İnsan ve Sembolleri [4 ed.]
 975628773X

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

4. Baskı

3 < /)

3

O

a

İnsan ve Sembolleri

Carl G. Jung

Çeviri: Ali Nahit Babaoğlu

okuyanİMus

oku yan J p us Psikiyatri - 27 İnsan ve Sembolleri C. G. Jung Kitabın özgün adı: Man and his Symbols Copyright © Aldus Books Limited, London, 1964 ISBN: 978-975-6287-73-X I. Baskı: İstanbul, Mayıs 2007 II. Baskı: İstanbul, Ekim 2007 III. Baskı: İstanbul, A ralık 2007 IV. Baskı: İstanbul, Ağustos 2009 Çeviri: AN Nahit Babaoğlu Yayına hazırlayan: Feryal Tilmaç Kapak tasarım ı: Okuyan Us - Serdar Okan Grafik uygulam a: Gül Dönmez Film, baskı ve cilt: M atbaa Çözümleri San. ve Dış Tic. Ltd. Şti. Maltepe Mah. Litros Yolu Sok. Fatih San. Sit. No: 12/102 Topkapı, Zeytinburnu, İstanbul Tel: (0212) 674 39 80, Faks: (0212) 565 00 61 Bu kitabın yayın hakları Okuyan Us'a aittir. Her hakkı saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın çoğaltılamaz. © Okuyan Us Yayın Eğitim Danışmanlık Tıbbi Malzeme ve Reklam Hizmetleri San. ve Tic. Ltd. Şti. Kalıpçı Sokak. Uzal A p t 152/3 Teşvikiye 34365 İstanbul Telefon: (0212) 232 5373, 232 5379 Faks: (0212) 231 5220 okuyanus@ okuyanus.com.tr w w w .okuyanus.com .tr

Giriş: John Freeman

Bu kitabın ortaya çıkış öyküsü öylesine sıradışıdır ki ilgiyi hak etmekte­ dir. Anlamı ve içeriğiyle de doğrudan ilintili olduğu için kitabın nasil oluş­ tuğunu kısaca anlatacağım. 1959 ilkbaharında British Broadcasting Corporation (BBC) benden İngiliz televizyonu için Dr. Carl Gustav Jung ile bir görüşme yapmamı is­ tedi. Bu görüşmenin biraz “derinlere” inmesi isteniyordu. O sıralarda he­ nüz Jung ve çalışmaları üzerine oldukça az bilgim vardı. Kendisiyle tanış­ mak için onu Zürih Gölü kenarmdaki güzel evinde ziyaret ettim. Bu kar­ şılaşma benim için çok anlamı olan, Jung’un da yaşamının son yıllarında hoşuna gittiğini umduğum bir dostluğun başlangıcı oldu. Bu yazıda o te­ levizyon konuşmasından uzun uzun söz edilmeyecek; ama o görüşme çok verimli olmuştu. Bu kitap, koşulların ilginç bir zincirlenişiyle o zamanki konuşmanın bir son ürünüdür. Jung’u ekranda görenlerden biri de Aldus Books’un yöneticisi Wolf­ gang Foges’di. Foges, Viyana’da Freud ailesinin yakınlarında geçirdiği gençliğinden beri psikolojinin gelişimine ilgi duymuştu. Jung’u yaşamı, çalışmaları ve düşünceleri üzerine konuşmaları dinlediğinde, Freud’un çalışmaları bütün Batı dünyasında okuyucuya az çok da olsa tamdık gel­ diği halde, Jung’un daha geniş bir kitleye ulaşma şansmı hiç bulamayışı­ nın, genel okur açısından hep zor anlaşılabilir olarak kalmış olmasınm çok büyük bir kayıp olduğunu düşündü. Foges “İnsan ve Sembolleri”nin asıl başlatıcısıdır. Televizyon yayının­ da Jung’la benim aramda iyi bir ilişki olduğunu fark etmişti. O yüzden ba­ na, acaba temel düşüncelerinden bir kısmını, uzmanlaşmamış olan oku­ yucu için de anlaşılır ve ilginç olacak şekilde, konuşma biçiminde anlat­ maya Jung’u ikna edebilir miyim diye sordu. Bu düşünceyi hemen kabul ettim. Jung’u böyle bir çalışmanın değerine, önemine inandırabileceğim inancıyla Zürih’e gittim. Jung beni bahçesinde, hemen hiç kesmeden ne­ redeyse iki saat dinledi ve “olmaz” dedi. Bunu en kibar tarzda ama çok da kesin olarak söylemişti. Çalışmalarını popüler hale getirmeye hiç giriş­ memişti ve böyle bir girişimin başarılı olacağına da inanmıyordu. Ayrıca kendisini, böyle bir girişim için çok yaşlı, dahası yorgun hissediyordu. Bütün dostları, Jung’un kararlarında çok isabetli olduğunu onaylaya­ caklardır. Önemli soruları dikkatle, acele etmeden düşünüyordu. Sonun­ da yanıtını verdiğinde ise bu yamt çoğu zaman kesin oluyordu. Bu yüz­

den, Jung’un olumsuz yanıtının son sözü olduğunu düşünerek büyük düş kırıklığı içinde Londra’ya döndüm. Eğer o sırada hesaplayamadığım iki etken işe karışmasaydı, bu böyle de kalırdı. Bunlardan biri Foges’un inatçılığıydı; Foges yenilgiyi kabullenmeden önce bir kez daha ısrar etmemizi istemişti. Öbürü ise üzerinde düşün­ dükçe şaşırdığım bir olgu oldu. Televizyon programı, dediğim gibi, başa­ rılı olmuştu. Jung birçok insandan yığınla mektup almıştı. Bunlarm çoğu tıbbi ya da psikolojik hiçbir bilgisi olmamasına rağmen, bu gerçekten bü­ yük insanın ikna edici kişiliğinden, mütevazı tavrından, mizah gücünden, zarafetinden etkilenmiş, onun yaşama ve insanlara bakışında, kendi kişi­ sel sorunlarını çözmelerine yardımcı olabilecek bir şeyler keşfetmiş olan sıradan insanlardı. Jung bundan çok hoşnuttu. Memnuniyetinin nedeni yalnızca mektuplar değildi -zaten her zaman çok mektup alırdı-; daha çok, bu mektupları normalde kendisiyle hiç temas etmeyecek olan kim­ selerin yazmış olmasıydı. Bu sırada kendisi için son derece büyük anlam taşıyan bir de düş gör­ müştü. (Bu kitabı okurken düşlerin ne kadar önemli olduğu görülecek­ tir.) Jung düşünde kendisini, çalışma odasında oturup dünyanın her ye­ rinden gelmiş önemli hekimlerle, psikiyatristlerle söyleşirken değil, ka­ muya açık bir alanda soluk almadan onu dinleyen ve anlayan büyük bir kalabalığa konuşurken görmüştü. Bir iki hafta sonra bu kez Foges, klinikler ya da filozofların çalışma odaları için değil de geniş kamu kesimi için bir kitap yazmasını rica et­ mek için geldiğinde, Jung ikna oluverdi. Ama iki koşulu vardı: Birincisi kitap yalnız kendisi tarafından değil, en yakın çalışma arkadaşlarının da katılımıyla yazılmalıydı; İkincisi de çalışmayı koordine etmeyi ve yazarlar­ la yayımcı arasında olabilecek bütün sorunlarla uğraşmayı ben üstlenme­ liydim. Bu giriş yazısının çok kibirli olmaması için hemen şunu belirtmeliyim ki bu ikinci koşuldan ancak bir parça hoşnut olabildim. Çünkü Jung’un beni, çok fazla değil de yalnızca bir parça zeki bulduğu, ciddiye alınacak bir psikoloji bilgim olmadığmı çok iyi bildiği için seçtiğini hemen öğrene­ cektim. Bu şekilde ben tam da onun istediği “ortalama okur” oluyordum. Benim anlayabildiğimi, bütün okurlar anlayabilir, bana zor gelenler ise büyük olasılıkla başkalarına da zor gelirdi. Rolümün böyle değerlendiril­

mesiyle kendimi pek de şımartılmış gibi hissetmesem de -bazen yazarla­ rı çok öfkelendirmeme rağmen- son derece dürüst davranıp her parag­ rafın çok açık ve anlaşılır olmasında, gerektiğinde “bu kitap gerçekten geniş bir okuyucu kitlesi için yazılmış, kısmen karmaşık olan konular dü­ şünülebilecek en basit tarzda ele alınmıştır” diye ikna olana kadar yeni­ den yazılmasında ısrar ettim. Uzun tartışmalardan sonra insan ve sembollerinin kitabın ana teması olmasına karar verildi. Jung bu yapıttaki çalışma arkadaşlarım kendisi seçti: Zürih’ten Jung’un en yakın, güvenilir yardımcısı Dr. Marie-Louise von Franz; Ame­ rika’nın en önde gelen Jung yönelimli analisti, San Fransisko’dan Dr. Jo­ seph L. Henderson; Zürih’ten yalnız deneyimli bir analist olmakla kalma­ yıp, aynı zamanda Jung’un özel sekreteri ve'biyografisinin yazarı olan Ba­ yan Aniela Jaff6, son olarak da Jung’a göre Zürihli Jung takipçileri ara­ sında en deneyimli yazar olan Dr. Jolande Jacobi. Bu dört psikolog hem alanlarında büyük deneyime, beceriye sahip oldukları için hem de Jung onların hiç bencillik etmeksizin, onun yönergelerine göre bir takımın üyeleri olarak çalışacaklarım bildiği için seçilmişlerdir. Jung bütün kita­ bın inşasmdan sorumluydu ve arkadaşlarmm çalışmalarını yönetecekti. Ayrıca temel bölümü, “Bilinçdışına Giriş’’i de yazacaktı. Yaşamının son yılım neredeyse tamamen bu kitaba adadı. 1961 hazi­ ranında öldüğünde kendi yazdığı bölüm tamamlanmıştı. (Bu bölümü, hastalığından on gün kadar önce bitirmişti.) Arkadaşlarının bölümlerini de taslak halindeyken incelemişti. Jung’un ölümünden sonra Dr. von Franz, kitabın onun vurgulayarak belirtmiş olduğu yönergelere uygun olarak tamamlanması yönündeki sorumluluğu üstlendi. Böylece, “İnsan ve Sembolleri”nin biçim ve içeriği en ince ayrıntılarına dek tamamen Jung’un kendisi tarafından kurgulanıp düzenlenmiş, kısmen de yazılmış oldu. Adını taşıyan bölüm -okurun anlamasını kolaylaştırmak için yapı­ lan çok az genişletmeyi saymazsak- kendi yapıtıdır. İngilizce olarak ya­ zılmıştır. Geri kalan bölümler çeşitli yazarlar tarafından Jung’un yöneti­ mi, denetimi altında kaleme alınmıştır. Jung’un ölümünden sonra Dr. von Franz büyük bir sabır, anlayış ve inançla çalışarak bu kitabın yayınlanma­ sını sağlamıştır; bu nedenle yayınevi ve ben kendisine şükran duymakta­ yız.

Kitabın içeriğine gelince: Jung’un düşünceleri modem psikolojiyi, insanın yüzeysel bir bilgiyle fark edebileceğinden çok daha fazla etkilemiştir. Örneğin “dışadönük (ekstravert)”, “içedönük (intravert)”, “arketip” gibi çok yaygın ve çoğu zaman da yanlış olarak kullanılan bir dizi kavram, Jungiyen kavramlardır. Ama Jung’un psikolojik düşünceye en önemli katkısı, -Freud’un “bilin­ çaltı” kavramı gibi- yalnızca bastırılmış arzuların bir tür saklanma yeri olarak değil de bireysel yaşamın, egonun bilinçli, düşünen dünyası gibi gerçek ve belli başlı bir parçası olarak gördüğü sonsuz kapsamlı ve zen­ gin “bilinçdışı” kavramıdır. Bilinçdışınm dili ve “kişileri”, düşlerimizin bi­ zimle bağlantı kurduğu sembollerdir. O halde insanların ve onların sembollerinin araştırılması, aslında insa­ nın kendi bilinçdışıyla ilişkisinin araştırılması demektir. Jung’un modeli­ ne göre bilinçdışı, bilincin büyük yardımcısı, dostu ve akıl hocasıdır. Bilinçdışıyla bağlantıyı temel olarak düşlerimiz aracılığıyla kurduğumuz için, bu kitapta, özellikle de Jung’un kendi bölümünde, düşlerin önemi öne çıkar. Jung’un yapıtmı yorumlamaya kalkışmak benim için çok iddialı olur­ du. Birçok okur muhtemelen bunu benden çok daha iyi yapabilecek du­ rumdadır. Benim rolüm, dediğim gibi, bir yorumcu değil yalnızca bir “an­ laşılabilirlik süzgeci” olmaktı. Bununla birlikte, bana amatör olarak önemli görünen, belki uzman olmayan diğer okurlara da yararlı olabile­ cek iki noktaya işaret etmeyi gerekli görüyorum. Bunlardan birincisi düş­ lerle ilgilidir. Jungiyenler için düş, sembollerin anlamlarının bir katalog yardımıyla çözülebileceği bir tür şifreli yazı değildir; daha çok bireysel bilinçdışının çok önemli kişisel dışavurumudur. O da insanın temasa geçti­ ği her şey gibi “gerçek”tir. Düş gören birinin kişisel bilinçdışı, kişiyle bu yolla bağlantı kurar ve kendisinden başka kimse için bir anlamı olmayan simgeleri seçer. Jungiyen psikologlar için düş yorumu, ister analiz eden ister düşü görenin kendisi tarafından yapılsın, asla birkaç ilkeye dayandınlamayacak olan -bazen de ancak bir deneme olarak yapılabilen ve çok uzun zaman gerektiren- tamamen kişiye özel, bireysel bir konudur. Buna karşılık bilinçdışınm bildirimleri düşü gören için çok büyük önem taşır, bu da elbette çok doğaldır; çünkü bilinçdışı onun varlığının bir bölümüdür ve kendisine, başka hiçbir kaynaktan alamayacağı öneri­

ler ve yönergeler verir. O halde Jung’un kalabalıklara konuştuğu düşü anlattığım zaman bir büyüden söz etmiş ya da Jung’un falcılıkla uğraştı­ ğını söylemeyi amaçlamış değilim. Yalnızca Jung’un bilinçdışının nasıl bi­ linçli aklıyla yaptığı bir yanlış kararı yeniden düşünmesi için “salık ver­ miş” olduğunu anlatmaya çalışıyordum. Bunun sonucu olarak; Jungiyen psikologlar için düş görmek sadece bir şans işi değildir. Tam tersine her insan için kendi bilinçdışıyla temas kurmak mümkündür ve bu nedenle Jungiyenler düşleri algılamaya açık olmayı düzenli olarak kendilerine -aklıma daha iyi bir ifade gelmiyor“öğretirler” . Jung’un kendisi de bu kitabı yazıp yazmamak sorusu ile kar­ şı karşıya kaldığında, karar vermek için bilinçli düşünmenin yanında, bilinçdışı yardım kaynaklarım da fikir almaya çağırabilirdi. Bu kitapta düş, hep düşü görene doğrudan, kişisel ve önemli bir haber olarak ele alına­ caktır; insanlığın genelinin tanıdığı sembollerin ancak bireysel birer anahtar olarak kullanılabileceği, tümüyle kişisel bir haber. İşaret etmek istediğim ikinci nokta, bu kitabın bütün yazarlarının, bel­ ki de bütün Jungiyenlerin özelliği olan karakteristik kanıt getirme yönte­ midir. Kendini yalnız bilinç dünyasında yaşamak ve bilinçdışıyla her tür­ lü teması yadsımak üzere kısıtlayan kimse, bilinçli yaşamın yasalarına ta­ bidir. Bir matematik denkleminin yanılmaz -ama çoğunlukla da anlam­ sız- mantığıyla, varsayılan ölçütlere göre mükemmel olan sonuçlara ula­ şılır. Jung ve arkadaşlarının bu kanıtlama yöntemini sınırlı oluşundan do­ layı, -bilerek ya da bilmeyerek- reddettikleri görülüyor. Mantığı asla gör­ mezden gelmiyorlar ama bilinçli olanın yarımda daima bilinçdışı olam da hesaba katıyorlar. Onların diyalektik yöntemi simgeseldir ve çoğu zaman sapmalara açıktır. Görüşlerini akılcılığın sınırladığı dar bir alanda ortaya koymak yerine, olgunun çevresinde dolaşmayı, aynı nesnenin her sefe­ rinde az da olsa öncekinden farklı bir açıdan alınmış görünümünü yine­ lemeyi tercih ederler. Ta ki o ana dek tek bir somut kamt bulamamış ol­ duğunu düşünen okur birden daha büyük bir gerçeğin çevresinde dolaş­ tığım ve onu algıladığını fark edene kadar. Jung ve arkadaşlarının kanıtlan, konuları üzerinde, bir kuşun ağacm üzerinde dolaşması gibi, spiral tarzda yukarı doğru ilerler. Önce yere ya­ landır, yalnızca dallar ve yapraklar yığını görünür. Ama yukarıya doğru çıktıkça ağacm yinelenen farklı görünümleri bir bütün oluşturur ve çev­

resiyle de baglantılamr. Kimi okuyucular bu “helezonik” kamtlama yön­ temini önce biraz kanşık bulacaklardır ama bunun uzun süreceğini san­ mıyorum. Bu Jung için karakteristiktir. Okur da kısa zamanda, nasıl ikna edilerek sürece katıldığım saptayacaktır. Kitabın farklı bölümleri kendilerini zaten anlatıyor ve pek bir giriş ge­ rektirmiyor. Jung’un kendi bölümü okuyucuya bilinçdışını, onun kullan­ dığı arketipleri, sembolleri ve mesaj verdiği düşleri tanıtıyor. Ardından gelen bölümde Dr. Henderson mitolojideki, halk masallarındaki ve ilkel törelerdeki çeşitli arketipsel figürü ve birleşmelerini gösteriyor. Dr. von Franz “Bireyleşme Süreci” bölümünde, tek insanda bilinç ve bilinçdışmm yavaş yavaş nasıl tanıştıklarım, birbirlerini sayıp bütünlediklerini anlatı­ yor. Bir bakıma bu bölüm bütün kitabın yalnız en önemli bölümü olmak­ la kalmıyor, Jungiyen yaşam felsefesinin özünü; insanın ancak bireyleş­ me süreci kapandıktan, bilinç ve bilinçdışı birbirleriyle barış içinde bir arada yaşamayı, birbirlerini karşılıklı bütünlemeyi öğrendikten sonra bir bütün, kendi içinde sakin, üretici ve mutlu olacağım da anlatıyor. Bayan JaffĞ ve Dr. Henderson, insanın bilinçdışmm sembolleri karşısmda her zaman hayranlık duyduğunu gösteriyorlar. Bu sembollerin insan için çok derin anlamı, açıkça yaşamsal önemi olan içsel bir çekim gücü vardır. İs­ ter Dr. Henderson’un irdelediği mit ve masallarda ister Bayan Jaffe’nin gösterdiği gibi sanat yapıtlarında ortaya çıksınlar, bu semboller bilinçdışımızı sürekli uyararak doyuma ve sevince neden olurlar. Sonunda Dr. Jacobi’nin bölümü üzerine de kısa birkaç söz söylemeli­ yim. Bu bölüm, ilginç ve başarılı bir analizin kısaltılmış raporu olarak öbürlerinden ayrılmaktadır. Bu tür bir kitapta böyle bir bölümün değeri apaçıktır; buna rağmen iki açıklama zorunludur. Birincisi; öğretici, tipik bir Jungiyen analiz yoktur çünkü her düş özel, bireysel bir mesajdır ve bi­ linçdışı simgelerinin aynı şekilde kullanıldığı iki düş olmaz. Bu yüzden de her Jungiyen analiz kendi türünde biriciktir ve Dr. Jacobi’nin -ya da bir başkasının- muayenehanesinden gelen bu düşü “temsil eden” ya da “ti­ pik” olarak değerlendirmek yanlış olur. Henry’ye ve kısmen garip olan düşlerine dair söyleyebileceğimiz, yalnızca bununla Jungiyen analizin öz­ gün bir olguda nasıl uygulandığına iyi bir örnek olduğudur. İkincisi ise tam olarak ele almak istersek, oldukça basit bir olgunun öyküsüyle bütün bir kitabı doldurabileceğimizdir. Henry’nin analizine dair rapor zorunlu

olarak çok kısaltılmıştır. Bu yüzden de örneğin I Ching üzerine yorumlar bir parça karanlıkta kalmıştır. Buna rağmen Henry’nin analizinin derinle­ mesine anlatımının, insani ilgiden öte kitabı da çok zenginleştirdiğini dü­ şünüyoruz. Ben okurların da bu görüşü paylaşacağından eminim. Önsözüme Jung’un “İnsan ve Sembolleri”ni yazmaya giriştiğini anlat­ makla başlamıştım. Bu önsözü, bu kitabın nasıl önemli bir yayın olduğu­ nu okuyucuya bir kez daha belirterek kapatıyorum. Cari Gustav Jung bü­ tün zamanların en büyük hekimlerinden ve bu yüzyılın en büyük düşü­ nürlerinden biriydi. Ereği insanlara kendilerini tanımada yardımcı ol­ maktı; bu bilgiler ve bunların uygulanmasıyla doygun, mutlu bir yaşam sürmeliydiler. Tanıdığım başka hiç kimsenin sürmediği kadar doygun ve mutlu geçen kendi yaşamının sonunda Jung, kalan gücünü, mesajını şim­ diye kadar ulaştırmaya çalıştıklarından daha büyük bir kitleye ulaştırmak için kullanmaya karar verdi. Yapıtını ve yaşamını aynı ay içinde tamam­ ladı. Bu kitap onun geniş okur kitlesine vasiyetidir.

Çeviriye önsöz: Ali Nahit Babaoğlu

Bu kitabı ilk olarak çeyrek yüzyıl kadar önce elime almıştım. Ama Jung’u ve okulunu oldukça iyi bildiğimi sanmama, kitabın hayranlık uyandıran baskı ve içeriğine rağmen, onu pratiğimde kullanabilecek kadar iyi anla­ yıp kavradığımı ileri süremem. Lisenin birinci sınıfından beri eğilimim klasik bağlamda psikanalitik yönde olmuştu. Psikiyatri eğitimimde de hep psikanaliz temelinden ayrılmadan yürümüştüm. Ancak bu kitapla ta­ nışmamla hemen aynı zamanda, bir yönetilmiş düşleme yöntemi olan, Leuner’in “Katatimik Görüntü Yaşantısı” yönteminin eğitimini almaya ve Prof. Prokop’un bir çalıştayı aracılığıyla da Jung’un kişiliği ve kavramla­ rını yakından tanımaya başladım. Leuner yöntemini uygulama aşamasına geldikten sonra Türkiye’ye döndüm. Gerek muayenehanede gerekse eği­ tici görevimde o yöntemi bolca kullanma fırsatı oldu. Yöntemin önümde açtığı ufukla sembollerin ne denli evrensel olduğunu gördüm. Bunun ya­ nında, ülkemiz insanının iç dünyasmın da bütün tarihi kucaklar boyutta zengin olduğunu fark ettikçe, hastalarımın olağan gece düşlerini de ele almaya başladım. Giderek hastalarımla aramızda, o zengin bilinçdışı dün­ yaya daha kolay girebileceğim bir köprü, bir tür özgün dil oluştu. Düşle­ rini, düşlemelerini doğru yorumladığımdan emin olmadığımda bile hasta­ larımın sübjektif olarak duydukları mutluluk ve durmadan yeni düşler getirmeleri, düşleme seansları için ısrar etmeleri çok dikkat çekiciydi. El­ bette onlara az çok yardımcı olabilmek için Jung’a başvuruşum da gittik­ çe artmaktaydı. Böylece onun yazılarının pek çoğunu okudum. Bu kita­ bın Jung tarafından yazılmış olan ilk makalesini de çevirmiştim. Jung’u anlatan bir bölümle birlikte, o zamanki Triumph marka daktilomla yaz­ dıklarımın fotokopilerini asistanlarıma dağıtıyordum. Son dört, beş yıl­ dan beri de İsviçre Jung Enstitüsü önceki başkam Barz’m geliştirdiği yöntemle Jungiyen Psikodrama’da eğitim alıyorum. Sevgili Cem Mumcu’dan bu kitabın Okuyan Us Yayın tarafından yayın­ lanacağını öğrenince de çevirmek için heyecanla öne atıldım. O sırada “Psikiyatri Tarihi” kitabımın son bölümleri üzerinde çalışıyordum. Onu bitirir bitirmez bu çeviriye sarıldım. Ancak çeviri ilk anda sandığımdan biraz daha zor oldu. Bunun nedeni her şeyden önce kitabm beş ayrı ya­ zarın elinden çıkmış olmasıydı. Her birinin ayrı stili olan yazarların, stil­ lerine az çok uygun şekilde çevrilmesi, çeviriyi aynı kişi yapıyorsa pek kolay değildir. İkinci ve daha da önemli olan bir nokta, kitabın ana dille­

ri Almanca olan yazarlar tarafmdan bizzat İngilizce yazılmış olması ve ge­ ne bizzat kendileri tarafmdan Almanca’ya kazandırılmış olmasıydı. Yazar­ lar bu çeviride basit bir doğrudan çeviriyle yetinmemişler, yazdıklarını yeniden yazmışlardı. Bu yüzden de İngilizce ve Almanca baskılar arasın­ da belirgin farklar bulunuyordu. Özellikle de çeşitli yazar ve sanatçılara referans verdiklerinde, bir halk tarafmdan tanınan yapıtları kısa geçer­ ken, o halkm tanıma olasılığı az olanları ise daha ayrıntılı olarak anlatmış­ lardı. Türk okuru için ise her iki metnin karşılaştırılarak daha ayrıntılı olanın verilmesi yolunu tutmak daha uygun görünüyordu. Bu durum he­ men her paragrafı her iki metinden de okuyarak aralarından seçim yap­ mayı gerektiriyor, bu da işi uzatıyordu. Kitabın resimli olarak, aslına ola­ bildiğince sadık yayınlanmasına karar vermiştik. Resimler olmadan me­ tin çok yoksul kalacaktı. Elbette bu, resim altı yazıların da teker teker çevrilmesini gerektiriyordu. Bir de görüleceği gibi kitapta dip notlar kul­ lanılmamış, verilmesi gereken açıklama notları kitabın sonuna eklenmiş­ tir. Açıklayıcılık bakımından çok önemli olan bu notlarm da sadakatla çevrilmesi gerekiyordu. Kitapta birçok yerde Kuran ve Kutsal Kitap’tan alıntılar bulunmakta­ dır. Bu alıntılarda bulunan özel adlarm birçoğu bizim inançlarımıza yer­ leşmiş olan, dolayısıyla bizim dilimizde de karşılığı bulunan adlardı. Ben de metinde kullanılan Almanca ya da İngilizce adları değil, bize tanıdık olan o Türkçe adları yeğledim. Metne giren Kutsal Kitap söylemlerini de yeniden çevirmek yerine Kitab-ı Mukaddes Şirketi yayım olan çeviriden olduğu gibi aldım. Kimi yerlerde ise, İslama ilişkin olarak yazarların bilgi­ lerini çeşitli dolaylı çevirilerden almış olmalarından kaynaklanan hata sa­ yılabilecek noktalar bulunuyordu. O tip durumlarda da kendi notumu (çn.) [çevirenin notu] işaretiyle dip not olarak yazmak en iyi yoldu. Bütün zorluklarına rağmen, mesleki gelişimimde en büyük etkileri yapmış olan kişinin, C. G. Jung’un son yapıtım dilimize kazandırmak işle­ vini yüklendiğimden ötürü çok mutluyum. Onun görüşlerinin Türkiye’nin zengin ve renkli kültürünü aydınlatmada çok faydalı olacağma inancım tamdır. Bu kitap renkli, resimli ve oldukça kolay anlaşılabilir olması saye­ sinde daha geniş bir okur kitlesinde ilgi ve merak uyandırabilirse, ateşle­ yeceği yeni araştırmalar kültürümüze olduğu kadar dünya kültürüne de taze bir ışık serpecektir. O zaman, kitabın önsözünde de belirtilen

“Jung’un kitlelere vasiyeti” en verimli sonucunu verecektir. Cari Gustav Jung gerçekten bütün zamanların en büyük hekimlerinden biriydi. Anısı­ nın önünde saygıyla eğiliyorum.

İçindekiler 1

Bilinçdışına Giriş Cari G. Jung

2

Modern İnsan ve M itler

104

Joseph L. Henderson 3

Bireyleşme Süreci

158

M. L. von Franz 4

Görsel Sanatlarda Sembol

230

Aniela Jaffe 5

Olgunlaşma Yolundaki Simgeler

272

Jonalde Jacobi Sonsöz: Bilinçdışı ve Bilimler

304

M. L. von Franz Notlar

311

1

Bilinçdışına Giriş Carl G. Jung

Firavun III. Ramses'in mezar girişi

Bilinçdışına Giriş

Düşlerin önemi üzerine

İnsan bir şeyi anlatmak için söylenen ya da yazı­

rının çoğunda, m ezar taşma eğri bir balta resm e­

lan sözcükleri kullanır. Dili sem bollerle doludur;

dildiğini görürüz. Baltanın ne olduğunu çok iyi bi­

ama sık sık tüm üyle tanımlayıcı olmayan işaretle­

liyoruz, ancak sim gesel içeriğine ilişkin hiçbir şey

ri, resimleri de kullanır. Bunlara örnek olarak BM, UNICEF, UNESCO gibi kısaltmalar ya da harf dizileri, tanınmış markalar, tıbbi ürünlerin adları, kimi insanların görev işaretleri ya da inisi-

bilem iyoruz. Bir başka örnek olarak; bir Hintli, İn­ giltere’de bir süre kaldıktan sonra, kendi ülkesin­ deki dostlarına, İngilizlerin hayvanlara taptığını

yaller verilebilir. Bunlar aslında kendi başlarına

anlatır, çünkü kilisede hep kartallar, aslanlar ve

bir anlam taşımazlar ama genel kullanımda kolay­

öküzler resm edildiğini görm üştür. Aslında, bir­

lıkla tamnabilen bir anlam kazanmışlardır. Ancak

ço k Hıristiyan gibi, bu Hintli de söz konusu hay­

bunların hiçbiri sim ge değil, yalnızca ilişkili o l­

vanların İshak P eygam ber’e görünm üş bir vizyo­

dukları nesneleri ifade ed en işaretlerdir.

nu anlattığını ve Evangelistler için bir işaret oldu ­

Simge ya da sem bol dediğim iz, gündelik yaşa­ mım ızdan bilip tanıdığımız ama alışılagelen, açık anlamına ek olarak özgün bağlantılar da sunan, bir terim, bir ad hatta bir resimdir. Bunda belir­

ğunu bilm iyordu. Tekerlek ya da haç gibi n esn e­ ler d e belirli koşullarda sim gesel bir içerik taşır­ lar. Ancak bunların neyi sim gelediği, şimdiki za­ m anda bile tartışmalı bir konudur.

gin olmayan, bilinm eyen ya da bizim için görünür

Bir sözcük ya da resim, açık olan ve ilk bakış­

olmayan bir şeyler vardır. Örneğin Girit m ezarla­

ta anlaşılabilenden daha fazla anlam içerdiği za­

man sim gesel hale gelir. O zaman tam olarak ta-

ler kullanmasının bir nedeni budur. Ne ki sem bol­

nımlanamayan, bilinem eyen, daha geniş, “bilinç-

lerin bu bilinçli kullanımı son d erece önem li bir

dışı” bir yön kazanmış olur. Bunun tanımlanması

psikolojik g erçeğin yalnızca bir yüzüdür: İnsan bi­

ve açıklanması umulamaz bile. İnsan aklı sim geyi

linçsiz olarak ve kendiliğinden de düşler şeklinde

araştırırken, mantığın kavrayabileceğinden daha

sem boller üretm ektedir. Bu noktayı kavrayabil­

ötedeki kimi d ü şü n celere ulaşılır. Tekerlek bizi

m ek hiç kolay değildir. Am a insan ruhu üzerine

“kutsal” güneş kavramına doğru götürür, ama bu

daha fazlasını öğrenm ek istiyorsak, bunu mutlaka

noktada mantık yetersizliğini itiraf etm ek zoru n ­

kavramalıyız. Şöyle bir düşünecek olursak insa­

dadır; “kutsal” olan bir şey tanımlanamaz. Sınırlı

nın içini, dışını tam olarak görüp anlayabildiği

zekamızla bir şeyi “kutsal” olarak adlandırdığı­

hiçbir şey yoktur. İnsan, çevresini ancak kısıtlı bir

mızda, ona som ut gerçek lere değil inançlara da­

şekilde algılayabilmesine izin veren duyularının

yalı bir ad vermiş oluruz.

sayısı ve niteliğiyle sınırlıdır. Bu eksikliği bilimsel

İnsan anlayışının sınırlarının ötesinde sayısız

araç ve gereçler kısm en giderebilir ancak en du ­

şey bulunduğundan, tammlayamadığımız ya da

yarlı aygıtlar bile uzak ya da küçük nesneleri bü ­

tam kavrayamadığımız kavramları temsil etm ek

yütüp görünebilir hale getirm ekten ya da çok ha­

üzere sürekli olarak sim gesel terim ler kullanmak­

fif sesleri işitilebilir yapmaktan ö teye gidem ez.

tayız. Bütün dinlerin sem bolik bir dil ya da im ge­

Hangi aleti kullanırsak kullanalım, bir noktada

Dört Incil yaza rı havarinin hayvan olarak görülmesi (Chartres Katedralinde Kabartma]: Aslan M a rko'du r, bo ğ a Luka, kartal Yuhanna (solda). Aynı şekilde M ısır tanrısı Horus'un oğulları d a hayvan biçim indedir. (Yukarıda İÖ 1 2 5 0 'd e n ) H ayvanlar ve dörtlü kümeler yaygın bilinen simgelerdir.

Ç oğu toplumda Güneş resimleri insanların açıklanam ayan dinsel deneyimlerini anlatır, İÖ 14. yüzyılda M ısır Firavunu Tutankamon'a ait bir tahtın süslerine bir Güneş Kursu hakim dir (üstte). Işınel'ler, Güneşin yaşam veren gücünü simgeliyor. 2 0 , yüzyılda bir Japon keşiş, $into inancına göre tanrısal Güneşi tasvir eden bir ayna önünde dua ed iyo r (solda). VVolfram atomu, 2 .0 0 0 .0 0 0 kez büyütülmüş (sağda).

Resmin ortasındaki lekeler gözle görülebilen en uzak y ıld ız sistemleridir (en sağda), insan duyumlarını ne denli genişletse de algılam ası hep sınırlıdır.

bütün kesinliğin ortadan kalktığı sınıra ulaşırız.

deyim le iki kişiliğin varlığını kabul etm ek olacağı­

Her şeyden ön ce gerçeği algılayışımızda, ör­

nı düşünm ekteydiler. Aslında bu, tam da bu d e ­

neğin duygularımız gerçek görüntülere tepki g ö s ­

mektir; ço k doğru! Çağdaş birçok insan böyle iki­

terirken bile, bu gerçeğin gerçeklik alanından

ye bölünm üş bir kişilikten mustariptir. Bu hiç de

ruhsal alana geçirildiği sırada olduğu gibi, aslında

patolojik bir sem ptom değildir. Sadece nörotik-

bilinçdışı olan bir yön vardır. Ruhun içinde bun ­

lerde değil, başka herkesde de gözlenebilen bir

lar, oluşu ve yapısı bilinm eyen psişik olgulara d ö ­

gerçektir. K endine ilişkin genel bir bilinçsizlik,

nüşm ektedirler. Ö yleyse her yaşantı çok sayıda

hiç kuşkusuz ki bütün insanlığın ortak mirasıdır.

bilinmez faktörü de içerm ektedir. Aslında her s o ­

İnsanlığın bilinci, uygarlık düzeyine ulaşınca­

mut nesne, m addenin gerçek doğasını anlayama­

ya kadar sayısız çağları gerektiren bir sürecin so ­

dığımız için, bize zaten daima tam bilinir olm ak­

nunda yavaş, güçlükle gelişebilm iştir; dahası bu

tan uzaktır. Ayrıca belirli olgular vardır ki bilinç­

gelişim tamamlanmış olmaktan henüz ço k uzak­

le hiç algılanamazlar. Bunlar bilinçlilik eşiğinin al­

tır. İnsan ruhunun büyük bölüm ü hâlâ karanlık­

tında kalmışlardır. Bunları daha sonra anlık bir

larla kaplıdır; çünkü “psike” dediğim iz, bilincimiz

sezgi ile ya da yoğun düşünerek fark edebiliriz.

ve onun içeriği ile hiç de eşanlamlı değildir.

