Doğa Bilimi Felsefesi [1 ed.]
 9786053200918

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

.Doğa Bilimi Felsefesi Philosophy of Natural Science

CarlHempel

Çevirmenler Cengi.z İskender Özkan - Talip Kabadayı

['1('1111• ( 1Lı11 '



NOBEL AKADEMİK YAYINCILIK EGİTİM DANIŞMANLIK TİC. LTD. ŞTİ.

YAYIN NO .: 1189 BllfBri Bilimler No .: 82 ISBN: 978-605-320.091-11 © 1. Basımdan çeviri, Mayıs 2015

DOGA BİLİMİ FELSEFESİ Cengiz İskendar Özkan ·Talip Kabadayı PHILOSOPHY OF NATURAL SCIENCE Cari Hampel •



Copyright 2015, NOBEL AKADEMİK YAYlNCILIK EGİTİM DANIŞMANLIK TİC. LTD. ŞTİ. SERTİFİKA NO 20779

Bu baskının bütün hakları Nobel Akademik Yayıncılık Eğitim Danışmanlık T ic. Lıd. Şii.ye aittir. Y ayınevinin yazılı izni olmaksızın, kitabın tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve dağıtımı yapılamaz. Authorized translationfrom tlıe English language edition, enıitled PHILO SO PHY OF NATURAL SC/ENCE, Isı Edition by HEMPEL, published by Pearson Education, ine, publishing as Pearson, Copyright © 1967.All rights reserved. No part of this book may be reproduced or transmiıted in any form or by any means, electronic or mechanical, including photocop­

ying, recording or by any infonnation sıorage reırieval sysıem, withouı permissionfrom Pearson Educaıion, ine. TURKISH language ediıion published by NOBEL AKADEMIK Y AYINCIL/K, Copyright © 2015.

Genel Yayın Yönetmeni: Nevzat Argun [email protected]­ Beşeri Bilimler Dizi Editörü: Taliha Aslan [email protected]: Yıldız Çağlayan [email protected]­ Sayfa Tasanın: Emel Yıldız [email protected] Tasarım: Sevgi Pınar Özen [email protected] Baskı Sorumlusu: Halil Yeşil Baskı ve Cilt: Göktuğ Ofset İstanbul Cd. Sedef Sk. No: 1

0.312 H 1 38 08 Sertifika No: 29767

İskitler - Ankara

Dağıtım: Volkan [email protected] +90 312 418 20 Emrah Dursun [email protected]Çetin Erdoğan [email protected] Geçkaldı [email protected]ıtım: Sadık Küçükakman [email protected]­ Yavuz Şahin [email protected] Uysal [email protected] Akkuş [email protected]: [email protected]­ Sipariş: [email protected]

10

KÜTÜPHANE BİLGi KARTI Hampel, Cari. Phllosophy of Natura! Science /Cari Hempel Doğa Bilimi Felsefesi/ Cengiz İskender Özkan / .Basımdan çeviri, Xll + 116 s., /60x235 mm

Talip Kabadayı

Kaynakça ve dizin var.

/SBN 978-605-320-091-8

/. Bilim 2. Deney 3. Doğa 4. Sınama 5. Yasa.

NOl!LAIW>EMbı: YAYIMCIUK KtriM DıUd$IWl.ll rtc. Lm Şii. Ankar11 Bliro: Mlthııtpışıl Qld. No.: 7414 Kızılay f ANKARA Tal: Qll2 418 20 10 F.n: 0312 418 30 20 �Matı.500ot1Clı;ap'Scık..No.:16f21Kat:5 ICaddc6y / !sTANBUL Tel / F•b: +90 (216) 449 20 01 nobdOncıbelva�.com - www.nobelyay1n.mm

'�

• www.nobelkitap.com

.

FE L S EFEN 1 N .

TE M E L L E R i

Pek çok felsefe problemi insana ilişkin sorunlarla o kadar çok ilgilidir; ayrıca o kadar karmaşık şekilde dallara ayrılmıştır ki, bunlar öyle ya da böyle sürekli mevcut olan problemlerdir. Zaman içerisinde felsefi soruşturmaya kısmen yanıt verseler de bu problemlerin her çağda çağın yoğun etik ve dinsel deneyimi ile ol­ dukça geniş bilimsel bilgisi ışığında yeniden düşünülmesi gerekir. Daha ince ve daha titiz yöntemlerin uygulanmasıyla daha iyi çözümler bulunur. Dolayısıyla, felsefe çalışmasına gücü yetebildiğince en iyisini anlama umuduyla yaklaşan kişi hem temel meseleler hem de çağdaş kazanımlar için bu çalışmaya bakacaktır. Bir grup seçkin fılozof tarafından yazılan Felsefenin Temelleri dizisi felsefe­ nin çeşidi alanlarındaki temel problemlerden bazılarını sergilemeyi amaçlıyor; zira bu problemler felsefi tarihin günümüzdeki aşamasında yer almaktadır. Belirli alanlar felsefede çoğu giriş niteliğindeki dersler seviyesinde ele alı­ nabilecek durumdayken üniversite seviyesindeki dersler vurgulama, öğretim yöntemi ve ilerleme oranı bakımından geniş ölçüde farklılık gösterecektir. Her dersin sorumlusu kendi felsefi ilgilerine, sınıfının büyüklüğüne ve yapısına, ayrıca yıldan yıla değişen öğrencilerinin ihtiyaçlarına göre dersini değiştirme özgürlüğüne gerek duyar. Felsefenin Temelleri dizisindeki bu on beş cilt - her bir cilt kendi içinde tam olmakla beraber diğer ciltler için tamamlayıcıdır arzu ettiği şekilde birçok cildi bir araya getirerek kendi ders kitabını yarata­ bilen ve farklı zamanlarda farklı birleşimler seçebilen eğitimciler için yeni bir esneklik sunar. Giriş niteliğindeki bir derste kullanılmayan ciltlere gelince, daha uzmanlaşmış yukarı seviye dersler için başka metinler ya da okuma ko­ leksiyonları yanında bu ciltler değerli bulunacaktır. ELIZABETH BEARDSLEY

MONROE BEARDSLEY 111

..

..

O N S DZ

Elinizdeki kitap doğa bilimi felsefesi ve çağdaş metodolojideki merkezi öne­ me sahip bazı konular için bir giriş niteliğindedir. Mevcut alanın gereklerini yerine getirmek amacıyla, geniş kapsamlı konuların üstünkörü bir açıklaması yerine, kısıtlı sayıda olduğu kadar bir o kadar da önemli meseleleri ayrıntı­ larıyla ele almaya karar verdim. Kitap, özünde giriş niteliğinde olsa da fazla basitleştirmekten kaçınmaya çalıştım; hatta mevcut araştırma ve tartışma ko­ nuları içinde yer alan ama çözüme kavuşturulmamış bazı meselelere de dikkat çektim. Burada irdelenen sorunları daha detaylı incelemek isteyen veya bilim fel­ sefesinin diğer problem alanlarına daha çok aşina olmayı dileyen okurlar, bu kitabın sonundaki kısa kaynakçada geniş çaplı okuma önerileri bulacaklardır. Bu kitabın önemli bir kısmı 1964 yılında Davranış Bilimleri İleri Seviye Araştırmalar Merkezinde akademi üyesi olarak geçirdiğim bir yıllık dönemin son aylarında yazılmıştır. Bana bu fırsatı verdikleri için adı geçen merkez çalı­ şanlarına minnettarım. Nihayet, değerli önerileri için yayınevi editörleri Elizabeth ve Monroe Be­ ardsley' e müteşekkirim; ayrıca düzeltmeler ile dizin konusunda yaptığı büyük yardımlar için Jerome B. Neu'ya da teşekkürü borç bilirim.

CARL G.

HEMPEL

v

ÇEVİRMENLERİN ÖNSÖZÜ

Bilimde Açıklama ve Yöntem Üzerine: Cari G. Hempel Hempel'in bu temel yapıtı bilim felsefesinin temel metinlerinden biridir. 20 . yüzyıl bilim felsefesinde en çok adı geçen düşünürler, bu alana yaptıkları katkılar göz önüne alındığında Kari R. Popper, lmre Lakatos ve Cari Gustav Hempel'dir. Bilim felsefesinde Hempel, bilimsel açıklamanın mantıksal yapısı bağlamında "kapsayıcı yasa" kuramı ve bilimsel bir kuramı onaylamayla ilgili paradokslarıyla bilinir. Bilimde tümevarım, açıklama ve rasyonalite üzerine yaptığı çalışmalar bilim felsefesinde çok derin etkiler yaratmış, hatta her biri kendi alanında olduk­ ça iyi bilinen birçok fılowfu da de düşünceleriyle etkilemiştir. Hempel 1905'te Almanya'da Bedin yakınlarındaki Oranienburg'da doğar. Gottingen Üniversitesinde David Hilbert ve Edımınd Landau'dan matematik dersleri, Heinrich Behmann'dan sembolik mantık dersleri alır. Bu dönemde felse­ fe çalışmaları da yapmış olan Hempel' in ilgisini geleneksel mantıktan çok, mate­ matiksel mantık çeker. Aynı yıl Heidelberg Üniversitesine geçen Hempel burada matematik, fizik ve felsefe eğitimi alır. 1925'te ise Bedin Üniversitesinde kendisini Bedin Deneysel Felsefe Okulu'yla tanıştıran Hans Reichenbach ile birlikte çalışır. 1929'da Reichenbach'ın önerisi üzerine Viyana Üniversitesinde ders verdiği bir dönemde mantıkçı pozitivistler ya da Viyana Çevresi üyeleri olarak bilinen Rudolf Carnap, Moritz Schlick ve Frederick Waismann ile birlikte çalışmıştır. Almanya'da Hitler'in gücünün artması sonucu Hempel, ne kadar Yahudi olmasa da, Nazi rejiminin desteklemediğinden Brüksel' e giderek Paul Op­ penheim ile birlikte çalışmaya başlamıştır. Birçok klasikleşmiş çalışmasını da burada yapmıştır. Bunların içinde en öne çıkanı 1948'de yayımladığı ''Açıklama Mantığında Çalışmalar" yazısıdır. Ayrıca Hempel 1937-38'de Chi­ cago Üniversitesinde; 1939-40'ta da New York Şehir Kolejinde bulunmuştur. Sonrasında Yale Üniversitesinde ve Princeton Üniversitesinde çalışmıştır. Önemli yapıtları arasında "Tarihte Genel Yasaların İşlevi" ( 1942) ile 1945'te yayımlanan "Onaylama Mantığında Çalışmalar", "Geometri ve De­ neysel Bilimi" ile "Matematiksel Hakikatin Doğası" yazıları bulunmaktadır. Yale'de bulunduğu sırada ''Anlamın Deneyci Ölçütünde Değişiklikler ve So­ runlar" (1950) ve "Bilişsel Anlam Kavramına İlişkin Bir Gözden Geçirme" ( 195 1) başlıklı yazıları ile ilk kitabı olan Deneysel Bilimde Formasyon Kavra­ mının Temelleri (1952) yayımlanır. l 955'te Princeton' a giden Hempel bura­ da bulunduğu 20 yılda birçok yazı yayınlayan Hempel l 962'de "Dedüktif­ Nomolojik Açıklamaya karşı İstatistiksel Açıklama'' ile "Bilimde ve Tarihte Açıklama"yı yayımlar. l 966'da ise giriş niteliğindeki yapıtı olan ve sonradan on dile çevirisi yapılan Doğa Bilimi Felsefesi yayımlanır. Bu yapıt bilim felsefesi derslerinde klasik sayılan yapıtlar arasına girer. Vll

.

.

.

iÇiN D E K iL E R

1

Bu Kitabın Amacı ve Kapsamı, 1

2

Blllmsel Sorgulama: Bulut ve Sınama, 3

3

Örnek olarak bir vakanın tarihçesi, 3. Bir hipotezi sınama­ daki temel adımlar, 6. Bilimsel sorgulamada tümevarımın rolü,10.

Deneysel sınamalar karşısında deneysel olmayanlar, 19. Yar­ dımcı hipotezlerin rolü, 22. Can alıcı sınamalar, 25. Ad Hoc

Bir Hipotezi s.ı.nak: Sınamanın Mantığı ve Gücü, 19

hipotezler, 28. İlkece sınanabilirlik ve deneysel anlam, 30.

4

Destekleyici kanıtın niceliği, çeşitliliği ve kesinliği, 33.

Onaylama ve Kabul Edllebillrllk Ölçütler!, 33

"Yeni" sınama ifadeleriyle onaylama, 37. Kuramsal destek, 38. Basitlik, 40. Hipotezlerin olasılığı, 45.

IX

X

içindekiler

5

Ya-ıar ve Blllm-ı At;ıklamalardakl Rollerl,47

Bilimsel açıklamanın iki temel koıulu, 47 . Dedüktifno­ molojik açıklama, 49. TUmel yasalar ve rastlantısal genel­ lemeler, 54. Olasılıklı açıklama: temel ilkeler, 58. istatis­ tiklere dayalı olasılıklar ve olasılıklı yasalar, 59. Olasılıklı açıklamanın tümevarımlı özelliği, 67.

6

Kuramlar ve Kuram-ı Açıklama, 70

7

Kavram Olutumu, 85

8

Kura-1 lncllrgeme, 101

Kuramlaın genel özellikleri, 70. Dahili ilkeler ve birleştiri­ ci ilkeler, 72. Kuramsal kavrayış, 75. Kuramsal varlıkların durumu, 77. Açıklama ve ''alışılmış olana indirgeme'; 83.

Tanım, 85. işlemsel tanımlar, 88. Bilimsel kavramların de­ neysel ve sistematik anlamı, 91. '1şlemsel anlamsızlık" mese­ lesi üzerine, 97. Yorumlayıcı tümcelerin özelliği, 98.

Mekanikçilik-vitalizm meselesi, 1O1. Terimlerin indirgen­ mesi, 102. Yasaların indirgenmesi, 104. Mekanikçiliğin yeniden ifade edilmesi, 105. Psikolojinin indirgenmesi: davranışçılık, 106.

Okuma Önerllerl, 1 1 1

Dizin, 1 1 3

Doğa Bilimi Felsefesi

.

BU K i TA Bi N A M A CI VE K A PS A M I

1 Bilimsel incelemenin farklı şekillerini iki büyük öbek içinde toplamak müm­ kün olabilir: deneysel bilimler ve deneysel olmayan bilimler. Birincisi; yaşadığı­ mız dünyadaki olayları keşfetmeye, tarif etmeye, açıklamaya ve bunları önceden tahmin etmeye çalışır. Bu nedenle birincisinin ifadeleri tecrübelerimizle karşılaş­ tırılmalıdır ve bunlar ancak empirik kanıtlarca düzgün bir şekilde desteklendik­ lerinde kabul edilebilirler. Böylesi kanıtları farklı yöntemlerle elde etmek müm­ kündür: Tecrübeyle, sistematik gözlemle, görüşmeler ya da anketlerle, psikoloji ya da klinik testleriyle, belgelerin dikkatlice incelenmesiyle, kitabelerle, sikkeler­ le, arkeolojik kalıntılarla ve bunun gibi daha nicesiyle. Empirik kanıtlara karşı olan bu bağımlılık, empirik bilimleri, önermeleri empirik bulgulara zorunlu bir atıfta bulunmaksızın ispat edilen, mantık ve kuramsal matematik gibi deneysel olmayan disiplinlerden ayırır. Deneysel bilimler çoğunlukla, sırasıyla doğa bilimleri ve sosyal bilimler olmak üzere ikiye ayrılır. Bu ayrımın şartları, empirik sorgulamayı empirik olmayan sorgulamadan ayıran şartlara göre pek açık değildir ve ayrım hattı­ nın kesin olarak nereye çizileceği hakkında genel bir uzlaşma mevcut değildir. Çoğunlukla doğa bilimlerinin fizik, kimya, biyoloji ve bunların çevresindeki alanları içerdiği düşünülür; sosyal bilimlerinse sosyoloji, siyaset bilimi, antro­ poloji, iktisat, tarih ve ilgili disiplinlerden meydana geldiği kabul edilir. Psiko­ loji, bazen bir alana konurken bazen öteki alana dahil edilir ve her ikisiyle de çakıştığından pek söz edilmez. Mevcut kitabın dahil edildiği Felsefenin Temelleri Dizisi'nde doğa bilimleri felsefesi ve sosyal bilimler felsefesi farklı ciltlerde ele alınmıştır. Bu konu ayrı­ mı, bilim felsefesinin kapsadığı büyük alan hakkında daha yeterli bir tartışma ortaya koyma amacına hizmet eder; bu ayrımın sistematik bir önem taşıyıp 1

2 BU KİTABIN AMACI VE KAPSAMI

-

taşımadığı, yani doğa bilimlerinin konu, amaçlar, yöntemler ve varsayımlar açısından temelde sosyal bilimlerden farklı olup olmadığı hakkındaki mesele hakkında önceden hüküm vermek amacı güdülmez. Farklı ilginç sebepler­ den dolayı, bu büyük alanlar arasında böylesi temel farklılıkların var olduğu yaygın bir şekilde ileri sürülür. Bu tarz iddiaların kusursuz bir şekilde araştı­ rılması, doğa bilimlerinin yanı sıra sosyal bilimlerin de sıkı bir şekilde tahlil edilmesini gerektirmektedir ve bu nedenle bu konu bu ufak kitabın kapsamı dışında kalmaktadır. Buna karşın, tartışmamız bu konuya da ışık tutacaktır. Doğa bilimlerini açıklarken zaman zaman sosyal bilimlere de karşılaştırmalı bir bakış atma fırsatımız olacak ve bilimsel sorgulamayla alakalı yöntemler ve mantık hakkındaki bulgularımızın pek çoğunun doğa bilimleri için olduğu kadar sosyal bilimler için de geçerli olacağını göreceğiz. Bu nedenle, deneysel bilim alanının tamamına atıfta bulunabilmek adına "bilimler" ve "bilimsel" kelimeleri sıklıkla kullanılacaktır ancak açıklama gerekli görüldüğünde betim­ leyici ifadeler eklenecektir. Bilimin bugün istifade ettiği yüksek saygınlık büyük ölçüde hiç şüphesiz bilimsel uygulamalarının çarpıcı başarılarına ve hızla genişleyen kapsama ala­ nına bağlıdır. Deneysel bilimin pek çok dalı, bilimsel sorgulamanın sonuçları­ nı kullanıma geçiren ve sonrasında sıklıkla kuramsal ya da temel araştırmaları yeni verilerle, yeni meselelerle ve araştırmaya yönelik yeni araç gereçle besle­ yen ortak teknolojiler için bir temel hazırlamıştır. Ancak, yaşadığı çevre üzerinde egemenlik kurma arayışında insana yar­ dım etmek dışında bilim, onun başka, karşılıksız, ama daha az derinlikli ve pek kalıcı olmayan bir arzusuna; başka bir deyişle, kendisini içinde bulduğu dünya hakkında daha derinlemesine bir anlayış ve daha geniş bir bilgi edinme arzusuna yanıt verir. İlerideki bölümlerde bilimsel sorgulamayla ilgili bu te­ mel amaçlara nasıl erişildiğini ele alacağız. Bilimsel bilgiye nasıl varıldığını, bu bilginin nasıl desteklendiğini ve nasıl değiştiğini inceleyecek empirik olayları bilimin nasıl ele aldığını ve bilimsel açıklamaların bizlere nasıl bir kavrayış sunabileceğini değerlendirecek ve bu tartışmalar esnasında ayrıca bilimsel sor­ gulamanın, bilimsel bilginin ve bilimsel kavrayışın sınırlarını ve varsayımlarını ilgilendiren daha genel meselelere değineceğiz.

.

.

BI L I M S E L S O R G U L A M A : BU L U Ş VE S i N A M A

2 2.1 6nıek olarak

Bilimsel sorgulamanın önemli bazı taraflarını basit bir şekilde gös­ termek maksadıyla Semmelweis'in loğusa humması hakkındaki çalış­ taı1hçesl masına bir göz atalım. Macaristan doğumlu olan lgnaz Semmelweis çalışmalarını Viyana Merkez Hastanesinde 1844-1848 yılları arasında tamamladı. Hastanenin birinci loğusa kısmının hekimlerinden biri olarak Semmelweis, bu kısımda doğum yapan kadınlardan büyük bir kısmının do­ ğum humması ya da loğusa humması olarak bilinen ciddi ve çoğu zaman ölümcül bir hastalığa yakalandıklarını öğrendiğinde buna çok üzülür. 1844 yılında loğusa kısmındaki 3. 157 anneden 260 kadarı ya da %8,2'si bu hastalık nedeniyle can vermiş; 1845 yılında ölüm oranı %6,5 olmuş, 1846 yılında ise aynı oran o/o 11,4 civarında olmuş. Aynı hastanenin birinci kısmın hemen yanında yer alan ve neredeyse birinci kısımdaki kadar kadını içinde barındıran İkinci Loğusa Kısmında loğusa hummasının neden olduğu ölü sayısının çok daha az olması nedeniyle (aynı yıllar için sırasıyla %2,3, %2,0 ve %2,7) bu rakamlar çok fazla telaşa sebep olmuş. Loğusa hummasının sebepleri ve ön­ lenmesi hakkında daha sonra kaleme aldığı kitabında Semmelweis bu korkunç yapbozu tamamlamak için gösterdiği çabayı tarif etmektedir. 1 Semmelweis, zamanının çeşitli açıklamalarını ele alarak yola çıktı. Bunlar­ dan bazılarını sağlam desteklenen olgularla uyuşmaz olmaları nedeniyle hiç düşünmeden reddetti; başka açıklamaları da özel sınamalara tabi tuttu.

blr vakanın

1

Semmelweis'in �ılaşnğı güçlükler ve çalışmalarının hikayesi rıp tarihinde önemli bir sayf.ı kap­ lamaktadır. Semmelweis'in y.ızdıklannın büyük bir kısmının tercümesini ve izahatını içeren ay­ rıntılı bilgiye şuradan erişmek mümkündür: W ]. Sinclair, Semmelweis: His Lift and His Doctrine (Manchester, İngiltere: Manchester University Press, 1909). Bu bölümdeki kısa alıntılar bu eserden alınmıştır. Semmelweis'in kariyerindeki önemli olaylar P. De Kruifin Men Against Death (New Yorlc Harcourt, Brace & World ine., 1932) adlı eserinde anlaolmaktadır. 3

4 Bilimsel Sorgu/Ama: Buluş ve Sınama



Yaygın bir şekilde kabul gören bir görüş, loğusa hummasının yıkıcı etkilerini kabaca "atmosferik kozmik-dünyasal değişimler" olarak tarif edilebilecek "epidemik etkilere" bağlamaktadır. Ancak, böylesi etkilerin yıllarca İkinci Kısma dokunmaksızın Birinci Kısmın başına bela olmasının ve Viyana veya çevresinde neredeyse hiçbir vaka görülmezken -kolera gibi gerçek bir epidemik hastalık bu hususta seçici olamaz- bu hastalığın bu hastanede şiddetli bir şekilde vuku bulmasının nasıl bu görüşle bağdaş­ tırıldığını açıklamaya çalışıyor. Nihayetinde Semmelweis, Birinci Loğu­ sa Kısmına hastaneden çok uzak yerlerden gelen kadınlardan bazılarının yolda doğum sancısı çekerek sokakta doğurduklarını ancak bu kötü şart­ lara rağmen loğusa hummasından kaynaklanan ölüm oranının "sokakta doğum" vakaları arasında, Birinci Loğusa Kısmına ait ortalamadan daha düşük olduğunu ifade ediyor. Başka bir görüşe göre, Birinci Loğusa Kısmının gereğinden fazla dolu ol­ ması ölüm sebebiymiş. Ancak, Semmelweis, adı kötüye çıkmış olan Birinci Loğusa Kısmında yatmak istemeyen hastaların çaresiz çabalarının neticesinin bir parçası olarak İkinci Loğusa Kısmındaki doluluğun aslında daha fazla ol­ duğunu ifade ediyor. Ayrıca, Semmelweis hastaların bakımı ya da hastalara ve­ rilen diyet açısından iki kısım arasında hiçbir farkın olmadığını dile getirmek suretiyle benzer iki varsayımı da reddediyor. 1846 yılında konuyu incelemek üzere görevlendirilen bir komisyon, Birinci Loğusa Kısmında hastalığın yaygın olmasını kadın doğum eğitim­ lerinin tamamını Birinci Loğusa Kısmında tamamlayan tıp öğrencilerinin hoyratça muayenelerinin sebep olduğu yaralara bağlamış. Semmelweis bu görüşü şu gerekçelerle çürütüyor: (a) Doğal olarak doğum sürecinin sebep olduğu yaralar, hoyratça yapılan muayenelerin neden olabileceği yaralar­ dan çok daha fazla yaygındır ve (b) İkinci Loğusa Kısmında eğitimleri­ ni tamamlayan ebeler aynı şekilde hastalarını muayene etmektedir ancak benzer rahatsızlıklar ortaya çıkmamaktadır; (c) komisyonun raporuna ce­ vaben tıp öğrencilerinin sayısı yarıya indirilmiş ve muayeneler asgari sevi­ yeye düşürülmüş, kısa bir düşüşün ardından ölüm oranı eskisinden daha yüksek seviyelere erişmiştir. Çeşitli psikolojik açıklamalar ortaya atılmıştır. Bunlardan bir tanesi, Bi­ rinci Loğusa Kısmının, ölüm döşeğindeki bir kadına son duasını ettirmek için gelen rahibi ilerideki hasta odasına erişmeden evvel beş koğuştan geçmek zorunda bırakacak şekilde düzenlendiğini ve önünde zil çalan bir görevliyle birlikte rahibin orada görünmesinin koğuşlardaki hastalar üzerinde korkutucu ve zayıf düşürücü bir etkisinin olduğunu, böylelikle onları loğusa hummasına daha çok maruz bıraktığını ileri sürmüştür. İkinci Loğusa Kısmında bu kötü faktör söz konusu değildir, zira rahip hasta odasına doğrudan erişebilmek­ tedir. Semmelweis bu varsayımı sınamaya karar verir. Hasta odasına sessizce

Bilimsel Sorgulama: Buluş ve Sınama

5

ve kimseye görünmeden girmesi, başka bir yerden ve zil çalmadan dolaşarak gelmesi için rahibi ikna etmiş ama yine de Birinci Loğusa Kısmındaki ölüm oranı azalmamış. Birinci Loğusa Kısmındaki kadınların sırtüstü yatarak, İkinci Loğusa Kıs­ mındaki kadınlarınsa yan yatarak doğum yaptıklarını görünce Semmelweis'in aklına yeni bir fikir gelmiş. Mümkün olacağını düşünmese de yöntemdeki bu farklılığın önemli olup olmadığını sınamak maksadıyla "Denize düşen yılana sarılır." mantığıyla hareket ederek Birinci Loğusa Kısmında da yan yatarak doğum yapılmasını sağlamış ama ölüm oranında bir değişiklik meydana gel­ memiş. En sonunda 1847 yılında bir kaza Semmelweis'e sorunu çözebilmesi için bir ipucu vermiş. Kolletschka adındaki bir meslektaşı öğrencisiyle otopsi yaparken öğrencisinin neşteriyle parmağı kesilmiş ve Semmelweis'in loğusa humması kurbanlarında gözlemlediği benzer belirtiler sergileyen ızdıraplı bir hastalık sonrasında can vermiş. Bu tarz enfeksiyonlardaki mikroorganiz­ maların rolü her ne kadar o zamanlar tam olarak bilinmese de Semmelweis öğrencinin neşterinden Kolletschka'nın kanına bulaşan "kadavra iltihabının" arkadaşının ölümcül hastalığına neden olduğunu fark etmiş. Kolletschka'nın hastalığı ile kendi kliniğindeki kadınların hastalığı arasındaki benzerlikler, hastalarının aynı kan zehirlenmesinden öldükleri sonucuna varmaya Sem­ melweis'i yönlendirmiş: Kendisi, meslektaşları ve tıp öğrencileri bu bulaşıcı maddenin taşıyıcıları olmuşlardı zira kendisi ve yanındakiler otopsi odasın­ daki incelemelerini tamamladıktan sonra doğrudan koğuşlara geliyorlar ve çoğu zaman kadavraya has o pis kokuyu üzerinde barındıran ellerini sadece üstünkörü bir şekilde yıkadıktan sonra gebe kadınları muayene ediyorlarmış. Semmelweis yine bu fikri sınamak istemiş. Eğer haklıysa loğusa humma­ sının ellere bulaşan bulaşıcı maddenin kimyasal olarak yok edilmesiyle önle­ nebileceği sonucuna varmış. Böylece, muayeneden önce bütün öğrencilerin ellerini klorlu kalsiyum oksit çözeltisinde yıkamalarını gerektiren bir talimat çıkarmış. Loğusa hummasından kaynaklanan ölümler hemen azalmaya başla­ mış ve 1848 yılına gelindiğinde ölüm oranı İkinci Loğusa Kısmında o/o1,33 olan orana nazaran Birinci Loğusa Kısmında o/ol ,27'ye kadar düşmüş. Bu fikri ya da onun bu hipotezini daha da desteklemek adına, bizim de bahsedeceğimiz üzere, Semmelweis bu durumun İkinci Loğusa Kısmındaki ölüm oranının tutarlı bir şekilde çok daha düşük olmasına bir açıklık getir­ diğini ifade ediyor: Buradaki hastalarla eğitimleri kadavra incelenmesiyle ger­ çekleştirilen anatomi dersini içermeyen ebeler ilgileniyorlarmış. Aynı zamanda bu hipotez "sokak doğumları" arasındaki düşük ölüm ora­ nına da bir açıklık getirmiştir: Kollarında bebekleriyle hastaneye gelen kadın­ lar hastaneye kabullerinden sonra nadiren muayene ediliyorlarmış ve işte bu yüzden enfeksiyondan uzak durmak konusunda daha fazla şansa sahiplermiş.

6 Bilimsel Sorgulama: Buluş ve Sınama

-

Benzer bir şekilde, bu hipotez, yenidoğan bebekler arasındaki loğusa humması kurbanlarının hepsinin annesinin gebelik sırasında bu hastalığa yakalanmasına da bir açıklık getirmiştir zira böylesi durumlarda enfeksi­ yon doğumdan önce annenin ve bebeğin ortak kan dolaşımı üzerinden be­ beğe bulaşabilirdi, oysa anne sağlıklıysa bu hastalığın bulaşması mümkün olmamıştır. Daha sonraki klinik tecrübeler Semmelweis'in hipotezini genişletmesine neden olmuş. Mesela; bir keresinde kendisi ve yanındakiler dikkatli bir şe­ kilde ellerini dezenfekte ettikten sonra, önce iltihaplı rahim boynu kanserine yakalanmış gebe bir kadını, daha sonra da dezenfeksiyon yapmadan alışılmış bir şekilde sadece ellerini yıkadıktan sonra aynı odadaki diğer on iki kadı­ nı muayene etmişler. On iki hastanın on biri loğusa hummasından ölmüş. Semmelweis, loğusa hummasına yalnızca kadavradan gelen maddelerin değil, aynı zamanda "canlı organizmalardan gelen çürümüş maddelerin" de sebep olabileceği sonucuna varmış. 2. 2 Bir hipotezi

Loğusa hummasının sebebi hakkındaki araştırması esnasında Semmelweis'in muhtemel cevaplar olarak öne sürülen çeşitli hipotezleri nasıl değertemel adlmlar lendirdiğini gördük. Böylesi hipotezlere daha en baştan nasıl varıldığı hak­ kındaki mesele daha sonra değerlendireceğimiz şaşırtıcı bir meseledir. Yine de ilk iş olarak bir hipotezin, ortaya atıldığında, nasıl sınandığını görelim. Bazen bu işlem tamamen dolaysız bir şekilde gerçekleşir. Koğuşlardaki doluluk oranı ya da diyet yahut da genel bakımdaki farklılıkların söz konusu iki loğusa kısmı arasındaki ölüm oranındaki farklılıkları açıkladığına dair varsayımları göz önünde bu­ lundunın. Sernrnelweis'in ifade ettiği gibi bunlar kolaylıkla gözlemlenebilir gerçeklerle çatışma halindedirler. Bu kısımlar arasında böylesi farklılıklar mevcut değildir ve bu yüzden bu hipotezler yanlış diye reddedilirler. Ne var ki sınama genellikle çok basit ve kolay olmayacaktır. Birinci Loğusa Kısmındaki yüksek ölüm oranını rahibin refakatçisiyle beraber görünmesiyle or­ taya çıkan korkuya bağlayan hipotezi düşünün. Bu korkunun büyüklüğünün ve özellikle de onun loğusa humması üzerindeki etkisinin koğuşlardaki doluluk ora­ nındaki ya da diyetteki farklılıklar kadar doğrudan doğruya anlaşılması mümkün değildir ve Semmelweis, dolaylı bir sınama yöntemi kullanmaktadır. Kendisine şunu sorar: Eğer bu hipotez doğruysa ortaya çıkması gereken, kolaylıkla gözlemle­ nebilir etkiler var mıdır? Sonra şu sonuca varır: Bu hipotez doğru ise o h!dde rahi­ bin yönteminde yapılması gereken uygun bir değişikliği ölüm oranındaki azalma takip etmelidir. Basit bir deneyle bu ifadeyi gözden geçirir ve bunu yanlış bulur, o nedenle bu hipotezi reddeder. Benzer bir şekilde, doğum esnasında kadınların duruşu hakkındaki hipotezini sınamak için şunu ortaya atar: Bu hipotez doğru ise o halde Birinci Loğusa Kısmın­ da yan duruşun kabul edilmesi ölüm oranını azaltacaktır. Gelgelelim, onun bu deneyi bu ifadenin yanlış olduğunu ortaya koyar ve bu hipotez boşa çıkmış olur. sına•dakl

-

Bilimsel Sorgulama: Buluş ve Sınama 7

Son iki olayda sınama şu argümana bağlıdır: Varsayılan hipotez, buna H diyelim, doğru ise o hdlde bazı gözlemlenebilir olayların (örneğin ölüm oran­ larındaki düşüş gibi) belirli şartlar altında (mesela, rahibin koğuşların içinden geçmekten vazgeçmesi ya da kadınların yan yatarak doğum yapmaları halinde) meydana gelmesi gerekir ya da kısacası Hdoğru ise o halde lnın da gözlemle­ nebilir olayları tarif eden bir ifade olduğu varsayılırsa 1 da doğrudur. Kolaylık olsun diye lya Hden varıldığını ya da H nin onu gerektirdiğini söyleyebilir ve lyı hipotez H ile ilgili bir sınama çıkarımı olarak adlandırabiliriz. (/ile H arasındaki ilişki hakkında daha sonra daha doğru bir tanım ortaya koyacağız.) Son iki örneğimizde deneyler, sınama ifadesinin yanlış olduğunu gösteri­ yor ve hipotez de bununla beraber reddediliyor. Bu reddedişe götüren mantık ilkesi aşağıdaki gibi gösterilebilir:

2a

Hdoğruysa o zaman 1 da doğrudur. Ancak (bulguların gösterdiği üzere) 1 doğru değildir. Hdoğru değildir.

Mantıkta2 modus tollens olarak adlandırılan bu şek.ildeki herhangi bir argüman de­ düktif olarak geçerlidir, başka bir deyişle önermeleri (çizginin üzerinde kalan tüm­ celer) doğruysa o zaman sonuç da (çizginin altında kalan tümce) hiç şaşmadan doğrudur. O halde, (2a) önermeleri uygun bir şekilde ortaya konursa sınamaya tabi tutulan Hhipotezinin ciddi anlamda reddedilmesi icap eder. Şimdi gözlem ya da deneyin sınama ifadesini ([) doğruladığı durumu dü­ şünelim. Semmelweis, loğusa hummasının kadavra kalıntısının neden olduğu kan zehirlenmesi olduğu hipotezinden, uygun antiseptik önlemlerin bu hasta­ lıktan kaynaklanan ölümleri azaltacağı çıkarımında bulunmuştur. Bu kez de­ ney, sınama ifadesinin doğru olduğunu göstermektedir. Ancak, bu tatminkar sonuç neticede hipotezin doğruluğunu kanıtlamaz, zira temeldeki argüman şu şekilde ileri sürülür:

2b

Hdoğruysa o zaman 1 da doğrudur. (Bulguların gösterdiği üzere) 1 doğrudur. Hdoğrudur.

Ard-bileşeni doğrulama yanılgısı olarak anılan bu mantık şekli dedüktif olarak geçerli değildir, başka bir deyişle, öncülleri doğru olsa da sonucu yanlış ola­ bilir. 3 Zaten, Semmelweis'in kendi tecrübesi de bunu ortaya koymaktadır. İlk başta loğusa hummasını kan zehirlenmesi vakası olarak görmesi kadavradan bulaşan enfeksiyonu temelde hastalığın tek sebebi olarak göstermiştir ve bu hipotezin doğru olması halinde antiseptik solüsyonla kadavra parçacıklarının 2

Ayrıntılar için bu dizinin diğer cildine bakınız: Salmon, Logic, s. 27-29.

3 Bk.,

W.

Salmon, Logic, s.24-25.

8 Bilimsel Sorgu'4ma: Buluş ve Sınama yok edilmesinin ölüm oranını azaltacağını düşünmekte Semmelweis haklıydı. Dahası onun deneyi, sınama ifadesinin doğru olduğunu ortaya koymamıştır. Bu nedenle, bu durumda, (2b) önermelerinin her ikisi de doğruydu. Bununla beraber, hipotezi yanlıştı zira daha sonrasında farkına vardığı üzere canlı or­ ganizmalardan gelen bozuk maddeler de loğusa hummasına yol açabiliyordu. Bu yüzden, bir sınamanın uygun sonucu, başka bir deyişle bir hipotezden varılan bir sınama ifadesinin doğru bulunması, hipotezin doğru olduğunu göstermez. Bir hipoteze ait pek çok ifade dikkatle yapılan sınamalar netice­ sinde doğrulansa da o hipotez yine de yanlış olabilir. Aşağıdaki argüman yine ard-bileşeni doğrulama yanılgısına kalkışmaktadır:

2c

H doğru ise o zaman / , /2, 1







, /x de doğrudur. , (in tamamı doğrudur.

(Bulguların gösterdiği üzere) /1, /2,







H doğrudur.

Bu argüman, Semmelweis' in son hipotezinin ilk versiyonu örnek alınarak açıklanabilir. Daha öncesinde ifade ettiğimiz üzere onun hipotezi aynı za­ manda Birinci Loğusa Kısmına gelen sokakta doğum vakaları arasında loğusa hummasından kaynaklanan ölümlerin o kısımdaki ölüm oranı ortalamasının altında olması gerektiğini ve hastalığa yakalanmayan annelerin bebeklerinin loğusa hummasına yakalanmadıklarını ortaya koyan sınama ifadelerine yerini bırakmakta ve bu ifadeler de bulgularla -her ne kadar son hipotezin ilk versi­ yonu yanlış olsa da- desteklenmektedir. Bununla birlikte, pek çok sınamanın bir hipotezle ilgili inandırıcı bir delil ortaya atma gücünün olmadığı hususundaki tatminkar bir sonuca dair gözlem, bir hipotezi pek çok sınamaya maruz bırakırsak ve bunlardan hepsi tatminkar bir sonuç ortaya çıkarırsa söz konusu hipotezi hiç sınamadığımızda daha iyi bir durumda olmayacağımızı bize düşündürtmemeli zira sınamalarımızın her biri makul bir şekilde istenmeyen bir sonuca erişmiş olabilir ve söz konusu hipotezin reddedilmesine neden olmuş olabilir. Farklı sınama ifadelerinin sınamaya tabi tutulmasıyla elde edilen bir dizi tatminkar sonuç, bir hipoteze ait / , /2, , /x 1 gibi ifadeler söz konusu olduğu müddetçe hipotezin doğrulandığını ortaya koy­ maktadır ve bu sonucun hipotezle ilgili kusursuz bir bulgu ortaya koymaya gücü yetmese de en azından bu hipotez için biraz destek ve biraz kısmi doğrulama ve onay sunmaktadır. Bu desteğin boyutu hipotez ve sınama verileri ile ilgili farklı görüşlere dayanmaktadır. Bunlar 4. bölümde ele alınacaktır. Şimdi, bilimsel sorgulamanın daha farklı taraflarını dikkatimize sunan baş­ ka bir örneğe bakalım4: •

4





Bu örnekle ilgili eksiksiz bir açıklamayı, J. B. Conant'ın harika kitabı Science and Com­ mon Sense'in (New Haven; Yale Universiry Press, 1 9 5 I) 4. bölümde bulmak mümkün­ dür. Hipotezini ileri süren ve onu sınayan Torricelli tarafından yazılan bir mektup ve Puy-de-Dome deneyi hakkında kaleme alınmış bir gözlem raporu W F. Magie'nin A Source Book in Physics (Cambridge: Harvard Universiry Press, 1 963) adlı eserinde yer almaktadır, bk. S. 70-75.

Bilimsel SorguLıma: Buluş ve Sınama 9 Galileo'nun zamanında bilindiği üzere ve belki de çok daha öncesinde tulumba çarkında yukarıya doğru kaldırılabilecek bir piston aracılığıyla bir kuyudan su çeken basit bir emme basma tulumba; suyu, kuyudaki su seviye­ sinden 1 O metreden fazla yukarıya çekemezdi. Bu sınırlama ile harekete geçen Galileo bunun için daha sonraları hatalı bulunan bir açıklama ortaya koyar. Galileo'nun ölümünden sonra öğrencisi Torricelli yeni bir yanıt ortaya atar. Torricelli, yeryüzünün havadan meydana gelen bir deniz ile çevrili olduğunu ve bu havanın ağırlığı nedeniyle aşağıdaki yüzeye baskı uyguladığını ve kuyu­ daki suyun yüzeyi üzerindeki bu basıncın piston kaldırıldığında suyu tulum­ baya ittiğini ileri sürer. Bu nedenle tulumba borusunun içindeki suyun azami 10 metrelik uzunluğu, basit bir şekilde kuyudaki suyun yüzeyi üzerindeki top­ lam atmosfer basıncını göstermektedir. Açıkçası bu açıklamanın doğru olup olmadığını doğrudan gözlem ya da inceleme yoluyla belirlemek mümkün değildir ve Torricelli bunun analizini dolaylı yollardan gerçekleştirmiştir. Bu varsayım doğru ise o halde atmosfer basıncının aynı zamanda buna nispeten aynı boru içinde daha az uzunlukta cıva kitlesini yukarı çıkartabileceği sonucuna varmıştı. Gerçekten de cıvanın özgül ağırlığı suyunkinden 14 kat kadar daha büyük olduğundan cıva sütu­ nunun uzunluğunun 10/14 metre uzunluğunda ya da basitçe söylemek icap ederse 76 santimetreden daha kısa olması gerekir. Bu sınama ifadesini, aslında cıva barometresi olan, ustaca tasarlanmış basit bir aletle kontrol etmiş. Su ku­ yusunun yerini içinde cıva olan üstü açık bir kap, emme basma tulumbanın borusunun yerini de bir ucu kapalı cam tüp almış. Tüpün içi tamamen cıva ile doldurulmuş ve tüpün açık kalan ucu başparmakla sıkıca kapatılmış. Daha sonra tüp ters çevrilmiş ve açık uç cıva dolu kabın içine daldırılmış ve açık ucun üzerinden başparmak kaldırılmış; bunun üzerine tüp içindeki cıva sütu­ nu, boyu 76 santimetre oluncaya kadar, Torricelli'nin hipotezinin öngördüğü şekilde, düşmüş. Bu hipotezle ilgili başka bir sınama ifadesi, Torricelli' nin barometresin­ deki cıvanın üstü açık cıva kabının üzerindeki hava basıncıyla dengelenmesi halinde artan rakım ile birlikte kap üzerindeki hava basıncı azalacağından, tüp içindeki cıva sütununun boyunun kısalacağı sonucuna varan Pascal tara­ fından ortaya konmuş. Pascal'ın talebi üzerine bu sınama ifadesi 1460 metre yüksekliğinde bir dağ olan Puy-de-Dome'un eteklerinde Torricelli baromet­ resindeki cıva boyunu ölçen ve daha sonrasında aleti dikkatli bir şekilde dağın tepesine çıkararak aynı ölçümü tekrar eden ve kontrol barometresi içindeki cıvanın bir asistanın da gözleri önünde dibe vurduğunu tespit eden üvey kardeşi Perier tarafından kontrol edilmiş. Perier, dağın tepesinde tüp içindeki cıva kitlesinin dağın aşağısındaki boyundan 7 ,62 santimetre daha kısa olduğunu ama kontrol içindeki cıva sütununun boyunun gün boyu hiç değişmediğini fark etmiş.

