Cahiliye Şiiri Üzerine [1 ed.]
 9758190679

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

��.ı..11\. c....,, v) •::::=:a...,.. �_>-41.l'--��_y-,--'L�L \_ .,z..oco o .;., ,

.,.,;; «$ e

L � � �\_ �.s, c1

e ,_\

...ılL _, �\.

�'- .. e}' ,t:-ü'-..:, �.:,� ,J L >-ao

��_r .,_, - c::

:::,,,,k\

: ,L, et.-�:, o \ [\ �

Tihi Hüseyin

.. ,'.··

1889'da Mısır'ın Said bölgesinde doğmuş ve küçük yaşlarda iken gözlerini kaybetmiştir. Köyde aldığı geleneksel eğitimin ardından 1902'de Ezher'e gir­ miştir. 1914'de Tarihu Ebi:1-Ala adlı doktora tezini hazırlamıştır. Bu tez. Mısır akademik camiasında hazırlanan ilk doktora tezi olma özelliğini taşımak­ tadır. 1914'de hükümet bursu ile Fransa'ya git­ miş, 191Tde Sourbounne'dan lisans diplaması al­ mıştır. Durkeim'ın danışmanlığında hazırladığı İbn Haldun'a Göre Toplum Felsefesi adlı ikinci te­ zi 1918'de kabul edilmiş ve 1919'da Mısır'a dön­ müştür. 1928'de Kahire Üniversitesine dekan ola­ rak tayin edilmiştir. Üniversitedeki görevinin yanı­ sıra, 1942-1944 yılları arasında, Eğitim Bakanlı­ ğı'nda müsteşarlık, 1950-1952 yıllan arasında Eğitim Bakanlığı da yapan Taha Hüseyin, ulusal ve uluslar arası birçok görev üstlenmiştir. Yazar 1973'te Kahire'de vefat etmiştir. Eserleri Zikra Ebi'l-'Ala, Kahire, 1914. (Tecdid Zikra Ebi'l­ 'Ala, Kahire. 1937), Kahire Üniversitesine takdim ettiği doktora tezi. Etude analytique et critique de la philosophie soci­ ale d'bn Khalddun, Paris, 1917 (Felsefetu İbn Hal­ dün el-İctimaiyye. Kahire, 1925). Paris Üniversite­ sine takdim ettiği doktora tezi. Fi'ş-Şi'ri'l-Cô.hili, Kahire, 1926. (Bir kısmın çıkarı­ lıp, birkaç kısmın ilavesiyle 1927'de Fi'l-Edebi'l­ Cô.hili adıyla yeniden neşredilmiştir.) el-Eyyam, Kahire, 1929 (1926-1929 yıllan arasın­ daki makalelerinden derlenmiştir.) Mustakbelu's-Sakafe .fi Mısr. Kahire. 1938. Hadfsu'l-Erbi'ô., l . cild Kahire, 1925, 2. cild 1926, 3. cild 1957 (es-Siyô.se ve el-Cihad gazetelerinde çıkan makalelerin derlenmesiyle oluşmuştur.) Mea'l-Mutenebbi, Kahire, 1937. Osman, Kahire, 1947 . Elvan, Kahire, 1952. Ali ve Benilhu (Ali ve Çocukları). Kahire. 1953. Mir'atu'l-İslam, Beyrut, 1959. Şeyhô.n (Ebü Bekr ve Ömer). Kahire. 1960.

Ankara Okulu Yayınlan: 67

Özgün Adı: Fi'ş-Şi'ri'l-Cahili Çeviren ve Notlandıran: Şaban Karataş

© Anka Basım Yayın San. ve Tic. Ltd. Şti. Dizgi ve kapak: Ankara Dizgi Evi Baskı, kapak baskısı, cilt: Özkan Matbaacılık Birinci basım: Ekim 2003

ISBN 975 - 8190 - 67 - 9

Ankara Okulu Yayınlan İstanbul Cad. İstanbul Çarşısı 48/81 Ulus/Ankara Tel/Faks: (0312) 341 06 90

Cahiliye Şiiri Üzerine

Taha Hüseyin

Çeviren ve Notlandıran

Şaban Karataş

1

1

.. . Ankara Okulu Yayınlan

Ankara/2003

KISALTMALAR

age. b. bkz. c. tere. hk.

iA.

m. MEB (s) s. ts. vd.

: Adı geçen eser : İbn : Bakınız :Cilt : Tercüme eden : Hakkında : İslam Ansiklopedisi : İslami Araştırmalar Dergisi : Miladi : Milli Eğitim Bakanlığı : Sallallahu Aleyhi ve Sellem : Sayfa· : Tarihsiz : Ve devamı

İÇİNDEKIDER

YAZAR VE ;ESERİ TAKDİM .............................................................7 İTIIAF ·············.............................................................................25 I. BÖLÜM GİRİŞ ··························································································27 A. ARAŞTIRMA YÖNTEMİ ............................................................34 B. CAHİLİYE DÖNEMİNİN İŞARETLERİ • • • 1 •• • - • • CAHILIYiE ŞiiRiNDE DEGIL; KUR'AN'DA ARANMALIDIR ..........37 c. cAHİLİYIE şiiRİ VE DİL ..........................................................44 D. CAHİLİYıE ŞİİRİ VE LEHÇELER ..............................................49 il. BÖLÜM .. . . . TUAI' ŞiiR INT,L,L�ININ SEBEPLERi. ..................................................59 A ŞİİR iNriljALİ SADECE ARAPI.ARA ÖZ.GÜ BİR İŞ DEĞİIDİR .............59 B. SİYASEl VE ŞİİR İNTİHALİ......................................................62 C. DİN VE ŞİİR İNTİHALİ ............................................................81 D. KISS.AI4R VE ŞİİR İNTİHALİ ..................................................98 E. KABİLE İLİK (ŞU'ÜBİYYE) VE ŞİİR İNTİHALİ ........................ 111 F. RAVİLEJt � ŞİİR İNTİHALİ....................................................120 _ •' m.BÖL� · . . . ŞİİR VE �ER ....................................................................127 A. KISSALAR VE TARİH ............................................................127 B. İMRİU'L11\AYS-ABİD-'ALKAME ..............................................132 C. 'AMR B. KAMİA-MUHELHİL-CELİLE ................. :. ................... 151 . . D. 'AMR B. KULSÜM-HARİS B. EL-HILLİZE ..............................159 E. TARAFE B. EL-'ABD-EL-MUTELEMMİS ................................168 KAYNAKÇA ................................................................................179 DİZİN ........................................................................................ , 183

l::,

i",l. 'l

/

/

YAZAR VE ESERİ TAKDİM

A Tihi Hüseyin'in Hayatı Taha Hüseyin Mısır aydınlan çevresinde tesirleri açıkça gö­ rülen bir şahsiyettir. Bu zatın düşüncelerinin oluşmasında, özellikle Mısır'da kök salmış kurum ve gelenekleri şiddetle eleş­ tirmesinde, onun yaşadığı olumsuz toplumsal şartların etkileri­ ni görmek ıı,.ümkündür. Taha Hüseyin 1889'da 13 çocuk sahibi bir babanın 7. çocu­ ğu olarak, Mısır'ın bir miktar tahkirle karışık tebessümle anıldı­ ğı Said bölgesinde bir köyde doğmuş, küçük yaşlardayken göz il­ tihabına y�anmış 1 ve daha sonra tedavi için çağrılan bir ber­ berin koyduğu ilaç nedeniyle gözlerini kaybetmiştir. Taha Hüse­ yin, on yaşına varmadan hafızlığını tamamlamış; bunun yanın­ da, şarkı, halk hikayeleri, kıssalar, dua virdleri ve ilahilerden birçoğunu ezberlemiş, yoksul bir ailenin ama bir çocuğu olarak, geleneksel bir çevrede ve çok zor şartlar altında çocukluğunu ge­ çirmiştir. 2 Köyde altlığ� geleneksel eğitimden sonra 1902'de Ezher'e gir­ miştir. Taha Hüseyin'in Ezher'e girdiği bu dönem, "kadim" (gele­ nekçiler) ile "cedid" (yenilikçiler) arasındaki savaşın zirvede ol­ duğu yıllara tesadüf etmektedir. Yazar, tecdid ve ıslaha çağrı ya­ pan Muham�ed Abduh'u-n (1849-1905) Ezher'de verdiği son dersleri dinlemiştir. Bu dönem aynı zamanda "nahda" (röİıe­ sans, uyanıf) hareketinin olgunluk dönemine tekabül_ etmekte­ dir. 3 Taha Hüseyin öğrencilik yıllarını, ekonomik yönden yoksul1 2 3

Şevki Dayf üç yaşında bu hastalığa yakalandığını belirtmektedir. Dayf, Şevki, el-Edebul-Arabi el-Muasır .fi Mısr, Kahire, 1961, c. 2, s. 277. Hüseyin, Tali�. el-Eyyam. Kahire, c. 1, s. 3 vd; Şeref, Abdulaziz, Taha Hüseyin ve Zevalul-Muctemai't-Taklidi, Kahire, 1977, s. 17 vd. Esasen ·Nahda" hareketi 19. asrın başlarına kadar götürülmektedir. Enver Abdulmelik, Mısır ·nahda"sının teşekkül devrini 1805-1892 yularına kadar gö­ türmektedir. (Bkz.: Abdulmelik, Enver, Nahdatu Mısr, Kahire, 1983).

8

Cahiliye Şiiri Üzerine

luk, fakat kültürel yönden hareketliliğin bulunduğu bir dönem­ de geçirmiştir. 4 Taha Hüseyin, Ezher'e devam ederken aynı zamanda, yeni kurulan Kahire Üniversitesi'ndeki5 tarih, medeniyet tarihi, ede­ biyat, şark dilleri, felsefe gibi bazı dersleri izlemiş bu dönemde üniversitede ders veren Guidi, Litiman, Santillana, Miloni ve Massignon gibi birçok oıyantalistin derslerini de takip et�iş, 6 1908 yılından itibaren Fransızca öğrenmeye başlamış, Mısır Üniversitesi'nde oıyantalist Louis Clement'in verdiği Fransız edebiyatı derslerini takip etmiş, 7 1914 yılında Tmihu Ebı'l-Aleı adlı doktora tezini hazırlamıştır. Bu tez, Mısır akademik cami­ asında hazırlanan ilk doktora tezi özelliğini taşımaktadır. 8 1914 yılında hükümet bursuyla Fransa'ya giden Taha Hüse­ yin, 1915 yılına kadar Fuko'dan psikoloji, buna ilave olarak, Fransız edebiyatı ve modem tarih derslerini almış; 1915'de Mı­ sır'a geri dönmüş, 1916'da tekrar Fransa'ya gitmiştir. Paris'te edebiyat fakültesine girmiş, Fransızca, Yunanca ve Latince derslerini takip etmiştir. Bu dönemde Emile Durkheim ve Casa­ nova gibi birçok bilginin derslerine katılmış, 1917'de Sourboun­ ne'dan lisans diploması cılmıştır. Durkheim'in danışmanlığında başladığı, İbn Haldun'a Göre Toplum Felsefesi9 konulu ikinci doktora tezi 1918 yılında kabul edilmiş, 1919 yılında yüksek araştırmalar diplomasına ulaştığı bir başka çalışması tasdik edilmiştir. 10 Taha Hüseyin 191 Tde katolik bir ailenin kızı olan, Sourbo­ unne'dan okul arkadaşı, Susanne Briso ile evlenmiştir. Bu evli4 5

Bkz: Şeref, age, s. 23 vd. Kahire Üniversitesi ilk kurulduğunda, "el-Cfuniatu'l-Ehliyye", "el-Camiatu'l­ Mısriyye" ve "Camiatu Fuad el-Evvel" gibi adlarla isimlendirilmiş, Abdunnasır hareketinden sonra üniversitenin adı, "Kahire Üniversitesi"ne (Cami'atu'l-Ka­ hira) çevrilmiştir. 6 Şeref, age, s. 26 vd. 7 age., s. 27. 8 el-Besyuni, Muhammed Ebül-Mecd, Bibliyografya, Kahire, 2001, s. 40, 103. 9 Etude Analiytique et Critique de la Philosophie Sociale d'Ibn Khaldoun, Paris, 1917. Bu eser 1925'de Avukat Muhammed Abdullah Annan tarafından Felse­ Jetu İbn Haldun el-İctimd'iyye ünvanıyla da Arapçaya tercüme edilmiştir. 10 Şeref, age., s. 30-31

Yazar ve Eseri Takdim

9

lik Taha Hüseyin'in hayatında bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir . 11 Taha Hüseyin'in hayatıyla ilgili olarak kaydettiğimiz bu anek­ dotlar, onun düşünce kaynakları ve kültürel dokusunun da ipuçlarını vermektedir. Taha Hüseyin'in düşünce yapısı gelenek­ sel kültürel temel üzerinde oluşmuştur. Her ne kadar Taha Hü­ seyin Ezher'deki ders programlarını ve hocaları alaycı bir üslup­ la eleştirmiş olsa da 12 Ezher'de aldığı klasik eğitim onun kendi­ ne güvenini de arttırmıştır. Gerçekten de Taha Hüseyin o dö­ nemde klasik İslami eğitimin birç.ok önemli kaynağını, sahala­ rında yetkin üstatlardan okuma şansına nail olmuştur. Nitekim, onun Ebül-Ala hakkında hazırladığı çalışması, klasik kültüre vukufiyetini ispatlamaktadır.13 Onun düşünce yapısını oluştu­ ran bir başka unsur ise, yabancı unsurdur. Gerek Mısır'da iken izlediği muhtelif düşünce akımları, yazarlar ve eserler, gerekse Fransa'da gördüğü seviyeli eğitim, onu Mısır standardında sıra­ dan bir yazar veya hoca olmaktan çıkartıp, ona evrensel bir ay­ dın olma imkanını sağlamıştır . 14 1919'da tanınmış bir şahsiyet olarak Mısır'a dönmüştür. Andre Gide, L. Massignon, J. P. Sartre ve Poul Valeıy gibi meş­ hur edebiyatçılarla dostluk kurmuştur. Kahire Üniversitesi'ne dekan· olarak tayin edildiğinde (1928), birçok Fransız akademis­ yenin üniversitede ders okutmasını sağlamış ve öğrencileri Ba­ tı'ya akademik çalışma yapmak üzere gitmeye teşvik etmiştir. 15 Taha Hüseyin'in bir yandan İslam kültürüne mensubiyeti, öte yandan kadim Mısır, Fransız ve Yunan kültürüne ilgisi ve yakınlığı, onun yeni bir medeniyet proje.si çizmesinde etkili ol­ muştur. Taha Hüseyin'e göre, Mısır Doğulu bir toplum değil, Ba­ tılı bir toplumdur ve Akdeniz medeniyetine mensuptur. 16_ Taha Hüseyin üniversitedeki görevinin yanı sıra, aynı za­ manda birçok bilimsel kurumda da faaliyet göstermiştir. 194211 age., s. 31.

12 age., s. 36. 13 age., s. 37-38. 14 age., s. 39. 15 age., s. 40.

16 age., s. 383 vd.

Ca.hili.ye Şiiri Üzerine

10

1944 yıllan arasında, eğitim bakanlığında müsteşarlık, 19501952 yıllan arasında eğitim bakanlığı da yapan Taha Hüseyin, ulusal ve uluslararası birçok görev üstlenmiştir. 17 Burada kayda değer gördüğümüz bir husus _da şudur: Taha Hüseyin'in Fransa'da derslerini dikkatli bir şekilde izlediği hoca­ ların arasında Fransız edebiyatı tarihçisi Gustave Lanson (18571934) da bulunmaktadır. Lanson, edebiyat araştırmalarının nesnelliği konusunda ekol oluşturmuş bir bilgin olarak ünü; ül­ kesinin sınırlarının dışına taşmış bir şahsiyettir. 18 B. Tihi Hüseyin'in Eserleri

Taha Hüseyin'in büyük bir kısmı pek çok dünya dilline ter­ cüme edilmiş eser ve makaleleri içinden önemli gördüklerimizi kaydetmekte yarar görüyoruz. 1. Zikra Ebi'l-'Alii. Kahire, 1914. (Tecdid Zikra Ebi'l-'Ala, Ka­ hire, 1937), Kahire Üniversitesine takdim ettiği doktora tezi. 2. Etude analytique et critique de la philosophie sociale d'bn Khalddun, Paris, 1917 (Felsefetu İbn Haldun el-İctimaiyye, Ka­ hire, 1925), Paris Üniversitesine takdim ettiği doktora tezi. 3. Fi'ş-Şi'ri'l-CdhU� Kahire, 1926. (Bir kısmın çıkarılıp, birkaç kısmın ilavesiyle 1927'de Fi'l-Edebi'l-CdhUi adıyla yeniden neşre­ dilmiştir.)

4. el-Eyy� Kahire, 1929 (1926-1929 yıllan arasındaki ma­ kalelerinden derlenmiştir.) 5. Mustakbelu's-Sakafefi Mısr, Kahire, 1938. 6. Hadisu'l-Erbi'd, 1. cild Kahire, 1925, 2. cild 1926, 3. cild 1957 ( es-Siydse ve el-Cihlı.d gazetelerinde çıkan makalelerin der­ lenmesiyle oluşmuştur.) 7. Mea'l-Mutenebb� Kahire, 1937. 8. Osman, Kahire, 1947. 17 age., ay. 18 Lanson hk. bkz. Karataş, Şaban, Muhammed. Ahmed HalejW.lah, Eserleri ve Kur'an Tefsiri Ue İlgili Görüşleri (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul, 2003, s. 87-95.

Yazar ve Eseri Takdim

11

9. Elvdn, Kahire, 1952. 10. Alı ve Benühu (Ali ve Çocukları), Kahire, 1953. 11. Mir'dtu'l-İsliun, Beyrut, 1959. 12. Şeyhan (Ebü Bekr ve Ömer), Kahire, 1960.

C. Tihi Hüseyin ve Edebiyat Eleştirisi Taha Hüseyin'in kendisini izleyen genç nesiller üzerinde de­ rin etkisinin bulunduğunu söylemek mübalağalı bir tespit değil­ dir. Nitekim Taha Hüseyin ile aynı "kaderi" paylaşmasına neden olan eserinde Muhammed Ahmed Halefullah (ö. 1998) ve kendi­ sine bu yolu açan Emin el-Hüli (ö. 1966) üzerinde T. Hüseyin'in açık tesirini görmek mümkündür. Nitekim el-Hüli, talebesi Ha­ lefullah'ın eserini Taha Hüseyin'in eseriyle şöyle irtibatlandır­ maktadır: Onlar, Kur'an'ı, -Arap dilinin en muazzam kitabını- oldukça yeni bir araştırma yöntemiyle; sanatsal, düşünsel ve toplumsal ilerlemeden de istifade ederek ele aldılar ve çok yönlü etkileri olan bir girişim ola­ rak 'edebi tefsir teorisi'ni ı 9 ortaya koydular. Bu teori, dindar bir kim­ sedeki zihin düalizmini ortadan kaldıracak bir karakter arz etmekte­ dir. Şöyle ki, bu düalizm, bir aydın, bütün samimiyetiyle İslam'ı ka­ bul edip, İslam ve onun kitabı Kur'an'ın şahıs ve olaylardan dilediği gibi rastgele/amaçsız bahsettiğini ve İslam mesajını yayarken, bu ve­ rileri dilediği gibi kullandığını ifade ettiğinde, açık bir şekilde kendi­ ni göstermektedir. Oysa bunun inanan insanlar için zorunlu bir du­ rum olmaması gerekirdi. Ne var ki, eş-Şi'ru'l-Cahili krizi nedeniyle bu (Kur'an'ın şahıs ve olaylardan rastgele bahsettiği düşüncesi), Mı­ sır'da otuz yıl boyunca yayıldı, anlatıldı ve savunuldu. Ne var ki, uzun yıllardan sonra ilmi gelişimi ve sanatsal kuralları esas alan ki­ şiler, !5.ur'an-ı Kerim'in anlatım sanatını kavrama konusunda attık­ ları bu adımla yukarıda bahsedilen krizi aştılar ve �bunun sonucu olarak; kıssalar ve onun gibi diğer edebi söz sanatlahnın hakim ol­ duğu sanatsal-edebi anlatım biçimini, geçmişte meydana gelen olay­ ların tarihsel olarak detaylı incelenmesi, tarihsel verilerin kritiğinin

19 Edebi tefsir-ekolü ile ilgili olarak bkz., el-Hüli, Emin, (1890-1966) Kur'an Tef­ sirinde Yeni J3ir Metcxl (tere. Mevlüt Güngör), İstanbul, 1995; el-Hüli, Mencihi­ cu Tecdid, Kahire, 1995, s. 229 vd.

12

Cahiliye Şiiri Üzerine

yapılması. Kur'an'daki tabloların detaylarına inilmesi ve olaylan or­ taya çıkaran faktörlerin anal\z edilmesi gibi işlerden ayırdılar ... Bu yaklaşımla, eğitim görmüş dindar aydın, Kur'an'ın, olaylan anlatır­ ken sanatsal ifade kullandığını, kıssaları sanatsal bir biçimde anlat­ tığını tam bir teslimiyet içinde kabul etmektedir. Buna karşın aynı aydın, söz konusu olaylan ve bu olayların kahramanlan_nı bütün de­ rinlik ve açıklığıyla araştırıp analiz ederek; (tarihsel anlatımın) hiçbir biçimde sanatsal anlatım tarzıyla çelişmediğini; -Tarih bilimi söz ko­ nusu olaylar hakkında ne derse desin- bu edebi-sanatsal anlatım tarzının, Kur'an'ın korunmuşluğu ve Allah kelamı olduğu gerçeğine zarar vermeyeceğini ifade etmektedir. Böylece inanmış ilim adamı, ilim çevresine, Kur'an'ın dilediği gibi konuştuğunu ve olaylan istedi­ ği gibi kullandığını söylediğinde de zorda kalmayacağını zannetmek­ te ve 'Bizler ilk olarak vicdanımızla mümin, fakat sonra aklımızla araştırmacı kimseleriz. Zira birbirine zıt ve birbirine çok yakın bu iki güç (vicdan ve akıl) bizim içimizde birlikte yer almaktadır.'20 demek­ tedir. Halefullah, Müslüman aydınlan böyle bir şizofreniden kurtar­ ma düşüncesindedir. Ona göre, artık bir aydın bu çalışmanın katkı­ sıyla paradokstan kurtulacak ve Kur'an kıssalarının edebi�sanatsal çizgisini idrak ederek şöyle söyleyecektir: Kur'an, öncekilerin kıssa­ larından dilediğini anlatırken hiçbir biçimde tarih bilgisi vermeyi amaçlamaksızın. edebi bir yol izlemiştir. Çünkü Kur'an, ayrıntı ve verilere, zaman-mekan-şahıs belirlemelerine bağlı kalmaksızın kıs­ saları, edebi bir tarzda anlatır. Son olarak amacının ibret vermek ol­ duğunu açıkça ortaya koyar. 21

Taha Hüseyin'e göre, edebiyat tarihi siyasi hayat ve tarihten bağımsız olamaz. Fransız devrimi ile bu devrimin tarihi nasıl bir­ birinden farklı ise; aynı şekilde Protestanlıkla, Protestanlığın ta­ rihi de birbirinden farklıdır. Fransız devrimi veya Protestan ha­ rekete karşı nefret duyan bir araştırmacı, bu devrim veya hare­ ketin tarihini pekala mükemmel bir şekilde kaleme alabilir. Ne var ki, edebiyat tarihi için aynı şey söz konusu değildir. Devrim 20 "Taha Hüseyin, bir mümin ve müslim olarak Kur'an'daki İbrahim ve İsmail kıs­ sasına inanır, fakat bir filim ve edip olarak onları kabul edemediğini söyler. O bir vakitte iki akılla yaşar. biri mümin ve mütedeyyin; diğeri ise alimlik hali ki, bu hal dini yaşayışına küfreder." Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, Ankara, 1983. s. 300; Aynca bkz: el-Keylani, Muhammed Seyyid, FusillMumti'a, Kahire, 1959, s. 31 vd. 21 Halefullah, age., Kahire, 1972, s. (elif); Ku.r'{ı.n'da Anlatım Sanatı (tere: Şaban Karataş), Ankara, 2002, s. 22-23..

Yazar ve Eseri Takdim

13

tarihini yazmak için devrimci olmaya gerek yoktur; ama edebiyat tarihini yazmak için edip olmak şarttır. Nitekim pek çok ateist yazar, dinler tarihi ile ilgili eserlere imza atmışlardır. Edebiyat ta­ rihini kaleme almak için sadece bilimsel araştırma metodları ye­ terli değildir. Bunların yanında zevk ve bireysel yetenek gerekir. Edebiyat tarihi de bir ilimdir; ancak fen ve tabiat bilimleri gibi deği�dir; çünkü edebiyat tarihçisi yazarın şahsiyetinden etkile­ nir. Bu özelliği ile nesnel olamaz ve pek çok yönden öznel olmak durumundadır. Netice itibariyle edebiyat tarihi katıksız bilim ile katıksız edebiyatın ortasındadır. Bu yüzden bilimin nesnelliğini taşıdığı gibi; edebiyatın öznelliğini de taşımaktadır. 22 Taha Hüseyin'in en tanınan eseri, cahiliye şüri ile ilgili olarak kaleme aldığı, Fi'ş-Şi'ri'l-Cdhili'dir. Cahiliye şiiri, İslam ilimleri açısından hayati önemde görülmektedir.23 Maalesef, mazisi ve is­ tikbali İslam olan milletimiz, soran ve sorgulayan bir yaklaşımla, din anlayışını inşa etmeye pek yanaşmamaktadır. Taha Hüse­ yin'in bu eseri, tenkidi hak eden tarafları bir yana, oldukça geniş bir açıdan kimi İslami meselere bakmaya yöneltmektedir. Eser, 183 sayfadan müteşekkil olarak basılmış24 he.m dini hem de siyasi nedenlerden ötürü meydana gelen büyük infialler­ den sonra toplatılmıştır. Daha sonra, sakıncalı görülen bir bölü­ mün çıkarılması ve başka bölümlerin eklenmesiyle Fi'l-Edebil­ Cdhili adıyla tekrar yayımlanmıştır. 25 Bu çalışma Edebiyat Fa­ kültesi birinci ve ikinci sınıf öğrencileri için hazırlanan ders not­ larından oluşmuştur. Kitap her ne kadar, cahiliye şiiri olarak rivayet edilen metin­ ler üzerinde kuşku bulunduğunu ispatlamak üzere yazılmış gö­ rünse de, hem çalışmanın dayandığı metod, hem de· kitaptaki 22 Hüseyin, Taha, Tarihu'l-Edeb·i'l-'Arabi, c. 1, s. 33-34. 23 Cahiliye şiiri ile ilgili olarak kayda değer gördüğümüz neredeyse tek eser, Ni­ hat M. Çetin'in, Eski Arap Şiiri adlı çalışmasıdır. Çetin bir edebiyatçı olarak, hacim olarak küçük fakat istifade açısından muazzam gördüğümüz bu çalış­ masında, konuyla ilgili zengin literatürü ortaya koymuş, genel değerlendirme. lerde bulunmuş, Taha Hüseyin'in kimi görüşlerini eleştirmiştir. Bkz: Çetin, M. Nihat, Eski Arap Şiiri, İstanbul, 1973, s. 49, 56. 24 Kahire, 1926. 25 Kahire, 1927.

14

Cahiliye Şiiri Üzerine

veriler, klasik dini görüşlerin dayandığı esaslan derinden sarsı­ cı özellikte görülmektedir. Çünkü, Kur'an kelimelerinin Arapça oluşunu ispat etme teşebbüsünün yanı sıra, başta Tefsir olmak üzere dil ve gramerle ilişkili İslami disiplinler veya konular cahi­ liye dönemine nispet edilen şiirlerle irtibatlandınlmaktadır. Ta­ ha Hüseyin'in her ne kadar birinci basımda sakıncalı görünen yerleri ikinci basımda çıkardığı ifade ediliyorsa da, biz bu kana­ ati paylaşmıyoruz. O, birinci basımda göze ilk çarpan rahatsız edici ifadeleri çıkarmışsa da, kitabın D.escartes'a ait metodik ya­ pısı ve bu metodla varılan sonuçlan değiştirmiş değildir. Taha Hüseyin'in görüşlerini birçok kişi eserlerinde eleştir­ miştir. İsmail Cerrahoğlu, Taha Hüseyin'in görüşlerini ilhadi tef­ sir bağlamında ele almış ve tenkit etmiştir.26 Aynı şekilde Mu­ hammed Seyyid Keylani de onun görüşlerini Tcihd Hüseyin Bey­ nel-Kufri vel-imlın (İman ve Küfür Arasında Taha Hüseyin) baş­ lığı altında işlemiştir.27 Taha Hüseyin'in yazdığı kitap parlementoda tartışılmış, kıya­ metler kopmuş, meclis Taha Hüseyin'i makamından uzaklaştır­ mayı istemişse de, Başbakan Adli Paşa, bilimsel çalışmayı hima­ ye düşüncesiyle istifa tehdidinde bulunmuştur.28 Taha Hüseyin bu eserinde iki kaynağa atıfta bulunmaktadır. Birincisi, Tabakatu Fuhüli'ş-Şu'arci29 sahibi İbn Sellam el-Cu­ mahi (232/847), ikincisi ise el-Eğcini sahibi Ebü'l-Ferec el-İsfe­ hani (356/967)'dir.so Yazanmız kitabın �irişinde, eserini yaygın resmi görüş olan kadim (klasik, gelenekçi) anlayışın aksine, cedid (yenilikçi) tarza göre kaleme aldığını ve kitabın öğrencilere verilen derslerin hü­ lasası olduğunu vurgulamaktadır. Bu cedid yöntemi, önkabul ve hatta ittifak/icma kabul etmemekte, ihtiyat ve şüphe yöntemini tercih etmektedir. Bu yaklaşımın ucu, neredeyse redd-i mirasa 26 Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, c. 2, s. 353-357. 27 Bkz: Keylani, age., ay. 28 Bkz: Sabri, Mustafa, Mevkıfu'l-Akl ve'l-hm, Beyrut, 1981, c. 4, s. 307-308, 318, Ahbaru'l-Yevm, sa. 155. 29 Bu eseri M. Muhammed Şakir tahkik ve neşretmiştir: Kahire, 1952. 30 Taha Hüseyin'in bütün eserleri ile ilgili olarak bkz: Şeref, age., s. 45-54.

Yazar ve Eseri Takdim

15

kadar varan bir yol görüntüsü vermekte, insanların ittifakla ka­ bul ettikleri tarihi değiştirmeyi hedeflemektedir. Taha Hüseyin, kendisinin de böyle bir durumda, eziyete maruz kalmayı isteme­ diğini, huzurlu ve sakin bir hayatı arzu _ettiğini, ne var ki, bilim­ sel olarak vardığı sonuçlardan da kaçamayacağını vurgulamak­ tadır.31 Taha Hüseyin, cahiliye şiiri diye adlandırılan şiirlerin pek ço­ ğunun (neredeyse tamamının), cahiliye dönemiyle ilgisinin bu­ lunmadığını, bu şiirlerin, siyasi, dini ve sosyal vb. nedenlerle İs­ lam sonrası uydurularak, cahiliye dönemine nispet edildiğini ifade etmekte, buradan da, bu malzemelerin hiçbir biçimde, Kur'an veya hadis metinlerini anlamada ölçü olamayacağı sonu­ cuna varmaktadır.32 Taha Hüseyin kitapta Descartes'ın, şüphe metqdunu kullan­ dığını söylemektedir. Ona göre bu yöntem, araştırılan konuyla ilgili olarak daha önce bilinen her şeyden soyutlanmayı ve konu­ ya tamamen saf-boş bir zihinle bakılmasını gerektirmektedir. Bu yeni edebiyat anlayışı, el, ayak ve boyunların üzerindeki ağır halkalardan kurtulmayı öngörmektedir. Buna göre, objektif bir araştırma yapmak için, kavmiyet duygusunu ve dini inançları unutmak gerekir. Sağlam bilimsel yöntemin dışında, herhangi bir şeyle kayıtlı kalınılmaması lazımdır.33 Ona göre, kadim tarza mensup bilginlerden Arap olanlar, A­ raplığı, Arap olmayanlar acemliği, Müslümanlar kendi inançla­ rını, Yahudi, Hıristiyan ve diğer din mensupları da kendi dinle­ rini merkeze alarak araştırmalar yapmışlardır. Oysa, hiçbir yak­ laşım veya inançtan etkilenmeden araştırma yapılması gerek­ mektedir. Arap edebiyatıyla ilgili yapılan araştırmalar, edebiya­ tın övgü ve yergiyle dolu olduğunu göstermektedir. Descartes'ın yöntemi, sadece tarih ve edebiyat gibi alanlarda değil, aynı za­ manda ahlak ve toplumsal hayatla ilgili konularda da kullanıla­ bilir.34 31 32 33 34

Bkz. Hüseyin, Taha, eş-Şiru'l-Cahili, Kahire, 1926, s. 1-6. age., s. 8-9. age., s. 12-45. age., s. 14.

Ca.hiliye Şiiri Üzerine

16

Taha Hüseyin cahiliye dönemiyle ilgili olarak söylediği şu sözler, onun görüşlerinin bir hülasası kabul edilebilir: Ben cahiliye hayatının varlığını inkar etmiyorum; bu cahiliye şiir�eri denilen metinlerin cahiliye dönemini anlatan veriler sunduğunu ka­ bul etmiyorum. Cahiliye dönemi hakkında bilgi edinmek için bu şi­ irlere değil, bizatihi Kur'an'a bakmak gerekmektedir. Kur'an cahiliye hayatını yansıtan en gerçek aynadır. Kur'an metni şüphe götürmez derecede otantik (sahih) metindir. Cahiliye dönemiyle ilgili verileri Kur'an'dan ve Peygamber'in çağdaşı olan şairlerin şiirlerinden öğren­ mek mümkündür.35

Ona göre, Arapların Peygamber'e karşı koymaları ve tartış­ malarından, onların Kur'an'ı anladıkları sonucu çıkmaktadır. Kur'an'daki bütün metinlerin Araplar için yeni şeyler olduğunu söylemek mümkün değildir. Böyle olmasaydı Araplar Kur'an'ı anlayamazlar, onlardan bazıları iman, diğerleri de mücadele et­ mezdi... Kur'an, üslubu, çağırdığı mesaj ve koyduğu kurallar iti­ barıyla yenidir; fakat Kur'an Arapça'dır. Bu Arapça, o dönem in­ sanlarının kullandığı dildir. Kur'an putperestlik, Yahudilik, Hı­ ristiyanlık, Sabiilik ve Mecusilik üzerinde dururken, hitap çev­ resinde bulunan bu din mensuplarım merkez almıştır... Kur'an putperestlerden, Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve diğer din­ mezhep mensuplarından bahsederken, Araplardan ve Arapların tanıyıp bildiği din ve mezheplerden bahsetmekte, bunlardan ki­ milerini eleştirmekte, kimilerini de onaylamaktadır... Cahiliye hayatıyla ilgili olarak, Kur'an üzerinde yapılan araştırmanın so­ nuçlarıyla cahiliye şiirleri üzerine yapılan arıştırmanın sonuçla­ n arasında pek çok farklar bulunmaktadır.36 Taha Hüseyin'e göre, cahiliye şiiri denilen materyallerde, ca­ hiliye hayatı, dini şuur ve dini duygudan uzak biçimde, çok ka­ palı ve kuru görünmektedir. Nitekim bu şiirler cahiliye dönemi Araplarının dinsel hayatını tasvir etmemektedir. Kur'an ise baş­ ka bir tabloyu, çok kuwetli bir diJ?.i hayatı tasvir etmektedir ki, bu din mensuplarına bütün güçleriyle mücadele etmeleri çağrı­ sında bulunmaktadır. Yine Kur'an, Kureyş'in samimi-diı:ıdar bir 35 age., s. 16. 36 age., s. 17-18.

Yazar ve Eseri Takdim

17

kavim olduğunu vurgulamaktadır.37 Kur'an, cahiliye şiiri deni­ len bu malzemelere nispetle, cahiliye dönemi dini hayatını yan­ sıtan en sadık kaynaktır. Kur'an sadece dini hayat açısından de­ ğil, aynı zamanda düşünce hayatı açısından da cahiliye dönemi­ ni aydınlatan en doğru kaynaktır... Kur'an, cahiliye Araplarının düşüncelerini tam bir sadakatle bize aktarmaktadır.38 Ona göre, cahiliye şiirlerinin yansıttığı gibi, bu insanlar ka ba-saba, cahil ve ahmak değil; tam tersine bilgi, zeka, ince duy­ gu ve zevk sahibi kimselerdi. Ancak bütün Araplar bu açıdan eşit değildi. Kur'an'ın da tanık olduğu üzere, her toplumda oldu­ ğu gibi, onlar arasında da iki sınıf mevcuttu: Servet, mevki, ze­ ka ve bilgi sahibi aydın/ elit sınıf ve geniş halk yığını. Kur'an bu iki sınıfı, mustaz'aflar ve müstekbirler olarak adlandırmakta39 bedevileri ise kabalık, nifak ve ince duygulardan yoksunluk va­ sıflarıyla nitelemektedir.40 Diğer yandan, Arapları sahrada, diğer toplumlardan uzak ya­ şayan bir kavim olarak niteleyen cahiliye şiirinin aksine, Kur'an, Arapların diğer toplumlar ve uygarlıklarla güçlü bir ilişkisinin bulunduğunu vurgulamaktadır.41 Nitekim kimi Arapların grup­ lara ayrıldığını görüyoruz. Bir grup Persleri, diğer grup ise Rum­ ları desteklemiştir. Rum süresi de Arapların çevrenin politik ge­ lişmeleriyle ilgilendiklerini göstermektedir.42 Araplar sadece çev­ redeki politik olaylarla ilgilenmiyorlar, aynı zamanda, ekonomik durumu da takip ediyorlardı.43 Onlar kış yolculuklarını Habeşli­ lerin veya Perslerin bulunduğu Yemen'e, yaz yolculuklarını da Romalıların yönetimindeki Şam bölgesine yapıyorlardı. Kur'an verilerini esas alırsak, Arapların, Hire'den Pers bölgelerine, Şam'dan Mısır'a kadar pek çok bölgeye gittikleri kesin bir gerçek­ tir. O halde onların, siyasi, ekonomik ve dini olarak diğer toplum­ lardan uzak, uzlet içinde bir hayat yaşadıklarını söyleyemeyiz.44 37 38 39 40 41 42 43 44

age., s. 19. age., s. 20.

Ahzab 33;67.

Taha Hüseyin, age., s. 20-21. Tevbe 9;97 Rum 30;1-4 Kureyş 106;1-3. Taha Hüseyin. age.• s. 22.

18

Cahiliye Şiiri Üzerine

Bu tahlillerden sonra Taha Hüseyin, Kur'an öncesi toplu­ mun, ilkel bir toplum değil, diğer toplumlarla ilişki halinde bu­ lunan uygar ve dinamik bir toplum olduğu sonucuna varmakta ve şu soruyu sormaktadır: "Kur'dn'ın ilkel/cahil bir toplumda or­ ·taya çıktığını hangi akıl sahibi söyleyebilir?" Ona göre, cahiliye dönemiyle ilgili sağlam bilgiler· elde etmek için Kur'an, cahiliye şiirinden daha yararlı ve tutarlıdır. Bu araştırma mantalitesi ca­ hiliye dönemi hakkında bilinen her şeyi altüst etmektedir.45 Taha Hüseyin, cahiliye şiirinin, İslam öncesi Arapların dini ve fikri hayatını yansıtmadığı düşüncesine ilave olarak, bu şiir­ lerin Arap dili açısından delil olma özelliğini taşımadığını söyle­ yerek geleneksel dil teorilerini altüst etmektedir. Müellif şu dü­ şünceleri dile getirmektedir: Dilcilerin ittifakla veya ezici çoğunlukla kabul ettiği görüşe göre Araplar iki ana kola ayrılmaktadır: Kahtaniler; yurtlan Yemen'dir. Adnaniler; yurtlan Hicaz'dır. Genel görüşe göre, Kahtaniler, Allah'ın yarattığı günden beri (!) aıi Araptırlar. Adnaniler ise aslen Arap ol­ mayıp asimile olarak Araplaşan insanlardır. İlk dönemlerde, bunlar, İbranice veya Keldanice konuşuyorlardı. Arapça'yı daha sonra öğren­ diler. Bilahere ana dillerini tamamen unuttular. Bu Adnanilerin ne­ sebi İsmail'e vasıl olmaktadır. Bu konuda şu manada bir de hadis bulunmaktadır: 'Atalarının dilini unutarak, Arapça öğrenen ilk kişi İsmail'dir.' Ne var ki, araştırmaların ortaya koyduğuna göre, Arab-ı Aıiye olan Himyer diliyle Arab-ı Müsta'rebe olan Adnanilerin dili ara­ sında büyük farklılıklar bulunmaktadır. Nitekim, Ebü Amr b. el-Ala, 'Himyer lisanı bizim lisanımız değildir, onların lügatı bizim lügatımız değildir,' demiştir. Modem araştırmalar Arap beldeleriniı;ı güneyinde konuşulan dille kuzey bölgesindeki dil arasında özde bir farklılık olduğunu ispatlamış bulunmaktadır... O halde bu sorunun çözülmesi gerekmektedir.46 Şayet Arap orijinli olmayan İsmail Arapça'yı aıi Araplardan öğren­ mişse, bu Arapça'yla Müsta'rebe Araplarının Arapça'sı arasında ni­ çin temelde farklılık b�lunmaktadır? O derecede ki, Ebü Amr b. el­ Ala, bu iki dil, birbirinden farklı iki ayn dildir, sonucuna varmıştır. Çağdaş bilginler bu farklılığı hiçbir şüpheye yer bırakmadan ispatla45 Bkz. Taha Hüseyin, age., s. 22-23. 46 age., s. 24-25.

Yazar ve Eseri Takdim

19

yabiliyorlar. Genelde tarih araştırmalarını, özelde de mitoloji ve kıs­ salar üzerine yapılan etütleri inceleyenler, yukarıdaki, dil öğrenme teorisinin daha sonraki asırlarda, dini, ekonomik ve siyasi nedenler­ le, yapay olarak ortaya çıkarıldığını açıkça görebilirler.47

Taha Hüseyin, Arap diliyle ilgili bu görüşlerinden sonra, ko­ nuyu Kur'an kıssalarına getirmiş, eserinin toplatılması ve ken­ disinin de yargılanmasına sebep olan şu ifadeleri dile getirme cesaretini kendinde bulmuştur: Tevrat'ta İbrahim ve İsmail'le ilgili bazı pasajlar bulunmaktadır. Kur'an'da da bu ikisi hakkında bazı bilgiler vardır. Fakat hem Tevrat hem de Kur'an'da bu ikisi hakkında geçen pasajlar, bırakın İbrahim oğlu İsmail'in Mekke'ye göçüp burada 'Arab-ı Müsta'rebe'nin oluş­ masını ispatlamasını, bu iki şahsın tarihsel gerçekliklerini ispatla­ maya yetmez. Bu kıssada biz, bir açıdan Yahudilerle Araplar, başka bir açıdan, İslam ile Yahudilik ve bir başka açıdan da Kur'an ile Tev­ rat arasında ilişki bulunduğuna dair bir tür hile-çözüm bulunduğu­ nu görmek zorundayız.48 İslam'ın mücadele etmek zorunda olduğu putperestlik, bu din ile da­ ha önceki iki eski din, Yahudilik ve Hristiyanlık arasında ilişki kur­ mayı gerektirmiştir... Kur'an ile Tevrat ve İncil arasında tevhid açı­ sından müştereklik bulunmaktadır. Fakat bu ilişki tamamen mane­ vi/ akli bir ilişkidir ve bunun maddi-görülür bir aktörle pekiştirilme­ si gerekmiştir. Adnani Araplar ile Yahudiler arasında yakınlık kurul­ masını hangi faktör engelleyebilirdi?49 Miladi 7. asırda Kureyş kabilesi böyle bir 'mitoloji'yi kabul etmeye ta­ mamen hazır durumdaydı. Bu asrın başlangıcında Mekke ve çevre­ si:r:ıde siyasi �e ekonomik bir kalkınma-uyanış meydana gelmişti. Bu uyanışın iki temel kaynağı bulunmaktadır: 1. Ticaret: Kureyş kabi­ lesi Şam, Mısır, Pers bölgeleri, Yemen ve Habeşistan civarında ticari faaliyet gösteriyordu. 2. Din: Kabe, çevredeki müşriklerin her yıl hac için geldiği bir mekan özelliği taşıyordu. Kabe'nin insanların benlik­ leri üzerinde çok derin etkileri vardı ve müşrik Araplar, onu, bu çev­ rede Yahudilik ve Hristiyanlığın yayılmasını engelleyen bir sembol olarak kabul ediyorlardı. Nitekim ustfırelerde, Mekke ile Necran, Mekke ile Sana'da Habeşistan'ın inşa ettirdiği kilise arasında dini bir 47 age., s. 26. 48 age., s. 26. ·49 age., s. 27.

20

Cdhiliye Şiiri Üzerine

rekabetin bulunduğunu görmekteyiz. Bu rekabet Kur'arı'da anlatılan Fil vakasına yol açmıştı.50 Kureyş bu çağda maddi-ticari ve putçu-dini bir canlılık içindeydi. Bu iki canlılık sayesinde Kureyş, Romalılar, Persler, Habeşliler ve bun­ ların dini inançlarının Arap beldelerinde yayılmasına mukavemet edebilen bağımsız bir putçu-siyasi bir vahdeti sağlamaya çalışıyor­ du. O halde makul olan, bizatihi bu yeni uygarlığın, mitolojilerin kendinden bahsettiği soylu tarihsel kökleriyle ilişkili, kadim-tarihi kökeninin araştırılması gerekir. Kureyş'in, Kabe'nin İsmail ve İbra­ him tarafından inşa edildiğini anlatan bu ustüreyi kabul etmesine engel bir durum yoktur. Nitekim daha önce de Romalılar da ... ben­ zer nedenlerle Yunanlıların uydurduğu bir mitolojiyi kabul etmişti. Bu kıssa (İbrahim-İsmail'in Kabe'yi inşa etmesini anlatan kıssa), İs­ lam'dan biraz önce ortaya çıkan ve daha önce Mekkelilerin dini ve si­ y�si nedenlerle kabul etttiği gibi, İslam'ın da istimal ettiği bir özellik taşımaktadır... 'Aribe' ve 'musta'rebe' kıssası, İsmail'in Arapça'yı Cürhüm'den öğrenmesi gibi hususların tamamı mitolojid�r.51

Taha Hüseyin'in bu görüşleriyle öğrencisi Muhammed Ahmed Halefullah'ın eserinin dayandığı esaslar, neredeyse tamamen ör­ tüşmektedir. Nitekim Halefullah, el-Fennu'l-Kasası adlı eserinde, Arap kıssalarını öğrenmek bakımından tek sahih kaynağın Kur'an olduğunu söylerken, cahiliye şiirinin otantikliği mesele­ sinde, Taha Hüseyin'in görüşlerini paylaşmakta; Kur'an'daki kıs­ saların, bir gayeye bağlı olarak, vaki olup-olmadığına bakılmak­ sızın anlatıldığı yönünden de yine onun yolundan gidiyor, görün­ mektedir. Ancak Taha Hüseyin, kimi kıssaların vakiiliği konu­ sunda Halefullah'tan daha kesin bir dil kullanmakta ve İbrahim, İsmail ve Kabe'nin inşaı ile ilgili kıssaların ustüre olduğunu söy­ lemekten çekinmemektedir. Peşinen ifade edelim ki, Arap şiirinin otantikliği konusunu bir tarafa bırakırsak, Taha Hüseyin'in, ken­ disinin de yegane otantik metin kabul ettiği Kur'an'daki bazı kıs50 age., s. 27-28. 51 age., s. 28-29. Voltaire de Peygamber'in ailesinden bahsederken, kendisini İb­ rahim'e bağlayan şecerenin masal olduğu üzerinde kuwetle durmaktadır. Ona göre Muhammed, soyundan geldiğini söylediği İbrahim'in basit dinini yeniden tesis etmek ve insanları bütün dinlerde bozulduğunu tasavvur ettiği bir tanrı­ nın birliği inancına çağırmak istiyordu. Bkz: Arnaldez, Roger, "Fransız Kültü­ ründe Muhammed Peygamber'in Tasviri", Uluslararası Birinci İslwn Sempozyu­ mu. İzmir, 1985, s. 68.

Yazar ve Eseri Takdim

21

salan, hangi nesnel ölçüye göre u�tfıre kabul ettiği hususu tama­ men muğlak durmakta ve bilimsel zaaf taşımaktadır. Taha Hüseyin, Arap dili-Arap şiiri teorisiyle kıraatlar arasın­ da irtibat kurarak, farklı kabilelere mensup Kur'an okuyucula­ rının, Kur'an'ı alıp okumaya başlayınca, kıraatlann ortaya çıktı­ ğını söylemektedir. Ona göre, Peygamber ve kabilesi, konuştuk­ ları dil olan Kureyş lehçesiyle Kur'an okumuştur. Ne var ki di­ ğer kabileler kendi lehçelerine göre okumuşlardır. Kıraatlerin or­ taya çıkmasında etken olan lehçelerdeki farklılıkların, şiirde de kendisini göstermesi gerekirdi. Nitekim Halil b. Ahmed, kabile­ lerin dil ve lehçe faklılıklarını toplamıştır. Kur'an gibi mukaddes bir kitap bu farklılıktan kurtulamamışsa, şiir nasıl oldu da dil ve lehçe farklılığından korunabildi? Kur'an, Kureyş lehçesini kul­ landı, farklı lehçe kullanan kabileler de dil ve edebiyatta kendi lehçelerini bıraktılar ve Kureyş lehçesini esas aldılar; böylece dil birliği sağlanmış oldu... 'Bütün bu gerçeklere rağmen alimler ca­ hiliye şiiri denilen malzemeleri, Kur'an'ı ve hadisleri anlayıp yo­ rumlamak için kaynak olarak kullanmaktadırlar... Bu bağlam­ da Mesdilu Ndfi b. Ezrdlô (İbn Abbas'ın �endisine sorulan soru­ lan şiirle cevaplamasını) ele almak gerekir. Bu metinler, Kur'an'ın tamamının fasih olduğu ve İbn Abbas'ın Kur'an'ın en yetkin müfessiri olduğunu ispatlamak için uyduruimuştur.52 Taha Hüseyin'in görüşleri içerisinde araştırmaya muhtaç ko­ nulardan birisi de Ensar ve Kureyş arasındaki asabiyet duygu­ sunun şiire yansıması iddiasıdır. Ona göre, Nu'man b. Beşir ve Hassan b. Sabit'in şiirleri, asabiyet duygusu için istismar edil­ miştir. Asabiyet duygusu rivayetleri de etkilemiş, farklı kabilele­ re mensup kişiler hakkında gerçeğe uymayan şeyler rivayet edil­ miştir.53 Kureyş ve Ensar taraftarları, kendi ürettikleri şiirleri cahiliye dönemine nispet ettiler.54 Cahiliye şiiri denilen malze­ meler, siyasi vs. nedenlerle menhuldür... Edebiyat tarihçisinin cahiliye şiiri diye adlandırılan şeylerin sağlamlığı konusunda şüphe taşıması gereklidir.55 52 53 54 55

Taha Hüseyin, age., s. 34-39. age., s. 60-61. age., s. 64. age., s. 67.

22

Ceıhiliye Şiiri Üzerine

Yazar kendinini, ne oryantalist ne de din adamı olarak nitele­ mektedir56 Ona göre, Arap edebiyatı tarihçisinin cahiliye şiiri ola­ rak kabul edilen bu malzemeleri tamamen inkar yoluna gitmese de, şüpheyle yaklaşması gereklidir. Çünkü bu şiirler, ya bir kıs­ sayı süslemek, ya bir ismi vuzuha kavuşturmak ya da herhangi bir meseli açıklamak için vaz'edilmiştir.57 O, ravilerin rivayet et­ tikleri şürleri tarihsel veri kabul etmemekte; bu şiirlerin çoğu­ nun, kıssalar ve mitolojiler olduğunu, bunların ise kesin bilgi özelliği taşımadığını söylemektedir.58 Cahiliye dönemine ait ha­ berler ve şiirler, sağlam tarihsel yollarla gelmiş değildir. Bunlar, kıssalar ve mitolojiler biçiminde bize ulaşmıştır ki bunda tekellüf ve intihal imkanı vardır. Çeşitli tabletleri saymazsak, Kur'an ön­ cesine ait tek bir metin yoktur. Kur'an tek başına tarihçinin tam bir güven içerisinde kabul edebileceği en eski Arap metnidir. 59 Yazara göre, Arapça olduğunu doğrulamak ve lafızlarını tespit etmek bakımından Kur'an, cahiliye şiirine muhtaç değildir. Arap­ lar kendilerine okunan Kur'an'ı anlamamış değildir ve Peygam­ ber'in Arap olduğu konusunda da bir tartışma yoktur. O halde Kur'an'ı desteklemek için Arap şiirine niçin ihtiyaç duyulsun? Kur'an'ı Arap şiirine mahkum eden anlayış mı, yoksa, Kur'an'ın bu malzemelere ihtiyacı olmayan yaklaşım mı Kur'an'ın kutsallı­ ğını koruyabilir? Bu şürler, kizb ve intihalden başka bir özellik taşımamaktadır. Kur'an'ı okumak üzere bu şürlerden istidlal de­ ğil, bu şiirleri okumak üzere Kur'an'dan istidlal gerekir.60 Taha Hüseyin'in şüpheci tenkit yöntemi ve metinleri din ada­ mı duyarlığıyla değil, çıplak bir araştırmacı mantalitesiyle ele al­ ması, onu izleyen pek çok şahsiyet üzerinde derin izler bırakmış görünmektedir. Kaleme aldığı eserleri ve İslam toplumunda ciddi reaksiyonlara neden olan görüşleriyle, gerek Mısır gerekse diğer İsl� ülkelerinde derin tesirler bırakmış bir düşünür olarak anıl­ maktadır. Taha Hüseyin ve görüşleri hakkında, neredeyde sayı­ sız çalışma yapılmış olmasına karşılık, Türkiye'de, birkaç küçük 56 57 58 59 60

age., s. 84-86. • age., s. 104. age., s. 115. age., s. 126. age., s. 182-183.

Yazar ve Eseri Takdim

23

istisna dışında, özellikle de tefsir ilmtyle ilgili olarak yeterli araş­ tırmaların yapılmaması eksiklik olarak görülmelidir. Taha Hüse­ yin, Kahire Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ndeki çalışmalarında yalnız kalmamış; onun çizgisini, Emin el-Hüli geliştirerek sür­ dürmüştür.61 Esasen el-Hüli'nin yöntemi, Muhammed Abduh'un ve Taha Hüseyin'in yöntemlerinin bir sentezidir :62

D. Tihi Hüseyin'in Görüşleri ve Öze11ikle Bu İki Kitabına Yönelik Müstakil Eleştirel Çalışmalar 1. Asfür, Cabir, Mira.ya. el-Mutecô.vira, Dirô.se fi Nakd Tô.hiı. Hüseyin, Kahire, 1998; 2. Cum'a, Muhammed Lutfi, eş-Şihiıbu'r-Rô.sid, Kahire, 1926; 3. Huseyin, Muhammed Hıdr, Nakz Kitô.b fiş-Şiri'l-Cô.hili, Ka­ hire, 1345; 4. el-Ğamravi, Muhammed Ahmed, en-N_akdu't-Tahlili li Kita­ bi Fil-Edebil-Arabi, Kahire, 1929. (Şekib Arslan'ın 55 sayfalık ca­ hiliye şürinin asaleti veya taklit ürünü olup olmadığı üzerine yazdığı mukaddimeyle birlikte); 5. el-Esed, Nasıruddin, Mesô.diruş-Şi'ri'l-Cô.hilı ve Kımetuha't­ Tô.rihiyye, (doktora tezi) Beyrut, 1956(Birinci Basım), 1988 (7. Basım); 6. er-Rafı'i, Mustafa Sadık, Tahte Rô.yeti'l-Kur'ô.n, Kahire, ts; 7. Arafe, Muhammed Ahmed, Nakz Metô.'in fi'l-Kur'ô.ni'l-Ke­ rım, Kahire, 1351; 8. Avd, İbrahim, Ma'reketu'ş-Şi'ri'l-Cô.hili, yy, 1987; 9. Çetiner, Bedrettin, Tô.hiı Hüseyin, Hayatı, Eserleri ve 20. Yüzyıl Arap Edebiyatındaki Yeri (Öğretim Üyeliği Tezi), İstanbul, 1981.

E. Tercüme Üzerine Birkaç Kelam Bir yazar ve eserleri hakkında kanaat sahibi olmanın en sağ­ lıklı yolu, onunla ilgili değerlendirmelere veya dedikodu ve haka61 Taha Hüseyin ve Emin el-Hüli ilişkisi hakkında bkz: Zihni, Mahmud, "Fi'r-Ri­ vayeti'l-'Arabiyye", Mecelletu'l-Edeb, Mart 1960, sa: 10, s. 646 vd. 62 Bkz. Ebü Zeyd, Nasr Hamid, "Tarihte ve Günümüzde Kur'an'ın Tevili Sorunsa­ lı" (çev. Ömer Özsoy), İAD, Ankara, 1996, c. 9, s. 43.

24

Cahiliye Şiiri Üzeri.ne

rete varan lakırdılara kulak kesilmek değil; bizatihi yazarın ağ­ zından veya kaleminden çıkan ifadelere ağırlık vermekten geçer. İslam dünyasında bir ekol oluşturmuş ve pek çok düşünürü de etkilemş olan Taha Hüseyin'in gerek Arap edebiyatı, gerekse İs­ lam tarihi ve her şeyden önemlisi İslami metodolojiye ait nere­ deyse icmaya varan kabulleri kökünden sarsan bu Fi'ş-Şi'ri'l-Cd­ hili eserinin yanı sıra, neredeyse hiç bir eserinin Türkçe'ye çev­ rilmemiş olmasını hem bir garabet hem de ibret verici bir durum olarak değerlendirmek gerekmektedir. Biz bu eseri tercüme ederken, kendimize ait çeşitli mülaha­ zaları öne çıkarıp yazarın düşüncelerini mahkum etmek yolunu tercih etmedik. Eserin basımının ardından toplanıp bir daha ba­ sılmasına izin verilmemesini ve mahkeme kararıyla bazı bölüm­ lerinin çıkarılmasını gerekçe gösterip, kitabın tercüme edilerek yayınlanmasını eleştiren iyi niyetli zevat için bir hatırlatmada bulunma ihtiyacı doğmuştur. Bilgi ve bilişim çağı artık yasak ta­ nımamaktadır. Eser'in tab'ı yasaktır; fakat ofset ve tıpkı basım­ ları fuarlarda biraz daha pahalı olarak satılmakta; hatta bu ki­ tap intemet üzerinden bedelsiz indirilebilmektedir. Eserde ayet numaraları da dahil olmak üzere, atıf yapılan hiçbir kaynağa yer verilmemesi, eserden istifadeyi zorlaştırmak­ tadır. Tercüme ettiğimiz bu eserdeki bütün dipnotları tarafımız­ dan konulmuştur ve bir hata varsa bize aittir. Kimi kaynakların Taha Hüseyin'in istifade ettiği nüsha olup olmadığı hususunda kesinliğe ulaşamadıysak da, atıf yapılan kaynağı tanıtması ama­ cıyla eser ve müellifi belirttik. Gerek notlandınrken yararlandı­ ğımız kaynaklar; gerekse Taha Hüseyin'in atıfta bulunduğu eserlerden oluşan kaynaklar bölümünü hazırladık. Kitaptaki şiirleri benimle birlikte okuyup tercümesine katkı­ da bulunan necip insan Nizar er-Ravi'nin yanı sıra, çalışmala­ rımda unutamayacağım katkılan bulunan, Sahra YMM Ltd. Şti.'ne ve İstanbul Eğitim, Kültür ve Hizmet Vakfı'na teşekkürü borç biliyorum. Başarı Allah'tan; kusur bizdendir. Şaban Karataş Kartal, O 1 Mayıs 2003 ([email protected])

Devletli Abdulhiılık Servet Paşa1 Hazretlerine Devletli Efendim Daha önce siyasetle ilgili yazılar yazıyor ve sizin lüt­ funıızu dile getirirken, hakikate muhabbet duyan bir ruhun rahatlığını ve vefalı bir vicdanın gönül hoşnutluğunu buluyordum. Artık siyaset alanını terk edip üniversite çatısı altına girmiş bulunuyorum. Sizi üniversite meclisinde, da­ ha önce de gördüğüm gibi, güçlü bir ruh, zeki bir kalp ve ıızak görüş sahibi bir şahsiyet olarak görü­ yor; siyasi çalışmalan desteklemedeki isabetli tutu­ munıız gibi, bilimsel gayretleri desteklemede isabet­ li tutumunııza tanık oluyorum. Bu kitabı size ithaf etmeme izin verir misiniz? Sizi en samimi duygularla ve hürmetle selamlıyorum. Taha Hüseyin 22 Mart 1926

1

Abdulhalık Servet (1873-1928) Mısırlı siyaset adamı. Kral Fuad döneminde çe­ şitli bakanlıklarda görev aldı, başbakanlık yaptı. Bu zat döneminde Mısır üze­ rindeki İngiliz himayesi kalktı. Bkz: ez-Zirikli, Hayruddin, el-A'lam, Beyrut, 1989, C. 4. S. 281.