Ama normal olarak, bizim için hayati anlamı olan

Ruhumuz, doğanın bir parçasıdır ve tıpkı

her oluş düşlerim izde, rasyonel düşünceyle olm a­

onun gibi sınırsızdır. A yrıca biz ne ruhu ne de d o ­

sa da sem bolik bir resim olarak çözüm lenir. Ta­

ğayı tanımlayabilir, ancak olabildiği kadar, onu

rihsel olarak bakıldığında, psikologlara bilinçli

nasıl algıladığımızı tarif edebiliriz. Tıbbi araştır­

ruhsal olguların bilinçdışı yönlerini incelem e fır­

maların verileri olmasa bile, “bilinçdışı diye bir

satını veren de düşlerin incelenm esi olmuştur.

şey yoktur” gibi varsayımları reddetm em iz için

Psikologlar deneyim lerine dayanarak, birçok d o ­

yeterin ce neden vardır. Bunu söyleyenler eski

ğa bilimcisi ve filozof aksini savunduğu sırada, bi­

çağlardan kalan bir “m isoneizm ”de (yeni olandan

linçdışı bir psikenin var olduğunu kabul etm işler­

ve bilinm eyenden korkm a) ısrar etm ektedirler.

dir. Bu sırada filozoflar saflıkla, böyle bir oluşum u

İnsan ruhunda bilinm eyen bir bölüm olduğu

kabul etm enin, bir bireyde iki öznenin, daha açık

düşüncesine karşı bu direncin tarihsel nedenleri vardır. Bilinçlilik doğanın yeni bir buluşudur ve kendi içinde henüz deneysel aşamada bulunm ak­ tadır. Bu yüzden hâlâ zayıftır ve belli tehlikeler karşısında kolaylıkla zedelenebilir. A ntropologla­ rın saptadıkları gibi, ilkel insanda ruhsal bozuklu­ ğun en sık görülen şekillerinden biri, onların “ruh yitim i” diye adlandırdıkları, bilinçliliğin şaşırtıcı bir şekilde bölünm esi (bilim sel dille konuşursak; dissosiyasyon) durumudur. Bizimkinden farklı bir bilinçlilik aşamasında bulunan bu insanlar arasında ruh bir bütünlük olarak hissedilm ez. Çoğu toplum da, insanın ken­ disininkinden başka bir de “çalılık ruhu” oldu ğu ­ na inanılır. Bu, insanın kimliğini ruhsal olarak üstlendiği bir ağaç ya da bir hayvanda biçim len­

miştir. Ö nde gelen Fransız antropologlarından

duygusunu açığa vurmaktadır. Bu da ruhun sım ­

Lucien Levy-Bruhl bu durum u “ participation

sıkı örülü olmadığını, tersine kontrol edilem eyen

m ystiqu e” olarak tanımlamıştır. Kendisi daha

duyguların saldırısı karşısmda kolayca parçalana­

sonra, olum suz eleştiriler karşısında bu form ülas-

bileceğim gösterir.

yonunu geri almıştır ama ben onu eleştirenlerin

A ntropologların araştırmalarından tanıdığımız

haksız olduğunu düşünüyorum . Çok iyi bilinen

bu durum kendi ileri uygarlığımıza da hiç yaban­

psikolojik bir gerçek, insanın kendini bilinçdışı

cı değildir. Biz de dağılabiliriz; yani dissosiye ola­

olarak bir kimse ya da bir n esneyle kimliklendire-

biliriz. Kimliğimizi yitirebiliriz. Öfkem izden çılgı­

bilecegi gerçeğidir.

na dönebilir, duygularla alt üst olabiliriz; kendi­

Bu kimlik ilkel insanda çok çeşitli biçim ler ala­

mize ya da başkalarına ilişkin önem li hususları

bilir. Çalılık ruhu bir hayvana aitse bu hayvan o

hatırlamayabiliriz. O zaman bize “Allah aşkına,

insanın bir çeşit kardeşi gibi görülür. Örneğin

sana ne oldu? İçine şeytan mı girdi?” diye sorar­

kardeşi timsah olan bir insan, timsahlarla dolu bir

lar. “Kendim ize hakim olm ak”tan söz ederiz ama

ırmağı hiç duraksamadan yüzebilir. Çalılık ruhu

aslında kendini kontrol edebilm ek oldukça ilginç,

bir ağaçsa onun insan üzerinde ana baba gibi bir

en der rastlanan bir yetenektir. Kendimizi d e n e ­

gücü olduğuna inanılır. Her iki durum da da o ça ­

tim altında tuttuğum uzu sanırız, ancak bir d ostu ­

lılık ruhuna verilen zarar aynen o insana verilmiş

m uz kolaylıkla bize ilişkin, hiç de farkında olm a­

gibi kabul edilir.

dığımız bir dolu şey anlatabilir.

Bazı kabilelerde insanm birkaç ruhu olduğuna

Böyle yüksek bir uygarlık düzeyinde bile insan

inanılmaktadır. Bu inanç, her bireyin birbirine

bilinçliliği hâlâ kolaylıkla yaralanabilir. Zihnimizin

bağlı ama birbirinden farklı birim lerden oluştuğu

bir bölüm ünü izole edebilm e yeteneği kuşkusuz

Bir dissosyasyonun ünlü bir örneğini Iskoç ya za r R. L. Stevenson, "Dr. Jekyll and M r. H yde" adlı öyküsünde verir. Dr. Jekyll'in "yarılma"sı yalnızca psişik bir durum d e ğ ild i, aynı zam anda fizik bir değişim e d e yol açmıştı. M r. H yde (öyküden 1 9 3 2 'd e uyarlanan filmden); Dr. Jekyll'in "öbür yarısı” (solda). İlkeller dissosiyasyona ruhun yitimi derler; insanda kendininkinden başka bir d e çalılık ruhu bulunduğuna inanırlar. Kongo'nun N y a n g a kabilesinin, ge rgedan kuşunun, kendi çalılık ruhu ile özdeşleştirdiği kuşun, maskesini taşıyan bir mensubu (sağda). Aynı a n d a birçok çağrıya hizmet veren telefoncu kızlar (en sağda). Böyle uğraşlarda kişiler, konsantre olabilm ek için bilinçlerinin kimi kısımlarını yarıp ayırm ak zorunda kalırlar. Am a bu, kendiliğinden ve anormal değil, denetimli, süreli bir yarılm adır.

ki çok değerlidir; çünkü bu dikkatimizi yalnızca

keyfi değildi. Aksine ileri gelen nörologların, ö zel­

bir sahneye y ön eleb ilm em izi, bütün öbürlerini

likle de Pierre Janet’nin ulaştığı, nörotik sem p ­

dışlayabilmemizi sağlar. Ne ki zihnin bir parçası­

tomların herhangi bir bilinçli deneyim le ilintili ol­

nı belli bir zaman için ayırıp bastırabilmek ile b u ­

dukları görüşüne dayanmaktaydı. Hatta sem p ­

nun bilgimiz dışında, kendiliğinden oluverm esi

tomlar, bilincin başka zaman ve koşullarda su yü ­

arasında muazzam bir fark vardır. Birincisi uygar­

züne çıkabilecek kısımları da olabilirlerdi.

lığımızın bir kazancı, İkincisi ise ilkel bir “ruh yiti­ m i” hatta bir nevroz nedenidir.

Bu yüzyılın başında Freud ve J o se f Breuer, nörotik sem ptom ların, örneğin histerinin, kimi

Rüyaların, o kaçamak, güvenilm ez, muğlak ve

ağrı türlerinin, anormal davranışların gerçek te

belirsiz fantezilerin anlamını bu zem inde g örm e ­

sim gesel anlamları olduğunu fark ettiler. Bunlar

liyiz. Bakış açımı anlatabilmek için ön ce bunun

da tıpkı rüyalar gibi, bilinçaltının dışavurum bi­

nasıl yavaş yavaş geliştiğini, sonunda rüyaların,

çimleridir, bu yüzden de sim geseldirler. Dayanı-

insanların sem bol yaratma yeteneklerinin in ce ­

lamaz bir durum içinde bulunan bir hasta, örn e­

lenm esinde sürekli ve herkes için ulaşılabilecek

ğin su içm esini engelleyen kramplar geçirebilir,

bir kaynak olduğu sonucuna nasıl ulaştığımı an­

yani “ bunu yutam az” . Benzeri bir ruhsal baskı al­

latmak isterim.

tında bulunan bir başkası bacaklarındaki garip bir

Sigmund Freud, bilincimizin bilinçdışı geri

felçten yakınır ve bu da “bu böyle yü rü m eyecek ”

planını ampirik bir yoldan araştıran ilk kişi olm uş­

dem ek olur. Gene bir başkası yediklerini kusar,

tur. O, rüyaların rastlantı son ucu görülm ediği, bi­

çünkü sevimsiz bir olayı “ sindirem em ektedir” . Bu

linçli düşünceler ve sorunlarla ilgili olduğu varsa­

türden daha birçok örnek verebilirim ama bu tür

yımından yola çıkmıştı. Bu varsayım kesinlikle

psişik tepkiler, ağır gelen bilinçdışı sorunları dı-

şavurmaya yarayan anlatım yollarından yalnızca

mi yapmıştı: Rüya gören biri, rüyaları ve onlarla

biridir. Rüyalarımızda ise bunlar kendilerini çok

ilgili düşünceleri üzerinde konuşm aya cesaret-

daha sık gösterirler.

lendirildiğinde, sıkıntısının nedenlerini gerek an­

Bir dizi rüyayı dinlem iş olan her psikolog, rü­

lattıkları gerekse bilerek sakladıklarıyla eninde

ya sem bollerinin, beden sel sem bollere oranla çok

sonunda açık eder. Düşünceleri başlangıçta ilgi­

daha çeşitli olduklarını bilir. Bunlar çoğunlukla

siz dahası mantıksız görünebilir; ama bir süre

ço k rafine, sanatkâraııe fantezilerden oluşur.

sonra hastanın neyi gizlem ek istediği, hangi na­

Ama bu rüya m alzem esi karşısında bir analist,

hoş düşünceleri ya da yaşantıları bastırmaya ça ­

Sigmund Freud’un serbest çağrışım yöntem ini

lıştığı kolaylıkla fark edilebilir.

kullanarak, rüyaların, altta yatan belirli temalara

Freud, serbest çağrışım da çıkış noktası olarak

kadar izlenebileceğini fark eder. Bu yöntem , p si­

rüyalara oldukça büyük bir önem verm ekteydi.

kanalizin gelişm esinde önem li bir rol oynamıştır.

Ama bir süre sonra bu bana bilinçdışm ın uykuda

Çünkü bu yön tem Freud’a, rüyaları çıkış noktası

ürettiği zengin fantezilerin yetersiz hatta yanlış

olarak kullanıp hastanın bilinçdışı sorununun

kullanımı gibi gelm eye başladı. Asıl kuşkum, bir

araştırılabilmesi olanağını sağlamıştır.

meslektaşım Rusya içinde uzun bir tren yolcu lu ­

Freud şu basit fakat son d erece önem li gözle ­

•* 2 3

ğunda başına gelen bir olayı anlattığı zaman orta-

*11 • • • 1•• • *



10

1 2 3 4

Sigm und Freud (Vienna) O tto Rank (Vienna) Ludw ig Binsw anger (Kreuzlingen) A A Brill

5 6 7 8

M ax Eitingon (Berlin) James J Putnam (B oston) Ernest Jones (Toronto) W ilhelm Stekel (Vienna)

• 9 10 11 12



Eugen Bleuler (Zürich) Emma Ju n g (Küsnacht) Sandor Ferenczi (Budapest) C. G Ju n g (Kusnacht)

ya çıktı. Hiç Rusça bilm ediği, hatta Kiril yazısını

bağlamda, herhangi bir başka çıkış noktasından

bile sökem ediği halde, bir süre dem iryolu ilan p a­

daha fazla ya da daha az gerekli değildi. Rüyalar

nolarındaki yabancı harflerle uğraşmış ve ardın­

çoğ u zaman mutat kom pleksleri gizleyen duygu­

dan da rüyalar görm eye başlamıştı. Bu rüyalarda

sal kargaşadan kaynaklansa da önem li bir anlama

bu yazılar çok çeşitli anlamlar kazanıyorlardı. Bir

sahiptir. Mutad k om plek sler ruhun yum uşak

fikir öbürünü izliyordu. İçinde bulunduğu durum ­

noktalarıdır. Dış uyaranlara ya da bozukluklara

da bu “serbest çağrışım ”ın birçok eski anısını y e ­

çok çabuk tepki gösterirler. Bu yüzden serbest

niden uyandırdığını fark etmişti. Bunların arasın­

çağrışım her rüyadan yola çıkarak gizli d üşü n ce­

da unutmak istediği hatta bilinçli bir şekilde g er­

lere ulaşabilir.

çekten unutmuş olduğu, çoktan göm ülm üş tatsız

Burada, belki de rüyaların özgün, özel, daha

bir tem a-nesne de bulunuyordu. G erçekte kendi­

önem li bir işlevi olabileceği aklıma geldi. Çünkü,

si, psikologların kom pleksler adını verecekleri şe­

ço ğ u zaman rüyaların ço k belirli, açıkça amaca

ye, yani kalıcı psikolojik rahatsızlıklara, birçok

uygun bir yapısı bulunmaktadır. Bu da belirli bir

durum da nörotik sem ptom lara yol açabilecek

maksadı akla getirir. Bu yüzden, rüyalardan yola

olan, bastırılmış duygusal temalara rastlamış bu­

çıkarak, başka yollardan da pekala ulaşılabilecek

lunuyordu.

olan bir dizi düşü n ceye, kom plekse serbest, çağrı­

Bu öykü, bir hastanın kom plekslerini k eşfet­

şım yoluyla ulaşmaya çalışmak yerine, rüyaların

m ek istediğim izde serbest çağrışım için rüyaları

asıl içeriğine ve biçim ine daha fazla ilgi göster­

çıkış noktası olarak kullanmanın hiç de zorunlu

m ek gerekm ez miydi diye düşündüm.

olmadığını gösterdi. Dairenin her noktasından

Bu yeni düşü n ce benim kendi psikoloji y ön te­

m erkeze ulaşılabileceğini fark ettim. Kiril harfle­

mimin gelişm esinde bir dönüm noktasıydı. Yavaş

riyle, kristal bir küre üzerinde m editasyonla, bir

yavaş beni rüya m etninden uzaklaştıran çalışm a­

budist dua değirm eniyle, m odern bir tabloyla ya

ları izlem ekten vazgeçtim . Dikkatimi daha çok rü­

da rasgele bir sohbetle başlanabilirdi. Rüya bu

yanın kendi çağrışımları üzerine toplam ak isti­

M o dem psikanalizin büyük öncülerinden çoğu; W e im a r'd a bir psikanaliz kongresinde 191 1'de çekilmiştir (solda]. Alttaki anahtar önemli kişilerden bazılarını gösteriyor.

İsviçreli Psikiyatrisi Hermann Rorschach tarafından bulunmuş olan mürekkep lekeleri testi |sağda). Lekenin biçimi serbest çağrışım a yol açacaktır. Akla gelebilen her şekil çağrışım sürecini başlatabilir. Leonardo da Vinci not defterlerinde "Bazen durup duvarlardaki lekelere ya d a kül yığınlarına, bulutlara, çam ura ya d a benzerlerine bakm ak sana zor gelm em elidir. Bunlarda çok şaşırtıcı fikirler bulabilirsin" diye yazmıştı.

yordum . Bilinçdışının söylem eye çalıştığının b e ­

sem bolik resim lerle ya da alegorilerle temsil edi­

lirli bir şeyi vurguladığına inanıyordum. Rüya

lebilir. Bu resimlerin her biri belirli bir çağrışım

karşısındaki konum um un değişm esiyle, bir y ö n ­

süreci ile cinsel ilişkinin göz önünde canlandırıl­

tem değişikliği de gerekti. Yeni teknik, rüyanın

masını, bireylerin kendi alışkanlıkları olabilecek

çeşitli başka yönlerini de hesaba katmalıydı. Bi­

özgün

linçli akılla anlatılan bir öykünün bir başlangıcı,

Ama aynı kolaylıkla bu kom pleksler, okunamayan

bir gelişimi ve bir sonu vardır. Bu kural rüya için

Rus harflerinin uyandıracağı bir gündüz düşü y o ­

geçerli değildir. Rüyanın zaman ve mekan b oy u t­

luyla da serbest bırakılabilir. O zaman rüyanın,

ları farklıdır. Rüyayı anlamak için onu, tıpkı insa­

cinsel bir alegoriden daha başka bir anlatım da

nın eline aldığı bir nesneyi iyice anlayıncaya ka­

içerebileceğini tahmin ettim. Bunun nedenlerini

dar evirip çevirm esi gibi, çeşitli taraflarından in­

daha yakından anlatmak isterim.

celem ek gerekir.

kom plek slere ulaşılmasını sağlayabilir.

Adamın biri bir anahtar deliğine anahtar sok­

Freud’un kullandığı şekliyle serbest çağrışım ­

tuğunu, ağır bir sopayı salladığını ya da bir kapıyı

dan beni uzaklaştıran düşünceler bunlardır. Rü­

bir koçbaşı ile zorladığını rüyasında görebilir.

yanın kendisi üzerinde olabildiğince durmak ve

Bunların her biri birer cinsel alegori olarak görü ­

onun çağrıştırabileceği bütün öbür işe yaramaz

lebilir. Asıl önem li olan onun bilinçaltının, belli

varsayımlarla çağrışımları dışlamak istiyordum .

nedenlerle bu resim lerden özellikle birini seçm iş

Bunlar gerçi kuşkusuz bir hastanın kom pleksleri­

olduğu gerçeğidir. Asıl g örev neden anahtarın s o ­

ne ulaşmayı sağlarlardı, ancak benim maksadım,

paya ya da sopanın k oç başına tercih edilmiş o l­

nörotik bozukluklara yol açan kom pleksleri orta­

duğunu ortaya çıkarmaktır. Bazen bu yolla aslın­

ya çıkarmaktan daha öteye giden bir amaçtı. Bu

da cinsel eylemin değil, çok başka bir psikolojik

kom pleksleri tanımak için birçok başka olanak da vardır. Örneğin psikolog, gereksindiği bütün bil­ gileri, sözcük çağrışım testiyle de elde edebilir. Ama, bir insanın ruhsal yaşam öyküsünü öğren ­ mek, anlamak için rüyalar ve onların sim ge re­ simlerinin çok daha önem li rol oynadığının iyice anlaşılması zorunludur. Örnekse, herkes bilir ki cinsel eylem sayısız

Serbest çağrışım için iki değişik uyarı: Tibetli bir dilencinin dönen dua değirm eni (solda) bir falcının kristal kürede fal bakışı (sağda): Bir Ingiliz panayırında modern bir kristal falcısı.

I.* 'T tımmm lk4 ' 4 , ■‘ - /■ / •

lara yem den yaşam verir.

7.

2.

miş ve ayık olarak çıkar.

C ennete doğru bir uçuş; orada putperest

Sarhoş bir kadın suya düşer, oradan yenilen­

danslarıyla bir şeyler kutlanmaktadır. Sonra c e ­

8.

hennem e doğru inilir; orada da m elekler iyi şey­

yuvasının üzerinde yuvarlanıp durmaktadır. Ka­

ler yapmaktadır.

rıncalar onlara saldırır. Rüyayı gören kızcağız pa­

3.

nik içinde bir ırmağa düşer.

Bir dolu küçük hayvancık kızı korkutm akta­

Sahne Am erika’dır; bir sürü kişi bir karınca

dır. Bu hayvanlar inanılmaz düzeyde büyüm eye

9.

başlarlar ve bunlardan biri kızı yutar.

bu çölü n kumlarına batarak o denli derine gider

4.

ki sonunda ceh en n em e gelir.

Minik bir fareciğin içinden sırayla kurtçuklar,

Aym üzerinde bir çöl vardır; rüyayı gören kız

yılanlar, balıklar ve insanlar geçerler. Sonunda fa­

10. Bu rüyada kız ışıklı bir top görm ektedir. D o­

re insan haline gelir. Bu, insanın kökenlerinin

kununca ondan dum anlar yükselir. Bir adam g e ­

dört evresini gösterm ektedir.

lir ve kendisini öldürür.

5.

Küçük bir su damlacığı m ikroskopla bakılır

11. Kız tehlikeli bir hastalığa yakalandığını gör­

gibi görülm ektedir. Kız su damlasının dallarla d o ­

mektedir. Derisinin içinden birdenbire kuşlar çı­

lu olduğunu görür. Bu, dünyanın kökenini g öster­

kar ve kendisini tam am en örterler.

m ektedir.

12. Sivrisinek bulutlan güneşi, ayı ve yıldızları

6.

karartmaktadır. Yalnız bir yıldız kalır ve bu tek

Yaramaz bir oğlanın elinde bir çam ur topağı

vardır. Bundan küçük parçalar koparıp gelen g e ­ çe n e fırlatır. B öylece herkes hastalamr.

yıldız kızın üzerine düşer. Kısaltılmamış orijinal m etinlerinde her rüya

Küçük kızın ilk düşündeki (s. 6 9 ] arketipsel motiflerin paralelleri. Isa A dem 'in mezarı üzerinde çarm ıha geriliyor. Yeniden doğum konusunun bir simgesi. Yeni Adem olarak Isa (Strasburg M anastırı) (solda). N avahoların bir kumresmi dünyanın dört köşesini, boynuzlu başlarla gösteriyor (üstte). Ingiliz taç giym e töreninde (Kraliçe II. Elisabeth, 1 9 5 3 ) halk Westminster Katedrali'nin dört portaline yerleşmiştir (sağda).

bir masal gibi “evvel zaman içinde; bir varmış, bir yok m u ş” diye başlıyordu. Bu sözcüklerle kızcağız, her rüyanın babasına Noel hediyesi olarak anlat­ masını istediği bir masal olduğunu gösterm ek isti­ yordu. Babası rüyaları içeriklerine göre yorum la­ maya çalışmıştı. Am a hiçbir kişisel bağlantı nokta­ sı bulam adığı için becerem em işti. Bu rüyaların bilinçli uydurulmuş olduğu olası­ lığı, ancak çocu ğu n doğruluğundan emin olacak kadar onu tanıyan birisi tarafından giderilebilirdi. Aslında rüyalar yalnızca fantezi bile olsalar, araş­ tırmak için pek çok uyaran içerm ekteydiler. Bu olayda baba rüyaların gerçekliğinden emindi, b e ­ nim de bundan kuşku duymam için hiçbir n eden yoktu. Küçük kızı tanıyordum gerçi ama babasına rüyalarını verm ed en ön ce onun hakkında sorular sormak için fırsatım olmamıştı. Kız başka bir ülke­ de oturuyordu ve o N oel’in hem en ardından bir enfeksiyon hastalığı son ucu öldü.

Bu rüyalar olağanüstü gariptir. İzlenen düşün­

Ç ocuğun bu d ü şü n celeri dini eğitimi n ed en iy­

ce felsefi niteliktedir. Örneğin ilk rüya öbür hay­

le tanıdığı düşünülebilir. Am a dinsel geçm işi ger­

vanları öldüren kötü bir hayvandan söz etm ek te­

çek te çok önem siz boyuttaydı. Ebeveyni ge rçi is­

dir. Am a tanrı onlara tanrısal bir Apokatastasis,

m en Protestan’dı ama Incil’i yalnız söylentilerden

yani yeniden yaratış ile yaşamı geri verm ektedir.

biliyorlardı. Ç ocuğa, zaten az bilinen A pokatasta­

Batı dünyasında bu, Hıristiyan geleneği yoluyla

sis tablosunun öğretilm iş olması özellikle olanak­

bilinen bir imgedir. Evliyaların işleri arasında (II­

sızdı. Babası bu mistik tasavvuru kesinlikle hiç

I: 21) görülebilir: “Her şey yeniden yaratılıncaya

işitmemişti. 12 rüyanın dokuzunda bu yok olup

kadar cen n et onu (M esih) kabul ed ecek tir...” Er­

yen iden var olm a tem ası vardı. Dahası bu rüyala­

ken Yunan kilise önderleri, örneğin Origenes,

rın hiçbirinde özgün Hıristiyan eğitim ve etkileri­

özellikle zamanın sonunda, kurtarıcıyla her şeyin

nin izi bulunm uyor. Hatta tam tersine ilkel m it­

en eski ve tam durum una geri getirileceği varsa­

lerle yakın bağlantılılar. Bu bağlantı 4. ve 5. rüya­

yımı üzerinde dururlardı. Am a Matta’ya göre de

da beliren “kozm ogonik m it” (dünyanın ve insan­

(XVII: 11) zaten eski bir Yahudi söylencesi vardı:

ların yaradılışı) ile doğrulanıyor. Aynı bağlantı Bi­

îlyas “gerçek ten g elecek ve her şeyi yeniden

rinci Korint m ektubunda (XV: 22) da görü lm ek ­

oluşturacaktır” . İlk Korint m ektubu da (XV: 22)

tedir ki bunu da az ön ce belirttim. Görüldüğü gi­

aynı tasavvura gön d erm e yapar: “A dem de olduğu

bi onda da A dem ve Mesih, ölüm ve diriliş birbir-

gibi hepsi ölecek ve Mesih ile hepsi yeniden yaşar

leriyle bağlantılıdır.

kılınacaktır.”

Kahraman-tanrı Karga bir balinanın karnında (Amerika'nın pasifik kıyılarındaki H aidu yerlilerinden) küçük kızın ilk düşündeki büklümlü canavara uyuyor (üstle).

Küçük kızın ikinci düşü (Cehennemdeki meleklerle cennetteki kötücül ruhlar) görünüşe göre her ahlakın görecelliği düşüncesini canlandırıyor. Aynı tasarım, hem şeytan hem de ışığın parıldayan taşıyıcısı Lucifer olan düşmüş meleğin ikili yanında d a vurgulanır (sağda). Bu zıtlar, tanrı figüründe de görülür. (Blake'in bir çizim inde): Eyüb'e bir düşte bir şeytanın çatallı toynağı ile görünüyor (en sağda).

Genel Kurtarıcı Mesih tasavvuru, canavar ta-

l afından yutulan, ama kendisini öldüren canavarı

temaları elbette tanrı, m elek, cennet, cehennem ,

öldürüp m ucizevi şekilde yeniden ortaya çıkan

kötü ve şeytan gibi tasavvurlarla oluşturulm uş da

kahraman ve kurtarıcı ile ilintili olarak, Hıristi­

olabilir. Ama bunların bu çocu ğu n rüyalarında ele

yanlık ön cesi yaygın olan bir temaya aittir. Bu

almış tarzı ve yolu h iç de Hıristiyan olm ayan bir

motifin hangi k ök enden kaynaklandığını, ne za­

kökene işaret etm ektedir.

man ortaya çıktığını kimse bilmiyor. Hatta bu k o­

Tanrının bulunduğu ilk rüyaya bakalım. Bura­

nuyu araştırmaya n ered en başlayacağımızı dahi

da aslında “d ört k öşed en ” gelen d ört tanrıdan

bilmiyoruz. Bilinen, her kuşağın bunu eski kuşak­

oluşan bir “tanrı”dan söz edilm ektedir. Hangi

lardan naklen öğrendiğidir. Olasılıkla bu, insanın

dört k öşed en ? Rüyada bir odadan söz edilmiyor.

bir kahraman mitine sahip olduğunu henüz bil­

Resim de de bir odaya yer yok, çünkü apaçık bir

mediği bir zamandan, yani söylediğini henüz dü­

şekilde kozmik bir olay söz konusu. “ Quaternité”

şünm ediği bir çağdan kalmadır. Kahraman figü­

(D örtlük) elem anı, oldukça garip bir düşü n ce o l­

rü, düşünce ön cesi çağlardan beri var olan bir ar-

makla birlikte, birçok din ve felsefed e büyük bir

ketiptir.

rol oynamaktadır. Hıristiyan dininde bunun yeri­

Arketiplerin çocu k lar tarafından üretilmesi

ne “Trinité” (Ü çlük-T eslis) geçm iştir. Bu kavramı

özellikle dikkat çekicidir. Çünkü çocukların tarih­

da çocu k olasılıkla daha iyi bilm ekteydi. Am a b u ­

sel nakiller ile hiçbir doğrudan bağlantıları yok ­

günün orta sınıf ailelerinde kimin ilahi bir d ört­

tur. Bu olguda da Hıristiyan geleneği ile ilişki an­

lükten haberi vardır? Bu düşü n ce ortaçağın hor

cak çok yüzeysel olarak bulunuyordu. Hıristiyan

metik felsefesin de ise oldukça tanıdıktı. Ancak

V ı t K D r e a m s u p o n my b e d thou, .s e n r e s t , m e AcalFnglitest m e

with. V is io n s

18. yüzyılın başlarında sona erdi, en az iki yüzyıl­

hasına uygun böylesine devrim ci bir tasavvuru

dan beri de tümüyle kullanım dışı. Peki ama b u ­

n ereden bulmuştur?

nu küçük kız nereden alabilmişti? İshak Peygam -

Bu sorular bizi yeni bir soruya götürür: Bu rü­

b e r’in vizyonundan mı? Am a Serafim ’i tanrı ile

yaların nasıl bir telafi anlamı olabilir ki, küçük kı­

özdeşleştiren hiçbir Hıristiyan öğretisi yoktur.

zın N oel’d e babasına armağan e d e ce k kadar

Aynı soru boynuzlu yılan için de sorulabilir.

önem verm esine yol açmış olsun?

Gerçi Incil’de, örneğin Vahiyler Kitabı’nda birçok

Rüyayı gören eğer ilkel bir büyücü olsaydı bu

boynuzlu hayvandan söz edilm ektedir. Ama b un ­

rüyaların ölüm, dirilme ya da yeniden yaratılma,

lar, en önem lileri canavar olsa bile (Canavar an­

dünyanın orijini gibi felsefi motiflerin görünebilir

lamına gelen Yunanca drakon sözcüğü, kelime

varyasyonları olduğu düşünülebilirdi. Am a bu tür

anlamıyla yılan dem ektir) hep dört ayaklıdır.

rüyalar, kişisel d üzeyden yorum lanmak istendi­

Boynuzlu yılan, 16. yüzyılın Latin simyasında,

ğinde um utsuzca zorlaşır. Bunlarda kuşkusuz

Merkür’ün ve cıvanın simgesi ve Kutsal Üçlüğün

“kolektif resim ler” vardır ve ilkel kabilelerde er­

karşıtı olarak, Q uadricornutus Serpens

kekliğe geçişten ö n ce anlatılanlarla belirli bir

(D ört

boynuzlu yılan) adıyla görülür. Am a benim sapta­

analojileri bulunm aktadır.

Bu d ö n e m le rd e

o

yabildiğim kadarıyla bu bilgi yalnızca bir yazarda

gen çlere tanrıların işleri ya da hayvanlan yara­

bulunmaktadır ve bu çocu ğu n onu tanıma olasılı­

tanlar anlatılır, dünyanın ve insanların nasıl yara­

ğı da yoktu.

tıldığı, dünyanın sonunun mutlaka geleceği ve

İkinci rüyada kesinlikle Hıristiyanlık dışı olan

ölüm ün ne dem ek olduğu öğretilirdi. Hıristiyan

ve bilinen değerlerin tersine çevrilmesini, örn e­

cem aatlerde de gen çlere aşağı yukarı benzeri bir

ğin cen n ette putperestlerin danslarını, ceh e n ­

öğretim verilir. Ama insanların çoğu bu şeylerin

n em de iyilik yapan m elekleri içeren bir m otif b u ­

üzerinde ancak yaşlandıklarında, ölüm yaklaştı­

lunmaktadır. Bu simge moral değerlerin göreceli­

ğında yeniden düşünürler.

ğini gösterm ektedir. Bu çocu k , N ietzsche’ııin d e­

Küçük kız tesadüfen her iki duruma aynı anda

Küçük kızın düşlerinde (s 69 ), ilkel olgunluk [örenlerinde gençlere verilen dersleri andıran yaratılış, ölüm ve yeniden doğuş simgeleri var. Bir N a v a h o töreninin sonu: Kadınlığa adım alan bir genç kız, meditasyon için çöle gidiyor (solda).

Ö lüm ve yeniden doğuş simgeleri, yaşamın sonunda, ölümün gölgesi düştüğünde görülen rüyalarda d a ortaya çıkar. G o ya 'n ın son tablolarından biri: Karanlıktan çıkan g a rip figür, belki bir köpek, ressamın ölüm sezgisi olarak yorum lanabilir Birçok mitolojide, köpek, ölüler diyarına götüren kılavuz olarak ortaya çıkar (sağda).

girmişti; ergenliğe ve aynı zamanda yaşamının s o ­

yanda bir mezar, öbür yanda yeniden diriliş, yani

nuna yaklaşmaktaydı. Normal bir yetişkin yaşa­

ölüm den sonsuz yaşam a geçiş temsil edilm ekte­

mının başlangıcını işaret eden çok az şey vardır,

dir.

hatta hem en hiç yoktur; ama yok olm a ve yen i­

Ç ocuğa düşlerin verdiği fikirler bunlardı. Bun­

den var olm a konusunda birçok anlatım bulun­

lar ilkellerin erkekliğe geçiş törenlerinde ya da

maktadır. Rüyaları ilk okuduğum da gerçekten

Zen Budizm ’inin Koan’larıııda olduğu gibi, kısa

yaklaşan bir felaketin habercisi oldukları duygu­

öyküler halinde bir ölüm e hazırlıktı. Böyle bir

sunu aldım. Bunun neden i çok özgün telafi ka­

m esaj, sıkı Hıristiyan öğretisine yabancıdır. Eski

rakteriydi. Buna sim gelerden varıyordum. Bu, bu

ilkel düşüncelere daha yakın durmaktadır. K ö­

yaşlardaki bir kız çocuğu n un bilincinden bekle­

kenlerinin, tarihi gelenek dışında tarih öncesi

nebileceklerin tam tersiydi.

çağlardan beri yaşam ve ölüm üzerine felsefi, di­

Bu rüyalar yaşam ile ölüm ün yeni ve oldukça ürkütücü bir yönünü açmaktadır. Böyle resimler

ni spekülasyonları beslem iş olan, çoktan unutul­ muş psişik kaynaklarda olduğu anlaşılıyor.

yaşamını geriye doğru gözd en geçiren bir ihtiyar­

Her yeni doğan hayvanın bireysel olarak yen i­

dan beklenebilirdi. Am a normal olarak ileri doğru

den kazanmak zorunda olmasını d ü şü n em eyece­

bakan bir çocuktan hiçbir zaman beklenem ezdi.

