Kashna Felsefesi
 9756197486

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Kashna Kitap Ağacı'ndan fena bir meyve

•••

Copyright©2012 Kashna Eğitim Danışmanlık Ltd. Şti. Eserin her hakkı Kashna Eğitim Danışmanlık Ltd. Şti:ye aittir.

Sakın bir fenalık yapma!

Kashna Felsefesi Bizim Ekip Erdal Demirkıran

O Adam

Hakan Demirkıran

Fikir Adamı içimizdeki TDK

Nalan Fırıncıoğlu Mustafa Demirkıran

En Adam Edebi Danışman

Haydar Keskin

Görev Adamı

Emrah Çimen

Gören Adam

Alper Ayvacı

iç örgü

Adem Şenel Nilüfer Gürsu Turhan

Düzeltici Kapak

KASHNA

Baş Muhalif CemVargün ve birkaç muhalif adam Usta Adamlar: Umut Kağıtçılık San. ve Tic. Ltd. Şti. Keresteciler Sit. Fatih Cad. Yüksek Sok. No:11/1 Merter-Güngören/ lstanbul t2126370411 f2126373703 [email protected] Sertifika No:22826

Kitabın ilk baskısı Ekim 2012 Bu baskısı Şubat 2017 tarihinde yapılmıştır.

ISBN: 97B-975-6197-48-6 Kültür Bakanlığı Sertifika No: 10497

Bu kitapta çıkmaz ama ola ki çıktı; her türlü matbu hata (eksik sayfa, okunmayan yazı vb.) için bize ulaşın, hemen telafl edelim.

Kashna Eğitim Danışmanlık Ltd. Sti.

Kartaltepe Mah. Gençler Cad. Atasaray Apt. No:14 Nl O Bakırköy

t

212

571 03

-

lstanbul

lS f

212

542 1 532

kashna.com - [email protected] - [email protected] facebook.com/erdaldemirkiran - twitter.com/erdaldemirkiran - instagram.com/erdaldemirkiran kashnakitap.com

KASHNA FElSEFESI

.ij.� t..

"�

TÜM

BARIŞ SAVAŞÇILARINA ..

Arkandan bakan bir şey olmalı hayat, arkasından baktığın değil. Demirkıran

-------

YALNIZLI K Herkes yalnız doğar ve yalnız ölür ama kimsenin yaln ız yaşamaya cesareti yoktur. Oysa en zor ve en büyük işler hep yaln ız başarı l m ıştır. Öyleyse cesur ol! ' Ben tek ba­

şıma ne yapabilirim ki?' deme ve bil ki dünyayı her za­ man ve hep bir kişi değiştirmiştir. Mesela parayı Lidyalılar buldu, bu doğru ama asla yüz bin Lidyalı bir araya gelip de koro hal i nde bulmadı parayı, öyle değ i l mi? Biri çıktı ve şöyle ded i : - Bu i ş böyle olmayacak! Sen bana bir inek veriyorsun , karşılığında ben d e sana bir eşekle bir koyun veriyo­ rum. Öyle bir şey yapalım ki hem küçük hem de de­ ğerl i olsun. O n u yanım ızda taşıyalım ve değişim aracı olarak kullanalı m . İ htiyar heyeti b u fikri onayladı, para basıldı ve dünya değişti. 11

KAS H N A F E LS E F E S İ

Adamın biri çıktı ve, - O rası seni n evin , ben giremem . Burası da benim, sen g i remezsin . Gel araya bir çizgi çekelim de yerimizi bi­ lelim . . . ded i . Çizg i çektiler çimenin üstüne, sınır icat edildi ve d ünya değişti.

Yazıyı Sümerler buldu örneği n ama yine yüz bin kişi bir­ den bulmadı yazıyı. Her zaman olduğu g ibi biri çıktı ve, - Bu iş böyle olmaz, söyledi klerimiz uçup gidiyor. Öyle bir şey yapalım ki söylediklerimiz kaybolmasın . d ed i . Ö nceleri biraz komik olsa da icat edildi yazı ve kö­ künden değişti dünya. Bir başkası çıktı ve, -

Bu iş böyle tekme tokatla olmaz, öyle bir şey yapalım ki vurd u mu ikiye bölsün.

ded i . Hiç zaman kaybetmeden bıçağı biraz daha uzatıp keskinleştird i , kılıç icat edildi ve dünya değişti. Ve yine bir gün çıktı biri: - B u i ş b öy l e g az l a m basıyla falan o l mayacak, ben öyle bir şey yapacağ ım ki d ü ğ m eye basacaks ı n ı ş ı k saçacak . d ed i . Ampul icat edildi ve böylece d ünya değişti . Dev b i r sahne, 1 00 y ı l zaman , sınırsız imkan ve yal nızca SEN . 12

D E MİRKIRAN

Vecize: Okyanus yağmuru h issetmez, bu doğru ama onu taşıran da hiç şüphe yok ki yine bir yağ­ m u r damlasıdır, zavallı bir yağmur damlası . . . Soru: Sana bir g ü n birileri tutup o yağmur dam­ lasını getirse ve dese ki 'O koca okyanusu taşı ran yağmur damlası işte bu!' Ona saygı d uymaz m ıy­ d ı n , bir damla suya saygı duymaz m ıydın? Diğer bütün su damlalarından farklı gelmez m iydi hep­ siyle ayn ı olan o damla? Ya da o taşma esnasında senin de evin sele kapılmış olsa yan i o su dam­ lasının sebep olduğu selde suya kaptırmış olsay­ d ı n evi n i barkını, o zavallı dam layı, normalde ba­ şına düşse hissetmeyeceği n o damlayı muhatap kabu l ederek en büyük düşmanın ilan etmez m iy­ d in? Bak gördün m ü , o sadece bir su damlasıydı?! Onun d iğerlerinden farkı, etken oluşudu r işte ki za­ ten bütün mesele de budu r.

İtiraz: 'Bir damla su okyanusu taşırır m ı Allah'ını seversen?' diye sorabilir örneği anlamayan lar. On­ lara bir barajı düşünmelerini öneririm; yağmur dam­ lalarının taşırdığı bir baraj ı n duvarların ı yıkan o son damlad ı r ki benim de merakım zaten onadır. Bil­ mem anlatabildim m i ? Sonuç: Dev b i r aynanın karşısına geçsek üç aşağı beş yukarı aynı olduğumuzu fark ederiz, tıpkı yağ­ m u r taneleri gibi. Sonra dağılır g ideriz aynanı n kar­ şısından ve içimizden bazıları devrim yapar, bazı­ ları da gaz. Tercih senin . . . 13

KAS H NA F E L S E F E S İ

1 00. Kova Dünyadaki son orman da yanmaya başlamıştı. Top­ lam 1 00 kova su söndürebilirdi bu yangını. Eğer ye­ teri kadar su, belli bir zamanda tedarik edilemezse tüm dünyanı n oksijeni kesilecek ve insanlık yok ola­ caktı. 99 kova su taşıyabi ldiler sadece, 1 kova ek­ sik olduğu için söndürü lemedi yangın.

O halde: B u 1 00. kovadaki su senin elindeyse dün­ yanı n kurtul m ası da senin inisiyatifinde demektir. Bak gördün m ü sen tek başına neler yapabiliyor­ muşsun meğer?

BÜYÜK DÜŞÜN Yaklaş! Yakından bak! Yaklaş, daha yaklaş . . . Bu gördü­ ğün yazılar var ya, b u harfler, bu kel i m eler, bu noktalar; sana da bana da M evlana'ya da Yunus'a da aynı mesa­ fedeler. O nlar da en fazla sen in kadar yaklaştı bunlara. Hele bir dokun; dünyayı titretenlerle ayn ı olduğunu, ayn ı şeylere dokunduğ u n u hissederek doku n . Hadi ş i m d i , ya­ vaşça bir daha dokun ! ABCÇDEFGGHIİJKLMNOÖPRSŞTUÜVYZ

Gördün m ü , sen de dokundun onlara tıpkı senden önce­ kiler gibi? .. Türlü bahanelerle bu gerçeğ in üstünü örtsen de h içbir yere kaçamazsın. Seni n de bir beynin var, tıpkı on lar gibi. ' B u n u zaten biliyordum!' deme sakın çünkü b i l m iyorsu n . B i le n leri tanı rı m ben . . . O nlar asla bahane ü retmezler. M ü kem m ele aşı k olu rlar önce ve son ra gider, 14

DEM İ RKI RAN

gemilere rağmen başarırlar. . . İ yi tanırım onları; oksijene saygı duyar, zirveleri zorlar, önyargısız yaşarlar hep, dim­ dik dururlar en çetin zamanlarda. Asla vazgeçmezler, fırtı­ nalara göğüs gererek meydan okurlar karanlığa, kararlılıkla

'en' olurlar ve de . . . Onlar h ayatı küçültürler avuçlarında, kibrit kutusuna dü nyayı sığdırı rlar. . . Ve başkalarının hayal bile edemeyeceği kadar akıl almaz yaşarlar avuçlarında tuttukları bu tek sıkımlık hayatı . . . Kaf Dağı'nın arkasından yıldız toplarlar günün ortası nda, güneşe doku n u rlar gece vakti herkes uyurken . . . Sana bir sır vereyim mi? Onlardan h içbir farkı n yok an­ cak ısrarlı bahanelerinle kendini küçültüyor, değer kaybe­ diyorsun . Ve sen küçülünce harfler yazılar büyüyor, yazar­ lar ressamlar devleşiyor. . . Sen küçülünce sokak büyüyor, mahall e büyüyor, dünya büyüyor, kıçı kırık fiki rler büyü­ yor sen küçü l ünce . . . Şimdi l ütfen kendine m ü saade eder misin artık? İz bırak!

Kar yağdığında fark etti m:

S adece başkalarının izine basanlar kayıp düşüyorlardı.

Sen daima basılmamış kara bas, silinmeyen derin izler bırak!

ÇEKİL KENDİ ÖNÜNDEN Bırak bütün öğrendiklerin i , doğru b i l d i kleri n i . . . Sadece bir şeye i nan: Sen yaratılmış her şeyden daha büyüksü n ! Harekete geçtikten sonra ü stesinden gelemeyeceği n hiç­ bir şey olamaz! 1.5

KAS H N A F E L S E F E S İ

Hemen bir ayna bul ve kendini seyret, gücünü hisset! Orada bir adam göreceksin. Sana bana benziyor; Da Vinci'ye, Dali 'ye, Sokrat'a, Hipokrat'a benziyor. Onu diri diri göme­ m ezsin toprağa, saklayamazsın ağacın arkasına. Açı k ol, biz bizeyiz! Kendin için iyi şeyler yapmak istiyor m usun? Ailen içi n , ü l ken için, dünyan için gerçekten iyi şeyler yapmak istiyor musun? . . Soru mu ş i m d i beni m ki de? S e n b i r i n sansın , iyi şeyler yapmayı tabii ki istiyorsun. Hiç düşündün mü peki, seni d u rd u ran şey ne? Acı ama sana mani olan tek yaratık kendinsin. Öyleyse bu kitabı n devamı n ı okumadan önce kendine bir söz ver! Şerefine namusuna değil insanlığına söz ver! 'Kendimi engellemeyeceğime söz veriyorum!' de! Ü ç kere, beş kere, kırk beş kere değil; bir kere adam gibi inanarak söyle bunu: 'Bundan böyle hayatımın so­

nuna kadar kendi m i asla engellemeyeceğime söz ve­ riyorum, söz!' Aman: Kendinden başka hiç kimseye sonsuz söz­ ler verme ve asla akl ından çı karma! Düşüncele­ rin ve duyg uların sadece şu ana aittir. Ne hisse­ diyor olursan ol, onlar yal nızca şimdiye i l işkindir. O halde söz verirken hayal alemindeki kadar cö­ mert davranma. Evet, bilerek söylüyorum : Hayal­

lerin sonsuz olsun da sözlerin hiçbir zaman sonsuz olmasın!

16

D E M İ RKI RAN

Bizim adamlığımız ...

Bizim adamlığımızda 'de, da, ama .' gibi kelime, söz veya ..

bağlaçlarla bahane üretmek yok! Biz bütün dış unsurlara meydan okuyup imkansız denileni başarmaya adamışız kendimizi . Orijinal yaşarız; bir fabl ya da masal lazım

olduğunda hemen Mevlana'ya, Ezop'a, Beydeba'ya koşmayız

mesela biz. Yeni masallar yazarız ve biliriz: Karga-tilki, aslan­ ceylan La Fontaine'e, Andersen'e ya da Cervantes'e ne kadar

yakınsa bize de o kadar yakındır veya onlara ne kadar uzaksa bize de en fazla o kadar uzaktır.

ŞAKASI YOK Bir gün m utlaka öleceksin! Bugü n sana akıl verenler o gün mezarına gelecek ve üstüne acele acele toprak serpecek. 'Çok iyi bir insandı o!' diyecek ve seni ıssızda yal n ız bı­ rakıp geri dönecek . . . Kimse g i rmeyecek seninle m ezara ve hiç kimse senin için bürünmeyecek sonsuz yasa. Sa­ dece sen tutacaksın kendi yasını ki ölenlerin yüzle rce yıl­ dır devam eden m atem sessizliği de b undan d ı r zate n . Sen de susacaksın bir gün kendin i ç i n v e şaka değ i l sen­ den başka h erkes işine geri dönecek ertesi saba h . Öy­ leyse tekrar düşün: Seni senden daha çok kim sevebilir, ölmeden cevap bul buna?! Nedir bu kayg ılarının sebebi?

'O ne der, bu ne der?. .' Bundan sana ne Allah aşkına? Zamansız zamanlarda . . . Çok zaman önceydi. O kadar zaman önceydi ki 'zaman' diye bir şey yoktu. İ nsanlar, güneş do­ ğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı, bir daha 17

KAS H N A F E L S E F E S İ

hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı. Derken 'za­

man' diye üç parçalı bir şey icat etti insan. Bir par­ çasına 'dün' diğer parçası n a 'bugün' öteki par­ çasına da 'yarın' dedi. Son ra nasıl oldu bilinmez ya da b i l i n i r de söylenmez; fesat karıştı zamana ve insan u nuttu bugününü. Dününü düşünüp piş­ man old u , yarı nı için telaşlandı her daim ama işin ilginç tarafı tüm telaş ve pişmanlıklarını güneş do­ ğ u p batıncaya kadar yaşadı hep. Farkında olma­ dan rezil etti bugününü. Oysa yarın, bugüne 'dün' d iyecekti , zaten dün de bugüne 'yarın' diyordu. N eyse beceremedi işte. Bir eliyle yarına, diğeriyle d ü ne yapıştı yan i; bugünü eline yüzüne bulaştırdı, mutsuz oldu insan . Ve ne gariptir ki yarının tela­ şını da d ü n ü n pişmanlığını da hep bugün yaşadı lakin bugü n ü hiç yaşayamad ı ; ne yarın ne de dün! El alem n e der virüsü

Yaratıcı , bütün i nsanları sıra dışı yaratm ıştı ama onlar eşsiz

oldukları nı unutup 'El alem ne der?' diye bir virüs icat ederek kendilerini sıradanlaştırmayı başarmışlardı.

BİR EŞŞEG İ N H İ KAYESİ Bir zamanlar eşşeğin biri, tüm arkadaşları çalışmaya git­ tiği için yaln ız kaldı ormanda. 'Ne yapsam da onlar ge­ l i nceye kadar eğlensem? ' dedi ö nce. Kendi kendine bir oyu n oynamaya karar verdi sonra. Uzun uzun ne oy­ nayacağı n ı düşündü. Hiç acele etm iyordu çünkü zamanı çoktu eşşeği n . Aklına saklambaç oynamak geldi birden. 18

DEMİ RKI RA N

Yalnızdı ama öneml i değildi bu. Ne de olsa o bir eşşekti. ' Kendim saklan ı r, kendim bulurum.' deyip bir ağaca dayandı ve yüzden geriye doğru saymaya başladı. ' 1 00, 99, 98. .. 3, 2, 1, O. Önüm, arkam, sağım, solum ebe ve sobedir. . ' dedi ve aramaya koyuldu. 'Acaba nereye saklanmış olabilirim?' diye derin derin düşündü eşşek. Akşama kadar aradı lakin bir türlü bulamadı nereye sak­ landığını. Hava kararınca eşşeğin arkadaşları ormana geri döndü . Birlikte yen i oyunlar oynadı lar ancak bir türlü ak­ lından çıkmıyordu eşşeğin, hep kendi kendine 'Acaba ne­ reye saklandım?' d iye soruyordu. .

Sabah olup işe gider gitmez diğerleri , aranmaya başlıyordu eşşek . . . Aradan aylar geçti. Bir g ü n m i sket oynarken ka­ fası iyice karıştı ve neyi aradığını da u nuttu eşşoğlueşşek. Arıyordu ; neyi aradığını bilmeden sadece arıyord u. Kafa­ sını karıştırdıkları için arkadaşlarıyla da arası iyice açılmıştı. Onları sorumlu tuttu bu d u rumdan: ' Ben ne g üzel bili­ yordum. Hep sizin yüzün üzden oldu . Hayatımı mah ­ vettiniz. Benim suçum yok. Bütün s u ç sizin ! ' dedi ve sürekli küfretti anırarak. Ö m rü aramakla geçti ama hiçbir zaman bulamad ı aradığını. Uyarı: Kesinlikle haklısın a m a oraya takıl ma! Ben de bi­ liyorum eşek tek 'ş' ile yazı lır lakin bu h i kaye, bir eşe­ ğin değil bir eşşeğin hikayesidir.

Eğer bir yerlerde, çözümü kendi dışında arayan ve başa­ rısızlıkları n ı sürekli dış etkenlere bağ layıp bir şeylere küf­ rede ede aranan bir eşşek görürsen yaklaş ona: 'Senin

ne aradığını biliyorum ben.' de ve küçük bir ayna tut su­ ratının tam ortasına. Eğer anlarsa ne ala, anlamazsa eş­ şekliğine ver geç! 19

KA S H N A F E L S E FfS İ

Elini her istediğinde kı mıldatabiliyorsan emin ol ki tüm

kontrol sended ir. Kazan mak istediğin halde hep kaybediyorsan sen asla kazanmak istemem işsindir!

E N BÜYÜ K DÜŞMAN Baban sen i koruyabilir, annen de. . . Düşmanların ı n sana zarar vermesini de engelleyebiliriz, kafana taş d üşme­ sine bile mani olabi liriz. Arkadaşların ı n , rakiplerinin sana zarar vermesine engel olabi lecek bir sistemi de oluştura­ biliriz . . . Ama sen i bir şeyden asla koruyamayız biz; ken­ di nden. Evet, ne ben ne de bir başkası seni asla koruya­ maz 'senden' çünkü beyni n i n içinde neler olup bittiğini senden başkası bilemez ve hiçbir zaman da bilemeyecek!

Sen yürümedi kten sonra kaldınm yürüse ne yazar? Ada m yürümeyince kaldırım dayanamadı ve yü­ rüdü. Kaldırım yürüyünce adam dayanamadı ve ge­ riye doğru yürüdü. Adam geriye doğru yürüyü nce kaldırım hızlandı ve koşmaya başladı. Kaldırım ko­ şunca adam dayanamadı ve kaldırımdan aşağı indi. Yeri gelmişken bir eşşek hikayesi daha geldi aklıma hemen anlatmam lazım, çatlarım yoksa! . . E, sus da anlatalım . . .

Eşeğin Teessüfü Efe n d i m , eşeğ in biri n i uslan s ı n d iye aslanın ya­ n ı n a verd i ler. Eşek tam 7 sene aslanı n yan ında kaldı. 7 yıl boyunca tüm akrabaları büyük bir sa­ bır ve inatla, yorulunca ayak değiştirerek sarayın 20

D E M İ RK I RA N

önünde bekled iler. . . Derken geçti yıllar açıldı kapı­ lar ve sayın eşek, aslanın sarayından bir kahraman gibi çıktılar. Akrabaları büyük bir sevinç ve merakla sordu: 'Anlat bakalım, neler yaptın, hayatında

neler değişti?' Eşek, anında yüzün ü astı ve bü­ yük bir kızg ı n l ı kla cevap verdi: 'Çok teessüf ede­

rim . Yazıklar olsun! Demek ki siz beni hiç tanı­ mamışsınız. Ben asla değişmem!' Muhalefet Departmanı: Az önceki 'E, sus da anla­ talım!' ikazı , yazarın kendiyle olan tartışmasıdır, lütfen üstüne alma! Zaman zaman yapıyor bunu ve engel ola­ mıyoruz. N 'olur kusura bakma!

BAŞKASI YAPIYORSA SEN DE YAPABİLİRSİN ACİZLİGİ Eziklerin felsefesidir 'Bir başkası yapıyorsa sen de ya­

pabilirsin!' ifadesi zira ne Edison ampulü icat edebilird i n e Armstrong Ay'a çıkabilirdi böyle inansayd ı . Onlar d a

Kashna Felsefesi'yle yaşadılar bütün büyük insanlar g i b i . Dediler ki ' Birileri bir şeyi yapıyorsa da yapmıyorsa da

yapamıyorsa da ben eğer istersem m utlaka yaparım!' Öyleyse insan herhangi bir şeyi başarabilmek için başkala­ rının referansına değil kendi sınırlarını bilmeye ihtiyaç duyar. Eğer insan çaresiz kalınca destanlar yazabiliyorsa, şayet insan çaresiz olunca ampul icat edebiliyor ya da hastal ı k­ lara çareler bulabiliyorsa; bu, o gücün daima onun içinde olduğunu göstermez mi? Peki, bunu normal zamanlarında açığa çıkarmasın ı engelleyen nedir? 21

KAS H NA F E LS E F E S İ

O, bugün ölümü kazandı: Ben bu kitabı yazarken 25 Ağustos 201 2 tarih i nde ölümü kazand ı büyük adam Neil Armstrong. Adını anınca paylaşmak is­ tedi m duygularım ı da. Düşünebiliyor musu n , öm­ rün ü n sonuna kadar her kim ki bir astronot ya da astronot kıyafeti görürse m utlaka onu hatırlaya­ cak, Ay'a bakan herkes onu anacak, sonsuza ka­ dar 'uzay' denildi mi akla ilk o gelecek . . . Bir başarı h ikayesi anlatılacaksa önce ondan bahsedilecek; tıpkı şu anda benim yaptığım gibi. Bu ne delice bir g u ru r, bu ne inanılmaz bir başarı ! İ nsanlığa gökleri hediye ederek ölümü kazanan bu büyü k cesareti saygıyla anıyorum . B i r şey yapamadı k bari çam u r atalım: Hayatı boyunca kayda değer hiç bir şey yapamayanlar, gece yarısı tek başına yan mahalleye gidecek ka­ dar bile cesareti olmayan korkaklar, o devirdeki bütün olumsuzluklara rağmen ölümü göze alarak Ay'a çıkma cesareti g östere n lere çam u r atmayı m arifet bel lerler; üste l i k NASA' n ı n bütün ispatla­ rın ı h içe sayarak, bir zamanlar büyük adamın üs­ tüne çıkıp insanlığa g ü l ü msed iği o yerin ışığında 'Vay efendi m aslında Armstrong Ay'a çıkma­ mış; ABD, milleti kandırmış.' biçiminde konuşur bu pençatlar. . . Düğünlerde havaya mermi sıkarak eğlenmeyi, gece yarısı naralar atarak kendini ifade etmeyi, mahalle aralarında kızlar için h ız yaparak ' Bakın görün ben nasıl bir piçim!' diye bağırmak üzere arabasının 22

D E M İ RKI RAN

egzozuna o zımbırtıyı taktırmayı ve bazen ölüm dö­ şeğindeki bir hastayı, bazen geleceğe ışık saçmaya çalışan bir öğrenciyi , bazen yeni doğmuş günah­ sız bir bebeği rahatsız etmeyi, kimi zaman ezerek adam öldürmeyi marifet bilenler, Edison'un 'am­ pul' dışındaki onlarca buluşunu ve o akıl almaz az­ mini, maddi imkanları olmayan Tesla'ya, çalışma­ larını yapabilmesi için laboratuvarını açarak destek olduğu gerçeğini yok sayıp 'Aman efendim Edi­

son, Tesla'nın buluşu olan ampulü çalmış.' di­ yerek balçıkla g üneş sıvar h atta bunu ded i kten sonra kalkar lambayı söndürür, yakarlar. En nefret uyandıranı da hangisidir bil iyor musun? Bir adam robot yapar, öteki de çam u r atar: 'E, robotu yap ­ t ı n ; hadi bir d e can ver de görelim beyefendi!' Bu ne yaa, bu nasıl bir seviyesizliktir Allah aşkına? Kaldı ki 'bomba imha robotu'dur o beğenm ed i ğ i y a da sözde karaladığı. İ nsan ların hayatını kurta­ ran böyle bir buluşu aşağılamak ne çirkef bir d av­ ranıştır? .. Ü steli k yine o ayn ı adamı n yaptığı ' mi k­ rofon' denilen kon uşma robotuna söyler bunu o edepsiz! Az önce Edison'a laf sokan saçma sapan, biraz sonra da gelmiş geçmiş en büyük mucitler­ den olan Nikola Tesla'ya 'Aslında oluşturduğu dev sinyallerle suni depremler oluşturacaktı şeref­ siz de bakma sen!' diyerek çamur atar şuursuz. Patavatsız düşünceler: Ö n e m l i veya ü n l ü b i ri ölünce özellikle de zengi nse arkasından ' N e gö­ türdü? Ölümlü dünya işte, her şey boş vesselam!' 23

KAS H N A F E L S E F E S İ

diye n lere gülmek bile zaman kaybıd ır. Ne yapa­ caktı ki mesela Steve Jobs? Bir koliye 300-500 tane telefon makinesi, birkaç tane de dizüstü bilgi­ sayar koyup öyle mi gidecekti veya yine dünyanın önde gelen zenginlerinden olan Vehbi Koç, olası bir cehennem tehdidi için bavulun içine birkaç tane klima koyup öyle mi gitmeliydi ahirete? Bu insanlar ne sanıyor acaba yaşamayı ölmeyi? Bunlar sığ ve aciz d üşüncelerdir. Ö lür g idersin ve geriye yaptık­ ların kalır. O halde insanların ne götürdüğüne de­ ğ i l ne getirdiğine bakm ak gerekir; peygamberler de bir şey götürememiştir bu dünyadan ki zaten biz de bu yüzden onları n götürdü kleriyle değil ge­ tirdikleriyle ilgilen iriz. Zor soru gelir: i man götürdüler beyefendi onlar, iman . . . Amel götürd ü ler ama siz bunu nereden anlayacaksınız? Demirkıran saf saf sorar çünkü cidden anlamaz: Ö l­ d ükten sonra bir amel d ükkanına falan mı uğruyor gi­ denler yani? Valla bilmiyord u m ! Tespit: 'Fare, kediden h e r z a m a n şikayetçidir, b i r şey yapsa da yapmasa da.' Orada olmamalıdır o kedi çünkü varlığı bile tek başına yeter farenin canını sıkmaya. Şu halde güçlü olanın sevilmemesinden daha doğal bir şey yoktur ancak herkes güçlünün yerinde olmak is­ ter buna rağmen. Mesela kurt, kuzuyu boğarken her­ kes kuzuyu tutar da sorsan kuzu olmak istemez kimse kurt olmak varken!

Kashna Felsefesi: Birinin bir şeyi yapabi liyor olması, be­ n i m de onu yapabileceğimi göstermez! Bu sadece benim yapabileceklerimin en alt sınırını beli rler. Biri Ay'a çıkmışsa 24

DEM İ RKI RAN

söz gelimi; bu, benim de Ay'a çı kacağımı ifade etm ez, en az Ay'a çıkabileceğimi gösterir ki bu durumda Mars'a da Güneş'e de çıkabilirim ben. İ ddia: Şu ana kadar hep bu şekilde i nananlarla görüşseydin şimdi kartala komşu olacaktın.

Bir anı : Çocuk l u ğ u m Almanya'da geçti. 1 2 yaşındayd ı m Türkiye'ye geldiğimizde. Uzaktan kum9-ndalı ara­ banın uzay mekiği zannedildiği zamandı. İ l k g ü n , sokağa i n d i m arabamla. H erkes başıma toplandı. Popülerd i m mahallede, en popüler. Kumandaya dokun mak için sıraya g eçti tell i arabayla oyna­ yan çocu klar. Bu hep böyle sürecek zannediyor­ dum ama olmadı; birkaç g ü n sonra telli arabala­ rına geri döndü ler. Dik bir sokaktı ve sokağ ı n en başından aşağ ıya kadar sürüyordu yarış. O nların bu i l kel arabaları­ nın tepesinde tel bir çubuk vard ı . Hemen hemen hepsinin üçüncü sınıf plasti kten yapılmış tekerlek­ leri kırılmıştı ve ucunda tel olan araba biçimindeki o naylon zımbırtıyı el yordamıyla yere sürterek koşu­ yorlard ı . Aslında en hızlı koşan kazan ıyordu , araba bahane . . . Nefes kesen bir m ücadeleyd i , o ne eğ­ lenceyd i bee! Uzaktan kumandalı son model ara­ bamla onların yarışına dahil olamıyor, köşede yalnız başıma oturuyordu m ve sinir bozucuyd u yal n ızlık! Ertesi gün pazar k u ru l d u y u ka rı d a ki c a d deye; C u m a Pazarı . Hemen g ittik, bana d a naylon bir 25

KAS H NA F E LS E F E S İ

araba aldık. Sonra bu mahallede hiçbir hükmü ol­ mayan uzaktan kumandalı arabamı çatıya kaldır­ dık, bir daha da hiç elime almadım ben o son mo­ del yaln ızlaştırıcıyı . İ şte böyle oluyord u ; onlar sana benzemiyorlarsa sen onlara benziyordun ve mevcut seviye kalaba­ lığın ritminde seyrediyordu .

E N SON KAYG I LAR ÖLÜ R Ad e m oğ l u n u n kaygı ları vard ı ve ö l ü m bile yok edemi­ yordu bunları . . . Bazen binlerce insan kamplarda insanlık dışı şartlarda ya­ şamaya mah kum ediliyor, karşılarına da diktanın doğur­ duğu, aldıkları emre kul olan birkaç maşa geçiyor ve on­ ları fırınlarda yakmaya götürüyord u da sesini çıkarmıyordu hiç kimse. Oysa biri isyan etse ya da sadece bir defa hay­ kırsa ödü kopacaktı eli kanlıları n ! Düşünebiliyor musun? ' Biz de emir k u l uyuz! ' ucuz pelensengiyle elindeki tüfeği sırtlarına dayayan bir zavallı onlara açı k açık, -

Hadi yürüyün, sizi fırı n larda yakacağı m .

diyordu d a onlar b u n a adeta, -

Tamam o zaman , biz bi yanalı m .

karşılığını vererek tüfeğin namlusunun ucunda yürüyorlardı bir meçhule. N e düşünüyor olabilirlerd i ya da ne olabi lirdi ki? Ü ç dakika fazla yaşamak için m iydi bütün bu sus pus 26

D E M İ RKI RAN

olmalar? Az sonra yanacaksı n ulan, dönüp bir çığlık da mı atamıyorsun yalandan? Kimse, kimse için ölmeyi göze alam ıyordu n itek i m , ken ­ d i s i i ç i n b i l e ! Kayg ı ları vard ı herkesin v e b u n u b i lenler ' l ider' ol uyord u hepsine. B i r aslan ı n d a gözün ü karar­ tıp araları n a dalarken bin ceylandan fazla bildiği bir şey buyd u işte. - Onların da kayg ıları var beni m de ama bunu ben bili­ yorum , onlar bilmiyor. . . diyerek telef ediyordu koca sürüyü .

BURADA BENİ BENDEN BAŞKASI TAN I M IYOR İ nsanların özellikle de h i ç tan ı nmadığı ortamlarda sıkılma­ larına ve içine kapanı k tavırlar sergilemelerine hiç anlam veremiyoru m . Düşünsene, bir ortama ilk defa giriyorsun ve seni hiç kimse tanı mıyor; bu hiç tan ı nmadığın yerde yep­ yeni fırsatlar yakaladığını nasıl fark edemiyorsun? Kendi hal inde, içine kapanık, utangaç b i r insan olduğunu varsayalım ancak şimdi yeni, yepyeni bir ortamdasın; asos­ yal ya da ezi k olduğunu bilen hiç kimse yok! Herkes, sen i az sonra yen i tanıyacak. B i r tek sen bil iyorsun içine ka­ panık olduğunu ve kendini bu saçma sapan referansla frenleyen d e kendinsin. Yen i bir başlangıç yapabilecek­ ken yine ayn ı yerden devam etmen ne kadar da anlam­ sız . . . ' Ben bu ortamın en unutulmaz i nsanı olacağım.' de kendi kendine. İ çindeki o ışıltılı adama ilk defa kulak ver o g ü n . Tüm mahcupluğunu, utangaçlığını çöpe at ve 27

KAS H NA F E LS E F E S i

yüzüne en çok yakışan o tebessümünle geç karşılarına. Yalandan da olsa yap bunu. Herkesle konuş, bir soru so­ rulduğunda en önce sen atla, cevapla. Ne kaybedersin? Seni kimse tanı m ıyor. Ne yaparsan senin normalin odur işte. Oradaki hiçbir insan senden bir olağanüstülük bek­ lemiyor ki! O g ü n takınacağ ın tavır esas alınacak ve on­ larla ikinci kez karşılaştığında o g ü n kü yaklaşımını serg i­ lemen beklenecek senden. O halde i l k tanıştığında sönük bir insan olarak algılanırsan senin profilin artık bu olacak ya da tam tersi!

Ben özelim, sen de . . . Seminere g itmiştik y i n e b i r g ü n . Hemen hemen 40 kişi vardı salonda. Seminer öncesi tanışmamız ge­ rekiyordu . Sağ baştan başlan d ı . İ lk adam kendini tanıttı: 'Mehmet Ali Tanrıverdi, Kütahyalıyım, özel bir şirkette muhasebeciyim . . . Evli ve iki çocuk babasıyım .' Sıranı n bana gelmesine epey vard ı . H erkes kendini Mehmet Ali ' n i n şablonuyla tanıttı. Neyse sıra bana geldi . Ayağa kalktım fakat özel­ l i kle hemen başlamad ı m söze. Bu birkaç saniyelik d u raklama, insanların 'Ne oluyor orada, n iye işle­ m iyor sistem?' diyerek bana dönmelerini sağlad ı . Ve ben o i nanılmaz rahatl ı ğ ı m la şunları söyledim: "Adım Erdal Demirkıran, kendi muhteşemliğini kendi keşfetmiş bir adamı m . 1 970 yılında, yağ­ m urlu bir ilkbahar gününde Almanya'da doğ­ muşum; öyle söylediler. Eğ itimci ve yazarı m . ' Ben Dünyanın En Akıllı İnsanıyım' adında b i r kitap yazdım. Siyah e n sevdiğim renktir. Babam 28

l'EMİRKIRAN

mükemmel bir adamdır. Sahip olduğum her şe­ yin çok özel olduğunu düşünürüm hep. İnsanın isteyip de yapamayacağı hiçbir şeyin olmadı­ ğına inananlardanım. Kaygı, korku ya da ön­ yargı nedir bilmem. Bugün size benimle olma fırsatını verecek kadar da cömert bir insanım. Tadını çıkarın." Belki sen bunun çok uzu n , saçma ve gereksiz olduğunu düşünüyorsundur. Kimin n e düşü n d ü ğ ü hiç önemli de­ ğil ben sadece şunu biliyorum: Bugüne kadar tanıştı­ ğım hiç kimse beni unutmadı ve asla unutamayacak! Haa, ayrıca o gün ne oldu biliyor musun? Kendimi tanıttık­ tan son ra atmosfer değişti birden. Artık kimse kısa kü nye okumad ı Mehmet Ali gibi. Kimi en çok sevdiği meyveyi söyledi , kimi oğ lunu anlattı, kimi arabasını değiştirmek is­ tediğini getirdi dile . . . Böylece biz de insanların hiçbir yerde anlatmad ığı yepyeni yönleri n i keşfettik!

10 yıl sonra bugün: Aradan 1 O yıl geçti. Şimdi işler değişti. Artık öyl e anlatmıyorum kendimi hatta h i ç tanıtmıyorum bile. Onlar ' H uzurlarınızda Dünyanın En Akı l l ı İ nsanı . . .' d iyerek takd i m ed iyor beni . Peki neden? Ç ü n kü beni tanıyan tan ımayan herkese yıllar önce ken ­ d i m i böyle ifade etm i ştim. Onlar sadece tutarlı o l ­ m a m ı beklediler, b e n d e Allah için fen a tutarl ıy­ d ı m . 300'den fazla uluslararası proje hazırlad ı m . Tamamen orijinal 1 0 tane kitap yaptım. Zirvedeki­ ler, çapları n ispetinde 30'dan fazla projemi hayata 29

KA S H NA F E LS E F E S İ

geçi rdiler ki bilen bilir ben hayattayken bu kadar projemin uygulanması ciddi bir iştir. . . Uzatmaya­ l ı m , yapacak bir şey yok. Ben o adamım; dünya­ n ı n en akıl l ı insanı, en büyük yazarı ve en iyi ko­ nuşmacısı . . . N eyse şimdilik bu kadar yeter, 1 0 yıl son ra bu sayfada yen iden buluşalım ve hep be­ raber şaşıralı m . Büt ü n hayatını başkalarının öğrettiği gibi yaşadı adam. Son nefesini verirken fark etti:

Ölümü, kendi bildiği gibi olacaktı; tıpkı doğumu gibi.

BAKOR AGA EFSANESİ İ flas etmek üzereyd i baba ve zor duru mdaydı fabrika. Pi­ yasada itibarı iyice azalan iş adam ı n ı n şirketteki otoritesi d e dibe vurmuştu. Ü niversiteyi geçen yıl, dört sene ge­ cikmeyle bitirmiş serserilik yapan küç ü k oğul Bakor ' Ben

hallederim baba! . . Sana söz veriyoru m ; eğer dedi kle­ rim i yaparsan bırak iflas etmeyi, eskisinden katbekat daha zengin oluruz!' diyerek şirketi babasından devraldı . Seçme şansı kalmayan adam , p e k i nanmasa d a kaybe­ d ecek bir şeyi olmadığı için kabul etti, mobilyanın kırlen­ tinden dahi anlamayan oğlunun bu teklifini. Bakor, e n yakın arkadaşını d a yan ı n a alarak büyük bir plan yaptı ve hemen harekete g eçti . İ l k olarak giyim tar­ zını değiştirmeye, spor kıyafetlerinden kurtulmaya karar verdi. Fakat biraz abarttı; kendine iki çift çizme, bir şalvar, birkaç kasket, çeşitli ebatlarda tespihler, yer minderleri , 30

OEMIRKIRAN

birkaç tane eski nargile ve de iki kamçı satın aldı . . . Uşak tayin ettiği arkadaşına ise oldukça pahalı bir takım elbise ısmarlad ı . Onun tanımlanan görev i , her zaman yanında gezerek millete Bakor'un ağalığını h issettirmekti. İ şin ba­ şına geçmeden önce satın aldığı aksesuarların yedekle­ rini, takım elbiseli yakışıklı uşağıyla ofise gönderdi. Uşak, kendini tanıttı ktan sonra Bakor'un odasına geçti. Çizme­ leri ve kamçıyı herkesin görebileceği bir yere koydu. Tes­ pihleri, d u vara çaktığ ı çivilere ast ı . Odan ı n içinde boş bulunan bölüme m i nderleri sererek bir şark köşesi oluş­ turdu ve son olarak da uzun süredir kullanıldığı belli olan üç nargileyi, doğru noktalara yerleştirerek odadan dışarı çıktı . Herkes merakla o l u p biteni izliyordu. Uşak duvar­ daki tabloları göstererek: 'Ağamız böyle cıvık işleri sev­

mez!' dedi ve hepsini kaldırttı . Personelle acil bir toplantı yapı p onlara Bakar Ağa'n ı n sert mizacını anlattı . 'Sakın

ağamıza bey falan demeyin, cinnet geçirir. Atına bi­ ner, ofisi basar. Belli etmez ama delinin tekidir. . . Basit meseleleri ona götürmeyin, kendiniz halledin. Yeni bir dönem başlıyor, aman hata yapmayın, hepimizi mah­ veder.' dedi ve sekreter kızı ayrıca kenara çekip "Önce­ likle çalıştığımız bütün şirketlerin sahiplerini tek tek ara ve onlara yönetim kurulu başkanımızın değiştiğini bildir, Bakar Ağa'mızın kısa bir zaman içinde hepsini davet edeceği n i söyle. Ayrıca arayanlar ' Bakar Bey'le görüşeceğim!' dese dahi sen 'Ağamız burada . . . Ağamız şeh i r dışında . . . Ağamız istirahat ediyor. . . Ağamız toplantıda . . . ' diyece ksin; yan i 'ağa' kelimesi her cümlenin içinde en az bir kere geçecek. 'Ne ağası, 31

KAS H NA F E LSEF E S İ

ben Bakor'la görüşmek istiyorum!' derlerse rahat ol ve inatla 'Ağamızı mı istiyorsunuz?' de." diyerek uyardı onu. Öyle bir korkuttu ki onları , 40'ı aşkın personel daha ağa gelmeden maraba olup çıkmıştı bile. Ertesi g ü n Ba­ kor erkenden kalkıp kirli sakalı ndan geniş bir bıyık yapa­ rak tıraş oldu . Şalvarın ı giydi, kuşağını taktı. Kasketini ba­ şına, çizmelerini ayağına geçird i . 26 yaşındaydı ama daha olgun gösteriyordu. H atta bu kılığıyla 40'ı geçkin d u ru­ yordu. Tespih i elinde, ofise gitti uşağıyla. Herkes onu gö­ rünce ayağa kalktı , başak tanelerinin intizamıyla dizildiler karşısına. ' H oş geldiniz ağam.' diye karşıladılar onu koro halinde. 'Sayın Ağam . ' diyerek elini öpenler bile oldu. Ağa, borçlu oldukları şirketlerin sahipleri n i acı kahve iç­ mek için ofisine davet edip on lara nargile ısmarlad ı şark köşesinde. H epsine borçlarla ilgili birer yıllık ödeme planı yaptı; hiçbiri karşı ç ı km ad ı . Zaten itiraz etmeye kal kan olursa nargileden derin bir nefes alıyor, üflerken serserili­ ğini gizleyip ' Bana ve dehama g üven! Bakor Ağa ne di­ yorsa odur, şaşmaz! Saat gibi: Tik tak tik tak! . .' G üven vericiydi. Tan ı mayan lar için o, ağa olarak yaratılmıştı , do­ layısıyla kimse yadırgamadı onun bu hal i n i . Dedim ya öz­ güven sorun u yaşayan i nsanların bilmed iği şey de buydu aslında. İ nsan , en pısırık ve içine kapanık bir yapıda bile olsa yeni ortamlara g i rerken cesur davranabilirdi ancak bunu deneyen yoktu! Oysa ad ı üstündeydi işte: Yen i or­ tam . . . Oradaki hiç kimse onun ne kadar sessiz olduğunu bilmiyordu, b u n u bilen sadece oyd u . Neden rahat olma­ yacaktı ki? O raya takla atarak g i rse bile bunu kimse garip karşılamayacaktı. Ve i nsan yine kendi referansıyla kendi ..

32

DEMİ RKI RAN

özg ü rlüğüne hem de kendi eliyle kurşun sıkıyor hatta ba­ zen şarjörü boşaltarak biraz daha eziliyordu ki bunda ken­ dinden başkasının suçu yoktu. İ şte Bakor bunu fark et­ m i şti ve yüzyı llar içinde bütün i n sanların ortak felsefesi haline gelen ' Herkesi olduğu gibi kabul etmek lazım!' kalıbını kullanacaktı. Bu yüksek dönüşümü arkadaşları garipsedi biraz ama sa­ dece biraz çünkü Bakor, ağalığı nda inat ediyordu. ' Bakor Ağa' dışında nasıl hitap edilirse edilsin duymazdan geli­ yord u . Annesi 'oğlum' diye seslendiğinde asla cevap ver­ m iyordu, taa ki ' Bakor Ağa' deyi nceye kadar. Hiçbir ağalığını görmeseler de artık hepsi ağa olduğuna inanmıştı onun. En son o inandı ama neticede inandı işte. Yürüyüşü değişti . Toplantılara çağ rıldığında kocaman bir tespihle ve yaz ortasında çizmeyle gidiyordu. İ stenildiği ka­ dar ince ve nazik şekilde 'Ağa geliyor!' denilse bile her­ kes 26 yaşındaki çiçeği kasketiyle çenesinin arasına sıkış­ m ı ş bu deli kanlıdan tedi rgin oluyordu. Oysa hiç kimseye hiçbir zaman kızmamıştı ama fena efsaneler vardı ! 'Kı­ zınca birini hastaneli k etmeden siniri geçmiyo rmuş!' i kazı söylentilerin en hafifiydi. Bir defa 'ağa' kelimesi başlı başına markayd ı . Herkes o kadar alıştı ki bu işe, ö rdek yavruları gibi 'ağam ağam' diyerek onun peşinde dola­ şır oldular. Genç adam bir de üzerine aldığı yükü ve ba­ basına verdiği sözü özümseyince hepten ağır bir adam olup çıktı. Personel ona yaran mak için var gücüyle ça­ lıştı; o ise borçları ödemekle kalmadı, çok daha fazlasını yaptı ve vaat ettiğinden daha büyük paralar kazandı. Bir ağa gibi yaşadı ve vakti gelince de bir ağa olarak öldü. 33

KAS H N A F E LS E F E S İ

Ortada hiçbir şey yokken kendini bir 'dev'e dönüştürebilir­ sin ya da birileri seni istediği şeye dönüştürebilir. . . Şimdi 'Ben neysem oyum kardeşim. Olduğumdan farklı gö­ rünemem.' diyerek bana karşı kabadayılanmayı bırak da filmi geri sar ve düşün. Sen hiçbir zaman kendin olmad ı n , Mevlana d a olm adı, olamadı. Bildiği kadarıyla kendiyd i . Sen d e öylesin, bildiğ i n kadar kendinsin. Oysa Allah d i ­ yor: Sen mükemmelsin! Peki , kaç kişi gerçekten inanı­ yor buna? Hiç! E , sen Allah'tan daha mı iyi biliyorsun ne olduğunu? Hayır! Kom i k olma o zaman .

Çeşitli d iyaloglar: Okuyucunun bazısı dayanamaz "Kur'an'da da ya­ zıyor zaten 'İnsan mükemmeldir.' d iye. Ne de­ mek ' Kaç kişi inanıyor?' Herkes inanıyor. Bir tek sen m isin M ü slüman?" diyerek itiraz eder. Yazar ' Haa, tamam o zaman.' ifadesiyle ironi ya­ par önce ama son ra o da dayanamaz, insan ya! 'Yahu kardeşim ne saçmalıyorsun sen? Nasıl müke m m elsin ki akan kana, süregiden boz­ guna, üretilen topa tanka atoma, füzeye tüfeğe mermiye ses çıkarmıyorsu n?' der. Aynı okuyucu saçmalamaya devam eder, baştan saçmaladı ya daha da tutamaz kendini: 'İyi de ne yapayım ben mi çıkarıyoru m savaşları?' Yazar 'Çok para kazansan ve gitsen dini imanı para olmuş silah fabrikalarını satın alsan sonra da silah üretimini durdurup bu aynı mekanlarda oto m o b i l , uzay mekiği, saç kurutma m a k i ­ nesi falan üretsen v e kazandığın parayla yeni 34

D EM İ RK I RAN

palazlanan silah fabrikalarının da başına çök­ sen . . . Bıçakla mı savaşacaklar?' diye basit bir soru sorar bu sefer. Ama tatmi n olmaz o okuyucu 'İyi de silahları biz­ zat devletler üretiyor ben bunun önüne nasıl geçebiliri m ki?' diye haklı çıkma telaşına düşer. Yazar 'Haa, demek ki o zaman acilen 'mükem­ mel' olduğuna inanan insanlardan oluşan bir devlete ihtiyacın var. E, peki biz ne yapıyoruz burada?' diyerek hem soruyu sorana laf sokar hem de bu vesileyle hala onu tanımayanlara kendi hak­ kında ipucu verir. Not: Bu, silah fabrikalarını satın alma fikri sıradan bir düşüncedi r ve ben i m en basit tekl ifi m d i r. Ö yle 'vay anasına' bir fikir olduğunu falan iddia etm iyorum an­ cak o n u rsuzların nezdinde para, her şey olduğu için bu kıytırık fikir bile tek başına iş görür, bunu biliyorum . Notun d i b i : B i r gün b u konuyu merak eden e n az be­ nim kadar cesur ve m ü kemmel birilerine rastlarsam çok daha nefes kesici teklifler yapabileceğimden hiç kimse­ nin şüphesi olmas ı n . Ö zetle mükemmelsen henüz şe­ kere 'gaga' d iyen bebeğin kan ı akmayacak; akmaya­ cak o bebek . . .

