Felsefenin Öyküsü
 9789753555036

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

© iz

Yayıncılık Limited Şirketi, 2009 Sertifika no: 14444 iZ YAYINCILIK: 376 inceleme ara�tırma dizisi: 73 ISBN 978-975-355-503-6 lstanbul, 2009

Çaıalçe�me Sokağı No: 27/2 Cağaloğlu 3411O lsıanbul telefon: (212) 520721O faks: (212) 5115791 www.iz.com.tr e-posta: [email protected].ır tashih: Ayhan Yıldırım kapak: Medine Efe

Basıldığı yer: �enyıldız Matbaası; Gümü�suyu Caddesi No:J Topkapı-lstanbul

Will Durant

FELSEFENİN OYKUSU ••

••

Türkçesi:

Ender Gürol

·z::

·i· :::, . \

i

i

i :ç0

l} ! ·1 8. n P. s

j



diye bir şey kabul edemem. Bu :��:Y-f��iŞ)a n_er � de karşılaşırl sam karşılaşayım, bir insanın başarıları, gözünden siliniyor." Baş kaldıran Siegfried'i, Aziz Parsifal'e tercih ediyor ve Hıris­ tiyanlıkta, dinbilimsel kusurlarından daha ağır basan ahlak­ sal bir değer ve güzellik görmesi Wagner'e bağışlayamıyor­ du. Wagner Da vas ı 'nda sinir buhranı içinde sağına soluna sal­ dırıyordu: "Wagner, bütün nihilistik Buddhist içgüdülerini göklere çıkarıyor ve müziği ardında gizliyor. Hıristiyanlığın, her bi­ çimini, her türlü din biçimini ve ruhsal bozuluşu övüyor. Ric­ hard Wagner, durup dururken Kutsal Haç'ın önünde yıkılı­ veren, eli ayağı tutmayan, çaresiz kalmış bir romantik. Vicda­ nında acıma duygusu olan, bu korkunç görüntü karşısında ağlayacak. Gözü olup da gören tek Alman yok muydu? Bir ben miyim acısını ç eken? Üstelik, vaktiyle en tutkun Wagner­ cilerden biriydim . . . Ben de Wagner gibi bu çağın çocuğu­ yum, yani ruhu bozulmuşlardanım. Ama ben durumumun farkına vardım. Kendimi ona karşı savundum ." Nietzsche, sandığından çok daha fazla "Apollon"cuydu: İnce, kibar, nazik olanı seviyordu. Onda ne Diyonizos'un o vahşi gücü, ne de şarap, şarkı ve aşk duygusu vardı. "Karde­ şinizin kibarlık havası, insanı alabildiğine tedirgin ediyor," diyordu Wagner, Frau Förster - Nietzsche'ye. "Bazen yaptı­ ğım şakalar karşısında ne yapacağını bilemiyor, o zaman ben de inadına daha beterini yapıyorum." Nietzsche'de, büyük çapta Eflatunculuk vardı. Sanatın insanları yumuşatacağını sanıyordu. Kendisi yumuşak huylu olduğundan, bütün dün­ yayı da kendi gibi sanıyordu. Sofu bir Hıristiyan olacak ka­ dar tehlikeli bir yakınlığı vardı Hıristiyanlığa. Bu nazik pro­ fesörü, yeterince tatmin edecek kadar savaş olmamıştı. Yine de kendi başına olduğu sakin zamanlarında, Wag­ ner' in de kendisi kadar haklı olduğunu, Parsifal'in nazikliği­ nin, Siegfried'in gücü kadar gerekli olduğunu ve bu amansız karşıtlıkların, kozmik bir anlamda sağlıklı, yara tıcı bir bütün .. ' · " ' ' l • '· : � · · �

'

\ •J



Fe/sefe'nin Öyküsü

haline geldiğini biliyordu. Onu; hayatının en değerli ve en verimli yaşantısı olan adama hala sessizce bağlı tutan bu "yıl­ dızları barışmış dostluğu"nu düşünmekten hoşlanıyordu. Son anlarındaki cinneti sırasında, zihni bir an durulaştığında, nicedir ölmüş bulunan Wagner'in resmini görünce "Onu çok seviyordum," demişti.

