Orta Doğu'da Irk Kavramı 9786059800525


147 91 8MB

Turkish Pages 286 [323] Year 2017

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD PDF FILE

Table of contents :
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0003_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0003_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0004_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0004_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0005_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0005_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0006_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0006_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0007_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0007_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0008_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0008_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0009_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0009_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0010_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0010_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0011_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0011_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0012_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0012_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0013_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0013_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0014_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0014_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0015_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0015_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0016_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0016_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0017_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0017_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0018_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0018_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0019_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0019_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0020_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0020_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0021_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0021_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0022_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0022_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0023_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0023_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0024_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0024_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0025_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0025_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0026_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0026_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0027_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0027_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0028_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0028_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0029_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0029_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0030_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0030_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0031_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0031_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0032_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0032_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0033_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0033_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0034_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0034_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0035_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0035_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0036_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0036_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0037_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0037_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0038_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0038_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0039_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0039_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0040_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0040_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0041_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0041_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0042_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0042_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0043_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0043_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0044_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0044_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0045_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0045_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0046_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0046_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0047_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0047_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0048_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0048_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0049_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0049_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0050_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0050_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0051_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0051_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0052_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0052_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0053_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0053_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0054_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0054_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0055_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0055_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0056_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0056_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0057_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0057_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0058_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0058_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0059_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0059_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0060_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0060_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0061_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0061_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0062_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0062_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0063_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0063_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0064_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0064_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0065_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0065_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0066_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0066_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0067_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0067_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0068_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0068_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0069_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0069_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0070_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0070_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0071_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0071_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0072_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0072_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0073_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0073_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0074_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0074_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0075_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0075_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0076_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0076_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0077_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0077_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0078_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0078_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0079_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0079_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0080_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0080_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0081_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0081_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0082_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0082_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0083_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0083_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0084_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0084_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0085_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0085_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0086_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0086_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0087_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0087_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0088_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0088_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0089_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0089_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0090_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0090_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0091_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0091_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0092_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0092_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0093_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0093_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0094_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0094_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0095_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0095_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0096_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0096_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0097_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0097_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0098_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0098_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0099_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0099_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0100_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0100_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0101_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0101_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0102_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0102_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0103_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0103_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0104_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0104_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0105_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0105_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0106_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0106_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0107_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0107_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0108_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0108_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0109_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0109_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0110_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0110_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0111_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0111_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0112_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0112_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0113_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0113_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0114_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0114_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0115_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0115_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0116_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0116_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0117_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0117_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0118_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0118_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0119_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0119_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0120_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0120_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0121_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0121_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0122_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0122_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0123_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0123_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0124_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0124_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0125_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0125_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0126_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0126_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0127_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0127_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0128_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0128_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0129_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0129_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0130_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0130_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0131_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0131_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0132_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0132_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0133_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0133_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0134_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0134_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0135_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0135_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0136_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0136_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0137_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0137_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0138_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0138_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0139_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0139_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0140_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0140_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0141_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0141_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0142_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0142_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0143_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0143_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0144_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0144_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0145_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0145_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0146_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0146_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0147_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0147_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0148_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0148_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0149_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0149_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0150_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0150_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0151_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0151_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0152_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0152_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0153_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0153_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0154_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0154_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0155_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0155_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0156_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0156_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0157_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0157_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0158_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0158_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0159_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0159_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0160_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0160_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0161_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0161_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0162_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0162_2R
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0163_1L
Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik - 0163_2R
Boş Sayfa
Recommend Papers

Orta Doğu'da Irk Kavramı
 9786059800525

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Bernard Lewis

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAMI VE KÖLELİK Tarihsel Bir İnceleme

Bernard Lewis

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAMI VE KÖLELİK Tarihsel Bir İnceleme

Çeviri: Özgür Balkılıç

�AKILÇl::LEN Hl) kitaplar

AKILÇELEN KİTAPLAR Yuva Mahallesi 3702. Sokak No: 4 Yenimahalle/ Ankara Tel:+90-312 396 01 11 Faks: +90-312 396 01 41 www.akilcelenkitaplar.com Yayıncı Sertifika No: 12382 Matbaa Sertifika No: 23593

Kitabın özgün adı ve yazarı: Race and Slavery in the Middle East: An Historical Enquiry, Bernard Lewis

©1990, Oxford University Press, ine.

Orta Doğu'da Irk Kavramı ve Kölelik ilk kez 1990 yılında İngilizce olarak yayınlanmıştır. Oxford University Press ile yapılan anlaşma uyarınca Türkçe olarak yayınlanmıştır. Orijinal metinden yapılan Türkçe çeviriden sadece Akılçelen Kitaplar sorumludur. Oxford University Press, bu çevirideki hatalardan, eksikliklerden, anlam belirsizliklerinden veya anlam kaymalarından sorumlu olmadığı gibi herhangi bir nedenle yapılan kısaltmalardan da sorumlu değildir.

©Türkçe yayım hakları AKILÇELEN Kitaplar'ındır.

ISBN: 978-605-9800-52-5 Ankara, 2017

Çeviri

: Özgür Balkılıç

Yayına Hazırlık

: A. Gazi Vural

Sayfa Düzeni

: Emine Özyurt

Kapak Tasarımı

: Lodos Grup

Baskı

: Sarıyıldız Ofset Amb. Kağ. Paz. San. ve Tic. Ltd. İvedik Ağaç İşleri Sanayi Sitesi, 1354. Cadde, 1358. Sokak, No. 31, OSTİM, Yenimahalle-Ankara

Önsöz Bu kitabın temelini oluşturan araştırma, ilk başta insan toplumla­ rında hoşgörü ve tahammülsüzlük üzerine, benim de İslam dünya­ sı hakkında bir makale ile katkı koymamın istendiği bir grup çalış­ masının bir bölümü olarak yürütüldü. Söz konusu mevzuyu ince­ lemeye bilindik terimlerle başladım ve farklı dinler arasındaki iliş­ kiler hakkında -bir başka deyişle, "hoşgörü" ve "tahammülsüzlük'' kelimelerinin geçmişte genellikle kullanıldığı anlamda- kaynakla­ rı topladım. Belirli bir aşamadan sonra, böylesine bir çalışmanın önceki kuşakların alışkanlıklarıyla ve çağımızda çoğumuz için, en azından Batı dünyasında, güncelliğini kaybetmiş olan meseleleriy­ le artık daha fazla sınırlanmamalı gibi gelmeye başladı. Fakat bu meseleler, güncelliğini yitirmiş ya da gözden düşmüş dahi olsalar, aynı ölçüde güncel diğer meseleler tarafından ikame edilmiş ol­ malıydılar. Bu anlamda günümüz düşünce dünyasında en öne çı­ kan mesele öğretiler, hatta sınıflar bile değil, ırklardır. Irk, kimlik ve farklılığın nihai temeli olarak görülmektedir ve dünyanın bü­ yük çoğunluğunda tam da bu mevzuda hayati bir hoşgörü ya da tahammülsüzlük sınavı verilmektedir. Dolayısıyla, bu sorunla işti­ gal etmeye başladım ve çalışmam esnasında Batılılar kadar, Müs­ lüman bilim insanları tarafından da şimdiye kadar sorgulanmadan kabul edilmiş bazı varsayımları araştırmaya yöneldim. v

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM I VE KÖLELİK

Hoşgörü ve tahammülsüzlüğe dair grup çalışması nihayete er­ dirilemedi. Ancak İslam üzerine olan malzeme ilgi çekti ve Lond­ ra'da Antropoloji, Uluslararası İ lişkiler ve Irk İlişkileri'yle ilgili üç kurumun ortak bir buluşmasında ders vermek üzere davet edil­ mem, bu konuyu daha ayrıntılı incelemem hususunda beni teş­ vik etti. Bu dersi Aralık 1 969'da sundum ve dersin metni genişle­ tilmiş bir haliyle Ağustos 1 970'de Londra merkezli Encounter'da yayınlandı. Akabinde, bu makaleyi de biraz daha genişlettim ve İslam'da Irk ve Ten Rengi adıyla kitap olarak New York'da 1 97 1 'de yayınlandı. 1 982 yılında kitabın Paris'de Fransızca olarak yayınlanması ba­ na bir takım önemli değişiklikler yapm a fırsatı sundu. Bazı hata­ ları düzeltmenin yanı sıra, yeni belgelerden yararlandım ve önce­ ki baskılarda değinmediğim bazı konuları ele aldım. Dahası bir­ çoğu Arapçadan çevrilmiş ilgili asıl kaynakların da bir seçkisini ki­ tabın sonuna ilave ettim. Irklara dair yapılan bu çalışma diğer yerlerde olduğu gibi İs­ lam dünyasında da kaçınılmaz bir şekilde hem ırklar arasındaki ilişkilerin hem de ırksal davranışların derin bir şekilde etkilendi­ ği kölelik sorunsalını gündeme getirdi. Konuya dair önceki mü­ teakip değerlendirmelerimi oluştururken, işin bu boyutuna git­ tikÇe artan bir şekilde dikkat etmeye ve söz konusu boyutu İslam bağlamında değil de Orta Doğu bağlamında ele almaya mecbur kaldım. B u temayı birkaç yıllık aradan sonra yeniden araştırma­ ya başladığımda, kölelik kurumuna merkezi bir konum tanıma­ ya karar verdim. Bu karar behemehal ciddi zorlukları da beraberinde getirdi. Önüme çıkan güçlüklerden bir tanesi, mevzu üzerine akademik çalışmaların dikkate değer bir şekilde az sayıda olmasıydı. Yunan ve Roma dünyası, veya Güney ve Kuzey Arnerika'da köleliğe dair çalışmaların bibliyografyası binlerce başlıktan mürekkeptir. Kölevi

ÖN SÖZ

liğin pek de önemli bir husus arz etmediği Orta Çağ Batı Avru­ pası için bile, Avrupalı araştırmacılar önemli bir araştırma ve de­ ğerlendirme yazını oluşturmuşlardır. Konunun neredeyse her bir bölge ve dönemde önemli olma.sına karşın, merkezi İslam toprak­ larına dair kölelik üzerine -hukuk alanında, doktrinde ya da pra­ tikte- olan ciddi akademik monograRarın listesi tek bir sayfaya sı­ ğabilir. İslami köleliğe dair yapılacak bir çalışma için mevcut bel­ geler neredeyse sınırsızdır: oysa bunların incelenmesine kıtı kıtı­ na başlanmıştır. İslami kölelik üzerine olan akademik araştırmaların mevcut durumunun asıl sebebi belki de konunun aşırı hassas yapısından kaynaklanır. Bu durum, genç bir araştırmacının konuyla ilgilen­ mesini zor ve bazen de profesyonel anlamda tehlikeli kılar. Za­ manla Müslüman bilim insanlarının da, diğer ülkelerden araştır­ macıların da işbirliğiyle, İslami köleliği, tıpkı Avrupalı ve Ameri­ kalı meslektaşlarının kendi geçmişlerinin bu pek de hoş olmayan özelliğini tartışmaya açmaya niyetli oldukları gibi, özgür ve açık bir biçimde incelemelerinin ve tartışmalarının mümkün olacağı­ nı umabiliriz. Ancak zaman henüz gelmemiştir; bu arada İslami kölelik müphem ve hayli hassas bir konu olmaya devam etmekte­ dir, sadece bu konuyu açmak bile genelde düşmanca niyetlerin bir belirtisi gibi algılanmaktadır. Bazen durum gerçekten de böyledir, ancak böyle olmasına gerek yoktur ve olmamalıdır. Tarihsel araş­ tırma konularına tabuları dayatmak ancak ve ancak daha iyi ve doğru bir kavrayışa sahip olmamız yönünde bir gecikmeye neden olur. Ben bu kitapta büyük tarihsel önem arz eden bir meseleyle adilane ve objektif bir biçimde ilgilenmeye ve bunu da polemik­ lere girmeden ve özüre başvurmadan yerine getirmeye çalıştım. Mevcut çalışma önceki değerlendirmelerimde bahsettiğim ko­ nuların çoğunu kapsamaktadır. B una karşın söz konusu çalışma eskisiyle ilgili, ama farklı bir konuda bir eser ortaya çıkarmak adıvii

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM I VE KÖLELİ K

na kapsamlı bir şekilde gözden geçirilmiş, genişletilmiş ve yeni­ den biçimlendirilmiştir ve yeni bölümler de dahil olmak üzere es­ ki çalışmaya ciddi ölçüde yeni malzemeler eklenmiştir. Dahası ki­ tabın sonuna belgelerden ibaret bir ilave ekledim ve bunları ge­ rekli olduğu yerlerde asıl dillerinden çevirdim. Fransızca baskıda olan bazı belgeleri çıkardım, zira bunlar İ ngilizce diğer baskılarda hilihazırda mevcuttur. Diğerleri bu amaç doğrultusunda tercüme edilmiş bir biçimde eklenmiştir. Ö nsözün geriye kalan bölümünde, çeşitli şekillerde bu kita­ bın tamamlanmasına katkıda bulunan insanlara teşekkür etme­ nin hazzını yaşıyorum. Ellerindeki belgeleri ve fotoğrafları kullan­ mama izin verdikleri için İ ngiliz Devlet Arşivleri, Hindistan Dev­ let Arşivleri, Londra'da bulunan British Library, İstanbul'da Top­ kapı Sarayı Müzesi, Paris'te Bibliotheque Nationale görevlilerine ve Bay Arthur A. Houghton' a teşekkür ederim. İ ngiliz ve Hindis­ tan Devlet Arşivleri'nde bulunan kraliyet telif hakları kapsamın­ daki malzeme Majesteleri Matbuat Ofısi Kontrolörü'nün izniy­ le basılmıştır. Önerileri ve her türden yardımları için David Goldenberg, John B . Kelly, Hava Lazarus-Yafeh ve Michel Le Gall'e minnet borçluyum. Ama her şeyden önemlisi bu metnin hazırlanması ve birçok defa gözden geçirilmesinde bitmek bilmez çabası ve verim­ li çalışması için asistanım Leigh Faden'e; hem araştırma hem de metnin yazılmasında ve sonuçların geliştirilmesinde birçok açı­ dan akademik bilgisi ve cömert çabaları için yolumu aydınlatan araştırma asistanım Jonathan Berkey' e ve indeksi hazırladıkları için her iki isme en derin şükran ve takdirlerimi sunarım. Çalış­ madaki bütün hata ve yanlışlar tamamen tarafıma aittir. B. L. Princeton, N J Ağustos 1989 viii

İçindekiler Onsöz ................ ................................................... .......... v 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14

Kölelik . . .. . Irk Arabistan'da İslam . Önyargı ve Dindarlık, Literatür ve Hukuk. Fetih ve Köleleştirme . Etnolojik Gezintiler Afrika'nın Keşfi Siyah ve Beyaz Silahlı Köleler On Dokuzuncu Yüzyıl ve Sonrası . Köleliğin İ lgası . Eşitlik ve Evlilik . . .. İ maj ve Klişe . . . Mit ve Gerçeklik ..................

...

..

......

1 23 33 45 61 71 83 91 1 03 121 131 145 1 59 171

. . . . . .....................................

.................................. ........... . ..................................

....................

....................... . . . . . ........

. . . . . .......... ....

.... ............... ............

.........

...... . . . .. . . . . . . ............... ...........

. . ..

..........

...

.....

.............................................................

....... .................. . .......... . .... . . . . . . . . . ............

. ....... . ........ . . ........ . . . . . ........... ..................

...........

.......... ..........

........................................................ . . .

..................

....................

...................

....

...

..

......

..

....

............ . ........ . . . . . . . . . . . .

..................... ............ ........ .......

Notlar Belgeler . .. . Görsellerin Kaynakları Dizin . . ..

. .. .

........

1 77 . 227 279 . 28 1

... ......... . ....... . . . . . . ........................ .......................

.

.....

..

.........

.............

..................

...

. .. ..

......

. . ...

....

.

.....

.

........

.

.................. . . ........... .................

.........

.

..............

. .. . . ...

...

...

......

....

1

Kölelik Fas'ta bulunan İ ngiltere Başkonsolosluğu, hükümetinin köleliğin kaldırılması ya da köle ticaretinin engellenmesi yönünde dünya ölçeğindeki çabalarının bir bölümü olarak, 1 842 yılında ülkenin sultanına, bu konuda gerekli başarıyı elde etmek için, eğer varsa, ne gibi önlemler aldığını sorduğu bir sunum gerçekleştirdi. Be­ lirgin bir şaşkınlık tonundaki mektubunda sultan, "Köle ticare­ ti, Adem' in oğullarının zamanından . . . bugüne kadar . . . üzerin­ de bütün inanç grupları ve ulusların hemfikir olduğu bir mesele­ dir." cevabını verdi. Sultan mektubuna, "Kendisinin bu mesele­ nin herhangi bir dini grub un kanunları tarafından yasaklandığın­ dan haberdar olmadığını ve kimsenin bu meseleyi açmaya ihtiyaç duymadığını, mevzunun hem alt, hem de üsttekiler için açık ol­ duğunu ve gün gibi belli olduğunu," belirterek devam ediyordu. 1 Sultan köle ticaretini yasaklamak ya da sınırlandırmak husu­ sunda yasaların çıkartılmasıyla ilgili olarak hafıf tertip eski moda kalmıştı ve ne yazık ki sunduğu genel tarihsel perspektifte haklıy­ dı. Kölelik kurumu gerçekten de eski çağlardan beri faaliyetteydi. Asya, Afrika, Avrupa ve Kolomb öncesi Amerika'nın bütün an­ tik uygarlıklarında mevcuttu. Dünyadaki diğer dinler kadar Ya­ hudilik, Hristiyanlık ve İslam tarafından kabul edilmiş ve onay­ lanmıştı.

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM! VE KÖLELİK

Diğer yerlerde olduğu gibi kadim Orta Doğu'da da kölelik Sü­ merler, Babiller, Mısırlılar ve diğer eski halkların en erken yazı­ lı kayıtlarında ortaya çıkmıştı.2 Görünen odur ki, ilk köleler sa­ vaş tutsaklarıdır. Bu insanların sayısı başka köle arz kaynaklarıyla da artmıştı. Klasik dönem öncesi çağlarda kölelerin çoğu kralla­ rın, rahiplerin ve tapınakların malı gibi durmaktadır, sadece çok az sayıda köle özel mülkiyettedir. Köleler, kendi asil ve kutsal efen­ dilerinin tarlalarını sürer ve sürülerine çobanlık ederlerdi; ancak çoğunlukla küçük çiftçilere, kiracılara ve yarıcılar ile zanaatkar ve kalfalara bırakılan ekonomik üretimde çok küçük bir role sahip­ tirler. Köle nüfusu ayrıca küçük çocukların satılması, terk edilme­ si ve kaçırılmasıyla da ortaya çıkmıştı. Özgür insanlar da kendile­ rini satarlardı ya da daha sıklıkla görüldüğü üzere kendi evlatları­ nı köle olarak satarlardı. Kendisini borcuna karşılık rehin olarak öne sürenler köle olabildikleri gibi iflas nedeniyle de köle olabi­ lirlerdi. Bazı sistemlerde, özellikle Roma'da,3 özgür insanlar çeşit­ li yasal ihlaller nedeniyle de köleleştirilebilirlerdi. Hem Yeni Ahit, hem de Eski Ahit kölelik kurumunu tanır ve kabullenir. Her ikisi de zaman zaman kölelerin en temel anlamda insan olduklarında ve dolayısıyla insana yakışır bir muamele gör­ meleri gerektiğinde ısrar eder. Hem İncil, hem de Talmudda4 Ya­ hudilere kendilerinin de bir zamanlar Mısır yönetimi altında kö­ le oldukları ve bu nedenle kölelere iyi davranmaları gerektiği ha­ tırlatılır. Köle sahiplerine kölelerine şefkatli davranmaları gerek­ tiği Mezmur 123'da Tanrı'dan merhamet dileyenleri efendilerine yalvaranlarla karşılaştırılarak öğütlenir.5 Hatta Eyüp'ün Kitabı'nda yer alan bir ayet kölelik karşıtı olarak değerlendirilmektedir: "Ra­ himde beni yaratan O, onu da (köle) yaratmadı mı? O, her iki­ mize de şekil vermedi mi?" Oob 3 1 : 1 5). Bu ayetin belki de daha derin bir anlamı yoktur, lakin kölenin de bir insan evladı oldu­ ğunu ve bir maldan ibaret olmadığını anlatır. 6 Aynısı Yeni Ahit'in 2

KÖLELiK

o çok alıntılanan pasajı için de geçerlidir: "Ne Yahudi ne de Yu­ nan vardır, ne prangalı ne de özgür vardır, ne erkek ne de kadın vardır; çünkü herkes Yüce İsa'da birdir."7 Bu ve benzeri ayetler et­ nik, toplumsal ve toplumsal cinsiyet ayrımlarının önemsiz olduğu ve ortadan kaldırılması gerektiği şeklinde anlaşılmamalıdır, yal­ nızca bunların dini bir ayrıcalık yaratmadığını ifade ederler. Ye­ ni Ahit'teki birçok göndermeye göre köleliğin hayatın bir gerçe­ ği olarak kabul edildiği açıktır. 8 Hatta Pauline Mektupları'ndaki bazı bölümler bunu destekler. Filimon'a Mektup'ta kaçak bir köle efendisine iade edilir; Efeslilere Mektup'ta kölenin efendisine kar­ şı görevleri bir çocuğun ailesine karşı olan görevleriyle karşılaştı­ rılır ve kölelere, "Dünyadaki efendilerinizin sözünü Mesih'in sö­ zünü dinler gibi saygı ve korkuyla, saf yüreklilikle dinleyin." buy­ rulur. Ailelere ve efendilere de çocuklarını ve kölelerini anlayış­ la karşılamaları söylenir.9 Gerçek imana sahip her insan Tanrı'nın gözünde ve bu dünyadan göçtükten sonra, ama illa ki bu insanla­ rın ve bu dünyadaki yasaların önünde değil, eşittir. Gerçek ima­ nın peşinden gitmeyenler -hangisi olursa olsun- bir diğer, ve bir­ çok açıdan daha alt kategoridedir. Bu bakımdan Yunanların bar­ barlara yönelik algısı ile inanmayanlara Yahudi-Hristiyan- İslam bakış açısı örtüşmektedir. Gerçekten de köleliğe karşı olan bazı kimseler ortaya çıkmıştır; genelde bunun ifa ediliş biçimine karşı çıkılmıştır, ama bazen de tam da köleliğin kendisine itiraz edilmiştir. Yunan-Roma dünya­ sında hem Kinikler hem de Stoiklerin adalete aykırı olarak nite­ lendirdikleri köleliği reddettikleri söylenir. Kimileri itirazlarını in­ san ırkının bütünlüğüne dayandırırken; Romalı hukukçular kö­ leliğin doğaya aykırı olduğunu ve "insan yapımı" kanunlarla ida­ me ettirildiğini savunurlar. Hukukçuların veya felsefecilerin köle­ liğin ilgası konusunda çalıştıklarına dair bir kanıt yoktur ve hatta kuramsal düzeyde karşı çıkışları dahi tartışmalıdır. Bunların bir3

ORTA DOGU'DA I RK KAVRAM I VE KÖLE LİK

çoğu ahlaki ve ruhani temalarla ilgilidir -köle iyi insanın hakiki özgürlüğü ve özgür kötü insanın tutkularına karşı köleliği. Yahu­ di ve Hristiyan metinlerinde de tekrarlanan bu fikirler hakiki kö­ lelikten ızdırap çekenlere pek de fazla yardımcı olmaz. ıo İskende­ riyeli bir Yahudi felsefeci olan Philo bir Yahudi kavminin aslında fiiliyatta kölelikten vazgeçtiğini iddia eder. Essenilerin bir şekilde idealleşmiş bir anlatısında, evlerini ve mülklerini paylaştıkları, ka­ zançlarını ortak bir havuzda topladıkları bir nevi ilkel bir komü­ nizmi uyguladıklarını gözlemler. Dahası: ... Aralarında tek bir köle bile bulunmaz, hepsi hürdür, birbirleriyle hizmetlerini takas ederler ve köle sahipleri­ ni sadece eşitlik yasasına karşı hareket ederek adaletsiz davrandıkları için değil, aynı zamanda Doğa'nın hük­ münü de bozarak küfür işledikleri için kınarlar, ki o Doğa yalnızca ismen değil, ama gerçeklikte de tıpkı an­ ne gibi bütün insanları benzer şekilde dünyaya getirmiş ve beslemiştir ve onları özbe öz kardeş kılmıştır, ancak bu akrabalık yakınlık yerine yabancılaşma ve dostluk yerine düşmanlık yaratan habis bir açgözlülük tarafın­ dan bozulmuştur.1 1 Gerçekten de savunulduysa ve hayata geçirildiyse bile, bu gö­ rüş kadim Orta Doğu'da biricikti. Yahudiler, Hristiyanlar ve ben­ zer şekilde paganlar köle edindiler ve kendilerine dini inançları ta­ rafından verilen hakları ve yetkileri uyguladılar. Bütün topluluk­ larda köle sahiplerini kölelerine insanca davranmaları yönünde uyaran şefkatli insanlar vardı ve hatta bunu kanunlaştırmak yö­ nünde çabalar da mevcuttu. Ancak tam da kölelik kurumunun kendisi ciddi bir sorgulamadan geçirilmedi ve aslında genellikle de Doğa Kanunu veya Takdiri ilahi açısından savunuldu. Böyle-

4

KÖLELİK

ce Aristoteles, kölelik durumunu ve hatta "doğal köle -zira bu in­ sanların böylesine bir otorite tarafından yönetilmesi faydalıdır-" olanların zorla köleleştirilmesini savunuyordu; 12 diğer Yunan fel­ sefecileri de özellikle mağlup halklardan köle olarak alınmış tut­ saklar hakkında benzer görüşler ileri sürüyorlardı. 13 Kölelik sadece bir hak değildi, aynı zamanda kendileri için faydalıydı da. Kadim Yahudi halkları köleliğin kölelerin yararına olduğunu iddia etmemişlerdir; ancak onlar da tıpkı kadım Yunanlar gibi komşularının köleleştirilmesini açıklamak ve meşrulaştırmak ge­ reğini duymuşlardır. Diğer meselelerde olduğu gibi bu konuda da felsefi olmaktan ziyade dini bir müeyyide peşinde koşmuşlar bunu da "Ham'ın Lanetlenmesi" adlı Kitab-ı Mukaddes'e ait bir hikayede bulmuşlardır. Bu lanetin, sadece Ham'ın soyundan ge­ lenlerle, daha açık bir ifadeyle Vaat Edilmiş Topraklar'ı fethettik­ leri zaman Yahudilerin boyunduruk altına aldığı Canaan'ın ço­ cuklarıyla sınırlı olması ve diğerlerini etkilememesi önemlidir. 14 Tıpkı Eski ve Yeni Ahit gibi Kur'an da köleliğin mevcudiyetini varsayar. Kölelik kurumunun faaliyetlerini düzenler ve dolayısıyla zımnen de olsa kabul eder. (Hz.) Muhammed Peygamber ve köle satın alabilecek kadar parası olan müritleri köle sahibiydiler; bazıları da fetihlerle daha çok köle edindiler. 15 Ancak, Kur'an'a dair yasa antik kölelikte iki önemli değişikli­ ğe gidecek ve bunun geniş etkileri olacaktı. Bu yasama daha son­ ra Şeriat'ta 16 onaylanmış ve daha da ayrıntılı olarak hazırlanmış­ tır. Bunlardan bir tanesi "özgürlük karinesi", diğeri ise kesin ola­ rak belirtilmiş şartlar dışında özgür insanların köleleştirilmesine getirilen yasaktı. Kur'an yedinci yüzyılda Mekke ve Medine'de duyuruldu ve Kur'a n hükümlerinin arka planında kadim Arabistan vardı. Arap­ lar'da antik dünyanın diğer bölgelerinde ortaya çıkana benzer bir çeşit kölelik mevcuttu. Kur'an bu kurumu kabul etti, ancak bu5

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM I VE KÖLELİ K

rada 'abd (köle) kelimesinin nadiren kullanıldığını belirtmek ge­ rekebilir, daha genel olarak terim ma malakat aymtinukum, "sağ elinin sahip olduğu" gibi bazı dolaylı ifadelerle ikame edilmiştir. Kur'an köle ve efendi arasındaki en temel eşitsizliği ve birincisi­ nin ikincisi üzerindeki haklarını tanır (XVI: 7 1 ; XXX: 28) . Daha­ sı cariyeliği de kabul eder (iV: 3; XXIII: 6; XXXI II: 50-52; LXX: 30) . Aslında bir buyruk niteliğinde olmasa da kölelere iyi davra­ nılması uyarısında bulunur (iV: 36; IX: 60; XXIV: 58) ve şart kıl­ masa da bedelinin ödenmesi ve azat kılınması ile özgür bırakılma­ larını önerir. Kölelerin serbest bırakılması hem günahların öden­ mesi (iV: 92; V: 92, LVIII: 3)hem de basit bir hayırseverlik fa­ aliyeti (il: 1 77; XXIV: 33; XC: 1 3) olarak tavsiye edilir. Efendi­ lere kölelerinin kendi özgürlüklerini kazanması veya satın alması yönünde mahal vermeleri tembih edilmektedir. Yahudi ve Hris­ tiyan uygulamalarından farklı olmasa bile pagan uygulamaların­ dan önemli bir farklılık, kölenin tamamen dini bir bağlamda ar­ tık İslam'da ve Allah önünde özgür insanların kardeşi olduğuna ve özgür paganlar veya putperestlerin üstünde olduğuna inanılması­ dır (il: 22 1 ) . 17 Bu nokta, Peygamber'in zalimlik, sertlik ve hatta saygısızlığı dahi kınadığı, kölelerin özgürleştirilmesini tavsiye et­ tiği ve Müslümanlara kendi havarilerinin benzer şekilde hem kö­ le, hem de özgür insanlardan olduğunu hatırlatarak kölelere özen­ li ve hatta bazen eşit davranılması tavsiyesinde bulunduğu sayısız hadiste vurgulanmış ve ele alınmıştır. 18 Her ne kadar kölelik devam etse de, İslam idaresi Arabistan'da­ ki kölelerin durumunu olağanüstü düzeyde iyileştirdi. Bu insanlar artık sadece bir mal değildi, belirli bir dini ve dolayısıyla toplum­ sal statüye sahip ve bazı yarı-yasal haklara haiz insanlardı. Peygam­ ber' in ölümünden sonra İslam cemaatini yöneten ilk halifeler de daha insancıl bir eğilimle başka reformlar yaptılar. Kısa süre zar­ fında, özgür Müslümanların köleleştirilmesine hoş gözle bakılma6