ğimiz içgüdüler gibi, insan ruhunda da kalıtsal

A tm osfer eski Romalıların bir atasözünü anımsa­

olarak, doğuştan kazanılmış kolektif tasavvur m o ­

tıyordu: “Yaşam kısa bir düştür.” Ç ocuğun yaşa­

delleri vardır. Böyle tasavvur m odellerine ilişkin

mı, Romalı şairin dediği gibi Ver Sacrıım V oven-

duygusal belirtiler de yeryüzünün her yerinde

dum (ilkbahar kurbanının adağı) gibiydi. D en e­

aynıdır. Bunları hayvanlarda bile saptayabiliriz.

yimler, ölüm ün fark ed ilem eyen yakınlığının, kur­

Hatta hayvanlar birbirlerinden farklı türlerden ol­

banın yaşamı ve rüyaları üzerine bir A dum bratio

salar bile, birbirlerini bu bakımdan anlayabilmek­

(vaktinden ön ce düşen g ölg e) düşürdüğünü g ö s ­

tedir. Ya karmaşık işlevleri olan böcek ler? Çoğu

teriyor. Hıristiyan kiliselerinde bile mihrapta bir

kendi ana babalarını bile tanıyamazlar dahası kendilerine bunu ö ğ retecek kimseleri de yoktur. Öyleyse, insanın spesifik içgüdüleri olmayan ve psikesinde gelişm esinden hiçbir iz kalmamış tek canlı olduğunu mu düşünelim ? Am a psike bilinçle eş değerli alınırsa o zaman, insanın bom boş bir psike ile dünyaya geldiği ve ileriki yıllarda da deneyim lerinden başka hiçbir şey içerm eyeceği hatasına kolayca düşülebilir. Ama psike bilinçten farklı bir şeydir. Hayvanların az bir bilinci vardır ama birçok uyaran ve reaksi­ yondan, bir psikeleri olduğu anlaşılabilir. İlkel in­ sanlar da nedenini, anlamını bilm edikleri birçok şeyi yapabilm ektedirler. Aslında birçok uygar in­ sana Noel ağacının ya da paskalya yumurtasının n ered en çıktığını, ne anlama geldiğini sorm ak b o ­ şunadır. Onlar da birçok şeyi, nedenini bilm eden yapıp durmaktadır. Ben daha çok, bu tür şeylerin

ön ce yapılmaya başladığını, anlamlarının ancak

Böyle bir insan, bu ıstırap anını ebediyen aklında

çok sonradan düşünüldüğünü sanıyorum. Psiko­

tutacaktır.

log, aslında zeki olan ama bazen hiç açıklanama-

İnsanın bilincinin gelişm esinin nedeninin bu

yacak davranışlarda bulunan, ne dediklerini, ne

tür deneyim ler olup olmadığını bilmiyoruz. Ama

yaptıklarını bilm eyen bir sürü insan görüp dur­

kuşkusuz ki, insanları uyandırmak, ne yapmakta

maktadır. Bu kim seler kendilerinin de hiçbir

olduklarına dikkatlerini toplamak için buna b en ­

açıklama bulamadığı birtakım akıldışı uyaranların

zer güçlü duygusal şoklar gereklidir. 13. yüzyılda

etkisi altına birdenbire giriverirler.

yaşamış bir İspanyol soylusu olan Ramon Lull’un

Yüzeysel bakıldığında böyle reaksiyonların,

öyküsü oldukça ünlüdür. Uzun uğraşlardan son ­

uyaranların çok kişisel türden olduğu sanılabilir.

ra, hayran olduğu bir hanımdan gizli bir randevu

Bu yüzden bunları anormal davranışlar olarak

koparabilmişti. Buluştuklarında kadın hiç ses çı­

ayırıyoruz. Oysa gerçek te, bunlar ön ced en belir­

karmadan elbisesinin önünü açmış ve kanserden

lenmiş olan ve daima hazır bulunan bir içgüdü

harap olm uş olan göğsünü gösterm işti. Bu şok

sistem ine aittirler. Bu da insanlar için karakteris­

Lull’un yaşamını baştan başa değiştirdi. Daha

tiktir. Düşünce formları, genel olarak anlaşılabi­

sonra m ükem m el bir teolog, kilisenin en önemli

len jestler ve daha birçok davranış, insanoğlu b u ­

m isyonerlerinden biri oldu. Böyle ani değişim du ­

nu yansıtabilecek bir bilinç geliştirm eden çok ö n ­

rumlarında çoğunlukla, bir arketipin uzun süre­

ce düzenlenm iş bir m odeli izler. Hatta insanın

den beri bilinçdışıııdan etkilediği, krize yol açan

yansıtma yeteneğinin, güçlü duygusal yaşantıla­

durum u da ustaca hazırlamış bulunduğu gösteri­

rın sonucu olduğu bile tahmin edilebilir. Yalnızca

lebilir.

bir temsil olarak, kötü giden bir balık avının ver­

Bu tür deneyim ler arketip m odellerinin yalnız

diği ölke ve düş kırıklığı sonunda biricik oğlunu

statik formlar değil, tam tersine dinamik faktörler

b oğu p öldüren, hem en ardından da derin bir acı

olduğunu, kendilerini içgüdüler kadar anlık uya­

içinde küçük çocuğu n cansız cesed in e sarılan bir

ranlarla belli ettiklerini gösterm ektedir. Rüyalar,

Avustralya yerlisini gözünüzün önüne getirin.

hayaller, düşünceler birdenbire ortaya çıkabilir.

Bir yılan (lanrı Asklepios'un simgesi) bir adam ın omuzunu ısırıyor (solda) ve tanrı omuzu iyi ed iyo r (en solda). Konslanlin (Italyan resmi, 1 4 6 0 ) kendisini Roma İmparatoru yap an savaştan önce uyuyor. Düşünde İsa'nın simgesi olan bir chi-ro (sağda) görmüş ve bir ses "Bu işaretle yeneceksin." demişti. O d a bu işareti kendi arması yapmış, savaşı kazanmış ve böylece H ıristiyanlığa ihtida etmişti (en sağda).

Ne kadar dikkatle aranırsa aransın nedenleri de

çok yeniydi. Hasta, hekiminin hasta olduğu ve

bulunamayabilir. Kuşkusuz ki bir n edenleri var­

hastaneye yattığı dışında bir şey bilm iyordu. Üç

dır, ancak o kadar uzakta ve karanlıkta kalmıştır

hafta sonra hekim öldü.

ki artık tanmamamaktadır. Bu durum da ya anla­

Bu örneğin de gösterdiği gibi rüyaların tahmi­

mım yeterin ce anlayıncaya ya da bir dış olay rü­

ni bir yön ü de olabilir ve bu dikkate alınmalıdır.

yayı açıklaym caya kadar beklem ekten başka çare

Özellikle önem li olduğu belli olan bir rüya, açıkla­

yoktur.

yıcı bir içerik taşımadığı zaman bu düşünülm eli­

Rüya anında bu olay henüz g elecek te yatm ak­

dir. Bu tür rüyalar durup dururken ortaya çıkar,

tadır. Ama bilinçli düşüncelerim iz sık sık g elecek ­

buna neyin n eden olduğu da anlaşılamaz. İçinde

le, gelecek tek i olasılıklarla nasıl m eşgul oluyorsa,

gizli olan m esaj anlaşılabilirse elbette n eden i an­

bilinçdışı ve rüyalarımız da öyledir. Uzun zaman

laşılabilir. Çünkü, bir şeyden haberi olm ayan yal­

rüyaların tem el işlevinin gelecek ten haber ver­

nız bilincimizdir. Bilinçdışının çoktan haberi ol­

m ek olduğuna inanılmıştır. Eskiçağlardan orta­

duğu bellidir ve vardığı sonuçlar rüyada ifade

çağlara dek rüyalar tıbbi tahm inde rol oynam ış­

edilmiştir. O halde bilinçdışı da tıpkı bilinç gibi

lardı. Daldisli A rtem idorus’un İsa’dan iki yüzyıl

gerçekleri in celey ecek , sonuçlar çıkarabilecek

sonra anlattığı eski bir rüyadaki tahminim ben

durumdadır. Belirli verileri kullanır, tam da biz

m od ern bir rüyada ispatlayabildim. Adam ın biri

fark etm ediğim iz için olası sonuçları ön ce d e n b e ­

babasının yanan bir evd e yanarak öldüğünü g ö ­

lirtir.

rür. Kısa bir süre sonra kendisi, zatürreeden kay­

Rüyalar sayesinde saptayabildiğimiz kadarıyla

naklandığım sandığım bir phlegm one (a teş) s o ­

bilinçdışı kendi düşüncesini içgüdüsel olarak sür­

nucunda ölür.

dürüyor. Bu ayrım önemlidir. Mantıksal analiz bi­

Meslektaşlarımdan biri ölüm cül bir kangrenli

lincin yetkesindedir; seçim lerim izi akıl ve bilgiyle

ateşle, yani phlegm one ile hastalanmıştı. Onun

yaparız. Buna karşılık bilinçdışı en başta içgü d ü ­

eski hastalarından biri rüyasmda bu hekim in b ü ­

lerle yönlendiriliyor gibidir. Bu da buna uygun

yük bir yangm da öldüğünü gördü. O sırada bu h e ­

düşünce biçim leri, yani arketiplerde kendini g ö s ­

kim hastaneye yeni yatırılmıştı, hastalık henüz

term ektedir. Bir hastalığın seyrini tanımlamak İs­

ınsan vücudu sıklıkla ev olarak gösterilir. 18. yüzyıldan bir İbrani

M * »d» J ? r İH»* I

**41

ansiklopedisinde bir ev ve bir vücut yan yan a karşılaştırılıyor: Kuleler kulakları, pencereler gözleri, bir fırın

T?* i

m ideyi gösteriyor (solda], James Thurber'in bir karikatüründe bir kılıbık evini ve eşini tek varlık olarak görüyor (sağda].

I.nyen bir hekim “ enfeksiyon ” ya da “ateş” gibi

Kişisel kom pleksleri tek yönlü ya da yanlış bilinç

rasyonel kavramlar kullanmak zorundadır. Rüya

yönelişlerinin telafisi olarak kabul ediyoruz. Bu­

İse daha şairanedir. Hasta vücudu kişinin evi, ate-

nun gibi dinsel m itler de insanlığın açlık, savaş,

$i de evi yok ed en yangın olarak sunar.

hastalık, yaşlılık ve ölüm gibi acıları, korkuları

Bu rüyanın gösterdiği gibi arketipsel zihin, du­

için bir tür ruhsal terapi gibidir.

rumu zamam nda A rtem idoru s’un yaptığı gibi ele

Örneğin evrensel kahraman miti daima cana­

almıştır. Az çok bilinm eyen bir doğası olan şey,

var, yılan, cin, u cu b e vb biçim inde görü nen kötü ­

bılinçdışı tarafından ele alınır, arketipsel bir çalış­

yü yenen, halkını mahvolm aktan ve ölüm den kur­

maya tabi tutulur. Büincin uygulayacağı son uç çı­

taran bir güçlü insandan ya da tanrı-insandan söz

karma yerine, arketipsel ruh bir ön ced en görm e

etm ektedir. Kutsal m etinlerin anlatılması ya da

işi yapar. O halde arketiplerin kendi inisiyatifleri,

törensel olarak yinelenm esi, böyle bir kahraman

enerjileri bulunmaktadır. Bu gü çler onların (k en ­

figürünün dans, şarkılar, dualar ve kurbanlarla

di sim gesel stillerinde) anlamlı bir yorumlama

yüceltilm esi izleyicileri gizem li bir büyü gibi sa­

yapmalarım, kendi uyaranlarıyla herhangi bir du ­

rar, b öylece bireyleri kendilerini kahramanla ö z ­

ruma karışabilmelerini sağlamaktadır. Bu açıdan,

deşleştirm eye doğru yüceltir.

kom pleksler gibi iş görm ektedirler. Canları iste­

Böyle bir durum u inananların gözleriyle g ö r­

diği gibi gelip gitm ekte, bilinçli planlarımızı karış­

m eye çalışırsak belki alelade insanın bu yoldan

tırıp engellem ekte ya da değiştirm ektedirler.

kendi güçsüzlüğü ve sefaletinden nasıl kurtuldu­

Arketiplerin özgül enerjilerini, onlara yoldaş­

ğunu, hiç değilse bir süre için, hem en hem en in­

lık eden özgün hayranlık yaşandığında fark e d e ­

sanüstü özelliklerle donandığını anlayabiliriz. Ç o­

biliriz. Arketiplerin sanki bir büyüsü varmış gibi­

ğu zaman böyle bir inanç onu uzun bir süre için

dir. Böyle bir özellik kişisel kom plekslerde de g ö ­

dik tutacak, yaşam m a belli bir biçim verecektir.

rülür. Tıpkı arketiplerin bireysel öyküleri bulun­

Hatta bu bütün toplum düzeni için d e örnek ola­

duğu gibi, kolektif kom plekslerin de arketipsel

bilir. Bunun ilginç bir örneği ancak Hıristiyanlık

döküm leri vardır. Am a kişisel kom pleksler kişisel

çağında, 7. yüzyılda söndürülebilm iş olan Eleusis

bir tutumdan başka bir şey üretem ezken, arke-

gizemleridir. Bunlar, Delfi kehanetleriyle birlikte

tipler bütün milletleri, tarihin çağlarını karakteri-

eski Yunan’ın kültürünü, ruhunu oluşturmaktay­

ze eden efsaneler, dinler ve felsefeler yaratırlar.

dı. Çok daha büyük bir ölçek te olmak üzere Hıris-

Arketiplerin etkinliği insanları kolektif hareketlere yönlendirm ede kullanılabilir. N a zile r bunu biliyorlardı ve halkı kendi davalarına kazanm ak için Teuton mitlerini kullanıyorlardı. Hitler'i kahraman bir haçlı şövalyesi olarak gösteren bir pro p a g a n d a resmi (en sağda). Hitler G en çliği'nin bir gündönümü şenliği; putperest bir şenliğin yeniden canlandırılışı (sağda).

Bir çocuğun yaptığı bir noel resmi d e iyi bilinen mum ağacını gösteriyor (en üstte]. Yeşil kalan a ğ a ç, kış gündönümü şenliği simgesiyle "yeni yıl"ın (Hıristiyanlığın yeniçağının) M esih'le birleşimidir. Haç, ortaçağın Italyan freskindeki g ib i çoğunlukla a ğ a ç olarak görülür; Mesih iman a ğ a c ın d a çarm ıha geriliyor (solda). Hıristiyan törenlerinde mumlar, İsveç'in Santa Lucia şenliklerinde olduğu g ib i, tanrısal ışığı simgeler (üstte).

liyanlık dönem inin kendisi de gerek adını gerek ­

bollere ilişkin, bizden ön ceki birçok kuşakdaıı da­

se önem ini, kökeni arketipsel Osiris-I lorııs mitin­

ha fazla şey bilm ekteyiz. İlk çağlarda insanlar

de olan antik tanrı-iıısan mitine borçludur.

kendi simgeleri hakkında hem en hiç düşünm ü­

Genellikle tem elde yatan mitolojik fikirlerin, tarih ön cesi çağlarda usta bir filozof ya da p e y ­

yorlardı. Onlar yalnızca yaşıyorlardı ve bu sim ge­ lerin içeriğinden h eyecan duyuyorlardı.

gam ber tarafından “icat edilm iş” olduğu, daha

Bunu Afrika’da, Elgoıı Dağı yerlilerinde izledi­

sonra buna, kolay kabullenen, eleştirel yaklaşma­

ğim bir olguyla gösterm ek istiyorum. Her sabah

yan halk taralından inaıulageldiği sanılır. A yrıca

şafak sökerken kulübelerinden çıkıyor, avuçları­

güç arayan bir ruhban grubunun anlattığı öyk üle­

nın içine hohlııyor ya da tükürüyor sonra da

rin “ge rçe k ” olm ayıp sad ece “dilek-dtişünce” ol­

avuçlarını güneşin ilk ışıklarına karşı tutuyorlar­

duğu da söylenir. Am a “icat” sözcü ğü de g erçek ­

dı. Sanki soluklarını ya da tükürüklerini yükselen

te bir şeyin arayarak bulunması demektir. Bu da

tanrıya sunuyor gibiydiler. Güneş M ungu’ydu. Bu

sonunda bulunan bir şeyin varlığının ön ced en bi­

Swahilice sözcük, Polinezyaca bir sözcü k olan

linmesi gerekliliğine işaret eder.

Mana ya da Mıılungu’dan gelm ektedir. Bu ve b en ­

Gene küçük kızın rüyalarındaki garip düşü n ce­

zeri anlatımlar olağanüstü etkisi, kalıcılığı olan

lere dönelim. Çocuğun bunları düşünerek çıkar­

bir “g ü ç”ü anlatmaktadır. Mımgu sözcü ğü Allah

mış olması olanaksızdır. Çünkü bunları bulduğun­

ya da tanrı ile de eşanlamlıdır. Kendilerine bunu

da şaşırmaktadır. Bunlar ona daha çok soıı derece

neden yaptıklarını sorduğum da “Her zaman b ö y ­

özgün, beklenm edik öyküler gibi gelm ekte, çok il­

le yaparız. Güneş doğarken böyle yapılır.” d e ­

ginç bulduğu için de babasına Noel armağanı ola­

m ekle yetindiler. Bunun mantıki son ucu olarak

rak verm ektedir. Böylelikle küçük kız bu rüyaları

güneşin Mımgu olup olmadığı sorulduğunda, gü ­

bizim yaşayan Hıristiyan gizlerimizin alanına sok­

neşin Mııngıı olmadığını, güneş doğuşunun Mıııı-

maktadır. Efendim iz İsa’nın doğuşu, daima yeşil

gu olduğunu söyleyip güldüler.

kalan ağaçla karışmış olarak, yeni doğm uşun ışığı­

Yerlilerin ne yaptıkları, kendilerine değil ama

nı taşımaktadır (Bu 5. rüyadadır). Mesih ile ağaç

bana apaçıktı. Onlar anlamı üzerinde hiç düşün­

simgesi arasında her ne kadar tarihsel ipucu var­

meksizin bir şey yapıyorlardı, bu yüzden de bana

sa da küçük kızın ebeveynine İsa’nın doğuşunu

açıklayamıyorlardı. Ben onların kendi ruhlarını

yanan mumlarla süslü bir ağaçla kııl,lamanın ne

Mııngıı’ya sunduklarını sanıyorum. Çünkü soluk

anlama geldiği sorulsaydı herhalde oldukça şaşı­

ya da tükürük, ruh ana m addesi anlamını taşır. Bir

rırlardı. Belki de “aman, işte öyle bir Hıristiyan

şeye üflemek ya da tükürm ek büyülü bir etkiye

adeti” derlerdi. Daha derine inen bir yanıt için an­

sahiptir. Örneğin İsa körlerin gözünü açmakta tü­

tik “ölen tanrı” sem bolleri, buradan da “büyük

kürüğünü kullanır. Bazı kabilelerde oğul, ölen ba­

ana” kültü ve 0111111 simgesi olan ağaç gibi açıkla­

basının son nefesini soluyarak içine alır. B 11 Afri­

malar gerekirdi. Bu da bu karmaşık sorunun an­

kalı yerlilerin, ço k eski geçm işte bile kendi tören­

cak bir yönünü açıklayabilirdi.

lerinin anlamı üzerinde daha fazla bir şey bildikle­

Bir “kolektif resm in” ya da kilise diliyle söy le­

ri pek düşünülem ez. Onların ataları da m otifleri­

yecek olursak “dogm anın” köklerini 11e denli ya­

nin çok fazla bilincinde değillerdi, yaptıkları üze­

kından incelersek, arketipsel m odellerden örülü

rinde sonrakiler kadar bile düşünmüyorlardı.

sonsuz örgüyü o denli iyi görebiliriz. Bu ancak

G oeth e’ııiıı Faust’u büyük bir isabetle “ Evvela

son zamanlarda bilinçli yansıtmaların konusu ola­

edim vardı!” diyor. E dim ler bulunmaz, edilirler.

bilmiştir. Çelişkili olarak biz bugün mitolojik sem ­

D üşünceler ise buna göre insanlığın oldukça g e ç

bir buluşudur. İnsan ö n ce bilinçdışı faktörlerle

E lbette insan yeni zamanlarda artık istediği

yapıp etm eye yönelm iş, ancak çok sonra hareket

gibi kullanabildiği belli bir istenç gücü kazanmış

nedenleri üzerinde düşünm eye başlamıştı. Onun,

bulunuyor. Artık çalışm a tem posuna girm ek için

aslında kendi başına hareket ediyor olduğu gibi

şarkılarla, davullarla hipnotize olmayı beklem i­

gülünç bir inanışa sahip olunması çok uzun za­

yor. Hatta artık ilahi yardım alabilmek için gün­

man sonrasına rastlar.

delik bir duadan bile vazgeçebilm ektedir. Buna

Bir bitkinin ya da bir hayvanın kendi kendisi­

karşılık ilkel insanlar adım atarken bile batıl

ni icat etmiş olduğu gibi bir iddiaya gülüp g e ç e ­

inançlarla, korkularla ve daha birçok görünm ez

riz. Am a kendi psikelerini ya da kendi ruhlarını

dirençlerle engellenm iş görünm ektedirler. “İs­

kendilerinin yaratmış olduğunu düşünen birçok

ten ç olunca bir yol bulunur” sözü ise m odern in­

insan vardır. Ruh, doğası gereği bugünkü bilinçli-

sanın batıl inancı haline gelmiş bulunuyor.

lik durumuna gelişmiştir; tıpkı bir palamutun bir

Bugünkü insanın tanrıları ile cinleri sad ece

m eşe ağacına gelişm esi ya da dinozorlardan m e­

yeni isimler almışlardır. Aslında yitmiş değiller;

melilerin gelişm esi gibi. Ruhun gelişimi çok uzun

tersine onu huzursuzluk şeklinde, psişik kom pli­

bir süre almıştır, hâlâ da gelişm eye devam etm ek­

kasyonlar halinde, haplara, alkole ve tütüne d o ­

tedir. Bu oluşum için yalnızca dış uyaranlar değil,

yurulmaz bir ihtiyaç olarak, her şeyd en önemlisi

aynı zamanda iç güçlerle, gelişim tarafından da

de birçok nevrozla izlem ektedirler.

m otive edilmekteyiz. Bu iç güçler, bilincin denetim inde olmayan bir kaynaktan fışkırmaktadır. Eski çağların m itoloji­ lerinde bu güçlere ruhlar, cinler ya da tanrılar adı

Soluğun büyülü özelliklerine inancın iki örneği: Bir Zulu büyücüsü, inek boynuzundan kulağına (ruhları kovmak için) üfleyerek bir hastayı tedavi ediyor

verilmekteydi. Bunlar bugün de her zamanki gibi

(altta solda). Bir ortaçağ yaratılış resmi

etkindirler. Ama biz kontrolü elim izden alan bir­

tanrının A dem 'e yaşam üflediğini

takım güçlerin elinde bulunduğum uzu hiçbir za­

gösteriyor (sağda). 13, yy'd a n bir Italyan

man kabul etm ek istem iyoruz.

tablosunda İsa bir körü tükürükle iyileştiriyor (altta).

insanın ruhu

Bugün bilinçlilik dediğim iz şey, içgüdülerden ya­

Bu bölünm üş psikolojiye bir örnek olarak bir

vaş yavaş ayrılmıştır; ama bu içgüdüler de tüm ­

alkoliğin olgusunu anımsıyorum. Belli bir dinsel

den yitip gitmiş değildir. Yalnızca bilincimizle iliş­

hareketin yüceltici etkisine girmişti. Durum ken­

kilerini yitirmişlerdir, bu yü zden de kendilerini

disini o denli hayranlık duygusuyla doldurm uştu

dolaylı yollardan g ö sterm ey e zorlanm ışlardır.

ki alkol bağımlılığını tüm üyle unutmuştu. G örü­

Kendilerini bir nevroz olgusunda bedensel sem p ­

nüşe göre m ucizevi şekilde İsa tarafından iyileşti­

tom lar yoluyla olabileceği gibi, anlaşılamayan ke­

rilmiş bulunuyordu. Böylelikle ilahi affın ve söz

yifsizlikler, unutkanlıklar ya da konuşm ada yapı­

konusu dinsel örgütün etkinliğinin çok uygun bir

lan yanlışlarla da gösterebilirler.

tamğı haline gelmişti. Ne var ki topluluk önünde

İnsan gerçi kendi ruhuna egem en olduğunu

birkaç hafta itiraflarda bulunduktan sonra h e y e ­

sanmaktadır. Ama ruh hali ve duygularına e g e ­

canı azalmaya başladı, bir parça alkollü içki uy­

m en olamadığı, bilinçdışı faktörlerin sayısız gizli

gun gibi görünüyordu ve b ö y le ce yeniden içm eye

yollardan kararlarına sızdığını fark etm ediği süre­

başladı. Bu kez örgüt, bu olgunun patolojik oldu­

ce muhakkak ki kendisinin egem eni değildir. Bu

ğu, İsa’nın bu işe karışmasının uygun olmadığı so ­

bilinçdışı faktörler varlıklarını arketiplerin özerk ­

nucuna vardı. A dam cağız ondan sonra bir kliniğe

liğine borçludur. M odern insan kendi ikiye b ölü n ­

kaldırıldı. B öylece kendisini ilahi bir iyileştirici

müş durumunu görm ek zorunda kalmaktan sis­

değil, bir hekim tedavi altına alabildi. Bu, m o­

temli bir şekilde kaçınmaktadır. Dış yaşamın b e ­

dern, “kültürlü” insan zihninin biraz daha yakın­

lirli bölgeleriyle kendi davranışları eşit şekilde ay­

dan incelem eye değen bir yüzüdür. Burada alarm

rı çek m ecelerd e tutulmakta, hiçbir zaman da bir

verecek d e re ce d e dağınıklık ve psikolojik şaşkın­

araya getirilm em ektedir.

lık bulunmaktadır.

Bir an için insanlığı tek bir b irey olarak düşü­

dünyayı yalnızca karşımızdakilerin haksız olduğu

nürsek, onun da tıpkı bireyler gibi bilinçdışı g ü ç­

konusunda kandırmaya çalıştığımız sü rece de öy­

lerden etkilendiğini görürüz. İnsan ırkı da belli

le kalacaktır. Kendi gölgem izi ve onun kötülükle­

sorunları ayrı çek m ecelerd e saklı tutar gibidir. İş­

rini tanımaya gerçek ten ciddi olarak çalışmak çok

te tam da bu yü zd en ne yaptığım ızı çok iyi düşün­

daha akıllıca olurdu. E ğer gölgem izi, yani varlığı­

meliyiz; çünkü hepim iz kendi yarattığımız ölüm ­

mızın karanlık yanım görebilirsek her türlü ahla­

cül tehlikelerin tehdidi altındayız. Dünyamız tıp­

ki ve ruhsal ayartmaya karşı bağışık hale gelebi­

kı nörotik bir insan gibi dağıtm ış durum dadır; D e­

lirdik. Olayın şimdiki durum uyla her türlü hasta­

mir P erde sim gesel ayrım çizgisini oluşturuyor.

lığa açığız, çünkü biz de tamam en onlar gibi yapı­

Batılı insan D oğu ’nun saldırgan gü ç istenci karşı­

yoruz. Ancak biz bu durum da, iyi tavır örtüsü al­

sında kendisini olağanüstü savunma önlem lerine

tında ne yaptığımızı ne görm eye ne de anlamaya

zorunlu saymakta, ayın anda kendi ahlakı ve iyi

niyetli olduğum uzdan, daha da geri durumdayız.

değerleri ile gururlanmaktadır.

Kom ünist dünyanın elinde büyük bir mit bulu­

Ama bu arada k en di güzel tavırları ardında

nuyor. Buna aldanma adını veriyor, yalnızca bu

sakladığı günahının^ kom ünist dünya tarafından

yargımızla da onu d e f edeceğim izi um uyoruz. Bu

sistemli olarak yü zü n e çarpılacağını fark etm iyor.

mit her şeyin bolluk, berek et halinde olduğu, b ü ­

Batının gizlice, biraz da utanarak katlandıkları

yük, adaletli ve akıllı bir sahibin herkesi bir çocu k

(diplom atik yalanlar, sistematik şaşırtmalar, ör­

yuvasındaki gibi yönettiği bir altın çağ ya da ce n ­

gütlü tehditler) ^Doğu’da bütün çıplaklığıyla gün

net hakkmdaki arketipsel düştür. Bu kudretli ar-

ışığına çıkarılıyor. Batılı insana Demir P erd e’nin

ketip infantil bir biçim de ele alınmıştır ama sırf

ötesin den kendi kötü gölgesi sırıtıyor.

bizim daha üstün olan durumum uzla karşı karşı­

Batı toplam larındaki on ca insanın çaresizlik

ya kaldı diye ortadan kaybolmaz. Hatta biz onu

duygusunu açıklayan durum budur. Onlar zorluk­

kendi çocuksuluğum uzla destekliyoruz bile. Çün­

larımızın aslında ahlaki türden olduğunu, bu zor­

kü bizim Batı dünyam ız da aynı m itolojinin elinde

lukları n ükleer silahların artırılmasıyla ya da ek o­

bulunuyor. Farkında olm adan biz de bir refah

nom ik yarışm a yoluyla çözem eyeceğim izi yavaş

devletine, dünya barışma, insanların eşitliğine,

yavaş anlam aya başlamış bulunuyorlar. Çoğum uz

insan haklarına, adalete, gerçeğ e ve -b u n u ister­

m oral v e ruhsal çarelerin daha etkili olabileceği­

seniz pek yüksek sesle söylem eyelim - yeryüzün­

ni, çünkü bunların bizi durm adan artan enfeksi­

de tanrının egem enliğine inanıp duruyoruz.

yon a karşı bağışık hale getirebileceğini anlayabi­ liyoruz.

Acıklı g erçek ise insanların yaşamının g e c e ve gündüz, d oğu m ve ölüm , mutluluk ve sefalet, iyi

Yine de bütün bu tür girişimlerin tekil olarak

ve kötü gibi uzlaşm az karşıtlıkların karmaşık bir

işe yaramadığı anlaşılmıştır. Kendimizi ve bütün

kom pleksinden ibaret olduğudur. Üstelik bunlar­ dan herhangi birinin günün birinde karşıtına ga­ lip gelip gelm eyeceğini d e bilem iyoruz. İyinin k ö ­ tüye, sevincin acıya galip geleceğin den emin d e ­ ğiliz. Yaşam bir savaş alanıdır, öyle de kalacaktır; öyle olm asaydı hiçbir şey varlığını sürdürem ezdi.

"D ünyam ız nörotik bir insan g ib i dağıtm ıştır." Berlin Duvarı.

Eski Hıristiyanları bu dünyanın yakında sona ereceğim um m aya ya da Budistleri bütün d ün ye­ vi isteklerden, hırslardan vazgeçm eye özendiren

Her toplumun, arketipsel cennel ya da bir zaman olduğuna ve gene olacağına inanılan altın ça ğ tasarımı kendinindir. 19. yy'dan bir Amerikan resmi, geçmiş bir ütopyanın tasarımını anlatıyor. W illia m Penn ile yerliler arasında 1 6 8 2 'd e anlaşmanın yapılışını gösteriyor. Her tarafında uyum ve barış olan ideal bir manzara (solda). Ütopik bir düşüncenin temsili: Bir M oskova parkındaki afiş, Rus halkını geleceğe doğru götüren Lenin'i gösteriyor (sol altta).

^w:S

'

15. yy'd a n bir Fransız resminde, çevrili (ve şato benzeri) Eden bahçesi ve Adem ile H avva'nın cennetten kovuluşu (üstle). C ranach'm bir resminde ilkel nitelikte bir altınçağ (Adı: "Yeryüzü Cenneti") (sağda). 16. yy Flaman ressam Brueghel'in "C okaygne Ülkesi", bir efsanevi duyumsal tadlar ve rahat yaşam ülkesi (en sağda). (O rtaçağ Avrupasında, özellikle a ğ ır iş gören köylüler ve serfler arasında, buna ilişkin birçok öykü anlatılırdı.)

işte tanı da bu çatışmadır. Bu tem el anlayış, her

Çok eski zamanlardan beri insanların bir yü ce

iki dinin de büyük bölüm ünü oluşturan ve dünya­

varlığa (bir ya da birkaç) ve ölüm den sonraki bir

yı yadsıma fikrini bir d erecey e kadar değiştiren

dünyaya ilişkin düşünceleri vardı. A ncak bugün

özgün moral varsayımlarla, uygulamalarla bağ-

bu tür düşü n celer olm adan da yaşayabilecekleri­

lantılandırılamasa, insanları d ü p ed ü z intihara

ni düşünüyorlar. Tanrının gizli tahtını bir radyo

yönlendirebilirdi.

teleskopla keşfedem ediğim iz, sevgili ebeveynim i­

Bunu özellikle vurgulamaya çalışıyorum, çü n ­

zin az çok beden sel biçim leriyle hâlâ yakınları­

kü zamanımızda her türlü dine güvenini yitirmiş

m ızda bulunduklarına inanmadığımız için, insan­

milyonlarca insan bulunmaktadır. Bu insanlar

lar böyle varsayımların saçm a olduğunu düşünü­

dinlerini artık hiç anlayamıyorlar. Yaşam din o l­

yorlar. Oysa bu tür kavramlar ilk çağlardan beri

madan da hiç bozulm adan sürüp gittiğinden, bu

insanların yaşamlarına yoldaşlık etmişlerdir. Bu­

kayıp hem en hiç fark edilm eden kalıyor. Ne ki

gün bile her fırsatta bilincimizi zorlamaktadırlar.

acılarla karşılaşıldığında durum değişiyor. O za­

M odern insan belki bunlar otamadan da peka­

man insan bir çıkış aramaya, yaşamın anlamı ile

la yapabildiğini ileri sürecek, hatta bunların ger­

şaşırtıcı ve acı deneyim leri üzerinde düşünm eye

çekliğine ilişkin hiçbir bilimsel kanıt bulunm adı­

başlıyor.

ğını belirterek fikrinde ısrar edecektir. Ya da

Psikologlara -b e n im kendi deneyim lerim e gö-

inançlarını yitirmiş olmaktan dolayı üzgün oldu ­

r e - Katolikler’deıı çok Protestanlar’m ve Yalmdi-

ğunu söyleyecektir. A ncak söz konusu olan, g ö ­

ler’in başvurması dikkat çekicidir. B en ce bu d u ­

rünm eyen, açıklanamayan şeylerdir. Tanrı insa­

rum norm aldir de; çünkü Katolik Kilisesi kendini

nın kavrayışını aşar, ölüm süzlük ispat edilem ez.

hâlâ Cura Anim arum ’dan (ruhun selâm etiyle ilgi­

O halde kriz durum larında yardım cı oldukları g ö ­

lenm e) sorumlu sayar. Ama bilimsel çağımızda,

rülen dahası varolu şu m u za anlam katan bu

önceleri teologların alanına ilişkin olan sorular

inançlardan neden vazgeçelim ? Ayrıca bu düşün­

psikiyatristlere yöneltilm ektedir. İnsanlar yalnız­

celerin gerçek olmadığını nereden biliyoruz? Ben

ca yaşamın anlamına, tanrıya ve ölüm süzlüğe ina-

bıı varsayımların aldanışlar olduğunu söylersem

ııabilselerdi pek çok şeyin daha kolay olacağını

belki birçok kimse beni onaylar. Bu arada anlaya­

hissetm ektedirler. Yaklaşan bir ölüm ün hayaleti

madıkları ise dinsel bir görüşün reddinin de en az

çoğ u zaman bu tur d ü şü n celere yol açmaktadır.

kabulü kadar ispat edilem ez olduğudur. Hangi

görüş açısını seçeceğim izd e tümüyle özgürüz;

olmayacaktı. Onun anlam dolu yaşamı, onun tan­

hangisi olursa olsun bu keyfi bir karar olacaktır.

rının elçisi olduğundan emin olmasına dayanıyor­

Ancak çok yerinde bir ampirik neden bulun­

du. Onda bir büyüklük hezeyanı olduğu da ileri

maktadır. İspat ed ilem eyen düşünceleri gen e de

sürülebilir; ama böyle bir ifade tarihin tanıklığı ve

beslem ek zorundayız. Yani bunlar faydalı oldu k­

daha sonraki kuşakların yargısı karşısında çok

larını gösterm işlerdir. İnsan, yaşamına bir anlam

solgun kalır. Onu ele geçirm iş olan mit, yaşamına

sağlayan, evrende kendisine bir yer bulmasına

da olağanüstü bir m enzil kazandırmıştır.

yardım cı olan varsayımlara ve inançlara mutlaka

Anıa böyle bir mit, bilinçli olarak uydurulm uş

muhtaçtır. İnsan, bir anlamı olduğuna kani oldu ­

değil, vuku bulm uş olan sim gelerden oluşur. Tan-

ğu zaman dayanılmaz acılara katlanabilir; ancak

rı-insan mitini ileri süren İsa değildi. Bu, İsa’nın

bütün şanssızlıkların doruğundayken “aptalın bi­

doğum undan ço k yıllar ön ce de vardı. O kendisi

rinin uydurduğu bir masal” içinde yer aldığını ka­

de bu sim gesel m otife yakalanmış, bu da onu Na-

bul etm ek zorunda kalırsa yıkılır.

sıralı bir dülgerin kısıtlı yaşamından daha ileriye

Dinsel sim geler insan yaşamına bir anlam v e r­ mektedir. Örneğin P ueblo Kızılderilileri, kendile­ rinin Güneş Baba’nın oğulları olduğuna inanırlar. Bu inanç onların yaşamına, sınırlı varlıklarının çok ötesine ulaşan bir algı kazandırır. Kişilik geli­ şimlerine genişlik sağlar. Onların durumları, bi­ zim uygarlığımızın kendisinin alUakilerden biri olduğunu ve öyle kalacağını, yaşamının anlamsız olduğunu bilen insanının durumuna oranla çok daha doyurucudur. Kendi yaşaımnm daha derin bir anlamı olduğu duygusu insanı, yalnızca almak, verm ek durum u­ nun üstüne yükseltir. Bu duygu yoksa insan za­ vallı ve yitiktir. E ğer Ermiş Paıılus, kendisinin gezgin bir kilim dokuyucudan başka bir şey olm a­ dığının bilincinde olsaydı kuşkusuz ki olduğu kişi

G üney A m erika'da kabile geleneğinden bir tekne cenazesi. Kendi kanosuna yatırılan ölüye yolculuğu için yiyecek ve giyecek de verilir. Dinsel simgeler insan yaşam ına bir anlam katar (solda). Antik halklar ölülere gerçi yas tutardı ama inançları ölümün olumlu bir değişim olduğuna güvenlerini sağlıyordu (sağda yası gösteren bir M ısır heykelciği; bir m ezarda bulunmuştur).

yiiceltm işti.

