Kale Kapısı: Kimsecik II [2]
 9754330271

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

YASA .·KE A-L· a··e Kap1s KiMSECiK

2.

-�· toros yayınlan

.

.

·

.•

.-�>.

YASAR

KEMAL

Kale Kap•s• Kimsecik 2

-�

toros yayınlan

ı Salman koşarak Eminenin evine geldi, kadın onu kapı­ da karşıladı. Ortalıkta çit yoktu . Kayalıkların oradan önce çı�lığa, bağırtıya benzer bir ses yükselmiş, sonra da her şey birden bir sessizliğe gömülmüştü. Emine onun elindeki çıp­ lak, kanlı hançere bakakakh. Yüreğine tıp etti, demek o çığ­ lığa, bağırtıya benzeyen ses İsmail Ağanın sesiydi. Sırtını evin çitine dayadı, sallanıyordu. Salman ona şöyle bir göz atıp içeriye girdi, alışkanlıkla fişekliklerihi bağladı, dürbü­ nünü boynuna astı, filintasını dayalı olduğu yerden aldı, ta­ bancalarını, öteki hançet"ini yerlerine taktı, kanlı hançer öbeğinin arkasında kadın yittikten son­ ra Salinan orada durdu. Her şey yoğun bir toz içinde kalmış­ tı. Evler, cami, kayalık, insanlar tozdan gözükmüyordu. Bir

5

kaynaşma, gittikçe artan gürültü, yo�unlaşan tozlar . . . Yö­ nünü da�a dönüp, oraya do�ru koşmayı akıl etti. Kayalı�ı tutunca, yanından yöresinden cıv cıv kurşunların geçti�ini anladı, hayal meyal. Kendisini bir çukura attı. İçgüdüsel bir savunmaya geçti o anda da. İndi�i çukur küçücük bir koya­ �ın alt ucuydu. Sürünerek yukarıya tırmandı. Sa�dan soldan üstün� kurşunlar ya�ıyordu. Cebinden mendilini çıkardı, yan­ daki büyücek kesme çalısının en uç dalına so�kkanlılıkla ba�ladı. Bu ipekli mendili ona Emine işlemişti. Kurşunlar mendile ya�ma�a başladı. Sa�a, keskin kayalıklara kaydı. Buralarını taş taş, kovuk kovuk biliyordu. Az sonra kartal yuvalarını tutacak, ondan sonra da, ona arkadan kurşun sı­ kanları, e�er buraya kadar çıkariarsa bir bir avlayacaktı. Bunlardan ikisi Hasan ile Hüseyindi. Kurşun sıkışlarından biliyordu. İkisi de yaman nişancıydı. Şimdiye çoktan, kesme çalısına ba�ladı�ı Eminenin işledi�i mendili delik deşik et­ mişlerdi. Ama arkasından gelenler iki kişiden daha artıydı. Süllü de vardı içlerinde. Da�lardan yeni iki kişi, iki eski eş­ kiya daha gelmişti İsmail A�a kona�ına koruyucu olarak. Birisi çok ünlüydü. Salman onları görmemişti. Bir çocuk ka­ dar küçücük olanı, Salman onu görmüşcesine tanıyordu, Se­ fer eşkiyaydı, acımasız bir insan kasabı olaraktan tanınmış­ tı Toroslarda, çakır gözlü, somurtuk sarkık kalın deve du­ daklı birisiydi. Gözleri o kadar keskindi ki onun, karanlık gecede kara taşın üstündeki kara karıncayı görür ve de bir nişan alışta onU vururdu. Salman soluk solu�a kalmış, azıcık da çözülmüştü. Gü­ neş batınıştı ya, daha ışıklar bir iyice sönmemiş, koyu ka­ ranlık çökmemişti. Karartılar seçilebiliyordu. Aya�ının al­ tından kayan taş hızla köye aşa�ı yuvarlanırken, önündeki kayaya kurşunlar üstüste yapıştı. Onu izleyenler yakınma kadar gelmişlerdi. Uzun, dik, büyük kayanın arkasına he­ men o an kendisini atmasaydı, kurşunu yiyecekti. Kayan ya­ bmm sıcaklı�ı, akan sesi daha kulaklarmda \l�ulduyordu. Kartalların oldukları yere, sivri yüce kayaya baktı, ucu bu­ radan gözükmüyordu. Doru�un yanını yöresini uçan kartal­ lar almıştı. Salman, amma da çok kartal varmış, diye düşün­ dü. Onların uçtukları yer aydınlıktı. Kuşlar karanh�ın üstün-

de kalmışlar, bir hoş bir ışıJm içine telaşh, gergin kanatla­ rıyla girip çıkıyorlardı. Burnuna, çalının dibinden ezilmiş kuru kekik kokusu geldi, gündüz güneşte gö�ünmüş toprak, l,taya kokusuyla karışarak. Aşa�ıdan kurşun sesleriyle bir· likte gelen ayak seslerini de duyuyordu. Gelenlerin ayakla­ rının altından kayan taşlarm çıkardıkları gürültü alacaka­ ran�ı dolduruyor, aşa�ıdan ço�alarak gelen, yolunlaşan u�ultuya karışıyordu. Gece daha cikileme�e başlamamıştı. Köyde bir iki ışık ancak gözüküyor, tozlarm ardmda küçücük · ipileşiyordu. Hançer daha Salmanın elindeydi ve durmadan kamyor, yumşak ete girip çıkarken çatırdıyordu. Koskoca­ man açılmıştı İsmail A�anm gözleri, şaşkın, umutsuz, teslim olmuş, böyle bir şeyin olaca�ını bilmiş, bekleyen... Bii- acıma gelip geçmişti gözlerinin üstünden, belki de ardından, Salma• na öyle şaşkın bakarken, bir gölge gibi. Kimi zaman Salman onun bu bakışını yakalamış, yerin dibine geçmişti. İkinci bı­ çakta gözlerinin karmakarışıklı�mda Salman gene o acıma­ yı, her zamankinden daha açık seçik görmüştü. Sonra çok kızmıştı İsmail Aia ... Sonra da korkmuŞ, sonra· da, o anda sönüvermjşti. O kocaman açılmış gözlerde bir damla da yaş görmüştü Salman, büyük, buz kesilip donmuş, donuk donuk ışılayan. Salman kendine geldikçe !smail A�anın ona acıyarak ba­ kışı, ikinci hançeri tam yüre�inin üstüne yerken daha belir­ ginleşiyordu. İsmail A�a bütün ömrü boyunca ona acımıştı. hk günden son ana kadar... Gözleri kamyordu gecede Qpun, koskocaman açılmış, bir kan çanatı, kirpiklerinin arasından kanlar fışkırıyordu, kör, bakışsız gözler acıyarak bakıyorlar­ dı. Ayaklarının altından kayalar durmadan kayıyor, koyak­ tan aşatı gümbürtüyk yüzlerce yuvarlamyorlar, aşatıdan, yandan yönden de onun üstüne, kayalıkları saliayarak kur­ şunlar çavıyorlardı, uzun, havayı, geceyi keserek. Birden sO" lu�u çıkmaz oldu Salmanın, ayata kalktı solutunu taparla­ mak için, aşatılara baktı. Bir top mersin çalısının yanınday­ dı. Çalının uç dalını birkaç kurşun yaladı. Kopan bir yapra­ �m )'eri kokt�. Kurşuıılara aldırmadı. Bir süre orada durdu kaldı. Karşıdaki kayalıtın ardından Sefer eşkiyayla konuşan Hüseyinin öfkeli sesini duydu. Kendi kendine gülümsedi, bu 1

..

hi_ç konuşmayan iri, büyük elli, büyük kara gözlü, çangal bıyıklı, çok uzun hacaklı adamın ölümüydü de İsmail Aıanın ölümü. Bir daha hiç bir kapıda iş bulamazdı. Ömrü boyunca elinde silah böyle bey kapısı beklemişti. Ya Sefer eşkiya, o iyice bitmişti. Onların bir tek kurtuluş yolları vardı, o da bu­ gün, bu gece, buracıkta Saimanı öldürmek, ölüsünü de tan yerleri ışırken sürüyerekten köye götürmek... Ondan sonra da Çukurovada onlara yok yoklu� yoktu. Salman böyle dü­ şünürken gülümsedi. Şimdi şunların iki.sini de burada keklik gibi avlayabilirdi. Mersin kokusuna barut kokusu karışmış, burnuna kokuyordu. Bıyııının ucu kaşındı. Hüseyinin üç ço­ cuıu vardı, kara gözlüydü üçü de... Karısı da dünya güzeli bir kadındı. Dal Emine kadar bile güzeldi. Sefer eşkiyayı öldürmek iyi olurdu... Dal Emine işi anlar anlamaz ne kadar korkmuş, sonra da deliye dönmüştü üzüntüsünden. Yüzü apak kesilmiş, kaskatı olmuş, sonra da baıırarak koşmaıa başla­ mış, kayalııa varmış İsmail Alanın üstüne kapanmıştı. Onu İsmail Aıanın üstüne öyle kapanmış kalmışken öldürmeliydi. Ama buna yerinmez, çok çok sevinirdi Dal Emine. O, İsmail A�ayla birlikte ölmek isterdi. Bu dünyada ona kavuşamadı, o düı:ıyada k'avuşmak isterdi. Dünya yıkılsa da Salman öl­ dürmeyecekti Emineyi, Hüseyinin çocukları varsın küçük, varsın karısı dünya güzeli olsun, Sefer de isterse eşkiya Kürt Reşit olsun, onları şimdi, az sonra kayalıkların üstüne sere­ cekti Salman. İçini tuhaf birı sevinç almıştı. Mersin yaprak­ ları dökülüyordu kurşunlar geldikçe. Salman orada, usuldan başı dönerek, içindeki kuş gibi yeyni sevinç aydınlanarak du� ruyordu. Sırtından aıır, öldürücü, yıllardır onu ezen, soluk aldırmayan yükünü atmış, bütün baılarından boşanmıştı. İçinde inceden, onu uçuran seher yelleri esiyor, sevincinden her şeyi unutuyordu. Ta ki, İsmail Alanın onu aşaıılayan, ona acıyan, ondan korkan gözleri gelip karşısına dikilineeye kadar. Kurşunlar aşaııdan, kayahım dibinden yalım yalım pat­ lıyor, ince kırmızı, belli Pelirsiz kıvılcım ·çizgileri gibi geceyi biçiyorlardı. Köyden gelen uıultu gittikçe çoıalıyor, koygun­ laşıyor, karşıki kalenin kayalıklarında da yankılanıyordu� Datın doruıunun çevresindeki aydınlıkta, gecenin içine kar-

tallar doluşmuşlar, orada daha da çalalarak kanat kanada dönüyorlardı. Salinan bu da�da çok karta! olduğunu biliyordu ya, bu kadar çok oluşu onu gene de şaşırtıyordu. Bir sQre ışık içindeki da�m doru�u çevresinde kaynaşan, telaşlı uçu­ şan kartallara daldı. Şimdi başmda bu bela olmasa, varsa do­ ru�a, şu gecenin aydmlı�ı içinde yüzen kartallara gelha ey­ lese kurşunu, gelha eylese... Nasıl da tenger menger düşer­ ierdi yukardan aşa�ıya, kayalıklarm üstüne ... Vurulunca kartalların kimisinin kanı hiç çıkmıyor, kimisinin de kanı şo­ rul şorul akıyor, dört bir yanı boyuyordu. Kama, İsmail Aıa­ ya girip çıkarken, o, inceden duyulur duyulmaz bir inlemiş­ ti, kemi�i çatırdarken. Başkaca hiç bir ses çıkarmamıştı_ Bir damla yaş gözünün çukurunda saydam, ışıltısız, donuk. öyle taş gibi orada çakılmış kalmıştı. · Ölmese belki de uzun uzun aılayacak, Salman da onun karşısında durup seyrede­ cekti onun a�lamasını. Belki ölmemiştir düşüncesi Salmanın . içinden kırmızı bir yalım çizgisi, bir kurşun çizgisi gibi hızla geçti. Salmanın bedeni tepeden tırna�a çımgıştı. Ölmediyse, ölmüştür inşallah, nasıl bakarım onun yüzüne. Yata�mm başucuna geldi, güllü bir yorganıri altında, yüzü solgundu babasının, sarı, uzamış; kapkara, iri gözlerinin ışı�ı arınmış, abanoz sakalı ışıl ışıl, menevişliyor, sararmış, uzun yüzüne bir malızunluk veriyor. Gözleri yöreye hep acıyarak bakıyor. Kurda kuşa, börtü böce�e, insanlara, özellikle .atlara, Salma­ na acıyarak bakıyo�. Ça�ırm Salmanı, gelsin, diyor. Salma­ nın eli kelepçeli, önüne bakıyor, duda�ını sündürmüş, bili­ yor, babasının acıyan gözleri üstünde. Gözlerini hem sonuna kadar açmış, hem de onu köpekler gibi aşa�ılıyor. Bir pire görmüş gibi... Açın kollarını! Kamasını verin eline, hepiniz de çıkın oda dan. Herkes odadan çıkıyor, s.�ssiz, ona kimse karşı koyamaz. Aşalıdan, çok derinlerden, bir dünya kadar uzaktan düz ovanın ortasma serilmiş Fırat akıyor. Suyun kı­ yılarmda ot, ekin yı�ınları. Bir elinde kanlı hançeri bir ada­ mm, bir elinde uzun kara saçlı bir kadının kesik başı, kan­ lar hançerden, baştan yöreye saçılıyor, savruluyor, tepeden tırna�a ak üç etek giymiş adam hem koşuyor, hem de der­ vişler gibi, etekleri uçuşarak kendi yöresinde dönüyor. Fırat nehri gidiyor aşalılara çöle kıvrılarak, masmavi bir ışık olup 9

uçarak, uçarak yitiyor ovanın ucunda, bir top mavi ışık ola­ rak kayıyor, gö�ün arkasında yitiyor. Akşamm alacakaran­ lı�mda elindeki kesik başla, İsmail A�a dönüyor, etekleri mavi Fıratm üstünde savrularak... Kesik baştan kanlar sa­ çılarak, ya�mur gibi... Kaldır başını Salman. Yüre�ini kopa� ı·acak gibi sert. İçinde ne kadar acıma varsa gözlerine top-· ' lamış, gözleri kanıyor. Bakıyor. Haydi çık dışarı, git. Nere­ ye istersen oraya git! Süllü! Buyur Beyim. Saimana kimse dokunmayacak, ne kadar para isterse verin. Bu köye, Çu­ kurovaya u�amayacak, beni bir daha hiç, hiç, hiç göreme­ yecek... Böylesi o�ul yerin dibine batsm. Çukurovaya hir da­ ha gelirse öldürülecek... Yok, yok, onu kimse öldürmesin. Saimanı öldürmeyin. Saımana bir fiske vurmaym, bileklerine kelepçe takmayın. Kusurun hepsi bende. Bu iş böyle olmama­ lıydı. Dokunmayın Salmana. Ben ölürüm, beni bu yara, Sal­ manın kamasmm yüre�ime, yüre�imin derinine· işlemiş ya­ rası beni iflah etmeyecek. Ben onu ba�ışladım, kanım helal olsun ona. Ona çok para verin. Ben öldükten sonra, benim o�lum yok yoksul kalmasın... Kula�ınm dibinden sıcak bir su gibi yakıp geçen kurşun karşı kayada patladı. Karanl�a · bir hoş bir boz duman gibi bir şey yayıldı. Salman o anda kendisini yere atmasaydı, belki beş kurşunu da birden yiyecekti. Kurşunlar karşı sarp kayalıkta tuz ·buz, dumanlar fışkırttılar. Burnuna barut ko­ kusu geldi. Sa�dan soldan, yukardan aşa�ıdan durmadan, gecenin içinden akarak, çakıp sönerek, ince uzun, kırmızı, keskin çizgiler örerek kurşunlar akıyordu geceye. Akıp ka­ yalıkları paramparça ediyor, duman fışkırtıyorlardı. Da�dan aşa�ı koyaklara taşlar akıyor, gürültüyle yuvarlanıyorlardı. Yörede insan sesi diye bir ses yoktu. Gecenin öteki 's�sleri .'de;· puhularm ötüşü, çmgıraklı yılanlarm çmlaması, da�m soluklanması, kartalların kanat çırpışı, otların, çalılarm ci­ kilemesi durmuştu. Salman gürültüyle soluk alıp verişini din­ liyordu. Bir de üstünden, yanından yöresinden cıvılıyarak akan, karşı kayalıklarda, kalenin yamacında· yankılanan, yankıları aşa�ıdan gittikçe ço�alarak gelen kurşun sesleri köyün u�ultusunun yankılarına karışıyordu. Batıda, Dumluka­ lenin ardında, Aladaim üstünde gün' yerinin çok aydınlık uçlO

ları kırmızı, turuncu, mosmor, kuzeyi gittikçe açılarak Jto­ yu bir pembeye çalan bulutları balkıyor, gittikçe solarak sa­ la sola belli belirsiz sallanıyordu. Salman oradl;l. gözü batan günün yerinde, bir ak bulut gibi gittikçe solan, belirsizleşen bir bulu gibi ineelip yiten yatık, uzun, bir yarım ay gibi ova­ yı kuşatmış· Aladallarda ne kadar kaldılmı bilmiyor. Bir de ne zaman, şu dorulunda daha durmadan kartallarm, gittik­ çe aydmlanan, yeynilenen ışık içinde çolalarak telaşla dön­ dülü yere nasıl, ne zaman geldilini bilmiyor. Kendisini tır­ dolayı kırmızı kıvılcım, yalım çizgilerinin de ne zaman sar­ dılmı bilmiyor. Gözünü açamıyor, kulaklarmda salır edici kartal kanatlarının şapırtıları, inen, kalkan, savrulan... Kar­ tal sesleri, kayalarda çınlayan, yankılanan, parçalanan. Göz­ lerini açtıkça Salman ortalıla çökrpüş bir kalın duman, . du­ manların ardmda kıpkızıl, keskin, ustura, hızla, uluoarak dönen, cıvılayan halkalar, gökte aydınhim üstüne kapanmış, kanatları gerilmiş kartaUar, kuşlar gittikçe doruktan uzak­ laşıp, uzaklaştıkça şıkır şıkır açılan aydınhim içine, yöresini gecenin ördülü, bir kuyu gibi gölün derinliline açılan ışılm derinli�ine kayıyorlardı, sivri kayanın yöresini kurş�n hal­ kaları cıvılayarak öriiyorlardı, karaniılın içine kıpkızıl, ince­ -cik yaylar örerek uçan kurşuni.arı görüyordu. Kayanın ko­ vu�una sıkıştıkça sıkışıyor, büzülüyor, etleri dövülüyor, be­ denini dallayan kaya sivrilerine çakılıyordu. Bir yerlerden bir ses, bir soluk bekliyordu, burada büzülerek. Elindeki ka­ manın kanı kurumuştu. f;özlerini açıyor, buradan kurtul­ mak, kaçmak istiyor, gözlerini açar açmaz da yöresindeki kırmızı, keskin, ustura yalım halkalarının yakarak, biçerek döndülünü, dönerek çolaldıklarını, sivri kayanın yöresini ördüklerini görüyordu. Orada, çölde de yalın kılıçlar, binler­ ce ateş halkasmda tepenin yöresini örüyor, kimse oldulu yerden kıpırdayamıyor, atlılar doludizgin gelinceye, kilfala­ rını uçuruncaya, sonra da çekilip gidinceye kadar. Doludiz­ gin, ellerinde yalın kılıçlar, kılıçların keskin alızlarmda ipiltiler, atlıları bekli)ordu Salman. Bir ara Hüseyinin sesi­ ni duyar gibi oldu. eBurada o, ı> diyordu. «Su dorulun yöre­ sine baştan sona bir halka çizelim, ölünceye kadar buradan ayrılamaz, çizgiyi aşamaz Salman, ., diyordu. «Aşarsa ölür, ll

ölürse cehenneme gider. Ölmezse kertenkele olur, karta! olur, yılan olur, solucan olur. Onlar öyle do�muşlardır. Her­ kes bir türlü doğar. Salman bana kim oldu�unu söyledi. Sal­ man kim oldu�unu bütün köye, önüne gelene de söyledi.:. Hüseyin kulağının dibinde, ağıını kula�ına dayaınış, usul usul konuşuyordu. Babası bunun, babası karışmış eli kılıçlı­ lara, salt anasını öldürmek için. Altında bir Arap atı, yavuz, canavar gibi... ötekiler, yalınkılıçlılar tepenin yöresinde do­ iudizgin dönmüşler, dönmüşler, yüzlerce ateş halkası çizmiş­ ler çölün kum un� ... Öldür Allah, kıyamet kopsa bu halkala­ rın dışına kimse çıkamaz, kimse yerinden kıpırdayamaz. Sal­ manın babası öğretmiş bunu yalınkılıçlılara. Bütün bunları yediden yetmişe tekmil köylüye bir bir anlatan Salmandır. Anasının kanlı başını uzun saçlarından tutarak, babasının bütün çölü doludizgin geÇerek, her önüne gelene bu kanlı ba­ şı gösterdi�ini söyleyen Salmandır. Anasının Dal Eminenin tıpkısı oldu�unu da Salman fısıldamış köylü kadınlarının ku­ la�ına... Babasının İsmail Ağa olduğunu da.".. Şimdi işte bu Salman, anasının öcünü aldı İsmail Ağadan. Yalan! Bin ke­ re de yalan! İsmail Ağa ne onun anasını gördü, ne babası­ nı... Can çekişirken, !nezarında kemikleri uört oynasın, şakır �akır şakırdasın İsmail Ağanın anasının, buldu da aldı, ölüm­ den kurtardı bu pisi. Herkes görmüŞ, bütün bedeni cılk ya­ raya kesmiş bu Salmc.nın. Bedeninde kum gibi kurt kaynı­ yormuş kıvıl kıvıl... Öldü ölecek, o mezarında yatmayası ka­ dın merhemler kaynatmış bütün dağların otlarından kurtar­ mış bunu, gül gibi büyütmüş. İsmail Ağa da bu yolda bul­ duğu sümüklüyü, ölümcülü, adam sanmış da oğul etmiş, bu çiğ süt emmiıi, bu yedi sülalesi kaniıyı da kinliyi... O da al­ mış iki ağızlı, keskin, sivri, ustura Çerkes kamasını gelha etmiş onun yüreğinin başına. Belki yüz hançer üşürmüş onun yüreğine. Kanlı kalbura çevirmiş gö�sünü_. Gözü dönmüş: Salman, içinde ne kin birikmiş ki, buna insan kini demezler, yaratıklar arasında en kincisi devedir, buna deve kini de de­ mezler, e�er kö..Ylüler. yetişip İsmail Ağanın ölüsünü elinden almasalarmış, bu nankör, bu ekmek yediği sofraya sıçan da bıçak sokan, adamı kıyma gibi do�rayacakmış. Köylüler ye­ tiş;p ölüyü elinden 'aldıklarında tepeden tırna�a kıpkızıl ka12

na batmış çıkmış bu. Beş altı köylü onu zaptedemiyormuş, durmadan kayalarm üstünde paramparça yatan ölüye daha saldırıyormuş, aızı köpürmüş. Birden köylülerin elinden kur­ tulmuş yönünü dönmüş daıa ... Biz olam biteni duyduıumuz­ da o çoktan yamacı tutmuştu. Kurşun tutaımı aşmıştı. Ona kurşun geç�yormuş. Onu �ocukken babası, anası afsunlat­ mış, tılsımlatmış. Ona kurşun da deımiyormuş. Bunu da bü­ tün köye o anlatmış, kocakarılara. Onu yılan sokmaz, köpek dalamazmış. O, üç bin köpekle yürümüş Urfa şehrinin üs­ tüne, Üç bin köl)f:!k, bin çocukla ... 'l'ahin etmişler koca Urfa şehrini, bir lokma ekmek, bir kaşık su kalmamacasma... Ay­ larca çölü hükmü altma almış köpekleri, çocuklarıyla. Çö­ lün göıünden kuşları bile geçirmiyormuş. Her akşam üç birı azgm köpeıine yiyecek üç bin ceren... Köpeklerle çocuklar çölü kurutup bir iyice çöl yapmışlar. Buradan, bu daıdaıi kurtulurs� bu gece bu, bu Salman, hepimiz yandık. Bu gece bu adama yaklaşmak da olmaz, hepimizi burada teker teker öldürür. İşin kolayı, en iyisi şimdi yöresine bir çizgi çizeriz, biz gideriz çizgiyi çizdikten sonra, yarm gelir beş yüz kişiy­ le yöresini sarıp basarız kurşunu... İst�rsek şu çalılara, otla­ ra bir ateş veririz. O bu çizgiyi g���e de ölür. «Haydi öyleyse,:. diye baıırdı Süllü. «Ben çizgiyi çiziyorum, ne iş be!:. diye konuştu Sefer. cBen çizgiyi hemen çiziyorum. Ne ahmaklık be, bir halkayı geçernemesi bunların!:. «Salman dinsiz imansız! Allahsız,:. dedi Süllü. cO çizgi falan dinlemez.:. cBiliyorum,:. dedi H.üseyin, co hiç bir şeye inanmaz. İnan­ sa, kendini yaratan bir adamı öldürür müydü? O Allahı da öldürdü. Öldürürdü ya, bu çizgiyi geçemez. Hele bundan son­ ra, başka tu�unacak hiç bir dalı kalmamış, ne varsa, hepsini öldürmüşse, ona tutunacak bir dal gerek ... Onun için çizgiyi aşıp dışarıya çıkamaz.:. cO korkaktır,:. dedi Hasan. «Ben onun ciıerini bilirim, dotru, o her şeyi yapar da yöresindeki halkanın dışına çıkamaz. O benim bildilim Sal­ . mansa, dünyanm en korkak adamıysa...:. «Çiz çizgiyi Sefer,:. diye batırdı Hüseyin. «Çiz ama, çiz··