I. BÖLÜM

GİRİŞ

Bize göre bu kitap, Arap şiiri hakkında daha önce insanların pek alışkın olmadıkları bir tür yeni çalışmadır ve şundan nere­ deyse tamamen eminim ki, kimileri bu çalışmayı öfkeyle karşı­ layacak ve kimileri de yan çizip geçeceklerdir. Fakat be!), şunun bunun, öfke ve yan çizmelerine rağmen, bu araştırmayı duyur­ mak, daha doğru bir ifadeyle, yazıya dökmek istiyorum. Çünkü daha önce bu araştırmayı üniversitedeki öğrencilerime anlat­ mıştım. Artık iki yüzü aşkın kişinin bildiği şeyler sır sayılmaz. Bu araştırmaların sonuçlarından tamamen emin olmuş bu­ lunuyorum. Öyle ki, Arap edebiyatı tarihi ile ilgili yaptığım çeşit­ li tespitlerde de aynı şeyleri hissettiğimi biliyorum. Bu güçlü gü­ ven duygusu, beni elinizdeki eseri yazıya dökmeye ve çeşitli bö­ lümler altında yayımlamaya sevk etti. Artık öfkelenenlerin öfke­ si ve yan çizenlerin ilgisizliğini dikkate alımıyorum. Kimilerini öf­ kelendirip kimilerine ağır gelse de, bu araştırmanın, esasen, ge­ leceğin teminatı, çağdaş uyanışın önderleri ve yeni edebiyatın hazinesi olan küçük bir aydınlanmacı grubu razı edeceğine inancım tamdır. Edebiyat uzmanları epeyce bir zamandan beri (edebiyatta) gelenekçilik (kadim) ve yenilikçilik (cedid) meselesi üzerinde dur­ muşlar; bununla ilgili olarak aralarındaki tartışmalar şiddetlen­ miş ve kimileri birbirine hasım tarafları uzlaştırabileceği hayali­ ne kapılmıştır. Fakat benim kanaatime göre, birbirine hasım ta­ raflar meseleyi bütün yönleriyle ele almış değillerdir. Onlar ne­ redeyse, insanların kullana geldikleri nesir ve şiir gibi edebiyat türleri, bu türlerde oluşturulan üsluplar ile yazar veya şairin, kendi duygularını yahut aklının ürettiklerini insanlara sunmayı istediğinde, yöneldikleri mana ve lafızlardan öte geçememişler-

28

Ca.hiliye Şiiri Üzerine

dir. Ancak meselenin başka bir boyutu daha var: Bu boyut da, yazı veya şiir sanatı ele alınmamakta; sadece edebiyat ve edebi­ yat türleri tarihinin bilimsel olarak araştırılmasıyla ilgilenilmek­ tedir. İki tercihle karşı karşıyayız: Ya edebiyat ve edebiyat tarihi hakkında eski alimlerin (kudema) dediklerini kabul edeceğiz ki, bu takdirde, el-Esma'i hata yaptı veya isabet etti, Ebu Ubeyde muvaffak oldu veya olmadı, el-Kisdi doğruyu buldu veya doğru­ dan saptı, sözlerinde olduğu gibi, her araştırmada bulunabile­ cek basit tespitlerin dışında, bunlara eleştirel yaklaşmayacağız; ya da, eski alimlerin bütün ilmini araştırma mevziine koyacağız. Afedersiniz, araştuma değil; şüphe demek istedim. Burada araş­ tırılıp kesinlik kazanana kadar eski alimlerin, edebiyata ve ede­ biyat tarihine dair dediklerini kabul etmemeyi kast ediyorum. Eğer. kesinlik oluşmazsa, iş tercihe kalır. Her iki ekolün araştırma yöntemleri arasında büyük farklılık bulunmaktadır. Bu, insanda güven ve hoşnutluk hislerini oluş­ turan iman ile insanda endişe ve çalkantı oluşturup çoğu zaman inkara varan şüphe arasındaki fark demektir. Birinci ekol, her şeyi eski alimlerin bıraktığı yerde sabitle­ mektedir. Burada ne bir değiştirme ne de alternatif getirme söz konusudur. Basit rotüşler hariç, (bu mirasın) ne genel çerçeve­ sine ne de aynntılanna dokunulabilir. İkinci ekol ise eski ilmi baş aşağı etmektedir. Burada eskinin çoğu silinmiyorsa da, es­ kiye ait pek çok şey silinmeye maruz kalmaktadır. Bu tür genellemeleri bırakıp meramımızı açıklayacak örnek­ lere geçmek istiyoruz: Araştırmayı ve h�kikatine ulaşmayı istediğimiz cahiliye şiiri meselesi önümüzde durmaktadır. Gelenekçilere (ensaru'l-ka­ dim) göre bu konuda yol açık ve düzgündür. İş çok kolaydır. I­ rak, Şam, İran, Mısır ve Endülüs gibi büyük şehirlerin geçmiş­ teki alimleri, İslam'dan önce pek çok şairin yaşayıp pek çok şi­ irler söyledikleri hususunda icma etmemişler mi? Bu alimlerin kendileri, bu şairlerin, hiç ihtilafa düşülmeden kuşaktan kuşa-

Giriş

29

ğa aktarılmak suretiyle, tanınan ve insanların hafızalarında yer eden şahsiyetler olduğu konusunda icma etmemişler mi? Bu alimler, cahiliye şairlerine ait kasideler ve kısa şiirler bulundu­ ğu; bunları muhtelif ravilerin ezberleyip daha sonraki nesle ak­ tardıkları, nihayet tedvin dönemi gelince de bu şiirlerin kitaplar içerisinde derlendiği, Allah'ın izniyle bunların günümüze kadar geldiği hususunda icma etmemişler mi? Şayet alimler bütün bunlar üzerinde icma etmişler ve şairlerin isimlerini rivayet edip korumuş ve onların eserlerini bize ulaştırıp yorumlamışlarsa; geriye onların söylediklerini tam bir rıza ve güven ile almaktan· başka tercih kalmamaktadır. Eğer birisi araştırma, eleştiri ve tahkik yapmak zorundaysa, bunu ancak gelenekçilerin yöntemi­ ni çiğnemeden yapabilir. Alimler rivayette bazı ihtilaflara düşmüşler ve şiiri kaydet­ mekte birbirlerinden biraz ayrı düşmüşlerse bizim yapacağımız bunlar arasında bir muvazene yapmak, rivayetlerden birini ter­ cih etmek, bir metni başka metne tercih etmek ve Basralılar isa­ bet etti ve Küfeliler hata etti veya el-Muberred gerçeği gördü ve Sa'leb göremedi demekten başka bir şey olmamalıdır. Edebiyat ve edebiyat türlerinde, tıpkı fıkıhta içtihat kapısı kapatıldıktan sonra fakihlerin mezhepleri ne ise aynı yöntemi izlemeliyiz! İşte gelenekçilerin yöntemi bundan ibarettir. Mısır'da yaygın ve aynı zamanda resmi yöntem budur. Üç aşağı beş yukarı, devlet okul­ ları, kitapları ve eğitim programlan bu yöntemi esas almıştır. Edebiyat alanında kullanılan yeni ifadeler ile edebiyat tarihi­ ni çeşitli çağlara ayırıp bir miktar düzenlemeden öte geçemeyen çalışmalar gözünüzü boyamasın. Bütün bunlar işin öz ve esası­ na dokunmayan, kabuk ve şekille meşgul olmaktan başka bir şey değildir. (Onlara göre) Hala Araplar, göçebe-yerleşik ve saf Araplar-Araplaşanlar olarak ikiye ayrılmaktadırlar. Onlar (saf Araplar) Cürhüm kabilesinden ve bunlar (Araplaşanlar) İsma­ il'den gelmektedirler. İmriu'l-Kays Kifd NebkL..; Tarafe Li Havle­ te Atldl...; Amr b. Kulsum Eld Hubbi...kasidelerinin sahibi olma­ ya devam ediyorlar! Hem cahiliye hem de İslam döneminde Arap edebiyatı şiir ve nesir olarak, nesir ise düzyazı, seci'li yazı olarak ikiye ayrılıyor... Gelenekçiler yazdıkları kitaplarında ve öğrenci-

30

Cahiliye Şiiri Üzerine

lerine verdikleri derslerde bunlara benzer pek çok sözler söyle­ mektedirler. Onlar edebiyat alanında hiçbir şeyi değiştirmiş değildirler; herhangi bir şeyi değiştirmek de onların harcı değildir. Klasik alimlerin söylediklerine tam bir güvenle sarıldılar ve tıpkı fakih­ lerin fıkıh, kelamcıların da kelam alanında yaptıkları gibi, ede­ biyat alanında kendilerine içtihat kapısını kapattılar. Yenilikçilere gelince, onların önünde yol oldukça engebeli ve virajlıdır, sayılamayacak derecede engellerle doludur. Onlar ne­ redeyse hareketsizliğe yakın bir şekilde ağır ağır yürüyorlar. On­ lar (okuduklarına karşı) kendilerini tam bir iman ve güven içeri­ sinde bulamıyorlar veya bu iman ve güvenden nasiplenmemiş­ ler! Allah onlarda, şüphede tat; sıkıntı ve ıstırapta hoşnutluk bulan akıllar yaratmış. Onlar, konu kendilerine tamamen ber­ raklaşmadan, edebiyat tarihinde bir adım atmak istemiyorlar. Onlar için klasik alimlere ve gelenekçilere muvafakat etmekle, şiddetle muhalefet etmek tamamen eşittir. Onlar klasik alimlerin dediklerine tam bir güvenle yaklaşmı­ yorlar, bunlara ihtiyat ve şüpheyle yaklaşıyorlar. Belki de onla­ rın en çok şüphe ettikleri şeyler, klasik alimlerin en çok kesin­ lik ve güven duyduğu konulardır. Onlar cahiliye şiiri meselesini araştırmak istiyorlar, klasik alimlerin üzerinde icma ettikleri ko­ nulan bilmezlikten geliyorlar ve şöyle bir sorgulamaya girişiyor­ lar: Cahiliye şiiri diye bir şey var mıdır? Ortada böyle bir şiir var­ sa onu öğrenmenin yolu nedir? Bu şiirin mahiyeti nedir? Ne ka­ dardır? Hangi özelliğiyle diğer şiirlerlerden ayrılmaktadır? Bu türden sorulan soruyorlar ki, bu sorunların · çözümü ağır ve temkinli hareket etmeye, bireylerin değil, bilimsel grupların ça­ balarına muhtaçtır. Onlar, Arapların göçebe-yerleşik, saf Arap­ lar-Araplaşanlar olarak ikiye ayrıldığı; birinci grubun Cürhüm kabilesi, ikinci grubun da İsmailoğullan olduğu; İmriu'l-Kays, Tarafe ve İbn Kulsüm'un bu şiirleri (mutawelat) söyledikleri ka­ naatini taşımıyorlar. Fakat eski bilginlerin bunları rivayet ettik­ lerini biliyorlar ve bu alimlerin isabet mi yoksa hata mı ettikle­ rine açıklık kazandırmak istiyorlar.

Giriş

31

Yenilikçilerin izledikleıi yöntemin ortaya koyduğu sonuçlar çok ıisklidir. Her şey bir tarafa bu bir edebiyat devrimidir. Nite­ kim onlar kimi alimlerin kesin bir şekilde inandıklarına şüphey­ le bakıyorlar, kimi alimleıin de şüphe götürmez bir kesinlikle gerçek olduğunda icma ettikleıi bazı şeyleıi inkar edebiliyorlar. Bu ekolün çabası bu sınırda kalmış değildir ve bunun fersah fersah uzağına kadar gitmektedir. Onlar tarihi, daha doğrusu insanların tarih olduğunda ittifak ettikleıi şeyleıi değiştirmeye teşebbüs edebilirler. Onlar şüphe edilmesi mübah görülmeyen alanlarda şüpheye varabilirler. İki durumla karşı karşıyadırlar: Ya kendileıini, ilmi ve ilmin gereklerini inkar ederek kimsenin huzurunu bozmayıp rahatlarına bakacaklar ya da kendileıine gerekli değeli vererek ilmin gerektirdikleıini yerine getirecekler; bunun sonucunda da alimlerin marüz kaldıkları işkencelere marüz kalacaklar, alimleıin katlanmak durumunda oldukları öfkelere tahammül edecekler. Ben kendimin bir alim olduğunu iddia ediyor .ve işkenceye marüz kalmayı seviyor değilim. Doğrusu ben sakin ve huzurlu bir hayatı arzu ediyor ve sukünet içinde yaşamın lezzetleıini tat­ mak istiyorum. Fakat bununla birlikte ben düşünmeyi, araştır­ mayı, düşünme ve araştırmalarımda vardığım sonuçları insan­ lara duyurmayı da istiyorum. İnsanların istedikleıi veya isteme­ dikleıi şeyleıi açıkladığımda, insanların hoşnutluğunu kazan­ mak veya öfkeleıini üzeıime çekmek gibi bir niyetim yoktur. Ne­ tice olarak Allah'a tevekkül ediyorum. Size anlatmak istedikleıi­ mi çıplak bir şekilde ve tam bir sadakatle açıklayacağım. Bu açıklamalarda, tam bir teenni ve ihtiyatla, insanların duymadık­ ları şeyleıi onların gündemleıine sokan yetenekli yazarların izle­ diği yollarından uzak duracağım. Bu açıklamalar içeıisinde size ilk sürprizim şudur: Ben cahi­ liye şiiıinin değeıine karşı şüpheye düştüm ve bu şüphemde de ısrar ediyorum veya bu şüphe benim peşimi bırakmıyor. Araşt�r­ maya, okumaya ve tefekküre başladım. Bütün bunlar kesin ol­ masa da kesine yakın bir noktaya beni ulaştırdı. Şöyle ki, bizim cahiliye şiiıi dedikleıimizin büyük bir çoğunluğunun cahiliye

32

Cahiliye Şiiri. Üzerine

dönemi ile uzak.tan yakından alakası yoktur. Bunlar İslam'ın zu­ hurundan sonra ortaya çıkan çeşitli uydurma (intihal) metinler­ dir. Bu şiirler cahiliye hayatını anlatmaktan ziyade Müslüman­ ların hayatlarını, temayül ve duygularını yansıtan İslami döne­ me ait metinlerdir. Neredeyse hiç kuşku duymuyorum ki, cahi­ liye döneminden bugüne kalan sahih şiirler çok azdır ve bunla­ rın her hangi bir bilgi vermesi mümkün değildir. Bu metinlerden hareketle cahiliye asrına ait gerçek edebiyat tablolarını çıkar­ mak güvenli bir yol değildir. Ben bu teorinin tehlikeli sonuçları­ nı takdir ediyor fakat bunu ispatlama ve duyurmada hiç tered­ düt etmiyorum. Size veya sizin dışınızdaki diğer okuyuculara ilan etmekte hiçbir zayıflık göstermiyorum ki, İmriu'l-Kays, Ta­ rafe, İbn Kulsum veya 'Antere'nin şiiri diye okuduğunuz şeyler, hiçbir şekilde bu kişilere ait değildir. Bunlar olsa olsa, ravilerin intihali, bedevi Arapların uydurmaları, gramercilerin sanatı, kıs­ sacıların yakıştırmaları veya müfessir, muhaddis ve kelamcıla­ rın icatlarıdır. Bütün bunlarla birlikte iddia ediyorum ki, cahiliye asrının İs­ lam'a yakın dönemine ait bilgiler tamamen kaybolmuş değildir ve bu dönemi sağlıklı ve berrak bir şekilde tasavvur edebiliriz. Fakat bir şartla: Şüre dayanarak değil; buna mukabil bir yan­ dan Kur'an'a, diğer yandan da tarih ve esatire dayanarak... Araştırmanın nasıl beni bu tehlikeli teoriye götürdüğünü so­ rabilirsiniz! Bu sorunuza cevap vermekten çekinecek değilim. Tam aksine bu konuda yazdıklarımı size cevap olsun diye kale­ me alıyorum. Bu konuda size ikna edici cevaplar verebilmem için çeşitli konular üzerinde durmam gerekiyor. Siz de görecek­ siniz ki, bu konuların tamamı tek bir sonuca, az önce belirttiğim teoriye götürecektir. İslam'ın zuhurundan ve fetih hareketinin çluraklamasından sonra Arap toplumundaki dahili siyasi hayat­ tan ve bu hayat ile şiir arasındaki ilişkiden bahsetmemiz gereki­ yor. Fars, Şam, Cezire, Irak ve Mısır'ın fethinden sonra mağlup duruma düşen insanların halinden ve onların bu haliyle Arap dili ve edebiyatı arasındaki ilişkiden bahsetmemiz gerekiyor. Din ve dil ilimlerinin doğuşu ve bu ilimlerle edebiyatın ilişkisi üze­ rinde durmamız gerekiyor. Bunun peşinden İslam'dan önce ve

Giriş

33

sonra Arap yarımadasındaki Yahudiler ve bu Yahudiler ile Arap edebiyatı arasındaki ilişkiden bahsetmemiz gerekiyor. Ardından da, Hınstiyanlıktan ve onun İslam'dan önce Arap yarı�adasın­ daki yayılış sürecinden, bu dinin Arapların fikri, içtimai, iktisa­ di ve edebi tesirinden; bütün bu hususlar ile Arap edebiyatı ve Arap şiiri arasındaki ilişkiden bahsetmemiz gerekiyor. Sonra, İs­ lam öncesi Arapların hayatlarında önemli rol oynayan dış siyasi etkenler ve bunların hem cahiliye şiiri ve hem de uydurularak cahiliye Araplarına nispet edilen şiir üzerindeki ciddi etkileri üzerinde de durmamız gerekiyor. Bütün bu işaret ettiğim konu­ lar, size takdim ettiğim şu teoriye götürecektir: Cahiliye şiiri di­ ye isimlendirdiğimiz şiirler hiçbir şekilde _cahiliye şiiri değildir! Fakat ben bu konular üzerinde durmakla sınırlı kalmayaca­ ğım. Çünkü ben bu konularla sınırlı kalmadım ve tam aksine kendi iç dünyamda bunun ötesine geçtim. Sizinle birlikte başka tür bir araştırmaya geçmek istiyorum ki, bu araştırma yukarıda geçen bütün konulardan delalet yönünden daha güçlü ve daha ispatlayıcıdır. Bu, edebi ve dilsel araştırmadır. Bu araştırma bi­ zi şu sonuca götürecektir: İmriu'l-Kays, A'şa veya bunların dı­ şındaki diğer şairlere nispet edilen şiirlerin dil ve edebiyat yö­ nünden bu şairlere ait olması; bu şiirlerin Kur'an'ın ortaya çıkı­ şından önce s0ylenip yayılması mümkün değildir. Evet! Bu araş­ tırma bizi alışkın olmadığımız bir sonuca götürecektir: Bu şiir Kur'an tefsirinde ve hadislerin tevilinde delil olarak kullanıla­ maz. Tam aksine Kur'an ve hadis bu şiirlerin tefsirinde delil ola­ rak kullanılmalıdır. Şunu söylemek istiyorum ki, bu şiirler hiç­ bir şeyi ispatlayamaz ve hiçbir şeye işaret edemez. Kur'an'la ilgi­ li bir bilgi için bu şiirle�n araç olarak kullanılması uygun değil­ dir. Çünkü bu şiirler kesinlikle alimlerin kanıtlamak istedikleri görüşleri desteklemek için icat edilmiştir. Bütün bu yollardan tek bir gayeye, bu ileri sürdüğüm teori­ ye varırsak; işte o zaman gerçekten cahiliye şiiri olabilecek me­ tinleri araştırmaya çalışabiliriz. Ancak peşin olarak itiraf edeyim ki, bu araştırma fevkalade güç bir iştir ve bizi hoşnut edecek bir sonuca götüreceğinden de çok şüphe ediyorum. Bununla birlik­ te amacımızı gerçekleştirmeye. çaba sarf edeceğiz.

34

Ca.hiliye Şiiri Üzerine

A ARAŞTIRMA YÖNTEMİ Açık ve net olmak istiyorum. Amaçladığım hedefleri eleştir­ me, açıklama ve ortaya çıkarma konusunda, insanları bir yorum yapma, hataya düşme ve farklı görüşlere varma gibi durumlara sürüklemeden, insanlara söylemek istediğimi olduğu gibi söyle­ mek istiyorum. İnsanları bu tür bir sıkıntıya düşürmek istemi­ yorum. Tartışmaya gerek olmayan konularda insanlara cevap vermek ve münakaşaya girmek de istemiyorum. Açıkça söylüyo­ rum ki, ben böyle bir araştırmada modem bilginlerin ve felsefe­ cilerin araştırma yöntemini izleyeceğim. Bu modem çağın başın­ da varlıkların hakikatini araştırmak için Descartes'ın ortaya koyduğu felsefi yöntemi edebiyata uygulamak istiyorum. Bütün herkesin bildiği gibi, bu yöntemin temel kuralı, araştırmacının daha önce bildiği bilgilerden kendisini so�tlaması ve araştırma konusunu, daha önceden söylenmiş sözlerden zihnini tamamen boşaltmış olarak karşılamasıdır. 2 Yine bütün insanların yakın­ dan bildiği gibi, ortaya çıktığı gün, din ve felsefede gelenekçi olanların öfkesini çeken bu yöntem, en verimli, sağlam ve güzel bir yöntem olup bilim ve felsefeye yenilik getirmiş, edebiyat ve sanat adamlarının ekollerini değiştirmiş, bu asra damgasını vurmuştur. Kadim Arap edebiyatını araştırmak ve soruşturmak istediği­ mizde bu yöntemi kullanalım. Edebiyat ve edebiyat tarihi alan­ larına, daha önce söylenmiş sözlerden sıyrılarak ve elimizi kolu­ muzu bağlayan, böylece özgür hareket etmemize ve aynı zaman­ da özgür düşünmeme mani olan pek çok engelden kurtulmuş olarak yaklaşmalıyız. Evet! Arap edebiyatını ve tarihini araştırmaya yöneldiğimizde milli kimliğimizi ve onun bütün karakteristik özelliklerini; dini­ mizi ve onunla bağlantılı olan şeyleri unutmamız gerekiyor. Doğ­ ru ve bilimsel araştırma yöntemlerine dayanmadıkça, her hangi bir şeyle sınırlı kalınmamalı ve ona boyun eğmemeliyiz. Eğer mil­ li ve dini kimliğimizi, bu ikisiyle bağlantılı şeyleri bir tarafa bırak2

Descartes'ın konuyla ilgili görüşleri için bkz: Descartes, Felsefe'nin İlkeleri (tere: Mehmet Karasan). İstanbul, 1997, s. 23, 24, 28, 29, 46, 48, 73, 75.

Giriş

35

mazsak, bunları himaye etmeye çalışır, duygularımızı bunları kabule zorlarız. Sonuç olarak bu milli ve dini kimliğe uydurarak akıllarımıza kelepçe vurmuş oluruz. Eski alimler bundan başka­ sını mı yaptılar? Eski alimlerin ilmini bu tavırdan başka ifsat eden bir faktör var mıdır? Eski alimler Arap iseler, Arapların le­ hine taassup gösterdiler; Arap değillerse Araplara karşı taassup içinde bulundular. Onların bilgileri bozulmaktan kurtulamadı. Çünkü Arapların yanında taassup gösterenler, kendi asaletleri ve büyüklüklerini ifadede aşırıya gittiler; hem kendilerine hem de bilime yazık ettiler. Araplara karşı taassup içerisinde bulu­ nanlar ise, onlara hakarette çok ileri gittiler, aynı şekilde onlar da hem ilme hem de kendilerine yazık etmiş oldular. Eski alimlerden kimileri, İslam'a samimi olarak gönül vermiş kimselerdi. Bunlar her şeyi İslam'a ve İslam'a karşı besledikleri sevgilerine tabi kıldılar. Bilimsel bir araştırma veya her hangi bir edebiyat konusu yahut türünü, sadece İslam'ı teyit edecek ve onun mesajını güçlendirip yüceltecek bir yaklaşımla ele aldılar. Kendi mezheplerine uyanları aldılar; aykırı düşenleri tamamen bir tarafa bıraktılar. Kimi alimler de gayr-i müslim; Yahudi, Hıristiyan, Mecusi, mülhit veya kalplerinde hastalık ve benliklerinde kaypaklık bu­ lunan (münafık) kimselerdi. Samimi müslümanlann etkilendik­ leri gibi onlar da bilimsel hayatlarında çeşitli etkiler altında kal­ dılar. İslam'a karşı taassup içerisinde bulundular ve bilimsel araştırmalarda İslam'a küçümseyerek baktılar; hem kendilerine, hem İslam'a zulmettiler; ilmi ifsat ettiler ve daha sonraki nesil­ lere ·karşı suç işlediler. Eğer eski alimler, akıllan ile kalplerini ayırabilseler ve bilime, her hangi bir milliyet, asabiyet, din ve bunlardan birisiyle ilişkili hususlardan etkilenmeyen çağdaş a­ raştırmacıların yaklaştıkları gibi yaklaşsalardı, şu an elimizdeki mevcut edebiyattan başka bir edebiyat mirasını bize bırakmış olurlar; bizi de şu an katlanmak zorunda olduğumuz külfetten de kurtarmış olurlardı. Fakat bunlar insanın tabiatında vardır ve bunlardan sıyrılma imkanı yoktur. Siz de benim her hangi bir konuda söylediklerimi söyleyebilirsiniz. Eğer ilk çağlardan itiba­ ren felsefeciler Descartes'ın yöntemini uygulamış olsalardı, Des-

36

Cahiliye Şiiri Üzerine

cartes ortaya koyduğu yeni yöntemi icad etmek durumunda kal­ mazdı. Eğer tarihçiler, tarih yazımında, ilk çağlardan itibaren Seignobos'un yöntemine uymuş olsalardı, Seignobos tarihle ilgi­ li yöntemini ortaya koymak ihtiyacını hissetmezdi. 3 Kısaca söy­ lemek gerekirse, eğer insan mükemmel doğmuş olsaydı, kemale ulaşma arzusunu taşımazdı. Bilimi ifsat edecek derecede, bilim hayatında etki altında ka­ lan eski alimleri kötülemeyi bir tarafa bırakalım ve onların etki­ lendikl�ri gibi etkilenmemeye, onların bilimi ifsat etmeleri gibi bir ifsat içinde olmamaya çalışalım. Arapları övme veya yerme, İslam'ın zaferiyle ilgilenme veya İslam'ı kötüleme, İslam'la bilim­ sel-edebi araştırma sonuçları arasında bir uygunluk arama, bu araştırmanın ulaştığı sonuçları milliyet duygusu, siyasi düşün­ celer ve dini_duygular reddettiğinde bir korkuya düşmeme sure­ tiyle Arap edebiyatını araştırmaya gayret sarf edelim. Kendimizi bu ölçüde özgürleştirirsek, hiç kuşkusuz bu bilimsel araştırma yöntemiyle önceki alimlerin ulaşmadığı sonuçlara ulaşabiliriz. Hiç kuşkusuz, aynı görüş etrafında birleşelim veya ayrılalım muhtelif arkadaşlarla karşılaşacağız. Bilimde farklı düşünce sa­ hibi olma, kin sebeplerinden birisi olamaz. Boş kuruntu ve duy­ gular, sebep olduğu kin ve düşmanlık yüzünden insanların ha­ yatını ifsat eder. Sizin de gördüğüz gibi Descartes'ın bu yöntemi sadece bilim­ de, felsefede ve edebiyatta değil aynı zamanda ahlakta ve top­ lumsal hayatta da verimli bir yöntemdir. Şunu da görüyorsunuz ki, bu yöntem sadece bilimsel araştırma yapan ve eser yazanlar için geçerli olmayıp aynı zamanda okuyucular için de geçerlidir. Yine gördüğünüz gibi ben, eski bilgilerden kendisini alamayan ve okuyup yazdıklarında boş duygu ve kuruntulardan kendisini 3

"-Fransız tarihçileri Langlois ve Seignobos 'tarih cemiyetlerinin, aralarında ant­ ropoloji bakımından hiçbir bağlılık olmayan ve müşterek ırsi karakterleri de bu­ lunmayan insan grupları' olduğu fikrinde bulunduklarından, hatta, 'Fransız milli ruhu'nu inkar ettikleri gibi, Alınan vs. milletlere mensup alimlerin tarihte müessir amiller sıfatıyla kabul ettikleri 'milli ruhu' da katiyyen red ve inkar et­ miş ve bunları 'eski teolojinin layık kıyafetle bürünmüş yeni şekli' diye alayla tavsif etmek istemişlerdir. Bunlara göre 'cemiyet ruhu' veya 'halk ruhu 'birer 'mith'den ibarettir..." Togan, Zeki Velidi, Tarihte Usul, İstanbul, 1985, s. 14.

Giriş

37

kurtaramayanlardan, bu pasajları okumamalarını istediğim za­ man, artık aşın gitmiş sayılmam. Gerçek anlamda özgür olma­ dıkları müddetçe, bu pasajları okumaları onlara hiçbir fayda sağlamayacaktır. B. CAııiLİYE DÖNEMİNİN İŞARETLERİ C.AııiLİYE ŞÜRİNDE DEĞİL; KUR'AN'DA ARANMALIDIR

Bununla birlikte ben kadim Arap edebiyatı meraklısı ve aşıklarının, İslam'ın zuhuruyla birlikte sona eren cahiliye hayatını canlandıran cahiliye şiirlerinin mevcut olduğuna inanmaktan tat alanların rahatlamalarını istiyorum. Bu kitap onların inanç­ larını tamamen silmemektedir ve onların araştırdıkları ve araş­ tırmakta bilimsel ve edebi tat buldukları cahiliye hayatı ile onlar arasındaki yolu kesecek değildir. Aksine ben bunun daha ötesi­ ne gidiyorum ve onların önünde, bu cahiliye hayatına ulaşabile­ cekleri, daha doğru bir ifade ile, daha önce tanımadıkları ve ca­ hiliye şairlerine nispet edilen mutawel vs. şiirlerde buldukları­ na taban tabana aykırı olan, kıymetli, parlak ve ilginç bir cahi­ liye hayatına ulaşabilecekleri, yeni, açık, kısa ve kolay bir yol açacağımı iddia ediyorum. Ben cahiliye hayatının varlığını inkar ediyor değilim; benim inkar ettiğim şey cahiliye şiiri diye isimle­ rindirilen bu şiirlerin cahiliye hayatını yansıttığı düşüncesidir. Cahiliye dönemini araştırmak istediğimde, İmriu'l-Kays, Nabiğa, A'şa ve Züheyr'in şiirlerine bakacak değilim. Çünkü ben bu şa­ irlere nispet edilen şiirlere güvenmiyorum. Bu konuda başka bir yol izliyorum ve cahiliye hayatını sıhhatinde hiç kuşku ihtimali olmayan metinlerde yani Kur'an'da araştırıyorum. Zira Kur'an cahiliye asrını yansıtan en iyi aynadır ve Kur'an metinleri hiç kuşku kabul etmeyecek derecede sübut bulmuş­ tur. Cahiliye dönemini Kur'an'da ve Peygamber'in çağdaşı olan ve onunla mücadele eden şairler ile ondan sonra gelen ve İs­ lam'dan önce atalarının düşüncelerini ve yaşadıkları hayat tar­ zını bırakmış olmayan diğer şairlerin şiirlerinde araştırıyorum. Aynca, bu hayatı Emevi şiirinin kendisinde araştırıyorum. Ka­ dim milletler içerisinde Arap toplumu gibi, edebiyatta muhafa­ zakar olup belli bir ölçünün dışında her hangi bir yeniliğe gitme-

38

Cô.hiliye Şiiri Üzerine

yen başka bir toplum bilmiyorum. Cahiliye Araplarının hayatla­ rı, Tarafe, 'Antere, Şemmah ve Bişr b. Ehi Hazim gibi şairlerin şiirlerine nispetle, Ferazdak, Cerir, Zu'r-Rumme, Ahtal ve Ra'i gibi şairlerin şiirlerinde daha belirgin olarak görülebilir. Kur'an cahiliye hayatını yansıtan en iyi aynadır, demiştim. Bu yargı kulağınıza tuhaf gelebilir. Fakat biraz düşününce bu­ nun açık bir gerçek olduğunu anlayacaksınız. Kur'an ayetleri okunduğunda, bu ayetler ile muhatap insanlar arasında bir iliş­ ki olmadan, insanların bu düzeyde ondan etkilenmelerini anla­ yabilmemiz pek kolay değildir. Bu yüksek edebi ve sanatsal eserle, işittikleri veya baktıklarında etki altına kalan insanlar arasında bir ilişki bulunmaktadır. Arapların, Kur'an'ı anlamadan ve onun inceliklerine vakıf ol­ madan, Kur'an'a karşı koymalarını ve onunla ilgili olarak Pey­ gamber'le tartışmaya girmelerini anlayabilmemiz kolay değildir. Kur'an'ın muhtevasının tamamının Araplar için yeni şeyler ol­ duğunu kabul etmemiz kolay ve hatta mümkün değildir. İş böy­ le olsaydı, insanlar onu anlamaz ve idrak edemez; kimileri iman kimileri de muhalefet ve mücadele yolunu tercih etmiş olmazlar­ dı. Kur'an'ın üslubu yenidir, seslendirdiği mesajı yenidir, insan­ lar için koyduğu din ve yasa yenidir; fakat o Arapça bir kitaptır. Kur'an'ın dili nüzul dönemindeki insanların kullandıkları, yani cahiliye dönemine ait edebi Arapça dilidir. Kur'an'da putperest­ lere ve onların inançlarına; Yahudilere, Hıristiyanlara, Sabiilere ve Mecusilere çeşitli itiraz ve cevaplar vardır. Fakat Kur'an sade­ ce Filistin'deki Yahudilere, Bizans Hıristiyanlarına, İran Mecusi­ lerine, Cezire Sahillerine itiraz ediyor değildir. Kur'an, aynı za­ manda bizatihi Arap yarımadasında mukim dinsel gruplara hi­ tap etmektedir. Eğer böyle olmasaydı Kur'an'a muhalefet veya muvafakat edenler, ona destek olma veya karşı koymada malla­ rını ve canlarını feda edenler nezdinde Kur'an'ın bir önemi ve ağırlığı olmazdı. Mısır'da hiçbir kimsenin bağlanmadığı Budizm vs. dinlere hucum etsem, kim çıkar da bana ilgi gösterir? Fakat ben Hıris­ tiyanlığa hücum ettiğimde Hıristiyanların, Yahudiliğe hücum et-

Giriş

39

tiğimde Yahudilerin ve İslam'a hücum ettiğimde Müslümanların öfkelerini üzerime çekerim. Bu dinlerden birisine dokunacak şeyler söyler söylemez hemen fert ve cemaatlerin protestosunu, yasama ve yargı erkini elinde tutan devletin mukavemetini kar­ şımda bulurum. Çünkü ben burada Mısırlıların inandığı ve Mı­ sır devletinin himayesi altındaki dinlere hücum etmiş olurum. İslam'ın zuhurunda da aynı durum vardı. Kur'an putperestlikle mücadele etti; bu yüzden putperestler Kur'an'a karşı koydular; Yahudiliğe hücum etti, bu yüzden Yahudiler Kur'an'a muhalefet ettiler; Hıristiyanlığı eleştirdi; bu yüzden Hıristiyanlar Kur'an'a karşı koydular. Doğal olarak Kur'an'a karşı bu muhalefet hare­ keti yumuşak ve hafif olmamıştır. Kur'an'a karşı sergilenen mu­ halefetin gücü, Kur'an'ın eleştirdiği din mensuplarının toplum­ sal ve siyasi itibarlarına paraleldir. Mesela, Kureyş putperestliği Peygamber'i Mekke'den çıkarttı ve ona karşı savaş açtı. Peygam­ ber'in arkadaşları hicret etmek zorunda kaldılar. Yahudilerin Yahudiliği, Peygamber'e karşı kampanya başlattı ve ona akli bir cihatla karşı koydu; nihayet işin ucu savaşa kadar uzandı. Rı­ ristiyanlığın mukavemeti Peygamber'in hayatı boyunca putpe­ restlerin ve Yahudilerin mukavemetlerinin derecesine varma­ mıştır. Neden? Çünkü Peygamber'in ortaya çıktığı çevre Hıristi­ yan bir çevre değildi. Bu çevre Mekke'deyken putperest; Medi­ ne'deyken Yahudi karakterdeydi. Eğer Peygamber Hire veya Necı:-an'da ortaya çıkmış olsaydı, bu iki şehrin sakinleri olan Hı­ ristiyanlardan da Mekke müşrikleri" ve Medine Yahudilerinden gördüğü tepkilere benzer tepkiler görecekti. Hakikaten İslam, Hicaz müşriklerini ve Yahudilerini hezime­ te uğrattıktan çok kısa bir zaman sonra, İslam'la Hıristiyanlık arasındaki tartışma boyutundaki mücadele, hemen silahlı çatış­ maya dönüşüverdi ki, Peygamber bunun ilk dönemini müşahe­ de etmiş ve halifeler devrinde bu çatışmalar en son noktaya ulaşmıştır. Sizin de gördüğünüz gibi Kur'an, putperestler, Yahudiler, Hı­ ristiyanlar ve diğer din ve mezhep mensuplarından bahsettiğin­ de, Araplardan ve Arapların tanıdığı din ve mezheplerden bah­ setmektedir. Kur'an'ın karşı koyduğu veya teyit ettiği inançlar

40

Cahiliye Şiiri Üzerine

bu din ve mezheplerin içerisindedir. Kur'an bu din ve mezheple­ rin çevredeki insanların benliğindeki etkisi oranında bunları eleştirmekte veya teyit etmektedir. Durum böyleyken, cahiliye Araplarına nispet edilen şiirden cahiliye hayatım araştırmanın sonuçlan ile Kur'an'a müracaatla yapılan araştırmanın sonuçla­ n arasında ne muazzam fark vardır! Cahiliye Araplarına nispet edilen bu şiirler, kapalı, kuru ve dışa kapalı bir hayatı ayrıca güçlü bir dini şuurdan, insanların iç dünyalarına ve pratik hayatlarına egemen dini duygudan uzak bir yaşamı tasvir ediyorlar. Böyle değilse, bu tür bilgileri İmriul­ Kays, Tarafe veya Antere'nin şiirinin neresinde bulabilirsiniz. Cahiliye şiirininin bütün hepsinin cahiliye Araplarının dini ha­ yatlarım tasvir etmekten aciz kalması tuhaf bir durum değil mi? Kur'an ise (cahiliye Araplarının dini inaçlan ile ilgili olarak) başka bir tablo sunmakta; bağlılarını, bütün güçleriyle uğrunda mücadele etmeye çağıran güçlü bir dini hayatı canlandırmakta­ dır. Nitekim (müşrikler) mücadelenin fazla bir fayda vermediğini gördükleri zaman tuzak kurmaya, sonra baskıya, daha sonra topyekün savaş açmaya yönelmişlerdi. Yoksa siz, cahiliye Araplarına nispet edilen bu şiirlerin orta­ ya koyduğu dini hayattan başka dini bir hayat olmaksızın, Ku­ reyş'in kendi evlatlarına tuzak kurduğunu, onlara baskı yaptığı­ m, onlara her türlü işkenceyi reva gördüğünü, onları vatanların­ dan sürdüklerini, onlara savaş açtıklarım ve bu uğurda servet, kuvvet ve hayatlarım feda ettiklerini mi sanıyorsunuz? Asla böy­ le bir şey olamaz. Kureyş çok güçlü dini duygulan olan, dindar bir kabileydi. Bu din ve iman nedeniyle, bütün çabasını harca­ yıp her şeyini feda etti. Aynı şeyi Yahudiler ve Peygamber'e kar­ şı dinlerini savunan diğer Araplar içinde söyleyebilirsiniz. O halde Kur'an, Arapların dini hayatım, cahiliye şiiri denilen bu metinlerden daha doğru yansıtmaktadır. Fakat Kur'an sade­ ce cahiliye dönemi dini hayatım yansıtmamakta; ayrıca cahiliye şiirinde bulamayacağımız başka bilgiler de vermektedir. Kur'an, cahiliye döneminde yoğun bir şekilde mücadele etmek zorunda kaldığı güçlü bir fikri hayatın ve tartışma kapasitesinin bulun­ duğunu ortaya koymaktadır. Kur'an Peygamber'le mücadele

Giriş

41

eden bu Arapların güçlü bir tartışma özelliğine sahip oldukları­ nı anlatmıyor mu? Peki bu Araplar hangi konularda tartıştılar? Tabii ki, pek çok felsefecinin, bir sonuca varamadan, çözmek için hayatlarını har­ cadıkları, ölümden sonraki hayat, yaratılış, Allah ile insanlar arasındaki ilişkinin imkanı, mucizeler gibi din ve dinle ilgili ko­ nularda tartıştılar. Kur'an'ın kuvvet ve maharetli olmakla nitelediği bir kavmin, cahiliye Araplarına nispet edilen şürlerde canlandırıldığı üzere, bilgisiz, ahmak, kaba ve haşin olduklarını mı sanıyorsunuz? Ke­ sinlikle doğru değil! Ne bilgisiz, ne ahmak ne kaba ne de kuru bir hayat yaşayan kimselerdi. Buna mukabil onlar, bilgin, zeki, ince duygulan olan ve refah içerisindeki bir topluluktular. Burada biraz ihtiyatlı olmalıyız. Arapların hepsi böyle değildi ve Kur'an onların hepsini bu şekilde tasvir etmiyor. Onlar da di­ ğer kadim ve çağdaş pek çok toplumda olduğu gibi iki tabakaya ayrılmışlardı: 1. Aydınlar sınıfı: Bunlar sahip oldukları servet, mevki, zeka ve bilgiyle temayüz etmekteydiler. 2. Avam sınıfı: Bunlar ise yukarıda sayılan özelliklerden ne­ redeyse hiç birisine sahip olamayanlardı. Kur'an bu duruma şahitlik etmektedir. Her hangi bir görüşü savundukları veya bir kanaat sahibi oldu�an için değil, sadece efendileri ve önderlerine itaat etmek için inkar eden; kıyamet gü­ nü de şöyle diyecek olan mustazaflann sözlerini Kur'an anlatmı­ yor mu? Ey Rabbimiz! Biz liderlerimize ve ileri gelenlere uyduk, bizi doğru yol­ dan uzaklaştıranlar onlardır, diyecekler.4

Tcıbii ki, evet! Kur'an bedevi Arapların (A'rab}, yobazlıklapnı, kabalıklarını, küfürde ve nifakta aşırılıklarını, iman ve dindar­ , !aşmaya sevkeden ince duygulardan fazla nasiplenmemelerini bahis konusu etmektedir. Allah şöyle buyur muyor mu? 4

Ahzab 33/67.

42

Cahiliye Şiiri Üzerine

Bedeviler küfür ve nifak bakımından daha beterdirler; Allah'm, Rasu­ lüne indirdiği öğretinin sınırlruım görmezden gelmek, onlardan daha çok beklenen bir haldir.5

Peygamber için, Bedevi Arapların kalplerini mal ile yumuşat­ makla ilgili kural konulmadı mı?6 Tabii ki evet! O halde Kur'an Arap toplumunu, diğer kadim toplumların sahip olduğu nitelik­ lerle tasvir etmektedir. Bu toplum içerisinde Peygamber'in tar. tıştığı ve mücadele ettiği seçkin ve aydın kimseler de vardı; her hangi bir aydınlanma ve seçkinlik emaresi taşımayan, kimi za­ manlar Peygamber, mal ile onların sempatisini kazanmak iste­ diğinde, Peygamber ile hasımları arasında münakaşa konusu olan avam kesimi de vardı. Kur'an Arap toplumunu sadece dindar ve aydın bir toplum olarak nitelemekle kalmıyor aynı zamanda İslam öncesi Arap hayatını araştırmada bu cahiliye şiirine dayanmayı alışkanlık haline getirenleri dehşete düşüren bir tabloyu da bizim önümü­ ze seriyor. Nitekim bunlar İslam öncesi Arapların, kendi dışla­ rındaki dünyadan haberdar olmayan, dış dünyanın da bunlar­ dan haberi olmadığı, çölde uzlet halinde yaşayan bir toplum ol­ duklarını kabul etmektedirler. Onlar bu ön kabul üzerine çeşit­ li yargı ve varsayımlar bina edip şöyle diyorlar: Cahiliye şiiri, İs­ lami şiiri etkileyen harici etkenlerden �tkilenmiş değildir. Bu şi­ ir Fars ve Roma medeniyetinden etkilenmemiştir. Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir? Arapların çölde yaşadıkları ve medeni toplumlarla ilişki kurmadıkları söyleniliyor. Bu asla doğru ola­ maz. Kur'an bunun tam tersini söylüyor. Kur'an, Arapların, çev­ relerindeki diğer toplumlarla ilişki halinde olduklarından, daha­ sı bu ilişkinin çok güçlü olduğundan ve bu yüzden de onların gruplara ve rakip taraftarlara ayrıldıklarından bahsediyor. Kur'an Bizans ve Fars toplumlarından, bunların arasındaki sa­ vaştan ve bu savaş yüzünden Arapların birbirine aykırı iki gru5 6

Tevbe 9/97. "Kalplert İslam'a Isırdınlacak Olanlar" (el-Muellefetu Kulübuhum) Kur'an'da zekat vertlecek sınıflardan birtsi olarak geçmekle birlikte (Bkz: Tevbe 9/60), Ebü Bekir ve Ömer. bu uygulamayı Peygamber dönemine mahsus şartlarla ilişkilendirerek. bu sınıfa zekat vermemiştir. Bkz: Kardavi, Yusuf, İslam Huku­ kunda Z-ekdt, (tere. İbrahim Sarmış), İstanbul, 1984, c. 2. s. 81-82.

Giriş

43

ba, Bizans ve Fars sempatizanları olarak ikiye aynldıklannı an­ latmıyor mu? Kur'an'da şu ayetlerle başlayan ve Rum süresi adı verilen bir süre yok mu? Elif, Lam, M'ırrı. Rumlar yenildi. Yakın bir yerde; ama onlar bu yenilgi­ lerinin arkasından muhakkak galip geleceklerdir. Birkaç yıl içinde; önünde de sonunda da iş Allah'ındır ve o gün müminler Allah'ın yar­ dırrııyla sevineceklerdir.7

O halde, bu cahiliye şiiri taraftarlarının sandığı gibi Araplar uzlet halinde bir hayat yaşamıyorlardı. Sizin de gördüğünüz gi­ bi, Kur'an, Arapların Fars ve Bizans siyasetiyle ilgilendiklerini anlatmaktadır. Yine Kur'an, Kureyş süresinde Arapların diğer toplumlarla olan iktisadi ilişkilerini anlatmaktadır. Kureyş'e imkan sağlandığı için; kış ve yaz seferleri mümkün kılındığı için; bu evin Rabbine kulluk etsinler/8

Bu iki ticaret yolculuğunun birisi Bizanslıların (Rum) yaşadı­ ğı Şam bölgesine; diğeri de Habeşistan ve Fars egemenliğindeki Yemen'e yapılıyordu. Peygamber'in sireti ile ilgili kaynaklar, Arapların Bdbu'l-Men­ deb9 boğazından Habeşistan'a geçtiklerini anlatmaktadır. Nite­ kim ilk muhacirler bu ülkeye hicret etmemişler miydi? Yine bu kaynaklar onların Hire'den Fars beldelerine; Şam ve Filistin'den Mısır'a gittiklerinden bahsetmektedir. Öyleyse Araplar uzlet ha­ linde; Fars, Roma, Habeş, Hind ve çevredeki diğer toplumların etkilerinden kurtularak yaşamış olamazlar. Kur'an'ın beyanına göre onlar, dinsiz, bilgisiz, kaba-saba, diğer toplumlara kıyasla siyasi ve iktisadi yönden uzlet halinde olan kimseler değildi. Onlar ilim, din, servet, güç ve mevki sahipleri, tesir ve tees­ süre açık, genel siyasetle ilişkili durumlardan haberdar kimse­ ler olduklarına göre; cahil ve barbar bir toplum değil de, parlak ve uygar bir toplum olmaktan onları alıkoyan nedir? Kur'an'ın 7 8 9

Rum 30/1-3. Kureyş 106/1-3. "Babülmendeb, Kızıldeniz'i Aden Körfezine ve Hint Okyanusuna bağlayan bo­ ğaz. Genişliği giriş kısmında 20 km. Perim Adası ile iki geçide bölünmüştür." Üngör, Sami, Coğrafya Sözlüğü, İstanbul, 1962, s. 66.

44

Cahiliye Şiiri Üzerine

cahil ve barbar bir toplumda ortaya çıktığını hangi akıl sahibi tasdik edebilir? Cahiliye Araplarının hayatlarına ait bilgileri elde etmek bakı­ mından Kur'an'ın, cahiliye şiiri ismi .verilen bu kısır şiirden alı­ nacak bilgilere nispetle çok daha yararlı ve doyurucu olduğunu görmüyor musunuz? İşte bu bakış açısı, cahiliye Araplarına ait hususları öğrenirken alışkın olduğumuz bütün her şeyi ters-yüz etmektedir.

C. CAHİLİYE şifRiıo VE DİL Bununla birlikte bu cahiliye şiirinin çokluğunu mutlak doğ­ ru kabul etmemizi sakıncalı kılan başka bir husus bulunmakta­ dır. Belki de bu husus bizim vardığımız görüşü ispatlama konu­ sunda daha etkili olacaktır. Şöyle ki, cahiliye Araplarının dini ve fikri hayatını yansıtmadığı görüşünde olduğumuz bu şiirler, ra­ vilerin, içinde söylendiğini iddia ettikleri asırdaki Arap dilini yansıt�aktan fersah fersah uzaktır. Burada durum biraz ağır­ dan almayı gerektiriyor. Biz Arap dili derken, dil lafzının ne an­ lama geldiğini araştırdığımız zaman, sözlüklerde bulduğumuz sınırları çizilmiş ince anlamı kastediyoruz; bu dil ile kendi an­ lamlan üzerine delalet eden, kimi zaman hakikat ve kimi zaman da mecaz olarak kullanılabilen, söz konusu dili konuşanların yaşadıkları. hayatın gereklerine uygun olarak gelişme kaydeden lafızları kastediyoruz. Bizim kanaatimize göre bu cahiliye şiiri, cahiliye Araplarının dil karakterini yansıtmamaktadır. Bu cahiliye dilini tanımaya çalışalım: Bu dilin mahiyeti nedir? Bu cahiliye şiirinin, ravilerin beyanına göre, içinde söylendiği iddia edilen çağda neler oldu? Ravilerin neredeyse ittifak ettiği görüş şudur: Araplar iki ana ko­ la ayrılmaktadır: 1. Kahtanoğullan (Kahtaniyye): Bunların ilk yurtları Ye­ men'dedir. 2. Adnanoğull� (Adnaniyye): Bunların ilk yurtları Hicaz böl­ gesindedir. 1 O Fi'l-Edebi'l-Cö.hfü kitabında şiir yerine edebiyat ifadesi kullanılmıştır.

Giriş

45

Yine onların ittifakla kapul ettiği bilgiye göre Kahtanoğulları, Allah'ın kendilerini yarattığı ilk günden itibaren Arapça konu­ şan saf Arapları ('Aribe) teşkil etmekteydi. Adnanoğulları ise Arapça'yı sonradan öğrenmişlerdi. Bunlar daha önce İbranice veya Keldanice gibi başka bir dil konuşuyorlardı; daha sonra saf Arapların ('Aribe) dillerini öğrendiler ve ilk dillerini unuttular. Bu ikinci ve yabancı dil onların arasında yerleşmiş oldu. Aynı şekilde raviler ittifakla, Araplaşan (Müsta'ribe} Adnanoğullarının nesebinin İbrahim peygamberin oğlu İsmail'e dayandırmaktadır­ lar. Raviler bu teorinin tamamına esas olmak üzer tek bir hadis rivayet etmektedirler. Rivayetin özü şudur: "Ana dilini unutarak Arapçayı konuşan ilk kişi İbrahim oğlu İsmaildir. "11 Raviler burada olduğu gibi şunun üzerinde de ittifak ediyor­ lar: Yeni araştırmalar, Himyer dili (ki bunlar saf Araptırlar) ile Adnan dili (ki bunlar Araplaşanlardır) ara�ında çok.güçlü bir ih­ tilaf olduğunu ispatlamaktadır. Ebu 'Amr b. el-'Ala söyle demek­ teydi: "Ne Himyer'in lisanı bizim lisanımıza; ne de onların lugatı bizim lugatımıza benzer. "12 Hakikaten yeni araştırmalar 13 güney Arabistan'da insanların kullandığı dil ile kuzeyde kullanılan dil arasında özde farklılık­ lar bulunduğunu ispatlamış bulunuyor. Bugün elimizdeki çeşit­ li nakış ve metinler, kelime yapısı ve gramer kurallarında farklı­ lıklar bulunduğunu ispatlamamıza imkan veriyor. O halde bu sorunun çözülmesi gerekir. Eğer İsmailoğulları, Arapça'yı asıl Araplar ('Aribe) ismini ver­ diğimiz. insanlardan öğrenmişlerse, nasıl olur da 'Aribe Arapları­ nın kullandığı dil ile Araplaşanların (Müsta'ribe) kullandıkları dil arasında, bu derecede farklılık oluşabilir? O kadar ki, Ebu 11 İbn Sellariı, Tabakdtu'ş-Şu'ard, Leiden, s. 4. 12 age., ay. 13 "(Kahire Üneversitesi) Edebiyat Fakültesi 1930 yılında, Prof. lgnazio Guidi'ye ait Arapça-Latince bir bir risale yayınladı. Bu araştırmanın başlığı "Kadim Gü­ ney Arap Dili" (Summarium Grammatica veteris linhuae Arabscae merdiona­ lis) şeklindedir. Kuzey ve Güney Araplarının dilleri arasındaki farklı ve ortak yönler hakkında ayrıntılı bilgilere ulaşmak isteyenler bu araştırmaya bakabi­ lirler." (Hüseyin, Taha, F'i'l-Edebi'l-Cdhili, s. 81). Ayrıca bkz: Welfonson, İsrail, Tdrihu'l-Luğati's-Samiyye, Kahire, 1929, s. 283-294.

46

Cahiliye Şiiri Üzerine

Amr b. el-'Ala iki bölgenin dilleri arasında belirgin farklılıklar bulunduğunu söylemiş, çağdaş bilginler de bu belirgin farklılık­ ları hiçbir şüphe ve tartışmaya kapı aralamayan delillerle ispat­ lamışlardır .14 İş bu çizgide durmuyor. Genel olarak tarihsel araştırma yapan ve özel olarak da ustüreleri ve kıssaları araştır­ mada derinlik kazananlar açıkça şu hususu görmektedirler: Bu (Kahtan-Adnanoğulları) dil teorisi, _dini, iktisadi ve siyasi ihtiyaç­ ların etkisiyle daha sonraki asırlarda oluşturulmuştur. Hem Tevrat ve hem de Kur'an, İbrahim ve İsmail'le ilgili çe­ şitli haberleri anlatmaktadır. Ancak bu iki ismin Tevrat ve Kur'an'da geçmesi, ilgili kıssaların İbrahim oğlu İsmail'in Mek­ ke'ye hicret ettiğini ve Müsta'ribe (Araplaşan) Arapların burada neş'et ettiklerini ispatlaması bir yana, onların tarihsel varlıkları­ nı ispatlamaya yeterli değildir. Biz bu kıssada, bir yandan Yahu­ diler ve Araplar arasında; diğer yandan İslam ile Yahudilik ve Kur'an ile Tevrat arasında ilişki bulunduğunu ispatlamak husu­ sunda bir tür çözüm bulunduğunu görmek zorundayız. Bu dü­ şüncenin oluşabileceği en Eski Çağ, Yahudilerin kuzey Arabis­ tan'ı yurt edindikleri ve burada egemenliklerini genişlettikleri çağ olabilir. Şu kadarını biliyoruz ki, bu Yahudi kolonileri ile on­ ların göçtükleri bölgelerin sakini olan Araplar arasında şiddetli savaşlar meydana gelmiş; sorunlar karşılıklı uzlaşma ve bir tür anlaşmayla sona ermişti. İşgalci Yahudi güçleri ile bölge insan­ ları arasında gerçekleşen barışın, Araplarla Yahudileri amca ço­ cukları yapan bu hikayenin kaynağını teşkil etmesi hiçte uzak bir ihtimal değildir. Kaldı ki bu iki kesime mensup insanlar, iki · grup arasında hiçte az olmayan bir benzerlik oldukları görüşün­ dedirler. Zira Yahudiler ve Araplar sa.mi idiler. Fakat hiç şüphe yok ki, İslam ortaya çıkar çıkmaz, İslam ile Ehl-i Kitab'ın dışında, Arap putperestliği arasında kıyasıya müca­ dele, bu yeni mesaj (din) ile iki kadim din olan Hıristiyanlık ve Ya­ hudilik arasında ilişki bulunduğunu ispatlamayı gerektirmişti. 14 Taha Hüseyin buradan itibaren birkaç sayfayı aleyhindeki yoğun kampanya, tepkiler ve mahkeme kararıyla, kitabın ikinci baskısında çıkarmış; ifadelerini yumuşatmak suretiyle aynı iddialarını başka verilerle desteklemeye çalışmış­ tır. (Bkz: Hüseyin, Taha, Fi'l-Edebi'l-Ca.hili, s. 81-92)

Giriş

47

Burada dini ilişki aşikar biçimde sabittir. Zira Kur'an, Tevrat ve İnciller; konu, biçim ve amaç yönünden ortak özellikler taşı­ maktaydı. Bu kutsal kitapların hepsi tevhide vurgu yapıyor ve semavi-samı dinlerin ortak olarak seslendirdiği tek bir esasa da­ yanıyordu. Ne var ki, dini ilişki, manevi ve fikri karakter taşı­ maktadır ve bu ilişkiyi, Araplar ve Yahudilerin maddi gerçeklik­ leri gibi, hissedilebilir maddi bir ilişkinin pekiştirmesi çok yerin­ de olacaktır. Adnanoğulları Arapları ile Yahudiler arasında mad­ di yakınlık bulunduğunu ortaya koymak için böyle bir kıssanın kullanılmasına ne engel olabilir ki? Miladi yedinci asırda Kureyş, böyle bir ustüreyi kabule tama­ men hazır durumdaydı. Kureyş kabilesi bu asrın başlangıcında, bir miktar siyasi ve iktisadi kalkınma gerçekleştirmişti. Bu du­ rum onlara Mekke ve çevresinde egemenlik alanı açmış ve kabi­ lenin manevi otorites( hiç de az olmayan putperest Arap bölge­ lerine yayılma imkanı bulmuştu. Bu manevi otorite yayılmasının iki kaynağı vardır: 1. Ticaret: İyi biliyoruz ki, Kureyş kabilesi, Şam, Mısır, Fars bölgeleri, Yemen ve Habeşistan üzerinde ticari faaliyetler sür­ dürmekteydi. 2. Din: Kureyş Kabe etrafında toplanıyor ve her sene müşrik Araplar buraya hac görevi için geliyorlardı. Bu mabedin müşrik Arapların benliklerinde sarsılmaz bir konumu vardı ve yine onlar Kabe'yi güçlü bir dinin sembolü olarak görüyorlardı ki, bu sem­ bol adeta bölgede bir yandan Yahudiliğin ve diğer yandan da Hı­ ristiyanlığın yayılmasına engel oluyordu. Nitekim biz esatirde Mekke ile Necran (halkları) arasında süregelen bir tür dini reka­ betin bulunduğunu görmekteyiz. Yine bu mitlerde gördüğümüze göre, Mekkelilerle Habeşlilerin San'a'da inşa ettiği kilise arasında­ ki rekabet, Kur'an'da da anlatılan Fil vakıasına neden olmuştu. O halde, Kureyş kabilesi bu çağda hem maddi-ticari hem de putperest bir karakter taşıyan dini atılım gerçekleştirmişti. Bu iki yönlü atılım sayesinde Kureyş Arabistan'da, Romalılar, Fars­ lar ve Habeşlilerin müdahelelerine karşı koyabilecek, bağımsız ve putperest özellik taşıyan siyasi bir birlik oluşturmaya çaba sarf ediyordu.

48

Cahiliye Şiiri Üzerine

Bu durum gerçekse -ki biz gerçek olduğu kanaatindeyiz- bu yeni medeniyetin kendisine ait, ustürelerin bahsettiği soylu ta­ rihsel kökenlerle ilişkili, kadim tarihsel bir kökten bahsetmesi makul bir durumdur. Öyleyse Kureyş'in, Kabe'nin İbrahim ve İs­ mail tarafından inşa edildiğini ifade eden bu ustüreyi kabul et­ mesine mani bir hfil yoktur. Nitekim Romalılar da benzer sebep­ lerle, Grekler tarafından oluşturulan ve Roma'nın, Tnıva kralı Priam'ın oğlu Airteas'la ilişkili olduğunu vurgulayan bir miti ka­ bul etmişlerdi. Öyleyse bu kıssanın durumu açıktır. Bu kıssanın ortaya çıkış dönemi yenidir ve İslam'ın zuhurundan biraz önceye rastlamak­ tadır. Bu kıssayı İslam dini bir sebeple almış ve Mekke'de hem di­ ni ve hem de siyasi nedenlerle kullanmıştır. O halde fasih Arap dilinin köklerini bulmayı konu edinen dil ve edebiyat tarihinin bunu (dilin intikali kıssasını) esas alması gerekmez. Sonuç ola­ rak şunu söyleyebiliriz ki, Adnanoğullarının konuştukları fasih Arap dili ile Kahtanoğullarının Yemen'de konuştukları dil arasın­ daki ilişki; Arap dili ile diğer bilinen samı diller arasındaki ilişki gibidir. Saf Araplar ve Araplaşanlar ('Aribe ve Müsta'ribe) kıssa­ sı, İsmail'in Arapça'yı Cürhüm'den öğrenmesi, bütün bunlar her hangi bir önemi ve değeri olmayan mitolojik sözlerdir. Bu araştırmanın bütün neticeleri bizi, konunun başlangıcın­ da ifade ettiğimiz bir meseleye götürmektedir. O da şudur: Ca­ hiliye şiiri denilen metinler, cahiliye Araplarının dil özelliklerini yansıtmamaktadır ve böyle bir iddianın doğru olması mümkün değildir. Çünkü, kendilerine cahiliye şiirlerinden pek çok mısra­ lar nispet edilen şairlerin arasında, Yemenli "Aribe" Araplarını temsil eden Kahtanoğullarına mensup kimi şairlerin Kur'an dili dışında başka bir dil konuştuklarını; Ebfı Amr b. el-'Ala'ın, "On­ lann dili Arap dilinden farklıdır." dediğini ve yeni araştırmaların bu bölgede Arap dilinden başka bir dil konuşulduğunu ispatla­ dığını görmekteyiz. Fakat biz cahiliye dönemi Kahtanoğullarına mensup şairlere nispet edilen şiirleri okuduğumuzda, bu şiirler ile Adnanoğulla­ nna nispet edilen şiirler arasında, afedersininiz, bu şiir ile Kur'an dili arasında da hiçbir fark bulamıyoruz. Bunu anlayıp

Giriş

49

yorumlamak nasıl mümkün olur? İşin esası gayet basittir: İslam öncesi Kahtanoğullarına nispet edilen bu şiirlerin Kahtanoğulla­ n ile hiçbir alakası yoktur ve bunları onların şairleri söylemiş değildir. Bu şiirler muhtelif sebeplerle onlara nispet edilmiştir ki, cahiliye şiirinin intihaline yol açan bu sebepler üzerinde dur­ duğumuzda bu konuya açıklık getireceğiz. D. CAııİLİYE ŞÜRİ VE LEHÇELER

Kahtani cahiliye şiirini bir tarafa bırakın, aynı durum, 'Adna­ ni cahiliye şiiri için de geçerlidir. Ravilerin naklettiklerine göre şiir Adnanoğullarına dışarıdan intikal etmiştir.15 Şiir ilk olarak Rebia kabilesinde iken sonra Kays ve daha sonra da Temim ka­ bilesine geçmiştir. Buradan da Ferazdak ve Cerir gibi şairlerin yetiştiği, İslam sonrası Emeviler dönemine kadar uzanmıştır. İki isim dışında böyle bir sözü kabul etmemiz mümkün değil­ dir. Çünkü biz, Rebia, Kays ve Temim kabilelerini doğru bilimsel verilere dayanarak tanıma imkanından mahrumuz. Yani biz ka­ bilelere verilen bu isimlerin, aynca şairler ile kabile isimleri ara -­ sında irtibat kuran nesep bilgilerinin (bilimsel) değer taşıdığını kabul etmiyoruz; en azından bu isimlerle ilgili olarak derin kuş­ kularımız vardır. Bizim kanaat veya tercihimize göre bütün bu söylenilenler kesin bilgi olmak bir yana mitlere daha yakındır. Fakat bu nesepler ve neseplerin değeri meselesi bizi şu an il­ gilendirmiyor. Bu kitabın konuları içerisinde gerekirse bu mese­ leye değinebiliriz. Bu husustaki görüşlerimizi özet olarak Zikra. Ebi'l- 'Alcı adlı eserimizde açıklamıştık.16 Şu an bizim üzerinde durduğumuz ve şüpheyle yaklaştığımız, İslam'dan önce Adnano­ ğullarına şiirin intikali teorisi katıksız bir edebiyat meselesidir. Raviler, Adnanoğulları kabilelerinin dil ve lehçe yönünden İs­ lam'dan önce birlik oluşturmadıkları; İslam dininin bunların kullandıkları dilleri birbirine yaklaştırdığı ve lehçe farklılıklarını giderdiği hususunda icma etmişlerdir.17 İslam'dan önce Adna15 İbn Sellam. Tabakdt, s. 113; el-Kayravani, İbn Raşik, el-'Umde.fi Sırıdti'ş-Şi'r, Kahire, 1907, c. 1, s. 54. 16 Bkz. Kahire, il. Baskı, s. 126. 17 Bkz. es-Suyuti, el-Muzhir, Kahire, 1288, c. 1, s. 91-117.

50

cahiliye Şiiri Üzerine

noğullarımn dil ve lehçelerinde farklılık olması makul bir du­ rumdur. Özellikle de daha.önce işaret ettiğimiz, Arapların uzlet hayatı yaşadığı kanaati doğru, Arap kabilelerinin kendi araların­ daki ilişkilerinin kopuk olduğu sabit ve onların lehçelerini bir­ leştirebilecek maddi ve manevi iletişim vasıtaları da mevcut de­ ğilse, bu kanaat daha güçlüdür. Bütün bu tespitler doğruysa, bu Adnanoğulları kabilelerinin her birinin, kendilerine ait dili ve lehçelerinin olması; Kur'an'ın Arapları tek bir dil ve birbirine yakın lehçeler altında toplama­ sından önce söylenen bu kabilelerin şiirlerinde dil ve lehçe ihti­ lafı olması makul bir durumdur. Fakat biz aynı şeyi cahiliye şi­ irinde göremiyoruz. Gelenekçilerin otantik cahiliye şiirinin ör­ nekleri olarak gördükleri bu mutavvel veya muallakaları okuya­ bilirsiniz. Bunların içerisinde Kinde yani Kahtanlı İmriu'l­ Kays'ın bir mutavvelini, Kays kabilesine mensup Zuheyr'in, 'An­ tere'nin ve Lebid'in şiirlerini, Rebia kabilesine mensup Tara­ fe'nin, Amr b. Kulsüm'un ve Haris b. Hillize'nin kasidelerini gö­ receksiniz. Lehçede, dilde ve konuşma tarzında farklılık olduğunu ima edecek en küçük bir ayrıntıyı hissetmeden, bu yedi kasideyi okuyabilirsiniz. Arüz bahri aynı, kafiye kuralları aynı; lafızlara verilen anlamlar Müslüman şairlerin verdikleri anlamlalarla ay­ nı, şiir tarzı aynı... Bu mutavveUerdeki her şey, kabilelerdeki ihtilafların, şairle­ rin şiirlerinde her hangi bir tesir bırakmadığına delalet ediyor. İki tercih ile karşı karşıyayız: Ya Adnan'dan ve Kahtan'dan gelen Arap kabilelerin arasında, dil, lehçe ve konuşma tarzı itibariyle her hangi bir ihtilaf olmadı­ ğını kabul edeceğiz; ya da bu şiirlerin ismi geçen kabilelerden gelmediğini, Arapların İslam'ı kabul etmelerinden sonra bu şiir­ lerin onlara nispet edildiğini itiraf edec.eğiz. Biz ikinci görüşü ter­ cih ediyoruz. Adnanoğulları ve Kahtanoğulları kabilelerinin kul­ landıkları dil ve lehçelerde ihtilaf olduğuna dair, klasik alimlerin kabul edip yeni araştırmaların da ispatladığı kesin deliller vardır. Nitekim Ebü Amr b. el-'Ala'ın ne söylediğini görmüştünüz.

Giriş

51

Eğer araştırmak ve ayrıntılara girmek için yeterli vaktimiz ol­ sa, etkisi çok derin olabilecek başka bir mesele daha var. Şöyle ki, tek bir dil ve tek bir lehçe -ki bunlar Kureyş dil ve lehçesidir­ okunan Kur'an'ı farklı kabilelere mensup kurra alır almaz, Kur'an'ın kıraatleri çoğaldı, Kur'an üzerindeki lehçeler arttı ve pek çok ihtilaflar ortaya çıktı.18 Öyle ki, müteahhir kurra ve alimler, Kur'an'ın okunuşunu sağlam esaslara bağlamak için ol­ dukça önemli çabalar harcayıp bununla ilgili hususi ilimleri vü­ cuda getirdiler. Burada, gerek kelimenin yapısı gerekse irabın..: dan kaynaklanan harekelerin belirlenmesinde oldukça fazla ih­ tilaf gördüğümüz kıraatlere işaret edecek değiliz. Kıraat alimle­ rinin, "...Ey dağlar, çınlayın onunla beraber, siz de ey kuş­ lar!... "19 ayetinde geçen tayr (kuş} kelimesinin mansüb veya merj(ı.' okunuşu; "Gerçek şu ki, size kendi içinizden bir Elçi gelmiş­ tir. "20 ayetinde geçen enfusikum kelimesindeki "f' harfinin, dam­ me mi yoksa fetha ("enfusikum" veya "enfesikum" şeklinde} mı olduğu, "... çıkış yasak! Yasak! diyecekler. "2I ayetinde geçen hic­ ran kelimesindeki "h" harfinin, damme mi yoksa kesra ("hicran" veya "hucran"} mi olduğu; "Rumlar yenildi. Yakın bir yerde; ama onlar bu yenilgilerinin arkasından muhakkak galip gelecekler­ dir. "22 ayetindeki fiillerin malum mu yoksa meçhul mü ("yağlibu" veya "yuğleb�.") olduğu türünden Kur'an'daki kıraat ihtilafları üzerinde duracak değiliz. Bu sorun hem özü hem de kendisin­ den çıkacak neticeler itibariyle, Kur'an tarihini araştırma konu­ su yaptığımızda içinden güçlükle çıkabileceğimiz girift bir mese­ ledir. Biz burada aklın kabul ettiği, naklin ortaya koyduğu ve Arap kabileleri arasındaki lehçelerin farklılığı zaruretinin gerek­ tirdiği başka bir farklılığa işaret etmek istiyoruz. Öyle ki, bu ka­ bileler, Kur'an okurken, Peygamber ve onun aşireti olan Kureyş kabilesinin okumasına uygun olarak; gırtlak, dil ve dudakları­ nın ses ve hareketlerini değiştiremediler; Kur'an'ı konuştukları gibi okudular; Kureyş'in inceltmediği heceyi incelttiler; Ku18 19 20 21 22

Bkz. es-Suyüti; el-ltkô.n, Kahire, 1279, c. 1, s. 59. Sebe' 34/10. · Tevbe 9/128. Furkan 25/22. Aynca bkz: Furkan 25/53. Rüm 30/2-3.

