Rüya Alemi ve Felaket: Doğuda ve Batıda Kitlesel Ütopyanın Tarihe Karışması [1 ed.]
 9753424868

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Metis Yayınları İpek Sokak 9, 34433 Beyoğlu, İstanbul Tel: 2 1 2 2454696 Faks: 212 2454519 e-posta: [email protected] www .metiskitap.cam RÜYA ALEMİ VE FELAKET Doğu'da ve Batı'da Kiclesel Ütopyanın Tarihe Karışması Susan Buck-Morss İngilizce Basımı: Dreamworld and Catastrophe: The Passing ofMass Utopia in East and West © 2000 Massachusetts Inscirute ofTechnology ©Metis Yayınları, 2003 Birinci Basım: Ekim 2004 Yayıma Hazırlayanlar: Semih Sökmen, Bülent Doğan Kapak Resmi: Aleksandr Kosolapov, Manifesto, 1983. Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık: Metis Yayıncılık Ltd. Film ve Renk Ayrımı: Pixel Baskı ve Cilcleme: Yaylacık Matbaacılık Ltd.

ISBN 975-342-486-8

SUSAN BUCK-MORSS ......

Rüya Alemi ve Felaket DOGU'DA VE BATI'DA KİTLESEL ÜTOPYANIN TARİHE KARIŞMASI İngilizce'den Çeviren: TUNCAY BİRKAN

Susan Buck-Morss

Rüya Alemi ve Felaket Doğu'da ve Batı'da

Kitlesel Ütopyanın Tarihe Karışması ABD'li yazar ve akademisyen Susan Buck-Morss, Cor­ nell Üniversitesi, Kamu Yönetimi Bölilmü'nde siyaset felsefesi ve toplumsal teori, Sanat Tarihi bölümünde de Görsel Kültür dersleri vermektedir. Frankfurt Okulu, özellikle de Adorno ve Benjamin'in eserleri hakkinda­ ki özgün çalışmaları çok yankı uyandırmış ve birçok dile çevrilmiştir.

Rüya Alemi ve Felaket dışında The Origin of Negative Dialectics: Theodore W. Adorno, Walter Benjamin and the Frankfurt lnstitute ( 1 977), The Dialeı:tics ofSeeing: Wal­ ter Benjamin and the Arcades Project ( 1 989 - Bu kitap ya­ yın programındadır) ve Thinking Past Terror. lslamism and Critical Theory on the Left (2003) adlı kitapların da yazarıdır.

Elena, Mişa ve Valeri için

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ

7

1 DEMOKRASİ VE RÜYA ALEMi

1

SiYASi ÇERÇEVE ı. ı Kitle Egemenliği ve Düşman İmgesi

1.2

Hipermetin

Soğuk Savaş Yılları Fransız Devrimi

16

16 23

Ekonomik Olan ile Siyasi Olan Arasındaki Ayrım Egemen Parti I Sosyalist Devlet Mekan

Zaman

46 49

37

il TARİH

VE RÜYA ALEMi 2

ZAMAN ÜZERİNE 2. ı Devrimci Zaman

2.2

Zaman Fragmanları Mitik Zaman

84

56 84

Fragman 1: Mitik Zaman: Bir Kronoloji

2:

1

Fragman Ters Çekim 94 Fragman 3: Zamana Karşı (Maleviç)

85

100 4. Fragman: Karenin Kısa Tarihi 103

29

111 KİTLE KÜLTÜRÜ VE RÜYA

ALEMi

3

SAGDUYU 3.1 Ekolojik Devre 112 3.2 Şok 118

3.3 Makinelerin Doğası 132

4

KİTLELERE KÜLTÜR 4.1 Kitleler 148

4.2 Yüzey Estetiği 166

4.3 Kozmopolit Bir Proje 132

5

RÜYA VE UYANIŞ 5.1 King Kong ve Sovyetler Sarayı 188 5.2 Ev Alanı 204 5.3 Uyanış 222

iV SONRASI 6

YAŞANAN ZAMAN/ TARİHSEL ZAMAN 6.1 Düşmanı Kaybetmek 228 6.2 Tek Dünya 243

6.3 Küresel Bir Ekonomide Bilgi Üretimi 270

NOTLAR 243 KAYNAKÇA DiZiN

359

368

ÖNSÖZ

Yirminci yüzyılın rüyası kitlesel ütopyalar inşa ermekti. Hem kapicalisc hem de sosyalist biçimleriyle sınai modernleşmenin yol gösterici ideolojik gücü buydu. Rüyanın kendisi, doğal dünyayı dönüştüren, sanayi carafından ürecil­ miş nesnelere ve inşa edilmiş ortamlara kolektif, siyasi arzu yatırımında bu­ lunan çok büyük bir maddi güçcü. Bireylerin geceleyin gördükleri rüyalar, toplumsal düzen carafından ketlenmiş ve geriye, çocukluktaki biçimlerine icilmiş arzuları ifade ederken, bu kolekcif rüya kişisel mutlulukla uyumlu bir toplumsal dünya cahayyül erme cürecini gösteriyor ve yetişkinlere, gerçekleş­ mesi halinde kıtlığın herkes tarafından alc edilmiş olacağım vaac ediyordu. Yüzyılımız sonuna yaklaşırken, bu rüya cerk edilmekcedir . Sınai üretimin kendisi azalmış değildir. Meralar hala ürecilmekce, pazarlanmakca, arzulan­ makta, cükecilmekce, sonra bir kenara fırlatılıp acılmakcadır - hem de dünya­ nın giccikçe daha fazla bölgesinde, her zamankinden daha büyük mikcarlarda. Tükecicilik, yok olmak şöyle dursun, sosyalizmin son kalesi durumundaki Çin anakarasına da nüfuz edip muhcemelen ilk küresel ideolojik form haline gelmiştir. Devlerin meşruluğu, arcık birkaç yüzyıllık olmuş "modern" siyasec ceorilerinin orcaya koyduğu "halkın yönecimi" idealine dayanmayı sürdürü­ yor. Ama sınai modernliğin kitlesel-demokracik miti -dünyanın sanayi tara­ fından yeniden biçimlenmesi sürecinin, kitlelere maddi mutluluk sunarak iyi toplumu arcaya çıkarabilecek kudrecce olduğu inancı- Avrupa sosyalizmleri­ nin dağılmasından, kapicalisc yeniden yapılanmanın gereklerinden ve remel ekolojik kısıtlamalardan gelen çok ciddi bir meydan okumayla karşı karşıya­ dır. Arcık hem siyasi recoriği hem de pazarlama scracejilerini, söz konusu mi­ rin yerine, kitleleri parçalara ayıran bir farklılıklardan medec umma cavrı bi­ çimlendirmekcedir - bu arada kitlesel manipülasyon da eskisi gibi sürüp gic­ mekcedir. Meralar insanların özel rüya alemlerine doluşmayı bırakmış değil; kişisel düzeyde hala ücopik bir işlevleri var. Ama daha geniş boyutlu coplum-

8 sal projenin terk edilmesi, bu kişisel ütopyacılığı siyasi kinizme bağlıyor, !:;; çünkü artık bireyin peşine düştüğü şeyi kitlelere de garanti ermenin zorunlu ::ıı:: :S olduğu düşünülmüyor. Bir zamanlar kişisel ütopyanın mantıksal bağlılaşığı Ltl .... Ltl

>

olarak görülen kitlesel ütopya artık paslanmış bir fikir. Onu gerçekleştirmek

üzere tasarlanmış ilk fabrikalarla birlikte o da sanayi toplumları tarafından ıs'i t.tı ...ı

« < >­ o ı:ı::

karcaya çıkarılmaktadır.

Bu kitap kitlesel rüya alemleriyle ram da tarihe karıştıkları anda hesap!aşmaya yönelik bir girişimdir. Kalkış noktası Soğuk Savaş1ın sona ermesidir. Bu olayın derinde yatan anlamının, yaraccığı siyasi etkilerden, yani 11reel11 (devler) sosyalizmin yerine 11reel11 (kapitalist) demokrasinin geçmesinden çok, tarihsel haritadaki bu remel kaymanın her iki tarafta da bütün bir dünya an­ layışını paramparça ermesi olduğunu ileri sürmektedir. Bu olay, gerçek an­ lamda, yirminci yüzyılın sonuna karşılık gelir. Bu zamansal kopuşun bu tara­ fından bakıldığında, (Soğuk Savaş1ın Avrupamerkezci terminolojisini kulla­ nacak olursak) 11Doğu11da ve 11Bacı11da var olan kültürel biçimler tekinsizce bir­ birlerine benziyor gibi görünürler. Modernliğin sorunlarıyla başa çıkma tarz­ ları müthiş farklılıklar göstermiş olabilir, ama Bacı 1nın geliştirdiği modern­ leşme sürecine her iki taraf da inanıyordu. Bugün bizler için işte bu inanç fe­ na halde sarsılmış durumdadır. Bu kitap Doğu1yla Barı1nın rüya alemlerini, halihazırdaki durumumuzun değişen mahiyetini aydınlatmak amacıyla birbi­ riyle kıyaslıyor. Rüya alemi kavramını ödünç aldığımız Walter Benjamin bu kavramı sa­ dece kolektif bir zihinsel durumun şiirsel tasviri olarak değil, analitik bir kav­ ram olarak, modernliği dünyaya büyüsünü yeniden kazandırmak olarak gören teorisinin merkezinde yatan bir kavram olarak kullanıyordu. Bu ceı:im, mo­ dern hayatın bünyesindeki geçiciliği teslim eder; modern hayatın sürekli de­ ğişen koşulları geleneksel kültürü olumlu bir anlamda tehlikeye düşürür, çünkü sürekli değişim geleceğin daha iyi olabileceği umuduna imkan verir. Modern-öncesi külcürde mirler toplumsal kısıtlamaların zorunluluğunu hak­ lı çıkararak geleneği pekiştirirken, modernliğin -siyasi, kültürel ve ekono­ mik- rüya alemleri, mevcut biçimleri aşan toplumsal düzenlemelere yönelik ütopyacı bir arzunun ifadeleridir. Ama sahip oldukları muazzam enerji ikti­ dar yapıları tarafından araçsal biçimde kullanıldığında, cam da nimeclerinden yararlanacakları varsayılan ki delerin aleyhine dönen bir güç aracı olarak sefer­ ber edildiklerinde, rüya alemleri tehlikeli bir hal alırlar. Rüyası görülen top-

lumsal dönüşüm potansiyeli gerçekleşmezse, gelecek kuşaklara tarihin onlara

9

ihanet etmiş olduğunu öğretebilir. Aslında en ilham verici kitlesel ütopya � "'

projeleri -kide egemenliği, kide üretimi, kide kültürü- artlarında bir fela-

keder tarihi bırakmış oldu. Kide egemenliği rüyası milliyetçi dünya savaşla­ rına ve devrimci teröre yol açtı. Sınai bolluk rüyası, hem insan emeğini hem de doğal ortamları sömüren küresel sistemler inşa edilmesini teşvik etti. Kit­ lelere kültür rüyası, modernliğin şiddetini estetize eden ve bu şiddetin kur­ banlarını uyuşturan türlü türlü rüya efekti yarattı. İşte kitaptaki denemelerde kitlesel ütopyanın bu iki ucu, rüya alemi ve fe­ laket ele alınıyor. Ütopyanın Doğu ve Barı1da büründüğü biçimleri kıyaslama fikri, Moskovalı felsefecilerle sıkı işbirliği yaptığım bir dönemin sonunda or­ taya çıktı. 1 988 ile 1 993 arasında Sovyet (daha sonra, Rus) Bilimler Akademi­ si1ne bağlı Felsefe Enstitüsü1nü sık sık ziyaret edip bir iktidar sistemi olarak Sovyec kültürünü eleştirel bir biçimde analiz eden yeni kuşak entelektüellerle birlikte çalıştım. Biz böyle fikir alışverişleri yaptığımız sırada, Soğuk Savaş dünyası çöküverdi. Kendilerini bu gezegen üzerindeki hayatı ortadan kaldıra­ rak savunmaya muktedir ve hazırlıklı iki uzlaşmaz düşmanı içeren o hayali/ imgesel topoloji, birdenbire kesilen bir rüyayı andırırcasına buharlaşıp gitti. Bu tarihsel kopuş insanın aniden aklının başına gelmesi gibi bir his veriyordu. İktidar yapıları bize bir süre o kadar muallakcaymış, geçmiş tarihin yükü de o kadar hafifmiş gibi geldi ki, sırf kişisel dostluklar bile yeni, ortak bir kültür çağına kılavuzluk etmeye yeterliymiş gibiydi. Ama yeni iktidar gruplaşmala­ rı oluşmaya başlayıp kendimizi tarihin akışına karşı kürek çeker vaziyette bul­ duğumuzda, kişisel eylemliliğin sınırları acı verici bir biçimde arcaya çıktı. Birlikte yaptığımız çalışma, Soğuk Savaş düzeni yüzünden birbirinden ayrı tutulmuş düşünürler arasında, yapılmasına yeni yeni izin verilen fikir alış­ verişinin yoğunlaştığı bir dönemin parçasıydı. Önayak olduğumuz projeler sa­ yesinde Bacı düşüncesinin çeşidi veçheleri SSCB1ye ve ona bağlı devletlere ta­ nıcıldı; bu projeler arasında Walter Benjamin1in Rusça'da ilk kez yayımlan­ ması, yapıbozum hakkındaki ilk atölye çalışması, ilk Heidegger konferansı, son Sovyet Uluslararası Film Festivali ve Dubrovnik Inrer-Universicy Cenrre1 da, başta Merab Mama:rdaşvili olmak üzere Sovyec felsefesinin Kıta Avrupası geleneğine bağlı okulu diye adlandırılabilecek okulun mensuplarının verdiği ilk -ve son- ders sayılabilir. Jacques Derrida, J ürgen Habermas, Fredric Jame­ son, Jean-Luc Nancy, Slavoj Zizek ve bazı başka kişiler bu fikir alışverişlerin-

8

1 0 de rol oynadılar, böylece bu hikaye zamanımızın düşünce tarihinin bir parça­ t; sı haline geldi. Ama siyasi kültürün dönüşebileceği yönündeki umutlarımız ı.::



gerçekleşmedi. Ortak: bir eleştirel söylem kurma projemiz, Soğuk Savaş sonrası

...ı «

lüğünü teyit ediyor - eleştirelliği değil. Onların, yendikleri kişilerle ne kadar

f;�

çok inancı paylaştıkları üzerinde pek düşünülmüyor.

u.

� dönemin başat düşünsel eğilimleri yanında marjinal kalıyordu, halen de öyledir. Hegemonik söylem, bu yüzyılda zafer kazanmış olanların manevi üstün� u:ı


42 mazlığını ve determinist bir gelecek görüşünü telkin eder. Öte yandan, eğer

· !;; parti öncü rolünü gerçekleştirememiş olduğunu kabul ederse, bir meşruiyet ::.::: :i kriziyle karşı karşıya kalır ve böylece kendi mensupları egemen terörünün en ı:ıı ı:. ı:ıı

uç biçimlerinin kurbanı olurlar. Bu bağlamda,,g/asnost'un son yıllarında Gor­ baçov'un, 1 988'de Üst Sovyet (SSCB'nin seçilmiş yasama organı) Başkanı ol'i ı:ıı >

'� duğunda, parti başkanı sıfatıyla oynadığı rolden değil de bu (de facto olmasa ;; 0 da) de jure demokratik organdan destek alarak egemen meşruiyetinin temelini cı::

değiştirmeye başlaması dikkate değer. Bu değişikliğe, Sovyeder Birliği' nin varlığına yönelik büyüyen bir tehdidin eşlik etmesi hiç de şaşırtıcı değil, zira onu oluşturan cumhuriyetler merkezdeki iktidara meydan okumak için alter­ natif, ulus-devlete ait meşruiyet modeline başvuruyorlardı. İktidarın farklı alanlarda uygulandığı göz önünde bulundurulduğunda, iktidar suiistimallerinin büründüğü biçimler arasında niteliksel farklar oldu­ ğu görülür. Ulus-devleclerin jeopolitiğinde askeri bir pratik olarak savaş, si-

partiye bağlılığın muhafazasını sistematik­ leştirmek amacıyla onları gölgede bırakan merkezi bir parti "hücreleri" (iaçeiki) hiye­ rarşisi gelişti. Parti siyasi olduğu için, devletin siyasi olması gerekmiyordu.158 1920'lerde, en üst düzeyde partiye karşı sorumlu olacak ve ken­ di içlerindeki parti hücreleri tarafından de­ neclenecek devlet kurumlarının genişletil­ mesinin mantığı buydu. Bunun dışında, devlet bakanlıkları, yeni komiserlikler pro­ fesyonel normlara göre politika belirlemekte ve parti politikalarını üretmekte olmasa da uygulamaya koymakta özgürdüler. "Devlet­ lik" (gos11darztvennost'), kurumlarını ideolo­ jik savaşlardan ayrı tutarak siyasi muhalefe­ tin fitilini bir dereceye kadar sökmüş oluyor­ du. Ama 1920'lerin sonlarına gelindiğinde bu kurumlar, kendilerini devlet bürokracla­ rı, subaylar, fabrika mühendisleri ve üniver­ site profesörleri sıfatıyla iktidar konumları­ na gelmiş devrim-öncesi personelle karşı karşıya bulan "sınıf-bilinçli" işçiler, askerler, entelektüeller ve diğerleri tarafından açık açık eleştirilmeye başladı. Stalin bu insanlaın

rın huzursuzluklarından, ona siyasi bir ifade kazandırarak yararlandı. Lenin devlet ku­ rumlarını tarafsız bir bölge olarak kurmuş olmasına rağmen, Stalin sınıf savaşını yeni­ leme adına uzmanlara saldırıp bu esnada da kendisinin iktidara çıkmasını garantiye ala­ rak söz konusu kurumları tasfiye etti. 159 Ama parti ile devlet arasındaki ayrımı Scalin bile ortadan kaldırmadı. Parti ege­ menliğinin devlet egemenliğinden ayrı ve onun üstünde tutulduğu bu ikili sistemin önemi ne kadar vurgulansa azdır. Bilim­ ciler bu sistemin varlığının uzun süredir farkındadırlar, ama roplum tarihçisi Step­ hen Kotkin'in sözleriyle, "devlet ve parti ya­ pıları arasındaki ikilik bana tarihsel bir açıklama bulun diye bas bas bağıran bir so­ ru olarak kalır.11162 Kotkin parti-devleti bir teokrasi olarak tarif eder, burada parti dokt­ riner saflığın yeri iken, devlet doktrinin uy­ gulamaya konmasından sorumludur. 1 63 Ama Kotkin Komünizmin laik bir devletin gelişimini önleyen ve "fazladan" bir paralel yaratan parti örgüclerini sürdüren bir "iman meselesi" olduğunu ileri sürerken, SSCB'nin ı6o

ı6ı

lah teknölojisinin gelişiminde muazzam ve grotesk bir abartıyı da beraberin- 43

de getirmiştir. Fiziksel yıkım ulusal savaşların başat taktiğidir. Ayrım gözet- � u.ı meden hem askerlerin hem de sivillerin hayatları üzerine ürkütücü darbeler

indirir, maddi dünyayı -şehirleri, fabrikaları, çiftlikleri, ormanları, sanayileri, ulaşım ağlarını- feci biçimde imha eder ve bu yok edicilik şenliklerine bütün gezegeni dahi� eder. İktidarın bu deliliği modern ulus-devletlerin siyasi im\ '

geleminin ve y�rattıkları özel savaş makinesi türlerinin bünyevi bir parçasıdır. Sınıf savaşının siyasi imgeleminin de kendine özgü korkunçlukları vardır. Sınıf savaşı iç savaş olduğu için, savaş bölgesi "normal" devletin mekanıyla ör­ tüştürülür ve böylece sivil toplumun tamamı, potansiyel olarak, kuşatma al­ tına girer. Gelecekteki bir ütopya uğruna bugün feda edilir. İktidarın alanı sı­ nırsız bir biçimde genişleyerek özel alanı bütünüyle imha edecek raddeye ge­ lir. Sivil toplumun dernek ve kurumları gelişecek, soluk alacak çok az yer bu­ lur. Tam bir boğulma tehlikesi söz konusudur - özel hayatın, bireysel moti-

varlığının bağımlı olduğu egemen meşru­ iyet sorununu dikkate almaz.164 Parti egemenliği anayasal bir statüye sa­ hip değildi. Ama meşruiyecin kaynağı, bu devrimci devlerin anayasası değil, işçi sını­ fıydı ve -bu sınıfı onu temsil eden partinin tanımlaması her ne kadar sorunlu bir şey ol­ sa da- işçi sınıfı olarak kaldı. 165 Bugün bir­ çok soi-disant (sözde) "ilerici" siyasi grup "si­ vil topluma" iman ederken, Sovyerler Birli­ ği'nin sivil toplumun egemen denetimi al­ tındaki belki de ilk modern devlet olduğu­ na dikkat çekmekte fayda var.166 Komünist Partisi bir devlet örgücü değildi, 1936 ana­ yasasında (sivil) toplumun birçok örgütün­ den biri olarak tarif edilen kamusal (obşçest­ vennaya) ve gönüllü bir örgüttür. Gelgele­ lim, "çalışan halkın hem kamusal hem de devlete ait bütün örgüderinin öncü çekirde­ ği" olarak tanımlandığı içindir ki bu iki alan içinde her yere müdahalede bulunma yetkisi vardı.167 SSCB bir işçi devletiydi. Bu canımdan vazgeçerse, var olma hakkından vazgeçmiş olurdu. Devlete meşruiyetini veren, işçi sı-

nıfının "öncü çekirdeği" sıfatıyla partiydi ve bunun tersi geçerli değildi.1 68 Partinin fa­ aliyetleri meşru bir biçimde gizliydi, teorik olarak sınırsız bir kapsamı olan vahşi bir ik­ tidar bölgesinde cereyan ediyordu. Üyeleri, parti disiplininin bir parçası olarak sır tut­ mayı ve "gizliliğe uymayı" (sob/iııdat konspi­ ratsiiu) taahhüt ediyorlardı. Üstelik, parti hukukun üzerindeydi. 169 Parti üyeleri mün­ hasıran (1936 anayasasına göre Sovyeder Kongresi'nin yerini alan) Üst Sovyec tara­ fından çıkarılan yasalardan açıkça muaftı. Aynı zamanda parti, parti sekreteri ve Sov­ narkom başkanı tarafından imzalanan ve ya­ sa hükmünde olan politika "kararnameler"i (postanov/eaniia) çıkarabiliyordu. Bir devlet örgütü olarak Sovnarkom da, en azından ka­ ğıt üstünde, Üst Sovyec'e bağlıydı. 110 Ama meşru şiddet kullanımı üzerindeki güç kimdeydi? Burada durum karmaşıktı. Siya­ si polis (NKVD) bir devler örgütüydü, ama karşıdevrimci faaliyederle savaşmak için kullanılıyordu ki bu da partinin tanımladı­ ğı düşmanla savaşmak anlamına geliyor­ du. 1 71 Bu amacı yerine getirebilmek için,





v:;


= o muamelesi yapılır.30 =:

Nasıl ulus-devletlerin anayasası savaş ya da "ulusal olağanüstü hal" zamanlarında yürütmenin başına yarı-diktatörlük yetkileri verirse,31 partinin "proletarya diktatörlüğü" olduğu anlayışı da karşidevrimci faaliyetlere karşı harekete geçmesi için partiye bu türden yetkiler verir. Nasıl bütün olağanüs­ tü hal yetkilerine devlet terörü demek adil olmazsa, muhalif sınıflara karşı partinin verdiği bütün mücadeleler de parti terörü sayılamaz. Yine de her za­ man olağanüstü savaş yetkileri istenebilir ve bu belli tartışma ve rıza usulleri-

partinin gizliliğini ve sınırsız eylem alanını miras almıştı.172 Amacı devrimci bir işçi devleti olarak devletin varlığını korumak­ tı. 1 73 Bu karmaşık iktidar düzenlemesi son­ radan meydana gelecek olaylara sahne hazır­ lamıştır.174 Komünist Partisi devrimin meşrulaştı­ rıcı tecessümü olduğu için, suçlamaların yukarısında kalması çok önemliydi. Bir yandan, partinin sınırsız iktidar bölgesine ulaşmak sınırsız parti yükümlülüklerini ge­ rektiriyordu. 175 Ama öte yandan da, nomenk­ lat11ra üyeleri, iş, mal ve iktidar konusunda yaşadıkları ayrıcalıklar yüzünden, kendi özel meşgalelerinin ölçütlerini ihlal ecme yönünde insanüstü ayartmalara maruz kalan yerli seçkinler haline geldiler. 1 76 Parti, (so­ mur) insanların her zaman yetersiz kaldıkla­ rı bir idealdi, bu yüzden de parti iktidarının hukuk üstü kutsiyetini sürdürmek için tas­ fiyeler zorunluydu. Dolayısıyla kadroların "saflığı"nı (çistota) muhafaza etmek için dü­ zenli tasfiyeler (fistki) yapılıyordu. Bu süreç kendi içinde teröristçe sayılmazdı. Tasfiye edilmek sadece partiden atılmak anlamına

geliyordu: Kişinin gündelik işinden atılma­ yacağı açıkça garanti ediliyordu. İnsanların tasfiyelerden korkmasını sağlayan şey parti değil, partinin muafiyetini kaybedip huku­ ka karşı yeniden sorumlu hale gelmekti; zi­ ra bazı örneklerde (ama hepsinde değil, çün­ kü parti disiplininin ihlali başlı başına hu­ kuki bir ihlal değildi) partiden atılmanın hemen ardından NKVD'nin "sektiler otori­ tesi" tarafından yapılan tutuklamalar yaşan­ mıştı.177 1936'da bir dizi tahkikat sırasında baş­ vurulan aşırı önlemlerden biri, bütün eski parti kartlarının yenileriyle değiştirilmesiy­ di. Bu da bütün üyelerin saflığının soruştu­ rulmasına ve "partinin ideolojik misyonu­ nun radikal bir biçimde canlandırılmasına" vesile oldu. 1 78 Bu tasfiyeyi öncekilerden farklı kılan, bağlamıydı. 19 Ağustos 1 936' da, on altı yüksek düzey parti görevlisi Mos­ kova'da terörizm suçlamasıyla yargılandı. Bu "Troçkist-Zinovyevci Blok" suçlarını iti­ raf etti ve 24 Ağustos'ta kurşuna dizildi. Partiden atılan komünistlere karşı ilk kez ölüm cezası uygulanıyordu.179 Bundan ön-

ni (parti içintle demokratik merkeziyetçilik; savaşın parlamentolar tarafından, 45 oylama sonucu ilan edilmesi) gerektirdiğinde bile, savaş hali ortaya çıktıktan



sonra, bu halin yarattığı vahşi güç bölgesi kolektiften mutlak İtaatin talep �

t'.J.

edildiği bir alandır.

Her iki kitlesel demokrasi modelinin, ulus-devletin ve devrimci sınıfın kökenlerinin -Walter Benjamin olsa "kök-biçimleri"nin derdi- aynı tarihsel olayda,

FRANSIZ

DEVRİMİ1nde olması özellikle ironiktir. Hegelci ya da

Marksist tarih felsefelerinin tersine, kök-biçim anlayışı herhangi bir tarihsel gelişme sürekliliği ve sonuç konusunda herhangi bir determinist zorunluluk varsaymaz. Bizim örneğimizde bu sadece, burada ele alınan iki modeldeki pa­ radoksal demokratik egemenlik mantığının Fransız Devrimi'nde ilk haliyle, rüşeym haliyle görülebileceği anlamına gelir. François Furet1nin sözleriyle, "ilk demokrasi deneyi olarak" Fransız Devrimi "öyle bir şiyasi söylem ve pra­ tik tipi icat etmiştir ki, o tarihten beri onunla yaşamaktayız"dır.32 Ü topyacı

ce, sadece "burjuva" sınıf unsurları ("nor­ mal" düşmanlar) devlet terörünün kurban­ ları olmuşlardı. Şimdi, parti üyelerine yöne­ lik olarak sürdürülmekte olan genel tasfiye farklı bir yoğunluğa bürünmüştü, sorgula­ maya kartıyla birlikte gelen her parti üyesi, "maskesinin indirilip" bir Troçkist ya da yı­ kıcı/ sabotör olduğunun ortaya çıkarılması tehlikesiyle k�rşı karşıyaydı. 1936 Kasımı' nda Novosibirsk'de "Sovyet-dönemi" perso­ nelinin yabancı sanayiciler ve Gestapo'yla birlikte yaptıkları bir "yıkıcı Troçkist komplo" açığa çıkarıldı ve sanayi alanında yaşanan bütün talihsizlikleri şaibeli kılacak denli muğlak bir biçimde sanayii "mahvet­ mek" suçundan mahkum edilen altı sanık kurşuna dizildi.1 80 Daha önceleri "ekono­ mik suçlar" olarak tarif edilen sanayideki aksilikler artık kasıclı zarar verme olarak, son derece ciddi bir siyasi suç, ceza yasasının "karşıdevrim" suçlamasını tanımlayan 48. maddesinin ihlali olarak yeniden yorumla­ nıyorlardı. 1 81 Böyle bir suçlamanın affı yok­ tu. Düşman -mutlak düşman- partinin kendisinin içindeydi, bu yüzden parti tasfı-

yeleri artık sadece bir iç mesele değildi. Par­ tiyi ancak maske indirmeyi' amaçlayan bü­ yük bir iç "tedbirlilik" kurtarabilirdi; dev­ rimci devlet ancak azami miktarda tutukla­ mayla kurtarılabilirdi. 182 En üst düzeyde, parti (parti sekreteri sıfatıyla bizzat Sta­ lin)183 hila (1936 Ağuscosu'ndan beri baş­ kanlığını Nikolai Ezhov'un yaptığı) NKVD' nin üzerindeydi; ama daha alt düzeylerde, NKVD'nin parti içindeki "karşıdevrimcile­ re" karşı uyguladığı meşru şiddet, partiyi kendi üyelerini suçlama baskısı altına soku­ yordu; aksi taktirde bu maske indirme işi bizzat NKVD tarafından yapılacaktı. 184 Böylece bu terörün kendi kendini besleyen dinamikleri oluştu; çünkü parti üyelerinin bu terörü durdurmaya yönelik her türlü gi­ rişimi, partinin hukuk-üstü statüsü sayesin­ de düşmanı koruma girişimi olarak yorum­ lanabilir (sabotörler ve casuslar maske indir­ me işini başlatan iç saldırıları bastıran parti üyeleriydi) 1 8� ve NKVD'nin meseleyi kendi eline almasına zemin oluşturabilirdi. İşin il­ ginç yanı, işin iç mantığı gereği, terörü an­ cak Sralin d11rd11rabilirdi. Bunu da 1938

iii
­ o ı.:

lerin savaştığı milliyetçi savaşı da o yarattı. •

Hegel'e göre düşman 11yaşayan bütünlüğü içinde (in seiner lebendigen Tota!itat) olumsuzlanması gereken yabancı bir varlık olarak (a/s ein zu negierendes Fremdes) etik farklılık (die sitt!iche Differenz)11tır. Hegel 11düşmanın hiçliği"ni (das Nichts

des Feindes), 11karşıtlıklar varlığının karşıtı" (Gegentei! des Seins der Gegensatze) olarak tanımlar ki bu tanım düşmanın mutlak karakterini ima etmektedir. Cari Schmitt Hegel'den bu pasaj ı alıntılar.33 Ama kendi yaptığı tanım He­ gel 'inkine, zannetmemizi istediği kadar yakın değildir. Schmitt düşmanın ko­ lektif doğasını vurgulayarak, düşman için kullanılan iki terim, eski Yunan­ ca'da exthros ile po!emos, Latince'de de inimicrıs ile hostis arasındaki farka dikkat

sonlarında, aniden yaptı; Ezhov'u günah ke­ çisi haline getirerek onu İçişleri Halk Ko­ miseri, yani NKVD'nin başkanı olma göre­ viı:ıden aldı. Ezhov cutuklandı ve kurşuna dizildi. Bkz. sJ6 METiN

MEKAN: Mekansal olarak bölünmüş bir dünya tasarımı bariz bir biçimde Avrupa'nın icadıymış gibi görünüyor . 186 Daha 1492'de Papa VI� Alexander'ın fermanından başlaya­ rak, yerkürenin hangi parçasının hangi Av­ rupalı egemen güce 11ait olduğunu" tarif et­ mek için, kelimenin mecazi olmayan anla­ mıyla hatlar çizilmiştir. Bu "jııs p11blicmn Eu­ ropaeum" Cari Schmitt'in 11küresel-çizgisel düşünce11 dediği şeyin başlangıcı, ilk geze­ gensel siyasi imgelemdi. Amerika kıtaları­ nın bulunduğu Yeni Dünya, Afrika ve As­ ya'yla aynı şekilde, bu mekansal düzene merkez konumundaki Avrupa'yla araların­ daki ilişkilere göre girmiştir. Bütün toprak­ lar ya bir Avrupa devletine aitti ya da olağa­ nüstü bir küstahlıkla "işgal edilmesi serbest" "açık mekanlar" ilan ediliyordu.1 87 Bu ilanın gerçek dünyadaki sonuçları insanlığın cari-

hine beş yüz yıl boyunca damgasını vurdu. Aşılamamış gaddarlıkta bir küresel imge­ lem olan Avrupamerkezciliğin ideolojik ge­ rekçelendirmeye ihtiyaç duymuş olmasında, Avrupa'nın vahşi sömürüsünün medeni ol­ mayan bir dünyaya dayacılmış bir medeni­ leştirme süreci olduğu şeklindeki meşrulaş­ tırıcı yalana -bu mekansal tahakkürrİÜ q za­ mansallığın ta kendisi olduğu, tarihsel iler­ lemenin amansız ileri yürüyüşü olduğu iddi: asına- ihtiyaç duymuş olmasında teselli bulmak zordur. Avrupa emperyalizmi vahşi egemen iktidar bölgesini, bütün Avrupa-dı­ şı dünyayı etkileyecek kadar muazzam ölçü­ lerde genişletmiştir. ABD Avrupamerkezciliğe Avrupa'nın kendi mekansal ilkesini benimseyerek mey­ dan okumuştur. Amerikan siyasi imgelemi­ nin iki veçhesi, daha sonraki formlara genel­ de öncülük ermeleri anlamında "kök-biçim­ ler" oldular. Bunlardan biri, kendisinin ci­ simleştirdiğine inandığı ilerlemeyi "boş topraklar" diye bahsedilen toprakları ilhak ederek yaymak amacıyla bacı yönünde yapı­ lan sistematik zorlamaydı.1 88 Bu iş, Kızılde-

