası d e­ ğildir, çü n k ü ortaçağlının zihninde m utluluk, içinde b u lu n u lan anda çekilen acı aracılığıyla g elecekte erişi­ lecek bir du ru m d u . Dolayısıyla, böyle bir cüm leyi hiç­ bir biçim de yazm adığım ı belirttim ve b an a bu soruyu soran kişi, ne yazm ış old uğunu b ilm ek ten aciz bir y a­ zara b ak ar gibi b ak tı suratım a. D aha sonra bu alıntıyla karşılaştım . Cüm le, Adso’n u n m utfak tak i erotik esrim esinin betim lem esinde geçiyor. En anlayışı k ıt o k u rum un bile tah m in edebile­ ceği üzere, bu sahne tam am en N eşideler N eşidesi’nd en ve ortaçağ m istik lerin d en alıntılarla oluşturulm uştur. Her durum da, okur kaynakları bulam asa bile, bu sayfa­ ların ilk (ve olasılıkla son) cinsel deneyim inden sonra bir genç adam ın duygularını anlattığını tah m in edebi­ lir. T üm ce bağlam ında yeniden okunduğunda (benim m etnim b ağlam ında d em ek istiyorum , zorunlu olarak ortaçağ kaynakları bağlam ında değil), şöyle olduğu gö­ rülecektir: “Ey Tanrım , ru h bir başka yere taşındığında, tek erd em sen in g ö rd ü ğ ü n e sahip olm aktan geçiyor, en yüce m u tlu lu k sen in sahip olduğuna sahip o lm aktan.” Dolayısıyla, m u tlu lu k sahip olduğunuza sahip olm ak­ tan geçer, ancak genel olarak ve yaşam ınızın h er ânın da değil, yalnızca esrim eli görü ânında. Bu, am pirik y a­ zarın n iy etinin bilinm esinin gereksiz olduğu bir d u ­ rum dur: M etnin niyeti açıktır ve sözcüklerin uzlaşım sal bir anlam ı varsa, m etin o k u ru n -bazı kendine özgü d ü r­ tülere u y arak - okud u ğ u n u sandığı şeyi söylem em ekte­ dir. Yazarın erişilm ez niyeti ile okurun tartışm ay a açık niyeti arasında, asılsız bir yorum u boşa çıkaran m etnin saydam niyeti vardır. K itabına G ülün A d ı başlığını koyan bir yazar, bu başlığın çok çeşitli yorum larıyla k arşılaşm aya hazır ol­ malıdır. A m pirik bir yazar olarak, b u başlığı okuru öz­ 95

gür b ırak m ak üzere seçtiğim i yazm ıştım : “Gül öylesi­ ne anlam yüklü, sim gesel bir nesn ed ir ki, a rtık hiçbir anlam ı yoktur:. D an te’n in m istik gülü ve ey sevim li gül, iki g ü lü n savaşı, gül hastasın sen, başk a herh an g i bir adla gül, bir gül bir güldür, bir gül bir güldür, b ir gül b ir güldür, g ü lh açla r”.1 Ü stelik, bir araştırm acı, B ernard de M orlaix’n in “sta t rosa p ristin a nom ine, nom ina nuda ten em u s” (Adıyla var bir zam anlar gül olan; salt a d ­ lar k alır elim izde) altı v u rg u lu dizesini ödünç aldığım De co n tem ptu m u n d i’sinin bazı ilk elyazm alarında b u dizenin “sta t Rom a p ristin a no m in e” (Adıyla v a r bir za­ m a n la r R om a olan) şek linde o ld u ğ u n u keşfetm iştir -a slın d a dizenin bu biçim i, B abilonya’nın y itirilm esin ­ den söz ed en şiirin m etniyle daha çok uy u m içindedir. Böylece, M orlaix’nin şiirinin bir b aşk a versiyonuna rastlam ış olsam , ro m anım ın başlığı R om a’n ın A d ı h ali­ ne gelebilirdi (böylece faşist çağrışım lar edinirdi). A n­ cak m etn in başlığı G ülün A d ı ve b u sözcüğün m ey d a­ n a çıkardığı sonsuz y an an lam lar dizisini d u rd u rm a n ın ne derece güç o ld u ğ u n u biliyorum . Olasılıkla, olası okum aları, b u n lard a n h er birini konu dışı hale g e tire ­ cek denli açm ak istedim ve sonuç olarak sonsuz bir d i­ zi yorum ü rettim . A ncak m etin o rad ad ır v e am pirik y a ­ zar sessiz k alm ak zorundadır. B u n u n la birlikte, b ir kez daha, am pirik yazarın Ö r­ n ek O kur o larak tepki g österm e h ak k ın ın olduğu d u ­ ru m la r vardır. R obert F. F leissn er’ın güzel k itab ı A Rose by A n y Other Name: A S u rve y o f L itera ry Flora fro m Shakespeare to Eco’yu b ü y ü k b ir zevkle okudum ve S h ak esp e are’in, adının benim adım la anılm asından g u ru r duyacağını u m u y o rum .12 F leissn er’in benim g ü ­ lüm le d ü n y a ed eb iy atın ın b ü tü n ö tek i gülleri arasında 1Birkaç ufak değişiklikle metnin alıntılandığı yer için bkz.: Umberto Eco, Gü­ lün Adı (Çev. Şadan Karadeniz, İstanbul, Can Yayınları, 1993), s. 569. 2 Robert F Fleissner, A Rose by A ny Other Name: A Survey of Literary Flora from Shakespeare to Eco (West Cornwall, Locust IliU Press, 1989).

96

b u ld u ğ u çeşitli bağlantılar içinde ilginç bir bölüm var: F leissn er “E co’n u n g ü lü n ü n nasıl Doyle’u n A dventure o f the N a va l T reaty ’sin d en kaynaklandığını, b u n u n da The M oonstone’d a C u ff’u n bu çiçeğe duyduğu h a y ran ­ lığa çok şey borçlu o ld u ğ u n u ”1 gösterm ek istiyor. Ke­ sin lik le b ir W ilkie C ollins tiry ak isiy im d ir, an cak C uff’u n çiçek tu tk u s u n u anım sam ıyorum (rom anı ya­ zarken bunu anım sam adığım ise kesin). Sanırım Arth u r Conan Doyle’u n b ü tü n yapıtlarını okum uşum dur, ancak itiraf etm eliyim ki The A dventure o f the N aval T rea ty’ı o k u d u ğ u m u anım sam ıyorum . Ö nem li değil: R o m an ım d a S herlock H olm es’a o k a d a r çok açık gön­ derm e v ar ki, m etnim bu bağlantıyı kaldırabilir. A ncak yeni düşünceleri, yorum ları k abule hazır b i­ risi o lm am a rağm en, F leissner b en im k arak terim William ’ın, H olm es’u n güllere olan hayranlığım “y an k ıla­ dığını” k an ıtlam ak üzere, k itab ım d an şu bölüm ü alın ­ tılad ığ ın d a b ir aşırı y o ru m örneği görüyorum : “F ragula”, dedi William birden, o kış günü, gövdesinden tanıdığı bir b itk in in ü stü n e do ğ ru eğilerek. “K ab u ğ u n d an iyi bir çay yapılır.”

F le issn e r’in alın tısın ı tam “yapılır” sözünden son­ ra bitirm esi tuhaftır. B enim m etnim sü rm ek te ve bir v irg ü ld en sonra şöyle dem ektedir: “b asu r için”. D oğru­ yu söylem ek gerekirse, Ö rnek O k u ru n frangulayı gül­ le ilgili b ir an ıştırm a olarak alm ası b ek len m e m e k te d ir -yoksa, h er b itk i gülü gösterebilirdi, R o ssetti’de h er k u şu n p elik an ı gösterdiği gibi. B u n u n la b irlikte, am pirik yazar, kullandığı söz­ cüklerin b ir ölçüde y etk i tanıdığı bazı serb est anlam sal çağrışım ları n asıl çürütebilir? N a m in g the Rose adlı derlem ey e k atk ıd a b u lu n an y azarlard an birinin Um' a.g.y., s. 139. Yorum ve Aşırı Yorum

97/7

berto da R om ans ve Nicholas di M orim ondo gibi ad lar­ da b u ld u ğ u alegorik anlam lar b eni çok eğ len d ird i.1 U m berto da R om ans, g erçek ten de k adınlar için vaaz­ lar yazm ış olan tarih sel b ir kişilikti. B ir o kurun, b ir “ro­ m an” yazan bir U m berto (Eco) d ü şü n m e n in çekiciliği­ n e kap ılab ileceğ in ın farkındayım , an cak yazar böyle düzeysiz bir söz o yunu yaratm ış olsa bile, rom anın a n ­ laşılm asına h içb ir katkısı olm azdı bunun. N icholas di M orim ondo örneği daha ilginç; yorum cum kitabın so­ n u n d a “K ü tü p h an e yanıyor!” diyerek m an astırın b ir m ıkrokozm os olarak çö k ü şü n ü d ile getiren keşişin “d ü n y an ın ö lü m ü ”n ü çağrıştıran bir adı o ld u ğ u n u b e ­ lirtiyor. A slında, N icholas’ın adını koyarken, M orim ond’ dan (H aute-M arne) g elen C istercium cuların 1136’da İtalya’da kurd u ğ u , iyi bilinen M orim ondo m a n a stırın ın ad ın d an y ararlan m ıştım . N icholas’ın ad ın ı koyarken, h en ü z o n u n ölüm cül cüm leyi dile getireceğini b ilm i­ yordum . H er koşulda, M orim ondo’d an b irk aç k ilom et­ re ötede o tu ran ve anadili İtalyanca olan birisi için bu ad ne ölüm ü n e de d ünyayı çağrıştırm aktadır. Son ola­ rak, M orim ond’u n k ö k en in in “m ori” fiili ile “m u n d u s” adınd an geldiğinden em in d eğilim (belki “m o n d ” Al­ m anca bir k ö k te n g eliy o rd u r ve “ay” anlam ındadır). İtalyan o lm ay an ve belli bir L atince ya d a İtaly an ca bil­ gisi olan okurun, b ir d ü n y an ın ölüm üyle ilgili b ir a n ­ lam sal çağ rışım sezm esi m üm kündür. B u an ıştırm a­ d a n b en so ru m lu değildim . A m a b u “b en ” n e anlam a geliyor? B enim bilinçli kişiliğim mi? İdim mi? Yazdı­ ğım d a zih n im d e g erçekleşen dil (la langue) o y u n u m u? M etin oradadır. D aha doğrusu, b u çağrışım ın bir a n la­ m ı olup olm adığını sorabiliriz. E lbette, an latısal olayla­ rın akışını an lam ak açısından değil, belki de okuru, ey1 M. Thomas Inge (ed.), Naıning the Rose (Jackson, Miss., University of Mississippi Press, 1988).

98

lem in deyim yerindeyse ııo m iııa ’n ın n u m in a ya d a ta n ­ rısal vah y in araçları olduğu b ir k ü ltü rd e geçtiği k o n u ­ sund a u y a rm a k için. Foucault Sarlcacı’n d ak i an a k a ra k te rle rim d e n b iri­ ne C asaubon adını v erm iştim ve C orpus Herrneticum ’u n düzm ece b ir m etin o lduğunu gösteren Isaac C asaubon’u dü şü n ü y o rd u m . İlk iki konuşm am ı izlem iş olanlar b u n u biliyorlar ve Foucault S a rka c ı’m o k u m u ş­ larsa, b ü y ü k filologun anladığı şeyle son u n d a benim k arak terim in anladığı şey arasın d a bir benzerlik b u la ­ bilirler. A nıştırm ayı çok az o k u ru n yakalayabileceğinin farkın d ay d ım , an cak b u n u n m etin sel stra te ji açısından elzem olm adığının d a farkındaydım (şunu d em ek isti­ yorum : O k u r tarih sel C asaubon’u görm ezlikten gele­ re k de rom anım ı okuyup k arak terim C asaubon’u a n la ­ yabilir -b irço k yazar m etin le rin e b irk aç keskin k avra­ yışlı o k u r için artık m azide kalm ış birkaç ipucu koy­ m aktan hoşlanır). R om anım ı b itirm ed en önce, şans eseri, C asau b o n ’u n aynı zam anda G eorge Eliot’u n ro ­ m an ı M iddlem arch’ın bir k a ra k te ri o ld u ğ u n u keşfet­ tim ; M iddlem arch yıllarca önce okuduğum ve gözde k i­ tap larım a ra sın d a y e r alm ayan b ir rom andı. Bu, Ö rnek Yazar o lara k George E liot’a olası b ir gönderm eyi o rta­ dan k ald ırm ak için çaba gösterdiğim bir d u ru m oldu. T ü rk çe çev irinin 70. sayfasında Belbo ile C asaubon arasın d a şu k o n u şm a geçer: “B u arada, adınız n e d ir? ” “C asaubon.” “C asaubon. M iddlem arch’ta k i k ara k terle rd e n b iri değil m iydi b u ? ” “Bilm iyorum . Adı aynı olan b ir R önesans filozofu da var­ dı, ancak h erh a n g i bir akrabalığım ız yok.”

M arry A nn E v an s’a g ereksiz b ir gönderm e olduğu- . n u d ü şü n d ü ğ ü m şey d en kaçınm ak için elim den geleni 99

yaptım . A m a sonra çok zeki b ir okur, David R obey çı­ kıp, E lio t’u n C asaubon’u n u n belli ki ra stlan tısal olm a­ y a n b ir biçim de A Key to AU M ythologies adlı bir eser yazdığını belirtti. Bir Ö rnek O kur olarak b u im ayı k a ­ bul e tm ek zo ru n lu lu ğ u n u duydum . M etin, m etn in y an ı sıra sta n d a rt an sik lo p ed i bilgisi, k ü ltü rlü h erh an g i bir okura bu b ağ lantıyı b u lm a h ak k ın ı verir. A nlam lı bir b ağ lan tı bu. O k u ru den li zeki olm ayan am p irik yazar için p ek k ötü bir d urum . B enzeri biçim de, son ro m an ı­ m ın adı Foucault S a rka c ı’d ır1, ç ü n k ü sözünü ettiğim sark aç L eon F oucault tarafın d an icat edilm iştir. S a rk a ­ cı FVanklin b u lm u ş olsa, başlık F ranklin Sa rka cı o lu r­ du. B u kez, en b aştan beri, bir ilerin in M ichel Foucau lt’y a b ir an ıştırm an ın söz k o n u su olduğunu d ü ş ü ­ neceğ in in farkındaydım : B enim k arak terlerim in s a p ­ lan tıların d an b iri analojilerdir ve Foucault benzerlik p arad ig m ası ü zerin e yazm ıştır. A m pirik yazar olarak, böyle olası b ir b ağ lan tıd an pek m em n u n değildim . Bir şak a izlenim ini uyandırıyor, d o ğ ru su p e k ak ıllıca b ir şa k a d a değil. A ncak L eon’u n icat ettiğ i sarkaç ro m an ı­ m ın k a h ram an ıy d ı v e b aşlığı değiştirem ezdim : D olayı­ sıyla, Ö rnek O k u ru m u n M ichel’le yüzeysel b ir b ağ lan ­ tı k u rm a y a çalışm ayacağını um uyordum . Düş kırık lığ ı­ n a uğrayacaktım ; birçok zeki o k u ru m b u n u yaptılar. M etin o radadır ve b elk i d e onlar haklıdır: Belki d e y ü ­ zeysel şak an ın so ru m lu su b en im ; b e lk i d e şak a o kad ar yüzeysel değil. B ilm iyorum . Olay artık tam am ıy la d e ­ n etim im dışında. G iosue M usca, Foucault S a rkacı ü z e rin e o k u d u k ­ larım arasın d a en iyisi o ld u ğ u n u d ü şü n d ü ğ ü m b ir eleş­ tire l çözüm lem e yazdı.2 A ncak M usca yazısının b a şın ­ da, k a rak terlerim in alışkanlığınca yoldan çıktığını iti­ ra f eder ve analojilerin peşine düşer. K eşfedilm esini is­ 1Eco’nun bu konuşm ası, son rom anı Önceki G ünün A dası (Çev. Kemal Atakay, Can Yayınlan, İstanbul, 1995) yayımlanmadan önce yapılmıştır. (Ç.N.) a Giosue Musca, “La camicia del nesso”, Q uadem i Medievali, 27 (1989).