52

Cahiliye Şiiri Üzerine

reyş'in uzatmadığı heceyi med ile okudular; Kureyş'in kısaltma­ dığı hecede kısaltmaya gittiler; Kureyş'in sesli okuduğu harfi sü­ kun ile okudular; Kureyş'in idğdm,. ihfa ve nakil yapmadığı yer­ lerde, idğmn, ihfa ve nakil yaptılar. Pek tabii, lehçelerdeki bu tür ihtilafların, genel olarak şiirin vezin, bölüm, bahir ve kafiyelerin­ de kaçınılmaz etkileri oldu. Arap kabileleri arasında bu denli dil ve lehçe farklılığı olma­ sına rağmen, şiirdeki vezin, bahir ve kafiyelerin, el-Halil'in ted­ vin ettiği gibi, bütün Araplar için aynı standartta olması husu­ sunu anlayamıyoruz. Şiir olmayan ve şiirin mukayyet olduğu sınırlarla da kayıtlı bulunmayan Kur'an nazmı, bu kabileler nezdinde eda yönünden istikrar (istikamet) bulamadığı halde; sizin de bildiğiniz sınırlar­ la kayıtlı olan şiir, nasıl olur da istikrar bulmuş olabilir? Birbi­ rinden farklı olan bu lehçelerin, nasıl olur da, şiirin vezin ve ar­ monik bölümlerinde her hangi bir etkisi olmaz? Nasıl .olur da lehçelerdeki bu farklılıklarla, kabilelerin kullandıkları şiir vezin­ leri arasında açık bir bağlantı bulunmaz? Şöyle bir itirazda bulunabilirsiniz: Ne var ki, lehçelerdeki farklılıklar, Kur'an sonrasında meydana gelmiştir. Hiç şüphe yok ki, birbirinden farklı kabileler, İslam'dan sonra, lehçe ihtila­ fı ortaya çıkmadan şiir alış-verişinde bulunmuşlardır. İslam'dan �onraki bu ihtilafa rağmen, şiirin bahir ve vezinleri nasıl istikrar · bulduysa; aynı şekilde cahiliye döneminde de istikamet bulmuş olmasına mani bir durum yoktur! Lehçe ihtilafının kesinlikle İslam'dan sonra ortaya çıkan bir vakıa olduğunu; bu ihtilafa rağmen, şiirin bütün kabileler nez­ dinde istikrar bulmuş olmasını inkar ediyor değilim. Fakat sizin unutmamanız gereken bir hususu unuttuğunuzu sanıyorum. O da şudur: İslam'dan sonra kabileler, edebiyatta kendi kullandıkları ma­ halli dillerinden farklı bir dil kullandılar; eğer şiir inşad etmek veya bir şey yazmak istemişlerse, edebiyat alanında, kendi dille­ ri açısından daha önce bağlı kalmadıkları ölçülerle sınırlı kaldı-

Giriş

53

lar. Yani İslam, bütün Arapları tek ve genel bir dil kullanmaya yöneltti ki, bu Kureyş dilidir. Diğer kabilelerin genel olarak ede­ biyatın şiir ve nesir sahalarında, bu yeni dilin kriterlerini esas alması garip karşılanmamalıdır. İslam'dan sonra, Temim veya Kays kabilesine mensup bir şa­ ir, şiir inşad edecekse, Temim veya Kays dili ve lehçelerini değil; Kureyş dili ve lehçelerini kullanıyordu. Aynı durum, Arap dili dı­ şındaki eski-yeni dillerde de açıkça görülebilir. Greklerden Dor­ lar şiirde ve şiirin vezinlerinde Dor lehçesini kullanıyorlardı. İon­ yalılar ise şiir ve vezinde kendi lehçelerini kullanıyorlardı. Atina (sitesi) bütün Grek sitelerine hakim olunca, İonya şiir ve vezni ile Attike lehçesi ile yazılan nesir yaygınlık kazandı. Dortar şiir veya nesir yazacakları zaman, Atina'da kullanılan nazım ve ne­ sir yöntemlerini, ayrıca Atinalıların konuşma tarzlarının zengin­ leştirdiği İonya dilini kullanmaya başladılar. Onlar kendi dille­ rinden, lehçelerinden, vezinlerinden ve üsluplarından Atinalı­ ların dillerine, lehçelerine, vezinlerine ve üsluplarına dönüyor­ lardı. 23 İslam'daİı sonra Araplar da yanı şeyi yapmıştır. Kendi dil ve lehçe özelliklerini taşıyan edebiyat dilinden, Kur'an'ın dil ve lehçesine döndüler. Birbirine yabancı beldelere, uzak bölgelere sahip ve farklı ırkların yaşadığı modem büyük toplumlarda da ay_nı durum geçerlidir. Bununla ilgili olarak yaşayan tek bir ör­ nek vermekle yetineceğim, o da Fransa'dır. Fransa'da Fransız­ ca'nın yanı sıra çeşitli yöresel diller vardır. Bu dillerde kendile­ rine özgü çeşitli hususiyetler ve şiirler bulunmaktadır. Bununla birlikte bölgelerdeki yazarlar değerli edebi ve bilimsel eserler vu­ cuda getirmek istediklerinde, mahalli dillerinden, Fransızca'ya dönmektedirler. Bunlar arasında "Mistral"in24 yolunu izleyip, yöresel dille yazanlar cidden nadirdir. 23 Bkz. Croiset, Alfred ve Mourice, Historie de la Litteratu.re Grecqu.e, Paris, 1913, c. 1, s. 34-50. Dorlarve Attika lehçesi ile ilgili olarak ayrca bkz: Herodotos, He­ rodotos Tarihi (tere: Müntekim Ökmen), İstanbul, 1973, (Dizin) 607; Büyük La­ rousse,İstanbul, ty, c. 7, s. 3330; c. 2, s. 1007. 24 "Milli ve mahalli hikaye şiiri, Mistral destani şiir, çok defa (ve bilhassa şiddet­ li bir istibdat altında milliyetleri boğulan, hayat haklan inkar edilen milletler­ de), milli kahramanları yaşatmağa, vatanperane hatıraları canlandırmağa ya­ rıyor." Şerif, Yusuf, Muhtasar Avrupa Edebiyat Tarihi, İstanbul, 1936, s. 363.

54

Cahiliye Şiiri Üzerine

Arap edebiyatını araştıranlara; edebiyat tarihi araştırmacıla­ rından görmeye alışkın olmadıkları için kendilerine çarpıcı gele­ bilecek başka bir örneği burada verme ihtiyacı hissediyorum. O da şudur: Çağdaş Mısır dilinde muhtelif lehçeler ve farklı ağızlar bulun­ maktadır. Yukan Mısır, Orta Mısır, Kahire ve Aşağı Mısır bölge­ lerinin kendilerine özgü lehçeleri vardır. Bu lehçelerle, Mısırlı­ ların avam �ilindeki şiirleri arasında sağlam bir ittifak vardır. Yukan Mısırlılar Kahire ve Deltalıların kullanmadıkları vezinleri kullanıyorlar. Bunlar ise yukarı Mısırlıların kullanmadıkları ve­ zinleri kullanıyorlar. Eşyanın tabiatına uygun olan da budur. Şi­ ir, dil ve lehçe sahiplerinin alışkın oldukları tarzın dışına çıka­ maz. Bütün bunlarla birlikte biz edebi bir şiir d�zenlemek veya edebi ve ilmi bir yazı hazırlamak istediğimizde, mahalli dil ve lehçemizi bırakıp İslam'dan sonra Arapların yönelmiş oldukları bu dile ve lehçeye döneriz ki bu, Kureyş yani Kur'an dili ve leh­ çesidir. O halde mesele şudur: İslam öncesi veya sonrasında Kureyş dili ve lehçesi bütün Arap beldelerine yayılıp, Arapları şiir ve ne­ sirde kendisine boyun eğdirdi mi? Biz bu konuda orta yolu izle­ yeceğiz. Bu dil ve lehçe, İslam'dan hemen önce Kureyş'in presti­ ji artınca ve Mekke muhtelif Arap beldelerine tasallut eden ya­ bancı siyasete karşı koyabilecek siyasi ve müstakil bir vahdeti sağlayınca,. çevreye egemen oldu. Fakat İslam öncesi Kureyş'in bu egemenliği kayda değer değildi ve Hicaz sınırlarını aşmamış­ tı. İslam gelince bu egemenlik yayıldı; dil ve lehçenin otoritesi, dini ve siyasi otorite ile atbaşı gitti. O halde, Peygamber'in Hicazlı çağdaşlarının şiirlerindeki dil ve lehçe ittifakını yorumlayabilsek de, onun çağdaşı olmayan Arapların şiirlerindeki bu durumu yorumlama imkanından mahrumuz. Bu bölümde, bize tam bir bakış açısı kazandırabilecek geniş kapsamlı ve derinlemesine bir araştırmaya muhtaç olduğumuzu itiraf ettiğimiz bu ince edebi meseleyi bir yana bırakıp, en az bu­ nun kadar önemli başka bir meseleye geçiyoruz. Eğer gelenekçi-

Giriş

55

ler bu meseleyi anlamakta zorlukla karşılaşacaklarsa; bu onla­ rın bilimsel araştırmada şüpheye alışkın olmadıklarındandır. Sözünü ettiğimiz mesele şudur: Kimi alimlerin, bu cahiliye şiiri­ ni, Kur'an, hadis vs. metinlerindeki lafızlar ve kelami mezhepler­ le ilgili olarak, ispat malzemesi yaptıklarını gözlemliyoruz. Doğ­ rusu, bu alimlerin, bu hususta neredeyse hiçbir zorluk ve sakın­ ca görmemeleri tuhaf bir durumdur. O derecede ki, elbiselik ku­ maşın, ne uzun ne de kısa, giyecek kişinin istediği uzunluk ve genişlikte kesilmesi gibi, adeta bu cahiliye şiirinin Kur'an ve ha­ dis ölçüsüne göre tasarlandığı hissine kapılırsınız. O halde dü­ şüncemizi sesli olarak ifade edelim ki, böyle bir durum eşyanın tabiatına aykırıdır. Kur'an ve hadis metinleri ile cahiliye şiiri arasındaki bu düzeyde ayrıntılı paralellik; ancak bize bahşedil -: meyen budalalıktan bolca nasiplenen kişileri ikna edebilir. Bu derece bir paralellik olsa olsa, bizi şüpheye, şaşkınlığa ve kendi­ mize şöyle bir soru sormaya yöneltmelidir: Böyle bir paralelliğin tesadüf eseri ortaya çıkmamış ve uğrunda nice gece ve gündüz­ lerin harcandığı planlı ve amaçlı bir iş olması mümkün değil mi­ dir? Şöyle bir olayı doğrulamamız için bizim oldukça saf olma­ mız gerekir: Adamın biri, Kur'an kelimeleri (luğatul-Kur'an) çevresinde ikiyüzü aşkın, bir soru paketi hazırlayarak, İbn Abbas'a gelecek ve ona sorular yöneltecek. İbn Abbas soruyu cevapladığında, "Araplar bunu şiirlerinde biliyorlar mı?" diye onu sınayacak; İbn Abbas da, "Evet, İmriul-Kays, 'Antere veya şu şairler şöyle demişler." diyerek, (her soru için) birer beyit okuyacak... Eğer biraz anlayış ve idrakiniz varsa bu beyitlerin, Kur'an lafızlarının (dil yönünden) sıhhatini ispatlamak için vaz edildiğinden şüphe et­ mezsiniz! Burada, gelenekçı edebiyat taraftarlarının öfkelerini çekecek konulardan birisine temas etmek istiyoruz. Ancak, bir dalevere ve aldatmaya tevessül etmeden, başladığımız gibi yolumuza de­ vam etmek istiyoruz. Acaba, İbn Abbas ve Nafi' b. el-Ezrak kıs­ sası, Kur'an lafızlarının, tamamının, fasih Arap ·diline uygunlu­ ğunu veya Kur'an'ı tevil ve tefsir; aynca cahiliye Araplanııın di­ lini bilme hususlarında Abdullah b. Abbas'ın en muktedir otori-

56

Cahiliye Şiiri Üzerine

te olduğunu ispatlamak gibi söz uydurmaya yönelten muhtelif amaçlar için, tamamen suni olarak üretilmiş olamaz mı?25 Sizin de bildiğiniz gibi, İbn Abbas'ın hafızası hicri ikinci ve üçüncü asırda darb-ı mesel konusu olmuştur. Onun Nafi' b. el-Ezrak'la olan bu hikayesini ve Ömer b. Ebi Rabia'nın.ona şu şiiri okuma­ sını hatırlıyor olmalısınız: Sabah akşam Nu'm kabilesine mi gfıiiyorsun126

Sizin de bildiğiniz gibi, Abdullah b. Abbas'ın İkrime adında bir kölesi vardı. 27 Bu adam İbn Abbas'tan çeşitli bilgileri alır, in­ sanlara nakleder ve bunların arasına efendisinden duymadığı şeyleri katardı. İbn Abbas'ın bu derecede güçlü bir hafızaya sa­ hip olduğunun vurgulanmasının siyasi bir gerekçesi vardır. Çünkü İbn Abbas, Şia'nın işine gelebilecek pek çok rivayet nak­ letmekte veya ondan bu rivayetler· nakledilmektedir. Ayrıca İbn Abbas, Nafi' b. el-Ezrak'ın "Ey İbn Abbas! Senden daha iyi hıjze­ den birisini gördün mü?" sorusuna; "Ali'den başkasını tanımıyo­ rum" diye �evap vermiştir. Şia'nın, Peygamber'i ilmin şehri, Ali'yi de kapısı şeklinde tasvir eden hadisini de hatırlıyor olmalısınız. Bu İbn Abbas kıssası basit bir şekilde, sadece eğitim amacıy­ la üretilmiş olamaz mı? Şöyle ki: Öğrenci Kur'an'dan bir kelime duyduğunda zorluğa ve sıkıntıya düşmeden onu açıklayacak bir delil bulacaktır. Alimlerden biri muhtelif Kur'an kelimelerini tef­ sir etmeyi istiyor ve akabinde bu kıssayı üretip amacı için kul­ lanıyor olamaz mı? Belki de bu kıssanın daha basit bir kökeni olabilir. Nafi, İbn Abbas'a az sayıda soru sormuş; bu alim soru­ ları arttırmış ve insanların ellerinde dolaşabilecek bağımsız bir kitapçık haline dönüşünceye kadar bahsi uzatmış da olabilir. Bu tür öğretim amaçlı üretme ve intihal, Abbasiler dönemin­ de, özellikle de 3. ve 4. asırda yaygın idi. Bunu ispatlamak için sözü uzatıp derine gidecek değilim. Size Ebu Ali el-Kali'nin el25 İbn Ezrak'ın sorulan ve kendisine veıilen cevaplar hk. bkz: Bintu'ş-Şati, el­ İ'cdzu'l-Beydni, Kahire, 1987, s. 289-603. 26 Bu şiirle ilgili olarak aynca bkz. Bintu'ş-Şati', age., s. 289-290. 27 İkrime'nin kizb ile itham edilmesi ve bu ithamın onun siyasi tavrıyla alakası ko­ nusunda bkz: Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, Ankara, 1988, c. 1, s. 158-162.

Giriş

57

Emiıli kitabını ve buna benzer eserleri tavsiye ediyorum. Bu ki­ taplarda erkek-kadın, genç-yaşlı bedevi Araplara nispet edilen çeşitli kelime oyunları ve tasvirler bulacaksınız. 28

1. Örnek: Yedi kız toplanmışlar ve babalarının atlarının vasıflarını sa­ yıp döküyorlar. Her bir kız babasının atıyla ilgili olarak, ilginç secili sözler söylerler ki, budala biri bu sözler söylenmediği hal­ de, söylenmiş kabul eder. Bu gibi sözleri, öğrencilerine atın özel­ liklerini ve bu hususta neler söylenildiğini ezberletmek isteyen bir öğretmen veya sözü çoğaltarak ne kadar çok şey bildiğini göstermek isteyen bir bilgin yazmıştır. 11. Örnek: Yedi kız toplanmışlar ve bunlardan her biri arzu ettiği koca­ da bulunmasını istedikleri ideal özellikl_eri niteliyor. Kızlar, er­ keklik ve gençliğe ait vasıfları ortaya koyarken, ilginç secili söz­ ler söylüyorlar, kadınların erkeklerde görmeyi istedikleri özellik­ lere imalarda bulunuyorlar. Buna benzer, şiir, nesir ve seci örnekleri el-Emali, el-Ikdu'l­ Ferid, Ebu Hilal'in Divdnu'l-Me'dni eserlerinde mevcuttur. Be­ nim kanaatime göre bu tür intihaller, makamdt tarzında yazılan eserlerin kaynağını oluşturmuştur. Görüldüğü üzere konudan epeyce uzaklaştık. Tekrar konuya dönelim ve daha önce söylediğimiz görüşümüzü hatırlayalım. Bizim kendi benliğimize ve bilime karşı şu sorgulamayı yapma­ mız gerekiyor. Cahiliye Araplarının hayat, düşünce, din, medeniyet ve hat­ ta dillerini yansıtmadığı sabit olan bu cahiliye şiiri üretilmiş ve İslam'dan sonra (bunları söylemeyen) şairlere nispet edilmiş de­ ğil midir? Benim bu konuda neredeyse hiç şüphem kalmadı. Bu teori sabit olduktan sonra, İslam sonrasında, insanları şiir üret­ me ve birilerine nispet etmelerine sevkeden çeşitli sebepler üze­ rinde durmamız gerekiyor. 28 el-Kfili, Ali, el-Emôli, s. 16, 80, 187.

/

il.BÖLÜM ŞÜR İNTİHALİNİN SEBEPLERİ

A ŞİİR İNTİHAii SADECE ARAPLARA ÖZGÜ BİR İŞ DEĞİIDİR Bir araştırmacının, Arap toplumunun tarihini gerektiği gibi anlayıp bu konuda herşeyi aslına irca edebilmesi için, çok önemli işlere imzasını atmış, feleğin çemberinden geçmiş ve pek çok felakete maruz kalmış eski toplumların tarihlerini araştır­ maya kendisini alıştırması gerekmektedir. Eğer buralarda Arap­ ların tarihine ve edebiyatına dair eser yazanları ilgilendiren bir şeyler var da, yazarlar bu konularda gerçeğe ulaşamamışlarsa; bunun nedeni, onların sözü geçen eski toplumların tarihine ye­ terince eğilmemeleri veya Arap toplumu ile daha önce yaşamış toplumları mukayeseli olarak incelemeyip, Arap uygarlığının or­ taya çıkışı ve eski dünya üzerinde egemenliğinin yayılmasından önceki, bu Arap toplumuna, adeta, hiçbir toplumu tanımayan, hiçbir topluma benzemeyen, hiçbir toplumun kendisine benze­ mediği, hiçbir toplumu etkilemeyen ve hiçbir toplumdan etkilen­ meyen bir toplum olarak bakmalarıdır. Gerçek şu ki, araştırmacılar kadim toplumların tarihleri ile Arap tarihini mukayese ederek araştırsalar; mutlaka onların Arap toplumu hakkındaki düşünceleri değişeceği gibi; bizatihi Arapların tarihi de değişmiş olacaktır. Bu eski toplumlar içeri­ sinde sadece iki toplumun adını belirtmekle yetineceğim. Birin­ cisi Grek diğeri Roma toplumu. Bu iki toplum, eski çağlarda Arap toplumunun Orta Çağ'daki kudretli dönemine benzer par­ lak bir hayat yaşamıştır: 1. Her iki toplum da göçebelikten şehir hayatına geçmişdir. 2. Her iki toplum da kendi içinde muhtelif siyasi problemler yaşamıştır.

60

Cahiliye Şiiri. Üzerine

3. Her iki toplum da bir tür siyasi yapılanmaya giderek, ken­ di topraklarım aşmış, çevre ülkeleri işgal ederek bütün dünyaya egemen olmaya çalışmıştır. 4. Her iki toplumun da dünya egemenliği boş ve anlamsız so­ nuçlanmamıştır. Bunlar egemenliklerinin nimetlerinden yarar­ landıkları gibi, insanlık için, hala yararlanılan değerli miraslar bırakmışlardır. Grekler felsefe ve edebiyat; Romalılar ise yasa ve sistem bırakmışlardır. Arap toplumu için de aynı durum geçerlidir. Onlar da, Grek ve Romalılar gibi, göçebelik/bedevilikten sonra şehirleşmişler­ dir. Tıpkı Grekler ve Romalılar gibi, muhtelif siyasi şartlardan etkilenmişlerdir. Bu felaketler, Grekler ve Romalılar da olduğu gibi, onları siyasi bir oluşuma sürüklemiş; Araplar da tabii sınır­ larım aşarak yeryüzünde egemenlik kurmuşlar, insanlığa edebi­ yat, bilim ve din gibi unsurları içeren bir miras bırakmışlardır. Arapların hayatını etkileyen muhtelif sorunların Grekler ve Ro­ malıların hayatlarını etkileyen sorunlara pek çok yönden benze­ mesine hayret edilmemelidir. Hakikat şu ki, bu üç toplumun yaşadıkları hayat üzerinde ağır-dikkatli bir düşünme; tamamen aynı demesek de, benzer sonuçlara bizi götürecektir. Niçin olmasın? Bu üç toplum ara­ sındaki biraz önce belirttiğimiz benzerlikler sizi bu toplumların hayatlarında tesir bırakmış olan aynı veya birbirine yakın etken­ lerin, aynı veya birbirine yakın sonuçlan doğurduğunu düşün­ meye sevketmiyor mu? Araplar, Grekler ve Romalılar arasındaki muhtemel paralel­ likleri veya ayrılıkları araştırmak için şu an üzerinde bulundu­ ğumuz konuyu terkedecek değiliz. Zira biz bu kitabı böyle bir amaç için kaleme almıyoruz. Bizim söylemek istediğimiz şudur: Bu kitapta araştırmaya çalıştığımız ve gelenekçileri ağır bir en­ dişeye düşüren bu edebiyat gerçeği, sadece Arap toplumu ile sı­ nırlı değil; aynı durum diğer eski toplumlar, özellikle de bu iki kadim toplum için de geçerlidir. Arap toplumu, içerisinde şiir üretilip kendilerinden önceki kuşaklara nispet edilen ilk toplum değildir. Daha önce de, Grek

Şiir İntihalinin Sebepleri

61

ve Roma toplumlarında şiir uydurulup bunlar eski şairlere nis­ pet edilmiş; insanlar buna aldanmış, inanmış; bu aldanma ve inanmadan, insanların tam bir güvenle tevarüs ettikleri edebi­ yat geleneği neş'et etmiş; nihayet modem çağda tarih, edebiyat, dil ve felsefe alanındaki münekkitler imkan buldukları kadarıy­ la taşlan yerlerine koyabilmişlerdir. Bildiğiniz gibi, Greklere ve Romalılara kıyasla bu tenkit henüz sona ermiş değildir; yarın ve ertesi gün de bitecek görünmemek­ tedir. Yine biliyorsunuz ki, bu hareket sözü geçen iki medeniye­ tin tarihine dair tevarüs edilen meşhur bilgileri tamamen değiş­ tirecek sonuçlara ulaşmıştır. Düşününce beni onaylayacaksınız ki, bu tenkit hareketi esasen, edebiyat ve tarih araştırmacıları­ nın, bu kitabın başında benim kendisine çağırdığım Descartes'ın felsefi yönteminden etkilenmek suretiyle doğmuştur. İstesek de. istemesek de, tıpkı bizden önceki Batılıların etki­ lendiği gibi, edebi araştırmalarımızda bu yöntemden yararlan­ mak durumundayız. Batılıların kendi edebiyat ve tarihlerini eleş­ tirirken yararlandıkları gibi, biz de edebiyatımızı ve tarihimizi eleştirirken bu yöntemden yararlanmak zorundayız. Çünkü bi­ zim tefekkür sistematiğimiz (akliyye) onlarca yıldır değişime uğ­ ramakta, Batılılaşmakta ve bu düşünce sistemi Doğulu karakter­ den çok Batılı karakterlere daha yakın durmaktadır. Bizim dü­ şünce sistemimiz zaman aktıkça, değişim içinde kendini yenile­ meyi bilmiş ve Batılılarla ilişki kurmakta pek hızlı davranmıştır. Bugün Mısır'da gelenekçiliği savunanlar ile ye�likçiliği savu­ nanlar diye iki taraf varsa; bunun nedeni ancak şu olabilir: Mı­ sır'da bir grup düşüncesini Batılı kalıba uydurmuş; diğer grup ise bundan nasiplenmemiş veya bu nasiplenme pek sınırlı kal­ mıştır, Mısır'da Batı biliminin yayılması ve gün be gün bu yayıl­ manın artması; ferdi ve içtimai gayretlerin bu Batı bilimini yay­ maya yönelmesi; işte bütün bunlar, yarın veya öbürgün bizim düşünce sistemimizin Batılı olmasını ve tıpkı Batılıların, ken�i edebiyatları ile Grek ve Roma edebiyatlarını araştırırken yaptık­ ları gibi, bizim de Arap _edebiyatını ve tarihihi araştırırken Des­ cartes'ın yönteminden yararlanmamızı gerektirmektedir.

62

Cahiliye Şiiri Üzerine

Sizin, Grek ve Roma edebiyat tarihlerine ilişkin şu anda Av­ rupa'da neşredilen pek çok kitap içinden her hangi birisine şöy­ le bir göz atmanızı ve sonra kendinize şu soruyu sormanızı bek­ liyorum: Bu iki toplumun edebiyat tarihlerine dair eski bilginlerin doğru bilgilerinden geriye ne kalmıştır? Bu bilginlerin İlyada ve Odysseia hakkındaki tespitleri doğru mudur? Homeros, Herodot ve bunlardan başka diğer hikayeci şairler hakkında onların söy­ ledikleri hatta inanç haline getirdikleri şeyler gerçek midir? Bu toplumların siyaset, edebiyat ve toplumsal hayatları ile ilgilil ola­ rak eski bilginlerin esas aldıkları Grek ve Roma rivayetlerinin ta­ mamı gerçek midir? Grek tarihiyle ilgili olarak Herodot, Roma tarihiyle ilgili olarak Titus Livius'un yazdıklarını; bu iki uygarlı­ ğın tarihi hakkında çağdaş araştırmacıların yazdıklarıyla birlik­ te okumak gerçekten tatlı bir uğraştır. Ne var ki, Arap tarihi ve edebiyatı hakkında İbn İshak ve et-Taberi'nin söyledikleri ile bu çağın Arap tarihçi ve edebiyatçılarının yazdıkları arasında nere­ deyse bir fark bulamazsınız. Çünkü bu tarihçi ve edebiyatçılar­ dan pek çoğu, henüz sözü geçen yöntemden yararlanmış değil­ dirler. Yine bu alimler kendi şahsiyetlerine değer verf.p güvene­ mediler; kendilerini evham ve esatirden kurtaramadılar. Bu kitabın sözü geçen edebiyatçılardan ve tarihçilerden pek çoğunu razı edemeyeceği mukadder ğörünse de, biz inanıyoruz ki, bu durum kitaba bir nakısa getirecek ve yeni kuşaklara olan etkisini azaltacak değildir. Gelecek Descartes'ın yönteminin ola­ caktır; gelenekçilerin yönteminin değil! B. SİYASET VE ŞİİR İNTİHALİ

Kanaatim şudur ki, Araplar da şiir ve haber üretmeye yol açan etkenler yönünden, kadim milletlerin boyun eğdiği şartlan yaşadılar. Arap toplumunun hayatına silinmez ve kaybolmaz şe­ kilde mührünü vuran bu etkenlerin belki de en önemlisi, din-si­ yaset ilişkisidir. Gerçekten de, bu iki kurum birbirine perçinlen­ miş bir özellik arzetmektedir. Hakikat şu ki, din-siyaset ilişkisi sorunu tam anlamıyla çözülemediği müddetçe, yan dallan ne kadar farklılık gösterirse göstersin, İslam tarihini anlamak

63

Şiir İntihalinin Sebepleri

mümkün değildir. Şartlar, Arapların İslam ortaya çıktığı birinci ve ikinci asırda, bir çırpıda bu iki etkenden uzak durma fırsatı­ nı onlara tanımamıştır. Kimi Müslümanlar, dünyaya ancak İslam sayesinde hüküm­ ran olabileceklerini akıllarına koydular. Onlar İslam'dan güç al­ mak ve İslam'la ilişkilerinden bekledikleri sultayı sağlayacak bir dayanak bulmaya muhtaçtılar. Aynı zamanda onlar bir yandan asabiyet fikri taşıyan diğer yandan menfaat-maslahat gözeten kişilerdi. Bu yüzden hem bu asabiyet fikrini gözetip hem de menfaatleri ile dinlerini uzlaştırmak zorundaydılar. O halde, Araplara ait her hareketin ve hayatlarındaki her te­ zahürün din ve siyasetten etkilendiğini söyleyebiliriz. Onların hayatları din ve siyasetle ilişkilidir ve biz bu ilişkiyi teessür diye niteliyoruz. Bu iki kurumu uzlaştırma, daha doğrusu bu uzlaş­ tırmadan menfaatlenme yönündeki çabalar sebebiyle; !arihin hangi dalında araştırma yapmak istiyorsa istesin, siyaset, ede­ biyat ve toplum tarihçisinin, Arapların hayatındaki din ve siya­ set konusunu araştırmasına temel alması yerinde olacaktır. Bu hususta biraz derine gittiğimizde, benim aşırıya gitmediğimi ve hatalı olmadığımı göreceksiniz. Burada ilk değerlendireceğimiz konu, Peygamber ve ashabı ile Kureyş ve Kureyş'in ileri gel�nleri arasındaki şiddetli mücadele­ dir. Peygamber ve ashabının Mekke'de zayıf bir grup olduğu İsla­ mın döneminde cihat, sadece kavminin (Kureyş) kahir ekseriye­ tine karşı neredeyse tek başına mukavemet ve onlarla Kur'an va­ sıtasıyla mücadele etmek, onları muhkem ayetlerle sarsmaya ça­ lışmak ve onları yorgun düşürüp susturmaktan ibaretti. Peygamber'in çabalan belli bir düzeye ulaştığında, kavmin­ den bir grup ona destek olmuş ve nihayet onun arkasında önemli bir taraftar kitlesi oluşmuştu. Fakat bu kitle siyasi bir grup değildi. Bu grubun ne iktidar, ne galibiyet ne de üstünlük gibi bir arzusu vardı veya onların mesajının içerisinde bunlar yoktu. Ne var ki, bu grup güçlenir güçlenmez, Kureyş'in sert muhalefeti ve baskısına maruz kalmış ve sizin de bildiğiniz üze­ re, Habeşistan'a. ve Medine'ye hicret etmek zorunda kalınmıştı. .

64

Cahiliye Şüri Üzerine

Biz burada, Medine'ye hicret, Ensar'ın Peygamber'i kucakla­ yıp bağrına basması ve hicretin sebep olduğu muhtelif sonuçla­ n araştıracak değiliz. Fakat gönül rahatlığıyla kaydedebiliriz ki, bu hicret, Peygamber ve Kureyş arasındaki soruna yeni bir bo­ yut katmıştır ki, bu boyut siyasettir. Sorun dini iken, sadece tar­ tışma ve delille mücadeleye başvurulduğu_p._alde; siyasi hale dö­ nüşünce, sorunun çözümünde güç ve kılıca. başvurulmuştur. Peygamber Medine'ye hicret edince, maddi vs. açıdan güçlü bir siyasi birlik oluştu. Kureyş, sorunun putlar, atalarından te­ varüs eden inançlar ve eski gelenekler ile ilgili boyuttan çıkıp, Kureyş'in benliğinde din ve dinle ilişkili şeylerden daha önemli olan başka bir boyuta intikal ettiğini hissetmeye başlamıştı. Bu boyut, Hicaz'da yaz ve kış aylarında ticaret kervanlarının güzer­ gahı olan Mekke ve civarındaki ticaret yollarının siyasi egemen­ liği meselesidir. Sizin de bildiğiniz gibi, Peygamber ve Kureyş arasındaki ilk büyük olay olan Bedir savaşının kökü, kervan ele geçirme arzu­ suna dayanmaktadır. O halde hiç kuşku yok ki, Peygamber Mek­ ke'de mukim iken, onunla Kureyş arasındaki cihat katıksız dini bir mahiyet taşıyorken; Medine'ye hicret edildikten sonra, bu ci­ hat dini, siyasi ve iktisadi boyutlar kazandı. Kureyş ve Müslü­ manlar arasındaki kavganın konusu, İslam'ın hak din olup olma­ masıyla sınırlı olmaktan çıkarak; bundan başka, Arap toplumu­ nu veya en azından Hicaz çevresinde yaşayanları ve ticaret yolla­ rını kullananları da ilgilendiren bir mahiyet kazanıvermişti. İşte bu şekilde, Peygamber'in Medine'ye hicretinden sonraki siretini, sadece Kureyş değil bundan başka diğer kimi Arap ka­ bilelerini hatta Yahudiler ile yaşadıklarını daha iyi anlayabilirsi­ niz. Fakat biz (bu kitapta) Peygamber'in siretini yazıyor değiliz. Bütün bu verilerden bizi ilgilendiren şu meseleye hemen geçmek istiyoruz: Cihadın, daha önce dini bir cihat iken, siyasi bir ciha­ da dönüşmesi, Mekke ve Medine veya Kureyş ile Ensar arasın-· da daha önce mevcut olmayan bir düşmanlığa yol açmıştır. Siyer kaynaklan, Peygamber'in Medine'ye hicreti öncesinde Kureyş ile Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki dostluk ilişkileri-

Şiir İntihalinin Sebepleri

65

nin çok güçlü olduğunu bildirmektedir. Bu makul ve tabu bir durumdu. Çünkü Evs ve Hazrec. Kureyş'in Şam ticaret yolu üzerinde bulunuyordu. Mekke ticaret merkezi. ticaret yollarını güvenli hale getirmek ve bu yollan tehlikeli hale dönüştürebile­ cek olan insanlarla dostluk ilişkilerini pekiştirmek zorundaydı. İşte bu yüzden hicretten sor,ıra, Mekke ile Medine arasında düşmanlık oluştu. Bu düşmanlık Bedir'de Ensar ve Uhufta da Kureyş galip geldiğinde kana bulandı. Kılıçla sürdürülen bu sa­ vaşa hemen şür iştirak etti. Ensar ve Kureyş şairlerinden her bir taraf. kendi asalet ve nesebini müdafaaya, kendi kavminin şere­ fini yad ederek. birbirlerini hicvetmeye ve tartışmaya başladılar. Sonra hassas bir durum ortaya çıktı. Zira Ensar'ın şairleri. Ku­ reyş·e karşı. Kureyş·ten olan Peygamber ve arkadaşlarını müda­ faa etmeye. Kureyş şairleri de, Ensar·la birlikte Kureyş'in seçkin kişileri olan Peygamber ve ashabını hicvetmeye başladılar. Bu hicvetme eylemi, şiddet yönünden ulaşabileceği en son noktaya ulaştı. Öyle ki. Peygamber de buna teşvik ediyor. arkadaşlarını yönlendiriyor ve Allah indinde mücahitlerin nail olacakları ecir ve sevaba benzer bir mükafaat vadediyor, Hassan·a Cebrail'in yardım ettiğinden bahsediyordu. 1 Kureyş ve Ensar arasındaki savaşın şiddetlenmesine paralel olarak. hiciv de ivme kazanmıştı. Arapların, asabiyet, kan dava­ sı, çiğnenen şeref ve gururu müdafaa hususlarında ne denli hassas olduklarını biliyorsunuz. Hicaz'ın bu iki bölgesi arasın­ daki kinin, ulaşması mümkün en son noktaya ulaşması garip karşılanmamalıdır. Kureyş silah, dil, can ve mal ile savaşını sürdürdü. kimi Araplar ve Yahudiler de onlara yardım ettiler, fakat Kureyş mü­ cadelesinde muvaffak olamadı. Gün gelip de Mekke'nin düşece­ ği gerçeği ortaya çıkınca, Kureyş'in önderi Ebfı Süfyan iki seçe­ nekle karşı karşıya olduğunu gördü: 1. Sonuna kadar mücadele etmek ve direnmek. Bu durumda o Mekke'yi tamamen kaybedecekti. 1

el-İsfehani, Ebu'l-Ferec, el-Eğô.nf., Bulak, c. 4, s. 6.

66

Cahiliye Şiiri Üzerine

2. Gösteriş yaparak barışa yanaşmak, insanların girdiği yer­ lere girip çıkmak, Mekke'den Medine'ye; Kureyş'ten Ensar'a in­ tikal eden siyasi otoritenin Kureyş'e ve Mekke'ye tekr� dönme­ si umuduyla beklemek. Ebfı Süfyan İslam'a girdi; onunla birlikte Kureyş de İslam'a girmiş oldu ve böylece Peygamber Arap birliğini gerçekleştirdi: Kureyş ve Ensar arasındaki alevli ateşin üzerine kül serpildi; in­ sanların hepsi görünüşte birbiriyle kaynaşmış din kardeşleri ol­ dular. Belki de Peygamber Mekke'nin fethinden sonra uzun bir za­ man yaşasaydı, bu kin ve nefreti tamamen ortadan kaldırabilir, Arapların benliklerini bir tarafa yöneltebilirdi. Fakat fetihten he­ men sonra; Peygamber, hilafet için bir kaide ve kabileler halin­ deyken bir araya getirdiği bu toplum için bir düstur bırakmadan vefat etti. Bu kin ve öfkenin ortaya çıkması, UJl:lyan bu fitnenin uyanması, kin ateşinin üzerindeki küllerin savrulmasında ne garabet var! Hakikat şu ki, Peygamber bu dünyayı terk eder etmez, Ku­ reyş'ten muhacirler ile Evsli ve Hazreçli Ensar, hilafetin nereye ve kimlere ait olduğu hususlarında ihtilafa düştüler. Eğer biraz din duygusu ve o vakit maddi gücü elinde tutan Kureyş'ten bir grubun sağduyusu olmasaydı, iki taraf arasındaki ilişkiler ta­ mamen kopacaktı. Ensar'ın muhalefetinin nedeni, önderliğin Kureyş'e geçme ihtimalinden başka bir şey değildir. Netice ola­ rak iki taraf arasında istikrar sağlandı ve Sa'd b. Ubade dışında, muhalefet etmeyerek uzlaştılar. Ensar'dan Sa'd b. Uba.de, Ebfı Bekr ve Ömer'e beyat etmemiş, Müslümanların namaz ve hacla­ nna katılmamış, bir yolculuğu esnasında suikaste kurban gide­ ne kadar, faal muhalefetini sürdürmüştür. Ravilerin iddiasına göre onu cinler öldürmüştür. 2 Ebu Bekr'in hilafeti döneminde Kureyş ve Ensar'ın enerjisi, kimi Arapların İslam'a başkaldınsına ve Ömer'in döneminde ise fetihlere yöneldi. Fakat iki taraftan, Mekke ve Medine'de kalan2

İbn Sa'd, et-Tabakô.t, Leiden, c. 7 /2, s. 115.

Şiir İntihalinin Sebepleri

67

lar, Peygamber'in döneminde aralarında cereyan eden o şiddetli husumeti ve savaşlarda dökülen kanlan unutamıyorlardı. Hiç şüphesiz, Ömer'in güçlü önderliği Muhacirler ile Ensar arasına girdi; daha doğru bir ifade ile Kureyş ve Ensar'ın fitneye düşmesine mani oldu. Raviler Ömer'in, Peygamber'in sağlığında Müslümanların ve müşriklerin hicvedildiği şiirlerin rivayetini yasakladığını nakletmektedirler. 3 Bu nakil başka bir rivayeti da­ ha kuvvetlendirmektedir ki, o da şudur: "Peygamber döneminde, Kureyş ve Ensar'dan bazılarım, di­ ğerlerine yönelik yapmış oldukları hicivleri birbirlerine hatırlat­ tılar. Onlar bu hicivleri rivayette çok ısrar ediyorlar; bunları ri­ vayette, ancak havayı gerginleştirmek veya üstünlük sağlamak­ tan zevk alan aşın asabiyet duygusu taşıyan kişilerin hissedebi­ lecekleri türden bir eğlence ve tat buluyorlardı. Rivayete göre, bir gün Ömer, Mescid-i Nebi'de Hassan'ı bir grup Müslüman içinde şiir okurken görür. Söze girerek şöyle söyler: -Bu deve böğürtüsünden başka bir şey midir? Hassan: -Benden uzaklaş yd Ömer! Allah'a yemin olsun ki, ben bura­ da, senden daha hayırlı bir adamın yanında bu şiiri okudum, o bundan razı olmuştu. Ömer bunun üzerine çekip gider."4. Daha önce söylediklerimizi değerlendirmeye tabi tutanlar için bu rivayeti anlamak çok kolaydır. Şöyle ki: Ensar tahrik ol­ muştur. Ensar'ın taşıdığı, asabiyet yönetimin kendi ellerinden gitmesine razı değildir. Onlar, Peygamber'e yardım etmiş olmak­ la, Kureyş'ten öç almakla, Peygamber'in vefatı öncesinde çeşitli · sıkıntılarla karşılaşmış olmakla ve bunlardan başka, kendileri­ nin ifade ettikleri asaletleriyle gurur duyuyorlardı. Ömer, bir Kureyşliydi ve onun taşıdığı asabiyet duygusu, Ku­ reyş'in incinmesini hoş görmüyor; Kureyş'e isabet eden hezime­ ti ve onlarla ilgili kötü şayiaları hoş karşılamıyordu. Bütün bun3 4

el-İsfehani, age., c. 4, s. 5. el-İsfehani, age., c. 4, s. 6.

68

Cahiüye Şiiri Üzerine

lann ötesinde o,. halkın işlerini zabtı rabt altına almak isteyen ve Müslümanların sistemini asabiyet dışında, (sağlam) temeller üzerine kurmak isteyen önder bir şahsiyetti. 5 Ömer nispeten ba­ şarılı da oldu; fakat istediği her şeyi başaramadı. Ravilerin naklettiğine göre, "Abdullah b. ez-Zebe'ra ve Dırar b. el-Hattab., Ömer'fıı hilafeti döneminde Medine'ye gelip Ebü Ahmed b. Cahş'ın yanına gitmişler. Bu zat, insanların ziyaret et­ tikleri, sıklıkla yanına gelip gittikleri ve muhabbet ettikleri hoş sohbet bir adamdı. Bu ikisi, -Karşılıklı şiir okumamız için, Hassan b. Sabit'i davet etmen için seni ziyaret etmiş bulunuyoruz. dediler. Ebü Ahmed, -Pekala! dedi ve Hassan'a birisini gönderdi. Hassan gelince, ona, -Bu iki kardeşin Mekke'den geldiler ve seninle karşılıklı şiir okum.ak istiyorlar, dedi. Hassan, -İster siz başlayın isterseniz ben başlayayım, dedi. -Biz başlayalım, dediler. Kureyş'in Ensar hakkında söylediği bazı şiirleri okumaya başladılar. Şiir okumayı bitirince her ikisi doğrulup bineklerine bindikleri gibi Mekke'nin yolunu tuttular. Hassan öfkeyle Ömer'e gitti ve olup biteni ona anlattı. Ömer, -Bu iki adamı, inşallah sana getireceğim dedi. Ardından bu adanılan geri çevirmek üzere birisini gönderdi. Nihayet yanında bir grup Peygamber ashabının da hazır olduğu Ömer'in huzuru­ na çıktılar. Ömer, -Onlara istediğin kadar şiir oku, dedi. Hassan, dilediği kadar okudu. Bundan sonra Ömer, el-Eğanı yazarının söylediğine göre, şunları söylemiştir: -Ben sizi bu şiirleri rivayetten men etmiştim. Çünkü bu şiirler kinleri uyandırmaktadır. Eğer dinlemek istemezlerse siz de ya­ zın. "6 5 6

Ömer şairleri izler ve onlardan İslam kaidelerine en küçük muhalefet eden kimseye şiddet gösterirdi. Ömer'in, insanların öfkesini çeken şiirleri okuyanla­ ra had uyguladığı da söylenmektedir. Bkz. İbn Sellam, Tabakat, s. 25, 30, 32. el-İsfehani, age., c. 4, s. 5.

Şiir İntihalinin Sebepleri

69

Ömer bu sözleri söylesin veya söylemesin, Ensar, Kureyş'e --· ·yônelen hicivlerini yazıyor ve bunların kaybolmaması hususun­ da hassasiyet gösteriyordu. 7 İbn Sellam şunları söylemiştir: "Kureyş baktı ve cahiliye döne­ mine ait şiir birikimlerinin az olduğunu gördü ve İslam dönemin­ de (bunları) arttırmak istedi. "8 Hiç şüphe etmiyorum ki, Kureyş; Ensar'ın hicvedildiği bu şiirleri çoğaltmak istiyordu. Ömer'in şe­ hit edilmesinin ardından, oldukça sancılı günlerden sonra hilafet Osman'a geçince, Ebu Süfyan'ın zihnini meşgul eden siyasi dü­ şünce bir hamle daha gerçekleştirdi. Artık hilafet sadece Ku­ reyş'in değil, özel olarak da Emevilerin eline geçmiş oldu. Kureyş'in ve Emevilerin asabiyet duygulan güçlendi; (buna paralel olarak) diğer kabilelerdeki asabiyet duygulan da güç ka­ zandı. Fetih hareketi durmuş; Araplar birbirleriyle uğraşmaya başlamışlardı. Sizin de bildiğiniz gibi, bütün bu olaylar, Os­ man'ın öldürülmesi, Müslümanların bölünmesi ve çeşitli karı­ şıklık ve savaşlardan sonra yönetimin Emevilerin eline geçme­ siyle sonuçlanmıştır. İşte bu anda halifenin siyasi projesi değişti. Daha ince bir ifa­ deyle, Ömer'in izlemiş olduğu, İslam öncesinde aralarında vuku bulan husumetlerin, karşılıklı olarak zikredilmesinin yasaklan­ masından ibaret olan plan başarısızlığı uğradı. Bütün İslami merkezlerde rekabet ve soy-sopla övünme yönünden Araplar, cahiliye dönemindeki durumlarından daha da kötü bir duruma düştüler. Arapların, bu vakitler kadim asabiyet duygularına dö­ nüşlerinin hangi boyutlara ulaşbğını görebilmeniz için size, Mu­ aviye ve oğlu Yezid'le ilgili olarak, Ensar'a mensup şairlerle diğer şairler arasında meydana gelen çekişmeyi anlatmam yeterli ge­ lecektir. 9 Belki de, Abdurrahman b. Hassan'm, Emevileri kızdırmak amacıyla, Muaviye'nin kızı Bermele'nin özelliklerini sayıp döktü7 8 9

Ômer'in şiir karşısındaki bu duruşu bir miktar araştırma gerektirmektedir. Zi­ ra başka kaynaklar onun şiire meftun olduğunu ısrarla vurgulamaktadır. Bkz. Çetin, Nihat M., Eski Arap Şiiri, İstanbul, 1973, s. 1-2, 18. İbn Sellam, age., s. 62. el-İsfehani, age., c. 13, s. 148; c. 14, s. 122.

70

Cahiliye Şiiri

Üzerine

ğü l?ir şiir yazmasıyla ilgili hikayeyi okumuşsunuzdur. Muaviye bu olay karşısında rengini hiç belli etmeyerek tahammül göste­ rip Abdurrahman'a, "Sen onu (Bermele) bırak; bir de kardeşi Hind'e bak/" 10 demiştir. Yezid ise adeta dedesi Ebu Süfyan'ın bir kopyasıydı. Bu adam bir yandan insanlar için açtığı çığır itiba­ riyle, diğer yandan da İslam'a karşı, güç kullanma, zulüm ve iş­ kence gibi tavırlarıyla tanınmış asabiyet duygusuna sahip bir adamdı. Ka'b b. Cu'ayl'ı, Ensar'ı hicvetmeye teşvik ettiyse de, Ka'b bu işten affını istedi ve "Sen benim İslam'dan irtidad edip kafir olma mı istiyorsW1?" diye cevap verdi. Yezid, bir Hıristiyan olan el-Ahtal'ı teşvik etti; bu adam teklifi kabul etti ve Ensar'a yönelik meşhur hicvini vücuda getirdi. Yezid, dedesi Ebu Süfyan'ın adeta tam bir kopyasıydı, dedim. O asabiyet duygusunu her şeyin üzerinde tutardı. Sizin de iyi bil­ diğiniz gibi Yezid, Harre vak'asının11 baş aktörüydü. Bu olayda Medine'de Ensar'ın haysiyeti ayaklar altında çiğnenmiş; Kureyş o gün Bedir zaferinin kahramanlarından intikam almış ve o gün­ den sonra Ensar belini doğrultamamıştır. Her hangi bir nedenle, ravilerin naklettiklerine göre, Hdrre gününde daha önce Kureyş'i mağlup etmiş olan Bedir gazisi seksen kişi şehit düşmüştür. Amr b. el-As ile ilgili başka bir kıssa daha var ki, 12 bunun ay­ rıntılarını size anlatma ihtiyacı hissetmiyorum. Amr, Ensar'dan bıkıp usanmış, hatta Ensar isminden bile nefret ederek Muavi­ ye'den Ensar adını ortadan kaldırmasını talep etmiş, sonunda Emevileri destekleyen tek Ensar ferdi olan en-Nu'man b. el-Be­ şir bile şunları söylemek zorunda kalmıştı: 10 Muaviye. istersen, bir de diğer kızım Hind için yaz. demek istiyor. 11 "Yezid. Arapların zalim ve kumazlanndan olan Müslim b. Ukbe el-Murri'yi Me­ dine üzerine gönderdi. Müslim, ihtiyar ve hasta olmasına rağmen, hareket et­ ti ve Medine'yi kenar mahallesi Hdrre tarafından kuşatarak işgal etti. Şehri yağma ve talan etmesi için orduya üç gün izin verdi. Kendisi ve askerleri katil, yağma. talan ve zulümde çok aşın gittiler. Bu sebeple, Müslim'e "Müşrik" la­ kabı verilmiştir. İslam ve Müslümanlar için buyük bir musibet olan bu savaş­ ta, Medine halkının kahramanları ve Rasülullah'ın değerli arkadaşlarının seç­ kinlerinden pek çok zevat şehit oldu. İşte Emeviler, Medine'nin hürmetini böy­ lece ihlal edip onu kirlettiler." (Hasan, Hasan İbrahim, İslam Tarihi (tere: İsma­ il Yiğit ve Sadrettin Gümüş). İstanbul, 1985, c. 1, s. 364). 12 Bkz. el-İsfehani, age., c. 14, s. 127.

Şiir İntihalinin Sebepleri

71

Ey Sa'd çağnya icabet etme, Ensdr'ın dışında bizim çağrısına icabet edebileceğimiz hiçbir nesep yoktur, Bizim nesebimizi, kavmimiz için, özellikle ilfıhımız seçti, Nankörlerin bu nesebi kabul etmeleri ne kadar ağır! Kuyu gününde sizden Bedir'de geberenler cehennem odunu oldular.

Muaviye bu şüri işitti ve Amr'ı aceleciliği nedeniyle kınadı; başka bir nedenle değil... Muaviye de, Ensar'a buğz ve Kureyş a­ sabiyeti yönünden danışmanı Amr b. el-'J\s'dan veya veliahdı Ye­ zid'den pek geri değildi. Ne var ki, Kureyş asabiyeti açısından onların aralarında büyük çapta farklılıklar vardı. Kimileri Yezid gibi, çok aşırı gidiyor; kimileri de Muaviye gibi orta yol tutuyor­ du. Kimileri de bu orta derecedeki Kureyş asabiyetinden Ensar'a sempati ve merhamet noktasına yaklaşanlar vardı. Belki de, ez­ Zübeyr b. el-'Avvam, Ensar'a sempati ve merhametle bakan, on­ larla olan hukukunu koruyan, Peygamber'in onlar hakkındaki vasiyetlerine riayet eden bir şahsiyetti. Rivayete göre 13 (ez-Zü­ beyr), Hassan'ın şiir okuduğu bir grup Müslümanla karşılaşmış ve insanların Hassan'ın dediklerine ilgi duymadıklarını görünce, onların bu tavırları nedeniyle kınamış ve Hassan'ın şiirlerinin Peygamber nezdindeki itibarını onlara hatırlatmış, bu husus Hassan'ı derinden etkilemiş ve onu öven şeyler söylemiştir -ki, bu şiirin baş kısmına dikkat etmenizi istiyorum.- Bu mısralar Kureyş'in takındığı olumsuz tavrın Ensar'ın ruh dünyasında de­ rin tesirler oluşturduğunu ispatlamamaya yardım edecek açık- . lıktadır: Peygamberin misakını ve yolunu sürekli izledi Onun Ensdr'ı; söz ile .fiil birbirine uygun... Devamlı onun yolunu yordamını takip etti, Hakkın sahiplerini destekleyerek, adil olan ancak haktır. O, meşhur süvaridir, Cephede nara atarak dolaşan yiğittir, meşhur harp gününde, Savaş şiddetlendiğinde, Derhal ölüme götüren bir kılıçla, savaşı sona erdirdi, Bir er kişi ki, Sa.fiyye kadının oğlu, 13 Bkz. el-İsfehani, age., c. 4, s. 7.

72 .

Cahiliye Şiiri Üzerine

Hem de Esed'den, o kadının evinde bollukla büyüdü. ô, Allah Rasulüne çok yakındır, İsliım'ın zafere ulaşmasında soylu bir katkısı var! Öyle hücumlar oldu ki, Zübeyr onları kılıcıyla ber taraf etti, Mustaja'yı korudu; Allah buna verdikçe vermiş! Onların içinde onun eşi yok, daha önce de yoktu, Daha sonra da olmayacak, dehrin sonuna kadar. Seni övmek, her hangi bir kavmin yaptığı işlerden daha hayırlıdır, Ey Haşim'in evladı, senin.fiillerin ise hepsinden daha üstündür.

İlk iki beyitte, Hassan'ın Peygamber dönemini nasıl tasvir et­ tiğine, onun hüznüne, Ensar'ın Peygamber'e verdiği desteğe iç geçirmesine ve onlara acımasına bakınız..Fakat bu beyitlerin ge­ risi kayda değer bir değerlendirmeyi hak etmektedir: 1. Bu beyitlerin okunmasından da açığı çıkacağı gibi, bura­ da ez-Zübeyr'in medhine ve kahramanlıklarına vurgu yapılmak­ tadır. Ne var ki, son .kısımda zayıflık vardır ye ilk beyitlerin kuv­ vetiyle uyumlu değildir,. Bu kıssayı ez-Zübeyr ailesinden v� Abdullah b. ez-Zübeyr'ın torunlarından bir grup itina ile rivayet etmiştir. Her halde Zü­ beyrilerin asabiyetiniı:ı bu beyitleri genişletip uzatması ve Has­ san'ın takdir hislerinin çerçevesini aşarak, Zübeyr asabiyetinin arzu ettiği yönde, Zübeyr'in veya özel olarak da Abdullah b. ez­ Zübeyr'in rakiplerine tafdil edilmesi hususunu uzak görmüyor­ sunuzdur. 2. Burada kayda değer bir değerlendirme daha bulunmakta­ dır ve bu değerlendirme bizim kanaatimizi ispatlamaktadır. Bi­ raz önce size, el-Ahtal'ın Ensar'ı hicvetmesinden bahsetmiştim. Sizin de gördüğünüz gibi, raviler en-Nu'man b. el-Beşir'in bu hicve öfkelendiği ve Muaviye'nin huzurunda çeşitli beyitler inşad ettiğini nakletmektedirler ki, bu beyitleri biraz sonra belirtece­ ğiz. Tıpkı, Hassan'ın beyitlerinde olduğu gibi, bu beyitlerde de şairlere söylemediklerini nispet eden bu asabiyetin etkisini göre­ ceksiziniz. en-Nu'man b. el-Beşir Ensar'a mensup olmakla bir­ likte, Kureyş ve Beni Ümeyye taraftarlığı yapıyordu. Daha hafif bir ifadeyle, çıkar temin etmek için onlara destek çıkıyordu. Ri-

Şiir İntihalinin Sebepleri

73

vayetlere göre bu şahıs Sıffin'de Muaviye ile birlikte olan tek En­ sar mensubu idi. ez-Zübeyr de Peygamber'in ahdini yad etmek ve dar günde Ensar'ın sergilediği dostluğa saygı duymak üzre, Ensar'a sevgi ve hürmet gösteren Kureyş azınlığındandı. en­ Nu'man b. el-Beşir, Muaviye'ye şunları söylemiştir: Ey Muaviye, eğer hakkı bize vennezsen, Kafalan san.klı Ezd kabilesi gibilerine venniş olursun. Yılanların kölesi yoksa bize mi sövüyor? Yılanlardan ne yarar umuyorsun? Onun dilini kesmeden intikam almış olmayacağım, Sen ve senin dirhemlerle beslediklerin başbaşa kalın! Bana bak, ağır ol, benim sabrımı taşırma! Belki de sen olaylann peşinden pişman olabilirsin. Sen ne zaman bizden, Hazrec'ten bir grupla karşılaşırsan, Veya bir gün Evs'le karşılaşırsan; felaketler seni perişan eder Ortalığa yayılmış, güçlü ve birbirine girmiş, Kwnru sürüleri halindeki atlar seni karşılar, İki Amr atları zora koşturuyor, Amr b. Amir ve İmran, Öyle ki, mahremlerin mübah kılınmasına kadar. O kadar ki, asalet sahibi kadının bileziklerinin altındaki beyazlık gö­ rünür, Kılıç korkusundan ayakları da bembeyaz kesilir. Birleşmiş çatlağı yeniden ayırmak istiyorsun, onu kışkırtıyorsun, Yapacaksan şimdi yap, başaramayacaksın iş sağlam! Aksi halde, benim halim, 1ubba' kavmine mensup atalarımdan kalan bir zırhtır, keskin bir kı­ lıçtır. Abd Şems'e ben hileyle yumuşaklık gösteriyorum, Oysa ben, kendi içimdeki pek çok şeyi gizliyorum. Senin ehil olmadığın bir işten sana ne! İktidarda hak sahibi Haşim kabilesidir, senin ne alakan var? Parçalandıktan sonra birleştirme onlara aittir, Bu vaz geçilemez işe seni layık gören kim? Allah onlar vasıtasıyla hidayeti ortaya koydu, İnsanlar da onlar vasıtasıyla hidayet buldular, Onların içinden çıktı, Allah'a kılavuzlayan önder ve son rehber.

Açıkça görülüyor ki, en azından son üç beyit, söylemediği halde en-Nu'man b. el-Beşir'e nispet edilmiştir. Bu Şia'nın işidir.

74

Cahiliye Şüri Üzerine

Bununla birlikte biliyoruz ki Ensar, yönetimi elinden kaçırıp Ku­ reyş'e öfke duymaya başlayınca, siyasi duruşlannın tabü bir so­ nucu olarak, Emevilere muhalif hareketleri desteklediler ve Ali'ye katıldılar. Hiçbir şüphemiz yok ki, en-Nu'man b. el-Beşir ne Ha­ şim kabilesine ne de Ali düşüncesine mensup idi. O bir Emevi daha doğru bir ifade ile Süfyani idi. Yönetimin Ebu Süfyan aile­ sinden Mervan b. el-Hakem'e geçeceğini kestirince Emevileri bı­ rakıp İbnu'z-Zübeyr'in yanına geçti ve bu yüzden öldürüldü. Asabiyetin Kureyş'i ve Ensar'ı hangi uçlara götürdüğünü, bu anlayışın şiire ve şairlere tesirini görüyorsunuz. Yukarıdaki iki örnek hadisede gördüğünüz gibi, Zübeyr ve Haşim asabiyeti, Hassan ve Nu'man b Beşir'in şiirlerini hasımlarıyla mücadelede araç olarak kullanmasına neden olmuştur. Fakat Kureyş ve En­ sar'ın asabiyeti konusunu, bunun şiir ve şairler üzerindeki tesi­ rini henüz bitirmiş değiliz. Abdurrahman b. Hassan ile Halife Mervan'ın kardeşi Abdurrahman b. el-Hakem arasında cereyan eden ve bize çok zayıf izleri kalmış bulunan sert tartışmayı be­ lirtmeden geçmek istemiyorum.14 Raviler bu iki şahıs arasındaki hiciv atışmasının kökeni ko­ nusunda farklı şeyler söylüyorlar; farklı şeyler söylemek zorun­ dadırlar. Çünkü. bu olayın rivayetine asabiyet karışmıştır. En­ sar'ın anlatımına göre, bu iki adam arkadaşmışlar. Fakat Ensar­ dan Abdurrahman b. Hassan, Kureyşli arkadaşının karısını sevi­ yor ve sıksık onu ziyaret ediyormuş. (İbn el-Hakem) bu olaydan haberdar olunca Abdurrahman b. Hassan'ın karısıyla mektup­ laşmış. Kadın durumu kocasına haber verince; arkadaşının karı­ sının kendisini evde ziyaret etmesi için bir hile planlamış. Kadın ziyarete geldiğinde onu odalardan birine gizlemiş. Adamın karısı da, Kureyşlinin (İbn el-Hakem) kendisini ziyaret etmesi için bir plan hazırlamış. Olay plana göre gerçekleşip, (İbn Hassan) karı­ sının yanına girecekken, kadın onu (Kureyşliyi) odalardan birin­ de saklamak istemiş, Adam, odaya girer girmez ne görsün. Ken­ disi gibi, oyuna gelen karısı karşısında değil mi? Böylece iki ar­ kadaş arasındaki dostluk bozulmuş (Ensar'ın anlatımı böyle). 14 Bkz. el-İsfehani, age., c. 13, s. 150 vd.

Şiir İntihalinin Sebepleri

75

Kureyş'e gelince, o da bu kıssayı anlatıyor fakat kahraman­ ları ve rolleri tersine çeviriyor. Kendi arkadaşlarının (İbn Has­ san) vefasını öne çıkarıyorlar. Öyle ya, Abdurrahman b. Has­ san'ın karısından kendisine mektup geliyor; fakat o arkadaşına saygısından kadının isteğine icabet etmiyor! Hiç kuşkusuz bu kı�sa hayal ürünüdür ve kendi aralarında­ ki husumet ateşi söndüğünde Ensar ve Kureyş bu tür kıssaları eğlence aracı yapmışlardır. el-Eğô.ni müellifınin (Ebü'l-Ferec el­ İsfehani) bu hiciv atışmasının kökenine dair rivayet ettiği kadın­ larla ilgili şeyler tamamen vakıadan uzaktır. Bu iki arkadaş kendilerine ait köpeklerle avlanıyorlardı. Kureyşli olan, arkadaşına şöyle söyledi: Avlamaktan aciz zağarlar gibi havlayıp duran köpeklerinizi tutwı!

Abdurrahman b. Hassan ona şöyle cevap verdi: Kim avladığı avından yerse (kötü bir iş yapmış olur}, Biz o avı yemeyiz, bize hurma yeter. Biz seçkin insanlarız, oysa sizin analarınız, Çorak yalayan köpek�riniz gibidir. Biz sizi, keler avlamaya (yemeye} mecbur ettik, Siz keleri avlamak için her türlü kılıç kullandınız, Ama yine de avlayamadınız, Köy (geniş arazi) avlanmanıza engel oldu, Keleri bile elinizden kaçırdınız.

Bu günden sonra iki arkadaşın arası iyice açıldı. Belki de Abdurrahman b. Hassan, şu şüriyle Ensar'ın ruh halini en güzel bir şekilde yansıtmıştır: Zelil, izzetli oldu, izzetli de zelil, İnsanların en şereflileri de kuklalara dönüştü. Ben ısrarla açıklansın istiyorum, Siz ne zaman insanların efendisi oldunuz? Fildişi kulelerinizden aşağı inin, Bizim ve sizin eski neseplerimizi araştırın.

Bununla birlikte durum bu iki şairi aşmış, Kureyşli olan Mu­ dar ve Rabia şairlerinden destek aramıştır. Olay şiir ve şairlerin

76

Ca.hiliye Şiiri Üzerine

çevresinde cereyan eden bir olay olmaktan çıkarak Muaviye'ye kadar ulaşmıştır. Muaviye, Medine valisi olan Said b. el-'Asi'ye bir mektup yazarak her iki şaire yüzer kırbaç vurulmasını em­ retmiştir.ez-Zübeyr, Ömer'in halifeliği döneminde Ensar'a yakın durduğu gibi Said de Muaviye döneminde Ensar'a yakın dur­ muştur. Said ile Abdurrahman b. Hassan arasında kuvvetli bir dostluk vardı, onu ve Kureyşliyi cezalandırmak istemedi; emri uygulamadı.Ne var ki, Said Medine'nin yönetimini Mervan b.el­ Hakem'e bırakır bırakmaz, Mervan hemen hükmü uygulamaya koydu ve kardeşini muaf tutarak Abdurrahman b. Hassan'a yüz kırbaç vurdurdu.İşte burada Abdurrahman b.Hassan, Ensar'ın Şam'daki sefiri olduğunu dile getirdiği Nu'man b.Beşir'e şu mıs­ raları yazmıştır: Hayret dostum, Şam'da kay�p mı oldun? Yoksa, ey Nu'mô.n uyuyor musun? Ne olursa olsun, kaybolan bir gün ortaya çıkabilir, Uyuyan da uyanabilir, Bizim babalarımız olan Amr ve Amir ile Hardm'ın devam eden hukukları var. Onlar mı seni engelliyorlar yoksa, yazacak katip mi yok? Yoksa bana kızgın mısın? Yoksa benden uzaklaşmak mı istiyorsun? Yoksa yazacak kağıdın mı yok? Yoksa ben bu kadar hafife alınacak bir adam mıyım? Bacağımın kırıldığı haberini kafileler Şam'a götürdüler, Sana, ters giden işler yüzünden amca oğlunun başı belada dediler. Eski yakınlığı, muhabbeçi ve dostluğu unuttun, BU k� harbesi olmazsa kargı sadece sopadır veya odundur.