402

Friedrich Nietzsche

IV.

Zerdüşt

imdi de sanattan, bilime ve "hiçbir zorbalığın nüfuz edemeyeceği barınak" olan felsefeye döndü. Spinoza gibi o da tutkularına, onları inceleyerek hakim olmaya çalıştı: "Bize gereken şey, heyecanların kimyasıdır." Böylece, bundan sonra yazacağı kitap "insanca, Aşırı lnanca"da ( 1 87880) psikolog oldu ve bir cerrahın insansızlığıyla, en ince duy­ guları ve en benimsenen inançları incelemeye başladı. Hem de kitabını, aleyhinde söylenenlere kulak asmadan, bütün kahramanlığıyle adı kötüye çıkmış Voltaire'e adadı. Derken 1 879' da henüz gençken, maddi manevi bir çökün­ tü içinde olduğunu duydu. Ölümün eşiğindeydi sanki. Ve yi­ ğitçe hazırlanmıştı bu sona: "Söz ver bana," diyordu kız kar­ deşine; "ben ölünce, tabutumun başında dostlarımdan başka kimseyi bulundurmayacaksın. Meraklı kalabalıktan uzak tu­ tacaksın beni. İster rahip olsun, ister başka biri, ben savunma­ sız kalmışken, mezarımın başında yalanlar söyleyecek kimse­ leri bulundurmayacaksın. Mezarıma özü sözü doğru bir din­ siz gibi ineyim." Ama iyileşti. Cenaze töreninin de ertelenme­ si gerekmişti. Bu hastalık, onda sağlıklı olma, güneş, hayat, kahkaha, raks ve 'Carmen'in "güney müziği" tutkusunu uyandırdı. Aynı zamanda, ölümle savaşmaktan doğan daha

S

Felsefe' nin Öyküsü

güçlü bir istem kazanmıştı. Spinoza' nın doğal sınırlara ve in­ sanın alın yazısına sevinçle katlanışı gibi, o da aynı çizgiye yükselmek için büyük çaba gösterdi. "Benim büyüklük for­ mülüm Amor Fati' dir (kader aşkıdır); yalnız her gerekliliğe katlanmak değil, aynı zamanda onu sevmek;" diyordu. Ne var ki, bunu söylemesi yapmaktan kolaydı. Daha sonraki kitaplarının adı 'Sabah Kızıllığı' ( 1 88 1 ) ve 'Kı­ vançlı Bilgelik' (1 882), şükreden bir iyileşme dönemini yansı­ tır. Bu kitaplarda, daha sonra vereceklerinden daha kibar ve nazik bir dil kullanmaktaydı. Bir yıldan bu yana durgun gün­ ler geçirmişti. Üniversitenin verdiği maaşla yalın bir hayat sürüyordu. Gururlu filozof bir ara yumuşamış, bu ince zayıf­ lığın kurbanı bile olmuştu: Aşıktı. Ama sevdiği Lou Salome, aşkına karşılık göstermemişti. Nietzsche'de, insana rahatlık vermeyecek keskin bir göz ve derin bir bakış vardı. Paul Ree daha az tehlikeli biriydi. Bunun üzerine Nietzsche umutsuz­ luk içinde çekip gitti. Giderayak da kadınlar için özdeyişler savuruyordu. Gerçekte safdildi, hevesle doluydu, romantik­ ti, yalın denecek derecede yumu şaktı. Yumuşaklığa karşı sa­ vaşı da, onu büyük hayal kırıklığına uğratan ve hiçbir zaman iyileşmeyecek bir yara açan, o, erdemi içinden çekip atmak için yaptığı girişimdi. Aradığı sesi bulamaz olmuştu: "İnsanlarla yaşamak güç, sesini çıkarmadan edemiyor insan." İtalya' dan geçerek, Sils - Maria Alplerinde, yukarı Engadine' ye gitti. Erkek kadın, herkesten nefrete diyordu. İşte, o yapyalnız yüksekliklerde en büyük kitabının ilhamı geldi:

"Oturmuş bekliyordum orada, neyi? Hiçbir şeyi, Tadına varıyordum, iyi ve kötü' nün ötesinde, Bazen aydın lığın, bazen gölgenin; Derken dostum, ansızın bir, ikileşti, Ve yan ımdan Zerdüşt geçti."

Friedrich Nietzsche

"Ruhu yükselmiş, kabından taşmıştı." Yeni bir öğretmen bulmuştu kendine: Zerdüşt. Yeni bir Tanrı - Üstün İnsan. Ve yeni bir din. İlhamının ateşiyle, felsefesi şiire dönüşmüştü . "Bir türkü okuyabilirdim; okuyacağım da; boş bir evde de ol­ sam, yalnız kendim için de olsa . " Ne büyük yalnızlık vardır bu sözlerde! "Ey büyük yıldız! Nice olurdu mutluluğun, ay­ dınlattıkların olmasaydı eğer! Bak! Bilgeliğimden usandım artık, çok bal toplamış arılar gibi: Eller gerek bana, onu alma­ ya uzanacak !" "Zerdüşt Böyle Dedi " yi yazdı (1 883) ve "Ric­ hard Wagner'in Venedik' te, ruhunu teslim ettiği kutsal anlar­ da" bitirdi. Bu kitap, "Parsifal" e verilen muhteşem bir karşı­ lıktı. Ne var ki, "Parsifal" ölmüştü . Kitap, gerçekten Nietzsche'nin şaheseriydi. Kendi de bu­ nu biliyordu. "Bu eserin özel bir yeri var," diye yazıyordu sonradan. "Şairleri aynı solukta anmayalım; böylesine güçlü bir eser olmasa gerek . . . Bütün büyük ruhların canı ve iyiliği biraraya getirilseydi, ortaya çıkacak bütün, Zerdüşt'ün tek vaızını yaratamazdı." Gerçi biraz abartma yok değil bunda! Ama yine de XIX. yüzyılın en büyük kitaplarından biridir. Nietzsche, kitabını bastırmak için epey güçlükle karşılaşmış­ tı. İlk bölümünün gecikmesinin nedeni, makinelerin 500.000 ilahi kitabı basmakta oluşuydu. Ardından da bir sürü Yahu­ di düşmanı broşürler basılacaktı. Yayınevi sahibi son bölümü hiç basmamaya karar verdi. Para getirmeyeceğini düşünü­ yordu. Böylece Nietzsche, kitabın bütünü basılabilsin diye, kendi cebinden ödemek zorunda kaldı. Ama ancak kırk kitap satılmış, yedisi armağan olarak dağıtılmıştı; birinden de te­ şekkür gelmişti yalnızca. Kimse övmüyordu. Nietzsche ka­ dar yalnız kişi olmamıştır dünyada. Zerdüşt otuz yaşına gelince, vaktini düşünmekle geçirdi­ ği dağdan iner. Amacı, İranlıların Zerdüşt'ü gibi halka vaaz vermektir. Ama halk ona sırtını çevirir ve bir ip cambazını seyretmeye başl � Derken, ip cambazı düşer ve ölür. Zerdüşt onu sırtına alıp oradan uzaklaşır. "Hayatını tehlikeye attığın