Mitler ilkel masal anlatıcılarına kadar uzanır, onların düşleri de kendi heyecan verici fantezile­ riyle hareket eden kimselere dayanır. Bu insanlar, daha ileriki çağlarda şairler ve filozoflar olarak ta­ nımlanan kim selerden pek de farklı değillerdi. İlkel masalcılar kendi fantezilerinin kökleriyle fazla ilgi­ lenm ezlerdi. İnsanların bir masalın nereden geldi­ ğini düşünm eye başlamaları çok sonralara rastlar. Buna karşın yüzyıllarca ön ce, eski Yunanistan’da insan aklı, tanrı öykülerinin çoktan ölmüş krallara, kabile büyüklerine ait olduğunu düşünebilecek ka­ dar gelişmişti. O zaman bile mitin söylediği şeyi kastettiğine marnlamayacak kadar olanaksız oldu­ ğu görüşü egem endi. Bu yüzden de herkesin anla­ yacağı biçim e indirgenm eye çalışılmıştı. Daha yakın zamanlarda aynı durum un rüya sem bollerinde nasıl oluştuğunu gördük. Psikoloji­ nin henüz çocukluk çağında bulunduğu yıllarda rüyaların belirli bir önem i olduğunu fark etmiştik. Ama, tıpkı efsanelerinin sad ece rasyonel ya da “norm al” tarihin işlenm esinden ibaret olduğunu düşünen Yunanlılar gibi, bazı ön cü psikologlar da rüyaların, anlatır gibi göründükleri şeyi anlatma­ dıkları kavramını çıkarmışlardı. Oluşturulan re­ simler ile sem boller, bilincin bastırılmış içeriğinin görünür hale geldiği tuhaf biçim lere indirgendiler. Böylelikle bir rüyanın görünüşteki anlatımından başka bir anlam taşıdığı görüşü kabul edildi. Bu kavramı kabul etm ediğim i zaten söylem iş­ tim; bu da beni rüyaların içeriği kadar biçim ini de incelem ek zorunluluğuna götürdü. N eden içerik­ lerinin gösterdiğinden başka bir anlamları olması

Bir çocuğun a ğ a ç resmi (üzerinde güneşle). A ğ a ç sık görülen düş motiflerinin en iyi örneklerindendir

gerekiyordu? Doğada olduğundan başka bir şey

ve birçok çeşitli anlam a gelebilir.

olan herhangi bir şey var m ıydı? Rüya doğal ve

Büyümeyi, gelişmeyi ya da

normal bir şeydir, aslında olduğundan başka bir

psikolojik olgunlaşmayı simgeleyebilir; kurban ya d a ölümü

şey de ifade etm ez. Talm ud bile “rüya, kendi ken­

temsil edebilir (M esih'in ağ açta

disinin yorum udur” diyor. Karışıklık yalnızca rüya

çarmıhı), fallik simge o lab ilir vb

içeriklerinin sem bolik olmasından, bu yü zden de

(üstte). Aynı şekilde haç (sağda) ve

bir anlamdan daha fazla anlam içerm esinden ileri gelm ektedir. Sem boller, bizim bilinçli akılla kavra­ yamadığımız bir yön ü gösterm ektedirler. Bunlar

lingam (en sağda) g ib i iyi bilinen düş motiflerinin d e aynı şekilde bir dolu simgesel anlamı olabilir.

ya bilinçdışı ya da en azından tam bilinç dahilin­

biçim de form üle etm e yeten eğin e de hiç m erha­

de olmayan bir şeylerle ilgilidirler.

m et gösterm ezler. Bunun için tıbbi psikologun

Bilimsel akıl için böyle olgular can sıkıcıdır;

deneyim ine sahip olm ayan kimselerin, psikoloji­

çünkü bunlar zekayı da mantığı da doyuracak b i­

nin bir bilimadaıuınm laboratuvarmdaki dingin

çim de form üle edilem ezler. Psikolojide ise bunlar

araştırma işlerini bırakıp, gerçek yaşamın aktif

hiç de tek ve biricik olan durumlar değildir. Psi­

m acerasına karıştığında başına gelenleri zor bul­

kolojinin tanımlama çabalarından hep kaçan “af-

maları çok doğaldır. Bir poligondaki h edefe atış

l'ekt” ya da “em osy on ” fenom eni için de bu çok

talimleri, savaş alanından ço k uzaktır; hekim ise

zordur. Zorluğun nedeni her iki durum da da ay­

g erçek bir savaşın gerçek kurbanıyla uğraşmak­

nıdır: Bilinçdışınm ele alınışı!

tadır. Hekim, bunları bilim sel kategoriler içerisi­

Ben doğa bilimlerinin bakış açısını, tam olarak

ne yerleştirem ese de ruhsal gerçeklerle ilgilen­

kavranamayan geçek lerle uğraşmanın ne kadar

m ek zorundadır. Bu yüzden hiçbir ders kitabı psi­

güç oldıığıım ı bilecek kadar iyi tanıyorum. G er­

kolojiyi sahiden öğretm eyi başaramaz, bu ancak

çekler yadsınaıuayacak kadar apaçıktır ama akıl­

gerçek deneyim le öğrenilebilir.

cı bir yoldan form üle edilem em ektedir. Bunun

Bu nokıayı, iyi bilinen birkaç sem bole daha

için aslında ön ce yaşamın kendisinin kavranabil­

yakından bakarsak, daha duru olarak görebiliriz:

mesi gerekir; çünkü duyguları ve simgesel düşün­

Hıristiyan dininde “h a ç” , birçok görüşü, d ü şü n ce­

celeri ortaya çıkaran yaşamın kendisidir. A kade­

yi ve duygulan anlatan önem li bir simgedir; ama

mik psikolog, em osyon fenom eni ya da bilinçdışı

bir listedeki bir adın sonundaki bir haç yalnızca o

kavramını kolaylıkla ilgi alanının dışında bırakabi­

kişinin ölmüş olduğunu gösterir. Fallus, Hindu di­

lir. Buna rağmen bunlar gerçek ler olarak kalırlar

ninde pek çok kavramı kapsayan bir sem bol işle­

ve tıbbi psikolog bunları en azından -hom urdana­

vi görür; ama bir sokak çocu ğu duvara bir fallus

rak da olsa- kabul etm ek zorunda kalır. Çünkü

resmi yaparsa bununla yalnızca kendi penisine

duygu çatışmaları ve bilinçdışınm ele alınışı onun

karşı dııydugıı ilgiyi belirtmiş olur. Çocukluk ve

bilimdalınm klasik objeleridir. Bir hastayı tedavi­

gençlik fantezileri çoğu zaman erişkin yaşlara ka­

ye girişir girişmez bu akıldışılıklar, katı gerçekler

dar etkin olduklarından, cinsel anlamı olduğu

olarak karşısına çıkarlar, onun bunları akla uygun

kuşkusuz olan pek çok rüya vardır. Bunları başka

türlü anlamaya çalışmak saçm a olur. Terbiyeli bir

uygunsa d a -, gerçek te bunlar bilimin daha yük­

Hintli, Lingam’dan (H indu m itolojisinde Şiva’yı

sek alanları için de aynı şekilde önem lidir. Bura­

temsil eden fallus) söz ettiğinde, Batılı birinin bir

da rasyonel zekayı ve onun belirli bir soruna u y­

penisle asla bir arada d ü şü nem eyeceği şeyler işi-

gulanmasını bütünleyerek, son d e re ce önem li bir

tilecektir. Lingam kesinlikle ayıp bir kelim e oyu ­

rol oynarlar. Bütün uygulamalı bilimlerin en kati­

nu değildir; haç da yalnızca ölüm ün sem bolü d e ­

sı olan fizik bile şaşırtıcı ölçüde, bilinçdışı yoldan

ğildir. Tüm bunlar b öyle bir rüyayı görenin olgun­

etkin olan sezgiye dayanmaktadır. (Sezgiyle aynı

luk d erecesin e göre değerlendirilm elidir.

son uca varacak olan mantıksal süreçleri sonra­

Rüyaların ve simgelerin yorum u zeka gerekti­

dan kolaylıkla gösterebilsek bile bu böyledir.)

rir. Bunlar, mekanik bir sisteme dönüştürülerek,

Sezgi, sem bollerin yorum lanm asındaysa kaçı­

fanteziden yoksun beyinlere tıkılamazlar. Dahası

nılmaz olarak gereklidir ve bu ço ğ u zaman, rüya­

bunlar, rüya görenin bir birey olarak kişiliğinin

nın gören tarafından derhal anlaşılmasını da sağ­

gittikçe daha fazla bilinmesini, aynı zam anda y o ­

lar. Öte yandan b öyle mutlu bir sezm e gü cü ol­

rum cunun da kendisini gittikçe daha çok, daha

dukça tehlikeli de olabilir; çünkü kolaylıkla yanıl­

değişik tanımasını gerektirir. Bu alanda deneyim i

tıcı bir kendine güven duygusuna yol açar. Ö rne­

olan kimse, bazen yardım cı olabilecek kuralların

ğin rüya gören yoru m cu yu samimi ve g ö re ce k o­

olduğunu yadsıyamaz; ancak bunların da çok dik­

lay bir ilişkiye ayartır, ama bu ilişki bir tür payla­

katlice, zekice uygulanmaları zorunludur. İnsan

şılmış düşe götürebilir. Eğer yalnızca sezer gibi

bütün kuralları çok doğru kullanabilir, buna rağ­

anlamış olmakla yetinilir ise, gerçek bilginin sağ­

m en korkunç bir saçmalığın içine düşebilir. Çün­

lam zemini yitip gider. Açıklam a ve bilgi ancak

kü ço k önem siz gibi görünen, ama daha iyi bir

sezgi olguların ve mantıksal bağlantılarının tam

zekanın belki de atlamayacağı bir ayrıntıyı gözden

bilinmesine indirgenebilirse sağlanabilir.

kaçırmıştır. Zeki bir kimse de sezgi ve duygudan yoksun olursa çok büyük yamlgılara düşebilir.

Dürüst bir araştırmacı her zaman başarılı ola­ m ayacağını kabul etm elidir, bunu hep akılda tut­

Sem bolleri anlamaya çabalarken karşımızda

mamak da dürüst bir şey olmaz. Bir bilimadamı

yalnızca sem bol değil, onu üreten bireyin bütünü

da önünde sonunda insandır ve başkaları gibi

bulunmaktadır. Onun kültürel geçm işini de ele

onun için de açıklanamayan şeylerden nefret et­

almalıyız. Bu sü reç sırasında kendi eğitim im izde­

mek ço k doğaldır. Bugünkü bilgimizin, bilebile­

ki bir yığın boşluk da doldurulm uş olur. B en her

cek olduklarımızın tamamı olduğu yaygın bir al­

olguyu, daha abecesin i bile bilm ediğim , tümüyle

danıştır. Olguları ancak geçici olarak açıklayan,

yepyen i bir ö d e v olarak ele almayı kural edinmiş

kendi içinde kalıcı bir gerçek içerm eyen kuram

bulunuyorum . Y üzeysel kalındığı sü rece rutin ya­

kadar kırılgan başka bir şey yoktur.

nıtlar pratik, dahası faydalı olabilirler. Yaşamsal sorunlara dokunulduğu anda ise hayatm kendisi ortaya çıkar; o zaman da en parlak kuramsal söz­ ler bile etkisiz hale gelir. Canlandırma yetisi ve sezgi, anlayışımız açı­ sından hayati ön em e sahiptir. Her ne kadar genel görüş bunların aslında sanatçüar, edebiyatçılar

Eski mitolojik yaratıklar bugün müze pa rçalarıdır (sağda]. Am a onlarla arılatılan arketipler güçlerini henüz yitirmemiştir. Belki modern korku filmlerindeki canavarlar da ha fazla

için gerekli olduğunu düşünse de - v e bu yüzden

bastırılam ayan arketiplerin bozulmuş

de aklı başında konularda bunlardan kaçınılması

versiyonlarıdır (en sağda].

Sembollerin rolü

Tıbbi psikolog sem bollerle ilgilendiğinde “kültü­

yol açm aksızm sökülem ezler. Bastırıldıkları ya da

rel” olanlardansa öncelikle “doğal” sem bollerle uğ­

ihmal edildikleri zaman özgün enerjüeri, hesapla-

raşacaktır. Bunlar psikenin bilinçdışı içeriklerince

nam ayacak olası sonuçlarıyla birlikte bilinçaltına

yöneltilirler. Bu yüzden de belli başlı arketipsel

savuşup giderler. Bu yoldan kaybolm uş gibi görü ­

İmgelerin çok çeşitli varyasyonlarım gösterirler.

n en psişik enerji, gerçek te bilinçdışının en üst ta­

( )lguların çoğunda bunlar arketipsel köklerine ka­

bakalarında bulunan şeylerin yem den canlanm a­

dar izlenebilir. Bunlar en eski m etinlerde, ilkel

sına, yoğunlaşm asına yarar. Bunlar belki de şim ­

toplum düzenlerinde görülebilen düşünce ve re­

diye kadar kendilerini açık etm eye İliç fırsat b u ­

simlerdir. Öte yandan kültürel sem boller “ ebedi

lamamış, engellen m eden bilince çıkmak olanağı

gerçeğin” anlatımı için bilinçli kullanılmış sem bol­

hiç tanınmamış olan eğilimlerdir.

lerdir. Bunlar birçok dinde kullanılırlar. Ç okça bi­

B öyle eğilimler bilincimizin, her zaman var

çim değiştirmiş, hatta az çok bilinçli gelişim sü reç­

olan ve potansiyel olarak tahrip edici olan gölge

leri geçirmişler, bu yoldan uygar toplumlarca da

yanım oluştururlar. Belirli koşullarda olum lu etki

kabul edilen kolektif resimler haline gelmişlerdir.

yapabilecek olan eğilimler bile, bastırıldıklarında

Böyle kültürel sim geler eski gizemlerinin, b ü ­

cinlere dönüşürler. Bu yüzdendir ki doğal olarak

yülerinin çoğu na hâlâ sahip durumdadırlar ve b u ­

ço ğ u kimse bilinçdışı olandan ve psikolojiden

nu “söylerler” . Bunlarm bazı kim selerde derin

korkar.

duygusal tepkilere yol açtıkları, psişik yüklerinin

Çağımız, yeraltımn kapılarının açılmasının ne

önyargılar gibi etkin olduğu bilinmektedir. Bunlar

dem ek olduğunu bize gösterm iştir. Yüzyılımızın

psikologun hesaba katmak zorunda olduğu fak­

ilk on yılının m asum iyetiyle kimsenin tahmin

törlerdir. Yalnızca rasyonel bakış açısından an­

ed em eyeceği kadar korkunç olaylar olm uş, dün­

lamsız oldukları için görm ezden gelm ek ahm ak­

yamızı tep e taklak etmiştir. O günden beri dünya

lıktır. Söz konusu sem boller ruhsal yapımızın çok

bir şizofreni durum unda kalmıştır. K orkunç ilkel­

önem li parçalarıdır. İnsan toplum unun yapısında

liğini kusan yalm z uygar Almanya olmamıştır;

yaşamsal önem i olan güçlerdir ve ciddi zararlara

Rusya da onunla yönetilm ektedir ve Afrika da tu ­

tuşmuş bulunuyor. Batı dünyasının kendisini ra­

yorlar ki ezelden beri insanlarm kaderine hükm e­

hatsız hissetm esinde şaşılacak bir şey yok.

den gizemli psişik kudret karşısında tümüyle kör

M odern insan kendi rasyonalizminin, kendisi­

kalıyorlar. Oysa bizler onların gizlerinin, gizem le­

ni psişik yeraltınm m erham etine ne denli bırak­

rinin bütün varlığım yağmaladık ve artık bizim

mış olduğunun farkında değildir. Kendini batıl

için hiçbir şey kutsal değil.

inançlardan kurtarmıştır, en azmdan öyle oldu­

Eski çağlarda, insanların ruhlarında içgüdüsel

ğunu sanmaktadır, ama bunu yaparken ruhsal

gü çler ortaya çıktığında bilinçleri bunları anlamlı

değerlerini de büyük ölçü de yitirmiştir. Ahlaksal

bir psişik örgüye entegre edebiliyordu. Am a artık

ve ruhsal geleneği yıkılmıştır. Bu çözülm enin b e ­

“uygar” insan bunu yapamıyor. Onun “ilerici” bi­

deli ise şimdi dünya çapında şaşkınlık ve çözü l­

linci içgüdülerin ve bilinçdışm m , görevlerini yeri­

m eyle ödenm ektedir.

ne getirebilm elerini ve birbirlerini özüm leyebil-

A ntropologlar, ilkel bir toplum düzeninin ruh­

melerini sağlayacak bütün araçlarını elinden al­

sal değerleri uygarlığın saldırısına uğradığm da

mış bulunuyor. Özüm lem e organları, genel olarak

neler olduğunu sık sık tanımlamışlardır. İnsanlar

kutsal sayılan gizem li sem bollerden ibaretti.

yaşamlarının anlamına olan inançlarını yitirirler,

Örneğin bugün “ıu a d d e”den söz ediyoruz.

toplum sal düzenleri çök er ve kendileri de ahlak­

Onun fizik özelliklerini tanımlıyoruz. Laboratuvar

ça yıkılırlar. Bizler de bugün aynı durumdayız. Ne

deneyleriyle onun çeşitli taraflarım gösterm ek is­

ki biz neyi yitirdiğimizi hiç anlayamadık; çünkü

tiyoruz. Yine de “m a dd e” sözcü ğü kuru, insanlık

ruhsal önderlerim iz maalesef, simgelerin oluştur­

dışı, saf zihinsel bir kavram olarak kalıyor. Bunun

duğu gizem i anlamak yerine, kurumlarmı koru­

bizim için hiçbir psişik anlamı yok. Buna karşılık

makla m eşguldüler. Benim kanımca inanç - in ­

“m a dd e”nin eski im gesi ne kadar farklıydı. Yer

sanların en güçlü silahı o la n - düşünceyi dışla­

Ana’nm derin duygusal anlamını ifade ed en “Ulu

maz; ancak bazı inançlılar doğa bilim lerinden -v e

Ana”ydı o. Aynı şekilde bir zamanlar ruh denilen

elbette psikolojiden d e - o denli korkar görü nü ­

şey, bugün zihin yoluyla tanımlanmaktadır ve

b öylece de “Evrenin Babası” olmaktan çıkmıştır.

Bu muazzam kayıp rüyalarımızdaki sem boller­

O artık insanın sınırlı ego düşüncesine indirgen­

le dengelenir. Onlar kökendeki doğam ızı yeniden

miştir; “babam ız” sim gesindeki ölçülm esi olanak­

gün ışığına çıkarırlar. Doğam ızın dürtülerini, ö z ­

sız duygusal enerji de entelektüel bir çölün kum ­

gün düşünce tarzını aydınlatırlar. Ne yazık ki iç e ­

larına göm ülüp gitmiştir.

riklerini, bize artık yabancı ve anlaşılmaz olan d o ­

Bu iki arketipsel ilke, D oğu ve Batı’nm karşıt

ğanın diliyle anlatırlar. Bu yü zden bu dili, ilkel ta­

sistemlerinin tem elinde yatmaktadır. Kitleler ve

kıntılarından uzaklaşmış, özellikle de tanımladığı

onların önderleriyse, evrensel kuralın, Batı’nm

şeylere mistik katılımdan uzaklaşmış olan m o ­

yaptığı gibi eril olup “baba” olarak adlandırılması­

dern konuşm a biçim im izin kelimeleri ve kavram­

nın ya da kom ünistlerin yaptığı gibi dişi sayılıp

larına tercü m e etm eliyiz. Bugünlerde ruhlardan

“anne” denilmesinin, tem elde hiçbir farkı olm adı­

ve gizem li varlıklardan söz ettiğim izde onları ça ­

ğını anlayamamaktadırlar. Aslında her ikisini de

ğırm ıyoruz artık. Bir zamanlar çok güçlü olan bu

bilmiyoruz. Eskiden ise bu ilkeler dinsel törenler­

sözcüklerin gü cü de ihtişamı da yitip gitti. Büyü­

de ço k yönlü olarak saygı görm ekteydiler. Bu da

lü form üllere inanmayı bıraktık. Artık pek fazla

bir zamanlar onların insanlar için taşıdıkları ruh­

tabu ve benzeri kısıtlanma kalmadı. Görünüşe ba­

sal anlamı belirtiyordu. Buna karşılık bugün bun­

kılırsa dünyamız, böyle gizem li varlıklardan, cadı­

lar yalnızca soyut kavramlardır. Bilimsel anlayışı­

lardan, kurt adamlardan, vam pirlerden, çalılık

mız geliştikçe dünyam ız insanlıktan uzaklaştı. İn­

ruhlarından ve bütün öbür bizar varlıklardan, bir

san kendini kozm osta yalıtılmış hissediyor, çünkü

zamanlar ormanları dolduran yaratıklardan arın­

kendisi artık doğa ile bağlantılı değil ve duygusal

dırılmış bulunuyor.

“bilinçdışı kimliği” doğal görüntüsünü yitirmiş

Daha kesin söylem ek gerekirse dünyamızın yü­

bulunuyor. Bunlar da giderek sim gesel içerikleri­

zeyi bütün batü ve irrasyonel unsurlardan tem iz­

ni feda etmişlerdir. Gök gürültüsü artık öfkeli

lenmiş görünüyor. Ama, insanların gerçek iç dün­

tanrımn sesi değil, şim şek de onun cezalandıran

yasının (onu görm ek istediğimiz şekliyle değil,

mızrağı değil. Hiçbir ırmakta bir ruh barınmıyor. Hiçbir ağaç, bir adamın yaşam prensibi, hiçbir yı­ lan akim b ed en e girmiş şekli, hiçbir mağara da büyük bir cinin evi değil. Taşlardan, bitkilerden ve hayvanlardan insanlara seslenen yok, insan da onlara kendisini anlayacakları inancıyla bir şeyler söylem iyor. İnsanın doğayla bağlantısı kaybolup gitmiş ve onunla birlikte bu sim gesel bağın orta­ ya çıkardığı güçlü duygusal enerji de yitmiş.

Bastırılmış bilinçdışı içerikler negatif duygular olarak tahripkar biçim de ortaya çıkabilir. 2. Dünya Savaşı'ndaki g ib i. V arşova'da 1 9 4 3 ayaklanm asından sonra yahudi tutsaklar (en solda].

Auschw itz'de ölülerin ayakkabıları (solda). Uygarlıkla temas sonucu inançlarını yitiren Avustralya yerlileri. Bu kabilede ancak birkaç yüz kişi kalmıştır (sağda).

gerçek olanı) da ilkellikten kurtulmuş olııp olm adı­

söz edilebilir. Tek başına bir imge, özel bir anlamı

ğı başka bir sorudur. 13 sayısı hâlâ birçokları için

olmayan bir kelime tem silinden ibarettir. Ama

tabu değil midir? Hâlâ birçokları akıldışı önyargı­

eğer o imge duyguyla yüklüyse o zaman bir gizem

larla, yansıtmalarla, çocu k su illüzyonlarla büyü­

kazanır, dinamik hale gelir ve zorunlu olarak kimi

lenmiş değil mi? İnsan ruhunun gerçekçi bir resmi,

sonuçları da olmalıdır.

geçen beş yüzyıl boyunca hiçbir şey değişmemiş

Arketip kavramım algılamanın ne denli gü ç ol­

gibi hâlâ aynı rolleri oynamakta olaıı bu tür ilkel

duğunu biliyorum. Çünkü, doğası tam bir t,anıma

özellik ve kalıntılardan bir dolusunu ortaya çıkarır.

olanak verm eyen bir şeyi tanımlamaya çalışıyo­

M odern insan gerçek te, uzun ruhsal gelişimi

rum. Ama birçokları arketipleri mekanik bir siste­

boyu n ca edinmiş olduğu belirtilerin garip bir ka­

min, biraz eğitim le kolayca öğreııiliverecek par­

rışımıdır. Hiziıu işimiz insan ve oıuııı sem bolleri­

çaları gibi ele aldıklarından, bunların yalnız isim­

dir. Onun ruhsal ürünlerini ayrıntılarıyla in cele­

ler ya da felsefi kavramlar olmadığını vurgulamak

meliyiz. Oııım içinde kuşku ve bilimsel kanaat,

zorundayım . Bunlar yaşamın kendisinin, yaşayan

eski m oda önyargılarla, terk edilmiş düşünce

insanlara duygu köprüleriyle bağlanan parçaları­

tarzlarıyla, inatçı yanılgılarla, kör inkarcılıkla yan

dır. Bu yüzden bir arketipe isteııçli (ya da genel

yana bulunuyor.

g e ç e r) bir anlam verm ek mümkün değildir. Bu,

Biz psikologların incelem eye çalıştığı sem bol­ leri üreten insan ruhu böyle bir şeydir. Bu sem ­

söz konusu kişinin kendi yaşam durumu nasıl g e ­ rektiriyorsa öyle yorıımlanıııaiıdır.

bollerin anlamlarını açıklayabilmek için, bunların

İnançlı bir Hıristiyan için haç simgesi yalnızca

yalnız kişisel deneyim lere mi bağlı olduğunu,

onun Hıristiyan değeri içinde yorumlanabilir. El­

yoksa rüya taralından belli bir amaçla genel bi­

bette eğer rüya başka bir yorum a tam uyan, baş­

linçli bilgi deposundan seçilip getirilmiş mi oldu ­

ka bir neden getirm iyorsa. Öyle bile olsa, özgün

ğunu bilebilıııeliyiz.

Hıristiyan içerik gözd en uzak tutulamaz. Ama ha­

Örneğin içinde 13 sayısının geçi,iği bir rüyayı

çın her zaman, her koşulda aynı anlamı taşıdığı

ele alalım. Sorun rüyayı görenin kendisinin bu sa­

ileri sürülem ez. Öyle yapılırsa haçın gizemi silin­

yının uğursuzluğuna inanmakta ıııı olduğunu,

miş olur. O zaman yaşamsal gücünü yitirir ve yal­

yoksa rüyanın bu tür batıl inançları olan başka

nızca bir kelim eden ibaret kalır.

kim selerden mi söz ettiğini bilebilmektir. Yanıt,

Arketipiıı özgün duygu yükünü algılayamayan

yorum da son d erece önemli bir rol oynamaktadır.

biri, aslında her şeyin her anlama geleceğini g ö s ­

İlkinde ilgili kişi hâlâ şanssızlık sayısının etkisi al­

term ek üzere, kolaylıkla dizilip sıralanabilecek

tındadır; 13 numaralı bir otel odasında ya da 13

olan, karmakarışık bir yığın m itolojik resim ler g ö ­

kişinin bulunduğu bir masada kendisini çok ra­

rür ya da hiçbir şey görem ez. Bütün cesetler ay­

hatsız hissedecektir. Öbür durum da ise 13 nazik

nı kimyasal bileşimi gösterirler, am a canlı insan­

olmayan ya da hakaretamiz bir ifadeden başka bir

lar öyle değildir. Arketipler ancak anlamlarını ve

şey değildir. Batıl inançlı kişi 13’üıı büyüsünü hep

tekil bireyler üzerindeki et,kilerini sabırla anlama­

hissetm ektedir, mantıklı olan ise 13’ten eski d uy­

ya çalışırsak hayata dönerler.

gusal rengini silmiştir.

Ne için kullanıldıkları bilinm ezse, kelimelerin

Bıı örnek, pratik deneyimde arketipleriıı nasıl

sad ece kullanılmış olması işe yaramaz. Bu özellik­

ortaya çıktığını göstermektedir. Bunlar aynı za­

le, Aniına ve A nim us’tan, Yaşlı Bilge’den, IJlıı

m anda hem im geler hem de duygulardır. Ancak

Aııa’daıı ve daha buna benzer birçok arketipteıı

bu iki yön bir arada bulunuyorsa bir arketipteıı

söz ettiğimiz psikoloji için doğrudur. Azizler, bil-

Ç inliler eskiçağda ayı tanrıça Kvvanyin (üstte) ile ilişkilendirirdi. Diğer toplumlar da ayı tanrı olarak görmüştür. M odern d o ğ a bilimleri bize ayın yalnızca kraterleri olan bir küre olduğunu göstermiş olsa da , ayı romantizm ve sevgiyle ilintilendiren arketipsel tasarımdan bir şeyleri d e koruyoruz (solda).

Yedi yaşında bir çocuğun yaptığı resim, siyah kuşları, gecenin cinlerini kovan koca Güneş, gerçek efsaneden bazı şeyleri de içeriyor (solda). O yun oynayan çocuklar, ilkellerin de törenlerinde yaptıkları gibi do ğaçlam a , çok do ğ a l şekilde dans ederler (sağda). Eski folklor hâlâ çocukların "törensel" inançlarında varlığını sürdürüyor. Ö rneğin Ingiltere'de (ve başka yerlerde) çocuklar, be yaz bir a t görmenin şans getireceğine inanırlar. Beyaz at çok yayg ın bir yaşam simgesidir. Ata binmiş olarak gösterilen eski Kelt yaratıcı güç tanrıçası Epona sık olarak be yaz bir kısrak üzerinde gösterilir (en sağda).

geler, peygam berler ve bütün inançlı kişilere iliş­

İllüzyonlar, fanteziler, arkaik düşünce tarzları, te ­

kin, yeryüzünün bütün Ulu Analar’ma ilişkin her

m el dürtüler vb.

şeyi bilebilirsiniz. A m a bunlar resim lerden ibaret

Bu, insanların çoğu zaman ister istem ez neden

kaldıkça, onların gizem leri yaşanm adıkça rüyada

bilinçdışının içeriği ile, bazen ondan korksalar bile,

konuşulur gibi olur; neden söz edildiği bilinm e­

böylesine uğraştıklarım açıklamaktadır. Bu artık

den kalır. Kullanılan kelim eler boş ve değersizdir.

içerikler nötr ya da tarafsız değildirler. Tam tersi­

Kelim eler ancak gizem leri, yani yaşayan insanlar­

ne öyle güçlü bir yükleri vardır ki, çoğ u zaman sa­

la olan ilişkileri görülm eye çalışılırsa yaşam ve

d ece nahoş olmakla kalmazlar; sahici bir korkuya

anlam kazanabüir. A ncak o zaman adlarının pek

da neden olabilirler. Ne kadar bastırılırlarsa bütün

değerinin olmadığı, insanlarla olan ilişkilerinin tür

kişiliği, bir nevroz biçim inde, o denli sararlar.

ve biçiminin ise çok önem li olduğu anlaşılabilir.

Onlara böylesine yaşamsal bir ön em sağlayan

Rüyalarımızın sem bol oluşturucu işlevi, insan­

onların psişik enerjileridir. Bu tıpkı, bir süre bi­

ların asıl ruhunu, daha ö n ce h iç bulunmadığı, ile­

linçdışı bir d önem yaşadıktan sonra birdenbire

ri, ayrıntılı, yükselmiş bilince, hem de eleştirel bir

belleğinde bir boşluk olduğunu, o sırada önem li

bakış ve incelem eye maruz kalmadan getirebilm e

şeyler olmuş olabileceğini saptayan bir kimsenin

girişimidir. Çok eski zamanlarda insanın bütün

durum u gibidir. Psikenin tümüyle kişisel bir konu

kişiliği bu esas ruhtan ibaretti. Bilinç geliştikçe

olduğunu varsaydıkça - k i çoğ u zaman böyle ka­

bilinçli ruh, ilkel psişik enerjinin bir kısmıyla ilin­

bul ed ilir- yitip gitmiş olan çocukluk anılarını y e ­

tiyi yitirdi. Bilinçli ruh eski ruhu hiç tanımadı

niden kazanmaya çalışacaktır. Oysa anılarındaki

çünkü aslında kendisinin farkında olabilecek tek

boşluk, gerçek te çok daha büyük bir yitimin, ilkel

şey olan eski ruh, ayrıntılı ve gelişmiş bir bilincin

psikenin yitiminin sem ptom undan ibarettir.

gelişimi sırasında gözd en uzaklaştırılmıştı.

Tıpkı em briyonun gelişimi sırasında tarih ö n ­

Am a buna karşılık, bizim bilinçdışı dediğim iz,

cesini ym elediği gibi, ruh da bir dizi tarih öncesi

eski ruhun unsurları olan ilkel bazı belirtileri sak­

aşamalardan geçerek gelişir. Rüyaların ana görevi,

lamış bulunuyor. Rüya sem bolleri daima, sanki

bu tarih ön cesi ve aynı zamanda çocu k su anıları

bilinçdışı, ruhun kendi gelişimi sırasında terk et­

uyandırmaktır. Böyle anımsamaların bazı durum ­

miş olduğu ne varsa geri getirebilm eye çalışırmış

larda dikkati çek en bir iyileştirici gü cü vardır. Bu­

gibi bu özelliklere ilişkin bildirimler verm ektedir:

nu Freud uzun zaman ö n ce keşfetmişti. Onun göz-

Çocukluk anılarının hatırlanması ve arketipsel davranış biçimlerinin reprodüksiyonu, geniş bir ufuk ve bilincin genişlem esi etkisi sağlar. Bu, yi­ ten ve yem d en bulunan içeriğin bilince özüm senm esi ve entegrasyonu sağlanabilirse başarılabilir. Bunlar nötr olmadıkları için benim senm eleri on ­ larda bazı değişikliklere yol açacağı gibi, kişiliği de değiştirir. -B u kitabm ileriki bir bölüm ünde Dr. M. L. von Franz’m tanımlayacağı g ib i- “birey­ selleşm e süreci” admı verebileceğim iz bu evrede sem bollerin yorum u önem li bir rol oynar. Çünkü sem boller, psikedeki karşıtlıkları birbirine barış­ tırmak ve birleştirm ek için doğal bir girişimdir. E lbette sem bolleri yalnızca görm enin ve son ­ ra bir yana süpürm enin böyle bir etkisi yoktur. lemi, çocukluk anılarındaki bir boşluğun (bir çeşit

Bu çok çok eski nörotik durum u yem den ortaya

hafıza kaybının) geçek bir yitim anlamına geldiği

çıkararak bir sentez girişimini m ahveder. Ama ne

ve onun yeniden keşfinin yaşamda bir gelişim ve

yazık ki, arketiplerin varlığını hiç yadsımayan bir­

huzur sağladığı görüşünü ispat etmektedir.

kaç kişi onları yalnızca kelim eler olarak ele al­

Bir ço cu k b ed en en henüz küçük, bilinçli dü­

makta, onların yaşayan geçekliğini unutmaktadır­

şünceleri de henüz az ve basit olduğundan, çocu k

lar. Bunların özgünlüğü böylelikle (u su lsü zce)

ruhunun çok uzaklara ulaşan kom plikasyonlarm ı

dışlanınca sınırsız bir bütünlem e süreci başlar,

fark edem eyiz. Oysa çocu k ruhu, tem el kimliğin­

yani bir arketipten öbürüne geçilir, her şey her

de tarih ön cesi psikeye dayanmaktadır. Bu “te­

anlama gelir. Arketip biçim lerinin birbirlerinin

m el ruh” , insanlığın evrim aşamalarının em briyo­

yerine bir ölçü d e geçebildiği doğrudur. Am a on ­

nunda hâlâ bulunuşu gibi, çocu k ta halen bulun­

ların özgünlüğü bir gerçektir ve öyle kalır. A rke­

makta ve işlem ektedir. Rüyalarım babasına h ed i­

tipsel bir olgunun değeri de buradadır.

ye ed en küçük kıza ilişkin ön ce d e n söylediklerim i

Bu duygusal değer, rüya içeriğinin yorum u­

anımsarsanız ne dem ek istediğim i daha kolay an­

nun bütün entelektüel süreci boyu n ca göz önün­

layabilirsiniz.

de bulundurulmalıdır. D üşünce ve duygu birbir­

İnfantil am nezide, daha sonraki psikozlarda

lerine taban tabana zıt olduklarm dan bu ço k k o­

da sık sık görülen garip m itolojik fragmanlar b u ­

laylıkla gözd en kaçabilir. Çünkü düşünce duygu­

lunur. Bu türden im geler son d erece özgün, d ola­

sal değeri n ered eyse otom atik olarak bastıracak­

yısıyla da çok önemlidir. Bu tür birikintiler daha

tır. Psikoloji, d eğer faktörünü (yani duyguyu) h e ­

sonraki erişkin yaşam da yen iden ortaya çıktığın­

saba katmak zorunda olan tek bilimdalıdır; çünkü

da, kimi kişilerde derin psikolojik bozukluklara

bu, psişik olgularla yaşam arasmdaki tek eklem

yol açarken, kimilerinde ise m ucizevi iyileşm ele­

halkasıdır. Psikoloji sık sık bilimsel olmamakla

re ya da din değiştirm eye n eden olur. Bunlar ç o ­

suçlamr. Eleştirenlerin fark etm edikleri ise d uy­

ğunlukla uzun süredir yitik olan bir yaşam p arça­

gulara hak ettikleri yeri verm enin bilimsel ve ya­

sını geri getirirler. Bu da insan yaşamına am aç

şamsal zorunluluğudur.

kazandırır, onu zenginleştirir.

