Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar Ve Kalabalıkların Çılgınlığı / Karışıklığın Karmaşası [First Edition] ISBN: 975-7132-61-6

Piyasa, insanı şaşırtmaktan ve elindeki avucundakini almaktan asla vazgeçmez. Bu iki saygın eser, menkul kıymetler piyas

161 73 6MB

Turkish Pages 266 Year Ocak 2000

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD PDF FILE

Recommend Papers

Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar Ve Kalabalıkların Çılgınlığı / Karışıklığın Karmaşası [First Edition]
 ISBN: 975-7132-61-6

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Sons, ine. © Joh n Willey &

tım A.Ş.

ve Tanı © Scala Yayıncılık 32-61-6 -71 975 ISBN:

kısa alıntılar dışında Tanıtım için yapılacak hiçbir yolla çoğaltılamaz. yayıncının izni olmaksızın Birinci baskı: Ocak 2000

Dizi editörü: Hakan Feyyat

Çeviri: Ali Perşembe, Levent Cinemre Redaksiyon: Oğuz E:-gun, Niyaz Arığ Kapak Uyarlama: Davut Köse Sayfa uygulama: Fatoş Doğan Ofset Hazırlık: Scala Yayıncılık Baskı-Cilt: Melissa Matbaacılık Scala Yayıncılık ve Tanıtım A.Ş. istiklal Caddesi Mis So k. Tan Apt. 6/7-8 Beyoğlu_ 80050 lstanbul Tel: (0212) 251 5126-245 43 89 Faks : (0212) 245 28 43 E-Mail: scala@esco rtn et.cam Web: w.scala.com.tr

Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar ve Kalabahkların Çılgınlığı

& Karışıklığın Karmaşası

Martin S. Fridson, Editör

İngilizceden çeviri: Ali Perşembe Levent Cinemre

� SCALA YAYINCILIK

İÇİNDEKİLER

nsöz

11

Giriş Budalaların Aleminde

15

Birinci Kısım Olağanüstü Kilesel Yanılgılar Kalabalılaın Çılgınlığı

İkinci Kısım Karışıklığın Karmaşası

ve

35

157

ÖNSÖZ Peter L. Bemstein

Bu kitapta yer alan öykülerin yaklaşık üçyüzyıl önce gelişen olayları anlamakla beraber,. sanki dün, hatta bugün olmuş gibi değerlerini koruması; kitabın neden bu kadar uzun bir süre yahrımcıların ilgisini çekmeyi başardığını açıklamakta­ dır; her şey ne kadar değişirse değişsin o derece aynı kalmak­ tadır. Modern piyasalarımızda hiçbir şeyin büyük frlllr yaratığı gözlenmiyor; ne göz kamaşırıcı teknoloji, ne ku­ rumsal egemenlik, ne inansl araçlarn karmaşıklığı, ne aşı­ rı bilgi yüklemesi, ne kreselleşme ve ne de inansal kurama ilişkin güçlü içsel görüşler. Görünen odur ki, günümüz piyasasındaki davranış bi­ çimlerinin birçok yönü onyedinci yüzyıldakilerden pek de frlı değildir. Spekülatörler hala spekülasyon, riskten kaçı­ nanlar da hala hedging* yapmaya devm emektedirler. Bu­ gün gördüklerimize .çarpıcı. biçimde benzeyen sadece yah­ rımcı davranışları değildir. İşlem gören belgeler ve tasfiye mekanizmaları bile bunca zaman iinde pek değişmemişlerdir. * Hedging: Mal piyasasında ve borsada, özellikle de gelecekte iyatta oluşabile­

cek değişimlere karşı güvence amacıyla yapılan bir tür vadeli işlem. Buna göre iki taraf da belirlenmiş bir tarihte, belirlenmiş bir iyattan alım-saım yapmayı bugünden taahhüt ederler.-n.

11

Bu durum ilginç bir soruyu gündeme getirmektedir. Çağdaş piyasalarımız olmasını düşündüğümüzden daha mı az gelişmişir? Yoksa o esi günlein pazarları inanmak iste­ diğimizden daha mı ileriydi? Ben, bunun yanıtını okura bıra­ kıyorum. İnsanlığın uzun tarihindeki bu birkaç yüz yılın ortak özel­ likleri, farkedilmesi daha zor bir dramı ortaya çıkarmıştır. Mackay ve de la Vega'nın anlathklan olaylar muhtemelen dörtyüz yıl önce vuku bulamazdı, çünkü o zamanlar mali paza.ara şimdiki gibi gereksinim duyulmuyordu. B1 olanla­ rın hiçbirinin, lSOO'lü yılların itanları olan Vlll. Henr, Papa il. Julius veya İmparator V. Charles için bir anlamı yoktu. Her iki kitabn da ortak şaşırıcı özelliği, piyasalaın, tarihle­ rinin ilk yıllarında bile çağdaş okurların hiç de yabancısı ol­ madıları davranış biimleri sergilemeleridir, nyedinci yüzyıla kadar olan yazılı tarihin büyük bir ­ lümünde, zenginliğin kaynaklan çok yavaş biimde büyü­ müştür. Zenginlik ara sıra el değişirdiyse de, bunun neden­ leri genellikle finansal işlemler değil, şiddet veya ölüm ol­ muşur. A ncak Columbus onalbncı yüzyılda bir denizaşırı keşiler fıbnası başlathktan sora, Avrupa'ya yeni zenginlik (mühiş miktarlarda albi ve gümüşe ek olarak yeni toprak­ lar, yeni hammadde kaynaklan, yeni hayvan kaynları) ak­ maya başlamıştır. Bütün bunların ardından bir çığ gibi gelen teknolojik gelişmeler, sonunda sanayi devrimini başlamışır. Günümüzde bir aile, hatta bir ulus, bir diğerini yoksul­ laşbrmadan zenginlee:1ilmektedir. Ekonomik ve sosyal dö­ nüşüm ün en temel özelliği budur. İlk kez, servet birikiminin mirasa veya talana bağımlı olması SO.a ermiş, veya en azın­ dan talanlar Avrupa ıyılarının çok uzaklarında gerçekleş-

12

miştir. Bu servet havuzu dolup büyüyünce de, girişimcilik mülkiyetin iici gücü haline gelmiştir. Asılzadeler için sonun başlangıçı bu noktadan sonra olmuştur. Karışıklığın armaşa­ sı'nın yayınlandığı 1688 yılının aynı zamanda İngilizlerin Stuart'ları kovduğu ve anayasal monarşinin kurulması için ilk adımlan attığı yıl olduğunu belirtelim. Geçmişten bu sarsıcı kopuş, işte modern çağın gerçek başlangıcıdır. Girişim, çoğu kez herhangi bir yatırımcının tek başına toplayabileceğinden daha büyük miktarlarda sermaye ge­ rektirir; yani ;irişim finanse edilmek zorundadır. Maddi var­ lılara dayanan finansal araç piyasaları bu gereksinime yanıt verir. Bu piyasaların gelişme hızı ve bu piyasalara aıılan li­ it sermayenin varlığı, Avrupalılar'ın onyedinci yüzyıldaki zenginleşmede izlediği yolun aık bir kanııdır. Bu inansal araçlar bir kere ortaya çıktıktan sonra, varo­ luşlarının nedeni olan bazı varlılardan bağımsız bir hayat sürdürmekte hiç zaman kaybetmezler. Mackay ve de la Ve­ ga'nın finansal piyasalar oyununun böylesine erken bir aşa­ masında anlattıkları öykülerden çıkarılacak öz budur. Finan­ sal piyasalar tarihindeki diğer öyküler gibi, bu öyküler de o sonucun kalıcılığını kanıtlamaktadır. Beni asıl etkileyen, bu özelliğin ortaya çıkış hızıdır. Okurlara, bu cildin iki değil, üç mücevher içerdiğini vur­ gulamak isiyorum. Martin Fridson'un giriş bölümü sadece Mackay ve de la Vega'ya yazılan bir ek değil, aynı zamanda zenginliğin, aç gözlülüğün, yutturmacaların ve geçmişteki fi­ nansal yeniliklerin bu harikulade tarihini okurken alacağınız keyfin ayrılmaz bir parçasıdır.

13

GİRİŞ BDALALAIN ALEMİDE

Financial Times'ın bir editörü tüm zamanların en iyi on yaı­ kitabını seçiğinde, listesindeki ilk iki isim Joseph de la Vega'nın Karışıklığın Karmaşası ve Charles Mackay'in Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar ve alabalıkların Çılgınlığı oldu. Her ne kadar editörün seçiklerini kronolojik olarak sıra­ lama karan de la Vega (1688) ve Mackay'e (1841) kesin bir üstünlük sağladıysa da, saygınlık uyandıran bu ii yapıt, menkul kıymet piyasalarına ilişkin en değerli itaplardan oluşan kısa listenin demirbaşlarıdır. Bunların biri veya her ikisi, "Yaımcılar iin Kitap Listesi", "Yaımcının Kütüp­ hanesi" ve "Akıllı Yaırım Yapmaya Yönelik Hediyeler" gibi başlıklar taşıyan makalelerde sürekli yer almaktadır. Piyasaların şaşı.cı ve ay.cı özelliklei hiçbir zaman so­ na ermediğinden, yaımcılar de la Vega'nın karmaşasıyla ve Mackay'in yanılgılarını el .�stünde tumaya devam emek­ teir. İzleyiiler, .pkı 1720'de Güney Denii Balonu'nun pat­ lamasında ataln yap.ğı gibi, 19 Ekim 1987'de Dow Jones Sai alamasın 58 puanlık öküşüne şaşla tepki nn

15

göstermişlerdir. Aynı şekilde, yatırımalar, Japonya'nın Nik­ kei 225 endeksine 1990'ın başında nasıl olup da sadece do­ kuz ay içinde %91 daha fazla değer biildiğini anlayamamış­ lardır. Charles Macka, bu garip dalgalanmaları itle histerisinin dönemsel patlamalarına atfeder. Buna karşılık, Joseph de la Vega, bu piyasa sarsıntılarının gerisindeki hilekarlığı göre­ rek, fiyat dalgalanmalarını düzenbaz spekülatörlerin el sana­ tı olarak tanımlar. Eğer borsanın sık sık raslanan bu isikrrsız davranışları­ nı anlamak isterseniz, her iki açılama da incelemeye değer. Mackay ve de la Vega'nın lasikleri Yanılgılar ve armaşa'dan, piyasanın en büyük uzmanlarınca paha biçilmez olarak değerlendiren, yatırım dehasının ruhu ortaya çıkar. Örneğin, Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar ve Kalabalıkların Çılgınlığı, Bemard Baruch'un en gözde kitabıydı. Kitabın bu­ günkü iibarının bir nedeni de bu ülü para yöneicisidir. Ba­ ruch, 1932'de kitabın yeniden yayınlanmasını teşvik etmiş ve bir giriş yazısıyla da katkıda bulunmuştur. Günümüzün en başarılı yatırımcılarından biri olan John Templeton, aynı şe­ kilde Mackay'in eserine çok önem vermektedir. Finansal basının sürekli bir izleyiisi iseniz, Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar' a yapılan övgülere devamlı raslarsınız. Forbes'un sayfalarında, çeşili köşe yazarlaı onu "[yatırım] işi ile ilgili en önemli kitap," "her yatırımcının kütüphanesin­ de bulunması ve menkul kıymet piyasalarında yatırım ya­ pan herkesin okum:Lı gereken bir eser" ve "akıllı yatırıma­ lann gözde metni" olarak gulamışlardır. Diğer yayınlar­ di ipik tanımlamalar arasında "ekonomik budalalığın kut­ sanmış kitabı," şimdiki zamanın farklı olduğunu düşünen 16

herkes için ve "Borsanın Ekim

U 987}' deki düşüşünden önce

okumuş olmayı isteyeceğiiiz bir kitap" ifadeleri yer alır. Diğer bir yorumcu şöyle bir gözlemde bulunmaktadır: "Bir süre

için

Wall Street'te

çalışan

biri,

eninde

sonunda

Oağanüstü Kitlesel Yanılgılar ve alabalıkların Çılgınlığı'na yö­ nelecektir." İlk yayınlandıktan yüz elli yıl sonra bile, Mackay'in spe­ külaif balonlar hakkında anlattıkları, piyasadaki her yeni şişne veya çöküşte

hemen

Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar'ı

dile getirilir. Son yıllarda akla geiren olaylar arasında

alın, Meksika hisse seneleri, gıda şirkei hisseleri, konut ma­ liyetlei, Japon arazi iyaları,

jk bondlar

(riski de geirisi de

yksek bono) ve Baring Securiies'in çöküşü yer aldı. Mackay'in etkisi, finans piyasalarının çok ötesine uzanır. Medyayı bir araşhrırsanız, bilgisayarların virüslerden korun­ ması, Yüksek Mahkeme Yargıcı Claence Thomas'ın teyit otumları, Halley kuyruklu yıldızı, kumarhanelerin çoğal­ ması; Teenage Mutant Ninja Kaplumbağaları ve Power Ran­ gers hakında çıkan yazılarda

Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar ve alabalıkların Çılgınlzğı ndan söz edildiğii görürsünüz. '

Yorumcular, Mackay'in anlathklan ile berbat ilmlein şaşır­ hcı gişe başarıları, şiddei azalma kampanyaları, ozona veri­ len zarar tarhşmaları, zehirli meyve panikleri, çocuk bım merkezlerindeki suisimal korkuları ve kanalizasyon arıtma tesislerinin iyileşiilmesi çabaları gibi ilgisiz olgular arasın­ da paralellikler kurmuşlardır. Hatta,

192'de yayınlanan bir

Ponzi Düzenleri, Ma;·s'tan Gelen İstilacılar & Biraz Da­ ha Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar ve alabalıkların Çılgınlığı kiaba,

adı verilmişi. Belki de, Mackay' e gösterilen kültürel sadaka­ in en büyük kanılı, aynı yıl açılan ve bireylerin kendi sorum-

17

lulukları�ı üstlenmeyi sona erdirdilerinde neler olup .bite­ ceğini sorgulayan ve Kitlesel Yanılgılar ve Kalabalıkların Çılgınlığı adı verilen sanat sergisiydi. Bu kitabın artık bir destan haline geldiğini söylemek abar­ tılı olma.z. Kitap hakkında konuşuldukça hikaye biraz abar­ tılıp süslenmiş ve kaçınılmaz olarak da bazı yerleri anlaşıl­ maz hale gelmiş. Bazı gü venilir.kaynaklar, Olağanüstü Kitle­ sel Yanılgılar ve Kalabalıkların Çılgınlığı'nın piyasaya ilk kez 1841' de çıktığını göstemekle beraber, ilk basımının diğerleri 1852 olduğunu söylemektedir, bu tarihte iini baskısı yapıl­ mıştır. 1991 tarihli bir makale, Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar'ı bir kült lasiği olarak t mlar ve1956' dan bu yana basılma­ dığını belirir. Ancak, diğer yazarlar,1974 , 1976, 1980 ve1985 yıllarındai basılardan söz emektedir. (Books in Print ya­ yın tarihlerini 1980, 1986 ve 1991 olarak sıralar.) Karmaşayı artıran bir başka etken de Mackay'in birinci ve ikinci baskı başlıklarının Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar Hakkında Anı­ lar' dan Olağanüstü Kitlesel .Yanılgılar ve Kalabalıkların Çılgınlığı Hakkında Anılar' a değişirilmiş olmasıdır. Anılar kısmı1932 baskısında çıkarılır. Eldei kay�tların çoğuna göre Benard Barusch, 1929'da Mackay'in derslerini izleyerek serveini koruyabilmiştir. Bu­ na karşılık, bir dergide, Baruch'un başkalarına verdiği öğüdü kendisinin uygulamayarak piyasaya çöküşten önce girdiğini yazar. Gerçe, Baruch'un1929 hezimeindeı ser veine bir za­ rar gelmeden sıyrılmış olmasıdır. Bir biyograi yazarına göre, insanlar onu felaket tellallığı yapmaya başlamasından sonra dinlemez olmuşlar, buna yanıt olarak da, Baruch, beyanların­ da daha olumlu bir çizgiye yöneİmişir. Sonuçta çift yönlü bir destan oluş". Bir yandan, hayranları, Baruch'un kısmen 18

Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar'da açıklanan önerileri anımsa­ yarak 1929 krizini önceden gördüğünü söylemektedir; öte

yandan, kütüphane tarihçileri; Baruch'un iyimser yorumları­

nın Makay'in yerdiği piyasa çılgınlıklan ta kendisi ol­

duğunu söylerler.

Kaynaklar Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar'ın yazarını bir

ondokuzuncu yüzyıl avukatı, bir İngiliz vakanüvisi ve bir

İskoç gazetecisi olarak ·tanımlar. Ancak, gerçekte, İskoçya

doğumlu olan Macka, Glasgow Üniversitesi taraından ve­ rilen "LL.D" derecesini adının sonuna eklemekle beraber,

hiçbir zaman avukalık yapmamışır. Şairliği ve şarkı sözü

yazarlığı en az gazeteciliği kadr ünlüdür. Bu n öyle uçucu­

dur i, bir alıntıda adı Bemard Mackay olarak geçer.

Hiçbir sır�dan yatırım kitabı bile böylesine devamlı bir

yanlış bilgi akımına maruz kalmamışır. Olağanüstü Kitlesel

Yanılgılar'ı, ebediyen yanlarında bulunduracaklarını söyle­

yen birçok Y�,brım yöneicisinin de işaret etii gibi bu itap

özel bir sınifa dahildir. Öyleyse bu kitap neden bu kadar

uzun süre popüler olmuştur? Mackay kitabında, menkul ıy­

melere değer biçmede kullanılabilecek hiçbir rading kuralı veya formülü belirmemektedir. Yaırımıların okuma liste­

sinde değişmeksizin duran bir eserin ipik bir yatırım el kita­

bı olmayışı gaipir.

Kuşkusuz, Mackay'i. açıkladığı olaylar ilinçir. Okurla,

onun Hollanda lale soğanı ılgınlığı, Missisipi Projesi ve Gü­ ney Denizi Balonu' na ilişkin renkli tanımlamalarını çok eğlen­ celi bulmaktadır. Ancak, kitap salt eğlence olmanın çok öte­

sindedit. Mackay'in tezi,çöğuluğun yanıldığıı kanılayarak zengin olmayı uman herkese yönelikir. · Buradaki herkes,

tüm spekülatörlerin ait olduğu bir gruptur, ayrıca finansal 19

alandaki geniş bir yelpaze içinde kafa yoran işiler de buna dahildir. Bu kişiler, Mackay'in kitabında,çoğunluğun muta­ bık olduğu şeyin yanlış olabileceğinin onayını bulurlar.

Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar ın verdiği mesaj, kitlelerin '

bazen akılsızca davrandığını kabul emenin ötesine gitmek­ tedir.

Mackay'in görüşüne göre, kalabalığın histerisi,

sağduyuya sahip bireyler tarafından kolaylıkla keşfedilebilir. Eğer bu iddia doğru ise müthiş karlar elde edilebilir ve Mac­ kay'in de bunun doğruluğundan bir şüphesi yokur. Kitlesel yanılgılar o kadar barizdir ki, onları tespit edememek için ancak bir ahmak olmak gereir. Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında yaşam, inansal yo­ rumcular için elbette çok daha basiti. Matemaikçi Louis Bachelier hisse senelerinin iyalarının "tesadüi yönde" dü­ zensiz olarak hareket etiğini henüz hesaplamamıştı. Bu so­ nuç, piyasanın bir ya da diğer yönde aşın ilerlediği gözlense bile, gelecekte izleYecei yolun.öngörülebileceği konusnda ciddi kuşkular doğuruyordu. Dahası, ekonomistler, ancak Mackay'in ölümünden uzun bir süre sonra spekülaif balon­ lar gerçeğini sorgulmaya başladılar. Yeni teoriler, görnen anlamsız fiyat dalgalanmalarının bile varlık değerleindeki gerçek değişiklikleri yansıtabileceğini öneriyordu. Daha son­ ra, bu düşünceye tepki olarak, Etkin Olmayan Piyasalar ku­ ramcıları, geçici heves ve budalalıkların önemini yeniden ile­ ri sürdüler. O zamana kadar, gizemli matematiksel yöntem­ ler, piyasayı anlar,a girişimlerine gölge düşürmüştü. Bu durum, Mackay'in tarihsel öyküsünün özelliğinin tartışmadaki yerini yitirdiği anlamına gelmez. Ancak, onun zamanından bu yana, tartışmanın seviyesi yükselmiştir.