KÖ LELİK

dı ve nihayetinde bu yasaklandı. Özgür bir insanın kendisini ve­ ya çocuklarını köle olarak satması yasaklandı ve Roma dünyasın­ da ve en azından on altıncı yüzyıla kadar, bazı reform girişimleri­ ne rağmen, Hristiyan Avrupa'nın bazı bölgelerinde olağan oldu­ ğu üzere, özgür insanların borçları ya da işledikleri suçlar yüzün­ den köleleştirilmelerine artık müsaade edilmiyordu. İnsanın doğal durumunun ve dolayısıyla varsayılan statüsünün özgürlük oldu­ ğu, tıpkı eylemlerle ilgili esas kuralın serbestlik olduğu gibi, İslam içtihadının esas ilkelerinden birisi hiline geldi; açık bir şekilde ya­ saklanmayana izin verilebilirdi ya da köle olarak tanınmayan biri­ si özgür kabul edilebilirdi. 19 Bu kurala her zaman sıkı sıkıya bağ­ lı kalınmadı. İsyancılar ve heretikler gavur veya daha kötüsü mür­ ted olarak hakir görüldüler veya tıpkı köleleştirme uygulamalarına yasal bir kılıf bulmak için dini inanışlarını doğru dürüst inceleme­ den komşularına cihat ilan eden Afrika'daki bazı Müslüman yöne­ ticilerin kurbanları gibi, kölelik statüsüne indirildiler. Ancak ge­ nel olarak ve İslam' ın esas vücud bulduğu topraklarda, yüksek uy­ garlıklar yaratmış yönetimlerde bu kurala saygı duyuldu ve Müs­ lüman ve Müslüman olmayanlar benzer şekilde, devletin özgür te­ baası olarak hukuka aykırı köleleştirmelere karşı korundu. Bütün insanlar doğal olarak özgür oldukları için, kölelik sade­ ce iki durumda ortaya çıkabilirdi: (1) köle bir ailede doğmak veya (2) savaşta esir düşmek. Kısa süre sonra ikinci durumdakiler cihat esnasında ele geçirilen gayri Müslimlerle sınırlandırıldı. Bu reformlar yeni köle arzını ciddi anlamda sınırlandırdı. Es­ ki zamanlarda genel olarak rastlanıldığının aksine20 terk edilmiş ve sahiplenilmemiş çocukların ve özgür insanların köleleştirilme­ si yasaklanmıştı. İslam hukuku altında köle nüfusu, köle ailede dünyaya gelmek ve savaşta esir düşmek dışında, sadece ithalat­ la elde edilebilirdi, köleler satın alma yoluyla veya İslam sınırları­ nın ötesinden haraç olarak gelebilirdi. Hızlı bir şekilde gerçekle7

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM I VE KÖLELİK

şen ilk fetihler ve genişleme zamanında kutsal savaş çok sayıda ye­ ni köle edinilmesine yol açtı, ancak sınırlar gittikçe daha dengeli bir hal aldıkça, rakamlar küçük küçük damlalara dönüştü. Bizans­ lılar ve diğer Hristiyan devletlere karşı olduğu gibi, birçok savaş artık örgütlü ordulara karşı yürütülüyordu ve ayrıca savaş esirle­ ri genelde fidye karşılığı bırakılıyor veya değiş tokuş ediliyordu.21 İslam inancı İslam sınırları içerisinde, yeni ele geçirilmiş toprak­ lardaki nüfus arasında hızla yayılıyordu ve eski inançlarına bağlı kalanlar ve Müslüman yönetim altında himaye edilenler (zimmi­ ler), eğer özgürseler, Müslüman yönetimine ayaklanmak veya İsla­ mi devletin düşmanlarına yardım etmek veya bazı otoritelere gö­ re zimmilerin devlete ödemek durumunda olduğu zorunlu vergi­ ler olan haraç veya cizyeyi ödememek gibi, kendi statülerini belir­ leyen zimmi sözleşmesinin şartlarını ihlal etmedikleri takdirde kö­ leleştirilemezlerdi. İslam imparatorluğunda, Kur'an'ın ve ilk halifelerin insancıl eğiliminin karşısına bir ölçüde başka etkenler çıktı. Bunların ara­ sında meşhur olanı özellikle daha önce Roma hukukuna tabi olan bölgelerde, Müslümanların genişlemeden sonra karşılaştıkları çe­ şitli fethedilmiş halkların ve ülkelerin pratikleri vardı. Hristiyan­ laştırılmış haliyle bile Roma hukuku kölelere yapılan muamele­ ler konusunda hilen çok sertti. Belki de bunun kadar önemli olan bir diğer husus da ilk başta fethin kendisinden ve sonrasında bü­ yük bir ithalat ağının örgütlenmesinden kaynaklı olarak köle nü­ fusundaki muazzam artıştı. Bunlar nakit değerinde ve dolayısıyla kölelerin insani değerinde bir düşüşe ve daha sert ve acımasız ku­ rallara yol açtı. Ancak tutumların ve kanunların böylesi sertleşme­ sinden sonra bile İslami uygulama antik dönemlerden, Roma'dan ve Bizans'tan alınan mirasa göre büyük bir ilerleme sağlamıştı. Köleler dini görevler ve diğer zorunlu görevler konusunda yet­ kili her kurumdan dışlanmıştı. Şahitlikleri yargılamalarda kabul 8

KÖLELİK

edilmezdi. Ceza hukukunda bir köle için bir insana saldırmanın cezası, bir başka ceza türü veya kan dökme nedeniyle verilen para cezası özgür bir insan için olanın yarısıydı. Kötü muamele kabul görmezken, kesin bir şeriat cezası yoktu. Kamusal olarak adlandı­ rılabilecek mevzularda köleler herhangi bir yasal yetki veya hakka sahip değillerdi. Sözleşme yapamaz, mülk sahibi olamaz veya mi­ ras edinemezlerdi. Bir cezayla karşılaşırlarsa sorumlu olan efendile­ riydi. Bununla birlikte haklarla ilgili konularda Yunan veya Roma­ lı bir köleden çok daha iyi konumdaydılar; zira sadece felsefecileri veya ahlak kuramcıları değil İslam hukukçuları da insani etmenle­ ri göz önüne alıyorlardı. Örneğin İslam hukukçuları, köle sahibi­ nin ihtiyacı olduğu zaman kölesine tıbbi tedavi ve yeterli bakımı sağlaması, yaşlılığında ona destek olması gerektiğini belirtmişler­ di. Efendi, kölesine karşı bu ve diğer sorumlulukları yerine getir­ mediği takdirde, kadılar efendiyi bunları yerine getirmesi için, ak­ si takdirde köleyi satması veya özgürleştirmesi için zorlayabilirdi. Sahiplerin köleleri aşırı çalıştırması yasaklanmıştı ve eğer bunu za­ limlik derecesinde yaparlarsa, keyfi, ancak kanun tarafından belir­ lenmeyen bir cezayla karşı karşıya kalırlardı. Bir köle özgürlüğünü kazanmak için sözleşme yapabilirdi, bu durumda efendisi kölenin bakım masraflarını karşılamak zorunda değildi. Kuramda köleler mülk sahibi olamasa da, kendilerine bazı mülkiyet hakları verilebi­ lirdi, bunun için köleler belirli bir sabit meblağ öderlerdi. Bir köle ancak efendisinin rızasıyla evlenebilirdi. Kuramsal olarak erkek bir köle özgür bir kadınla evlenebilirdi, ancak bu teşvik edilmedi ve pratikte yasaklandı. Efendiler, azat etmedikleri takdirde kendi kölesi olan bir kadınla evlenemezlerdi. İslam hukuku kölelerin azat edilebileceği bir takım yollar tarif etmiştir. Bir tanesi efendi adına bir bildirge ile yerine getirilen ve azat edilmiş köleye verilen bir sertifikaya kaydedilen özgürleştir­ me yoluydu.22 Bir kölenin azat edilmesi o kölenin çocuklarını da 9

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM ! VE KÖLELİ K

kapsardı ve hukukçular bu azat etme eyleminde bir belirsizlik ol­ duğu takdirde, bu şüphenin köle lehine yorumlanması gerektiği­ ni belirtmişlerdi. Bir diğer yöntem efendinin belirli bir sabit meb­ lağ karşılığında özgürlüğü bahşettiği yazılı bir sözleşmeydi. Böyle­ si bir anlaşma bir kez imzalandığında, efendi artık satış veya hedi­ ye yoluyla kölesini veremezdi. Köle hala bazı yasal haklardan yok­ sundu, ama birçok açıdan neredeyse özgürdü. Bir kez yapılan bu tür bir anlaşma efendi tarafından değil, köle tarafından sona erdi­ rilebilirdi. Sözleşme yapıldıktan sonra köle olarak doğan çocuk­ lar artık özgürdüler. Efendiler kendilerini Herdeki belirli bir tarih­ te bir köleyi azat etmek için bağlayabilirlerdi. Ölümlerinden son­ ra da mirasçılarına bir köleyi azat etmelerini zorunlu kılabilirlerdi. Hukuk okulları bu nevi azat pratiğinin kuralları konusunda bazı anlaşmazlıklara düşmektedirler. Efendinin iradesine dayanan bütün bunlara ek olarak, efendi­ nin iradesinden bağımsız bir şekilde özgürlüğe yol açan çeşitli ya­ sal gerekçeler de vardır. Bunların en geneli bir "kadı"nın bir efen­ diye, kötü davrandığı kölesini azat etmesini buyurduğu yasal bir hükümdür. Bunun özel bir örneği köle bir kadının efendisinin ço­ cuğunu taşıdığı ve dolayısıyla bazı geri alınamaz yasal hakları el­ de ettiği umm waladd.ır.23 Müslüman devletin Müslüman olmayan tebaasının, yani zim­ milerin, pratikte köle edinme hakları vardır ve buna güçleri ye­ ten Hristiyan ve Yahudi aileler tıpkı Müslümanlar gibi köle sahi­ bi olabilirdi. Ancak Müslüman köle almalarına izin verilmezdi ve eğer bir köle İslam'ı kabul ederse sahibi zimmi yasal olarak köleyi satmak ya da azat etmek zorundaydı. Elbette Yahudiler ve Hristi­ yanların Müslüman cariye almalarına izin yoktu, ve gerçekten bu grupların dini otoriteleri genelde köleleri ile cinsel münasebetlere girmeyi men etmişlerdi -her zaman etkili bir şekilde değil.24 Ak­ deniz'de düşman gemilerini takip ederken veya Doğu Avrupa'da 10

KÖ LELİ K

köle avında elde edilen Yahudi köleler genelde kendi yerel dindaş­ ları tarafından bedeli verilip alınır ve özgür bırakılırdı.25 Çok fazla sayıdaki Hristiyan kölenin -fidyeleri ödenen Batı Avrupalılar dı­ şındakiler- yazgısı çoğunlukla köle olarak kalmaktı. Bazen Hris­ tiyan ve Yahudi köle sahipleri evlerindeki köleleri kendi dinleri­ ne döndürmeye çalışırlardı. Gerçekten de Yahudi hukuku, Yahu­ dilerden, kölelerini sünnet olmak ve imersiyon ritueli ile ihtidaya ikna etmek için çalışmalarını talep ediyordu. Kölelerin Musa'nın kanununun tümünü değil de, bazı temel emir ve kuralları kabul ettiği bir nevi yarı ihtida yaygın bir uygulamaydı. Yahudi huku­ kuna göre, ihtida etmiş veya hatta sadece yarı ihtida etmiş bir kö­ le Yahudi olmayan bir kimseye satılamazdı. Eğer sahibi onu bu şe­ kilde gerçekten de satmışsa, köle azat edilirdi. Tam tersinden, ya­ rı ihtidayı bile reddeden bir köle taahhüt edilen belirli bir zaman diliminden sonra Yahudi olmayan bir kimseye satılırdı. 26 Hem hukukçu, hem kural koyuculardan mürekkep Müslüman otorite­ ler bu konuda farklı görüşlere sahipti. İslam'dan dönmenin cezası ölümdü ve bazı hukukçular sadece İslam' a dönmenin yasal oldu­ ğunu iddia ediyorlardı. Ancak diğerleri ihtida eden kölelerin akıl çağına ulaştığı ve dinlerini kendi hür iradeleri ile değiştirdikleri takdirde Müslüman olmayan dinler arasındaki tercih değişimleri­ ne itiraz etmek için bir sebep görmüyorlardı.27 Her ne kadar özgür bir Müslüman köleleştirilemese de, Müs­ lüman olmayan bir kölenin İslam' a dönmesi onun azat edilmesini şart kılmazdı. Köle statüsünün ya da köle bir ailede dünyaya gelen Müslüman çocuğunun İslam olmasıyla bir ilgisi yoktu. Bazen köle isyanları patlak verirdi ve kaçak kölelere dair kural­ lar ve düzenlemelerden anlaşılacağı gibi bu tür firarlar pek de na­ dir durumlar değildi. Komşu ülkelerden kölelerin evlerine dön­ me şansları olabiliyordu ve Osmanlı topraklarındaki Avrupalı kö­ lelerin Avrupa'ya kaçışlarına dair örnekler vardı, hatta bazıları tut11

O RTA DOGU'DA IRK KAVRAM! VE KÖLELİK

saklık hatıralarını ve hikayelerini kaleme almışlardı.28 Bozkırdan ya da Afrika'dan kaçan bir kölenin evin yolunu bulma şansı azdı. Gördüğümüz üzere, köle nüfusu dört yoldan oluşmaktaydı: esir almak, haraç bedeli, doğuştan kölelik, satın almak. Esir almak: İslam'ın ilk yüzyıllarında, fetih ve genişleme dönem­ lerinde esir almak en önemli kaynaktı.29 Sınırların istikrar kazan­ masıyla birlikte, bu yoldan köle alınanların sayısı azaldı ve en ni­ hayetinde gerekli olan kölelerin çok az bir kısmını oluşturmaya başladılar. Sınırlarda patlak veren savaşlar ve denizlerdeki kovala­ macalardan tutsak alınıyordu, ancak bunların sayısı göreli olarak azdı ve genelde değiş tokuş ediliyorlardı. Sonraki yüzyıllarda, Af­ rika ve Hindistan'da meydana gelen savaşlar tutsaklıkla ortaya çı­ kan bir nebzede olsa belirli bir köle nüfusuna yol açtı. İslam'ın ya­ yılmasıyla ve Müslüman olmayanların sayısının artmasıyla zimmi statüsünün kabul edilmesiyle birlikte tutsaklığın köleliğe yol aç­ ması ihtimali ciddi şekilde azaldı. Haraç bedeli: Kimi zaman köleler, İslam sınırlarının ötesindeki ta­ bi devletlerden alınan haracın bir parçasıydı. Böylesine bir anlaş­ ma ilk defa Hicri takvimle 3 1 yılında (Miladi takvime göre 652) Nubya'nın siyah kralıyla yapılmıştı. Anlaşmaya Nubya'da yıllık olarak gönderilecek köle sayısı da eklenmişti. 30 Bu, gerçekten de Nubya'nın fethedilmemesinin nedenidir. Birkaç yüz erkek ve ka­ dın kölenin verilmesine yönelik taahhüde sonradan filler, zürafa­ lar ve diğer vahşi hayvanlar da eklenmişti, bu en azından Mısır'da­ ki Müslüman idareciler ve Nubya'daki Hristiyan krallar arasında­ ki bir dizi yoğun savaşın patlak verdiği 1 2. yüzyıla kadar sürdü.31 Kölelerin haraç olarak verilmesini şart koşan benzer anlaşmalar Arap fatihleri ile İran ve Orta Asya'daki komşu prenslikler arasın­ da da yapıldı, ama bunlar daha kısa süre devam ettiler. 32 12

KÖLELİK

Doğuştan kölelik: Doğuştan köle olanlarla köle nüfusunun elde edilmesi fazla yaygın değildir ve modern zamanlarda daha çok be­ lirgindir ve yeterli sayıyı idame ettiremez. Bu, köle nüfusunun çok hızlı bir şekilde arttığı Yeni Dünya ile çarpıcı bir karşıtlık arz eder. Söz konusu farkın ortaya çıkmasında çeşitli etkenler vardır ve bel­ ki de en önemlisi İslam Orta Doğu'sunda köle nüfusunun kölele­ rin azat edilmesiyle sabit bir şekilde azalmasıdır -bazen özgür bir insanın, köle bir anneden doğma çocukları tanıması ve azat etti­ ği dini bir edim olarak. İslam dünyasında, köle nüfusunun doğal yollardan düşük bir oranda artmasının başka nedenleri de vardı. Bu nedenler şunlardır: 1 . İğdiş Etme: Uygun bir erkek köle oranı harem ağası olarak alınır ve dolayısıyla çocukları olması yasaklanır. Aksi tak­ dirde bunların arasından elde ettikleri zenginlik ve güçle bir aile kurabilen köle çıkabilirdi. 2. Büyük bir güç konumuna ulaşan bir diğer köle grubu, as­ keri köleler, kariyerlerinin bir aşamasında olağan bir biçim­ de özgür kalırlar ve bunların çocukları da bu nedenle köle değil özgür olarak dünyaya gelirlerdi. 3. Genelde sadece düşük kademedeki köleler -hizmetçiler, ev­ de çalışanlar ve beden işçileri- kölelik koşullarını sürdürür­ ler ve bunu çocuklarına da devrederler. Böylesi çok fazla sa­ yıda insan yoktur -gelişigüzel evliliklere izin verilmez ve ev­ lilik teşvik edilmezdi. 4. Büyük askeri kumandanlardan olduğu kadar, sıradan hiz­ metçiler de dahil olmak üzere bütün sınıflardan köleler ara­ sında ölüm oranı yüksekti. Köleler genelde uzak diyarlar­ dan gelir ve bağışıklıkları olmayan bu insanlar endemik olduğu kadar epidemik hastalıklardan da çok fazla sayıda 13

ORTA DOGU'DA I RK KAVRAM I VE KÖLELİK

ölüm yaşarlardı. On dokuzuncu yüzyıl gibi geç bir tarihte, Kuzey Afrika ve Mısır' a giden batılı seyyahlar ihraç edilen siyahi köleler arasındaki ölüm oranlarının yüksek olduğu­ nu belirtmişlerdi. 33 Satın Almak: Bu uzak ara yasal bir biçimde yeni köle edinmenin en önemli aracıydı. Köleler İslam dünyasının sınırlarında yakala­ nır ve akabinde yaygın bir şekilde dağıtıldıkları köle pazarlarının kuruldukları önemli merkezlere getirilirlerdi. İ nsanlık tarihinin üzücü paradokslarından birisi, İslam'ın uyguladığı insani reform­ lar İslam imparatorluğunun içerisinde ve daha büyük ölçekli dı­ şarısında olmak üzere köle ticaretinin devasa oranda genişlemesi­ ne yol açmış olmasıdır. Roma dünyasında köle nüfusu ara sıra ye­ ni bir toprak parçası fethedildiğinde veya bir barbar istilası püs­ kürtüldüğünde dışarıdan edinilirdi, ancak genelde köleler içeri­ den gelirdi. Bu, kölelik devam ettirilse bile köleleştirmenin yasak­ landığı İslam imparatorluğu için mümkün değildi. Sonuçta kö­ leler kitleler halinde dışarıdan getirilmeye başlandı. İslam huku­ ku tıpkı köleleştirmek gibi, sakat bırakmayı da yasaklamıştı. Sa­ rayların, evlerin ve bazı kutsal mekanların mukaddesliğini koru­ mak için çok sayıda hadım dışarıdan getirilmeli ya da genelde ol­ duğu üzere sınırlarda "üretilmeliydi." Orta Çağ'da ve Osmanlı dö­ nemlerinde hadımların iki ana kaynağı Slavlar ve Etiyopyalılardı (Habashlar, neredeyse Afrika Boynuzu'nun bütün halklarını içi­ ne alacak şekilde kullanılan bir terim) . Dahası hadımlar Yunanlar (Rüm), Batı Afrikalılar (Takrüri, çağ. Takarina) , Hintliler ve ara sıra da Batı Avrupalılardan gelirdi. 34 İslam dünyasının köle nüfusu birçok bölgeden geliyordu. İ lk zamanlarda köleler esas olarak yeni fethedilen bölgelerden elde ediliyorlardı -Mezopotamya, Doğu Akdeniz ve Mısır'dan, İ ran ve Kuzey Afrika'dan, Orta Asya, Hindistan ve İspanyadan. Bu köle14

KÖLELİK

lerin birçoğunun kültürel seviyeleri en az Arap efendilerinin ki ka­ dar yüksekti ve ihtida ve azat yoluyla hızlı bir şekilde genel nüfu­ sa dahil oldular. Fetih ve yakalama yoluyla kölelerin sayısı azaldık­ ça köle pazarının ihtiyacı gittikçe daha fazla sınırların ötesinden karşılanmaya başlandı. Az sayıda köle Hindistan, Çin, Güneydo­ ğu Asya ve Bizans İ mparatorluğu'ndan getirildi, bunların birçoğu bir nevi uzman ve teknikerlerdi. Bununla birlikte çok sayıda kali­ fiye olmayan köle İslam dünyasının hemen kuzeyi ve güneyinden geliyordu -Avrupa'dan ve Avrasya steplerinden beyazlar ve Afri­ ka, Güney Sahra'dan siyahlar. Beyaz Avrupalılar ve benzer şekil­ de siyah Afrikalılar arasında komşularını yakalamaya veya kaçır­ maya ve bunları köleler olarak hazır ve gittikçe büyüyen bir paza­ ra satmaya niyetli olan, girişken tacirler ve komisyoncular da var­ dı. Avrupa'da yakalama yoluyla elde edilen ve esas olarak ev işle­ rinde kullanılmak üzere satın alınan önemli bir köle, Müslüman, Yahudi, pagan ve hatta Ortodoks Hristiyan ticareti mevcuttu.35 Genelde Saqaliba (bir başka deyişle, Slavlar)36 olarak bilinen Orta ve Doğu Avrupalı köleler üç ana rota takip ederlerdi: Fransa ve İspanya yoluyla karadan, Kırım yoluyla Doğu Avrupa ve Akde­ niz boyunca denizden. Bunlar çoğunlukla Slav'dı ama onlardan da ibaret değillerdi. Bazıları Avrupa sahillerinden, özellikle Dalmaç­ ya üzerinden Müslüman deniz seferlerinde ele geçirilirlerdi. Ço­ ğunluğu İspanya ve Kuzey Afrika'da bulunan Müslümanlara ait pazarlara gemilerle köle gönderen Avrupalılar, özellikle Venedikli köle tüccarları tarafından sağlanırdı. Saqaliba, İspanya'nın Müs­ lüman bölgesinde ve daha az düzeyde Kuzey Afrika'da önemliy­ di, ancak doğuda önemsizdi. Hristiyan Avrupa'da güçlü devletle­ rin birleşmesiyle birlikte Batı Avrupalılardan oluşan köle arzı azal­ dı ve sadece Kuzey Afrika'daki sahillere yapılan saldırılar aracılı­ ğıyla devam ettirildi. Siyah köleler, İslam dünyasına Batı Afrika'dan Sahra çölünü 15

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM ! VE KÖLELİK

geçerek Fas ve Tunus'a, Çad'dan çölü geçerek Libya'ya, Doğu Af­ rika'dan Nil boyunca Mısır' a ve Kızıl Deniz ve Hint Okyanu­ su' ndan Arabistan ve Basra Körfezi'ne doğru birçok yoldan ge­ tirilirdi. Bozkırlardan coplanan Türk köleler Semerkand ve di­ ğer Müslüman Orta Asya şehirlerinde pazarlanır ve buradan İ ran, Mezopotamya ve Doğu Akdeniz ve ötesine satılırdı. Sonraki yıl­ larda önemleri ginikçe artan Kafkasyalılar, Karadeniz ve Hazar arasındaki kara köprüsünden getirilir ve esas olarak Halep ve Mu­ sul'da satılırdı. Osmanlıdan itibaren, bu ithal yollarının ciddi şekilde değişti­ ğine dair elimizde ilk defa kapsamlı belgeler bulunmaktadır. 37 Bi­ rincisi tıpkı daha önceki zamanlarda genişleyen Arap İmparator­ luğu gibi, genişleyen Osmanlı İ mparatorluğu fetih ve ele geçirme yoluyla köle edindi ve çok sayıda Balkanlarda yaşayan Hristiyan zor yoluyla Osmanlının hizmetine koşuldu. Özgün bir Osmanlı kurumu olan devşirme, Hristiyan köylü nüfusundan alınan oğlan­ lar, eski İslami hukuk ve pratiklerin aksine, ele geçirilen bölgelerin tebaasından köleler edinmeyi olası kıldı. 38 Devşirme köleler hiz­ metçi ve sıradan işlere sürülenler değildi, ancak askeri ve sivil alan­ da devlet hizmetine verilmişlerdi. Uzun bir zaman boyunca sadra­ zamların birçoğu, Osmanlı askeri kumandanları bu yolla devşiril­ mişti. On yedinci yüzyılın başlarında devşirme usulü terk edildi, on yedinci yüzyılın sonuyla birlikte Osmanlıların Avrupa'ya doğ­ ru ilerleyişi kati olarak durdu ve tersine çevrildi. Kuzey Afrika li­ manları dışında yürütülen deniz akınları Avrupalı tutsakları getir­ meye devam ediyorlardı, ancak bunlar köle nüfusunu pek de arc­ tırmıyorlardı. Güzel kızlar hareme alınıyorlardı, erkeklerin ise ge­ nelde fidye karşılığı değiştirilme ve kendisini ele geçirenlere ka­ tılma -birçoğunun istifade ettiği bir tercih- seçeneği vardı. Daha şanssız olanlar, mesela Avrupalı deniz güçlerinin eline düşen Müs­ lüman tutsaklar- kadırgalarda çalışıyordu.39 16

KÖLELİK

Osmanlı İ mparatorluğu'nun köle ihtiyacı artık yeni kaynaklar­ dan karşılanıyordu. Bunlardan bir tanesi güzel kadınlar ve cesur, yakışıklı erkekleri ile ünlü Kafkas bölgesinden -Gürcüler, Çerkez­ ler ve buradaki diğer halklar- geliyordu. Kadınlar hareme alınır­ ken, erkekler Osmanlı ve ayrıca İran devletlerinin ordularına ve idare kademelerine devşiriliyorlardı. Bu insan arzı on dokuzuncu yüzyılın ilk yıllarında Kafkasya'nın Ruslar tarafından feth i ile azal­ dı, ama sona ermedi. Diğer bir kaynak ise akıncıları çok sayıda er­ kek ve kadın köle taşıyarak, her yıl Orta ve Doğu Avrupa'yı uzun uzadıya tal'an eden Kırım'daki Tatar Hanlığı'ndan geliyordu. Bun­ lar Kırım' a getiriliyor ve oradan İstanbul ve diğer Türk şehirlerin­ deki köle pazarlarına varmak üzere gemilere bindiriliyorlardı. Bu ticaret 1 783'de Kırım'ın Ruslar tarafından işgaliyle ve Tatarların bağımsızlıklarını kaybetmeleriyle sona erdi. 40 Beyaz köle kaynaklarının çoğundan mahrum kalan Osmanlı­ lar yüzlerini zamanla Afrika'ya çevirdi, burası on dokuzuncu yüz­ yıl boyunca Fas'tan Asya'ya kadar Müslüman ülkelerde kullanılan kölelerin önemli bir çoğunluğunu sağlıyordu. 1 869'da yayınlanan bir Alman raporuna göre: O zamanlar siyahi köleler esas olarak Afrika içlerinde­ ki,

Sennar, Kordofan, Darfur, Nubya ve diğer bölgele­ ri yağmalayarak ve buralardan insan kaçırarak elde edi­ lirken, bağımsız Kafkas topraklarında beyazları kendi akrabaları satıyordu (Lesghi, Dağıstanlı ve Gürcü ka­ dınlar ve nadiren erkekler). Satışa çıkarılan bu insan­ lar, hilihazırda önceden köle statüsündeydi veya doğuş­ tan kölelerdi.41 Erken Orta Çağ'dan itibaren, büyük ve gittikçe artan oranda köle ithali ihtiyacı İslam dünyasının ötesinde ve sınırlarında, hem

17

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM! VE KÖLELİK

köle elde etmek için yapılan yağmalarda, hem de köle ticaretinde hızlı bir artışa yol açtı -yağma gerekli metanın yeterli arzını elde etmek ve bunu idame enirmek için; köle ticareti etkili bir şekil­ de dağıtımı ve teminini garanti altına almak için. Savaş esirleri dı­ şındaki birçok kölenin yerel kökenli olduğu kadim dünyada, kö­ le ticareti genelde diğer ticari ürünlerle bir arada, basit ve genel­ de yöresel bir olguydu. Kölelerin çok uzak diyarlardan getirildi­ ği İslam dünyasında, köle ticareti daha karmaşık ve uzmanlaşmış­ tı; burada Hristiyan Avrupa, Türklerin yaşadığı stepler ve siyahi Afrika'daki satıcılar ile ticari ilişkileri içerecek şekilde, tüm İslam dünyası ve sınırlarının çok ötesine uzanan bir ticaret yolları ağı ve pazarları mevcuttu. Her önemli şehirde köle pazarı vardı, genel­ de Süq al-Ragiq olarak adlandırılırdı. Yeni köleler getirildiğinde, ilk alım sırası hükümet müfettişlerinde, arkasından resmi görev­ liler ve son olarak da sıradan insanlardaydı. Köleler açık pazarlar­ da değil, düzgün bir biçimde kapalı mekanlarda satılıyor gibi gö­ rünmektedir -bu uygulama bazı bölgelerde on dokuzuncu, bazı­ larında ise yirminci yüzyıla kadar devam etmiştir. 42 Kölelerin fiyatlarına dair elimizdeki bilgiler makuldür, bun­ ların çoğunun tarihi ve kaynağı genel bir izlenimden ötesini sağ­ lamak adına hayli değişkendir. En iyi veriler Orta Çağ'da Mısır' a dairdir ve fiyat seviyelerinin kayda değer bir biçimde tutarlı ol­ duğunu gösterir. Köle kızlar o zamanın gümüş parasının değeri­ ne denk düşecek şekilde ortalama yirmi dinar (altın para) ila 266 dirhem (gümüş para) arasında değişmektedir. Orta Çağ' a ait di­ ğer veriler bir şekilde daha yüksek fiyatlar gösterir. Siyahi kölele­ rin maliyeti iki ila üç yüz dirhem arasında gözükmektedir; siyah hadımlar bunun en az iki ya da üç katıdır. Kadın siyahi köleler beş yüz dirhem veya civarına satılırken, eğitimli şarkıcı kızlar veya başka yetenekleri olanlar on bin veya yirmi bin civarındadır. Ço­ ğunlukla askeri amaçlar için kullanılan beyaz köleler daha pahalı18