·

çeker.34 Birinci terimler tek tek kişilere karşılık gelirken, ikinciler (Jıolemos ve 47

hostis) siyasi düşmanı, -kamusal bir terim olarak her zaman bir soyutlama ıı:ı �

U'

olan- kamusal düşmanı tarif ederler. Bu düşmanla şahsi bir meseleniz yoktur. ı:; U' Egemen gücün mantığına dahil olan bir kategoridir bu düşman. Ya da, farklı -;;; bir terminolojiyle söylersek, düşman imgesel siyasi alan içinde "öteki" konu­ munu işgal eder. Ama düşman bu konumu işgal ederken -ki Schmitt bunu göremez- Hegel'in tanımının içerdiği mutlak karakteri yitirir. Kendimize Podo­ roga'nın şu önemli tespitini hatırlatmamızda fayda var: Düşman yerli yerinde kaldığı, siyasi imgelem içinde kendisine tahsis edilen konumu muhafaza etti­ ği sürece, kısacası düşman gibi davrandığı sürece, mutlak anlamda bir tehdit değildir. Schmitt'in ötesine geçip iki tip siyasi düşman arasında bir ayrım yap­ mamız, kolektife yönelttiği tehdit öte-düzeyde yer alan ve düşman gibi dav­ ranmadığından gerçekten tehlikeli olan, çünkü meşruiyet kazandırıcı imgesel sistemi bütünüyle tehdit eden, Hegel'in "karşıtlıklar varlığının karşıtı" kate-

rili kabileleriyle yapılan anlaşmaların tekrar tekrar ihlaledilmesi yoluyla yapıldı ki sonu­ cu, bu yerli halkın neredeyse soykırıma ma­ ruz bırakılması oldu. 1 89 Söz konusu zorlama, (her açıdan olmasa da) bazı açılardan Hir­ ler'in aşağı olduğu iddia edilen bir "ırk" pa­ hasına Lebensramn elde ermek için doğu yö­ nünde yaptığı zorlamanın habercisiydi.190 İkincisi ise, ABD'nin dünya anlayışının, Av­ rupa'daki çatışmalara girmeyi reddederek ve Amerika kıtalarının Avrupa'nın siyaset ala­ nına dahil olmadığını iddia ederek, Avrupa­ merkezci mekansal düzene temelden mey­ dan okumasıydı. Gezegenin iki merkezi ola­ mayacağı için, bu meydan okuma, Schmitt' in sözleriyle, "mekansal kaosa" yol açarak19 1 yerine herhangi bir "tutarlı alternatif" de kurmaksızın Avrupamerkezci tabloyu imha etti.'92 Alternatif bir gezegensel imgelem, tam da Soğuk Savaş'ın sonuç olarak berabe­ rinde getireceği şeydi - birden fazla "kont­ rol altında tutma" sınırı içeren merkezsiz, . küresel bir mekan- ama yine de, gezegeni imha erme mantığı göz önünde bulundu­ rulduğunda, bu yeni tablonun tutarlılığı da

en hafif ifadeyle şaibeliydi. ABD küresel-çizgisel düşüncenin siyasi imgelemine yeni bir soyutlama getirdi. Her iki kıyısının 300 deniz mili açıklarına kadar uzanan bir "emniyet bölgesi" üzerinde ege­ menlik iddiasında bulunan 1823 tarihli Monroe Doktrini, açık denizlere, Schmitt'e kalırsa, siyasi stratejiyi "geometri" içinde çözündüren boş, matematiksel bir mekana çizilen bir çizgiydi.193 Kendi kendini tecrit etme işlevi gören bu çizginin, eski Avru­ pa'dan gelebilecek hastalıklara karşı bir ka­ rantina engeli olması isteniyordu (daha son­ raları Bolşevizm virüsüne karşı da aynı tür hayali çizgiler çizilecekti). Soyut çizgiler Amerika'nın siyasi hayatında takıntı haline gelecek kadar sık çizilmeye başladı. Polk, 1844 başkanlık seçimini, "Ya Elli Dört Kırk ya da Savaş!" sloganı sayesinde kazan­ dı - ABD Oregon Bölgesinin kuzey sınırı olarak bu enlemi (54° 40') kabul ediyordu; Polk daha sonra İngiltere ile 49. paralel üze­ rinde anlaşmaya vardı, böylece Kanada­ Amerika sınırı bacı kıyısına dilmdüz uzatıl­ mış oluyordu. Mason-Dixon Haccı, kölelik

� "'

48

gorisine yer açmamız gerekir. Demek ki iki düzey vardır; kişinin kendi imge­

!;;

sel alanı içinde tanımlandığı şekliyle düşman gibi davranan normal, güvenli



·� ıı..

� �



«

� 0 ı>::

düşman ve imgesel sistemlerin kendileri arasındaki büyük siyasi bölünmenin uzak tarafında bulunan mutlak düşman. Tam da kolektifin kimliğinin oluşmasını sağlayan fikre meydan okuduğu için, sadece (ve belki de esasen) fizik­ sel bir anlamda değil, daha çok ontolojik bir anlamda kolektifin varlığını tehdit eden, mutlak siyasi düşmandır. Mutlak düşman, insaf etmenin imkansız olduğu mutlak kötülüğün simgesi haline gelir. Avrupa tarihinin ilk dönemlerinden bir örnek verecek olursak, ortaçağ Hıristiyanlığının mantığında günah­ karlar normal, güvenli düşmanlardır, oysa bizzat Hıristiyan dogmasının meş­ ruiyetine meydan okuyan zındıklar mutlak düşmandırlar ve barışçı olsalar bi­ le hoşgörülemezler, çünkü zındıklar tanımları gereği barışçı olamazlar.35 Yirminci yüzyıl dünyasıyla kurulabilecek analoji çok açık. · Hayatta . kal­ dıkları sürenin büyük kısmında, Doğu ve Batı'daki kitlesel-demokratik ege-

sorununu, köle sahibi Güney ile kölesi ol­ mayan Kuzey arasında: 36° 30' enleminden geçen bir sınır çizerek çözecekti. 38. paralel ABD'nin Kore Savaşı'ndaki politikasının salt geometrik hedefi haline gelmişti. Bu çizgiler, Kıta Avrupası'ndaki anla­ mıyla ülkelerin karşılıklı olarak tanıdığı sı­ nırlar değildi. Daha çok, çoğunlukla içle­ rinde kimlerin yaşadığı belli belirsiz hesaba katılarak çizilmiş olan Avrupa sömürgeleri­ nin sınırları gibi, toprak egemenliğini önce­ leyecek şekilde farklılığın yaratıcısı haline geldiler. 1 94 Bu emsalsiz ölçüde soyut ülke anlayışı, Wilson'un etkisiyle Paris Barış Konferansı'nda galebe çaldı; İtilafDevletle­ ri'nin temsilcileri, l 919'da Versailles'da (ya da daha sonraları Neuilly, St.-Germain, Tri­ anon ve Sevres'de) bir odada oturup, ellerin­ de birer kalem, önlerinde birer harita, orta Avrupa'nın karmaşık etnik bölgelerinden "uluslar" yarattılar; Polonya, Danimarka, Belçika, Romanya, Macaristan, Yugoslavya, Çekoslovakya, İtalya, Avusturya, Yunanis­ tan ve eski Osmanlı İmparatorluğu'nun -ve ayrıca Almanya ve Fransa'nın- sınırlarını

kökten değiştirdiler. On dokuzuncu yüzyılın Avrupalı milli­ yetçileri ulusların devletler yaratma hakkı olduğunu ileri sürmüşlerdi; Amerikan mo­ delinde ise devletlerin uluslar yaratma hak­ kı vardı. Amerika Birleşik Devletleri kuru­ luşu esnasında ne etnik olarak ne de dilsel olarak birleşmiş olduğu için, kolektif, top­ lumsal sözleşmenin geçerli olduğu ülke me­ kanına girerek, post facto, geriye dönüşlü olarak, bir ulus, bir ülke haline geldi. Ame­ rikan ulus inşasının hakim temalarından bi­ ri haline gelen göçmenlerin asimilasyonu, ülke sınırları içinde birden çok etnik köke­ ne sahip, uluslararası bir proletarya yarattı. Ama bunun sonucu ille de sınıf dayanışma­ sı olmuyordu. 20. yüzyıl başlarında ırkçı ve yabancı düşmanı retorik, yeni göçmenlerin tehdidi altındaki Amerikalı işçilere cazip geliyordu ve ulusal sınırlar onların işlerini savundukları hat haline geldi. 1980'lerde küresel ekonominin yeniden yapılandırıl­ ması işçilerin elde etmiş oldukları sosyal ka­ zanımları tahrip etme tehdidini beraberinde getirdiği için, kapitalist ülkelerde bu tür ex

menlik modelleri birbirlerinin karşısına mutlak düşmanlar olarak çıktılar, 49 çünkü iki siyasi imgelem de diğerinin temel meşruiyet iddiasını dışlıyordu.

SOGUK SAVAŞ DÜŞMANLARI ontolojik bir bölünmenin

iki tarafında saf tu-

tuyorlardı ve Churchill'in "Demir Perde11 adını verdiği şey bu bölünmenin je_ ofiziksel tezahürli oldu. Bu sınır sadece askeri bir anlamda değil, mutlak "öte-

� � �



Ci'i

ki"nin savunduğu imgesel algılarla kirlenmeyi önlemesi bakımından kavram­ sal bir anlamda da savunma amaçlıydı. Bu sınırın, bekleyeceğimiz üzere, her iki taraf için de farklı bir anlamı vardı. Ulus-devletlerin siyasi imgelemi için, .mekansal olarak algılanan sosyalizmi , "özgür dünya"ya yayılmasını önlemek amacıyla mekansal olarak tecrit ediyor, muhasara altına alıyordu. Sınıf savaşı­ nın siyasi imgelemi içinse, fiziksel sınır, tarih içinde kapitalizmin ekonomik ve toplumsal çarpıklıklarıyla kirlenmeden gelişebilsinler diye, tohum halin­ deki sosyalist toplumları koruyan geçici bir siper olarak görülüyordu. Tecrit, sosyalist rejimlerin otarşik ve dolayısıyla kendi kaderlerinin hakimi olarak

bir milliyetçilik yaygınlaştı. Soğuk Savaş sı­ rasında, Batılı ülkeler içindeki işçi sınıfları Batı'nın Komünizm'den duyduğu korku­ dan ekonomik fayda elde ettiler ve ulus­ devletler düzeyinde siyasi tavizler kazandı­ lar. Ama küresel yeniden yapılandırma bu devletlerin ekonomik sistem üzerindeki kontrollerini kaybetmelerine neden oldu.195 Yeni ekonomik bloklar -AET, Japon haki­ miyetindeki Asya, ABD hakimiyetindeki NAFTA- ulusal düzeyde siyasi ve sosyal demokrasiye çoğunlukla aykırı olan, gele­ neksel siyasi imgeleme temelden meydan okuyan çıkarların yönlendirmesiyle, me­ kansal düzenlemede sağlanan gelişmeleri temsil ediyor. Ulus-devletin geleceği hiçbir surette güvende değildir. ABD ve diğer hükümet­ ler, kapitalistler ile işçiler arasındaki sosyal devlet uzlaşması ilkelerini gözetmeye git­ tikçe daha az istekli (veya bunu yapmaktan gittikçe daha aciz) hale geliyorlarsa, "halk" buna nasıl tepki gösterecek? Üstelik, yeni, küresel olarak yönlendirilen ulus-devlette halk kimdir? Çokkültürcülük retoriğini

kullanan göçmen grupları ge 1 eneksel asimi­ lasyon hedefine direniyorlarsa, bunun sonu­ cu ulus-devlet sınırlarını dikkate almayan . evrensel hoşgörü mü olacaktır, yoksa bunlar içinde etnik saflık sağlanması çağrılarının yenilenmesi mi? Mekansal ulus-devlet ege­ menliği modeli salt zamanımızın küresel­ leştirici eğilimlerine değil, bu eğilimlere karşı verilen mücadelelere de dayanıp ayak­ ta kalabilecek midir? Emik nefretin yarattı­ ğı Balkanlaşma daha eski bir çağa yapılan atavistik bir dönüş müdür, yoksa önümüz­ deki yüzyılın habercisi mi? Son kertede So­ ğuk Savaş'ı "kazanmış" olmanın ne demek olduğunu, bu sorulara verilecek cevaplar be­ lirleyecektir. ZAMAN: Zinovyev, Komintern'in başka­ nı sıfatıyla, Kızıl Ordu'nun 1920'de Polon­ ya'ya karşı düzenlediği saldırıyı, kendinden emin bir · edayla "eski Avrupa proletarya devrimine hücum etmeye hazırlanıyordu" diyerek haklı çıkarıyor ve başka ülkelerin mekanına yapılan "devrimci" ve "gerici" müdahaleler arasında zaman açısından te-

Bkz. s.36

METiN

50 kalmalarını sağlayan, bir yandan üretim bakımından kapitalist Batı'ya yetiş­ ti mek için, bir yandan da siyasi devrimin ulaştığı tarihsel düzeyden geri düş­ �

:S memek için gereken ZAMAN'ı kazandıran bir araç olarak görülüyordu. Ama

L:.1 ""

� aslında bu büyük bölünme siyasi imgelemlerin kendilerini tecrit edip, her birini ötekinin mantığı tarafından yıkılmaya karşı korumak gibi dile getirilmei t.:.ı

..... ·< < >­ o ı:.::

yen bir amaca da hizmet ediyordu.

Şimdi bütün bunların ideoloji olduğu söylenerek karşı çıkılabilir dedik!erimize. Gerçekten de, Soğuk Savaş sırasında her iki tarafın da gözde iddiala­ rından biri, kökten farklı bir alanda işliyormuş gibi görünen düşmanın aslın­ da bizim kendi siyasi imgelem alanımız içinde davranmakta olduğuydu. Bu rahatlatıcı ve teselli edici bir şeydi, çünkü düşmanı normalleştiriyordu. Böy­ lece sınıf savaşı manzarası içinde, milliyetçi devlet anlayışı, gerçek iktidar odağını, yani uluslararası kapitalist sınıfı gizleyen ideolojik bir yer değiştirme olarak görülüyordu. "Emperyalist" ulus-devletlere, bu sınıfın çıkarlarına hiz-

mel bir ayrım yapıyordu. 1 96 Keza, 1920'ler­ de Sovyec hukukçuları da Polonya'nın işga­ lini, tarihi ileri doğru itecek sınıf mücadele­ si biçimlerinden biri olarak savunmuşlardı, halbuki İtilaf Devlecleri'nin Rusya'ya yap­ tıkları müdahale "tarih çarkını durdurma"ya yönelik bir girişimdi.197 Şüphesiz, Bolşevik Devrimi 'nin ardından patlak veren İç Savaş mekansal bir mücadele, "Sosyalist anavaca­ nın savunusu"ydu.198 Troçki'nin liderliğin­ de, bu mekan milicerleştirildi. Ama Avrupa devrimi beklentisi yerini "en zayıf halka" te­ orisine (azgelişmiş ülkelerdeki proletarya­ nın emperyalist sistemi yıkacak en stratejik konumda olduğu savına) bıraktığında ve "tek ülkede sosyalizm"in siyasi bir gerçeklik olmanın yanı sıra, ekonomik açıdan da sür­ dürülebilir bir şey olduğu ilan edildiğinde, hakim kaygı haline geldi. Lenin 192l'deki Sovyecler Kongresi'ne sunduğu bildiride şunu teslim ediyordu: "Gelecekteki gelişmelerin daha basit, daha dolaysız bir biçime bürüneceğini ... sanmış-· cık", oysa "cuhaf bir durum" olmuş ve Dev­ rim, "en geri ve en zayıf devleclerden biri zaman

olan" Rusya'da meydana gelmiş, ayakta kal­ ması da mümkün olmuşcu.199 Lenin'in ta­ rihteki bu anormalliğe verdiği cevap, coğra­ fi açıdan geçici olarak birbirlerinden ayırt edilebilseler de, aslında tarihin iki aşaması­ na tekabül eden "iki dünya" tablosu çizmek­ ti: "Kapitalizmin karmakarışık eski dünya­ sı ... ile hala çok zayıf olan, ama yenilmezli­ ğinden ötürü büyüyüp serpilecek olan, yük­ selen yeni dünya.11 200 Hiçbir.zaman kapita­ list ve sosyalist dünyalar arasında yapılan bir coprak paylaşımı şeklinde değil, her za­ man geçici bir durum -Lenin'in sözleriyle "istikrarsız bir denge11 2oı_ olarak mazur gös­ terilmiş olan "barış içinde bir arada yaşama" söyleminin kökeni işte buradaydı. Siyasi ön­ cülük ile tarihsel olarak "geri kalmış" eko­ nomik koşullar arasındaki bu mesafe karşı­ sında, Lenin'in Yeni Ekonomi Politikası (NEP), bir geri çekilme "çağı" (mekanı de­ ğil) sırasında köylüler ve girişimcilerle uz­ laşmaya dayalı, cam da Komünistler "zaman bizden yana11202 iddiasında bulunabildikleri için haklı çıkarılabilen bir politikaydı. Le­ nin'in ekonomik kalkınma ve milliyetler

met ettikleri için böyle deniyordu. Buna karşılık diğer taraf, ulus-devletler ca- 51 rafı da SSCB'ye memnuniyetle,/kendi çıkarlarını gözeterek hareket eden bir � ıı:ı

ulus, hatta Rus ulusu, emperyAlisc bir ulus olarak bakıyordu.

Bu iddialardaki -devletin ulusal değil, sınıfsal çıkarları gözeterek hareket ettiği ya da partinin sınıfsal değil, ulusal çıkarları gözeterek hareket etti­ ği iddialarındaki- doğruluk payı ne olursa olsun (ki her ikisinde de epey yüksek bir paydır bu şüphesiz), ben burada bunların meşru egemenlik eylemleri­ ne temel oluşturamayacaklarını ve meşruiyecin bütün modern, kitlesel-de­ mokratik rejimler için temel önemde olduğunu iddia edeceğim. Nitekim Brejnev 1 968' de Çekoslovakya'nın işgalini nasıl Sovyec (hele hele Rus) ulu­ sal çıkarlarıyla meşrulaşcıramazsa, Johnson da Vietnam'daki savaşı kapitalist sınıfın mülkiyetle ilgili çıkarlarını korumakla meşrulaştıramazdı. Üstelik meşrulaştırma söyleminin, iktidarı iş olup bittikten sonra gerekçelendiren bir niceliği olduğu kadar, iktidarı yaratan bir niceliği de vardır. Reagan'ın, ko-

sorunu karşısındaki konumu, siyaset ile sos­ yoekonomik koşullar arasındaki mesafeye tahammül etmek ve siyasi kültürün gelişti­ rilebileceği ve sivil toplum kurumlarını ge­ lişmek için zaman bulabileceği bir "soluk­ lanma mekanı" oluşturmayı teşvik etmekti. Stalin'in politikası ise, tersine, bu mesafeyi zorla kapamaya çalışmaktı. Stalin'in ekono­ mik kalkınma politikası başlı başına bir sa­ vaş ilanıydı (bkz. SOGUK SAVAŞ DÜŞMAN­

LARI).

İç Savaş imgeleminin Birinci Beş Yıllık Plan döneminde Stalin tarafından canlandı­ rıldığına ve Fitzpatrick'in ileri sürdüğü gi­ bi, "Savaş Komünizmi'nin, birçok kişi için sanayileşme ve kolektifleştirme ile birlikte anılan politikaların modeli olmasa da atıf noktası olduğuna"203 şüphe yoktur. Ama belirtilmesi gereken şey. Stalin'in iç savaş söylemini -s.i yasi bir bölgeyi- ekonomik kalkınma alanına taşıyarak, (yepyeni olmasa da) belirgin biçimde farklı bir şey yaptığı­ dır.204 Stalin tarihsel geçiş mekanını mili­ terleştirmiş ve ekonomik kalkınma ve köy­ lü kolektifleştirmesi alanının kendisini bir

savaş bölgesine -mutlak iktidar mekaniz­ masına başvurulan bir "vahşi bölge"ye- çe­ virmiştir. Burada mesele, savaş komüniz­ minde olduğu gibi, ekonomiyi savaş için se­ ferber etme meselesi değil, ekonomiyi savaş olarak seferber etme meselesiydi. Üstelik, zamana karşı verilen bir savaşcı bu. Birinci Beş Yıllık Plan'ın hızlı sanayi­ leşmesi, tarihsel "hızlanma" (uskorenie) ola­ rak tasavvur ediliyordu. Lewin şöyle yazar: "Değişimlerin hızı ve şiddeti nefes kesiciy­ di", zira 1938 yılında toplumdaki hiç kim­ se 1928 yılındaki yerinde değildi; aynı za­ manda, "bütün bu kalkışmadaki aciliyet hissi hayret vericidir: Dayatılan tempo za­ mana karşı verilen bir' yarışı çağrışcırır, ade­ ta ülkenin kaderinden sorumlu olanlar tari­ hin dışına çıkmakta olduklarını hissediyor­ lardı. 11205 Stalin döneminde, "zorla hızlan­ dırmak her derde deva haline geldi. ıı206 Eko­ nomik üretimin "temposunu yavaşlatma" (gromozhenie) yönünde her öneri karşıdev­ rimle aynı kapıya çıkar oldu. 207 Bugün, aşıl­ ması gereken bir engel, komünist gelecek uğruna sürekli feda edilen bir şeydi. Mihail

U' ız: ıı:ı U' ü5 < >­ ü;

52 münizmin "arka bahçemize yayılması11nı önlemek amacıyla Nikaragua'daki

!;; karşıdevrimcileri silahlandırma politikasının, sınıfsal çıkarlardan çok, bizati­ :S hi Soğuk Savaş'ın mekansal-imgesel terimlerini yeniden üretmeye dayalı olı.ıı ::.:

""

� duğu ileri sürülebilir.36 Bu politikaya halkın desteğini kazanmakta güçlük

çekmiş olması, bu terimlerin yeniden üretiminin çoktan bir krizle karşı kar� ı.ıı

...ı •<
­ o =

ret ve jestleri -çoğunlukla bilinçli niyetin hilafına- hakikati açığa vuran mimetik bir

dil oluşturur. Bu dil kavram dışında her şeyi konuşur. Bedenin yüzeyi üzerine dış dünyanın içe y�ptığı baskı ile öznel dünyanın dışa ifadesi arasındaki bir kesişim şek­ linde }'azılan bu idrak sisteminin dili, aklın diline ihanet etme, onun felsefi egemen­ liğini tahrip etme tehdidini beraberinde getirir.

Hegel zafer kazanan bir ordunun mekan içindeki hareketinin tarihsel ilerlemey­ le özdeş olduğu fikrini kozmolojik boyutlara geliştirdi (Lenin, Hegel' in meşru miras­ çısıydı). 1 806'da Jena'da Tinin Fen01nenolojisi'ni yazan Hegel, Napolyon'un (uzakta gürleyen toplarının sesini duyduğu) ilerleyen ordusunu, Akıl'ın bilinçsiz gerçekleşi­ mi olarak yorumluyordu. On yıl sonra Waterloo savaşına İ ngiliz ordusunun sahra doktoru sıfatıyla fiziksel olarak katılan Sir Charles Bell'in yorumu çok farklıydı:

Bizim hislerimizin (bu savaşı kazanan Britanyalılar arasındaki} genel hissiyata uymama­ sı talihsizlik. Ama benim gözümde, Waterloo'da kazanılan ;an her zaman ;oke edici elem işa­ retleriyle birlikte anılmak zorunda: Kulaklarıma gelen kesif bağırışlarla, yiğit gô'ğüslerden kopan haykırış/arla, ölmekte olanların kesik kesik, zorla konuşmalarıyla ve mide bulandırı­ cı kok11larla. Bu his aşmlrğının mazareti olarak size (yaralı dost ve düpnanların eskizleri çizilmiş olan) defterimi göstermem gerekir. 1 0 Bell'in "his aşırılığı" duygusallık anlamına gelmiyordu. "Böyle çeşit çeşit ıstırap

arasında zihninin sakin" olduğundan bahsediyordu. 1 1 B u hğlamda "his"si "zevk­

le / beğeniyle" herhangi bir alakası olan bir şeymiş gibi yorumlamak da abes kaçacak­ tır. B u aşırılık algı keskinliğinin, bilinçli iradenin ya da muhakemenin denetimin­ den kaçan maddi farkındalığın aşırılığıydı. Bu psikolojik bir sempati ya da merha­ met kategorisi, ötekinin bakış açısını niyetli anlam perspektifinden anlama katego­ risi değil, fizyolojik bir kategoriydi - duyusal bir mimesis, sinir sisteminin, gördü­ ğü şeyler düşünsel kavrayışa direndiği için "aşırı" olan dış uyarımlara verdiği bir tep­ kiydi. Doğanın enkazı olarak tarihe anlam verilemezdi. Rasyonalite kategorisi bu fiz­ yolojik algılara ancak rasyonalizasyon anlamında uygulanabilirdi. 1 2

3.9

Yuri Pimenov. Sakat Kalmış Gaziler. 1 926.

·varalı Askere Verilecek Hareket Eğitimi·. Jules Amar, Sanayi Örgütlenmesinin Fizyolojisı'nden (191 8).

3.10

Walter Benjamin 1. D ünya Savaşı h a kkında şunları söyl emişti: "Bir zamanlar okula atlı tra mvayla giden b i r kuşak, a rtık bul utlardan baş ka her şeyin d eğiştiğ i topraklarda, ç ı p l a k gökyüzü nün altı nda b u l uverdi kendini. Ve bul utl a rın a ltında, şiddetli patlamaların, akıntıl a rın ortasında kalakaldı küç ük, korumasız insan bedeni."13 "Kozmos ilk kez gezegen ölçeğinde, yani teknolojik bir ruhla baştan çı karılm aya çalışılıyor­ du. Ama e g emen sınıf bu yolla kendi kar şehvetini tatmin etmeye kalkıştığ ı n d a n, teknoloji insana i h a n et etti, zifaf yatağı kan gölüne dönüştü."14

Henry Ford kitlesel ü retim h a kkında şunları söylemişti: Model T'nin üretimi n d e ayrı ayrı 7882 işlem yapılması g e rekiyordu, ama Ford [1 923 tarihli oto biyog rafisinde] bu işle'm l e rin sadece % 1 2'sinin "güçlü, sağlam vücutlu ve fiziksel bakımdan kusursuz a d a m l ar" g erektird iğini belirtiyordu. G eri kalan işlemler arasında, ki b u n u kendi ü retim yönteminin en önemli başa rısı olarak görd ü ğ ü kesindi, "670 tanesi ba­ c a kları olmayanlar, 2637 'si tek b a c a klı olanlar, i kisi kolsuzlar, 7 1 5'i tek kollular, o n u da kör­ ler tarafı n d a n ya pılabiliyordu ." 1s

118 1-­ Lll �

� ı:ı.. L1l >



....ı •< < >­ o �

3.2 ŞO K Walter Benjamin'in modern deneyimi kavrayışı nörolojikti. Bu kavrayışın merkezinde şok vardı. Benjamin Freud'un, bilincin şoku onun bellek üzerinde kalıcı bir iz bı­ rakacak kadar derinlere nüfuz etmesini önleyerek bertaraf ettiği hipotezinin "verimliliğini11, bu hipotezi "Freud'un aklındakilerden çok uzak durumlara" uygulayarak araşrırmak istiyordu. 16 Freud savaş nevrozuyla, "mayın şoku"yla ve 1. Dünya Sava­ şı'nda askerlerin başına musallat olan felaketlerle ilgileniyordu. Benjamin ise muharabe meydanındaki bu şok deneyiminin modern hayatta "norm" haline geldiğini id­ dia ediyordu. 1 7 Bir zamanlar bilinçli düşüncenin vesilesi olan algılar artık bilincin bertaraf etmesi gereken şok itkilerinin kaynağı olmuşlardı. Bu savunma refleksi en belirgin olarak, (Benjamin burada Marx'tan alıntı yapar) "işçilerin kendi 'hareketlerini bir otomatın tekbiçimli ve kesintisiz hareketi ile' eşgü­ dümlemeyi öğrendikleri 11 fabrikada görülüyordu. 18 "İşçinin iradesinden bağımsız ola­ rak, üzerinde çalışılmakta olan nesne onun eylem menzili içine girer ve ondan aynı ölçüde keyfi bir şekilde uzaklaşır. " 19 Burada sömürü ekonomik değil bilişsel bir ka­ tegori olarak anlaşılmalıydı. İ nsan duyularının hepsini tek tek örseleyen fabrika sis­ temi, emeği "deneyimden recrit edilen" işçinin hayalgücünü felç ediyordu; belleğin yerini koşullu tepki, öğrenmenin yerini "idman", becerinin yerini tekrar alıyordu: "Pratik hiçe sayılır. ıı 20 Modern teknoloj i koşullarında estetik sistem diyalektik bir tersine çevrilmeden geçer. İ nsan duyuları gerçeklikle 11temasra" olma tarzı olmaktan çıkıp gerçekliği ka­ rarcmanın bir aracına dönüşür. Estetik -duyusal algı- anestezi haline, duyuların bi­ lişsel kapasitesinin uyuşması haline gelir ve bu uyuşma kendini koruma söz konusu olduğunda bile insan organizmasının siyasi tepki verme gücünü ortadan kaldırır. "Deneyimlemeyi geride bırakmış" biri , diye yazar Benjamin, "amk. .. karagün dostu­ . nu ... can düşmanından ayırmaktan acizdir.1121 •

Modern emeğin duyusal deneyimi, kapitalist üretimle sınırlı bir şey olarak görüle­ mez. Sovyet rej imi kapitalist sanayi üretimini topyekun benimsemeye o kadar heves­ liyken,22 bu üretimi yapan işçileri sakatlayan duyusal şoku ithal ermekten nasıl kaçı­ nabilirdi? Lenin kapitalist emek biçimlerini sömürücü içerikleri olmaksızın ithal edebileceğini düşünüyordu.23 Ama kapitalist biçim, onun içeriğidir. Biçim , fabrika emeğinin duyusal deneyiminin açıkça gösterdiği gibi , biçimci değildir. Montaj hat­ tında üretim, sırf sosyalist diye işçi denen duyumsal bedene farklı bir his vermez. Pe­ ki Sovyet modernleşme süreçleri Batı'dakilerden nasıl ayırt edilebilir? Benjamin'in

modern şok hipotezi Sovyetler Birliği'nde "sosyalizmin i nşası" bağlamında araştırıl � 1 1 9 dığında, zaman�al b i r farklılık göze çarpacaktır: Sovyetler Birliği proletaryası için sa- ::ı nayileşme hala bir rüya filemi iken, kapitalist ülkelerdeki işçiler için, zaten yaşanmış

8

bir felaketti.