20

Araştırmacılar, yayınlanan kayıtları değerlendirmek için gü­ venilir bir kaynak olarak kabul etmekten çok, onların doğru­ luklarını kontrol emek gibi zahmetli bir alışkanlık gelişirdi­ ler. Bu değişim sürecinde, ondokuzuncu yüzyılın daha ras­ lantısal araştırma yaklaşımı, Mackay'in işine yaramadı. Brown Üniversitesi'nden P eter M. Garber tarafından ya­ pılan araştırma, Mackay'in lale soğanı çılgınlığı tarihini ikin­ ci el kaynaklardan yarım yamalak derlediğini göstermekte­ dir. Abraham Muning'in lale çılgınlığı hakkında bin sayfalık kitap cildi, gerçekte, konuya temas eden alı sayfanın dışında, botanik bir bilimsel incelem� idi. Dahası, Garber, Mackay'i Johnn Beckmann'ın ondokuzuncu yüzyılın sonlarındaki ese­ rini kendisininmiş gibi yayınlamakla suçlamakta ve akabin­ de Mackay'in versiyonunun da P.T. Bamum tarafından ken­ disininmiş gibi yayınlandığını ilave emektedir. Daha da kö­ tüsü, Garber'in çok sayıda okurun

Olağanüstü Kitlesel Yanıl­

gılar' da en çek sevdiği anekdotu lletlemeidir. nun araş­ tırmasında, son derece değerli bir lale soğanını normal bir soğan sanarak yiyen gemiinin bu pahalı yemeği 1634-1637

yılları arasında oluşagelen spekülasyondan muhtemelen da­ ha sonraki bir tarihte midesine indirdiği varsayılmaktadır. Bu önemsiz saptırmalar Garber'in eleşiisinin gerçek amacı değildir. Garber, Mackay tarafından tarihi belirilen yıllar sırasında lale soğanı fiyatlarında mantıksız bir patlama olduğu ikrine saldırmaktadır. Garber, piyasa hareketlerini iizlikle inceleyerek, bu nadir lale soğanlarının fiyatlarında­ ki nispeten büyük iyat dalgalanmalarının hem daha önceki hem de daha sonraki dönemlerde olduğunu göstermektedir. Aşın spekülasyonun, 1636-1637 kışında meyhanelerde kurulan

21

gayri-resmi vadeli piyasalarda ticareti yaplan, .daha ıradan çeşitleri etkilediği anlaşılıyor. Garber'ın tüm savları kabul edilse bile, tek bir Semper Au­ gustus soğanının 50.000 dolar eşdeğerine satılmış olması, iş­ lerin zıvanadan çıktığını göstermez mi? Aslında hayır. Gar­ ber son zamanlardai satışlarda küçük bir miktar zambak soğanının 500.000 dolara müşteri bulduğuna işaret eder. Özel güzelliği olan bir lale soğanının o farklı renk ve biçime sahip türleri üretme gibi bir benzersiz yeteneği vardır. Co­ lumbia Üniversitesi'nden Frederic S. Mishkin, zaman içinde bu türden milyonlarcasının üreyebileceğini belirmektedir: "Sonuçta, aradan yüzyıl geçse bile üretilen soğanların bi­ rim iyatları türedikleri orijinal soğanınkiin ancak kü­ çük bir parçası olacak ama, orijinal soğanın fiyatının yüksek olması da tamamen makul karşılanacakhr. Bu­ nun nedeni, orijjnal soğandan üretilen milyonlarca türev soğanın şimdiki değerlerinin gerçekte son derece yüksek bir rakam olabilmesidir."

Tıpkı Garber'in lale çılgınlığını bir efsane olmaktan çıkardığı gibi, Illionis-Urbana Üniversitesi'nden Larry D. Neal, Güney Denizi Balonu'nun sadece vahşi bir çılgınlık veya kitlesel bir dolandırıcılık şeklindeki geleneksel yorumlanışına karşı çık­ maktadır. Onun tahminine göre, Güney Denizi Kumpanyası, hükümein savaş borçlarını likit ve düşük faizli menkul kıy­ metlere çevirerek başlangıçta yararlı bir amaca hizmet emiş­ tir. Neal, kumpanyanın kapasitesini abartıp daha fazlasını vadederek yanıldığını söylüyor. 22

Ancak, hiçbir bilimsel karalamanın, yatırımcıların Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar 'a olan düşkünlüğünü bertaraf etmesi mümkün görülmüyor. İnsanlar, çoğunluğun düşün­ cesine rağmen kazanmak için paralrını bahse konu ettikleri sürece, çoğunluğun dönemsel olarak çılgınlaşığı düşüncesi­ i de benimseyeceklerdir. SpekülaWler şu düşüncede Kip­ ling ile hemikirdir: Herkes kendisini kaybederken siz kendi­ nize sahip olabilirseniz, dünya ve �erindeki her şey sizin olur. Günümüzün tüm ekonomik kurallarına ve bilimsd stan­ drtlarına uysa da uymasa da� Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar ve alabalığın Çılgınlığı'nın yatırımcılara önerilen kitaplar listesindeki yeri hep sağlam kalacakır. Kitap o ezeli sorunun tam kalbini hedeflemektedir: Alma veya sama zamn geldiğini gösteren açık ve kesin işareler var mıdır? Mackay öyküsünde, bir iyat rendi aşın uzadığında ay­ rıntılı bir analizin gereksiz hale geleceğini kuvvele savun­ maktadır. Ne var i, açık olarak aşın şişmiş piyasalar bazen daha da aşırı değerlenme eğilimi gösterirler. Dolayısıyla, Mackay'in kitle histerisini vurgulamasını, Joseph de la Ve­ ga'nın her şeyi soğukkanlılıkla hesaplamaya gösterdiği özen­ le mayalandırmak fena bir ikir olmayacakır. arışıklığın armaşası nın yazrı, dikkaini daha dar bir alana, kendi çağına ve tek bir menkul kıymet raiğine, yani Hollanda Doğu Hint Kumpanyası'nın hisse seneleri üzeri­ ne yoğunlaştırır. Ayrıca, de la Vega, olaylara, Amsterdam'da İspanyol Engizisyonu'ndan kamış· bir mülteciler toplu­ hiğunda. büyüyen bir şair-işadamının kendine özgü· pers­ pekiinden bakmaktadır. Ancak, yazılışından üçyüzyıl son­ ra, Karışıklığın armaşası, asla gündemden düşmeyecek tica­ i kumarları açıklarken, evrensellik ışıklan saçmaktadır. '

23

Örneğin, de la Vega, günümüzde gözlenen üç tür borsa iş­ lemcisini birbirinden ayırmaktadır. Bazı yatırımcılar, sadece kar paylarını tahsil ederler ve "hisse senedi fiyatındaki hare­ ketlilikle ilgilenmezler". Diğerleri, kısa vadeli ekonomik ve politik tahminlere dayalı tutucu ticari stratejileri izlerler. Üçüncü grup ise doğrudan doğruya spekülatörlerden oluşur. De la Vega, borsanın kendi hakkındai görüşü olarak ta­ nımladığı temel analizini olayın teknik yönünden ayırdeder. Günümüzün, "söylenide al haberde sat'' ilkesini dile geirir. ( Bir olay belentisi, borsaya olayın kendisinden daha fazla etki yapar. ) Modern ifade şekliyle, "Daha Büyük Budala Ku­ ramı," Vega'nın yatırımcının aşırı yüksek iyatlarda telaşlan­ masına gerek olmadığı şeklindeki düşüncesine denk düş­ mektedir. ("İnsanların sayısı kadar spekülatör olduğu ve her zaman sizi kaygılanmaktan kurtaracak ahalar bulunduğu gerçeğini bilin ... ") Çağdaş "aıllı para" terimi, de la Vega'ya göre "sonsuz bir taraftar kilesi"ni cezbeden knaz speküla­ törleri gereğince t mlamaktadır.

Karışıklığın Karmaşası'ı

okuyunca, son üçyüzyıl içinde

menkul kıymeler piyasasına gelen yenililerin tümünün rastlantısal bir niteliği olduğu izlenimi edinilir. Hisse senedi piyasasının doğuşnun üzerinden daha yıyıl geçmeden, vadeli ve opsiyon işlemleri yapılmaya başlandı. Lot altı işlem yapanlar için, gerçek hisselerin onda biri tutarında nominal değeri olan hayali "ducaton hisseleri" vardı. Menkul kıymet denetileri de, de la Vega'nın gününde sahnedeki yerlerini almışlardı. Aslında onlar, piyasa mani­ pülasyonunu engelleyen, ark kullanımda olmayan, yön­ temler yaramışlardı. Aığa saışlar yasadışı ilan edilmişti ama yasaları uygulamaya kimse zahmet emiyordu. Bunun

24

yerine, söz konusu işlemlerde kaybedenlerin yükümlülükle­ rini Frederick şartına başvurarak yerine geirmekten cayma­

larına izin verdiler.

Bir kişinin karlarının uçup gibnesi ihimali, yasalara uy­ mayanlar için ekili bir caydırıcılık gibi görüneceki. Ancak, bugün olduğu gibi o zaman da, piyasa deneimi borsa spe­ külatörlerinin korsanlık eğilimlerini etkisiz hale getiremedi. İşlem yapanlar, çeteler oluşturarak ve sersemletici hilelerle

saldırıya geçerek faaliyetleriin ôrtrol Iına alınmasına karşı durdular. De la Vega'ya göre, ayılar söyleniler yayıp, mevcut teminat sermayesini kilitleyerek boğaları engelledi­ ler ve hazine bonosu i yatlarını aşağı çekerek bir savaş veya

ekonomik kriz korkusu yarattılar. Öte yandan boğalar da, ikif iyat kotasyonları yayıp, sahte satın alma emirleri üret­

iler ve onların salarına katılıyor görüntüsü vererek ayıları tuzağa düşürdüler. De la Vega'nın kayda aldığı enikalar öylesine ayrıntılıdır ki, kitabının ismini Danışıkların Döğüşü koyabilirdi. Onun açıkladığına göre, yaırımcıların kafasının karışıklığı, esas olarak bir çılgınlıklar veya yanılmalar sorunu değildir. Bu­ nun yerine, piyasa hareketleri, temel verilere bakmaksızın i­

yatları hareketlendirnek için özenle hazırlanmış plaıları yansınaktadır. Bu düzmeceler yükseliş ve düşüşlere neden olacak gerçek haberlere bağlı olmadığından, ortaya çıkan fi­ yat harekelei enrikanın dışında kalan kişiler için nlaşıl­ maz olmaktadır. Bugün de, tıpkı de la Vega'nın zamanında olduğu gibi, sersemleilmiş yatırımcılar, görünen kaostan anlam çıkarma­ ya çalışırlar. Fiyatlar ile temel değerler arasındaki oransızlık­ tan kafası karışanlar, fiyat formasyonları arayışına girerler.

25

Belki birkaç gün üst üste düşen bir piyasanın ark yükselme zamanının geldiğine inanmaktadırlar. Belki de, iyaların yükselme oranının

o

yükseliş iin bir önemi vardr.

Wall Sreet bilgelii - her ne ise - büyük ölçüde bu kuşku­ lar erafında dönmektedir. Ve bu sorular hiçbir zaman bir ya da diğer yönde çözümlenmediği iin, yahrım bilgeleri dikkat çekecek ölçüde çelişmeli deyişler gelişirmişlerdir. Bir yaygın kurala göre, yahrımcılar karda beklemeli zararı kısa kesmeli­ dirler. Öte yandan, deneyimli ve ağrbaşlı eskiler şu uyarıda bulunur: "Açgözlüler aç kalır." Diğer bir deyiş şöyledir: "Bo­ ğalar, ayılar ve domuzlar vardır." Öyleyse hangisi doğrudur? Yatırımcılar kardayken hemen nakde çevirme dürtüsüne karşı mı gelmelidirler yoksa parayı alıp tüymek mi gerekir? De la Vega'nın biraz eldeki uşun daldakinden daha iyi olduğu görüşünün taratarı olduğunu da kayılara geirelim. ("Kaybedilen

karlar için pişmanlık duymaksızın her kazancı

alın ...") Ancak bazı piyasa guruları, belli bir kavşakta hangi yönde gidileceğinin bilinmesinin, işin kolay kısmı olduğunu iddia emektedirler. Tm gereken, piyasa teknisyenlerinin kolayca sağlayabileceği o şaşmaz trading sistemlerinden bi­ ridir. Bu düşünce ekolüne göre herkesin zengin olamayışının gerçek nedeni psikolojikir. İnsanlar, trading disiplinine uy­ mayı beceremezler, çünkü muhtemelen çocukluklarında ma­ ruz kaldıları bir ravma nedeniyle, duygularına esir düşer­ ler. Neyse ki, hastalığın çaresi vardır. En azından, bir ücret karşılığında biz� çare bulan özel danışmnlar türüne inanı­ yorsak. Bu uzmanlar, yahrımcıların psikolojik danışmanlık yoluyla manbksız dürtülerin üstesinden gelebileceğini ileri sürerler.

26

Doğal olarak, bu tedavi karlı işlem yapma garanisi ver­ mez. Aslında, yabnmcı terapisini destekleyen klinik kanılar da zayıfur. Örneğin, eğer karlı işlem yapmak iin

(sağlam afa)

mens sana

zorunlu ise, Bufalo Parners'ın başkanı olan

John Mulheren'in başarısını nasıl açıklayabiliriz? Mulheren, manik depresyonda olduğunu kabul etmekle kalmaz, aynı zamanda bu gerçeği Crazee ismini koyduğu bir dondurma salonu açarak kutlar.

arışıklığın armaşası,

hisse senedi piyasasının psikolojik

boyutnu da ihmal emez. öte yandan, de la Vega, karlı iş­ lem yapmanın sadece zihinsel engellilerin işi olmadığını hiç­ b'ir zaman varsamışır.. Ne de olsa, eğer piyasa dalgalan­ maları manbk aleminin ötesinde ise, berrak düşünceli olma­ nın hiçbir yararı yoktur. De la Vega, kendi kendine yeten ya­ tırımcıları, menkul kıymet fiyatlarındaki her dalgalanma ve dönüşü, daima güçlü olan Birileri'ne atfedenlerden daha

z

anlar. Entrikacıların egemen olduğu bir piyasa yaygın olan imajdır, ama manipülasyon ve insider işlemler üzerindeki çağdaş yasaklamaları da unutmamak gerekir. Eğer fiyalar hiçbir somut neden olmaksızın düşüyorsa, birçok yabrımcı için bunun nedeninin

Birileri'nin fiyatları "aşağı çekmesi" ol­

duğuna inanır. Bir hisse hiçbir habere bağlı olmaksızın üst ta­ raftan kırış yapıyorsa,

Birileri

başkalarının bilmediği bazı

şeyler bilmektedirler. Belki de işin içinde biraz paranoya var­ dır ama, yabrımcılar için kolay olan, zararlarının alçakça bir entrikadan kaynalandığına inanmakhr. Yasadışı işlem uy­ gulamalarının dönemsel olarak ortaya çıkması, öykünün ina­ nılabilirliğinin devam emesi için yeterlidir.

27

De la Vega'nın enrikalara verdiği önem, yatırımcıların önemli bir kesimi ile mutlu bir uyum sağlamaktadır. Buna rağmen,

arışıklığın armaşası

dikkatle okunduğunda, piya­

sanın tamamen her şeye gücü yeten hilebazların insafına kal­ masından çok daha karmaşık ve inanılır bir tablo ortaya çı­ kar. De la Vega, ayılarla boğalar arasında geçen sürekli mü­ cadeleyi tanımlar. Sonuçta, hiçbir taraf hisse senedi fiyatları­ nı devamlı bir yönde hareket etiremez. Ekonomik temeller­ de genel olarak önceden görülmeyen ani değişiklikler, dö­ nemsel olarak bir ya da öbür tarafı üste çıkarır.

De la Vega'nın 1688 krizi ile ilgili analizini irdeleyin.

Onun görüşüne göre, çöküşten önceki dinginli, olumlu eko­ nomik görünümü doruğa yükselten bir kredi bolluğu, ulus­ lararası asayiş, elverişli ticaret beklentileri ve iyi demograik oluşumlar bileşimini yansıtıyordu. Daha sonra, daha geniş ticari fırsatlar ve yeni maden cevherlerinin keşfedilmesi yö­ nünde olumlu haberler ulaştı. Yaygınlaşan iyimserlik orta­ mnda, olası bir kötü bilançolar sürprizi ile ilgili raporları hiç kimse önemsemedi. De la Vega'ya göre, yaırımcılar, kesin ve yaygın olarak beklenen ama "herkesi şaşrtacak" o mucizevi ekonomik perfomansı hesaplamalarına atılar. (Basit man­ tık, bugn de böyle bir olayın her ne kadar piyasa yorumla­ yııları iin en az üçyüz yıl önceki kadar sorunlu olsa da, çe­ lişkiler içerdiğini ortaya koymaktadır.) O zamanlar ayıların çoğunluğu dahi bu boğa duygusallığına kapılmışlardı. Açığa samaya istekli olmadıklarından, kötü bilanço raporları ağır satışlar _getirdi Je teminat çağrılarına yol açtı. De la Vega'nın öyküsünde, bu noktaya kadar, kafaların a­ rışması için bir neden bulunmaz. Piyasa ilk başta mevcut bil­ giler bazında doğru yorumlanarak ükselmişi. Her ne kadar

28

yazarın sağladığı sınırlı bilgilerle yargıya varılması olanaksız olsa da, belki de yatırımcıların beklentileri bir noktada aşırı hale gelmişti. Herhangi bir ölçüde elverişsiz haberler öngö­ rülemezdi. Eğer ayılar, "bu manıksız aşırılığın başka bir ör­ neğidir" şeklinde mırıldanıp açığa satış yapmış olsaydılar, kolayca donlarını kaybedebilirlerdi. Bu olayda, ayılar boğalaşarak felakete sürüklendiler. O her şeye kabil Birileri bile bütün düzenbazlıklarına rağmen piyasayı hareketlendi­ remediler. Fiyatlardai değişkelik (volailite) de yatırımcıla­ rın mantısızlığını haklı çıkartamadı. De la Vega'nın anlatık­ larına göre, temel verilerin değişmesi artık fiyatlarda bir re­ vizyonu gerektiriyordu.