B E N ve ON LAR 23 yaşındaydım i l k defa 'Ben Dünyanın En Akıllı İnsa­ nıyım.' dediğimde. Her kafadan bir ses çıkıyordu ve ben daha çok toydum o zamanlar. Çoğu defa cevapsız kalı­ yordum. O kadar estağfurullahın arasında nasıl baş etmiş de direnmişim, inan hala alm ıyor aklı m fikrim?! . . Bak elimi 35

KASHNA FELSEFESİ

öpüp aln ıma koydu m şimdi, bir de makas ald ı m dünyanı n e n akıllı insanından . Büyük adam ım vesselam . . . Annemin , kaşların ı süzerek bana 'Oğlum sen deli misin,

neden böyle şeyler söylüyorsun yavrum?' dediği g ü n 'Yok anne, deli değilim; ben dünyanın en akıllı insa­ nıyım.' diye ısrar etmiştim . 'Olsun olsun, sen yine de kimseye söyleme!' demişti , kaygı lıyd ı ana yüreği , nasıl da utanmıştı zavallı kadın . . . Halbuki hiç deni r m i anneye böyle şeyler? Çocuk aklı işte! Hele babamın duyması çok daha fenaydı . 'Duyması' d i ­ yorum yal n ız, bakar mısın? Sanki s u ç işlemişim g i bi yani . Duyar duymaz gözlerini kapamıştı; özelliğidir babamın ağı r küfredeceği zaman gözlerin i yumması. . . Birkaç saatliğine evden kaçmıştım d ü nyanı n en akı llı insanı olduğum için . . . Ü niversitedeki arkadaşlarım ı n tepkisi daha ilginçti; ben d i ­ yorum 'Dünyanın En Akıllı İ nsanıyım .' onlar d iyor ' Lan

oğlum, az akıllı ol!' Kafam karışsa da anlıyordum a z akıl l ı olmanın daha iyi olduğunu. Eziklerin, atasözüymüş gibi i nandığı saçma sapan hatta hem saçma hem sapan bir söz olan 'Akıllı olup dünyanın

kahrını çekeceğine, deli ol dünya senin kahrını çek­ sin!' ifadesi çıkıyord u karşıma daha sonra ve ben kah rı n ı çekmeyi tercih ed iyordum d ünyanı n , g izli gizl i . . . Tembelliklerini 'Allah, zavallıları sever.' ifadesin i n arka­ sına gizleyip saklambaç oynayarak mutlu olanlar vardı hiç­ bir işe yaramayanlar güruhundan ya da paçoz takımından. 36

DEMİRKl�AN

Hele de çokbil m işler, aman ne de güzel bilmişler! Ağzını doldura doldura, d uyanda önemli b i r söz söyleyecek iz­ l en i m i o l u şturarak kon u ş u rd ular. 'Sen söyleme, ken­

dini övme kardeşim. Bırak başkaları övsün!' dediler mi bana bir şey ol uyordu ama ald ı rış etmiyordum! Daha akıl lıca geliyordu ' Haklısın.' diyerek onların saçmalama­ larını d i nlemek; dinledikçe ne kadar zavallı olduklarını fark edip her seferinde biraz daha büyümek. Anlıyordum: Ben­

den başka seçeneği yoktu bu ormanın, kral ben ola­ caktım. Dur bir masal anlatayım da öyle devam edeli m . . . Taht Aslanın Bahtıdır Aslan erken öldü o yıl ve kralsız kaldı koca orman . . . Derken gökten zembille bir aslan indi ormana. -

Sen buranın yen i kralısın !

dedi felek zembille inen aslana sarayın tam orta­ sında. Hiçbir hayvan hakkında herhangi bir fikri yoktu genç aslanı n . . . Ne yapacağ ı n ı , ormanı na­ sıl yöneteceğini bilmeyen çiçeği burnunda kral, bir toplantı düzenled i . Amacı, orman halkını yakından tanıyıp ona göre b i r yol izlemekti. 'Kral çağırıyor.' dedikleri için derhal akın etti herkes saraya. Otur­ dular, suskundular. . . Kral hepsinden çekiniyordu çünkü hiçbirini tan ı m ıyordu. G izlese de sesinin tit­ remesini, açıkladı feleğ i n ona dediğini: -

Ben sizin yen i kralı n ız ı m . . . Sizleri yakından tanımak için davet ettim sarayıma. 37

KASH NA F ELSE F E S İ

En başta oturandan başladılar. Simsiyah parlak tüy­ leri vardı, m uhteşemdi gözleri . Cüssesi aslanı n iki katıyd ı ama yapacak bir şey yoktu. Ü rkse de as­ lan tanımalıyd ı bu hayvanları . Derken kon uşmaya başladı bakışlarıyla büyüleyen . . . -

Ben eşeği m efend i m . Tek idealim ağustos bö­ ceğine komşu olmaktır. Çok yaln ızım sayın kra­ lım. Herkes benimle alay ediyor. Beni en iyi an­ layan o.

dedi ve buna benzer saçma sapan bir yığın şey söy­ ledi ağlayarak . . . Sonra eşeğin yan ındaki söz aldı . Onun cüssesi d e neredeyse eşeği n iki katıydı ve cidden endişe vericiydi. Kalın sesiyle şöyle konuştu: -

Ben öküzü m efendi m , yaban öküzü . Çok şey istemiyoru m ! istediğim tek şey var, sabahtan akşama kadar taze ot yemek ve uyumak . . . Ne var bunda efendim?

Uzun uzun anlattı da aklı başında tek bir cümle kuramadı öküz. . . N eyse yan ındakine geldi sıra . Boyu dört m etreden uzun, ağırlığı i k i ton civarın­ daydı . Kral yine ü rkerek dinledi bu uzun boyunlu, boylu poslu hayvanı : -

38

Efend i m , ben zürafayım; asl ı n d a öküz kardeş g i biyim de boyu m uzun sadece biraz. O ben­ den önce söyled i , lafı da ağzımdan aldı. Tek isteği m şu alçak dalları yükseğe kald ı rman ız­ d ı r sayın kral ı m . B ı ktım usan d ı m eğ i l i p dikil­ mekten . . .

DEMİ RKI RAN

Diğerleri de kon u ştu sonra . . . Çakal çukal, til ki, ceylan, kedi, köpek, tavşan , tavuk; hepsi. .. Kral, -

Tamam, şimdi sarayı terk edebilirsiniz . . .

dedi ve yolcu etti tüm hayvanları. Neden kral ol­ duğunu da o g ü n anladı genç aslan . -

İ yi ki konuştular yoksa ben ne yapardım?

dedi ve içi rahat bir şekilde gülümseyerek sara­ yına çekildi. Nasıl masal ama? Allah için söyle, nasıl?.. Beğendiğine se­ vind i m . Onlar konuşurken yazmıştım bu masalı ben . Hele de amcalar, dayılar, hanı m teyzeler. . . Saygılıydım hep yaş­ lılara. Bilirlerdi hiç ses çı karmazd ı m onlara. 'Gir, sigortalı

bir işte çalış yavrum . Sana ne akıldan makıldan. Üç günlük dünya . . . Çivisi çıkmış d ünyayı sen mi kurta­ racan?' derlerd i. Bu 'çivisi çıkmış dünya' lafını da hiç anlamadım. Bunu her duyduğumda içimden bir ses hep

'E, çı ktıysa çakalım o zaman!' d iye sesleniyor bana ki ben h i ç sevmem çözüm ü retmek varken öyle oturup da şikayet etmeyi.

Bir kısım insan g ıcık olur sebepsiz: Nerden bi­ liyorsun masal ı n ı beğendiğimizi de seviniyorsun? Beğen medim arkadaş! Kral cevap verir: Bilirim seni ben . . . Beğendin be­ ğendin hem de ağzın açı k dinledin. Bütün bunları ve çok daha fazlasını yaşadım. Haa, bak bir tanesi daha geldi aklı m a şimdi: 39

KAS H NA F E LS E F E Sİ

Sinirli Profesör Mühim adammış, illa tanışmalıymışı m ! Doktor bir arkada­ şımın ısrarı üzerine tanışmıştım o profesörle. Muayeneha­ nesindeydik. Ü zerinde 'Dünyanın En Akıllı İnsanı' yazan kartımı uzattı m kendisine, o da yaptı aynısını sonra kar­ tıma baktı . Ben de yaptım aynısın ı . . . Birden, - Bu ne saçmalıktır böyle? diyerek yere attı kartım ı , ben yapmadım bu sefer aynısını. Eğildim ve yere attığı kimliğimi alıp sanki pisliğin içine düş­ müş gibi elimle severek sildim kartvizitim i . O tozun u sil­ diğimi zannetmiş olab i l i r oysa ben onun parmak izlerini yok ediyordu m . Bunu siz de yapı n ! Size eli değmişse bir embesilin, zaman kaybetmeden size değen parmak izle­ rini silin! Ded i m : - Hocam , neden attınız kartım ı ? Hoca benden kalabalı k olduğu i ç i n sizli bizliyd i m . Dedi: - Saçmalam ışsın. Ne demek d ü nyanın en akıllı insanı? Dedim: - Ne yazsaydım hocam ? O n u n kartında profesör yazıyordu. Dedi : - Neysen onu yaz kardeşim! Ded i m : - E , ben de öyle yaptım zaten . İ yice sinirlendi e m bo a m a beni m taha mm ü l ü m kalma­ m ıştı ki toyluk m evs i m i m d e geç i yo rdu yavaş yavaş. 40

D EM İ RKI RAN

Arkadaşlarım bilir; çok sinirlenince ü rkütücü şekilde sa­ kinleşirim ben. Ayağa kalktım; az önce kimliğime saygı­ sızl ı k eden ve benim sükunetim karşısında inceden uta­ nan adama nazikçe sordum: - Siz profesör olduğunuza emin misiniz hocam? Ded i : - Elbette ki eminim. Bana o u nvan ı b i r başka profesör verdi. Dedi m : - H ocam , acaba o profesör emin m iydi kendinin prof ol­ duğundan? Ded i: - Elbette! Ona da o u nvanı bir başka profesör verdi ne­ ticede. Ded i m : - Peki hocam, acaba o e m i n m iydi? . . Adam hala anlamadı nereye varacağımı v e bana sanki sa­ lakmışım gibi gülümsedi . Hani acı r da tebessüm edersin ya zavallıya, öyle işte. Sıkılmıştım onun ezik nefesiyle kir­ lettiği oksijeni solumaktan , sord u m : - Uzatmayalım beyefendi. İ l k p rofesöre u nvanını veren kişi kimdi? Cevabı yoktu çünkü ilk profesöre kimse unvan veremezdi. Belli ki biri kendini profesör ilan etm işti . Ve şöyle sürdür­ d ü m konuşmamı: 41

KAS H NA FELS E F E S İ

- Hocam, siz asla profesör olduğunuzdan emin olama­ yacaksınız; size bu u nvanı veren kişi her kimse, o emin olacak sadece sizin hocalığınızdan ki o da kendinin prof olduğundan pek emin değildi zaten. Sizin akademisyen arkadaşlarınızdan sadece o ilk olandır kendi profesörlü­ ğünden şüphe etmeyen . Şimdi hocam, ben işte o pro­ fesörüm. Bu unvanı hem verenim hem de alanım. Yani siz prof olduğunuzdan emin değilsiniz ama ben d ünya­ nın en akıllı insanı olduğumdan fena halde eminim. Adam çok şaşırmıştı çünkü mantıksız tek c ü mlem yoktu . Bir profesörün özgüveni kaybolmamalıydı ; denge kurmak için bir cümle daha etti m : - O , size devletin verdiği u nvan hocam, bırakın o orada kalsın. Evet, devletin indinde siz bir profesörsünüz ama kendi nezdinizde ne olduğunuz hakkında bir fikriniz yok! Şimdi gidin ve kend i n izi başka bir şey ilan edi n , i n an­ dığınız bir şey. . . Galenler, H i pokratlar, İ bn-i Sinalar bu unvanlar yokken vardılar. . . Şimdi de varlar. Gidin bakın; onların da u nvanlarına takılmad ıklarını göreceksiniz. İ yi bir heki m mişsiniz ama yetmez çünkü en iyi değilsiniz ve bu yüzden beni m anneannem göremiyor yıllard ı r! Arkadaşıma dönerek 'Sen son ra gel, hoca m ı yaln ı z bı­ rakma, ne olur ne olmaz ! ' imasıyla bakarak m uayeneha­ neyi terk ettim . . . Zaman geçti . . . Birkaç kere görüşmek istemiş ama vaktim olmadı. Mühim adamm ı ş söyledi klerine göre . . . Dur hatır­ layacağım şimdi! Ad ı neydi , neydi? Dur hatırlayacağı m ! . . Hatırlayamad ı m valla! Demek yapmamış dedikleri m i k i 30 yıl önce hekimliğinden e m i n olamayan bir doktorun hata­ sıyla kör olan anneannem hala göremiyor. 42

D E M İ RKI RAN

Özür dilemiyorum: "Bir profesöre nasıl 'embesil' dersin? Hemen özür dile . . . " diye düşünenler olabi­ lir. Embesilliğinden eminim ama unvanını ben ver­ mediğim için profesör olduğundan emin değilim. Dolayısıyla teklifiniz reddedildi bayım. Açıklama: Burada geçen 'embesil' kelimesi 'olgun olmayan' anlamındadır. ' Ben sana vali olamazsın demed i m , adam olamazsın dedim.' vecizesinde geçen adam olamama durumu gibi yani . Neden 'bayım' dedim: Çünkü bilindiğinin aksine erkektir duygusal olan , kadınlar her zaman daha gerçekçi ve çok daha mantıkl ıdır. Dolayısıyla hiçbir kadın ana fikri ıskalayıp da işin bu kısmına takılmaz. Tıp dünyasının güzide şahsiyetlerine: Uzaktan bakınca pek anlaşamıyo r gibi gözüküyoruz, far­ kındayım lakin d i kkat ederse n iz bunun sizin ol­ mazsa olmaz varl ı ğ ı n ızla herhang i bir ilgisi yok. Aran ıza sızm ı ş ve ken d i n i hekim zan nederek size zarar veren ayrı k otları nad ı r lafı m . Felsefe dünya­ sında da yaz ı n alanında da var bu casuslardan ki emi n olun onlara daha fazla çatıyorum. Meslekta­ şım ol maları beni ilgilendirm iyor. Eğer birileri 'Ben kitap oku m a ktan sıkılıyoru m .' diyorsa bazı iş bilmezler sıkıcı kitaplar yazm ış ve birilerinin beni okumasını engellemişlerd ir. Yan i sözüm, sizin gibi işi n i n ehli olanlara değ i l asla . . . Neyse çok uzat­ tım, dua edesim var: Allah sizi başım ızdan eksik etm esin, iyi ki varsınız ve hep oradasınız. Şimdi lütfen ded i kleri m i yapı n ve sizler de ben i m gibi sonsuza kadar kal ı n . 43

KASHNA FELS E F E S İ

SEN O'SUN O KİM DİYE DÜŞÜ N M E O SENSİN Şimdiii 'Sen söyleme, bırak seni başkaları anlatsın.' yaklaşımını çöpe at. Hiçbir zaman hak ettiğ i n yerde gör­ mez başkaları seni ve hep görmek istedikleri yerde m u ­ hafaza ederler. Yan i kendilerinden bir kademe aşağıda . . . Dedim ya sen başkaların ı n dediği şey değilsin , ne oldu ­ ğuna inanıyorsan 'o'sun işte, sadece 'o'sun. Öyleyse derhal kendini tan ı m la ve ne old uğunu, neye benzed iğini ya da benzemediğini bizzat sen tespit et yoksa başkaları seni kendi menfaatleri doğrultusunda kolay lokmalara çevire­ cek ve fena benzetecek, benden söylemesi. Kedi sordu: Ben neyim?

Bilge fare cevap verdi: Sen bir faresi n. Bir gece fareler birleşip yediler kediyi.

Böyledir İşte Bir dilenci meslek hayatının 40. yılında zengin ol­ duktan son ra restorana giderse elini açar ve boy­ nunu bükerek 'Allah rızası için bir çorba lütfen!' diye sipariş verir garsona. Bir zengin 40. yılında iflas edi p dilenci olduktan sonra restorana g iderse ba­ şın ı diker ve gür sesiyle ' Bana bir çorba ver deli­

kanlı! Üzerimde para yok, bir ara bırakırım.' der garsona. Zira biri d ilenci, diğeri zengin old u ğ u n a inanıyordu r hala. Ö yleyse bırak söylenenleri v e n e olduğuna karar ver çünkü sonsuza kadar inand ı ­ ğ ı n şey neyse sen sadece o olacaksı n . 44

D EM İ R KJ RAN

BÜYÜYÜ NCE NEDEN AGAÇ KESER ÇOCU KLAR İ nsan , uyanmalarını sayarak yaşar hayatını. Herkes başka­ larının belirlediği takvimlere göre tüketi r kend isine verilen 'ömür' denilen bu tek kullan ı m l ı k eğlenceyi . Oysa hayat, yaşarken en mutlu olduğunuz anlarınızdaki kadar kısa ve yine o anlarınızdaki kadar heyecanlı bir armağandı r. Her yaratılan nesne, sizi bildiğiniz anlaml arından çok daha fazla mutlu ederdi de aslında, siz her birinin anlam ını de­ ğ i ştirerek ızd ı raba çevirip kendi elinizle inşa ettiğiniz hüc­ relerinize g i rip zindanda yaşamayı seçtiniz. Çocuklar bu yüzden gülerler işte gördükleri her yeni şeye. Senin paten kayarken aldığın zevki , bir çocuk ağacın da­ lına doku nurken almayı başarır mesela. O ağacı keserek mobilya yapmayı öğrenince kaçar uykuları ve artık ona do­ kunmak değ i l onu kesmek zevk verir zamansız büyümüş o çocuğa. Zevk almaz artık hiçbir şeyden o çocuk; girince ' kend ini var etmek için onu yok etmek' ince hesabına.

BUSH ' LA R BLAİ R ' LE R Ş U N LAR BUNLAR ÇOC U K O LSAYDI Eminim ki dü nyayı çocuklar yönetseydi ne savaş olurdu ne kan ne de kavga. Su savaşları yapılırdı belki, en fazla üstü başı ıslan ırd ı insanları n . Kan bulaşmazdı elbisesine m asumların . Anneler yine ağlard ı belki ama asla kan ağ­ layan olmazdı . Dökülenler sevinç ve mutluluk gözyaşları olurdu sadece. Dünyayı, krakerin i bölüşmekten çekinme­ yen çocuklar yönetseydi sınırlar olmazdı şimdi. Bir ülkeden 45

KASHNA F E LS E F E S İ

bir başka ü l keye geçerken vize mize sormazdı kimse di­ ğerine. Onlar büyüklerin göremediğini görebilirlerdi bence. 'Eşeğe vize yoksa insana n iye olsun ki?' derlerdi me­ sela. Futbol maçlarında hakem olmazdı. Eline top çarpan futbolcu ' Benim elime top çarptı.' der, topu penaltı nok­ tasına kendi eliyle koyardı hem de. Kimse de onun aptal olduğunu düşünmezdi üstelik. Haber de zaten çocuktan alındığı için mahkemelerde şahit aramaya gerek kalmazdı zira 'Ben suçluyum .' derdi suçlu olan . . .

Neden: N eden yaş o rtalaması 28 olan bir ü l ke­ nin, siyasetçilerinin yaş ortalaması 55'tir? Ve ne­ den bürokraside gözüm üze çarpanlar hep 60 yaş üstü; kulağ ından siyah ve sert kıl çıkmaya başla­ yan amcalar ile bıyı kları terlemeye başlayan ha­ nım teyzelerdir? Ö neri: Seçilme yaşının 1 8'e indirilmesinin tartışıl­ dığı Türkiye'ye ve bu vesileyle bütün dünyaya öne­ rimdir: Ö ncelikle ülkelerin, yaş ortalaması bakım ı n ­ dan değişkenlik gösterdiği düşünülürse; bu konuda averaj bir yaş belirlemek, evrensel bir bakış açısı ya da örnek alınası b i r yaklaşı m olmayacaktır. Ü s­ tün bir zeka örneği g österilerek ortaya konulacak bir çözüm önerisi, globalleşme sürecindeki dünya­ nın bu konuda zihnini açıp genel bir revizyona g i ­ dilmesine vesile olacaktır k i b u n u d a y i n e h e r za­ man olduğu benden başkası yapamaz. Efe nd i m , ö n ce halkı n ızın yaş o rtalama s ı n ı a l ı n , son ra çıkan sonucun üzerine 1 0 yaş koyun ve çı­ kartın; bu aradakilerin dışındakilere siyaset yasağı getirin . Sözg e l i m i b i r u l u s u n yaş ortalaması 3 0 46

D E M İ R KI RA N

ise politikacıların yaş ortalaması 20 - 40 olmalı ki devlet adaml arı halkın ı n nabzını tutabilsin! 30 ya­ şındaki bir adamın beklentilerine nasıl cevap ve­ rebilir 60 yaşındaki?. . Beraber çay bile içemeyen i nsanların birbirine derman olması düşünülebil i r mi? Daha ree l ve anlaşılır olması için seni 'İlko­ kul 1. sınıfın başkanını, lise sondan seçsek ne olurd u acaba?' sorusunu düşünmeye davet edi­ yorum . . . Ben düşündü m ve çok güldüm. Çiş için başkandan izin isteyen çocuklara 'Az önce gitti­ niz, izin mizin yok size!' diye mukabele ederdi o başkan ki bu durumda ya sınıfı bok götürürdü ya da prostat olma yaşı 1 0'a inerd i .

İnsan düşünür: Az önce 'Dünyayı çocuklar yö­ netseydi . . . ' diyerek ahkam kesiyordunuz Sayın De­ mirkıran, o zaman da küçük küçük veletler koca koca adamları bezlemeye kalkmazlar m ı peki? Demirkıran cevap verir: Orada ironik ve trajikomik bir yaklaşımla herkesin çocuk olduğu düşünülmüş­ tür. H atta anneler babalar da çocuk o hikayede ve anlatılmak istenen çoook başka bir şey. Şimdi lüt­ fen o yazıyı b u bilinçle yeniden oku. Ayrıca daha dikine bir yaklaşımla akan kana bakılırsa küçücük veletlerin koskoca adamların altını bezlemesi isa­ bet olacaktır, bilmem anlatabildim mi? Detay: Yaş almak kötü bir şey değildir. 70 yaşın­ daki bir insanı n yaşadıklarına ve düşündüklerine saygı duymak el bette ki akıllı insanların göz ardı edemeyeceğ i kadar önemlidir. İ nsanın her yaşta yapabileceği şeyler m utlaka vardır ancak nasıl ki 47

KAS H N A F E LS E F E S İ

yaş ortalaması 1 7 olan bir futbol müsabakasında sahaya çıkan bir futbolcunun yaşının 60 olması an­ laşılamayacak bir gereksizli k ise nüfusunun genç olmasıyla övünülen ü l keleri fazlaca yaş almış i n ­ sanların yönetmesi d e o derece saç m ad ı r. Ayn ı şekilde bunun tam tersi d e akıllıca o l m ayacaktı r. Yaş ortalaması 60 olan bir milleti 25 yaş ındakiler yönetmemelidir bence.

Detayy: Kan bağı olsun ya da olmas ı n b i rileri size 'dede' demeye başlamışsa lütfen dede olur musu­ nuz artık? Koooca çocuk yalan mı söylüyor? De­ desin işte, kabul et ve g it öncelikle parkta toru­ nunu tahterevalliye bindir. İnsan sorar: Ne yan i , insan erken yaşta elini aya­ ğını çeksin mi şimdi hayattan? . . Gülümseyerek cevap verir yazar: Elbette k i h a­ yır, sadece profesyonel liglerde top oynamasın ve kendi akranlarıyla ne yapıyorsa yapsın da genç­ leri yönetmeye kal kmasın . Zira ne demişler: ' De­ desiz bir toplum, torunsuz bir dedeye benzer.' Neyse şaka bir yana, elbette ki siyasetçi lerin hani yaşta olmayıp da başta olduğu söylenen akıl müna­ sebetiyle akli , fenni, i l mi', siyasi , sıhhi, beşeri , sınai ya da diğer bilumum hususlarda istifade edebile­ ceğ i danışmana, o mbudsmana ya da akıl hoca­ sına ihtiyacı vard ır. O halde gençlere danışmanl ı k yapmalı a z genç olanlar. Yan i demek istiyorum k i 'Her yaştan insan teknik direktörlük yapabilir ama top oynamak başka bir şeydir işte.' 48

D E M İ RKI RAN

Velhasıl ya da hiç olmazsa: Bir ulusun yaş orta­ laması ile parlamentoda görev yapacak senatörle­ rin i n yaş o rtalaması m üsavi olmalı. İ lgili seçim ku­ rulları en başta bu işe yaramalı yani . Bu hesapla aday vekil lerin sunulan listesinde adı geçen kişi­ lerin yaş ortalaması 28 olmalı mesela. Böylece de kimi adayları n yaşı 20 olabileceği gibi kimilerinin de 70 de olabilir ki bu sayede gerekli bir homo­ jenlik de sağ lanmış olur. İnsan haklı gibi gözükür: N eden ortalama yaşın üzerin 1 O yıl koyup çı karıyorsunuz Sayın Demirkı­ ran? Neden 9 değil, 1 3 değil mesela? Demirkıran abaküsüne bakar: Hesapladık herhalde ki zaten bilen bilir; i n sanları n etkin kabul edilen mesai süresi bütün d ünyada 20 ila 30 yıl arasında kabul görmektedir. Emeklilik de zaten bu kriterle tanı mlanagelmiştir. Ne var ki bu süren in ortalama 1 0 yılının dolu dolu siyasi hayatta ya da yönetim kademesinde geçiri lmesi, bütün kroni kleşmelerin önüne geçecektir. Çok uzun süre devlet yönetenle­ rin güç zeh i rlenmelerine uğradığı ve birer diktatöre dönüştüğü hatırlanı rsa bu fikre saygı duyulacaktır. Tespit: Ö mrünün 30, 40 bazen 50 senesini siyasi arenada geçiren hiçbir lider ülkesini ileri götüre­ memiştir. İtiraz: Olur mu canım? Tarihte imparatorluklar ve 50 sene süren başarıl ı i ktidarlar var! Cevap: Babadan oğula geçen tahtlarda kimin otur­ duğunun önemi yoktur zira b i r diktatör bir başka 49

KAS H N A F E LS E F E S İ

di ktatöre devretmiştir tacını . . . Ayrıca savaşmaktan başka hiçbir işe yaramamıştır bu iktidarlar. G üzel insan ların zorlamalarıyla literatüre kazand ırılmaya çalışılan 'sanat tarih i ' i baresini saymazsak seni n sözün ü ettiğin b u genel tarih , yapılan savaşlardan başka bir başarıdan ya da başarısızlıktan söz etmez. Not: Bir siyasetçinin zamanı çok olursa aklı n a türlü çe­ şit fetbazl ı k gelebil i r. B u nedenle 'Ona da bir dahaki dönem bakarız artı k.' cümlesini kurmasına izin veril ­ memelidir politikacıları n . Vay efendim çırak l ı k dönemi, yok efendim kalfalı k dönemi, aman efendi m ustalık dö­ nemi gibi ifadelerle hatalarını hoş göstermeye çalışma girişimleri komik olur ki bu da ' Usta değilsen yönetme kardeşim.' duvarına çarpmaları neticesinde akıllanma­ ları anlamına gelir. Hayvan lar, diğer türlerden korunmak için sınır bel i rler de insanlar acaba hangi tür için yapar bunu?

Eşşekler Eşeği Tanıdı Eşeğinin sırtında s ı n ı ra yaklaştı ada m . Vize sor­ dular adama. Vizesi yoktu. Adamı nezarete attılar, eşek sınırı geçti . Eğer dünyayı bu süper amcalar yerine 'Anne kakam geldi!' d iyecek kadar aklı olan çocu klar yönetseydi para için an­ nesini kesmezdi cudam. Petrol için, yağ için yüz binlerce masum çocuk ölmezdi o zaman. Ne yazık ki dünyayı çocuklar yönetmiyor lakin bak şu te­ zada ki bir zamanlar çocuk olan lar yönetiyor yerin kirli yü­ zünü. Bu kan , bu kavga d ü n ü n çocukları büyüdüğü için 50

D E M İ RKI RAN

bulaşıyor üstümüze başımıza. Keşke hiç büyümeselerdi de hep çocuk kalsalard ı . . . Yine yemek yerken üstlerini kirlet­ seler, burunlarını kazaklarının kollarında silselerd i . . . İ pek kravatları olmasaydı da keşke yamalı pantolonla dolaşsa­ lard ı . Hiç hesap bilmeselerdi keşke, matematiksiz yaşa­ salardı hep. En büyük suçları bakkaldan çikolata çalmak olsayd ı . Keşke yine m i n i k misketlerle kuyu oynasalardı da koca misketlere hiiiç bulaşmasalardı . . .

Çikolata Hırsızı İ ki küçük çocu ktu onlar yanındaki çeşmeden her gün su içtikleri bakkaldan çikolata çaldıklarında. Yoktu pa­ raları, yoksa yapmazlardı. Çocuktular; çok çocuk, en çok çocuk, en çocuk. Yapmazlardı biliyorum çünkü ben onları iyi tanıyorum. Pişmandılar. Biri 'Geri ve­ relim.' dese öteki 'Tamam.' diyecek, götürüp çikola­ tayı bakkala geri verecekti. Alt tarafı zavallı bir çiko­ lataydı çaldıkları ki bakkalda bir sürü vardı onlardan. Haberi bile olmazdı bakkalın, ruhu da duymazdı, gi­ deni anlamazdı . . . Dedim ya çok vardı onda o çiko­ latalardan . . . Lakin biliyordu çocuklar çalmamalıydı­ lar. Göz göze gelmekten korktular, hiç bakamadılar ne gözlere ne de çikolata hayali bulaşmış ellere. Eri­ meye başladı çikolata artık götürüp geri vermeliydi­ ler ama öyle güzel kokuyordu ki namussuz, bunu bir türlü beceremediler. Ne yediler ne de götürüp geri verdiler. Yoktu paraları, olsa yapmazlardı; dedim ya çocuktular, çok çocuk, en çocuk . . . 51

KASHNA F E L S E F E S İ

Biri duysa ne derdi, çocukların nefesini keserdi?! Hır­ sızlıktı işte bu, düpedüz hırsızlık. Biri daha yaramazdı ötekinden 'Ne var sanki alt tarafı bir çikolata.' dedi. İ yice kızarınca daha az yaramaz olanı n yüzündeki kırmızılık, saçlarının arkasına saklandı. Sanki bakkal her gece gelip çöküyordu göğsüne. Biri daha yara­ mazdı evet ama dayanamazdı az yaramazın gözün­ den dökülenlere, dayanamadı ve de. ' Hadi gidip geri verelim çikolatayı.' dedi, bir gece vaktinde. Siyah gi­ yindiler, simsiyah. Sevindi daha yaramaz olan. Belki vazgeçip yeseler ağızlarını kollarına silecektiler. Si­ yah iyi bir şeydi bazen, simsiyah en iyiydi; çikolata lekesini belli etmeyecekti. Az yaramaz olan karar­ lıydı; daha çok istese de o çikolatayı geri vermeleri gerekti. Anladı öteki çocuk, son bir u m utla zaman kazanmak için çeşmeden su içerken anladı: O çiko­ lata onlara yasaktı. Bakkalı n önündeyd i ler. Çikolatayı kapının altından içeri süreceklerdi. 'Tamam.' dedi umutları tükenen büyük yaramaz, pes etti ve eğildi; tüm vazgeçmiş­ liğiyle eğildi. . . Zifiri karanlıkta kapının altından içeri bakarken titreyen ışığı fark etti. Bütün çikolataların sahibi içeride miydi yoksa ya da lambası m ı açık kal­ mıştı koca dükkanın? Hayır, lambaya benzemiyordu bu, bakkal yanıyordu ve sebebi belli olmayan bir kı­ vılcım ateş saçıyordu . Hilal karasındaydı gök, daha yaramaz olan 'Yangın vaaaar ' diye bağırdığında. Kimse duymadı, gelip koşmadı . . . Az sonra kül olacaktı büyük bakkal ve bütün çikolatalar. Eğer on da­ kika önce içeri atsaydılar o da yanacaktı. Ne yapa­ caklarını şaşırdılar. Ya yanarsa bakkal ya veremezlerse çaldıklarını ya yerlerse onlara yasak olanı?.. Sönmeliydi . . .

52

D E M İ RKI RAN

bu ateş, yanmamalıydı bakkal. . . İş başa düşmüştü. 'Çöp kovası . . .' dedi daha az yaramaz olan, bakkalın önündeki plastik zımbırtıyı gösterip. Kovayı apar to­ par yere boşalttılar, bakkalın yanındaki çeşmeden su doldurdular ve kapının altından henüz alev almamış ateş saçan kıvılcımı boğdular; bir daha, bir daha . . . Ve sonunda söndü ateş. Kimse görmeden çikolatayı içeri atıp eve kaçtılar. Ne geceydi o, ne çılgın bir geceydi. . . Kimseye anlat­ madılar, titreyerek uyudular. . . Ertesi sabah bakkal fark etti olup biteni. İ yi de na­ sıl dinmişti bu ocaklar söndürenin tüteni. Çocuklar da oradaydı ve önü kalabalıktı bakkalın. Polis gel­ m işti hesabını sormak için yananın. Bir ara üniforma­ lılarla göz göze gelip kaçmaya kalkınca yakalandı çi­ kolata hırsızları. Polis zor sorular soruyor, çocukları cevapsız bırakıyordu. Tam itiraf edecekti ki az yara­ m az olan, yaşlı ve ahraz bir kadın yetişti imdada sesi sedası çoktan kaybolan. Bir kağıda yazdı dün gece gördüklerini: 'Bu çocuklar söndürdü yangını.' An­ ladı polis hata yaptığını, yok yere iki küçük çocuğu suçladığını. Az yaramazın saçını okşadı özrünü avu­ cuna dolayıp. Dükkanını kurtaran çocuklara gülüm­ seyip yere eğildi bakkal ve suyun üstüne sıçramış çi­ kolatayı eline alıp teşekkürünü ona sarıp sarmalayıp uzattı daha az yaramazın yanında dikilen asık suratlı çocuğa . . . Gülümsedi çocuk, anladı çocuklar; meğer tanrının armağanıymış onlara bütün çikolatalar. Paraları yoktu, yoksa çalmazlardı, daha çok çocuktu­ lar, en çocuk . . . Yapmazlardı biliyorum, paraları olsa çalmazlardı, iyi biliyorum çünkü o daha yaramaz olan çocuk bendim ve ben 'biz'i iyi tanıyorum. 53

KAS H N A F E L S E F E S İ

UTANÇ M ÜZESİ Ciddi ciddi tatmin olmuyor ve ne yazık ki bütün dinlerin hatta felsefelerin kesişim noktası sayılan ancak i nanan­ ların bile çok büyük bir kısmının ısrarla idrak edemed i ğ i 'Paylaşma İlkesi ' nden yoksun yaşıyordu insanlık! . . Kendi ı rklarına verdikleri değeri komşularına, dostlarına, arka­ daşlarına vermiyorlardı . H içbir çaba sarf etmeden, ken d i isteği dışında dah i l olduğu ı rkı adına savaşlara katılmayı, ölmeyi, öldürmeyi marifet sanıyordu i n san. ' Bizim köke­ n imiz bilmem kaç bin yıl öncesine dayanıyor! ' d iye d uy­ duğu bir masalın peşinden gidiyordu ve de. Oysa bir insa­ nın kökeni , en fazla yaşadığı yıl kadar öncesiyd i ve demek ki geçmişiyle övünmeyi bırakı p şimdisiyle yaşasaydı o in­ san, kimse açlı ktan ölmeyecekti o zaman.

Şimdi, şu an; gerisi zaten yalan! Bir pazar sabahıydı henüz 6 yaşında olan kızı m Berfin'in o ömre bedel kahkahalarına uyandığımda. Çizgi film izliyordu: Bugs Bunny. Hani babayım ya kızıma hayatı öğreteceğim ya . . . Dedim: -

Bak kızım ! Hayatın boyunca ne yaparsan yap, daima neyi kaçırdığını merak et! Şimdi ver ba­ kalım o kumandayı , şu an bunu izlerken neyi izlem iyoruz göreli m .

A z biraz bozulsa da morali verdi kumandayı. Ben

doğru olanı yapıyord u m . Gerçekten merak etme­ l iydi insan: B i r şeyi seçmek için başka bir şeyden vazgeçmek gerekird i , bilmeliyd i . İ şte ben kızıma o vazgeçtikleri n i gösterecekti m . Evet, yan kanalda 54

D E M İ RKI RAN

İ stanb u l ' u n Fet h i 'ni anlatan başka bir fil m vardı hem de çizgiden. Ded i m : -

Kızım bunu izleyeli m . Bak, adamlar İ stanbul'u fethetmişler.

Ded i : -

Baba, ben Bugs Bunny'yi izlemek istiyorum .

Ded i m : -

Ama kızım, adam 2 1 yaşında fethetmiş İstanbul'u . . .

Ded i : İ yi de baba, ben B u g s Bunny'yi izlemek istiyo­ rum . . . Ded i m : -

Ama kızım İ stanbul'un fethi . . .

Ded i : Baba, B u g s Bunny. . . Ded i m : -

Kızım , İ stanbul . . .

Dedi : -

Baba, B u g s . . .

Ded i m : -

Kızım , İ st. . .

Son ra durd u ve bana, cevabını benim bile bilme­ d i ğ i m bir soru sordu: Baba, onlar İ stanbul'u neden fethetmişler bili­ yor musun? Şaş ı rd ı m . 'Ne diyecek acaba? ' dedim. Sordum: 55

KAS H NA F E LS E F E S İ

Neden kızım? Dedi: Biz rahat rahat Bugs Bunny izleyelim diye babi. . . Tam altı yaşı ndaydı Berfin , anda bitird i ğ i m o son fakülteye dekan olup bana 'geçmiş'i tercih ede n ­ lerin 'şi m d i 'den vazgeçtiğ i n i öğrettiğinde. Vahim not: Ben b u anımı kime anlattıysam 'Eee, d ü n ­ yanın en a k ı l l ı insanının k ı z ı ne d e o l s a . . .' diyerek kendi çocuklarını ıskaladılar. Oysa hiç alakası yoktu kı­ zımın zekasıyla benim akıllılığımın . . . Berfin de 6 yaşında zihni henüz kirlenmemiş her çocuk gibi bir çocuktu işte. Sonuçta gördüm ki insan hep kendinde olmayanlara ya da ulaşamayacaklarına özeniyor.

Neyse kon u dağ ı lmadan devam ede l i m şimdi. Ne diyor­ duk en son? .. Haa, tamam! ' Utanç Müzesi'ni anlatıyor­ d u m . . . Evet, devletler hala i l kel yöntemlerle idare ed i l i ­ yordu. Yüksek mevkidekiler hedefi olanlarla değ i l parası olanlarla kon uşuyord u . Vergi yasaları hedef sahipleri n i değil mal mülk sahiplerini koruyordu . Okullarda binlerce yıl önceki savaşlar, dökülen kanlar, kopan kol lar bacaklar anlatılıyordu; kin tarlalarına sürekli n efret ekiliyordu ve de. M üzelerde insanlığın rahatı ve huzuru için yapılan icatlar­ dan daha çok, kafa koparan kılıçlar, m asum u n sofrası n a oturan bombalar sergileniyordu. Yerde bulduğu boş ko­ vanı, yemeden içmeden ve hiç zaman kaybetmeden m ü ­ zelere götürüp 'tarih i eser' d iye zapta geçirenler, k i m b i l i r belki de İ bn-i Sinaların hayat kurtaran neşterlerinin, Tes ­ laların dünyayı ayd ı n latan çizim leri n i n ü stüne basıp geç i ­ yordu üzerine kan bulaşmış o demi r parçaların ı kutsarken. 56

D E M İ RKIRAN

alan, ciddi bir hafıza ister; en büyük hafıza ise tarihtir.

Ü lkesine gelen turistlere, aynılarından onların memleketinde de olduğunu unutup 'Senin dedenin kanı, hunharca aldığı­ m ız canı işte bu kılıcın ucunda delikanlı.' ya da ' Hani senin büyük akrabaların vardı ya kızım , hani şu ülkenizin meydan­ larında anıtı dikilen ataların; işte biz onları bu toplarla, şu tüfeklerle öldürdük, denize döktük bak ne güzel ! Gel bak ucunda hala kokusu var dedenin, dokun hadi!..' diyenlerin, daha sonra ya da her anda, ilk fırsatta utanmadan bir de barıştan söz etmesi ne kadar da tutarsızca. Oysa her dev­ let, bu haliyle savaşa özendirmekten başka hiçbir işe ya­ ramayan, savaş meydanlarında kullandığı aleti edevatı, hiç mermi düşmemiş Kapadokya'da ya da aynı duruluktaki bir başka mekanda, dünyanın ortak ayıbı ilan edilecek ve adına da ' Utanç M üzesi' diyerek gelecek nesillere miras bırakıla­ cak, simsiyah kapılı bir binada sergilemeliydi! En çok kılıcı olan değ i l hiç olmayanlar övünmeliydi ! Ve bugünün genç­ leri onlara baktıkça 'Vatanıma canım feda!' demek yerine kendini d ünyaya adamalı, barış düşlemeliydi! Ülkesi için ' ölmeyi ' göze alacak seviyedeki kahramanları n çoğu nedense dünya için 'çalışmayı'

seçecek kadar babayiğit değildi işte.

BİBERO N DAN MOLOTOFA H içbir zaman m i lletler savaşmamıştı aslında. Savaşanlar, savaş çıkaranlar bir şekilde yetkiyi eline alanlard ı . Zorla 57

KAS H NA F E L S E F E S İ

gönderiliyordu halklar savaşlara yani . Yoksa sıradan b i r İ ngiliz vatandaşının aklına nereden gelecekti g i d i p de b i r Türk'ü vurmak! Ö yleyse savaşılması , k i n tutulması gere­ ken İ ngilizler ya da Türkler, Fransızlar veya İ talyanlar, Rus­ lar, Amerikalılar, Çinliler, Japonlar değil; egosuna yenilmiş, bütün dünyaya sahip olmak için ölesiye hırslanmış, aklı n a b i r şey gelmediği için de savaşarak i z bırakmayı seç m i ş saldırgan zihinler olmalıyd ı . Onlarla savaşmalı v e b u gece kaldırılmalıydı ortadan öldü rme bahanelerin i n o mas u m palavraları , timsahı i l k defa ağlatan gözlerdeki yalan yaş­ ları. 2030'un Mart'ını beklemeden yem i n etmeli i nsanlık bir daha asla savaşmayacağına, ant içmeli bu gece ve de b i ­ tirmeli b u gafleti. Ve şimdi bu fikre itiraz edenler, halkların a rağmen yetkiyi e l i n d e bulunduranlardan başkası olmaya­ caktır ki onlar da bir zamanlar biberonlardan besleniyor, halkın sıralarında oturuyor, her görd ü ğ ü insana gülümsü­ yorlardı. Büyüyünce şımardılar, şeytana çalıştılar, fabrika ayarlarını kendi elleriyle bozdular.

Ormanda Kalleşlik Olmaz Tilki , yen i doğan yavrusunu eğitiyord u . -

Ormanı n en vahşi hayvanı bile ürkütmesin sen i ama nerede b i r i nsan görürsen orayı hemen terk et!

dedi yavrusuna. -

Neden?

diye sordu yavru. -

Çünkü evlat, hiçbir hayvan silah taşımaz.

dedi tilki. 58

D E M İ R KI RAN

SAVAŞ İSTİYORUM Esasında savaşmak, insanoğlunun en büyük icadıydı; bun­ dan daha g üzel , daha anlamlı ne olabilirdi ki? Bütün in­ san l ı k savaşmalı hem de gece g ündüz. 'Savaşmak' ne nefes kesici bir kelime, ne entelektüel bir tavır? .. Şu este­ tiğe bakar mısın? Kanserle savaşan kız, veremle savaşan bilim adamı , d uman savaşçıları, cehalete savaş açan ay­ d ı n , önyargıyla savaşan adam, sınırlarla savaşan çocuk, barış savaşçıları . . . İ şte buydu insan genetiğine kodlanmış savaşma biçimi ancak kafalarda oluşan 'savaş' algısı kö­ tüyd ü ve ona yüklenen anlam ürkütücüydü. Bir çocuğun elindeki şekere n işan alan tetikçinin başlattığı harplerdi h u n harca olan. İ nsan, basit bir paradigma değişikliğiyle öldürmek için değil yaşatmak için savaşmayı öğrenebi­ l i rd i oysa; yanlış cephede bulunmaktan kurtulup doğru saflarda yer alabilirdi kolayca. Ö yleyse büyük düşünmek, büyük yaşamak, büyük olmak gerekir zira büyük kafalar, kahramanlığı müzelere sı kıştır­ maz, deli kanlılığı da kılıcın ucunda değil laboratuvarlarda arar. Ne var ki birileri kahramanlığı müzelere sıkıştırıp de­ l i kan l ıları da laboratuvarlardan çekeli beri , başka biri leri masumun gözünün içine baka baka silah üretiyordu adına 'fabrika' dedikleri ecel depolarında, ölüm biriktiriyordu yani . Ve tezada bak k i şimdi evinin camına taş atsalar, kıyameti hem de kızılcasından koparıyordu da yan mahallede oku yayı, topu tüfeğ i , taşı tabancayı çoktan aşmış, çocukların ve dahi doğ mamışları n kafasına n ükleer başlık geçirmeye 59

KASHNA F E LSE F E S İ

hazırlananları n bacası tüterken, falanca hastaneni n yeni doğan kliniğinde bilmem kaç tane ocak sönerken, filanca ücralardaki okulun teneffüs zil i , pimi çekil m iş el bombala­ rıyla çalarken o hiç ses i n i çıkarmadan eli kolu bağ l ı otu­ rup rahat rahat uyuyabi liyordu. Ve uykudayken birileri; kirlenmişti bilim atölyeleri, pislen­ mişti deneyler yapılan laboratuvarlar. . . Sıradan insanlar ne anlar bebek yakan bomba yapmaktan, yuva yıkan uçak tasarlamaktan , cenin takip eden füze planlamaktan? El­ bette ki eğitim görmüş elit melit, it mühendisler sıvıyordu kollarını ve d ünyaya hayat verirken değil katliam üreti rken yoruluyorlardı çal ışmaktan . . . Ne içindi bu peki? Para için tabii ki; sadece ve sadece para . . .

'Tıp gelişti. Anne karnı nda bebeklerin cinsiyetini de­ ğiştirmeyi başarmak üzereymiş doktorlar. Ne adamlar var yaa Allah Allah?!' d iye hayret eden ş u u rsuzlar yaşı­ yor şimdi yeryüzünde, seninle beni m le ayn ı nefesi alıp ve­ ren. Düşünebiliyor musun , sen kız doğacakken adı dok­ tora çıkmış birileri senin c i nsiyetini değiştiriyor hem de hiç izin m izin almadan? "Sen erkek olacaktın yavrum fa­

kat bizim dört oğlumuz vardı, baban dedi ki ' B u da kız olsun!' ve sen doğdu n güzeller güzeli aslan kızım benim. Baban erken öldü, göremedi bu g ünleri ama o en çok da seni severdi yaşasaydı . . " diyorlar. .

Öte yandan daha beyinlerdeki kıytırık bir tümörü bile ala­ mayan kafalar, nasıl olacak da ana rahminde cinsiyet de­ ğiştirmeyi başaracaklar? Pençata bak hele sen! ' Fa ntom 60

D E M İ RKI RAN

Sendromu' ne olacak peki ya da başka b i r ifadeyl e ' Ka­ yıp Organ Sendromu' bu işin neresinde kalacak? Veya çok daha net bir anlatımla beyindeki bağlantısını keseme­ dikleri o kayıp organı nereye saklayacak bilim ada m ları? Yahu, hele ş u uğraştığı n ız işlere bir bakın Allah'ınızı s ever­ seniz! Neleri alkışladığınızı, nelerden zevk aldığınızı b i r dü­ şünün! Çoc u k pornosu da ne demek şimdi? İ ntihar, cina­ yet ve tecavüz videoların ı n en çok izlenmesi nasıl b i r aklı n kabulüdür? %90'ınız henüz adı konmamış bir t ü r a k ı l has­ tasısınız, b u n u kabul ed in lütfen; tabii akl ı n ız alırsa. Tabii ki almaz sıradan akıllar ' Utanç M üzesi ' fikrini; elbette 'Saçma! ' der buna dedesinin silahını öpüp başına koyar­ ken bir iş yaptığını sanarak onları kusursuz sayanlar. N e zaman k i tepesine, sinesine y a qa sinisine düşerse 'can­ yakan' o zaman anlar işte insan ne büyük utançm ı ş me­ ğer savaşm aları Silah taşıma yaşının 1 8'e inmesi nasıl bir gaflettir, l ütfen söylesi n biri? Ned i r bu? Eğer tabanca taşıma yaşı 1 8 ise bazuka taşıma yaşı neden 25 değildir mesela? 40'ın ı aşan, tank mı kullanmalıdır ya da? Mahallenizde bir tan k olsa şimdi ve namlusunu sizin eve çevirse 'Ama ateş etm iyo­ rum!' diyerek de savun ma yapsa ne kadar rahat uyurd u n o gece? . . Peki , bel inde tabanca olan b i r i nsanın ' Ku l lan­ mıyorum ki ben onu. Silah ı m ı n ne zararı var size? ' d iye sorması ve kendini öyle savun ması , tank komutanı nınkin­ den ne kadar başka olabilir ki sence? 61

KAS H NA F E LS E F E S İ

KANSERE VİZE YOK Vel hası l fabrika ayarlarına geri dönmeliydi insanoğlu. İ cat yapmayı, kansere çare aramayı, konfor yaratmayı ya da ne varsa insan için yapıldığı iddia edilen, hepsini tam da şimdi bir süreliğine bırakmalıydı toptan. Ve de önce sınır­ lar kald ı rılmal ıydı yerin yüzünden , o anlamsız çizgiler si­ linmeliydi haritalardan zira köpek kadar haysiyeti yoktu bir m e mleketin n ezd i nde, ötekin i n n üfusuna kayıtlı ola­ nın. Böcek sinek, it köpek, at eşek, kuş kaş ne varsa in­ san d ışında hepsi elini kolunu sallaya sallaya geçiyordu da sınırlardan bir tek ona çelme takıyordu sınır müfettişleri, önünü kesiyordu gözle görülmeyen o utanç çizgileri hatta bırak turistik gezi için g itmeyi , tedavi maksatlı bile gide­ miyordu insanlar başka ü l kelere. Vize, kanser virüsünden daha ciddiye alınıyordu d üşünsene. Adam, ölmek üzere ve eğer o ü lkeye giderse iyileşecek ama 'Giremezsin!' diyorlar. M esela ' Fotoğ rafını gözüm üz tutmadı, h uy­ landık, ne bileyim bir tuhaf geldi n gözümüze .' biçi­ mindeki biçimsiz gerekçelerle 'red' yiyordu insan çoğu . .

zaman. Sebep bazen pasaportta bulunan bir kaşe bile olabiliyord u ve de: Eğer sen o ülkeye gittiysen bize gele­ mezsin ! . . Bunlar çocukça şeyler; tıpkı 'küstüm oynamı­ yorum' g i bi ama bu bir oyun değil! Cehalete bakar mısın? Ö lüyorsun ancak giremiyorsun o ü lkeye. Ve bazen sen , il­ kokula g iden bir çocuk da olabil iyor, büyüyünce seni ül­ kesine almayan kravatlıların yavruların ı ölümden kurtara­ cak falanca aşıyı buluyorsun . Sonra o masumlar da senin ülkene g i remiyor aynı sebepten ötürü. Bu nedir, bu na­ sıl bir i l kelliktir böyle? Bir daha dünyaya gelmemek üzere 62

D EM İ RKI RAN

ölüyorsun fakat kimse n i n kılı kıpırdamıyor. Ü l keleri i dare eden koca koca adamlar, görsen adam sanacağ ı n i kti­ darlar ve bu yasaları koyan kurum ve kuru luşlar çıkard ı k­ ları kan u nlarla seni hem d e resmi yollardan öldürm ü ş ol­ muyor m u , aileni yasa boğm uyor mu? Ve ne oluyor b i liyor musun? Sen ö lüyorsun b i r akşamüstü, hayat devam edi­ yor kravatın ucunda . . . Peki, çıksan mezarl ı k mahkemele­ rinin kürsüsünden ' Bütün dünya bir olup öldürd ü beni hatta bir kişi değil tam yedi milyar şuursuz birleşerek yaptı bunu!' d iye bağı rsan haksız sayılır m ıyd ın acaba? .. S uçlu insan yoktur a ncak insanlık topyekun suçludur.

ACABA HER ŞEY SEN İ N OLSA NE OLU R DU Bütün dünyaya hükmetme hırsıyla yaşayan şuursuz i ktidar­ lar, varlığın tamamını eline geçirme i htirasındaki zayıf kafa­ lar, sonsuza sınırsız mal biriktiren ve hiç ölmeyeceği n i sa­ nan zavallılar bunu başarınca hayvanlaşacaklarını anlamalılar artık. Düşünsene her şey senin, her yer sadece sana ait. Bir sabah uyandın ve bir de baktın ki hiç kimse kalmamış yeryüzünde senden başka, ne yapardın? Bütün otomobil­ ler, bütün elbiseler, bütün ölüler, o güne dek basılmış bü­ tün dolarlar, eurolar, liralar, tireler hepsi senin; ne yapard ın? O alamadığın en pahalı elbiseyi g iyerdin hemen, en pahalı saati koluna takıp en kaliteli aksesuarlarla donatırdın ü stünü başın ı . Yemeğin kralını yerdin tıka basa. Sonra da araba­ nın en hızlısını, en ihtişamlısını alır trafiğe kapattığın d ünya­ nın sokaklarında hem de maksim u m hızda yarışırd ı n ken­ dinle. Gece dönerdin son ra şatona matona. Her yer senin 63

KAS H N A F E L S E F E S İ

düşünsene! Peki, ertesi sabah kalktığında giydiğin elbiseyi saçma bulmaz mıyd ı n sence? Hatta 'Neden gömlek giyi­ yorum ! ' diyerek gömleksiz dolaşmaz m ıydın acaba? Dur, devam edeyim ! Ne yapardın biliyor musun? Ö nce göm­ leksiz sonra pantolonsuz eteksiz yaşamaya başlardın. Elini yüzünü yıkamaz, dişleri n i fırçalamazdın üçüncü gün. Çıp­ lak gezmeye başlard ı n sonra hele de mevsim yazsa. Giy­ sen de amacın sadece korunmak olurdu ya da üşümemek. Bulduğunu yer 'İlla ondan istiyorum!' diye tutturmazdın. En yakınındaki sudan i çer, o markayı hiç aramazdın . . . Bir şeyi fark etti n mi peki şimdi? Daha üçüncü gün fakat ne hedefin kaldı ne de bacağında donun. Dünya senin olunca sana bir şey oldu, görüyor musun? Günlük yaşıyorsun ar­ tık tıpkı bir hayvan gibi ancak her şey senin. Varlığa hük­ metmenin hem de daha üçüncü gününde benzedin on­ lara. Yalan mı, söylesene? Hayvanın da hedefi yok, senin de. O da sadece karnı n ı doyurmak için yaşıyor, sen de. O da elbise giymiyor, sen de . . . Kaldı m ı bir farkınız? Haa; o, d ünyayı sadece kend inden i baret sanıyor, dünya ise sa­ dece senden i baret. Yan i sen ondan daha hayvansın! Peki şimdi söyler misin, eğer i nsan yoksa ne işe yaradı bu var­ lık seni hayvanlaştırmaktan başka? . . Yanlıştasın öyleyse her şey senin olursa sen ancak bir hayvansın! Vazgeç o zaman ki hep insan kalasın! Unutma!

Daha fazla mutlu ol mak yok!

Daima şimdiki kadar mutlu olacaksın çünkü arzuların hep sınırsız olacak.

64

D E M İ RKI RA N

SiNiRSiZ ARZU LAR Mutlu olabilmek için daima sahip o l m ad ıklarım ıza ulaş m a sevdasında olduk; h i ç akl ı mıza gelmedi arzularım ızın s ı ­ nırsız olduğu v e h e p bir fazlasını isteyeceği m iz. Ve y i n e h i ç gelmedi akl ı mıza; nerdeyse var olan h e r şeye sahi p olsak bile bir g ü n , bir çobanın ken d i eliyle yaptığı kava­ lına özeneceği m iz! . . Anlaşılır gibi değil ama böyle . . .

Evliyken bekar, bekarken evli, küçükken büyük, büyükken küçük, ülkesindeyken yurtdışı nda,

yurtdışındayken ülkesinde olmayı ister insan ve bazen bunları hem de saatlik farklarla ister insan . . . İ nsan işte! ..

Şeytanın Tüyleri Şeytan uyuyakaldı bir gün . . . Rüzgar sert esti. Ü ç tüy düştü şeytandan dünyaya; biri paraya yapıştı, diğeri mevkiye, öteki de ihti rasa. O g ünden son ra şeytan hiçbir iş yapmadı.

O KAVAL Tatil içi n gittiğ i beldede d uyduğu kavalın sesine yaklaştı zengin adam. Bir çoban kendi eliyle yaptığı eğri büğrü ka­ valı çalıyordu. Etkilendi iş adamı bu sesten; o kadar ki sa­ tın almak istedi o kaval ı. Her şeyi vard ı , bir kavalın ederi ne ederdi ki ona? Şaka değ i l hatta öyle böyle değ i l fen a zengindi adam. Sonuna kadar d i n l e d i kaval ı v e çobana, - Sat onu bana! 65

KA S H N A F E LS E F E S İ

ded i . Çoban kavalını satmayacağını açı klad ı açıklamasına da saçmaydı bu cevap çünkü her şeyin bir bedeli vardı. Duymadı bile: - Kaç para istiyorsu n o kavala? dedi çobana. - Satmıyorum beyefend i . . . dedi inad ı keçilerden öğrenen çoban . - Parasıyla değil mi kardeşim? Uzatma, 1 000 lira veriyo­ rum . . . Bu, dağdaki alelade bir sazlı ktan koparıl ı p üçüncü sınıf bir çakıyla oyularak yapılmış basit bir çubuk için çok paraydı lakin çoban ı n fikrini değ iştirmedi : - 1 000 lira m ı? Çok iyi para a m a satmıyorum. Kararlıydı zengin: - 1 O bin l i ra veriyoru m . B u , hayal edilecek bir şey değildi; o kaval , çobanın her g ü n yapı p g ü n sonu nda da attığı sıradan saçma sapan bir şeydi. - N ee! 1 0 b i n mi? Çok deli para gerçekten ama satmıyorum . B u y a bir çoban değ i l d i ya d a 1 0 b i n ne demek bilmi­ yord u . İ ş adamının tartışmaya niyeti yoktu zira para ko­ nuşturuyordu : - Satacaksı n ! 1 00 b i n veriyoru m . Çobanın kafası m ı karıştı ne: 66

D EM İ RKI RAN

- Aman Allah'ım b u ç o k büyük para! E v alırı m , evlenirim, neler neler ederim ama satmıyorum. İ ş adamı çıldırmış olmalıydı: - 1 milyon veriyorum o kavala. Çobanın başı döndü: - Kafam karışıyor, yapma böyle şeyler! Köyü, sürüyü satın alırı m , ağa olurum ben o parayla ama satmıyo ru m . Delirdi iş adamı, alacaktı onu: - 1 0 m ilyon l i ra veriyorum o kavala. Şaka m ıydı bu? Hiç değersiz bir ot parçasına biçilen de­ ğer sarsıcıydı ama çoban tuhaf adamdı : - Satmıyoru m . İ stemiyorum paranı maran ı . G it b aş ı m dan . İ ş adamı gidemezdi. O güne kadar isteyip de elde ede­ mediği hiçbir şey olmamıştı. Yırttı keseni n ağzını: - 1 m ilyar l i ra veriyoru m ! Çoban: - Delisin sen ! Bu para beni ülkeni n en zengini yapar ama satmıyorum . Neden anlamak i stemiyorsun? Tahammülü kalmamıştı iş adamı n ı n , - O kavalı almadan gitmeyeceğ i m . Yakalayın şu iti . dedi adamlarına. Dört kişi dört koldan yaklaşırke n m i l ­ yarlık çobana, kırdı kavalı çoban h e m de hiç acı m adan. İ ş adamı kırı k kavalı n başına yığıldı ve öylece kala kaldı. 67

KAS H NA F E LS E F E S İ

Her şeyi vardı o kavaldan başka lakin hiçbir şeyin değeri yoktu yine o kavaldan başka. Bütün servetini vermeye ha­ zırdı oysa. En sevdiğinin cesedi gibiydi kaval şimdi ve son­ suza kadar u nutamayacağı tek şeydi bu başında dikildiği. İ şte böyle! Sahip olduğu 1 , asla m utlu etmez onu da sa­ hip olmadığı 5, mutsuz etmeyi başarır. Ve bilmez hiç, 5'e sahi p olunca m utsuzluğunun 25'e büyüyeceğini. Bizim Adamlığımız . . .

Bizim adamlığımızda rekabet her zaman var ama sahip olamadıklarımız için üzülmek yok asla!

Biz elimizdekilere değer verir ve onlarla yapılabileceklerin en iyisini yapmaya çalışırız. Sahip olamadıkları mızı da bilmek,

tanımak isteriz ama onlar için ağlamanın, sızlamanın faydasız olduğunu ezbere biliriz biz.

Her insan gibi onları elde etmek bize de keyif verir ama hiçbir şekilde bizi mutsuz etmeye gücü yetmez o olmayanları n .

Bir şey yoksa vardır, varsa yoktur! Allah rah m et eylesin, M e h met Ağa vardı; yeryü­ zünün tek ağasıyd ı o. ' Me mmet Ağa' derdi tan ı­ yan tan ı m ayan h erkes ona. Soyadı söylenm eden hatırlanabilen kaç kişiye rastlad ı n sen bugüne ka­ dar? İ şte Mem m et Ağa o n lardan biriyd i . İ ki, üç ya da daha fazla köyü vard ı . 13 yaşı nda ata bin­ m iş, 17 yaşında ağa ilan ed i l m işti. Geç tanıdım; ilk karşılaştığımızda 14 yaşı n d ayd ı m , o da 60 . . . De­ dem izd i bizim ; herkes 'ağam' derken biz 'dede' derd i k ona yan i . Ö zgürlü ğ e bak! Herkes imrenirdi 68

D E M İ RKI RAN

bize, onunla samimiyetimize . . . Otururken sağ elini, başparmağ ı içe gelecek şekilde kordu dizine, iki el i n i birbirine kavuşturur ve çenesine dayardı ya da. E l i n i öpe n l e re sağ e l i n i , başparmağ ı aşağı gelecek şekilde uzatırd ı . D i kkat i m i çekti b i r g ü n , sord u m : 'Neden öyle yapıyorsun dede?' G ü l d ü . Sağ elini avucu yukarı gelecek şeki lde açı p bana gösterd i , başparmağı yoktu ! . . Meğer yıllard ı r öyle ustaca saklam ış ki başparmağ ı n ı , fark edememi­ şim onun olmad ı ğ ı n ı . Çok şaşırmışt ı m . Şanssız­ l ı k işte; ot biçerken parmağ ı n ı kaptırmış keskin demire. İ şe bak ki bir kuş gelmiş ve tarlan ı n or­ tasına düşen başparmağ ı henüz b i r çoc u k olan Mehmet'ten önce kapmış. Evet, o hep başparma­ ğını saklardı. Nereden bilebilird i m ki o zaman de­ dem i n olmayan parmağ ı n ı n , bu zaman bana fel­ sefe olacağ ı n ı ? Küçüktü m soramam ıştım ki soru sormak zordu M emmet Ağa'ya . . . Şimdi soruyo­ ru m , bakalı m ne d iyecek büyük adam? Ben: -

Neyi saklıyo rsun dede?

Dedem: -

Başparmağı m ı oğlum!

Ben: - İ yi ama hani seni n başparmağ ı n yoktu , neyi saklıyorsun dede? Dedem: -

Dedi m ya başparmağı m ı diye. 69

KAS H NA F E LS E F E S i

Ben: - Tamam ama yok ki neyi saklıyorsun? Dedem: - U lan başparmağımı diyorum ya sana . . . Ben: - Ya ama yok ki? Nasıl saklıyorsun dede? Dedem: - Kaybol gözüm görmesi n seni it oğlu it! İ şte böyle! Yıllarca olmayan başparmağını sakla­ mıştı dedem ama parmağı varken hiç elini havaya kaldırıp da onu göstermemişti kimseye 'Bakın, bu beni m başparmağım işte.' dememişti yani. Varken yoktu başparmak, yokken vardı işte. Peki, ben sa­ bahtan beri neyi anlatıyorum sana şimdi? Mem­ met Ağa'nın başparmağını, öyle değil mi? E, hani yoktu? Peki, ben kimden bahsediyorum şu anda? Memmet Ağa'dan . . . E, hani ölmüştü? Bir şey yoksa vardır, varsa yoktur! Cidden böyle! Paran yoksa mesela aklında paradan başka bir şey olmaz; o se­ nin tek gündemindir. Evi n yoksa bu senin tek derdindir ar­ tık. Araban yoksa ondan başka bir şey konuşmazsın. Ü ni­ versite okumamışsan vard ı r tahsil senin için, okumuşsan umurunda olmaz okumak falan. Yine annen baban hayat­ taysa yokturlar, ölünce aklından çıkmazlar. . . Daha 'şey' sayısı kadar örnek verebiliri m ki bunun tam tersi de doğ­ rudu r. Paran varsa yoktur örneğ i n ; sen hiç paradan bah­ setmezsin ve aklının ucuna bile gelmez para, pul . . . Ce­ binde ya da elinde olmasının değeri yoktur hiçbir şeyin; ne kadar aklındaysa o kadar vardır ya da yoktur her bir şeyin. 70

D E M İ RKIRAN

İYİLER H E R ZAMAN DAHA ÇOKT U R Dünyada h e r zaman iyiler kötülerden daha çok o l muştur ve bu hep böyle kalacaktır. ' İyi insan' ya da 'kötü insan' diye bir şey yoktur asl ında ' iyilik yapan' ve 'kötülük ya­

pan' demek daha doğru bir ifade olacaktır çünkü hayatı boyunca ne hep iyi olabilir kişi ne de hep kötü . . . ' İ yiler her zaman için daha fazladı r.' ded i m ya hani ; ben i m bu hesabıma göre iyi l i k yapmak üzere yola çıkanları n ar­ kasındaki güç, diğerine nazaran niceli k bakım ından çok daha büyük olacaktır daima. Savaş isteyen insan sayısıyla barış isteyenlerin sayısı mukayese bile kabul etmez, m i l ­ yonlarca kez daha fazladır barış isteyen. Bu kadar a z o l ­ malarına rağmen onların başarmasının sebebi; amaca uy­ gun nitelikli kadrolarla iyi organize olmalarından başka bir şey değildir. O halde yapılması gereken tek şey, iyi olan bu başıboş kalabalığa n itel i k kazandırıp on ları o rganize olmuş bir toplum haline dönüştürmektir. Bir aslan , koca­ man bir bufalo sürüsünün kabusu olmayı nasıl başarıyor zannediyorsun? Halbuki üç tane bufalo, küçük b i r plan yapsa ve sadece yürüseler dahi o aslan anında özün e dönüp bir kedi olacaktı . . . Peki, soruyorum : Eğer i y i orga­ nize edilseydi hem de bugünkü gelişmişlik seviyesiyle te­ levizyon, radyo, İnternet, gazete, kitap, derg i , telefon gibi kitle iletişim araçların ı kullanarak birkaç saniyede m ilyar­ larca insana ulaşabilen bu teknik kudretle savaşlar ve zu­ lüm çoktan tarih olmaz mıydı? Bir yanda Allah'a inandı ­ ğ ı n ı söyleyen m ilyarlarca insan; diğer tarafta ise şeytanı n bebek eti yiyen ord uları! 71

KAS H NA F E LS E F E S İ

Öyleyse savaşa karar veren bir avuç kötünün yerinde bir avuç iyi oturuyor olsayd ı akmazdı bunca kan , kopmazdı şunca şivan! Kabul etmek lazım; bu zulmün sebebi iyilerdir, yüzyıl lardır tembellik yapan ve meydanı kötülere bırakan .

SADECE İNANSAN DA OLUR Şu an d ünyada yedi milyar insan yaşıyor. Her yüzyılda bir kaybol u p her yüzyılda bir yeniden doğan yedi m ilyar in­ san . . . Dünya dolup dolup boşalırken değişen tek şey par­ mak izleri ve burun kemikleri oluyor. . . Savaşlar hiç bitmiyor, kavgalar tükenm iyor, insan kendini bir türlü aşam ıyor. Ya­ şadığı süre içerisinde, komplo teorileriyle kendini tüketiyor

'Kimse savaşları durduramaz!' diyerek ahkamlar kesiyor. Ve hiç aklına gelmiyor, d ünyada savaş isteyen topu topu 20 tane geri zekalının olduğu . . . Bu yüzden de yedi m ilyar insan b i r türlü bir araya gelip de bu hastalıklı yirmi insanı tedavi edemiyor ama edecek, inan edecek. Bir gün bite­ cek bu savaşlar, insan aşacak kendi n i . Sen sadece inan . İ nanmak yetmez ki demeye kalkma sakın. Eğer inanma­ dığında (ki hep inanmadın) bir şey değişmiyorsa bu sefer biraz riske gir ve inan. Kim bilir belki bir gün bir şey olur da bir yaşındaki masum bebek savaşta ölmez olur. Şimdi ölmek için sırasını bekleyen başka bir çocuk sadece se­ nin inanmanı bekliyor, bekliyorlar. . . İnsanları bir şeyin basit olduğuna inandı rırsan

onlar senin için mevsim leri bile değiştirebilirler.

72

D EM İ RKI RAN

Beyinle kiremit kırmak! Askerde özel bir gösteri için bir grup askere kiremit kırmayı öğretecektik. Toplam 20 asker yapacaktı gösteriyi. Eki b i n baş ı ndaki adam bend i m . Asker­ lerin yarısını d ışarı çı kardık. Kalan askerlere "Biri

bana 'Dünyanın en zor işi ne?' diye sorsa hiç düşünmeden ' Kiremit kırmaktır.' derdim. Ben 13 yıl tekvando yaptım, Hakan 15 yıldır karate yapıyor ama inanın ki biz bile hala çok zorla­ nıyoruz. Siz hayatta kıramazsınız ama yine de bir deneyelim. Konsantre olup şu noktaya vu­ racaksınız!" d ed i m . Sonra onları, hazırlad ı ğ ı m ız üçerli kiremit blokların ı n başına getirdik. H epsi de­ ned i , 10 askerden sadece i kisi kırabildi kiremitleri . O l u p bitenden kims eye bahsetmemek kaydıyla yerlerine oturd ular. İ kinci grubu içeri ald ık; bu se­ fer farklı bir konuşma yaptım ben: "Arkadaşlar,

biri bana 'Dünyadaki en kolay iş nedir?' diye sorsaydı hiç düşünmeden ' Kiremit kırmaktır.' derdim. Ben ve Hakan uzun yıllardır spor ya­ pıyoruz. Bu o kadar basit bir iş ki daha ilk ayı­ mızda beş-altı kiremit kırabiliyorduk. Siz bu üç kiremidi çok rahat kıracaksınız! Sadece kon­ santre olup şu noktaya vurun ve ne kadar ko­ lay olduğunu kendiniz görün!" ded i m . Belki de hepsi ilkokul m ezun u olan bu taşra delikanlıları­ nın b i rçoğu konsantre olmanın n e demek oldu ­ ğ u n u bile b i l miyordu a m a sonu ç şaşırtıcıydı zira 73

KASH NA F E LS E F E S İ

on kişiden dokuzu konsantre olup söz konusu ki­ remitleri kırmayı başardı! Şimdi biz bunu nasıl açıklamalıyız? İ kinci grup daha mı güçlüyd ü ? Yoksa kiremitler birden yumuşamış ya da incelmiş m iydi? O halde her şey nasıl bildi­ ğ i m izle ve ne şekilde inandığımızla ilgilidir; korku­ l arım ız, başarılarım ız, kazançlarımız, kayıplarımız ve hatta ne varsa hepsi!

VE ÖLÜ BEBEK YEME MODASI Dünyanı n çeşitli metropollerinde yamyam hayatı süren in­ sanlar yaşamaktaydı . Kürkünü sırtına al ı p eşe dosta caka satarak mutlu olmak isteyen ler için beyzbol sopasıyla hay­ van katleden insan kı lıklı tüccarlar vardı plazaların son katında denize karşı puro tüttüren. Ö yle emi r vermişlerdi çalışanlarına: Kürk zarar görmeyecek, değer kaybetme­ yecekti , yavaş yavaş, ufak darbelerle hatta gerekiyorsa 4 saatte öldürülecekti o savunmasız hayvanlar. . . Lakin kürke b i r şey olmayacaktı ve ölmeden soyulacaktı deri­ leri daha yumuşak olsun d iye . . . Dünya seyirciydi bu işe ve kimse bu acı m asız katillere ' Dur!' deme cesareti gös­ teremiyordu. Birçoğu da sevdiklerine doğum günlerinde 'ağır hed iye' diye aldıkları kürklerle ölüm rantçılarının pa­ zarını genişletmeye ve onları zengin etmeye devam ed i­ yordu şuursuzca ve hatta onursuzca. İ nsanoğ l u o kadar vahşileşmişti ki bazı devletlerde bütün dünyanın gözlerinin içine baka baka köpeklerin, koyunların, 74

D E M İ RKI RAN

maymunların rahimlerinden yırtarak aldıkları yavruları yi­ yordu kimileri. Ve daha beteri d e vardı: Ö l ü bebek yeme modası. Bu inanılır gibi değildi ama yapılıyordu işte. Pet­ rol, yağ, gaz, tuz muz için birbirlerin i öldüren çıkar grupları para destelemekle, okyanus kirletmekle, buzul eritmekle ve birbirlerin i n ayakları n ı kayd ırmakla meşgul oldukları için nefesleri kesen bu vahşeti d uyamamış, ıskalamışlardı. O t a bastı b i r koyun; n e ot duydu n e koyun.

BİR CÜ M LE YA DA B İ LCÜMLE Yamyam ' M aşallah.' dedi m ilyona, m ilyar uyudu dönüp sırtın ı mırtını, h içine sarıp hepin i , kusuyor yolun ortasına içinde büyütt ü ğ ü h ı rs denilen p i ç i n i ve i nsan d ü şüyor zenginin sofrasına gözleri daha yokken el leri yum u k ken tereyağı döküp üstüne acıtmadan çekiyor içini zevkten 'hımmm' diyerek serçe parmağı kadar olan bacağ ı dişli­ yor takım elbiseli hedon ist hayvan, körd ü ğ ümlen iyorken boğazımda bilmediği m bir şey, atmayı bilmeyen bir kalp daha titriyor tencerede, tavada, tasta, tabakta; H i pokrat uykuda derken tıbben m ü m kü n tetikler çekil iyor, dokto­ run neşterinden ölüm akıyor nöbetteyken m utfak m üfet­ tişleri ve hastanenin büyük restorana kiraya verdiği kür­ tajhanesinde sıra bekliyor rahmini şeytana satan, yamyam şaşırtan anne, sütünü çalıyor ağlamayı bilmeyen n efes­ ten , üçüncü sınıf bir poşetin içine doğuruyor zengin sof­ rasına meze eniğini ve henüz ayrı l mad ığı için parmakları , ayak bileğine 'cenin' diye künye çakıp eks ediyor başhe­ kimin kaşesi ekselansların ı n iştahlarını kabartan, kebap 75

KAS H NA F E L S E F E S İ

niyetine pişsin d iye şişe taktıran annesi poşetten ç ıkar­ dığı kız marka bebeğini 'taze' deme bayatlığıyla pazarlı ­ yor, yiyip şişsin d iye sıra bekleyen beyler, insan namıyla sofrada bebek geğirdiler de ben ayazdandı r sandı m 'yok soluğun' yüzündeki beyazı, piyazı görünce anladım henüz nefes alamayan g ü nahsızı ince kravatıyla sakladığı geniş midesine indirip bin bebeklik kal ı n cüzdanından bir tekini bahşiş niyetine atarken birileri ben karalar bağladım; yanı yırtık poşetlerin kenarından doktor kontrolüyle sarkan par­ maklar vard ı kapıya çarpan yorgu n adama gülümserken ince kravatlı, kürdana gelmeyen bebeği azı dişinde sakladı o, ceketinin kapanamayan düğmesin i iliklerken beni m ce­ hennem tutuşturu lan gözlerim, cennetler yakan masumun gözyaşını arıyor ve bir bebek daha düşüyor tabağa apar toparlak elleri yumuk, yuvarlak göz bebeğinden kan dam­ l ıyor, damlalar sessiz sedasız akıyor zengin dişin kenarın­ dan d udağa, pişkin suratı pişmemiş kahkahasıyla bırakıp patl ıcanı pilavı, yok sayıp muzu, karpuzu, kabağı, şekeri, tuzu, biri daha kin tarlasına maraz ekip garaz biçti ve ce­ nin yedi insan olmak dışında her şeyi taklit edebilen hay­ van oğlu hayvan dediğim zaman köpeğe, kurda, kuşa ya­ zık ettiğim adamı n illet m i lletinin, yamyam devletinde tam da bu saatte b i r büyük restoran, yine resmi izinlerle anne kovalıyorken ana caddede; ben uyuyamam, yorganı çe­ kip saklanamam, dilimi tutup susamam sesi yok bebek­ lerin cennetin kapısına kilit vurduğunu, gözümle körüp di­ zim kanadı diye bağıramam, bakamam, oturup koltuğuma seyre dalamam çünkü ben bir akşamüstü kırmışım yanlış dönen çarkın dişlileri n i, d işimle kolumu koparmışım hem 76

D E M İ RKI RAN

de taa oradan , dayanamamışım sıcak çorbasını içen yav­ rumu bırakıp çorbada garnitür yavrularım için yollara d üş­ müşüm ayak yalın, Azrail gecikince hiç acımadan hem de daha 23'ümde yüreğimden ruhum u sökmüşüm, kafa tut­ muşum ölümün abaküslü hesabına, sıram gelmeden öl­ müşüm üstelik söz verm işim kim l i ğ i belirsiz cudamdan şeytana satılmış rahme d üşen cenine baba olmaya, ant içmişim akşamdan sonra akşamdan kalma maymu ndan bozma, enine cenin yiyen canilere ecelsiz ölüm olmaya, dar olmaya darlanmadan, var olmaya arlanmadan, vaz­ geçmeden geceyi gündüze sarıp çalışıp gel g ideli m be­ raber şu cibi l liyetsizin sulbünü kurutmaya, ahlakını boz­ maya, İ blis'e çatmaya, şeytana bulaşmaya yal n ız gidelim gel; gelmezse kimse ya da susarsa herkes korkusundan , İ brahim(ası•e su taşıyan serçenin cesaretiyle kırı l madan ka­ nadımız gagamız, ne kadar alıyorsa dilimiz damağ ı m ız, küçük d e olsa ağızlarımız hiç olmazsa iştahını kaçı rmak için yüzüne tükürelim bu vahşetin seyrine dalmadan ço­ cuklarım ız. Sadece çokbilmişleri ilgilendirdiği i ç i n küçük puntoyla yazdım ne d e olsa çokbilmişler b u n u h e r türlü okurlar. Ş i m d i . bana bak çokbilmiş! Ö nyarg ı larından vazgeçeceksin çünkü böyle b i r kafayla yaşad ı ğ ı n için her ş e y i yanl ı ş öğre n d i n . Efendi g i b i kır d i z l e r i n i v e t e k t e k çökert b ü t ü n yan l ışları n ı ! Yalandan y ü z ü n ü de asma. Arkanı dönme, küsme! Düz yürü, ateşe yürü, mermiye yürü. Silkin de öyle yürü . . . Hızlı yürü . . . 'Yürü!' dedikleri için yürümeye başlad ı n , b u kaderin . Söylenileni yapmak karakterin senin. Ne derlerse hemen i n a n ıyor araştırmadan da uyg u l uyor­ s u n . Kulaktan dolma bilgiler yönetiyor se ni . Eğer 'Yürü!' dedikleri n d e koş­ muyorsan ' kendini sevmiyorsu n ' demektir. Kendini sevmeyenler, d ururken bile yoru l u rlar. Yoruldu kları için de koştuklarını sanırlar. Öyle ya insan d u r­ d u k yerde neden yoru lur, değil m i ? Nasıl başarıyorsan artık, koştuğunda bile yerinde sayıyorsun. Sana uzaktan bakanlar, durd u ğ u n a dair bahse gi­ riyor çünkü sen geriye doğru koşan b i r kaldırımda ileriye doğru yürümeye çalışan u m utsuza benziyorsu n . Kusura bakma; koşacaksı n , daha hızlı ko­ şacaksı n , en h ızlı sen koşacaks ı n . Başkası nasıl koşmuş ya da koşmamışla da ilgilenmeyeceksin. Bu maraton sen i n . Hatta öyle hızlı koşacaksı n ki yol

77

KAS H NA F E L S E F E S İ

yanacak h ızından. Ö y l e h ı z l ı koşacaksın ki uzaydan bakanlar sadece seni görebilecekler. Anlam veremed ikleri bir gürültü, bir ışık olacaks ı n . de neyd i ? ' diye seni soruşturacaklar.

O

'O

geçen

kadar hızlı koşacaksın ki hız, hızlı­

ğ ı ndan utanacak, kimse yetişemeyecek sana! . . Ateşe koş, ateş seni yakmayacak! Merm iye koş, mermi sana çarpmaya­ cak! Sadece koş! Sen i n önyarg ı ndan telef oldu milyarlarca insan, mundar oldu yeri n masu m u . Hesapsızca koş. Hiçbir zaman kaçma, geri durma. En önce sen atla yang ı n lara, belalara . . . Ve asla şüphe etme, hiçbir şey olma­ yacak sana. Ben kaç zamandır geçiyorum o yangınlardan. Yalınayak, ko­ şarak geçiyorum h e m de sırtımdaki bu ağır yükle. Kiiinat var sırtımda be­ n i m . Sağ cebimde g ü n eş, sol cebimde en uzak yıldız var. . .

O

kadar hızlı

geçtim ki oralardan, saymaya zamanım olmadı göğsümü yarıp geçen mer­ mileri. Sen adını duyunca korkuyord u n cehennemin; ben su n iyetine ce­ hennem içiyordum sabahın beşinde . . . Ve bil iyor musun dostum? Ben hiç yang ı n görmed i m . Şimd i anladım ki yanı l m ı şı m . Meğer ben hep yang ı ndan geçti ğ i m i sanmışım . Meğer ben hiç yangından geçmemişim, hep yangın­ lar geçmiş benden . . . Ve şimdi d i k duruyorsa başım, elmastan yapı lmış b i r heykele benziyorsam . . . Gece n i n b i r vakti koşuyorsam yine ve ş u anda saat yine üçse ben ü ç gündür uyumuyorsam . . . Kal Dağı'nın arkasında kıyametler koparıyorsam her gece sen uyurken . . . Fırtınalara, boranlara, okyanuslara posta koyuyorsam g ü n ü n tam ortasında . . . Üzgünüm ama artık uyanmak zorundasın o derin uykun d a n . Ayrılmak zorundasın tat l ı rüyandan . Ayı l mak zoru ndasın bu an­ lamsız bayg ı n l ığından. Sıcak yatağ ından çıkmak, yan ı mda olmak zoru nda­ sın ve koşmalısın benimle. Uyan ve korkmadan koş! Dedim ya sana hiçbir şey o l m ayacak çünkü ben dün gece yine bu saatlerde seksek oynad ım se­ nin may ı n dedikleri n l e . Ve bu saba h , okyanus geçerek sana ' uyan' demeye geldim. B i l iyorsun okyanuslar yarılarak geçilir ama ben yarmadım okyanusu, içtim d e geçtim . . . Sana sadece 'uyan' d iyecekt i m , UYAN ! . .

HERKES HAKLID I R Hepimizin başında bir kara kutu var. Kimi buna vicdan d i ­ yor, k i m i yürek . . . Akşam o l u p başımızı yastığa koyduğu­ m uzda biliriz biz; yaptıklarımızın ne kadar doğru , ne öl­ çüde yanlış olduğ u n u . Aslında bilirsin sen, ne denli haklı ne derecede haksız olduğunu ve kime, nerede kazık attı ­ ğ ı n ı da ezbere bilirsin sen, yüksek sesle söyleyemesen de. 78

D EM İ RKJ RAN

Düşün! . . Kara kutun u çalıştır. Şu an yaln ızsın, seni senden başkası sorgulayamaz ve kabul et, sen en adi l mahkeme­ den bile daha adilsin; basınca gece, açılınca kara kutular. . .

Pembe Poşet O gün biraz geç ç ı ktı iş yerinden genç kız. Ser­ visi de kaçırm ıştı , m i nibüsle gidecekti evine. M i n i ­ büse vereceği para onun içini acıtsa da yapacağı bir şey yoktu. Ailesinin çalışan tek ferdiyd i . Yatalak bir annesi, işsiz bir babası vard ı . Kız kardeşi Nazlı altı yaşındaydı ve tam bir yıldır ablasının ona pilli bebek almasını bekliyordu. Ablası gecikince sabır­ s ızlandı ve o akşam her zamankinden daha fazla u m utlandı. ' Herhalde ablam bana bu akşam be­ bek alıp öyle gelecek.' diye düşündü Nazlı kız. Acı bir tebessüm vardı Aynur'un yüzünde hep. Onun kahkahalarla güld ü ğ ü n ü gören olmam ıştı hiç. Pilli bebekle oynama yaşı neredeyse geçmekte olan kız kardeşini düşündü genç kız minibüse binerken. Ayn ur'un bir de asalak abisi vardı; maaşını alı r al­ m az kuzgunun leşe yapıştığ ı gibi kızın başına çö­ ken abisi. Akşama kadar ayakkabılarının topukların ı eze eze mahallede volta atan bir serseriydi M u rat. Evlerine gelen komşuları ann esi ilaç alsı n diye yas­ tığının altına para koyarlardı bazen. M u rat, hasta ziyaretine gelenler g ider gitmez yastığı n altını kont­ rol edecek kadar aşağ ı l ı k bir adamdı. Genç kız yine beyaz h ayallere dal m ı şt ı , elindeki pembe poşete sarıl ırken. Saat 1 0'a geliyord u . İ ki 79

KASH NA F E LS E F E S İ

yolcu kalmıştı minibüste. Birkaç durak sonra on­ lar da indi. Yal n ız Aynur kalmıştı minibüste lakin bir tuhaflı k vardı . . . Aynadan genç kızı gözleriyle taciz eden şoför, Aynur'un 'İndir beni!' demelerine al­ dırış etmeden son durağı da geçti. İ ğrenç bir kah­ kahayla cep telefonundan birilerini aradı : 'Müthiş

bir piliç yakaladım çocuklar. Her zamanki yere gidiyorum, hemen gelin.' ded i . Genç kız hayalle­ rinden irkildi. Beyaz hayalleri yerini bembeyaz bir surata bıraktı. Kalbi duracaktı. Ayaklarının bağı çö­ zülmedi, koptu sanki. Bağıramıyordu bile. Korku­ sundan bayıl d ı . Ormanlık bir yerde durdu minibüs. Şoför, kızı aşağı indird i , ağzı n ı bantla kapattı , ba­ şına da bir çuval geçirdi. Genç kızın bebek saflığın­ daki gözyaşları süzülürken yanaklarından , dört ka­ ran l ı k adam daha geldi ve inti kam alır gibi tecavüz ettiler saatlerce. . . Hani 'Öldü öldü, dirildi.' der­ ler ya! Genç kız öldü ama bir daha dirilmedi. Kızın öldüğünden emin olmak için nabzın ı kontrol etti­ ler; nabız yoktu . . . Kahkahalarla çıkardılar Aynur'un başındaki çuvalı . İ çlerinden biri donakaldı. 'Murat!' dedi biri 'Ne oldu Murat?' dedi öteki . Murat ce­ vap veremedi çünkü tecavüz ederek öldürdükleri m i n i k elli genç kız Murat'ın kız kardeşiydi . Bir t ü r l ü bırakmadığı, eliyle sıkıca tuttuğu pembe poşetten küçük Nazlı için aldığı pilli bir bebek, abisi içinse nicedi r baktığı o beyaz gömlek çıktı . Poşet­ teki en anlaml ı şeyse üzerinde 'Siz benim her şe­ yimsiniz.' yazan o küçük kağıtt ı ! 80

DEM İ RKJ RAN

Kedi çok acıkm ıştı. Aç bir fare yakaladı .

Tam o sı rada a ç b i r köpek geldi . Kedi fareyi bıraktı . Farenin elinde aç bir böcek vardı. . .

Neden sadece baş harfleri söylenir sapıkların? Neden acaba yüz kızartıcı suç işleyenlerin ismi açı k­ lanırken sadece baş harfleri söylenir? Adam tecavüz etmiş bir masuma ama sadece adının baş harfleri açıklan ıyor, neden? Aslında tam aksine bütün sü­ lalesinin adı soyadı , nereli olduğu, aile fertlerinin işi g ücü, ismi soy ismi söylenmeli bence hatta 'Evlen­ mek üzere hazırlı k yapan nişanlı genç kızı kaçı­ rarak günlerce tecavüz eden P.Ç.' yazmak yerine ' Evlenmek üzere hazırlık yapan nişanlı genç kızı kaçırarak günlerce tecavüz eden, falanca şeh­ rin filanca kasabasında yaşayan, demir tüccarı O kan Çonkarışoğlu'nun a mcasının oğlu, sınıf öğretmeni Kaan Çonkarışoğlu'nun kardeşi, fa­ lanca köyün muhtarı Durmuş Çonkarışoğlu'nun da tek çocuğu olan sözde i nsan Polat Çonka­ rışoğlu . . ' diyerek deşifre edi l meli bunlar. ' P.Ç.' ne d emek ol uyor yahu? Neden korunur ki bu piçler? Böylelerin i n yedi ceddi afişe edilmeli ki caydı rıcı olsun ve otokontrol sağlansın. Ohh ne g üzel yaa; adamın baş harfleri n i söylüyorlar bir kaç sene ya­ tıp çıkıyor o da. Bak ne güzel , arındı g itti işte. Ada­ let mi bu? Onunla bağlantısı olanların tamamı rezil olmalı, birden fazla i nsanı n canı yanmalı ki herkes b i rbiri n i uyarsın. .

81

KAS H NA F E LS E F E S İ

İddia ediyorum : Tecavüzcün ü n , hırsızın, caninin, sapığın mapı ğ ı n tüm sülalesi rencide olur ve açık edi l i rse bir daha da kimse yüz kızartıcı suç işle­ yemez. Şöyle ki: Ailelerin yaptırı m ı hukuktan, kanundan yasadan şundan bundan çok d aha güçlüdür ve her zaman daha ağır basar. 'İyi de biri suç işliyorsa akrabalarının günahı ne?' d iye soracak olan zavallıya yönelik açık­ lama: Neden rahatsız oldun ki şimdi sen? Sahip çık kardeşine, abine, akrabana, babana ... Diretiyorum: B u yapılsa şaka değil 'kötül ük' diye bir şey kal maz. İ nsanlar 'Aman başımıza bir iş açmayalım!' diyerek daha sık g örüşmek zorunda kal ı r aylak ve suça meyyal akrabalarıyla. Böylece akrabalı k bağl arı da durduk yerde gelişmiş olur, fena mı? Öneri: Düşün bunu ve gör ki b u basit fikirle yüz­ lerce suçun ö n ü ne geçmek m ü mkündür. Ayrıca gayri i nsani g i b i görünen (ki bana hiç de öyle gel­ miyor) böyle bir uygulamayı hayata geçi rmek de fazlasıyla m ü m kündür ve ölen b i n lerce masumun hikayesi düşün ü lürse oldukça d a i nsanidir. Empati: Başına bir hal gelen sen i n kardeşin, kızın , karı n , anan baban olsa nasıl düşü nürdün? Despotizm bazen iyidir: Eğitim , her zaman eğit­ mez insanları ve öyle denildiği g i b i de 'her şey' fa­ lan değildir eğitim. Ö yle olsayd ı şayet; Allah, öte aleme cehennem yerine kolej açardı. 82

D E M İ RKI RAN

Çoğunlukla ateşe dokunduğunda değil

eli yandığında anlar i nsan ateşle oynadığı n ı .

KİME GÖRE HAKLIYI M 'İyi ama kara kutuya bakmak yeter mi? Kime göre haklıyım , kime göre haksızım?' diyorsan söyleyeyim : H i ç başka b i r mahkeme aramana gerek yok. Ortalama bir zekası olan herkes nerede haklı , nerede haksız oldu­ ğunu bilir. Eğer geceni n b i r vakti yalnız kaldığında ken ­ din i ç i n adil b i r hüküm verebiliyorsan hiç geceyi bekleme o zaman! Kafan ı kurcalayan bir şey varsa şimdi, hemen şimdi 60 saniye düşün! Kalem Arkası Ayrıntılar. . . H

Maym 201 2 - 23.H

Bir i l i m izin val isiyle oturuyo ru m , a n n e m arıyor. Ç o k öneml i bir iş kon u şuyoruz. K ı s a kesm e m lazım kon u dağılmasın diye: -

Anne sonra kon uşal ı m m ı ? Val i beylerle yem e k­ tey i m .

Annem: -

Vali , benden daha mı önemli bacağı boklu? .. Valiyle oturuyormuş hele hele. Seni ben doğurd u m , ben.

Gülüyorum ama nasıl bir gülmek. Annem u nutuyor be­ nim hiç büyümediğimi ve hala şımarık bir çocuk oldu­ ğumu ki ben telefonu kapatmadan anlatıyorum Vali Bey'e: -

Sayın Valim, annem diyor ki 'Vali , benden daha m ı önemli bacağ ı boklu?' diyor, dedi hatta. 83

KA S H NA F E LS E F E S İ

Annemin sesi geliyor: -

Oğlum n iye söyl üyorsun, hiç mi sırın zırın yok senin?

Annemin duyacağı şekilde cevap veriyor Vali: -

E, haklı . Ben de geçen gün Bakan beyle oturuyor­ dum, annem aradı. 'Anne sonra konuşalım . . .' dedim. ' Bakan, benden daha mı önemli bacaksız?' dedi.

Sadece annem okusun: Kimse s e n d e n daha önemli değ i l anne, h i ç ki m se . . . Herkeı; val i olabi l i r d e senden başka kimse annem olamaz, hiç ki mse!

Anneme uyarımdır: Anne şı marma ha! Biz de bir insan sa­ y ı l ı rız sonuçta .

HAKSIZ OLMAK KÖTÜ BİR ŞEY DEGİL Yanlış anlaşılmaktan korkma! Gerçeklerle yüzleşmekten asla utanma! . Varsı n birileri sana 'Haksızsın.' desin. Ba­ zen de haksız ol, ne çıkar? İ lla haklı olman gerekmiyor ki ayrıca. İ nsanlara ' H a klısın.' demeyi ö ğ renmelisin artık. Asla kaybetmezsin merak etme aksine kazanırsın uzun vadede. Acele etme öyleyse sabret. Bir kere de susmayı dene. Kald ı ki aksinin iddia edildiği bir yerde haklı oldu­ ğ u n u bin defa söylemen de haklı çıkarmaz sen i. Çünkü sen bin defa ' Haklıyım .' derken karşı ndaki de bin defa

' H a ksızsın.' diyecek ve böylece skor h i ç değişmeyecek. O gün anladım; meğer haklı olduğunda susmak, otomatik olarak karşı tarafın kara kutusunu açıyormuş. Dene, sen de aynı sonucu alacaksın. Çok hararetli tartışmalarda eğer kara kutun sana 'H a klısın.' diyorsa sus biraz. Enteresan şeyler olacak göreceksin! 84

D E M İ RKI RAN

BİRİNİ İKNA ETM ENİN E N PRATİK YOLU HAKLiSi N Zaman yöneticimle o ayı n planını yaparken acı acı çaldı telefon , nasıl oluyorsa? Ara verdik plana m lana. Arayan kişi çok şiddetli ve hararetl i bir ısrarla beni i stiyordu. 'Ho­ cam, adam delirmiş, illa da sizi istiyor.' İ şin gücü bı­ raktım, cevap verdim ona. G i riş cümlesi şuydu: 'Oraya gelip size dünyanın en akıllı insanı olmadığınızı, dün­ yanın bütün bucaklarıyla beraber öğreteceğim.' Uzak­ tan gelecekti, 300 km . . . Dedim: 'Gerek yok kardeşim. Yorulma!' Kötü niyetliyd i , egosuna yenikti. Çok ısrar etti . 'Peki, gel.' dedim. Geldi neyse, 3 0 0 k m mesafeden üşen­ med i kalktı geldi adam . Odamdayız . . . Dedi: ' D ü nyanın en akıllı i nsanı değil­ siniz çünkü .. .' Lafı nı keserek ona tek kel i m e söyled i m : 'Haklısın.' Dedi: 'Değilsiniz çünkü .. .' Ded i m : 'Kardeşim haklısın; ben dünyanın en akıllı insanı değilim.' Ded i : 'Ama .. .' Ded i m : 'Aması maması yok! Değilim, haklı­ sın . .' Deli rd i , ne diyeceğ i n i şaşırd ı . Ne yaptıysa konuşa­ madı çünkü ben ona sürekli 'Haklısın.' diyordum. Hatta bir ara abarttım ve 'Aslında bir hataydı; yaptı m işte, ben kiiim, akıl kim?' ded i m . Ne oldu biliyor musun? 'Hocam öyle deme sen şöyle akıllısın, böyle zekisin .. .' demeye başlad ı . Ded i m : 'Yok yok . . . Sen haklısın . . . ' Peki, sonra ne oldu biliyor musun: ' H ocam, sen gelmiş geçmiş en akıllı insansın.' dedi ve g itti . Ben öyle olmadığım konu­ sunda ısrarlıyd ı m ama m ü saade etmedi o buna. Peki , tartışsam ona haklılığımı ispatlamaya kal ksam ne değ i ­ şecekti ki? Bir d üşman o larak gidecekti yanı mdan. Oysa ben 'Haklısın.' deyip susunca ben i m odamı n ya da d ü n ­ yan ın ( k i ikisi de ayn ı şey) h e m de tam ortasında yal n ız .

85

KAS H NA F E LS E F E S İ

kald ı genç adam; gerçek amacını fark etti ve kara kutusu girdi devreye. Bunu sen de yap çok eğleneceksin, çoook. . .

[



Bir kişiyi ikna etmen in bütün dünyayı ikna etmekten daha zor olduğunu öğrendim.

Sİ H İ RLİ SÖZCÜK HAKLiSiN Ö yleyse dinle şimdi! B i riyle tartışıyorsun hem de fena . . . Haklılığından emin olduğun an tebessüm et 'Haklısın.' de ve sus! Sen tepki vermeyince ya da karşındakine ' Haklı­ sın.' deyince doğal olarak az önceki hararetli diyalog ken­ diliğinden bitecek ve seni sözde alt ettiği düşüncesiyle o devam edecek konuşmaya. Yan i diyalog şeklindeki tar­ tışma, bir anda monolog şeklindeki bir iç hesaplaşmaya ve devasa bir yalnızlığa dönüşecek. Sen sustuğundan onun zih n indeki kara kutu otomatik olarak açılacak ve böylece ortada bir d iyalog olmadığı için söz kon usu monolog de­ ğerlendirilecek. Ortada bir antitez olmadığından ötürü sa­ dece tez mercek altına alınacak ve az önce tartıştığın kişi tüm d ikkatin i ister istemez kendi konuşmasına verecek. B irkaç dakika sonra sana söylemese de haksız olduğunu kabu l ederek frekans değiştirecektir.

Bu şöyle bir şey: Ayakkabı alacaksın . . . Beğen­ diğin beş çift ayakkabı varsa dikkatin beşe bölü­ nür ve sen ayakkabılardaki defoyu fark edemez­ sin ancak bir çiftse beğend iğin ona yoğunlaşırsın ki artık o ayakkabıyla ilgili tüm detayları inceler ve asla yanı lmazs ı n . 86

D E M İ RKI RAN

Ben şimdiye kadar haksız birine rastlamadı m hiç; sordum babam da rastlamamış.

Felsefe molası: 'Haksızsın çünkü .. .' d iye başlayan cümle sayısı ' Haklı­ sın çünkü . . ' diye başlayan cümle sayısından, toplamda kurulan cümle sayısı kadar fazladır. .

Kalem Arkası Ayrıntılar. . . 2 2 Hrıxinm 2012



i 2 A5

Bir seminer için şehir dışındayım. Çocu klar 'anne' d iye ağlıyor ya beni m henüz 2,5 yaşındaki kızım Firdevs öyle değil; o 'baba' d iye ağlıyor, elma gibi kuru soğan , don­ d u rma gibi tereyağı yiyor. Değişik özellikleri olan bir ço­ cuk vesselam . . . Gerçi her çocuk öyledir de sanırım ben d ikkatli bir babayım ve yakalıyorum ondakileri. N eyse eşim arad ı . Fonda kızım ı n ağlaması 'Babaaaaa, ba­ baaaaa . . ' iki satır kon uştu k kon u ş m ad ı k telefo n u m kapandı. Neden biliyor musun, şarj ı m bitti?! Yanımda .

i l g i l i alet yok. Telefoncuya g i diyoru m bütün c i h azlar korsan . . . Ve ben kızıma iki saat sonra ulaşıyorum ama o bu sefer benimle konuşmayı reddediyor; haklı çocuk aklı zira ona göre telefonun kapanması, ışıklarda bek­ lemek* falan saçma! Ben telefona ve onun hattına, şununa bununa istedi k­ leri parayı verdi m mi? Verdim! Neden bitti ki şimdi bu aletin bataryası , n iye kesildi ki kızım ı n sesi? Acaba cep telefonu ne zaman icat edilecek? 'Kablolu telefondan cep telefonuna geçti in­ sanlık . .' Öyle mi, hiç katılmıyorum?! Ben telefo­ .

numu h i ç b i r zaman cebimde g ö remed i m ç ü n k ü . 87

KAS H NA F E LS E F E S İ

Ya konuşuyorum ya da kabloya bağlıyorum zira kablosuz çalışmıyor bu d i nsiz imansız. Bir günlüğüne bir yere gideceksem mesela küçük oluşuyla övündükleri telefonların o devasa şarj aletini cebime koy­ mak zorundayım ki ben uçak seyahatlerinde yanıma kimli­ ğimi bile almak istemiyorum. Neden beni ve bütün insan­ lığı o saçma sapan kabloya mahkum ediyorsun bilader**? İ nsan düşünür: E, internete girersen çabuk biter tabi. Bak, benim telefonumun şarjı bir hafta gidi­ yor; az konuş kardeşim! Yazar cevap verir: Bak bunu hiç düşünmemiştim . . . Kalbe bir pil yapıp 5 yıl boyunca 1 50 kiloluk adamı ayakta tutabilen, bilmem kaç 'terabyte'lık bilgiyi tırnak büyüklüğün­ deki flaş belleğe sokabilen teknoloji dünyası, 1 00 gramlık telefonun ayakta durmasına bir çözüm üretemediklerini id­ dia ederek kafa mı buluyor bizimle anlamak mümkün değil! İ nsan nedendir bilinmez; üşenmez ve bir daha düşünür: O kadar kolaysa konuşacağına çık sen yap Sayın Demirkı ran ! Demirkıra n cevap verir: M anyaksın! Bayı l d ı m zekana. Bak b e n b u n u da hiç düşünmemişt i m . Yazı bits i n h e m e n yapacağı m . . . Yahu kardeşim ben diyorum 'Bataklığı kurutalım!' sen d iyorsun 'Ne olacak bu kadar sivrisinek?' Bu mudur Al­ lah'ını seversen? Bu arada şarj işini çözemeyen para budalaları neden ıs­ rarla her modelde şarjın zımbırtısını değiştiriyor acaba? Para kazanmak dışı ndaki bütün işlerde beceriksizsin ka­ bul et işte. Dünyadaki bütün buzdolaplarının fişi o stan­ dart prize giriyor da neden sizin şarj aleti sadece sizi n­ kine giriyor, sizin telefonlarınıza. Bir kere de seviyesizli k 88

D E M İ RKI RAN

yapmayın gidin aranızda bi anlaşın da bu kepazeliğe son verin artık ki eninde sonunda bunu m utlaka yapacak ve tek tip şarj aletine geçmek zorunda kalacaksınız. Mera k: Kumandanın arkası ndaki pil yatağının kapağı ne­ den kırıktır hep? Bu, televizyon üreticileri televizyon ku l­ lanmaz mı acaba ki eminim onların da kumandalarının ar­ kasındaki o kapak düşmüştür. Şunu biraz daha sağlam yapın da bant çekmek zorunda kalmayalım kumandanın etrafına; band ı n kenarları simsiyah oluyor da o bakımdan. *Işıklarda beklemek: Her kırmızı ı ş ı kta bana ayn ı so­ ruyu soruyor henüz 2,5 yaşındaki Fi rdevs ' Baba deden

ditmiyorus?' ve ben her seferinde cevapsız kalıyoru m . Sah i n e d e n gitm iyoruz? Görü n m eyen b i r i p l e b i z i n e ­ d e n üzeri nde çeş itli lam balar o l a n d e m i r b i r d i reğe bağ ­ l ıyorlar? Bu arada o l d u m olası o d i reklerdeki l a m baları , çoc uk ayakkabı l arındaki kand ırmaca ışıklara benzetirim ben . . . ' Sağdan gelen geçer.' temel prensibiyle oluştu­ rulacak kavşaklarda yavaşlayarak geçmek varken d u r­ mak n iye ve bu basit işleri çözmeden nasıl uyur bakan, başka n , belediye?

**Bilader: Kullan ı m ı nd a herhangi b i r hata yok z i ra kas­ tett i ğ i m ' b i rader' d e ğ i l ' b i lader'. Botanikçiler b i l i r; h a n i şu üzer i nde Amerika el ması yetişen ağaç v a r ya i şte o .

Açıklama: Amerika'daki b ü t ü n e l m acılara ç at as ı m var b u g ü n ; yeş i l ine, kırmızısına alay ı n a hem de . . .

H İÇBİ R Ş E Y GÖR Ü N DÜGÜ G İ B İ DEÖ İ LDİR Tek çıkışlı , çeli k kap ı l ı bir oda düşün! Kap ı kilitli ve anah­ tarı da kap ı n ı n aksi istikam etindeki dolabın i ç i n d e ! B i r deprem o l d u ğunda kapıya m ı koşarsı n yoksa anahtarı n 89

KAS H NA F E LS E F E S İ

bulunduğu dolaba mı? Elbette ki dolaba yani aslında anah­ tara çünkü anahtar olmadan söz konusu kapı sadece bir duvar mesabesindedir... Şimdi de bu odada bir kamera olduğu n u ve olup biteni kaydettiğini varsay ve de düşün; daha sonra bu görüntüleri izleyenler, senin kapıya değil de ters istikamete koştuğunu gördüklerinde ' Bu adam ne yapıyor, kapı nerede, o nereye koşuyor? ' demezler mi? Oysa sen doğru olanı yaptın. Belki kapıya koşmadın an­ cak o kapıyı açmak için doğru istikamete, anahtara koş­ tun. İ şte bazen terse gidiyor gibi görünsen de düze gidi­ yor olabilirsin; tıpkı bazen düze gid iyor gibi göründüğün halde terse gidiyor olabileceğin gibi. .. Doğduğumuzda birileri bize sivrisineği n sevi mli bir hayvan olduğunu söyleseydi şimdi birçoğumuz evimizde sivrisinek besliyor olurduk.

Sivrisinek deyince aklıma geldi birden: Hiç dü­ şündün m ü insan neden bir kediyi ya da karıncayı yanlışlıkla ezdiği zaman acı çeker de bir böceği ya da sineği büyük bir zevkle öldürür? Tipini mi be­ ğenmez acaba? Oysa istenirse bir böcek de tıpkı bir ked i gibi evcilleştirilebilir. H atta biraz derin dü­ şünülürse bakteri de canlıdır ve insanoğlu bir gün m utlaka ona da üstelik iğnesiz ilaçsız söz geçire­ bi lecek donanımdad ı r ancak 2 1 . yüzyıla hükme­ den hal ife, onu evcil leştirmeyi ' henüz' becereme­ diği için savaşır duru r bakteriyle virüsle, bu sanki bir marifetmiş gibi hem de . . . 90

D E M İ RKI RAN

Neden olmasın: Gözüken h i ç b i r sebeb i ya d a m enfaati olmaksızın ( k i ne ı s ı r ı r ne de başka b i r şey yaparlar) ısrarla ağzımıza yüzümüze konan ka­ rasineğin bizimle dost o lmak gibi bir amacı olabi­ lir m i acaba? Gece h i ç sesini çıkarmadan uyuyan ancak güneş doğar doğmaz ' E , hadi uyan artık sabah oldu!' dercesine, burn u muzun d i binde vı­ zıldayan , ısrarlı konuş ve dokunuşlarıyla adeta 'sa­ bahı kaçırmayalım' diye bir çaba içerisine g i ren, bir türlü peşimizi bı rakmayan ve sonunda da amacına m utlaka ulaşarak bizi uyandıran karasineğ i n dost olmadığını kim iddia edebilir? Saçmalıyor olabilir m iyim: Seni herkesten çok düşünen annen, uyandırmaya kıyamaz bazen ve sen kaçırırsın günü . . . B i r de bakarsın ki bir ömrü sinek ilacı sıkıp uyuyarak geçirmişsin. Oysa 'dost acı söyler' genel prensibine uyg u n davranan an­ nen değil o beğenmediğin karasinektir. Sabah ları seni uyandırması için para verip adam tutsan uyu­ yakal ır ya da saati şaşırır belki ama dakika şaş­ m az karasinekler. Ö te yandan köylerdeki i nsan­ ların daha uzun yaşadığı d ü ş ü n ü lürse bence bir teşekkürü hak ediyor nefret etmek yerine dost ol­ mamız gereken karasinekler. Fark ettin mi: Nesnelere yükled iğimiz anlamları n ; hüzünleri n , m utlulukları n , acı ların , heyecanların ta­ mamen zihnimizde oluşan ve h afızamızda depo­ lanan imge ve bilgilerden ibaret olduğ u n u fark et­ tin mi? Ve anladın m ı d üşüncemizi değ iştirdiğimiz anda inandı ğ ı m ız bütün değerlerin hatta her şeyin hiç olmadığı kadar farklı manalara gelebi leceğini? 91

KAS H N A F E L S E F E S İ

İtiraf et: Konduğu yerler gerekçesiyle pis zannetti­ ğ i n ama g ü nde 80 bin kere ellerini ayaklarını yıka­ yan ve senden benden çok daha temiz olan kara­ sinek birkaç dakikadır sana fena sempatik gelmeye başlad ı , valla bana da . . .

KİMDİ ACABA O TAŞI O KUYUYA ATAN AH MAK Yine her zamanki gibi ağrısız, sancısız, çığlıksız doğmuştu g ü neş. Kainattaki en büyük işi gürü ltüsüz patırtısız ve hiç şımarmadan, sessizce yapıyordu o. Yaptığı işin büyüklü­ ğünü 'güneş doğdu'dan başka hiçbir söz karşılayamıyordu onun. Düşünsene; az sonra bir yandan hava aydınlanmaya, d iğer yandan kuşlar ötmeye, karıncalar yuvalarından çık­ maya başlayacak. Ağaçlar hatta en küçük otlar bile katıla­ cak bu hummalı çalışmaya. Yeryüzü, üzerindeki siyah yor­ ganı kal d ı rı p Ay'a ve yıld ızlara savurarak cezalandırır gibi söndürecek onların ışığını; yüz milyon larca yıldızın topla­ n ı p yapamadığını, g üneş tek başına yapacak! Neden bitkiler g ü n d üz oksijen, gece karbondioksit üre­ tirler, hiç düşünd ü n mü? Ç ünkü güneşin doğuşu, haya­ tın başlad ığı and ı r. Ağaç, ağaç iken o bile teslim olmuştur g üneşe. O doğar doğmaz bütün bir sistem nasıl alt üst olur? Bu kadar büyük bir dönüşüm nasıl gerçekleşir? Ve güneş nasıl bir güçtür ki doğmasıyla birlikte bütün canlılar harekete g eçer? Sence güneşe rağmen uyuyan bir canlı var mıdır d ünyada? Yorma kendini ben söyleyeyim: As­ lan kaplan, kurt kuş, aygır beygi r, kedi fare, sinek böcek, 92

D E M İ RK I RA N

elma armut, balina yunus ve her ne varsa nefes alan al­ mayan çoktaaan uyanmıştır g üneş doğu nca. Hele şu işe bak ki hiçbir hayvan ya da bitki kurmalı saat­ lere ihtiyaç d uymadan eksiksiz uyanabiliyor da d ü nyanı n tek akıllısı kabul edilen insan ' m ışıl mışıl' uyuyor. Neden bil iyor musun? Çünkü ölümsüz olduğunu zanned i ­ yor... Ç ü n k ü akı llı olduğunu düşünüyor. . . Çünkü kaçıyor. . . Çünkü kendine saygısı yok . . . Çünkü özgü r olduğu n u sanıyor. . . Çünkü nankör... Çünkü acayip tem bel. .. Çünkü verdiği sözü tutmuyor. . . Çünkü zaman bitmeyecek sanıyor. . . Çünkü işe yaramaz olduğuna i nanıyor. . . Çünkü önyargılı . . . Çünkü aptal , kesinlikle aptal , gerçekten aptal. .. Ç ü n kü ha­ zır bir siste m i n kucağ ında doğ d u , doğdun . . . Sormalıyd ı n , sormadı n ! Sana 'Erişkin b i r i nsan 8 saat uyumalıdır' dediler, inandın. Araştırdıkları n ı söyled iler, hepten kandı n . Düşünmed i n h i ç 'Ya yanlışsa!' demed i n ! 'Kimdi acaba

o taşı o kuyuya atan salak?' Bun larla asla i l g ilenme­ din çünkü işine gelen buyd u . Uyumak çok keyifliyd i . N e borcunu hatırlıyord u n ne d e kötü giden işleri n i . . . N e ba­ banın kal p problemi geliyord u aklına ne anneni n ağrıyan dizleri ve ne de çocuğunun olmayan oyu ncağ ı . Uyumak, kaçmaktı seni n için. Ne de güzel oluyord u güneş batınca! Uyku seni öyle esir aldı ki akşam olunca engel olamad ı n gözlerin i n kapanmasına. Aslında engel o l u p o l mamanla da ilgin yoktu çünkü sen uyku hakkında hiçbir şeyi me­ rak etmed i n . Böylece bildiği n bir m uhteşemi , b i lm ediği n b i r katile dönüştürd ü n . 93

KAS H NA F E L S E F E S İ

İnsan sorar: Peki, yedi m i lyar insan nasıl olu r da hep birden ayn ı yanılgıya düşer? Demirkıran cevaplar: Evet, kesinlikle yanılıyor bü­ tün dünya hem de hemen hemen her konuda. Yani kuyuda tek taş yok asl ında, binlercesi var. Zaten kuyu da bir tane değil ki aşağıdaki yazıyla 1 5 sa­ n iyede ispat edebiliri m bunu. Aşağıdaki yazı : Bak ş i m d i ; bütün dünya aynı saati kullanıyor, değil mi? Yan i hepsinde ' 1 2 ' tam tepede ve bütün saatler gece 1 2 'yi gösterince bir şey oluyor takvimlere; o g ü n sona eriyor ve yen i bir g ü n başlıyor, öyle değ i l mi? Peki , bu nasıl bir akı l­ dır ki yen i gün, gecenin tam ortasında ,başlıyor? Bu na­ sıl bir ajanda ki zifiri karanlıkta dönüyor gün? G ü neş saat 6'da doğarken gecenin 1 2 'sine sıfır demekle ne yapmış o luyor i nsanlık? Oysa h ava ayd ı n la n ı rken başlamal ıyd ı gün. Eğer i l la bu tasarım kullanılacaksa şimdiki saatlerde '6' kabu l edilen nokta, günün başlama zamanı kabul edi­ lebilird i . '9' diye i şaretlenen yere de '3' den i lebilirdi... Bu yapılsaydı saat 9 'da uyanan adam 'Güneş doğalı, gün

başlayalı üç saat olmuş.' d iyecek ve günü kaçırma en­ dişesiyle yerinden fırlayacaktı. Bir insan araya girer: Ama olur mu hiç öyle, gü­ neş her zaman 6'da doğmaz ki beyefend i ! Demirkıran çıkarır o insanı aradan: Tamam işte, 6'da doğmadığı zamanlar için zaten 'ileri-geri saat uygu lamas ı ' d iye b i r şey i c at etmedi m i büyük adamlar? Al saati bir tık i leri ya da geri, güneş yine 94

D E M İ RKI RAN

sıfırda doğsun hatta buna da gerek yok, g ü ndüzü algılayan bir sensör koy ilgili n oktalara, gün do­ ğ unca kendiliğinden atsın takvim makv i m , ajanda i m sak, gündem ya da almanak. Şimdi 'Haklısın!' d iye düşünüyor bunları okuyan birçok i nsan lakin ben haklı olmak için konuşmuyoru m ve haklı olmaktan da nefret ediyorum . ' Haklısın!' diyors u n , haklı­ yım da ne oldu?! . Benim haklı olmam ne kattı sana? Yan ­ l ışı düzeltemediğin sürece beni m haklı olmam ı n k i m e ne faydası var? Ayarın bozulmuş senin. Tabiatın dengesine aykırı davranıyorsun. Tutarsızlığa bak ki herkes ' İnsan er­ ken kal kmalı.' derken kimse bir yolunu bulup hem ken ­ d i n i h e m de diğerlerin i güneşle uyandı rma çabası içinde değil! Çünkü düşününce bun u n imkansız olduğ una inan ı ­ yor, çok büyük b i r organizasyona i htiyaç var zanned iyor insan hatta bunun için binlerce hatta yüz binlerce saat eğitim yap mak gerektiğini san ıyor; hani zor ya soru , ca­ hilce bir çaresizl ikle zorda d ebeleniyor. Oysa çok kolay bunu başarmak ve hiç öyle göründüğü gibi zor bir iş değ i l bu. Sadece saatin ayarıyla oynayarak h e m d e h i ç masraf etmeden bütün i nsanları bu büyük yanılgıdan kurtarabi­ lir insan. Böylece kimse hiçbir şey yapmadan t ü m tem ­ belliğiyle yine 9'da uyanmasına rağmen güneş yen i do­ ğuyor olabilir. Kısacası yapı l acak tek şey, saatleri üç saat i leri almak. Muhteşem bir fikir itiraf et! Bunu neden sa­ dece ben düşünebiliyorum acaba? Akıllı olduğ u m için m i ? Asla! K i m s e hiçbir şey düşün müyor, b e n düşün ünce b ü ­ yük adam oluyorum , hepsi b u ! Biraz düşünseler; okulları , iş yerleri n i , fabrikaları, bankaları ayn ı saatte açı p sonra d a 'Trafik neden bu kadar sıkışık?' d iye hayıflanm azlard ı . 95

KAS H NA F E LS E F E S İ

AŞK-UYKU-H EDEF BAG LANT ISI Kimse düşünmüyorsa sen düşün ve bir saatlik uykuyla 24 saat nasıl ayakta d u rduğunu hatırla! N eydi uyumana en­ gel olan o büyük sır; aşktı elbette, aşk! Kendini tanı man için tüm kapıları sonuna kadar aralayan mucizeyd i o ama görüyorum ki sen de tıpkı diğerleri gibi kavrayamayan­ lardansın bunu. 'Aşk' diye adland ırılan o kıskaç, insan ın kendini tanıması için olağanüstü bir fırsattır asl ı nda, sınır­ larını keşfettiği andır. . . Beynini en iyi kullandığı vakit, ne­ ler yapabildiğini gördüğü an, kendine hayret ettiği aralık . . . H atırla, a ş ı k old u ğ u nda uykusuz o l m a n sana hiç zarar vermiyord u . Yemiyor, içmiyor, sürekli onu düşünüyordun. Onun için yapacakların sınırsızlaşıyord u . Herkesi silmeye hazırdın. Bütün bir yıl aç ve susuz g ezmeyi göze alarak tüm okul harçlığı n ı biriktirip ona hediyeler alman da aşı k o l d u ğ u n döneme d e n k gelmişti. Ö nceleri o n u erişil mez gibi görüyordun ama ulaşı nca soğudun ondan ve bitti o hiç bitmeyeceğ ine yeminler ettiğin büyük aşkın . Halbuki ona hep yaklaşıp asla ulaşamasaydın h içbir zaman bitme­ yecek aksine daha da büyüyecekti aşkın. Peki, aşık oldu­ ğun kişi için bunları ve daha fazlasını yapan sen, kazara hedefine aşık olsan neler yapardın acaba?

İşte sana formül: ' Kend ine erişilmez ya da başkaların ı n ifadesiyle ütopik bir hedef seç ve ona aşık ol! ' Ne uykun kal ır ne de başka bir sıkıntın . Hedefi ne hep yaklaş ama asla ulaşma. Belli bir zaman sonra hedefine ulaşıp ulaşma­ mania ilgi lenmeyeceksin zira ona yaklaştığın her ad ımda elde edecekleri n tatmin edecek seni ki bun lar şüphesiz büyük başarılar olacaktır. Ü topik hayallere yaklaşmak sı­ radan hayallere ulaşmaktan çok daha inanılmaz başarılar 96

D E M İ RKI RAN

getirir insana. Ü stelik 'yorulmak' d iye de bir şey kalmaz lügatinde çünkü 'Fizan'a gitmeye yeltenen, komşu köye

gitmeye erinmezmiş.' dem iş büyük adam. arılı i nsanlar az uyumazlar, az uyuyanlar başarılı olurlar.

EN BÜYÜ KLERİN SIRRI Az uyumakla, çok çalışmakla büyük olunur ama en bü­ yük olunmaz. En büyük olmak istiyorsan başkaları tara­ fından ' ütopya' olarak değerlendirilen bir hedefin i n olması bir zorunluluktur. Gel gör ki her şey gibi hedefi de yanlış öğrettiler sana! Elinde değ i l bu, küçük düşünüyorsun. Zira sana çok uyu­ mayı öğreten ler, hiç hissettirmeden bir de küçük düşün­ meyi öğrettiler ayaküstü.

Kürdan Boyu Yaşamlar İ nsan kısa yaşıyordu d ünyada, bir kutu kürdanı tü­ ketemeden ölüyordu ve bir de yaşlanınca zorlan­ mamak için asansörlüsü nden başını sokacağı bir ev alınca özg ü rlüğün, dört duvara mal sah i b i nden korkmadan çivi çakmak olduğunu iddia ediyord u . B i r devletin, alelade b i r ilinin, sıradan bir i lçesin i n , herhangi bir mahallesinde, seçilen e n d a r sokağı n kuytusunda, hepsi birb i rine benzeyen d i kdörtgen gri betona sığınmayı özgürlük kabul ediyord u i n ­ san l ar. Allah o n l ara d ü nyayı arz eyl e rken o n l a r 30 m 2 1 i k b i r betonun tapusuna meylediyorlardı . Kü­ çük adamlard ı vesselam . . . 97

KAS H NA F E L S E F E S İ

AÇI KÇA Eğer etki l i bir hedefin yoksa az uyumanın da bir anlamı yoktur hatta m ü m künse g it hemen uyu ve bünyen kaldı­ rıyorsa da hiç uyanma çünkü hedefi olmayan bir insanın uyanı k olması hem kendisi açısından hem de insanlık ba­ kımından bir işkencedir.

Yani: Ayakta olduğu n süre içerisinde neler yaptığın her şeyden önemlidir. Bunu söylememe bile gerek yok! Eğer az uyuyup abuk subuk işler yapıyorsan sen başarı l ı olmak yerine uykusuz olursun ancak. Büyük Akıl

Çok uyumaktan şikayet etti yavru yılan.

Annesi akıl verdi : Eğer az uyumak istiyorsan akreple dost ol!

ZORU SEÇ ve KAYDOL Ö nce uykunu kaçı rıyor hedefin . Geceni gündüzüne katıp çalışıyorsun son ra. Bazen Ay'a gidip bir ayak izi oluyor­ sun, bazen ciğerin içine g i rip siroz topluyorsun, an geli­ yor göze batıp n u r, dize düşüp fer ol uyorsun; kimi zaman zihne dal ı p fikir oluyorsun hem de en kallavisinden . . . Ve zaman akıyor, ölümsüzler listesine geçerek 'en' oluyorsun. Herkes şaşırıyor, bunu nasıl yaptığına hayret ediyor duyan­ lar. Sen ise gülümsüyorsun sadece. N eden şaşırdıkların ı anlamıyorsun b i l e . Hiç kimse en büyük sırrının çalışmak­ tan başka bir şey olduğuna inanm ıyor, inanamıyor. . . Her­ kes bir olağanüstül ü k bekl iyor nedense! Ama yok bir ola­ ğanüstül ü k falan ve çal ışmaktan gerisi yalan oğlu yalan . . . 98

D E M İ RKIRAN

KOLAYI SEÇ ve KAYBOL 1 00 defa denenip başarılamamış ve bu yüzden kolaylar listesinde adı geçmeyen bir işi 1 01 . defa denemeye kalk­ maz kimse ama i l k denemesinde başarılmış ve bu yüz­ den kolaylar listesinde ismi geçen bir işi yüz milyonlarca insan denemeye kalkar ve hiçbiri de yapamaz. Kim se dü­ şünmez ya da hesap etmez ki birinci seferde yapı lan o iş belki de tesadüfen yapılmış ve bir daha da asla yapı ­ lamayacaktır. Hadi diyelim ki yanıldık, o bahsi geçen ko­ lay işi her deneyen yaptı, o zaman sıradan olmayacak mı bu işi her yapan? Neden bütün binalar d i kdörtgen zanne­ diyorsun? .. N için duyduğun kötü bir örneği , iyi olan yüz­ lercesinden daha fazla ciddiye alıyorsun? Emi n i m çok az uyuduğu için ölen biri n i duysan çok az uyuyup devrimler yapan binlerce kişiden daha çok önemserdin ki 'hiç ol­ maya giden yol ' da zaten bu ciddiyetten geçer.

Son cümlemin kanıtıdır: K i m ileri n i n ' E i n stei n günde e n a z 1 2 saat uyuyormuş ... Koca Eins­ tei n bu, bir bildiği vard ı r herhalde!' d ed i kten son ra ' Demek ki çok uyumak beyni açıyor!' so­ nucunu çıkarması başka neyle izah edilebil i r? .. Ab­ raham Lincoln'ün meşhur başarı h ikayesini m utlaka duymuşsundur. Defalarca başarısız olmas ı n a rağ­ men h i ç vazgeçmemiş ve 52 yaşında da ABD'ye başkan seçilmişti! Bugü n milyonlarca insan zor za­ manlarında onun bu olağanüstü azminden ilham alarak büyük işlere imza atıyor. Peki hiç d ü ş ü ndün m ü ? Acaba Lincoln 51 yaşında ölseydi onun az­ m i n i ciddiye alan olur m uydu şimdi? Hatta 'Çok 99

KAS H NA F E L S E F E S İ

çalışmakla da bir şey olmuyor, Lincoln hayatı boyunca çalıştı da ne oldu?' diyerek bir şeyler yapmaya çalışanların enerjisini bile alır götürürdü birçok işe yaramaz sıradan i nsan . . . NEDEN OLMASIN Beşiklerinde, annelerinin dizlerinde veya battaniye arala­ rında, sallana sallana zorla uyutulan çocukların referans takıntıları yoktur. Eğer bu yapılmasaydı onlara ve ara sıra 'imkansız' diye bir şeyin ol madığı hatırlatılsaydı o çocuk­ lar 1 4 yaşına geldiklerinde en fazla 4 saat uyur ve bütün devrim lerin kilit felsefesi olan ' Neden olmasın?' sorusuyla sürekli çağ kapatır, çağ açarlardı.

Yeni çağlara dair: Eğer çağ açı p kapatmak iyi bir şeyse bunun günde 1 440 kere olması daha iyi bir şeyd ir ve hiçbir sakıncası d a yoktur üstelik. An­ cak sen bir battan iye arası çocuğuysan ve yaşın da 1 4'ü geçtiyse o başka! Abarttığımı düşünürsün şimdi doğal olarak. Dene istersen; git bir çocuğa sor, sen i n gibi d ü ş ü n mediğ i n i göreceksin h atta u'ları uzatarak her dakika bir çağ açı lması fikrine 'Oluuur.' d iyeceğine şahit olacaksın. Kareli kehanet: ' Bin tane kanal var arkadaş, in­ san hangisini izleyeceğini şaşırıyor.' diyen adam var, ben gördüm. Adam 40 yaşına gelmiş bir şey değişmemiş, hala sallanıyor; değişen tek şey, şimdi bunu otu rarak yapıyor olmas ı . . . Küçük kareli bat­ tan iye arası nda beyni sulanmak da böyle bir şey işte. Diyeceksin ki kareli oldu ğ u n u nereden anla­ d ı n? Had i kareli olduğunu anlad ı n da küçük kareli 1 00

D E M İ RKI RAN

olduğunu nereden bildin? Haa, bildim yani ! Çok ba­ sit; hiç öyle dahi olmaya falan gerek yok! Tümden­ gelimle sorun çözebilen herkes bilir bunu. Şimdi 40 yaşına gelmiş ve televizyon karşısında uyumuyor mu bu adam? E, tamam işte, oran orantı yap an­ larsı n; henüz bir bebekken battan iyedeki o kare­ ler televizyon büyüklüğündeydi ona göre ve o za­ man da onlara bakarak uyuyordu öyle değil mi? Bu m udur? Budur! İ ddia: O, şimdi meselenin özünü bırakmıştır da 'Ne yani, şimdi çok kanal iyi m i kötü mü anlamadım ki ben?!' d i ­ yordur içinden, emin i m . Ağzı da açıktır, hafif.

İMKANSIZLAR GOFRET FİYATINA Biliyor musun sen bir dahi olarak gelm iştin dünyaya? Tüm dahiler gibi sana göre de i m kansız hiçbir şey yoktu ta ki o güne kadar... Babanla parkta kumdan kale yapıyordu ­ nuz. O esnada bir uçak geçiyordu parkın üzerinden. Sen uçağı göstererek ' Baba onu bana a l ! ' demiştin , 5 ya­ şındayd ı n ; baban g ü l müştü ve 'Gel yavrum sana gof­

ret alayım ! ' demişti. Sen ' H ayır, ben uçak istiyorum ! ' d iye diretmiştin . Ç o k direttiği n i ç i n baban sana oyuncak bir uçak alm ıştı, pilli. Halbuki sen o g ü n oyuncağı kastet­ memiştin; sana göre o uçan şey, birileri n i n babasına aitti ve onu senin baban da alabilird i . Seni n için i m kansız olan hiçbir şey yoktu ama baban için bu i mkansızdı çünkü yıllar önce o da babasıyla parka g ittiğinde ona da dondurm a ısmarlanm ıştı uçak yerine. İ şte böyle, t a m 5 yaşı ndaydı n sana imkansızı sattıklarında. 101

KAS H NA F E L S E F E S İ

BANA B E NZE YOKSA GEBERTİ R İ M YALLA ' Falancanın oğlu filan oldu, filancanın kızı da falan . . . Sen hala yerinde sayıyorsun. El alem Aya gitti sen yine aynısın! Allah'a kurban olayım, milletin de çocuğu var bizim de, utan utan . . .' Bu cümleyi duymayan kişi sayısı, yetim ve aynı zamanda da öksüz olan çocuk sayısı kadar­ dır. Benzer cümleyi ben de duydum elbette hatta her gün duyuyord u m taa ki o güne kadar. Annem yine her sabah olduğu gibi o sabah da ayn ı ses tonuyla tam da kahval­ tının ortası nda ' Falancan ı n oğlu . . .' diye girmişti cümleye. Hep kahvaltıya denk getirird i nedense! Aslında neden ini biliyorum . 'Saçım ı süpürge ettim, patates kızarttım, çay demled i m , domates kestim yani ben gerekeni yaptım . . .' i masında bulunabilmek için lokma ağzındayken konuşur anneler zira onların iş yeridir sofra. Neyse annem öyle de­ yince birden bıraktım peyniri zeytini ve sessizliğimi ilk defa bozdu m o gün: 'Anne biliyor musun, Mert'in annesi de

başbakan. El alemin annesi başbakan oldu da sen hala kahvaltıda çay dolduruyorsun, utan utan .' de­ . .

dim. Annemin cevabı yoktu çünkü Mert'in annesi, devrin başbakanı Tansu Çil ler'di. Not: Ta n s u Çil ler'i beğendiğim y a d a cidd iye aldığım için yazmadım adı n ı ; o gün başbakan oydu ve annem onu biliyord u .

Ana babaJar çoğunlukla çocukları n ı kendilerine benzet­ mek için yaşarlar. Gençliğinde doktor olmayı istemişse bir baba, oğlunun da doktor olmasın ı ister mesela. 1 02

D E M İ RKI RAN

İnsan Sorar: Doktor bir baba ne ister peki Sayın Demirkıran? Demirkıran cevap verir: Oğl u n u n akademisyen olması için çabalar çünkü doktor olmuştur da pro­ fesör olamamı ştır o baba. İnsan bir daha sorar ki ben de olsam sorardım: Profesörse adam ne olacak? Demirkıran bir daha cevap verir; e, ben de ol­ sam verird i m : Çocuğu n u n d ü nya çapı nda işler yapmasını ister çünkü ulusal çapta bir profesördü r o. Oysa hayalinde ul uslararası düzeyde itibar sa­ hibi olmak vardı r ve bunu henüz başaramamıştır. İnsan soru sormaya doymaz: İ yi de Sayın Demir­ kıran , ilgili kişi gelmiş geçmiş en iyi profesörse?. .

Demirkıran da cevap verir çünkü işi budur: Zir­ veye çıkmışsa bir kişi, hayalleri değişmiştir bu sefer ve çocuğuna beklenmedik bir tavsiyede bulunur: 'Yavrum, bunların hepsi boş! G it bir balık çift­ liği kur da çoluğunla çocuğunla hayatını yaşa! Ben size yeteri kadar zaman ayıramadım, piş­ manım .. .' der. Sonuç: İnsan lar bunu yaparlar çünkü sadece ben değ i l herkes i n a n ı r dünyanın en akıllı insanı olduğuna. M ut­ laka her şeyi en iyi bilen kend isidi r ki o çocuğun varl ı k sebebi de bizzat odu r zaten.

SI KIYSA O KUMA İ şte bu yüzden çocuklar, anne ve babalarının daha önceki büyüklerinden öğrendikleri ve doğruluğundan hiç şüphe et­ medikleri mevcut sıralamayı takip ederler. Okumak zorundadır, 1 03

KAS H N A F E L S E F E S İ

mutlaka bir üniversite bitirmeli ve ebeveyni gibi cahil olma­ malıdır çocuk zira birileri fakülte sıralarına hapsetmiştir bü­ tün marifeti. 'Okumama' seçeneği yoktur hiçbir çocuğun çünkü babası böyle istemiştir. Mesela evlenmek zorunda­ dır çocuk ki annesi onun m ürüvvetini görsün, babası toru­ nunu sevsin . ' Evlenmeme' alternatifi yoktur asla. Anne babası istemese de çevresi yapar gerekeni. 25 yaşını geç­ mişse biri 'Ya sen neden evlenmiyorsun arkadaş?' diye sorar sözde akil zevat çünkü kendisi evlidir ve herkes ev­ lenmelidir. Kimsenin kendi kuralı yoktur bu yüzden. Kim ol­ duğu belli olmayan birileri koymuştur bütün kanunları, di­ ğerleri uymuştur sorup sorgulamadan b u nları. .

.

Bir iki soru: Neden günde üç öğün yemek yiyor­ sun? N iye her gün 8 saat uyuyorsun? Neden mut­ laka bir okul bitirmek zorundasın? Niye para kazan­ mak için bu kadar zorluyorsun? Neden bir çocuk sahibi olmayı bu kadar önemsiyorsun? Başın ı so­ kacak bir evinin olması neden bu kadar mühim? N eden bir ü l kenin vatandaşı o lmak zorundası n? N iye her g ü n başka bir ü l kede değilsin? Neden çayı şekersiz içemiyorsun? N eden biri ölünce ağlı­ yorsun? N için saç ı n ı o adama benzetiyorsun? Ne­ den sırf ondakinden bir tane de sende olsun diye taksit taksit tükeniyorsun? N iye? .. Biliyorum , bu yukarıdaki soruların hepsine 'Haki­ katen yaa neden?' dedin ama şu 'biri ölünce ağ­ lama' işi kafana takı ldı. 'Ne yan i ağlamayalım mı babamız ölmüşse?' diye sordun ve sırf bundan sonra saçma geldi bütün sord uklarım ki daha buna benzer binlerce soru sorabilird i m . 1 04

D E M İ R KI RA N

Ölüye ağlamak g elenektir. Bir sevdiğini kaybedince ağlaman gerekti ğ i n i de sana birileri öğretti. Baban ölünce ağlaman da moda aslında. Şaka gelmesin cidden moda bu! Senden önceki herkes ağlad ı , sen ağlamasan olur mu yaa? Ne der m i llet sana sonra? Ne ruhsuzluğun kalı r ne de duygusuzluğun . . . Oysa en sevdiğinle bir adada yalnız kalsan ve g ünün birinde ölse o en sevdi ğ i n , e m i n ol tek damla yaş d a h i düşmezdi gözünden. Derhal 'Şimdi ne yapacağım?' sorusunu sorar ve hayatına devam ederdin hatta herhang i bir alışve­ riş merkezi bulun m ayan bu adada ayakkabıya ve elbiseye ihtiyacı kalmayan bu en sevdiğinin üze­ rindekileri çıkarıp daha sonra kullanma planıyla bir kenara koyarak devam ederdin yaşantına.

Tekzip değil ama sen öyle kabul et: Daha önce bir kitabımda 'Biri ölünce onun için yapamadık­ larına ağlar insan.' demiştim . Şimdi yazd ı ğ ı m l a öteki arasında bir çelişki varmış g i b i algılayabi l i r­ sin ama yok çelişki melişki zira 'ortam farkı ' d iye bir şey var. 'Denize düşen yılana sarılıyor.' d iye cebinde yılan taşımaz sörf yapan insanlar, öyle de­ ğil mi? Ben onu kalabalı klar için yazmıştım, adada d urum tamamen farklıdır ve eğer bu duru m d ay­ ken ağlayan biri varsa ölene yapmadı kların a de­ ğ i l bu sefer ölen i n kendisi için yapmadığı şeylere, onu ıssız bir adada yapayalnız bırakıp gitmelerine ağlamaktadır. 1 05

KAS H NA F E L S E F E S İ

YA GERÇEKT EN DE YANLIŞSA HER ŞEY Bazen senin sevdiğin bir kokuyu ben sevmiyorsam ba­ zen de ben im sevdiğ i m i sen sevmiyorsan sence de or­ tada öğretilmiş ya da öğrenilmiş, kimi zaman doğru kimi zaman yanlış, kimi zaman yaratılışa ters kimi zaman da düz, bazen saçma bazen fevkalade şeyler yok mudur as­ lında? Ne dedim ben şimdi yahu? Valla ben de anlamadım! San ırım başka bir örnekle genişletmeliyim konuyu biraz.

'Herkes aynı yemeği sevmez ama herkes acıkır!' Bu önermeye katılıyorsun değil mi? Soruya bak; elbette ka­ tıl ıyorsun yoksa acından ölürsün . Neyse demem o ki pat­ lıcan öğrenilmiş bir lezzettir, acı kmak ise fıtri bir zaruret . . . Acaba şekere tatlı dememizin sebebi, bizden öncekilerin onu 'tatlı ' diyerek tan ı m l aması olabilir m i? Milyarlarca in­ san , söylemese ya da ifade edemese de başka tatlar alı­ yor o ayn ı şekerden ama herkes 'tatlı' diyor ona! Sence bu ne kadar mantı klı? Senin 'mavi' dediğin renge bakan bir başkası, bambaşka şeyler görüyor olabilir mi senin o

'mavi' dediğin yerde? Evet, ortak adı ' mavi' ve onu gö­ ren herkes bu ayn ı kelimeyle tanı m lıyor o rengi. Çünkü birileri ' Bakın çocuklar, bu mavi.' diye tanıtmıştı o gös­ terileni. Peki, deniz kıyısında yaşayan bi riyle toprak evde yaşayan biri n i n görd ü ğ ü aynı mıdır o mavi denilenin ren­ g i nde? Başka başka diyarlarda biriktirdiklerimiz ne ola­ cak? Ö mrünce savaşan biriyle hayatı bilgisayar oyunla­ rıyla geçen bir başkası , si lah sesi duyduğunda ayn ı şeyi hissedebilir mi h iç? Bu, içgüdüleriyle yaşayan hayvanlar açısından böyle olabilir lakin söz konusu yeryüzünün en 1 06

D E M İ RKI RAN

kompleks canlısı olduğunda durum sanıldığının aksine in­ san sayısı kadar çeşitlilik gösterecektir. Ö yleyse sadece beslenme açısından bile ele alsak ko­ nuyu 'Biz yaşadığı coğrafyalarda ortalama birer lez­ zete alıştırılmış, yediğinden içtiğinden aynı zevkleri aldığına inandırılmış varlıklarız! ' önermesi olayın vaha­ metini göstermesi açısından anlamlı olacaktır. Bir Çinli ile bir Türkün gözlerini kapatıp ikisine de ayn ı yemeği versek ve yemeğin tam ortasında 'Şu an yılan dolama yiyorsu­ nuz!' desek biri kusarken öteki ' H ımmm!' diyecektir. O halde 'Tatlı yiyen biri, toplumsal kabullerden ve ortak lezzete ayak uydurma mecburiyetinden ötürü onun tatlı olduğunu düşünüyor.' d iyebiliriz. Kon u karmaşık gibi gözüküyor ama değ il asl ında. Çam kokusunu neden sever herkes? Birileri bize 'Ne g üzel çam koktu!' dediği için olabilir m i bu acaba? Yağm u r sonrası ortaya ç ı kan toprak kokusu gerçekten de g üzel m idir? Yoksa yağm u ra yüklenilen romantik yaklaşımlar mıdır bize bu kokuyu sev­ diren? Yağm u r neden romantizm çağrışımı yapar ayrıca, gözyaşına benzediği için mi, ned i r bütün bu olup bitenin aslı? Mesela şimdiye kadar suyla değil de gazozla yapıl­ saydı yemekler, şimdi suyla yapılan bir yemeğe kaç kişiyi ikna edebilird i n sence?

Soru sorar, yan yatan çamura batan: E, gazoz da sudan yapılmıyor mu beyefendi, ne alakası var? Cevap verir sudan yaratılan: Kardeşim neyin pe­ şindesin , sen hala orada m ısın, anlasana ne de­ diğimi?! Ve baksana şu acınacak halime; ben bile o kadar kanı ksamışım ki sudan başka bir şeyle 107

KAS H N A F E LS E F E S İ

yapılamazmış g i b i 'yeme k yapmak' denince sıvı şeylerd e n bahsetmek zorunda kalıyorum i n atla. Çorba ıslak olduğu için olabilir mi peki bu? Sah i çorba kimin icadıyd ı acaba? G ıdaları pişirmek kimin fikriydi? 'Ocak' diye bir şey var m ıydı insan i l k yaratıldığında? Ateş vardı tamam ya da bulundu eyvallah ama yemeği ateşe tutmak kimin bulu­ şuydu acaba? Peki, hiç d üşündü n mü; ya biz yüzyı llardır büyük bir hata yaparak ısrarla patatesi haşl ıyor veya kı­ zartıyorsak ve aslında patatesi çiğ yemek hücrelerin yaş­ lanmasına engel oluyor, yaşlanmayı ortadan kaldırıyorsa bu duru mda da biz bunu habire ıskalıyor hatta hücrenin genel görüntüsüne en çok benzeyen patatesin pişmişine alıştırılmış da çiğ olanından yok yere tiksiniyorsak bu nasıl bir faciadır böyle? 'Ben asla çiğ patates yiyemem!' di­ yor adam; e, ben de yiyemem, o tamam da ya bu, alışıl­ mış lezzetlere uygun olmadığı için böyle geliyorsa bize ve biz aslı nda doğru beslenmiş olsak yaşlanmadan da öle­ bilecekken saçma sapan bir biçimde yaşlanıyorsak yü­ zümüz gözümüz bu tatlara bizi alıştıran gurmeden ötürü kırışıyorsa ne olacak? Ha, bir de biri bana söylesin; ne­ den birilerinin damak zevkinin takipçisiyim ben, neden? Yah u niye aslan ya da ceylan , neden tilki veya karga yaş­ lanm ıyor da sadece insan yaşlan ıyor acaba? Sen hiç cil­ dinde kırışıklık olan bir gergedan , göğsü sarkmış bir kurt, göbeği çıkmış bir tavşan görd ü n mü hayatın boyunca? Hayvan bu; doğ uyor, büyüyor, refleksleri yavaşl ıyor ve nihayetinde ölüyor ama asla yaşlanm ıyor! H atta belge­ sel çeken o saygı duyulası insanlar söylemese biz hangi 1 08

D E M İ RKI RAN

kaplanı n ana, hangisinin yavru olduğunu asla anlayamaz­ dık! Neden baston taşıyan fil , prostat olmuş bir kaplum­ bağa, Alzheimer olan deve, kene, pire yok mesela? Acaba eti , balı, bal ı ğ ı çiğ yiyor diye olabi lir mi ki onun yediğine 'çiğ' diyen de yine beni m ve buna pişmişin zıt anlam lısını kullanmak zorunda kalan da ben . . . Zira ' pişmiş' kelimesi de benim icad ı m .

Soru: Eti , balığı, tavuğ u çiğ yiyen i nsanlar var m ı dünyada? Var! Peki, onlardan ölen, yaralanan ya da rezil olan birileri var m ı ? Yok! H atta çiğ balığın milli yemek kabul edildiği iklimler var ve bu yüzden uzun yaşar orada insanlar, öyle değ i l mi? Demek ki pişirmeden de yenilebiliyormuş bu gıdalar! Bu durumda kimlerdi acaba bu 'ocak' denilen maki­ neyi g ü ndemi mize soku p sokuşturanlar? İnsan ocağı savunur: Ö yle demeyin hocam , piş­ memiş patatesin tad ı çok iğrenç! Demirkıran bir şeyi savunmaz, dümdüz kon uşur: İ ğrenç falan değ i l biz pişm işine al ıştırılmışız, h epsi bu! Hem nereden biliyorsu n patatesin de elma gibi ısırı larak yenmek için dizayn edi lmediğini? Not:

Bu arada kon u n u n patatesle y a da patatesin yararla­

rıyla falan ilgisi yok! Kald ı ki ben bir bitki bilimci veya gıda m ü hendisi de değilim. Sadece suyla oksijene kefi l i m ; evet, tad ı ve kokusu olmayan oksijenden nefes al, sudan iç. Bun­ lardan zarar görmeyeceğ i n aşi kar. . . B e n , bize dayatılanları sorg u l uyorum sadece. Yan i su içmek bir mecbu riyet, nefes almak da öyle . . . Bunu çocu klar da b i l i r, doğru ve belli ki Tasarı mcı bun ları 'kullan a l ı m ' d iye koy m u ş oraya; e l m ayı, arm u d u , kabağ ı , kavunu d a deveyi f i l i d e . . . Ama haşlan­ m ı ş y u m u rtayı sorgulamam gerekiyor ve ben cidden me­ rak ediyorum: Bu kimin b u l u ş u , kimin dayatması acaba?

1 09

KAS H NA F E LS E F E S İ

Detay: Yumurtayı, patatesi, soğanı haşlama demiyorum , bildiğini yap ama artık fark et! Ciddi ciddi öğretilenlerle ya­ şıyoruz zira sevmemiz gerekenleri n listesini başkaları ha­ zırlam ış, sevmememiz gerekenlerin altın ı bizimle hiç ala­ kası olmayan b i ri leri çizmiş ve ö n ü müze getirmiş. Peki, sence böyle bir ortamda ' Benim prensiplerim var!' di­ yen adam kom i k olmuyor mu bir parça? .. Yok kardeşim, seni n prensibin m rensibin yok! O sahiplendiklerin başka­ larının kaideleri , senden öncekilerin beğendiği ya da be­ ğenmed ikleri . . . Orijinden çıkan iki paralel doğru vardı ya han i , onların arası nda uzayda gerçekleşebilecek o mili­ metri k sapma g erçekleşeli çok bin yıl oldu ve çoktaaan sonsuza açıldı olması gerekenle olmaması gerekenin ara­ sındaki mesafe. İnsanın kafası karışır: Peki ne yapalım, ölelim mi Sayın Demirkıran? Demirkıran'ın kafası karışmaz: Hayır, ya salak salak bakacaksın bundan sonrasına ki yapabile­ ceği bir şey olmadığına inanan insanlar bunu tercih ederler ya da bu kadar ezbere yaşadığının; atala­ rından d i n aldığı n ı n , sosyolojik an lamda ötekinden berikinden nemalandığının, torunlarından oksijen ve su çald ığının farkına varı p derin bir nefes aldıktan sonra şu an yeniden ve düşünerek yaşamaya baş­ layacaks ı n . Biraz aklını kul lanacaksın yani, hepsi b u ! B u ndan sonra önyargı l ı davranmaktan vaz­ geçeceksin, hararetli tartışmalara girdiğin zaman , doğru bildiğini iddia ettiğ i n şeylerin gerçekten de doğru o l u p olmad ı ğ ı n ı bir kez daha düşünecek­ sin. Belki de hiç i nanmadığın, başkaları na ait şey­ leri savunuyor olabilirsin olur olmaz zamanlarda . . . ı 10

D EM İ RKI RAN

İnsan hemen şüphelenir: Dayatmalara karşısı n ız ama şu an siz de dayatıyorsunuz; söyledikleri n izin doğru olup olmadığını nas ı l anlayacağız? Demirkıran: Akl ı n a uyg u n olup o l m ad ı ğ ı n ı bak, anlarsın ! Okuyucu itiraz eder: Tamam d a bundan önceki­ ler de akla uygun gibi gözüküyordu ancak ş u an yanıldığı m ızı gördük! Demek ki yine yanı labil i riz. Demirkıran: Tamam işte, kendi ağzınla söylüyor­ sun 'uyg u n gibi gözüküyor' olması başka bir şey ' uygun' olması başka . . . Kashna Felsefesi: Kashna, özgü n olmayı önerir ve bütün cendereleri reddeder. Başkaların ı n anlattıkların ı küçümse­ mez ama akla uygunluğundan emin olduğu evrensel ger­ çekleri esas alır, böyle olu nca da itirazlar h ükümsüz kalı r. Sözgelim i barış, kötü niyetli olmayan herkesi n aklına uy­ gundur; buna itiraz eden komik olur. Bu arada Kashna, bütün dünyanı n aynı anda yanılabileceğini hatırlatan tek felsefedir ve kabu l eder, herkesi n ve her şeyin doğru ola­ bileceği gibi yan lış da olabileceğ i n i . Vahim: 200 y ı l öncesine kadar 'sigara' diye b i r şey yoktu mesela. Sonra biri leri icat etti b u n u ve 'Sağlığa yarar­ lıymış!' safsatasıyla duyurdu insanl ığa, kandırıldı o dev­ rin zaval l ıları . . . Zaman g eçti aradan bütün i nsanlar a n ­ ladı zararlı old u ğ u n u a m a iş işten geçeli çok olmu şt u . Şimdi milyarlarca insan bu illeti i ç m e k ve b u yüzden öl­ mek zorunda kalıyor. Çocuğu, an nesinin babasının üze­ rinden ölüm soluyor. Katliama bak! Bu cinayetlerin hesa­ bını soran neden yok? Sigara üreticilerinden biri tutuklansa 111

KA S H N A F E L S E F E S İ

şimdi bunun sebebini anlayam azdın, emin ol! Hatta ba­ zıları çıkıp 'İçmeyen içmesin kardeşim, zorla mı satı­

yorlar sigarayı sana; içme!. . .' d iyerek savunurdu bu in­ sanları . Soruyor biri: - Baban neden öldü? . . Cevap veriyor öteki : - Sigaradan ! - Ya öyle m i ? Allah rahmet etsi n . diye karşılık veriyor soruyu soran. Daha sonra b u ayn ı kişi bir başkasına soruyor: - Baban neden öldü? Cevap veriyor yaslı olan: - Sorma ya, mahallede çimento fabrikası vardı. Oradan sızan kimyasaldan ölmüş babam . Tepki veriyor soruyu soran: - Vay şerefsizler, dava açtınız m ı peki? - Açtık yaa . . . Bırakmayacağı m bu işin peşini. diyor yetim çocuk sigarasından bir fırt daha çekerek. Allah için e l i n i vicdanına koy ve düşün: Bir tarafta birinin fabrikasından , belki de istemeden ya da bir borunun pat­ laması neticesinde sızan kimyasal madde, diğer tarafta zararlı old u ğ u bilinerek ü retilen ve kanuni yollardan tüm dünyaya zerk edilen, kasıtlı olarak patlatılmış borulardan ciğerlere bas ı lan kimyasal madde var! Şimdi söyle, han­ gisi daha masum sence? .. Bence de. Ayrıca bunlardan biri sadece kati l , öteki seri katil; sana göre hangisi hangisi?. . 1 12

D E M İ RKI RAN

Bana göre de. Peki , nasıl oluyor da insanlar birine d üş­ man, ötekine sus kesi liyor ve birine dava açarken ötekine hiç dokunmuyor?

EEE Bütün bunları neden anlattım? Her söylenilen hep doğru değildir. Bırak başkaların ı n şablonları n ı da kendi cetvelini kullan biraz da! . . Demem o ki; son nefesini verirken keş­ kelenmen ya da geçmişi nde eşelenmen hiçbir işine ya­ ramayacak, hiç!

İnsanın kafası hepten karışır ve tekrar sorar: E, ne olacak şimdi? İ nsan lar ne diyorsa tam ter­ sini m i yapalım Sayın Dem i rkıran? Demirkıran'ın kafası karışmaz bir daha söyler: Elbette ki hayır! Her denileni duy ama her söyleneni doğru sanma! Kendine de kulak ver ara sıra. An­ neler- babalar ya da abiler- ablalar doğruyu söyle­ mez bazan ve 'tecrübe' denilen yekun yalan, doğru değildir çoğu zaman.

TUHAF Durduk yerde, hiç sebepsiz bir hafta boyunca her gün 1 00 lira versen bir tan ıdığına . . . Sonra 200 vermeye başlayıp üçüncü haftada bunu üç katına çı karsan ve artık 300 l i ra verdiğin bu adama, dördüncü h afta 200 l i ra versen n e olurdu sence? Emin ol k i kesilen 1 00 liras ı n ı n (on u n ya artık) peşine d ü şer ve hiç hak etmediği halde ona verilen 113

KAS H NA F E L S E F E S İ

200 l irayı beğenmezd i . Beşinci haftaya geldiğinde ise 1 00 liraya düşürsen verdiğin günlüğü, senden daha kötüsü ol­ mazdı herhalde. Hele de altıncı hafta bir şey vermesen daha önce hiçbir şekilde herhangi bir şey vermediğin bu tanıdığın düşman kesilird i sana haftanın yedincisinde.

Necla teyzenin pazar çantaları . . . Necla teyze vardı kulakları çınlasın . Semt pazarına annemle birlikte giderlerd i . Cep telefonunun olma­ dığı devirlerdi; 1 4 yaşındaydım. Tahmini hesaplarla yürüyordu bütün işler, zeka ve dakiklik gerekiyordu ayak uydurmak için zamana. 'Saate bakacaksın ve tam bir saat sonra çıkacaksın yola, caminin orada bekliyor olacaklar seni.' direktifi , yazılı ol­ mayan bir program hüviyetindeydi. Dakka şaşmazdı hesaplar, şimdiki kadar rahat yalan söyleyemezdi insan lar. Neyse gittim, oradaydılar. Annem in elin­ den ev yapımı pazar torbalarını aldım. Necla tey­ zen i n çocuğu yoktu . O n u n da çantaların ı almak istedi m . 'Aman oğlum, zahmet etme! .' dedi. As­ lı nda büyük zahmetti bu benim için zira en sev­ med i ğ i m şeydi pazar çantası taşımak. Buna rağ­ men 'ayıp olmasır;' diye ısrar ettim ve zar zor aldım Necla teyzenin çantaları n ı da. Kadın yol boyu dua etti bana . . . Ertesi hafta yine ayn ı yerde buluştuk; annem i n çantaları n ı ald ı m ve Necla teyzeninkileri de istedi m . Bir iki defa 'Olmaz! ' dese de geçen haftaki gibi uzatmadı ve verdi çantaların ı . . . Son ­ raki h afta Necla teyzeye b i r şey demedim ama o ann e m den önce uzattı çantaların ı bana. .

1 14

D EM İ RKI RAN

Bu, yıllarca devam etti böyle . . . O gün ayağımı burk­ muştu m sadece annemin çantaların ı aldım ve yola koyuldum. Necla teyze öyle bir astı ki suratın ı , gör­ sen 'Acaba ne yaptı bu çocuk bu kadına?' der­ din. Kapının önüne geldiğimizde 'Sen bırak, ben taşırım Necla teyze!' ded i m . Dördüncü katta otu­ ruyordu . ' Boş ver Erdal, boş ver. . . Buraya kadar ben getirdim, evime de kendim çıkarırım evelal­ lah . . . Elim var, ayağım var!' diyerek bana, insanın ne nankör bir yaratık olduğ u n u ve yapılan iyiliğin, aşamamış beyinlerde bel l i bir zaman sonra nasıl bir göreve dönüştüğünü öğretti ; 14 yaşındayd ı m .

Büyü k sır; O K U : Bana ' H ocam nasıl bu kadar farklı bakabiliyorsunuz?' diye soranlar oluyor bazen. Farklı bakmıyorum aslında; diğerleri bakmıyor ben sadece bakıyor ve gördüklerimi okuyorum. Bunu herkes yapabilir! Geri dön ve anı larına bak, göre­ ceksin ki onlar tazeliğinden hiçbir şey kaybetme­ den öylece duruyor orada . Şayet bakmasını bilir­ sen yaşın kaç olursa olsun çok şey öğretecek o yaşad ıkların sana, fakülteler bitireceksin . . . Ben, o gün okuyamad ıklarımı bugü n okuyorum mesela ve en büyük sırrı m ı n bu olduğunu söylüyorum şimdi sana. İ nsanların ısrarla anlayamad ı ğ ı , akıl sard ıra­ madığı Kur'an'ın o 'Oku!' dediği de buydu asl ında. Şayet o rada anlatıldığı gibi okuyabil i rsen h ayatı ' Haa, demek ki . . .' diye başlayan cümleler kurar­ sın ardı arkası kesilmeyen ve tarihe geçers i n bı­ raktığı izleri hiç silinemeye n . 1 15

KAS H NA F E LS E F E S İ

Kashna Felsefesi: Esasında 'geçmiş' denilen zaman di­ limi bize sadece zamanı n nasıl ve ne hızda geçtiğini öğ­ retir. Gerçekten de geçmiş, sadece bu işe yarar çünkü ne okursan oku, ne yaşarsan yaşa son cümlen şu olacak daima: 'Ne çabuk geçiyor hayat!' Öyleyse geçmiş, kon­ santre bir ifadeyle sadece ölümü öğretir insana ki zaten bilmesi gereken başka da bir şey yoktur zira 'Olgunlaş­

mak, ölüme i nanmaktır.' aslında. Not: Basit bir ifade gibi gözükse de son söylenen, üs­ tüne koyabileceğ i n bir şey bulamazsın ne kadar da di­ rensen. Dene istersen! Ne söylersen söyle, olgunlaşma­ nın 'ölüme inanmak' temeline dayalı bir büyüme biçimi olduğunun farkına varacaksın.

Kesin kanıt: Doğarken kimse ölümü bilmez; acık­ mayı, ağlamayı, gülmeyi , canının yanmasın ı bilir de bir tek ölümü bilmez ne h i kmetse. O halde 'Hayat denilen olgunlaşma süreci, insana ölümü öğ­ retmekten başka hiçbir işe yaramaz!' diyebiliriz. Okuma molası: Şimdi bırak her şeyi ve beş on dakika oku bakalı m neler kaçırm ışsı n anılarının arasından. Size gelen o yaşl ı amcayı hatırlıyor musun? 'Zamanın kıyme­ tini bilin çocu klar, çok çabuk geçiyor, çoook!' demişti de han i , sen h içbir şey anlamamıştın hatta gülüp geçmiş­ tin o ihtiyara. Şimdi, bu kadar zaman sonra bir daha oku o cümleyi bakalı m gülüp geçebil iyor musun? . . Peki 'Sağ gözün sol göze faydası yok evlat!' diyen

o

han ı m teyzeyi hatırlıyor musun? Kendi kendine sağ gö­ zün ü kapatmıştın oyun oynar gibi o konuşurken ve içinden

'Ne saçma şeyler bunlar. .' dem iştin , gençtin . Zaman .

l 16

D E M İ RKIRAN

sonra okuldan gelirken düşmüş, dizini kanatmıştın . . . Her­ kes gülmüştü sana da bir tek sen ağlamıştın gizli gizli içini çektiğin tenhada. Onlara eğlence olmuştun , hatırla! Çok kötüydü ama gülüp geçmiştin o gün, ertesi gün ayn ı ço­ cuklarla misket oynamıştın yine. Şimdi yen iden oku o anı , anları ve sonra tekrar bak etrafına ve söyle bakalım var mıymış sağ gözden sol göze bir fayda?

Mola bitti: Şu an, tam da şimdi ben i m bu anlattıklarım var ya . . . Tekrar oku hadi ve anla daha fazla vakit kaybet­ meden ne demek istediğimi. Neler söylediğimin farkı nda­ yım; beni okurken fakülteler bitiriyorsun şakası yok , bun­ ları 15 yıl sonra anlamanın hiç faydası yok! Daha büyük sır; ORADA OLMAK: Şu 'keşke' ifadesi her­ kesi korkutan bir kel i medir ya hani ondan kurtulmanın bir formülü var aslında: 'Orada olmak.' Düşün bakalı m şu an gerçekten orada mısın? Söz gel i m i telefonun açı ksa şimdi sen burada değilsin asl ında. Yarınki borcunu düşünme o zaman ya da kapat kitabı git borcunu öde, sonra gel de­ vam et kaldığın yerden. ' Ben aynı anda iki işi yapabi­ lirim!' diyerek de ukalalık yapı p komik olma! Ve sıkı dur sana başka bir sırrım ı daha veriyorum şimdi: 42 yaşı nda­ yım ve sen i n de gördüğün gibi yaptığ ı m işi en iyi yapıyo­ rum. Aslında bunun birinci sebebi ne biliyor musun? Ben ne yaparsam yapay ı m sonu n a kadar oradayım ve asla iki işi bir arada yapmaya çalışmıyorum ! Sence böyle bir adamı n dikkati dağ ılabilir m i , yaptığı iş kötü olabil i r mi? . . İnsan düşünür: "'Oku ! ' i ç i n büyük sır ded i n iz Sa­ yın Demirkıran 'Orada olmak!' için daha büyük sır 117

KAS H NA F E LS E F E S İ

d iyorsun uz. 'Oku!' Kur'an'ın emri 'Orada ol!' sizin tavsiyeniz. Ne bu şimdi?"

Demirkıran cevap verir: Orada olmadıktan sonra okumanı n ne anlamı var ki zaten şimdiye kadar okuyanlar hiç orada olmad ı lar. Yoksa akar m ıydı bunca kan , ölür m üydü çocuklar? Ayrıca 'Oku!' Kur'an'ın ilk emri 'Orada ol!' ise Kur'an'ın tamamı . . . Bu ne şimdi?

Kashna Felsefesi: Ne olursan ol, nasıl yaşarsan yaşa, dönüp dolaşıp hep aynı yere geleceksin, şimdi. O halde geçmişin keşkeleri ya da geleceğin acabalarıyla hiç zaman kaybetme. Dün için pişman olma, yarın için kaygılanma; bugünü yaşa, sadece bugünü. Bugünü sanki en son gü­ nünmüş gibi yaşa! Unutma; yarın , bugüne 'dün' diyecek­ sin; tıpkı dün, bugün için 'yarın' dediğin gibi.

ŞAŞI RACAKSIN İYİ OKU Ben o nlara 'Ben Dünya n ı n En Akıllı İnsanıyım .' de­ m iştim , onlar ise bana ' Deli!' . . . Halbuki kimseye zararım yoktu. B u tavırları n ı anlayamıyord u m ! Düşünsene ' Ben Dünyanı n En Akı l l ı İ nsan ıyım.' diyen biri var karşında ve eğer bu adam doğru söylüyorsa sen o anda ciddi ciddi o adamla karşı karşıyasın fakat onlar bu ihtimali hiç dü­ şünmediler. Sadece acıyordum onlara 'Yazık! ' diyordum. Adamı n karşısında bir dahi duruyor ama o, o anda kendi egosunu beslemekle meşgul olduğu için bunu görmüyor. 1 18

D E M İ RKI RAN

Onları ciddiye alamazdım, almadım da. Nasıl alabil i rd i m ki? Hedefimi söylediğimde g ülen ' Deli!' diyen, alay eden birini nasıl ciddiye alabilird i m? İ yi ki de öyle davranmış­ lar bana karşı ki ben daha sonra bu aklımı savaşları dur­ durmaya çevird i m ancak bitmedi; yeni hedefim i açıklad ı­ ğımda bu sefer herkes, hep bir ağızdan sanki söz birliği etmiş gibi ' İ şte bu imkansız! ' diye bağırdı. ısrar ettim : - Ben savaşları durduracağım! Abarttım , oturup hesapladı m ve bir de tarih verdim: - 1 5 Mart 2030, saat 1 0:00'da ' Kashna Uluslararası Sonsuz Barış Zirvesi'ni İ stanbul'da yapacağı m ! dedim, iyice g ü l d üler. B u g ü nlerde ciddiye a l a n ç o k i n ­ san yok b u n u a m a bu fil m i daha önce d e izlemiştim ben . 1 993'te beni kaale almayan lar 2000'1i yıllarda bend e n eğitim aldılar, şapka falan çıkardılar. Ş i m d i savaşları dur­ durmaktan söz ediyorum; otomobil yarışı kadar bile cid­ diye alınmıyorum . Futbol daha önem l i geliyor başkanlara maşkanlara. Düşünüyorum sonra "Acaba ben mi yanı l ı ­ yorum? Futbol, m utbol, araba yarışı, deve g ü reşi organ i ­ zasyon u m u yoksa 'Dünya Barış Zirvesi'nin organizas­ yonu mu daha büyük, daha ilgi çekici ve daha anlamlı?" diyorum . Biraz aklı olan herkes elbette ki dünyaya sonsuz barışı getirecek zirvenin daha an lamlı olduğ u n u düşüne­ cektir. Buna rağmen İ stan bul'da hiçbir köprüye '15 Mart

2030 Uluslararası Sonsuz Barış Zirvesi istanbul'da, Bekleyin ! ' diye bir yazı asmadı hiçbir otorite. Eğer bunu yapsalard ı Avrupa Birliği, Birleşmiş M illetler, ı d ılar vıdılar 'Ne oluyor acaba, bun lar ne yapmaya çalışıyor? ' diyerek -

1 19

KAS H NA F E LS E F E S İ

yönünü Türkiye'ye çevirecekti ve bu duruşumuz elbette ki burada futbol oynanmasından daha büyük ses getire­ cekti. O tarihe doğru geri sayım yapan bir kronometreyle de bu süre bütün dünyaya deklare edilseydi bunu konuş­ mayan kim se kalm ayacaktı. O tarihe bir enerji biriktiri l m iş olacaktı barışın yen i ve tek merkezi olan Türkiye'den bü­ tün dünyaya. Böylece adı tarihe ' Barış ve Huzur Ü l kesi ' olarak altın harflerle kazı n mış olacaktı ü l kemizin. Yaa bu işe adam gibi eğilseydi iktidarlar ki halen geç kalmış sayıl­ m azlar; bireysel silahlan maları n , çatışmaların ve anlamsız ayaklanmaların önüne geçilebilirdi, abartmıyorum kavga bile ayıp karşılanırdı beni m ü l kemde şayet bu yapılsaydı. Ayrıntı: B i r adam var ortada; b ü t ü n dünyayı barıştır­ maktan ve sonsuza kadar bir daha kan akmamasından bahsediyor, konuyla ilgili 'Sadece Başbakan Okusun' adıyla da muazzam bir eser veriyor lakin güç sah ipleri bunu duymuyor bile. Tamam, bu hedef insanlara üto­ pik geliyor olabilir ama insan başbakan, bakan, başkan falan olur da bir kere de mi merak edip sormaz 'Arka­ daşım, kon uşuyorsu n da sen bunu nasıl yapmayı planlıyorsun?' diye?

H adi varsayal ı m ki b u , gerçekleştirilmesi mümkün olma­ yan zavallı bir hayal olsun ve diyeli m ki buna rağ men sen b u n u köprülere yaz ı p d ünyaya duyurd u n . Son ra sana ' Bu n u nasıl yapacaksın?' diye sordular ki sorarlar herkes senin gibi değ i l ! Hiçbir şey bilm iyorsan bunu yapmayı ha­ yal ettiğ i n i de m i söyleyemeyeceksin? Kaldı ki ben bunu d ünyaya anlatma fırsatını ele geçird i ğ i m an bütün insan­ ları ikna ederi m , o da ayrı bir konu . . . 1 20

D E M İ RKI RAN

Not: Bu arada söylemeden geçemeyeceğim. Ben bu heyecana hayatım ı adad ı m . 1 5 Mart 2030'da U l usla­ rarası Barış Zi rvesi beni m öncülüğü mde, İsta n b u l 'da gerçekleşecektir; köprülerde yazmasa da olur. . . Hatta vazgeçtim, yazmayın . . . Siz gidin köprülerinize bahar şen­ liklerinizi, helva yeme organizasyonlarınızı, kına yakma şölenlerinizi falan yazın!

Soru: M e rak ed iyoru m , Türkiye d ü nyanı n n eyi? Hani Arap Ü l keleri dünyanı n petrol kaynakları ya, hani Amerika d ü nyanın süper gücü ya, hani İ sviçre dünyanın en özgü r memleketi ya, hani Almanya otomobil devi ya, hani Ç i n taklit i m paratoru ya . . . Türkiye dünyan ı n neyi Al lah aşkına? Uyarı: Fikrin yoksa sırtın ı dönmek yerine akıllı d avra­ nıp bana itaat edeceksin ç ü n kü ben i m fikrim var ve ül­ kem i , dünyanın 'Barış ve Huzur Merkezi' olarak gör­ mek istiyorum .

Petrol hakkında: 2 0 0 y ı l sonra bugüne bakan lar bize acıyacaklar! 'Ne aptal adamlarmış, yeryüzü­ nün iliğini kurutmuşlar ' diyecekler. Sen şu an yerden çıkarıp kullandığın ve asla ekip biçip tekrar elde edemediğin bu tek kullanımlık petrolün, o raya süs için m i kon ulduğunu zannediyorsun? Gerçi kı­ zamam sana acelen vardı dayanamazdın, çocukla­ rına servet bırakabilmek için toru nları n ı n rızkından çalmak zorundaydın! Ve 1 00 küsu r sene boyunca 'petrol var' diye başka bir yakıt aramadın . . . Bugün petrolün sırtına bindiğini zannederek zevk yapan­ ların torunları, bir gün petrolün altında kalacaklar. Yazıklar olsun! . . . . .

121

KAS H NA F E LS E F E S İ

Ne yazık ki! En yakın olduğun kişiye hem de cam burun burunayken sırtını döndüğün vakit ,

o

ayn ı kişi en uzağındaki insana dönüşür birden.

Ve az önce 4 cm olan aran ızdaki mesafe bir anda dünyanın öbür ucuna uzar. Matematik yalan söyler böyle zamanlarda zira

4 cm değil 40.000 küsur km'dir artık aranızdaki o mesafe.

Kalem Arkası Ayrıntılar. . . 0 2 Temmuz 20i2 - 22.48

'Biraz ara vereyim.' ded i m ve gittim televizyonu aç­ tım. Türkiye'deki işsizlik sorunu tartışılıyordu kanalın bi­ rinde. Sinirim bozuldu, kapattım televizyonu ve eski bir sözüm ü mırıldanarak geri döndüm masama: 'Bir ülkede ithalat varsa ve bu aynı ü l kede bir de işsizlik varsa ortada ciddi bir geri zekalılık vardır.' Not mot falan filan: B u arada laf olsun diye öyle söy­ ledim! Yoksa benim sinirim m i n irim bozul maz ama sağ­ lam s i n i r bozarım . Mesela, Çalışma ve Sosyal G üven­ lik Bakan ı m ız ı n sinirini bozas ı m var şu anda; cıvata ithal edilir mi abi yaa? . .

Sakız kuyusunda bir çita 8 14.000 km, , lik dev bir sakız kuyusuna düşmüş bir çitaydım ve sadece ben biliyordum yeryüzünün en güçlü kaslarıyla bir sakız kuyusunda debelenmenin ne vahşice bir şey olduğunu . . .

DÖRT BEŞ KERE OKU BUNU Dünya Barış Zirvesini yapacağıma ilk inanan, o zaman 4 yaşında olan kızımdı . - Yavru m , h a d i savaşları durduralı m ! 1 22

D E M İ RKI RA N

dediğimde o da bana: - Hadi baba! demişti. Onun yaşındaki tüm insanlar: - Had i durduralı m ! dediler. Ben onlardan güç alarak yoluma d evam ettim . Çünkü 25 yaşındaki bir gence: - Had i savaşları durdural ı m ! dediğimde: - Nasıl? diye soruyor ve salak salak yüzüm e bakıyord u . 35 yaşın­ daki ise: - Hadi canım sen de, bir kere de mantıklı bir şey söyle . . . diyord u . 60 yaşındakilerse reddetmekle kalm ayıp b i r de alternatif çözüm ü retiyorlardı : - Bırak bu saçma sapan d üşünceleri d e sigortalı bir işe gir, çalış! Hem emekli de olursu n ne güzel . . . Ben her yaşta değişkenlik gösteren bu tavırlardan, m ev­ cut eğitim sisteminin insanlara sadece imkansızı öğretti­ ğini anlıyordum. Yalnızca Türkiye'n i n değil bütün dünyanı n ciddi bir yanılgı içerisinde olduğunu fark ediyordum böy­ lece zira 2000'1erdeyiz ve barış peşinde koşan hiçbir ü l ke yok görün ü rlerde. Sonra karar verd i m , asla g eri ad ı m at­ madan 1 5 Mart 2030'a yürümeye yem i n etti m ve de. İ şte şimdi sana da söylüyorum göğsüm ü gere gere: 'Sakı n al­ dırış etme kimseye. Sen yüce bir hedef belirle ve gerekeni 1 23

KAS H NA F E L S E F E S İ

yap, gerekeni sadece ya da daha veciz bir ifadeyle Sinan olabilmek için illa biri lerinin senden bir Sü leymaniye iste­ mesini bekleme! Sen işini yap . . .'

Yüce hedef: Sadece büyük adamların hayalle­ rinde rastlanan, içinde en az bir tane 'en' barındı­ ran , insanlık alemine faydalı izler bırakacak bir fi­ nal noktasıdır.

B ÜYÜK B İ R HEDEF Savaşları d u rduracaktım; henüz 23 yaşı nda bir gençtim b u na 1 993 yılının haziranında karar verm iştim. Barış, ana amacı fakat en basit sonucu olacaktı o günlerde ölümsüz olacağına i nanarak kurduğum Kashna Felsefesi'nin. İ yiler kötülerden m i lyar kere çoktu, biliyord u m . İ nanarak ' ba­ rış' diyen leri n arkasında milyarlar görüyordum. Velhasıl 7 kötüyü boğabilirdi 7 milyar iyi; ben öğretmeliydim insan­ lara bu kötü yediyi . Yazmaya başlad ı m , anlatmaya; karar­ lıydım kötüyle başa çıkmaya. Yazdıkça büyüdü fikirlerim, küçüldü ş ü p helerim . Artıkça da arttı h eyecanı m , kesildi yerden ayaklarım çünkü ben daha yüce bir hedefe hiç rast­ lamadım. Barışa ben önayak olacaktım; üstelik sadece in­ sanları değ i l u lusları barıştıracaktım. Birileri için ütopyayd ı b u ; bir insan getiremezdi sonsuz sul h u . Tuhaftı ; barış di­ yenler öldürülmekten korkuyorlardı . "Ölmeden önce öl­ mek, sonsuzu seçmek, korkuyu öldürmek, dünyadan vazgeçmek " diye bir şeyler vardı i nsanların unuttuğu. U m u rumda değildi hiçbiri, zaten bana bir şeyler olmuştu ' barış' diyel i beri . H i ç kimse inanmasa da ben bunu hiç başaramasam da onurumla yaşayacaktım; İ brahim'in ka­ rıncasını örnek alarak hayaller kuracaktım. ...

1 24

D E M İ RKI RA N

BÜYÜ K HAYALLER Bana ' Başaramazsı n ! ' diyenlerin sorunu, bunu kendileri­ nin başaramayacağına inanmalarıyd ı . Şimdi biri dese ki

'Bir oturuşta bir damacana su içerim!' insanlar buna kendi midelerine bakarak i nanmazlardı. 'Nereden biliyor­

sun belki de adam komple mideden ibarettir?' diyen de olmazdı . Ya o nların hayallerine dalacaktım ya da o n ­ ları benim hayallerimin içine alacaktım. Ben ikinciyi seçt i m çünkü henüz hayal edilip de yapılamayan bir şey o l m a­ mıştı. Evet, kimse i nanmıyordu ilk başta ama eninde so­ nunda gerçek ol uyordu bütün mucitlerin ütopyası. Elekt­ rik, am pul, ayakkabı , çivi ya da akl ına ne geliyorsa hepsi ; önce hayal ed ildi sonra gerçekleştirildi zihne düşen n e varsa. Asl ı nda çok kolaydı işim, düşündükçe sığmıyo rd u içime içim. Bazı mahallelerde kavga etmek ardı hatta kim i kentlerde h iç kavga etmeden yaşayanlar vard ı . Eğer bir mahallede başarılabiliyorsa bu; iki d e olabil i rd i hatta i k i milyar mahallede yedi milyar b i r arada yaşayabilirdi sul h u .

1 5 MART 2030 İ Ç İ N 4 0 KİŞİ LAZI M D I Dönmemek üzere düştüm en çetin yolların en tenhasına. Ben ilk değildim şüphesiz; benden önce de barış için yola düşenler olmuştu da tarih veren yoktu . O halde bir tarih lazımdı bana, bunu d uyurmak için zamana. H esaplad ı m , hazar için tarih 1 5 M art 2030'du. Evet, o g ü n tam da o gün saat 1 O'u 27 geçe gelecekti barış ve sonsuza kadar sürecek bir daha hiç bitmeyecekti bu uyanış. 1 25

KA S H NA F E LS E F E S İ

O günden sonra insanlara barış için ne yapacaklarını an­ lattım. Öyle yüzlerce m i lyonluk kitlelere falan ihtiyaç yoktu. Aralarında iş adamlarının da bulunduğu 40 kişiye ihtiyacı­ m ız vardı topu topu. Ancak bu 40 kişiye ulaşabilmek için herkese yaptıkları işi en iyi yapmayı, kendilerinden baş­ kası olmamayı, aldı kları her nefesin hakkını vermeyi aksi halde nefes almamayı öğretmeye mecburdum. Böylece bir taraftan felsefem evrenselliğiyle herkesin işine yaraya­ cak, diğer yandan da ben doğru adamları seçebilecek­ tim ki onlar koşulsuz şartsız, bahanesiz kılıfsız en başarılı olup bu yed i kişinin yerine geçmeyi ve sonra sonsuza ka­ dar sonsuz barış için savaşm ayı, haksızlıklara karşı dur­ mayı, zul m e baş kald ı rmayı şiar edinecekti .

BU DAHA ÖNCE ÇOK DENENDİ Söylemde b u n a benzer organizasyonlar, cemaatler, ter­ kipler, gruplar, fraksiyonlar g ıvırlar zıvırlar vardı lakin bun­ lar çoktan birer şirket o l u p ç ı k mışlard ı ; birçoğu barışa değil ciroya çalışıyordu artık. Ve çoktan erişmişlerdi ha­ yal ettikleri güce. Ne bekliyor olabilirlerd i ki? İ çinde para dönen bir vakıf, ikinci nesilden sonrası için bütün mane­ viyatını kaybederek sadece ticari bir kuruluş olarak işlem görecektir zihin lerde. Ö yleyse bugünden gerisi boştur ve hedefi olmayan ne varsa aslında o hiç yoktur.

BÖYLESİ H İ Ç DEN E N M EDİ Kashna Felsefesi, bugüne değer verir işte; bu yüzden önemser şimdiyi. Evet, 2030'a kurduk saatlerimizi çünkü bizim herkesten farklı olarak zamanı belli tanımlanmış yüce 1 26

D E M İ RKI RAN

bir hedefimiz var her g ü n biraz daha yaklaştığımız. ' Bü ­ yümek' ya d a 'çok büyümek' b i r hedef değildir asla tıpkı 'zengin olma' fikrinin bir amaç olamayacağı gibi. Söz ge­ limi 'Şu kadar zamanda bu kadar para kazanmak! ' ya da '30 yılda 300 şubeli, bir mağazalar zinciri kurmak!' hayali bir hedeftir bir iş adamı için . Bir öğrencinin ' 6 . ayın

sonunda deneme sınavından %93 ora n ı nda başarı sağlamak!' düşüncesiyle h edef belirlemesi gibi ki ancak böyle bir tanımlamayla anlayabilirsiniz menzile ne kadar yaklaştığınızı. Gerisi tesadüfi başarılardır ve elde ettikle­ riniz kafanızı karıştırmaktan başka da bir işe yaramaya­ caktır. Dünyaya h ükmetmek bir hedef olmad ı ğ ı için bunu zikredenler; ülkelerindeki emniyet teşkilatın ı , askeri me­ kanizmaları ya da hükümeti ele geçirmeyi başarı sayar, onlara gönül verenler de buna razı olurlar. Ancak ' bütün dünya' kavramının yanında şayet Çinli ya da H i ntli değ i l ­ sen seni n ülkenin niceliksel ifadesi, b i r hiçe tekabül ede­ cektir zira yedi m ilyardan yüz milyon çıkarırsan geriye o küsurlu rakam kalmaz; geriye yaklaşık yedi m ilyar insan kalır ki zaten az önce de farklı değ i ldi. Yan i bir kamyon dolusu elmadan iki tanes i n i alırsanız geriye yine bir kam ­ yon e l m a kalır. Bilmem anlatabildim mi? Dediğim gibi dünyanı n her yerinde iyiler daim a daha faz­ ladır ve ne yazık ki her seferinde ucuz planlarla söm ü rü ­ l ü p aldatılan hep; barış, huzur, kardeşlik kelimelerine zaafı olan bu g üzel insanlard ı r. Çoğunlukla iyi niyetlerle kuru­ lan ancak amacı belli olmayan organizasyon ları n en fazla çeyrek asır sonra zıvanadan çıkmasının sebebi yine bu bir türlü kavranamayan destinasyon sorunudur. Oysa başı 1 27

KAS H NA F E L S E F E S İ

sonu belli bir hedef tanı mlansaydı elde edilen kudretle bı­ rakın barışın sağlanm asını, sınırlar dahi kaldırılabilirdi. O kadar plansızdırlar ki bu kadar sözden sonra bile hala bir şey anlamayıp 'Buraya kadar geti rdik, bir gün o da mut­ laka ! ' ifadesiyle bana kafa tutmaya kalkmak yerine 'Adam hakl ı , hemen bir hedef belirleyelim!' demeyi akıl edemez d e kamyondan çaldıkları i ki elmayla cezbeye gelir heye­ can yaparlar. Oysa kamyon hala oradad ır ve hiçbir şey ek­ silmemiştir. Kısacas ı , amaç ateş etmek değil her zaman hedefi vurmak olmal ı d ı r. Beni m takipçilerimden ricam l ütfen bir hedefe nişan alın ki vuramadığınızda bile sizin merminizden arta kalan boş kovan lar hedef istikametinde olsun.

BU KADAR BASİT DEGİL ELBETTE ÇOK DAHA BASİT D ü n şarkı söyleyen 1 3 yaşındaki bir çocuğun, içinde 'çıkı çıkı' ya da 'şıkı şıkı' geçen abuk subuk sözlerini ertesi gün bir m ilyar insan ezbere biliyorsa izlediği dizi filmden etkile­ nip cinayet işleyebilecek kadar sığ yaşayan binlerce i nsan varsa, dünya kupası finallerinde bir milyardan fazla i nsan hep bir ağızdan 'goo l . . .' diye bağırabilecek kadar safsa, az önce kurulan bir arkadaşlık sitesi b iraz sonra gelmiş geçmiş en kalabalı k kitleye hükmedebi l iyorsa; demek ki hep bir ağızdan barış türküleri söyleyerek 'Savaşa hayır!' d iye bağırıp i ktidarlarına da karşı koyabi l i r bu aynı insan­ lar. Yapılacak tek şey içinde 'ıdı vıd ı' veya 'tın vırı' geçen b i r barış şarkısı söyleyen 13 yaşlarında bir çocuk yetiş­ tirmek, senaryosunda cinayetin değil de barışın işlendiği fil mler çekmek, dünya kupası finallerinde ekrana kilitlenen 1 28

D E M İ RKI RAN

milyarların zihnini barışa yönlendirecek söylemler icat et­ mektir. . . Haa masraflı mı olur? Evet, biraz masrafl ı olur! Bu işlere g i rerseniz çocukları n ıza yatlar, katlar, kotralar bı­ rakamazsı n ız ki bu işler öyle her babayiğidin harcı da de­ ğildir işte bu yüzden.

SİTEM Hayatım boyunca hiç kimseden hiçbir şey istemedim ve istemiyorum da daima verici oldum. Lakin anlamadığım şey şu: Ben dünyaya barışı getireceğ i m i söylediğim za­ man, i n sanlar bana ' Hoca m , 15 Mart 2030'da yanın­ dayım.' diyorlar. Cidden çok merak ediyorum, acaba ne demek istiyorlar? Yoksa beni m elimde sihirli bir değnek ol­ duğunu falan mı sanıyorlar ki 'Sen barıştır dünyayı, ben son dakikada gelip alkışlarım.' diyorlar. Bayanlar baylar, yok öyle bir değnek! Dünya barışı sadece benim sorunum da değil üstelik. Ben kendimle barışık bir insanım zaten. Küs olduğu m kimse de yok ayrıca. Ben gece g ündüz çalışırken siz öyle köşeden köşeden baka­ rak bana destek olduğunuzu mu zannediyorsunuz? Ba­ kın taş ı n altına elin izi falan koyun da demiyorum haa, za­ ten ben komple taşın altındayım. M asaya yum ruğunuzu vurun sadece, varlığınızı h issettiri n . 1 5 mart 2030'da ya­ n ıma gel i p de bana ne diyeceksiniz? Hiç sevmediğin bir komşun u n gece yarısı yaptığı sürpriz gibi 'Biz geldik! . .' mi diyeceksiniz? O günkü sahte g ü lüşüm çok zorunuza gider baştan söyleyeyim. Yapabileceği n bir şey varsa onu şimdi yap! Alkışa şimdi bile i htiyacım yok beni m ki o g ü n hiç olmayacak! 1 29

KAS H NA F E L S E F E S İ

Bir anı: İ mza günü d üzenlemiş bir kitabevi. Neyse gittim ; g e n ç b i r adam yaklaştı bana, 30 yaşında var yok! E peyd i r o köşeden bakıyor lakin yanıma gel m i ­ yordu. Sord u m : -

Dikkatimi çekti; sabahtan beri oradan bana ba­ kıyors u n . Neden bekledin bu kadar?

-

Hocam siz beni m idolümsünüz. Hayallerimin yıkılmas ı n ı istemedi m . Ne bileyim belki kapris yapars ı n ız ' riske girmeyeyim' dedim. İ yice izle­ dim, e m i n oldum ve yanı nıza öyle geldim.

d ed i . Zeki b i r adama benziyo rd u ; böyle düşün­ mekte haksız da sayılmazdı ç ü n kü iki hayranı olan biri, yoldan ç ıkıyor ve ken d i n i bir şey sanıyordu hemen. Oysa ben kitaplarımdaki adamdı m , bilmi­ yord u . H ikayesini anlattı : -

Hocam üç yıl önce bir arkadaşımın tavsiyesiyle tanıdım sizi ve o günden sonra ne yazdıysanız hepsini okudum; özgüveni olmayan, sıradan bir mağazada çalışan herhang i bir tezgahtardı m o zamanlar. . . Dediklerinizi yaptım , şimdi 3000 kişi çalıştırıyor, ayda 20 milyon dolar ciro yapıyorum. Ayrıca iki dil öğrendim sayen izde. Şimdi bütün serveti m i size versem bile kardayım çünkü ge­ riye sağlam bir özgüven ve i ki d i l kalır bana. Gerçekten minnettarım size. 1 5 Mart 2030'da yanı nızdayım hocam .

1 30

D E M İ RKI RAN

Vay anasına ya . . . Fena şeylerdi bunlar ve kesinlikle bu çocuğun başarısıyd ı anlattıkları çünkü benim ki­ taplarımı her okuyan onun g i bi olamazdı ; azim ge­ rekiyordu ilkin, vazgeçmemek gerekiyordu . . . Ba­ şarmıştı işte. Ne yalan söyleyeyim o an kendileri n i büyüten danışmanlık şirketlerine ya d a onları geliş­ tiren gurulara milyon dolarlar ödeyen kurum lar geçti aklımdan ki ben, onu n ifadesiyle çok daha fazlasını yapmıştım . Kendi kendime: 'Bu çocuk şimdi bü­

tün kitapları alır ve en azından oradaki öğren­ cilere dağıtır ' dedi m ama olmadı; biraz sonra . . .

şehrin en büyük konferans salonunda seminerim olacaktı , daha sonra onuruma verilen akşam ye­ meğinde o da bulunacaktı . Sürprizi varmış. Kendi kendime ded i m ki 'Adam büyük adam, demek ki benimle büyük bir anlaşma yapıp şeh i rdeki bütü n öğrencilere kitap hediye edecek! Evet, ciddi ciddi bu beklentiye gird i m o an ç ü n kü beni m fikirlerim i herkes bilmeliyd i . O n u n gibi ç o k sayıda başarıl ı in­ sana ulaşmalı Kashna ki dünya barışına giden yolda bana omuz veren başka birileri de olsun . Seminere geçtik imzadan sonra. Gerçekten muh­ teşemdi her şey ve her zaman olduğu gibi yine ayakta alkışland ı m . Sıra, soru faslına geldi . Ö n sı­ ralardan kelli felli bir adam sordu: -

Erdal Bey, semi nerlerinize katılıp ya da kitapla­ rınızı okuyup da başarılı olan birileri var mı? 131

KAS H NA F E L S E F E S İ

Cevap vermek istemedim asl ı nda. Soruyu geçiş­ tirmek için kısa bir cümle kurdum: -

Vard ır m utlaka . . . Başka sorusu olan?

Bir el görd ü m arkalardan. ısrarl ı bir el. . . Işık gö­ zümü aldığı için seçemiyordum kadın mı erkek mi? Soru soracağ ı n ı zannettiğ i m bu kişiye 'Buyuru n ! ' anlamında b i r işaret yapıp söz verdim: Ben varı m . . . ded i , öğlen vakti kitapçıda ben i m le soh bet eden genç milyonerdi. 500 kişilik salonda anlattı hikayesini. Sonra bir başkası anlattı ve diğerleri . . . Etkili oldu­ ğ u m u bil iyo rd u m ama bu kadarı n ı bilm iyordum ki 'İntihar edecektim, vazgeçtim .' en hafifiydi anla­ tılanların. Orada tanıyıp sonradan cidden çok sev­ diğim Sayın Osman Coşkun da varmış salonda; o da kalktı ve ' E rdal Demirkıran'ı okuyan en kötü ihtimalle m i lletvekili olur. Ben Yozgat milletve­ kili Osman Coşkun.' diyerek n okta koyd u semi­ nere ve de cevap verdi o kel l i fel l iye . . . Sıra akşam yemeğine gelmişti. Bu milyoner de ora­ dayd ı . Sohbetin en koyu anında sürpriz için çan­ tasını açtı 'Yok daha neler!' dedim içimden; ma­ saya, çantası ndan çıkardığı 6 kitap koydu ki zaten 6 kitabım vardı. 'Sizden bunları imzalamanızı rica ediyorum .' dedi. Çok heyecan lıyd ı bunu görebili­ yordum gözleri nden. 'Elbette . . ' dedim. Bana ilk okuduğu kitabımı, hayatını değiştiren şaheserimi uzattı önce. Tam imzalayacakken fark ettim; kitap .

1 32

D E M İ RKI RAN

korsandı* ki benim buna alerjim olduğunu ve böyle d urum larda bir çılg ı n a dön d ü ğ ü m ü h erkes b i l i r. Zaten hiçbir yazar da tutup korsan kitabını imzala­ maya kalkmaz. Hızlıca diğer kitaplara baktım; ikinci kitabım hariç hepsi korsandı. 'Bunlar korsan. Ku­ sura bakmayın imzalayamam!' dedim, beni davet eden ve arkadaş olduklarını bildiğim kitabevinin sa­ h i bine bakarak. Derhal suratını astı milyoner 'O za­ man garibandım, aldım!' dedi ama inandırıcı değildi zira son kitabım çıkalı henüz iki ay olmuştu ve ben onun için gitmiştim imzaya, o da korsandı. 'Peki Er­ dal Bey, öyle olsun.' dedi ve küçük bir çocuk gibi sus pus oturdu. Gerçekten de 'Eşeğe altın semer vurmuşlar; eşek yine eşek!' lafı boşa söylenme­ m iş. O kadar ki kitapçı arkadaşından yasal bir kitap almayı akıl edemedi de birazdan kendine bir iş ih­ das ederek çekip gitti. Ö zetle; kimse bedel ödemek istemiyord u , bütü n bedel­ leri ben ödeyecektim. Yan i pilot olmam yetmiyo rdu; uçağı da ben alacaktım hatta yolcu da ben olacaktım , teknis­ yen de . . . Ne yapmalıydım? Vazgeçmem söz konusu ol­ madığın a göre heps i n i kab u l ederek devam etmeliyd i m yoluma . . . Peki gençler, d ed i ğ i n iz g i b i o l s un : 1 5 M art 2030'da görüşürüz. Haa, bu arada tek olmam dert de­ ğildi zira bütün d ü nyanı n yanıldığı zamanlar çok olmuştu. Korsan kitap: Yayıncılık sektöründe kaçak olarak basılarak piyasaya sürülen, hiçbir biçimde vergisi ödenmeyen ve dolayısıyla emsallerinden yarı yarıya ucuz satılan ancak yapanını kesin­ likle zengin eden, geliştiğini öne süren devletlerin bir türlü gelişemeyenlerinde ısrarla görülen, yazarların yazma şevkini yerle bir eden, yayıncıları hile yapmaya zorlayan, herkesin rahatça ulaşabileceği bandrol adındaki denetim p u l larıyla gerçeklerinin koru nduğu iddia edilen, gasp kapsamına alındığında 24 saat içerisinde ortadan kaldırılması mümkün olduğu halde iş bil mez hükümetlerin beceri ksizliği sebebiyle varl ı ğ ı ne yazık ki inatla süren, sektörün takipçisi paçozlar tarafından gerçeklerin i n pahalı olduğu gerekçesiyle beslenen ve büyütülen dolayısıyla tedavül­ den hiç düşmeyen kitap benzeri cisimlerin resmi adıdır korsan kitap.

1 33

KAS H NA F E L S E F E S İ

BÜYÜ K ADAM LAR I N TEK S I R R I ÇOG U N LU G U N ÇOGUNLU KLA YAN I LDIGI NI Bİ LİYOR OLMALARIDIR Düşününce sözün ü n hep bu şekilde kesildiğini fark ede­ ceksin ! Sözgeli m i b i r tarihçiye sord u ğunda ' B u kadar profesör yalan m ı söylüyor?' diyerek azarlandığını gö­ receksin. Kafana takılan şeyleri bir fizi kçiye sorduğunda ' Bir tek sen mi biliyorsun doğrusun u ; hem senin tah­ silin ne bakayım?' denilerek savunduklarının hadım edil­ diğine şah it olacaksın . . . Dini tartışmalarda ise 'Bu kadar m üfessir, bu kadar ilim adamı, bu kadar hoca yanlış biliyor da bir sen m i doğru biliyorsun?' sorusuyla bü­ tün tartışmanın; o bahsi geçen hoca, dede, mürşit, mü­ fessir ya da hangi tarikat veya hizipse onun doğrularının etrafında dönmeye başlad ı ğ ı n ı anlayacaksın. Kimseni n de çıkıp b u n u soranlara 'İyi d e kardeşim, dünyada ya­ şayan yedi milyar i nsandan altı milyarı gayrimüslim, onlar yan ı lıyor da bir tek sizin hocalarınız mı doğru söylüyor?' d iye sormayı akıl edeme diğini göreceksin. Ö yleyse gerçekçi olalım: Otoriteye boyun eğenlerle baş­ layan tes l i m iyet süreci 'teslim olanlara teslim olma'y la devam etm i ş ve insanoğ lunu tahmin edemeyeceği uçu­ rumlara sürüklemiştir. ' Kalabalıklar mutlaka yanlıştır.' denilemez ancak her zaman doğru oldukları da iddia edilemez. Kimseye haksızlık etme­ mek lazım , belki de gittiğin yol veya atalarının istikameti en doğru olandır. Burada dikkat etmen gereken şey kalabalı­ ğın seni aldatmamasıdır çünkü iş kalabalığa kalırsa ateist­ ler de inananlar kadardır hatta detaya inilirse belki daha da fazladır. Peki, bu duru mda ne yapılmalıdır? Kimi Kızıldeniz'i 1 34

D E M İ RKI RAN

gemiyle geçer kim i uçakla; kimi koşarak kimi yürüyerek. Kimi yararak geçer okyanusları, kim i içerek. Kiminin arka­ sında bütün dünya vardır, kimininse hiç . . . Şimdi söyler mi­ sin bana, hangi yol için suyu geçmeden 'Doğrusu budur! ' diyebilirsin? Bu tamamen kişinin kendi iradesindedir. Amaç; o suyu geçmektir ve yol sayısı sınırsıza yakındır.

SİZ BİZ cız BiZ 'Sen' ve ' ben' gibi iki muhteşem keli m e varken bu 'siz' ve 'biz' kavramları da nereden çıkmış acaba? Çoğul kastıyla kullanıldığında son derece doğru olmasına rağmen birine ya da biri lerine h itap edildiğinde 'siz' denilmesi ne kadar da komi k ve anlaşılmazdır aslında. Ş u anda bu kitabı kim okuyor? Elbette ki sen . . . Peki, sen kaç kişis i n? E, tabii ki bir. Bu durumda, bu kitapta ' Değerli O kuyucuları m ! ' d iye bir cümle geçse mi seni daha çok kuşatır ya da kapsar, yoksa ' Değerli O kuyucum ! ' diye bir ifade geçse m i daha fazla hitap etmiş olur sana? . . Televizyonlarda 'Sayın Seyir­ ciler! ' diyen bir sunucuyu m u daha sıcak bulursun 'Sev­ gili Seyircim!' diyeni mi? Mesela haberleri sunan spiker 'Dikkatle izleyin Sayın Se­ yirciler, bu sizin için çok önemli!' dese m i daha çok bakar­ sın yoksa 'Dikkatli bak dostum, bu seni n için çok öneml i ! ' dese m i ? Aynı anda o ekrana yedi m ilyar insan b i l e baksa herkes sadece kendi için izliyor olacaktır, öyle değil m i ? H i ç kimse bir kitabı grup halinde okuyamaz örneğin. Her­ kes sadece kendisi için okur. Yan i şu anda seni n yanında 135

KAS H NA F E LS E F E S İ

beş kişi daha olsayd ı hiç şüphe yok ki bu yazılara bakan­ lardan her biri yine sadece kendi için okuyacaktı ve ben , her 'sen' d eyişimde onu m utlaka yakalamış olacaktım. Çünkü bu ifadeyle her seferinde sadece onu kastetmiş ola­ cak ve sadece ona h itap edecektim. Ö yleyse her zaman tekile hitap etmeli bütün yazarlar, hatipler, konuşmacılar. . . U l u suna seslenen kon uşmacı da ayn ı hatayı yapar du­ rur yıllard ı r. - Sevgili Vatandaşlarım! der başbakan mesela ve kimse de dinlemez onu bu yüz­ den çünkü h itap ettiği asla ben değilimdir ve bu ifade bi­ çimiyle beni yakalama şansı hiçbir zaman da yoktur. Oysa 'Sevgili Kardeşim' ya da 'Değerli Vatandaşım!' dese 'ben' dikkat kesilirdim ve ancak o zaman kastettiği o vatanda­ ş ı n ' ben' olduğuma i nanırdım. B u arada birçok insan 'sen' d iye yapılan h itapları seviye­ siz bulur. Hatta 'siz' ifadesinde bir nezaket ve saygı ün­ leminin de olduğu kabul edi l miştir toplumun terazisinde. Oysa bu sadece komplekslerle açıklanabi lir. - Merhaba Kemal abi, nasılsın? d iyen birin e Kemal abiler çoğu zaman , - Askerliği beraber m i yaptık u lan? biçiminde karşılık verir. Kemal abin i n , Rıfkı abinin ya da benzerlerin i n kendi n i çoğul zan netmesi gariptir ama on­ lar öyle b i l i rler. Oysa o rada sadece bir adam otu ruyor yan i bir tane Kemal, Rıfkı ya da Kenan . . . Bunlar kurduğu 1 36

DEM İ RKI RAN

cümlelerde kendilerine ' ben' ifadesini yakıştırır fakat o n ­ lara 'sen' diyen leri saygısızlıkla suçlarlar. Ayrıca bir iltifat biçimidir de 'siz' h itabı ki yüzyıllardır zen ­ gin fakire 'sen' fakir ise zengine 'siz' d e r v e nedense fakir buna hiç kızmaz, kimse de gocun m az. Zengin hep kala­ balıktır da kimse aldırmaz. Öldürürken keyif veren tek silah, iltifattır.

Hepsi bir tarafa, eğer 'sen' saygısızca bir hitapsa neden o zaman yıllardır insanlar 'Allah'ım yardı m et! ' diye dua ede­ rek saygısızlık yapıyor Yaratıcı'ya? - Sayın Allah'ımız! Lütfen, rica etsek acaba bize destek olur, bir koltuk çıkar mısınız? d iye dua eden b i rine rastladın m ı h iç? Rastlayamazsı n çünkü 'sen' ifadesi nden gocunanların kom pleksli oldu­ ğunu bilmeyen yoktur ki zaten 'siz' sineye sinmiş ego­ lar için yaratılmış bir keli medir. Oysa Allah'ın herhan g i bir kompleksi yoktur ve Allah teklik kavramının en son ya da 'sen' noktasıdır. Açıklama: İşgüzar muhalifler gibi 'Hadi bu ifadeleri değiştirelim!' demek için yazmadı m b u n u , çoğu za­ man bile bile saçmalad ı ğ ı m ızı bir daha görmeni iste­ dim sadece.

BÜTÜN İ HTİ MALLER %50'DİR Yıllarca okullarda olasılık hesapları anlatıldı bizlere. Hani şu bir torbada on top var mevzusu. Ö nce soruyu hatırlayalı m : 1 37

KAS H NA F E LS E F E S İ

Bir torbada on top var; dördü yeşil, üçü kırmızı , ikisi mavi, biri beyaz. Çektiğim topun mavi olma i htimali kaçtır? Ya­ şayan yaşamayan, matematikle ilgisi olan olmayan herkes bu soruya %20 diye cevap verecektir, sen de . . . Ş i m d i h e r şeyi, az önce beni m söyledi klerim d e dahil ol­ mak üzere hepsini unut ve söyle! Yukarıdaki torbadan bir top çektiğinde gelen topun mavi olma olasılığı gerçekten %20 mi? Eğer daha önce beni m seminerlerime katılma­ mışsan ya da katılan biriyle tan ışmamışsan 'E, evet %20,

ne olacaktı ki?' diyeceksin %50 ihtimalle ancak cevap bu değil zira her ne kadar da torbada dört değişik renkte top varmış gibi gözükse de asl ında sadece iki ren k var: Biri mavi , diğeri de mavi olmayan . ' E , hocam ya yeşil gelirse? .' diye soran sabırsızlar oluyor bazen ki şu anda da yine ' E , yeşil gelmişse mavi gelmemiştir.' cevabını vereceği m izi hesaplayamadan bunu düşünenler çıkabilir aramızdan . Ö yleyse çektiğin top her halükarda ya mavi­ dir ya da değ i l . Bu hesaptan hareket ederek düşünecek olursak yeşil, beyaz ya da kırmızı gelirse 'mavi değildir' mavi gelirse de 'mavidir' diyebi l i riz. Bu durumda da ce­ vap %20 değ i l daima %50 olacaktır. .

Kimileri İ çin Zorunlu Uyarı: Sınavlarda falan çıkarsa sen yine %20 yaz ama bil ki gerçek cevap her zaman %50 olacak. Yapan var, valla . . .

Başka bir örnekle ren klendi relim konuyu, sonucun yine değişmed i ğ i n i göreceks i n . Bir futbolcu, on penaltı atı ­ şından sadece birinde başarı lı oluyorsa on birinci penaltı atışını gole çevirme i htimali %1 0 mudur yoksa %50 mi? . . Tabii k i % 5 0 zira attığı penaltı y a g o l o l u r ya d a olmaz . . . 1 38

D E M İ RKI RAN

Bu hesapla henüz gerçekleşmemiş her ne varsa olma i h ­ timali mutlaka % 50'dir; y a o l u r ya da olmaz. Elbette ki böyle d üşünen bir i nsan hiçbir zaman şaş ı r­ maz, hiç üzülmez, asla hayal kırıklığına uğramaz. Ç ü n kü onun için her şeyin olma ihtimali her zaman aynıdır: %50.

İnsan Düşünür: Ne yani şimdi ameliyat olacaksa­ nız doktor seçmez de yazı tura mı atarsınız? Kashna Cevap Verir: Ortada iki doktor varsa ve bi­ rinin başarısı %99 ötekininki %1 ise elbette ki %99 başarılı olanı seçeriz ama bütün sonuçların %50 ol­ duğuna i nanarak yatarız biz o ameliyat masasına.

YAPILABİLECEK EN BÜYÜK HAKSIZLI K Günün birinde bazı abiler şöyle bir laf ettiler: - İ nsan, beyni n i n en fazla %3'ünü kullanabilir. Einste i n bile %5'ini kullanabi lm iştir. - Peki , neden e l i m i n , ciğeri m i n , g özü m ü n , kulağ ı m ı n %1 00'ünü kullanabiliyorum d a yine b i r organı m olan beynimin sadece %3'ünü kullanabiliyorum? diye sormadı hiç kimse. Ayrıca, - Bir bak bakalım kainatta fazla veya eksik herhang i bir şey görebiliyor musun? diyen de olmad ı çünkü bu soruların cevabı yok! Elbette eksiği ya da fazlası yoktur bu lunaparkın, olamaz da! Eğer evrime inan ıyorsan doğa, doğal o larak fazl a olan ş ey­ leri zamanla yok eder veya yerine yen i leri n i ya da gerekl i 1 39

KAS H N A F E LS E F E S İ

olanlarını koyar. Allah'a i nanıyorsan sonuç yine değişmez ve sen bilirsin ki Allah'ın yarattığı hiçbir şey fazla ya da eksik olamaz zira O kusursuz yaratır. . . Madem kainattaki h e r şey tam kıvamında ve kararında­ dır o halde neden beyin gibi bir organ hem de %97 nis­ petinde fazladan yaratılmış olsun ki? Ara not: Şayet Einstein beyninin %5'ini kullanıyorsa bu onun soru n u d u r, özel hayatıdır, falandır filandır. Allah herkesi eşit yaratmamış o zaman! Ben %1 00'ünü kul­ landığımdan eminim ki bu da benim özel hayatımdır, Einstein'ı ve onun adamlarını ilgilendirmez.

Özel bir merak: Bugün bile tıp dünyası beyin hak­ kında henüz emekleme evresini aşamamışken nasıl oluyor da o g ü n yaşayan Einstei n için 'O, beyninin %5' i n i kullanıyordu.' gibi bir saptama yapabiliyor bilim adamları? Haa 'Onun beyni kavanozda tutu­ luyor, gömülmedi.' öyle mi? Peki, madem bu iş­ ler bu kadar basit, neden bugün yaşayan, büyük adam sanılan ya da kabul edilen kimselerin be­ yinleriyle ilgili bir tedavül nispeti hesaplanamıyor? N iye bizler ülkemizi yönetecek başbakanları, şirke­ timizi yönetecek CEO'ları seçerken böyle bir be­ yin raporu, düşün emarı falan isteyemiyoruz? Ko­ m i k vesselam . . .

KÜÇÜK H ESAPTA BÜYÜK HATA 'İnsan beyninin henüz %40'1 çözülmüştür.' d iyen bi­ l i m ada m ları ' beyi n ' d e n i l e n o m u azzam ı n %60 ' ı n ı n hala m uamm a olduğu n u ve henüz çözülemediğini kabul 1 40

D E M İ RKI RAN

etmekted irler. Kimse kusura bakmasın ama ortada ciddi bir hesap hatası var.

Şöyle ki: Bir kahvehaneye gittiğini ve bir çay iste­ diğini varsayalım. Garson çayı getirdiğinde ocakta kalan çay m i ktarın ı bilebilir misin? Elbette ki hayır! ' Demlikte on dokuz bardak çay kaldı.' d iyemez­ s i n mesela. Halbuki çayı istemeden önce ocağa geçere k d e m l i kteki çay m i ktarın ı ö l ç ü p toplam yirmi bardak çay olduğunu öğrenseydin sana ge­ leni bildiğin için ' 1 9 bardak çay kaldı .' diyebilecek­ tin. Şimdi 'demlik hesabı'ndan geçelim ve soralı m : Kazandaki çayın b i l e tamamını bilmeden, geri ka­ lan ı n ı hesaplayamayan abaküsü kırık bilim adam­ ları , nasıl ol uyor da 1 00'ünü b i l m edikleri beyni n , çözdü kleri kısmına 4 0 diyebiliyorlar? Beyinle ilgili bir çıkmaza saplandıklarında veya işin içinden çı­ kamadıkları bir sorunla karşılaştı klarında 'Valla biz henüz beyni n o kısmı n ı çözmedik.' diyebilmek için midir bu tezgah yoksa? 'Uyanık Okçu'nun hikayesi geldi aklıma şimdi: Adam hep 1 2 'den vurduğu n u iddia ediyormuş, inanmamışlar! Büyük bir meydanda dev bir tahta hedefe o k atmas ı n ı istemişler. Tab i i ki kabu l etmiş a m a demiş ' Bana b i r de kalem getiri n ! ' O k , yay, kalem . . . B ütün köylünün önünde tak­ mış oku yaya, germiş alabildiğince ve bırakmı ş e m i n bir şekilde . . . Ok süzü l m üş, süzülmüş ' 1 2 ' diye işaretlenen v e etrafı çem berlerle çevrilen noktanı n , sağ çaprazından bir metre dışarıda hiç alakası olmayan başka bir yere saplanmış. 141

KAS H NA F E LS E F E S İ

Gitmiş, yakından bakmışlar. Demişler 'E, hani sen hep 1 2 'den vuruyord u n ! ' demiş ' Evet, vur­ dum işte!' Demişler "Görmüyor musun burada kocaman ' 1 2 ' yazıyor, sen bir metre dışını vur­ d u n ." d e m i ş ' S iz yanl ı ş yere yazmışsınız . . .' Sonra cebinden kalemi çı karmış. Okun etra­ fına iki tane çember çekmiş, battığı yere de ' 1 2 ' yazmış. Daha doğrusu tam da battığı yere yazamamış çünkü oraya ok saplı olduğu için, biraz kenarına yazmış. Sonra da ahaliye dön­ müş ' Bakın işte 1 2! ' demiş. Ahali bakmış bak­ mış, demiş 'Valla 1 2! '. İ şte böyle olunca hep 1 2 'den vurduğunu zannediyor biri­ leri ve Allah için vuruyorlar da. Tabii devir değişti; çemberi okçu değil ahali çiziyor artık o okun etrafına . . .

GERÇEK ŞU Kİ Bütün i n sanlar 'dahi' doğar ancak bazıları bunu fark eder ve biz yüz yıllarca tek farkı 'fark etmek' olan insanları al­ kışlar d ururuz.

'Alkış' demişken yakın arkadaşım Valmir geldi birden aklıma: Alkışlanmakla yuhalanmanın i n sanda ayn ı etkiyi uyandırdığını, her ikisinin de kişide saklanma ar­ zusu oluşturduğunu o an öğrendi Valmir. Hayatın çok defa yuhaladığı bu adam, ilk defa alkışlanıyordu bir kalabal ı k tarafından. Utanıyordu ciddi ciddi. . . Aklı başında olanların alkışlanırken utanmasının bir 1 42

DEMİ RKI RAN

nedeni vardı elbette ve bunu her defasında başka şeylere bağlıyordu fikri olanlar. Oysa sebebi belliydi bu kıvanç sanılan utancın ve Valmir de aynı neden­ den ötü rü turkuaz bakıyordu yüzlerine onu alkışla­ yanların . Kişi kendisini herkesten daha iyi tanıyordu. Dolayısıyla kendini bilenlerin alkışlardan utanması; kimsenin bilmediği tek kişi l i k sırların ı , içinden çı­ kamadığı açmazlarını, önüne geçemediği zaafla­ rını bilmesi sebebiyleydi. Herkes onun saygıdeğer bulduğu bir yön ü n ü alkışlarken o, yüzlerce zaafını yuhalamaktan kendini alamıyordu; bir alkış da dok­ san dokuz tane 'yuh'un üstünü örtemiyordu . Bu nedenle aynıydı alkış ve yuh. Ne zaman ki kendini alkışlamaya başlarsa insan, işte o zaman kurtula­ caktı bu saçmalıktan lakin yoktu henüz kan revan olan yerin yüzünde kendini alkışlayan. Bazılarına doğuştan verilen ekstra bir güç değildir dahilik. Öyle olsaydı Edison ilk denemesinde bulurdu ampulü ,

Graham Beli telefonu icat etmek için yıllarca uğraşmazdı .

YETENEK DİYE BİR ŞEY YOKTUR İ nsanlar tembelliğinden uydurmuş bu yetenek kılıfı n ı . Ni­ hayet herhangi bir konuda az başarıl ı olan bir insan, ba­ şarı için ihtiyaç duyduğu yeteneğ i n kendisinde bulunma­ dığını ifade ederek haklı olmayı başarır. Bunu yaparken de başarılı olanlara haksızl ı k ettiğini bilmez. İ yi bilardo oyna­ yan birine 'Yeteneklisin.' demek, o insan ı n tüm çalışmala­ rını yok saymaktır. Ne yazık ki bunu söyleyen de bilmez, 1 43

KAS H NA F F .L S E F E S İ

söylenen de hatta 'Yeteneklisin . ' dediğimizde karşı taraf çoğ u nlukla m utlu bile olur. Tekrar etmek istiyorum 'Yetenek diye bir şey yoktu r.' İ s­ teyen herkes herhangi bir konuda en iyi olmayı başarabi­ lir. Zih insel bir engelin yoksa sen de bir Edison olabilirsin yan i . Dali olmak için ihtiyacın olan tek şey, beynindeki re­ sim yapma merkezini harekete geçirmektir. Başka bir ifa­ deyle içindeki ressamı canlandırmaktır.

Kim bilir: Belki de sen şu anda dünyanın en büyük yazarısın lakin hiç kalem tutmadıysan bunu nasıl bilebiliriz ki? Yine belki de dünyanı n gelmiş geç­ miş en büyük ten i sçisi sensin fakat eline hiç raket almadıysan bunu sonsuza kadar ne biz anlayabi­ liriz ne de sen . . . 21 .yy'da birçok i n san herhangi bir konu hakkında birçok kere hem de hiç denemeden ' Benim o ko­ nuda yeteneğ i m yok!' deyip kendini kenara çeke­ biliyor. Böylece kullanmadığı o yönünü kendi eliyle toprağa gömüyor. Çok acı ama şu anda bir yer­ lerde ömrü boyunca kendini fark edemeyen ve öl­ mek üzere olan bir fizik dahisi, dünyayı değiştire­ cek bir lider, M ars'a gidecek bir astronot var. Kim bilir, belki onlardan biri de sensin!

ABARTIP G E N LERİ N D E N MEDET UMAN LAR DA VAR Bazıları birtakım özel yeteneklerin babadan oğula, adeta göz rengi gibi geçtiğini öne sürmektedir. Halbuki iyi resim yapan birinin çocuğ u n u n da iyi resim yapıyor olmasının, 1 44

D EM İ RKI RAN

genetik kodlarla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bu tama­ men yetişme tarzı ve ilgiyle alakalıdır. Bir çocuk, babası­ nın resim yaptığını görerek büyürse resme ilgi duyar ve beynindeki resim merkezi aktif hale gelir. Sonuç; çocuk da iyi resim yapar. İ yi resim yapan bir baba, herhangi bir kreşten bir çocuk alsa zaman sonra onu n da iyi resi m yapacağı m uh ak­ kaktır. Ayrıca insanın sorası gel iyor: 'Yetenek, genlerdeki bir şifreyse n iye Edison ' u n akrabaları da m ucit değildi? Neden M imar Sinan ' ı n m i mar bir amcaoğ l u yok? Niçin Einstein'ın fizikçi abisini tanımıyoruz? Niye Da Vinci 'nin sü­ lalesi nden kimse Mona Lisa benzeri bir eser verememiş? Neden Piccasso'dan başka Piccasso yok? N için Alexan­ der Graham Bell'in babası bir şey icat etmemiş? Neden?. .

Ü Ç YAŞIN DA PİYANO ÇALAN MOZART'A N E DEMELİ Bazen çok erken yaşlarda inanılmaz beceriler sergileyen insanlar görürüz; mesela Mozart. Ü ç yaşında piyano çal­ maya başlamış adam . Peki , yetenek diye bir şey yoksa bu neyle açı klanabilir? ' B i l inçaltı' deni len o m uamma, esasında b i l i nci de etki­ leyen ' büyük bilinç' d üzeyinded i r. Ancak b i l inçaltı kayıt­ ları nın hayatımıza yans ı m ası bazen uzun zaman alabile­ ceği gibi bazen de a n ı n d a etki eder yaşantımıza. Kimi zaman çok basit bir o l ay bile i ç i mizdeki dah iyi açığa çı­ karabi l i r. San ki sessiz bir patlama olur beyni n bir yerle­ rinde. Şimşek çakması g i b i bir şey bu! Patlamanın nerede 1 45

KAS H NA F E L S E F E S İ

ya da ne zaman olacağ ı n ı kimse kestiremez ancak pat­ lama olduğu esnada beyni m izin hangi noktası aktifse o bölü m harekete geçer. Söze 'Yeter ulaaan!' diye bir nida ile başlayan bir adamdan daha iyi konuşmacı gördün mü sen hiç? Söyledikleri ilginç olmasa da bir acının dışa vuru­ mudur. Ve herkes sonuna kadar dinler onu . As­ l ı nda o n u n duyg u duru m ud u r izlenen, dinlenen. Oysa bir cinnet anında yapmıştır o bunu ve belki de bir daha asla yapamayacaktır. Genelde çok iyi konuşmacılar kendilerini böyle bir cinnet anlarında keşfederler. Kim bilir belki de Mozart'taki müzik merkezinin patlaması, büyük m üzik adam ı uyurken annesinin çığlık atmasıyla gerçekleşmiştir ya da daha ölümün ne olduğunu bile bil­ meyen bu çocuğun yanı nda bir yakını ölmüştür ve ora­ daki insanların ağlaması sebep olmuştur bu patlamaya? Hani zaman zaman çok saçma sapan ortamlarda yetişen ama harikalar yaratan i nsanlara rastlarsın da hayrete dü­ şers i n ya bunun sebebi de budur işte. Klasiktir ve her ne hikmetse çoktur bu hayatlardan . 'Annesi kötü yola düş­ müş, babası onu kims6sizler yurduna vermiş, akşam sa­ bah işkence görmüş ve sonra da gelmiş asra önder ol­ muş.' Yüzlercesini duym uşsundur bu hikayelerin . . . Nasıl oluyor peki bu? Basit, çok basit: Dehayı tetikleyen patla­ malara çok rastlanır böyle ortamlarda da ondan. Yangın çıkar, devasa korkular yaşar, sefillik çeker, borca batar ve birinden biri mutlaka işe yarar bu yaşananların. Zevraki'nin dehre lider olması da böyle olmuştur mesela: 1 46

D E M İ RKI RAN

Koca Zevraki Henüz altı yaşındaydı Akif, Gümüşhane'nin Kel kit'i­ nin Gelinpertek köyünde bulunan ve adına 'Gugul­ daş' denilen o amansız tepeden el yapımı kızakla Bostanların Dere'ye uçtuğunda. Babasının kontro­ lündeki at arabasına atıp yetiştirdiler kan revan için­ deki bu küçük çocuğu en yakın hastaneye. Uzun sürse de yapıldı tedavisi. Birkaç g ü n sonra köye geri dönerlerken H i ra Değirmen Vadisi'nden ge­ çen donmuş derenin üstündeki buzu aşmaya gel­ mişti sıra. Hiç hesapta olmayan bir şey oldu ve at arabasının ağı rlığına dayanamayan buz kırıldı. Bir Akif düştü suya, bir Zevraki çıktı buzların arasın­ dan. Yarı baygı n bedeni eve getirdiler. Tuhaf bir şey oldu ve gelmiş geçmiş en büyük filozof, ona 'geç­ miş olsun'a gelenlere yaşadıkların ı şiir dilinde an­ lattı, henüz altı yaşındaydı ; onun ne babası ne de dedesi şairdi ve ona ne yaptıysa ' H ira Deği rmen' yaptı işte. Zevraki'nin bundan sonra yaptığı ise sa­ dece çalışmaktı , gece g ündüz çalışmak . . .

NE YAPMALI Çocukken beyninde bir patlama olmamışsa öncelikle 'Or­

talama bir zeka düzeyinde olan herkes istediği her şeyi yapabilecek donanıma ve yeteneğe sahiptir.' ifa­ desini idrak ederek bir çalışma yapman lazım. Şimdi dü­ şün: İ çinde milyonlarca i nsan var senin; ressam var, fizikçi var, matematikçi var, yazar var, heykeltıraş var, sapık var, 1 47

KAS H NA F E LS E F E S İ

hırsız var, ipli var, ipsiz var, şarkıcı var, futbolcu var... Var da var senin anlayacağı n . Şimdi d u r; hesabı n ı yap, en sevdiğini seç, o n a yoğu nlaş da bak neler oluyor! Çoc u kluğunda herhangi bir yetenek merkezin patlamamışsa şimdi sen yap bunu. Bilincinle bi­ l inçaltını birleştir ve böylece büyük bilince ulaş da seyret gürültüyü. Böyle davranman, daima o konuyu düşünmeni sağlayacaktır. Bu da eninde sonunda söz konusu merke­ zin patlayacağı anlamına gelir. . .

İspat: Bu yukarıda anlattığımın asılsız olduğunu dü­ şünebilirsin lakin b u n u n ispatı son derece kolaydır. ' Ben biraz ders çalışsam m ı acaba?' ya da 'Bir duş alsam nasıl olur?' veya 'Tatilde oraya mı git­ sem buraya mı?' gibi sorular sormuyor musun? Elbette ki her insan gibi sen de yapıyorsun bunu! Ö yleyse karşımıza iki seçenek çıkar: Sen ya kendi kendine kon uşan şizoid bir vakasın ya da sordu­ ğun sorulara cevap bulmak için bekleyen birileri var senin içinde, onlarla konuşuyorsun. İ şte sana cevap b ulanlar, içindeki diğer kişi ler ya da kişilik­ lerdir ki i kisi de ayn ı şeydi r zaten. İspatt: Sen, borç içinde yüzerken bir an durup kendi kendine 'Acaba çalışsam mı yoksa gidip biraz eğlensem mi?' diye düşündüğünde iki türlü cevap alırsın mesela. 'Git eğlenmene bak, ne çalışacak­ sın! Zaten borç çıkmış yüze, inmez seksene ' der biri . 'Çalış, bir yığın borcun var. Sana, sen­ den başkası yardı m edemez; hadi bugün çalış, bitir şu borçların ı da yarın git doyasıya eğlen! ' . . .

1 48

DEMİ RKI RAN

diye itiraz eder ya öteki! Peki, düşün bakalı m bun­ lardan biri sensen kimdir öteki? Uyarı: Konuyu çok basit anlattığım için hafife alabilir­ sin ama gerçekten bu kadar basit. Ben basit anlatırım ama asla basit şeyler anlatmam.

SEN 'O'SUN Eğer eğlenmeyi çok seviyorsan tercihini eğlence merakı olan insanı seçmek yönünde kullanmışsın demektir. Za­ ten birini seçip ona çok yoğu nlaşınca diğerleri yavaş ya­ vaş geri çekilecektir. Alaattin'in sihirl i lambasındaki g i b i çağrılıncaya kadar da asla geri gelmeyeceklerdi r. İ şi gücü peçete yakıp tabak kırmak, sabahlara kadar dans etmek olan bir insanın içindeki fizik dahisi ne diye ' Bak tabaklar yere düştü , demek ki yer çekim i var.' desin ki? . . Newton, ağacın altında otururken elmanın düşmesiyle fi­ zikçi olmad ı mesela; adam zaten arıyordu. Yan i beyni n ­ deki fizik dahisi h e p tetikteydi onun.

Kural çok açık: Hedefi n l e yatıp kal kar, hedefin l e i l g i l i okuyup yazarsan torunlarımız seni n de adından bahse­ der ve yıllar sonra sen de yüz binlerce insana esi n kay­ nağı olursun . Açı kçası b u , gözleri görmeyen b i r i n sanın daha iyi d uy­ ması gibidir. Beş d uyusundan herhang i birini kaybede n i n diğer duyuları daha i y i çalışır. Kör bir i n san daha iyi d uyar hem kör hem sağ ı r olansa daha iyi tat alır, gibi. . . 1 49

KAS H NA F E LS E F E S İ

İ çindeki tem bel adamı yok et mesela. . . Sürekli mazeret bulanı, kötümser olanı, uykucuyu ortadan kaldır. Şimdi okşa sihirli lambanı; başarmak isteyen, çözüm üreten, h ızlı d üşünen adamı iste ondan. Adeta üzeri toz tutmuş birer biblo gibi sil onları, parlat, harekete geçir. İ şe yaramaz de­ diklerini kaldır ortadan, olsun bitsin. Ne denli kolay oldu­ ğunu fark edince çok şaşıracaksın, çok . . .

GÖZDEN KAÇIRILAN BİR DOST Garip şu insanoğlu, çok garip! Herkese verdiği sözü tut­ tuğu için övünür hatta ' Ben acayip merdim, fena dürüs­ tüm . . .' falan der de ' ben'ine verdiği ya da asıl tutması ge­ reken sözleri tutmaz. Kendine verdiği sözleri hiçe sayarak yaşar. H içe sayar çünkü o sözleri tutmadığında kimseye hesap vermeyecek ve mahcup olmayacaktır ki asıl ya­ nılgı da budur işte. Herkesten önce kendini önemseyeceksin! Sen kendini sev­ mezsen, sen kendini önemsemezsen, sen kendine saygı d uymazsan , sen kendine verdiğin sözü tutmazsan diğer i nsanlar seni n için bunu niye yapsın ki? G it şimdi aynaya bak ve b u rn u n u sev. Karına, kocana, oğluna, kızı na bak; onları sev. Arabana, evine, ceketine, anana, babana, kardeşine bak; onları sev. Sana ait ne varsa sev işte . . . Ve güneşe bak, g üneşi sev çünkü o da senin. Görmüyor musun hiç aksatmadan görevini nasıl da yapı­ yor güneş? Seni n için her g ü n yeniden doğuyor. Dünya, 24 saatlerce ritm inden hiçbir şey kaybetmeden senin için 1 50

D E M İ RKI RAN

dönüyor. G ezegenler, galaksiler, kuşlar, ağaçlar ne varsa hepsi sadece senin için var. Emin ol ki bu böyle; sen var­ san var hepsi, sen ölünce hiçbirinin hiçbir anlam ı olma­ yacak! G üneş doğ muş, g üneş batmış, d ünya dönmüş, ağaç yeşilmiş siyahmış, deniz kırmızıymış maviymiş sana ne bundan? Şimdi hayattasın ve görd üklerinin hepsi se­ nin. Kullan onları; saçın baş ı n , gözün kaşın gibi sahiple­ nerek kullan hem de!

ZOR OLAN I YAPI P BAŞKALARINA G ÜVENİYORSU N Zengin iş adamı, işsizliğin had safhada olduğu b i r ü l kede tesadüfen karşılaştığı bir gençle soh bet etmeye başlad ı . Genç adam işsiz o l d u ğ u n u ifade edince büyük tüccar onunla özel bir anlaşma yapabileceği n i ancak birkaç tane şartının olduğunu söyledi. Aylak gencin eğitim i yetersizd i ama öneml i değildi ki bu zaten aşılabilecek bir engel d i . Ancak küçü k b i r sorun vard ı : Zeki olmasına rağ men c i d ­ den tembeldi genç adam. İ şte o günden kalan bir diyalog:

İş adam ı : Bak evl at , sen zeki birine benziyors u n . Eğe r dediklerim i yaparsan seninle beş sene sonra çalışabiliri m . Genç adam: Elbette k i yaparı m . Siz şartlarınızı söyleyi n . İ ş adamı: Günde e n fazla beş saat uyuyacaksın . . . Her g ü n ü ç saat kitap okuyup okuduğunla ilgili en az b i r saat yorum yazacaksı n . Akşam okuluna gidip bir fakülte bitireceks i n . İ şini mükemmel şekilde takip edecek asla vazgeçmeye­ ceksin. Yen i fikirler ü reterek işinde kendini geliştireceks i n . 151

KASH NA F E L S E F E S İ

Genç adam çok h eyecanlandı . Nefes almadan dinliyordu büyük adamı .

İş adamı: Eğer b e ş sene boyunca b u nları eksiksiz yapar­ san söz veriyoru m , seni genel müdürüm yapıp 1 00.000 $ da maaş vereceğ i m . Genç adam: Tamam, hemen başlayalım. İş adamı: Sosyal bir insan olabilmen için hafta sonları dil kurslarına, geceleri de resim ve gitar kurslarına katılacaksın. Genç adam: Tü m şartların ızı kabu l ed iyoru m . Hemen başlaya l ı m . İş adamı: Hemen diyorsun fakat beş sene buna dayana­ bilecek m isin? Ayrıca unutmadan söyleyeyim bütün bun­ ları kendi kazanacağı n parayla yapacaksın! Genç adam: Beş sene sonra 1 00.000 garanti mi? İş adamı: Elbette ki garanti, anlaşma imzalıyoruz biz burada. Genç adam: Ek iş yapar ve söylediğiniz gibi bir adam oluru m , söz veriyoru m . İş adamı: Emin misin? Genç adam: Elbette ki . . . İş adamı: Peki evlat, sana farkımızın sebebini ve zengin olmadan önceki beş yıl ı m ı anlattım , hayatta başarılar. . .

BI RAK H ER KESİ ÖNCE KENDİNE GÜVEN İ kimiz de zaman zaman seni n de benzer tavırlar serg i le­ diğini biliyoruz; çoğu defa başkalarına güvendiğin kadar kend ine g üven miyorsun, itiraf et! Böyle bir teklifi kaç işsiz doğrudan kabu l ederdi dersin? İ şsizlere yöneli k yaptığım 1 52

D EM I RK I RA N

seminerlerde bunu sorduğum zaman insanların %95'inin

'Ben hemen kabul ederd i m .' ded i klerine şahit oldum hayretle. O halde ' B i r zamanlar herhangi biri olan i nsan­ lara güvendiği kadar kendi n e g üvenmiyor insanoğl u .' so­ nucunu çıkarabiliriz biz bundan. Böyle olmamalıyd ı oysa! Anasına babasına, ona buna değil bizzat kendine g üven­ meliydi insan zira isterse bırak iş bulmayı falan , d ünyayı değiştirebil i rd i böyle i nanan ! Fark Etmez(miş) Oldum olası anlayamamışımdır şu 'Fark etmez!' ifadesin i . 'Çay mı içersin, kahve mi?' diyorsun ' Fa rk etmez!' diyor adam. Hadi 'çay m ı kahve mi' de anladık da 'Çay mı gazoz mu?' d iyorsun cevap yine ayn ı . Nasıl fark etmez yaa? Biri sıcak, biri soğuk! Hakikaten nasıl fark etmez? Tabii ki fark eder! "Nezaket gereği bazen ' Fark etmez!' de­ mek gerekiyor." diyebilirsin . . . Bunun nezaketle fa­ lan alakası yok çünkü karşı taraf sana bir seçme şansı sunmuş ama sen kendinle ilgili bir kon udaki seçme hakkın ı başkasına devrediyorsun. Kabul et­ m iyorum; kendini başkaları nın kararlarıyla yönet­ meni asla kabu l etmiyorum! Basit bir şey g i b i algı­ layabi lirsin bu çay kahve meselesini ama öyle değil çünkü böyle bir tavır bell i bir zaman sonra yaşam tarzına dönüşür ve fark edemeden bir ömrün ka­ l itesini dibe d üşürür. İ şini seçerken ' Fark etmez, ne iş olsa yaparım!' dersin bir zaman sonra. Eşin i seçerken ' Fark etmez, eninde sonunda evlen­ meyecek m iyiz?.. H a Ayşe olmuş ha Fatma ya da Osman olsa ne fark eder, Kenan olsa ne?' 1 53

KAS H NA F E L S E F E S İ

diye düşünmeye başlarsın daha sonra. Okul seçer­ ken de değişmez durum: 'Bir üniversite okuyalım da ha U l udağ olmuş ha M armara ha da Har­ vard ne fark eder ki?' gibi bir yaklaşımla edi lgen bir i nsan o l u r çıkarsın. Oysa söz konusu olan se­ nin hayatınsa fark etmelidir bence. Ve sadece sen değil hiçbir i n san bunun genel bir tavra dönüşme­ sine müsaade etmemelidir, ortada bir seçme şansı varsa kararı asla başkalarına bırakmamalıdır ve de. Kalem Arkası Ayrıntılar. . . 2 3 Tem rmız

1 1 -25

Bir dilenci geldi fabrikaya az önce. Şaka değil adam ciddi ciddi bizim zile bastı dilenmek için. Özgüvene bak! Biz üni­ versite yıllarında anket yapardık da kimsenin kapısını öyle rahat rahat çalamazdık. Adam zile bastı Yaradan'a sığınıp. Tam çıkıyordum, kapıyı ben açtım. 'Allah rızası için bir sadaka . .' dedi. Nerden bilsin kime çattığını? Bunu içeri aldım. Dövecektim zira dayak yiyebilecek kadar sağlıklıydı; ökküz gibiydi. Sonra düşündüm hiçbir işe yaramayacaktı onu dövmem. Kulağını çektim ve ona şunları fısıldadım: .

-

Bir daha 'Allah rızası için . . .' demeyeceksin. Asla bu referansı kullanmayacaksın. Git 'Şeytanın rızası için . . .' falan de ama asla 'Allah rızası . . .' deme. O'nun adını ağzına alma! Yaratıcı'yı bilen adamın hali bu olamaz. Allah'a inandığın halde böyle pejmürde, böyle pençat, böyle işe yaramaz olamazsın ki dilencilik hiç yapamaz­ sın geri zekalı . . .

Boynu n u büktü: -

Ama abi, niye öyle söylüyorsun? Allah bize vermiyor. . .

Kulağ ı n ı biraz daha çekmek zorunda kaldım: -

1 54

Ver m ez tabii ç ü n kü sen Allah'tan d eğ i l benden istiyorsun . . .

D E M İ R KI RAN

Neden: İlgili marka zarar görmesin d iye ' Bak sen falancanın oğlusun; okumazsan ayıp olur, değil mi ama?' diyenler ya da söz konusu değerler ze­ delenmesin diye 'Annene yakışır bir evlat ol kı­ zım!' diye öğüt verenler 'Allah rızası için

. . .

' d iye­

rek dilenen birine rastlayınca neden ' Eğer O'nun kuluysan ona yakışır bir kul ol!' d iyerek tepki vermezler? Seni bilmem ama ben buna asla rıza gösteremem , asla! Açıklama: "Bir başka kitabınızda 'Sen hiç dilenci­ den borç para istedin mi?' diye soruyordunuz şimdi de dilenciyle dalga geçiyorsunuz! Çelişki var be­ yefend i ! " diye düşünen çok detaycı okuyucum çı­ kabilir ki zaman zaman denk gelirim böyle kılı kırk yaran insanlara. Adeta hata avcısı d ı r o n l ar. Ko­ nuşmayı dahi b i lmediği halde sırf m u halefet olsun d iye karşıma d i kilenler de oldu . . . Neyse ' M ü m kü n mertebe kimsenin kafasında soru işareti kalmasın.' d iye kısa ve ' Hocam bu kadar da detaya inme ar­ tık!' diyebileceğin seviyede sığ bir açı klama yap­ mam gerektiğine inanıyorum zira adam sanki dev bir buluş yapmış gibi soruyor: 'Elektrik balığını yi­ yebiliyorsak trafoyu neden yiyemiyoruz?' Yok yok geyik yapmıyor, bunu cidden soruyor adam! Kısa açıkl a m a : Uçak iyi b i r b u luştur ve insan Türkiye'den Avustralya'ya giderken Wright Kardeşler'e dua eder gerçekten ama bu aynı kişinin babası bir uçak kazasında ölürse bu sefer küfür eder Wright'ına da kardeşine de . . . Öyleyse ben de zaman zaman farklı cümleler kurabilirim d ilenciler hakkında ki bi­ razdan yine yapacağım bunu. Ayrıca abartma, ben de insanım son uçta. Kıpkısa açıklama: Sen o balığı bırak, direkt trafoyu ye ama dikkat et bayat olmasın da zehirlenme mal! 1 55

KA S H NA F E L S E F E S İ

Hiç alakası yok konuyla birden aklıma geldi, lütfen!

..

Semi nerleri m d e ben imle resi m çektirmek isteyen okuyucuları m ı n bana ' Fotoğraf çekinelim mi ho­ cam?' demelerinden hazzetmiyorum. 'Çekinmene gerek yok, hadi çekileli m ' d iye espri yapmak­ tan bıktım usand ı m . Allah'ını seven okuyucum ana dilini iyi konuşsun lütfen. Gerçekten hazmedemiyo­ rum . Bir de yumurtaya 'yı m ı rta' d iyen adam var; ben görd ü m , yapma! Tecrübeye de 'tercübe' deme. Beni uyuz etme! İ nan ki böyle olunca c ümlenin devamı n ı duymuyorum bile. . . .

İnsanın sorası gelir: Kelimelere takılıyorsunuz ama siz de hata yapıyorsunuz Sayın Demirkıran! Bir kere resi m değil fotoğraf o. Dem i rkıra n resme bakar ve öyle cevap verir: Doğru ancak resim daha kudretli bir kelime bence. Fotoğrafta bir poz verme duru m u var sanki ama re­ simde yaşanan an kastediliyor. Daha açık bir ifadeyle ' Resi m çekilelim.' ifadesi ' Bu resm i çekelim, şu anı donduralı m . . . ' manasına geliyor bana göre.

ASRIN EN BÜYÜ K İŞ TEKLİ Fİ Kend i n i asla hafife alma! . . Yaz, çiz, yap, üret; bir ese­ rin olsu n . İ nsanlara en faydalı olmak için yarış daima, buna gücün var. Beğenmed i ğ i n , insanlara zarar veren ne varsa değ iştirmeye, gelişti rmeye çal ı ş ve dü nyayı titret . . . ' Dünyan ı n En Akı l l ı İ nsan ı ' sıfatıyla ben , kişinin kend ini 1 56

D EM İ RKI RAN

keşfetmesi bakı m ı ndan alışı l m ı ş düşünce kal ı p l arı n ı yık­ maya çal ışıyoru m b u g ü n . Başkaları na özenmeni anlam­ sız buld u ğ u m için içi ndeki enerj iye u l aşmanı arzu ed i ­ yorum v e göreceks i n ki b u n u başaracağ ı m . D u r m a hadi ' Başkası yapar! ' diye de bekleme, ken d i n e güve n ; tut bir köşesinden de birli kte yapalım şu işi zi ra ölüler d e dah i l ol mak üzere insan sayısı aded i nce d ü nya var değ işti ri l ­ meyi bekleye n .

Yanlış Hesap Baba kurt, yavrusun u yalnız yaşamaya alıştırmak için her sabah erkenden avlanmaya gönderiyord u . İ l k gün, e l i b o ş döndü yavru kurt. Annesi dayana­ mad ı ve ona kendi avı n ı verdi. Akşam oldu . Baba kurt yuvasına geldiği nde, yavrus u annes i n i n avı n ı kendisi yakalamış gibi götürdü babasına. Baba g u ­ r u r d uydu yavrusuyla. Ertesi g ü n anne kurt, yav­ rusu ' mahcup ol masın' diye yine verdi avın ı ona . . . Bu d u ru m yıllarca devam etti böyle. Baba kurt her günün akşamı nda yavrusuyla g u ru r duyuyord u . G e l zaman g it zaman ö l d ü a n n e kurt. O a kşam yavru kurt eli boş çıktı babasın ı n karşısına. Anne­ sinin ani ölü m ü n e bağladı babası bu d u r u m u an­ cak ertesi gün, yine eli boş gelince yavrus u , anladı: Artık çok geçti, avlanmayı öğrenme yaşı çoktaaan geçmişti yavru kurd u n . Deri n bir nefes aldı baba kurt ve ağlamaklı sesiyle kısa bir cümle kurd u : -

Annen yal nız öldü sanmıştım yavrum ! 1 57

KAS H NA F E L S E F E S İ

AHŞAP EV Şu ana kadar hiç ahşap ev yapm adığını varsaysam ve sana 'Ah şap bir ev yapabi l i r misin?' desem cevabın muh­ temelen 'Hayır.' olurdu çünkü hiç denemedin bunu ve ay­ rıca ahşap bir ev yapılması gerekiyorsa ilk önce çevren­ deki marangozdan destek almak gelirdi aklına. Halbuki bir adada yalnız kalsan ve çevrende hiç kimse olmasa bunu hem de oradaki en zor m alzemelerden çok rahat bir şe­ kilde, 40 yıllık bir marangoz gibi başarabilirdin. Palmiye­ den testere yapılır mı? Sen yapard ın çünkü mecbur ola­ caktın . Düşün! Yaln ızsın ve yaşamak için bunu yapmak zorundasın!

Zİ RVE ZAMAN I Hiç trafik kazası atlattın m ı veya hiç ölümle burun buruna geldin mi sen? Hiç Azrail'in nefesini hissettin mi ensende? Hani soğu k sular boşalır, boğazın düğümlenir de birden, kendini tanıyamayacağın kadar tuhaf olursun; hiç böyle bir şey yaşadın mı? Ö lüm korkusu, h ayatın ı birkaç saniye içinde bir film şe­ ridi şeklinde izleme fırsatı s unar insana. Ö lüm korkusuyla tıpkı o fil m sahnelerindeki gibi geçer tüm hayat gözleri­ nin önünden. Peki, toplam kaza anı beş saniye olmasına rağmen otuz dakikada zor anlatacağı n kadar çok şey düşünmüş ol­ manı neye bağlıyorsun? ' Çaresizlik Psikolojisi'ne elbette . . . 1 58

D E M İ RKIRAN

Ö lüm korkusu yaşayan biri hadsiz yorul u r fakat bilmediği için yaşadığı bu duyguya ' korku' der geçer. Oysa öyle de­ ğildir! Böyle bir durumda kal d ı ğ ı nda halsiz düşmene kor­ kun değil beynini zorlaman sebep olmuştur. Günde sekiz saat çalışan bir insanı n , on altı saat çalıştığında yorul­ ması gibi yan i. Çaresiz i nsan , beyni n i bilinen oranların üstünde bir yüz­ deyle kullanır. Bunun en net örneği; çaresiz zamanlarda söylenen, şeytan şaşırtan yalanlardır. O halde; kendini sıradan zamanlarda da çaresiz h issede­ bilirsen kendi sınırları n ı n içerisinde beyni n i sürekli yüksek oranda kullanmayı başarırsın. Kısa bir zaman sonra söz konusu yüzdeye alışan beyin , özel bir çaba sarf etsen de etmesen de hızlı çalışır hale gelir. Kendini çaresiz hissedip zirveye çıkmak istiyorsan her za­ man tek çare olarak kendini gör. Birilerine güvenmek ye­ rine önce kendine g üven . Bir karar vereceğin zaman elli kişiye danışıp kendine hiç sormuyorsan sorun var demek­ tir. Unutma! Çare her zaman sensin. O işi senden başkası çözemez! Bütün beklentilerin i öldür ve yalnızlığını kabul et. Hadi şimdi çözme de göreli m !

Düşün: Trafik ışıkları n ı g eçtikten sonra lambaya doğru kafası n ı b ü ktü ğ ünde, arkadan çalan kor­ nalara küfredi p kendi haklılığını düşünerek ' Keşke bir metre geride dursaydım!' demiyor m u her se­ ferinde insan denilen bu şaka? B i r sonrakinde az önce kendi yaptığı hataya düşen ve yaya geçidinde 1 59

KAS H N A F E L S E F E S İ

d u ran otomobilin içinden baş ı n ı geri çevirip ya­ yalara yanan lambadan sonuç çıkarmaya çalışan şoföre küfretmiyor mu arkas ı ndan? Ve aynı ha­ tayı üçüncü ışıklarda yinelemiyor mu tekrardan? O halde üç saniye sonrasını göremeyecek kadar sığ yaşayan bir varlığın varlığı ne kadar anlamlı olabi­ lir, verdiği söze itibar etmek ne derece sağlıklıdır? E , peki, biraz akl ı m varsa kendine verdiği sözleri tutmayan birinin bana verdiğine inanıp da hareket edebil i r miyim sence?

Test et: İ nsanların başkalarına verdiği sözleri değil kendine verdikleri n i tutup tutmadığını önemse ve onları öyle değerlendir zira büyük adam lar önce­ l i kle kendilerine verdikleri sözleri tutarlar. 'Bundan sonra sabah beşte kalkacağ ı m ! ' dediği andan iti­ baren, kurduğu saatin erteleme tuşuyla yatağa ya­ pışmazlar. Saate de ihtiyaç duymaz büyük adamlar. ' Beş.' demişse beşte zıplar, kalkarlar yataklarından. ' B u ndan böyle haftada üç gün spor yapacağım.' demişse büyük adam, bunun i ki güne düşmesine tahamm ü l edemez artık ki böyleleri başkalarına verdiği sözü de ölümü pahasına tutarlar. Öte yan­ dan kendi n i n ne kadar büyük olduğunu da ancak bu yöntemle anlayabilirsin.

Yaşa: Şimdi hayatına bak ve bundan böyle kendine verdiğin sözleri tutamıyorsan asla söz verme! Sa­ dece tutabileceklerin hakkında konuş kendi kendinle. Arkadaşların ı da ayı kla ve bu cetvele uymayanları 1 60

D E M İ RKIRAN

çıkar hayatından! Dikkatli bakarsan göreceksin ki seni şu yeryüzünde senden sonra en çok yıpratan şey, onların verdiği sözleri tutmamalarıdır.

Peki, ben nasılım: Zaman içerisinde öğrend i m b e n de bu anlattığımın doğru l u ğ u n u ve olabilecek en yüksek seviyede tutmaya çalışıyorum kendime verdiğim sözleri . Başarı oranı m %90 seviyesinde, bana verilen sözlerin tutulma oranı ise %1 0 bile de­ ğ i l . Çok az arkadaşı m ve bir elin parmağı n ı geç­ meyen sayıda dostum var bu yüzden.

Kurdun Mirası Kurt ölüm döşeğindeyd i . Yavruları n ı çağırttı ve on­ lara hayatının dersin i verdi: Evlatlarım , s ize bir koyun sürüsü bırakamadım ama bütü n sürülere sah i p olabi leceği n iz al­ tın bir öğüt bırakıyorum: Hayatınız boyunca kendi işinizi hep kendiniz yapın!

ZAMAN İŞTE Zaman geçiyor. . . Gözlerini kapat ve gidebildiğin kadar ge­ rilere git; beş yaşına, üç yaşına . . . Su b i rikintilerinde üstü­ nün çamu r olmasına, ütünün bozulmasına aldı rış etme­ den seksek oynadığın günlere . . . M isket oynarken yaşadığın keyfi, ilk aldığın oyu ncağını dü­ şün! Sana ' Hadi bir şarkı söyle!' ded i kleri nde hiçbir kaygı taşımadan avaz makamından söylediğin o şarkıyı hatırla . . . 161

KAS H NA F E L S E F E S İ

Ve şimdi aç gözlerin i ! Kaç yaşındasın; on beş mi, otuz mu, kırk beş mi yoksa altmış m ı , hangisi? Söyle; gözünü ka­ patıp açmandan daha h ızlı geçmedi mi zaman? Peki , o günlerden geriye ne kaldı? Bir kırık misket. . . Bir akşamüstü geldin ve gün batmadan gideceksin.

U nutma! Gözün ü bir daha kapatıp açacaksın ve bitmiş olacak ömrün. Belki o zaman elinde kırık misketin de ol­ mayacak! Olsa da ne çıkar ki zaten , kırık işte, kırık?!

Zamanı Durduran Sinek S ineğin b i ri zamanı d u rd u rm aya karar verdi. Bir kum saatinin içine g i rip tam ortasında durdu saa­ tin . Artık kum akmıyordu. -

Zamanı durd u rdum; bundan böyle yaşlanmak yok, ölmek yok!

d iyerek seviniyordu sinek. Aylarca akmadı kum. Ne yazık ki kum saatin i n içinde yaşlandı sinek. Artık gücü kal m amıştı. Dayanamadı ve dışarı çıktı saat­ ten . Kum revan içindeydi . -

Neden yaşland ı m?

d iye d ü ş ü n ü rken ' Ç ünkü

. . .

' dedi oradan geçen

bilge sinek ve şunu ekledi: 1 62

Senin tuttuğun sadece kumdu, zaman değil!

D E M İ RKIRAN

TEKRARI YOK Zamanı geri alıp yen iden yaşama şansımız olamayacağı için yapabileceklerimiz daim a tek hamlelik olacak. Diye­ ceksin ki 'Bu işin sonu yok! En tepeye gelsen de yine

yapabileceklerin bitmeyecek.' B e n de sana ' H a klısın!' diyeceği m a m a ' Neler kaçırdığını tam olarak bileme­

mene rağmen yine de bunu öğrenmenin bir yolu var.' demeden de geçemeyeceği m .

İşte o formül: B i r şeyi reddederken bile neyi reddet­ tiğini merak et! Ö nceki g ü n merak etmeden, açıp oku­ madan , içindekiyle birlikte yırttığın o zarfta nasıl bir ha­ zine gizliydi kim bilir? Yanlışlıkla çarpı p ' Pardon! ' diyerek yanından geçtiğin o adam neler b i liyo rdu acaba? İ l g i n i çekmeyen ya d a sonunu getirmediğin o kitabı n 1 1 7. say­ fasında ne yazıyordu mesela? Bilge adam ve öteki adamlar...

'Bir daha dünyaya gelsen ne olmak isterdin?' diye sordular bilge adama. Güldü . . . 'Bir dahası yok!' ded i .

TEK ŞANS 5 m ilyar y ı l l ı k d ü nyanı n , 1 00 yıllık zaman d i l i m i nde, 7 m i l­ yar insanla birlikte bir seferliğine b i r şans d a bana ver­ mişler. N as ı l o l u r d a bu tekrarı m ü m kü n o l m ayan za­ manda başkaları n ı tekrar ederim? Bu, bana göre d eğ i l seni d e bilemem! 1 63

KAS H NA F E L S E F E S İ

Babam öldüğünde ağlamak istemiyorum! Yıllar önce evimizin bahçesinden su çıkmıştı. Babam

' B u suyu tahlil ettirip içilecek durumda olup ol­ madığını anlamamız lazım .' dedi. Karlı bir kış gü­ n üydü . Arabaya bindik, ben kullanıyordum. Labo­ ratuvarın otoparkına geldiğimizde babam: 'Bekle, geliyorum.' dedi ve indi arabadan. O, en sevdiği yeşil paltosuyla laboratuvara doğru yürürken şunları d üşündüm: " Babam ölür bir gün; ben de buraya gelir, şimdi gittiği yere doğru bakarak ' Rahmetli babam yeşil paltosuyla sallana sallana gidiyordu. Keşke şimdi yanımda olsaydı da bir defa doku­ nabilseydi m ona.' derim ." Epeyce duygulanmış­ tım . . . 1 5 -20 dakika son ra gözüktü babam. Bu se­ fer şunları düşündüm : " Babam ölür bir gün, ben de buraya gelir, şimdi geldiği yöne doğru ba­ karak 'Rahmetli babam yeşil paltosuyla sallana sallana arabaya doğru geliyordu. Keşke şimdi yan ı mda olsa da bir defa dokunabilsem ona.' derim." Babam arabaya bind i . 'Ne oldu oğlum?' ded i . Ağladığım belliydi 'Bir şey yok baba.' dedim ve boynuna sarıldım. O neye ağ ladığımı anlamadı hatta 'Ağlama yavrum, su temiz çıktı.' diye de bir espri yapıp güldürd ü ağlayan beni .

SON ŞANS O gün anladım nostalji yapmanın anlamsız olduğunu ve d üş ü n ü n c e b i r karar verd i m . Babam ölse ve ilahi güç 1 64

D EM İ RKI RAN

bana: 'Sen iyi bir i nsansın. Bir şans daha verip ba­

banı geri gönderiyoruz sana ama ne zaman geri ala­ cağımız hiç belli olmaz. Bu son, ona göre değer ver babana . .' deseyd i acaba ne yapardım? Bu soruya kendi vereceğim cevabı n yetersiz olacağını düşünerek en sevdi­ .

ğini kaybeden insanlara sord u m . 4 yıl önce annesini ve­ fat eden bir dostum 'Tek saniye ayrılmazdım yanından.

Onu asla kırmazdım . .' Babasını kaybeden bir öğrencim de 'Böyle bir şey için sahip olduğum ve olabileceğim her şeyi verirdim.' dedi. Konferans ortamında, çok daha kalabalı k insanlara sorduğumda da ağlamaktan konuşa­ mayanları saymazsak çoğunlukla benzer cevaplar aldım . . . .

ACAYİP Ö N EMLİ EZBERLEN ECEK İ lahi güç ne demişti bize, hatırlayalım: 'Sen iyi bir i nsan­

sın; sana bir şans daha verip babanı geri gönderiyo­ ruz ama ne zaman geri alacağımız hiç belli olmaz. Bu son, ona göre değer ver babana .. . ' Peki, düşünelim: Şu anda sevd i kleri m izin ne zaman geri alınacağı belli mi? Hayır! E, bu son şansımız mı? Evet! On­ ları kaybetti kten sonra değerlerini bilmek ne anlam ifade eder? Hiç! Belki tüm sevdikleri n , belki de sadece bazıları hayatta ş u a n . Onları d o l u d o l u sevmeni engelleyen şey ne? Sonsuza kadar seninle olacaklarına mı inanıyorsu n yoksa? Hayır, böyle bir şey yok! O halde bu senin son şansın; kullan ya da kullanma! 165

KAS H NA F E LS E F E S İ

Sadece G özleri Dolanlar Okusun: Zor iş bili­ yoru m . Dayanılacak gibi d eğ i l . Ben de yaşadım benzer acılar ama hayatta olanlar var, onların kıy­ metini bilmek ve bu senaryoyu bin kere tekrar et­ memek gerek.

BEN HİÇBİR ŞEYİ HEMEN REDDETMEM Birileri n i , ölünce anlamak ya da değerinin farkına varmak bana göre değ i l . İ şte bu yüzden asla anlamadan yargıla­ mıyorum kimseyi. O kadar ki şimdi biri dikilse karşıma ve ' Ben Allah'ım.' dese bağ ı rı p çağırıp sinirlenerek reddet­ mezd i m onu. 'Al lah olmak' kötü bir şey değil. Adam ' Ben h ı rsızım , uğursuzum .. .' dem iyor ki ' Ben Allah'ım.' d iyor, keşke olabilse! Lakin bu bakış açı m la ve en sakin tav­ rımla ondan ben i m için bir şey yaratarak iddiasını ispat­ lamasını isterd i m ! . .

Cık c ı k cık diyenlere: ' M ecaz' diye b i r sanat var edebiyatta, ben de edebiyatçıyım . . . C ı k cık cık demeye devam edenlere: Aklında kalması için mecaz yaptım, ben cidden iyi bir ede­ biyatçıyım . Beni bilenlere: 'İyi ' dedim çünkü o henüz beni ta­ n ı mıyor. Sen rahat o l ! Ben en iyiyim, bilen biliyor.

21 . YÜZYI LIN DÜŞÜ N Ü R ÜYÜM BEN Özellikle de düşünce adamlarının kaderidir; ölünce anlaşılı­ yor olmaları. Ne acı değil mi, hayattayken onu anlayamamak 1 66

D EM İ RKI RAN

ne acı? Sokrat'ı bal d ı ran zehriyle öldürenler, öldürü rler miydi onu acaba, ken d i torunları tarafından bir g ü n 'gel­

miş geçmiş en bilge adam' d iye anılacağ ı n ı hesap et­ seler? İ l k başta 'Hay ı r, öldürmezlerd i .' g i b i gözükse de yan lıştır cevap; kesin l i kle öldürürlerdi ç ü n kü on lara za­ rar veriyordu Sokrat. Ben 21 . yüzy ı l ı n d ü ş ü n ü rleri n d e n i m . Ayn ı son b e n i de bekl iyor ş ü p h esiz. A n ato m i k bir zeh i rl e n m e yaşama­ yacağ ı m belki ama sosyol oj i k bir ağ ı l a n m a s ü rec i n i n içinde geçecek ömrüm v e dedeleri n i n a n l ayamad ı ğ ı b u adam ın yazd ı klarına yarım as ı r sonra d ü nya klas i ğ i d i ­ yecek toru n ları .

50. ö l ü m yıl d ö n ü m ü m de beni o kuyan toru­ numa mesajımdır: Büyük işler yaptım evlat , çok büyük işler. . . Ama maalesef s ı n ı r çizg i leri n i kal ­ dıramad ı m . Açı k konuşmam gerekirse b e n biraz da sana i nand ı m . 'O yapar.' ded i m ve seni n ad ına sözler verdim. B i l iyorum ; başaracaks ı n ! Sana kimse i n a n m ıyor olsa da sen b u n u yapacaksın! G üveniyorum buna hatta taa buralardan inan ıyorum ben sana. Yan ı n ­ dayım ! Hadi ş i m d i , tam da şimdi hisset zihnine sız­ mış kudretim i , sana kadar uzanan fikirleri m i . . . O halde yıldırmas ı n seni ezi klerin serzenişi, paçoz­ ları n savaşa i m renişi, barışı tü ketişi . . . Ve u nutma! O asla anlamaz kendi özünden olma çoc u ğ u öl­ meden bizim ne demek istediğimizi. Boş ver öy­ leyse ona; sen O'na bak, O'na. 1 67

KAS H NA F E L S E F E S İ

Dört tane s alyangoz, s ırtına bindi balinanın.

Kararlıydılar. Öldüreceklerdi onu okyanus un derininde; dört bir yandan s avurdular hançerlerini ağır bedene.

Sırtı kanadı biraz ve dört s alyangoz, balinanın kanında boğuldu. Balina, s ırtı kaşındı zannetti.

AMAN DA NE GÜZEL ÖLMÜŞ BU BÖYLE İ nsanı n kanında var bu ölü sevicilik! İ lla fikir adamı olması gerekmez; herhangi bir ölüyü defnederken bile kimse on­ dan kötü bahsetmez, sağlığında ona 'kötü' diyenler de dahil olmak üzere herkes iyi yön lerini anlatır nedense? Ö lünün arkası ndan kötü konuşulmaz mesela hatta bazı yerlerde kira için ayın başında kapısına d i kilen toprak sahibi bile toprağının bol olması için dua eder mevtaya. Yeter ki bir an önce öl ve hiç merak etme; o g ü n çok sevecek sen i , b u g ü n kuyu n u eşeleyenler.

Ölmeden Doğamazsın! Her yüz yılda bir, 7 milyar insan geçer dünya de­ nen bu virandan ve herkesi n kendine göre çarpıcı bir hikayesi vardı r. Oysa sıradandır birçoğu çünkü sıra dışı olanların h ikayelerin i kendileri asla bilmez­ ler. Öyle ölür giderler bir akşamüstü işte ve kimse bir g ü n ö l ü m ü n ü n onu efsaneleştireceğini hayal edemez yaşarke n . Halbuki insanların destanlaş­ ması genellikle ölüm lerine bağlıdır. Ö lmeden cid­ diye alı n m azlar ve de . . .

Sor: G it ve ne kadar siyasetçi varsa tek tek sor 'Kendinize kim i örnek alıyorsunuz?' de. Her 1 68

D E M İ RKI RAN

ne hikmetse yaşayan kimseyi örnek almadıkla­ rını göreceksin, tabii kendi partisin i n lideri dı­ şında ki zaten bu yalan; partiden ayrıldığı güne kadar söylenmesi başkan tarafından zorunlu tu­ tulan, yazı lı olmayan bir emirdir.

Daha büyük sor: H içbir başbakan ya da baş­ bakan adayı, yaşayan bir l ideri model almaz kendisine. Genelde birilerini taklit eder ama ya­ şıyorsa asla onun adını söylemezler. ' Kimi ör­ nek alıyorsunuz Sayın Başbakanım?' dersin 'Yalla Atatürk'ü, Lincoln'ü, Ghandi'yi örnek alıyorum ki herkes de onları örnek almalı bence!' cevabını alırsın. Oysa bu adı geçen ve büyük kabul edilen liderler de yaşarken çağ­ daşları tarafından örnek alınmamışlard ı . Not: Bu aynı soruyu; ressamlara, yazarlara, bilim adamlarına da sor cevap değişmeyecektir ve göre­ ceksin ki büyük olmak için ölmek gerektir vesselam . . . Ölmeden önce ciddiye alınanlar sadece seri katillerdir.

Fİ NAL ANI Yaşadığın her anı bir final kabu l etmen lazım. Çoban ya da devlet başkanı olman bir şeyi değiştirmez. İ şinin ad ı ne olursa olsun; öleceğin zamanı bilmediğine göre yaptı­ ğın her işin her anı n ı bir final saymalısın . Ö ldüğünde birisi sana 'En son ne yapıyordun?' dese ' Uyuyordum!' de­ mek seni utandırmaz mıydı? O halde yaptığın her şeyi son kez yapıyormuşsun gibi düşün ve öyle de yaşa! Sondu r o yaptığın şey her neyse; her seferinde sondur, en son . 1 69

KAS H NA F E LS E F E S İ

Türk komandolarında bir ölüm ahlakı vardır, belki duymuş­ sundur. Komutan der ki: 'Öldükten sonra bile bir adım daha atmalısın!' Şimdi biri çıksa bu askere 'En son ne yapıyordu n?' d iyecek olsa yaptığı işin hakkını vermeyi falan da aşmış olan bu savaşçı , göğsünü gererek 'Sava­ şırken öldüm!'ün de ötesine geçere k ' Ö ldükten sonra da savaştım!' diyecektir, öyle değil m i ? H e r zaman b i r final mücadelesi veriyorsun. Kaval çalar­ ken de devlet yön etirken de sen hep o en son hamlen­ desin, oynadığın b u filmin o son sahnesindesin. Öyleyse koyunlar anlamasa bile detone olmamalı senin kavalın zira bu, koyunların değ i l seni n finalin . . .

Finale Dair Buradaki algılarınla kıyamet sonrasın ı kavraman gerçekten zor ancak unutma ve şunu hiç çıkarma aklından: Eğer bu devasa bir oyunsa finali de fena sürprizlere gebedir, bi lesin !

İnsan, Demirkıran'ın tahmin etmediği yerden sorar: Savaşa karşısınız ama yukarıdaki ör­ nekte bu sanki iyi bir şeymiş gibi anlatmışsınız. Demirkıran cevap veremez: Çünkü bu soru karşısında Demirkıran' ı n d u rumu ' Karga ile Tilki' h ikayesini anlatan sonra da 'Tilki kadar kurnaz ol yavrum ! ' diyerek çocuğuna nasihat eden babasını yanlış anlayan o çocuğun, gör­ düğü her kargaya hem de peynir beklentisiyle ' Karga kardeş, karga kardeş, sesin çok gü­ zel karga kardeş . . . Bir türkü söyle de din­ leyeli m ! ' demesi neticesi nde bloke olan baba­ n ı n durumuna benzer. 1 70

D E M İ RKIRAN

' Kaval' dedim de aklıma o kemancı geldi. Yine bir restoran ı kapatm ıştı Ayhan Işık. Belgi n Doru k'la birlikte krallar gibi girdiler restorana. Sa­ dece ikisi vardı mumlarla süslenmiş masada. Ye­ mek yerkenki mutlulukları yüzlerine yansıyordu. Bi­ raz sonra parmağını şaklattı Ayhan Işık. Hemen bir kemancı geldi ve çalm aya başlad ı . Yaklaşık 1 O da­ kika keman eşliğinde sohbet etti i ki sevg i l i . Çok kalabalıktı sinema; k i m i ağlıyordu, k i m i yut­ kuna yutkuna izliyordu genç aşı kları. Ben de sine­ madaydım. Ayhan Işık üçüncü sınıf bir aşıktı ve rol yapıyordu işi gereği ama kemancı tam bir virtüözdü ve rol yapm ıyordu işi gereği . Gel gör ki kimse fark edemedi bir ustanı n kemanına dil verişi n i . Bitti film, çıktık sinemadan. Belgin Doruk gibi g ü ­ l üyordu kızlar, Ayhan I ş ı k g i b i yürüyordu oğlanlar. . . H erkes filmin final sahnesini kon uşuyord u . Küçü k­ tüm , kısık bir sesle ' Kemancı nasıldı ama? ' dedim. ' Kemancı m ı , ne kemancısı?' dediler.

FİNALE YAKIŞAN HAYATi N i KAYBETM EK DEGİL ÖLÜ M Ü N Ü KAZAN MAKTI R Ne demiş büyük adam: H ayatı boyunca hiç kaybetme­ yen tek adamım ben . Bir ölümsüz gibi yaşamayı başar­ dığımı düşünüyorum ve öleceğime hiç i nanmıyorum ama olur da bir gün ölürsem benden bahsederken sakın ' Ha­ yatını kaybetti . . .' diye bir ifade kullanmayın. Çünkü ben ölmüşsem asla hayatı kaybetmemişimdir; ben ölmüşsem mutlaka ölümü kazanmışımdır. 1 71

KAS H NA F E L S E F E S İ

HADDİNİ BİLECEKSİN 'Ne kadar büyük bir insansın!' denildiğinde ' Estağfu­ rullah, Allah büyü ktür.' d iyor ada m . Bu ne büyük bir u kalalıktır, bu ne biçim bir irtifa hatası dır? Güya tevazu gösteriyor. . . Hele kend ini m ukayese ettiği şeye bak! 'Es­ tağfurullah, İbn-i Sina, Piri Reis, Dali, Da Vinci bü­ yüktür, Sokrat, H arezmi büyüktür!' dese anlayacağım da 'Allah büyüktür.' demesi cidden büyük hadsizlik olu­ yor. Kend iyle kıyasladığı şey ' her şey' fakat mütevazı olu­ yor bu cümlesiyle g izli küstah , kandırdığı alemin kanta­ rında. ' Ben büyüğüm de Allah benden bir parça daha büyük!' demek istiyor adam ya da ' Ben Allah'ın büyük­ lüğünü kavrayacak derecede fazla bir adamım!' de­ meye getiriyor neredeyse ve hepten saçmalıyor. Kaş ya­ payım derken kafa koparıyor! ' Kimseyi hakir görmeyeceksin, aşağılamayacaksın!' diyor Allah. ' Ke n d i n d e o l m ayan ı söylemeyeceks i n ! Allah'la yarışır bir hale bürünmeyeceksin!' diyor. ' E n iyi ben yüzerim!' d emek değildir O'nun kastettiği bu bö­ bürlenme türü . En iyi sen yüzersin tabii ki en hızlı sen ko­ şar, en güzelini sen yaparsın . . . Savaşları en çabuk sen bitirirsin , hastalıklara en çabuk sen çare bulursun , kavga­ ları ilk sen durd u ru rsun, ortada bir problem varsa en hızlı sen çözersin, zu l m e en çok ve çarçabuk sen kafa tuta­ bilirsin . . . Şaka değ i l ; sen, O'nun yarattığ ı o 'en'sin , en ve elinde alem i n bütün sırrı var senin . . . G üneş 'Ben sıcağı m!' derse asla ukala olmaz.

1 72

D E M İ RKI RAN

O halde Allah'ın 'Böbürlenme!' dediği şeyin ne olduğunu artık an la! H addini aşma ve şimdi tekrar düşün ! Sence

'Estağfurullah, Allah büyüktür.' diyen kurumuş balçık, neden 'Allah mı büyü ktür yoksa sen mi?' sorusuna ce­ vap verir ki durduk yerde? Ortada bu cevabı gerektiren bir soru da yoktur üstelik. "İnsanların içinde sen önemli

bir 'insan'sın!" denilmişti kendisine, hepsi bu ama haz­ medemed i su damlası bunu , şımard ı ve de . . .

Felsefe Molası: Cahillerin içinde bir bilge 'En akıllı benim.' deyince "Her

şeyin 'en'i Allah'tır. En akıllı da Allah'tır." dedi çokbil­ mişler. Bilge adam ' Peki, değiştiriyorum o zaman, en

şişman benim.' ded i , bir şey d iyemedi ler. Allah'ın ' kusurlu bir şey' yaratmayacağı bilinciyle ne oldu­ ğunun farkına varıp hatta hal ifel iğini keşfederek ' En akıllı benim!' diyen değildi böbürlenerek ayeti delen; onun ak­ lını Allah'la m u kayese etmeye kalkan lard ı yeri yarmaya, dağlarla yarışmaya yeltenen ası l ukalalar! Meleklerini, in­ sana laf olsun diye secde ettirmemişti şü phesiz; Adem'in 'en' olmasını istediği için yapmıştı bunu İ rade- i Kül liyye. Anlamıyord u işte ademin oğlu bu secdenin ne demekli­ ğini! Ya böbürlenip Allah'a kafa tutarak haddi n i aşıyordu ya da kendini küçük görüp yok sayıyordu . O 'Affetmeye­ ceğim tek suç bana ortak koşmanızdır! ' diyordu; kişi O'na ortak olmaya kalkıyordu ya da Allah insana 'Yarattı ğ ı m en muazzam şey sensin ! ' diyordu ama o tutup kend fn i yerin dibine sokuyordu. 1 73

KAS H NA F E L S E F E S İ

Vaaay beee

İn s anlar bir türlü mükemmel olduklarını kabul

etmek i s tem iyorlard ı. Karı ncan ı n, filin, örümceğin

mükemmel liğinden bah s ediyo rlard ı da in sanın mükemmel olduğunu her neden s e kabul edemiyorlardı.

MÜKEMM ELE YAKIN BİR MÜKE M M ELLİK TANIM I M ü ke mmel 'demode olmayan şey' demektir. Allah bunu kısaca ' Benim yarattıklarım.' d iye tanımlamıştır. Bil­ g isayar, televizyon , otomobil , uçak, bıçak hepsi eninde sonunda m utlaka demode olacaktır ama hiçbir zaman bir ağacın, bir kuşun , bir yıldızın modası geçmeyecektir. Yan i dinozorların yok o l d u ğ u g i b i onların da yok olma zaman­ ları gelmeden ' Karıncalar olmasa da olur!' diyemeyecek­ tir hiç kimse. Evet, d inozor nesli tükendi çünkü bir ekolojik denge unsuru olarak o süreye kadar varl ığını korumalıydı. Süresi doldu ve eş zamanl ı olarak görevi bitti ve g itti. Dü­ şün bakalım, bu çağda dinozorlar olsaydı denge tutar mıydı yerin yüzü? Tutmazdı elbette. Şimdi de soyu tükenmekte olan canl ı lar var mesela; Dev Panda, Kral Kelebek, Mavi Yüzgeçli Orkinos, Kutup Ayısı, Anadolu Kaplanı bunlardan bazılarıdı r. Bunların yok olması, m ü kemmel olmadıklarını göstermez. B u , ya yeryüzünün tek bozguncusunun mari­ feti ya da oluşması gereken yeni dengenin akıbeti olarak ifade edilebilir ancak. Neticede bir şeyi Allah yaratmışsa o şey demode olmaz. Şayet sistemi bozmadan kendi haline bıraksak ve günün birinde sadece bir tane kutup ayısı kalsa ihtiyaç olan kutup ayısı toplam sayısı bir tane olduğu için bu böyledir. Özetle 'O'nun yarattığı bir şeyden 1 74

D EM İ RKI RAN

bahsediyorsak o kusursuzd u r ve asla demode olamaz.' diyebilirim . O halde i nsan da vardır ve O yaratmıştır; de­ mek ki modası geçemez, bu da insanı n öyle böyle değ i l fena mükemmel oluşunun kan ıtıdır. Soru: Acaba neden dinozor evrim geçirmemiş de o da şimdi bizzat yaşadığımız, dokunduğumuz ve gördüğümüz nesli tü­ kenmekte olan canlılar gibi 'yok'a gitmiştir? Çok büyük ol­ duğundan benzetilebilecek bir ara tür bulunamadığı için ola­ bilir mi acep? Sordum sadece. Fena mükemmel: Allah'ın yarattığı her şey m ü kemmel ol­ duğu için insandan bahsederken bir adam kayırmacılık ya­ parak 'fena' sıfatını kullan mış olabilirim.

'2050 yılının teknolojisi' d iye hayal edilen görsel ya da işitsel anlatım larda, her şey tamamen değişmiş gözükü­ yor. Mesela sabahleyin uyanan bir genç, televizyon u n ku­ mandasına hiç dokunmuyor, kafasını ekrana çevirdiğinde kendiliğinden açı lıyor göz takip sensörleriyle göz kapak­ larını algılayan aygıt. Elektroni k gardıroba yaklaşan genç adam , hangi kıyafe­ tine 5 saniye bakıyorsa o elbiseyi üstünde buluyor 30 sa­ niye içinde. Sonra m utfağa geçiyor; ocak, buzdolabı , bulaş ı k maki­ nesi falan yok görünürlerde. Aman Allah'ım o da ne? Ka­ pağı kendiliğinden açı lan ve m eğer buzdolabı olan küçük kutu, beklenmeyen bir şey yapıyor ve gencin h ayal et­ tiği şeyi ileri uzatıyor ilgili aparatla. Çok değişmiş, çoook. Neyse çok fonksiyonlu 'masa benzeri' bir şeyin üzerine yansıyan ışığın üstüne kırıyor 'buzdolabı benzeri ' şeyden aldığı yum u rtayı. 1 75

KAS H NA F E LS E F E S İ

Uzatmayalım kahvaltısını yaptıktan sonra tekrar yaklaşıyor soğu k kutuya ve bir elma çıkıyor bu sefer küçük kutudan . Kendi l i ğ i nden açılan dış kapıyı geçti kten sonra yerdeki hava akımının üstünden kayarak i lerl iyor uçan arabasına elindeki elmayı ısırarak. İ nanılmaz boyutta her şey; fevka­ lade bir teknoloj i , nefes kesen bir rahatlık var 2050'1i yıl­ larda. Elmayı, yum urtayı ve O'nun yarattıklarını saymazsak gerçekten de hiçbir şey şimdiki gibi değil bu müstakbel sahnede; ne varsa i nsanın yaptığı , yerinde yeller esiyor da yellerin yerinde hiçbir şey değişmemiş, yıllar sonra yine yeller esiyor yel lerin yerine . . . İ kinci bir güneş göremiyorsun göklerde örneğin. Gövde­ sindeki butona basarak taze portakal suyu alabileceğin bir ağaç da yok 2050'de hatta 21 50'de . . . Ağaçların yerinde bildiğimiz ağaçlar var yine. Tavşan havuç, kedi fare, aslan ceylan yemeye devam ediyor. Yı l 2500 olmuş, yine aynı her şey; ne hamakta sal lanan bir tilki var göze çarpan ne de bir file rastlıyorsun çarşıda pazarda caka satan , tica­ ret yapan . Kısacası üç bini de ayn ı bunun beş bini de . . . Kuş ayn ı kuş mesela, böcek aynı böcek ve ne kadar iler­ lerse de teknoloj i değişmiyor bit, pire, başak, vaşak; vel­ hasıl yavşak yine ayn ı yavşak.

Yani: Yüz bin yıl da geçse asla bir mükemmeli icat edemeyecek öteki mükemmel. Kimileri düşünür ister istemez: Ama Çinliler yu­ m u rta yaptı Sayın Demirkıran, başka bir örnek ver­ seydiniz bari ! 1 76

D EM İ RKI RAN

Demirkıran cevap verir ucuz yumurtaya: Hakl ı­ sın, rengi sarı diye sidikten serum olabilirse kalsi­ yum karbonattan da yumurta olur günün birinde . . . Uyarı: Bu zırvalara inanma ve bekle! ' Ucuzunu ya da çakmasını yapayı m derken bir gün suni kan yapıp ge­ berip gidecekler.' demişti dersin o zaman.

İNANMAK İ nanarak ' Ben mükemmeli m . ' dediğinde bu ifade sen i kö­ şeye sıkıştıracak ve en iyiyi ü retmeni sağlayacak çılgın bir cümled i r. Da Vinci 'yi hatırl ıyor musun? Tablolarına önce imza atı p sonra yapıyordu resimleri n i . Yani demek isti­ yordu ki 'Şu andan itibaren Da Vinci imzalı bir tablo ya­ pıyorsun ey ressam, akı l l ı o l ! Yaptığ ı n şeyi m ü kemmele yasla çünkü sen mükemmelsin.'

Dünyanın en iyi kahvesi nerede satılır? Şehrin hakim tepelerinden birine kurduğu çay bah­ çesini işletemeyen adam , 48 yaşında son nefesi n i veren babasının ' H e r gün şekersiz b i r Türk Kah­ . vesi iç, ömrün uzun olur yavrum. Ben içmedim de bu hale geldim, aman sen ihmal etme!' diye­ rek ettiği vasiyeti üzerine g ü n l ü k kahvesin i burada içen üniversite öğrencisiyle dertleşiyordu. Ü niversite öğrencisi üzüldü bu d u ruma ve bir akıl verdi ona: -

Abi sen, bana göre dünyan ın en iyi kahvesin i yapıyorsun a m a b undan kimsenin haberi yok! Tabakların üstüne 'dünyanın en iyi kahvesi' diye bir yazı yazsan nasıl olur acaba? 1 77

KAS H NA F E L S E F E S İ

İ flas etmek üzere olan işletmeci , bunun ne işe ya­ rayacağını anlamadı ki zaten yaptığı kahvenin de o kadar iyi oldu ğ u na inanmıyordu . İ yiydi de üniversi­ telinin dediği kadar değildi. . . ısrarlıydı işletme oku­ yan genç adam: -

Abi b u n u yap eğer tutarsa bir daha da sana hesap ödemem bilesin ha! M asrafı da yok abi; çıkmayan kalemle yazarız tabaklara olur biter.

Kahveci düşündü, denemeye değerdi. Ne kadar tabak varsa hepsine yazdılar bu yazıyı ve ilk isteyene yen i tabakla verdiler kahveyi. İ ki sev­ giliydi sipariş veren. Her zamanki gibi bol köpüklü kahveler yen i sistemde ikram edildi müşteriye. Fin­ can ı eline alan kız, bir yudum çektikten sonra bu yazıyı , sonu n a kendi lügatinden gelen bir kel i meyi de ekleyerek okudu yüksek sesle: -

Dünyanı n en iyi kahvesi olmuş gerçekten de . . .

-

Sahi beğendin mi aşkım?

dedi genç, sevgilisini m utlu etmenin sevinciyle . . . Kendi kahvesinden c : � y�ıdum çektikten sonra o da gördü yazıyı ve ikinci defa geldiği halde ki ön­ cekinde çay içmişti , şunları söyledi: -

1 78

Burası m eşhurdur sevg i l i m . Biz her hafta ar­ kadaşlarla geliriz bu raya; insan kendini iyi his­ sediyor. Şu köpüğe bak, gerçekten de daha iyisi yok!

D E M İ RKI RAN

Kahvelerini büyük bir mutlulukla içen gençler, he­ sap istediler. Hesap 7 l i raydı ama çok ucuz geldi bu bedel onlara. İ çtikleri d ü nyanı n en iyi kahve­ siydi ne de olsa. 1 O lira verdiler ve paranın üstün ü de almadan ayrıldılar bahçeden . O gün tutmuştu , kahve içmeyi babası ndan öğre­ nen genç adam ı n tavsiyesi ama daha olacaklar gerideyd i . Ertesi gün gelenler ve daha ertesi , pat­ lamıştı kahve işi. Kim içse aynı tepkiyi veriyor ve garsona teşekkür ediyord u . Garson , ocakta kah ­ veyi yapana iletiyordu teşekkürleri, kahveci i s e izli­ yordu olup biteni . Derken kimse hiç bir şey yapma­ dan, bir şeyler olmaya başladı bu yüksekteki çay bahçesinde. Artık, daha çok köpürtüyordu kahveyi yapan, garson daha bir dikkatli götürüyordu taşır­ madan . Kahveci , hesapları alırken gülümsüyord u zira içenlerin yüzünden tebessüm hiç eksik olmu­ yordu. Gelen bir daha geliyordu hatta kahve içe­ cekse birileri , aklına ilk gelen yer burası oluyordu artık çünkü daha iyisi yoktu . Gülmüyorsa kahve içenlerden biri n i n yüzü , merak ediyordu kahveci : -

Beğenmediniz m i yoksa?

d iye soruyordu h esap almadan önce. Beğenme­ yen hiç yoktu da olursa para almayacaktı onlar­ dan. Genelde ' Beğend im abi de beni m duruşum böyle.' veya 'Yok abi kahve süper de benim başka sorunlarım var.' diyordu ası k suratl ı olanlar mesela. 1 79

KAS H NA F E LS E F E S İ

Vefal ı adamdı kahveci, işine ortak etti üniversiteli genci. Sonra işler iyice değişti; çayı, tostu, leble­ biyi, çekirdeği bahçeden kaldırdılar, sadece Türk Kahvesi satarak zengin oldular. Soru: Bu anlattığım yüksek bahçede kahve içesin var şimdi, öyle değ i l mi? Nerede bu bahçe peki: Manzarası güzel bir yer bul ve yap bu dediğimi de beraber içel im kahvenin dibini. Not: Benim kitaplarımın da dünya klasiklerini geride bırakacak kud rette olmasının sebebi budur; ben bir ki­ tap yazarken bütün ekip, yazılanların 'Dünyanın En Akıllı İ nsanı 'na yaraşır olması gerektiğine inanır. Bu isme la­ yık eserler verebilmemizin sebebi de budur aslında.

DENGE O KADAR KUSU RSUZ Kİ ACI LAR BİLE EŞİT Bütün insanlar aynı oranda acı çekerler ve aynı oranda mutlu olurlar; Bosna Hersek'te, Suriye'de, Flistin'de, Vietnam'da şurada burada savaş altında olan bir insanla metropolde evine ekmek götürmek zorunda kalan ayn ı oranda acı çe­ ker. Çünkü ikisinin de beklentisi bildiklerine ve hayallerine göre belirlenm iştir. Birinin en büyük hayal i savaşın bitme­ siyken diğeri n inki çocuğuna ekmek götürebilmektir. Her in s an, hayatını bir fanu s un içi nde yaşamak zorundadır. Fanu s u büyüten s e s adece beyinlerdi r ki in s anın s ığdığı her fanu s a beyni de mutlaka s ığar.

Askerliğini anlatan herkes üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri söyler. Kim i Bitlis'te, kimi Antalya'da, kimi Hakkari 'dedir ama hepsin i n tezkereye olan mesafesi aynıdır. 1 80

D E M İ RKI RAN

Aynı g ü n İ stan b u l 'd a ' H a babam ha' m arka oto m o b i l alan biriyle An kara'da ' Kü l ü stür' m a rka bir araç y a d a Diyarbakı r'da uçak alanı n sevinci aynıdır ç ü n k ü ü ç ü d e hayalini o g ü n gerçekleştirmiştir. Ben dü nyayı değiştirmeyi hedefleyen bir adam ı m , Ah m et Bey de emekli olmayı. . . H i ç şüphe yok ki ben i m dünyayı değiştird iğim zamanki sevincimle Ahmet Bey'in emekli o l ­ duğu günkü sevinci aynı olacak zira ikimiz de kendi dağ ı ­ m ızın zirvesine u laşmış olacağız.

İlginç: H erkesin yaşadığı aşk en büyüktür ve za­ ten diğerleri aşk maşk yaşamamıştır onlara göre. B u doğrudur; aşı k olan herkes sevgisini sonu n a kadar harcamaktad ı r çünkü. Ü st sınırları zorlad ığı için de sevgide başka bir nokta hayal edemiyor ve ad ına da 'en' diyor işte! Herkes çıplaksa herkes giyinmiş demektir.

EN FAZLA BEN Adam ' Ben böyle acı görmedim!' dedi parmağı kesi l ­ diğinde . . . Birazdan bir başkası g eçti oradan , eli yokt u ; güldü adam ' O da b i r şey mi? Sen e l i n i kaybetmek n e

demek bilir misin?' ded i . Tam o sırada kol u olmayan b i r başkası geçti ayn ı yerden v e o d a güldü. 'Siz onlara acı mı diyorsunuz? Ben kolu m u kaybetmişim.' dedi. Biraz sonra iki kolu ve bir bacağ ı olmayan bir başkası geldi . O da aynı şeyleri söyled i. 'O da bir şey m i? Benim vücu­

dumun yarısı yok!' dedi. Onlar kendi aralarında tartışırken 181

KA S H N A F E LS E F E S İ

bir başkası geldi ; hem sağır hem dilsiz hem de akıl hasta­ sıyd ı . Anlamsız anlamsız baktı ve hiçbir şey söylemed i . . . . . . Ertesi g ü n b e n geçtim oradan tartışmaya devam edi­ yorlardı. Bütün insanlar özürlüdür.

Kolları olmayan birinin bacakları, kolları olana göre daha

güçlüdür. Şu halde kolları olmayanın, özürlü organı koluysa ona göre de ben i m bacakları m kusurludur. Çünkü hiçbi r şekilde bacaklarımı onun kadar ustaca kullanamam ben.

Kalem Arkası Ayrıntılar

. • •

ii

Ağustos 20·1 2

··

Az önce bu 'En fazla ben . . .' yazısını gözden geçirirken "Yahu hocam ' Bütün sakatlar da orada mı toplanmış o gün?' diye sorar okuyucun u n erkeni." dedim. Gülesim geldi ister istemez. Ya ben olmasaydım - Eğer ben olmasaydım; ceylan aslanı göremeyecekti ve ona yem olacaktı. dedi ayd ı n l ı k . - Eğer ben olmasayd ı m ; ceylan aslana görünecekti ve ona yem olacaktı. ·

dedi karanlık. - Eğer ben olmasaydı m ; ceylan aslanın gelişini duya­ mayacaktı ve ona yem olacaktı. dedi ses. - Eğer ben olmasayd ı m ; ceylan ayak seslerin i gizleyemeyecekti ve ona yem olacaktı. d iye içinden geçirdi sessizlik . . . B u arada b i r aslan , aydınlıkta yakaladığı ceylanı ka­ ranlıkta yiyordu; ceylan sessizdi, aslan kükrüyordu. 1 82

D E Mİ RKI RAN

EN FAZLA 1 00 YI L KALDI Yüz yıl sonra ağaçlar ve bazı hayvanlar dışında, şimdi canlı olan her şey ölmüş olacak. Şu anda yeni doğmuş bir be­ bekten, 1 00 yaşındaki dedeye kadar herkes, her insan öl­ müş olacak ve yerine yen ileri gelecek. Şimdi yaşayanlarla hiç alakası olmayan yepyeni insanlar. . .

Yarının İ ntikamı Nerede olursa olsun nasıl olursa olsun yarın , her­ kese aynı mesafededir lakin birçoğu i nanmaz buna ve yarın , ona inanmayan lara hiçbir şey vermeye­ rek intikam alır onlardan . Öyleyse eline bak; 50 - 60 sene sonra şu an beğen me­ diğin o elini ya da bu m uazzam m anzarayı bir daha asla göremeyeceksin! Şu anda oturduğun yerde bambaşka in­ sanlar nefes alacak. Belki de otu rduğun yer bir deprem­ den yeksan çıkacak . . . Dev bir hastane olacak belki de o yerde. Düşündükçe tüylerim ürperiyor, bu nasıl bir oyu n?

BURN U M U DERT EDEMEM Hiç anlam veremedim hala da veremiyorum . . . Topu topu 60 -70 sene yaşıyor ve bir ömrü, boyunu, kilosunu ölçüp hesaplar yaparak geçiriyor çoğu insan. Neden peki? İ nsanlar sen i n kilonla i l g i lenmeyecekler ki! Ü rettiklerinle anılacaksın, eserlerinle . . . Atatürk'ü saçlarıyla değ i l d ev­ rimleriyle hatırlıyorsun mesela. Kaç kişi Edison'un kilos u n u 1 83

KAS H NA F E L S E F E S İ

merak etmiştir? Einstein'ın boyunu, Leonardo da Vinci 'nin göz rengini kim ne yapsın Allah aşkına? Bütün komplekslerinden kurtul o zaman şu anda. Boyun 1 .60 ise mesela ' Neden kısayım?' diye harap etme ken­ d i n i . Kilon, o çizelgelerdekine uymuyorsa sözgel i m i 70 isen ' Ben neden kiloluyum?' diye dert etme. Hemen bir çizelge yap kendine. 1 .60 ve 70 yazsı n sen in çizelgenin üstünde. Şimdi 1 .61 olan düşünsün , 68 olan hesap yap­ sın. Sen de bırak bu işleri de git devrim mevrim yap! Bak ben öyle yaptım. Burnumu sevmiyordum eskiden şimdi bayılıyorum h atta ' B u rn u beni m kine benzemeyenler özürlüdür.' diyorum çünkü öyle yazıyor benim felsefemde.

BANA IŞIK LAZIMSA BEN G Ü N EŞİ İSTERİM Anıların bile ü rkütsün insanları , geldiği n gibi gitme! Tozu d umana kat geçip giderken . Hayatını anlatılanlarla değil bildiklerinle yaşa! Bir şeyi yaparken en iyisini yap mut­ laka! Cehen nemde yanarken bile en iyi sen yan mesela! Eğer en büyük anın tavlada attığın düşeşse biraz dü­ şünmelisin!

Rüzgarla Yapra k Rüzgarla yaprak d ost old u . Artık savrulmuyordu yaprak. -

Söyle dostum , nereye istersen oraya götüre­ yim seni .

dedi rüzgar. Düşündü yaprak, aklına hiçbir şey gel­ med i . Tekrar sordu rüzgar: 1 84

D E M İ RKI RAN

-

Hadi söyle dostum, seni istediğin yere taşıyayım .

Bir daha düşündü yaprak, aklına y i n e bir şey g e l ­ medi. . . Bilmiyorum rüzgar kardeş, sen söyle. dedi. R üzgar: -

Gideceğin yeri bilmed i kten sonra rüzgar dos­ tun olsa neye yarar, savrulur gidersin!

dedi ve bildiği gibi esti tekrar. Yaprak yine savruldu. Ü stelik bu sefer savuran dostuydu. Yürümeyi bilenler için rüzgar daima arkada n e s e r .

ZENGİN Mİ OLMAK İSTERSİ N Fİ LOZOF M U İ nsan yoldan çıkmıştı işte ve kend isini boyamayanlardan hoşlanm ıyord u . Gösteri yapanları ciddiye al ıyor, ara ver­ meden gösteriş yapıyor ve sadece bunun için yaşıyord u . Motivasyon aracı paraydı ; para yoksa işin ucunda, kim ta­ kardı ölümsüz olmayı? Ebedi eserlere imza atanlar sevil i ­ yordu a m a kimse onların yerinde olmak istemiyordu. 'Zen­

gin mi olmak istersin, filozof mu?' sorusuna 'Zengin bir filozof olmak isterim ! ' cevabı gelecekti gecikmeden . 'Yok yok, birini seç!' d ayatmasının imdadına ise m aa­ lesef artı k gerçek bir önerme olan ' Herkes paraya ba­

kıyor! Zeng in olayım, zaten fikrim olmasa da filozof olurum ben! ' tercihi yetişecekti.

1 85

KAS H NA FELSEFESİ

Acı Çarşıdan pazardan filelerle getirdiklerini çocukla­ rıyla tıkına tıkına yiyordu da insan , bir duvarla ay­ rılan yan komşusunun aç uyumasın ı görmezden gelebi liyordu ve acıydı yine; dünyanın bir yarısının obeziteyle diğer yarısının açlıkla mücadele etmesi. Dağıtmadan yaşıyor, utanmıyordu insan; bunu ciddi ciddi başarıyord u ve de! Biriktirmekle bir ömür geçirip sonra da ölmek; akşama kadar kum­ dan kale yapıp sonra da dağılmaya benzemi­ yor m uydu deniz kıyısından?

SOR U : 'Terzi Baba' diye birini d uydu n m u hiç ya da 'So­ muncu Baba' veya diğer babalardan herhangi birini?.. M ut­ laka d uymuşsundur böyle ulu kişileri . Peki hiç düşündün mü; neden 'Sanayici Baba' diye bir zat veya 'Tüccar Efendi' namıyla bir mübarek yok?!.. E, neden olacak, para adamı bozar da onun için!

C

Matematik, cebir, gıvır zıvır vesaire . . . B i r g ü n mutlaka öleceksen eğer,

dec e e lm al ar ı say a rken h es ap ya p m aya de e r ! � ğ ���������������� - ������������

1 TL NE İŞE YARAR

Çok basit hedefleri olan insan lar var, mesela bu akşam evi n e bir şişe süt götüremeyen bir baba var şu köşe bina­ nın yanındaki evde. Onu bir şişe süte bağlasan ölür müsün acaba? Her gün aynı ızdırabı çekiyor adam . Yaklaşsan ku­ lağ ı na:' Baba sen unut bu süt işini, bana bırak! Her gün gel bu bakkaldan al sütün ü .. .' desen bu, sen i öldükten sonra 1 86

D E M İ RKI RAN

dünyayı kurtarmaktan daha çok m utlu etmez mi acaba? 1 lira yahu , hayat kurtarmak 1 l i ra! Ya da o adam ı n üst katındakinin elektrik faturasını seni n kilerin arasına katsan ne kaybedersin? Aylı k 35 lira en fazla; bir ananın, b i r ba­ banın beş yaşındaki çocuğunun yüzüne bakması 35 l i ra . . .

Sen hiç . . . Sen h i ç , herhan g i b i r hastaneye g i d i p veznenin ya­ nında dikildin m i ? O adamı n çıkışmayan parasın­ dan sebep, çocuğunu çıkarmak için nasıl çırpındı­ ğını gördün m ü ? O an ona yaklaşı p gülümseyerek parasının eksiğ i n i tamamladın mı? Sen hiç, otoyolda gişede durup tanımadığın halde 'Arkadaki arabanın parasını da benden alı n .' de­ din mi? Sonra adamı n sana yaklaşı p hayretler içe­ risinde teşekkür ettiğini gördün m ü ? Sen h i ç , b i r d i lenciden borç para istedin m i ? S e n hiç, borç batağ ı n a saplanm ı ş bir arkadaşı­ nın evine gelen haciz memurunun aklını ald ı n mı? Sen hiç, bakkaldan aldığın o son ekmeği bakkala gelen o son çocuğa verip ekmeksiz kaldın mı ge­ ceni n ortasında? Sen hiç, yol d a otostop yapan k ı l ı ksız bir adamı , gazetede okuduğun i k i aptal haberi ciddiye alma­ yıp gecenin ü ç ü nde gideceği yere götürd ü n mü? Hatta ' Köşede i nebiliri m ! ' demesine rağmen kapı­ sının önüne kadar götürüp içeri g i rmesini ve mer­ diven otomatiğ i n i yakmasını bekledin mi? 1 87

KAS H N A F E LS E F E S İ

Sen hiç, alışkanlığın olmadığı halde bir kahveye gidip köşede sessizce oturan o yaşl ı adamın hikayesini dinledin mi? Sen hiç, senden sigara isteyen birine paketi verip sonra ayn ı adamdan bir sigara istedin mi? Yapma yaa . . . Sen h iç yaşamadı n desene! Kalem Arkası Ayrıntılar. . . H

Ağ ustos 2012

...

01 .36

Şu anda, tam da şimdi üç dakika sonra ölecek adam vardır ve o da tam şimdi herkes gibi servet biriktirmekle meşguldür, öyle değil mi? Üstelik 'Abi evim e haciz geldi, eğer varsa üç gün­ lüğüne 1 000 l i ra verebi l i r m isin? Buzdolabını gö­ türüyorlar, annem milletin içine çıkamıyor, babam da kalp krizi geçirdi utancından .. .' diyen arkadaşına 'Yalla yok, olsaaa biliyorsun esirgemem . .' diyerek son kalp krizi öncesindeki son yalanını söyleyerek ya­ pıyord ur belki de bunu değil mi? .

Ve ben bu yazıyı yazana kadar o ölmüş olacaktır değil mi? İşte ben bu adamın az sonra dev bir meydanda, herkesi n tam da gözünün önünde 'E, söyle bakalım, en son ne yapıyordun?' diye sorduklarında nasıl bir cevap vereceği n i merak ettim şimdi! Unutma; paylaşmadıkların senin değil! H üzün: Bugün büyük depremin 1 3. yıl dönümü. Şöyle geriye dönüp ' 1 3 yılda neler değişti?' diye bir bakıyorum, içim acıyor zira değişen hiçbir şey ol­ mamış geçen bunca zamanda. Sonra düşünüyor ve kendi kendime 'Galiba gücü elinde tutan ağalar çok fazla çizgi film izliyorlar çünkü sadece ora­ daki Tomlar, Jerryler, Bugslar Bunnyler enkazdan sağ çıkarlar.' d iye mızıldan ıyorum, vaaay beee . . . 1 88

D E M İ R K I RAN

Hiç Hesapsız. . .

Tazı koşuyordu. Önünde iki tavşan vardı.

Biraz sonra tavşanı n biri sağa, biri sola kaçtı . Tazı durdu 'Hangisinin peşinden koşsam?' diye düşünmeye başladı. 'O daha besiliydi, öbürü daha gençti, yok yok

en iyisi sola gidendi. . .' diye hesaplar yaparken h iç hesapsız geldi kurt ve tazının ensesine yapıştı.

Çelişki: Aslında para parayı çekmiyordu, parası olanı biraz daha zengin etmek g österiyi büyütü­ yord u . ' Dövm eyi çok seviyoru m , kend i m için yaptırıyoru m ! ' d iyenler her nedense bir şekilde görünecek yerleri ni çizdiriyordu ısrarla. ' Kimseyi etkilemek derdinde değilim, kendim için mak­ yaj yapıyorum!' diyenler vard ı ama süsleni p uyu­ mak maksatlı yatağa g i ren hiç kimse yoktu. M ak­ yaj, dövme ya da benzer aksesuarlar, kol gibi bacak gibi bir organa dönüşmüştü adeta; sokağa jölesiz, boyasız çıkamayan insanlar vard ı ve de.

BÜYÜ K BU LUŞ Daha kip görünmek ve sağlıklı yaşamak için yürüyüşe çı­ kanlar, daha m utlu bir hayat sürmek için d üzenli seks ya­ panlar, eğer konuyla ilgili bilgi sahibi değ i l l erse bu yap­ tıklarıyla ayak altında ve cinsel bölgede bulunan refleks n o ktalarını uyard ı klarını n erede n bilecekler? Yürüm e k ve cinsel i l işkiye girmek, sinir uçlarının e n yoğu n bulun­ duğu yerlerle alakalı doğal bir masaj sürecidir asl ında ki 1 89

KAS H N A F E LS E F E S İ

tıp 8.lemi artık bunun bilimsel olduğu konusunda fikir bir­ liğine u laşmıştır ve bu nedenle de kökeni 7000 yıl önce­ sine, Eski M ısır'a kadar uzanan , ayak altında bulunan si­ nir uçlarının uyarıl masına dayanan refleksolojinin bilimsel bir tedavi yöntemi olduğu n u kabu l etmiştir. Lakin tıp oto­ ritelerin i n veya bilim adamlarının gözden kaçırdığı 'damak' adındaki o devasa sinir ucu deposunun ya da refleks nok­ taları h avuzunun keşfedilmeyi bekleyen olağanüstü bir la­ boratuvar olduğunu söylemek zorundayım. İ nsanoğlu, bir gün bütün marifetin 'damak'ta olduğunu ve asıl işin da­ mak altı sinirleri n i n uyarılmasına yahut üç kuruşluk bir sa­ kızı çiğnemeye bağlı bulunduğunu fark edince ne yapacak acaba? Ve zor olmayacak bu keşif. An gelecek m ilyar­ larca i n san gibi biri daha, sıradan bir şekilde dilini dama­ ğına s ürtecek ve sıra dışı şeyler hissedince 'Bir tuhaflık

var bu işin içinde

. • .

' d iyecek son ra ve bir de bakacak ki

meğer 'damak' dev bir laboratuvarmış da on binlerce yıl­ dır kimse bunun farkına varamamış. İ nsanın dokunabildiği en korunaklı alanı n damak olması bile tıp dünyasına bir ipucu olamamıştır. Halbuki insan , yemek yerken ister is­ temez damak altı sinirlerine veya refleks noktalarına ma­ saj yapmak zorundadır. Tuhaf olan, yürümediği ya da seks yapmadığı için ölen kimse yoktur da açl ıktan ölen milyon­ lara şahitl i k eden milyarlar vardı r dünyada. İ şte 'Damak

Masaj ı ' nı n bir mecburiyet olduğu n u bu detay bile öğre­ teme m iştir insanoğluna ama az kald ı zira kalp krizi deni ­ l e n o saçma sapan ölme biçiminden neredeyse habersiz yaşayan Japonların , bunu 'suşi'ye; Fransızların da şaraba 1 90

DEMİRKJ RAN

borçlu oldukları safsatadır sadece. Küç ü k lokmalar ve öl­ çülü porsiyonlarla yavaş yavaş yemelerine ve tabiatıyla da­ maklarım eze eze yaşamalarına borçlular uzun ömürleri n i , kalp krizinden uzak o lmaların ı . . . Bu yüzden kilolu Japon yoktur neredeyse. N etice itibariyle çok yakında, teknolo­ jinin nano seviyeye yükseldiği bu çağlarda, bilim çevre­ leri damakta bulunan o minyatür çıkıntıları A4, C5, Z8 gibi isimlerle anacak. Yapılacak özel bir aparatla da bu nok­ talara yönelik uyg u lanacak masajlarla ölüm döşeğ i nden hastalar kaldı rılacak. Öte yandan, damak derken de sa­ dece ağız içindeki tavanı değil; dil de dahil olmak üzere bütün ağ ız içini kastediyorum . . .

İlginç: Tat alma organı dil olmasına rağmen damak zevkinden bahsedenleri yahut 'Tadı damağımda kald ı .' diyerek 'hımmm' efektiyle mutlu olanları an­ madan geçmemeliyim ve seni bu komedi n i n sebe­ biyle baş başa bırakarak ası l mevzuya g eri dön­ meliyim şimdi . . .

SONSUZ EN ERJİ Bırakalım şimdi boyu posu da dünyada 24 saat boyunca serbest olarak dolaşan bir enerji var, o n u konuşalım. Bah­ settiğim b u sınırsız enerj i , yedi milyar insana hem de h i ç aralıksız bir şekilde bilabedel dağıtılır. B u muhteşem g ü ç ­ ten en yü ksek payı i s e bilinci daima açı k olanlar alır. Uyu­ yanlar bundan faydalanamazlar mesela. Zira uyurken insa­ nın bilinçaltı tam olarak açık olmasına rağmen bilinci %95 191

KAS H NA F E L S E F E S İ

oranında kapalıdır. O halde bütün insanlar uyurken uyanık olmak hem bilinçle hem de bilinçaltıyla bu enerjiye sahip olabilecek potansiyele ulaşmak anlamına gelir. Özetle bu enerj i herkes uyurken gidecek bir boş l u k arar. Bu boşluk ise sadece ayakta olanların zihinleridir. Ok s ijen taraf tutmaz, ciğerin var s a telaşlanma!

UYMA SEN BANA H atta herkes uyurken uyumayanlar, istedikleri bilgiye is­ tedikleri şekilde u laşırlar çünkü bu enerjinin dolaşımı uyu­ mayanları n elindedir. Bu gücü bilenler, istedikleri konuya tam odaklanınca o konuyla alakal ı tüm veri ler bu enerji vasıtasıyla toplanıp adeta altın bir sandık içinde ilgili ki­ şiye s u n u l u r ki İ bn - i Sina'dan Ed ison'a kadar birçok bilim adamı bunu itiraf etm iştir. İ l k başta inanılmaz gibi gözüke­ bilir bu anlattıklarım ama b u n u gece ya da sabahı n ilk sa­ atlerinde deneyen herkes kabu l etm iştir. Ve bu iki zaman dilimi tek yumurta i kizi kadar benzer birbirine. Düşünebi­ l iyor musun gücün büyüklüğünü? Herkes uyurken sen sa­ dece işine konsantre oluyor ve bekl iyorsun. Gece olunca m i l let patır patır yatağa düşüyor ve mışıl mışıl uyuyor. Her uyuyan ı n enerjisi başıboş bir hamak gibi asıl ı kalıyor ha­ vada. Biraz sonra öksüz bir çocuk o l u p sana koşuyor ve ne isted iğine bakıyor. Sonra ne oluyor biliyor musun? Bu büyük güç seni n emrinde tüm dünyayı dolaşmaya baş­ l ıyor. İ sted iğin kütüphaneden istedi ğ i n bilgiye u laşıyor­ s u n . Uyuyan bilim adamların ı n da bilgi lerini koparıp geti­ riyor bu enerji sana. Ne istersen, nereden istersen anında 1 92

D E M İ RKI RAN

toplanıp sana u laşıyor. . . Bu çok özel bir bilgidir, aman her yerde söyleme! Gerçi söylesen de kimse inanmaz! . . ' De l i ' derler, sıkıntıya d üşersin. Kim i n a n ı r büyük adamların b u enerjiyi kullanarak h i l e yaptığına? Saçmalık! İşinin adı ne olursa olsun sen daima en iyisini yap; aldığın oksijenin hakkın ı ver.

Aslan Yürekli Tilki Kaplan larla aslanlar savaştı . Aslan ın biri ağı r ya­ ralandı. Koşamad ı , yetişemed i arkadaşlarına. B i r ağacın d i binde kurtarıl m ayı beklerken tilki ç ı ka­ geldi uzak köşeden. 'Fırsat bu fırsat işte!' dedi kendi kendine ve hemen su taşıdı kan kaybede n aslana. Tilki için bu, b i r daha da yakalayamayacağı altın bir fırsattı. Kral, kurnazın ocağına düşmüştü ve onu kurtarırsa tilkiye borçlanacaktı. Su taşıdı, ya­ ralarına pansuman yaptı, m asaj bile yaptı ama o l ­ madı. Kan kaybından ö l d ü koca aslan . Etrafta h i ç kimse yoktu . Akl ına b i r çakall ı k geldi tilkinin. Kra­ l ı n kalbini söktü ve kendi kal biyle onunkini değiş­ tirdi. O artık 'aslan yürekl i bir tilki 'ydi. Cesur adı m ­ larla ormanda dolaşmaya başladı son ra. Olup biteni başından sonuna kadar izleyen kurt, ansızın d i kildi ti lkinin karşısına ve boynu ndan kav­ radığı gibi alaşağ ı etti aslan yürekliyi . Tilki, pençe attığını düşünerek i nce ayaklarıyla vuruyordu kurda. Kurt ayaklarından yemeye başlad ı tilkiyi ve o n a şunları söyled i: 1 93

KASHNA FELSEFESİ

- Yarım bir aslan olmaktansa tam bir tilki olsay­ d ı n en azından kaçm ayı akıl edebilirdin tilki kar­ deş. Sen sen ol, bir daha da kendi yüreği nden başka yürek taşıma! Oks ijen ve kelimeler para s ızdır. İ şte bu yüzden çoğu in s an he s ap yapmadan kullanır bunları.

UYKUYA DAİ R KISA BİR NOT İ nsan iki d uygudan biriyle yoğu n olarak karşılaştığında ta ki o yoğunluk bitene kadar en derine gömer uykusunu. Bunlardan b i risi 'ölü m korkusu'dur, diğeri de 'aşk'. As­ lında ikisini de tek bir d uyguyla özetleyebiliriz: 'Aşk'. Çünkü seni n 'öl ü m korkusu' dediğin yaşama aşkından başka bir şey değildir. AŞK DEM İŞKEN 'Aşk' deni nce aklına sadece o kıza ya da erkeğe tutulmak mı geliyor? Hayır, aşk bu değil! Tasavvufta adı geçen 'A l­ lah aşkı' m ı geliyor aklına? Üzgünüm ama o da değil bu aşk dedikleri. Yoksa bir anneni n çocuğuna olan bağlılığı ya da bir çocuğun annesine babasına karşı hissettikleri mi geliyor? Değ i l ! G eriye ne kaldı peki? Matematik aşkı m ı , astronomi aşkı m ı ? .. Peki, ne bu aşk?

VE AŞK Aşk, insanı n kendine karşı hissettiklerinin toplam ıdır. Buna 'egoizm' deyip geçmiş benden öncekiler ve fena halde ya­ n ı l m ışlar: Bunun ad ı 'egoizm' değil düpedüz 'aşk'tır. 1 94

DEMİ RKI RAN

' Egoizm'le bencillik kaste d i l m iş, doğru lakin b u d u ru m o kadar abartıl m ış k i b i r i n sanın kendine karşı hissettiği doğru şeyler de 'bencillik' d iye adlandırılmış . . . Oysa bu 'bencillik' falan değil az önce de dediğim gibi doğrudan doğruya 'aşk'tır. Tüm başarıların, tüm becerilerin, tüm cinayetleri n , tüm kat­ liamların , tüm faydaların , tüm devrim lerin, tümlerin formülü olan 'ben'e karşı hissedilenleri kastediyoru m .

KLASİ K AŞK ANLAYIŞINA DAİR NOSTALJİ K B İ R YAZI Bir roman yazmaya karar veren, fakat yazıya bakınca midesi bulandığı için daha önce hiç roman okuyamamış bir genç vardı uzak bir ü l kede. Neler yapabileceğini danıştığı bü­ yükleri, mühim yazarlardan bahsediyordu ona; Tolstoy'dan, Dostoyevski'den, Shakespeare'de n , Kafka'dan ve de di­ ğerlerinden. Bu adamların çok büyük yazarlar oldukları n ı söylüyorlardı. M i d e bulantısından kurtulup okumalıyd ı şa­ heser yazan bu m uhteşemleri. Doktora gitti, d urumunu an­ lattı. Kitap okuyabilmesi için bir gözlü k verdi doktor, genç adama ama bu sefer iyice kötü oldu ; eskiden sadece mi­ desi bulanıyord u , şimdi bir de kusması başladı . Birilerin­ den rica edip ona kitap okumaların ı isteyebilird i lakin çok utangaçtı, bunu hiç kimseye anlatamadı. Ayı p olmaması için 'Okuyoru m ! ' diyerek yalan söylüyordu arkadaşlarına. Gerçi zaman zaman okuyamadığı için sevi n miyor da de­ ğildi çün kü onlar gibi yazamayacağ ı n ı biliyordu ve b u d u ­ rum sin i r bozucuydu. Dünya klasiği yazmı şlardı ve 'yaz­ mak' denince akla gelen ortak isimlerdi onlar. 1 95

KAS H NA F E L S E F E S İ

Yazarken bulanmayan midesiyle karalamalar yapm aya başladı ama yazdıkları n ı bir türlü beğenmiyordu. Hele de arkadaşları ona, - Yazacaksan M arqu ez g i b i , Balzac gibi yaz, m üthiş adamlar yaa! . . diyerek tavsiyelerde bulununca hepten kötü oluyordu. Bil­ mediği bir örnekten nasıl ilham alabil irdi ki? Kendi ken­ dine onların nasıl yazmış olabileceklerin i düşündü . Akıcı bir üslup ku llandıklarına ve her satırında sırlar bulunan, iyi tasarlanmış birer h ikayelerinin olduğuna emindi. Yazma­ n ı n bir disiplininin olduğunu da biliyord u . Duyduğu kada­ rıyla bahsi geçen büyük yazarlar, yıllarca günde en az 1 O saat çalışarak eser veriyorlard ı . O halde kendisi de böyle yapmalıydı. Eğer sabırlı davranı p bütün yazdıklarını kelime kelime gözden geçirirse belki onlarınkine yakın bir roman ü retebilirdi. Ö yle de yaptı zaten . Harfleri bile tek tek in­ cel iyordu . . . Gel gör ki yazdıkların ı ısrarla beğenm iyor 'ar­ kadaşları görmesin' d iye de g izlice yırtıp çöpe atıyordu. Çok zaman sonra nihayet az da olsa içine sinen bir kitap yapmıştı. Bitmesine rağmen kimseye okutmuyord u . Her gece odasına kapanıp saatlerce çalışıyordu. Tek derdi bi­ raz onlarınkine benzemesiydi. Bir defa okusaydı bir tane okusayd ı . . . Ama olmad ı , okuyamadan yazdı bütün yaza­ cakların ı ve b i r akşam üstü önce gözleri karard ı , m idesi bulandı; son ra da çekip gitti o bilinmeze. Oysa henüz çok gençti , daha 42 yaşındaydı. Ö l ü m , iki beden büyük bir ce­ ket kadar çirkindi onun utangaç ruhunu sardığında. Kitabı da onunla beraber kadem bastı sırra. Geriye, yırtıp attığı yazılarından sadece birinin çeyreği çıkabildi gün yüzüne 1 96

D E M İ RKI RAN

ve ne gariptir ki klasik olmuş yazarlardan hiçbiri bu ka­ dar kısa bir yazıyla aşkı böylesine g üzel anlatamamıştı:

Aşkı bitiren şey, iki tarafın da kendini aşık zan­ netmesidir. Oysa hiçbir aşkta iki aşık olamaz çünkü tıpatıp aynı oranda bir sevgiyi yazma­ mıştır tarih henüz ve bu h ikayede fazla seven aşık, öteki de maşuk olara k geçer kayıtlara . Gel gör ki hiç kimse ' Ben m aşuku m!' diye bir itirafta bulunmamıştır biten aşkına ağlarken ve ısrarla hep aşık olduğunu iddia etmiştir. Halbuki bir aşkın içinde sadece bir kişidir aşık ola n . İ ki sevgili yoktur mesela; biri 'sevg ili'yse öteki 'sevdiği'dir aslında. O halde yaşadığın aşkta hangi taraf olduğunu bilirsen bu aşk sonsuza kadar sürecektir. Eğer sen 'sevdiği' isen derhal bırak sevmeyi ve bu sevgiye layık olmaya çalı­ şarak sevilmenin tadını çıkar. Karşılıksız sev­ mek değil karşılıksız sevilmektir teklif ettiği m . İşte gül, bunu bildiği ve iyi b i r sevdiği olduğu için bülbülün aşkı sonsuzdu r. ' Ben seni seviyorum'un karşılığı ' Ben de seni seviyorum ! ' oldu ğ u sürece bitecektir aşklar. Ne zaman ki ' Ben seni seviyorum!'un karşılığı ' Ben de sana seviliyorum!' olursa sarsılmayan kayalara benzeyen mevsimsiz aşklar yeşere­ cektir karmaşaya sarmış d ü nyan ı n nicedir ku­ rak meşk bağlarında. ' Kayı p Kitap'ta kim bilir daha neler vardı ve usta edebiyat­ çılarla beraber bütün dünya Kayıp Kitap'ın b i r gün m ut­ laka bulunacağına inan m ak istiyordu . Çeyrek sayfalık b i r 1 97

KAS H NA F E LS E F E S İ

yazıyı , bütün yazarlar değiştire değiştire kullanmak zo­ runda kalmışlardı ve eğer Kayıp Kitap bulunabilirse belki de hiç kimse bir daha hiçbir şey yazamayacaktı. Çünkü yarılarak geçildiğini bilmediği için içip geçmişti okyanus­ ları ve bu yüzden de kusunca hep okyanus kusuyordu genç yaşında ölen büyük yazar. Bir işi yapıyorsan

ya 'en' ya ' ilk' olmalısın ya da o işe hiç bulaşmamalısın.

İ şte böyle oluyordu ve insan körkütük bir teslimiyetle baş­ kalarının eserlerine bakınca onlarınkine benzeyen şeyler yapmanın ötesine geçemiyord u . İ smi bile bilinmeyen Ka­ yıp Kitap'ın yazarı , eğer hepsi birbirine benzeyen dünya klasiklerinden sadece birini okumuş olsaydı çeyrek say­ fasıyla bu kadar çok yazılmışın önüne nasıl geçebilirdi ki? Şimdi hiç kimseye benzemeyen bu adam ın dokunduğu kalemi görebilmek için çıldıran şuursuzlar, onu defneder­ ken dünyanı n en büyük yazarın ı n üstüne toprak attıklarını nereden bileceklerdi? Vay Bee

Bir kanadında güneş, öteki kanadında ay vard ı bülbülün. Sonra gül göründü; güneş bir yana düştü, ay öteki yana.

Kahve Molası: Şimdi kısa bir kahve molası veri­ yoruz. Az son ra tekrar aşka geleceğiz. Zor sorular hakkı nda basit açı klamalar var şimdi sırada; önce bunu halledeli m . Sen de bu arada bir kahve al gel kendi ne, çay da olur. Hadi yap dediğimi! Yapsana! . . 1 98

DEM İ RKI RAN

SORU ZORSA CEVAP KOLAYDI R Küçük mevzular karmaşı ktır. Büyük meseleler asla karma­ şık olmaz ya da olamaz. Televizyonda oluşan teknik bir arızayı, arkadaki o küçük, karışık, karmakarışık lehimlerde aramak cidden problem bir iştir ve çoğu zaman sorun sa­ atlerce aranıp yine de tespit edilemez. Oysa yılda beş mil­ yon adet televizyon üretilen bir fabrikada oluşan arızanın tespiti anında yapılır. Yan i 'Soru ya da sorun büyüdükçe cevap kolaylaşır.' demek istiyoru m . Mesela ' B u kainat

nasıl oluşmuştur?' sorusunun karşılığı 'Bu ses o kab­ lodan nasıl gidiyor?' u n cevabından daha kolaydır. Evet, kabul ediyorum ki bu kainatı Allah yaratmıştır ama o ses o kablodan nasıl gidiyor, i nan ben bilmiyorum ! Bir sınav zorsa 'iki kere iki' o sınavın e n çetin sorusudur çünkü cevabın 'dört' olduğuna kimse inanmaz ve

bu yüzden de genelde hiç kimse doğru cevabı veremez buna.

Aşçı ve Bilge Bir aşçıya: Fasulye yemeği n i nasıl yaparım? d iye sorsan adam sana önce sorar: Kuru fasu lye m i , taze fasu lye mi? Sonra da saatlerce anlatır b u n u nasıl yapacağ ı n ı . A m a g it bir bilgeye sor: Nasıl başarılı olabilirim? Cevabı çok kısa ve tam doğru olacaktır: -

Çalış! . . 1 99

KAS H NA

F E LS E F E S İ

Büyük sorun: Trafik Sözde trafi k soru n u n u çözmek isteyen belediye başkan­ ları burunları n ı n ucundaki çözümü ıskalayarak klasik bir tavırla zora saplanı p yeni yollar yapmayı marifet sayarlar. Oysa dünyanı n her yerinde 'şerit planlama hataları' sebe­ biyle tıkanı r trafik. B eş şeritli bir yolda seyreden araçlar, otoban genelinde sürekliliği sağlanamayan bu sayı sebe­ biyle girer birbirine. Zordur soru ama dediğim gibi cevap gayet basittir aslında. Bakan görür, beş şeritten akan tra­ fiği n daralan yollarda tıkandığını! O halde ya bütün yollar beş şerit olmalı ya da bu sağlanamıyorsa çevre kirliliğin­ den başka anlamı olmayan fazla şeritler kapatılarak hatta yeşi l lendirilerek en az olan şerit sayısına indirilmelidir.

İspat: Raylarda trafik tıkanmaz hiç çünkü baştan sona tek şerittir bütün yollar. İ kinci bir rayın, demir­ yollarında bile trafiği tıkayacağı aşikardır. Öyleyse şe­ rit sayısında gerçekleştirilecek bir homojenlikle trafik hijyen hale getirilebilir. İtiraz: Raylarda en fazla kaç tren gidiyor ki Sayın Demirkıran? Demirkıran cevap verir: İ sterse yüz bin tren gitsin sonuç değişmez ve asla durmaz trafik.

Sonuç: Milyonlar harcayarak yol yapacaklarına fazla şeritleri kapatsın belediyeler bak trafik mrafik kalıyor mu sizin metropollerde? Detay: Elbette ki yol yapsınlar; insanlar daha geniş ve ferah yollarda seyretsin ama pratik çözüm arayanlar, halkını yol yapma vaadiyle 1 00 yıl bekletmek yerine, bu basit çıkış yolunu kullanmaktan çekinmesinler. 200

D EM İ RKI RAN

'Trafik' deyince aklıma başka bir öneri daha geldi: Trafik kazaların ı n kayda değer çoğunluğu, acemilerin ha­ tasından kaynaklanıyor. Lakin kaza sonrası kavga etmek için otomobilinden i nen tarafların, kendi haklı l ı kları n ı i lan etmeleri ve iyi birer sürücü oldukları n ı savunm aları se­ bebiyle iyi kavga ettikleri bellidir de kimin iyi araba kul­ lanıp kullanmad ığı hiçbir zaman anlaşılamaz. Ehliyeti al­ dıkları tarihler de bir anlam ifade etmeyeceği için kam ufle bir acem i l i k söz konusudu r trafi kte. Peki, neden kaza ya­ par bir acemi? Ya da vites detayı yüzünden kaza yapan­ ların sayısı kaçtır? Bana göre bu sayı, toplam trafik kaza­ larının %30'unu geçmektedi r. E, o zaman 'otom atik vites' diye bir teknoloji varken ısrarla 'manuel vites' araç ü ret­ mek nasıl bir saplantıdır? At arabaların ı n trafiğe çıkmasın ı yasaklayan otoriteler neden manuel vites araçları trafik­ ten men etmezler? Not: ' Ben manuel vites seviyorum.' diyen arkadaşlar kusura bakmayın ama sizin zevkiniz kaçacak diye biri­ lerinin ölmesine m üsaade edemeyiz. 'Vitesi değiştire­ ceğim.' derken şerit değiştiren adam var, ben görd ü m .

Teklif var ısrar da var: İ lk başta anormalmiş gibi gözüken bu teklifi m i , bir aceminin aracında seya­ hat etti kten sonra tekrar düşün , işte o zaman an­ layacaksı n ne demek istediğim i ! İddia: Böyle bir gerçek varken bunu gündemine al­ m ayanların, gerçekleşen bütün ölümlü trafik kaza­ larından sorumlu olduğunu hatta azılı birer 'seri ka­ til' olduklarını iddia etmemde bir sakınca olmadığını 20 1

KAS H NA F E LS E F E S İ

düşünüyorum . Yetkin var ve mal mal bakıyorsun, değ i l mi? Suçlusun kardeşim , d ibine kadar suçlu­ sun hem de. Tıpkı İ stanbul'u yönetenlerin, olası bir deprem son rası nda gerçekleşecek bütün ölümler­ den soru m l u olacağı gibi ki onlar da katliamların ı seriye bağlayan birer zavallı olarak anılacaklar ta­ rih denilen o büyük hafıza tarafından.

Çözüm çok basit: ' Devletin kasası' hamasetinden ya da maddi kaygılardan arınarak hümanist yakla­ şımlarla insani değerlere yüklenip çok az bir sevi­ yede paradan puldan feragat edersen otomatik vi­ tes araçlara uyg ulanan vergiyi %1 0 aşağı çekmeyi akıl edebilir, böylece de binlerce ölümün önüne ge­ çebilirsin ama nerde sende o zeka? Not: Bu tek çözüm değil elbette . . . Trafik kazalarını %90 oranında yok edebilecek basit çözümler de var ama konu dağılmasın d iye bu kadarla yetinmeyi uygun buluyorum.

Korna çalma ilkelliği . . . Korna gürü ltüsünden memnun olan ya d a b u nefret uyan­ d ı rıcı sesten şikayetçi olmayan birine rastlamadım henüz ben . Evet, bu bazen bir mecburiyetti r, doğru ama çoğu zaman çalanın da n eden yaptığını bilmediği bir tür kötü alışkanlıktır aslında . . . Ciddi ciddi alışkanlık olmuş dolmuş­ ç u n u n , taksicinin kornaya basması. Tı r şoförünün mutlu olması, kendini büyük adam sanması için icat edilmiş 'ha­ val ı korna' adında bir şey var anlayamad ığım. Öte yandan sırf zevk olsun diye bağlama, keman ya da flüt gibi korna çalan adam da var, nasıl bir zevkse? Bunun dışında yine 202

DEMİ RKI RAN

hem de geceni n bir vaktinde ' Hadi eyvallah ! ' ya da ' Biz geldik! ' veya ' İ n aşağı!' anlamına gelen korna çeşitleri var vara yoğa çalınan, öttürülen. Birileri evlenirken korna ça­ lar mesela, neyi duyurmak istiyorsa artık? Kardeşim sen evleniyorsan bundan bana ne ki korna çalmak neden? O kız seni n anlad ık, hadi baktık da ned i r yani bu soytarıl ı k? Akrabaların zaten biliyor evlendiğini ve yanındalar da bana ne oluyor? Dünyanın en salak geleneği bu olsa gerek. Az gelişmiş d üvel lerde yaşayan i n sanlara g e re kmediği sürece korna çalmamayı öğretmek, çok gelişmiş bir ü l ke olmayı beklemekle mümkün olabilir ki bu bazen 50, 1 00 bazen 200 yılı bile bulabilir hatta gelişmeden yok olan dev­ letler bile olmuştur tarihte. Peki ne yapmalı adına ' korna' ya da ' klakson' denilen ve bazen can kurtarması sebe­ biyle her araçta bulunması gereken ama çoğunlukla si­ nir bozan bu gürültüyü opti m u m seviyeye indirmek ya da gereksiz olanlarından kurtul mak için? İ şte zor bir soru ve basit cevabı: Kornaların içine yüklenecek bi rkaç kontör, bu aptal saptal gürültüyü bir dakikada yok edecek kud­ rete sahi pti r. " Bir 'dıt' 1 TL, iki 'dıt' 2

. . .

Senin takım

şampiyon mu oldu? Peki, kampanya var; ver 50 TL, şimdi öt ötebildiğin kada r!" Hakikaten 'Çevre temiz­ liğine vergi alanlar gürültü kirliğine neden el atmaz­ lar?' diye sorası gel iyor insanın. Kashna der ki: İ şin içinden çıkamad ığın bir sorunla karşı karşıya kaldığında 30 san iye dur! Geleneksel d üşünüyor olabileceği n i hatırla ve çözü m ü basitlerin içinde ara! 203

KAS H NA F E LS E F E S İ

N ot: Bu yu karıdakileri 'Soru zorsa cevap kolaydır.' yaklaş ı m ı n a örnek o l s u n , d ü ş ü n meni sağlas ı n , beyi­ nini açsın hatta uyku n u kaçırsın d iye anlattı m . Konu trafikten açı l d ı d iye de ısrarla ayn ı mevzuya mütedair m e rasimsiz m isaller arz eyled i m . Ancak hiç şü phen o l masın ki yeryüzü nde ' büyük sorun' olarak a l g ı la­ nan her ne varsa hepsiyle alakalı basit çözümler bu­ l a b i l i ri m hatta buldum ve b u n l arı kitapları mda uzun uzun anlatt ı m . O kadar ki 'Sadece Başbakan Oku­ sun' ad l ı eserimdeki çözü mleri o kuduğunda duyd u k­ larına inanamayacaksın zira öyle böyle değ i l acayip kolay zorların cevabı . . .

Son daki ka haberi: Az önce bir arkadaşım aradı. Binaya gelen bir pazarlamacı süpürge satmış ve birtakım kağıtlar imzalatmış annesine. 'Bir şey olur mu?' diye sordu bana. Böyle şeyler yaşanıyor ya hala, ben de bunu anlayam ıyo­ rum . Süpürge alan biri neden kağıt imzalar? Dolandırıcı lık neden hala bir meslektir ve nasıl kanar i nsan bu ' Bul ka­

rayı al parayı!' seviyesindeki sahtekarlıklara? Al işte, şimdi bana üzerinde düşüneceğim zor bir konu daha çıktı! Yüzyıllard ı r süregiden bu dolandırıcılık mües­ sesesi (Bu müessese kelimesinden de hiç hazzetmiyorum , niye öyle dedim o n u da bilmiyorum . Evlilik müessesesi, aile kuru m u ne bun lar? Evlilik bir l i mitet şirket m i ya da aile bir anonim şirket m i?) nasıl lağvedi l i r? Hadi az önce öğrendiği m iz tekniklerle beraber düşünelim. Bırak kitabı ve bir kağıda yaz bakalım neler bulacaksın? Ben de ya­ zacağım ki aklıma çok da zekice bir fikir geldi. Şimdi da­ ğılalım, 1 0 dakika sonra görüşelim ama hile yapma! 204

D E M İ RKI RAN

10 dakika sonra: Eveeet, bu kon uya dair onlarca çözüm bulunabilir ama bu kısa sürede, etkili olacağını düşündüğüm bir cevap buldu­ ğumu sanıyorum . Şimdi adı m ad ı m bunu nasıl yaptığ ı m ı anlatmak istiyorum k i metodu ve benim düşünme tekni­ ğimi iyice kavrayabilesin: Hareket noktam, sorunun vahim olmasıydı. O halde ce­ vap kolay olmal ıyd ı . Suçlu olan dolandırıcılard ı ; dolayı­ sıyla 'Dolandırıcılara ne yapılmalı?' sorusu nun milyon­ larca kez sorulduğunu tahm i n etmek hiç de güç olmad ı . Ben d e sordum bu soruyu v e aklıma, bugüne kadar veri­ len klasik cevaplar geldi ki birçoğunu herkes biliyor. Eği­ tilmeli, cezalar artırılmal ı , hapse atılmalı, asılmalı kesilmeli, yok edilmeli. . .' Bunların hepsi denenmiş ve bu orijinden çı­ kıldığında benzer şeyler üretmenin ötesine geçilememişti. Soru yanlış olabilirdi. Öyleyse hiç bakılmamış bir cepheden bakarak yeni bir soru icat edebilirdim ki ettim de: 'Dolan­ dırılana ne yapılmalı acaba?' Bu soru ya çok az sorul ­ muştu ya da ben duymad ı ğ ı ma göre ilk defa soruluyord u .

İşte cevap: Dolandırılmak suç sayılmalı bence. Hani hep derler ya ' H ı rsızın hiç m i suçu yok?' d iye. Aslında değişmeli b u artık ve sorulmalı ' Ev sahi­ binin hiç mi suçu yok!' Dolandıran 5 yıl ceza alı­ yorsa söz gelimi, dolandırılan da en az 5 ay almalı. Uyanık olmak bir m ecburiyet olmalı yani . Eğer bu yapılırsa doland ı rıcı l ı k tari h olur işte. Bunu düşünerek yazmamıştım ama 2004 yılında kaleme aldığım bir masal çok manidar olacak san ıyo ru m . Ö nce o masal ı hatırlayal ım sonra detaylara geçeri m . 205

KAS H NA F E L S E F E S İ

Eşeği n Kaderi Eşek ağzıyla kuş tuttu bir gün. Şüphesiz büyük bir olaydı bu. Kuşu ve eşeği krala götürdüler. -

Şimdi söyle bakalı m , gerçekten bu eşek mi tuttu seni?

diye sordu şanl ı aslan , kuşa. -

Evet efendi m .

ded i zavallı k u ş . Eşek büyük bir ödül bekliyordu ama öyle olmad ı , kuşa büyük bir ceza verdiler.

Detay: Şayet 'dolandırılmak' suç kapsamına alı­ nırsa; insanlar, fuar alanında dolaşır gibi el ini ko­ lunu sallaya sallaya apartmanlarına giren her pa­ zarlamac ı n ı n uzattığı kağıdı imzalayamaz ve 'Ya kandırılıyorsa m?' diyerek daha dikkatli davran­ mak zorunda kalır. . . Otomobi l , ev arsa falan alıp satarken ilgili detayları daha fazla ciddiye alır. . . Hele bu, bir de yasayla sabitlenirse işte o zaman kimse kimseye küsemez de kılı kırk yardı diye çünkü işin ucunda sadece para kaybetmek yok, bir de ha­ pis yatmak var. Detayy: Bu, alışverişlerde daha temkinli olmak zo­ runda kalan bir toplumda, septik bir açılımla hem halkın hem de dolandırıcıların zekasını açar. . . Sadece 'E, ne işe yaradı o zaman bu.' diyen­ ler okusun: Detayy'ın ikinci kısmının bir mahzuru yoktur. En azından, kandı rı lan kişi ' Bul karayı, al parayı! ' ü ç kağ ı d ıyla değil dahiyane b i r taktikle 206

DEM İ RKI RAN

dolandırıldığı için kendini kötü hissetmez. 'Yenildik ama Cengizhan'a yenildik.' gibi bir şey bu yani . . . Not: Biraz şüpheci olmak, san ıldığının aksine hayatı zehretmez daha da renkli hale getirir.

Aramızda kalsın: Bu şekilde sorun çözmeyi kimse bilmi­ yor bizden başka. Bırak d iğerleri ne yaparsa yapsı n sen asla korkma zordan çünkü herkes korkuyor ve kimse ya­ naşmıyor zora mora. O halde onlar kolayda zorlanırken sen zorda kolaylan; rakibin olmayacak, göreceksin ... Kalem Arkası Ayrıntılar. . . 28 Ağustos 2012

-

1 6.49

Rasim abi geldi az önce, ben bu son yazdığımı okudum ona, çok etkilendi . Dedi 'Yahu hocam, sigara da bü­ yük bir sorun, ona da bir el atsan?' Aslında bu 'zor soru, kolay cevap' meselesini kapatacaktım ama sanırım bir iki bir şey daha söylemem gerekiyor; evet evet, en azından Rasim abi istediği için yapmalıyım bunu. Çünkü adama 'Çok yaşa!' diyorsun 'Hapşırmadım, öksür­ düm.' diyor. Tuvalete gidip geliyor 'Abi ishal mi oldun hayırdır?' diyorsun 'Yok, öksürdüm.' diyor. 'Abi bir şey m i dedin?' d iyorsun 'Yok, öksürd ü m .' diyor. 'Abi ne yapıyorsun?' diyorsun 'Ö ksürüyorum .' diyor. . . . .

Peki, sigara nasıl kaldırılır ortadan? Şimdiii, sigara cidden büyük bir sorun; o halde çözüm ü de kolay olmalı hatta çok büyük b i r illet olduğuna göre çözümü sadece kolay da değil çok kolay olmal ı . . .

'Bırakın kardeşim! Bu kadar zor m u bu yani?' soru­ sunu sormayan kalmamıştır değil mi? Sigara içen birine 'Bırak şunu!' demek kadar itici başka bir c ümle varsa 207

KAS H NA F E L S E F E S İ

o da: 'Bin kere dedim, bırak şunu artık!' tır. O zaman b u n u tekrar etmenin ve itici olman ı n anlamı yok! 'Sağlığa

yararlısını neden yapmazlar ki bunun?' diye düşünü­ yorum (ki daha önceden de yazmıştım bunu) ama o da mantıksız geliyor çünkü paraya tapanlardan oluşan bir ka­ pitalist düzende bu da mutlaka aranmış ama m uhteme­ len bulunamamıştır henüz. Haa bulunamaz mı? Bulunur elbette ama daha var! 200 yıl önce bulunan ve kağ ıda sarılarak içilen sigara­ n ı n bugünkü d u rumuna bakalı m o zaman: 1 0'ar santim­ den oluşan , 20 adet olarak plan lanan sigara, ambalajlan­ dığı karton kutularda ulaşıyor ti ryakinin eline. Peki neden 1 O cm? Yaptığım gözlemler neticesinde gördüm ki içiciler, sigarayı ilk yaktıklarında çok zevk alıyorlar ve bir de sön­ d ü rmeden önceki son çekişlerinde. Yani sigaranın orta­ sını boşu boşuna içiyorlar vesselam. Öyleyse neden bu­ nun boyun u 5 cm'ye indirerek malzemeden çalmaz sigara ü reticileri? Bununla ilgili bir konsorsiyum kurulsa ve bü­ tün ü reticiler buna karar verse yarından itibaren başarıla­ bilir bu! Fiyatına dokunmalarına da gerek yok üstelik! Peki , tütün tüketimi ve üreti m maliyeti yarı yarıya inmez m i bu sayede? İ lgili kuruluşların karı iki katına çıkmaz mı? Ay­ rıca bununla yetinmeyen çok sayıda tiryaki , ilk başlarda kısa sigaraya alışıncaya kadar içtiği sigara sayısını iki ka­ tına çıkaracağına göre toplam satışlarında paket bazında m i n i m u m 6 -7 ay boyunca %30'1uk bir patlama yaşana­ cağı için maksimum karlara u laşmaz mı bu ilgili şirketler? Ve bunu başlatan, d ünyayı sigaradan kurtaran adam ta­ rihe geçmez mi ben i m le beraber? 208

D E M İ RKI RAN

Tiryaki sorar: İ yi de ben alışmışım böyle içmeye, öyle olursa içmem! Demirkıran cevap vermez, tiryaki saçmaladı­ ğını düşünür ve düzeltir: Yani ' Değişen bir şey olmaz; bir paket içiyorsam iki paket içerd i m .' de­ mek istedim. Demirkıran kısa konuşur: Niye, 20 cm olmadığına tepki olsun diye iki katı mı içiyorsun sen sigarayı? Tiryaki cevap verir: Onu düşünmedim de ben za­ ten dört paket içiyorum beyefend i . Demirkıran: Ras i m a b i kusura bakma ama b i r kere sen zaten insan değilsin bu bir. . . Ayrıca sen 20 cm olmamasına kızıp da yapmıyorsun bunu, bu iki. . . Senin olayın dört paket, bu üç . . . Ve abi sen de düzenin adamısın, b u da dört . . . Rasim abiyi değerlendirme dışı tutarsak kapitalistlerin bu 'malzemeden çalması' formülüyle insanları, sigaranı n boşu boşuna içilen diğer yarısından kurtarmış oluruz ki zaten el alışkanlığıyla içtiği bu meretin aslında sadece başından ve son undan zevk aldığını bilm iyor 'tiryaki' denilen o zavall ı . B u yapılırsa ne o l u r sence? Tiryakiler fabrika mı kurar ya da evinde mi ü retir 1 O ' l u k sigarayı veya yapsa bile kaç ki­ şinin gücü yeter buna? Kısacası dahiyane bir fikir b u ! Kul ­ lanın b u n u da kurtarın insanları içinde 4.000'den fazl a za­ rarlı madde b u l u nduğu n u iddia ettiğiniz sigara belas ı n ı n e n azından yarısından . Düşünebil iyor musun? B u n u yap ı ­ yorsun ve yukarıda üretici cephesinden saydığım k a r ve avantajlar dışı nda; kanser, koah, amfizem, kal p damar ya 209

KAS HNA F E L S E F E S İ

da sigaraya bağlı diğer hastalıklarından kaynaklanan ölüm­ ler yarı yarıya düşüyor. Evdeki duman, sokaktaki pisli k , iş kaybı %50 azalıyor. Gelecek nesiller hem de %50 oranında daha sağlıklı yaşıyor. Sınıra dayanan öksürmelerin azal­ ması m ü nasebetiyle buna ilk defa muhatap olan insanla­ rın özgüveni yükseliyor. Çocuğuna kokusu sinmesin d iye bir kere öpen bir anne ya da baba iki kere öpüyor onu. Hayalperest bir adamım bu doğru ama ben imkansız şey­ ler düşünmem. 'Ölüyü diriltelim.' demiyorum ki! Masum bir hırsızlık öneriyorum: Sigara üreticileri sağlığımızdan ça­ lacaklarına malzemeden çalsınlar diyorum.

İnsan içinden geçirir çaktırmadan: İ yi de onlar yapmıyorlarsa ben ne yapabilirim? Demirkıran söylenir: Ulan ne adamsın sen de ha! Ne yapacaksın; kopar sigaranın yarısını da öyle iç bundan sonra?! B planı: Hadi d iyelim ki bu yarı yarıya indirme fikri pek akıllarına yatmadı ve ded iler ki 'Tepki toplarız, millet pu­

roya, pipoya yönelir!' Peki, 200 yıldır var ve bu hastalık sinsi sinsi yayı ldı halkın arasında, öyle değil mi? O halde bir sinsilik de biz yapal ı m ve n·: d : m m i l i m tüketelim onu. Ü retici firmalar tarafından her yıl sadece bir milim küçül­ tülse ve öyle arz edilse i nsanlara, top u topu 200 yıllık ma­ zisi olan sigara, 1 00 yılda tamamen bitirilmiş olmaz mı?

İnsan haklı olarak sorar: Anlattıklarınız iyi d e Sa­ yın Dem irkıran , sigara ü reticileri salak mı, neden bitirsinler kendilerini? 2IO

D E M İ RKI RAN

Demirkıran açıklar: Haklısın ama ben bir gün sağ­ duyulu birilerinin bunu mutlaka başaracağına inanı­ yoru m . Senin beni m gibi düşünen birileri geçerse tütünün başına, yapılır bu m utlaka. Devletlere önerim: Bir yasa çıkarsa ilgili h ü kü met ve ü l ­ keye girecek sigaranın boyuna kendi karar verse 'Bundan sonra Naravenya'ya hiçbir üretici 5 cm'den uzun sigara sokamaz! ' dese mesela ne olurdu? Otomobil üreticileri, ülke şartlarına göre araç tasarlıyorsa bu neden olmasın?

Ve asıl çözüm: Asl ı nda öyle yüzlerce yıl bekle­ meye, bu işi uzatmaya falan gerek yok! Sigara, bu­ gün uyuşturucu kapsamına alı nsa yarı n silinir ta­ rihten. Bir iki çatlak ses çı ksa da ilk başlarda uzun sürmez zira yapılan iyi bir şeydi r. Bu, Birleşmiş M i lletler Örgütü 'ne üye olan 200'e yakın ü l ke n i n temsilcisi, zaman zaman b i r araya gelip fingirde­ şip sonra da dağ ı l ıyor ya h an i , ne oluyor acaba? Daha ben falancayı kınamak, filancaya 'Aaa, çok ayıp!' demekten başka bir şey yaptıklarına şahit ol­ madım. Suriye'de zulüm varsa mesela, onlar kına­ dıktan sonra da devam ediyor, Afgan istan'da ABD varsa örneğin, ayı plandıktan sonra iyice yerleşiyor, B M sinirlense de n ü kleer si lah ü retici leri katliam ü retmeye devam ed iyor. . . Buna rağmen yağm asa da gürlemesi bakım ından yine de orada olması iyi bir şey ancak bu dediğimi yaparlarsa büyük bir iş yapmış olurlar bence ve halklar da belki dua eder, kuruluş amaçların ı n arasında d ünya barışı dışında e konom i k ve kültürel işbirl i ğ i de olan Birleşm i ş M i lletler'in varl ığına. 211

KAS H N A F E LS EF E S İ

Az önceki kahve molasına dair: ' Kahve al!' dedim ya as­ lında iyi bir fikirdi hatta kahve sevmiyor olabilirsin diye çay alternatifini de sundum sana. Tam 'Alsam mı acaba?' der­ ken cümlenin en sonunda geçen 'Dediğimi yap!' ifadesi egona çarptı. Haklısın, ben de aynı tepkiyi verirdim. Aşk, işte tam olarak böyle bir şeydir! Neyse devam edelim şimdi . . .

AKI LDAN Ç I KMAYAN DIR AŞK Bir şey aklı ndan çıkmıyorsa ona aşıksındır işte. Peki, ne­ dir o aklından çıkmayan? Kendi nden başka ned ir senin için u nutu lamayan? Ayağ ına kramp girse dünyadan vaz­ geçiyorsun! B u heyecan , bu korku, bu vazgeçiş ne ad ına sence? Gerçekçi ol hadi! Sen de tıpkı diğerleri gibi yal­ n ızca ve sadece kendine aşı ksın; nereye gidersen git, ne yaparsan yap hiç çıkm ıyorsun aklından, yalan mı? Ö yleyse 'aşk acısı' diye de bir şey yoktur ve bu tamamıyla uyd u rma bir sancıdır. Olmayan bir şeyi n sızısı da olmaz, değ i l mi? H i ssed ilen ızd ırabı n asla karşı tarafla bir ilgisi yoktu r çünkü. Bu acı ; i nsan ı n kendine duyduğu aşktan dolayı ortaya çıkan sahiplenme duygusunun karşılık bu­ lamaması ve bu duru m u n oluşturduğu olumsuz elektrik­ tir. Demek ki karşı tarafla herhangi bir ilg isi yoktur bu sız­ lanmaların ; şayet öyle olsaydı giden tarafın mutlu olması, acı çekmesini engellerd i kalan tarafın. Kalan taraf, kendine olan aşkıyla mücadele ed iyor oysa hepsi bu ... Tüm duygular 'ben' merkezlidir. 'Gelenler gitmeli çünkü ' ben' tatmin oldum. G idenler geri gelmeli çünkü 'ben'

henüz tatmin olmadım.l Mevzu kısaca ve sadece budur işte. 212

D E M İ RKI RAN

İşin aslı: S e n i n d ı ş ı n d a h i ç k i m se h atta h i ç b i r şey vazgeçilmez değildir ve d ü nyanın çevresi tam 40.076km'dir. O ksijen ve su hariç her şeyin yerine yen isini koyabilirsin. 'Ama ben çok seviyorum, o olmadan yaşayamam!' diyorsan yapacak bir şey yok, git uyu hemen hem de 8 saat! . . Merak etme, hiçbir kaybın olmayacak. 'O"'"' yoşayomam!' diyon bi