100

tediğim , algılanm ası güç birçok alıntıyı ve üslu p sal analojileri b ü y ü k bir başarıyla o rtay a çıkarır; b en im d üşün m ed iğ im , an cak son derece inandırıcı g örünen başk a b ağ lan tılar b u lu r ve beni şaşırtan, ancak çürütem ediğim -o k u ru yanlış yola yönelteceğini bilsem b ileb ağ lan tılar b u lara k p aran o y ak o k u r ro lü n ü oynar. Söz­ gelim i, g ö rü n d ü ğ ü kadarıyla, bilgisayarın adı Abulafia ile üç an a k arak terin -B elbo, C asaubon ve D iotalleviadı bir araya getirildiğinde, ABCD dizisini o lu ştu rm ak ­ tadır. Y apıtım ın sonuna k ad a r bilgisayara başk a bir ad verm iş o ld u ğ u m u söylem em in b ir y a ra rı yok: O kurla­ rım , adı tam da alfabetik bir dizi elde etm ek am acıyla bilinçdışı olarak d eğ iştirdiğim itirazını getirebilirler. Jacobo B elbo viskiyi çok sev m ek ted ir ve adıyla soyadı­ nın baş harfleri “J an d B”yi oluşturm aktır. Y apıtım ın sonuna k ad ar k ah ram an ım ın ad ın ın S tefan o olduğunu ve onu son an d a Jacobo olarak değiştirdiğim i söylem e­ m in y ararı yok. K itab ım ın b ir Ö rn ek O kuru o larak getirebileceğim yegâne itirazlar şunlardır: (a) öteki k a ra k te rle rin adları diziyi X, Y ve Z’ye tam am lam ıyorsa, ABCD dizisi metin se l olarak önem sizdir ve (b) B elbo M artin i de içm ek ­ te d ir ve h a fif alkollü içk ilere olan b ağım lılığı o n u n en belirleyici özelliklerinden değildir. B u n u n tersine, o k u ­ ru m u n şu gözlem ini çürütem em : Pavese, S an to S tefa­ no Belbo adlı bir köyde doğm uştu ve m elankolik Piem onteli B elbo’m P avese’yi anım satabilir. G ençliğim i Belbo n eh rin in k ıy ıla rın d a geçirdiğim d o ğ ru d u r (b u ra­ d a Jacobo Belbo’ya atfettiğim sınavların b irço ğ u n u y a­ şam ıştım , ü stelik Cesare P avese’nin varlığını b ilm eden çok önce). A ncak Belbo adını seçerken, m etn im in b ir biçim de P avese’yi ak la getireceğini biliyordum . Piem onteli k arak terim i çizerken, P avese’yi d ü şü n d ü ğ ü m de doğrudur. Dolayısıyla, Ö rnek O k u ru m u n böyle b ir bağlantıyı bu lm ay a h ak k ı vardır. Yalnızca ro m an ın ilk 101

biçim inde k a rak terim in adının S tefano Belbo olduğu­ n u itira f edebilirim (am p irik yazar olarak ve daha önce b elirttiğ im gibi). S onra adı Jacobo olarak değiştirdim , ç ü n k ü -örnek yazar o larak - m etn im in böylesine açıkça alg ılan ab ilecek bir b ağ lan tı k u rm a sın ı istem ed im . Açıkça görülüyor ki, bu y eterli değildi, a n c ak ok u rla­ rım haklı. O lasılıkla Belbo y erine bir başka ad k u llan ­ m ış olsaydım da haklı olacaklardı. B u tü r birçok örn ek verebilirim ; b en yalnızca ilk b a­ kışta anlaşılabilir olanlarını seçtim . Daha k arm aşık öte­ ki örnekleri atladım , çü n kü felsefi ve estetik yorum m e­ selelerine çok fazla dalm a tehlikesi söz konusu olabilir­ di. Dinleyicilerim in, am pirik yazarı bu oyuna yalnızca yorum açısından onun önem siz olduğunu vurgulam ak ve m etn in hak ların ı bir kez daha kesinlem ek üzere sok­ tu ğ u m k o n u su n d a b an a katılacaklarını um uyorum . Ancak, konuşm alarım ın so n u n a yaklaşırken, am p i­ rik yazara p ek d e eliaçık davranm adığım ı hissediyo­ rum . G ene de, am pirik y azarın tanık lığ ın ın önem li bir işlev edindiği en azından bir d u ru m vardır. O nun m e­ tinlerin i d aha iyi anlam ak açısından değil, d ah a çok y a­ ratıcı süreci anlam ak açısından. Yaratıcı süreci an la­ m ak, bazı m etinsel seçim lerin nasıl ra stlan tıy la ya da bilinçdışı m ekanizm aların bir sonucu olarak ortaya çık ­ tığını da an lam ak dem ektir. Ö rnek O kurların gözleri önün d e b u lu n an dilsel bir nesne olarak m etinsel stra te ­ jiyle (böylece, okurlar am pirik yazarın niyetlerinden ba­ ğımsız olarak yorum etk inliklerini sürdürebilirler) bu m etinsel stratejin in gelişim inin öyküsü arasındaki fa r­ kı an lam a k önem lidir. Verdiğim örn ek lerd en bazıları bu yönde işlev göre­ bilir. Şim di bunlara, belli bir ayrıcalıklı konum u olan iki ilginç örnek d aha ekleyeyim : B u n lar gerçekten de b e ­ nim kişisel yaşam ım la ilgili ve bulgulanabilir herhangi b ir m etinsel karşılıkları yok. Yorum uğraşıyla hiçbir 102

alak alan yok; yalnızca yorum lar m eydana getirm eye yönelik b ir m akine olarak kavranan bir m etnin nasıl bazen edebiyatla h içb ir -ya da h en ü z hiçbir- ilgisi olm a­ yan düzensiz b ir yığından geliştiğini anlatabilirler. İlk Ö ykü. Foucault S a rka c ı’n d a genç C asaubon, A m paro adlı Brezilyalı bir kıza âşıktır. G iosue M usca yazısında, şaka yollu, iki akım arasın d ak i m anyetik güç k o n u su n u incelem iş olan A ndre A m pere ile bir bağlan tı k u rm u ş. Çok zekice. B en bu adı n ed en seçtiği­ m i bilm iyordum : B unun bir B rezilyalı adı olm adığını fa rk ettim , b u y ü zd en şu n u yazm ak zorunda kaldım : “R ecife’de yerleşm iş, Kızılderililer, S udanlı zencilerle karışm ış H ollandalIların soyundan gelen A m paro’nun -Jam aicalı yüzü, Parisli k ü ltü rü y le - ad ın ın bir İsp a n ­ yol ad ı olm asının n ed e n in i hiçbir zam an anlayam a­ d ım ”.1 Bu, A m paro adını ro m an ın d ışın d an bana geldi­ ği gibi aldığım anlam ına gelm ektedir. R om anın yayım ­ lan m asın d an aylar sonra bir arkadaşım sordu: “N eden A m paro? B ir d ağ ın ad ı değil m i b u ?” Ve sonra açıkladı: “H ani şu ‘G uajira G u a n ta n a m e ra ’ adlı şark ı v ar ya, A m paro d ağ ın d an söz ed en ”. H ay Allahım! Tfek sözcü­ ğ ü n ü an ım say am asam bile, b u şark ıy ı çok iyi biliyor­ dum . 1950’lerin o rtalarında, âşık olduğum b ir kızın söylediği b ir şarkıydı. Kız, A m paro’n u n aksine B rezil­ yalı, M arksist, zenci ve isterik değildi, ancak çekici L a­ tin A m erikalı b ir kız y aratırk en bilinçdışı olarak, Casau b o n ’la aynı y aşta olduğum gençliğim in o öteki im ­ gesini d ü şü n d ü ğ ü m açık. O şarkıyı d ü şü n m ü ştü m ve b ir biçim de A m paro adı (tam am en u n u ttu ğ u m ) bilinçdışım d an sayfaya geçm işti. B u öykü, m etn im in y o ru ­ m u açısın d an tam am ıyla konu dışıdır. M etin açısından, A m paro A m paro’dur, A m paro A m paro’dur, A m paro A m paro’dur. 1Umberto Eco, Foucault Sarkacı (Çev. Şadan Karadeniz, İstanbul, Can Yayınla­ rı, 1993), s. 161.

103

İk in c i Ö ykü. G ülün A d ı rom anım ı okum uş olanlar, gizem li b ir elyazm ası olduğunu, b u elyazm asının A ris­ to teles’in P o etik a’sın ın kayıp ikinci k itabını içerdiğini ve elyazm asının sayfalarının zehirle yağlanm ış olup, şöyle b etim lendiğini bilirler: İlk sayfayı y üksek sesle okudu; sonra daha çoğunu öğ­ ren m e k onu ilgilendiriyorm uş gibi d u rd u ve b u n d an sonraki sayfaları çab u k ça b u k çevirdi. A m a b irkaç sayfa sonra kağıt­ ların direnciyle karşılaştı; çünkü sağ ü st köşede ve üst k en a r­ da, kağ ıd ım sı m adde -n em d en ve ç ü rü m e k ten - yapışkan bir m adde olu şturduğunda olduğu gibi, bazı sayfalar b irbirine y ap ışm ıştı.1

Bu satırları 1979’u n so n u n d a yazm ıştım . S onraki yıllarda, belk i de G ülün A dı’n d an sonra, k itap çılar ve k itap koleksiyoncularıyla d ah a sık bağlantım o ld u ğ u n ­ dan (hiç kuşkusuz, biraz daha fazla p aram olduğu için), düzenli bir n ad ir k ita p la r koleksiyoncusu haline gel­ dim. D aha önce y aşam ım da bazı eski k itap lar aldığım olurdu, am a şans eseri o larak ve ancak çok ucuz o ld u k ­ larında. Yalnızca so n on yıldır ciddi bir k ita p koleksi­ yoncu su halin e geldim ; “ciddi”, in san ın u zm an k a ta ­ loglara b aşvurm ası ve h er k itap için, kitapla ilgili bilgi­ leri, o n d an önceki ya d a sonraki basım larla ilgili ta rih ­ sel bilgiyi ve k itab ın fiziksel d u ru m u n a ilişkin kesin b ir betim lem eyi içeren te k n ik b ir dosya hazırlam ası anlam ın a geliyor. B u son görev, kesin betim lem eyi y a­ pabilm ek için te k n ik term inolojiyi ku llan m ay ı g e re k ti­ riyor: Lekeli, ren g i kararm ış, su lekeli, kirli, ıslanm ış y a d a kolaylıkla y ırtılabilir se rt yapraklar, kesilm iş m arjlar, kazın m ış bölüm ler, y en id en yapılm ış ciltlem e­ ler, aşınm ış eklem yerleri, vb. B ir gün, evdeki kitaplığım ın üst raflarını k arıştı­ ' UmbertoEco,Güİ7i?ı/ldı(Çev. Şadan Karadeniz, İstanbul, Can Yayınları, 1993), s. 528.

104

rırken , A ristoteles’in, A ntonio Riccoboni yorum larını içeren Poeti/ca’sım n 1587 tarihli bir basım ını (Padova) keşfettim . Bu k itab ım ın o lduğunu u n u tm u ştu m : Son sayfada k u rş u n k alem le yazılm ış “1000” yazısını gör­ düm ; bu, k itab ı olasılıkla yirm i yirm i beş yıl önce b ir y erd en 1000 lirete s a tın aldığım anlam ına geliyordu. K ataloglarım bu k itab ın bir ikinci basım olduğunu, çok n ad ir b ir kitap olm adığını ve B ritish M useum ’d a bir n ü sh a sın ın b u lu n d u ğ u n u belirtiyordu; ancak kitabı b u ld u ğ u m a sevinm iştim , çü n k ü az çok b u lu n m ası güç b ir kitaptı. H er du ru m d a, R iccoboni’nin yorum u daha az bilinir ve sözgelim i R obertello ya da C astelvetro’n u n yo ru m ların d an d ah a az alıntılanır. Sonra betim lem em i yazm aya başladım . B aşlık say­ fasını not ettim ve b asım ın bir eki olduğunu keşfettim : “E jusdem A rs Com ica ex A ristotele”. Bu, R iccoboni’nin P o etik a’nın k ayıp ikinci k itabını y en id en kurm aya ça­ lıştığı an lam ın a geliyordu; ancak, R iccoboni’n in çabası olağandışı değildi ve b en elim deki n ü sh an ın fiziksel b e­ tim lem esin i hazırlam ayı sürd ü rd ü m . Sonra, L urija’n ın 1 betim lediği üzere, Z ateski ad lı k işin in başına gelenler benim başım a geldi: Savaş sırasında beyninin bir k ıs­ m ını v e beyninin o k ısm ıyla birlikte tü m hafızasını ve konuşm a yetisini y itiren Z ateski gene de yazı yazabili­ yordu: Böylece eli, otom atik olarak, d ü şü n em ed iğ i her şeyi yazıya geçirm iş ve Z ateski yazdıklarını okuyarak adım adım geçm işini y en id en kurabilm işti. B enzeri bi­ çim de, m esafeli ve te k n ik bir gözle k itab a b a k ıp b etim ­ lem em i yazıyordum ve aniden G ülün A d ı’nı yeniden yazdığım ı fark ettim . T ek fark, “Ars Com ica”nın başla­ dığı 120. sayfanın ü st k en arlarının değil alt kenarlarının ciddi h asara u ğram ış olm asıydı; ancak kalanı aynıydı, sayfalar aşam alı olarak kararıyor, n em d en lekeli hale geliyor ve sonunda birbirine yapışıyordu, sanki tiksinti 1A.R. Lurija.Mcm urith a Shattered World (New York, Basic, 1972).

105

verici yağlı b ir m addeye b u lanm ış gibi. Ellerim de, yazı­ lı olarak, rom anım da betim lediğim elyazm ası duru y o r­ du. Yıllarca bu kitap elim in altında, evim de d u rm u ştu . İlk önce b u n u n olağandışı b ir ra stla n tı o lduğunu d ü şü n d ü m ; sonra b ir m ucizeye inanm anın çekiciliğine k ap tırd ım kendim i; e n sonunda voo Es ıvar, sol leh werd e n 1 sözünde k arar kıldım . K itabı gençliğim de satın al­ m ış, gö zd en geçirm iş, son derece k irli olduğunu fark etm iş ve onu bir yere koyup u n u tm u ştu m . Ancak bir tü r iç kam erayla o sayfaların re sm in i çekm iştim ve yıl­ lar boyunca o zeh irli y ap rak lar im gesi, tıp k ı b ir m ezar­ daki gibi ru h u m u n e n uzak köşesinde d u rm u ştu , ta ki yeniden ortaya çıkana k ad a r (ne nedenle olduğunu b il­ m iyorum ) v e b en on u y arattığım a inanm ıştım . Bu ö y k ü n ü n de k ita b ım ın olası bir y orum uyla h e r­ han g i bir ilgisi yok. O ndan çıkarılabilecek bir ders v ar­ sa, o da am pirik y azarların özel yaşam ının m e tin le rin ­ den d aha anlaşılm az olduğudur. M etinsel üretim in gi­ zem li tarih i ile onun g elecek tek i o k u n u şların ın d e n e t­ lenm esi olanaksız değişim i arasında, m etin olarak m e­ tin hâlâ rahatlatıcı bir varlığı, tutunabileceğim iz bir n oktay ı tem sil eder.

(Alm.) İd nerede idiyse, Ego oraya gelecektir. frYeud’un sözüne gönderme. (Ç.N.)