1688 krizinin açığa kavuşması, piyasaların manıklı ve hakça olduğuna inananlar için pek yatışırıcı olmadı. lk değerlendirmelere rağmen, Hollanda Doğu Hint Kumpan­ yası'nın karlarının mükemmel olduğu görüldü. Anca, can­ lanma yerine, piyasada savaş çıkacağı ve artan savunma büt­ çesinin inanse edilmesi iin vi,arırm0.yapılaoağına iiş­ kin sahte dedikodular yayıldı. De la Vega'ya göre, ayılar, sa­ vaş söylenileinin temelsiz olduğundan kuşkulananlar ara­ sında bile panik yaramayı başardı. Amsterdam borsasını Et­ kin Piyasa hurafeleriyle izleyen, ama ayıların düzmecelerine düşmeyen herhangi bir insanın kafası tamamen karışabilirdi. Eğer Charles Mackay orada olsaydı, yatırımcıların "sürü ha­ linde çılgınlaşığı [ve] yavaş yavaş kendilerine geldikleri" yargısıyla haklı çıkacaktı. arışıklığın armaşası'nın ilk yayınlanışından bu yana ve

Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar ve alabalıkların Çılgınlığı'nın ortaya çıkışından yüzelli yıl sonra, insan doğasının çok az değişiği görülüyor. Dünya ölçeğinde yei menkul kıymet

29

piyasalarının ortaya çıışı . eski derslerin tümünü tekrar dile getiriyor. 1993 yılında Lain Amerika kağıları ile ilgili havai coşkunun yerii, 1994'ün sonunda Meksika'un kendi para birimini aniden devalüe emesiyle ortaya çıkan geçii şaşkın­ k aldı. Açıkça söylemek gerekirse, yahnmcı duygularında­ ki dalgalanmalar, John Law ve Missisippi Projesi zamanında oldukları kadar günümüz piyasalarının da bir özelliği. Hat­ ta, Rusya'nın o genç ve değişken borsası Law'un yerine hatı­ rı sayılır bir halef üretti bile. Gelen haberlere göre, Sergei Mavroi, yatırımcılara yıllık %3000 geiri garanisi vereek ülkenin en zengin ellinci ada­ mı oldu. Onun aracı MMM denilen gizemli bir yatırım fonu idi. MMM hisseleri herhangi bir borsada işlem görmüyor, Mavrodi tarafından tespit edilen iyalarla alınıp satılıyordu. Halka açılımdan altı ay sonra, eski bir matemaikçi olan bu girişimci, MMM hisselerii 1 dolardan 60 dolara yükseltti. Fonun maddi varlıkları olduğuna ilişkin kanıların bulunma­ dığı ortaya çıktığında, kuşkucular, MMM'nin bir Ponzi düz­ mecesi olduğu sonucuna vardılar, Yani, Mavrodi'nin ilk y.atı­ rımcılara sonraki yatırımcılardan yüksek iyalarla elde etiği fonlardan ödeme yapığından kuşkulandılar. Mavrodi hisse­ lerini geri saın almaya devam edemeyince, iyat gördüğü en yüksek sevi yeden %99 düşeek 46 cent'e indi. Rusya'da .Ponzi düzmecelerine karşı hiçbir yasa bulun­ maması Mavrodi iin şans oldu. Savcılar vergi kaçırmakla suçlamak tehdidinde bulundular ama, 1992-1993'te içeri tık­ ma giişimlerii başaramadılar. Mavodi, çeteler taraından ortadan kaldırıldığından yeri boşalmış bir parlamento üye­ liği iin adaylığını koydu. Seimi kazandı ve dokunulmazlık elde eti. 30

Ne ilginçir ki, yatırımcılar Mavrodi'ye karşı bir kin besle­ miyorlardı. Genç bır dul, fiyatların çöküşünden sonra MMM hisselerini satın almak için yağmur altında kuyrukta bekler­ ken "onun bir piramit düzmecesi olduğunu biliyordum" de­ di. Hissenin ucuz olduğunu ve bir kez daha hızla yükselebi­ leceğini söyledi. Panik başlamadan hemen önce 50.000 dolar net karını alıp kaçmayı beceren bir borsa broker'ı ise tama­ men felsei bir yorum yapı: "Kuşkusuz Mavrodi birçok insa­ nı aldattı"; ancak ''beleş öğle yemeği diye bir şey yoktur." (Ekonomist Milton Friedman, kısıtlayıcı engellerden kurta­ rılmış piyasaların şiddeli savunucusu olmasına rağmen, bu sözü yaygınlaştırırken aklında muhtemelen çok farklı şeyler vardı.) Genelde, Ruslar MMM'nin çöküşünde suçu fonun başkanından çok felaket tellallığı yapan hükümet görevlile­ rinde gördüler.

Yatırımcıların Mavrodi'ye olan bu sınırsız inançları, de la Vega'nın aklı karışıklarının ve Mackay'in yanılılanlan sonsuz olduğunu doruluyor. Kuramdaki ilerlemelerin, gü­ nümüz ekonomislerinin kendi öncellerine göre piyasa karı­ şıklıklarını daha manıklı biimde algılamalarını mümkün kıldığı belki de doğrudur. Ancak kuramcılar, süslemeli bir mektup zincirinden başka hiçbir şey olmadığını teyit etikle­ ri bir düzmecede, yaln hemen hemen tamamını kaybetikten sonra bile, yeni MMM arzının satın alınması yö­ nünde yaygara yapan yatırımıları da bir şekilde hesaba kat­ malıdırlar. Bu budlalıkta ısrar edilmesi, gerçekten akıllı bir yatırımcının kitlelerin çılgınlıklarından faydalanabileceği umudunu devam ettirir. Dolayısıyla, Karmaşa ve Yanılg ıar' da anlatılan olaylar,

uzun yıllar boyunca yatırımcıların okuması önerilen kitaplar 31

listelerindei yerleini koruyacakhr. ımibirinci üzyılın Bemard Bauchs'lanna sorulduğunda, bu meinlere souca bir bağlılıla başvuracalarını s öyl eyeceklerdir Ve bugünün .

acemi işlemcileri, de la Vega ve Mackay'in y a pıl ar ını tarihi eser oldukları için değil, verdileri mesajlar her zaman ol­ duğu gibi gereliliğini kouduğu için halelerine iletecekler­ dir.

32

Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar ve Kalabalıkların Çılgınlığı

Charles Mackay 141

SUNUŞ

Yazarın önümüzdeki sayfalarda ulaşmaya çalıştığı amaç, çe­ şitli nedenlerin yol açtığı sosyal salgınlara ilişkin en kayda değer olaylan derlemek ve kitlelerin kolayca nasıl baştan çık­

tığını ve kendi tutkuları ve suçları içinde dahi, insanların na­ sıl taklitçi olduklarını ve sürü hlinde hareket etiklerini gös­ termekir.

Okur masaya yatırılan konulardan bazılarına yabana ol­ mayabilir, ancak Yazar içerikte yetei kadar yeni aynnb bu­ lunuşunun takdir edileceğini umut emekte ve konunun

doğru işlenebilmesi için eski kısımlın göz ardı edilmiş ola­

mayacağını aıklamaktadır. Güney Denizi ılgınlığı ve Missi­ siri yanılgısı hakkında yazılan bu aılar, başka yerde buluna­ bilecek olan bilgilerden daha çok derli toplu ve detaylıdır. Ay­ nı şey, Almanya' da korkunç bir yayılma gösteen Cadı

Çılgınlığı* tarihi için de söylenebilir. Bu korunç, ancak ilginç konu hakında yazılan en önemli eser olan Walter Scott'un

Şeytana Tapma ve Cadılık Üzerine Yazılar adlı kitabında bile Almanya' da olup bitenlee pek fazla değinilmemişi.

*

Editün Notu: Bu sayfada adı geçen Cadı Çılgınlığı ve Simya konuları Mac­

kay'in kitabının bu yeni baskıya dahil edilmeyen bölümlerinde işlenmiştir. Bu baskı, sadece spekülasyon ve inansal piyasalarla doğrudan ilgili bölümleri içer­ mektedir.

37

Toplumsal yanılgılar öylesine erken başlamış, öylesine yaygınlaşmış, öylesine uzun sürmüşlerdir ki, bunların tarihi­ ne ilişkin ayrıntıları anlatmak için değil iki üç cilt, elli cilt bi­ le gerekebilirdi. Elinizdei bir tarih kitabından çok bir yanıl­ gılar derlemesidir. Porson'un bir zamanlar tüm bunları an­ cak beşyüz cilde sığdırabileceğini söylediği gibi, burada ya­ zılanlar insanlaın budalalıkları hakkında o henüz yazılma­ mış büyük ve dehşet verici itabın sadece bir bölümüdür! Aralara, budalalık ve yanılgı öneklerinden çok, taklitçilik ve inatçılık hakkında bazı eğlendirici ve haif olgular serpiştiril­ miştir. Kitabın çizdiği sınırlar dışında kaldığından dolayı dinsel çılgınlıklara kasıtlı olarak değinilmemişir. Halbuki bunlara ilişkin sadece bir liste çıkarılması bile bir cildi kaplardı. Eğer burada yazılanlar .beğenilirse, yazar başka bir ciltte geçmişin Rosicrucian'ları (doğaüstü felsefesini insan ilişkile­ rine uygulama yolunda kurulan uluslararası bir deneğin üyesi-ç) ve çağımızın Magnetiser'lerini de dahil ederek, Sim­ ya sözde-biliminin gelişimi ve ondan kaynaklanan elsei ya­ nılgıları ele almaya çalışacakhr.

ondra, 23 Nisan141

38

İÇİDEKİLER

MİSSİSSİPPİ PROJESİ John Law; doğumu ve gençlik kariyeri - Law ile Wilson arasındaki Düello - Law'un King's Bench'ten Kaçışı (İngiltere de en yüksek Temyiz Mahkemesi-ç) - "Land-bank" - Law'un Avrupa kumarha­ nelerinde geçirdiği dönem ve Orleans Dükü ile ilişkisi - XN. Lo­ uis'in hükümdarlığından sonra Fransa'nm durumu - Law taraın­ dan bu. ülkede oluşturulan kağıt para - Fransız halkının Mississip­ pi Projesi sırasındli coşkusu - Marshal Villars - Law ile görüşmek için uygulanan stratejiler ve verilen rüşvetler - Mississippi hissele­ rinde büyük dalgalanmalar - Korkunç cinayetler - Law'un kurduğu maliye bakanlığı - Paris'te süs eşyası indirimleri - Mali güçlülerin başlaması - İnsanların bir şaşırtmaca için Mississippi'deki maden­ lerde çalışmaya gönderilmesi - Bankada ödemelerin durdurulması - Law'un bakanlıktan ahlması - Ödemelerin madeni para ile yapıl­ ması - Law ve Kral Naibi'nin şarkılarda hicvedilmesi - Korkunç Mississippi Projesi krizi - Hemen hemen mahvolmuş olan Law'un Venedik'e kaçışı - Kral Naibi'nin ölümü - Law'un tekrar kumara başlamak zorunda kalması - Venedik'te ölümü.

39

GÜNEY DENİZİ BALONU Oxford Dükü Harley tarafından başlablması - Exchange Alley, bü­ yük heyecan sahnesi - Bay Walpole - Sir John Blunt - Hisselere bü­ yük talep - Sayısız Balonlar - Alçakça projelerin ve balonların liste­ si - Güney Denizi hisselerinde büyük yükseliş - Ani düşüş - Genel direktörler toplanbsı - Güney Denizi seferinin korkunç doruğu Toplum üzerindeki etkileri -Avam Kamarası'ndaki gürültü-Şöval­ ye'nin kaçışı - Sir John Blunt'ın kuruntusu - Şövalye'nin Tırle­ mont'ta tekrar yakalanması -Şövalye'nin ikinci kaçışı -Düzmeceye karışanların sorgulanması - Cezalar - Sonuç yorumlan.

LALE ÇILGINLICI Conrad Gesner - Viyana'dan İngiltere'ye getirilen laleler - Hollan­ da'lılann lale hevesi - Lalelerin yüksek değeri - Bir denizci ve bir la­ le hakkında garip bir anektot- Düzenli lale piyasaları - Lalelerin bir spekülasyon araı olarak kullanılması - Fiyatlarda büyük düşüş Çılgınlığın sonu.

0

PARA ÇILGINLIGI. MİSSİSSİPPİ PROJESİ Yrlh kmpanyaları

birleşip,

Krlk işler için hisseler dikip, Hava ıvayla şerin lını çelerler, ne borç al ı p sonra fiyat öldürürler, Bölün ii boş bir hii hisselee, Vein kalabalığı velveleye.

- Deoe

Tek bir adamın işiliği ve kariyeri 1719

-

120 yıllarının bü­

yük projesi ile öylesine yakından ilişkilidir i, Mississippi çıl­ gınlığı tarihine, yaratıcısı John Law'un yaşamıyla girmekten daha uygun bir şey bulunamaz. Tarihçiler, onun bir dolandı­ rıcı mı yoksa deli mi olduğu konusunda görüş birliğine vara­ mazlar. Yaplarının aa sonuçiarı hissedilmeye devm eder­ ken bu her iki lakap da yaşamı süresince aamasızca kullanıldı. Ancak gelecek kuşaklar bu suçlamanın adaletsizliğinden kuşkulanarak onun ne bir dolandırıcı ne de bir çılgın ol­ duğunu, aksine aldatan değil aldatılan ve günahkar değil masum olduğuna dair nedenler buldu. O itibarın felsefesini ve gerçek ilkelerini gayet iyi biliyordu. Para dünyasını her­ kesten daha iyi anlıyordu ve eğer sistemi böylesine heybetli

41

42

bir çatırtıyla çöktüyse, onun kusuru aklını çeldiği insanlar­ dan daha fazla değildi. Tüm bir ulusun böyle paragöz bir taş­ kınlığa kapılacağını, güvenin de güvensizlik gibi

sonsuza

dek

büyütülemeyeceğini ve umudun korku kadar aşırıya kaçabi­ leceğii hesaba katmadı. Fransız halkı, masaldai adam gibi, çılgın hırslarla kavrulurken, altın yumurtlayan tavuğu öldü­ rebileceğini nasıl önceden görebilirdi ki? Onun kaderi, Erie'den Ontario'ya kürek çeken ilk maceraperest gemiciyi hakimiyei altına aldığı varsayılan yazgı ile aynıydı. Açıldığı nehir geniş ve sakindi; hızlı ve kolay seyrediyordu; onu kim durdurabilirdi? Ne yazık ki çağlayan onu bekliyordu! Böyle­ sine keyifle sürükleyen akıntının, onu felakete götürdüğünü anladığında çok geç olmuştu ve geri dönmeye çabaladığın­ da, akıntının çok şiddetli olduğunu ve her hamlesinde çağla­ yana gittikçe yaklaştığını gördü. Çağlayanın sularıyla birlik­ te aşağıdaki keskin kayaların üzerine düştü. Teknesiyle bir­ likte paramparça olduysa da, o düşüşte çılgınca köpüren su­ lar bir süre daha kaynayıp çalkalandıktan sonra her zaman olduğu gibi yine sakin bir biimde akıp gitiler. Law ve Fran­ sız halkı için de durum aynıydı. Law gemiciydi, Fransız hal­ kı da ırmak. John Law,

1671'de

Edinburg' da doğdu. Babası, Fife' deki

eski bir ailenin en küçük oğluydu ve ailenin kuyumculuk ve bankerlik işini devam ettiriyordu. İşinde, her vatandaşının arzuladığı gibi isminin önüne bir asalet ünvanı alabilecek ka­ dar bir servet biriktirmişi. Bu amaçla, Batı ve Orta Lohian arasındaki sınırda, Firth of Forth'ta, Lauriston ve Randleston isminde bir malikane satın aldı ve Law of Lauriston ünvanı­ nı edindi. Anılarımızın konusu olan en büyük erkek çocuğu,

43

babasının işine ondört yaşında katıldı ve o zamanların İskoç bankacılığı hakkında bilgi sahibi olmak için üç yıl ölesiye çalıştı. Rakamları çok sevdiğini hep göstermişi ve o genç yaşında matemaik becerisi olağanüstü bulunuyordu. Onye­ di yaşına geldiğinde uzun boylu, güçlü ve yakışıklı biriydi; ve yüzü, içek hastalığının yara izlerini taşımasına rağmen, zeki, dolu ve tatlı bir ifade yansııyordu. İşte bu sıralarda işi·ni ihmal emeye başladı, burnu büyüdü ve giyiminde aşın gösterişe yöneldi. Hep gözdesi olduğu hanımlar ona Beau Law diye hitap ederlerken, züppeliğinden neret eden hem­

cinsleri Jessamy John lakabını takmışlardı. 1688 'de babasının

ölümü üzerine, artık sıkıcı hale gelmiş olan işlerden elini eteğini çeki ve babadan kalma Lauriston malikanesinin ge­ lirleriyle dünyayı görmek amacıyla Londra'ya hareket eti. Çok genç, çok gururlu, ykışıklı, ve oldukça zengindi, ay­ nı zamanda zincirlenemez bir kişiliği vardı. Bu yüzden Londra'ya varır varmaz har vuup harman savurmaya başla­ ması şaşırıcı olmasa gerek. Kısa sürede umarhanelerin mü­ davimi oldu ve anlaşılması güç şans hesaplamalarına dayalı belli bir planı izleyerek, büyük paralar kazanmayı tasarlıyor­ du. Tüm kumarbazlar onun şansına gıptayla bakıyor ve çoğu oyununu izleyerek onun yaptıklarını yapmaya çalışıyorlardı. Gönül işlerinde de aynı derecede şanslıydı ve sosyete bayan­ ları bu genç, zengin, nüktedan ve nazik İskoç'a gülümseyip duruyorlardı. Ancak, tüm bu başarılar felaket yolunu da dö­ şüyordu. Dokuz yıl süren bu zevk ve sefa dolu hayattan son­ ra, artık iflah olmaz bir kumarbaz haline gelmişti. Kumar aş­ kının arma şiddeti ölçüsünde sağduyusu yok oldu. Büyük zararlar ancak daha da büyük risklerle telai edilebilirdi ve kötü bir gününde, aile mülklerini ipotek etmeden ödeye-

44

meceği miktarda zarar eti. Sonunda bu noktaya sürüklen­ mişi. ynı anda, gönül işleri de onu sorunlarla yüzyüze ge­

irdi. Vılliers* adlı bir bayan ile bir aşk ilişkisi veya haif bir

flört, Bay Wılson'un öfkelenmesine yol açtı ve düelloya davet edildi. Law kabul etti ve kötü talihi sonucu rakibini tek kur­

şunda öldürmek zorunda kaldı. Law, aynı gün Bay Wil­

son'un akrabaları tarafından tutuklattırılarak cinayetle yargı­

lanıp suçlu bulundu ve ölüm cezasına mahkum edildi. Su­ çun taammüden adam öldürme olmadığı gerekçesiyle ölüm

cezası para cezasına çevrildi. Ölenin erkek kardeşi temyize

başvurunca, Law, King's Bench'te gözaltına alındı. Daha son­ ra, hiçbir zaman açıklamadığı bir yolla kaçmayı başardı. Bu­

nun üzeine şeriler-aleyhine dava açldı ve utuklanması

iin

resmi gazetede adına dl teklif edildi. .rmisekiz yaşında,

Ç?k uzun boylu, esmer, zayıf, iziği düzgün, boyu bir mee

dosan sanimere civarında, yüzünde çiçek bozuğu izleri

olan, uzun burunlu ve yüksek sesle konuşan İskoçyalı Kaptan John Law olarak tanımlandı. Bu onun tanımlanmasından çok bir karikatürü andırdığından, kaçışını sağlamak amacıyla dü­ zenlendiği varsayıldı. John Law, Kıta Avrupası'na ulaşmayı

başardı ve orada üç yıl seyahat ederek dikkainin çoğunu geç­

ii ülkelerin parasal ve bankacılık işleri ile ilgilenmeye ada­ dı. Birkaç ay Amsterdam' da kaldı ve bir miktr on spekülas­ yonu yaptı. Sabaları finans ve işlem ilkelerini inceliyor, ak­ şamlarını kumarhanede geiriyordu. Çoğunluk 1700 yılında Edinburgh' a döndüğüne inanmaktadır.

masını Gerektiren Nedenler ve Öneriler

Ticaret Konseyi Kurul­

adlı yapıtını bu keptte

yayınladığı kesindir. Bu broşür fazla dikkat çekmemişir.

• Miss Elizabeth Villiers, daha sonra Orkney Kontesi

45

Kısa bir süre sonra, Land-Bank* dediği bir gayrimenkul bankası kurma planlarını yayınladı. Plana göre bankanın ih­ raç edeceği tahvillerin değeri devletin tüm arazilerinin değerini aşmayacak veya o değere eşit olacak, alıcısına belir­

li bir süre sonra o araziye sahip olma hakkını tanıyacak ve normal faiz işletecekti. Proje İskoçya Parlementosu'nun ilgi­ sini çeki ve Squadrone denilen tarafsız bir pari tarafından Law'n pojesi doğrultusunda böyle bir banka açılması için önerge verildi. Parlamento, sonunda, bu tür tahvil ihraçları­ nın devlein işi olmadığı yönünde karar aldı. Law, bu projenin suya düşmesi ve Bay ilson'un öldürül­ mesindeki af girişiminin başarısız olması sonucunda, Avru­ pa Kıtası'na çekilerek tekrar kumar alışkanlığına döndü. On­ dört yıl boyunca Flanders, Hollanda, Almanya, Macaristan, İtalya ve Fransa' da gezip dolaştı. Kısa sürede ticaretin yayı­

lım alanını ve her alaın kaynaklarını inceleyip öğrendi ve hiçbir ülkenin kağıt para birimi olmaksızın gelişemeyeceği düşüncesi kafasına iyice yerleşi. Bu zaman zarında geimi­ ni kumardan sağladı. Avrupa başkentlerinin her büyük ku­ marhanesinde tanınıyor, şans oyunlarında herkesten daha becerikli olarak biliniyor ve takdir ediliyordu.