1 O Bilimsel Sorgulama: Buluı ve Sınama 2.3 Blllmsel

Daha sonrasında uygun sınama ifadelerinden çıkarımda bulunarak ve göz­ lem ya da deney yoluyla bu ifadelerin doğruluğunu kontrol ederek sınanan IOmevanmın hipotezler şeklinde geçici çözümler sunarak ele alınan bir problemi içinde barındıran bazı bilimsel soruşturmaları değerlendirdik. roıı Gelgelelim, ilk aşamada uygun hipotezlere nasıl varılıyor? Kimi zaman bunların tümevarımlı çıkarım -bu tarz çıkarımdan önemli açılardan farklı olan tümdengelimli çıkarımdan ayrı bir şekilde- olarak adlandırılan yöntemle daha önceden derlenmiş verilerden elde edildiği düşünülür. Tümdengelimli olarak geçerli bir çıkarımda sonuç, öncüllerle şu şekilde bir ilişki içerisindedir: Öncüller doğruysa sonucun doğru olamama ihtimali yoktur. Mesela, bu koşul aşağıdaki genel şemaya uygun şekilde oluşturulmuş bir argüman tarafından yerine getirilmektedir:

sorgulamada

pise q değil q değilp Bunun üzerinde kısaca durulduğunda, p ve "q" harfleriyle belirtilen yerlere hangi ifade gelirse gelsin, öncüller doğru olduğu müddetçe sonucun da kesin­ likle doğru olacağı görülecektir. Aslında, şemamız daha önce bahsi geçen ve modus tol/em olarak adlandırılan argümanı temsil etmektedir. Dedüktif olarak geçerli bir başka çıkarım biçimi de aşağıdaki örnekle gös­ terilmektedir: "

"

Bir sodyum tozu, Bunsen ocağının alevine tutulduğunda, alevin rengi sarı olur.

Bu tuz taşı parçası bir sodyum tuzudur. Bu tuz taşı parçası, Bunsen ocağının alevine tutulduğunda, alevin rengi sarı olur. Çoğu zaman ikinci türden argümanların genelden (bu durumda, tüm sodyum tuzları hakkındaki öncül) özele (belirli bir tuz taşı parçasına ilişkin sonuç) vardığından söz edilir. Buna karşın, tümevarımlı çıkarımların tek tek durumlarla ilgili önermelerden yola çıkarak genel bir yasa veya ilke özelliği taşıyan bir sonuca vardıkları belirtilir. Örneğin, şimdiye dek Bunsen ocağı testine tabi tutulmuş çeşitli sodyum tuzlarının belirli örneklerinin her birinin alevin rengini sarıya döndürdüğü hakkındaki öncüllerden hareketle, tümeva­ rımlı çıkarım, tüm sodyum tuzlarının Bunsen ocağının alevine tutuldukların­ da alevin renginin sarı olduğu hakkındaki genel sonuca varmaktadır. Gel gör ki açıkçası bu durumda öncüllerin doğruluğu sonucun doğruluğunu garan­ ti etmez zira şimdiye kadar incelenen bütün sodyum tuzu örnekleri Bunsen ocağının alevini sarı renge çevirmiş olsalar bile yine de keşfedilebilecek yeni sodyum tuzu çeşitlerinin bu genellemeye uymaması mümkündür. Aslına ba-

Bilimsel Sorgu/Ama: Buluş ve Sınama

11

kılırsa önceden test edilerek pozitif sonuçlar ortaya koymuş bazı sodyum tuzu çeşitlerinin henüz incelenmemiş olabilecekleri, özel fiziksel koşullar altında (çok güçlü manyetik alanlar ve benzeri gibi) bu genellemeye uymayabilecekle­ ri bile olasıdır. Bu nedenle; tümdengelimli çıkarımın öncülleri, sonucu kesin­ likle içerseler de tümevarımlı çıkarımın öncüllerinin sonucu az çok yüksek bir olasılıkla içerdikleri çoğu zaman söylenmektedir. Bilimsel sorgulamada, önceden derlenen verilerden elde edilen tümeva­ rımlı çıkarımın kabul edilebilir genel ilkelere götürdüğü düşüncesi, bir bilim insanının en iyi şekilde nasıl ilerleme kaydedeceği konusu üzerinden aşağıdaki paragrafta açıkça gözler önüne serilmektedir: İnsanüstü gücün zihni düşüncesinin mantıksal süreçleri normal olsa da onun bilimsel yöntemden nasıl istifade ettiğini görmeye çalışırsak . . . süreç şu şekilde işleyecektir: Birincisi, bütün olgular izafi önem derecelerine göre seçilmeksizin ya da bu dereceler hakkında apriori bir tahminde bulunulmaksı­ zın gözlemlenir ve kaydedilir. İkincisi, gözlemlenen ve kaydedilen gerçekler düşünce mantığında ister istemez yer alanlar dışındaki hipotezler ya da postü­ lalar olmadan tahlil edilir, birbiriyle kıyaslanır ve tasnif edilirler. Üçüncüsü, bunlar arasındaki sınıflandırıcı ya da nedensel ilişkilerle ilgili genellemelere bu gerçeklerle ilgili analizden erişilir. Dördüncüsü, daha ileri bir araştırma daha önceden belirlenen genellemelerden elde edilen çıkarımlardan istifade etmek suretiyle tümevarımlı olduğu kadar tümdengelimli olacaktır5• Bu paragraf, ideal bir bilimsel sorgulamadaki dört aşamayı birbirinden ayırır: (1) bütün olguların gözlemlenmesi ve kayıt altına alınması, (2) bu olguların tahlil edilmesi ve sınıflandırılması, (3) bu olgulardan tümevarımlı bir şekilde ge­ nellemelerin türetilmesi, (4) söz konusu genellemelerin derinlikli sınanması. Bu aşamalardan özellikle ilk ikisinin gözlemlenen olguların nasıl birbiriyle bağlantı­ lı olabileceği hakkında hiçbir tahminde bulunmadığı ve bunun hakkında hiçbir hipotez ortaya koymadığı varsayılmaktadır; bu kısıtlama böylesi peşin hüküm­ lerin ön yargıya sebep olacağı hatta incelemenin bilimsel nesnelliğini tehlikeye atacağına dair düşüncede empoze edilmiş gibi durmaktadır. Gelgelelim, alıntılanan bu paragrafta ifade edilen görüşü -ki ben bu görü­ şü bilimsel sorgulamanın sınırlı tümevarımcı tasarımı olarak adlandıracağım­ pek çok sebepten ötürü savunmak imkansızdır. Bunlarla ilgili kısa bir araştır­ ma, bilimsel yöntem hakkında dile getirdiğimiz daha önceki düşüncelerimizin kapsamını genişletmeye ve bu düşüncelerimizi desteklemeye hizmet edebilir. Birincisi, burada tasarlandığı gibi bilimsel bir sorgulamanın ayaklarının yer­ den kesilmesi hiçbir zaman mümkün değildir. Onun birinci aşaması bile hiçbir zaman tamamlanamazdı zira bütün bu olgulardan ibaret bir derlemenin dünya­ nın sonuna kadar beklemesi gerekirdi. Demem o ki şimdiye kadar ki olguların 5

A. B. Wolfe, "Functional Economics", 1he Trend ofEconomics, edit., R. G. Tugwell (New York: Alfred A. Knopf, ine., 1 924), s. 450 (İtalik sözcükler alıntıdır.).

12 Bilimsel Sorgulama: Buluş ve Sınama tamamı bile derlenip toplanamazdı çünkü bunlar hem sonsuz sayıdadır hem de sayısız çeşitliliktedir. Örneğin; bütün çöllerdeki ve bütün kumsallardaki kum tanelerinin hepsini incelememiz ve bunların şekillerini, ağırlıklarını, bunların kimyasal bileşenlerini, birbirilerine olan uzaklıklarını, sürekli değişiklik arz eden sıcaklıklarını ve Ay'ın merkezine olan ve eşit şekilde değişiklik arz eden mesa­ felerini kaydetmemiz gerekir mi? Bu bıkkınlık verici süreçte aklımızdan geçip giden düşünceleri kayıt altına almamız gerekir mi? Peki ya tepemizdeki bulutla­ rın şekillerini, gökyüzünün değişen rengini? Peki ya yazı yazma aracımızın tipini ve markasını? Peki kendi hayat hikayelerimizi ve yanımızdaki araştırmacıların hayat hikayelerini? Ne de olsa bunların hepsi ve burada bahsi geçmeyen her şey "şimdiye kadar ki olguların tamamı" arasındadır. Öyleyse belki de ilk aşamada ihtiyaç duyulan tek şey, ilgili olguların ta­ mamının toplanmasıdır. İyi hoş da neyle ilgili? Yazar bunu belirtmese de sor­ gulamanın spesifik bir problem hakkında olduğunu varsayalım. Peki o halde, olguların tamamını derleyerek hatta daha da iyisi bu problemle ilgili mevcut bütün verileri derleyerek yola koyulmayalım mı? Bu görüş hala daha bir anlam ifade etmemektedir. Semmelweis spesifik bir problemi çözüme kavuşturmaya çalışmış ama sorgulamasının farklı aşamalarında oldukça farklı türde veriler toplamıştır; hatta haklı olarak ne tür veriyi toplamanın mantıklı olduğu bu çalışmanın problemi tarafından değil de araştırmacının kafasında kestirim ya da hipotez şeklinde düşündüğü şeye verilen geçici bir yanıt tarafından belir­ lenmiştir. Loğusa hummasından kaynaklanan ölümlerin rahip ile ona ölüm çanıyla eşlik eden kişinin korkutucu bir şekilde görünmesiyle artışa geçtiği kestirimi karşısında rahibin rutin alışkanlığını değiştirmesinin neticeleriyle ilgili verileri toplama amacına uygun hizmet etmiştir ancak doktorların ve öğrencilerin hastaları muayene etmeden önce ellerini dezenfekte etmeleri halinde neler olacağını kontrol etmek, konuyla tamamen alakasız olacaktır. Semmelweis'in en son geliştirdiği bulaşıcı hastalık hipotezinden bahsetmek gerekirse son bahsi geçen türden veriler açık bir şekilde amaca uygun hizmet ederken beriki türden veriler tamamen yersizdir. Bu nedenle, empirik "olgular" ya da bulgular, belirli bir problemle ilgili olarak değil de belirli bir hipotezle ilgisinde mantıksal açıdan alakalı ya da alakasız olarak betimlenebilir. H hipotezinin bir araştırma problemine geçici bir yanıt olarak getirildiğini düşünün: H hakkında ne tür veriler konuyla ilgili olacaktır? Önceki örnekle­ rimiz buna bir yanıt getiriyor: Bir bulgunun ortaya çıkışını ya da çıkmayışını Hden çıkarmak mümkünse o bulgu H ile ilgilidir. Buna örnek olarak Torri­ celli'nin varsayımına bakalım. Gördüğümüz üzere Pascal bu örnekten yola çı­ karak, bir barometre bir dağa çıkarıldığında içindeki cıva sütununun boyunun kısaldığı sonucuna varmıştır. Bu nedenle, bunun belirli durumlarda gerçekten meydana geleceği hakkındaki herhangi bir bulgu o hipotezle alakalıdır fakat şu bulgularla da karşılaşılabilirdi: Barometre içindeki cıva sütununun boyu değişmeden kalırdı hatta daha sonrasında rakım artıkça artardı zira böylesi bulgular Pascal'ın test ifadesini çürütebilirdi ve böylelikle Torricelli'nin hipo-

Bilimsel Sorgulama: Buluş ve Sınama

13

tezini yadsıyabilirdi. Beriki türden verilerin hipotezin lehinde ya da onun­ la pozitif bir şekilde ilgili oldukları, sonraki türden verilerinse negatif ya da aleyhte bir şekilde ilgili oldukları söylenebilir. Özetlemek gerekirse verilerin soruşturulan olgular arasındaki ilişkiler ko­ nusundaki önceden konulan hipotezlerin rehberliğinden yoksun bir şekilde toplanması gerektiğini dile getiren buyruk, kendi kendini reddeden bir ifade­ dir; dolayısıyla bilimsel sorgulamada bu buyruğun peşinden katiyen gidilmez. Tam tersine, bilimsel bir araştırmaya geçici hipotezlerin yön vermesi beklenir. Böylesi hipotezler, başka şeyler yanında, bilimsel bir araştırmanın belirli bir aşamasında hangi verilerin toplanması gerektiğini belirler. Ne ilginçtir ki Birleşik Devletler Nüfus Etütleri İdaresi ya da başka veri toplama teşkilatlarınca kayıt altına alınan olgulardan oluşan o devasa birikime bakarak bir hipotezi doğrulamaya çalışan sosyal bilimcilerin hipotezlerinde önemli bir rol oynayan bazı değişkenlerin değerlerinin hiçbir yerde sistematik bir şekilde kaydedilmemiş olmasından dolayı bazen hüsrana uğrarlar. Elbette bu söylenenlerle veri toplamayı eleştirmek amaçlanmıyor: Bu süreçte işe koyu­ lanlar hiç şüphesiz gelecekteki hipotezlerle ilgili kanıtlamalar sunabilecek ol­ guları seçmeye çalışırlar; bu gözlem, verilerin ilgili olması gerektiği hipotezler hakkında bilgi olmadan "ilgili bütün verileri" toplamanın imkansızlığını basit bir şekilde gözler önüne sermeye yarar. Alıntılanan paragrafımızda öngörülen ikinci aşama da benzer eleştirilere açıktır. Empirik bir "olgular" öbeğini, pek çoğu belli bir sorgulamanın amaç­ ları için açıklayıcı olmayacak pek çok farklı şekilde çözümlemek ve sınıflamak mümkündür. Semmelweis doğum servisindeki kadınları yaş, ikamet yeri, me­ deni hal, beslenme alışkanlıkları ve benzeri ölçütlere göre tasnif etmiş ola­ bilirdi; ancak bu bilgiler bir hastanın loğusa humması hastalığının kurbanı olma ihtimaliyle ilgili hiçbir ipucu vermeyecekti. Semmelweis'in aradığı şey bu ihtimallerle önemli derecede bağlantılı olacak ölçütlerdi ve bu maksatla, en sonunda fark ettiği üzere, elleri kirli sağlık personeli tarafından muayene edilen kadınları belirlemek aydınlatıcı olmuştu zira loğusa hummasından kay­ naklanan yüksek ölüm oranı bu özellikle ya da hastalardan bu özelliği taşıyan­ larla bağdaştırılıyordu. Bu nedenle, empirik bulguyu tahlil ve tasnif etmeye has bir yöntem ilgili olguların açıklanmasına neden oluyorsa o vakit bu olguların nasıl birbirine bağlı olduğu hakkındaki hipotezlere dayanmak zorundadır; böylesi hipotezler olmadan tahlil ve sınıflandırma yapmak boşa kürek çekmektir. Alıntılanan paragrafta öngörüldüğü üzere sorgulamanın ilk iki aşaması hakkındaki eleştirel düşüncelerimiz aynı zamanda hipotezlerin ancak üçüncü aşamada önceden derlenen verilerden elde edilen tümevarımlı çıkarımla elde edileceğine dair görüşün temellerini sarsmaktadır. Bununla beraber, bu konu hakkında burada daha fazla açıklama yapılmalıdır.

14 Bilimsel Sorgulama: BulUJ ve Sınama Tümevarım, bazen mekanik olarak uygulanabilir kurallar yardımıyla göz­ lemlenen olgulardan benzer genel ilkelere varmayı sağlayan bir yöntem olarak düşünülmektedir. Bu durumda, tümevarımlı çıkarım kuralları bilimsel keşfin esaslarını ortaya koyardı. Tümevarım, önceden belirlenmiş ve mekanik olarak uygulanabilir sonsuz sayıda atılan adım sonrasında ilgili sonuca varmayı sağ­ layan, tam sayıların çarpımına yönelik o bilindik rutine benzeyen mekanik bir işlem olurdu. Ne var ki gerçekte, böylesi genel ve mekanik bir tümevarım işlemi halihazırda mevcut değildir; aksi takdirde, örneğin kanserin sebebiyle ilgili çokça araştırılan bir problem günümüze kadar neredeyse çözülmeden kalmış olacaktı. Böylesi bir prosedürün keşfi de hiçbir zaman beklenmezdi. Zira bir sebepten bahsetmek icap ederse çoğu zaman bilimsel hipotezler ve kuramlar, bağlı oldukları ve açıklanmasına yardımcı oldukları empirik bulgu­ ların tarifinde görülmeyecek şekilde ifade edilirler. Örneğin; maddenin ato­ mik ve atom altı yapısı hakkındaki kuramlar "atom", "elektron", "proton", "nötron", "psi-fonksiyon" ve benzeri terimler ihtiva ederler; bununla beraber, bunlar çeşitli gazların spektrumu, bulutlardaki ve kabarcık odalarındaki izler, kimyasal tepkimelerin nicel tarafları ve benzeri şeyler -bunların hepsini "ku­ ramsal terimler" olmadan da tarif etmek mümkündür- hakkındaki laboratu­ var bulgularına dayanmaktadır. Burada öngörülen türden tümevarım kuralları bu sebepten ötürü sunulan verileri temel alarak bu verilerin betimlenmesinde daha önce hiçbir yerde kullanılmamış olan oldukça yeni kavramlarla ifade edilen bir hipotez ya da kuramı oluşturmak için mekanik bir rutin sağlamak zorunda kalacaktır. Elbette yöntemle ilgili hiçbir genel mekanik işlem kuralın­ dan bunu başarması beklenmez. Örneğin, Galileo'nun elindeki emme basma tulumbalarının sınırlı geçerliliğiyle ilgili verilere uygulandığında mekanik bir rutin sayesinde hava denizi kavramına bağlı olarak bir hipotez ortaya atan genel bir kural var olabilir mi? Şüphesiz, belirli bir veriye dayanarak bir hipotezi tümevarımsal olarak "çı­ karsamaya'' yönelik mekanik işlemler özel ve nispeten basit türlerin durumları için spesifik olarak belirlenebilir. Mesela, bakır bir çubuğun uzunluğu farklı sıcaklıklarda ölçülürse neticede ortaya çıkan sıcaklık ve uzunlukla ilgili ortak değerler düz bir koordinat sisteminde noktalarla gösterilebilir ve eğri uydurma kuralına göre bunlar arasından bir eğri çizilebilir. Ardından, bu eğri; grafik üzerinde bakır çubuğun uzunluğunu, çubuğun sıcaklığının spesifik bir işlevi olarak ifade eden, genel bir nicel hipotezi temsil edebilir. Gel gör ki bu hipo­ tezin hiçbir yeni terim içermediğine dikkat etmek gerekir, verilerin betimlen­ mesinde de kullanılmış olan sıcaklık ve uzunluk kavramları bakımından bu hipotezi ifade etmek mümkündür. Dahası, sıcaklık ve uzunluk "ortak" de­ ğerlerinin veri olarak seçilmesi zaten temel hipotezi önceden varsaymaktadır; bir başka deyişle, sıcaklığın her bir değeriyle bakır çubuk uzunluğunun tamı tamına tek bir değeri eşleştirilir; öyle ki çubuğun uzunluğu gerçekten de çu-

Bilimsel Sorgulama: Buluş ve Sınama

15

buğun sıcaklığının bir işlevidir. Öyleyse mekanik eğri uydurma rutini ancak bir işlevin uygun bir işlev olarak seçilmesine hizmet eder. Bu konu önemlidir çünkü bakır bir çubuk yerine silindir bir konteynır içine konmuş nitrojen gazı kitlesini kapak şeklinde hareket ettirilebilir bir piston yardımıyla incelediğimi­ zi ve farklı sıcaklıklarda hacmini ölçtüğümüzü düşünün. Verilerimizden hare­ ketle gazın hacmini sıcaklığının bir işlevi olarak gösteren genel bir hipoteze varma çabasında bu yöntemi kullansaydık eğer, başarısızlığa uğrardık; çünkü bir gazın hacmi bu gazın hem sıcaklığının hem de bu gaza uygulanan basıncın bir işlevidir, öyle ki aynı sıcaklıkta söz konusu gaz farklı hacimlerde olabilir. Bu nedenle, bu basit durumlarda bile bir hipotezin oluşturulması için gereken mekanik yöntemler işin sadece bir kısmını hallederler çünkü aynı yöntemle elde edilemeyen eski ve pek özgün olmayan bir (örneğin, belirli bir fiziksel değişkenin diğer tek değişkenin bir işlevi olduğunu belirten) hipotezi baştan varsayarlar.

O halde, hipotezlerin ve kuramların empirik verilerden mekanik olarak elde edilmesini ve çıkarılmasını sağlayan, genel olarak uygulanabilir hiçbir "tümevarım kuralı" mevcut değildir. Verilerden kurama geçiş süreci, yaratıcı imgelemi gerekli kılmaktadır. Bilimsel hipotezler ve kuramlar gözlemlenen olgulardan değil, onları açıklamaya yarayan

tasarlanmış olgulardan türetilir.

Bunlar, araştırılan olgular arasında elde edilebilecek bağlantılar ve bunların gerçekleşmesinin altında yatan örüntüler ve değişmezlikler hakkında tah­ minlerde bulunurlar. Bu türden "güzel tahminler"6 özellikle mevcut bilimsel düşünce şekillerinden, tıpkı görelilik kuramı ve kuantum kuramı örnekle­ rinde olduğu gibi radikal bir şekilde sapmayı gerektiriyorsa büyük bir yaratı­ cı deha gerektirmektedir. Bilimsel araştırmada gerekli olan yaratıcı teşebbüs, ilgili alandaki mevcut bilgilere olan aşinalıktan beslenecektir. Bir çaylağın önemli bir bilimsel keşif ortaya koyması pek mümkün değildir çünkü aklına gelebilecek fikirlerin daha önce denenmiş olanlara benzemesi veya farkında bile olmadığı sağlam temelli olgularla ya da kuramlarla ters düşmesi müm­ kündür. Yine de faydalı bilimsel tahminlerde bulunma yolları sistematik çıkarım işlemlerinden çok farklıdır. Mesela, kimyacı Kekule, uzunca bir süre boyunca 6

Bu niteleme The Philosophy of the Inductive Sciences (2. basım Londra: John W. Parker, 1 847, il, 4 1 ) adlı eserde W illiam W hewell tarafından ortaya atılmıştır. Ayrıca Whewell "buluş"tan "tümevarımın bir parçası" olarak bahseder (s. 46). Benzer şekilde K. Popper da bilimsel hipotezlerden ve kuramlardan "kestirimler" olarak bahseder, bakınız Conje­ ctures and Refutations (New York ve Londra: Basic Books, 1 962) adlı eserinin içindeki "Science: Conjectures and Refutations" adlı makalesi. Aslında, ideal bilimsel yöntemle ilgili dar tümevarımcı düşüncesi daha önce ifade edilen A. B. Wolfe "sınırlı insan aklının" "işleyen hipotezlerden" bazılarını temel alarak verilerin seçilmesini ve bilimsel yaratıcılığı gerekli kılan "adamakıllı yenilenmiş bir yöntemi" kullanmasını ifade etmektedir (5. not­ ta adı geçen makalenin 450. sayfası).

1 6 Bilimsel Sorgulama: Bulıq ve Sınama başarısız bir şekilde benzen molekülü için yapısal bir formül geliştirmek için çalıştığını ve 1 865 yılında bir gece şöminenin önünde uyuklarken problemine bir çözüm bulduğunu söylüyor. Alevlere bakmaya dalmışken atomların yılan gibi kıvrımlar içerisinde dans ettiğini gördüğünü sanmış. Birdenbire, yılan­ lardan bir tanesi kendi kuyruğunu kaparak bir halka meydana getirmiş ve önünde onunla alay edercesine dönmüş. Kekule sıçrayarak uyanmış. Benzenin moleküler yapısını, şimdilerde çok bilinen ve ünlü olan, altıgen bir halkayla gösterme fikri aklına gelmiş. Gecenin geri kalanını bu hipotezin sonuçlarını geliştirmeye harcamış7• Bu son ifade, bilimin nesnelliği hakkında önemli bir hatırlatıcı hususu içermektedir. Bilim insanı, problemine bir çözüm bulmak için çaba gösterir­ ken, imgeleminin dizginlerini serbest bırakabilir ve onun yaratıcı düşünce akı­ şı bilimsel açıdan sorgulanabilir görüşlerden etkilenebilir. Örnekse, Kepler'in gezegenlerin devinimiyle ilgili çalışması rakamlarla ilgili mistik bir öğretiye olan ilgisinden ve göklerin tınısını ortaya çıkarma sevdasındanı ilham almıştır. Gelgelelim, bilimde hipotezler ve kuramlar özgür bir şekilde tasarlanıp

sürülse

ileri

de bunların ancak özenli bir gözlem ya da deneyle, özellikle uygun

sınama önermelerinin kontrol edilmesini içeren ciddi bir incelemeden geç­ meleri halinde bilimsel bilgilerden meydana gelen birliğe

dahil edilebileceği

hakkındaki ilke, bilimsel nesnelliğe sahip çıkar. İmgelem ve özgür yaratıcılık, ilginç bir şekilde, sonuçları, tümdengelimli uslamlamayla, mesela matematikte, geçerli kılınan bu disiplinlerde aynı şekil­ de önemli bir rol oynarlar. Zira tümdengelimli çıkarımın da bilimsel keşfin mekanik kuralların ı ortaya koymaya gücü yetmez.

Modus tollens kuralına göre

yukarıdaki açıklamamızda gösterdiğimiz gibi bu kurallar çoğu zaman genel bir şema biçiminde ifade edilir ve bunlardan her biri tümdengelimli geçerli bir ar­ gümandır. Spesifik türden bir argümana ait öncüllerin sağlanması durumunda böylesi bir şema mantıksal bir sonuca varma yolunu gerçekten de ayrıntılarıyla ortaya koymaktadır. Bununla beraber, sağlanabilecek herhangi bir öncüller öbeğine yönelik tümdengelimli çıkarım kuralları, sonsuzca geçerli bir şekilde türetilebilen sonuçlar ortaya koymaktadır. Örneğin, aşağıdaki şemayla gözler önüne serilen basit bir kurala bakalım:

p

p veya q Bu şema bize gerçekte bu p önermesinden hareketle sonucun p veya q olduğu­ nu söyler, burada p ve q herhangi bir önerme olabilir. Buradaki "veya" sözcüğü "bağdaşmaz olmayan" anlamında anlaşılmalıdır, öyle ki "p veya q" ifadesi "ya 7

Bk. A. Findlay'in A Hundred Years of Chemistry (2. basım, Londra: Gerald Duckworch Co. 1 948, s. 37) adlı eserinde yer alan Kekule'nin kendi raporundan alınan ifadeler ile W 1. B. Beveridge'in 7he Art of Scientific Investigation (3. basım, Londra: William Heinemann, Ltd., 1 957, s. 56) adlı eseri. &

Bilimsel Sorgulama: Buluş ve Sınama "

17

"

p ya q ya da "hem p hem q ile aynıdır. Açıktır ki b u türden bir argüma­ nın öncülü doğruysa sonucun da doğru olması gerekir; bu nedenle, yukarıda belirtilen biçimde sunulan her argüman geçerlidir. Lakin, bu yegane kural tek başına bizim bir tek öncülden sonsuzca pek çok farklı sonuca erişmemizi sağlar. Böylelikle, ''Ayda atmosfer yoktur." öncülü, bizim ''Ayda atmosfer yoktur veya

" "

q'' biçiminde bir önermeyi çıkarmamızı sağlar; buradaki q yerine, ister doğru isterse yanlış olsun, ''Ayın atmosferi çok incedir.", ''Ayda hayat yoktur.", "Altın gümüşten daha yoğundur.", "Gümüş altından daha yoğundur." gibi herhangi bir önerme yazmak mümkündür (İngilizcede sonsuzca çok farklı önermenin oluşturulabileceğini kanıtlamak ilginçtir ve zor değildir; bu önermelerden her

" "

biri q değişkeninin yerine koyulabilir.). Elbette tümdengelimli çıkarımla ilgili diğer kurallar tek bir öncülden ya da öncüller kümesinden türetilebilecek çeşit­ li önermelere eklenir. Bundan ötürü, bir önerme kümesi öncüller olarak bize sunulsa da tümdengelim kuralları çıkarımımızla ilgili işlemlere hiçbir açıklama getiremez. Bunlar ne tek bir önermeyi öncüllerimizden türetilecek "bir" sonuç olarak ortaya koyarlar ne de sistematik bakımdan önemli ya da ilginç sonuçlara nasıl erişebileceğimizi bize söylerler; örneğin, belli koyutlara dayanarak önemli matematik teoremleri türetmek için hiçbir mekanik yol yordam sağlamazlar. Empirik bilimde faydalı ve önemli kuramların keşfinde olduğu gibi önemli ve faydalı matematiksel teoremlerin keşfi de yaratıcı dehayı gerektirmekte hatta hayal gücü ve kavrayış gücü yüksek olan tahminler şart koşmaktadır. Bir kez daha bilimsel nesnelliğin menfaatleri böylesi kestirimlerin

ne

nesnel geçerliliği­

yönelik talep tarafından korunmaktadır. Aksiyomlardan harekede yapılan

tümdengelimli türetme işi matematikte

ispat anlamına gelmektedir. Ayrıca, bir

matematik önermesi bir kestirim olarak ileri sürüldüğünde bunun ispatı ya da aksi ispatı yine çok yüksek düzeyde bir yaratıcılık ve deha gerektirmektedir zira tümdengelimli çıkarım kuralları ispatlar ya da aksi ispatlar oluşturmak için gere­ ken genel bir mekanik işlem bile sağlamazlar. Bunların sistematik rolü daha çok ispatlar olarak sunulan argümanlann sağlamlığıyla ilgili ölçütler olarak iş görmek gibi sade bir roldür: Bir argüman her biri tümdengelimli çıkarım kurallarından bir tanesine göre geçerli olan bir adım adım çıkarımlar zinciriyle aksiyomlara dayanarak ileri sürülmüş teoreme erişirse geçerli bir matematiksel ispat ortaya koyacaktır. Bu anlamda, belli bir argümanın geçerli bir ispat olup olmadığını yoklamak da aslında tamamen mekanik bir iştir. Görüldüğü üzere, bilimsel bilgiye, daha önceden derlenmiş verilere bir tümevarımlı çıkarım işleminin uygulanmasıyla varılmaz; tam aksine bilimsel bilgiye "hipotez yöntemiyle" varılır; demem o ki araştırılan bir probleme geçi­ ci yanıtlar olarak sunulan hipotezler ortaya atarak ve ardından bunları empirik sınamaya tabi tutarak varılır. Bir hipotezin oluşturulmasından önce toplanmış ilgili bulgularla desteklenip desteklenmediğini görmek, böylesi bir sınamanın parçası olacaktır. Kabul edilebilir bir hipotezin ilgili mevcut verilerle uyumlu

1 8 Bilimsel Sorgulama: Buluş ve Sınama

-

olması gerekecektir. Sınamanın kalan kısmı hipotezlerden yeni sınama ifade­ lerinin türetilmesine ve bunların uygun gözlem ve deneylerle kontrol edilme­ sine dayanacaktır. Daha önce de ifade edildiği gibi bütünüyle lehte sonuçlar ortaya koyan kapsamlı bir sınama bile bir hipotezin kesin olarak doğruluğunu ortaya koymaz, bunun yerine sadece bahis konusu hipotez için az çok inan­ dırıcı destek sağlar. Bu nedenle, bilimsel sorgulama, biraz ayrıntılı bir şekilde irdelediğimiz dar anlamda, kesinlikle tümevarımlı olmasa da, onun hipotez için tümdengelimli kesin hiçbir kanıt ortaya atmayan ama az çok inandırı­ cı bir "tümevarımlı destek" ya da doğrulayıcı verilere dayanarak hipotezlerin kabul görmesini içerdiği ölçüde

daha geniş bir an/,amda tümevarımlı

olduğu

söylenebilir. Hatta tümdengelim kurallarına benzer bir şekilde "tümevarım kurallarının" da keşif ilkeleri olmaktan ziyade geçerli kılma ilkeleri olarak ta­ sarlanmaları gerekecektir. Böylesi kurallar, belli empirik bulguları açıklayan bir hipotezi ortaya koymak şöyle dursun, hem "tümevarımlı argümanın ön­ cüllerini" oluşturan empirik verilerin hem de bu argümanın "sonucunu" ha­ zırlayan geçici bir hipotezin

temin edildiğini varsayacaktır. O ha.ide tümevarım

kuralları argümanın geçerliliğine yönelik ölçütleri belirleyecektir. Bazı tüme­ , varım kuramlarına göre, kurallar verilerin hipoteze sağladığı desteğin gücünü belirlerler ve olasılıklar açısından da böylesi bir destek sağlayabilirler. 3. ve 4. bölümlerde tümevarımlı desteği ve bilimsel hipotezlerin kabul edilebilirliğini etkileyen çeşitli faktörleri ele alacağız.

.

.

.

Bi R H i P O T E Z i S 1 N A M A K: S 1 N A M A N 1 N """

..

..

M A N TI G I VE G U C U

3 3.1 Deneysel

Şimdi bilimsel sınamaların üzerine kurulduğu akıl yürütmeler ve bun­

ıınamalara

!ardan elde edilen sonuçlar üzerine daha yakın bir incelemeye girişelim.

Ul"fl denlYUI·

Önceden de söylediğimiz üzere, belirli bir tikel olguyu veya olayı betimle­

olmayanlar

diğini ya da genel bir yasayı veya daha karmaşık, başka bir önermeyi ifade ettiğini ileri sürüp sürmediğine bakmaksızın sınamaya giren herhangi bir

ifadeyi karşılamak üzere "hipotez" sözcüğünü kullanacağız. .Aşağıdaki tartışmada sıklıkla başvuracağımız basit bir açıklama ile başla­ yalım: Bir hipotezin sınama ifadeleri normalde koşullu bir özelliğe sahiptir; belirlenmiş sınama koşulları altında belirli türden bir sonucun ortaya çıka­ cağını bize söylerler. Bu anlamda önermeler açıkça aşağıdaki koşullu biçime konulabilir:

3a}

Eğer K türünden koşullar gerçekleşirse bu durumda O türünden bir olay meydana gelecektir. Örneğin Semmelweis'in ele aldığı hipotezlerin birinden çıkan sınama

ifadesi "Eğer Birinci Doğum Kliniğindeki hastalar yandaki bölüme nakledi­ lirse bu durumda loğusalık hummasından kaynaklı ölümler azalacak­ tır." şeklindedir. Son hipotezine ilişkin sınama ifadelerinden biri de "Eğer Birinci Doğum Kliniğinde kadınlarla ilgilenen kişiler, ellerini klorlu kireç çözeltisinde yıkarlarsa bu durumda loğusalık hummasın­ dan kaynaklı ölümler azalacaktır." şeklindeydi.

19

20 Bir Hipotezi Sınamak: Sınamanın Mantığı ve Gücü Benzer bir şekilde, Toricelli'nin hipotezine ait sınama ifadeleri "Eğer bir Toricelli barometresi giderek artan yüksekliklere çıkarılırsa bu durumda buna uygun olarak cıva seviyesinde bir düşüş gerçekleşe­ cektir." gibi koşullu önermeleri içerecektir. Bu yüzden, böyle sınama ifadeleri iki katlı bir anlamda ifadeler olacaktır: Bunlar türedikleri hipotezlere ilişkin ifadelerdir; ayrıca bunlar "eğer . . . öy­ leyse" tümceleri biçimindedirler ve mantıkta koşullu önermeler veya koşul gerektirmeleri diye geçerler.

Az önce değindiğimiz her üç örnekte de belirlenmiş K sınama koşulları teknolojik olarak gerçekleşebilir ve istendiğinde meydana getirilebilir koşullar­ dır. Bu koşulların gerçekleşmesi de söz konusu belirli hipoteze göre üzerinde çalışılan olguyu (yani, ilk iki durumda loğusalık humması oranını, üçüncü durumda da cıva düzeyinin yüksekliğini) etkileyen bir etkenle ilgili bazı kon­ trolleri (nakil sırasındaki durum, bulaşıcı bir durumun varlığı ya da yokluğu, üstümüzdeki atmosferin basıncı) kapsar. Bu tür sınama ifadeleri

test için

deneysel bir

bir zemin hazırlar; bu da K koşullarının neden olduğu ve söz konusu

hipotezin gerektirdiği O olayının ortaya çıkıp çıkmadığının kontrol edilmesi anlamına gelir. Birçok bilimsel hipotez nicel terimlerle ifade edilir. En basitinden söylersek o zaman bu hipotezler bir nicel değişkenin değerini belirli başka değişkenle­ re bağlı bir matematiksel fonksiyon olarak temsil edecektir. Böylelikle, klasik gaz yasası olan V =

c.

TIP bir

miktar gazın hacmini bu gazın sıcaklığının ve

basıncının bir fonksiyonu olarak temsil eder (Burada

c

sabit bir etkendir).

Bu türden bir önerme belirsiz bir şekilde birçok sınama ifadesine neden olur. Örneğimizde, bu sınama ifadeleri aşağıdaki biçime sahiptir: Eğer bir miktar gazın sıcaklığına

T1 ve basıncına da P1 dersek bu durumda hacmi c. T/P1 olur.

Öyleyse deneysel bir sınama da "bağımsız" değişkenlerin değişen değerlerine ve "bağlı" değişkenin hipotez tarafından gerektirilen değerleri alıp almadığı­ nın denetlenmesine bağlıdır. Deneysel kontrol mümkün olmadığında, yani sınama ifadesinde sözünü et­ tiğimiz K koşulları meydana getirilemed.iğinde ya da mevcut teknolojik araçlarla değiştirilemediğinde, bu durumda hipotezimiz deneysel olmayan bir şekilde sı­ nanmalıdır; yani söz konusu belirli koşulların doğal olarak gerçekleşeceği durum­ ları arayarak ya da bunların gerçekleşmesini bekleyerek, sonrasında da O olayının gerçekten meydana gelip gelmediğini denetleyerek bu sınama yapılmalıdır. Nicel bir hipotezin deneysel sınanmasında bazen bütün diğer koşullar sabit tutulurken hipotezde sözü geçen niceliklerden bir defada yalnızca birinin değiş­ tirildiği söylenir. Oysa bu mümkün değildir. Örneğin, gaz yasasıyla ilgili deney­ sel bir sınamada sıcaklık sabit kalırken basınç değişebilir ya da tersi olabilir fakat pek çok başka koşul da bu süreç sırasında değişecektir -bunlar arasında bağıl

Bir Hipotezi Sınamak: Sınamanın Mantığı ve Gücü 21 nem, aydınlatma parlaklığı ve laboratuvardaki manyetik alanın gücü sayılabilir­ elbette gaz miktarının Güneş'ten ya da Ay'dan uzaklığı da değişecektir. Ayrıca söz konusu deney belirtilmiş olduğu üzere gaz yasasını sınamak için yapılıyorsa bu etkenleri olabildiğince sabit tutmaya çalışmak için herhangi bir sebep de yoktur. Zira bu yasa belirli bir miktardaki gazın hacminin bu gazın sıcaklığı ve basıncıyla tam olarak belirlenebileceğini ifade eder. Dolayısıyla bu da "basınçla ilgisiz" başka etkenlerin bulunduğu anlamına gelir ki bu anlamda bu etkenler­ deki değişiklikler de gazın basıncını etkilemez. Öyleyse bu tür başka etkenlerin değişmesine izin vermek sınanan hipotezin mümkün ihlallerini araştırmak için daha çok sayıda durumu keşfetmek dernektir. Bununla birlikte, deney yapma bilimde yalnızca bir sınama metodu olarak değil, aynı zamanda bir keşif metodu olarak da kullanılır. Bu ikinci bağlamda da şimdi göreceğimiz gibi, belirli etkenlerin sabit tutulması gerekliliği oldukça anlamlı olacaktır. Deney yapmanın bir metot olarak kullanılmasına Torricelli ve Perier'in deneyleri örnek olarak verilebilir. Burada ilk olarak bir hipotez geliştirilmişti ve bu hipotezi sınamak için deney yapılmıştı. Şimdiye kadar özel bir hipote­ zin önerilmediği başka bazı durumlarda da bir bilim insanı kaba tahminlerle yola çıkabilir ve deney yöntemlerini daha belirli bir hipoteze ulaşmak üzere bir rehber olarak kullanabilir. Bir metal telin, asılan bir ağırlıkla ne kadar es­ neyeceğini araştıran bir bilim insanı, telin uzunluğundaki nicel artışın telin başlangıçtaki uzunluğuna, yapıldığı metalin türüne ve asılan cismin ağırlığına bağlı olduğunu kestirebilir. Sonrasında da bu etkenlerin uzunluk artışında et­ kili olup olmadığını belirlemek üzere deneyler yapabilir (Burada deney yapma bir sınama yöntemi olarak hizmet eder.) eğer etkili olduklarını görürse de bu etkenlerin "bağımlı değişkeni" tam olarak nasıl etkilediğini -yani, bağımlılıkla ilgili özel matematiksel formun tam olarak ne olduğunu belirlemek üzere de­ neyler yapar (Burada deney yapma bir keşif yöntemi olarak hizmet eder.). Bir telin uzunluğunun ayrıca sıcaklığıyla değiştiğini fark ettiğinde de deney yapan bilim insanı bu etkenin bozucu etkisini saf dışı etmek üzere her şeyden önce sıcaklığı sabit tutacaktır (fakat sonrasında, diğer etkenlerle artan uzunluğu bir­ leştiren fonksiyonlardaki belirli katsayıların değerlerinin sıcaklığa bağlı olup olmadığını ortaya çıkarmak için düzenli olarak sıcaklığı değiştirebilir). Sıcak­ lığı sabit tuttuğu deneylerinde ilişkili olduğunu düşündüğü etkenleri öteki etkenleri sabit tutmaya devam ederken birer birer değiştirecektir. Böylece, elde edilen sonuçlara dayanarak ağırlık, esnemeden önceki uzunluk gibi etkenlerin bir fonksiyonu olarak uzunluk artışını dile getiren geçici genellemeler ortaya koyacaktır. Ayrıca bu genellemelerden harekede de sınanan bütün değişkenle­ re ilişkin bir fonksiyon olarak uzunluk artışını temsil etmek üzere daha genel bir formül oluşturmaya doğru yol alması mümkün olacaktır. Öyleyse deney yapmanın höristik bir aygıt olarak işe karıştığı, hipotezi­ nin keşfine götüren bir rehber olarak hizmet ettiği bu tür durumlarda, "ilgili

22 Bir Hipotezi Sınamak: Sınamanın Mantığı ve Gücü etkenlerden" biri hariç hepsini sabit tutma ilkesi oldukça anlamlı olacaktır. Ne var ki araştırılan olguyu etkilemesi bakımından "ilgili" olduğu düşünülen bu etkenlerden biri hariç diğer hepsini sabit tutmak elbette yapılabilecek en anlamlı şeydir: Başka bazı önemli etkenlerin gözden kaçabilmesi her zaman olanaklıdır. Bu hipotezlerin çoğu deneysel sınamaya olanak tanıyan doğa biliminin göze çarpan özelliklerinden biri, üstelik büyük avantajlarından da biridir. Ne var ki hipotezlerin deneysel sınanmasının yalnızca ve bütün doğa bi­ limlerinin tek ayırt edici özelliği olduğu da söylenemez. Bu özellik doğa bilimlerini ve sosyal bilimleri birbirinden ayıran bir sınır çizgisi değildir zira deneysel sınama yöncemleri ayrıca psikoloj ide, hatta o kadar olmasa da sosyolojide de kullanılır. Ayrıca, deneysel sınamanın erki alanı teknolojiye duyulan gereksinimin gelişmesiyle birlikte durmadan genişler. Dahası, doğa bilimlerindeki bürün hipotezler deneysel sınamaya müsaade etmezler. Ör­ neğin; Leawitt ve Shapley'in formüle ettiği klasik Cepheid yıldızı denilen, belirli bir değişken yıldız türünün parlaklığındaki periyodik dalgalanmaya ilişkin yasayı ele alalım. Bu yasa, bu türden bir yıldızın

P periyodunun yani

iki azami parlaklık hali arasındaki zaman aralığının ne kadar uzunsa kendine özgü ışıldamasının da o kadar yüksek olduğunu ifade eder. Nicel terimlerle ifade edecek olursak M = - (a + b.logP) 'dir, burada M tanımı gereği yıldızın parlaklığıyla ters orantılı olarak değişen büyüklüktür. Bu yasa

bir Cephe­

id'in periyodu herhangi özel bir değere sahip olduğunda - söz gelişi 5,3 gün ya da 1 7,5 gün gibi - bu Cepheid'in ne büyüklükte olacağını ifade eden çok sayıda sınama tümcesini dedüktif olarak gerektirir. Ne var ki Cepheid'ler belli periyotlar dahilinde her istendiğinde üretilemezler, dolayısıyla da bu yasa deney aracılığıyla sınanamaz. Aksine, astronomların yeni Cepheid'ler için gökyüzünü araştırması ve sonra da bu yıldızların büyüklüklerinin ve periyotlarının önceden tahminde bulunan yasaya uygun olup olmadığını ortaya çıkarmayı denemesi gereklidir.

3.2 Yardımcı

Daha önce de söylediğimiz üzere sınama ifadeleri sınaması yapılacak olan

lılpotezlertn

hipotezden "türetilir" ya da "çıkarsanır". Bununla birlikte, bu ifade bir

rolü

hipotez ile bu hipotezin sınama ifadeleri olarak iş görecek olan tümceler arasındaki ilişki hakkında yalnızca kaba bir bildirim ortaya koyar. Bazı du­ rumlarda bir hipotezden bu hipotez için sınama tümcesi olarak iş görecek belirli koşullu önermeleri dedüktif olarak çıkarsamak gerçekten de olanaklıdır. Böylece, gördüğümüz üzere, Leawitt-Shapley yasası şu biçimdeki tümceleri dedüktif olarak gerektirir: "Eğer y yıldızı belirli sayıda günlük periyodu olan bir Cepheid ise, bu durumda o falan büyüklükte olacaktır." Bununla bera­ ber, bir sınama ifadesinin "türetimi" çoğunlukla daha az yalın ve kesinleşmiş olacaktır. Örneğin loğusa hummasının enfeksiyona yol açan bulaşmadan kay­ naklandığı Semmelweis hipotezini ele alalım; ayrıca hastalara bakan kişiler

Bir Hipotezi Sınamak: Sınamanın Mantığı ve Gücü

23

ellerini klorlu bir kireç çözeltisinde yıkadıkları takdirde loğusalık humması kaynaklı ölümlerin azalacağına ilişkin sınama ifadesini inceleyelim. Bu ifade hipotezden dedüktif olarak tek başına çıkmaz; bu ifadenin türetimi için yal­ nızca su ve sabunun yetmeyeceği, klorlu bir kireç çözeltisinin bulaşıcı maddeyi yok edeceği ilave öncülünün kabulü gereklidir. Semmelweis hipotezinden bu sınama tümcesini türetirken argümanda en baştan örtülü olarak kabul edilen bu öncül yardımcı

bir varsayım ya da yardımcı hipotez diyeceğimiz şeye karşılık

gelir. Dolayısıyla, eğer H hipotezi doğru olduğu takdirde 1 sınama ifadesi­ nin de doğru olması gerektiğini; aynı zamanda da hem H hem de yardımcı hipotezimiz doğru olduğu takdirde 1 ifadesinin de doğru olacağını burada öne sürme hakkımız yoktur. Yardımcı hipotezlere duyulan güven, göreceğimiz üzere, bilimsel hipotezlerin sınanmasında istisna olmaktan çok, bir kuraldır; ayrıca olumsuz bir sınama bulgusunun yani lnın yanlış olduğunu gösteren bir bulgunun soruşturulan hipotezin yanlışlığını kanıtlamak üzere ele alınabilip alınamayacağı sorusu için bunun önemli bir sonucu vardır. Eğer H tek başına lyı gerektiriyorsa ve deneysel bulgular da lnın yanlış olduğunu gösteriyorsa bu durumda H de yanlış olarak değerlendirilmelidir: Bu

modus tollens argümanından (2a)

çıkar. Ne var ki bir ya da daha çok Y

yardımcı hipotezleri ile birlikte Hden 1 türetildiğinde

(2a)

şeması yerini aşa­

ğıdaki gibi bir şemaya bırakır: Eğer hem H hem de Y doğruysa bu durumda 1 da doğrudur.

3b]

Oysa (bulguların gösterdiği üzere) 1 doğru değildir. H ve Yher ikisi bir arada doğru değildir.

Dolayısıyla sınama lnın yanlış olduğunu gösterirse ya hipotezin ya da Yde bulunan yardımcı varsayımlardan birinin yanlış olduğunu sonuç olarak çıka­ rabiliriz. Bundan dolayı, bu sınama bize H'yi reddetmek için hiçbir sağlam temel sağlamaz. Örneğin, Semmelweis'in sunduğu antiseptik tedbirler ölüm oranında bir düşüşe yol açmasaydı bile Semmelweis'in hipotezinin doğru ol­ ması yine de mümkün olabilirdi: Kalsiyum klorür çözeltisinin bir antiseptik olarak etkisiz kalmasından ötürü bu olumsuz sınama sonucu çıkmış olabilirdi. Böylesi bir durum sadece soyut bir olanak değildir. Keskin gözlemleriyle Kepler'in gezegen devinimlerine ilişkin yasalarına deneysel bir temel sağla­ mış olan astronom Tycho Brahe, yerin Güneş'in çevresinde dönmesine ilişkin Kopernikçi düşünceyi reddetmişti. Diğer nedenler arasında şu nedeni göster­ mişti: Eğer Kopernik'in hipotezi doğru olsaydı dünya üzerindeki bir gözlemci tarafından günün belirli bir vaktinde görülebilen sabit bir yıldızın bulunduğu istikametin de günbegün değişmesi gerekirdi. Zira yerin Güneş etrafındaki yıllık döngüsü boyunca söz konusu yıldız durmadan değişen bir görüş açısın­ dan gözlenmiş olacaktı - tıpkı atlı karıncaya binen bir çocuğun bir izleyicinin yüzünü değişen bir görüş açısından gözlemesi ve bu yüzden de onu sürekli

24 Bir Hipotezi Sınamak: Sınamanın Mantığı ve Gücü değişen bir istikamette görmesi gibi. Daha da belirgin bir şekilde söylemek gerekirse gözlemciden yıldıza doğru olan istikametin yerin Güneş etrafındaki yörüngesinde zıt yöndeki görüş açılarına karşılık gelen iki uç arasında periyo­ dik olarak değişmesi gerekir. Bu iki noktayı yıldızla birleştiren açıya yıldızın yıllık ıraklık açısı denir. Yıldız Dünya'dan ne kadar uzak olursa ıraklık açısı da o kadar küçük olacaktır. Teleskopun bulunuşundan önce gözlemlerini yapmış olan Brahe sabit yıldızların bu tür "ıraksallık devinimleri" ne kanıt bulmak için en hassas gereçleri kullanarak araştırma yapmış ama hiçbir şey bulamamıştır. Dolayısıyla yerin devindiğine ilişkin hipotezi kabul etmemiştir. Ne var ki sa­ bit yıldızların gözlenebilir ıraksallık devinimleri göstereceğine ilişkin sınama ifadesi Kopernik'in hipotezinden yalnızca sabit yıldızların Dünyaya çok ya­ kın olduğu yardımcı varsayımı aracılığıyla türetilebilir; öyle ki onların ırak­ sallık devinimleri Brahe' nin gereçleriyle tespit edilebilecek kadar büyüktür. Brahe bu yardımcı varsayımın farkındaydı ve bu varsayımı doğru olarak ele almak için dayanakları olduğunu düşündü. Dolayısıyla Kopernikçi düşünceyi reddetmek zorunda olduğunu hissetti. Brahe'nin yardımcı hipotezinin hatalı olması dışında sabit yıldızların ıraksallıkla ilgili yer değiştirme gösterdiği son­ radan bulunmuştu. En yakın sabit yıldızlar bile onun varsaymış olduğundan çok daha uzaktır; bu yüzden de ıraklık açısı ölçümleri güçlü teleskopları ve çok hassas teknikleri gerektirmektedir. Bir yıldız ıraklık açısının genel olarak kabul görmüş ilk ölçümü ancak l 838'de yapılmıştır. Yardımcı hipotezlerin sınama işleminde çok daha fazla önemi vardır. Bir H hipotezinin "Eğer K olursa bu durumda O olur." şeklindeki bir sınama ifadesi­ nin kontrol edilerek sınandığı durumu düşünelim. Bu sınama ifadesi de bir Y kümesinden ve H hipotezinden türetilmiş olsun. Sonrasında, bu sınama araş­ tırmacının bildiği kadarıyla Kkoşullarının gerçekleştiği bir sınama durumun­ da sonuç olarak Onun ortaya çıkıp çıkmadığını kontrol etmek anlamına gelir. Aslında durum böyle değilse -örneğin, eğer sınama ekipmanı hatalıysa ya da yeterince hassas değilse- bu durumda hem H hem de Y doğru olsa bile O ortaya çıkamayabilir. Bu nedenden dolayı, sınama tarafından gerektirilen yar­ dımcı varsayımlara ilişkin kümenin tamamının belirli K koşullarının sınama düzenlemeleri tarafından yerine getirildiği varsayımını içerdiği söylenebilir. İ ncelenen hipotez geçmiş sınamalara başarıyla dayandığında, ayrıca farklı başka kanıtlarla da desteklenmiş olan birbirine bağlı büyük bir hipotezler sis­ teminin asli bir parçası olduğunda bu husus özellikle önemli olur. Böyle bir durumda, Enin meydana gelmeyişini açıklamak amacıyla Kkoşullarından ba­ zılarının sınamada yerine getirilmediğini gösteren bir çabaya girilebilecektir. Bir örnek olarak elektrik yüklerinin atom gibi bir yapıya sahip olduğunu, ayrıca bu yüklerin elektriğin atom yükü olan elektronun tam katları olduğu hipotezini ele alalım. Bu hipotez R. A. Millikan tarafından 1909 yılı ve de­ vamında yürütülen deneylerle gayet etkileyici bir şekilde desteklenmişti. Bu deneylerde yağ ya da cıva benzeri bir sıvının birbirinden ayrı son derece küçük

Bir Hipotezi Sınamak: Sınamanın Mantığı ve Gücü

25

damlaları üzerindeki elektrik yükleri, damlacıkların hızlarının yer çekiminin etkisinde hava içinde düştükleri ya da karşı yönde etkiyen bir elektrik alanın etkisinde yükseldikleri sırada ölçülmesiyle belirlenmişti. Millikan yüklerin hepsinin ya belirli bir en küçük temel yüke eşit olduğunu ya da onun küçük tam katları olduğunu buldu; dolayısıyla bu değeri elektronun yükü olarak ta­ nımladı. Çok sayıda dikkatle yapılmış ölçmelere dayanarak bu yükün değerini 4.774 X ı o- 10 elektrostatik birim olarak buldu. Kısa bir süre sonra bu hipote­ ze Viyana'da fizikçi Ehrenhaft tarafından karşı çıkıldı. Ehrenhaft Millikan'ın deneyini tekrarladığını ve yükleri Millikan'ın belirlemiş olduğu elektron yü­ künden epeyce küçük bulduğunu açıkladı. Ehrenhaft'ın sonuçlarına ilişkin tartışmasında1 Millican Ehrenhaft'ın görünüşte olumsuz deneysel bulgularını açıklayabilecek birtakım muhtemel hata kaynakları ortaya attı (yani, sınama koşullarının ihlali gibi) : gözlem sırasında buharlaşma sonucu bir damlanın ağırlığında azalma; Ehrenhaft'ın deneylerinden bazılarında kullanılan cıva damlaları üzerinde bir oksitlenme tabakası oluşması; havada asılı halde bulu­ nan toz zerreciklerinin bozucu etkisi; damlanın onu gözlemek için kullanılan teleskopun odağı dışına kayması; çok küçük damlaların gerek duyulan küre­ sel şekilden farklı bir şekle girmeleri; küçük parçacıkların hareketlerine ilişkin zaman ölçümlerinde ortaya çıkan kaçınılmaz hatalar. Yağ damlalarıyla deneyi gerçekleştirmiş olan başka bir araştırmacı tarafından gözlenen ve rapor edilen iki sapmış parçacık hakkında Millikan şu sonuca vardı: "Bu durumda bu iki parçacığa getirilebilecek tek olanaklı yorum . . . şuydu . . . bu parçacıklar yağ küreleri değildi." ama toz parçacıklarıydı (s. 170, 169) . Üstelik Millikan kendi deneylerinin daha titizlikle yapılan tekrarlarında ortaya konulan sonuçların daha önce ilan etmiş olduğu sonuçlarla tam bir uyum içinde olduğuna dikkat çeker. Ehrenhaft uzun yıllar boyunca alt elektron yükleriyle ilgili bulgularını savunmaya ve daha da ileri götürmeye devam etti ama diğer fizikçiler onun sonuçlarını yeniden üretmekte çoğunlukla başarısız kaldılar ve elektrik yükü­ ne ilişkin atomcu düşünceyi sürdürdüler. Ne var ki Millican'ın elektron yükü için verdiği sayısal değer onun verdiğinden biraz daha küçük olsa da sonradan bulundu. İ lginç olanı ise Millican'ın kendi yardımcı hipotezlerinden birinde hataya neden olan bir sapma tespit edildi: Yağ damlasıyla ilgili verileri değer­ lendirirken havanın akışkanlık direnci için çok düşük bir değer kullanmıştı! 3.3 can alıcı 11ııanıalar

Şimdiye kadar değindiğimiz düşünceler, kısaca betimleyebileceğimiz aşağıdaki gibi can alıcı bir sınama fikri için de ayrıca önemlidir. Varsayalım ki H1 ve H2 mevcut kanıtların ışığında onlardan birini diğerine tercih edemeyeceğimiz de­ recede, şimdiye kadar deneysel sınamalara ikisi de eşit ölçüde iyi dayanmış olan, aynı konuya ilişkin iki rakip hipotez olsun. Bu durumda H1 ve H2'nin çatışan 1

Bk. R. A Millikan'ın 7he Electron adlı yapıcının VIII. Bölümü (Chicago: The University of Chicago Press, 1 9 1 7). J. W M. DuMond'un yazdığı bir sunuşla 1 963'te yeniden basılmıştır.

26 Bir Hipotezi Sınamak: Sınamanın Mantığı ve Gücü sonuçlarını öngören belirli bir test düzenlenebilirse ikisi arasında bir karar verile­ bilir; yani eğer belirli türden bir sınama koşulu için K dersek ilk hipotez "Eğer K olursa bu durumda E1 olur." sınama ifadesine yol açarken ikinci hipotez "Eğer K olursa bu durumda E2 olur." sınama ifadesine yol açar. Burada E, ve E2 karşılıklı olarak birbirini dışlayan sonuçlardır. Bu durumda uygun olan sınama performansı büyük olasılıkla hipotezlerden birini reddederken diğerini destekleyecektir. Bu konuda klasik olan bir örnek ışığın doğasına ilişkin çekişen iki dü­ şünce arasında karar vermek üzere Foucault tarafından gerçekleştirilen deney­ dir. Bunlardan biri, Huygens tarafından ileri sürülmüş ve arkasından Fresnel ve Young tarafından geliştirilmiş olan düşüncedir ve ışığın esir denilen es­ nek bir ortamda enine yayılan dalgalardan oluştuğunu ileri sürer. Ö tekiyse Newton'ın parçacık fikriydi ve bu düşünceye göre ışık yüksek hızda seyahat eden aşırı derecede küçük parçacıklardan oluşuyordu. Bu fikirlerden biri ışık "demetleri"nin doğrusal yayılma, yansıma ve kırılma yasalarına uygun olması gerektiği sonucuna izin verdi. Ne var ki parçacık fikri, ışığın havada suda ol­ duğundan daha hızlı seyahat etmesi gerektiği gibi başka bir sonucu gerektirdi; oysa parçacık fikri tam tersi bir sonuca götürdü. l 850'de, Foucault ışığın ha­ vadaki ve sudaki hızlarını doğrudan karşılaştırdığı bir deney gerçekleştirmeyi başardı. Havanın ve suyun içinden geçen ışık demetleri aracılığıyla ışık yayan iki noktanın görüntüsünü oluşturdu, sonra da sırayla çok büyük bir hızla dö­ nen aynaya yansıttı. Işığın havadaki hızının sudaki hızından daha çok ya da daha az olup olmadığına bağlı olarak ilk ışık kaynağının görüntüsü ikinci ışık kaynağının görüntüsünün sağında ya da solunda beliriyordu. Dolayısıyla bu deneyle kontrol edilen çatışan sınama ifadeleri kısaca şöyle belirtilebilir: "Eğer Foucault deneyi gerçekleştirilirse bu durumda ilk görüntü ikinci görüntünün sağında belirecektir." ve "Eğer Foucault deneyi geçekleştirilirse bu durumda ilk görüntü ikinci görüntünün solunda belirecektir." Bu deney bu ifadelerden birinin doğru olduğunu göstermiştir. Bu sonuç ışığın parçacık fikrinin kesin bir çürütmesi olarak geniş ölçüde kabul gördü ve dalga düşüncesinin de kararlı bir savunusu olarak tanındı. Ne var ki bu değerlendirme, çok doğal olmasına rağmen, sınamanın gücünü gere­ ğinden fazla abartmaktaydı. Zira ışığın suda havada olduğundan daha hızlı se­ yahat edeceği önermesi parçacık akımları olarak ışık demetlerine ilişkin genel fikirden basit bir şekilde çıkmaz. Bu varsayım tek başına belirli bir niceliksel sonuca yol açmak için çok fazla belirsizdir. Yansıma ve kırılma yasaları gibi bu tarz ifadeler ile ışığın sudaki ve havadaki hızlarını ifade eden önerme, yalnızca genel parçacık düşüncesine parçacıkların devinimleriyle ve çevreleyen ortamın onlara uyguladığı etkiyle ilgili özel varsayımlar ilave edildiğinde türetilebilir. Newton böyle varsayımları belirlemişti ve bunu yaparak da ışığın yayılmasıyla ilgili belirgin bir kuram2 ortaya koymuştu. Tıpkı Foucault tarafından belirlen2

Kuramların biçimi ve fonksiyonu 6. bölümde sonradan ele alınacaktır.

Bir Hipotezi Sınamak: Sınamanın Mantığı ve Gücü

27

miş kuram gibi bu kuram da deneysel olarak sınanabilen sonuçlara götüren bir dizi temel kuramsal ilkenin toplamından ibarettir. Benzer olarak, dalga fikri farklı optik ortamlarda esir dalgalarının yayılımıyla ilgili bir dizi özel var­ sayıma dayalı bir kuram olarak ifade edilmişti. Yine ışığın havadaki hızının sudaki hızından daha yüksek olduğu önermesi ile yansıma ve kırılma yasasını gerektirmiş olan da bu kuramsal ilkeler dizisidir. Sonuç olarak -bütün diğer yardımcı hipotezlerin doğruluğunu kabul etsek de- Foucault'nun deneyinin sonucu, bize yalnızca temel varsayımların veya ilkelerin ya da parçacık ku­ ramının hepsinin de doğru olmayabileceğini, bunlardan en az birinin yan­ lış olması gerektiğini çıkarsama hakkını verir. Ne var ki bunlardan hangisini yadsımamız gerektiğini bize söylemez. Dolayısıyla, bu deneyin sonucu ışığın yayılımında rol oynayan parçacık benzeri fırlatılan cisimlere ilişkin genel kav­ rayışın bir dizi farklı temel yasayla nitelenen ve birazcık da olsa değiştirilmiş biçimini elde tutabilme olanağını açık bırakır. 1 905 'te gerçekten de Einstein adlandırıldıkları haliyle ışık kuantumları veya fotonlarla ilgili kuramında parçacık fikrinin değiştirilmiş bir versiyo­ nunu ileri sürdü. Kuramını desteklemek için sözünü ettiği kanıt 1 903 'te Le­ nard' ın gerçekleştirdiği bir deneyi içermekteydi. Einstein bu deneyi dalga ve parçacık fikirleriyle ilgili "ikinci can alıcı deney" olarak nitelendirdi. Ayrıca bu deneyin klasik dalga kuramını "saf dışı ettiğini" de belirtti. Klasik dalga kuramında o zamana kadar esirdeki esnek titreşimler görüşü, yerini Maxwell ve Hertz tarafından geliştirilen enine elektromanyetik dalgalar düşüncesine bırakmıştı. Fotoelektrik etki içeren Lenard'ın deneyi ışık enerj isiyle ilgili çekişen iki ifadeyi sınayan bir deney olarak kabul edilebilir; bu deneyde ışık yayan bir N noktası ışık enerjisini sabit ve belirli bir zaman birimi süresinde ışık ışınlarına dikey olan küçük bir ekrana gönderebilir. Klasik dalga kura­ mında, bu enerji ekran N noktasından uzaklaştırıldıkça aşamalı ve sürekli olarak sıfıra doğru azalacaktır. Foton kuramında bu enerji en azından tek bir fotonla taşınmış olmalıdır -belirli bir zaman aralığı boyunca hiçbir fo­ ton ekrana ulaşmazsa bu durumda gelen enerji de sıfır olacaktır; dolayısıyla sıfıra doğru sürekli azalma da söz konusu olmayacaktır. Lenard'ın deneyi bu ikinci seçeneği desteklemiştir. Bununla birlikte yine de dalga fikri tamamıy­ la çürütülmedi; deneyin sonucu yalnızca, dalga kuramının temel varsayım­ lar sisteminde bazı değişikliklere gerek olduğunu gösterdi. Aslında Einstein klasik kuramda mümkün olduğunca az değişiklik yapmaya çaba gösterdi.' Öyleyse özetlemek gerekirse burada resmedilen türden bir deney iki rakip hipotezden birini kesin olarak çürütemez. Ne var ki böyle bir deney "kanıtlama''. da yapamaz ya da açık bir şekilde öte­ kini kanıtlayamaz zira Bölüm 2.2'de genel olarak belirttiğimiz üzere, bilimsel 3

Bu örnek P. Frank'in Bilim Felsefesi (Englewood Cliffs, N. J.: Prentice-Hall, Spectrum Books, 1 962) adlı yapıtının 8. bölümünde ayrıntılı olarak ele alınmıştır.

28 Bir Hipotezi Sınamak: Sınamanın Mantığı ve Gücü hipotezlerin veya kuramların mevcut verilerden oluşan bir kümeyle -bu veri kümesi ne kadar doğru ve kapsamlı olsa da- kesin bir şekilde kanıtlanabilme­ leri mümkün değildir. Bu durum özellikle de ya doğrudan gözlenebilir olma­ yan birkaç süreç için -ışıkla ilgili rakip kuramlar durumunda olduğu gibi- ya da serbest düşme durumunda olduğu gibi gözlem ya da ölçme için daha kolay ulaşılabilir olan birkaç olgu için genel yasalar öne süren yahut da genel yasalar gerektiren hipotezler veya kuramlar için açıktır. Söz gelişi, Galileo'nun yasası geçmişte, şimdide ve gelecekte serbest düşmenin bütün durumlarına karşılık gelir. Oysa herhangi bir zamanda mevcut olan ilgili kanıtın tamamı yalnızca, hepsi de geçmiş durumlardan oluşan ve dikkatli ölçmelerin gerçekleştirildiği nispeten küçük olay kümelerini kapsayabilir. Ayrıca Galileo'nun yasasının bü­ tün gözlenmiş durumlarda tam anlamıyla gerçekleştiği bulunmuş olsa bile, bu durum açıkçası, geçmişte veya gelecekte bazı gözlenmemiş vakaların bu yasaya boyun eğmeyebileceğine ilişkin olanağı engellemeyecektir. Özetle, en dikkatli ve kapsamlı yapılan sınamalar bile iki hipotezden ne birini çürütebilir ne de diğerini kanıtlayabilir. Dolayısıyla, sıkı bir şekilde incelendiğinde, bilimde can alıcı bir deney olanaksızdır.4 Ne var ki Foucault'nun ya da Lenard'ın yaptığı gibi bir deney çok katı olmayan bir anlamda, uygulamalı bir anlamda can alıcı olabilir: Böyle bir deney çatışan iki kuramdan birini ciddi ölçüde yetersiz ola­ rak gösterebilir ve rakip kurama sağlam bir destek sunabilir. Sonuç olarak da bu deneyin birbirini takip eden kuramlaştırma ve deney yapma süreçlerinin gidişatı üzerinde belirleyici olacak bir etkisi olabilir. 3.4 Ad Hoc hlpotezler

Bir H hipotezini belli bir şekilde sınamak A , A2 . . . . A yardımcı varsa­ n 1 yımlarını ön koşul olarak gerektiriyorsa -yani, bu yardımcı V\}rsayımlar H hipotezinden ilgili I sınama ifadesini türetmek için ilave öncüller olarak kullanılıyorsa- bu durumda, daha önce gördüğümüz gibi, fnın yanlış oldu­ ğunu gösteren olumsuz bir test sonucunun bize söyleyeceği yalnızca şudur: H veya yardımcı hipotezlerden biri yanlış olmalıdır; ayrıca eğer sınama so­ nucu bunlarla uyumlu hale getirilecekse bu tümceler kümesinin bir yerinde bir değişiklik yapılması gereklidir. Hden bütünüyle vazgeçerek ya da Hde bir düzeltme yaparak yahut da yardımcı hipotezler sisteminde değiştirme­ ler yaparak uygun bir düzenleme yapılabilir. İ lke olarak ciddi anlamda aksi yönde sınama sonuçları karşısında bile Hyi elde tutmak her zaman olanaklı­ dır -yardımcı hipotezlerimiz arasında yeterince radikal, belki de külfetli dü­ zenlemeler yapmayı istiyor olmamız koşuluyla. Ne var ki bilim, haklı olarak da hipotezlerini veya kuramlarını ne pahasına olursa olsun böyle korumakla ,

4

Fransız fizikçisi ve bilim tarihçisi Pierre Duhem'in o meşhur kararı da işte budur. Bk. yapıtının 2. Kısım, 6. Bölümü, Fizik Kuramlarının Yapısı ve Amacı, çeviri: P. P. Wiener (Princeton: Princeton University Press, 1954), aslı 1 905'te yayımlanmıştır. Yapıtın İngi­ lizce çevirisine yazdığı ön sözünde Louis de Broglie bu fikirle ilgili bazı ilginç gözlemlere yer vermiştir.

Bir Hipotezi Sınamak: Sınamanın Mantığı ve Gücü 29 ilgilenmez. Bir örneğe bakalım. Torricelli hava denizinin yol açtığı basınç­ la ilgili fikrini öne sürmeden önce, emme basma tulumbaların yaptığı iş, doğanın boşluktan nefret ettiği, dolayısıyla da pistonun yükselerek meyda­ na getirdiği boşluğu doldurmak üzere suyun pompa silindirini körüklediği fikriyle açıklanıyordu. Aynı fikir ayrıca çok sayıda başka olguyu açıklamak üzere de kullanılmaktaydı. Pascal Perier'e Puy-de-Dôme deneyini gerçekleş­ tirmesini istemek üzere yazdığında, beklenen sonucun bu fikrin çürütülme­ sinde "belirleyici" olacağını iddia etti: "Eğer cıva yüksekliği bir dağın tepe­ sindeyken dağın tabanında olduğu haline göre daha düşük seviyede olursa . . . buradan zorunlu olarak çıkacak sonuç, cıvanın bu süspansiyonu için tek sebebin boşluktan tiksinti değil, yükseklik ve hava basıncı olduğudur. Zira bu dağın eteklerinde zirvesinde olana göre baskı yapan çok daha fazla hava olduğu oldukça kesindir ve hiç kimse de doğanın bu dağın eteklerinde boş­ luktan zirvesinde olduğundan daha çok tiksindiğini söyleyemez"5• Bununla birlikte, bu son görüş aslında Perier'in bulgularına rağmen bir horror vacui [boşluktan tiksinme - çn] fikrinin kurtarılabileceği bir yolu bildirmektedir. Perier'in sonuçları yalnızca, tiksinmenin şiddetinin yere bağlı olmadığına ilişkin yardımcı varsayımla ilgili düşünceye karşı belirleyici kanıt olmak­ tadır. Perier'in horror vacui düşüncesi ile uzlaşmaz görünen kanıtını uzlaş­ tırmak için, doğanın boşluktan tiksinmesinin yükseklik arttıkça azalacağı yardımcı varsayımını, bu kanıtın yerine öne sürmek yeterli gelecektir. Ne var ki bu varsayım, mantıksal olarak saçma ya da açıkça yanlış olmamasına rağmen bilimin bakış açısından uygunsuz bir varsayımdır. Zira ad hoc bir şekilde öne sürülecektir - yani, karşı kanıtla ciddi bir çürütülme tehdidiyle karşı karşıya kalan bir hipotezi yalnızca kurtarma amacıyla öne sürülen bu varsayım başka bulgularca desteklenmeyecektir ve kabaca söyleyecek olur­ sak, hiçbir ilave sınama ifadesine de yol açmayacaktır. Diğer yandan, hava basıncı hipotezi daha başka ifadelere yol açacaktır. Söz gelişi Pascal, kısmen şişirilmiş bir balonun bir dağ boyunca yukarıya doğru götürüldüğü takdirde dağın zirvesinde daha da şişmiş bir hale geleceğinden söz eder. 1 7. yüzyılın ortalarında, plenist" olan bir grup fizikçi doğada bir boşluğun var olamayacağını ileri sürdü. İçlerinden biri de Torricelli'nin deneyi karşısın­ da bu düşünceyi koruyabilmek için bir barometredeki cıvanın görünmez bir iplik olan "kordon"la yerinde tutuluyor olduğu şeklindeki ad hoc hipotezi sun­ du. Bu iplikle cıva cam tüpün iç yüzeyinin tepesinden asılmıştı. 1 8 . yüzyılın ortalarında geliştirilmiş olan, başlangıçta çok kullanışlı olan bir kurama göre, 5 Pascal'ın 1 5 Kasım 1 647'de yazmış olduğu 1.H.B ve A.G.H. Spiers'ce yer alan mektu­ bundan alınmışcır. İngilizce çevirisi, 7he Physical Treatises ofPascal (New York: Columbia University Press, 1 937), s. 1 0 1 . ·

Bürün uzayın madde ile dolu olduğunu savunan. Latince "dolu" anlamına gelen

plenis sıfatından cüretilmişcir - çn.

30 Bir Hipotezi Sınamak: Sınamanın Mantığı ve Gücü metallerin yanması flojiston adı verilen bir elementin metalden ayrılmasıyla meydana gelmekteydi. Bu fikir yanma sürecinin sonunda ortaya çıkan ürünün başlangıçtaki metalden daha fazla bir ağırlığa sahip olduğunu göstermiş olan Lavosier'in deneysel çalışmasının ardından sonunda terk edildi. Ne var ki bazı azimli flojiston kuramı yandaşları kendi görüşleriyle Lavosier'in bulgularını, flojistonun negatif bir ağırlığa sahip olduğu, bu yüzden de flojistonun ayrıl­ ması sonucunda arta kalan maddenin ağırlığında artış olacağı şeklindeki ad hoc hipotezini öne sürerek uzlaştırmayı denediler. Bununla birlikte, ad hoc hipotezler gibi geçmişe ilişkin belirli bilimsel öne­ rileri bırakmak kolay görünse de güncel bir bağlamda öne sürülmüş bir hipo­ tez hakkında kesin olarak yargıda bulunmanın oldukça zor olabildiğini tecrü­ benin verdiği avantajla aklımızdan çıkarmamalıyız. Aslında, daha öncesinde önerilen sorular yaklaşık olarak bir kılavuz sağlamış olsa da ad hoc hipotezler için kesin bir ölçüt yoktur. Söz konusu hipotez karşı kanıt karşısında yalnızca bugünkü bir fikri korumak amacıyla mı önerilmiştir, yoksa aynı zamanda baş­ ka olgulara da bir açıklama getirmekte midir, başka anlamlı sınama ifadelerine yol açmakta mıdır? Konuyla ilgili başka bir görüş de şudur: Mevcut hile gelen yeni kanıda belirli bir temel fikri uzlaştırmak üzere gitgide daha da belirleyici hale gelen hipotezlerin ortaya konması sonucunda bütün sistem en sonunda öyle karmaşık bir hile gelecektir ki basit bir alternatif görüş öne sürüldüğünde yıkılması kaçınılmaz olacaktır. 3.5 llkec:e sınanablllrllk ve

Ö nceki değerlendirmemizin gösterdiği gibi, hiçbir önerme ya da önerme kümesi, ( n bilimsel hipotez ya da kuram olarak nesnel olan deneysel sına­ deneysel anlam maya bağlı olmadıkça -en azından "ilke olarak"- anlamlı bir şekilde öne sürülemez. Bu da ele aldığı z geniş anlamıyla, "Eğer K sınama koşulları gerçekleşirse bu durumda sonuç olarak O olayı meydana gelecektir." formunda­ ki belirli sınama ifadelerini Tden türetmenin olanaklı olması gerektiği anlamına gelir fakat Tnin ortaya konulduğu ya da düşünülmüş olduğu pelidi bir zaman­ da, sınama koşullarının gerçekleştirilmiş olmasına ya da teknolojik olarak ger­ çekleştirilebilir olmasına gerek yoktur. Söz gelişi Ay yüzeyine yakın bir noktada, durgun olan bir cismin serbest düşme hareketinde t saniyede aldığı mesafenin s = 0.8 t2 metre olduğu hipotezini ele alalım. Bu hipotezden tümdengelimle, böyle bir cismin 1 , 2, 3'üncü . . . saniyelerde aldığı mesafenin sırasıyla 0.8, 3.2, 7.4, . . . metre olacağı anlamına gelen bir dizi sınama ifadesi türetilebilir. Do­ layısıyla, burada belirtilen anlamda bu sınamayı gerçekleştirmek şu ana kadar olanaksız olsa da bu hipotez ilke olarak sınanabilirdir. Ne var ki bir önerme ya da önerme kümesi en azından ilke olarak sınanabilir değilse başka bir ifadeyle, hiçbir sınama ifadesine sahip değilse bu durumda anlamlı bir biçimde önerilemez ya da bilimsel bir hipotez ya da kuram olarak bulundurulamaz. Zira, onunla uylaşabilecek ya da çatışabilecek düşünülebilir hiçbir deneysel bulgu da olmayacaktır. Bu durumda deneysel olgulardan etki-

nl

Bir Hipotezi Sınamak: Sınamanın Mantığı ve Gücü

31

lenmeyecektir ya da burada söyleyeceğimiz haliyle, deneysel anlamdan yoksun olacaktır. Söz gelişi fiziksel cisimlerin karşılıklı kütleçekim ilişkisinin, bu cisim­ lere içkin olan ve bu cisimlerin "doğal hareketlerini kavranılır ve olanaklı"6 kı­ lan sevgi ilişkisine çok benzer olan belli "doğal eğilimler ya da arzular" ın bir göstergesi olduğu görüşünü ele alalım. Kütleçekim olgularına ilişkin böyle bir yorumdan ne türden sınama ifadeleri çıkarılabilir? Bilindik anlamda sevginin kendine özgü bazı yanlarını ele aldığımızda bu görüşün sadece herhangi iki fi­ ziksel cismin birbirini çekmesi gerektiğini değil, kütleçekimin seçici bir olgu olması gerektiğini ima ettiği görülecektir. Ne cisimlerden birinin ikincisine uy­ guladığı çekim gücü hep ikincinin birinciye uyguladığı güce eşittir ne de önemli ölçüde cisimlerin kütlelerine veya aralarındaki mesafeye bağlıdır. Ne var ki bu şekilde önerilen sonuçların hepsinin yanlış olduğu bilindiği için, ele aldığımız görüş açık bir şekilde bu sonuçları gerektirdiği anlamına gelmez. Doğrusunu söylemek gerekirse bu görüş yalnızca, yer çekiminin altında yatan doğal eğilim­ lerin sevgiyle ilişkili olduğu iddiasındadır. Halbuki şimdi netleşeceği üzere, bu iddia öyle anlaşılmazdır ki hiçbir sınama ifadesinin türetimine meydan vermez. Böyle bir yorumlamayla ne türden olursa olsun belirli hiçbir deneysel bulgu öngörülmüş olmaz; düşünülebilir, gözlenebilir ya da deneysel olan hiçbir veri bu görüşün doğruluğunu da yanlışlığını da ortaya koyamaz. Tam da bu yüzden, bu görüşün kütleçekim olgularıyla ilgili hiçbir içermesi yoktur; sonuç olarak böyle olguları açıklaması da "anlaşılır" hale getirmesi de mümkün olamaz. Bunu başka bir örnekle açıklamak gerekirse diyelim ki biri, başka fiziksel nesnelerle çarpışmak ve onları yok etmek üzere nefrete benzer doğal bir eğilimden, doğal bir yatkınlıktan ötürü fiziksel cisimlerin kütleçekimsel olarak birbirini çektiği ve birbirlerine doğru hareket etme eğiliminde olduğu şeklinde alternatif tezi öne sürmüş olsun. Bu çatışan görüşlerle ilgili bir hükme varmamızı sağlayacak tasar­ lanabilir bir yol olur muydu? Açıktır ki olmazdı. İki görüş de sınanabilir hiçbir ifadeye yol açmazdı, aralarında deneysel bir ayrım yapma olanağı bulunmazdı. Bilimsel bir karar vermek için meselenin "çok derin" olduğu doğru değildir. Sözlü olarak çatışan bu iki yorum hiçbir şekilde bir iddiada bulunmamaktadır. Dolayısıyla, onların doğru ya da yanlış olup olmadığı sorusu hiçbir anlam ifade etmeyecektir ve bilimsel bir soruşturmanın onlar arasında bir karara varmasının mümkün olmama nedeni de tam olarak budur. Bunlar sahte hipotezlerdir, yal­ nızca görünüşte hipotezlerdir. Bununla birlikte, bilimsel bir hipotezin normal olarak, yalnızca uygun yar­ dımcı varsayımlarla bir araya geldiğinde sınama ifadeleri sağladığının akılda tu­ tulması gerekir. Dolayısıyla Torricelli'nin, bizi çevreleyen hava denizinin mey­ dana getirdiği basınçla ilgili düşüncesi yalnızca hava basıncının su basıncı için olan yasaları andıran türden yasalara bağlı olduğu varsayımı hakkında belirli 6

Bu düşünce, söz gelişi J. F. O'Brien'da vardır. "Birleştirici İlkeler olarak Kürleçekim ve Sevgi'', The Thomist, Cilt 2 1 , ( 1 958), s. 1 84-93.

32 Bir Hipotezi Sınamak: Sınamanın Mantığı ve Gücü sınama ifadelerine yol açar. Söz gelişi Puy-de-Dôme deneyinin altında yatan bu varsayımdır. Dolayısıyla, önerilen bir hipotezin deneysel bir anlama sahip olup olmadığı hakkında bir karara varmak için helirli bir bağlamda hangi yardımcı hipotezlerin açıkça ya da örtük bir şekilde ön koşul olarak varsayıldığını, ayrı­ ca son söylenenle bağlantılı olarak verilen bir hipotezin (tek başına yardımcı varsayımlardan türetilebilir olanlardan farklı olan) sınama ifadelerine yol açıp açmadığını kendimize sormalıyız. Bundan başka, bilimsel bir düşünce çoğu zaman sınama için sınırlı ve za­ yıf olanaklar öneren bir başlangıç formunda sunulacaktır ve böyle başlangıç sınamalarından yola çıkılarak gitgide daha belirli, kesin ve çeşitli şekillerde sınanabilir bir forma ulaşacaktır. Bu nedenlerden ve ayrıca bizi konudan çok uzaklaştıracak belirli başka nedenlerden dolayı7, ilke olarak sınanabilir olan ile sınanabilir olmayan hipo­ tezler ve kuramlar arasında keskin bir ayırıcı çizgi çizmek mümkün değildir. Biraz belirsiz olsa bile, yine de burada işaret edilen ayrım önemlidir ve öne sürülen hipotez ve kuramların potansiyel açıklayıcı etkisi ile anlamını değer­ lendirmek için aydınlatıcıdır. 7

Bu mesele bu dizinin başka bir cildinde sonradan tartışılmıştır: William Alston, Philo­ sophy ofLanguage, 4. Kısım, C. G. Hempel'in Bilimse!Açık/,amanın Durumları'nda (New York: The Free Press, 1 965), "Bilişsel Anlamın Deneyci Ölçütleri: Sorunlar ve Değişik­ likler" adlı denemede daha tam ve teknik bir tartışma bulunacaktır.

O N AY LA M A VE K A BU L •





1

••

••



E D I L E BI L I R L I K O LÇU T L E R I

4 Ö nceden de söylediğimiz gibi, çok ayrıntılı ve titizlik gerektiren sınama­ larda bile uygun bir sonuç bir hipotez için nihai bir kanıt sağlayamadığı gibi, aynı zamanda daha az ya da daha çok kanıta dayalı destek ya da onaylama da sağlayamaz. Bir hipotezin belirli bir kanıt bütünü tarafından ne kadar güçlü bir şekilde desteklendiği kanıtın, birazdan ele alacağımız üzere, çeşidi özellik­ lerine bağlıdır. Bir hipotezin bilimsel olarak kabul edilebilirliği ya da güveni­ lirliği olarak adlandırılabilecek şeyi değerlendirmek için ele alınması gereken en önemli etkenlerden biri de elbette ki ilgili mevcut kanıtın kapsamı ve özel­ liğidir, ayrıca kanıtın hipoteze verdiği desteğin de sonuç verme gücüdür. Ne var ki pek çok başka etken de hesaba katılmalıdır: Bu etkenler de bu bölümde incelenecektir. İ lk başta biraz sezgisel bir tarzda da olsa, desteğin gücünün az ya da çok olması, onaylamadaki büyük ya da küçük artışlar, bir hipotezin gü­ venilirliğini arttıran ya da azaltan etkenler gibi konular hakkında konuşacağız. Bölümün sonunda, buradaki kavramların niceliğe dayalı kesin yorumlarını yapmanın mümkün olup olmadığına kısaca göz atacağız. 4.1 Dtısbtk­

Olumsuz kanıtın bulunmadığı durumda bir hipotezin onaylanması, normal olarak olumlu test bulgularının sayısındaki artış olarak kabul nlcellğl, edilecektir. Söz gelişi parlaklığı ve devri Leawitt-Shapley yasasına uy­ çeşltllllğl va gun olarak bulunmuş olan her yeni Cepheid değişken yıldızı bu yasayla ilgili destekleyici kanıta bir ilave olarak görülecektir. Fakat kabaca söy­ kaslnllğl lemek gerekirse önceden tespit edilmiş olumlu durumların sayısındaki artıştan dolayı, yeni olan olumlu bir durumun belirlenmesinin yol açtığı onaylamadaki artış genel olarak azalmış olacaktır. Binlerce onaylayıcı durum halihazırda mevcutsa bir tane daha olumlu bulgunun eklenmesiyle

leylcl kanıbn

33

34 Onaylama ve Kabul Edilebilirlik Ölçütleri onaylanma derecesinde bir artış meydana gelecektir ama bu artış çok az olacaktır. Bununla birlikte, bu görüşü daha belirgin hale getirmek gerekir. Eğer ön­ ceki durumlar tamamen aynı tür sınamalardan elde edilmişse ama yeni bulgu farklı türden bir sınamanın sonucuysa söz konusu hipotezin onaylanma dere­ cesinde anlamlı bir artış meydana gelmiş demektir. Zira bir hipotezin onay­ lanması yalnızca mevcut bulunan olumlu kanıtın miktarına bağlı değildir, aynı zamanda bu kanıtların çeşitliliğine de bağlıdır; çeşitlilik ne kadar çoksa elde edilen destek de o kadar güçlüdür. Söz gelişi incelenen hipotezin Snell yasası olduğunu varsayalım. Bu yasa bir optik ortamdan başka bir ortama eğimli olarak geçen ışık ışınının iki orta­ mı ayıran yüzeyde kırıldığını; ayrıca ışığın geliş açısı ile kırılma açısının sinüs­ lcrinin birbirine oranı olan sin a I sin p oranının her bir ortam çifti için sabit olacak şekilde kırıldığını ifade eder. Şimdi her biri 1 00 sınamadan oluşan üç grubu karşılaştıralım. İ lk grupta ortam ve geliş açısı sabit tutulmuştur. Her bir deneyde ışık ışını havadan suya 30°lik bir geliş açısıyla geçer ve kırılma açısı ölçülür. Bütün durumlarda sin a I sin 13 aynı değeri almış olsun. İkinci grupta ortam sabit tutulur ama a açısı değiştirilir. Işık ışını havadan suya değişen açılarda geçer ve 13 ölçülür. Yine, bütün durumlarda sin a I sin 13 aynı değeri almış olsun. Üçüncü grupta hem ortam hem de a açısı değiştirilir. 25 farklı ortam çiftinde denetleme yapılır. Her bir ortam çifti için dört farklı a açısı kullanılır. Her bir ortam çiftine bağlı olarak sin a I sin 13 oranının dört değeri eşit olurken farklı ortam çiftleriyle bağlantılı olarak oranlar farklı değerler alır. Her sınama grubu öyleyse olumlu bir sonuçlar sınıfı ortaya koyar çünkü Snell yasasının gerektirdiği gibi, belirli bir ortam çiftiyle bağlantılı olarak söz konusu oranların eşit olduğu sonucu bulunmuştur. Fakat çok çeşitli sayıda pozitif durumlar gösteren üçüncü grup, çok daha sınırlı değişikliklerle destek­ leyici durumlar sağlayan ikinci gruba göre bu yasayı elbette çok daha kuvvetli destekleyen bir kanıt olarak ele alınmalıdır. İlk gruba gelince, kabul edileceği gibi, genel yasaya daha da az bir güçle destek verecektir. Aslında, ilk grupta tekrar tekrar aynı deneyin gerçekleştirildiği ve her 1 00 durumda alınan pozitif sonucun hipotezi, gruptaki oranın sabitliğine destek veren ilk iki sınamanın yaptığından daha güçlü bir şekilde destekleyemediği göı;ülebilir. Ne var ki bu düşünce hatalıdır. Burada her 1 00 defada tekrarlanan şey, tam olarak aynı de­ ney değildir zira arka arkaya gelen deneyler teçhizatın Ay'a olan uzaklığı, belki de ışık kaynağının sıcaklığı, atmosfer basıncı gibi birçok bakımdan farklılık gösterir. "Sabit tutmak" deyimi, burada sabit bir geliş açısını ve belirli bir or­ tam çiftini içeren bir dizi koşula gönderme yapmaktadır. Ayrıca, bu koşullarda yapılan ilk iki ya da daha fazla sayıda ölçme sin a I sin 13 için aynı değeri verse bile, belirli koşullar altında yapılan sonraki sınamaların bu oran için farklı değerlere yol açması mantıksal olarak epey mümkündür. Dolayısıyla burada

Onaylama ve Kabul Edi/.ebilirlik Ölçütleri

35

bile, olumlu sonuçlanan tekrarlanmış testler hipotez için ilave onaylamalardır -çok daha çeşidi durumda gerçekleştirilen sınamaların yaptığından çok daha az destek verseler de. Burada Semmelweis'ın son hipotezine kanıt desteği vermiş olan hatırı sayılır derecede bir olgu çeşitliliği gösterebildiğini hatırlayabiliriz. Bilimsel kuramlar çoğu zaman şaşılacak çeşitlilik gösteren deneysel bulgular tarafın­ dan desteklenir. Ne�ton'ın kütleçekim ve devinim kuramı, söz gelişi, serbest düşme, basit sarkaç, Ay'ın Dünya etrafındaki ve gezegenlerin Güneş etrafın­ daki devinimleri, insan yapımı uyduların ve göktaşlarının yörüngeleri, çifte yıldızların birbirleri etrafındaki devinimleri, gelgit olguları ve bunun gibi başka pek çok olguyu açıklayan yasayı içermektedir. Üstelik bu yasalara des­ tek veren bütün farklı deneysel ve gözlenebilir bulgular Newton kuramını destekler. Kanıt çeşitliliğinin bir hipotezin onaylanmasında çok önemli bir etken ol­ masının nedeni, Snell yasası için yapılan çeşidi sınamalarla ilgili örneğimizden bahseden aşağıdaki düşüncede ortaya konabilir. Sınanan hipotez -buna kısaca S diyelim- bütün optik ortam çiftlerine atıfta bulunarak bağlantılı bütün geliş açıları ve kırılma açıları için sin a I sin � oranının her bir ortam çiftinde aynı değeri verdiğini ileri sürer. Mademki burada içerilen farklı olanaklardan fazla olacak kadar geniş ölçüde bir grup deney bulunmaktadır, olur da S yanlış olur­ sa olumsuz bir durum bulma ihtimali de daha büyük olacaktır. Dolayısıyla ilk deney grubunun Snell yasasının yalnızca daha küçük bir kısmını ifade eden daha sınırlı bir si hipotezini test ettiği söylenebilir -yani, optik ortamlar hep su ve hava olduğunda ve a da hep 30° olduğunda sin a I sin � oranının hep aynı değeri alması kastedilir. Dolayısıyla, olur da S1 doğruysa ama S yanlışsa ilk tür sınama bunu asla açığa çıkarmayacaktır. Benzer şekilde ikinci deney grubu bir S2 hipotezini sınamaktadır. S2 S/ den farklı olmakla birlikte tam ola­ rak S ile aynı da değildir - şöyle ki ortamların su ve hava olduğu durumda her a açısı ve bununla bağlantılı olan her � açısı için sin a I sin � oranının aynı değerde olması kastedilir. Dolayısıyla, olur da S2 doğru olursa ama S yanlışsa ikinci türden bir test grubu asla bunu ortaya çıkarmayacaktır. Böylece üçüncü deney grubunun Snell yasasını diğer ikisine göre daha iyi bir şekilde sınadığı söylenebilir. Buna göre tümüyle olumlu bir sonuç bu yasaya daha güçlü bir destek verecektir. Çeşitlendirilen kanıtın gücüne bir örnek daha vermek gerekirse farklı dalga boylarında tek renk ışık kullanarak ya da optik ortamların sıcaklığında deği­ şikliğe giderek kanıt çeşitliliği daha da artırılırsa yukarıda klasik biçiminde verilen Snell yasasının aslında yanlış olduğu ortaya çıkar. Acaba kanıtın çeşitlendirilmesi durumunu abarttık mı? Sonuçta bazı çeşitlilik artırma yolları amaçsız olarak bir hipotezin onaylanma derecesini yükseltmekle alakasız olarak kabul edilebilir. Söz gelişi, Snell yasasını sı-

36 Onaylama ve Kabul Edilebilirlik Ölçütleri namak için gerçekleştirilen ilk test grubunda çeşitliliği artırmak amacıyla deney farklı yerlerde, Ay'ın farklı safhaları sırasında ve farklı göz renkle­ rine sahip olan deneyciler tarafından gerçekleştirildiği durumda böyle bir yargı uygun olacaktır. Ne var ki optik olguları etkileme olasılığı bulunan etkenler hakkında şimdiye dek hiçbir bilgimiz olmamışsa ya da yalnız çok sınırlı bir bilgimiz varsa böyle değişiklikleri denemek akılsızca olmayacaktır. Puy-de-Dôme deneyi yapıldığı sırada söz gelişi, deneyciler barometredeki cıva sütununun uzunluğunu etkileyebilecek yükseklik dışındaki etkenlerin neler olduğu konusunda çok da belirli bir düşünceye sahip değildi. Ayrıca, Pascal'ın kayınbiraderi ve dostları Torricelli'nin deneyini dağın tepesinde gerçekleştirdiklerinde ve cıva sütununu, dağın eteklerinde yaptıkları deney­ de bulduklarına kıyasla 3 inç daha kısa bulduklarında hemen orada şartları değişik biçimlerde değiştirerek deneyi tekrarlamaya karar verdiler. Perier'in de raporunda belirttiği gibi: "Bu yüzden aynı şeyi büyük bir dikkatle dağın zirvesinde farklı yerlerde beş kere daha denedim, bir keresinde orada olan küçük bir şapeldeki sığınma yerinde, bir keresinde açık alanda, bir keresinde bir barınakta, bir keresinde rüzgarlı havada, başka bir keresinde de hava iyiy­ ken, ayrıca bir keresinde hava yağmurluyken ve bazen üstümüze sis çöktüğü sırada, her defasında da tüpteki havadan kurtulmaya özen gösterdim ama bütün bu denemeler sırasında cıva yüksekliği hep aynı değerde bulundu . . . ; bu sonuç da bizi tam olarak tatmin etti."1 Öyleyse, kanıt çeşitlendirmek için önemli olan belli yollar tanımlamamız ve amaçsız olan başka yollar belirlememiz hipotezin ilgili olduğu olguya yö­ nelik değiştirilen etkenlerin olası etkisini göz önüne aldığımız arka plandaki varsayımlar -belki de önceki bir araştırmanın sonucu- üzerine dayanır. Bazen de, böyle arka plan varsayımlar sorgulandığında ve buna göre de genel olarak kabul gören görüş hakkında amaçsız olan deneysel çeşitlemeler yapıldığında devrimci bir keşif meydana gelebilir. Bu durum fiziğin arka plan varsayımlarından birinin, yansıma ilkesinin, son zamanlarda yıkılma­ sıyla resmedilir. Bu ilkeye göre fizik yasaları sağ ve sol arasında tarafsız ka­ lırlar; belli bir fiziksel süreç mümkünse (yani, bu sürecin meydana gelmesi doğa yasalarınca engellenmiyorsa) bu durumda onun sağ ve solun yer de­ ğiştirdiği ayna görüntüsü de (yansıtıcı bir aynada görülen süreç) mümkün­ dür. l 956'da, temel parçacıklarla ilgili bazı kafa karıştırıcı deneysel bulgu­ ları açıklamaya çalışan Yang ve Lee yansıma ilkesinin belli durumlarda ihlal edildiğini öne sürdüler ve cesur hipotezleri de kısa bi � süre içinde deneysel olarak onaylandı. Bazen, bir sınama içerdiği gözlem ve ölçme süreçlerindeki kesinlik artırıla­ rak daha sıkı gerçekleştirilebilir ve sonucu da daha önemli olabilir. Dolayısıyla eylemsizlik kütlesi ile kütleçekim kütlesinin özdeşliği hipotezi -söz gelişi, farklı 1 W F.

Magie, ed., A Source Book in Physics,

s.

74.

Onaylama ve Kabul Edilebilirlik Ölçütleri

37

kimyasal yapıdaki cisimlerin serbest düşmesi sırasında ivmelerinin eşitliğinin gösterilmesiyle desteklenmişti -son zamanlarda çok keskin yöntemlerin uygu­ lanmasıyla yeniden kontrol edilmiştir. Şu ana kadar hipoteze destek sağlamış olan sonuçlar da hipotezin onaylanma derecesini oldukça sağlamlaştırmıştır. 4.2 ''Yeni" sınama lfadeleltylı

Bir hipotez belli gözlenmiş olguları açıklamak üzere tasarlandığında elbette öyle bir şekilde düzenlenecektir ki olguların meydana gelişini içerecektir. Dolayısıyla açıklanacak olgu sonrasında hipotez için destekleyici kanıt ola­ onaylama caktır. Ne var ki bilimsel bir hipotez için çok fazla arzulanır olan onun aynı zamanda "yeni" olan kanıda onaylanmasıdır -hipotez ileri sürüldüğünde dikkate alınmamış olan ya da bilinmeyen olgularla. Doğa bilimindeki pek çok hipotez ve kuram aslında böyle "yeni" olgulardan destek almıştır, sonuçta da onaylanma dereceleri önemli ölçüde sağlamlaşmıştır. Bu nokta, tarihi 1 9. yüzyılın son çeyreğine kadar geri gidecek olan bir örnek üzerinden gayet iyi resmedilebilir. Bu tarihte fizikçiler gazların soğu­ rulma ve yayılma tayflarında bulunmuş olan dağınık çizgiler çokluğundaki düzenlilikleri araştırıyorlardı. 1 88 5 'te, İsviçreli bir okul öğretmeni J . J. Balmer hidrojen yayılım tayfındaki bir dizi çizginin dalga uzunluklarına yönelik bir düzenliliği ifade ettiğini düşündüğü bir formül önerdi. Angström'ün bu tayf­ taki dört çizgiyle yapmış olduğu ölçmelere dayanarak Balmer aşağıdaki genel formülü oluşturdu:

Burada b Balmer'ın değerini deneysel bir şekilde 3645,6 A olarak belirlediği bir sabittir; n de 2'den büyük bir tam sayıdır. n = 3, 4, 5 ve 6 için bu formül Angström tarafından ölçülen değere çok yakın bir değer verir. Ne var ki Bal­ mer diğer değerlerin hidrojen tayfında çizgilerin henüz ölçülmemiş olan -hat­ ta şimdiye kadar bulunmamış olan- dalga uzunluklarını temsil edeceğinden çok emindi. Bazı başka ilave çizgilerin zaten fark edilmiş ve ölçülmüş olduğu­ nun farkında değildi. Şimdiye kadar hidrojen için 3 5 ardışık çizgi Balmer di­ zisi diye bilinen dizid� tespit edilmişti. Bunların hepsi de Balmer formülünce öngörülen değerlere çok iyi uyan dalga uzunluklarına sahipti. 2 Bir hipoteze vermeye hazır olduğumuz güveni oldukça arttıran düzgün bir şekilde öngörülen "yeni" olgularla yapılan böyle ilginç onaylama çok da şaşır­ tıcı değildir. Bu bağlamda kafa karıştıran bir soru ortaya çıkar. Bir an için Bal­ mer formülünün yalnızca, dizide henüz kaydedilmiş olan 35 çizginin tamamı2

Bu kısa araştırmanın da dayandığı daha tam ve anlaşılır bir açıklama G. Holton ve D. H. D. Roller'ın Foundations ofModern Physical Science, (Reading, Mass.: Addison Wesley Publishing Co., 1 958) yapıtlarının 33. bölümünde bulunacaktır.

38 Onaylama ve Kabul Edilebilirlik Ölçütleri nın da dikkatle ölçülmesinden sonra oluşturulduğunu varsayalım. O zaman, bu kurgulanmış durumda, tam olarak -formülün ortaya konulmasından önce kısmen, sonra ise büyük ölçüde- aslında ölçme yoluyla elde edilen aynı deney­ sel bulgular mevcut olacaktır. Bu formülü fiili olan duruma göre bu kurgula­ nan durumda daha az onaylanmış olarak mı düşünmeliyiz? Şöyle bir zeminde bu soruya olumlu yanıt vermek akla uygun olarak görülebilir: Verilmiş her­ hangi bir sayısal veri kümesi için, bunları kapsayan bir hipotez ortaya koymak mümkündür, tıpkı verilmiş herhangi bir sonlu noktalar kümesi için bunların hepsini içeren pürüzsüz bir eğri çizmenin mümkün olması gibi. Böylece kur­ guladığımız durumda Balmer formülünün inşasıyla ilgili bizi çok şaşırtacak hiçbir şey olmayacaktır. Bir hipotezi önemli ve dikkat çekici hale getiren şey onun "yeni" durumlara uymasıdır: Ayrıca Balmer'ın hipotezi fiili durumdaki kredisi için bu başarıya sahipken, kurgulanan durumda bundan yoksundur. Ne var ki bu argüman kurgulanan durumda bile Balmer formülünün ölçülen 35 dalga uzunluğuna uyması için uydurulan keyfi bir hipotezden başka bir şey olmadığı yanıtıyla karşılaşabilir. Bu formül daha çok, çarpıcı biçimsel bir yalınlığı dile getiren bir hipotezdir. Aslında tam da bu 35 dalga uzunluğunu matematiksel olarak basit bir formülün altında kapsayan söz konusu hipotez için bu formül, aynı verilere uygun düşen çok daha karmaşık bir formülün sağlayabileceğine göre çok yüksek ölçüde bir güvenilirlik sağlayacaktır. Bu düşünceyi geometri terimleriyle açıklayalım. Ölçme sonuçlarını temsil eden bir noktalar kümesi basit bir eğri olacak şekilde bağlanabiliyorsa bu eğrinin altında genel bir yasa olduğunu keşfetmiş olmamızla ilgili olarak daha fazla güvenimiz olur. Diğer yandan daha karmaşık olan ve algılanabilir hiçbir dü­ zenliliğe sahip olmayan bir eğrinin altında böyle bir genel yasa bulunduğuna ilişkin bir inancımız yoktur (Bu basitlik kavrayışı bu bölümün ileriki kısım­ larında tekrar ele alınacaktır.) . Bunun dışında mantıksal bir bakış açısından bakarsak bir hipotezin belirli bir veriler bütününden aldığı desteğin gücü yalnızca hipotezin ne ileri sürdüğüne ve verilerin neler olduğuna bağlıdır. Hipotezin mi yoksa verilerin mi ilk olarak ortaya konduğu sorusu bütünüyle tarihsel bir meseledir ve hipotezin onaylanmasını etkileyen bir sorun olarak sayılmamalıdır. Bu sonraki fıkir, kuşkusuz son zamanlarda geliştirilen sına­ mayla ilgili istatistik kuramların içinde vardır; aynı zamanda onaylama ve tümevarımla ilgili bazı çağdaş mantıksal analizlerde de geçmektedir. Bu bö­ lümün sonunda bunlara kısaca değinilecektir. 4.3 Kuramsal destek

Bir hipotez için iddia edilebilecek destek şu ana kadar ele aldığımız tü­ mevarıma dayalı kanıt türüne bütünüyle gerek duymaz. Bütünüyle ya da kısmen bile olsa ondan türetilen sınama ifadelerine destek veren veriler­ den meydana gelmesi gerekli değildir. Destek "yukarıdan" da gelebilir, yani bağımsız kanıt desteği bulunan ve belirlenmiş olan daha kapsayıcı hipotezler ve kuramlardan da gelebilir. Ö rnek vermek gerekirse daha önce de incelemiş

Onaylama ve Kabul Edilebilirlik Ölçütleri

39

olduğumuz Ay yüzeyindeki serbest düşmeyle ilgili s = 2, 7 t2 şeklindeki koşullu yasayı ele alalım. Bu yasanın sınama ifadelerinden hiçbiri önceden Ay üze­ rinde deneyle kontrol edilmemiş olsa da bu yasa sağlam bir kuramsal desteğe sahiptir. Zira bu yasa Ay'ın yarıçapı ve kütlesinin Dünya'nın yarıçapı ve küt­ lesinin 0,272 ve 0,0 1 23 katı olduğu, aynı zamanda Dünya yüzeyinde kütleçe­ kim ivmesinin de 9,8 m/sn2 olduğu malumatıyla bağlantılı olarak Newton'ın (çok çeşitli kanıtlar bütünüyle güçlü bir şekilde desteklenen) kütleçekim ve devinim kuramından tümdengelim yoluyla çıkmaktadır. Benzer şekilde, tümevarıma dayalı kanıt desteği olan bir hipotezin onay­ lanma derecesi, buna ek olarak yukarıdan da tümdengelimle destek alıyorsa daha da güçlenecektir. Söz gelişi bu durum Balmer'ın formülünde olmuştur. Balmer hidrojen tayfının başka çizgi dizileri içermesinin ve çizgilerin hepsinin dalga uzunluklarının da formülündeki genellemeye uymasının mümkün ol­ masını ummuştu; yani,

Burada m pozitif bir tam sayıdır ve n de m'den büyük olan bir tam sayıdır. Bu genelleme m = 2 için, Balmer formülünü verirken m = l , 3, 4, . . yeni çizgi di­ zilerini belirler. Gerçekten de m = 1 , 3, 4 ve 5'e uygun olan dizilerin var oluşu sonradan hidrojen tayfının görülmez olan morötesi ve kızılötesi kısımlarının deneysel keşfiyle doğrulanmıştır. Dolayısıyla Balmer'ın orijinal formülünü özel bir durum olarak içeren, böylece de ona tümdengelimle destek sağlayan daha genel bir hipotez için güçlü kanıt desteği vardı. Bir tümdengelim des­ teği de 1 9 1 3'te genelleştirilmiş bu formülün -dolayısıyla Balmer'ın orijinal formülünün de- Bohr tarafından onun hidrojen atomu kuramından türe­ tilebildiği gösterilince geldi. Bu türetim büyük ölçüde Balmer formülünün desteğini Planck, Einstein ve Bohr tarafından geliştirilen kuantum-kuramsal düşüncenin bağlamına yerleştirerek güçlendirdi. Bu Balmer formülüne tüme­ varım desteği veren spektroskopi ölçümlerinden başka, farklı türden kanıtlar yoluyla da desteklendi.3 Bununla bağlantılı olarak bir hipotezin güvenilirliği, bu hipotez zamanının kabul gören iyi onaylanmış hipotezleri ya da kuramlarıyla çelişirse olumsuz et­ kilenecektir. 1 877 yılı için New York Medical Recordda lowa'dan Dr. Caldwell bir mezar açma olayı hakkında hazırladığı raporda temiz tıraş edilmiş olarak gömülen bir adamın saç ve sakalının tabutu çatlatmış olduğu ve yarıklardan dışarı taşmış olduğunu4 ileri sürenlerin tanıklığından bahsetmişti. Muhtemel görgü tanıkları tarafından sunulmuş olsa da bu önerme hemen hiç tereddüt.

·1 4

Ayrıntılar için bk., Holton ve Roller, Foundatiom ofModern Physical Science, 34. Bölüm, (özellikle de 7. Kısım). B. Evans, Yhe Natura! History ofNomeme, (New York: Alfred A. Knopf, 1 946), s. 1 33.

40 Onaylama ve Kabul Edilebilirlik Ölçütleri süz reddedilecektir çünkü oldukça fazla sayıda doğrulanmış olan insan saçının ölümden sonra, bir ölçüye kadar uzaması hakkındaki bulgularla çelişmektedir. Ehrenhaft'ın alt elektron yüklerin var oluşunun deneysel olarak doğru­ lanmış olduğuna ilişkin iddiasıyla ilgili önceki tartışmamız benzer şekilde bir hipotezin aleyhine olan çokça desteklenmiş bir kuramla çeliştiği noktayı resmeder. Bununla birlikte bu ilke burada dikkatle ve kısıtlanmayla uygulanmalı­ dır. Aksi halde, kabul edilmiş herhangi bir kuramı yıkılmaktan korumak için kullanılabilir. Olumsuz bulgular çokça doğrulanmış bir kuramla çeliştiğinde görmezden gelinebilir. Bilim, elbette, böyle bir süreci takip etmez. Bilim bü­ tün olanaklı karşı kanıta rağmen favori görüşleri korumakla ilgilenmez. Daha ziyade çokça onaylanmış deneysel önermeler sistemiyle temsil edilen sağlam deneysel bilgilerden oluşan kapsayıcı bir bütüne ulaşmayı amaçlar. Bu yüzden de önceden kabul etmiş olduğu her hipotezi bırakmaya ya da düzeltmeye ha­ zırdır. Ne var ki iyi doğrulanmış bir kuramı yerinden eden bulgular önemli olmalıdır. Özellikle de olumsuz deneysel sonuçlar tekrar edilebilir olmalıdır. Sağlam ve kullanışlı bir kuram bile deneysel olarak tekrarlanabilir bir "etkiyle" çeliştiğinde zorluklara yol açmasının beklenmediği bağlamlarda kullanılma­ ya yine de devam edebilir. Söz gelişi, Einstein fotoelektrik etki gibi olguları açıklamak üzere ışık kuantumları kuramını ileri sürdüğünde, ışığın yansıma­ sını, kırılmasını ve kutuplaşmasını açıklamak bakımından elektromanyetik dalga kuramının asla değiştirilemeyeceğini fark etti. Bu kuram gerçekten de bu çerçevede hala kullanılmaktaydı. Pek çok alanda başarılı olmuş olan geniş kapsamlı bir kuram normalde yalnızca daha tatmin edici alternatif bir kuram mevcut olduğunda terk edilecektir -iyi kuramlar geliştirmek de zordur. 5 4.4 Baslalk

Bir hipotezin kabul edilebilirliğini belirleyen bir diğer yönü de aynı olgu­ ları açıklayan alternatif hipotezlerle karşılaştırıldığında onun basitliğidir. Şematik bir açıklamayı göz önüne alalım. Varsayalım ki belli bir tip fiziksel sistemin sorgulanması (Cepheid yıldızları, esnek metal yaylar, akışkan olma­ yan sıvılar ya da bu türden herhangi bir şey), bize bu tarz sistemlerin belli bir niceliksel özelliğinin (v), böyle başka bir özelliğin ( u) bir fonksiyonu olduğu­ nu, dolayısıyla da bu sistemlerin bunlarla eşsiz bir şekilde belirlendiğini öner­ miş olsun (bir sarkacın periyodunun onun uzunluğunun bir fonksiyonu ol­ ması gibi). Bu yüzden fonksiyona ait sağın matematiksel formunu ifade eden bir hipotez kurmaya çalışırız. İçlerinde u' nun O, 1 , 2 veya 3 değerlerini aldığı birçok durumu kontrol edebildik; bununla bağlantılı bir şekilde sırasıyla v'nin 5

Bu nokta anlamlı bir şekilde yanmayla ilgili flojiston kuramına gönderme yapılarak J . B. Conant'ın Science and Common Sense'in 7 . bölümünde sunulmuş ve resmedilmiş­ tir. Bilimsel kuramların ortaya çıkışı ve çöküşüne ilişkin kışkırtıcı bir genel görüş T. S. Kuhn'un kitabı lhe Structure ofScientific Revolutions-(Chicago: The University of Chica­ go Press, 1 962) içinde ortaya konmuştur.

Onaylama ve Kabul Edilebilirlik Ölçütleri 41 değerlerinin de düzenli olarak 2, 3, 4 ve 5 olduğunu bulduk. Yine bu sistemler hakkında, fonksiyonel bağıntıya ait muhtemel formla ilgili olabilecek hiçbir arka plan bilgimiz olmadığını; ayrıca, verilerimize dayanarak aşağıdaki üç hi­ potezi öne sürdüğümüzü varsayalım: Hr' Hx· H3:

v = v = v =

u4-6u3- I I u2- 5 u+2 u5-4u4-u3+ I 6u2- I I u+2 u+2

Bunların her biri verilere uymaktadır. Kontrol edilen dört u değerinden her birine tamı tamına onunla bağlantılı bulunan v değerleri atanır. Geomet­ ri terimleriyle söylersek: Üç hipotez bir koordinat düzlemine çizilirse ortaya çıkan eğrilerden her biri dört veri noktası olarak (0,2), ( 1 ,3), (2,4) ve (3, 5) noktalarını içerir. Fakat varsaydığımız gibi farklı bir seçimde bulunmamızı sağlayacak ko­ nuyla ilgili hiçbir arka plan bilgimiz yoksa eğer, H3'ü rakiplerine göre daha basit bir hipotez olmasından dolayı H1 ve H2 karşısında yeğlerdik. Bu düşünce aynı verilerle uygun olan iki farklı hipotez olduğunda ve onaylanmaları ba­ kımından aralarında bir fark bulunmadığında daha basit olanın daha kabul edilebilir olacağını öne sürmektedir. Bu temel iddianın bütün kuramlar için uygunluğu çoğu zaman Koper­ nik'in günmerkezli Güneş sistemi görüşüne gönderme yapılarak resmedilmiş­ tir. Bu sistem kendisinden önce gelen yer merkezli sistemden, yani Ptolemai­ os'un ustalığı ve hassaslığından çok daha basittir ve onun yerini almıştır ama bu ustalık ve hassaslık "ana çemberlerden ve alt çemberlerden, farklı yarıçap­ lardan, hızlardan, eğimlerden ve farklı miktarda ve yönlerde dışmerkezlilerden oluşan ihtişamlı bir şekilde karmaşık olan bir sistemdi".6 İ nkar edilemez bir şekilde bilimde basitlik aşırı değerli olsa bile konuyla il­ gili anlamda basitliğe ilişkin açık ölçütler ortaya koymak ve daha basit hipotez ve kuramları tercih etmeyi gerekçelendirmek kolay değildir. Her basitlik ölçütü elbette nesnel olmalıdır, bu ölçütlerle sadece sezgisel çekicilik kastedilmez yahut da bu ölçütler sadece bir hipotez veya kuramın kavranmasını ya da akılda tutulmasını kolaylaştırmaya yaramazlar vs. çünkü bu etkenler kişiden kişiye değişir. H1 , H2, H3 gibi niceliksel hipotezler söz ko­ nusu olduğunda bunlara karşılık gelen grafiklerle basitliğin değerlendirileceği düşünülebilir. Dikdörtgen biçimli koordinatlarda, H1 ve H2'nin grafikleri dört veri noktasına .dayanan çok daha karmaşık eğrilerken H3'ün grafiği düz bir Rogers, Physics far Inquiring Mind, (Princeton: Princeton University, 1 960), s. 240. Bu eserin 14 ve 1 6. bölümlerinde iki sistemin muhteşem bir betimlemesi ve değerlen­ dirmesi ortaya konmuştur. Kopernik şemasının muhteşem basitliğine daha fazla vurgu yapılırken aynı zamanda Kopernik zamanında bilinen ve Ptolemaios sisteminin açıkla­ yamadığı ama Kopernik sisteminin açıkladığı olgulara da işaret edilmiştir.

6 E.

42 Onaylama ve Kabul Edilebilirlik Ölçütleri çizgidir. Ne var ki bu ölçüt keyfi görünmektedir. Zira eğer hipotezler doğrultu açısı olarak u ile, yarıçap vektörü olarak v ile kutupsal koordinatlarda temsil edilirse bu durumda H3 bir spiral gösterir; bir fonksiyon "basit" bir düz çizgi gösterirken bile oldukça karmaşık olurdu. Ö rneğimizde olduğu gibi, bütün fonksiyonlar polinomlarla ifade edildi­ ğinde polinomun sırası bir karmaşıklık dizini olarak iş görür. Bu yüzden H2 hipotezi H/ den daha karmaşık olacaktır. Aynı şekilde H1 de H3'ten daha kar­ maşıktır. Ne var ki trigonometrik olanlar ile başka fonksiyonlar da göz önüne alındığında daha ileri ölçütlere gerek duyulacaktır. Kuramlar söz konusu olduğunda, bağımsız olan temel varsayımların sayısı bazen karmaşıklık göstergesi olarak ileri sürülür. Ne var ki varsayımlar çeşitli şekillerde birleşip bölünebilir, onları saymak için belirli bir yol yoktur. Söz gelişi, herhangi iki nokta için bu iki noktayı içeren yalnız bir doğru çizginin olabileceği önermesi, bir değil de iki varsayım ortaya koyan bir önerme olarak kabul edilmelidir. Bu varsayımlar da en az bir tane böyle bir çizgi olduğu var­ sayımı ile en fazla bir tane böyle bir çizgi olduğu varsayımıdır. Üstelik de bu sayı üzerinde anlaşabilirsek farklı temel varsayımlar sırayla farklı karmaşıklıkta olurlar. Böyle olunca da onları saymaktan çok, hesap etmek söz konusu olur. Benzer görüşler bir kuramda kullanılan kavramların sayısının o kuramın kar­ maşıklık seviyesini oluşturduğu önerisiyle ilgili olarak da geçerlidir. Basitlik ölçütlerinin neler olduğuyla ilgili sorun son zamanlarda mantıkçı ve fılozofla­ rın yoğun ilgisini çekmiştir. Bazı ilginç sonuçlar elde edilmiş olsa da basitlikle ilgili tatmin edici bir genel tarif ortaya konmuş değildir. Bununla birlikte, örneğimizin de ortaya koyduğu gibi, açık ölçütlere sahip olmadığımız durum­ da bile, araştırmacıların çekişen hipotezler veya kuramlardan hangisinin basit olduğuna ilişkin olarak temelde anlaşacakları durumlar kesinlikle vardır. Basitlikle ilgili başka bir ilgi çeken sorun da temellendirme sorunudur. Basitlik ilkesi diyebileceğimiz ilkeyi takip etmemiz için temel olan şeyler var mıdır, yani eşit derecede onaylanmış iki rakip hipotez ya da kuramdan daha basit olanı seçmemiz gerektiği kuralı daha kabul edilebilir bir kural mıdır? Birçok büyük bilim insanı doğanın temel yasalarının basit olduğu şeklinde bir kanıya sahiptir. Eğer bu bilinseydi gerçekten de çekişen iki rakip hipotezden daha basit olanın muhtemelen doğru olacağına ilişkin bir ön tahminimiz olurdu. Temel doğa yasalarının basit olduğu varsayımı, elbette, en az basitlik ilkesinin sağlamlığı kadar problematiktir; bu yüzden de bu ilkeye bir temel sağlayamaz. Aralarında Mach, Avenarius, Ostwald ve Pearson'ın da olduğu bazı bilim insanı ve fılozoflar bilimin dünyayla ilgili tutumlu ve ekonomik bir betim­ leme aradığı görüşündeydiler. Ayrıca, doğa yasalarını ifade ettiğini belirten genel hipotezlerin düşünce için, sonsuz sayıda özel durumu (söz gelişi serbest düşmenin pek çok özel durumunu) tek bir basit formüle sığdırmaya (söz gelişi Galileo'nun yasası) yarayan ekonomik bir çare olduğunu düşünmüşlerdir. Bu bakış açısından dolayı da çekişen birbirinden farklı hipotezler arasından en

Onaylama ve Kabul Edilebilirlik Ölçütleri 43 basit olanı benimsemek bütünüyle akla uygun görünmektedir. Eğer bir ve aynı olgular kümesinin farklı betimlemeleri arasında bir seçim yapma durumunda kalmış olsaydık bu argüman ikna edici olabilirdi. Ne var ki yukarıdaki H1, H2, H3 gibi birbirinden farklı çekişen hipotezler arasından birini benimseme söz konusu olduğunda aynı zamanda henüz sınanmamış durumları gerektiren ilgili öndeyileri benimsemiş de olurlar. Bu açıdan da söz konusu hipotezler büyük farklılıklar gösterir. Dolayısıyla u = 4 için H1, H2 ve H, v-değerlerini sı­ rasıyla 1 50, 30 ve 6 olarak öngörür. Şimdi, H3 matematiksel olarak rakiplerin­ den basit olabilir ama onun diğerlerinden muhtemelen daha doğru olduğunu düşünebilmemiz için, şimdiye kadar sınanmamış u = 4 durumuyla ilgili aynı kesinlikle belli verilere uyan rakiplerinden biri yerine H, üzerine beklentileri­ mizi temellendirmemiz için ne gibi dayanaklarımız vardır? İ lginç bir yanıt Reichenbach tarafından ileri sürülmüştür.7 Kısaca aktarırsak şu düşünceyi öne sürmüştür: Ö rneğimizde v gerçekten u'nun bir fonksiyonu olsun, v =j(u); g de onun bir koordinat sistemindeki grafiği olsun; burada tercih önemsizdir. Doğru olan J fonksiyonu ve onun grafiği iki değişkenin bağlantılı değerlerini ölçen bilim insanı için bilinmemektedir. Bu argüman adına yapmış olduğu ölçmelerin kesin olduğunu varsayalım; dolayısıyla "doğru" bir g eğrisi veren bir dizi veri noktası bulacaktır. Yine basitlik ilkesine uygun olarak bu bilim insanının en basit eğriyi çizdiğini varsayalım, yani sezgisel olarak bu noktalar üzerindeki en düzgün eğriyi. Bu durumda onun çizdiği bu grafik, buna g1 diye­ lim, asıl eğriden dikkate değer bir sapma gösterebilir ama bu grafik ölçülen veri noktalarını asıl eğriyle en azından paylaşır. Ne var ki bilim insanı gitgide daha fazla veri noktası belirlediği ve g2, g3, g4' .. gibi daha başka basit grafikler çizdiği için, bunlar asıl g eğrisiyle gitgide neredeyse çakışacak duruma geleceklerdir; üstelik bu eğrilerle bağlantılı olanJ;, h' � . . fonksiyonları da doğru olan/fonk­ siyonuna gitgide yaklaşarak benzer olacaklardır. Dolayısıyla, basitlik ilkesinin yerine getirilmesi bir ya da daha çok adımda/fonksiyonunu türetmeyi güvence altına almaz ama u ile v arasında bir fonksiyon bağıntısı varsa süreç giderek iste­ nen ölçüde yaklaşık olarak doğru olan bir fonksiyona bizi ulaştıracaktır. Reichenbach'ın burada bir ölçüde basitleştirilmiş hali sunulan argümanı us­ taca bir argüman olsa da etkisi sınırlıdır. Zira arka arkaya gelen grafikler ve fonk­ siyonların kurulması ne kadar uzağa götürülse de bu süreç söz konusu doğru fonksiyonun -eğer gerçekten böyle bir doğru fonksiyon varsa bile- elde edilmiş olmasına ne ölçüde yaklaşıldığıyla ilgili hiçbir belirti vermez (Daha önce de vu­ guladığımız gibi, söz gelişi, bir gaz kütlesinin hacminin aslında öyle olmasa bile tek başına onun sıcaklığının bir fonksiyonu olduğu görülebilir.). Dahası, asıl doğru olan eğriye kavuşma bahanesiyle; hu argüman, sezgisel olarak karmaşık ve akla uygun olmayan grafik çizme yöntemleri gibi bazı başka yöntemleri temel.

.

7 H. Reichenbach, Experience and Prediction, (Chicago: The Universiry of Chicago Press, 1 938), 42. Kısım.

44

Onaylama ve Kabul Edilebilirlik Ölçütleri

lendirmek üzere de kullanılabilecektir. Söz gelişi, herhangi iki bitişik veri-nokta­ sını çapı bu iki nokta arasındaki uzaklık olan bir yarım çemberle hep birbirine bağlasaydık sonuçta ortaya çıkan eğrilerin en sonunda eğer varsa aslında doğru olan eğrimize kavuştuğu kolaylıkla görülür. Ne ki bu "temellendirme"ye rağmen bu süreç sayısal hipotezleri ifade etmek için sağlam bir yol olarak ele alınmazdı. Bununla birlikte, uzunluğu belirli bir minimum değeri hep aşan yuvarlak bir­ leştiricilerle bitişik veri noktalarını birleştirmek gibi basit olmayan başka bazı süreçler bu biçimde temellendirilemez. Gerçekten de bu süreçlerin kendi kendi­ ni ortadan kaldırdığı Reichenbach'ın argümanı tarafından gösterilebilir. Onun düşüncesinin dolayısıyla yöneldiği ilgi başkadır. Çok farklı bir görüş Popper tarafından geliştirilmiştir. O iki hipotezden daha basit olanını daha çok deneysel içeriğe sahip olan olarak anlar, dolayısıyla daha basit hipotezin, gerçekten yanlışsa, daha kolay yanlışlanabilir olduğunu (yanlış olduğunun gösterilebildiğini) belirtir. Bunun da kestirimlerinin en esaslı sına­ masını ve olanaklı yanlışlayıcısını açığa çıkarmaya çalışan bilim için büyük bir önemi vardır. Popper argümanını şu şekilde özetler: "Eğer hedefimiz bilgiyi elde etmekse basit önermelere daha az basit olanlara göre daha yüksek ölçüde değer verilir çünkü on/,ar bize daha çok şey söylerler çünkü on/,arın deneysel içeriği daha fazL:ulır; yine, çünkü on/,ar daha iyi sınanabilirdir. "8 Popper yanlışlanabilirlik de­ recesi olarak basitliğin derecesiyle ilgili düşüncesini iki farklı ölçüt kullanarak daha da açık hile getirmiştir. Bu ölçütlerden birine göre, belirli bir gezegenin yörüngesinin bir daire olduğu hipotezi bir elips olduğu hipotezinden daha ba­ sittir çünkü ilk hipotez bir daire üzerinde yer almadığı görülen dört konumun belirlenmesi üzerinden yanlışlanabilir (üç nokta her zaman bir çemberle bağla­ nabilir) . Oysa ikinci hipotezin yanlışlanması gezegenin en az altı konumunun belirlenmesini gerektirir. Bu anlamda bakılırsa burada daha basit olan hipotez daha kolay yanlışlanabilir olandır; ayrıca da daha güçlü olandır çünkü daha az basit olan hipotezi mantıksal olarak içerir. Kuşkusuz, bu ölçüt bilimin ilgilendiği basitlik türünü açık kılmaya katkıda bulunur. Ne var ki Popper, bunun yerine, bir hipotez daha çok deneysel içeriğe sahip olduğu için başka bir hipotezi tümdengelimle sıkı bir şekilde içeriyorsa ilk hipotezin ikinciye göre daha fazla yanlışlanabilir, dolayısıyla da daha basit olduğunu söyler. Bununla birlikte, daha fazla içerik hep daha fazla basitlikle bağlantılı olmaz kuşkusuz. Elbette, Newton' ın küdeçekim ve devinim kuramı gibi güçlü bir kuram bazen, içerdiği ve daha sınırlı bir kapsamı olan çok sayıda ilişkisiz yasanın dizilişinden daha basit olarak görülecektir. Bu yüzden de bir kuram tarafından elde edilmiş olan arzulanan basitleştirme türü sadece içerik artışıyla ilgili bir mesele değildir zira iki ilişkisiz hipotez (Hooke ve Snell yasa8

K. R. Popper, 7he Logic ofScientific Discovery, (London: Hutchinson, 1 959), s. 1 42 (ita­ likler alımıdır). Bu kitabın bilimde basitliğin rolü üzerine birçok aydınlatıcı gözlem onaya koyan VI. ve VII. Bölümleri burada değinilen düşüncelerin sunumundan oluşmaktadır.

Onaylama ve Kabul Edilebilirlik Ölçütleri 45 lan) birleşmiştir ve ortaya çıkan birleşim bileşenlerinin her birinden bize daha fazla şey söylese de daha basit değildir. Ayrıca yukarıda ele aldığımız üç hipo­ tez olan H1, H2' H3 ile ilgili olarak bunların içinde hiçbiri de diğerlerine göre bize daha fazla içerik sunmaz ama hepsi de birbiriyle eşit ölçüde basit olarak sayılmazlar. Ayrıca bu üç hipotez yanlışlanabilirlik açısından da birbirlerinden farklılık göstermez. Eğer yanlışsa onlardan herhangi birinin yanlış olduğu aynı kolaylıkla gösterilebilir, yani karşı örnek aracılığıyla; söz gelişi (4, 1 0) veri çifti onların hepsini yanlışlayacaktır. Bu yüzden burada kısaca incelenen bütün farklı düşünceler basitlik ilke­ sinin temeline açıklık getirirken bu ilke için tam bir formülleştirme ve birleş­ tirilmiş bir temellendirme bulmayla ilgili problemler henüz tatmin edici bir biçimde çözülmüş değildir. 9 Bilimsel hipotezlerin güvenilirliğini belirleyen etkenlerle ilgili araştırma­ mız açıkçası, belirli bir zamanda ortaya konulan bir H hipotezinin gü­ tezlerln olasılığı venilirliğinin hipotezle ilgili tüm kanıtları, tüm hipotezleri ve kuramları içeren bu zamandaki bilimsel bilgi bütününün o zamanlar bu hipoteze etkisi olan ilgili kısımlarına bağlı olduğunu göstermektedir. Zira daha önce de görmüş olduğumuz gibi Hnin güvenilirliği bunlarla değerlendirilecektir. Dolayısıyla açık ki bir hipotezin güvenilirliğinden söz ederken belirli bir bilgi bütününü dikkate alarak konuşmamız gerekir. Böyle bir bilgi bütünü de bi­ limin kabul etmiş olduğu o zamanki önermelerin tamamından oluşan büyük bir K önermeler kümesiyle temsil edilebilir. Bu soru doğal olarak, bu güvenilirliği kesin niceliğe dayalı terimlerle bir ta­ nım formüle ederek ifade etmenin mümkün olup olmadığını akla getirir. Böyle bir tanım herhangi bir H hipotezi ve herhangi bir K önerme kümesi için, K ile bağıntısı içinde Hnin sahip olduğu güvenilirlik derecesini ifade edecek bir c(_H, K) sayısı belirleyen bir tanımlamayla mümkün olacaktır. Üstelik çoğu zaman az ya da çok olası olan hipotezlerden söz ettiğimiz için bu niceliksel kavramın, olasılık kuramının tüm ilkelerini tatmin edecek ölçüde tanımlanabilir olup olmadığını daha da merak edebiliriz. Bu durumda, herhangi bir K kümesiyle bağlantılı olan bir hipotezin güvenilirlik derecesi O'dan küçük 1 'den büyük ola­ mayan bir reel sayı olacaktır. Bütünüyle mantıksal temellere dayanarak doğru olan bir hipotezin ("Yarın Central Park'ta yağmur yağacak ya da yağmayacak." gibi) güvenilirlik derecesi hep 1 olacaktır. Sonunda da mantıksal olarak bağ­ daşmaz herhangi iki önerme olan H1 ve H2 için, hipotezin güvenilirlik derecesi, bunlardan biri ya da diğeri doğru olduğunda bunların güvenilirlik derecelerinin toplamına eşit olacaktır: c