KÖ LELİK

dır. Orta Asya'daki kaynaklardan gelen Türklere üç yüz dirhemlik fiyat biçilirken, diğer yerlerde bu fiyat çok daha yüksektir. Bağ­ dat'da dört ila beş yüz dirheme gelirlerken, beyaz bir köle kız bin dinar veya daha fazlası eder. 43 Türkiye'ye dair on dokuzuncu yüz­ yıl ortasında yazılan bir Alman raporu "eğitimli, güçlü, siyah bir köle" için İstanbul'daki geçerli fiyatın dört bin ila beş bin kuruş veya iki ila üç yüz dolarken, "nadide bir güzellikte olan beyaz köle kızların fiyatlarının elli bin kuruş ve daha fazlası" olduğunu belir­ tir. 44 Genelde hadımların fiyatları diğer erkeklerden daha fazladır, daha genç köleler daha yaşlı kölelerden daha pahalıdır, ve köle ka­ dınlar ister çalışma, isterse de haz vermek açısından olsun erkek­ lerden daha fazla eder. 1 627 yılında Berberi korsanların köyüne düzenlediği akınlarla ailesi ve halkından birçok kimseyle beraber esir düşen bir İ zlandalı Lutheran papaz olan ve maceralarını kale­ me alan Olufr Eigilsson kendi hizmetçi kadınının yedi yüz dolara ve sonrasında tekrar bin dolara satıldığını belirtir.45 Köleler uzmanlaşmış işler kadar ev ve dükkan, tarım ve sana­ yi, askeriye olmak üzere birçok işle görevlendirildiler. İslam dün­ yası klasik çağların aksine köle üretim tarzına dayanmıyordu; an­ cak kölelik tamamen de ev işlerinde kullanılan insanlardan ibaret değildi. Çeşitli türden köle emekçiler Orta Çağ'da, özellikle bü­ yük ölçekli üretimin yapıldığı yerlerde önemliydiler ve on doku­ zuncu yüzyıla kadar bu durum devam etti. Ancak elimizde hak­ kında çok daha kapsamlı bilgi olan en önemli köleler evde ve tica­ rette kullanılan kölelerdir ve bunlar Müslüman dünyanın karak­ teristik köleleridir. Hintli ve beyaz kölerlerin yanında büyük ço­ ğunluğunu siyah kölelerin oluşturduğu görülmektedir. Daha de­ taylı bilgilere sahip olduğumuz sonraki dönemler için, köleler her ne kadar genelde yakalandıkları andan itibaren varış noktalarına gelene değin yaşadıkları korkunç mahrumiyetin sıkıntısını çekse­ ler de, bir ailenin yanına yerleştirildikleri zaman makul bir şekilde 19

ORTA DOGU'DA IRK KAVRA\11 \'E KÖLELİK

iyi muamele görüyor ve bir ölçüde hanenin bir üyesi olarak kabul ediliyorlardı. Ticarette köleler genelde efendilerine kalfalık eder­ ler, bazen yardımcıları olurlar, bazen de bir acentası ve hatta iş or­ tağı bile olabilirler. Köle ve dahası azat edilmiş eski köleler ev yaşamında önem­ li bir rol oynamışlardır. Hadımlara haremlerin korunması ve ida­ me ettirilmesinde; güvenilir hizmetkarlara saray çalışanı ve ayrı­ ca camilerin, türbelerin ve diğer kutsal yerlerin koruyucusu ola­ rak ihtiyaç duyulmuştur. Köle kadınlar çoğunlukla odalık ve hiz­ metçi olarak kullanılmıştır. Müslüman bir köle sahibi kanunen köle kadınıyla cinsel ilişkiye girebilir. Her ne kadar özgür kadın­ lar da erkek köle sahibi olabilirlerse de, elbette benzer bir hakka sahip değillerdir. Bazı inşaat işleri dışında kölelerin ekonomik sömürüsü ço­ ğunlukla şehirlerden uzakta, kırsal alanda gerçekleşti ve kır haya­ tı hakkında neredeyse diğer her şey gibi nadiren belgelendi. Or­ ta Çağ İslam dünyası şehir uygarlığıydı. Burada hem hukuk hem de edebiyat neredeyse tamamen kentte yaşayan insanlarla, onla­ rın yaşantıları ve problemleri ile ilgilendi ve köyler ve kırsal alan hakkında dikkat çekici şekilde az sayıda bilgi günümüze gelebil­ di. Bazen Güney Irak'ta Zanj ayaklanması gibi dramatik bir olay veya seyahat yazınındaki geçerken yapılmış nadir bir gönderme kırsal alandaki yaşama dair az bir ışık tuttu. Diğer türlü, bize ula­ şan Osmanlı arşivlerinin ilk kez kırsaldaki insanların hayatlarını ve faaliyetlerini bir takım detaylarla incelememize müsaade etti­ ği on altıncı yüzyıla kadar kentlerin dışında ne olup bittiği konu­ sunda hayli bilgisisiz ve bu malzemenin incelenmesine de halen pek başlanmadı. İslami köleliği esas olarak ev içi ve askeri olarak ele almak, dolayısıyla, gerçeklikten çok elimizdeki belgelerin bi­ ze yansıttığı bir ön yargı olabilir. Bununla birlikte, ara sıra tarım­ da, madenlerde ve bataklıkların kurutulması gibi özel işlerde istih20

KÖLELİK

dam edilen büyük köle, çoğunlukla siyah, topluluklarına gönder­ meler yapılmıştır. Daha şanssız olan bazıları parça başı ücret için kiralanırlar. Hayat bu çalışan köleler için çok daha zordur. Bütün kölelerin en şanssızları tarım ve diğer beden işleri ve büyük ölçek­ li işletmelerde çalışanlardır; örneğin Zanj köleleri Güney lrak'ta tuz düzlüklerini kurutmak için çalışmışlardır ve siyahlar Sahra'nın tuz madenleri ve Nubya'nın altın madenlerinde istihdam edilmiş­ lerdir. Bunlar büyük mekanlarda kalmışlar ve gruplar halinde ça­ lışmışlardır. Büyük malikane sahipleri veya devlete ait araziler ge­ nelde böylesi binlerce köleyi istihdam etmiştir. Evde ve ticari ha­ yatta çalışan köleler görece daha iyi konumdayken, bunlar sefalet içerisinde yaşamış ve ölmüşlerdir. Sahra tuz madenleri hakkında burada bir kölenin beş yıldan daha fazla yaşayamayacağı söylen­ mektedir. Arapların Kuzey Afrika boyunca Doğu'dan İspanya'ya taşıdığı keten ve şekerin ekimi çok muhtemelen bir nevi plantas­ yon sistemi gerektirdi. En erken tarihli konuyla ilgili Osmanlıla­ ra ait bir belge devletin idame ettiği pirinç plantasyonlarında köle emeğinin yaygın bir şekilde kullanıldığını kesinlikle göstermekte­ dir. 46 Keten ve şekerin ekimi için böylesi birkaç sistem Kuzey Af­ rika boyunca İspanya ve belki de ötesine taşındı. Her ne kadar ik­ tisadi köle emeği esas olarak erkek iken, köle kadınlar da bazen ik­ tisadi sömürüye maruz kalıyorlardı. Seks işçileri olarak kadın kö­ lelerin İslam öncesi kiralanması açık bir şekilde İslam hukuku ta­ rafından yasaklanmıştı, ama buna rağmen bu uygulamada varlı­ ğını sürdürmüş gibi görünmektedir.47 Askeri köleler bir nevi köle nüfusunun aristokratlarıydı. Uzak ara bunların en önemlileri Avrasya stepleri, Orta Asya ve şim­ di Çin sınırları içerisindeki Türkistan olan bölgelerden getiri­ len Türklerdi. Orta Çağ Müslüman İspanya'sı ve Kuzey Afrika'da Slavlar ve sonrasında Osmanlı İmparatorluğu'nda Balkan ve Kaf­ kas kökenliler benzer bir konumdaydılar. Siyahi köleler de ara sı21

ORTA DOGU'DA IRK KAVRA M I VE KÖ LELİK

ra askere alınıyordu, ancak bu yaygın bir uygulama değildi ve ge­ nelde kısa süreler için geçerliydi. Kölelerin en ayrıcalıklı olanları kesinlikle sanatçılardı. Bir ta­ kım yetenekler gösteren hem köle oğlanlar, hem de köle kızlar musiki, edebiyat ve sanatsal eğitimler alırdı. Orta Çağlarda bir­ çok şarkıcı, dansçı ve musiki icracısı en azından kökenleri itiba­ riyle köleydi. Bunların belki de en ünlüsü Bağdat'da İranlı bir kö­ le olup sonradan İspanya'ya giden ve burada tat konusunda söz sa­ hibi olan ve kuşkonmazı Avrupa'ya sokmakla ünlenen Ziryab'dı. Arap şiir ve tarihine isimlerini yazdıran köle ve azat edilmiş insan sayısı pek de az değildir. Askeri kumandanlık ve siyasi iktidar konumlarının rutin ola­ rak köle kökenli veya hatta statüsünde olan erkeklerin elinde ol­ duğu ve özgür halkın önemli bir kesiminin köle bir anne tarafın­ dan dünyaya getirildiği bir toplumda Roma veya Amerika'da ol­ duğu gibi kölelere karşı ön yargılar pek az gelişebilirdi. Böylesi bir ön yargı ve düşmanlığın geliştiği yerlerde -genelde edebiyat ve di­ ğer belgelerde görüldüğü üzere- bunlar toplumsal olmaktan ziya­ de ırksal bir ayrıma atfedilmelidir. Köle kullanımında ırksal ayrış­ manın ortaya çıkışı böylesi bir ön yargının oluşumunda kesinlik­ le önemli bir rol oynamıştır.

22

2

Irk Birçok Batılı dilde "ırk" kelimesi son yarım yüzyılda ya da daha geç bir dönemde, esaslı ve önemli anlam değişikliklerine uğradı. Bu değişiklikleri anlamamak birçok kafa karışıklığı ve yanlış an­ lamalara yol açtı; dahası eski anlamların, yeni anlamların benim­ sendiği zaman bile varlıklarını sürdürmesi daha da büyük bir ka­ rışıklığa yol açmıştır. Yüzyılın ortası gibi geç bir tarihte "ırk" keli­ mesi, bugünlerde etnik bir grup olarak adlandırdığımız, bir başka deyişle öncelikle linguistik ve diğer kültürel, tarihsel ve bazı açı­ lardan coğrafi kriterler tarafından tanımlanan şeyi adlandırmak için Avrupa'da ve bazen de ABD'de halihazırda yaygın bir şekilde kullanılıyordu. Bu kelime İngiltere'de genelde, hatta resmi olarak, ortak İ ngiliz milliyetini oluşturan dört bileşene işaret ediyordu. 1 Benzer şekilde Hindistan'da, farklı ama birbirine yakın dilleri ko­ nuşan ve ortak bir medeniyeti paylaşan, ırklar denilen birçok fark­ lı grup yaşıyordu. Bazen, "ırk" terimi birbirleriyle bağlantılı dille­ ri konuşan insan gruplarını tanımlamak için daha geniş ve gevşek bir anlamda kullanılmıştı. Tam da bu anlamda filologlar ve antik tarihçiler, Samiler, Hint-Avrupalılar ve linguist olarak tarif edilen başka insan gruplarından bahsederler. Sosyal bilimciler çoğunlukla genel ama kesin kullanımı olma­ yan bir sözcüğü alıp ona kesin bir teknik anlam atfederler. Antro23

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM I VE KÖLELİK

pologlar için ırk, saç, pigmentasyon, kafatası ölçümleri, uzunluk ve diğer fiziksel özellikler gibi bazı görülebilir ve ölçülebilir nite­ likleri paylaşan bir grup insan anlamına gelir. Bu anlamda ırk, be­ yazlar, siyahlar, Moğollar ve benzerleri gibi kategorilerden ibaret­ tir. Dolayısıyla bunlar alt gruplara ayrıştırılabilir, örnek olarak be­ yazlar, Nordikler, Alpliler veya Akdenizliler gibi sınıflandırılabi­ lir. Açıkçası etnik gruplaşmalarla bir ölçüde örtüşse de, bu nevi­ den bir ırk, etnik özelliklerden bağımsızdır. Farklı ırklar bir kül­ tür paylaşabilir. Farklı kültürler bir ırkı ayrıştırabilir. Farklı genle­ re sahip aynı ailenin üyeleri bile, sıkı sıkıya fiziksel bir tanım uy­ guladığımız takdirde farklı ırkların üyesi olabilir. Artık birçok ülkeye yayılmış günümüzdeki Amerikan kulla­ nımında, "ırk" terimi sadece beyaz, siyah, Moğol ve benzeri gi­ bi böylesi önde gelen bölmeleri tanımlamak için kullanılmakta­ dır. 2 İ ngiliz veya İ rlandalı, Alman veya Slav veya günümüzde Do­ ğu Asya'daki çok daha geniş bir ırk grubunun parçası olarak görü­ len Japon gibi ulusal, etnik veya kültürel oluşumlar için bu keli­ me artık geçerli değildir. Modern anlamda ırk, antik çağlarda pek önemli değildi. Mo­ dern araştırmacılar, ırklara dayalı gerilim ve düşmanlık keşfettik­ leri yerlerde dil, kültür ve din tarafından tanımlanan Mısırlılar, Asurlular, İ srailoğulları ve diğerleri gibi etnik ve ulusal gruplar için kullandıkları ırk sözcüğü eski anlamına tekabül ederdi. Her ne kadar Orta Doğu'daki kadim medeniyetler kayda değer farklı­ lıklar gösterse de, halklar arasında büyük ırksal farklılıklar yoktur. Duvar süsleri ve diğer görsel temsillerde, yabancılar fiziksel özel­ liklerinden ziyade kisvesi, saçları, sakalları ve teçhizatları ile ayrış­ tırılırdı. Sadece burun -daha ziyade modern bir karikatür sanatçı­ sının kullandığına benzer şekilde kullanılıyordu- antik bir sanat­ çı için ulusal kimliğin fiziksel sembolü olmuş gibi görünmekte­ dir. 3 Hiç şüphesiz, diyelim ki Mısırlılar ve Asurlular arasında bas24

IRK

km

fiziksel tür farkları olsun, yine de bu farklılıklar Avrupa halk­ ları arasındaki farklılıklardan daha fazla değildi. Antropolojik te­ rimlerle, tarihe izlerini bırakmış Orta Doğu'nun önde gelen halk­ ları -Mısırlılar, Sümerler ve Akadlar, İsrailoğulları, Aramiler, Hi­ titler, Medler, ve Acemler, ve hacca sonraları Yunanlar ve Romalı­ lar- kayda değer bir ırksal farklılık göstermezler. İ nsan tarihinde bilinen diğer her bir toplum gibi, kadim Orta Doğu halkları da "öteki" olarak algıladıkları kişilere her türlü ön­ yargı ve düşmanlığı beslediler. Ancak mevzu bahis "öteki" ilk baş­ ta bir başka dili konuşan (barbar prototipi) veya bir başka dine inananlardı (putperest veya kafir veya -Hristiyan ve Müslüman lügatinde- gavur). " Öteki"ne dair çok fazla düşmanca gönder­ me vardı -Yahudiler için putperest veya kafir, Yunanlar için bar­ bar, Romalılar için neredeyse herkes. Yunan ve Latin edebiyatın­ dan etnik karalamalara dair bir koleksiyon coplamak kolay olacak­ tır -ancak bunlar ırksal değil, etnik küçümsemelerdir. Roma'daki Suriyelilerden canı sıkılan Juvenal, Asi Nehri'nin Tiber'e taştığın­ dan şikayet ettiği zaman veya kendisi de bir Suriyeli olan Ammi­ anus Marcellinus Bedevileri kastederek Sarakenleri ne düşman ne de dost olarak istemediğini söylediği zaman, ırksal değil, kültürel ifadeler kullanıyorlardı. 4 Bu ve diğer benzeri Arap karşıcı ifadeler ve bunların ifade ettiği davranış biçimleri bir Arap kabile reisinin Roma İ mparatoru Philip ya da Suriyeli bir rahibin İmparator He­ ligabalus olmasının önünde engel teşkil etmedi. Elbette diğer ırklar da bilinmekteydi. Eski Mısırlılar siyahi güney­ li komşularıyla yakın ilişki içerisindeydiler ve bazen onları karak­ teristik Zenci özellikleriyle birlikte kelimeler veya resimlerle be­ timlerlerdi. Ancak bu sebepten ötürü, söz konusu insanları hakir gördüklerine dair hiçbir kanıt yoktur. M Ö dokuzuncu yüzyılda Mısır topraklarına siyahların girişini engelleyen ya da daha ziya25

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM I VE KÖLELİK

de yasaklayan Firavun III. Sesostris'in o çok alıntılanan kitabesi, birçok savaşın patlak verdiği zayıf bir sınır için alınan normal bir güvenlik önlemiydi. Diğer birçok sınırda da ırksal bir önyargıdan ziyade çeşitli benzer yasaklar vardı.5 İranlılar, Yunanlar ve sonra­ dan Romalılar ara sıra Çinlilerle ve daha ziyade İncilin gönderil­ diği zamanlardan beri uygar dünyanın bir parçası olarak kabul edilen Etiyopya'da yaşayanlarla ilişki kurarlardı. Ancak bu ülke­ ler çok uzaktı ve onlarla kurulan temas çok azdı. Hem Çin, hem de Etiyopya'ya saygı duyulurdu. Yahudi, Yunan veya Roma kay­ naklarında daha koyu derililere daha az saygı duyulduğunu, daha açık tenlilere daha fazla itibar gösterildiğine dair bir kanıt yokcur.6 Ne de köle ırklar mevcuttu. Yabancılar, özellikle barbarlar, köle­ leştirilebilirdi. İ nsanlığın geri kalanı gibi eski halklar da yabancıla­ rın daha düşük seviyede olduklarına inanıyorlardı. Fetih, bu inan­ cı onaylıyordu ve evrensel köleleştirme kuralına binaen pratik bir uygulama sağlıyordu. Aristoteles'den itibaren klasik yazarlar do­ ğası gereği köleliğe uygun ırkların olduğuna dair genel bir ilkeden bahsediyorlardı, ancak her ne kadar buna ve bu tanıma uyan in­ sanlara ara sıra göndermede bulunulsa da, bunlar yalnızca akıl ve­ ya kinden kaynaklı gelip geçici örneklerdi, hiçbir şekilde herhan­ gi bir bilimsel veya felsefi ifadeye tekabül etmezlerdi.7 İslam'ın gelişimi ırk ilişkileri açısından tamamen yeni bir du­ rum yarattı. Orta Doğu ve Asya'nın bütün antik uygarlıkları ye­ rel veya en fazla bölgeseldi. Göreli olarak daha geniş olmasına rağ­ men Roma İ mparatorluğu bile aslında bir Akdeniz toplumuydu. İlk defa İslam, Güney Avrupa'dan Orta Afrika'ya, Atlantik Okya­ nusu'ndan Hindistan ve Çin'e uzanan gerçekten de evrensel bir uygarlık yarattı. Fetih ve ihtida yoluyla Müslümanlar tek bir em­ peryal sisteme ve Çinlilerden, Hindilere, Orta Doğu ve Kuzey Af­ rika'nın halklarından siyahi Afrikalılara ve beyaz Avrupalılara ka­ dar farklı halkların içerisinde bulunduğu ortak bir dini kültüre 26

IRK

dahil oldular. Bu olgu tek bir kural ve inançla sınırlanmış ırkla­ rın bir araya gelişinden ibaret değildi. Hayatında her bir yetişkin Müslüman'ın en az bir defa yerine getirmesi gereken ve Mekke ve Medine'deki kutsal mekanlara yolculuğu içeren hac zorunluluğu, İslami inanç ve dünyanın tam da merkezindeki ortak tören ve ri­ tüellere inançdaşlarıyla birlikte katılmak üzere, çok uzak diyarla­ rı kapsayan Müslüman dünyanın en ırak köşelerinden seyyahla­ rı bir araya getiriyordu. Belki de modern öncesi dünyada insanın seyahat etmesi için en önemli faktör olan hac yolculuğu Asya, Av­ rupa ve Afrika'dan halkların büyük bir buluşması ve iç içe geçme­ lerini sağlaması olarak, daha iyi bilinen fetihler, ticaret ve cariye­ lik kurumu ile birlikte, düşünülmelidir. Farklı zamanlar ve mekanlarda, Müslümanlar çeşidi şekiller­ de ırksal karşılaşmalar ve birlikte yaşam pratikleri sergilediler. Bu karşılaşmalar ve yaşam pratikleri, bazen çarpıcı biçimde birbirine zıt olarak hem eski, hem de günümüz yazınına yansımıştır. Mo­ dern batıda yaygın kabul gören Müslümanların ırk davranışları­ na yönelik bir görüş, Arnold Toynbee'nin Study of History (Ta­ rih Çalışması) adlı eserindeki o ünlü pasajda geçmektedir, bu ha­ cimli çalışmada kişisel bir deneyimin eşliğinde olabildiğince bel­ gelenmiştir: Mesela, Emevi Halifeliği esnasında yönetici unsur olan İlkel Araplar ırksal bir iiStünlük iması ile kendilerini "esmer insanlar", ve İranlı ve Türk uyruklarını ırksal bir küçümsemeyle "al yanaklı insanlar" olarak adlandırırdı; bir başka deyişle, bizim sarışın ve esmerler arasında yap­ tığımız ayrımın aynısını yaparlardı, ancak bizim beya­ zın iki tonuna atfettiğimiz değerleri tersine çevirirlerdi. Erkekler sarışınları tercih edebilir; ancak esmerler Al­ lah' ın "Seçilmiş Halkı"nın ilk tercihidir. Dahası, Arap-

27

ORTA DOGU'DA IRK KAVRA M I VE KÖLELİK

lar ve diğer bütün Beyaz Müslümanlar, ister sarışın, is­ ter esmer olsunlar beyaz olmayan ırklar karşısında her daim ten rengine yönelik bir önyargıdan azade olmuş­ lardır; ve günümüzde Müslümanlar Batılı Hristiyanla­ rın Orta Çağlarda yaptığı insan türüne karşı bu ayrı­ mı halen yapmaktadırlar. İnsanları "inanan" ve inanma potansiyeli olan "inanmayanlar" olarak ayırırlar; ve bu ayrım "Fiziksel Irk"ın her farklılığını keser. Bu geniş gö­ rüşlülük günümüzde Beyaz Müslümanlarda Orta Çağ­ larda Beyaz Batılı Hristiyanlarda olduğundan daha kay­ da değerdir; zira bizim Orta Çağ'daki atalarımız farklı ten renginden ırklarla temas etmezken, ya da çok az te­ mas ederken, Beyaz Müslümanlar Hindistan ve Afri­ ka kıtasının uzunluğu ve genişliği boyunca İslam'ın hi­ mayesi altında günümüzde Beyazlar ve Siyahlar birbi­ rine karışana kadar, başından itibaren Afrikalı Zanjlar ve Hindistan' ın koyu tenli halkları ile temas halindey­ diler ve bu teması gittikçe arttırdılar. Bu araştırma tes­ ti altında, Beyaz Müslümanlar bütün kanıtların en ik­ na edici olanını kullanarak kendi özgürlüklerini ve ırk­ lara olan hislerini göstermişlerdir: siyahi Müslümanlara evlenmeleri için kızlarını vermişlerdir. 8 Araplar, bir diğer deyişle yağız halk, kendilerini kuzeylerindeki daha açık halktan üstün görüyorlardı, ancak daha koyu renkli gü­ neyli komşularına karşı ten rengine dayalı hiçbir önyargıları yok­ tu. Açıkçası daha açık tenli olanlara karşı önyargı eğlenceli bir pa­ radoks hissinden öteye gitmemiştir. Burada önemli olan daha ko­ yu tenli olanlara karşı bir önyargıdır ve bu da ortada olmadığın­ dan, Arapların ve İslam' ın salgına yakalanmadıkları söylenebilir. Benzer görüşler diğer birçok eserde ifade edilmiştir ve görünen odur ki, bunlar on dokuzuncu yüzyıla ve birbiriyle bağlantılı ırk

28

IRK

ve kölelik meselelerini dünyanın gözü önüne daha çarpıcı biçim­ de getiren özellikle Amerikan İç Savaşı' na kadar geri gider. İslam dünyasının -Batı Hristiyanlığına karşıt olarak- ırklara dair önyar­ gı ve ayrımcılıktan azade olması hızlıca bir klişe hiline gelmiştir. Orta Doğu, içerisinde mito-poetik -efsane yaratma, bunlara inanma ve başkalarını da inandırma yeteneği- kabiliyetin her da­ im yaşadığı kadim miclerin toprağıdır. Bu bölgeyle ilgili olan yay­ gın varsayımları eleştirel aklın süzgecinden geçirmek akıllıca ola­ caktır. Arap edebiyatı ile tanışıklığı Bin Bir Gece'den öteye gitmeyen okuyucular bile böylesi bir idealleştirilmiş ırklar arası ütopya gö­ rüntüsünün doğruluğundan şüphe duyabilir. Bu şüpheler en baş­ tan -hikayenin çerçevesi ile- başlayabilir. Hatırlanacaktır ki Kral Shahziman kardeşi Kral Shahriyar'ı ziyarete gitmiş ancak unuccu­ ğu bir şeyleri almak için geri dönmüştür. Gece yarısı beklenme­ dik bir şekilde sarayına ulaşmış, ve eşini yanı başında uyumakta olan erkek bir siyah köle ile yatakta bulmuştur. Gördükleri kar­ şısında hiddeclenen kral, yataklarında yatan bu iki suçluyu da kı­ lıcıyla öldürmüş ve kardeşini ziyaret etmiştir. Orada durum da­ ha da kötüdür. Kral Shahriyar ava giderken, sadece karısı değil, onunla birlikte hane halkından yirmi kadın yirmi erkek siyah kö­ le (Victoria çağı çevirmeninin ketum söyleyişiyle) "eşliğinde" dı­ şarı çıkmışlardır: Olağanüstü güzelliği ve zerafetiyle hemen dikkacleri çe­ ken kralın karısı onlara çeşmeye kadar eşlik etti, orada hepsi soyundu ve birlikte oturdular. Sonra kralın karı­ sı seslendi, Ey Mes' ood! Hemen siyah bir köle kendisi­ ne yaklaştı, kucakladı ve kadın mest oldu. Diğer köle ve kadınlar da aynısını yaptı; ve hepsi gün bitene kadar cümbüşe devam ettiler.9

29

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM I VE KÖLELİK

Kral Shahzaman ve Kral Shahriyar ne yazık ki tanıdık bir bi­ çimde, cinsel fantezilere veya daha ziyade kabuslara sahip, be­ yazların üstün olduğuna inanan kimselerdir. Bin Bir Gece'nin Amerikan'ın eski güneyinin bazı yönlerine benzerliği bu ça­ lışmaya daha da yakından baktığımızda iyice belli olur. Bin Bir Gece'yi oluşturan hikayelerde siyahlar sıklıkla karşımıza çı­ kar. Bu anlarda, toplumda nadiren de olsa böylesi bir seviye­ ye yükseliyorlarsa eğer, neredeyse değişmez bir şekilde hizmetçi -hamal, ev hizmetçileri, köleler, aşçılar, tellaklar ve benzerleri­ olarak belirirler. Belki de bu mevzuda daha aydınlatıcı olan er­ demli ve inançlı bir yaşamdan sonra, tam da ölüm anında beyaza dönüştürülerek ödüllendirilen iyi bir siyahi kölenin hikayesidir.10 Dolayısıyla önümüzde hayli zıt iki resim durmaktadır -birin­ cisi Study ofHistory, ikincisi ise daha hayali bir ürün olan Bin Bir Gece'de yer almaktadır. Birincisi herhangi bir önyargı ve ayrımcı­ lıktan uzak ırksal anlamda eşitlikçi bir toplumu tasvir ederken, di­ ğeri tanıdık bir cinsel fantezi, toplumsal ve mesleki ayrımcılık ve daha açık olanın daha iyi, daha koyu olanın ise daha kötü olanla bilinçsizce eşleştirildiği bir örüntü sunar. Her iki tür de etkileyici bir biçimde İslami kaynaklardan bes­ lenmiştir. Irksal eşitliğin nedeni İslam dininin neredeyse homo­ jen anlatısı -hem tanrıya hürmetin teşvik ettiği, hem de kanunla­ rın buyruğu- tarafından sürdürülmüştür. Ama aynı zamanda eşit­ sizlik ve adaletsizliğe dair bir resim de Müslüman halkların ede­ biyatı, sanatı ve folklorunda renkli bir şekilde yer alır. Çoklukla başka yerlerde olduğu gibi burada da İslam' ın söylediği ile Müs­ lümanların -en azından bazılarının- yaptığı arasında dikkat çeki­ ci bir zıtlık vardır. O zaman gerçek olan hangisidir? Burada herhangi bir İslam tartışmasında yapılması gereken önemli bir ayrım vardır. " İslam" kelimesi en az üç farklı anlamda kullanılmıştır ve bunlar arasın30

IRK

da ayrıma gidememek birçok yanlış anlaşılmaya yol açmıştır. İlk başta, İslam (Hz.) Muhammed Peygamber'in öğrettiği ve Kur'an olarak bilinen Müslüman vahyinde vücud bulan din anlamına ge­ lir. İkincisi, İslam sonrasında gelenek ve büyük İslam hukukçuları ve teologlarının eserleriyle gelişmiştir. Bu anlamda İslam'ın kutsal kanunu olan Şeriat'ın o devasa yapısını ve İslami dogmatik teolo­ jinin o büyük külliyatını içerir. Üçüncü olarak, İslam Hristiyanlı­ ğın değil Hristiyan ileminin emsalidir. Bu bağlamda, İslam Müs­ lümanların inandıkları ya da neye inanmaları gerektiği değil, as­ lında ne yapıp ettikleridir -bir başka deyişle, tarihte bildiğimiz İs­ lam uygarlığı. Müslümanların etnisite, ırk ve ten rengine dair tu­ tumlarını tartışırken, en azından bu üçüne de değinmeye çalışa­ cağım, ama aralarında bir ayrıma da gideceğim.