Sovyetler Birliği 'nin ilk yıllarında makine kültürü konusunda hissedilen heyecan sık sık öne çıkarılmış ve uzun uzadıya anlatılmıştır. Ama bu izahlarda gözden ka­ çırılan can alıcı nokta, makine kültünün makinelerin kendisinden ne kadar önce gel­ diğidir. Batı kapitalizminde makine kültürü zaten varolan bir sanayileşme düzeyine uyarlanmış durumdaydı. 2·1 19. yüzyıl sonlarında Frederick Winslow Taylor, çalışma sürecini optimal verimlilikte temel hareketlere ayrıştırıp insanlara onlardan en azami randımanı almak amacıyla makine muamelesi yapan "bilimsel işletme" yöntemini geliştirdi.25 Böylece işçilerin değil fabrika sahiplerinin çıkarlarına hizmet ediliyordu. İşçinin makineye uyarlanması işin bir gereğiydi, ama aynı zamanda mimetik bir sa­ vunma mekanizmasıydı da. İnsan devinimleri bir tür zırh işlevi görüyordu. Doğada bir hayvan nasıl dış ortamı taklit etmek için kendi fiziksel özelliklerini değiştiriyorsa, bedenini duyuları körelmiş bir makineye çeviren işçi de kendini makine emeğinin şo­ kuna karşı koruyordu. Sovyetler Birliği'nin ilk yıllarında varolan teknoloji-öncesi koşullarda ise, maki­ ne-olarak-insan külcü içinde ütopyacı bir anlam barındırıyordu. 26 Bu kültün fabrika­ lardaki işgücünün dağıldığı ve ülkenin 1. Dünya Savaşı öncesindeki sanayi kapasite­ sine yeniden ulaşmak için mücadele verdiği 1 920'lerde bir vecd yoğunluğuna ulaş­ ması, mekanikleşmiş süreçlere karşı savunmaya yönelik bir tepki olmaktan çok bu süreçlerin müjdecisiydi.27 1 920 yılında Amerika Birleşik Devletleri 'nden ithal edilen Taylorcu çalışma yöntemlerini uygulamaya geçirmek amacıyla kurulmuş olan Mer­ kezi Çalışma Enstitüsü (Tsentralnyi Institut Truda, yani TsIT) bir şair tarafından yö­ netiliyordu.28 Enstitü mekanikleştirilmiş çalışma ritmleri üzerinde çalışan bir deney laboratuvarıydı. Hala sanayi-öncesi denebilecek bu bağlamda, makinelerin ritmini uygulayan insan bedenleri, arzulanan bir durumu yaratmak için onu taklit ederek bü­ yü yapan şamanlara benziyorlardı. Bilimsel olarak hesaplanmış beden hareketleri yağmur dansının sanayi çağındaki eşdeğerleriydi. Enstitünün müdürü Aleksey Gastev makine başında çalışmanın verdiği mono­ con sıkıntıyı ilk elden biliyordu. Savaştan önce Paris'teki siyasi sürgünlüğü sırasında meral işçiliği yapmıştı ve kapitalist sömürünün fiziksel, bedensel biçimini biliyordu. Ama yazdığı proleter şiirlerde, artık emekleriyle evrensel bir uyum ve barış dünyas_ı yaratmak amacıyla küresel bir işçiler kolektifi tarafından gerçekleştirilen ama hala acı veren bu süreci ballandırarak anlatıyordu. Aynı anda vurulacak bir milyon çekiç bü­ tün dünyayı ti tretecekti. 29 Gastev ancak "çok miktarda" yabancı sermaye "girişi"yle bu dönüşümün sağla­ nabileceğini, bunun da Sovyet sanayiini Amerikalı, İ ngiliz ve Alman kapitalistlerine "bütünüyle köle etmek" anlamına geleceğini kabul ediyordu . Hız, standartlaşma ve

__

� "'

3.11 Aleksey Gastev !Merkezi Çalışma Enstitüsü). Kak nado rabotat"(Nasıl Çalışmalı)'dan: Günün ritimleri ve bedenin ritimleri ( 1 922). Gastev, Lenin'in bu afişi ofisine asıp yöntemlerini şahsen uygulamış olmasıyla övünüyordu.

3.12 Lev Kuleşov'un 1 921 tarihli bir "filmsiz film"i için hazırladığı "hareket çizelgesi".

"teknik ruh" zorunluydu.3° "Felaketler" -yıkım ve ölüm- kaçınılmazdı.31 "Makineci:. 121 liğin" gücü elektriksel si �irler, beyinsel makineler ve sinemasal gözlerden oluşan yeni insan duyuları32 ve ko\ektif hareketlere, kolektif hislere, kolektif amaçlara sahip

küresel, kitlesel bir beded yaratacaktı.

Milyonlarca beyin yerine tek bir dünya beyni yaratacak(tı). Tamam, henüz uluslararası bir dil yok, ama ul11Slararası jestler var, milyonların kullanmayı bildiği 11lmlarası psikolojik formülasyonlar var... Gelecekte b11 eğilim bireysel düşünceyi imkansızlaştıracak ve kimseler farkına varmadan kendine ait açma-kapama ve kısa devre sistemleri olan bütün bir sınıfın nesnel psikolojisine dönüşecektir. 33 Sovyet tarzı makine kültürünün kökenleri bir eksikliğin ifadesinde yattığından, bu kültürün acımasızlığı bile ütopyacı bir niteliğe sahipmiş gibi görülüyordu. Şiir ve üretim teknikleri ancak bu rüyayı and � ran bağlam içinde bu denli karşı konmaz bir biçimde örtüşebilir, i nsan bedeniyle uğraşan sanatçılar olarak tiyatrocuları, -sinema­ cıları ve koreografları kendine çekebilirdi. Sanayi emeği yaratıcı bir araç olarak yeni insanı üretmenin, çalışmayla dansı kaynaştırmanın bedensel disiplin modeli haline geldi. Oysa ABD'de kitlesel üretimin pragmatik motivasyonları vardı, insanın verili, kusurlu biçimiyle uzlaşılmıştı. 1 920'lerde Sovyet ideali sanatın yaratıcılığı ile bilimin kesinliğini birleştirmek­ ti. Bunun, sömürücü teknolojileri ideolojik olarak haklı çıkarma çabalarına, yani si­ yaseti terimin burjuva anlamıyla "estetize etme"ye kapı açtığına şüphe yok.'4 Ama aynı zamanda burjuvazinin zihin ile beden arasında açtığı gediği aşmayı , "estetiği" başlangıçtaki bilişsel anlamına geri döndürmeyi de vaat ediyordu. Taylorcu teknik­ ler, hiçbir çelişki görülmeksizin, Sovyet kültürü içinde ayrı ayrı kaynakların başvur­ duğu sanatsal yöntemlerle bir araya getiriliyordu. Volkonski ile Gardin'in Avrupa' dan ithal ettikleri ve sonradan ilk dönem Sovyer sinema yönetmenlerini de etkileyen bale ve mim teorileri bunun numunelik örneğidir.35 Lev Kuleşov'un forll\üle ettiği ilk montaj teorisi, aktörün bedeninin ritmik eklemlenişini, yani dışavuruıiı. jesti ola­ rak ele alınan bir dizi remel hareketi film çekimleriyle karşılaştırıyordu: Her ikisi de hareket kesitleri, "mekan içinde açılan ve zaman içinde süren ... ayrı eylem anlarinın bileşimi"ydi.36 Kuleşov'a göre montaj perdenin ritmiydi, aktörün özbilinçli, dene­ timli bedeni de onun evrensel modeli. Taylor'un bilimsel işletmeciliğinde olduğu gi­ bi, aktörün bedeninin her bir parçasına, diğer parçalarla karmaşık pozlar içinde bir araya getirilebilecek bağımsız bir modül muamelesi yapılıyordu. Aynı işlem sinema-: sal kurguda da görülüyordu: Film kesitleri, tıpkı bedensel jest kesitleri gibi, diye ya­ zar Yampolski, "birbirine karşı olan ve tam da bu karşıtlık içinde anlam kazanan gös­ tergeler"di .37 Moskova sinema okulunun Deneysel Sinema Laboratuvarı' nda hem montaj rit­ mi hem de beden ritmi dersleri veriliyor, bu derslere Kuleşov da aktif bir biçimde ka­ tılıyordu.39 Tiyatro da bundan etkilendi. Dramatist Vsevolod Meyerholçl, aktöre bi-

� 2



3.13 1 930'11 yıllarda teknik uzman köylü kadına sanayi çalışmasının temellerini öğretirken.

C. E. Çernişev tarafından tasarlanan, Moskova'daki Marx-Engels Enstitüsü inşaatının ( 1 926) fotoğrafı. Mekanik olmayan inşaat yöntemleri. el arabalarının binanın tepesine çıkabilmeleri için tahtadan rampalar kullanmayı gerektirmiş.

3.14

3.15 Moskova'da oyuncak kamyon satan sokak satıcıları. 1 92D'ler.

1 23

3.16 Moskova, 1 926 kışı.

3.17 Birinci Beş Yıllık Plan sırasında ülkedeki en büyük inşaat alanı olan. Magnitostroy'daki mağazaların temel kazımı. Bir işçi şunları hatırlıyordu: ·Acayip bir görüntüsü vardı: Devasa. yuvarlak bir hendek kazıyorduk. Biz vahşi hayvan tuzağı olacak zannediyorduk. ama açık ocaklı fırınların temeliymiş kazdığımız. "38

124 çimlendirilmeye açık bir duygusal ifade nesnesi muamelesi yapan bir "biyomekanik" !;; sistem geliştirdi. Burada da amaç bütün gereksiz ve amaçlanmamış hareketleri kal­



...ı ııı ıı. ııı >

"i ııı ...ı

« < >­ :::ı ı:ı::

dırarak beden üzerinde denetim sağlamaktı. Oyunculuk öğrencilerinin hareketlerini

biçimlendirmelerine yardımcı olmak için kronometreler ve saatler kullanılıyordu.

Gastev ve Taylorculuğun etkisi açıkça görünüyordu.40

1 923 'te bir tiyatro eleştirmeni olan Platon Kerjenrsev halkın geneli arasında zaman verimini artırmak amacıyla, yönetim kurulunda Gastev ve Meyerhold'u n (ve onur üyesi sıfatıyla Lenin ve Troçki'nin de) bulunduğu Zaman Derneği'ni kurdu.41 Derneğin dergisi Vremia (Zaman), ordu, fabrikalar, hükümet kuruluşları ve okullar içinde tabandan 800 "zaman hücresi" örgütlenmesini destekledi. "Zamancılar" gecik­ meler, lüzumsuz hareketler, uzun konuşmalar vs. yüzünden yaşanan zaman kaybı olaylarını denetlemek için Üzerlerinde "zaman kartları" taşıyorlar ve "kendiliğinden özdisiplin"i savunuyorlardı.42 Stites, Sovyetler Birliği' nde Amerikan teknolojisinin, biri kentsel, diğeri kırsal iki kültürel alımlanma tarzı olduğunu göziemler.43 Köylülerin motivasyonu bilimsel olmaktan çok maneviydi: Teknoloji "geri kalmışlıktan kurtuluşu vaat ettiği" için kozmolojik bir anlama sahip:i.44 Halkın geneii arasındaki bu şevki, resmi çevreler ta­ rafından yönlendirilen bir şey o!arak görüp bir kenara atmak yanlış olacaktır.45 Henry Ford vasıfsız ama disiplinli bir işgücünün "devasa üretkenliği"nin simgesi olmakla kalmıyordu; Rus köylülerinin en çok arzu duydukları tüketim malı olan Fordson traktörünün de üreticisiydi. 1 9261ya gelindiğinde Sovyecler Birliği 24 000 Fordson sipariş etmişti ki bu "toplam Sovyet üretiminin yaklaşı k yüzde 851ine karşılık gelen bir rakamdı . 1146 Ford düpedüz bir halk kahramanı olup çıkmıştı:

Köylüler traktiirlerine fordzonişkas diyorlardı... On11 biiyüleyici bir şahsiyet olarak görüyor­ lar, gazeteci Ma11rice Hind11s1a Ford'11n çarlardan daha zengin ve en akıllı Amerikalı ol11p olmadığını sor11yorlardı. On11 şahsen görmek istiyorlardı... Ford'11n adı, Lenin ve Troçki ha­ riç, komünist yö"neticilerin çoğ11ndan daha fazla biliniyordtt. Bazı köylüler çocttklarına onttn adını veriyor; bazıları yeni "demir at"larına insani özellikler yakıştırıyorlardı. 1 930 yılın­ da A merikalı bir iş mtthabiri Lenin'in Rttsların Tanrısı, Ford'un da Aziz Petrus'u olduğu­ nrı söylüyordu. 47 Benjamin 1 9261da Moskova'yı hala köyle "saklambaç" oynayan bir şehir olarak tarif ediyordu.48 1 932 gibi geç bir tarihte bile Amerikalı bir işadamı 11Moskova1da ya­ yaların araçların arasında, köy yollarındaki köylüler gibi aheste aheste yürümelerine hayret" ediyordu.49 "Sosyalizmi inşa etme"nin neredeyse 1 930'ların sonlarına kadar elle sürdürülen bir iş olduğunu unutmamak gerekir. Numunelik sanayi projesi, (ln­ diana'nın Gary kentini model alarak yapılan çelik fabrikası-kenti) Magnitostroy / Magnitogorsk'un inşaat alanında, milyonlarca metreküp toprak el aletleriyle çıkarıl­ mıştır. 1 9361da buradaki bütün toprak taşıma işinin üçte ikisi hala makineler olmak­ sızın yapılıyordu.50 Vasıfsız köylüler buraya gelip inşaat ekiplerinde "şok çalışması"

(ııdarnyi trud) denen ateşten gömleği giyerek f�brika işçileri haline geliyorlardı.

Birinci Beş Yıllık Plan sırasında en tutulaq iş örgütleme biçimi olan şok çalışma­

sı, kesinlikle Taylorcu değildi. B ireyin bedensel performansının bilimsel hesabına dar yanarak ritimleri standartlaştırmak yerine, iş(fi' ekiplerinin yaptığı hücumlarla ya da 11baskı n11larla icra ediliyordu. Kökenlerinin, amacı makineler olmaksızın insanın fazla­ dan gayret göstererek daha yüksek verimlilik sağlaması olan "çok eski, kırsal, ritim­ tutucu iş haykırışları (vziali)" olduğu söylenir.sı Taylorcu ritimler çalışma 11norm­ lar"ını belirlemeye çalışırken, şok çalışmasının amacı cam da bu normları yıkmaktı. Kelimelerin seçimi manidardı. 11Şok11 (udar), Rusça'da, askeri anlamda (hava sal­ dırısı), doğal anlamda (bir gökgürültüsü ya da müziksel perküsyon atağı) ve tıbbi an­ lamda (inme ya da nöbet) kuvvetli bir darbe ya da vuruş anlamına gelen bir kelime­ dir. s2 Şok işçilerinin kolektif hamleleri, tarihsel değişimin failleri sıfatıyla bir şok ya­ ratıyor, "sosyalizmin zamanını yaklaştırıyor11du.S3 Makineye benzeyen ya da insanlık dışı değil, i nsanüstü bir imgeleri vardı. Modernliğin şokunu üretiyorlardı, bu şokun sonuçlarını bertaraf etmiyorlardı. Aynı zamanda şokun sıkıntısını bedenlerinde taşı­ yorlardı, zira şok çalışması kolektif hedefe ulaşmak uğruna fiziksel fedakarlığı ve tü­ kenmeyi de beraberinde getiriyordu. l 929'dan

itibaren yetkililer 11sosyalisc rekabet" kampanyaları yoluyla şok çalış­

masının reklamını yapmaya başladılar; bu kampanyalarda bir fabrika, mağaza ya da ekip daha az zamanda daha iş yapacağını söyleyerek bir �aşkasına meydan okuyor­

du.54 Artık insanın ölçüsü olmayan makineler bu norm-yıkıcı girişimler sırasında fe­ ci kullanılıyor, "yaralanıyor" ve yerlere atılıyordu.55 İşçiler, çoğunlukla ilkel teknolo­

jilere başvurarak, rekor kırmak için birbirleriyle atletizm rakımları gibi yarışıyorlar­ dı. Kazananlara "uçaklar" ve 11şimşekler11, kaybedenlere de "aylaklar" ve "timsahlar" gi­ bi lakaplar veriliyordu.56 Kazananlar ün elde etme, daha yüksek maaş, apartman ve motosiklet türünden çok tutulan tüketim malları gibi "ödüller" de alıyorlardı. Bu fi­ ziksel çabanın yarattığı bedensel acı da, ekonomik bir bakış açısından sergilediği akıldışılık da görmezden geliniyordu.57 Takım ruhu, gündelik drama ve kahraman­ ca baş:ırılar içeren fena halde duygusal bir meseleydi bu. Deneyimleri günümüzün profesyonel atletlerininkine çarpıcı bir biçimde benzeyen şok işçileri aşırı çaba harca­ maktan hem sahiden neşeleniyormuş hem de sonuçta tıpkı kullandıkları makineler gibi tamamen tükenmiş görünüyorlardı.

125

�;:ı

o ı\.!)

jj

3.18 Solda ve sağda: Nikolay Sokolov. VKhUTEMAS'ın bir sayfiye oteli projesi, 1 928 .



l 929'cla

Pravda Moskova dışında ideal bir sosyalist komün inşa edilmesini önerdi ve

bu öneri daha sonra "Yeşil Şehir" yarışmasına dönüştü.58 Yeşil Şehir üretimle ilgisi olmayan kolektif bir di nlenme mekanı olacaktı . Gelgeleli m yarışma sıkıntı yarattı, çünkü en ünlü mi marlardan bazıları , üretim i n zorluklarını telafi edecek bir rahatla­ ma ortamı olarak sosyalist çalışma dünyasına öyle aykırı çevre düzenlemeleri önerdi­ ler ki bu dünyanın rad ikal bir eleştirisini ima ediyor gibi oldular. Konsrrükrivisr mi mar Moisei Ginzburg ve öğrencisi Mihail Barşç yarışmaya, dinlenme mekan ı nı anarşist-bi reyci terimlerle, mahremiyeti , i radeciliği ve uyumsuz­ l uğu -yani sosyalist üretimin kolektif değerleri nin anrirezleri ni- vurgulayarak çizen bir projeyle katıldılar. Projeleri "bir bölge boyunca çift yönlü bir otomobil yolu çi­ zen ve yol boyuna evler yerleştirip uygun aralara da kamu tesisleri koyan" , "kurdele şeması "na dayalı çizgisel bir şehird i . 59 Bi nalar Bauhaus ve Le Corbusier'nin uluslara­ rası üslubundayclı; toplumsal bakış açısı pek öne çıkmıyordu. " [G inzburg] bir bürün olarak planda geometrik düzenin karşısına 'doğal ' düzeni çıkarıyordu; ulaşımda tari­ feli tren ya da otobüs yerine bireyci özel otomobili yeğlemişti; evlerde ele tek cek ai­ leler için yerleşim birimleri rnsarlamış, 'insanlar arası ndaki, harta kan-koca arasında-

ki bağlar gönüllü olsun ' diye karı-koca için ayrılmış alanlar arası na sürme kapı yer-

127

leştirmişti . " Amaç veri m li lik değil "insan kişiliğ i n i n çiçeklenmesi"ydi. 60 Konscanrin Mel n ikov 'un Yeşi l Şehir önerisi yeterince kolektivisrri . Ö zel evlerin

:::ı >­

değil otellerin bulunduğu, özel girişler ve oturma mekanlarını ortak mutfaklarla ve i nsanların karşılaşıp tanışabi lecekleri, Fransız ütopya teorisyeni Charles Fourier' nin 1 9. yüzyılda önerdiği falanjları hatırlatan büyük ortak koridorlarla birleştiren bir melce tasarlam ıştı .61 Ama planın boş zaman mekanını yapılandırma tarzı bütün ko­ lektivizm ine rağmen eleştireldi. Frederick Starr şöyle yazar: "Melnikov gayet haklı olarak işe, aşırı çalışan emekçilerin tükenmiş olacakları varsayım ıyla başlıyordu. Ya­ kınlarda uzatılan mesai saatleri , vahim ev kı ti ığı ve l 929 'da karne sistem inin uygu­ lanmaya başlamasıyla birleşerek, kentli işçileri fiziksel ve psikoloj ik cahammülleri nin sınırına getirmişti . "62 Mekan, " i nsan kaynayan Moskova'dan dönüşümlü olarak geti­ ri lecek işçi lere geçici bir di nlenme imkanı " sağlamak üzere tasarlanmıştı. "Melni­ kov'un Yeşil Şehir'i sanayi emekçileri ni, doğanın asl i güçleriyle dolaysız ve mahrem bir ilişki içine sokarak dinlendirecekti. Bütün ormanlar, günışığı ile temiz havayı ge­ zenler için en faydalı oranlarda bi rleştirecek şekilde özenle budanacaktı. Açık alanla­ ra, benizleri solmuş fabrika işçileri nin bedenlerini kış aylarında bile güneşin yoğun­ laştı rılmış ışı nlarına açabilmelerini sağlamak için özel bir biçimde inşa ed i lmiş gü­ neşlenme mekanları yerleştirilecekti. " 6 ' Melnikov'un çözümleri, Srali nist sanayileşme zihniyetinde hiçbi r surette bulunmayan ekoloj ik kaygıları öne çıkarıyordu. "Şehrin i htiyaç duyduğu enerji sadece rüzgardan elde edilecekti ve . . . Fourier'ye bir anıştırma­ da bulunarak, ken tin büyük bir bölümünde hayvanların istedikleri gibi dolaşmaları­ na izin verilecekti, böylece yorgun Moskovalı lar kendileri ni Tanrı ' n ı n h uzurlu krallığı için­ de dolaşan ilk insanlar gibi ha­ yal edebi leceklerdi . " fri Bu melce bir şifa (uyku) öneriyor ve uyumayı kolaylaş­ tırmanın tekno-estetik altyapı­ sını sunuyordu. Melnikov şöyle yazıyordu: " İ nsan ömrünün üç­ te biri ni uyuyarak geçirir . . . şifa verici ayinlerin , belki de muci­ zelerin kaynakların ı n araştırıl­ mamış derinliklerine dokun­ mak için gizemli dü nyalara yolculuk yaparken yirmi yılı bilinçsiz, kı lavuzsuz yatarak geçer. 11 65 Şehrin merkezi oteli ,

3.19

Konstanıin Melnikov. Yeşil Şehir planı. 1 929.

g

·:..?

-(

hafifçe meyilleniyordu. Duvarlar büyük cam levhalarla kesiliyordu, çünkü uykunun

« < > o ı:ı::

bir sinescezik sistem yarattıkları kontrol kulübeleri bulunuyordu. Bu araçlar,

bütün gün kolaylaştırılması gerekiyordu ve uyuyabilmek için bazen karanlık kadar

� ı.::ı gün ışığına da ihtiyaç olurdu. 1166 İ ki uçta, teknisyenlerin çeşitli araçlar kullanarak cam ....ı

sıcaklığı, nemi ve hava basıncını ayarlayacak, ayrıca da salonlara sağlığa yararlı kokular ve "seyreltilmiş yoğun hava" püskürtecek/erdi. Tabii ki ses de kendi haline bırakılmayacaktı. "Bilimsel gerçekleri göz önünde bıtlundıırarak" çalışan uzmanlar kontrol merkezinden rehave­ ti yoğunlaştıracak şekilde ayarlanmış çeşitli sesler yayacaklardı. Yaprakların hışırtısı, bül­ büllerin dem çekişi ya da dalgaların yumuşak mırıltısı haddinden fazla yomlmuı kıdemli bü­ yük ıehir sakinlerini anında gevşetecekti. Bunlar yetersiz kalırsa, mekanik yataklar bilinç kaybedilene kadar yavaş yavaı sallanmaya başlayacaktı. Bu noktada, doğal sesler devam ede­ bileceği gibi, kontrol kulübelerindeki eğitimli uzmanların emriyle, bilinç dünyasından, hala kalmıı olabilecek biitün gerilim ve endişeleri gidermek için özel olarak sipariı edilmiş şiirler okunacak ya da müzik eserleri çalınacaktı. işçi adım adım gevşeyecek ve ruhu sanat ve tekno­ lojinin elbirliğiyle rehabilitasyondan geçmiş olacaktı. Bina bütünüyle bir "Uyku Sonatı", Melnikov'un Rusça'da uyku anlamına gelen "son" sözcüğü üzerinde yaptığı siiz oyunuyla söy­ lersek, bir SONnaya SONatı olacaktı. 67 Melnikov yarışma jürisine üzerinde şunlar yazan bir de kare göndermiştir: "Uyu­ yarak iyileşin ve böylece karakterinizi değiştirin . . . Kim başka türlü düşünürse hasta­ dır.1168 Çok tartışılan bu proje 11romantik11likten "anti-sosyaliscliğe", 11tahripçiliğe11 uzanan çeşitli eleştirilerle karşılaştı. "Nasıl olur da,11 diyordu jüri, "tam da ülkenin ha­ yatı çalışarak değiştirmek üzere vites yükselttiği bir zamanda önemli bir mimar ken­ dine uykuyu böylesine yüceltme izni verebilir?"

Melnikov'un hem fiziksel hem de psişik ortamı manipüle etme ô'nerisinden duyduğu heyecanı hiçbir mahcubiyet duymadan ifade eden çok az kişiden biri de, New York'lu coşkulu ıovmen 11Roxy" Roth'du; Roth, mimarı Wallace Harrison ve çeşitli danışmanlarıyla birlikte, yaptır­ mayı düıiindüğü Radio City Music Hali için fikir almak amacıyla yaptığı Avrupa turunun bir parçası olarak 1 93 1 yazında Moskova'yı ziyaret etmişti. Melnikov tam SONnaya SONa­ tı üzerindeki çalışmalarını tamamladığı sıralarda heyetle görü/tiiğünü hatırlıyordu. Roth Melnikov'la, R11s mimar yakın tarihlerde işçi k11/üpleri tasarladığı için görüşmek istemişti, ama Roth'un muhayyilesine asıl hitap eden SONnaya SONatı olmuştıı. Melnikov'un fantas­ tik kontrol kulrıbelerinin teatralpotansiyelini hemen fark etmiş ve kendi teknisyenlerinden Ra­ dio City Music Hall'deki sıcaklığı, atmosferi, sesleri ve kokuları kontrol etmeyi sağlayacak benzer tesisler yapmalarını istemeye karar vermişti. Roth'un reklamcıları birkaç ay sonra, Amerikan halkını "(Radio City Music Hall'ün} yıkanmtf, iyonlammş, ozonlamnıı, güneş

129 ::ı >­ ::ı cı >\.:) < vı

3.20 Konstantin Melnikov. Yeşil Şehir için "Uyku Laboratuvarı". 1 929.

3.21 Konstantin Melnikov. Yeşil Şehir için güneş pavyonu. 1 929. birinci varyant.

ışığıyla dollf havasında geçirilecek iki saatin kırda geririlecek bir aya bedel old11ğ11" şeklinde­ ki Melnikovm iddiayla bombardıman ediyorlardı. 69 Bu Amerikalı g irişimci kendi yarattığı teknik-estetik ortamın, gerçek hayatın sıkın­ tıları nı telafi edici özelliği n i n reklamını yaparken ülkesindeki yetkililer ona hiçbir zorluk çıkarmamışlard ı . Tam aksine. Tüketici nin, üretici bir işçi sıfatıyla çalışırken kendisinden çalı nan şeyin telafi edi lmes i , kapi ralist kül türün kural ıyd ı . Ama sosya­ list meşruiyeti n temeli nde tam da bu i nsani maliyet hesabının reddi yarıyordu - yar­ ması gerekiyordu. Gelgelelim ekonomik modernleşmenin kapitalist ağı r sanayiye öz­ gü tanım ı n ı benimsey i nce, Sovyet sosyal izmi n i n bizatihi üretim süreci nden bir ütop­ ya yaratmaya çalışmaktan başka alternatifi yoktu. Sovyetler, bu seçimi yaparak ram da ekonom ik "kalkın ma" fikrinin kendisini ve bunun gerçekleştirilebilmesinin eko­ loj ik önkoşulları n ı dönüştürme fırsatı nı kaçırmıştır.

130

Vitaly Komar ve Aleksander Melamid, Bayonne. New Jersey, Bayonne İşçilf!rİ, Bergen Point Dökümhanesi dizisinden. 1 988 (Renkli resim 9)

3.22

131

�:ı

Cl "' < "'

Her türlü teknolojinin amacı, der emperyalistler, doğa üzerindeki hakimiyettir. Ama eğitimin amacının yetişkinlerin çocuklar üzerindeki hakimiyeti olduğunu ilan eden bir elisopalıya kim güvenir ki? Eğitim her şeyden önce kuşaklar arasındaki ilişkinin kaçınılmaz düzenleni­ şi ve da/ayısıyla da ille bu terimi kullanacaksak, çocuklar üzerindeki değil bu ilişki üzerin­ deki hakimiyet değil midir? Keza teknoloji de dağa üzerindeki değil dağa ile insan arasın­ daki ilişki üzerindeki hakimiyettir. - Walter Benj a min, 1 92510

Büyük bir işletme insani olamayacak kadar büyüktür. - Henry Ford, 1 9 2911

1 32

3.3

1-< lll :.::

MAK İ NELERİ N DOGASI

"" lll >

Sosyalizm doğayla bütünüyle yeni bir ilişki kurmayı zorunlu kılar. Kapitalizmin tek-

:s lll

'i nolojisi onun amaçlarını gerçekleştirmeye yetmeyecektir. Kapitalizm doğanın sömü­ � «

rüsünü özel kazanç elde etmek amacıyla örgücler. Emeğin sömürüsü bu. sürecin bir

;: o parçasıdır, ama tamamı değildir. Kapitalizm nasıl, devletin koyduğu vergilerle bunu ı:ı:

yapmaya mecbur bırakılmadıkça işgücünün yeniden üretiminin (sosyal devlerin facurasının) bedelini ödemiyorsa, doymak bilmeden tükettiği doğa güçlerinin yeniden üretiminin bedelini de kendi isteğiyle ödemeyecektir.72 Lenin, teknoloj inin nesnel

bilimin cisimleşmesinden başka bir şey olmadığına, dolayısıyla değerden bağımsız olduğuna inanırken yanılıyordu. Teknoloji insanların doğayla ve kendi aralarında kurdukları ilişkilerin maddi tezahürüdür. Doğa fiziksel beden üzerindeki etkileri bakımından acımasız olabilir. Açlık, so­ ğuk, hastalık ve ölüm onun bütün insanlığı etkisi altına alan saldırı tarzlarıdır. Mo­ dern teknolojinin potansiyelinin doğa üzerinde tahakküm rüyasını teşvik etmiş ol­ ması şaşırtıcı değildir. Ama insanların kendileri de doğal bedenler olduğu için, bu rüya kendi kendine zarar verir ve son tahlilde kendi kendi ni yıkar. Marx da 1 844'te 26 yaşındayken, insanın yabancılaşmasını aşmanın, insanlarla doğa arasında bir ba­ rışmayı, "insanın gerçekleşmiş doğalcılığı ile doğanın gerçekleşmiş insancılığı"nı zo­ runlu kılacağını yazdığında bunun farkındaydı. 73 Ama zamanının meşrulaştırıcı söy­ lemi olan ekonomi politiğin diliyle yazılmış sonraki metinlerinde bu tür formülas­ yonların cümi.i ortadan kalkmıştır. 1 844 elyazmaları, Moskova'daki Marx-Engels Enstitüsü 1 927 'de David Riyazanov'un editörlüğünde Marx'ın bütün eserlerini ya­ yınlayana kadar bilinmiyordu ve yayınlanmamıştı.74 O yıl elyazmalarının kısmi bir Rusça çevirisi yayınlandı . Bu "Ekonomik ve Felsefi Elyazmaları "nın ilk tam, Alman­ ca basımı 1 932 'de Berlin'de yapıldı ki zamanlama bundan daha talihsiz olamazdı . Ri­ yazanov Sovyet Bilimler Akadernisi' ndeki genel tasfiyeye kurban düşerek 1 9 3 1 'de tucuklanmıştı.i5 Hider 1 93 3 'te iktidara geldi ve Almanya'da Marx'ın yazı larıyla il­ gili tartışmalar hızla bastırıldı. 1 844 elyazmalarının Avrupa'da yeraltında güçlü bir biçimde var olmayı sürdür­ düğü ve (anti-Stalinist) "Batı Marksizmi" geleneğini temelden biçimlendirdiği her­ kesin malumu.76 Ya Sovyeder Birliği 'ndeki etkileri ? Riyazanov Moskova'daki sol-en­ telektüel çevrelere mensuptu ve şüphesiz bu keşiften arkadaşlarına bahsetmiştir. Ge­ org Lukacs anılarından bahsettiği bir yazısında söz konusu elyazmalarına 1 930'da "şans eseri", Marx-Engels Enstitüsi.i'nde bir araştırma görevi i.istlendiği sırada ulaştı­ ğını söyler.77 Kuşkusuz bu elyazmalarını okuyan herkes onları aynı şekilde yorumla­ mıyordu ve Lukacs bu metni okumasına rağmen Sovyet Marksizmine bağlı kaldı. "Ekonomik ve Felsefi Elyazmaları "nda (gerçekten önemli bütün metinlerde olduğu

gibi) birçok savı destekleyecek veriler bulunabilir. Belki de genç Marx1ın doğayla ba­ ·133 rışma fikrine bağlılığı, ancak 20. yüzyıl sonlarındaki ekolojik krizle birlikte, 1 9. yüz­ \,

·

yıl romantizminin ya da gençlik idealizminin bir ifadesi değil d �on derece pratik bir siyasi kaygı olarak görülmeye başlamıştır.

\

· .