Felsefe' nin Öyküsü

için, seni kendi ellerimle gömeceğim," der. "Tehlike içinde yaşa," diye vaaz veriyordu. "Şehirlerinizi Vezüv'ün eteğinde kurun. Gemilerinizi, bugüne kadar kimsenin açılmadığı de­ nizlere gönderin. Seferber olun hep." Zerdüşt dağdan inerken, ona Tanrı' dan söz eden bir ihti­ yarla karşılaşır. Yalnız kaldığında, içinden şöyle der: 'Nasıl olur, bu ihtiyar aziz ormanda yaşarken, Tanrı' nın öldüğünü nasıl duymamış olur?' Elbette ölmüştü Tanrı, bütün tanrılar ölmüştü. "Çünkü eski tanrılar nice önce öldüler. Doğrusu, iyi ve kı­ vançlı bir sondu bu, Tanrılar için! Tan ağarırken oyalanarak ölmediler, nice söyleseler de bu yalanı! Tersine, bir zamanlar ölesiye gülmüşlerdi kahkahalarla! Tanrı'nın kendisinin en zındıkça söz ettiği bir anda olmuş­ tu bu: "Tek bir Tanrı vardır! Başka tanrılarla çıkmayacaksınız karşıma . " Yaşlı, sakallı bir zalim Tanrı, kıskanç bir Tanrı, böylece unutuvermişti kendini. Ve bütün tanrılar katılasıya gülüp tir tir titrettiler oturdukları yeri ve bağırdılar: "Sofuluk, Tanrı yok, tanrılar vardır demek değil midir ki?" Kulakları olanlar işitsin! Böyle dedi Zerdüşt." Ne neşeli bir Tanrıtanımazlıktı bu! "Tanrıların olmayışı, sofuluk değil midir?" "Tanrılar olsaydı, ne yaratılabilirdi ki? Tanrılar olaydı, nasıl dayanabilirdim kendimin de Tanrı ol­ mamasına? Demek ki, tanrılar yoktur." "Benden daha sofu ol­ mayan varsa, gidip kulak vereyim onun vaazlarına." "Yalva­ rırım size kardeşlerim, toprağa bağlı kalın, sizlere doğaüstü umutlardan söz edenlere inanmayın. Zehirleyicidirler onlar. İster bilsinler, ister bilmesinler." Nice dünkü baş kaldıranlar, hayat için gerekli bir uyuşturucu gibi sonunda bu tatlı zehire dönüyor. "Yüksek İnsanlar," onun öğretisini vaazetmek ve

Friedrich Nietzsche

kendilerini hazırlamak için Zerdüşt'ün n'ağarasında topla­ nırlar; Zerdüşt bir süre onları yalnız bırakır. Döndüğünde, " dünyayı kendi sliretinde yaratmış olan" (yani mümkün ol­ duğu kadar saçma yaratmış olan) eşeğe, günlük sunmakta ol­ du klarını görür. Pek ahlaksal bir davranış değilse de, metin şöyle devam eder: "İyi ya da kötü bir şey yaratması gereken, doğrusu ilkin yok edici olmalı; değerleri paramparça etmeli. Böylece en yüksek kötü, en yüksek iyiliğin bir parçası olur. Ama bu, yaratıcı iyiliktir. Bunun üstüne konuşalım, nice kötü olsa bile, ey bilgeler bilgeleri. Susmak daha kötüdür; açıklanmayan gerçekler ze­ hirler insanı sonradan. Gerçeklerimizden dolayı bir şey patlayacaksa, patlasın varsın! Daha nice evler var kurulması gereken. Böyle dedi Zerdüşt." Saygısızca bir iş mi bu? Ama Zerdüşt; "Kimse kimseye na­ sıl saygı gösterilmesi gerektiğini bilmiyor artık," diye yakını­ yor ve kendisi için "Tanrı'ya inanmayanların en sofusu" di­ yor. İnanca özlem duyuyor; kendisi gibi "büyük nefretin acı­ sını çeken, Tanrı'nın ölmüş olduğunu ve henüz hiçbir Tan­ rı'nın beşikte ve kundakta olmadığını bilen kimseler için" acı duyuyor. Derken yeni bir Tanrı'nın adını açıklıyor: "Öldü bütün tanrılar; şimdi artık üstün insan yaşasın, iste­ mimiz . . . Size üstün insanı öğretiyorum. İnsan aşılması gereken bir şeydir. Onu aşmak için ne yaptınız? . . İnsanda büyük olan şey, onun hedef değil, köprü oluşu­ dur. İnsanın sevilecek yanı bir geçiş ve yıkım oluşudur. Kendilerini mahvederek yaşamayı bilenleri severim ben, çü nkü onlardır öteye gidenler.