. Nakledildiğine göre, en-Nu'man b. Beşir, Muaviye'nin huzu­ runa çıkarak, Said'in verilen hükmü uygulamadığını, Mervan'ın da sadece· Ensarlı'ya uyguladığını söylemiş, Muaviye, "Sen ne is­ tiyorsun?" diye sormuş; o da, "Hükmü her iki adama da uygu­ laması hususunda Mervan'a talimat ver." demiş ve şu beyitleri okumuştur: Ey Ebu Süfyô.n'ın oğlu! Bizim gibi insanlara hiçbir kral veya emir zulmetmemiştir, zulmede­

mez,

Şiir İntihalinin Sebepleri

77

Bizim atlarımızın zikzaklı yollardan gelişini hatırla! Yine hatırla. ki sen bize muhtaçtın, Size Beşir es-Sdidi'nin beyat ettiği günü hatırla, Öyle ki size öncelik vermiştL Bedir gibi bir günden sakın; Bedir'de zor bir gün yaşamıştınız! İbn Hassan'ın bir intikamcısı var; Ona insafla davran ki gönüller rahat etsin. Sakın şöyle günlerden ki, Biz o zamanlar sizin iktidarınızı yıkmıştık. Ki, senin hiçbir ağırlığın yoktu Ezd ve destekçilerini görmüyor musun? Onlar gözlerinden ateş saçıyorlar, Öjkelerini içlerine atıyorlardı. Onlardan bir grup da benim etrafımda dolaşıyordu. Ben saldırdığımda onlar da saldıracak ve bana yardım edeceklerdi. Bizim asaletimiz ve bize arka çıkanlar, Bize zulmedilmesine engel oluyor; Bizim bileğimizi kimse bükemez. Bizim, (Ad gibi) kayaları işleyen, çok kadım ve güçlü köklerimiz var.

Muaviye'nin emri Mervan'a ulaşınca kardeşine elli kırbaç vurdurmuş; Abdurrahman b. Hassan geri kalan cezanın affedil­ mesini istemiş ve Kureyşli affedilmiştir. Fakat Abdurrahman b. Hassan Medine'de, Mervan'ın kendisine hür kişiye uygulanan yüz kırbaç vurdurduğunu, kardeşine ise köle cezası olan elli kır­ baç vurdurduğunu yaymaya başlayınca; bu sözler Abdurrah­ man b. el-Hakem'i rahatsız etmiş, kardeşine dönerek geri kalan elli kırbaç cezasının tamamlanmasını istemiş ve isteği yerine ge­ tirilmiştir. Bu iki adam arasında hiciv atışması devam etmiştir. Siyasi tarih konusunda yazmak isteyen yazar, Kureyş ve En­ sar arasındaki bu asabiyet duygusu hakkında özel ve hacimli bir kitap ortaya koyabilir. Bu durum sadece Medine, Mekke ve Dımeşk'te geçerli değil; aynı zamanda Mısır, Afrika ve Endü­ lüs'te de geçerlidir. Edebiyat tarihi yazarı, Kureyş ve Ensar ara­ sındaki bu asabiyetin, her iki tarafın hem İslami dönemdeki şi­ irler hem de cahiliye dönemine ait şairlere nispet (intihal} ettik­ leri şiirler üzerindeki tesirleri hakkında ayrı bir bölüm açabilir.

78

cahiliye Şiiri Üzerine

Sadece Kureyş ve Ensar arasındaki husumetle sınırla kalsa bi­ le, siyaset ve edebiyat tarihçisi kendisine yeterli malzeme bula­ caktır. Bir de diğer kabileler arasındaki husumeti ele almaya başlarsa durumun nasıl olacağını düşününüz. Zira bu asabiyet sadece Mekke ve Medine ahalisi ile sınırlı olmamış; bütün Arap­ ları kapsayan bir hal almıştır. Adnaniler, Yemenlilere; Mudar Adnanilere; Rabia Mudar'a karşı asabiyet duygularıyla yaklaş­ mıştır. Mudar kendi içinde gruplara ayrılmış; Kays, Teym ve Ku­ reyş asabiyetleri çıkmıştır. Rabia kabilesi bölünmüş, �ağlib ve Bekr asabiyeti ortaya çıkmıştır. Aynı şeyleri Yemen için de söy­ leyebilirsiniz. Ezd, Himyer ve Kuda'a kabilelerinin ayn ayn asa­ biyetleri oluşmuştur. Bütün bu asabiyetler şubelere ve kollara ayrılıyor, bunları ihata eden siyasi ve bölgesel şartlardan etkilenerek teşekkül edi­ yordu. Şam, Irak, Horasan ve Endülüs bölgelerinin her birinde buraya özgü asabiyetler ortaya çıkmıştır. Sizin de bildiğiniz gibi, bu asabiyet duygusu Emevi saltanatının sonunu getirmiştir. Çünkü onlar asabiyet duygusuna savaş açan Peygamber'in siya­ setinden sapmışlar ve Arapların bir grubuyla, diğer gruplara karşı üstünlük kurmak ve gururlanmak istemişlerdir. Asabiyet duygusunu körüklemişler, sonra onu kontrolden aciz kalmışlar­ dır. Asabiyet onlardan diğer kabilelere geçmiş, hatta Araplardan İranlılara intikal etmiştir. Asabiyet duygusu, sizin de şiir ve şairlere tesirini bir nebze görmüş olduğunuz üzre, siyasi hayat üzerinde etkili olmuştur. Bu yüzden Arap kabilelerinin her birinin, şiddetli siyasi müca­ dele içerisinde, cahiliye dönemindeki kendi mazilerini hayırla yad edeceklerini ve bu dönemde yüksek bir asalete sahip olduk­ larını öne çıkaracaklarını tasavvur edebilirsiniz. Şartlar cahiliye şiirlerinin yazılmasına imkan vermedi. Çünkü Araplar henüz bu şiirleri yazmıyorlar ve sözlü olarak ezberden naklediyorlardı. İs­ lami dönemde ridde savaşları, fetihler ve daha sonra iç karışık­ lıklar meydana geldi. Şiir rivayet eden ve ezberleyenlerden pek çoğu öldürüldü. Emeviler döneminde büyük şehirlerde Araplar rahata kavuştular ve şiirleri araştırmaya koyuldular. Ne var ki, bu şiirlerin çoğunun kaybolduğunu ve geriye pek az şiir kaldığı-

Şiir İntihalinin Sebepleri

79

nı gördüler. Araplar o gün, yanıp tutuşan asabiyet ateşini alev­ lendirecek şiirlere ihtiyaç duydular. Şiirleri çoğaltmak istediler ve muhtelif uzun-kısa kasideler ürettiler ve bunları kadim şair­ lere nispet (intihal) ettiler.. Yukarıdaki bu tespit bizim bir faraziye veya istidlalimiz değil­ dir. Eski alimlerin kendileri de aynı inançtadırlar. Nitekim Mu­ hammed b. Sellfun Tabakdtu'ş-Şu'ara eserinde bu söyledikleri­ mizden daha fazlasını ifade etmektedir. Onun ifadesine göre, Kureyş cahiliye döneminde şiir yönünden en zayıf Arap· kabile­ siydi. Bu durum, Araplar içerisinde onları, İslami dönemde en fazla intihal yapan kabile olmaya zorladı. İbn Sellam, Yunus b. Habib'ten naklen, Ebu Amr b. el-'Ala'ın ·şöyle söylediğini naklet­ mektedir: Cahiliye şiirinden size intihal edenler oldukça azdır. Eğer bol miktar­ da gelmiş olsaydı, çok bilgi ve şiir hazinesine sahip olmuş olurdu­ nuz.15

Cahiliye şiirinin çoğunun kaybolduğunu ispatlamak için, İbn Sellfun'ın bir istidlal yöntemi vardır. Burada kısaca ayrıntıya gir­ memizde bir sakınca yoktur. Onun görüşüne göre, Tarafa b. el­ 'Abd ve 'Abid b. el-Ebras, cahiliye şairlerinin en meşhurlarından ve en ileri gelenlerindendi; gerçek raviler, bu iki şairin sadece on kadar kasidesini ezberleyebilmişlerdir. O (İbn Sellfun) şöyle söy­ lüyor: Bu iki şair kendilerinden alınıp ezberlenilen mahdut şiirlerin dışın­ da başka şiirler de söylemiş olmasalardı, bu şöhret ve öne çıkma im­ tiyazına sahip olmazlardı.Öyleyse bu ikisi pek çok şiir söylemiş, fa­ kat bu şiirler kaybolmuş ve bugüne ancak eldeki pek az şiirler kal­ mış olmalıdır. Raviler ve diğerleri, bu iki şaire ait sadece on kadar kasideyi rivayet etmekte sıkıntıya düştüler ve bu yüzden iki şaire söylemedikleri pek çok şiiri nispet ettiler.

İbn Sellam bu sınırda durmuyor, daha ileri giderek, İbn İs­ hak ve diğer siyer müelliflerinin, 'Ad, Semud vs. kavimlere nis­ pet ederek, rivayet ettiği şiirleri eleştiriyor, bu şiirlerin menhfıl ve üretilmiş olduklarını vurguluyor. Hangi delil, Allah'ın 'Ad ve 15 İbn Sellam, age., s. 10.

r 80

Cahiliye Şiiri Üzerine

Semüd gibi kavimlerini yok edip onlardan geriye hiçbir şey kal­ madığını ispatlayan Kur'an metinlerinden daha açıktır! Biraz sonra Ad ve Semüd gibi kavimlere ait olduğu söylenilen şiirler üzerinde duracağız. Fakat biz burada, eski alimlerin tıpkı bizim gibi, cahiliye şairlerine nispet edilen bu şiirlerin çoğunun siyasi ve diğer sebeplerle üretildiğinin farkında olduklarını gös­ termek için bu konuyu dile getirdik. Eski alimler bunu farkedi­ yorlardı fakat onların tenkit yöntemleri bizim yöntemlerimizden daha zayıftı. Onlar işe başlıyorlar fakat sonuca ulaşamıyorlardı. Bu yüzden İbn Sellam, kendisinin bize Arap şiirinin evveliyetine dair bir şeyler rivayet edebileceğini iddia etmiş, Cezime el-Ebras• ve Zuheyr b. Cenab gibi şairlere nispet edilen bazı beyitler riva­ yet etmiştir. Sizin de göreceğiniz üzre, nasıl ki, İbn Sellam, Se­ müd ve 'Ad kabilelerine ait şiirleri kab�l edemiyor ise 16 biz de onun naklettiği bu şiirleri kabul edemiyoruz. Durum ne olursa olsun, bu uzunca bölümdeki araştırmamız bizi şüphe etmeyeceğimiz bir neticeye ulaştırmış bulunuyor: A­ sabiyet ve bununla ilişkili siyasi çıkarlar gibi unsurlar, Arapları şür üretip cahiliye Araplarına nispet etmeye yönelten en önemli sebeplerdendir. Eski alimlerin bu tespiti yapmada bizim önümü­ ze geçtiğini gördünüz. Ancak onların bu konuda pek çok sıkıntı­ lara da düştüğünü görmenizi istiyorum. İbn Sellam, ilim ehlinin ravilerin ürettiği şiirleri kolayca ayırt edebilmeye muktedir ol­ duklarını bize bildirmektedir. Ne var ki, bu alimler, Arapların bizzat uydurdukları şiirleri belirleme hususunda çok büyük zor­ luk görmektedirler. Biz bu_ neticeyi çıkarma ve kaydetmekle ye­ tinmeyip, bundan ilmi bir kaide çıkaracağız ki, o da .şudur: Edebiyat tarihçisi cahiliye şiiri ismi verilen metinleri okudu­ ğunda, asabiyet duygusunu körükleyen veya bir Arap grubunu başka bir gruba üstün kılan bir nitelik gördüğü müddetçe, bun­ ların gerçekliği hakkında şüphe duymak zorundadır. Şiir tara­ fından teyid edilen bu kabile veya asabiyetin, Müslümanların si­ yasi hayatlarında oynadığı rolün ağırlığına göre şiirler üzerinde­ ki şüphenin de artması gerekir. • "Cezıme" ismi bazı kaynaklarda "Cuzeyme" şeklinde geçmektedir. 16 Bkz. İbn Sellam, age., s. 4, 12,13.

Şiir İntihalinin Şebepleri

81

C. DİN VE ŞÜR İNTİHALİ

Dini temayül ve çıkarların şiir uydurulması ve cahiliye Arap­ larına nispet edilmesi üzerindeki etkisi, siyasi temayµl ve çıkar­ ların etkisinden az olmamıştır. Bizim bu tespitimiz sadece daha sonraki çağlar için değil, aynı zamanda Emevi asrı için de geçer­ lidir. Belki de dinden etkilenen intihal hareketi, Raşid Halifeler döneminde yükselme kaydetmiştir. Eğer bu konuyu araştırmak için gerekli vakit ve imkana. sahip olsaydık, ilmi ve edebi katkı­ dan hali olmayan böyle bir araştırma vesilesiyle, hem biz hem de okuyucular hoş vakit geçirebilirlerdi. Fakat bizim araştırmamız dinden etkilenen intihalin tarihini koymayı amaçlamaktdJır. Bize göre bu mesele özel olaral{ Arapların ve genel olarak da Müslümanların hayatlarını kuşatan muhtelif şartların yönlen­ dirmesiyle, farklı şekiller almıştır. Bazı dönemlerde, bu intihal­ lerle peygamberliğin sahihliği ve Peygamber'in doğruluğunu is­ patlamak amaçlanmıştır. Bu tür intihaller avama yöneliktir. Peygamber'in bi'setine bir hazırlık olarak, cahiliye döneminde söylenildiği rivayet edilen bütün şiirleri, aynca Arap bilgin ve ka­ hinlerinin, Yahudi hahamlarının ve Hıristiyan rahiplerinin, Ku­ reyş veya Mekke'den çıkacak bir Arap peygamberin gönderilişi­ ni bekledikleri hususunda halkı ikna etmek için rivayet edilen haberleri ve mitleri (esatir) bu minvalde görebilirsiniz. İbn Hişam gibi tarih ve siyer kitaplarında bu tür malumat bulunmakta­ dır.ı7 Bu söylediklerimize, insan soyundan cahiliye Araplarına nispet edilenleı;in yanı sıra, cin soyundan cahiliye Araplarına nispet edilen ştirleri de ekleyebilirsiniz. Görünen o ki, Arap top­ lumu sadece Adem'den gelen bir insan topluluğu değil, bu insan topluğunun yanı sıra, cinlerden müteşekkil bir toplumu da ifa­ de etmektedir. Öyle ki, bu cin topluluğu, insan topluluğu gibi bir hayat yaşamakta, onlara tesir eden unsurlardan etkilenmekte, onların hissettikleni hissetmekte ve onların beklediklerini bekle­ mektedirler. Cinler şiir söylemekte ve onların söyledikleri ştirler insanların şiirlerinden daha güzel olabilmekte; hatta cin şairle­ ri, insan şairlerine ilhamda bulunabilmektedirler! Ubeyd ve Hu17 Bkz. İbn Hişam, es-Sire, c.l, s. 19 vd; er-Ravdu'l-'Unf, s. 55 (Hamiş'te).

82

Cahiliye Şiiri Üzerine

beyd kıssasını biliyor olmalısınız. Yine sizin de bildiğiniz gibi, peyga�berlik öncesi ve sonrasında, şairlere ilhamda bulunan kişilere şeytan isminin verilmesi, bedevilerin ve ravilerin hoşla­ rına gidiyordu. Kur'an'da da Cin süresi bulunmakta ve süre, cinlerin Peygamber'i Kur'an okurken dinlediklerini, onların kalplerinin yumuşadığını, Allah ve Rasülüne iman ettiklerini, kavimlerine geri dönüp onları uyararak yeni dine davet ettikle­ rini anlatmaktadır. Yine aynı süre cinlerin semaya tırmandıkla-· nnı ve kulak hırsızlığı yapıp sonra yeryüzüne indiklerini, az-çok gaybın sırlarına vakıf olduklarını, Peygamber dönemi gelince bunların kulak hırsızlığına engel olunduğunu, şihaplarla taşlan­ dıklarını, böylece bir müddet semanın haberlerinin yeryüzü hal­ kına kapalı kaldığını haber ·vermektedir. Kıssacılar ve rivayetçi­ ler, bu ve içerisinde cinlerden bahseden ayetlerin geçtiği benzer süreleri okur okumaz, hemen bu ayetlerin tevilinde her yola başvurmuşlar, bunları sınırsız bir şekilde istismar etmişler, cin­ lere türlü türlü şiirler ve secili sözler söyletmişler, hatta söz ko­ nusu Kur'an ayetlerini kendi istedikleri doğrultuda yorumlamak için ihtiyaç duydukları hadisleri uydurarak Peygamber'e nispet etmişlerdir. 18 En ilginç olan husus ise, bizatihi siyasetin cinleri araç yap­ ması ve onlara hem de İslami dönemde şiir söyletmiş olmasıdır. Daha önce, hilafetin Kureyş'e bırakılmasına boyun eğmemiş olan Sa'd b. Ubade'nin öldürülmesi olayından bahsetmiş, Arap­ ların bu sahabiyi cinlerin öldürdüğünü söylediklerini ifade et­ miştik. Onlar bu sözleriyle yetinmeyerek cinlerin söylediği bir şi­ ir rivayet etmişlerdir ki, cinler bu şiirde Sa'd b. Ubade'yi öldür­ mekle iftihar etmektedirler: Öldürdük 1-Iazrec'in efendisi Sa'd b. Ubadeyi, Vurduk onu bir okla ki, şaşırmadı kalbinL 19

Aynı şekilde cinler Ömer b. el-Hattab için ağıt şiiri söylemiş­ lerdir: 18 Bütün bu hususlarla ilgili olarak bkz. et-Taberi, Cômi'u'l-Beyiin, Bulak, 13231331, c. 29, s. 64; İbn Hişam, age., c. 1, s. 194 vd; el-Kuraşi, Cemheretu'l­ Eş'ari'l-'Arab, Bulak, 1308, s. 17 vd. 19 İbn Sa'd, age., c. 2/3, s. 145.

Şiir İntihalinin Sebepleri

83

Medine'deki bir maktulden sonra, Yeryüzünü karanlık sardı, Dikenli ağaçlar bile kökünden sallandı. Allah o önderden razi olsun, Ve Allah o yaralı bedeni mübarek kılsın. Senin daha önce yaptıklarını yerine getirebilmek için, Kim koşar veya deve kuşuna binerse; geride kalır. Pek çok iş gerçekleştirdin ve sonra göçüp gittin, Sen göçtükten sonra ardında tehlikeler bitmedL Ben onun adi bir gök gözlü kölenin elleriyle öldürülmesini ummuyor­ dum.

Rivayetçilerin, bu sözlerin cinlere ait şiir oldukları konusun­ da kendilerinden emin olmaları çok ilginçtir. Onlar, bazılarının bu şiiri eş-Şemmfilı b. Dmlr'a nispet etmelerine inkar ve alayla yaklaşmaktadırlar. 20 Konumuza dönelim; din adına cinlere ve insanlara söyleme­ dikleri şiirlerin nispet edilmesine dair örnekleri göstermiş olduk. Bizim tercih ettiğimiz görüşe göre, bu intihalin amacı, her şeyde mucize arayan ve Peygamber'in gönderilmeden uzun bir zaman önce qeklenilmekte olmasını, bu bekleyişten cin şeytanlarının yanı sıra; kahinlerin, Yahudi haham ve Hıristiyan rahiplerinin bahsetmesini, Peygamber'in doğruluğunun delillerinden sayan halk kitlesinin ihtiyaçlarına karşılık vermektir. Kıssacılar ve uydurmacılar, cinlerin şiirleri ve bunların din ile ilişkili haberleri hakkında bir şeyler uydururlarken, cinlerle ilgili ifadelerin geçtiği ayetlere dayandılar. Onlar aynı şekilde, haham ve rahiplere nispet ederek uydurdukları haber, şiir ve sözlerde de Kur'an'a atıf yaptılar. Nitekim Kur'an, Yahudi ve Hı­ ristiyanların, ellerindeki Tevrat ve İncil'de Peygamber'i yazılı ola­ rak gördüklerini haber vermektedir. Öyleyse, samimi haham ve rahiplerin_ Peygamber'in nübüvvetini beklediklerini ve hatta bi­ setten önce bile insanları Peygamber'e imana çağırdıklarını is­ patlayacak nitelikte kıssaların, ustfırelerin ve bunlarla ilgili şiir­ lerin uydurulması gerekiyordu! 20 Bu beyitler Şemmah ve iki kardeşi Mezred ile Cüz'e nispet edilmektedir. Bkz. İbn Sa'd, age., c. 1/3. s. 240; el-İsfehani, age., c. 7. s. 102; İbn Sellam, age., s. 29.

Ca.hiliye Şiiri Üzerine

84

Şiir intihali ve cahiliye Araplarına nispet edilmesine dinin et­ kiyle ilgili bir başka örnek de, Peygamber'in ailesi ve Kureyş'ten gelen nesebinin yüceltilmesi için söylenilenlerdir. İnsanlar bir şekilde, Peygamber ve soyu ile ilgili olarak şu kanaate varmışlar­ dır: 1. Peygamber Haşimoğullarının en asilidir.2.. Haşimoğulları Abd Menafın en asil ailesidir. 3. Abd Menafoğulları, Kusay'ın en asil sülalesidir. 4. Kusay, Kureyş'in en asil koludur. 5. Kureyş, Mudar'ın en asil kabilesidir. 6. Mudar,Adnan'ın en asil evlatlarıdır. 7. Adnanoğulları, Arapların en asil sınıfıdır.

8. Araplar ise bütün insanlığın en asilleridir.21 Kıssacılar, özellikle de Peygamber'le ilişkili, bu tür bir asalet ve necabeti, tespit etmeye çalışıyorlar; Abdullah, Abdull!-Ilutta­ lip, Haşim, Abd Menaf, Ku_say'a, bunların mevkilerini yücelte­ cek, özel olarak kendi kavimlerine; genel olarak da bütün Arap­ lara karşı üstünlüklerini ortaya koyacak çeşitli haberler nispet ediyorlardı. Sizin de bildiğiniz gibi Araplar arasında, özellikle de halkın ilgi duyduğu dönemlerde kıssalar, şiir karakterinde nak­ ledilmekteydi. İşte burada şiir intihaline yol açan dini ve siyasi gayeler ken­ dini göstermektedir. Şartlar yönetimin, Peygamber'in kabilesi olan Kureyş'in elinde olmasını, Kureyş'in bu yönetimde ihtilafa düşmesini, kimi zaman yönetimin Ümeyyeoğullarında kalıp, ki­ mi zaman da Peygamber'in yakını olan Haşimoğullarına intikal etmesini gerektirmiştir. Her iki grup arasında rekabet şiddetlen­ miş, iki taraf da bu kıssaları siyasi mücadelenin bir aracı yap­ mıştır. Emeviler döneminde kıssacılar, onların cahiliye döne­ mindeki asaletlerini ispatlamaya çaba gösteriyorlar; Abbasiler devrinde ise kıssacılar Haşimoğullarının cahiliye dönemindeki 21 Hamidullah, Muhammed, lslôm Peygamberi (tere: Salih Tuğ), Ankara, 2003, c. 2, s. 1170-1171.

Şiir İntihalinin Sebepleri

85

şereflerini ispatlamaya çabalıyorlardı. Bu iki siyasi grup arasın­ . da husmet gittikçe artıyor; bu yüzden rivayetlerde, haberlerde ve şiirlerde artış kaydediliyordu. Durum Abd Menafın bu iki kolu ile sınırlı kalmıyordu. Bü­ tün Kureyş aristokrasisi, asalet peşinde koşuyor, hem içinde ya­ şadıkları dönemde hem de mazide uğurlu bir kabile olma arzu­ su taşıyorlardı. O halde Kureyş'in kollan (butün) birbirinden farklı olmakla birlikte, çeşitli haberler ve şiirler üretiyorlar; kıs­ sacılan ve başka insanları intihal yapmak hususunda saptın­ yorlardı. Bir açıdan, Kureyş'in Peygamber'in kabilesi olması, diğer yandan yönetimin Kureyş'in eline geçmesi hususları dışında, bütün bu kabile hakkınd� söylenilenlerin aslı yoktur. Emeviler ve Abbasiler döneminde dini ve siyasi arzuların şiir intihaliyle nasıl örtüştüğüne bir bakınız! Bu konuda örneklere yer vermek ihtiyacı hissetmiyorum. Eğer İbn Hişam gibi siyer ve tarih kaynaklarına bakarsanız, bu konuda pek çok örnek görebilirsiniz. Emevi olsun, Haşimi olsun, Kureyş kabilelerinin yönetici ai­ leyle rekabet etmek için şiir intihaline teşvik ettiğini ispatlaya­ cak bir örnek vermek istiyorum. Size aktaracağım bu kıssa, Kureyş'in Beni Mahzünoğullan koluna aittir. Bu kıssa, Kureyş'in bir sakınca görmeyerek, doğ­ ruluğa veya dini ilkelere riayet etmeksizin, şiire ne denli meyyal olduklarına dair çok çarpıcı bir örnektir.

el-Eğani müellifi, Abdulaziz b. Ebi Nehşel'den şöyle bir rivayet nakletmektedir: Kendisinden borç istemek üzere gittiğimde, Ebü Bekr b. Ab­ durrahman b. el-Haris bana şöyle demiştir:

-Dayı! Şu dört bin dirhemi al, şu dört beyti oku ve bu şiirlerin Hassan tarafından Allah Rasulü huzurunda okunduğunu işittim, de.

Cahiliye Şiiri Üzerine

86

(İbn Ehi Nehşel): -Allah Rasulü huzurunda söylenmeyen bir şeye nasıl söylen­ miş derim, bundanAllah'a sığınırım,fakat, eğer Aişe söyledi, de­ memi istersen, söylerim. (İbn el-Haris): -Hayır, olmaz. Sadece, Allah Rasulü otururken Hassô.n'ı ona şiir inşad ederken işittim, demeni kabul ederim. (İbn Ehi Nehşel devam ediyor:) "Birbirimizden ayrıldık. Birbiri­ mizle konuşmadan birkaç gece geçirdik. Daha sonra bana birisini gönderdi ve benden Hişô.m'ı -yani İbnu'l-Muğıre'yi- ve Beni Ümey­ ye'yi medheden beyitler yazmamı talep ettL Gerekli isimleri bana vermesini istedim. İsimleri sayıp döktü ve 'beyitleri Ukaz'a adap­ te et ve babana nispet et.' dedL Ben de şu beyitleri inşa ettim: Sehmoğullarının kardeşinin doğurduğu şu kavme aşk olsun! Muhtaçlara kol kanat geren Hişam ve Abd Menafoğullanna, Birisinin kargısı var, diğeri ise yılmaz ve yenilmez, Her ikisi de yakınlarını müdafaa ediyor, Şu da yakından bir ok atıyor, Bunlar aslanlardır, akranları üstünlüklerini ortaya koyuyorlar, Zulme engel oluyorlar, Ukciz günü onlar insanları hezimetten korudu­ lar, Onların çocuklarını şereflendirdiler, asil bir geçmişle, Eğer Kabe üzerine yemin etsem, günah olmaz, Büyük ve sağlam saraylan inşa eden hiçbir kimse, RaytaoğuUarından daha üstün ve daha akıllı değildir.

(Abdulaziz b. Ehi Neşhel anlatmaya devam ederek) "Sonra ona geldim ve bunlan babam söyledi." deyince; "Hayır, onlan İbn ez-Ziba'rô. söyledL" diyelim, dedi. İşte bu beyitler şu güne kadar kitaplarda İbn ez-Ziba'rd'ya nispet edilmektedir. "22 Abdurrahman b. el-Haris b. Hişam'a bakınız! Dört bin dir­ hem karşılığında, arkadaşından nasıl yalan söylemesini ve Has­ san'a söylemediği bir şiiri nispet etmesini istiyor; bu intihal ile yetinmeyerek, arkadaşından Hassan'ın bu şiiri Peygamber'in 22 el-İsfehani, age., c. 1, s. 30.

Şiir İntihalinin Sebepleri

87

huzurunda okuduğunu yaymasını talep ediyor. Fakat arkadaşı Peygamber'e nispet ederek yapılacak bir uydurmayı hoş karşıla­ mıyor ama Aişe'ye nispetle yapılacak uydurmayı mübah görü­ yor. Abdurrahman, Peygamber'e nispet edilerek yapılacak bir uydurmadan başkasını kabul etmiyor, bunun üzerine tartışıyor­ lar. Birbirine muhtaç olan bu iki şahıstan birisi bilinen bir şaire nispet edilen şiir istiyor; diğeri de para. Nihayet Kureyş şairi Ab­ dullah b. ez-Zeba'ra'ya nispet edilerek yapılacak intihal üzerin­ de uzlaşıyorlar. Bunun gibi çok örnek vardır. Dinin şiir intihaline sebep olduğu bir başka husus da kıssa­ cıların.helak olmuş kabilelerden Ad ve Semfıd gibi kadim toplu­ luklara ilişkin Kur'an'da geçen ifadeleri yorumlarken yaptıkları istismarlardır. Raviler bu kabilelere pek çok şiir nispet etmekte­ dir. Tubba' ve Himyer gibi kabilelere nispet edilen bu tür şiirle­ rin, İbn İshak ve ona tabi olan kıssacıların uydurduğu intihal ürünleri olduğuna ilişkin İbn Sellam'ın Tabakeıtu'ş-Şu'areı ese­ rindeki tenkit ve tahlili bizim için yeterli bir bakış açısı vermek­ tedir. 23 İbn İshak ve ona tabi olan kıssacılar, sadece kimi şiirle­ ri 'Ad, Semfıd, Tubba' ve Himyer'e nispet etmekle yetinmiyorlar; Adem'e bile şiir nispet ediyorlar. Bunlann iddialarına göre, Ka­ bil kardeşi Habil'i öldürdüğünde, Habil için ağıt söylemiştir. 24 Kanaatimize göre bu örnek üzerinde sözü uzatmak, saçmala­ maktan başka bir şey değildir. Dinin şiir intihaline tesiriyle ilgili bir başka örnek, (galip) Araplarla diğer mağlup milletler arasındaki ilişkilerin tesisinden sonra, Arapların arasında· da ilmi hayat başlayınca kendisini göstermiştir. ıv.ıevali, Kur'an'ı dil yönünden araştırmaya ve Kur'an lafızlarını ve manalarını tespit etmeye başlamıştı. Bunlar gördükleri lüzum üzerine, Kur'an'ın ihtiva ettiği lafızların Arap diline mutabık, Arapça bir kitap �lduğunu ispatlayacak deliller aradılar. Kur'an'daki her kelime için, Arap şiirinden istişhad, ederek bu kelimelerin hiç kuşku götürmez bir şekilde Arapça ol­ duğunu ısrarla ispatlayamaya çalıştılar. Birinci bölümde de arz 23 İbn Sellam, age., s. 4. 24 İbnu'l-Hatib, Ebu Bekr, Tdrihu BağdC!-(i, Kahire, 1349, c. 5, s. 128.

88

Cahiliye Şiiri Üzerine

ettiğim üzere, sızın beni kolaylıkla tasdik edeceğiniz gibi, Kur'andaki lafızlar ve manalar hakkında, n1viler ve müfessirle­ rin istişhat ettikleri bütün şiirlere güvenmemiz çok zordur. Be­ nim bu konuda ve Abdullah b. Abbas ile Nafi' b. el-Ezrak arasın­ da geçtiği söylenen hikaye hakkındaki düşüncemi biliyorsunuz. Bunu tekrar etmeye gerek yoktur. Ancak burada tek bir şeyi tekrar edeceğiz: Biz Arap diline kaynak olabilecek derecede, hiç­ bir şüphe taşımayan yegane sağlam kaynağın Kur'an olduğu ka­ naatindeyiz. Kur'an metinleri için cahiliye şiirleri denilen bu şi­ irlerden istişhad etme yerine, tam tersine, bu şiirlerin sahihliği­ ni anlamak için Kur'an metin ve lafızlarından istişhad etmek ge­ rekmektedir. Peygamber döneminde Arapların şahit· olduğu, Kur'an'ın Arapça oluşu, lafız, üslup ve nazım yönünden sağlam temellere dayandığı konusunda ciddi bir alimin içine nasıl şüp­ he sızabileceğini anlıyor değilim! Ancak burada bir mesele ile karşı karşıyayız: Alimler ve özellikle de mevfiliye mensup tefsir bilginleri, çoğu zaman Kur'an'ı anlamak ve metinleri yorumla­ mak konusunda ittifak etmemişlerdir. Onların arasında ayetle­ rin tevil ve tefsirine dair çeşitli tartışmalar vardır. Bu tartışma­ lar, fakihler ve yasa koyucular arasındaki tartışmalara da kay­ naklık etmiştir. İşte burada dinin şiir intihaline tesiri ile ilgili olarak yeni bir örnekle karşılaşıyoruz. Bilginler arasındaki bu tartışmaların, alimlerin konum ve şöhreti üzerinde olduğu gibi, bu alimlere yö­ nelik halkın görüşleri ve yönetici tabakanın bunların ilimlerine güvenmeleri gibi hususlarda hiç de az olmayan tesirleri olmuş­ tur. Bu yüzden sözü geçen ulema, tartışmalarında zafer elde et­ miş ve savunduğu görüşünde hakikati yakalamış insanlar ol­ duklarını ızhar etmişlerdir. Kur'an'ın nüzulü öncesinde Arapla­ rın söylediklerinden böyle bir istişhad yapma hakkını bunlar ne­ reden buluyorlar? Onlar bu istişhad işini istismar etmişler ve cahiliye şiirini her şey için delil getirmişlerdir. Edebiyat, dil ve tefsir kitaplarının yanı sıra, çeşitli makaleleri okurken, bu cahi­ liye şiirinin sizde güçlü bir etki ve garip bir izlenim bıraktığını rahatlıkla görebilirsiniz. Bu yüzden de ilgilendikleri ilim dalları­ nın farklılığına rağmen, alimlerden birisinin, ihtiyaç duyduğun-

Şiir İntihalinin Sebepleri

89

da, İslam öncesi Arap diline vakıp olabileceği hayaline kapılırsı­ nız. Burada, İslam öncesi Arap dili adeta her ayrıntıyı kapsamış ve bu malzemeler kaydedilmiş sayılmaktadır. Öte yandan bu alimler .her şey hakkında söz söylemiş olan cahiliye Araplarının, bilgisiz, kaba ve densiz insanlar olduğu konusunda icma etmiş­ lerdir. Abbasi kültürünün ulaştığı bilim ve sanatsal seviyeyi de­ ğerlendirmek için, cahiliye Araplarının cehalet ve kabalıkları de­ lil getirilmektedir! Mutezile kendi mezheplerini cahiliye Arapları­ nın şiirleriyle ispatlamaya çalışıyor; Mutezile karşısındaki görüş sahipleri, cahiliye şiirlerine dayanarak Mutezile'yi eleştiriyor. Al­ lah'ın kürsüsünün, O'nun semavatı ve arzı kuşatan bilgisi oldu­ ğunu ispatlamak üzere bazı Mutezile alimlerinin rivayet ettiği şu şiir (şair tabii meçhuldür) karşısında sizin de benim gibi tebes­ süm edeceğinizi düşünüyorum: Allah'ın ilminirt kürsüsü mahluk değildir.

Bilim adamları cahiliye Araplarına sayılamayacak kadar, söylemedikleri sözleri isnat etmişlerdir. Bu durum sadece din adamları, dini görüş sahipleri, dilci ve edebiyatçılar için geçerli değil, aynı zamanda ele. aldığı konu ne olursa olsun, ilmi mese­ leler üzerinde söz söyleyen herkes için geçerli olmuştur. Bir şekilde, Abbasiler döneminde bir grup insan, çok sonra­ ları meydana gelen veya mağlup Farslı, Bizanslı vs. insanların getirdikleri her şeyi cahiliye Araplarına nispet etme bid'atini başlattı. Hal böyle olunca cahiliye Araplarına şiir nispet etmenin çivisi çıkmış oldu. Eğer el-Cahız'ın Kita.bu'l-Hayevdn eserine ba­ karsanız, sizi ikna ve razı edecek derecede intihal örnekleri gö­ rebilirsiniz. Fakat ben üzerinde bulunduğum, dini gaye ve çıkarların şiir intihaline etkisi ve bunların cahiliye Araplarına nispet edilmesi konusundan uzaklaşmak istemiyorum. Buraya kadar, bu tesir­ le ilgili çeşitli örnekleri görmüş olduk. Ancak, henüz bu örnek­ ler içerisinde, en önemli ve eski-yeni (pek çok) alimin aklım en fazla derinden etkileyen, aynı zamanda da en saçma olan örne­ ği görmüş değiliz. Bu örnek Müslümanlarla, özellikle Yahudi ve Hıristiyan diğer din mensupları arasında tartışmalar başladığın-

90

Cahiliye Şiiri Üzerine

da kendisini göstermiştir. Peygamber ve hasımları arasında çok sert biçimde cereyan eden bu tartışmalar, Peygamber'in Yahudi­ lere ve Arap beldelerindeki putperestlere karşı elde ettiği zaferle sükunete ermiş; Raşid Halifeler devrinde ise neredeyse tama­ men ortadan kalkmıştı. Çünkü bu halifeler döneminde kelam tartışma ve konuşma için değil; Fars egemenliğini yıkan ve Bi­ zans İmparatorluğu'nun elinden Şam, Filistin, Mısır ve Kuzey Afrika'nın bir bölümünü koparıp alan kılıç içindi. Fetihler sona erip Araplar büyük şehirlere yerleştikten ve on­ larla mağlup Hıristiyan vs. halk arasında ilişkiler kurulduktan sonra tartışmalar başladı ve bu tartışmalar neredeyse kavgaya dönüşecek bir şekle dönüştü. Bu kavga ortamında tartışmaları sürdürenler, ilginç görüşler geliştirdiler ki, bunların bazılarına kısaca temas etmek istiyoruz. Müslümanlar, Peygamber gönderilmeden önce, İslfun'ın Arap yarımadasında tarihsel bir geçmişi olduğunu ve İslam dininin, Al­ lah'ın daha önce diğer peygamberlere vahyettiği dinin hulasası ve özü olduğunu ispatlamak istediler. Nitekim, İslam'dan önce, İs­ lam dinine inanan ve bu dini Kur'an'dan önce vahyedilmiş sema­ vi kitaplarda bulan bir kavim görmemiz tuhaf değildir. Zira Kur'an bize bu kitaplardan bahsetmekte, Tevrat ve İncil'in adını zikretmekte; bu iki kitap hakkında Yahudi ve Hıristiyanlarla tar­ tışmaktadır. Aynı zamanda Kur'an, Tevrat ve İncil dışında başka şeylerden de bahsediyor ki, bunlar İbrahim'in Sahifeleri'dir. Ya­ hudilik ve Hıristiyanlıktan başka bir de bu güne kadar gerçek manasını bilemediğimiz Haniflik denilen İbrahim Dini'nden bah­ setmektedir. Yahudiler ve Hıristiyanlar dini kendi tekellerinde tutmuşlar; bunlara mukabil Kur'an, her iki din mensuplarının id­ dialarının doğruluğunu reddeden bir tavır sergilemiş; ellerindeki Tevrat ve İncil'i eleştirmiş ve onları; kitaplarım tahrif etmekle it­ ham etmiştir. O halde hiç kimse, İbrahim dinini tekelinde tuta­ maz ve yalnız başına bu dini temsil etme iddiasında bulunamaz. Zira Müslümanlar, İslam'ı özü itibariyle, Yahudilik ve Hıristiyan­ lık'tan daha eski ve saf olan İbrahim dinine bağlamışlardır. İslam'ın zuhuru esnasında ve daha sonra, Araplar arasında İslam'ın İbrahim dinini yenilediği fikri yayılmıştır. Bu yüzden,

Şiir İntihalinin Sebepleri '

91

İbrahim dininin, asırlardan birinde, Arapların dini olduğuna ve putperestlerin saptırmaları sebebiyle putlara tapmaya başladık­ larına inanmaya başladılar. Zaman zaman, kendilerini gösteren az sayıdaki kişiler dışında İbrahim'in dinini yaşayan kayda de­ ğer bir topluluk kalmamıştır. Bu Haniflerin sözlerine baktığımız­ da, Hanifliğin İslam'a benzediğini görürüz. Bunun yorumu ol­ dukça basittir: Çünkü onlar İbrahim'in takipçileridir ve İbra­ him'in dini de İslam'dır. Bunun bilimsel yönden açıklaması ol­ dukça kolaydır. Şöyle ki: Cahiliye Araplarına nispet edilerek söy­ lenilen bu sözler İslam sonrasına aittir. Bu eylemin Arap ülkele­ rinde İslam'ın bir kıdemi ve mazisi olduğundan başka bir amacı yoktur. Bu cahiliye Araplarına nispet edilen ve Kur'an'ın içeriği ile kuvvetli veya zayıf bir benzerlik arzeden, gördüğümüz bütün haberleri, şiirleri ve olayları buna göre yorumlayabilirsiniz. Burada Batılı ve özellikle de oryantalist araştırmacıların üze­ rinde durdukları ve Kur'an tarihinin de önemli bir bahsi olan, Arap kaynaklarının Kur'an'a tesiri meselesine geçebiliriz. Bu araştırmacılar, Kur'an'ın; Yahudilikten, Hıristiyanlıktan ve Arap beldeleri ve buralara komşu bölgelerdeki şu veya bu dini görüş­ lerden etkilendiği görüşündeydiler. Ancak bu kaynaklara, Arap­ lara ait özgün bir kaynak daha ilave ettiler ve bu kaynağı cahi­ liye Araplarına ait şairlerden, özellikle de kendilerinden uzak durulan şairlerin şiirlerinden bulduklarını söylediler. Prof. Clenient Huart, 25 Joumal Asiatique dergisinde 180426 yılında neşrettiği uzunca bir makalesinde çok değerli bir şey bulduğunu ve Kur'an'ın yeni bir kaynağını keşfettiğini ilan et­ miştir. Bu çok değerli ve yeni kaynak, Ümeyye b. Ebi's-Salt'ın şi­ irleridir. Prof. Huart bu araştırmasında sözü oldukça uzatmış; 25 Huart, Clement İmbault (1854-1926), Fransız şarkiyatçısı. Pek çok eserinin yanında İsldm Ansiklopedisfne (Encyclopaedia of Islam) yazdığı 200'e yakın madde ile tanınmaktadır. Bkz. TDV, İA, İstanbul, 1998, c. 18, c. s. 262-263. 26 Taha Hüseyin bir zühul eseri olarak 1804 tarihini vermiştir. JoumalAsiatique ve dergiyle aynı adı taşıyan cemiyet (Societe Asiatique). Nisan 1822'de Paris'te kurulmuştur. Cemiyet ve derginin oryantalist çalışmalar içindeki yeri hakkın­ da geniş bilgi için bkz. Bedevi, Abdurrahman, Mevsua.tu'l-Musteşrikin, Beyrut, 1913, s. 198; es-Siba'i, Mustafa, Oryantalizm ve Oryantalistler (tere: Mücteba Uğur). İstanbul, 1993, s. 58.

92

Cahiliye Şiiri Üzerine

Ümeyye b. Ebi's-Salt'a nispet edilen şürlerle Kur'an ayetlerini karşılaştırıp v_e iki sonuca varmıştır: 1. Ümeyye b. Ebi's-Salt'a nispet edilen bu şiirler sahihtir. Çün­ kü bu şürlerde anlatılan bazı kıssaların ayrıntıları, Kur'an'daki anlatımlardan farklıdır. Eğer bu şürler intihal eseri olsaydı, bun­ larla Kur'an arasında tam bir mutabakat olurdu. Bu şürler sahih olduğuna göre, Prof. Huart'a göre, Peygamber'in Kur'an'ın naz­ mında az-çok, bu şürlerden yararlanmış olması gerikir. il. Bu şürlerin sahihliği ve Peygamber'in, Kur'an'ın nazmında ondan yararlanması, Müslümanları Ümeyye b. Ebi's-Salt'ın şi­ irine savaş açıp yok etmeye itmiştir. Burada amaç, sadece, Kur'an'a yeganelik kazandırmak ve (o dönemde) Peygamber'in semadan vahiy alan tek kişi olduğunu vurgulamaktır. Prof. Huart böylece sahih cahiliye şürleri olabileceğini, bu ca­ hiliye şiirlerinin Kur'an üzerinde tesiri olduğunu ispatlamayı ba­ şardığını hayal etmiştir. Ben Prof. Huart'ı ve onun bir grup arkadaşının, Arap edebi­ yatı. tarihiyle ilgili olarak, vardıkları değerli bilimsel sonuçların yanı sıra izledikleri araştırma yöntemlerini sürekli ilgiyle izleyen bir kişi olmama rağmen, kimi zamanlar bilginlerin, bilimle uzak­ tan yakından alakası olmayan böyle bir konuma düşmelerine hayret etmeden, biraz önce işaret ettiğim araştırmayı okuyamı­ yorum. Burada ben Ümeyye'nin şürinin Kur'an'ı etkileyip etkile­ mediği ile ilgilenmiyorum; çünkü Kur'an tarihini araştırmıyo­ rum. Ne Kur'an'ı korumaya çalışıyorum ne de vahye, vahiyle iliş­ kili şeylere ve Kur'an ile Yahudi ve Hıristiyanların söyledikleri şeyler arasındaki ilişkiye taarruz ediyorum. Bütün bunlar şu anda beni ilgilendirmiyor. Benim ilgilendiğim yegane şey, Ümey­ ye b. Ebi's-Salt ve benzeri şairlerin şiirleridir. Bu ve buna benzer konularda müsteşriklerin durumlarının tuhaflığı şurada yatmaktadır: Onlar bir yandan siyer verilerinin sahihliğinden şüphe ediyorlar, kimileri bu �üphelerini inkara ka­ dar götürüp siyeri güvenilir bir tarihsel kaynak olarak görmüyor­ lar. Siyer verileri onlara göre -aynı kanaat bütün bilim adamları

Şiir İntihalinin Sebepleri

93

için de geçerli olabilir- sahih bilgilerin uydurma malzemelerden ayınlması için kılı kırk yararcasına incelenmesi gereken bir grup haber ve sözlerden ibarettir. Onlar siyer verileri karşısında bilim­ sel duruş sergiliyorlar; durdukları yerden kıpırdamıyorlar; fakat Ümeyye b. Ebi's-Salt'ın şürlerine tam bir güvenle yaklaşıyorlar. Halbuki Ümeyye hakkındaki veriler, siyer verilerine göre, daha sahih değildir. Diğerlerini dışarıda bırakıp bu tür verilere tam bir güvenle yaklaşmanın hikmeti ne ola ki! Acaba bu oıyantalistler, din adamlarını itham ettikleri taassup batağına mı saplandılar? Ben ne müsteşrik ne de din adamıyım. Ben bütün cahiliye şiir­ lerine karşı takındığım bilimsel tavnn aynısını Ümeyye b. Ebi's­ Salt'ın şiirlerine de gösteriyorum. Ümeyye b. Ebi's-Salt'ın şürle­ rinin ancak rivayet ve ezber yoluyla bize intikal etmiş olması be­ nim bu şürlerin sahihliğinden kuşku duymam için yeterlidir. Ay­ nca, İmriul-Kays, el-A'şa ve Zuheyr'in konumlan, Peygamber'le ilinti kurulması açısından, Ümeyye b. Ebi's-Salt'ın konumundan farklı olsa da, bu şairlerin şiirlerinden de şüphe ediyorum. Bizatihi bu bilimsel duruş, Ümeyye b. Ebi's-Salt'ın şiirine tam bir şüphe ile yaklaşmamı gerektirmektedir. Rivayetlere gö­ re ünieyye, Peygamber'e düşmanca bir tavır takınmış, ashabı hicvetmiş, Peygamber karşıtlarını desteklemiş ve Bedir savaşın­ da ölen müşriklere ağıtlar düzmüştür. Tek başına bu durum, onun şiirlerinin nakledilmesine engel olunması ve bu şiirlerin kaybolması için yeterli bir sebepti. Nitekim, Müslümanlar ile on­ ların müşrik Arap ve Yahudi karşıtları arasındaki husumet şid­ detlendiğinde, Peygamber ve ashabın hicvedildiği putçu şiirlerin büyük çoğunluğu da yok olmuştur. Peygamber'in, vahiy ve gayb haberlerinin önündeki alternatifleri ortadan �aldırmak amacıy­ la, Ümeyye'nin şiirlerini rivayetten men etmiş olması mümkün değildir. Ümeyye b. Ebi's-Salt'ın şürlerinin diğer şürlerden hiçbir farkı yoktur ve tıpkı diğer şürler gibi bu şürler de Kur'an'a kay­ naklı etmiş değildir. Ümeyye b. Ebi's-Salt'ın dinle ilgili bilgisi, sadece Yahudi hahamlarının ve Hıristiyan rahiplerinin bildikle­ rinden öte geçemez. Peygamber'in Ümeyye b. Ebi's-Salt karşısın­ daki durumu, tıpkı kendisini hicveden, ona karşı insanları kış­ kırtanlar karşısındaki durumu gibidir.

94

Ccihiliye Şiiri Üzerine

Artık, Peygamber'e, Ümeyye b. Ebi's-Salt'a ait olup muhteva­ sında din ve Haniflik izleri bulunan şiirler okunduğu ve "Onun dili iman etmiş; kalbi inkar etmiştir." dediğine ilişkin rivayeti da­ ha iyi anlayabilirsiniz. Dili iman etmiştir; çünkü, onun mesajı Peygamber'in mesajına benzemekteydi. Kalbi inkar etmiştir; çünkü, mesajına davet eden Peygamber'e karşı, müşriklerin ya­ nında yer almıştır. Onun durumu; Peygamber'i destekleyen, onunla anlaşma imzalayan, fakat onların siyasi, iktisadi ve dini iktidarlarından korktuklarında, Kureyşli müşrikleri tutan Yahu­ dilere benzemektedir. Demek ki, Ümeyye b. Ebi's-Salt'ın şiirleri, Hanifler ile Hıristi­ yanlaşan ve Yahudileşen diğer Arapların şiirlerinden farklı yapı­ da değildi. Müslümanların, Peygamber ve ashabının hicvedildi­ ği, İslam'a hakaret edilenler dışında, bu şiirleri yok etmeye te­ şebbüs etmiş olmaları mümkün olamaz. Müslümanlar, ihmal edilip yok olan diğer şiirlere nasıl yaklaşmışlarsa, Ümeyye'nin şiirlerine de öyle yaklaşmışlardır. Fakat Ümeyye b. Ebi's-Salt'ın şiirleri içinde, Semüd, Salih, deve ve sayha (afet) haberleri gibi çeşitli haberler yer almıştır. Prof. Huart'a göre, bu haberlerin, Kur'an'da geçenlere nispetle bir miktar farklılıkla Ümeyye'nin şiirlerinde yer almış olması, bir yönden bu şiirlerin sahihliğine ve diğer yönden de Peygamber'in bu şiirlerdeki haberleri iktibas ettiğine delildir. Bu tür bir çalışmanın değerini anlıyor değilim. Kim Kur'an'da geçen bütün haberlerin Kur'an'dan önce meçhul olduğunu iddia edebilir? Kim Kur'an kıssalarının bir kısmının Yahudiler, bir kıs­ mının Hıristiyanlar ve bir kısmının da Araplar tarafından bilin­ mekte olduğunu inkar edebilir? Bu haberleri Peygamber dışında Ehl-i Kitapla ip.şki kurmuş sıradan birisinin öğrenmesi kolay bir iş olduğu gibi, Peygamber'in de bu haberleri öğrenmesi kolay bir iştir. Öte yandan Peygamber ve Ümeyye aynı çağın insanlarıdır­ lar. Neden Peygamber gidip Ümeyye'den almış: Ümeyye Peygam­ ber'den almamış olsun? Sonra Kur'an'ı taklit etmek için şiir in­ tihal eden kimsenin bu şüri ile Kur'an metinleri arasında uygun­ luğa bağlı kalacağını kim söyleyebilir? Gücü yettiğince bu intiha-

Şiir İntihalinin Sebepleri

95

li gizlemek için Kur'an metinleıindan farklı ifadeler kullanması ve ştiıinin, zorlama ve sunilikten uzak ve sahih olduğu izlenimi­ ni uyandırması daha makul değil mi? Tabii ki evet! Bizim kanaatimize göre, Ümeyye b. Ebi's-Salt ve Peygam­ ber'in çağdaşı veya daha önce yaşamış olan diğer Haniflere nis­ pet edilen bu şiirler tam bir intihal ürünüdür. Bu şiirleıi Müslü­ manlar -daha önce de söylediğimiz gibi- İslaın'ın Arap yarımada­ sında bir mazisi olduğunu ispatlamak amacıyla intihal etmişler­ dir. Bu yüzden, oldukça yoğun bir ihtiyat ve kuşku göstermek­ sizin, biz bu şairlere ve Haniflere nispet edilen şiirleıi kabul ede­ miyoruz. Müslümanların hali bundan ibarettir. Gayr-i müslimlere ge. lince, onlar İslam öncesi Arap toplum hayatında kadim bir geç­ mişleıinin olduklarını gördüler. Gerçekten de, Yahudiler Hicaz'a bağlı Medine ve çevresiyle Şam'a yakın pek çok yere el koymuş­ lardı. Öte yandan Yahudilik, Hicaz'dan Yemen'e kadar uzanmış-; tı. Görülen o ki, bu din bir dönem Yemen çevresinde kabul edil­ miş; bu durum bir şekilde, Yemen halkı ile Hııistiyan olan Ha­ beşliler arasındaki düşmanlığı körüklemiştir. Yahudiler, Burfıc sfıresinde27 de anlatıldığı üzere, Necran'da Hııistiyanlara baskı politikası uygulamışlardır. Bütün bunlar kuşku götürmez gerçeklerdir ve Araplara ait haber ve esatirde açıkça görülmekte; Kur'an'da da özel bir şekil­ de geçmektedir. Yahudilerle ilişkili ayetler Kur'an'da hiç de az değildir. Sizin de bildiğiniz gibi, Peygamber ile Yahudiler arasın­ daki husumet, Ömer b. el-Hattab döneminde, Yahudileıin Arap beldeleıinden sürülmesiyle sonuçlanmıştır. Kimi Yahudiler ha­ kikaten Araplaşmışlar; pek çok Arap da Yahudileşmiştir. B�nim hiç_ kuşkum yok ki, Yahudiler ile Evs-Hazrec kabileleıi arasında­ ki ilişkiler, bu iki kabilenin yeni dini kabul etme ve Peygamber'i destekleme zeminini hazırlamıştır. Yahudileıin durumu bundan ibaretti. Hııistiyanlara gelince, onların dinleıi Arap beldeleıi içinde, Bizans egemenliğine giren, 27 Burüc 85/4-11.

96

Cahiliye Şiiri Üzerine

Ğassanilertn yaşadığı Şam bölgesinde; Fars egemenliğine giren Münzirlerin (el-Menazire) yaşadığı Irak bölgesinde ve Hıristiyan Habeşlilerle ilişki halinde bulunan Yemen'e bağlı Necran'da güç­ lü bir şekilde yayılmıştı. Öyle görülüyor ki, kimi göçebe (bedevi) Arap kabileleri İs­ lam'dan -uzun veya kısa- bir müddet önce Hıristiyanlaşmışlar­ dı. Mesela, biz Tağlib kabilesinin Hıristiyan olduğunu ve bu du­ rumun bir fıkıh sorununa sebep olduğunu biliyoruz. Kaide, Arapların ya İslam'ı, ya da kılıcı (savaşmayı) tercih etmeleri üze­ rine kurulmuştu. Cizye ise Arap olmayanlardan kabul ediliyor­ du. Oysa, Tağlib kabilesinden cizye kabul edilmişti ve fakihlerin söylediğine göre bu uygulamayı Ömer başlatmıştı. 2s Demek ki, hem Yahudilik hem de Hıristiyanlık Arap beldele­ rine nüfuz etmişti. En iyimser zan ile şunu söyleyebiliriz ki, eğer İ,slam ortaya çıkmasaydı, Araplar bu iki dinden birisini kabul et­ mek durumunda kalacaklardı. Fakat Arap toplumunun: bu iki dinin tabiatına uymayan kendine özgü bir karakteri vardı. Öyle ki, bu karakter, en azından Arap toplumunun tabiatına tama­ men uygun olduğu söylenebilecek yeni dini kabul etmenin yolu­ nu açmıştır. Ne olursa olsun, İslam öncesinde bu iki dinin, Arap şiiri üze­ rinde görülebilir etkileri olmaksızın, Arap yurtlarında yayılması makul değildir. Sizin de gördüğünüz üzre, Arap asabiyeti, Arap­ ları, mensubu bulundukları aşiretlerin şiirleri zayi olduktan sonra şiir üretip bu şürleri cahiliye dönemindeki aşiretlertne nis­ pet etmeye sevk etmiştir. Yahudiler ve Hıristiyanlar için de aynı süreç söz konusudur. Onlar da, tıpkı kendi dışındaki Araplarda olduğu gibi, cahiliye dönemindeki kendi seleflerine taassup gös­ terip atalarının soylu bir maziye ve hükümranlığa sahip bulun­ duğunu göstermeye gayret ettiler, diğerlerinin yaptığı gibi şür in28 "Amma Araplardan kitabi (Hıristiyan ve Yahudi) olanlara gelince, onlar Arap olmayan kavimler gibidir. Onlardan cizye kabul olunur. Ômer'in Tağlib kabi­ lesinin öşürünü, haraca bedel olmak üzere ziyadeleştirdiği... gibi." (Ebü Yüsuf, Kitabu'l-Hari'ıc (tere: Ali Öıek), İstanbul, 1973, s. 117, 217.): el-Belazüri, Futü­ hu'l-Bu.ldii.n, s. -189; İbn Kuteybe, el-Me'ari.f. s. 193.

Şiir İntihalinin Sebepleri

97

tihaline başvurdular; çeşitli şiirler tanzim edip bunları Samuel b. 'Adiya, Adiyy b. Yezid vd. Yahudi ve Hıristiyan şairlere nispet ettiler. Eski ravilerin kendileri burada bir şey hissediyorlar; Adiyy b Zeyd'e nispet edilen şiirlerde, cahiliye dönemine uygun olmayan bir gevşeklik ve hafiflik görüyorlar; bunu bölgenin özellikleri, Farslarla ilişki ve Hire halkının ortaya koyduğu şehir hayatının etkisi gibi hususlarla yorumlamaya çaba sarfediyorlar. Aynı gevşeklik ve hafifliği Yahudilerin ve özellikle de Samu­ el'in şiirlerinde görmekteyiz. Ancak bu şiirleri Adiyy'in şiirleri gi­ bi tevil edemiyoruz. Anlatılan haberler doğruysa, Samuel bir şe­ hirli hayatından ziyade, bir göçebe (bedevi) efendisine yakışan haşin bir hayat sürüyordu. el-Eğdnı sahibinin (Ebu'l-Ferec el-İsfehani) rivayetine göre,

Samuel'in çocukları, bir kdf kasidesi29 intihal ve bunu İmriu'l­ Kays'a nispet edip bu kasidede onun, İstanbul'a (Kostantiniyye) giderken silahını emanet bıraktığı Samuel'i medhettiğini öne sürmüşlerdi. Biz, Samuel evladının el-A'şa'ya nispet edilen rd kasidesini30 intihal ettikleri kanaatindeyiz. Rivayete göre el-A'şa, el-Kelbi'nin de kahramanı olduğu meşhur kıssada Şurahbil b. es-Samuel'i medhetmiştir. Sizin de gördüğünüz gibi, farklı özelliklerine rağmen; dini amaçların, tıpkı siyasi amaçlarda olduğu gibi, şiir intihaline ve bunların cahiliye dönemine nispetine tesiri olmuştur. Siyasi düşüncelerin etkisi altındaki şiiri kabul ederken nasıl ihtiyatlı olmamız gerekiyor; aynı şekilde dini duyguların etkisi altındaki şiirleri de kabul ederken ihtiyatlı olmamız gerekiyor. En iyimser tahminle, cahiliye vasfı verilen şiir, siyasi ve dini ol­ mak üzere iki bölüme ayrılmıştır. O kadar ki, beytin ilk bölü­ münde siyaset varsa, diğer bölümünde mutlaka din vardır. Fa­ kat bu intihalin sebepleri sadece din ve siyaset alanıyla sınırlı değildir. Bu ikisinden başka sebepler de vardır. 29 Son harfi küf harfiyle biten beyitlerden oluşan kaside demektir. 30 Son harfi rd harfiyle biten beyitlerden oluşan kaside demektir.

98

Cahili.ye Şiiri Üzerine

D. KISSALAR VE ŞİİR İNTİHALİ

Şiir intihaline sebep olan bir başka etken var ki, bu etken, din ve siyasetten başka; ama din ve siyasetle çok sıkı ilişki ha­ lindedir. Burada, daha önce de pek çok kez işaret ettiğimiz üze­ re, kıssaları kastediyoruz. Kıssaların kendi yapısı itibariyle siyaset ve dinle bir yakınlığı yoktur. Kıssa, Arap edebiyatında, elit tabakanın edebiyatı ile halk edebiyatının ortasında bir yere tekabül eden bir edebiyat tü­ rüdür. Bu edebiyat türü, Müslümanların iç dünyalarına ait renk­ leri gösteren bir aynadır. Kıssalar, Arap edebiyatının zirvede bu­ lunduğu çağlarda, .Emevi döneminde ve Abbasi döneminin baş­ langıçlarında, hiç de kısa olmayan en parlak dönemini yaşamış­ tır. Nihayet tedvin işleri çoğalıp kitaplar yaygınlaşınca ve insan­ lar, okuma imkanına kavuşup kıssacıların meclislerine gidip gel­ me zahmetinden kurtuldukları zaman, bu edebiyat türü zayıfla­ maya ve yüksek edebi niteliğini azar azar kaybetmeye başlamış, sonunda iyice bayağılaşmış ve insanlar ondan yü� çevirmişlerdir. Bu edebiyat türü, İslami-Arap hayatının tamamını hayali olarak ele almaktadır ki, Mustafa Sadık er-Rafü'yi31 istisna ede­ cek olursak, Arap edebiyat tarihini araştıranlar bu türü hakkıy­ la takdir etmiş değildirler. O (er-Rafü}, kıssaların şiir intihaline ve şiirlerin eski dönemde yaşayanlara nispet edilmesine tesir edebileceğini fark etmiştir. O bundan başka pek çok şeyin de farkına varmış ve bunları Tdrihu Adô.bi'l- 'Arab kitabının birinci bölümünde güzelce topar­ lamıştır. 32 Bizim düşüncemize göre bu edebiyat türü Arap-İslam hayatım tamamen hayali olarak ele almıştır. Arap edebiyat tari­ hini araştıranlar, eğer bu edebiyat türünü, doğru bilimsel yön­ temlerle araştırmış olsalardı, çok değerli bilimsel sonuçlara va­ rabilirler ve edebiyat tarihine yönelik görüşlerini değiştirirlerdi. Kıssa sanatının Müslümanlar arasında doğuşuna yol açan et31 Mustafa Sadık er-Rafl'i, Taha Hüseyin'in en önemli rakiplerindendir. Kaleme aldığı Tahte Rayeti'l-Kur'ô.n, (Kahire, ts) eseri Hüseyin'in görüşlerine cevap ver­ mektedir. 32 er-Rafi'i, Mustafa Sadık, Tdrihu Adabi'l-'Arab, c. l; Aynca bkz. Emin Ahmed, Fecru'l-İsldm

Şiir İntihalinin Sebepleri

99

kenler ne olursa olsun, bu edebiyat türü doğmuş ve bu sanat Müslümanlar arasında, tıpkı hikayesel (kasası) şürlerin kadim Yunanlılarda taşıdığı değer gibi, çok iyi bir konum kazanmıştır. Kıssa sanatı ile (Arap) cemaatler arasındaki ilişki; Yunan hika­ yesel (kasası) şiirleri ile kadim Yunan toplulukları arasındaki ilişkinin aynısıdır. Hiç kuşkusuz, Müslüman kıssacılar, estetik .ve insanın ben­ liğinde güzel etkiler bırakma yönlerinden, İlyada (İllında} ve Odysseia (Odysseus}'dan hiç de geri kalmayan kıssa eserleri bı­ rakmışlardır. Müslümanlar ile Yunanlılara ait kıssalar arasında­ ki temel farklar şunlardan ibarettir: 1. Arap kıssalarının tamamı şiirden müteşekkil değildir. Kıs­ saların gövdesini nesir oluşturmakla birlikte, yer yer şiir nesri süslemektedir. Oysa Yunan kıssalarının tamamı şiirlerden oluş­ maktadır. 2. Arap kıssacısı muhtelif musiki aletlerinin armonisinin eş­ liğinde kıssasını takdim etmemektedir; buna mukabil Yunan hi­ kayecisi bir şekilde musiki aracı kullanmaktadır. 3. Müslümanlar kıssalara fazla itina göstermemişlerdir; buna mukabil Yunanlılar bu hikayelere çok önem vermişlerdir. Öyle ki, Yunanlılar İlyada ve Odysseia eserlerini takdis edip; derleme, . tertip, rivayet ve neşir konusunda, Müslümanların Kur'an'a gös­ terdikleri ihtimamı bunlara gösterirlerken; 33 Müslümanlar, kıs­ salarla değil; Kur'an'la ve Kur'an ilimleriyle meşguldüler. Hakikat şu · ki, Arap edebiyatı ilk İslami asırlarda bizatihi araştırma konusu olmamış; sadece Kur'an'ın tefsir ve tevili ile ondan ve hadislerden hüküm istinbatına bir vesile olarak araş­ tınimıştır. Dilediği istikamete hayal dünyasıyla birlikte yürüyen, insanların benliklerine yakın olan, onların duygu, arzu ve ideal­ lerini canlandıran bu kıssalara nispetle, bütün bu sahalar (ila­ hiyat) daha fazla ciddiye alınmıştır. 33 hyada ve Odessia M.Ö. 6. asrın sonunda, Atina'lı Tiran Peisistratos ve oğlu Hi­ parkhos'un çabalarıyla yazıya aktarılarak kesin biçimini almıştır. Bkz. Croiset, Alfred ve Mourice, age s. 412. Aynca bkz. Büyük Larousse, İstanbul, ts, c. 10, s. 5375.