/

Sovyet kültürü içinde farklı bir duyarlılığın, Marx1ın ilk dönem yazılarından beslenmiş olabilecek bir duyarlılığın parçalarını bulup bir araya getirmek mümkün­ dür. Önemli olan bunların varlığını kanıtlamak değil. Tarihçilerin bu parçaları özel­ likle önemli bulmayı başaramamış olmaları da mesele değil. Bunlar kendi dönemle­ rini temsil etmeseler bile, bizim hayatımızda bir yankı bulmaktadırlar ki siyasi açı­ dan önemli olan da budur. •

Bu bağlamda konscrüktivistlerin makine fancazisindeki 11ütopyacı fazla11yı, onların ta­ sarımlarını cam da pratik bir bakış açısından eleştiriye açık b l rakan unsuru ele ala­ lım. 78 Konscrükcivistlerin sanatçı ile işçi arasındaki ayrımı, estetik hazzı sanayinin araçsallığına tabi kılarak değil ama bu faaliyetleri iç içe geçirerek tasfiye etmeye yö­ nelik çabaları, duyumsal (estetik) hazzın salt fiziksel ihtiyacı aşan bir amaç olarak kavrandığı bir doğayla barışmayı ima eden imgeler sunuyordu. Sovyec duyumsallığı tüketici Batı'da olduğu kadar cinsel hazla iç içe geçmiş değildi.79 Hatta Filonov1d�n Maleviç1e, Fedorov1dan Rodçenko1ya Sovyec avangardı arasında güçlü bir cinsel çile­ cilik damarı vardı ve bu yaygın bir Devrimci hissiyat durumundaydı.80 Ama Bolşe­ vik söyleminin bir parçası olarak bir duyumsallık ütopyası söz konusuydu ve bu ütopya kültür içinde güçlü bir etkiye sahipti. Sovyetler Birliği1ndeki aşırı soğuk, ka­ ranlık günler, salgın hastalıklar ve savaşın acılarıyla geçen gündelik bağlam içinde, organik 11hayat11ın (ji.rn) bütün niteliklerinin -ışığın, hareketin, güneşin, havanın, su­ yun- ütopyacı bir cazibesi vardı. Alla Efimova buradan yola çıkarak, güneşle dolup taşan tipik toplumcu gerçekçi resimlerin tasvir ettikleri şey sayesinde değil, bunu tasvir etme tarzları sayesinde etkili olduklarını iddia etmiştir. Bu ressamların beden­ sel rahatlığı -ölüme karşı hayatı, hastalığa karşı sağlığı, kıtlığa karşı bolluğu- tem­ sil etmek için başvurdukları görsel üslup resimlere bakanlara, ideolojik açıdan zorla­ ma sayılabilecek içerikleriyle pek alakası olmayan bedensel bir düzeyde hitap ediyor­ du. Efimova, dönemin metinlerinden 11Gerçekçiliğin seyircinin kendisini 1gerçek1 -canlı ve duyusal açıdan hassasiyet sahibi- hissettirmek olarak anlaşıldığını11 göste­ ren veriler alıntılar. 11 1Canlandırmak1, 1uyandırmak1, 11bam teline basmak' gibi amaç­ lar salt ideolojik fikir aşılama kaygısından daha önceliklidir.1181 Bu ütopyacı arzu bağ­ lamında, sosyalizmin Sovyetler Birliği1nde yaşayan nüfusa daha önce görülmemiş dü­ zeylerde kamusal sağlık, tıbbi bakım ve boş vakit imkanı verdiğini ve bunların de­ mokratik biçimde dağıtılışının dünya için bir model oluşturduğunu da unutmama­ mız gerekir.



o '(!ı




güder, hepsi de bu amaca aykırı olan özgül dilsel ve etnik gelenekleri cisimleştiriyor­ !ardı. Oysa, geçmişi perdeleyerek yansıtan Hollywood filmleri kitlenin asimile edilme­

'i sini sağlayan bir kültürel güç haline geldi. John Ford'un Demir At ( 1 925) filminde, 5 « < >­ o ı.:

kıtalararası demiryolu inşaatı "sanayi Amerikası'nın yaratabileceği büyük fırsatlar sa­

yesinde emek çatışmasını bir kenara koyabilen" Polonyalı, Çinli ve İtalyan işçiler arasındaki ulusal birliği simgeliyordu.34 Sadece sinemanın değil kitle kültürünün de hem ABD'de hem de Sovyetler Birliği'nde genelde olumlu bir anlamı vardı, oysa gör­ sel bir fenomen olan 11kitleler11 ile edebi bir fenomen olan "kültür11ün zıt uçlar olarak görüldüğü Batı Avrupa ülkelerinin etnik olarak inşa edilmiş muhayyilelerinde böy­ le olumlu bir anlam bulunmuyordu. SSCB için, kidelerin birliğini yaratan şey aynı tarihsel mücadelenin parçası olmaktı. ABD içinse, aynı toprağın parçası olmak. Ama her ikisi için de siyasi özdeşleşmeyi, teknik gerçekçiliği gittikçe artan sinemasal pro­ tez biçimliyordu. Hollywood yeni bir kitle figürünü, "yıldız" denen bireyselleşmiş karmayı yarat­ tı. Ayzenştayn'ın protoplazmik kitlesi gibi, bu yeni varlığın da sadece sinema perde­ sinin üst-mekanı içinde varolabileceği ileri sürülebilir. Esasen dişi bir varlık olan yıl­

dız, yüce ve sirnulasyon ürünü bir bedensellikri. Bedeninin parçalarını -ağzını, göz­ lf'rini, bacaklarını, inip kalkan göğüslerini- gösteren yakın çekimler devasa boyutla­

rıyla perdeyi dolduruyordu. Yıldız, dev bir kilise ikonu gibi huşu verici bir estetik gö­ rüntüydü ve etrafı bariz tüketim nesnelerinden oluşan simgesel yığınla çevriliydi.35 Yeni, etnik kökenini belli etmeyen bir adı olan, bu.rnu ve dişleri estetik ameliyatla dü­ zeltilmiş Hollywood yıldızı, kitlesel işlevini, doğal bedenin kendine özgü düzensiz­ liklerini ortadan kaldırarak yerine getiriyordu. Yıldız, çoğaltılan imgesi aynının son­ suzca yeniden üretimini garanti altına alan bir kitlesel tükerim ürünüydü. Kamera ne kadar derinlere nüfuz ederse, evrensel yüzü o kadar geri veriyordu; bu yüzün özellik­ leri (tıpkı Ayzenştayn'ın kalabalıklarının özellikleri gibi) perde üzerindeki bir yüzey, süs kabilinden çizgi ve hatlar haline geldi . Gerçek bir yıldızın kendine özgü, belirle­ nebilir bir "görünüşü" olmalıydı elbette. Ama bu, doğal yüzün ara ara parıldamasının tam tersiydi . Bir reklam logosu gibi anında tanınabilen standartlaştırılmış bir imge, bir klişeydi. Bu "mevcudiyet" işareti bireye, fiili kişiye göndermede bulunmuyordu. Daha çok yıldızın bedeninin kendisi bir göstergeydi, anlamı da erotik cinsellikti. Sov­ yet perdesi proteze dayalı bir kolektif iktidar deneyimi sunuyorduysa, Hollywood per­ desi de proteze dayalı bir kolektif arzu deneyimi sunuyordu. Hollywood filmlerinde sınıfsal hareket toplumsal hareketlilik anlamına geliyor­ du, devrim cinseldi , tayin edici olaylar da evlilik ve boşanma. Ama yıldız da tıpkı devrimci kitle gibi sinema perdesinin yerlilerindendi . Simulasyona dayalı bedensel­ likler olarak her ikisi de sadece perdenin yüzeyinde bir bilme nesnesi olarak sunulu-

yorlar, içselleştirdikleri imge-olarak-kitle algısını kendilerini seyreden kitleye geri 1 63 yansmyorlardı. Bir sinema salonundaki kal�balık sadece kitleleri deneyimlemiyordu; ::5 bir kitle deneyimi yaşıyordu. Tek tek seyircilerin toplamından öte bir şey olan film

seyircileri kitlesi, sonsuzca yeniden üretilen tek bir seyirciydi. Bu kitlesel seyircinin potansiyel gücü muazzamdı, ama onu manipule etme potansiyeli de öyle. Diğer kit-

!:3

o

� �

le iletişim araçlarında olduğu gibi sinemada da toplumsal denetim aracı örgütsel de- � .!::: ğil mimetikti. Sovyerler Birliği'nde ve Amerika B irleşik Devletleri' nde, imge dün- :.:: yasının suretinin çıkarılması söz konusuydu, zira toplum hayatı siı:i'e manın sanal formlarını tekrar maddileştiriyordu. Başlangıçta sadece (sinema ekranı üzerindeki, reklamlardaki, propaganda posterlerindeki) imgeler olarak var olan fenomenler ger­ çekliğe tecavüz etmeye başladılar ki önemli siyasi sonuçları olan bir gelişnıeydi bu. "Yıldızların Evi" Hollywood'un inşası ile Stalin döneminde sosyalizmin süper­ projelerinin inşasını karşılaştırmak aydınlatıcı olacaktır. Her ikisinde de, orantıları­ nın doğal halinden daha büyük olması yeni süper-bedenlerin içinde hareket edip ika­ met etmesini sağlayan bir maddi ortam yaratma girişimi ,söz konusuydu. Hollywo­

od'un film yıldızları ve Ayzenştayn'ın film kitleleri , bu f�h tazi ürünü formların ger­

çekten de var olduklarının göstergesi olarak gerçeklikte ' izler bırakmaya başladılar:

Yıldızlar Hollywood kaldırımlarının ıslak betonunda el izlerini bırakıyorlar; devrim­ ci kitle Sovyet şehfrlerinin geniş bulvarlarına musallat oluyordu. Birey kendini bu et­ kileyici sahne dekorları içinde kaybolmuş hissedebilirdi. Bu dekorların boyutlarının gerçektekinden büyük olması, fiilen yaşanan hayatın ona kıyasla sefil görünmesine neden olabilirdi. Sovyet yurttaşı, kalabalık içindeki Batılı insan gibi, bireyin anlam­ siZlığıyla ilgili, modernliğe özgü endişeye maruz kalıyor ve bu da suret çıkarma sü­ recinin şevkle onaylanmasına yol açıyordu. Hem kapitalizmin hem de sosyalizmin kolektif imgelemleri sanal dünyalarsa, bunları gerçek kılmak toplumsal proje haline gelir. Ama bu projenin bir rüya i mge­ sinin suretinin çıkarılması olması, maddi inşa çalışmalarına fantaziyi andıran bir ni­ telik verir. Film yıldızlarının evleri Hollywood'daydı, ama Bay ve Bayan Amerika'ya da, kitlesel olarak üretilmesine rağmen, birbiriyle ikame edilebilir sakinlerine özel­ lik katması amaçlanan yüzeysel lüksler ve temayüz işaretleriyle dolu bir rüya evi va­ at ediliyordu. Stalin döneminde kitlesel beden fanrazisi toplum projelerini o denli et­ kilemeye başladı ki, inşa edilecek şey ister bir fabrika, ister kolektif çiftlik, bir üni­ versite ya da bir yeraltı sistemi olsun, ister bir hidroelektrik projesi ya da bir kanal sistemi, inşaatın en ağırlıklı ölçürü büyüklüğü oluyordu. Bu huşu verici devasalık, liderin yüce bedenine, bizatihi Stalin'in dev orantılı imgesine dahil ediliyordu. "Suret çıkarma" , sanal gerçeklikleri gerçekten yaşanabilecek maddi fantaziler olarak çoğaltıyordu. Bu da SSCB örneğinde sanayi üretimine, ABD örneğinde de me­ ta tüketimine özel bir rüya karakteri veriyordu. İnsan kendini ancak yaşam tıpkı filmlerdeki gibi, tıpkı reklamlar ya da propaganda imgesindeki gibi olduğu zaman gerçekten canlı hissediyordu.

4.17

Leonid Sokov, Stalin ve Marilyn Monroe, 1 992. (Renkli resim 5)

1 65

Fantazmagorik suret ç ıkarma: "Stalin ortaya çıktığı zaman, tek yapabildiğimiz sevinç çığlıkları atmaktı ... Anayasa oylamasında ben de elimi kaldırıyorum, Stalin de elini kaldırıyor. Bu ne mutluluktur, yoldaşlar. Açık konuşmak gerekir­ se, kendimi on sekiz yaşında gibi hissediyorum."35 (Kadın işçi, 1 936 Aralığı'nda yapılan Sovyetler Kongresi delegelerinden.)

1 66

4.18 Mihail Kaufman. Dziga Vertov'un yönettiği Kameralı Adam ISSCB, 1 929) filminin kameramanı.

4.2

Y Ü ZEY E ST E Ti G I Maleviç, 1 92 5 -2 6 'da kaleme aldığı yazılarda, Rus fi lmcileri devrimci sanacsal amaç­ can, yani cemsili arkada bırakma amacından caymakla eleşciriyordu. Avangarcl yönec­ menler arası nda bile rastlanan, kamera görüncülerine yağlı boya resimmiş gibi, bir şe­ yin resimleriymiş gibi muamele erme eğilimi hakkında alaycı bir edayla " i mgeler perdede zafer kazanmış durumda" diye yazıyordu.37 Ona göre, sinemanın i çeriği film yüzeyinin kendisi olmalıydı . 1 92 7 yı lında Hans Richcer' le gi rişciği film deneyiyle bu ceoriyi uygulamaya geçirdi .38 Beyaz bir fon üzerinde siyah formlar harekec ediyordu, Maleviç ' i n kendi resimlerinin harekecli versiyonu gibi öir şeyden i barecci fi lm. 1 929'da, Maleviç'in cemsili resme şaşırtıcı dönüşünü çokran gerçekleşcirmiş olduğu bir zamanda, Dziga Verrov si nemasal ceknik alanındaki bir güç göscerisi mahiyetin­ deki Kameralı Adam filmini yapcı. Kmneralı Adam bir epistemolojik deney biçimi ola­ rak film yapma sürecini, zamanımızdaki bilişsel uzlaş ı mlara hala meydan okuyacak güçteki yollarla övüyordu. Film, başrolü oynayan kameranın teknik imkanlarını bü­ tünüyle sergileyerek seyircinin film yapımını kameramanın uzmanlık konumundan öğrenmesini sağlar. Maleviç'in soym yüzey estetiğine duyduğu ilgi ise, ram tersine, onu niyecleri nin hilafına, kitleye yüzeyin geometrik örün rüsi.i muamelesi yapan çok farklı bir film ve fotoğraf geleneğine bağlamakrad ır. Ayzenştayn fi lmlerinin çekiminde rastlancıya bırakılan çok az şey olmasına rağ­ men, onun sessiz filmlerindeki si nema-kicleleri nin amorf akışı, dikkacle prova edil­ miş olduklarında bile kendiliğindenlik izlenimi veriyordu. Ama sesli filmleri n dü­ zenleyici ritmi oluşcurmak için müzik kullandıkları l 930'larda, canlı, biçi msel tasa-

4.19

"Talim." Aleksey Gasıev'in Kak nada ' rabotat ' INasıl Çalışmalı) kitabından. 1 922.

4.20 Tiller Kızları, Berfin. Weimar dönemi,(1 920'fe;).

168 rımın bir parçası olarak kitleler perde yüzeyinde dans etmeye başladılar. Siegfried t; Kracauer'in isabetli tabiriyle, bu "süs" olarak kitle koreografisi, vodvil sahnelerinin



standart uygulaması olduğu kapitalist Batı'da başlamış bir şeydi. Kracauer müzikhol

l.t.l >

manasıyla düzenli, tekrara dayalı hareketlerinin şifresinin, içinde yaşadığımız çağa

...ı

ti:

dansçılarının ( 1 927 tarihli yazısında Bedin Tiller Kızları ' nı örnek veriyordu) tam

� dair bir imge olarak çözülebileceğine i nanıyordu: Yaptıkları hareketler modern mon­ ıı.ı ...ı

::i

caj haccının mimetik bir suretiydi - "ete kemiğe bürünmüş benzeriydi ."39 Tiller Kız­ ları ' nın bacakları, Taylorcu üretim sürecinde işçilerin ellerine tekabül ediyordu. Kitlenin süs olarak kullanılması siyasi açıdan taraf gözetmiyordu, özel bir parti­

nin uygulaması değildi. l 93 3'te sağcı Alman yazarı Emse Jünger, şehir sokaklarının ve traktörle kazılmış tarlaların, araçsal teknolojinin alameri farikası olan yüzeysel bir soyur düzenlilik süsü oluşrurdukları bir fotoğraf kitabının sunuşunu yazdı. Aynı yıl, Busby Berkeley'in The Gold Diggers of 1 933 adlı ·Hollywood filmi için koreografisini yaptığı "Remember My Forgotten Man" adlı müzikal gösreride, gerçek bir siyasi ola­ y� görsel destek vermek amacıyla, bu kez insan bedenlerinden oluşturulan, benzer şe­ kilde soyut bir estetiğe başvuruluyordu. Söz konusu olay, 1 932 'de çok sayıda işsiz kı­ demli işçinin Washingron'a gelip, işçi sınıfının ekonomik bunalım yüzünden yaşadı­ ğı sıkıntıları giderme konusunda federal hükümerin duyarsızlığını protesto etmek amacıyla bir çadır köy oluşturdukları "İkramiye Yürüyüşü"ydü.40 l 936'da Leni Ri­ efenstahl, görsel açıdan çok güçlü belgeseli iradenin Zaferi'nde -sözde bir belgeseldi bu- Hicler'in Nürnberg'de Alman faşiscleriyle yaptığı, Fi.ihrer'in bir medya olayı şek­ linde sahnelediği kide gösterisinin yüzey estetiğini yakalıyordu. Ama aynı yıl Grigo­ ri Aleksandrov'un Sirk filmi de gösterime girdi; muazzam bir başarı kazanan bu Sov­ yet müzikali, farklı ırktan birinden çocuk yaptığı için kendi ülkesinde eziyet gören ve kaçıp Rus sirkine katılan Amerikalı sirk göstericisi Marion Dixon'un hikayesinin zirve noktasında yine kitleden süs olarak yararlanan bir müzikal gösteriye yer veriyor­ du.41 Dixon, burada çok çeşitli etnik gruplardan oluşan seyirciler arasında hem bebe­ ğinin hem de kendisinin kabul edildiğini görüyordu. Aleksandrov'un , l930'lardaki Sovyet film yönetmenlerinin çoğu gibi, bu eserde Busby Berkeley'den yararlandığı açıktır. Yine de süs-kitleden canlı bir tablo oluşturmanın Bolşevik bir öncüsü de var­ dı. İlk seyirlik Ekim Devrimi kutlamaları da bu tür bir senaryoya dayalıydı. Berkeley'den yana olan yorumcular, Hollywood müzikallerinin bu usta zanaatka­ rının oluşturduğu süs-kitleleri bütün diğerlerinden ayırmak için cansiperane uğraş­ mışlardır. Berkeley'nin müzikallerinin kalabalığın içine sadece tekrar dışarı çıkmak üzere gömülen bireyi kurtardığı söylenir.42 Yaratılan siyasi etkiyi belirleme konusun­ da, Berkeley'nin kamerasının gösterilen dansı sistematik olarak kesintiye uğratması (bu da onunla Vertov arasında bir bağ kurar) belki de daha önemlidir. Filmin ritmi, paradoksal bakış açılarının ve görüntü oranlarının montajı yoluyla sahnelenen dansa karşı bir başka dansı destekler ve seyircinin biri temsili diğeri tümüyle sinemasal ikiz zaman ve mekan deneyimi yaşamasını sağlar. Sinemasal deneyim, remsili deneyi-

4.21

"Aemember My Forgotten Man·. koreografi Busby Berkeley. Go/d Diggers of 7933 filminden (ABD, 1 933).

4.22 Grigori Aleksandrov, Sirk (SSCB. 1 936).

1 70

4.23

"Köylüler. İ şçiler ve Askerler Arasındaki Kardeşliğin Yüceltilmesi". anonim. 1 9 1 8 .

min yanılsamaları nın üreti ldiği sürecin farkına varmam ızı mümkün kılar ve böylece fancazmagorik etkileri azaltır. Bu kamera kullanımını Aleksandrov'un Sirk ' i nde de görebi lecek olmamız değildir mesele - Sovyet, faşist ve Hollywood sinemaları arasın­ da net ayrımlar yapmaya yönelik her g i rişimin, en az zamanın diğer gerçekleri kadar önemli bir gerçeğe, yani si nema "kültürii"nün siyasi rej imlerden bağımsız kendine öz­ gü bir hayatı olduğu gerçeğine gözleri ni kapamak zorunda olmasıdır. •

Si nema dilsiz doğdu. İ lk dili jestlerin diliyd i . Sessiz filmin yayılması m imetik remel­ lüke dayalıydı ki bu ulusal sınırlardan bağımsız olarak dikkate değer bir kolaylıkla gerçekleşen bir şeyd i . Film yapan i nsanlar bir tutkuyu paylaşıyorlard ı . Film seyreden i nsanlar bir deneyimi paylaşıyorlardı ki buna u luslararası alanda birbirlerinden bir şeyler öğrenerek, Miriam Hansen'in deyimiyle, modern deneyimin ilk "küresel leh­ çesi"ni yaratan yönetmenler de dahildi.43 Sinema dünyası sanal olduğu kadar gerçek de olan bir mekandı. Filmler gemi lerle yurtdışına gönderilebiliyordu, bazıları s ı nır­ larda durdurulabilse de, jeste dayalı di lleri , konuşulan sözlerin engelini kolayca aşı­ yordu. Amerikan filmleri Rus perdesine Devrim 'den önce bile hakim olmaya başla-

mışlardı ve bu eğ ilim NEP dönemi boyunca sürdü . Sovyet sineması nın öncülerinden Lev Kuleşov "Amerikancılık" hastalığına tutulduğunu itiraf ermişri'H - üsteli k bu konuda yalnız sayılmazdı . Hansen 1 920' lerde genelde Sovyet film çalışmalarında gittikçe beli rginleşen bir "Amerikan aksanı" olduğunu söyler: Kesme hızı daha fazlalaşmış, çerçeveler daha yakınlaş m ış, öykü alanı (diegetic sjıace) ortadan kalkm ıştır: "Abartarak konuşursak, Rus sinemasının bir Amerikanlaşma süreci nden geçerek Sovyer sineması hali ne geldiğini söyleyebiliriz. "'1' Film üreticileri arası ndaki "Amerikancılık" teknikle sınırlı değildi. Sovyer fi lm­ leri, Hollywoocl ' un etkisiyle, "sanatı" model almaktan çark ettiler ve kapitalist mu­ adilleri gibi popülerleşmeye çabaladı lar. Yakov Protazanov yıllarca göçmen olarak kaldığı Barı 'elan dönüp Batılı sinemasal duyarlıkları supremarisr kostüm tasarı mları ile birleştiren bir bilimkurgu fancazisi olan Aleksey Tolsroy 'un Aelita eseri ni fi lme al­ dı ( 1 924). Filmde Mars'caki tiranlara karşı bir devrim başlarcıkran sonra dünyaya Michigan Göl ü'ne düşerek inen bir Sovyer uzay yolculuğunun hikayesi anlatıl ır; Marslı prenses (Aelira) ile (bütün bu fancaziyi hayalinde yararmış olabilecek) Sovyer mühendis arası ndaki aşk ela unutulmamıştır. 16 1 920'lerde Sovyer akrrisc Nina Lee, Sovyetler Birliğ i ' nde "Rus Mary Pickford 'u" diye ün salmıştı. Pickford ' un kendisi de l 92 6'da Moskova'daki coşkulu hayranları nı ziyaret erci ve bu ziyaret Sovyet yapımı Maı)I Pickford'mı Öpikiiğii fılminin çekilmesine vesile oldu .47 Pickford, Sovyetler Birliği'nde Zorro'mm Oğ/11 ( 1 92 5 ) ve Bağdat Hırsızı ( 1 924) gibi macera filmleriyle zaten meşhur olan Douglas Fairbanks'le beraber gelmişti. Maıy Pickford'mı Öpiidiğii Moskova' nın en bü­ yük ( 1 000 koltuklu) sinema salonunu aylarca doldurdu; 1 928 yılında Sovyet seyirciler ara­ sı nda yapılan bir ankette ti.im zamanların e11 sevilen filmleri arasında beşinci oldu.48 B irinci Beş Yıllık Plan 'a kadar, Sovyet­ ler B irliğ i ' ndeki yıllık toplam gişe hasılatla­ rının yarısından fazlası yabancı filmlerden el­ de ed iliyordu.49 İ thal ikame mantığını tersi­ ne çevirmek Sovyec film sanayiinin bili nçli ve başarı lı bir pol itikasıyd ı : Yerli üreti mi ya­ bancı rekabete karşı korumak yerine, yaban­ cı filmlerden elde edilen gişe gelirleri kendi­ ne yeterli bir yerli sanayinin mali remelini kurmak için kullanılıyordu.> 0 1 930' lara ge­ lindiği nde, Sovyecler B irliğ i ' nde gösterilen yabancı fi lmler çok azalm ıştı (Scalin hepsini

4.24 Douglas Fairbanks"in oynadığı Zorro 'nun Oğlu (ABD, 1 925) filminin 1 929'da Rusya'da gösterimi sırasında kullanılan afiş.

1 71 g S

o



ı:::: t.:.l ....ı t.:.l



":2

172 gösterimden önce şahsen seyrediyordu).5 1 Gelgelelim, sanayinin mali açıdan ayakta ı;; kalmasını sağlamak için çok sayıda seyirci çekme ihtiyacının sürmesi, Bacılı film yap­

�....ı

li:

ıı.ı >

ma tarzının bilinçli taklidinin daha da belirginleşmesi anlamına geldi. İç Savaş'ta Be-

yaz Ruslar' la çarpışmalar hakkındaki bir hikayeyi sinemasal açıdan parlak bir biçim­ de anlatan ve 1 934 yılında büyük bir gişe başarısı kazanan (Vasilyev kardeşlerin) Ça­

"i ıı.ı payev filmi, "kovboylar ve yerliler" hakkındaki çoğu Hollywood filminden (ki bu ....ı

•< < >­ o ı:r::

Amerikan sinemasının kurucu nicelikteki türlerinden biriydi) sanatsal olarak üstün­

dü, ama ulus kuran kahramanlar hakkında da olsa iyilerin şiddet kullanarak kötüleri alt ettiği bir aksiyon filmiydi neticede.52 Aleksandr Medvedkin'in, sık sık Chaplin'in

Asri Zamanlar ( 1 936) filmiyle karşılaştırılan M11tl11/uk ( 1 935) filmi, kolektifleştirme dahil modernleşme süreciyle dalga geçen hicvi bir komediydi: Filmin, daha yeni ko­ lektifleştirmeden geçmiş köylü kahramanı, olayı anlamadığı için, kendi ahır ve acı­ nın olacağı günleri hayal etmektedir.53 •

Hollywood 'un Sovyet sinemasını etkilemesi gibi , Sovyet avangardı da Batı sineması­ nı etkfledi. Ayzenştayn'ın Potemkin filmi Paris'te 1 926'da düzenlenen Uluslararası Sergi'de gösterildiğinde kendi ülkesinde olduğundan daha fazla övgü aldı ve sadece Fransız yönetmenler Jean Epstein ve Rene Claire'in eserlerini değil, Hollywood pro­ düksiyonlarını da etkiledi.54 Ayzenştayn'ın 1 929-32 yıllarında Avrupa, ABD ve Mek­ sika'ya yaptığı uzun seyahat, -hem Fransız hem de Amerikalı hükümet yetkililerinin gösterdiği husumet bir yana- onu Batı'da en fazla ropörcaj yapılan ve adı zikredilen Sovyet yönetmeni haline getirdi.55 Ayzenştayn'ın Hollywood'da Theodore Dreiser'in

Bir Amerikan Trajedisi romanını filme çekmek için Paramounc'la yaptığı sözleşmenin iptal edilmesinin ardında siyasi şüpheler vardı.56 Anci-Komünist gruplar Amerikan hükümetinin Ayzenştayn'ı sınırdışı etmesini talep ediyordu. İlginçtir, aynı sıralarda Stalin de (Ayzenştayn'ın Hollywood'daki mali destekçisi) Upton Sinclair'e, yönetme­ nin Sovyet rejimine sadık olmadığından ve düşman safına geçmeye niyetlendiğinden şüphelendiğini bildiriyordu.57 Ayzenştayn'ın Q11e Viva Mexico! için yapnğı deneme çekimi de (aralarında Sinclair'in de bulunduğu) Batılı destekçileri tarafından geri alı­ nınca Ayzenştayn Batı'da hiçbir şey üretmemiş oldu. Ama yine de ortak bir sinema camiası olduğu hissi yerleşmişti ki bu his Kongre'nin paranoyaya kapılıp 1947 'de ve 1 950'lerin başlarında Hollywood'da tertiplenen bir "Kızıl komplo"yla ilgili soruşrur­ malar yapmasına neden oldu - kültürel muhaliflere karşı düzenlenen siyasi tasfiye ha­ rekatının Amerikan versiyonuydu bu soruşturmalar.58 Ayzenştayn 1932 'de Moskova'ya dönüp şüpheli bakışlar altında çalışmalarına kaldığı yerden devam ederken, Soiuzkino (Sovyet Sineması) idari şefi Boris Şumiyats­ ki, Stalin tarafından Hollywood eğlence sanayiinin girdisini çıktısını incelemekle gö­ revlendirilen bir komisyonun başkanı sıfatıyla kendisi de Batı1ya bir tanışma seyaha-

ti yapmayı planlıyordu. Şumiyarski Milyanların Sineması ( 1 93 5) başlıklı k i tabı nda, Sovyet avangardının "sanat fi l m leri " n i , "devrim öncesi sinemanı n çıkmazını" devam ettirmeleri bakımı ndan "tipik burjuva" olmakla suçluyor ve bu filmlere "monraja verd ikleri aşırı değer"in "estetiği siyasetten tecrit ermeye" yol açtığı n ı söyleye­ rek saldırıyordu.59 Bu filmlerin ki tleleri başkişi haline getirmeleri nin, "küçük-bur­ j uva eşi tlik anlayışı"ndan kaynaklanan bir hara olduğunu düşünüyordu.60 ( 1 937 'de Ayzenşray n ' ı n Bezhin Çayırı filminin çe­ kimleri n i "zararlı B içi mci denemeler" yap­ tığı gerekçesiyle durdurmuşru.)6 1 Şumi­ Charlie Chaplin ve Sergey Ayzenştayn Hollywood'da. 1 930.

4.25

yarski Hollywood 'un toplumcu gerçekçili­ ğe, avangard ın deneylerinden çok daha uy­ gun bir model olduğunu d üşün üyor, Holywood 'un ki rlelerin anlayabildiği "ne­

şel i seyirlikler" üretme arzusunu ve hepi end (mutlu son) dahil geleneksel anlatıya da­ yalı gerçekçi üslubunu övüyordu. Olumlu kahramanları takdi r ediyor, profesyonel aktörlere dayalı yıldız sistemini onaylıyor ve Hollywood 'un fabrikayı andıran verim­ li üretim yöntemlerini ve merkezi stüdyo organizasyonunu övüyordu.62 1 93 5 yazın­ da Şumiyatski'nin komisyonu Batı 'daki fi lm üretim i n i i ncelemek amacıyla Paris, New York, Rochesrer (Kodak şirketinin merkezi buradaydı), Hollywood ve (Faşist) Berli n ' i ziyaret etti. Söz konusu komisyon l 930 ' ların sonlarında Sovyer sinemasını yeniden canlandırmak amacıyla sisremarik bir gi rişim başlarrı; bu girişimin odak noktası, iklimin dış çeki mler yapmaya izin verecek kadar ı lıman olduğu ve manzara­ sı Güney Kalifomiya'nınkine benzeyen Kırım'da bir Sovyec Hollywood 'u (sovetskii Golliv11d) i nşa ermekti. Şumiyatski üretilen Sovyec filmlerinin sayısının Hollywo­ od 'dakiyle kıyaslanabilecek d üzeye çıkabi leceğini, yılda 200 filmden hızla 800 fi lme çıkılabi leceğini düşünüyordu. Ama Sovyerler Birliğ i ' nde üretilen filmlerin sayısı cam 1

aksine azaldı, birmiş filmler bile " ideolojik ıskartalar" diye bir kenara atılıyordu. 1 93 5 ' ce planlanan 1 3 0 fi lmden 4 5 ' i tamam landı ; 1 93 7 'de planlanan 62 fi lmden sa­ dece 2 4 ' ü halka gösreri ld i . 63 Şumiyacski parti basını nda Sovyer film sanayi i ne sabo­ taj yapmakla suçlandı. 1938'de tutuklanıp kurşuna dizildi. Kırım'da bir Sine-Şeh ir kurma fi kri hiçbir zaman planlama aşamasının ötesine geçemedi . fr1 1 93 0 ' larda hem Hollywood hem de Sovyec si neması kirle eğlencesi mahiyetin­ deyd i . Siyasi açıdan her ikisi de resmi kültürü onaylıyor ve toplumsal gelişmenin ba­ zı iç karartıcı gerçekl ikleri ni inkar ediyordu. Ama Sirk ' te ( 1 936) si.is-kirle olarak kul-

1 73 ,3 S

:::J � "-.l





.t:::



4.26

Sirk'te Marion Dixon'ı oynayan Liubov Orlova.

4.27

Doksanların Güzeli (ABD. 1 935) filminde Mae West.

!anılan kadın bedenleri düşünüldüğünde ya .da filmin yıldızı Liubov Orlova Holly- 1 75 wood'daki muadilleriyle, mesela Doksanların Güzeli ( 1 935) filmindeki Mae West'le C5

karşılaştırıldığında, cazibe erotikasının farklı şekillerde üretildiği açıktı.65 Rus yıldı-

zın sunuşunda baştan çıkarıcı bir baygınlıktan eser yoktu; cinsellikten çok teatralliği temsil ediyordu. Orlova'nın yaşam enerjisi tüketici değil üreticidir, çok farklı bir arzu ekonomisini ima eder. Amerikan halkı da 1930'lardaki Sovyet halkı kadar kahramanlara ihtiyaç duyuyordu, ama Sovyet kahramanlarının -mesela "Stalin'in şahinleri" denen havacı kaşiflerin- kişisel maceraları resmen finanse edilir ve kolektifin şanı uğruna icra edi lirken, Amerikan kitle kültürünün tahayyülünü biçimleyen kahra­ _ manlar tek başlarınaydı - havacılık öncüsü Charles Lindbergh, film karakteri Süper­ men; bireysel güçleri topluma konformist kitlenin dışında bir konumdan yarar sağ­ layan şahsiyetlerdi, fakat toplumsal düzene meydan okumaktan onlar da Sovyet mu­ adilleri kadar acizdiler.66 İmgeler özgül bir bağlam içinde dolaşırlar. Önce fotoğrafsal ya da sinemasal ara­ cın kendisi tarafından, sonra da gösterildikleri toplumsal-tarihsel bağlam tarafından "çerçevelenirler."67 Bunlardan birincisi sabitken, ikincisi sürekli değişir. Her ikisi de imgenin, sadece (öncelikli olarak) geçmişte var oldukları haliyle değil, bugün var ol­ mayı sürdürdüğü haliyle de sahip olduğu doğruluğun kapsamına girerler. Nitekim imge üçüncü bir çerçeveye, geçmişi bugüne bağlayan anlatı yapısına tabidir. Bu ya­ pının parametreleri, genelde akademik beşeri bilimler disiplinleri tarafından denet­ lenir; bu disiplinlerin anlatı türleri , geçmişin özgülleşmiş alanlarını (toplumsal tarih, sanat tarihi, teknoloji tarihi , vs.), birbirleriyle bağlantıları açısından körlük yaratan biçimlerde tecrit ederler. Kültürel mirasın günümüzdeki siyasi anlamını genellikle üniversiteler içinde kurumsallaşan bu üçüncü çerçeve bulanıklaştırır. Çerçeveleme önemli olduğu için, Rodçenko'nun çektiği ve günümüzde soyut re­ simler gibi asıldıkları galeri sergilerinden bildiğimiz makine parçaları fotoğrafları­ nın, aslında okuyucularının günlük çalışma yerini resmettikleri işçi gazetelerinde ya­ yınlandıklarını bilmemiz gerekir. Ayzenşrayn'ın sinema klasiği Eski ve Yeni ( 1 929) filminde toprağı makine i)e işlemeyi ve köylülerin kolektifleşririlmesinİ erotik, ütop­ yacı bir biçimde övmesi ile filmin, kulakların acımasızsa tasfiyesinin ciddi ciddi baş­ ladığı sıralarda gösterime sunulduğu dünyayı yan yana getirmemiz gerekir.68 Ve Margaret Bourke-Whi te'in Eyes on RttSsia 0 93 1) kitabındaki bir fotoğrafın altına "Bir Amerikan Diskli Sürgüsü" yazmasının ardında ne olduğunu sormamız gerekir.69 Bu fotoğrafçı-gazetecinin Sovyetler Birliği' nin ikinci büyük devlet çiftliğinde yaptı­ ğı belgesel çekimlerinde Amerikan imalatı bir traktör niye dikkat merkezi olmuştur?