106

4

Pragmatistin Yolculuğu RICHARD RORTY

Prof. Eco’n u n ro m an ı Foucault S a rka c ı’nı o k u d u ­ ğum da, Eco’n u n bilim adam larının, eleştirm en lerin ve filozofların k en d ilerin i kodları çözen, özü açığa ç ık ar­ m ak üzere ârazların k ab u ğ u n u soyan, gerçekliği açığa çıkarm ak üzere g ö rü n ü ş ö rtü lerin i yırtıp a tan k im seler o larak d ü şü n m e tarzların ı hicvediyor olm ası g erek tiğ i­ ne k arar verdim . R om anı özcülük karşıtı b ir polem ik olarak, d erin lik eğ retilem esinin alaya alınm ası olarak -av am ın erişem eyeceği d erin anlam lar, yalnızca çok güç bir kodu çözecek k ad ar şanslı olanların bilebilece­ ği anlam lar olduğu k av ram ının alaya alınm ası o larak okudum . R om anın R obert Fludd ile Aristoteles arasın ­ daki -y a da d aha genel olarak, kitapçılarda “O k ü lt” bö lüm lerin d e b u ld u ğ u n u z k itaplarla “Felsefe" bölüm le­ rinde b u ld u ğ u n u z k itap lar arasındaki benzerliklere işare t ettiğ in i d ü şü n d ü m . Daha spesifik olarak, rom anı yapısalcılığın iske­ letlerin bedenlerle, program ların bilgisayarlarla ya da an ah tarların kilitlerle ilişkisi neyse, yapıların da me tinlerle ya da kültü rlerle ilişkisi odur şek lin d ek i fik­ rin - gırgıra alınm ası olarak yorum ladım . D aha önce 107

Eco’n u n A Theory o f Sem ıotıcs’ini - zam an zam an, kod­ ların k o d u n u kırm a, yapıların evrensel y apısını açığa çıkarm a girişim i olarak o kunabilen bir k ita p - o kudu­ ğ u m d an , W ittg en stein ’m P hilosophical In vestig a fions’ın ın T ractatus Logico-Philosophicus’u ile ilişkisi neyse, Foucault S a rka c ı’n ın d a A Theory o f Sem iotics ile ilişk isin in o olduğu sonucuna vardım . Eco’nun, d a­ h a önceki y ap ıtın ın diyagram larıyla taksonom ilerind en k u rtu lm ay ı b aşarm ış olduğunu d ü şü n d ü m , tıpkı daha ileri y aşların d a W ittgenstein’ın b etim lenem ez n esn e le r ve k atı b ağ ın tılar şeklindeki gençlik fantezile­ rin d en k u rtu lm u ş olduğu gibi. Y orum um un, ro m an ın son elli sayfasında onaylan­ dığını gördüm . B u sayfaların başlangıcında kendim izi, tarih in kesişim n o k taların d an biri gibi g ö rü n e n b ir â n ı­ na y ak a la n m ış b u luruz. R om anın k a h ra m a n ı Casaubon’un, d ü n y ad a Ş ey lerin T ek G erçek A nlam ını arayan herkesi, D ün y an ın Göbeği olduğuna in an d ık ları yerde toplan m ış olarak gördüğü andır bu. Kabalacılar, Tapınakçılar, M asonlar, Piram idologlar, Gül-Haçlar, Vuducular, Beş K öşeli K a ra Y ıldızın M erkezi O hio T apına­ ğ ın d a n elçiler -h e p si oradadır, şim di C asaubon’u n a r ­ k ad aşı B elbo’n u n cesed in in ağırlığıyla d ö n en Foucault sarkacının çevresinde dönm ektedirler. B u d o ru k n o k tasın d an sonra, rom an C asaubon’u pastoral b ir m an zara içinde, İta ly a ’daki b ir tep en in e te ­ ğinde yalnız b aşın a g ö steren b ir sahneye doğru yavaş yavaş b ir helezon gibi d aralarak ilerler. C asaubon, b u ­ ru k b ir in an cın ı y ad sım a ru h h ali içindedir, k ü çü k d u ­ y u sal zevklerin tad ın ı çıkarır, çocukluğuyla ilgili im g e ­ leri b ağ rın a basar. K itabın so n u n d an b irk a ç p arag raf önce, C asaubon şöyle d ü şünür: B ricco’n u n yam açları boyunca sıra sıra b a ğ la r uzanıyor. T anıyorum onları. B enim zam anım da d a g ö rm ü ştü m b en z er­ lerini. H içbir Sayı K uram ı onların y u k arı mı çıktıklarını, yok­

108

sa aşağı m ı in diklerini açıklayam az. Bağ sıraları arasın d a -a m a y alın ayak, ay a k la rın çocuk lu k tan b eri n asır bağlam ış, y ü rü m e lisin - şeftali ağaçları vardır... Şeftaliyi yerken, k a b u ­ ğ u n k ad ife y um uşaklığı, d ilin d en k asık la rın a d e k belli b elir­ siz ü rp e rtile r salar in sanın içine. B ir zam anlar dinozorlar otluyordu orada. S onra b ir b a ş k a yüzey gelip o n ların k in i örttü. G ene d e -B elb o ’ya tro m p e t çalarken olduğu g ib i- şeftaliyi ısı­ rırk en , K rallık’ı anlıyor, o n u n la b ü tünleşiyordum . G eri k alan, ince b ir ze k âd a n b aşk a b ir şey değil. K ur P la n ’ı, k u r bakalım , C asaubon. D inozorlarla şeftalileri açıklam ak için h e rk e sin y aptığı da b u .1

Bu pasaji, P ro sp ero ’n u n değneğini kırdığı ya da F aust’un A riel’i dinleyip, Kısım I’in arayışını te rk e d e ­ rek, K ısım IF nin iro n ilerin e k en d in i b ırak tığ ı ânı be­ tim ley e n b ir a n gibi okudum . B ana, W ittgenstein’ın, önem li olan şeyin, in sa n ın isted iğ in d e felsefe yapm aya son v erebilm esi olduğunu fa rk ettiği ânı ve H eideg g e r’in h er tü r ü s tte n g elm en in ü ste sin d e n gelip, m e ta ­ fiziği kendisiyle b aş b aşa b ırakm ası gerektiği sonucu­ n a v ard ığ ı ânı anım sattı. Bu k o şu tlu k lar açısından p a ­ sajı o k uduğum da, y apısalcılıktan vazgeçerek, taksonom iye olan in an cın ı b ir y ana b ırak a n B olognalı büyük b ü y ü cü g ö rü n tü s ü n ü h a y a lim d e can lan d ırab iliy o rdum . Eco, diye d ü şü n d ü m , gizli çerçeveler aray ışı için­ de y u m u şak y a n la rın ı b u d am a g ereğ in i duym aksızın, a rtık dinozorlardan, şeftalilerden, b eb eklerden, sim g e­ le rd e n ve eğ retilem elerd en zev k alabildiğini anlatıyor bize. E n so nunda, U zun P lan arayışını, kodların kodu arayışını te rk etm e isteğ ini duyuyor. Foucault S a rka cı’m bu şekilde yorum layarak, sa r­ kacın çev resin d e d ö n en b ü tü n o sap lan tılı tarik atçı takso n o m cu ların yaptığı şeyi yapıyordum . Bu insanlar, önlerine çıkan her şeyi b ü yük bir istekle Tapınakçıla1Umberto Eco, Foucault Sarkacı (Çev. Şadan Karadeniz, Can Yayınları, İstan­ bul), s. 608.

109

n n gizli tarih in e, M ason aydınlanm a m erdivenine, B ü­ y ü k P iram it p la n ın a y a d a k endilerine özgü sap lan tıla­ rı h er ne ise ona uydururlar. P aracelsus ile F lu d d ’un bildiği zevkleri p ay laştık ların d a -şeftalilerin tü y lerin in gerçek anlam ın ı keşfedip, bu m ikrozm ik gerçeği m akrokozm ik b ir ilkeye k arşılık gelir g ö rd ü k le rin d e -b e y in ko rtek slerin d en k asık ların a d ek ürperirler. Bu tü r in­ sanlar, an ah tarların ın b ir kilidi d ah a açtığını, bir başka kodlanm ış m esajın onların im aların a teslim olup, gizle­ rini açığa v u rd u ğ u n u g ö rm ek te n b ü y ü k b ir zevk d u ­ yarlar. B enim , T apınakçıların gizli ta rih in e eşd eğ er ara­ cım -rastla d ığ ım h er kitaba dayattığım şab lo n - P rag ­ m atistin Yolculuğu şek lin deki yarı özyaşam öyküsel a n ­ latıdır. Bu ken d in e özgü arayış ro m an sın ın b aşlan g ı­ cında, B atı Felsefesinin b ü y ü k ikiliklerinin [düalizm ] -g erçek lik ile g ö rünüş, salt yayılm a ile yayılm ış y a n sı­ ma, zihin ile beden, zihinsel kesinlik ile duyum sal özensizlik, k u rallı göstergebilim ile d eğişken g ö sterg ebir y an a bırakılabileceği, A ydınlanm a A rayıcısının k a­ fasına d an k eder. B u n ların d ah a yüce b irim ler içinde bireşim e ulaştırılm ası, aufgehoben edilm esi değil, e t­ kin olarak u n u tu lm a sı g erekm ektedir. A ydınlanm anın e rk e n aşam aların d an biri, N ietzsche o k u n d u ğ u n d a ve b ü tü n bu ikilikler, tasavvur edilen b ü tü n se l b ir ik tid a r durum u, eg em en lik ve d enetim ile insanın m ev cu t ik tidarsızlığı arasın d ak i k arşıtlığın birçok eğ retilem eleri olarak d ü şü n ü ld ü ğ ü n d e gerçekleşir. Bir öte aşam aya, Böyle B u yu rd u Z erdüşt’ü yeniden okuyup, kıkır kıkır güld ü ğ ü n ü zd e ulaşm ış olursunuz. Bu n o k tad a, FYeud’ dan biraz yardım alarak , ş u n u duym aya başlarsınız: İk ­ tid a r İsten ci de yalnızca erk eğ in kad ın lara h ü k m etm e u m u d u n u n ya da ço cu ğ u n A nne ile B abaya geri dönm e u m u d u n u n şaşaalı bir ö rtm ecesidir [euphem ism ]. P rag m atistin Y olculuğunun son aşam ası, yaşam ı­ 110

nızdaki d ah a önceki yazgısal değişiklikleri A ydınlan­ m ay a d o ğ ru çıkışın evreleri olarak değil, yalnızca elini­ ze rastlan tı sonucu g eçen b irtak ım k itaplarla k arşılaş­ m aların olum sal so n u çları o larak g ö rd ü ğ ü n ü zd e g e r­ çekleşir. Bu aşam aya u laşm ak bir hayli zordur, çü n k ü gündüz düşleri -k a h ra m a n pragm atistin, d ü n y a ta rih i­ nin içkin teleolojisinde b ir Walter M itty rolü oynadığı g ü n d ü z düşleri sü rek li olarak d ikkatinizi dağıtır. A n­ cak, p ra g m a tist bu tü r g ü ndüz d ü şlerin d en kaçabilirse, zam anla, b aşk a h er şey gibi, kendisini d e hizm et edile­ cek ne k ad ar am aç varsa o k ad ar b etim lem e yapm aya ehil birisi olarak d ü şü n m ey e başlayacaktır. P rag m atis­ tin ken d isin in ya d a b aşk aların ın yararlanacağı birçok betim lem e ve birçok kullanım söz konusudur. Bu, b ü ­ tü n b etim lem elerin (bir p ragm atist olarak in san ın k en ­ disiyle ilgili b etim lem esi de dahil olm ak üzere), b e tim ­ ledikleri n esn ey e sad a k atlerin d en çok, am açların a raç­ ları olarak etkililiklerine göre d eğerlendirildikleri aşa­ madır. P rag m atistin Yolculuğu h ak k ın d a söyleyeceklerim bu kadar -b u , k endi öyküm ü sahnelem ek am acıyla sık sık k u llandığım ve Profesör Eco’yu da y erleştirebilece­ ğim i g ö rm ek ten b ü y ü k b ir keyif d u y duğum b ir anlatı. B unu y ap m ak la, kod çözücü olm a y ö n ü n d ek i daha ön­ ceki tu tk u larım ızın ü ste sin d e n geldiğim izi görm üş ol­ dum. Bu tu tk u yüzünden, yirm i yedinci ve yirm i sek i­ zinci yaşlarım ı, C harles S anders P eirce’ın b atin i öğreti­ si “Ü çü n cü n ü n g e rç e k liğ in in , dolayısıyla onun olağa­ n ü s tü k arm a şık göstergebilim sel-m etafizik “S istem ”inin gizini keşfetm eye çal: ;m akla geçirdim . B enzeri bir d ü rtü n ü n genç Eco’yu d a insanı çileden çık aran bu fi­ lozofu incelem eye sü rü k lem iş olm ası gerektiğini ve benzeri bir tep k in in onu P eirce’ı üçlü bağıntı saplantı­ sından b itk in d üşm üş biri olarak görm esini sağladığını d ü şü n d ü m . Kısacası, bu anlatıyı bir şablon olarak k u l­ 111

lanarak, Eco’yıı p ra g m a tist k u lü b ü n ü y elerin d en b iri olarak d ü şü n ebiliyordum . B u n u n la b irlik te, b u hoş yoldaşlık duygusu, Eco’ n u n “In ten tio lectoris”1 b aşlık lı yazısını o k u d uğum da b u h a r olup u çm ay a başladı; çü n k ü Foucault S a rka cı’yla h em en h em en aynı zam an lard a yazılan b u yazısında Eco, m etin le ri y o ru m lam ak ile m etinleri k u lla n m a k ay­ rım ı ü zerin d e ısrar etm ektedir. Elbette, biz p ra g m a tist­ lerin yap m ay ı arzulam adığım ız b ir ay rım d ır bu. Bizim görüşü m ü ze göre, h e rh a n g i b ir k im sen in h e rh a n g i bir şeyle ilgili o lara k yapabileceği te k şey, onu k u lla n m a k ­ tır.*2 Bir şeyi y orum lam ak, onu bilm ek, o n u n özüne n ü ­ fuz etm ek , v esaire, y aln ızca o n d an y ararlan m a sürecini b etim le m en in çeşitli yollandır. B u yüzden, Eco’n u n olasılıkla onun ro m an ın ı okum am ı bir y o ru m d an çok, bir kullan ım olarak d eğ erlendireceğini ve m etin lerin yorum a yö n elik olm ayan kullan ım ların a p e k de değer verm ediğini fark ettiğ im d e h a y re te düştüm . Eco’nun, E.D. H irsc h ’in an lam ile im lem arasın d ak i ayrım ına benzer b ir ayrım -m e tn in için e g irm ekle m e tn i b ir b a ş­ k a şeyle ilişk ilen d irm ek a rasın d ak i a y rım - üzerinde ıs­ ra r ettiğ in i görünce hayal k ırık lığ ın a u ğradım . Bu, tam d a b en im gibi özcülük k arşıtların ın esef ettiği tü rd en bir ayrım dır -iç ile dış arasında, bir şeyin bağıntısal ve bağın tısal olm ayan özellikleri arasın d a bir ayrım . Ç ün­ kü, bizim g ö rü şü m ü ze göre, içsel, bağıntısal olm ayan özellik diye b ir şey yoktur. B u yüzden, bu değ erlendirm elerim de, E co’n u n kullanıyorum ayrım ı ü zerin d e odaklanacak, bu ayrı­ m ın ö n em in i en aza indirm ek için elim den geleni y ap a­ cağım. E co’n u n bu ayrım ı polem ikçi u y g u lam aların ­ ! Eco’nun Tanner Konferanslarının metinleri daha önceden sem iner katılım cı­ larının elinde yoktu, ancak Eco bize bu yazısına başvurmamızı önermişti: “Intentio lectoris: the State o fth e a rt”, Differentia, 2 (1988), s. 147-168. 2 Bu pragmatist yorum görüşünün hoş, özlü bir ifadesi için, bkz. Jefrrey Stout, “What is the meaning of a text?”, New Literary History, 14 (1982), s. 1-12.