·

·

13

mesi kolay delil. Daha çizgiyi sen çizmeden o burada bizim hepimizi t�mizler...• cÇiziyorum, temizlesin, çiziyorum temizlesin...:. İri bir taşı siper almış yukardan aşalı yuvarlayarak çiz­ giyi çizmete başlamıştı Sefer. Yukarda, karanlı�n içine uzak, derin bir kuyu gibi oyul­ muş şıkır şıkır ışık kaynayan aydınlıkta; üstüste, bir büyük yumak olmuş kartatlar bir fırtınanın burgacında döner gibi yükselerek dönüyorlardı. Dorulun ucunda bir parçacık ışık kalmıştı. Nerdeyse, birazıcık sonra sönecek. Salman başını kaldırdı, Hüseyinle gözgöze geldiler. Kan kurumuş kama elin­ deydi, Hüseyinin solundan, keskin kayalıkların, pırnal çalı­ larının arasındaki çitirden öte yüze kaydı. Hüseyin. onu gör­ memiş gibi, dişleri, gözleri gecede ışılayarak sesi çıkmadan, yerinde dondu kaldı. Neden sonradır ki Sefer batırdı: «Çizgiyi bitirdim.• Sesinde bir utku muştusu vardı. Hüseyinden ses çıkmadı. Hasan da, Süllü de, ötekiler de konuşmadılar. «Ne oluyor?• diye batırdı Sefer. «Kaçtı,• dedi Hüseyin. «Nereden?:. «İşte şuradan, yanımdan.:. «Niye yakalamadın?:. «Elim ayalım kesildi,� dedi Hüseyin. '«Benim de,:. dedi Süllü. «Benim de,• dedi Hasan. «< isteseydi hepimizi öldürürdü,» dcili Hüseyiıı. «Niye öldürmedi ki?» «Niye öldürmedi ki?» «Niye öldürmedi ki?» cAllah bin belanızı versin,» dedi Sefer. cKorkaklar.:. Ye­ re tükürdü, yamaçtan aşatıya, gittikçe ulultusu yo�unlaşan köye dolru inmete başladı. «Korkaklar. Orayı da, kaçtılı yeri de bir çizebilseydim, az kalmıştı halkayı çizip bitirme­ le.» Arkasırtdan gelen Süllü: 14

cAz kalmıştı. Çizgi bitseydi kaçamazdı, öyle delil mi, Hüseyin?. «Kaçamazdı ya, orada da hiç birimizi sal bırakmazdı, kurşunlardı.:. cBiz ölünce,» diye sordu Sefer durarak, «onu çizginin içinden kim çıkarırdı?_. «Kim çJkacak buraya kadar, orada, uzun kayanın dibinde ölünceye kadar kalır, etini kuşlar yer, kemili de apak oraya buraya saçılırdu «Kurtuldu,» dedi Süllü. «Ezrail olsa o benim elimden kurtulamaz,:. dedi Sefer. •O benim ckmelimle uynadı. Bundan sonra bana şu koca Çukurovada kim iş verir ki...:. Yanındaki, gecede parlayan ak taşın üstüne sekilendi. cYoruldum. Korudulu adamı öl­ dürtmüş bir . kişiye kim yüz verir ki... Bundan sonra da ben eşkiyacılıkta ömür tüketernem ki, her gün ölerek. Bir kere balışlandım, Hükümet insanı bin kere balışlamaz ki... Ben bu Saimanı öldürmezsem öldüm.:. Hüseyin içini çekti, karanlıkta çangal bıyıklarını sıvazladı: cBen de ... » dedi. Hasan: «Ben de.� .• «Haydin öyleyse,» diye ayata fırladı Sefer. «ıç fırtmasma tutulmuş Salman, yü­ züne gözüne, bedenine, atı sürdükçe kırlangıçlar kurşun gibi de�iyor, b.ir ara atı süremiyar Salman, oldti�u yerde ' dönü­ yor atıyla, .o döndükçe kırlangıçlar ·sarJyor, kuşatıyor onu. Bir kırlangıç duvarmm ortasında kalıyor. Sa�a dönüyor kır­ langıç duvarı, sola dönüyor, arkaya, öne, karanlık bir aşıl­ maz kırlangıç duvarı. Ba�ırıyor Salman, Müslüm Ala, Müs: lüm A�a, kurtar beni, kurtar beni, boluluyorum. Elindeki Müslüm Alanm kellesini, kan fışkıran, saliayarak. . . Vıcırtı­ lardan sesi duy.ulmuyor. ·Salman da kendi sesini duymuyor vıcırtıdan, kuş sesleri kayalıklarda yankılanıyor . . . . Yankılan­ dıkça da büyüyor, Salman deli gibi elini kolunu sallıyor, ba�ı­ n�or, Müslüm Ala da aizını sonuna kadar a�mış balırıyor . . .

92

Birden ortalık gündüz gibi açıldı, kırlangıçlar çekildi gitti, Salman elinde Müslüm Alanın lçellesi, kona�a ·geldi, alın di­ ye ba�ırdı, alın Müslüm A�anızm kellesini. Beni, beni, beni kimse öldüremez, bUmediniz mi? Mustafa, yanındaki yatak­ ta yatan anasını dinliyordu, uyumuş mu, diye... Her şe); unutup onun solu�na kulak verdi. Salman kaya�m üstüne oturmuş üstünden geçen kartalları bir kurşunda vuruyor, vu­ ruUm kartal kanatları karınakarış, e�ri bü�rü, sallanarak yere düşüyordu. Çocuklar yerdt: çırpınan kartalı kanatlarm­ dan tutup ırma�a aşa�ı ba�ırarak koşuyorlardı. ,Yarah bir kartal, bir kanadı yerde sürünerek, açılmış, keskin gagasıy­ la çocuklara saldırıyor, onları kendisine yaklaştırmıyor, ara­ da da tek kanadıyla bir uçuş deneyip biraz uçtuktan sonra . tenger menger, yere düşüp kanatları upuzlin tozlarm içine seriliyordu. Tam .bu sırada da Salman hançerini çekip ca­ .mide sofanm tahtalarmda yatan İsmail A�aya saplıyordu. · Uyanan İsmail A�a kocaman iki eliyle Salmanın bo�azma ya­ pışıyor. kanadı kırık kartal çocuklara saldırıyor, bir parça etini koparıyordu Salmanm. Bir daha saldırıy,or, kocaman bir parça etini daha... Kocaman kartal Salmandan parça parça koparıp tükürüyor, koparıp tükülliyeP·: . Yorulmuş; tü­ kenmiş kartalın bir kanadından Sefero�lu, •bir kanadından Tırtıl Hüseyin tutmuş do�ru demirci oca�ma götürüyorlar. Bir çırak körü�ü çekiyor, ocakta közler apak olmuşlar, ocak­ taki demirler de ak kırmızı, kartalın başı da yalım gibi, kıp­ kırmızı önce, kıvılcımlar saçılıyor, sonra ak kırmızı... Ak kırmızı, ak kırmızı. Salmanın gözleri pörtlemiş, yumurta gibi fırlaınış dışarıya. İsmail Alanılı da _tam yürc�inin üstüne saplanmış çifte a�lı hançer. Mustafa, anasının solu�unu ge­ ne dinledi, Zero derin uykulardaydı, çocuk, usulcana yatak­ tan çıktı, karanlıkta · şalvarııü buldu giydi, sonra mintanını ayakkabısını, sonra da kasketini başına geçirdi, pencereden dışarıya baktı, ortalık gündüz gibiydi, bu aydınlık onu kor" kuttu ya, fazla dert etmedi, yavaşça kapıyı açıp aya�arınm ucuna basa. basa merdivenlere gitti, en küçük bir tıkırtı Çl- ' karmadan aş�ı indi,. gözleri yöreyi tarıyor, en küçük bir se< tıi, · bir kıpıitıyı kaçırmıyordu. Çangal bıyıklı Hüseyin mavze­ ri omuzunda, çapraz fişeldikleri boynunda kayanm tepesin·

93

de kıpırdamadan, kayadan bit parçaymış gibi duruyor, uza­ mış gitmiş gölgesi nara kadar geliyor, alacm gölgesine ka­ nşıyordu. Ortalıkta hiçbir ses, çıtırtı yoktu, yalnız ötedeki ırmaım ça�ıltısı, inceden, buraya kadar geliyordu. Duvarm dibine sinmiş, orada bir süre bekleyef\ Mustafa yerinden av­ lu kapısına do�ru usulcana kaydı, kapıyı açamayınca yeni­ den içeriye gitti duvarlara yapışarak. Alttaki kapı da kapa­ hydı. Mustafa bir an durdu, düşündü, hemencecik qe buldu, yüklük odasının penceresini her zaman açabilirdi, oraya yö­ t1eldi, şimd! titrernesi geçmişti, kapıyı açtı; pencere tam kar­ şıdaydı, kapa�ı kolaylıkla açtı, dışarıya kaydı, duvara tutu­ narak sarktı, sonra da atlayıverdi. Çıkard�ı patırtıdan ürk­ tü ama, patırtı duyulacak kadar de�ildi. Artık alııra gire­ bilirdi, onun yolunu epeyi süre önce birkaç kere denemiş, bir iyice ö�renmişti. Ahırın penceresi küçücük . bir çubukla dışardan kohıyca açılıyıJrdu. Önce burnuna keskin. bir at işemi�i kokusu geldi, sonra da yüzüne gübre, at, saman, arpa kokusuyla karışık koyu, çamur gib� bir bu�u çarptı. Ortada kalakaldı bir süre. Arpa saman yiyen atların çene kütürtülerini dinledi. Kır ·atm ba�­ lı oldu�u yeri biliyordu. Azıcık kendini topadayınca atm bu­ lundu�u yöne, öteki atların tekmelerinden kendini sakmarak yürüdü. At onun geldi�ini anlayınca başını kaldırıp kulakla­ rını dikti, Mustafa bu alacakaranlıkta da atm durumlarını görüyordu. Atların önündeki tahta. yemlik epeyce yüksekti, Mustafa oraya zorluk çekmeden atladı. Kır at, başını ona . do�ru uzatıp koklama�a başladı. Çocuk, bundan kıvançlan­ dı. O da atın alnmı, yüzünü, gözlerini uzun uzun okşadı. Son. ra da kır at hiç bir şey olmamış gibi, her şeyi unutup, kü­ türtüyle · önündeki yemi yeme�e- koyuldu. Mustafa onun başı­ nın yanına, otların üstüne� sol· yanında bir doru at vardı, iki atın arasına, sırtını yemli�in tahtasma verip ayaklarım uzattı , şimdi iyic� rabattı artık, salt yeom yiyen atların çene kütürtüleri. . . Mustafa bir yandan üstüne oturduıu ottan gelen keskin kokuyu kokluyor, bir yandan atların solumalarını, kütürtüle­ rini dinliyor, bir yandan da otun üstüne yerleşiyordu. Kır atm üstündeydi. Apaydınlık bir ırmaktan geçiyordu, 94

atm, kendinin yanı;ımaı:;ı sudaydı. Pırıl pırıl aynada gorur gibi görüyordu kendini suda. Küçücük b&Jıklarla birlikte kır­ mızı çam kabukları akıyordu çınariara do�ru. Aşa�ılarda su genişliyor iri çakıltaşlarının üstünde çı�ıldayarak incecik köpükleniyordu. Suya yansımış yüzüne baka baka böylece bir gün akşama kadar yol aldı. Ardından bir toz bulutunun içinde yitti bir süre. Sonra da dümdüz, yaban laleleriyle te­ peden tırna�a döşenmiş binbir renk cümbüşünde u�unan bir ovaya düştü. Üstünden turnalar geçiyordu katar katar, ova­ lar kaynaşıyordu ılık güneş altında. Gökyüzü lekesiz, başsız sonsuz bir mavideydi. Som sarı bir kuş takıldı yanına. }{ıp­ kırmızı bir damla ışıktan gözleri, som mavi uzun gagasıyla bir önündeki eyer kaşına konuyor cikileyerek, oradan da af.ı:n sa�rısma gidiyordu. Sa�rıdan da kalkıyor sa� omuz başına iniyordu. Orada yarulunca da geliyor, tam başının bizasında uçuyordu. Bu kuş hiç konuşmuyordu ama onunla çok ahbap oldular, birbirlerine dertlerini konuşur.cana anlatabiliyordu­ lar. Müslüm A�a geldi kapıda durdu. Ona her zaman çok gü­ zel ayakkabılar getirirdi, belki şimdi de getirmişti. Ama şim­ di nedense atının üstünde dimdik · durmuştu, inmiyordu. A�­ zını açıp da bir şey de söylemiyor. Sıcak ·da çatır çatır, orta­ lı�ı ka vuruyor, atmın, kendinin gölgesi bir top olmuş at� aya�mm dibine düşmüştü. Sabahleyin kır atm yemli�inde dehşet bir gürültüyle uyandı. Sa� yanı uyuşmuştu. Horo�lar ötüşüyor, atlar kişne­ şiyar, köpekler ürüşüyordu. Yemlikten· atlayıp bir anda ken· dini dışarda kalab�m içinde buldu. Köylü, kadın erkek, çoluk çocuk, genç yaşlı bir ba�ırtı, bir ça�ırtı yola düşmüş­ ier gedi�e yukarı gidiyorlardı. Mustafa da akan kalabalı�a karıştı, onlarla birlikte gedi�e yukarı aktı. Kalabalı�ın için­ de Kuş Memedi arıyor onu bir türlü gör�miyordu. Bir anda gedi�i aşıp kalenin altındaki düzlükte toplandılar . Gürültü kirp diye kesildi birden. Orada, kale altının düzlü�ünde ka­ lakalmışlar, yavaş · yavaş da bir araya toplanıyor ; biribirie­ rine sokuluyorlardı. Mustafa, kalabalı�m dışında d.olanırken sonunda Kuş Memedi buldu, o anda da bütün çocuklar bir araya geliverip yandaki kayanın arkasına kaY,dılar. 95

cNe oldu?:. diye sordu Mustafa. cNe oldu?:. diye sordu Memet. Onların arkasından öteki çocuklar da, cne 'oldu, ne ol­ du?:. diye sordular. Hiç kimse bir şey bilmiyordu. Sabah er­ kenden bir gürültü duymuşlar, k�ylü kalabalıjına karışıp .buraya kadar gelmişlerdi. Sonunda orada, düzlükte susmuş kalmış kalabalık da konuşma�a, cne oldu, �e oldu?::. diye biribirierine sormala başladılar. Hiç kimse bu, cne oldu:.larm .karşılılını veremi­ yordu. Önüne gelen, önüne gelene, cne oldu, ne oldu?:. diye .soruyordu. «Bir şey var ya, ne?::. «Bakın Cemal de gelmiş ...:. eGeimiş de gedilin üstüne, �ayalıla dikilmiş.:. «Mezarını bırakmış da gelmiş.:. eYa şimdi Salman gelirse mezara ...:. «Bunca mezar bekledikleri boşa gitmez mi?::. cVay fıkara Cemal'...:. «Köyün bomboş kaldılmı gören Salman da daldan me zarlıla inmez mi?:. Ardından gene .konuşmalar dindi. Kalenin burçlarının üstünde kartaUar uçuşuyorlardı kanatlarını kımıldatniadan, inceden esen yele gölüslerini vermişler, güneye, güneydeki ak bulutlara do�ru akıyorlar, sonra geniş halkalar çizerek geriye dönüyorlardı. Ovadaki yollar tozuyordu. Köylerdeki ·evlerin hacalarından incecik dumanlar eliliP ·. bükülmeden ta yükseklere kadar çıkıyorlardı, boz, açılr mavi� · Sonra, yönlerini günbatısına, ovaya, ova karşılarmda mavileşiyordu, döndüler, kayalarm üstüne oturdular. Kimse kimsenin yüzüne bakmıyordu. Bir şey vardı ama neydi? Aşa­ �ıdan akan ırmak tA aşa�ılarda topraktan ayrılıyor, yarım kavak boyu yüksekten kıvrıla döne ovada uÇarak akıyordu. Anavarza kayalıkl.arı da pus iÇinde kalmıştı. Anavarzanın önündeki lçararan geniş alan AkÇasaz ba�klıli.ydı, üstünde­ ki kalın sis bir o yana, bir · bu yana sallanır gibi oluy6rdu. . cNe oldu?:. diye sordu Tırtıl Hüsel'tii ayata kalkıp, pzun· suskunluklardan sonra. cNe oldu yani, iliçin ki .oturduk kı\1- . dık burada hş.çan. Abe su mu çıkti . köyde?:. ·

·

96

·

·

:

O konuşunca kalabalık gene karıştı, gene konuşmalar başladı, bir süre sonra da susuverdiler gene. Tırtıl Hüseyin : «Ne oldu, niye geldik buraya, bir bilen yok mu? Bir bi­ len yoksa niçin köyü bıraktinız? Ha benim işim v.ar aşalt­

«Korkmadın mı?» «Korkulur mu be ! O kır at var ya, o? O var ya, bizi kimseye verınez. Arkadan geleni teper, önden geleni kapar, parçalar.» claaah,» diye iniedi Kuş Memet, «aaah ! » Derinden içini çekti. «Ne o Memet, bir şey mi var?» «Su Salman, öldürülmeden bu köyün başı beladan kurtu-

100

lamaz. Bu köy yandı. Hepimize kimbilir neler olacak, neler gelecek başımıza. Kaçacak bir yer olsa da kaçsak, girecek bir delik olsa da girsek . . . İşte bu köye kısıtdık kaldık, başı­ mızda . da, her gün, her gün kırlangıçlar . . . Bir de Salman . . . Hiç aklımdan çıkmıyor Salman. Korkmuyorum ya.» «Ben de korkmuyorum,:. diye ba�ırdı Mustafa. «Kork­ muyorum ya, atlarla birlikte kır atın da yemli�inde uyu­ mak hoş oluyor. . . Kır atı var ya daha ben do�madan ba­ bam onu Halepten getirtmiş, öyle bir atmış ki, o Mısır padi­ şahı bile ona binrnek istermiş. Babam da, onda para çok ya, kimbilir babamı niçin öldürdü Salm�n, vermiş parayı 2.lmış kır atı. Ben bebekken de beni ilk olaraktan bu ata bindirmişler. Kır at beni tanıyor. Seni de tanır. Ne güzel urada, atın yemli�inde sen de, ben de . . . Salman da babamı, e:nun da b!lbasıymış , niye öldürmüş ki?:. «Babam dedi ki, niye öldürmüş biliyor musun , · babarn dedi ki, Salmanın İsmailf:Ağadan öd.ü kopuyor, korkusundan deli oluyor, korkusundan hiç uyku yüzü görmüyormuş. Ba­ bam, dedi ki, Salman o kadar korkuya dayanarnadı da öldür­ dü İsmail A�ayı. Babam dedi ki, Salman babasını bir de · çok seviyormuş, o kadar sevgiye dayanarnadı da . . .» «Anam da diyor ki, · ben de kalayım, sürüneyim . . . diye . . . Bak, beıı bu . gece de yemli�e gidiyorum, sen?» «Ben de,» dedi Kuş Memet, «herkes uyuyup ortalıktan el ayak çekildikten sonra . . .» «Bir de uyanırlar da bizi ararlarsa, biz sabaha kadar yerimizi onlara . . . Onlar bizi varsınlar arasınlar. isterse kı­ yamet ·kopsun, biz hiç ses çıkarı:nayaca�ız. Sabah oluncadır ki, oradan gizlice ortaya çıkaca�ız. Kimsecikler de yerimi­ zi. . .» cYerimizi . . .» diye gülerek aya�a fırladı Kuş Memet. İki çocuk, her şeyi unutmuş, sevinçten uçarak yokuştan aşa�ı koştular.

·

«El ayak çekildikten sonra.» «El ayak . . .» :· Evlerine gittiler. Mustafa, daha kapıdan girerken anası: 1 01

«Daha bir haber gelmedi Müslüm A�adan,» diye üzün­ tüyle söylendi. «Ne yapsak?»

Hasan Ala da ellerini oluşturarak soruyordu : «Ne yapsak? Belki de o kAfir Müslüm Atayı da öldür­ müştür.» «Topal Hacı Abbasa bir sorsak,» dedi Zero. «Ne soralım ona?» diye sordu Hasan sornurtarak, gü­ vensiz.

«Müslüm Alanın en yakın arkadaşı, sırdaşı delil mi o, her gün atız atıza verip fısır fısır, sabahlardan akşamlara kadar onlar konuşmuyorlar mı? O bilmez de kimbilir Müs­ lüm Alanın ahvalini.:o. «Belki,» dedi Hasan Ala gene ellerini oluşturarak.

Zero sertçe : «Mustafa, git de söyle Topal Hacıya, eve gelsin, yeme­ le buyursun. Anam seni istiyor diye söyle.»

Mustafa, Topal Hacı Abbasa gitmete can atıyordu, he­ men koştu. «Unutma dedilimi, orada dalıp kalma.»· Mustafa ne zaman bir şey .içim- Topal Hacıya gitse on­

dan hiç ayrılmak istemiyor, gözlerini onun ellerinden bir tür­ lü ayıramıyordu. Anası da onun bu huyunu bildilinden her seferinde onu sıkı sıkıya tenbih ediyordu, orada dalıp gitme­

sin diye. Mustafa, merdivenleri hızla inerek bir koşu Topal Hacı­ ya gitti. Hacının evi ırmatın kıyısında, üç· ataçtan ortadaki ulu dut ataemın altındaydı. Dutun altı, evin yanı yöresi, bi­ çim biçim, irili ufaklı tomruklarla doluydu. Daha gün kuşluktu, Hacı elinde incecik bir kıl testere bir tahtayı kesiyor, oyuyordu. Ortalık çam, sedir, türlü tQI'­ lü alaç kokuyordu. cAnarn seni istiyor Hacı amca,» diye coşkuyla batırdı. «Ama anam dedi ki işini bırakmasın, öğle zamanı birlikte gelin ki yemek hazır olsun da birlikte yemek yiyelim.» �lur,» dedi Topal Hacı gülümseyerek, kalın, ak kaşla­ rının altındaki çukura batmış masmavi gözleri ışılayarak. «> «Çoban köpeği,» dedi &ta. «Bu çoban köpekleri çok . namlıdır bütün dünyada. Üstlerine köpek yoktur. Kardeşten ileridirler, kardeşten daha ba�lıdırlar arkadaşlarına. Gör­ medin mi, Baş çobanın kellesini ne kadar beklediler, az daha açlıktan ölüyorlardı.» «Beni çok seviyor.» «Belli.» Gözleri sevgi doluydu, ilerde yatmış, başıııı ayakları üs­ tüne koymuş köpeğin. Öyle htizünlü, sımsıcacık bakıyordu. Ancak köpekler bakabilirler, bütün yaratıklar içinde böylesi­ r.e gözleri sevgiyle dopdolu. Sevdalı kadınların gözlerinden bile böylesine sıcacık sevgiler taşamaz. Mustafa götürüp onun ağzına bir bütün sığırcık uzattı. Önce köpek nazlanır gi­ bi etti istifini bozmadı, çocuk diretince edemeyip başını kal­ dırdı, ağzını açtı. Mustafanın elindeki kuşu aldı. «Bu çoban köpekleri isterlerse bir insanı parçalayıp öl­ dürebilirler mi? Kuş Mt::met öyle diyor .» «ParÇalayıp öldürebilirler .» «Bunların sahiplerini, yani arkadaşlarını bir adam öl­ dürmüşse gözlerinin önünde . . .» Abbas Usta sözü onun ağzından aldı : «Yüz yıl da geçse aradan köpekler o adamı tanırlar, unutmazlar, fırsat bult_\nca da üstlerine atılıp onları parça­ larlar . » «Hançerlerinden korkmazlar mı?» «Korkmazlar .» «Bu kocabaş da . . .» «Bu da . . .» Köylü çangal bıyıklı Hüseyınin de Salınanı öldürrneğe git­ tiğini birkaç gün sonra da olsa ö�rendi. Onun gidişine fazla önem vermedileı:ıse de gene de beklediler. Çangal bıyıklıyı tanıyorlardı, öfkeli, sözünün eri, inatçı bir adamdı. Belli ol­ mazd! , ummadık taş baş yarardı. Bunca insanın kellesini göndermiş Salma nın, kimbilir, kellesini o alır getirirdi. iri yarı, görkemli bir adamdı çar.gal bıyıklı Hüseyin. İsmail Ağayı da c::ını gibi seviyordu. Bunca korucu, dağ gibi adam­ lar, mangal yürekliler , eski eşki yalar, afurlarından tafurla276

rıodan yanlarına vanlmayanlar A�alarını sıçan kadar, tav­ şan gibi korkak birisine öldürtmüşler, şimdi de o sıçanın ar­ kasına düşmüşler, sözümona onu öldürrneğe ·çalışıyorlardı. Öldürsünler bakalım nasıl öldüreceklerse. Ö�le horozları öterken bir haber köyü baştan başa bir anda dolaştı : Salman çangal bıyıklı Hüseyini öldürmüş, kel­ lesini de çoban Cemşidin eline vermiş, Cemşit de koşarak so­ luk solu�a kelleyi köye getiriyorınuş. Haberle birlikte de ko­ na�ın yanındaki huğdan bir çığlık patladı. Bu, Hüseyinin ka­ rısınin sesiydi. Kadın iki çocuğu elinden tutmuş evin içinde a�layarak, çığrışarak dolanıyordu. Zero hemen oraya koştu : «Sus hörtük,» diye ona bağırdı, «sus kalta k. Ağıt yaka yaka sağ adamı öldüreceksiniz. Kim getirdi haberi sana, ne­ rede kellesi Hüseyinin, Hüseyini sen Müslüm Ağa, Hüseyini sen Baş çoban mı sanıyorsun? Hüseyin onu öldürrneğe gitti, o nasıl öldürürmüş Hüseyini ?» «Öldürür o ablam, öldürür o. Hüseyini de öldürür , her­ kesleri de öldürür. Öldürür o öldürür, çocuklarımı da öksüz eder, yuvaını da ıssız koyar.» «Sus, suuus, ağzından yel alsın, sus . . . N(;reden duydun, kim söyledi, suuus ! » � «Herkesin dilinde, kellesi ' Cerrişidin elinde geliyormuş ab­ lam, geliyormuş doludizgin. Ben ağlamayım da kimler ağla­ sm .. . Kesti kellesini yi�idimin, kesti kellesini bir sıçan . . . Ben neye yanayım ablam, Hüseyine mi, böyle bir adamm Hüse­ yini öldürdüğüne mi?» Zero ne yaptı, ncylediyse de onu susturamadı. Kadının çığrıltıları sabaha kadar' sabahtan aa akşamıara kadar kö­ yün üstünden eksik olmftdı. Bütün köylü de kadınla birlikte çangal bıyıklı Hüseyine yanma�a başladı. Zero Hatunsa ke­ derinden deli oluyor, a�zını bıçaklar açmıyordu. Kona�ın içinde dört dönüyor, «ne yapayım, ne yapayım koca Tanrım; bana bir yol göster, benim derdime bir çare bul,» diye kendi kendine söyleniyordu. Mustafa artık iyice arkadaş oldu�u köpekten hiç ayrılmıyor, tohtundan tutmuş onunla birlikte · bu da� benim, o koyak senin, kiminde de yanında Kuş Me­ met dolaşıp duruyordu. O da, Salmandan her şeyi bekliyordu ya, çangal bıyıklı Hüseyinin kellesini beklemiyordu. Bu yüz,