� :>nnY�

bo rllft •· :M . .l cl\ıi;;:l ıı..s ı tııne+; i t ·. ı;w�•:,;nn . . . agtffnuınt • c•u.s < ! '. $30:000.0öi·Tb& : othcr ,-;/; t:aı's "ı dıntract:r . eıı.11 • tor ' aıiai& niil i:' oC !pl;:intıı. · ',. vımced technieııl a.ssıstanc �f.;iui tl.' �-�•· .Otb � ı beınır uını%ed • on. many -- of ' tht fl ptin�····' .w 1UL U lndustri:ıl '[\r6jc::t; illo\'>�, "t ı.ı�Jt "' ·

ci�l Sovl et !. Mesh-. ·'. u nder w.y."

. ,.

· ; .

•.. . "' ..); ••ıl\luı

.·,,,, .

·

.

- ··-

.ı .

4.31 4 Haziran 1 929 tarilıli New York Times'ıan. (Manşet şöyle: Sovyet Sanayii Amerikan Yardımı Alıyor - ç.n.)

4.3

KOZMOPOLİT B f R PROJE B i ri nci Beş Yıllık Plan ' ın başlarında, Sovyer mühendisleri Henry Ford'un River Ro­ uge fabrikasının yanı sıra, General Morors, Packard, Oldsmobile, Chrysler ve De So­ ra için de fabrikalar i nşa ermiş olan, Derroir merkezli ünlü sanayi mimarisi şirketi Alberc Kaim Co. 'yu ziyarete gitti ler. l 928 'de. . .

bir mimara verilmiş ve verilecek en olağandışı siparişle beklenmedik bir biçimde ka­

pı ralmdı. 0 yıl SSCB 'deıı bir gmp miihendis {Çelyabimki'de kumlacak} 40 000 000 do­ larlık bit- traktô'r fabrikası kompleksi siparişi ve başka binalara hananacak ekstra iki mil­ yar dolarlık bir progı'am taslağıyla Kahn'm biirosmıa geldiler. Bu /ahrikalamı yaklaşık bir düzinesi Detroit'te yapıldı: geri kalanlar iVIoskova'daki ô'zel bir büroda 1 5 00 tasarımcı ta­ rafından yapıldı. 7 1 Bu olay hakkında yazan Soğuk Sav� tarihçisi Anchony Sutcon'a göre, " l 928 'de Kahn şirketine sunulan 'program taslağ ı ' , 'sosyalizmi inşa edecek' Birinci ve İ kinci Beş Yıl­ lık Planlar'dan başka bir şey değildi ."71 Sralin, bu aşırı kozmopolit eyleme izin vere­ rek, Sovyer sosyalist sanayileşmesinin tasarı mcısının Amerikalı kapi talist bir şirket olacağını hayal ediyordu.7l

Fordson traktörleri üretecek prefabrike bir fabrika Derroir're Alberr Kahn Şirkeri tarafı ndan imal edildi ve 1 929'da gemiyle Scali ngrad'a gönderilerek burada Amerikaıı mühendislerin i n yöneti m i nde montajı yapıldı.7'1 1 9 3 0 yılının başlarında "Kahn Şirkeri 'ni Sovyeder B i rliği ' n i n mimari danışmanı hali ne getiren" bir sözleşme imzalandı.75 "Kahn grubu Gosplan 'da belirlenen bürün ağır ve hafif sanayi ü n itelerin i n tasarım, mimarlık ve mühendislik işlerin i üstleniyordu. Kahn1ın SSCB'deki başmühendisi Scrymgoeur, Vesenha i nşaat kom i tesinin başkanı oldu. "76 Scrymgoeur şöyle ya­ zıyordu: Albert Kahn şirketi her tlirlii hafif ve ağır sanayii denetlemeyi, öğretmeyi ve tasarlamayı ta­ ahhiit etti. . . İkinci yılın sonuna gelindiğinde Moskova 'da ve Moskova'ya bağlı Leningrad. Harkov, Kiev, Dinyeperpetrovsk, Odessa, Sverdlovsk ve Novo-Sbirsk şubelerinde çalışan 3 000 tasarımcımız vardı ve binaların tasarımını 4 1 7 milyon mbleye (bunlar Sovyetler'e ait rakam­ laı·) tamamladık. 77 Gelgelelim Sovyerler rekabetten de yararlanmış gibi görünüyor; Alberr Kahn Şirketi tekele sahip değildi. Sovyerler B irliği ' nde zaten bir kahraman gibi görülen Henry Ford da Sovyer planına dahil edi lmiş ve Nijni Novgorod 'cla i nşa edilecek Gorki Oromobil Fabrikası için bir montaj ham tasarlaması için kend isine altı ay ve­ rilmişri .78 3 1 Mayıs 1 929'da i mzalanan anlaşmaya göre, Ford 1 93 3 'e kadar tamam­ lanacak ve Model A (Sovyerler bu modele Gaz-A di yorlardı), Ford kamyonet (Gaz­

AA) ve kamyon (AM0-3) üretecek fabrika içi n ( 1 93 8 ' e kadar) teknik yardım vere­ cekti . Sovyer mühendislerine River Rouge fabrikası nda kalacak yer tahsis edi lerek Ford 'un i.irecim yöntemlerini i ncelemeleri sağlanacakrı.79 1 930'ların ekonomik bu­ nalım yıllarında, Amerikan şi rketleri ve bu şirketlerin personeli Sovyerler B i rli­ ği'nde iş yapabildikleri için çok memnundular.80 "Ford 30 milyon dolarlık parça sar­ maktan ve bedavaya çok değerli teknik yardım sağlamaktan memnundu. Dingil, las­ tik, rulman ve diğer malzemelerin üreti­ miyle i lgili teknik bilgi vermek aslında ödemeye tabiydi ama bunun Amerikan şir­ ketlerine marjinal maliyeti d üşük olduğu için, Sovyerler neredeyse hiç masraf erme­ den dev bir reknoloik knowhow birikimin­ den yararlandılar. "81 Cleveland merkezli Ausrin Şirketi sadece Nijni Novgorod'daki fabrikayı değil, fabrikanın etrafı ndaki " İşçi Şehri"ni de roplu konutları , çocuk yuvaları , ortak hamamları, Kültür Sarayı ve krema­ roryumuyla birli kte casarlam ışrır.82

4.32 1 929 Ağustosu'nda imzalanan teknik yardım sözleşmesi gere�ince Austin Şirketi tarafından Nijni Novgorod'daki İ şçi Şehri ve fabrikası Autostroy için hazırlanan genel plan.

1 79 ,:5 s

o



� .....

5 .!: �

Gary, lndiana'daki çelik fabrikası (inşaatı 1 906'da Freyn and Co. tarafından başlatılmıştır). SSCB'deki Magnitostroy'a model oldu. Fotoğraf 1 950 civarından.

4.33

1 929 yılının ortalarmda Detroit merkezli A . }. Brandt Şirketi A mo'y11 (Mojkova 'daki oto­ mobil fabrikasmı} iki yıl içinde kapsamlı bir biçimde yeniden organize etme ve genişletme işi­ ni iistlendi. . . Üretim donanımı biitiiniiyle Amerika ve Almanya'ya aitti. 1 929 sonunda Am­ torg (New York'taki Sovyet ticaret örgiitii} Amo adına soğuk damga presleri almak için To­ ledo Machine and Tool Company'ye 600 000 dolarlık bir sipariş verdi. 1 932 'de çok-silin­ dirli torna tezgahları almak için Rockford, ll/inois merkezli Greenless Compan;•'ye sipariş verildi. 1 936 'da Amo ile Philadelphia merkezli Bııdd Man11/acturing Company ve Ohio merkezli Hami/ton Fundry and Machine Company aı-asrnda yeni bir ZIS model otomobil için her yıl 2 1 O 000 şasi ve karoser üretimi kon11mnda ikinci bir teknik yardım anlaşması im­ zalandı. 83 Teknoloj i transferine Sovyet ekonomi yönetiminin üst kademelerindeki yetişmiş personel de dahildi : "Soyuzstroy [Tüm Sendikalar İ nşaat Tröstü] , tek tek kombinele­ re bağlı daha küçük birimlere bölündüğü 1 9 3 3 ' e kadar, [Sovyetler B irliği ' ndeki] ye­ ni i nşaatların dörtte birinden sorumluydu. Soyuzstroy'un müdürü, daha önceleri Phi­ ladelphia merkezli i nşaat şirketi Scone and Webster, ine. 'de m ühendis olarak çalış­ mış olan Sergey Nemets'di. Soyuzstroy'un başmühendisi de, daha önceki projeleri arasında Hollywood Bowl ve Los Angeles'daki birkaç büyük otel de bulunan Zara Witkin'di."81

Sovyetlerin " Rüya Şehri" Magni rogorsk bile ABD'de yaratılan ve Amerikalı mühendislerden oluşan bir ekip tarafından dener!enen tasarım ilkelerine göre i nşa edilm iş­ rir.85 1 93 0 Marrı'nda, güney Rusya'daki boş

1 81 5

� �

< >o

yet Sarayı maketi dev bir ölçekte var olduğunun hayal edilmesi gereken bir fantazi � nesnesidir. Onun beslediği yüce fikri, onu inşa edecek kolektif işçilerin fiziksel sınır­ larını aşmayla ilgili bir yüce fikridir. Bu işçilerin, proleter kitlelere yeni bir dünya inşa etmek için, duyusal varlıklar olarak kendilerini feda etmeleri gerekir. Onların fi­ ziksel benlikleri ne kadar tükenirse, kolektifin simgesel formu o kadar büyür. "Bir şehvet emeği vardır, kanımızdadır." Şair Osip Mandelştam 'ın bu dizesi Ho­ mo sovieticus'un özünü yakalar, en azından günümüz eleştirmenlerinden Mihail Epste­ in Sovyet dönemi nin sonunda bunu iddia eder.21 Epstein Sovyet emeğinin "çılgın ero­ tikası11nı şöyle anlatır: "Bu sevgi genel, kamusal olduğu, kimseye ait olmadığı için, o ateşli çalışma tutkusunda;' birdenbire ümitsiz ve ahlaksızca bir şey su yüzüne çıkar: . Kendi dölünü diğer herkesi nkiyle aynı yumurtalara boca ediyorsundur ('üretim araç­ larının kolektif mülkiyeti"). Bu atmosferde sahiden çalışkan biri bile kendini zina ediyormuş gibi hisseder. " Bu, der Epstein, "estetiğin" özel bir varyantıdır - Kant'ın betimlediği ve estetiğin oyunu model aldığı "çıkar gözetmeyen çıkar" değil, sırf ken­ disi uğruna, sonuçları umursamaksızın devasa miktarlarda harcanan "çıkar gözetme­ yen çalışma11dır: "Tek önemli olan, çalışmanın kendisinin getirdiği buruk tatmin ve unutuştur.1122 Andrey Plaronov'un Sovyetler Birliği'nde 1 987 'ye kadar yayınlanmamış olan 1930 tarihli Temel Çukuru/ Kot/ovan adlı romanı çalışmanın verdiği bu sapkın vecdi çok iyi anlatır. Romanda işçiler dünya proletaryasını içinde barındıracak dev bir bi­ nanın temelini -burası pekala Sovyetler Sarayı 'nın temeli de olabilir- kahramanca kazmaktadırlar. İşçilerin dinmek bilmez bir şevki vardır, kazma işini bırakmaları için zorlanmaları gerekmektedir.

"Ne demek çalışmayı bırakın?" diye sordu Çiklin. "Hata bir metre küp ya da bir b11çuk metre küp toprak çıkarabiliriz, işi daha erken bırakmanın anlamı yok. " "Ama çalışmayı bırakmanız gerekiyor, 11 diye itiraz etti denetçi. "Zaten (bir cumartesi gii­ nünde} altı saatten fazla çalıştınız, kanun kanundur. 11 Çiklin denetçinin lafını kesti: "Kanun sadece yorgun unsurlar için geçerli, benim daha uyumadan iince biraz gücüm kaldı. " Herkese sordu: "Herkes benim gibi mi düşünüyor?" "Daha geceye çok var, 11 dedi Safronov. "Hayatımızı niye ziyan edelim ki. Bir iş yapmak daha iyi. Hayvan değiliz ne de olsa, şevk uğruna yaşayabiliriz. 11 23 Rus filozof Valeri Podoroga, Sovyet İnsanı "birçok önemli ayrıntıdan yoksundu" derken şunu söyler: "Kafa eksikti. 1124 Platonov'un Temel Çukum romanının kahrama­ nı Voşçev'in sorunu, bir kafası olmasıdır:

11inşaat projeleri kazanırken insanlar kendi hayatlarına saygrlarını kaybetmiyorlar 1 96 t; mı?" Vo,rçev inanmakta tereddüt ediyordu. "Bir insan bir bina yapıyor -ama kendisi darnıa­ � dağın ol11yor. Peki kim yafayacak?"25 ı;j

....

ı.ı.ı >

Bir Sovyet amikahramanı olan Voşçev "zayıflığının gücündeki artış" yüzünden,

o-J

fazla düşünce" katması yüzünden işten atılır.26 Platonov'un romanında, eyleme Scali­

yani "bir bütün olarak hayat planı hakkında" düşünerek "genel çalışma temposuna 'i ı.ı.ı

·< < >­ o =

nist ütopyanın kozmokratik dili canlılık katar ve bunun olabilmesi için insanların ne kadar hayatsız kalması gerektiğini gösterir. Podoroga' nın sözleriyle, bu "kozmokra­ tik" ütopyanın "olağanüstü dilsel gücü gerçekliği kaldırıp dünyayı boşluğa sürük­ ler. . . [Bu dilin] amacı her zaman bir ve aynıdır: Kendiliğinden, rastlantısal eylemler­ de bulunmaya m uktedir bireysel bedenlerden -kozmokratik dilin nomenklaturasıy­ la bütünleştirilmesi zor olan bedenlerden- kurtulmak. . . Kendimiz de bu büyük koz­ mokratik bedene ait olduğumuz ölçüde . . . ancak ölerek "canlı" oluruz. "27 Kitlelerin kozmokratik bedene kanalize edilmiş kudreti gittikçe büyüyen son­ suz bir üretkenlik yaratır. Bu tırmanışın sınırı yoktur. l 930'larda Sovyec emeğinin modeli olarak Taylorculuğun yerini alan Scahanovculuğun mantığı budur.28 Staha­ novcu beden makine değildir; acı hisseder. Kolektif uğruna bireyin içini boşaltan fi­ ziksel ıstırap, Sovyet yücesinin vecdidir. Bedenin zaferi, yıkımıdır da.

1 97

5.6

Aleksey Stahanov. sanayileşme hamlesinin önemli unsurları olan şok

birlikleri "Stahanovcular"ın başında. Tanııırn fotoğrafı \tarihsiz\.

Aleksey Stahan ov, 1 934 yılında tek bir mesaide 1 02 ton -kota nın on dört katı- kömür kazıp mevcut bütün rekorla rı ve Taylorcu normları kırarak bilimsel olarak kabul edilen çalışma hı­ zının çok üstüne çıkan ve Stalin 'in Beş Yıllık Planları 'n d a ki şok tugaylarının simgesi h a line gelen D onbass'lı bir köm ür madeni işçisiydi.29 Sonuçta, işgücünün yarısı, erkekler kadar ka dınlar da "Sta h a n ovcu" oldu.30 B u emek k a h ra m a n l a rına ta nınan p ratik imtiyazlar arasın­ da bir a pa rtman, çeşitli tüketim malları ve B olşoy biletleri de olmasına rağmen, en b üyük onur Stalin'le şahsen tanışma ktı ve bu a m a ç l a düzenli olarak toplantılar d üzenleniyordu. Stalin'le e l sıkışm a k ve onunla birlikte neşeli bir biçimde gülümsemek emek k a h ramanının boyutl a rını g enişletiyor, en sonunda kendi imgesi büyük liderin kendisinin an ıtsallığını yan­ sıtır hale g e liyordu.

5.7

Sergey Ayzenşıayn Meksika'da, 1 93 1 .

Sergey Ayzenştayn otuzlu yılların b a şlarında arka daşı İ var M o ntagu'ya M eksika ' d a bir kaktüsün üzerine binmiş h a lini gösteren b i r fotoğrafı n ı gönd e rmiş. Arkasına da "Bir şey d e­ m eye gerek yok, millet kıskançlıktan çatlayac ak!" diye yazmış.31 Çalışma, kud reti tek insan­ dan çekip alarak kolektif formlara yükl e d i ğinde, bu fo rmların g e rçek insanları ezip geçen d evasa büyüklüğü sadom azoşizm e dayalı bir cinsel e konomi yaratır. Ayzenştayn' ın görün­ tüsü mizah içeriyor şüph esiz. Sinema yön etmeni, a rzuyu yü c e ltip sa natsal ya ratıcı l ı ğ a dö­ n üştürmekte çok m a h a retliydi. Ayzenşt ay n ' ı n Sovyet toplum u içinde yeri olmayan eşcin­ selliği sad omazoşizm form una bürünüyor v e böyl e c e Stalin rejiminin gücünün yarattı ğ ı ta­ h a kküm ve itaat erotikasını yansıtmı ş oluyordu. Stalinist üslu b u n öbür yüzü n d e tek tek iş­ çil e rin b e densel olarak c eza l a n dırı l m a l a rı, fiziksel a cıdan d uydukları h a zzı d ışavuran esri­ miş g ülümsemeleri vardı.

5.8 Boris Kustodiev, Bolşevik, 1 920.

Bolşevik D evrimi'nin ilk yı lla rın dan itibaren devrimci kitle l e rin g ü c ü insanın o ra ntıl a rının d evleştirilmesiyle temsil edilmiştir. Merkezi Çalışma Enstitü s ü ' n ü n müdürü olan Aleksey Gastev, "Fabrika Zemininin Şii ri" serisine ait 1 9 1 8 tarihli "Mbi rastyom iz jelaza" (Demirden Filiz Veririz) şiirinde bu d uyarl ı l ı ğ ı ifade etmiştir. Şiirde etrafın ı kuşatan s a n ayi makineleri­ nin metalinden güç kazanıp en sonunda bir d ev kadar b üyüyen -bütün işçileri temsil ed en­ bir işçi anlatılır: "Omuzlarım çatı kirişlerini, üst kirişl eri, ç atıyı zorluyor," diyen işçi daha son­ ra göklerden "Zafer bizim olacak!" diye bağı rır.a2 Sovyet yücesi zirvesine Sta lin kültüyle çık­ mıştır. B u kültün tö rensel ifa desi, Kızıl M eyd a n ' d a ki örg ütlü gösteriler, Lenin'in mozolesin­ den kendilerini seyreden Stalin'in ve yüksek pa rti görevlilerinin önünde insanlar ve silah­ larla ya p ı l a n resmi g e ç itti. 1 938' d e, Ekim D evrimi'nin yıldönümünde 360 savaş ve bombar­ d ı m a n u ç a ğ ı meyd a n ı n üzerinde uçarak göğe dev h a rflerle "LE N İ N " yazmışlardı. İşçiler Le­ nin ve Stalin portreleri taşıyor ve "Bizlere m utlu bir h ayat veren Stalinimiz çok yaşasın," di­ ye bağı rıyorlardı. Bir b u ç u k milyon insan Stalin'in huzurunda yürüyerek p a rti i kti d a rının ulaştığı d evasa boyutları yansıtan muazzam bir hat oluşturuyo rl a rdı.33

5.9 Vitaly Komar ve Aleksander Melamid. Bir Gösteriden Evlerine Dönen Bolşevikler. 1 98 1 .

5.10

King Kong' dan (ABD, 1 933) görüntü. Ormanda özel efektler, kahraman Ann'i kurtarır.

Komar ve Melamid'in 1 981 tari hli bir resmi, eleştirel mizahıyla, bizi tam bir tur attırarak King Kon g ' u n c a navar dü nyasına getirir. King Kong bir dinozorla boks maçı ya p a rken, bu resim­ de o kocaman h ayva n sadece bir merak nesnesidir ve kendisine bakan insanüstü figürle­ re kıya sla son derece küçüktür. Resmin başlığı Bir Gösteriden Evlerine Dönen Bolşevikler' dir. B u imge birey ile kitle toplumu a rasındaki ilişkiye d a i r bir bilmece, Amerikan d e n eyimi­ ni tersten yansıtan bir bilmece olarak okunabilir. Anahtar, h azzın iktidarı değil, iktidarın hazzı d ı r. Her iki durumda da bastırılmış bir "kolektif bilinçdışı"nd an bahsedile bilirse de, bu bilinçdışının içeriğini, ifa desine izin vererek, ona d uyumbilimsel ( aesthesiologican bir oyun a l a n ı sunara k paradoksal biçimde to plumsal otorite biçimlendirmiştir.

202 !-
­ ;::ı

5.11 Margaret Bourke-White ve Erskine Caldwell, East Fe/iciana Parish. lousiana, USA. 1937. You Have Seen Their Faces'den.

204 "'"' u.ı

5.2

::..:


11Geleceğe açılan pencere11 rablosu ikonografisi, 1 9301ların Amerikan reklam imgele-

....ı u.ı ....

� ....ı

« < >­ o .:.:

ri arasında o kadar sık görülüyordu ki bir klişe haline gelmişti. Tipik bir örnek olan Gulf Rafineri Şirketi 1nin reklamında ( 1 934) bir işletmeci /araştırmacı bilim adamı, ofisinin penceresinden, geleceğini kendisinin yaramğı ve kontrol ettiği bir sanayi kompleksine yukarıdan bakar. Bu türün sosyalist bir tercümesini, aynı dönemde Magnitogorsk işçileri için çıkarılan bir gazetedeki (altında 11Fabrikam11 yazan) bir illüstrasyonda da görmek şaşırtıcıdır. Bunların ikisi de eril fantazilerdir, zira pencere­ den bakan kişiler kadın olsaydı bu rüya imgelerini sökmek olanaksız olurdu; yine her ikisi de kolektif değil bireysel imgelerdir, eril sahiplenici gururun ifadeleridir, oysa bu fabrikaların asıl sahibi, söz konusu gururla hiçbir alakası olmayan isimsiz bir fail­ dir, yani devlet ya da hisse sahipleri. Yukarıdaki ofisinden fabrika manzarasına hakim olan Amerikalı adamın eli telefondadır; (o yıllara ait bir AT & T reklamına göre) te­ lefon 11insanın kişiliğini 1çoğaltma1 ve uzaktan emir verme yeteneği11ni artırdığı için kontrolü kolaylaştırır. -'8 Sovyet adam yaratılmasına katkıda bulunduğu sanayi paria­ roinasına, yüksekliği fabrika seviyesinden biraz yukarıda olacak şekilde perspektif ya­ ratan bir pencereden bakar; rakım elbiseli değildir, ceketini çıkartmıştır ve -en önemlisi- evindedir. Ev alanı , on yıl önce avangard ya da konstrüktivist bakış açısın­ dan ideoloj ik bakımdan yanlış diye görülecek şekillerde kodlanmıştır: Geometrik formlar yerine çiçekler, traktör desenli kumaşlar yerine tül perdeler görülür.39 Kiç1in Sovyetler1deki muadili poşnost', devrimci beğeniye karşı zafer kazanmış gibidir.40 Ama resmin en müstehcen yanı, Batılı gözlerin tamamen zararsız göreceği bir nesne­ dir. Pencere eşiğindeki saksıdan bir kauçuk çiçeği yükselmektedir ki Svetlana Boym'dan öğrendiğimiz kadarıyla, kauçuk, avangard estetiği reddeden ve çiçeklerle tül perdeyi hoşgörebilecek ola:n toplumcu gerçekçiler arasında bile küçük burjuva yozluğunun temel simgesi sayılıyordu. Bu tropik ev bitkisinin kabul edilmezliğinin emperyalist bağlantılarla pek alakası yoktu. Kauçuğa, daha çok, 11hayali burjuva sera­ larının hayatta kalan son hastalıklı mamulü, ya da orta sınıf evlerinin pencere kenar­ larında hep görülen sardunyanın zayıf bir akrabası gözüyle bakılıyordu; Stalin döne­ minde sardunyalar tasfiye edilip fiziksel olarak ortadan kaldırılmıştır."4 1 Bu illüstratörün de bu imgenin zevksizliği yüzünden tasfiye edilip edilmediği­ ni bilmiyoruz.42 Ama resmin açık penceresi bizleri, insanların sosyalizm ile kapita­ lizm arasındaki farkları günlük hayat (byt) içinde fiilen, hem rüya hem de gerçeklik olarak yaşadıkları ev alanına götürüyor. Burada da, iki Soğuk Savaş düşmanının bir­ birlerine bağımlılıkları çarpıcı boyutlardadır. 11İyi11, ötekinin ötekisi olarak (yani düş­ manın reddettiği şey olarak) tanımlanıyor; her ikisini de içinde barındıran söylem çerçevesinin ikiliklerinden kaçamamalarını sağlayan diyalektik, bir ölüm kucaklaş-

205

5.12

Gull Rafineri

Şirketi reklamı. ABD. 1 934.

5.13 Magnilogorsk gazetesinde "fabrikam· altbaşlı�ıyla yayımlanan illüstrasyon. SSCB. 1 930'Jar.

206 masıyla iç içe geçiriyordu onları. !-< ı.ı.ı

� ...ı



ı.ı.ı >

Kapitalizmin esası özel mülkiyetse ve bu da özel hayatta kendine ait bir eve sa-

hip olmak anlamına geliyorsa, o zaman sosyalizmin 11ev-karşıtı11 olması gerekiyordu

.

İlk dönem Bolşevizminin politikası da buydu gerçekten. Evcimenliğe düşman gözüyle bakılıyordu. Mayakovski özel fetiş nesneleriyle, kanarya ve kedilerle dolu ka-

"i dınsı, küçük burjuva ev ortamı aleyhine öfkeli şiirler yazıyor, Komsomolskaya Pravda ı.ı.ı ...ı

·< < ;:.. o ..:

gazetesinin "Kahrolsun Ev Ivır Zıvırları" diye bir kampanya başlatmasına ( 1 928-29)

öncülük ediyordu: "Zevksiz süs eşyaları üretmeyi bırakalım! Bütün o köpekler, de­ nizkızları, küçük iblisler ve filler bizi fark ettirmeden meşçanstvo'ya [küçük burjuvaziye] yaklaştırıyor. Odanızı temizleyin ! Süs eşyalarını yargı önüne çıkarın!1143 Evci­ menliğe karşı savaş üslupla sınırlı değildi. İşbirliğine ve ortak mekana dayalı yeni bir proleter kültürü içinde "aile kelimesinin kendisi anlamını kaybeder. 1144 İşyerlerinde çocuklar için açılan kreşler, ortak kantinler, sıcak yemekler ve hazır yiyecekler kadın­ ları şahsi ev emeğinin "geri kalmışlığı11ndan kurtaracaktı. Boş zamanlar da ev dışın­ da, kulüplerde, hamamlarda, sinemalarda, okuma odalarında, spor salonlarında ve eğ­ lence ve kültür parkları ve "sarayları11nda geçirilecekti . Burj uva ahlakının en yüksek idealleri olan duygusal aşk ve ev saadeti reddediliyor; cinselliğin de gizeminden arın­ dırılması isteniyordu. Kapitalizm erotik arzuyu mal sarma aracı olarak sömürüyorsa, buna verilecek radikal komünist cevap, arzuya, Aleksandra Kolloncay'ın ünlü sözüy­ le, susuzluğun 11bir bardak su içerek" giderilmesi gibi gürültüsüzce giderilecek bir ih­ tiyaç muamelesi yapmakcı.45 Sovyet sosyalizminde Amerika'nın etrafı beyaz tahta parmaklıklarla çevrili tek ailelik evlerin oluşturduğu semder rüyasına (ve onun ta­ mamlayıcısı niteliğindeki, yoksulların oturduğu kent varoşları kabusuna) yer yoktu, bütün Sovyet yurttaşlarının "konut" hakkı temel önemde görülüyordu.46 Kadınların kurtuluşu ev alanından kurtulmaları açısından tanımlanıyordu, böylece ürerken emek alanına girmekte özgür olacaklardı. Müslüman kadınların peçelerinin kaldırıl­ masını, "kuzey halkları"nın kültürlerindeki çokeşlilik uygulamasının yasaklanmasını ya da kadınları dövme, aşırı içme, iskambil oynama ve belden aşağı şakalar yapma gi­ bi erkek davranışlarındaki genel kültürsüzlükle (bezkulturnosti ) savaşmayı amaçlayan

kampanyalarla ataerkilliğe saldırılıyordu. Kürtaj yasallaştı. Boşanma kolaylaştırıldı. Bekaret gereksizdi. Birden çok partnere göz yumuluyordu. Bu iyi niyerli politikalar (elli yıl sonra Marksizmle eleştirel diyalog içindeki Ba­ tı feminizminin teşhir edeceği) temel yanlış anlamalarla maluldü. Bütün "eşirlik11 an­ layışının burjuva-liberal modelden hiçbir suretle ayırt edilmemiş olması temel so­ rundu. 47 Evlilikler hala bir erkek ile bir kadın arasındaki "özgür bir sözleşme" şeklin­ de, ticari terimlerle tahayyül ediliyor, kadınların evlilik içindeki özgürlüksüzlükleri karanlıkta bırakılıyordu. 48 1 9 1 8 tarihli Aile Yasası kadınlara erkeklerle eşit muame­ le ediyor, ama bunu sahip oldukları farkları değersizleştiren bir biçimde yapıyordu.49 Ataerkilliği ortadan kaldırma yolunun aileleri bütünüyle ortadan kaldırmak olduğu varsayımı naifti. Kürtaj yasallaştırılmış olmasına rağmen, planlı ekonomide doğum

207

5.14

Aleksandr Tişler. Su Baskım. 1 926.

