Felsefe Nedir? [3 ed.]
 9754681198

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

e SAY YAYINLARI - YAYINEVİNİN İZNİ OLMADAN BU KİTAPTAN HİÇBİR BİÇİMDE ALINTI VE ÇOĞALTMA YAPILAMAZ.

ISBN 975-468-119-8 FELSEFE NEDİR? KARL JASPERS Özgün Adı: Was İst Philosophie Yayımlayan: Say Yayınlan Kapak: Derman öv er Baskı: Engin Ofset Üçüncü Basım: 1997 Genel Dağıtım: SAY DAĞITIM LTD. ŞTL Ankara Caddesi No. 54, Sirkeci, İstanbul. Tel: 512 21 58 - 528 17 54

Fax: 512 50 80

KARL JASPER S

FELSEFE NEDİR? T ü r k ç e s i: İsm et Zeki E yuboğlu

Kari Jaspers'in Yapıtları: Aügemeine Psychopathologie (1913, «Genel Psi­ kopatoloji»), Psychologie der Weltanschauungen (1919, «Dünya Görüşlerinin Ruhbilimi»), Die Geistige Situatlon der Zeit (1931, «Çağın Tinsel Durumu»), Philosophic (1932. «Felsefe»), Philosophische Loglk (1947. «Felsefe Mantığı»), Einführung in die Philosophie (1950. «Felsefeye Giriş»), Die Grossen Philosophen (1957, «Büyük Filozoflar»), Kleine Schule des Plıilosophischen Denkens (1965. «Felsefe Düşüncesi­ nin Küçük Çığırları»), Wahrheit und Wissenschaft (1960, «Gerçek ve Bilim»), Philosophie und Welt (1958, «Felsefe ve Evren»), VFas İst Philosophie (1968. «Felsefe Nedir»)

İ Ç İ N D E K İ L E R

ÖNSÖZ YERİNE ........................................................ Felsefenin Konusu ......................................................... Sınır Durumu ................................................................ Varlık Türleri Bilinç ..................................................... Oluş - Yöntem ................................................................ İnsan, Özgünlük, Tarihsellik, İletisini ........................ Devlet - Eğitim ............................................................ ÖZYAŞAMIM ............................................................................. FELSEFENİN TEMEL SORUNLARI ....................................... Felsefeye Giriş ................................................................ 1. Felsefe Nedir? ..................................................... 2. Felsefenin Kaynakları .......................................... 3. Kuşatıcı Varlık ..................................................... 4. Tanrı Düşüncesi .................................................. 5. Koşulsuz İsteme .................................................. 6. İnsan ................................................................... 7. Dünya .................................................................... 8. İnanç ve Aydınlanma .......................................... 9. İnsanlığın Tarihi .................................................. 10. Bilge Kişinin Bağımsızlığı ................................... 11. Bilgece Yaşam Sürme ........................................... 12. Felsefe Tarihi ..................................................... ZAMAN İÇİNDE FELSEFE ..................................................... Dünyada Felsefe ............................................................ Çağımızda Felsefenin Görevi ...................................... Felsefenin Bir Dünya Tarihi Var mı? ........................ Felsefenin Sonu Geldi mİ? .......................................... Gelecekte Felsefe ............................................................ 1. Tedirginliğimizin SürekliUyanık Tutulmasıyla Dinginlik Ararız ............................

7 8 9 9 10 11 12 15 41 43 43 50 58 66 76 85 93 102 110 120 127 136 147 149 161 171 167 203 212 5

2

Hiççilikle Yola Çıkarak Geçmişten Kalana Varım ..................................................... 3. Felsefemizin Koşulu Olarak Bilimlerin Saltıklığını Aram ...................... .... 4. Us Sınırsız İletişim İstenci Olacak ..................... FELSEFENİN SINIRLARI ....................... Felsefe ve Bilim ............................................................. Felsefe ve Din ............ Kutsal Kltap’la İlgili DinÜstttne .............................. Felsefe ve Felsefe Olmayan ........................................ Cinblllm ...............:...................................................... İnsanın Tannlaştırılması .... Hiççilik ......................................... FELSEFE ORTAMI .................................................................... Felsefenin Temel Bilgisi Üstüne (Kuşatıcı Varlık Türleri Felsefesinin) ........................................ a. Kuşatıcı Varlık Türleri (Weisen) ..................... b. Bu Temel-BUglnln Türüyle İlgili Kanı .............. c. Us .................................................... d. Bu Kanıtlamanın Niteliği ................................... e. Değiştirme .............................. f. Öznelcilik - Nesnelcilik ....................................... g. İçkin Varlıktan Aşkın Varlığa Sıçrama ............. b. Bir Gerçeklikle İlgili İletişimleri Savunma ...... i. Kuşkuculuk ......................................................... k Temel Bilginin Kökensel Türüyle İlgili Tarihsel Türlülük .................................................. 1. Ortak Temel Bilginin Tasarımı ........................ Dil .................................................................................. 1. Dilin Özü ................................................................ a) Dilin Aracı «Anlamı»dır ................................ b) Sözcük ve İm .............. c) Dilin Kaynağı .................................................. d) Dilin İşlevi ..................................................... 2. Düşünmek Konuşmaya Bağlıdır ........................ 3. Dilin Eleştirisi ..-...................................................... 4. Dilde Yokedilebillr Yanılgı Kaynaklan .............. 5. Felsefe ve Dil ......................................................... 6. Dilbilimi ve Dilfelsefesl .......................................

6

215 217 21B 223 225 241 256 270 273 281 285 299 301 301 314 318 322 324 328 332 333 336 340 341 349 349 350 357 368 369 370 376 386 391 402

Ö N SÖ Z YERÎNE

JASPERS. Kari (1883 1869) Kari Jaspers. Varoluşçuluk'un kurucularındandır. V ar­ lıktan ö n ce olu ş sorununa çözüm aram anın gereğin i ileri sü ­ rerek insanı düşüncenin odağı durum una getirm iştir. 23 Şubat 1883'te O ldenburg’ta doğdu. 20 Şubat 1969’da Basel'da öldü. O ldenburg Ü n iversitesin d e tıp öğrenim i g ö r­ d ükten son ra 1909‘da d oktor sanını kazandı, ö n c e ruh has­ talıkları konusunda çalıştı, özellikle ruh sağlığından ka y­ naklanan insan sorunları üzerinde durdu. F elsefe. H ristiyan tan nbilim iyle ilgilendi. 1916 -1921 arası psikiyatri oku ttu ğu H eidelberg Ü n iversitesin d e. 1921'de, felsefe profesörü ola­ rak görevlendirildi. 1948’den, em ekliye ayrıldığı. 1953’e d eğin Basel Ü n iversitesin d e felsefe okuttu. Jaspers’m felsefey e yönelim i ruh sağlığı, ruh bilim ala­ nındaki çalışm alarından kaynaklanır, ö n c e , ruh sağlığı araştırm alarının tin sel bilim ler yön tem in e dayandırılm ası gereğin i savunm uş, ruhbilim le ilgili sorunların çözüm ünde insanın bir bütün olarak ele alınm asını, onun an cak b ö y le

7

b ir tutum la an laşılabileceği görüşünü ileri sürm üştür. Bu çalışm alarının yanında, felsefey le ilgili düşüncelerini tem el­ lendirirken. K ant'm bilgi kuram ından, yön tem in d en yarar­ lanm ış evren , insanın oluşum u sorununa çözü m ararken de P lotinos’tan etkilenm iştir, ö t e yandan G. Bruno. Spinoza, S ch ellin in Tanrı, evren v e tin konusundaki görüşlerinden, K ierkegaard’m varoluşla ilgili düşüncelerinden, N ietzsch e, M ax W eber'd en esinlenm iştir F elsefeyle ilgili görüşlerinin çekird eğin i oluşturan Psychologie der W eltanschauungen ( •Dünyagörüşlerinin Ruhbilim i-J adlı yapıtında ele alacağı sorunları sergiled i, daha son ra Philosophie de ( •, yok­ muş gibiydi. «Beni sevindirebilecek bir nesnenin bulunması gerekiyordu... Çünkü ben şimdi merdiveni çıkarak ley/.eyr gidiyorum, bunu yapmak istiyorum - Evrensel gelip geçici­ lik konusunda duyulan şaşkınlık ve korku yokolup gidiş iç nde yardımı gerektirmeyen bir çıkış yolu arar. Konuyu derleyip toparlayan olsaydı, oldukça varlıklı bir çocuk felsefesinden sözederdi. Çocukların ana - babadan ya da başkalarından, daha önce, duymuş oldukları yadsı­ ma; önemli düşünce konusunda, açık bir gerçeklik taşımaz. Felsefeye özgü düşünmeyi sürdürmeyi bilmeyen çocuklar da, böyle dışsal olayların bir raslantı sonucu ortaya çıka­ bilmesi nedeniyle; yadsıma şöyle bir olguyu içerir: Çocuk­ larda, yetişkinlerde bulunmayan, bir yaratıcılık vardır. O da şudur: Biz yılların akışıyla, çocuğun sorunlar'karşısın­ daki kuşkusuzluğundan yoksun kaldığımız; uzlaşmalar ve görüşlerden, gizli tutmalar ve sorulmazlık niteliği taşıyan Konulardan oluşan belleğin içine girer gibiyiz. Çocuk, ken diliğinden ortaya çıkm akta olan yaşam durum unda açıklık içindedir, karşısında birdenbire yitip giden bir nesne konu­ sunda bir şeyler sezer; görür ve soru sorar. Onun gözü önün­ de geçen aldırmadığı çok kısa süreli bir olay bile yetişkin­ lerce resme geçirilip kendisine gösterilirse söylediği, sordu­ ğu oldukça şaşırtıcıdır. Üçüncüleyin: Kökensel felsefe çalışmalarında, çocuklar­ da görülenle ruh hastalannm kiler arasında benzerlik var­ dır. Arasıra -seyrek -olarak- yaygınlık kazanmış örtülerin bağlan çözülür, kavranan gerçeklik dilegelir gibi olur. Kimi ruh hastalıklarının başlangıcında sarsıcı nitelikte gerçekötesi görünüm ler ortaya çıkar, bu görünüm lerde her za man biçim ve dil bakımından, onlara nesnel bir anlam ver­ meye yarayan belirti bulunmaz. Ozan Hölderlin ya da res­ sam V an G ogh bu gibi durum lar dışındadır. Ancak, bu ola­ ya katılan b ir kimse, burada, çokluk altında yaşamımızı sürdürdüğümüz bir örtüyü kaldırarak, soruna açıklık geti­ remez. Kimi sağlıklı kişilerce uykudan uyanırken uğursuz sayılan derin yorum lan içeren bir olayın yaşandığı bilinir, 46

kesin uyanıklık durum unda bu yorum lar yeniden yokolur. Bunlar duyulur durum a gelir, ancak, onlann özüne gireme­ yiz. Şu tümcede derin bir anlam vardır: Çocuklar ve deliler doğruyu söylerler. Ancak, büyük felsefe düşüncelerini borç­ lu olduğumuz, uyuyan kökenlilik burada değil, binlerce yıl­ dır kendi kesin görüş vc bağımsızlıkları içinde a/, bulunan büyük yetiler olarak ortaya çıkan bilgelerdedir. Dördüncüleyin: Felsefe, insan için, pek de ilgi çekici de­ ğildir, o her zaman bir açıklık, gelenekleşen atasözleri, yay­ gın konuşma kullanımları açıklığa kavuşmuş olmanın di­ linde bulunan egemen kanılar, politikaya özgü inanç görüş­ leri ve hepsinden önce, başlangıçtan beri süregelen, söylen­ celer tarihi içindedir. Felsefede gelip geçiş yoktur. O, her za­ man, bilinçli olup olmamayı kendi kendine sorar, iyi mi kö­ tü mü, karışık mı açık mı olduğunu araştırır. Felsefeyi yad­ sıyan bilmeden, kendince bir felsefe geliştirir. Böyle evrensel ve özel bir düşünme biçimi içinde ken­ dini ortaya koyan felsefe nedir? Grekçe philosoph (philosophos) sözcüğü sophos sözcü­ ğüne karşıt oluşmuştur. Kendisinde bilgi bulunan, bilen, kimseden ayrı olarak bilgi seven anlamına gelir. Sözcüğün bu anlamı bugüne değin şöyle süregeldi: Gerçekliğin aran­ ması, felsefenin özü gerçekliğin elde bulundurulması demek değildir, felsefe bu durum u belli bir kanıya saplanıp kalm a­ dan açığa çıkarabilir, bu olay önermelerde açıklanan, kesin, değişmez ve yarar gözetilen bir bilgi içinde görülür. Oysa felsefe belli bir yolda olm a demektir. Felsefenin soruları ya­ nıtlarından daha özlüdür, her yanıt yeni bir soruya dönü­ şür. Ancak, bu yol -da olm ak- zaman içinde insanın yaz­ gısı. derin bir doyum olanağını özünde saklar, bir yetkinli­ ğin yüksek anında bulunur. Bu yetkinlik açıklanabilen bir bilinçlilik içinde, önermelerde, insanın kendi özüyle ilgili açıklatmalarında değil, oluşun kendiliğinden ortaya çıktığı insan varlığının tarihsel gerçekleşmesinde bulunur. Bu ger­ çekliği, her zam an içinde bir insanın bulunduğu, durumda kazanmak, felsefeyle ilgili düşünmenin anlamıdır.

47

Yolda arayıcı olm ak ya da: Anın yatkınlık ve dinginli­ ğimi bulmak, bunlar felsefenin tanım lan değildir. Felsefede ne üstüste yığılı bir düzenleme, ne de yanyana koyulmuş dü­ zenleme vardır. Felsefe başka bir nesnenin etkisiyle yön de­ ğiştirme değildir. Her felsefe kendini kendi gerçekleştirmesiy­ le tanımlar. Felsefenin ne olduğu araştırılmalıdır. Felsefe bir insanda yaşayıcı düşüncenin olgunlaşması, bu derin dü­ şünceye dayalı bir görüş ya da eylem ve bu konuda konuş­ madır Bu kişisel bilgiden yola çıkılarak ilkin evrende ne nirı karşımıza felsefe olarak dikildiği kavranabilir. Biz, felsefe anlam ıyla bağlantılı birçok kurallaşmadan sözaçabiliriz. Bu anlam ı tüketecek bir kurallaşma yoktur, herhangi bir kurallaşma kendini biricik ilke diye de göste­ remez. İlkçağdan beri duyarız: Felsefe (kendi konusuna g ö­ re) Tanrı'ya ve insana özgü nesnelerin bilgisi, varolmakta olanın, varolm akta olan olarak bilgisi, dahası (kendi ere­ ğine göre) ölümü öğrenmek olmalı, mutluluğu, tanrısal var­ lığa benzemeyi düşünerek am açlayan olmalı, sonuncu ola rak da (kapsayıcı anlam ına göre) tüm bilginin bilgisi, tüm sanatların sanatı, sınırlı bir alana değil de bütün varlığa yönelen bir bölüm olmalı. Bugün felsefeden, belki, aşağıdaki kurallaşmalar için­ de sözedilir ve onun şöyle bir anlamı olmalı diye düşünü­ lür: Gerçekliği kökende görm ek -gerçeklik, içsel davranış­ lar içinde kendi kendine düşünerek çevreyi dolaşma gibi bir tutumlu kavranır-. Kapsayıcı genişlik dolayısıyla açılırız. İnsandan insana iletişim gerçekliğin her anlamıyla se­ vilesi bir savaş içindedir. Us en yabancı ve yadsıyıcı nesne karşısında dayanıklı ve her zaman uyanık durmalıdır. Felsefe, insanın kendisiyle varolduğu, insanın gerçek­ liğe katıldığı bir odaklaştıncıdır. Felsefe, çocuk, da olsa, h er insanı daha yalın ve etkili düşünceler içinde eyleme geçirebilirse de, onunla bilinçli ola­ rak uğraşmak, hiçbir zam an bitmeyen, boyuna kendi ken­ 48

dini yineleyen, her zaman var olarak kendini gerçekleşti­ ren bir görevdir. O, büyük bilgelerin yapıtlarında olduğu gibi, küçüklerininkilerde de bir yankı olarak görünür. Bu görev bilinci; insem, insan olarak kaldığı sürece, hangi bi­ çim deyse öyle uyanık olacaktır. Felsefe, ilk kez bugün saldırıya uğramadı, bütünüyle gereksiz, yıkıcı diye yadsınmadı. Felsefeye neden gerek var­ dır? Sıkıntılı durum da yardım cı bile değildir. Kiliseye özgü yetkili düşünce türü, bağımsız felsefeyi, Tnnn'dan uzaklaştırdığı, dünya varlığına götürdüğü, tini voklukla yıprattığı savıyla yerdi. Politikaya -yetkeye da­ yanan düşünce türü de felsefeyi şöyle kınadı: Bilgeler, yal­ nız evreni, değişik biçimde yorumladılar, burada sözkonusu olan da evrenin değiştirilmesidir. Her iki düşünce türüne göre de felsefe korkuludur, çünkü benimsenmiş düzeni yıkı­ yor, tinin bağımsızlığını istiyor, böylece ayaklanmaya ve direnmeye yolaçıyor. İnsanı yanıltıyor, gerçek görevinden saptırıyor. Bir yönlendirici güç bizi en açık seçik olan Tann 'nın ışıklandırdığı öteevrenden koparıyor y a d a her nes­ neyi tanrısız bir dünyanın istenen egemenliği için geçerli sayıyor, bunların ikisi de felsefeyi söndürmek istiyor. Sağlıklı bir insem anlığının günlük yaşamından doğan ve felsefeyi yadsıyan yararlılık ölçüsü de şuna eklenebilir. Grek bilgelerinin en eskisi sayılan Thales’i yıldızlı gökyü­ zünü gözlem lediği sırada kuyuya düşerken gören bir kadın alaya almıştı. Yakındakine karşı böyle beceriksiz olan bir kimsenin uzaktaki araştırmasının ne anlamı vardır? Felsefe kendini haklı çıkarmalıdır. Bu olanaksızdır. Fel­ sefe, başka bir nedene dayanarak yararlılığından dolayı, kendini haklı gösteremez. Felsefe, ancak, her insanda bu­ lunan ve gerçekten felsefe alanında çalışm aya elverişli gü ç­ leri kullanabilir. Felsefe bağımsız bir görüşle yarar ve yı­ kıma yönelik her sorunu, evrende inşam ilgilendirmeyen olayları, insan yaşamı boyunca kendi kendini, gerçekleşti­ rir. bilebilir. Dahası, felsefeye karşıt güçler bile, kendi an­ lamlarını düşünmek, sonra kendilerinde felsefe yerine ge­ çen, ancak istenen bir etkinin koşulları altında bulunan. F: 4 /4 9

am aca bağlı düşünce yapılarını ortaya çıkarm ak gereğim duyduklarından, felsefeden vazgeçemezler. Marksizm ve Fa şizm gibi. Bu düşünce öğeleri, insan için, felsefenin kaçını) m azlığm ı da gösterir. Felsefe her zaman vardır. Felsefe savaşamaz, kendi kendini kanıtlayamaz, ancak anlatır. Felsefe yadsındığı yerde, başkaldınp direnmeye geç­ mez, bağlı bulunduğu alanda utku sağlamaz. O, insanlığın temelinde her nesneyi her nesneyle bağlantılı kılabilen, bir uyum içinde yaşar. Felsefe Batıda, Çin ve Hint'te iki bin beş yüz yıldan beri büyük biçem ve dizgesel bir bütünlük içinde vardır. Bize büyük bir geleneği anlatır. Felsefe çalışmalarının çok yönlülüğü, değişik kanılar ve birbiriyle bağdaşmayan ger­ çeklik anlayışları, temelde birlik etkili olduğundan, engel­ leyici değildir. Bu birlik kimsenin tekeline girmez, her za­ m an önemli çabalar onun çevresinde döner: Sonsuz bir fel­ sefe, philosophia perennis. Çok açık bir bilinçle ve özlü ola­ rak düşünmek istersek, düşüncemizin bu tarihsel temeline gereksinme duyanz.

2 —

Felsefenin Kaynakları:

Felsefe tarihinin yöntem sel düşünce olarak iki bin beş yüz, söylencesel olarak daha eskiye giden kaynaklan vardır. Başlangıç, kökenden başka bir nesnedir. Başlangıç, ta­ rihseldir ve ardıllara, daha önce sürdürülen düşünce türü aracılığıyla, koşullardan oluşan gelişici b ir birikim sağlar. Köken ise, her zaman, bir kaynaktır, ondan doğan uyarıcı eğilim felsefeye vanr. Bu u ya n cı eğilim dolayısıyla çağdaş felsefenin özlü olduğu oranda, daha önceki felsefe de an­ laşılır durum a gelir. Bu kaynak-olm a çok yanlıdır. İnsanın, bir varlık kar şısmda, duyduğu şaşkınlıktan soru ve bilgi, kuşkudan açık­ ça bilinene ulaştıran, eleştiren çalışma ve açık kesinlik, in­ sanın sarsılmasından ve yitmişliğinin bilincine ermesinden d e kendi benliğine yönelik soru doğar. Biz, önce, bu ü ç öğ e­ yi ele alalım.

50

ilkin Platon, felsefenin kaynağı şahmadır dedi. Gözü­ müz, bizi »yıldızları, güneşi, gök kubbelerini gözlemeye yö­ neltti-. Bu gözleme bize «bütün varlığın araştırılması eğilimi­ ni verdi. Bizde, felsefe düşüncesi bununla gelişti, ölüm süz taunlar soyunun bize geçici olarak verdiği en büyük iyi de budur.» ö t e yandan Aristoteles.- «Bir varlık karşısında şaşıp kalma insanı felsefe alanına yöneltti; insanlar önce kendi­ lerine yabancı gelen varlık karşısında şaşıp kaldılar, sonra adım adım ayın, güneşin, yıldızların devinimlerine baktılar, yle kıvançlı ve mutlu olm a­ yı göze alır... Savunm a kızışır. Kendiliğinden açık olm ayan bir yaşam içgüdüsü felsefeden ürker. O na göre felsefe korkunçtur. Fel­ sefenin ne olduğunu anlasaydım yaşamımı değiştirme g e­ reğinde kalacaktım. Başka bir anlayışa varacaktım, h er n es­ neyi, bugüne değin, yabancı bir ışıkta görecek yeni yargı­ lar verecektim. Felsefeye özgü düşünmek daha iyi değildir Sonra, geçersiz kılm an felsefeyi yeni ve bambaşka bir durum da kurm ak isteyenler ortaya çıkar. Felsefe, dağılm ış tanrıbilimin büsbütün geçersiz, doğruluktan yoksun b ir son ürünü diye küçümsenir. Felsefe önermeleri saçm a diye ala­ y a alınır. Dahası, felsefe, siyasa ve başka güçlerin buyruğu­ na girm iş bir uşak olarak nitelenir. Birçok politikacıya göre felsefe olmasa, onların şu bir türlü düzelmeyen işleri, daha kolay olur. Hiç düşünmezler se halklar ve görevliler daha kolay yönlendirilir, onların eğ i­ tici bir yöneticisi olsun yeter. İnsanın önemli bir varlık o l­ 150

ması önlenmelidir. Bunun için en iyi yol felsefenin can sı­ kıcı olduğunu söylemektir. Felsefe kürsüleri ortalığı karış­ tırmak istiyor. İnsanlara ne denli çok gereksiz nesneler öğ­ retilirse. on la n felsefenin aydınlatıcı'gücünden uzaklaştır­ mak saptırmak öylesine kolay olur. Felsefe, böyle'sine gerçeği bilm eyen düşm anlarla çevril­ miş; Kentsoylu mutluluğu, uzlaşma içinde yaşam, ekonom i bakımından esenlik içinde yetinme, bilimin değerini yalnız tekniğin yararına kullanma, koşulsuz bir egem enlik isten­ ci, politikacı arkadaşlıkları, düşünce bakımından yolgösterici geçinenlerin tutarsız aşırılığı, yetenekli yazarların y a ­ zınsal geçerlik taşıyan istenci gibi bütün savlar felsefeyle ilgili olm ayanda ortaya çıkıyor. Olayı kavrayam adıkların­ dan sorunu da görem iyorlar. O nlar felsefe değil, dedikleri­ nin felsefe olduğunu bilm iyorlar, oysa durum tersinedir. Bu felsefe değil dedikleri açıklığa kavuşturulsa konu kendili­ ğinden aydınlanacaktır.

3. Sonuç şudur; Felsefe, bütün gerçekliği ister, oysa dünya onu istemez. Felsefe oyunbozandır. Gerçeklik kendiliğinden soru konusu olur. Felsefe ku­ şatıcı varlığın tutumları içinde; gerçek oluşun çok yanlı an­ lamında, gerçekliği kesinlikle kavram ak ister Felsefe arar, bir gerçekliğin anlam ve içeriğini elinde bulundurmaz. Çün­ kü gerçeklik bizim için durağan b ir varlık değil, tersine bit­ meyen, sonsuz bir devinimdir. * Gerçeklik dünyada savaş içindedir. Felsefe bu savaşı son sm ın n a götürür, ondan her gücü alır. Gerçeklik, çev ­ rede bulunan bir nesneyle, felsefe yapana düşünmenin v e kendi apaçık oluşunun iletişimi yolunda, kendi gösterir. Felsefe yapan kim se insanları, bireyleri görerek inceler, bunların söylediklerini duyar, ne yaptıklarını görür ve in­ san varlığının yazgı ortaklığı içinde gönlünün uyarınca dav­ ranm aya bırakır. Bu yüzden felsefe, bir kendini, içini açığa vurma olm az. O kendi içinde bitmeyen bir savaşı sürdürür. 4 D oğruluğu görm eye çalışmak insanın değeridir. Biz, 151

yalnız gerçeklik dolayısıyla özgür oluruz ve ancak özgürlük bizi gerçeklik için, koşulsuz olarak, hazır durum a getirir. Doğruluk, dünyada, insan için son anlam m ıdır? D oğ­ ruculuk son istek m idir? Biz, buna, inanıyoruz, çünkü doğ­ ruculuk gizli kapaklı değildir, görüşlerin içinde yitip gitm e­ miş, sevgiyle birlikte toptan çökmemiş. Bizim gücüm üz, bize doğruluğu gösteren öğelerin kavranışm dadır. A ncak doğruluk, bütün olan doğruluktur. Çok yanlı doğruluk. Bir olanda bir araya toplanma gereğinde­ dir. Biz, bu bütün olan gerçekliği hiç elde edemedik. Ben, ge­ reksiz hir konuda diretir, kendim i tüketirsem, bildiğim i sal­ tık durum a getirirsem, doğruluk elden kaçırılır. Öte yandan, doğruluğun dizgesi yüzünden de doğruluk büsbütün elden kaçırılır. Çünkü o doğruluk konusunda insana bir nesne ve­ remez. İşte bu yanılm a onun gücünü azaltır Felsefe yapm ak isteyen, doğruluk (gerçeklik) için y a ­ şam ak isteyendir. O kimse, nereye gelse, kendiliğinden ne öğrenirse, hangi insanla karşılaşırsa, her yerde ve hepsin dn önce düşündüğünü karşısında sezer, yapar, sorar. Nes­ neler, insanlar ve felsefe yapanın kendisi ister istemez ay­ dınlanır. O, onlardan yoksun kalamaz, kendini onlarla iliş­ kili kılar. O, kuruntu içinde mutlu olm aktansa doğruluk uğ­ ru n a başarısız kalm ayı severek ister. Ne varsa kendini göstermelidir. Güven olanaklıdır, ancak kesinlik değildir: En yüksek aşam ada doğruluk, bizi bile, yere yıkabilir, gerçekten doğ­ ruluksa, kendiliğinden aydınlığa çıkar, bizi korkulu durum ­ dan kurtarır. Bunda, ayrıca, bir de felsefenin olağanüstü­ lü ğü vardır.- Biz, her yanılm adan kaçınırsak, her örtüyü yır­ tar açarsak, gerçek doğruluk-dışı olanı yarar A ydın bir gözle direnerek önde yürürsek, dahası bizim eleştirimiz, ken­ diliğinden eleştiriye uyarsa; böyle b ir eleştirici yıkıcı olm az artık. Temel, çok kez, olduğu gibi kendini gösterir, bizi Rem brandt'ın tablosunu on a n p üsteki resmi kazırsak, ört­ tüğü alttaki resmi ortaya çıkaran onarıcı gibi, karşıdan ay­ dınlatır. Peki, olay kendini göstermezse, ne olur? Sonunda in­ san G orgo’nun yüzünü görür ve kaskatı kesilirse? Bu da ola­ 152

bilir, bunu unutmayalım. Felsefe, ne kendisini bakmaktan koruyan, n e de sürekli yaratma olanağı veren, uçurum la­ rın önünde durur İnsan için başlangıçtan beri sorulm aya değer olan, es­ kisinden daiha açıktır. Varoluş konusunda. Evet sözcüğü büyük ve güzel bir atılganlıktır. Çünkü, o, doğruluğun, sev­ ginin. usun gerçekleşme yeridir. Kendi kendini öldürm ede vraoluş için H ayır sözcüğü, gizemi karşısında sessiz kaldı­ ğımız, insan gerçekliğidir. Bu sınırlan unutmayalım. 5. Felsefe insan için mi insandan uzaklaşmış ya da seç kin bir kesimin egem enliği altına girmiştir? Platon’un öğre­ tisinden sonra, çok az kimse felsefe konusunda yetenekli ol­ muş, bu öğreti uzun süre varlığını korumuştur. Plotinos, yeryüzünde, iki türlü yaşam vardır, diyor; bunlardan biri bilgeler, öteki de insan kalabalığı içindir. Spinoza bile, az bulunur insanlardan, felsefe ummuştur. İlkin Kant düşün­ dü ve onun açtığı beylik yolda adım atma olanağı doğdu. Kant'a göre felsefe herkes içindir, başka türlü olursa; bilge­ ler yönetirler ve h er nesnenin en özenli biçim de üzerinde kurulması gereken eylem ler içindeki birikimi yaratırlar, de­ nirse kötüdür. Platon ve Plotinos’a, daha bütün geçm işe karşı, biz Kant’ı izliyoruz. Burada, felsefe yapanın ıç-durumu konu­ sunda oldukça kapsamlı, felsefeye özgü bir karar sözkonusudur. Felsefe, nesnel gerçeklikten açıklıkla sözeder. Felsefe diyor ki: Bugüne değin böyleydi, bugün de böyledir. Ancak böyle kalmasın, böyle kalmamalıdır. İnsanın, insan olarak isteği genellikle gizli ve bulanıktır, bir yana itilmiş ve b ı­ rakılmış olduğundan, işitilmek istenir. Karar her bireyindir. Çağım ızda yaratıcı felsefenin bulunmayışı gereksinimi­ ne bir erdem kılığı giydirebilir m iyiz? Hayır, geçmişin bü­ yüklerimi anlayan insanın, insan olarak kişisel yüzeyselliği öğrenmesi, geçm işin büyüklerine karşı derin saygıya daya­ nır. Ancak bu, tanrılaştırmayan, bir yaklaşımdır. Bu öğren­ me. insanı şöyle yüreklendirir: Bizim için olanaklı olan, is­ terlerse hepsi için olanaklıdır. Tarihte, ayrı tutulması gereken, büyük bir olay vardır 153

Hıristiyan Kilise B abalan esenlik getirmek ve dostluk g ö­ revi bilinciyle herkese yöneldiler. Çünkü, Yunan bilgelen seçkinlere yönelmişlerdi. Kilise Babalarının elinde bu bilge­ lerin doğruluk anlayışına karşı bir kanıt vardı. Kilisenin görüşü şuydu: İnanmak isteyen h iç kimsenin önü kapalı de­ ğildir. En yalın in an ç seçkinin yüce düşüncesinde, en aydın­ lık bir verim lilik içinde açılan nesneyi kapsar. Ancak bu özen çoğunluk için iki anlam taşır; biri ç o ­ ğunluğa egemen olm ak ister ve egemenlikten dolayı da ya­ sadışı ve saçm a olarak ona katlanır, öte yandan çoğunluğu politikaya sürükler. Bu büyük, tarihsel örnek, bizim İçin, yönlendirici bir öğe olamaz. Felsefe yapmanın, bunun yanında insan özgürlüğünün başka bir düşmaılı da, sözüm ona demokrasi düşüncesidir Haklı olarak şunlar söylenir: Çoğunluğa uym ayanın uzun süre dayanm a gü cü de kalmamıştır. Toplum un bütününe yansım ayan bir ses, daha başından, gerçek değildir, ö t e yan ­ dan yersiz olarak d a şöyle düşünülür-. Biz, bu gerçekliğin ne olduğunu biliyoruz. Şimdi olan; her zam an olacak. Şimdi et­ ki gösterm eyenin gelecekte de etkisi olm ayacak. İnsan d e­ ğişmez. Buna k arşın ,'çok kez, şu da geçerlidir.- Tek başına kalan genişleyebilir. Şimdi yankı uyandırm ayan yankı ka­ zanabilir. Hepsinden önce şu: En küçük çevrelerde gerçek olan, bir dönemin en yüksek gerçekliği olabilir ve kendini böyle koruyabilir, çoğunluk şimdi erişemediğine gelecekte ulaşabilir. Yüzeyselliğin gürültülü karm akarışıklığm da çoğunluğa giden yol, gerçekliğin özgürlüğü için, geçilmezdir. Bunun seçeneği de çoğunluğa egem en olmak, sansür, sığlaştırılmış eğitimdir. İnsanlar, baskı yönetim ini uygulayanlar için, g e­ reç olurlar. Açıklığa kavuşm adan kalan tek konu şudur: İnsan öz­ gürlüğünün olanağına inanabilm ek ve buna dayanarak aş­ kın varlıkla bağlantı kurabilmek; bunlara inanç duym a­ dan önemli bir direnm e sözkonusu değildir. 6. 154

Şu da doğrudur: Felsefe dünyada güçsüzlüğünün bi-

linçine varır: Çok az bir yankı, dünya düzeni konusunda güçsüz, tarihte etken olmama; işte bugüne değin görülen bu. Felsefe, bu sırada, tek insanda, hiçbir biçim de güçsüz değildir. Burada felsefe, daha çok, biricik büyük güçtür, in­ san bu güçle özgürlük içinde yolunu bulur. İnsana iç-bağım sızlığı sağlayan yalnız felsefedir. Bu bağımsızlık, bana, özgürlüğüm , sevgim, usum için­ de verilen, tek ve eksiksiz bağım lılığın bulunduğu yerdedir. Ben onları ortaya çıkaram am , tersine onlardan ortaya çı­ kabilirim. Bana, kendimin verildiği yere ulaşıyorum, böylece bütün, nesnelerle ve kendim le ügili uzaklaştırmayı ele geçiri­ yorum. Demek ki, eylemsel olarak yakalayam adığım bir bakışaçısının dışında olup biteni ve kendi yaptığımı gözden geçiriyorum . Bu, benim, tarihsel gerçekliğin içine daldığım bir yermiş gibidir. Benim iç-özgürlüğüm ü geliştirmeye y a ­ rayan ışık oradan geliyor. Ben, bu ışıkta, nesneleri gördü­ ğümde, halk içinde bağımsız olacağım. Bu bağımsızlık sessizdir, baskıdan uzaktır, karşıt durum­ da direnici değildir. Kendi içinde kesinleştiği oranda da di­ renişi azdır. Kendini, gizlilik içinde sürdürdüğü süreoe, ger­ çekleştirir. Özgürlük, bağımsızlık içinde boş kalmaz. H içbir bağım sizlik olm asa da kendi kendini sınırlandırır. Bu özgürlük, daha çok, dünyada varolm ak ister. Bir yer tutmak İster. El­ de olanak varsa sürer gider. Özgürlük günün istemelerini yadsımaz. Özgürlük, yazgı öncülük ediyor gibi görünürse, üstünlük sağlamak için, umut içinde korkulur durumları üstlenmekten çekinmez. özgürlü k, her zaman, kendi özel kaynağından gelen ve kendini kötü durum da bırakm ayan ölçülerin koşullan al­ tında durur. Yoksa kötü durum da bırakm ak kendi kendini yoketmek olurdu. 7. Bilgelerin bağımsızlığı, bir kendini beğenmişliğe da yanırsa, insan için yanılgı olur. Çünkü onun kişisel varlığı­ nın sürekliliği konusundaki bilinci gerçeği kavrayan insan­ da güçsüzlüğün bilinciyle, başan gücünün coşkusu güçsüz oluşun yadsınmasıyla, umut sona bakışla yanyana yürür. 155

Felsefe yapmak, bağımlılıkları eksiksiz olarak bilinç alanı­ na getirir. Biz, ancak böylece, güçsüzlük içinde bile bağım ­ sızlıktan gelen, bizi buyruk altına almak isteyenin yerine, yeniden eski durum a dönm e olanağı buluruz. Bu konuda, düşüncede ortaya çıkan olayla ilgili iki örnek vardır: a) Nicel olanın, nitel olan üstünde egemenlik sağlayan bir üstün gücü vardır. İçinde, bütün insanlarıyla yeryüzü­ nün bir çöpten daha önemsiz olduğu, evren dünyadan önce­ dir. Bu öncelik türü, birbirini izleyen, varlık basam akları­ na göredir: ö zd e k , yaşam, can, tin bunların ortaya çıkış sırasına göre önceden gelen sonrakini aşar. Sonra, yığınla­ rın d a ayrı hir önceliği vardır. Onların karşısında bireyin adı bile anılmaz. Burada özdek, evren, yığınlar, niceliksel güç üstünlüğü gündem e gelir. A ncak biz, yine, değerbiçm e sorununa dönelim: Evren de en değerli varlık olan insanlık, nesnel gerçekliklerin ba­ samaklar dizisinde tin, yığınlar içinde kendi kişiliğiyle in­ san bireyi, doğa kuruluşlarında İnsanın yarattığı sanat ve düzen yapıtıdır. Başka türlü bir yargıda bulunursak nicel olanların etkisi altında kalarak insan varlığının anlamın­ dan vazgeçeriz. b) Hiç kim senin tanıyamadığı, bir kez bile düşünülebilirlik anlam ında bir bütün olarak ele alm adığı tarihin tü mü üstün güçtedir. Birey kendini savunm asız bir varlık di­ ye sezer. İnsan olan her nesne bu bütünle belirlenir. O, bıı bütüne u ym a gereğindedir. Ancak, insanlıkla ortaya çıkan, şu m ilyonlarca bireyin bu önem siz gücüyle gerçekleşir. Her birey yaptığı ve yaşa dığm dan dolayı, ortak bir sorum luluk taşır. Tarih, anlam ­ sızlık olarak, beğenilir, on da us bile böyledir Bu bizim eli mizdedir. Oysa: Bizim küçük çevrem iz, bizim için, dolaysız ger­ çektir. Onunla yetinmek ilk görevim izdir. Biz, nesnelerin akışına egem en olam adığım ızdan, gelecekten um udu keser, ya da boş kanıtlam alarla uğr; .ır, dünyayı yörüngesine oturtmuşuz gibi davranırsak, yakınım ızda duranı d a elden k a çın n z. Bizim, kendi varlık savımız (Selbstbehauptung) bu 150

en küçük çevrem izin gerçekliği içinde duruyor Onun ara­ cılığıyla. bütünde, etkili oluyoruz. 8. Güçsüzlüğüm üz, çağım ız dolayısıyla, yeni bir biçim ­ de bilinç alanına çıkıyor. Hepsini biliyoruz.Demokrasi nesnel gerçeklik içinde baştan çıkarıcıdır, ancak özgürlük için de tek olanaklı yoldur. G erçek tarihsel bir kaynağı olm adığı kanısından dolayı, uluslar içinde şim ­ di bile kuşkuyla karşılanır. Ekonomi alanındaki olağanüstü durum la sağlanan mut­ luluk özgü r dünyanın uykusunü getiriyor. G e n kalan her nesne bu olağanüstü olandan istenir, ancak onun koşulla­ rını üstlenmek için hazır bir durum yoktur, tersine özgür dünyanın kendi yıkımı konusundaki suç on a yüklenir. Batı dünyasında, ekonom inin politika karşısında üstün­ lüğü vardır. Bu dünya, kendi kuyusunu, böyle kazar. Onun politikaya dayalı özgürlüğü gittikçe daralır. Bu özgürlük, her zaman, anlaşılmaz artık, ö zgü rlü k bilinci ve özveri yü­ rekliliğini yitirmektedir. Bütün dünyada, özgürlüğün yadsıdığı, orduya özgü bas­ kı ve her nesneyi kendi egem enliği altm a almak isteyen te­ kelci yönetime eğilim görüyoruz. Uluslar baskı yöntemini benimsemiş insanlara yem olmaktadır. N üfus artışı durmazsa, insan yığınlarını yokedici bir patlamaya doğru götürm ekten kurtulamaz. Beyaz ırktan olm ayan insanların bilinçlenmesi (İnsan­ ların üçte ikisinden çoktur) gelişen bir duyarlık ve azgın­ lıkla beyazlara yönelmektedir. Atom bom bası hepsinden güçlüdür. Kısa b ir süre için büyük savaşı bile önledi, buna karşın insanlar bugün olduk­ ları gibi kalırlarsa, toptan yokedici bir sürecin ne zaman başlayacağı bilinmemektedir. Buraya değin, devletler, uluslar v e kültürler yıkım a sü­ rüklenmişse başka bir taslağa göre olmuştur. İnsanlık var­ lığını sürdürdü. Bugün insanlığın toptan yokolup olm aya­ cağı sorunu vardır. Biz, yaşam a olanağı bulabildiğim iz süre içinde varoluş mutluluğunun tadını çıkarabiliriz. Ancak bu. asılacak olan 157

kimseye, asılmadan önce tanınan son sûre gibidir. O. ölüm korkusunu yenmek için bize verilmiştir. Y okolm aya hazır­ lıktır. Hep böyle kalacakmış gibi varoluşun tadını çıkarmakta olan Batı dünyasının dinginliği a ğır suçluluk niteliğinde gö­ rünüyor. 1914 öncesindeki kendi kendini aldatıcılığın sonuç­ lan, bu aktöre ve politikaya dayalı sorumsuzluğun nereye götürdüğünü, h er zamanki gibi şimdi de göstermektedir. Bugün an, son sözünü söyleme durum una yakındır Bi­ zim şu ikisinden birini seçme günümüzdür: Y a insan ve dün­ yasının yitmişliği uçurumuna yuvarlanmak, sonuç olarak da varlığının tükenişini genelleştirmek- ya da gerçek insan ve onun gözle görülm eyen olanakları uğruna kendini değiş­ tirme yoluyla bir sıçrama yapmak. 9. Felsefe n e yapm alı bu durum da? En azından, kendini yanılmalara bırakm amayı öğretir. Hiçbir gerçek ve olanak bir yana itilmez. Felsefe olası bir yıkımı göz önünde bulundurm ayı öğretir. Dünyada dura­ ğanlığı sarsar. Ancak, düşünme yetersizliğinden doğan vur­ dumduymazlığı cfa, yıkım karşısında kaçınılmazlık nedeniy­ le. çakılıp kalm ayı da önler. Felsefe, kendi düşüncesi içinde güçlüyse, insanlar için inandırıcı, insanları konu edindiğinden güvenilen, b ir kur­ tarma etkeni olabilirdi. Oysa, ancak dolaşabilen bir düşün­ ce türüdür. Bundan dolayı toplu bir başarısızlık olasılığı karşısın­ da, felsefe değerini bir batış içinde bile koruyabilirdi. Yazgı arkadaşlarından oluşan bir topluluk içinde insan doğrulu­ ğa, ortaya çıkm ası istenene karşıt b ir tutum içinde bakar. Çünkü, çöküş içinde hiçlik sözkonusu değildir. Son olan, başarısızlık İçinde seven, nesnelerin temelinde kavranılmaz bir güven taşıyan, koruyucu insandır. Kapalı yazılarla konuşuruz: Bizim için, yetersiz" olanak­ lar taşıyan bir kaynak var, ondan evren, yaşam, insan ve tarih ortaya çıktı. Gören başarısızlığın deneyi onlar konu­ sunda kesm. olabilir. Ardından, daha pek çoğunun, geleceği bir deney vardı. 158

Sevgi ve doğruluk, böyle bir deneyde bir ça ğ boyunca ge­ çerli olaa güncel varlıktır, bir deneyde nasıl davranılaca­ ğını gösterir. Sonsuzluğun söylenmiş bir sözüdür. Gerçekleşmemiş hiçbir düşünce, h içbir bilgi, hiçbir so­ m ut kavrayış, bu dilegetirilen kapalı yazılardan hiçbiri ge­ rektiği gibi ereğine varamaz. Bütün kapalı yazıların ötesinde, yalnız düşünce boş bir nedenle uygulanmış susmaya erişir...

150

Çağımızda Felsefenin .Görevi

Bugün, felsefenin üstlendiği görev nedir? Duyulan y a ­ nıt şudur: Felsefe belli b ir topluluğun uzm anlarını ilgilen­ diren, gerçeklikten yoksun, kendi içine dönük bir uğraş ol­ duğundan. görevi de yoktur. Bu öğretim kürsüleri bilgele­ rinin varlığı ortaçağdan gelmektedir, onlar kendi kendine değer kazandıranın çağdaş örneği olm ak isteyen, toplantı­ larda boşuboşuna konuşan kimselerdir. Onların konuşm a­ larından oluşan oldukça geniş bir yapıt birikimi varsa da, günün gelip geçici olaylarına ilgi duyan birtakım alım lı ça ­ lım lı kim seler dışında çok az okunur, çok az satılır. Basın, kam uoyunun bir anlatım ı olarak kitaplıklarda tozlanmış kitaplardan, dergilerden önemsiz bölüm ler alır, bu bile ger­ çek bir ilgi uyandırmaz. Bu söylenenlerin hepsini toparlar­ sak: Felsefe gereksizdir, geçm iş çağlardan arta kalmış bir kalıntıdır, buna belbağladığm dan yokolm ak üzeredir, onun bir görevi yoktur artık. Böyle bir yadsım aya karşı, ilkin, şu n lan söyleyebiliriz: Felsefe adını taşıyan her nesnenin felsefeyle karıştırılma­ ması gerekir. Felsefe insanın düşünerek, kendi varoluşunun bilincine vardığı h er yerdedir. Felsefe, bu adla anılm adan F: 11/181

da, her yerde vardır. Çûnkıi düşünen insan, doğru-yanlış sığ-derin, kısa soluk!u-uzun soluklu, bir tem ellilik' içinde, felsefe yapıyor demektir. Nerede her zam an bir dünya var­ sa, nerede ölçüler geçerliyse, nerede bir yargı veriliyorsa, felsefe oradadır. Kilisenin bir araya toplanmış inançları için, deki felsefe, kendini sürdüren bilinçli bir felsefeye inanan dakinden daha önemli değildir, inançsızlığın inancında, hiç­ çiliğe özgü çözülm ede, Marksçılıkta, ruhbilim de ve günün yaygınlaşan birçok yaşam öğretisinde, insan felsefesinde olduğu gibi öteki alanlarda da felsefe vardır. Felsefenin yadsınması, böyle yeterince bilinmeyen bir felsefenin kendiliğinden doğan sonucudur. Öğretim kürsülerinde sürdü­ rülen uğraşla ilgili felsefenin görevi, h er yerde varolan; bu kesintiye uğram ayan felsefeyi, özellikle felsefenin büyük ta­ rihsel kişilerinin geçmişteki varlığıyla açıklığa kavuştur maktır. Bu yerilecek değil, ya ra r sağlayacak bir iştir. Ancak biz, önüm üzde varolan insanlığın temel gerçek­ liğini düşündükçe, böyle uyum suz tartışmalardan. gereksiz sesler çıkacaktır. Bugün yeryuvarlağı üzerinde biri özgürlüğün, öteki, erktekelciliğinin olm ak üzere, egem enliğini baskıyla sürdüren iki dünya vardır. Bizim gözüm üzde, felsefe bilincim iz için, ikisi de vazgeçilmezdir. Çünkü bugün bile felsefenin gerçek­ liği onlarla belirlenmiştir. Felsefe düşüncesi bu nesnel ger­ çekliklerin yolunu birlikte ortaya çıkardı, gü ç ya d a güç. süzlük dolayısıyla gelecekteki tutumumuzun bir temeli ola­ cak. Bir yanda olanakların özgürlüğü, öte yanda bir anlayı­ şın salt erki -bir yanda araştırma, tartışma ve anlayışlar­ la olaylar arasında sürekli savaş, öte yanda tekelci bilgi ve aldatıcı girişimlerin kendi aralarındaki savaşı- bir yanda taslağı çizilem eyen sınır bilinci ile bölümleyici taslaklar, öte yanda sınır bilinci tanımayan b ir tekelci taslak -bir yanda kargaşa sınırına varan tüllülük, öte yanda karınca devle­ tinin sınırına ulaşan bitlik, artık bunlar kendi kendine o l­ makta olan insanlarca gelişigüzel bir gereç niteliğinde par­ tide, bürokraside, poliste, orduda çoğaltılam az 162

Erk-tekelcisı yönelim ler tarihin akışı ve doğa olayı k o­ nusunda kesin bilgileri olduğu koşuluna göre davrandıkları kamsındadırlar. Bu büıüncül bilgiye dayanarak bütün tas­ laklar yapabiliyorlar Bundan dolayı insan no bilmekle ne de davranm akla bütüne egemen olabilir. Buna karşın bütü­ nü üstlenmeyi düşünen kimse belki z o ıia dünyayı ele geçir­ meye kalkışabilir Ancak, öldürenin ölüyü ele geçirmesi gi­ bi olur bu. Ortak dünyanın biçimlenmesi konusunda insan­ larla birlikte yazgı oıtaklığı eden bir insan gibi değil. Kendi, sözde, bütüncül bilgisiyle bütünü kavradığını sa­ nan. felsefeye aykırı bir tutumla felsefe yapmaktadır. O, bi­ çimsel sonuçlar içinde mantık ve eytişimsel bir yoğunlukla düşünür, ancak eleştiriden yoksundur. Çünkü o gerçeklik ten etkilenmez, bu yüzden de düşünceleri sağlıklı değildir O, gerçeklikteki esenlikle ilgili olsa bile inancının koşulunu açıklığa kavuşturamuz. Bu esenlik tümden belirsizdir, onun gerçekleşmesi için yalan bile; eytişimsel tarih sürecinin ken­ diliğinden ortaya çıktığı sırada, zorunlu olarak kavranmış bir etkendir. Erk-tekelcıliği alanında felsefenin sonu gelmiştir. Nite­ kim Nasyonal Sosyalizm, felsefeyi gereksiz bir sorun say­ mıştır. Nasyonal Sosyalizm bu alandaki eksikliğini ırkçı dü­ şünceye dayanan bir insanbilim ve siyasanın buyruğundaki bilimle gidermeye çalışmıştır. Bolşeviklik de, kendi eksikli­ ğini uygun bir M aıksçı öğretiyle gidermeye çalıştı. Bu yüzden Doğu Alm anya üniversitelerinde felsefe değil Marksçı toplumbilim herkes için temel öğrenimdir. Nasyonal Sosya­ lizm ve Bolşeviklik kendi öğretilerini saltık gerçeklik savı olarak yüceltiyor. Bu gerçekliğe karşı çıkan yokedilmek is­ tenir. İnançsızlığın temeli kötü istenç, tutarsız eğitim, yan­ lış sınıf anlayışı, yanlış bilinç olabilir. Felsefe yapan bir insan, bu baskıdan gelen korku al­ tında hangi görevi üstlenebilir? Tarih, çöllere ve orm anla­ ra çekilen kendini adamış kimseler, kendi içine kapanıp top­ lumdan uzaklaşan kişiler tanır. Ancak, onlar, buraya değin, kendi eylemlerinde anlaşılabilirlerdi, on la n tanıyan bir dün­ ya taşırdı. Bugün ise durum, ilke bakımından, yenidir: İn163

sonlar, büyük kalabalıklar içinde göze görünm ez oluyorlar, kimse onların sesini bile duym uyor. Bireyin güçsüzlüğü son aşam aya vardı. İnsan, varolduğu sürece, kendisine elverdiği ölçüde, Nıetzsche'nin sözüyle: Gerçeklik ikiye bölünmeye başladı; bu anlam da insan, dostunu, karısını, kocasını bı­ rakılmıştık içinde bulmak için, içtenliğin saltık gizlenmişliğine geri gidebilir. Çünkü bireyin büsbütün bırakılmış]ığı içinde güven, kendiliğinden sona erebilir. Birey yalnız bu gerçekliğe dayanırsa apaçık gerçeklik konusunda kuşku başlayabilir, başkalarıyla konuşmaksızın birlikte kalır. Bi­ rey, oldukça güçlü bir çevrenin sürekliliği ve etkisiyle, an­ lamsızı doğru diye tutabilir görünür. Bu, düşünce aşılayıcı baskı ve sessiz yoketm ekle korkutana, bireyin felsefe yap­ ması için, görünm ezlik içinde bulunan ve doğru diye biline­ nin- gerçekliği kalıyor. Bu da, nesnel gerçekçiler adı verilen­ lere göre sanı, en yüksek erek, düş niteliğindedir, Tanrı’nın aşkın varlığıdır. A ncak kendini koruma, hazır olm a bilinci hep gerçekleşm e olasılığının yokluğuna karşın, olanaklı kur­ tarıcı an için kalabilir. Felsefenin görevi tekdüzeli, yüzeysel bir açıklık propagandası Kinikliğine, görüş ayrılıklarının suçlan sergileyici tutumunda korkunç bir doruğa ulaşan saçmalığın inançları içindeki çöküşe karşı, kendi düşünce türü gereği ise direnme gücünü pekiştirmeye çalışmaktır. Özgürlük ortamında; durum büsbütün başkadır. Kim­ se insanın dünyasm ı, dışında duran gibi, elinde tutamaz. Bu­ la d a insem, kendi dünyası içine insanlarla birlikte yerleşme­ ye çalışır: Burada insan, yasr*' düzenler çerçevesi içinde, ken­ di varoluşu ,re etkisi uğruna bir yarışm a savaşm a girer. O, her nesneyi birleştiren yaratıcı gü ç aracılığıyla; insan eliy­ le kurulan, haksız yere alınan, en yüksek nesneyi bilen, dü ­ zenleyen bir kaynağa dayanm adan kendi yolunu dener.Her zaman kalıcı olan haksız koşullan da, daha iyi yasalarla herkes için uygun olanaklara dönüştürm eye çalışır. Derin saygıyı gerektiren bir hoşnutsuzluk içinde önden yürünen yolda kalır. Bu özgürlük dünyasında bitişin görüntüsü erk. tekelciliği içinde ortaya çıkar, böylece düşünülmez bir var­ lık olarak görünür: İnsan kendiliğinden b ir patlam a yap­ 164

masa, geçmişin yeniden kurulacağı değil de bam başka bir nesnenin, bir yeninin ortaya çıkacağı çölü bırakıp gitme, ge­ reğinde kalırdı. Burada, özgürlük alanında felsefe yapmak, çok değişik koşullar altında, olanakların türlülüğü içinde yürür. Bugün, burada, kendi eylem inin etkisiyle yiterek m ilyonlar içinde tek kalmaktan kaynaklanan, bireyin güçsüzlük duygusu da vardır. A ncak bu güçsüzlük bilinci, erk-tekelciliğinln baskı­ sı altından kalm aktan başkadır. Gerçek oylam alarda, birey­ sel oy kendi etkisi içinde yeterli olduğu gibi önemsizliği yü­ zünden d e etkisiz görünür. Her biri, bir bireyi gösteren bu tek tek oylardan oylam anın sonucu anlaşılır. İşte bireyin, olayların gidişi konusundaki her eylemi de, pek önem li sa­ yılmayan yüzeysellikten dolayı özgürlük alanında böyle g ö ­ rünür. Erk istenci, bu olaydan, soğuyarak yüzçevirir. Buna karşılık insancıl istenç, her nesneyle bağlılık bilinci içinde, özgürlük ve sorumluluk duygusuyla bireysel oyun yükledi­ ği görevi; ne denli az önem taşısa da, vazgeçilm ez bir ortak karar olarak kavrar. Böylece tüm varlığını, bütünü birlikte taşıyan ve pek önemsenmeyen, bir töz olarak sürdürür, ö z ­ gürlük. bu güçsüzlük içinde, diridir. özgü rlü k dünyasında, özgürlüğü istençsiz ya da bilerek ortadan kaldırm ak isteyen güçler vardır. Erk-tekelciliğine karşı yürüyen, ancak düşünce olarak onu isteyen vardır. Çünkü onun kişisel, tinsel tutumu güvenli varoluşunun ger­ çekliği içinde kök salmaz, tersine gizlice baskı ve boyun eymeye sürüklenir, en önemli durum da onlara kendiliğinden bağlanır. Birden yüz örtüleri düşünce, insanın kim olduğu­ nu gösterir. Dahası, kimi felsefe profesörü, belli bir görüşü benim ­ seyerek, bir üniversitede, felsefenin tek yetkilisi sayılmak­ la, öğrenciler arasında pek çok yanılmaya olanak sağlamış­ tır; birkaç kişi de bilgeyi tutarak doğal bir davranışla ken­ di görüşünü bütün ulusa tek gerçek felsefe diye benimsetmiştir. Böyle savı ortaya atanların felsefesindeki içerik uyumsuz olur, her düşünce türünde tekdüzeli kalır. İşte erktekelciliğine giden yolu onlar açar 165

Bugün, felsefe yapmanın büyük bir görevi, bu egemen olm ak ve yoketmck isleyen güçleri göz önüne sermek, on lurdan kaçınmaktır. Çünkü bu güçler aldatıcı olarak ortaya çıkar, dolaylı etkiler, gerçekliği kendi içinde gizler, her za man saptırır, büyük yetenekleri ele geçirir. Onlara yoldan çıkarıcı ışık denebilir. Onların, lünı güvenilmezliği, tin d o ­ layısıyla elden geldiğince her nesneyi özellikle şiir ve sanal ta, ilgi çekici sislendirici bir anlatımla parlatabilir. Bu güç ler, son sınırına vaıan bir Kiniklik aracılığıyla; yavaşlama­ yan dirimselliğin doğal bir söylencesi, korkunç olanların yabanıl diye nitelenmeleri, köklü bir gerçekseverliğin dili içinde dolaşıyormuş gibi görünerek, başarıya ulaşır Oysa temelde yatan, doğruluktan eğrilik adına yararlanmak is teyen, yalancılıktır. O güçler anlığı, usu yok etmek için kul lanır, her özgürlüğe elkoymak için özgürlük ister. İkiyüzlü lük sözcüğün anlamını saptırır ve dili açıkça uydurm a bir nesne durumuna gelirir. Bu dille bir konuyu anlatmak için değil, aldatmak için konuşur. İnsanı korkuya sürükleyen du ­ rum lar karşısında bir ürpertiyle düşüncesizliği boyun eğ ­ meye elverişli kıldığı yerde eyleme geçirir; düzenli bir tek nikle yokluğa götürür. Bütün bu olaylar, ork-tekelciliğine boyun eğdirmek için hazırlık alıştırmalarıdır Felsefenin görevi, bu güçlerle tinsel olarak savaşmayı göze almaktır. Düşünce özgürlüğü, ancak, herbirimizce. bu karşı koyucu olanı içimizde sürekli bir yenilgiye uğratm ak­ la, ona açıkça direnmekle sağlanabilir. Bu nedenle, bugün, her tinsel edimle insan özgürlüğü konusundaki sorumluluk bağlantılıdır. Bu sorumluluk ancak, yaygın bir çözümleme içinde, seçici vr yasaklayıcı kaynak olarak sansürü zorla ele geçirmeksizin, yargı özgürlüğüyle gerçekleşir. Erk-tekel çilerinin, felsefeyle ilgisi olmayan görüşüne karşı sürdürü­ len savaşın, kendi içinde kaçınılması gereken büyük bir du­ rumu vardır; Benim, kendisiyle savaştığım karşıt tutumlu kişi, kendi görüşüyle bağdaşmayan silahlara el atmam için bana baskı yapar. Baskı yolunu tutan anlayışa, bu tutumu bildirici düşünce türüne karşı savaşta, özgür ve İletişimci temel davranış hoşgörüşsüzlüğe karşı hoşgörülü kalınam a­ 166

yacağı bir duruma gelebilir. Burada iletişim istenci; baskısı gelip susar, başka türlü konuşur, saptırır ve yanıltırsa, ken­ dini iletişimin eylemsel yıkılışı karşısında yeralmış görür. Karşıt tutumu benimseyen kimse de savaş yöntemlerini bas­ kıyla uygulam aya başlar. Bu yolla, savaşın özü kendiliğin­ den değişir. Özgürlük, bu değişme kendi özünde de gerçek­ leşmeye bırakılırsa, kendi utkusu içinde savaşı yitirmiş o lu r Bu soylu savaşın tasarımı, ortak ölçüler altında, sava­ şanla bağlantıyı d a sürdürür. Ancak, toptan savaş, karşıt tutumu benimseyenlerde yalnız kalın kafalıları, aldatıcıları ağır suç işleyenleri görür ve böyle kategorileri toptancılığın görevlilerine uygulam ak içir, baskı altına alm aya çalışır. Toptan savaş, toplumsal birliğin üstüste düzenlenmiş; baş­ vuru kaynağından doğan bir yükümlülük tanımaz. Bunun­ la birlikte, insanlar arasında kopukluk yaratan korkulası sonuçlar vardır; Savaşan yırtıcı yaratıkların varlığı konu­ sunda, koşulsuz bir durum, yeniden eski biçimine getirilir. Tinsel savaş türünde olan bu durum, önceden hazırlanır v e benimsenir. Böyle deneylerde, birdenbire, büyük bir korkuy­ la yüzyüze geliriz. Tartışmaya katılanlann ve on lann gün­ deme getirdikleri tartışma türünün uyumsuzluğu içinde; onlardan, böyle bir davranış beklendiğini biliyormuşuz gi­ bi, etkili propagandacıların erk-tekelciliğini, kandökücülerin yarattıkları bir durum karşıtında olduğum uzu sezeriz. Bugün, bu tinsel yıkım ın başlıca etkeni, açıklıktan yok­ sun bir bilim düşüncesine dayanan egemenlik eğilimidir. Böyle bir bilime de inanılıyor. Bilim, burada, tanık gösteri­ len bir yetkedir. Değerli İngiliz bilge ve mantıkçısı Russell, Batı felsefe­ sinin genel görünümünü içeren yapıtının sonunda, insanlı­ ğın bilim yoluyla birliğe varacağım umar. Dahası, şu da il­ giye değer; İnsanlar, bilim yoluyla, yalnız us olarak anlaş­ mıştır; tarihsel olarak temellendirilmiş, canlı bütün insan­ lar için bu geçerli değildir. Bilimler içinde, birlik fiziksel bil­ ginin etkisiyle bağlantılıdır. Taş baltadan atom bom bası­ na değin, silah olarak karşılıklı kullanılan nesnelerle ilgili 167

ortak bilgi de buna dayanır. Bilimsel bilgide uygunluk, şim­ dilik, görüş birliğiyle anlayış uyum u kuramamıştır. İBlO’daki M odem ist andm da şöyle b ir tümce vardır: «Şu­ n u bir gerçek olarhk benimserim ki Tann, yaratışın gözle görülür yapıtları dolayısıyla; etkinin temel nedeni gibi, ke­ sinlikle bilinir ve kanıtlanır durumdadır.» Şu da ilginçtir: T an n varlığının kanıtlanabilir olduğu­ n a inanılmalıdır. Ancak, kanıtlanabilir olfen inancı gerek­ tirmez. Çünkü anlığın, içen ğ i zorlayarak temellendirdiği yerdeki bilgi gereksiz olur. Üçüncü örnek, erk-tekelcisi yönetim lerin düşüncesidir. Bu yönetim ler bilime dayanır, bu nedenle de bilime İnan­ m ayı isterler. A şağı yukan: Bir dünya ve insanın gücü ye­ teceği nesne vardır. İnsan, tanrısal bildiri yerine, bilime da­ yanmalıdır. A ncak ilginç yan. Bu bilim, kendi temel bilgisi içinde, kesindir, bütünü bilir. Ben, buna, inanmalıyım, bu nedenle bir karşı-sav ileri sürmem gerekmez. Kuşkulan­ mak, irdelemek, teknik buluşlarda gerçek olarak kullanıl­ m ak istenenler dışında, bilimsel bir araştırma değildir ar­ tık Oysa Russell, M odem ist andm m yaratıcısı ve bütüncül bilim düşünürleri, bilimi başka bir anlamda alırlar. Onlar, kendiliğinden inanç olan, bir düşünce varsayarlar. Russell, bilimlerde doğruluğun gücüne, insanın h er nesneyi bağlayı­ c ı bir usu olarak ina n ır M odem ist andm yaratıcısı, düşün­ c e biçiminde gerçekleşen, hiçbir nesnel sorun tanımayan, an­ ca k inanan bilinci aydınlatan bir felsefe inancını benimse­ di. Marksist dogm acı; nasyonal sosyalist bir yaklaşımla yön­ lendirici güçlerin uzun yaşamlı doğa yasasını tanıyan, zo­ runlu bir tarih sürecine inanır. Her iki öğreti de, başka tür­ lü olanı hızlandırmak, dahası nesnelerin gidişine karşı di­ renenin kökünü kurutarak önceden belirlenmiş, pek önemli sayılm ayan insanları, sınıfları ve ırkları ortadan kaldırmak İster. Her iki öğreti de, inanca dayalı bir boyun eğiş içinde, bilgi konusunda sürdürülen koşulun boyunduruğu altına girm ek ister. Böylesıne değişik olan bu örnekler, çağdaş bilincin ya­ 168

nılgıya sürüklendiği b ir noktayı gösterir. İstenmeden orta­ ya atılan sav şudur: Bilgi yoluyla, inancı bilgi olarak, elde etmek. O ysa inanç, bilgiyle bütünlüğe ulaştırılamayan, bu­ rada yanlış olarak bilgi sayılan, insanm geçersiz bir temel varlığıdır. Ben, bilimden, onun yapam adığı bir nesne bek­ leyebilirim. Ben, sözde bilgi diye görebildiğim, bir nesneye de inanabilirim. Saçm a inanç içerikleri, bilim verileri diye İleri sürülüyor. Herkes, gerçekten bilgiymiş gibi, bilimsel bilgi diye b ir nesneden sözeder. Bunlar, bilim v e bilim saçm alığı olanaklarının çağdaş kendini beğenmişten gelen bir baskı altında bulunuyor. Bugün felsefeye büyük v e başka yolla yeri doldurulmaz bir görev düşüyor. Düşüncenin ve bilginin tutumları anla­ m ında açıklığa kavuşturulmak istenen b ir durum, felsefeyle bilim arasındaki ilişkidir. Bu görev, kendi temelleri ve Öngörûlü gerçekleştirişi içinde, her sorunu kapsayan yalın ç ö ­ zümüyle, bir uzm anlar sorunudur. Bu çözüm , bilim saçm a­ lığından kurtulma; bu yolla büyük ölçülür, vazgeçilm ez ça ğ ­ daş bilimin anlam ve sınırlarını, gerçek felsefe olanakları içinde temellendirmedin Bilim sorunu, felsefenin sürdürdüğü nesnel araştırma­ nın büyük görevlerinden biridir. Felsefenin bam başka bir görevi de, bugün, yeni toplumsal durum dolayısıyla özgür dünyada gündeme getirilmiştir, bugün yığınların yalnız ya­ bancı bir istencin güçlerini pekiştirmesiyle değil, kendi bilgi ve istekleriyle, kişisel oyları doğrultusunda kesn bir tutum aldıkları olgusu vardır. Dünyada, felsefe düşüncesinin etki­ si, bugün bireylerin çoğunluğuna ulaşırsa olanaklıdır. Çün­ kü ortadaki durum şudur: Halk yığınları Batı kültür çevre­ sini bütünüyle kazanm adan d a okuyup yazabiliyorlar. O n­ lar, kapalı bir iletişimle bilgi, düşünce Ve davranış ortaklı­ ğı içindedirler. O nlar yüksek görüşler ve eleştirel düşünce ayrımlarına ne denli çok varabilirlerse, bu olanakla o ölçü­ de çok yetinebilirler. Bu yüzden, bütün insanların konuyu düşünme saatlerinde önem taşıyan, elden geldiğince böyle yalın, böyle açık, derin bir yitiriş dalmadan, iletilir duruma getirmeleri gerekir Bugün, birçok insanm istediğini, ger­

166

çekten bilmediği de ortadadır. Propaganda, kendi kendine düşünüp direnemeyen, doğru ve yanlışı ayırdedem eyen kim­ selerin güçleriyle, ilgileriyle etkili olur. Bugün, insanların ku. lağına ulaşmak için, gerçeğin propaganda biçimine girmesi kaçınılmazdır. Yaratıcı düşüncenin büyük görevi gerçeğin yalın biçimlerini araştırarak ortaya koymaktır. Bu yolla in­ sanın kişisel usunda yankı uyandırır. Bütünleyici çalışma­ da, işlemin açıklığı yüzünden; insanın bilmediği, ancak usun tümden uyandığı ve insanın içsel davrandığı yerde köklü düşünceler vardır. İlkin, felsefenin sonu geldiğini ileri süren, bilinen duru­ ma karşı, bugün, felsefeyi insanın insan olarak sorunu ya­ pan. birkaç belirlenmiş görev üzerinde durm ayı düşünüyo­ rum. Sözde bütüncül bilgiye karşı felsefenin görevi vardır, bu da kendini düşünmek ve bireyin, erk-tekelcisi güçlerin etkisi altında sönen varlığını uyanık tutmaktır. Felsefe her bireye, kendi kendisi olabileceğini, bu işten vazgeçtiğinde insan olm aya da son verdiğini anımsatır. Bizim ortak gele­ ceğim iz apaçıktır, çünkü düşünce en derin sorumluluk bi­ lincinin aydınlığında us yoluyla gerçekliğe kavuşur. Biz, bugün, felsefeyi uğraş bakım ından öğretim konusu olarak işlemek için, görevlendirilmiş kimseler, bu durumda görev isteyen nesneye yaklaşan bir çalışma yapmıyoruz. Bununla birlikte, birçok kimsece, iyi düşünceyle denenmiş pek az nesne bile yokluktan kurtarılamamıştır

170

Felsefenin Bir Dünva Tarihi Var mı?

Bu sorunun üç yanlı bir anlamı vardır. İlkin: Felsefenin dünya tarihi, başarı sağlayıcı tarihin sürekli ve karşılıklı alışverişi içinde, gerçeklik olarak verilmiş bir anlam taşır mı? Bunun yanıtı olumsuzdur. Tersine, bu tarihin şaşılası bir temel gerçeği vardır. Çünkü tarih Çin’de, Hint’te, Y una­ nistan'da olm ak üzere bağımsız kaynaklan geliyor, İsa'dan önce son bin yılda da (700 - 600 arası) aşağı yu kan zam anclaş olarak gelişti; dahası varoluş sorununun düşünsel d o ­ ğuşu konusundaki ilerlemeyi söylencesel bir düzen bilinci­ nin temeli üzerinde, önceden ortaya koydu. Bu ilerlemenin en önce, küçük bir zam an ayrım ı ile, Hindistan’da gerçek­ leştiği de olasıdır. Felsefenin Hindistan’dan Çin'e ve Yuna ııistan'a geçtiği varsayımı nesnel gerçekliklere dayanma yan ve bu üç kaynak içinde düşünülmeyen değişik bir temel kanıya göre hiç de olası değildir. Zamandaşlığı açıklam aya yarayan bir soru, şimdilik, büsbütün yetersizdir ve yalnız ortak kaynağın büyük toplumbilimsel değişmelerine daya­ nan bir bakışla yanıtlanması içindir. (Sözgelişi A lfred W eber’e göre savaş aracı olarak atın yaygınlığı sonucu -süva­ ri ve savaş arabaları- Orta A sya’dan Çin’e, Hindistan’a ve A vrupa'ya geçişi.) 171

Daha geniş bir sürede, bu ü ç felsefe evrimi arasındaki etkiler ortaya çıkmıştır. Bunların en güçlüsünün, Isa'dan hemen sonra başlayarak gelen etkilerin Batı'da Hellencilik ve Rom a dönem inde gücünü gösterdiği, hepsinden önce İs kenderiye Okulu aracılığıyla, Hint ve Batı ülkelerinin birbi riyle karıştığı bilinen çağda yayıldığı olasıdır. Yeni-Platonculuk'ta bu etkiler sezilir durumdadır. Daha önce birkaç Pytagorasçı temel düşünce .Hint kökenli olduğunu gösteri­ yor. A ncak bunlann hepsi temelsizdir. Bu üç büyük kültü­ rün tinsel ilişkiler tarihi, felsefe bakımından, kesin bir önem taşımıyor. Çokluk, onların sürekli, özelleşmiş evrimi bin­ lerce yıldır sürüyor. İlginç olan bu ü ç gelişimin karşılaştı­ rılması sonucu, çağın odaklarında ortaya çıkan koşutluk­ tur. Erken çağda özgür bir türlülük ve daha büyük bağım ­ sızlık, dah a sonra Skolastik odağın büyük dizge öğretileri Felsefe düşüncesi üzerindeki etkisi büsbütün yeni ve karşı­ laştırılmaz olan Batı'daki yeni bilimsel evrimdir. (14’ncü yy.' dan beri süren önçalışm alardan sonra, lfl’ncı yy.'dan beri ço ­ ğalarak ve 16'ncu yy.'dan bu yana da dünyaya egemen olu rak.) İkinci soru şudur: Bir bütünün bu türlü türlü ve bağım ­ sız evrimlerini kapsayan b ir akım olarak felsefenin bir dün­ ya tarihi var m ıdır? Kapsayan nesnenin; sorunların, yanıt la n n ve yönlendirici öğelerin nesnel bağlaşım ı içinde bir­ liğe ulaşması gerekir. Felsefenin dünya tarihi birliği, bu­ gün, bu anlam da görev olarak, vardır. İnanç yayıcılık ve söm ürge yönetim leriyle ilgili çalışm a başladığından beri A v ­ rupa'ya önem li bilgi geldi, bu büyük tinsel dünyaların var­ lığı konusunda şaşırtıcı nitelikte ilginç olaylar duyuldu ve karşılıklı anlam a denemesine girişildi. Hindbilim ve Çinbilim, bugün yalnız Batı ülkelerinde değil, Hintliler, Çinliler ve Japonlarca d a sürdürülüyor. Felsefe konusunda da olduk­ ça kapsamlı b ir tarihsel bilgi birikimi ortaya çıkardılar. Bu karşılıklı, birbirini anlam a ve kendi tarihinde ken­ dini tanıma yanında, bugün sonuç olarak daha pek çok gö­ rev vardır. Çünkü felsefenin dünya tarihinde yalnız özdeş, bütünü kapsayıcı bir gerçeklik değil, dahası içinde karşı 172

karşıya geldiğim iz olanaklar ortam ı sözkonusudur. Her tür lü yabancılık içinde bizi ilgilendiren görüş ve yaşam uygu laması gündem dedir. Burada açıklığa kavuşan gerçeklik bir ortama bağlanm a gereğinde kalırsa bu ortam h iç kimsenin elinde bulunm uyor, öyle ki insan on a karşı yalnız kendine göre ilgi duymaktadır. B ir bütünlük içinde tutulan bu or­ tamın özü dolayısıyla h er nesne birbiriyle bağlantılıdır. Felsefenin bu dünya tarihi birliğinin kavranm ası Çir., Hint ve Batı felsefe tarihlerinin aralarında bağlantı kuru larak daha başarılı olmuştur. Biz, bu konuları bir sorun ala­ nı durum una getiren üzmem araştırıcıların olağemüstü değdr taşıyan yapıtları yardım ıyla daha elde edemedik. Kar­ şılaş tırıcı kavram a ve bununla birlikte felsefenin evrensel, tarihsel bilgisinin biçim lenişi ilk kaynaklarda durmaktadır. Düşünce varlığının sonsuz akışı içinde, ayrıca büyük ince­ lemelere v e temel varlığın aşam alar dizisine ulaşmak görev­ dir. Sorulara ve yanıtlara katılm aktan yalnız özel bir so­ nuç çıkar. Halk topluluğunda, bir felsefe tarihçisi olarak felsefe alanında çalışan kimse, o da kendisini ilgilendiren konuda, felsefe tarihini anlayabilir. Bundan başka, felsefe konusunda evrensel bir bilginin oluşum uyla h er nesne için genel geçerlik taşıyan gerçek bir durum kazanamadığımız, tersine felsefe tarihine özgü k av ­ rayışım ızla da felsefe alanındaki çalışm am ızla olduğu gibi, bir bakışla kapsamlı biçim de görem ediğim iz güçler ortam ın­ d a bulunduğum uz anlaşılıyor. Ansiklopedi niteliğinde y a ­ zılı kaynaklarla üstüste yığılm ış gereçleri tarihsel bir ger­ çeklik isteyen kim senin bütünüyle kavrayam adığı, herkes için birazcık, benzer ve görünür niteliktedir. Büyük düşü­ nürlerin kategoriler, nesnel ilişkiler içinde sıralanışı bize on ­ ların yalnız bir yanını gösterir. Bütün felsefe düşüncesinin genel geçerliği olan nesnel bir yapısı yoktur. Söylediklerim i toparlayayım: Felsefenin dünya tarihi, değişik, bağım sız, tarihsel kaynaklardan gelen, kendi doğuş ortam ında görünür. -Nesnel olarak birbiriyle ilgili soru dü­ zenlemeler ve yanıtlarda, eğilim ler ve sarsmalarda, esenlik istencinde- Tarihsel çevrelerle birlikte topluca çökm eyen. 173

tersine yatay durum da birbiri içinden geçen ve bizim de bu­ lunduğum uz güçlerin alanı olarak belirir. Her tarihsel kav­ rayış. anlayışların iletişiminde, tarihsel bilincin gelişimiy le, görünm eyende derinleşmek için, bir felsefe tasarısının sonu olarak sunulduğu, kendiliğinden bir edimdir. Üçüncü soru şudur: Şimdi, insanlığın gerçekten evren­ sel anlayışlar iletişimi içinde, nesnel olarak başlayabilmiş bir felsefenin dünya tarihi ortaya konabilir m i? Bu, çağım ı­ zın başından beri olanaklıdır, çünkü yeryuvarlağının ula şım birliği teknik bakımdan bütünlüğe kavuşmuştur. Bugün, şöyle bir kuşkudan sözediiir: Felsefenin dünya tarihi, sonunun başladığı süre içinde değil m idir? Dünyanın her yerinde dinlerin ve felsefenin çöküşü, geleneksel varlık­ ların dağılabilirliği, bilimsel saçmalıkların ve teknik ereksizliklerin gücü temelolay değil m idir? Ürkütücü araçlar içinde aşın ölçüde büyüyen insan yığınlarının yapısallaş­ ması yüzünden, felsefenin yıkıma sürüklendiği korkusunu doğurm uyor m u? Ulaşım tekniği bakımından olanaklı bir evrensel iletişim, bu ürkütücü araçlann dem ir perdeleri do­ layısıyla, her nesneden soyutlanarak, şimdilik ortada bulur, mayan bir tutsaklığın yararına, yokedilm iyor m u? Dünya üzerinde, her yerde düşünenlerde görülen ortak kaygı, ir. san varlığının teknik bakımdan a şın büyüklüğe vardınlm ası, buna karşılık düşünceden yoksun yığınlarda her nesne­ yi yokluğa iten bu aşın büyümenin başansı için bilinçsizce hazırlanmadır. Sonunda din gibi felsefenin de sonu gelmiş demekmiş. Her ikisinin eksikliği de yoğunlaşan baskı, sorun suzluk, buyurm a ve alışılagelene dayalı düşünceyle, inanç­ la giderilmiş. Bu ne düşünce, ne inanç olan nesne, bizim an­ ladığım ız anlamda, insan adına işe yaramayan, yeni bir var­ lığın işidir. Böyle bir kuşkuya karşı korku salan nesnenin ortadan kaldırıldığını, insana inanma gerektiğini gösterecek bir ka­ nıt yoktur. Bu inançta insan vEtniğinin yıkıma gittiği ola­ naksız görü nü yor insanlar varlıkları süresince gövdesel olarak, gençlikte ışıldayan ve geçen yılların örtüleri içinde bize her an bozulm ayan olanakları gösteren, bir yüzle ya­ 174

şarlar. Yaşarken insana ödenmesi gereken nesne önceden görülmez, ancak bir h iç olm adığı da kesindir Her türlü kuşkulu sorunun dışında kalan içtepiler, fel­ sefenin dünya tarihi konusunda çalışmayı, onun geçmişinin kavranması ve öğrenilmesini, evrensel iletişim yoluyla in­ sanlığın olanaklı geleceğini etkileyen nedeni ister.

175

Felsefenin Sonu Geldi mi?

-Felsefenin Geleceği Üzerine Willy Hochkeppel İle Bir KonuşmoHochheppel — Bay Prof. Jaspers, size: «Felsefenin sonu geldi m i?» konusunda birkaç soru sorabileceğim den kıvanç­ lıyım. Bilgelerin dışında kalanları da kapsayan birçok olay bunu kanıtlayacak gibi görünüyor. Şimdi, size, birbiri ar­ dınca ve değişik görüş odak lan altonda, bu temel soruya dayanarak, özel sorular sorabilir m iyim ? tikin şunu: Felse­ fenin yitmekte olan önem i yüksek okullarda, görünürde v e geçici olarak korunabilir m i? Jaspers: Olay ortadadır. Tinsel düzey ve insan görünü­ şü son yan m yüzyılda, en azından Alm anya’da, büyük ölçü­ de çöküntüye uğramıştır. Bugün öyle görünüyor k i felsefe doçentlerinde, uğraş konusunda, herhangi bir tinsel aşama aramamışlar. Ancak, şunun d a bilinmesi gerekir: Üniversite felsefesinde, bugün önemli iş gören diri, tarihsel b ir araş­ tırma da vardır, özel felsefe eğilimleri için bir basamak ola­ rak ne denli az kullanılırsa o denli daha İyi olu r bu. Ote yandan, b u g ü n , felsefeyi bir ilerleyiş içinde bulunan bllim -

F: 12/177

ler gibi izlenebilen nesnel konu niteliğinde görerek, sonsuz­ luk anlamında ele alma savıyla ortaya çıkan bir felsefe u ğ ­ raşı da vardır. Ben, burada, gerçekten kesin bir aydm elçabukluğundan başka, önemli sayılabilecek boyutlar görm ü­ yorum. Çünkü bu tür felsefenin üniversitede de, kamuoyun­ da da yankısı olmaz. Bundan anlaşılıyor ki yayınların çoğun­ luğu, basım gideHeri-sürüm artışları İle gerçekleşme gere­ ğindedir, bunun başka türlü bir olanağı yoktur. Buna karşın, kimi felsefe doçentleri, olaym bilincine va­ rınca, kimsenin karşı koyam adığı büyük zam an değişmeleri içinde felsefe bakımından az çok uygun çalışm alar yapm ak­ tadır, bu şaşılası bir iştir. -Hegel’in açıkladığı gibi- evren tini yönlendirici birini getirerek, felsefe yapmada kendisinin izlenmesini istemiş gibi bir durum var. Tekil söyleşilerin (mo­ nologlar) ve bir uğraş kuruluşunun anlaşmalı işlemlerinin büyük bir bölümünde olduğu gibi, dergilerde, bilimsel top­ lantılarda, üniversitenin hepsine karşı belli bir tutum için­ de bulunduğu gözlemlenmektedir. Eskiden kalmamışsa, bu­ gün, yeni felsefe kürsüleri de kurulmamıştır. Toplumbilim, ruhbılim, matematik, dilbilim besbelli ki çağım ızda istendiği gibi çalışmaktadır. A ncak felsefenin Akademi niteliğini yi­ tirişi felsefenin çöküşü anlam ına gelmez, bu kesindir. Du­ rumun ne olduğu gerçekten bilinemez. Üniversitelerde fel­ sefeye yer verm eyen çağlar olmuştur. Leibniz profesör ol­ m aya yanaşmadı, yanaşsa onun için pek değersiz bir iş olur­ muş. Spinoza üniversiteden uzaklaştı, çünkü üniversite öz­ gür değildi. Bugün birtakım gen ç kimse de öyle yapabilir. Bütün bunlardan, üniversitede felsefe kürsüleri elde edip etmemek gerektiği anlam ı çıkmaz. Ben bunu h er durumda onaylardım. Çünkü bu öğretim kürsüleri, gelecekte felsefe alanında çalışacak, büyük bir etki çevresi sağlayabilecek in­ sanlara, yeniden yer vermek için en azından, yertutan kim­ selerce düşünülüp varlığını sürdürme gereğindedir. Peki nd için yertutan. kim dir yertutan? Bu yüzden felsefe kürsüle­ rine. göreve, çağırmada, şimdiye değin süregeldiği gibi, cansıkıcı koşullara bağlanma gereğinin kalm adığını sanırdım. Olgunluk sınavı, felsefe doktoru, doçentlik sınavı v e profe17B

sör yok, tersine insanların bilim ler ve yaşam uygulamala n içinde yetiştikleri yerde, çevreye bakarak felsefeyle ilgi­ lenmek, bu konuda hazırlanmış olmak, üniversite kürsüsün­ de düşündüğünü ve öğrendiklerini bildirmek için büyük bir birikim bağlamı içinde bulunmak Ben, genellikle böyle y a ­ pılsın anlam ında söylemiyorum, tersine durumlara göre ça ­ lışılmalıdır. İlkin öğretim kürsüleri, geleneğe uyularak, her zaman, doktor sanını kazandıran yqsal yokla gidilmelf H ochkeppel: İmdi, kamuoyunda, felsefeye karşı duyu lan genel ilgi yokolm am ış m ıdır? Jaspers.f Üniversite felsefesinin, az çok, başka bir du rum da olduğu açıktır. Ancak, üniversite felsefesine duyulan ilginin yitmesi, kesinlikle felsefenin yitişi anlam ına gelmez. Çünkü felsefe, insan olarak, insanı ilgilendirir. Buna karşın felsefe, nerede diri, nerede insanlar ona eğilim duyar, fel­ sefeyi bir yaşam gerekim i diye uygularlar? Steiner’ı izleyen insaııbilirler (athroposoph’lar) arasında, ortaya çıkmakta olan insanla ilgili bir simge şaşılası nitelikte ise de, bizce bu insanbilirliğin içeriği olanaksızlıktır. Frank Buchmann'm aktöresel donatım ı içinde, felsefeye, felsefe temelinden gelen yaşam uygulam asına göre bir tutku belirtisi izleyen kimi insanlar da vardır. Onbinlerden oluşan bir yığını ardınca sürükleyen Billy Graham ve ötekiler gibi çağdaş yalvaçlar (peygam berler) görülüyor. Onlar neden ortaya çıkıyorlar? Çünkü onlar, benzer felsefenin ya da felsefenin kendisinin ne olduğunu, her zaman dinsel öğelerle neyin bağlantılı bu­ lunduğunu araştırıyorlar. Bana kalırsa bu olaylar felsefenin kalıcı önemini, kalıcı eğilimi, dahası insanlar için felsefesiz yaşam a olanaksızlığını gösteriyor. H ochkeppel: Felsefenin özel öğretiler içinde bir uzm an­ lık alanı olm aya başladığı, felsefenin genel birliğinden konu­ lar bütününün sürekli çözülüşü, son olarak da, sözgelişi ruhbilim ve mantık, arkasından lojistik ileri sürülebilir mi, çö­ zülüş ayn lm a olayı diye yorum lanabilir mi?

170

Jaspers: Sanmıyorum. Bütün bilgilerin felsefe olduğu, tek tek bilimlerin felsefeden ayrılarak geliştiği eski bir g ö­ rüştür. Aristoteles dönem inden sonra, İskenderiye'de böyle olan durum, çağdaş dünyada da öyledir Bu görüş büsbü­ tün haksız d a değildir, buna karşın bakışaçısm da yanılm a vardır. 19’ncu yüzyılın sandığı gibi, felsefede bir patlam ay­ la uzmanlık bilimleri ayrılm adı ve felsefeye bir k alıntı bı­ rakılmadı. Olay büsbütün başkadır. Çağdaş bilimler, ken­ dilerini, büim ler olarak arındırdı. Burada bilim denince, yöntemsel olarak bilinen, genel geçerlik taşıma gerekliliği olan, her zam an tek tek konulara değin uzayan ve bu yolla kendini açıklığa kavuşturan bilgi anlaşılır. Çünkü bu bilgi­ ler, yeryuvarlağı üzerinde bütün insanlarda özdeş olarak ya­ yılır. Çağdaş bilimler, kendi evrensellikleri içinde, ilkin bu son yüzyıllarda, bugün için geçerli olmayan, bir açıklığa kavuştu. Gene bu dönemde, felsefe kendinden büsbütün baş­ ka bir kasmağın bilincine vardı. Bundan sonra bilimlerin salt've katkısız, salt bilim ler olduğu yerde, kendi a y n kayna­ ğından dolayı daha kesin bir nitelik taşıdığını düşünebilir ve gerçek felsefe olabilir. Artık felsefenin buyruğu altına girecek bir kalıntı yoktur, bilimsel olarak yaklaşılan her nes­ ne kalıntı bırakmaksızın bilimlere verilmiştir. Bilimlerde yaklaşılır olm ayan da felsefeye özgü düşüncedir. Bu düşün­ ce, bilimlerle özdeş bir arınmıştık taşıyan, ancak bilimsel geçerlik savında bulunmayan varlık olarak, sürdürülebilir. Bu, kendi kendinin bilgisine varan, gerçek felsefe düşüncesi her anlıkça anlaşüan ve bütün dünyaya özdeş nitelikte yayı­ lan, genel geçerlik anlam ında değildir; belli tarihsel olay­ lar içinde ortaya çıkan ve bu tarihsel olaylar arasında bir ulaşım dünyası kuran, bu gerçek felsefenin h içbir kesin doğruluğu yoktur. O, şimdi eksiksiz b ir açıklıkla olanaklı olmuştur. Felsefeden ayrılan son bilim olması dolayısıyla ruhbilim de böyle bir alan niteliği taşıdığından sözederseniz, sizinle büsbütün a y n görüşteyim. Ruhbilim, bütün ola­ rak. öyle bir bakışta kavranabilir, açık bir bilim değildir. Tersine ele alınan duyu algılarının ruhbilimsel sorunların­ da, bellek, yorgunluk ve benzerleri gibi elyazısının ya da

180

söylencelerin yorum una değin, bütün fizyoloji araştırmala­ rında yüksek ayrışık'nesnelerin bir karışımıdır. Kesinlikle tanımlanmamış ve sınırlandırılmamış ruhbilim, bugün ger­ çekte bilim değildir. Onda bilimsel olanaklar ve gerçeklik­ ler bulunur. Bu ruhbilim, felsefe için, kendine özgü, kendi kendini aldatan, ek6ik giderici bir nesnedir. Çağdaş düşün­ cenin felsefeye özgü «başan»sı psikanalizdedir, felsefe de­ diğimizde değil. Psikanaliz, çağdaş bilimcilik biçim lerinde ortaya çıkan, bilimsel savlar öde süren, çağdaş bilm anlamı dışında gerçek bilim olm ak isteyen bulanık bir oluşumdur. Psikanaliz gerçekten böyle sürdürülür, çünkü psikanalizle uğraşan kimse bir tarikata girmiş gibi davranır. Psikanaliz, hiçbir biçimde, felsefeden arta kalan bir konu çevresinde dolaşmaz, tersine annm ışlık içinde ortaya çıkabilen gerçek bir felsefe kaynağıyla ilgilenir. H ochkeppel: Felsefenin gerileyişi doğa bilimlerinin yük­ selişi dolayısıyla belirlenmiştir denebilir. Çünkü, bugün yal­ nız bilimsel yanıtlar değil, tersine felsefe sorulan da doğa bilimlerince kurala bağlanıp açıklanm ıyor mu? Jaspers: Sizin söylediğiniz, buğun, yaygın bir konudur. Ben on a katılmıyorum , çünkü doğa bilimlerince, temel so­ rular içinde düzenlenen, bütün sorular ve onların yöntem ­ ler ve koşullar konusundaki düşünceleri, bana kalırsa, bi­ lime bağlıdır. Bu düşüncenin bilim e bağlı olm adığı, herhan­ gi bir saltık savı ileri sürdüğü yerde, durum a uygun bir fel­ sefe de vardır. Bu felsefe bilim e dayanır, kendince bilimsel davranır ve deneme türündeki girişimi kesin yöntemlerle sürdürür. K oşullan araştırm a ilkesi olarak, her zam an ken­ di ilkeleri de bulunan-, düşünsel oluşum lar içinde felsefe yapm aya elverişli nesneyle karşılaştım . Bu oluşum lar koşul. süz, yaşam ı temellendirici bir nitelik taşıyan nesneyi anlat­ mak ya d a anlatılır durum a getirm ek için bilinç alanına çıkarır. Bu son durum, doğa bilimlerinde ya da herhangi başka b ir bilim de ortaya çıkm az. Konu, böylece, d oğ a bilim­ leriyle felsefe arasındaki ilişkiler sorununa gelir -onlar üze­

181

rinde duralım-. Felsefe öğelerinin, doğa biliminde, yüksok bir önem taşıdığı açıktır. Burada. Demokritos’un atomculu ğu anımsanır. Fechner’ı ruhbilime götüren ve fizyoloji ba­ kımından çürütülemeyen bilimsel bir araştırma olan, felse­ feye özgü düşünceleri göz önüne gelir. A yrıca Kepler’in ge liştirdiği bilimin doğduğu, düşsel, görkemli, güzel kuruluş larla evren arasındaki uyumu sağlayan evrenbilimsel tasa­ rımları gündeme gelir. Bu bağlantı tarihsel ve rııhbilimsel dir. Felsefeden, bilimler için, uyarılar gelirse, bu uyarılar bu durumlarda her zaman varolan sonuçların doğruluğu adınadır; bilimlerin anlamı bakımından pek de önemli değil­ dir. Buna karşılık, bambaşka bir anlamda, felsefeyle bilim arasında bir bağluntı vardır. Bilime yönelen kimsenin, bu yönelişinin bir Laşıdığı bilincine varması gereklidir. Neden bilimi istiyor? Bununla ilgili yanıt, şöyle durumu kurtarıcı, biraz da baştan savma, güç istenci, geçerlik istenci, erek ıs tenci gibi teknik başarılara yaranm akla ilgili değilse, bilim isteği hem de sınırsız hem dc sınırsız bir bilme isteğidir. Bu bir felsefe öğesidir. Bilim, neden varolmak istediğini hiçbir zaman kendiliğinden temellendiremez. Felsefe ve bilim, bel­ li bir yere değin, birbiriyle bağlantılıdır. Ben, felsefe ile b i­ lim arasındaki ilişki konusunda uzun boylu açıklamalara girişmek istemiyorum. Onlar, biıibirine. çok karışmıştır. Özet olarak söylenecek şudur: Bugün bilimsel bir anlayış ve köklü bir çalışma olmadan hiçbir felsefe, bu bilimsel araş tırmanın doğruluğuna ulaşamaz, ona karşı çıkamaz,' bili­ neni benimseyemez. Tersine, araştırıcı da bilme eğilim i yok ­ sa, neden bilime yöneldim ? Sorusunu kendine soracak bi linçe varmamışsa sonuç boştur. Sürekli bir ayıklama yap manın kaçınılmazlığını göstermek için, yeni fizikçilerin dü­ şünce yönteminin değişmesi üstüne, alışılmamış ilginç ve önemli tartışmaları, bana kalırsa, felsefe değil; bilimlerde en yüksek bir felsefe değeri taşıyor. Bu nedenle, bu yapı­ lanlar felsefe değil, çünkü araştırıcı bir araştırıcı olarak kaldığı sürece, düşünce yöntemleri yalnız deney aşam asın­ da kendini gösterir. Bugün, ne denli geçmiş ise de, matema tik 18’ncu yüzyıldan beri ilk bulunmuş biçim leri içinde de182

neysei doğa araştırmalarıyla bağlantı kurmuştur. Söylen­ diği gibi eski fizik deneylerin yapıldığı ve sonuçların alın­ dığı bir ön-tabandır. Ancak temelde duran varlık bambaş­ ka bir gözle görüldü, daha önceki araştırma biçiminin bü­ tün örnek tasarımlarına aykırı düştü -en ünlü örneği tane­ cikler ve dalga kuram ında görülür-, bu tabandaki varlık, matematik bakımından açıktır, ya da çok kez matemStik anlam m da bütün açık olm ayanları gene matematik açısın­ dan kavranabilir durum a getirir. Öte yandan özdeğin bu­ lunmadığı, büyüsel bir dünya da vardır, orada matematik biçim geçerlidir, büyüden dolayı yalnız böylece - yalnız bu olm az değil, tersine kesinlik taşıdığından değişiktir. Çünkü bu bilim kendi matematik düşünme yöntem iyle az çok ba­ şarı sağladı. Gözlem in nesnel gerçeklikleri karşısında, her zaman, kendini korum a gereğinde kalan nesne matematik ilkelere göre düzenlenen sorulan yanıtlarken; olur y a da olm az diyebilmek için teknik araçlarla sağlanması gereken deneylere dayanmalıdır. Bu, gözlem in nesnel gerçekliğine bağlanma, matematikçi olm ayanca dosdoğru kavranam a­ yan bu şaşılası bir durum a getirici matematik güçle bağlan­ tı içinde bulunma, yenidir.. Bu yenilik, matematik doğa bi­ liminin ortaya çıkışına dayanır. Büyük ilerleme de bilimin ilkesinde değil, bu bilimle ilgisi olmayandadır. Bu yüzden, matematik, daha kolay üstünlük sağlayıcı nitelik kazan­ mıştır. Demokritos'in açıkladığı mekanikçe-özdekçi görüş, her türlü değişmeye elverişlidir. O bilim değildir, yanlışlık­ la dünya görüşü olarak, yeni klasik fizik ve başarılarının kavranması birbirine bağlandı. A ncak bu gerçek araştırma­ lar, gerçek araştırma ile olmadı. Mekanikçi dünya görüşü­ nün kuru, üzdekçi-mekanikçi bir felsefenin bilimle olan bu bağlantısı çağdaş fizik dolayısıyla öyle görkem li biçim de ve köklü olarak yükseltildi ki, daha önceden felsefeye özgü benlik bilincinin uzun süre açık seçik kalışı gibi, şimdi de anlaşılması için bilim aracılığıyla alışılmamış nitelikte ay­ dınlatıldı. Özdeş süre içinde bu bağımsızlaşmanın gerçek­ leştiği yerde, çok seyrek olarak giderilen bir sakınca vardır. O da psikanalizde elde edilen sonuçların özdeksiz temelini 183

matematiksel olarak kavram adaki yeni biçimin saltıklaştı­ rılması; bundan birliğe varm ış bir dünya tasarımının çıka­ rılm ası ve bunun saltık bir varlık diye düşünülmesidir. Bu, daha önceki özdekçi-m ekanikçi anlayıştan İyi değildi ve bu­ gün önde gelen fizikçilerse de düşünülmemiştir. Y eni doğa biliminde, her zaman, büyük fizikçilerin önemi gözden uzak tutulmamış ve insana yönelik felsefede bilim le bağlantı kur­ m a gereği duyulmayan bir yola gidilmemiştir. Einstein'de, öyle kendine özgü, görkem li ve çocuksu denebilecek nitelik­ te doğal düşünme tutumu gözlemlenir; T an n zar atmaz diyebiliyorsa da bilimsel bir gözle görülür biçimde, felsefeye özgü bir temel anlayış ortamında, ileri sürdü; bununla kesin fizik deneyine karşı çıktı. Dünyada, usla ilgili düşüncesini yineledi ve T ann adını bu konu dolayısıyla söyledi. Bu Tan­ rı varlığı konusunda bir açıklam a değildir, ancak eski tüm tanncılıkla -Spinoza'ya eğilimi açıktır- bağlantı içindedir. O, bundan, öteki fizikçilerin hiçbir biçimde benimsemedikleri birtakım ipu çlan çıkardı. O, bunlan; bilimsel olarak bili­ nenden en açık nitelikte, ayırdı. Bana kalırsa, arındırma sü­ reci, Einstein’de bütünlendi; ancak, onun bütün sorunu için­ de sürdürdüğü anlam ve fiziksel olayları kavradığı tutum bilimle temellendirilmemiş bir felsefe olacak!- Einstein, bu konuda, her zam an açıkça şunlan söyler «İnanamıyo­ ru m ...-. «benim sem iyorum ...» ve bunlar gibi... Hochkeppel. Sizin görüşünüze göre, bilimsel felsefeyle b u iş nasıl olur? Sözgelişi, Yeni-olguculuk' birçok güçsüzlü­ ğ e karşın felsefe bakımından düzmece-bilgi yığını ve bun­ dan öteye geçerek gerçek felsefenin sınırlarını gösterdi mi? Dehası*, özellikle Hans Reichenbach'm bilimsel felsefe adı­ n ı verdiği; sağlıklı b ir uyarıcı düşünce getirerek, felsefeyi kendi yapısı içinde de bilimsel İlkelere göre davranmakla yüküm lü kılm adı mı? Bu anlayış içinde, düşünceleri uygu­ lam a olanağının ne denli az olduğu açıklığa kavuşmadı m ı? Jaapers: Reichenbach’m, son sınıra vararak, düzenledi

184

ği düşünceleri içeren kaynaklara dayanıp sorduğunuz soru tümden yerlndedir. Ancak, bana göre, burada gündem e ge­ tirilen anlayış felsefe bakım ından yanlıştır. Çünkü burada bilimsel bir felsefe düşünülmektedir. Bu bilimsel felsefe bir savla ortaya çıktı; bilimlerde olgu gibi, genel geçerlik taşı­ yan bir yolda yürüm enin gereğini vurguladı. Bundan çıkan sonucun pek önem li olm adığını söylemiştim. Burada, daha önce açıkladığım sonuçsuz bir konuya dönm enin gereği yok­ tur artık. İlkçağdan yeniçağa değin bilim adı altında, fel­ sefe gibi besbelli, bilim ler varlığını sürdürdü. İlkin kaynak­ ların kökensel ayrılışı, bu bağlam da, felsefeyle bilimler ara­ sındaki vazgeçilm ez bağlantıya açıklık kazandırdı. Yeni bi­ limin evrenselliği, yeni tarihsel bir olaydır, son yüzyıllarda doğup biçim lenen bu olay, bugüne değin bütünleşmemiştir. Biraz önce sözünü ettiğim bu değişikliğin bilinmesi gereken sonucu şudur: Bilim nedir, ne değildir. Rechenbach. benim anladığım a göre, felsefe adı altında düşünce akımlarını g e­ liştirmek istediğinden, yanılmıştır. Çünkü bu akım lar kendi yapısı gereği felsefeyle ilgili değildir. Peki bu düşünce akım ­ la n ne istiyor? Onlar, genel geçerlik taşıyan bilgi istiyor ve hiçbir araştırma getirmiyor. Onlar, kitapların oluşturduğu bir çevreden doğuyor, psikanalizle ilgili bilgi kitaplarına da­ yanıyor, bu çevrenin temeline yaslanarak birtakım varsa­ yım lar ileri sürüyor. Bundan bilim ler için bir sonuç çıkmaz. Onlar, konunun doğaşm a göre anlam taşıması gereken, anlıksal olarak ortaya konan, alışılmamış yoğun tartışmalar­ dır. Bir başka söyleyişle, onlar nesnel araştırmada felsefe* konusunda bilgi edinm ek isteyen ek konulardır. Onlann, dünyada bulunuşları gibi, içinde bulundukları, her nesne gerçektir, burada anlam taşıyanın da bilimi vardır. Bundan felsefeye yarar bir nesne çıkm az. Bundan dolayı, güzel bir yavanlık ve bilimselcilik biçim i içinde ortaya çıkan, bu dü­ şünce akım larını aydınca hir oyun sayıyorum. O nlar sağlıklı bir uyandırm adan sözediyorlar, bundan da felsefeye özgü düzmece bir bilgi yığını ortaya çıkarıldı Bu. bilimsel araştırm a ile karar verilebilen bir konuda, fel­ sefeden birtakım yargılar çıkarm ak isteyen bütün felsefe­ 165

ye ozgu savlarla ilişki içinde bulunursa, kesin olarak doğru­ dur. Ancak, gerçekten, kendini arındırm a sürecini araştır­ m ada sağlıklı uyandırmayı; dahası som ut araştırmada ve bu nedenle de bilimin her zaman daha çok arındığı eylem için­ de, düpedüz büyük araştırıcılar başarmışlardır. Üzücü bir olay da, yüksek öğretimde, ortak bir tutum sağlamak için biyolog Kari Ernst Baer, Jacob v on Uexküll yanında, mutlu bir yaşam sürdüğüm yerde, ilk başkamın psikiyatr Nıssl ya da M a x W e b e r ve başka birçok kimseyle konuşmaları­ mızda. Bu gerçekçi araştırıcılar, kendi araştırmalarında, arındırm a ve sağlıklı uyandırm ayı somut bir sonuca erdir­ diler. Çünkü nesnel gerçeklik içinde, varsayım a kapılm a­ dan, soyut düşüncelere dalm adan saptayarak ve zorunlu ola. rak ortaya çıkardılar. Ben, burada, bu konuda Yeniolgucuların ve mantıkçıların, yanlış tutum dolayısıyla yadsınan ça ­ lışmalarını, doğru yolda giden büyük araştırıcıların gerçek başarısı olarak görmekteymişim. Y eni-olguculann ve m an­ tıkçıların bu tartışmalarında ilgiye değer yan, bu düşünür­ lerin içsel anlayışının niteliği konusunda bir şey söyleme­ yen bağnaz, dahası saldırgan bir öğenin davranış içinde bu­ lunmasıdır. Neden bunu yapıyorlar? Gerçekte bu bir yadsı­ madır. bana kalırsa, oyundur. Teknik çağın düşünme biçi­ minde, iyice kavranan ve herhangi bir erk duygusundan doğan felsefe anlayışında, geçerlik sağlamak için zorlan­ maya elverişli kişisel bir nesne var. ö t e yandan bu nesne insanı şaşırtan bir özgür bırakm a eğilimiyle, duyguya, kişi­ sel olana, yaşanan olaya, denetim dışında kalana ve düzen­ siz yığınla Ckaos) geçmişten aktarılana bağlıdır. Hochkeppel: Başka bir noktaya geliyorum. Ludwig W ittgestein'ın düşünceleri felsefe inancını oldukça ağır bir sars ma değil mi? Bana öyle geliyor ki felsefenin hangi sınırla­ rının dille temellendiği burada açıklık kazanmıştır. Sözgelişi aşkın varlık sözkonusu edilmemiş, bu konuda susmakla yetinilmiştir. Jaspers: Siz, VVittgenstein'ı gösterirseniz -çok haklı ola­

166

rak, bana da öyle görünüyor- ben ondan, yazarlardan büs­ bütün başka bir biçimde sözaçarım. Herkesin bildiği gibi siz de biliyorsunuz. VVittgensteın kendi düşünce türünde tek olarak kalmıştır O, teknik çağın ortalarında düşünen, etki­ leyen bir düşünürdü, buluşlar ortaya koyan, denemeler ile­ ri süren bir teknik insanıydı, bir ev yapabilirdi. Bu çağın içinde yaşamış bir insandı. Onun yaşam dönemi, şimdi, pek ilginç değildir, o gerçekten kesin olan konusunda birbiriyle bağlantısız, uzun kopukluklarla düşünmüştür. Bunu ne­ den yaptı? Bu konuda kesin, geçerli bir söz söylemek çok guç Onun kişiliği ve yapıtı bir bütün olarak etkisini gös­ terdi. Ben onu, kendimce, geçerli saymadım, benimsemedim. Ben. onu bir filozof sayar ve öyle düşünmek isterim. Onda, bu teknik dönemde yaşamak, her nesneyi bunun içinde ba­ şarabilmek, en kesin olana dayanarak bütüne üstün gelmek, mantıkta son sınır çizgisine varm ak için u y a n cı bir güç vardı. Onun, bu konulardan sözettiğinde, söylenebilecek bir şey yoksa susmak gerekir Bana öyle geliyor ki dilde sınır­ ları bû yh'sim ; uca götürmek, dille ilgili bir yanılmadır. O y­ sa bütün sorun bu değil, onda susulması gereken konudaki uyarıcı güç kanşıklıkLan gelmiyor, tersine onun kişiliği ba­ kımından, belki umutsuzluğun sınırlan içinde, belki boyu­ na yinelenen bir eski duruma getirme onarımı içinde -bu haklı görülm ez- böyle davranmak ister. Çünkü bu çağda, onun mantığı içinde ve onun görüşüyle gerçekleşen bir bü­ tün olarak doğrudur Burada, ivedilikle ve yeterli bilgi ol­ madan VVittgenstcini N agaryuna örneği bir A sya filozofuy­ la karşılaştırmayı göze alıyorum. N agaryuna dünyaya g e­ lir. edindiği bilgiye dayanarak bütün bu dünyanın dışına çıkmak için, dünyayı tanır. O. öylesine sınıra yaklaşmıştır ki. yaşamöyküsü türünden, bir şey söylemek de korkunçtur. Malcolm'un yazdığına göre, o, ruh hastalığının son sınırın­ da yaşıyordu ve bu sınırın ötesine geçmek için korkusu yok­ tu. Bu, onun için, doğal olarak önemsizdir. Ancak, böyle du­ rumlarda bir bağlantı görülür. Hastalanma olanağı anla­ mına gelen böyle bir derinlikte eyleme geçerek, hastalık ne­ deniyle, nesnel-olumlu hiçbir şey yapm ayan bir insanın, öz­ 187

lü bir şeyler açıklayacak ve gerçekleştirecek gücü de yoktur. Bu konuda yanılabilirim, ancak, Wittgenstein, bana göre, Yeniolguculukla, dil çözümlemeleriyle, lojistikçilerle bir çiz­ gi üzerinde durm uyor, onların hepsi üzerinde etkisi var ve onlara d a karşıdır. Ben, a yn ın gözetmeden, onun kendini savunduğunu sanıyorum. Çünkü onda hep kendisinin yan­ lış anlaşıldığı sezgisi vardı. N için yanlış anlaşıldı? Onun bütün yazdıkları apaçıktır. Bu konu ortadadır ve onun ken­ disini uzaklaştırdığı nesnel çabalara değgindir. Yanlış an­ laşılmayı bütün düşüncesinin ilkesinde sezebilmiş ve bu yanlış anlaşılmanın ne olduğunu açıkça söylememiştir. Bu suskunluk işlediği ve beni de etkilediği çekimgücüdür. Hochkeppel: Bugün felsefe adının kuşkuyla karşılandı­ ğ ı ilgiye değer değil m i? Marx, ünlü yazısında, felsefenin sonu geldiğini açıkladı. O na göre, bilgeler dünyayı değişik biçimde yorumladı, bu onların dünyayı değiştirmek istedik­ leri anlamına gelir. Bugüne değinki her felsefenm yerini ya­ şama uygulama ve bu uygulam aya bağlı düşünce almalıdır. Nasyonal sosyalistler, bir bakıma, felsefeyi tarihsel olarak ölmüş, diye açıkladılar ve onun yerine antroposofiyi (insanbilir) koym ak istediler O . Bugün, felsefe adından soğuma, ondan kaçınm a sözkonusu olabilir, çünkü bundan bütüncül bir yenilik bekleniyor. Siz, bu konuda, ne düşünüyorsunuz. Jaspers: Bir noktaya değin haklısınız. Bugün, yenilik içe­ ren değişme bilinciyle teknik ça ğ birbirine bağlıdır -her za­ man, bütün doğrultularda böyledir bu- bu bilinç teknik or­ tamlarda çok daha derinlere İnme gereğindeydi. Bizim, in­

il)

A ntroposofi: Grekçe antropos (insan) ile sophos (bilgi)

sözcüklerinden oluşan bu kavram, som ut insanı konu edinen, geleneksel felsefeye karşı çıkan, gene de birta­ kım varsayım lardan kurtulamayan bir görüşü yansı­ tır. Bilim olm a savıyla ortaya atılan bu kavramı, söz­ cüklerin kökenine dayanarak «insanbılir» diye çevir­ dik. (Ç.) 188

san varlığım ızın tözünde durması gereken, tinde yenilik içe­ ren bir değişm enin ortaya çıkm ası kaçınılmazmış. Bu, bana, pek inandırıcı görünm üyor, tersine ben, bu teknik ça ğ ola­ yını bütün düşüncem iz ve hepsinden ön ce kendi varoluşu­ muz için, kendi varoluşum uz dolayısıyla, yeni bir durumun yaratıcısı diye görüyorum . İleri sürülen savlar da onu daha güçlü kılm ak içindir. Ancak, kendi türünde özlü, bir dünya sorunu ortaya çıksaydı, o zam an şöyle denebilirdi: Bugüne değin gelen felsefe; içinde bulunduğum uz korkunç yüzün­ den. bambaşka bir nesne olmuştur, artık felsefe göçüp git­ miştir, bunlar bana saçm a geliyor.Kanımca, bugüne değin gelen süreklilik, gerçekte, büs­ bütün kesintiye uğramamıştır. Yeniden araştırılınca, bugün herhangi bir yerde, geçm iş çağların düşüncesine temel at­ mayan, onun bir yankısı, bir yinelenmesi olm ayan bir dü­ şüncenin bulunam ayacağı görülür. Buna, felsefenin artık öldüğü kanısını da katalım. Binlerce yıldır Asya, Hindistan ve Ç in'de konu görkem li biçim ler içinde, önde, duruyorsa da. felsefe sözcüğünün yerini tutacak uygun bir karşılığı yok­ tur. Bu konuda, başka hangi sözcüklerin ve hangi bağlam da felsefeyle özdeş anlam da alındığını düşünmek ve göstermek uzun sürecektir. Ancak, yeniçağ Hintlilerinin ve Çinlilerinin, felsefe düşüncesiyle ilgili geçmişlerini felsefe adı altında na­ sıl açıkça tanıdıkları burada kanıt olarak gösterilebilir. Bu, teknik çağın aktarılışı değil, tersine konuyla uğraşmaktır. Felsefeyi ortadan kaldırm ak için adm ı yoketmek ve yeniyi istemek eğilim i bana zorlama, yakışıksız ve olasılıkla d a ge­ çersiz görünüyor. Çünkü felsefe adm m yenilgiye uğratılam ayan büyük bir içeriği vardır. İnsan, h er zaman, hir iş g ö­ rürken bam başka bir şey de yapabilir: İnsan, h er zaman, bu binlerce yıllık felsefenin birlikte getirdiği içerikler ortam m dadır. Ben, felsefeyi yadsıyan görüşün karşıtının daha çok ilgiye değer olduğu kanısındaydım. Reichenbach, felsefe ilkin 18’n cu yy .'dem bu yana var­ dır, diyor, bunun anlam ı şudur.- O dönem den bu yana Yeniolguculuğun doğuşundan beri lojistik vardır Buna karşı şu sorulabilir: Neden 19‘ncu yy.'dan bu yana vardır? Neden o, 189

felsefe adını artık felsefe olamayan bir sav için benimsiyor? Neden, kendi anlayışına göre, bu büyük soylu adlan bu ve­ rimsiz çabalar için kullanmak istiyor? Neden felsefenin adı üstünde direniyor? Gördüğünüz gibi karşıt tutumlar da eşdüzeyde düşünülebilir. Çünkü, 19’ncu yy.'dan bu yana baş­ layan felsefenin iki bin beş yüzyıllık eski felsefenin bulun duğu yerde ne anlamı vardır? Hochkeppel: Arası ra düşünülebilir ve şu da ortaya atı­ labilir: Felsefeden sözetmek için daha genel bir görüş var mı? Felsefeden sözaçabilm ek için deneme, eylepı ya da sı­ nırsız bir iletişim istenci olarak örnek alman bir felsefe ye­ terli m idir? -Felsefe bir varoluşu aydınlatma ve bilinci y o­ ğunlaştırma olarak kalıyor. A yrıca şu da söylenebilirdi Bu olanağın sınırı burada kendini gösterm iyor m u? Felsefeye elinde bulunduracağı hangi sorular alanı kalıyor*? Bu çö­ zümsüz ve gerçekötesi denen sorunlar m ı? Jaspers: Siz, felsefenin sonu geldiğini yeni bir yönden ve yeniden göstermek gereğini duyan, sorunuzda öğrenilebi­ lir nitelikte bir öğretim dizgesi olarak, önümüzde duran bir felsefe tasarlamayı bir kez daha deniyorsunuz. Dahası, öyle bir kurallaştırmalar dizisi ortaya çıkarıyorsunuz ki onlara dayanarak, kimsenin felsefe konusunda söyleyecek sözü k al­ mamış, demek istediğinizi sanıyorum. Felsefeyi, sınırsız ile­ tişim istenci gibi, dar bir çizgiye indirgeme, doğal bir indir­ geme olmazdı, tersine tek sözcükle; sınırsız iletişim istenci gibi büsbütün yüzeysel kalan bir düşünce yolu olurdu. V a­ roluşla ilgili gerçekliği gösteren bir düşünce yolu, felsefe ba­ kım ından açıktır. Bunun başka türlüsü yoktur Felsefe ola­ nağı taşıyan hiçbir nesne varoluşla ilgili aydınlatma ya da yoklama (Appel) değildir O, felsefe yapm anın içindedir. Oysa gerçekötesi görüşlerin toplamı olan büyük birikim, be­ nim kapalı yazılar dediğim, güçlü örnekleri Sokrates öncesi bilgelerden beri süregelen, kapalı yazıların, oluşturduğu varlığa kesinlik yazandırmadır. Bunlar nesnel düşünce bi çiminin tasarımlandır, kendilerine özgü dilleri var, bunla­

190

rın karşısında görev bulunur. Bir araç ve bir koşul olabilen nesnelerle bilimsel, bilgesel bir geziye çıkılmaz, tersine on lor düşünülür ya da yadsınır. Büyük gerçekötesi ya da gizemler, tasarımlar denen bu etkili nesnel-görülebilir kapalı yazılar dünyası, estetik be­ ğenisi olm ayan bir savaşlar dünyasıdır. Çağm felsefesini il­ gilendiren bu sorunlar bırakılamaz. Felsefe, varoluşun ay­ dınlatması olarak, felsefe olmazdı, tersine felsefenin nede­ ni olurdu. Siz, imdi, felsefeden sözedilebilir m i? diye sorarsa­ nız kuşkusuz, kanım şudur: Nesnel olarak edilemez. Eski k o­ şullandırma. felsefenin her zam an kendi kendin: tanımla­ dığı anlamına gelir; çünkü felsefe yapan her insan, üzerin­ de durduğu felsefe sorunuyla uğraşır ve felsefenin ne olm a­ sı gerektiğini içeren tümcelerle konuşur. İlginç olan yan, binlerce yıldır felsefe adı altında sürüp giden konuların her zaman değil d e giderayak birbiriyle ilişki kurduğudur. Bun­ dan şunu anlıyoruz: Bütün bu olaylar, hiç kimsenin elinde bulunmayan, bir ortam da geçiyor. Bu çevrede, felsefe yön­ temleri, kapalı yazıların, gerçekötesi olanların; felsefeye öz­ gü tasarımlarıyla bir bağlam içine giriyoruz. Gene bu bağ ­ lam içinde, bütünün kaynağı ile kendi gerçek kaynağımız arasm da ilişki kurmayı başaracağım ızı umuyoruz. Felsefe­ nin kendi kendini tanımlaması, felsefenin ne olduğunu söy­ lemeye yetkili bir odakta bulunamaz; felsefenin kendi^ ken­ dini tanımlaması, yüzyıllar boyunca felsefe yapan insanlar aracılığıyla bütünlüğe ulaşır. İşte bu, felsefedir; bu felsefe değildir, diyebilen bir odak, felsefenin dışında değil, içinde­ dir. O, bir odak olarak, başka odaklarca ortaya konmuştur. Felsefe, bilim gibi, kesin, herkes için ortak olan bir noktaya hiçbir zaman gelemez. Felsefe, insanı bilimlere ulaştıran, bir anlayışgücü için vardır. Bütün İnsanların bilim konusun­ da anlaşmaya varmaları sonucu, üzerinde birleşilen doğru­ lar yaygınlık kazanır. Oysa felsefede us, başka deyimle anlı­ ğı aşan ve anlık olm ayınca birdenbire yiten; düşünce sözkonusudur. Düşüncede anlığı aşma, zam an içinde varoluşu­ muzun; uygun düşmeyen temel olayı, genel geçerlik kazan­ ma değil, iletişim için savaşa girmedir. Bu savaş nasıl ger191

çekleştiyse öyle oldu ve öyle olabilir; kısacası bu konuda söyleyecek sözüm yoktur. Söylemek istediğim şudur; Bugün b ir felsefe indirgeme­ si sözkonusu olm adığı gibi, bilimin üzerinde durm ayıp fel­ sefenin işlemesi gereken bir kalıntı, birkaç sorun kalmamış­ tır, böyle bir alan yoktur denemez. Her şey yoluna konmuş değil. Burada sözkonusu edilen, gerçekten büyük felsefe dü­ şüncesinin, kendi kaynağı dolayısıyla, bugün ü ç bin yıl öncesindekinden başka olmadığıdır. Çünkü bu kaynak bilim­ le bağlam içinde düşünülür. Bilimler kımıldatıcı gücü, bu­ gün bile, felsefeden sağlar, oysa felsefe eskiden olduğu gibi­ dir. kuşatıcıdır, bütün bilimlerin anlamı ondadır. O nda bi­ limlerin doğruluğu değil, bilimle uğraşmamayı sağlayan öğe vardır. Felsefenin bir bilim olması tasarlanır, bugün için bir yanılma görülse bile bu konuda konuşmaktan kimsenin ken­ dini alam ayacağı açıktır. Bugün şu da gündemdedir: Genel düşünme yöntemi bir nesneyi tanımadır, bende olan v e be­ nim olan bir bilgi getiren tanımadır. Bu bilgi, şimdi masa­ nın üstünde durmaktadır. Anlayış gücüne dayanan anlık işlemlerini sürdürdüğüm sırada kavrıyorum, artık bu bir kimsenin anlayabildiği her başka nesne gibi, benim kendi nesnem oldu. Yeni-olgucularda anlamsız bir biçime giren bu görüş, 16’ncu yüzyıldan bu yana ortaya çıkan öteki g ö ­ rüşle bağlantılıdır. Genel geçerlik taşıyan bilgiyi sağlayan bir anlama biçiminin sona erm ediği anlaşılıyor. İnsanm ne olduğu 80 yıldan ya da daha uzun süreden beri söylendi, ussal olmayan, başka nitelikte bir-varlıktır dendi. Bu olum ­ suz bir anlatımdır. Bu usdışı olan gönül uyarınca beğeni, serüven, devinim olarak anlaşılır. Onu ussual durum a ge­ tirilir sayalım. Nasıl derin düşünme uygulamalarında gerçekötesi saplantılar teknik yoluyla ortaya çıkıyorsa, usdışı olgular da öyle ussal duruma getiriliyor. D ünyam ızın en gü­ lünç olayı budur. Size açıkladığım gibi, bu tutumla hiçbir sonuca varam ayacağım ız bizim için doğaldır. Bizim felse­ fem izin görevi bu yanlış doğallığı yarıp geçmektir. Hochkeppel: Siz, bu son sorunların, bilimsel kesinlikle 162

çözülem eyeceğini açıklar, sonra d a felsefe inançlarından sözaçarsanız, bundan belki karşı durulm ayacak bir sonuç çıkarılabilir. İmdi içini dökm eye dayanan çözüm , görüş ye­ rine geçer mi? Jaspers: Çok doğru bir soru. Çözüm, ne içini dökm edir ne de bilgi. İçini dökme, insanın doğru olarak benimsediği herhangi bir içeriğe, ilkeye dayanan inanç tutumu anlam ı­ na gelir. Bilgi ise, bizim ortaya koyduğum uz gibi, bir nes­ neye dayanan bilmedir. Felsefe inancına göre, felsefe yap­ mak, bizim varoluşsal kararlarım ızın ve onları gerçekleştir­ menin açıklığı, anlam ına gelil1. Bu da, bizim durumumuzda, birey olarak; yerine başkasının konam ayacağı varoluşum u­ za göre, felsefe düşüncesiyle gerçek olabilm em iz demektir. Bu konuda, seve seve bir karşılaştırma yapacağım: Kitaplar­ da sergilenen, öğretim kurum lannda açıklanan felsefe dü­ şüncesi, bir sayfa gibidir. Bu sayfadaki doğruluğun geçerlik kazanması, her zam an tarih bakım ından bireysel ve yerine başkasının geçebileceği varoluşu etkileyen, öteki sayfa ile anlam ca uzlaşmasına bağlıdır, ö rn e k olarak şöyle de söy­ leyeyim: Felsefe, biri içerik ve düşünce devinimi, öteki doğ­ ru iç-davranış, eylem ve kararlara dayanan gerçekleştirm e gibi, iki kanadını çırptığında atılıma geçm iş demektir. Bu iki kanattan birini tersine çevirirsem uçuş olm az. Ben, fel­ sefe oluşumunun yalın düşüncesi içinde; nasıl bir k im ya bilgisi edinirsem, öyle yansız, kendim ce olanaklı bir varlık biçim inde kalırım. Ben, felsefe düşüncesi olmadan, kendimi usdışı denen yalın duyguya verirsem, sonuç olarak hiçbir şey yapm ak istemiyorum demektir. Bu durum, olası bir var­ lık olarak, varlığım ızın özüne bağlıdır, çünkü ancak ik i ka­ natla bir atılıma geçilebilir. Hochheppel: Belki, bir kez daha, «felsefe İnancı» kav­ ramını ele alabilirim. Sayın Profesör, bu felsefe inancıyla ne dem ek istiyorsunuz? Bilim, sanat ve din arasm da mı, yoksa bu üçünden de a y n bir konu m u? Bundan, felBefe v e felsefe inancının, kendini bu ü ç alandan ayırarak, kavranılm azlığa uçtuğu sonucu çıkm az m ı?

F: 13/193

Jaspers: ö y le görünüyor kİ, insan her nesneyi tek k o­ n u olarak gözönünde bulundurm ak isteyen bir düşünme tü­ ründe kalırsa, o zaman bir bilgi edinm ek ister. Ben, şunun karşıtını söylerim: Felsefe yapan kimse, bilim, sanat, din ortam ında işe kaynaktan başlayacağına inanır ve bu giri­ şim i başlangıçtan beri, bütün çağlarda, bilimin, sanatın ve dinin ortaya çıktığı, anlaşıldığı, onlara gereksinme duyul­ d u ğ u yerde, yeniden bilmek ister. Bilim, sanat ve din. tin­ sel yaratmanın kavranabllir'alanlarıdır; ancak bunlar ken­ diliğinden gerçek değil, düşünmenin konusudur. Bu konu­ ların kendiliğinden varolduğu, araştırıcının, neden bilim ol­ m alı? diyerek bilim anlayışıyla düğüm lendiği, sanatçının aşkın varlıkla bağlandığı, kendi yarattığı kapalı yazılardan sözettiğı, dinde tinsel T a n n ilişkilerinden doğan görüşün, düşüncede nesnelleştirildiği h er yerde, felsefe insanın kar­ şısına çıkar. Şu d a söylenebilir: Felsefe düşüncesi b ir araç­ sa, benim b u ü ç kavranabilir alan için yapabileceğim bir şey yoktur, ö t e yandan, bunun karşıtı da söylenebilir: Ger­ çe k felsefe, öteki üç alan gibi, büyük dizgelerin ve düşün­ c e akım larının kuruluşlarıyla eşanlamda kavranmay&ndır. Bu felsefe, özgün bir kaynak olur; bilime, sanata, dine, ya­ şam a, bu özel alanlarda geçerli kılm an nesnenin anlamı d o­ layısıyla-, varlığım gösterm ek için, yarar sağlar. Felsefenin esenlik verm ediği söylenebilir. Bilim, sanat ve dinde, kişisel bilinç için az çok doyum a varılabilir, ancak felsefe, birden­ bire yeni bir tedirginlik yaratır. O rada anlaşma yoktur. Fel­ sefe, sürekli soru sormanın, sürekli yaşamanın, kuşku duy­ m anın önem i konusunda, İnsanı uyanr. Ayrıca, felsefe, ir­ delemekten kaçınmam ayı, yanlış bir dinginliği yeğlememeyi, kendini güvensizliğe kaptırmamayı, uzlaşmanın, açıklık­ ların, düşüncesizliklerin, bütün örtülerinden sıyrılmayı is­ ter. Bu nedenle felsefe, gerçekte, içeriği, bilgiyi, felsefe ola­ rak ediniyorum , diye göstermek İstemez; ancak düşünce akım larına dayanarak, bu akım ların binlerce yılın büyük bilgelerinden gelen varsıllığını, derinliğini, onların unnutulmazlığm ı, yerlerinin doldurulm azlığını öğretm ek için, anla­ tır.

104

Hochkeppel: Felsefe inançlarında, felsefenin felsefe yap­ mada yitiyor görünm esi ne denli çoksa, bizim daha önce değindiğim iz soru da doğal olarak, on a yakın ölçüde çoktur; Bir yüksek okul dizgesi olarak ya da -daha kesin bir söyle­ yişle- yöntemsel sınırlandırılmış bir düşünce öğretisi olarak felsefe olanaklı mıdır? Jaspers: Bunu, öğretilerden ne anlaşıldığını kesinlikle belirleyerek, yanıtlayabilirim. İlkin, öğretilerden anlaşılan öğretimdir; konu, içerik, bilgiler, sorulup karşılığı istenen­ lerdir. Felsefe ise, felsefe tarihi olarak böyle bir bilmede, bugün için ölmüş dene bilen, kavram ların bilgisi diye öğre­ nilebilir. Bu kavram lar, bilinirse, elde edilmiş demektir. Bü­ tün bunlar, öğretim le sağlanabilir. İkincisi şudur: Felsefe öğ ­ renmek, öğretenin düşünce akımına, araştırma, inceleme yöntemlerine katılmak demektir; bu d a felsefe yapm aya ka­ tılmaktır. Burada öğrenilen, Kant’ın söyleyişiyle, felsefe de­ ğil, felsefe yapmaktır. Üçüncüsü de, Kierkegaard'tan beri, dolaylı bildirim denendir: En yüksek açıklığa ve bildirilir olana varm ak için, kendim i zorlarken başkasının karşısına götürülmüş gibi olurum . Oradan, dolaylı konuşturulan, İs­ teyen; öne doğru itici olandan söylenebilir olana itilirim. Bu üç konuyu ayıralım: Felsefe öğrenmek, felsefe yap­ maya katılmak, felsefeye özgü gerçek-olmak; o zaman şu çıkar ortaya-. Üniversitede hangi öğreti vardır? Bana ka­ lırsa üçü de. Bunlar, üniversitede bilgeler aracılığıyla canlı tutulursa felsefe de, felsefe olarak, geçerlik kazanabilir. H ochkeppel: Bir kez daha, kuşkucu soruya geliyorum. Şöyle ki: Felsefe, şu son on yıllarda, belli bir tasarıya göre, kendi kendini yadsımadı mı, sözgelişi bayan öğrencileriniz­ den Jeanne Hersch’in, «Yanılmasa -Felsefenin Yolu» baş­ lıklı hir yazısıyla gösterdiği gibi; siz böyle bir yadsımayı ge­ liştirmediniz mi? Bundan felsefenin nesnesiz, çok kez de felsefe nesnesinin yıkım a uğradığı anlaşılıyor. Şimdiye değinki felsefe, kapalı bir bütün, sürekli varlığı, açıkça bıra­ kılmış olarak görüldü. Buna ne dersiniz?

195

Jaspers: Jeanne Hersch’in yazısı, bir yükseköğrenim ö ğ ­ rencisinin gençlik yazısıdır, -felsefe yapm adan doğan alışıl­ mamış bir kımıldama- konulan beceriyle son sınırına götür­ dü. Bu yazıda, gençliğin ince ve coşkulu duyarlılığını iyiden iyiye tanıma olanağı vardır, ancak köklü bir sınırlandırma­ ya gitmek gerek. Bu kendini yadsıma, bir kendince yorum lamaya girişmedir. Bu kendini yadsıma, ne demektir? İlk kendini yadsıma, daha önce kendisinden sözettiğimiz konu­ dur. Doğru yöntemli bir felsefe, bilim olarak herhangi bir sav ortaya atmaz artık. Bu yadsıma; felsefeye özgü gerçek­ liğin ilk koşulu diye alınırsa, akademi geleneğinin karşısın­ da, açıkça etkileyici bir tutum demektir. Görünüşe bakılır­ sa, bu yenilgiye uğratılabilir .süreklilik kesilmiş olur, ancak felsefeyle süreklilik değil; tersine özel, bilimsel akadem i fel­ sefesiyle süreklilik. Öteki de şu: Felsefe yapmada düşünme; gerçekliği burada sözkonusu olan içerik ve içini dökmenin kesin nesnesi olarak gözönünde bulundurulabilir; bir nok­ taya varm aya yardım cı olamaz; Felsefeyi ilgilendiren dü­ şünmenin başarısızlığı, burada üzerinde durulan, yalnız bir yolla erişilebilen bir yoldur. Bu kendi kendini yadsıma, öy­ le gerçek bir kendi kendini yadsıma değil; bu, konuya da­ yanan gerçek olumluyu, açıklamayı, dilegetirmek için, ke­ sin biçimlerin ve görünüşlerin yadsınmasıdır. Belki Jeanne Hersch’in yazısıyla, kendisinde bir çatlam a güçlü sesini du­ yuruyor, yalnız çatlama da değil, bir gerçekdışı durum. Çünkü -bana kalırsa- felsefede böyle bir çatlam a yoktur. Bu­ günkü felsefenin kendi kendini yadsıması diye bir olay yok­ tur; ancak bir çatlam adan sözedilmek istenirse, o da bu bin­ lerce yıllık dönemin temeli-olayıdır. Yeni bilim, bütün çev ­ resi içinde -yalnız doğa bilimi de değil- bir tinsel durum yarattı, temel varlıkların genel geçerliliğini kanıtlayabilmek için, bu durum da daha önce olduğu gibi, kesin bir yalınlık­ la düşünülemez. Bu, her zaman, ortaya çıkan b ir olaydır. Nitekim M odem istler döneminde papazlar, içini dökmeye .dayanarak. Tanrısal varİığm, insan usuyla kanıtlama ola­ nağına tanık olduklarını, buna inandıklarını ileri sürdüler. Bu nedenle, şaşılası bir durumda, inancın, inançsızlığı ge-

106

I iş tire bileceği öne sürüldü. Oldukça ilginç bir saptırma. Adı geçen dönemin ve çağım ızın genel felsefeye dayalı akade­ mik düşüncesi, felsefenin kendi kendini yadsımasından sözedecek durum da değildir. Yadsımasız tözel felsefe yolu açılmış olsaydı, o zaman tarihsel gibi, nesnel olan da kesin görüşler üstüne konuşabilirdi. Hochkeppel: Nerdeyse şu kanıya gelindi burada. Felse­ fe, bir dilsizlik alanına girmiş ve bildirim yapam ayacak du­ rum a gelmişse, sizin gerçek, tözsel bir felsefe olarak örnek gösterdiğiniz gibi ise, gereği kalmamış demektir. Öyleyse, felsefe, şimdi hangi durum da gerçektir? Jaspers: Bu kısa görüş aktarmaları içinde, yetersiz bir temellendirmeyle, sözünü ettiğim her nesne, öze değgindir. Çünkü felsefenin varlığı, felsefe kitaplarının varlığına ve bu kitapların okuyucularına dayanmaz. A yrıca şu da söy­ lenebilir ki, felsefenin varlığı, hava gibidir-, onsuz yaşaya­ mayız, ancak h ava da görünm eyen bir nesne olarak vardır. Öte yandan, ben, h ava yerine us dersem, açıklığa kavuşan şudur: Felsefenin varlığı, us gibidir; us, kendiliğinden, h iç­ bir nesneyi ortaya çıkarmaz; ancak kaynaklardan gelen, sı­ nırsız iletişim içinde birbiriyle bağlantılı bulunan, bir koşul altında gerçek olan, iletişim içine giren ve iletişim dolayı­ sıyla kendine gelen her şeydir. Us, ayrıca hava gibi, soluk gibidir, onsuz bir felsefe yaşamı süremeyiz. İçerikler, kay­ naklar, kavranır. Şimdi sorulacak soru şudur: Felsefe, kay­ naklara dayanarak, kendiliğinden bir iş görm edi m i? Buna vereceğim yanıt şudur: Gerçekten iş gördü. Bizim, daha ön ­ ce sözkonusu ettiğimiz kapalı yazılar vardır; bunları, bin­ lerce yıldır varlığını sürdüren, biçimsel aşkınlaştırma de­ diğim, bu salt düşüncede, varoluş aydınlatması adı verilen düşünce süreçlerinde görürüz. Bunlar, düşüncede -Hegel'in, düşüncenin salt alanında, dediği- kesinleştirilebilir. Her nes­ ne, us ya da hava gibi yalın değildir, tersine savlar, içerik­ lerin bildirilebilirlikleridir. Gene bunlar, kuşkusuz -her za­ man, daha önce söylediğim e göre- bu durum da kalmaz ve 1B7

görünmez, ancak olanaklı varoluşla bağlantı içinde bulu nur. ö t e yandan onlar, olanaklı varoluş içinde, yalın ve dış sal olarak düşünülmez, kapalı yazılar ülkesine karşı girişi­ len savaşla ele geçirilir. Başka türlü söylenirse: Felsefenin, kendiliğinden kavranılm az olan varlığı, düşüncenin ve ya­ şamımızın düşünen uygulamasının yönetimidir. İnsan, ora­ dan yola çıkarak, dilsiz oluşun taşıdığı dili araştırır ve her zaman dilde geçerliğe ulaşır. A ncak bu durum, dilsiz olma anlam ında alınmamalı, yüzeysel bir dilsiz kalma diye g ö ­ rülmelidir. Biz, her zam an bu sorunu dilegetirmek için -ken­ dimizden yola çıkar gibi, özne-nesne-kopuş konusundan işe başlarız. Bundan dolayı, insanın dili bulmadığı, ancak olum ­ lu bir susmadan sözedebildiği yerde, susma konusunda k o­ nuşması doğrudur, ö t e yandan dilin başarısızlığı içinde ger­ çekleştirilen bir susma ya da dolaylı bildirim, hiçbir nesne­ nin konuşulmaz, kavranm az göründüğü yere yönelik bir be­ lirti vardır. Bunlar hepsi içlerinden insanın hiçliği görm e­ diği, tersine nesnenin sanat ve dinde, kapalı yazılarda nes­ nellik kazandığı varoluşsal gerçek olabildiği, bu gerçeklik olmaksızın d a görünebilir durum da bulunduğu, çalışm a bi­ çimleridir. Bu gerçeklik görünebilir, ortaya konabilir du­ rum da olamaz; çünkü o zaman, inşan şöyle başka bir soru­ yu gündem e getirin Ben, gerçek bir varlık mıyım, bu varo­ luşsal m ıdır? Hepsi anlamsız sorulardır, çünkü onlara, bu konuda herhangi bir bilgi dolayısıyla kesinlik lcazandınlamaz. Onlar, bizim sonsuzluk dediğim iz ortam da kesinleşir, töz orada, düşüncemizin dünyasında ya da herhangi bir bi­ çimselliği içinde, kavranılır gibi değildir. H ochkeppel: Evet, şimdi bu varılan sonuca karşı, fel­ sefenin pek önem li olmayan, yüzeysel, olum suz bir etkisi üzerine konuşabilirim belki. Bilgeler arasında süren ağır tartışma, bana kötü bir belirti gibi görünüyor. İlkçağda, de­ ğişik felsefe çığırlarının öncüleri arasında anlayışsızlık ya da -belki daha açık söylemek gerekirse- kötü düşünce yü­ zünden çıkan yakışıksız durum bugün de, gerçekten, var mı?

198

Jaspers: Alışılmamış önemli bir soru, anladığıma göre, siz felsefedeki ağır tartışmadan çıkan gerçeklik v e anlam a dayanarak bunu soruyorsunuz. Bana kalırsa, bu soruya «öy­ le karşılık verilebilir: Felsefe varolduğu sürece bu tartışma en keskin aşam aya ulaşmıştır. A ncak bugün, tartışmanın öyle yakınıldığı gibi aşırılığa vardığı doğru değildir. Bu tar­ tışma hep yetersiz öğelere, daha çok d a anlıksal işlemlere dayandığından güçsüzdür, ayrıca güçler birbiriyle savaş­ madığı için de etkisizdir. Gerçek, büyük bir tartışma iste­ nirdi. Kişisel bir eğilim, anlıksal oyun ya d a yarışmadan başka bir nesne olmayan, yalnız kasların gücü gibi anlıksal beceriyi gösterm ek isteyen bir tartışma, tartışma değil­ dir artık. Ben, onu, oldukça gülünç bir şangırtı sayarım, bu­ gün gerçek bir felsefe tartışması bulamıyorum. H ochkeppel: Sorularımı, bugünün yaygın olayları için­ de ortaya çıkmakta olan felsefe incelemelerinin temeli üs­ tüne oturtuyorum, belki bunlar, bir seçim yapmaksızın bir­ birini izler. Hepsinden çıkan soru şu*. «Felsefenin sonu geldi m i?- Sınırlandırma, kesin indirgeme, felsefenin bağımlılı­ ğı. kurtuluşu, kendi kendini yadsıması hepsi bir yönlendir­ meyi açıklamak içindir. Siz, bana, bu özel sorular konusun­ da yanıtlar verdiniz ve başka bir görünüm sergilemeye ça ­ lıştınız. Şimdi, sizden, belki de oldukça kapsamlı bir şey söylemenizi isteyeceğim. Felsefenin sonu konusunda ne dü­ şünüyorsunuz? Jaspers: Sorularınız, değişik çıkış noktalarına göre, o r ­ taya konmuş. Siz, kesin yüzeysel nesneleri kanıt diye gös­ terdiniz, felsefenin en içsel sorunlarına yöneldiniz. Daha başlangıçtan beri, ikisinden biri bir koşul olmuştur, biz bu koşulu yeterince açıklığa kavuşturamadık, yanıtlayabilece­ ğimiz şudur. Felsefe nedir? FeİBefe bir nesnenin bilgisi de­ ğil, insan istenci dolayısıyla bilgide verilen bir nesnedir. Bu yanıtlar, değişik biçimlerde düzenlenebilir, bu düzenleme biçimleri, belki de belli bir ortam çevresinde dönmek, ken­ dilerinden sık ve çok sözedilen, tasarladığınız konular için­

190

dir. Siz, çok sık olarak, bir bilimsel felsefe tasarladınız, ben de yapısı gereği bilimsel olmayan bâr felsefe ortamını dü­ şündüm. Benim, bu konudaki yanıtlarım, inandığım gibi, her zaman böyleydi. Sizin çıkış noktanızı da, her zaman, ke­ sin nesnel gerçekliklerin gözlem i olarak anladım, her kez öyle yanıtladım. A yrıca bu nesnel gerçeklikleri, sizin, bir bakışınız içinde görm eye çalıştım. Bana kalırsa, insanlar varoldukları sürece, felsefenin sonu gelmez. Sonu gelmek, her zaman bir çevre için, bir eği­ tim dünyası için, bir yüzeysellik için, felsefenin belirlenmiş bir biçimi olabilir. Bunu her gün, akademi felsefesi konu­ sunda, üniversite felsefesi için söyleriz. Bir sondan, değişik türde konuşm ayı sürdürerek, kabataslak şöyle sözedilebilin Platoncu okul, altıncı yüzyılda, Junstinianus’un, Atina’ daki felsefe okulunu kapatmasıyla son erdi. Bu da baskıyla varılan bir sondu. Bir son, ancak okullarda kökensel felsefe­ nin, öğretim dizgesine dönüştürüldüğünde sözkonusu ola­ bilirdi. Çünkü her okula saçmalık girer, felsefe bir öğretim dizgesi durum unda saydamlaştırılırsa ortadan kalkar. Son, b ir odunlaştırmayla oldu. Oysa durum un da, işe yaramaz kılığa sokulan okul gibi, sonuçlan vardır. Çünkü okullar toplum içinde, kendi güçleriyle yaşamını sürdürür. Başlan­ g ıç felsefesi olarak güçleri kendi içinde saklar, elde bulu­ nan yapıtla, her zaman b ir yeni doğuşu gerçekleştirmeye çabalar. Batı’da, Platoncu felsefede, daha sonra Augustinusçu ye öteki felsefelerde böyle olmuştur. Bu, felsefenin so­ nu değil, tersine belirlenmiş bir anlayış biçiminin sonudur. Gerçekte, bana öyle geliyor ki, on dokuzuncu yüzyılın ve bi­ zim çağım ızın anlayışı içinde bilimsel felsefe her zaman aka­ dem iye özgü kaldı. Sonunda, şu son yüzyıllardan önce, bü­ tün çağlar için geçerlik kazanan, bilim kavramında, felsefe ve bilim birbirinden ayrılmadı. Felsefenin geleceği konusun­ da önceden görüş bildirmek istemenin hiçbir anlamı yoktur. Felsefeyle ilgili bir önbildiri, bu felsefeyi yaratmak olurdu Sizin için de, apaçık sezilebilen, bugünkü durumdur. Çünkü siz de, kaygı duyarak, felsefenin sonunun geldiği konusun­ da bir soru sordunuz. Bu durum, olağanüstü bir sav ve ola­ 200

ğanüstü bir olanaktır. Her ikisi de bugün denenebilir. İki­ sinin de denendiği yerde, kendisinden ne çıkacağını şimdi­ lik bilm ediğim iz bir kanıtlanma olanaklıdır. Evet, ne çıka­ cak? Felsefede bu konu üstüne gerçekten söz söyleyecek du ­ rum da değiliz. A ncak felsefe, her an bir uygulam aya yat­ kın varlık olm a gereğindedir. Biz, beklememeyiz, tersine o, insan olduğum uzdan dolayı, bize bağlıdır, çünkü biz, felsefe yapm ada her zaman ve h er an kendi kendimizle ilgili son kanıtlamayı istiyoruz Öyle sanıyorum ki felsefenin sonu, konusundaki ürkütücü sorularınızın ve korkutucu belirtiler­ le ilgili kanıtlarınızın, gerçekte felsefeye yönelik özel istek­ lerinizden geldiği, insana özgü, bu yokedilm ez felsefenin her zaman varolduğu -benim inandığım gibi- her zaman öyle kalacağı onaylansın artık.

201

Gelecekte Felsefe

Felsefe, sonsuz gerçekliği kavram ak ister. Bu gerçeklik her zaman özdeş, bir ve bütün m üdür? Belki -ancak biz onu genel geçerlik taşıyan biçimiyle açık olarak ele geçirem iyo­ ruz. Varlık, bize zam an içinde açılıyor, gerçek, zamanlılık içinde görünüş alınana çıkıyor. A ncak yetkin gerçeklik za­ man içinde, nesnel olarak, yaklaşılır gibi değil. Onu, ne bi­ rey olarak insan, ne de tarih, yeniden, yitmekte olan bir g ö ­ rünüş içinde, kendi gerçekliğinden başka türlü kavrayabi­ lir İçimizden her biri, birey olarak, gerçeğin ne olduğunu bilmek istemeden, yaşamının sonuna gelir. İnsan, bir yerde kesilen v e hiçbir zam an saltık erek içinde sona ermeyen bir yola, kesinliğe varm adan kalır. Felsefe alanında çalışma, bizim her eylemimiz gibidir. Kant diyor ki; doğru felsefe yapm aya başlayabilmek için g e­ rekli olanaklardan uzak kalmışsak, bu konuda yeniden baş­ langıca dönm em iz gerekir. Bu, gerçekliği elde etme konu­ sunda, yaşlanmış, katı filozofların deneyi değildir. Bu, tin­ sel bakımdan, gençlikten ayrılış acısı içinde olm a biçimidir. Bizim, çalışmamızın gerçek anlamı, gelecekte yaşamak 203

için m idir? Sanmıyorum. Çünkü bugünkü varlığımızı ger­ çekleştirdiğimiz oranda geleceğe yararlı oluyoruz. Çünkü doğru olanı önce, gelecekten bekleyemeyiz. ŞimdiKi süre içinde varolm a durumu gerçekte yetkinliğe ulaşamıyorsa, kendisiyle esenlendiğim ve zaman içinde kendimi zamansal bir varlık olarak sürdürdüğüm şimdiki varolm a durumu­ mun içine girebilmek için tek çıkar yol, zamansal görünüş içinde sonsuz varlığa yönelmektir. Zaman içinde gerçekliğin şimdiki varlığı, gözün bir yere çakılıp kalmayan bakışı gi­ bi, kavranılmazdır; ancak her zaman vardır, ordadır. Bizim tarihteki yaşamımız da, böyle, bu ikisi gibidir: Bi­ zimle ilgili olanın yaşamını temellendirmeye yarayan ya şam-ıçınde gelişigüzel varlıkların bulunduğu tarihle uzlaş­ mayan, bizi kurtaran aşkın varlığa yönelik yaşam Bu kurtarma, yetkinlik içinde zam anı yokeder. Bu iletişimsel olm ayan kurtarma varsa ancak estetik oyunda, ku­ ramsal düşüncede, dinsel toplumda ya da iki varlık arasın­ daki uzlaşmanın yüksek anlarında vardır -bu durum her za. man, yalnız görünüş dolayısıyla bilen, ardılın anlayış yetisi için kuşku uyandırıcıdır. Tarih varlığın görünür durumda olmasıysa, gerçeklik tarihte her zaman öyle vardır, ancak devinim içinde değil­ dir, gerçeklik egemenlik altına alman kesin bir nesne du­ rumuna geldiği yerde yokolmuş demektir. Zamanın sürekli akışı içinde devinimin en karmaşık durum a geldiği yerde, gerçeklik belki de en büyük derinlikten kendini gösterir. Bu­ gün, özel geçmişimize yönelerek, onu, bilinir duruma getir­ meyi deneyebiliriz. Bu özel varlığın koşullan altında yanyanayız ve gelecek de orada duruyor. Şu sorular gündem­ dedir: Biz. bugün, araştıncı bir köklülüğün akışı içinde du­ ran derinlikler m iyiz? tikin, şimdi, başlayan olanaklar bize bir şey yüklüyor m u? Bu durum dolayısıyla bizi ilgilendiren savlara kulak veriyor muyuz? Bunlann hepsi bizce biliniyor: Çağım ızın dünya tarihi­ ne kattığı kesit, bizce bilinen, herhangi bir tarih içinde bu­ lunandan daha derin ve daha verimlidir. Bu kesit, ilk ate­ şin yakıldığı, araçların, daha önceki devlet kuruluşlarının 204

ortaya konduğu bilinmeyen çağlarla karşılaştırılabilir, g ö­ rünüyor. Yeni olaylar ise şunlardır: insanın ve toplumun ça ­ lışma yöntem i konusunda yeni teknikle sonuçlan -Yeryuvarlağı üzerinde iletişim birliği, nitekim iletişim dolayısıy­ la bu alan Rom a çağının Orbis terrarum (yeryüzü) çevre­ sinden daha küçük olmuştur- gezegenlerin sıklığı nedeniy­ le saltık sınır -özgürlük ve uğraş, kişilik ve hak yığını, dün­ y a düzeni ve egem enlik çatışkılan- halk topluluklarından yığınlara dönüşen ve çoğalan insanlann niceliğine göre ke­ sinleşen önemi. Öte yandan gene bu İnsanların birbirlerini yakından tanıyarak ve birlikte çalışarak işte kullanılabilen köleler olm aları- bütün eski düzen anlayışlarının v e gerekimin dağıtılması, ortaya çıkm akta olan düzensiz yığından yeni canlı bir düzenin bulunması -kendini koruyan ve de­ ğişen bütün geleneksel değerlerin kuşkulu durumu- buna ek olarak Am erika ve Rusya dünya egemenlikleri dolayısıy­ la belirlenmiş somut, siyasal durum -bugüne değin kendini bulamamış, gittikçe küçülen, kendi içinde dağılmış Avrupagelecekte kesin siyasal güç etkenleri olm a yoluna giren A s­ ya’nın korkunç insan yığınlarının uyanışı. Olayların akışı, sözde gerçek bir güvenliğin koruyucusu olarak, uygarca barışın, ilerlemenin, eğitimin, tarihsel anı­ nın çağını aşarak ortalığı çöle dönüştüren savaşların, yığın­ ların ölümünün ve yığanları öldürm enin (yeni yığınların so­ nu gelmeyen yeniden doğuşları için d e), büyük bir ürküntü salan korkutucu tutumun içinde, bu olaylar, egem en kişi­ nin yıkımı olarak görünen bir çevrintide insancılığın söndürülüşünün çağına geçti. Bunların hepsi, şimdi, tinsel bir devrim ya da temelde daha çok teknik ve sonuçlarından doğan b ir olay m ıdır? -Burada bir yıkım ve dahası açık olm ayan, korku salan bir olanak vardır, o da bir nesne gelişigüzel yokederken İlkin insanın ona karşı koym ak için uyanması gerektiği, bilinç­ sizce yoketm e yerine, varoluşunun bütün yeni koşulları al­ tında kendini bulması mı? Geleceğin görünüşü güvensizdir, açık değildir, ancak o ölçüde de olanak bolluğu ve üzücü durum vardır. Ben, bu­ 205

rada, insan varlığı konusunda bana düşen görevin bilinci­ ne varırsam, varoluşun dolaysız isteklerini değil. tersine sonsuz gerçekliği göz önünde tutuyor, felsefeye dayanarak soruyorum . Dünyanın bugünkü durum u içinde felsefe ne yapm alı?

Bugün, eylemsel hiççiliğin değişik biçimleri vardır. Ken­ di varlığım ortaya koym uş insanlar görünmüştür, çünkü on ­ lara göre bu varlığın hiçbir değeri yoktur. Bu insanlar an­ dan a n a çöküş içinde sarsılalar, eş zam anda ölür ve öldü­ rürler- Onlar niceliksel bir durum un sendeleyici tasarım­ ları içinde yaşamak ister görünürler, kör aşırılıklar içinde değişgen bir biçim de ilksel, anlamsız, baskı altına alıcı, da­ hası hızla uğuldayan coşkuların etkisiyle, sonunda anın güdümsel beğenisiyle sürüklenirler. Bu itici güdü içinde söylenen sözlere kulak verelim, on­ lar ölebilm enin bir hazırlığı gibi etki yapar. Yığın eği­ timleri, insanı kendini adayış esrikliği içinde, her şeye el­ verişli kılmak için, kör ve düşüncesiz yapar, sonunda ölme­ ye, öldürmeye, makine savaşı içinde yığınları ölüme sürük­ lem eye doğal olarak göz yum acak durum a getirmeye çaba­ lar. En açık felsefe de ölebilme üstünedir. Felsefe, ölümü bi­ le kavramadan, Stoacı bir görüşle değil, tersine seven ve gü­ venen bir sarsılmazlık içinde, acının mutluluğuna sürük­ lenerek ölmenin nedenini bulm ak ister. İkisinde de salt bir başan yoktur. Bu Hiççilik, her şey kaba tür vurdum duym azlık içinde unutulup gitmemişse, kı­ lık değiştirm eler dolayısıyla, ancak onların yarattığı umut­ suzluk örtüsünü sıyırarak yaşar. Bu felsefe güven vermez, inşam güncel savaşa girm e gereğinde bırakarak, her zaman yeni sıkıntılara uğratır. H iççilik ve felsefe arasında geçen olayın -Hiççiliğe iş düşmez, felsefe de işe karışmaz- nesnel gerçeklik taşıyan durum larda korkulur bir niteliği vardır. 1938 yılında, bu iki yanıtlam ayla ilgili şöyle bir durum or­ taya çıktı: G enç bir adam, zam ana uygun dünya görüşleri içinde, temellendirici bir egemenlikten sözetti. Coşkulu görünüyor­ 208

du. Onun sözünü şu soruyla kestim: Bu egem enlik ve sava­ şın, bu konuda, üzerinde durulması gereken anlam ı nedir? Yanıt- Anlam m ı? Hiçbir anlam ı yok: Bunlar ortaya çıkan olaylardır. Anlamın, benim savaşta ölümle yüzyüze gelen ve susuzluktan kıvranan arkadaşlarıma su götürmem gibi çok yüksek bir değeri vardır. 0 Kasım 1638'de bir yükseköğrenim öğrencisi SA-önderi olarak (') Yahudilere karşı düzenlenen örgüte katılmıştı. Sonra annesine bir olay anlattı. Üstlendiği görevi, elden gel­ diğince yum uşak olarak, yerine getirmişti Girdiği bir evde aldığı tabağı döşem enin üstüne kaydırır biçim de atarak şan­ gırdatırken arkadaşına şöyle bağırmış: Ben durumu sapta­ dım, bu ev kırılıp dökülmüştür, bunları söyledikten sonra evini yıkmadan oradan ayrılmış. Ancak, öyküyü şöyle sür­ dürür. Ben, arkadaşıma öyle büyük ve yüreklendirici bir et­ ki yaptım ki içinde hangi güçlerin uyuduğu ve neye elverişli olduğu görüldü. Bu, gelmekte olan bir savaş için başarı umutları verir. O, yeni bir davranış türü ve önder büyüklüğü örneği verdi. Korkuttuğu annesi, sözünü keserek şunu söyle­ di: Oğlum sen bunların hepsine inanmıyorsun: O, kısa bir süre şaşakaldıktan sonra dedi ki: Hayır, ben inanmıyorum, ancak inanılmalıdır. Bunlardan birincisi, oldukça yalın insanseverlik içinde, bir yer buldu, ancak önemsiz sayılsa bile, dünya egemenli­ ğine özgü düşüncelerle bulanıklığa düştü. İkincisi, şu kanıy­ la önemli bir tutumu açığa vurdu: Burada sorun insanın ne­ ye inandığı değil, tersine neye inanacağıdır. Bu olağanüstü bir yanılmadır. İnanm a,.inanm a için inanm a oluyor. Duru­ ma uygun, her şeyi yoksayıcı uygulamalar, olumlu olmayı bile ister: H er anlam dan vazgeçm ek için gözü pek olm ak is­ tenir ve istenen bir anlamsızlık, anlam olarak öne sürülür. Dahası «yararsız görev» bir işbaşarm a diye istenir -her şeyi kurban edici, ancak bir h iç için kurban edici tutum-, her­ hangi b ir nesne konusunda tutkulu bir onaylama, hiçlik için aşırılığa varmış boş kesinlik istenir, ûzdeğer, yurtsevgisj. Cl)

SA- Sturm -Abteilung /N a zi Ordusunda Saldın Birliği. 207

bağlılık gibi eski sözcüklere yapışılır; ancak hepsine m aki­ neleşme, buyruk, korkutm a yöntem i adına değer verilir. Bu durum, bu sözcüklerin kapalı yerlerde kaldığım gösterir. Demir yüz örtüsü içinde bir tutum geliştirilmiş, patlamanın sınırına değin gerilmiş içeriksiz bir saltçılık. Bu umutsuzluk içinde bir sürü öneri; Her değer için «patlama» geçerli sayılır, devinim içinde böyle kıvanç du­ yulur, yenilik ve eskilerin yarattığı yıkım yaşatılmak iste­ nir. Cengiz Han, Ci Huang Ti, Agathokles ve her zaman ol­ duğu gibi İskender, Caesar, Napoleon gibi büyük b ir baskı yöntemi uygulayan bütün insanlara karşı derin saygı du­ yulur. Geçm işe dönüş övülür, buna karşın; tarihöncesi olsun, ilkel toplulukların varlığı olsun, ilkenin böyle bir çekiciliği ve ölümsüz gerçekliği vardır. Y a da ortaçağ, birbirine bağlı durumların, bütün imparatorlukların büyük düzenleri, on­ lara biçem veren yüzyıllar övülür. Yeni bir söylence istenir, bu söylence baskıya dayanan yönetim eylemlerinin içine yerleştirilir ya da bu söylence Hölderlin, Van G ogh Cya da onların beceriksiz öykünücüleri) elinde tapımı süren yüce bir ekin çevresinde geliştirilir. Bu arada, bu söylencenin ancak böyle büyüklerde olağanüs­ tü bir önem kazandığı, onların kesin gerçekliği içinde yıkmtılaşan tinsel saynlanm ayla köklü bir bağlantısı olduğu unutulur. Olandaki gerçek söylencesel varlık, bu söylencey­ le ilgisiz dünyada beklenmeyen güçlü bir etkidir. Hölderlin’ in salt tini gerçekte unutulmazdır, onun söylencesi büyüleyi­ cidir, onun çevresine girmek bir mutluluktur. A ncak bunun hepsi gerçek söylence değildir, çünkü o düpedüz bu birey­ sellik içinde kalmış, topluma karışmamış, bu yüzden de bir­ denbire h iç yokm uş gibi olmuştur. Her zaman, dinsel içdökm elerin önerilmesi sözkonusudur. Her nesne saçm alığın çevrintisi içinde birbirine karı­ şınca, dinsel içdökm eler süreklilik gösterir. Dinsel içdökm eler çoğaltılır, özgürlük çağın kaçan anlayışına uygun biçim ­ de, kargaşa ya da baskı yöntemine dönüşerek geçerlik kaza­ nır. Bugün, onun, sınırlandırılmamış uygunluğu (orthodoxi) 208

tüm insan bağım lılığını gösteren niteliğidir O -ancak dini yeniden düzenleme yoluna gitmeden, eski gibi korum ayı am açlan Bütün yaşam ın içiçeliği h er gün, doğum dan ölü­ me değin -olduğu gibi kalır- h er nesnenin içinde ortaya çık­ tığı uzay ve onun aracılığıyla insan, her zam an evdedir. Bugün bile din bir yaşam çevresidir, pazar günü ve öteki yaşam dışında ne varsa dine bağlıdır. Dinler, seçenekleri olan «Hiççilik ya da tanrısal bildiri ile» felsefeyi geçersiz sayar. Felsefe suçlanır, nnlıknal b ir y a ­ ratıcı olarak çağdaş anlayışın yıkılışında suç ortağı diye g ö ­ rülür. Felsefenin sonunun geldiği konusunda dinlediğimiz yal­ nız, bu seçenekleriyle birlikte tanrısal bildiri inancına g ö ­ türmek için, bize baskı yapm ak isteyenler değildir. Felsefe­ nin sonunun geldiği, felsefeye özgü düşünce bağımsızlığı­ na bir türlü katlanamayan. Nasyonal Sosyalizm’ce de ileri sürülmüştür. Felsefenin, biyolojiye özgü dünya görüşü v e insanhilim aracılığıyla eksikliği giderilmelidir, ö t e yandan Hiççiliğin her biçim i felsefeyi bir yanılsamalar, anlamsız düş. ler, etksiz kendi kendini aldatm alar dünyası geçersiz say­ maktadır. O na göre, din ve felsefenin, ikisinin de, sonu gel­ di. Yeni, ancak, yanılsamasız insanın temelsiz ve ereksiz öz­ gürlüğü olabilir. Buna, son olarak yaygın ve yüzeysel b ir kanı daha katılabilir, o da felsefeyi en azından, bıktırıcı sa­ yandır, çünkü felsefe çağım ızın varlığı, onun güçleri v e ey­ lemleri konusunda kördür. Sorulan şuydu: Neden felsefe? Felsefenin yardım ettiği bir nesne yok. Platon, Grekler’e yar­ dım edemedi, onları batmaktan kurtaramadı, daha bu ba­ tışa dolaylı olarak yardım etti. Felsefeyle ilgili bütün yadsım alar başka b ir kaynaktan da gelmektedir. Y a felsefenin kendisi için korkulur bir var­ lık olabileceğini sanan katı bir inanç içeriğinden, ya felsefe (1)

O rthos/doğru, doxi/kanı sözcüklerinden oluşan orthodoksi/doğru kanı, uygunluk, tek doğru olan inanç anlam larında söylenir, dinde genel geçer­ lik taşıyan tek doğru kam diye açıklanır. (Ç.) Orthodoxi:

F: 14/209

içm h iç önem taşımayan varlık ereklerinden ya d a her şeyi, buna dayanarak felsefeyi değersiz diye geçerli saymayan b ir HiççiliktenOysa felsefe yapmada, bütün felsefeye karşı çıkanlarca görülm eyen bir konu vardır: İnsan onunla kaynağını kaza­ nır. Bu anlam da felsefe koşulsuz ve ereksizdır. Felsefe ne başka b ir nesne aracılığıyla temellendirilebilır n e de bir çı­ k ar sağlam a am acıyla savunulabilir. Felsefe, insanın tutu­ nabileceği bir direk, bir saman çöpü değildir. Felsefe buy­ ruk altona alınamaz. Felsefe bir çıkar için kullanılamaz. Şunu ileri sürmeyi de göze alıyoruz: insanlar yaşadık­ ları sürece felsefe tükenemez. Felsefenin ortaya attığı sav şudur: Yaşam ın anlamını kazanmak için dünyada her ere­ ğin üzerinden aşmak -bu ereğin kapsayıcı anlamı görünüş alanına getirmesi- bu anlamı, yaşamla yatay durum a geti­ rerek güncel varlık ortam ında gerçekleştirmek -bu gerçek varlık aracılığıyla geleceğe yardım cı olm ak- hiçbir zaman insanı ya da belli bir insanı yal m b ir araç durumuna dü­ şürmemek. Felsefe yapm anın kalıcı görevi şudur: Gerçek insan ol­ mak, varlığım ızın bilincine bu yolla varırız- ya d a benzeri: Kendi kendisi olmak, bu yolla da Tanrı konusunda kesin bir görüşe varırız. Bu görevin yerine getirilmesinde şu kalıcı öğeler v ardır Her zam an ve bugün hile felsefe uğraşının görevi şun­ ları sürdürmektir: Kategorilerin ve yöntemlerin gelişmesi -temel bilgim izin yapı kazanması, bilimlerin dünyada yön­ lendirilmesi- felsefe ve tarih bakımından bilgi edinme -gerçekötesinl ilgilendiren kuramsal düşüncenin, varoluş felse­ fesinde aydınlatıcı düşüncenin işlenmesi. Her zam an erek, birey olarak, insan bağım sızlığın ın ka­ zanılmasıdır. İnsan felsefeyi, kendi gerçek varlığıyla bağ­ lantı içinde, edinir. İnsan bağımsızlığı, dünyada ortaya çı­ kan her nesneden, aşkın varlığa bağlılığın derinliği dolayı­ sıyla, kazanılır. Lao-Tse'nin Tao'da, Sokrates'in tanmmi g ö ­ rev ve bilgide, teremias'ın Jahve’de kendisine bildirdiği Boethius, Bruno, Spinoza’nın bildikleri: Felsefeyi bağımsız kı­ 210

lan nesneydi. Bu felsefeye özgü bağımsızlık ne egemen dü­ şünce özgürlüğünün inançsızlığıyla, ne de ölüme karşı çı­ kan dirimsel güçlerle değiştirilebilir. Her zaman, gerginlik içinde, şu görev vardır.- Bağımsız­ lığı dünyanın yakınında, vazgeçiş ve yalnızlık içinde - ya da dünyada, gen e dünya dolayısıyla, ortak etkileyişle, onsuz y ı­ kıma sürüklenmeden bulmak. Sonra felsefe, özgürlüğünü yalnız başkalarının özgürlüğüyle, yaşamını yalnız insanla iletişim içinde, isteyen bir nesnedir Bir delinin Konfüçyüs’a söylediği gibi: «Bu, sonuç alam ayacağını bilmesine karşılık işini sürdüren adam dır»- Apaçıklığını saltıklaştıran sonsuz bilgi konusunda bir gerçeklik, ancak felsefe inancının derin gerçekliğini sarsmayan bir gerçeklik. Felsefe bireylere yönelir. Bu dünyada, şimdiki durumda, felsefe yapm a konusunda, bireyin kendi kendine itilişi ya­ şanan bir olaydır. Çünkü, ancak, böyle bir kimse -yalnızlık içinde kalabilen- doğru bir iletişime gidebilir Felsefenin, kurallaştırılmış, olduğu gibi kalıcı görevleri içinde, bugünkü görevi konusunda, konuşulmaktan vazge­ çilir m i? Usa olan inancın tükendiğini duyduk. Yirminci yüzyılın büyük ilerleyişi usun (logos), dünya düzeni görüşünün dü­ şüşü olmuştur. Birini kurtarıcı yaşam bilincinde kıvancaötekini tinin, insanlığın yıkım ına yolaçan yazgının, bu bü­ yük kötülüğünden dolayı yakınm aya sürükleyen dünya dü ­ zeni. Burada şu da söylenebilir: Bu ilerleyişin kendi gerçekli­ ği vardır, çünkü o, usun bıraktığı bir anlığın özgüvenliğini yıkmış, bir evren uyumu yanılmasının örtüsünü kaldırmış, tüzel bir durum a ve yasala güvenm eyi geçersiz kılmıştır. Arkasında, psikanalizce açıklığa kavuşturulmuş bir yaşam düşüklüğünün gizlendiği ve sözcüklerde görkem li bir biçim ­ de dışa vuran davranışlar vardı. Bu tinsel sağıltım (psikote­ rapi) eyleminde çığırından çıkmış bir dünyagörüşü olurca tına genişleyen tutumun yalancı b ir ça ğ karşısında ve ba­ ğımsızlığı içinde kendine özgü bölümsel bir gerçekliği v ar­ dı. 211

Bütün dallar kesilse bile kök olduğu gibi durur. Kök, kendisinden çıktığım ız ve kanıların, alışkanlıkların, görüş tasarımlarının sarmaşıkları arasında unuttuğum uz kaynak­ tır. Bugünkü görev, gerçek usu kendi varlığı içinde, yeniden temellendirmektir. Bu, Kierkegaard, Nietzsche. Pascal ve Dostoyevski'nın belirledikleri anlayış durum u içindeki en itici istektir. Bu isteğin yen n e getirilmesi bir varolanın yeniden ku­ ruluşu olamaz. Bugün, aşağıdaki ilkelerin elde bulundurul­ ması gerekli görünüyor: 1 — Tedirginliğim izin sürekli uyanık tutulmasıyla din­ ginliği aranz. 2 — Hiççilikle yola çıkarak geçmişten gelene varırız. 3 — Felsefemizin gerçekliğinin koşulu olarak bilim le­ rin saltlığmı aranz. 4 — Us sınırsız iletişim istenci olacak.

1.

Tedirginliğimizin Sürekli Uyanık Tutulmasıyla Dinginliği Ararız.

Dinginlik felsefe yapm anın ereğidir. En korkunç yıkım içinde, kalandan kuşkulanmak iste­ meyiz, çünkü o her zam an vardır. -Çok sıkışık durum da ka­ lınca kaynağım ızı anım sanz-. Ölüm korkusu karşısında, bi­ zi, neyin dayanıklı kılacağını düşünürüz. Felsefe, bugün bile, bizi eskiden Parmenides’in bildiği, felsefe yoluyla ulaştığı dinginlikten dolayı, T a n n 'ya saygı için adak olarak yaptığı sım ağa getirebilir. A ncak bugün öylesi çok yanlış bir dinginliktir. Şu durum ürkütücüdür: Biz, bugün, içinde bulunduğu­ muz bütün sarsılmalara ve yıkım lara karşın, gerçekten önemli bir şey olmamış gibi, her zaman korkulur duruma aldırmayarak, yaşam ak ve düşünmek istiyoruz Büyük bir mutsuzluk bizi güçsüz yakalamış, güzel yaşamı yoketmiş gibi bir durum dur bu. Hayvanların çiftleşmesinde görülen 212

azgınlığa benzer nitelikte ilkel yaşama sürüklenir gibiyiz. H içbir şey olm am ış gibi bir durum. Bir anda, ikorku dolu, şaşırmış ya da azmış, biri ötekinden yakınmakta. Bunu se­ zen kimse, bir dinginlik ışığı bulabilecekm iş gibi, sarmaşık­ lar arasına sokuldu. Bu dinginlik tedirginliğe dönüştü. Çün­ kü, o, büyük bir korkulu durumdu. Ortaya çıkan olay y ı­ ğınlar üzerinden, büyük bir acı olarak, geçebiliyor, insanın insan olarak bizimle bağlantısı kalmadan, aşkın varlığın sesini duymadan, geleceği görüyor ve davranıyoruz. Kor­ kunç b ir bilinç yoksunluğu, bizi, şaşkınlık içinde batıp git­ meye bırakm ış gibi Bu durum şim di neyse, gelecekte de, öyle olacakı bunun için öykünm ede değil, yönlendirm e yolunda bir örnek var­ dır, o da Y ahudi peygam berlerinin çağıdır. Filistin, Doğu ile Batı arasında, büyük Babil ve M ısır imparatorlukları ara­ sında, kendi siyasal çöküşünü görmek, dağılm ak gereğindeydi; bu kaçınılmazdı, sonunda da çölleşti. Büyüklerin siyasa topu olarak bir o yana bir bu yana atıldı. Peygam­ berler, bu yüzden, büyük öğütlerle ortaya çıktılar, ne Doğu ile, ne Batı ile bağlantı kurdular; koruyucu olmaya, dostlar kazanmaya, mutlu yaşam aya çalışmak, öncü olm ak istedi- ' ler. Bu esenlik peygam berlerinin karşısına, bugüne değin onların adlarını taşıyan mutsuzluk peygamberleri çıkıver­ di. Durumu gördüler; D oğu'ya da, B a tıya da karşı çıkmayı bir yana attılar. Onlar, birden ortaya çıkan yıkımı önceden gördüler. Oysa onlar, o zaman, gelişigüzel ortaya çıkan ezi­ ci güçteki savaş araçlarını görm ediler, tersine onlar hireyin içindeki bilinmez olan anlamı gördüler. Dünyayı halı gibi düren Tanrı vardı. Tanrı, A sur halklarına, ulusları egem en­ lik altına aldırttı. O nlar da ulusları kuşyuvalarını alır gibi buyruk altına aldüar. Tanrı, insanların ve devletlerin, ken­ disi için bir araç olarak, çalıştıkları olayın akışını yönlen­ dirdi. İnsanlar, gereken işleri isteyen b ir T a n n ’nm varlığın­ dan kuşkulanmaksızın bunu yapmalıydılar, çünkü o Tanrı’dır, öyle istiyor. Böyle söyleyen peygamberler, kendi ulus­ larını daha sonra, bütün insanları uyarmak istediler. Onla­ rın tek öğütü vardı-. Salt, töreye uygun bir yaşamla. Tanrı’ 213

ya boyun eğmek. Dünya yoklan yaratılmıştır ve hiçtir. A n ­ lam, T an n 'ya boyun eğen insanın yaptığındadır. Tann'nın ne istediğini, on bağımsız buyruk söylüyor T an n o zaman istediğini şimdi de istiyor. Buna inanan peygam berler, tan­ rısal yaratm ayı sürdürmek ve bildirmekteydiler. Oysa bu olay çok kuşkuludur. Tanrı doğrudan insanlara seslenmi­ yor. Bilgisizlik içinde korkunç karar gereklidir. Hiob’un so­ rulan yanıtsızdır Kendiliğinden karar vermenin doruğu Jeremias’tır. Biz, peygam berler değiliz artık. Eskiden büyük olana öykünmeye de kapılmıyoruz. Ancak, bugünkü, anlayış te­ dirginliğinin ve hangi dinginliğin aranabileceğinin açıklığa kavuşması yolunda bir durum karşılaştırması yapıyoruz. Son yüzyılda, peygam berlerle ilgili, bir benzetim vardı. Kierkegaard ve Nietzsche, insanlığın gidişi karşısında apa­ çık ve korkunç çöküş nedeniyle, uyuyan bir dünyayı boşuna uyandırmak istediler. Onlar, bugün, bizim temel algılarımız konusunda da çok gereklidirler. Bugün bile, onlar, gerçek­ ten uyarm ak için, ereklerine ulaşamadılar. Onlar, örneği olmayan, bam başka kimselerdi. Onların ardınca gitmek, onlarm kişisel istencine karşı olmaktır, on ­ ları anlayan bir kimse için buna olanak yoktur. Onlar, ça ­ ğın özverili kimseleri ve peygam berleriydi. Olağanüstü ve bize yabancı, kalıcı olumluluklardan ayrılm ayan en derin gerçekliği getiren o ikisidir. Kierkegaard saçmanın, olumsuz kararın inancı olarak yeni bir Hıristiyanlık yorumu getir­ di, bundan dolayı b ir uğraş benimsemedi, evlenmedi, yalnız gerçek bir Hıristiyan ermişi olarak kaldı -öyle bir yorum ki benim sendiği yerde Hıristiyanlığın sonu gelmiş anlamı ç ı­ kar. Nietzsöhe, düşüncelerini istenç erkinden, üstinsandan ve sonsuz dönüşüm den yarattı, bunlar kiminin başını şaş­ kına çevirdi. Ancak, bu düşünceler de Kierkegaard’m başdöndürücü Hıristiyanlığı gibi benimsenemez türdendi. Kierkegaard ve Nietzsche’ye karşı yazılan, çokluk, bir uykunun sürüp gitmesini dilemeyi andıran çürütmeye y ö­ nelik, görüşleri anlamsızdır. Bu eleştirel savlar birtakım y ıp ­ ranmış doğruluklar getiriyor. Bunlar, ancak. Kierkegaard ve 214

Nietzsche dolayısıyla, içimize sokulan, kılçığı çıkarm ak is­ teyen türdendir. Bu nedenle, gerçekte, felsefenin gerçekçi evrimine katkısı olmayacak, çünkü, bu iki büyük kişiden kaynağa varıcı bir görüş oluşturamamıştır. Onlar, kendi ki­ şisel yapıtlarının dağınıklığı ve kişisel yaşamlarının özveri­ si içinde eşi bulunm az olanı bize açıkladılar. Biz, yanlış bir dinginliği benimsediğimiz sürece onlar vazgeçilm ez tedir­ ginliğin kurucuları olarak kalırlar.

2.

Hiççilikle Yola Çıkarak Geçmişten Kalana Varırız.

Tedirginlik, bizim için. Hiççiliğin kendi kendini anlam a olanağı olarak varolduğu anlamına gelir. Biz, inançla, hal­ kın ortak benlik bilinciyle bağlan koparm ışsak geçerli ku­ ralların dağılışını, temelsizliği tarunz. Nietzsche dönemin­ den buyana pek az kimse böyle deneyler edindi, kimi 1033* ten beri, ötekiler daha sonra. Bugün, o durumları bilmeden düşünen insan yok gibidir. Şimdi, belki hepsinden kopmuş, tarihsel anlardan sözetmiş olanın, konuşm aya başladığı, in­ sanların bize seslendikleri yerden, buraya geliyoruz. H iççi­ lik, tarihsel hir deney gibi, düşünsel bir eylem olarak, tarih­ sel birikimin daha derinden kazanılmasına varan bir geçiş olur. Çünkü Hiççilik, daha baştan beri, yalnız kaynağa g i­ den bir yol değildi -Hiççilik felsefe gibi eskidir- tersine için­ de doğruluk altınının ayrışma gereğinde kaldığı bir asittir. Baştan beri felsefede bir yerden b ir yere taşınamayan bir nesne vardır. İnsan durum larının ve varlık görevlerinin tüm davranışında, bilimlerin ilerleyişinde, bütün kategori­ ler ve düşünce yöntem lerinin gelişmesinde sözkonusu olan, sonsuz bir gerçekliği, yeni koşullar altında, yeni araçlarla açıklığın daha büyük olanaklarıyla kavramaktır. Bizim, burada, bugünkü görevimiz; bu sonsuz gerçekli­ ğin doruğa götürülen Hiççiliğini, yeniden, kuşkusuz duru­ m a getirmektir. Bu da dıştan anlaşılmayan, açıkça gözlem lenemeyen, ancak içsel ve kişisel bir olayda bulunan, bir tu­ tumla geçmişten gelene anlam aya dayanır. 215

Buna; bilim ler ve felsefenin elaraçlan olan düşünce İler­ leyişini; gerçek felsefe uğruna, bir yana attığımızı d a kata­ lım. Daha iyi bir gelecek için, yalın tarihsel ilgi konusunda, daha geniş ilerleme basam ağı olarak artakalan, bir geçm i­ şi bıraktırmak yanlış anlayıştı. Böyle anlaşılan bir yeni; yan­ lış bir doğru olarak, geçerlik kazanır. Bu yeninin bulunma­ sıyla, insan kendini tarihin doruğunda sezer. Bu temel tu­ tum, çokluk, son yüzyıl bilgelerinde vardı. Onlar, şimdi, ger­ çek bir felsefeyle işe başlamak için, her zaman, bütün geç­ m işi yepyeni bir nesneyle bir yana atm ayı düşünüyorlardı. Descartes’ta, bütün saygınlık ve en çok haklılık içinde, Kant’ ta daha görkemli nitelikte, Alm an Ülkücüleri diye anılan Fidhte, Hegel, Schelleng’te, sonra gene Nietzsche’de durum böyleydi. Tragedyanın ardından satyr oyunu geldi. 1910'da, Husserl; L ogos 'un ilk sayısında çıkan yazısıyla, felsefeyi ke­ sin bir bilim olarak görüyordu. Husserl, o yazısında kendi alanının en önemli, egem en ve sonuçlandıncı bir öncüsü olarak, ilk kez felsefenin kesin temelini kuruyordu, anla­ yışlar ayrılıyordu artık. Bu Görüngübilim ve Yeni-Kantçılığın ussal öğretisine duyulan bütün saygıya karşın, ileri sürülen başka savlar eksiksiz bir sevgiyle geçm işten gelen felsefenin özünü sonsuz gerçek olarak, araştırdı, yeni olan üzerinde durulm aya değer b ir çaba gösterdi. Bu saldırgan yeniliğin sesi böyle sürüp gitti, yanılmıyorsam ilkin, şimdi, yokoldu: İlerleme düşüncesi, içinde tarihsel yenilik olarak, kaynağa dayalı deneyin yanlış anlaşıldığı bir biçimdir. Çün­ k ü felsefe çağdaş bilimle karışmıştır. Buna, felsefe yapm a­ nın, egemenlik-erk ve geçerlik istenci de katüdı. Felsefe, böylesi değişme içinde göründüğünden bambaşkadır; insanın felsefe bilincine vardığından beri, ölümsüz bir varlıktır. Bir yenilik yararına tarihsel temelden sökülme ve tarihin; g ö­ nül uyarınca yorum lara katm ak için bir taşocağından çıka­ rılan, yapı gereci gibi kullanılması, Hiççiliğin temelsizliğin e giden yoldur. Biz, ne geçmişin saltıklaştırılan görünüşle­ rinin buyruğu altına girmek isteriz, ne varolanların gözlem ­ lenen beğenci içinde, gereksiz yere uzaklara sürükleniriz, ne de hepsinden önce tarihsel temelden kopabiliriz. Biz bun210

la n yaptığım ızda H iççilik acı dolu bir işlem aracılığıyla bi­ zi köken sel gerçekliğe doğru geri götürür. Hiççilikten, yeniden doğan temel tutum felsefe tarihine başka türlü bakm ayı öğretir. Ü ç hin yıl, tek varlık gibi, fel­ sefe tarihi oluyor. Felsefeye özgü düşünce oluşum larının de­ ğişik biçimleri, kendi içlerinde, bir gerçeklik saklar. Bu dü­ şünce birliğini kavram aya çalışan ilkin Hegel’dir. Hegel, öy ­ le yaptı ki, bütün daha önceki dönem onun felsefesiyle bağ­ lantı içinde bir önbasam ak Ve tikel gerçeklik olmuştu. Bu­ rada gündem e gelen; felsefenin her zamanki yetkinleşmesi­ ni öğrenebilm ek için, boyuna yenileştirilmiş iletişimler için­ de kalmamız, geçm işin büyük görünüşlerinden değil de şim­ di varolandan bir şeyler aktarm a yoluna girmemiz, gibi bir durumdur. Her felsefe, içinde yaşanan dönemin varlığı olursa, ken­ dini kaynağın görünüş alanına çıkan şimdiki varlığı diye bilir, evrensel geçmişi varlığının vazgeçilm ezliği olarak an,1ar. Kendisinden yoksun kaldığım ız zaman, geçmişsiz, gele­ ceksiz yalın bir sürenin hiçliğine batacağım ız bir anı olarak kendini görür. Zamanlılığın geçiş-varlığında şimdiki varlı ğm ı ve eşzam anlılığını bilir.

3.

Felsefemizin Koşulu Olarak Bilimlerin Saltıklığını Ararız.

Sürekli bir gelişme gösteren tekniğin koşulu olan varlı­ ğım ız çağdaş bilimdir. Bu bilim çok geniş bir edana yaydır. Bu bilim, insanlık tarihinin tinsel bir kesitidir, -teknikten ayrım lı olarak- ço k az kimse; insan topluluğu bilim-öncesi bir düşünce biçim i içinde yaşam ını sürdürürken, bilim so­ nuçlarından yararlanarak, s iv n çadırlarda yaşayan ilkel A vrupa halkları gibi tören giysileri ve yalancı inciler yap­ tığı dönem in bilincine varmış, onu işlemiştir. İlkçağların sonlarında; G rek uygarlığı konusunda, orta­ çağın bitim inden buyana, ilk kez; gerçek, daraltılmamış bir araştırmayı sınırsız bir özeleştiriyle yapan, dünyada or­

217

taya çıkan, çıkabilen ne varsa sergileyen yeniçağ olm uştur Bilim yöntemle ilerler; genel geçerlik taşıma eğiliminden kurtulamaz. Bu durumu, elverişli olduğu oranda, her yerde nesnel bir onay görür. Bu onun kendi çalışm a ortam ında eleştirel olm anın bilincine varmasıdır. Böylece her zamanki varlığının bütünlüğünü dizgesel kesinliğe ulaştırmayı am aç­ lar. Bilim için bitiş yoktur, tersine görünm ez olana doğru giden, bir ilerleyiş içinde yaşam a vardır. Dünyada görünen ne varsa bilim onu kendine konu edinir. Bilim, kimsenin ön­ ceden sezmediğini bile ortaya çıkanr. Bilim, bizim, varolmakta-olan konusundaki bilincimizi keskinleştirir, ışıldatır ve uygulam ayla ilgili etkilemeye, dünyada kendiliğinden bir yere oturamayan; ancak h er zam an bilimsel araştırmanın konusu olan ereklerden kaynaklanan, gelişmelere katkıda bulunur. Bilim, felsefe yapm anın vazgeçilm ez koşuludur. Ancak bilim aracılığıyla ortaya çıkan tinsel durum, bugün felsefe­ de birtakım istekleri de ileri sürmüştür Bunlar, ilkçağların açıklığı ve çetinliği içinde belirlenmiştir: 1. BUim, eksiksiz, bir arınmıştık İçinde başarı sağlar. Çünkü, nesnel işlem ve ortalam a bir düşünce içinde bilim­ sel olm ayan birtakım savlar ve tutum türleriyle karışmıştır. Salt ve katıksız bilim, dünyada varolm akta olanın genel ala­ nıyla ilişki içinde, bireysel araştırıcı kişilerde; tinsel varlığı­ mızın bütününde olduğu gibi, çok uzakta bulunsa da, ere­ ğine görkem le ulaşır. 2. Bilimsel saçmalık, aydınlığa kavuşm ak ve başarmak içindir. Bizim çağım ızda, bilim konusunda, sözde sağlam tu­ tum sayılan, sürekli bir inançsızlık geçerlidir. Bilimsel diye nitelenen sonuçlara inanılarak körükörüne uzmanların buy­ ruğu altına girildi; bilimle, tasarıyla dünyanın eksikliz bir düzene kavuşturulacağına inanıldı. Bilimden; yaşam İçin, bilimin verem eyeceği erekler beklendi, -genelde bilim için erişilmez olan bir varlığın bilgisi umuldu 3 Felsefe, yöntemsel olarak yeni bir açıklam a getir­ mektir. Felsefe, yöntemsel düşüncenin temel ve kalıcı anla­ m ında bilimdir. Nesnelerle ilgili araştırmanın salt çağdaş

218

anlamında-, genel geçerlik taşıyım, herkes için özdeş zorla­ yıcı bilgiye götüren, bir bilim değildir. Felsefe ve yeni bilimin karşıt bileşimi, Descartes ve onun bu yüzyılın anlayışına uygun yanılgısı, bilim konusunda, sözde genel bilgiye yolaçtı ve felsefeye yıkım getirdi. Bugün bilimlerin arınmışlığı ile felsefenin annm ışlığı başarı sağlamıştır. İkisi de birbirinden ayrılmaz, oysa ikisi de özdeş değildir. Felsefe ne öteki bilimlerin yanında b ir uz­ manlık bilimidir, ne bütün öteki bilimlerin sonuçlarından oluşan en yüksek aşamada bir bilimdir, ne de bütün öteki bilimlerin güvencesi yolunda temellendirici bir bilimdir. Felsefe bilimle bağlantılıdır ve bütün bilimlerin orta­ mında düşünür. Bilimsel gerçekliğin annm ışlığı olmayınca, onun, gerçekliği de, genelde, geçersizdir. Bilim, bilimlerin evreninde; önceleri felsefe olarak bü­ tün bilimlerin içinde gelişen, tasarımların yönetimi altında­ dır. Ancak, bu tasarımlar olm adan da, bilimsel bir temel­ lendirme olabilir. Gerçeklik bilincinin yeni görünüşü; ilkin son yüzyıl bi­ limlerinin temelinde, ortaya çıktı, ancak yerine daha ulaşa­ madı. Onun gerçekleştirilmesiyle ilgili çalışm a tarihsel anın zorlayıcı gerekimlerine dayanır. Bilimin, birbiriyle bağlantısız özel alanlara ayrılmasına, yığınlardaki bilim saçmalıklarına, bilim ve felsefenin sap­ tırılması sonucu, elverişsizlik içinde felsefenin savunmasız kalmasına karşın, araştırma ve felsefe bizi kesin gerçeklik yoluna getirir.

4

Us Sınırsız İletişim İstenci Olacak.

Her gün etkisini gösteren bir ortak yaşamın kesin ge­ çerliği dolayısıyla, insanlar arasında iletişimi, az görülür özel bir sorun durum una getiren, birlikte bulunma bağlan­ tısıdır. İnsan, şöyle bir sözcükle mutlu olabiliyordu: Biz bir­ birimizle konuşamayız, T a n n ’y a yakarabiliriz. Bugün, bir­ likte yakaram adığım ız yerde, yetkin bir bilince ulaşılır, çün­

kü insan varlığı, insanlar arasındaki iletişimin içtenliğiyle bağlantılıdır. Varlık, görünüş içinde; insanların türlülüğü, inanç kay­ naklarının, toplum lann tarihsel biçimlerinin türlülüğü do­ layısıyla, özel alanlar üzerindeki duruma göre, parçalan­ mıştır. ö z d e ş bir-aradalık yalnız bilim ve teknik alanındaki bilincin kapsayıcı varlığı içindir. Yalnız, soyut v e ortak bir bilinç niteliği taşıyan bu birbiriyle bağlanmalar, gerçek in­ san için, hir bütünlük içinde, iletişim ortam ında olduğu gi­ bi, savaş aracı niteliğincedir. İnsanda her gerçek tarihseldir Tarihsellik de çok katlı tarihsellik anlamındadır. İletişim isteği bundan dolayıdır; 1. Tarihsel olan, başka bir varlık niteliğinde ortaya çı­ kar, gerçek tarihsellikten çözülmez.2. Genel geçerlik taşıyan oluşun nesnelliği, doğru ola­ nın geçerlik savını, güçsüzlüğe uğram adım sarsıntıya götürür.3. G erçek nedenin koşulsuzluğunu yitirmeden, iletişi­ min sürüp giden kesintiye uğraması yüzünden, inancın her nesneyi tekeli altında bulundurm a savına geçerlik verir. 4. Başkasıyla sürdürülen çekilm ez savaşı tarihsel ola­ rak kavramak, bu savaşı her zaman sevilen bir savaşa çe­ virmek, toplumda ortaya çıkan gerçeklik dolayısıyla kendi özüyle bağlı kalmak, soyutlanmamak, dışlaşmamak, birey­ selleşme noktasına varmamak gerekir. 5. Doğrultu, yalnız değişik türde tarihselliğe varan açık bir kopuşla derinliğe ulaşır. Hepsi beni ilgilendiren, top­ luca bu temele dayanan, bu durumlardan ancak birini elde edebilirim. Felsefe inancı, bu eksiksiz iletişim gücünden ayrılamaz. Çünkü sağlıklı bir gerçeklik, ancak, kuşatıcı varlığın orta­ da bulunuşu içinde, inancın tartışılması sırasında gelişir. Şu önerme; bu nedenle, geçerlidir: Yalnız inananlar iletişimi gerçekleştirebilirler. -Buna karşılık, gerçek olm ayan ise, kar­ şıt durumdaki inanç içeriklerinin durağan duruma getiril­ mesinden doğar. Bundan dolayı şu önerme de geçerlidir: İnanç çatışmalarıyla hiçbir olum lu iş görülm ez Felsefe inan­ 220

cı, her çöküşe sürüklemede ve her çöküşe yönelik istemede bir şeytanlık görür. İletişim inancının karşısına şöyle bir y e r m e dikilir: Bu iletişim inancı temelsizdir. O ysa insanlar öyle değildir. İn­ sanlar, kendi tutkularınca, eski istençlerince, birbirlyle y a ­ nşan varlık ilgilerince eyleme itilir. İletişim, insan yığının­ d a her zaman, kesinlikle yadsır. En iyisi, uzlaşmalarda, ile­ tişimi engelleyen orta durumlu bir başıboşluk ve düşüklü­ ğün gizlendiği, yasalar altında' düzenin kurulmasıdır. Pek çok insanın istediği, önce, doğru bir yıkım a gidiştir. Buna karşı söylenecek şudur: 1. İnsanlar oldukları gibi değildir, tersine her zaman şu soru ve görev gündem e gelir: İnsanlarla ilgili bütün ge­ nel yargılar bilinebilir artık. 2. H er biçim in iletişimi, insan bilgisinin temelinde, in­ sana bağlıdır. Bu onun insan olması sonucudur. Çünkü ile­ tişimin her zaman olanaklı kalm ası gerekir. İnsan onun ne denli g eç geleceğini bilmese bile öyledir. 3. Sınırsız iletişim bir izlence (program ) değildir, fel­ sefe inancının kapsayıcı varlık istencidir.- İletişimin görüş ve yöntem lerinin, kendine özgü, bütün basam aklar üzerin­ de temellenmesi, ilkin, bu varlık istencinden dolayıdır. 4. Sınırsız iletişim olanağı b ir bilginin ürünü değil, in­ san varlığına giden b ir yoldaki karardır. İletişim düşüncesi bir temelsiz görüş değil, inançtır. O, ister karşı çıksın, ister inansın, şimdik i varlıkla ilgili b ir sorudur: Biz. insanlar için olanak, birlikte yaşamak, birlikte konuşmak, bu birlikte ol­ m a dolayısıyla gerçekliğe varm ak ve hepsinden önce y ol­ da, gerçekten kendi kendim iz olm ak... Biz, bugün korkulur dunum la, iletişimi kendim iz için temel sav olarak anlıyoruz. Kuşatıcı varlık yöntemleri için­ de, kendi değişik kaynaklarından dolayı, iletişimin aydın­ latılması felsefe yapm anın temel konusudur, iletişimi, bü­ tün olanaklan içinde gerçekleştirmek, felsefe yaşamının güncel görevidir..

221

FELSEFENİN SINIRLARI

Felsefe ve Bilim

Felsefe başlangıcından b e n bilim olarak ortaya çıkm ış, bilim diye de anlaşılmıştır. En yüksek ve en kesin bilgi erek­ ti, onun için çalışan, ondan kanat takınmıştı. Onun, gerçekten hilim olup olm adığı konusunda b ir so­ runun ortaya atılabilmesi, özel, yeni bilim lerin evrimini an­ lam aya bağlıdır. Bu bilimler, 19’ncu yüzyılda, çokluk d a fel­ sefeye dayanm adan, gelişim sağlamıştır. Bu bilimler, çok kez, felsefeye karşıt durumlarda, ona karşı çıkarak, sonun­ da da bir yüzeysellik içinde işini sürdürdü. Şimdi, felsefenin bilim olması istendiyse, bu eskisinden bam başka bir durum ­ dur, şöyle ki: Felsefe bilim olmalıdır, ancak, bu yeni v e ken­ di yöntemleri dolayısıyla, inandırıcı bilim ler gibidir. Felsefe nesnel konudan yoksun bir bilim olam ayacağı gibi, ortadan kalkm aya da elverişli değildir. Bundan birkaç on y ıl önce, şöyle yaygm , b ir kanı v ar­ dı: Felsefenin, bilimlerin ayrılışına değin, oldukça uzun sü­ ren bir çağı oldu, başlangıçta evrensel bilimdi. Şimdi, hepsi birer araştırm a alanına ayrıldı, felsefenin çağı geçmiş artık. Daha sonra, öyle bir düşünceye sarıldı ki, bilim in gerek tirid bir genel geçerlik kazandığı, ölçüler içinde, felsefeyi yadsı­ F: 15/225

m a gözle görülür bir durum a geldi: Felsefe, birtakım boş dü­ şünceleri geliştiriyor, kanıtlanamayan savlar ileri sürüyor, deneyden yoksun kalıyor, yanılsamalarla insanı saptırıyor, doğru araştırmaya yönelik güçleri kendi sonuçsuz eylem in­ d e kullanm ak için kapıp kaçıyor, bunu da bütün konusunda genel bir konuşm a uğruna yapıyor. Felsefe için böyle bir tablo yöntemsel, zorlayıcı, genel geçerlik taşıyan bilgiden kaynaklanan bilimin ışığında dur maktaydı. Artık felsefe, gerçekten, bir bilim olarak ayakta kalabilir miydi daha? Ortaya çıkan iki tepki var îlkin: Saldın yerinde görülmüştür. Bu yüzden, felsefe adına ortaya çıkan kimse, sınırlanmış görevlere çekilmiştir. Felsefe bütün konularını bilimlere verdiğinden, sonu gelin­ ce, onun tarihiyle bağlantılı bilgi, ilkin bilim ler tarihinin bir etkeninin, sonra tin bakımından tarihsel bir olayın bilgisi olarak kalır. O zaman felsefe yanlışların, ortadan kaldırıl­ mışların, kurtulma sürecinin tarihi olarak kendini geçersiz kılmış demektir. Felsefe tarihine düşen iş, felsefe yazıların­ dan kaynaklanan, bilginin saklanmasıdır. Bu durum da fel­ sefe. estetik yönden ilginç olayların bilimsel gerçeklik de­ ğeri taşımayan yalnız biçem ve tinsel içerik bakımından okum aya değer görülen önem siz bir birikimi olur. Başkaları, yeni bilim görüşünün ardından giderek, şim ­ diye değin gelen felsefeyi yadsıdılar ve sonunda felsefeyi daha d a r sınırlı bir bilim olarak kurm ak istediler. Onlar, felsefeden kalan görevi böyle anladılar Çünkü felsefenin bütün bilimlerle ortaklığı sözkonusudur. Daha açıkçası man­ tık ve bilgi kuramı, görüngübilim de. Felsefe değerini yeni­ den kazanm ak için, öykünme ve iyiliksever bir tutumla, ken­ dini bilimin buyruğuna verdi. O zaman felsefe, bilgi ku­ ram ına özgü bir davranışla, bilimsel geçerliğin, soru sorma durum unda olm ayan yetkisini temellendirdi- gerçekten can sıkıcı bir iş yaptı. Böylece, mantığı bir uzmanlık bilimi ola­ rak geliştirdi; mantık da içerdiği konunun genelliğinden do­ layı. her geçerli düşüncenin biçim i olduğunu ileri sürdü. Bu­ günkü felsefenin yerme geçm ek için b ir m athesis univer-

220

salis (evrensel bilgi) niteliğinde göründü. Kimilerince logis-

tik tüm felsefe diye anlaşıldı. Bugün, bu ilk tepkinin ürünü olarak görünen anlayış şudur: Felsefe, öteki bilimler arasında bir bilimdir, öteki uz­ manlık dalları arasında bir daldır. O. ancak bu alanlar g i­ bi, uzm anlarınca istenir, onun dar bir uzmanlar çevresi, toplantıları, özel yıllık dergileri vardır. Bu ilgi çekici bilimselciliğe karşı, bir ikinci tepki vardır: felsefenin varlığına karşı çıkış, bilim olm a savının genel­ likle benimsenmeyişi dolayısıyla, önemsenmedi. Felsefe ger­ çekte bilim değilmiş, o duyguya, sezgiye, düşlemeye ve üs­ tün usa dayanırmış. Felsefe kavramsal bir büyüleme imiş, varlığın bilgisi değilmiş. Felsefe bir duygu atılımı ya da uya­ nık gözle istenen ölüm anlamına gelirmiş. Kimileri daha da ileri giderler. Bilimle bağlantı kurm a felsefe için yersizdir. Çünkü felsefe h er bilimsel gerçekliğin kuşku götüren yanı­ nı görm eye çalışır. Yeni bilimler, özellikle ussal yaşamın olumsuz sonuçlan dolayısıyla, tin ve varlık konusunda tüm­ den yanlış bir yolda yürümüyor. Felsefe özü gereği bilim ola­ maz, ancak gerçekliği de ortadadır. Bu iki tepki -zorlayıcı, yöntemsel ve genel geçerlik ta­ şıyan bilgi olarak kavranan bilimin karşısında, ona uym a ve onu tanımama gibi- felsefenin sonunun geldiği biçiminde görünüyor. Felsefe bilimin buyruğu altına konmuş ya da her bilimi yalanlıyorm uş gibidir. Sözün kısası bilim hiçbir durumda felsefe değildir. Bilimlerin felsefe karşısında kazandığı bu açık başarı, on yıldan beri, değişik kaynaklara göre gerçek felsefenin yeniden araştırılmasına yolaçan bir durum yarattı. Böyle bir durum ortaya çıkınca, som ut işlemde olduğu gibi, fel­ sefeyle bilim arasm daki ilişkiye göre yanıtlanmış bir soru gündeme gelir. O, birinci aşamanın nesnel sorunudur. İnsan, kendi tarihsel kaynağını gözünün önünde can­ landırırsa. her nesnel sorunun önemini anlar. Bu sorun, üç öğenin birbirine karışarak, içiçe girişinden doğdu. Bu üç öğe şunlardır: Birincisi yeni bilimin anlamı, İkincisi felsefeye öz­ gü genel bilginin her zaman yinelenmiş deneyi, üçüncüsü 227

ilkin Platon’da görülen ve h er zaman ohdaki gibi açıklanan felsefeye özgü gerçeklik kavramı. ö n ce : tikin bu son yüzyılda gelişen yeni bilimler, dünyâ­ ya yeni bir bilimsellik getirdi. Bu ne Asya'da, ne ilkçağ Ba­ tısında, ne de ortaçağda vardı. Bilim, gerektirici nitelikte kesin v e genel geçerlik taşı­ yan bilgi olarak, ön ce Grekler’de vardı. A n cak yem bilimler, her bilimin bu temel anlamını, yalnız, daha açık olarak or­ taya çıkarm akla kalmamış (her zaman iyice yetkinleştiril­ memiş bir görev), kendi araştırmalarının anlamım, kapsa­ mını, birliğini yeniden biçimlendirmiş ve temellendirmiştir. Bu bilimlerin birkaçının temel niteliğini göstereyim: Yeni bilim için her nesne ilgiye değer. En ufak, en bi­ çimsiz, en uzakta, en yabancı, ne olursa olsun, herhangi bir yerde gerçekten varolan, onun çevresinde bulunan önemli­ dir, çünkü vaFdır. O nun ilgisini çekm eyen bir nesne yok demektir. Ondan hiçbir nesne saklanamaz, gizlenemez, bir giz olarak kalamaz. Dahası: Yeni bilimin evrimi sona ermemiştir, çünkü son­ suz olana doğru ilerlemektedir Oysa ilkçağ bilimi her bi­ çim iyle kendini bütünleştirmiş olarak ortaya çıktı, onun gerçek, her zaman birdenbire kesilen evrimi; anlamının bi­ lincine varmamıştı. Yeni bilim, bir ya da birkaç ilkeden or­ taya çıkan oluşu açıklayan, bilimsel bakımdan olanaksız olan, her nesneyi kuşatan dünya tasarımını kavradı. Başka kaynaklan olan bir dünya tasannu (W eltbild) güçsüzleşen bilimsel eleştiride bireysel saltıklaştırma yoluyla, kendi yan­ lış geçerliğini ileri sürebilir. Büyük çaplı birleştirmeler -da­ ha eskiye giden bilgiden yoksun fizikte- gerçekliğin yalnız bir yanını kapsıyor. Gerçeklik, fizik dolayısıyla, büsbütün parçalanmış, temelsiz duruma gelmişti, o zaman bu durum sözkonusu olmamıştı. Çağdaş dünya ile Grek evreni arasın­ daki ayn m bundan kaynaklanır. Dahası: İlkçağ bilimleri, karşılıklı bir ilgisizlik içinde, birbirinden kopuk durur. Bu bilim ler som ut yetkinlik an­ lamından yoksundu. Buna karşın yeni bilimler her yandan birbiriyle bağlantılıdır. Böyle olmakla birlikte onlar için ger­ 228

çek bir dünya tasannu sözkonusu değildi, bu bilimlerin bir dünya tasarımı da yoktur. Bu yetersiz oluş; bu tekilleşen bilgide; h er bilgiyle bağlantı kurm aya çalışır. Dahası: Yeni bilimler, düşünce olanaklarına pek az de ğer verir, insan araştırarak yeni bir buluş ortaya koyup onu sonsuza dönüştürse bile, bilim ler düşünceyi yalnız belirlen­ miş ve som ut bilgi içinde geçerli sayar. A şağı y u k an eski ve yeni atom kuram lan; geçm iş kesin m odel-tasanm lar için­ de, böylece, toptan yıkılıyor. İlkçağ bilimi, usa uygun bir yorum la sürdürülen deneylere-uygulandı, onda kendiliğin­ den bütünleşen bir olanaklar yorum u vardı. Yeni bilim ise. çevrede, deney aracılığıyla ortaya koym a ve yineleme so­ nucu; araştırmanın bir aracı olarak, kuram ın boyuna geliş­ tirilmiş bir değişimidir. Dahası: Y eni bilimler, kendi sorunları içinde, en dış çiz­ giye varır. Sözgelişi: A z çok ilçağda başlayan, görünenin karşısında düşünme, görüşaçılannm kavranm asında ve gök­ bilime uygulanm asında hep gözlem e bağlıdır. Oysa bugün, özellikle çağdaş fizikte, en saçm a sayılanı bile gerçekleştir­ mek için, her kapalı dünya tasarımına dağınık bilgilerle ulaşmak göze almıyor. Sonuç olarak: Bununla birlikte; bugün karşısına çıkan her nesneye araştırarak karşılık bulan, açık ve kesin bir yönteme dayanarak bilebilen, bilinmeyenden bilineni ayır­ m ayı başarabilen bir tutum olanaklıdır ve bilginin tüken­ mez bolluğunu kazanm ıştır (Grek hekim ya da teknikçisinin pek az başarabildiği g ib i). Yeni bilim, h er türlü kuşku­ dan uzak bir araştırma ve eleştiri temeline dayanarak, gü­ venilir bilgi edinmek isteyen bir davranış biçim i tanıyor. Onun ortam ına girdiğim izde, biz de, temiz hava alıyoruz, gelişigüzel boş konuşmayı, usa uygun sanıyı, kendini beğen­ miş kesin bilgiyi, yitmekte olan k ör inancı görü r gibi olu­ yoruz. Y eni bilimde sözkonusu olan iki öğe, felsefeye özgü g e ­ nel bilgiyle ilgili çok eski b ir eğilimdir. Felsefe, eskiden be­ ri, bütünü bilen -sonsuz olarak gelişen eylemsel bilgi değil de yetkinleşmiş bir öğreti, bir bilim olarak ortaya çıkmıştı.

229

D escartes'ten beri, yeni felsefe kendini yeni bilimle özdeş­ leştirdi. öy le ce , genel, bilginin felsefeye özgü eski bilim kav­ ram ı içinde olduğu gibi kaldı. Bu konuda, yeni bilimde, Descartes'ın yaptığı gibi Calilei ’nin araştırmalarının d a anlaşıl­ madığı bellidir. Çünkü Galilei'nin anlam bakımından yap­ tığını, bu bilimin gelişmesine yardımı dokunan yaratıcı bir matematikçi olarak. Descartes pek az yapmıştır. Sonraki bilgeler, kesin bir anlamda Kant bile, bu genelci bilim dü­ şüncesi içinde sıkışıp kalmışlardı. Hegel, bütün olarak ger­ çek b ir bilim geliştireceğine ve bütün bilimleri kendi tinsel evreninde elde edeceğine inanıyordu.

Yeni bilimin ve yeni felsefenin bu özdeşleştirilmesi; ge­ nel bilginin eski savıyla, her ikisi konusunda bir yazgı oldu. 17'nci yüzyılın bu büyük felsefeleri içinde; ortak bir aldan­ m aya dayanan, daha sonraki birtakım sütunları arasmda kendilerine özgü bir konut gören yeni bilimler, kendi ken­ dini saltıklaştıran bir bilginin savlan dolayısıyla yozlaştı. Oysa yeni felsefe, sürekli bir kendini yanlış anlam a içindey­ miş gibi, «karşıt» tutumla, kendm i başarıya ulaştıran bü­ yüklüğü yaratabildi Üçüncü bir öğe de şu- Ne yeni bilim kavram ı, ne de bi lim düşüncesi; b ir dizgenin felsefeye özgü bütüncül bilgi­ sinde, Platon’da gördüğüm üz üstünlükte, gerçek felsefeye özgü bilim düşüncesiyle bir araya gelir. Platon’un, bilme ey­ lemi içinde ortaya çıkışını, m ağara örneğinde açıkladığı ve kendi eytişim sorununda değindiği, gerçeklik, epey uzak­ laşmıştır. Bu gerçeklik varlıkla, her varlıktan üstün olan­ la ilgilidir, -bu gerçeklik her zaman; yalnız her zaman v a ­ rolmakta olanın görünüşleri içinde, ortaya çıkan ve bu var­ lık olmadan, boyuna ereğine varm ak isteyen bilimlerin ger­ çekliğinden büsbütün başkadır. Bu, varlığın bütününü ege­ menlik altına almayı düşünen; dizge öğretisinin gerçekliğin­ deki başkalık gibidir. Hiçbir biçim de yazılamayan; Platon'un yedinci mektubunda anlattığı gibi, anlayanlar arasındaki iletişimin en uygun anında yalnız düşünme yoluyla ortaya çıkan gerçeklikle; yazılan herkes için zorlayıcı, genellikle an­

230

laşılır olan, her usvarlığı için çözülmüş bulunan, gerçeklik arasındaki uzaklık, bundan dolayıdır: Yeni bilim; felsefeye özgü bütüncül bilim, Platon’dan tur örnek vererek anlatm aya kalktığımız, yalnız düşüncede açıklığa kavuşan inanç gerçekliği gibi; bu ü ç değişik bilim kavramı, somutlaşan aldanm a konusunda, birbiri içinde eriyor. Bir örnek: Marksçılık: Ulusal ekonom iye dayanan soru düzenle­ m eler ve araştırmalar dolayısıyla, bilimsel evrim in önem li bir nedeni olmuştur. Ancak, o, bunu birçok değişik uğraş­ lara üleştirdi ve etkisini ortadan kaldırmadı. Marksçılık, da­ ha çok, tarihin eytişimsel gidişinden kaynaklanan, sözde bütün ayrıntılarıyla görülmüş, genel oluş diye nitelenen, ta­ rih felsefesiyle ilgili bir savdır; bilimsel genel geçerlik sa­ vıyla ortaya çıkan bir felsefe öğretisidir. Bilgi türüne göre, Hegel felsefesiyle özdeştir, o felsefenin kavram sal yöntemi, onun aracıdır. Ayrılık, yalnız Hegel'de olayın çekirdeğinin «ide» adını verdiğinde bulunması, M arx'ta ise insanı hay­ vanlardan ayıran tasanlı çalışm a ile geçim ini sağladığı, üretim biçimindedir. Hegel ve M ani’m ikisinde de bütün olaylar, kendilerince çekirdek durum unda bulunan, nesne­ den çıkar. Marx, bu konuda doğruyu söyledi, çünkü içerik bakımından Hegel’i tersine çevirerek, yöntem ini benimsedi, gerçekliği bırakm ayıp kavram m eytişimiyle kurm ak istedi. Çünkü bilimsel ve dolayısıyla, tekil olarak kazanılan, ulusal ekonom iye özgü bilgi, kendi anlam ına göre sürekli devinim içindedir. Bu bilgi, bütüncül sürecin eytişimsel bil­ gisiyle özdeşleştirilir. Eytişimsel sürecin bilgisi, ilkesel ola­ rak geçerlik taşıyan kesin bilgidir. Bu durum un doğurduğu yanılgıyı Hegel ve başka bir biçim de Descartes’tan beri g e ­ len yeni felsefenin örneği yaptı, M arx yineledi. Saltık, yad­ sıy ın savla ortaya çıkan Mancçı görüşün kaynağı dizge bar kımından, bütüncül bilgi olarak, felsefe türüdür. Yeni b ir bilim ürünü olm a savıyla doğan bu görüş sonuç vermedi Bu iki görüşle bir üçüncüsü inşam istek ve özlemi için­ de, değişik nitelikte de olsa, Platon’un gerçeklik düşüncesiy­ le benzerliğe götüren, saltık ve yerine getirici gerçeklikten

231

doğan bir düşünce eylemiyle bağlantılıdır. Bu düşünce ey lem i sınıfsız insanın gerçek bilinci diye anlaşılır. Bu inanç kesinliği ilkin, inanca değil de bilime dayanan, çağdaş dü­ şünce katılığına olanak sağladı. Bu düşünce katılığı ken­ disine karşı çıkanı anlayışsızlıkla, ya kötü istençli ya da salt özgün insan gerçekliğine aykırı konumda; altedilmez bir sın ıf yandaşlığıyla suçlar. Bu insan gerçekliği hiçbir sınıfa bağlı değild ir b u yüzden de saltık olur. İçlerinde, sınırlı anlam dolu bir araştırmanın eleştırilmeksizin bütüncül bilgi adına saltıklaştınldığı ve sonra bir İnançla bağlaştığı, benzer düşünme biçim leri ırk kuram ı ve psikanaliz temeline dayanan olaylarda, daha başka durum ­ larda gözlemlenir. Ayrışıkların yanlış biçim de içiçeliği dolayısıyla burada, h er günkü küçük olaylarda önceden bulunan, büyük olay­ larda da ortaya çıktı, şöyle ki: Kesin bilgi tutumu, yalın bir usa yatkınlıkla mutluluk, eleştirisiz özlem ve sava karşı di­ renme, gerçek araştırma, dinleme, derin düşünme, yoklama v e temele dayalı anımsama konusunda yetersizlik ortada­ dır. Bilim adına ortaya çıkan başkaldırma, her bilimselliğe karşıt bir tutumdur. Çünkü bilim b ir nesne, nasıl v e hangi nedenlerden dolayı, hangi sınırlar içinde v e hangi anlam da bilinirse, onun bilgisine götürür. Bilim, her zamanki bilgi­ nin yönteminden kaynaklanan, bilinçe bilmeyi öğretir. Bi­ lim kesinliği ortaya koyar, bu kesinliğin nesnel gerçekliği -koşullar ve araştırma yöntemleriyle olan bağlantıyı- bili­ m in en açık belirtimidir. Bilimin genel görünüşü, bugün, öyle açık değildir. Ger­ çek bilim, her zaman olduğu gibi, bugün de gizlenmiş sanılabilir, apaçık b ir giz de olabilir. -Apaçık, çünkü herkes yak­ laşabilir- giz h içbir biçim de herkesçe gerçekten anlaşılmaz. Gerçek, yanıltmayan, hiçbir biçim de yadsımayan bilimsel tutum; aydınlık olduğu oranda, ışık saçar; bu tutum eleşti­ rel sınır bilinci aracılığıyla, insanda gerçekliğin; başka, her kaynağı .ortamı boş bırakır. Burada, ayn ca, bilimden doğan olağanüstü bir güç 6r232

taya çıkan Bilimsel evrime, sürekli olarak, ancak gerçek diye bilinen katılabilir, geri kalanlar eleştirilerek, kendi ardardalığı içinde bırakılır. Bağımsız tartışma süresince, ken­ disini taşıyan insanlardan dah a çok, bir sorun oluşur; bu sorun kendi çevresinde hiçbir bireyce kavranamaz. Bilim kavram larının karışıldığı durum unda, tartışılan ü ç öğeye uygun olarak, üç görev ortaya kondu: tikin, felsefeye özgü bütüncül bilginin, sözde bilimsel bilgi olarak, üstünlük kazanm ası istenir. Bu yanlış bütün­ cül bilgi, bilimlerden, eleştirel olarak, ayrılır. Burada felse­ feye karşı çıkan onun kaynağını, geçerli bir anlamı, değer­ siz sayar. thincileyin. bilimlerin arınmışlığını sağlama sözkonusudur. Bu görev yalnız, bilginin uygulanm asında; sürekli çe­ kişmelerle, yerine getirilebilir. Bilim ve onun sınırlan k o­ nusundaki ilkesel açıklık, genelde her zam an özel olarak, ona karşı çıkan ve onun yanlışlığını ileri sürenlerce de, k o­ lay onaylanır. Bu da tek tek bilimlerin somutluğu içinde, bu arınm ışlığın gerçekleştirilmesine bağlıdır. Bilimsel araştırı­ cının, bu özlü, eleştirel çalışm ası dolayısıyla, bu olay ken­ diliğinden ortaya çıkar. Felsefe yaparak, bilimsel bilgilerin gerçeklik anlamını, eliyle yoklayıp incelemek isteyen kim se­ nin, bu çalışm a al anm a araştırıcıyla birlikte girmesi gere­ kir. Üçüncüleyin, felsefe yeni bilim ler dolayısıyla, yeni g e­ lişmekte olan koşullar altında, salt nitelikte ortaya çıkarıl­ malıdır. Bu bilim ler için de vazgeçilm ez bir iştir. Çünkü fel­ sefe her zam an bilim ler içinde diri kalmış ve onlardan ay­ rılm az olmuştur; bu da her ikisinde annm ışlığm ortaklaşa sağlanabilmesi sonucudur. Felsefenin yadsınması, bilimden kötü bir felsefenin çıkm asına katkıda bulunmaktır. Araştı­ rıcı, ister bilerek ister bilmeyerek, felsefe alanına bir kez girse bile, bilimsel zorlam ayla tanıyamadığı, som ut eylem i­ nin yöntem ini elde etmiş demektir. Sözgelişi: Genellikle; bilim olm ası gereken bilimsel ola­ rak kanıtlanamaz. Y a da: Varolanın sonsuzluğundan k ay­ naklanıp araştırm a konusu yapılan nesne, bu konuya du­ 233

yulan İlgiden dolayıdır, bilimsel olarak temellendirici bir seçm e nedeniyle değildir. Y a da: Bizi yöneten temel ilkeler araştırmanın dizgeselliği içinde gerçekleştirilir; kendiliğin­ den araştırılır durum a gelmez. Bilim, yalm bilim olarak, kendi kendinin ötesine geçer, önemsenmeyişin içine düşer. Nicolaus Cusanus, anlık bir orospudur, çünkü kendini herhangi bir nesne karşılığı ve­ rir, dedi. Lenin de, bilim bir orospudur, çünkü her sınıfıiı il­ gisine satılır, dedi. Cusanus’ta us, sonra anlık bilgisinin an­ lamı, tutumu, bağlılığı niteliğinde olan Tanrı bilgisi-, Lenin’ de ise salt bilimi isteyen sınıfsız bir insanlık sözkonusudur. Öğrenilmeye değer ne varsa felsefeye özgü düşünüşün so­ runudur. Nesnel bilimlerde felsefe, araştırıcının kendi çalış­ ma yöntemine göre üzerinde durduğu, önemli bir içerik ola­ rak bulunur. Bu çalışm ayı derin düşünme ve özbilinci ile pekiştiren kimse, açıkça felsefeyle uğraşıyor demektir. Bu çalışm a tutumunu yadsıyan bilim gelişigüzel istenenin, yü­ zeysel doğrulukların sonsuzluğu; anlamsız işleyişin, isteğe uygun uysallığın İçine düşer Bilimin saltlığı felsefenin saldığını ister. Ancak felsefe nasıl salt olur? Felsefe eskiden beri bilim olarak geçerli değil miydi, bilim olm ak istem iyor m uydu? Bizim yanıtımız şudur.- Felsefe, yeni bilimsel araştırma an­ lam ında daha az, bilimden İse daha çok «bilim »dir. Felsefeye, bilimlerin onun koşulu olduğu oranda bilim denebilir. Bilimlerin dışında savunulabilir bir felsefe yoktur. Felsefe, kendi kesinliğinin bilinci içinde, koşulsuz olarak bi­ lime bağlanır. Felsefe gerektirici bilgiye karşı çıkm ak iste­ mez. Felsefe yapan kimse, çalışm alarım bilimsel yöntem ler içinde sürdürmek ister. Herhangi bir uzmanlık alanında gerekli bilgiyi edinm e­ yen ve bilimsel bilgiyle ilişki içinde bulunmayan kimsenin felsefede ayağı sürçer, eleştirel olm ayan tasarıları yetkinleş­ miş bilgi diye ileri sürer. Oysa bilimde, buz üzerine yatırıl­ mak da kaçınılmazdır, öyle duyguların ve tutkuların çal­ kantısı içinde kıvranıp kendinden geçmek, hızla yalımlanan 234

bir saman ateşi gibi kalm ak ya da donmuş, katı bir düşün­ ceye saplanmak yoktur. Dahası: Felsefe yapanın bilimsel bilgiye yönelmesi ge­ reklidir; çünkü gerçekten bilinmeyene giden tek yol bilim­ sel bilgidir. Bu bilimsel bilgi, en görkemli bilgiyle gelişmiş, içinde bilginin kıyıda bulunduğu ve insanın aradığı bir sı­ nır gibidir; orda yanlış ve güncel değil gerçek ve kesin olan vardır, orada yitme ve umutsuzluk değil gerçekten bir an­ lam a vardır, tikin eksiksiz bir bilgi eksiksiz b ir bilinmeyen olabilirdi, ilkin burada varlığın içinde bulunduğu gerçek ba­ şarısızlık ortaya çıkablirdi, artık yalnız öğrenilebilen var­ lığın görünür durum a gelmesi sözkonusu olmazdı Bu sırada yeni bilim büyük büyüsünü çözm eyi başardı, gerçek derinliğin, gerçek gizin kavranm asına giden yolu buldu. Bu giz, ancak en kesin bilgiyle ortaya çıkarılan bilin­ meyenin içinde somutlaşır. Felsefe, bilgi konusundaki tutumu dolayısıyla, bilimleri küçümseyenlere karşıdır. Araştırmaya kuşkuyla bakan, bi­ limlerdeki sapmaları bu bilimin kendisiyle bağlantılı gören, son olarak bilimi, «yeni bilim i- çağım ızın yıkım ı ve İnsan­ lığa aykırı durum undan sorumlu tutmak isteyen, yalancı peygamberlere karşıdır. Bilim saçmalıklarına ve bilimi küçümsemeye karşı çı­ kan felsefe, yeni bilim konusunda, kendini bağımsız sayar. Felsefeye göre, yeni bilim, olağanüstü, karşılaştırılmaz, g ö ­ rülebilir bir olaydır, dünya tarihinin en derin kesitidir; d a­ hası büyük korkulur durum ların kaynağıdır, ancak daha büyük olanakların; dahası her insan değerinin de koşulu­ dur. Felsefe yapan kimsenin bu bilim olm ayınca, gerçek ey­ lemi de olmaz. Bu eylem, sürekli olarak, bilimsel nitelik taşıyabilir, çün­ kü felsefe yön tem sel davranır ve bilim yöntemleriyle bilgi edinir. Ancak bu yöntemlerin, bilimsel yöntemlerle karşılaş­ tırıldıkta. başka olduğu görülür, çünkü onlarda herhangi bir araştırma nesnesi yoktur. Belirlenmiş bir nesne, özel bir bi­ limin de nesnesidir. Ben, bütün nesneleri, evreni, varlığı, felsefe eleştirisinin gösterdiği gibi, bu konularla İlgili söz­ 235

cükleri, nesnesi olm ayanı da, felsefenin konusu olarak nite­ liyorum . Felsefe yöntemleri, nesnel olanın üstünde bulunan, aşkın durum a getirmenin yöntemleridir. Felsefe yapm ak aş­ kın durum a getirmektir. Bizim düşüncemiz, her zaman nes­ nelerle bağlantılı olduğundan, bu aşkın biçim e getirme iş­ leminde nesneler düşünce eyleminin gidişiyle yükseltildiği durumlarda, bütünlüğe ulaşır. Felsefe yapmanın kılavuzu olan böylesi nesnellikler, felsefenin büyük yaratmalarıdır. Bu nedenle, binlerce yıldır bize seslenen, gerçekötesicilerin derin dili bizim için yeri doldurulm az bir varlıktın O, baş­ langıcından beri tarihsel felsefede yerini almak, bir nesne­ yi olduğu gibi bilmek değil, güncel yaşam da geçerli kılmak istiyor. öğretilebilir konularla ilgili sözde felsefe bilgisinin bi­ rikimi, bir küavuz olarak felsefe yapm aya yardım eden, ken­ di kendini konulaştırmadan doğuyor; sonra yeniden ondan kaldırılan nesnelliğe dönüyor. Bu nesnellikle, felsefe bakı: mından bir iletişim sayılan nesnenin bilineceğine inanılır: Capita m ortua; büyük gerçekötesicilerin baş-bacak kemik­ lerini sakladıktan yerler. Biz, felsefede her an gereksinme duyduğum uz nesnellikleri kaldınp atamayız. Biz, düşünce1 lerimizin egem eni olarak kalmalıyız, onların boyunduruğu altına girmemeliyiz. Aşkın taştırmanın benzeşık düşüncesinin bilimsel biçim ­ leri içinde felsefe bilimden daha az önemlidir. Çünkü fel­ sefe hiçbir kanıtlanabilir sonuç ve h er anlık için gerektirici bilgi sağlamaz. Bilimsel bilginin dünya üzerinde, özdeş ola­ rak, yayıldığı oysa felsefenin bütün geçerlik savlarına kar­ şın hiçbir nesnel genel geçerlik taşımadığı, ilk bakışta g ö ­ rülmeyen açık bir gerçektir. Felsefe, gerçekliğinin kendine özgü niteliği için, açık bir belirtidir. Bilimsel doğruluk ge­ nel geçerlik taşır, ancak yöntem ve koşullar bakımından görelidir, -felsefedeki doğruluk ise tarihsel nesnel geçerlik içinde ortaya çıkana göre koşulsuzdur, kendi an latım ları içinde de genel geçerliği yoktur. Bilimsel gerçeklik herkes için birdir-, felsefeye özgü gerçeklik türlü tarihsel giysiler 236

içindedir, olaya göre tektir, yetkilerinin eşit olm asına kar­ şılık, bilimle felsefe birbirine özdeş olarak aktarılamaz. Bir felsefe philosophia perennis’dir, bütün felsefe alan­ larını kapsar ve onu kimse tekelinde bulunduramaz; ona gerçekten felsefe yapan katılır, felsefe gene de herkes için geçerli tek biçim taşımaz, yalnız doğru düşünme yapısı ka­ zanabilir. Bu özelliği nedeniyle felsefe, daha az değil; bilimden çofe'tur; daha açığı bilimsel bakım dan gerektirici bilgi için, varılam ayan bir gerçekliğin kaynağıdır. Bu felsefeye uygun tanımlamalar: Felsefe yapm ak ölm eyi öğrenmektir, -tanrısal varlığa yükselmektir-, varlık olarak varlığın bilgisidir. Bu tanımlamalar şu anlam lara gelir: Felsefe düşüncesi b ir içdavranıştır, özgürlüğe sesleniştir, aşkın varlığı andiçerek onaylamadır. Bu, başka türlü de tanımlanabilir: Felsefe ger­ çek varlık içinde kendini güven altına almaktır, -ihsana bir­ likte verilmiş bir inancın İçerdiği düşünceyi sonsuz olarak aydınlatmaya çalışmaktır-, insanın içindeki benlik savmın düşünceye giden yoludur. Oysa böyle önerm elerin hiçbiri doğru bir tanım değil­ dir. Felsefenin tanımı yoktur, çünkü felsefe başka bir nes­ neden dolayı tanımlanabilen bir varlık değildir. Felsefenin bir türü olabilecek, yığınlaştınlm ış, bir çığır yoktur. Felse­ fe kendi kendini tanımlar, doğrudan doğruya tanrısal var­ lıkla ilişki kurar, kendini bir yararlılıkla temellendirmez. Felsefe, içinde, insanın kendi kendine verildiği, b ir kaynak­ tan çıkar. Söylemek istediklerimi toparlayayım: Bilimler h er gerçekliği değil, yalnız us için gerektirici, genel geçerlik taşıyıcı doğruluğu kapsar. Gerçeklik kapsanmazdır. O, yalnız felsefe yapanın usuna görünm e gereğin­ dedir. •Gerçeklik Ü stü n e• başlığı altında, ortaçağ başların­ dan beri bütün yüzyıllar boyunca gelen felsefe yapıtları y a ­ zılmış olm asm a karşılık, bugün de öyle, gerektirici bir görev vardır. Bu görev bilimsel bilginin ve tarihsel deneyin şim di­ ki k oşullan altında, gerçekliğin özüyle ilgili bir görüşü, ge­ ne gerçekliğin alanı içinde, kazanmak içindir. 237

Böyle bir anlayış bilimle felsefe arasındaki ilişkiyi ku­ şatır. Bilimle felsefe arasındaki bu açık ayrılığa karşın, her ikisinin birbirinden çözülm ez birlikteliği, salt ve doğru ola­ rak geliştirilir. Üniversite, araştırma ve öğretim de bilimlerle felsefe ara­ sındaki büyük kılgısal birliği arar. Üniversitede, h er zaman, bilim araçlarıyla dünyagörüşü bile çağdaşlaştırıldı. Üniversite, içinde bütün bilimlerin birbiriyle karşılaştı­ ğı, bir ortam dır. Bilimler birbiriyle bütünlük oluşturduğun­ da üniversite bir tinsel varlıklar evine benzer, -üniversite bir bilgi birliği oluşturm aya doğru gittikçe, daha son biçi­ mini almamış bir tapmak görevi üstlenmek ister gibi olur Bundan yüz elli yıl önce şöyle apaçık bir durum vardı: Felsefe alanında araştırıcı uzm anların üzerinde durdukları konu, bilgelerce en aydınlık bir bilinç içinde geliştirilmiştir. Bu olay, başka türlü, olmuştur. Bilimler, uzmanlık alanla­ rına ayrılarak, bölünmüştür. Bilimsel anlama, bağlayıcı bi­ reysel bilginin annm ışlığıyla, felsefeden çözülebileceğine inanıyordu. Bilimlerin dağılm ası son ve kaçınılm az bir durum m u­ dur? Şimdi, öyle bir felsefe isteniyor ki; bütün geçmişi iş­ leyerek kendinde taşısın, çağım ızın tinsel durum u içinde ye­ tişmiş olsun, bilimlerin ortak içeriğini, bizim için görünüş alanına çıkarsın; dahası en yüce düşünce yapılarm da bile, en yüzeysel olanlardaki gibi, her kişide yankısını bulan önermelerde dilegelsin. Oysa, bizim, bugün böyle bir felsefe­ m iz yoktur. 15’inci yüzyıldan beri eski üniversitelerde, yetkililerin taşıdığı özel değneklerde (asa), İsa'nın fakültelere nasıl g ö ­ rev dağıttığını gösteren altın işlemeli sim geler vardır. Bu simgesel değnekler, bugün, kullanılıyorsa da, etkisizdir, an­ cak bütünle ilgili birlik görevini bildirm eye yarar. Artık tannbilim , felsefenin bütününü oluşturmuyor. Bugün ortak bir üniversite anlayışı var mı? Üniversite ken­ di düzeni içinde bile bakışım, m antık ve bütünlükten yok­ sun, süreklice değişen bir tümel yapı olm aya yönelik görü­ nüyor; her nesnenin, bilimsel olarak geçerlik taşıdığı, sü­

238

rekli bir genişleme içinde bir yer tutuyor. İşte felsefe bura­ da kendisine en yabancı olanla karşı karşıya gelmektedir. Herkesin içine itildiği bu karşılaşmada, felsefe bütünün bil­ gisine dayanarak, kendisine bilinmez görüneni yadsımaz. Felsefe, en yabancı olanla ilişki kurdurarak, öğretir. Tinsel yaşamın, düşünce genişliği ve özgürlüğüne zorunlu yönel­ mesi bu olay yüzündendir. Ortak bir anlayış, bir inancın, her nesneyi bağlayıcı içeriğinde değil; böyle bir inancın eleş­ tirel olarak araştırılması, anlaşılamayanın mantık ve deney­ sel yönden tanınması, sacrificium intellectus'un (kutsal an­ lık) kesinlikle yadsınması, sınırsız bir soru sorma, ve d o ğ ­ ruluk gibi durum larda bulunur. Bu anlayış son yüzyılın ürünüdür. Üniversite, boyuna, bu anlayışla yetinecek mi? Bu durum, felsefe için, olağanüs­ tü olanaklar ortaya koyacak gibi görünüyor. Ancak, b ir bi­ reyin görevi olarak değil de; gerçekten ortak tinsel bir dün­ yanın olanaklı yaratması için ivedilikle bir çalışm a izlencesi düzenlemeye kalkmak saçm a olurdu. Felsefe yapan kimse, bu tutumunu doğru olarak sürdür­ dükçe, bilinmeyenin bilincindedir. Bu konuda değişiklik yapmamak, bugün, felsefe profesörünün gerekli, başka bir alçakgönüllülüğüdür. En gözde hilgeler. belki de kendileri­ ni, kesinlikle güncel bir felsefe öğretisini öğretmekle yüküm ­ lü saymıyorlar. Çünkü felsefe, bilimler içinde, bilinmeyenin değerlerinin dağılışı karşısında kendini korur ve bilimsel araştırmanın canlılığını sağlar, ö z e l bilim in bütünlüğü k o­ nusunda gerçekleşen somut felsefedir bu. Bu felsefe, sürekli ilgisiyle, genelde bilginin yerini tutar, bu özel sorunu bütün bilinebilir olanla bağlantı içinde görmek bu yolla derinliğe dem ir atmak ister. Kendini böyle yorucu işlere veren felsefe profesörü, se­ si düzenleyen bir yönetm en değil, tersine bilgi edinen, yeniden kendini sesin çınlayışına bırakan, en geniş bağlamlar içinde sesi izlem ek ve hepsinin ne anlama geldiğini kavra­ mak isteyen, bir dinleyicidir. Felsefe profesörü, belli bir örnek değil, yaratıcı olan tek tek büyük bilgeler karşısında saygı duyar. Bugün öyle bil230

goler yoktur -ancak o. Platon un okulunda başlayan lnseuıı tanrılaştırmaya da karşı çıkar. Çünkü en büyükler de insan­ dırlar, yanılırlar: hiçbiri önünde boyun eğilecek b ir yetke de­ ğildir. Felsefe profesörünün; bilgisi gerektirici olan her bilim karşısında, bir saygısı vardır, -ancak o her nesneyi temelin­ den bildiğini ya da kesinlikle bildiğini sanan b ir bilimsel büyüklenmeye de karşıdır. Onun ülküsü, yaşamda; öteki usvarlıklanyla birlikte, bir usvarlıkdır. O, kuşkuya kapılm ak istemez, bir düşünceye karşı direniş yanm da bir işe girişmek de ister. O, sınırsızca derinleşen, her nesnenin kendisiyle varolduğu doğrulukla sürdürülen bir iletişim içinde insanların karşılıklı olarak birbirleriyle konuşmaları konusunda, yetenekli olm ak ister. Onun umudu, topluluk içinde bir usvarlığı olduğundan, ona bir içerik diye verilmiştir. İnsan, bu nedenle, yaşaya­ bilir. çünkü onun istenci, doğrulukla çaba tükettiği oranda, aşkın varlığın yardım ıyla ve insan aracılığına gerek kalm a­ dan, iyi olur. O,, felsefe öğretm eni olarak, ortak sorumluluk duyar, çünkü büyük unutulmaz, felsefeye özgü düşünme yöntemle­ ri öğretinin nesnesidir; bilim ler onun etkisini felsefenin dü­ şünme biçim inde kazanır. O, içinde yaşadığı kendiliğinden aydınlatıcı bir çağda, öğrencileriyle sonsuz varlığa bakm a­ yı ister...

240

Felsefe ve Din

Binlerce yıldır felsefe ve din, birlik ya da düşmanlık içinde, birbirinin karşısında durur. Onlar, başlangıçta, söylenceler ve dünya tasarım lan içinde birlikte yürürdü, -daha sonra, felsefe tannbibm g iy ­ sisine bürünerek, tannbilim de ortaya çıktı, dahası felsefe şiir kılığında, bilim kılığında göründü. İkisinin ayrılmasında, felsefe için din kavranam ayan b ü­ yük bir gizem di... Din, araştırma konusu olarak tapımı; ev­ renin yaratılışı savını, dinsel bakım dan temellendirilmiş b ir toplum erki savmı, onun örgütlenmesini, toplumsal yöneti­ mi, dinin kendi kendine kazandırdığı anlam ı seçti. Bu araştırıcı tutum da Çatışmanın tohumu, daha baştan, vardır. Felsefe yönünden çatışma, yalnız, gerçeklik uğruna tinsel araçlarla döğüştür. Dinle felsefe, ikisi de, tek anlamlı kuruluşlar değildir. Biz bunlardan, iki belirli bakış açısına göre, karşılaştıncı b ir görüş çıkarabiliriz. Bunların ikisi de tarihsel bir değişim için­ dedir, ikisi de h e r zam an sonsuz gerçeklikle ilişkili görülür. Bu gerçekliğin tarihsel giysisi gerçekliği saklar ve geçm iş­ ten geleceğe aktarır: Bundan, sonsuz dinsel b ir gerçeklik F: 10/241

olarak, sözedemeyeceğim. Felsef gerçekliği philosophia perennis'tir, on u kim se İstediği gibi kullanamaz. Felsefe ya­ pan herkes için philosophia perennis gereklidir, nerede ger­ çek felsefeyle uğraşılıyorsa orada vardır. Felsefe ve din karşıtlığı dışında hiçbir bakışaçısı yoktur. Bizim için h er biri karşıt uçlarda bulunur, biri ötekinden gerçek deneye dayanm ayan kesin bir görüşle, sözeder. Bun­ dan dolayı benden; herhangi bir yerde konuyu görem edi­ ğim i, yanlış anladığım ı d a bekleyebilirsiniz. Duraksıyorum, ancak bu konuyu da bırakamıyorum. Din üstüne olan bu konuşma, dinin kendi gerçek varlığıyla bağlantılı olm ayın­ ca kuşku götürür, ancak gerçek ve açık bir eksikliğin anla­ tımı, gerçekliğin araştırılması, dahası kendiliğinden ortaya çıkan sorular arasm da dinsel inancın doğrulanm ası olarak, vazgeçilmezdir. Felsefe için din düşman değil, tedirginlik içinde önem taşıyan bir konudur. Biz, burada; benim kişisel anlam taşıyan bir sözcükle ni­ telediğim, b ir durum içindeyiz. Çünkü din önemlidir, eksik­ liğin bilincine varm a beni dinsel inançça söyleneni dinlemek için, tutkulu durum a getirdi. Benim gerçeklik uğruna di­ dinen yaşam ım da acı çekiş vardır; çünkü bu yaşam birta­ kım kesinleşmiş noktalarda tannbilim cilerle yapılan tartış­ m alar içinde tükendi. Tannbilim ciler susarlar, anlaşılmaz b ir önerm e üzerinde dururlar, başka bir konudan sözederler, koşulsuz bir sav ileri sürerler, gönüldeşçe ve iyi söyler­ ler, daha önce konuşulmuş; gerçekten olm ayan bir nesneyi önümüzde duruyormuş gibi gösterm ek isterler, -sonunda h içbir doğru ilgi elde edemezler. Çünkü onlar b ir yandan, kendilerini kendi gerçeklikleri içinde; kuşkudan uzak, kor­ kudan ırak sezerler, öte yandan d a bizim çevrem izde onla­ ra katılaşmış görünen insanlar için verecek bir nesne yok­ muş gibi gelir. Ancak, birbiriyle konuşm ak dinlem eyi ve gerçek yanıtı gerektirir. Bir soru karşısında susmayı ya da çekim ser kalm ayı yasaklar, hepsinden önce insan dilinde gelişmiş her inanç anlatımının ortaya konmasını ister. Bu inanç anlatımı dünyada nesnelere yönelm iş bir sonuçlamadır. Bu inanç varlığı yeniden soru durumuna getirilir, irde­ 242

letilir, ancak bu dışsal değil içsel olarak yapılır. Gerçekliğin kesinliği içinde bulunan, başka kimseyle, doğru konuşamaz artık, -o inanılmışın içeriğine en uygun durumda, gerçek iletişimi keser. Büyük soruna, birkaç görüş açısına göre ve yetersiz ola­ rak, değinebilirim. Bana kalırsa, felsefeye özgü kökensel inanç, ancak bu yolla sezilebilir duruma getirilir. Dinin, felsefeden ayrılan, bir niteliğini aşağıdaki satır­ lar gösterir: Dinin tanıdığı tapım, insanların doğm akta olan ortak yaşamından kaynaklanan, özel bir, tapıma bağlıdır ve söy­ lenceden ayrılmaz. İnsanm, aşkın varlıkla gerçek ilişkisi; dünyaya özgü ya da kutsal olm ayan bir nesnece sınırlandı­ rılmış, dünyada bulunan kutsal bir varlık biçiminde, h er za­ man dinle bağlantılı kalmıştır. Bu kutsal varlığın bulunm a­ dığı ya d a yadsındığı yerde dinin özel içeriği ortada kalkmış­ tır. Nerdeyse bütün insanlık, tarih bilincine ulaştığı oran­ da, dinde gerçeklik ve özlülük konusunda u ya n cı bir kanıt aramadan, dine bağlı kalarak yaşar. Buna karşın felsefe hiçbir tapım, kilisece yönlendirilmiş topluluk, dünyada başka bir dünya varlığınca ortaya çıkarılm ış kutsallık tanımaz. O, her yerde ve her zaman, dmin herhangi bir yere yerleştirdiği, ortada bulunan varlık ola­ bilir. Felsefe bireyde, özgürlük içinde gelişti; toplumbilim ba­ kımından gerçek ilişkileri, bir topluluğun sağlayacağı gü­ venceyi gereksemez. Felsefede din törenleri, eskiden kalm a söylenceler yoktur. Felsefe özgür bir düşünme geleneği için­ de, değişmeye yönelir. Felsefe, ne denli insan olarak insana bağlı ise de, bireylerin sorunu olarak kalır. Din, gövdesel bir gerçekliği öngörür, felsefe ise etkile­ yici bir kesinlikten yanadır. -Bilgelerin tanrısı dine yoksul, solgun, boş görünür, din felsefenin tutumunu varsayımsal «tanrıcılık» diye niteler; dinlerle ilgili gövdesel gerçeklikler de felsefenin gözüne aldatıcı, yanlış bir yaklaşım olarak g ö­ rünür.- Din, yüzeysel bir soyutlama saydığı felsefenin tan­ rısına çıkışır, felsefe ne denli görkemli tapınılan olsa bile, saptıncı diye gördüğü dinin tann tasanm lanna güvenmez. 243

Görünümlerinin birbiriyle çatışmasına karşın, felsefe ve din içerik bakımından birbirine yakın, dahası özdeş bile görünür. Bu konuda tann düşüncesi, yakanş, tanrısal bildi­ ri ortaya konan örneklerdir. T a n n düşüncesi: Batı’da, tanrıyla ilgili düşünce Yunan felsefesinde ve Tevrat'ta ortaya çıktı. İkisinde de, büsbütün değişik nitelikte, şaşırtıcı b ir soyutlama sürdürüldü. Yunan felsefesinde tektanncılık düşünce olarak gelişti, aktöre ölçü­ lerinde arandı, dinginlik içinde kesinleşti. Bu düşünce, in­ san yığınlarına değil de, bireye damgasını vurdu. Onun ürü­ nü, yüksek insanlık biçimleri, etkili ortak bir oluşum niteli­ ği taşımayan, özgür felsefedir. Tevrat'ta tektanncılık salt, gerçek, biricik T a n n uğrun­ da girişilen savaş tutkusu içinde gelişti. Soyutlama mantık yoluyla değil de, T ann'yı daha çok örtü altında gösteren, betimler ve gövdesellik aracılığıyla yaratılan şaşkınlık için­ de gelişti. Bu olay tapım, Dionysos şölenleri ve adak tören­ lerinde yönlendirici düşünceler dolayısıyla ortaya çıkan sap­ malara karşı, direnişle sürüp gitti. Baal’a, içinde yaşanan dünyaya özgü dine, onun mutluluğu ve bayram lanna, esrik­ liğine, avutmasına ve öz-kıvançlığına, töresel ilgisizliğine karşı; dipdiri bir Tanrı önünde iş görecek, salt T an n düşün­ cesi kazanıldı. Bu gerçek T ann'nm örneği, benzen yoktur, o tapıma, adağa, tapınağa, törenlere, yasalara değer vermez, tersine insana karşı yalnız doğru davranm ayı ve sevgiyi is­ ter (Mika, Jeraias, Jeremias). -Bu soyutlama; dünya varlı­ ğına karşı bilinç bolluğundan gelen, töresel istekleriyle ken­ dini gösteren, evren-üstü yaratıcı T a n n ’yı koyan, bir H iççi-liktir.- Bu soyutlama evrim leşen düşüncelere değil, T a n n ’nın söylediği sözcüğe, peygam berin T an n sözü diye bildirdiği sözcükle öğrenilen T an n 'ya dayanıyor. T ann gerçekliğinin erki peygam ber vanlığının bilincindedir; tektanncılığı bir düşüncenin gücü ortaya koymadı. Grekler'in anladığı düşün, ce içeriği ile Tevrat'ın getirdiği tektanncılığm , birlikte çökmeşine karşın, T an n varlığının türü içinde köklü olarak bir­ birinden a y n kalm alan olağanüstü bir olaydır. İşte o, felse­ feyle dinin aynım dir. Sonuç olarak; bu aynm , tannsallıkla 244

Tann-düşünülen aşkın varlık ve yaşayan Tanrı arasında vardır; çünkü felsefenin anladığı Bir, Kutsal Kitab'ın benim­ sediği Bir değildir. Felsefenin açıklığı egemen olunca, peygam berlerin sürükleyici, benzersiz inanç kesinliğinin, bizim için bugün de bu biçimde, olanaklı olup olm adığı sorunu ortaya çıkar. Çünkü peygam berler her felsefeden önce, felsefeyle ilgili dü­ şünceyi kuşkuya kapılmaksızm yaşadılar, bu yüzden de doğ­ rudan doğruya Tanrıca söylenmiş her «sözcük»ün nesnel gerçekliğin gövdeselliğinden bir kalıntı olduğunu düşün­ mediler -bu örnek ve İkonalar yüzünden yaptıkları savaş­ lar da bu temele dayanmaktadır. Grek ve Tevrat tektanncılığı, Batı’daki T ann düşünce sine öncülük etti. Bu iki düşünce, karşılıklı olarak, birbiri­ ni yorumladı. Peygamberlerin geliştirdikleri inançla ilgili soyutlamanın, felsefedeki soyutlam a ile benzerlik gösterdi­ ği de açıktır. Peygam ber inancı felsefe inancına üstün gel­ miştir, çünkü o dolaysız olarak T ann bilgisinden geliyor, Ancak bu m anç, felsefe inancının altında bir düzeydedir; bu nedenle birbirini izleyen kuruluşlarda bulunur, boyuna Incil'de durur, sonra ortalıkta görünm ez olur. Yakarış.- Tapım topluluğun işidir, yakanş ise bireyin kendi yalnızlığı içindeki edim idir Tapım evrensel, yakanş tarihseldir ve ilkin Tevrat’ta Jeremias'ta görülür. Tapımın içinde gerçekleştirildiği töreninin tinsel kuruluşu yakanş denen yazılarla doludur. Çünkü onlarla tanrısal varlığa ses­ lenilir, şükredilir, yakanlır. Ancak, önem li olanın yanm da bilinmeyen çok eski bir geçm işten gelen, değişmeyen, sağ­ lam biçim ler bulunmaktadır. Bunlar eski kuşaklarda eylemsel olarak gelişir, değişir, buna karşın varlığım sürdürür. Onlar, uzun süre, biraz d a anlaşılm az olmuş, ya giz olarak saklanmış ya da değişerek yeni bir anlam a dönüşmüştür. Buna karşın yakanş bireyseldir, kişisel varlığa değgindir. Bireyin, sağlıklı bir biçim de sürdürdüğü tapım ilişkisi, bu nedenle, dinde varlığını konur. O zam an gerçekten kişisel ve özel olarak y aka n ş felsefeye özgü uğraşın sınırında du ­ rur; felsefe de tanrısal varlık konusunda her amaçlı ilişkinin 245

bulunduğu ve gerçek etki istencinin tanrısal varlıkla bağ­ lantılı olduğu yerdeki an içinde ortaya çıkar. Bu, kişisel tan n y la ilgili kişisel bağlantının gövdeselliğiyle -dinin bir kay­ nağı bakımından- içinde ilkin yalnız kendini veriş ve şük­ rün kaldığı, felsefeye özgü iletişimin boşlukta duruşu ara­ sında, bir sıçramadır. Sonra güvence, insana basacağı yeri sağlar. Bu iletişim, dünyada değil, yalnız insanda etkilidir. Kuramsal güvence, doğru bir iletişime dönüştüğü yerde, bi­ ricik yakarış gibidir. Bu iletişim; bir din olarak gerçekleşen bütünün içinde bulunmuşsa, dinsel eylem den ayrılmış, ba­ ğımsız olanaklı bir nesne olmuş demektir. Tanrısal bildiri: Dinler, tanrısal bildiriye (O ffenbarung/ vahiy) dayanır, açık bilinçli, Hint ve İncil dinleri böyledir. Tanrısal bildiri dolaysızdır, zamanla yerleşmiştir, bütün in­ sanlar için geçerli olan Tanrı bildirisi söz, istek, davranış ve sonuçla ilgilidir. Tanrı buyruğunu verdi, toplumu kurum ­ laştırdı, tapımı temellendirdi. Hıristiyanların tapımı düzen­ lenen bir «Akşam yemeği » dolayısıyla Tanrı eylemi olarak kuruldu. Bu nedenle tanrısal bildiri, bir din içeriğinin kay­ nağıdır. Bu, kendi kendine değil, topluluk içinde geçerlidir -halkın din ortaklığı, kilisenin topluluğu- bu topluluk nes­ nel yetki ve güvencedir. Felsefede Tanrı tasarımıyla ilgili çabaların, her zaman ilk adımda yeniden benimsenmiş görünen ve ilk kez veril­ miş olan, bu düşüncenin karşısında şunu duyuyoruz: Her Tanrı tasarımı boşunadır, insan her nesneyi Tanr.'dan bilir ve yalnız tanrısal bildiriyle bilebilir. T an n yasa verdi, pey­ gam berler gönderdi, o bir kul kılığında çarm ıha gerilmiş olarak, bizi kurtarmak için geldi. Ancak, böyle bildirilen tanrısal bildirinin dünyada bir biçim alması gerekir. Bu tanrısal bildiri, açıklığa kavuşuııulduğu zamanda, kavranabil iri iği oranında sonsuzdur. Ko­ nuşurken düşünülen; bu sonsuzluk ve kavranabilirlik içinde iletiliyor. Artık, insan sözcüğü T ann sözcüğü değildir. Tan­ rısal bildiride, insansı olarak insanı ilgilendiren nesne fel­ sefenin içeriği olur ve tannsal bildiriyi gereksemeden ge­ çerlik kazanır. İmdi tözünün yitimi yüzünden, dinde bir güç 246

azalması sözkonusu olur m u? -dinden uzaklaşıp dünyaya yaklaşma denen olay, ya da bir arınma, bir köklü özleşme, derinleşme, eksiksiz tözleşme sözkonusu edilir m i? Görünü­ şe bakılırsa bu olayların ikisi de vardır. Aydınlanm a sonu­ cu ortaya çıkan boşaltım korkusuyla insanın özel gerçek-olraa olanağı karşı karşıyadır. Din, ilkçağdan beri her zaman, bilgelerce yadsınmıştır. Burada, her birini eleştirel olarak kendi sınırında göstermek için, bir dizi öm eksel yadsım a sayalım. a) «Dinlerin çokluğu hiçbirinin doğru olm adığını gös­ teriyor. Çünkü doğruluk birdir.» Bu yadsıma, inanç anlatımları, bilgi içerikleri gibi işlem görürse, din inançları için yapılacak iş yoktur anlamına ge­ lir. Bu yadsımamn tarihsel bir olayı vardır ve anlamı inanç yaşammın içeriğiyle değiştirilemez. Onda şu inanç dilegelir: Una religio in rituum yarietate (bir din, törenler içinde türlü türlüdür, Cusanus). b) «Dinler, bugüne değin, her kötülüğü onaylamış, korkunç durum a getirmiş ya da baskı eylemini, yalanı, in­ san adamayı. Haçlı Savaşlan'nı doğru olaylar diye göstere­ bilmiştir.» Dinlerin etkisinden doğan mutluluk ve yıkım ağır bir sarsıntıya yolaçar. Temelde her değer yargısı için, tarihsel bir olay araştırmasının, bulunması gerekir. Yadsımanın; dinlere özgü iyicil etkilerin, tin derinleşmesinin, insanla il­ gili nesneler düzeninin, büyük davranış biçim ini sağlayan eylemin, sanat ve düşünceye içerik kazandıranın saptanma­ sıyla bütünlüğüyle kavuşturulması gereklidir. İnsanlar arasında iyi ilişkilere değgin sav, kesinlikle or­ taya konursa; b an ş ve düzen dinlerden önce us yoluyla ger­ çekleşme olanağı bulur. Doğruluk inançtan, nesnel ahlâklı­ lık ise iyilik adm a insanda bulunan dinsel içini döküşten da­ ha çok etkiler, dinin değil de usun ürünü olur, -buna dinin usu bile dışlamadığı, eylemsel alanda, on dayanıklı ve içe­ rikli bit düzeni usun yardım ıyla gerçekleştirdiği, yalnız dola,; n buyruklarla değil inanan insanlarla, onların ağırbaş­ lılığı ve güvenirliliğiyle işgördüğü biçim inde karşılık veril247

inesi gereklidir. Buna karşın yalnız usa -buna anlık da de­ nir- dayanm ak isteyen deney, buraya değinki tarihsel bil­ g iy e göre Hiççiliğe özgü düzensiz yığından hızla çıkmıştır. c) «Din yanlış kaygılar yaratıyor. Yanılsamalar tin­ lere acı çektiriyor. Cehennem azapları, T ann'nın korkunç öfkesi, acımasız bir istencin kavranılm az gerçekliği ve ben­ zeri korkutmalar, özellikle ölüm döşeğindeki durum. Din­ den kurtulmaz dinginlik anlam ına gelir, çünkü yanılmalar­ d an kurtulm aktır bu.» Bu yadsıma; somut saçm a içerikler düşünülürse, doğru­ dur. Korku içeriğinin kendiliğinden olaya karıştırıldığı ile­ ri sürülürse bu yanlış olur. Cehennem korkusu, sayısız tin­ lerin kötüye karşı iyiyi seçmesinde nedense, bu korku var­ sayılan bir n e sn e l 1gerçeklik karşısında duyulan korkudan daha az görülen bir nesne değildir. Bu korku, çokluk, ce­ hennem tasarımının kapalılığı içinde kişisel varlığın derin varoluşsallıkla ilgili öğelerini açıkça anlaşılır kılabilir. Ki­ şisel varlıkla ilgili korku uyanık insanın temel niteliğidir. Cehennem karşısında, bir yadsım adan doğan dinginlik yeterii değildir, onun olum lu b ir güvenden, her zaman kor­ kuyu alteden iyi istencine bağlı bir tin anlayışından kaynak­ lanması gerekir. Korkunun ortadan kalktığı yerde insan yü­ zeyseldir de... d) «Dinler, her yana yayılan nitelikte bir tutarsızlık geliştirir. Çünkü dinler, daha başlangıçta, kavranamazlık, düşünülemezlik ve saçmalık ortaya koyar, soru sormaktan kaçınır, delicesine boyun eğm eye dayanan bir temel inan ya. ratır. Soru sorm anın geçerli olduğu yerde kişisel usa ege­ m enlik sağlanır ve çalışm ayı engelleyen b u düşüklük ön­ lenir. Soru sorm am a durum uyla ilgili alışkanlık, her yerde tutarsızlığı kolaylaştırır. Düşünce ve davranışta çelişkiler gözden kaçırılır. Kökensel gerçeklerin iletişimleri yeterince anlaşılm adığından bırakılır. Din inancı ve tutarsızlık ara­ sında bir yakınlık vardır.» Bu yadsım aya karşı, dinin gelişiminde ortaya çhsan nes­ neye. dinin kaynağında gereksinme duyulm adığı söylenehilir. Burckhardt’a göre de, dm bakımından yaratıcı lnsanlar248

da eleştiri siz] iğin ölçüsü bizce anlaşılmazsa, eleştirisizlikte tutarsızlık aramak gerekli değildir. Anlığın gizleme eğili­ minde olduğu sınırlar ve masallar gizemsel bir biçim için­ de yönelim kazanırsa, doğrudan doğruya dinsel nesneye d ö ­ nüşerek hızla boş inan içerikleri kılığına giriverir. e) «Dinler, özellikle dünyada, eylemsel olarak insan eliyle düzenlenen ortamda, kutsallık kazanır. Gizem bakı­ m ından yüceltm e bu dünyanın değerden düşmesi sonucunu doğurur. Dinsel nesneye bağlı b ir yüksek saygı, dinin gir­ m ediği her yerde, saygıyı yıpratır. Özel olarak dondurulan bir saygı, genel nitelikte geniş kapsamlı temellendirici bir saygı değildir artık. O, bir sınırlandırma, dahası dışlama ve yoketme içinde bulunur.» Bu yadsıma, kuşkusuz, dinle ilgili her insan için geççrli değildir. Din, bütün dünyayı kendi ışığında aydınlatmaya, kendi özünden çıkan parlaklığı h er nesnel gerçekliğin üstü­ ne yaym aya elverişlidir. A ncak bu yadsıma, belki de, din­ sel varlıklardan sapma sayılabilecek din nesnelleştirmeleriyle ilgili olursa onaylanm az. Din konusundaki tartışmalardan kesin bir sonuca va­ rılmaz. Bu yadsım alar da dinle değil, dindeki sapmalarla ilgili görülmektedir. Biricik tanrısal bildiri gerçekliği diye ortaya çıkandan, bildirilenden değil de din ve dinlerden sözedildi, bu konuda birtakım istekler ortaya kondu, kaldırıldı, öteki dinler ara­ sında bir din olarak öbeklendirm e yoluna gidildi. Olay kili­ selerde, genellikle Yahudiler, Hıristiyanlar, Grek Ortodoks­ ları, Katolikler, Protestanlar ve belki de İslam, hepimizin bağlı olduğu, geniş kapsamlı Kutsal Kitap dinlerinden do­ ğan içini dökm elerden ortaya Çıkıyor. Felsefeye özgü inanç konusunda, burada, bizim için te­ m ellendirm ek istediğim iki sorun vardır (biri olumsuz, biri olu m lu ): 1. Kutsal Kitap dininde ortaya konan; bütün kolların­ da güncellik kazanan ayrıcalık savı belki gerekli değil ve her zam an için de geçerlik taşımaz. Bu sav, sonuçlarında olduğu gibi; kendi yönlendirici öğesi içinde, biz insanlar için 246

yıkımdır. Bizim gerçeklik ve tinimiz adma, bu öldürücü sava karşı savaşmamız gerekr. 2. Kutsal Kitap dininden kaynaklanan bir felsefeye gi­ rişiyoruz ve burada pek önemli gerçekliği kavrıyoruz. Bu iki konu da bizim için önemlidir, ikisi de, bütün Batı'nm bir yazgı sorunu olan, soruyla bağlaşım lıdır İncil di­ ninden ne çıkacak? Ayrıcalık savına karşı:

İnanç içeriği yalnız koşulsuz değil, dışlayıcı bir gerçek­ lik sayılır. Bu yüzden Hıristiyan, bu benim yolum dur demez, bu yoldur, der ve Tanrı’nın oğlu İsa’yı konuşturur.- Yol, doğ­ ruluk v e yaşam, ben’im. İsa'ya inanan kimseye, kendiliğin­ den şöyle düşünmesi için olanak tanınır. Siz, toprağın tuzu olun, siz evrenin ışığı olun.

Buna karşın, aşağıda sıralanan karşıt görüşleri ileri sür­ me olanağı vardır: Tanrı’nın insandan çocukları olabiliyorsa, bununla anlatılmak istenen, birkaç kişinin ya da belli bir bireyin değil, bütün insanların T a n n ’nın çocukları ol­ duklarıdır. -Kim, yalnız İsa’ya inanırsa sonsuz yaşamı elde edecek; şavı inandırıcı değildir. Çünkü yüksek soy ve salt tin insanları Hıristiyanlığın dışında da görülmektedir. Özel­ likle onların tarih bakımından büyük, etkili Hıristiyanlar arlısında, insan olarak sevilmeye değmeyen, kuşkuyla ba­ kılan varlıklar gibi görülmeleri, yokolm alan gerekirmiş sa­ yılmaları saçm a olurdu. -İnsanın kendi istencine dayana­ rak, sınırsız adayıcı bir özveri uğruna içtelikle geçmişe dön­ mesi yalıiız Hıristiyanlıkta görülen bir olay değildir. -Bütün bu karşıt düşünceler bir odağa dayanmıyor. İnsanların dünyada, her zaman bir inanç gerçekliğini kavradıkları yerde, bu gerçeklik koşulsuz olarak geçerlidir. İnsanlar, her zaman inanç yoluyla, -İncil dünyasının dışın­ da- başka bir gerçekliği başka bir gerçeklik uğruna geçer­ siz kılmazlar. Felsefe bakımından, bu ortak insan tutumu, nesnel olarak da doğrudur. Bu tutum, gerçeklik anlamında, temel bir ayrım konusunda düşünmeyi gerektirir (bu tu­ tumdan yola çıkarak Bruno ve Galilei ile İlgili görüşe v ar­ dık).

250

Koşulsuz olarak inandığımdan, koşulsuz davrandığım yerde, yeterli neden ve usa yatkınlığı dolayısıyla kavranabilen davranışın am aca uygunluğunu sağlayan, erek yok­ tur. Koşulsuz varlık genel değildir, özüne girilem cyenin için­ de tarihseldir, şimdi aydınlanmakta ve gerçekleşmekte olan eylemin diriliğidir. O, kendisinden ortaya çıkan bilinen ve anlatılabilir olanın çokluğu ölçüsünde, kendi varlığının d e­ rinliğinde bilinmeyendir. Başka bir nesne aracılığıyla yansıtılamadığından da bir kezliktir; dahası başka bir nesne için yönlendirici olm akla kalmaz, tarihsel görünüş içinde az çok değişik olan, sonsuzlukta birlikte ortaya çıkan, ken­ di kendini yeniden tanımanın da örneğidir. Tarihsel olan, varol uşsal gerçek olan az çok koşulsuzdur. Bu nedenle ken­ di açıklanmışlığı ve görünüşü içinde herkes için gerçeklik değildir. Karşıt durum şudur: Herkes için genel geçerlik taşıyan nesne (bilimsel ve bütün ussal doğruluklarda olduğu gibi) bu özelliği yüzünden koşulsuz değildir. Dünyada, bu koşul­ lar altında belirli yöntemle, bir görüş odağm da herkes için ve genellikle, doğrudur. Bu doğruluk, onu kavrayan her anlayış gücü için, gerektiricidir. Gene bu doğruluk, görüş odağı v e düşünme türü bakımından, görelidir, onlara öyle görünür. Bu doğruluk varoluş açısından bakılınca yüzey­ seldir; çünkü sonlu, tekil ve nesnel olarak gerektiricidir, -onun uğruna insan ne ölebilir ne de ölmek ister. Kısaca: Her açıklanabilir niteliklerin ve onlann tarihseL sonlu görünüş biçim lerinin göreliliği tarihsel gerçekli­ ğin koşulsuzluğuna bağlıdır. Doğruluğu temellendirici g ö­ rüş odaklarının, yöntemlerin göreliliği, açıklam alar içinde, bilgiye uygun doğruluğun genel geçerliğine dayanır. A çık­ lanabilir nitelikteki inanç içerikleri genel doğruluklar gibi işleme konulmaz. İnanç bakımından gerçek olanın özünde­ ki koşulsuzluk bilgi yönünden, h er zaman tekil doğrulukla­ ra özgü genel geçerliğin kavranmasından büsbütün başka­ dır. Tarihsel koşulsuzluk sözcük, değişmez kam, tapım, din kuralı ve kurum içindeki koşulsuzluğa özgü görünüşün g e­ nel geçerliği değildir. Bir inanç gerçekliğinin ayrıcalık sa­ vını, önce, yanlış anlam a olanaklı kılar. 251

Bilimsel bilginin genel geçerliğini; kendisine dayanarak yaşayabildiğim, bilimden beklenen ve hiçbir zam an uygu­ lanamayan saltık bir varlık olarak işleme koym a yanılgısı da vardır. Benim gerçekliliğimin, bilgi konusunda zorlayıcı bir nesnenin çevresinde dolaşm ayı da istemez. O nun için, daha çok, sınırlandırılmamış bir gerçeklik sözkonusudur. Ancak bunun gerçekötesi bir yapı ortaya koyabilecek du­ rumda olan içeriğini istemek için varlık konusunda yeterlik, varlık içinde dinginlik bilinci gerekir. Bu ise, varlığı dol­ durma yerine bir boşluk yaratmak gibi, aldatıcıdır. Ancak şu aykırı yanılma da bir yazgıdır: Varoluşsal ka­ rar koşulsuzluğunun, istek içinde, doğrulukların anlatılabilir bir bilgisine ya da inancın tarihsel olarak bağlandığı yanılgının herkes için genel geçerlik taşıyan bir gerçekliğe dönüşmesi gibi. Böyle bir yanılgının sonucu, benim kendim ve istedi­ ğim nesne konusunda aldanmamdır, hoşgörüsüzlüktür (bu, özel düşünceler ve değişmezlik kazanmış katı kanılara dö­ nüşen açıklam alarda seyrek görülen bir olay değildir), ile­ tişim yeteneksizliğidir (başkalarının sözlerini dinlememek, doğru bir soru sordurm am ak). Varoluş güdüsü gibi erk is­ tenci, yabanlık, parçalam a güdüsü sonunda böyle yanlış yo­ la sapmış gerçeklik istencinin yüz örtüleri içinde saklanan devinim güçleri olur. Bu güdüler, gerçeklik konusunda; söz­ de bütünleyici b ir nesne aracılığıyla, korkunç ve gerçekdışı bir kendi kendini haklı göstermede, çok ya da az kıvanç bu­ lur. İmdi, kavranmış bir inanç gerçekliğinden doğan ve inançla kendiliğinden bağlantılı olan, bu ayrıcalık yalnız İncil dini çevresinde bilinerek açıklanmış, bütün sonuçlara vardırılmış görünür. Bu, inanmış kimse için, ke/ndi inancı­ nın doğruluğunu gösteren, yeni bir belirti (stigma) niteliğin­ dedir O . Buna karşın felsefe anlayışı, böyle bir inançta kök( l)

252

Stigma: Hıristiyanlıkta, kendini İsa'ya adamış kimi kimselerin gövdesinde, çarm ıha gerilen İsa'nın gövdesindekilere benzer, yaralar çıkarmış. Bunlara «belirti» anlamında «stigma» denir.

lü bir değişme sonucu ortaya çıkan gerçekdışı nesneyi de­ ğil, korku salıcı son u çla n görür. Burada Hıristiyanlık, herkes için geçerli saydığı saltık gerçeklik savıyla, bir örnektir. Bizim, Hıristiyanlığı etkile­ yen, olağanüstü insan inancında, bu inanç dolayısıyla yaşa­ mış, yüksek insan varlıklan konularındaki bilgimiz, bu te­ mel yanılm anın tarihte, kutsal saltık gerçeklik örtüsüne bü­ rünmüş ne gibi kötü sonuçlar yattığını görm eye engel ola­ maz. Bu ayrıcalık savm dan doğan birkaç olaya d a bir göz atalım: İsa, Incil’i yaym aya başladığı sırada h içbir direniş göstermedi, dağdaki konuşmalarını sürdürdü, bu konuşm a­ larda şu sözleri söyledi: Ben, b an ş değil, kılıç getirmek için geldim. Onu izleyen ya da izlem eyenler için bir seçenek or­ taya kondu: Benden olamayan, bana karşıdır. Tarihte, İsa'ya inanan pek çok kimsenin tutumu buna uygundur. Onların düşündükleri esenlik düzenine göre İsa' dan önce ve Isa'sız yaşamış bütün insanlar yitmiştir. Dinle­ rin pek çoğu; gerçekdışı olan ya da en elverişli durumda bile gerçeğe çok az katılan inançlardan oluşmuş bir bütün­ dür, onlarla ilgili inanç öğelerinin hepsi çoktanrıcı dinler­ den aktarılmıştır. Bunların, kendi dinlerini bırakarak İsa* nın getirdiği inancı izlemeleri gereklidir. Bu evrensel görüş, bütün uluslara propaganda araçlarıyla bu inancı bildir­ mekle kalmadı, her zam an temelde; bu inancın isteyerek benimsenmediği yerde, gene bu inancı geçerli kılmak için, bas­ kıya yönelik bir istenç de vardı (coge in trare). Dünyada yoketme önlemleri, din savaşları bağlardan çözülüyordu. Bun­ ların altm da kilise açıklamaları din savaşlarını körükledi. Politika kilisenin aracı oldu. Bu dinsel gerçekliğin bir temel edimi konusundaki erk istenci böyle oluyor, bu gerçeklik kaynağı erkle iş görebile­ cek durum da değildi. Dünya egem enliğine dayalı sav, ger­ çeklikle ilgili ayrıcalık savının sonucudur. Dinsel olandan yüzçevirip dünya varlığına yönelm enin büyük sürecinde -bu, İncil içeriğinin bir dünya varlığı olarak taşıdığı inanç biçiminin derisinin yüzülerek korunm ası anlamına gelir253

Incil'le ilgili kaynağın etkisinde kalan saçmalığın katı dü­ şünceliliği de durm aktadır Yeryüzü varlığına yöneltilmiş dünyagörüşleriyle ilgili davranış biçim lerinin Batı ekinle­ rinde; böyle sık sık görülen, saltıklık, başka kanıların birbi­ rini izleyişi, saldırgan bir anlayış, her zaman herkesçe yan­ sıtılmış sayılan; saltık gerçekçilikle bağlantılı ayrıcalık sa­ vının sonucu gibi olayları kapsayan, süreci vardır. Bu genel, nesnel gerçeklik karşısmda, felsefe inancına kalan ancak güçlükle üstlenilen bir görüştür. Böylece iyi is­ tenç; iletişimin kesilmesine, belli koşullar altında bırakılmış usa konan yasağa, açık iletişim adına karşı çıkıyor, onları yadsıyor. Ayrıcalık savı karşısında, nasıl yalnız kalınabiliyor an­ lamıyorum. O zam an şaşılası bir sapaklıkla eylemsel. korku­ suz davranabilen Kimsenin hoşgörüsüz tutumu da olanaklı oluverirdi. O ysa Kutsal Kitap'a dayanılarak temellendirilen ayrıcalık savı h iç de öyle değildir. O, kendi varlığının do­ ğasından gelen savı her zaman yeniden erkli kurumlarla diri tutmaya çabalıyor, dinden a y n la n la n yakm ak için ya­ pılan odun yığınlarını yeniden tutuşturmaya elverişli bir durum da bulunuyor. Bu Kutsal Kitap’ tan kaynaklanan di­ nin her kurüfnunda; ayrıcalık savını içeren sorunun doğa­ sında vardır. Oysa birçok inanmış kimse de, kendi kişiliği­ ne karşı en küçük bir baskı eğilim inin bulunmasını ya da kendi anlayışlarına göre inançsızların ortadan kaldırılma­ sını istemez. Çünkü hoşgörüsüzlüğe karşı, hoşgörüsüzlük (yalnız ina­ nanlara.karşı) geçersizdir, ayrıcalık-savı bir inancı ödev ola­ rak başkalarına bildirm iyor d a yasa ve okul baskısıyla ege­ men olmak istiyorsa, ona karşı hoşgörüsüz davranmak da gereklidir. İsa’nın m ancı bambaşkadır, o kendini sav ve ayrıcalığı izlemekten kurtarmıştır. İsa’nın getirdiği inancın ortadan kalkmasının -bu hiçbir zam an Kutsal Kitap’a bağlı Hıristi­ yanlığın sonu anlam ında alınm ayacaktı- yaygın ahlâk ç ö ­ küşü ya da dünya tarihinin geçerlilik kazanmış bir değişi­ mi sonucu olup olm adığı çağın sorunudur. Bugün, öyle gö­ 254

rünüyor ki her zaman pek az insan İsa’ya T a n n ’nm tek oğ­ lu. T ann yönünden gönderilmiş bir aracı diye inanıyor. Bu­ nu irdelemek güçtür. İnanç insanın daha yüksek bir aşama kazanması içinmiş gibi görünüyor. İsa'nın geliştirdiği inan­ cın değiştirilerek Kutsal Kitap'tan kaynaklanan dinin nede­ ni diye anlaşılabildiği, ayrıcalık belirtisinden kurtulup kur­ tulmadığı önceden yanıtlanacak bir soru değildir. Din, bir bütün olarak, kendi kapsayıcı gerçekliğinden dolayı saltık­ laştırılan ve özünden doğan bu inancı yeniden eritseydi, o zam an Kutsal Kitap'tan kaynaklanan dinin sınırları içinde ortaya çıkan, bir sorun anlamına gelirdi. Ayrıcalık savı Isa'nm inancmda, Yahudi yasalarındaki inançlarda, ulusal dinde, İslâm'da vardır. Kutsal Kitap'la gelen din, her içini döküşün, başka içeriklerin önemsenmeyişi sonucu kazandığı anlam a göre, her nesneyi kuşatan tarihsel bir alandır. Kutsal Kitap, Eski ve Yeni A hid'in bü­ tünlüğü içinde yalnız Hıristiyanca içini döküşler için kutsal bir kitaptır. Kendilerinden doğm asm a karşın, Yahudiler için İncil ilginç değildir. Öte yandan bu kitabın aktöre ve tektanrıcılık bakımından taşıdığı içerik Yahudi içini döküşü için Hıristiyanınkinden daha az anlamlı sayılmaz. İslam di­ nine göre. Eski ve Yeni Ahid, Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında, her iki dinin özdeş kaynağı olarak ortaya çıkma­ sına, onlar üzerinde derin etki bırakmasına karşın, kutsal bir kitap değeri taşımaz. Kutsal Kitap ve ondan doğan dinin felsefe bakımından özlü, temel bir niteliği vardır. Çünkü bu kitap ve din, ge­ nelde, ne bir öğreti ne de kesinlik-getirir. Kutsal Kitap’ın dini, genelde, ayrıcalık savı içermez, bu dinin tarihsel geli­ şiminin değişmezlikleri içinde bireysel dam galam alar orta­ ya çıkmaktadır. Ayrıcalık savı insanın işidir ve insana bir­ çok yol gösteren T a n n ’ya dayanmamıştır Kutsal Kitap ve ona bağlı din, bizim felsefemiz için, bir temel, sürekli bir yönlendirm e ve yeri doldurulmaz içerik­ ler kaynağıdır. Batı felsefesi -ister benimsensin, ister benim­ senmesin- Kutsal Kitap'a karşı savaşsa bile, her zaman onun, la bağlantılıdır. Kutsal Kitap'ın olumlu niteliği üstüne, felse­ fe açısından, sonuç olarak birkaç düşünce ileri sürelim. 255

Kutsal Kitapla İlgili Din Üstüne Kutsal Kitap ta çok yüzeysel, ussal ve vazgeçilm ez çe­ lişkiler geçerlidir. 1. Ataerkil topluluklardaki kurbandan, Jerusalem’de. tapınakta düzenlenen kanşık yapılı güncel kurban tören, lerine ve Hıristiyanların A k şa m Y em eği'n e değin, tapım dini Kutsal Kitap'la süregelir. Bu tapım dininde, h er zaman, ta­ pım bakım ından yinelenen bir sınırlandırm a ve tinselleştir­ me eğilimi vardır, -Jerusalem’de bir tapmakta, ülkedeki bir­ çok tapım yerinin bir tek tapım adına ortadan kaldırılması yolunda- orada sürekli olarak yaşanmış ve canlı, yerli tapı­ mın yasal, soyut, görevsel ve geliştirilmiş bir törene dönüş­ mesi, -böylece tapımın kutsallaştırılması kurban töreninden Akşam Yem eği’ne ve kilisede düzenlenen törene çevrildi. Tapim h er zaman vardır. Oysa peygamberler, genellikle, tapı­ m a karşı çıkm aya başladılar, ondan kaçındılar (yalnız ta­ pımı yanlış değerlendiren konuya değil). Yahve diyor ki (Amos, 5,21) «Bayramlarınızdan tiksiniyorum, onları küçümsüyorum ve bayram toplantılarınızı sevmem. Yakılan sunu­ larınızı ve ekmek sunularmızı bana sunsanız da istemem ve besili hayvanlarınızdan esenlik sunularına bakmayacağım. İlahilerimiz gürültüsünü benden uzaklaştır, çünkü çalgıla­ rınızın uyumunu da dinlemeyeceğim.» Yahve, gene, şunla­ rı söylüyor; (Hoşea 6,6): «İstediğim kurban değil, İyiliktir ve yakılan sunulardan çok T a n n ’nm bilgisidir.» 2. T a n n ’nm M usa’ya bildirdiği O n Buyruktan ve Bir­ lik Yasası’ndan, Deuteronomium ve kilise hukuk derleme­ lerinin geniş kapsamlı yasalanna değin din yasosı'nm evri­ mi sürer. Yasa, bundan dolayı tannsal bildiri içinde, thora sözcüğüyle, yazılmıştır. Ancak, Jeremias, genellikle, bu ya . zilmiş ya sa ya karşı çıkar. «İşte yazıcılann yalancı kalemi yalan düzdü» (Yerem ya 8,8). T ann’nm yasası yazıyla sap­ tanmış tümcede değil, gönüldedir: Yeni Ahid «keseceğim, yasamı onların içlerine koyup, yürekleri üzerine onu yaza­ cağım diyor Rab.» (31,32,33). 3. Musa çağındaki yasadan ben, Kutsal Kitap dolayı256

sıyla, bir seçilmiş topluluk bilinci geçerlik kazandı. Böylece daha erken, seçilmiş niteliği üstünlük sağladı. «Benim için Habeşler’in oğu lla n gibi değil inisiniz ey İsrail Oğulla­ rı?» Yahve'nin sözü budur. «İsrail’i M ısır ülkesinden, Filis. tinliler’i Kaftar’dan. Suriyelileri de K ir’den çıkarm adım m ı?» (Am os 9 , 7 ) . Halklar eş aşamadırlar. Tann, sürgün çağında, bir kez daha Israil'iıi tannsı oluyor, öte yandan evrenin y a ­ ratıcısı olarak bütün halkların Tanrısıdır, dahası Ninova* daki dinsizlerin bağlandığı Y ona'm n acım asızlığm a karşı yufka yüreklidir. 4. İsa, Isa-Tann oluyor. A ncak buna karşı daha, önce den, İsa'nın söylediği şu tümce var: «Niçin bana iyi diyor­ sun? Bir'den başka kimse iyi değildir, o d a T a n n ’dır.• (M arkos 10,18). Böyle örnekler çoğaltılabilir. Burada, Incil’de bütünle ilgili görülen h er nesnenin, karşıt uçlarda bulunduğu savı ileri sürülebilir. İnsan, sonunda, h er saptamaya, sözcükte hir karşı çıkıcı saptama bulacak. H içbir yerde bütün, yetkin, salt doğruluk yoktur. -Çünkü doğruluk insan diliyle ilgili yargıda ya da insan yaşamının belirlenmiş biçim inde varolamaz. Bizim sınırlı anlayışım ız içinde, her zaman, öteki u ç bizim için görünm ez olur. Biz, bu sınırlı anlayışımızla, uç­ ların apaçık bir nitelikte kavranması sonucu, onlara, yak­ laştığımız oranda, gerçekliğe değiniriz. Tapım dini ve salt aktöreye dayanan peygam berlerin getirdikleri din; yasa dini ve sevgi dini, zam anla inancın önem taşıyan iyiliğini kurtarm ak için katı biçim lere giren içerik ve yalnız T a n n 'ya inanan, onu seven insanla ilgili duygularını Açığa vurma; rahiplerin dini ve bireyin yaka­ rış dini, ulusal T a n n ve evrensel Tann; seçilmiş topluluğun dinsel yasası ile insanın insan olarak başkalanyla bağlan­ tılı dinsel yasası; bu yaşamdan işlenen kişisel suç ve cezanın uygulanm ası (hizm et ve günahın ölçüsü olarak mutlu­ luk ve mutsuzluk) ve Verem ya ile Eyüb'ün b ir giz niteliğin­ de geliştirdiği inanç tutumu; topluluk dini v e kendini Tan­ rı ya adayanların dini, T a n n elçisi, peygam berleri; gizem ci din ve ussal yaratış düşüncesinin aktöreye dayalı dini hep F: 17 /257

böyle birbirinin karşısında durur. Kutsal Kitapta, inanç k o­ nusunda, karşıtlıklar bile vardır: Cinlerin, insanı tanrılaş­ tırmanın, Hiççiliğin (bunun sonucu Salom a rahibiyle ilgili, dir) inançsızlığı; bu uçların sonucu olarak. Kutsal Kitabın içindedir. Bütün belirli topluluklar ve eğilimler, sonraki ta­ rihte, herhangi bir yerde. Kutsal Kitap’a dayanmaktadır. A çıkça gelişen biı uçlar; Yahudi din erki Hıristiyan kilise­ lerinde, peygamberlerin özgürlüğü gizemlerde, dinsel yeni­ lik yanlılarında, seçilmiş topluluk bütün bir toplum kesitin­ de kendini ayrıcalıklı sayan Hıristiyan halklarda, din der­ neklerinde, tarikatlarda yinelenmiştir. Her zam an değişmez­ liklere karşı yeni bir kuruluş, bir karşıt etki, Kutsal Kitap’ tan kaynaklanan dinin temeline dayalı, canlı bur yaratma vardır. O, Batı’nın bir becerisi olmuş gibidir, Kutsal Kitap’ın sarsılmaz yetkesi dolayısıyla, onda, temeli atılan bütün ya­ şam çelişkileri önceden düzenlenmiş olarak saklanır. Bu yolla bütün olanaklar ve insanın kendi özgü r eylemi içinde; T a n n ’nın kendisine bağışladığım bildiği, yüceliği uğruna, sonu gelm eyen savaşlar, özgü r olarak, istenir Kutsal Kitap, yazılı belgelerinde, en ilkel ve en yüce insan gerçekliklerinin tinsel düşüşlerini kapsar. Bunları, di­ nin başka büyük belgeleriyle birlikte, taşır. Ancak, şu barbar işi diye nitelenmek istenen, bizi tedir­ gin eden, ilkçağ büyüklüğü başlangıçta barbar olanda da vardır. Nesneler kuşkusuzca açıklanır. Tunçtan yapılmış araç, kendi doğallığı içinde, bize seslenir. Kutsal Kitap’la yürüyen, T a n n ’yla bağlantılı olduğun­ dan-, tek başına etki yapan bir tutku. T a n n yanardağın ya­ lınımda, depremde, fırtınada vardır. Tann, yanına varıl­ m az bir yüksekliğe çıkar, pek az duyulan gürültüler içinde bırakıldığı sırada-, su taşmaları elçilerinin eline kalır, -yal­ nız aşkın bir yaratıcı, tasarlanamayan evrensel bir T an n olarak bütün tasarımların olduğu gibi, bu duyusal görü­ nüşlerin. bütün tutkuların, özüne girilem eyen buyrukları­ nın üstünde yükselir. Buna karşın o, insanın kendisini ku­ şattığını bildiği, coşkulu bir anlatım içinde kişisel bir varlık, tır. 258

Bu T ann'nm önünde duran, yetişen Kutsal Kitap insan­ ları, insanüstü yüce varlığa ulaşmada kendilerini değersiz sayarlar. Bu, kendilerini T ann yoluna vermiş adam lar ve peygamberler, kendi tinsel ortamlarında, silahsız Vft'hrn.mftTilardır -onlar bütün öteki insanlara karşı zaman zaman tek kalırlar- kendilerini çevrelerine karşı T ann'nm uşakları di­ ye sezdiklerini ileri sürerler. M usa ve Elias ile ilgili söylen­ celerde açık olan; Amos, Yerem ya ve Yesaya'da tümden ger­ çektir. Bunlar M ichel Angello’nun gördüğü gibi gerçek kim­ selerdir. Kutsal Kitap'ta kahramanlık, kendine karşı duran, bir güç direnişi değildir. Olanaksızın göze alınması T an n göre­ vinde olur. Kahramanlık yüceltilir. Ancak, bu olayı olanaklı kılan T an n düşüncesi kolayca kaynaktan sapabilir. Sonra kahramanlığın yozlaştırılmasına yolaçarak yanıltıcı bir anlayışın buruşmuş, iğrenç katılığına götürür. Bir, erken bunamış kişi (Hezekiel) -eskiden- dün­ ya tarihine özgü bir etki kazanabilir. Buna karşın gürültüsüz, salt, gerçeklik gibi kendiliğin­ den etkileyen Kutsal Kitap sözleri de vardır. Onlar az bu­ lunur ve olağanüstü olanakların çevrintisi içine girmiştir. Ölçüsüz, saptırıcı, tiksindirici nesne Kutsal Kitap’m bir öğe­ sidir. Sonunda, inceden inceye düşünülmüştük ve tekdüze, bükler örtüsü, bunların üstüne çekilmiş. A ncak bunda, onu, engelleyen itici güçler etkilemiş olm alıdır ki daha sonra Ez­ ra dininden öldürücü bir katılaşma doğdu, daha çok aşın sıcaklık kaldı, Eyub, İlahiler, Ruth ve rahipler ortaya çık­ tılar. Kutsal Kitap gerçekliğinin söylencelere-, toplumbilimsel, nesnel gerçekliğe, ilkel v e bilim öncesi bilgiye dayalı konuy. la sürekli bir bağlantısı vardır. Bu yüzden, kendi içinde ta­ rihsel bir nitelik taşıyan, bu Kutsal Kitap'la ilgili gerçekli­ ğin görünüşü, kesintisiz tarihsel oluş içindedir. Bu görünü­ şün büründüğü giysiler, Kutsal Kitap'ta kendiliğinden deği­ şebilir. Kutsal Kitap’ta eksik olan, çok küçük bölüm ler bir ya­ na bırakılırsa, felsefeye özgü ben-bilincidir. Konuşan varlı­

25»

ğın, gerçeklikle ilgili görünür bir duruma gelmesini -sağla­ yan kaynağı, güçleri bundan dolayıdır, -ancak sürekli iler­ lemeler de bu karşılıklı engelleyici yanlara göredir. Düşü­ nen kimsenin sürdürdüğü araştırmanın egemenlik sağlayan bir özelliği yoktur. Tutkuyu düzelten gene tutkudur. Kutsal Kitap insanlarla ilgili sınır deneylerinin bin yıl­ lık birikimidir. İnsan özü bunlarla aydınlandı, çünkü insan Tanrı’nın ve kendi varlığının bilincine onlarla vardı. Kut­ sal Kitap'm sağladığı biricik ortam budur. Kutsal Kitap'ta, insan; başarısızlığının temel türleri için­ de görülür. A ncak varoluş deneyi ve gerçekleştirme de dü­ pedüz bu başarısızlık içinde açıkhga kavuşur. Kutsal Kitap'a dayanan tutumda h er zam an sapmalar­ dan yola çıkarak, olduğu gibi kalan, nesnel geçerlilik taşı­ mayan gerçekliği yeniden kazanmak, sctzkonusudur. Gerçek değişme ilk kaynaklara dönüştür. Çağı geçm iş giysiler atıl­ malıdır, şimdiki durum a uygun gelenler ortaya çıkarılma­ lıdır. Kaynakla ilgili varlık; başlangıçla bağlantısı bulunan değil, her zam an geçerlilik, taşıyan, doğru ve sonsuz olan­ dır. Kutsal Kitap kendi çağının giysisinden sözetmiştir, Da­ hası, zaman içinde olan, bu zamanın biçimine göre, inanca uyan giysisidir. Ancak, yalnız çağı geçm iş giysilerin atılması sözkonusu değildir, kaynağa değgin varlık durağan olanlardan, sap­ malardan kurtardıp geri alınm alıdır .uçlarla ilgili gergin­ likler yeniden kazanılm alıdıf- sonsuz gerçeğin aydınlığı ve üstünlüğü her zaman en yahn yönteme dayanılarak aran­ malıdır.

1. Durağan olanlara karşı çıkma. Kutsal Kitap*tan kay naklanan dinin gerçekliği, bu dinde kendiliğinden oluşan, durağanlaşmalara karşıdır. Bu durağanlaşmalar belki de es­ kiden tarihsel nitelikte gbçerliydi, adcak şimdi felsefe bakı­ mından bir anlam taşlmaiz. Yanılmıyorsam, 'bu tür durağanlaşrhalarin örnekleri ulusal din, yas>a‘ dini, özelleşmiş İsa dinidir: Kendini adamak ulusal dindir, ilk dönemlerde, Kutsal Kitap'tan kaynaklanan dine 'dayalı Israil’M gerçek Yahve

dini gibi. Bu din, özellikle Protestan anlayışına göre. Kalvenci kuruluşlarca yeniden gündem e getirildi, o zaman ken­ di Hıristiyan görüşü içinde Eski A hld'in bütün bir bölüm ü­ ne ve Yeni A hid’e dayanıyordu. Kendini adam ak yasa dinidir, bu Ezra’da, Nehem ya’da, rahiplerce düzenlenen yasa dergisinin ana bölümlerinde ve Eski A hid’le ilgili yazıların yeniden gözden geçirilmiş örnek­ lerinde olduğu gibi, dar anlam da bir Yahudilik olarak bi­ çim kazandı. Özveri yasa diniyle birlikte bir kilise egemen­ liğidir; yabancı egem enliği altında Yahudilikçe yaratıp ger­ çekleştirilen ve Hıristiyan kilisesince sürdürüldüğü ya da sürdürülmek istendiği gihi... Kendini adam ak İsa’nın dinidir, bu din Isa'nm varlığın­ da Tanrı’yı görür, Yesaya'nın yorum undan kaynaklanan bir kurban düşüncesine ve İsa’ya dayanarak kutsal olayı temel­ lendirir. Bu üç din biçim inden her biri ço k dar sınırlar içinde ka­ lıyor, dahası bir gerçeklik temelinden çıkıyor. A ncak ulusal din böyle saltık olamaz, onda yalnız bir ön-temele dayalı olay gerçekliğinden sözedilebilir. Yasa dini, yasa düşünce­ sinin derinliğini b ir yana atar, onu saçm alığın türlülüğü içinde dağılm aya bırakır. İsa dini, T a n n ’nın insana insanla seslendiği gerçeğini içerir, ancak T ann birçok insan aracılığıyla konuşur. Kut­ sal Kitap’ta bir sürü peygam ber, bunların sonuncusu olarak da İsa ortaya çıkar; h içbir insan T a n n olamaz; T an n hiçbir insanla açıkça konuşmaz, İsa ile de örtülü konuşur. İsa dini, insan bireyinin h er zaman, kendi kendisiyle il­ gilenmesi gerçeğini saklar. İsa’nm tini her İnsanın sorunu­ dur. O, duyulur-üstü varlığa yükselme atılımı içinde bir coş­ ku anlam ına gelen pneum adır (soluk). O, aşkın varlığa g ö ­ türen bir yol olarak, kişisel acı konusunda daha geniş bir açıklıktır, kendini haça gerilmiş sayan bir kimse, kişisel gerçeklik kanısını başarısızlıkta öğrenebilir, tsa'nm tini Tan. n 'n ın bağışladığı nobilitas ingentia (tinsel soyluluk) ile, ke­ sin olarak, bağlantılıdır. Ben, insanda, tanrısal bir varlık olarak bulunan bu tinsel soyluluğu izlediğim gibi ona karşı 261

da çıkanm . İsa'nın dini şu anlam a gelirse: Kurtarıcı lsa’nm m anan kavrayış yetisi bende, benim dışım da İsa tininin gerçekleşmesi dolayısıyla vardır, bu durum da bizim felsefe­ miz için iki a y n uyumsuzluk ortaya çıkar: İsa, benim içim, de, eski kurtarıcı İsa ile bağlantılı değildir ve İsa, kurtarı­ cı olarak Tann-insan gibi bir söylencedir. Söylenceden sıy­ rılma, burada, isteyerek kalamaz. Dahası en derin anlamlı söylence bile söylence olarak kalır. Bu bir oyundur, söylen­ ce burada ister dinsel bir gerçeklik (felsefeyle, ilgilenmek istemez artık), ister bir yanılm a yoluyla olsun nesnel bir güvence olacak. 2. Uçlarla ilgili gerginlikleri yen id en kazanmak: Bu durum, Kutsal Kitap'ta görünüş alanına çıkm a bakımından, belirmekte olan gerçekliği anlamakla ilgilidir. Çünkü ger­ çeklik Kutsal Kitap'ta önceden ortaya çıkan karşıtlıklar için­ de bilinçle canlandırılır. Karşıtlıkların çok yönlü bir anlamı vardır. Ussal karşıtlıklar, yalnız bir yanı doğru olabilen, seçeneklere götürür. Karşı koyucu güçlerin oluşturduğu bütünlük ölçüsünde gerçek etkisini gösterir. Eytişimli karşıt­ lıklar, gerçeğin dilegelmeslni sağlayan bir düşünce eylemi anlamı taşır. Dolaysız bir anlatımda gerçeklik yakalanır tür­ den değildir. Kutsal Kitap'm dini karşı çıkıcılann, uca varmış ger­ ginliklerin ve eytişimsellerin oluşturduğu bir verimlilikle belirtilmiştir. Bu din, yalnız istençle değil, karşı çıkıcıya açık kapı bırakmak için her zaman hazırlıklı bulunmakla, ger­ ginliğin öne sürükleyici erkini koruyabilir ya da onun yit­ meye yüztuttuğu yerde yeniden kazanılmasını sağlayabilir Us ve dinginlik gereksinmesi, yıkıcı savaş istenci gibi tek anlamlılığın ve tek yanlılığın egem enliğini sağlamak için, karşıtlıkları yoketm ek ister. Kutsal Kitap'la ilgili yazılarda. Batı da bugüne değin et­ kisini sürdüren, temel gerginlikler yeniden öğrenilmelidir Tanrı ve evren, kilise ve devlet, din ve felsefe, yasa dini ve peygam ber dini, tapım ve davranış. Bu yüzden, olduğu gibi kalıcı, gerçeklik ancak varlık görevlerinin söndürülmezliği konusundaki açıklıkla, her ger­ 262

çekleştirilen olayın sarsıl mazi ığıyla, en uzakta olan bakışla, başarısızlıkla kavranabilir. 3. Sonsuz gerçeğ in aydınlığı v e yü celiği: Gerginlikle, rin, eytişimin ve zorlayıcı karşıtlıkların ayrım ı konusundaki deney nedeniyle, sözcüklerde yalnız soyut olarak anlatılan, Kutsal Kitap dininde temel nitelikleri gösterilen gerçeklik olum lu biçimde kavranabilir. Daha önce felsefe inancı ola­ rak dilegetirilen bu gerçekliğin nedenleri şunlardır: Tek T an n düşüncesi. Sonlu insanda iyi ile kötü arasındaki ayn m m koşulsuzluğu bilinci, İnsanda sonsuzun temel gerçekliği olarak sevgi, insan gerçekleşmesi -iç ve dış davranışta- olarak eylem, Görünüş alanm a çıkışın saltıklığı v e tek başına gerçek­ liği olmaksızın, her zaman tarih bakımından koşulsuz ola­ rak dünyanın düzen tasarımları, Yaratılmış dünyanın yetkin olmayışı, kendi yapısmdan gelen tutarsızlığı, şuurlarda bütün düzenlerin yadsınması, en dışta olanın algısı. Son ve tek sığm ağın T an n olması. Özlü, dinsel gerçekliğin karşısında her söylenenin ne cı­ lız bir etkisi var: Sorunu böyle incelersek birdenbire felse­ fe inancının alanm a gireriz. Kaynaktan yola çıkarak dinsel inancı yenileştirme, bizce istemeyerek dinsel varlıklarda gizli felsefe inancının yenileştirilmesi, dinin felsefeye dönüş­ türülmesi (ya da felsefeye özgü dine) diye görülür. Bu, b ir azınlığın yolu olsa bile, kuşkusuz insanlığın yolu olmaz. Bilgenin tannbilim ciye ve kiliselere seslenme olanağı yoktur, onların yaptıkları gibi. Bilge, ancak tasarımlar k o . nusunda, birlikte çalışm ayı umabilir. Bilge ancak y er sağ­ lamada, tinsel durum un alanını sezilir kılm ada yardım cı ol­ mak ister, bunda da neyi ortaya koyacağını bilme yetkisi bulunmalıdır. Y a n m yüzyıldan beri insanların boyuna söyleyip dur­ dukları, herkesçe söylenmesine karşın, h er gaman kolayca unutulur: İnsanı, birey olarak, köklü bir değişm enin son sınırına götüren yeni bir ç a ğ doğmuştur. Bu. tarihsel çağlar 289

içinde nedense görülmemiştir. Çünkü gerçek yaşam ilişki­ lerinin değişmesi çok derindir, dinsel kesinlik biçimlerin de­ ğişmesi, uygun nitelikte yeni bir yapı kazanması için, daha derinden yürüme gereğindedir, ancak böyle katlanılır ve yaşayabilir durum a gelir. Bizim, inancın nesnesi, giysisi, görünüşü, dili dediğimiz beklenen bir değişmedir. Dahası, çağım ızın bütün öteki değişmeleri gibi, güçlü bir değişme vardır, -ya da Kutsal Kitap’a dayalı dinin sonsuz gerçekliği insanın görüş çevresinde yitmiştir; insan bu gerçekliği kav. rayamaz, onun yerine geçecek yeni b ir düşünce koyam az artık. Sonsuz gerçekliği yeniden kurmak için sorup araş, tum anın nedeni de budur, bu en son kaynaklara değin gi­ d er ve tarihsel geçiciliklere aldırmaksızın bu gerçekliği ye­ ni dilde görünüş alanına çıkarır. Bilge, burada, geleceğin kesinlikle yanıtlayacağını bil­ mesine karşın, karşılığını bulamayacağı sorularla yüzyüze gelir. Bu tür sorular da şunlardır: Çağçlaş insan, gerçekte, yabancı olan ve doğruluğu kuş­ k u uyandıran donmuş kanılar için ne yapabilir? Donmuş kanılardan yüzçevirerek susulsa bile düşünen insan şunları sorma gereğindedir: Onları onaylayan kimselerce bile, büs­ bütün, inanılmaz olan donmuş kanılar hangileridir? Sağlam bir dinsel neden nerede bulunur? Bugün bile, inanç içeriği olarak, katlanılabilen ya da istenen bir saçmalık var mıdır? Çağdaş insanda, en kaba saçmalıklarla ilgili yeteneğin olağanüstü bir duruma yük­ seldiği de düşünülebilirdi. O, usa aykın nesnelere kolayca kapılacak durumdadır. Usa aykın nesnenin olduğu yerde bilim değil, inanç başan sağlayabilir. Bugün hangi saçma­ lık gerçek bir inanç içeriğinin vazgeçilm ez simgesi olabilir? Bütün donmuş kanılarda bir değişme olmuşsa onu ya­ ratan kim dir? Bugün de halk yığınlarında, kilise geleneği dolayısıyla, koşulsuz inancın anlatımı olarak ağırlık kazanmış bir. nes­ ne var mıdır? Y a da halk yığınları gerçekten tortusuz, ye­ n i bir doğruluk anlayışından doğan inanç içeriğiyle, ken­ dilerini ölüme atabilecek bir özveri içinde yeniden tutuş. 264

turulmalı m ıdır? Sonunda, derin düşünen tinlerin bilinen güvensizliği -Platon’un sandığı gibi, yığın biçimlenmesinin ve dahası, en derin bir içerik geleneğinin gelişim koşulu ol­ ma gereğinde m idir? Bana göre değil. Bugün hangi yalanlar vazgeçilm ez ve etkili imişler? Gerçeklik taşıyan böylesi nesneler kesinlikle yoktur Biz, özellikle bu konuya değinen, böyle sorularla bile­ rek ilgilenmeyeceğiz. Bilge için, yanına yaklaşılmaz nitelik­ te, bir dinsel varlığın bulunduğundan kuşku duym ak kaçı­ nılmazdır. O, tasarlanmaz, dıştan görülmezdir. Tapımın, din töreninin, bayramların, donm uş kanılarla ilgili kesinleştir­ menin, rahiplerin yorum unun felsefe araştırmasında önemi yoktur. Her felsefeye karşı kesin bir aykırı sav var mıdır? Bugün felsefe inancının özü, bütün bugüne değinki zaman larda olduğu gibi, kansız bir yanılsama m ıdır? Bu bize söy­ lenir. Buna inanmıyorum. Bilgenin din konusunda söylediği yetersiz değildir artık. Bilge, dinden sözediyorsa, bu ondan olum lu bir sonuç çıka­ rılam ayacağını göstermek içindir. Felsefede, kendi çevresini sürekli bir genişletme eğilimi vardır. Felsefe, kendi görüşüyle, belirli bir anlayış d.n in ien yola çıkarak geniş kapsamlı bir Kutsal Kitap dinine, bu dün den de bütün dinler için geçerli olan bir gerçekliğe doğru gider. Felsefe, böylece, gerçek dinin belirttiği yitik varlığa ulaşır. Felsefe, bunu düşündüğü sırada, evrensele açılm a yoluyla, dinin derinliğine inmek için; dinlerin gövdeselliğini gözden uzak tutar. Felsefe, belli bir tarihsel gelenek içinde ortaya çıkan inancın bu ortak gövdeselLiğinin, dinin gerekli biçimi olduğunu gördüğü sırada, ondan uzak kalır. Çünkü felsefe onda gördüğünü geliştirmediği gibi gerçekten de kavrayamaz. Felsefe dini ister onaylasın, ister ona karşı savaşsın, di­ nin eylemsel gerçekliği içinde yeralmaz, o yalnız kendini ilgilendiren bir tutum içinde çalışmasını sürdürür. a) Felsefe Kutsal Kitap’a dayalı bir din konusunda ça lışır: Felsefe, B atıda, belli bir olgu içinde kapanıp kalamaz; nitekim Nietzsche'ye değin, büyük bilgelerden hiçbiri Kut­ 265

sal Kitap’ın temel bilgisi olm adan felsefe ile ilgilenmemiştir. Bu olgu bir raslantı değildir. Bir kez daha yineleyelim: ilkin: Felsefe, insana dinin verdiği gibi, bir görev ver­ mez. Bu nedenle, en azından, din için bağım sız bir ortam bı­ rakır. Felsefe, tek başına ve bütün b ir gerçeklik olarak, kim­ seye baskı yapmaz. İkincileyin: Felsefe, insan toplumu dine dayanmazsa, dünyada varlığını güçlükle sürdürür. Çünkü felsefe içerik­ leri ulusta dinsel inançlar aracılığıyla yaşar. Felsefe bildiri­ minin, düşüncede, baskı yapıcı bir erki yoktur; insanda bi­ rey olarak düşünceden doğan konuyu açıklığa kavuşturur, kolaylaştırır. Felsefe, insan topluluğu felsefe inancı içinde aydınlık bir yaşam sürmezse, her zam an az sayıda bireyle­ re dağılır ve sonunda yokolup gider. Felsefe toplumbilimsel olarak, insanda vazgeçilem eyen ve yalnız ilk çocukluktan gelen dinsel gelenek içinde ortaya çıkan ve felsefeyi de ken­ disiyle birlikte taşıyan içeriklerin etkili, tarihsel varlığını gerçekleştiremez.

Ü çüncûleyin: Kutsal Kitap’m içeriklerinin yerini, bizim için, doldurabilecek başka bir kitap yoktur. b) Felsefe Kutsal Kitap'm getirdiği dini aşar: Yeryü zünde ortaya çıkan her nesneyi birbiriyle bağlantılı kılan ve her zaman daha önemli bir karşılıklı bildirime iten in­ sanlar arasındaki ilişki; Kutsal Kitap’m yanında, başka iki büyük din çevresinin bizim için açıkça görülür durum a gel­ mesini sağladı: Hindistan'da U panişadlar ve Buddhacılık. Çin’de K onfüçyus v e Lao-tse. Derinliğine düşünen, özünü evrene açan insana onların gerçekliği dilegetıren derinliği konusunda, gerçekliğin her zaman konuştuğu yerde, hiçbir nesne kapalı kalamaz. Tin sonsuz olana açılm ak ister. Burada yanılgıya götüren yol da yakındadır. Aydınlan­ m a gerçek dini, bütün dinlerden derlenen en iyi nesne ola. rak, bu yolla bulmaya çalıştı Varılan sonuç, tarihsel raslantılardan arınmış özgün gerçeklik değil, eleştirel ölçülü bir ustur. İçerik yitmiş gitmiş. Kavrayıcı öğe yokolmuş. Ge­ riye kaba genellikler kalmış. Her inanç tarihsel olduğundan, taşıdığı gerçeklik inanç

266

önermelerinin bir toplamında değil, türlü türlü oluşmalar içinde tarihsel olarak görünüş alanına çıkan bir kaynakta bulunur. Birçok din, hep bir gerçekliğe doğru yürür, doğru­ dan doğruya erişilemeyen bu gerçeklik, her zaman gidile­ bilen, ancak hep eşzam anla özdeş türde gidilemeyen yollar üzerindedir. Bundan dolayı, bu gerçeğin ussal eleştirisi bir sonuca varamaz. Çok kez, insan, kendi kişisel yazgısıyla bağlantısı içinde, geçmişten kaynaklanan bir isteğin etkisiyle, gerçek­ liğin kendiliğinden ortaya çıkmasını bekleme gereğindedir, bu da gerçekliği öğrenm ek anlam ına gelir. Bu olay, kendi­ ne verilmiş olmada, içten gelen bir davranışla; geçmiş var­ lığın derinliğine ilgi duyan dinleyicide ortaya çıkabilir. Ancak dinin karşısında, felsefe; uygulayım konusunda, aşağıdaki önermeleri onaylayabilir: Kutsal Kitap’a dayalı di­ ne katılabilmek için, insanın belli bir din inancının tarihsel geleneği içinde yetişmesi gerekir. Her inanç halk topluluğu içinde, ancak bütünlüğüyle Kutsal Kitap’a dayalı dinin or­ tamında yaşayan insanda özel, tarihsel oluşumun belirli, yokolucu biçimlenmelerine karşın, anlaşılırsa, iyidir. Bağ­ lılık, tarihsel bilinç ve kuşkusuzluk, içinde bilinçlendiğim, din inancına bağlıdır. İnanç değişmesi, insanın içevreninde yıkılma olm ayınca, güçtür. Ancak, Kutsal Kitap’a dayalı dinle bağlantılı her inanç biçiminde, inanç durağanlığının tarihsel olayı sınırlanmıştır. Bireysel olarak, insanın insan­ larda bile Kutsal Kitap'a dayalı eksiksiz bir dinin güncel var­ lığı olanaklı ve gerçektir. İnançlarına çok bağlı kimselerden oluşan toplulukla, bütün din inançları arasında, bir terslik vardır. Burada ortaya çıkan bitmez tükenmez savaşlar, sı­ nırlandırm alar ve yadsımalar, M elanchton'un bir sözünden yararlanılarak, tannbilim cilerin çılgınlığı diye görülebilir. c) Felsefede yetk e: Felsefe, kendi kaynağından gelen, özel korkulur bir durumu yaşayan, bireye göredir. A ncak, o, insan olarak bir bütünün üyesidir ve onun felsefe yapması da bu bütünle bağlantısında kaynağını bulur. Bu bağlantı, dünyada, yetkeye dayalı biçimlerde, devlet ve din dolayısıyla güven altına alınır. Yetkesiz insan yaşa­ mı olanaksızdır. 267

Kiliseler insan yığınlarım yönlendirm e gerekliliğini, gerçekliğin, apaçıklığın geçerli tasarımlarının gerekliliğini; dünyada, düzenlenmiş tarihsel geleneğin gerekliliği diye g ö ­ rür. Kilisenin kapsayıcı gerçeklikle ilgili savı, bireysel ey. lemin denetimini ve kendi genel etkinliğinin yönetimini elin­ de tutmaktadır. Gerçeklerin her nesneyi kapsayıcı yetkisi olarak, kiliseler kendi anlayışlarına göre her nesneyi doğru diye üstlenmek, bütün karşıtlara kendi içinde yervermek, her yerde bir bileşim bulmak ister. Sonlu, özel ve tek yanlı olduğundan birey olamayanı kilise kendi bütünlüğü içine alabilir. Buna karşın, her zaman, birey yeniden ortaya çıkar. Bi­ rey, her zaman insanın ortadan kaldırdığı ve hiçbir yolla doğru bütüncüllüğün gerçekleştirilmediğini, böyle bütüncülük savında temelden gelen bir yanılmanın bulunduğunu görm e gereğindedir. Bu savda, gerçek bir görüşün benim­ senmesine karşın, bütünün eylemsel yetkesi, kendisi için, tüm gerçeklik olamaz. O, kendi açısından birey olarak bu gerçekliğe yeniden geçerlik kazandıramaz. Birey, kendi tin­ sel eyleminde kendi kendine yönelirse, o zaman bu bütün­ cüllüğü, dünyada, savın grçckliği, tarihsel geleneğin ve eği­ timin yeri doldurulm az oluşumu, düzen biçimi olarak, orta­ dan kaldırmak istem iyor demektir. Dahası, birey onu, katı­ laşacak, ayrıcalık kazanacak diye tutuyor. Bu yüzden, bi­ rey dünyada kişisel; korkulur durumda, kapsayıcı olanı, parçalanm a sırasında gerçekten ortaya çıkmış bir yetkenin bütüncüllüğü dolayısıyla arar. Kuşatıcı varlığı da bir fel­ sefe inancının taslağında bulmaya çalışır. Bu inanç, bireyin çabasıyla ortaya konmaz, kendince bir yetkeye dayanır. Çünkü bu inanç İsa’dan önce son bin yıl­ lık dönemden gelen, genel tarihsel gelenekten doğmaktadır. Yetke yalnız, belirlenmiş boyun eğm e durumunda, bir kurum ve onun öncüleri, rahipleri aracılığıyla üstlenilen bir yönlendirme değildir. Yetke, derin saygı ve güvenilir esnek­ lik içinde ü ç bin yıldan beri, büyük bir geçmişin tinsel inanç, lılığı dolayısıyla benimsenerek üstlenilen, bir yönlendirme­ dir. Gerçeklik, onunla, geçerlik kazanır: Başlangıçta ortaya 208

konanın yerine kimse başka bir temel atamaz. Buradan ku­ şatıcı alan; herkes için özdeş bir nesnellik taşımayan, sal­ lantılı bir yönlendirm enin yetkesi olarak, ortaya çıkar. Bu yetkede, gelişmeye elverişli her içerik dolu felsefe­ nin koşulu vardır. Bu yetkenin, us için anlaşılır ve duygu bakımından koşulsuz, yüceltici nitelik taşıyan, ancak her iki durum da da varoluşsal yönden değersiz bulunan genel soyutlamalarla sulandırılma korkusu, tarihsel yolla gideri­ lir: Çünkü o, kişisel, tarihsel gelenekle yakınlığı yüzünden ailenin, yurdun, ulusun geçmişine kök salmıştır. Sonuç ola­ rak, İ.Ö. 800 - 200 arasında, herkesçe bilinen görüş odağını bulmak için, Batı'nın kapsamlı dünyası konusundaki geniş­ letme ve bu genişletmeyle özdeş nitelikte derinleştirme, bü­ tün insanlığı kuşatacak biçim de sürdürülür. Sonra tarihsel gelenek, bir düşünce dizgesi içinde düzene kavuşacağı yer­ de, çok kez, kendi yüksek noktasıyla, büyük insanlar ve dün­ yalarıyla, kendi geleneksel açıklam aları ve tarihsel evrim içindeki çok yanlı düzenlemeleriyle, içerik bakım ından dolu bir bütün olur. Felsefe, her zaman, bir bireyin çabası içinde, evrenselliği gerçekleştirmeye, insanın açıklığını korumaya, yalınkat ola­ nı ayıklamaya, odaklaştırm aya ve kendi temelsizliği içinde aydınlığa çıkarm aya çalışır. Böyle bir çaba ister yalım landıncı, ister felsefe yapmak için önçalışm ayı -bu çalışma yalnız birey için yaşamı yön­ lendiricidir- dinler aracılığıyla yararlanılır durum a getirici olsun, bir örnek vermez. Her felsefe yapmada, bilgeler ona katılmasalar da, kendi dünya gerçekliği içinde felsefece onaylanan, dinsel kurum lara yardım cı bir eğilim vardır.

269

Felsefe ve Felsefe - Olmavan

Felsefe gerçekliği, dünyada, tek gerçeklik değildir. O, bugüne değin, içinde insan çoğunluğunun yaşadığı gerçek­ lik biçimi de değildir. Felsefede yaşam a olanağının her türü için açıklık vardır, bu yalnız felsefeyi anlam ak için değil, onu kendi gerçekliği anlam ında onaylam ak içindir. Felsefe, hir düşüncenin ve yaşamın sözkonusu olduğu yerde sınıra yaklaşır, bu düşünce içinde inançla ilgili sav­ la n sergilemek ister görünür, ö y le ki, felsefe, bu inançlar olmadan, içeriğim yitirm e .gereğinde kalır. .Bu ..düşünceye, felsefe olarak ortaya .çıkarsa, felsefe-olm ayan-diyoruz.-Bu, felsefe olarak anlaşıldığı gibi, başkalarınca d a felsefe diye benimsenir. Felsefe olmayan, felsefe giysisine bürünerek, felsefenin karşısına çıkar. Bu. felsefeyi yadsım a anlamına gelir, felsefe ona karşı içerdiği düşünceyle kendini savun­ ma gereğindedir. Felsefe olmayan, felsefe yapmada, yalnız görüşle düzeltilebilir nitelikte bir yanılgı olmakla kalmaz, açıkça görülebilen ebin (kültür) çalışmalarında olum lu di­ ye ortaya çıkan eksiksiz b ir yadstyış içinde, temele dayalı bir yanılmadır. Felsefe olmayan, kendi kendine verilen insa. 271

nın yeniden doğuşunda, düşünen bir kendine gelişle düzel­ tilebilir niteliktedir. Yalancı felsefe, geniş akımlar içinde, tarih yoluyla yayılır. Her felsefe yapma, yürüyüş yolunda, bu düzmece görüşler içine düşmekten kurtulamaz. Felsefe yapan insan, her zaman ortada bulunan bu felsefe olmaya­ nın üstesinden gelmekle kendini kendinde gerçekleştirir. Aşkın varlığın yadsınmasına dayanan bu sözde saltık içkin varlıktaki her tutuma inanmazlık diyoruz. Bu içkin varlığın ne olduğu sorusu, bundan çıkar. İnanmazlık şöyle der: Varoluş -nesnel gerçeklik- dünya. A ncak varoluş, yalnız yitmekte olan şimdiki varlıktır. O, olan ve görünenin onay­ lanması içinde, inanmazlıkça böyle kavranır. -Nesnel g er­ çeklik, onu kendi kendinde sınırda tanımak istersem, geri çekilir; inanmazlık tekil nesnel gerçekliklerin saltıklaştırıl­ ması içinde, yakalanır. -Dühya açıktır, vazgeçilmezdir, ta­ sarımdır (ide). Onu. yalnız kendi içine kapalı bir dünya ta­ sarımının yanlış konusuna dayalı, inanmazlık yadsır -Kısa­ cası, inanmazlık görünenin tekilleştirilmiş nesnel gerçeklik­ ler ve dünya tasarım lan içinde yaşar. İnanmazlık varlıkta değildir, oysa gerçekdışm ın içeriği­ ne, bir varlık öğesi katmaktan da kendini alamaz. İnanmaz­ lık yalnız içkin olanı tanır öte yandan aşkın varlığı, karşıt bir tutuma dayanarak, geçerli kılm aya çalışmayı da bıra­ kamaz. Felsefe-olmayanın çok yanlılığı, inanmazlık biçimlerin­ de de görünür. Bu biçimler inanç, bilim ya da görüş olarak da anlaşılır. O nlar dolaysız algılara ve nedenlere dayanır. Felsefeye özgün inanmazlığın ü ç örneğini seçiyorum: Cincilik (dem onologi), inşam tanrılaştırma, Hiççilik. Bunlar­ la açık ve gizli karşı karşıya geliriz. Bunlar arasında sıkı bir ilişki vardır. İnanmazlığın bu biçim lerinden biri ötekini or­ taya çıkarır. Onları kavram ak oldukça güçtür, çünkü kesin tanımları yoktur. Gene onlar, kendi anlatımları içinde, bilin­ meden, başkalarını da şaşırtarak, her felsefe aracına yar. dımcı olur. Onlar, nitelendirilmek istenince, yanıltıcı betim­ lemelere yolaçar. Çünkü insan nesnel hir gerçeklik içinde, boyuna kendiliğinden değişen, başka türlü görünen, kendi 272

kendiyle çelişen, beklenmedik biçim de birbiri içine siren belli çizgilere çekilir. İnsan, karşısında hiçbir açık seçik tu­ tumlu karşıcıl bulamaz. Cincilik görüşü içinde gızbllim (m ystagogi), insanın tanrılaştınlması, Hiççilikle bağımlıdır. İnsan onun buyruğu altm a girer. Hiççilikle h er nesneyi y e ­ niden yokluğa sürükler. Benim araştırdığım, bu tür özgün nitelikler, hepsi de bizim için özel olan, olanaklüıkların örnekse! biçimde kuru­ luşlarıdır. Her insan bireyi; her zam an ve hepsinden önce, kendiliğinden, inanm azlığın bu türlerini yenen, bir inanç olanaklılığıdır. İnanmazlığın bu türlerinde bir gerçeklik de gizlidir. Biz, bu gerçekliğe dayanarak, sonunda kendimizi bulmak istedik.

Cinbilim : Doğrudan doğruya inandırm a yoluyla erklerde, etkileyici-biçim lendiricl-yapıcı ve yıkıcı- güçlerde, iyilikçi ve k ö­ tülük edici cinlerde, tanrılarda varlığı gören, bu olayı dü­ şünen ve bir öğreti olarak ileri süren görüşe cinbilim diyo­ ruz. Cinbilim, iyinin olduğu gibi kötünün de kutsallığı nite­ liğinde gelişir; her nesnede, tanrılarda görünen karanlık de­ rinliklere toplu bakışı dolayısıyla b ir yücelik kazanır. İçkin varlık kendiliğinden tanrısalıaşır, tutku, erk, dirimsellik, gü­ zellik, yıkım, acımasızlık olarak algüanır. Artık aşkın varlık yoktur, çünkü h er varlık b u algı dünyası için içldndir; an­ cak bu içkin varlık, bilinç için genellikle kavranabilir olan gerçeklikle sona ermemiştir, daha çok varlıktır. Slm m el'in deyişiyle gerçeklik, içkin-aşkın varlık niteliğinde duyusal ve ussal olarak kavranabilen nesnel gereçlık içinde ortaya çık­ masa bile, geçerlidir. İçkin-aşkın varlığın bu çelişkili anla­ tımı. nesneleri tanrısallığın olanaklı dille düşünmez artık, aşkın varlığı dünyada erk ve etken, dahası güçlerdeki dağı­ nıklık içinde gerekli görür. Bu erklere kendini adama olayı doğar, böylece yaşanan varlık yüceltilmiş bir anlam, gizden kaynaklanan bir parF: 18/273

laldık kazanır. Tinin korkunçluk, tanrısal varlıklar karşı­ sında ürperme, sarsılma, den n duygulanma, sürüklenmişlik gibi durumları bu erklerde içsel olur ve gövdesel nite­ likte görülür. Bunlara karşı savaş insanı cin dünyasına yük­ seltir. Onlarla duygudaş olmak, cinlere karşı düşkünlük gös­ termek, burada üzerinde durduğum cinbllim öğretisiyle d oğ ­ ru olarak saptanan güçlerin gerekliliği konusunda, temelsiz inanç gelişmesine yardım cı olur, ö t e yandan kişisel eylem ve yaşamın başarılı olması, bu ussal inanç gelişimi, söylen­ celer çağm a g e n dönme, yeni ve kişisel söylenceler ortaya k oym a durum lan; söylenceler içinde düşünme tutkusu uyan­ dırarak yaşamın temelini kavrıyor. Tannsal olana yaklaşmak, onu dolaysız yaşamında bul­ mak ve evrende somut bir varlık gibi anlamak için insanda bir eğilim vardır. Bu, her insan güdüsünün sağlığı ile orta­ ya çıkar -bir «Tanrı» vardır, onun yaptığını yapan ben de­ ğilim-, tannsal varlığın gizemsel ışığında dünyanın büyü­ lenişiyle gelişir.

Bugün cinlerden ve cin işlerinden severek sözedilir. Da­ hası, bu sözcüklerle bağlantılı anlam öyle değişiktir ki üze­ rinde durmak yararlıdır.1. Cinbüim görüşü kökenseldı, çünkü o d a söylence g i bi, varoluşsal olarak bilinen gerçekliğin tarihsel biçimiydi. Cinlerin algılanması, onlarla savaş ya da uzlaşma olarak, eylemsel uğraşma anlam ına gelir. Bu yüzden, insanda, büyük bir seçenek ortaya çıktı: Tan. n sal varlık olarak cinle ilgili nesne ya da aşkın varlık ola­ rak Tann. evren içi erkler (tanrılar) ya da aşkın varlık du­ rum una getirilmiş bir neden. Cinlerle ilgili olanın iç-yapısi; T an n düşüncesinden belli varlık bilincine geçiş sürecinde ya erklerin olanaklı dile, aş­ kın varlığın kapalı yazılarına dönüşmesiyle ya d a cinlerin söylencesel egemenliği altuıda melek, yalvaç, Tann'nın ve şeytanın aracısı olma sonucu, gerçekleşmiştir. Cinbilim yokolmuş ya da denetim altına alınmıştır. Bugünkü dünyamızda cinbilim yeniden kurulursa, bu söylencesel düşünme türünde, ancak gerçekle ilgisiz düşlem­ 274

ler diye anlaşılır. C inlen nesnel gerçeklikler saymak, eylemsel varlıklar diye almak, onlarla bu tür düşüncelere ko­ yulmak bir aldanmadır. Cin yoktur. Yaşantı denen olayın, usa aVkın benimsenişi içinde, nesnel gerçekliğin yanlış yo­ rumu, erklerin algısı olarak ortaya çıkar. Açık olmayan bir dolaysız izlenimin saltıklaştınlması, cinlerin ortaya çıkışı­ nı sağlayan bir kişisel yanılmaya, verimsiz ve durağan bir çağın dağınıklığı içinde bilimin koşullan ve sonuçlan ara­ sında, onu doğru göstermeye olanak sağlıyor. Cinlerle Tanrı arasındaki seçenek açık bir sonuca var­ mazsa, o zam an görüş kanşıklığı da insanın tinsel tutumun­ da, düşüncesinde, davranışında dağınıklığa neden olur. 2. Cinle ilgili nesnenin, benim istencim ve varlığımda­ ki gibi oluşun sınırlarına vardığı, algılanamadığı, kavranıl­ m az varlık için bir anlatım niteliği taşıdığı yerde durum başkadır, cin bir etken olarak da tasarlanır. Artık, burada, cinbilime özgü bir dünyagörüşü değil; bir bütünlük içinde kavranılmayanın, istenmeyenin, yanıltıcı olanın, özel bir kaynaktan çıkıp baskı yaparak etkileyen bir raslantının sim. gesel anlatımı sözkonusudur. Cinden değil de cinle ilgili olandan sözedilir. Ancak bu bir biçim kazanmaz, bir kuram olmaz, sınır için boş bir anlatım olarak kalır. G oethe, yaşlılık döneminde, cinlere özgü varlığın anlatimini böyle bir anlam da almış, ondan; aşılam ayan etkinli­ ğine karşın, varlığı kavranılmaz nitelikte kalan nesne, diye sözetmişti. Çünkü cinlerle ilgi varlık çelişkiler içindedir ve hiçbir kavram la açıklanamaz. Bundan dolayı Goethe’de, cin­ lere özgü varlık, onun kavranüam ayanın karşısına koydu­ ğu sonsuz, kuşkulu bir sözcük olarak kalır. O, bunu, varol­ makta olanın, ortaya çıkanın, bir bağlam ın gizemi olarak dilegetirmek istese, her şeyi kuşatıcı bir varlık diye gör­ meye çalışm asa bile durum değişmez. Goethe, cinlerden de­ ğişik anlamda şiirsel benzetmelerle uzun boylu sözettiği za­ man, cine özgü olanı şöyle anlatır: *Cin tanrısal değildir, çünkü usla bağlantısı yok, insan­ sı değildir çünkü anlayış yetisi yok, şeytansı değil iyilikçidir, meleğe benzemez çünkü çokluk başkasınm üzüntüsün­

275

den kıvanç duym ayı sağlar. O, bir raslantidir, çünkü arka­ sı gelmez, o bir T ann kayrasına benzer çünkü bir ilişkiye göre anlam taşır. Bizi sınırlandıran ne varsa onlar için kav­ ranılır durum dadır... Yalnız olanaksız olan da cin varlığı se­ vinç duyuyor görünür, olanaklı olan ise cinlerce sevilmez yerilir... Cine özgü nesne, karşıtı bulunmayan yerde; engel­ leyici erk özelliği taşıyan, töresel bir evren düzeni oluşturur. Cine özgü varlık, herhangi bir insan üzerinde egemen­ lik sağlarsa, en korkunç durum da görünür... Cinler her za­ man tin ve yetenek bakımından, en yetkin insan sayılmaz, onlar iyiliksever olm a yönünden de pek az ilgiye değer, on ­ lardan yalnız korkunç hir güç doğar... Bütün birleşik töre­ sel güçler bile onlara karşı koyam az, insanların aydın bir bölümünün bile aldatılmış ya da aldatıcı diye onlardan kuş­ kulanmak istemesi boşunadır, halk topluluğu onların etkisi altına girmiştir. Onların benzerleri, eşzamanlı olarak, ya çok seyrek ya da hiç bulunmaz, onlar savaşa haşladıkları evrenle yenilgiye uğratılamaz.» 3. Goethe, cinlerin varlığını nesnel, etkileyici bir erk olarak betimliyor, çelişik görünüşlerinin adlandırılmasıyla sınırla n d ırıyor. Kierkegaard, cin len insanda olağanüstü bir nesne sayıyor. Cin, kendinin saltık bir varlık olduğunu ileri süren, insandır. Kierkegaard, cinleri insanın özvarlığının ta­ şıdığı anlama dayalı bir kanıtla aydınlatmaya çalışıyor, ona göre cin insanın bir yanılması olabilir. «Cinlerin varlığı, bir tanımlama aracı olmaksızın (bü­ tün başkalarına karşı kapalılığın nedeni budur) yalnız ken­ di kendisiyle tasarım arasında kurulan bağlantıya dayanan bireyselliktir. Bu tasarım T an n ise bireysellik tannsaldır, bu tasanm kötü ise. en dar anlamda, cinlerle ilgili bir nesne­ dir.» Cinlerin varlığı (dar anlamda) yetkinliği oranında, şey­ tandır. «Şeytan salt tindir ve o ölçüde de saltık bilinçtir, apaçıklıktır» (Goethe’de büsbütün başka anlamda bir nite­ lik taşır, çünkü Mephisto b ir cin varlığı değildir, o tortusuz bir us aydınlığıdır ve olum suzdur). Ancak eylemsel alanda insanın cinlere özgü varlığı açıklık kazanamaz. Açıklık, ki­ 270

şinin kendinde, Tanrı’yla kurdumu saltık ilişki içinde geli­ şir, kişinin kendi kendisiyle olan saltık bağlantısı içinde de­ ğil. Cin varlığıyla tanrısal varlık belirsizdir: «ikisi de* sus­ kundur. Cinin aldatmacası suskundur, cin ne denli çok susturulursa o denli korkunç olur. Susmak, ancak bireyde tan­ rı tanıklığıdır.» Cin varlığı, dinsel varlık gibi insanı gene­ lin dışında bırakır. Cinlere özgü varlığın bulanıklığı içinde kendini kaptırmada, T ann karşısında sonsuzluğa yönelik bir ışıklanm a vardır. Cinlere fezgü varlığın çelişikliğinde, yitmişliğin karşısında bile, tanrısal çelişiklik içinde kurtu­ luş yolu bulunur. Cinlere özgü varlık, kişisel raslantısal ben'in karşısında direnici istenç olarak duran, kendi kendisi olm a isteğinin kuşkusudur. «Böyle bir durum da ne denli çok bilinçli olu­ nursa kuşkulanm a d a o oranda güçlenir ve cin varlığına doğru gidilir. Bir insan, herhangi bir acı içinde kıvranır. Bütün tutkusunu bu acıya yükler. H içbir yardım istemez ar­ tık. H er nesne karşısında severek öfkelenir, bütün dünya­ nın, bütün varlığın kendisine karşı haksız davranm a­ sını ister. Umutsuzluk içinde bile, Stoa görüşüne uy­ gun bir özverimle kendi kendisi olm ak istemez, düşman­ lık içinde varoluşa karşıt kendi kendisi olm ak ister. Bütün varoluşa karşı başkaldırdığı sırada, bu varoluşa ve bunun iyiliklerine karşı b ir kanıt elde edeceğini sanır. Bu kanıt, kendinin umutsuz bir kimse olacağı sanısındadır. O, bu acıy­ la, bütün varoluşa karşı bir direniş olm ak ister.» Cin istenci, bilinçle yükseltilmiş olm akla birlikte, ger­ çekte açıklığa çıkamaz, ancak karanlıkta tutunabilir. Bu yüzden, bilincin içine girm eye çalışır ve kapalılığın bütün güçlerini pekiştirir. Çünkü o, açık olm a karşısında korku­ dan ürperir. İşte apaçıklık ve kapalılığın birbirine karşıt ya­ kınlığı bu yüzdendir: «Kapalılık aydınlığa çıkm ayı dileyebi­ lir, ancak aydınlık dıştan sağlanabilir, ona böyle yaklaşılır. Kapalılık aydınlığa çıkm ayı, kesin bir aşam aya değin, iste­ yebilir, ancak kapalılığın daha önceden başlayabilmesi için küçük bir kalıntı saklaması da gerekir. Kapalılık açıklığa 277

kavuşmayı isteyebilir, ancak bilinmeyende (kimi ozanca ya­ ratmalarda). A çıklığa kavuşm a üstünlük bile sağlamıştır. Kapalılık, kendi süresi içinde son bir denemeyi göze aldı, açıklığı gizemleştirme içinde değiştirecek nitelikte becerisi de vardır, başan sağladı bile.» ... - «Burada, bir İnsanın en derin anlamda, bütün sonuçlan benimsemek istediği, gerçek­ liği bilip bilemeyeceği, bu gerçeklikten yola çıkarak bütün varlığını açıklığa kavuşturup kavuşturamayacağı, sıkıntılı durum da kendisine bir sığm ak sağlayıp sağlayam ayacağı sorusu gündemdedir.» Cinlere özgü nesne, gizlilik içinde, anndınlm ıştır. Eytişimsel olan gizlenm eye yardım eder «Derin düşünmenin cinlere özgü becerisiyle» kendini gizle­ me bundandır. Cin varlığının kendi kendini ayakta tutabilecek hir du­ rumu yoktur. O, kapalılık içinde bile suskun kalamaz, «mut­ suz olanın sonu böyle gelir, çünkü gizemini herkese baskıy­ la benimsetir.» Öte yandan mutsuz olan açıklıktan da kor­ kar: «Cin varlığı, iyilik konusunda; kendinden üstün bir v ar­ lık karşısında, yakarabilir, gözyaşı dökerek yakarabilir, çünkü o kendini güçsüz durum a düşürmesin diye karşısın­ dakine bir şey diyemez.» Raslantısal benliği konusunda, saltık bir varlık olarak geriye çekilen cin varlığının gerçek belirtisi, kendisinde hiç­ bir nesnenin önemli olmayışıdır. «Kimse sonsuzluğu, önem ­ le, düşünmek istemez, ondan korkulur, korku kişiye yvz ka­ pı açar.» 4. Yeniçağda cm varlığıyla ilgili sözcük, belirsiz, büs bütün tedirgin edici, kavranılm azlıklar konusunda yüzey, sel, -usudışı olan için- olarak kullanılıyor. İstencin gerçek­ leştirilmesinden beklenmeyen bir karşıtlıkla ortaya çıkan, istenmeyene cin varlığı denir. «Tekniğin, cini», teknik ba­ kımdan, varoluş başarısının gerçekleştirilmesinden doğar. Bu, bir bencilliğin üstünlük sağlayan tepkisi gibidir. Tinsel yaşamın derinliğinden gelen, aydınlanmamış ve aydınlatıl­ maz bir nesne olarak, insanı baskı altına alırsa, bilinmeyen nesne de bir cin varlığı demektir. Yetersizlik, istençsizlik, üstün olma, bir işe başlamış bulunma, olanaksızlık -hepsi bir cin varlığına götürebilir: 278

Bütün, bu cm varlığından sözetmek isteyen, söylencesel nesnelleştirmelerden yalın benzerliğe, inançtan nesne­ lerdeki etkileyici güce yönelirsek, insan özgürlüğünün ile­ tişimine dayalı bakışa değin, dört anlamlı ve köklü tutumun, kendi kaynağından koptuğunu, kendi anlam türlülüğüyle inançsızlığın dünyagörüşü olarak yaygın clnbilimde içiçe girdiğini görürüz. Bu clnbilim, Protheus gibi, kavranılmaz­ dır, her zaman değişik giysiye bürünen v e cin varlığının bü. tün eski dönüşümlerinin çok yönlülüğü içinde yuvarlanan bir yokluktur. Bu cinbilimsel dünyagörüşüne karşın kesin, öm eksel konuşma biçimleri içinde; belirlenmiş bir an diye kavranır, saptanırsa, felsefenin söyleyeceği azdır. Eleştiri, cinhilim üstüne şunlan söyleyebilir: 1. A şk ın varlık azaltılıyor. İçsel yaşamın yükselişi cin varlığı biçimine sokulmakla aşkın varlığa ulaşılamaz. Tan­ rılaştırmalar tanrısız kalır. Tanrılar, kendiliğinden, evren olur. Tanrılar dünya varlığının güçsüzlüğüne ortak olur, on­ ların üzerinde saltık yabancı, hiçlik etkilidir. 2. insan yitiriliyor. Cinbilimsel dünyagörüşü içinde öz­ gürlük. insanı kavrayan, bir yazgıya bağlanm adır ancak. İnsan, az çok, yaşam m elverişli durum undaki verileri için ­ de mutlu olabilir, -mutsuzluğa götüren raslantısal melanko­ lik anımsamayla-. İnsan ancak mutluluk ve dünya konu­ sunda, kapalı bir düşünce içinde kalırsa, mutsuz olur, boş kalır, umudunu keserek yıkım a gider. Yaşam m başarısız­ lığa uğradığı ya da nedensiz bir mutsuzluğun ortaya çık­ tığı sırada içsel bir aldırışsızlık v e açık bir katılık ağır ba­ sar. Tek insanın, yeri doldurulmayan, bir değeri yoktur. İn­ sancılık kesin koşullar altonda, insanseverlik niteliğinde, kendini sürdürmek isteyen içkin bir görüştür, sonsuzluk içinde kök salan tinin aşkm varlıkla olan bağlantısı önün­ de. insan karşısında böyle bir durumda, korkaklık değildir. 3. Bir olanla ilişki başarı sağlamaz. Bir görüşün çok yanlılığı çok kez. dağınıklık içinde, ortaya çıkar. İnsan ki­ mini bugün, kimini yan n elde ettiği olanakları birbirinden ayırır-yaşam unutkanlık olur. Yaşam cinlerle birlikte bir sı279

'inin belirsizliği içine akan nesneye dönüşür. Bu inançsızık, gerçek sayılan nesne içinde, kavranılmaz; çünkü her zanan başka türlü yorumlanır. Biz, parçalayıcı güdülerin ve utkuların akışında, kendimizi inançsızlığa kaptırmışız. Her ıesne haklı gösterilebilir. Bir anuı gücüne karşın süreklilik 'oktur, ileri sürülen savın yoğunluğuna karşın, varlıkta ıdaklaşma yoktur. B irin aşkın varlığına yükselme atılımı her yerde cinbiimin üstünlüğüyle sonuçlanmıştır. Sokrates, kendi cinine re bu1cininde Tanrı isteğine uyabilmek için, kendini cinlerlen uzak tutmuştur. Peygamberler, Tanrı adına konuşabilnek için, Baal tapınağını geçersiz kıldılar. 4. Cinbilim doğanın içine göm ülüdür. Doğa, son işe gerekli bir etken olarak, geçerlik kazanır. Hayvanlar cin yar­ ıklarıdır. İnsan, ne denli hayvan olsa bile, kendini cin varığı diye sezer. Cinbilim görüşünün egemenliği, insanın d o­ laya yönelik benlik bilincinin yıkım ına yolaçar. Kimi elveişli durumlarda, cinbilim görüşü doğaya güven diye, beliir. Ancak doğaya güven, T a n n 'ya güven değildir. Doğaya üven sınırlara dayanır, bu yüzden doğada kalıcı güvenin emeli yoktur. Doğaya güvenme, bütün yeryüzündeki doğa apımlannda sürdürüldüğü gibi, putatapıcılık olur.

5. Çağdaş cinbilim estetik bir tutumdur. Cinbilime öz. ü olarak düşünülenin bağlayıcı olmayışı ilginçtir. O, sözde lesnel gerçek sayılanın; özgün gerçekliğin ortaya çıkışı sa­ tılan, bir görünüşüdür. O, yanlış bir benlik savm a ayrılan rtamda, belirsiz olan konusunda, karanlık bir bilinçle esatik görüşe kaçıştır. Bundan dolayı tutku anın duygusal, ığı olarak olanaklı duruma gelir. A ncak diriliğini sürdü, en, yanılmaksızın sonuna değin gerçekliğini koruyan kaar isteğinden de uzaklaşılır. İyi ile kötü arasmda kesin bir y n m yapm aya yönelik yargı istenebilir; ancak bu yargı onradan tragedya ile ilgili nesnede kötünün onaylanm ası olayısıyla yeniden topallamaya başlar. Etik ve estetik ola;in sürekli hir dönüşümü olanaklı kılınır. Şimdi aktöresel tkenlik içinde estetik bir tutumla iyiden ve kötüden, sona d a cinlere özgü olandan, sözedilir. Her zaman, çıkar yol

kalm adığı yerde, etik olandan estetik olana sıçram a uygun görülmüştür. İnsan, herhangi bir konuyu üstlenme gereği duym az artık, çünkü o h er durum da estetik tasarımların al­ datıcı görkem liliğini hazırlamıştır. Yaşam, raslantısal olan­ ların çokluğu içinde, dağınık k a lır.. 6. Cinbilim, ne nesnel gerçeklik, ne de aşkın gerçeklik olan bir aravarlık taslağı çizer. O. nesnel gerçekliği yakala­ mak ister; onu yanılsamalı, duyulur üstü bir varlık olarak, anlam ayı düşündüğünden yanılgıya düşer. Bu durum da nes­ nel gerçeklik bilinir olanın açıklığından yoksun kalır Cin­ bilim duyulur-üstü olanı ister, ancak onu kavram ada yanı­ lır, bu sırada duyulur-üstü olanı içkin bir varlık diye ele geçireceğini sanır: Tanrı'yı yitirir. Ancak dünya ya da (ka­ nı tlanabilen nesnel gerçeklik olarak) Tanrı olmayan her nesne; bizim coşkuya kapılm am ız ve duygusal baskımız, bir gürültüyle o yöne sürüklenmişse, bu bir aldanmadır, bir ya­ nılsamadır, tutkuyla kavranmış demektir. Artık Tanrı ye dünya vardır, bu ikisi arasında başka bir nesne yoktur. Bütün nesnel gerçeklikler, bu kapalı yazılar dolayısıyla, Tan. rı'nın dili ya da ulağı olabilir. Onun dışında ne tanrılar ne de cinler kalır. Burada sözkonusu olan, benim Tanrı’nm yolgösteren parm ağını nesnel gerçekliğin sınırlarında nasıl ızlediğim dir Bunların arasına girm eye çalışan; özdekçi çıl­ gınlık ya da tanrıtanımaz bir düşe kapılma diye görünür.

İnsanın Tanrılaştırılması: İnsanın, bir insanı coşkuya kapılarak yüceltmesi, onu insan-üstü bir aşam aya çıkarması, onda insan varlığının ülküsel örneğini gerçekleşmiş görmesi, evrensel bir olaydır. Bu üç olay, körükörüne insana bağlanm ak, insandan ola­ ğanüstü bir başarı beklemek eğilimindedir. Bu durum, bi­ raz da, ruhbilimsel bir benzeşimdir. Film yıldızları, insan­ ların baskısına uğramamak isterlerse, bilinmeyene doğru geziye çıkm a gereğindedirler. Gandhi, «Darşan-arayıcı» önünde belli bir düzene göre davranm a gereğindeydi (Dar281

şan, kutsal bir varlığın bakışı demektir). Krallar, ilk çağ­ larda, halka göründükleri yerde, hastalan sağlığa kavuştururlardı. Tanrüaştırma, tanrılaş tiranlar üzerinde tepki yapar: in ­ sanlar, kendilerince kutsal olarak gördüklerine acı çektirir­ ler, çünkü bu kutsal diye görülen varlık ülküsel varlığa ya­ raşır biçimde davranma gereğindedir insanlar, ondan ne beklerlerse, onu nasıl görürlerse o da öyle bir varlık olm a gereğindedir. O, insan tapınyna yönelen aşırı bir yığın tut­ kusudur. Ana arının çevresinde toplanıp düzenlenen a n oğulu gibi, tannlaştınlm ış bir kimsenin herhangi bir yerde oturmasıyla da toplumda dinginlik sağlanacakmış sanılır. İnsandaki yönetici gücün en açık biçimi hükümdar ve ordu komutanlarıdır. İnsanın kişisel eğilimi ve yüzeysel ba­ şıboşluğu, her nesneyi elinde bulunduran zorbalık olayına yolaçar. Özgürlüğe dayanarak; yasaya uym ayan kimse, dış baskıya karşı boyun eğmeye zorlanır. Şaşılacak durum şim ­ di ortaya çıkar. Kötünün aracm ı, kötünün yola getirilmesi için, kullanan zorba tanrılaştırmanın nesnesi olur. İsken­ der, Caesar, Napoleon ve başkaları tarihte put olarak geçer­ ler. Onlar, gerçekte, olağanüstü insanlardır; çünkü onlar­ da nesnel başan gücü bakımından kaplan gibi bir erk ya­ nında tinsel varlık, içgüdü, egemenlik; yönetici yeti ereği bakımından da bellek, çalışma gücü, görüş keskinliği var­ dı. Onlar, yaşadıkları dönemlerde öylesine yüceltilmişlerdi ki, kendilerini Tanrı ya da T a n n ’nın oğlu diye açıklayabilir­ ler, dahası halk yığınının özlediği bir egemenlik aracı ola ­ rak yararlanılacak kimseler bile sanılırlardı. Zorbalar Tan. rı olurdu. İskender, Tanrı’nın oğlu sayılmıştı, Rom a’nm tan­ rı kralları-, yasal olarak, kendi adlarına tapım düzenleyip uygulam a alanına koymuşlardı. Bu boş inanç yadsınırsa da, çoğunlukla böyle usa aykırı tapınmalar, insan putlan dünyaya özgü bir ululamanın konusu olarak kalır. Tanrı­ laştırılmış insanların nesnel gerçekliğine dayanan olayla­ rın, kendiliğinden anlaşılır nitelikte ortalığa yayılışı, örtülüşü, başka türde yorumlanışı her zam an şaşılası bir olgu­ dur. -İnsanm tanrılaştınlması yalnız zorbalarda olmaz. Ki­ 282

mi ilkçağ bilgesi dc cinleştirilmiş ya da inanç bakımından kahramanlaştırılmışlar. Dünyada pek güçsüz nitelikte or­ taya çıkan bir dinsel görüş; büyük insanları ve yaygaracıla­ rı körükörüne ululama konusunda, bu tutumun artığı ola­ rak kalır. Her ikisi de anlaşılmaz bir durum da gerçeklik ka­ zanır. O nlan birer söylence varlığı kılığına sokma eğilimi yokedilemez. Bir insan, çılgın değilse; bu yolla politika yapm ak iste­ miyorsa, kendi kendini T an n olarak kolayca sergileyemez. Onda. T ann olduğunu bildirme, kendini biricik görm e eği­ limi daha önce vardı. O, böyle bir tapmanın konusu olarak, özellikle çagın ldığı kanısındadır. İnsanı tanrılaştırma, kurumlaşmış büyük dinlerde de bir etkendir. İnsanı tanrılaştırmadaki yorum biçimi; h er za­ man. özellikle kendisine inanılmış bir kimsenin, inşam tan­ rılaştırmayla bağlantılı olmaması gerektiğini gösterir, ö y ­ le bir insan tanrılaştırması, yadsınan insan tanrılaştırma­ sından ayrılır. Neden insanı tanrılaştırma? İnsanda, yetkin bir insan diye görünm e eğilimi vardır, insan yetkin olm ak ister, ancak olamaz. Dünyada insanı tanrılaştırma, önünde saltık boyun eği­ şi (yasaların, yüksek görevlilerin, kurumların karşısındaki göreli boyun eğiş değil) T an n karşısında olanaklı boyun eğiş olarak, gerektiren kaynağı ya da görünmeyen, uzak­ ta duran T a n n ’nın gövdesel yakınlığına yönelik eğilimi yoketmez. İnsanı tanrılaştırma, arasıra, gerçek inançlar yerine usa aykırı bir inanç olarak kalm ak isteyen, bir kurum gibi et­ kide bulunur. Bu eylemsel inançsızlık, belki de; konusunu başka nesnelerden ve bütün inançlardan almak isteyen ka­ tı, sevgiden yoksun, öfkeli inançtan dolayı anlaşılabilir Bu inanç, başkaları onu benimsemişlerse, inançsızlık için sa­ kıncalıdır. Çünkü herkes, onun yakardığı gibi yakarma gereğindedir. İnsanı tanrılaştırma, temelde, cinbilime özgü görüş tür­ lerinden biridir. Tanrıtanımazlıktır, cinlere göre şu sözde283

aşkm-varlık nasıl anlaşılırsa, insanlar da gövdesel durumu­ na bakılarak öyle tanrılaştırılır. İnsanı tanrılaştırma kök salmış bir yanılmadır. Bu, in­ sanı tanrılaştırma, her zaman, öğe ilişkilerinde ortaya çıkar, yüksek biçimlerde ve derin yorum larda yücelme olanağı bu­ lur. Felsefe inancı, insanı tanrılaştırmanın her biçiminde, örtüsünü kaldırır. O, insanın sonluluk ve yetkinleşmemişliğiyle ilgili hiçbir anı unutmaz. Bu felsefe inancı kuşkusuz T anrının isteğidir, onu başka bir nesneyle değiştirmeye ya­ naşmaz, sürekli olarak saklı bulunduğu yerden bir yanlış­ lık sonucu dışa çıkarmayı istemez. O, insandan, göze aldı­ ğ ı nesnenin doğrudan doğruya insan m önünde durmasını ve beklemesini uygun gördüğünü, insana söylediğini ister. İnsan, bu felsefe inancından sıynlam az; çünkü bu inanç in­ sanı saltık bir varlık olarak gözönünde bulundurur. Tanrı yerine insana ya da insan yerine T an n ’ya kulak verir. İçin­ de dünyanın boşluğuna katlanılan katı bir istek vardır, çün­ kü Tanrı dünyadaki herhangi bir nesne gibi ortada değil­ dir. Yalnız bu katı durum da insan-, T a n n ’yı dinlemek için özgürdür, Tanrı konuşursa dahası, hiç konuşmazsa bile ha­ zırdır, tarihsel olarak onda görünü'ş alanına çıkan gerçekli­ ğe açıktır. Dünyada, bizim için, Tanrı olabilecek insan yoktur, ge­ ne de Tann yolunda gitme konusundaki özgürlükleri dola­ yısıyla bize insan için neyin olanaklı bulunduğunu, neyin bizi yüreklendirdiğini gösteren insanlar vardır. Biz, gövde­ sel olarak. Tanrı ’nın elini tutamayız, yazgı arkadaşının eli olsa da. İnsanı tanrılaştırma insanın değerini azaltır, onu işin kolayına kaçan bir nesne yapar. Onat dünyadaki durumuna göre, bir somutluk verir; bu somutluk ise birtakım nesne, lerden yoksun kalmaktır, bunun yerine Tanrı abacılığıyla kendine gelebilmek ve bu yolda birtakım kapalı yazılar, ta­ sarımlar bulabilmek sorunu ortaya çıkar

Hiççilik: Cin bilim ve insanı tanrılaştırma ne denli yeni bir inanç getirse de, bu açık inançsızlığa H iççilik denir. Hiççilik kılık değiştirmeden ortaya çıkabilir. Ona göre bütün inanç içe­ rikleri tutarsız olmuştur; o, dünyanın ve varlığın bütün açıklanışlarındaki boşluğu ortaya çıkarmıştır, ona göre her nes­ ne koşullu ve görelidir, kendi kendine ne temel, ne koşulsuz nesne, ne de varlık vardır. Ne varsa kuşkuludur. Gerçek olan hiçliktir, her şey yapılabilir. Hiççilik, ancak, ona inanan kimse dirimselliğin, yaşam beğencinin, erk istencinin güdüleriyle yaşarsa varolabilir O, bunları onayladığı sırada Hiççilik en elverişli bir dirim ­ sel inanç durum una gelir. Hiççilik, hiççiliğin algılanm asında gerçekten önemli sa­ yılabilir. Ben, hiçbir şey sezmiyorum, hiçbir şeyi sevm iyo­ rum, h içbir şeye değer verm iyorum . Özüm bomboştur. Hiç­ çilikle ilgili düşünce bana böyle düşünme olanağı sağlar. Sınırsız bir yanılm a beni sevilenin değerbilm ezliği, dev. let yönetimiyle olan bağlantı, yetkili kimselerin yalan yar­ gıları yüzünden inandığım lıe r nesneden koparır. Dünya­ nın gidişi geçerli olan her nesnenin nasıl bir yanılsamaya battığını açığa vuruyor. H iççilik düşüncesi; benim bilgi edin­ medeki deneyim in kişisel olmasını değil de, varlık bütünü­ nün yapısı içinde aydınlığa çıktığına inanm am ı ister. Hiççilik düşüncesi, ancak içinde kesin olarak hiçliğin, yanılmanın, aldatmanın, yalarım, yanılsam anın göründüğü onaylanmış bir anlayıştan yola çıkarsa yadsıyabilir. Hiççi­ lik, kendi görüşünü açıklamak için gerçekten anlaşılmış, üzerinde olum lu olanın yararına Hiççiliği ortadan kaldırm a­ sı gereken, bir taban bulmalıdır. Köklü bir Hiççilik, h er nes­ neyi karşılıklı yadsım anın çevrintisinde yokluğa sürükle­ mek için, ilkin açıkça benimsenmiş ölçüleri geçersiz sayan bir düşünceye van r. Hiççilikle ilgili yadsımalardan birkaç örnek üzerinde duralım: 1. H içbir Tanrı yoktur. Çünkü evrenin yaratıcısı olan 285

Tann'nın varlığı kanıtlanmamış; bir kez ortaya atılan ka­ nıtla ancak olanaklı ya da olası bir nesne diye benimsen­ miştir. Bu yadsım anm koşulu; burada kanıtlama olanağı diye benimsenen; dünyada sonlu araçlarla sonlu nesnelerin el­ de bulunan ve ussal nitelik taşıyan kanıtlar konusunda ile­ ri sürülen; nesnel öğelere dayalı açıklam aların geçerliğidir. Bundan dolayı, bu olumsuz düşünce, dünyada aşkın varlık sorunlarını da sonlu nesnelerle ilgili sanılar gibi ele alır. Bu nedenle Tanrı konusundaki yargılarla bulunması gere­ ken nesneye değinmez. Bu arada içeriği de, dünyada bu­ lunan bir varlığa değgin, anlatım diye anlar. 2. Tanrı ile insan arasında hiçbir bağlantı yok tu r Böyle bir bağlantı ne bilebilir, ne de bilinebilir. Çünkü Tan­ rı yoktur. Böyle bir bilgi olarak verilen nesne ruhbilımsel aldanmalara ve yaşantıların yanlış yorum una dayanır. Bu yadsımada, dünyadaki deney ve yaşantılarla ilgili somut gerçeklik düşünülmüştür. Bunlar, varlık bakımından, özellikle de olayla ilgili deneysel bilgi biçiminde, uzamda ve zamanda yinelenebilirlik diye, kendi kendine saltıklaşır Böylece özgürlüğün varoluşsal algısı yadsınır. 3. T a n rıya karşı hiçbir yüküm lülük yoktur. Çünkü bu yükümlülük, gerçekte, dünyada yürürlükteki yasalarla buy­ ruklara bağlılıktır. Burada boyun eğm e olanağı vardır, bu boyun eğm e başvuru kaynaklarının erk ve yürürlülüğü ile koşullanmıştır. Bu yadsım ada koşul, dünyada, böyle yürürlükte bulun­ malarla ilgili saltıklığı geçersiz saymaktır. Buyruk ve yasa­ ya dayalı sağlıklı tutumdan yoksun kalmış derin, koşulsuz, canlı bir yükümlülük H iççiliği benimseyenlerce yadsınır. Bu örnekler olgucu bir H iççiliği gösterir. Bu Hiççilik, ge­ çici, yüzeysel bir varoluş anlayışını varlık diye benimsemek ister görünüyor. Ne denli saltık sayılsa da varoluş vardır, h iç hiçtir demenin değeri yoktur. Böyle bir Olguculuktan kaynaklanan Hiççilik, deneysel gerçekliklerin bilgisine da­ yanılarak düzenlenm ek istense bile, belli bir koşul altında, insan yaşam ının düzeniyle uğraşır. 28«

İkinci örnek: Mutlu bu* yaşamın temel ereğinden doğan, sağlık korum a ilkelerine uyması gereken-, döl ilişkileri din ve aktöre anlam ına dayanınalr. bir yandan d a daha elverişli, daha açık durum a gelir. Diller so­ m ut anlamlarını yitirirken daha soyut ve felsefeye özgü an­ lamlar d a kazanır. Bundan, dillerin gerçek tarihöncesi kaynağı ile ilgili so­ f i)

404

Karşılaş. Unger Ü ber Hamann's Sprachphilosophie. Hamann Über Sprache u.a. Schriften (Roth) VI, 365, VB, 5/6, 380, Briefe in Jacobis W erken IV A bt 3. s. 47.

run ortaya çıkar. Burada, yanıt yalnız yüzbinlerce yıl için­ de öğrenm em iz gereken, geçmiş, bizce erişilmez bir olay k o­ nusunda daha önce bilinen örneklerden çıkan sonuçlar d o ­ layısıyla, verilebilir. Yanıtlar, çokluk kuşkuludur, gerçekte de yüzeysel, boş, önemsiz, inandırıcı olmayan, bulanık ya da ayrıntılı yinelemelerdir. Burada, dah a önce insanların yaşadıkları alanlardan aşıp gelen, her zaman açıklanmış bilgi edinilem ez Çünkü dilin kaynağı sorunu yaşamm ve m sanm orta­ ya çıkışı sorunu gibi bir bilmecedir. A ncak sıçramayı örtm e­ ye yarayan birtakım cansızlarla canlılar, insan-önoesiyle in ­ san arasında geçen, olanak tasarıları ortaya konabilir. Bu örtüyle de herhangi bir nesnel bilgi sağlanmamıştır. Evrim sürecinde önce neyin ortaya çıkması gerektiği konusunda her zam an varsayım lar ileri sürülür. İşte dilin doğuşu da böyle bir sıçramadır, dil bizim için saltık bir sınırdır. 2. Aşhm laştırarak, söylencesel görüş dolayısıyla, ya­ nıt verilir. Bu yanıta göre dilin kaynağı, doğrudan doğru­ ya, T a n n ’dır. Dil, T an rfn ın bağışıdır. Schelling, insan dili­ nin ortaya çıkışını yüksek tinlerin öğrenilmesinde görüyor­ du. b) Dilbilimin konuları. Boeckh 1808 de ' « Von dem Übergange der Buchstaben ineinender/H arflerin birbiri için­ de ilerleyişi») adlı bir çalışm asında dil öğrenm ek «ancak di­ lin ortasında» bulunm akla açıklanır, diye yazıyordu Bu, kökenbilim (etim ologi) ve tümce bilgisinde, dahası sözcük ve dilbilgisini ilgilendiren konularda, yapılacak bir iş dem ek­ tir. Her iki sonuç d a kökenbilimin berisindedir, biri ses öğ retisi, öteki tüm ce bilgisi. Tüm ce bilgisi insanı dilin aktöre bakımından incelenmesine götürür: Dilin değeri, anlamı, et­ kinliği ve değişik kullanımı, mantık, estetik, söylev sanatı ve şiir sanatında, duygu bakımından araştırılır, onunla il­ gili yanı ortaya konur. Boeckh’ün bu ilgisi sesbilgisinden tin tarihine ve dün­ ya çözümlem esine değin uzanan bir dil araştırmasının bü­ tün alanına yönelmiştir. Konuşmanın evrensel varlığı, fizik ve fizyologiden dünya ve tanrısallığın bilincine değin insan­ 405

la ilişkisi bütün durum larda kendini gösterir. Dil araştırm a­ sı bütün alanlarda dili ve bütün olarak derin dil temelinin bilincini, insan varlığının bütünü bakım ından bilmeyi am aç­ larsa bir uzmanlık alanı niteliğinde nesnel olarak «örta»da sınırlanır; dışsal, yüzeysel alana sapmalar karşısında ken­ dini. ancak böyle, koruyabilir. Bundan sonra derin görüşün taşıyıcısı olur, konusunun bütün boyutlarında ve basamak­ larında yönünü bulur; bu durum da, bir bütünlük içinde, dil tasarımına götürülür. c) Dil tarihi Dil tarihi deneyseldir. O, gözönûnde bu lunan; dillerle ortaya çıkan belgesel verilerle başarı sağlar. Uzun süreler İçinde, bu dil olaylarının a y n m m a varılmadan nasıl değiştiğini, kısa sürelerde büyük tarihsel bunalımlar ve toplu çöküşlerle bağlantılı olarak hızla başkalaştığını araştırır. Değişmenin türleri incelenir, dil bütün bir geniş­ lik içinde açıklanmak; biraz da, doğa yasalarından gelm e­ yen, ancak oluşum ve biçim yasaları olarak önceden geçmiş eylemsel olaylar içinde kurallaşmanın yüksek bir aşaması­ na varan ilkelere ve kurallaşm alara geri götürülmek iste nir. Hepsinden önce bizi ilgilendiren aşağıdaki sorun çevre­ leridir: aa) Dilin bizim için p ek uzakta kalan ilk ortaya çıkışı üstüne çıkarsamalar. Biz, kökensel durumların içine soku­ lanlayız, çünkü ayn m m a van lm ayan bir koşulun alışkan­ lık yoluyla oluştuğu, gerçekte insan varlığım ızın ilkin tarih­ sel olarak ortaya çıktığı, bizce çok açıktır Bu yüzden dilin ilk kaynağını d a hiçbir biçim de açık seçik durum a getire­ nleyiz. O, bizim için, bir bilm ece olarak kalır. Buna karşın, ya çocukluktaki dil evriminden ya da dil yaratan geçm iş olaylardan yola çıkarak, şimdi incelenen belgelerden birtakım çıkarsam alar yapm ayı deneriz. Bura­ da. bizce, benzeşmelere dayanm ak sözkonusu değildir. Çün­ kü, şimdiki yeni ortaya çıkış v e yeni bilgi kazanm a ilk ve başlangıçtakinden bam başka koşullar altında bulunuyor. Çocuklarda., ilk üç yaş yıllarında, gözlem lediğimiz her zaman için gizem dolu bir insan-olmadır, bu yıllarda insan­ da insan olarak ortaya çıkan bir kökensellik ve ussal üstün­ 406

lüktür. Bunlar çocukda dah a sonra d a varlığım sürdürür, bir aşam aya değin de insan çocuk olarak kalabilir. Çocu­ ğun bu özgünlüğü daha başlangıçta, kendisine ana dilini öğ ­ reten insanlarla kurduğu karşılıklı etkileşimdedir Çocuğun dil evrim i karşılıklı etkileşimde, öğrenmede, kim i önem siz görülen özgün olaylardan sağlanan yararlarda, oyun ve iğ­ neli sözlerde, bir süre için yetişkinlerce istenen toplumsal yönlendirm elerde gerçekleşir. Anlam lar geleneğe, topluma, boyuna yinelenen dinleme ve anlama değiş-tokuşuna bağlı­ dır. Bu olağanüstü dil olayı, bir çocukta ortaya çıkan her özgünlük gibi, pek açık, pek seçik görülüyor. Yaratıcı öğre­ nim çocuğu n dil evrim i temelinde, özgün bir yaratm a de­ ğildir. İnsan, mutlu anlarda düşünce olarak ortaya çıkan dil­ sel nesneyi; konunun özü dolayısıyla gözlerinin önünde açık seçik nitelikte belirirse, çıkarsam a ile konuşmanm kaynak­ larına götürm eyi dener. Dilde açık b ir düşünce olan h er nes­ ne, ilkin yaratıcı nitelikte ortada bulunm a gereğindedir. İm­ di. burada bom boş kalan; anlık sal bir düşünce de olsa, d a ­ ha önceki varoluşun sürükleyici bir açılımıdır. Başlangıçta­ ki ortaya çıkışla bizim için yeni bir düşüncenin dili olm a arasında köklü bir ayrım bulunur. Başlangıçtaki gerçek bir yaratm a vardı -daha yavaş bir ortaya çıkıştan, «adım adım ilerleme »den, akıp gitmelerden kaynaklanan h er konuşm a bilm eceyi örter, çözm ez-; şimdi önceden verilen dilin öğre­ nilmesi ve değişmesi sözkonusudur. bb) Dil evrim i v e tin evrim i. Dil evrim ine dayanarak tin evrimini çözm eye çalışılabilir. Her dilsellikte şu büyük adım lar vardır: İlkin anlamlar­ dan gelen gerçek ayrımları ele alalım: Bunlar canlı görüş­ lerdir, söylencesel biçimlerdir, güçlü akan b ir devinim için­ de benzeşim, benzerlik ve karşıtlık durum una göre anlam ­ ların birbiriyle düğümlenişl yüzünden içiçedir. Ö yleki kar­ şıt bir varlık olarak d a geçerlidir (mantık-öncesi denen dü­ şünce); -ikincileyin, eylemsel olarak, daha düşünülmemiş kategorilerin ayrımı, özdeşlik ve karşıtlık, tür ve soy ayrı­ mı sözkonusudur (mantık düşüncesi); -üçüncüleyin kavram 407

larrn imleri, bir anımsama sürecinde düşünme ve soyutla­ m a (duyusal belirtinin son kalıntısıyla her zam an bağlantı varsa, duyusal olmayanın ve duyusalüstü olanın düşünce­ si). Tarihsel ekinlerde, onların dil evrimi, o çağdaki ulus­ ların tin evrim ini gösteren açık bir örnektir. Onların benim­ seyip geliştirdikleri, unuttukları, düzgü ve kurala bağladık lan, onların sözcük değeri, onların dil biçimi gibi, varlık­ larının niteliksel çizgileridir. cc) Som ut nesnelerin tarihsel ilerleyişi v e değeri. Ge­ nel dil evriminin, karşılıklı olarak, birbirini dışlar görünen, ik i büyük temel görüşü vardır. Biri, sürekli bir dil ilerleyişi­ ni daha kısa, daha açık, daha kolay bir anlatım da görür. Dil gelişigüzel değil; daha iyiyi koruyan bir eleştirinin ön­ cülüğünde değişir. Ayrıntılı olan yalmla, bozucu bir aşırı­ lık anlamlı bir yerindelUde. güç daha kolayla, em ek isteyen anlam a alışılagelenle, kuşkulu açık olanla giderilir. Çağdaş diller, ilk biçimlerinden dah a iyi geçerlik sağlar. İkinci an­ layış ise, karşıt niteliktedir, tarihsel evrim i dillerin sürekli bir çöküşü olarak görür. Tarihin başlangıcında bu diller var­ sıl, açık, şiirsel, ayrımlı biçimler, duyusal güç, güzel yankıy­ la doluydu. Tarihte diller aşındırıldı, soyutlaştırıldı ve b o­ şaltıldı, kolaylıkla kullanılan nikel paraya döndürüldü, dil­ ler altını yitirdi, geriye soysuz metal kaldı. Her iki incelem e türü de kapsamlı bir gereç olarak ka­ lıyor, her iMsi de somut açıklam ada inandırıcı, dahası ay­ dınlatıcı bir etki gösterir: Gerçekte, onların yanlışlığı sal­ tıklaştırma ve genelleştirmeleriyle başlıyor. Tek tek alındı­ ğında iMsi de doğrudur. Tek tek görüş açılarına göre bilgi­ de. teknikte, düzenlemede, ussallıkta ilerlemeye uygun bir ilerlem e vardır. Başka bakışaçılarına göre de onlarda yıkım, aşındırma, boşaltma vardır. İlerlemede, am aca uygunluğu içinde, özdeş olarak kalabilen bir kazanç sağlanır. Tarihsel oluş içinde, yalnız geçm işte değil anıda d a varlığını sürdü­ ren, her zaman y e n doldurulm az bir değer bulunur. Geç­ mişte tarihsel olarak gerçekleştirilmiş ölümsüz bir varlık, her zaman için yitip gitse de, dilde daha sonraları için varo408

luşsal ve tinsel b ir yönlendirm e niteliğinde kalan gerçeklik­ tir İlerleme bakmamdan; daha önceki aşam alarda görüle­ bilen, n e denli çok ilerlenilse de, şaşılası bir değer vardır. Çöküş bakım ından öncekinin ancak gereksiz bir tutkunun konusu olan, bir değeri vardır; çağdaş dilde buna uygun dü­ şen bir isteksizlik uyanır. Tarihte özlü başkalaşma, önceki ni yeri doldurulm az d eğ en içinde anımsama, elde bulunanı yaratıcı olarak uygulama; bundan dolayı d a eskiden büyük olan h er nesnenin yönlendirm e odak lan ve ölçüleri altında gerçekte yaşamak, sözkonusudur. dd) Dilin türüne bağlı olarak bilimin doğuşu. Sınır sızca genişleyen yöntemsel bir araştırmanın köklü ve kuşa­ tıcı anlam ı içinde, gerçek bilim in neden Batı’d a doğduğunu gösteren nedenler çok yönlüdür. Böyle bir nedenin dilde bu­ lunup bulunm adığı sorulabilir. Çünkü Çin'de bilimle ilgili belirtilerin bulunm asına karşın bilimsel gelişme yoktur. Dil­ de ise, uzun bağlam lar içinde, bir düşünceye elverişli olm a­ yan koşullar getiren, bir durum bulunabilir. Bükülgen dil­ ler bilim in doğuşunda bir koşul olabilirm iş (G erber 1,244) Hint-Germen dilleri salt düşünceyi buldu. İmdi, burada, şu sorulabilirdi: Hindin, bilim konusundaki dilsel olanakları Çin’den daha çok m uydu? Batı biliminin kazanılmasındaki ayrım Çin v e Japon dil ayrım ında d a birlikte koşullanmış değil mi? Çin dilinin tinsel tutumda görünüş alanına çıkan hangi ayrıcalıkları vardır, Hindi, Batı'dan ve Japon’dan ayı­ ran nedir? ee) Felsefe dilinin tarihi. Batı'da, felsefe dillerinin ay­ rılması için, birbiri ardınca ortaya çıkan ve yanyana duran üç alan vardır: İlkin, düşüncenin duyusal biçim de üretile­ rek, yine duyusal biçim e sokulması, simgeden soyutlam a­ ya geçilmesi (Sokrates öncesi bilgelerden Platon’a değin). İkincileyin, im niteliğine yaklaşan sözcüklerde, duyusallık ve görüşün karışım ından sonuç çıkarm aya yönelik bir tu­ tumla soyutlamanın saptanmasında, bir terimbilim oluştur­ ma (Sofistlerden Aristoteles ve Stoa’y a değin). Üçüncüleyin, eskiden gelen soyutlaştırılmış kavram sallığa egemen olm ak için terimbilimin eritilmesi ve bu soyut kavramsal 409

varlıklar içinde yem koşullarla köklü bir düşünce ortaya koymak, bu nedenle de birtakım olanaklar bulmaya çalış­ mak (Anselmus, Kant, Hegel). ■ Her zam an olm asa bile, büyük felsefeler bir bakıma dil yaratmalarıdır. Hegel’in dilselliği, belli bir am aca dayan­ mayan, düşünce bağlam ında alınan yaratıcı bir güçtür. Bu­ na karşın Kant, özel dil yaratması olmayan, yeni bir düşün­ ce biçimi buldu. Her zaman, düşüncenin dil biçimi içeriğinin belirtisidir, ancak dil her zaman verilmiş bir ortamdır, bu­ rada sözcükler yeni yorum lar, hep derin, temellendirici bir anlam kazanabilir. En yüzeysel tümcelerde yeni aydınlat­ malar dilegetirilebilir. Sığ bir anlam, aldatıcı bir renklilik, yetersiz bir etmen, şaşırtıcı yüksek bir varlık taşıyabilir. Ancak, bir bütün olarak, büyük felsefeye özgü düşünce dü n ­ yaları; her zaman dil konusunda, dil türünde, dille ilgili bi lihçli tutumda, dille kurulan çözülm ez bağda, dilden gelen özgürlük içinde, kişisel dil dünyalarıdır. d) Dil çözüm lem esi. Dil çözüm lem esi dilbilgisi ve söz lük yoluyla gerçekleşir. Bunlar biçimleri ve sözcükleri; bir dilin sayısız olanaklarına başvurmaksızın, egem en kılabil­ mek için, bilme ve öğrenm e konusunda bilinen, elde bulunan nesne durum una getirir. Dilbilimsel çözüm lem e birleştirici, dil-biçimlendirici, dil kazandırıcı bir çabaya dayanarak, bir felsefe anlayışına uyarak, bunu yapar. Bu felsefe anlayışı iki doğrultuda yürür: aa) Dilbilgisi v e mantık. Mantıksal düşünce, dilbilgi­ sinde mantıksal ilkeleri tanır, öylekl uygulanan dilbilgisi hi­ le her zaman mantık karşısında yanlışlığa düşer. Bütün mantıksal istekleri karşılayacakmış gibi «gerçek, bir m an­ tık tasarımı gelişiverir. Ancak, onun gerçekleştirilmesiyle de dil ölür. Dilbilgisinde mantıkdışı olan, bilimsel man tık tan yoksun gerçekliklerin iyi nitelikli anlatımıdır: Biçimsel mantık vazgeçilm ez ise de, dilin saltık geçerlik taşımayan m erdivenlerinden biridir. Dilin, biçimsel m antığın güçleri altında, incelenmesi di­ li salt im dili olarak görür, bu İncelemede dili -yaşamının za­ rarına- im diline götürünoeye değin arındırm a eğilim i var­

410

dır. Böyle bir incelem e için dil de geliştirilmiş, dahası saltık olarak od aklaş tırılmış bir anlam kazanır. Nasıl m atematik­ te imlerin bulunuşu az önemli bir iş değil de, yeni alanla­ rın sayısı sayısız işleme olanak sağlam anın gelişimiyle zamandaş ise, dil de konu olarak öyle bir geçerlik taşır. Bu ko­ nuda, bakışaçısm m anlam sızlığa değin vardınldığı sınırsa! bir örnek C am ap'ın (Erkenntnis, Bd, II. s. 435/Bilgi, cild 2. s. 435) söylediğidir: «Felsefe, dil çözümlemesi olan mantık­ sal araştırmadır.» Sözünü şöyle sürdürür; «Belirlenmiş bir dili nitelendirmek için onun sözlüğünü ve dizLnbiliminl açık­ lamak gerekir. Bu da, onda bulunan sözcükleri, bu sözcük­ lerden tümceler oluşturm a olanağı sağlanan kuralları oluş­ turmak. bunlara göre böyle tümcelerin gene bu dilin başka tümcelerine ya d a yabancı bir dile aktarılarak biçimin d e­ ğiştirilebilmesi dem ektir (çıkarım kuralları ve çeviri kural­ ları ve çeviri kuralları denenler). Bundan başka, dildeki tümcelerin belirlenmiş anlamı dolayısıyla, sözcüklerin y o ­ rumunu ortaya koym ak gerekm ez m i? Hayır: Bu, içeriksel kurallaştırma ile düşünülen biçimsel bilgiler denenlerde bir­ likte vardır. Çünkü bir sözcüğün 'yorum ' anlamı ya çeviri ya d a tanımlama ile ortaya çıkar. Bir çeviri başka bir dile aktarm a yoluyla biçim değiştirme kuralıdır (sözgelişi, bey­ g ir A t ). Bir tanımlama özdeş dilde bir biçim değiştirme ku­ ralıdır; bu, adıl tanımlama için geçerlidir (sözgelişi, fil: Hay­ van ve birtakım belirtiler). Bu söylenen tanım lamalar için kanıt d a (sözgelişi, fil: Hayvan türünden bir hayvan, bu tür­ de ve uzam -zam an-yer'de).» Böyle mantıksal dil çözüm le­ mesine C am ap m etalogik (mantık-ötesi) diyor; o, bu anlam­ d a «Logische Syntax d er Sprache/D ılin Mantıksal Çözümü» nü yazdı. bb) Sözcük anlamı. Büsbütün başka bir dil çözümle­ mesi yöntemi de köklerin, kaynak-sözcüklerin v e türetilmiş sözcüklerin yorum uyla ilgilidir. Dilin içeriği derinden çıka­ rılmalıdır. Burada kılavuz kitap dilbilgisi değil; sözcüktür, özellikle de kökenbilim sözlüğü. Hepsinden önce sözcükle­ rin simgesel niteliği aydınlatılır ve sayısız dallarda sezilir durum a getirilir. 411

Çağımızda, Klages bu yolu tuttu. Dille, nesnelerin te­ meli aydınlandı. Burada işlenen konu, mantıksal çözüm le­ m enin gereksiz ve bulanık olarak özelleştirilmesidir cc) Böyle çözüm lem elerin yön tem in d e sınırlı bir an­ lam vardır. Bu çözüm lem eler dille ilgili genel görüşün bö­ lümleridir. İm dili gibi dil de mantıksal bir görüşün konu­ su olmalıdır. Bu, dilin açıklık ve bilgi yaratm a konusunda ne anlam a geldiğini aydm latm ak içindir. e) Dilbilim v e dilfelsefesiyle ilgili yazıların ırası. Belk de insanın hiçbir araştırma alanında, böyle dev bir yazın içinde, böyle düzey ve tin türlülükleri, buradaki gibi yanyana durm uyordu. Tarihsel özden, onun özelliği içindeki bü­ tün ekinlerin ve ulusların görkemli genel görüşlerine de­ ğin, yüzeysel bilginin tükenmezliği ve varlığım ızın şimşekli aydınlığı som ut olayların yığını buradadır. Dille uğraşm a­ nın kımıldatıcı öğeleri olağanüstü türlülüktedir, açıklığa du­ yulan mantıksal ilgi, büyük tinsel görüşlere ilgi, insanlığı­ mızın temeline karşı tarihsel ilgi. Bir yanda öze-batmışlık, içinde araştırma anlamının yi­ tip gittiği olgucu uğraş yıkım ı var. Öte yanda, düşlerde or­ taya çıkan saçma-sapan yalancı gözlemlerde, gizem dolu oyuncaklarda ve önsezili fısıldam alarda duran dilfelsefesinin düşlemselliği. Felsefe bakım ından açıklanabilir bir genel görüşün d e­ rinlik v e genişliğini somut bilgi ve ussal araştırm a ile bağ­ landı kılacak araştırıcılar yoktur. Humboldt, bugüne değin erişilmez kaldı. J. G rim m ve Hildebrand, kendilerinde en bü­ yük aydınlığa kavuşan, küçüklere karşı derin anlamlı sev­ gide tek kalmışlardır. Paulus'un ilginç yapıtında, felsefe ba­ kımından yetersiz bir girişle sonraki verimli somut, bölüm­ ler arasında şaşırtıcı bir uyumsuzluk vardır. Jespersen’de her zaman öğretici bir sağduyu, nesnel gerçekleri ılım lı ve kapsamlı biçim de kavrayış var. Her derine giden araştırma ile savsaklayım bir körlük birbirine bağlıdır. Kendine güve­ nen aydınlar araştırmadaki bilimsellikleri karşısında insa­ nı şaşırtıcı, köksüz kökenbtilimler ortaya koyuyorlar. Diller, kuşatıcı varlığın bütün aydınlığa çıkışının kalı­ 412

cı olduğundan, dünyaların taşıyıcısıdır, varlık insanda, on ­ larda kendini gösterir. Dillerle uğraşma, kendi konusunda ölçülü kalabildiği sürece, alışılmamış bir genişliğe ve araş­ tırıcının bilgisinde nesnel bir varsıllığa bağlıdır. Dilbilimin içeriği dil araştırıcısının insancıl verimiyle koşulludur. A n ­ cak önemsiz ayrıntılara düşkün kimse ve som ut nesnelere karşı aşın eğilimli boş bir başa her 7*m «n sözcüklerde ve tümcelerde kolay bir konu bulur. Böyle pek yetersiz kim­ seler, bölümcül bir dil yeteneği yüzünden bu alana yönelir­ ler, dilbilimsel yayınların yüzeyselliği bu yüzden pek şaşır­ tıcıdır.

413