277

d�n de eli köpe�in tohtunda çılgıncasına köyü, ntreye gitti­ �ini bilmeden dolanıyordu, �zü sapsarı. O gece sabaha ka­ dar köpekten ayrılmadı. Zero edememiş, onu köpekle birlik­ te konağın altına almıştı. Oysa Zerolar, Şafi mezhebinden­ diler, köpe�e dokunmak onlar için günahların en büyü�üy­ dü. Zeronun, a�ıdını bir an olsun kesmemiş Hüseyinin karı­ sının, Mustafanın, köylülerin bekleyişleri böyle gergin ancak üç gün sür�i.i. Üç gün sonradır ki kadın a�ıdını kesti, Zero bir iki sözcı..k de olsa konuştu, Mustafa köp'e�in tohtunu elin­ den bırakıp, onsuz kona�a çıktı. Köylü de Hüseyinin çangal . bıyıklarından tutmuş gelen Cemşidi konuşmadı. Çocuklar ge­ ne tembelleştiler, köyün içinde amaçsız dolaşma�a başladı­ lar. Dördüncü gün söylenti bıçakla kesilircesine kesilip yön de�iştirdi, çangal bıyıklı Hüseyin Salınanı sonunda öldür­ müştü. Hüseyinin karısı hemen kona�a koşup Zeronun elleri­ ne sarıldı öptü. Konaktan köye sevinçli gülüşler taşıyordu. Zero önüne gelenle konuşuyor, tasarımlarını anlatıyordu. Çiftli�i satmayacak, onu görülmedik bir düzene sokacaktı. Yıllar yılı İsmail A�ay1a ne kon.ıŞID\Işlarsa hepsini gerçek­ leştirecekti. Uçsuz bucaksız portakal, limon bahçeleri ·başla­ yacaktı kayalıkların dibinden. Güldür güldür su akıtacaktı bu ovaya. Çiftlik kona�ının yanı yöresi a�zına kadar çiçek­ lerle dolacak, şu mor kayalıklarda bile nergis, sümbül bite­ cekti, katmerli. Bu ova, bu da�lar bahar geldiğinde baştan sona ak portakal, limon çiçekleriyle donanacak, da�lar taş­ lar, otlar, a�açlar ve toprak hep limon kokacak, insanlar bu koku ortasında kendilerinden geçmiş, mest, sarhoş, mutlu do­ laşacaklardı. Zero açılmış, bir yılda, beş yılda konuşmadık. larını, İsmail �aya bile açmadığı gizlerini önüne gelene bir günde söyleyivermişti. Köylüler de önce Zeronun, Hüseyinin karısının, Mustafa­ nın, çocukların, kocabaş köpeğin sevincine katılmışlar' ara­ dan az bir süre geçince de yüz geri etmişlerdi. Hüseyini yolda çobanlar görmüşler, iyi haberi köye on­ lar ulaştırmışlardı. «Ulaştırmaz olsunlar.� Çangal bıyıklı Hüseyin Salınanı altı kişisiyle Düldülda-

278

�mm ete�inde mor yarpuzlu bir prnarın başmda yakalamış, teslim ol Salman, diye ba�ırmış. Salmandır hemen kendisini yere atmış, sallamış kurşunu çangal bıyı�a. «Sallamaz olsun.» . Hüseyin keskin çakmaktaşından kayalı�m ardında, Sal­ mansa açıkta, onu gizleyecek bir küçük yaprak bile yok. «Teslim ol Salman.:. Salmandır ba�ırmış, «teslim olarnam Hüseyin. Ben babamı öldürdüm, sana ne?:. Hüseyinin çangal bıyıkları dimdik olmuş. cUlan nasıl bana ne, ben onun ko­ ruyucusu de�il miydim?» Salman daha · yalva:rmamış, Hüseyinse önce teker teker onun yanındaki arkadaşlarını hemen oracıkta öldürüvermiş . Saimanı da bir koluiıdan, bir de boynundan yaralamış. Son- . ra varmış üstüne, hançerini çıkarmış . . . «Çıkarmaz olsun.:. Salman kocaman açılmış gözlerle ona bakmış, iniemiş : «Haydi, haydi, çabuk, · acele et, kes başımı, ne olursun, ya­ nında azıcık hatırım varsa, birlikte ekmek yedik, su içtik, on­ lara- azıcık saygın varsa, babam seni severdi, bütün koruyu­ cuları içinde, babamı azıcık seviyorsan, beni öldür.» Çangal bıyıklı Hüseyin onun yanı başına oturmuş, pınardan su iç­ miş, onlar oraya meler yemek yemele gelmişletmiş. Açık sofralarmda kuş sütü eksikmiş. Hüseyin oturmuş prnarın ba­ şına, bir, bi'r lokma atıyormuş a�zma, bir Saimana bakıp gü­ lüyormuş. Salmansa acıdan toprakları, yöredeki ta.şları çır­ malıyormuş -«i, bütün tırnakları sökülmüş, parmaklarının apak kemilqfri çıkmış ortaya. Salman gene balırmıyor, in­ lemiyormuş. · «Öldür beni Hüseyin, ben ne yaptım sana da . . .» «Öldürmez kafir .» İşte Hüseyin Salmanın başmda böyle bir gün beklemiş. «Beklemez olsun domuz.» Tan yerleri ışımış, seher yeli dallardan türlü kokular getirmiş. Gün· açılmış ki bütün dola, otu, çiçeli, arıları, kurt­ ları kuşları, kokularıyla ayala kalkmış. Salmansa önünde gerçekleşen bu tansıla, acılarını unutmuş, kanı boşalarak ba­ kıyormuş. Birdenbire sevinmiş. «Ne güzel dünya demiş, doyamadılım dünya . .» .

279

Bunu söyler söylemez de Hüseyin yanaşıp onun saçların­ dan tutmuş basmış hançeri ensesine, kellesini bedeninden belki yarım saatte alıf alır ayırmış. «Ayırmaz olsun.:. Gözleri açık kalmış Salmanın, diri insan gözleri. Gözle­ rine de prnara dolmuş tan yerlerinin ışılı vurmuş. Almış Salmanın kellesini eline, tutmuş saçlarından, bin­ miş atma sürmüş ki ne sürüş ! At yolda çatlamış . H�indir bırakmıŞ atın ölüsünü orada düşmüş yola ki, kelleyi getire de Zeroya, ödülünü ala. «Almaz olsun.:. Bu biçim bekleme de üç gün sürdü, ne gelen vardı, ne giden. Üç gün sonra söylenti tam tersine döndü. Bu sefer de aynı minval üzre Salman çangal bıyıklı Hüseyini öldürmüş, çocuklarını öksüz, yuvasını ıssız koymuştu. , «Koymaz olsun, o tetile basan parma�ı çürüsün.» «Yerin dibine geçsin Salman.» Cemşit de gelmiyorrlu artık. Görünmeyeli hayli olmuştu. O her gelişinde doıru dürüst bir haber getiriyor, köyü me­ raktan öldürmüyordu. Her gelişinde bir felaket haberi getir­ mesine karşın Zero da, alttan alta, kendisine bile belli etme­ den Cem�idi bekliyordu. Şimdi her şey tıkanmıştı: Kimbilir Salman daha ne kadar öldürülecek, kimbilir daha ne kadar Cemşit Hüseyinin kellesini çangal bıyıklarından . tutup kona­ �a getirecek, kimbilir, da�lardan daha ne biçim haberler ge­ lecekti. Avlu kapısını köpeıini yallamakta olan Mustafa açtı. Ge­ len adam çok uzun boylu, uzun ak bıyıklı, uzun kırış kırış olmuş boyunlu bir bacaıı dizden kesik tahta bacaklı, dimdik duran birisiydi. «Delikanlı,» diye konuştu, eburası İsmail Aıanın konaıı mı h Sesi tok, gürdü. Her sözcüıü boşluıa balyoz gibi ini­ yordu. «Burası,» dedi Mustafa, · «buyur içeri.» Önünden yana çekildi. öteki kapının ortasında dikilmiş duruyordu. «Zero Hatun evde mi, Hasan Aıa evde mi?» «Evde,» dedi Mustafa. iri yarı konuk tahta bacaıını yere küt küt vurarak mer-

280

divene yürüdü. «Düş önüme ! :. Mustafa onun önüne düştü. B u adamı gözü tutmuştu. Ne için geldi�ini de biliyordu. Köydeki, onu gören herkes de onun ne için kona�a geldi�ini anlamıştı. Anlamışlar, hemen de konuşma�a başlamışlardı. Evdekilerin de gözleri tutmuştu bu adamı. Mustafa ilk görüşte sevmişti topalı. Yi�it, mert bir hali vardi. Üstelik de onu görünce içine bir umut ışı�ı dol­ muştu. Bir yerlerinden bir sevinç kabarıp geliyordu. «Zero, Hatun ben geJdim.» Sofanın ortasında Jurmuş di.lrt yanına araştırarak bakıyordu. «Hoş geldin kardaşım .» cHasan A�a burada mı?» «Simdi gelir.� «Benim adımı sorarsan bana çift boynuzlu İskender Ça­ vuş derler. Neden ki dersen o İskeı;ıderin çift boynuzu var­ mış. O İsk�nder savaşa girerken çift boynuzlu tolgasını ba­ şına geçirmeden kimseylen cenk etmezmiş . Çift boynuz onun u�uru, onun damgası, onun tu�rasıymış. Babam da benim adımı İskender koyunca. o da bana çift boynuzlu, demiş . Yoksa nerde bizim çift boynuzumuz, nerde bizim tolgamız ! Bizim öyle İskenderi Zülkarneyn gibi boynuzumuz olsa, biz­ de öyle bir u�ur olsa baca�ımız böyle .tahta olur muydu ! O benim adı �ahibim krallar kralı İskendere gelince onu Ara­ bistan çölünde sivrisinekler yemiş. Çölde sivrisinek ne ge­ zer diyeceksiniz . . .» «Buyur, b�yur hele İskender A�a. kimbilir ne uzak yol­ dan geliyorsundur, yorgunsundur, buyur -İskender A�a.» «Atla g.:-ldim Hatun. Dışarda bir adam atımın başını tu­ tup çekti ahıra götürdü. Küskün suratlı bir adam. Altınıdaki atı görünce sevindi, hemen koştu bana do�ru. . . Atı okşadı, iki gözlerinden de öptü.» «Süllüdür o, İsmail A�anın seyisiydi . Şimdi atsız kaldı.» «Duydum,� dedi, «Süllüyü. Bu Süllü o Süllü mü, yedi ced­ den bu yana seyis olan, kök a�acı ta Hazreti Alinin Düldülü­ nü yetiştiren başseyise çıkan Süllü bu mu?» eBudur ,» dedi Zero. 281

«Şimdi atsız kaldı öyle mi, koca Süllü bu yaşta atsız kal­ dı öyle mi, E:linde bakacak bir uyuz beygiri de yok, öyle mi?• «Öyle,:. dedi Zero içini derin derin çekerek. cSebebin gö­ zü kör olsun, evi yıkılsın.» «Evi yıkılacak,» diye gürledi çift boynuzlu İskender. «İs­ kenderin de bir atı, onun da bir seyisi vardı. Atı Köro�lunun Kıratı, Alinin Düldülü, İsmail Ağanın alı kadar ünlüydü.» Zero konuk odasının kapısını açtı: «Hele buyur, şuradan otur hele . . . Pero bir kahve İsken­ der A�aya. Kahve nasıl olsun?» «Sade,:. diye ba�ırdı İskender Çavuş. Bu sırada da odaya Hasan A�a girdi. Topal onu görür görmez aya�a fırladı : «Hasan A�a ?:. «psi de şavak şalvar. Maraş ahası giyinmiştiler. Yem kas­ ketle,.inin �ıperli�i çökmüştü. Ka�nılar a�ır a�ır ölüleriyle köyün içinden geçip sala gittiler. Birkaç saat sonra gıcırtılan ırma�ın öte geçesin­ den geliyordu. c:Sal marıın çetesini bitirmişler.:t «Her kajtnıda beş Kişi.� c: Beş

kişiden on beş kişi. . .�

«Bir başına Salman çakmaktaşından dala sıltnrnış.:t

298

c

Yaralı.» cGöğsünden kan aka aka . » cÇakmakta;�larını aJ kana bulaya bulaya ...:. cSalmanı ele geçiremezler .:. eSaiman Düldülün çakmaktaşından kayalıklarında...» «Bir orduyla döğüşür .)) c.Ne de gerıcecik her birisi ! :. eKim Jnlar?:. «Kim olacak, eşkiyalar.:. «Kıydı babayiğitlere Yüzbaşı.:. «Ne Yüzbaşı, ne Yüzbaşı . . .:. «Kıydı babayiğitlere tek boynuzlu gergedan . . .:. «Korkarım o Saimanı da öldürür.:. «İşte onu yapamaz. » . «Yakında Salman . . . Salman yaşlıları öldürmez .» (tTek boynuzlu gergedar.· İskender Çavuşun sağlam hacağını da kökünden kesip Zeroya yollayacak . . .:. «Zero da onu yatak odasına asacak.» «Belki tek boynuzunu da koparır Zeroya yollar ... ::. «Tek boynuzu sığmaz onun odalara .:. .mra atlar yetiştirmişti Van gölü kıyılarında padi­ şahlara, emirlere layık. Sonra dengbejleri çağırınıştı sarayı­ na. Şahinler, dotanlar, büyük, soylu atmacalar göndermiş­ ti İran Şahı ona. O, ölünce de otlu geçmişti yerine. Oğlu da, ·

.

323

kendini Osmanlıya ba�lamış, Osmanlı Padişahlarıpın gönlü­ nü hoş edebilmek için, onlara o da, alıcı kuşlar göndermişti ki, her birisi göklerden kuşları, bıldırcınları, üveyikleri top­ layan . . . Onun o�lu da yüce bir avcıydı. Esrük da�ına İran Şahım, Osmanlı Padişahını ava ça�ırmış, geyik, s�ır etin­ d�n Osmanlı, İran ülkelerinin askerleri doymuşlardı. En son Emir, bu Zübeyirin öz bir dedesi olurdu, İsmail Aianın da . dedesi olurdu, işte bu Emir yirmi sekiz direkli, her direli altın, inci, sedef, gümüş kakma büyük bir çadır, yani ota� yaptırmıştı ki� Süphanda�ının yamacında kurulu bu çadırı görme�e İtandan, Turandan, Arabistandan ve hem de Fren­ gistandan görme�e soylu kişiler geliyorlar, bu çadır sarayı, yani içi som ipekle, ipek halılar, ipek kilimlerle döşenmiş bu ota�ı gezerek, parmakları a�ızlarında, şaşarak donup kalı­ yorlardı. İşte bu soyun son çocukları İsmail, işte Zübeyir ve işte onlardan soı::ır a da Mustafa. . . Mustafa bu ulu soyun son çiçe�i, son çiçe�inin son kokusuydu. «İşte ben geldim artık,» diye destanını, derin derin so- . luklanarak bitirdi Zübeyir, «işte ben geldim oca�ımıza. Bun­ dan böyle bu oca�a artık hiç bir keder. düşmeyecek, hasta­ lık sayrılık, fıkaralık bu oca�ın kapısından içeriye girmeye­ cek. Bir kişi dönüp de artık bu oca�a yan bakamayacak. O Salman mı ne, bundan böyle da�larda dolaşamayacak. i�te ben geldim ocaitmıza, yi�itsiz, başsız kalmış oca�ımıza . İs­ mail A�a, o A�a de�il. Beydir Bey, soylu dedelerinden ka­ lan bir altın kemerle geldi. Tavla tavla atları, çiftlikleri, fabrikalarr, sürüleri oldu. Bizim hiç bir şeyimiz yok ya, her şeyimiz olacak . . . İşte ben geldim oca�ımıza, ortadireksiz kal­ mış evimize. O ineili altın kemer büyülüydü. O ineili altın kemer oca�ımızın bereketiydi. O altın kemer, bu oca�a derle­ mizin dedesi tarafından getirildi. Onun da dedeıünin dedesi tarafından. O kemer hangi ocala girmişse o ocak altına garkolmuştc. Onun için biz bu altın kemeri hiÇ bir zaman oca�ımızdan dışarıya çıkarmamışızdır. İsmail A�a bu keme­ ri bir ara Haşmet Beye verdi, verir vermez de Haşmet Be­ yin oca�ında ne varsa altın oldu. Bahçesindeki a�açlar bile altına kesti., a�açların yaprakları bile altın açtı. Ondan son­ ra ne oldu, ne mi oldu, İsmail A�a çok fakir düştü, siz bilir

324

mısınız bilmem, söylemesi ayıp de�il, İsmail A�a kardeşi Hasanla kök söktü yıllarca, az daha kök sökmekten beli kı­ rılıyordu. Sonra ne oldu, kök sökme�e dayanamadı, bir gün kök söktü�ü kazmayı , baltayı bir yana bırakıp o öfkeyle Haş­ met Beye gitti, ver kemerimi Haşmet, beninı oca�ım söndü kemersiziikten dolayı. Ötekidir, Haşmettir vermedi kemeri. İsmail Beydir, İsmail A�a de�il, Beydir, çok kızdı, onu boy­ nundan yakaliidı, ya canını, ya kemeri, dedi. Haşmettir, İs­ mail Beye kemeri vermedi. İsmail Beydir, onu boynundan tutmuş kayalı�ın başına çekti götürdü, orada da yalvardı Haşmet Beye. Ya canını, ya I,temeri... Ben bu kök sökme�e daha dayanamayaca�ım, kemerimi ver. Haşmettir, canımı al da kemerimi alma . . . İsmail Beydir, hem canını alaca�ım, hem de kemeri, diye ba�ırdı. .. » . Zero, Hasan, Mustafa, Sefer , Süllü, oraya gelmiş konuk­ lar, evdeki öteki kişiler önce bıyık altından, ardından da açık açık gülme�e başladıhtr. KesmP.den anlatmakta olan Zübe­ yir de bir ara şaşkın şaşkın onların gülmelerine katıldı. Ar­ kadan da vazgeçip anlatmasını sürdürdi}. Varsın gülsünler­ di, ne vardı ki. . . «Canımı alma, vereyim kemeri: İsmail Beydir bırakmadı onun boynunu, kona�a sürükledi, hazinesine götürdü ki am­ cam o�lu İsmail Bey ne görsün, hazinenin içi altın, elmas, yakut, zebercet, inciyle ağzına kadar dolmuş. Arncam o�lu İsmail işte oracıkta Haşmet Beyi bo�uverdi, hem kemeri al­ dı, herri de hazineyi kırk katıra yükleyip sarayına getirdi. İş­ le ben geldim, siz hiç korkmayın, ne �alman, ne kimse, ne Arif Saim Bey, ne d� Kurdo�lu, ne de öteki Adana Beyleri, hiç kimse hu eve, oca�a artık yan bakamazlar. Siz bana ha­ zinenin yerini gösterin yeter. . . Ben bu kendi oca�ımızı da, kendi hazinemizi de bekleyece�im.» Ötekiler durmadan gülüyor, Zübeyirse onların bu gülme­ lerine bir nnlam veremiyor' kendi de onlara bir süre katıhp gülüyor, sonra da gülrnekten vazgeçip kendi başına somur­ tuyordu. Sonunda : «İşte ben ge�dim, gülün, e�lenin . Bundan böyle aslanlar, kaplanlar, padişahlar bu evin kıyısına gelemez, yan baka325

mazlar. Bu ocak bizim baba oca�ımızdır. Hazinesini de biz bekleriz, Mustafa sını, Zerosunu da . . .» Aya�a kalktı : c:Oooof, yorulmuşum,:. diye gerindi, omuz kemikleri ça­ tırdadı. Geniş odanın içinde bir baştan bir başa volta c:ıtma­ �a başladı, odada kimse yokmuş gibi. Bir süre böyle gidip · gelerek kendi kendine 'konuştu. Odanın ortasında durdu, elini çenesine verdi düşündü . «evet,» diyerek Zeroya döndü : cAmcam o�lunun gül yüzlü Hatunu,» dedi, «emir ver de su getirsinler de ayaklarımı yıkayım.� Sesi buyurucuydu. Zero, Hacere bir · işaret çaktı, Hacer hemen gidip ibri�i le�eni, havluyu, kokulu sabunları aldı getirdi. Zübeyir leAe­ nin önüne oturup yepyeni kırmızı postalım ayağından çıkar­ dı. Çıkarır çıkarmaz da odayı burun kemiklerini kıran bir koku kapladı, öteki alışkmdı hiç aldırmadı. Hacer döktü, o ayaklarını kokulu sabu�larla bir güzelce yıkadı. «Bana yeni çoraplar,» diye gürledi. «Pero, sandıktan çoraplar getir.» Pcro hemen koştu. Zübeyir geldi sediı'e kuruldukian . sonra : «Herhalde,» dedi, camcamız o�lu İsmail Beyin Hatunu bi' ze bugün, onurumuza bir koyun kesecektir .» «Başüstüne Zübeyir Bey.» Sefer, Hasan A�a Zero Hatunun bu adama karşı davra­ nışını bir türlü anlamıyor, susuyorlardı. Sefer . Zübeyiri çok yakından tanıyordu. Çukurovaya çocuk gelmiş, bir köyde, bir evde mekan tutup oturmamış, sırasına göre, aklına nasıl es­ mişse bir evde bir ay, iki, . Uç ay, en çok da bir yıl ancak kalabilmiş. ço�unda da hakkını bile almadan çalıştı�ı yerden kaçmış yitiklere karışmış, bir, birkaç yıl sonra da ortaya çı­ kıp hiç bir şey olmamış gibi kaçtı�ı eve dönmüş, kaldı�ı yer­ den işe koyulmuştu. Her gittiği evde, her yanaşma durduğu �·erde de kendisine yeni bir ana baba . yeni kardeşler uydu­ ruyor, soyunun ilginç macerasını da her yerde ayrı bit· ma­ cera yapıyor, sayıp döküyordu. Zeronun da, Hasan A�anın da, �seferin de durmadan kula�ına geliyordu, son olarak da İsmail A�a öldükten sonra da onun oca�ma sahip çıkmış, on­ ların da maceralarını, İsmail Ağanın ölümüne a�ıt yak!p a�·