Çatlağın onarımı

Aklımız doğaya egem en olan yeni bir dünya ya­

ırmaklardan, dağlardan, hayvanlardan kaçm ış ve

ratmış ve onu u cu b e m akinelerle donatmıştır.

tanrı-insanlar da bilinçdışm da yeraltına gizlenmiş

Bunlar bizim için o denli vazgeçilm ez olarak g ö ­

bulunuyorlar. Orada, geçm işim izin kalıntıları ara­

rünm ektedir ki onları bırakmak olasılığım bile dü ­

sında zavallı bir yaşam sürdürm eye çalıştıklarım

şünem iyoruz. İnsan bilim sel ve araştırıcı ruhunun

düşünüyoruz. Bugünkü yaşamımız, akıl adlı tan­

serüven dolu esinlerini izlem eye, kendi m uhte­

rıça tarafından yönlendirilm ekte. Oysa bu b izim

şem kazanımlarına hayran olm aya m ecburdur.

en büyük dahası acıklı aldanışımız. Aklın yardı­

Aynı zamanda korkunç dehası, kitle halinde inti­

mıyla “doğayı yendik!” diye kendim izi kandırma­

harları giderek daha da olası kıldıkları için gittik­

ya çalışıyoruz.

çe tehlikeli olan nesneleri bulmak gibi garip bir eğilime de sahiptir.

A ncak bu bir slogandan ibaret. Çünkü yeryü ­ zünün fethi den en şey bizi bu aşırı nüfusa getirdi

Hızla artan dünya nüfusu karşısında insanoğ­

ve gereken politik tutum u becerm ekteki yetersiz­

lu, giderek yükselen bu taşkını durdurm a ça rele­

liğimizden ötürü zorluklarımız daha da artacak.

rini aramaya başlamış bulunuyor. Ama doğa, in­

İnsanlar için hâlâ ön sırayı kapmak için birbirle-

sanın yaratıcı ruhunu insana karşı yönlendirerek

riyle boğuşm ak çok doğal. Öyleyse “doğayı yeni-

hepim izi geride bırakmaktadır. Örneğin hidrojen

şimiz” n erede?

bom bası nüfus artışına çok etkin bir son verebile­

Her değişim bir yerden başlamak zorunda ol­

cektir. D oğaya egem en olduğum uz düşüncesiyle

duğuna göre, bunu öğrenip uygulayacak olan, bi­

böylesine gururlu olmamıza karşın, aslında onun

rey olarak insandır. Değişim bireylerden başla­

kurbanlarıyız, çünkü daha kendimizi kontrol al­

malıdır; her birimiz, değişim i başlatan birey olabi­

tında tutmayı bile öğrenebilm iş değiliz. Yavaş fa­

liriz. Kimse kendi yapm ak istem ediğini yapacak

kat görünüşe bakılırsa kaçınılmaz şekilde m ahvo-

birini bekleyip etrafa bakmamaz. Am a ne yapm ak

luşa doğru ilerliyoruz.

gerektiğini kimsenin bilm ediği anlaşıldığına göre,

Artık yardım isteyeceğim iz tanrılarımız yok.

her birimiz kendi bilinçdışım n bir çıkış yolu bulup

Büyük dünya dinleri ilerleyen bir kansızlıktan

bulmadığını araştırsa, hiç de fena olmazdı. Bilinç­

m ustaripler; çünkü o faydalı gizem ormanlardan,

li akıl bu bakım dan pek faydalı bir şey yapamıyor. Bugünün insanı, büyük inançların da felsefe sis­ temlerinin de kendisine, bugün dünyanın içinde bulunduğu durum da faydalı olacak güveni vere­ bilecek güçlü ve canlı fikirleri sağlayamadığı ger­ çeğinin farkına acıyla varmış bulunuyor. Budistlerin, eğer insanlar Dharma’nm (öğreti, yasa) sekiz soylu yolunu izleyiverseler her şeyin

2 0 yy'ın büyük kenti, N e w York (sol üstte). Bir başka kentin sonu:

yoluna gireceğim söyleyeceklerini biliyorum . Hı­

Hiroşim a-19 4 5 (altta), insan do ğ a y a

ristiyan da bize, tanrıya inanıversek dünyamızın

egemen g ib i görünse d e ju n g henüz

daha iyi olacağını söylem ekte. Akıl insanı, insan­

kendi d o ğ a m ız üzerinde denetime sahip olm adığım ızı belirtmiştir.

ların zeki ve akıllı olmalarıyla sorunlarımızın çö -

zülüvereceğini ileri sürmekte. Yıldırıcı olan, b u n ­

kimsenin, bu konuda yetenekli bir yargıç olabile­

ların hiçbirinin kendilerinin bu sorunları çözem e-

ceğini de ileri sürem eyiz.

yişleridir.

Her ne kadar Katolik Kilisesi, Somnia d eo Mis-

İnançlı Hıristiyanlar sık sık, tanrımn eski za­

sa (tanrımn gönderdiği rüyalar) olgusunu kabul

manlarda yaptığı gibi kendilerine niçin hitap e t­

ediyorsa da kilise düşünürlerinin çoğunluğu rü­

m ediğini sorarlar. B öyle soruları duyduğum da

yaları anlamak için hiçbir ciddi girişim de bulun­

hep, eski çağlarda tanrının insanlara sık sık ken­

muyorlar. V ox D efn in (tanrının sesinin) rüyada

dini gösterdiği, şimdi ise böyle bir şey olmadığı

algılanabileceği olasılığını kabul ed e ce k kadar ra­

sorusuyla karşılaşan hahamı düşünürüm. Haham,

hat bir Protestan yön tem ya da öğreti bulundu­

bu soruyu soranlara “bugün artık o denli aşağıya

ğunu da hiç sanm ıyorum . Ama eğer bir teolog,

eğilebilen kimse y o k ” diye yanıtlamış.

tanrıya gerçek ten inanıyorsa, tanrının rüyalar y o ­

Bu yanıt, tam da çivinin başına vuruyor. Bizler kendi sübjektif bilincim ize öyle yakalanmış, kıs­

luyla konuşm aya m uktedir olmadığını nasıl kabul edebilir?

kıvrak sarılmışız ki, yüzyülarm gerçeğini, tanrının

Yarım yüzyılı aşkın bir süredir doğal sim gele­

ancak düşlerde ve vizyonlarda konuştuğu g e r çe ­

rin araştırılmasıyla uğraştım. Sonunda da rüyala­

ğini unutmuşuz. Budist, bilinçdışı fantezilerin

rın ve onlardaki sem bollerin hiç de budalaca ve

dünyasını işe yaramaz illüzyonlar olarak red d ed i­

anlamsız olmadıkları sonucuna ulaştım. Tam ter­

yor; Hıristiyan, kilisesiyle İncil’ini kendisiyle bi­

sine rüyalar, rüya sem bollerini anlamak zahm eti­

linçdışı arasına koyuyor; rasyonel düşünen aydın

ne katlanana, son d e re ce ilginç bilgiler sunm akta­

ise daha kendi bilincinin ruhunun tamamı olm a­

dır. Gerçi sonuçlar, alım satım gibi dünyevi işler­

dığım bile bilmiyor. Yetmiş yılı aşkın bir süredir,

le p ek ilgili değiller ama yaşamın anlam ve önem i

bilinçdışı, hiçbir ciddi psikolojik araştırmanın bir

herhalde ticaret yaşamıyla yeterince açıklana­

kenara atamayacağı, tem el bir bilimsel kavram

maz. İnsan gönlünün derin özlem i de bir banka

haline gelmiş olmasına rağm en, bu görm ezden

hesabıyla doyurulamaz.

geliş sürüp gidiyor.

İnsanlık tarihinin bu dönem inde, elde bulunan

Artık doğal olguların faydaları karşısmda kadi­

bütün enerji doğanın araştırılması için kullanılır­

ri mutlak tanrıyı andırır yargıçlar gibi davranm a­

ken, insanın bilinçli işlevleri de elbette araştırıla­

malıyız. Artık botaniği, eski usul faydalı ve fayda­

caktır; ama ruhun sem bolleri üreten asıl karma­

sız bitkiler sınıflamasına ya da zoolojiyi, ilkel, za­

şık kısmı hâlâ araştırılmamış duruyor. Her g e ce

rarsız ve tehlikeli hayvanlar sınıflamasına göre

oradan sinyaller almamıza rağmen onları deşifre

ele almıyoruz. Ne var ki hâlâ yalnız bilincin an­

etm enin çoğ u insana gereksiz görünm esi inanıl­

lamlı, bilinçdışm m sa anlamsız olduğunu sanıyo­

maz bir şey. İnsanm en önem li aygıtı, ruhu ilgi

ruz. D oğa bilim lerinde b öyle bir düşü nce ancak

çekm iyor; hatta güvensizlik ve küçük görm e ile

gülünçtür. Örneğin mikroplar anlamlı mı, yoksa

bakılıyor. “S adece psikolojik b u ” deniyor sık sık;

anlamsız mıdırlar?

yani hiç önem li değil!

Bilinçdışı ne olursa olsun, anlamlı oldukları,

Bu yaygın önyargı n ered en geliyor? Anlaşılan

önem li oldukları görülen simgeleri üreten bir d o ­

ne düşündüğüm üz sorusuyla o denli m eşgulüz ki,

ğa fenom enidir. Yaşamında m ikroskoba bakm a­

bilinçdışı ruhum uzun bizim hakkımızda ne dü ­

mış bir kimsenin, m ikroplar alanında bir otorite

şündüğünü sorm ayı unuttuk. Sigmund Freu d’un

olduğunu düşünem eyiz. A ynı şekilde, doğal sim­

düşünceleri, çoğu kimse için zaten var olan psi-

geleri hiç ciddi bir şekilde incelem em iş olan bir

kenin hor görülüşünü haklı çıkarmaktadır. Fre-

ııd’dan ö n ce psike sad ece görm ezden gelinirdi; bugün ise ahlaki süprüntüler için bir çöplük oldu. Bu çağdaş görüş noktası elbette tek yönlü ve haksızdır. Bilinçdışı hakkında g erçek bilgilerimiz, oıuın doğal ve nötr bir fenom en olduğunu g ö s te ­ riyor. O insan doğasının, açık-koyu, iyi-kötü gibi bütün yanlarını içerm ektedir. Bireysel ve kolektif sem bollerin araştırılması henüz başlangıç aşama­ sında ama ilk veriler cesaret verici ve bugünün insanının yanıt bulamamış birçok sorusu da yanıt bulacak gibi görünüyor.

Rembrandt'ın "A çık Kitabıyla Filozof" resmi, 1 6 3 3 . İçedönük yaşlı adam , Jung'un her birim izin kendi bilinçdışım ızı araştırmamız gerektiği inancını görünürleştiriyor (üstte), Bilinçdışı görm ezden gelinem ez; o yıld ızla r gibi do ğ a l, sınırsız ve kudretlidir (sağda).

Modern İnsan ve M itler Joseph L. Henderson

Yeni İrlanda adasından tören maskesi.

M o d e rn İnsan ve M itle r

Ebedi simgeler

İnsanlığın eski öyküsü bugün, eski insanlardan

katkıda bulunmuştur. Londra ya da N ew York’ta

kalan sem bolik resim ler ve mitlerle yeniden keş­

biz, cilalı taş dönem i insanlarının bereket törenle­

fedilm ektedir. Arkeologlar geçm işin derinliklerini

rini arkaik batıl inançlar olarak yadsıyabiliriz. Bi­

kazdıklarında, hazine olarak topladıklarımız eski

risi bir hayal gördüğünü ya da sesler işittiğini ile­

çağların olguları değil, heykeller, resimler, tapı­

ri sürerse artık o kutsal biri ya da bir kahin gibi

naklar ve eski inançlardan haber veren dillerdir.

m uam ele görm ez. Daha çok bir ruh hastası sayı­

Diğer sem boller bizim için bu inançları anlaşılabi­

lır. Eski Yunanlıların mitlerini ya da Kuzey A m e­

lir kavramlara tercü m e ed en filologlar ve din bi­

rika yerlilerinin halk söylencelerini okuyor ama

limciler taralından aydınlığa çıkarılacaktır. Bun­

onlarla bizim “kahramanlar” ya da dramatik olay­

lar da kültür antropologlarınca yaşama geçirilir­

lar karşısındaki durum um uz arasında hiçbir ilişki

ler. Onlar, bugün bile, uygarlığın kıyısında yaşa­

görm üyoruz. Oysa böyle ilişkiler vardır. Onların

yan küçük kabile topluluklarının töre ve mitlerin­

temsil ettiği sem boller insanlık için önem lerinden

de yüzlerce yıldan beri değişm eden aynı sem b o­

hiçbir şey yitirmiş değiller.

lik örneklerin bulunabildiğini gösterirler.

Bu tür ebedi sim gelerin anlaşılması ve yen i­

Bütün bu araştırmalar, bu tür simgelerin yal­

den değerlendirilm esinde çağımızın en önemli

nızca eski çağların halklarına ya da “geri kalmış”

katkılarından birini, Dr. C. G. Jııng’ıın Analitik

kabile topluluklarına ait olduğunu, bugünkü kar­

Psikoloji okulu başarmıştır. Bu, sem bollerin gün­

maşık yaşama uygunsuz olduklarını sanan m o ­

delik yaşamın doğal bir parçasını oluşturduğu il­

dern insanların tutumunu değiştirm ekte pek çok

kel insanlarla, sem bollerin görünüşte hiçbir aıı-

lanı taşımadığı m odern insanlar arasındaki yapay

isteyen eski bir sem bolün süregelen değerini keş­

sınırın yıkılmasına yardım cı olmuştur.

fetm ekte ona yardım edilmelidir.

Jung’un bıı kitapta zaten açıklamış olduğu gi­

Analist bir hastayla birlikte sem bollerin an­

bi, insan ruhunun kendi tarihi vardır ve Psike,

lamlarını etkili bir şekilde araştırmadan ön ce,

kendi ön cek i gelişim inden birçok izleri taşımak­

bunların kaynakları ve anlamları üzerine iyi bilgi

ladır. Ayrıca bilinçdışının içeriğindekiler de psike

edinmiş olmalıdır. Çünkü eski mitlerle m odern

üzerinde şekillendirici bir etki yapmaktadır. Bi­

insanların düşlerinde görünen öyküler arasındaki

linçli olarak bunu görm ezden gelebiliriz; ama b i­

analojiler rastlantı değildir. Bunlar, m odern insa­

li nçdışı olarak onlara ve onları anlatan sem bolik

nın bilinçdışı ruhu, bir zamanlar anlatımını ilkel­

biçim lere -düşler de dahil olmak üzere- tepki g ö s ­

lerin inanç biçim lerinde ve adetlerinde bulan

teririz.

sim geleştirm e yeteneğini korum uş olduğu için

Tekil bireyler belki düşlerini birbiriylc ilgisiz

vardır. Bu yeten ek hâlâ da önem li bir rol oyna­

bulur. Ama uzun bir zaman sürecinde analist, bir

maktadır. Bizler, bu sem bollerin aktardığı m esaj­

dizi düş im gesinden, bunların belli bir örnek taşı­

lara sandığımızdan çok daha fazla bağımlıyız. G e­

dıklarını saptayabilir; hasta bunu anladığı zaman

rek tutumumuz gerekse davranışlarımız bunlar­

olasılıkla yaşamı karşısında yeni bir bakış açısı

dan aynı şekilde etkilenm ektedir.

kazanır. Bu sem bollerin bazıları, Jııııg tarafından

Örneğin savaş sırasında H om eros’ım, Shakes

“kolektif bilinçdışı” adı verilenden, psikeııiıı in­

p eare’iıı ve T olstoy’un yapıtlarına karşı artmış bir

sanlığın ortak mirasını içeren ve dışa vuran tara­

ilgi ortaya çıkar ve onların savaşa sürekli (ya da

fından gelm ektedir. Bu sem boller o denli eski ve

“arketipsel”) anlam yükleyen bölüm leri yeni bir

m odern insanlar için o denli az tanıdıktır ki, onu

anlayışla okunur. Bunlar bizde, bir savaşın güçlü

doğrudan 11e anlayabilir ne de özüm seyebilirler.

duygusallığını hiç yaşamamış olan birine oranla

Burada analist yardım cı olabilir. Belki hasta

ço k daha derin bir tepki uyandırır. T n ıva düzlü­

yıpranmış olan dahası artık uygun olmayan sim ­

ğündeki savaşlar gerçi A g in co u ıl ya da Borodı

gelerin yükünden kurtarılmalıdır. Ya da ölm üş ol­

ııo ’dakilere hiç benzem iyordu ama büyük yazar­

mak yerine m odern bir biçim de anlatını bulmak

lar zaman ve yer farklarını aşmayı, evrensel olan

2 0 . yy'd a ki biçim iyle, eskiçağların simgesel bir löreni: Amerikalı aslronol John G lenn, dünya çevresindeki dolaşm asından sonra, VVashington'da bir geçit töreninde, 1 9 6 2 . Eskiçağlarda bir zaferin ardından bir zafer alayıyla geri dönen bir kahraman g ib i (en solda].

Bir Yunan bereket tanrıçasının haçı andıran heykeli (IO 2 5 0 0 dolayları] (orta solda). Putperest dönem den bir parça dişilliği hâlâ koruyan 1 2. yy'dan bir Iskoç taş haçının iki yönlü görünümü: Enine p a rç a d a göğüsler (solda). Hıristiyan şenliğinin yerini a laca k olan ateist bir paskalya için bir Rus afişi. Tıpkı Hıristiyan şenliği g ib i eski putperest gündeğişimi törenine dayanıyordu (sağda).

motifleri vurgulamayı becerirler. Buna, bu tem a­

lişi daha ilk bakışta, Osiris, Tammuz, Orfeus ve

lar sim gesel bir nitelik taşıdıkları için tepki veri­

Baldur gibi diğer “kurtarıcı”lardakilerle aynı b e ­

riz.

reket m odeline sahiptir. Onlar da tanrısal ya da Bunun daha iyi görülebildiği bir örnek, h er­

yarı tanrısal kökendendiler, geliştiler, öldürüldü­

hangi bir Hıristiyan toplum da yetişmiş herkes

ler ve yeniden doğdular. Hepsi, bir tanrı-kralın

için tanıdıktır. N oel’de, hiçbir bilinçli dini inancı­

ölüp yeniden doğuşunun ebedi bir mit oluşturdu­

mız olmasa da bir tanrı-insan çocu ğu n m itolojik

ğu döngüsel inançlardandır.

doğum u karşısında duygulanırız. Bilmeksizin y e ­

Ama Hıristiyan diriliş kavramının nihai oluşu

niden doğuş sim gesiyle karşılaşmışızdır. Bu dü ­

(Hıristiyanlıktaki ahiret yargısı tasavvuru da b ö y ­

şünülem eyecek kadar daha eski olan, kuzey ya­

le “kapanmış” bir konu içerm ektedir), Hıristiyan­

rım küresinin kuru manzarasının kendini yen ile­

lığı öbür tanrı-kral m itlerinden ayırmaktadır. Bu

y eceğ i um udunu anlatan bir gündönüm ü şenliği­

bir kez vuku bulm uştur ve töre yalnızca bunu

nin kalıntısıdır. Dünyayı kavrayan bütün ileri z e ­

anımsatmaktadır. Ama bu nihai oluş duygusu bel­

ka yapımıza rağmen gen e de tıpkı paskalya yortu ­

ki de henüz Hıristiyanlık ön cesi törelerin etkisi

sunda çocuklarım ızın şen paskalya yumurtası ve

altında bulunan ilk Hıristiyanların, Hıristiyanlıkm

paskalya tavşanı törelerine katıldığımız gibi, bu

eski bereket törelerinin kimi öğeleriyle bütünlen­

sim gesel şenlikte de doyum buluyoruz.

m esi gerektiğini düşünm elerinin nedeni olm uş­

Am a ne yaptığım ızı anlıyor m uyuz ya da

tur. Yinelenen yen iden doğuş muştusuna gerek ­

İsa’nın doğum u, ölüm ü ve dirilişi öyküsüyle p as­

sinimleri vardı, bu da paskalya yumurtaları ve

kalyadaki halk simgeleri arasındaki bağlantıları

paskalya tavşanıyla simgeleştirildi.

görebiliyor m uyuz? Genellikle bu tür şeylere en ­ telektüel açıdan hiç bakmayız.

M odern insanın, batıl inançlı ve eğitim den yoksun kimselerin halk masalları olarak kabul

Oysa bunlar birbirini tamamlamaktadır. Pas­

edip bilinçle hiç de ciddiye almayacağı türde d e ­

kalyadan ön ceki cum a günü İsa’nın çarm ıha geri­

rin psişik etkilere nasıl tepki verm eyi sürdiirdü-

Bir kentin yakılıp yıkılmasını gösteren bir 13. yy Japon resmi (solda). Londra'da St. Paul Katedrali, 2. Dünya S avaşı'nda bir hava saldırısı sırasında, aynı şekilde alev ve dum anlar arasında. Savaş yürütmenin yöntemleri zam anla değişmiş olsa da savaşın duygusal yanları zam anı aşar ve arketipseldir (altta).

ğünü gösterm ek için iki çok farklı örneği kullan­ dım. Am a daha ileri de gidilmelidir. Simgeselliğin öyküsü ve simgelerin ço k çeşitli kültürlerin yaşa­ m ında oynadığı rol ne denli yakından incelenirse, bu sim gelerde yen iden yaratılışa dair bir anlamın da gizli olduğu o denli anlaşılır. Arkaik ya da ilkel mitlerle bilinçdışının çıkar­ dığı sem boller arasındaki bağlantı halkası analist için son d e re ce d e önem lidir. Bu analiste söz k o­ nusu sem bollerin, onlara hem tarihsel bir p ers­ pektif hem de psikolojik bir anlam veren bir bağ­ lantıyla tanımlanması ve yorumlanması olanağını sağlar. Burada eski çağların önem li mitlerini ele alarak onların, düşlerim izde karşılaştığımız sim ­ gesel m alzem eyle nasıl -ve ne amaçla- uyum lu o l­ duğunu göstereceğim .

İsa'nın doğuşu |ortada|. Ç arm ıha gerilişi (sol ülte). G ö ğ e çıkışı (sol altta). Doğumu, ölümü ve yemden doğuşu, birçok eski kahraman mitinin örneğini izler. Kökende belki 3 0 0 0 yıl önce Stonehenge'de (Ingiltere] de kullananlar g ib i, mevsimsel bereket törenlerine dayanan bir örnektir. Y az gündönümünde Stonehenge'de güneşin doğuşu (altta).

Kahramanların yaratılışı

Kahraman miti en bilinen ve yeryüzünde en yay­

şından belli oluşuna, önem li konum a ya da gü ce

gın olan mittir. Onu Yunanlılar ve Romalıların kla­

hızla ulaşmasma, kötüye karşı başarıyla d övü ş­

sik m itolojilerinde, ortaçağda, U zakdoğu’da ve

m esine, kibir denilen günaha kapılmasına, ölm e­

bugünkü ilkel halklarda buluyoruz. Bizim düşleri­

sine neden olan ihanet son ucu düşm esine ya da

m izde de ortaya çıkıyor. Onda belirgin bir drama­

kendini “kahram anca” feda edişine ilişkin öyküler

tik çizgi, göze ço k çarpm asa da derinlere giden

işitilir.

psikolojik bir anlam bulunmaktadır.

Daha sonra bu örgüyü psikolojik olarak neden

Kahraman mitleri ayrıntılarda birbirlerinden

anlamlı saydığımı ve aynı zamanda kişiliğini k eş­

ço k büyük farklar gösterirler ama hepsinin yapısı

fetm eye, ortaya çıkarmaya çalışan bireyler için

birbirine çok benzer. Bu dem ektir ki onlar birbi-

olduğu kadar kendi k olektif kimliğim saptamak

riyle hiçbir doğrudan kültürel teması olmayan,

gibi bir gereksinim i olan toplum için de önem ini

örneğin Afrika zencileri ya da K uzey Amerika Kı­

ayrıntılı olarak göstereceğim . Gene de kahraman­

zılderili boyları, Yunanlılar ya da Peru’nun İnka-

lar mitinin bir başka önem li özelliği bir çıkış n ok ­

ları gibi gruplar ve bireyler tarafmdan geliştiril­

tası sağlamasıdır. Çoğu söylen cede kahramanın

miş de olsalar, hepsinin evrensel bir örgüsü var­

başlangıçtaki güçsüzlüğü, kendisine insanüstü

dır. Daima bir kahramamn yoksul da olsa hariku­

görevlerinin çözüm ü için yardım cı olan güçlü

lade doğumuna, insanüstü gücünün daha en ba-

“ koruyucu” figürler ya da kollayanlarca denge-

Kahramanların güçlerini erkenden belli edişleri çoğu kahraman mitinde görülür. Ç ocuk Herkül iki yılanı öldürüyor (altta). Büyülü bir kılıcı taştan çekebilecek biricik kişi olan genç kral Arthur (üstte sağda). Uç yaşında bir ayıyı öldüren Am erikalı Davy Crockett (altta sağda).

Kahramana ihanetin iki örneği: Kutsal Kitap kahramanı Samson (en üstte) Delilah tarafından ihanete uğrar; ve Pers kahramanı Rüstem, güvendiği bir adam tarafından tuzağa düşürülür (üstte). Kibirin modern bir örneği: Hitler'in Rusya'ya saldırışından sonra, 1 9 4 3 'te S talingrad'da Alman tutsaklar (altta).

Üslle arketipsel kahram anlara yoldaşlık

İskandinav kahramanı Sigurd, yılan Fafnir'i

oden koruyucu figüre uç örnek. Yunan

öldürür (üstte). Eski Babil destanından

mitinde genç A şil'e öğüt veren Kentaur

kahraman G ılgam ış, bir aslanla dövüşür

Che^on (en üstte) Kral Arthur'un

(ortada). G üzel kızların kurtulması için tek

koruyucusu Büyücü M erlin, elinde bir kağıt

kişilik gücüne sık sık başvurulan modern

tomarı tutuyor (ortada). M o dern yaşam dan

Amerikan ç iz g i kahramanı Superman

bir örnek: Bilgi ve deneyim ine meslekten

(altta).

bir boksörün çoğunlukla bağım lı olduğu antrenör (altta). Ç oğu kahram anlar çeşitli canavarları ve kötü güçleri yenmelidirler.

lenm ektedir. Yunan kahramanlarından T h ese-

alıyorum; çünkü bu, kahramanın gelişim indeki

us’un yanında koruyucu tanrı olarak denizler tan­

dört evreyi çok belirgin bir şekilde gösteriyor. Dr.

rısı P oseidon durmaktadır; Perseus’un yanında

Paul Radin’in 1948’de H ero C ycles o f the W inne­

Athena, A chilles’in yanında bilge Kentaur Cheri-

bago

on bulunur.

adıyla yayınladığı bu öykülerde kahraman kavra­

(W in n e b a g o ’nun Kahram an D ön gü leri)

Böyle tanrı benzeri figürler gerçekte, kişisel

mının en ilkelinden en m ükem m eline kadar bu

egoda bulunmayan gü cü sağlayan bütün psikenin

ilerlem e görülebilm ektedir. Her ne kadar bunlar­

sem bolik temsilcilerdirler. Onların özgün rolleri,

daki sem bolik figürler başka başka adlar taşısa da

kahramanlar mitinin belli başlı işlevinin, yaşamın

rolleri aynıdır. Örneğin ruhunu kavradığımızda

karşısma çıkaracağı zahmetli görevlere hazırlan­

bunu daha iyi anlayacağız.

ması için, bireyin benlik bilincinin -kendi gücünü

Radin, kahraman mitinin gelişim inde dört ev­

ve güçsüzlüğünü bilişinin- gelişmesini sağlamak

re saptar. Bunları Hilebaz, Tavşan, Kızılboynuz,

olduğunu düşündürüyor. İnsan giriş sınavım başa­

İkiz evreleri olarak adlandırır. “ Bunlar bize bü yü ­

rıp yaşamın olgunluk evresine girdiğinde kahra­

m e sorunuyla başa çıkmaktaki zorlanmamızı, çok

manlar miti geçerliliğini yitirir. Kahramanın sim ­

ed ebi bir anlatım yardım ıyla gösterm ek tedir”

gesel ölüm ü aynı zamanda bu olgunluğa eriştir.

derken, bu gelişimin g erçek psikolojisini çok iyi

Şimdiye kadar kahramanlar mitinin, doğu m ­

tanımıştır.

dan ölüm e kadar bütün döngünün ayrıntıyla b e ­

Hilebaz evresi en erken, en az gelişmiş yaşam

timlendiği bütününden söz ettim. Ama dikkat edi­

kesitine uyar. Hilebaz, b eden sel ihtirası davranışı

lirse, bu döngünün her aşamasında, kahramanlık

için tayin edici olan bir figürdür; bir ço cu ğ u n akıl

öyküsünün, bireyin benlik bilinci gelişiminde ulaş­

yürütm esine sahiptir. Zalim, alaycı ve duygusuz­

tığı belirli bir noktaya ve o anda karşısına çıkan

dur. Bizim Tavşan Brer ve Tilki Reynard öyküle­

soruna uygulanabilecek özgün biçim ler vardır. Ya­

rimiz Hilebaz m itinden belirgin hatlar taşımakta­

ni kahramanın resmi, insan kişilik gelişiminin her

dır. Başlangıçta bir hayvan biçim inde olan bu fi­

evresini yansıtan bir biçim de gelişir.

gür arka arkaya gözü pek işler yapar, zamanla da

Bunu bir tür diyagramla sunarsam daha kolay

değişir. Orada burada b oş b oş gezinm esinin so ­

anlaşılır. Bu örneği K uzey Am erika’nın az bilinen

nunda Hilebaz, erişkin bir adamın fizik görünü­

bir kabilesi olan W innebago Kızılderililerinden

m ünü almaya başlar.

Bir sonraki figür Tavşan’dır. Hayvansal çizgi­

gösterir. Gücü K ızılboynuz’un olası zayıflıklarını

leri Am erika yerlilerince çoğ u zaman bir K ojot

dengeleyen, “yolda saldıran” adlı kudretli bir kuş

olarak temsil edilen Hilebaz gibi o da ön ce bir

biçim inde bir yoldaşı vardır. Kızılboynuz’la artık

hayvan biçim inde görünür. Henüz insan vü cu d u ­

insanların, insanüstü gü çler ya da koruyucu tan­

nun olgunluğuna erişm em iştir ama buna rağmen

rılara, telıditkâr kötü gü çlere karşı zafer kazan­

insan kültürünün kurucusu, biçim lendiricisi o l­

mak için gereksinim duyduğu dünyasına, bu h e­

duğu ortaya çıkar. Onun kendilerine ünlü büyü

nüz arkaik bir dünya olsa da varmış olduk. Öykü­

törelerini verdiğine inanan W innebagolar bu yü z­

nün sonuna doğru tanrı benzeri kahraman k aybo­

den onu kurtarıcıları ve kültür kahramanları sa­

lur. Kızılboynuz’u ise oğullarıyla yeryüzünde bı­

yarlar. Radin’in bildirdiğine göre bu töre o kadar

rakır. İnsanın mutluluk ve güvenini tehdit eden

etkiliydi ki P eyote töresinin üyeleri, Hıristiyanlığı

tehlike artık onun kendisinden gelm ektedir.

tanıdıklarında Tavşan’ı terk etm eyi reddetm işler­

Sondaki İkiz evresinde' de yin elen ecek olan bu

di. O Mesih’in biçim iyle karışmıştı dahası kimileri

esas konu şu soruya yol acar: İnsanlar kendi ki­

hazır Tavşanları varken M esih’e h iç ihtiyaçları o l­

birlerine ya da m itolojik olarak söylersek, tanrıla­

madığını düşünüyorlardı. Bu arketipsel figür, Hi-

rın kıskançlığına yenilıneksizin ne kadar mutlu

lebaz’a göre belirgin bir gelişim gösterir: Tav-

kalabilirler?

şan’ın nasıl bir toplum sal varlık olduğu, Hile-

İkizler Güneşin oğullan sayılsalar da insan ni-

baz’da var olan diirtüsel ve çocu k su uyaranları

teliğindedirler ve ikisi birlikte tek bir varlık oluş­

nasıl düzelttiği görülür.

tururlar. En başta ana karnında birlik iken d o ­

Kahraman figürlerinin üçü n cü sırasındaki Kı-

ğumla ayrılmışlardır. Aıııa gene de birbirlerine

zılboynuz, denildiğine göre on kardeşin en g en ci­

aittirler ve çok gü ç olsa da. onları yeniden birleş­

dir. A rketipsel bir kahramanın yerine getirm esi

tirmek zorunludur. Bu iki çocu k ta insan doğası­

gereken beklentileri, belirli sınavları geçerek g ö s ­

nın her iki yanını görürüz. Kiri, “e t” yumuşak, di­

terir: Yarışlar kazanır, dövüşlerde öne çıkar. İnsa­

rençsiz ve girişimsizdir; öbiirü, “d estek ” ise dina­

nüstü yetenekleri, devleri (zar oyununda) hileyle

mik ve isyankârdır. Kimi ikiz kahraman öyküle­

ya da (bir gü reşte) gü cü ile yenm esiyle kendini

rinde bu davranış özellikleri öylesine işlenmiştir

"H ile b a z “'. Kahraman milinin gelişiminde ilk aşam a; kahraman dürlüsel, çekinm eden ve çoğu kez de çocukça hareket eder

16. yy' ın bir

Ç in destanında, maymun kılıklı kahraman (Pekin'de modern bir opera temsilinden), hilelerle ırmaklar kralını büyülü bir asayı vermeye zorlar (en solda). IO 6. yy'd a n bir vazo üzerinde çocuk Hermes, Apollo'nun ineğini çaldıktan sonra beşiğinde yatıyor (solda). Karışıklık yaratan N orm an tanrısı Loki (19. yy'dan yontu) (sağda). C harlie C hap lin "Asri Z am anlar" (1 9 3 6 ) film inde-20 yy'ın bir düzenbazı (en sağda).

ki bir figür, özel bir yansıtma yetisi olan bir iç e d ö ­

golar, aynı zamanda Irokualar ve bazı A lgonquin

nüğü temsil ederken öbürü dışadönük bir eylem

kabileleri olasılıkla insan etini, kendi bireyleşici,

insanı, büyük işler yapan biridir.

tahrip edici dürtülerini yatıştıracak olan totemik

Uzun süre bu kahramanların her ikisi de yenil­

bir törenle yiyorlardı.

mezdir; ister ayrı figürler olarak ister birin içinde­

Kahramanın ihanete uğradığı ya da yenildiği

ki iki varlık olarak temsil edilmiş olsunlar, herke­

Avrupa m itolojilerinde de töresel kurban motifi

si yenerler. Am a Navaho Kızılderililerinin m itolo­

kibir için özgün bir ceza uygulaması olarak bulun­

jisindeki savaş tanrıları gibi sonunda güçlerini k ö ­

maktadır. Am a W innebagolar da Navaholar da o

tüye kullanma hastalığına yakalanırlar.

kadar ileri gitm ezler. Her ne kadar İkizler giinah

Y enebilecekleri korkunç yaratıklar artık ne

işlem işlerse ve cezaları ölüm olsa da kendileri

yerd e ne de gökte kalmıştır. Bunun ardından ya­

kendi güçlerinden o kadar korkarlar ki birlikte

ban taranan intikam alır. W innebagolar sonunda

sürekli bir durağanlık içinde yaşamaya karar v e ­

hiçbir şeyin, hatta dünyayı tutan direğin bile o n ­

rirler. B öylece insan doğasının çatışan yanları y e ­

lardan sakımlamadığım anlatıyorlar. İkizler, dün ­

niden dengeye gelmiş olur.

yayı taşıyan dört hayvanı da öldürünce artık sı­

Burada dört kahraman tipini biraz ayrıntılı ta­

nırlarını aşmışlardı. Yollarını sonlandırmak zam a­

nımladım, çünkü bunlar gerek tarihsel m itlerde

nı gelmişti. Cezaları ölüm olacaktı.

gerekse bugünkü insanların kahramanlık düşle­

Kızılboynuz’da olduğu gibi İkizler evresinde

rinde ortaya çıkan m odeli belirgin şekilde göster­

d e kurban edilm e ya da ölm e motifi kibire, ölçü ­

m ektedir. Orta yaştaki bir hastanın düşünü in ce­

süz gurura karşı zorunlu bir çaredir. Kültür o r­

lerken bunu aklımızda tutmalıyız. Bu düşün yoru ­

tamları Kızılboynuz evresine denk düşen ilkel

mu analistin mitoloji bilgisiyle hastasına başka

toplum larda bu tehlikenin barıştırıcı nitelikte ola­

türlü çözü lem ez gibi görünen bir bilm eceye yanıt

rak, bir insan kurban edilm esiyle karşılandığı an­

bulmakta nasıl yardım cı olabileceğini gösterm ek ­

laşılıyor; bu da daima ortaya çıkan ve muazzam

tedir. Bu adam düşünde kendisinin tiyatroda “g ö ­

sim gesel önem taşıyan bir temadır. W inneba-

rüşüne saygı duyulan bir seyirci” olduğunu gör-

Gelişim inin ikinci aşamasında kahraman insan kültürünün kurucusudur. Tanrılardan ateşi ç a lıp insanlara getiren Kojol efsanesinin N a v a h o kum-resmi Yunan efsanesinde ceza olarak kayalara bağlanan ve bir kartal tarafından g a galana n Prometeheus gibi (solda], İO ö . yy'd a n kap (altta).