31

3

Arabistan' da İslam İslam'ın en temel metni Kuran'dır ve İslam inancının ve kuralla­ rının incelenmesine buradan başlanılmalıdır. Kuran'da sadece iki pasaj ırklar ve ırksal tutumlara yönelik doğrudan bir gönderme­ de bulunur. Bunlardan ilki Sure XXX , Ayet 22'de geçer ve şu şe­ kildedir: Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerini­ zin farklı olması da onun (varlığının ve kudretinin) de­ lillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ib­ retler vardır. 1 Bu alıntı Allah'ın işaretleri ve mucizelerini sıralayan daha bü­ yük bir bölümün bir parçasıdır. Allah'ın kudreti ve becerikliliği­ nin bir örneği olarak dillerin ve renklerin değişik yaratılması hu­ susundan bir daha bahsedilmez. Sure XLIX, Ayet 1 3'den yapılan ikinci alıntı daha açıktır: Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir di­ şiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere2 ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdir olandır.3 33

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM! VE KÖLELİK

Kur'an'ın ne ırklara, ne de ten rengine önyargılı yaklaşmadı­ ğı açıktır. Belki de en önemli olan şey Kur'an'ın böylesi bir yar­ gının farkında bile olmamasıdır. Alıntılanan iki ayet farklılıkların hilincine dair bir işarettir; ikinci ayet dindarlığın doğumdan daha önemli olduğunu belirtir. Bununla birlikte açıkça ırksal olandan çok toplumsal olana -ırksal bir gururdan çok kabilesel ve aristok­ ratik olana- işaret edilir. Açık ki, Kur'an'da ırk meselesi önemli bir konu değildir. Son­ radan gelen yorumcuların ve geleneği sürdürenlerin kaleme aldı­ ğı metinlere bakıldığında görüleceği üzere bu konu daha sonraki dönemde yakıcı bir mesele haline gelmiştir. Günümüze kadar gelmiş literatürün böylesine tamamen res­ mileşmiş bölümleri İslam öncesi dönemlerde ve İslam'ın ilk za­ manlarında ırklara dair bir önyargının olmadığına dair bir ka­ nıt olarak Kur'an'ın haklılığını ispatlamıştır. Kur'an'da ve aynı za­ manda kadim Arap şiirinde bir farklılık bilinci buluruz -İranlı, Yunan veya diğer kimliklerin karşısında bir Arap olma duygusu mevcuttur. Ancak, bunun ırksal manada veya bütün insan grup­ larının ötekilerle olan ilişkileri hususunda hissettiği normal bir farklılık duygusunun ötesine geçtiğine dair açık bir belirti yoktur. Daha özgül ten rengi sorunsalına dair ise kadim Arap yazını hayli yol göstericidir. İlk şairler insanın ten rengini tanımlamak için birçok farklı kelimeler kullanmıştı; bunlar günümüzde alışıl­ mış olandan çok daha çeşitliydi. Dahası, günümüzde kullandıkla­ rımızla ve ten renginin farklı bir manasını ifade ettiğimiz terimler­ le tam olarak uyuşmuyordu -renklerden ziyade parlaklık, koyu­ luk ve tonlarla ilgiliydi. İnsanlar çoğu zaman siyah, beyaz, kırmı­ zı, zeytin yeşili, sarı, biri daha açık ve biri daha koyu olmak üze­ re kahverenginin iki tonu olarak tercüme edebileceğimiz kelime­ lerle betimleniyordu. Bu terimler etnik bir anlam taşımaktan zi­ yade, genelde kişisel anlamlar taşıyor ve "siyah" ve "beyaz" gibi te34

ARABİSTAN'DA İSLAM

rimlerden ziyade, çağımızda kullandığımız "yanık tenli", "soluk benizli", "sarışın" veya "al yanaklı" gibi kelimelere tekabül ediyor­ du. Kelimeler bazen etnik bir anlam taşıyorlardı, ama o zaman bile mutlak olmaktan çok göreceliydiler. Örneğin, Araplar bazen kendilerini kızıl İ ranlılar karşısında siyah olarak tanımlıyorlardı ve ancak bazen de siyah olan Afrikalılara göre kızıl veya beyaz ola­ rak betimliyorlardı. Bedevilerin karakteristik rengi farklı şekiller­ de zeytin yeşili veya kahverengi olarak gösteriliyordu. Erken dönem Arap şiiri ve tarih anlatılarında, İ ranlılardan ba­ zen "kızıl halk" olarak bahsediliyordu, burada etnik bir düşmanlık iması vardı. Bunun tarihi İslam öncesi çağlara kadar gider -Ara­ bistan'a yayılan İran İmparatorluğuna karşı Arap direnişi ve Arap­ ların İ ranlıların sınırlarındaki çöllerde yaşayan yarı barbar kabi­ lelere karşı gösterdiği küçümsemeye tepkilerinde gözlemlenebi­ lir.4 İ ran'ın Araplar tarafından fethinden sonra roller tersine dön­ dü; artık emperyal efendilerdi ve İranlılar ise onların tebaalarıydı. Bu durumda "kızıl halk" terimi aşağılama anlamı kazandı ve özel­ likle İslam'a dönen Arap olmayan unsurlar için kullanılmaya baş­ landı. Kızıllık bir şekilde Araplardan daha açık tenli olan, fethe­ dilmiş İspanyol, Yunan yerlileri ve diğer Akdeniz halkları için de benzer şekilde kullanıldı. 5 Araplar ve Afrikalılar için ise bir değerlendirmede bulunmak da­ ha güçtür. Afrika doğumlu veya kökenli olan insanlara karşı yoğun bir nefret ve kibri ifade eden İslam öncesi ve erken İslami döneme ait mısralar, hatta birçok mısra, vardır. Ancak bunların hepsi olma­ sa da birçoğu, neredeyse kesinkes daha sonraki dönemlere aittir ve ileride onaya çıkacak sorunları, tutumları ve endişeleri yansıtır. İslam öncesi dönemde Arabistan'da siyah halka yapılan gön­ dermeler genelde Etiyopyalıları kastetmektedir -yaygın olarak Habashlar diye bilinirlerdi, Arapça olan bu isimden bugün bi­ zim kullandığımız "Habeş" kelimesi türetilmiştir. Habash muhte35

ORTA DOGU'DA I RK KAVRAM I VE KÖLELİ K

melen Afrika Boynuzu'nda ve onun hemen yanı başında yaşayan halklar için kullanılmıştı. En eski Arap literatüründe, Nubyanlara doğruluğu sorgulanabilir birkaç gönderme dışında, Afrika halk­ larıyla ilgili olarak başka, belirli bir etnik terim kullanılmamıştır; böylesi terimler Arapların büyük İslami fetihlerle Arabistan dışı­ na çıktığı ve Güney Batı Asya ve Kuzey Afrika'nın efendileri ola­ na değin ortaya çıkmamıştır. Etiyopyalılar altıncı yüzyılda bir Hristiyan Roma İmparatorlu­ ğu ve İran İmparatorluğu arasındaki büyük bir güç ve iktidar sa­ vaşında Bizanslıların Arabistan'daki müttefıkleriydiler. Etiyopya­ lılara ait bir birlik, MS 5 1 2 civarında güney Arabistan'daki Hris­ tiyanlara yardım etmek için Kızıl Deniz'i geçmiş olduğu anlaşıl­ maktadır. Bunlar başarılı bir seferden sonra evlerine döndüler, ar­ kalarında garnizonlar bıraktılar. Arıcak yerel direniş bu garnizon­ ları ortadan kaldırdı. Etiyopyalılar MS 525 yıllarında otoriteleri­ ni tesis etmek ve Hristiyanları korumak için geri döndüler. Bun­ dan sonra bir kez daha geri çekildiler ve ülkeyi kendilerinin kuk­ lası olan yerel bir yöneticiye bıraktılar. Daha sonra, bu kişi ülke­ de kalan bir grup Etiyopyalı kaçak tarafından devrildi. Artık kral olmuş olan liderleri Abraha, Etiyopya'daki Adulis limanındaki bir Bizanslı tüccarın eski kölesiydi. Etiyopyalılar Abraha'yı devirme­ ye çalıştılar ancak başarısız oldular ve onun yönetimini bir şekil­ de tanıdılar. Muhtemelen, kendisi Yemen'den kuzeye doğru iler­ leyen ve Mekke'ye saldıran bir Etiyopya birliğini kumanda edi­ yordu. O zamanlar Mekke, Suriye'ye giden Batı Arabistan kervan yolları güzergahı · üzerinde Yemen' in ticaret noktasıydı.6 İranlıla­ ra karşı düzenlenen seferin bir parçası gibi duran bu girişim başa­ rısız oldu ve 570 civarlarında İranlılar bir deniz seferi düzenleyip Yemen'i kontrollerine aldılar. Bir kısım Etiyopyalı, genellikle köle -bir başka deyişle, esir- ve­ ya paralı asker olarak Arabistan'da kaldı. Arap kaynakları ve klasik 36

ARABİSTAN'DA İS LAM

Arapçada kaleme alınmış olan eski Etiyopyacadaki yabancı kelime­ lerin de gösterdiği üzere bu kimseler o zamanlar toplumsal hayat­ ta önemliydi. İlk şairler de Arap kabilelerine davar veya sığır ço­ banı olarak hizmet eden Etiyopyalılardan sıklıkla bahsetmişlerdir. Bazı kitabelerden başka, (Hz.) Muhammed Peygamber'in do­ ğumunun arifesinde Arabistan' a dair bölgede kaleme alınmış ta­ rihsel bir kanıt yoktur. Arıcak sonraki dönemlerde (yani İslami dönemlerde) yazılmış birçok şiir ve anlatı vardır. Bunların, her ne kadar çok detaylı ve bilgilendirici olsalar da, dikkatle incelenmesi gerekir, zira bu eserler genelde eserlerin bir araya getirildiği ve ka­ leme alındığı çok farklı bir geleceğin koşulları ve tutumlarını İs­ lam öncesi Arap tarihine yansıtırlar. Bu, özellikle Arap istilasın­ dan sonra koşulları radikal bir biçimde değişen ve dahası Arapla­ rın kendilerine karşı tutumlarının farklılaştığı siyahlar ile ilgili şi­ irler ve adetler için geçerlidir. Arıtik çağlarda tutsaklar normalde köleleştirilirdi ve diğer ya­ bancı kölelerin yanı sıra Etiyopyalılar, İranlılar ve Yunanlar yedin­ ci yüzyıl Arabistanında köle olarak yaşamaktaydılar. Siyahi köle­ lerin oranı bilinmemektedir, ancak kölelerin ve Peygamber ve ba­ zı musahipleri tarafından özgürleştirilmiş olanların listesinden gö­ ründüğü kadarıyla azınlıkta gibidirler. Köle kadınlar genelde ve hukuki açıdan cariye olarak kullanılmaktadır; ve soylu bir Arap erkeğinden ve köle bir cariyeden doğma bir kimseye rastlamak olağandır. Eski Arap geleneklerine göre söz konusu böylesi bir du­ rumda cariye çocukları babası tarafından tanınıp, özgürleştirilme­ diği takdirde köle olurdu. Arap şiiri ve efsaneleri Etiyopyalı anneden olduğu söylenen ve sonuç olarak da daha koyu bir ten rengine sahip olan kadim Arabistan'daki bazı meşhur insanların isimlerini muhafaza etmiş­ tir. Bunların en ünlüsü, babası 'Abs adlı Arap kabilesinden gelen ve annesi Zabiba adlı Etiyopyalı bir köle kadın olan şair ve savaş37

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAMI VE KÖLELİK

çı 'Antara'dır. Kendisi İslam öncesi dönemin en büyük Arap şair­ lerinden birisi olarak görülmektedir. Erken çağlarda halihazırda birçok öykü ve efsaneye konu olmuştur. Kadim geleneklere göre köle bir annenin oğlu olarak, kendisi de bir köledir. Göreli olarak erken bir hikayede özgürlüğünü nasıl kazandığı anlatılır. Bir gün kabilesi, 'Abs, düşman bir kabile tarafından saldırıya uğrar, 'Anta­ ra develeri uzaklaştırır. 'Abs kabilesi savaşçıları onları takip ettiler ve onlarla sa­ vaştılar. Babası, orada bulunan 'Antara'ya saldırmasını emretti. " 'Ancara bir köle," diye cevap verdi 'Antara, "bu işi nasıl yapacağını bilmiyor; sadece develeri sağı­ yor ve memelerini tutuyor." "Saldır!" diye bağırdı baba­ sı, "ve artık özgürsün." Ve 'Antara işe koyuldu.7 Eğer kendisine atfedilen mısraları kabul edersek, artık özgür olan 'Antara hala köle olanları küçümsedi ve kendisinin yarı Arap kökeninden gurur duydu, bundan mahrum olan "ne söylediği be­ lirsiz barbarları" ve "çıplak, kulağı kesik köleleri" hor gördü. Son­ raları, daha kısaltılmış 'Antar adı meşhur bir Arap kahramanlık destanının başrolünde belirdi, destan İran'a, Bizans' a, Haçlılar ve çeşitli başka düşmanlara karşı verilen savaşlar hakkındaydı. Bir seferde 'Antara siyahlar karşısında Etiyopya'ya varana değin Afri­ ka'nın derinliklerine giriyor ve tam da bir peri masalına uygun bir biçimde annesinin, Zabiba adlı köle kızının, imparatorun torunu olduğunu keşfediyordu. Açıkçası bütün bunlar kurgu ürünüdür; 'Antara hakkındaki ilk tarihi hikayeler dahi hayli su götürür ve halen günümüze ka­ dar gelen şiirlerin sadece çok küçük bir kısmı kesin bir şekilde kendisine atfedilebilir. Diğer kısımlar, ve özellikle siyah olduğun­ dan dolayı çektiği aşağılamalar ve maruz kaldığı suistimallerden

38

ARABİSTAN'DA İ S LAM

şikayet ettiği yerler sonradan derlenmiş ve muhtemelen gelecek­ teki Arap kökenli şairlerin eserleridir. Bu mısralardan bazıları ger­ çekten de Afrika veya yarı Afrika kökenli sonraki şairlerin külli­ yatlarında tekrarlanır. Ve aynı mısralar birden çok şairin eserinde bulunabilir. Sadece 'Antara'ya atfedilen meşhur bir mısraya göre:

Ben yarısının En iyi 'Abslardan saydığı bir erkeğim Diğeryarısını ise kılıcımla korurum. 8 Bu ırk veya ten rengine hiçbir gönderme yapmayan, annesinin bir köle olduğundan başka bir anlama gelmeyen bir mısra olabi­ lir. Ancak kendisine atfedilen başka mısralar da vardır ve bunlar kendisinin Afrikalı kanı taşıması ve koyu teninden dolayı toplum­ sal olarak aşağıda göründüğüne ve aşağılama ve suistimale maruz kaldığına işaret eder. Örneğin:

Düşmanlarım tenimin siyahlığından beni yererler, Ancak karakterimin beyazlığı siyahlığımı örter. 9 Bir başka şiirde, annesini bile aşağıladığı anlatılır:

Terk edilmiş kamp yerinde büyüyen Bir sırtlan gibi siyah kaşlı bir kadının oğluyum, Bacakları tıpkı devekuşu bacakları ve saçları Karabiber tanesi gibi Ön dişleri siyah perdedeki ışık gibi Peçesinin arkasından ışıUamakta. 10 Benzer şikayetler, örneğin Peygamber'in çağdaşı bir kabile şe­

fı olan Khufaf Ibn Nadba gibi kimselerin olduğu, İslam öncesi ve

39

ORTA DOGU'DA I RK KAVRAM! VE KÖLELİK

İslam' ın ilk zamanlarındaki diğer kişilerle ilgili olarak yapılmakta­ dır. Arap bir babanın ve siyah bir köle annenin oğlu olan Khufaf kabilesinde yüksek konuma sahip biri ve bir şefti. Kendisine atfe­ dilen bir mısra kabilesinin "siyahi kökenine rağmen" Khufaf'ı şef yaptığından bahseder. 1 1 Bu gibi hikayeler ve mısralar neredeyse kesinkes daha sonraki dönemlere aittir ve o zamana dair olmayan bir durumu gösterirler. Bu, 'Antara, Khufaf ve diğerlerinin toplumsal ün kazanabilecek­ leri gerçeğinin ta kendisi tarafından da desteklenir ki, benzer bir durumun ortaya çıkması bir yüzyıl sonra çok güç olacaktı. İslam öncesi dönemde ve İslam' ın ilk dönemlerinde Arapların Etiyopya­ lıları aşağılamaları için veya Etiyopyalı ataya sahip olmayı adi bir soy işareti olarak görmeleri için hiçbir sebep yoktu. Tam tersine, Arapların kendilerininkinden ciddi anlamda daha gelişmiş bir uy­ garlık düzeyine sahip bir halk olarak, Etiyopyalılara saygı göster­ diğine dair ciddi kanıtlar vardır. Böyle bir köle elbette ki daha aşa­ ğı olacaktı -ancak siyah köleler beyazlardan daha aşağı görülmü­ yorlardı. Bu anlamda pagan dünyası ve erken dönem İslam Ara­ bistan' ı siyah olmayı damgalamayan ve özgür siyah insanlara bir yasak getirmeyen kadim dünya ile aynı tutumu paylaşmaktadır.1 2 Hem Arabistan'da hem de Afrika'da Araplar ve Etiyopyalılar arasındaki temas hayli fazlaydı ve (Hz.) Peygamber zamanında kendisinin Medine'deki çeşitli musahipleri paganların zulmünden kaçmak için bir süreliğine Etiyopya'ya sığınmışlardı. İslam'ın en erken dönemlerinin önde gelen birçok isminin soylarında Etiyop­ yalı kadınlar vardı; bunların arasında babasının, al-Khattab, anne­ si bir Etiyopyalı olan Halife Ömer gibi önemli insanlar da vardı. Bir diğeri Mısır'ın fatihi ve Arap İmparatorluğu'nun kurucuların­ dan birisi olan 'Amr Ibn al-'.Aş'dı. Peygamber'in musahipleri ara­ sında Etiyopya kökenli birçok insan daha mevcuttu.1 3 En ünlüle­ rinden birisi Bilal Ibn Rabah'dı. Mekke'de bir köle olarak doğan 40

ARABİ STAN'DA İ S LAM

Bilal, İslam'a ilk dönenlerden, gayet sadık bir kimseydi ve Pey­ gamber' in kayınpederi ve sonrasında da ilk halife olan Ebu Be­ kir tarafından yakalanmış ve azat edilmişti. İlk başta kendisi, Pey­ gamber' in Medine'ye varmasından kısa bir süre sonra ezan çağrı­ sı kurumsallaştığı zaman görev yapan ilk müezzin olarak hatırla­ nacaktı. Ayrıca Peygamber'in kişisel hizmetçisiydi ve kaynaklar­ da çeşitli şekillerde kendisinin güllesini taşıyan, kahyalığını ya­ pan, yardımcılığını üstlenen ve uşaklık vazifesini gören kimse ola­ rak tarif edilmektedir. 14 Bir diğeri, T:i'if'de Etiyopyalı bir köle olan Abu Bakra'dır, adı "Palangaların Babası" anlamına gelir. Bu takma adı Taif' in Müslümanlar tarafından işgali sırasında bir palangayla işgal kuvvetlerine katılmasıyla kazanmıştır. Kendisi kabul görmüş ve Peygamber tarafından azat edilip, Basra'ya yerleşmiştir, burada MS yaklaşık 672 yılında vefat etmiştir. MS 632'de (Hz.) Peygamber'in ölümünü izleyen hemen son­ raki dönemde büyük İslami fetihler Asya ve aynı zamanda Afri­ ka'nın geniş topraklarına yöneldi. Yeni bir durum ortaya çıkmıştı ve dönemin literatüründe önemli değişiklikler olmuştu. Bunların ilki insanlara daha az renk terimi atfedilmesi, bunla­ rın daha belirgin olması ve artık sabitleşmesiydi. Zaman içerisin­ de "siyah", "kızıl" ve "beyaz" dışındaki neredeyse bütün terimler ortadan kalktı ve bunlar kişisel ve göreli olmaktan ziyade mutlak ve etnik anlamlara büründüler. "Siyah" ağırlıklı olarak Sahra'nın güneyindeki Afrikalı yerliler ve bunların çocukları için kullanıldı. "Beyaz" veya ara sıra (açık) "kırmızı"- Araplar, İranlılar, Yunan­ lar, Türkler, Slavlar ve kara toprakların kuzeyi ve doğusundaki di­ ğer halklara tekabül ediyordu. Beyaz Arapların ve İranlıların aksi­ ne, kuzeyli halklar bazen, soluk beyaz, uçuk mavi ve kızıl veya el­ ma kırmızısının çeşitli tonlarında ifade ediliyordu. Bazı bağlam­ larda, "siyah" Hintlileri ve hatta Kıptileri de kapsıyordu; ancak bu pek yaygın değildi. 15 41

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM I VE KÖ LELİK

Renk terimlerinin böylesi belirginleşmesi ve sabitleşmesi ile birlikte, daha koyu ve daha da özel olarak siyah tenlere açıkça aşağı bir anlam yüklendi. Mısır'ın Araplar tarafından fethine da­ ir bir hikaye anlatılmaktadır; eğer bu doğruysa önceki davranış kalıbının yaşayan son örneği olabilir. Hikayeye göre 'Ubada Ibn al-Samit adındaki Arap lider, Mısırı savunanların lideri Hristi­ yan Muqawqis'i karşılamaya yanındaki Müslümanlarla birlikte gider. 'Ubada (vakanüvisin söylediğine göre) "siyah"tı ve Arap­ lar Muqawqis'in huzuruna vardıklarında, onlara 'Ubada öncülük ediyordu. Muqawqis adamın renginden ürktü ve onlara: "Bu si­ yah adamı benden uzaklaştırın ve başka birini getirin," dedi. Araplar 'Ubada'nın aralarındaki en akıllı, en iyi ve en soy­ lu adam olduğun konusunda ısrar ettiler ve onun itaat ettikle­ ri ve kararlarına riayet ettikleri lider olarak atandığını belirttiler. Muqawqis sordu: "Siyah bir adamın aranızda en önde olmasına nasıl izin verirsiniz? Onun sizden daha aşağıda olması münasip,, tır. .

"Aslında, hayır," dediler, "her ne kadar sizin de gör­ düğünüz gibi siyah olsa da, halen bizim aramızda ko­ num, bilgi ve zeka bakımında en üst düzeydedir, zira biz siyahları hakir görmeyiz." Muqawqis, 'Ubada'ya kendisiyle nazikane konuşmasını söyle­ di, çünkü sert konuşması zaten siyahlığından dolayı duyduğu en­ dişeyi arttırabilirdi. Anlatı 'Ubada' nın öne çıkması ve Muqawqis' e şunları söylemesiyle sonlanır: "Dediklerinizi işittim. Burada ko­ muta ettiğim adamlar arasında siyahlar, hatta daha da siyah ten­ liler ve benden daha korkutucu kişilerden oluşan bin adam var. Eğer onları görmüş olsaydınız, gerçekten de çok korkardınız."16

42

ARABİ STAN'DA İ S LAM

Bu hikayede iki ilginç nokta vardır. Birincisi siyah adamın ki­ birden ziyade dehşet figürü olarak ortaya çıkmasıdır; bununla birlikte kibir de hiç yok değildir. İkincisi ve çok daha önemlisi 'Ubada'nın Afrikalı ya da Afrika kökenli bile olmamasıdır (vaka­ nivüsün özellikle belirttiği üzere) , kendisi saf ve soylu bir Arap'tır. Burada "siyah" bir insanın ten rengini tanımlayan ve bir ırkın ayırt edici özelliği anlamında mutlak bir etnisiteye işaret etme­ yen kişisel ve göreli bir terimdir. "Biz siyahları hakir görmeyiz." demek, siyah ten rengine sahip bir insanın, daha açık ten rengi­ ne sahip insanlardan daha aşağı görünmediği anlamına gelir. Soy­ lu ama yanık tenli 'Ubada hikayesi, tam da Arapların yayılması­ nın başlangıcında geçer. Geç yedinci ve erken sekizinci yüzyıllar­ da patriarkal halifeler ve daha da belirgin olarak Emevi halifeler altında, bu davranışın radikal biçimde değiştiğine dair çok fazla sayıda kanıt vardır.

43

4

Önyargı ve Dindarlık, Literatür ve Hukuk Siyahlara karşı ortaya çıkan önyargıya dair kanıtlar esas olarak iki kaynaktan gelir. Bunların ilki edebi kaynaklardır, özellikle şiir ve anekdotlardır. İslam öncesi ve İslam' ın erken dönemlerinde kalem oynatan çeşitli Arap şairleri "siyah" olarak tanımlanır ve edebi ge­ lenekte kolektif olarak aghribat al-'Arab -''Arapların kargaları"­ olarak bilinirdi. 1 Genelde İslam öncesi dönemde yazanların bazı­ ları yanık tenliydi, diğerleri Arap ve Afrika kökenlilerin bir karı­ şımıydı. Siyahlık Afrikalılar ve daha da safkan Afrikalılar için bir belaydı. Birçok mısra ve anlatıda, bu insanların aşağılama ve ay­ rımcılıktan muzdarip olduğu, buna içerledikleri ve yine de bir şe­ kilde Afrikalı kökenlerinden kaynaklı düşük statülerini kabul et­ tiklerine dair ibareler vardı. Bu şairlerden bir tanesi bir köle olarak dünyaya gelen ve Afri­ ka kökenli olan Suhaym'dı (Ö. 660). Lakabı olduğu aşikar olan adı "küçük siyah adam" olarak tercüme edilebilir. Bir şiirinde şöy­ le bir ağıt yakar:

Rengim pembe olsaydı, kadınlar beni severdi Ancak Yaradan beni siyahlıkla lanetledi. 2 45

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM ! VE KÖLELİK

Bir diğerinde kendisini savunur (Çarpıcı biçimde William Blake'in ünlü dizelerinin -Lakin ben siyahım, ama yol Ruhum be­

yazdır- habercisidir) Her ne kadar siyah olsam da, ruhum soylu ve özgürdür Her ne kadar rengim siyah olsa da, seciyem beyazdır. 3 Benzer şekilde:

Siyahlığım huyuma halel getirmez, zira tıpkı misk gibiyim; tadını alan bırakamaz. Örtüm siyahtır, ama altında beyaz eteklikli parlak bir kıyafet vardır. 4 Bu satırlar siyah şairlerin belki de en kabiliyetlisi olan Nuşayb Ibn Rabah'a da (Ö. 726) atfedilir.5 Kendisi soyunun ve ten renginin farkındaydı ve bunun için de birçok aşağılamaya katlanmak zo­ runda kalmıştı. Bir keresinde büyük Arap şairi Kuthayyir istihzay­ la şunları söylemişti:

Nuşayb'ı erkekler arasında yoldan sapmış gördüm Ten rengi sığırınki gibiydi. O'na, parlayan siyahlığı ile mağdur olsa da Zalimin kara yüzüne sahip olduğunu söyleyebilirsiniz. 6 Arkadaşlarının cevap vermesini söylemelerine rağmen, Nuşayb onurlu bir şekilde bunu reddetti. Tanrı ona şairlik yeteneğini iyi­ lik yolunda kullanması için bahşetmişti; bunu hicivde kullanma­ yacaktı. Bir keresinde "bütün yaptığı bana siyah demek ve aslın­ da doğruyu söylüyor," demişti. Akabinde Nuşayb ten renginden şöyle bahsetmektedir:

46

ÖNYARGI VE D İN DARLIK, LİTERATÜR VE HUKUK

Bu dile ve cesur yüreğe sahip ol.duğum müddetçe siyahlık beni küçültmez. Bazı/an soyuyl.a yükselir; benim soyum ise mısral.anmdır! Sessiz bir beyaz, akıllı, açık konuşan Bir siyahtan ne kadar iyi ol.abilir ki! Ancak buna karşın:

Eğer kehribar gibiysem, misk de çok karadır -ve ve yoktur tenimin siyahlığının il.acı. 7 Benzer bir saldırıyla karşılaşan Nuşayb'ın siyah bir çağdaşı da­ ha sert cevap vermişti. Bütün bildiğimiz Emevi döneminde yaşa­ yan al-Hayqutan'ın siyah bir köle olduğudur. Bu isim keklik gibi bir kuşun ismini simgeler ve tahminen bir köle ismi veya lakabı­ dır. Bir diğer önemli isim al-Hayqutan'ı aklı kıçında bir kimse ola­ rak gören meşhur Arap şairi ve hiciv üstadı Jarir'dir (Ö. takriben 729) . Söylendiğine göre Jarir bir bayram gününde beyaz gömlek giyen al-Hayqutan'la karşılaşır. Bu şairi doğaçlama bir mısraya teş­ vik etti, kendisini bir papirüse sarılmış bir eşeğin penisine benzetti. Al-Hayqutan uzun bir kasideyle cevap verdi, şiir şöyle başlıyordu:

Saçım kıvır kıvır, tenim kömür karası olsa da, Elim açık ve şerefim parl.ak. 8 Etiyopyalıların büyüklüğünü ve görkemini ilan ettikten ve Arapların eski Etiyopya istilası korkusuyla alay ettikten sonra, Jarir'in küçümsemelerine aynı neviden cevap vererek bitiriyordu. Jarir'in üyesi olduğu Kulayb kabilesine karşı ara sıra getirilen bir suçlamayı anıştırarak, şöyle söylüyordu:

47

ORTA DOGU'DA I RK KAVRAM I VE KÖLELİK

Sen Ku/,ayb değil misin, annen koyun deği.l mi? Şişman davar/,ar senin onurun ve utancın. 9 Bazıları ise saray şairi olarak yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bun­ lardan biri Nuşayb al-Asghar, daha genç olan ikinci Nuşayb ola­ rak da bilinen Nuşayb al-Asghar'dı (Ö. 79 1 ) . Halife Harun Re­ şid'e adanan bir methiyede, kendisinden şöyle bahsediyordu:

Siyah adam, senin aşk/,a işin ne? Aklın varsa bırak beyaz kız/,arın peşini. Senin gibi bir Etiyopyalı siyaha yüz vermez on/,ar. 1 0 Arap dilinde erken dönem siyah şairlerin en bilineni belki de Abü Dulama'ydı (Ö. takriben 776), kendisi ilk Abbasi halifeleri­ nin saray şairi -ve soytarısı- idi. Adı "Siyahlığın Babası" olarak çevrilebilir. Bu mısralarda alt bir konumu kabul ettiği aşikardır. Efendisini eğlendirmek için Abü Dulama kendi görünüşü, yaşlı annesi ve ailesiyle dalga geçiyordu:

Ten rengimiz birbirine benzer, yüzlerimiz siyah ve çirkin, ad/,arımız utanç verici. 1 1 Arap antolojistleri b u adamların yaşamlarını bize anlatır. Bazı anekdotlar Nuşayb Ibn Rabah'ın ten rengi probleminden haber­ dar olduğunu gösteriyordu. Otobiyografık bir parçada, Mısır' a se­ yahate çıkmadan önce akıllı bir kadın olan kız kardeşine danıştı­ ğını belirtmişti. Kız kardeşi insanların gözünde hem siyah, hem de gülünç olmanın dezavantajlarını taşıdığını hatırlatır. Sonra ba­ zı mısralarını okur, ve kız kardeşi kabiliyetlerinin kendisine başa­ rı ihtimali getirdiği konusunda ikna olur. 1 2