326

·

layarak, köy köy dolaşarak anlatma�a başlamıştı. Koynundan ipekli bir mendil çıkarıyor, İsmail A�anın karısı olan kızkar­ deşi Zeronun bu mendili ona arma�an eyledi�ini söyleyerek a�ıtlar yakıyordu. Başka başka yerlerde de bu ipekli mendi­ li gönderen sevgilisinin Van da�larından kendisine gelece�i­ ni yayıyordu. Sevgilisinden söz ederken de cebinden ucu yan­ mış bir mektup çıkarıycrdu. Nereye giderse gitsin, ne anla­ tırsa . anıatsın herkesi de anlattıklarına inandırıyordu. Akraba Zübeyir eve kendi cviymiş gibi yerleşti. Her is­ tedi�ini pişirtiyor, Zeroya , herkese, Hasan A�aya ,ba�ırıp ça­ �ırarak buyuruyor, köye çıkıyor, önüne gelene işte ben gel­ dim, batmış oca�ıma sahip çıktım, diyor, ·dedim ki bizim ko­ nakta yi�enim Mustafaya, dedim ki arncam o�lu karınca ez­ mez Hasan A�aya, dedim ki onlara, öyle Salman gibi bir kö­ peğe, koca İsmail A�a öldürttürülür mü, haydi öldürttünüz koskocaman adamı, o Salman dedikleri bok sine�i bir günden fazla o da�da yaşatılır mı, iştE' ben geldim, Salman de�il Salmanın feriştahı yan bakabilir mi oca�ımıza, gelsin baka­ lım, işte ben geldim, diyor, saatlerce kendi macerasını, so­ yunun, oca�ının macerasını anlatıyor, anlatıyor bitiremiyor­ du. Köylüler, yaşlı. genç, kadın erkek, çocuk a�zından ne çıkarsa ona inanıyorlardı. İsmail A�ayı, Zeroyu, onun bil­ medikleri şanlı soyunu da Zübeyirden ezber ediyorlardı. Zü­ beyir geldi geleli köylülerin konaktakilere tavrı deJişmiş, bambaşka olmuştu. Zero önlerinden geçerken artık eskisi gi­ bi ona bir kadın gözüyle bakmıyorlar, bir hükümet adamı­ na, bir Türkmen Beyine nasıl davranırlarsa onR öyle davra­ r.ıyorlar, o konuşurke�. bir yerlt·rden geçerken hemen ayaJa kalkıp el pençe divan duruyorlardı. Zero da köylülerdeki bu de�işikli�e şaşıyordu. Bilseydi ki, Zübeyir onu çoktan Kaf­ da�ı eşkiyalarının sultanının kızı ilan etmişti, o zaman böy­ le bir de�işikli�e şaşı:iıak de�il, köylünün ona gösterdili say­ gıyı az bile bulurdu. Zübeyir kendisini de namlı bir eŞkiya olarak takdim ediyordu .ama, o Bey soyuydu. J3ey soyları da öyle ellerinde tüfek da�larda eşkiyalık yapmazlardı. Zübeyirin bir süre de eşkiyalara katılıp onlaria Toros­ larda gezdi�i do�ruydu. Eşkiya Deli Dursunun çetesine ka­ tılmış, onlarla da tam bir yıl da�da gezınişti. Bu bir yıl bo3Z7

yunca da tüfeliiıi omzundan indirip bir sıçana bile ateş et­ memişti. Onlara da türlü maçeralar uydurmuştu. Düşmanla­ rıyla Urfa çöllerinde tek başına günlerce, son kurşunu da bitineeye kadar çarpışmış, son kurşunu bitince de, elindeki kız gibi Alaman filintasını kayalara çarpıp ver elini Toros dalları demiş, talih bu ya, sonunda da gelmiş bu kahraman çeteyi bulmuştu. Artık düşmanlan Osmanlı Padişahı da ol­ salar gelip onu burada bulamazlar, bulsalar da bu �itler yilidi çetebaşının elinden alamazlardı. Zübeyir köyde, alzına hayran bakan, onu ulu bir destan­ cı esrikiili içinde dinleyen, ne söylerse inanan insanlar bu­ lunca azıttıkça azıtmış, bir gün de alzından Zero Hatunun,. evlenmek için onu konala ça�d�ını kaçırmış, sonra da soy­ lu ocalının kapalı kalması gereken böyle bir gizini açıkladı­ lı için köpekler gibi pişman olmuştu. «Evlenecelim,� diyor­ du, cmecburen evleneceliz Zero Hatunla� Öyle soylu, Kafda­ lı Sultanının kızı, İsmail Alanın yatalına akrabalarından başka kimseyi alamaz. Bizim Rafdalında ve hem de Van gö­ lünde töredir, öylesi kadınları öldürürler. İşte ben bunun için geldim. İşte ben oca�ımızın hazinelerini beklemete geldim. Salman nedir ki, bir öksüz çocuk, onu öldürmete delmez ki. .. İsmail Ağanın da sevgili ollu, onu da kurtarmala, git­ tili bu kötü yoldan onu çevirme/te geldim. Bir de bu köyü cennet eyleme�e geldim. Birkaç yıl içinde bu köyü cennet. eyleyecejtim. Zero Hatunla evienirken de kırk gün kırk ge­ ce sürecek toy dülünümüi.� «Hey bre Zero .. : Böyle miymiş bu dGnya Zero?» ' «İsmail Ala senin için kendisine deli divane tutulmuş Dal Eminenin yüzüne bile bakmamıştı .� eSen unuttun gittin Kürt İsmaili.» �:İsmail öldü öleli...� cO kapandt evine . . .:. «Cıkmıyor insan içine.� cBakmı.vof insan yüzüne.» cDal Emine demişler ona.» cKanlı yaşlar döküyor dünü gün.� «İsmail Ala öldü, o da öldü.� «İsmail Ala toprakta ölü.» 328

cO, evinde . . .:. cYaşamıyor.» eYa sen Zero, ya sen?:. cKalksa da görse bu halleri koca Kürt İsmail. . � cAkrabasıymış Zübeyir . . .» eKim demiş onu?:. eKim görmüş, kim?:. Zero Hatunun Zübeyirle evlenece�i haberi bir anda bü­ tün köyü dolaştı�ı gibi yakın köylerde, kasahada da duyul­ du. Vay be, bakındı hele şu kadın milletine, adamın ölüsü daha mezarında so�umadan . . . Bu işten Hasan Ağanın, Mus­ tafanın, Süllünün, Seferin, evdeki herkesin haberi olmuş, bir Zeroya olanı biteni anlatmak yüreklili�ini kimse göstereme­ mişti. Zero bir şeyler sezinliyor, köyde kendi üstüne bir şey­ lerin dolaştı�ını anlıyor, ama neyin ne oldu�nu bir türlü çıkaramıyordu. O kendisini görür görmez hemen aya�a fır­ layıp el pençe divan duranların, yaltaklanarak gülümseyen­ leriri tavırları oldu�u gibi de�işmişti. Onu görünce kadınlar, çocuklar bile ne konuşuyorlarsa hemen susuyorlar, apaçık arkalarını dönmeseler bile yüzlerini buruşturuyorlardı. Bü­ tün bunları duyumsayan Zero Hatun kimseye de bir şey so­ ramıyordu. Bu arada Seferin kudurmuşlu�u da gözden kaç­ mıyordu. Elinden düşürmedi�i filintası, belindeki kaması, fi­ şeklikleriyle hop oturup hop kalkıyor, sabahlardan akşam­ ıara kadar gerilmiş, sapsarı bir yüzle homurdanıp duruyor, hele Zübeyiri gördü�ünde de çılgına dönüyor, avluda, bir o yana, bir bu yana koşuşturuyordu soluk solu�a. Onun yanı­ na · kimse yaklaşıp da, arkadaş nedir bu derdin, diye sora­ mıyordu korkusundarı. Zübeyirse evd ort zortunu artırdık­ ça artırıyor, önüne gelene evin tek ke�i, sahibi, büyü�üy­ müşcesine buyruklar ya�dırıyor, e�e ir dedili hemen ye­ rine getirilmemiş se kıyameti kopartıyor, «işte ben geldim,» diye ba�ırıyordu, «işte ben geldim, sahipsiz ocatımıza sahip çıktım. Bu oca�a yan bakanın vay vay vay haline.:. Neredeyse gün kavuşacaktı. Sefer avluda öfkeyle gitmiş gelmiş, gelmiş gitmiş, neredeyse öfkeden çatlayacaktı. Ya­ nından geçip giden Zübeyiri görmedi bile. Yukardan, konak­ tan gelen bet sesini duyunca bütün cinleri tepesine sıçra�ı. .



329

Koşarak, merdivenleri zangındat.arak yukarıya fırladı : «Zero Hatun,:. diye batırdı, «Zero Hatun, çabuk buraya g�l.:. Zero Hatun onun batıran, öfkeli sesıni duyunca hemen koştu. cDur burada .» Konuk odasınin ortasına dikilmiş kalmış Zübeyir onun bu öfkesine bir anlam veremiyorrlu ya, işkillenmiyor da delil­ di. Gözleri feldir feldir odada bir 'Şeyler arıyor, bir şeyleri anımsıyor ,gibi yapıyor, durmadan kırmızı postallı ayaklarını deliştiriyordu. «Hasan Ala . . .» Hasan Ala oradaydı. cSüllü, Mustafa, herkes herkes gelsin. Topl.ıı nın oura­ ya . . .» Bir anda bütün ev konuk odasının ortasına toplandı. Zü­ beyirin yüzü gittikçe soluyordu. Sefer geldi karşılarında durduktan sonra, parmatıyla il­ renerek Zübeyiri gösterdi : �Bu deyyusnn yedili bokları duymadınız mı?» diye hı­ şım gibi sordu . «Duyduk.» dedi Hasan Ağa, «Zero Hatun onu memleket­ ten getirmiş ki evlene.» «Demek hepiniz duydunuz, biliyorum, içimizde bu alça­ ğın � ediği bokları bilmeyen bir kişi vı>r, o da Zero Hatun.» Sefer köyde Zero Hatun için, İsmail A�a ve onların soy­ ları için ne söylemişse hepsini teker teker anlattıktan sonra, «ben bu bok herifin kim oldutunu biliyorum,:. dedi. «Bu kim­ sesiz bir çocukken geldi Çukurovaya. Dil mil bilmiyordu. Dil öğfenmeden yalan ölrendb Zübeyirin· gülümseyen yüzü gittikçe kararıyordu. «Her gittili yerde, kendine bir soy yakıştırdı, kendine maceralar uydurdu. Arap Emirinin otlu bile olup, yıllarca düşmanlarından saklandı korkudan delirerek. Bu Zübeyir böyle adamdır. Onun adı, yalnız bugünlerde burada Zübeyir­ dir. Her köyde, kendine her yeni soy, her yeni macera uy­ durduğunda, her yeni yerde yeni bir de ad bulur kendine. Bir de kuyu kazar dal başlarında. Su çıkmayacak yerlerden ·

·

330

su çıkarma�a u�raşır .)) Sefer, anlatmasını sürdürürken Zübeyir başını sertçe kal­ dırdı ona baktı : «Yeter,» diye ba�ırdı. Sefer tabancasına el atınca balırarak, cyetişin, beni öl­ dürüyorlar,» diye merdivenlere atıldı, avluda da kocabaş kö­ pe�in önüne düştü, köpek o önüne düşer düşmez saldırıp koskocaman adamı yere vurdu, yukardan Mustafanın sesi gelmeseydi kocabaş onu parçalamış gitmişti. Sesi duyan kö­ pek oldu�u yerde kalakaldı ve kendini az bir sürede topar­ layan Zübeyir solu�u dışarda alıp do�rü Hacıların evlerine gitti, Hacıların evine girer girmez de a�lamaya başladı : «Bizim ocak da bozulmuş, . vay oca�ımız, gül gibi, şahin­ ler, kartaUar, kaplanlar yetiştiren oca�ımız, baba soyların­ dan gelen bir adama bir lokma ekmek vermemek için işte böyle köpeklere, köpeklere paralatıyorlar. Oysa bizim oca­ ğımızda her gün yüz konuk yemek yer, yüz konuk yatardı. Vay benim batan oca�ım vay ! Demek Saımana da böyle yap­ tılar da, o garipci�i çileden çıkardılar da , gül gibi babasını öldürttüler, . vay benim batan sönmüş baba ocalım vay ! » Köylüler geldiler, bu baba oca�ından bir lokma ekmek için kovulmuş garibana çok acıyıp Zeroya sövdüler. cNe olacak, ·yiyece�i bir lokma ekmek, bırakın yesin.� «İsmail A�anın Karun kadar hazinesi size kaldı.>) «Orası kızmış katının . . . » «Getirmiş elin o�lı.inu Kürtten Kürdistandan . . » «Çöl Arabistandan . . .» «Be� enmeyince de vurmuş tek yi . . .» «Vurmuş götüne.» «Günah de�il mi?» cHem de akrabanız.» cUzak akraba da de�il . . . » «Amca o�lunuz.» eSizin hakkınızdan Salman gelecek.» «Nerede kaldı Salman da . . .» «Sesi sadası çıktı�ı yok.» cSalman gelecek,» diye gürledi Zübeyir. «Ü benim aslan kardaşımdır . Benim bu halimi duyar da gelmez mi, i:>enim ·

·

.



·

331

bu halimi, bana bu yapılanı duyar da yüre�inden kan git­ mez mi, gelir de bunların kökünü kazımaL mı?» Zübeyir aşa�ılanmış, çok kötülük görmüştü baba oca­ �ından. Allah onun başına verdi�i bu belayı düşman olanın başına vermesindi. Hacıların evi Havacanın evinin önünde kayalıkların ucun­ da tam yokuşun başındaydı. Zübeyir o gece orada kalıp ba­ şına birikmiş köylülere başka bir yaşamını . anlatıyordu. Bu sefer, dedesi Ruslarla savaşmış bir Çerkes Prensl.ydi. Onun öteki macerasını. .yaşamlarını can kulağıyla dinleyen köylü­ ler, bu seterkini de yürekten inanarak, onun anılarına, se­ vinçlerine, umutsuzluklarına, umutlarına katılarak dinliyor­ lardı. Zübeyir o gece orada kaldı. Ertesi gün, daha ertesi gün de . . . Köylüler bir de baktılar ki bir sabah daha gün ışı­ madan Zübeyir elinde kazması Hacıların evinin önündeki ka­ yalığın ucunda topra�ı kazıp duruyor. «Hayrola Hacı?» «Zübeyir, Zübeyir değil bir zemzemcidir. Zübeyir, Zü­ beyir değil, bir su ermişidir. Bizim kapının önünden su çı­ karacak.» «Etme eyleme Hacı buradan su çıkmaz.» «Zübeyir çıkarır. Hem de bir su çıkaracak, böyle su zern­ zernde de yok. Bütün köy bu sudan içecek,. bana hayır ' dua edecek.» «Olmaz Hacı, buradan kimse su çıkaramadı. Sen gör­ medin mi, sen denemedin mi?» «Zübeyir çıkarır.» Zübeyir kendisine evlenecek zengin bir akraba kadını bu­ lamamıştı ama kendisine, başını sokacak, hem de kuyu kaz­ dıracak bir yuva bulmuştu. Köylüler de onu can kula�ıyla dinliyorlar, onunla ağlıyor , onunla gülüyorlardı. Zero, İsma­ il Ağa, Hasan Ağa üstüne ne kadar olumsuz hikayeler anla­ tırsa anlatsın, onlara ne kadar kötü, inanılınayacak söz söy­ lerse söylesin inanıyorlardı. Akrabası İsmail Ağanın hazine­ sini görmüş, he.m.de"·elde silah beklemişti o gözler kamaş­ tıran hazineyi. Zero, kerameti kendinden, bir de hazinenin kapısına ba�ladı�ı ejderhadan biliyordu. Zübeyir bir şey bi­ liyorsa o da, o ejderha ne kadar kocaman olursa olsun, onun 332

bir kurşunluk canı olduftuydu. Köylü artık Salmam , Baş çobanı , çift boynuzlu İskende­ ri, Zeroyu unutmuş Zübeyiri dinliyordu. Zübeyirin d� dilin­ den ballar akıyordu. Zübeyir onları her gece a�latıyor, gül­ dürüyor, coşkudan coşkuya atıyor götürüyor, dünyalar ku­ rup, dünyalar yıkıyordu. Onun bu tepedeki kayalıklardan su çikaraca�ina, hem de burada abuhayat akıtaca�ına inanıyor­ lardı. Çocuklar da kendilerini Zübeyirin hikayelerine kaptır­ mışlar, onun dışında hiç bir şeyi anımsamaz olmuşlardı. Ku­ yu kazan Zübeyirin başından ayrılmıyor, kocaman kazmasıy­ la topra�ı kazan, kuyu şimdiden onun yarı belini geçiyordu, kazdı�ı toprakları kürek kürek dışarı atan adamı hayranlıkla, kuyunun yöresindeki kayalıklara tüneyip gözlerini ondan ayırmaksızın izliyorlardı. Önlerinden, kendi boyundan da yüksek, kocaman başlı köpeftiyle geçen Mustafaya bakmı. ��� �. Cemşit gedikte görününce kuyucuyu· seyreyleyen çocuk­ lar önce ona da boş verme�e ilgilenmeme�e çalıştılar ya be­ ceremediler; ister istemez gelen adamla ilgilenmek zorunda kaldılar. Cemşit, artık geçen seferlerdeki çoban Cemşit de­ ftildi, boyu uzamış, omuzları genişiemiş-,·yötüyüşü değişmişti. Başı geride, dimdik, gözler ilerde, gö�üs gergin . . . Kırmızı fe­ sine yemyeşil bir ipek kefiye ba�lamış, sa� yanına da yık­ mıştı. Fesin püskülü o dimdik yürüdükçe bir sa�a, bir sola, bir öne arkaya sallanıyordu. Sırtına giydi�i sırmalı Maraş abasının telleri gün vurdukça parıld y, rdu. Aya�ına kırmızı bir posta! çekmişti. Dizierne yün çor ının nakışları uzaklar­ dan bile belli oluyordu. Sa� omuzun astı�ı · yepyeni filinta­ sının namlusu menevişleniyor, fişekHklerinin gümüşü, sırma­ sı o her adım attıkça pariayıp sönüyordu. Bıyıklarını burmuş, kedi bıyıkları gibi dikmişti. Tabancası, beline sokulmuş han­ çeri, göftsünde sallanan dürbünüyle ince yüzlü Cemşit tam bir eşkiyaya benzemişti. Yukardan aşaftıya inerken hiç bir yana bakmıyor, gözleri aşaftıdaki ovanın ·en ucuna dikilmiş öyle yürüyordu. Kona�ın önüne gelince avlu kapısının kar­ şısında bir şeyi anımsamış gibi durdu Çobanbaşının kellesi­ ni astı�ı yıldıza bir süre baktı, sonra da azıcık yüzünü bu­ ruşturup başını sertçe çevirdi caminin alanına aş·a�ı sırıta-



rak yürüdü. Böyle ak dişlerini göstererek köyü alır alır çık­ tı gitti. Köylü onun her davranışını, her adım atışını izle­ miş, ondan yeni bir şeyler, hiç olmazsa konata girip Zeroy­ la bir iki söz konuşmasını beklemişti. O sadece başı havada, gözleri karşıda, önüne bakmayarak yürümüş gitmişti. Önce bir şaşkınlık devresi . geçirdi köylü, doluya koydular almadı, boşa koydular · dolmadı. Niçin böyle yapmıştı Ceinşit, bunu salt gösteriş için mi böyle yapmıştı, yoksa ona böyle yapma­ sını Salman mı buyurmuştu? Sonunda çok önemli bir karara vardılar, bir şey söylemek istemişti ki Salman Cemşidin bu tür davranışıyla, bu çok önemli bir sözdü. Acaba ne demek istemişti? Arif olan anlar . . O gün köylü Cemşit gittikten sonra akşama kadar sus­ tu. Kimse kimseyle konuşmuyor, kimse kimsenin gözlerinin içine bakamıyordu. Zero, Sefer, Hasan Ata, Süllü apışıp kal­ mışlardı. Acaba Salman Cemşidi köyün içinden böyle geçir­ mekle ne demek istemişti? Mustafayı da çok etkilemişti Cem­ şidin bu davranışı. Bunun altından bir şeyler çıkacaktı ya, neydi o çıkacak olan? Salman Cemşidi bu biçimde köyün i'çinden boşuna geçirmezdi. Artık Zübeyirin pabucQ dama atılmıştı. Ne çocuklar ge­ liyor, kazdılı kuyunun yöresine kuşlar gibi tüneyip, ellerini çenelerine verip oou. kıpırdamadan seyreyliyörlar, ne de köy­ lüler geceleri onun başına birikiyor, bitmez tükenmez masal­ larını dinliyorlardı. Cemşit köyün içinden gelip geçtikten sonra köylüye olan olmuş, kimsenin aizını bıçaklar açmıyor­ du. Köy şimdiye kadar belki de böylesine hiç sessiz kalma­ mıştı. Zero da, Hasan A�a da, Sefer de konuşmuyorlardı. Cemşidin geriye dönmesini bekliyorlardı. O, gen� böyle kö­ yün içinden süzülüp sessizce geçecek olursa yakasından tu­ tacak, «dur Cemşid,» diyeceklerdi. Mustafa yanmda azman köpe�i, kederli yüzü, hüzünlü büyük küskün kara gözleriyle köyün içinde dolaşıp duruyor­ du. Bütün öteki çocuklar, o insanlarm en yüreklisi Kuş Me­ met bile, evlerine sı�mmışlardı. Bir türlü de dışarıya çıkmı­ yorlardı. Mustafanın onlardan birisini dışarıya çekebilmek için gösterdi�i bütün çabalar boşa gitmişti. Çocuk, tek başı­ na, bu ıpıssız kalmış köyün içinde yalnızlıktan ne yapacaitını

334

bilemiyor, Kalenin, dibinden ırma�m kıyısına, ırma�m kıyısm­ dan angıt kayasma dört dönüyordu . . Bazı bir kadm, ellerinde kovaları evinden çıkıyor. ürk­ müş gözlerle yöresine bir göz atıyor, ardından da ırma�a koşareasma gidip suyunu dolduruyor, koşarcana evine dö­ nüp kapanıyordu. Do�usu Topal Abbas Usta bile Cemşidin bu davranışından korkmuştu. Köyün, İsmail Altaların başla­ rında bir büyük bela dönüyordu ya acaba neydi? Mustafaya mı sıra gelmişti acaba, bu canavar çocuğu mu öldürecekti? Bunu çocuğa söylemeli, onu bir yerlere bir' süre saklamalı mıydı? Ama bu, çocuğa nasıl söylenirdi, zaten korkudan çıl­ gına dönmüş çocuk, bir iyice zıvanadan çıkmaz mıydı? Mustafa erkenden yatağa girdi. Biliyordu, bu �ece de sabaha kadar uyuyamayacak, böyle yatakta Salmanı, Sal­ manın ıgelip ustura ağızlı hançeriyle başını koparmasını bek­ leyecekti. Yatak kamış kokuyordu. Soydu�u kamışlar yemye­ şildi. Azıcık da yumuşacıktı. Bu sabah çok uzun, kalın bir yeŞil kamış almıştı Yusufun babası arahacı Tırtıldan, Abbas Ustaya gitmiş ondan en güzel çakılarından birisini istemiş almış kendisine çok güzel bir at yapmıştı. Kamıştan yem­ yeşil atının başı, dikilmiş kulakları, alnındaki perÇemi, boy­ nundaki yelesiyle . .tıpkı babasının al atma benziyordu. Ka­ mıştan at da şöyle görkemli bir duruyor, başını havaya kal­ dırıp qavayı kokluyor, sonra karşı ovaya, ovanın bittiği yere bakıyor, üç kere kuyru�unu salladıktan sonra da alıp yatı­ rıyor, köyün evleri toz içinde kalıyordu. Kamıştan atma ka­ ra, büyücek boncuklardan iki de göz y�ı: Yalnız kocabaş köpek bu atı hiç sevmemiş, üstelik de kamıştan at sanki can­ lıymış gibi ona dişlerini göstererek hırlamıştı. Şimdiye ka­ dar Mustafa böyle güzel bir atı hiç yapmamıştı. Oysa Mustafa çocuklar içinde kamıştan at yapmakta ustaydı. Onun kamıştan atı tam canlıy.mış gibi bakar, kişner, ot yer, alııra girer, doludizgin koşardı. Onun kamıştan atı öteki allardan daha çabuk bir tehlike karşısında kulak diker, ürkerdi. Ür­ künce, üstündeki binicisi ne kadar usta olursa olsun, yere atardı. Ve yere düşen binicisinin başmda da tıpkı canlıy­ mışcasma, o kendine gelinceye kl\dar sabırla beklerdi, şaha kalkar, kütür kütür arpa yer, eşinir, yelesi dürülerek koşar-

335

·

dı. Mustafa isterse rengi doru, kır, al, demirkır, ya�ız olur­ du. Kim görürse onun kamıştan atlarını, ister sekseninde bir yaşlı, ister yedisinde bir çocuk bu atların binici bekledi�ini hemen anlardı. Çocukların hepsi kamıştan at yapardı ya, böy­ le durmuş binicisini bekleyen atı yalnız Mustafa yapardı. Mustafanın atları sineklenince derilerini bile oynatabilirler­ di. Yatakta hem kamıştan yemyeşil atını koşturuyor, hem dönüyordu yata�ın içinde durmadan. Biliyordu, bu gece ana­ sı, Hasan A�a, Sefer, Süllü de uyuyamayacaktı. Nedense bu gece Mustafa durmadan kamıştan ata biniyor, köyün içinde bir o yana, bir bu yana ortalı�ı toza dumana bo�arak koştu­ ruyordu. Arada da gülen ak dişleriyle Baş çobanın kesik ba­ şı geliyor karşısına dikiliyordu. Kesik baş önde o arkada ·ovaya bö�ürtlen toplama�a gidiyorlardı. Kesik baş görün­ meyen elleriyle bütün çocuklardan daha çok bö�ürtleri top­ luyor, sepetleri doldurup doldurup Mustafaya veriyordu. Mustafanm a�zı yüzü bö�ürtlen yemekten mosmor olmuştu. Kesik baş ona, durmadan bö�ürtlen veriyor avuç avuç, ye­ diriyordu. Kesik baş gidiyor, onun yerine başka bir kesik baş geliyordu. Salmanın öfkeli kellesinden pınar gibi kanlar bo­ şanıyordu. Bu Salman var ya ömründe hiç gülm�miş, hiç kamıştan ata binmemiş, hiç bir kamıştan at da şöyle yem­ yeşil durup 'taptaze kokarak onun binmesini beklememişti. Bilya bile oynamamış, küçücük bir cam bilyanın içine s�­ mış güneş ışıklarının bütün bir renk cümbüşü iç.ine dolma­ mış, onun başını döndürmemişti. Kesik başı ·mr orada durup duran kamıştan ata şaşıp kalmıştı, bu at nasıl böyle binici bekliyor, diye. Sonunda da gitmiş kamıştan, yemyeşil, yeşil­ den patlamış , kokusu insanı esrikli�e alıp götüren atı gözle­ rini kapayarak okşamış, okşamış, ardından da binip dolu­ -dizgin şu uçsuz bucaksız ovaya sürmüş gözden yitip gitmiş. O anda da atın başını çocu�un yanında çekmiş, attan inip gelmiş Mustafanın boynuna a�layarak sarılmıştı. Ne güzel atın var, ne güzel atın var kardaşım Mustafa, beni atma bin­ dirdi�in için sa�ol. Ne güzel, çok yeşil kokuyor atın, aydın­ lık yarpuzlu bir pınar suyu gibi kokuyor atın. Ben hiç böy­ le bir ata binmemiştim. Salmanın kesik başı bir sevinç, bir

"336

.