Felsefe' nin Öyküsü

Büyük nefret duyanları severim ben, çünkü onlardır ger­ çek tapanlar, öteki kıyının özlemini çeken onlardır. Mahvolmak ve kurban edilmek için, yıldızların ötesinde bir neden ararnayanları severim ben, toprak bir gün üstün in­ sanın toprağı olsun diye, kendilerini toprağa kurban edenle­ ri severim. Hedefini belirleme zamanı gelmiştir insanın. En yüksek umudunun tohumunu dikmek zamanı gelmiştir insanın . . . Deyin bana kardeşlerim, insanlığın hedefi yoksa, insanlık yok dernek değil midir? En uzak adama karşı duyduğunuz sevgi, komşunuza olan sevginizin üstündedir. " Nietzsche her okurun, kendini üstün insan olarak düşüne­ ceğini önceden görür gibi oluyor. Buna karşı tedbir almak için de üstün-insanın henüz doğmadığını söylüyor. Biz ancak onun öncüleri olabiliriz, onun yetişeceği toprak olabiliriz. "Yeteneğinizin ötesinde bir şey istemeyin. Yetinizin ötesinde erdemli olmayın. İmkana zıt herhangi bir şey istemeyin ken­ dinizden." Yalnızca üstün insanın tanıyacağı mutluluk, bizim için değildir. En iyi hedefimiz çalışmaktır bizim. "Uzun bir süre mutluluğum için çabalamayı bıraktım. Şimdi işim için çabalıyorum yalnızca." . Nietzsche Tanrı' yı kendi görüntüsünden yaratmış olma­ sından hoşnut değil; kendini ölümsüz yapmak zorunluluğu­ nu duymaktadır. Üstün-insandan sonra, sonrasız tekrar gel­ mektedir. Her şey tekrarlanacak, en ince ayrıntısına kadar, sayısız defalarca . Nietzsche' de, kan, silah ve pişmanlık Al­ manyası ve bilgisizlik çağından Zerdüşt'e kadar, insan zihni­ nin bütün erdemleri de tekrar tekrar gelecektir. Korkunç bir öğreti. Evet deyiciliğin ve hayatın kabulünün en son ve güç­ lü biçimi. Nasıl olurdu bu? Gerçeğin mümkün olan türlü ka­ rışımları sınırlıdır, zaman sonsuzdur. Günün birinde ister is­ temez hayat ile madde, bir zamanki biçimlerine dönecektir

Friedrich Nietzsche

ve bu alın yazısı da, yine bütün tarihin dolambaçlı yoluna ye­ niden dönecektir. Gerekircilik bizi böyle bir çıkmaza sokuyor işte. Zerdüşt' ün bu son dersini vermekten niye çekindiği an­ laşılıyor. Korkuyor, titriyor, geri çekiliyordu. Derken bir ses geldi: "Ne düşünürsün kendini, ey Zerdüşt! De diyeceğini de, paramparça ol!"

Felsefe'nin Öyküsü

V.