112

dan biriyle -"In ten tio lectoris”de, M arie B o n ap arte’ın P oe’yla ilgili d eğ erlen d irm esin i nasıl b e rb a t ettiğine ilişkin söyledikleriyle başlıyorum . Eco şöyle diyor: B onap arte “M orella”, “Ligeia” ve “E leonora”da aynı öy­ küyü keşfettiğ in d e, “in ten tio operis’i açığa çıkarm ış­ tır.” A ncak, sözünü şöyle sü rd ü y o r Eco, “N e yazık ki, böylesine güzel bir m etin çözüm lem esi, m etin sel ta n ıt­ larla P o e’n un (m etin dışı k ay n a k la rd an bilinen) özel y aşam ın ın çeşitli yönleri arasın d a bağlantı k u ra n yaşam öyküsel gözlem lerle iç içe geçm iştir”. B onaparte, Poe’nu n ölüm ü an ım satan yüz çizgilerine sahip kad ın ­ ları h astalık lı b ir biçim de çekici b ulduğu şek lin d ek i yaşam öyküsel gerçeği anım sattığında, Eco şöyle diyor: “B onaparte m etn i y o ru m lam am akta, k u llan m ak tad ır”. Bu ayrım ı b u lan d ırm a y ö nündeki ilk girişim im , b ir m etin ile bir başk ası arasındaki sın ırın böylesine n et olm adığını b elirtm ek ten ib are t. G öründüğü k a d a ­ rıyla Eco, B o n ap arte’ın “M orella”yı “Ligeia” ışığında oku m asın ın u y g u n o ld u ğ u n u düşünüyor. P ek i am a n e ­ den? Yalnızca b u n lar ay n ı kişi tara fın d an yazıldığı için mi? Bu, “M orella”ya sadakatsizlik olm uyor ve intentio operis’i P oe’n u n belli bir tü r m etn i yazm a alışkanlığın ­ d an çıkarılm ış bir in te n tio auctoris’i ile k arıştırm a te h ­ likesine d ü şm ü y o r m u? B enim Foucault S a rka c ı’m A Theory o f Sem iotics ve Sem antics a n d the Philosophy o f Language ışığında o kum am uygun olur m u? Yoksa bu k itap lard an ilk in i yo ru m lam ak istediğim de, o n u n öte­ ki iki kitabın yazarınca yazıldığı bilgisini parantez içi­ ne mi alm aya çalışm alıyım ? Y azarlıkla ilgili b u bilgiyi d ü şü n m em d e bir sa k ın ­ ca yoksa, b ir so n rak i adım için ne dem eli? P eırce’i in ­ celem en in 1870’lerin içten p rag m atistin in , 1890’ların Varoluşçu E ğ rilerin in çılgın k u ru c u su n a d ö n ü ştü ğ ü n ü izlem enin nasıl b ir şey olduğuyla ilgili bilgim i y o ru ­ m um d a kullanm am u y g u n m u d u r? Eco h ak k ın d ak i yaYorum ve Aşırı Yorum

113/8

şam öyküsel bilgim i, o n u n Peirce ü zerinde epey zam an h arcad ığ ı y ö n ü n d ek i bilgim i, Eco’n u n o k ü ltist sap lan tı h a k k ın d a bir ro m an yazm ış olm asını açıklam aya y a r­ dım cı olacak şekilde k u llan ab ilir m iyim ? Bu re to rik sorular, Eco’n u n kullanıyorum ayrım ını b u lan d ırm ak m aksadıyla yapacağım savunm ayı k ır­ m ay a yönelik başlangıç ham leleri. A ncak asıl b ü y ü k taarruz, Eco’n u n n ed e n m etin ile okur arasında, in te n ­ tio operis ile in ten tio lectoris arasın d a bu koca ayrım ı yapm ak isted iğ in i so rd u ğ u m d a gelecek. B u n u n am acı ne? B üyük bir olasılıkla E co’n u n yanıtı şu olacaktır: B u ayrım , o n u n “m etn in içsel tu tarlılığ ı” adını verdiği şeyle “o k u ru n d en e tle n m e si olanaksız g ü d ü leri” adını v erd iğ i şey arasın d ak i ayrım a saygılı olm am ıza yardım etm ektedir. Eco, o k u ru n d en etlen m esi olanaksız g ü d ü ­ lerin in m etn in içsel tu tarlılığ ın ı “d enetlediğini” söyle­ m e k te d ir ve b ir tah m in i in ten tio o peris’e bağlı k alarak denetlem en in te k yolu, “onu tu ta rlı b ir b ü tü n olarak m etn e bağlı k alarak d e n e tle m e k tir”. Böylece, varsa­ yım sal olarak, h e r şeyi k en d i gereksinim lerim ize bağlı kılm a y ö n ü n d ek i saplantılı arzum uzun ön ü n e bir e n ­ gel o larak b u ayrım ı d ik m iş oluyoruz. B u gerek sin im lerd en biri de, başka in san ları haklı olduğum uza ik n a etm ektir. B öylece biz pragm atistler, yorum un, tu ta rlı bir b ü tü n olarak m etn e bağlı k alarak denetlen m esi b u y ru ğ u n u , şu yönde bir uyarı olarak d e ­ ğerlendirebiliriz: B ir k itap la ilgili y o ru m u n u zu n m akul görünm esini istiyorsanız, b ir ya d a iki dizeyi veya sa h ­ n ey i açık lam ak la yetinem ezsiniz. Ö teki d izele r ya da sah n e le rin çoğunun o ra d a n e işi olduğu h ak k ın d a bir şeyler söylem ek zorundasınız. Sizi Foucault Sarkacı yoru m u m u k ab u l etm eniz k o n u su n d a ikna e tm ek iste ­ sem , P aris’tek i d o ru k n o k ta sı W alpurgisnacht g ö rü n tü ­ sü ile İtaly a’daki şeftaliler ve dinozorlar arasına giren otuz dokuz sayfanın h esa b ın ı verm em gerekir. N azi iş­ 114

gali sırasın d ak i p artizan faaliyetlerine sürekli geri dö­ n ü şlerin ro lü n ü n ne olduğunu ayrıntılı olarak açık la­ m ak zo ru n d a kalırım . N eden in an cı yadsım a ân ın d an sonra, kitab ın son p arag rafların ın teh d it edici bir uyarı getirdiğini açıklam ak zorunda kalırım ; çü n k ü Casaubon p asto ral idilini, k en disini izleyen saplantılıların elindeki y ak ın ö lü m ü n ü önceden görerek bitirir. T üm b u n ları yapıp yapam ayacağım ı bilm iyorum . Üç ay boş v ak it ve m ütevazı b ir v akıf b u rsu verilse, bel­ ki de bu ve öteki n o k taların hep sin i ya da h em en h e p ­ sin i b irleştiren bir çizgi, Eco’yıı hâlâ yoldaş b ir p ra g m a­ tist o larak çizen b ir çizgi ortaya koyabilirdim . B elki de başarısız olup, Eco’n u n b en im k in d en daha önem li u ğ ­ ra şla rı o ld u ğ u n u ve b enim sap lan tım ın o n u n ilgilerini kapsay acak k ad a r esn e k olm adığını k abul etm em ge­ rekird i. S onuç n e olursa olsun, b en im Foucault S a rk a ­ cı y o ru m u m u n ciddiye alınm aya değer olup olm adığı­ n a k a ra r v erm ed en önce böyle b ir çizginin gerekli ol­ d u ğ u k o n u su n d a Eco’ya katılıyorum . A ncak belli bir o k u ru n bir m etn e olan saplantısı­ n ın ilk an d ak i, k ab a güce dayalı, in an d ırıcı olm ayan uygu lan ışı ile b u uygulam ayı incelikli ve in an d ırıcı h a ­ le g etirm e y ö n ü n d e sü rd ü rd ü ğ ü üç aylık çabanın ü r ü ­ n ü a ra sın d a k i ayrım ı k ab u l e tsek bile, b u n u “m etn in n iy eti” k av ram ı açısından betim lem em iz g erekir mi? Eco, bu niyetin, y o rum ları tek b ir doğru yorum a in d ir­ geyebileceğim iddia etm ediğini açıkça belirtiyor. Ş unu k ab u l etm esi bizim açım ızdan sevindirici bir şey: “S a­ yıların ın kaç olduğu v e han g ilerin in en iyileri olduğu k o n u su n d a bir h ü k m e varm aksızın, Joyce’u n [Ulysses’te] halıda birçok a ltern atif şekil y aratm ak üzere n a ­ sıl d av ran d ığ ın ı gösterebiliriz”. Böylece Eco, m etnin n iyetin i d ah a çok b ir Ö rn ek O kur’un, “sonsuz tah m in ­ ler denem eye h ak k ı olan b ir Ö rnek O kur”u n üretim i olarak düşünüyor. 115

Eco’n u n d eğ erlen d irm esin d e anlam adığım nokta, sözünü ettiğ i b u son ta h m in le rle m etn in n iy eti arasın ­ daki ilişki ü zerine görüşüdür. E ğer Ulysses m etni, h alı­ da bu lu n ab ilecek çok sayıda şekli ak lım d a ca n lan d ır­ m am ı sağlayabiliyorsa, m etn in içsel tu tarlılığ ı y apabi­ leceği tü m den etim i yapm ış m ıdır? Yoksa belirli bir şek lin g erçek ten de h alıd a olup olm adığını m erak edenlerin tepkilerin i de denetleyebilir mi? B irbiriyle yarış içindeki öneriler arasın d a seçim yapm a -e n iyi y orum u öteki y o ru m lard an ay ırm a- k o n u su n d a onlara yardım cı olabilir mi? Yeterli sayıda noktayı birbirine bağlayam ayan -çeşitli satırların ve sahnelerin işlevi h ak k ın d a yeterince soruyu yan ıtlay am ay an - rakip yo­ ru m ları re d d e ttik te n sonra, m etn in güçleri tükenm iş midir? Yoksa m etn in “b u çizgi g erçek ten de n o k tala­ rım d an birçoğunu birleştiriyor, ancak gene de b eni ta ­ m am en yanlış yoru m lu y or” tü rü n d e n şeyler söylem e­ sini sağlayan saklı g üçleri var m ıdır? H erhangi b ir m e tn in böyle b ir şey söyleyebileceğini kabul etm eye olan isteksizliğim i, Eco’n u n yazısındaki b ir bölüm de pekiştiriyor; şöyle diyor Eco: “M etin, y oru­ m un, kendi sonucu olarak k u rd u ğ u şey tem elinde k en ­ dini geçerli kılm ak şeklindeki dairesel çabası sürecinde oluşturduğu b ir n esn ed ir”. Biz pragm atistler b ir n esn e­ yi bu lm ak ile onu k u rm a k arasındaki ayrım ın bu şekil­ de bulandırılm asına bayılırız. Eco’nun “eski ve hâlâ g e ­ çerli yorum bilgisel d aire” adını verdiği şeyi y en id en b e­ tim lem esin d en hoşlanıyoruz. Ancak, m etinlerin yorum ­ lam a süreci içinde o luşturulduğu görüşü kabul edildi­ ğinde, n ed en bir m etn in içsel tutarlılığı eğretilem esini korum am ız gerektiğini anlayam ıyorum . Bir m etnin, yorum bilgisi çarkının son dönüşü sırasında h er nasılsa edindiği tutarlılık h er n e ise ona sahip olduğunu d ü şü ­ nüyo ru m , tıpkı b ir kil yığınının çöm lekçi ç a rk ın ın son dönüşünde h er nasılsa ed indiği tutarlılık gibi. 116

Bu yüzden, bir m etnin tutarlılığının o m etin b etim ­ lenm ed en önce sahip olduğu b ir şey olm adığını söyle­ m eyi yeğlerim , biz birleştirm eden önce n o k taların bir tu tarlılığ ın ın olm am ası gibi. M etnin tutarlılığı, birisinin b ir g ru p işa re t ya da g ü rü ltü h ak k ın d a söyleyecek il­ ginç bir şey b u lm ası dışın da bir şey değildir -o işaretle­ ri ve gürültüleri, h ak k ın d a konuşm ayı ilginç b u ld u ğ u ­ m uz öteki şeylerden bazılarıyla ilişkilendiren bir b e tim ­ lem e tarzı. (Örneğin, verili bir işaretler grubunu, İngiliz dilinin sözcükleri olarak, okunm ası çok zor işaretler olarak, b ir Joyce elyazm ası olarak, bir m ilyon dolar de­ ğerinde olarak, Ulysses'in ilk versiyonlarından biri ola­ rak, vb. betim leyebiliriz). Bu tutarlılık, bir şeyde içsel ya da dışsal olarak v ar değildir: Yalnızca o ân a k ad a r o işaretler h ak k ın d a söylenm iş olanların bir sonucudur. Görece ihtilafsız filoloji ve kitap gevezeliği alanından, görece ihtilaflı ed eb iy at tarihi ve ed eb iy at eleştirisi ala­ nına ilerlediğim izde, söylediklerim izin bizim ya da b a ş­ kaların ın d aha ö nce söyledikleriyle m ak u l ölçüde siste­ m atik çıkarım sal b ağ ın tıları olmalıdır. A ncak belirli bir am aca, belirli b ir anda bizim h er nasılsa sahip o ld u ğ u ­ m uz belirli b ir n iyete gönderm e dışında, h ak k ın d a k o ­ n u ştu ğ u m u z şey ile o n u n h ak k ın d a söylediklerim iz arasında bir çizgi çek m en in y ararı yoktur. Dolayısıyla, b u n la r Eco’n u n kullanıyorum ay rım ı­ n a karşı g etirm ek istediğim gözlemler. Şim di Eco’n u n y ap ıtıy la ilgili d ah a genel b ir gü çlü ğ e döneyim . Dille il­ gili o larak Eco’yu ya d a b aşk a h erh an g i b ir yazarı o k u ­ duğu m d a, b u n u doğal o larak kendi gözde dil felsefem ışığında yapıyorum -D onald D avidson’u n k ö k ten ci bir biçim de doğalcı ve b ü tü n sel görüşü ışığında. Böylece, Eco’n u n 1984 yılında yayım ladığı k itab ı Sem iotics a n d the Philosophy o f L a n g u age’i o k u d uğum da (Foucault Sa rka cı'n ı o k u d u k tan h em en sonra) ilk sorum şuydu: Eco, D avidsoncu h ak ik ate ne k a d a r yaklaşacak? 117

Davidson, Q uine’m dil ile olgu, göstergeler ile gös­ terge olm ayan im ler arasındaki ilginç felsefi ayrım ı red­ di çizgisinde ilerler. Foucault Sarkacı yorum um un -b u kitabı D aniel D ennett’in “ortak kodun tedavisi” adını verdiği yöntem le okuyuşum un-, “Intentio lectoris”de bulm uş olduğum onaylam am aya karşın, onaylanacağını um uyordum . Ç ünkü Eco’n u n en azından bir ölçüde “kod” kavram ına, 1970’lerin başında A Tkeory o f Semiotics’ı yazdığı zam ankinden daha az bağlı olacağını ortaya koyacağını um uyordum . Sem iotics and the Philosophy of Language’deki bazı bölüm ler um u d u m u artırıp, bazıları ise azalttı. Bir y a n d a n Eco’nun, göstergebilim i, gösterge ile im lenen şey arasındaki eşdeğerliği sözlüksü ilişkiler kapsam ında düşünm ek yerine, bir ansiklopedi içindeki labirentim si çıkarım sal ilişkiler kapsam ında d ü şü n m e­ miz gerektiği önerisi bana, doğru, bütünsel, Davidsoncu yöne işaret ediyor gibi göründü. Bir sözlüğün yalnızca kı­ lık değiştirm iş bir ansiklopedi olduğu ve “ansiklopedi benzeri herhangi bir anlam bilim in analiz ve sentez özel­ likleri arasm daki ayrım ı bulandırm ak zorunda olduğu”1 yönündeki gözlem ler de aynı şekilde göründü gözüme. Ö te yandan, Eco’n u n “g östergesel” olanla “b ilim ­ sel” olan ı b irb irin d en ayırm a k o n u su n d a neredeyse D iltheycı ısrarı başım a iş açtı2 - bu, Q uine’ın, Davidson’u n gö rü şü n e aykırı bir tutum du. Ü stelik, Eco hep göstergelerle m etin lerin öteki n esn e le rd en -kayalar, ağaçlar ve k u ark lar gibi n e sn e le rd e n - oldukça farklı ol­ d u k ların ı tartışılm az bir gerçek olarak alıyor g ö rü n ü ­ yordu. Bir n o k tad a şöyle yazıyor: Semiosis evreni, yani insan kültürü evreni, üçüncü tü r­ den bir labirent gibi yapılanmış olarak kavranmalıdır: (a) bir 1 Umberto Eco, Semiotics and the Philosophy o f Language (Bloomington, Ind., 1986), s. 73 ’ y.a.y., s, 10.