Universelle'de,

Biographie

onu kentin gençliği için tehlikeli bir ziyaretçi

olarak gören sulh hakimleri tarafından önce Venedik, daha sonra da Cenova'dan kovulduğu yazar. Paris'te kaldığı sıra­ da, kendisini sevimsiz ve çirkin biri olarak tanıtığı polis şei D' Agenson tarafından başkeni terkemesi emredilir. Ama ay"llmadan önce kumarhane salonlarında Venlome Dükü,

* Günün nüktedanlan buna devlet gemisinin karaya oturup batacağı sand-bnnk (kum kümesi) diyorlardı.

46

Conti Prensi ve eşcinsel Orleans Dükü ile tanışır. Bunlardan sonuncusu daha sonrai kaderini büyük ölçüde etkileyecek­ tir. Orleans Dükü, İskoç serüvencinin hayat dolu oluşundan ve sağduyusundan etkilenmişir; buna karşılık Law da daha sonra müşterisi olabilecek bu prensin zekası ve yumuşak huyluluğundan hoşnut olur. Sık sık birbirlerinin sosyal çev­ relerinde boy gösterirler ve Law, tahta yakınlığı sayesinde çok geçmeden hükümette önemli bir görev üslenecek olan bu kişinin aklına inansal dokrinlerini aşılamak iin her fır­ satı kullanır. XIV. Louis'in ölümünden kısa bir süre önce veya bazıları­

nın söylediğine göre 1 780 yılında, Law, maliye bakanı Des­ marets'e bir finans projesi önerir. Louis'in proje saibinin bir Katolik olup olmadığını soruşturduğu ve yanıt olumsuz ı­ kınca onunla herhangi bir ilişkiye girmekten vazgeçiği anla­ tılır.* Law bu reddedilişten sonra İtalya'ya gider. Aklı hala i­ nans projeleriyle doludur ve Savoy Dükü ictor Amedeus'a land-bank'ını İtalya'da kurmayı öneir. ü, kendi domin­ yonlarının böylesine büyük bir projenin gerçeleşirilmesi için çok sınırlı olduğu ve mali bir yıkıma karşı duramayacak kadar zayıf bir hükümdar olduğu yanıtını verir. Anca, Law' a tekrar Fransa kralını denemesini önerir, çünkü Fransız karakterinin böylesine yeni ve mantıklı bir planı memnuni­ yetle karşılayacağından emindir. • Orleans Dr.şesi Madame' de Baviere ve Kral Naibi arasındaki yazışmalarda n­ latılan bu anekdot, Lord John Russell'ın Utrecht Barış Anlaşmasından Sonra Ana Avrupa Devletleri'nin Tarihi isimli eserinde bilinmeyen bir nedenden ötürü yalan­ lanır. Law'un projesini Desmarets'e önerdiği ve Louis'in dinlemek dahi isteme­ diği hakkında kuşku yoktur. Projenin kabul edilmeyişi iin gösterilen neden, bu yobaz ve zorba hükümdarın kişiliğine de uymaktadır.

47

XIV. Louis 1715'te ölür ve tahtın varisi sadece onyedi ya­

şında rüştünü ispat etmemiş bir genç olduğundan, Orleans

Dükü, o büyüyene dek kral naibi olarak hükümetin yöneti­

mini üstlenir. Law artık kendisini daha uygun bir konumda

bulmuştur. Sonunda akıntı onu alıp servete götürecektir.

Kral naibi onun dostu olduğu gibi kuram ve becerilerinden

de haberdardır ve XI. Louis'in uzun hükümdarlığının aşırı­ lıkları sonucu başı öne eğilen Fransa'nın kaybetiği itibarını geri kazanacak olan her girişimi desteleme eğilimindedir.

Halkın uzun süre baskı alında kalmış nerei Louis XIV

ölür ölmez su yüzüne ıkmıştı. Hayattayken ihte benzeri

olmayan bir aşılıkta yaltaklanılan krl, ık bir iran, bir

bağnaz ve bir yağmacı olarak lanetleniyordu. Heykelleri taş­

lanıp yıkılıyor, kuklaları yakılıyor, laneleniyor, adı bencillik ve baskı ile özdeşleşiiliyordu. Ordıl'lnın şanı unutulmuş,

aksiliği, aşırılıkları ve gaddarlığı dışında hiçbir şey anımsan­ mıyordu.

Ülkenin maliyesi çok kötü bir durumdaydı. n yükseğin­

den en düşük derecelisine kadar hemen hemen her devlet

görevlisi tarafından sürdürülen israf ve çürümüşlük, Fran­ sa'yı harap olmanın eşiğine getirmişi. Ulusal borç 3 milyar

libreye ulaşırken, gelirler 145 milyon, hükümet harcamaları

y

yılda 142 mil on idi ve kalanlar ancak 3 milyarın faizinin ödenmesine yeiyordu. Kral naibinin ilk sorunu, bu büyük­

lükteki bir felaket için çare bulmaktı ve konsey sorunu ele al­ mak için çok geçmeden toplandı. Dük St. Simon, cüretkar ve

tehlikeli bir çare dışında hiçbir şeyin ülkeyi devrimden kur­ taramayacağı düşüncesindeydi. Kral naibine, genel meclisi

toplama ve ulusal iflas ilan eme öğüdü verdi. Kıvrak bir

zekanın dahi kaçamayacağı sorunlardan uzak durmayı iyi

48

bilen, prensip sahibi bir soylu olan Dük Noailles, tüm ağır­ lığıyla St. Simon'un projesine itiraz eti. Bu projenin çıkar yol olmadığını ve dürüst olmadığı gibi yıkıcı da olacağını anlat­ maya çalışh. Kral naibi de aynı düşüncedeydi ve bu umutsuz çare de suya düştü. Sonunda alınan önlemler de iyi niyetli olmalarına rağmen yaraya tuz b.asmaktan başka bir işe yaramadı. Alınan ilk ve en onursuz önlem, devlein işine yarnayacakh. Yeni para basma talimatı verilmişti ve para birimi beşte bir oranında devalüe edildi. Darphaneye bin adet alhn veya gümüş götü­ renlere, aynı nominal değerde ama alınan madenin sadece beşte dört ağırlığında madeni para verildi. Bu düzenleme ile, hazine yetmiş ii milyon libre kazandı ve ülkenin tüm ticari işlemleri altüst oldu. Küçük bir miktar vergi iskontosu halkın öfkesini dindirdi ve sağlanan küçücük ve kısa vadeli avanta­ ja karşılık potansiyel tehlike unutuldu giti. Ondan sonra, Adalet Odası, para tüccarları ve maliyeci­ lerin suistimallerini araşhrma talimatı verdi. Vergi tahsil­ darları hiçbir ülkede sevilmezler ama bu dönemde Fran­ sa' dakiler kendilerine karşı beslenen nerei gerçekten de hakettiler. Genel maliyecilerle,

maltôtiers

denilen tali acenta­

ların tümü yaphklarının hesabını vermeye çağrılır çağrıl­ maz bütün ulusu aşırı bir neşe sardı. Esas olarak bu amata kurulan Adalet Qdası'na çok büyük yetkiler verildi. Adlet Odası, maliye bakanının genel deneiminde, Parlamento baş­ kanları ve konseyleri ile Yardım ve Talep Mahkemelerinin yargıçları ve Maliyeciler Odası'nın görevlilerinden oluştu. Halk, uy6ulanacak ceza ve hacizler tutarının beşte biri krşı­ lığında suçllar aleyhine kanıt göstermeye teşvik edildi. Be­ yan edilmemiş, gizli malların bulunmasında yardımcı olan­ lara, bu malların değerlerinin onda biri vaat edildi.

49

Mahkeme tebliğinin yürürlüğe konması sonucunda etki­ lenenlerin dehşete düşmesinin nedenleri, zimmetlerine ge­ çirdiklerinin miktarıyla aynı orandaydı. Yine de hiç sempati görmediler. Onlara karşı açılan takibatlar korkularım haklı çıkarıyordu. Kısa süre sonra Basil, gönderilen mahkumları almamaya başladı ve tüm ülke cezaevleri, suçlu veya kuşku­ lu kişilerle dolup taştı. Tüm han sahiplerine ve postahane müdürlerine, kaçışları önlemek amacıyla atlıları almama ta­ limatı verildi ve bu kişilere yataklık yapan ve koruyanlara ağır cezalar uygulandı. Bazıları, elleri ayaları bağlanarak teşhir cezasına, bazıları kadırgalarda kürek çekme cezasına ve suçu az olanlar da para ve hapis cezasına çarptırıldı. Sa­ dece zengin bir banker ve başkentten uzak bir eyalein genel maliyecisi olan Samuel Bernard ölüm cezasına çarpırıldı. Kendi bölgesinin tiran ve zorbası olarak görülen bu kişinin yasadışı karları öylesine büyüktü i, kaçmasına izin verilme­ si için alı milyon libre ya da 25 0 .000 sterlin rüşvet teklif eti. Rüşvet teklii reddedildi ve ölüm cezasına çarptırıldı. Bel­ i de daha fazla suçlu olan diğerleri daha şanslıydı. Suçlula­ rın mülk ve paralan genellikle saklanmış olduğundan haiz­ ler yerine para cezalan daha fazla gelir sağlıyordu . Zamanla hükümein sert uygulamaları bir nebze gevşeildi ve vergi­ lerle toplanan cezalar ayrıcalık tanımadan eşit olarak toplan­ maya başladı; ama hükümein her bir deparmanı öyle çürü­ müştü i, lke hazineye akan tutarlardan çok az yararlana­ bildi. Yağmadan asıl payı saray mensupları ve eşleri ile met­ ıesleri aldılar. Bir para tüccarı, varlığı ve suçu ·ile oralı ola­ rak oniki milyon libre tutarında vergilendirildi. Hükümette ağırlığı olan bir Kont, tüccarı bularak yüzbin kron karşılığın­ da cezasında indirim sağlayabileceğini söyledi. Tüccarın 50

cevabı şöyleydi: "Çok geç kaldınız dostum, eşinizle ellibine

anlaştım bile."* Bu şekilde yüzseksen milyon libre toplandı ve bunun sek­

sen milyonu hükümet tarafından taahhüt edilen borçların

ödenmesi için kullanıldı. Geriye kalan miktar saray mensup­

larının ceplerine giti. Konu hakkında yazan Madame de Ma­

intenon şunları söylemektedir: "Her gün kral naibinin yeni bir bağışım duyuyoruz. Zimmeine para geçirenlerden alı­

nan tutarların bu şekilde ullanımı halk arasında mırıldan­ malara neden oluyor." İlk öke nöbei geçtikten sonra genel

olarak zayılara karşı sempaisini dile geiren halk, böylesine

küçük bir amaç için bu kadar şiddet uygulanmasına kızdı.

Parayı bir hırsızdan alıp liğerinin cebine koymanın adaleti­

ni laneledi . Birkaç ay içinde, suçu ağır olanların hemen hep­

si cezalandırıldı ve Adalet Odası gözünü daha ufak suçlula­

ra dikti. Sıradan jurnalcilere verilen teşviklerin bir sonucu

olarak dürüst kişilikli tüccarlar aleyhine de dolandırıcılık ve şantaj suçlamaları geirildi. Bu tüccarlar, suçsuzluklarını is­

pat emek için mahkemede tüm faaliyetlerini açığa dökmeye zorlandılar. Her taraftan şikayet sesleri yükselmeye başla­

mıştı ve aradan bir yıl geçtikten sonra, hükümet bu uygula­ masına devam ememe kararı aldı. Adalet Odası iptal edildi ve henüz cezalandırılmamış olanlar için genel af ilan edildi.

Bu mali karmaşanın ortasında Law sahneye çıktı. Kral na­

ibinden başka hiçkimse ülkenin bu durumuna onun kadar

• Bu anekc;ot, M. de la Hode'nin Orleans'lı Plıilippe'nin Hayatı adlı eserinde anla­ tılmaktadır. Eğer kont ile tüccarın isimleri verilmiş olsaydı, ikdye biraz daha itibar kazanacaktı ama zamanın çoğu kayıtları gibi M. de la Hode'ninkiler de ka­ nıtlardan yoksundu. O zamanlar bu ür anekdotların çoğu iin ben trovato (iyi tasarlanmış) olmak yeterliydi; o (dou olması) ise nk ikini deecede önem­ liydi.

51

üzülmüyor, hiçkimse direksiyona geçip sorumluluk almak için bir şey yapmıyordu. Naip iş hayatından hoşlanmıyor, resmi belgeleri gereğince incelemeden imzalıyor ve kendisi­ nin üstlenmesi gereken işleri başkalarına emanet ediyordu. Makamı tarafından yapılması gereken işler onn için yük ol­ muştu. Birşeylerin yapılması gerektiğini görüyordu ama bu­ nu yapacak enerjiden de rahat ve zevkinden feragat edecek erdemden de yoksundu. Dolayısıyla, bu r kişiliği olan bir zatın, önceden tanıdığı ve becerilerii takdir ettiği o zeki se­ rüvencinin uygulaması kolay gibi gözüken devasa projeleri­ ne kulak vermesine şaşırmamak gerekir. Law saraya çıktığında son derece nazik karşılandı. Kral naibine, içinde zayıf ve devamlı devalüe edilen bir para biri­ mi yüzünden Fransa'nın başına gelenleri sıralayan iki öneri sundu. Kağıt para ile desteklenmeyen madeni paranın böyle bir icaret ülkesinin gereksinimleri için çok yetersiz ol­ duğunu ileri sürdü ve kağıt paranın avantajlarını sergilemek için özellikle Büyük Britanya ve Hollanda öneklerini günde­ me geirdi. İtibar konusunda birçok sağlam ikir ileri sürdü ve o sıralar uluslararası arenada çok müşkül bir dmda olan Fransa'nın itibarını geri kazanmak için, kraliyet gelirle­ rini yönetecek ve hem bu gelirleri hem de gayrimenkulleri baz alan tahviller ihraç edecek bir banka krmasına izin ve­ rilmesi gerekiğini önerdi. Anca, bu bankanın kralın adına yöneilmesini, ancak Devlet tarafından atanacak komiserle­ rin deneimine tabi tutulmasını önerdi. Bu öneriler değerlendirilirken, Law da para ve icaret üze­ rine yazdığı denemesini Fransızca'ya çevirdi ve bir banker olarak itibarını tüm ulusa yaymak iin her aracı kullandı. Kı­ sa sürede kendisinden söz ettirmeyi başardı. Kral naibinin 52

dosları da bu övgüleri yaymaya devam eti ve herkes, Mös­ yö Lass'tan büyük şeyler beklemeye başladı.* 5 Mayıs 1 716'da, bir kraliyet fermanı yayınlandı ve buna göre, Law, erkek kardeşi ile . birlikte, tahvillei vergilerin ödenmesiyle alınacak olan Law and Company adıyla bir banka kurmak üzere yekilendirildi. Sermaye, dörtte biri na­ kit olarak ve geiye kalanı devlet tahvili ile ödenecek olan, herbiri beşyüz libre değerindeki onikibin hisseden oluşan al­ h milyon libre olarak saptandL Güvenilir ve faydalı oldukla­ rı tecrübe ile ortaya çımadıkça, öneride istenilen ayrıcalıkla­ n tamamının verilmesi uygun görülmedi. Law artık kendisii servete götürecek olan rene binmişi. Otuz yıllık deneyimi, bankanın yönetimir.de ona rehber ola­ cakh. Tüm tahvillei ihraç edildikleri anda nakit para ile ve o zamanın madeni parası ile ödenecek şekilde düzenledi. Bu iinci yöntem tam bir deha ürünüydü ve tahvillerinin değerini hemen kıymetli madenlerin üzerine taşıdı. Kıymet­ li madenler, hükümetin dirayetsiz müdaheleleri nedeniyle sürekli değer kaybemeye mahkumdu. Bin librelik gümüş, bir günde nominal değerinin alhda birine düşebiliyordu; ama Law'un bankasının tahvilleri orijinal değerlerini koru­ yordu. Law, bu arada, eğer bir banker tüm talepleri karşıla­ yacak yeterli teminah olmadan tahvil ihraç ederse, ölmeyi hak eder diye kamuya ,ıklamada bulundu. Sonuçta, tahvil­ lerinin fiyatı hızla yükseldi ve nakit paraya göre yüzde bir daha fazla primli hale geldi. Çok geçmeden, ülke icarei, • Fransızlar bir türlü beceremedikleri Galya menşeli olmayan w sesinden kaın­ mak için ismini böyle telafuz ediyorlardı. Proje baınca şakaılar ulusun lasse de lui (halka ondan artık gına geldiği) olduğunu ve bundan sonra onun Mösyö He­ las (Bay Heyhat) diye bilinmesi geektiğini önerdiler!