5.15 Aleksey Sotnikov. Bebek Şişeleri ve Tepsi. 1 930.

5.16 Çalışan anneler bir Sovyet fabrikasında sütlerini sağ ıyorlar. Fotoğraf 1 930 civarından.

kontrolü reknolojileri geliştirmeye ve bu reknolojileri yaygınlaşrırma programlarına öncelik ranı nmıyord u . Kadınlar neredeyse bütün mesleklerde erkeklerle birlikre çalışmalarına rağmen, erkekler buna, çocuk bakımına ve ev işlerine katı­ larak karşılık vermiyorlard ı . Tıp ve eğirim mesleklerinde kadınların oranı erki­ leyici düzeylere yükselmesine rağmen, böylece "kadınsılaşan" mesleklerin rop­ lumsal presriji ve bunun sonucu olarak da geli rleri azalıyordu . Araerkil yasalar kaldırıldığı halde araerkil ravırların ay­ nen kaldığı yerlerde de, kadınlar yasala­ rın ranıdığı korumalardan yararlansalar da söz konusu araerki l ravırlardan m usra­ rip olmaya devam ediyorlard ı . Yeni doğan bir bebeğin "Ekimlenmesi". 1 926. Sovyetler yeni doğanları topluma bu törenle sunuyorlardı. "Ekimlenen" bebekler. Danton, Marx, Liuksemburg. Kommuna. Avangarda. Barrikada, Elektrifikatsia gibi yeni isimler alıyorlardı. 5.17

Aile Yasası ' n ın, 1 926'da gözden ge­ çirilmesinden önce bürün Sovyerler Bir­ liği 'nde kamusal forumlarda rarrışıldığı sıralarda, kadınların yeni cinsell iğin do­ ğurduğu sonuçlar karşısı nda büyük bir hayal kırıklığı yaşadıklarını ifade erme­ leri şaş ı rrıcı değildir. 50 Temel değer olan

ürerim errafı nda örgürlenen bir roplumun, razeleme ve onarım mevzileri olan aile ha­ yacını ve ev alanını değersizleşri rmesi anlaşılır bir şeydir. Fakar aileyle birlikre anılan duygusal erkilenimlerin bu derece ürerim alanının kendisine kaydırı labi lmes i o ka­ dar beklenecek bir şey değildir. İ şçiler "küçük Magni rogorsk"a (Magnitka) duydukla­ rı "sevgi "den bahsediyorlar;51 ocaklarıyla bir " il işki" gelişririyorlard ı . 52 Ü rerken emek üremeyle i lgili sonuçlar doğuruyordu: 3 1 Ocak l 9 3 2 'de çalışmaya başlayan 1 No. ' l u yüksek fırına "hayar veriliyor"; işçiler kucaklaşıp öpüşüyor, "helal" diye bağırıyorlar; sanki bir bebeğin doğumunu haber verircesine relgraflar gönderi liyord u . 53 Sovyer fabrikas ı , "Sovyer ikridarı"nın erkekliği rarafı ndan döllenen ("kurulan") "prolerarya­ nın çocuğu"ydu. 5·i Üsrel i k bu doğum süreci karşılıklıydı da, çünkü fabrika yararmak Sovyer "yeni i nsan"ını da yararmakrı: "Magni roscroy nedir? İ nsanları yeniden i mal edecek muh teşem bir fabrikadır. . . İ nsanı n kendisi yeniden i nşa ediliyor."55 İ şçiler, "çocukluk" (remel arma), "ergenlik" (yapının beronunu sıvama) ve "gençlik" (çelik donanım üzerinde çalışma) aşamalarından geçerek büyüyor ve "geleceği n i nsanları" haline geliyorlard ı . 5 6 İ nsanın "yerli" fabrikası (normalde i nsanın doğum yeri için kullanı lan bir keli-

209 � z



::ı

"'-l >




Şahinlerini uçmaya bırakır, nereye giderlerse git-

< >-­ :;:J ı::::

sinler izlerini takip eder ve geri döndiiklerinde de onları sevgi do/11 yiireğine basttl'ır. 63 Stali n bir baba olarak aslında daha çok anne­ ye uygun bir rol oynamıştır, d isiplin sağlayı­ cı olmaktan çok cezalandı rıcı ve gözericidir. Sovyer aile draması pre-oidipaldir. Çocuk an­ neyi / lideri sevmediği için cezalandırılır ki bu da psişik olarak olgunluğa geçmeyi im­ kansızlaştırır. Şok çalışması ve kuralları yık­ ma i mgelerinde pre-oidipal çocukluğa ait her 5.19 El Lizitski. Zürih'teki Rus Sergisi'nin afişi, 1 929. !Renkli resim 6)

şeye gücü yetme fancazileri hakim durumda­ dır. Bu narsist İmgesel alanında, anne sevg i ­ sinin geri çekilmesi (çocuğu artık beslememekten fiziksel kayboluşa) doğrudan doğru­ ya bedeni tehdit eder. Açlık ve terörün getir­

diği bedensel güvensizlik Stali n 1 i n ebeveynliği n i n g izli yüzüdür. Annenin sahileştirici bakışı, devletin gözetleyici bakışıyla kaynaşır. Sral i nizmin zi rveye ulaştığı 1 930'lu yılların ortalarında benimsenen doğurgan­ lık yanlısı poli ti kalar aileyi tekrar diri l tiyor ve anneni n gücünü yüceltiyordu. Aynı esnada, gerçek anneler yetişkin özerkl iği doğrultusunda devrim sırasında elde ettik­ leri kazanımları kaybediyorlardı . 1 936 Haziranı ' nda gözden geçirilen Aile Yasası ha­ yatın tehdit altında olduğu durumlar hariç kürtajı yasaklıyordu, ama her durumda "karar kadına değ i l doktorlara aitti .116-"l Ailenin rehabi litasyonu doğurganlık övgüle­ rini de beraberinde getird i . Traktör süren köylü kadınların (bu en "geri kalmış". sınıf ve cinsiyetin tarihsel ilerlemesini simgeleyen) o eski i konografisine meydan okurcası ­ na, geleneksel anne olarak kad ı n imgesi geri döndü: "Kırsal bolluk teması , kadınla­ rın kolhoz bereketin i n ideoloj ik simgeleri olarak yeniden şekillendirilmeleri ni gerek­ tiriyordu. 11 6 5 Kadının doğurgan bedeni ürerken bir bedend i ; yeni çocuk doğurma tahayyülü­ nü sosyalist modernleşme projesine bağlayan şey de buydu. Ama biyolojik doğur­ ganlığın ideoloj ik d üzeyde bu şekilde olumlanmas ı , ev alanının dönüşmesine tercü­ me olmuş değildi. Erdem li yurttaşlar gerçekten de özel daireler verilerek ödüllendi ­ rilmeye başlamışsa d a , kapitalizmin hayat tarzına verilen b u ödün resmi pol itika olarak onaylanamazdı . l 920'lerde ortaya çıkan avangard tasarımlara gelince, bu proje­ ler artık ideoloj ik düzenin merkezinde yer almıyorlard ı . 66 Gi ttikçe kalabalıklaşan

·

5.20

Planlanan toplu konutların bir maketini taşıyan Sovyet işçileri. Fotoğraf

1 930 civarından.

metropollerde, milyonlarca yurttaş için ev gerçekliği, özellikle istendiği için değil mecburiyetten geliştirilmiş Sovyeder B irliğ i ' ne özgü bir kurum olan komi.inal apartmand ı . "Biçimde kapitalist, içerikte sosyaIist" formülünün yaşanmış bir örneği olarak, Sovyet anlayışının yanlış yanları nın bir m ik­ 5.21 "Bir şey kaynıyor!" Ayrı ayrı ocakları olan komünal mutfak. İlya Kabakov, Komünal Apartman'dan ayrıntı, enstalasyon. 1 980'1er.

rokozmosu mahiyeti ndeydi . Sosyalist yaşam farklı bir biçimde düzenlenmiş ama yapısal olarak aynı kalan bir burjuva mekanı içinde gerçekleşecekti. Komi.inal apartman (kommmıalka) 1 920'

!erde barınma ihtiyacına pragmatik bir cevap olarak ortaya çıktı . Bütün Sovyet yurt­ taşlarına bir yaşama mekanı garantisi veriliyordu verilmesine de, devrim-öncesinden kalan mevcut binalar göz önünde bulundurulduğunda, sorun bunun �asıl tahsis edi­ leceğiydi . Yasa biçimsel bir ölçüt sunuyordu: Bireylere en az on metre kare, ailelere en az otuz metre kare verilecekti.67 Bu da mevcut burj uva evlerindeki her odanı n -ya da bir odanın bölünmüş bir kısmının-68 bir birey ya da ai leye tahsis edilmesine yol açtı ; özel hayattan geriye ne kalıyorsa bu haksız biçimde bölünmüş mekanlarda yaşa­ nacakt ı . İ nsanlar şahsi eşyalarını -kullanılan nesnelerden çok kurtarılmış nesneler, sı­ nıf savaşı ve I I . Dünya Savaşı felaketlerinden kurtarılmış "şahsi hatıra ambarları "ydı bunlar- buralara koyuyorlardı .69 Komi.inal apartmanı n geri kalanı ortak alandı : Te­ lefonun bulunduğu (ve konuşmalara herkesin kulak misafiri olabileceği) hol, (aile mahrem iyeti nin i mkansız olduğu, ortaklığın da bulunmadığı) mutfak,70 Sralin ve Lenin portrelerin i n bulunduğu "kızıl köşe" (buraya daha sonraları televizyon kona­ caktı), (bedenin mahrem iyetinin ortak mekana devredildiği) banyo7 1 ve (en temel fi­ ziksel ihtiyaçların kolektif müzakere konusu haline getirildiği) mvalet.72 "Komi.in içi nde il işki ve müzakereleri yürütme yükü bütünüyle kadınları n omuzlarındaydı ,"73 ki fiziksel mahremiyet yokluğunun acısı nı da en çok onlar çekiyordu. Komün kom­ şuları n ı n gözetiminin, gündelik davranışlar üzerinde kontrol kurmak için i lle de yet­ kili lere ihbarda bulunmaya yol açması gerekmiyordu (ama bu da olabiliyordu).7'1 Gel­ gelelim bu cehennemi düzenlemiş olmanın bir avantajı da vard ı . Mekan, sistemi n çe­ lişkileri nin burada üzerine hiçbir cila çekilmeksizin yaşanması anlammda, ideoloji­ den arı ndırılmıştı . Sovyetler B i rliği'nde özgürce seçilen arkadaşlar arasındaki yeni bir samimiyete dayalı kolektiflik�karşırı bir kültürün ortaya çıktığı l 960'larda, söz ko­ nusu kültür bir "mutfak kültürü" hali ne geldi ve bu mekanı (mutfağı) y urttaş dire­ nişini sergi lemek üzere temellük etti .75 Gayri resmi sanatm bir sergi yerine ihtiyacı olduğunda, apartmanlar isteyenlerin gelip gezebileceği galeriler hali ne geliyordu. 76

213



)'.:

;::ı ..ı :>

� �

21 4 Yirminci yüzyılın epey ilerilerine kadar, ABD 'de eviçi su tesisatı sınıfsal bir mesele olarak C

:L < ....ı "' t.:..

kaldı: Zenginler tesisata sahipken, yoksullar değildL. 1920 '1erin sonlarına gelindiğinde,

araştırmalar su tesisatının lüks kategorisinden çıktığım gösteriyordu... 1925 yılında Chica-

"'

go Kamu Refahı Dairesi'nin aralarında araştırma yaptığı düşük ücret kazanan insanların



sadece yüzde l'si tuvalet kullanmak için hala dışarı çıkmak zorundaydılar, ama çoğunun

>

"'

,:;! < >-

o ı:

::.: f..:.l .....ı ·
:

::ı L

< >­

varyancının ortadan kalkmasıyla birlikre, tek başına kapiralizm, kadınların açmazla- =;;ı rının, hala çözümsüz biçimde etrafında döndüğü merkez haline geldi. Amerikalı or-

ta sınıf kadınları ev hayarının "kadınsı gizemi"nden kendilerini kurcarmak amacıyla işgücüne katıldılar, ama bunun sonucu 1 97Q'lerde bir tercih meselesi olan iki gelirli ailenin, 1 990'lara gelindiğinde milyonlarca insan için mali bir zorunluluk haline gelmesi oldu. Öte taraftan, sosyalisr rejimde evde kalma seçeneğini tercih edebilecek olan kadınlar da seçerek değil, sosyalizmin çökmesinin ardından ortaya çıkan yapısal işsizlik yüzünden oraya dönmek zorunda kaldılar.88 Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte sosyal devler her iki rarafca da dağılınca, ailelerin güvencesi olan toplumsal dayanak ortadan kalkcı ve bunun yerini kapitalist ekonominin büyüyen bir sektörü olan meralaşmış "hizmecler" aldı. Kapitalisr ve sosyalist sınai modernlik, her iki reel formunda da insan hayatına düşman bir çevre yarattı - yani modernliğin rüyasının tam rersini. Bu çelişki içinde iktidar serpilip kendini rüyayı görenler ile rüyanın gerçekleşmesi arasına soktu ve bi­ rincisinin enerjisiyle beslenirken ikinciyi sürekli erteleyerek ayakta kaldı. Sınai mo­ dernlik arzuyu inşa ederken, insanın kendini gerçekleştirmesinin ikamesi olarak ka­ dirimuclaklık yanılsamasını sundu. Bu yanılsamanın kapitalizmde büründüğü bi­ çim, tüketicinin anında tatmin yanılsamasıdır, ama bu arada uzun vadeli ihtiyaçlar­ la ilgilenen olmaz ve sosyal güvenlik o kadar netamelidir ki işsizlik bir doğal felaket­ miş gibi yaşanır.89 Sovyec tarzı sosyalizmde, durum tersine çevri,lmişrir: Buradaki ya­ nılsarm., devletin (tam bağımlılık karşılığında) tam güvenlik sağlayacağı şeklindedir, ama dolaysız tarminler üzerinde bir denerim yoktur. Yarın ekmek bulup bulamaya­ cağın bütünüyle şansa kalmışrır.

220 ı-. ı.:..ı � < ...ı ı.:..ı """ L.Ll >

i ı.:..ı

...ı ·
-

V' �

6.1 Gri şa Bru ş kin, Temel Sözlük. fragman. 1 976.

6.2

İgor Makareviç. ·satheby's." 1 988.

dan dükkanların , lokantaların ve eğlence merkezleri n i n yanından geçip gide­ biliyordu) sokak ve mağazalarıyla (Batılı gözlere çarpıcı ölçüde yeşil gelen) kent manzarası hala değişmemişti . Devlete bağlı bakkaliye mağazaları nın stokları yeterliyd i . Henüz çay, kahve ve şeker kıtlığı yoktu. İşportacılar taze sebze ve çilek satıyorlardı . Devletin içki mağazaları ndan şampanya ve Gürcü şarabı almak m ümkündü , ama Gorbaçov dönemi nde votka içilmesi aleyhi nde resm i bir kampanya yürürlükteyd i . Çalışanların ruble fazlası vard ı ; ruble res­ mi kurda Amerikan dolarından biraz daha değerliyd i . Satın alacak yeni bir şey olmamasından yakınıyorlard ı . Çok a z kişinin ülkeye kabul edilmesi ve tanınan ayrıcalı kların, yabancı akademisyenler için Sovyetler B i rliği'ni ziyaret etmeyi bir zevk haline geti r­ diğini söylemek gerek. Sayımız azdı ve hemen hemen hepimiz, Oktiabrskaya metro istasyonundaki Leninski Prospekt ' i n hemen yakınındaki Gostini tsa Akademi Nau k ' ta (Bilimler Akademisi Oteli ) kalıyorduk. Burada ilk defa bu­ lunuyordum, Landau Enstitüsü tarafından davet edilmiş olan Amerikalı bir fi­ zikçiye eşl i k ediyord um . 1 İ ki odalı dairemiz, sürekli ses çıkaran buzdolabı ve siyah-beyaz televizyonuyla yeterince konforluydu. Dai remiz yüksek Stalinizm döneminin zevklerini yansı tan 1 9 . yüzyıl taklidi bir sürü mobilya, desenli perdeler ve duvar kağ ıtlarıyla döşenmişt i . Duvarda siyasi açıdan tehlikesi z re­ si mler ve her biri kırmızı bir plastik zemine tutturulmuş beş cam kavanoz gi­ bi görünen beş fanusu olan d ikkat çekici bir avize vard ı . Banyonun üç renkli

yer karoları belli bir düzen gözetilmeden döşenmişti. Büyük pencereler ancak iyice açıldıkları zaman gıcırdıyorlardı. Bahar sıcaklıkları mevsim normallerinin altı sayılan 4-5 derecede seyrettiği için, tek sıkıntımız odanın soğukluğu ve sıcak su bulunmayışıydı; üstelik yedi haftalık bir tamirat yapıldığı için sadece bizim dairelerde, otelde değil, Moskova'nın hiçbir yerinde sıcak su bulma ve ısınma imkanı yoktu. Yakınlardaki Gorki Parkı güvenli ve hoş bir yerdi. Batılılarının çektiği fotoğraflarda hep gerçekte olduğundan daha büyükmüş izlenimi veren Kremlin'in kızıl tuğla duvarları hiç de uğursuz bir şer kalesi izlenimi vermiyordu. Kızıl Meydan'daki Lenin mozolesinin iki yanında birbiriyle bağdaşmayan iki bina vardı; bir yanında renkli Sc. Basil katedrali, öbür yanında ise üç kadı, üç salonlu, demir ve cam çatılı, 1 9 . yüzyıl sonlarında inşa edilmiş, sarılan malla­ rın alc kadarını zar zor doldurduğu, çatı kirişlerine gürültücü kuşların yuva yaptığı, devler mülkiyetindeki alışveriş merkezi GUM. Walter Benjamin hakkında yazdığım bir kitabın taslaklarını daha yeni bitirmiş olduğum için, Benjamin'in de altmış yıl önce ziyaret ettiği 20. yüzyıl sosyalizminin başken­ ti Moskova'yı ziyaret ediyor olmak gayet münasip görünüyordu. Gelgelelim Moskova encelijansiyasının hızlı işleyen iletişim ağı yüzünden turistlik sta­ tüm kısa sürdü. Geldiğimin ikinci günü, Landau'da çalışan bir matematikçi­ nin bir akrabası beni Volhonka Caddesi'ndeki Felsefe Enstitüsü' ne götürüp Felsefi Siyaset Sorunları Kürsüsü'nde kıdemli araştırmacı olarak çalışan, genç ama çok saygı gören bir felsefeci olan Valeri Podoroga'nın çevresindeki küçük bir çalışma grubuyla tanıştırdı. Podoroga da benim gibi Theodor W. Adorno üzerine tez yazmıştı. Adorno hakkındaki kitabımı okumuştu; kitabım Bilim­ ler Akademisi'nin kütüphanesinde bulunuyormuş, buna çok şaşırdım - onlar da resmi bir davet almadan veya standart barış gruplarıyla da bağlantım olma­ dan buraya gelmiş olmama şaşırdılar. Podoroga, Enscicü'de, daha önceleri 11burjuva11 denerek bir kenara atılan (Kierkegaard, Nietzsche, Husserl, Heidegger, Freud, Merleau-Ponty, Barches, Adorno, Benjamin, Foucault gibi) felsefeci ve teorisyenleri ciddi bir biçimde · tartışan bir dizi 11yeralcı semineri11 düzenliyor, bu faaliyete gösterilen hoşgörü de gittikçe artıyordu. Moskova'da Avrupa kıra felsefesi hakkında yazan tek ki­ şi, harta Adorno hakkında yazan cek filozof o değildi. Ama Podoroga ve yakın arkadaşları, Batı teorisyenlerinin yöntemlerini, Sovyet kültürünün sürekli, eleştirel bir analizini yapabilmek amacıyla sahiplenmeleri bakımından benzer-

231







�::ı:

"2 < 1-
-

232 sizdiler. Siyasi totalitarizm eleştirisinin ötesine geçen bu grup yeni bir çığır t;ı açıyordu. Özellikle Frankfurt Okulu'nun ve Michel Foucault'nun teorilerine ı.:

� çok şey borçlu olan projeleri, iktidarı, çeşitli kültürel fenomenlerden -mima-

""

� ri formlardan, edebiyat metinlerinden, sinema pratiklerinden, gündelik hayat tarzlarından- yola çıkan felsefeler geliştirerek eleştirmekti ki bu bakımdan il� ""

gi alanlarımız birbirine çok yakındı. Podoroga'nın evindeki akşam yemeğin­ G de, yine Enstitü'de çalışan bir filozof ve öğrencilik günlerinden beri Podoro­ ga'nın arkadaşı olan Mihail Ryklin ile tanış�;m. Ryklin gayet akıcı bir Almanca'yla Walter Benjamin'in Alman Trajik Tiyatrosunun Kökenleri kitabı hakkın­ da ayaküstü bir diskur geçti. Fransız postyapısalcılığını da gayet iyi tanıyor­ du. Batı'dan uzun süredir tecrit edilmiş olan bu entelektüellerin hepsinin Av­ rupa dillerini konuşma becerilerine hayran kaldım. Çoğu ülkeleri dışına hiç çıkmamış olan sayısız Enstitü mensubu benimle gayet rahat bir biçimde Al­ manca, Fransızca ya da İngilizce konuştukları halde, ben Rus alfabesinin dün­ yasına daha yeni giriyordum. Ama kolektif iletişimimizin belli bir entelektü­ el seviyeye çıkması, çocukken New York'taki İngilizce eğitim veren Birleşmiş Milletler Okulu'na gitmiş, Podoroga ile birlikte çalışan genç bir kadın olan Elena Petrovskaya'nın çeviri yeteneği sayesinde mümkün oldu. O sıralarda Amerikan düşünce sahnesinde düşman "Öteki" olarak Yerli imgesi hakkında bir tez yazmakta olan Petrovskaya hem resmi konuşmalarımızda hem de gay­ ri resmi sohbetlerimizde çevirmenlik yaptı. Amerikalı aksanıyla konuştuğu İngilizcesi kusursuzdu ve sadece sözlerimizi değil ruhlarımızı da dil engelini aşarak birbirimize iletebilmemizi sağladı. Bu ve sonraki ziyaretlerim sırasında başka insanlarla da tanıştım: Ertesi ilkbahar Moskova'yı ziyaret eden Jürgen Habermas'a evsahipliği yapacak olan Tarih Felsefesi Bölüm başkanı ve Alman fenomenolojisi uzmanı Nellie Mat­ roşilova; çağdaş Alman felsefesi uzmanı olan ve şu sıralarda bilgisayar tekno­ lojisi ve sibermekanın felsefesi hakkında yazılar yazan Mihail Kuznetsov; fe­ minist meselelerle ilgilenen ilk Rus filozoflarından biri olan, Foucault'dan et­ kilenen Tatyana Klimenkova; Enstitü'nün Jacques Derrida'nın eserleriyle il­ gilenen ilk araştırmacısı olan Nataşa Avtonomova; Husserl'i Rusça'ya çevir­ miş olan Elena Oznovkina; beni Enstitü'ye ilk getiren kişi olan ve şu sıralar­ da Colgate Üniversitesi'nde Rus edebiyatı dersleri veren estetik felsefecisi ve John Dewey uzmanı Dmitri Hanin ve daha birçok kişi. Ama sonraları Rus­ ya'da birlikte kotardığımız çalışmaların merkezinde şu üç kişi vardı: Nevi ....ı

•< < c::

şahsına münhasır, parlak, meslektaşlarının karizmatik bulduğu bir biçimde dışa kapalı, bazen de herkesi kırıp geçirecek ölçüde pervasız -Rus filozofunun prototipi- biri olan Valeri Podoroga; iletişimi seven, dört dile vakıf ve Nietzsche'yi andıran bir kara mizahla alay etmekten zevk aldığı çeşidi teorik gelenekler konusunda etkileyici bir bilgi birikimine sahip biri olan Mihail Ryklin; inatçı bir enerjiye sahip, izlenimci bir resmi bir metni çevirirken gös­ terdiği taklit maharetiyle taklit edebilen ve Soğuk Savaş dünyasının her iki tarafında da kendini evinde hissetmekten gelen vaktinden önce gelişmiş bir kendine güvenle yetişmiş Elena Petrovskaya. Bu üçünün kişilikleri o sıralarda mevcut olan çeşidi nesnel imkanları ifade ediyordu. Rusya'ya özgü bir filozof olarak Podoroga'nın Batı teorisine duyduğu ilgi taktik mahiyetteydi, kendi ulusal kültürünün devrim öncesi ve sonrası biçimlerdeki geçmişini didikle­ menin bir aracıydı; oysa Ryklin kendini daha uluslararası terimlerle değerlen­ diriyor, kendini ister Moskova'da, ister Paris'te, ister Berlin'de ya da New York'ta göstersin düşünsel ve estetik avangardı olumluyordu. Petrovskaya ye­ ni bir melezliğe delalet ediyor, hem Doğu'dan hem de Batı'dan kendine uy­ gun değerler benimsemeyi tercih ediyordu. Moskova'yı seviyordu, ama tam da uluslararası kültüre yaptığı katkılardan dolayı. Batı tipi materyalizme soğuk bakan Petrovskaya ailesinin sahip olduğu yurtdışı seyahat ayrıcalıklarını tek bir amaç için, bütün Batılı akademisyenlerin gıpta edeceği bir yeni kitaplar koleksiyonu yapmak için kullanıyor, bu kitaplar da Moskova'daki dostları ara­ sında dolaşıp duruyordu. 2

Batı Marksizmi alanında eğitim görmüş olmam onlarla birlikte çalışma arzumu besliyordu. Ama bu Marksist yönelimim Moskova'daki arkadaşlarımı pek ilgilendirmiyordu.3 Kabul, Bilimler Akademisi düzeyinde, felsefeciler Marksizm-Leninizm ideolojisinde bulunmayan bir sofı.stikasyona sahip Mark­ sist teori eğitimi almışlardı. (Sovyet halkı genelde Marx'ın kendisini okumu­ yordu.) Fransız Marksist Louis Althusser Brejnev'in iktidarda olduğu yıllarda Felsefe Enstitüsü'nü ziyaret etmişti; Macar Georg Lukacs'ın itibarının iade edildiği de estetik teorisinin yenilerde Rusça'ya çevrilmiş olmasından anlaşı­ lıyordu. Ama bu düşünürler benim ilişki kurduğum kuşaktan daha yaşlı bir kuşağa hitap ediyorlardı. Sovyeder Birliği'nde şestidesiatniki, yani "altmışlar kuşağı", Petrovskaya'nın anne babasının, hatta Gorbaçov'un kuşağıydı. Bu kuşak Stalin döneminde doğmuş, çocukluğunu savaş sırasında geçirmiş, er­ ginliğe de Kruşçev'in reformları sırasında ulaşmıştı. Öğrenciyken genç, hü-

233

� [::i

�:ı:

-;:;;< J-; -

z

� < N

z




ciyken karşılaştığım kuşak arasında zamansal bir mesafe vardı. Arkadaşlarım Podoroga ve Ryklin kendilerini Gorbaçov kuşağının yeni-Marksizminin çok� ı..ı ....ı tan ötesine geçmiş görüyorlardı. Ama siyasi anlayışları benimkinden farklı ol­ < G sa da, eleştirel analizlerimizde kullandığımız terimler birbirine yakındı. Kül­ türü, maddi anlamda beden üzerinde iş gören, temelden siyasi bir şey olarak anlıyorduk. Modern iktidar mekanizması kitlesel ütopya ideolojisinin ardın­ da gizlenmekten çok onun tarafından üretiliyordu. İktidarın hem kolektife karşı hem de onun adına suiistimal edilmesi ihtimali modernlik siyasetinin bünyesel bir parçasıydı. Bunlar Batı kapitalizminin de Sovyet sosyalizminin de çözmeyi başaramadığı sorunlardı.

..


KÜRESEL BlR EKONOMİDE



yaptı : Sovyetler Birliği'nin dağılması emperyal i lişkileri ortadan kaldırmamış,

6.3

B i LGi Ü RETİMİ

"i u:ı ·� Podoroga 1 992 sonbaharında Cornell 'a geldiğinde, kasvetli bir siyasi analiz ı.:

çoğaltmıştı. Her cumhuriyet, her milliyet minyatür bir imparatorluk haline geliyordu.97 Ryklin, Paris' te geçirdiği bir yılın ardından İ nsan Bilimleri Derneği Üyesi olarak Cornell'daydı ve enternasyonalist inançlara sahip entelektü­ ellerin hissettiği parçalanma ve tecrit hissini ilk elden yaşıyordu. Petrovska­ ya'nın ailesi, babasının Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği'nde çalıştığı New York'a taşındığında, o, Podoroga'nın çalışma grubuna katılmış Minsk kökenli bir felsefeci olan Aleksandr İvanov'la yeni evlenmiş olduğundan Mos­ kova'da kalmayı tercih etti . Petrovskaya ve İvanov, Bolşevik Devrimi'nin yet­ miş beşinci yıldönümü vesilesiyle 6-8 Kasım tarihlerinde düzenlenen "Mo­ dernlik ve Postmodernlik Üzerine Eleştirel Düşünceler" başlıklı atölye çalış­ ması ve yuvarlak masa toplantısına katılmak üzere Podoroga'yla birlikte Cor­ nell'a gel�iler; bir Batı üniversitesi olarak 1 992'de böyle bir anmanın yapıla­ bileceği çok az sayıda yerden biriydi Cornell.98 Yine de üniversite yeni durum­ la başa Çıkmaya pek hazırlıklı değildi. Kafa karışıklığı daha planlama aşama­ sında başladı. Yabancı katılımcılar hangi kelimeyle adlandırılacaklardı? Artık "Sovyet" değillerse ve "Rus" da değillerse, neydiler? Üstelik Batı Avrupalıla­ rın büyük ölçüde dışlandığı Modernlik ve Postmodernlik konulu bir konfe­ ransa onlar niye çağrılıyordu? Bazı panel oturumları Sovyet kültürünün Batı­ lı teorik söylemler içinde yapılan yorumlarına ayrılmıştı ve bu oturumların sonunda da katılımcılar için gayet sıradan bir şey olan tartışmalar yapılıyor­ du; ama bu tartışmalar, Soğuk Savaş sırasında "Doğulu" kültürlerle ilgili her türlü incelemenin Slav Çalışmaları ve Rus Edebiyatı bölümüne havale edildi­ ği (halbuki biz meseleleri genel bir teorik alan içinde tartışıyorduk) Comell için kurumsal olarak hiç de sıradan bir şey değildi. Bu bağlamda, kapanış tar­ tışmaları çok hararetli geçti, zira bütün taraflar bu yüzyılın ne idüğünü anla­ mak için asıl kendi deneyimlerinin merkeze alınması gerektiğini savundular ateşli bir biçimde.99 Yeni anlatılar hata kargaşa içindeydi, ama eskiler de inandırıcılıklarını yi-

271 z < ::E < N >-4 ..ı vı

:ı: ..: < ız < ::E < N z < z < vr < >-

6.11 Vitaly Komar ve Alexander Melamid, lılıaca'nııı Eıı Çok isıenen Resmi. 1 996, sanatçıların lthaca sakinleriyle yapılan bir kamuoyu yoklamasının sonuçlarını dikkat e alarak yaptıkları resim.

tirmişlerd i . Ayzenştay n 1 ı n Bolşevik Devri m i 1 n i n film versiyonu n u sunduğu

1 92 7 tarih l i Ekim fil m i n i n halka açı k gösterim i , yeni kuşaktan öğrencileri , on ları n ömrü içi nde neredeyse ortadan kal kmış olan ü ropyacı b i r rüya alemiy­ le tanıştırd ı : Sosyalistlerin şiddete dayalı kitle devrimi rüyası gerçekten de si­ yasi bir d inozor g i b i görünüyord u . Yine de Rusya1dan gelen b i r rock m üziği grubunun sahne ald ığı , gecenin ilerleyen saatlerine kadar devam eden bir dans partisiyle Devri m 1 i gerçekten de kutladık. Atölyedeki tartışmalar Soğuk Savaş dönem i n i n eski Doğ u / Batı bölünme­ lerini aşmayı m ümkün k ı lan ortak bir söylemsel zemi n üretmeye başladı . A ma encelekrüeller arası ndaki 11orcak zem i n " her şeye rağmen gündelik gerçekl i k le­ rin üzerinde havada ası l ı bir mekan olarak kalır. Pratik varoluş açısından, çok temel bir mesele vard ı : Biz kimler için yazıyorduk? Doğu ve Barı bloklarının dağılmasının ard ı ndan ortak bir okur kamuoyu oluşmuş m uyd u , yoksa ence­ lekrüel açıdan bir anlam ifade ermek hala kiş inin dilsel ve ki.i lrürel geleneği içinde kalmakla i lgili bir mesele miyd i ? Derrida 11Moskova1dan Dönüş, SSC B 1

272 de" adlı yazısında insanın elini kolunu bağlayan bir içtenlikle şöyle düşünür: � "Bugün çantamda konferans metinlerim ve tuhaf yazılarımla Kudüs, Mosko­ :.ı::



...

va ve Los Angeles arasında seyahat ederken hayatıma ne yapıyorum ben diye

� düşündüm kendi kendime.11100 "Küresel encelekrüel"in hayatı, havaalanları ile "S! otellerin küresel sermayenin peşi sıra dünya yörüngesinde dolaşmaya başlamış !j

«
­ o ==

müdahalesi -şok tedavisinin "sapkın bir biçimde", paradoksal olarak talep et­ tiği planlamacılık-125 ile aşırı neoliberal "en iyi sanayi politikası hiçbir politikanın olmamasıdır" şeklindeki, onları her türlü sorumluluktan kurtaran düs­ tur126 arasında, işlerine geldiği gibi salınıyorlardı. Ama bütün bu siyasi rahat­ lıklardan daha önemlisi, şok tedavisinin başlangıçta ayrılmaz biçimde iç içe geçmiş gibi görünen iki projeyi birbirinden tayin edici bir biçimde ayırmasıy­ dı: Ekonomik serbest piyasalar projesi ile siyasi demokratik yönetim projesi. Bu ayrımda, harcanabilecek unsur olarak görülen demokrasiydi. Kapitalizmi kurumsallaştırma hedefi açık bir önceliğe sahipti . 127

ayrımın trajedisi, eski sosyalist ekonomiyi yıkması değil, post-sosya­ list hükümetlerdeki "Batıcıların" sosyalizmi ortadan kaldırmayı artık demok­ rasi ilkelerinin yerleştirilmesiyle özdeşleştirmiyor olmalarıydı. 1 2 8 Rusya'nın durumunda bu, iki tarafın da, Yeltsin'in Batıcı 11reformcuları 11nın da, 11katı 11 bir Batı-karşıtlığını benimseyenlerin de -yani parlamentoya hakim olan milliyet­ çiler ile komünistlerin de- kendilerini ille de demokratik usulleri hayata ge­ çirmekle yükümlü görmemeleri anlamına geliyordu.129 1 992 Aralığı 'oda, par­ lamentoda Sachs-yanlısı 11Batıcı11 Egor Gaydar'ın başbakanlığa getirilmesi üze­ rine yumruk yumruğa kavga edildi. 1 993 Mayısı'nda Moskova'da yapılan 1 Mayıs kudamaları sırasında yaşanan bir ayaklanmada beş yüzden fazla kişi ya­ ralandı. Ama demokrasinin en ciddi krizi Ekim ayında yaşandı. Başkan Yelt­ sin' in muhalifleri -milliyetçiler, monarşistler, Komünistler- Beyaz Saray'ı iş­ gal ettiler ve iki yıl önceki Ağustos darbesindeki roller tuhaf bir biçimde ter­ sine çevrildi; bu sefer Yeltsin'in yaptıklarının anayasaya aykırı olduğunu ilan edenler onlardı.13° Yeltsin'in bir ay önce görevden aldığı eski Başkan Yardım­ cısı A�eksandr Rutskoy'un liderliğini yaptığı Ekim isyancıları, Yeltsin 'in par­ lamentoyu lağveden kararnamesini kabul etmeyi reddedip onun bu girişimi­ ne darbe adını veriyorlardı - tıpkı 1 99 1 Ağuscosu'nda Yeltsin'in yürütmenin çıkardığı olağanüstü hal kararnamelerini darbe olarak adlandırdığı gibi- ve oylarını onu koltuğundan indirme yönünde kullanarak Rutskoy'u yeni baş­ kanlığa seçtiler. Yeltsin buna kuvvet kullanarak cevap verdi, tanklar gönderip Bu

parlamento binasının etrafını kuşattırdı. Muhalefet teslim olmayı reddedince, 279 tanklara ateş açma emrini verdi. Parlamento yanlısı gruplar Moskova'daki baş-



::2

lıca televizyon yayın merkezi olan Ostankino'yu ele geçirmeye çalışınca, yine ;:i o-1 şiddet kullanıldı. Aralarında çatışmalara katılmayan 76 kişinin bulunduğu � ::ı::

toplam 1 87 kişi hayacını kaybetti. Moskova sokaklarında Stalin diktatörlüğü- -;;; nün en beter günlerinden beri böyle kitlesel bir katliam görülmemişti. •

< 1-< z < ::2 < N z < z
­

280 yordu. Makyajlı, kürk mantolu ve yüksek topuklu şık kadınlar Batılı mağaza­ !;; larda ve herkesin giremediği butiklerde alışveriş yaparken, yaşlı kadınlar ve �



""

emekliler yaya geçitlerinde dileniyorlardı. İthal votka satan büfelerden o sıra-

>1 larda çok tutulan Amerikan şarkılarının ezgileri yayılıyor, sokaklarda sarhoş sarhoş yatan adamlar geceleyin soğuktan donup ölüyorlardı. Metro istasyonlai ı,,;ı .....