48

ÖNYARG I VE DİNDARLI K, LİTERATÜR VE HUKUK

Daha farklı bir hikaye Nuşayb'ın Emevi Halifesi 'Abd al-Ma­ lik'le yediği öğle yemeğini anlatıyordu, halifenin güvenlik konu­ sunda verdiği sözden sonra, kendisine şöyle söylemişti: Ten rengim zift gibi, ve saçım kıvır kıvır, görünüşüm itici. Bana gösterdiğiniz teveccühü babamın, annemin veya kabilemin onuruna binaen elde etmedim. Bunu sadece aklım ve dilimle kazandım. Size Allah'ın adıyla yalvarıyorum. Ey Müminlerin Kumandanı, sizin yanı­ nızda elde ettiğim konumu benden esirgemeyin. 13 Hikayede anlatılmak istenen şairin bir fırsat yakaladığı ve aklı­ nı idamdan muafiyet elde etmek için kullandığıdır. Ancak bu pa­ saj o aralar siyahlık, çirkinlik ve daha alt bir konum arasında ha­ lihazırda kabul edilmiş bir ilişkiyi canlı bir biçimde gösteriyordu. Benzer bir tema Kara Daud (al-Adlam) olarak bilinen ve çir­ kinliği dillere destan olan siyah şair Da'ud lbn Salm'ın hikayele­ rinde de ortaya çıkmıştı. Bir keresinde, denir ki, Zayd Ibn Ja'far adlı bir Arap ile birlikte pahalı giysilerle hava atma suçlamasıy­ la yakalanmış ve Mekke'de hakim önüne çıkartılmıştır. Suçlanan iki kişi çok farklı muamale görmüşlerdir. Vakanivüsler yak.ışıklı Arap' ın salındığını söylerler, çirkin siyah ise kırbaçlanır. Hak.im dedi ki, "Bunu Ibn Ja'far'a yapmayabilirim, ama neden sana yapmayayım? Kökenin ya da çirkin suratının hatırına mı? Kırbaçlayın onu, evlat! -ve onu kırbaçlattı."14 Bir başka hikaye, döneminin en büyük müzisyeni olarak ta­ nınan ünlü şarkıcı Sa'id lbn Misjah'ın (Ö. takriben 705- 1 5) ba­ şından geçen talihsiz bir olayı anlatıyordu. Şam'da kalacak bir yer

49

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAMI VE KÖLELİK

arayan sanatçı, genç erkeklerden oluşan bir gruba katılır. Gruba, şarkıcı kızların evine değin eşlik eder ve öğle yemeğinde gruptan ayrılır ve "Ben siyah bir adamım. Bazılarınız beni itici bulabilir. Dolayısıyla ben başka bir yere oturup yiyeceğim," der. Gruptaki­ ler utanır ancak yemeğini (sonra da şarabını) ayrı bir yerde yeme­ si için düzenlemeler yapılır. Sonrasında köle şarkıcı kızlar gelir ve Sa'id Ibn Misjah şarkılarını över. Şarkıcılar ve ev sahipleri benzer şekilde "bu siyah adamın" kızlara övgüler düzme cüreti karşısında kendilerini hakarete uğramış hissederler ve adamın davranışları­ nı düzeltmesi hususunda kendisini uyarırlar. Sonrasında kim ol­ duğu meydana çıkar ve herkes ünlü şarkıcıya eşlik edebilmek için yarışır. 15 Bu gibi olaylar koyu tenlilere karşı uygulanan toplumsal ayrımcılığın mahiyetini ve sınırlarını gösterir. Sekizinci yüzyıldan sonra, Arap literatüründe çok az sayıda si­ yah şair vardı ve siyahlıkları önemli bir şiirsel tema değildi. Kara topraklarda Arapça beste yapan ve İslam' ı tercih eden şair azdı; an­ cak birçok siyah Afrikalı Müslüman, tıpkı Avrupalı Hristiyanların Latinceyi kullanması gibi, bilim dilinde Arapçayı ve şiir için ise kendi dillerini kullanmayı tercih ediyorlardı. Daha merkezi böl­ gelerde diğer renkten insanlar gibi siyahların köleliği de yirmin­ ci yüzyıla kadar devam etse de, kendi durumlarının farkında olan siyah şairler okulu ortadan kalkmıştı. Çok az sayıda köle asimile olmuş veya Arapçada şiir yazabilecek kadar eğitim almışken, Afri­ ka veya yarı-Afrikalı soya sahip az miktarda Arap şair kendilerini siyah ve dolayısıyla öteki görmeyecek kadar asimile olmuşlardı. 1 6 Bütün bir siyahlık sorunu klasik Arap literatürünün en bü­ yük düzyazı üstatlarından birisi olan ve bazı biyografi yazarları­ nın yarı Afrika kökenli olduğunu söylediği Basralı Jahiz'in (takri­ ben 776-869) yazdığı özel bir makalede tartışılmıştı. 17 Başlığı "Si­ yahların Beyazlara Karşı Böbürlenmesi"18 olan makale bu insan­ lara karşı yaygın suçlamaları zengin şiirsel örnekler eşliğinde çürü50

ÖNYARGI VE DİNDARLIK, LİTERATÜR VE HUKUK

terek ve nitelikleri ve başarılarını ortaya koyarak kara derili halk­ ların --özellikle Doğu Afrikalı siyahların- bir savunusunu yapma­ yı amaçlıyordu. Bu insanlar, güçlü, cesur ve cömertti -ve bazıla­ rının dediği gibi "akılları zayıf, idrak yoksunu ve sezgisiz" insan­ lar değillerdi. Kendilerine yöneltilen bir diğer yanlış suçlama ise aptal olduklarıydı. Jahiz, "Peki, bir kadının veya bir çocuğun da­ hi zekasına sahip olan hiçbir Zanj bile tanımadık dersek, ne der­ siniz?" diye soranlara cevabın sadece Zanjların aşağı bir soydan ve uzak ve geri kalmış çevrelerden geldiklerinin bilincinde oldukla­ rını söylemişti. Eğer Hintli köleler ile olan deneyimlerine daya­ narak bir yargıda bulunsalardı, Hint bilimi, felsefesi ve sanatı­ na dair bir fikirleri olmadığını mı söyleyeceklerdi? Elbette ki ha­ yır -ve aynısı kara topraklar için de geçerliydi. Dahası Jahiz, si­ yahların da eşit şekilde evlilik partneri olabileceklerini savunu­ yor ve kendilerine karşı uygulanan ayrımcılığın İslam' ın gelişme­ sinden sonra ortaya çıkmasının bir paradoks olduğunu söylüyor­ du: Siyahlara "putperest dönemde (bir başka deyişle İslam ön­ cesi dönemde) bizim kadınlarınızla evlenecek kadar yeterli ol­ duğumuzu düşünmeniz, ancak İslam adaleti geldiği zaman bu­ nun yanlış olduğunu söylemeniz sizin cahilliğinizdir," dedirtiyor­ du. Vurguladığı bir diğer önemli nokta, siyahların sayıca beyaz­ lardan çok daha fazla olduğuydu -bu kesinlikle doğruydu, zira Jahiz, dokuzuncu ve onuncu yüzyılların diğer bazı Arap yazarla­ rının yanı sıra, bu sayının içine Kıptileri, Berberileri ve Hindis­ tan, Güney Doğu Asya ve Çin sakinlerini de katıyordu. Burada ilgi çekici pasajlardan birisi de şu şekildedir: "Beyazlardan daha çok siyah var, çamurdan daha çok kaya var, topraktan daha çok kum var, tadı sudan daha fazla tuzlu su var." Özetle, Jahiz siyahlı­ ğın yaygın bir şekilde çirkinlikle eşleştirilmesine karşıydı ve siyah­ ların doğada, hayvan aleminde ve insan dünyasında güzel oldu­ ğunu söylüyordu. Her durumda, siyahlık genel olarak öne sürül51

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAMI VE KÖLELİK

düğünün aksine bir lanet veya ceza değildi, sadece doğal koşulla­ rın bir sonucuydu: Bu, her şey için geçerlidir. Bu anlamda bitkiler üzerin­ deki ağustos böcekleri ve kurtların rengi yeşildir ve genç bir adamın başındaki bit ise siyahtır, saçı beyazlaşırsa bitin rengi beyaz, boyanırsa kırmızı olur. Jahiz büyük bir mizah yazarı ve hicivcidir, ve siyahları savunu­ sunu okuyanlar, niyetinin tamamen ciddi olup olmadığı konu­ sunda şüpheye düşebilirler. Bu şüphe söz konusu makaleyi diğer yazılarındaki siyahlara değindiği noktalarla karşılaştırınca iyice ar­ tar. Kendisinin tartışmalı Afrikalı kökenine karşın, Zanjlara dair olumsuz fikirler öne sürer -belki de alıntılar: Zanjların insan türünün en aptal ve en İzansız ve ey­ lemlerinin sonuçlarını anlamak hususunda en kabili­ yetsiz türü olduğunu biliyoruz. 19 Tıpkı kargalar gibi, insanlar arasında da Zanjlar karak­ ter mizaç açısından en kötü ve en tehlikeli yaratıklar­ dır. 20 Onlar [Shu'ü.biyya] bütün çağlarda belagatin bütün in­ sanlığa bahşedildiğini iddia ederler' -Zanjlar bile tutuk­ luklarına, sınırsız aptallıklarına, kalın kafalılıklarına, zayıf algılarına ve şeytani yönelimlerine rağmen uzun konuşmalar yapabilirler. 2 1 Son alıntı, Jahiz'in amacı konusunda bir fıkir verebilir. Shu'übiyya, Arap olmayarı bir Müslümarı gruptu, çoğunlukla İranlılardan oluşuyordu ve İslam İmparatorluğu' nda Arapların ay­ rıcalıklı ve üstün konumunu protesto ediyorlar ve Arap kültürü-

52

ÖNYARGI VE D İ N DARLI K, LİTERATÜR VE HUKUK

ne merkezi bir önem atfedilmesine karşı çıkıyorlardı. Shu'übi po­ lemik tarzının özelliği kendi halkının başarılarını ve kapasitesini yüceltmek ve Araplarınkileri küçümsemekti. Jahiz, Arapların ve İslam :ilemine yeni katılanlar karşısında, özellikle fethedilen halk­ lar arasında Arap üstünlüğüne ciddi bir tehdit oluşturabilecek tek unsur olan İranlılar karşısında, Arap kültürel geleneğinin yılmaz bir savunucusuydu. Her ne kadar kısmen ciddi olsa da, siyahları savunusu belki de daha aşağı ve hakir görülen bir konumda olan Zanjların lehine benzer argümanlar geliştirerek İranlıların savla­ rıyla dalga geçmek niyetiyle yapılmış, Shu'übiyya risalelerinin bir parodisi olarak görülebilir. 22 Her ne kadar Jahiz'in asıl niyeti şüphe uyandırsa da, onuncu yüzyıldan beri bir övünç olmaktan ziyade, siyah halkların bir savu­ nusu ve bu insanlara karşı yöneltilen suçlamalara ve yapılan aşağı­ lamalara karşı bir cevap olan çeşitli kitapları kaleme alan daha geç tarihli yazarların niyetleri şüpheye mahal vermez. Bu noktada bu . tarz hakaretlere yanıt verme kampanyasının neden gerekli görül­ düğüne dair bir soru belirir. Böylesi bir savunu, ne Orta Doğu, ne de Yunan-Roma kadim dünyasında ortaya çıkmıştır; elbette ki bu­ nun nedeni cevap verilecek böylesi suçlamaların olmaması değildir. Söz konusu önyargıya karşı ünlü bir devlet adamı ve edip olan al-Şahib Ibn 'Abbad (938-95) kısa ve öz bir görüş ortaya koyar, yazar insanların tercih hakkında bulundukları kendi eylemleri için övülebileceğini ya da suçlanabileceğini, ödüllendirilebilece­ ğini veya cezalandırılabileceğini belirtir: ''Ancak uzunluk ve kısa­ lık, Zanjların siyahlığı ve Yunanların beyazlığı Allah'ın eseri oldu­ ğu için, insanlar bu gibi nitelikleri için suçlanmamalı ya da ceza­ landırılmamalıdır, çünkü Allah bunu engellememiş veya yasakla'­ mamıştır."23 İslam Orta Çağı'nda siyahları savunan kitaplar, genelde ve en başta Etiyopyalılar ile ilgiliydi. Böylesi az sayıda eser vardır; birkaç 53

ORTA DOGU'DA IRK KAVRA M ! VE KÖLELİK

kopyaları bugüne kadar gelebilmiştir ve hiçbir tanesi henüz basıl­ mamıştır. Jamal al-Din Abu'l-Faraj Ibn al-Jawzi tarafından yazı­ lan en erken tarihlilerinden birisinin başlığı, Siyahların ve Etiyop­

yalıların Faziletleri Üzerine Karanlıkta Kalan Noktaların Aydınla­ tılması'dır. Burada yazar, her iki grubu da kendilerine yöneltilen çeşidi suçlamalara karşı korur. Amaçlarından bir diğerini etkileyi­ ci bir pasajda açıklar: Siyah renklerinden dolayı kalpleri kırılan birçok ola­ ğanüstü Etiyopyalı tanıdım. Onlara, saygının güzel bi­ çimlerden değil, iyi eylemlerden kaynaklanması gerek­ tiğini söyledim. Buna binaen birçok Etiyopyalı ve Si­ yahla ilgili olan bu eseri kaleme aldım.24 Kısmen ilkine dayanan ve birçok konuda uzman olan meşhur Mısırlı Jalaal al-Din al-Suyüti (Ö MS 1 505) tarafından yazılan bir ikinci eserin adı, Etiyopyalıların Statüsünü Yükseltmek'tir. Bir diğe­ ri on altıncı yüzyılda yaşayan bir yazar tarafından kaleme alınan

Etiyopyalıların İyi Özellikleri Üzerindeki Renkli Elbise'dir. Türkçe­ de benzer bir çalışma İstanbul' a getirilen, burada öğrenim gören ve Osmanlı hizmetinde bir hukukçu olarak yüksek bir mertebe­ ye erişen bir harem ağasının Etiyopyalı bir yetiştirmesi tarafından yazılmıştır. Benzeri daha başka erken tarihli eserler de vardır, ama bunlar günümüze ulaşmamıştır. Günümüze gelen kitaplar aynı ana örüntüyü izlemişlerdi. Si­ yahların kökenlerini tartışıyorlar ve bununla ilgili mitleri redde­ derek siyahlığın nedenlerini ele alıyorlardı. Siyahların iyi özellik­ lerini ortaya koyup, aynı zamanda bazı bitkiler, taşlar ve hayvan­ larda iyi bir özellik olarak siyahlığın kendisine dikkatleri çekiyor­ lardı. Bu eserler beyaz ten renklerinden dolayı beyazların daha üs­ tün faziletli olduklarını iddia edemeyeceklerini söylediler, bunu

54

ÖNYARGI VE DİNDARLIK, LİTERATÜR VE H U KUK

ancak dindarlık ve iyi eylemlerle kazanabilirlerdi. Eserlerin birço­ ğu akabinde Arabistan'dan kaçan (Hz.) Peygamber' in musahiple­ ri arasında siyah ve azat edilmiş insanları, Kuran'da yer alan Eti­ yopyaca kökenli kelimeleri, (Hz.) Peygamber'in Etiyopyalılar ile ilgili sözlerini ve benzeri şeyleri öne sürüyorlardı. Dahası, siyahla­ rın ifa ettiği iyi ve dine uygun amelleri gösteren anekdot külliyat­ ları da mevcuttu, ancak buradaki yaygın tema siyahların dindar­ lık kadar sadelik örneği olarak da kullandığı, alelade bir dindarlı­ ğın ince bir günahlcirlıktan daha muteber olduğu yönündeydi. 25 Irksal tutuma dair bir diğer kaynak dini literatürde, özellik­ le zekice alıntılar eşliğinde ırkçı önyargıları ve ayrımcılığı kınayan literatürde, bulunabilir. (Hz.) Peygamber'in ölümünü takip eden yüzyıllarda dini bütün Müslümanlar çok sayıda hadis, yani (Hz.) Muhammed' in eylemleri ve sözleri ile ilgili gelenekleri, topladılar. Bunların çok büyük bir kısmı kesinlikle gerçek değildir -her ne kadar bu durum (Hz.) Peygamber' in gerçek görüşleri olarak bun­ ların değerini boşa düşürse de, üretildikleri dönemde gelişen tu­ tumlara ait önemli kaynaklar olmaya devam ederler. Bu hadisle­ rin bir kısmı ırk ve ten rengi ile ilgilidir. Bazıları özellikle belirli bir ırkı veya bir diğerini kınar. Bu anlamda (Hz.) Peygamber'in Eti­ yopyalılar hakkında şunu söylediği iddia ediliyordu: "Acıktıkları zaman çalarlar, doyuruldukları zaman zina yaparlar."26 Bu hadis kesinlikle gerçek dışıdır, ancak erken zamanlarda ve modern çağ­ larda Zanjlar hakkında bilinen bir Arap atasözüydü.27 Aynı dere­ cede gerçek dışı olan benzer hadisler İslam' ın ilk dönemlerindeki mücadelelerde İranlıları, Türkleri ve diğer tarafları kötülemek için alıntılandı. Bu hadislerin bazıları eskatolojik içerikler taşıyorlar­ dı, örnek olarak Peygamberin Mekke'deki kutsal tapınak olan Ki­ be' nin buranın altını üstünü getirecek ve bu anlamda dünyanın yok oluşunu tetikleyecek olan "siyah derili, kısa bacaklı adamlar" tarafından yıkılacağını öngören hadiste olduğu üzere. 28 55

ORTA DOGU'DA IRK KAVRA M I VE KÖLELİK

Böylesi hadisler az sayıdadır ve birçoğunun sahici olmadığı dü­ şünülür. Doğruluğu kabul edilen daha fazla sayıda hadis günü­ müze kalmıştır ve bunların genel eğilimi ırkçı önyargıları eleş­ tirmek ve dindarlığın daha önemli olduğu hususunu belirtmek­ tir. Bunların en yaygın olanlarından birisi (Hz.) Peygamber' e at­ fedilmektedir, "Kızıllar ve siyahlar için gönderildim." -bu ifade bütün insanlığı kucaklar. 29 Kur an'da halihazırda alıntılanmış bir çıkış noktası olarak bir pasajın eşliğinde, hadisleri üreten insan­ lar -bunlar da neredeyse kesinlikle gerçek dışıdır- gerçek fazile­ tin dindarlık ve iyi eylemlerde ortaya çıktığını ve bunun asil, soy­ lu veya saf kan Arap olmanın bile ötesinde olduğu konusunda ıs­ rarcıydılar. Bu hadisler ve bunların aksi yönünde olanlar İslam'ın ilk dö­ nemlerinde hem etnik, hem de toplumsal bir üstünlük iddiasın­ da bulunan safkan Arap fetihçi aristokrasi ile ne etnik, ne de soya dayalı bir üstünlük peşinde koşan ve belki de bu yüzden dini fazi­ letlerin önemi konusunda ısrar eden, fethedilen halklar arasında­ ki din değiştirenler arasındaki büyük mücadeleye açık bir biçim­ de işaret ederler. Bu noktada Arapların klasik kullanımında hayli yaygın olan retorik bir araca -saçmalaştırarak tartışma- dikkatleri çekmek is­ terim. Ancak bu reductio ad absurdum'dan hayli farklıdır. reductio

ad absurdum'un esas amacı en aşırı ve dolayısıyla en absürt biçi­ miyle bir argümanı ortaya koyarak onun yanlışlığını göstermek­ tir. Göndermede bulunduğum Arap retorik aracının amacı bu­ nun tersidir -yanlışlamak değil, vurgulamak ve doğrulamaktır; dolayısıyla reductio ad absurdum değil, buna daha ziyade trajectio

ad absurdum30 (eğer ortaya bir terim atmam gerekiyorsa) denebi­ lir. Bir iddia kabul edilir ve aşırı, hatta saçma bir örnek verilir ancak burada amaç iddianın bu aşırı ve saçma biçimde bile halen geçerli olduğunu göstermektir. 56

ÖNYARGI VE D İ N DARLIK, LİTERATÜR VE H U KUK

Hem klasik, hem de modern çağlarda bu türden bir mantık yönteminde siyahların -ayrıca Yahudi ve kadınların- kaç defa kul­ lanıldığını gören birisi etkilenir. Bu anlamda Müslüman hukuk bilginleri meşru otoriteye riayet etme ve itaat etme görevini vur­ gularken, (Hz.) Peygamber' e atfedilen, biçimsel olarak pek müm­ kün olmasa da, bir vecizeyi alıntılıyorlardı: "Burnu kesik Etiyop­ yalı bir köle olsa bile, üzerindeki otoriteye uy."31 Çeşitli özellikleri böylesine bir arada vurgulamanın amacı, açık bir şekilde fiziksel, toplumsal ve ırkla ilgili terimlerin nihayetinde hep birden bir ara­ da olmasının imkansız olduğuna dikkatleri çekmek içindir. Daha sonraki bir anekdotta farklı bir nokta benzer bir biçim­ de vurgulanır, burada amaç kölelerin insani bir muameleye ta­ bi tutulmasının önemini vurgulamaktır. Bir Arap'ın koyunlarını otlatan siyahi köle bir kadını vardır. Koyunlardan birisini kurda kaptırınca, sinirlenen sahip kadına bir tokat atar. Kadın şikayette bulunur; ve meseleyi işiten (Hz.) Peygamber tokada karşılık taz­ minatın kadının özgür bırakılması olduğunu söyler. Sahibi buna karşı çıkar ve kadının "siyah ve barbar" olduğunu ve imanı olma­ dığını söyler. "(Hz.) Peygamber kadına sordu: 'Tanrı nerede?' Ka­ dın cevapladı: 'Cennette.' (Hz.) Peygamber dedi ki: 'Kadın iman sahibi, onu azat et."'32 Bazı hadislerde de eş seçiminde benzer bir retorik aracı kulla­ nılıyordu: Kadınlarla kendilerini mahvedecek olan güzellikleri ve­ ya kendilerini baştan çıkarabilecek olan paraları için değil, imanları için evlenin. Eğer imanı sağlamsa, ke­ sik burunlu siyah köle bir kadın bile tercih edilebilir.33 İman hevesin önüne geçmelidir, lakin başka tarafa yönlendiremez.

57

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM I VE KÖ LELİK

Bu tema sıklıkla iman ve tevazu örneği olarak gösterilen, erken dönemlerdeki bir Müslüman kahraman olan Abü Dharr'ın hilci­ yelerinde de ortaya çıkar. Tevazusuna dair örnekler olarak, siyah bir kadınla evlendiğinden bahsedilir, "zira kendisini yüceltmeye­ cek ama alçaltacak bir eş istemiştir," ve bir Etiyopyalının arkasında dua etmeye niyetlidir. 34 Bu nokta meşhur lbn Hazın (994- 1 064) tarafından kuvvetli bir biçimde vurgulanmıştır, Hazın'a göre: Tanrı en dindarın, bir Zanjın veledi zinası olsa bile en soylu35 olduğunu ve peygamberlerin oğulları bile olsa günahlcir ve imansızların en alçak olduğunu buyurur.36 Buradaki duygu tam olarak dini ve eşitlikçiydi -ancak bir şe­ kilde bu ifade tam anlamıyla ikna edici değildir. Ibn Hazın' ın bu yorumu Arap soy kütüğü üzerine yazdığı incelemenin girişinde yapması önemliydi, burada söz konusu bilimin önemini ve iti­ barını ispatlamaya çalışıyordu. Bir şekilde iki anlamlı bir hadiste, bir Etiyopyalı (Hz.) Peygamber' e şunları söyler, "Siz Araplar bizi her şeyde yaradılışta, ten renginde ve Peygamberi içinizden çıkar­ dığınız için geçtiniz. Eğer inanırsam, cennetinize kabul edilir mi­ yim?" (Hz.) Peygamber cevap verir, "Evet, ve cennette Etiyopya­ lıların beyazlığı bin yıl boyunca gözlenecek."37 Bunun ve diğer sayısız anektotun vurguladığı ahlak ve benze­ ri tabirler imanın siyahlıktan ve imansızlığın da beyazlıktan üstün olduğudur. Bu, beyaz ya da siyah olmanın bir önemi olmadığı­ nı söylemekten farklıdır. Gerçekten de, mümin siyahların beyaza dönüştüğü hilciyelerde ve kötü beyazların siyaha dönüştüğü para­ lel hilciyelerde söz konusu durumun tam aksi ima edilmektedir.38 Canlı bir örnek Suriyeli şair Abu'l-'Ala al-Ma'arri'nin (973- 1 057) kaleme aldığı ve cennet ve cehennemi tasavvur ettiği Risdlat al­ Ghufran'da ortaya çıkar. Hilciyeci cennette aşırı güzel bir huriyle

58

ÖNYARGI VE D İNDARLIK, LİTERATÜR VE HUKUK

karşılaşır, kendisine dünyada Bağdat Akademisindeki müstensih­ ler için kitap getiren Tawfiq Zanj olduğunu söyler. ''Ancak sen siyahmışsın," diye haykırır şair, "ve şimdi ise kafur­ dan bile beyazsın!" kadın buna bir mısrayla cevap verir: "Bütün siyahlar arasında Tanrı'nın ışığının bir tohumu varsa, siyahlar be­ yaza dönüşür."39 İyiyle ışığın benzer bir özdeşliği (Hz.) Peygam­ ber'in kendisini beyaz veya kızıl renkte gösteren İslami hagiogra­ fık40 yazınında ortaya çıkmıştı. Benzer betimlemeler karısı Ayşe, damadı Ali ve soyundan gelenler ve hatta kendisinden önceki pey­ gamberler İbrahim, Musa ve İsa için de yapılıyordu.41 Irksal önyargıya dair ifadeler ve ithamlardan, hem genel hem de dini literatürde, önemli bir dönüşümün gerçekleştiği sonucu­ na varabiliriz. Antik çağlarda diğer bölgelerde olduğu gibi Kadim Arabistan'da da ırkçılık -kelimenin modern anlamında- yoktu. İslam idaresi ırkçılığı teşvik etmekten ziyade, evrensel düzeydeki etnik ve toplumsal kibir eğilimlerini kınıyordu ve Allah önünde bütün Müslümanların eşit olduğunu bildiriyordu. Yine de, açık bir şekilde literatürden ırksal düşmanlık ve ayrımcılık hususunda yeni ve bazen de saldırgan bir örüntünün İslam alemi içinde pey­ da olduğunu çıkarabiliriz.

59

5

Fetih ve Köleleştirme Birkaç kuşak içerisinde gerçekleşen bu büyük tutum değişikliği esas olarak üç önemli gelişmeye atfedilebilir. Bunların ilki fetihlerdir -normal olarak bir şekilde fatihler ile fethedilenler arasında ayrımların ortaya çıktığı geniş bir Arap im­ paratorluğunun yaratılması. ·İlk başta Araplık ve Müslümanlık, fi­ ili olarak aynı şeye tekabül ediyordu ve farklılıklar dini olarak gö­ rülebilirdi. Ancak fethedilen çeşitli farklı halklar çok hızlı bir şe­ kilde İslam'ı kabul ettikçe, yeni bir sınıf ortaya çıktı -İslam'ı ka­ bul eden Arap olmayan bir kesim- ve bir şekilde bunların konu­ mu, ileride genişleyen Avrupa imparatorluklarının içerisine katı­ lacak olan yerel Hristiyanlara benziyordu. İslam doktrinine göre -Dinin mümin taraftarları tarafından tekrar ve tekrar kabul edil­ diği üzere- Arap olmayan müminler ile Araplar arasında bir fark yoktu ve daha tevekküllü olanlar ArapJardan daha üstün olabilir­ di. Ancak, önceki dönemlerde ve sonrasında da bütün fatihler için olduğu gibi, Araplar ele geçirdikleri halklar ile eşit görülmek iste­ miyorlardı ve ellerinden geldiği kadar, kendi ayrıcalıklı konum­ larını muhafaza etmeye çalışıyorlardı. Arap olmayan Müslüman­ lar daha aşağı görülüyorlar ve mali, toplumsal, siyasi, askeri ve di­ ğer alanlarda ayrımcılığa maruz kalıyorlardı. Bu insanlar yaygın olarak ilk anlamı "azat edilmiş insanlar" olan (t. mawla) terimiy61

ORTA DOGU'DA IRK KAVRA M ! VE KÖLELİK

le biliniyorlardı. Gerçekten de birçok insan, uydurma olsa dahi, meşhur bir hadiste belirtilen süreçlerle -yakalama, köleleştirme ve azat edilme- İslam' a döndürülmüştü, hadise göre (Hz.) Peygam­ ber şöyle demişti: Neden güldüğümü sormayacak mısınız? Halkımdan istemedikleri halde Cennet' e sürüklenenleri gördüm. Şöyle soruyorlardı, "Ey, Allah'ın Peygamberi, bun­ lar kim?" Şöyle cevap verdi, "Bunlar savaşçıların Ci­ hat'ta ele geçirdiği ve İslam'a döndürdüğü Arap olma­ yan halklardır."1 Antik çağlarda, bazı Yunan fılozofları köleliğin barbar bir kö­ le için iyi bir şey olduğunu zaten savunmuşlardı, zira bu durum köleyi daha iyi ve uygar bir hayatla tanıştırıyordu. Bunun dini tü­ rü -İslam'ın lütfuna erişmek için bir yol olarak kölelik- sonraları yaygınlaşmıştı. 2 Ancak bu yoldan dine dönen ilk kişiler bazı zor­ luklarla karşılaşmıştı. İspanyol-Arap bir yazar olan Ibn '.Abd Rabbihi (860-940), er­ ken dönemlerde Arapların Arap olmayan mawdltye karşı tutu­ munu şöyle tarif etmektedir: Na.fi' Ibn Jubayr bir mawld' nın namazda önüne geçme­ sine müsaade etmişti. İnsanlar kendisine bunu sorduk­ larında şöyle cevap vermişti: ''.Arkasında saf tutarak Al­ lah' ın gözünde mütevazı olmak istedim." Bir cenaze geçerken aynı Na.fi' lbn Jubayr bunun kimin cenazesi olduğunu sorardı. Eğer, "Kureyşi" der­ seler, şöyle yanıt verirdi: "Yazık hısımlarına!" "Mawla" olduğunu söyleseler, şöyle derdi: "O Allah' ın malıdır, O istediğini yanına alır, istediğini bu dünyada bırakır."