100

Cahiliye Şiiri Üzerine

Müslüman kıssacılar, büyük şehirlerdeki camilerde insanla­ ra hitap edip onlara Arap ve Arap olmayan toplumların eski hi­ kayelerinin yanı sıra, peygamberlerle ilgili kıssalar anlatıyorlar­ dı. Bunlar insanlara, Kur'an ve hadis metinlerinin açıklanma­ sıyla ilgili sözlerin yanı sıra; siyer, meğazi ve fetihlerle ilgili riva­ yetlerden, bilim ve gerçeğin değil, ancak hayal dünyasına sığa­ bilecek pek çok kıssa anlatıyorlardı. İnsanlar bu kıssacılara çok düşkün ve onların anlattıkları hikayelere çok meftunlardı. Hali­ feler ve emirler bu yeni aracın siyasi ve dini açıdan önemini ne kadar da çabuk fark ettiler! Hemen bu aracı kullanmaya ve aşı­ n bir şekilde istismara başladılar. Böylece kıssalar da şiir gibi si­ yasi bir araç haline geldi. Hiç şüphe yok ki, bu edebiyat türüne verilecek önem, şiirin araştırılmasına verilen önemin seviyesine ulaşacaktır. Zira, bir­ birinden farklı siyasi hizipler, kendi mesajlarını değişik halk ke­ simleri arasında yayacak kıssacılan istihdam ediyorlardı. Nite­ kim, aynı gruplar kendileri için mücadele eden, grupların dü­ şüncelerini ve önderlerini himaye eden şairleri istihdam etmiş­ lerdi. Siyer sahibi İbn İshak'ın başına gelenleri biliyoruz. O, Ha­ şimoğulları taraftarıydı ve bu yüzqen Emevilerin saltanatlarının son dönemlerinde oldukça sıkıntı çekmiş; Abbasilerin ilk iktidar dönemlerinde ise itibar görmüştür. 34 Basra, Kufe, Mekke, Medine ve diğer büyük şehirlerde kıssa anlatan kıssacıların hayatlarını derinlemesine araştırmak, hiç­ bir şüpheye imkan vermeden, bize bu kıssacılarla siyasi hizipler arasında güçlü ilişkiler bulunduğunu gösterecektir. Ne var ki, kıssalar sadece siyasetten etkilenmiş değildir; ay­ nı zamanda dinden de etkilenmiştir. Geçen bölümde bu etkilen­ meye ilişkin örnekler görmüş oldunuz. Siyaset ve dinin dışında kıssaları etkileyen bir başka unsur, kendisine hitap edilen "halkın mizacı"dır (nlhu'ş-şa'b). İşte bu yüzden mitolojilere,_ mucizelere ve harikulade olaylara çok önem gösterilmiş; bu mitolojilerin yorumlanması, eksik yönlerinin ta34 Bkz. İbnu'l-Hatib, age., c. 1, s. 128; İbn Hallikan, age., c. 1, s. 612; İbn Kutey­ be, el-Me'drif, s. 168.

Şiir İntihalinin Sebepleri

101

mamlanması ve kapalı yönlerin açıklığa kavuşturulması için ça­ ba sarf edilmiştir. Şöyle dememiz mümkündür: Bu tür kıssalar güçlerini ve zenginliğini muhtelif kaynaklardan almaktadır ki, bu kaynakların en önemlileri şunlardır: 1. Arap Muhiti: a. Kur'an, b. Hadisler ve diğer rivayetler, c. Arapların büyük şehirlerde anlata geldikleri haberler ve mitolojiler, d. Arapların rivayet ede geldikleri şiirler, e. Siyer verileri, f. Halifeler, onların savaş ve fetihleri hakkındaki rivayetler. 2. Yahudi ve Hıristiyanlar: Kıssacılar, Ehl-i Kitap'tan peygamberlere, hahamlara ve rahiplere ilişkin muhtelif haberleri alıyor­ lardı. Burada, samimi veya art niyetle, hadis vaz'edip, bunları doğru haberlerin arasına sokuşturan Yahudi ve Hıristiyan orijin­ li Müslümanların tesirlerini unutmamamız gerekmektedir. 3. Farslar: Özellikle lrak'taki kıssacılar Farslardan, onlarla il­ gili haberlerin ve mitolojilerin yanı sıra Hind haber ve mitolojile­ rini almışlardır. 4. Toplumların ortak benliği: Arapların dışında, Irak, Cezire ve Şam halkları; Nabatiler, Süıyaniler ve aynca Arap bölgeleri içerisinde yayılmış bulunan, fakat gözle görülebilir bir ağırlığı ve siyasi varlığı olmayan muhtelif grupların iç dünyalarını yansıtan ortak kaynak. Bütün bu kaynaklar kıssacılara ulaşıyordu. Kıssacıların tür­ lü-türlü sözlerini görürsünüz. Muhakkik bir alim bu sözlerin tu­ tarsızlığı ve hayal eseri olmasıyla ilgilenmez; fakat, muhtelif halklar ve değişik nesillerle ilişkili birbirinden farklı düşüncele­ rin, ahenkli bir şekilde bir araya toplanmasını değerlendirebilen al:im, sözlerdeki harikulade edebi estetikle ilgilenir. Özellikle, halkların ve nesillerin iç dünyalarını açığa çıkarma çabasındaki bilginler, işin bu tarafına dikkatlerini yoğunlaştırırlar.

102

Ca.hiliye Şiiri Üzerine

Her ne olursa olsun, bütün bu kaynaklardaki rivayetler, kıs. sacıların dillerinde dolaşıyordu. Kıssacıların büyük şehirlerdeki dinleyicilerine anlattıkları şeyleri de buna ilave edebilirsiniz. Si­ zin de bildiğiniz gibi, yer yer şiirle süslenmedikçe, Arap kıssaları­ nın dinleyiciler nezdinde bir değeri ve önemi yoktu. Bu tespit için Bin Bir Gece Masallan'na, 'Antere kıssasına ve diğer misallere bakmanız yeterlidir. Göreceksiniz ki, bu kıssaları şiirden ayıramayacaksınız; kıs­ salarda yer alan değerli veya ön�mli hiçbir durum, az veya çok, temel veya dayanak olsun, kıssalara bir miktar şür eklenmedik­ çe, yazarı ve dinleyicisi için tumturaklı olmayacaktır. O halde, Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde kıssacılar, şiir açısından, kıssalarını süsleyecek ve muhtelif konumlarını destekleyecek sı­ nırsız imkanlara muhtaçtılar. İşte onlar şiirler sayesinde, arzu ettikleri imkanları ve hatta arzu ettiklerinden daha fazlasını te­ min ettiler. Neredeyse hiç şüphem yok ki, bu kıssacılar ne kıssaları an­ latırken, ne de şiirlere ihtiyaç duyduklarında t-ek başlarına ha­ reket etmişlerdir! Onlar, kendileri için, söz ve haberleri derleyip onları birleştiren; sonra bunları kaside haline dönüştürüp adap­ te eden çeşitli gruplardan yardım alıyorlardı. Bizim bu faraziye­ yi kabul etmemizi mümkün kılabilecek bir metin var: İbn Sel­ lam'ın rivayetine göre, İbn İshak, rivayet ettiği şiirin bayağılığına mazeret getirmekte ve şöyle demektedir: "Ben şiiri bilmem. Bana şiirler gelir ben de rivayet ederim. "35 Ortada şiir nakleden bir ka­ vim varmış da o duyduklarını naklediyormuş; peki kim bu ka­ vim? Bizim şöyle bir tasavvur hakkımız yok mu? Kıssacılar sade­ ce insanlara bir şeyleri anlatmakla sınırlı kalmıyorlar; ayrıca on­ lardan her biri, hiç de az olmayacak sayıda raviler, uyarlamacı­ lar, düzenleyiciler ve mizanpajcılardan yardım alıyorlardı. Niha­ yet, bu ·elemanların uyarlama ve mizanpajları metni tam olgun­ laştırınca, kıssacılar ortaya çıkan ürüne kendi mühürlerini vu­ ruyorlar, onlara kendi ruhlarını üfleyip insanlar arasında yay35 Bkz. İbn Sellam. age., s. 4.

Şiir İntihalinin Sebepleri

103

maya başlıyorlardı. Onların bu açıdan bir benzeri, meşhur , · Fransız romancısı büyük Alexandre Dumas'dır.36 Kıssaların ihtiva ettiği bu büyük çaptaki şürleri gördüğünüz­ de hayretler içerisinde kalacaksınız. Tek başına İbn İshak'ın Sı­ re'si size, şür divanları sunuyor. İbn İshak, Bedir ve Uhud gaz­ veleri ile başka pek çok olayla ilgili şiirler tanzim etmiştir ki, bu şürlerin hepsi şairlere veya şair olmayan meşhur şahıslara nis­ pet edilmektedir. Şiirlerin bazıları Hamza, Ali, Hassan, Ka'b b. Malik gibi sahabilere, bazıları Kureyş şairlerine veya Kureyşli şair olmayan zevata yahut Kureyş dışındaki kişilere nispet edil­ miştir. 37 İbn İshak dışındaki diğer kaynaklar da, kimi yerde ca­ hiliye kimi yerde de Muhadramfın'a nispet edile� bu şürlerden daha az nasiplenmiş değildir. Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde, muhtelif şehirlerin şiir atölyelerindeki üretimin yol açtığı bu şiir enflasyonu, eski alim­ lerin doğruluğundan emin oldukları ve yenilerden mutlak ço­ ğunluğun da onlardan geri kalmadıkları, şöyle bir görüşün orta­ ya çıkmasına sebep olmuştur: Arap toplumunun hepsi şairdir; her Arap, tabiatı ve selikası sayesinde şairdir. Söz söylemek üze­ re dikkatini sarf etmesi yeterlidir. O tam bir insiyakla şiir inşa edecektir. 38 Eskiler böyle inanmaktaydı ve yeniler de hala aynı görüşü savunuyorlar. Her iki kesim de ellerindeki, bilinen-bilin­ meyen, şehirli-göçebe şairlere nispet edilen fahiş miktardaki şi­ irler karşısında acze düşmüştür. Ayrıntılı bir şekilde konuyu araştıran alimler, az veya çok, bu şiirlerin içinde kabul edeme­ yecekleri ve sağlamlığına güvenmedikleri bir miktarı eleştirebil­ diler. Fakat onlar şiirlerden yaptıkları bu· çıkarma, olumsuzla­ ma, eleştirme ve yoklamadan sonra tekrar bu şürlere baktıkla­ rında, yine oldukça kabarık sayıda tanınmış-tanınmamış, şehir­ li-göçebe zevata ait şiirlerle karşılaştılar. Arabın kendi fıtratı ge­ reği şair olduğu ve dilediği zaman ve istediği şekilde şiir inşa et­ mesi için, bir kimsenin Arap olmasını kabul etmekten daha ko36 Dumas, Üç Silahşörler dizi romanlarıyla şöhret bulmuştur. Eserleri sinema ve dizi film olarak da canlandırılmıştır. 37 İbn Sa'd, age., c. 2/2, s. 89 vd. 38 el-Cahız, el-Beyan ve't-Tebyin, Mısır. 1317, c. 2, s. 56.

104

Cahiliye Şiiri Üzerine

lay ne var? Fakat böyle bir düşünce insan tabiatına uymamak­ tadır. Bizim kanaatimize göre, şür açısından toplumların arasın­ da farklılıklar vardır. Bazı toplumlar diğerlerine nispetle şiire da­ ha yatkın, bazıları şair sayısı bakımından daha ileride olabilir. Fakat biz insanların bir kuşağının tamamen şair olduğunu veya toplumlar içerisinde her hangi bir toplumun, kadın-erkek, genç­ ihtiyar, çoluk-çocuk bütün fertlerinin şair olduğunu anlamak­ tan aciziz. Elimizde, bütün Arapların şair olmadığını ispatlayan kadim metinler bulunmaktadır. Çoğu zaman Araplar şiir söyle­ mek istemişlerse de buna muvaffak olamamışlardır.. Müslüman­ ların şiire muhtaç oldukları bazı durumlarda Peygamber'den A­ li'ye, Kureyş'e cevap vermek amacıyla, şiir okuma izni istenmiş­ se de, Peygamber Ali'ye böyle bir izni vermeye yanaşmamıştır. Çünkü Ali şiir konusunda birikimli değildi ve bu yüzden Has­ san'a izin verilmiştir.39 Bütün Arapların şair olmadıklarına dair delil ve burhan gös­ termek ihtiyacı hissetmiyoruz. Bizim görüşümüz şudur: Bu şiir enflasyonu, eski ve yeni alimlerde, Arap lafzının şair lafzıyla eş anlamlı olduğu hayalini uyandırmıştır. Bu söylediklerimize, meşhur olmayan bir şaire veya kaili bilinmeyen şiirleri eklediği­ nizde -ki, bu şiirlerde şair veya ilki, sonraki, filanoğullarından bir adam, bedevinin biri gibi ifadeler kullanılmıştır.- Evet, bütün bu hususlar göz önünde tutulduğunda, bütün Arapların şair ol­ duklarını kabul eden eski ve yeni alimleri mazur göreceksiniz. Hakikat şu ki, Araplar da fesahat bakımından, dil ve güçlü zihinleri olan, diğer toplumlar gibidir. Bu toplumlarda şiir bütün herkes arasında yaygın olmasa da, çok güçlü olabilir. Söyleyeni belirsiz veya meçhul şiirlerin çoğU suni ve uydurmadır. Bu şiir­ ler muhtelif sebeplerden ötürü üretilmiştir ki, bunlardan birisi şu an işlemekte olduğumuz kıssalardır. Bir yandan kıssalarına estetik kazandırmak diğer yandan da okuyucunun ve dinleyicilerin ilgisini çekmek için kıssacıların muhtaç oldukları şiirlerdeki çokluk, bir takım al�mleri aldatmış ve bunlar bu şiirlerin Araplar tarafından gerçekten söylendiğini 39 el-İsfehani, age., c. 4, s. 4.

Şiir İntihalinin Sebepleri

105

kabul etmişlerdir. Kimi alimler, bu şiirlerde, bazen zorlamalar bazen de saçmalık ve bayağılıklar olduğunu; bu şiirlerin nispet edildiği kişilerin bunları söylemesinin imkansızlığını fark etmiş­ lerdir. Muhammed b. Sellam bu alimlerden birisidir ve o -daha önce de gördüğünüz gibi- İbn İshak'ın, 'Ad, Semüd, Himyer ve Tubba' kavimlerine nispet ettiği şiirleri reddetmiş; 40 İbn İshak'ın Sıre'sinde rivayet ettiği, bazı erkek ye kadınlara ait şiirleri -bun­ lara şilr desin veya demesin- kabul etmemiştir.41 İbn Sellam dı­ şındaki bazı alimler de İbn İshak ve onun kassas arkadaşlarının rivayet ettiklerini reddetmişlerdir. İbn Hişam bunlardan birisidir ve o, İbn İshak'ın rivayet ettiklerini Sire'sine almış, kasideyi ri­ vayet ettikten sonra şöyle söylemiştir: Şiir uzmanı bilginlerin çoğunluğu veya bazıları bu kasideyi reddet­ mişler veya kendisine nispet edilen kişiyi kabul etmemişlerdir. 42

Ancak, şiir intihfilinde kıssaların tesirini fark eden bu alimler de kimi zaman aldanmışlardır. Çünkü şiir üreticilerinin ta­ mamı zayıf ve ahmak kimselerden oluşmuyordu. Tam aksine onlardan bazıları, ileri görüşlü, zeki ve ince karakterli olup çok güzel şiir yazarak bunu birisine yüklemekte son derece mahirdi. Onlar sanatlarını gizlemeye ve bunda başarılı olmaya çalışan ze­ ki kimselerdi. İbn Sellam'ın kendisi bize şunu söylüyor: Tenkit mütehassısi bilginlerin, şiir intihfilcisi zayıf şahısları tanımaları kolay olsa da; onların, Arapların kendilerine yüklediklerini ayı­ rabilmeleri pek zordur. Sizin de gördüğünüz gibi, bizatihi Arap­ lar kendilerine çeşitli şiirler nispet ediyorlar, uyduruyorlar, ya­ lan söylüyorlar ve bu hususta çok ileri gidiyorlar. Belki de, İbn Sellam'ın intihal eseri şiirler karşısında kandı­ rıldığına dair en açık misal, onun Araplara ait en eski sahih şi­ ir olarak naklettiği bir grup beyitte görülebilir. 43 Bu şiirin muh­ telif bölümleri Cezime el-Ebras, Zuheyr b. Cenab, el-'Anber b. 40 İbn Sellam, age., s. 5. 41 İbn Sellam, age., s. 4. 42 "Bu türden şiirler İbn Hişam'ın Sire'sinde oldukça fazladır. Örnek olarak şun­ ları belirmekle yetinebiliriz: c.1, s. 18, 22, 52, 53, 79, 80, 148, 150; c. 2, s. 56, 57 (er-Ravdu'l-Unfun hamişinde). Bkz. Hüseyin, el-Edebu'l-Cahili, s. 154. 43 İbn Sellam, age.. s. 12-13.

Cahiliye Şiiri Üzerine

106

Temim, Zeyd Menat b. Temim'in iki oğlu Malik ve Sa'd, A'sur b. Sa'd b. Kays 'Aylan gibi şahıslara nispet edilmektedir. Bakıldı­ ğında görülecektir ki, bu şiirin bütün beyitleri bayağı, bozuk, zorlama ve apaçık sunidir. Bir ravi veya kıssacının, her hangi bir mesel veya ustüreye yahut garib bir lafza açıklık kazandırmak .için veya okuyucuyu yahut dinleyiciyi eğlendirmek amacıyla bu şiiri uydurmuş old�ğu aşikardır, başka bir şey olamaz. Bunun­ la ilgili olarak A'sur b. Sa'd b. Kays 'Aylan'a nispet edilen iki bey­ ti örnek verebiliriz: Umeyre sordu: Zamanın geçmesiyle, Sen� saçlarına ne olmuş böyle! Ey Umeyre! çağlann değişmesi ve gecelerin akışı,

Senin babanın saçlannı ağarttı.

İbn Sellam ve başka bilginlerle ravilerin söylediklerine göre, son beyitten ötürü bu adama A'sur ismi verilmiştir. İbn Sellam, bazılarının ona Ya'sur·ismini verdiklerini, fakat bu görüşün hiç­ bir değerinin bulunmadığını söylemiştir. 44 Bizatihi İbn Sellam'ın ifadesine göre, Ma'ad ismindeki şahıs, Musa b. 'İmran .ile aynı çağda, yani İsa'dan pek çok asır veya İs­ lam'dan on asır önce yaşamıştır. 45 A'sur adındaki şahsın, Sa'd b. Kays 'Aylan b. İlyas b. Mudar b. Nizar b. Mu'idd'in oğlu oldu-:: ğunu esas aldığımızda, Ma'ad adlı şahsın çok önceleri yani İs­ lam'dan en azından on asır önce yaşamış olduğunu görebiliriz. Biraz önce okuduğunuz iki beytin İslam'dan bin sene önce söylenmiş olduğunu zannedebiliyor musunuz? Biz İslam'dan üç veya dört asır öncesinde mevcut bir Arap dilinin varlığını bilmi­ yoruz. Kaldı ki, biz Peygamber döneminde veya daha sonraları •söylenen şiirlerin sahih şiirleri tespit ve anlama hususunda hiç de az olmayan bir sıkıntı çekiyoruz. Halbuki, .-İbn Sellam'ın tespiti doğruysa- Peygamber'den bin sene önce söylendiği ifade edilen bu sözleri anlamakta (görünürde) hiçbir zorlukla karşılaşmı­ yoruz.

.

44 A'surisminin nereden türediği ile ilgili bahislere atıf yapılmaktadır. "A'sur" ke­ limesi "asırlar" demektir. Bkz. İbn Sellam, age., 12. 45 İbn Sellam, age., s. 5.

Şiir İntihalinin Sebepleri

107

Bu iki beytin, gerçekten var mı yok mu bilemediğimiz esatir kahramanlarından birisiniiı ismine, İslam'dan sonra, açıklık ka­ zandırılmak için söylenmiş olduğu açıkça anlaşılmıyor mu? Aynı şeyleri İbn Sellam'ın, Zeyd Menat b. Temim'in iki oğlu Malik ve Sa'd'a nispet ettiği şiir hakkında da söyleyebilirsiniz. Bil­ miyoruz ki, Sa'd, Malik, Zeyd Menat, Temim kimdir. En iyimser tahminle bu adamlar hakiki olmayan esatir kahramanlarıdır. Fa­ kat ravi ve kıssacılar Arapların kullandıkları bir mesel gördüler: Ey Sa'd deve sürüsü suya böyle götürülmez/46

Bilginlerin yanı sıra halk da bu mesellerin açıklanmasına ih­ tiyaç duydu. Bundan dolayı, söylenilen recezi ihtiva eden kıssa uydurulmuştur. Aynı tespit el-'Anber b. Temim'e nispet edilen beyitler için de geçerlidir: Kovanın sallanması düşürdü beni hayrete, Dolduktan sonra sağa sola sallanması sebebiyle; ruıuma yetecek kadar gelir, Kova dolu gelmese de.47

Bizim kanaatimize göre, burada işin boyutu, son beyitte ifa­ desini bulan meseli açıklamaktan öte geçemez. Aynı değerlen­ dirmeyi, Ceziine el-Ebras'a nispet edilen beyitler ve Cezime, onun bayan arkadaşı ez-Zebba' ile yeğeni Amr b. 'Adiyy ve bu­ nun veziri Kasir hakkında söylenenler için yapabilirsiniz.



Bütün bunların tek bir kökeni bulunmaktadır, o da, muhtevasında çeşitli insan isimleri geçen bir grup meseli açıklama gayretidir. Burada örnek olarak şu mesellere bakabiliriz: Kasir'in hiçbir emrinin geçerliliği yoktur. Kasır bumunu kestiyse, bir nedeni vardır. Amr artık büyümüştür.

Irak, Cezire, Şam ve bu bölgelerle irtibatlı bedevi mezraları­ nın sakinlerinden oluşan topluluklar arasında yayılmış kıssala46 Temiz elbiseleriyle deve sürüsünü sulamaya götüren Sa0d0a hitaben söylenmiş bu mesel, bekann düşkünü, beyaz giyer kış günü sözünde olduğu gibi, bir işi kaidesine aykırı şekilde yapan kişiyi anlatmaktadır. 47 İbn Sellam, age., s. 11.

108

Cahiliye Şiiri Üzerine·

nn kahramanlarına ait şeyleri açıklamak hususunda da aynı gayreti görebiliriz. el- 'Aseı adındaki Cezime'nin atı, Kasir'in ölen atı üzerine yaptığı Burcu'l- 'Aseı adı verilen kule, hanım arkadaşı ez-Zebba' tarafından altın bir leğen içerisine toplanan Cezi­ me'nin kanı, Kasir'in tuzak kurarak Tedmur'a48 sokmaya çalış­ tığı Amr b. Adiyy'in deve sürüsü ile develerin üzerinde daha ön­ ceden saklanmış adamlarla ilgili anlatılanları burada örnek ve­ rebiliriz. 49 Muhtelif isimler, meseller, yerler vs. ile ilgili bu hikaye ve esa­ tirin yanı sıra, bunlarla ilgili olarak inşad edilen şiirleri bu yön­ teme göre anlayıp yorumlayabilirsiniz. Fakat eski alimler bu yöntemi izlemediler. Bütün eksiklerine rağmen bu haberleri doğru kabul ettiler. Mutlaka güvenilir ve doğruyu söyler diye gördükleri ravilerden işittiklerini sahih ola­ rak rivayet ettiler. Bundan dolayı İbn Sellam ve diğerleri Cezi­ me'nin şiirlerini Arap şiirinin en eski örnekleri olarak rivayet et­ mişlerdir. Bu şiir şöyle başlamaktadır. Belki, ben tepeye tınnandım da poyraz elbisemi uçuruyor.50

Burada bir tür kıssa bulunmaktadır ki, insanlar bu kıssayı anlatmakta, buna aşın ilgi duymakta ve bu kıssa içinde çeşitli uydurma ve tuhaflıkları rivayet etmektedir. Bu kıssa içinde in­ sanların alışkın olduklarından daha uzun ömülü kimselere iliş­ kin haberler vardır. Bu uzun ömürlü adamlarla ilgili olarak an­ latılan haberleri ve şiirleri üçüncü asnn güvenilir alimleri, me­ sela Ebu Hatim es-Sicistani ve İbn Sellam doğru kabul etmekte­ dir. İbn Sellam bize et-Tabeıkeıt adlı eserde, bu uzun ömürlüler­ den birisine nispet edilen ve tamamen zorlama eseri olan baya­ ğı bir şiiri rivayet etmektedir. Rivayete göre bu adam uzunca bir ömür yaşayan ve sonunda şunları söyleyen, el-Mustevğir b. Ra-_ bia b. Ka'b b. Sa'd'dır: Bu hayatın uzayıp gitmesinden usandım, Yüzlerce yıl yaşadım! 48 Suiiye'de bir kent. 49 İbn Cerir et-Taberi, Tarih, Leiden, 1898-19Öl., c. 1, s. 757-766. 50 İbn Sellam, age., s. 13.

Şiir İntihalinin Sebepleri

109

Önce yüz, ardından iki yüz yıl daha; Birkaç yıl tutacak aylar da caba. Geriye yaşadığım kadar daha ömrüm mü kaldı yoksa! Geceler bizi izliyor, günler uzuyor ardı ardına.51

İbn Sellam bize başka bir şiir daha rivayet etmektedir ki, bu şiirin bayağılık, zorlama ve intihal nitelikleri yönünden, yukarı­ daki şiirden geri kalan yanı yoktur. İbn Sellam bu şiiri eceli yak­ laşan Duveyd b. Zeyd b. Nehd'e nispet etmektedir: Bu gün Duveyd'in evi (kabri) yapılıyor; Eğer zamanı eskitmem mümkün olsaydı eskitirdim. Benim rakibim tek ise ona gücüm yeter.. Ben nice kıymetli yağmalar yaptım, Nice değerli çapullara katıldım, mal mülk edindim. Nice yiğitlerin dirseklerini büktüm Nice savaşçıların kolunu kıraım52

Gördüğünüz gibi, İbn Sellam, bir yandan İbn İshak'ın 'Ad, Semild, Tubba' ve Himyer'e nispet ederek naklettiği şiirlere şüp­ he ile yaklaşırken, öte yandan İbn İshak ve diğer kıssacıların ka­ dim şehirli-göçebe Araplara nispet ederek rivayet ettiği şiirler hususundan yanılgıya düşmüştür. Durum göçebe (bedevi) Araplarla ilgiliyse, ravilerin aldanma ihtimali daha fazla artmaktadır. Nitekim bu hususu Eyyamu'l­ 'Arab veya Eyyamu'n-Ncıs adını verdikleri rivayetlerde görebilir­ siniz. Raviler bedevi Araplardan bu haberleri dinlemişler ve bun­ lan bütün tafsilatıyla rivayet etmişler, bu nakledilenleri kuşku götürmez hakikatler olarak kabul etmişlerdir. Raviler bedevi Araplardan bazı haberleri duymuşlar, bunları bütün ayrıntıları ile nakletmişler, bu rivayetlerde anlatılanları tartışmasız gerçekler olarak kabul etmişler; bu rivayetleri nakle­ dip açıklamanın yanı sıra, bunlarla şiirleri açıklamaya ve buradan Arap tarihini çıkarmaya çalışmışlardır. Ne var ki, bu husus­ ta durum, daha önce söylediğimiz sının aşmamaktadır. Zira, nakledilen rivayetler, kadim Arap hayatının, kıssa (şeklinde) 51 es-Sicistfuıi, Ebu Hatim, Kitôbu'l-Mu'ammerin, Mısır, s. 9. İbn Sellam, age., s. 21. 52 İbn Sellam, age., s. 11; es-Sicistani, age., s. 20.

110

Cahiliye Şiiri Üzerine

yansımasından başka bir şey değildir. Araplar bu kıssaları, bü­ yük şehirlerde yerleşik hayata geçtikten sonra zikretmişler, bunlara ilavelerde bulunmuşlar, bunları geliştirmişler ve şiirler­ le süslemişlerdir. Tıpkı Yunanlıların kendi mazilerini zikredip bunların içinde hyada, Odysseia ve neredeyse sayılamayacak diğer hikayesel şiirleri inşa etmeleri gibi... Nitekim, Besüs harbi, Da.his, el-Ğabrô., Fesad savaşları, ayn­ ca kitaplarda anlatılan ve şiirlere konu olan bu günler (eyyam), esasen -bizim teorimiz doğruysa- ancak, İslam'dan sonra Arap­ ların anlatmakta olduğu esatir ve hatıraların genişletilmesi ve geliştirilmesinden başka bir şey değildir. Bu yüzden gönül hoşnutluğu ile diyebiliriz ki, Arap edebiyat tarihçisi için -tam bir inkar içinde olmasa da- cahiliye Arapları­ na nispet edilen bu şiir karşısında, şüpheli bir tutum sergileme­ si daha uygundur. Gerçek şu ki, bu şiirler kıssaları açıklamak veya süslemek için yahut kıssa kahramanlarının isimlerine açıklık kazandır­ mak veya meselleri şerh etmek için oluşturulmuştur. Ad, Se­ müd, Tasın, Cedis, Curhum, el-'Amfilik gibi kavim ve topluluk­ lardan nakledilenlerin tamamı, kökeni olmayan uydurmalardır. Eski asırlarda yaşamış olan, Tubba', Himyer kavimleri ile Ye­ men şairlerinden rivayet edilen şiirler; kahinlerin haberleri, İrem seli ile ilgili anlaWanlar ve bunların ardından Arapların çevreye dağılması ile ilgili söylentilerin hepsi aslı astarı olmayan uydur­ malardır. Cahiliye dönemindeki meşhur olaylar (eyyamu'l-Arab) savaş­ lar ve kavgalar ile bunlarla ilgili olarak rivayet edilen şiirlerin hepsinin uydurma olması mümkündür. Bunların mutlak ço­ ğunluğu hiç kuşkusuz mevzudur. İslamdan önce, Araplarla Farslar, Yahudiler ve Habeşliler gibi Arap olmayan topluluklar arasındaki ilişkileri yansıtan haberlerin ve şiirlerin de mevzu ol­ ma ihtimali bulunmaktadır. Bunların mutlak çoğunluğu kuşku­ suz mevzudur. Burada Adem'den rivayet edilen şiir vs. üzerinde durmuyoruz. Çünkü biz bu kitabı oyun ve eğlence olsun diye kaleme almadık.·

Şiir intihalinin Sebepleri

. 111

E. KABİLECİLİK (ŞU'ÔBİYYE) VE ŞİİR İNTİHALİ Kabilecilik hakkındaki düşünceniz nedir? Acaba, bu eğilime sahip olanlar, şiir ve rivayet üreterek bunları cahiliye Arapları­ na nispet etme hususunda ne denli etkili oldular? Bizim kana­ atimize göre bu kabilecilik taraftarları (şu'übiyye) pek çok riva­ yet ve şiir üretip bunları hem cahiliye hem de İslami dönemde çeşitli şahıslara nispet etmişlerdir. Bu adamlar rivayet ve şiir üretmekle kalmadılar; hasım ve rakiplerini de aşın bir şekilde şiir intihaline sürüklediler. Sizin de bildiğiniz üzere, iki taraf arasındaki bu kırılmanın kökeni, mağlup Farsların galip Arap­ lara karşı içlerinde besledikleri kinde yatmaktadır. Arap fetihle­ rinin tamamlanmasından itibaren bu husumet, muhtelif kisve­ lere bürünmüş; Müslümanların dini, siyasi ve edebi hayatların­ da derin izler bırakmıştır. Fakat biz, bu bölümde kabileciliğin genel olarak edebiyat hayatı ve özel olarak da cahiliye Arapları­ na nispet edilerek şiir üretilmesi üzerindeki etkisinden başka bir konuya geçmek istemiyoruz. İlk hicri asrın yansı geçer geçmez Fars asıllı esirlerden bazı­ lan Araplaştılar, Arapça'yı çok güzel konuşmaya başladılar ve özbeöz Arap beldeletini yurt edinip buralarda çoluk-çocuk sahi­ bi oldular. Artık, yeni yetişen bu Fars asıllı gençlik adeta bir Arap kadar Arapça konuşmaya başlamıştı. Bu gençlik tıpkı Arap şairlerinin yazdığı tarzda şiirler yazmaya çalışıyordu. Bunlar sadece şiir yazmakla kalmadılar, işi daha ileri götü­ rerek, Arapların siyasi amaçlarına hizmet ettiler. Mevdli.53 içeri­ sinde siyasi Arap gruplarına taraftar olan ve onları müdafaa edenler bulunmaktaydı. Mevdlinin bu gruplar karşısında takın­ dığı siyasi tavır onların işlerini oldukça kolaylaştırıyordu. Onlar­ dan birisi, bu siyasi gruplardan birine desteğini gösterir göster­ mez; gruba mensup olanlar onu sevindiriyor, ona yakınlık gös­ terip bol bol bahşişler veriyor ve onu teşvik etmek için her yolu 53 Mevali Arap kökenli olmayan müslümanlar için kullanılan bir ıstılahtır. Arap elitler siyasetle uğraşmayı tercih ettiklerinden, ilim sahası genel olarak Mevali'nin eline kalmıştı. Nitekim, mezhep imamlarından büyük eser veren müelliflere kadar pek çok zevatın hatta Sahabe'yi izleyen Tô.bi'in'in büyük çoğunluğunun Mevali sınıfına mensup olduğu görülmektedir. Geniş- bilgi için bkz. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, Ankara, 1988, c. 1, s. 114-115.

Cahiliye Şiiri Üzerine

112

kullanıyorlardı. Tıpkı, bu günkü siyasi partilerin kendilerini destekleyen basına takındığı tavır gibi. Bu partiler kendilerini destekleyen basını bağırlarına basıyorlar, onlara çeşitli yardım­ larda bulunuyorlar ve bu uğurda hiçbir şeyi esirgemiyorlar. Çünkü bu partilerin, kendi propagandalarını yapmaktan ve (se­ çimlerde) galip gelmekten başka bir amacı yoktur. Galip gelmek­ ten başka bir şey düşünmeyenler için, araçlar arasında tercih yapma ve sonuçlan düşünme diye bir şey söz konusu olmaz. Emeviler döneminde Arap grupları işte böyle yaptılar. Meva­ liden birisi yazdığı kasidede Emevileri desteklediğini ilan eder et­ mez, Emeviler derhal bu adamı kendi saflarına katıyorlar; onun bu desteğinde samimi mi, yoksa bir amaç ve menfaat peşinde mi olduğuna bakmıyorlardı. Zübeyr ailesi ve Haşimiler böyle yapmaktaydı. Arap grupları arasındaki husumet, mağlup kesime mensup mevalinin Arap si­ yasetine dahil olma ve Kureyş'le Peygamber'in yakınlarını hic­ vetme yolunu açmıştır. Ümeyyeoğullan, ama Ebu'l-Abbas'ı: 54 Zübeyr ailesi de İsma­ il b. Yesar'ı55 kışkırtıyordu. Bu iki şair, Mervan, Harb veya Zü­ beyr ailelerinden birisini destekleme uğruna, genel olarak Arap­ lan özel olarak da Kureyş'in eşrafınr hicvetme hakkını kendile­ rinde görüyorlardı. Bu mevfilinin Araplara yakınlığı samimi değildi ve onlar şu maksatları gözeterek gruplar arasındaki siyasi husumetten ya­ rarlanıyorlardı: 1. Rahat bir yaşam sürmek, 2. Kölelik veya vesayetten kurtularak hürriyete kavuşmak, 3. Benliklerinde oluşan ezikliği gidermek, 4. Araplara karşı içlerinde besledikleri öfkeyi dışa vurmak. Belki de İsmail b. Yesar, Araplara öfke duyan Arapların kendi aralarındaki husumetlerini, kendi ihtiyaçlarını gidermek, ar54 el-İsfehani, age., c. 15, s. 62. 55 el-İsfehani, age., c. 4, s. 119.

Şiir İntihalinin Sebepleri

113

zu ve düşüncelerini gerçekleştirmek yolunda istismar eden bu mevfili şair güruhunun en açık örneği olabilir. Ravilerin söyledi­ ğine göre, İsmail b. Yesar, Zübeyr tarafındaydı. Mervan ailesi Zübeyr ailesine üstün gelince, İsmail bir anda Mervan taraftarı oldu ve onu Ümeyyeoğulları kendi içlerine transfer ettiler. (İsmail b. Yesar) bir gün, Velid b. Abdulmelik'in huzuruna çıkmak için izin istemiş, o kendisini bir müddet bekletip sonra izin vermiş; (İbn Yesar) huzura çıkınca ağlamaya başlamış. (İbn Abdulmelik) niçin ağladığını sorunca, ona şöyle cevap vermiştir: Sen hem benim hem de babamın Merodn ailesine bağlılzklannı bildiğin halde, beni dışanda beklettin.

Velid onu yatıştırmaya ve özür beyan etmeye başlar; ama bu onun hüngür hüngür ağlamasını arttırmaktan başka bir işe ya­ ramaz. Sonunda el-Velid ona çok değerli armağanlar verir. Hu­ zurdan çıkınca orada bulunanlar da onu izlemiş ve onun iddia ettiği bu Mervaniliğin mahiyetini ve bunun ne zaman başladığı­ nı sorunca, "Bu Mervan tutkımluğu, Mervan ailesine öjkemizden ileri geliyor." diye cevap verir. Mervan ailesiyle irtibatı, babası Yesar'ı o kadar etkiledi ki, Yesar ve hanımı, son nefeslerini verinceye kadar; Allah'a yakın olmak üzere elinden, tesbih dilinden zikri düşürmeyen bir abid misali, gece gündüz Mervan ailesine lanet ve beddua ile ömürle­ rini geçirmişlerdir. 56 Fakat Mervan ailesi, bu şairleri kullanmaya, onların destek­ lerini almaya ve özellikle de Haşimoğullarına karşı bunlar tara­ fından savunulmaya muhtaçtılar. Meveıli ve Farslar nezdinde Haşimoğullannın nasıl bir (saygın) konumda olduklarını biliyor­ sunuz. Ravilerin anlattığına göre, Ümeyyeoğullarının kendi şairleri ama Ebu'l-Abbas'a sevgilerinin haddi yoktu. Ümeyyeoğulları ona ulaşmak üzere, Mekke'ye hediyeler gönderiyordu. 57 Abdul­ melik hac için Mekke'ye gittiğinde, bu şair onun huzuruna çık56 el-İsfehani, age., c.4, s. 120. 57 el-İsfehani, age., c. 15, s. 62.

Cdhiüye Şüri Üzeri.ne

114

mış ve ona İbnu'z-Zübeyr'i hicvettiği bir şiir inşad etmiştir. Bu­ nun ardından Abdulmelik, o mecliste bulunan akrabalarının ve Kureyşlilerin her birini giydirme sözü verdi. R.avilerin söylediği­ ne göre, onun (Ebu'l-Abbas) üzerine elbiseler-kumaşlar atılmış, neredeyse elbiseler içinde kaybolmuştu. Şair kalktı silkindi ve Abdulmelik'in bu meclisinde geri kalan zamanı elbiselerin üze­ rinde oturarak geçirdi.58 Haşimiler de mevciliden destekçi istihdam etmek hususunda Emeviler ve Abbasilerden hiç de geri kalmadılar. Bütün bunla­ rın sonucu olarak, mevcilı, ilk olarak Arapları hicvetme; sonra da kendi selefleri olan Farslardan övgüyle söz etme imkanına ulaş­ tılar. Emevi döneminde mevfilinin Farsları övüp Arapları hicvet­ tikleri şiirlerden çoğu zayi olmuştur. Fakat el-Eğeıni gibi edebi­ yat kitaplarında bu şiirlerin parçaları olan çeşitli beyitleri bula­ bilirsiniz. Abbasi dönemine gelince, (bu dönemle ilgili olarak) Ebü Nu­ vas'ın Arapları ve Kureyş'i hicvettiği meşhur kasideyi okumanız yeterlidir.59 Söylenildiğine göre, Harun Reşid bu kaside yüzün­

den onu. uzunca zaman hapiste tutmuştur.

Raviler, bu cüretin, Hişam b. Abdulmelik'in huzurunda Fars­ lara övgü düzen İsmail b. Yesar ile son noktaya vardığını söyle­ mektedirler. Halife ona öfkelenmiş ve önündeki bir havuza atıl­ masını emretmiş, boğulmasına ramak kala hayuzdan çıkabil­ miştir.60 Bütün bu örnekleri Farsların Araplara karşı duydukları öfke ve. bu öfkenin edebiyat hayatında bu şairler üzerinde bıraktığı et­ ki hakkında size bir fıkir versin diye zikrediyoruz. Kabileciliğin şi­ ir intihaline tesiri konusunda istediğimiz noktaya uluşmış bulu­ nuybruz. Mevfiliden bir şairin, Araplara karşı övünmeye çalışma­ sı, şu husus üzerinde düşünmek için yeterlidir: Arapların kendi­ leri, İslam sayesinde Farslara galip gelmeden önce, onların üstün ve ileri olduklarını itiraf ediyorlar; onlara yakın olmak ve onlar58 el-İsfehani, age., c. 15, s. 62. 59 Bkz. Divdnu Ebi Nuvas, Mısır, 1898, 60 el-İsfehani, age., c. 4, s. 125.

s.

155.

Şiir İntihalinin Sebepleri

115

dan bir çıkar temin etmek için şiirler söylüyorlardı. Tarihsel olay­ lar ve esatir bu ihtimali güçlendirecek veriler sunmaktadır. Farsların İslam'dan önce Irak'a hakim olduklarını, buranın hem şehirli hem de göçebe (bedevi) sakinlerini kendi egemenli,k­ lerine boyun eğdirdiklerini kim inkar edebilir! Farsların Yemen'e bir ordu gönderdiklerini ve buradan (işgalci) Habeşlileri çıkar­ dıklarını kim inkar edebilir! Farslar ile Araplar arasında çeşitli olayların meydana geldiğini, Hire krallarının Farsların müttefıki olduğunu ve zaman zaman göçebe Arap aşiretlerinin eşraf takı­ mının Farslara gidip geldiklerini kim inkar edebilir! Bütün bun­ lar doğruysa, mevfili niçin bu durumdan yararlanmak isteme­ sin? Niçin kendilerini hakir gören, köle ve hizmetçi olarak istih­ dam eden galip Araplara karşı övünmesinler? :aakikat şu ki, mevfili bu konuda elinden geleni ardına koy. matlı. Pek çok nesir ve şiir örnekleriyle Arapları konuşturdu. Bu yazılanlarda Farslara övgü ve sempati vardır. Bunların iddiları­ na göre el-A'şa K.isra'yı ziyaret edip onu övmüş ve onun arma­ ğanlarına nail olmuştur. Onlar, Adiyy b. Zeyd,61 Lukayt b. Ya'mur62 ve bu ikisinin dışında İyad ve el-'Abbad gibi kabilelere mensup şairlere pek çok şiirler nispet etmişlerdir ki bu şiirler Fars krallarına, yönetici ve ordularına övgülerle doludur. Onlar Taif şairlerinden birine çeşitli beyitler söyletmişlerdir!. Sika ravi­ ler bunların şüphe götürmez sahih metinler olduğunu naklet­ mektedirler. Bu beyitler meşhur Ümeyye b. Ebi's-Salt'ın babası, Ebu's-Salt b. Rabi'a'ya nispet edilmektedir. Bu beyitleri zikret­ memiz yerinde olacaktır: Meydana çıkan şu gruba helal olsun! İnsanlar içerisinde onlann eşi-benzerini göremezsin. Pak önderler, meşhur efendi}erdir, Ormanlarda yavrulannı büyüten aslanlardır. Mi[lferleri ısındığında onlar, Sıcaktan rahatsız olmazlar, Onlardan cephede gevşeklik göremezsin. 61 el-İsfehani, age., c. 2, s. 24 vd; İbn Sellam, age., s. 31, 32; İbn Kesir, Tdıih, Kostantiniyye, 1286, c. 2, s. 178, 182, 183. 62 el-'Alevi, Hibetullah b. Ali b. Hamza, Muhteırat, Mısır, s. 2.

116

Cahiliye Şiiri Üzerine

Kisra gibi olan kimdir? Kim Kisra'nın ordusunun komutanı gibidir? Veya savaş meydanlarında Vehrez gibi dolaşan? Afiyetle demlen, Gumddn kabilesinin ülkesinde, Onların başına hükümran olduğun için; Senin tacın yükseklerdedir. Kokular sürün (bayram et), çünkü onlar param parça oldular, Elbiselerinin etekleri yerleri süpürsün. Karakter dediğiniz herhfılde budur, Su ile kanştınlmış ve adeta sidik gibi olmuş bir tas ayran değildir.63

Şiir Seyf b. Yezen'i medhetmektedir. İbn Kuteybe bu şiirin başına şu beyitleri ilave etmiştir ki, bu beyitler bizim işaret et­ mek istediğimiz hususu açık bir şekilde ortaya koymaktadır: İbn Yezen gibilere yay isabet edemez, O düşmanlara karşı bir dalgadır; düşman ona ulaşamaz. Yenildiğinde Herakl'e gitti, onun yanında istediği cevabı bulamadı, Kisra'ya yöneldi, dokuz yıl geçtikten sonra. Ey İbn Yezen, çok ileri gittin! Öyle ki, hür insanları yönettin,. Sen andolsun, çok erken yolculuğa çıktın.

Şiirin başında Farsların Bizanslılara, gerisinde ise Araplara nasıl takdim edildiğine bakınız! Eğer Araplar, İslam'dan sonra Bizanslılara (tamamen) galip gelseler ve Farsları egemenliklerine kattıkları gibi Bizanslıları da egemenliklerine katsalardı, daha önce, Farsların Bizans karşısındaki zaferine benzer bir zafer el­ de etmiş sayılabilirdi. Fakat Araplar Bizanslıların egemenlikleri­ ne son verememişler; sadece onlara ait kimi bölgeleri koparabil­ mişler ve devletlerinin devam etmesine engel olamamışlardır. İsmail b. Yesar'ın Farsları övmek üzere söylediği beyitleri bu­ rada zikretmek yerinde olacaktır. Siz de bu şiir ile Ebu's-Salt'a nispet edilen şiirler arasında şüphe uyandıracak şeyler görecek­ siniz: 63 el-İsfehani, age., c. 16, s. 75, et-Taberi, Tdrih, Mısır, c. 2, s. 120; İbn Hişam, age., c. 1, s. 52; İbn Kesir, el-Bidô.ye ve'n-Nihô.ye, Kahire, 1348- 1358, c. 2, s. 178, 179. (Rivayette farklı noktalar bulunm,aktadır.}

Şiir İntihalinin Sebepleri

117

Deden üzerine yemin olsun ki, Müdafaa anında benim vücudum zayıf değil, Cesedim çiğnenmiş değil. Benim soyum şereflidir, asaletim mukayese kabul etmez. Benim kılıç gibi keskin ve zehirli bir dilim var. Onunla, krallık tacını giymiş liderlerden, Asalet sahibi kavimlerin haysiyetini korurum. Efendiler, beyler, alnı açıklar ve önderler! Çok cömertler, köle azad edenler, affedenler ve muhtaçları doyuranlar! Muazzam ve saygın Kisra ordulan komutanı, Hürmü.zarı gibi olanlar kimlerdir? Birliklerin aslanlandır onlar, Korku gününde savaşa yürüdüklerinde. Onlar Türk ve Bizans krallannı zelil kıldılar. Onlar, her tarafa yayılmış; demir halkalar içinde yürüyorlar, Aslan sürüleri gibi. Bana soracak olursan, şöyle söylerim: Orada bizim asil bir soyumuz var, Pek çok gurur sahibini zelil etmiştir.64

İşte bu şekilde mevdlinin, şiir ve rivayet üretip bunları Arap­ lara nispet etmek suretiyle Farsların meziyetlerini onların cahi­ liye dönemindeki hükümranlık ve asaletlerini ortaya koyma gay­ retleri sebebiyle Araplar da buna benzer şekilde şiir üreterek, Arapların Farslara üstünlüklerini ortaya koymaya, Farsların ca­ hiliye döneminde Arapları egemenlikleri altına almalarının bu Arapları zillete düşürmediği veya mevaliyi üstün kılmadığını is­ patlamaya çaba sarfetmişlerdir. Kisra'nın önünde, Arapların övgüye layık işlerini, onların şe­ reflerini ve zulme başkaldırıp direnmelerini dile getiren elçilerin tavırları; büyük krala (Kisra) karşı isyankar tavırlarıyla kendile­ rini gösteren Hire krallarının tutumlarını; Arapların lehine Fars­ ların aleyhlerine sonuçlanan ve Zi Kdr günü gibi Peygamber'den nakledilen vakalan (eyyamu'l-Arab) burada örnek verebiliriz. Sizin de gördüğünüz gibi, ilk siyasi görüntüsü itibariyle ka­ bilecilik Farsları şiir ve rivayet intihaline yöneltmiş, Arapları da aynı şekilde karşı intihale sevketmiştir. Ne var ki, kabilecilik, 64 el-İsfehani, age., c. 4, s. 125.

Il8

Cahiliye Şiiri Üzerine,

çok geçmeden, Emevilerin yıkılıp Abbasilerin eliyle Fars otorite­ si kurulduktan sonra, galip ile mağlup arasındaki siyasi husu­ met aracı olmaktan çıkarak, araştırma ve tartışma karakteri ta­ şıyan bilimsel ve edebi ayrışmaya dönüşmüştür. Bu tür kabile­ cilik daha önce sözü geçen kabileciliğe nispetle şiir intihali ve is­ tismarı yönünden daha verimli bir zemin teşkil etmektedir. Sizin de gözlemlediğiniz gibi, edebiyat, dil, kelam ve felsefe alanlarında öne çıkmış alimlerin büyük çoğunluğu Arap olma­ yan mevfili sınıfındandır. Onlar aynı zamanda Fars vezir ve ku­ mandanların nüfuzundan yararlanıyorlardı. Onların gayeleri daha önce, Farsların iktidarda soylu bir geçmişleri olduğunu is­ patlamak iken; daha sonra, Abbasiler döneminde ele geçirdikle­ ri bu iktidarı temellendirmek ve tartışmada şu son hamleye dö­ nüşüvermiştir: İktidarda iş, dönüp sahibini bulmuştur ve fiili olarak siyasi üstünlüğü ellerinde tutamayan bu Araplar mazide iktidara layık olmadıkları gibi şimdi de değildirler! Bu yüzden bu alimler ve tartışmacılar Arapları tahkir edip onların kıymetlerini görmezden gelmişlerdir. Arapların, dil ve edebiyat konularında kendisine çok fazla atıfta bulundukları Ebfı Ubeyde Mamer b. el-Müsenna, Arapla­ ra karşı en fazla öfke duyan ve onlara hakaret eden bir alimdir. O bugün Mesdlibu'l-'Arab olan adından başka, hakkında fazla bir şey bilmediğimiz bir kitap telif etmiştir.65 Ebfı Ubeyde dışın­ da da mevfiliden pek çok alim, kelamcı ve felsefeci, Arapları tah­ kir etmede oldukça aşırıya kaçmışlar, savaşları, şiirleri, hitabe­ leri ve aynı zamanda dinleri açısından onları eleştirmiştir. Zın­ dıklık hareketi ancak ve ancak kabileciliğin bir tezahürüdür. Ateşin toprağa, İblis'in Adem'e üstün görülmesi; Mecusiliği İsla­ m'a üstün kılan Fars kabileciliğinden başka bir şey değildir. el-Beyan ve't-Tebyin'de, Farsların Arap olmayan milletlerin eserlerine hayran olmaları ve bunları Arapların eserlerine tercih etmelerinin hangi sınırlara vardığını açıkça görebileceğiniz pek çok ifade yer almaktadır. Qnlar Farsların hitabet ve siyasetleri65 Bkz. es-Suyılti, Buğyetu'-Vu'dt, Mısır, 1908, ·s. 395; İbn Hallikan, Vefaydtu'l­ A'ydn, Bulak, 1275, c. 2, s. 138 vd.

Şiir İntihalinin Sebepleri

119

ne, Hind bilgi ve hikmetine, Yunan mantık ve felsefesine hayran­ lıkla yaklaşırken; Arapları bu alanlarda bir şey ortaya koyma­ maları gerekçesiyle kötülemektedirler. el-Cahız, sahip olduğu bütün enerjisini, Arapların diğer milletler tarafından ortaya ko­ nulan gurur kaynağı eserlerin benzerlerini yapabileceklerini is­ patlamak için harcamaktadır. Muhtemelen Arap ve mevfili alimleri arasındaki bu şiddetli husumetin en iyi örneği, el-Cahız'ın, el-Beyan ve't-Tebyın'de ka­ leme aldığı 'Asa Bölümü'dür. Bu bölümün kökeni şuraya dayan­ maktadır: Sizin de bildiğiniz üzere kabileciler, hitabet sanatı yö­ nünden Arapları eleştirmekteydi. Arap hatiplerin hitabet anında çeşitli görüntü ve şekle girmelerj, ayrıca bir araç kullanmaları bu eleştirinin odak noktasını teşkil ediyordu. Sözgelimi onlar, Arapları, hitap ederken asa ve değnek kullanmaları dolayısıyla ayıplıyorlardı. İşte bu yüzden Cahız, eseri içerisinde Asa bölü­ münü kaleme almış, burada Arapları, diğer mil).etlerden daha iyi hatip olduklarını ve Arap hatibin asa kullanmlı.sının onun hita­ bet sanatına bir zarar vermediğini ispat etmeye çalışmıştır. Öyle ya, asa, Kur'an ve sünnet ile Tevrat ve eski çağlardaki insan­ ların sözlerinde övülmüş değil midir! el-Cahız asanın faziletleri­ ni saymaya hurdan başlamış ve nihayet kitabında oldukça ha­ cimli bir bölümü bu konuya ayırmıştır. Bütün bu örneklerden sonra bizim yoğunlaşacağımız husus şudur: İlgilerini kabileciliğe cevap yetiştirmeğe yoğunlaştıran el­ Cahız gibi aliriiler, ilim ve rivayet açısından konumlan ne olursa olsun, kendi hasımları olan kabilecilerin sesini kısmak için mec­ buren bu intihal hastalığından kendilerini kurtaramamışlardır. Maalesef, el-Cahız'ın asa ve değnek ile ilgili olarak nakledip cahiliye Araplarına nispet ettiği bütün şiirlerin ve rivayetlerin sahih olduğunu t6

Muhammed b. Sellam'ın anlattığına göre, o (Hammad) Ebu'l­ Musa el-Eş'ari'nin torunu olan Bilal b. Ebi _Burde'nin huzuruna çıkmış ve Bilal ona, "Bana yeni bir şey söyleyecek misin?" diye sorunca; Hammad, Ebu Mfısa'yı medhetmek için el-Hutay'e'ye67 ait bir kaside okumuş. Bilal, "Yazıklar olsun sana! el-Hutay'e, E­

bu Müsa'yı medhediyor da bundan benim haberim yok ha! Hal­ buki, ben el-Hutay'e şiirlerini rivayet ediyorum. Neyse, yine de bu kasideyi bırak, insanlar arasında yayılsın." deyince Hammad kasideyi bırakmış, kaside insanlar arasında yayılmıştır. Nitekim bu kaside Hutay'e'nin divanında mevcuttur. Ravilerin kendileri bu kaside hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazılarına göre, el-Hu­ tay'e bu kasideyi gerçekten söylemiştir.68 Yunus b. Habib şöyle demektedir: Hammad'dan bir şey riva­ yet edenlere hayret ediyorum, çünkü o, kuralları çiğniyor, lalın 66 el-İsfehani, age., c. 5, s. 172. 67 Ceıvel b. Evs el-Hutay'e (ö. 678 m.), hicivleriyle meşhur Mu.hadramfm'a men­ sup bir şair olup, matbü bir divanı vardır. el-Mu'cu'l-'Arabiyyu'l-Esasi, Alesco, 1989, s. 330. 68 el-İsfehani, age., c. 5, s. 172.

Şiir İntihalinin Sebepl�ri

123

yapıyor ve yaian.söylüyor.69 Hammad'ın el-Mehdi'ye söylemediği sözleri nispet ettiği sabittir. el-Mehdi muhafızı aracılığıyla, Ham­ mad'ın rivayet ettiklerini tekzip ettiğini insanlara duyurmuştur. 70 Gerçek şu ki, Hammad, rivayette ölçüsü olmayan ve bol bol rivayette bulunan bir adamdı. Onun bu şekildeki rivayetlerini neredeyse, hiç kimse tasdik etmemektedir. Ona ne sorulursa so­ rulsun, bildiğini iddia etmiştir. Velid b. Yezid'e, sözlükteki her harf için tanımadığı şairlere ait yüz kaside okuyabileceğini iddia etmişti. Raviler, el-Velid'in onu imtihan ettiğini; sıkıldığında, im­ tihanın sonuna kadar onun başına bir görevli koyduğunu daha sonra da ona icazet verdiğini söylemişlerdir.7 1 Halefe gelirsek, pek.çok kişi onun yalan söylediğini ifade et­ mektedir. İbn Sellam onun tam bir şiir simsarı olduğunu haber vermektedir.72 Söylenildiğine göre, o (Halef), Küfeliler için olduk­ ça fazla şilt uydurmuştur. Ömrünün son günlerinde dindarlaş­ mış ve Kufelilere kendileri hakkında uydurduğu şiirleri bildirmiş­ se de, Kufeliler onun söylediklerini tasdik etmemişlerdir. Halef, el-Asma'i'ye bir kaside dışında diğer söylediklerini uydurduğunu itiraf etmiştir. Onun Lamiyetu'l-'Arab'ı eş-Şenfera'ya; hamasetle ilgili olarak• rivayet edilen başka bir lmniyeyi73 ise Teabbata Şer­ ran'a74 nispet ederek uydurmuş olduğu rivayet edilmektedir. Hammad ve Halef dışında, Küfeli üçüncü bir ravi daha var ki, bu adamın yalan ve intihalde iki arkadaşından hiç de geri kalan yanı yoktur. Bu ravi kabilelerin şiirlerini derliyor, derlemeyi ta­ mamlayınca kendi eliyle bir mushaf yazıp bunu Küfe camiine koyuyordu. Hasımları onunla ilgili olarak, "Eğer şarap düşkünü bir kişi olmasaydı, o güvenilir bir kişi olurdu." demişlerdir. Bu zat, Ebü 'Amr eş-Şeybani'dir. Söylenildiğine göre o, yetmiş kabi­ lenin şiirini derlemiştir.75 69 70 71 72 * 73 74

İbn Sellam, age., s. ı 5. el-İsfehani, age., c. 5, s. 172. el-İsfehani, age., c. 5, s. 164, 165. İbn Sellam, age., s. 15. Veya Ebu Temmam'ın el-Hamase eserinde... Sonu lam ile biten kaside. Teabbata Şerran fakir ve yağmacı bir hayduttur. Bu şair hk. bkz. MEB, İA, "Teabbata Şerran", c. XII, s. 76-78. 75 İbn el-Hatib, Tdrihu Bağdô.d, c. 6, s. 329 vd.

124

Ca.hiliye-:şiiri Üzerine

En iyimser tahminle Ebfı 'Amr, kabileler adına ücretli çalış-­ makta ve her bir kabile için kendi şairlerine �pet ettikleri şiir­ ler derlemekteydi. Bu durum edebiyat tarihinde tuhaf bir durum değildir. Nitekjm. Yunan ve Roma edebiyat tarihlerinde de buna benzer pek çok örnek görebilirsiniz. Hammad, Halef ve Ebfı 'Amr eş-Şeybani örneklerinde olduğu gibi, ravilerin karakteri bozulup, maddi çıkar elde etmek, eşrafa ve yönetici sınıflara yakın durmak, hasım ve rakipleri mağlup edip onlara nispet yapmak gibi yeni ortaya çıkan durumlar, ka­ bileleri yalan ve intihale sevk ettikten sonra, eskilerin şiiri diye bize nakledilenleri gönül hoşluğuyla kabul etmeme gibi bir hak­ kımızın olması gerekir. Hayret edilecek bir husus da şudur ki, karakteri bozulma­ mış, fıskla, maskaralıkla ve kabilecilikle itham. edilmeyen raviler bile bu intihal kervanına katılmışlardır. Mesela, Ebfı Amr b. el­ 'Ala, el-A'şa'ya söylemediği şöyle bir beyti nispet ettiği itirafında bulunmaktadır: O (kadın) beni tanımamazlıktan geldi,

Oysa onun tanımadığı şey saçların ağarması ve dökülmesidir. 76

el-Asma'i de buna benzer bir itirafta bulunmaktadır. el-Llhiki'nin söylediğine göre, Sibeveyh kendisine Araplarınfeilen kalı­ bını kullanmaları hakkında soru sorulunca, o şu beyti uydura­ rak cevap vermiştir: O, kimi olaylardan sakınmaktadır, Halbuki, bunların ona hiçbir zaran yoktur. Kimi işlerden de güven duymaktadır, Halbuki, kaderin cilvesinden onu hiçbir şey kurtaracak değildir. 77

Buna benzer örnekler pek çoktur. Aynca başka bir takım raviler var ki, hiç kuşkusuz bunlar şi­ ir ve dilde yaptıkları intihalleri geçim ıia:ynağı yapmışlardır. On­ ların bu işlerinde budalalık ve saçmalık hakimdi. Burada söz 76 el-İsfehani, age., c. 3, s. 23; es-Suyüti, Buğye, s. 267; İbn Hallikan, age., c. 1, s. 489. 77 eş-Şentmeri, Şevöhidu'l-Kitdb, Buhk, c. 1, s. 58; el-Bağdadi, Abdulkadir, Hizdnetu'l-Edeb, Bulak, 1299, c. 3, s. 459.

Şiir İntihalinin Sebepleri

125

konusu ettiğimiz kişiler, göçebe (bedevi) Araplardan başkası de­ ğildir. Büyük şehirlerden kimi raviler bunlara şiir veya bilinme­ yen kelimeleri sormak üzere gelmekteydi. Bu bedevilerin ahlaki durumları hakkında bilgi sahibi olanların çok iyi bilecekleri üze­ re, bunlar büyük şehirlerden gelip şiir ve garip lafızlar hakkında malumat soranların ısrarlarını ve kendilerine verilen ihtimamı gördüklerinde, malzemelerinin değerini fark ettiler ve fiyatları arttırdılar! Aradan çok vakit geçmeden, şehirlilerin bu malzeme­ lere ilgilerinin daha da arttığını gördüler ve ticaretlerinde daha dikkatli olmaya başladılar. Çölde, şehirli ravilerin kendilerine gelmelerini beklemediler. Neden onlar kendi mallarının ihracatı­ nı kendi elleriyle yapmasınlar? el-Asma'i veya Ebu 'Amr b. el­ 'Ala gibi birkaç adam dışında, çölleri aşıp gelen ravilerin bulun­ madığı bir ortamda, niçin büyük şehirlere inip; şiir, garip ve na­ dir lafızlarla ilgili bildiklerini şehirdeki ravilere doğrudan akta­ rıp; onları yolculuk sıkıntısı ve masrafından kurtararak, bunla­ rın aralarında bir rekabet ortamı oluşturmaya çalışmasınlar? Evet, tam da böyle yaptılar. Büyük şehirlere, özellikle lrak'a in­ diler ve raviler bunların etrafında toplandılar, onlar da ellerinde­ kilerini pazarladılar. Sizin de bildiğiniz gibi, müşterisi bol olan mal üretimi tetikler. Bu bedevi Araplar ölçüsüz yalanlar uydur­ maya başladılar. O kadar ki, raviler bu durumu hissettiler. Ni­ tekim, el-Asma'i bu bedevilerden ismi Ebu Damdam olan birisi hakkında bilgi vermektedir. Bu adam, adı Ömer olan yüz veya seksen şaire ait şiir okumuş. el-Asma'i, "Ben ve Halef el-Ahmer bu şairleri saydık, ama otuz kişiyi aşamadık. "78 demiştir. İbn Sellam'ın Ebu Ubeyde'den naklen anlattığına göre, Da­ vud b. Mutemmim b. Nuveyre, diğer bedevi Araplar gibi (şiir ti­ careti için) Basra'ya gelmiş. Ebu Ubeyde, Davud'a babasının şi­ iri hakkında sormuş ve aradığı cevabı bulmuş. Davud, Ebu Ubeyde'nin babasının şiiri biter bitmez, onun kendisine yöne­ len ilgisinin kopmasını istemediği için, babasının söylemediği çeşitli sözler uydurmaya başlamışsa da Ebu Ubeyde bunları anlamıştır. 79 78 İbn Kuteybe, Tabakat, Breil, s. 4, 5. 79 İbn Sellam, age., s. 14.