Kahraman Ahlakı

erdüşt, Nietzsche'nin İncili'ydi, ondan sonra yazaca­ ğı bütün kitaplar onun yorumlarıydı ancak. Avrupa, şiirini beğenmediyse, belki düzyazısını beğenirdi. Peygamberin türküsünden sonra, filozofun mantığı geli­ yordu. Varsın filozofun kendi, mantığa inanmasın; ne fark ederdi? 'lyi ve Kötü'nün Ötesinde' (1 856) ve 'Ahlakın Kökbilimi' (1 857) adlı kitaplarında amacı, eski ahlakı yıkıp üstün-insan ahlakına yol açmaktı. Bir ara yeniden filolog oldu ve yeni ah­ lakını, kusursuz olmayan etimolojilerle desteklemeye çalıştı. Alman dilinde 'kötü' anlamına gelen iki kelime vardır, diyor­ du: 'Schlecht' ve 'böse' 'Schlecht' üst sınıfların, aşağı sınıflar için kullandığı bir deyimdi ve bayağı, adi anlamına geliyor­ du. 'Böse' aşağı sınıfların üst sınıflar için kullandığı bir de­ yimdi ve iyi bilinmeyen, düzensiz, ayarsız, tehlikeli, muzır, zalim anlamına geliyordu. Napolyon 'böse' idi. Basit kimseler, bölücü bir güç gibi gördükleri, ayrıcalıklı bireyden korkuyor­ lardı. "Büyük adam halkın başına beladır" diyen bir Çin ata­ sözü vardır. Aynı biçimde 'schlecht' ile 'böse'nin karşıtı 'gu t'un yani iyinin de iki anlamı vardı: Aristokratlar kullandı mı kuv­ vetli, cesur, güçlü, savaşçı, Tanrısal (gut, Tanrı demek olan

Z

4 10

Friedrich Nietzsche

Gott' dan geliyordu); halk kullandı mı da bilinen,

sakin, zarar­

sız, merhametli anlamına geliyord u . Dernek insan davranışının i k i çelişken değerlendirmesi vard ı, iki ahlaksal görüş ve ölçü: Biri diler ahlakı,' öteki

'Herden - moral

=

'Herren - mora l

=

Efen­

Sürü ahlakı'ydı. Birinci­

si, özellikle Romalılar zamanında, klsik antikjte çağında be­ nimsenmiş düzendi. Normal Romalı için bile erdem, erkek­ lik, cesaret, girişim, kahramanlıktı. Ama Asya' dan, özellikle de siyasal boyunduruk altındaki Yahudilerden, öteki düzen g elmişti. Boyunduruk altında kalma, alçak gönüllülük doğu­ rur. Çaresizlik, başkalarını düşündürtür insana; ki bu bir çe­ şit yardıma çağrıdır. Bu sürü ahlakı altında, tehlike ve güç aş­ kı, güven ve barış aşkına yol açar. Kuvvetin yerini, kurnazlık, açıktan aç ığa düşmanlığın yerini gizli öç, sertliğin yerini acı­ ma, girişimin yerini taklit, onur ve gururun yerini vicdan kamç ısı aldı. Onur, puta tapanlarda, Romalılarda, feodalite zamanında, aristokraside vardı. Vicdan, Yahudilikte, Hıristi­ yanlıkta, burjuvazide, demokraside vardır. Boyunduruk al­ tındaki bir sınıfın görüşünü, neredeyse evrensel bir a hlak du­ rumuna getiren, Arnos'tan İsa'ya kadar peygamberlerin ha­ tipliğiydi. "Dünya" ile "beden" kötü ve eşanlarnlı oldu. Yok­ sulluk da erdemin bir kanıtıydı. Bu değerlendirmeyi, İsa en yüksek noktasına yüceltti: Ona göre herkes eşit değerdeydi, eşit hakları vardı. Onun öğreti­ sinden demokrasi, faydacılık ve toplumculuk çıktı. İlerleme, bu halk çizg isindeki felsefelerle d ile getiriliyordu. Eşitleme ve bayağılaşmanın ilerlemesi, ruhu bozulan ve çökmekte olan bir hayatla ifade ediliyordu. Bu çöküşün en son aşaması acırnc;., fedakarlık, suç luları duygusal yolla avutma ve "bir toplumun, zehirlerini bedeninden a tma yeteneği olmayışıy­ dı." Sempati etkin bir şeyse, meşrudur; ama acıma zihni felce uğratan bir lükstür; ruhu, düzeltilmesi imkansız derecede bo­ zulmuş kimseler için, acemi', kusurlu, kötü, kabahati kendin­ de olan hasta ve iflah olmaz suçlular için bir duygu harcama-