62

FET İ H VE KÖLELEŞTİ RME

Sadece üç şeyin duayı bozacağını söylerlerdi -bir eşek, bir köpek ve bir mawlii. Mawlii kunya [Arapça isimlerin bir kısmı,

Abü -oğlu-

kelimesini takip eden

bir diğer kişisel isimden oluşurdu, ama her zaman oğlu olması gerekmezdi] kullanmazdı, ancak kendisine kişi­ sel adı ve ikinci ismiyle hitap edilirdi. İnsanlar onlarla yan yana yürümezdi, ya da kafilelerde öne geçmelerine izin verilmezdi. Bir yemekte diğerleri otururken onlar ayakta duruyordu ve bir mawlii'ya yaşından, faziletin­ den ya da eğitiminden dolayı yemek verilirse, hiç kim­ senin Arap olmadığını fark etmemesi için masanın so­ nunda otururdu. Cenazelerde, bir Arap'ın olduğu yer­ de, şayet söz konusu Arap tecrübesiz bir genç değilse, bir mawliin ın namaz kılmasına izin verilmezdi. Mawlii bir kadına talip olan bir kişi kendisini kadının babası ya da erkek kardeşine değil, efendisine tanıtırdı, bu ki­ şi istediği takdirde evliliğe izin verebilir, istemediği tak­ dirde vermezdi. Eğer babası ya da erkek kardeşi efendi­ nin onayı olmadan evliliğe onay verirse, evlilik geçersiz sayılır ve eğer evlilik yerine getirilmişse bu izdivaç de­ ğil, zina olarak görülürdü. Bununla ilgili olarak inancı, sofuluğu, kanaatkar­ lık ve alçak gönüllülüğü ile bilinen 'Amir lbn '.Abd al­ Qays, Irak valisi '.Abdallah Ibn 'Amir' in huzurunda Ha­ life 'Uthman Ibn 'Affan'ın mawlii'sı Humran tarafın­ dan suçlanmıştı. Humran, 'Amir'i Halifeyi kötülemek ve onu suistimal etmekle suçlamıştı. 'Amir bunu red­ detti ve Humran kendisine şöyle dedi: "İnşallah Allah çoğalmanıza izin vermez!" Amir'e şöyle soruldu: "Se­ ni lanetliyor mu, ve sen onu kutsuyor musun?" "Evet," diye cevap verdi, "zira onlar yollarımızı temizliyorlar, çizmelerimizi onarıyorlar ve kıyafetlerimizi dikiyorlar!"

63

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAMI VE KÖLELİK

Arkasına yaslanan 'Abdallah Ibn 'Amir doğruldu ve şöy­ le söyledi: "Senin gibi erdemli ve sofu birisinin böy­ le şeyler söyleyeceğini düşünmezdim." 'Amir şöyle ce­ vap verdi: "Bildiğimi zannettiğinden daha çoğunu bi­ liyorum!"3 İslam' ın ilk iki yüzyılında önde gelen meselelerden birisi Arap olmayıp İslam'ı kabul edenlerin eşit haklara sahip olması için ve­ rilen mücadeleydi. Bunun kadar önemli olan bir diğer mesele me­ lez olarak kabul edilenlerin, safkan olarak görülmesi adına yürü­ tülen kavgaydı. İslam öğretileri ve müminlerin protestolarına kar­ şın Arap fatihler belki de kaçınılmaz olarak bir nevi fetihçi kabile aristokrasisi tarzını benimsiyorlardı. Sadece safkan Araplar -bu­ nun anlamı hem baba, hem anne tarafından özgür bir Arap so­ yundan gelenler- kabileye kabul edilirdi. Fatihlerin çok eski za­ manlardan beri sahip oldukları hakları benimseyen Araplar, fet­ hettikleri insanların kızlarını haremlerine alırlardı, ancak bu kö­ le kadınlardan doğma çocuklar safkan Arap olarak görülmezdi ve iktidarın üst konumlarına kabul edilmezlerdi. Neredeyse Emevi Halifeliği'nin sonuna kadar, bütün halifeler özgür Arap annele­ rin çocuklarıydı ve Arap olmayan köle kadınlarının oğulları olan Emevi prenslerinin bir an bile halef olarak görülmediği açıktır. Maslama4 gibi yetenekli bir lider ve kumandan bile ne kendisini halifeliğe aday olarak görebilirdi, ne de diğerleri tarafından böy­ le görülürdü. Böylesine bir ayrımcılık ve dolayısıyla mağdurların hıncı da Arapça literatürde gayet iyi bir şekilde işlenmiştir. Mağdurların -Arap babanın, ve Arap olmayan annenin oğulları- sayısı ve öne­ mi arttıkça, hınçları daha da tehlikeli bir hal almaya başladı. Bir keresinde, on dokuzuncu yüzyıl Avrupalı araştırmacılar, çoğun­ lukla kendi çağları ve mekanlarındaki ulusal kurtuluş mücadele-

64

FETİH VE KÖ LELEŞTİRME

!erini düşünerek, sekizinci yüzyıl ortalarındaki büyük ayaklanma­ ların Arap hakimiyetine karşı İranlıların isyanından kaynaklandı­ ğını ve bunların sonunda Abbasilerin zaferlerini kesinleştirdiği­ ni iddia etmişlerdi. Kanıtlar bu kuramı ve ona eşlik eden İranlıla­ rın yeni yükselişine dair fikirleri desteklemez. Tam tersine, bütün işaretler Arapların yükselişinin Abbasi halifelerinden sonra bir za­ man daha devam ettiğini gösterir. Halifelerin kendileri ve bütün kıdemli görevli ve kumandanları hilen Arap'tı, Arapça tek resmi dildi ve Araplar imparatorlukta halen önemli toplumsal ve iktisa­ di ayrıcalıkları ellerinde tutuyorlardı. 5 Bununla birlikte önemli değişiklikler olagelmekteydi. (Hz.) Peygamber' e atfedilen bir deyişe göre, "Arapların yıkımı İranlı kız­ lardan olan oğlanlar adam olunca gerçekleşecek"ti.6 Hadis kesin­ likle uydurmadır, ancak tıpkı buna benzer birçok uydurma hadis gibi, o dönemin meseleleri ve sorunlarını bize hayli iyi aksettirir. Arap fatih aristokrasisine meydan okuyan ve onları yerlerinden edenler, hilen fethin şokunu yaşayan ve siyasi olarak etkisiz olan tebaa değildi. Meydan okuyanlar kendi oğullarıydı, yarı Araplardı ve bu anlamda sayıca ve güç olarak artan ve kendilerine safkan ya­ rı kardeşleri tarafından empoze edilen kifayetsizlik ve aşağılamala­ rı kabul etmek hususunda her zamankinden daha gönülsüz olan, sadece yarı yarıya ayrıcalıklı insanlardı. Önemli birçok devrimci değişime benzer biçimde, yarı Arapların eşit bir konuma getiril­ mesi devrimden önce başlamıştı ve devrimin siyasi olarak tamam­ lanmasından bir süre sonra yerine getirilebilmişti. Son iki Emevi halifesi köle kadınların çocuklarıydı, ilk Abbasi halifesi ise özgür bir Arap kadının oğluydu.7 Ancak ikinci Abbasi halifesi ve ondan sonrakiler yabancı cariyelerden gelmeydi. Abbasilerin zaferlerini ve bir süreliğine ayakta kalmalarını borçlu oldukları Horasan or­ dusu İran değil, Arap ordusuydu -ancak bu ordu kuşaklar süren yerleşimlerden ve evliliklerden sonra yarı İranlılaşmıştı. 8 65

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM I VE KÖLELİK

Kadim Araplar tarafından yabancı iki kişinin birleşmesinden doğan çocuklar için yaygın olarak kullanılan terim hajin'di, bu, tıpkı İngilizcedeki "kırma" ve "melez" gibi hem insanlar, hem de hayvanlar için kullanılıyordu. Örnek olarak hajin atası safkan Arap olan ve eşi ise olmayan bir at için kullanılabilirdi. İnsanlar için kullanıldığında da aynı anlama geliyordu, babası Arap ve öz­ gür olan, annesi ise yabancı bir köle olan bir kişiyi gösteriyordu.

Hajin kelimesinin kendisi içerik olarak ırksal olmaktan çok top­ lumsaldı, herhangi bir ırksal kimlik atfetmeksizin üstün doğan­ ların altta doğanlara karşı kibrini yansıtıyordu. Arap olmayan­ lar, hangi ırksal kökenden gelirlerse gelsinler, elbette soysuzlar­ dı, ancak şu ya da bu nedenden bir kabilenin tam ve özgür üyesi olmayan birçok Arap da bu konumdaydı. İki özgür Arap'tan ol­ ma safkan Araplar, Arap baba ve Arap olmayan anneden gelenler­ den (bunun aksi kabul edilemezdi) daha üstteydi. Sonrasında ya­ rı Araplar Arap olmayanların üstündeydi, ikinci grup tabiri caizse sistem dışı olarak görülüyordu. Kadim Araplar arasında gelişkin bir sosyal derecelendirme sis­ temi vardı. Bir insanın statüsü ebeveynleri, ailesi, boyu, oymağı ve kabilesi ve bunlara Arap toplumsal düzeninde verilen kademe ile belirlenirdi. Bütün bunların hepsi şiir, hadisler ve yaygın bir soy kütüğü yazınında geniş bir şekilde belgelenmişti. Daha da zor bir soru, kadim Arapların Arabistan'da köle nüfusunun hepsini de­ ğilse de büyük bir kısmını oluşturan çeşitli Arap olmayan halklar ve ırklar arasındaki toplumsal farklılıkları nasıl algıladığı ve de­ ğerlendirdiğiydi. 'Abduh Badawi'ye göre, "en şanssız hajin ve top­ lumsal statüde en altta yer alanların, siyahlığını annesine borçlu olanlar olduğu hususunda ortak bir kabul vardı."9 Köle bir çocuğun özgür babası kendi arzusuna bağlı olarak onu tanıyabilir ve azat edebilirdi ve bu anlamda ona kabilede bir üye­ lik sağlayabilirdi. İslam idaresi altında bu zorunlu kılındı. Ancak 66

FETİH VE KÖLELEŞTİRME

İslam öncesi geleneklere göre baba bir seçeneğe sahipti; Badawi'ye ve gönderme yaptığı kaynaklara göre, o zamanlar Arap babalar si­ yah annelerin çocuklarını kabul etmeye pek hevesli değillerdi. Bu belki de yedinci yüzyıldaki büyük Arap yayılmasından son­ ra ortaya çıkmış ve Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da kurulan yeni İs­ lam İmparatorluğu' na bir süre hakim olmuş, fatih Bedevi aristok­ rasisinde benimsenmiş toplumsal tutumların doğru bir tanımıdır. Bu iki grup, Arap olmayan dönmeler ve yarı Araplar, arasında bu gibi ten rengi özellikleri pek de önemli bir mesele değildi. Li­ teratüre göre Araplar, yarı Araplar ve Arap olmayanlar arasında­ ki kavga daha şiddetliydi. Arap olmayanların kimliği en azından Arapların gözünde ikincil öneme haizdi, ancak bu, Arap olma­ yanların kendileri için daha çok şey ifade ediyor olabilirdi. Diğer olası Arap olmayan kökenlerden farklı olarak Afrikalı bir kökene sahip olmanın önemi görünüşte yatıyordu. Bir Arap baba ve bir İranlı veya Suriyeli anneden gelme bir oğul, iki Arap ebeveynin bir oğlundan çok farklı görünmezdi. Asıl farklılık toplumsaldı ve toplumsal bilgiye dayanıyordu. Ancak Afrikalı bir annenin oğlu genelde görünümünden bilinirdi ve dolayısıyla hakarete ve ayrım­ cılığa daha çok maruz kalırdı. "Siyah bir kadının oğlu" insanlara sıklıkla dile getirilen bir aşağılamaydı ve "beyaz bir kadının oğlu" bu anlamda övünme ve şişinmede kullanılıyordu. 1 0 Etiyopyalı bir kadının torunu olduğu söylenen Halife Ömer bi­ le bu mevzuda sonradan eleştirilmişti. İlk dönem Arap yazarlardan birisi olan Muhammad Ibn Habib, (Hz.) Peygamber hila hayat­ tayken, günün birinde bir adamın Ömer'i aşağıladığını ve ona "si­ yah kadının oğlu," diye seslendiğini anlatır, bunun üzerine Allah şu ayeti göndermiştir. 1 1 "Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğeri­ ni alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler." (XLIX: 1 1) 12• Etiyopyalı bir kadının oğlu olan büyük bir adama dair kısa bir bölümde yer alan bu hikaye, çok büyük olasılıkla müminlerin 67

O RTA DOGU'DA IRK KAVRAM I VE KÖLELİK

bir uydurmasıdır, ancak bu onu daha az ilgi çekici yapmaz. Belki de kendisini gözden düşürmek için Etiyopyalı ataları ile dalga ge­ çen, Ömer'e karşı yapılan Şii propagandasına verilen bir cevaptır. 13 İkinci önemli faktör fetihlerin Araplara sunduğu geniş dene­ yimlerdi. İslam'dan önce Afrika'dan büyük oranda anladıkları, ah­ laki ve maddi uygarlığı kendisininkinden daha gelişkin bir ülke olan Etiyopya'ydı. (Hz.) Peygamber yaşarken Etiyopyalıların ün­ leri Mekke'den kaçan Müslümanlara merhamet gösterip, onlara kalacakları yer sağlayınca daha da arttı. Ancak fetihlerden sonra işler değişti. Bir taraftan Afrika'ya, diğer taraftan Güney Doğu As­ ya ve Güney Avrupa'ya ilerleyen Araplar, daha gelişkin olan açık tenli halklar ve daha az gelişkin olan kara tenli halklarla karşılaş­ tılar. Hiç kuşku yok ki, bunun sonucu olarak bu iki olguyu eşit­ lemeye haşladılar. Bu genişlemeye bağlı olarak, İslam'ın ilk zamanlarında bir baş­ ka önemli gelişme -kölecilik ve köle ticareti- ortaya çıktı. 14 Siyah Afrikalıları ilk köleleştirenler Arap Müslümanlar değildi. Firavun zamanlarında bile Mısırlılar siyah Afrikalı köleleri yakalamaya ve kullanmaya başlamışlardı, hakikaten de bunların bazıları Mısır abidelerinde betimlenmiştir. 1 5 Yunan ve Roma dünyasında da si­ yah köleler vardı -ancak bunların sayısı azdı ve önemsizlerdi ve dahası uzak bölgelerden getirilen diğer kölelerden daha farklı gö­ rülmezlerdi. 16 Siyah kölelerin yığınlar halinde getirilmesi ve köle nüfusu arasında etnik ve hatta ırka dayalı bir ayrışmanın başlama­ sı Afrika'daki Arap yayılımı sonrasına denk düşer ve İslam idaresi altındaki insana dair en önemli gelişmelerin bir tanesinin dolaylı ve amaçlanmayan bir sonucudur. Afrikalı kölelerin yığınlar halinde getirilişi kaçınılmaz bir bi­ çimde siyah derili halklara karşı Arapların (ve dolayısıyla Müslü­ manların) tutumunu etkiledi, zira birçok Arap ve Müslüman bu insanları sadece köle olarak tanıyordu. 68

FETİH VE KÖ LELEŞTİRME

Bu değişen tutum Afrikalı atalara sahip özgür insanları dahi etkiledi -(Hz.) Peygamber'in musahiplerinin soyunu bile. Do­ layısyla Ebu Bekir'in17 oğlu 'Ubaydallah 67 1 ve tekrar 697'de Sistin' a vali olarak atandı. Ancak bu dönemde siyahlık utanç ve­ rici olarak görülmeye başlanmıştı bile ve kendisine karşı yazılan bir hicivde şair şunları söylemişti:

Siyahlar iyi amellerle kazanmazlar paralarını ve kötü nam sahibidirler. Leş gibi kokan Nubyan siyahın çocukları­ Allah bedenlerine hiç ışık koymamış! Kendisini atayan Halife bile şöyle söylemişti: "Siyah adamlar Doğu'daki halkların efendisidir."18 Ebu Bekir'in soyundan gelen­ ler Basra'da önemli toplumsal statüler elde etmişler ve kendileri­ ni Arap şeceresine kaydettirmişlerdi. Bu durum, kendilerini (Hz.) Peygamber'in azat ettikleri insanlar statüsüne geri dönmeleri için zorlayan Halife al-Mahdi (MS 775-85 arasında hüküm sürmüş­ tür) tarafından reddedilmişti. Siyah kölelerin düşük statüsü anekdotlarda ortaya çıkar. Müs­ lümanlar arasında çıkabilecek bir iç savaştan kaçınmaya çalışan bir Arap "iki taraf arasında tek bir ok atılmasındansa, ölümüne kadar bir tepede dalgın keçileri güden sakat bir Etiyopyalı köle olmayı tercih edeceğine" dair yemin ediyordu. 19 Vezirler ve da­ nışmanlar hakkında yazılan bir tarih kitabında, eski bir vakanivüs olan Jahshiyari son Emevi halifesinin yardımcısı 'Abd al Hamid (Ö. takriben 750) adlı birisi hakkında bir anekdot aktarmaktadır. Yerel bir validen halifeye hediye olarak siyah bir köle kız gelir. Ha­ life bu hediyeden çok da memnun olmaz ve yardımcısına küçük düşürücü bir teşekkür mektubu yazmasını söyler. Söylendiğine göre 'Abd al-Hamid şöyle yazar: "Hediye olarak bu gönderdiğin-

69

ORTA DOGU'DA IRK KAVRA M I VE KÖLELİK

den sayıca daha az ve siyah olandan daha kötü bir renk bulamadın mı?"20 Bu hikayeyi aktarırken Jahshiyar:Cnin amacı siyahları aşağı­ lamak değil, ancak 'Abd al-Hamid'in keskin zekasını göstermekti -yine de hikaye ortak bir tutumu yansıtmaktadır. Tarihte bilinen bütün uygarlıkların halkları gibi Müslümanlar için de uygar dünya kendilerinden ibaretti. Sadece kendileri ay­ dınlanma ve gerçek imana sahiptiler; dış dünya kafır ve barbar­ larla doluydu. Bunların bazılarının bir nevi dine ve az da olsa uy­ garlığa sahip oldukları kabul ediliyordu. Geride kalanlar ise -çok tanrıya inananlar ve putperestler- öncelikle İslam ilemine getiri­ lecek ve İslami yollarla şekillendirilecek köle kaynakları olarak gö­ rülüyordu ve kayda değer bir dine sahip olmadıklarında, İslam'ın doğal adaylarıydılar. Bu insanlar için köleleştirme dolayısıyla bir ihsandı ve gerçekten de çoğu zaman böyle algılandı. Bu tutum kendisinin arkadaşı olan Müslüman misafirler tarafından kandı­ rılan, kaçırılan ve Arabistan'da köle olarak satılan siyahi bir pagan kralın hikayesinde örneklenmiştir. Bu insanlarla yıllar sonra karşı­ laşan kral, kendilerini ayıplar ama küskünlük belirtisi göstermez, zira onlar sayesinde İslam'a dönmüştür.21 Köleliğin insan ilemi­ ne kutsal bir lütuf olduğu inancı, ki bu sayede paganlar ve barbar halklar İslam' a ve uygarlığa kazandırılmıştır, sonraki yazarlarda da çok sık bir şekilde karşımıza çıkar.

70

6

Etnolojik Gezintiler Tarihte bilinen diğer bütün halklar gibi eski Araplar da, dünyayı kendileri ve ötekilerden ibaret görürdü. Antik Yunanlar için dı­ şarıdakiler dilsel ve kültürel çağrışımlı bir terim olan barbarlardı; İsrailliler için ise inanca ve ibadete dayalı olarak Yahudi olmayan­ lardı. Modern toplumlarda birçok ayrım vardır, ancak evrensel ve resmi olarak kabul gören tek bir tane ayrım vatandaşlar ve yaban­ cılar -bu terim bazıları için barbarların ve lcifırlerin en kötü özel­ liklerini kendinde toplamıştır- arasında yapılmaktadır. Eski Arabistan'da, Arap olmayanlara 'Ajam denirdi, bunun içe­ risinde İranlılar, Yunanlar, Etiyopyalılar, Nabataeanlar ve Arapla­ rın temas halinde olduğu başka halklar da vardı. Bu terim sonra­ ları sadece İranlılar için kullanılmaya başlandı, ancak bazen da­ ha geniş halklar için de kullanılıyordu. Söz konusu terim modern Türkçede ilginç bir dönüşüm geçirip ajemi (Türkçe yazıda acemi) terimi olmuş "sakar" veya "ahmak" anlamlarını almıştır. 1 Eski Araplar etnik farklılıkların kesinlikle farkındaydılar, an­ cak ırksal farklılıklara dair pek bir fikirleri yoktu. Başlangıçta, esas amaçları Araplar ve Arap olmayanlar arasındaki farklar değildi, ancak kendi kabileleri arasındaki bölünmelerdi. Kavimlere isim­ lerini veren ataların bilindik bir soy kütüğü tablosu Arapları Ku­ zeyliler ve Güneyliler olarak iki ana gruba ayırmaktadır. Bu te71

O RTA DOGU'DA IRK KAVRAM I VE KÖLELİK

rimler Arabistan'da günümüzdeki coğrafi konumlarından ziyade, ataları olarak görülenlerin konumları ile ilgilidir, burada Güney­ li kabileler olarak adlandırılanlar genelde Suriye ve Irak sınırların­ da yerleşmişlerdi (Kuzeyliler olarak adlandırılan kabilelerin kuze­ yine doğru) . Kabilede daha büyük bir birliğe veya varsayılan ortak ataların oluşturduğu kabileler konfederasyonuna, tekil kabilelere ve hatta ait oldukları kabile içerisindeki klan veya oymağa sadakat şarttı. Bu sadakat meselesi vahşi kan davalarına ve bazen çatışmalara ve halifelikteki siyasi yaşama ve hatta İslami hayata dair sert tartışma­ lara yol açıyordu. Erken dönem Arap tarih yazınının, en azından on dokuzuncu yüzyıl ortalarına kadar, büyük bir kısmı kabileler arasındaki rekabetle ilgilidir. Bundan daha uzun bir süreyi kapsa­ yan eski Arap literatürüne ise kabileler arasındaki polemikler ve kabile sözcülerinin birbirlerine savurduğu hakaretler hakimdir. 2 Arap yayılımı ve Arapların devasa bir Arap olmayan nüfus içe­ risinde hakim ama küçük bir azınlık olduğu geniş bir imparator­ luğun kurulması, ilk başta, bu durumu değiştirmekten ziyade pe­ kiştirmişti. Çok daha büyük ödüllerin peşinde koşan Arapların klanlar, kabileler ve konfederasyonlardaki kan davaları devam edi­ yordu. Gruplar içerisinde sayıları gittikçe artan yarı Araplar da yer alıyordu; dahası şu ya da bu kabilenin üyesi olan ve mawdli ola­ rak kaydedilen, İslam' ı kabul etmiş Arap olmayan kimseler de bu ittifaklar ve düşmanlıklar da ortaktı.3 Yarı Arapların Arap toplumunun üst katmanlarında yer alma­ sı Arap olmayan Müslümanların da yolunu açtı; bunların birçoğu artık fatihlerin dili ve kültürleri kadar, dinlerini de paylaşıyordu. Dokuzuncu yüzyılla birlikte, artık farklı kökenlerden gelen in­ sanlar tarafından yazılan Arap literatürü iki önemli gelişmeye işa­ ret etmektedir: Araplar gitgide kendi ayrıcalıklarını kaybetmiş ol­ duklarının farkına varmaya başlamışlardı ve bu kaybı telafi etmek 72

ETNOLOJ İ K GEZİNTİ LER

için iktidarın gerçeklerine gözlerini kapatıp, bir nevi toplumsal ve kiiltürel züppelik peşine düşmüşlerdi, Arap olmayanlar ise tesadüf eseri fethettikleri diğer halklara karşı her şeyleri ile daha alt sevi­ yede olan Arapları, din hariç, genellikle ilkel ve göçebe olarak aşa­ ğılayan bir biçimde, kendi özgül etnik, hatta ulusal gelenekleri ve başarılarını gittikçe daha da vurgulamaya başladılar. Bu duygular Shu'übiyya olarak bilinen düşünce okulunun eserlerinde ifadesini bulmaktadır.4 Söz konusu eğilim İslam dünyasının uçlarında, do­ ğuda İran'da ve batıda İspanyada daha baskınken,5 Arapçanın en sonunda önceki dilleri ikame ettiği ve farklı halkların nihayetinde bir Arap kimliğini kabul ettiği Mezopotamya ve Doğu Akdeniz'i kapsayan coğrafi bölge ve Kuzey Afrika'da daha zayıftır. 6 Böylesine açık bir şekilde etnisitenin farkındalığını yaşayan bir toplumda bilginler ve diğerleri kaçınılmaz olarak etnik ilişkilere, karakteristiklere, farklılıklara ve varsayılan eğilimlere dikkat çek­ tiler. Bu meselelerle ilgilenen yazılar edebi, pratik ve bilimsel di­ yebileceğimiz üç başlık altında toplanabilir. Arapça İslam literatüründe etnik grupların sınıflandırılması yolunda ilk çabalar Yaradılış lO'da Nuh' un üç oğlu -Sam, Ham ve Yafes- ve bu üç oğulun soyundan gelen farklı milletler ve halklar hakkında yazılan metinlerden türetiliyordu. Kitab-ı Mukaddes' e ait bu etnoloji Kuriın'da yer almamış ve İslam dini geleneğinde özel bir yer teşkil etmemişti. Müslümanlara Yahudiler ve Hristi­ yanlar ve bu dinlerden İslam'a dönenler tarafından intikal ettiril­ miş ve bu köken genelde kabul edilmişti.7 Bu olgu, erken dönem Arapça tarih literatüründe genelde kayda değer farklarla birlikte çeşidi biçimlerde ortaya çıktı. 8 Arapların ürettiği versiyonların il­ ginç bir özelliği, Yaratılış 1 O'daki bilgileri daha geniş bir çerçeve­ ye oturtmasıydı, söz konusu çerçevede bir tarafcan Arap kabileleri ve kabilelere adlarını veren atalar yer alırken, diğer tarafca Araplar tarafından bilinen ama Kitab-ı Mukaddes'in ilk beş bölümünün 73

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM I VE KÖLELİK

ilgisine girmeyen İranlılar, Türkler, Romanlar ve Slavlar gibi diğer halklar ortaya çıkıyordu. Hepsi de Arapların Sam' ın ve siyahların -bazen burada Kıptiler ve Berberiler de yer alır- Ham kökünden geldiğini belirtiyordu, birçoğu ise Türk ve Slavların Yafes'ten gel­ diğini düşünüyordu. Ancak Arapların en uzun ve en yoğun iliş­ ki içerisinde olduğu, iki medeni halk olan İranlılar ve B izanslılar hakkında bir anlaşmazlık vardı. Bazıları bu grupları Yafes'e ha­ vale ediyor ve böylelikle onları Türklerin ve Slavların yakını kı­ lıyorlardı. Lakin diğerleri onları Sam'a atfederek, Arapların akra­ bası yapıyordu. İran kökeninden gelme bazı yazarlar, Feridün ve Jamshid gibi İran mitolojik kahramanlarını Kitab-ı Mukaddes'de­ ki bu etnolojiye dahil etmeye çalışmışlardı. Türk şecere uzmanla­ rı yüzyıllar sonra, aynısını Orta Asya'daki Türk kabileleri için yap­ maya çalışacaktı.9 Bu hikayelerin birçoğu sadece sınıflandırma ve hısımlık ile il­ gilidir ve halkların özelliklerini tarif etmek gibi bir girişimde bu­ lunmaz. Ancak istisnalar da mevcuttur, ve bazı versiyonlarda ka­ rakterler ve hatta işlevler çeşitli akrabalık derecesine atfedilir. Ki­

tab-ı Mukaddes'de yer alan bir hikaye uyarlamasında Ham' ın so­ yundan gelenlerin köle ve hizmetçi olmaya yazgılı olduğu belir­ tilmişti. Bazıları da Sam ve Yafes'in soyundan gelenlere belli rol­ ler veriyorlardı. Sam'ın soyu peygamberler ve asiller (sharij) , Ya­ fes'in soyu krallar ve tiranlar olacaktı. Bu iddialar sürdürülmedi ve ne edebiyat, ne de dini gelenek bunlara çok da önem atfetmedi. 1 0 Etnik karakterler ve eğilimlere dair tartışma İslam öncesi dö­ nemde İranlılara ait bir metin olan Tansar'ı n Mektubu'nun doku­ zuncu yüzyılda Arapçaya çevrilmesi ile başlamıştı. 1 1 Bu metinde tabi ki İranlıların üstün faziletleri olduğu iddia ediliyordu. Metin­ de bu üstünlüğün komşuları olan çeşidi halkların en iyi özellikle­ rinin bir araya getirilerek vurgulanması ilginçtir:

74

ETNOLOJİK GEZİNTİLER

Halkımız varlıkların en soylusu ve şanlısıdır. Türklerin biniciliği, Hintlilerin zekası ve Yunan' ın ustalığı ve sa­ natı; Allah' ın lütfuyla bütün bunları diğer her bir halkta olduğundan çok daha zengin bir biçimde bize bahşedil­ miştir. O, bize verdiği dinin törenlerini ve kralların hiz­ metini diğerlerinden esirgedi. Ve O, baskın bir siyahlık veya sarılık veya kızıllık olmaksızın bizim görünüşümü­ zü, ten rengimizi ve saçımızı mükemmel kıldı; ve sakal­ larımızın ve saçımızın kılı ne Zanjlar gibi çok kıvırcık ne de Türkler gibi dümdüzdür. 12 Yaklaşık 902-3 civarında Iraklı Arap bir yazar, halkı ve ülke­ si ile ilgili olarak benzer bir fikri, daha incelikli bir biçimde ifa­ de etmişti: İdrak yeteneği kuvvetli bir adam şöyle demişti: Irak hal­ kı düzgün bir akla, övgüye layık tutkulara ve dengeli bir yaradılışa; ölçülü uzuvlara ve iyi bir mizah anlayışı­ na; en uygun renk olan solgun kahverengi ten rengi ile birlikte sanatın her dalında yüksek bir yetkinliğe sahip­ tir. Rahimden ne olarak çıkacakları bellidir. Slav kadın­ larının rahminden düşenler gibi sarı, deve tüyü, kalay ve cüzamlıların renginde ve benzer açık ten rengine sa­ hip diğerleri gibi değildir; ne de kapkara olana kadar ra­ himde kalırlar, ki böylece çocuklar Zanjlar, Etiyopyalı­ lar ve onlara benzeyen diğerleri gibi siyah, bulanık, kö­ tü kokulu, leş gibi, kıvrık saçlı, orantısız uzuvlu, eksik akıllı ve ahlaksız bir şekilde dünyaya gelirler. Iraklılar ne yarı pişmiş hamur, ne de yanmış kabuğa benzerler, iki­ sinin arasındadırlar. 13