118

yorumlayanlar ağma göre yapılanmıştır; (b) gerçekte sonsuz­ dur, çünkü farklı kültürlerin gerçekleştirdiği çoğul yorumla­ rı göz önünde bulundurur... sonsuzdur, çünkü ansiklopedi hakkındaki her söylem ansiklopedinin daha önceki yapısını kuşkulu hale getirir; (c) yalnızca “hakikatleri” kaydetmez, da­ ha çok hakikat hakkında söylenenleri ya da hakiki olduğuna inanılan şeyleri kaydeder...1 Bu “sem iosis evreni... insan k ü ltü rü evreni” b etim ­ lemesi, bir b ü tü n olarak evrenin iyi bir tanım ı gibi görü­ nüyor. Benim görüşüm e göre, kayalar ve kuarklar, n e s ­ neleri onlardan söz ed erek yapm a şeklindeki yorum bilgisel süreç açısından d ah a yararlıdır. Kabul, kayalar ve kuark lar h ak k ın d a konuştuğum uzda, söylediğim iz şey­ lerden biri onların tarih sel olarak bizden önce geldikle­ ridir, ancak çoğunlukla b u n u kağıttaki işaretler h a k k ın ­ d a d a söyleriz. Böylece “y apm a”, kayalar için de işaret­ ler için de doğru sözcük değildir, “b u lm a”nın doğru söz­ cük olm adığı gibi. Tam olarak yapm ayız onları, ta m ola­ rak bulm ayız da. Yaptığımız şey, “k ay a”, “k u a rk ”, “işa­ r e t”, “g ü rü ltü ”, “tü m c e ”, “m etin ”, “e ğretilem e”, vb. işa­ retler ya da g ü rü ltü ler içeren tüm celeri dile getirm ekle uyaranlara tep k i verm ektir. Sonra b u n lard a n başka tümceler, o başka tü m celer­ den b aşk a tüm celer, vb. çıkarırız potansiyel olarak kesinlem elerden oluşan sonsuz bir labirent oluşturarak. Bu kesihlem eler h er zam an yeni uyaranlarca değiştiri­ lebilir, ancak asla o u y aranlara bağlı kalarak denetlene­ mezler, ansiklopedi dışındaki bir şeyin içsel tutarlılığın ­ ca den etlen m eleri ise d ah a da olanaksızdır. A nsiklopedi kendi d ışın d ak i şeylerce değiştirilebilir, ancak yalnızca kendi p arçaları başka parçalarla k arşılaştırılm ak su re­ tiyle denetlenebilir. H er n e k adar bir nesne bir tüm ceyi kesinlem enize son verm eye yol açabilecek olsa da, bir 1y.cı.y., s, 83-84.

119

tüm ceyi bir nesneye bağlı kalarak denetleyem ezsiniz. Bir tüm ceyi an c ak b aşk a tüm celere - b u tü m cen in çeşit­ li labirentim si çıkarım sal ilişkilerle bağlı olduğu tü m c e ­ lere bağlı k alarak denetleyebilirsiniz. Doğa ile kültür, d il ile olgu, sem iosis evreni ile b a ş­ ka bir evren arasın d a felsefi olarak ilginç b ir çizgi çe k ­ m en in bu reddi, Dewey ve D avidson ile birlikte, bilgiyi kesin tem sil olarak, göstergeleri gösterge olm ayan im ­ lerle doğru ilişkiler içinde sıralanm ış olarak d ü şü n m e­ yi bir yana b ıraktığınızda vardığınız noktadır. Ç ünkü aynı zam anda nesn ey i onun h ak k ın d a söylediğiniz şeyden, gösterileni göstergeden, dili ü stdilden ayırabi­ leceğinizi düşü n m ey i de bir yana bırakırsınız -b ir d u ­ ru m dışında: a d hoc olarak, belirli bir am aca yardım am acıyla. Eco’n u n yorum bilgisel daire h a k k ın d a söyle­ dikleri, o n u n özcü g ö rü n en yorum ile kullanım ay rım ı­ nın ilk b akışta ima ed eceğ in d en d ah a çok bu iddiaya yakınlık duyabileceğini d ü şü n m ey e teşvik ediyor beni. Bu pasajlar, Eco’n u n g ü n ü n b irin d e y o ru m u n baştan aşağı p rag m atik bir değerlendirm esini, yorum ile kul­ lanım ı birbiriyle k arşıtlam ay an bir değ erlen d irm esin i su n m ak ü zere S ta n ley Fish ile Jeffrey S to u t’a k a tılm a­ yı isteyebileceğini d ü şü n m e cesareti veriyor bana. E co’n u n d ü şü n ce sin in b e n i b u n u d ü şü n m ey e te ş ­ v ik e d e n bir b a şk a yönü, yapıçözücü edebiyat eleştirisi h a k k ın d a söyledikleridir. Ç ünkü, Eco’n u n b u tü r eleş­ tiri h ak k ın d a söylediği şeylerden birçoğu, biz Davidsoncular v e F ishcilerin yapıçözücü eleştiri h ak k ın d a söylediklerim ize p aralellik gösteriyor. “In te n tio lectoris”in son p arag rafların d a Eco şöyle diyor: “D errida’ n ın su n d u ğ u yapıçözüm örn ek lerin d en birçoğu, m etni y o ru m lam ak am acıyla değil, sınırsız sem iosisin n e çok dil ü reteb ileceğ in i g ö sterm ek am acıyla g erçekleştiril­ m iş m etin-öncesi o k u m alard ır”. Eco’n u n h ak lı olduğu ııu d ü şü n ü y o ru m , Eco şu n u söylediğinde de haklıdır: 120

M akul bir felsefi pratik, edebiyat eleştirisin in bir modeli ve m etin y o ru m u n d a yeni bir eğilim olarak görülm üştür... B u­ n u n g erçekleştiğini kab u l etm ek ve n e d e n gerçekleşm em esi g ere k tiğ in i gösterm ek bizim kuram sal görevim izdir.1

Bu talihsiz şeyin n ed e n gerçekleştiğiyle ilgili h e r­ hangi bir açıklam a, bizi e r geç P aul de M an’ın yapıtına ve etk isin e geri götürecektir. Prof. K erm ode’u n Derrida ile P aul de M an’ın “k u ram a g erçek bir itib a r k azan ­ d ıra n ” iki kişi oldukları görüşüne katılıyorum . Ancak bu iki k işin in k u ram sal b ak ışların d a önem li bir fark lı­ lık olduğunu v u rg u lam an ın da ö n em li o lduğunu d ü ş ü ­ nüyorum . K endi o k u m am a d ay anarak söylem em gere­ kirse, D errida felsefeyi h içbir zam an Paul de M an k a ­ dar ciddiye alm am aktadır, dili Paul d e Man ın yaptığı gibi “yazınsal” a d ı verilen tü r ile bir başka tü re ayırm a isteği d e yoktur. Özellikle, D errida, Eco’nun “sem iosis ev ren i” adını verd iğ i şey ile bir başka evren arasındaki -k ü ltü r ile doğa a ra sın d a k i- m etafizik ayrım ı, Paul d e M an k a d a r ciddiye almaz. P aul d e Man, “yönelim sel n esn eler” ile “doğal n esn e le r” arasın d ak i sta n d a rt Diltheycı ayrım dan geniş ölçüde yararlanır. Dil ve “ev ren ­ sel sem iosis”in yol açtığı dilin olası tu tarsızlık tehdidi ile v arsay ım sal o larak tu ta rlı ve te h d it edilm em iş k ay a­ lar ve ku ark ları k a rşıtla m a k ta ısrar eder.2 D avidson gi bi D errida da, bu ayrım ları Batı m ezafizik geleneğinin kalın tıları olarak d eğ e rle n d ire re k onlardan uzak d u ru r B una karşın, Paul de M an söz konusu ayrım ları oku ­ m ayla ilgili g ö rü şü n ü n tem eli h alin e getirir. 1Eco, “Intentio lecoris”, s. 166. * Paul de Man’ın “doğal nesneler” ile “yönelimli nesneler” arasında yaptığı doğ­ rudan Husserlci ayrım için bkz. Paul de Man, Dlindnessand Insight (Minneapolis, 2. basım, 1983), s. 24. Bu, D errida’nın sorgulamaksızm geçilmesini pek kabul etmeyeceği bir karşıtlıktır. Ayrıca Paul de Man’ın “dil” ile “fenomenal dünya”yı karşıtladığı The Resistance to Theory (Minneapolis, 1986), s. l l ’e ve “bilimsel” metinlerle “eleştirel” metinleri karşıtladığı Dlindness, s. 110’a bakınız.

121

Biz pragm atistler, Paul de M an’ın bu D iltheycı no­ tayı çalm am ış ve edebiyat yorum u için yol gösterici il­ keler ortaya koyabilecek olan “felsefe” adlı b ir k ü ltü r alanı old u ğ u n u önerm em iş olm asını dilerdik. Daha öz­ gül olarak, bu yol gösterici ilkeleri izlem ek suretiyle, bir m etn in gerçek ten “ne h ak k ın d a” old u ğ u n u bulabi­ leceğim iz fikrini teşvik etm em iş olm asını dilerdik. Ç ünkü k an ım ca D errid a’nm m etafizikle ilgili yazd ık la­ rını o k um anın bize Eco’n u n “edebiyat eleştirisi için bir m odel” ad ın ı verdiği şey i vereceği şeklindeki talihsiz fikirden bu tü r fikirlerin egem enliği sorum ludur. De Man, “yapıçözücü y ö n te m ” diye yararlı bir şeyin old u ­ ğu şek lin d ek i talihsiz fikre yardım cı olm uş ve onun yaygınlaşm asını sağlam ıştır. Biz p rag m atistler için, belirli bir m etn in gerçekten h ak k ın d a olduğu bir şeyin var olduğu, b ir yöntem in kesin uyg u lam asın ın açığa çıkaracağı bir şeyin v ar ol­ duğu kavram ı, şu A ristotelesçi fikir kad ar kötüdür: Bir tözün, yalnızca g ö rünüşte, ilineksel veya b ağıntısal ola rak olduğuna k arşıt olarak, gerçekten, içsel olarak ol­ d u ğ u bir şey vardır. Bir yorum cunun bir m etn in g e r­ çe k te n ne yaptığını k eşfetm iş olduğu düşüncesi -sö z­ gelimi, o n u n gerçekten ideolojik bir yapıyı açığa çık ar­ dığı ya da b atı m etafiziğinin hiyerarşik karşıtlıklarını gerçekten yapıçözüm üne uğrattığ ı (yalnızca b u am aç­ larla kullanılabildiği değil d e)- biz p ra g m a tistler için gene bir okültizm dir. K odun kırılm ış olduğu ve böylece Gerçekten N eler O luyor'un o rtaya çıkarıldığı y ö n ü n ­ de bir başka iddiadır Eco’n u n Foucault S a rka cı’nda hicvettiğini g ö rd ü ğ ü m şeyin bir başka örneğidir. A ncak m etin lerin g erçek ten de belirli bir şey h a k ­ k ın d a oldukları fik rin e k a rşı olm ak, belirli bir y o ru ­ m un olasılıkla “m etn in içsel tu tarlılığ ı”na saygı n ed e­ niyle o şeyin ne o ld u ğ u n u bulabileceği fikrine d e karşı olm ak an lam ına gelir. D aha genel olarak, m etnin, b aş­ 122

langıçta o n u n h ak k ın d a söylem e eğilim i gösterdiğiniz şey k o n u su n d a kendinizi ya da başkalarını ikna e tm e ­ yi görece güç ya da görece kolay k ılan u y a ra n la r su n ­ m ak dışında ne istediği h ak k ın d a size bir şey söyleye­ bileceği fikrine karşı olm ak dem ektir. Bu yüzden, Eco’n u n Hillis M iller’ı alıntılayıp, M iller’ın şu gö rü şü ­ ne katıldığını belirttiğ in i görm ek beni tedirgin ediyor: “Yapıçözücü eleştirin in okum aları, bir k u ra m ın öznelli­ ğinin m etin le r ü zerine istençli o larak dayatılm ası de­ ğildir, m etin lerin k endilerince zorla kabul ettirilm iş o k u m alard ır”.1 B enim ku lağım a bu şöyle bir şey söyle­ m ek gibi geliyor: Vidaları çık arm ak üzere tornavidayı kullan m am “to rn av id an ın kendisince zorla kabul etti­ rilm e k te d ir”; oysa tornavidayı karto n kutularda delik açm ak için kullanışım “öznelliğin istençli dayatılm asıd ır”. M iller gibi b ir yapıçözücünün, diye d ü şü n ü rü m ben, bu öznellik-nesnellik ayrım ını getirm eye Fish, S to u t ve b en im gib i p rag m atistlerd en d ah a fazla hakkı yoktur. Yorum bilgisel daireyi Eco k ad ar ciddiye alan insanlar, b a n a öyle geliyor ki, aynı zam anda ondan ka­ çıyorlar. Bu noktayı d aha ayrıntılı olarak ele alm ak için, to r­ navidayı bir y ana bırakıp, daha iyi b ir örnek kullana­ yım. Bir ö rn ek olarak to rnavidaları k ullanm anın güçlü­ ğü, k im sen in “onların nasıl işlediğini bulm a” üzerine konuşm am ası; oysa gerek Eco gerek M iller m etinler hakk ın d a b u tarzd a konuşuyorlar. Bu yüzden, izninizle b ir bilgisayar program ı ö rn eğ in i kullanayım . D enem e­ ler yazm ak için belirli b ir kelim e işlem ci program ını kullanıyorsam , kim se istençli olarak öznelliğim i dayat­ tığımı söylem eyecektir. A ncak eğer b u program ı hiçbir biçim de am açlanm adığı ve kullanım ının kö tü sonuçlar vereceği bir işte, sözgelim i gelir vergisi form um u ha­ 1J. Hillis Miller, “Theory and praclice”, Critical Inquiry 6 (1980), s. 611; aktaran Eco, “Intentio operis”, s. 163.

123

zırlam ak için k u llanırsam , o program ın çileden çıkm ış yazıcısı anlaşılır bir şek ild e b u n u söyleyebilir. P ro g ra­ m ın yazıcısı, program ının nasıl çalıştığı k o n u su n d a d a ­ ha ayrıntılı bilgiler v ererek, program ı o lu ştu ran çeşitli altyordam lar1 kon u su n d a, o nların m ü k em m el içsel tu ­ tarlılığı ve tablolam ayla hesap y ap m a am açları açısın­ d an son derece elverişsiz oldukları h ak k ın d a bilgiler v ererek bu g ö rü şü n ü açabilir. G ene de, b ir program cı­ nın b u n u yapm ası tu h a f olurdu. O nun argüm anını a n ­ lam ak için, çeşitli altyordam ları nasıl zekice ta sa rım la ­ dığını bilm em gerek m ez, hele b u n la rın BASIC’te ya da bir başka derleyici dilde nasıl g ö rü n d ü k lerin i bilm em hiç gerekm ez. P ro g ram cının tüm yapm ası gereken, vergi form unu hazırlam ak için gerekli tablolam alarla hesaplam aları onun p ro gram ından ancak son derece güç ve sıkıcı bir dizi işlemle, doğru am aç için doğru aleti kullanm am d u ru m u n d a kaçınabileceğim işlem ­ lerle elde edebileceğim e işaret etm ektir. Bu örnek, aynı eleştiriyi bir yandan Eco ile ilgili olarak, öte y an d an da M iller v e Paul d e M an’la ilgili ola­ rak yap m am a yardım cı oluyor. Ç ünkü bu ö rn e k te n çı­ karılacak hisse şudur: E linizdeki belirli am aç için ge­ reksindiğinizden daha çok kesinliği ya da genelliği ara­ m am alısınız. İşleyiş biçim ini çözüm lem ek üzere göstergebilim i k u llan arak “m etin lerin nasıl işlediği” h ak kın d a bir şey ler öğrenebileceğiniz fikrini, belli kelim e işlemci altyordam larını BASIC’te yazm ak gibi görüyo­ rum : İsterseniz yapabilirsiniz bunu, ancak edebiyat eleştirm en lerin i gü d ü ley en am açların birçoğu açısın­ dan, buna n ed en kafa y o rm anız g erek tiğ i açık değildir. Paul de M an’ın “yazınsal dil” adını verdiği şeyin işlevi nin geleneksel m etafizik karşıtlık ların çözülm esi ve bu niteliğiyle o k u m a n ın bu çözülm eyi hızlandırm ayla ilgi­ ' Altyordam (subrouline): Bilgisayar programı içinde, belli bir işlemi yapacak ko­ mutları içeren ve yazılım içinde yinelenerek kullanılabilen kısım. (Ç.N.)