53

yapılanların faydasını görmeye başladı. İşler hareketlenmeye ve vergiler düzenli olarak ve hiçbir mırıldanma olmaksızın ödenmeye başladı. Artık bir nebze güven gelmişi ve işler böyle gimeye devam ederse, bu güven daha da faydalı ola­ caktı. Bir yıl içinde, Law'un tahvillei yüzde onbeş primli sa­ tılırken, müsrif XI. Louis'in borçlarını ödemek iin ihraç edilen devlet tahvilleri, en az yüzde yemişsekiz buçuk is­ kontolu işlem görüyolardı. Aradaki fark o kadar fazlaydı ki, artık Law'u duymayan kalmadı ve iibarı her geçen gün art­ maya devam eti. Çok kısa bir süre içinde Lyons, Rochelle, Tours, Amiens ve Orleans'ta şubeler açtı. Kral naibi, Law'un başarısı karşısında son derece şaşkın­ lığa uğradı ve metal para birimini destekleyecek kağıdın. onun tamamen üstüne çıkabileceği firini yavaş yavaş be­ nimsemeye başladı. Bundan sonraki hareketlerini, bu temel hatası üzerine inşa ei. Bu arada Law, adını gelecek kuşala­ ra taşıyacak ünlü projesini başlattı. Arık kendisine hiç iiraz edemeyecek olan kral naibine, büyük Mississippi ırmağı ve batı yakasındaki Louisiana eyaletine münhasır icaret imi­ yazı olacak bir şirket kurmayı önerdi. Ülkenin ıymetli ma­ denlerle dolu olduğu söyleniyordu ve münhasır icaretten sağlanan karlarla desteklenen şirket, tek vergi toplayıcısı ve tek para basan kurum olacaktı. Şirket 1717 Ağustosu'nda ku­ ruldu. Sermaye, pazar değerleri yüz altmışsekiz librenin üs­ tünde olmamasına rağmen, tamamı devlet tahvili ile nomi­ nal değerde ödenecek olan, herbiri beşyüz librelik ikiyüzbin hisseye bölündü. İşte şimdi, tüm ulusu saran çılgın spekülasyon başlamışı. Law'un bankası ülkeye öyle yarar sağlamıştı i artık gelecek için vaat ettiği her şeye kolaylıkla inanılıyordu. Kral naibi, bu 54

şanslı proje sahibine her geçen gün yeni imtiyazlar tanıyor­ du. Banka, önce tütün sahşlarının tekelini, sonra altın ve gü­ müş madenlerinin rafine hakkını elde etti ve sonunda da Fransa Kraliyet Bankası olarak ilan edildi. Başarı sarhoşluğu içinde, hem Law ve hem de kral naibi, Law'un eğer bir ban­ ker tüm talepleri karşüayacak.yeterli teminaı olmadan ih­ raçta bulunacak olursa ölmeyi hakeder diye kamuya yüksek sesle yaptığı açıklamayı unuttular. Banka özel bir kuruluş ol­ maktan çıkıp bir kmu kurumu haline gelir gelmez, kral na­ ibi, bir milyar libre değerinde tahvil ihraç emeye kalktı. Bu, tutarlı ilkelerden ilk sapışı ve Law'un bunda bir suçu yoktu. Bakanın konrolü kendi elindeyken, ihraçlar içbir zaman almış milyonu geçmemişi. Law'un bu aşırı artışa karşı ı­ ıp çıkmadığı bilimemekle beraber, yeni tahviller banka bir kamu kuruluşu olduktan hemen sonra çıkarıldığı iin, bura­ da suçlunun kral naibi olduğunu varsaymak daha doğru olur. Law despot bir hükümet altında yaşadığını tespit emişti ama, böyle bir hükümein itibar gibi hassas bir yapıya daya­ narak ne kadar tehlikeli olabileceğinin henüz farkında değil­ di. Bunu daha sonra keşfetiğinde kendi zararlı çıktı ve bu arada krl naibi tarafından kendi manığının onaylamaya­ cağı uygulamalara zorlandı. Ülke sağlm temeli olmayan ve er ya da geç çökeceğinden emin olduğu kağıtlara boğulurken, bu sürece yardımda bulunma zaafını gösterdiği iin en kusur­ lu olanlar arasındadır. O anın sunduğu olağnüstü iyi talih gözlerini kamaştırmıştı ve ilerde şu ya da bu nedenle tehlike çanları çaldığında, kafasında patlayacak olan felakei görme­ sine engel oluyordu. Parlamento, bir yabancı olduğu için elde etiği nüfuzu kıskanıyor ve bazı projelerinin güvenilirliğinden

55

kuşku duyuyordu. Onun etkisi arttıkça, parlamentonun da düşmanlığı tı. Şansölye D' Aguesseau, kağıt paranın sü­

rekli yükselmesine, buna karşılık altın ve gümüşün sürekli değer kaybedişine karşı çıktığı için ral naibi tarafından alel­

acele görevinden alındı. Bu, parlamentonun düşmanlığını körüklemekten başka bir işe yaramadı ve hep kral naibinin çıkarlarını koruyan biri olan D' Argenson boşalan şansölye­ liğe atanıp, aynı zamanda maliye bakanı yapıldığında, parla­

mentonun ökesi daha da şiddelendi. Yi bakanın aldığıilk önlemler madeni paranın değerini daha da düşürdü.

tahvillerinin

Devlet

tüketilmesi amacıyla, darphaneye nakit olarak

dörtbin libre nakit ve bin librelik

devlet tahvili

geirenlerin

beŞbin libre tutarında madeni para alabileceği bildiildi. Pa­ ra ve icaret dünyasının ilkelerinden bihaber olan D' Argen­ son, her iisine de verdiği büyük zararın farkında olmadan,

dörtbin yeni ve daha büyük olanlardan beşbin yei ve daha küçük libre yaratığından dolayı böbürleniyordu. Parlamento, pöyle bir sistemin tehlikesini hemen görerek, kral naibine sürekli şikayelerde bulundu. Naip şikayetleri dikkate almayı reddedince, parlamento, yetkisini cüretkarca ve alışılmışın dışında bir biçimde kullanarak, ödemelerde es­ ki standat dışında içbir paranın kullanılmaması talimatını verdi. Kral naibi kararı veto eti. Parlamento direndi ve bir başkasını çıkardı. rl naibi tekrar imiyazını kullanarak ou da iptal etti. Bunun üzerine, parlamento muhalefeinin dozu­ nu artırarak 17 Ağustos 1 718 tarihinde başka bir karar çıkar­ dı. Bu karara göre, Law'un bankasının vergi gelirlerinin yö­ netimiyle doğrudan veya dolaylı olarak ilgisi yasaklandı ve tüm yabancıların, kendilerinin veya başkalarının adına dev­ letin maliyesine müdahale etmesi, ağır cezalar konularak

56

yasaklandı. Parlamento, tüm olumsuzlukların arkasında Law'un bulunduğunu ilan etti ve bazı parlamenterler, öke nöbei içinde, Law'un mahkemeye çıkarılmasını ve eğer suç­ lu bulunacak olursa, Adalet Sarayı'nın kapısında asılmasını önerdiler. Büyük bir paniğe kapılan Law, Kraliyet Sarayına kaçara, kral naibinin korumasına sığındı ve parlamentoyu dize ge­ tirecek önlemler alması iin ona yalvardı. Ne var ki kral na­ ibi, hem bu konu hakında kendisine bir şeyler düştüğüne ikna olmadığı için ve hem de ölen kralın çocukları, Maine Dükü ve Thoulouse Kontu'nun meşruiyeti konusunda orta­ ya çıkan tartışmalar nedeniyle, yardım etmeye pek niyetli değildi. Yine de parlamento sonunda sindirildi ve başkanla­ rı ile meclis üyelerinden ikisi tutuklanarak uzak hapishane­ lere gönderildi. Böylece, Law'un başı bir süre için dertten krtuldu ve ra­ hatlayınca dikkaini, hisseleri parlamentoya rağmen hızla yükselen ünlü Mississippi projesine çevirdi. 1 719 yılnın ba­ şında, bir tebliğ yayınlanarak Mississippi Kumpanyası'.a, Doğu Hint Adaları, Çin ve Güney Denizi ülkeleri ile yapıla­ cak tüm icaet haklan ve Colbert tarafından kurulan Fransız Doğu Hindistan Kumpanyası' nın tüm varlık.lan verildi. Şir­ ket, iş hacmindeki bu büyük yükseliş sonucunda daha uy­ gun bir isim olan Hint Adalan Kumpanyası adını aldı ve el­ libin yeni hisse ihraç eti. Law'u çok daha parlak günler bek­ liyordu. Law, her bir beşyüz hisse başına ikiyüz libre yıllık r payı vaat eti. Bu oran, hisseler karşılığında alınan ama nominal değerinde, ancak 100 libre eden

devlet tahvilleri üze­

rinde yüzde 120 geiri demeki.

57

Halkın zaten uzunca bir süredir devam emekte olan coş­ kusu, böylesine görkemli bir geiri karşısında daha da ka­ bardı. Ellibin yeni hisse iin en az üçyüzbin başvuru yapıldı ve Law'un Rue de Quincampoix'teki evi, istekli başvuru sa­ hipleri tarafından sabahtan akşama kadar dolup taştı. Bunla­ rın tümünü karşılamak mümkün olmadiğından, şanslı yeni hissedarların bir listesinin hazırlanması için birkaç hafta geç­ ti ve bu sürede, halkın sabırsızlığı çılgınlığın doruğuna çıktı. Dükler, markiler, konlar ve onların düşesleri, markizleri ve kontesleri, sonucu öğrenmek için hergün saalerce Law'un kapısının önünde beklediler. Sonunda, sayıları binlere varan sıradan insanların bulvardaki izdihamından kaçmak için bu yeni Plutos'un (eski Yunan mitolojisinde zenginlik ve bolluk tanrısı-ç) servet dağıtığı tapınağın sürekli yakınında bulu­ nulmasını sağlayacak aparman dairelerini doldurdular. Her gün, eski hisselerin değeri arttı ve tüm ulusun altın hayalleri ile dolup taşan yeni başvuruların sayısı öylesine çoğaldı ki, ulusal borcun ödenmesi için kral naibinin halkın coşkusun­ dan yararlanabilmesi amacıyla, herbiri beşbin libre değerin­ de, üçyüzbin yeni hisse ihraç edilmesine karar verildi. Bu amaç iin onbeş milyar libre gerekiyordu. Millet öylesine is­ tekliydi ki, eğer hükümet onaylasaydı bu tutarın üç katı bile toplanabilirdi. Law, zenginliğe daha doymamıştı ama halk tutku ve hır­ sın doruğuna hızla yaklaşıyordu. Zengini fakiri, herkes bu sı­ nırsız servet vaadinin histerisine kapıldı. Aristokralar ara­ �mda St. Simon Dükü ile Mreşal Villars hariç, herkes hisse alım saımı ile uğraşıyordu. Her yaş ve cinsiyetten her tür in­ san Mississippi tahvilleri üzerinde spekülasyon yapıyordu. Aracıların faaliyet gösterdiği Rue de Quincampoix dar ve 58

uygunsuz bir sokak olduğundan, kalabalıktan dolayı süreli kazalar oluyordu. Sokağın normalde yılda bin libre kira geti­ ren evleri oniki veya onaltıbin libreye kadar kiralanabiliyor­ du. Sokakta küçük bir tezgahı bulunan bir ayakkabı tamirci­ si, burayı iralayarak, broker'lara ve onların müşterilerine yazı malzemesi temin ederek günde yaklaşık 200 libre kaza­ nıyordu. Bir rivayete göre sokakta kamburunu yazı masası olarak spekülatörlere kiralayan birisi, hatırı sayılı kazançlar elde etmişti! İş yapmak için toplanan kişilerin izdihamı, bir o kadar da seyirci cezbetmişi. Ortalık Paris'in hırsız ve hay­ dutları ile kaynıyor, sürekli ayaklanmalar ve kavgalar çıkı­ yordu. Geceleri asayişi sağlamak için çoğu kez bir asker bir­ liğiin gönderilmesi gereiyordu. İzdihamdan rahatsız olan Law, ikameini Vendôme mey­ danına taşıdı ama kalabalık da onu izlemekte geç kalmadı. Bu geniş meydan, sabahtan akşama kadar dolup taşınca Rue de Quincampoix gibi sıkışı. Sanki orada hergün bir fuar kuru­ luyordu. İşlemler iin kulübeler ve çadırlar kuruldu; yiye­ cek-içecek satıcılarıyla rlet masalarını geiren kumarbazlar meydanın ortasına yerleşip mühiş paralar, daha doğrusu kağıtlar, kazandılar. Geziniye çıkanlar, bulvarlar ve parklar­ dan vazgeçip arbk hem iş hem de eğlence arayanlr iin mo­ da haline gelen Vendôme meydanında yürüyüş yapmayı ter­ cih ediyorlardı. Gün boyunca öylesine çok gürültü oluyordu ki, mahkemesi meydanda yer alan şansölye, avukatları du­ yamadığına dair kral naibine ve belediyeye şikayette bulun­ du. LaH, sıkınıların giderilmesine yardımcı olmaya istekli olduğunu dile getirdi ve bu amaçla, arkasında birkaç hektar­ lık bahçesi bulunan Soissons Oteli için Carignan Prensi ile bir anlaşma yaptı. Pazarlık sonucunda, Law oteli çok yüksek bir 59

fiyata sahn alırken, o görkemli bahçe Prens için yeni 1'İr kar kapısı oldu. Bu bahçede, güzel heykeller ve çeşitli çeşmeler bulunuyordu ve hepsi büyük bir zevkle döşenmişti. Law ye­ ni ikametgahına yerleşir yerleşmez, Soissons Otelinin bahçe­ si dışında hisse alınıp satılmasını yasalayan bir yasa çıkarıl­ dı. Bahçenin ortasına, ağaçların arasına, broker'lar için beş­ yüz küçük çadır ve pavyon kuruldu. Renkli çadırlar, üsle­ rinde dalgalanan bayrak ve flamalar, sürekli girip çıkan kala­ balık, ardı arkası kesilmeyen sesler, gürültü, müzik ve kala­ balığın görüntüsünde yansıyan garip iş ve eğlence karışımı çehre, bu yere Parisliler'i kendinden geçiren bir mekan hava­ sı verdi. Carignan Prensi, bu çılgınlık sona erene kadar bü­ yük kazançlar elde eti. Her çadır ayda beşyüz libreye kirala­ nıyordu ve bahçede en az beşyüz tane bulunduğundan, sırf bu kaynaktan elde etiği aylık gelir,

250.000 libreyi ya da

10.000 sterlini buluyordu. Dürüst bir esi asker oln Mareşal Villars, yurttaşlarını sarmış bulunan budalalığa öylesine ökeleniyordu ki, konu açıldığında sain kalamıyordu. Birgün arabasıyla Vendome meydanından geçerken, bu çabuk parlayan cenilmen, hal­

n çılgınlığına öyle bir öfkelendi ki, sürücüsüne birden dur­ masını emrederek, başını arabanın penceresinden dışarı çıka­ rıp onlara iğrenç ihiraslar konusunda tam yarım saat süren bir "nutuk" çeki. Bu pek akıllıca bir iş değildi. Her yandan gülme ve ıslık sesleri duyuldu ve alay konusu oldu. Daha sonra kafasına doğru atılan maddeleri görünce çareyi mey­ ..anı terkemekte buldu. Bir daha da böyle bir şey yapmaya yeltenmedi. Her ikisi de dengeli ve sain birer düşünce adamı olan M. de la Mote ve Rahip Terrason, sonunda kendilerini bu garip

60

tutkunun kıskacından kurtarabildikleri iin birbirlerini kutladılar. Birkaç gün sonra, saygıdeğer Rahip, Mississippi hisseleri almak için gitiği Soissons Oteli'nden çıkarken, La Motte'nin de aynı amaçla oraya girdiğini gördü. Ona, "Hey!" dedi gülerek, "bu sen misin?" "Evet" dedi La Motte, yanın­ dan çabucak geip gimeye çabalarken; "bu sen olabilir mi­ sin?" Bu olaydan sonra iki bilim adamı her karşılaştığında, birbirleriyle felsefe, bilim ve din konusunda sohbet ettilerse de, hiçbiri, Mississippi hakkında tek bir kelime dahi telafuz etmeye cesaret edemedi. Sonunda, konu yine de gündeme geldiğinde, bir insanın bir şeyi yapmayacağına dair asla ye­ min ememesi gerekiği ve dirayeli insanların bile aşırılığa kaçabilecekleri konusunda mutabakata vardılar. Bu süre zarfında, zenginlik ve bolluk tanrımız Law, bir­ den devlein en önemli kişiliği haline geldi. Saray mensupla­ rı, soylular, piskoposlar ve yargıçlar, Soissons Oteli'ne yığıl­ dılar; donanma ve ordu subayları, sosyete hanımları ve ken­ dilerine miras yoluyla mevki veya kamu işi verilen herkes, dilekçe vererek, Law'un Hint Adaları hisseleri için evinin önünde beklediler. Law öylesine usanmıştı i, başvuranların onda birini bile göremiyordu ve ona erişmek için insan zekasının bulabileceği her yol denendi. Kral naibinin huzu­ runa alınmak için yarım saat bekledilerinde asaletlerine ha­ lel geldiğii düşünen soylular, Mösyö Law'u görme şansına erişmek için altı saat beklemekten kaçınmıyordu. Sırf isimle­ rinin anons edilmesini sağlamak amacıyla hizmetlilere çok yüksek ücretler ödüyorlardı. Soylu hanımlar, aynı amaçla gülücükleriyle albenilerini kullanma yoluna başvuruyorlar, ama yine de çoğu kabul edilebilmek için haftalar önceden ge­ liyordu. Law kabul ettiği davetlerde çevresini, isimlerinin

61

listeye alınması için sıraya giren bayanlar sardığında, o alı­ şılmış lörtçülüğüne rağmen kamak için "zorlanıyordu".

Onunla konuşma fırsahna erişmek için saçma sapan hilelere

başvuruluyordu. Birkaç gün boyunca Law'u evinde ziyaret

edebilmek için çabalayıp başarılı olamayan bir hanım, arhk

ümidini kesip başka bir yola başvurdu. Bu hanım, arabacısı­

na her ikisi de arabadayken Law'u yakın takip alhna alması ve Bay Law'un geldiğini gördüğünde bir direğe çarpıp ara­

bayı devirme talimatı verdi. Arabacı bunu yerine getirme sö­ zü verdi ve kadın, üç gün süreyle kent içinde devrilme ırsa­

ı bekleyerek gezinti yaph durdu. Sonunda, Law'u uzaktan gördü ve ipi çekerek arabacıya "Tanrı aşkna şimdi devir be­

ni" diye bağırdı. Arabacı arabayı bir direğe doğru sürdü, ka­ dın bağırdı, araba devrildi ve "kazayı" gören Law, yardım

için aceleyle olay yerine giti. Kunaz kadın, Soissons Oteli' -

ne götürüldü ve Bay Law' dan özür diledikten sonra, oyna­ dığı oyunu açıkladı. Law, gülümsedi ve kadını Hint Adaları

Kumpanyası hisselerinin alıcı listesine kaydetti. Anlahlan

başka bir öykü de Madam de Boucha'ya aittir. Bay Law'un belli bir yerde akşam yemeği davetinde olduğunu bilen bu

kadın, arabasıyla oraya giderek, yangın alarmı verdi. Herkes

kaçarken sadece bu kadının hızla üzerine doğru geldiğini gö­

ren Law kuşkulanıp aksi yöne doğru kaçı.

Biraz abarhlmış olsalar da, bu özel döneme haim olan

ruh halini göstermesi açısından kayda alınması gereken da­

ha birçok benzer anektod bulunur.* Kral naibi, bir gün, D'Ar­

genson, Rahip Dubois ve birtakım diğer soylların huzurunda,

* Meraklı okuyucular, Orleans Düşesi aam Charlotte Elizabeth e Bavere'in Mek­ tupları'nda, Fransız hanımlarının nasıl hep Law ile birlike olmak istediklerini, buna karşılık, bazen alçak gönüllü bazen de m tersi olan Law'un, nasıl hep gü­ lümseyip kızardığını okuyabilirler.

62

en azından düşes düzeyinde bir bayanı Modena' daki kızına eşlik etmesi iin atamak istediğini belirtti: "ancak" diye ekle­ di "böyle bir hanımı nerede bulacağımı bilmiyorum". "Ha­ yır" diye yanıt verdi birisi, şaşkınlık içinde, "ben size Fran­ sa' dai bütün düşeslerin nerede bulunacağıı söyleyebili­ rim: Bay Law'un bürosuna gimeniz gerekir; hepsini orada bulabilirsiniz." Ünlü bir doktor olan M. de Chirac, şanssız bir dönemde hisse satın almıştı ve satmak isiyordu. Ancak hisseler iki üç gün daha düşmeye devam etti. Kendisini iyi hissetmeyen bir bayana bakmaya gittiğinde zihni bu konuyla meşguldü. Ora­ ya ulaşıp merdivenleri çıktı ve bayanın nabzını ölçerken "Düşüyor! Düşüyor! Tanrım sürekli düşüyor!" diye haykırdı heyecanla; doktorun kaygısını gözlerinde okuyan bayan, "Oh, M. de Chirac," diye inledi. Ayağa kalkıp yardım çanını

y

çalarak, "Ölüyorum! Ölü orum! düşüyor! düşüyor! düşü­ yor!" "Düşen nedir?" diye sordu doktor, heyecanla. "Nab­ zım! Nabzım!" dedi bayan; "Ölüyor olmalıyım!" "Sakinleşin sevgili madam" dedi M. de Chirac; "Ben hisselerden söz edi­ yordum. İşin doğrusu, çok zarar etim ve kafam öyle karışık i ne söylediğimi bilmiyorum."

Hisselerin fiyah bazen birkaç saat iinde yüzde on veya yirmi oranında yükseliyordu ve sabah yataktan sıradan bir insan olarak kalkan insanlar, gece refah ve bolluk içinde ya­ tabiliyordu. Hastalığa yakalanan büyük miktar hisse sahibi birisi, hizmelisini her biri o zaman sekizbin libreden işlem gören ikiyüzelli hisse satmaya göndermişi. Soissons Ote­ li'nin bahçesine giden hizmetli, varışında iyahn onbin libre­ ye yükseldiğini gördü. Aradaki ikibin librelik fark. İki yüz el­ li hissede

500.000 libre ya da 20.000 sterline tekabül ediyordu.