411

Felsefe' nin Öyküsü

sıdır. Acımada bir nezaket eksikliği, başkalarının işine burnu­ nu sokma vardır. "Hasta ziyaretine gitme," komşumuzun yardıma muhtaç durumunu seyrederek varılan bir üstünlük orgazmıdır. Bütün bu ahlakın arkasında gizli bir iktidar istemi vardır. Aşkın kendi, yalnızca bir şeye sahip olma isteğidir. Kur ya p­ ma bir mücadele, çiftleşmeyse sahip olmaktır: Don Jose'nin Carmen' i öldürmesinin nedeni, onun bir başkasının 'malı' ol­ masını önlemek içindir. "İnsanlar, aşklarında bencil olmadık­ larım sanırlar. Çünkü çoğu defa, kendisininkine karşıt olan başka birinin yararına çalıştıklarım düşünürler. Ama bunu gerçekleştirmek için, öteki kimseye sahip olmak isterler. "Aşk, duygular arasında en bencil olanıdır. Dolayısıyle de in­ cindi mi, en az cömert olur." Gerçek aşkında bile, ona sahip olma isteği sözkonusudur. Belki de ona ilk sahip olmak, onu el değmemiş olarak bulmak isteğidir. Alçak gönüllülük ikti­ dar isteminin koruyucu boyasıdır. Bu iktidar tutkusuna karşı akıl ve ahlak ç aresiz kalır. Bunlar onun elinde silahtır, oyununa gelenlerdir. "Felsefe sistemleri, parlak seraplardır . . . " Gördüğümüz şey, ne za­ mandır aranan gerçek değil, kendi isteklerimizin yansıması­ dır. "Filozoflar sanki, asıl fikirleri soğuk, katıksız ve Tanrı­ salca ilgisiz bir d iyalektiği, kendi kendini geliştirme yoluy­ la, ortaya ç ıkarmış gibi kasılırlar. Oysa, genellikle gönülleri­ nin soyutlaşmış, incelmiş isteği olan önyargılı bir önerme, fi­ kir ya da "teklif," olaydan sonra aranan kanıtlarla savunul­ maktadır." Düşüncelerimizi belirleyen bu bilinçaltı istekleri, bu iktidar istemidir. "Zihin çalışmamız, çoğunluk bilinçdı­ şında yer alır ve biz farkında olmayız. Bilinçli düşünme, en zayıf olanıdır." İç güdü, iktidar isteminin dolaysız çalışması olduğu ve bilinç tarafından tedirgin edilmediği için, zeka­ nın herhangi bir biçiminden daha zekidir. Doğrusu bilincin rolüne, saçma olarak aşırı değer verilmiştir. "Bilinç, ikinci derecede olan, neredeyse, ilgisiz, gereksiz bir şey gibi görü412

Friedrich Nietzsche

lebilir. İleride kaybolması, yerini tam bir otomatlığın alması muhtemeldir." Güçlü insanlard a isteği, akıl örtüsü altında gizlemeye bü­ yük bir eğilim görülmez. Demek ki, istedikleri açıktır: "İstiyo­ rum" dediler mi her şey biter. Üstün ruhun bozulmamış gü­ cünde, isteğin kendi kendini haklı çıkaran nedeni vardır. Vic­ dana, acımaya ve pişmanlığa yer yoktur orada. Ama günümü­ ze kadar hüküm süren Yahudilik, Hıristiyanlık ve demokrasi açısından, güçlüler bile artık kuvvetlerinden ve sağlıklarından utanmış, "bahaneler" aramaya başlamışlardır. Aristokratik er­ demler ve değerler ölmeye yüz tutmuştur. "Avrupa yeni bir Budizmin tehdidi altındadır." "Avrupa ahlakı bütünüyle, sürü için yararlı değerler üstüne kurulmuştur." Güçlülere, kuvvet­ lerini göstermeleri için meydan verilmemektedir. Onların da alabildiğince zayıflar gibi olmaları gerekmekted ir; "iyilik; gü­ cümüzün yetmediği şey için hiçbir şey yapmamaktır." Güçlü­ nün av avlamak, savaşmak, fethetmek, hükmetmek gibi içgü­ düleri çıkış yolu tıkandığında, içe dönüp kendi kendini yok eder, insanı keşiş hayatına götürür, vicdanı tedirgin eder. "Çı­ kış yolu bulamayan bütün içgüdüler içe dönerler. İnsanı büyü­ yüp gelişen "içleşmesi" nden anladığım, budur: Burada, so­ nunda 'ruh' denecek olan şeyin ilk biçimi çıkıyor karşımıza ." İnsanı bozan şey, sürüye ait erdemlerin baştakilere bulaşa­ rak, onları da adi çamur haline getirip parçalamasıdır. "Ah­ lak sistemleri, 'rütbe dereceleri' önünde eğilmeye zorlanmalı­ dır. Küstahlıklar vicdanlara geri itilmelidir ki, sonunda 'biri için doğru olan, öteki için de uygundur' demenin ahlaka ay­ kırı olduğu anlaşılsın." "Güçlünün "kötü" erdemleri, zayıfın "iyi" erdemleri ka­ dar toplum için gereklidir. Sertlik, şiddet, tehlike, savaş, iyi yüreklilik ve barış kadar değerlidir. Büyük bireyler, ancak tehlike, şiddet ve amansız zorunlulukta çıkar ortaya. İnsanın en iyi yanı istem kuvveti, tutkusunun gücü ve sürekliliğidir. Tutkusuz insan, cansızdır; elinden hiçbir şey gelmez. Açgöz-

413

Felsefe'nin Öyküsü

lülük, gıpta, hatta nefret bile mücadele, seçim ve sağ kalma sürecindeki kaçınılmaz öğelerdir. Kötüyle iyi arasındaki iliş­ ki, değişkenlikle kalıtım arasındaki, icat ve deneyle alışkanlık arasındaki ilişkilerin aynıdır. Önceden var olan şeyleri ve dü­ zen" i neredeyse canice yıkmadan gelişim olamaz. Kötünün iyiye dönüşme imkanı olmasaydı, ortadan kalkardı. Fazla iyi olmaktan kaçınalım: "İnsan daha iyi olmalı ve daha da kötü." Nietzsche, dünyada bu kadar çok kötülük ve zalimlik bul­ makla avunuyor, "zulmün, ilkçağ adamının en büyük sevin­ ci ve kıvancı" olduğunu düşünmekten, sadistik bir zevk du­ yuyor. Tragedyada ya da herhangi ulu bir şeyde duyduğu­ muz zevkin, incelmiş ve başkasının hesabına yapılan bir za­ limlik olduğuna inanmaktı. "İnsan en zalim hayvandır," di­ yor Zerdüşt. "Tragedyaları, boğa güreşlerini, çarmıha geril­ meleri seyrederken aldığı zevki, dünyada bugüne kadar baş­ ka hiçbir şeyden almamıştı. Ahlak en sonunda biyolojiye dayanır. Nesneleri hayata iliş­ kin değerlerine göre yargılamalıyız. "Bütün değerlerin" fizyo­ lojik olarak yeniden değerlendirilmesi gerekecektir. Bir insanı, topluluğu ya da türü en iyi sınama aracı, onların enerjisi, yete­ neği ve gücüdür. Bütün yüksek erdemleri yıkmasına rağmen, fiziksel olanın üstünde durması bakımından, xıx. yüzyılla bi­ raz uzlaşabiliriz. Ruh, organizmanın bir görevidir. Beyindeki kanda bir damla fazlalık ya da eksiklik, insana Prometheus'un akbabadan çektiğinden daha büyük acı çektirir. Türlü besin­ ler, zihni baş}