124

li bir işlevi olduğu fikrini, bilgisayarınızda n eler oldu­ ğ u n u n k u an tu m -m ek a n ik b etim lem esinin, genel ola­ rak program ların doğasını anlam anıza yardım cı olaca­ ğı iddiasına benzer görüyorum . Bir b aşk a deyişle, g erek “m etin sel m ekanizm alar” h ak k ın d a d aha çok şey bilm enin ed eb iy at eleştirisi için zaruri olduğu şeklindeki yapısalcı fikre, gerek m etafi­ zik h iy era rşilerin varlığını ya da yık ım ın ı araştırm an ın zaru ri olduğu şek lin d ek i yapısalcılık-sonrası fik re g ü ­ venm iyorum . M etinsel ü re tim in m ekanizm alarını ya d a m etafiziği bilm ek elbette kim i zam an yararlı olabi­ lir. Eco’y u ya da D errid a’yı o k um uş olm ak, bir m etin h a k k ın d a b aşk a tü rlü söyleyem eyeceğiniz ilginç bir şeyler sağlayacaktır size. A ncak bu sizi, Marx, FYeud, M atth ew A rnold ya da ER. Leavis o k u m ay a oranla, m e ­ tin d e gerçekten n eler olup bittiği k o n u su n a d ah a çok y ak laştırm ay acak tır. Bu ek okum aların her biri yalnız­ ca m etn i yerleştirebileceğiniz b ir bağlam d ah a sunar -ü s tü n e koyabileceğiniz bir şablon ya da yan ın a koya­ bileceğiniz bir paradigm a daha. Bu bilgilerden hiçbiri size m etin lerin doğası ya da oku m an ın doğası h a k k ın ­ d a bir şey söylem ez; çü n k ü bu ikisinin de bir doğası yoktur. M etinleri okum ak, onları öteki m etinlerin, in san la­ rın, saplantıların, bilgilerin ya d a h er neyse işte, ışığın­ d a ok u m ak ve sonra ne o ld u ğ u n u gö rm ek m eselesidir. Olan şey, k afay a takm ayı değm eyecek denli tu h af ve nevi şah sın a m ü n h asır olabilir olasılıkla benim Foucault Sarkacı okum am örneğinde olduğu gibi. Ya da D e rrid a’nın Freud ile H eid eg g er’i veya K erm ode’un Em pson ile H eidegger’i y an y an a koyduğunda olduğu gibi, heyecan verici ve ik na edici olabilir. Öylesine h e ­ yecan verici ve ik n a edici olabilir ki, insan artık belirli bir m etn in gerçekten ne h a k k ın d a olduğunu gördüğü yanılsam asın a kapılabilir. Ancak heyecan veren ve ik­ 125

n a eden şey, heyecan d u y an ve ikna olunan kim selerin g erek sin m elerin in ve am açlarının b ir sonucudur. Bu yüzden, k u llan m a ile y orum lam a arasın d ak i ayrım ı ıs­ kartay a çık arm ak ve yalnızca farklı in san ların farklı am açlar için k u llan ım ları arasın d a ayrım yapm ak bana d ah a b asit geliyor. (Kanımca en ikna edici biçim de Fish tarafından g e ­ tirilen) bu öneriye d iren c in iki kaynağı olduğunu san ı­ yorum . Biri, A ristoteles’e u za n an felsefe geleneğidir; bu gelenek, n e yapm ak gerektiği h ak k ın d a k i pratik d ü ­ şü n m e ile h a k ik a ti keşfetm e girişim leri arasın d a b ü ­ y ü k bir fark o lduğunu söyler. B ern ard W illiams, Davidson ile beni eleştirm ek üzere şunu söylediğinde bu ge­ leneği akla getiriyor: “Şeylerin nasıl olduğunu d ü şü n ­ m ek le aynı şey olm ayan bir p ra tik akıl y ü rü tm e ya da dü şü n m e vardır... Bu, bariz olarak ay n ı şey değildir...”1 İkinci kaynak, değer ile onur arasın d a bir ayrım yaptı­ ğında K ant’ın ortaya koyduğu sezgiler grubudur. Kant, n esn elerin değeri, in sanların ise onuru olduğunu söyle­ miştir. Bu am aç açısından, m etinler saygıdeğer kişiler­ dir. O nları yalnızca k u llanm ak -o n ları aynı zam anda kendi içlerinde b irer am aç olarak değil, yalnızca birer araç olarak ele alm ak - ahlak dışı d av ran m ak olur. Bir başk a yazım da A ristoteles’in p ra tik k uram ı ile K an t’ın ihtiyat-ahlak ayrım larını kıyasıya eleştirm iştim , burada kendim i yinelem em eye çalışacağım . B u n u n yerine, h er iki ayrım dan da n e le rin kurtarılabileceğini kısaca söy­ lem ek istiyorum . Ç ünkü kanım ca bu iki yararsız ayrı­ m ın belli belirsiz gösterdiği yararlı bir ayrım vardır; bu, b ir kişi, şey y a d a m etin d en önceden ne alm ak istediği­ nizi bilm ek ile o kişi, şey ya d a m etn in size farklı b ir şey istem e k o n u su n d a yardım cı olacağını u m m ak - b u kişi, şey y a da m etn in am açlarınızı v e böylece yaşam ınızı d e ­ 1 Bernard Williams, Ethics and the L im itso f Phüosophy (Cambridge, MA, 1985), s. 135.

126

ğiştirm eye yardım cı olm asını u m m ak - arasındaki ay­ rımdır. S anıyorum b u ayrım , m etin lerin yöntem sel okunm ası ile esinlenm eli okunm ası arasındaki farkı ay­ dınlatm am ıza yardım cı olacaktır. Y öntem sel o k u m alar tip ik olarak, K erm ode’un Valery’yi izleyerek “şiir iştih a sı” adını verdiği şeyden yoksun o lanların ü re ttiğ i okum alardır.1 Ö rneğin bu, ge­ çenlerde o kum ak için b ü y ü k b ir çaba sarf ettiğim , Conra d ’ın K aranlığın Yüreği üzerine okum alar d erlem e­ sinden elde ettiğ in iz şeydir -d erlem ed e, bir psikanalitik okum a, bir okur-yönelim li okum a, b ir fem inist oku­ ma, b ir yapıçözücü okum a ve bir y en i tarihselci okum a yer alıyor. G örebildiğim kadarıyla, K aranlığın Yüreği bu ok u rlard an h içbirini k en d in d en geçirm em iş ya da sarsm am ıştı. K itabın onlarda b ü y ü k b ir değişiklik ya­ rattığı, Kurtz, M arlow ya da M arlow’u n n eh rin kıyısın­ d a gördüğü “m iğferli k afası ve g üneş yanığı y an ak ları’’ olan k ad ın ın onları pek ilgilendirdiği d u y g u su n u edin­ m edim . Bu in san lar ve bu kitap, b u o k u rların am açla­ rını, m ikroskop altındaki örneğin dokubilim cinin am a­ cını d eğ iştirdiğinden d ah a fazla değiştirm em işti. İn sa n ın zam an zam an “esinlenm eli” adını verm ek istediği yöntem sel olm ayan eleştiri, eleştirm en in kim olduğu, neye yaradığı, kendisiyle ne yapm ak istediğiy­ le ilgili kavrayışında bir değişiklik y aratan bir yazar, ka­ rakter, olay örgüsü, kıta, dize ya da arkaik heykel göv­ desi ile k arşılaşm an ın -eleştirm enin önceliklerini ve am açlarını yeniden düzenleyen bir k arşılaşm a n ın - so­ nucudur. Böyle bir eleştiri, yazarı ya da m etn i b ir tü rü yineleyen bir örnek olarak değil, daha önce kabul edil­ m iş b ir taksonom iyi değiştirm ek ya d a daha önce anla­ tılm ış bir öyküye yeni bir yön verm ek için bir fırsat ola­ rak kullanır. Yazara ya da m etne olan saygısı bir iııtentio ya da içsel bir yapıya olan bir saygı m eselesi değildir. 1Bkz. JVank Kermode, An Appetite fo r Poetry (Cambridge, MA, 1989), s. 26-27.

127

G erçekten de, “saygı” yanlış sözcüktür. “Sevgi” ya da “n efret” d aha iyi olurdu; çü n k ü b ü y ü k bir sevgi ya da büyük bir tiksinti, am açlarım ızı değiştirerek, daha son­ ra rastlayacağım ız insanları, n esneleri ve m etin leri k u l­ lanm a biçim lerim izi d eğ iştirerek bizi d eğ iştiren bir şey­ dir. Sevgi ve nefret, Foucault S a rka c ı'm kendi pragm atik am acım için tanınabilir, kutlanabilir tü rd en olağa­ nüstü bir örnek olarak kullandığım da Eco’yla paylaştı­ ğımı hayal ettiğim neşeli yoldaşlıktan oldukça farklıdır. B ü tü n bunları söylerken, Profesör C uller’ın b elirt­ tiği gibi, en u ygun nitelem eyle “k u ra m ”’ adı verilen tü ­ re karşı “g eleneksel h ü m a n ist ele ştiri”d e n yana tavır oluyor gibi görünebilirim . Son zam an lard a b u tü r eleş­ tirin in oldukça sert bir eleştiriy e m aruz bırakıldığını düşü n sem de, n iy etim bu değil. Ç ünkü öncelikle, h ü ­ m an ist eleştirinin b üyük bir bölüm ü özcüydü -in san doğasına kazınm ış, edebiyatın kazıyarak bize göstere­ ceği derin, kalıcı şeyler olduğuna inanıyordu. Bu, biz p rag m a tistlerin teşvik etm ek istediğim iz inanç değil­ dir. İkinci olarak, “k u ra m ” adını verdiğim iz tür, İngiliz­ ce k o n u şan dünyada, b aşk a tü rlü kaçırabileceğim iz birçok birinci sın ıf kitab ı okum am ıza fırsat sağlayarak çok hayırlı bir iş yaptı -örneğin, H eidegger ile Derrid a’nın kitapları. K anım ca, “k u ra m ”ın yapm adığı şey, bir okum a yöntem i ya da H illis M iller’in deyişiyle bir “okum a etiği” sağlam aktır. Biz p rag m atistler bunu hiç­ bir zam an hiç k im sen in yapam ayacağını düşünüyoruz. B u n lard an h erh an g i birini y ap m ay a çalıştığım ızda, H eidegger ile D errid a’nın bize anlatm aya çalıştığı şeye ih an et etm iş; kodları kırm aya, g erçeklik ile görünüşü b irb irin d en ayırm aya, d o ğru y u bulm a ile yararlı k ılm a­ yı gereksiz yere b irb irin d en ayırm aya yönelik eski o k ü ltist dü rtü y e boyun eğm iş oluruz. 1 1 Bkz. Jonathar» Culler, Praming the Sign: eriticisin and its Institutions (Norman, Oklahoma, 1988), s. 15.

128

5

Aşırı Yorumun Savunusu JONATHAN CULLER

R ichard R orty’n in bu kitaptaki denem esi, Umberto Eco’n u n konferan slarına bir yanıt olm aktan çok, Eco’n u n “In te n tio operis” başlıklı daha önceki bir yazı­ sının yoru m u d u r; “In ten tio operis”te bu k o nferanslar­ da izlenenden bir ölçüde farklı bir argüm an geliştirili­ yordu. Ben U m berto Eco’n u n konferansları üzerine, “Yorum ve A şırı Yorum ” üzerine yorum da b u lu n m ak istiyorum , a n c a k sonra Profesör R orty’n in değ erlen d ir­ m esinde ortaya koyduğu n o ktalardan bazılarına döne ceğim . P rag m atistin , bizi, R o rty ’nin söylediği gibi “h e r­ hangi bir k im sen in h erh an g i bir şeyle ilgili yaptığı tek şeyin, onu k u lla n m a k ” olduğu m utlu bir m onizm içine y erleştirerek , tüm eski sorunlar ve ayrım ların bir yana bırak ılabileceği k an ısın ın , yalınlık gibi bir erdem i var, ancak U m berto Eco ve birçok b aşk asın ın uğraştığ ı tü r­ den sorunları -b ir m etnin, o m etni yorum larken kulla­ nılan kavram sal çerçeveye nasıl m eydan okuyabileceği sorusu d a dahil olm ak üzere göz ardı etm ek gibi bir güçlüğü de b erab erin d e getiriyor. K anım ca bunlar, prag m atistin kafaya takm am a ve yalnızca yorum dan Yorum ve Aşırı Yorum

129/9

zevk alm a önerisiyle ortadan kalkacak sorunlar değil­ dir. A ncak bu konulara d aha sonra döneceğim . Bu sem in ere katılm ak üzere davet edildiğim de ve k o nferan slar dizisinin b aşlığının “Yorum ve Aşırı Yo­ ru m ” old u ğ u n u öğrendiğim de, bir biçim de rolüm ün ne olacağını sezm iştim : A şırı yorum u savunm ak. Um berto Eco’yu birçok ko n feran sta dinlediğim ve aşırı yorum adını verm eyi kararlaştırdığı h er ne ise onun alaya alınm ası k o n u su n d a zekâsını ve am ansız anlatı b ec eri­ sini nasıl kullan acağ ın ı iyi bildiğim için, aşırı yorum u sav u n m an ın bir hayli sıkıntı verici olabileceğini g ö re­ biliyordum , ancak aslına bakılırsa b an a d ü şen rolü, il­ ke o larak aşırı y o rum u savunm ayı k ab u l ettiğ im d en m utlu y u m . Y orum un k en d isin in savunuya gerek sin im i yok­ tur; yorum her zam an bizim ledir, ancak birçok e n te le k ­ tü el etk in lik gibi, yorum ancak en uç n o k tasın a vardırıldığında ilginç olur. Bir uzlaşm ayı öngören ölçülü yo­ rum , bazı koşullarda değerli olabilse de, p ek ilginç d e ­ ğildir. B u g ö rüşün iyi b ir ifadesini şu gözlem de b u lu ­ nan G.K. C hesterton dile getirir: ‘Ya eleştiri h içb ir bi­ çim de iyi d eğ ildir (tam am en savunulabilir bir önerm e) ya da eleştiri tam da yazarı zıvanadan çık aracak şeyle­ ri söylem ek an lam ına g elir”. D aha sonra vurgulayacağım gibi, edebiyat y ap ıtla­ rının yorum larının üretilişi, ed eb iy at çalışm alarının en yüce hedefi olarak dü şü n ülm em elidir, h ele tek hedefi olarak h iç d ü şü n ü lm em elidir; ancak eğer eleştirm en ­ ler yo rum lar ü zerin d e çalışıp b unları önereceklerse, o zam an yorum sal b askılarını olabildiğince uygulam ala­ rı, dü şü n celerin i gidebileceği y ere k ad a r götürm eleri gerekir. B irçok “u ç” yorum un, birçok ölçülü yorum gi­ bi, ik n a edici olm adıkları, fazladan, konu dışı ya da sı­ kıcı oldukları için hiç ku şkusuz pek az etkisi olacaktır; ancak b u n lar uç yorum larsa, kanım ca, “m ak u l” ya da 130