«
l Ray Baker'dan akcaran Arno J. Mayer, Political Origim of the New Diplomacy, 1 9 1 7-1918 (New Ha­ > Yale Universicy Press, 1 959), s. 29. ven: � l>l 38. General Tasker H. Bliss'ren ( 1919) aktaran John M. Thompson, Rrmia, Bolshevism, arıd the Versail­ ...ı « les Peace (Princecon; Princecon Universicy Press, 1 966), s. 204 . < 39. ABD Dışişleri Bakanı Roberr Lansing Paris Konferansı'ndan gönderdiği gizli bir notta şöyle yazı­ >­ o yordu: "Bolşevizm insan aklının şimdiye kadar tasarladığı en çirkin ve canavarca şeydir. Kendine... ..: suçlular, sefiller ve aklından zoru olanlar arasında yandaşlar bulur" (aktaran Thompson, Rrmia, Bols­ hevism, arıd the Versai/les Peace, s. 1 5; Bolşevizm karşısında başvurulan sanrısal dilin başka örnekleri için bkz. a.g.e. , s. 1 3-20, ayrıca Mayer, Political Origins of the New Diplomacy, çeşitli yerlerde). 40. Thomas J. Curran, Xerıophobia arıd lnımigratioıı, 1820- 1 930 (Bosron: Twayne Publishers, 1975), s. 1 37 . 4 1 . Maxine Seller, To Seek America: A History ofEthrıic Life iıı the United States (New York: Jerome S . üzer, 1 977), s. 2 1 6. ABD'den göçüp birey ve topluluk olarak kendi inisiyatifleriyle Bolşeviklerin safına karılanların sayısı da az değildir. 42. Palmer'dan aktaran Seller, To Seek America, s. 2 16. 43. Öldürülen "düşman"lar açısından daha anlamlı bir kıyaslama, Amerikan askeri kuvvetlerinin 20. yüzyılda dünyanın dört bir yanında öldürdüğü insanların sayısıyla yapılabilirdi; Sovyer rejiminin öldürdüğü iç düşmanların sayısıyla karşılaştırılabilecek büyüklükte bir rakamdır bu. Bkz. HİPER­ METİN'deki ulusal güvenlik devleri tartışması: EKONOMİK OLAN İLE SİYASİ OLAN ARASINDA­

290 1-< l>l � < ...ı l>l

Kİ AYRIM.

44. Sheila Ficzparrick, "The Legacy of ehe Civil War", Party, State, alld Society İli the Rrmiarı Civil War: Explorations in Social History içinde, Diane P. Koenker ve diğ., haz. (Bloomingron: Indiana Univer­ sicy Press, 1989), s. 388. 45. Moshe Lewin, "The Civil War: Dynamics and Legacy", a.g.e. içinde, s. 403. 46. "Sovyetlerin kullanımında demokrasi dili kutsanmış olsa" da çoğulculuğun dilinin kucsanmadığına dikkat çekilmiştir. "Halk egemenliği" (narodovlastie) halkın sosyalizmin inşasına karılması anlamı­ na geliyordu, halkın örgütlü muhalefeti anlamına değil. Bkz. Archie Brown, "Policical Power and ehe Sovier Scare: Wesrern and Sovier Perspecrives", The State in Socialist Society içinde, Neil Harding, haz. (Albany: Scare Universiry of New York Press, 1 984), s. 7 1 -73. Rusların, saflığı "yabancı un­ surlar" tarafından kirletilebilecek olan ve dolayısıyla düzenli olarak temizlenmeye -kirletici nüfu­ sun yarı cerrahi bir müdahaleyle sökülüp atılmasına- muhtaç kolektif bir beden olarak toplum ta­ hayyülü şu yazıda tartışılmaktadır: Peter Holquist, "Stare Violence as Technique: The Logic ofVi­ olence in Soviet Tocalitarianism", Stalinism içinde, Amir Weiner, haz. (Oxford: Blackell, 2003). 47. Mesela 1 925're Kızıl Bayrak tekstil fabrikasının dokuma bölümündeki işçiler üretim hızını protesto ermek amacıyla kendiliğinden örgütlendiklerinde, otoriteler "fabrika emeğinin doğru temposu­ nun ... [ve) sendika disiplininin [ihlaline] izin verilemeyeceği"ni ilan ermişler ve bu olaylarda "şüphe­ li karakrerler"in oynadığı rolü kınamışlardı. Aktaran John B. Hatch, "Labor Conflicc in Moscow, 1 92 1 -25", R11ssia irı the Era ofNEP: Explorations in Soviet Society and Crtlt11re içinde, Sheila Firzpacrick ve diğ., haz. (Bloomingcon: Indiana Univecsiry Press, 1991), s. 65. "Bu yıllarda Moskova bölgesinde düşük vasıflı kadın cekscil işçileri en greve-meyilli kesimdi" (a.g.e.). Tekstil sanayiindeki (ve dolayı­ sıyla muhalefetteki) işçiler arasında kadınların oynadığı baskın rol hakkında bkz. Diane P. Koenker, "Urbanizacion and Deurbanizacion in ehe Russian Revolucion and ehe Civil War", Party, State, andSo­ ciety in the Rrmia11 Civil War: Exploratio11s İli Social History içinde, Koenker ve diğ., haz., s. 93. 48. Aktaran Michael Palij, The Anarchism ofNestor Makhno, 1 9 18- 1 92 1 : An Aspect ofthe Ukrainian Revo­ !t1tion (Searde: Universiry of Washington Press, 1 976), s. l 75-6. 1 920 Şubarı'nda Troçki Ukray­ na'daki bürün partizan birliklerini silahsızlandırma, dağıtma ve gerekirse imha ermeye yönelik giz­ li bir emir yayımladı. Cezalandırma yetkisine sahip Çeka birlikleri partizanların peşine diişri.iler ve Mahna sempatizanlarını idam erciler (a.g.e. , s. 44). Bu dönemde Ukrayna'da tahminen 200 000 ki-

şi Bolşevikler carafından idam edildi ya da yaralandı (a.g.e. , s. 2 l 3). 49. Fitzpatrick, "The Legacy ofCivil War", s. 408. 50. Israel Geczler, Kronstadı, 1 9 1 7- 1 92 1 : The Fate ofa Soviet Democracy (New York: Cambridge Univer­ sity Press, 1 983), s. 256. Ficzpacrick Kronşcadc isyanı hakkında şöyle yazar: "Kararlı eylemlerine rağmen, Bolşevikler ·alayların gidişacı karşısında afallamış, şaşkına dönmüşlerdi. Kendi meşruiyec hisleri işçi sınıfının onları desceklediği inancına dayalıydı. Üscelik, kendi siyasec analizleri, sınıfsal cabanı olmayan bir rejimin devrilmesi gerekciğine işaret ediyordu. Bolşevikler, Kronşradt'ın prole­ taryanın kendilerini reddecmesinin bir simgesi olduğunu alenen inkar erseler de, içcen içe durumun böyle olduğund:ın korkuyorlardı." Sheila Fitzpatrick, The Cıtlt11ra/ Front: Poıver and Cıtlfllre in Revo­ lııtionary Rımia (lrhaca: Cornell Universicy Press, 1 992), s. 30. "Proleter olmadıktan sonra devrim­ lerinin ne cacihsel anlamı vardı ki?" (a.g.e. , s. 34). 5 1 . Batılı işçiler hiçbir zaman düşman olmamışlardı. İlginçtir, Stalin'in policikalarına karşı bir direniş scracejisi olarak, Sovyec yumaşları Bacılı işçilerin desteğine sahip olduklarını iddia ederek meşru­ iyec iddiasında bulunabiliyorlardı. Bicinci Beş Yıllık Plan sırasında, Urallarda "Amerikalı İ[filerin (Sovyec gazecelerinde sık sık gündeme gelen bir tarcışma konusuydu bu) 'yaralı köylülerin feryac­ larını' işicip Scalin'e kolekcifleşcirme ve kiliseleri:ı kapanmasından duyduklacı infiali ifade eden mekcuplar yazdıkları" yolunda bir söylemi dolaşıyordu. Sheila Ficzpacrick, Sta/in's Peasants: Resis­ tance and Sıırvival in the Rmsian Vi/lage after Co/lectivization (New York: Oıcford Universicy Press, l 994), s. 68. 52. Parcinin, kelimenin cam anlamıyla bir "dış" politikası olamazdı. Çokuluslu bir parti örgütü olan Ko­ mincern'in paraleli, SSCB'nin bir devlec örgüdenmesi olan ve en nihayet yurcdışıyla diplomacik iliş­ kiler kurmayı (Almanya'yla l 922'de, ABD ile 1934'te) başaran Dışişleri Bakanlığı'ydı. 53. Diğer ülkelerdeki Komünisc parciler Komincern'e üye olmak için "2 1 Koşul"u kabul ecmek zorun­ daydılar, ki bunlar arasında gizli yeralcı örgüderi kurmak ve kendi hükümeclerine karşı hem yasal hem de yasadışı cakciklere başvurmak -parciye bağlılığı ulusal egemenliğin üzerine yerleşcirerek kendi vahşi ikcidar bölgesini yaracmak- da vardı. "Üçüncü Encernasyonal, merkezi Moskova'da olan son derece disiplinli bir dünya örgücüydü. Gelgelelim ... Lenin Moskova'yı dünya sosyalizminin de­ ğişmez bir 'Vatikan'ı haline getirmeye yönelik her cürlü girişime karşı çıktı. Lenin l 9 1 9'da ulusla­ rarası komünisc hareketin liderliğinin sadece 'kısa bir süreliğine' Rusya'ya geçriğini doğrulamış ve başka yerlerde de Bolşevik partisinin diğer üyelerini 'Büyük Rus Şovenizmi'nin rehlikelerine karşı uyarmışcı ... Zinovyev bücün dünyanın iki-üç yıl içinde komünist olacağı öngörüsünde bulunmuş­ ru .... Gelgelelim, Lenin'in encernasyonalisc encernasyonal anlayışının yerine, kısa bir süre sonra Sca­ lin'in Rus-merkezli encernasyonal yorumu geçci: Encernasyonal, örgüt biçimi açısından Bolşevik, hedef yönelimleri. açısından da Rus olacakcı." Roberc A. Jones, The Soviet Co11cept of "Limited Sovere­ ignty" froın Lenin to Gorbachev: the Brezhnev Doctriııe (Londra: Macmillan, 1990), s. 84. 54. Scalin (belki de şaşırcıcı bir biçimde) NEP döneıninde bu dili kullanıyordu ki bu da konumunun l 920'lerin sonlarında değişciğini göscerir. 55. Akcaran Stephen Cohen, B11khari11 and the Rtıssian Revo/ııtion: A Po/iıica/ Biography (New York: Alf­ red A. Knopf, 1973), s. 1 99-202. Buharin şu ayrımı yapıyordu. "Toplumumuzda biri iç, biri dış ol­ mak üzere iki çacışma düzeyi var. Dışca burjuva dünyasıyla yüz yüzeyiz ve bu alanda sınıf savaşı da­ ha keskinleşiyor... Ülke içinde policikamız genel olarak sınıf savaşını körükleme haccını izlemiyor, aksine onu hafiflerme yönünde belli bir mesafe kaydecmiş durumda." Akcaran, Ficzparrick, The Cııl111ra/ Front, s. l l 1 . 56. Akcaran Cohen, B11kharin, s . 100. Son dönemde yapılan araşcırmalarda, sınıf savaşının yoğunlaşma­ sının ve Terör'ün birçok nedeni olduğu ve (Ray Medvedev ve Roberr Conquesc gibi eski kuşakcan tarihçilerin söylediklerinin aksine) Scalin tarafından cepeden dayatılmadığı vurgulanmaktadır. "Külcürel sınıf savaşını vurgulayan sere çizginin uzlaşmayı savunan yumuşak çizgi karşısında kazan­ dığı zafer, Sralin'in parri liderliği içinde rakipleri karşısında kazandığı zaferle örtüşüyordu. Bundan sınıf savaşı politikasının Sralin'e ait olduğu sonucunu mu çıkarmamız gerekir? Bence hayır" (Firz­ parrick, The Cıı/tııral Front, s. l 1 3). Birinci Beş Yıllık Plan'ın politikalarına milyonlarca insan ina­ nıyordu ve bunlardan milyonlarca kişi yararlanmışcı - ama bu arada milyonlarca insan da hayacını kaybetmişti. Bkz. Fit2pacrick, (Stalin'e " ılımlı" deme noktasına kadar varan) Getty ve diğerlerinin çalışmaları; ayrıca bkz. HİPERMETİN: EGEMEN PARTİ /SOSYALiST DEVLET.

291 �

:; 1-< o z

57. Scalin bir sınıf olarak kulakları tasfiye erme politikasını 1929 Aralığı'nda ilan ecri. 1930 Manı'na gelindiğinde, en aşırı önlemler alındıktan sonra, Stalin kolektifleştirme sürecini aniden durdurdu, "başarıdan başı dönmüş" yerel memurların köylülere karşı çok aşııı önlemler aldıklarını iddia erci kafası karışan yerel Komünist kadroların ihanetiydi bu. (Fitzpatrick, Sıalin's Peasants, s. 62-63). Bir ay sonra Stalin yine kulaklara vuruyordu: "Bu kan emicilere, örümceklere ve vampirlere yeterince sabrettik" (Stalin, 25 Nisan 1930, aktaran a.g.e. , s. 64).

The Harvesı of Somnv: Soviet Collectivization and the Terror-Famine (New York: Oxford Universicy Press, 1 986), s. l 18. Parcinin gerekçesi

58. 1930 tarihli resmi bildiriden aktaran Robert Conquesc,

1934'ce Moskova'da yayımlanan bir romanda şöyle özedeniyordu: "Onların hiçbir suçu yokcu: ama bücün her şeyin suçlusu olan bir sınıfa aicriler" (aktaran a.g.e., s. 143). 59. "Burjuva uzmanlar"ın karşıdevrimci "mahvetme" faaliyeclerine girişmekle suçlandığı 1930 tarihli Şahti duruşmasının amacı, gizli polisten bir görevliye göre, "kicleleri seferber ermek", "emperyalist­ lere karşı duydukları öfkeyi uyandırmak" ve bir sınıf düşmanı olarak encelijansiyaya karşı duyulan "ihtiyatı yoğunlaşrırmak"tı. Fitzpacrick bu seferber erme stratejisinin "bir kriz atmosferi yaratmak ve rej imin fedakarlık taleplerini ve sanayileşme davası için harcadığı olağanüstü gayrecleri haklı çı­ karmak amacıyla tasarlanmış" bir srraceji olarak görülebileceği yorumunda bulunur. "Duruşmalar halkın l 927'deki savaş korkusunda dayanak buluyordu ve burjuva entelijansiyasına mensup "mah­

vediciler ve sabocörler"in askeri müdahale yenilendiği caktirde ülkeyi kuşarma altına alan kapiralist güçlerle ittifak kurabileceklerini göscerme derdindeydi. Söz konusu mahvediciler ayrıca, kaynakla­ rın öncelikle ağır sanayi alanına kanal ize edilmesi yüzünden yaşanan ekonomik başarısızlıkların, tü­ ketim malları kıclığının ve yaşam standarclarındaki genel düşüşün nedeni olarak gösrerilen günah keçileri işlevini de görüyorlardı." Fitzpatrick,

The Cııltııral Front, s. 1 19.

60. B u suçlama bütünüyle hayal ürünü değildi. 1929'dan başlayarak, Sovyet köylüleri arasında ideolo­ jiyi tersine çevirip liderleri eski rej imin baskı carzlarını sürdürmekle suçlayarak Sovyeclerin meşru­ iyetine meydan okuyan bir karşı-söylem gelişti. Sovyec rejiminin kolektifleştirmeyi "ikinci bir kö­ lelik" olarak dayatmak için Rus muhacir coprak sahipleriyle ittifak kurduğu ve "savaş korkusu"nun gerçeğe dönüşmesinin daha iyi olacağı fikri yayıldı; işgalci yabancı ordular köylüleri kurtarırdı. "Bu söylentiler açık ki köylülerin Sovyec gazetelerini okuyut> yorumlama tarzlarından kaynaklanıyordu" (Fitzparrick, Stalin's

Peasants, s. 46-47 ve 67). Kolekcifleştirme köylüleri bölme gibi bir sonuç ya­

ram: "Mesele, Sovyec tarihçilerinin iddia eccikleri gibi, cabanda kulaklar ile bedniaklar (yoksul köy­ lüler) arasında sahici bir sınıf savaşının parlak vermesi değil, Komünisclerin benimsediği az çok

(a.g.e. , s. 4 1 ). The lnıernational Sifllation and Soviet Foreign Policy: Key Reports by Soviet Leaders From ıhe Revo/11tion to the Present (Columbus: Merrill düzmece bir sınıf savaşının gerçekten bölücü sonuçlar yaratmasıydı"

6 l . Scalin'in 1927 tarihli bir konuşmasından akraran Myron Rush, haz., Publishing Co., 1 970), s. 61 . 62. Ficzparrick, Sıalin's Peasants, s. 37.

·

63. Bkz. Sheila Ficzpacrick, "The Foreign Threac during ehe Firsc Five-Year Plan",

Soviet Union/ Unio11

ıovietiqııe 5 ( 1 978), Bölüm 1 . 64. Stalin'in durmadan bahsecciği i ç savaş Ekim'deki sınıf devrimi değil, yabancı işgalcilerin saldırısı­ na maruz kalan patrie idi; yani Scalin, aldığı halk desteğinin önemli bir kısmını oluşcuran taşralı, köylü kökenli kadrolara çok daha cazip gelebilecek bir siyasi imgeleme dönüyordu. Moshe Lewin' den alıntı yaparsak: "Yepyeni gibi görünen kurumlar ve yöntemler, daha derinden bakıldığında, ge­ nellikle birçok eski özellik ve formun şaşımcı bir biçimde yeniden zuhur ecciğini gösterir" (Moshe Lewin,

The Making ofıhe Soviet Sysıem: Essays i11 ıhe Social Hisıory of lnteru•ar R111sia, New York: Pant­

heon Books, 1 985, s. 274). Stephen Cohen Stalin döneminde Rus tarihinin "Çamlığın yeni-m illi­ yetr,i bir rehabilitasyonu" sonucunu yaratacak şekilde yeniden yazılmış olduğunu belirtir (Cohen,

B11kharin, s. 35 8). Merak uyandırıcı soru, saldırı altındaki bir uluslararası proleter devrimi tablosu­ nu öne çıkaran siyasi imgelemin bu şekilde yinelenmesinin, bir yandan çok geniş kapsamlı bir top­ lumsal devrimi motive eder ve meşrulaşcırırken, bir yandan da Bacı-karşıcı pan-Slavcılığın, köylü­ lerin dindarlığının ve yönerici ile halkı arasındaki Çamlık bağlamındaki ilişkinin köklerine temas ermeyi nasıl başardığıdır - muazzam bir toplumsal ve ekonomik devrimin yukarıdan haklı çıkarıl­ ması ve icra edilmesi işinin, birçok bakımdan eskinin imgelemini dirilten söylemsel bir bağlam içinde nasıl yapıld ığıdır.

65. Stalin'in retoriğine kıyasla, Mihail Gorbaçov'un söylemi çok çarpıcıydı. "Tarihin gidişatı" hala "ge­ 293 ri çevrilmez" diye tasvir edilmekle ve ha.la ekonomik büyümeyi "hızlandırma" ihtiyacından bahse­ dilmekle birlikte, kullanılan kelime -hızlandırma (uskorenia}- aynı olmasına rağmen önerilen yön­ tem, Stalin'in Beş Yıllık Planlarının savaşçı retoriğine zıttı. Gorbaçov ekonomik alanı militerleşcir­ mek yerine, militarizmden arındırıyordu. Hacca, dış politikada olduğu gibi, tek-taraflı bir silahsız­ lanma stratejisine başvuruyordu. Sivil toplum artık bir savaş alanı olarak görülmüyordu. İmgelemin geçirdiği bu dönüşüm radikal ve takdire şayandı. Bir meşruiyer kriziyle yüzleşiyordu. Ama bu kri­ zin, Kruşçev Sovyetler Birliği'nin meşruiyecini yitirmesine neden olmadan Stalin'i gayri meşru ilan etmek gibi nazik bir işe soyunduğundan beri var olan köklerini ortadan kaldırmadı. Tam da Gor­ baçov'un aklıselim sahibi olması, "düşman" mitinden vazgeçmeye hazır olması, son tahlilde Sovyec egemenliğinin çözülmesiyle sonuçlandı. 66. Bkz. Edward Haller Cacr, The Soviet lmpact on the Western World (New York: Macmillan, 1 954), s. 25. Ayrıca bkz. Cohen, 811kharin, s. 3 14 ve Sheila Fitzpatrick, The Rımian Revol11tion (New York: Oxford Universiry Press, 1982). 67. Aktaran Roy Medvedev, Let Historyjudge The Origins and Conseq11ences of Stalinism, İng. çev. George Schiver, gözJen geçirilip genişletilmiş basım (New York: Columbia Universiry Press, l 989), s. 420. Gelgelelim, en kasvetli anlarda bile, halk egemenliği görüntüsü korunuyordu. Kolekcifleşrirme ya­ pılmadan önce köylerdeki köylüler bunlar lehine oy kullanma sürecinden geçiyorlardı ve kolhozlar hükümet beratıyla kuruluyordu (Firzparrick, Stalin's Peasants, s. 1 17). Otuzlardaki göstermelik du­ ruşmalarda, sanıkların kendilerinin itirafta bulunması önemli sayılıyordu. Komünistler işçi ve köy­ lülere karşı yükümlülüklerini yerine getirmemek gibi idealist bir nedenle cezalandırılıyorlardı (ge­ nellikle de suçlama bu oluyordu). 1 936 tarihli yeni anayasa (birincisi 1 924 Ocağı'nda İkinci Sov­ yetler Kongresi tarafından kabul edilmişti) o sıralarda dünyadaki en demokratik anayasaydı, siyasi ve hukuki hakların yanı sıra evrensel sosyal hakları da garanti alcına alıyordu. Sovyetler tarafından (oybirliğiyle) onaylanmadan önce basında ve ülkenin her yerinde açıkça tartışılmıştı (a.g.e. , s. 2 1 22 1 3). Meşruiyer önemliydi (bkz. HİPERMETIN: EGEMEN PARTi / SOSYALİST DEVLET), ama bu sa­ yede canlar kurtulmuyordu. 68. SSCB'nin hakimiyeti, 1 968 tarihli Doğu Avrupa'ya ilişkin Brejnev Doktrini ile Monroe Doktrini ve Roosevelr'in ona yaptığı Ek arasında karşılaştırmalar yapılmasına neden oluyordu (bkz. Jones, The Sovie: Concept of "Uınited Sovereignty", s. 2 l l -29). 69. Jones, The Soviet Concepı of "Limited Sovereignty", s. 143. Moskova Dünya Ekonomisi ve Dünya Sıya­ seri Enscirüsü'nde uluslararası ilişkiler alanında uzman akademisyen olarak çalışan, Macaristan do­ ğumlu Eugen Varga, Doğu Avrupa rejimlerinin savaş zamanına özgü (planlı) ekonomiden sosyalist ekonomilere devrimci siyasi rejimlerin zorlama ve dayatması olmadan "halk demokrasileri" olarak geçeceklerini ileri sürmüştü. Sralin bu alternatifi bastırdı ve 1 947'de Varga'nın enstitüsünü kapat­ tı. Doğu Avrupa'ya toplumsal ve ekonomik değişme dayattı ve söz konusu değişme de bundan böy­ le dış politikaya ve askeri politikaya bağlı hale geldi. Bkz. William Curri Wohlforch, The Elmive Balance: Power and Perceptiom dııring the Cold War (lthaca: Cornell Universiry Press, J 993). 70. Jones, The Soviet Concept of "Limited Sovereignty", s. 1 65. 7 1 . 1 �30'lardan başbyarak, ama esasen 1 940'larda savaş sırasında, Ruslardan, Sovyet halklarının bün­ yeleri icabı en üstünü, tarihsel olarak en "ileri" olanı diye bahsediliyordu (bkz. HİPERMETİN: ZA­ MAN). "Rus devlerinin tarihi Rus halkının tarihinin ve dolayısıyla sosyalizme doğru evrensel iler­ lemenin gerçek tezahürüydü" (Yuri Slezkine, Arctic Mirrors: Rımia a11d the Small PeopleJ ofthe North, Jrhaca: Cornell Universicy Press, 1 994, s. 305). Rusların çıkarları "Yeryüzündeki bütün ilerici halk­ ların çıkarlarını yansıtıyordu. Dolayısıyla Rus ernografyasının (devlerinin, ulusunun) üstünlüğünü inkar eden herkes bir ilerleme düşmanı ya da bir 'kozmopolir'ri ... [örneğin] ulusların onrolojik ger­ çekliğini sorgulayan ve böylece Amerika Birleşik Devletleri'nin görünüşte etnik-olmayan milliyet­ çiliğinin üsrün olduğunu iddia eden 'bilmiş Wall Screer dalkavukları"' (a.g.e. , s. 3 1 1). 72. "Toralirarizm" terimi l 920'lerde Mussolini tarafından olumlu bir biçimde, (yürütme, yürütme bü­ rokrasisi ve yargıdan oluşan, ama yasamayı ve siyasi partileri dışarıda bırakan) devletin mutlak oto­ rite tekeli idealini tarif ermek ve sınıf çatışmasının ulus-devlerin iktidarına tabi kılınması gerekti­ ğinde ısrar ermek için kullanılıyordu. Nazi-Sovyec saldırmazlık anlaşmasının imzalanması üzerine, faşizmle Stalin'in Sovyer rejiminde yaramğı çarpıtmayı ilk özdeşleştiren kişi, o sıralarda Meksika'da

294

sürgünde bulunan Troçki 'ydi. 1951 'de Hannah Arendt (çok farklı bir siyasi konumdan) faşisc ya da Sovyet formuna bürünebilen bir tocalicarizm ceorisi geliştirdi. Onun canımı, modern hayatın evsiz­ lik ve köksüzlüğünü, yaşayan kidelerin icaacinin sağlanmasında propaganda ve cerörün rolünü vur­ guluyordu. Soğuk Savaş sırasında Bacı söylemi içinde cocalicarizmin genel anlamı da buydu. 73. Jones, The Soviet Concept of "Limited Sovereig11ty", s. 1 56 ve 1 59. 74. Bkz. Richacd Scices, Revo/11tionary Drea111s: Utopian Visio11 and Experimental Life in the R11ssian Revolfı­ tion (New York: Oxford Universicy Press, 1 989), s. 1 8 1 -1 82. 75. Bu imgeler çok güçlü ve eckiliydi. İciraf edeyim, bir Sovyet komünisci ile ilk karşılaşmamda -1 960'larda Vassar College'a konuşma yapmaya gelmişti- sıradan bir bürokrat gibi görünmesine bilinç-öncesi bir düzeyde şaşırmıştım; hiç de şeytana benzer bir hali yoktu. Yine 1988 Mayısı'nda Moskova'ya ilk defa havadan inerken, bu "kızıl" şehrin etrafındaki tarlaların basbayağı yeşil olması­ na da aynı şekilde şaştığımı fark etmiştim. 76. François Furet, lnterpreıing the French Revo/111ion, İng. çev. Elborg Forster (New York: Cambridge Universicy Press, 1 989), s. 54-55 . 7 7 . "'Halk' mevcut coplumu yansıtan bir veri y a d a kavram değildi. Daha çok, Devrim'in meşruiyet ta­ lebi, adeca canımı idi; çünkü bundan böyle bürün iktidar, bürün siyasi çabalar, cisimleştirilmesi yine de imkansız olan bu kurucu ilke eccafında dönecekci." Furec, lnterpreting ıhe French Revol11tion, s. 5 1 . 78. A.g.e. , s. 53. 79. A.g.e. , s. 56. 80. A.g.e. , s. 180. 8 1 . A.g.e. , s. 44. 82. A.g.e. , s. 53. "Aristokratlar komplosuna karşı verilen mücadele bir bürün olarak devrim toplumu­ nun ikcidar hakkındaki söylemi olar-.ık başladı ve gerçek ikcidarı ele geçirip korumanın aracı haline geldi" (a.g.e.). 83. "Çünkü savaş yeni [devrimci) değerleri, onları cisimleştirmiş olan ulusla kesinkes özdeşleştirdi ve bu değerleri benimsemediklerinden şüphelenilen bücün Fransızlara suçlu damgası vurdu" (a.g.e. , s. 69). Savaşı savunan bir Jironden olan Brissot'ya göre, Devrim'in "büyük ihanet eylemlerine ihtiyacı var­ dı" (aktaran a.g.e. , s. 1 28). 84. A.g.e. , s. 53. 85. A.g.e. 86. "Anayasa'nın kabulü l O Ağustos l 793'teki fescivalde vakur bir edayla kutlandı. Festival gecesi, me­ tin, yine aynı vakur edayla, "sedir ağacından bir kutu"ya konup Konvansiyon Salonu'nun deposuna kaldırıldı . .Anayasa barış tesis edilene kadar yürürlüğe konmadı." Bronislaw Baczko, Comment sorıir de la Terreıır? Thermidor et la Revo/11tion (Paris: Gallimard, 1 989), s. 307. 87. Akcaran Schmicc, Der Begriffdes Politischen: Texı von 1 932 mit einem Vorw1Jrt 1;nd drei Coro//arien (Ber­ lin: Dunker & Humblot, 1 963), s. 47n. Bu noc İngilizce çeviride yokcur (bkz. Schmitt, Concepı of ıhe Political, s. 47 'deki yayıncının notu). 88. Furec, lnterpreting ıhe French Revo/111ion, s. 180. 89. Robespierre'in söylemi iyiyi köcüden ayırıyor, bu da ona kimlerin "halk"a dahil olduğunu belirleme konusunda muazzam bir güç veriyordu. (bkz. a.g.e. , s. 60) 90. A.g.e. 9 1 . A.g.e. , s. 178. Furet burada 1. Dünya Savaşı'nda askerlik yaparken ölen ve yorumu Furet'nin yorumunu eckilemiş olan genç, muhafazakar tarihçi Auguscin Cochin'in çalışmasına acıfra bulunur. 92. A.g.e. , s. 1 77. 93. Aktaran a.g.e. , s. 180. 94. A.g.e. , s. 70. 95. Thibaudeau'dan aktaran a.g.e. , s. 7 1 . 96. A.g.e. 97. O zamanlar yapılan tamşmaların özeti için bkz. Les Dedarations des droits de l'homme de 1 789: Textes riımİJ et prisentis par Christine Fa11re (Paris: Editions Payot, 1 988). 98. Furec, lnterpreting the French Revolııtion, s. 126. 99. A.g.e. , s. 1 27.