75

O RTA DOGU'DA IRK KAVRAM I VE KÖ LELİK

Zamanında böylesine fikirler yaygındı. Dolayısıyla lbn Qutay­ ba (828-89) siyahlardan şöyle bahseder: ... çirkin ve biçimsizdirler, çünkü sıcak bir ülkede ya­ şamaktadırlar. Sıcaklık rahimde onların fazla pişmele­ rine neden olur ve saçlarını kıvırcıklaştırır. Babil halkı­ nın faziletleri ılıman iklimden kaynaklanır. 14 Daha erken dokuzuncu yüzyılda, Jahiz laf arasında şöyle de­ mişti: "Eğer bir ülke soğuksa, insanlar rahimde az pişerler." 15 Shu'übiyya'nın iddiaları ve Arapların buna verdiği cevaplar ulusal karakteristikler, farklılıklar ve eğilimler üzerine kapsamlı bir edebi tartışmaya yol açtı. Jahiz, Türkler16 ve siyahlar17 için ay­ rı makaleler yazdı ve birçok yerde etnik grupların sınıflandırılma­ sı ve tarifleri için kurallar dizisi geliştirdi. Bu meseleler İran kültü­ rel rönesansına denk düşen onuncu ve on birinci yüzyıllar ile bir­ likte sıklıkla tartışma konusu oldu; zamanın literatürü çok çeşit­ li ve zengin anekdotlar ve tartışmalarla doldu.18 Tartışmanın mer­ kezinde artık şu ya da bu şekilde eşit ağırlığa sahip, İslam içeri­ sinde iki esas etnik grup olarak belirmiş Araplar ve İranlılar var­ dı. Sıradakiler Rum veya Romalılardı. Klasik Arapça kullanımın­ da Rum, Hristiyan Bizans İmparatorluğu'na denk düşüyordu ve ayrıca İslam topraklarında yaşayan büyük ve önemli bir grup oluş­ turan Ortodoks Hristiyanlara tekabül ediyordu. Kadim Yunanlar da ayrı bir grup olarak görülüyordu, ancak genelde Rumların ata­ ları olarak algılanıyorlardı. Kadim Roma' nın Romalıları normal olarak bu tartışmada ayrı bir yer teşkil etmiyordu. Sırada ise daha ırak ve daha az tanıdık, kafir olsa bile göreli olarak gelişkin bir uy­ garlık olarak algılanan Hindistan ve Çin vardı. Bunlardan sonra dış çeperdeki barbar halklar geliyordu: Kuzey'de Türkler ve Slav­ lar, Batıda Franklar, Güney'de Afrika'da yaşayan çeşitli halklar. Bu

76

ETNOLOJİK GEZİNTİLER

halklar nihayetinde dine döndürülecekti ve bu esnada köle olarak kullanışlı olabilirlerdi.19 Jahiz'den itibaren birçok yazar yetenekleri ve eğilimlerine göre çeşitli halkları sınıflandırmaya girişti ve bazen de dikkatli ayrım­ lara gittiler. Jahiz' e göre Çinliler sanatta, Yunanlar felsefe ve bilim­ de, Araplar dilde ve şiirde, İranlılar devlet yönetiminde, Türkler ise savaşçılıkta mükemmeldiler.20 Bir yüzyıl sonra Abü Sulayman biraz daha farklı bir tasvir geliştirmişti: Bilgelik Bizanslıların akıllarına, Arapların dillerine, İranlıların kalplerine, Çinlilerin ellerine bahşedilmiş­ tir. 2 1 Zaman içerisinde, çeşidi ulusal gruplar için genel şablonlar ha­ lini alan bazı bilindik tarifler ortaya çıktı. Araplar centilmen ve ce­ surdu, İranlılar devleti yönetmek ve medeniyet kurmakta ustaydı; Yunanlar felsefeci ve sanatçıydı; Hindiler sihirbaz ve hokkabazlar­ dı ve marifetli Çinliler eşya ve makine yapımcılarıydılar. Siyahlar çalışkan ve bir nevi sıradan insanlardı, ama kendilerine coşku ve ritim duygusu bahşedilmişti. Türkler tez canlı, kavgacı kişilerdi.22

Az buçuk değişmekle birlikte, bunlar hem İslam dünyasında, hem de dışarısında çeşidi etnik gruplara dair yapılan tartışmalarda kul­ lanılan standartlar haline gelmişti. Belirli grupların özelliklerine ek olarak, bu tartışma ayrıca da­ ha kapsamlı ve genel sorularla ilgilendi. Bütün etnik gruplar po­ tansiyel olarak eşit midir? Yoksa bazıları diğerlerinden daha mı ye­ teneklidir? Eğer bir ulus belirli bir alanda bütün diğerlerinden da­ ha iyiyse, bu fıtratından mı (veya bazılaonın bahsettiği gibi kut­ sal bir lütuf) kaynaklanır? Yoksa bu grup tarihsel ve kültürel ne­ denlerden dolayı belirli bir alanda uzmanlaşmaya mı yönelmiştir? Bazı yazarlar sözüm ona ulusal özelliklerin, hatta siyahlık gibi ırk-

77

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAMI VE KÖLELİK

sal özelliklerin, gerçekten de çevrenin ürünü olduğunu ve kendi­ sini aynı durumda bulan herhangi bir diğer etnik grubun aynı ce­ vabı vereceğini şiddetle iddia ederler. Orta Çağların kesinlikle en büyük tarihçisi ve toplumsal düşü­ nürü olan lbn Khaldun ( 1 332- 1 406) eserinin bir bölümünün ta­ mamını iklimin insan karakteri üzerindeki etkisine ayırmıştı. Di­ ğer birçok Arap yazarla ortak olarak, neşenin bile kökeninde ge­ netik olmaktan çok iklimsel olduğunu savundu. Yazara göre haz ve sevinç sıcaktan kaynaklanıyordu. Alkolle birlikte dışarı çıkan sıcaklık içenleri neşeli kılıyor, hamamın sıcak havası oradaki in­ sanların şarkı söylemesini sağlıyor. Siyahları, kendi vatanının sıca­ ğı sevinç ve coşkuya sevk ediyordu. 23 İslam ileminin uzak ucunda, Toledo Müslüman şehrinde ka­ dılık görevi ifa eden Şa'id al-Andalusi (Ö. 1 070) uygar ulusla­ rın genel bir sınıflandırmasını yapmış ve özelliklerini çıkartmıştı. Bilimi ve eğitimi geliştiren ulusları tarif eden kadı, sekiz ulustan bahsediyordu: Hintliler, İranlılar, Keldaniler, Yunanlar, Romalı­ lar, Mısırlılar, Araplar ve Yahudiler. Şa'id'in "ulusları,'' ulusal ol­ duğu kadar diniydi de. Arapların içerisinde Arap olmayan Müslü­ manlar; Romalılar içerisinde Arapça konuşan Hristiyanlar da var­ dı. Yahudiler dışındaki diğerlerinin hepsi pagandı. Şa'id'e göre uygarlığa sadece bu sekiz halk katkıda bulunmuş­ tu. Çinliler ve Türkler gibi bazıları ise diğer açılardan daha ayrık­ sıydı; insanlığın geride kalanını, küçümser bir ifadeyle "insandan çok hayvana benzeyen" Kuzeyli ve Güneyli Barbarlar olarak kate­ gori dışına atmıştı. Her biri hakkında az sayıda, iyi seçilmiş söz­ cük kullanmıştı: Yedi iklimin sonuncusunda ve iskan edilmiş dünyanın sınırlarında, kuzeyin en köşesinde yaşayanlar için, gü­ neşin tepede az kalması havayı soğuk ve atmosferi yo-

78

ETNOLOJİK GEZİ NTİLER

ğun kılar. Dolayısıyla mizaçları soğuk, ruh halleri kuru, göbekleri şişkin, renkleri solgun, saçları ise uzun ve in­ cedir. Bu anlamda anlayışları kıttır ve zekaları açık de­ ğildir ve cahillik ve sersemlik, sezgilerinin

az

olması ve

aptallık onlara egemendir. Bunlar Slavlar, Bulgarlar ve komşularıdır. Buna karşın üzerinde yerleşim bulunan alemin sınırlarında ekvator çizgisinin yakınında ve öte­ sinde yaşayan halklar için ise, güneşin tepede uzun süre kalması havayı sıcak ve atmosferi seyrek kılar. Dolayı­ sıyla mizaçları sıcak ve halet-i ruhiyeleri ateşli, renkleri siyah ve saçları yumuşacıktır. Kendi Üzerlerindeki dene­ timleri zayıftır ve sabırsızdırlar, ve kararsız, aptal ve ca­ hildirler. Bunlar Etiyopya'nın aşırı topraklarında yaşa­ yan siyahlar, Nubyanlar, Zanjlar ve benzerleridir. Şa'id, yerleşik iseler en cahil insanların bile belirli bir tür mo­ narşik hükümet ve bir nevi dini kanuna sahip olduğunu belirti­ yordu. "Böylesi bir düzenin dışına çıkan ve bu rasyonel teşekkül­ den ayrılan" tek halk "Bujja'nın ayak takımı, Ghana'nın vahşileri, Zanj pislikler ve benzerleri gibi steplerde kalanlar ve çöller ve vah­ şi diyarlarda yaşayanlardı."24 Şa'id Avrupa'daki daha açık tenli bar­ barlardan bahsederken böylesi bir dil kullanmıyordu. Bu mesele üzerine kalem oynatanlar normalde farklı görevler ve meslekler için bir grup haricinde hangi ırkın uygun olup ol­ madığı konusunda kurallar koymaya veya rehber oluşturmaya bi­ le çalışmıyorlardı. İstisna köleler üzerine kapsamlı bir pratik lite­ ratürdü. Neredeyse bin yılı kapsayan, Arapça, Farsça ve Türkçe yazılmış olan, kölelerle iştigal eden ve onları satın alanlar için tü­ ketici kılavuzu olarak görülebilecek kayda değer bir külliyat mev­ cuttu. 25 Onuncu yüzyıldan itibaren bu türden ilk yazılar dış görünü­ şünden bir kölenin sağlık durumunun nasıl değerlendirilebilece79

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM ! VE KÖLELİK

ğine dair bir rehber sunan fizyolojik ve yüzden karakterin nasıl okunabileceğinin yollarını gösteren fızyognomik yazılardı. Ancak yazarlar, uzun zaman önce, kölelerin nasıl seçileceği ve kullanıla­ cağı üzerine bilgi vermiş ve dahası etnolojik meseleler üzerine tav­ siyede bulunmuşlardı. Bağdat'ta on birinci yüzyılda yaşayan Hris­ tiyan bir tabip olan Ibn Budan, köle tacirleri için bir nevi ilaç reh­ beri kaleme almıştı, söz konusu kitap bu türde ilk eserdir. 26 Or­ ta Doğu pazarındaki kölelerin türlerini gözden geçirmiş ve fark­ lı türleri, siyah ve beyazları, erkek ve kadınları göz önüne alıp, bunları ırksal, etnik ve bölgesel kökenlerine göre sınıflandırmış ve hangi grubun hangi işler için en uygun olduğunu belirtmişti. Da­ ha sonra çeşidi yazarlar bu gibi meseleler üzerine benzer tavsiyeler bazen ayrı el kitapları bazen daha geniş meseleleri ele alan kitap­ ların bölümleri veya kısımlarında belirtmişlerdi. Farklı ırklara dair bu kitaplarda yer alan açıklamalar genelde bilindik ve tek tipleştirilmiş bir aklı içeriyordu, ancak aynı zaman­ da özellikle Kafkas halkları, Avrasya steplerindeki Türk halkları ve Sahraaltı Afrika kadar doğudaki siyah halklar hakkında da ilginç etnografık bilgiler veriyordu. Osmanlıdan itibaren, Avrupa'nın Hristiyan halkları da dahil ediliyordu. Osmanlı ve Kuzey Afrika devletleri köle nüfuslarının büyük bir kısmını bu halklardan elde etmişti. Örneğin çeşidi yazarlardan öğrendiğimiz kadarıyla Ruslar yakışıklı, sarışın ve çekici, çalışkan ve itaatkar, sahtekar ve namus­ suzdular. Bir otorite daha erken tarihlerde Rusların tembellikle­ ri ile nam saldıklarını söylemişti, ki bu sayede tek başına bir Tatar birçok Rus'u yakalayabilirdi. Ancak sonradan (on altıncı yüzyıl ortalarında), durum tersine çevrildi ve Ruslar Tatar topraklarının çoğunu ele geçirdiler. Hiç şüphesiz bu Moskova Hanlığı' nın iler­ leyişi ve Çar Korkunç İvan'ın 1 552'de Tatar başkenti olan Kazan'ı ele geçirmesi ile ilgiliydi. Aynı yazara göre Frenkler da yakışıklı,

80

ETNOLOJ İ K GEZİNTİLER

çekici ve yararlıydılar; hatta bazen mükemmel olabiliyorlardı, an­ cak diğer kölelerin aksine Müslüman olmaya niyetli değillerdi.27 Edebi metinlere ve pratik öğütlere ek olarak, kayda değer bir akademik yazın da mevcuttu ve bunlar hem İslam ekümenliğinin içindeki, hem de dışındaki farklı insan ırkları hakkında detaylı ol­ gusal veriler sunuyorlardı. Kara Afrika'ya İslami keşifler, bu top­ raklarda köle ticaretinin devasa bir biçimde büyümesi ve nihaye­ tinde İslam'ın yayılmasının hepsi de sömürgecilik öncesi dönem­ de tropikal Afrika hakkında en önemli bilgi kaynaklarını oluştu­ racak biçimde, beşeri coğrafyaya dair zengin bir Arap literatürü­ nün ortaya çıkmasına katkıda bulunmuştu. Arap coğrafyacıların kölelerin getirildiği yerlere dair yaptıkları tarifler ilişkiler ve tu­ tumların aydınlatılmasında önemli katkılarda bulunmuştu.

81

7

Afrika'nın Keşfi Müslüman coğrafyacıların -ve çok daha az oranda Müslüman ta­ rihçilerin- İslam ekümenliğinin sınırları dışında kalan bütün bu farklı halklar hakkında söyleyecek bir şeyleri vardı. Uzak ve ken­ dilerince önemsiz olan Batı Avrupa hakkında ise daha az şey bili­ yorlar ve bu bölgeyi daha

az

önemsiyorlardı. Müslüman yazarlar,

Osmanlıya kadar, dikkatlerini Avrupa'daki halklara ve devletlere yöneltmemişlerdi. 1 Sonrasında bile verilen önem çok azdı. Orta Çağ'da Müslüman yazarlar hemen İslam topraklarının kuzeyinde yer alan Avrasya steplerinde yaşayan Slav ve Türki halklar hakkın­ da daha çok şey biliyorlardı. Ancak Müslümanların en yakın ve sıcak ilişki geliştirdiği yer Fas'tan Arabistan boyunca uzanan kara Afrika topraklarıydı. 2 En erken tarihli Arapça kaynaklarda, siyah Afrikalılar Habash veya Südanlar olarak geçiyordu: ilki Etiyopyalılara ve Afrika Boy­ nuzu' nda, hemen yanı başlarındaki komşulara tekabül ederken, diğeri (Arapçada bu kelime "siyah" anlamına gelir) genelde siyah­ lara göndermede bulunuyordu. Bazen Etiyopyalıları da içeriyor­ du, ancak Mısırlıları, Berberileri ve Sahra' nın kuzeyindeki diğer halkları kapsamıyordu. Sonraları, Arapların Afrika'ya yayılmasın­ dan sonra daha başka ve daha özgün terimler ortaya çıktı, bunla­ rın en yaygın olanları Nüba, Bujja (veya Beja) ve Zanjdı. "Nub83

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM I VE KÖLELİK

ya'dan gelen" demek olan Nüba Mısır'ın güneyindeki, genelde Nilotik ve bazen de Hamitik halklara denk düşüyordu, bir baş­ ka deyişle, yaklaşık olarak günümüzdeki Sudan Cumhuriyeti sı­ nırları içerisindeydi; Bujjalar Nil ve Kızıl Deniz arasındaki göçer kabilelerdi; tartışmalı bir kökenden gelen Zanj, özellikle Etiyop­ yalıların güneyinde kalan Doğu Afrika'daki Bancu dillerini konu­ şan halklar için kullanılıyordu.3 Bilad al-Sudan (Siyahların Ülke­ si) Nil'den Aclancik' e kadar Sahra' nın güneyindeki bütün bir ka­ ra Afrika için kullanılan, klasik Arapça bir terimdi ve göreli ola­ rak daha kara derili halkların yaşadığı Gana ve Songhay gibi Batı Afrika'daki devletleri de kapsıyordu. Bazı yazarlar farklı siyah Afrikalı gruplar arasında dikkatli ay­ rımlar yaparken; diğerleri bunları Südan genel başlığı altında top­ lamaya meyilliydi. Zanjlar içlerinde en az saygı duyulan grupken, en çok saygı Etiyopyalılara gösterilirdi. Nüba ve Bujja arada bir yerdeydi. Bazı coğrafya yazarları ten renginden yola çıkıp, fark­ lı Afrikalı ırklar arasında, Etiyopyalılar gibi bazılarının daha açık renkli; Zanjlar gibilerin ise daha koyu renkli olduğunu söyleye­ rek, ayrıma giderlerdi. Latince ''Afrika" dan gelen Arapça lfriqiya terimi, klasik Arapçada sadece Mağrip, genelde de sadece Doğu Mağrip için kullanılırdı. Dokuzuncu yüzyıldan itibaren, Araplar ve diğer Müslüman ya­ zarlar kara topraklardan kuzey ve doğuya doğru -Kızıl Deniz ve Hint Okyanusu boyunca Arabistan'a, Irak'a ve İran'a, Nil'in aşa­ ğısından Mısır' a ve Sahra boyunca Kuzey ve Kuzeybatı Afrika'da­ ki köle pazarlarına- kölelerin taşınmasına dair bilgi veriyorlardı. Zawila hakkında konuşurken Ya'qübi (dokuzuncu yüzyıl) şöy­ le söylemişti: "Kendilerine yakın olan ve yakaladıkları ve Mira, Zaghawa, Maruwa kabilelerine üye olan siyah köleleri ve diğer si­ yah ırkları ihraç etmektedirler. Siyah kralların siyahları mazeret göstermeden ve savaşmaksızın sattığını duydum."4 84

AFRİKA'N I N KEŞFİ

Mutahhar Ibn Tahir al-Maqdisi (onuncu yüzyıl) ise "Zanjlara yiyecek ve giysi verilirken, onlardan altın, köleler ve hindistan ce­ vizi alınmaktadır," demişti. 5 ldrisi ( 1 1 1 0-65) ise şöyle yazmıştı: Zanjlar Araplara büyük bir korku ve huşu içerisinde bakmaktadırlar. Öyle ki bir Arap tüccar veya seyyah gördükleri zaman büyük bir saygıyla başlarını eğer ve şöyle derler: "Selamlar, Ey hurma topraklarının halkı!" Bu ülkeye seyahat edenler Zanjların çocuklarını hur­ malarla çalarlar, onları hurmalarla cezp ederler ve bir yerden diğer bir yere sürüklerler, ta ki onları ele geçi­ rene, ülke dışına çıkarana ve kendi ülkelerine götürene kadar. Zanj halkı kalabalıktır, ancak teçhizatları azdır. Umman Denizi'ndeki Kiş Adası'nın yöneticileri Zanj ülkesine gemiler ile sefer düzenleyip birçok tutsak ele geçirmektedirler. Batı Afrika hakkındaki detaylı bir anlatısında, yazar, Takrür'daki Fas'lı tüccarların "odun, bakır ve boncuk getirdiklerini ve altın madeni ve [hadım edilmiş] köleler götürdüklerini" belirtiyordu.6 Batı Afrika'daki Tagadda'dan bahsederken Ibn Battüta ( 1 304-77) şöyle dermişti "Bu ülkeden muhteşem köle kızlar, hadımlar ve saf­ ran boyalı kumaş gelmektedir." Kendisi kuzeye doğru yola çıkıp Tagadda'yı terk ettiğinde, 1 1 Eylül 1 353 tarihinde "içerisinde al­ tı yüz kadın köle olan büyük bir kervanla" seyahat etmekteydi.7 Müslüman yazarlar bazen kendi siyah kölelerinin etnik köken­ leri ve bunların doğdukları topraklara dair tartışma yürütüyorlar­ dı. Erken bir tarihte, kendisiyle Mısır' a düzenli bir biçimde köle vermesi için anlaşma yapılan Nubya hakkında şöyle böyle fıkir sa­ hibiydiler. Zanj hakkında ise pek fazla bir şey bilmiyorlardı. Gü­ nümüze kadar ulaşan çalışmaları olan, ilk orijinal Müslüman coğ85

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM I VE KÖLELİK

rafyacı Ibn Khurradadhbih (820-9 1 2/ 1 3), Zanj'dan, Aden'e mal ­ ne malı olduğunu belirtmiyor, ama tahminen köleler- taşınan ül­ kelerden birisi olarak bahsediyordu. Zanj toprağı hakkında sade­ ce iki olgudan bahsetmişti: bu bölge Doğu Okyanusu'ndadır ve oraya giden herkes kaşıntıya kapılacaktır. 8 Ibn Qutayba (Ô. 889) siyahların balıkla beslendiğini ve bundan dolayı balıklar kendi­ lerine yapışmasınlar diye dişlerini bıçak gibi keskinleştirdiklerini belirtiyordu. Bir diğer çalışmasında Zanjların bütün insanlar ara­ sında, dişlerini fırçalamasalar bile, en güzel kokan ağza sahip ol­ duklarını söylüyordu, bunun nedeni çok fazla tükürüğe sahip ol­ malarıydı. 9 Genel olarak siyahlara dair, Galen'den alıntı yapan Mas'üdi (Ô. 956) kendisinin şöyle söylediğini belirtmişti: Siyah adamın sadece kendisinde bulunan on belirgin özelliğinden bahseder; kıvırcık saç, ince kaş, geniş bu­ run delikleri, kalın dudaklar, keskin dişler, pis kokulu bir deri, siyah gözler, kırışık eller ve ayaklar, uzun bir penis ve muazzam bir neşe. Galen, kusurlu beyninden ve bu yüzden zekasının da kıtlığından dolayı siyah ada­ ma neşenin hakim olduğunu savunur. ı o Bu tarif sonraki yazarlarca, değiştirilmekle birlikte tekrar edil­ mişti. Birçok coğrafyacı siyah halkların çıplaklığı, paganlığı, yam­ yamlığı ve ilkel yaşam tarzından bahsediyordu. Maqdisi, Buj­ ja' nın komşuları hakkında şunları duymuştu: Evlilik yoktur; çocuk babasını bilmez ve insanları yerler -Allah en iyisini bilir. Zanjlar ise, siyah derili, geniş bu­ runlu, kıvırcık saçlı ve kıt zekalı insanlardır.1 1

86

AFRİKA'NIN KEŞFİ

Dünya coğrafyası hakkında MS 982'de kaleme alınan Farsça iki yüz sayfalık bir eserde, kara toprakların bahsi ancak beş say­ fa tutuyordu: Güneydeki ülkelere gelince, burada yaşayan herkes ik­ limin sıcaklığından ötürü siyahtır. Birçoğu çıplak dola­ şır. Bütün topraklar ve bölgelerde altın vardır. Bunlar insani standartlardan uzak halklardır. Zanj hakkı nda ise: "Vahşi hayvanların doğasına sahiptir. Deri­ lerinin rengi aşırı siyahtır." Zabaj' a dair olarak: "Bu ülke ve sakin­ lerinin hepsi Zanjlar gibidir, ancak bir şekilde daha insana benzer­ ler." Südan'la ilgili olarak: Çoğu çıplak dolaşır. Mısırlı tüccarlar buraya tuz, bar­ dak ve metal götürürler ve bunları altınla aynı ağırlık­ ta satarlar. İçlerinden bir grup bölgede dolaşır ve daha fazla altın madeni buldukları yerde kamp kurarlar. Gü­ neyde bundan daha kalabalık bir ülke yoktur. Tüccar­ lar çocuklarını çalıp yanlarında götürürler. Sonra onla­ rı hadım ederler, Mısır'a ithal ederler ve satarlar. Kendi aralarında da çocuklarını çalanlar, ve geldiklerinde tüc­ carlara satanlar vardır. 1 2 Siyah Afrikalılara karşı takınılan tutum genel olarak olumsuz­ du. Bazı Müslüman yazarlar siyah krallıklarda edindikleri kişi­ sel bilgiler sebebiyle daha dengeli ve olgulara dayalı anlatılar ge­ liştirmişlerdi; az sayıda insan ise, siyah insanları suçlayan konu­ şan kimselere karşı dini tezler yazdılar. Eski önyargılar halen sür­ düğü için bunların kesinlikle gerekli olduğu hissediliyordu. 13 Bü­ yük coğrafyacı Idrisi, bölgenin sakinlerine dair genel değerlendir­ meler ile birlikte ilk başta iklim (coğrafi bölge) üzerine olan an87

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAMI VE KÖLELİK

latısını bitirirken, kırışık ayaklar ve leş gibi kokan ter hakkında­ ki eski klişeleri tekrarlamış ve siyah halkların "bilgiden yoksun ve akılları kusurlu kimseler" olduklarını söylemişti. Yazar siyahların cahilliklerinin hayli meşhur olduğunu söylemişti; aralarında eği­ timli ve seçkin kimselere neredeyse hiç rastlanmıyor ve kralları hükümet ve adalet hakkında bildiklerini uzaktan, kuzeyden gelen kültürlü seyyahlardan öğreniyordu. On üçüncü yüzyıldaki İranlı bir yazar olan Naşir al-Din Thsi, Zanjların hayvanlardan yalnızca "iki ellerinin yerden yüksek olması dolayısıyla" ayrıldığını belirti­ yor ve şöyle devam ediyordu: "Birçok insan maymunların Zanj­ lardan öğrenmeye daha yatkın ve daha zeki olduğunu gözlemle­ miştir."14 Aynı noktaya yüzyıl sonra Ibn Khaldün da değinmişti. Kendisi beyaz köleler ve siyah köleler arasında bir ayrıma gitmişti: Bu anlamda Siyah uluslar bir kural olarak kölelik ko­ nusunda uysaldır, zira [Siyahlar] göstermiş olduğumuz gibi insanlıktan pek az [yani özlerinde] nasiplenmişler­ dir ve aptal hayvanlara çok benzeyen özellikleri vardır. 1 5 Müslüman kuvvetler ve İslam dini kara Afrika içlerine doğ­ ru ilerledikçe ve siyah krallıklar İslam Alemi'nin benimsenen bir parçası oldukça, Afrikalıların tutum ve geleneklerine dair böylesi abartılı anlatıların sayısı azaldı. 16 Ancak, Afrikalı Müslümanların bir şekilde diğer Müslümanlardan farklı olduğu ve Afrika'dan köle getirmenin meşru olduğu, tartışmalı ama hilen yaygın bir kabul olarak kalmaya devam etti. Mısırlı bir tarihçi tarafından korunan eşsiz bir mektup siyah Afrikalı Müslümanların hislerini canlı bir biçimde gösterir. Hicri takvime göre 794 (=MS 1 39 1 -92) tarihli olan mektup şimdi Nijerya'nın kuzeyinde olan Bornu'nun siyah kralı tarafından Mısır sultanına gönderilmişti. Kral, ailesi ve halkı özgür Müslümanlardı ve İslam yasasına göre köleleştirilemezlerdi.

88

AFRİKA' N I N KEŞFİ

Kral, durumunu kuvvetlendirmek için kabilesinin kökenlerinin, (Hz.) Peygamber'in kabilesi olan Kureyşlerden gelen bir Arap ta­ rafından atıldığını iddia etmişti. Ancak buna karşın Arap kabile­ leri, "bütün ülkemizi, Bornu'nun her yerini yakıp yıktılar . . . öz­ gür insanlarımızı, Müslüman olan akrabalarımızı tutsak ettiler . . . insanlarımızı alıp sattılar." Bu akıncılar özgür kadın ve çocukla­ rı ve sakat erkekleri alıp götürmüşlerdi. Bazılarını kendi köleleri yapmışlardı; diğerlerini Mısır, Suriye ve diğer yerlerdeki köle tüc­ carlarına satmışlardı. Kral, Mısır sultanından valilerine, yargıçla­ rına ve pazar yerlerindeki müfettişlerine emir gönderip, bu tutsak­ ları bulmasını ve onlara özgürlüklerini vermelerini ve İslam'ı tek­ rar inşa etmelerini istiyordu.17 Bu mektuba verilen cevap günümüze ulaşmamıştır ve gücü Batı Sudan' a kadar uzanmayan Mısır sultanının, istemiş olsa bi­ le bu konuda yapabileceği çok bir şey yoktu. Elbette ki şeriat öz­ gür Müslümanların köleleştirilmesini katiyen yasaklamıştı ve kö­ le elde etmek için akınlar düzenleyenlere bundan vazgeçmeleri ve diğer bölgelerdeki paganlara yönelmeleri konusunda zaman za­ man uyarılarda bulunulmuştu. Ancak bu faaliyet özellikle Afri­ ka'da devam edecekti.