ölçülü kalm aya çaba gösterm elerine oranla, d ah a önce fark edilm em iş ya da üzerinde d ü şü n ü lm em iş b ağ ın tı­ ları ya da im aları ortaya çıkarm a k o n u su n d a daha faz­ la şansları olacaktır. U m berto Eco ne d erse desin, şu n u da ekleyeyim ki, onun bu üç k o n feran sta y aptığı şey, b u n u n yanı sıra rom an ların d a ve göstergebilim kuram ı yapıtlarında yazdıkları, onu “Giz Y andaşları” adını verdiği kişilere çeken h e rm e tik ru h u n u n derinliklerinde, o n u n da “m ak u l”, ölçülü yorum a oranla aşırı y o ru m u n daha il­ ginç ve en tele k tü e l açıdan d a h a değ erli old u ğ u n a in an ­ dığı kanısına vardırıyor beni. “Aşırı y o ru m ”u n büyük çekiciliğine k ap ılm am ış hiç kimse, onun rom anlarına can veren k arak terleri ve yorum sal saplantıları yarata­ mazdı. B urada bir araya getirilen konferanslarında, D a n te’nin m akul, uygun, ölçülü b ir y o ru m u n u n ne söy­ lediğini bize an latm ak ü zere hiç zam an harcam azken, D an te’yle ilgili on d o k u zu n cu yüzyıla ait olağandışı Gül-Haç y o ru m u n u yen iden canlandırm ak, ona hayat verm ek üzere epey zam an harcıyor -E c o ’n u n dediği gi­ bi, edebiyat eleştirisi üzerinde bir etkisi olm am ış ve Eco ortaya çıkarıp, öğrencilerini bu ilginç göstergebilim sel p ratik üzerinde çalışm aya yönlendirene kadar tam am en göz ard ı edilm iş bir yorum bu. A ncak yorum ve aşırı yorum h ak k ın d a d ü şü n m ed e h e rh a n g i bir ilerlem e k ay d etm ek istersek , biraz d u ru p bir ölçüde yan lı olan bu k arşıtlığ ın ü zerin d e d u rm alı­ yız. “Aşırı y o ru m ” fik ri yalnızca n ey in yeğleneceği so­ ru s u n u so rd u rm a k la kalm ıyor, k a n ım c a P rofesör Eco’n u n d eğ in m ek istediği sorunları yak alam ad a da başarısız oluyor. A şım yo rum u, aşırı yem e gibi d ü şü n e ­ biliriz: Yerinde y em e ya da y e rin d e yorum lam a vardır, ancak bazı in san lar du rm aları gereken no k tad a d u r­ mazlar. G etireceği kö tü sonuçlarla, yem eyi ya da yo­ rum lam ay ı aşırıya v aran a d ek sü rd ü rü rler; U m berto 131

Eco’n u n ikinci k o n feran sın d a verdiği iki an a örneği göz ö n ü n d e b u lu n d u ru n . R o ssetti’n in D ante üzerine yazısı, norm al, u y g u n b ir yo ru m lam a ü re tm e m iş ve çok ö teye gitm iş, çok fazla yorum lam ış ya da aşırı yo­ rum lam ıştır. B u n u n tersin e, b en im anladığım a göre, en azından, R ossetti’n in D an te y o ru m u n u bozan iki so ru n vardır; b u n ların birleşim i ölüm cül olm uş ve Profesör Eco ta ra fın d a n g ü n d em e getirilinceye k ad a r R osset­ ti’n in ih m al edilm esine yol açm ıştır. İlk olarak, Rossetti aslın d a D a n te ’de h içbir biçim de belirm eyen ve bir bölüm ü -sözgelim i, P elik an - şiirin bir y erin d e seyrek olarak b eliren b ir izleğin öğelerinden bir Gül-Haç tem a tiğ i çıkarm aya kalkışm ıştır, dolayısıyla b u arg ü m an ikna edici değildir. İkinci olarak, (gösterm eyi b aşa ra­ m adığı) b u izlek lerin önem ini, bu k o n u d a bağım sız bir k a n ıt y o k k en , sözde d ah a önceki bir geleneğin etk isi olarak açıklam aya çalışm ıştır. B u ra d a k i so ru n a aşırı yorum d em ek y erin d e olm az, olsa olsa y etersiz y orum d en e b ilir buna: Ş iirin yeterli say ıd a öğesini yorum layam am a v e gizli G ül-H aççılık bulm ak, olası etk i ilişkile­ rin i b elirlem ek am acıyla g erçek önceki m etin lere b a ­ kam am a. Profesör Eco’n u n ikinci ko n feran sın d a su n d u ğ u ikinci örnek, W ordsworth’ü n “A slu m b er did m y spirit seal” (Sakin b ir u y k u m ü h ü rled i ru h u m u ) şiirinin Geoffrey H artm an tarafın d an yapılm ış tam am en zarar­ sız b ir edebi yorum udur. D üzdeğişm ece yoluyla -Yale Ü niversitesi’n d e yapıçözücü okum ayla u ğ ra şan P aul de M an, B arbara Jo h n so n , J. Hillis M iller ve Jacques D errida gibi in san larla olan birlikteliği y oluyla- yapıçözücülü k le b ağ lan tılı olan H artm an, bu ö rn e k te yazınsal duyarlılık o larak b ilin e n oldukça g elen ek sel bir y ö n ­ tem sergilem ektedir: B ir dizede başka dizelerin, söz­ cüklerin y a d a im gelerin y an k ıların ı duym ak. Sözgeli­ mi, “d iu rn a l” (g ü n lü k ) sözcüğünde -g e rç e k te n de 132

W ordsw orth’ü n yalın söyleyişi bağlam ında göze çarpan L atince kökenli bir sö zc ü k - H a rtm a n b ir cenaze izleğinin im alarını, p o tansiyel b ir söz o y u n u n u bu lu r: “dieum -a Y ’ (d ie: ölm ek; u ra : ölü k ü llerin in saklandığı kap). Ve u y ak lı fea rs (korkular), hears (duyar), years (yıllar) sözcükler dizisinden, k en d i deyişiyle “potansiyel ola­ ra k çağrıştırılan” tears (gözyaşları) sözcüğünü çıkartır. Bu y u m u şak , ölçülü yorum pasajı, ancak H artm an güç­ lü iddialarda b u lu n sa bir aşırı y orum niteliği k azan ab i­ lirdi -sözgelim i, ağaçların, kayalar, taşlar ve gözyaşları gibi y uvarlanm adığı gerekçesiyle “tre e s”in (ağaçlar) şiirin son dizesine a it olm adığı iddiası (“R olled round in e a rth ’s d iu rn al course, / With rocks an d stones and trees”; D önüp d u ru r y ery ü zü n ü n g ü n lü k seyrinde / K a­ yalarla, taşlarla ve ağaçlarla). Ayrıca H artm an, daha önceki b ir dizenin (“S he n eith er hears n o r sees”; Ne duyar, ne görür) d aha doğal sırasın ın “S he n e ith e r sees n o r h e a rs” o lduğunu, b u n u n d a bitiş uyak sözü olarak trees y erin e tears gibi bir sözü gerekli kıldığını öne sü ­ rebilirdi. Dolayısıyla, iy i b ir “giz yandaşı” olarak şu so­ n u c a varabilirdi: B u k ü ç ü k ş iirin gizli anlam ı, g erçek­ te n de tears’ın b astırılm ası olup, onun yerine trees ge­ çirilm iştir (ağaçlardan orm anı görem em ek). Bu, aşırı yorum olurdu, ancak aynı zam anda H a rtm a n ’ın g er­ çekte yazd ığ ın d an d ah a ilginç ve şiiri d ah a aydınlatıcı o lu rd u (sonuçta b u y o ru m u re d d etsek bile); H artm a n ’ın yazdığı, dediğim gibi, şiirin dili ard ın d a gizle­ n en “im alar”ı b elirlem ek üzere yapılm ış h ay ran lık uyan d ırıcı b ir geleneksel edebiyat duyarlılığı alıştırm a­ sı izlenim ini veriyor. Eco’n u n “Bayım, siz bir hırsızsınız, inanın bana!” n m yorum larıyla ilgili örneğinde olduğu gibi, aşırı yoru ­ m u n daha net bir örneği, düzenli bir toplum sal anlam ı olan belirli y a d a deyim sel cüm leciklerin anlam ı üzerin­ de düşü n m e olabilir. K aldırım dan geçerken bir tanıdığı­ 133

mı selam layıp, ona “M erhaba, güzel bir gün, değil m i?” dersem o n u n yürüm eye devam edip, şöyle b ir şeyler m ı­ rıldanm asını beklem em : “Acaba bu ad am n e d em ek iste­ di güzel bir gün dem ekle? Güzel bir gün olup olm adığı­ nı söyleyem eyecek k ad ar kararsız bir adam da ben d en onay mı beklem ek zorunda? Öyleyse, n eden cevap v er­ m em i beklem edi? Yoksa bunun nasıl bir g ü n olduğunu benim söyleyem eyeceğim i düşünüyor d a b u n u bana söy­ lem ek ihtiyacını mı duyuyor? Yanımdan durm adan ge­ çip gittiği bııgün’ü n u zu n uzun konuştuğum uz d ü n ü n aksine güzel bir g ü n o lduğunu m u söylem ek istiyor? Bu, Eco’nun paranoid yorum a d ırı verdiği şeydir v e ilgimiz yalnızca gönderilen iletileri alm ada yoğunlaşıyorsa, o za­ m an paranoid yorum verim siz olabilir, ancak en azından akadem ik dünyada, d u ru m u n ne olduğu da göz önünde bulun d urulduğunda, biraz paranoyanın nesnelerin doğ­ ru değerlendirilm esi için elzem olduğunu sanıyorum . Üstelik, am açlanan iletile n alm ak tan çok, diyelim ki dilsel ve toplum sal etkileşim in m ekanizm alarını a n ­ lam akla ilgileniyorsak, o zam an y er yer şöyle bir g eri­ ye çekilip n ed en b irisin in “G üzel bir gün, değil m i?” gi­ bi tam anlam ıyla d o ğ ru d a n bir şey söylediğini k en d i­ m ize sorabiliriz. B u n u n gelişigüzel bir selam lam a biçi­ mi olm asının anlam ı nedir? B aşka ilişki biçim leri ya da alışkanlıkları olan başk a k ü ltü rlerd e n farklı olarak bu selam lam a biçim i bize bu k ü ltü r h ak k ın d a ne a n la t­ m aktadır? Eco’nu n a şırı yorum adını verdiği şey, aslın ­ da tam da n o rm al iletişim için gerekli o lm ayan, ancak iletişim in işleyişi üzerinde d ü şünm em izi sağlayan so­ ruları sorm a pratiği olabilir. G erçekten de, genel olarak bu sorun ve Eco’nun dile g etirm ek istediği sorunlar, birkaç yıl önce Wayne B ooth’u n C ritical U nderstanding adlı k itap ta dile g etir­ diği bir k arşıtlık la d aha iyi kavranabilir: Booth, yorum ile a ş ın yorum karşıtlığı yerine, a n la m a ile aşırı a n la ­ 134

m a k arşıtlığ ın ı getirm işti. Booth a n la m a ’yı Eco’nun anladığı an lam da k avrıyordu, b ir tü r Eco’n u n örnek okuru anlam ında. A nlam ak, m etnin ısrar ettiği sorula rı sorm ak ve yanıtları bulm aktır. “Bir zam anlar üç k ü ­ çük dom uz varm ış” sözü, sözgelim i “N eden üç?” ya da “S om ut tarihsel bağlam n ed ir?” gibi soruları değil, “P e­ ki ne olm uş?” so ru su n u sorm am ızı gerektirir. B una k a rşıt olarak aşırı an la m a , m etnin ö rn e k o k uruna sor­ m adığı soruların ardı sıra gitm ek ten oluşur. B ooth’un karşıtlığ ın ın E co’n u n k arşıtlığ ın a o ranla bir avantajı, bu tü r p ratiğ in yanlı bir tu tum la-aşırı yorum olarak ad ­ landırılm asın a oranla aşırı an lam an ın rolünü ve öne­ m ini görm eyi daha kolay hale getirm esidir. B ooth’u n teslim ettiğ i gibi, m etn in kendi h a k k ın ­ da sorulm asını teşvik etm e d iğ i soruları sorm ak çok önem li ve verim li olabilir. Aşırı anlam anın izlediği yo­ lu ay d ın latm ak üzere Booth şunu sorar: Sen, g ö rü n ü şte m asum , üç dom uz ile kö tü k u rt m asalı, senin seni koruyan v e san a te p k i veren k ü ltü r h ak k ın d a söy­ leyecek n eyin var? S eni y aratan yazarın ya da halk ın bilinçdışı rüyaları h akkında? A nlatısal askıdalığın tarihi h akkında? A çık ve koyu ten li ırk la rın ilişkileri hak k ın d a? İh y a n ve ufak tefek, saçlı ve kel, zayıf ve şişm an insanlar hak k ın d a? İnsan ta rih in d e k i üçlü ö rü n tü ler h ak k ın d a? Teslis h ak k ın d a? Tem­ bellik ve çalışkanlık, aile yapısı, ev m im arisi, perhiz uygula­ m ası, ad alet ve öç alm a stan d artları h ak k ın d a? D uygudaşlık y aratm ak ü ze re an latısal b akış açısının m anipülasyonlarının ta rih i hak k ında? G eceler boyunca bir çocuğun seni okum ası ya d a ona seni anlatm aları iyi bir şey m idir? İdeal sosyalist d ev leti k u rd u ğ u m u zd a , se n in gibi ö y k ü le re izin verilecek mi - v e r ilm e l i m i 7 Şu bacanın ya da cin siy etten hiç söz edilm eyen bu ödünsüz e rk e k dünyasının cinsel im aları nelerdir? B ütün o oflam a poflam a n ed ir? ' Wayne Booth, Lıterary Understanding: The Poıoer and Lim its o f Pluralism (Chicago, University of Chicago Press, 1979), s. 243.

135

S anırım , tü m bu aşın anlam a, aşırı yorum olarak değerlendirilecektir. E ğer yorum , m etn in niyetinin y e­ niden k u ru lm ası ise, o zam an bunlar o yola götüren so­ ru lar değildir; bu sorular m etnin ne yaptığını ve nasıl yaptığını sorm aktadır: Ö tek i m etinlerle ve öteki p ra ­ tiklerle nasıl ilişki k u rd u ğ u n u ; n e y i gizleyip neyi b a s ­ tırdığını; neyi ö ne çık arıp neyle suç ortaklığı yaptığını. M odern eleştirin in e n ilginç b içim lerin d en birçoğu, y a ­ pıtın ak lın d a ne old u ğ u n u değil, neyi u n u ttu ğ u n u , n e­ yi söylediğini değil, neyi sorgulam asız kabul ettiğini sorar. M etnin n iy etin in açım lanm asını edebiyat çalışm a­ larının hedefi o larak alm ak, N orthrop FYye’ın A n a to m y o f C n tic ism adlı k itab ın d a L ittle Jac k H orner eleştiri görüşü adını verdiği şeydir: Edebiyat yapıtının, yazarın içine “kasıtlı olarak belirli sayıda güzellik ya d a e tk i” doldurduğu bir p asta gibi olduğunu ve eleştirm enin L ittle Jack H orner gibi, k en d in d en m em nun, onları bi­ re r birer çıkarıp, “Oh, ne iyi çocuğum b en ” dediği fik ri­ dir. Frye bu fikri, onda sey rek olarak gördüğüm üz bir kızgınlıkla, “S istem atik eleştiri yokluğu nedeniyle o r­ tay a çıkan birçok derb ed er cahilliklerden b iri”1 olarak adlandırm ıştır. Frye için a lte rn a tif elbette, edebiyat yapıtlarının etk ilerin i gerçek leştird ik leri gelenekleri ve stratejileri betim lem eyi den ey en bir poetikadır. Birçok edebiyat eleştirisi yapıtı, belirli y apıtlar üzerine konuştukları için birer yorum durlar, ancak onların am acı o y ap ıtla­ rın anlam ını y en id en k u rm a k ta n çok, yap ıtların işlev­ lerini gerçekleştirdiği m ekanizm aları ya d a yapıları keşfetm ek ve böylece edebiyat, anlatı, m ecazi dil, izlek, vb. h ak k ın d ak i genel sorunları aydınlatm aktır. Nasıl 1Nortrop Frye,Aııatom y o f Critic.ism: sity Press, 1957), s. 17.