Üçüncü aşam ada kahraman, Buda gibi

Bir kurdun büyütlüğü ve Roma'yı kuran

Dördüncü aşam ada ikizler, Roma

güçlü bir tanrı-insandır: 1. yy'd a n heykelde

ikizler Romulus ve Remus (bir ortaçağ

kahramanları Kaslor ve Pollux'un,

Sıddnarla, aydınlanm ayı bulup Buda

Italyan heykeli). Bunlar kahraman milinin

Leukippos'un kızlarını kaçırışları gibi,

ola ca ğ ı ge ziye başlıyor (üstle).

dördüncü aşamasına en bilinen örneklerdir

güçlerini kötüye kullanırlar (Flaman ressamı

(altla solda).

Rubens'in bir tablosunda) (altla).

inekteydi. Bir sahnede beyaz bir maymun, çe v re ­

bir adamdı. M esleğinde başarılıydı, anlaşıldığı ka­

sinde birçok insanın olduğu bir kaidenin üstüne

darıyla k oca ve baba olarak da halinden çok h o ş­

çıkıyordu. Bu düşü anlatırken adam:

nuttu. Ne ki psikolojik olarak bakıldığında olgun değildi. Bu psişik hamlık kendini düşlerinde kah­

Rehberim, rüzgarın saldırısına uğrayıp

raman mitinin çeşitli yönleriyle belli etm ekteydi.

dayak yiyecek olan genç bir denizcinin söz

Kendisinin gündelik yaşamı ile hiçbir ilgisi olm a­

konusu olduğunu anlatıyor. Ama ben karşı

sa da bu im geler fantezilerini gene de kuvvetle

çıkarak maymunun denizci olmadığını söylü­

m eşgul ediyordu.

yorum; ama o anda karalar giyinmiş bir genç adam ortaya çıkıyor ve ben asıl kahramanın o olduğunu düşünüyorum. Ama bir başka yakı­ şıklı genç bir mihraba çıkarak dikiliyor. Çıp­ lak göğsüne, onun insan kurban olarak sunul­ duğunu belirten bir işaret koyuyorlar. Ondan sonra kendimi birçok başka kişiyle birlikte bir platformun üzerinde görüyorum. Dar bir

Bu düşte de düşü görenin gerçek kahraman olarak ortaya çıkmasını sürekli beklediği bir var­ lığın çeşitli yönleri olarak, tiyatro gibi bir ç e r ç e ­ v ed e ortaya çıkan bir dizi figür görüyoruz. îlki b e ­ yaz bir maymun, İkincisi bir denizci, üçüncüsii karalar giyinmiş bir gen ç adam ve sonuncusu da “yakışıklı bir gen ç adam ”dır. Sunumun, apaçık bir

merdivenden aşağı inebiliriz, ama ben çekini­

denizcinin zor sınavını temsil ed en ilk bölüm ünde

yorum çünkü aşağıda iki kavgacı genç var.

düşü gören yalnızca beyaz bir maym un görür.

Ben onların bizi de yakalayacağını sanıyo­

Karalar giyinmiş adam birden ortaya çıkar ve ay­

rum. Ama gruptan bir kadın merdivenden so­

nı hızla kaybolur; bu ö n ce beyaz maymuna bir

run çıkmaksızın inince bunun güvenli oldu­

kontrast oluşturan ve bir an için asıl kahramanla

ğunu görüyorum ve hepimiz kadının ardın­

karıştırılan yeni bir figürdür. Düşte bu şekilde ka­

dan aşağı iniyoruz.

rışıklıklar hiç de alışılmadık değildir. Biliııçdışı düşü gören e her zaman belirgin im geler sunmaz.

Bu tür bir düş çabukça, basitçe yorum lana­

Bu figürler dikkati çek ercesin e bir tiyatro g ö s ­

maz. Bunun düşü gören le ilgisini, diğer sim gesel

terim inde ortaya çıkıyorlar. Bu kavramla düşü

içeriğini gösterm ek için onu dikkatle çözm eliyiz.

görenin analizdeki kendi terapisine gön derm e

Bu düşü gören hasta bedensel olarak geçk in ce

yaptığı anlaşılıyor: Sözü edilen “rehber” de belki

Bireyin psikesi, kahraman milinde de olduğu g ibi, ilkel, çocuksu bir evreden gelişir ve ilk evreden resimler ruhça olgun olmayan erişkinlerin düşlerinde sık ortaya çıkar. İlk aşama biraz, çocukların Fransız filmi "Zéro d e C onduite'd e ki (1 9 3 3 ) yastık kavgası g ib i kaygısız oyunlarına benzer (solda), İkinci aşama gençliğin korkusuzluğuna uymaktadır: Amerikan gençleri sinirlerini, hızla giden bir otom obilde test ediyorlar (sağda) Daha sonraki bir evre ileri dönem gençliğinin idealizm i ve fedakarlığını ortaya çıkarır: 1 9 5 3 Berlin ayaklanm ası, gençler taşlarla tanklara saldırıyorlar (en sağda).

analizcidir Ama düşü gören kendisini bir hasta

bağımlı, tabiat olarak çekingen olduğunu öğren ­

olarak değil, “görüşüne saygı gösterilen önem li

miştim. Bu n edenle g e ç çocu klu k dönem i için çok

bir seyirci” olarak görm ektedir. Burası, onun eriş­

doğal olan yaramazlıkları hiç yaşamamış, okul ar­

kin olmak deneyim iyle ilintilendireceği çeşitli fi­

kadaşlarının oyunlarına da katılmamıştı. Ne diğer

gürleri gözden geçirm eye başlamak için uygun

oğlanlar gibi bir başkasına “m aym unsu” oyunlar

bir noktadır. Örneğin beyaz maymun ona, yedi-

oynam ış 11e de “maymun gibi” kimsenin taklidini

on iki yaşlarındaki oğlan çocukların oyuncu ve ol­

yapmıştı. Bu söyleyiş özelliği gerekli ipucunu sağ­

dukça uygunsuz davranışlarını anımsatır. Denizci

lıyordu. Maymun gerçek ten Hilebaz figürünün

ilk geııçligin serüven keyfini, hem en onu izleyen

sim gesel bir biçimiydi.

“dayak” da sorum suzluk nedeniyle cezalaııdırılışı

Ama neden Hilebaz m aymun olarak görü nü ­

düşündürm ektedir. Karalar giymiş gen ç adam

yordu ? N eden beyazdı? Daha ön ce gösterdiğim

için rüya gören hiçbir çağrışım verem em ektedir;

gibi, W innebago söylencesi, Hilebaz’ın döngünün

ama kurban edilm ek üzere olan yakışıklı g en ç

sonunda yavaş yavaş insana benzer bir görünüm

adamda, g e ç ergenlik dönem inin, fedakâr idealiz­

kazandığını anlatır. Buradaki düşte o bir insan

minin kalıntılarım görmüştür.

varlığına, bir insanın gülünç bir karikatürü gibi

Bu aşamada tarihsel m alzem e - y a da arketip-

benzeyen bir m aym undur. Rüyayı görenin kendi­

sel kahraman resim leri- ve düş görenin kendi ki­

si maymunun neden beyaz olduğuna ilişkin her­

şisel yaşantıları, her ikisinin birbirini 11e kadar

hangi bir çağrışım verem iyordu. Ama biz ilkel

doğruladığı, yadsıdığı ya da daha yakınlaştırdığı­

sim geler konusundaki bilgim izden, beyaz rengin,

nı görm ek için birleştirilebilir.

kendi başına alelade olan bir varlığa “tanrıya ben ■

İlk çıkarsama beyaz maymunun llilebaz’ı ya

zerliğiıı” özgün niteliğini sağladığını çıkarsayabili­

da en azından W innebagoların llilebaz’a verdiği

riz. Birçok ilkel toplum da albinolar kutsal sayılır.

karakter özelliklerini temsil ettiğidir. Ama bence,

Bu, I lilebaz’m yarı tanrısal ya da büyülü gü çleri­

maymun düşü görenin bizzat ya da kendine uy­

ne de çok iyi uymaktadır.

gun olarak yaşamamış olduğu bir başka şey için

O halde beyaz mayınım, düşü gören için apa­

de bulunmaktadır; dediği gibi o düşünde seyirci

çık çocukluğun, o zamanlar yeterin ce kabul e d e ­

olmuştur. Küçük çocu k k en ebeveynine çok fazla

m ediği ve şimdi övm ek zorunda olduğuna inandı-

ğı çocu k su oyunculuğun olum lu özelliklerini sim ­

zayıf ama savaşan bir figür olduğu şeklindeki sö y ­

gelem ektedir. Düşün söylediği gibi onu “bir ka­

lemleriyle bir ilinti kuruyoruz. Düşün bu evresin­

idenin üzerine” yerleştirm ekte, böylelikle o yiti­

de hasta yeniden, çocukluğunun ve erken gen çli­

rilmiş bir çocukluk deneyim inden daha fazla bir

ğinin önem li bir yönünü tam yaşamamış olduğu­

şey haline gelm ektedir. Erişkin bir adam için bu

nu fark etm ektedir. Ç ocukluğunun oyunculuğu­

yaratıcı denem e zevkinin bir simgesidir.

nu da bir oğlan çocu ğu n u n biraz daha ileri h oy­

Peki, son uç olarak, maym un bir maymun mu

ratlıklarını da kaçırmıştı. Şimdi bu eksik kalan d e ­

yoksa dayak yem esi gerek en denizci midir? Han­

neyim lerin ve kişisel özelliklerin rehabilitasyonu

gisi olursa olsun, insan gelişiminin bir sonraki

için yollar aramaktaydı.

aşaması, çocukluğun sorum suzluğunun toplum ­

Bundan sonra düşte garip bir değişim olm ak­

sallaşma evresine yer açtığı bir durumdur. Bu da

tadır. Karalar giyinmiş g en ç adam ortaya çıkar.

acı veren bir disipline boyun eğm ek anlamına g e ­

Düşü gören bir an için “asıl kahraman”ın bu oldu ­

lir. Bu yüzden denizcinin, Hilebaz’m bir tür ol­

ğunu sanır. Bu karalar giyinmiş adama ilişkin ola­

gunluk sınavı yardımıyla sosyal sorumluluk sahi­

rak bilebildiğim iz bundan ibarettir; ama bu kaça­

bi bir kişiye dön ü şeceği bir ileri biçimi olduğu

mak bakış, düşlerde sık sık ortaya çıkan daha

söylenebilir. Sim geye öyküsel olarak bakılırsa

önem li bir m otife dikkati çekm ektedir.

rüzgarın bu süreçteki doğa unsurlarını temsil et­

Bu, analitik psikolojide önem li bir rol oynayan

tiğini, dayağın ise insandan kaynaklandığını d ü ­

“gölg e ” kavramıdır. Jung, bireylerin bilinçli zihin­

şünebiliriz.

lerinin ortaya attığı bu gölgenin, kişiliğin gizli,

Bu noktada W innebagoların Tavşan evresi

bastırılm ış, d eğersiz

(v e günahkâr) yönlerini

üzerine, kültür kahramanının, çocukluğunu daha

içerdiğini gösterm iştir. Am a bu karanlık basitçe

ileri bir gelişm e uğruna feda etm eye hazır olan,

bilinçli egonun tersinden ibaret değildir. Egonun değersiz ve tahrip edici tasarımları olduğu gibi, gölgenin d e normal güdüler ve yaratıcı dürtüler gibi iyi özellikleri de vardır. E go ve gölge ge rçe k ­ te ayrı olsalar da birbirlerine tıpkı düşü n ce ve

G enç, farklılaşmamış Ego-Kişiliğ anne tarafından korunur. Bu koruma çok belirgin olarak M a d o n n a (15, yy'd a n Italyan ressam Piero della Francesca'nın bir tablosunda) (solda) ya da M ısır'd a göğün, yeryüzü üzerine eğilen tanrıçası N u t (IO 5 . yy'd a n bir kabartm ada) görülüyor tarafından temsil edilir (sağda). Ama Ego sonunda bilinçdışı ve hamlıktan kurtulmalıdır. Onun bu "özgürlük savaşı" çoğunlukla kahramanın bir canavarla savaşıyla simgelenir. Japon tanrısı Susanoo (1 9. yy'ın bir tahta oym asında) bir yılanla boğuşur (üstte). Kahraman her zam an hemen kazanm az. Ö rneğin Yunus bir balina tarafından yutulur (bir 14. yy el yazm asında) (en sağda).

duyguların birbirlerine bağlı olması gibi, şaşmaz şekilde bağlıdırlar. Ego, yine de gölge ile çatışma, Jung’un dediği gibi, “kurtuluş savaşı” içindedir. İlkel insanın bilinçliliğe erişm e çabalarında bu çatışm a arketipsel kahramanla, ejderhalar ve canavarlar olarak kişileştirilen kötülüğün kozmik güçleri arasındaki savaşla ifade edilm ektedir. Kendini geliştirm ekte olan bilinçte kahraman figürü ve bilinçdışm m tem belliğini yenerek ortaya çıkmakta olan ego, olgun insanı çocukluğun mutlu durumuna, ann e­ nin egem en olduğu bir dünyaya geri dönm e ö z le ­ m inden kurtaran sim gesel araçtır. M itolojide kahraman genellikle ejderhaya kar­

Egonun orlaya çıkışı dövüşten başka bir fedakarlıkla, yeniden doğuşla sonlanan bir

şı savaşını kazanmaktadır. (Buna ilişkin az sonra

ölümle de simgelenir. Devrim böyle bir

daha fazla şey anlatacağım.) Ama kahramanın e j­

fedakarlıktır (altta). Delacroix'nın

derhaya teslim olduğu m itler de vardır. Bunlar­

"M issolongi harabelerinde ölen Yunanistan" tablosu, iç savaşla ölen ve

dan bilinen bir i anesi İlyas Peygam ber ve balina­

kurtuluşu ve yeniden doğuşu bekleyen

dır. Burada kahraman, onu, güneşin guruptan şa­

ülkeyi canlandırm aktadır. Bir bireyin

fağa ilerleyişini sim geleyen batıdan doğuya doğru

fedakarlığı. Ingiliz şair Byron Yunanistan'da

g e ce yolculuğuna çıkaran bir deniz canavarı tara­

18 2 4 devriminde ölmüştür (üstte). Hıristiyan a zizi Lucia, gözlerini ve yaşamını inanç

fından yutulur. Kahraman, bir tür ölümü temsil

uğruna feda etmişti (altta solda).

ed en bir karanlık içine girm ektedir. Bu m otif b e ­

önem li bir bölüm ünü sahiden tam yaşamayı be-

nim kendi klinik deneyim im de karşılaştığım rüya­

cerem em işti. Bunun son ucu olarak da g erçek leş­

larda da ortaya çıkmaktadır.

m eyen metafizik erekler peşinde sem eresiz ara­

Kahramanla ejderha arasındaki dövüş bu m i­

yışlarda kendini yitirmiş, gerçekliği tam olmayan

tin aktif biçimidir. A çık ça egonun geriye dönük

ya da eksik biriydi. Yaşamın, iyi olanı da kötü ola­

eğilimler karşısındaki zaferini yansıtan arketipsel

nı da aynı şekilde yaşamak buyruğunu kabul et­

temayı gösterir. İnsanların büyük çoğunluğu için

m eye henüz hazır değildi.

kişiliğin karanlık ya da olum suz yanı bilinçdışı ka­

Hastamın düşündeki kara giyimli adamın, bi-

lır. Ama kahraman gölgenin var olduğunu ve için ­

linçdışınm bu yönüyle ilintili olduğu anlaşılıyor.

deki gü cü tüketebileceğim kavramak zorundadır.

Onun kişiliğinin “g ö lg e ” yanına, bunun çok yönlü

Ejderhayı y en eb ilecek kadar ürkütücü olmak isti­

olanaklarına ve kahramanın yaşamın zorluklarına

yorsa tahripkâr güçlerle anlaşması gereklidir. Ya­

hazırlanmasındaki rolüne böylesi bir uyarı, düşün

ni eg o zafer sevincini yaşamadan ön ce kendi g öl­

erken bölüm lerinden, kurban edilen kahraman

gesini zorlamalı, özüm sem elidir.

temasına, mihrap üzerinde yatan yakışıklı gen ç

Bu temayı büyük bir edebi kahraman figürün­

adama, önem li bir geçiş oluşturmaktadır. Bu fi­

de, G oethe’nin Faust’unda da bulabiliyoruz. Fa-

gür hem en her zaman, gençliğin geç d ön em in d e­

ust, M ephistopheles’le bahse girdiği zaman bir

ki ego oluşturma sürecini çağrıştıran kahraman­

“gölg e ” figürünün gü cü altına girer. Düşünü an­

lık biçim ini tem sil etm ektedir. Bu d ön em de kişi

lattığım adam gibi Faust da ön ceki yaşamının

yaşamının ideal ilkelerini ifade etm ekte, onların

Birinci Dünya Savaşı'ndan askere çağrı:

M ito lo jid e kahraman çoğunlukla, kibiri

Piyadeler ve bir askeri mezarlık.

yüzünden tanrıların onu yeniden

C anlarını ülkeleri için verenleri anma

tevazuya döndürm ek istemeleriyle ölür.

törenleri ve ayinler çoğunlukla

M o d e m bir örnek olarak: 191 2 'd e

kahramanın arkatipik kurbanındaki ölüş

Titanic gemisi bir aysberge çarparak

ve yeniden doğuş motifini yansıtır.

batmıştır. ("Titanic" filminden bir montaj,

Birinci Dünya Savaşı ölüleri için dikilen

1 9 4 3 ). Onun ba tam a yacağ ı

bir İngiliz anıtındaki yazı "günbatım ında

söyleniyordu. Am erikalı yaza r W a lte r

ve gün doğum unda sîzleri a n a c a ğ ız "

Lord'a göre bir gem ici "tanrı bile bu

der (altta].

gem iyi batıram az" demişti (sağda).

kendisini ve başkalarıyla olan ilişkilerini değişti­

Aynı şekilde, gençliğin egosu da daima bu ris­

rebilecek gücünü hissetm ektedir. Yani gençliğin,

ki göze almak zorundadır çünkü eğer bir genç,

çok çekici, enerji ve idealizm dolu olan çiçek a ç­

ulaşabileceğinden daha yüksekteki bir ereğe y ö n ­

ma dönem inde bulunmaktadır. Am a acaba neden

lenm ezse, gençlikten olgunluğa kadar önüne çı­

kendisini kurban-iıısaıı olarak sunar?

kacak olan engelleri aşamaz.

Bunun nedeni belki de W innebago söylen ce­

Şimdiye kadar hastanım kendi kişisel çağrı­

sindeki İkizler’i, yok olmamak için güçlerinden

şımları düzeyinde ilişkilendirebildigi sonuçlardan

vazgeçm eye iten nedenin aynıdır. Gençliğin çok

söz ettim. Ama daha arketipsel bir düş düzeyi,

güçlü bir itici gü ce sahip olan idealizmi gözü p e k ­

sunulan insan kurbanındaki gizde vardır. Bu bir

liğe kadar gitmelidir; insan egosu ancak kibrin­

giz olduğundan, sim gelem iyle bizleri insanlık tari­

den yokoluşa düşm e tehlikesini göze alarak tanrı

hinin en derinlerine götüren törensel bir eylem le

benzeri bir konum a yükseltilebilir. (Kırılgan, in­

anlatılmaktadır.

san eliyle yapılmış kanatlarla gökyüzüne çıkan

Bu törensellik aslında aynı zamanda hem b e ­

ama bu sırada güneşe çok yaklaştığından düşen

lirli bir keder hem de ölüm ün bir yenilenm e oldu­

Ikarııs öyküsünün anlamı da budıır.)

ğuna inançla bir tür sevinç taşımaktadır. İster

Kahramanlar sıklıkla zor durumdaki (Anim a'yı temsil eden) bir kızı kurtarmak için canavarla boğuşurlar. A z iz G eo rg, bir kızı kurtarmak için bir canavarı öldürüyor (1 5. yy'ın bir Italyan resminden) (solda). 1 9 1 6 'd a "Büyük Sır" film inde canavar bir lokom otife dönüşmüş am a kahram anca kurtarış aynı kalmıştır (sağda).

W innepago yerlilerinin efsanelerinde ya da kuzey halklarının söylencelerin de Baldur’un ölüm ün­ den yakımlırken ortaya çıksın, ister Walt Whitm an’ın Abraham Lincoln’ün yasını tutan şiirlerin­

Am a bir düşle m itolojide bulunabilecek m alze­

de ya da düşteki insanın kendi gençliğinin um ut­

m e arasında tam ve mekanik koşutluklar aramak

ları ve korkularına geri d öndüğü törensellikte, te­

gerektiği samlmamalıdır. Her düş söz konusu

ma hep aynıdır; ölüm yoluyla yeni bir doğum un

olan düş gören e özgüdür. Bunun biçimi d e birey­

dramı.

lerin kişisel (lıınıınu taralından belirlenir. Benim

Düşün sonu, düşü görenin kendisinin nihayet

gösterm ek istediğim bilinçdışınm düşe arketipsel

düşteki eylem e katıldığı ilginç bir son söz getir­

m alzem eyi nasıl kattığı, onıın örgüsünü düş g ö re ­

m ektedir. Kendisi diğer kimselerle birlikle, aşağı

nin gereksinim ine göre nasıl değiştirdiğidir. Bu

atlamak zorunda kaldığı bir platform un üzerinde­

yüzden bu özgün düşte W innebagoların Kızılboy-

dir. Merdivene güvenm ez çünkü kavgacıların ka­

nıız ya da İkizler döngüsünde gösterdikleri ile

rışmasından korkmaktadır; ama bir kadın kendi

doğrudan bir ilişki aranmamalıdır. İlişki noktası

sini cesaretlendirerek aşağıya güvenle in ebilece­

daha ço k her iki tem anın ortak özelliği olan kur­

ğini gösterir, gerçek ten öyle de olur. Benim onun

ban öğesidir.

çağrışımlarından çıkardığım; katıldığı bütün g ö s ­

Genel bir kural olarak, kahraman sem bolleri­

terinin, yaşadığı içsel değişim in süreci olan anali­

ne gereksinimin, egonun bir desteğe m uhtaç ol­

zinin bir parçası olduğunu, belki yeniden gü nde­

duğu durumlarda, yani bilinçli ruh bir g örev kar­

lik g e rçeğ e dönm enin güçlüğünü düşündüğüydü.

şısında sorunu yalnız başına ya da bilinçdışmdaki

Kendi deyim iyle “kavgacılar”dan korkusu, Hile­

gü ç kaynakları olmaksızın çözem ediğin de, ortaya

baz arke tipinin kolektif bir biçim de ortaya çıka­

çıktığı saptanabilir. Örneğin sözünü ettiğim düş­

cağından korkusunu tanımlamaktaydı.

te tipik kahraman söylencelerinin daha önemli

Bu düşteki kurtarıcı elemanlar, burada olası­

bir yanma, güzel kadınları korkunç tehlikeden

lıkla rasyonel aklın sim gesi olan, insan eliyle ya­

kurtarma yeten eğin e ilişkin hiçbir belirti bulun­

pılmış m erdiven ve düş göreni m erdiveni kullan­

m uyordu. (Z or durum daki gen ç kız, ortaçağ A v­

maya yüreklendiren kadının varlığıdır. Onun dü ­

rupa’sında öne çıkan bir efsaneydi.) Bu mitlerin

şün sonucunda ortaya çıkışı, belki bu son d e re ce ­

ya da düşlerin “anima” , G oeth e’nin “eb edi dişi”

de eril eylem i bütünlem ek üzere dişil bir öğe ka­

adını verdiği erkek ruhundaki dişil öğe üzerinde

tıldığı anlamına gelir.

oynamalarının bir yoludur.

Bu dişil öğenin doğası ve işlevi bu kitapta da­

runmasız bir ruhsal durum da bulunduğunu, bu

ha sonra Dr. von Franz tarafından işlenecektir.

yü zden de rahatsızlık veren yeni üstelik hoş ol­

Am a onun kahraman figürüyle olan ilintisini b u ­

m ayan deneyim lere maruz kalacağını belirtiyor­

rada, gen e olgun yaşlardaki bir erkek olan bir

du. Kadının kendisine, küçük bir çocu k k en anne­

başka hastanın gördüğü düşle gösterebilirim . Düş

sinin yaptığı gibi, bir yağm ur başlığı sağlaması g e ­

şöyle başlamaktadır:

rektiğini düşünüyordu. Bu episod ona, annesinin

“Hindistan’ı boydan b oya yürüyerek yaptığım

(özg ü n kadın resm inin) kendisini koruyacağın­

bir geziden yeni dönm üşüm . Beni ve arkadaşımı

dan em in olduğu zamanlarda gerçek leşen eski se-

bu gezi için bir kadın donatmış. D önüşüm de onu

rüvenli gezilerim anımsatmıştı. Büyüdüğü zaman

bize siyah yağmur başlıklarını verm ediği, bu yü z­

bunun ço cu k ça bir hayal olduğunu anlamıştı.

den de yağm urda sırılsıklam olduğum uz için su ç­

Şimdi başarısızlığının suçunu artık annesine d e ­

luyorum .”

ğil, kendi animasına atıyordu.

Düşe giriş, daha sonra anladığıma göre, bu

Düşün bir sonraki kesitinde hasta, bir grupla

adamın bir arkadaşıyla birlikte tehlikeli dağlık

birlikte yapılan bir geziye katılışını anlattı. Yoru­

b ölgelerd e “kahram anca” gezintiler yaptığı bir

larak bir bah çe lokantasına giriyor, orada birden

dönem le ilintiliydi. (K endisinin hiçbir zaman Hin­

yağmurluğunu ve az ö n ce kayıp olan yağm ur baş­

distan’a gitm em iş olm asından ve bu düşe ilişkin

lığını buluyor. Burada dinlenm ek için oturuyor,

çağrışımlarından, düşündeki gezinin yeni bir b ö l­

bu sırada üzerinde, bir lise öğrencisinin bir tiyat­

geyi, yani gerçek bir yeri değil bilinçdışı alanı

ro tem silinde Perseus rolünü alacağı belirtilen bir

araştırmayı tanımladığını çıkardım .)

afiş görüyor. Sonra, bir oğlan ço cu ğ u değil de

D üşünde hasta, görünüşe göre bir kadının

güçlü kuvvetli g en ç bir adam olduğu anlaşılan,

-olasılıkla kendi aramasının bedenleşm iş bir şek-

afişte adı ge çe n gen ç ortaya çıkıyor. G encin ü ze­

lin in - kendisini böyle bir araştırma gezisine y e te ­

rinde gri bir elbise, başında siyah bir şapka vardır

rince donatmamış olduğunu hissediyordu. Uygun

ve siyah elbiseli bir başka gen çle oturup kon uş­

bir yağm ur başlığının eksik oluşu, kendisinin k o ­

maya başlar. Bu sahnenin hem en ardından düşü

gören kendini yen iden güçlü, gruba katılacak du ­

rü siyah giyinmiş olarak ikisi birlikte, daha ön ce

rumda hisseder. Hepsi birlikte ilerideki tep eye

de söylediğim gibi İkizler’in bir versiyonu olarak

tırmanırlar. Orada aşağüarda gidecekleri yeri g ö ­

ele alınabilir. Bunlar eg o ve alter-egonun karşıt

rür; bu şirin bir liman kentidir. Bu keşifle kendini

olmakla birlikte uyumlu, birlik halinde bir ilişki

cesu r dahası gençleşm iş hisseder.

içinde bulunuşunu tem sil ed en kahraman figürle­

İlk bölüm deki huzursuz, rahatsız gezinin aksi­

ridir.

ne burada düşü gören bir grubun içindedir. Bu

Hastanın çağrışımları bunu onaylar; grili figü­

fark, ön ceki yalnızlık ve gençlik protestosundan,

rün yaşam karşısında uyumlu, dünyalı tutumunu

başkalarıyla olan ilişkilerin toplumsallaştırıcı et­

tem sil etm esine karşın siyahimin, bir rahibin si­

kisine doğru değişimini belli etm ektedir. Burada

yahlar giym esi bağlam ında m anevi olam cisim len­

bir ait olabilme yetisi de bulunduğundan, artık

dirdiğini vurgular. Onların şapka giym eleri (k en ­

animasının ön cek in d en daha iyi işlev gördüğü çı-

disinin de kendininkini bulmuş olm ası), oldukça

karsanabilir, ki bu anima figürünün ön ced en sağ­

olgun bir kimliğe ulaşmış olduklarını belirtm ekte­

lamayı unutmuş olduğu eksik olan şapkanın b u ­

dir. Bu kimlik, hastanın ideal benlik-im gesi bilge­

lunması ile sim gelenm ektedir.

liğine ulaşmak isterken, Hilebaz niteliğinden bir

Am a düşü gören yorgundur. Restorandaki sahneler onun daha önceki tutumunu, gücünü bu

türlü kurtulamadığı, gençlik yıllarında özlediği kimliktir.

geri dönüşle canlandırabilme umuduyla, yeni bir

Helenistik kahraman P erseus’a ilişkin çağrışı­

ışık altında gözd en geçirm eye olan gereksinimini

mı, onu T h eseu s’la karıştırması bakımından il­

yansıtmaktadır. G erçekten de öyle de olur. İlk

ginçti. Bu karışıklık onun her ikisinde ortak olanı

gördüğü, üzerinde bir gen cin bir kahraman rolü ­

keşfetm iş olması bakınundan anlamlıydı. Her iki­

ne çıkacağını duyuran bir afiştir; bir lise öğren ci­

si de bilinm eyen, dem onik, annesel gü çlere duy­

si Perseus’un partisyonunu oynayacaktır. A rdın­

duğu korkularını yen m ek ve tek, g e n ç bir dişi

dan artık bir adam olan genci, kendisinden açık­

varlığı bu gü çlerden kurtarmak zorunda kalmış­

ça farklı olan bir adamla görür. Biri açık gri, ö b ü ­

lardı.

Perseus, M e dusa'yı öldürüyor (İÖ 6 . yy'dan vazo resmi) (en solda), Perseus, bir canavardan kurtardığı A ndrom eda ile (IO 1. yy'd a n duvar resmi) (solda). Theseus, M inotaurus'u öldürürken A riadn e seyrediyor (İÖ 1. yy'dan bir testi) (sağda). İÖ 6 7 yılından bir G irit parası üzerinde M inotaurus'un labirenti (altta).

Bu kurtarış anima figürünü, annesel imgenin

sağladıktan sonra bir gen çleşm e duygusu belir­

kendisini boğan yönlerinden kurtarmayı sim ge­

m ekteydi. Kahraman arketipinin temsil ettiği iç­

ler. Ancak bu sağlandığmda bir erkek kadınlarla

sel gü ç kaynağını bulm uştu; kadında simgesini

gerçek ilişki yetisini kazanır. Bu adamın animayı

bulan tarafını geliştirmiş, kendini egosunun kah­

anneden ayırmayı becerem ediği, annesine ba­

ramanca hareketiyle annesinden kurtarmıştı.

ğımlılığının “b o ğ u cu ” yönünün sem bolik resmi

Ellilerine yaklaşan bir hastam m esleki başarı­

olan bir ejderhayla karşılaştığı bir başka düşte de

ları, kişisel ilişkileri son d erece olumlu olduğu

vurgulanmaktaydı. Bu ejderha kendisini kovalı­

halde yaşamı b oyu n ca periyodik korku nöbetleri

yor, adamın silahı olm adığı için bu dövüşte s o ­

çekm ekteydi. Düşünde dokuz yaşındaki oğlunu

nunda yenik düşüyordu.

on sekiz, on dokuz yaşlarında, bir ortaçağ şöval­

Ama o düşte karakteristik bir şekilde karısı or­

yesinin parlak zırhlarına bürünm üş bir gen ç

taya çıkıyor, onun gelişi ile ejderha bir biçim de kü-

adam olarak görm üştü. G enç adam bir yığın kara­

çülüp daha az korkutucu oluyordu. Düşteki bu d e­

lar giyinmiş adamla dövüşm ek zorunda kalıyordu

ğişim, düşü görenin kendi evliliğiyle, gecikerek de

ve buna da hazırdı. Am a birden miğferini çıkarı­

olsa annesine olan bağımlılığından kurtulmuş oldu­

yor, saldıran kalabalığın ön derine gülüm süyordu.

ğunu gösteriyordu. Kahramanla ejderhanın savaşı

E lbette bunun üzerine dövüşm üyor, tersine dost

kendi “erişkin oluşunun” sembolik anlatımıydı.

oluyorlardı.

A ncak kahramanın görevinin, biyolojik ve aile­

Düşteki oğul, adamın sık sık “g ö lg e ” tarafın­

sel uyumu aşan bir ereği vardır. Bu da animanın

dan kendine güvenm em e biçim inde tehdit edilen

psikenin o içsel öğelerin den kurtarılmasıdır. Bu

gençlik egosudur. Bir bakıma büıun olgun yaşamı

her türlü gerçek yaratıcı uğraş için zorunludur.

b oyu n ca bu düşmana karşı başarılı bir savaş sür­

Adam gruba karşı yeni, olum lu bir yaklaşım

dürmüştü.

Kahramanın kızı kurtarışı, annenin "boğucu" yanından A nim a'nın kurtuluşunu simgeleyebilir. Bu yanı, kötü bir dişil ruh olan (en solda) Rangda'nın maskesini (solda) takmış Balili dansçılar ya d a Yunan kahramanı Jason'u yutan ve sonra gene kusan yılan (üstte) temsil ediyor.

Sayfa 1 2 4 'te anlatılan düşteki g ib i, bir liman kenti yaygın bir Anima simgesidir. M a rc C h a g a ll'in bir posteri N ic e 'i bir denizkızı olarak gösteriyor (altta).

Şimdi, kısmen kendi oğlunun böyle kuşkular olmaksızın büyüdüğünü görm eyi umuyor, ama asü kendi çevresinin m odeline en yakın bir kahra­

Olgunlaşma töreni (inisiyasyon) arketipi

man resmi verdiği için artık gölgeye karşı d övü ş­ m eyi gerekli görm üyordu; onu kabul edebilirdi. Bu da dostluk eylem iyle sim geleşm ekteydi. Artık

Psikolojik bağlam da kahraman resminin asıl ego

bir rekabet savaşma zorunlu değildi; tam tersine

ile özdeş olarak görülm em esi gerekir. Bu daha

dem okratik bir topluluğu oluşturmak gibi uygar

çok egonun kendim , erken çocu klu ğu n ebeveyn

bir görevle yüküm lüydü. Yaşamın doyum una

resimleri yoluyla ortaya çıkan arketiplerden ayır­

ulaştığı gibi bir karar kahramanca görevlerin ö te ­

masına yarayan sem bolik araçlardandır. Jung,

sine geçiyor, gerçek ten olgun bir konum a ulaşı­

her insan varlığının tem elde bir bütünlük duygu­

yordu.

suna, tam güçlü, m ükem m el bir kendilik duygu­

Am a bu değişim otom atik olarak olmaz. Ol­

suna sahip olduğunu düşünm ektedir. İnsan eriş­

gunlaşma arketiplerinin çeşitli biçim lerinin anla­

kin olduğunda da bireyselleşm iş eg o bilinci bu

tım bulabileceği bir geçiş evresini gerektirir.

kendilikten -ruhsal bütünlükten- yükselir. Son yıllarda Jung’un bazı öğrencilerinin çalış­ maları, bireysel egonun bebeklik çağm dan ç o c u k ­ luk çağm a geçiş sırasında ortaya çıkardığı bir dizi olguyu belgelem iş bulunuyor. Bu ayrışma, baş­ langıçtaki bütünlük duygusuna ağır zararlar ver­ m eksizin hiçbir zaman tamamlanamaz. E go, ruh­ sal sağlığı korum ak için benlikle olan bağlantısını durmadan yen iden ele almak zorundadır.