63

Hisseleri saıp farkı cebe atan hizmetli kalan parayı işvereni­ ne takdim ederek o gece başka bir ülkenin yolunu tuttu. Law'un arabacısı bile çok kısa süre içinde kendi arabasını alacak kadar para yapı ve hizmetten ayrılmak için izin iste­ di. Onu çok seven Law, kendisine yeni bir arabacı bulana ka­ dar kalması için neredeyse yalvardı. Arabacı bndan mem­ nun oldu ve gimeden önceki gece iki eski yoldaşını geirerek Bay Law' a onlardan birisini seçmesini söyledi. Zaman za­ man şanslı olan aşı kadınlar ve üniformalı uşaklar, kolayca elde edilen servein sarhoşluğuyla budalaca yanlışlılar yap­ tılar. Yeni konumlarının şaşaası iinde eski dillerini ve tarzla­ rını koruyarak, herkesin alay konusu oldular. Ancak, soylu­ ların çılgınlığı, hala iğrençliğini koruyordu. St. Simon Dü­ kü'nün anlattığı bir ola, toplumun tümüne bulaşan o an­ lamsız ihtirası bütün çıplaklığıyla gösterir. Andre isimli ka­ raktersiz ve eğitimsiz bir adam, Mississippi tahvilleri üzein­ de yaptığı iyi zamanlamalı bir dizi spekülasyon yoluyla, kı­ sa sürede inanılmaz derecede bir servet kazandı. St. Si­ mon' un ifadesiyle bu adam dağlarca altın birikirdi. Zengin­ leşince, geçmişinden utandı ve onu soyluluğa götürecek her­ şeye merak duydu. Henüz üç yaşında olan bir kızı vardı ve aristokrat ama yoksul D'Oyse ailesine, kızının belli koşullar­ la bu ailenin bir üyesi ile evlenmest için teklifte bulundu. Marki D'Oyse bunu utanç içinde kabul eti ve eğer evlilik tö­ reine kadar baba kendisine yüzbin crôwn ve yirmibin libre verecek olursa, oniki yaşına geldiğinde küçük kızla kendisi­ nb evleneceğine söz verdi. Marki o zaman otuzüç yaşınday­ dı. Bu skandalvari anlaşma sonunda imzalandı ve mühür­ lendi, böylelikle spekülatör düğün günü kızın soylulukla evliliğine birkaç milyonluk servet bağışlamayı taahhüt emiş

64

oldu. Ailenin reisi olan Brancas Dükü, görüşmeler boynca hep hazır bulundu ve tn kazançları paylaştı. Konuyu iyi hoş şaka gibi görüp haimeşreplikle ele alan St. Simon "in­ sanların bu güzel evliliği kınamaktan sakınmadıklarını" söy­ ler ve "evliliğin Law'un devrilip, hırslı Mösyö Andre'nin ha­ rap olmasından birkaç ay sonra da suya düştüğünü" ekler. öte yandan, soylu ailenin de aldıkları yüzbin crown'ı hiçbir zaman geri ödemedikleri bilinmektedir. Bu onur kırıcı ve saçma olayların arasında, daha ciddi olanları da vardı. Caddelerde, insanların ceplerinde taşıdık­ ları büyük meblağlar (kağıtlar) nedeniyle hergün soygunlar oluyor, sık sık da cinayet işleniyordu. Bu olaylardan bir i, sa­ dece yapılan alçaklığın ölçüsnden değil, aynı zamanda suç­ lunun yüksek sosyal statüsü ve önemli kişilerle ilişkisi nede­ niyle de tüm Fransa'nın dikkaii çeki. Soylu D'Aramberg, DeLigne ve DeMonmorency ailele­ riyle araba olan Prens d'Hon' un küçük kardeşi Kont d'Hon, biraz müsrif ve müsrif olduğu k adar ilkesiz, seih raterli bir gençi. Kendisi kadar havai ii genç adam, Pi­ edmontese kaptanı Mille ve Destampes veya Lestang diye çağılan bir Felemenk ile birlikte, üstünde büyük meblağlar t aşıdığı bilinen bir broker'ı soyma planlan yapılar. Kont, onun Hint Adalan Kumpanyası hisselerinden saın almak is­ iyomuş gibi davrandı ve bu amaçla Vendôme meydanı i­ varındaki bir

abare ya

da küçük bir barda görüşmek üzere

randevu aldı. Bundan kuşkulanmayan broker ve Kont d'Hom ve meslektaşları diye tanıttığı iki arkadaşı, tam vak­ tinde randevu yerine geldiler. Birkaç dakikalık görüşme so­ nunda, Kont d'Hom aniden kurbanının üstüne aladı ve ada­ mı göğsünden üç kez hançerledi. Adam yere yıkıldığında

65

Kont kurbanının yüzbin crown değerindeki Mississippi ve Hint Adaları tahvillerinden oluşan portföyünü toplamakla uğraşıren, Piedmont'lu Mille öldüğünden emin olmak iin zavallı broker 'ı tekrar tekrar bıçakladı. Ancak broker müca­ deleyi bırakmadı ve canhıraş çığlıklarıyla "kabare" dekilerin yardımına koşmalarını sağladı. Merdivende gözetlemekle görevli diğer katil Lestang, pencereden sırayıp kaçtı ama Mille ve Kont d'Hom suç üstü yakalandılar. Gün ortasında ve "kabare" gibi halka açık bir yerde işle­ nen bu cinayet, Paris'te büyük dehşete yol açı. Katillein yargılamnası ertesi gün başladı ve kanıtlar çok açık olduğun­ dan, her ikisi de suçlu bulunarak ölüme mahkum edildi. Kont d'Hom'un soylu akrabaları kral naibinin bürosunu dol­ durarak, bu gencin deli olduğunu ileri sürdüler ve merhamet dilediler. Kral naibi, böylesine iğrenç bir olayda adalein ye­ rini bulmasını istediğinden, onları mümkün olduğunca atlat­ maya çalıştı ama bu nüfuzlu kişilerin ısrarı öyle sessizce bas­ ırılamayacakı. Sonunda kral naibi ile görüşmeyi başardılar ve ailelerini halk önünde idamın geireceği utançtan kurtar­ masını dilediler. Prenses d'Hom'un ünlü Orleans ailesiyle akraba olduğunu vurgulayarak, bir akrabanın sıradan bir cellatın ellerinde ölmesi halinde, bundan kral naibinin utanç duyacağım eklediler. Ama kral naibi bu girişimlerden eti­ lenmedi ve onlara haklı olarak Comeille'in şu sözleriyle ya­ nıt verdi: "Suç bir utanç kaynağıdır, gurur değil." Verilecek ceza ne tür bir utanç geirecekse bunu akrabalarıy­ la paylaşmaya hazır olduğunu da ekledi. Bu yakarışlar gün­ lerce yinelendiyse de, her seferinde aynı yanıtı aldılar.

66

Sonunda, kral naibinin büyük saygı duyduğu St. Siman Dükü'nü kendi yanlarına çekecek olurlarsa, amaçlarına eri­ şebileceklerini düşündüler. Tam bir aristokrat olan dük, soy­ lu bir suikastçinin sıradan bir suçluya uygulanan biçimde idam edilecek olması karşısında şok oldu ve kral naibine böylesine çok sayıdaki varlıklı ve güçlü aileyi düşman eme­ nin anlmsızlığını beliri. Aynca, D'Aramberg ailesinin bü­ yük varlık sahibi olduğu Almanya' da işkence tekerleği ile idam edilen bir işiin, hiçbir akrabasının ailenin o ku­ şağının tamamı ölmeden bir kamu görevlisi olamayacağına dair bir yasa olduğunu ileri sürdü. Bu nedenle, cezanın bo­ yun vurulmasına dönüştürülmesi gerekiğini ve bunun tüm Avrupa'da daha uygun bir yöntem olarak kabul edileceğini düşünüyordu. Kral naibi bu görüşten etkilenmişi ve nere­ deyse razı olacakh, ama cinayete kurban giden kişinin kade­ rine sempai gösteren Law, kral naibine yasaların gereğini uygulaması taraftan olduğunu bildirdi. D'Horn'un akrabalarının artık son bir çaresi kalmışh. Diğer yöntemlerden umudu kalmayan Rohec Montmorency Prensi, suçlunun bulunduğu zindana girmeyi başararak kon­ ta bir incan zehir verdi ve bunu içerek kendilerini utançtan kurtarmasını talep etti. Kont d'Horn başını çevirerek reddet­ ti. Monmorency bir kez daha ısrar eti ve kontun reddeme­ yi devam etirmesi üzerine sabrı tükenip arkasını döndü v�: "Öyleyse sefil biri olarak, celladın elleriyle öl" diyerek onu kaderine terketi. D'Hon kral naibine boynunun vurulması dileğiyle baş­ vurduysa da, özel öğretmeni olan kötü şöhreli Rahip Dubo­ is hariç, kral naibinin düşünceleri üzerinde herkesten da­ ha fazla ekili olan Law, D'Hom'un benil görüşlerine teslim olmaması gerektiği konusunda ısrarlı oldu. Kral naibi zaten

67

işin başından beri aynı görüşteydi ve inayetten altı gün son­ ra D'Hom ve Mille, Greve · meydanında tekerlek üzerinde idam edildiler. Diğer kail Lestang hiçbir zaman tuuklanma­ dı.

Aceleyle uygulanan bu şiddeli adalet, Paris kamuoyunu

son derece memnun etti. Kral naibini bir soyluyu kayırma­ ması yönünde ikna eiği iin Parisliler'in Mösyö de uin­

campoix diye hitap ettiği Law bile takdirlerden payını aldı.

Ne var i, soygun ve cinayeler sona ermediği gibi soyulan

zengin broker 'lara da sempai gösterilmedi. öteden beri za­

ten iyice zayıflamış olan ahlaki değerler, o güne kadar üst sı­

nıfın kepazelikleri ile alt sııın saklı kalmış suçları arasında nispeten saf kalmış olan orta sınıı da hızla sardı. O tehlikeli

kumar aşkı, tüm topluma yayılarak hem kamu hem de birey­ sel değerleri yıktı.

Halkın güveni hla tamamen yok olmamışken işler bir sü­

re daha iyi gitti ve özellikle Paris bunun olumlu sonuçlarını

hisseti. Her yerden gelen yabancılar, sadece para kazanmak

için değil, aynı zamanda harcamak için de başkente akın et­

i. Kral naibinin annesi olan Orleans Düşesi, dünyanın her

yerinden akın eden yabanılardan dolayı nüfusun

305.000'e

ulaştığını söylemişi. Gelenlerin konalaması için, ev sahip­ leri tavan aralarına, mufaklara ve hatta ahırlara yatak ser­

meye başladı. Kent her türden arabalarla öylesine dolmuştu

ki, ana caddelerde kaza yapma korkusuyla ancak yürüyüş hızıyla hareket edebiliyordu. Ülkedeki dokuma tezgahlrı,

iyatı dörde katlanan kağıtlar ile ödemesi yapılan bol miktar­

da dantel, ipek, yünlü ve kadife kumaş üremek için

olağanüstü bir faaliyetle çalışıyordu. Ekmek, ef .ve sebzeler

önceden olduğundan daha yüksek iyatla saılırken, işçi

ücretleri de aynı oranla yükseldi. Önceden günde onbeşbin

sous kazanan bir esnaf artık altmış bin kazanıyordu. Her

68

yöne doğru yeni evler inşa ediliyordu ve aldatıcı bir refah güneşi tüm ülke üzerinde parıldıyordu. Herkesin gözü öyle­ sine kamaşmıştı ki hızla yaklaşm akta olan fırtınanın işareti olan ufkun gerisindeki karanlık bulutları kimse göremedi. Sihirli deyneğiyle mucizeler yaratan bir sihirbaz gibi böy­ lesine şaşırtıcı bir değişim yaratan Law' da elbette genel re­ fahtan payını aldı. Eşine ve kızına yüksek soylular kur ya­ parken, düklerin ve prenslerin varisleri onlarla dostluk kur­ maya çabaladı. Fransa'nın değişik yerlerinde iki görkemli malikane satın aldı ve Rosny markizliğini satın almak içiı, Sully Dükü'nün ailesi ile görüşmelerde bulundu. Dini görü­ şü ilerlemesine engel olduğundan, kral naibi, eğer Katolik ol­ duğunu ilan edecek olursa, onu maliye bakanı yapmaya söz verdi. Herhangi bir kumarcıdan daha fazla dini inanı olma­ yan Law, bu isteğe hemen uydu ve Melun katedralinde bü­ yük izleyici topluluğu önünde Tencin Rahibi taraından kili­ seye kabul edildi.* Ertesi gün, St. Roch bölgesinin fahri kilise görevlisi seçildi ve bu vesileyle beşyüzbin libre tutarında bağışta bulundu. Her zaman çok görkemli olan bağışları hep böyle fiyakalı olmazdı. Sessizce büyük bağışlar yapardı ve büyük sıkıntılara hep yardım ederdi. Law bu sırada devlein en etkili kişisi olmuştu. Orleans Dükü onun yargısına ve projelerinin başarısına öylesine • Bu olaydan sonra ortalıkta şu yergi dolaşmaya başladı: "Foin de ton zele seraphique, Malheureux Abbe de Tencin, Depuis que Law est Catholique, Tout le royaume est Capucin!" Justandsonc., X. Loııis'irı Anıları'nda yukarıdaki dizeleri biraz gevşek biraz da kendi ifadesiyle şöyle tercüme etmişti: "Lanet olsun inancına Tencin, Melekvari şevkinle becerdin, İskoç diz çöktü kilisemizde, Hepimiz döndük fakir kapuçinlere!"

69

güveniyordu ki, her konuda ona danışıyordu. Bu konuma sırf serveinin çapıyla değil, aynı zamanda basit ve nazik ki­ şiliği ve sorunlar karşısında gösterdiği tutarlı davranışları sa­ yesinde gelmişi. Karşı cinse karşı o kadar nazi, centilmen ve saygılıydı ki bir aşık bile rahatsızlık duymazdı. Mağrur davrandığı tek an, yaltaklanan soyluların dalkavukluğa va­ ran yılışıklıkları esnasındaydı. Bazen ondan bir şey istedikle­ rinde erafında fır r dönmelerinden zevk alıyordu. Paris'i ziyaretleri sırasında onunla görüşmek isteyen yurttaşlarına karşı ise aksine son derece nazik davranıyor, oları dikkatle dinliyordu. Islay Kontu ve daha sonra Argyle Dükü olan Archibald Campbell onu Vendôme meydanındaki malikane­ sinde ziyaret etiğinde, hepsi de büyük maliyeciyi görmek ve adlarını yeni abone listesinde ilk sıraya yazdırmak isteyen üst sınıların oluşturduğu büyük bir kalabalığın arasından geçmek zorunda kaldı. Law bu arada kütüphanesinde baba­ dan kalma Lauriston malikanesindeki bahçıvanına lahana ekmesi için mektup yazıyordu! Kont onunla uzunca bir za­ man geçirdi, yurttaşıyla kağıt oynadı ve Paris'ten Law'un doğallığı, sağduyusu ve terbiyesinden hayli etkilenmiş ola­ rak ayrıldı. O zamanlar halkın saflığından yararlanarak kaybettik­ lerini telafi edecek kadar yeterli para kazanan soylular ara­ sında, Bourbon Düklei de Guiche, de la Force*, de Chaulnes ve d' Antin; Mareşal d'Estrees; Rohan Prensleri de Poix ve de Leon bulunuyordu. Özellikle, XIV. Louis'in Madame de * Olk de la Force sadece isse spekülasyonundan deil aynı �..manda porselen, baharat, vs. ticaretinden de bilyilk paralar kazandı. Paris parlamentosunda onun kalitesinde bir baharat tilccannın asalet Unvanının elinden alınıp alınmaması ge­ rekiği uzunca bir zaman tarışıldı ve sonunda olumsuz karar ıkı. Daha sora, üzerinde "Şu kuvvete bakın" ( la fore kelimesinin anlamı kuvvet -ç) yazan bir baharat balyasını sırında taşıyan bir sokak hammalı olarak iaüie edildi.

70

Montespan' dan olan oğlu Bourbon Dükü'nün, Mississippi kağıtları üzerinde yaptiğı spekülasyonlarda şansı çok yaver gitti. Chantilly raliyet sarayını alışılmamış bir görkemle ye­ iden inşa eti, alara olan olağanüstü tutkusundan ötürü, tüm Avrupa' da tanınan birçok hara inşa eti ve Fransa' daki cinslerin geliştirilmesi için İngiltere'nin en iyileri arasından yüzelli yarış atim ithal etti. Picardy' deki sayiye arazilerinin büyük bir bölümünü sain aldı ve Oise ile Somme arasında­ i değerli toprakların hemen hemen tümüne saip oldu. Herkes böyle servetler kazanırken, elbette hlk da Law'a neredeyse tapıyordu. Krallara bile bu kadar ilifat yapılma­ mışti. Tüm küçük şair ve edebiyatçılar ona övgüler yağdırıp durdular. Onlara göre, Law, ülkenin kurtarıası, Fransa'nın kutsal hamisi idi; tüm sözcüklerinden zeki, bakışlarından iyilik ve hareketlerinden dirayet akıyordu. Her dışarı çık­ tiğında arabasının peşine takılanlar öylesine kalabalık oluş­ turuyordu i, kral naibi aynı yola çıkmadan önce caddelerin açılması için refakatçi olark sürekli atlı bir birlik gönderi­ yordu. Paris'in tarihinin hiçbir bölümünde böylesine zarif ve lüks objelerle bezenmemiş olduğu söylenir. Yabancı ülkeler­ den büyük miktarlarda heykeller, tablolar ve kumaşlar ithal ed:ıiyor ve kolayca müşteri buluyordu. Fransızlar'ın herkes­ ten iyi yaptiğı işlerden biri olan mobilya ve süsleme gibi ıvır zıvır artrk aristokrasinin tekelinden çıkmışti, tüccarların ve orta sınıfın evlerinde bol bol rastlanıyordu. Dünyanın en pa­ halı mücevherleri kıtanın en iyi pazarı olan Paris'e getirilip satılıyordu. Kral naibi de bir elmas satin aldı ve bu elmas onun adını alarak uzun süre Fransa tacını süsledi. Kral naibi elmasa iki milyon libre ödemişti ama etrafını saran saray

71

mensupları ve soylular kadar menfaat ve lüks düşkünü biri değildi. Elmas ilk kez teklif edildiğinde ona sahip olmayı çok istemesine rağmen, yönettiği ülkeye karşı görevinin, bir mü­ cevher için kamu bütçesinden böyle bir harcama yapmasına izin .vermediğini ileri sürerek saın almayı reddetmişi. Bu geçerli ve soylu neden, saraydaki bayanları telaşa düşürdü ve birkaç gün boyunca hiç imsenin onu satın alacak kadar zengin olmadığı ve böylesine nadir bir taşın Fransa'dan çık­ masına izin verilmemesi gerekiğinden başka bir şey konu­ şulmadı. Kral naibi bu süreli ısrarlara bir süre daha karşı durabildiyse de, zırvalamaktan eksik kalmayan Dük St. Si­ mon, tüm yeteneğini kullanarak, bu önemli işi üslendi ve Law'un da desteğiyle iyi huylu ral naibini razı etti. Onayını veren naib elmas için ödenecek parayı bulmak için yine Law'un dehasına sığındı. Taşın sahibi, ii milyon libre karşı­ lığında teminat alıp ödeme tarihine kadar yüzde beş faiz ta­ hakkuk etirirken, aynca taşın raşlanmasından sonra kala­ cak artıkları da almasına izin verildi. St. Simon, Anılar'mda, hiçbir rahatsızlık hissemeden bu alış verişte oynadığı rolden söz etmektedir. Elmasın, bir renk eriği büyüklüğünde yu­ varlak, çalaksız ve saf beyaz bir taş olduğunu tasvir etikten sonra, kıkırdayarak, kral naibinin böylesine şaşaalı bir alım yapmaya kendi sayesinde ikna olduğunu söyler. Başka bir deyişle, kral naibini görevini feda ederek kamu bütçesinden aşırı bir harcama yapmaya ve bir süs eşyası satın almaya ik­ na etmiş olmaktan ur duymaktadır. İşler

120 yılının başına kadar iyi ider. Parlamentonun,

piyasaya böylesine büyük miktarda kağıt çıkarılmasının er ya da geç ülkeyi ilasa götüreceği yönündei uyarıları dikkate alınmaz. Maliye felsefesi konusunda hiçbir şey bilmeyen kral

72

naibi, böylesine iyi sonuçlar vermiş olan bir sistemin aşırılığa gidemeyeceğini düşünmektedir. Eğer beşyüz milyon kağıdın faydası olduysa, beşyüz milyon daha çıkarmanın ne . zararı olabilir ki? İşte bu, kral naibinin büyük yanılgısı olur ve ne yazık i Law da herhangi bir engelleme girişiminde bulun­ maz. Halkın olağanüstü hırsı, büyük galeti devam etirir; Hint Adaları ve Mississippi hisselerinin iyatı yükseldikçe, yeni banka tahvilleri ihraç edilir. Bu muhteşem ortamı biraz da Potemkin'in inşa etiği şahane saraya benzetebiliriz. Rus­ ya'nın o prensvari barbarı, soylu metresini şaşırtmak ve memnun etmek iin buzdan bir saray yapırır. Birbirleri üze­ rine devasa buz blokları istiflenir, sade bir işçilikle İyonik sü­ tunlar dikilip enfes bir kemer altı giişi yapılır, yine buzdan bir kubbe, onu eritecek kadar değil ama pırıl pırıl parlatacak kadar gücü olan güneşte ışıldar. Bu ışıldama, tıpkı ristal ve elmaslardan yapılmış bir saray gibi ta uzaklardan görülür. Ne var ki buzdan saray bir gün güneyden gelen ılık bir esin­ tiyle parçaları dai toplanamayacak şekilde dağılır. Law ve kağıt sisteminin de akıbei aynı olacaktır. Çok geçmeden ka­ labalığı saran bir güvensizlik dalgası eser ve kağıttan kubbe artık yükselemeyecek bir şekilde yıkılır. İlk işaretler 1720'nin başlarında gelir. Law' dan istediği fi­ yattan yeni Hint Adaları hisseleri almayı talep eden ve bu iskeği geri çevrilince de kızan Conti Prensi, bankasından o kadar çok nakit çekti ki paraları taşımak için üç araba gerek­ ti. Law, durumu kral naibine şikayet etti ve eğer herkes bu hareketi önek alacak olursa uğranılacak zararı anlattı. Kral naibi de bunun farındaydı; Conti Prensi'ne bir talimat gön­ derip ceza olarak yaptıklarının hoşuna gitmediğini bildirdi ve çekmiş olduğu nakdin üçte ikisini bankaya geri ödemesi73

ni emretti. Prens, bu despotik emre uymak zorunda kaldı. Law'un şansına, De Conti halk tarafından sevilen biri değil­ di: herkes onun cimriliğini ve hırsını kınamış, Law' a haksız muamele yapıldığı görüşünde birleşmişi. Ne gariptir ki, bu olaydan böylesine ucuz kurtulduktan sonra bile ne Law ne de kral naibi ihraç etmeye devam etikleri tahvillerin mikta­ rında bir kısıtlamaya gimediler. De Coni'nin intikam iin başlattığı bu hareket ısa sürede güvensizlik duygulını tat­ min etmek isteyen diğerlerince taklit edilmeye başlandı. Ak­ lı başında olan broker'lar fiyatların ebediyen yükselmeye de­ vam edemeyeceğini anlamışlardı. Fonlarda yapıkları yük­ sek işlem hacimleriyle tanınan Bourdon ve La Richardiere, tahvillerini sessizce ve her seferinde küçük miktarlarla nak­ de çevirerek yabancı ülkelere göndermeye başladılr. Ayrıca, taşıyabildikleri miktarda kıymetli maden ve pahalı mücev­ her satın alarak, bunları, gizlice İngiltere veya Hollanda'ya gönderdiler. Yalaşan nn kokusunu almış bir broker olan Vermalet, değeri yaklaşık bir milyon libre tutarında al­ hn ve gümüş parayı bir iftinin arabasında saklayarak üzer­ lerini saman ve inek gübreşi ile örttü. Daha sora, kirli bir toprak işçisi kıyafetine bürdneek kıymetli yükünü daha gü­ venli bir yer olan Belçika'ya götürdü. Ondan sora da Ams­ terdam' a naklemenin bir yolunu buldu.

O ana kadar herhangi bir nakit sıkıntısı çekilmemişi. An­ cak sistem bir kıtlığa neden olmadan devam edemeyeceki. Her yandan şikayetler yükseliyor, sorular soruluyordu. Kon­ sey alınacak önlemleri uzun süre tartıştı ve görüşlerine baş­ vurulan Law, madeni paranın değerinin kağılarınkinin yüz­ de beş alna düşürülmesi yönünde bir karnme yayınlan­ masını önerdi. Bna göre bir karaname çıkarldıysa da,

74

amaçlanan etkisi gerçekleşmeyince, bir başkası çıkartılarak düşürülen değer yüzde ona indirildi. Bu arada, banka öde­ melerine de yüz librelik altın ve on librelik gümüş olarak kı­ sılama geirildi. Nakit ödemelerin böylesine küçük miktar­ larla sınırlanması bankanın itibarını devam ettirdiyse de, kağıda güvenin yeniden kazanılması için alınan tüm önlem­ ler boşa çıktı. Karşı yöndeki tüm çabalara rağmen kıymeli madenler İngiltere ve Hollanda'ya gönderilmeye devam etti. Ülkede madeni para olarak ne kaldıysa, o da icari işlemlerin arık gerçekleşirilemeyeceği bir kıtlık yaratıncaya kadar gizlendi. Law bu olağanüstü durumda madeni paranın kullanılmasını yasaklama cüretini gösterdi. Şubat 1720' de, kağıların itibarı­ nın geri kazanılmasını amaçlamasına rağmen, aksine bir da­ ha kurtarılamayacak bir şeilde yok edilmesine yol açan ve ülkeyi devrimin eşiğine getiren bir karname yayınlandı. Bu ünlü karanameye göre, insanların beşyüz libreden (20 ster­ lin) daha fazla madeni para sahibi olması yasaklandı ve bu­ nun üzerindeki tutarlara el konulması ve kişinin ağır para ce­ zasına çarpırılması öngörüldü. Ayrıca, mücevher, kıymetli maden ve taş satın alınması yasaklandı ve tespit edilecek miktarın yarısını ödeme sözü verilerek, ihbarcılar teşvik edil­ di. Bu tarihte eşi bulumayan iranlığın karşısında tüm ülke isyan eti. Halka her gün böyle çirkin eziyeler çeirildi. h­ barcı ve ajanların izinsiz müdahaleleri sonucu ailelerin mah­ remiyeti ihlal edildi. En erdemli ve dürüst kişiler bile bir louis a?tını sahibi olmakla suçlandı. Hizmekarlar efendileri­ ne ihanet etti, komşular komşularını gözeledi; alıkoyma ve tutuklamalar öylesine çoğaldı ki, mahkemeler iş yoğun­ luğundan bunaldı. Bir arama emri çıkarılması için gereken 75

tek şey bir ihbarcının her hangi bir kişinin evinde para gizle­ diğini söylemesiydi. İngiliz Büyükelçisi Lord Stair, Law'un Katolik dinini benimsemiş olmasının samimiyeine inanma­ manın artık olanak dışı olduğunu, çünkü Aşai Rabbani ayi­ ninde ekmek ve şarabın İsa'nın bedei ve kanı haline dönüş­ tüğü gibi, Law'un da onca altını kağıda dönüştürerek bir engizisyon başlattığını söyledi. Halkın dile geirdiği her nefret sözcüğü kral naibine ve mutsuz Law' a yöneltiliyordu. Beşyüz librenin üzerindei hiç bir madeni para yasal değildi ama herkes elinden geldiğince kağıtlardan uzak durmaya çalışıyordu. Kimse elindei tah­ villerin değerinin yarın ne olacağını bilemiyordu. "Hiçbir zaman", diyordu Duclos, Kral Naipliğinin Gizli Anıları'nda, "ne yapacağı bu kadar belli olmayan bir hükümet ve böyle­ sine eli sıkı ve çılgın bir tiranlık görülmemişti." Zamanın dehşeine tanıklık eden ve o günlere bugün bir hayal gibi ba­ kan biri için, hemen bir devrimin patlak vermemesi, Law ve kral naibinin trajik bir şekilde öldürülmemesi anlaşılır gibi değil. Her ikisi de dehşet içinde olmalarına rağmen, halk sı­ kıcı ve utangaç bir ümitsizlik ve budalaca bir şaşkınlıkla şi­ kayet emekten başka bir şey yapmadı ve insanların zihinle­ ri öyle pespaye hale geldi ki cesur bir cinayet bile işleyeme­ diler. Bir seferinde bir halk hareketi örgülenir gibi oldu. Du­ varlara kışkırtıcı yazılar asıldı ve en göze çarpan kişilerin ev­ lerine el ilanları gönderildi. Kral Naipliğinin Anıları nda anla­ tılan bir anektotta şöyle diyordu: "Bay ve bayan, eğer durum değişmezse, cumartesi ve pazar günleri bir Aziz Bartholo­ mew Günü'nün daha yaşanacağını size bildiririz. Sizden, ne kendinizin ve ne de hizmetkarlarınızın karışıklık çıkarma­ masını istiyoruz. Tanrı sizi alevlerden korusun! Bunu komşu'

76

larımza da bildirin. Tarih:

25 Mayıs 1720 Cumartesi". Kente

dolup taşan çok sayıda casus, halk arasında bir güvensizlik ortamı yarattı ve o gece kısa bir sürede yatıştırılan önemsiz bir grubun yarattığı karışıklığa rağmen, başkentte barış bo­ zulmadı. Louisiana veya Mississippi · hisselerinin değeri hızla düş­ müştü ve artık bölgede büyük servet olduğuna ilişkin masal­ lara pek az kişi inanıyordu. Dolayısıyla halkın Mississippi projesine olan güvenini tekrar kazanmak için son bir hamle daha yapıldı. Bu amaçla, Paris'teki üm yoksulların askere alınması için hükümet talimatı verildi. Sayıları almış binin üzerindei ayak takımına, sanki savaş zamanıymış gibi, giy­ si ve alet edevat verilerek, sözde bol olduğu gerekçesiyle, al­ tın madenlerinde çalışmak üzere gemilerle New Orleans'a gönderildi. Bu kişilere ellerinde kazma ve kürekleriyle n­ lerce caddelerde geçit yaptırı1 dı ve daha sonra küçk müre­ zeler halinde Amerika'ya sevkedilmek üzere limanlara gön­ deildiler. Bunların üçte ikisi kaçıp tüm ülkeye dağılarak, karşılığı ne olursa olsun aletlerii sattılar ve eski yaşamları­ na geri döndüler. Ondan sonra üç hafta bile gemeden, bu ki­ şilerin yarısı tekrar Paris'te görüldü. Ancak, bu manevra, Mississippi kağıtlarının iyalarına az da olsa bir hareket ge­ tirdi. Saflık ve budalalıklarının sonu gelmeyen birçok işi, bu yeni diyardaki (Golconda) işlerin, sonunda başlamış ol­ duğuna ve alın ve gümüş külçelerin terar Paris'e akacağına inandı. Bir anayasal monarşide, kamu iibarının geri kazanılması için daha güvenilir bazı yöntemler bulunabilirdi. İngiltere de, daha sonrai bir dönemde, yine böyle bir gafletler dizi­ si benzer sıkıntılar yarattığında, alınan önlemler hayli fark-

77

lı olmuştu. Ne yazık

i, Fransa' da çare sorunu yaratanların

kendisinde aranıyordu. Kral naibinin ülkenin kurtuluşunu amaçlayan keyfi iradesi, ülkeyi daha fazla batağa sokmaktan başka bir işe yaramadı. Tüm ödemelerin kağıt ile yapılması

1.5 milyar 60.000.000 sterlin değerinde tahvil ihraç edildi.

emredildi ve Şubat başıyla Mayıs sonu arasında libre veya

Ancak, tehlike çanları arbk çalmışb ve hiçbir beceri halkın madene dönüştürülemeyen kağıda olan güvenini geri getire­ mezdi. Paris parlamentosunun başkanı Bay Lambert, beş milyon librelik banka tahvili yerine yüzbin libre tutarında al­ bn veya gümüş sahibi olmayı tercih ettiğini kral naibinin yü­ züne söyledi. Haim olan görüş böyleyken, aşırı miktarlarda tahvil ihraç edilmesi, madeni para ile tedavüldeki tahviller arasındaki dengesizliği daha da artırarak yangını körükledi. Kral naibinin değerini düşürmeyi amaçladığı madeni para­ nın değeri, bu amaca yönelik her girişimin sonunda daha da yükseldi. Şubat ayında, Kraliyet Bankasının Hint Adaları Kumpanyası ile birleşirilmesi önerildi. Bu konuda bir karar­ name yayınlandı ve parlamento taraından tescil edildi. Tah­ villere devlet garanisi getirildi ve konseyin onayı olmadan yeni tahvil ihracı yapılmayacağı söylendi. Kral naibi, banka­ nın tüm karlarını Law'un elinden aldı ve Hint Adaları Kum­ panyasına devreti. Bu önlem, şirkein Louisiana ve diğer hisselerinin değerinin kısa bir süre iin yükselmesine yol aç­ bysa da, halkın zn süreli güvenini sağlayamadı. Mayıs ayının başında, Law, D'rgenson (Law'un finans yöneimindei mesai arkadaşı) ve tüm bakanların kabldığı bir devlet konseyi toplandı. Tedavüldeki toplam tahvil tuta­ rının

,6 milyar libre, madeni paranın ise bu miktarın yarısı­

na bile eşit olmadığı hesaplandı. Çoğunluk bir denge kurul-

78

ması taraftarıydı. Kimisi tahvil iyatlarının madeni para değerine düşürülmesi gerektiğini, kimisi de madeni paranın nominal değerinin kağıt ile eşitleninceye kadar yükselilme­ sini önerdi. Law her iki ·pojeye de karşı çımakla beraber, herhangi bir öneride bulunmadı ve tahvillein değerinin ya­ rıya düşrülmesi kararlaşırıldı.

21 Mayıs'ta, bu yönde bir

kararname çıkarıldı ve Hint Adalan Kumpanyasının hissele­ ri ile banka tahvillerinin değerinin yıl sonuna kadar nominal değerlerinin yarısına kadar düşürülmesi kararlaştırıldı. Ne var

i,

parlamento karanameyi tescil emeyi reddetti ve bü­

yük arbede çıkı. Ülkenin durumu öylesine tehlike işaretleri veriyordu ki, sükunein sağlanması amacıyla, konsey yedi gün içinde başka bir karname yayınlayarak tahvilleri tek­ rar orijinal değelerine geirdi ve tükürdüğünü yalamak zo­ runda kaldı. Banka aynı gün

(27

Mayıs) madeni para ödemesini dur­

durdu. Law ve D' Argenson'un her iisi de bakanlıktan alındı. Zayıf, kararsız ve korkak biri olan kral naibi, tüm belaların sorumlulusu olarak Law'u gösterdi ve bunun üzerine Law Kraliyet Sarayında huzura çıkmayı talep etiğinde reddedil­ di. Ancak, gece yansı kendisine kral naibiin bir görevlisi gönderildi ve gizli bir kapıdan saraya alındı.* Kral naibi onu teselli emeye çalışı ve halkın kaşısında ona yapmak zorun­ da kaldığı serlik iin her türden bahane gösterdi. Tutumu öylesine değişkendi ki, ii gün sonra, Law'u operaya götü­ rüp kraliyet locasında yanında oturtturarak halkın gözü önünde Law' a iibar gösterdi. Ancak, Law' a karşı beslenen kin öyle kuvveliydi ki, bu neredeyse ölümüne yol açacakı.

• Dulos, Kral Naipliğinin Gizli Anıları

79

Arabasının kapısından girerken ahali taşlarla saldırdı ve eğer arabacı arabayı hızla avluya sürüp içerdekiler kapıyı hemen kapamasaydı, muhtemelen dışarı sürüklenip linç edilecekti. Ertesi gün, karısı ve kızı, arabalarıyla at yarışlarından evleri­ ne dönerken yine saldırıya uğradılar. Bu olaylar kral naibine bildirildiğinde, kral naibi Law'un evinin bahçesinde gece ve gündüz nöbet tumak üzere İsveçli muhafızlardan oluşan güçlü bir müfreze gönderdi. Halkın ökesi öylesine tı ki, Law, nöbetçiler olduğu halde kendi evini güvensiz bularak, Kraliyet Sarayı'nda ral naibine ait bir daireye sığındı.

1718 yılında Law'un projelerine karşı çıktığı için görevin­ den alınmış olan Şansölye D'Agueseau, iibarın geri kazanıl­ ması için tekrar göreve çağrıldı. Kral naibi, çürüme dönemi­ nin en yetenekli veya belki de en onurlu insanlarından biri­ ne haksız bir sertlikle muamele etiğini ve güvensizlik duy­ duğunu çok geç doğruladı. Görevden alındığından beri Fres­ nes' deki kır evine çekilip ağır ama zevkli felsei çalışmalar yaparken, o işe yaramaz saray mensuplarının ne gibi entrika­ lara muktedir olduklarını unutmuştu. Law'un kendisi ve ral naibinin evine mensup bir cenilmen olan Şövalye Conf­ lans, bir posta arabası ile sabık şansölyeyi Paris'e geirmek amacıyla gönderildi. D' Aguesseau, Law'un yöneticisi ol­ duğu bir makama geri çağrılmasını onaylamayan dostlarının tavsiyelerinin aksine, elinden gelen desteği vermeyi kabul et­ ti. Paris' e vardığında, parlamentonun beş meclis üyesi Mali­ ye Komiseri ile görüşmeye davet edildi ve

1 Haziran günü,

tutarı beşyüzbin librenin üzerinde madeni para birikirmeyi suç sayan yasayı iptal eden bir karaname yayınlandı. Her­ kesin dilediği kadar madeni para biriktirmesine izin verildi.

80

Banknotların geri çekilebilmesi için, yüzde ikibuçuk oranla ve Paris keninin gelirlerinin teminat olarak gösterilmesi kar­ şılığında, yirmibeş milyon yeni tahvil ihraç edildi. Geri çeki­ len banknolar, Belediye binası önünde halkın huzurunda yakıldı. Yeni tahvillerin her birinin değeri on libre idi ve bun­ ların karşlığında yeterli miktarda gümüş para sahibi olan banka 1 0 Haziran'da yeniden aıldı.

Bu önlemler ekili oldu ve Paris'in tüm sakinleri, küçük miktarlardaki tahvilleri karşılığında madeni para almak iin bankaya akın eti. Gümüş bulunmaz hale gelince, ödemeler baır ile yapıldı. Ei libre karşılığında bozuk parayı zorlukla sürükleyip taşrken ter döken halktan pek az işi yüknün çok ağır olduğundan şikayet eti. Bankanın çevresindei ka­ labalık öylesine büyüdü ki, izdiham nedeniyle birinin ölmediği gün gemedi. 9 Temmuz'da, kalabalık öylesine yo­ ğun ve yaygaracıydı i, Mazarin Bahçeleri'nin önünde bekle­ yen nöbetçiler, kapıyı kapatarak başkasının gimesine izin vermediler. Toplanan kalabalık ökelenerek, pamaklıkların arkasından askerleri taşa uu. Buna karşılık, askerler de öf­ kelenerek halkın üzerine ateş açma tehdidinde bulundu. İsa­ bet alan askerlerden biri kalabalığa ateş açh ve bir kişi hemen ölürken, bir diğeri ise ciddi biçimde yaralandı. Her an baka­ ya yönelik bir saldırı beklenirken, Mazarin Bahçeleri'nin ka­ pıları açıldığında, süngüleriyle bekleyen askerleri gören ka­ laalık dize geldi ve öfkelerini ancak yuhalama ve homur­ danmalarıyla dile getirdiler. Sekiz

n sonra toplanan halk öylesine kalabalıkh ki, ban­

kanın kapılarında onbeş kişi ezilerek öldü. Yaklaşık yedi ya da sekiz bin kişilik fena halde öfkeli kalabalık, cesetlerden üçünü

81

sedye ile taşıyarak kral naibinin ve Law'un ülkeyi içine sok­ tuğu felaketi göstermek amacıyla Kraliyet Sarayı'nın bah­ çelerine giti. Efendisinin sarayın avlusundaki arabasında oturmakta olan Law'un arabacısı öylesine coşkulanmıştı i, ahalinin efendisine zarar vermesini istemediği için, yüksek sesle, hepsinin rezil insanlar olduğunu ve asılmayı hakettik­ lerini söyledi. Bunun üzerine, kalabalık arabanın üzerine at­ ladı ve Law'un arabada olduğunu düşünerek linç eti. Akıl­ sız arabacı da kaçıp yaşamını zor kurtardı. Daha fazla olay olmadan bir askeri birlik daha geldi ve kral naibi kendisine gösterilmek üzere getirilen üç cesetin görkemli bir biçimde gömüleceğini, masraflarını da kendisinin karşılaşaca- ğını söyledikten sonra, kalabalık sessizce dağıldı. Bu gürültü sıra­ sında parlamento oturum halindeydi ve başkan, sorunun ne olduğunu anlamak için dışarı çıktı. Geri döndüğünde, mec­ lis üyelerine, Law'un arabasının kalabalık tarafından parça­ landığını açıkladı. Tüm üyeler aynı anda ayağa kalkarak zevkten yüksek sesle bağırmaya başlayınca, diğerlerinden daha coşkulu olan biri nefreini kusarak

çalandı m ı ? "*

"Ya Law? O da par­

diye sordu.