136

Fssays (Princeton, Princeton Univer-

dilbilim bir d ilin tü m celerin i yorum lam aya değil, onu o lu ştu ran ve işlev görm esini sağlayan k u ra lla r dizgesi­ ni yeniden ku rm ay a çalışıyorsa, y an lış o larak aşırı y o ­ ru m ya da b ir ölçüde d ah a iyi o larak aşırı anlam a ola­ rak g ö rü len şey in önem li b ir bölüm ü de bir m etni an la­ tının, betilem en in , ideolojinin, vb. genel m ekanizm ala­ rıyla ilişkilendirm e girişim idir. Ve U m berto Eco’n u n en seçkin tem silcisi olduğu göstergebilim ya da gösterge­ ler bilim i, tam olarak, to p lum sal yaşam ın çeşitli alanla­ rında anlam ın ü retilm esini sağlayan kodları ya da m e­ kanizm aları belirlem e girişim idir. Bu ned en le, Profesör R orty’nin Eco’ya yanıtında belirleyici konu, bir m etn in (kendi am açlarım ız d oğrul­ tusun d a) kullanılm ası ile o n u n yorum lanm ası arasında fa rk olm adığı -b u n la rın ik isin in de m e tn in k u llan ım la­ rı o ld u ğ u - iddiası değildir, d ah a çok R o rty ’nin kodlar arayışım ızı, y ap ısal m ek anizm aları belirlem e çabam ızı bir yana bırakm am ızı ve yalnızca “dinozorlardan, şef­ talilerden, b eb ek lerd en ve eğretilem elerden” zevk al­ m am ızı (onları parçalara ayırm aksızın ve çözüm lem e­ ye çalışm aksızın) öneren iddiasıdır. Eco’ya yanıtının sonu n d a R orty iddiasına geri d ö n m ek te ve m etinlerin nasıl işlediğini bulm aya uğraşm am ızın gereksiz oldu­ ğunu tartışm ak tad ır -b u , kelim e işlem ci altyordam larını BASIC’te yazm ak gibi olurdu. M etinleri tıpkı kelim e işlem cileri kullandığım ız gibi kullanm alı, yani onlar h ak k ın d a ilginç bir şeyler söylem eye çalışm alıyız. A ncak bu iddiada bir kelim e işlem ci program ını kullan m ak ile belki de program ı geliştirm ek ya da yal­ nızca kabaca yerine getirdiği am açlarım ıza daha uygun hale getirm ek için onu çözüm lem ek, anlam ak arasında bir ayrım görüyoruz. R o rty’nin kendisinin bu ayrım a başvurm asını, h erhangi bir k im senin herhangi bir şey­ le ilgili olarak yapabileceği tek şeyin onu kullanm ak ol­ duğu iddiasını çü rü ten ya da e n azından bir m etnin ku l­ 137

lanım ları arasında önem li farklar olduğunu gösteren bir şey olarak d eğ e rlen d ireb iliriz. G e rçek te n de, R orty’n in çizgisinde ilerleyip şunu tartışabiliriz: Birçok önem li am aç açısından bilgisayar program larının ya da doğal dillerin veya yazınsal söylem lerin nasıl işlediğini bulm ak önem li değilken; bu konuların -bilgisayar m ü ­ hendisliği, dilbilim , edebiyat eleştirisi ve k u ra m ı- ak a­ dem ik eğitim inde, ana am aç tam da bu dillerin nasıl iş­ lediğini (neyin onları işledikleri tarzda işlem eye götür düğünü ve hangi koşullar altında farklı işleyebilecekle­ rini) anlam aya çalışm aktır. İnsan ların İngilizceyi, bu d i­ lin yapısı h a k k ın d a h erh an g i b ir şey öğrenm e gereksi­ nim i duym aksızın m ükem m el olarak konuşabilm elerı, İngilizcenin yapısını betim lem e çabasının boşa olduğu anlam ına gelmez; ancak dilbilim in amacı, insanları d a ­ ha iyi İngilizce k o n u ştu rm ak değildir. E debiyat çalışm alarında akıl k arıştıran öğe, birçok insan ın aslında dilin çeşitli yönlerini, edebiyatın siste ­ m ini, isterseniz alty ordam larm ı çözüm lem eye çalışıyor olup, yaptık ların ı edebiyat y ap ıtların ın yorum u olarak sunm alarıdır. Bu yüzden, R o rty ’nin öne sürebileceği üzere, bu insanlar ed eb iy at yapıtlarını insan varoluşu­ n u n binlerce so ru n u h ak k ın d a h ik ây eler an latm ak üze­ re kullanıyorlarm ış gibi görünebilirler. E debiyat yapıt­ ların ın bu tü r kullan ım ları zam an zam an bu yapıtların nasıl işlediğiyle ilgili pek az kaygı ya da sorgulam a ge­ tiriyor olabilir, am a çoğu zam an böyle bir kaygı ve böy­ le bir sorgulam a, yorum sal anlatıda vurgulanm am ış ol­ sa bile, gerçekten de tasarı açısından çok önem lidir. B uradaki ana n o k ta şudur: E debiyatın nasıl işlediğini anlam a çabası, geçerliliği olan bir en te le k tü e l gayedir; ancak o da, tıp k ı doğal dillerin yapısını ya da bilgisayar prog ram ların ın özelliklerini anlam a çabası gibi, h erke­ si ilgilendiren bir çaba olm ayabilir. Ve bir disiplin ola­ rak edebiyat incelem esi, tam da edebiyatın göstergesel 138

m ek anizm alarını, ed eb iy atın biçim lerinin çeşitli stra ­ tejilerini sistem atik olarak anlam a girişimidir. Bu yüzden, R o rty ’nin y an ıtın d a ek sik olan nokta, edebiyat incelem elerinin, edebiyat yapıtlarındaki k a­ ra k te rleri ve izlekleri sevm ek ve onlara tep k i g ö ster­ m ek d ışın d a şey lerd en o lu şab ileceğ i du y g u su d u r. R orty edebiyatı k en d ileri h ak k ın d a bir şeyler öğren­ m ek üzere k u llan an in san lar tasavvur edebiliyor -e l­ b ette ed eb iy atın önem li bir k ullanım ıdır b u - ancak öy­ le görünüyor ki, edebiyatı edeb iy at h ak k ın d a bir şeyler öğrenm ek üzere k u llan an insanları tasavvur edemiyor. K endisini “p rag m atizm ” olarak adlandıran b ir felsefe akım ının, ed eb iy at gibi önem li insani y aratım ların işle­ yişi h ak k ın d a d aha çok şey öğrenm ek gibi son derece pratik bir etkinliği göz ardı etm esi şaşırtıcıdır; çünkü ed eb iy at “bilgisi” fik rin in ortaya koyduğu epıstem olojık so ru n lar her n e olursa olsun, şurası açık ki, pratik olarak, ed ebiyat in celem esinde insanlar yalnızca belir­ li yapıtların yorum larını (kullanım larını) geliştirm ekle kalm az, aynı zam anda ed ebiyatın nasıl işlediğine -e d e ­ biyatın su n d u ğ u olanaklara ve edebiyatın kendine öz­ gü y ap ıların a - ilişkin genel bir kavrayış edinirler. A ncak bilginin k u ru m sal gerçekliklerine yönelik bu ihm alden çok, çağdaş A m erikan pragm atizm inde -sözgelim i, R o rty ile F ish ’in k in d e - özellikle tedirgin edici b u ld u ğ u m şey, m esleki saygınlık k onum larını fel­ sefe ya da edebiyat incelem eleri gibi bir akadem ik ala­ n ın öteki üyeleriyle girdikleri canlı tartışm ayla, alanla ilgili k en d ilerin d en önce gelenlerin kavrayışlarındaki güçlükleri ve tutarsızlıkları belirleyerek ve altern atif y öntem lerle hedefler ö nererek elde etm iş olan insanla­ rın, bir kez m eslek i saygınlık eld e ettik te n sonra, bir­ d en sırtlarını dönüp, argüm anın olanaklı olduğu bir yöntem ler sistem i ve bilgi birikim i fikrini reddederek, alanı yalnızca k itaplar okuyan ve bu kitaplar hakkında 139

ilginç şeyler söylem eye çalışan insanlar grubu olarak sunm alarıdır. Dolayısıyla bu insanlar, kendi konum ları­ nı elde ettik leri ve b aşk alarının sırası geldiğinde m ey ­ dan okuyacağı yapıyı sistem atik olarak yıkm aya çalış­ m aktadırlar. Sözgelimi, S tanley Fish yazınsal anlam ın doğası ve okum a sürecinin rolü h ak k ın d a k u ra m sa l a r­ g ü m an lar ortaya koyarak ve bu konu üzerinde görüş bildirm iş olan öncüllerinin yanıldıklarını öne sürerek kendini kanıtlam ıştır. B u nunla birlikte, bir kez saygın­ lık konum una u laştık tan sonra, çark etm iş ve şöyle d e­ m iştir: “Aslında, insanın haklı olduğu ya da yanıldığı herhangi bir konu yok ortada; edebiyatın ya da okum a­ nın doğası diye bir şey yok; yalnızca yaptıkları h er ne ise onu yapan, belli inançlara sahip okur ve eleştirm en grupları var. Ve belli bir inançlar g ru b u n u n yargılanabi­ leceği inanç dışı bir konum bulunm adığından, öteki okurların benim yaptığım a karşı çıkm aları olanaksız”. Bu, R o rty ’nm Eco’ya y an ıtında “P rag m atistin Yolculu­ ğ u ” adını verdiği şey in d aha talihsiz bir biçim idir. R ichard R o rty ’nin Philosophy and the M irror o f N ature'ı güçlü bir felsefi çözüm lem e kitabıdır; çünkü felsefi girişimi, bir yapısı olan bir sistem olarak kavrar ve bu yapının değişik kısım ları arasın d ak i çelişkili iliş­ k ileri - b u g irişim in tem elci k a ra k te rin i tartışm aya açan ilişk ileri- gösterir, in sa n la ra altta yatan yapılar ve sistem ler bulm aya girişm ekten vazgeçip, m etinleri y a l­ nızca k endi am açları için k ullanm alarını söylem ek, başk a insan ların , R orty’e ü n ü n ü sağlayan tü rd e n çalış­ m ayı yapm aların ı engellem eye kalkışm aktır. B enzeri şekilde, ed ebiyat ö ğ rencilerinin edebiyatın nasıl işledi­ ğini anlam aya çalışm ak tan vazgeçip, yalnızca ed eb i­ y attan zevk alm aların ı ya da yaşam larını değiştirecek bir k itap bulm a um uduyla okum alarını sü rd ü rm elerin i söylem ek iyi, am a böyle bir ed e b iy a t incelem esi g ö rü ­ şü g en e de g en çlerin y a da m arjinallerin, halen edebi­ 140

yat incelem elerin d e y etke k onum larını işgal ed en lerin görüşlerin e k arşı çıkabilecekleri bir kam usal arg ü m an yapısını red d etm ek le, o konum ları saldırılardan m uaf hale getirm eye ve aslın d a b ir yap ın ın olduğunu yad sı­ y arak y erin d e d u ra n bir yapıyı onaylam aya yardım cı olm aktadır. Dolayısıyla, R orty’nin yan ıtın d ak i en önem li nok­ tan ın , yorum ile kullanım arasındaki ayrım (ya d a ay rı­ m ın olm ayışı) so ru n u değil, şu iddia olduğunu sanıyo­ rum : M etinlerin nasıl işlediğini anlam aya kafa yorm a­ mız gerekm ez, tıpkı bilgisayarların nasıl işlediğini a n ­ lam aya kafa yorm am ızın gerekm ediği gibi, çü n k ü b u n ­ ları pek fazla bir bilgim iz olm aksızın g ay et iyi kullana­ biliriz. Israrla belirtiyorum : E debiyat incelem eleri tam da b u b ilginin edinilm esi çabasıdır. Profesör Eco’n u n ve R o rty ’nin tartışm aların d ak i ilginç bir örtüşm e, a n ­ cak g ene de görüş ayrılığı n o k tası üzerinde d u rm ak is­ tiyorum . İk isin in p ay laştıkları bir şey, yapıçözüm ü ara­ dan çıkarm a arzusu; bu ortak arzu, yaygın haberlerin tersine, yapıçözüm ün canlı ve iyi durum da olduğunu im a ediyor. A ncak ilginç olan nokta, Eco ile R orty’nin yapıçözüm h a k k ın d a neredeyse k a rşıt betim lem eler sunm aları. U m berto Eco, yapıçözüm ü okur-yönelim li eleştirin in aşırı bir biçim i olarak alıyor gibi g ö rü n m ek ­ tedir, sanki yapıçözüm , bir m etnin, okur n e anlam a gel­ m esin i istiyorsa o an lam a geldiğini söylüyorm uş gibi. Ö te y an d an R ich ard Rorty, yapıçözüm ü ve özel olarak Paul de M an’ı, y ap ıların g erçek ten de m etn in içinde ol­ duğu ve bu yapıların kendilerini okura zorla k ab u l e t­ tird ik leri (okur yapıçözücü okum asıyla yalnızca m etin ­ de zaten var olan yapıları bulur) fikrinden vazgeçm eyi kabul etm ed ik leri için eleştiriyor. Rorty, tem el m etinsel yapılar ya da m ekanizm alar o lduğunu ve m etnin nasıl işlediğini gö steren çeşitli şeyler bulunabileceğini sav u n d u ğ u için yapıçözücülüğü eleştiriyor. R orty’nin 141

görüşüne göre, yapıçözüm , okurların m etinleri farklı k u llan m a tarzları o lduğunu ve bu kullanm a tarz ların ­ dan hiçb irin in m etin h ak k ın d a “d ah a tem el” bir şey söylem ediğini k abul etm ediği için yanlıştır. Bu görüş ayrılığında -yapıçözüm , bir m etnin, okur n e anlam a gelm esini istiyorsa o anlam a geldiğini mi söylem ektedir, yoksa keşfedilm esi gereken yapıları ol­ d u ğ u n u m u ?- R orty n eredeyse E co’d an d ah a haklıdır. R orty’nin değ erlendirm esi en azından nasıl olup da yapıçözüm ün, bir m etn in kategorileri yıkabileceğini ya da beklentileri kırabileceğini iddia edebildiğini açıkla­ m aya yardım cı oluyor. Eco’n u n sınırlara yönelik ilgisi­ nin onu yanlış yö n e sü rü k led iğ in e inanıyorum . Eco, m etin lerin okurlara büyük bir h arek et alanı sağladığı­ nı, an cak sın ırlar b u lu n d u ğ u n u sö y lem ek istiyor. Oysa yapıçözüm , anlam ın bağlam a bağlı olduğunu vurgular -an lam , m etin lerd ek i ya da m etin ler arasındaki ilişki­ lerin bir so n u cu d u r- ancak bu bağlam ın kendisi sın ır­ sızdır: Ç ıkarsanabilecek h er zam an yeni bağlam sal ola­ naklar olacaktır, böylece yapam ayacağım ız bir şey var sa, o da sın ırlar koym aktır. W ittgenstein soruyor: “ ‘Bub u b u ’ deyip, b u n u n la ‘y ağ m ur yağm azsa seninle y ü rü ­ yüşe çıkarım ’ sözünü k astedebilir m iyim ?” Ve y an ıtlı­ yor: “İn san an c ak bir dilde bir şeyle bir şey k asted eb i­ lir”.1Bu, “B u b u b u ”n u n hiçbir zam an bu anlam a gelm e­ yeceğini savunarak, sınırlar belirliyor gibi görünebilir, ancak dilin, özellikle yazınsal dilin işlem e tarzı bu katı sınııın konm asını engelliyor. Bir kez W ittgenstein bu sı­ nır varsayım ını ü rettik ten sonra, belli bağlam larda (özellıkle W ittgenstein’ın yazılarını bilenler arasında) “ B ububu” deyip, yağm ur yağm azsa insanın yürüyüşe çıkabileceği olasılığını an ıştırm ak olanaklı hale gelm iş­ tir. Ancak sem iosiste bu sınır yokluğu, Eco’nun korkar 1 I,uclwig Wittg