126

Ca.hiliye Şiiri Üzerine

Öyle zannediyorum ki, şiir üretip bunları c�ye Araplarına nispet etmeye yönelten muhtelif sebepleri sayıp dökerken gözet­ tiğimiz amacımıza ulaşmış bulunuyoruz. Demek ki, biz yaşadı­ ğımız bu çağda, bu şiirler karşısında şüphe ve ihtiyat içerisinde bulunmak zorundayız. İster takva ehli iyi insanların yaşadığı doğru dürüst hayat ol­ sun, isterse fasık ve maskara insanların yaşadıkları berbat ha­ yat olsun, ilk üç asırda Müslümanların hayatta karşılaştıkları olaylar, şiir intihal ve telfikine yol açmıştır. Durum böyle olduk­ tan sonra, kadim alimlerin söylediklerinin, her hangi bir eleştiri ve inceleme olmaksızın, doğru olduğunu kesin bir dille iddia edebilir misiniz? Daha önce de söylediğimiz gibi edebiyat ve tarih alanlarında bu türden yalan ve intihal sadece Araplara özgü bir hal değil; ay­ nı şekilde bütün kadim edebiyatlarda yaygın olarak görülebile­ cek bir durumdur. Doğru olan, cahiliye Araplarına nispet edilen şiirlerin sahih olabilenleri öğrenmek konusunda çaba sarfet­ mektir. Bunun için, şiirlerin ortaya çıkbğı ortamın şartlan araş­ tırıldıktan sonra, şiiri bizatihi lafız ve manaları içinde ele alma yöntemi izlenmelidir.

m.BÖLÜM

ŞİİR VE ŞAİRLER

A KISSALAR VE TARİH Zannediyorum ki, gelenekçiler (ensaru'l-kadim), onların rıza­ larını alıp öfkelerinden uzak duralım diye, gerçekleri değiştirme­ mizi veya bu gerçekleri başka türlü nitelendirmemizi arzu et­ mezler. Onları razı etmek ve onların öfkelerinden uzak durmak hususunda ne kadar duyarlı olursak olalım; bizim hakikat önündeki duyarlılığımız, hakikat ve ilim karşısındaki saçmalık­ lara yönelik tavrımız her şeyden daha önemlidir. Hakikat vasfı taşımayan bir şeye hakikat; tarih niteliği taşı­ mayan bir şeye de tarih dememiz mümkün değildir. Cahiliye şa­ irlerinin hayatlarına dair rivayet edilen ve onlara nispet edilen şürlerin, gönül rahatlığıyla güvenilebilecek tarih verileri olduğu­ nu kabul edemeyeceğiz. Bunların çoğu olsa olsa, kesin veya ter­ cih edilebilecek bilgileri ihtiva etmeyen ve insanın benliğinde zan ve vehimden başka bir şey bırakmayan kıssa ve ustfırelerdir. Ciddi araştırmacı bu malzemeleri son derece dikkatle ve temkin­ le, temelsiz düşünce ve amaçlardan uzak kalarak ele almalı; bunları tam bir hassasiyet içerisinde eleştirel bir şekilde tahlil etme yöntemini benimsemelidir. Bu şekildeki araştırmasından bir gerçeğe veya tercih imkanı verebilecek verilere ulaşırsa, ulaş­ tığı sonuçlan ispat etmelidir. Ancak burada olması gereken şüp­ heci tavrı da korumalıdır ki, bu tavır ona, düşüncelerini değiş­ tirme, araştırmasını ve incelemesini yenileme yolunu açabilecek en önemli etkendir. Zira cahiliye Araplarının rivayet ve şürleri bize sahih bir ta­ rihsel yolla ulaşmış değildir. Bu veriler bize kıssa ve ustfırelerin · geldiği yoldan, rivayet ve sözlü gelenek, eğlence ve oyun, zorla­ ma ve intihal yolundan gelmiştir. Bu gerçek karşısında biz hür­ riyetimizi koruyarak, eğilim ve arzularımıza; tasdik ve güvenme-

128

Cahiliye Şiiri Üzeri.ne

ye kolaylıkla hazır bulunan fıtratımıza karşı koymak zorunda­ yız. Biz, Kur'an'dan önceki döneme ait olan, bizim gönül huzu­ ruyla kabul edebileceğimiz ve sahih tarihsel bir yolla bize olaş­ mış bulunan Arapça bir metin bilmiyoruz. Burada tek istisna olarak (taşlar üzerindeki) nakışlar-şekiller belirtilse bile bunlar edebiyat açısından ne bir gerçeği ispat ne de bir yanlışı ortadan kaldıracak özellik taşımamaktadır. Olsa olsa bunlar, yazı tarihi açısından bir şeyler ifade edebilir. Bu ana kadar ulaşılabilinen­ lerin tamamı işte bu kadarla sınırlıdır. Tarihçinin, sahihliğine itimat edebileceği ve geldiği çağa ait somut veriler ortaya koyabilen yegane klasik Arap metni Kur'an'dır. Özellikle kitabın birinci bölümünde, bu malzemeler­ den şüphe duymayı haklı kılacak sebepleri belirtip; ikinci bö­ lümde insanları intihale yönelten etkenleri sayıp döktükten son­ ra, sözü geçen bu şairlerin şiirleri, hatiplerin konuşmaları ve se­ ci' sahiplerinin eserlerine güvenme ve kabul etme imkanından mahrumuz. Demek ki, Arap edebiyatı tarihçisi şu iki alanda iki ayrı duruş sergilemek zorundadır: 1. Cahiliye asrından rivayet edilen esatir, kıssalar ve sohbetler. 2. Kur'an'la birlikte başlayan sahih tarihsel metinler. Daha önceki bölümde de söylediğimiz gibi, bu durum sadece Arap edebiyatına özgü olmayıp bütün kadim edebiyatlar için ge­ çerlidir. Nitekim, bununla ilgili olarak Yunan ve Latin edebiyat­ larından ömekler'vermiştik. Eğer sözü uzatmama (icaz) gibi bir ilkemiz olmasaydı, yaşayan çağdaş edebiyatın içinden de örnek verebilirdik. Her edebiyat içinde hem sahih hem de yakıştınlan bölümleri vardır. Her toplumun gerçek veya üretilen tarihi ola­ bilir. Gelenekçilerin Arap toplumunu ve Arap edebiyatını diğer toplumlardan ve edebiyatlardan niçin ayırmak istediklerini anlı­ yor değilim. Kim ortaya çıkıp, Allah'ın, bütün insanlığın boyun eğeceği umfımi kanunlar koyduktan sonra, Kahtan ve Adnan kabilelerine mensup Arapları bu kanunlardan istisna ettiğini id­ dia edebilir. Olmaz böyle bir şey! Arap ırkı da diğer ırklar gibi fert ve toplumların hayatlanna hükmeden bu umfımi kanunlara bo­ yun eğmek durumundadır.

Şiir ve Şairler

129

Arapların, etkin, fonksiyonel ve üretken bir hayal dünyası vardır. Bu özelliklerin sonucu olarak, sadece cahiliye dönemine ait değil, aynı zamanda İslam'dan son.raki dönemlere ait esatir ve kıssalar da ortaya çıkmıştır. Emevi döneminde el-'Uzra (Uzriy­ ym) ı ve diğer kabilelerin aşıklarından rivayet edilen aşk hikaye­ lerinin bazılarından şüphe ettiğimizi Hadısu'l-Erbi'd adlı kitabı­ mızda görmüştünüz. Gerçekten de, şair, yazar, halife, kuman­ dan ve vezirlerden bize nakledilen her şeyin doğru olduğuna inanmamız için -bazı siyasi önderlerin söylediği gibi- aklımızı devreden çıkarmamız gerekmektedir. Gerekçe ise, bunların el­ Eğdnfde, et-Taberi, el-Muberred veya el-Cahız'ın kitaplarında zikredilmiş olmasıdır. Evet, aklımızı ortadan kaldırıp, varlığımı­ zı inkar ederek hareket eden kitaplara dönüşmemiz gerekmek­ tedir! Şu adam el-Kamil'i ezberliyor, ötesine geçmiyor, bu ise ki­ tabın iki ayak üzerinde yürüyen ve dille konuşan bir nushası haline geliyor. Şu adam da el-Beydn ve't-Tebyin kitabını ezberli­ yor ve o kitabın bir nüshası oluyor. Diğer bir adam ise bütün bu kitaplardan karışık şeyler ezberliyor; tuhaf bir karışım teşkil edi­ yor; bazen el-Cahız'ın, başka bir zaman el-Muberred'in, sonra Sa'leb'in başka bir vakit İbn Sellam'ın diliyle konuşuyor! Gelenekçiler bilim hayatında böyle tuhaf durumları gönül hoşnutluğuyla kabul edebilirler. Biz, anlatımdan öte geçemeyen aletler veya hareket eden kitaplar olmayı reddediyoruz. Biz sa­ dece, anlamamızı sağlayan, zorlamadan ve haddi aşmadan ger­ çekleştireceğimiz eleştiri v� incelemelerimizde yararlanacağımız akıllarımızın olmasından memnunuz. Sahip olduğumuz bu akıl­ lar -tıpkı daha önce bizden başkalarını da zorladığı gibi- hem ka­ dim hem de modem şahsiyetlere, kendilerini kuşatan şartları göz ardı etmeksizin bakmaya bizi zorlamaktadır. Biz çağdaşımız olan hiçbir kimseyi takdis etmediğimiz gibi, onları yalan ve inti­ halden tenzih etmiyor; onları hata ve tutarsızlık karşısında ma­ sum görmüyoruz. Bize nakilde bulunulduğunda, eleştirip araş­ tırmaksızın ve ince bir tahlilden geçirmeden bunu kabu_l etmiyo­ ruz. Gelenekçilerden, çağdaş alimleri takdis edip onlara :tleştir­ meksizin ve düşünmeksizin tam bir güvenle yaklaşacak 'birinin olabileceğini zannetmiyorum. 1

1

Leyla ve Mecnün hikayesinin geçtiği kabile.

130

CdhiUye Şiiri Üzerine

Bunun en açık delili şudur: Gelenekçiler günlük hayatlarını yenilikçilerin yaşadıkları gibl yaşıyorlar. Bunlar da diğerleri gibi alıyor, satıyor ve (servet) biriktiriyorlar. Diğer insanlar gibi, özel işlerini, sahip oldukları zeka, idrak ve dikkat ile evirip çeviriyor­ lar. Onlara ne oluyor ki, mukayese ederek eleştirme imkanı ve­ ren ye�eneklerini, çağdaşlara yönelik olarak kullanıyorlarken; bu yeteneklerini eskiler için kullanmıyorlar. Bu derece tasdik ve güven duygusu taşıyorlar da neden malının fiyatını yirmi olarak ' belirleyen satıcıya itiraz edip -on teklif ediyorlar veya pazarlık edip daha da aşağı düşürerek istedikleri fiyata kapatmak isti­ yorlar? Eğer onlar eskilere tam tasdik ve güvenle yaklaştıkları gibi, yenilere de tam tasdik ve güvenle yaklaşsalardı, gaflet ve ahmaklıkta mesellere konu olurlardı ve onların hayatları darlık ve sıkıntıdan kurtulmazdı. Fakat, hamdolsun onlar da çağdaş­ ları gibi, olaylar karşısında basiret ve zekalarını kullanıyorlar; sıkınWardan kurtulmak için pek çok hal çareleri buluyorlar; tıp­ kı bizim gibi kasaptan et alıyorlar; bizim gibi ekmek parası için çaba sarf ediyorlar. Öyleyse onların eskiler ile yeniler arasında gözettikleri bu ay­ nının kaynağı neye dayanmaktadır? Niçin onlara inanıyorlar da diğerlerinden kuşku duyuyorlar? Bu aynının, bütün çağlarda ve bütün toplumlarda halkın benliğe hakim olan şu düşünceden başka bir kaynağı yoktur: Eski yeniden daha iyidir. Zaman hayra değil şerre açıktır. Za­ man insanları ileri değil, geri götürmektedir! Onların iddiasına göre, buğday tanesi altın çağlarda büyük bir elmanın hacmine denkti. Sonra Allah insanlara gazap etti ve buğday küçüle küçüle bu günkü haline dönüştü. 2 Yine onların iddiasına göre, eski kuşak insanlar boy ve cüs­ se itibariyle devasa yapıdaydı. Öyle ki, elini denize daldım dal­ dırmaz, bir balık yakalar, elini havaya kaldırır ve balığı güneşin 2

es-Suyfıti, el-Eve.fi Haberi '.Avc (Daru1-Kutub'da yazma nüsha, nu. 123, bölüm 42) eserinde bazı müfessirlerin şöyle dediklertni rivayet etmektedir: Üzüm sal­ kımı, ancak dört kişinin bir genişçe bir tahta üzerinde taşıyabileceği bir bü­ yüklükteydi. Nar ise beş veya dört kişiyi içerisine alabilecek genişlikteydi. el­ Kurtubi'nin rivayet ettiğine göre ise buğday bir sığırın böbreği kadardı. (Hüse­ yin, Fi'l-Edebi'l-Cdhili, s. 178) . / ;· .

'"

Şiir ve Şairler

131

alevinde pişirir sonra elini ağzına götürür ve kızarttığı balığı he­ men yutardı.3 Bir başka iddiaya göre ise, eski çağlardaki insanlar, o denli dev cüsseye sahiptiler ki, bazı krallar veya peygamberler onlar­ dan birisinin bacağını Fırat'ı geçmek üzere köprü olarak kullan­ mışlardır. Sonuç olarak, eski olan yeniden, eski dönemde yaşayanlar yenilerden daha iyidir. Halk buna sarsılmaz bir şekilde iman et­ mektedir. Bu iman gelişme ve değişmeye açıktır ama kökü sa­ bittir. Nitekim, belli bir ilmi seviye kazanmış uygar insanlar yu­ karıda dile getirdiğimiz şeylere inanmamakla birlikte şu kanaat­ lerini muhafaza etmektedirler: İlk dönemlerde ahlak daha güç­ lü, insanlar daha zeki ve insan bedeni daha sağlıklıydı. Bu şe­ ·kilde sırf eski olduğu için kadim olan tercih edilmektedir. Bura­ da iki sebep etkili olmuş olabilir: 1. Eskiyi görme ve değerlendirme imkanından mahrumuz. 2. Biz yaratılışımız gereği önümüzde olana değer vermeyiz. Zannediyor musunuz ki, Halef, Hammad el-Asma'i ve Ebü 'Amr b. el-'Ala gibilerine tamamen güvenenler, size arz _ettiğim hususların dışındaki bir şeylere istinaden onlara güvenmekte­ dirler? Asla! Onlara göre bu adamlar bu gün yaşayanlardan ah­ lak yönünden daha mazbut, yalandan daha uzak,. daha zeki, ha­ fıza yönünden daha güçlü ve .daha basiretli kişilermiş. Niçin? Çünkü onlar eski çağlarda, altın çağda yaşamışlar! Abbasi dö­ nemi bizim yaşadığımız çağa nispetle altın çağ değil midir? Biz ise, eski çağlarda yaşayan insanların bugünkülerden da­ ha kötü olduklarını iddia ediyor değiliz. Ne var ki, bunların şim­ diki tnsanlardan daha iyi olduklarını da söyleyemeyiz. O gün ya­ şayanlar ile bu gün yaşayanlar eşittirler. İçinde yaşanılan çağın şartlarının, insanların tabiatlarını değişikliğe uğratmaksızın, on­ ların tabiatlarına verdiği uygun şekiller dışında, kuşaklar arasın­ da farklılık yoktur. Eskiler de yalan söylüyorlardı, şimdikiler de 3

Bkz. es-Se'alibi, 'Arrusu'l-Mecalis, Bulak, 1286, s. 46; es-Suyu.ti, age.

132

Cahiliye Şiiri Üzerine

söylüyorlar. 4 Eskiler de hata yapıyorlardı, şimdikiler de yapıyor­ lar. 5 H�tta eskilerin hata yapma oranı şimdikilerden daha fazlay­ dı. Çünkü akıl eski çağlarda, bu asırda geldigi düzeye henüz ulaşmış değildi ve bu asırda keşfedilen bilim ve eleştiri yöntemle­ ri keşfedilmemişti. Eğer eski alimlere şüphe ve ihtiyatla yaklaşır­ sak, haddimizi aşmış sayılmayız. Tam tersine sahip olduğumuz akıllarımıza hak ettiği yeri vermiş oluruz. Bilime karşı boynu­ muzda taşıdığımız borcumuzu da ödemiş oluruz. Gelenekçiler­ den istediğimiz tek şey şudur: Mantıklı olsunlar, okuyup yazdık­ ları hayat ile alış veriş yaptıkları hayat arasında ilişki kursunlar. Artık cahiliye dönemi şiir ve şairleri hakkında kısaca durabi­ liriz. Kitapları dolduran bu şiir ve rivayetlere ne denli güvenebi­ leceğimizi görelim.

B. İMRİU'L-KAYS-'ABİD-'ALKAME Kendilerinden büyük çapta şiirler rivayet edilen ve ravilerin ayrıntılı bir şekilde haberler naklettiği şairler içinde en eskisi, muhtemelen İmriu'l-Kays'tır. İmriu'l-Kays'dan önce yaşayıp şiir söyleyen bir grup şair ismi sayan ravilerin olduğunu biliyoruz. Ne var ki, bu raviler ismini zikrettikleri bu şairlerin bir veya birkaç beyitten başka bir şey ri­ vayet edemiyorlar. Aynı şekilde bu raviler sözü geçen bu şairler­ den kayda değer birkaç istisna dışında haberler de rivayet etmi­ yorlar. Raviler bu şairlere nispet edilebilecek rivayet ve şiirlerin azlığını, dönemin uzaklığı, zamanın geçmesi ve ezberleyenlerin az oluşuyla gerekçelendiriyorlar. Önceki bölümde de gördüğünüz üzere, cahiliye dönemi şairlerine nispet edilen şiirlere yöneltilen eleştiri, sizi, bu şairlere ait olduğu söylenen şiir ve rivayetleri in­ kara götürebilmektedir. Şimdi, bu şairleri bir yana bırakıp, ravi­ lerin çok iyi tanıyıp kendilerinden pek çok şey rivayet ettikleri, İmriu'l-Kays ve arkadaşları üzerinde duralım.

4 5

el-Müberred, eserinde bedevi Arapların uydurmalarına özel bir bölüm açmış­ tır. Bkz. İbnu'l-Esir, el-Kamil, Kahire, 1309, s. 347. Bkz. es-Suyüti, el-Muzhir, Kahire, 1282, c. 2, s. 248 vd; el-'Askeri, Ebu'l-Hilfil, Kitô.bu's-Sinô.'ateyn, Asitane, 1320, c. 2, s. 51.

Şiir ve Şairler

133

İmriu'l-Kays kimdir? Raviler onun Kinde kabilesine mensup olduğu hususunda ihtilaf etmemektedirler. Fakat Kinde kabile­ si kimlerdir? Raviler Kinde'nin, Kahtan'a bağlı bir oymak oldu­ ğunda ihtilaf etmemekle birlikte, kabilenin nesebi, ismi ve kabi­ le önderlerine dair malumat konusunda bazı ihtilaflara düşmek­ tedirler. Fakat, her hfilukarda onlar Kinde'nin bir Yemen kabile­ si ve İmriu'l-Kays'ın da buraya mensup olduğunda ittifak halin­ dedirler. İmriu'l-Kays ile babasının ve anasının adları raviler arasında ittifakla belirlenmiş değildir. Bu şair, İmriu'l-Kays, Handec ve Kays isimleri ile anılmaktadır. Babasının adı Amr veya Hucr şeklinde geçmektedir. Anasının adı olarak, Mühelhil ve Ku­ leyb'in kızkardeşi olan Fatıma b. Rabi'a'nın yanı sıra Temlik is­ mi de geçmektedir. Şairin, Ebü Vehb ve Ebfı'l-Haris diye künye­ leri bulunmaktadır. Hiç erkek çocuğu olmamıştır. Bütün kızla­ rını ve'd-i bendt.6 geleneğine uyarak öldürmüştür. Onun Hind is­ minde bir kızı olduğu söylense de bu Hind İmriu'l-Kays'ın kızı değil; İmriu'l-Kays'ın babasının kızıdır. el-Meliku'd-Dıllil ve Zu'l­ Kurfıh gibi isimlerle de bilinmektedir. Bütün bu karmaşa içinden gerçek diyebileceğiniz veya gerçe­ ğe yakın bilgileri çıkarmak zorundasınız. Ravilerin çoğunluğu­ nun hiç şüpheye yer vermeden ittifakla kabul ettiklerini almak­ tan daha kolay ne vardır? Ravilerin çoğunluğunun ittifakına gö­ re onun ismi Handec b. Hucr olup, lakabı İmriu'l-Kays; künyesi Ebu Vehb, anası ise Fatıma b. Rabia'dır. Çoğunluktaki raviler it� tifak ettikten sonra bunların sahih veya en azından tercih sebe­ bi olması gerekir. Ben parlemento oturumlarında ve buna benzer yerlerde ço­ ğunluğun görüşlerine saygı duyarım. Bazen de çoğunluğun gö­ rüşlerine sempati ile yaklaşmadığım zamanlar da olabilir. Fakat bilimde çoğunluk hiçbir şey ifade etmez. Önceleri, bilginlerin ço­ ğunluğu dünyanın küre halinde oluşunu ve dönmesini inkar edi­ yotlardı. Daha sonra, çoğunluğun hata ettiği ortaya çıktı. Bilgin6

Kızlan diri diri toprağa gömme adeti demek olan, Ve'd-iBeneıtuygulaması hak­ kında bkz. Tekvir 81/8.

134

Cahiliye Şiiri Üzerine

lerin çoğunluğu modem bilimlerin ispatladığı her şeyi gayr-i sa­ hih görüyordu. Bilim alanında çoğunluk hiçbir şey ifade etmez. Öyleyse İmriu'l-Kays hakkında çoğunluğun görüşlerini kabul etmek sağlıklı bir yol değildir. Doğru olan onlar ile azınlıktakile­ rin görüşlerini karşılaştırmaktır. Daha önceki bölümde belirtti­ ğimiz, şiir intihali ve kıssa uydurmaya yönelten etkenleri göz önünde tuttuğunuzda bu verimli karşılaştırma da mümkün gö­ rünmemektedir. O halde iki farklı gruptan birisini tercih etme hakkımız bu­ lunmamaktadır. Bu konuda, işin iç yüzünü tam bilmeyerek, şu­ nun bunun dediklerini kabul etmek zorunda kalıyoruz. Muhte­ melen, İmriu'l-Kays'ın hayatı hakkındaki bu türden karışıklıklar bizim şu görüşümüzü destekleyen en açık delildir: İmriu'l-Kays eğer gerçek bir şahsiyetse -ki biz neredeyse kesine yakın bu ka­ naatteyiz- insanlar onun adıyla, bu ad etrafında geçen bir grup esatir ve söylentiler dışında bir şey bilmemektedir. Göz önünde tutmamız gereken bir husus daha var ki, bu esatir ve söylentilerden pek çoğu insanlar arasında ancak daha sonraki bir çağda, derleyici ravi ve kıssacılar asrında yaygınlık kazanmıştır. En iyimser ihtimale göre, bu veriler sözü geçen çağ­ da doğmuştur; gerçekten cahiliye asrından intikal etmiş değil­ dir. Yine büyük bir ihtimalle bu hikayeyi (İmriu'l-Kays) kurgula­ yan ve geliştiren amil, Peygamber'in Arap beldelerine hakim ol­ duğu zamandan başlayarak, hicri birinci asrın sonlarına kadar İslami dönemde Kinde kabilesinin işgal ettiği konumdur. Nitekim biz, Kinde'den önderliğini el-Eş'as b. Kays'ın yaptığı bir heyetin Peygamber'e geldiğini biliyoruz. Siyer kaynaklarının belirttiğine göre, bu heyet Peygamber'den kendilerine, İslam'ı öğ­ retecek bir alim göndermesini talep etmiştir. 7 Ne var ki, Kin­ de'nin Peygamber'in vefatından sonra irtidat ettiğini, Ebfı Bekr'in görevlendirdiği komutanın onları en-Nuceyr'de kuşatıp rejime itaat ettirdiğini, kabileden pek çok kişinin bu olayda öl­ dürüldüğünü ve bu kabileden içinde el-Eş'as b. Kays'ın da bu7

İbn Kesir. Tarih, c. 3, s. 180.

Şiir ve Şairler

135

lunduğu bir grubu da Ebu Bekr'e gönderdiğini bilmekteyiz. el­ Eş'as, yaptıklarına tövbe etmiş, kendini ıslah etmiş, hatta kız­ kardeşi Ummu Ferve8 lle evlenmek suretiyle Ebfı Bekr'e akraba olmuştu. Ravilerin iddiasına göre, bir gün deve pazarına gitmiş, kılıcını sıyırdığı gibi önüne gelen develeri boğazlamaya başl�ş. o kadar ki, insanlar onun aklını kaybettiği zannetmişler. Fakat o, Med�e halkını ziyafete davet etmiş ve deve sahiplerine deve­ lerin karşılıklarını ödemiştir. Bu korkunç deve katliamı onun ev­ lilik yemeği için yapılmıştı.9 Bu adam Şam'ın fethine katılmış, Müslümanların Farslarla yaptıkları savaşları görmüştür. Bütün bu olaylarda o iyi bir çizgi çizmiştir. ıo Osman'ıiı verdiği bir göre­ vi kabul etmiş, Muaviye'ye karşı Ali tarafını tutmuş ve Ali'yi Sıf­ fın'de Hakem Olayı'na zorlamıştır.11 Onun oğlu Muhammed b. el-Eş'as, Kufe'nin ileri gelenlerinden birisiydi. Hucr b. 'Adiyy, Zi­ yad'ı zorda bırakınca, Ziyad sadece Muhammed b. el-Eş'as'e iti­ mat etmiştir. Şunu iyi biliyoruz ki, Hucr b. Adiyy ve onun bir grup arkadaşıyla birlikte Muaviye tarafından öldürülıriesi, genel olarak Müslümanlar ve özel olarak da Yemenlilerin ruh dünya­ larında derin yaralar açmış ve bu zat şehit kabul edilmiştir.12 el­ Eş'as b. Kays'ın torunu olan Abdurrahman b. Muhammed b. el­ Eş'as, Haccac'a karşı ayaklanmış, Abdulmelik'i halletmiş, Mer­ van hanedanı yönetiminin sonunu hazırlamış, Irak ve Şam hal­ kından pek çok Müslümanın kanının dökülmesine sebep olmuş­ tur. Onun katıldığı savaşlardaki �len kurbanların sayılan on­ binleri bulmaktadır. Bu adam daha sonra hezimete uğrayıp 1ürklerin hakanına (melik) sığınmıştır. Daha sonra geri dön­ müşse de, bu sefer de Fars şehirlerine kaçmıştır. Buralarda ümidini kaybedince tekrar 1ürk hakanına geri dönmüş; Türkle­ rin hakanı kendisine ihanet etmiş ve onu Haccac'ın komutanına teslim �tmiştir. Irak'a götürülürken yolda intihar eden bu zatın kellesi kopartılıp Irak, Şam ve Mısır'da dolaştırılmıştır. ı3 8 9 10 11 12 13

İbn Haldun, c. 2, s. 67-69; et-Taberi, Tarih, Mısır, c. 3, s. 275 vd; İbn Kesir, Tarih, c. 2, s. 160. İbnu'l-Esir, Usdu'l-Ğabe, Kahire, 1280, c. 1, s. 98. el-Askalani, Tehzibu't-Tehzib, Haydarfıbad, 1325-1327, c. 1, s. 359. age., ay. el-İsfehani, age., c. 16, s. 2 vd.. İbnu1-Esir, el-Keunil, c. 4, s. 191-192; 206-207; et-Taberi, age., c. 8, s. 39, 40.

136

cahiliye Şiiri Üzerine

Kindeli böyle bir ailenin, İslami dönemde bu durumlara dü­ şüp olayların Müslümanların hayatlarında derin izler bırakma­ sından sonra, kabilenin şerefini yükseltmek ve sesini duyurmak üzere propaganda amacıyla kıssalar uydurulmayacağım ve kıs­ sacıların kiralanmayacağını mı zannediyorsunuz? Asla! Bizatihi ravilerin ifadelerine göre, Abdurrahman b. el-Eş'as, ücretli şair ve kıssacılar istihdam etmiş, bunları bol bahşişlerle ödüllendir­ miştir. Onun Amr b. Zerr adında bir kıssacısı ve A'şa Hemedan adında da bir şairi vardı. 14 Hiç kuşku yok ki, cahiliye dönemine ait Kinde haberlerinden rivayet edilenler el-Eş'as ailesi için faaliyet gösteren bu kıssacı­ ların yaptıkları çalışmaların ürünüdür. Özel olarak İmriu'l­ Kays'ın hayat hikayesi, pek çok yönden Abdurrahman b. el­ Eş'as'a benzemektedir: 1. Bu hikaye İmriu'l-Kays'ı, babasının intikamım almak iste­ yen birisi olarak tasvir etmektedir. Tarihi iyi bilenlerce de ma­ lum olduğu üzere, Abdurrahman da Hucr b. Adiyy'in intikamım almak üzere başkaldırmıştır. 2. Abdurrahman yönetimde kendisini Ümeyye ailesinden da­ ha az ehliyetli görmemekte ve yönetime talip olmaktadır. 3. Bu haliyle kıssa, bize Arap kabilelerini gezip dolaşan İm­ riu'l-Kays'ı andırmaktadır. Nitekim, Abdurrahman b. el-Eş'as da Fars ve Irak şehirlerini gezip dolaşmıştır. 4. Kıssa, İmriu'l-Kays'ın Kayser'e sığındığım ve onun yardı­ mım istediğini anlatmaktadır. Abdurrahman b. el-Eş'as da Türk hakanına sığınmış ve onun yardımını istemiştir. 5. Kayser, sarayında bulunan Esed kabilesine mensup biri­ sinin komplosu nedeniyle İmriu'l-Kays'a ihanet etmiş; Haccac'ın elçilerinin kurduğu komplo nedeniyle de Türk hakanı, Abdur­ rahman'a ihanet etmiştir. 15 6. İmriu'l-Kays bütün bu olan bitenden sonra, Bizans dönü­ şünde yolda ölmüştür. Abdurrahman ise Türk beldesinden dö­ nerken yolda ölmüştür. 14 el-İsfehani, age., c. 5, s. 253. 15 Bkz. İbnu'l-Esir, el-Kdmil, c. 1, s. 185.

Şiir ve Şairler

137

Ravilerin ortaya koyduğu İmriu'l-Kays'a ait hayat hikayesi­ nin, Abdurrahman'ın hayat hikayesinin bir versiyonu olduğunu varsaymamız veya tercih etmemiz bu kadar zor mudur? Yemen­ li olup Irak'ta yaşayan toplulukların duygularını rahatlatmak üzere, kıssacıların bu hikayeyi üretip hem Emevi yöneticilerinin şerrinden korunmak hem de az-çok çevre tarafından bilinen Ka­ yıp Kral (el-Meliku'd-Dıllil) hakkındaki rivayetlerden bir bölümü­ nü kullanmaları mümkün olamaz mı? O halde İmriu'l-Kays'ın şürlerini ve bu şiirlerin nasıl yorum­ lanacağını soracaksınız. Bu şiirlerin durumunu anlamak kolay­ dır; yorumu ise daha kolaydır. Küçük çaplı bir inceleme bu şiir­ leri i)ti kısma ayırmanızı sağlayacaktır: 1. Biraz önce işaret ettiğimiz kıssa ile ilgili şiirler: Bu şiirlerin durumu, kıssaların durumu gibidir. Sözü geçen kıssaya açıklık kazandırmak ve kıssayı tescil etmek ve dolayısıyla, Kufe ve Bas­ ra'daki Arap kabileleri ve bölgeleri arasında devam eden güçlü rekabeti yansıtmak üzere, bu şiirler üretiln:ıiştir. Bu şiirler üze­ rinde yapacağınız en küçük araştırma, eğer modem araştırma yöntemlerine yakınsanız, İmri.u'l-Kays'a nispet edilen ve onun hikayesiyle ilişkili olan bu şürlerin cahiliye değil, İslami döneme ait olduğu hususunda sizi ikna edecektir. Denilecek tek söz şu­ dur: Bu şiirler, kitabın ikinci bölümünde bütün ayrıntıları ile or­ taya koyduğumuz sebeplerle üretilmiştir. 2. Bu kıssa ile ilgili olmayan şürler: Bu şürler siyasi duygu ve düşüncelerden bağımsız olarak, sadece edebiyat açısından de­ ğer taşıyan şiirlerdir. Bu konudaki düşüncemizi biraz sonra su­ nacağız. Bu kısa araştırmanın özeti şudur: Biraz düşünülünce görü­ leceği üzere İmriu'l-Kays'ın kişiliği, büyük ölçüde Yunan şairi Homeros'a benzemektedir. Hiç kuşkusuz Yunan edebiyatı tarih­ çileri, Homeros diye bir şairin gerçekten var olduğu, onun epik şiirde (eş-şi'ru'l-kasasi) önemli bir etkisinin bulunduğunu, bu etkinin güçlü ve kalıcı olduğunu kabul etmekle birlikte; onun ki­ şiliğiyle ilgili olarak sadra şifa verecek bilgilerden mahrumdur­ lar. Onunla ilgili olarak anlatılanlara, sadece ve sadece, kıssa ve mitlere (esatir) baktıkları gibi bakıyorlar. Netice olarak İmriu'l-

138

Cô.hiliye Şiiri Üzerine

Kays, kayıp-meçhul kraldır. Yani onunla ilgili olarak güvenilebi­ lecek bilgilere sahip değiliz. O, sözlüklerin de ifadesiyle, "yeter­ siz bilgi oğlu yanılgıdır" (Dull b. Kull). İşin ilginç yanı şudur ki, İmriu'l-Kays, kendisine nispet edilen şiirlerin bir grubunu, o Arap kabileleri arasında gezinirken, şunu bunu medh veya hic­ vederek söylemiştir. Bu şiirlerle ilişkili çeşitli haberler, İmriu'l­ Kays'ın şu kabilenin misafiri olduğunu, bu kabileye iltica ettiği­ ni, filanın yanına yerleştiğini ve filandan yardım aldığını açıkla­ maktadır. İşte bütün bu durumlar Homeros'un hayatında da gözlemlenebilir. Yunan ravilerinin iddialarına göre, Homeros da · Yunan şehirlerini dolaşmış, bazı şehirlerde ikram ve hürmet görmüş, bazılarında ise yüz üstü bırakılmış ve ihmal edilmiştir. Yunan edebiyatı tarihçileri bu söylentileri, Yunan şehirleri ara­ sındaki rekabetin bir yansıması olarak görmektedirler: Her şehir Homeros'u misafir ettiğini veya onu yetiştirdiğini, ona komşu ol­ duğunu veya ona yakın olduğunu iddia etmektedir. İmriu'l-Kays'ın Arap kabileleri arasında gezip dolaşmasına temas eden bu haber ve şiirlerin yorumunda biz de aynı yolu iz­ liyoruz. Bütün bunlar, İslami dönemde Arap kabilelerin birbiriy­ le rekabetleri ve her kabile veya bölgenin kendisi için mümkün olabilecek en büyük şeref ve üstünlüğe sahip olduklarını ispat­ lamak için, sonradan ortaya çıkardıkları intihfillerdir. Eski alim­ ler bunlardan bir kısmını fark etmiştir. el-Eğôni yazarının (E­ bu'l-Ferec el-İsfehani) beyanına göre, İmriu'l-Kays'a nispet edi­ len ve kendisine sığındığında Samuel'i medhetmek için söyledi­ ği ifade edilen K�fkasidesi intihal ürünüdür. Bu kasideyi Samu­ el evladınd� Darim b. İkfil üretmiştir.16 En iyimser ihtimalle Darim b. İkfil, sadece kasideyi üretmemiş ve ayrıca bütün kıssa­ yı, kıssa ile ilgili her şeyi üretmiştir. Bu adam İmriu'l-Kays'ın si­ lahını teslim etmediği için babasının gözü önünde öldürülen Sa­ muel'in oğlu kıssasının yanı sıra o, Şurayh b. Samuel'e sığın­ mak isteyen el-A'şa kıssasını da üretmiştir. Bununla ilgili olarak aşağıdaki meşhur şiiri söylemiştir: Ey Şurayh, kopan ipin ucunu tımakl.anmla. tuttuktan sonra, Beni sakın bırakma. 16 el-İsfehani, age., c. 8, s. 70.

Şiir ve Şairler

139

Ben dolaşmıştım, Banelcyd'dan Aden'e kadar, Gurbette yolculuğwn uzadL Ahde vefada en şerefli Asaleti en sağlwn olan ad.am. senin babwıdır; Bu sabü bir gerçektir, İnkar olunamaz. insanlar yağmur (yardım) istediklerinde O bir sağnak oldu, 7.orluk anlannda da yırtıcı bir aslan. Zifiri karanlıkta akıp giden büyük ordu içindeki cesur savaşçı, Ordunun çevresinde döndüğü zwnandaki Samuel gibi ol. Humdm onu y�milgiye uğrattığında (Samuel) ona şöyle dedi: Dilediğini söyle, seni iyi dinliyorum, (Hümam dedi:)İki tercihin var; İster ihanet, ister ölüm. Hangisini seçersen seç, ikisinde de yok şansın. Derin bir düşünceye daldı (Samuel) sonra ona dedi: Esirint öldür, (ama) ben bana sığınanı korurwn. Sen eü kolu bağlı şerefli bir insanı öldürüsen, ben onun intikamını ala­ cağım. Eğer öldürürsen, Allah ve (Samuel'in) temiz ve iffetü hanımları, Ondan daha iyisini bana vereceklerdir, O kadınların bizim nezdimizde hatırları vardır, Boş yere gitmiş kaybolmuş sırları yoktur. Onlar, kendilerine bir sır verildiğinde koruyanlardır. O (Samuel) kınanmamak için zırhl.annı seçti, . Verdiği söze ihanet etmedL 17

Bu üretilmiş kıssa. başka bir kıssanın da üretilme nedeni ol­ muştur ki. İmriu'l-Kays·ın İstanbul'a gitme hikayesi ve bununla ilgili şiirler ve girişinde şu beytin bulunduğu Rd kasidesi de son­ radan üretilmiştir: Daha önce düşükken, Yükseldi şevkin senin. Yerleşti Süleymd önce Batn-ı 7-aby'e Sonra da '.Ar'ar'a.

imrtu'l-Kays·ın. Kayser'le birlikte hamama girerken söylediği ve bizim rivayet etmekten bu kitabı tenzih ettiğimiz şürler; onun Kayser'in kızı için yüreğinde sakladığı aşk ve Bizans dönüşünde zehirlendiğini hissettiğinde söylediği şiirler intihal eseridir. •

Esµ- Samuel'in oğludur.

17 el-Isfehani, age., c. 8, s. 79; Aynca bkz. lbn Kuteybe, Tabakdtu'ş-Şu'ard, s. 131.

140

Cahiliye Şiiri Üzerine

Bütün bu şiirler daha önce belirttiğim sebeplerden ötürü or­ talıkta yayılmış söylentilere açıklık kazandırmak üzere üretil­ miştir. Bu şiirlerin intihal eseri olduklarını ispatlamak için edebi-sa­ natsal delillere dayanmak gerekiyorsa, şu hususu öğrenmeye çalışabiliriz: Nasıl olur da, İmri'u'l-Kays Bizans'ı ziyaret eder, ha­ mama girebilecek kadar Kayser'le samimiyet kurar, onun kızına aşık olur, İstanbul'daki Bizans medeniyetinin eserlerini temaşa eder; fakat, bütün bu hususlar onun şiirlerinde hiçbir şekilde yankısını bulmaz! Nitekim İmriu'l-Kays, ne saray, ne İstan­ bul'daki bir kilise, ne aşık olduğu prenses, ne Rum kızlan ne de gerçekten rumlara ait olduğu söylenebilecek bir şeyden bahset­ miştir. İstanbul'a giderken söylediği iddia edilen şiiri okumanız, zafiyet, tutarsızlık ve cehaleti görmeniz için yeterlidir. Durum ne olursa olsun, yalnız katıksız bir budalalık, kadim bir Arap şairin Bizans'a gidip gelirken, İmriu'l-Kays'a nispet edi­ len bu mısraları söylediğini tasavvur etmemize imkan verebilir. Bizimle birlikte siz de gördünüz ki, İmriu'l-Kays'ın hayat hi­ kayesi ile ilişkili şiirler, kıssacıların· çalışmalarının ürünüdür. İmriu'l-Kays şiirlerinin ikinci bölümü üzerinde kısaca durmak isabetli olacaktır. Bu şiirlerin onun hayat hikayesi ile bir ilişkisi yoktur. Belki de bu şiirler içinde, dikkate en fazla layık olanları, şu iki kasidedir ki, birincisi, (...) Durunuz, sevgiliyi ve onun yurdunu anıp ağlayalım, beyti; ikincisi Ey eski kalıntılar, günaydın... ile başlamaktadır.

Bu iki kasidenin dışındakilere gelince, bunlarda zafiyet ve tu­ tarsızlıklar aşikar; zorlama ve bayağılık neredeyse elle dokunu­ labilir derecede belirlidir. Her şeyden önce, şöyle bir mülahaza hakkımız olmalıdır ki, gelenekçilerin burada nasıl bir çözüm yo­ lu bulacaklarını bilmiyoruz. O da şudur: Ravilerin söyledikleri doğruysa, İmİiu'l-Kays Yemenlidir; halbuki onun şiiri Kureyş lehçesiyledir. Lafız, i'rab ve dil kaideleri açısından bu şiirlerle Kur'an'ın özellikleri arasında herhangi bir f�rk yoktur. Daha ön­ ce de vurguladığımız üzere, Yemen lehçesi, Hicaz lehçesinden tamamen farklıdır. Nasıl olur da, Yemenli bir şair, şiirini Hicaz

Şiir ve Şairler

141

hatta özel olarak Kureyş lehçesiyle tanzim eder? Buna şöyle ce­ vap vereceklerdir: Onun babası Esedoğullarının kralı olup anne­ si de Tağlib oymağından idi ve şair Mühelhil de onun dayısıydı. İmriu'l-Kays'ın Yemen lehçesi yerine Adnan lehçesini kullanma­ sı garipsenecek bir şey değildir. Fakat biz, bütün bu söylenenle­ ri bilmiyoruz ve İmriu'l-Kays'a nispet edilen şiirler dışında, onla­ rı tespit etme imkanından da mahrumuz. Bu yüzden bu şiirle­ rin sahihliğinden şüphe ediyor ve bunları intihal ürünü kabul ediyoruz. Hal böyleyken dönüp şüphe duyduğumuz İmriu'l-Kays'ın lehçesini, yine şüphe duyduğumuz İmriu'l-Kays'ın şiirleriyle be­ lirlemeye çalışıyoruz·. Ne var ki, burada ·öncekinden daha dü­ ğümlü bir başka meseleyle karşılaşıyoruz: Bu güne kadar gelen bilgilerimizle, Kureyş lehçesinin, İmriu'l-Kays'ın yaşadığı dö­ nemde, Arap beldelerinde hakim bir dil olup olmadığını kestir­ memiz mümkün görünmemektedir. En iyimser tahminle, Kµ­ reyş lehçesi bu dönemde Arapların (yegane) dili olma özelliğini kazanmış değildir. Bu lehçe milattan sonra altıncı asrın ortala­ rında hakim olmaya başlamış ve daha önce de söylediğimiz gibi, İslam ile birlikte de hakimiyeti tamamlannıştır. O halde, nasıl olur da Yemenli İmriu'l-Kays, şiirlerini, henüz onun yaşadığı asırda hakim olmayan Kur'an diliyle tanzim etmiş olabilir? Bundan daha ilginç olan bir başka husus bulunmaktadır: İmriu'l-Kays'ın şiirlerinde ne lafız, ne üslup ne de dilin karak­ teristik özellikleri yönünden, onun bir Yemenli olduğuna delalet eden tek bir işaret vardır. Acaba İmriu'l-Kays, Adnanoğulları leh­ çesinden nasıl etkilendi? Onun, ana dilini tamamen unuttuğu ve şiirlerinde· bu dilin hiçbir etkisinin olmayacağını nasıl tasavvur edebiliriz? Öyle zannediyoruz ki, gelenekçiler bu sorunu çözmek için oldukça fazla sıkıntı çekecektir ve bu sorun çözülmeden, sö­ zü geçen şürleri İmriu'l-Kays'a nispet etmek imkansızdır. Bununla birlikte, biz başka bir şeyi sormak istiyoruz. Riva­ yetlere göre, İmriu'l-Kays, Rabi'a'nın iki oğlu olan Mühelhil ve Kuleyb'ın kızkardeşlerinin oğludur. Sizin de bildiğiniz gibi, bu Mühelhil ve Kuleyb etrafında örülmüş oldukça uzun bir hikaye

142

Ceı.hiUye Şüri Üzerine

bulunmaktadır. Bu el-Besus 18 kıssasıdır. Kıssacıların söyledik­ lerine göre bu savaş kırk yıl devam etmiş ve iki kardeş kabile olan Bekr ve Tağlib arasındaki ilişkileri bozmuştur.19 Ne ilginç­ tir ki, İmriu'l-Kays, tek harfle olsun, ne dayısı Kuleyb'in ölümü­ ne, ne diğer dayısı Mühelhil'in çektiklerine, ne Tağliboğulların­ dan akrabalarının karşılaştığı sıkıntılara ne de dayılarının Bekr oğullarına karşı sergilediği kahramanlıklarına temas etmiştir. Demek ki, nereye bakarsanız bakın, kendinizi şüpheden ala­ mıyorsunuz: Kıssa, dil, nesep, yolculuk, şiir; evet bütün bu hu­ suslar şüpheye açıktır. Bütün bunlardan sonra onlar (gelenek-· çiler), eskilerin İmriu'l-Kays hakkında söyledikleri her şeye tam bir teslimiyetle inanmamızı istiyorlar! Evet, ancak Allah bize, ye­ niyi araştırmaktan kaçınıp eskiye tapınmayı insanlara hoş gös­ teren bir akıl tembelliği nasip ederse, böyle bir şey mümkün ola­ bilir. Fakat Allah bu tür bir tembelliği bize bahşetmemiştir. Bu yüzden biz, şüphe yorgunluğunu ve araştırma zorluğunu bu tembelliği tercih ediyoruz Bu araştırma bizi şu neticeye götürmektedir: İmriu'l-Kays'.a nispet edilen şiirlerin çoğunluğu, hiçbir şekilde ona ait değildir; ona yüklenmiş ve yakıştırılmıştır. Bu şiirlerin bir kısmını Arap­ ların kendileri, diğer bir kısmını. ise hicri ikinci asırda şiirleri derleyen raviler ona nispet etmişlerdir. Bizatihi muallakaya bakalım. Bu kasidede olduğu kadar zor­ lama ve suniliğin aşikar bir şekilde göründüğü başka bir kaside bilmiyoruz. Biz bu yedi veya on kasidenin Kabe'ye asılması hi­ kayesi veya defterlere yazılmasıyla ilgilenmiyoruz. Gelenekçile­ rin gerçekten çok sonraları ortaya çıkan ve ne Arapların (top­ lumsal) hayatları ne de onların edebiyatla ilgilerine dair her han­ gi bir şeyi ispatlamayan bu kıssayla ilgilendiklerini zannetmiyo­ ruz. Hatta biz aynı gelenekçilerin kendilerinin bazı kasidelere şüpheyle yaklaştıklarını biliyoruz. Mesela onlar şu iki beytin sıhhati konusunda şüphe taşımaktadırlar: O yurdwı alanlarında ve su bataklarında, Beyaz geyiklerin karabiber taneleri gibi tersleri görülür. 18 Harbu'l-Besüs: (494-534). Tağlib'li Kuleyb'ın Bekr'den bir kadının el-Besüs adındaki bir devesinin öldürülmesi yüzünden Tağlib ve Bekr kabileleri arasın­ �a kırk yıl devam eden savaş. el-Mu'cemu'l-'Arabiyyu'l-Esdsi, s. 156. 19 lbnu'l-Esir, el-Kô.mil, c. 1, s. 187 vd.

Şiir ve Şairler

143

Aynlık sabahı. onlar yükleri denk yaparlarken Muğaylan ağaçlarına çekilen ben; Yüzüme Ebu Cehil kaıpuzu sıkılmış gibi (göz yaşı dökerek ağlıyor) idim.20

Gelenekçiler şu beyitlerden de şüphelenmektedirler: Ben; nice kimselerin kırbalarınm kulplannı bu ram olan sırtıma vur­

muşumdur.21 '.Ayr'm vadisfJ.2 gibi nice otsuz ve ıssız vadileri geçmişimdir ki, Orada kurtlar, Kumarda ütülüp de kendisinden yiyecek isteyen kumarbazın çocukla­ nna bağırması gibi bağnşıyorlardL Kurt.uluduğu zaman ona: "Eğer sende bir şey yoksa, bende de yok, İkimizin de eli boş. İkimiz de elimize bir şey geçirecek olursak, Onunla kendimizi doyuracağız. Senin ve benim tuttuğumuz yolu tutanlar böyle kıt kanaat yaşarlar." dedim.

Bundan sonra, onlar lafız ve tertip yönünden kasidenin riva­ yetinde de ihtilaf etmekte; lafız ve beyitlerin yerlerini değiştir­ mektedirler. 23 Bu ihtilaf sadece bu kasideyle de sınırlı olmayıp bütün cahiliye şiirini içine almaktadır. Bu ihtilaf, tek başına şi­ irlerin kıymetinden şüphe duymamız için yeterli gelebilecek ağır bir durumdur. Bu ihtilaf Arap şiiriyle ilgili olarak,· müsteşrikler üzerinde kötü-yanlış bir izlenim bırakmıştır. Onlar, Arap şiirin­ de bir uyum ve bütünlük bulunmadığı, şiir kahramanının mev­ cut olmadığı, şiirde takdim ve tehir yapılabildiği, hiçbir sakınca görmeksizin, vezin ve kafiyeyi bozmadan bir şaire başka bir şa­ irin şiirinin nispet edildiği, düşüncesine kapılmışlardır. Bu tespitler ancak cahiliye şiiri için geçerli olabilir. Çünkü bu şürlerin çoğu intihal eseridir, sunidir. Şairleri kesin olarak belir­ li olan İslami döneme ait şiirlere gelince, şiiri bozmaksızın bun20 Yaltkaya, Şerafettin, YediAskı, İstanbul, 1985, s. 18-19; el-'lkdu's-Bemin, s. 204. 21 Hukuka rtayetle nice kimselerin yüklerini omuzlarına aldığını, yahut misafir­ lere ve yoksullara ikramda bulunmak istediğini söylemek istiyor. 22 Yıldırım vurması nedeniyle çocuklarını kaybeden Ayr isimli bir adamın yaşa­ dığı vadinin terkedilip bomboş kalması veya eşeğin kamının boş olmasına ya­ pılan bir atıf. Bkz. ez-Zevzeni, Ebu Abdillfilı el-Huseyn, Şerhu'l-Mu'allakdti'sSeb' (Neşr: Omer Ebu'n-Nasr), Halep, 1966, s. 61-62. 23 el-lkdu's-Semi.n, s. 205.

Cdhiliye Şiiri Üzerine

144

larda en küçük abes bulunduğunu söyleyebilecek her münekki­ de meydan okuyorum. İddia ediyorum ki, bu şiirlerde kaside bü­ tünlüğü açık olup, şairin şahsiyeti, belirginlik yönünden yaban­ cı şiirlerin gerisinde değildir. (Oıyantalistlerin) Bu hatalarının nedeni, cahiliye şiirini, Arap şiiri için bir model kabul etmelerin­ den ileri g�lmektedir. Halbuki, bu şiirler -daha önce de söyledi­ ğim gibi- hiçbir anlam ifade etmemektedir ve kıssacıların abes işleri ve ravilerin zorlamaları dışında hiçbir şey için model ola­ mazlar. Zannediyorum, gelenekçiler şu iki beyitte sorun olduğu hususunda farklı düşünmemektedirler: Nice geceler vardır ki, Üzerime türlü türlü gam ve kederle Deniz dalgalan gibi kalın perdelerini indirdi.24 Gerinip boyunu posunu uzattığı ve göğsünü genişlettiği, Ve sonuna ek ekleyip uzandığı zaman geceye dedim...

Bu iki beyit, şu müteakip beyte giriş olarak konulmuştur: Ey uzun gece... Seni göreyim açılıver. Sabah olsun. Fakat sabah da senden hayırlı değil a. .. !

Bu iki beyit büyük ölçüde taştır ve tahmis yapan şairin zor­ lamasını yansıtmaktadır. Neredeyse kasideye sonradan dere edildiği hususunda ihtilafa düşmeyeceğimiz bu şiirleri bir tara­ . fa bırakırsak; kasideyi şu asıl bölümleriyle görebiliriz: 1. Şair harabe evin yanında duruyor ve burada hüngür hün­ gür ağlıyor. 2. Genç sevgilileriyle oynaştığı günleri hatırlıyor. 3. Yavuklusunun vasıflarını sayıp dökerken hanım arkadaşı­ na sitem ediyor. 4. Gece tasvirlerinden sonra, söz avlanmak ve atlar üzerine geliyor. 5. Gök gürlemesi ve bunu takiben selin tahribatı tasvir ediliyor. 24 Aşkm elemlerine sabredip etmeyeceğimi anlamak için...

Şiir ve Şairler

145

Genç kızlarla sevişme sahnelerinin anlatılması, cahiliye şiir­ lerinden ziyade, el-Ferezdak'ın intihfilini hatıra getirmektedir. Ravilerin anlattıklarına göre, el-Ferezdak yağmurlu bir gün, Basra'nın bir köyüne gider ve bazı izleri takip ederek bir gölcü­ ğe varır. Bir de ne görsün, karşısında yıkanan kadınlar! "Bu manzara, Ddratu Culcul'deki manzaraya ne kadar benziyor!" di­ ye seslenerek, arkasını döner. Kadınlar ona, "Ey, katmn sahibi" diye seslenince, el-Ferezdak kadınlara döner. Kadınlar Daretu Cülcül olayını ısrarla ona sorunca, İmriu'l-Kays'ın kıssasını on­ lara anlatarak şu şiiri okur: O sevgililerin ne iyi, ne mesut günlerini gördün sen İmriul-Kays... Hele Daretu Cülcü(25 günü ne gündüP.6

25 İmıiu'l-Kays. amcası Şurahbil'in kızı, sevgilisi Fatıma Uneyze'nin, kız arka­ daşlarıyla Daretu Cülcül denilen bir göle gideceklerini haber almış ve onlardan önce buraya gidip bir yere gizlenmişti. Bu kızlar elbiselerini çıkarıp suya girdik­ lert vakit İmriul-Kays, gizlendiği yerden çıkarak hepsinin elbileleıini toplamış ve çıplak halde sudan birer birer çıkmadıkça ve hepsini çırılçıplak görmedikçe el­ biseleıini vermiyeceğini yeminle söylemişti. Nihayet bu şair; birer birer sudan çıkan bu kızları ve en sonunda da sevgilisi Uneyze'yi üıyan olarak görmüştü. Sudan çıkan kızlara, İmıiu'l-Kays, altındaki deveyi kesiyor, bundan kebap ya­ pıyorlar, yiyor ve içiyorlar. Fakat şair, bineksiz kaldığından sevgilisi Uneyze'nin devesine biniyor. Ve Muallaka'sında birbiıi ardınca gelen beyitlerdeki tasvirine göre bu suretle müstesna bir gün yaşıyor. Bkz. Yaltkaya. age., s. 20. 26 O gün idi ki genç kızlara altımdaki bineğimi kesmiştim Onlann yerde kalan eşyamı üleşerek develerine yükletmeleri ne hoştu. O genç kızlar, devemin kızartılmış etinden biribirlerine ikram ediyorlardL Devemin top top bükülmüş yağları; beyaz, ham ipek gibiydi. Gene o gündü ki. (yaya kaldığım için ve Uneyze'den başka devesi boş Kalan di­ ğer bir kız da bulunmadığı için) mahfeye, Uneyze'nin mahfesine binmiştim (Fakat rahat durmadığım için) "Yazıklar olsW1 sana, beni yaya yürümeye mec­ bur edeceksin." demeye başladL Mahfe, ikimizle beraber bir yana eğilmişti (pek haklı olarak bana): "Devemi ya­ raladın, İmriu'l-Kays, in" diyordu. Ben ona, "Yürü, devenin yularını kendi haline bırak, beni senin gönül avutucu meyvalarını devşirmekten uzaklaştınna." diyordum "Ben senin gibi nice kız, gebe ve emzikli kadınlara (ki emzikliler bu hallerinde er­ kek istemezlerken) geceleri gitmiş, Onlan (güzelliğimle) bir yaşını basmış, Nazar boncuklu, emzikli çocuklarından alıkoymuşumdur. Ki, o emzikli kadın; çocuğu ağladıkça vücudunun yansıyla ona dönüp meme ve­ riyor; Altındaki yarısı benden ayrılmıyordu. (Bkz. el-İsfehani, age., c. 19, s. 26 vd).

Cahiliye Şiiri Üzerine

146

el-Ferezdak'ın şiirlerini okuyup, onun ahlaksızlık ve kabalı­ ğını gözlemleyenler; onu bu ahlaksızlık ve kabalık sebebiyle kı­ narlarken, İmriu'l-Kays'a bu şiirleri nispet etmekte her hangi bir sakınca görmemektedirler. Halbuki bu beyitler, daha çok onun beyitlerine benzemektedir. Çoğu kez, kadim raviler, eskilere nis­ pet ederek, bu tür söylentilerden bahsederler. Ne var ki bunları kendileri üretmişlerdir. Durum ne olursa olsun, bu beyitler ka­ sidenin tüm beyitleri gibi, Adnanoğulları ve Kureyş kabilesi leh­ çesi ile söylenmiştir ki, bunlar, ancak Kur'an dilini edebiyat dili olarak kullanan İslami döneme ait bir şair tarafından söylenmiş olabilir. İmriu'l-Kays'ın sevgilisinin vasıflarını sayıp dökmesi, onu zi­ yaret etmesi, ona ulaşmak için her şeyi göze alması, kadının onu gördüğünde bir rezalet çıkmasından korkması ve onunla birlik­ te dışarı (çöle) çıkması, ayak izlerini harmanisinin etekleriyle sil­ mesi ve aralarında meydana gelen aşk-meşk, Ömer b. Ebi Ra­ bi'a'nın şiirlerinden başka bir şeye benzememektedir. Bu tür şi­ irsel aşk macerası kıssaları, Ömer b. Ebi Rabi'a'nın sanatının mahsulüdür ve o, bu türü tekelinde tutan rakipsiz bir şahsiyet­ tir. İmriu'l-Kays'ın bu sanatta öncülük etmesi, onun bu üslubu kullanması ve türün ona nispe\. edilerek tanınması, sonra İbn Ebi Rabia'nın gelerek onu taklit etmesi gerçekt�n de garip bir durumdur. Hiçbir münekkit, İbn Ehi Rabia'nın, İmriu'l-Kays'tan etkilendiğine temas etmemiştir. Halbuki bu eleştirmenler İm­ riu'l-Kays'ın vasf alanında bir grup şairi etkilediğinden bahset­ mişlerdir. İbn Ebi Rabi'a'nın ömrünü verdiği ve onun şahsiyetini oluş­ turan gazelin bu türünü, İmriu'l-Kays'ın inşa etmiş olması nasıl mümkün olabilir? Halbuki böyle bir şey bilinmemektedir. İbn Ebi Rabia'nın bir veya iki kasidesini okuduğunuzda, bu türün onun icadı olduğu, onun bu türü güçlü bir şekilde kullan­ dığı ve Arapların da onun bu özelliğini bildikleri konusunda kuş­ kunuz kalmaz. İmriu'l-Kays'ın diğer kasidesi içinde görebileceği­ niz aşk macerası kıssaları için de aynı şeyleri söyleyebilirsiniz: Ey eski kalıntılar, günaydın...

Şiir ve Şairler

147

Bu ahlak kurallarına uymayan kıssada, İbn Ebi Rabia'nın sanatı ve el-Ferezdak'ın ruhu vardır. Öyleyse biz bu gazel türü­ nün İmriu'l-Kays'a nispet. edildiği ve bu nispet işini, İslami dö­ nemdeki bu iki şairden etkilenen ravilerin gerçekleştirdiği kana­ atini tercih ediyoruz. (İmriu'l-Kays'ın muallakasından) geriye (üzerinde durulma­ yan) atlar ve avlanma ile ilgili bölüm kaldı. Biz bunlarla ilgili ola­ rak da tereddüt taşıyoruz. Dil özellikleri bizi böyle tavır almaya zorlamaktadır. İmriu'l-Kays atlar, avlanma, sel ve yağmur ile il­ gili nitelemelerde çok maharetli görünmektedir. Bu beyitlerde daha önce bilinmeyen pek çok yeni şey kendisini göstermekte­ dir. Acaba o, bu şeyleri elimizdeki şiirde mi, yoksa, daha önce söylemiş olduğu halde, zamanla kaybolmuş ve hatırasından ve­ ya özet cümlelerden başka bir şey kalmamış olan; bununla bir­ likte ravilerin yeniden ele alarak, yeni bir şiir içinde tanzim ve telfik edip uyarlamak suretiyle, bu kadim şairimize nispet ettik­ leri, başka bir şiirinde mi söylemiştir? Bizim tercihimiz de tam bu yöndedir. Bizim kanaatimize göre, İmriu'l-Kays kalıntıları kaydeden, atı, değnek, kartal ve buna benzer vasıflarla niteleyen ilk şahsiyettir. Fakat biz ravilerin rivayet-ettikleri bu şiirleri, onun söylemiş olduğu hususunda derin bir şüphe içerisindeyiz. En iyimser tahminle muallakada ve lam kasidesinde gördüğümüz bu betim­ lemelerde, İmriu'l-Kays'ın esintisi, fakat sadece esintisi buluna­ bilir. Üçüncü bir kaside daha var ki, biz onun da bütünüyle inti­ hal eseri olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Bu, Bd kasidesi'dir. Rivayete göre, İmriu'l-Kays bu kasideyi 'Alkame b. Abede el-Fahl ile atışmak üzere inşa etmiş; İmriu'l-Kays'ın eşi Ummu Cundeb (hakem olarak), Alkame'yi, kocası İmri'ul'-Kays'a karşı galip ilan etmiştir. İki kasideyi de İmriu'l-Kays ve Alkarna divanlarında bu­ labilirsiniz. İmriu'l-Kays'ın kasidesi şu beyitle başlamaktadır:· Ey dostlanml beni Ummu Cundeb'e götürün, Azap gören kalbin iştiyakını dindireyim

148

Cahiliye Şüıi Üzerine

Alkame'nin kasidesi ise şu beyitle başlamaktadır: Hicrandan ötürü her yola gittin; Bu kadar ayrılmaya hakkın yok.

Bu iki kasidede İslam tesirini hissetmeniz için, yukarıdaki iki beyti okumanız yeterlidir. İki kasideyi incelediğinizde, her iki şa­ irin kullandıkları ifadelerin büyük ölçüde benzerlik arzettiğini, aynı beyitlerin iki kasidede yer almış olduğunu, hatta, Alka­ me'nin davayı kazandığı söylenilen beytin İmriu'l-Kays'a da nis­ pet edildiğini görebilirsiniz. Beyit şudur: Atını dört nala sürerek onlara yetişti; At adeta birbiri ardına damlayan damlalar gibi hızlıydL

İmriu'l-Kays'ın davayı kaybetmesine yol açan rivayet, Alkame'ye de nispet edilmektedir. Beyit şudur: Kırbacın şiddeti var; bacağın da değnegi var; Sert sözün etkisi var; Ancak dengesiz ahmağın etkisine benzer.27

Her iki kasideyi, iki şairin şahsiyeti arasında fark görmeksizin okuyabilirsiniz. Aslında bu mısralarda belirli bir şahsiyet bula mazsınız. Atların bütün özellikleriyle betimlenmesi için bir araya getirilmesi mümkün olan, ilginç manzum sözleri okuduğunuz hissine kapılırsınız. En azından Alkame, İmriu'l-Kays ile atışma­ mış ve Ummu Cundeb bu iki şair arasında hakemlik yapmamış­ tır. Bu iki kaside, cahiliye dönemine ait olmakla birlikte, daha önceki bölümde işaret ettiğimiz ve dil bilginlerini intihale sürük­ leyen sebeplerden birisi nedeniyle ortaya çıkan, dil bilginlerinin yaptığı çalışmaların bir ürünüdür. Ebü Ubeyde ve el-Asma'i, at­ lar ve Arapların atları nasıl niteledikleri konusunda, hangisinin daha ehliyetli ve mahir olduğunu ortaya çıkarmak üzere. yanşı­ yorlardı. Bizim tahminimize göre, bu iki kaside ve benzerleri, İs­ lam'ın hakim olduğu muhtelif şehirlerde yaşayan bilginler arasındaki rekabetin bir tür yansımasıdır. Şu husus üzerinde de durmak gerekir: İmriu'l-Kays, tek ba­ şına zikredilmemekte, onunla birlikte -sizin de gördüğünüz gibi27 Ummu Cundeb'in hakem kılınması hk. bkz. el-İsfehani, age., c. 7, s. 128.

Şiir ve Şairler

149

Alkame ve aynca Abid b. el-Ebras gibi şairler de belirtilmektedir. Alkame'ye gelirsek, raviler ondan neredeyse, Bd kasidesinde İm­ riu'l-Kays'la şan-şeref yarışmasına girmesi ve Ğassan kralların­ dan birini medhetmesi dışında bir şey nakletmemektedirler. Bu kasidenin ilk beyti şudur: Cilveli kadınlar sebebiyle oldu kalbin param parça, Gençliğin hemen sonunda, Saçlar ağarmaya başlayınca.