100. Akcaran a.g.e. , s. 1 29. Bu nokcada Marx'ın soldan yapcığı eleşciri, Cari Schmicc'in sağdan yapcığı 295 eleşciriyle birleşir. Furec Marx'ı kendi savını savunmak amacıyla alıncılar, ama "modem çağın ilk ı:ı:: demokracik savaşı"nın Avrupa'daki "müzakereye açık bahisler üzerindeki sınırlı çatışma" şeklin­ < deki eski savaş anlayışını değiştirdiğinden yakınırken (a.g.e. , s. 7 1 ), (alıncı yapmadığı) Schmitt'le z bütünüyle aynı görüştedir. 101. A.g.e. , s. 127. 102. A.g.e. , s. 78. 103. A.g.e. , s. 1 26-7. 104. A.g.e. , s. 39. 105. Cari Schmirr, Der N01nos der Erde im Völkerrerht des]11s P11blir111n E11ropaeı1111, 2. basım (Berlin: Dun­ cker & Humblor, 1 972), s. 173. 106. A.g.e., s. 175-6. 107. A.g.e. , s. 176. Schmirr burada İrilaf Devlerleri'nin I. Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'ya karşı be­ nimsedikleri, razminar talep erme ve bunları elde edebilmek için Ruhr sanayi bölgesini işgal er­ me polirikalarını eleştirmektedir. 108. A.g.e. , s. 170. 1 09. A.g.e. , s. 1 82. 1 10. Schmicc şöyle yazar (ama eleştiri niyetiyle değil): "Yeni Dünya coprakları [Avrupalı hukukçular ca­ rafından] Avrupa devlerlerinin işgal ecmekce serbest oldukları [frei okk11pierbar] yerler olarak görü­ lüyordu; cabii ki sadece, işgal edilip sömürge haline getirilse bile, bu ropraklatın işgalci güçlerin Avrupa'daki devlerlerinin topraklarıyla özdeş olmaması, her zaman ister bir ticaret kolonisi şek­ linde ister bir yerleşim kolonisi şeklinde ondan ayrı kalması anlamında" (a.g.e. , s. 1 0 1 ). 1 1 1 . George Washington'dan aktaran a.g.e. , s. 58. Ekonomik ve siyasi alanlar arasındaki, burada anlatı­ lan ayrılık, Amerika Birleşik Devlerleri'nin siyasi amaçlara ulaşmak için tekrar tekrar ekonomik araçları kullanmış olmasıyla çelişmez ki bu amaçlar arasında düpedüz sacın alma da vardır (Loui­ siana 1 803'te, Meksika'nın bazı bölgeleri 1848 ve l853'ce sacın alınmıştır). Soğuk Savaş sırasın­ da, anti-komünisc scracejiler ekonomik politikalara dayalıydı: II. Dünya Savaşı'ndan sonra Avru­ pa'nın yeniden inşasını yönlendiren Marshall Planı; Küba'ya ve diğer komünist rejimlere uygula­ nan ambargolar; Üçüncü Dünyalıları devrimden caydırmak için verilen dış yardımlar; Marksist bir cumhurbaşkanının, Salvador Allende'nin seçilmesinden sonra Şili'nin iç ekonomisinin "istikrarsız­ laştırılması". 1 1 2. "Bir ülkenin çıkarları ve o ülkenin bileşenleri olan bireylerin çıkarları, doğrudur, birbiriyle uyum­ lu olabilir ve çoğunlukla uyumludur. Özdeş de olabilirler, ama ille de öyle olmaları gerekmez öyle olmadıkları gibi çoğunlukla birbirlerine raban cabana zıttırlar." Aralarında Alexander Hamil­ ton ve Mauhew Carey'nin de bulunduğu Amerikan "ulusal okul" iktisatçılarından biri olan Dani­ el Raymond'dan ( 1823) aktaran Roman Szporluk, Com1mmism and Nationalism: Kari Marx versm Friedrich List (New York: Oxford University Press, 1988), s. 109. 1 1 3 . Mao'nun ticaret politikası da böyleydi (bu politika Marksizmin şu gözden geçirilmiş yorumuna da­ yanıyordu: Sanayileşmiş dünyada, en önemli çelişki sınıf iken, Üçüncü Dünya'da, mücadele sınıf­ lar arasında olmaktan çok denizaşırı bağımlılık ile ulusal kalkınma arasındaydı); oradan da 1 960' !arda Lacin Amerika'da yapılan carrışmalara sıçradı, ama burada (kendisi de Lisr'i okumuş olan ve İspanyolca'ya Arjancinli liberal Prebish tarafından çevrilen) John Maynard Keynes'in düşüncele­ riyle de birleşti ve ortaya, mesela, Salvador Ailende dönemindeki Şili ekonomik politikası çıktı. l 14. Rusların bu politika ilkelerini daha 1 9. yüzyıl sonlarında bile nasıl alımladıkları konusunda bkz. Szporluk, Com1111mism and Nationalism, s. 208-1 6. "[Ekonomik bakımdan geri ve ileri ülkeler ara­ sında yapılan] bu Leninisc cipoloji ve bir bürün olarak Lenin'in programı Marksist değil, Lisrçi idi. Meyer'in işaret erriği gibi, Lenin'in uluslararası ilişkiler diyalektiği Friedrich Lise ve Alexander Hamilron'dan kaynaklanıyordu" (a.g.e. , s. 2 1 6). 1 15. Monroe Doktrini (1 823) ilk haliyle Amerikan dış polirikasını o soyut siyasi MEKAN imgeleminin bir parçası olarak kuruyor, Avrupalıların Bacı Yarıküresi'ne müdahalesini önlemek üzere okyanus üzerinde bir har çiziyordu. Gelgelelim, bu yüzyılın başlarında Monroe Dokrrini'ne Yapılan Roose­ velc Eki, Bacı Yarıküre'de kapitalist girişim özgürlüğünü korumak için ABD'nin askeri müdaha­ lede bulunmasını savunuyor ve doktrine burada tartıştığımız yeni değerliği kazandırıyordu.

g

296 1 1 6. Şüphesiz, kapitalizm siyasi bir sistem olarak, işçi sınıfının, Üçüncü Dünya ülkelerinin, ırksal ve et­

nik azınlıkların ve bir cinsiyet sınıfı olarak muamele edilen kadınların sistematik, coplumsal ta­ hakküm altına alınmasına yol açmış bir güç ilişkileri yapısı olarak görülebilir. Gelgelelim, siyasi imgelem açısından, kapitalizm siyasi bir sistem değildir, yani egemenliğin bir şekilde meşrulaştı­ rılması değildir. Kapitalizmin devler tarafından meşru bir biçimde korunabilmesi için, siyasi bir fikir olan "serbestiyet"e dönüştürülmesi gerekir: "serbı:st" mal ve emek piyasaları, "serbesr" ticaret ve çokuluslu şirketlerin dünyanın doğal kaynaklarını ve toplumun kolektif emeğini de içeren "özel" mülkleri karşısında, tek tek bireylerin bir çift ayakkabı ya da bir buzdolabı karşısında sahip olduklarıyla aynı haklara sahip olduğu miti. 1 1 7. Schmitt, Der Nomoı der Ertk, s. 225 ve çeşidi yerlerde. Yüzyıl başlarında Amerikalı denizcilik stra­ tejisyeni Alfred T. Mahan "ülkenin imparatorluğun nimetlerinden yararlanabilmek için Avrupa sömürgeciliğini taklit etmesine gerek olmadığını - tabi halkları yönetme yüküne girmeden pa­ zarlar elde edilebileceğini iddia ediyormuş" (Lester D. I.angley, A merica and the Americaı: The Uni­ tedStateı in the Weıtern Hemiıphere, Athens: University of Georgia Press, 1989, s. 9 1). l 18. "Bölgedeki uluslararası ilişkiler için sık sık başvurulan bir metafor, ABD'nin ("kızkardeşi cumhu­ riyetler" karşısında] babanın sesini kullanan bir ağabey rolüne büründüğü bir aile metaforudur. 1 9. yüzyıl sonlarından 20. yüzyıl ortalarına kadar Amerikan gazetelerindeki karikatürleri araştı­ ran John Johnson, daha büyük Latin Amerika ülkelerinin sık sık kadın olarak, daha küçük olan­ ların da çocuk olarak ve Medeni Haklar dönemi Öncesinde de ırksal açıdan Afrika kökenli olarak temsil edildiklerini bulmuştur." Eldon Kenworthy, A111ericalA11ıirica.ı: Myth in ıhe Making of U.S. Po/icy toward Latin AT11erica (Universiry Park: Pennsylvania Stare University Press, 1 995), s. 30. 1 1 9. l 9 l 7'de, Amerikan hükümerinin tanımayı reddettiği devrimci Meksika hükümeti, bir ülkenin mülklerinin ekonomik olarak başka bir ülkeye temlik edilmesinin siyasi egemenlikle bağdaşma­ dığını ilan ederek ABD'nin larin Amerika politikasının esasına meydan okudu. Yeni Meksika ana­ yasasının 27. maddesi, madenler ve yeraltı kaynakları üzerindeki hakların Meksika hükümetinin kontrolünde olduğunu belirtiyordu; bu haklar yabancı şirketlere veya hükümedere devredilemi­ yordu. Bkz. Michael J. Kryzanek, U.S.-Latin Aınerican Relations (New York: Praeger, 1985), s. 37 . Latin Amerika ülkelerinin yabancılarln mülklerini kamulaştırması bu yüzyıl boyunca Amerikan hükümetlerine yönelik bir tehdit oluşturmuştu. Bu hükümetlerin gözünde, Meksika'nın konumu, rahmin edileceği üzere bir "Bolşevik tehdidi"nin varlığının kanıtıydı (langley, A111erica and the Americas, s. 1 23). Söz konusu olan tam da egemenlik kavramıydı. Siyasi egemenlik, ekonomik olan ile siyasi olan ayrımına mı dayalıdır, yoksa 27. Madde'nin beyan ettiği üzere, ille de ekonomik egemenliği içerir mi? 1 20. "Wilson tursak halkların 'meşru özlemleri'nin boğulmasını açıkça eleşririyordu, ama bu halkların bile isteye açıkça gayri-Amerikan bir yol tercih edebileceklerini bir türlü kabullenemiyordu." Eğer böyle bir yolun gerçekliğe dönüşme tehdidi söz konusl!ysa, o zaman Amerika Birleşik Devletleri bunun olmamasını sağlamak için "yönlendiricilik ve yol göstericilik" yapacaktı. Sııdece "doğru dü­ rüst hükümeder" kabul

yüksek sesle dile getiriyorlardı:

i

"' .....ı « < >­ o o::

"Nıwy Le/in sanat

alanında 'sınıf uyanıklığı' yönündeki yeni talep­

lere duyarlı olmakla kalmayıp bu temayı yaygınlaştırmakta da -hem de Parri liderliğinin bu poli­ tikaya hiçbir surette bağlı olmadığı zamanlarda- öncü bir rol oynadığı açık olmalıdır" (Taylar,

and Liıeraltıre ımder the Bolshevik.r, c.

Arı

1 , s. 1 05). Ben kültürün sınıfsal temelini ele almanın yanlış ol­

duğunu değil, tarihsel zaman bir sınıf mücadelesi kozmolojisi olarak kavranmasaydı daha iyi olabi­ leceğini ileri sürüyorum. 76. Aslen Rus dilindeki kaynakların İngil izce çevirileriyle çalıştığım için, çevirmenlerin Rusça avangard ve vangard kelimeleri arasında ne kadar dikkacli bir ayrım yaptıklarını (ya da hiç ayrım yapıp yap­ madıklarını) -ya da bu kelimeler birbirlerinin yerine çok sık kullanıldıkları için bu ayrımın önem­ li olup olmadığını- bilmiyorum. Özgün kaynaklar üzerinde çalışmaya çok zaman harcamış olan Bowlr, 1 . Dünya Savaşı sırasında,

ava11t-garde ve a"iere-garde

rerimlerinin Avrupa'da özgün askeri

anlamlarıyla genel kullanıma girdiğini, yani gündelik dilin birer parçası olduklarını gözlemler (Bowlt ve Matich,

!Aboratory of Dreams'in sunuşu, s.

3).

77. Bowlc, "avangard" teriminin Devrim'den önce (Hlebnikov, Maleviç, Mayakovski tarafından) ancak ara sıra, devrim-sonrası sanatçılar (Filonov ve Kakabadze) tarafından daha da nadiren kullanıldığı­ nı belirtir. Bkz. Bowlt ve Macich,

!Aboratory of Dreams'in sunuşu, s.

3-5.

78. "Rus avangardı" terimi sistematik biçimde ancak olayın kendisi gerçekleştikten sonra kullanılmış; Camilla Gray'in 1 962'de yayımlanan öncü çalışması

The Great Experiment: R11Sıia11 Art 1 863-1922' The Rmıian

de kural haline geririlmişrir (Benim burada alıntılar yaptığım sonraki basımın başlığı

Experiment i11 Art'dır.)

Bu kitap söylemin mantığını ortaya koyup Rus sanatsal modernizmini Batı

Avrupa'daki gelişmelere bağlar. Sovyer sanatçıları l960'larda yirmilerin avangardını, genellikle Ba­ tılıların yayınları üzerinden yeniden keşfettiler. 1 980'1ere gelindiğinde, Avrupa, ABD, Rusya veJa­ ponya'da "Rus avangard sanarı"yla ilgili l OO'ü aşkın sergi düzenlenmiştir (bkz. Bowlc ve Marich,

!Aboraıory ofDreamı'in sunuşu, s.

5 ). "Rus" avangardının dönemselleştirilmesi Bolşevik Devrimi'nin

yarattığı siyasi bölünmenin üzerine oturduğu için, bu hareketi depolirize erme, sanatçıların devrim­ ci pratiğe aktif katılımlarını ihmal etme eğilimi göstermiştir. Avangard uğrağın Soğuk Savaş dö­ neminin sona ermesi ve Sovyer iktidarının konsolidasyonu ile sona erdiği düşüniildüğü için, avan­ gardizm ile sosyalizmin bağdaşmaz olduğu ima edilmiştir. Renato Poggioli kolektivizmi totalita­ rizmle eşicleyerek benzer bir sonuca ulaşır: "Avangard sanar doğası gereği, sadece eziyet görünce de­ ğil, totaliter bir devlet ve kolektif bir coplum tarafından korunma ya da resmi himaye altına alının­ ca bile yaşayamaz" (Renaco Poggioli,

The Theory of the Avam-Garde,

İng. çev. Gerald Fitzgerald,

Cambridge: Harvard Universiry Press, 1968, s. 95). Bu Soğuk Savaş varsayımı, l 980'lerin sonların­

dan beri yapılan ve bu bölümde alıntılanan revizyonist araşcırmalarla çürütülmüştür. Benim savım,

kültürel avangardı belli bir siyasi kozmolojiye teslim olduğu için eleştirsem de, Soğuk Savaş önyar­ gılarına dönüş gibi görülmemelidir. Aslında ben Ban'daki kültürel avangardın da tarihsel ilerleme varsayımına kapılma eleştirisine aynı ölçüde açık olduğunu düşünüyorum, ama burada sonuç avan­ gard pratiği, modanın tekrara dayalı "yeni" jestine indirgemek olmuştur; çünkü sanata da, meralar konusunda olduğu gibi bünyevi bir miadını-doldurmuşluk yüklenir. Eleştirel zamansal müdahale jestine yapılan i hanetin, siyasi bağlanma gibi bir niyetin bile olmadığı Ban 'da daha da büyük oldu­ ğu ileri sürülebilir. 79.

Komii11iıt Manifeıto proletaryayı açıkça, tarih

içinde sınıf savaşı yoluyla ilerleyen devrimci hareketin

"başı" konumuna yerleştirse bile, Egbert, "Marx ile Engels manifestoda dikkatle 'Komünistler diğer işçi sınıfı partilerine muhalif ayrı bir paı:ci oluşturmazlar' diye yazmışlardır" diyerek bize bunu ha­ tırlatır. Donald D. Egbeı:c, "The ldea of 'Avanc-Garde' in Art and Polirics", 80.

view 73, no. 2 (Aralık 1 967), s. 354. Lenin "avangard'' terimini tırnak içinde

Atflerican Hiııorical Re­

kullanıyor. Onun yerine Rusça peredovoe kelimesini tercih

ediyormuş gibi görünüyor; kelimeyi bu merinde devrimci sınıfın öncü "birliği" v:ışçı"sını

(boretJ)

(ot1·iad)

ya da "sa­

tanımlayan bir sıfat olarak kullanıyor. Parti tarafından onaylanan resmi İngilizce

avangard'ı hem de peredovoe'yi "öncü" şeklinde çevirerek bu ayrımları bulanıklaştırır. V. Sorineniya [Eserler] , c. 5 içinde (Moskova: Devler Siyasi Liceratür Yayınları, 1 946), s. 3 2 1 -494. Krş. V.I. Lenin, What Is to Be Done? (New York: Incernational Publishers, 1 969).

çeviri, hem

1.

Lenin, "Chto Delac?"

8 1 . Rusça, İngilizce ve Almancada bu ayrım yapılırken, hem kültür hem de siyaset için tek bir terimin kullanıldığı Fransızca, İtalyanca ve İspanyolcada yapılmaz. 82. Bkz. Linda Nochlin, "The Invencion of ehe Avanc-Garde: France, 1 8 30-80",

Avant-Garde Art için­

de, Thomas B. Hess ve John Ashbery, haz. (Londra: Colliet-Macmillan, 1 968), s. 5 . 8 3 . Almanlar 1 9 1 8 baharında savaşı yeniden başlacınca, Lenin eski devlec-karşıcı beyanlarından ciddi öl­ çüde vazgeçti; siyasi öncülerin söylemindeki bu değişim sanatçıların devlet denetimine yöneltcikle­ ri aleni eleştirilerdeki yeni yoğunluğu -partiyi özellikle şehirlerde anarşist entelektüel ve kültiirel faaliyetlere karşı sere tedbirler almaya teşvik eden yoğunluğu- açıklayabilir. 1 9 1 8 Mam'nda Tarlin

Anarkhiya (Anarşi) gazetesinde,

"bütün müttefiklerimi anarşizm yoluna gelmeye" davet ediyorum

diyen bir çağrı yayımladı. Maleviç aynı gazetede şöyle yazıyordu: "Ne zaman bir devlet kurulsa, dev­ ler ortaya- çıktıktan sonra bir hapishane dikilmiş olur ... [Devrim] devletler küllerinden doğmasın diye eskinin büciin temellerini yıkmalıdır (aktaran a.g.e. , s. 304; Maleviç l 9 1 8'in Marc ve Temmuz ayları arasında Anarkhiya'da sık sık yazılarını yayımlatcı). Mayakovski 1 9 1 8 Mam'nda "fiit ürizm"in

"anarşizm"in estetik karşılığı olduğunu ve "işçileri modası geçmiş sanatın kısıtlamalarından" sade­ ce "ruhun" kültürel bir "ayaklanmasının kurtarabileceğini" ilan ediyordu rürisrlerin Gazetesi] ilk ve tek sayısından aktaran

a.g.e. , s.

303).

(Gazeta ftıt11ristov'un

[Fü­

84. Rusya'da sanatsal "avangard" hala, Bacı'da olduğu gibi sanatsal radikalizmin hep-yenilik modasına değil de tarihteki bu belirli uğrağa karşılık gelir. 8 5 . Bu ilerlemenin parti teorisyenleri tarafından "diyalektik" bir şey olarak kavranması, buradaki savı değiştirmez. Daha çok, diyalektik bariz sakıncalarına rağmen sürekli ilerleme mitini korumaya el­ veren bir söylem haline gelmiştir. 86. Troçki, Edebiyat ve Devrim' den ( 1 923) akraran Boris Thompson, Lot's

Wife and the Vemıs ofMi/o: Con­ flicting Attitrıdes to the Crıltrıral Heritage in Modem Rımia (New York: Cambridge Press, 1 978), s. 62. Hakkını yememek gerek, Troçki bu metinde Rus avangardını bir istisna olarak, tarihin mukadder siyasi krizinin sanat alanında önceden görülmesi olarak tarif ediyordu. Ama bu kehanet gücünün sı­ nırlı olduğuna inanıyordu; ancak kültürel bakımdan olgunlaşmış bir işçi sınıfı tarafından -sınıfsal değil evrensel terimlerle (proletarya diktatörlüğü dönemi geçici olduğu için "hiçbir zaman bir pro­ letarya sanatı olmayacaktı")- benimsenip dönüştürüldüğü zaman gelecek için "hayati filizler" vere­ bilirdi. Troçki'nin Meksika'ya sürülmesinden sonra benimsediği (ve 1938'de Andre B reron ve Die­ go Rivera ile birlikte kaleme aldığı "Özgür Bir Devrimci Sanata Doğru''. metninde dile getirilen) konumu, bir kahin olarak sanatçı fikrine geri dönüyordu, ama burada söz konusu fikir sanatsal öz­ gürlüğü siyasi olarak kayıtsız şansız onaylamak için kullanılıyordu.

87. Bkz. Osborne,

The Po/iıics o/ Time.

Osborne'un Walcer Benjamin'in devrimci zaman kavramını "fe­

nomen düzeyinde yaşanan" kopuş olarak, günlük hayatın kesintiye uğratılması olarak, dolayısıyla Hegelci-Marksisc anlayışa -ki bu tabii ki Lenin'in ve öncü partinin de anlayışıydı- damgasını vu­ ran kozmolojik zamansallıktan temelden farklı bir şey olarak tanımlamakta haklı olduğunu düşü­ nüyorum. Ama Osborne'un yaptığı gibi, Benjamin'in zaman anlayışını avangardın zamansallığı ile eşitlemek sorunludur; çünkü bu teorik ayrım gerçek tarihi ihmal eder. Osborne, Benjaminci "şim­ di" deneyiminin (kendisi şaibeli bir Heideggerci hamle yaparak buna "şimdi-varlık" diyor) "avan­ gard deneyimin bir biçimi" olduğunu yazar. "Çiinkü avangard, en zengin maziye sahip olma bakımından ... tarihsel olarak en gelişkin şey değildir (a.g.e., s. 1 50). Ama avangard da kendini cam olarak böyle görüyordu maalesef. 88. Bkz. Susan B uck-Morss, "Aesthetics and Anaestherics: Walrer Benjamin's Arrwork Reconsidered",

Ocıober 62

(Güz 1 992), s. 3-4 1 . Ayrıca bkz. ileride 3. Bölüm.

89. İzleyiciye çözüp çözmeyeceği kendisine kalan bir bulmaca sunan "Brechcçi" Lizitski ile "geleneksel [sanatın] dayalı olduğu katharcik yanılsamacılık yoluyla devrimci bir içerik" aktarmaya çalışan "Sca­ linist" Lizirski arasında Bois'nın yaptığı ayrımla karşılaştırın. Yve-Alain Bois, "EL Lissitzky: Radi­ cal Reversibilicy", Art in America (Nisan 1 988), s. 1 67 . 90. Nitekim, sanki b u pratikler kendi tarihsel sürekliliklerini üretebilirlermiş gibi bir "avangard" gele­ neği nden bahsetmek yanıltıcıdır. Benim yolum bu noktada, (Greenberg'iin sözleriyle) avangard sa-

315 �
­ o c::

lir. Bu remalar şurada geliştirilir: Clemenr Greenberg, Art and C11/tım: Critical Essays (Bosron: Beacon Press, 1961). 9 1 . Mesela Maleviç'in öğrencilerinden İvan Kudriyaşev yirmili yılların orralarında kendi eserleri hak­ kında şöyle diyordu: "Resim ... renk ve formdan oluşan soyut bir inşa olmaktan çıkıp güncel mekan algımızın gerçekçi bir ifadesi haline geliyor" (aktaran John E. Bowlc, "Beyond ehe Horizon", Kasi-

111ir Malewitsch z111n 1 00. Geb11rtstag içinde, Köln: Galerie Gmurzynska, 1 978, s. 248).

92. Anacoli lunaçarski'den ( l 922) aktaran Taylor, Art and Liıerat11re ımder the Bolshevih, c.

1 , s. l 77.

93. Taylor, A rt and Literat11re 11nder ıhe Bolshevih, c. l, s. 1 24. "Konscrilktivizmin ... kendi üç boyutlu or­ tamı dönüştürme ya da sanayi in üretim siireçlerini gerçekten erkileme program ını gerçekleştirmiş olduğu söylenemez" (a.g.e. , s. 1 3 3). 94. Maleviç'ten aktaran Anarolii Scrigalev, "Nonarchiteccs in Architeccure", s. 672. "Çıplak faydacı­ lık"tan bu şekilde bağımsız oluşu mimariyi sanatlardan biri haline getiriyordu: "Nitekim ben brltıfrı

sanatları her tiirlrl eko110111ik 1ıe pratik ickolojickn kurtıılmıış faaliyet olarak anlıyorum" (vurgu bana ait). Teknik üriinler, yapı lış tarzları zamanla ilerleme kaydeden "şeyler" iken -"bir araba, bir lokomotif ve bir uçak dikkate alınmamış olasılıklar ve görevlerden oluşan bi rer zincirdir"- sanat "kendi yarat­

tıklarına bitmiş eserler diyebilir . . . çünkü onların yapılış tarzı mutlak, zamandışı ve değişmezdir" (Ma­ leviç'ten aktaran a.g.e. , s. 672-3).

95.

Lef.

no. l 'den (tarihsiz) aktaran Taylar, A rt a11d Literat11re ımder the Bolsheviks, c. 1, s. 1 80.

96. Kasimir Maleviç, "Mimari Üzerine Norlar"dan (tarihsiz) aktaran The Great Utopia, s. 672-3. 97 . Resimli dergilerin de yardımıyla imgelemin kolektifleştirildiği bu süreç uluslararası, harta kozmo­ polit bir süreçti. Etkileme (ve daha sonra da dostluk) hacları le Corbusier'nin Paris'teki atölyesin­ den Weimar'daki Bauhaus'a, oradan da Moskova'daki VKhUTEMAS'a uzandığı gibi, Maleviç'cen Mondrian'a, Chaplin'den Ayzenştayn'a da uzanıyordu. 98. Gassner, "The Construcciviscs", s. 299. Gassner bu eklentiyi "arcı değer" açısından tarif eder. 99. Lizitski'nin 1 9 1 9'da Maleviç'e yazdığı ve kendi mimari modellerini, yani YOP'ları anlatan mektup bu ravrın numunelik örneğidir. "Hayarlarımız artık betonarme kadar sağlam yeni bir komünist mo­ del üzerinde inşa ediliyor. Bu remel üzerinde -YOP'lar [lizi cski'nin "resim ile mimari arasında nö­ bet değişiminin yapıldığı istasyonlar"la ilgili bir dizi çizimi] sayesinde- dünya yurttaşlarının için­

de yaşayacağı monolitik komünist şehirler inşa edilecektir." Aktaran Lissitzky-Küppers, _El Lis­ ' sitzky, s. 2 1 . Gelgelelim, yine de Lizicski'nin YOP'larının mimari planlar değil, gerçek inşaac lar,a bel­ li bir bakış açısına göre ilham vermesi beklenen çizimler olduğu gerçeği bakidir ve toplumun gele­ ceği öngörülemez kalsaydı, bu bakış açısının erdemleri camşılabilirdi. 100. Bk:ı:. Hans Jürgen Syberberg, Hitler, a Film From Germa11y, İng. çev. Joachim Neugroschel (New York: Farrar, Straus and Giroux, 1 982) ve Paul Virilio, \Var a11d Cinetna: The Logistics of Perceptio11: İng. çev. Patrick Cam iler (Londra: Verso, 1 989).

l O l . Bkz. Boris Groys, GesamtkımstUJerk Sıali11: Die gespaltme K11/t11r i11 der Soujet1111io11, Rusçadan çev.

Gabriele Leupold (Münih: Cari Hanser Verlag, 1 988). Groys bu savı, Scalin döneminde birçok avangard sanatçının zulüm gördüğünü kesinlikle dikkate alarak geliştirir. Çok sayıda hayat ve ka­ riyer mahvedilmişci. Mayakovski (ölümünden sonra Stalin tarafından onurlandırılmıştı) L 930'da i ntihar etti. F ilonov l 930' lar boyunca sürekli eziyet çekti ve analitik sanat okulu baskı altına alın­ dı. Filonov'un öğrencisi Vasili Kupcsov devler tarafından taciz edildi ve l 93 5 'te intihar ecri. Ma­ leviç l 930'da bir siireliğine tutuklandı (l935 'te, huzurevine yerleşme talebinin reddedildiği bil­

gisi ona ulaşmadan hemen önce öldü). Vsevolod Meyerhold 1 939'da tutuklandı. Guscav Klucsis 1 938'de tutuklandı ve 1 944'ce Kazakiscan'daki bir esir kampında öldü. Punin savaş sırasında cu­ cuklandı ve 1 95 3 'ce bir esir kampında öldü. 1 02 . Buradaki savın kültürel üretimin iki biçimi olarak bakılan sanat ve siyaserle ilgili olduğuna dik­ katinizi çekerim. Sanarı, "estetik" denmesi daha uygun olacak şeyle, yani "hissederek algılama" şeklindeki bir idrak biçimiyle eşidemez (ayrıca bkz. ileride 3. Bölüm).

103. Lenin, Whaı lJ to Be Done?,

s.

1 67.

104. Stites, Revo/11tionary Dreams, s. 4 2 . 1 0 5 . Bkz. yukarıda 1 . Bölüm, HİPERMETİN: FRANSIZ DEVRİMİ. 106. Bu eleşciri sosyalist bir politika olarak ekonomik planlamayı devre dışı bırakmaz. Sadece, planın gelecek zaman üzerindeki istibdat olarak dile getirilemeyeceği ve uygulanamayacağı anlamına ge­ lir. Kılavuz ilkeler, hedefler ve tasarılar her türlü kolektif girişim için şarttır, ama bunlar, sosya­ list forma büründüklerinde, demokratik katılımı önleyip liderlerin denetimini kolaylaşcırmak ye­ rine katılımı kolaylaştırmalıdırlar. 1 07 . Walter Benjamin, Ge.rammdte Schriften, c. 5: Das Passagen-Werk, haz. Raif Tiedemann (Frankfurc: Suhrkamp Verlag, 1 982), s. 596. 108. Sigmund Freud, The lnterpretation of Dreams, İng. çev. ve haz. James Strachey (New York: Avon Books, 1 965), not s. 84. 1 09. Nadejda Krupskaya'dan aktaran Nina Tumarkin, Lenin Live.r! The Lenin C11lt i11 Sovieı R11JJia (Cambridge: Harvard University Press, 1 983), s. 78. 11 O. Tumarkin, Le11in Lives!, s. 1 62.

1 1 1 . Rus Ortodoks kilisesinde ölüler için geleneksel olarak kırk gün dua edilir (bkz. a.g.e. , s. 1 76). 1 1 2. Stalin'den aktaran Vladislav Todorov, Red Sq11are, Black Sq11are: Organo11 for Revohıtionary /111agi11a­

tio11 (Albany: State University ofNew York Press, 1995), s. 143. 1 1 3 . Stalin'den aktaran Nigel Moore, "The Myth of Stalin: The Psychodynamics of lts Ucopian Ideals",

Rrmian History 1 1 , no. 2-3 (Yaz-Güz 1984), s. 290. 1 1 4. Nadejda Krupskaya'dan aktaran Tumarkin, Lenin Liveı!, s. 1 77. Krupskaya mozoleyi hiç ziyaret etmemiştir. 1 1 5 . Aktaran Tumarkin, Leni11 Live.r!, s. 202. 1 1 6. A.g.e. , s. 204. 1 1 7 . Aktaran Frederick Srarr, Me/11ikov: Solo A rchitecı in a MaJJ Society (Princeron: Princeron University Press, 1 978), s. 80 ve Gerard Conio, Le Comımcıivimıe rıme, c. 2 (Lozan: L'Age d'homme, 1 987), s. 82. 1 1 8. Starr, Melnikov, s. 8 1 . 1 1 9. Leonid Krasin'den aktaran Tumarkin, Lenin Live.r!, s . 1 9 ve 1 8 1 . 1 20. Cenaze Komisyonu'nun Raporu'ndan aktaran a.g.e. , s . 183. '1 2 1 . Kasimir Maleviç'ten ( 1 924) aktaran a.g. e. , s. 1 90. 1 22. Tumarkin, Lenin Lives!, s. 1 92. 123. 1 922 'de Moskova Mimarlık Derneği başkanı olan Şuçusev Moskova'nın restorasyonu planlarını ha­ zırlayanlardan biri ve Moskova'da 1923'te yapılan Zirai ve Endüstriyel Sergi'nin baş mimarıydı

(a.g.e. , s. 295n). Kacerina Clark, neo-klasizm in devrimci sanatsal üslubun bir parçası haline geldi­ ğini şu yazıda ileri sürmüştür: "The Avant-Garde and ehe Retrospectivists as Players in ehe Evo­ lution of Scalinisr Culcure", Laboratory of Dreams: The Rımian Ava111-Garde and Cıtltrıral Exper-imem içinde, John E. Bowlt ve Olga Matich, haz. (Scanford: Stanford University Press, 1 996), s. 269 ve çeşidi yerlerde. Troçki 1923'te (neo-)klasizmin devrimci yenilik döneminden sonra istikrarlı formlara duyulan bir özlem olduğundan bahsediyordu. 1 24 . Scarr, Melnikov, s. 83. "İlk cam pıı.nolar uymayınca, teşrifat kaideleri önemsenmeden yeni camlar 'Koyak' restoranının pencerelerindeki dökme camlardan kesilmişti" (a.g.e.). 1 2 5 . Boris Zibarski 'den aktaran Tumarkin, Lenin Live.r!, s. 1 95-6. 1 26. Andrey Placonov, Koılovan ( 1 928-30), aktaran ve İng. çev. Ayleen Teskey, Plato11ov and Fyodorov:

The Inflımrce of Christian Philosophy on a Sovieı \'(iriler (Amersham, İngiltere: Avebury Publishing Company, 1 982), s. 1 2 7 . 1 27 . Scalin "bugünün Lenin'i" idi (Tumarkin, Lenin Lives! , s. 25 3). Gelecek zaman bugüne indirgeni­ yordu; sosyalist ütopya şu andı. 128. Todorov, Red Sq11are, Black Sq11are, s. 14 ve 1 6 5 . 1 29. Ag.e. , s. 1 46. "Not. 1 990'da yapılan geniş kapsamlı gösterilerden sonra Sofya'daki mozoleye saldı­ rıldı ... [Dimitrov'un mumyası] yeraltı geçitlerinden gizlice kaçırılarak dini törenle toprağa veril­ di" (a.g.e. ). 1 30. Bkz. Mark Lewis ve I.aura Mulvey'nin 1 992 tarihli Diıgraced Mo111ınıenıs adlı filmi.

317 ıx: