Büyük Aydınlanmacı: Öğretmenim Hasan Ali Yücel [6 ed.] 9789944886475


110 23 5MB

Turkish Pages 211 [222] Year 2020

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD PDF FILE

Recommend Papers

Büyük Aydınlanmacı: Öğretmenim Hasan Ali Yücel [6 ed.]
 9789944886475

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

O: (/Qc � � �







.....



;::s-�

BÜYÜK AYDINLANMACI

ogretmenım hasan ali yücel • •



v



� � ��

Mehmet

.....

Başaran

'< �:

('ı (l::ı •

a::: ('11

:::;-

8 ('11

.... t:O ı>:ı ":ı "1 ı>:ı :::3

TÜRKiYE

©

$BANKASI

Kültür Yayınları

6!

MEHMET BAŞARAN BÜYÜK AYDINLANMACI

ôGRETMENİM HASAN ALİ YÜCEL ©TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI, 2009

Sertifika No: 40077

GÖRSEL YÖNETMEN

BİROL BAYRAM DÜZELTİ

ESENGORAY DİZİN

BORA BOZATIJ GRAFİK TASARIM UYGULAMA

TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜL TÜR YAYINLARI I.

BASIM: MAYIS 2009, İSTANBUL

6. BASIM: EKİM 2020, İSTANBUL

ISBN 978-9944-88-647-5 BASKI

AYHAN MATBAASI MAHMUTBEY MAH. 2622. SOK. NO: 6

f JI

BACCILAR İSTANBUL

Tel: (0212) 445 32 38 Faks: (0212) 445 05 63 Sertifika No: 44871

Bu kitabın tüm yayın hakları saklıdır. Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında KCrck met in, gerek görsel malzeme yayınevinden izin alınmadan hiçbir yolla

çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz.

TÜRKİYE iŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI iSTiKLAL CADDESİ, MEŞELiK SOKAK NO: 2/4 BEYOCLU 34433 İSTANBUL

Tel. (0212) 252 39 91 Faks (0212) 252 39 95 www.iskultur.com.tr

Anı

BÜYÜK AYDINLANMACI

öğretmenim hasan ali yücel Mehmet Başaran

TÜRKiYE

$BANKASI

Kültür Yayınları

İçindekiler Sunuş .......... ....

. .............. .............................ıx

.

BÖLÜM I BÜYÜK AYDINLANMACI Öğretmenim Hasan Ali Yücel . ......... J Yıllardan sonra Hasan Ali Yücel'le görüşme . .. . .J1 . .... ............. J 7 Ülkemin aydınlanma çağıydı . . ... ... 21 Dinle Benden . . .... . 27 Çilekeş Tonguç (Yücel) . ................. .J 1 Başbakan yardımcısı Mümtaz Ökmen . . . . . . . .34 Bakanlık müfettişi Osman Horasanlı . ..... .38 Önce devrimcilere saldırdılar.. ... 4 0 Yücel'in imece' de yayınlanan mektubu.. Uyuyanları uyandırmak ... . . . . . . . . ..41 ......46 Son görüşme ... .4 9 Bir mavi destan . Mustafa Necati (şiir, Hasan Ali) .. . .53 .

. . . . . . . .

. . .

. .

.

. . . .

. . .

.

.

.

.

.

.

. . .

.

.

. . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . .

. .

. . . . . . . . . .

. .

. . . . . .

.

.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

. . . . . . .

. . . . .

BÖLÜM il BAKAN YÜCEL Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel . . .57 ... .......... ...... 59 Çift aylı zarf . . . .61 "Kurtuluş özlemi"yle yoğrulan bir kişilik ......... ...... ................ . . .... . ........... 62 Devrimin coşkulu yılları.. Aydınlanmaya ivme kazandıran çeviri devinimi . . .. 67 Cumhuriyet aydınlanmacılığının çeviri devinimi. ...... . 68 Hasan Ali Yücel döneminde ortaöğretim: Lise.. 74 Yücel'in Bilimler Felsefesi Mantık adlı ders kitabının önsözü . 81 Ortaöğretimde değerlendirme . . ... .........84 . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . .

.

. . .

.

. .

. . .

.

. . .

. .

.

. . .

.

BÖLÜMIII EL KOYDUCUMUZ DAVA "Bana baba dediniz" 89 . .... ....91 Maarif vekili köy enstirülerinde ... Köy Enstitüleri Dergisi .............. ...... ................... .................. J 05 . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . .. . . Ülkümüzün yolculuğu İş eğitimi sözlüğünde Goethe.. Düziçi Köy Enstitüsü Ziyaret Defterinden . .. . . . Fevziye Öğretmen.. Ali Çuhadar anlatıyor . . . ... ....... .. ....... .. . . Arifiy e Köy Enstitüsü Müdürü Arif Balkır anlatıyor ... ... . . . . .

. .

. . . . .

. . . .

. . . . . . .

. . . . . . .

. . . . . . . . .

.

. . .1 06 .

..1 09

.

...1 1 2

.

.. .1 1 3 ....1 1 4 .. .1 1 6

.

BÖLÜM iV ÖZGÜRLEŞME E YLEMİ: KÖ Y ENSTİTÜLERİ Kurtuluş savaşı ilkeleri temelinde, tam bağımsız, . . . . .. 121 çağdaş bir toplum.. . .......... ..... . ..... . ....... 126 Köy Enstitülerine doğru . Nisan Haritası... ............................ ........ . .. ... . .. ..1 31 Enstitüler .. . . .. .. . . . . .. . .. .1 32 Sürekli eğitim... . . . . ..... . . .......... .. . ............ ... . ...... ...... . ....1 33 İşleyiş . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . ........ .ı 34 İmece yöntemi . . . . . . . .. . . . 1 36 . . . .1 38 Eğlenme hakkı Kitap ekmekle bir tutulur . . . . . .. .1 39 ........ . . ....... . .. . .. . . . . . .... ..140 Yüksek köy enstitüsü.. ... .. . . . . . .. .. .142 Tüm ülke eğitim alanı.. Bölge okulları . . .... ... . .144 . .............. J 47 Bugün de köy enstitüleri . ... . . .. .. . . . ...148 Kapatıldılar mı?.. .

.

.

. . . . . . . .

.

. . . . . . . . .

. .

. . . . . . . .

. . .

. .

. . . . .

. . . . . . . . . .

. . . . . .

. . . .

. . .

. .

. . . . .

. . .

.

. .

.

. . .

. . . .

. . . . . . . . . . . . .

. . . . . .

. .

.

.

. . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . .

. .

. . . .

.

. . . .

. . . . . . . . . . . .

.

. . . .

. . . . . . .

. . . . . .

. . . . . . . .

. .

. . . .

. . . .

. . .

. . . . .

.

.

.

BÖLÜM V ENSTİTÜLERİN KAPATILMASI YA DA KARŞIDEVRİM SÜRECİ . .. .... .. . .. . ... ..... .... .153 Enstitülerin kapanlışı . Süreç .1 55 Eğitim tüm ülkeye yaygınlaşıyordu . . . . . . . . .1 57 Daha o yıllarda ... . .. . .. . . .. .............. . .... ..... . .. . .. .1 58 . ..... . . . ... .... ..............1 59 Enstitülüler işbaşında . . . ... . .. . Çiftçiyi topraklandırma yasası .. . .......... ........................1 60 Daha o yıllarda . . .. .. . . . . . . . . .1 58 . ..... .. . . .. . ... . .. . . . .. .. . ... .1 59 Enstitülüler işbaşında . . .1 60 Çiftçiyi topraklandırma yasası 1 946 seçimleri ve sonrası ... .... ...... .... . .. . .. . .162 ... . .1 63 Yeni dönem.. 1 950 ve sonrası .. ... . .. ...... . .. . .1 68 . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

. . .