Yine ravilerin beyanına göre o, Kureyş'e sık sık uğrar ve şiiri­ ni okurdu. Bir başka rivayet de Alkame'nin, İslam'dan yani Pey­ gamber'in doğuşundan önce ölmüş olan İmriu'l-Kays'a göre, epeyce müteahhir bir çağda öldüğünü iddia etmektedir. Biz, onun altıncı belki de beşinci asırdan önce yaşamış olduğu görü­ şündeyiz. Abid ile ilgili olarak şunları söyleyebiliriz: Biz, İmriu'l-Kays'ın şahsiyetini ve şiirini belirleme amacımıza uygun olarak, onun hayat hikayesini ve ona nispet edilen şiirleri araştırdık. Sonuç gerçekten üzüntü verici .oldu. Abid ve şiiri hakkındaki araştır­ malarımız bizi, İmriu'l-Kays ve şiiri konusunda vardığımız nok­ tanın aynısına götürdü. Bizim bunda bir günahımız yok. Ravi­ ler, Abid hakkında tasdik edilebilecek şeyler söylemiyorlar. Ravi lere ve kıssacılara göre, Abid, kendisinden olağanüstü olaylar ve kerametler zuhur eden bir şahıstır. O, cinlerin ve semanın arka­ daşıydı. Üç asır yaşamış ve kötü bir şekilde ölmüştür: Onu, en­ Numan b. el-Munzir veya el-Munzir b. Maussema, kızgın oldu­ ğu bir gün öldürmüştür. Raviler Abid'in cinini tanımaktadırlar. Bu cinin adı Hebid'tir. Bazıları şöyle bir meseli dile getirirler: Hebid olmasaydı, Abid meydaf!.a gelmezdi.28

Bu Hebid'e nispet ederek şiir rivayet etmişler ve onun Abid dışında da bazı kişilere şiir ilham etmek isteyip muvaffak olama­ dığını iddia etmişlerdir. Abid'in cinle yaptığı hoş ve ilginç konuş­ malar anlatılmaktadır.29 Ne var ki, Abid'in haberleri hakkında 28 "Sen olmasaydın, o da olmazdı, onu meşhur eden sen oldun�" anlamına gelen bir mesel. 29 el-Kuraşi, Cemheretu Eş'ô.ri'l-'Arab, s. l.

150

Cahiliye Şiiri Üzerine

okuduğumuz bütün her şey, onun şahsiyeti hakkında bize ye­ terli bilgi vermemekte; anlatılanlar ise halk dışında hiç kimseyi tatmin etmemektedir. Abid'in şiirine gelirsek, bunlar da onun şahsiyetinde daha açık değildir. R.avilerin beyanına göre, bu şiirler büyük çapta kaybolmuştur. İbn Sellam Tabakdtu'ş-Şu,'ard eserinin bir yerin­ de, Abid ve Tarafe'den, on kadar kaside dışında pir şey gelmedi­ ğini. ifade ederken: 30 başka bir yerde de, �u beyit dışında ona (Abid) ait bir şey bilmediğini söylemektedir: Melhiıb, Kutabiyydt ve 7.enüb halkından boşald.L

İbn Sellam, "Bu beyitten gerisini bilmiyorum." demiştir.31 Fa­ kat kimi :raviler bu kasideyi tam olarak rivayet etmekte ve ona başka bir şiir daha nispet etmektedirler. Bu şiirde onun, İmriu'l­ Kays'a hiciv ve muaraza etmesinin yanısıra, Hucr'un Esedoğul­ larına şefkati yer almaktadır.32 Bira,z önce giriş beytini (matla') zikrettiğimiz kasideyi okumanız, onun aslı olmayan intihal ese­ ri şeyler olduğunu kesinlikle anlamanız için yeterlidir. Kasidenin vahdaniyet ve Allah'ın bilgisi gibi, Kur'an'ın vurguladığı husus­ ları ifade etmesi, sizin bu kanaate varmanız için yeterlidir: Allah'm şeriki yoktur; kalplerin gizlediklerini o bilir.

İmriu'l-Kays'a muaraza .edip Kinde'yi hicvettiği diğer şiir ise, bizim kanaatimize göre, sahih olma şansına sahip değildir. Çün­ kü bu şiirde, kadim bir şair için söylenmesi mümkün olmayan, tam bir bayağılık, zafiyet, lafız ve üslupta basitlik vardır. Şu be­ yitlelerle başlayan kasideyi okumanız, bunların kıssacılar tara­ fından üretildiğini; bu tür şiirlerin Yemen ve Mudar asabiyeti arasındaki rekabetten kaynaklandığını anlamanıza yardım eder: Ey babasını zillet içinde öldürdüğünü söylemekle bizi korkutan, Sen, yalan söyleyerek, kavmimizin önderlerini öldürdüğünü mü iddia ediyorsunr63 30 31 32 33

el-Kuraşi, age., ay. el-Kuraşi, age., s. 31. el-İsfehani, age., c. 19, s. 57. el-İsfehani, age., c. 7, s. 85; İbnu'ş-Şeceri, Hibetullah b. Ali, Muhtarô.tuEş'dri'l­ 'Arab, Kahire, 1883, s. 90.

Şiir ve Şairler

151

Eğer özetleme yöntemini izlememiş olsaydık, bu şiirin bütü­ nünü önünüze getirir ve şiirin üretilmiş taraflarım gösterirdik. Fakat bu şiire ulaşmak ve bununla ilgili bir yargıya varmak ol­ dukça kolaydır. Demek ki, Abid'in şiiri ile ilişkili olan İmriu'l­ Kays'ın bütün şiirleri üretilmiştir. Aynı tespit Abid'in şiirleri için de geçerlidir. Bu kısa değerlendirmelerle de olsa, üç şairin (İmriu'l-Kays, Abid ve Alkame) kayda değer sahih şiirlerinin neredeyse hiç ol­ madığım, bu şiirlerin mutlak çoğunluğunun suni olup, cahiliye hayatı ile ilgili hiçbir şeyi ortaya koyma veya kaldırma özelliğine sahip bulunmadığım görmüş oldunuz. Ancak burada Alkame'ye ait iki kasideyi istisna ediyorum. İlk kaside şu beyitle başlıyor: Cilveli kadınlar sebebiyle kalbin parwn parça oldu,

İkinci kaside ise şu beyitle başlıyor: Bildiklerini ve sana verilen sırlan saklıyor musun?

Bu iki kaside sahih olabilir. Ancak ikinci kasidenin bazı be­ yitlerini okurken ihtiyatı elden bırakmamak iyi olur. Bu iki ka­ sidenin sahih oluşu bizim cahiliye şiirleri konusundaki yargımı­ zı çürütecek nitelikte değildir. Sizin de gördüğünüz gibi, Alkame, çok sonralan yaşamış ve İslam'ın zuhurundan sonra ölmüştür. O, Kureyş'e gelir ve onlara şiirlerini okurdu. Ne var ki, biz ikin­ ci kasidede, intihal eseri gördüğümüz bazı beyitlere ihtiyatla yaklaşıyoruz. Bu beyitlerde şair hikmetli söz ve darb-ı mesel söyleme yolunu tutmuştur. C. AMR B. � MÜHELHİL ve CELİLE İmriu'l-Kays'la birlikte zikredilen iki başka şair daha var. Bunlardan birisi -ravilerin dediğine göre- İstanbul yolculuğu sı­ rasında ona yol arkadaşlığı yapmış ve yine onun gibi bu yolcu­ luktan dönememiş bir dostu olan Amr b. Kamia'dır. Diğeri ise ravilerin beyanına göre- İmriu'l-Kays'ın dayısı Miihelhil b. Rabi'a'dır.34 34 el-İsfehani, age., c. 16, s. 158.

152

Cahiliye Şiiri Üzerine

Bu iki şair üzerinde biraz araştırma yaptığınızda, her ikisinin de hayat hikayesinin İmriu'l-Kays ve Abid'.in hayat hikayesinden daha açık ve kesin; bu ikisinin şiirlerinin, İmriu'l-Kays ve Abid'in şiirlerinden daha sahih ve gerçek olmadığını göreceksi­ niz. Her şeyden önce şu değerlendirmeyi yapmak gerekiyor: İm­ riu'l-Kays ve Amr b. Kamia arasında ilginç bir benzerlik bulun­ maktadır. Şöyle ki, İmriu'l-Kays el-Meliku'd-Dillil adıyla anılmak­ tadır. Biz bu isme, ravi ve dilcilerin ittifak ettiklerinden farklı bir anlam verdik ve bu şahıs, kendisi hakkında hiçbir şey bilinme­ yen, 'yetersiz bilgi oğlu yanılgı'dır (Dull b. Kull), dedik. Araplar Amr b. Kamia'yı da Kayıp Amr diye isimlendiriyorlar. İslam'dan sonraki müteahhir raviler, bu ismin açıklanmasında bir zorluk görmüyorlar. O İmriu'l-Kays ile birlikte İstanbul'a gitmedi mi? Bu yolculuk esnasında ölmedi mi? Demek ki, ona bu yüzden Ka­ yıp Amr denildi. O, sıra dışı bir sebep olmaksızın kayboldu. Biz bu isimlendirmeyi, İmriu'l-Kays için yaptığımız açıklamada ol­ duğu gibi, yorumluyoruz: Amr b. Kamia, İmriu'l-Kays gibi, hafı­ zalardan kaybolmuş bir kişidir. 1)pkı, İmriu'l-Kays ve Abid'in isimlerinden başka bir şey intikal etmediği gibi, bu şahıstan da sadece geriye adı kalmıştır. Bu iki şairle ilgili kıssalar üretildiği gibi, onunla ilgili de kıssalar üretilmiştir. Bu iki şaire şiir nispet edildiği gib,i, ona da şiir nispet edilmiştir. Ravilerin beyanına göre, İbn Kamia uzun yıllar yaşamış, ileri derece yaşlıyken İmriu'l-Kays'la tanışmış, fakat İmriu'l-Kays onu sevmiş ve yaşına rağmen yolculuğu esnasında kendine ar­ kadaş almıştır. 35 İbn Sellam şöyle söylemiştir: Ukayşoğullan., İmriu'l-Kays'a nispet edilen bazı şiirlerin Amr b. Ka­ mia'ya ait olduğunu iddia etmişlerdir. Bu hiçbir şey ifade etmez.36

Hakikaten bunun bir değeri yoktur. Bu şiirlerin Amr b. Kamia'ya ait olması mümkün �lmadığı gibi, İmriu'l-Kays'a ait ol­ ması da mümkün değildir ve bunlar sonradan ortaya çıkmış olan intihal ürünleridir. 35 el-İsfehani, age., c. 16, s. 158. 36 İbn Sellam, age., s. 37.

Şiir ve Şairler

153

Eğer, Amr b. Kamia, İmriu'l-Kays'la ancak epeyce ilerlemiş yaşında tanışmış ise, henüz ihtiyarl�madan, İmriu'l-Kays'tan önce onun şiirler söylemiş olması gerekir. Ravilerin iddialarına göre, İbn Kamia gençlik çağlarında şiirler söylemiştir. Buna gö­ re, İmriu'l-Kays'ın insanların önüne şiir kapısını açan ilk kişi ol­ maması gerekir. Raviler bu konuda böyle çelişkili açıklamalar yaptıktan sonra biz nasıl bir tavır takınacağız? Onlar, ilk defa kasideyi icat eden kişinin İmriu'l-Kays'ın dayısı Mühelhil b. Ra­ bia olduğunu iddia etmektedirler. Buna göre İmriu'l-Kays'a şiir adeta, ana tarafından intikal etmiştir. Demek ki, şiirin kökleri Adnanoğullarına aittir; Kahtanoğul­ larına değil. Başka bir teori, şiirin cahiliye devrinde İmriu'l­ Kays'la başlamış olması ve İslami dönemde de Ebu Nuvas ile zir­ veye ulaşması itibariyle, tamamen Yemen asıllı olduğunu iddia etmektedir. Sizin de gördüğünüz gibi, şöyle bir konuya yoğun­ laştığımızda, Adnanoğulları ve Kahtanoğulları arasındaki asabi­ yetin önüne geçemiyoruz. Fakat, biraz sonra, bundan daha faz­ lasını göreceksiniz. Ravilerin rivayet ettikleri Amr b. Kamia'nın hayat hikayesinin bir kıymeti yoktur. Bunlar diğer sözler gibi sıradan ifadelerdir. İddiaya göre, onun babası, o çocukken vefat etmiş ve onu amca­ sı himayesine almıştır. Amr güzel bir çocukluk dönemi geçirmiş; gençliğinde amcasının hanımı ona aşık olmuş ve kadın bu aşkı­ nı gizlemiş. Nihayet, kocası bir iş için evinden aynlınca, kadın delikanlıya haberci göndermiş ve geldiğinde, kendisiyle sevişme­ sini istemiş. Delikanlı hem amcasına karşı içinde beslediği vefa, hem de çirkin bir iş olduğu için bu teklifi reddetmiş ve oradan hemen ayrılmış. Fakat kadın bu olay karşısında çılgına dönmüş ve gencin ayak izlerinin üzerine bir leğen atmış. Kocası geri dön­ düğünde kin ve öfke içinde kocasına, (olayı tersine çevirerek) an­ latmış ve gencin ayak izlerini göstermiş. Adam yeğenine öfkelen­ miş. 37 Bundan sonrası için raviler ihtilaf ediyorlar: Kimilerine göre, o genci öldürmeye t�şebbüs etmiş, genç kurtularak Hire'ye kaçmış; kimilerine göre ise, o bu işten vazgeçmiştir. Durum ne 37 el-İsfehani, age., c. 16, s. 194.

154

Cahiliye Şiiri Üzerine

olursa olsun, genç bir şi�rinde amcasından özür dilemiştir ki, bu şiirin bir bölümünü buraya almak istiyoruz. Bu mısralarda ne kadar basitlik, hafıflik ve sunilik olduğunu açıkça göreceksiniz: Ey dostlanm! Bana yardım ve destekte acele etmeyin ve yannı bekleyin! Benim bir gün daha beklemem, bir ganimet kazandırmaz; Bir gün acele etmem de helake götürmez, Bugün beklemek suretiyle bana övgüye layık bir iyilik yaparsanız, Ben de işimi görme fırsatı bulacağım. Senin başın hakkı için söylüyonım ki, Mersed'i öldürmek üzere; Hiçbir 'aklı başında kimse benimle kötü bir istişarede bulunmamıştır. Eğer benden büsbütün acı sözler çıkarsa. Benim kötü nefsimden acı sözler çıkar ve yükselirse... Beni tuzağa düşürmek için çaba sarfeden yalancı haddi aşmış kişinin sözü doğru değildir. Çünkü hiı;bir suç işlemiş değilim. Andolsun, ne iyi adamdır o, ki sen güzel karakterle çağırıyorsun, Oysa o çağıran (kötü adam) yerinden haykırıyor. (Misafirine karşı) tenceresinin külü çok; tatlı çehreli Tenceresinin altını yaktığında. tenceresinden ümit kesmiş değildir.38 Bir muhtaç ortaya çıktığında ve soğuk bir rüzgar estiğinde Geriye hiçbir mal-mülk bırakmaz. Akrabalar onlara cimrilik ve baskı yaptıklarında. Kölelerin zulme uğramasına ve onların kötü hallerine tahammül ettim. Kavmin şerefini ancak bir muhafız himaye etti; O tabiatı şerefli, soylu ve cömerttir.39

Öyle zannediyoruz ki, bu hikaye ve kaside üzerinde yapılacak bir inceleme, okuyucunun, doğrulukla uzaktan yakından ilgisi olmayari bir yakıştırma ve üretimle karşı karşıya bulunduğuna kani olması için yeterlidir. İlerlemiş yaşında yaşlılığını ve zayıf­ lığını nitelemek üzere, Amr b. Kamia tarafından inşa edildiği söylenen aşağıdaki şiir yukarıdaki şiirden daha sağlam değil­ dir.40 O, İmriu'l-Kays'la birlikte Bizans'a gitmeden önce bu şiiri 38 Mutlaka misafırt eksik olmaz, demektir. 39 el-İsfehani, age., ç. 16, s. 158. 40 el-İsfehani, age., c. 16, s. 165.

Şiir ve Şairler

155

inşa etmiş olmalıdır. eş-Şa'bi'ye veya eş-Şa'bi'den rtvayet edildi­ ğine göre, Abdulmelik b. Mervan'ın, ölümüne yol açan hastalığı esnasında bu şürle kendi halini dile getirmektedir. Şür şudur: Ben doksan yılı aştığımda adeta ipin ucunu bıraktım.. Bir kere, iki elin ayası üzerine bir kere de asaya dayanarak, Kalkarken üç kerede kalkıp doğruluyonun. BUmediğim bir taraftan dehrin afetleri beni vurdu. Atmadığı halde vurulan atıcının durumu nasıldır? Keşke kendi attığım bir ok sebebiyle vurulsam, Halbuki bir ok isabet etmeden ölüyonun. İnsanlar beni gördüklerinde sordular: Oku yeni sivri değil miydi? O cesur biri değil miydi? Bir gece geçirmeden yok olup gidiyonun. Benim hayatımın akışını bozan, geçirdiğim yıllardır, Gece gündüz ümit etmem, yıl be yıl ümit bağlamak beni helak etti. 41

Bütün bunlardan sonra, Amr b. Kamia'yı da, kayıp-meçhul iki arkadaşına (Abid ve İmrtu'l-Kays) ekleyebilir ve artık Mühel­ hil'e geçip, o ve şiirt ile ilgili olarak bize intikal edebilenlere ba­ kabiliriz.

(MÜHELHİL] Mühelhil ile ilgili anlatılanlara gelince, zannediyorum, bir ih­ tilafa düşmeden bunları anlamak oldukça kolaydır. Ravilerin ol­ dukça hacimli olan Besüs kıssasında anlattıklarını olduğu gibi kabul etmek için, son derece budala olmak gerekir. Şu hususta ittifak kolaydır ki, İslami dönemde, hem Rabia ve Mudar kabile­ leri arasında; hem de Bekr ve Tağlib kabileleri arasında cereyan ·eden rekabet kızışınca; bu kıssa (Besüs kıssası) geliştirildi ve bu­ nun önemi arttı. Mühelhil sadece bu kıssanın bir kahramanıdır. Bu kıssa geliştiği ve önemi arttığı ölçüde, Mühelhil'in önemi art­ tı ve şanı yükseldi. Kadim cahiliye dönemlerinde iki kardeş ka­ bile olan Bekr ve Tağlib arasında şiddetli bir düşmanlık olduğu, bu düşmanlığın bazen, pek çok insanın öldürüldüğü savaşlara yol açtığım inkar ediyor değilim. Ama, bu husumet ve onun yan41 age., s. 3.

Cahiliye Şiiri Üzerine

156

sımaları ve edebi etkileri, tamamen kaybolmuştur ve bunlardan geriye ancak, kıssacıların devamlı kullandıkları çok zayıf hatıra­ lar dışında bir şey kalmamıştır ki, Bekr, Tağlib ve Rabia kabile­ lerinin tamamı, muhtaç olduklarını bu istismarda buldular. Niçin olmasın? İslami dönemde, peygamberlik, hilafet ve şeref duyulacak şeylerin tamamı Mudar'a ait değil miydi? Rebia kabile­ sinden Araplar nasıl olur da, mazide kendilerinin, asalet ve soy sahibi önder insanlar olduklarını ispatlamadan, Mudar'a ait böy­ le bir önderlik ve asaletin varlığını kabul edebilirler? Onlar da böy­ le yapWar. Cahiliye döneminde, Adnanoğullarına nispetle Arapla­ rın önderleri olduklarını iddia ettiler: Onlardan önderler ve kral­ lar, -Adnanoğullarına karşı Kahtanoğullarını müdafaa eden kişiler çıkmış, onlardan kimileri Irak'ta Lahmilerin ve Şam'da da Ğassa­ nilerin saldınlarına karşı koymuş ve kimilerini Zi Kar gününde Kisra'nın ordularını hezimete uğratmıştır! Buna göre, Mudar'ın İs­ lam'dan sonra adı geçiyorsa; Rabia kabilesinin de İslam'dan önce şerefli bir mazisi vardır. Bunlara ilave olarak, Rabia ve Mudar ka­ bileleri arasında, Em�viler dönemindeki fiili çatışmayı ve bu min­ valde, Mudar şairi Cerir ile (Rabia) şairi el-Ahtal arasındaki edebi husumeti göz önünde tuttuğunuzda; genelde Rabia ve özel olarak da bu kabileye bağlı Bekr ve Tağlib kabileleri" etrafında oluşturu­ lan intihallerin ivme kazanacağını tasavvur etmeniz zor olmaya­ caktır. Mesela, Mudar şairi Cerir şunları söylemektedir: Tağlib'i güzel ahlaktan mahrum eden (Allah}, Nübüvvet ve hilafeti bize layık gördü. Bu benim amcam oğlu Duneşk'te halifedir. Dilersem sizi bana hizmetçi gönderir.

el-Ahtal da şunları söylemektedir: Ey Kuleyboğulları benim iki amcam, Onlardır, kralları öldüren ve esaret zincirlerini kıran.

Bununla birlikte, kimi raviler: bu savaşlarla ilgili olarak Bekr ve Tağlib'in söylediklerine karşı oldukça fazla şüphe ile yaklaş­ maktadırlar. Durum ne olursa olsun, Mühelhil'in şahsiyeti, İmriu'l-Kays, Abid veya Amr b. Kamia'nın şahsiyetinden daha açık değildir. Be-

_Şiir ve Şairler

157

süs kıssası onunla ilgili olarak bizde sadece, daha çok mitoloji­ lerde görülebilecek bir izlenim bırakmaktadır. Bundan dolayı İbn Sellam, Arapların şu kanaatini dile getirmektedir: Mühelhil şi­ irinde, yaptıklarından ziyade, çok şey söyleyen ve iddialarda bu­ lunan bir kişi olarak görülmektedir.42 Hakikat şu ki, Mühelhil ne çok söz söylemiş ne de iddialarda bulunmuştur. İslami dönemde Tağlib kabilesi çok şey söylemiş ve ona söylemediği sözleri nispet etmiştir. Bu intihal ile yetinilmemiş ve onun ilk defa şiiri uzata­ rak kasideyi icat eden kişi olduğu iddia edilmiştir. Sonra ona nis­ pet edilen şürde düzensizlik (iztırab) ve karıştırmalar olduğu gö­ rülünce veya bunu raviler ortaya çıkarınca; şürde ona Mühelhil denildiği iddia edilmiş veya raviler bu iddiada bulunmuşlardır. Şürindeki bu düzensizlik ve karıştırma nedeniyle ona Mühelhil denilmiştir. "Helhele", düzensizlik (iztirab) demektir. İbn Sellam bu anlam için en-Nabiğa'nın bir beytini şahit getirmektedir: Sana dokuması zayıf yalan bir söz getirdL43

Mühelhil'in şiirinde düzensizlik ve karışıklık olduğu husu­ sunda hiç şüphe yoktur. Fakat aynı düzensizliği biz, İmriu'l­ Kays, Abid, İbn Kamia ve pek çok cahiliye şairinin şiirlerinde gö­ rebiliriz. Buna göre onların tamamı Mühelhil ismini hak etmiş bulunuyor. Gerçi biz, bütün cahiliye şairlerinin, kuvvet ve zafiyet, şiddet ve hafiflik, garabet ve düzgünlük yönlerinden birbirinden farklı, çeşitli şiirsel kişilikler çıkarılacak derecede, düzensiz ve karışık bir şekilde şiir inşa ettiklerine de inanmıyoruz. Öyleyse, şiirde bu düzensizlik ve karışıklığın kahramanları kimlerdir? Bunlar İslam'dan sonra, şiir uyduran kıssacılar, şiir intihfilcileri, birbi­ riyle rekabet eden ve hasım olan taraflardır. Mühelhil'in şiirlerinden bir misali buraya almamız isabetli olacaktır. Sizin de göreceğiniz üzere, bu mısraların Araplar tara­ fından çok önceleri söylenmiş olması mümkün değildir.

za

Ey bizim Husum'daki gecemiz, aydınlan! Aydınlandığında bir daha karaıma! 42 el-İsfehani, age.• c. 16, s. 12. 43 age., ay.

Cahiliye Şiiri Üzerine

158

Kısa gecelerde ağlarun. Zeniı.ib'te benim gecem uzarsa (ne yaparım). Eğer K�yb'in mezan açılsa, Şa'şameyn günü Zır'in başına gelenleri görse, Bu onun (Kuleyb) için bir göz aydınlığı olacaktır. Kabirlerin altında yatan kişilerle nasıl konuşulabilir? Ben Veuidiıt'ta Buceyr'i gül gibi (kıpkırmızı) kanlar içinde bıraktım. Onu (Buceyr) öldürerek Ubddoğullarının evlerini başlarına yıktım. Kimi zamanlar bilgisizlik kalplere şifa verir. Şerefli kadınlar köle edinse bile, Kuleyb'in intikamı için yeterli değildir. Hemmiım b. Murre üzerinde kocaman kartallar bıraktık; Kartallar onun kargı saplanmış cesedini zahmetle taşıyorlardL Deve kadar bir kartal onu parçalıyordu. Eğer rüzgar olm.asayd� Hucr'dakilere yiğitlerin canım alan kılıçların şakırtısını duyuracaktım. Bu yaptıklarun. kükreyen orman aslanlan gibi geldiklerinde, Şakikaoğullan için bir intikamdır. Onlara atılan kargılar adeta çok derin bir kuyuya doğru akıp giden ip gibiydL Uneyze yakınında biz ve aşiretimiz, (Düşmanı öğüten) değirmen taşlan gibiydik. Adeta gölcükte yıkanmış gibi olan atlar onlan bırakmazdL44

Bu şiirin vezni, kafiye tutarlılığı, nahiv kuralları ve nazım üs­ luplarına uygunluğu karşısında dehşete kapılmıyor musunuz? Beyitlerde her hangi bir şekilde, ölçü dışı (şaz) bir durum, eski­ ye ait bir özellik veya bu şiir sahibinin ilk defa şiiri uzatıp kasi­ deyi icat eden kişi olduğuna delalet edecek bir işaret var mıdır? Bütün bunlarla birlikte, lafızlardaki basitlik ve hafiflik, şairin bayağı bir dil kullanması karşısında ve sıradan lafızlardan baş­ ka ifadeler kullanamayan bir şahsı teşhis ettiğinizde hayretler içinde kalmıyor musunuz? (CELİLE]

Burada yeri gelmişken Mühelhil'in yengesi Celile ile ilgili de birkaç söz söylemek istiyoruz. Bu kadın -ravilerin beyanına göre­ inşa ettiği bir şiirle Kuleyb'e ağıt yakmıştır. Öyle ki, şu çağdaki bir erkek veya kadın şairin bundan daha hafif, sıradan ve kötü bir şi44 el-İsfehani, age., c. 4, s. 147.

Şiir ve Şairler

159

ir yazabileceğini düşünemiyorum. Bununla birlikte biz, el-Hansa ve Leyla el-Ahyeliyye gibi, kimi bayan şairlere ait, hem metnin sağlamlığı hem de etki gücü yönünden öyle mükemmel şürler bi­ liyoruz ki, bunlar bedevi Arap kadını hakkında bizim önümüze gerçek bir tablo koymaktadır. Celile şunları söylemiştir: Ey kavmin kızı, istersen sorana kadar ,1cınamaleta acele etme, Kınamayı gereletiren iş aşikar olduğunda o zaman kına. Eğer bir adamın bacısı, bu adam yüzünden kınanacaksa kına gitsin. O (katil) Cessds'ın yaptığı iş bana çok ağır geldL Ortaya çıkan veya çıkacak olan olay (katl) yüzünden vay benim başıma! Cessas'ın eylemi, benim üzüntümle birlilete, belimi kırdı; sonumu yak­ laştırdL

Ey maktül! Senin ölümünle dehr benim iki evimin çatısını tepetaklak ettL Yeni yaptığım evimi yıletığı gibi, eski evimi de yıktL Onun ölümü, yakından atılan okun vurması gibi beni yıletı ve yok etti. Ey arkadaşlarım! Kulak verin, dehr yalnız beni sert bir belaya uğrattL Kuleyb'in öldürülmesi beni çepe çevre kuşatan ateşe düşürdü. Bu gün ve yann için ağlayan kişi, dün için ağlayan kişi gibi değildir.45

Hiçbir kimsenin, suniliği konusunda şüphe etmeyeceğini zannettiğim, secilerle ilgili olarak açıklama yapmayacağım. Ka­ naatim şu ki, biraz önce zikrettiğim şürin okunması, Mühelhil ve yengesini, Mühelhil'in yeğeni İmriu'l-Kays ile ilgili kategoriye koymak için yeterlidir. İmriu'l-Kays ve onunla ilişkili şairleri incelemiş bulunuyoruz. Fakat bütün şairleri ele almış değiliz. Hiç olmazsa, bu şairlerden bir grup hakkında kısa değerlendirmeler yapmamız yerinde ola­ caktır. Bu değerlendirmeler, bizim haddi aşıp aşırıya gitmediği­ mizi; taşıdığımız şüphenin sadece İmriu'l-Kays ve şiirleri ile sı­ nırlı kalmadığını ortaya koyacaktır.

D. AMR B.

KULSUM- EL-HARİS B. ,ıİLLİZE

Mühelhil ve onun yengesini bırakıp muallaka sahibi bu iki şaire geçerken, Rabia kabilesiyle olan beraberliğimizi geride bı­ rakmıyor; hatta bu kabileye ait oymaklar olan Bekr ve Tağlib'le beraberliğimizi sürdürüyoruz. Zira Amr b. Kulsum, Tağlib'ten45 age., C. 4, S. 1.50.

. 160

Cahiliye Şiiri Üzerine

dir. Ravilerin örfünde o, Tağlib'in konuşan lisanıdır. Tağlib'in . gurur kaynaklarını o kayda almış, onların şereflerini şiiriyle, da­ ha doğru bir ifadeyle, muallakat arasında rivayet edilen kaside­ siyle o yükseltmiştir. Ravilerin beyanına göre, Amr, Tağlib kah­ ramanlarından birisidir; o güçünü ve zulnıe karşı direncini de­ desi Mühelhil'den almıştır. Annesi Leyla, Mühelhil'in kızıdır. Amr b. Kulsum'un doğumu ve yetişmesi, hatta anasının do­ ğumu, çeşitli usturelerle çepe çevre kuşatılmıştır ki, budala bir kişi bile bunların abes ve intihal eseri olduğundan şüphe etmez. Ravilerin iddiasına göre Mühelhil, kızı Leyla dünyaya gelince, onun toprağa gömülmesini (ve'd-i benat) emretmişse de, çocu­ ğun anası onu saklayıp kurtarmış. Adam uykuya dalmış. Uyku­ sunda ona birisi gelmiş ve kızının muazzam işler başaracak bir çocuk doğuracağını müjdelemiş. Sabah olunca, kızının akibeti­ ni sormuş, gömüldüğü cevabını almış. Sorusunda ısrar edince, çocuk ortaya çıkarılmış ve Leyla'nın çok iyi bakılmasını emret­ miş. Daha sonra, Leyla, Kulsum ile evlenmiş. Bu sefer kadın rü­ yasında bir adam görmüş; bu adam ona doğacak oğlunun bü­ yük işler başaracağını haber vermiş. Nihayet çocuk doğmuş ve yetişmiş. Denildiğine göre, Amr b. Kulsum henüz onbeş yaşını geçmeden, kavminin önderi olmuş. 46 Bizim, kısaca işaret ettiğimiz bütün bu söylentiler gösteriyor ki, Amr b. Kulsum'un hayat hikayesi, usturelerle çevrilidir ve onu tarihsel bir kahraman olmaktan çok bir kıssa kahramanı haline dönüştürmektedir. Bununla birlikte, daha önce zikretti­ ğimiz şairlerden farklı olarak onun, gerçek bir şahsiyet olarak görünmesi mümkündür. el-Eğdni yazarının ifadesine göre Amr, onun gününe kadar ulaşan izler (sülale) bırakmıştır. 47 Amr b; Kulsum, ister tarihsel bir kişilik isterse bir kıssa kah­ ramanı olsun, ona nispet edilen kasidenin veya bunun büyük bir kısmının cahiliye dönemine ait olması mümkün değildir. Her şeyden önce, Amr b. Kulsum ile ilgili olarak ravilerin şu söyle­ diklerine güvenebilir miyiz? Bunlara göre, Amr b. Kulsum, Hire 46 age., c. 9, s. 176. 47 age., c.9, s. 176.

Şiir ve Şairler

161

krallarından Amr b. Hind48 namıyla meşhur bir kralı, haddini aşıp, anası Leyla bint Mühelhil'i hizmetçi tutmak istemesi yü­ zünden öldürmüştür. Ravilerin beyanına göre, kralın anası Hind, Leyla bint Mühelhil'den kendisine bir tabak getirmesini is­ temiş. Leyla, "Muhtaç olan ihtiyacı için kalkıp alsın!" diye cevap vermiş. Kadın ısrar edince Leyla "Yazıklar olsun, bu ne zillet ey Tağlib!" diye feryad etmeye başlamış. Amr bu sırada kralın çadı­ rındaymış ve anasının bağırmasını işitince, orada asılı bir kılıca sarıldığı gibi kralı öldürmüş. Tağliboğulları isyan etmiş ve kralın çadırını yağmalayıp kendi yurtlarına geri dönmüşler.49 Ne var ki, bu kıssayı ispatlayacak bir tarihsel metin bize ulaşmış değildir. Hire kralının böyle bir ölümle öldürülüp, ola­ yın, bir yandan Munzir ailesi ve Tağliboğulları; diğer yandan Fars kralları ve göçebe halk (bedeviler) arasında bu sınırda kal­ ması; makul bir durum mudur? Bu kıssa da, kıssacıların, Arap­ ların asalet yarışı ve rekabetlerinde duydukları ihtiyaçlarına ce­ vap vermek üzere oluşturdukları söylentilerinden birisi olamaz mı? Tamamen öyle. Amr b. Kulsum'un kasidesi de bu tür ihti­ yaçlardan dolayı üretilmiştir. Bu kasideyi okuduğunuzda göre­ ceksiniz ki, Mühelhil çok söz söylemekte yalnız değildir ve çok söz ve yalan geleneğini, torunu Amr b. Kulsum ondan miras al­ mıştır! Amr b. · Kulsum'un sözlerinde haddini aştığını gösteren, cahiliye Araplarına ait bir ifade biliyor değiliz. Ne var ki, ravile­ rin onun söylediklerine ilişkin görüşleri, İmriu'l-Kays muallaka­ sı hakkındaki görüşlerine benzemektedir. Bazı beyitlerinden şüphe etmişler ve bazıları hakkında, mesela kasidesindeki ilk beyitlerin Amr b. Kulsum veya Cezime el-Ebras'ın yeğeni Amr b. Adiyy tarafından söylenip söylenmediğinde ihtilaf etmişlerdir. Beyitlerin Amr b. Kulsum'a ait olduğunu söyleyenlere göre, ka­ sidenin girişi şöyledir: Ey kadın, uykudan uyan, Kupayla bize sabah şarabı sun. 48 Hire kralı III. Münzir'in oğludur ve anasına nispetle Hind oğlu Amr diye meş­ hurdur. Babası Mau's-Sema'nın oğlu III. Münzir öldürüldüğü vakit bu Amr hükümdar olunca Tağlib oymağı kendisine itaat etmek istememiş; Amr da on­ ları cebren itaati altına almıştır. 49 el-İsfehani, age., c. 9, s. 176.

Cahiliye Şüri. Ürerine

162

Diğerlerine göre ise şu şekildedir: Ey Hevdec'teki kadın ayrılma'dan önce dur!

Her iki görüş sahibi de şu beyitleri Amr b. Adiyy'e söyletmekte ihtilaf etmiyorlar. Ey Amr'ın anası, kupa sağdan gelecek iken. Bize sunmamak için onu soldan vermeye başladın, Ey Arrir'ın anası, senin sabah şarabı surunadığın arkadaşın. Buradaki üç kimsenin en kötüsü değildir.

Kasideyi bitirdiğinizde, bazı beyitlerin orta ve sonlarda tekrar edildiğini göreceksiniz. Bu tür düzensizlikler cahiliye şiirlerinin _çoğunluğunun ortak özelliğidir ve bunun kökeni rivayetlerdeki ihtilaflara dayanır. Kasideyi okuduğunuzda göreceksiniz ki, bu beyitlerdeki kimi lafızlar kol�y anlaşılır ve açıktır. Bazı lafızların anlamlarında güzellikler vardır. Kimilerinde ise, eğer şair bir çok yerde tekrar ede ede sıradanlaştırmasa, hiç de fena olmayan if­ tihar ifadeleri yer almıştır. Şu beyitte olduğu gibi: Kimseye baş eğmeyenler: Bizim emzikteki çocuğu.muz sütten kesilecek çağa gelince, Onun önünde eğilirler.

Kasidenin bazı beyitlerinde, bedevi insanın zulme karşı di­ renç göstermesini, güç ve kuvvetiyle gururlanmasını yansıtan ifadeler vardır. Şu beyitlerde olduğu gibi: Biliniz ki bize, karşı tek kimse cehalet gösterirse; Biz herkesten üste çıkar ve öne-arkaya bakmadan hareket eden cahil­ lerden daha cahil oluruz.

Yukarıdaki beytin bedevi insanın zulme karşı direncini yan­ sıttığını söyledim. Fakat peşinen ifade edeyim ki, bu beyit bede­ vi tabiatının yanlışlıklardan kaçınma ve bıktıracak kadar harf tekrarlarından onların uzak durma haliyle uyuşmamaktadır; 50 Biliniz ki, bize karşı tek kimse cehalet gösterirse; Biz herkesten üste çıkar ve öne-arkaya bakmadan hareket eden cahil­ lerden daha cahil oluruz. 50 Tek bir beyitte cim, he,' lam harfleri bıktıracak derecede terkar edilmiştir. (lam:8, he:4 cim:4 defa).

Şiir ve Şairler

163

İnsanı bıkma noktasına getirinceye kadar cehalet şiddetlen­ miş ve cim, ha ve lam harfleıi çoğalmıştır. Raviler, el-A'şa'ya da buna benzer derme çatma bir beyit isnat ediyorlar. Fakat el-A'şa­ 'ya nispet edilen bu beytin sahih olduğundan şüphe ediyoruz. Durum ne olursa olsun, İbn Kulsfım'un bu kasidesi, içinde yaşadığımız şu çağda, az-çok Arapça'dan nasibi olan herkesin kolayca anlayabileceği bir yalınlıktadır. Ne var ki, İslam'ın zuhu­ rundan yaklaşık yarım asır önce, miladi altıncı asrın ortasında Araplar bu şekilde konuşmuyorlardı. O asırda özellikle Rabia böyle konuşmuyordu ve onların dili Mudar kabilesinin dilinin ye­ lini almamış ve dil şiir diline dönüşmemişti. Hatta İbn Kul­ sum'den bir asır sonra, Emevi asrında yaşamış olan Tağlibli el­ Ahtal bile bu şekilde konuşmuyordu. Şu beyitleıi okuyup, bun­ ların cahiliye dönemine ait olduklarını bana söyleyebilir misiniz? Ey göç eden kadın! Biraz deveni durdur da aynlmadan önce sana, Şüphe etmeyeceğin şeylerden haber verelim; Sen de bize haber ver. Ey kadın dur, dur, sana soracaklanm var. Ayrılık yakınlaştığından ötürü mü sen kendini benden çekmek istiyor­ sun? Yoksa (sadık kalınacak) güvenilir bir kimseye hıyanet mi ettin? Kılıç vurma ve kargı atmak gününde, Senin amcanın oğulları yüz ağarttı, gözler aydın oldu. Muhakkak bil ki, yarın, bugün ve öbürgün, Senin bilmediğin hadiselere sahne olacaktır. Kimsesiz bir yere girecek ve rakiplerin gözlerinden emin olacak olursa, Henüz doğurmamış, uzun boyunlu, Beyaz bir devenin etli kolları gibi sana iki kol gösterir. Bir de yeni belirmiş meme gösterir ki, O meme .fil.dişinden yapılmış hokka kadar beyaz, yuvarlak ve yumu-

şaktır.

Onlara henüz hiçbir kimsenin eli değmemiştir. Ya onun gösterdiği göğüs, Gece karanlığında gidenlerin başlarında doğan ay gibidir. Uzun boyunun arkadan iki dolgun yanını gösterir, Ki bunlar (oturduğu yerden kalkarken) beline ağırlık teşkil ederler. Kaba etleri (çadır) kapısından sığmayacak kadar büyük ve dolgundur. f3ir de beli vardır ki, beni deli eden de budur. Fildişi veya mermer iki sütun gibi,

Cô.hiliye Şiiri Üzerine

164 İki de beyaz ve sıkı etli baldır gösterir ki, Onlara takılı ziynetler (yürüdükçe) ses verir.

Şu beyitleri de okuyunuz: Biliniz ki, Bizim sarsıldığımızı ve bezginlik gösterdiğimizi bilen bir oymak yoktur. Biliniz ki, Bize karşı bir kimse cehalet gösterirse; Biz herkesten üste çıkar ve öne-arkaya bakmadan hareket eden cahil­ lerden daha cahil oluruz. Ey Hind oğlu Amr! Bizim, sizin hükümdar dediğinizin emri altına girmemizi nasıl istiyor­ sun? Ey Hind oğlu Amr! Sen bizim hakkımızdaki dedikodulara kulak veriyor ve bizi küçük gö­ rüyorsun, Bu ne boş hayaldir. Bize gözdağı veriyor ve sonucunfena olacağını söylüyorsun, Sen bunlan bırak! Biz ne vakit senin ananın hizmetçileri olduk? Ey Amr! Senden önce de düşmanlanmız, Mızraklarımızı yumuşatmaktan aciz oldular.

Ve şu beyitleri: İstemediğimiz şeyleri bırakır ve istediğimizi alırız. Düşmanla karşılaştığımız vakit biz sağ kolu teşkil ediyorduk, Babamızın oğullan da (amca oğullan)sol kolu teşkil ediyorlardı. Onlar kendi tarajlanna, biz de kendi tarafımıza doğru saldırdık. Onlar, esirler ve yağma ettikleri ş·eylerle, Biz ise eli kelepçeli krallarla döndük. 51 Ey Bekroğullan! Bana kulak verin! Bizim ne zorlu insanlar olduğumuzu bilmiyor musunuz?

Şu beyitleri de okuyup bunlarla son beyitleri karşılaştınniz: Ma'ad oymaklan iyi bilirler ki, Kumluk ve çakıllık yerlere çadırlar kurulunca, Kudretimiz olduğu takdirde, 51 Munzir b. Mau's-Sema, Tağlib ve İyadlılarla Haris'i takip ettiği zaman, Tağlib­ lilerden Akilu'l-Mirar ailesinden kırk kadar prensi esir aldıklarını söylüyür. (Yaltkaya, age., s. 94)

Şiir ve Şairler

165

Konuklara yemek yedirir, Bizi smamağa kalkacak olanlan helak ederiz. Muhakkak ki biz, her hangi bir şeyden, İnsanlru1 men etmek istersek men ederiz, İstediğimiz her hangi bir yere konarız. Kızdığımız zaman bırakmak istediğimizi bırakır; Hoşnut olduğumuz zaman da, almak istediğimizi alırız. Bize boyun eğenleri korur, isyan edenlerin derilerini yüzeriz.. Biz, suya varacak olursak suyun en ldurgun ve en temizini içeriz. Başkalan ise bulanık ve çamurlu su içerler.

Şu beyitleri okuyunuz: Her hangi bir hükümdar, İnsanlara zillet ve horluk yükletecek olursa. .. Biz o zilletin kendimize yükletilmesine razı olmayız. Dünya ve dünya üzerindeki her şey bizimdir; Tam muktedir olarak istila ederiz. Biz karayı doldurduk, Öyle ki, kara bize dar geldL Denizi de gemilerle doldururuz. Kimseye baş eğmeyenler; Bizim emzikteki çocuğumuz sütten kesilecek çağa gelince, Onun önünde eğilirler. (HARİS B. HILLİZE]

Haris b. Hıllıze kasidesi, bu kasideden daha sağlam ve dü­ zenlidir. Ravilerin beyanına göre, Haris de, Amr b. Hind nezdin­ de, Bekr kabilesinin konuşan dili, sözcüsü ve savunucusuydu. Ravilerin iddialarına göre, Amr b. Hind, iki düşman kabile olan Bekr ve Tağlib arasında barışı sağlamış ve bunu garantiye al­ mak için, her iki kabileden de rehinler almıştı. Tağlib rehinleri kötü muamelelere maruz kalmış, bu yüzden pek çok kabile mensubunu kurban vermişlerdi. Tağlib bu olaylardan Bekr ka­ bilesini sorumlu tutarak, ölümlerin diyetini istedi. Bekr bunu kabul etmeyince, neredeyse iki kabile arasında savaş tekrar pat­ lak ver�cekti. İki kabilenin eşrafı, Amr b. Hind'in huzurunda kendileriyle ilgili hüküm vermesi için toplandılar. el-Haris, kra­ lın Tağlib'e temayül ettiğini hissedince, ayağa kalktı, yayina yas­ lanarak, irticalen, bu kasideyi okudu. Ravilerin dediğine göre,

166

Cahiliye Şiiri Üzerine

Haris'in cildi alaca hastalığına yakalanmıştı. Bu yüzden kral da­ ha önce, kendisiyle Haris arasında perde konulmasını emretmiş. Haris kasideye başlar başlamaz, kaside kralın ilgisini çekmiş: kral da yavaş yavaş perdeyi kaldırarak, onu yanına oturtmuş ve Bekr kabilesi lehine karar vermiştir. 52 Bu kasidenin irticalen söylenmediğini görmeniz için dikkatli­ ce okumanız yeterlidir. Kaside olsa olsa tasarlanmış, şair bunun üzerinde uzun uzun düşünmüş ve kasidenin bölümleri ince bir düzenlemeyle tertip edilmiştir. İçerisinde ikvd53 bulunan şu be­ yit dışında kasidede hiçbir irtical belirtisi bulunmamaktadır: Hükümdar Munzir b. Mau's-Sema54'mn hakim olduğu kimselere biz de hakim olduk.55

Kaside içindeki butün beyitlerin kafiyeleri merfüdur (yani bu beyte bağlıdır). Fakat ikveı hiçbir vakit irticalen şür inşa etme­ yenler arasında, hatta İslami dönem şairleri nezdinde yaygın bir edebi tarzdı. el-Haris'in kasidesi, İbn Kulsüm'un kasidesinden daha sağ­ lam ve düzenlidir, diyoruz. Hfilbulki -ravilerin söyledikleri doğru. ise- her iki kaside de aynı asırda inşa edilmiş ve her iki şair de Amr b. Hind'in yanında rehin bırakılanlar arasında yer almıştır. Haris'in şu beyitlerini okuyup lafız ve mana yönünden daha ön­ ce zikrettiğimiz Amr'ın beyitleriyle mukayese ediniz: O (Mwızir) halkı kendisine boyun eğdiren bir hükümdardır. Halle içinde onun yüksekliğinde başka kimse yoktur. Münzir, düşmanlarla savaş ettiği zaman siz, Onun uğrunda bizim çektiğimiz güçlükleri biliyor musunuz? Ve biz, sizin gibi: "Amr b. Hind'in bağlılanndan mı oluruz?" demedik. Hükümdar, Meysun'un çadırını 'Alya denilen yere indirdiği., Ve onun diyarının, Hükümdarın diyarına en yakın yeri 'Avsa olduğu zaman; 52 Rivayete göre kral Haris ile kendi arasına yedi ayn perde koymuş: Haris şiiri­ ni okurken şiirin tesirine kapılarak perdeleri birer birer açmıştır. Bkz. ez-Zev­ zeni, age., s. 260; Aynca bkz. el-İsfehani, age., c. 9, s. 171. 53 İkvd: Bir beyti, sarf ve nahiv kaidelerine aykırı olarak, şiiri oluşturan diğer be­ yitlere uydurmak, demektir. 54 Hire hükümdarlarından 111. Münzir'dtr. (Yaltkaya, age., s. 120) 55 Şair'in mensup olduğu Bekr-Yeşkur oymağı. Munzir b. Mau's-Sema ile Htya­ reynlilerin üzerlerine gitmiş ve bıınlan yenmişlerdi. (Yaltkaya, age., s. 120.)

Şür ve Şairler

167

Tağüboğullanndan öldürülenlerin kanlan boşa gitti, Toprakla örtüldü (öçleri alınmadı).56 O hükümdann çevresine her oymaktan. . Tavşancıl kuşu gibi olan bir çok yaman hırsız toplandılar. Onlan. su ve hurma ile besledi ve sevketti. Allah'ın emri, yerini bulur ve her kim bedbaht olacaksa olur. Boş yere kendinize güvenerek onlarla karşılaşmak temennisinde bu­

lunmuştunuz.

lşce sizin yok yere koltuk kabartıcı dileğiniz onları size gönderdL Onlar sizi a1datmadılar (apansız gelmediler) kuşluk vakti. Serap arasında onlann geldiklerini gördünüz.

Şu beyitlere bakınız: Şair başkaları yüzünden kendilerinden (haksız olarak) intikam almak üzere baskınlar yapan Tağfip ka­ bilesini ayıplamaktadır: Kindelilerin yaptıkltin. işte bizim ne günahımız vardır? Onların yaptıkları yağmadan biz niye ceza görelim? Devenin yükü tamam olup sarıldıktan sonra. Fazla olarak en üste konulan zülber (serbar) gibi, lyô.d (oymağın)ın cinayeti niçin bize yükletiliyor? Suratlarına kılıçlar çalınmış olanlar bizden değildirler. Kays, Cendel ve Haddô. da bizden değildir. 'Uteykoğullannın cinayetleri bizim üzerimizde mi kalacak? Onlardan kim (sözünde d.wmayıp) ihanet ederse, Biz onların açacakları savaşa girecek değiliz. Ellerindeki kargılann uçlarında ölüm bulunan. Teminwğullanndan seksen kişi onliın (fağliblileri) kılıçlarıyla parça parça ettiler; Ve aldıkları ganimetleri taşıyan develeri sevkeden gürültüleri. Kulakları sağır edecek derecede gürültülü bir halde döndüler.s1 56 Amr b. Hind, babası Münzir b. Mau's-Seırui öldürüldükten sonra, kardeşi Nu­ man'ı Bekr-Yeşlrur oymağının da iştirak ettiği bir kuvvetle, Ğassaniler ve Tağ­ liblilerden kendisine itaat etmeyenler üzerine göndermişti. Numan, Ğassani­ lerden bJ.r hükümdarı öldürerek bunların elinde esir bulunan kardeşi, İmrtu'l­ Kays'ı kurtarmış ve hükümdarın kızı Meysün'u esir etmişti ki, bu kadının ça­ dınnın 'Alya'ya (Yaltkaya Alat demiştir.) indirilmiş olması, Amr b. Hind'in kar­ deşi Numan'ın Ğassanileri ve Tağliblilerden kendisine itaat etmeyenleri hezi­ mete uğratmış olduğu gün demektir. (Yaltkaya, age., s. 121.) 57 Temimoğullanndan Amr, seksen kişi ile çıkıp Tağlib oymağından Rızahoğulla- rına baskın yapmış ve kendilerini öldürüp mallarını almıştı. Şair. Tağlib oğul­ larından olan bu kimselerin böyle bir mağlubiyete duçar olduklarını söylemek­ le kendi oymağını da yükseltmek istiyor. (Yaltkaya, �-· s. 125.)

168

Cahiliye Şiiri Üzerine

Yahut Hanifeoğullaruun yaptıklan cinayetin mesuliyeti, Bizim boynumuza mı olacak'r58 Yahut onların şuradan buradan toplamış oldukları döküntülerin yap­ tıkları işlerden biz mi mesul olacağız? Yahut Kuzdlıların cinayetlerini biz mi çekeceğiz? Onlardan bize ne'r59 Sonra bunlar, (Tağlibliler) gelip, Kendilerinden alman ganimetleri geri istedilerse de Ne ak ne kara bir koyun bile geri verilmedL

Sizin de gördüğünüz üzere, her iki kaside (Amr b. Kulsum ile �1-Harts b. Hıllıze kasideleri) arasında, lafız estetiği, metnin sağ­ lamlığı ve etki gücü yönünden çok büyük farklar vardır. Ancak bu durum, bizim her iki kasideyle ilgili tespitimizi değiştirme­ mektedir. Biz iki kasidenin intihal eseri olduğu görüşünü tercih ediyoruz. Burada işin esası şudur: Şiir üreticileri olan şairler, ustalık ve yetenek yönündün birbirinden farklıydı. el-Haris b. Hıllıze kasidesini üreten şair; lafızları seçme, uyarlama ve kasi­ deyi sağlam bir şekilde tanzim etme yönünden güçlü olan ravi­ lerden birisidir. Şu kanaatimizi tekrar etmekte tereddüt etmiyoruz: Bu iki ka­ sideyle Bekir ve Tağlib arasındaki husumeti yansıtan benzeri kasideler; cahiliye döneminde değil; İslam'dan sonra iki kabile arasındaki rekabetin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. E. TARAFE B. EL-'ABD VE EL-MUTELEMMİS

Rabia kabilesinden, üzerinde kısaca durmamız gereken iki şair daha vardır: Bunlar Tarafe b. el-'Abd ve el-Mütelemmis'tir. Kıssalar bu iki şairi bir arada zikrettiğinden, biz de burada iki­ sini birlikte ele alıyoruz. Ravilerin iddiasına göre el-Mütelemmis, 58 Münzir b. Mau·s-Sema, Ğassanlılara karşı savaş açtığı zaman ana tarafından Ğassanlılardan olan Hanife oğullarından Şimr b. Amr adlı biri Münzir'in aske­ ri arasında Şam'a gelerek, Ğassan hükümdarı Haris b. Celebe'ye, Münzir'in askerlerinin çok olduğunu haber vermiş, Haris de bunu banş için yüz kişi Münzir'e göndermiş ve fırsat bulursa Münzir'i öldürmesini buna söylemişti. Şimr b. Amr da fırsatını bularak Münzir'ir kafasına kılıçla vurup oldürmüştü. (Yaltkaya, age., s. 126) 59 Kuzlılar, Tağliboğullannın üzerlerine hücumla bir çoklarını öldürmüş ve mal­ larını almışlardı. (Yaltkaya, age., s. 126).

169

Şiir ve Şairler

Tarafe'nin dayısıymış. 60 Kıssalar her iki şairi, sadece bu açıdan bir araya getirmiyorlar; aynı zamanda bu ikisi hakkında, bildiği­ miz nadir durumlarda iki şairi birlikte zikrediyorlar. Şöyle ki, Tarafe ve el-Mütelemmis'e ait, hicri birinci asırdan itibaren in­ sanların dillerinden hiç düşürmedikleri bir ustüre anlaWmakta­ dır. Ancak raviler bunun rivayetinde çok ihtilafa düşmüşlerdir. Fakat biz bu rivayetlerden, insana en kolay ve yakın gelenini seçI]lek istiyoruz: Ravilerin iddiasın9 göre, bu iki şair, Amr b. Hind'i hicveden şiirler inşad etmekteymiş ve bu yüzden kral her ikisine öfke duy­ maya başlamış. Daha sonraları, bunlar Amr b. Hind'e gitmişler. Kral bunları güzelce ağırlamış, Bahreyn'deki valisine ulaştırmak üzere her ikisine birer mektup vermiş ve mektuplarda ikisine de ödül ve armağanlar verilmesini istediği izlenimini uyandırmış. Tarafe ve el-Mütelemmis bu valiye doğru yola çıkmışlar. Fakat ·el-Mütelemmis mektuptan şüphelenmiş ve onu Hireli bir çocu­ ğa okutmuş. Bir de ne görsün, mektup el-Mütelemmis'in öldü­ rülmesi talimatını içermekteymiş. el-Mütelemmis mektubu neh­ re atmış. Tarafe'ye de aynı şeyleri yapmasını ısrarla istemişse de o, bunu kabul etmemiştir. İki şair birbirinden ayrılmışlar. el­ Mütelemmis Şam'a gitmiş ve kurtulmuş; Tarafe de Bahreyn'e gitmiş ve öldürülmüş. 61 Bu vakitler Tarafe çok gençmiş; bazı ra­ vilere göre yirmiyi, bazılarına göre de yirmialtıyı geçmemiş. Bu iki adamla ilgili söylentiler çoğalmış ve bunlara çeşitli eklemeler yapılmıştır ki, bunlardaki intihali ortaya sermek için bu ekleme­ leri zikredecek değiliz. Amr b. Hind, Şam'a kaçıp ölümden kur­ tulan el-Mütelemmis'e karşı öfkesinden burnundan soluyormuş ve bu yüzden, ölene kadar ağzına Irak ekmeği sürmeyeceği üze­ rine yemin etmiş. el-Mütelemmis'ın onunla ilgili hicivleri de sü­ rüp gitmiş. 62 Tahkik ehli raviler bu iki şahsı, az şiir sahibi şairler arasın­ da saymaktadır. Hatta İbn Sellam, el-Mütelemmis'e ait ne bir kasideden ne de kasidenin varlığından bahsetmiştir. Tarafe'ye 60 İbn Sellam, age., s. 36; el-İsfehani, age., c. 21, s. 121. 61 el-İsfehani, age., c. 21, s. 125 vd.

62 age., C. 21,

S.

128.

170

Ciı.hiliye Şibi Üreri.ne

gelince şunu görüyoruz: İbn Sellam, en eski şHr üstatlarından kabul edilen Abid'den bahsederken, bir yerde Tarafe'ye temas etmiş ve bu ikisine ait on kadar kasideden başka şiir kalmamış­ tır. İbn Sellam, bu iki şaire nispet edilen kasideleri az görerek "Bu şahıslara söylemedikleri pek çok söz nispet edilmiştir." de­ miştir. Nitekim o, Tabakafında Abid'e yer verirken, onun tek bir beytinden bahsetmiştir. Tarafe'den ise uzun bir kaside (mutav­ vel) rivayet etmiştir. Şiirin girişi şu beyitle başlamaktadır: Sehmed'in toprakla karışık bir yerinde, Sevgilim Havle'nin evinden kalma yıkık dökük izler vardır; Ben orada sabaha kadar ağladım ve (arkadaşlanmı) ağlattım.63

(İbn Sellam) onun Rd kasidesini de kabul ve rivayet etmiştir: Bu gün uyandın mı? Yoksa Hureyre senin aklını başından mı aldı?

(İbn Sellam) zikretmese de Tarafe'ye ait başka kasidelerden bahsetmekte, muallakayı kastederek, onun insanların en iyi şa­ iri olduğunu söylemektedir. 64 Elimizde bu iki kasideyi ihtiva eden Tarafe'ye ait bir Dwan bulunmaktadır. Bir başka meşhur kaside de şöyle başlamaktadır: Bizi bilenlere sor, Hazeızii'daki perçemin (kafa) kesildiği gün.

Ona ait fazla bir kıymeti olmayan başka başka beyitler (mak­ t11at) de vardır. Tarafe'nin şiirlerini okuduğunuzda, cahiliye şa­ irlerine ve özellikle de bunlar içinden Mudarlı olanlara nispet edilen şiirlerin çoğunda, kimi zaman sağlam-düzenli lafızlara, bazen de garip ifadelere rastlarsınız. Hatta birbirini izleyen be­ yitleri -eğer sözlüklerden yardım almazsanız- anlamaksızın okur durursunuz. Fakat, bu şiirlerin Rabia'ya ait şürlerden daha çok, Mudar şiirlerine benzediğini görmeniz gerekir. Biz Rabia şairlerini tesadüfen bir araya getirmiş değiliz. Bu bölümde, ortak bir özellikleri olan _şairleri oldukları için muhsus 63 Yaltkaya ile Hüseyin gerek beyitleri gerekse beyit bölümlerini takdim ve tehir­ le zikretmektedir. Bkz. Yaltkaya, age., s. 34-35. . 64 İbn Sellam, age., s. 30.

Şiir ve Şairler

171

bir araya getirdik. Bu özellik kimi zaman saçmalığa varacak de­ recede ifadelerde yer alan hafıfliklerde görülebilir. Bu şiirler için­ de, sadece el-Haris b. Hıllıze'nin kasidesini istisna ediyorum. Pe­ ki nasıl olur da, Tarafe'nin diğer şair arkadaşları tercih edilmez­ ken ve ayrıca o , bütün diğer Rabia şairlerinden ayrılıp, metni sağlam ve düzenli, etkisi güçlü Mudarlıların şiirlerine yaklaşa­ cak derecede ilginç şiirlere sahip bulunabilir? Şairin devenin vasıflarını saydığı şu beyitlere bakınız: Ben içim sıkıldığı zaman; Zayıjlıktan kamı sırtına yapışmış olmasıyla eğrilmiş olan, Ve gece gündüz yol abnaktan yorulmayan. Dişi devem üzerinde sıkıntımı defederim. Kemikleri. büyüklerin cenazelerini taşı.mıiya mahsus Tabut tahtası gibi iri. Sürçmek ve kaymak ne olduğunu bilmeyen devemi; Üstü. çizgili kalın kUime benzeyen, Çiğnenmiş yol üstünde, elimdeki değnekle sürerim. (Devem) kuvvet ve etlerinin katılığı ve tıkızlığıyla Erkek deveye benzer. Külrenginde az tüylü erkek devekuşunun önünde koşan, Dişi devekuşunun koşuşu gibi koşması vardır. Hızlı giden soy beyaz develerle yarışır. Koşarken yol üzerinde (hiç eğrilmeden) arka ayakl':fnnı ön ayaklarının bastığı yere basar. İlk baharda sütleri azalan develeri otlattıkları, Yağmuru eksik olmayan yumuşak topraklı otlaklarda, O da iki tepenin otlarını otlamıştır. Sürüyü yöneltmek isteyen çobanın sesinin geldiği cihete döner, Ve karaya çalan kızıl renkteki çok tüylü kızgın erkek devenin aşması korkusundan tüylü kuyruğuyla korunur. Beyaz kerkenez kuşunun iki kanadındaki tüyler, Bunun kuyruk kemiğinin iki tarafına bizle bastırılmış gibi kuyruğu çok ince ve beyaz tüylüdür.

Şair bu şekilde devesini nitelemeyi tamqlilllyor ve bizi daha önce yaptığımız tespitimizi tekrar hatırlamaya zorluyor. Burada­ ki sayıp dökülen vasıflar, olsa olsa, dil uzmanlarının sanatının yansımaları olabilir; başka değil.

Cdhiliye Şiiri Üzerine

172

Neyse, devenin nitelenmesini bırakıp şu beyitleri okuyunuz. Ben; evimi bayır ve tepelere (veya iniş yerlere) yapmam,65 Kavmim her ne zaman benden yardım isterse hazırım. Beni, kavmimin meşveret meclisinde ararsan bulursun; Beni meyhanelerde de avlamak istersen avlayabilirsin. Ne zaman bana gelirsen sana bir dolu, Sabah şarabı sunar ve kendim de seninle beraber içerim. Yok, eğer benden içmezsen kendinden iç ve bol bol iç. Dağılmış olan kabile bir yere toplanıp da soy sopla övünmege kalktık­ ları vakit, Beni herkesin baş vurduğu yüksek hanedanın ta tepsinde bulursun. Benimle oturup şarap içen arkadaşlarım yıldızlar gibi parlaktır. Şarkılar okuyarak bizi eğlendiren kız da, Uzun gömleği ve safrana boyanmış entarisiyle geceleri meclisimize gelir. O kızın yeni ve yakası geniştir, Arkadaşlarımın; ellerini sokup onu her taraftan sıkıştırmalarına mü­ saittir. Onun vücudunun elbiseden dışarıda kalan kısımları da beyaz ve yu­ muşaktır. "Bize biraz şarkı söyle!" dediğimiz vakit, Bakışları bir yere saplanmış gibi önüne bakarak yavaş yavaş başlar, Birdenbire sesini yükseltmez. (Sonra) o kadar güzel ve hazin nağmeler yapmağa başlar ki (Sesini) ölen yavrusuna ağlayan bir ananın sesi zannedersin.

Göreceksiniz ki, bu beyitlerde yumuşak bir hava hakimdir; zafiyet yoktur. Sertlik vardır ama şiddet yoktur. Lafızlar ne an­ laşılmayacak kadar garip, ne de sokak dili kadar müptezel, ne de hiçbir şeye delalet etmeksizin parke taşları gibi birbiri ardına dizilmiş anlamsız boş sözlerdir. Kasideyi bitirdiğinizde, güçlü bir şahsiyet ve apacık bir dünya görüşünü göreceksiniz: Ahirete inanmayan, sadece hayatın önlerine sunduğu ve kendi anlayış­ larına göre günah ve ayıptan beri durarak; nimetlerden yararla­ narak arzusunu taşıyan bu insanların hayatlarında esas aldık­ ları, zevk ve haz ahlakı. Bol bol şarap içmek ve zevk sürmek Ve bu (uğurda) kendi kazandığım ve Babadan kalma malları (şuna buna) vermek ve satmaktan geri dur­ madım. 65 Konuk gelmesin diye veya düşman korkusundan...

Şiir ve Şairler

173

Nihayet, bütün aile ve aşiretim; Uyuzluğundan dolayı, Vücuduna katran sürülerek başka develerden ayn bırakılan deve gibl Benden aynlıp beni tek başıma bıraktılar. (Onlar, beni tek başıma bıraktılarsa da) evvelce lüifumu gören yoksul­ ların, Aynı zamanda da şu deriden yapılmış büyük çadırlarda oturanlann (zenginlerin} beni unutmadıklarını gördüm. Ey beni savaşa girmek�en ve ayşü işretten alıkoymak isteyen kimse! (Eğer bunları yapmazsam) sen, Benim ebedi yaş_ayacağımı bana sağlayabilir misin? Madem ki, benden ölümü defetmek senin elinde değildir. O halde ölüm gelinceye kadar beni ayşü işretimle bırak. Eğer gençlik hayatımın şu üç zevki olmayaydı, Senin talihine and olsun ki, Beni hastalığımda yoklamaya gelenlerin, Yanımdan benden ümitlerini keserek aynlmalanna ehemmiyet ver­ mezdim. Bunlardan (üç zevkten} biri üzerine su katıldığı zaman köpük bağla­ yan şaraptan, İçe içe, beni içmekten alıkoymak isteyenlere karşı durmak, (İkincisi} yardıma muhtaç kalmış kimseye doğru; İnsandan ürkmüş veya suya doğru tabanı kaldırmış olan, Dağdağan ağaçlığı kurdu gibi koşan, az eğri bacaklı atımı sürmek, (Üçüncüsü de} bulutlu ve yağmurlu bir günde -mi böyle bir gün insa­ nın hoşuna giderGüzel huylu ve tamamıyla gelişmiş bir güzel kadınla, Direkle kaldınlmış bir çadır altında günü kısaltmak.