. A

'

mutluluk kasırgasına tutulmuş çocu�un yöresinde dönüp duruyordu. Seni öldürmek istemiyorum benim küçük, öenim ök­ · süzcük kardaşım, ne oldu bana böyle, seni öldürmek, öldür­ mek istemiyorum. İstersen sana kuş da- tutarım, o yalp yalp eden mavi kuşlardan. Haydi tut kuşları b'ana öyleyse Sal­ man. Bu sefer bırakmazsın delil mi kuşlarımı? Seni öldür­ mek istemiyorum. Yarın altına geldiler koşarak. Burada bü­ yük kazanlarla bulgur kaynatılıtdı bütün sonbahar. . . Kayna­ mış bulgurları çakıltaşlarının üstüne serdikleri · çullarda ha­

sırlarda kuruturlardı. Bir kız bulgur kaynatırlarken ılgın­ 1 lardan . tuta tuta sele gitmiş, ölüsünü Anavarzal'lın altında bir a�aç köküne takılmış bulmuşlardı. Mustafa Salmanın kesik başına uzun, görkemli. :dik· kulaklı, demirkır bir_ at ya­ pıyor; Salmanın başı da yarlardan kıpkırmızı, kırmızısı sula­

.ra yansıyıp ırma�ı apal eden uzun, salkım saçak tüylü kuş1�,- �ıyordq telekieri savrulan. Kuşları çıkarıyor, yanın- _ daki "kafeslere koyuyordu. Kuşlar, Salmanın kesik _başı çı­ vıldaşıyorlardı. Salmanın kesik başı da tıpkı kuşlar gibi ötü­ yordu. Kırmızı kuşlar bütün suyun üstünü aldı. Hepsinin de güzel sivri mavi gagaları vardı. Irmağın üstünü doldurmuş� lar, gittikçe ço�alıyorlar, kanat kanada çırpınıyorlardı. Sal­ manın kesik başı da aralarında uçuyordu. Kesik başın ka­



natları da çıkmış lı upuzun, kırmızı, salkım saçak . . . Gözleri

yemyeşil, pörtlemiş, feldir feldir yö' ey� bakıyor, burnunun ucundan da upuzun, kan damlayan bir hançer sarkıyordu.

Ku�lar kesik başın . Yöresinde dönüyo lar, kaynaşıyor, cıvıl­ · daşıyorlardı. Kesik baş da Salmanın kayalıklarda söyledi�i türküyü cıvıldayarak söylüyordu. Kuşlar da ona öykünüp on­ lar da Salman gibi türkü söylüyorlardı. Derken da�ın doru­ �undA kartaUar gözüktü, sürüyle. Doru��ın üstünde geniş hal­ kalar çizerek dönüyorlardı. Kırmızı kuşları görünce kanat­ larını iyice kısıp bir top oldular hışıldayarak kuşlarm üstü­ ne sa�ılmaya başladılar.

Kırmızı kuşlar

darmada�ın

olup

yarlardaki deliklerine kaçarlarken, Salmanın kesik başı ortada öyle kalakaldı. Kartanar kırmızı kuşları ka�ırınca ona· saldırdılar, kuşlada Salmanın kesik' başı arasında bir sava. şım başladı. Kanatları dürülüp bir top olmuş, hışıldayarak gökten yere kurşun gibi sa�ılan kartaUar, kesik başa saldı-

337

·

rıyorlar, kesik başsa çaWarm arasına, aıaçlarm altına sak­ lanarak ·kendini koruyordu. Sonunda geniş mor kanatlı blı· karta! onu yakaladı, gözlerini oydu. Gözlerinden şorul şorul kan akıyordu. Kesik baş, arkasında on� kovalayan kanat­ ları kısıbnış; gözieri1 dönmüş kartallada Mustafaya do�ru uç­ tu, bak Mustafa bak, bak, beni ne hale getirdi kartanar bak, gözlerimi yediler ki , ben hiç bir yeri göre�eyeyim. Birden listleri kapandı, masmavi bir geGenin altında kaldılar. Son­ ra Gavurda�l!irınm üstünden bir ışık gözükür gibi oldu. Dül­ dülda� kıpkırmızı aydınlandı, doru�undan eteklerine kadar ışı�a battı çıktı. Kurtar beni Mustafa, diye ba�ırdı Şalman. Mustafa ona yeşil kamıştan bir uzun, kulakları dik bir at yapmış, at eşiniyordu. Bin, dedi Mustafa, bin bu ata. Bu sahici at de�il ki, dedi Salman. Gözün görmüyor ki, sana ne sahici olsun olmasın? Bin de ata bu kartallardan kurtulalıın, yoksa s�nin başmda ne var, ne yok yiyecekler, bi.İ' kuru ke­ mik kal�cak. Kamıştan ata bak, ne kadar da yemyeşil, hem de eşin.iyor, hem de şaha kalkıyor. Salman ata bindi, Mus­ tafa da . . . Mustafanın atı önde, Salmanınki arkada angıt k�­ yasınm oraya geldiler, burada ırmak iki kaya arasmdan akı­ yordu. K�rşıda, ovada, kumlardan yükselen bir kayalık te­ pe, bu yanda da kaleye kadar dik yaqıaçlar, kale duvarları. . . Kesik başlar çıkıyordu ırma�m ÜstÜndeki a k bulutlardan, kıpkırmızı. . . Sonra sqm mavi kuşlar çıkıyordu, sonra som turuncu, sonra da som kırmızı. . . Yalbırdıyorlardı bulutlarla karmançorman olmuşlar akarak . . . Düldülqa�ı mavi ışıktan kuş kanatlarının altında kalıyor, som mavi menevişliyordu karşıda yıldırdayarak . . . Köye girdiler, upuzun, ışıklı bir çiz­ gi çizerek' kamıştan atlarıyla. Kanlı a�acın yöresinde halka­ hir çizerek dönüyorlardı. Kanlı a�aç da yanarak, çatl;l'daya­ rak, yalımları fışkıi-tarak kendi yöresinde dönüyor,. '.ha�ı.i-ı­ yordu. Bir duda�ı yerde bir duda�ı gökte Arap a�aca sarıl­ mış, her kurşunu yedikçe sarsılıyor, bedeninden kanlar şor­ luyor, tozları oyarak ırma�a aşa�ı akıyordu, kesjk baş ya­ lımlı a�acın yöresinde dönerken, vardı atıyla birlikte yem­ yeşil a�acm tepesine kondu. .Aıaç ba�ırıyor, Salmanın başı gülüyordu. Yalımlar onu sarıyor, kesik baş bir gözükmez olu­ yor, bir ortaya çıkıyordu yalıroların arasından . 1\�aca sarıl-

mış Arap bir yandan tut9şmuş yanıyor, bir yandan da kur­ şunu yeyince irkiliyar, kıvranıyor, baAırıyordu. Mustafa ana­ sının soluıunu dinledikten sonra yatalmdan çıktı, usulca­ na, merdivenleri tıkırdatmadan aşaAıya inip uyuyan köpeli­ nin yanına vardı. O yaklaşm�a köpek hemen ayaAa kalktı, sil�di, ona baktı. Mustafa yürüyünce avtu kapısına, o da arkasma düştü, çocuk tıkırdatmadan kapıyı açtı, bir düşte mi, gerç�kte miydi, farkında delildi, ırıria�m kıyısına aldı götürdü onu ayakları. Dizlerine kadar suya girdi. Mavi kuş­ lar dönüyordu başının üstünde kanat kanaqa. Salmanın kesik başı gözükünce de ortadan yitiyorlardı. Sert bir poyraz çık­ tı, suyu dalgalandırdı. Poyr�z mavi kuş sürüsünü oradan ora­ ya savuruyordu, .oradan oraya. Yanan alaç önüne· düşmüş, onu kalenin altındaki soluklanan, bir ejderha gibi alzmı aç­ mış ma�araya götürüyor, Mustafa diretiyordu. Salman, Sal­ man yetiş. Salmanın kesik başı hemen yetişti. Yanan aıaca, ona sarılmış Araba kurşunlar sıkmaita başladı. Ağaç çırpmı- . yor, Arap baitırıyordu. Hem .bdlırıyortar,. hem kaleden yöne koşuyarlardı yalırolarını savurarak.. . Salmanın kesik başı korkuyorrlu alaçtan, Araptan ... C> Yüzden de onlara yaklaşa� mıyor, onları durduramıyordu.· �fa da kapılmış alacm rüzgarına onların ark�smca kamıştan atını koşturuyordu. Soluk solula · kalmış, gölsü inip inip kalkıyor, alaca 'yetişe­ . bilmek iÇiİı kamıştan atını çatlatırcasma sürüyordu. Köpeli de dili bir karış dışarda onu izliyor, arkıısmı bir an için ol­ sun bırakmıyordu. Dur alaç - dur, nereye gidiyorsun, dur ! Alaç durmuyor, yalımlıırını savurarak, lçanlarmı fışkırtarak, gövdesine sarılmış bırakmayan Arabı da sürükleyerek koş­ turuyordu. Sı:tlman alacm kayalıklarda önünü. 'kesiyor, bası­ yordu kurşunu ya, ötekini durduramıyordu. Aıaç dur, tut kocabaş tut! Köpek alaca saldırdı, ağaç bir an durdu, köpe­ le eliidi baktı, oldulu yer.de durdu. Köpek, Mustafa birbir­ lerine sokulup büzüldüler. Mustafa sırtını alaca vermiş, köpeAin başını kucalma almış, ayaklarını da hayvanın kar­ nının aJtma sokmuştu. Ma�ara üstüne üstüne geliyor,• çocuk, köpeliyle birlikte büzüldükçe büzülüyordu. Köy ıpıssızdı, en küçük bir ses gelmiyorrlu hiç bir yandan. Bir sonsuzlulun ortismdaydı Mustafa, bir yerlerden bir ses, bir devinim bek339

liyordu ya, her şey sanki yokolmuş, ortada köpe�iyle tek ba­ şına, kalmıştı. Ne Salmanın kesik başı, ne onun mavi, turun­ cu, kırmızı kuşları, ne bir top olup hışıldayan kartaHar, ne Çobanbaşı, ne de kamıştan yemyeşil atlar ortalıkta gözükmü­ yorlardı. Çocuk titriyordu. Az, sonra onunla birlikte köpek de, onun arkasınaan a�aç da titrenieıe başladılar. Mustafa hem titriyor, hem de bu a�aca o gün bugündür hiç bir kim­ senin yaklaşamadiğını belli belirsiz · düşünüyordu. , Belki de düşünmüyordu, öyle bir şeyi uzaktan uza�a duyumsuyor, se­ zimsiyordu .. Tek ayaklarını kaldırıp bütün a�açlarm köküne si�en köpekler bu a�acm yanma bile yaklaşamıyorlardı. Bü­ tün a�açlara çıkan kediler, bu a�acm yanına bile yaklaşmıyor, a�açtan fışkıran kanı koklamıyorlardı bile. A�aca uzak­ tan kurşunlar atılıyor, kurşunun de�di�i yerden oluk oluk ka�lar fışkırıp tozlardan yol açıp ırma�a akıp gidiyordu. Kö­ pek de, Mustafa da fı�kıran kanlardan sırılsıklam·· olmuş­ tu. Ah bir ı;es, bir horoz sesi, bir at zili, bir araba çampara­ sı, bir insan�n öksürü�ü, bir lCöpek havlaması, da�da bir pu­ hunun ötmesi . . . Çocuk gerilmiş bekliyor, hiç bir yerden en küçük bir ses bile gelmiyordu.' Mustafa gözlerini sıkı sıkıya yummuş açmıyordu, köpek de açmıyordu . . . Sese benzer bir şeyler geldi kula�ma, soluk alır gibi yaptı a�aÇ, kabardı; gerindi. Bir yani ka,pkaraydı a�acın, bir yanı yemyeşil, kocaman el kadar yaprakları esen yelde sallanan . . . Muste.fa, Mustafa . . . Yukarda da� ürperi­ yÖr, kayalıklar çatırdar gibi ediyor, bir kurba�a zıplıyor, ·bir yılan akıyordu. Çocu�un içine belli belirsiz bir kurtuluş se­ vinci doluyordu. lşı�a benzer bir şeyin sesi bir yerlerde du. yulur duyulmaz çmlıyordu. Belki de üstlerinden· bir bulut akı­ yor, inceden bir yel esip yaprakları sallıyordu. Mu�tafa, Mus­ tafa . . . İlkin köpek açtı gözlerini, arkasından da çocuk . . . Mus­ tafanın gözleri kamaştı do�uya başını çevirince. Sersem ser­ sem yöresine bakındı, başını kaldırınca uzaklarda durmuş ona bakan Kuş Memedi gördü. Kendine gelir gibi olduysa da gözlerine inanamadı. Memet bir siliniyor, bir yerine geliyor, korkudan . büyümüş gözlerle ona bakıyordu. Memedin arka­ sında da üstüste binmiş insan gölgeleri bir siliniyor, bir geli­ yor. Memedin arkasında duruyorlardı. Mustafa durma8an :wo

·

kanıaşmış gözlerini kirpiştiriyordu. Az sonra gölgelerin insan kalaba�ı oldu�unu, ona bakriıak için oraya toplandıklarını anladı. Hepsinin de Memet gibi korkudan gözleri büyümüş­ tü. Mustafa, elini gözüne siper ederek aya�a kalktı, gölge­ si ta kalabalı�m önüne kadar uzandı. Köpek de aya�a · kalktı silkinerek, onun gölgesi çocu�un gölgesinden de ileriye gitti. Kalabalıkta hiç bir kıpırtı olmadı, öyle durmuşlar orada, Mustafayı izliyorlardı. Çocuk, bu kadar gözün kendisine di­ kildi�ini anlayınca bir an ne yapaca�mı şaşıidı. Sa�na so­ luna dörldü, elini köpe�in başına koyup · onu · okşadı, başını kaldırıp a�acm dallarma baktı, dallarm bir kısmı yanmıştı, k'apkaraydı; yanmamış dallarda da büyük birkaç sararmış yaprak sallanıyordu. Bir kısmı dışarda kalmış köklerin üs­ tünde yemyeşil uzanmış kamıştan ·at duruyordu, kulaklarını dikip yelesini kabartmıŞ . . . Ona gözleri ilişince çok sevindi. E�ildi yerden atını alıp bindi, atm başını şaha kalkmış gibi havaya dikti, yelelerini bir · süre sıvaziadıktan sonra dizgin­ l�ri gerdi; at şaha kalktı, Mustafa şaha kalkmış atı, brrrrrrr, brrrrr, brrrr, diyerek zaptetme�e çalışıyor, altındaki atsa onu dinlemiyordu, brrrrr, brrr , at onu diniemiyor, çocuksa şmı var gücüyle çekiyordu. dizginleri iyice germiş onun Sonunda �izginleri ne kadar gerer�e gersin atı yenemedi, şa­ ha kalkmış at doludizgin kalabalı�a do�ru atıldı, kalabalık karşıda duvar gibiydi, çocuk bu duvan yaramadı, atının ba­ şını tam duvarm önünde çekip sa�a çavdı. Bir türlü bu az-· gın atm başını zaptedemiyordu. At aldı onu ırmaltın kıyısı­ na, oradan da Topal Abbas Ustanın işli�ine, oradan da me­ zarlı�a götürdü. Çocuk mezarlı�m duvarı önünde atm başını çekme�e ��aştı ama atı yenemedi, İsmail A�anın mezarının başına kadar vardılar. Mezarın üstündeki mersi� çalıları da­ ha yeni yeni kuruma�a, yaprı:ıkları da yeşilden kırmızıya dönüşme�e ancak başla mıştı. Mustafa kendi9i.ni babasının mezarı başmda bulunca deli div-aneye döndü, altındaki ,yeşil atı kırbaçlama�a, ba�ırma�a, mezarlı�m içinde cradan· ora­ ya atını koşturma�a b:ışladı. Ata bir türlü duvarı atlatamı­ yor, hayvan tam duvarm dibine gelince direkleyip kalıyordu. Kan t.ere batmış, soluk solu�a kalmıştı. Geriye dönünce bir sürü çocu�u da mezarlı�m · içinde atıarını koşturur gördü.

: B �

341

·

Onların atları da bütün çabalarına karşın mezarlık duvarını aşıp dışarıya çıkamıyorlardı. Sonunda gene Mustafanın atı duvarı atlayabildi. Onun atı duvarı geçince ötekilerin atları da kendilerini dışarda buldular. Mustafa, mezar�m oralar­ da hiç durmadan atını dolru yanık alaca sürdü. Alacm bo­ lumlu, bir tek yaprak kalmış dalına tuhaf bir li:uş tünemiş­ ti, rengi mora çalan. ,Atıyla doludizgin yaklaşan çoculu gö­ rünce kanatlarını açıp havalandı. Mustafanın atı geldi alacm gÖvdesine dayandı durdu, yemyeşil, upuzun, dimdik ... Arka­ sından öteki çocuklar da gelip atıarını gece şakır şakır sa­ bahlara kadar kaoayan alaca dayadılar. Hepsinin de yüzü sapsarı kesilmiş, elleri de titremete başlamıştı. Heyecandan, korkudan tıkanıyorlardı. Mustafanın hacakları da feldirdi­ yordu. Biraz daha burada kalacak olursa ayakta duramaya­ calını sandı. Alacm gövdesine dayalı uzun, yeşil kamıştan atını aldı, bindi, o binince at üç kere şahlandı, ardından da uzun uzun kişnedi. öteki çocuklar da tıpkı Mustafa gibi atıa­ rına bindiler, onların atları da uzun uzun kişnediler·, sonra da büyüklerio korku dolu bakışları· altmda atıarını kale .altına sürdüler. Kale altında da gün -tawşuncaya kadar oradan oraya durmadan, canları çıkıncaya kadar at sürdüler. Bu arada da üç çocutun bindikleri atlar çatladı. O gece, belki de ilk olarak büyük çıngar çıktı. Mustafayı öyle olur olmaz azarlamayan Zero, ona atzma geleni söy­ ledi. Çocuk anasını hiç bu kadar öfkeli korkmuş görmemişti. O, babası vuruldulunda bile kendisini yitirmeyen Zero, ku­ durmuştu. Alzmdan köpükler saçarcasına, boyun damarları şişmiş, kocaman ela gözleri dönmüş : «Allahtan korkmuyor musun sen Mustafa, kuldan utan­ mıyor musun, bu ocalm dikili tek alacı sensin, insan hiç o alaca yaklaşır mı, söylesel)e, insan o kanlı, o her gece sa­ baha kadar lanayan o atacın hiç yanına varır mı? Sen de­ lirdin mi, hiç düşünmedin mi felç · clacatmı, hic.� düşünmedin mi bir taş parçası gibi donacatmı, hiç mi hiç, sen bu kimse­ siz kalmış ananı hiÇ "düşünmedin mi, hiç mi hiç? Sen ölürsen, sen felç olursan, ben ne yaparım bu dünyada yapayalnız, hiç düşünmedin mi, hlç mi hiç?:. Kendinden geçmiş balırıyordu. «Elin çocuklarını da kendine uydurdun. Elin çocuklarını da 342

kanlı atacın atzına attın Mustafa ... Bütün köy korkudan de­ li oldu, deli oldu... Kim yaklaşmış ki o alaca şimdiye kadar, kim, �enin gibi deliden başka...:. Z�ro konuştukça öfkeleniyor, öfkelen4ikçe konuşuyor, . Mustafaya kargışlar ediyordu. cA.llahım böyle . bir çocutu düşmanımın başına da verme. Haydi verdin babasını da öldürme. Babas� olsaydı, bu deli · varır da o sabahlara kadar balıran, çırpınan, şakır şakır ka­ nayan atacın altında sabaha kadar uyur muydu, bir köpekle birlikte ... Allahım, Allahım, ben ne yapacalım bu ço�ukla, bu belayla, sen bana dolru yolu göster Allahım . .:t Zero konalın içind·� gidiyor geliyor, konuşuyor, öfkeden çıldırıyor, dinginliyor, ardından da birden köpürüyor, Musta­ faya saldırıp onu hırpalıyor, sonra da gene dinginliyorciu. Mustafaysa bir köşeye büzülmüş, tostoparlak olmuş başı onünde:, atmın üstünde yemyeşil, yeşile doymuş, yeşilden pat­ lamış bir bataklık kokusuyla yanık alaca, arkasında çocuk­ lar · gidiyor geliyordu. Bir de mezariıla nasıl gitmişti, kim alıp -götürmüştü onu oraya, niçin gitmişti, çocuklar nereden · çıkmışlar, yanıbaşında öyle ?e biçim bitivermişlerdi kamış­ tan atlarının üstünde, bunlaıı düşünüyordu. Anası batırıp '-.. kesik başı da üç kere odanın çalırırken, bu arada Salmanıiı eşiline gelmiş, ona göz kırpmış ama Mustafa aldırmaınıŞtı. O, hiç bir zaman kanlı alaca yaklaşamamıştı. Mustafa bili­ yordu, hem de çok iyi biliyordu bunu, Saimanı öldürseler de, tepeden de tırnala silah kuşanmış olsa da o hiç bir zaman bu alaça yaklaşamayacaktı. Bu dünyada hiç kimse bu ata­ cm yanına varamayacaktı, Mustafa da yaklaşamazdı ya, na­ sıl gitmişti o alacın altına, ne zaman gitmişti, kim götürmüş­ tü, korkmamış mı, eli ayalı kesilmemiş miydi? Uzak bir şey­ ler anımsıyordu ya, düş müydü, gerçek miydi, bir duman ar­ kasından bir şeyler görüyordu, o kadar ... «Bir daha o alacın yanına yaklaşmayacaksın.» Dişlerinin arasından ıslık gibi çıkmıştı bu • buyruk. cO ataç seni kapar, yutar, öldürür.» . Mustafa çok mutlu gülüyordu. :Sakın, bakın, bakın kulunuz kurbanımı olayım, bu da koskocaman İsmail Alanın arkasına kalmış, arkasına .kalmış .