89

8

Siyah ve Beyaz Kur'an üstün ve aşağı ırkların olduğu ve aşağıdakilerin tabiiyetle­ rinin kaderleri olduğu fikrini tasvip etmez; Müslüman hukuk bil­ ginleri ve teologlarının ezici bir çoğunluğu bu konuda hem fikir­ dir. Araplara İslam cemaati içerisindeki diğer halklar karşısında ay­ rıcalıklı bir statü tanıyan eski bazı gelenekler ve yine eski hukuki fikirler ve bunlara atıfta bulunan kurallar mevcuttu. Hatta Hali­ fe Ömer'in hiçbir Arap'ın alınıp satılamayacağını söylediği belirti­ liyordu, ki bu pek olası değildir. Gerçekten de, bazı pagan Araplar ilk halifeler ve hatta (Hz.) Peygamber'in kendisi tarafından köleleş­ tirilmişti ve Arapların kölelikle ilgili olağan kurallardan muaf olma­ sı gerektiği sonraki hukuk bilginleri tarafından kabul görmemişti. 1 Aslında böylesi bir fikir Arap fetihleri sonucu ortaya çıkan İs­ lam imparatorluğunun ilk yüzyıllarındaki sosyal gerçekleri yan­ sıtmaktaydı. Bununla birlikte, dokuzuncu yüzyıldan itibaren bu ayrıcalıklı statü hangi açıdan bakılırsa bakılsın sona ermişti. Er­ ken dönem geleneklerine ve Kur'an'ın kendisine göndermede bulunan bazı hukuk bilginleri, Arapların veya herhangi bir diğer etnik grubun ayrıcalığı fikrini tamamen reddetti. Bu fikri sınır­ lı da olsa kabul edenler, bunu (Hz.) Peygamber'le akrabalık te­ melinde dile getiriyorlar ve gerçekte çok önem arz etmeyen bir toplumsal prestij meselesine indirgiyorlardı. Müslüman teolog91

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM ! VE KÖLELİK

lar ve hukuk bilginleri hiçbir zaman doğa tarafından oluşturulan veya Allah'ın köle olmaya mahkum ettiği insan ırkları fikrini ka­ bul etmemişti. Bununla birlikte, böylesi fikirler antik dönemlerden beri bi­ linmekte ve Müslüman yazarlar arasında da yankılanmaktaydı, ve Müslüman toplumunun değişen gerçekleri ile karşılaştığında söz konusu fikirlerin sayısı daha da artmıştı. Aristoteles köleliğe da­ ir olan tartışmasında bazılarının doğal olarak özgürken, bazıları­ nın doğal köle olduğunu iddia etmişti. Böylelikle kölelik hem "ya­ rarlı, hem de adildi," ve bu uğurda verilen savaş haklı bir savaştı.2 Diğerleriyle birlikte aynı kaynaktan beslenen bu fikir, az sayı­ daki Müslüman Aristotelesçiler tarafından benimsendi ve tekrar­ landı. 3 Böylelikle onuncu yüzyıldaki bir felsefeci olan Al-Farabi haklı savaşlar kategorisine, "dünyadaki en iyi ve avantajlı konumu hizmette bulunmak ve kölelik etmek" olan, ancak buna rağmen köleliği reddedenleri boyunduruk altına almak ve köleleştirmek için verilen savaşı da eklemişti.4 Diğer bazı Aristotelesçi yazarlar ise, doğal kölelik fikrinden bahsetmiş, ama bunu detaylandırma­ mışlardı. Örnek olarak Al-'Amiri erkeklerin doğal olarak kadınlar­ dan üstün olmaları ile, efendilerin doğal olarak kölelerden üstün olmaları fikrini karşılaştırarak Aristoteles'i takip etmişti.5 Aristoteles hangi ırkları kastettiğini belirtmemiş, sadece bar­ barların Yunanlardan, Asyalıların ise Avrupalılardan köleleştiril­ meye daha yatkın (doulikoteroi) olduğunu gözlemlemişti. Aristo­ teles'e göre bu durum, despotik hükümedere -bir başka deyişle efendilerin (despotes) kölelerini yönettiği gibi insanları yöneten­ boyun eğmeye istekli olmalarını açıklıyordu.6 Onuncu ve on bi­ rinci yüzyılla birlikte, bazı Müslüman felsefeciler daha da spesi­ fikleşti. Büyük tabip ve felsefeci lbn-i Sina (980-1 037) Allah'ın takdirinin bir parçası olarak aşırı sıcak ve soğuk iklimlere, doğala­ rı gereği kölelik konumunda bulunan ve yüce şeyler gerçekleştire92

S İYAH VE BEYAZ

meyecek olan halkları yerleştirdiğini belirtmişti; "dolayısıyla kö­ leler ve efendiler şartcır."7 Bu gibi insanlardan kastettiği kuzeyde Türkler ve komşuları ve Afrika'da siyahlardı. Böylesi fikirler çağ­ daşı, Kahire'de Fatımi Halifeliği'nin büyükelçisi olan, İsmaili te­ olog Hamid al-Din al-Kirmani (Ö. 1 02 1 ) tarafından da dile ge­ tirilmişti. Kendisi felsefi bir çalışmada "Türkleri, Zanjları, Berbe­ rileri ve benzerlerini doğaları gereği" entelektüel bilginin peşinde koşmayan ve dini gerçekleri anlama şevkinden mahrum insanlar olarak gösteriyordu. 8 O zamana değin, Müslüman kölelerin büyük bir çoğunluğu ya Türkler, ya da siyahlardı ve Aristoteles' nin güncelleştirilmiş doğal köle doktrini, bu insanların köleleştirilmeleri için uygun bir ma­ zeret sağlıyordu. Bütün bir ırkı köleleştirmeye mazeret bulmak için bir diğer girişim -bu sefer felsefi olmaktan ziyade dini terimlerle ve Afri­

ka' nın kara derili halklarıyla sınırlı olacak şekilde- "Ham'ın La­ netine Dair" Kitab-ı Mukaddes'te geçen hikayenin Müslümanlar tarafından uyarlanmasıydı.9 Kitab-ı Mukaddes'deki (Yaratılış 9: 1 27) lanet siyahlık değil hizmetkarlıktı ve içlerinde Kush'un da ol­ duğu diğer oğullardan ziyade, sonradan siyahların ataları olduğu iddia edilen ve Ham'ın en genç oğlu olan Canaan lanete uğramış­ tı. Hikayenin arkasında yatan mantık açıktı -İsrail oğullarının kö­ leleri yakın aynı zamanda hısımları olan Canaan oğullarıydı ve bu insanların köleleştirilmeleri için dini (bir başka deyişle ideolojik) bir gerekçe lazımdı ve dolayısıyla Canaan' ın lanetlenmesi hikayesi ortaya çıkmıştı. Arapların köleleri ise Canaan oğulları değil siyah­ lardı -yani lanet onlara geçmiş ve siyahlık kalıtsal bir yükün ola­ rak hizmetkarlığa eklenmişti. Bu hikaye yaygın olsa da, hiçbir şe­ kilde evrensel kabul görmemişti. Ibn Khaldün ve bazı diğer Arap yazarlar bunu saçma bulmuş ve siyahlığı iklimsel ve coğrafi fak­ törlerle açıklamışlardı. Bununla birlikte bu hikayede anlatıldığı 93

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM I VE KÖLELİ K

şekliyle siyahlık ve hizmetlci.rlığın, bir şekilde ilintili olduğu fikri gelenekten ziyade gerçeklerden kaynaklanmaktaydı. Hangi ırktan veya kökenden gelirse gelsinler özgür Müslü­ manların köleleştirilmesini reddeden Müslüman hukuk bilginle­ rinin eserleri arasında, böylesi fikirlerin hiç birinin yeri yoktu. Güney ve Kuzey Amerika'da ortaya çıkan siyahlığın kölelikle öz­ deşleştirilmesine Müslüman aleminde rastlanmaz. Burada siyah­ lar kadar beyaz köleler de ve köleler kadar özgür siyahlar da vardı. Bununla birlikte, siyahlığın bazı kölelik biçimleriyle özdeşleştiril­ mesi hayli ilerleme kaydetmişti -ve sonraki yüzyıllarda beyaz kö­ leler gittikçe daha nadir görülmeye başlandı. Zaten Orta Çağlarda siyah ve beyaz köleler için farklı kelime­ ler kullanmak yaygınlaşmıştı. Normalde beyaz kölelere, "sahibi olan" anlamında Arapça bir kelime olan mamlük denirken, siyah kölelere 'abd deniyordu. 1 0 Zaman içerisinde 'abd kelimesi sade­ ce siyah köleler için kullanılmamaya başlandı ve nihayetinde bir­ çok Arap lehçesinde ister köle, isterse özgür olsun sadece siyah­ lar için kullanıldı. Toplumsal olandan etnik olana bu geçiş, etnik bir grubun tarifinde kullanılıp, sonradan toplumsal anlamda kul­ lanılmaya başlanan bizim kendi "köle" kelimemizin semantik ge­ lişiminin tersidir. Batıdaki İslam'da -Kuzey Afrika ve İspanya­

khddim kelimesi, "hizmetçi" (lehçede khadem) genelde "siyah kö­ le", "köle kadın" veya "cariye" anlamına geliyordu. 1 1 Siyah ve beyaz köleler sadece terminoloj ik olarak ayrıştırılma­ mıştı. Her şeyden önce beyaz köleler, özellikle kadınlar, daha pa­ halıydı; 12 dahası siyah kölelerin toplumsal ve mesleki hareketlili­ ği çok kısıtlıydı. İlk zamanlarda siyah şarkıcılara büyük hayran­ lık beslenirdi ve bunlardan bazıları ün ve servet kazanmıştı -ken­ diler için olmasa bile eğitmenleri ve sahipleri için. Jahiz şarkı­ cı kızlar üzerine olan yazısında 1 20,000 dinar değerinde olan ve kendisine can atan ve hüsran dolu hayranlarından hediyeler ve 94

SİYAH VE BEYAZ

tekliflerle sahibine büyük bir servet kazandıran Etiyopyalı köle bir kızdan bahseder. 13 Sonraları, siyah müzisyenlerin yerini be­ yaz şarkıcılar almış gibi görülmektedir. Bu değişim büyük müzis­ yen Ibrahim al-Mawşili'ye atfedilmekteydi, (742-804), oğlunun şu sözleri alıntılanmaktaydı: "Güzel siyah kızları şarkı söylemeleri için eğitmezlerdi, ancak sade�e sarışın ve siyah kızları eğitirlerdi. Değerli kızları şarkı söylemeleri için ilk eğiten babamdı." Bu kız­ ların fiyatlarının çok daha yüksek olduğunu da ekliyordu. 14 Ibn Butlan el kitabında hem erkek, hem de kadın köleler için uygun bir etnik iş bölümü önermişti. İnsanları ve mülkü savun­ mak için Hintliler ve Nubyanları, işçi, hizmetçi ve hadım olarak Zanjları, askerlik için ise Türkleri ve Slavları tavsiye ediyordu. Ka­ dın kölelere dair ise bir şekilde daha detaylı konuşuyordu, bunla­ rın hem bedenleri, hem de nitelikleri itibariyle ırksal özelliklerinin en uygun oldukları görevleri tamşıyordu. 15 İslam'ın merkezi böl­ gelerinde siyah köleler en genel olarak ev içindeki işlerde, genelde hadım olarak, bazen de Yukarı Mısır'da bulunan 'AllaqI altın ma­ denlerinde (Ya'qübI'ye göre burada "bölge sakinlerinin, tüccarlar ve diğerlerinin madenlerde çalışan köleleri vardı) , 16 tuz madenle­ rinde ve hem erkek, hem de kadın kölelerin çalıştırıldığı Sahrada­ ki bakır madenlerinde olduğu gibi iktisadi işletmelerde de kulla­ nılıyorlardı. 17 En bilinenleri Basra'daki tuzlu çanakta ter döken si­ yah köle gruplarıydı. Görevleri muhtemelen şeker ekimi için top­ rağın altını temizlemek ve aynı zamanda güherçile elde etmek adı­ na toprağın üstündeki azotu kaldırmak ve depolamaktı. Esas ola­ rak Doğu Afrika'dan getirilen kölelerden oluşan ve sayıları yakla­ şık on binlerce olan bu gruplar aşırı sefalet içerisinde yaşıyor ve çalışıyorlardı. Söylendiğine göre "bir avuç" un, irmik ve hurmay­ la besleniyorlardı. Art arda çeşitli isyanlara kalkıştılar, bunların en önemlisi 868'den 883'e kadar, on beş yıl sürdü ve Bağdat'taki Ha­ lifeliğe bir süreliğine ciddi bir tehdit oluşturdu. 1 8 95

ORTA DOGU'DA IRK KAVRAM I VE KÖLELİK

Bazılarının radikal ve ilerici fikirlere sahip olduklarını söyle­ yecekleri dini gruplar dahi siyahların köleliğinin doğal olduğunu kabul etmiş gibi görünmektedirler. Bu anlamda on birinci yüzyıl­ da doğu Arabistan'da bir nevi cumhuriyet kurmuş olan Carmat­ hianların geleneksel İslam'ın dayattığı, kişiler ve mülkle ilgili bir­ çok talimatı kaldırdığı, ancak otuz bin kişiden oluşan siyahi köle gruplarını ağır işlere koştuğu söylenmektedir. 19 Hukuk bilginleri arada sırada siyah Müslüman kölelerin sta­ tüsünü gündeme getiriyordu. İslam hukuku, hangi ırktan olur­ sa olsun özgür Müslümanların köleleştirilmesini kesin surette ya­ saklamıştı. Ancak kanunun siyah Afrika'dan getirilen Müslüman köleleri her daim kati surette korumadığına dair kanıtlar mevcut­ tur. On beşinci yüzyıldaki Faslı bir hukuk bilgini olan Ahmad al­ Wansharisi tarafından bir araya getirilen ve İspanyol ve Kuzey Af­ rikalı otoritelerin oluşturduğu kurallar içerisinde yer alan bir fet­ va (yasal kural) öğreticidir. Burada çözüme kavuşturulacak sorun, tek tanrıya inanan ve dini vecibeleri yerine getiren Etiyopyalı (bir başka deyişle siyah) kölelerin yasal olarak mülk edinilip edinile­ meyeceği sorunudur. Kanun açıktı. İ nançsız bir kimse köleleşti­ rilebilirdi, bir Müslüman ise bu işleme tabi tutulamazdı, ancak bir kafirin köleleştirildikten sonra İslam' a dönmesi onu kendili­ ğinden özgür kılmazdı. Fetva köleliğin mevcut veya önceki inanç­ sızlıktan kaynaklı bir durum olduğunu söylemekte ve dini kabul ettikten sonra köle sahibinin bütün mülkiyet haklarına sahip ol­ duğu konusunda ısrar etmekteydi. Eğer bir grubun İslam'ı ka­ bul ettiği biliniyorsa, bu gruptan köle elde etmek yasaklanmıştı. Bununla birlikte dine dönmenin kölelikten önce mi, ya da son­ ra mı olduğuna dair bir şüphenin varlığı köleye sahip olmayı ya da onu satışa çıkarmayı geçersiz kılmazdı. Fetvanın yazarının si­ yah köleler ile ilgili meseleleri tartışması önemlidir, yazar İslam' ın özgürlüğü içermesinin şart olmadığı konusunda çok çaba sarf et96

SİYAH VE BEYAZ

mektedir ve hüsn-ü zanı köleye değil köle sahibine tanımakta­ dır. 20 Açık ki bu akademik bir sorun değildi. Bazı kaynaklar siyah Müslüman yöneticilerin, köle bulmak adına kendilerine karşı açı­ lan "cihat"tan şikayet ettiği ve hukuk bilginlerinin -genelde siya­ hi hukuk bilginleri- yasaya karşı olarak özgür, siyah Müslümanla­ rın köleleştirilmesinden şikayetçi olduğu örnekleri içermektedir. 2 1 Bu sorun Tuat vahasındaki bir grup Müslüman'a cevap niteli­ ğindeki bir yazısında, Afrikalı bir hukuk bilgini olan Timbuktu­ lu Ahmad Baba ( 1 556- 1627) tarafından uzun uzadıya tartışılmış­ tı. Bölge, köle ticaretinde merkezi önemi haizdi, ve görünen o ki vicdanları sızlayan Tuat' ın güvenilir adamları siyahların köleleş­ tirilmesinin yasal olup olmadığı hususunda birçok soru sormuş­ tu. Ahmad Baba genel olarak klasik İslami tutumu benimsemişti. Müslümanlar ve ayrıca Müslüman hakimiyeti ve koruması altında yaşayan Müslüman olmayanlar hiçbir koşulda köleleştirilemezdi. Cihatta ele geçirilen putperestler yasal olarak köleleştirilebilirdi ve kölelikleri İslam'ı kabul etmeleri halinde sona erdirilmezdi. Ah­ mad Baba muhataplarının dikkatini uzak güneyde bulunan siyah kabilelere çekmişti, bunlar halen kafirlik yapmaya devam ediyor­ lardı ve dolayısıyla cihat düzenlemek ve köle bulmak için burası uygun bir yerdi. Ahmad Baba bu şekilde köleliğin yasal olduğu­ nu kabul ederken, siyah ırkların, Allah'ın sözüm ona ataları olan Ham' ı lanetlemesi sebebiyle köleliğe mahkum olduklarını anlatan hikayeyi tartışmaya açıyor ve bunu reddediyordu. "Ham'ın siyah­ ların atası olduğunu varsaysak bile, Allah bir kimsenin günahını milyonlarca insana yüklemeyecek kadar merhametlidir," diyordu. Kölelik siyahlıktan değil, inançsızlıktan kaynaklanıyordu. Siyah veya beyaz, inanmayan herkes köleleştirilebilirdi; ancak siyah ve­ ya beyaz hiçbir Müslüman köleleştirilemezdi. LakinAhmad Baba' nın cevabı birçok Müslüman siyahın aslında yasa dışı olarak köleleştirildiğini de gösteriyordu ve kendisi yasal ve 97

ORTA DOGU'DA I RK KAVRAM I VE KÖLELİK

yasal olmayan köleler arasında ayrıma gitmenin zorluğuyla dürüst bir şekilde yüzleşiyordu. Bununla birlikte, Faslı Wansharisi'den farklı olarak ispat yükümlülüğünü köleye değil, köle sahibine yüklüyordu, köle sahibi satışa çıkardığı kölenin üzerindeki yasal mülkiyet hakkını kanıdamalıydı. "Kölenin sözüne güvenilir mi?" sorusuna -buna birçok hukuk bilgini hayır derdi- Ahmad Baba kati ve belgeli bir surette, evet, cevabı vermişti.22 Bu hükmün pratikte pek az etkili olduğunu on dokuzuncu yüzyıldaki Fas'lı tarihçi Ahmad lbn Khalid al-Naşiri'nin ( 1 83497) siyahi Müslümanların yasa dışı köleleştirilmesi üzerine yaptı­ ğı tartışma göstermektedir. 23 Geleneksel bir toplumda kalem oy­ natan yazar, bununla birlikte, döneminin kölelik karşıtı fikirlerin­ den açık bir şekilde etkilenmişti. Al-Naşiri, İslam hukukunda kö­ lelik kurumunun yasallığının farkındaydı, ancak bunun uygulan­ ması onu şaşkınlığa uğratmıştı. Özellikle "Mağrip topraklarında eskiden beri yaygın, kurumsal, açık ve şok edici bir musibet ola­ rak siyahların sınırsızca köleleştirilmesi ve bu kişilerin, insan alış verişinin hayvanlar gibi veya onlardan da beter olduğu Mağrip'te­ ki şehir ve kasaba pazarlarında satılmaları için her yıl sürüler ha­ linde getirilmeleri"nden şikayet ediyordu. Al-Naşiri, bunun o es­ ki ve köklü bir uygulama olduğunu, "sıradan halkın çoğunun, in­ sanların köleleştirilmelerinin nedeninin Kutsal Kitap'ta siyah ten rengine sahip olmaları olarak gösterilmelerinden kaynaklandığı­ na ve bu bölgelerden getirilmelerine inanmaları" olduğunu söy­ lüyordu. Elbette ki bu doğru değildi, ve al-Naşiri ''Allah'ın adına" yemin ederim ki, "bu, dine karşı en kötü ve en büyük küfürdür, çünkü siyah halk bizim gibi aynı haklara ve görevlere sahip Müs­ lüman bir halktır," diyordu. Al-Naşiri kifırlerin köleleştirilebile­ ceğini kabul ederken, artık siyahların birçoğunun veya en azından önemli bir kısmının Müslüman olduğunu ve insanın doğal duru­ mu özgürlük olduğu için hüsn-ü zannın bunlara tanınması gerek98

SİYAH VE BEYAZ

tiğini söylüyordu. Köle tacirlerinin kanıtlarını çıkarcı ve güvenil­ mez olarak reddediyordu ve tacirlerin kendilerini "ahlak, erdem veya din yoksunu" olarak lanetliyordu. Al-Naşiri devamında siyahların köle olarak alınıp satılmaları­ nın yasallığına karşı daha da ileri gidiyordu: Bazı namuslu insanlar ve diğer bazıları, günümüzde Si­ yahların da tıpkı geçmişte olduğu gibi, tıpkı Mağrip Bedevilerinin birbirlerine saldırdıkları ve diğerlerinin binek hayvanları ve büyük baş hayvanlarını çaldıklarına benzer şekilde, birbirlerine saldırdıklarını, çocuklarını evlerinden ve yerleşim yerlerinden çalarak uzak bölge­ lere kaçırdıklarını iddia etmişlerdir. Bunların hepsi de Müslüman'dır ancak dinden yoksun ve hiçbir sınırlama olmaksızın düşünmektedirler. Dinine özen gösteren bir kimse nasıl olur da bu türden bir fikre kapılır? Onla­ rın kadınlarını nasıl cariye alır ve dolayısıyla yasal ola­ rak şüpheli cinsel ilişki riskine girer? Böylesi id alRahman, 1 52 Iddah Krallıkları, 248 Idrisi, 85, 87, 201 Ifriqiya, 84 Isma'il, Mawlay, 1 1 5

i ihtida, 1 1 , 1 5, 26 İmparator Heligabalus, 25 İskender (İskandar), 1 64, 1 67, 23 1 İskenderiye, 1 1 7 İsrailoğulları, 24, 25

J

Jihiz (Basralı), 5 1 -53, 76, 77, 94, 1 63, 1 9 1 , 1 92, 1 98, 205, 208, 209, 223 Jahshiyari, 69, 70, 1 96 Jamshid, 74 Jarir, 47, 1 9 1 Juvenal, 25, 1 86

284

K Kadınlar Kitabı, 1 6 1

kafir, 2 5 , 70, 7 1 , 76, 96, 98, 1 08, 1 3 5, 1 52, 1 9 1 , 206, 238, 239 Kiliır, Abu'!- Misk, 1 00 Kahire, 93, 1 06, 1 1 0, 1 1 l , 1 1 3, 1 1 4, 1 1 6, 1 24, 1 27, 1 8 5, 1 94, 2 1 3, 221 Kara Da'üd (al-Adlam) bkz. Ibn Saim, Daüd, 49 Keane, J. F., 1 38 Kemball, Arnold, 1 26, 2 1 6 khadim bkz. hadım Kıptiler, 4 1 , 5 1 , 74, 1 28, 205 Kızıl Deniz, 1 6, 36, 84, 1 22, 1 24, 1 36, 1 37, 255 kızıl halk, 35, 1 04 Kızlar Ağası, 1 27, 1 69 Kinikler, 3 , köle pazarı, 1 5, 1 8, 1 39, 1 69, 1 73, 2 1 6 Kölelerin Savaşı, 1 1 2 Kral Darius, 1 64 Kral Shahriyar, 29, 30, 1 96 Kral Shahzarnan, 29, 30 Kufa Okulu, 1 46 Kuthayyir, 46 kuzgunlar, 1 00 L

Lane, Edward, 1 25, 225 Levni, 1 69, 279 M ma malakat aymdnukum, ' 6

Mahdi, 2 1 6 Mahdist, 1 24, 2 1 6 Mahdist Ayaklanması, 1 24 Maliki Hukuk Okulu, 1 46

DİZİN

mamlük, 94, 206, 2 1 1 maqamat, 1 68, 279 Maqdisi, 86, 200, 20 1 Maqrizi, 1 1 2, 1 82, 1 85, 202, 2 1 2, 2 1 3 Marcellinus, Ammianus, 25, 1 86 Mas'üdi, 86, 1 50, 1 97, 1 99, 20 1 , 220 Maslama, 1 95 mawali, 62, 72, 1 48, 1 96, 220 mawla (azat edilmiş insanlar), 6 1 63, 146 Medine, 5, 27, 40, 4 1 , 1 27, 1 28, 1 32, 1 46 Medler, 25 Mehmet Ali Paşa, 1 1 6, 1 22, 1 29 Mekke, 5, 27, 36, 40, 49, 55, 68, 1 09, 1 23, 1 24, 1 28, 1 32, 1 341 36, 1 38, 1 39, 1 4 1 , 1 55, 1 66, 1 74, 1 82, 228, 257 Memluk, 1 07, 1 09, 1 1 3, 1 1 4, 1 1 6, 279 Mesnevi, 1 68, 279, 280 Mısırlılar, 2, 24, 25, 68, 78 Misk Kokulu Kafür, bkz.Kafür, Abu'l-Misk mito-poetik, 29 Moritanya, 1 1 5, 1 32 Moskova Hanlığı, 80 Muaviye, 1 52, 208 Muhammad, Sidi (III. ), 1 1 6 Muqawqis, 42 Mustafa Reşit Paşa, 1 22, 228, 263 Mutahhar lbn Tahir al-Maqdisi, 85

Nubya, 1 2, 1 7, 2 1 , 85, 1 1 0, 1 24 Nurbanu, 1 69

0-Ö ould khadem (köle bir kadının

oğlu), 1 54 özgürlük karinesi, 5 p Pauline Mektupları, 3

Philo, İskenderiyeli Yahudi felsefeci, 4, 1 79 R

Rabbihi, Ibn 'Abd, 62, 1 95, 22 1 , 223 reductio ad absurdum, 56 Risdlat a/-Ghufrdn, 58 Roma İmparatoru Philip, 25 Romalılar, 25, 26, 78, 1 03, 1 80 s

Sa'di, 1 68 Saadet Kapısı'nın Ağası, 1 69 saçmalaştırarak tartışma, 56 Said Paşa, 1 1 7 Saladin, 1 1 1 , 1 1 2, 2 1 3 Sam, 73, 74 Saqaliba, 1 5, 1 84 sanşın, 27, 28, 35, 80, 95, 1 88, 1 89 Seçilmiş Halk, 27 Senusi, 1 23 Shams al-Dawla, 1 1 2 Sharif, Ahmad, 1 23 Shu'übiyya, 76

N

Siyahlann Beyazlara Karşı Böbürlenmesi, 50

Nilotik, 84 Nizami, 1 67, 280

Siyahların Savaşı bkz. Kölelerin Savaşı, 1 1 2

285

O RTA DOGU'DA I R K KAVRAM I VE KÖLELİK

Siyahların ve Etiyopyalıların Faziletleri Üzerine Karanlıkta Kalan Noktaların Aydınlatılması, 54

soluk benizli, 35 Stoikler, 3 Stross, Ludwig, 1 40, 2 1 9 Study ofHistory, 27, 30, 1 87 Sudan I Südan, 5 1 , 83, 84, 87, 89, 1 1 5, 1 22, 1 24, 1 27- 1 29, 1 37, 1 82, 1 83, 1 87, 1 89, 1 9 1 , 1 93, 1 94, 200-202, 2 1 5, 2 1 6, 247, 248, 253 Sultan Murad ( III.), 1 66 Süq al-Ragiq, 1 8 Suudi Arabistan, 1 32, 274, 276, 278 Sümerler, 2, 25

trajectio ad absurdum, 56, 1 62 Tulunid Hanedanlığı, 1 09 Tunus, 16, 1 1 5, 1 22, 1 33, 1 36, 142, 1 54, 2 1 4, 2 1 8, 247

u

Ubaydallah, 69 Uhud Savaşı, 1 09 umm walad, 1 O v

Vaat Edilmiş Topraklar, 5 von Kremer, Alfred, 1 72 y

Şafi, 1 84, 220 Şahnam� 1 67, 279, 280 şeriat hukuku, 5, 9, 3 1 , 89, 1 3 1 , 1 35, 274-276 Şeyh }amal, 1 3 5

Ya'qübi, 84, 95, 1 83, 1 97, 200 Yafes, 73, 74, 206 yanık tenli, 35, 43, 45, 1 52, 1 75, 1 90, 1 95 Yemen, 36, 1 32, 1 69 Yeniçeriler, 1 06, 1 07 Yunanlar, vi, 3, 5, 9, 1 4, 25, 26, 34, 35, 37, 4 1 , 53, 62, 68, 7 1 , 75-78, 1 03, 1 33, 1 77, 1 78, 1 80, 1 84, 1 89

T

z

Takdiri ilahi, 4 Tatar Hanlığı, 1 7 Tatarlar, 1 7, 80, 1 08, 1 22, 1 8 1 Tawfiq Zanj, 59 Tom Amca'nın Kulübesi, 1 42 Topkapı Hazinesi, 1 66 Toynbee, Arnold, 27

Zabiba, 37, 38 Zanj, 20, 2 1 , 5 1 , 79, 83- 87, 1 60, 1 6 1 , 1 63, 1 64, 1 92, 208, 209, 2 1 2 zimmi, 8, 1 0, 1 2, 1 84 zimmi sözleşmesi, 8 Ziya Paşa, 1 24

ş

286

1 . Zabid'de Yemen Köle Pazarı, Bağdat, 1 237.

2. Yemek taşıyan bir köle, muhtemelen Suriye 1 222.

3. İki tilkinin hikayesi. Şahin, çita ve avcıyla avlanan bir şehzade, Heart, takriben 1 490-1 500.

4. Acem kahramanı Rustam'ın doğuşu, kendisine kadınlar ve siyah hizmetçiler eşlik ediyor, Mısır, 1 5 1 O .

5. Hizmetlileri ve yük beygirlerinin bakıcısıyla bir tacir, Tebriz, İran, takriben 1 530.

6. Hizmetlileri ile bir Osmanlı şehzadesi ve Sadrazam, İstanbul, 1 597.

7. Hadımlarla birlikte İbrahim Paşa Sarayı'nda veliaht Mehmet, İstanbul, 1 597.

8. Arka planda hadımlarla birlikte Padışahın annesi Nur Banu'nun cenazesi, İstanbul, 1 597.

9. Harem ağası genç şehzadeyi sünnet törenine götürüyor, İstanbul, takriben 1 720- 1 732.

1 0. Boğaz'da akşamüstü eğlencesinde şehzadeler, içoğlanları ve hadımlar, İstanbul, takriben 1 720- 1 732.

��ıjı .:.ıt./{.

·.v�.;;4(;'(;.:. � t . J ,

"' ,. ..•

_, , .

ff

,.

• •

,_,,,_ � ---:'"'{-..."' '"�:

•;.,,�(.;:.;;., :.;(.."'·.:. ·{ �� w "",

./ . • ,.;I. ;..v.,.;.., .

.,

,

I

. ,·� tJ

.

lf

... .

.

,ı.-/ . .Jı,ı J-;.:/ (.Jı'V

1 1 . Siyah büyücüleri öldüren İsfendiyar, İran, on altıncı yüzyıl başları.

1 2 . Zanjlarla (Habashlar) savaşan İskender, Kazvin, takriben 1 5901 594.

1 3 . Zanjlarla savaşan Darab'ı izleyen Mihrasb ve Tahrusiyye. Tanbalus'un gövdesi suda sürükleniyor, Mughal, Hindistan, takriben 1 5 80- 1 5 8 5 .

1 4. Zanjlara karşı savaşa giden Darab, Mughal, Hindistan, takriben 1 5 80- 1 5 8 5 .

1 5 . Mağlup edilen Zanjlar Darab'a bağlılık yemini ediyorlar, Mughal, Hindistan, takriben 1 580-1 5 8 5 .

1 6.Arab seyidi Abu Jahl ile güreş tutan siyahi bir köle, İstanbul, 1 594-1 595.

1 7. Selamlarını ileten Peygamber'in musahipleri ile Etiyopya kralı, İstanbul, 1 594-1 595.

1 8 . Bilal ve Peygamber'in diğer musahipleri, İstanbul, 1 594- 1 595.

1 9 . Sandaldan ördek avlayan İskender, kayıkçılar ile birlikte, Tebriz, İran, 1 526.

20. Büyücüler, İstanbul, on beşinci yüzyıl.

2 1 . Humay'ın damadı, kadına gizli bir tutku besler, kendisine itaat etmeyince, gece yarısı kadını öldürür, Mughal, Hindistan, takriben 1 5 80-1 5 8 5 .

22. Eşşekle uygunsuz bir ilişkiye giren hizmetçisini yakalayan kadın, Tebriz, İran, takriben 1 530.

23. Zanj

ve

kızı oynaştıkları için azarlayan yaşlı adam, Mughal,

Hindistan, 1 629.

24. Sudanlı bir kadın, İstanbul, takriben 1 793.