Bu beyitlere dikkatle bakan birisinin, yakıştırma, üretme ve­ ya temsil olduğunu iddia edemeyeceği bariz bir kişilik bulun­ maktadır. Bu şahsiyetin bedeviliği zahir, imansızlığı aşikar, üzüntü, ümitsizlik, herşeyi bir ölçüde mübah görme temayülü oldukça açıktır. Bu şahsiyet düşünen, iyiyi ve doğru yolu arayan fakat her hangi bir şeye ulaşamayan bir adamı yansıtmaktadır. Bu adam ümitsizliğinde, hüznünde, zevk ve haz veren şeylere te­ mayülünde samimidir. Bilmiyorum, şiiri Tarafe mi, başkası mı söyledi? Bu şiiri söyleyenin Tarafe olması da beni ilgilendirmi­ yor. Bundan da öte, bu şiirin şairini öğrenmekle de ilgilenmiyo­ rum. Benim ilgilendiğim husus şudur: Bu şiir sahihtir, her han­ gi bir yakıştırma ve intihal mahsülü değildir. Bu şiir biraz önce

Cahiliye Şiiri Üzerine

174

... zikrettiğim ve deveyi niteleyen şiire benzemediği gibi, o, bunun yanından bile geçemez. Bu şiir, cahiliye Araplarına nispet edilen, pek çok söz arasın­ da. zaman zaman farkettiğimiz nadir şiirlerdendir. Bu şiiri oku­ duğumuzda, ·gerçekten, kuwet, hayat ve ruh ihtiva eden gerçek bir şiir okuduğumuzu hissederiz. O halde; benim kanaatim şu merkezdedir: Bu kasidede yer · alan çeşitli beyitler dil bilginleri tarafından imal edilmiştir. Bir bölümünü daha önce zikrettiğimiz vasıf örnekleri bu gruptandır. Bir kısıin beyitler ise gerçekten şairden intikal etmiş olabilir. Yu­ karıda zikrettiğimiz beyitler ve benzerleri buna örnektir. Bu be­ yitlere bile her hangi bir sokuşturma ve intihalin ilişip ilişmedi­ ğinden emin olamayız. Kaside sahibi şaire gelirsek, raviler onun Tarafe olduğunu söylemektedirler. Ben şiirin şairinin Tarafe mi, başkası mı oldu­ ğunu kesin bir şekilde biliyor değilim. Hatta şiirin cahiliye döne­ mine mi yoksa İslami döneme mi ait olduğunu da biliyor deği­ lim. Kesin olarak bildiğimiz bir şey var ki, bu şair, bedevi, mülhit ve şüpheler içerisinde yuvarlanan bir kişidir. Diğer iki kaside üzerinde durmak istemiyorum. Çünkü bu şi­ irlerde şairin şahsiyeti tamamen gizlenmekte ve daha önce de belirttiğim örneklerde olduğu gibi, buradaki mısralar kabilenin asaleti ve şerefli geçmişini tasvir etmektedir. En iyimser tahmin- le bu iki 'kaside, el-Haris b. Hıllize kasidesi gibidir. Bekr b. Va­ . il'in hatırasını ölümsüzleştirmek üzere İslami dönemde üretil­ miştir. Tarafe'yi bırakıp el-Mütelemmis'e geçelim. (EL-MÜTELEMMİS]

el-Mütelemmis'in durumu Tarafe'nin durumundan daha ba­ sittir. Onun şiirleri, dalı� önce de vurguladığımız üzere hafiflik, bayağılık ve muptezellik içindeki Rabia'nın şiirlerini andırmak­ tadır. Bu şiirlerin en garip yönü ise, yapılan yakıştırmanın, özel­ likle kafiyelerde, açıkça görülmesidir. Sin ile biten beyitleri oku­ manız yeterlidir: Ey Beler ailesi! Annenize bravo, Beklemeniz uzadı; siz acz elbisesi giydiniz.

Şiir ve Şairler

175

Burada kafiyenin yakıştınldığını görmektesiniz. Aynca bu kasidenin rivayetinde düzensizlik-kopukluk vardır. Kimi yerler­ de kasidenin sonu başa getirilmiş ve giriş yapılmıştır: Meyye ile benim aramda var nice mamü.r şehirler, Ve develerin başıboş bırakıldığı ıssız-bucaksız çöller.

el-Mütelemmis'in bir başka kasidesi var ki, önceki kasidesinden daha iyi ve sağlam değildir. Belki de en değersiz beyitler bunlardır. Bu kasidenin girişi şu şekildedir: Bilmiyor musun ki. kişi için ölüm mukadderdir. Ya yırtıcı. kuşlara bırakılacak ya da gömülecektir. Bu yÜ2.den ölüm korkusuyla zulme razı olma Hür bir şekilde öt ama zillete düşme!

Bu kasidede şöyle bir beyit daha var: . İnsanı insan yapan görüp konuştukları (eylemleri)dir. . Acz ise zulmedildiği halde eU kolu bağlı oturmaktır.

Belki de el-Mütelemmis kendisine şu "mim" ile biten şiirin nispet edileceği en uygun kişidir: Bana anamı ayıplıyorlar; Oysa ben saygınlık kazanan kişinin dışında saygınlık görmüyorum.

En iyimser tahminle, el-Mütelemmis'e nispet edilen bütün şiirler -veya en küçük ihtimalle çoğunluğu- üretilmiştir. Bu şiir­ ler, Hire kralları ve onların hayatlarına dair halkın benliğinde yerleşmiş bulunan, bazı meselleri ve haberleri açıklamak üzere üretilmiştir. Bu karıştırmaların bazıları Arapların ürünü, bazıla­ rı da yöneticileri eğlendirmekte olan Arap olmayan unsurların işidir. Hatta, el-Mütelemmis'in kendisinin bile, insanların kendi­ _siyle ilgili hiçbir şey bilmedikleri, el-Mütelemmis'in sayfası için söylenen darb-ı meseli açıklamak üzere üretilmiş bir kahraman olma ihtimalini uzak görmüyorum. Kıssacılar bu meseli, pek çok kez tekrar ettiğimiz üreze, halk masallarından yardım alarak açıklamaya çalışmışlardır. Rabia kabilesine mensup başka şairler de var ki, bunlar üze­ rinde de durulabilir, bunlarla ilgili bol bol örnekler verilebilir. Bu kısa araştırmamızda araştırdığımız şairlerle ilgili yaptığımız gibi

176

Cahiliye Şiiri Üzerine

bazı sonuçlara varabiliriz. Fakat daha önce de ele aldığımız bu şairlerle yetiniyoruz. Çünkü yeterli örnekleri vermiş bulunuyo­ ruz. Cahiliye şiiri ile ilgili konumumuzu belirlerken söylemek is­ tediklerimize açıklık kazandı�ış ve konu üı;erindeki perdeyi kaldırmış bulunuyoruz. Bu kitapta bizim amacımız, cahiliye şairlerini araştırmak ve onların şiirlerini tahlil etmek değildir. Biz burada, cahiliye şiiri şairlerinin araştırılması yöntemine dair görüşleri ortaya koyma­ yı amaçlıyoruz ve bu amacımıza da ulaşmış buli..ınuyoruz. Tek tek şairleri, kaside-kaside, maktua-maktua, onların şiirlerini peşpeşe araştırmaya gelince, bu kitap dışındaki bazı çalışmala­ rımızda kısmen bunu gerçekleştirmiş durumdayız. Ne yaparsak yapalım, tek başımıza bir yılda veya yıllar bo­ yunca elimizden geleni ardımıza koymasak bile, bu konuya tü­ müyle vakıf olma imkanından mahrumuz. Bu araştırmaların gerçekleşmesi için bizimle birlikte, hakikati seven, ona ulaşmak üzere çaba sarfeden istekli araştırmacılara ihtiyaç vardır. Artık bu kitabı iki mulahaza ile bitirmek istiyorum: 1. Gerçekleştirmiş olduğumuz bu araştırma bizi sabit-tarihsel bir sonuca ulaştırmış olmasa da, araştırmacıların üzerinde dur­ ması ve doğruluğunu veya yanlışlığını ortaya çıkarmaları için ça ba sarfetmeleri gereken bir varsayıma götürmektedir. Şöyle ki, Arapların ve özellikle de ravilerin iddialarına göre en eski şairler, Yemen veya Rabia'dandır. İster Yemen ister Rabia'dan olsun; bu şairlerden rivayet edilen haberler, bu şairlerin kabilelerinin, Necd, Irak ve Cezire yani Farslarla açık şekilde ilişki halindeki ve hem Adnanoğullarıdan ve hem de Kahtanoğullarından Arapların göçtükleri beldelerde yaşadıklarına delalet etmektedir. O halde bizim kanaatimiz şudur: Hem Yemenlileri hem de Hicazlıları; mi­ ladi dördüncü asır geçmemek kaydıyla muhtelif asırlarda, Irak, Cezire ve Necd'e sürükleyen göç hakeketleri; iki Arap kitlesinin karışması ve bunların Farslarla ilişki kurmaları sonucunda fikri ve edebi bir kalkınma gerçekleştirdi. Bu fikri ve edebi kalkınma­ nın sonucu olarak, şiir doğdu veya daha kesin bir ifadeyle şiir or­ taya çıktı. Bu şiir güçlendi ve bir edebiyat türü haline geldi. Za­ manla bu şiir kayboldu ve bunlardan geriye sadece hatıralar kal-

Şiir ve Şairler

177

dı. Fakat altıncı miladi asır gelir gelmez, bu kalkınmna, Irak, Ce­ zire ve Necd bölgelerinin sınırlarını aşarak, Hicaz'a kadar devam eden Arap beldelerinin en ücra köşelerine kadar ulaştı ve bölge halklarını etkiledi. Böylece şür, Mudar ve bunlara bağlı Kuzeyde­ ki Arap bölgeleri içerisinde kendisini göstermeye başladı. Şiir -si­ zin de gördüğünüz gibi- Kahtanoğulları, Rabia ile ilişki kurduk­ larında, güçlü bir şekilde Yemen karakteri taşımaktaydı. Fakat şür, Arap beldelelerine yayılıp, Mudar, Rabia'dan şiiri aldığı za­ man şürle ilgili bilgi!,ere ulaşııia şansına sahibiz. Bundan ötürü, biz de ulaştığımız bu sınırda araştırmamızı durdurmaya karar verdiğimizi söyleyebiliriz. Ancak Mudar şüri hakkında; Yemen ve Rabia şüri hakkındaki düşüncelerimizden farklı bir görüşümüz vardır. Şöyle ki, Mudar şiirinin tarihini tespit edebilir, yaklaşık olarak mazisini belirleyebiliriz. Öte yandan, bu şiirlerle aramıza büyük ölçüde engeller girmeksizin bunların eski olanlarını kabul etme imkanına sahip bulunuyoruz. Demek ki, böyle bir araştırmaya başka bir kitapta başlayabi­ liriz. Siz de göreceksiniz ki, Mudarlı cahiliye şairlerinin tamamı veya bunların çoğunluğu İslam'ın zuhuruna yetişmişlerdir. Bunların pek çok şiirinin sahih olması garip karşılanmamalıdır. il. Bu kitabı okuyanlar, kitabın her yerinde tekrarladığımız edebi şüphe nedeniyle, içlerinde bir burukluk hissederek kita­ bın okunmasını bitirip, doğru veya yanlış, hiçbir yumuşaklık ve müsamaha olmaksızın bizim bir devrim yapmaya kararlı oldu­ ğumuz hissine kapılabilirler. Bu devrimin, genel olarak Arap edebiyatı ve özel olarak da bu edebiyatla kopmaz ilişkisi bulu­ nan Kur'an üzerinde olumsuz sonuçları olacağından korkuyor da olabilirler. Onlara diyeceğimiz şudur: Bu (edebi) şüphenin her hangi bir zararı olmaz. Olmaz, çünkü bu şüphe kesin bilginin kaynağıdır, başka değil. Artık, Arap edebiyatı ve ilimlerin sağlam bir esas üzerine oturma zamanı gelmiştir. Hayata cevap veremeyen ve uygunluğunu kaybetmiş bir edebiyatın, faydadan çok zarar ver­ me ve hareket imkanı vermekten çok engellemek suretiyle bütün ağırlığıyla birlikte kalmasından; hiçbir gevşeklik ve yumuşaklığa meydan vermeden, yok olması daha hayırlıdır.

178

Cahiliye Şiiri Üzerine

Bize göre, bu tür bir şüphe ve devrimin Kur'an'a zarar verme ihtimali yoktur. Biz Kur'an'ın, Arapça olduğunun ortaya çıkma­ sı ve lafızlarının tespit edilmesi bakımından, cahiliye şiirine muhtaç olduğuna inananlardan bütünüyle farklı düşünüyoruz. Onlardan tamamen ayrı düşünüyoruz� çünkü, bizim bildiğimiz kadarıyla, hiçbir kimse Peygamber'in Araplığından şüphe etme­ miştir. Hiç kimse, nazil olduğunda Arapların kendilerine oku­ nan ayetleri anlamadığını söylememiştir. Madem ki, hiçbir kim­ se Peygamber'in Araplığından şüphe etmemiş ve Arapların nazil olduğu dönemde Kur'an ayetlerini anladığı gerçeğini inkar etme­ mişse, bu cahiliye şiiri veya cahiliye Araplarına nispet edilen şi­ irlerin geçersiz kalmasının Kur'an'ın Arapçalığına zarar verme­ sinden nasıl korkulur? Gelenekçiler içerisinde hiçbir kimsenin çıkıp da şu konuda farklı bir görüşü savunacağını zannetmiyo­ rum: Müslümanlar Kur'an'ın rivayet, kitabet ve tefsirinde fevka­ lade bir ihtiyat göstermişler; sonuçta Kur'an, Arap dilinin der­ lenmesi ve sağlıklı anlaşılmasında kendisine itimat edilebilecek en sağlam Arapça eski metin olma özelliğini kazanmıştır. Müs­ lümanlar Arap şiirine önem vermediler; tam aksine isteyerek ve­ ya istemeyerek bundan uzak durdular; epeyce bir zaman boşlu­ ğundan ve insanların unutmasından sonra, hiçbir şekilde yazıl­ ma ve tedvin edilme şansına sahip olmayıp ancak ezberlendiği kadarıyla intikal edenlere müracaat edebildiler. Hangi yaklaşım Kur'an'a saygı ve takdis; metinlerinin Arapça olduğuna inanma yönlerinden daha tutarlıdır? Yaklaşımın birisi, şüphe duyulacak her türlü malzemenin üstünde; Kur'an'ı tek Arapça sahih kay­ nak olarak görüyor; diğer yaklaşım ise, Kur'an'ın Arapça oldu­ ğunu ispatlamak için, kimi yalancı, kimi fasık, kimi ücretli, ki­ mi de boş ve abes işlerle uğraşan adamlardan rivayet edilen ve intihal eseri şiirleri getiriyor! Biz ise, yöntemimizin doğru olduğundan eminiz: Cahiliye şi­ iri veya bu şiirlerin çoğunluğu hiçbir şey, ifade etmemekte; daha önce belirttiğimiz abes, yalan ve intihal dışında hiçbir şeyi ispat­ lamamaktadır. Eğer bir metni başka bir metinle ispatlamak ge­ rekiyorsa, Kur'an nıetinlerine dayanarak bu şiirlerin Arapça olup olmadığını belirlemek gerekir; bu şiirlerle Kur'an'ın Arapça olup olmadığını değil! 18 Mart 1926.

KAYNAKÇA*

Abdulmelik, Enver, Nahdatu Mısr, Kahire, 1983. Al�. Hibetullah b. Ali b. Hamza (Ebu's-Se'adat eş-Şeeeri), Muhtô.ratu Eş'ô.ri'l-'Arab, Mısır, 1883, 1925. Amaldez, Roger, "Fransız Kültüründe Muhammed Peygamber'in Tasviri", ıfluslararası Birinci İslam Sempozyumu, İzmir, 1985. Askeri, Ebu'l-Hilfil, Kitôbu's-Sind'ateyn, Asitane, 1320. Bağdadi, Abdulkadir, Hiziinetu'l-Edeb, Bulak, 1299. Bedevi, Abdurrahman, Mevsfıatu'l-Musteşrikin, Beyrut, 1913. Belazuri, Futiı.hu'l-Bulddn (tere: Mustafa F!=iyda), Ankara, 1987. Besyuni, Muhammed Ebfıl-Meed, Bibliyografya., Kahire, 2001. Bintu'ş-Şatl, Aişe Abdurrahman, el-İ'cazu'l-Beydni, Kahire, 1987. Büyük Larousse, İstanbul, ts. Cahız, el-Beyan ve't-Tebyin, Mısır, 1317. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Taıihi, Ankara, 1988. Tefsir Usulü, Ankara, 1983. Croiset, Alfred ve Mourice, Historie de la Litterature Grecque, Paris, 1913. Cumahi, İbn Sellam, Tabakatu Fuhülu'ş-Şu'ard, Leiden,?; Kahire, 1952. Çetin, M. Nihat, Eski Arap Şiiri, İstanbul, 1973 Dayf, Şevki, el-Edebul-Arabi el-Mudsır fi Mısr, Kahire, 1961. Deseartes, Felsefe'nin İlkeleri (tere: Mehmet Karasan), İstanbul, 1997. Dumas, Alexandre, Üç Silahşörler. Ebfı Nuvas, el-Hasen b. Hani', Divdnu Ebi Nuvds, Mısır, 1898. Ebfı Yusuf, Kitôbu'l-Harac (tere: Ali Özek), İstanbul, 1973. Ebü Zeyd, Nasr Hamid, "Tarihte ve Günümüzde Kur'an'ın Tevili Sorun­ salı" (çev: Ömer Özsoy), İAD, Ankara, 1996. Emin, Ahmed, Fecru'l-İsldm, Kahire, 1928. Guidi, İgnazio, "Kadim Güney Arap Dili" (Summarium Grammatica ve­ teris linhuae Arabscae merdionalis), Kahire,? Halefullah, Muhammed Ahmed, Sdhibu'l-Eğani, Ebu'l-Ferec el-İsfehdni er-Reıviye, Kahire, 1953. Kur'dn'da Anlatım Sanatı (tere: Şaban Karataş), Ankara, 2002. *

Taha Hüseyin, maalesef Fi'ş-Şi'ri'l-Cahili'de, istifade ettiği ve atıf yaptığı hiçbir kaynağı bu kaynaklardaki hiçbir iktibas yelini açıkça zikretmediği gibi esertne kaynakça da koymamıştır. Fi'l-Edebi'l-CdhUi esertnde ise nispeten bu açığını kapatmaya çalışmıştır. Karşılaştırmalı okumalarımızla tespit ettiğimiz bu kay­ nakların yanı sıra notlandırmalarda yararlandığımız eserlere ilişkin bu kay­ naklar listesini kendimiz hazırlamış bulunuyoruz.

180

CôlıUiye Şiiri Üzerine

Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi (tere: Salih Tuğ), Ankara, 2003. Hasan, Hasan İbrahim, İslam Tarihi (tere: İsmail Yiğit ve Sadrettin Gümüş), İstanbul, 1985. Herodotos, Herodotos Tarihi (tere: Müntekim Ökmen), İstanbul, 1973. Homeros, İlyada ve Odessia. Huart, Clement İmbault Hfıli, Emin, (1890-1966) Kur'an Tefsirinde Yeni Bir Metod (tere: Mevlüt Güngör), İstanbul, 1995. Hüli, Mendhicu Tecdid, Kahire, 1995. Hüseyin Taha, Etude Analiytique et Critique de la Philosophie Sociale d'Ibn Khaldoun, Paris, 1917. el-Eyyam, Kahire, ts. Fi'l-Edebi'l-CdhilL Kahire, 1927. İbn Cerir et-Taberi, Tô.rih Leiden, 1881-1883; 1898-1901. İbn el-Hatib, Ebu Bekr, Tdrihu Bağddd, Mısr, 1341. İbn Hacer el-'Askalani, Tehzibu't-Tehzib, Haydarabad, 1325-1327. İbn Hallikan, Vefaydtu'l-A'yan, Bulak, 1275; Kahire, 1361. İbn Hişam, es-Sire, Kahire, 1332. İbn Kesir, el-Biddye ve'n-Nihlı.ye, Mısr; 1348-1358. Tarih, Kostantiniyye, 1286. · İbn Kuteybe, el-Me'drif. Kahire, ty. Tabakdtu'ş-Şu'ard, Breil, ?; Kahire, 1364-1369. İbn Sa'd, et-Tabakdt, Leiden. 1905-1928. İbnu'l-Esir, el-Kamil, Kahire, 1303, 1309. Usdu'l-Ğdbe, Kahire, 1280, 1285. İbnu'l-Hatib, Ebu Bekr, Tdrihu Bağddd, Kahire, 1349. İbnu'ş-Şeceri, Hibetullah b. Ali, Muhtdrdtu Eş'dri'l-'Arab, Kahire, 1883. İsfehani, Ebu'l-Ferec, el-EğanL Bulak, 1285; Leiden, 1306. Journal Asiatique, Paris, 1822. Karataş, Şaban, Muhammed Ahmed Halefullah, Eserleri ve Kur'an Tefsi­ ri ile İlgili Görüşleri (Doktora Tezi), İstanbul, 2003. Kardavi, Yusuf, İslam Hukukunda Zekat, (tere. İbrahim Sarmış), İstanbul, 1984. Kayravani, İbn Raşik, el-'Umdefi Sındti'ş-Şi'r, Kahire, 1907. Keylani, Muhammed Seyyid, Fusul Mumti'a, Kahire, 1959. Kuraşi, Cemheretu'l-Eş'dri'l-'Arab, Bulak, 1308. Muberred, el-Kamil, Kahire, 1309. Mu'cu'l-'Arabiyyu'l-EsdsL Alesco, 1989. Kali, Ali, el-EmdlL Bulak, 1906.

Kaynakça

181

Rafı'i, Mustafa Sadık, Tahte Rdyeti'l-Kur'fın, Kahire, ts. Sabri, Mustafa, Mevk!fiı'l-Akl ve'l-hm, Beyrut, 1981. Se'filibi, 'Ardisu'l-Mecdlis, Bulak, 1286. Siba'i, Mustafa, Oryantalizm ve Oryantalistler (tere: Mücteba Uğur), İs­ tanbul, 1993. Sicistani, Ebu Hatim, Kitabu'l-Mu'ammerin, Kahire, 1906. Suyiiti, Buğyetu'-Vu'dt, Mısır, 1908. el-Eve fi Haberi 'Avc (Daru'l-Kutub'da yazma nüsha, nu. 123, bö­ lüm 42). el-İtkfın, Kahire, 1279. el-Muzhir, Kahire, 1282, 1288. Şentmeri, Şevdhidu'l-Kitab, Bulak, ty. Şeref, Abdulaziz, Ta.ha. Hüseyin ve Zevdlul-Muctemai't-Taklfdı Kahire, 1977. Şerif, Yusuf, Muhtasar Avrupa EdebiyatıTarihi, İstanbul, 1936. Taberi, Cdmi'u'l-Beyfın, Bulak, 1323-1331. TDV, İA, İstanbul, 1998. Togan, Zeki Velidi, Tarihte Usul, İstanbul, 1985. Üngör, Sami, Coğrafya Sözlüğü, İstanbul, 1�62. Welfonson, İsrail, Tdrihu'l-Luğati's-Sômiyye, Kahire, 1929. Y altkaya, Şerafettin, Yedi Askı, İstanbul, 1985, Zevzeni, Ebu Abdillah el-Huseyn, Şerhu'l-Mu'allakdti's-Seb' (Neşr: Ömer Ebu'n-Nasr), Halep, 1966 Zihni, Mahmud, "fi'r-Rivayeti'l-'Arabiyye", Mecelletu'l-Edeb, Mart 1960. Zirikli, Hayruddin, el-A'ldm, Beyrut, 1989.

DİZİN

'.Ad 109 'Alkame132 ' 'Alkame b. Abede el-fabl147 'Alya166 'Amalik110 'Anber b. Temim107 'Antere102 'Ar'ar139 'Asa108 'Asa bölümü119 'Avsa166 'Ayr'ın vadisi143 (edebi) şüphe177 A'sur106 A'sur b. Sa'd b. Kays 'Aylan !06 A'şa33,37 A'şa Hemedan 136 Abbasi kültürü89 Abbasiler100 Abbasi dönemi114 Abbasiler 56, 85, 89, 98, 102, 103,114,118,131 Abd menaf84,85,86 Abd menafoğullan 86 Abd Şems73 Abdulaziz b. Ebi Nehşel85 Abdulhalık Servet25 Abdullah b. Abbas55,56,88 Abdullah b. ez-Zebe'ra68,87 Abdullah b. ez-Zübeyr72 Abdullmuttalip84 Abdulmelik 113,135 Abdulmelik b. Mervan 155 Abdunnasır8 Abdurrahman b. el-Eş'as136 Abdurrahman b. el-Hakem74,77 Abdurrahman b. Hassan 69, 74, 75-,76, 77 Abdurrahman b. Muhammed b. el-Eş'as 135

Abdurrahman b. el-Haris b. Hi­ şam86 Abid 132, 149, 151, 152, 155, 156,170 Abid b. el-Ebras79,149 Ad77,79,80,87,105,110 Adem81,110,118 Aden körfezi 43,139 Adiyy b. Zeyd97,115 Adiyy b. Yezid97 Adli Paşa14 Adnan50,84,128 dili45 lehçesi141 Adnaniler18,49,78 Adnanoğullan 44 -50, 146, 153, 156 lehçesi141 Afrika77 Ahbaru'l-yevm14 Ahlak15,36,121,131 kaideleri121 Ahlaki durum125 Ahtal38,70,72,156,163 Ahzab41 Aişe86,87 Akdeniz Medeniyeti9 Akıl35 Akilu'l-mirar164 Akliyye61 Alexandre Dumas103 Ali ve Bem1hu11 Ali56,74,103,104,135 Alkame147,149,151 Allah kelamı 12 Allah rasulü 72,86 Allah'ın kürsüsü89 Alman36 Altın çağ131 Amir76 Amr b. 'Adiyy107,161

184 Amr b. Amir 73 Amr b. el-'As 70, 71 Amr b. Hind 161, 165,166,169 Amr b. Kamia 151-154,156 Amr b. Kulsüm 29,50, 159, 160, 161,168 Amr b. Zerr 136 Andre Gide 9 Anlatım sanatı 11 Antere 32,38,40,50,55 Antropoloji 36 Arab-ı Ariye 18 Arab-ı Must'arebe 18,19 Arabistan 47 Arafe Muhammed Ahmed 23 Araisu'l-mecalis 131 Arap 15 beldeleri 20, 90, 95, ll1, 141,177 birliği 66 dili ll,18, 32,44, 48, 89, 106,122,178 dili-arap şiiri 21 edebiyat tarihçisi 11O edebiyat tarihi 98 edebiyatı 15, 22, 24, 29, 33, 34, 54, 61, 99, 120, 121,128,177 edebiyatı tarihçisi 128 edebiyatı tarihi 27,92 kabileleri 50,96,137,138 kıssacısı 99 kıssaları 20,102 metni 22, 128 muhiti 101 peygamber 81 putperestliği 46 raviler 121 şiiri 20,22,27,33 tarihçileri 62 tarihi 34,109 toplumu 32,37,42 uygarlığı 59 yarımadası 33, 38,90 Arapça 14, 16,20, 22,45,163

Cahiliye Şiiri Üzerine

Arapça-latince 45 Araplar 19,22,29,36,38,39,47, 50,84,118,119,125 Arapların dini hayatı 40 Araplaşanlar 29,30,45,46,48 Araplaşmak 95,111 Araştırma konusu. 34 Araştırma yöntemleri 28,34,137 Araştırmacı 35 Ari Araplar 18 Aribe 20,45,48 Arnaldez Roger 20 Arüz 50 Asabiyet 35, 65, 67, 69, 70, 71, 74,77,78,80,96,153 duygusu 21,78 Asalet.35; 73,77,ll7,156,161 Asfür Cabir 23 Ashab 63,65,68,93 Askalani 135 Asma'i 123-125,131,148 A'şa 93,97,115,138,163 Aşağı Mısır 54 Aşiret 51 Aşk hikayeleri 129 At 147,148 Atalar 37 Ateist 13 Atina 53 Atina'lı Tiran Peisistratos 99 Attika lehçesi' 53 Avam 41,42,54,81 Avd İbrahim 23 Avlanma 147 Avrupa 62 Aydın 12,41 Aydın bir toplum 42 Ayetlerin tevili 88 Ayna 38 Ayr 143 Ayşü işret 173 Ba kasidesi 147. 149 Babu'l-mendeb 43

Dizin

185

Bağdadi Abdulkadir 124 Bizans 42,95,117, 136,139, 154 Hıristiyanları 38 Bahir 52 İmparatorluğu 90 Bahreyn 169 siyaseti 43 Barıekya ı 39 Bizanslılar 43,89, 116 Basra 100,121, 137,145 Bölüm 52 Basralılar 29, 121 Buceyr 158 Başbakanlık 25 Budizm 38 Batı bilimi 61 Buğday 130 Batılı 91 Buğyetu'-vu'at 118 Batılılar 61 Bulak 65,82, 131 Batn-ı Zaby 139 Bedevi 17, 82, 96,104,109, 115, Burcu'l-'Asa 108 Burüc suresi 95 125, 162,174 Bedevi Arap kadını 159 Bedevi Araplar 32,41,42,57,109 Cahil 18 Cahiliye Bedevi Abdurrahman 91 Asrı 32,37 Bedeviler 42,161 Arapları 33,40,44,48 Bedevilik 60,173 Dönemi 14-16, 18, 29, 31, Bedir 64,65,70,71,77,93,103 37,40 Bekr 78,142,155,159,165,168, hayatı 16,32,37,40 174 şiiri 13,15,16,20,21,28, Bekr b. Vail 174 30,31,33,44,48 Bekr kabilesi 165 şairleri 29 Bekr-Yeşkur oymağı 166 Cahız 89,103,119, 120,129 Bekroğulları 164 Cami'u'l-Beyan 82 Beni Mahzfuıoğulları 85 Camiatu'l-Ehliyye 8 Beni Ümeyye 72,86 Camiatu Fuad el-Evvel 8 Bermele 69, 70 Camiatu'l-Mısriyye 8 Besus kıssası! 10,142,155 Casanova 8 Beşir es-Saidi 17 Beyan ve't-Tebyin 103, 118, 119, Cebrail 65 ·Cedis 110 129 Cedid (yenilikçi) 7, 14 Bi'set 81 Celile 151,158,159 Bilal b. Ebi Burde 122 Cemheretu'l-Eş'ari'l-'Arab 82,149 Bilim adamları 89 Cemiyet ruhu 36 Bilim 34,35,36 Cenden 167 Bilimsel 35,37. 93 Cerir 38,49,156 araştırma 35,36 Cerrahoğlu İsmail 12,14,56, 111 araştırma yöntemleri 34 Cessas 159 hayat 35 Cezime el-Ebras 80, 105, 107, Bilişim çağı 24 108, 161 Bin Bir Gece Masalları 102 Cezire 32,101,107, 176 Bintu'ş-Şati 56 Cezire sabiileri 38 Bişr b. Ebi Hazim 38

186

Cihat 63,64 Cin suresi 82 Cin 66,81,82,83,149 şairleri 81 topluluğu 81 Cizye 96 Coğrafya sözluğü,43 Croiset Alfred 53,99 Cum'a Muhammed Lutfl 23 Curhüm 20,29,30,48,110 Cüz 83 Çağdaş 4i Çamurlu su 165 Çapul 109 Çetin Nihat M. 69 Çetiner Bedrettin 23 Çöl 1-25 Daratu culcul 145 Darb-ı mesel 56,151 Danın b. İkfil 138 Daru'l-kutub 130 Davud b. Mutemmim b. Nuveyre 125 Değnek 147 Delalet 33,44 Delil 33 Descartes 14,15,34-36,61,62 Deve 94 Deve kuşu 83 Devlet okulları 29 Devrim tarihi 12 Dımeşk 77,156 Dırar b. el-Hattab 68 Divan 170 Divanu'l-me'ani 57 Dil 16, 33, 44, 49, 51- 53, 104, 118 birliği 21 kaideleri 140 tarihi 48 teorisi 46 ve edebiyat 21 ve gramer 14

Cahiliye Şiiri Üzerine

Dilci 18,89 Dilsel araştırma 33 Din 19,35,38,39,41,47,81,83, 121 adamı 22 ve mezhep mensupları 39 ve siyaset 63 siyaset ilişkisi 62 Dindar 42 Dinde gelenekçi 34 Dini 46,94,100,120 duygular 36 hayat 40 inançlar 15 kimlik 34 Dinsel gruplar 38 Dirhem 73 Doğuh:ı 61 Dorlar 53 Dua virdleri 7 Dull b. Kull 138,152 Duveyd b. Zeyd b. Nehd 109 Düzyazı 29 Ebu Bekr 66 Ebu Hilal 57 Ebu 'Amr b. el-'Ala 18,45,48,50, 79,125,124,131 Ebu 'Amr eş-Şeybani 123,124 Ebu Abdillah el-Huseyn 143 Ebu Ahmed b. Cahş 68 Ebu Ali el-Kfili 56 Ebu Bekr 11,42,66,134,135 Ebu Bekr b. Abdurrahman b. elHarts' 85 Ebu Damdam 125 Ebu Hatim es-Sicistani 108 Ebu Musa 122 Ebu Nuvas 114,121,153 Ebu Süfyan 65,66,69,70,74,76 Ebu Ubeyde 28,125,148 Ebu Ubeyde Mamer b. el-Müsen­ na 118 Ebu Vehb 133

. Dizin

Ebü Zeyd Nasr Hamid 23 Ebu'l-Abbas 112-114 Ebu'l-Ferec el-İsfehani 14,75,65, 97,138 Ebü'l-Haris 133 Ebu'l-Müsa el-Eş'ari 122 Ebu's-Salt b. Rabi'a 115,116 Ebül-Ala 9 Edebi 33,37 tefsir ekolü 11 arapça 38 araştırma 33 estetik 101 hayat 111 söz sanatları 11 tefsir teorisi 11 sanatsal anlatım 12 Edebiyat 15, 27, 29, 30, 32, 3336,60,88,118,128 fakültesi 45 tarihçisi 21,78,80 devrimi 31 hayatı 111 mirası 35 tarihi 12, 13, 28, 29, 30, 34,48,77,98,124 türleri 28,29 ve tarih araştırmacıları 61 Edebiyatçı 89 Edebiyatta muhafazakar 37 Eğitim 56 programlan 29 Ehl-i kitab 46,101 el-Eğani 14, 65, 68, 75, 85, 97, 114,129,138,160 el-Emali 56,57 el-Emali 57 el-Esed Nasıruddin 23 el-Esma'i 28 el-Eş'as b. Kays 134-136 el-Eve fi haberi 'avc 130 el-Eyyam 7. 10 Ela Hubbi 29 Eleştiri 29

187 Elma 130 Elvan 11 Emevi 85,98,137 asn 81 dönemi 114,129 saltanatı 78 Emeviler 49, 69, 70, 74, 78, 84, 85, 100, 102, 103, 112, 114,118. 156 Emin Ahmed 98 Emin el-Hüli 11,23 Emile Durkheim 8 Endülüs 28,77, 78 Ensar 21 Ensar 21,64-71,73-78 Ensaru'l-kadim 28,127 Enver Abdulmelik 7 Erdem 121 Esatir 32, 62, 81, 95, 107, 110, 115, 128, 129, 134, 137

Esed 72,136 Esedoğullan 141,150 Esirler 164 Eski alimle.r 35,36,80,132 Eski arap Şiiri 13,69 Eski Çağ 46 Eski raviler 97 Eski gelenekler 64 Eski teoloji 36 Eski ve yeni alimler 104 Estetik 99,104 Eşeğin karnı 143 Etude analytique et critique de la philosophie sociale d'bn khalddun 10 Evin rabbi 43 Evs 64,65,73,95 Evsli Ensar 66 Eyyam 110 Eyyamu'l-'Arab 109,110,117 Eyyamu'n-nas 109 Ezd 77,78 kabilesi 73 Ezher 7

188 Fakih 29,30,88,96 Fars 32,43,47,118,135,136 beldeleri ,3 kralları 115,161 medeniyeti 42_ sempatizanları 43 siyaseti 43 Farslar 47,89,97,101,110,111, 113-118,135,176 Fasih Arap dili 48,55 Fatıma b. Rabia 133 Fecru'l-İslam 98 Feilen kalıbı 124 Felsefe 36,60,118 Felsefe'nin İlkeleri 34 Felsefeciler 34,35,118 Felsefede gelenekçi 34 Felsefi yöntem 34,61 Fen ve tabiat bilimleri 13 Fennu'l-Kasasi 20 Ferezdak 38,49,145-147 Fert 39 Fesad 110 Fesahat 104 Fetih 32,66,69,78,90,100,111 Fıkıh 29,30 Fırat 131 Fısk 124 Fi'r-Rivayetl'l-'Arabiyye 23 Fil vakıası 47 Fi'l-Edebi'l-Cahili 10, 13, 44-46, 130 Fi'ş-Şi'ri'l-Cahili 10,13 Fil vakası 20 Filistin 38,43,90 Fransa 8,9,53 Fransız 103 · devrimi 12 edebiyatı tarihçisi 1O kültürü 9,20 milli ruhu 36 Fransızca 8,53 Furkan 51 Fusül mumti'a 12

cahiliye Şiiri Üzeri.ne

Gaye 20 Gayr-i müslimler 35,95 Gelenekçiler 28-30, 50, 54, 55, 128-130, 132, 142, 143, 178 Gelenekçilik (kadim) 27,61 Gerçek edebiyat tabloları 32 Göçebe 59,60,96,103,109,115, 125,161 Göçebe-yerleşik 29,30 Göz iltihabı 7 Gramer kuralları 45 Gramerciler 32 Grek 62 edebiyatı 61 siteleri 53 tarihi 62 toplumu 59 Grekler 48,53,60,61 Guidi 8 Gustave Lanson 10 Güneşin alevi 130 Güney Arabistan 45 Ğabra 110 Ğamravi Muham�ed Ahmed 23 Ğassan 149 Ğassaniler 96,156,167 Ğassanlılar 168 Haber 81,95,101,110 Habeş 43 Habeşistan 19,43,47,63 Habeşliler 17,20,47,95,96,110, 115 Habil 87 Hac 19,113 Haccac 135,136 Hadda 167 Hadisu'l-Arbi'a 10,121,129 Hadis 33,55,101 metinleri 15,100 Hadislerin tevili 33 Haham 83,101

Dizin

Hakem olayı 135 Hakikat 44, 127 Halef 121, 123, 124, 131 Halef el-Ahmer 125 Halefullah 12 Halifeler 100, 101, 114 devri 39 Halil b. Ahmed 21 Hansa 159 14:alk hikayeleri 7 Halk ruhu 36 Halkın mizacı 100 Hamidullah Muhammed 84 Hammad 'Acrad 121-124 Hammad er-Haviye 121 Hammad ez-Zeberkan 121 Hamza 103 Handec b. Hucr 133 Hanifler 90, 91, 94, 95 Haniflik 91 Hanifeoğullan 168 Haniflik 90, 94 Haram 76 Harb ailesi 112 Harbu'l-Besüs 142 Harici etkenler 42 Harikulade 101 Harikulade olaylar 100 Haris 164, 165 Haris b. Celebe 168 Haris b. Hillize 50, 159, 165, 166, 168, 171, 174 Harre 70 Harun Reşid 114 Hasan Hasan İbrahim 70 Hassan 65, 67, 68, 71, 72, 74, 86, 103, 104 Hassan b. Sabit 68 Haşim 84 asabiyeti 74 kabilesi 73, 74 Haşimiler 85, 112, 114 Haşimoğulları 84, 100, 113 Havle 170

189

Hayal 92, 129 dünyası 99, 100 eseri 101 Haydarabad 135 Hazaza 110 Hazrec 64, 65, 73, 82, 95 Hazreçli Ensar 66 Hebid 149 Hemmam b. Murre 158 Herakl 116 Herodotos 53, 62 tarihi 53 Hevdec 162 Hınstiyanlık 16, 33, 39, 46, 47, 90, 91, 96 Hıristlyan 15, 35, 83, 89, 90, 96, 97, 101 Hıristlyan rahipleri 81, 83, 93 Hıristlyanlar 39, 90, 92 Hıristlyanlaşan Araplar 94 Hıristlyanlaşmak 96 Hire 17, 39, 43, 97, 115, 117, 153, 160 Hire kralları 161, 175 Hireli 169 Hicaz 18, 54, 64, 65, 95, 1401 177 bölgesi 44 lehçesi 140 müşrikleri 39 Yahudileri 39 Hicazlı 54, 176 Hicret 39, 43, 63, 64, 65 Hidayet 73 Hikaye 154, 160 Hikmetli söz 151 Hilafet 66, 69, 82, 156 Himyer 18, 78, 87, 109, 110 dili 45 Hind 43, 70, 101, 119, 133, 161, 164 Hint okyanusu 43 Hiparkhos 99 Historie de la litterature grecque ·,. 53

Cahiliye Şiiri Üzerine

190

Hişam b. Abdulmelik 114 Hitabet sanatı 119 Hiyareyn 166 Hizanetu'l-edeb 124 Homeros 62,137,'138 Horasan 78 Hubeyd 81 Hucr b. Adiyy 133,135,136,150, . 158 Humam 139 Hureyre 170 Huseyin Muhammed Hıdr 23 Hutay'e 122 Hürmüzan 117 irsi karakterler 36 I'rab 140 Ignazio Guidi 45 iblis 118 İbn Abbas 21,55,56İbn Ehi Rabia 146,147 İbn el-Hakem 74 İbn el-Haris 86 İbn ez-Zeba'ra 86 İbn Haldun 135 İbn Haldun'a göre toplum felsefesi 8

İbn Hallikan 100,118 İbn Hassan 74,75,77 İbn Hişam 82,85,105 İbn İshak 62, 79, 87, 100, 102, 103,105,109 İbn Kamia 152 İbn Kesir 135 İbn Kulsum 30,32,163,166 İbn Kuteybe 100,116 İbn Sa'd 67,83,103 İbn Sellam 45,49,68,69,79,80, 83,87,106-109,123,125, 129, 150, 152, 157, 169, 170 İbn Sellam el-Cumahi 14 İbnu'l-Esir 135,142 İbnu'l-Hatib 100

İbnu'l-Muğire 86 İbnu'z-Zübeyr 74,114 İbrahim 12,19,20,45,46,48,91 İbrahim Sarmış 42 İbrahim'in dini 91 İbrahim'in sahifeleri 90 İbranice 18,45 İbret vermek 12 İ'cazu'l-Beyani 56 İcma 24,28-31,49,122 İçtihat kapısı 29 İdğam 52 İhfü 52 'İkdu's-Semin 143 İkdu'l-Ferid 57 İkrime 56 İktidar 63 İktisadi 43,46,64,94 kalkınma 47 'ikva 166 İleri gelenler 41 İlhadi tefsir 14 İlham 81 İlim 127 İlkel 18 İlyada 62,99,110 İman 41 İmran 73 İmriu'l-kays 29, 30, 32, 33, 37, 40, 50, 55, 93, 132-134, 136, 137, 139, 141, 145149, 151, 152, 154-156, 159,161 İncil 83,90 İnciller 47. İngiliz himayesi 25 İnsan grupları 36 İnsanın tabiatı 35 İntihal 22, 32,56,57,59, 62, 77, 79, 81, 83- 85, 87-89, 92, 94, 95, 97, 98, 105, 111, 114, 118, 120, 122-124, 126, 128, 129, 134, 138, 139, 143, 145, 147, 152, 157,168,169,178

Dizin İntihalciler 157 İonyalılar 53 Irak 28,32,78,96,101,107,115, 125,135-137,156, 176 İran 28 İran mecfısileri 38 İrem seli 11O İrtical 166 İsfehani 65. 67, 69, 83. 135, 145, 150,161 İslam 19. 20,46,50,52 dönemi 29 dünyası 24 hukukunda zekat 42 ilimleri 13 öncesi Arap hayatı 33,42 Peygamberi 84 tarihi 24,70 İslam'a yakın dönem 32 İslam'dan önce 32,33 İslam'ın zuhuru 32,37. 48, 177 İslami disiplinler 14 İslami dönem 32, 137,138 İslami metodoloji 24 İslami şiir 42 İsmail 12,18-20,45,46,48,113 İsmail b. Yesar 112,114,116 İsmail Cerrahoğlu 14 İsmail Yiğit 70 İsmailoğullan 30, 45 İstanbul 97,139,140, 151 İstanbul Eğitim, Kültür ve Hizmet Vakfı 24 İstidlal 22 İstişhad 87,88 İşaret 33,37 İşkence 40 İşret 121 İtkan 51 İyad 167 İyad ve el-'Abbad 115 İyadlılar 164 J. P. Sartre 9 Journal Asiatique 91

191 Ka'b b. Cu'ayl 70 Ka'b b. Malik 103 Kabalık 41 Kabe 19,20, 47,48,86,142 Kabil 87 Kabileciler 119 Kabilecilik 111, 114, 118, 119, 120 Kadınlar 149,158 Kadim 7, 15,41,48,69, 95 Arap Edebiyatı 34, 37 cahiliye dönemi 155 Güney Arap Dili 45 din 46 edebiyatlar 126,128 metinler 104 Mısır kültürü 9 milletler 62 toplumlar 42,59,60 Kaf Kasidesi 138 Kafiye 52,158 kuralları 50 · Kahin 81,83,110 Kahire 7,11,54 Kahire Üniversitesi 8,45 Kahire Üniversitesi Edebiyat Fakültesi 23 Kahtan 50,128. 133 Kahtaniler 18,49 Kahtanoğulları 44, 45,46,48,49, 50,153,156,176,177 Kfili Ali 57 Kalıntılar 146 Kalp 35 Kalpleri İslam'a ısırdırılacak olanlar 42 Kamil 129,135 Kan davası 65 Karataş Şaban 1O Kardavi Yusuf 42 Kartal 147 Kaside 29, 143, 147, 150, 151, 154, 157, 162, 165, 168, 169, 174-176

192

Kasir 107, 108 Kavgalar 110 Kavmiyet duygusu 15 Kayıp Amr 152 Kayıp kral 137 Kayıp-meçhul kral 138 Kaynaklar 24 Kayravani İbn Raşik 49 Kays 49, 53, 78, 167 Kayser 136, 139 Kelam 30, 90, 118 Kelamcı 30, 32, 118 Kelbi 97 Keldanice 18, 45 Keler 75 Keylani 12 Kıfa Nebki 29 Kıraat alimleri 51 Kıraat ihtilaftan 51 Kıraatlar 21 Kıssa sanatı 99 Kıssa 7,19,22,46,48,56,75,82, 83,84,100,101,104,105, 108, 109, 127-129, 134, 136-138, 142, 161, 168 Kıssacılar 32, 82-84,98,100-102, 104, 106, 107, 109, 134, 140, 142, 144, 150, 156, 157, 161, 175 Kış ve yaz seferleri 17. 43 Kızıldeniz 43 Kilise 47 Kinde 50, 133, 134, 136, 150 Kindeliler 167 Kisai 28 Kisra 116, 117,. 156 orduları 117 Kitabu'l-Hayevan 89, 120 Kitabu'l-Mu'ammerin 109 Kizb 22, 56 Klasik alimler 30 Klasik dini görüş 14 Kostantiniyye 97 Köleler 115, 154

Cahiliye Şiiri Üzerine

Kölelik 112 Kral Fuad 25 Kuda'a 78 Kudema 28 Küfe 100, 121-123, 135, 137 Küfeliler 29, 121, 123 Kuleyb 141, 158 Kuleyboğullan 156 Kumru sürüleri 73 Kuraşi 82, 149, 150 Kur'an 11, 14, 15, 19, 20, 22, 32, 33, 37-42, 46, 47, 50, 51, 55,83,91,92,94,99,101, 119, 128, 150, 177 ayetleri 82, 92 dili 54, 146 kelimeleri 55, 56 kıssaları 12, 20 lafızları 55 lehçesi 54 metinleri 37. 80,88,94,95 nazmı 52 okuyucuları 21 tarihi 51, 91 tefsirinde yeni bir metod 11 tefsiri 33 Kur'an'da anlatım sanatı 12 Kur'an'ı tevil 55 Kur'an'ın Arapçalığı ,178 eleştirdiği din mensupları 39 muhtevası 38 üslubu 38 korunmuşluğu 12 kutsallığı 22 Kureyş 16, 19-21, 40, 43, 47, 48, 51-54, 63-75, 77-79, 81, 82, 84, 85, 87, 103, 104, 112, 114, 146, 149, 151 aristokrasisi 85 asabiyeti 71 dili 54 kabileleri 47, 85

Dizin

lehçesi 21, 140, 141 putperestliği 39 süresi 43 Kureyşli 67, 74-77, 103 müşrikler 94 Kurra 51 Kurtubi 130 Kusay 84 Kutabiyyat 150 Kuyu günü 71 Kuzalılar 168 Kuzey Afrika 90 Kuzey ve Güney Araplarının dille­ ri 45 Kuzey Arabistan 46 Küfür 41, 42 L. Massignon 9 Lafız 140, 166 Lahiki 124 Lahmiler 156 Lalın 122 Lam 147 Lamiyetu'l-'Arab 123 Langlois 36 Lanson 10 Latin edebiyatı 128 Latince 8 Lebid 50 Lehçe 49- 54 farklılı 52 ihtilafı 52 Leiden 67 Leyla bint Mühelhil 160, 161 Leyla el-Ahyeliyye 159 Leyla ve Mecnun Hikayesi 129 Li havlete atla! 29 Liderler 41 Litiman 8 Louis Clement 8 Luğatul-Kur'an 55 Lukayt b. Ya'mur 115 M. Muhammed Şakir 14 Ma'ad 106, 164

193

Ma'reketu'ş-Şi'ri'l-cahili 23 Mahalli dil 54 Mahalli diller 52, 53 Mahkeme karan 46 Mahluk 89 Makamat 57 Maktua 176 Malik 106, 107 Malum 51 Mansüb 51 Masal 20 Massignon 8 Mea'l-Mutenebbi 10 Me'arif 100 Mecaz 44 Mecelletu'l-Edeb 23 Meclis 14 Mecusiler 35, 38 Mecusilik 16, 118 Meçhul 51 Med 52 Medeni toplumlar 42 Medine 63-66, 68� 70, '76-78, 83, 95, 100, 135 Meğazi 100 Mekke 19, 39, 47, 48, 54, 63-66, 68, 77, 78, 81, 100, 113 Mekkeliler 20 Melhüb 150 Meliku'd-Dıllil 133, 137, 152 Menahicu tecdid 11 Menazire 96 Menfaat-maslahat 63 Merfü 51 Mersed 154 Mervan 74, 77,.112, 113 Mervan b. el-Hakem 74, 76 Mervanilik 113 Mesadiruş-Şi'ri'l-Cahili 23 Mesailu Nafi b. Ezrak 21 Mesalibu'l-'Arab 118 Mescid-i Nebi 67 Mesel 106, 107, 108, 130 Metodik yapı 14 Mevali 87, 111-115, 117-119, 121

194

Cahiliye Şiiri Üzerine

Muhammed b. el-Eş'as 135 Mevkıfu'l-akl ve'l-İlm 14 Muhammed b. Sellam 79, 105, Mevsüatu'l-Musteşrikin 91 122 Meysun 166 Muhammed Seyyid 12 Mezhepler 29,35 Mezred 83 Muhammed Seyyid Keylani 14 Mısır 7, 8, 9, 11, 19, 22, 25, 28, Muhkem ayetler 63 29,32,38, 43,47,54,61, Muhtaratu Eş'ari'l-'Arab 150 77,90,135 Muhtasar Avrupa edebiyat tarihi Mısır devleti 39 53 Mısırlılar 39 Munzir b. Mau's-Sema 149, 164, Miladi 47 166 Milletler 36 Müsa b. 'İmran 106 Milli kahraman 53 Müsiki aletleri 99 Milli ve mahalli hikaye şiiri 53 Musta'rebe 20,45,46,48 Milli kimlik 34 Mustafa Sadık er-Rafii 98 Milliyet 35,36 Mustakbelu's-Sakafe fi Mısr 10 Miloni 8 Mustaz'af 17,41 Mir'atu'l-İslam 11 Mutawel 37,50 Miraya el-Mutecavira 23 Mutawelat 30 Mistral 53 Mustevğir b. Rabia b. Kab b. Sa'd Mistral destani şiir 53 108 Mith 36 Mutezile 89 Mitler 81,137 Muti' b. İyas 121 Mitoloji 19,22,48,100,101,157 Muvafakat 38 Modern araştırmalar 18 Muzhir 49 Modern bilginler 34 Mücteba Uğur 91 Mourice 53,99 Müfessir 32,130 Muallaka 50 Mühelhil b. Rabi'a 141, 151,153, Muaviye 69-71,73,76,77,.135 155-161 Muberred 29,129 Mülhit 35, 174 Mu'cemu'l-'Arabiyyu'l-Esasi 142 Münafık 35 Mucizeler 41,100 Müntekim Ökmen 53 Mudar 75, 78,84,150,155,156, Münzir 168 163,171,177 Münzir b. Mau's-Sema 167,168 Mudarlı 170,177 Müslim b. Ukbe el-Murri 70 Muellefetu kulübuhum 42 Müslüman kıssacılar 100 Mufaddal ed-Dabbi 122 Müstekbir 17 Muğaylan 142 Müsteşrik 93,143 Muhacirler 43,67 Müşrikler 40,70, 93 Muhaddis 32 Mütelemmis 168,169,174,175 Muhadramfm 103 Muhalefet 38 Nabatiler 101 Muhammed Abduh 7,23 Nabiğa 37,157 Muhammed Ahmed Halefullah 10, Nafi 56 11,20 Nafi' b. el-Ezrak 55,56, 80

Dizin

Nahda 7 Nahdatu Mısr 7 Nahiv kuralları 158 Nakış 45 Nakil 52 Nakz Kitab fiş-Şiri'l-Cahili 23 Nakz Meta'in fi'l-Kur'ani'l-Kerim 23 Nakdu't-Tahlili li Kitabi fıl-EdebilArabi 23 Nazım üslupları 158 Necd 176 Necran 19, 39, 47, 95, 96 Nesep bilgileri 49 Nesir ·21, 29, Nesnel 13, 21 Nifak 17, 41, 42 Nihat M. Çetin 13 Nizar er-Ravi 24 Nu'm kabilesi 56 'Nu'man 76 Nu'man b Beşir 67, 70, 72-74, 76 Nuceyr 134 Numan b. el-Munzir 149 Nübüwet 156 Objektif 15 Odysseia 62, 99, 110 Olayların kahramanları 12 Orta Mısır 54 Oıyantalist 8, 22, 144 Oıyantalizm ve oıyantalistler 91 Osman 10, 69, 135 Osman'ın öldürülmesi 69 Otantik 16 Öğrenci 56 Öğretim 56 Ölümden sonraki hayat 41 Ömer 11, 42, 66- 69, 76, 96, 125 Ömer b. Ehi Rabi'a 56, 146 Ömer b. el-Hattab 82, 95 Ömer Ebu'n-Nasr 143 Ömer Özsoy 23 Öznel 13

195

Paradoks 12 Paris 8, 10 Parlemento 14 Partiler 112 Perim Adası 43 Persler 17, 19, 20 Peygamber 16, 20-22, 37-40, 42, 43, 51, 54, 63-68, 71-73, 78, 81-87, 90, 94, 104, 106, 112, 117, 134, 149, 178 dönemi 42, 82 Peygamber'in Araplığı 178 Peygamber'in arkadaşları 39 Peygamber'in sireti 64 Peygamberlik 156 Poul Valeıy 9 Prof. Clement Huart 91, 92, 94 Propaganda 112 Protestanlığın tarihi 12 · Protestanlık 12 Putçu-dini 20 Putlar 64, 91 Putperest 47 Putperest Arap bölgeleri 47 Putperestler 38, 39, 90 Putperestlik 16, 19, 39 Ra kasidesi 97, 139, 170 Ra'i 38 Rabia 75, 78, 155, 156, 170, 174, 176 Rabia kabilesi 159, 168, 175 Rafi'i Mustafa Sadık 23 Rahipler 83, 101 Rasul 42 Rasülullah 70 Raşid Halifeler 81, 90 Ravi 32, 44, 45, 49, 66, 82, 87, 102, 106, 109 Rebia 49 Rebia kabilesi 50 Recez 107 Redd-i miras 14

196

Resmi yöntem 29 Rızahoğullan 167 Ridde savaşları 78 Roma 43,59,61,62 edebiyat tarihi 124 edebiyatı 61 medeniyeti 42 rivayetleri 62 Romalılar 20,47,48,60,61 Rühu'ş-şa'b 100 Rum suresi 17,43,51 Rum süresi 43 Rumlar 17,43,51 Sa'd 71,106,107 Sa'd b. Kays 'Aylan b. İlyas b. Mudar b. Nizar b. Mu'idd 106 Sa'd b. Ubade 66,82 Sa'leb 29, 129 Sabiiler 38 Sabiilik 16 Sabri Mustafa 14 Sadrettin Gümüş 70 Saf Araplar 29,30,45,48 Safiyye kadın 71 Sahabi 82,103,111 Sahra YMM 24 Sahra 17 Said b. el-'Asi 7,76 Salih 94 Salih Tuğ 84 Sami 46 Samuel b. 'Adiya 97,138,139 San'a 19,47 Sanat adanılan 34 Sanatsal hayat 120 Sanatsal ifade 12 Sanatsal-edebi anlatım 11 Santillana 8 Savaş açmak 40 Savaşlar 11O Sayha 94 Se'alibi 131 Sebe 51

Cahiliye Şiiri Üzerine

Seci 128,159 Seci örnekleri 57 Secili sözler 57,82 Seci'li yazı 29 Sehmed 170 Sehmoğullan 86 Seignobos 36 Sel 147 Selika 103 Semavi-Sami dinler 47 Semüd 79; 80, 87, 94, 105, 109, 110 Seyf b. Yezen 116 Sıffın 73,135 Sibeveyh 124 Siba'i Mustafa 91 Sicistani Ebu Hatim 109 Sin 174 Sire 103,105 siyaset 43,54,62,78,82,98 tarihçisi 78 Siyasi iktidar 120 Siyasi tarih 77 siyasi 43, 46, 54, 60, 63, 64, 69, 81, 94, 97, 100,111, 112, 120,137 cihad 64 düşünceler 36 etkenler 33 hayat 80,111 hizipler 100 kalkınma 47 otorite 66 önderler 129 problemler 59 neden 48 dini ve sosyal 15 Siyer 92,93,100,101 kaynaklan 64,134 kitapları 81 Societe Asiatique 91 Sohbetler 128 Sourbounne 8 Suikast 66

Dizin

Sulta 63 Summarium Grammatica 45 Suriye 108 Susanne Briso 8 Suy(ıti 49,51,118,130,131 Süfyani 74 Sükün 52 Süleyma 139 Sünnet 119 Süryaniler 1O1 Şa'şameyn 158 Şaban Karataş 12 Şairler 33,37 Şakikaoğullan 158 Şam 17, 19, 28, 32, 43, 47, 65, 76, 78, 90, 95, 101, 107, 135,156,168,169 bölgesi 17,43,96 Şarkı 7 Şehir hayatı 59 Şehirli 103,109 Şekıô Arslan 23 Şemmah 38,83 eş-Şenfera 123 eş-Şentmeri 'l 24 Şeref 14 Şeref Abdulaziz 7 Şerhu'l-Mu'allakati's-Seb' 143 Şerif Yusuf 53 Şevahidu'l-Kitab 124 Şevki Dayf 7 Şeyban 11 Şeytan 82 Şia 56,73 Şiir 27,29,40,44 Şiir atölyeleri 103 Şiirler 29,40 Şi'ru'l-cahili krizi 11 Şi'ru'l-Kasasi 137 Şihabu'r-Rasid 23 Şimr b. Amr 168 Şizofreni 12 Şu'ubiyye 111

197 Şurahbil b. es-Samuel 97,145 Şurayh b. Samuel 138 Şüpheci tenkit yöntemi 22 Taassup 35 Tabakat 170 Tabakat 49,67, 68,108 Tabakatu Fuhulu'ş-Şu'ara 14 Tabakatu'ş-Şu'ara 45,79,87,150 et-Taberi 62,82,129,135 Tabi'in 111 Tabletler 22 Tağlib 78,96,142,155,156,159, 161,163-165,168 Tağlib oymağı 141 Tağliboğullan 161,167 Taha Hüseyin 7-9,11,12-23,25 Taha Hüseyin,Hayatı,Eserleri 23 Tahkik 29 Tahte Rayeti'l-Kur'an 23,98 Taif 115

Taklit şiirler 122 Tarafa b. el-'Abd 79,168 Tarafe 29,30,32,38,40,50,150, 169,170,173,174 Tarihu Ebi'l-Ala 8 Tarih 15,31,32,127, 135 bilimi 12 bilgisi 12 cemiyetleri 36 kitapları 81 Tarihçi 22,36,128 Tarihsel 48,1176 anlatım 12 araştırma 46 gerçeklikler 19 köken 48 kökler 20 metin 128 veri 11 yol 127,128 Tarihte Usul 36 Tarihu Adabi'l-'Arab 98 Tarihu'l-Edebi'l-'Arabi 13 Tarihu'l-Luğati's-Samiyye 45

198 Tasın 110 Taştir 144 Tavşancıl 167 Tayr 51 Teabbata Şerran 123 Tecdid Zikra Ebi'l-'Ala 10 Tedmur 108 Tedvin 98,178 dönemi 29 Teessür 63 Tefekkür sistematiği 61 Tefsir 14,33,55,56,88,99 Tarihi 14, 56,111 ilmi 23 kitapları 88 Tehzibu't-Tehzib 135 Tekellüf 22 Telfik 126 Temim 49,53 Temimoğullan 167 Temlik 133 Tenkit 61 Tevbe 42,51 Tevhid 47 Tevil 99 Tevrat 19,46,47,83,90,119 Teym 78 Ticaret 19,47,64 merkezi 65 yollan 65 Titus Livius 62 Togan Zeki Velidi 36 Toplumların ortak benliği 1O1 Toplumsal hayat 15,36 Truva Kralı Priam 48 Tubba'73,87,105,109,110 '!ürk 117 beldesi 136 hakanı 136 1ürkiye 22 1ürkler 135 Ubeyd 81 Uhut 65,103

Cahiliye Şiiri Üzerine

Ukayşoğullan 152 Ukaz 86 Ulema 88 Uluslararası Birinci İslam Sem 'Umde fi Sınati'ş-Şi'r 49,, Umeyre 106 Ummu Cundeb 147 Ummu Feıve 135 Uneyze 145,158 Usdu'l-Ğabe 135 Ustüre 19-21,46,47,48,83,106, 127, 160,169 'Uteykoğullan 167 Uyanış 27 Uydurma 32,33 Uydurmacılar 83 Uygar 43 Uzlet 42, 43 hayatı 50 'Uzra 129 Uzriyyin 129 Üç Silahşörler 103 Ümeyye b. Ebi's-Salt 91-95, 115, 136 Ümeyyeoğullan 84,112,113 Üngör Sami 43 Üniversite 27 meclisi 25 Üzüm salkımı 130 Vahiy 92 Vakiilik 20 Vfilibe el-Hubab 121 Varidat 158 Varlıkların hakikati 34 Ve'd-i benat 133,160 Velid b. Abdulmelik 113 Velid b. Yezid 123 Vezin 52,158 Vicdan 12 Vicdan ve akıl 12 Voltaire 20 Welfonson İsrail 45

Dizin Ya'sur 106

Yağma 164 Yağmur 147 Yahudi 15,19,33, 35,38-40,46, 47,64,65,83. 89,90,9295,97, 101,110 güçleri 46 hahamları 81, 83,93 kolonileri 46 Yahudileşen Araplar 94 Yahudileşmek 95 Yahudilik 16, 19, 39, 46, 90, 91, 95,96 Yaltkaya Şerafettin 143, 145,164, 166,167,168 Yaratılış 41 Yasa 38 koyucular 88 Yaz yolculukları 17 Yazı tarihi 128 Yedi Askı 143 Yemen 17-19, 43, 47, 48,78, 96, 110,115,150, 153, 176 kabilesi 133 lehçesi 140 Yemenliler 78, 135, 137, 140,176 Yeni edebiyat 15 Yenilikçiler 30, 31, 130 Yenilikçilik (cedid) 27 Yenilikçilik 61 Yesar 113 Yeşkur oymağı 167 Yetersiz bilgi oğlu yanılgı 138, 152 Yezid 69,70,71 Yobazlık 41 Yöntem 34,61 Yukarı Mısır 54 YunanJ38 edebiyat tarihi 124 edebiyatı tarihçileri 137 felsefesi 119 hikayecisi 99 hikayesel şiirleri 99 kültürü 9 mantığı 119

199 Yunanca 8 Yunanlılar 20, 99,110 Yunus b. Habib 79,122 Zaman-mekan-şahıs 12 Zekat 42 Zebba' 107,108 Zenaib 158 Zenub 150 Zevzeni 143,166 Zeyd Menat b. Temim 106,107 Zındıklık hareketi 118 Zi Kar 117, 156 Zihin düalizmi 11 Zihni Mahmud 23 Zikra Ebi'l-'Ala 10,49 Zirikli, Hayruddin,el-A'lam 25 Ziyad 135 Zu Husum 157 Zu'l-Kurüh 133 Zu'r-Rumme 38 Zuheyr 50,93 Zuheyr b. Cenab 80,105 Zübeyr 71,72-74, 76,112,113 asabiyeti 72 Züheyr 37 Zülber 167

Taha Hüseyin

Cahiliye Şiiri Üzerine

Bize göre bu kitap, Arap şiiri hakkında daha önce . insanlann pek alışkın olmadıklan bir tür yeni çalışmadır ve şundan neredeyse tamamen eminim ki, kimileri bu çalışmayı öfkeyle karşılayacak ve kimileri de yan çizip geçeceklerdir. Fakat ben, şunun bunun, öfke ve yan çizmelerine rağmen, bu araştırmayı duyurmak, daha doğru bir ifadeyle, yazıya dökmek istiyorum. Çünkü daha önce bu araştırmayı üniversitedeki öğrencilerime anlatmıştım. Artık iki yüzü aşkın kişinin bildiği şeyler sır sayılmaz.

--, ..J

�l���II Jl�llm

ISBN 97S-8190-b7-9

ANKARA OKULU YAYINLARI

91\