·

,

343

aa divaiıe . gibi gülüyor, seni do�acalıma taş, taş doluray­ dım Mustafa. Şimdi İsmail Al� kemikleri me�da sız­ lamıyor, çatırdamıyor mu? Bakın eller, bakın komşular, ba­ kın Müslürnanlar, daha gülüyor b Mustafa gözlerini ona dikmiş, anasının çırpmışlarmı ka­ yıtsızca izliyordu. Zero onun üstüne hışımla elilerek yüzüne var gücüyle bir tokat aşketti, çoculun gözlerinden kıvılcımlar saçıldı_ . eSen de o alaca git bundan sonra da geber, öyle mi?� Bu köyde görmeyen mi var, o alaç bazı ·g€!celer yanıyor,. yarısı" yanıyor, yarısı göleriyor. Sabaha kadar da gövdesin­ den kan boşanıyor, bunu da köyde görmeyen kaldı mı? O uzun Arap da her gece sabaha kadar, elleri kurşun yarala­ rında, kanayarak o alacm yöresinde çırpınarak, çıllıklar atarak dönrnüyor mu, bunu da köyde görmeyen kaldı mı? O alaç bazı geceler, yerinden kalkıp gidiyor, onun kanat tak­ mış bir kuş gibi göklere aldılını, tan yerleri ışırken de, ki­ mi günler, .hışılayarak yerine geri indilini bu köyde görmeye� mi var? eSen . kendini ne samyorsun da gidip altmda uyuyorsun oı f!lacın, henı de bir kö�kle...:. Zero onu kolundan tutup hızla kaldırdı. / «Simdi dqlru yata�a ...� Mustafa çok mutluydu, diretme.di, gidip yatata giyitleri­ ni , çıkarmadan yattı. Salmanın kesik başı gelir diye bekledi bir süre. Mavi kuşlar, kipkırmızı kuşlar da' gelmeqi. O bir . tek kuş nasıl konmuştu o kanlı alacm dalına, şimdiye ka­ dar bir tek kuşun bile bu kanlı alaca kondulu görülmüş de­ lildi. Arılar kelebekler bile utra9'amıyorlardı yanma... Yu­ kardan, kayalıklardan inen, bir parmak kalınlılmda bile ol­ mayan altın sarısı gibi., her gft:tili yerde altın kıvılcımlar bırakan ok yılanları bile yaklaşamıyorlardi. onun yanma ... Salman bile, Arif Saim Bey, Yüzbaşı bile yaklaşıp bu atacm yakınma, onun bir dalına, gövdesine� bir yapratma parmak­ larının ucuyla bile dokunamamışlardı. Bir tek kocabaŞ kork­ muyordu hiç bir şeyden, hiç kimseden, ok yılanlarmdan, bu • yanan ·ataçtan. Bir tek, bir tek kocabaş köpek... Sabahleyin uyandılında yanmda kocabaşını araeli bula·

·



344

madi; aAaç da yoktu tepelerinde, koşarak merdivenleri aşa­ iı indi, bir · eski zaman halayı çeker gibi ederek. Nar ala'Cı­ nın yanındaki kayalıklkra kadar koştu, ço� işemesi gelmiş­ ti, oraya, kayalıklara, bir. kayayı kendisine siper ederek çöv­ dürdü. İşemili çok uzaklara gidiyordu, bir gün avlu duva­ rını aşırıp kaktüsleri ıstatmayı deneyecekti, durun bakalım, ulaitırabilecek miydi oraya? Döndü, yüzünü sabunlaya sa­ bunlaya bir iyice yudu. Eline suyu Pero· döküyor, ona gizli­ den gizliye, bir kahramana bakareasma bakıyordu. Sotraya, evde kim varsa hep birlikte oturdular. Sofrada hiç bir za­ man konuşulmazdı, bu sabah da alır bir hava vardı. Zero­ nun suratmdan düşenler bin parça oluyordu. Kimse onun yü­ züne bakamıyordu. Kalıvaltı bitince Zero öfkeyle sordu : «Bir daha o alaca gitmeyeceksin öyle mi?:. Sesi ustura gibiydi. Mustafa çok dingin, soAukkanlı : c:Her zaman gidece�im,:. dedi onun gözlerinin içine göz­ lerini dikip meydan. ckuyarak. «Her gün gidece�im, her ge­ ce, her sabah . . .:. Zero b:mu beklemiyotdu, orada, oldulu yerde bir süre dondu kaldı. Ne yapaca�ı Mustafaya karşı n·asıl davrana­ ca�mı bilemiyordu. :aelki çok kötü bir şeyler olacaktı ki, Hasan A�a araya girdi : «Zero,:. dedi gözlerini belerterek, cçocu�un o kadar üstü­ ne varma.:. Zero bir süre bir ona baktı, bir ötekine. Ardından da hiç sesini çıkarmadan mutfaAa girdi. Mustafa, kendisini Süllünün, avlu kapısının- karşısında bekledilini biliyordu. Son günlerde Süllü hep onun ardmday­ dı. Nereye · gitse karşısına o çıkıyor, bir şeyler söylemek is­ tiyor, Mustafa izin vermeyince de dili diline dolaşıp konuş­ maktan vazgeçiyordu. Çocuk, onunla konuşmak niyetiyle aşa­ lıya indi, av,lu kapısını açınca Süllüyü karşıdaki tümseğe çö­ melmiş bekler gördü, dcAruca ona gitti. Süllü onun ke disine qeldilini görünce hemen ayaAa fırlayıp : . «Buyur, buyur Mustafa Beyim. Beyimin bir emri mi ·

·

il

·

·

345

var?» diye karşısına dikildi onun. ' «Benden bir şey mi istiyorsun Süllü ?» Sesi dik, buyurucuydu, tıplcı. babasının sesi gibi. Cocuk babasinın tavırlarma, sesine iyi öykünüyordu. «Senden bir dile�im var Beyimiz.» «Söyle bakalım Süllü.» «Senin bir atm olmalı Mustafa Beyimiz. Soylu bir at ki, Hazreti Alinin DUldülü, Köro�lunun Kıratı gibi soylu. Atsız yi�it olmaz. Atsız insan da olmaz, . At yi�idin can kardaşı, de­ miş Aşık. Bu dünyada bir tek sen atınz kaldm. Atsız kişi ka­ natsn kuş deme'ktir. Hem senin öyle bir atm olmalı ki önün. den geçeni kapmalı, ardından geçeni tepmeli. Senin atma kimse yaklaŞamamalı bile. Şu yanık a�aca korkusundan hiç kimse, Salman· bile yaklaşamıyorsa, senin atma sen bile yak­ taşmaktan korkmalı�m . . . İşte böyle bir ata ben canımdan da iyi bakarım. Sır�sı . gelince de, başm sıkışınca da binersin atma, bı.rakırsın . di�ini, kendini bir anda ulu Düldülda�ının ·doru�unda bulursun.» Boynunu büktü. «Bu kamış atlar beyle­ re yakışmaz.» Kula�ına e�ildi : «İstersen Zero Hatun sana bir at, ya da soylu bir !ay alır. Bana parayı versin Zero Ha­ tun, b(m şu Çukurovayı tavla tavla dolaşır sana öyle bir tay bulurum ki Köro�lunun Kıratı örneği. . . Bir şey söyle Musta­ fa Beyjm. Atsız bey olmaz, böylesi uyuz köpekler. de beylere · yakışmaz. Köpekler avcı çingenelerin, da� başı çobanlarının işidir. Allah göstermesin insan bir yerde sıkışınca hemen ata biner tatlı canını da böylece kurtarır. Ne diyorsun Mustafa Bey, sen bir at istemiyor musun?:. «istemiyorum Süllü.» «Neden istemiyorsun Mustafa Beyim?» «istemiyorum.» «Salman gene gelir de elimizden 1alır diye mi korkuyorsun?» cKorkmuyorum.» «Bundan böyle bu tavlaya gelip de Salman bir at alamaz. Benim, bu Süllünün ölüsünüq üstünden geçmeden, atıann ya­ nına yaklaşamaz. Ben şimdiye kadar hiç atsız kalmamıştım. Allah düşman başına vermesin atsızlı�ı. Atsız kalmak ölmek­ ten de betermiş. Bir at gerek bize. Bir atımız olmazsa ben •

ne yaparım ki bu dünyada, ölürüm. Senin atın olmazsa, sen de ölürsün. Atsız bir insan bu dünyada nasıl yaşar Mustafa Beyim, bir at. aldıracak mısın Zero Hatuna? Kamıştan at beylere yakışmaz.:. «Hele bir düşünelim,)) diye biraz yumşadı Mustafa. Bundan sonra artık Mustafanın yakasını bırakmadı Sül­ lü. Onu nerede görse, onun ne zaman yumşak bir gününü yakalasa hemen yanına koşuyor, atlardan, atların kutsallı­ �ından, insahları · ölümlerden kurtardı�ından söz ediyor, at­ lar üstüne hikayeler, masallar anlatıyordtf. Mustafa da git­ tikçe onun etkisinde kalıyor, bir ah' olmadan yaşanamayaca­ ğına gittikçe inanıyordu. Sonunda bir gün dayanarnadı ana­ sına açıldı : «Ana, babamın atla::.-ı vardı, de�il mi?» «Biliyorsun vardu «D�yımın ?» \ «Onun da vardı. O, dünyanın en güzel atıarına biner.di. Çünkü o eşkiyaydu illedemiri ?» «Atsız insan olur mu um, dedenin kutsal bir atı vardı. O at insanın başına gele �� ta aylar 'öncesinden haber ve­ rirdi. O at da yitiklerden g lmişti dedene ...» iliangi yitiklerden ?» Ve Mustafa bu kır atın hikayesini kendini bildi�inden bu yana dinlemişti, Sabah uyanmış bakmışlardı ki at evin kar­ şısındaki bir kayah�ın üstünde başı dimdik, kuyru�u hava­ da , yelesi l:aparmış duruyor. Uçsuz bucaksız kara gün vur­ muş, Süphanda�ına, Esrük, Nemrut da�ına gün vurmuş, apak kesilnpş Van gölüne gün vurmuş. Bir ışık selidir akı­ yor .dünyanın üstünden yalp yalp ederek. Gözleri kör· eder­ cesine kamaştırıyor. · At, ışık selinin ortasında, kayanın üs­ tünde, kıpırdamadan, oldu�u yerde duruyor. Akşam olmuş gün batmış, gece bastırmış, at oldu�u yerde . . . Tan yerleri tşımış, Varı gölü, karlar, Süphanda�ı; Nemrut, Esrük da�­ ları �aviye boyanmış, at gene som mavi kesilerek oldu�u yerde duruyor. Uç gün böyle geçmiş, kır at kayah�ın üstür.e mavi bir ışık dumanı gibi çökmüş, öyle duruyor. «Deden demiş ki, bu böyle olmayacak, şu at burada öle.



·

••

1

347

cek acından, bunu alın da götürün Van denizinin öbür yanma bırakın. Almışlar atı götürmüşler karlı Süphanda�ına bırak­ mışlar. Birkaç gün sonra da bakmışlar ki at geriye dönmüş, kayanın başına dikilmiş. Böylece üç kez götürmüşler ulu Süphana atı, o, geri gelmiş . Deden demiş ki, bu at bizim. Al­ mışlar atı. At bir ermiş çıkmış, İnsanın başına ne gelecek­ se biliyormuş. Dedenin kardeşinin hapisanede ölece�ini bil­ miş de sabaha kadar eşinerek kişnemiş, neredeyse ahırın duvarlarını yıkıyormuş. Seferberlik olmadan on• beş gün ön­ ce de gene bu .lurr.f.t kıyameti koparmış, kapıları parçalamış, ipleri kırmış, buka�ılarını sökmüş başını almış geldi�i gibi de yitiklere karışmış gitmiş.:. «Hangi yitiklere?:. cBir daha at hiç gelmedi. Biz de zaten birkaç gün son­ ra Van denizini bırakıp buralara inmek için yollara düştük. Babanın al atı da onun öldürülece�ini bildi. Süllü diyor ki, o iş olmadan al at bir hafta yem yemeden, su içmeden bir hafta gece gündüz a�ladı. Atlar a�lar .:. İçini çekerek : «Biliyorum,:. dedi Mustafa. «Hangi yitiklere?:. cKırklara karışmış. Belki de o, Köro�lunun Kıratıymış,. Bingöllerden su içen.:. «Bana neden bir at almıyorsun öyleyse?� «Senin atını öldürürler de . . .� eKim öldürür?:. «Salman.:. «Öldürmez. Sen bana bir at al, olur mu?:. cDüşüneyim.:. «Hiç düşünme, Süllüye para ver. Üç gürı içinde Süllüye para vermezsen . . .:. cVermezsem ne olur?:. Mustafanın gözleri faltaşı gibi açİlıp, söyİeyip söyleme­ mek arasmda bir ikircik geçirdikten sonra: �Vermezsen ona bir at parası Önce benim kocabaşı öldürecek. Gene de .lf;8I'ıınezsen"keı;ıdini öldürecek.» «Kendi mi söyledi bunları sana?:. cO söylemedi, ben biliyotum.:. O sabah kuşluk vakti gökyüzü dupduruydu, ne güneyde� ·

348

'

ne batıda, ne kuzeyde en küçük bir bulut parçası bile yoktu. Güneş kayalıklara; ovaya alabildiline çökmüş, inceden tütü­ yordu. Ö�leye do�ru günbatıdan, bu alabildiline çökmüş ışı­ ım üstüne, birkaç kere şimşek çaktı, uzaklardan duyulur du­ yulmaz bir gökgürültüsü gel.di. Sonra çok uzaklardan bir bulut kaynadı, batıdaki Alada�larm üstünden. Kararan bu­ lut bir anda ovanın üstüne yaklaŞtı. Önce, sa�dan soldan, önden, arkadan serin bir ya�mur yeli esip tozları kaldırdı. Ardından da sıcak alır damlalar pat pat düşerek tozları ;>yarken gökyüzünde ardı ardına şimşeklE!r çaktı. Gökgürül­ tüleri da�ı arkası arkasma salladı, hışım gibi bir ya�mur saldırdı gökgürültüleriyle birlikte de. . . Ortal�ı sel sele ve­ ren ya�mur az bir sürede de geçti gitti. Hemencecik de gün açıldı. Dal tepeden tırnala ipiltiye kesti. Milyonlarca ebern­ kuşatı da�m kayalıklarıiıd�,t kıvılcımlanıp patlıyor, kıvılaşı­ yordu. Köylüler hlenin ve da�ın yamaçlarına gözlerini . kal­ dırıp da bakamıyorlar, i�e iitne milyonlarca renk uçuşarak snvruluyordu, çelik mavisinde, kırmızısmda, çelik turuncu­ sunda . . . Zero Süllüyü çalırdı aşalıdan, .ahırdan . . . Süllü atlar -git� tikten sonra boş ahıidan ayrılamaımştı:-....etııada yatıp kalkı­ yor, yeyip içiyordu. Ahırdan ayrılırsa ölecelini, ya da deli­ reeelini sanıyordu. «Nasıl bir at alacaksın Süllü?:.. «Genç olacak Hatunuqı. Soylu.» «Nereden alacaksın'!» «Arayaca�ım.» «Ne kadar para gerek?» «Onu sen benden· iyi bilirsin Hatunum.» Zero Hatun parayı çoktan hazırlamıştı. Banknotları Sill­ lüye uzattı. Süllünün gözleri bu tansıla inanamadı. «At mı alaca�ım bu paralara ?» diye gözlerini kirpişti­ rek sordu. ·«At alacaksın.» Süllü sararmış yüzü, titreyen elleriyle sala sola bakın­ dı, avluda köpelinin yanındaki Mustafayı gördü, merdiven­ leri hızla indi, korkulula tutunmasa tepetaklak aşalıya gidi' yordu, vardı çoculun önünde durdu : ·

·

349

cBeyim, Beyim, benim soylu Beyim, sayende atı alıyo­ ruz.:. Coşkudan tıkanıyordu. Ellerine sarıldı öptü. Kendi yö­ resin Mustafa sl\bırsızlıkla : cSalmanı gördüm,» dedi, «hem de üç kere . . .» cDemek gördün ha . . . Ama köyde ne diyorlar, biliyor musun?. cBilmiyorum,» dedi Mustafa merakla. cSalmanı çoktan öldürmüşler. Hem de kim öldürmüş, bi­ liyor musun ?:. cBilmiyoruin.» eZalımoğlu Halil. . . O Halil var ya, o Arabı öldürmüş. Arap da kalkmış o kanlı a�aca sarılmış, Halile de yalvarmış.

376

Halil de gene onu öldürmüş. O öldürünce. a�aç da her gece kanamaya başlamış. Halil işte, o Zalımo�lu Halil. O, Zalım­ o�lu koca İsmail A�anın arkadaşı imiş. İsmail A�a demiş ki, Arabı da, Memik A�ayı da öldüreceksin. O da öldürmüş. İşte bunun için de Salman İsmail A�ayı öldürmüş. Bunu da da�daki eşkiya Zalımo�lu Halil duymuş. Salman da do�ru­ ca, İsmail A�ayı öldürünce Zalımo�lunun çetesine gitmiş eş­ kiya olmaya. Zalımo�lu Halil onu görünce bir sevinmiş, bir sevinmiş, akşam olunca Salmanın tüfe�ini elinden almışlar. İki eşkiya da ellerini tutmuş, Zalımo�lu Halil de hapçeri çek­ miş ... Biliyor muydun?:. «Bilmiyordum.:. «Demiş ki, Salman, demiş, sen İsmail �ayı neresinden bıçakladın demiş, sormuş. O da yüreftinin başını göstermiş. Halil de elindeki gümü� saplı hançeri onun yüre�inin başı­ na gelha eylemiş. Sokmuş çekır.iş, çekmiş sokmuş. Salman da gıh etmiş. Bütün köy biliyor bunu.» «Kim görmüş, kim söylemiş.:. «Cemşit gel�i köye geçenlerde, sen duyınadın mı?» «Duymadım.:. «Cemşit geldi, bütün köylüyü nar a�acmın ardındaki ka­ yalı�a topladı, bütün bunları bir bir köylüye anlattı. Bo�a­ zında dürbünü bile vardı Cemşidin.:. «Ben Salınanı kendi gözle�imle gördüm. Hem de iki se­ fer.:. «Salmanın kanı şorlamış bayır aşa�ı. Cemşit de onu ken­ di gözleriyle görmüş.:. «Ben de gördüm onu. Beni görünce dirsekierinin Ü!!tüne yekindi. Bir arabanın içindeydi, yaprak gibi titriyordu, yüzü de sapsarıydı. Kelebekler de uçuşuyorlardı.» «Onun ölüsünün üstünde mi?:. «Dirisinin üstünde.» «Sen dirisini mi gördün?_. «Ne belledin ya, di.ı;isini g9rdüm.:t «Nerede, orada mı?:. « «Ne Van denizi be, bu başka bir deniz, bu kocaman, mos� mor bir su. Van denizi gibi apak de�il,:-> deui Mustafa, biraz öfkeli. �uyu gibi da�ların ortasında Van denizi, şu Düldülda­ ğının arkasında Van denizi,» dedi Memet. «Doru�unda yıldız kaynaşan Süphanda�ının dibinde . . . Süphanda�ının ak gölge­ si de sularına ciüşmüş, o yüzden bütün deniz apak kesilmiş. Yoksa çok mavi bir denizmiş Van denizi. . .» «Sus be,» diye gene kızdı Mustafa. «Sen ne piçim bir adamsın be ! Sen Van denizini' gerdün mü?:ı> «Görmedim,» diye boynunu büktü Memet. «Sus öyleyse. Benim gördü�üm deniz başka. Çok dalga­ h. Dalgaları da:� gibi. Bir dal.ııa gelince toprak kökünden sal­ lanıyor, her yer zangır zangır ötüyor. Gece gibi karanlık, mor, insanın üstüne yürüyor. İnsanın korkudan eli aya�ı çö­ ziilüyGr, insan korkudan deliriyor. Ben denizin altında kal­ dım. Sonra geldiler beni d�nizin altından çektiler aldılar ge­ miciler.'> «Biliyorum,» dedi Memet. «Neteden biliyorsun?» diye kızdı Mustafa . «Biliyorum, bilmez miyim,» diye inatlaştı Memet. Göz göze geldiler, !\Onra del:in : derin biribirierine baktı­ lar. Ardından da makaraları koyverdiler. Dayanarnayıp aya­ ğa kalktılar, gülüyor, gülüyor, bir ara gülüşmeleri yavaşlar gibi olup, gene karşı karşıya göz göze geliyor, yeniden gül­ me�e başlıyorlardı. Gülmekten, hiç birisinde bir hal kalma­ yıncaya kadar güldüler . · Köye dönerlerken yolda sa�a sola 378

sarhoşlar gibi yalpalıyprlardı. Nar a�acının üstbaşındaki kayalı�a geldiler. Irmak ta aşağılara, bütün ovaya !;erilmiş Anavarza kayalıklarına ka­ dar ışılıyordu. Memet : «Yoruldum,:. dedi. Mustafa : «Ben de yoruldum.» · Memet : «İyice gördün mü Salmanı?» «İyice gördüm,» dedi Mustafa. cAnarn da gördü. Gözl�rini de gördüm.:. «Öyleyse onu Zalımo�lu Halil nasıl öldürdü?» eKimbilir ,:. dedi Mustafa. . «Belki yalancıktan öldürmüştür,» dedi Memet. «Cemşidi de belki . . . » «Toprakkalede kelebekler üşüşmüştü üstüne, mor. Göz­ leri de mordu,» diye şaşkınlı�ını belirtti Mustafa. «Bilemem,:. dedi Memet. Orada yanyana, konuşmadan ö�leye kadar ott�rdular. Memet şekerlerini yedi bitirdi. A�zı, elleri şekerierin boyası içinde kalmıştı. Kayalıklardan aşa�ı iner inmez onları avlu kapısında köyün öteki çocuklarıyla birlikte kocabaş köpek de karşı­ ladı. Mustafa koşarak konala çıkıp şekerleri getirdi çocuk­ lara da�ıttı. Kocabaşın da önüne koskocaman bir dürüm ek­ me·k koydu, içi yal dolu. «Mustafa,» diye balırdı yukardan anası. cGelsene içeri.:. Mustafa avlu kapısını açtıktan sonra : «Sen de gel Memet,:. dedi, ekimbilir anam ne güzel ye­ mekler pişirmiştir. Ben çok acıktım, 'ya sen?:. «Ben de,» dedi Memet merdiveni çıktılar. Mustafanın anası gerçekten çok güzel yemekler yapmıştı. Kokusu daha merdivenlerde burunlarına mis gibi geldi. �ustafa : «Kokluyor · musun?» Memet kokladı : «Horoz yahnisi,» dedi. ·

79

«Ne biliyorsun?:.

cKokuyor ,:. dedi Memet.

du.

Sofra, konuk odasının ortasma serilmiş onları bekliyor·

Yemekten sonra· odanm köşesine çekilip konuşma�a baş­ ladılar. Mustafa coşmuş mor denizi, apak karlı da�ları, de­ · vedikenlerinin içinden akan mor yılanları, mor yaldızlı ke­

lebekleri, mosmor ölmuş gözleri mor Salmam, Mersini, ke­ reste fabrikasmı, Tarsusu, pamuk tarlalarmı, Adanada or­ ta�ı gündüz gibi yapan elektrik ışıklarım, denizin kıyısmda­ ki mor köpekleri, mor köpeklerin Saimanı paramparça ede­ cekken gözlüklü, göbekli bir adamm onu köpeklerin a�zın­ dan alışını, Salmanın bir bataklıkta yitişini, ;Bıyıklı Veliyi, yaylıyı, yaylıdaki rahatlı�ı, Adil Efendinin evini, karısını, çocuklarını anlattı. · Anlattıkça coşuyor, . coştukça anlatıyor­ du. Sonunda içini çekti : cBizi öldürecekler,:. dedi, cönce beni, arkasından da se· ni.. .. Arkasından da köyün öteki çocuklarmı. . . » «Biliyorum,» dedi Memet.

«Cemşidi yalancıktan gönderdi Zalımoğlu, yalancıktan öldürdü Salmanı. Biz saklaomayalım da, bizi hemen yaka­ layıp öldürüversinler, diye. . . Bütün çocuklar bunu biliyor-

lar mı?:. , «Bilmiyorlar,» dedi Memet. cSalmanın öldürüldüğünü du·

yunca çok sevindiler.» «Sevinsinler,» . diye alay etti Mustafa. «Bilmiyorlar .mı,

Salman hiç ölür mü, yalancıktan öldürürler onu, köyün bü­ tün çocuklarmı bir arada avlamak için.» «Bilmiyorlar,» dedi Memet. «Bilmesinler,» diye kızdı Mustafa. Salmanın öldürülme haberiyle köy günlerdir çalkalanı­

yor, Salmandan, Zalımoğlu Halilden başka bir söz edilmiyor­

du köyde. Genç kızlar, gelinler Salmanın üstüne daha şimdi­ den birkaç a�ıt bile çıkarmışlardı. cÖldürttü Zeıro, ·öldürttü öksüzü, Salmam.» cÖldürttü oynaşlarına.:. cVerdi kese kese altım Zalımo�luna.:.

cO da bıçakladı garibi yüre�inin başından . . .» ]80

cKanını

akıttı şorul şorul . . .:t

«Ak kayalarm, çakmaktaşlarının üstüne.» «Babası yok, anası yok, İsmail Atası da ölmüş kimsesizin . . .:t «Daha ne istersin sen ondan ey onmayasıca Zero?:t

«< senin ollunu öldürdü mü?:t «Koskocaman, dişlerine kadar silahlanmış adama sald.ırdı da otlun. . . :t

«< hiç aldırdı mı?:. «İsteseydi senin ollunu öldüremez miydi?» «Niçin onun canını balışlamadın Zero ?-. «Boyu şıvgacık dal gibiydi Salmanın.:t «Gözleri bir damla ışık gibi yanardu «Uçan turnayı gözünden . . . » eKaçan tavşanı art ayalından vururdu.»