Benim çalışmalarımda kahraman mitinin, psi-

ler. Bu zedelenm enin, bireyleri grup yaşamına

kenin farklılaşmasında belki de ilk aşama olduğu

özü m seyecek bir iyileşm e süreciyle yeniden ona­

ortaya çıkmaktadır. Bunun, anlaşıldığına göre

rılması gerekir. (Bireylerin grupla özdeşleşm esi

egonun başlangıçtaki bütünlük durumunun g ö r e ­

çoğunlukla bir totem hayvan tarafından sim gele­

ce özerkliğine ulaşmaya çalıştığı dörtlü bir döngü

nir.) Böylelikle grup, zedelen en arketipin gerek­

çizdiğini söylem iştim . Belli bir d ereced e özerkli­

lerini yerine getirm iş ve gençlerin, yeni bir yaşa­

ğe ulaşılmadıkça bireyler hiçbir zaman erişkin bir

ma başlamak için ö n ce sem bolik olarak kurban

çev rey e uyum sağlayabilecek durum a gelem ez­

edilm eleriyle ikincil bir eb eveyn haline gelmiş

ler. Yine d e kahraman miti bu kurtuluşun olaca ­

olur.

ğına garanti verm ez. Yalnızca egonun bilinçlen­

Jung’un deyim iyle “gen ç adamı geri bırakabi­

m esinin nasıl olacağım gösterir. Bireylerin anlam­

lecek gü çlere verilen bir sunu gibi görünen bu

lı bir yaşam sürebilm ek ve çok gerekli olan birey­

çok önem li serem on ide” , başlangıçtaki tem el ar­

sel biriciklik duygusunu kazanabilmek için bu bi-

ketipin gücünün asla, bilinçdışının besleyici g ü ç­

linçliliğe sahip olmak, onu geliştirm ek sorunu ise

lerine karşı yabancılaşmanın felç edici duygusu

h ep vardır. Hem ilk çağların tarihi hem de bugün­

olmaksızın, kahram an-ejderha savaşındaki gibi

kü ilkel toplumların töreleri bize, olgunlaşma mi-

sürekli, kalıcı biçim d e kınlamadığını görüyoruz.

terine, törelerine, g en ç erkek ve kadınların anne

İkizler efsan esin de kibirlerinin sonuçlarından

babalarından ayrılıp kendi soylarının düzenine

korkulduğu için onları uyumlu bir ego-benlik iliş­

girmelerinin biçim ve yöntem lerine ilişkin zengin

kisine zorla geri döndürm ekle, bunun nasıl düzel­

m alzem e sağlamaktadır. Ama çocukluk dünyasın­

tildiğini görm üştük.

dan bu kopuş tem eldeki ebeveyn arketipini z e d e ­

Bir Avustralya yerlisi dinsel bir törende, kabilesinin totem hayvanı olan Emu'yu taklit ederek dans ediyor. Birçok modern toplumda amblem olarak totem benzeri hayvanlar kullanılır (solda). 17. yy'd a n B elçika'nın bir allegorik haritasında aslan arması (altta). Amerikan H ava Kuvvetleri A kadem isi'nin futbol takımının maskotu şahin (sağda). Diğer totemistik amblemler; İngiltere'de bir vitrinde okul ve kulüp işaretleri ve kravatları (en sağda).

Bu sorun kabile topluluklarında olgunlaşma

törenleriyle son d erece etkin şekilde çözülür. Bu tören yeni yetm eleri tem eldeki a nn e-çocu k ya da ego-benlik kimliğinin en derin düzeyine götürür. Böylelikle onları sim gesel bir ölüm le ölm eye zor­ lar. Bir başka deyişle çocu ğ u n kimliği g eçici ola­ rak kolektif bilinçaltm da erir ve bu durum dayken yeni bir doğuş töreniyle kurtarılmış olur. Bu ego ile totem , klan, kabile ya da her üçü tarafından ifade edilm ekte olan büyük grubun gerçek bir kaynaşmasıdır. İster kabile topluluklarında ister daha karma­ şık toplum larda olsun, yeni yetm enin bir yaşam basamağından bir sonrakine, erken çocukluktan g e ç çocukluğa, erken gençlikten g e ç gençlik d ö ­ nem ine, oradan da olgunluğa geçişini gösteren ölüm ve yem den doğum törenlerinde şaşmaz bir şekilde ısrar edilm ektedir. Olgunlaşma olguları elbette yalnızca gençlik psikolojisinden ibaret değildir. Bireylerin bütün yaşamları b oyu n ca her gelişm e aşamasına benli­ ğin istekleri ile egonun buyrukları arasındaki te ­ m el çatışm anın yinelenişi eşlik eder. Bu çatışm a kendisini erken olgunluktan orta yaşa geçiş evre­ sinde (toplum um uzda otuz beş ile kırk arası) d i­ ğer zamanlara oranla daha belirgin olarak belli eder. Orta evreden yaşlılığa geçişte de ego ile psikenin bütünü arasmdaki farkın belirtilmesi yeni-

den ön em kazanır; kahraman harekete geçm ek

mızla özdeş olduğu anlaşılıyor. Bu beden sel acı

için son çağrıyı, yaklaşmakta olan yaşamın ölü m ­

temasının, g en ç adamın mihrapta kurban edildiği

le sona erişi karşısında ego bilincini savurtma ça ğ­

rüyada bile mantıksal son uca vardığını g örü yo­

rısını alır.

ruz. Bu kurban, olgunlaşm a töreninin başlangıcı­

Bu kritik evrelerde olgunlaşma arketipi, g e n ç­

nı anımsatıyordu ama sonu belirsizdi. Yeni bir te ­

liğin çok dünyasal bir tat veren törenlerinden,

ma bulmak için kahraman döngüsü sona erdiril­

ruhça daha mutlu edici olacak anlamlı bir duru­

miş gibiydi.

ma geçişi başarabilmek için kuvvetle harekete

Kahraman mitiyle olgunlaşm a töreni arasında

geçer. Dinsel bağlam da arketipsel olgunlaşma tö ­

çarpıcı bir fark bulunmaktadır. Tipik kahraman

releri -ki eskiden beri gizem ler olarak bilinir- b ü ­

figürleri çabalarının ereğine ulaştıklarında tüken­

tün kiliselerin doğum , evlenm e ya da ölüm duru­

mişlerdir; kısaca, hem en ardından kibirleri yü ­

m unda gerçekleştirdikleri ayinlerle iç içe geçm iş

zünden cezalandırılsalar, öldürülseler bile başarı­

durumdadır.

ya ulaşırlar. Buna karşılık olgunlaşma törenine gi­

Kahraman mitini incelediğim iz gibi olgunlaş­

ren gen ç dileklerini, isteklerini bırakmaya ve sı­

mayı incelerken de m odern insanların, özellikle

nava girm eye çağırılmaktadır. Bu sınavı başarı

de analiz görm üş olanların öznel deneyim lerinde­

um udu olmaksızın kabul etm eye istekli olmalıdır.

ki örnekleri de aramalıyız. Ruhsal sorunlarla uğ­

G erçekten de ölm eye bile hazır olmalıdır. Sınavın

raşan bir hekimin yardımını isteyen bir insanın

bedeli kolayca katlanılabilir de olsa (bir oru ç aşa­

bilinçdışında, tarihten tanıdığımız olgunlaşma sü­

ması, bir dişin kırılışı ya da dövm e yapılışı gibi),

recinin ana m odelini yineleyen im geler ortaya

acı dolu da olsa (sünnet, bir kesim ya da başka

çıkması hiç de şaşılacak bir şey değildir.

bir organın sakatlanması gibi) amaç daima aynı­

Belki bu m otiflerin g en ç insanlarda en yaygın

dır: Ardından yen iden doğuşu sim geleyen bir ruh

görülebileni gü ç denem esidir. Bunun bizim, rüz­

durum unun geleceğ i bir ölüm ruh durumu sağla­

garın etkilerine ve dayağa maruz kalan denizci ya

mak.

da yağm ur başlığı olm adan Hindistan gezisine çı­

Yirmi beş yaşındaki bir adam düşünde, doru ­

kan adamın uygunluk sınavındaki gibi kahraman

ğunda bir tür mihrap bulunan bir dağa tırm andı­

mitinin görüldüğü m od ern düşlerde saptadığı-

ğını görüyordu. Mihrabın yanında, üzerinde ken­

Ilkellerin olgunluk ritleri gençlikten erişkin yaşa, kolektif kabile yaşam ına geçişi oluşturur. Ç oğu ilkel toplumda olgunlaşm aya sünnet (simgesel bir kurban) de refakat eder. Avustralya yerlilerinde sünnet töreninin dört evresi: G ençlerin üstü örtülür (yeniden do ğacakları bir simgesel ölüm) (en sol üstte ve ortada). Erişkin erkeklerce sıkı tutulurlar (altta). Sünnet olmuş gençlere yeni statülerinin simgesi olarak konik külahlar takılır (solda). Sonunda temizlenmek ve belli öğretileri alm ak için kabilenin geri kalanından ayrılırlar (sağda).

di heykeli bulunan bir lahit gördü. Ardından, elin­

yerine kendisine erişkin yaşın moral sorum luluk­

de, ucunda g eçek bir güneş parlayan bir asa tu­

larını sağlayabilecek olan bir olgunlaşma değişimi

tan bir rahip ortaya çıkıyordu. (Daha sonra düşü

töresine katılmalıydı.

konuştuğum uzda gen ç adam dağa tırmanışın ona

Boyun eğm e m otifi kadınlarda, gen ç kızlarda

analizindeki kendi kendisini yenm e çabalarını

da sıklıkla açıkça dile gelir. Onların törenleri ö n ­

anımsattığım söyledi.) Kendisini ölü olarak gör­

ce yapıları gereği bir edilgenliği vurgular. Bu

m ekten, bir gü ç duygusu yerine yitim ve korku

özerkliklerinin regl döngüsü son ucu fizyolojik

duymaktan şaşkmdı. Bunun ardından gün eş kur­

olarak sınırlanması ile güçlenir. Regl döngüsünün

sunun sıcak ışınlarıyla yıkanınca bir gü ç ve g e n ç­

gerçek te kadın için, yaşamın yaratıcı gü cü karşı­

leşm e duygusu gelmişti.

sında derin bir itaat duygusu uyandırma gü cü ol­

Bu düş, olgunlaşma töreniyle kahraman miti

duğundan, olgunlaşmanın en önem li bölüm ünü

arasında yapm amız gereken ayrımı kısa ve kesin

oluşturduğu varsayılmıştır. Bununla o, kendini,

olarak gösterm ektedir. Dağa tırmanmanın bir güç

erkeğin toplum yaşamı içinde kendisine verilmiş

denem esi anlamına geldiği anlaşılıyor; bu gençlik

olan rolü kabul edişi gibi, kendi dişil görevine v e ­

gelişiminin kahramanca evresindeki ego bilincine

recektir.

ulaşmak istencidir. Görünüşe göre hasta terapi­

Öte yandan kadın da tıpkı erkek gibi başlan­

nin, toplum um uzun gençlerinin geçirdikleri er­

gıçtaki, yeni bir doğuş için kurban olmasını g e ­

keklik testlerine denk olduğunu sanmıştır. Mih­

rektiren gü ç sınavlarını başarmalıdır. Bu kurban

raptaki sahne ise asıl görevinin kendini daha b ü ­

kadına kişisel ilişkilerin ilm eklerinden kurtulmak,

yük bir gü ce teslim etm ek olduğunu göstererek

kendini bir birey olarak daha bilinçli bir role ha­

bu yanılgıyı düzeltmiştir. Kendisini ölm üş olarak

zırlamak olanağını verir. Bunun karşıtı bir erk e­

görür ve arketipsel anneyi bütün yaşamın en te ­

ğin kutsallaştırılmış bağımsızlığını feda edişidir;

m eldeki vericisi olarak düşündürecek biçim de

onun da kadınla ilişkisi böylelikle daha bilinçli

m ezara girmelidir. A ncak böylesi bir teslim iyet

olacaktır.

eylem iyle yen iden doğuşu yaşayabilir. G üçlendi­

Burada olgunlaşm a törelerinin kadın ile erk e­

rici bir tören onu bir Güneş Baba’nın sim gesel oğ ­

ği birbirleriyle tanıştıran, b öylece kadınsı ve er-

lu olarak yeniden yaşam a döndürm ektedir. Bunu da bir kahraman döngüsüyle, “ Güneşin O ğullan” İkizler’le karıştırabiliriz. Oysa bu olguda olgunlaşacak olanın kendini aşacağına ilişkin h iç­ bir belirti yoktur. Onun yerine hasta, gençlikten olgunluğa giden yolunu belirleyen bir ölüm ve y e ­ niden doğuş töreniyle, bir alçakgönüllülük dersi almış bulunuyor. Yaşı bakım ından böyle bir geçişi tamamlamış

IÖ 2. yy'd a , Teb'den, bütün

olması gerekirdi ama gecikm iş bir gelişim süreci

yaşamın koruyucusu olan Ulu

geri kalmasına neden olmuştu. Bu gecik m e ona,

A na'nın olduğu bir tabut. Kapak

tedaviye gelm esine yol açan nevrozu getirmişti.

içinde tanrıça N ut'un bir resmi vardır. Tanrıça böylece öleni

Düş ona her iyi kabile büyücüsünden d e alabile­

kucaklar (ölenin resmi tabut dibin d e

ceği akıllıca bir tavsiyede bulunuyordu: Dağlara

bulunmaktadır] (en sağda).

tırmanarak gücünü sınamaktan vazgeçm eli, onun

keksinin eski zıtlığım bir parça hafifleten yönüne geliyoruz. Erkeğin varlığı (L ogos) b ö y le ce kadı­ nın aidiyetiyle (E ro s) karşüaşır. Bunların birleş­ m esi kutsal bir evliliğin, tarihin en eski mistik dinlerinden beri olgunlaşm a törenlerinin çek ird e­ ğini oluşturan sim gesel töreniyle tem sil edilir. Am a bunu m odern bir insanın kavrayabilmesi son d erece zordur. Bunu anlaşılabilir kılmak için ç o ­ ğu zaman özel bir kriz gerekir. Birçok hasta bana kurban motifinin, kutsal ev­ lilik m otifiyle birlikte olduğu düşler anlatmışlar­ dır. Aşık olan ama evliliğin güçlü bir anne figürü­ nün egem en olduğu bir tür hapishane olacağın­ dan korktuğu için evlenm eyi hiç istem eyen bir g en ç adamın b öyle bir düşü vardı. Çocukluğunda üzerinde kendi annesinin ço k güçlü bir etkisi var­ dı, dahası m üstakbel kayınvalidesi de böyle bir tehdit gösterm ekteydi. Bu annelerin çocuklarını baskıladıkları gibi acaba müstakbel karısı da k en­ disini aynı şekilde baskılamayacak m ıydı? Düşünde bir başka adam ve iki kadınla bir halk dansı yapmaktaydı. Kadınlardan biri kendi sevgi­ lisiydi. Öbür iki kişi, yakın bağlılıklarına rağmen aralarında bireysel farkları için yeterince yer bı­ raktıkları, sahip çıkıcı görünm edikleri için düş g ö ­ reni etkileyen bir yaşlı adamla karısıydı. Bu yüz-

Dörl farklı kabul töreni. M anastıra yeni alınan rahibe adayları döşemeleri ovar ("Rahibenin Öyküsü" filminden, 1 9 5 8 ) ve saçlarını kestirirler (bir ortaçağ resminden) (üst solda). Ekvatoru geçen gemi yolcuları vaftiz edilir (ortada). Bir Amerikan kollejinde yeni gelenler, eskilerle törensel bir dövüşte (altta).

M a la y a ve Borneo'daki D yak'larda gelinin törensel kaçırılışı (Yitik Kıta filminden, 1 9 5 5 ) (sağda). Bu uygulamanın bir kalıntısı gelini kapı eşiğinden taşımak adetinde kalmıştır (en sağda).

den bu ikisi gen ç adam için, her iki eşin bireysel

etm eye hazır olm azsa izole olacağı ve utanacağı

doğalarına kaldırılamayacak hiçbir zorlamada b u ­

gerçeğini kavraması için erkekliğine hitap edil­

lunmayan bir evlilik durum unu tem sil etm ek tey­

m esine gereksinim i vardı. Düş ve ardından gelen

di. E ğer kendisi de b öyle bir durum sağlayabilse

d üşünceler kuşkularını kırmaya yetti. Düş aracılı­

evlilik kendisi için de kabul edilebilir olurdu.

ğıyla gen ç bir erkeğin saf özerkliğini bırakıp, ken­

Oynanan oyunda her erkek damının yüzüne

di payına düşen, kahram anca olmasa da ilişkiler

bakmaktaydı ve dördü, kare şeklindeki bir dans

bakımından zengin olan yaşam biçim ini kabul

pistinin köşelerinde bulunuyorlardı. Dans e d er­

e d eceği sim gesel töreni yaşamıştı.

ken bunun bir tür kılıç dansı olduğu ortaya çıkı­

Sonunda evlendi, eşine bağlılıkla uygun bir

yordu. Dans edenlerin her birinin elinde kısa bir

doyum a kavuştu. Dünyadaki başarıları evliliği yü ­

kılıç bulunuyordu. Kolların, bacaklarm bir dizi

zünden hiç de kısıtlanmış olmadı, tersine arttı.

hareket yaptığı, sırayla saldırı ve yenilgi anlatım­

Gelinin duvağının ardında görünm ez annele­

larının verildiği zor bir arabesk icra edilm ekteydi.

rin, babaların pusu kurmuş olması olasılığı karşı­

Son sahnede dans edenlerin dördü de kılıçlarını

sındaki nörotik korkuyu bir yana bıraksak bile,

göğüslerine saplayacak ve öleceklerdi. Yalnızca

normal gen ç erkeğin de düğün törenine ilişkin

düşü gören intihar etm ekten çekiniyor, öbürleri

kaygılanmak için yeterin ce nedeni vardır. Bu her

yere yıkıldığında yalnız kendisi ayakta kalıyordu.

şeyd en ön ce, erkeğin kendini pek de kahraman

Öbürleriyle birlikte kendisini feda etm ediği için

olarak h issedem eyeceği dişil bir olgunlaşma töre­

korkaklığından çok utanıyordu.

nidir. Kabile toplum larında bunun için gelinin ka­

Bu düş hastamın yaşam karşısındaki tutum u­

çırılması gibi panzehir törenlerin bulunmasına

nu değiştirm eye çoktan hazır durum da olduğunu

hiç de şaşırtmamalıdır; bunlar erkeğin kahraman

gösterm ekteydi. Çok benm erkezciydi, kişisel ba­

rolünün elindeki kalıntılarına bir an için sıkı sıkı

ğımsızlığın hayali güvencesini aramaktaydı ama

sarılmasını sağlar, çünkü hem en ardından gelinin

içten içe çocukluğunda annesi tarafından bu d en ­

egem enliğine girerek evliliğin sorumluluklarını

li ezilişinden kaynaklanan korkunun pençesin -

üstlenm ek zorunda kalacaktır.

deydi. Eğer çocukluğunun ruh durumunu terk

Fakat evlilik teması öylesine evrensel bir im­

gedir ki daha derin bir anlam da taşır. Bu aynı za­

olarak harfi harfine ya da mutlak bir anlamı değil,

manda, erkeğin kendi ruhundaki dişil öğenin,

ancak sim gesel bir anlamı olabilir. Onun korkusu

gerçek bir eşi almakla kabul edilebilir, hatta g e ­

kimliğini, çok ataerkil bir evlilik içinde yitirmekti

rekli hale gelen sem bolik keşfidir de. Bu yüzden

ki gerçek te de başından ge çe n buydu.

bu arketiple, uygun bir uyaran olduğunda, hangi yaşta olursa olsun her erkekte karşılaşılabilir.

Bununla birlikte arketipsel bir biçim olarak kutsal evlilik, bütün gelişimi b oyu n ca olgunlaşm a

Evlilik durum u karşısında bütün kadınlar

töreleri niteliğindeki birçok olayla buna hazırlan­

olum lu bir tavır takınmazlar. Z or ve kısa bir evli­

mış olduğundan, kadın psikolojisi için çok ön em ­

lik yüzünden terk etm ek zorunda kaldığı doyuru-

li ve anlamlıdır.

lamamış kariyer dilekleri olan bir kadın hasta, dü­ şünde kendisini, gen e diz çökm üş olan bir erk e­ ğin karşısında diz çökm üş olarak görüyordu. Er­ kek kendisine yüzüğü takmaya çalışıyor ama yü ­ zük parmağını kaskatı geriyordu. Bunun bu evlilikle birleşm e töreninin yadsın­ ması olduğu apaçıktı. Bütün bilinçli kimliğini erkeğin hizm etine sun­ mak zorunda kalacağı yanılgısı içindeydi. G erçek ­ te evlilik ondan, kendi bilinçdışı olan, doğal yanı­

Şiva ve Parvati; arketipsel düğün

nı erkekle paylaşmasını bekler. Bunun da ilke

(zıtlıkların, eril ve dişilin birleşmesi); 19. yy'd a n Hint heykel.

Güzel kız ve canavar (Güzel ve çirkin)

Bizim toplum um uzda kızlar da eril kahramanlık

gen ç kadınlarla birlikte bir kuyrukta duruyor,

m itlerinde yer alırlar çünkü oğlanlar gibi onlar da

kuyruğun n ereye gittiğini görm ek için ileriye bak­

güvenilir bir ego-kim liği geliştirirler ve belli bir

tığında hepsinin sırayla kafasının kesildiğini görü ­

eğitim almaları gerekir. Buna karşın duyguların­

yor. Düşü gören hiç korkmaksızm kuyrukta kalı­

da ruhun daha eski bir katmanının yüzeye çıktığı,

yor, kendisine de aynı işlemin yapılmasına hazır

onları erkek taklidi değil d e kız olmaya zorladığı

olduğu anlaşılıyor.

görülüyor. Bu ruhsal içerik ortaya çıktığında m o ­

Kendisine bunun, her şeyi anlayışıyla karşıla­

dern kadın olasılıkla bastırmaktadır çünkü bu on ­

maya çalışma alışkanlığından vazgeçm ek istediği

ların eşitlenm iş nitelikteki arkadaşlıklarını orta­

anlamına geldiğini açıkladım; bedenini özgür bı­

dan kaldıracak bir tehlike olur.

rakmayı, b ö y le ce doğal cinsel tepkilerini ve anne­

Bu bastırış o denli başarılı olabilir ki kadın b el­

likle kendi biyolojik işlevlerini doyurm ayı öğren ­

li bir süre için, okulda, üniversitede öğrendiği eril

m esi gerekiyordu. Düş bunu drastik bir değişiklik

zihinsel ereklere yönelm eyi sürdürür. Evlense

gereksinim i olarak ifade ediyordu; “eril” kahra­

evlilik arketipine görünüşte hiç konuşulm asa da

man rolünü feda etmeliydi.

içerdiği anne olmak yükümlülüğü ile birlikte tabi

B ekleneceği gibi bu eğitimli kadın bu yorum u

olmasına rağm en bir özgürlük aldanışını korur.

entelektüel d ü zeyde almakta zorluk çekm edi.

B öylece bu durum, bugün çoğunlukla olduğu gi­

Kendisini kocasına tabi kılmaya çalıştı. Aşk yaşa­

bi, kadını sonunda göm ülü dişiliğini yeniden keş­

mı daha doyu ru cu hale geldi ve sağlıklı iki ç o c u ­

fetm ek için sancılı ama sonunda kazançlı bir sü­

ğu oldu. Kendisini giderek daha iyi tanıdıkça bir

re ce zorlar.

erkek için (ya da bir kadının eril eğitilmiş aklı

Buna iyi bir örneği henüz çocu ğ u olmayan

için) yaşamın fırtınalar içinde, kahramanca bir is­

ama kendisinden beklendiği için bir iki ço cu k sa­

tencin eylem i olarak g e ç e ce k bir şey olduğunu

hibi olmak isteyen g en ç bir evli kadında görm ü ş­

ama bir kadının kendini tam kendi gibi h issede­

tüm. Cinsel tepkileri hiç doyu ru cu değildi. Bunun

bilm esini yaşamın uyanış süreciyle en iyi ge rçe k ­

için hiçbir açıklamaları olmadığı halde bu durum

leştirilebileceğini görm eye başlamıştı.

onu da kocasını da çok sıkıyordu. G enç kadın iyi

İçinde bu tür bir uyanışın anlatımını bulduğu

bir yüksek okulda m ükem m el bir sınavı başarm ış­

ünlü bir mit güzel kız ve canavarın masalıdır. Bu

tı. Kocasıyla birlikte diğer erkeklerle birçok en te­

masalda, öbür kardeşleri pahalı armağanlar iste­

lektüel dostlukları vardı. Yaşamının bu yanı b ü ­

dikleri halde babasından kendisi için yalnız bir

yük ölçü d e olumlu ilerlerken sık sık öfke patla­

beyaz gül isteyen, dört kızın en küçüğü ve baba­

maları oluyor, erkeklerin yabancılaşm asına yol

sının gözdesi olan güzel bir kız anlatılır. Kız bu sı­

açan, kendisinin d e hiç hoşuna gitm eyen saldır­

rada isteğinin babasını ve onunla olan iyi ilişkile­

gan konuşmalar yapıyordu.

rini ciddi bir tehlikeye attığını fark etmemiştir.

Bu sırada kendisine çok önem li gelen, bu yü z­

Çünkü babası bu beyaz gülü bir canavarın büyü­

den de anlayabilmek için bir uzm ana danışması­

lü bah çesinden çalacak, bu hırsızlığa ço k kızan

na yol açan bir düş görm üştü. Düşünde başka

canavar da babaya, olasılıkla ölüm olan cezasını

çekm ek üzere üç ay sonra gen e gelm esini buyu­

navar onsuz yaşayamayacağını, şimdi geri d ön d ü ­

racaktır.

ğüne göre artık mutluluk içinde öleceğin i anlatır.

(Canavarın babaya bu vadeyi verişi, üstelik

Am a kız canavarı sevdiğini onsuz kendisinin de

ona eve dönüşünde ardından bir sandık dolusu

yaşayam ayacağını anlar. Bunu ona söyler ve eğer

altın da gönderişi kendi doğasına aykırıdır. A da­

ölm eyecek olursa onunla evlenm eye söz verir.

mın kızma anlattığına göre canavar hem zalim hem de dostçadır.)

Bunu söyler söylem ez şato parlak bir ışık ve müzikle dolar, canavar kaybolur. Onun yerinde

Kız babasının cezasını üstlenm ekte ısrar eder

yakışıklı bir prens durmaktadır. Prens kıza bir ca ­

ve ü ç ayın sonunda büyülü şatoya kendisi gider.

dının büyüyle kendisini canavara dönüştürdüğü­

Orada kendisine güzel bir oda, hoş bir yaşam su­

nü, büyünün etkisinin güzel bir kız kendisine yal­

nulur; yalnızca kimi zaman canavar onu ziyarete

nızca iyiliği yüzünden aşık oluncaya kadar sürdü­

gelerek kendisiyle günün birinde evlenip evlen­

ğünü anlatır.

m eyeceğin i sormaktadır. Kız bunu her seferinde

Bu öykünün sem bollerini çözüm lersek güzel

reddeder. Bir gün büyülü aynasında babasının

kızın, babasına duygusal olarak çok bağlı olan

hasta olduğunu görür. Ona bakmak için bir hafta­

herhangi bir kız ya da gen ç kadın olduğunu g ö r e ­

lığına eve gitm ek üzere canavardan izin ister. Ca­

biliriz. Onun iyi huyu bir beyaz gül dilem esiyle

navar kız kendisini terk ederse öleceğini, ama bir

simgelendirilmiştir ama bilinçdışı amacı, bir an­

haftalığına gidebileceğini söyler.

lam oynamasıyla babasıyla kendisini, yalnızca iyi­

Evde babası kızının eve dönm esine ço k sevi­

lik değil, aynı zam anda zulüm ve lütuf ifade eden

nir; ama kız kardeşleri onun rahatını kıskanırlar,

bir ilkenin gü cü altma sokm uştur. Sanki kendisi­

canavara verdiği sözünü tutmaması için onu en ­

ni aşırı ahlaklı ve gerçekdışı bir durum da tutan

gellem eye çalışırlar. Bir gün kız düşünde canava­

sevginin yükünden kurtulmak istem ektedir.

rın üzüntüsünden ölm ek üzere olduğunu görür.

Canavarı sevm eyi öğrenm ekle içindeki insan

O zaman izin süresini aştığını hatırlar, onu ya­

aşkı, hayvansal (bu yü zden kusursuz olm ayan)

şamda tutmak için hem en geri döner.

ancak tam anlamıyla g erçek erotik biçim iyle uya­

Ölm ekte olan canavarın bakımını üstlenir, bu

nır. M uhtem elen bu kendisinin ilişkilerdeki asıl

arada onun çirkinliğini tümüyle unutmuştur. Ca­

rolünün uyanışını temsil etm ektedir. Başlangıçta"La Belle et la Betp" (1 9 4 6 . R ejijea n C octeau) filminden üç sahne1 Kızın babası beyaz gülü çalarken yakalanıyor (solda); hayvan ölüyor (sağda); hayvan bir prense dönüşüyor ve kızı elinden tutarak götürüyor (en sağda). O ykü bir genç kızın inisiyasyonu olarak görülebilir, yani erotik, hayvansı yanını yaşam ak için babasına olan b a ğ lılığ ın dan kurtuluyor. Bu oluncaya kadar bir erkekle gerçek bir ilişki kuramaz.

ki dileğinin, daha ö n ce ensest korkusuyla bastır­

Daha yaşlı kadınlarda ise canavar motif

mak zorunda kaldığı erotik unsurlarım kabul e d e ­

laka babaya olan fiksasyona bir yanıt bulma

bilmesini sağlar. Babasını terk edebilm esi için en ­

sel bir ketleıım eyi çözm ek ya da psikoanalil

sest korkusunu kabul etm esi gerekecektir. Cana-

şünen bir akılcının m itlere bulabileceği

var-insanı tanıyıp sahip olduğu gerçek dişil tepki­

herhangi bir gereksinim anlamına gelm e

lerini k eşfed in ceye kadar, kendisine bunu yalnız­

g en ç yaşlarda olduğu kadar m en opozu n ba:

ca düşlerinde yaşama iznini verecektir.

sıyla da ön em kazanan bir tür dişil sezginiı

Böylelikle, kendini ve eril imgesini bastırıcı

tımı da olabilir. Ruh ile doğanın bütünlü,

gü çlerden kurtaracak, ruhu ve bedeni birleştiren

bozulduğu her çağda bu m otif ortaya çıkab

aşkına güvenm eyi öğrenecektir. Özgür yaşayan bir kadın hastamın bir düşü,

Elli yaşlarındaki bir kadın aşağıdaki dü, lattı:

babasının eşinin ölüm ünden sonra son d erece aşın bir şekilde kendisine bağlanmış olması n ed e­

Tanımadığım birçok kadınla birlikte

niyle düşüncelerinde çok gerçek bir durum almış

evde merdivenlerden aşağı iniyorum. Bird

olan bu ensest korkusundan kurtulma gereksini­

bire kötü kötü bakan bir sürü “mayn

mini gösterm ekteydi. Düşte kendini öfkeyle sal­

adam”la karşı karşıya kalıyoruz. Taman

dıran bir boğa karşısında görüyordu. Ö nce kaçı­ yor ama hem en bunun hiçbir anlamı olmadığını anlıyordu. Yere düşüyor, boğa üzerine çıkıyordu. Tek um udunun boğaya şarkı söylem ek olduğu aklına geliyor, titrek bir sesle de olsa bunu yap­ maya başlayınca boğa sakinleşiyor ve ellerini ya­ lamaya başlıyordu. Yorum ortaya çıkardı ki k en­

onların elimleyiz ama ben tek çıkış yoluı panik içinde kaçmak ya da dövüşmek olm;; ğını hissediyorum. Bu yaratıklara, dikkatli ni kendi iyi yönlerine çekmek için insaı davranmalıymışız. Bir mayınım bana yakl; yor; onu dans partnerimmiş gibi selamlı rum, dans etmeye başlıyoruz. Daha sonra ı ğaüstii güçlerim varmış ve adamın biri de

disi artık erkeklerle çok daha kadınsı bir şekilde,

mek üzere. Benim elimde bir kuş tüyü ya

yalnızca cinsel olarak değil, bilinçli kimliğinin dü ­

gagası var, onunla onun burun deliklerine '

zeyine uygun bir şekilde en geniş anlamıyla e ro ­

va üflüyorum; yeniden soluk almaya başlıy

tik olan özel ilişkilere girebilecek durumdaydı.

Bu kadın bir eş ve anne olarak yazarlık yetile­

nerek dolanmaya başlıyor ve okşanmak isti­

rini ihmal etm ek zorunda kalmıştı. Düşü gördüğü

yor. Bunun bir peri masalı durumu ya da bir

sıralarda kendini yen iden çalışmaya zorlamaya

düş olduğunu anlıyorum; onun değişmesini

uğraşıyor ama aynı zamanda kendisini daha iyi

ancak yumuşaklıkla sağlayabilirmişim. Onu

bir eş, sevgili ya da anne olamadığı için eleştiri­ yordu. Düş sorununu olasılıkla benzer bir deği­ şim süreci içinde bulunan diğer kadınların ışığın­ da gösteriyor, yabancı bir evin üst katından, yük­

kucaklamak istiyorum ama dayanamayıp onu kendimden itiyorum. Ama onu yanımda tut­ mam ve ona alışmam gerektiğim hissediyo­ rum, belki bir gün onu öpebilirim de.

sek bilinçli bir d üzeyden alt bölüm lere d oğru ini­ liyordu. Bunun kolektif bilinçdışının, canavaradamın, kahraman döngülerinin başlangıcında rastladığımız hem kahramansı hem soytarı b en ­ zeri Hilebaz figürünün eril tarafını kabul etm eye zorlayan anlamlı bir yönüne giriş olduğunu düşü­ nebiliriz. Bu maymun insanlarla ilişki onun için ön ce yaratıcı ruhunun evvelden bilmediği doğal bir un­ suruyla tanışma anlamına gelm ektedir. Böylelikle yeni, yaşına daha uygun bir tarzda yazmayı öğ re­ necektir. Bu dürtünün yaratıcı eril unsurla ilişkili old u ­ ğu, bir adamı bir tür kuş gagasıyla burnuna hava üfleyerek canlandırdığı ikinci sahnede gösteril­ mektedir. Solunumla ilgili bu uygulama erotik bir sıcaklıktan çok ruhun güçlenm esi gereksinimini anımsatmaktadır. T örensel eylem yeni bir girişim için gereken yaratıcı yaşam soluğunu verm ek te­ dir; bu bütün yeryüzünde bilinen bir simgedir.

Burada bir ön cek in d en farklı bir durumla kar­ şılaşıyoruz. Bu kadın içindeki eril, yaratıcı işlevle çok fazla yüklenmiş bulunuyordu. Bu kom pulsif zihinsel yanı yüzünden dişil, kadınsı yanını hiç doyuram ıyordu. (D üşüyle ilgili olarak “kocam eve geldiğinde yaratıcı yanım yerin dibine giriyor, aşı­ rı titiz bir ev kadınına dönüşüyorum ” dem işti.) Düşü kadınlığı açısından kötülenmiş ruhunu d ö ­ nüştürerek onu kendisinde kabul etm eye, bak­ maya zorluyordu. B öylece kendi yaratıcı en telek­ tüel ilgilerim, kendisinin başkalarıyla içten ilişki kurmasını sağlayan içgüdüleriyle birleştirebile­ cekti. O halde bu kadın kendi naif kendilik portresi­ ni aşabilmeliydi; duygularının bütün zıtlıklarını kucaklamaya hazır olmalıydı. Tıpkı onun gibi gü ­ zel kız da iyicil öfke ve saldırısını uyarmaksızın kendisine saf bir beyaz gül verem eyen babasına olan masum güvenini bırakmak zorundaydı.

Bir başka kadının düşü de güzel kız ve canavar öyküsünün “doğa” yönünü anlatır:

Böcek benzeri bir hayvan uçarak p en ce­ reden içeri giriyor. Sarı-siyah kaplan postu, ayı pençeleri ve kurda benzeyen bir yüzü olan bir yaratığa dönüşüyor. Bu saldırıp ç o ­ cuklara kötü bir şeyler yapabilirmiş. Pazar öğleden sonraymış ve okul yolunda giden bembeyaz giyinmiş küçük bir kız görüyorum.

G re k tanrısı Dionysos kendinden geçmiş lir

Polisten yardım çağırmak zorundayım. Ama

çalıyor (üstte) (vazo resmi). Dionysos kültünün

sonra bir de bakıyorum ki o hayvan yarı yarı­

orjisel törenleri d o ğ a gizlerine açılım ı simgeler.

ya bir kadın oluyor. Benim etrafımda sürtü­

M e n a d 'la r Dionysos'u övüyor (sağda) S atirler aynı yaban tapınm a sırasında (en sağda).