Herşey, hiç kuşkusuz, ulusa böylesine borçlu olan Hint Adaları Kumpanyasının iibarına bağlıydı. Bu nedenle, ba­ kanlar kurulunda, taahhütlerini yerine geirebilmesi için bu kumpanyaya verilecek imtiyazların en iyi sonuçları doğur-

* Orleans

Düşesi bu ikayenin farklı bir versiyonunu öne sürüyor; hangisi doğru olursa olsun, parlamentonun tepkisini bu şekilde göstemesi, aslında yakışıksızdı. Orleans Düşesi, Başkan'ın sevinçten cştuğunu ve hemen kaiyeli bir dize uydurarak salna döndüğünü ve üyelere şöyle bağırdığını söylüyor: "Byler! Byler! iyi haber! Lass'ın arabası oldu heder!" 82

ması gerekiği, dolayısıyla tüm deniz ticaeine lişkin hakların ona verilmesi önerildi ve bu kabul edilip karanamesi yayın­ landı. Ne var ki, böyle bir önlemle ülkedeki tüm tüccarların mahvolacağı unutuldu. Böylesine büyük bir imtiyaz ulusça genel olarak reddedildi ve karanamenin tescil edilmesinin reddi için parlamentoya dilekçe üstüne dilekçe sunuldu. Par­ lamento bunun üzerine kararı tescil etmeyince kral naibi, yangını körüklemekten başka bir şey başarmadıklarını belir­ terek, hepsini Blois'e sürgün etti. D'Aguesseau'nun talebi üzerine, sürgün yeri Pontoise' a değişirildi ve meclis üyeleri, kral naibine karşı muhalefet yapmaya karar verdiler. Bu ge­ çici sürgünü eğlenceli hale getirmek için elden gelen her şey yapıldı. Başkan, Paris'in en sefih şirkelerinin davet edildiği görkemli akşam yemekleri veriyor, her gece hanımlar için konserler, balolar düzenleniyordu. Ağır başlı ve vakur yar­ gıçlar ve meclis üyeleri bile bu bir kaç hafta süecek zevk ve sea alemine katılmışlardı. Tek amaç, kral naibine bu sürgü­ nün onların hayahnı hiç etkilemediğini ve eğer isterlerse Pon­ toise'ı Paris'ten daha iyi yaşanack bir yer haline getiebilecek­ leini göstermeki. Dünyadaki m uluslar arasında kendi kederleri üzerine şarkı söylemeyi en iyi beceren Fransızlar'dır. Hatta bu ülke­ nin m tarihinin bu şarılarda izlenebileceği söylenir. En iyi projelerinin başarısızlığı üzerine Law da artık ökeye hedef olduğunda, ne ona ne de ral naibine yönelik taşlama ve ka­ rikatürlerin sonu gelmedi. Caddelerde uluorta söylenen şar­ kılardan bazıları terbiye sınırlarını bile aşıyordu. Bunlardan birinde Law'un ihraç etiği kağıtların kullanılabileceği en ba­ yağı yer tasvir ediliyordu. Ancak Orleans Düşeşinin mektup-

larında muhafaza edilen bir şarkı en iyi ve en yaygınların­ dandı ve Paris'in kavşaklarında aylarca tekerlendi durdu: Lass geldi geleli Nezih kasabamıza, Dedi ki kral naibi Yardım edecek ulusumuza.

Param param pal Yağdı üstümüze para, Yakışır şekilde bir barbara! Başında cezbeti Tüm Fransa'nın parasını, Aldı güvenimizi, Değiştirdi inancını.

Param param pal Dönüverir anında, Yakışır şekilde bir barbara! Lass, şeytanın büyük oğlu Tanıştırdı bize yoksulluğu, Aldı bütün paramızı Vermedi karşılığını. Dedi ki iyi kalpli kral naibimiz,

Param param pal Geri gelecek kaybettiklerimiz Yakışır şekilde bir barbara!

84

Aşağıdaki şiir de aynı tarilere aitir:

Pazartesi, hisse aldım; Salı, milyon kazandım; Çarşamba, hesaplarımı düzeltim; Perşembe, hizmetkarlar edindim; Cuma, para bana vız gelir; Cumartesi, hastanedeyim. Sıkça yayınlanan ve ·uıusun kendi budalalığının arık far­ kına vardığını, diğer iddi olaylar kadar açıkça sergileyen ka­ rikatürler arasında bir kopyası da Kral Naipliğinin Anılan nda '

yer alır. Yazar karikatürü şöyle tasvir emektedir: "Hisse Tan­ rıçası zafer arabasındadır, Budalalık tançası arabanın sürü­ cüsüdür. Arabayı çeken atlar, tahta bacağıyla Mississippi, Güney Denizi, İngiltere Merkez Bankası, Bah Senegal Kum­ panyası ve benzer diğeleidir. Araba hızlı gimediğinde, bu kumpanyaların temsilcileri, uzun tilki kuyrukları ve kunaz görünüşleriyle, üzerlerinde kimi hisselerin ismi ve bazen yüksek bazen düşük olan iyalarının kazıldığı tekerlk par­ maklıklarını döndürürler. Tekerlekler albnda ezilmekte olan­ lar ise yasal ticaretin malları, defterleri ve hesaplarıdır. Ara­ bayı, her yaş, cins ve durumda insandan oluşmuş korkunç bir kalabalık kovalarken, hepsi servet peşindedir ve araba­ dan dağıblan hisseleri kapışmak için koşuşurken birbirleriy­ le kavga emektedirler. Bulutların arasında oturmakta olan bir şeytan sabun köpükleri üürmekte. Zıvanadan çıkmış olan halk patlayıp yok olan bu köpükleri bile toplamak için birbirii ezmektedir. Arabanın geçeceği dr yolu üç kapılı bir bina kapamaktadır; eğer ilerlenecekse hem halk hem de araba

85

bu üç kapıdan birinden gemek zorundadır. Birini kapının üstünde

'Tımarhane', ikincisinin üzerinde 'Hastahane', üçun­ 'Darülaceze' yazmaktadır." Başka bir kaikatürde

cüsülde de

Law, albnda çılgınlık ateşinin yandığı bir kazanda oturmak­ ta, kazanın etrafını saran coşkun bir kalabalık, ateşi körükle­ mek için üzerine albn ve gümüşlerini atarken, karşılığında Law'un bol keseden dağıtbğı kağıt parçalarını almaktadır. Bu coşku sürerken, Law sokaklarda korunmasız gezme­ meye dikkat eti. Kral naibinin malikanesinde emniyetteydi ve dışarı çıkbğında ya

tebdili kıyafet

geziyor ya da kraliyet

arabasında güçlü bir refakati grubu eşliğinde dolaşiyordu. Halkın ona karşı beslediği in ve elleine düştüğü takdirde başına gelecekler hakkında komik bir anekdot anlaılır. Bour­ sel isimli bir centilmen arabasıyla St. Antoine caddesinden geçerken, kiralık bir araba yolu bkar. Boursel'in hizmetkarı sabırsız bir tavırla kiralık arabanın sürücüsüne yoldan çekil­ mesi için bağırır ve red cevabı aldığında yüzüne vurur. Çı­ kan arbede kalabalığı meydana cezbeder ve Boursel tekrar asayişi sağlamak için arabadan çıkar. Bu kişinin de kendisine hücum edeceğini düşünen sürücü, "İmdat! İmdat! Cinayet! Cinayet! Law ve hizmetkarı beni öldürecekler! İmdat! İm­ dat" diye bağırır. Bunu duyan halk, ellerinde taş ve sopalar­ la hücuma kalkar ama bereket versin i yakındaki bir izit kilisesinin ardına kadar açık kapısını gören Boursel ve hiz­ metkarı içeri girip sunağa kadar son hızlarıyla koşarlar, soi.. ra da ilisenin toplanb odasına girip kapıyı arkalarından ka­ pabrlar. Eğer bunu yapmamış olsalardı linç edilecek bu kişi­ leri daha sonra kalabalığı ikna eden papazlar kurtarır. Hızını alamayanlar Boursel'in dışarıda park eniş olan arabasını parçalarlar.

86

Paris belediyesinin gelirleriyle teminatlanmış yirmibeş milyona, yüzde iki buçuk gibi düşük bir faiz uygulandığın­ dan, ellerinde büyük miktarlarda Mississippi hissesi bulun­ duranlar elbette buna pek rağbet emedi. Bu yüzden bu tah­ villeri paraya çevirmek çok güçtü ve çoğunluk Law'un değeri düşen kağıtlarını; geri döner umuduyla tumaya de­ vam eti. 15 Ağustos'ta, değişirme işlevini hızlandırmak amacıyla, bin, onbin libre arasında değeri olan tahvillerin, yeni açılacak mevduat hesapları karşılığı veya kumpanya hisselerinin taksitlerinin ödenmesi haricinde kabul edilme­ yeceğine dair bir karar ldı. Daha sonra Ekim ayında çıkarılan başka bir kararla da bu kağıların artık Kasım ayından sonra tamamen değersiz ılı­ nacağı duyuruldu. Darphanenin yöneimi, vergi gelirlerinin toplanma işlevi ve tüm diğer avantaj ve imiyazlar Hint Ada­ ları ve Mississippi kumpanyalarının elinden alındı ve bu şir­ ketler yeniden, birer özel kurum statüsüne döndüler. Bu ar­ tık ,düşmanlarının .eline. geçmiş olan sisteme vurulacak son ölümcül darbeydi. Şirketler ve maliye bakanlığı üzerinde tüm yaptırımı elinden alınan Law'un bütün dokunulmazlık­ larından yoksun olarak yükümlülüklerini yerine geirmesi ,arık olanaksızlaşmışı. Kamu gafleti doruğundayken karla­ rının yasallığından kuşkulanılanlar; aranıp cezalandırılıyor· lardı. Orijinal hisse sahiplerinin bir listesinin çıkarılması, el­ lerinde bulundurdukları hisselerin tekrar şirkete yatırılması ye hisse alı.ak için ismini yazdıranların da bu his.seleri, her bir 500 librelik hisse başına 13.500 libre ödeyerek satın alma­ ya mecbur edilmesi emredilmişti. Aslında iskontolu olan,k işlem gören bu hisselere böyle fahiş bir fiyat ödemek isteme­ yen yatırımcılar, pılı pırtılarını toplayıp başka ülkelere göç 87

etmeye çalışılar. Bunun üzerine, tüm liman ve sınır kapıla­ rındaki yetkililere krallıktan ayrılmak isteyen bu kişilerin he­ men tutuklanıp yanlarında değerli maden veya mücevherat bulundurup bulundurmadıkları veya son zamanlarda yapı­ lan hisse spekülasyonlarında parmakları olup olmadığı anla­ şılana dek göz alında tutulmaları emredildi. Kaçan birkaç kişiye idam cezası verilirken, kalanlar da son derece keyi bir şekilde yargılandılar. Kendisi de umutsuzluğa düşen Law, hayaından endişe etiğinden ülkeyi terketmeye karar verdi. İlk önce Paris'ten ayrılıp sayiye evlerinden birine çekilmek iin izin istedi ve kral naibi bunu memnuniyetle kabul eti. Buna rağmen Law'un geirdiği inansal sistemin doğruluk ve etkinliğine olan inancını henüz kaybememişti. Arık kendi yaptığı hata­ ları da anlamıştı V! hayatının geri kalan yıllarında hep siste­ mi daha emniyetli bir şekilde oturmayı hayal eti. Law'un prensle olan son görüşmesinde, "Bir çok hata yaptığımı itiraf ediyorum. Ben bir insanım ve her insan hata yapar; ama size bütün iddiyetimle ilan ediyorum ki, bunların hiçbiri kötü veya dürüst olmayan bir niyetle yapılmamıştır ve hizmet sü­ rem boyunca böyle bir şeye rastlayamazsınız." dediği söyle­ nir. Law'un ayrılışından iki veya üç gün sonra, kral naibi ona bir mektup gönderdi ve istediği an ülkeyi terk edebileceğini, pasaportunun hazırlanmasını emrettiğini ifade eti. Ona iste­ diği takdirde istediği kadar para da verebileceğini bildirdi. Law para tekliini nazikçe geri çevirerek, Bourbon Dükü'nün eşi Madam de Prie'ye .ait olan bir araba ve altı alı reakat� ile Brüksel' e doğru yola çıktı. Oradan birkaç ay kalacağı ve onu çok zengin sanan kenlilerin büyük dikkaini çekeceği 88

Venedik' e geçi. Ne var i, bundan daha yanlış bir varsayım olamazdı. Hayatı boyunca kumarbaz olmuş bir insandan beklenmeyecek bir cömertlikle, bir ulusu feda ederek zen'gin olmayı benimsememişti. Halkın Mississippi hisselerine çıl­ gınca saldırışıın doruğunda bile Fransa'un projeleri saye­ sinde Avrupa'nın en zengin ve güçlü ülkesi olacağından hiç şüphesi olmamıştı. Bütün kazancını Fransa'da gayrimenkul­ lere yatırmışı, ki bu da projelerine olangiveninin kesin bir ispatıdır. Sahtekar broker'lar gibi başka ülkelere ne değerli madenler, ne mücevherat, ne de para kaçırmışı. Bir elmas dı­ şında bütün varlığım Fransa toprağına yatırmışı ve ayrıl­ dığında beş kuruşu yoktu. Sadece bunu haırlama, ona sık ve haksızca yapılan dolandırıcı suçlamalarım geçersiz kılma­ ya yeter. Ülkeden ayrıldığı duyulur duyulmaz tüm malikanelerine ve kıymetli kütüphanesine el konuldu. Yapılanlar arasında en üzücü olanlardan biri, refah döneminde hiçbir zaman ve hiçbir nedenden ötürü el konulamayacağına dair özel bir ka­ rar çıkartılmış olmasına rağmen, beş milyon libre ödeyerek satın aldığı ve eşi ve çocuklarının hayatı için yılda 200.000 librelik (8.000 sterlin) sigortaya el konulmasıydı. Halk Law'un kamasına izin verilmesinden hiç hoşnut olmamıştı. Sokaktai halk ve parlamento onun idam edilişini görmek is­ terdi. icari devrimden zarar görmeyen birkaç kişi bu şarla­ tanın ülkeyi terketmiş olmasından memnundu ama servele­ rini yiiren diğerleri (ki bunların nüfusu çok daha fazlaydı) ülkenin sıkınılarını bu kadar yakından bilen ve gereken ça­ releri bu kadar iyi tanıyan birinden faydalanılmış olması ge­ rektiğini düşünüyordu.

89

Maliye b a kalığıyl a kral naibinin genel konseyi arasında yapılan bir toplantı da incelenilen evrakta tedavüldeki tahvil­ lerin 2,7 milyar değerinde olduğu tespit edildi. Kral naibi, bu tahvillerin ihraçlarıyla, ihraç edilm eleri için imzalanan yetki

90

belgeleri arasındaki tarih farkları hakkında sorgulandi. Bü­ tün suçu kendi üzerine alabilirdi, ama orada mevcut olma­ yan birinin de bu suçu paylaşması gerektiği görüşünü tercih eti; Law'un kendisinin onayını müteakiben farklı zamanlar­ da L2 milyarlık tahvil ihraç ettiğini ve kendisinin de (kral na­ ibi) bunun arık geri çevrilemeyeceğini gördüğünde, olayı örtbas etmek için konseyin yeti belgelerindeki tarihleri değiştirdiğini iiraf eti . Hazır başlamışken, aslında kendi aşı­ rılığı ve sabırsızlığı sonucunda Law'un makul spekülasyon sınırlarını aştığını da kabul etseydi, kendi itibarı için de iyi olurdu ama bunu yapmadı. Ortaya çıkan başka bir bilgi de, 1 Ocak 1721 itibariyle ulusal borcun 3,1 milyar libreye (veya 124.000.000 sterlin) ulaştığı ve bu borcun sadece faizinin 3.1 96.000 sterlin tuttuğuydu. Bunun üzerine devlein borçlu olduğu kurum ve kişileri inceleyecek bir komite oluşturuldu. Komite

tüm

alacaklıları, ilk dördü, satın aldılan menkul

kıymetler karşılığında bir belge gösterebileler, biri de bu alımların gerçek ve doğru olduğuna dair bir ispaı olmayan­ lar olmak üzere beş gruba ayıracaktı. Bu son grubun elinde­ ki menkul kıymeler imha edilecek, diğerleriinki son derece ayrınlı bir incelemeye tabi tutulacaktı. Komite çalışmaları sonucunda bu menkul kıymeler üzerinde biriken faiz borç­ larını ellialı milyon libreye indirdi. Bu sonucu da tespit etik­ leri gasp ve zimmete geçirme vakalarıyla destekledi. Sonuç­ ta, uygulama kararı çıktı ve krallık parlamentoları tarafından tesil edildi. Daha sonra, son kriz döneminde hükümein maliyeyle alakalı bölümlerinde vuku bulan tüm yolsuzlukları ele ala­ cak Cephane

Odası adı verilen başka bir kurul kuul du . Müra­

caatlar Odası başkanı olan Falhonet, Rahip Clement ve

91

yanlarında çalışan iki katibin ismi bir milyon libreye varan bir zimmete geçirme olayına karışmıştı. İlk ikisine boyun vurma, katiplere de asılma cezası verildiyse de, cezalar daha sonra Bastille cezaevinde müebbet hapse çevrildi. Daha çe­ şitli yolsuzluklar daha tespit edilip para veya hapis cezalan uygulandı. Mississippi çılgınlığında rolü olan herkes gibi, toplumun neretinden payını alan kral naibi ve Law'un yanında D'Ar­ genson' da vardı. D' Aguesseau'ya yer açmak için Şansölyelik makamını bırakmak zorunda kalmışı ama kraliyet mhürle­ rinin koruyucusu olarak ünvanını ve istediğinde konsey top­ lanılarına katılma hakkını korumuştu. Ancak o da Paris'ten ayrılıp sayiyede bir sre için inzivaya çekilmeyi uygun gör­ dü. Ne var ki, emeklilik ona göre değildi ve mutsuzluktan es­ ki hastalığı nükseti ve on iki aydan az bir süre içinde öldü. Paris halkı ondan öyle neet ediyordu ki, bu nerelerini me­ zarına kadar taşıdılar. Cenazesi ailesiin gömülü olduğu St. Niholas du Chardo.eret kilisesini geçiğinde saldırıya uğradı ve en önde giden iki oğlu, kendilerine zarar gelmesin diye arabalarını olanca hızıyla sürerek kaçmak zorunda kal­ dı. Law'a gelince, maliyeyi tekrar yola koymak iin bir gün tekrar Fransa'ya çağrılacağı umudunu bir se daha yaşatı ama kral naibinin, meresi Phalaris Düşesi ile şöminenin önünde sohbet ederken 123 yılında aniden ölmesiyle, bu umuları da suya düştü ve eski kumarcılık huyuna geri dön­ dü. Birkaç kez neredeyse tek mal varlığı olan elmasını da kaybemeye ramak almışken, akıllı oyunu sayesinde kur­ tuldu. Roma' da alacaklıları tarafından eziyet çekirilmeye başladığında