«Gökteki kartallar; çöldeki aslanlar yılardı· ondan . . .» «Nasıl kıydm babayilide, belalardan belalara utrayası Zero . . . » «Herkes biliyor Zero niçin öldürttü kimsesizi, sabiyi, Salmanı.»

«Bilmem kızgın neresini solutmak için . . . »

«Evine tatibinin onu geliyor, on beşi gidiyordu.»

«Sat

oldukça Salman evlenebilir miydi o ?:t

eSaiman sal oldukça İsmail Alanın, Salmanın gül baba-

sının yata�ına başka erkek alabilir miydi Zero? .. » cSolutabilir miydi kızgın orasmı?:t «Bunun için öldürttü o İsmail A�anm yilit ollunu.:t «Ala kanını bunun için kara topraklara saçtu Zeronun, bu arada yoklulu da epeyi dedikoduya yol aç­ tı. Onu sırasıyla Zalımollu Halil, Sultanollu, Kerimollu, çift boynuzlu İskender, daha

başkalarıyla

evlendirdiler.

Onu

memleketi Vana bile gönderdiler. Orada ona bir iş, bir ko­ ca bulamadıklarmdan da hemen geriye getirdiler. Bu arada Mustafa da dedikodulardan nasibini aldı. O da kendisini, ana• smm kocaya gidecelini duyunca öldürmele kalkmıştı. Zaten deli bir çocuktu. Köyün bütiM çocuklarını da kendisiyle bir­ likte delirtmişti. Ölse de köy de kurtulsaydı bu beladan, ço­ cuklar da, Zero da . . .

«İnsan hiç anasına karışır mı ?1> «Bir parmak çocuk.� dnsan hiç anasının evlenmesine karışır mı?» «Kocası ölmüş kadın evlenir.:. cO�lan anasının bilmem neresine bekçilik eder mi?» «Bir çocuk anasının oynaşını sabaha kadar bekler mi?» «Böyle çocuk düşman başına.» Zero köye gelir gelmez, daha o saat içinde Salmanın öl­ dürülüşünü, onun üstüne yakılan ağıtları, a�ıtları kimlerin yaktı�ını, çıkarılan dedikoduları bir bir ö�rendi. Gülümsedi geçti. O artık hiç bir şeye şaşmayacak, fazla kızmayacak ka­ dar belalardan geçmişti. Onun bir tek düşüncesi, saplantısı, amacı vardı, o da Salmanı, ölmüş de olsa öldürmek. oğlunun, tek o�lunun canını, o�lunun canından da öte çocu�u içine gir- . di�i bu korku cehenneminden kurtarmaktı. Onun için yarın sabah erkenden Gözükaranın Hatununa gidecek, bu Salman işine kesin bir son verecekti. Kadın kadının derdini daha iyi anlardı ve Gözükaranın Hatunu çok deneylerden geçmişti. Uzun yıllar, hiç bir kadının, erke�in yapamayaca�ı zorlu bir savaşım vererek kocasını öldüreni öldürttü�ü gibi, onun so­ yundan da hiç bir erkek bırakmamıştı. Mademki kocasının soyundan hiç bir erkek yoktu. Onun da bu dünyadan zürri­ yeti kesilmeliydL Öldürttüklerini Anavarza kayalıklarına kol­ larından hacaklarından gerdirtiyor, ölünün sahipleri haber­ Ienineeye kadar kartaUar onun, hiç olmazsa gözlerini oyuyor, yüzünü patçalıyorlardı. Ve bundan dolayı da Gözükaranın Hatunu şu koskoca ovada, nereye gitse ola�anüstü bir say­ gı görüyor, bir kahraman gibi karşılanıyotdu. Akçasazın kı­ yısında büyük bir çiftli�i vardı. Çiftli�inde yanaşmaları, kahyalan, irgatları, köylüleri en son icat kötenleri, pulluk­ ları, batosları, eleme makinalarını kullanıyorlardı. Bu yöre­ deki birkaç traktörden ilkini o çekmişti çiftlijtine. Konağı da oradaki en görkemli konaktı. Her yıl yepyeni, pırıl pırıl bo­ yatırdı onu. Zero Hatun gene Mustafayı daha horozlar ötmeden, çok erkenden uyandırdı : «Uyan Mustafam,» dedi, «bu sefer Gözükaranın Hatunu­ na gidiyoruz. Bir umut varsa bu ovada, ondan var. Bu kAriri

öldürtürse o öldürtür.. Onu öldürmenin yolunu gösterirse de o gösterebilir . Akıllı, yi�it bir kadındır.:. ' Mustafa anasının parayı alınca bir yerlere gidece�ini biliyor, bekliyordu. Ama kendisini götürect-�ini, hele Mersin­ deki deniz olayından sonra, düşünemiyorrlu bile. Hemen ya­ ta�ından fırlayıp çabucak giyindi, yüzünü yıkayıp anasının eline verdi�i tereya�lı, ballı dürümü aldı. Bu sefer kocabaş köpek de arkalarına düştü. Mustafa anasına : -r-Ana,» dedi, «bak köpek de bizimle geliyor.� Zeronun köpe�i kovalayacaitını sanıyor, ödü kopuyordu. Zero : «Varsın gelsin o köpek bizimle, zararı olmaz ki . . . Fay­ dası bile olur, bizi korur,» dedi. «Korur ,• diye coşkuyla, sevinçle konuştu Mustafa. «Hem de nasıl · korur ! Bir korur ki, bizim üstüroüze . gelenleri parça­ lar.» «Soylu bir köpektir bu kocabaş.» «Kocabaş,» dedi Mustafa, «Ee dersen insan gibi dinler, ne konuşursan anlar.» Geceye çi� yaltımş ortalı�ı yaitmur gibi ıslatmıştı. Toz­ ların üstü bir parmak kadar çamur ba�lamıştı. Ağır avlu ka­ pısını usulca açtı. Zero. Önden köpek fırladı dışarıya, arka­ sından Mustafa, en arkadan da Zero geldi. Mustafa baktı ki anası mezarlı�ın yanındaki yola yönel­ miş gidiyor. Bir süre avlunun önünde köpekle yanyana ora­ da dikildi kaldı. Ne yapaca�ını bilemiyor, gö�sü küt küt atı­ yordu. Köpekten, az önce kapanan kapıdan bir şeyler umu­ yor, şaşkın)ıkla 9ir köpeite, bir anasına, bir kapıya bakıyor. du. Zeroysa sırk4 sına bakmıyordu. Caminin berisindeki büyük kaktüsün yanına varınca bir ara yanına yönüne bakınan Ze,ro durdu, arkasına baktı. Avlu­ nun kapısında köpekle birlikte dikilmiş kalmış Mustafayı seçti. Bir türlü onun orada kalışını anlamadı. Baitıramazdı, hemen oradan yüz geri edip çocu�un yanına geldi : «Ne o Mustafa,» dedi usulca, «niye yürümüyorsun, bir şey mi oldu?� Mustafa konuşmak istiyor, konuşamıyordu.· «Bir şeyden mi korktun, bir şey mi oldu?,. 383

Mustafa, a�zmı alabildi�ine açarak : «Yok,» diyebildi ancak. «Eeee, ne var öyleyse?» «Bir şey yok.» «Gitmek mi istemiyorsun?» «İstiyorum.» «Yürü öyleyse.» «Olmaz.» «Kal öyleyse.» «Olmaz.» «Söyle ne var?» «Ben . . . Bu yoldan olmaz. Gidemem.» «Hangi yoldan?» Zero, eliyle yolu gösterdi : «Bu yoldan mı olmaz?» «Olmaz,» dedi Mustafa boynunu bükmüş, sesi titreyerek. «Ben bu yoldan gidemem.» «Öyleyse hangi. yoldan gidelim Mustafa?» Mustafa eliyle dattı gösterdi. Zero buna çok kızdı. «Bu gece yarısı,» diye dişlerini sıktı, öfkesi sesinin tıs­ layışından anlaşılıyordu. «Bu gece yarısı, sen aklını mı yi­ tirdin, bu gece yarısı o da�da, kayalıklarm üstünde, yılanın çıyanın içinden nasıl yürürüz? Ben gidiyorum, sen kal . . .» Hızla yürüdü gitti. Çocuk yüre�i çarparak, dizieri çözü­ lerek, bo�azı kuruyarak bir süre orada bekledi. "Bacakları feldirdiyordu. O korkunç mezarlık, babasının mezarı. . . Ku­ lakları u�uldama�a başladı. Gözlerinin önünden . hoplaya hoplaya birtakım karartılar geçiyordu. Dönüp eve de giremi­ yordu. Gitse nasıl geÇecekti oradan. Birkaç kere anasını ça­ �ırma�a yeltendi, yapamadı. Köpe�e baktı. O da başını kal­ dırmış ona bakıyordu. Birden tepeden tırnağa titredi, titre­ rnesiyle gözlerini kapatıp var gücüyle koşması bir oldu. Kö­ pek de arkasından onunla birlikte koşuyordu. Anasını, bü­ yük kaktüsü, mezarlı�ı. ırma�ın içine kadar inmiş mor ka­ yalı�ı nasıl geçti, burunun ardındaki ovaya nasıl vardı hiç farkında de�ildi. Suyun kıyısındaki sö�üt a�acmın altında yarı baygın çökmüş daha körük gibi soluyor, bir türlü de sı­ kı sıkıya, acıtırcasına yumdu�u gözlerini Rçamıyordu. Epeyi bir süre sonra gözlerini açtı�mda anasını başucunda kendisi·

384

ni bekler buldu. · «Kalk yavrum, Mustafam, yi�idim,» diyordu Zero, en sı­ cak, en sevecen sesiyle. «Benim aslan o�lum.» Mustafa ellerini yere, çakıltaşlarının Üstüne dayayarak kalktı. Köpek onun yanıbaşmdaydı. «Gün do�madan köyden uzaklaşalım.» Sö�üt a�acmm altından bu sefer Mustafa yanında köpe­ �iyle uzaklaştı, üstteki yola çıkınca, orada durup anasıılı bekledi. Zero yanına gelince yanyana hiç bir şey olmaİillş gibi yürüdüler. Gece böcekleri daha ötüşüyordu. Kuyruk yıl­ dızı do�du do�acaktı. Yolun tozları, serincecik ayakkabıla­ rının içine doluyor, iiı:;tlerine çi� ya�mış ekin sapları, otlar, çalılar, ırmak, biraz ötedeki bataklık keskin. acı kokuyorlar­ dı. Az sonra: gün do�unca bu kokular yumşayacaktı. Yol boyunca boyunlarını içlerine, bacaklarının birisini karıniarına çekmiş leylekler gördüler. Kuşlar onlar yanla­ rından, üstelik de kimisiride çok yakınlarmdan geçerlerken bi.le hiç aldırmıyor, durumlarını bozmuyorlardı. Köpek de öylecene dikilmiş kalmış kuşlara dokunmuyor, saldırmıyor­ du. Oysaki kocabaşın yerinde o soysuz köpeklerden birisi olsaydı leyleklere saldırır, şu gecenin içinde uyuyan, üstle­ rine çi� ya�mış kuşları tedirgin eder, rahatlarını bozar, ley­ lekler de hep birden havalanırlar, karanlı�n içinde gün do­ �uncaya kadar döner dururhirdı. Zero epeyce hızlı yürüyor, Mustafa ona yetişebilmek için · bazan arkasından koşturmak zorunda kalıyordu. Çocuk koş­ turunca kocantan köpek de onun ardından bir tuhaf, bir iri ayı gibi sallanarak koşuyordu. Endel köyüne vardıklarında ortalığın birden a�ardı�ını, ışıkların arkalarından geldiğini, güneşin birdenbire doğup sı­ ca�ın bastırdığını gördüler. Kuyruk yıldızı solgun, tan yerin­ de öyle usulca döner gibi duruyordu. Anavarza kayalıkları­ na yaklaştıkça burunlarına, bütün kokuları silen bir bataklık kokusu ıslak geliyordu. Güneş daha da.· luzdırınca bu taze saz kokusuna benzeyen koku ağır bir çamur, çürümü5 ot kokusu­ na dönüşecekti. Önlerindeki köyün içiııe girmernek için ırmağın kıyısına i.ndiler, çakıltaşları, suyun kıyıları ışı�a batmış gözlerini ka385

maştırıyordu. Köyü geçtikten sonra sölütlülün alt yanından Anavarza altına çıktılar. Çok terlediler. Nerdeyse ö�i� ola­ caktı. Yüzlerine gözlerine mucuk dedikleri o ufacık sinekler­ den sıvanıyordu. Zero yüzünü, gözlerini başörtüsüyle örtmüş, Mustafaysa çırpınıyor, elleriyle yüzüne, saçlarına, kulakla- · rına sıvanmış sinekleri avuç avuç alıp sölerek atıyor, o atar atmaz da bir yılın sinek yeniden g�lip yüzüne, gözlerine . sı­ \"anıveriyordu. Koşuyor, kendi yöresinde dönüyor, sinekler­ den de bir türlü kurtulamıyordu. Köpelin durumu da çocu­ ıtın durumundan beterdi. Gözlerine kapkara sinek sıvanmış kocabaş çılgıncasına başını sallamaktan başka bir şey yapa­ mıyordu. Gözükaranın Hatununun çiftli�ine vardıklarında güneş tam tepelerindeydi. İri çoban köpekleri lcarşıladı onları. Ko­ cabaş vakur, alımlı, kor..a�ın kapısında dimdik durdu. Hırla­ yıp gelen öteki iri çoban köpeklerine })akmıyordu bile. Ya­ naşmalar köpekleri uzaklaştırıp Hatuna haber vermek için koştular. Hatunsa, ta uzaklardan onları görmüş; yakına gelin­ ce de tanımış, merdivenleri iniyordu. «Hoş geldiniz.� diye sevinçle karşıladı onları. EğHdi Mus­ tafayı kucakladı, derin derin içini çekerek öptü. Çoculu bı­ raktıktan sonra Zeroya döndü, «hoş gelip safalar getirdiniz kızım Zero Hatun,:. dedi. «Beni ne kadar, ne kadar çok sevindirdiniz, bilemezsiniz.» Ellerinden tutup kona�a götürdü, konuk odasının kapısı açık duruyordu. Yerde eski Türkmen kilimleri, sedirierde de ak güller işlenmiş mavi ipekliler, duvarlarda bu�day, çeJtik başaklarından örülmüş nazarlıklar daha odaya girer girmez göze çarpıyordu. Soldaki duvara dayalı masanın üstünde de sivri bıyıklı, büyük dana gözlü, uzun suratlı genç bir adamın üstüne çiçekler işlenmiş ceViz a�acı çerçeveli üzgün foto�­ raft duruyordu. Gözükaranın Hatunu odaya girer girmez foto�rafı göste­ rip, içini çekti : eBu o,» dedi, «kızım, bu o. Doyasıya göremedilim, se­ vemedilim, okşayamadılım, düşmanların elimden aldılı, bu o işte gül kizım Zero. Ondan bir çocuk yetirem'eyip, kör ocak­ lara oturdu�um, bu o işte, bu o . . .» ·

·

.

Çocukla anasmı yaaıraııa sedire oturttu, kendi de vardı karşılarma bir ceviz sandalyaya çöktü. cSenin başma gelen kızım, düşmanlarm başma gelme­

sin, duydum ki evini ya�ma etmişler. Duydum ki kızım at­ larını, sürülerini çekip götürmüşler. Duydum ki kızım bu fı­

karacık, bu sabi ollunu ölüm olmuş kovalıyormuş o Salman . ..

Duydum ki kızım. . .:.

bir

Birden Zero aya�a kalktı, masadaki fototrafa utangaç·

göz attıktan sonra, Hatunun eline sarılıp öptü : «Bana yardım et Hatunum,� dedi. eSenden başka umu­

dum kalmadı. Bu dünyada bir tek sen anlarsın benim dcr­ dimi ...:. Masanın üstündeki üzgün foto�rafa bir daha · göz attık­

tan sonra sözünü sürdürdü : «Bir tek sen yardım t'debilirsin bana . . . Korkuyorum, bu­

nu, bu sabiyi öldürecek o . . . Her gün, her gün böylesi bir kor­ kuyu, ölüm'i yaşamak ölümden de bin beter. Bana yardım et Hatun, bana bir akıl ver . . . Bu adamı nasıl ortadan kaldır­ rnahyım, sen söyle banıı.:. «Dur hele kizım,:. diye aya�a kalktı Gözükaranın Hatu­ nu. cDur hele . . . :. Sonra cOraya da gelir.» «Malara . . .» Mustafa karşılık vermedi. cOsmanın çukuru . . .» cO, oradan korkmaz,» dedi Mustafa. «Ben de korkmam oradan . . .» cSüllünün tayları . . .» cOnlar daha tay, binilmez ki onlara.» cKeşki büyük olsala'rdı,» dedi Memet, «Kurtulmuşt.uk.>, «Kurtulmuştuk.» cKuş gelmeyecek mi?» cKüstü o.» «Ünu sen kurlarmadın mı yılanın ağzından ?» Mustafa : «H�ydi buradan gidelim,» dedi yürüdü. «Arı tutalım Ahçh koyala gidip.» «Salman ?» eSaiman şimdi orada delil.» Koşarak, arkalarında kocabaş köpek, Alıçlı koyata yö­ neldiler. Yolda onlara Nuri Çocuk, Aşık Ali, Tırtıl Yusuf, Fatma Kız, ötekiler katıldılar. Alıçlı koyala varmadan ekin­ ierin içine daldılar. Bu�daylar daha yeni başak vermişlerdi. .

4!19

Tavıalardan uruşkun koparıp yediler. Taze uruşkunun bahar kokusu genizlerinde kaldı. Alıçlı koya�a tam ö�le vakti ulaş­ tılar. Yo�un, ılık bir güneş almıştı ortalı�ı. Çiçeklere oğ:ul verir gibi arılar çokuşmuşlar, u�ultuları ta uzaktan duyulu­ yordu. Kayalıkların arasından bir insan başının inip kalktığı. nı görünce, hepsi birden, «Salİnan,» diye ba�ırarak ırınağa aşağı aldılar yatırdılar, suyun kıyısına varıp yarın dibine biribirinin üstüne, yığılışarak sokuldular. Orada beklemeleri çok uzun sürmedi. Yarın üstüne, sel yata�ından sürünerek çıkan Aşık Ali · bağırdı : «Hiç kimsecikler gözükmüyor.» «İyi bak.» «İyi baktım, hiç kimse yok.» Yorgun bitkin yardan yukarı yola çıktılar, köye kadar konuşmadan, derin bir düşüncede yürüdüler. Birden de ev­ lerine dağıldılar. Akşamüstü kuzeyden otları, ekinleri toprağa yatıran, a�açların dallarını kıran, çiçekleri koparıp uçuran bir poy­ raz patladı. Köyün içini göz gözü görmez bir toz kapladı. Ağızları, burunları tozla doldu köylülerin. Toz, en kuytu yer­ lere, ağaçların kabuklarının al�ına kadar işledi. Her şey bem­ beyaz bir tabaka altında kaldı. Poyraz gittikçe azıtıyordu. Karanlık kavuşurken yel biraz diner gibi etti, ardından da bastırdıkça bastırdı. Yatsı ezanı vakti bir tek insan dışar­ da kalmamıştı, ne kedi, ne köpek, ne de herhangi bir canlı . . . Evlere, kuytulara doluşmuşlar, sert esen yelin dünyayı biri­ birine katan uğultusunu dinliyor, korkuyorlardı. Üstlerirıdekf dağdan aşağıya taşlar yuvarlanıyordu. Köy , uzun bir çığ­ lıkla sarsılıncaya kadar bu böyle sürdü. Çı�lı�ın arkasından karınukarışık sesler· geldi. Sonra da ba�ırtılar biribirine ka­ rıştı. Dışarıya korkuyh fırlayan köylüler, nar ağacının ora­ dan, kaktüslerin üstünden İsmail A�a kona�ından karanlığa büyük bir top yalıının a ktığını gördüler. Az bir süredP. yan­ gın bütün konağı sarıverdi. Kona�ın yalımdan hiç bir yeri gözükınüyordu. Yalnız bir tepe gibi koskocaman bir yalım, uzayıp kısalarak, sağa sola yatarak, parça parça savrulu,� koparak, karanlı�ın içinde eriyerek, çatırdayarak gittikçe büyüyordu. Köpek, at, sı�ır, eşek sesleri insan bağrışmaları ·

460

biribirine karışmış, bir u�ultuya dönüşmüş, u�ultu kayalık· larda yankı!anıyordu. Mustafa, daha yangın başlar başlamaz kendisini hemen avlunun dışına atmış, kanlı a�acın dibine gelmiş köpe!iyle birlikte yerleşmişti. Don gömlek , uykula.­ rından fırlamış köylüler yanan konağın yöresine halkalan­ mışlar poyrazın alabildiğine savurduğu yangını seyreyliyor­ lardı. Zero, Hasan Ağa, Pero, Hacer, yangın kapıyı sarar­ ken kendilerini ·ancak dışarıya atabilmişler, onlardan daha önce uyanıp yangına koşmuş kalabalık halkaya katılmışlar­ dı. Donup kalmışlar, hiç sesleri çıkmıyordu. Kona� iyice tutuştuktan sonra yangın çatırtısına bir de kurşun sesleri karıştı. Kurşunlar konağın üstündeki kayalık­ tan, İsmail Ağanın vurulduğu yerden geliyordu. Sefer daha yangından önce onların arkasındaki kayalığı tutmuş , o da kalabalığın üstüne kurşun sıkanlara ver ediyordu kurşunu .. Gelenlerin yedi kişi oldu�unu anlayan Seferin tuttuğu kaya dibi çok sağlamdı. Tepesin� gelip dikilmeden onu kimse bu­ rada vuramazdı. Çok derteylerden geçmiş yaşlı eşkiya· Sefer de yanına bu durumda Jdmseyi yaklaştırmazdı. Yangın tan yerleri ışıyıncaya kadar çatırdayarak, dökü­ lerek sürdü. Bu arada yangın köyün payraz altına gelen bir­ kaç ot evine de atlamış, o evierden de hiç bir şey kurtarıla­ mamış , o insanlar ancak canlarını dışarıya atabilmişlerdi. Yel alabildiğine kesilmeden esiyordu. Bu arada birkaç ses aralıklarla, «yandım anam,» diye bağırmış, sonra da susmuşlardı. Sefer kaç kişiyi vurduğunu çok iyi biliyordu. Görerek sıkınıştı kurşunlarını ve vurulanların arasında Salmanın se­ .sini duyamanıış, buna da öfkesinden deli olmuştu. Kurşun sesleri birden kesilince Sefer usulcana yukarı doğr-u kayarak Kısıkgediği tuttu. Kaçanlar, ya köyün için­ den geçerek dağa vuracaklar ya da Kısıkgediğe gelip ora­ dan kayalıklı yamaca geçeceklerdi. Kısıkgedikte, üç kişinin koşarak çeşmenin oraya çıktık­ larını gördü. Karşıdaki kepir taşlı yolu geçip önlerini kes­ rnek için yerinden fırladı. Bozvelioğlunun damının arkası-· na varınca üçünü de çeşmenin üstbaşında yakalayabilir, vu­ Tabilirdi. Muhtar Mustafanın evinin arkasındaki kayalığa 461

geldi�inde üç karartıyı gözden yitirdi. Az daha yukarıya ka­ yıp bir çalının dibinde solu�unu tutarak bekledi. Bu sırada önUndeki taşa kurşunlar ya�ma�a başladı. Sefer yere yat­ mış bekliyordu. Bir süre sessizlik oldu, Sefer de hiç yerin­ den kıpırdamıyor, en küçük bir çıtırdı bile çıkarmıyordu. Aşa�ıdan bir kaynaşma, bir tuhaf sesler gelirken, izle­ di�i üç kişiden birisinin tam önünde bitti�ini gördü. Rahat­ ça nişan alıp bir kurşund� adamı alnından vurarak düşürdü. Adamdan en küçük bir ses bile çıkmadı. Öteki iki kişi yama­ ca do�ru koşarak tırmanıyorlardı. Nişah alarak her ikisine de kurşunları salladı ama ötekiler kendilerini yere attılar . Vuramadı�ını anladı. Sa�daki sel yatağına inip önlerini kes­ rnek istedi ya, artık adamlar gözükmüyor, bir . çalının dalın­ daki ak bir gömlek esen yelde sallanıp duruyordu. Sefer, kendi kendine, bu Salmanın eski huyudur, diye gülümsedi. Oraya oturup düşünme�e başladı. Salman gene doru�a, kar­ talların oraya çıkacak, izini yitirecekti. Onun bir; yerlerde kendisini sıkıştırıp avlayaca�ını da biliyordu. Sabah oldu, gün açıldı. Köylüler daha, yanmış, dökül­ müş , yer yer duvarları da çökmüş kona�ın bitmiş, tüten yan­ gınının yöresinde sessizce bekleşiyorlardı. Mustafayla çocuk­ lar da kanlı a�acın altına . biribirleri üst.üne yı�ılmı�iar, kı­ pırtısız, sessiz öyle duruyorlardı. Sanki orada kırk günlük uykudaydılar. Konaktan hiç bir şey kurtarılamamıştı. Zero Hatunun Mersinden getirdi�i paralar bile, Abbas Ustanın elinden çık­ mış nakışlı ceviz sandı�ın içinde kalmıştı. Ellerinde avuçla­ rında kalan dün Arif Saim Beyin verdi�i ve Zeronun kuşa­ �ının a rasına soktuğu paraydı. Süllü de Mustafanın aldırd�ı tayları, daha yangın taviaya atlar atlamaz tavlarlan çekmiş, nereye gitti�i belirsiz, almış götürmüştü. Köylünün a�zını bıçaklar açmıyor; Zeroya kimse teselli etmek için bile bir tek söz söyleyemiyordu. «Mustafam nerede?» diye ba�ırdı Zero. Kanlı a�acın altını gösterdiler ona. Zero koşarak o�luna gitti, çocukların arasından onu çekip aldı ba�rına basıp : «Cok şükür Allahıma, çok şükür sen sa�sın y:ı,» dedi. Köylüler de : 462

cÇok şükür Zero, buna da şi.ikür ,» dediler. Zero o�lunu kucaklamış, onunla konuşurken köylülerin . koşarak kayalı�a gittiklerini gördü. «Salman vurulmuş, Salman vurulmuş.» Orada cansız gibi oturmuş kalmış çocuklar birden can­ Iandılar, Mustafa da anasının elinden kurtuldu. eSaiman vurulmuş.» Çocuklar, önlerinde Mustafa kayalıktaydılar. Zero da ar­ kalarından· gelmişti. «Salman bu, Salman.» Uzun boylu sapsarı kesilmiş bir adam hançeri, çapraz . çapraz ba�lamış fişeklikleri, bc;ynunda dürbünü, aya�ında çar�ı, dizierne nakışlı yün çorabıyla orada nar a�acının yaş­ lı gövdesinin dibinde, dışarı fırlamış kalın köklerin üstünde aJzı yuka�ı yatıyordu. Gözleri ardına kadar açıktı ve çok tuhaf, gö�ün bir noktasına bakıyordu. Kanı k�yanın çukuru­ na göllenmiş, kanın üstünde üç tane yeşil sinek çakarak öf­ keli öfkeli uçuşuyorlardı. Sapsarı kesilmiş adamın hiç bir yerine bir damla kan bile bulaşmamıştı. · eSaiman ölmüş.» «Bu Salman değil,» dedi Zero içini derin derin çekerek. Koşarcana, kayalıklan atlayarak öbür ölüye gitti. Köy­ lüler onun yöresini sarmışlar, suskun, bekleşiyorlardı. Zero iterek kalabah�ı yardı. Bu . ölü de ağzı aşa�ı kapanmış, iki kayanın arasına sıkışmış, bir kan gölü arasında kalmıştı. Üç tane yeşil sinek de gene çakarak · onun üstünde uçuşuyordu. . «Bu Salman,» dedi bir kadın. «İşte bu o körolası. Saç­ ıarına bakınsana, diken diken. Hem de sapsarı. Bu Salman işte vurulmuş .» Kimse ölüyü döndürüp bakamıyordu. c:Bu Salman de�il,» dedi bir yaşlı erkek . .-Bu Salman,» dedi genç bir kız. «�u Salman,» dedi köyün İmamı. «Ben hiç Saimanı bil­ mez miyim?· Bunlar köye geldiklerinde onun yaralarını ben iyileştirdim.» «Ben de merhem yaptım onun yaralarına,» dedi Hava Ana. �:İmam da bilir o günleri.» · «Bilirim,» dedi İmam. 463