Orpheus ve ademoğlu

“Güzel kız ile canavar” masalını, hiç beklenm edik

rahip adayının varlığı erotik bir doyum la sim gele­

şekilde ortaya çıkan, ço k doğal bir olağanüstülük

nen çok sıkı korunm uş gizlere, tanrı D ion ysos’un,

duygusu uyandırıp bir an için onun belli bir bitki

eşi Ariadne ile kutsal birleşm e törenine, sim gesel

türüne m ensup olduğunu unutmamıza yol açan

bir esrime yoluyla hazırlanabilmesiydi.

yabani bir çiçeğ e benzetebiliriz. Yalnız daha b ü ­

Zamanla D ionysos ayinleri duygulandırıcı din­

yük tarihsel efsanelerde değil mitin vurgulandığı

sel güçlerim yitirdiler. Doğal yaşam ve sevi sem ­

ya da onun tarafından yönlendirildiği inançlarda

bollerinden kurtuluş özlem i ortaya çıktı. Durma­

da bu tür bir giz bulunur.

dan ruhsal ve beden sel olanlar arasında salın­

Bu tür bir psikolojik yaklaşımı çok yerinde bir

makta olan D ionizyen’din belki çok yabandı. Per-

şekilde ifade eden tören ve mit tipi G reko-R om en

hizkâr ruhlar için pek uygun bulunmamıştı. Bun­

Dionysos kültü ve onu izleyen Orpheus m itinde

lar dinsel vecdi O rpheus’a tapınmakla içsel olarak

çok karakteristik şekilde görünür. Her iki mit de

yaşayabiliyorlardı.

“gizem ler” olarak bilinen tipe belirgin bir başlan­

Orpheus büyük olasılıkla bir şehadet. ile ölmüş

gıç sağlar. Hayvan ya da bitkiler alemi üzerinde

olan, mezarı bir adak yerine dönüşen gerçek bir

çok mahrem bilgilere sahip olduğuna inanılan

insan, bir şarkıcı, yalvaç ve öğretm endi. Erken

androjen nitelikte bir tanrı-insanla ilintili sem bol­

d önem Hıristiyan kilisesi O rpheus’da M esih’in ilk

ler içerir.

örneğini görm üştü. Her iki din de g e ç Helenistik

D ionysos kültünde inisyanlaşanm kendim b ü ­ tünüyle hayvansal yanm a bırakmasını, böylelikle

dünyaya gelecekteki bir yaşama ilişkin vaadi g e ­ tirmişlerdir.

yer ananın doğurganlık gücünü algılayabilmesini

Ama Orpheus kültüyle Hıristiyan dini arasın­

sağlayacak orjisel törenler bulunurdu. Tören şa­

da önem li bir fark vardır. Orphik gizem ler sulan-

rap içm ekle başlıyordu. Bundan beklenen, yeni

dırılnuş biçim de de olsa eski Dionizik dini yaşam ­

da tutuyorlardı. Ruhsal dürtü, eski bereket tanrı­

anlatılanlarda bulunabilir. Bu sırada, ortaçağ kili­

ları gibi tarımla bağlantılı olan, yılın ancak belli

sesinin en yüksek başlangıç ayini haline getirm iş

zamanlarında ortaya çıkan, başka bir şekilde sö y ­

olduğu vaftiz töreni de yapılırdı. Bu rit bugün pek

lem ek gerekirse doğum , gelişim, olgunluk ve ölü ­

kalmamış, Protestan kilisesinde ise bütün bütün

mün sonsuza kadar durmadan yeniden gelen

ortadan kalkmıştır.

döngüsü dem ek olan bir yarı-tanrıdan geliyordu.

Bugün de inananlar için tem el bir inisiyasyoıı’

Buna karşılık Hıristiyanlık gizem leri ortadan

gizi anlamı taşıyan bir ayin, Katolik Kilisesi ayin­

kaldırdı. İsa Mesihleri, peygam beri saf semavi k ö­

lerinde kupanın kaldırılmasıdır. Jung ayinlerdeki

kenli bir varlık olarak tasarlayan, babaerkil ve g ö ­

değişim simgeleri üzerine bir çalışmasında bunu

çe b e bir çobanlar dininin ürünü ve devrimcisiycli.

şöyle tanımlar: “ Kupanın havaya kaldırılması şa­

İnsani bir bakireden doğm uş olan insanoğlu, tan­

rabın ruhanileşmesini hazırlar. Bu, hem en ardın­

rısal bir ete bürünm e olayı son ucu sem adan gel­

dan Kutsal Ruh’un çağırılmasıyla onaylanmakta­

mişti. Ölüm ünden sonra da “ ölülerin ayağa kalkı­

dır. Çağrı, şarabın Kutsal Ruh’la birlikte içilm esi­

şıyla” geri d ön ü n ceye değin tanrı hakkı için y ö ­

ni sağlar, çünkü o üreten, bütünleyen ve değişti­

netm eyi sürdürm ek üzere, kesin olarak sem aya

ren Kutsal Ruh’tur. Havaya kaldırmadan sonra

geri dönm üştü.

eskiden kupa, M esih’in sağ tarafından akan kana

E lbette erken Hıristiyanlığın perhizkârlığı faz­ la sürm edi. D öngüsel gizlere olan inanç inananla­

uygun olarak, İsa’nın etini sim geleyen ekm eğin sağına indirilirdi.”

rı o denli sıkıyordu ki sonunda kilise putperest

Cemaata katılım töreni, (kom ü n yon ) ister Di-

geçm işin birçok uygulamalarını kendi törelerine

o n y sos’un kadehinden ister kutsal Hıristiyan ku­

almak zorunda kaldı. Bunlar arasında en önem li

pasından içilsin, her yerd e aynıdır. Am a içerd ik ­

olanlar Yas Cuması ve Paskalya Pazarı’n da’ ,

leri ayrıntılar her iki dinde farklıdır. D ionysos

İsa’nın dirilişi kutlamalarında yapılanlara ilişkin

kültü katılımcıları şeylerin kökenine, karşı k oy­ maya çalışan toprak ananın karnından dışarı atı­

Belli bir dine kabul ediliş töreni (çn .)

lan tanrının “ fırtına gibi” doğuşuna bakarlar.

Pom pei’de Villa dei Misteri (G izem ler Evi) duvar­

Pom pei'de Villa dei M isteri'deki bir

larındaki fresklerde anlatılmış olan ritte tanrı, bir

freskte bir Dionysos töreni görünüyor (üstte]. O rta d a bir yeni gelene,

rahibin adaya sunduğu D ionysos kadehinde k or­

arkasında tutulan tanrı maskesinin

kutucu bir maske olarak yansıtılmıştır. Daha son ­

yansımasını gördüğü Dionysos'un

ra, tanrının ürem e, gelişm e ilkesinin simgesi ola­

tören kabı veriliyor. Böylece tanrının

rak, içinde yeryüzünün lezzetli yenüşleri ve fallus

ruhu simgesel olarak içkiyle karışır; Katolik ayin sırasında kadehin

bulunan sepeti görürüz. Ana fikri doğanın eb edi doğum ve ölüm d ön ­ güsü olan bu geriye bakışın aksine Hıristiyan gi­ zemi, adayın aşkın nitelikte bir tanrıyla birleşm e umudu üzerine ileriye yöneliktir. Doğa ana bütün o güzel m evsim sel değişim leriyle geride bırakıl­ mıştır. Hıristiyanlığın tem el yapısı insanın gök ler­ deki tanrının oğlu olduğuna olan ruhsal inancı su­ nar. Am a her ikisi D ion ysos’u anımsatan ama M e­ sih’i de sevinçle b ekleyen O rpheus’un, tanrının fi­ güründe kaynaşmışlardır. Bu orta figürün p sik o­ lojik anlamı, İsviçreli yazar Linda Fierz David’e göre Orpheus ayininin Villa dei Misteri’de resim ­ lerle ifade edilmiş olan yorum unda tanımlanmış­ tır: “Orpheus şarkı söyleyip lirini çalarken öğret­ m ekteydi ve şarkısı o denli kudretliydi ki bütün doğayı zorluyordu. Liriyle şarkı söylerken kuşlar

kaldırılışı töreninin bir paraleli (altta).

X'rcccwccw:^

Orpheus şarkılarıyla hayvanları büyüler (solda: bir Roma mozaiği). Orpheus, Trak kadınlarınca öldürülür (bir grek vazosu) (üstte) Isa iyi çoban (6. yy'dan mozaik) (altta solda], Isa ve O rpheus d o ğ a insanı arketipinin paralelleridir. C ran ach'ın tablosunda d a (altta) d o ğ a insanının masumiyeti görünür. 1 8. y y 'ın Fransız filozofu Rousseau, basil d o ğ a çocuğu, günahsız soylu yabanlar görüşünü geliştirmişti (karşı sayfada solda). Uygarlıktan hemen hemen tümüyle bağım sız d o ğ a ya dayalı biı yaşam süren 19 . yy Amerikalı yaza r Thoreau'nun kitabı "W a ld e n "in kapağı (en sağda).

onun çevresinde uçuyor, balıklar sudan çıkıp

Sonra gözlerimi yavaşça açıyorum, ya­

onun yanma geliyordu. Rüzgar ve deniz susuyor,

nımda sözde beni iyileştirecek olan bir ada­

akarsular onun çevresin de akıyorlardı. Kar ve d o ­

mın oturduğunu görüyorum. Dostça görünü­

lu yağm ıyordu. A ğaçlar hatta kayalar bile Orphe-

yor, bana acaba kendisini işitmiyor muyum

us’un ardından gidiyordu; kaplanlar ve aslanlar,

diye soruyor. Nerede olduğumu çok iyi bildi­

koyunlarla yan yana ve kurtlar geyiklerle, ceylan­ larla birlikte onun yanm a uzanıyorlardı.” Peki bu ne dem ektir şimdi? Doğa olaylarına tanrısal bir bakışla bu kuşkusuz dem ektir ki “ I )oğadaki olgular içeriden harmonik bir düzene gire­ bilirler. E ğer aracı tapınma eylem inde ışık ile d o ­

ği anlaşılıyor. Çok çirkin göründüğümü, çev­ remde bir ölüm havası okluğunu fark ediyo­ rum. Bıınım onun için itici olup olmayacağını bilmek istiyorum. Ona uzun uzun bakıyorum. Geri çekilmiyor. Daha iyi soluk alabiliyorum. Sonra vücudumu serin bir meltemin ya da soğuk suyun yaladığını hissediyorum. Bunun

ğayı temsil ederse h er şey ışık olur ve bütün ya­

üzerine beyaz çarşafa sarınıyorum, uyumak

ratıklar barışır. O rpheus düşünce ve imanın be-

istiyorum. Adamın şifa veren elleri omuzları­

denleşıııesidir. O bütün çatışmaları çözen dinsel

mın üzerinde. Bir ara orada yaralar okluğunu

tutumu sim geler, çünkü bununla bütün ruh, her

anımsar gibiyim; ama ellerinin ağırlığının ba­

türlü çatışmanın ötesin de olan ona yönelecektir.

na güç verdiği ve beni iyileştirdiği görülüyor.

Bunu yapan gerçek Orpheus da iyi bir çoban, onun ilkel bir bedenleşm esi olur.”

Bu kadının önceleri çok güçlü dinsel kuşkuları

İyi bir çob a n olduğu kadar bir aracı da olarak

vardı. Çok sıkı bir Katolik eğitim görm üştü ama

Orpheus, D ionysos kültü ve Hıristiyan dini ara­

gençliğinden bu yana ailesinin biçimsel dinsel an­

sında bir denge sağlar; aslında D ionysos da Mesih

layışından kurtulmaya çalışıyordu. Gene de kilise

de söylediğim iz gibi zaman ve mekan olarak fark­

yıllarındaki sem bolik olgular ve onların anlamına

lı yönelişler gösterseler de benzer roller oynar;

derin bir bakış, kendisinin ruhsal değişim süreci­

aşağı dünyaya karşı semavi, ezeli ve ebedi olan

ne yoldaşlık etm ekteydi; bu yüzden de onun ana­

döngüsel bir din. Bu başlatıcı olaylar dizisi, dinler

lizi sırasında dinsel sem boller üzerine bu derin te­

tarihinde durmadan, m odern insanın düşlerinde,

mel bilginin çok yardım cı olduğunu görüyordum .

fantezilerinde olabilecek her türlü anlam kayma­

F a n t e z ile r in d e n

larıyla yinelenir. Analizdeki bir kadının çok y or­ gun ve çökkün bir durum dayken şöyle bir fante­

I W A L l)K N t

zisi vardı: LİFLİ

Yüksek ve kubbeli, penceresiz bir mekan­ da uzun, dar bir masada oturuyorum. Vücu­ dum büzülmüş, zayıf. Beyaz uzun bir çarşaf omuzlarımdan yere kadar iniyor. İçimde faz­ la yaşam kalmamış. Gözlerimin önünde altın varaklar üzerinde kırmızı haçlar beliriyor. Uzun zaman önce bir görev yüklendiğimi, şimdi nerede olursam olayım bunun bir par­ çası olduğumu hissediyorum. Orada çok uzun süre oturuyorum.

İN

THK

W t.

Tıpkı anima gibi anirnusta da yalnızca olum suz

ikili oluşu, bu saldırganlarda çift etki olasılığı b u ­

özellikler, gaddarlık, saldırganlık, boş konuşma ya

lunduğunu, bunun da öyle eziyetli düşü n celer­

da sessiz, takıntılı kötü düşünceler yoktur. Bunun

den ço k farklı bir şey olabileceğini gösteriyor.

aynı şekilde kesin olumlu, değerli bir tarafı da var­

Düşü görenin onlardan kaçan kız kardeşi yakala­

dır. O da yaratıcı etkinliğiyle ş e lfle köprüler kura­

nır, işkence görür. G erçek yaşam da bu kız kardeş

bilmesidir. 45 yaşındaki bir kadının aşağıdaki dü­

kanserden oldukça erken yaşta ölmüştür. Sanat

şü bu noktayı gösterm eye yardım cı olabilir:

yeten eği olduğu halde bunu hem en hiç kullanma­ mıştır. Daha sonra düşte saldırganların kılık d e ­

Gri, kapüşonlu giysili iki kişi balkondan

ğiştirmiş sanatçılar olduğu ortaya çıkar. E ğer dü ­

odaya tırmanıyorlar. Niyetleri bana ve kız

şü gören onların (aslında kendisinin) yeteneğini

kardeşime kötülük etmek. Kız kardeşim ya­

anlarsa kötü girişimlerini sürdürm eyeceklerdir.

tağın altına saklanıyor anıa onu bir sopayla

Bu da düşün anlamını gösteriyor: Korku n öb etle­

oradan çıkarıp işkence ediyorlar. Ondan son­

rinin ardında bir yandan gerçek bir ölüm tehlike­

ra sıra bana geliyor. İkiliden daha yetkili ola­ nı beni duvara dayıyor. Ama İkincisi o sırada birden duvara bir resini çiziyor. Ben bunu gö­ rünce (dostça davranmak için) “ne güzel re­ sim!” diyorum. O zaman bana eziyet etmekte olanın başı bir sanatçıya benziyor, kıvançla “evet, gerçekten” diyor ve öbürünün yapıtını dostça temizlemeye başlıyor.

si, ama öte yandan da yaratıcı bir olanak bulun­ maktadır. Düşü görenin resirne üstün bir yeten e­ ği vardı ama bu uğraşının anlamlı olacağından h ep kuşku duyuyordu. Düş ona bu yeteneği yaşa­ ması gerektiğini cid di bir dille anlatmaktadır. O zaman tahrip edici aniınusu yaratıcı bir gü ce d ö ­ nüşecekti. Yukarıdaki düşte olduğu gibi animus sık sık

Bu iki figürün sadist yön ü düşü gören için çok tanıdıktı; çünkü gerçek yaşamda da sevdiği kişi­ lerin tehlikede olduğu, hatta belki de ölm üş o l­ dukları duygusuna kapıldığı korku nöbetleri g e ­ çirm ekteydi. Am a bu düşteki animus figürünün

bir grup erkek şeklinde, kişisel olmaktan çok ko­ lektif bir şey gibi görülür. Bu kolektif zihinlilikten dolayı kadınlar çok yaygın olarak (içlerindeki anirmısu dile getirdiklerinde) fiilleri “ insan....... ya­ par” , “ ...yapılır” , “ ... giyilm ez” , “ ... olm az” biçim le­ riyle kullanırlar. Anlatım larında da “h erkes” , “dai­ m a” , “h ep ” gibi genellem eler sıktır.

Tenor Fronz Grass, VVagner'in "Uçan

Pek çok mit ve masalda, büyüyle bir yaban

H olla nda lı" operasında (üst solda]. Bir

hayvanına ya da canavara dönüştürülm üş olan ve

kadının sevgisi bu laneli çözünceye

bir kızın sevgisiyle geri dön en bir prensten söz

dek bir hayalet gem iyle gitm eye lanet­ lenmiş olan bir kaptanın öyküsünü anlatır.

edilir. (Dr. H enderson bu “Güzel ve Çirkin" m oti­ finin sıklığını bir ön cek i bölü m de yorum lam ıştır.) Gene sık olarak söylencen in kadın kahramanının

Birçok efsanede kadının sevgilisi

gizem li, bilinm eyen sevgilisine ya da kocasına so ­

gizem li bir figürdür; onu hiç görm em elidir. G rek m itolojisinden bir

ru sormasına izin verilm ez ya da onunla ancak ka­

örnek: Eros'un sevdiği Psike (1 8.

ranlıkta buluşur, yüzüne bakamaz. Söylenen an­

yy'd a n bir gravür], sevgilisini hiç

cak kör bir sadakat ve sevgi ile onu eski haline

görm em elidir [solda]. Am a sonunda

döndürebileceğidir. Am a bu bir türlü başarıla­

bunu y a p a r ve onu yitirir. Uzun aram a ve acılardan sonra aşkını yeniden kazanabilir.

maz. Her seferinde sözünü bozar ve sevdiğine an­ cak uzun, zor yollardan yen iden kavuşabilir.

Bunun yaşamdaki koşutu, bir kadının kendi animus sorunu ile bilinçli uğraşısının ço k zamana, acıya neden oluşudur. Am a eğer animusunun ne ve kim olduğunu, kendisine neler yaptığını anlar­ sa, büyülenm ek yerine geçeklerle yüzleşirse o kendisine girişim, cesaret, objektiflik ve ruhsal berraklık gibi eril özellikler sağlayan son d erece değerli bir içsel yoldaşa dönüşecektir. Erkekteki anima gibi animusun da dört gelişim aşaması o l­ duğu anlaşılıyor: Ö nce fizik gü ç simgesi, örneğin bir ünlü sporcu olarak görünüyor. Bir sonraki aşamada inisiyatif ve yapıcı gü ç kazanıyor, ü çü n ­ cü aşamada da dile geliyor ve bu yü zden de ruh­ sal büyüklere, örneğin hekim e, rahibe, profesöre yansıtılıyor. D ördüncü aşamada “anlamı” içselleş­ tirip yaşama bireysel bir anlam sağlayan yaratıcı, dinsel iç yaşantılara yöneliyor. O zaman kadına yum uşak varlığını telafi ed en ruhsal sağlamlığı veriyor. Onu aktüalitoyle de bağlantılandırabilir; o zaman kadın yaratıcı yeni düşünceler karşısın­ da erkeklerden ço k daha açık olabilir. Onların e s­ kiden beri ruhlar dünyasıyla geleceği okuyan ara­ cılara dönüşm esi bundandır. Olumlu animuslarıııın yaratıcı cesareti insanın yeni girişimlerini yü­ reklendiren d üşü n celer üretir. Kadının yapısı akıldışı olana daha yakındır, o yüzden bilinçdışının yeni esinlerini daha iyi açabilirler. Kadınların kamu yaşamında daha az yer alışları da animusun özel yaşamın loşluğunda saklı prens olarak daha etkili olmasından olabilir.

Animus'un dörl aşamasının canlanışları:

Bir erkeğin portresine sevgiyle bakan bir

Birincisi tümüyle bedensel erkek; hayali cangıl

genç kız (Hint minyatürü) (sağ üstte). Bir resim

kahramanı Tarzan (En üstte oynayan Johnny

ya d a film yıld ızına aşık olan kadın a p açık

W eismüller], İkincisi romantik erkek; İngiliz

kendi Animus'unu erkeğe yansıtmaktadır. Film

şair Shelley, 19. yy (orta solda). Ya da

y ıld ızı Rudolph Valentino (1 9 2 2 yılında bir

"Eylem ad am ı" Ernest H em ingw ay; savaş

filmde) binlerce kadının Animus

kahramanı, yazar, avcı vb. Üçüncüsü "Söz

projeksiyonunun sağlığında da ölümünden

sahibi" -Büyük siyasal hatip Lloyd G eo rge

sonra d a ağ ırlık noktası olmuştu (sağda).

Dördüncüsü ruh gerçeğine bilge önder-

Dünyanın her tarafından kadınların

G andhi.

Valentino'nun cenazesine gö nderdiği çiçeklerin bir bölümü (en sağda).

Kadının ruhundaki içsel erkek dışa yansıtılır­ sa, aile yaşamında, tıpkı anima gibi, zorluklara n eden olabilir. Durum u daha ağırlaştıran da her iki cinsteki animus ve animanın birbirlerini karşı­ lıklı olarak uyarmalarıdır. B öylece, aşk çatışm ası­ nın stereotipisinin d e gösterdiği gibi, her çatışm a kendiliğinden daha aşağı duygusal bir düzeye iner. Söylediğim iz gibi kadının animusu cesaret, gi­ rişim ruhu, gerçekçilik, en üst biçim inde ruh d e ­ rinliği ve içselleştirm e sağlayabilir ama ancak kendi “kutsal” inancını sorgulayabilecek ve düş­ lerinin yol gösteren işaretlerini, kendi inançlarına karşı da olsa alabilecek nesnelliğe ulaşabilmişse. O zaman self, içsel tanrısal bir yaşantı verebilir ve kadının yaşamına bir anlam katar.

Self: Bütünlüğün simgeleri

İnsan kendi animası ya da animusuyla içinden, bi­

Aşk acıları içinde yalnız başına yaşayan

linçsiz bir şekilde onunla özdeşleşem ey ecek d en ­

bir kız, bakır bir kayıkla gelen bir büyücü ta­

li uzun boğuşursa, bilinçdışı ego karşısında başka,

rafından göğe kaçırılır. Bu büyücü aslında in­

yeni bir sem bolik biçim alır. Ruhun çekirdeğinin,

sanlara avda başarılı olmaları için yardım

yani ş e lfin biçim inde görünür. Kadınların düşle­

eden ay ruhudur. Ay ruhu bir keresinde gi­

rinde self kişileştiğinde üstün bir dişil varlık, ör­ neğin rahibe, büyücü, toprak ana, doğa ya da aşk tanrıçası olarak görünürken erkekte takdis edici (örneğin bir guru), yaşlı bilge, doğanın ruhu, kah­ raman gibi ortaya çıkmaktadır. Buna örnek ola­ rak burada iki masal verilebilir. Bir Avusturya masalı şunları anlatır:

dince kız evnini yanındaki küçük bir eve mi­ safirliğe gider. Orada ufacık bir kadın bulur. Bu kadın sakallı foklarm bağırsaklarmdan bir elbise giymektedir. Bir de küçük kızı olan bu kadın, ay ruhunun aslında kızı öldürmek ni­ yetinde olduğunu anlatarak kızı uyarır. O bir tür Mavi Sakal, bir kadın katilidir. Onu kur­ tarmak için küçük kadın, kızı gökten yeryü­ züne ulaştıracak uzun bir ip örer. Bu yeni ay

Bir kral askerlerine lanetli bir kara pren­

doğduğunda olmalıdır, çünkü o sırada küçük

sesin tabutu başında nöbet tutma buyruğunu

kadın ay ruhunu bayıltabilecektir. Kız kendi­

verir. Ama prensesin her gece kalktığı ve n ö­

ni iple aşağı bırakır. Ama kız, küçük kadın

betçiyi öldürdüğü bilinmektedir. Sonunda sı­

özellikle anlattığı halde aşağıya vardığında

rası gelen bir asker korkusundan ormana ka­

gözlerini yeterince hızlı açamaz. O zaman bir

çar. Orada yaşlı bir zither' çalgıcısıyla karşıla­

örüm ceğe dönüşür. Artık hiçbir zaman yeni­

şır. (Ama bu çalgıcı aslında bizzat tanrıdır.)

den insan olamayacaktır.

Bu yaşlı çalgıcı ona kilisenin belli noktalarına saklanmasını ve kara prensesin kendisini bul­ maması için de çok sessiz durmasını öğütler. Bu öğütle asker hem kurtulur hem de pren­ sesi büyüden kurtarır. Sonunda da onunla evlenir ve kral olur.

Birinci masalda tanrının kendisi olan yaşlı zit­ her çalgıcısı şelfin , erkeğin ruhunda ortaya çıktı­ ğı gibi yaşlı bilge olarak görünüşünün tipik bir ör­ neğini verm ektedir. Eski m asallarda B ü yücü Merlin ya da Yunanlılarda tanrı Hermes de aynen ortaya çıkar. “Bağırsaktan giysileri” ile küçük ka­

Aslında bizzat tanrının kendisi olan yaşlı zit­ her çalgıcısı, psikolojik dile çevrilirse ş e lfin sim ­ gesidir. Askere, yani egoya yok edici anima figü­ ründen kurtulmakta hatta onu kurtarmakta yar­

dın da burada b enzer bir şey, bir kadındaki self fi­ gürüdür. Yaşlı çalgıcı kahramanı tahripkâr animasmdan ve küçük kadın da masal kahramanım, ay ruhu kılığında bir E skim o’dan, Mavi Sakal’dan

dım cı olur. kurtarır. E lbette ardından kızın kendi kabahati Kadında ise self yukarıda da söylendiği gibi di­

yüzünden iş kötü sonuçlam r ama bu başka bir k o­

şil bir görüntü taşır. Buna örnek olarak da bir E s­ nudur. kim o masalı verilebilir:

Self figürü düşlerde yalnızca yaşlı bilge ya da bilge kadın olarak görünm ez; aynı sıklıkta genç hat­

Zither: Alp halklarının, özellikle Avusturyalılar’ın, gitara benzeyen bir halk çalgısı, (çn .)

ta çocu k biçiminde de görünebilir. Çünkü self aynı

Psike'nin tümünün iç merkezi olan self, düşlerde üstün bir insan figürüyle canlanır. K adınlarda self bilge ve güçlü bir tanrıça olarak görünür. Örnek; G rek tanrıçası Demeler (oğlu Triptolemus ve kızı Kore ile. IO 5 . yy'd a n bir kabartm ada] (sağda|. Birçok masalın koruyucu meleği d e dişil self canlanışıdır. Kül kedisinin koruyucu perisi (Gustave Dore nin resimlemesinden] (üstte). Hans Christian Andersen'in bir masalının resimlerinden yardım eden yaşlı kadın (altta).

Erkeklerin düşlerinde self çoğunlukla "b ilg e ihtiyar" figürüyle canlanır. Arthur efsanesinin Büyücü M erlin i (1 4. yy'd a n bir Ingiliz el yazm asından] (en solda]. 18. yy'dan bir Hint resminde bir guru (bilge] (ortada]. Ş elfin bir canlanışını gösteren, Jung tarafından yapılm ış bir resim (solda). Bunu rüyada görmüştü. Elinde anahtar tutan, Jung'un deyişiyle "yüksek içgörü'yü temsil eden, kanatlı yaşlı adam .

Self genellikle düşü görenin yaşamının kritik zam anlarında, dönüm noktalarında, temel tutumunu ve yaşam stilini değiştirdiğinde düşlerine girer. Değişimin kendisi suyu geçm ekle simgelenir. Büyük bir değişim e yol açan gerçek bir ırmak geçiş (üstte), G eo rge W ashing ton Amerikan devrimi sırasında D elaw are ırmağını geçiyor (1 9. yy'd a n bir Am erikan resmi). Suyu geçmenin söz konusu olduğu bir başka önemli o la y 19 4 4 yazınd a D D a y'd e N o rm a n d iya 'ya ilk saldırı (solda].

Self her zam an üstün bir yaşlı ile canlandırılm az. Peler Birkhaeuser'in kendi düşünün resmi. Burada self bir çocuk olarak ortaya çıkar. Ressam bunun üzerinde çalışırken bilinçdışından başka düşünceler de gelir. Çocuğun arkasındaki, güneşe benzeyen yuvarlak bir bütünlük simgesidir. Ç ocuğun dört kolu da ruhsal bütünlüğü gösteren diğe r dörtlü simgeleri anım satıyor. Çocuğun önünde bir çiçek vardır; sanki ellerini kaldırınca ortaya çıkar. O ğlan , geceleri (yani bilinçdışı] varoluşundan do la yı karadır.

zamanda oldukça zaman dışı bir şeydir, gen ç ya da

yatlamış, donuklaşmış yaşamı zenginleştiren, ya­

yaşlı onun için eşittir. Örneğin bir erkeğin aşağıda­

ratıcı olanaklarla dolu bir içsel serüven haline d ö ­

ki düşü şelfi bir çocuk şekli ile vermektedir:

nüştüren böyle bir armağan sunar. Bir kadının psikolojisinde şe lfin aynı şekilde gen ç kişileşm e­

Bir oğlan çocuğu ata binmiş sokaktan ge­

si doğaüstü yetenekli bir gen ç kız olarak görü n e­

lip bahçemize giriyor. (Bahçenin gerçekte

bilir. Buna örnek kırk sekiz yaşındaki bir kadının

olan çiti ve çevre çalılığı yok, bahçenin sınırı

aşağıdaki düşüdür:

açık. Oğlanın maksatlı mı geldiğini, yoksa atın mı onu isteği dışında getirdiğini bilmiyo­ rum.) Atölyeme giden patikada durmuş, onların gelişini keyifle izliyorum. Oğlanın güzel atın üstünde görünüşü beni derinden etkiliyor. Çok küçük ama son derece güçlü yaban bir at bu. (Bir erkek domuzu andırıyor.) Kalın, gü­ müş grisi, uzun, fırça gibi kılları olan bir deri­ si var. Oğlan önümden, evle atölye arasından ge­ çiyor, sonra atından atlıyor ve onu ekili olan

Bir kilisenin önündeyim, süpürgeyle taşla­ rı temizliyorum. Birden üzerine bir kalas atıl­ mış olan bir dereyi geçmek zorunda kalıyo­ rum. Orada bir öğrenci var. Onun bana yardım etmesini istiyorum ama birden onun, kalası gevşeterek beni engellemek islediğini fark ediyorum. Birden karşı kıyıda küçük bir kız beliriyor ve bana elini uzatıyor. Beni tutabile­ cek gücü olduğunu hiç sanmıyorum ama elini tuttuğumda beni doğaüstü bir güçle kolaylıkla ve gülümseyerek karşı kıyıya çekiveriyor.

kırmızı ve sarı lalelerin ezmemesi için çiçek tarhından dikkatlice uzaklaştırıyor. Bu lalele­ ri düşümde karım az ön ce dikmiş.

Bu düşü gören, dindar bir kişidir ama düşüne bakılırsa kiliseye (P rotestan ) artık bağlı kalama­ yacaktır; gerçek te girişi yitirmiş görünm ektedir,

Bu çocu k şelfin , yaşamın yenilenm esi, yaratı­ cı bir atılımın ortaya çıkmasıyla her şeyin yeniden yaşam ve girişim ruhuyla dolacağı yeni bir ruhsal uyum anlamına gelm ektedir. Eğer bir adam ken­ dini bilinçaltının önerilerine bırakırsa bu ona, ba­

gen e de kilisenin yolunu tem iz tutmaya çalışmak­ tadır. Ama bunun yerine bir dereyi geçm esi ge re ­ kir. Bu, tem el yaklaşım değişikliklerinde sık görü ­ len bir simgedir. Düşü görenin kendisi öğrenci motifini, bir ön ceki g e c e ruhsal arayışını belki

Bugün birçok kimsenin düşlerinde self, ünlü kişilikler kılığındadtr. Psikologlar erkeklerde sık sık Albert Schvveilzer (en solda] ve C huchill'in (solda), kadınlarda ise Eleanor Roosvelt ve kraliçe Elisabeth'in (bir Afrika evindeki resim) göründüğünü gözlem lem ekledir (sağda).

üniversiteye yen iden giderek rahatlatabileceğim

oluşm uş; soluk aldığında yel esiyor, konuştuğun­

düşünm esine bağlamıştır; ama düş apaçık b un ­

da gök gürlüyor, çevresine göz attığında şim şek­

dan vazgeçm esini salık verm ektedir. Bunun ü ze­

ler çakıyormuş. İyi olduğunda hava iyi, kötü oldu ­

rine dereyi kendi başına geçm eye çalışırken self

ğunda kapalıymış. Öldüğünde parça p arça olmuş;

figürü küçük kız harika bir şekilde yardıma gelir;

vücudu Çin’in b eş kutsal dağını oluşturmuş; başı

küçüktür ama doğaüstü bir gücü vardır.

doğudaki T ’ai Dağı’m, gövdesi ortadaki Sung Da-

Ama ister yaşlı ister gen ç olsun insan biçim i

ğı’m, sağ kolu kuzeydeki Heng Dağı’nı, sol kolu

şelfin g e c e ve gündüz düşlerinde görünüş ola­

güneydeki Heng Dağı’nı, iki ayağı da batıdaki Hua

naklarından yalnızca biridir. Onun kendini g ö s­

Dağı’nı oluşturmuş. Gözleri ise güneş ve ay o l­

terdiği çeşitli yaş aşamaları da yalnız bizi bütün

muşlar.

yaşam evrelerinde izlediğini değil, aynı zam anda

Daha ön ce de dediğim iz gibi bireyleşm e sü re­

bizim bilinçli zaman duygum uzun ötesine ulaştı­

ciyle ilgili olan sim gesel resim ler dördlil bir yapı

ğım gösterir.

şeklinde düzenlenm e eğilimi gösterirler. Örnek

Self yalm zca bilinç alanımızda, onun zaman

dört bilinç işlevi ya da anima ve animus gelişim i­

aralığında bulunmaz. Onun zaman dişilik, daima

nin dört aşamasıdır. Dörtlük bu yüzden P’an

varoluşluk yam da vardır. Bu yüzden sıklıkla b ü ­

Ku’da da ortaya çıkar. Çok özel durum larda self

tün evreni kaplayan bir “ Ulu A dam ”la sim gelendi-

sim gesi başka sayı yapılarında da görünebilir; d o ­

rilir. Bir bireyin düşünde böyle bir sem bol ortaya

ğal durum da o her zaman 4 ya da 4’ler dizisinin 8,

çıkarsa sorunlarının yaratıcı bir çözüm e kavuşa­

16, 32 gibi öbür sayılarıdır. Özellikle 16 sayısı 4

cağı umulabilir çünkü ruhsal yaşamın çekirdeği

kere 4 simgesi olarak ço k önemlidir.

harekete geçm iş, iç varlığın birliğini sağlamış da­

Batı uygarlığında da ilk insan olarak A dem bi­

hası büyük zorlukları alt ed ebilecek hale gelmiş

çim inde benzeri “kozmik adam ” düşünceleri g e ­

demektir.

lişmiştir. Örneğin bir Yahudi söylencesin de tanrı

Bu yü zden birçok mit ve dinde kozmik bir in­

A d em ’i yaratmak için dünyanın dört köşesinden

san figürünün ortaya çıkmasına, çoğunlukla da

kırmızı, siyah, beyaz, sarı tozları almış, b öylece

çok olumlu bir rol oynam asına şaşılmamalıdır. Bu

A dem “dünyanın bir ucundan öbür ucuna ulaşa-

bizde A dem , İran’da Gayomart ya da Hindistan’da

biliyormuş; eğildiğinde başı doğuya, ayakları batı­

Puruşa olarak görünür. Çoğunlukla evrenin tem el

ya değiyorm uş.) Bir başka Yahudi söylencesine

prensibi olarak tanımlanır. Çinliler bütün dünya­

göre bütün insanlığın ruhları daha o zaman

dan ön ce tanrısal bir insanın, P’an Ku’nun yaşadı­

A dem ’in içinde m evcutm uş; ruhu “bir kandilin fi­

ğını, onun gök ve yere biçim verdiğini düşünür­

tili gibi sayısız iplikten örülü” imiş. Burada insan­

lerdi. O ağladığında Sarı Nehir ve Yangçe Irmağı

lığın, bütün ayrımlardan öte birliği düşüncesi bu-

M r M* S UN * - A ¡1

* a i'İ ft)

İt

ta

Z ti M

u* 3

* JZ.

tt g a te

İt

.» K w

i\ t

-

K T. ¡4 ~ T E

L

t

fc



m pî a t*

flfe

tt s (t n +

A