Ölünün başında böyle tartışarak ö�leye kadar beklediler. Kimse ölüyü Çevirip de yüzüne bakamıyordu . . «Bu Salman deitil,» dedi Zero. «Ne biliyorsun?» «Ben Saımanı bilmez miyim?» «Sen onu unutmuşs•Jn,» dedi İmam. Öğleyi az geçe o ölüyü bırakıp ötekine gittiler. Bu yaşlı, ak sakallı bir adamdı. Filintası çok uza�a düşmüş, yan üs­ tü kıvrılıp yatmıştı toprağın üstüne. Burnunun ucunda riıavi', gür bir sütleğen çiçeği salkım salkım açmıştı. Çiçeğe bal arıları sıvanmış, ince tüylü dalları eğmişlerdi yaşlı adamın kırışık yüzüne doğru. Adamın mor püsküllü fesi başından ya­ rı yarıya çıkmış , tüysüz baş azıcık aşağı doğru sarkmıştı. Kuşağının altındaki çifte tabaneası çıplaktı. Bıyığının bir ucu kana batmış, ağzı açık kalmıştı. Güler gibi bir havası v ardı. Bir yeşil sinek hızla vınlayarak, dünyayı gürültüye boğarak sakallı başın yöresinde bir topaç gibi dönerek uçuyordu. Köylüler, sessizce, başları önde ağır ağır köye indiler. Konağın yerinde tüten dumanlara şöyle bir göz ucuyla ba-· kıp evlerine dağıldılar. Çocuklar hep bir arada kayalıkta kaldılar. Birbirilerine, bir şey belli etmeden ağzı aşağı ka­ panmış ölüye bakıyorlardı. Ne oldu, ne olmadı, birden iki çocuk kavgaya tutuştu. Kimse onları aralamıyordu. Sonunda Mustafa buyurucu bir sesle : «Kesin ulan,» dedi. «Kesin be ! » . Çocuklar hemen kavgayı bıraktılar, ardından da usulca ölünün yanına doğru kaymağa başladılar, gelip nar ağacının az ötesinde durdular. Üstlerinden bir bulutun gölgesi geldi geçti. Ölü, sarı başını üç kere salladı. Bunu Mustafadan baş­ ka kimse görmedi. Ölünün sırtı da · kabarıp kabarıp iniyordu. Çocuk belli belirsiz titriyor, kaleye , doğru alıp yatırmak isti­ yor, yerinden de bir tür1ü kıpırdayamıyordu. Bir ara ölü kalkar gibi etti, sırtı kabardı indi, kabardı indi. Mustafa büyümüş, faltaşı gibi açılmış gözleriyle, bir urnar arar gibi yöresindeki çocuklara teker teker baktı, onlar da çok kork­ muşlardı. Bir yaprak düşse önlerine fırlayıp kaçacaklardı. Mustafa arkasına, kaleye, aŞağıda · tüten kapkara kesilmiş konağın yerine, yıkık duvarlarına baktı, başı döndü, başının 464

·dönmesiyle de oldu�u yerden ölünün yanına' atlayıp koluna ,yapıştı, çekiştirerek onu döndürme�e çalıştı.' Arkasından Kuş Memet,' Aşık Ali, Çocuk Nuri, Tırtıl Yusuf atıldılar hemence­ cik ö�üyü döndürüp yana sırtüstü yatırdılar. eBu Salman de�il,:. diye güldü Mustafa. · Çocuklar, ölünün başmda kahkahayla gülüyorlardı. Gül­ ·dükçe biribirlerini kışkırtıyorlar, «şunun burnuna bakın bur­ ııuna, şunun kula�ma bakın kula�ma, şunun dişsiz a�zma bakın a�zma . . .» diyorlar, gülüyorlardı. Çın çın gülme seslei-i 'bir su gibi .Yukardan aşa�ıya, köye iniyordu. «Şunun gözlerine bakın gözlerine.» «Kurşunu yeyince kapayamadan ölüvermiş.:. «Şunun diline bakın dilin'��·: .:. «Kana batmış.» «Kendi kanını kendi yalamış.:. . �ar.. kasıkları, karınları alrıymcaya kadar güldü­ ier. Köye indiklerinde bile daha gülmeleri durmamıştı. O gü­ lünç ölüyü gözlerinin önüne getirip getirip basıyorlardı kahkahayı. Çocuklar ikindi üstü candarmalar köye gelinceye kadar �biribirlerinden ayrılmadılar. Candarmaların başı gedikten gö­ zükür gözükmez de ç'il yavrusu gibi evlerine da�ıldılar. Or­ l ada _bir tek çocuk bile kalmadı. · Mustafayı da Memet evlerine götürdü. Candarmalar, Doktor, Savcı gelinceye kadar kayalıkta, · Ö1ülerin başmda üç . gün nöbet tuttular. Ölüler kokup davul gibi şiştiler. Köylüler, kokudan geceleri bile uyuyamıyorlar­ dr. Doktor la Savcı köye girer girmez her şeyi anladılar. Ölü­ ler gene alabildi�ine kokmuşlar, gene o korkunç koku taşa topra�a. suya a�aca sinmişti. «Gömün şunları,» diye ba�dı Savcı caminin önüne- ge­ · lince. «Bu koku beni öldürecek.» c:Gömün,:. dedi Doktor, burnunu tutmuş. «Bu ne koku, Allaha kadar kokuyör.» ' cGömelim,:. dedi İmam. «Görülmüştür.:. «Görülmüştür,» dedi Candarma Komutanı. ·

·

·

·

cBir ölü daha var şu karşı yamaçta.:. cGömün,:. dedi Doktor. cÖlü üç oldu,:. dedi Saycı. «Görülmüştür,:. dedi Yüzbaşı. Sonuncu, yamaçtaki ölüyü bütün köy tanıyordu. Bu deli kızın otlu Ömerdi. Salman yittikten sonra o da gözükmez olmuştu. Onun gidip de eşkiyalara karıştıtım daha önce söy­ leseler kimsecikler inanmazdı. Kız gibi utangaç bir delikan­

lıydı. Karmcayı incitmekten korkan, atzmdan hiç kimseye karşı kötü bir söz çıkmayan, ınce, duygusal bir çocuktu.

Onun da ölüsü şişmiş, davul gibi olmuş, bütün kayalı.lı kokut­ muştu. Candarmalar Örnerin ölüsünü sürüyerek mezariıia kadar getirdiler. O�lunun ölüsii candarmaların ardınca sü­

rüklenir, utangaç başı toza toprata bulanırken deli kız ölü­ ye gözlerini dikmiş kırpmadan bakıyor, bir hoş, azıcık da gülümsüyordu. . Ölüler gömüldükten sonra Savcı, Doktor, Candarma Ko­ mutanı, candarmalar sessizce burunlarını tuta tuta çekildi­ ler gittiler. Köylüler de rahat bir soluk aldılar. Bu sefer Hü� kümet adamları nedense onlara eziyet etmediler. «Yaşasın koku,:. dedi Sefçe Kahya. cKoku bizi kurtardı,� dedi İmam. «Kurtulduk,:. dedi Memet Efendi. İkinci, üçüncü gün de köy kaynaştı durdu. Kimse konuş­ .

muyor, herkes bir şeyler taşıyordu. Konatın yerindeki yıkıl­ mış duvarlarm altındaki daha sönmemiş ataçlardan incecik dumanlar tütüyor, kollarıni' çemremiş Topal Abbas Usta av­ luda dolaşıyordu. Yanında da birkaç köylü vardı. «Burası,:. dedi Abbas Usta. cŞu nar a�acınm altında ola­ cak bir ucu, bjr ucu da işte şurada . » ..

Aya�ını yere vurdu, ayakkabısının ucuyla yere -m- bel yaptı. Ötleye dotru salmalar, kamışlar, sazbil-, kapı, pencere tahtaları avluya yıtılmış, ustalar hemen çalışmala koyul­ muşlardı. Karşı köylerden bile birkaç usta yardıma gelmiş­

ti. Gene karşı köylerden arabalar dolusu kamış, saz geliyor-" du. Köyü bir anda kamış, ot, saz kokusu aldı. Ustalar daha gün kavuşmadan kamıştan çiti dikip butun çatısını çattılar.

466

Evin yapımında bütün , -k()y, kadını erkeli, çolulu �oculuyla uAraşı)'Ol'du. Ustalar, erkekler kamış çiti diker, çatıyı ça­

tarlarken, kadınlar da çitin içini, bulun tabanını sıvıyorlar­

dı. Zero,da bir kara şalvar giymiş sıvacı kadınlara katılmış,

var ·gücüyle çalışıyordu. Mustafa da büyük avlu kapısının

Öl!Üne bırakılmış sazlardan, öbür çocuklarla birlikte saz, ka­ mış, berdi çekiyordu. Taze bataklık kokusu,

inceden esen

yelde bütün köye dagılıyor, ölü kokularını siliyordu. Evi üç gün içinde bitirdiler. Zero karşı köye gidip bir­ kaç 'kilim, �ul, hasıİ' bu!du getirdi. Köyün genç kızları yor­ ·

g� yatak diktiler bir gün içinde. Hasan Ala kasahaya git­

ti 'bir koşu� kapkacak aldı. Daha bir hafta dolmadan onlar

yeni -evlerine yerleşmişlerdi. Mustafa, belki de en rahat uy­

kustmu, ilk gün, bu yeni, her yanı bataklık, taze toprak ko­

kan bu kamış evde uyudu. Hulun iki tane küçük penceresi

vardı. Mustafanın yataiını anası tam pencerenin karşısına yere 'Sermişti. Çocuk bu küçücük delikten karşıdaki kaktiis­

leri, nar a�acının yar.tsını ve crada durup duran faytonu görüyordu. Fa�tona çok alıcı çıkmış, alıcılar kasabadan, ta ilden gelm�şler, çok para vermişlerdi ya Zero bir türlü fay­ tonu satmağa yanaşmamıştı. Arabanın daha şimdiden sarı­ lan kararrr.ış, derileri çatlamış, tekerleklerinin

renk

renk

boyalan dökülmele yüz tutmuştu. Mustafaysa, her gün gö­ zünün önünde oldulu haJde arabayı, babası öldükten sonra hiç görmemişti. Şimdi küçük pencereden ona biraz şaşkınlık, daha da çok hüzünle bakıyordu. Süllü de taylada birlikte ba­ şını almış gitmiş dönmemişti. Çocukların çılgınlıkları dinmek; durmak bilmiyordu. Ak­ la hayale gelmez oyunlar, yaramazlıklar yapıyorlar, o dal senin, bu kaya benim dolaşıp duruyorlardı. Doruktaki kar­ tal yuvalanna bile çıkmışlar, yuvalardaki yavrulara ulaşıp

alinak istemişierdi ama, dümdüz kayaların yüzlerindeki ko­ vuklardaki yuvalara ulaşamamışlardı. Bi! d e yuvalarının üs­ tünde dönen geniş kanatlı kartallardan çok korJunuşlardı. Oysa aşalılardan gelen yavruların seslerini duyuyorl.ardı. A�ca Velinin, köyde en çok kovan onundu, öteki arıcıla­ rın bütün kovan k.ıpaklannı açmışlar, arıları dışarıya ul­ ratmışlardı. Bununla da kalmamışlar, köyde ne kadar eşek

arısı yuvası varsa hepsini bozmuşlar, sarıca arılarm azman peteklerini ateşe vermişlerdi. Köyün içini dolduran öfkeli arı­ lar köyde sokmadık kimse bırakmamıştı. Seferden de haberler geliyordu arada sırada. Kimisinde

Sefer vurulup ölüyor; Salman onun ölüsünü götürüp ayakla­ rmdan dörtyol a�zmdaki ulu meşe aAacma asıyordu. Kimisin­ de- de aynı şeyi Sefer Salmana yapıyordu. Bir gün Salmanın çıplak bir ata atılmış ölüsünü köyün içinden geçirdiler. Bü­ tün köylü, candarmalarm arasındaki çıplak ata atılmış Sal­

manın ölüsünü görmek için salın iskelesine kadar koştu. Ölü ata yüzü koyun atıldı�mdan yüzü içerde kalıyor, salla­ nan baş atm karnma de�iyordu. Köylüler, candarmalar yan­ yana durmuşlar susuyorlardı. · Kimse azıcık yüreklilik gös­ terip de varıp ölünün yüzüne bakamıyordu. Ölünün saçlarırt­ dan, boynundan başka bir yerlerinden de onun kim oldu�u­ nun anlaşılması olana�ı yoktu, ölü ve at tepeden tırnala kalın bir toz tabakası altındaydılar. Yaşlı bir kadın yumşak yüzlü bir candarmaya yaklaşıp : c:Olul candarma.» dedi, ebu ölü kimin ölüsü?» Candarma yorgun güidü : «Bilemiyorum ana ya bu bir eşkiyanm ölüsü olacak.» «Adı Salman mı?:.

du.

«Adını şimdilik kimse bilmiyor ana.» Yaşlı kadın yavaş yavaş ölünün atıldılı sala yaklaşıyor­

«Sunun, şu eşkiyanm yüzüne bakabilir miyim candarma olu!.»

«Bak ana bak,» dedi . yorgun candarma. Candarmanm izniyle birlikte çocuklar kadınlar ölünün yanma koşuştular. Her gelen ölünün başını alıp çeviriyor,

bir süre bakıyor sonra da cansız başı bir tuhaf bir korkuy­

la, yüzünü buruşturarak sertçe bırakıyordu. Atm şişkin kar­ nma değen baş usulca zıplıyordu. Köylülerse teker teker yü­ zünü gördükleri bu ölü üstüne bir tek söz etmiyoı:, susuyor­ lardı. Karşıdaı;ı gelen sala atı çektiler, sal candarmalarla bir­

likte karşıya vardı. Köylüler ne yerlel'inden kıpırdadılar, ne konuŞtular. Yalnız gözleriyle onları izliyorlardı. Sal karşıya

468

yanaştı, , önce candarmalar atladılar, sonra da atı çektiler. Onlar, ırmaktan uzaklaşıp sel yata�ma düşüneeye kadar ka­ labalık orada durdu bekledi: Çocuklarm delili�i bu olaydan sonra daha da arttı. Her çocuk azgın bir canavar gibi köyün içinde dolaşıyor, anası babası kardeşleriyle kavga ediyor, önüne gelene çatıyordu. Kimse bu kurlurmuş çocuklarla başa çıkamıyordu. İsmail A�a kona�ı yandıktan sonra, bu arada, arka arkaya üç ev daha yanmıştı. Çocuklara göre, bu evlerin üçünü de Salman yakmıştı. Çocuk Nuri de onu evleri yakarken gözleriyle gör­ müştü. Nuri 11er gitti�i yerde : «Su iki kara gözüm önüme aksın ki . . .» diyordu.- «Su iki gözüm. . . Onu eve gaz dökerken, ardından da kibriti çakar­ ken gördüm. Şu iki gözümle . .» · Bütün çocı.ıklar da onu onaylıyorlardı. Bu azgınhkların, döiü§ierin ardından çocuklar derin bir sessizli�e gömüldüler. Oy�a kayaların diplerinde sapsarı çi�­ dein çiçekleri ışılayarak açmışlar, parlak sarılarını dünyaya yayıyorlardı. MenekŞelerden mersin çalılarının dipleri; kuy­ tuları mora kesmişti, koyaklardan gelen menekşe kokusu in­ sanı, kuşları, börtü böce�i sar�o� ediyordu. Böyle bir ölü purgunlu�una girmemiş olsalardı şimdi çocuklar, evler sarı çi�dem çiçe�i çelenkleri, demetleriyle dolar, köyün gübre ko­ kan havasına keskin bir menekşe kokusu karışırdı. Mustafa ölü gibiydi ve sırtını evin kamış çitine dayamış, küçük pencereden sabahlardan akşamiara dek dışarıyı sey­ rediyor, faytonun bir kısmından, nar a�acının yapısından, kaktüslerin ucundan başka bir şeyi görmüyordu. Ama dün sabah, gözlerini açıp da dışarıya ba�mca küçük kuşunun kak­ tüslerin üstünden uçup gitti�ini, onun yerinde de incecik, us­ tura gibi �skin bir yalım çizgisinin kaldığını gördü. Yalım çizgisi bir. süre, orada, kaktüslerin üstünde ipiledi, ardından da havayı ikiye biçereesine kestikten sonra yitti gitti. · Farkmda olmadan köylüler de kendilerini derin bir uyu­ şukluıun içinde buldular. Onları dallardan gelen Salman, Sefer haberleri bile pek az ilgilendiriyordu. Köye, Saimanı öl­ dürmele, gene türlü adamlar gelme�e başlamışlar, Zeronun .

469

kamış evini gördükten sonra ona uArarnala bile gerek gör­ meden savuşup gitmişlerdi. Zero, çocutun durumunu hiç belenmiyor, ama elinden ·de bir şey gelmiyor, salt bekliyordu. Köydeki öbür çocukların da durumları ürkütücüydü. Analar babalar şaşkınlık içindey­ diler. Çocuklarm hiç birisi evlerin içinden dışarıya adımla­ rını bile atmıyorlar, ancak çişleri gelincedir ki koşarak uç­ kurlarını tuta tuta bahçeye çıkıyor, işedikten, ya da çömelip çatladıktan sonradır ki evlerine dönüp kendilerine kapanı­ yorlardı. Kendi kendilerini tuhaf, bilinmeyen bir yere kilit­ lemişler, evlerin karanlık, kuytu yerlerinde kocaman açıl­ mış gözleriyle bir şeyler bekliyorlardı. Sefer gelecek ve hem de Salmanın ölüm haberini getirecekti. cÜç kişiyi teker teker burada vuran ada� . . . » «Sefer eşkiya. . . » «Bir Salmanı mı öldüremeyecek ! » -

«Bir tanesi dallar kartalı eşkiya Sefer. . .:. «Bir tanesi de baba kaniısı sümüklü bir ollan ... :. «Gökten kartalları düşürürmüş_.� «Seferi görsün de vursun bakalım.» «Kurşun geçmezmiş ona.:. «Seferin kurşunu data taşa, demire polata geçer . . .» «Delil insana . . . » Bütün köy, Mustafa da içinde birden delişivermişler, bir beklemenin sabırsızlıtı, umudu içindeydiler. Uyuşuk ço­ cuklar da birden canlanmışlar, köye çıkmışlar, tarlalara düş­ müşler, eski, sevinçli günlerine, oyunlarına kavuşmuşlardı. Sefer Salınanın arkasını bırakmamıştı. Yakında onun ölüsünü çıplak bir atın üstüne atarak getirecekti. Salmanın başı, bü­ tün bedeni, üstüne atıldıiı at kalın, kırmızı bir toz tabakası altında kalacak, onu tanımak için çocuklar, yüzündeki tozu silecekler, tozun altından Salmanın pörtlemiş çakır gözleri çıkacak, onlara şaşkın şaŞkın bakacaktı. Ve Salmanın kelle­ si karaçalıhim içinden, kaktüslerin dikenlerinin arasından, çakırdikenlik bir yamaçtan yüzü gözü parçalanarak yuvar­ lanacaktı. Kirpi oku saçları . . . Bir ikindi vakti Sefer üstü başı paramparça, sat kolu 470

boynuna asılmış, yüzü gözü yırtılmış, türelinin kondalı kı­ rılmış, tOpallayarak, sürünüreesine köye girdi. Köylü> hemen onun yöresini sardı. Konalın eski yerinde bir taşın üstüne oturmuş Sefer başını önüne etmiş, dili bolazma akmış ko- . nuşmuyordu. Zero, kalabalılı görünce buldan çıkıp merakla yöreye baktı. Kalabalılın içinde Seferi görünce sevindi, yanma ge­ lince de üzüldü. «Sefer ,Aiam sana' ne oldu böyle?» diye şaşkınlıkla sor­ du. .

Sefer başını bile kaldırmadı. Karşılık da vermedi. Zero şimdiye kadar böylesine bitmiş, paramparça olmuş bir adamı hiç görmemişti. «Seni kim bu duruma soktu Sefer Alam, o mu?:. Sefer kendinden geçmiş, başını almış boralardan uzak­ lara gitmişti. Mustafa da, öteki çocuklar da gelmişler karşısında duruyorlardı Seferin. . cNe oldu bire Sefer?:. diye arkalardan yaşlı Koca Dura­ ·

.

nın sesi geldi. eSaiman ·senin de dilini mi kesti yoksa?:. cKesmedi,:. diye başını öfkeyle kaldırdı Sefer. «.Ama · onu öldüremedim. Yaraladılımı biliyorum. Kanını tA orma­ nm içine kadar izledim, sonra da yitirdim. İki arkadaşı vardı, ikisini de öldürdüm. O, yaralı yaralı kaçtı.» cVarab yaralı kaçan kimdi. yüzünü gördün mü?:. cGöremedim,:. diye içirif çekti Sefer; cGöremedim ama, oydu. Kurşunu yeyipce bir öküz gibi bölürüp, bir kurt gibi ·

uludu. Sonra ormanm dibine kaçıp elimden kurtuldu. Ben de ormanm kıyısında bekledim. Bir gün, beş gün... Salman ancak o ormandan girdili yoldan çıkabilirdi. Arkası dal, dört yanı da suydu. Başka yerden ne giriliidi bu ormana, ne de çıkılır. . . Ben e' kiyalık 'zamanlarından bilirim. Sonra o oradan bir daha çık maymca . O yaralıdır. Yarasma orına­ ..

nın bütün sarıca karıncaları birikmiŞtir. Böyle yara alan yı­ lanlara, kurtlara da sarıca arilar birikir1er, onları tüketin­ eeye kadar yerler. Bence Saimanı sarıca karıncalar yedi bi­ tirdi. Korkmasam da girebilseydim ormana, bir kuytuda onun apak kemiklerini bulur, sarı diken diken saçlı kellesini ge471

tirirelim size.:. Başını kaldırdı, gözlerini kalabalı�in üstünde teker te­ ker gezdirip geldi Mustafanın üstünde durdu. · · «