. . .

. .

. . .

. . .

. . .

. . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . .

. . .

. . . . .

.

. . .

. .

.

. . . .

. .

. . . . . . . .

. .

. .

. .

. . . . .

. . . . . . . . . .

.

. . .

. . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . .

.

. . . .

. . . . . . .

.

. . .

.

.

BÖLÜMVI SONUÇ Güller (şiir) ............................ . 1 75 Sonuç 1 77 . . .... .. ..1 79 "Oğul"dan "baba"ya. 17 Nisan yağmurundan iki damla (Hasan Ali Yücel). 1 80 Edebiyatçılar ne diyor . .. .1 84 .............................. ..... ......1 85 Hasan Ali Yücel'le söyleşi.. ....... .................................. 1 90 Türk uçankalesi 1 00. doğum yılında Hasan Ali Yücel . . .1 93 Yaşayıp yaşatmak....... . ....................................1 94 Yücel'in muazzam bir karakteri vardı . . . . .1 96 Yücel Anıtı (şiir) . .... . ...... .1 98 .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . .

. . .

. . . . .

. . . . . . . . . .

. . .

.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . .

. .

.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

.

. . . . . . . . . . . . . .

. .

.

. .

. .

. . . . . . . . . .

. . . . .

. . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

Ekler .... ........................ Kaynakça.. Dizin....

. ........ .1 99 . ... ..... ....205 ...

..207

Sunuş

Biz Hasan Ali-Tonguç yetiştirmeleri, onların sevinçlerini de acılarını da birlikte tattık. Çağdaş bilgemiz, Köy Enstitüleri Dergisi'nde dile getirilen ilkelere uyarak yaşadı; Halk düş­ manları ona baldıran şerbetini içirmeye kalkıştığı halde, yüre­ ğinin durduğu ana değin 'uyuyanları uyandırma' işini sevgiyle sürdürdü. Devrimci Türkiye'nin ekin yaşamına bir ruh olarak hümanizmayı katanlardan biriydi Yücel. Yücel'siz, Tonguç'suz bir Ankara ! . . Kurtuluş Savaşı'nın halkçı sıcaklığını, özünü yitirmiş bir Ankara . . . Anamalcı dün­ yanın oyununa gelinmiş, Atatürk dönemi kazanımları oy pa­ zarına sürülmüş . . . Nerede o "akılcı eğitim" diyen aydınlık ses? Kalkıp Yüzbaşı Apartmanı'na gitsem, ne Talim Terbiye Dairesi'ni bulabilirim ne de Tercüme Bürosu'nu artık . . . Kuru­ muş bir deniz tabanı gibi Ulus Alanı; Elini gözlerine siper et­ miş Mehmetçik, ışığımız Mustafa Kemal mahzun . . . Yabancı uzmanlar güdümünde, ağır ağır ortaçağ karanlığına itilen bir toplum. Ulusal varlığımızı karartan karşıdevrim . . . Ton­ guç'suz, Yücel'siz bir Türkiye! . . Biçilmiş gökekinler . . . Sabahattin Eyüboğlu, yüzünde acı bir gerilme, diyor ki; "Gördük nasıl yermiş Hasanoğlan Nasıl belli değilmiş satan satılan Nasıl yeşerirmiş insan Ve nasıl biçilirmiş" Bakanken de sonraki yıllarda da sıkça görüşme mutlulu­ ğunu yaşadım Yücel'le. Bu çalışmayla, okurlara sesini soluğu-

ıx

nu duyurmak istedim, o kara kaşlı, tok sesli büyük aydınlan­ macımızın, öğretmenimin . . . Kitabın hazırlanmasında emeği geçenlere, sevgili İlhami Gülcan'a teşekkürler. MEHMET BAŞARAN lstanbul, 2008

ıc

Bölüm 1 Büyük Aydınlanmacı �

Öğretmenim Hasan Ali Yücel

Sınavlar sona ermiş, enstitüyü bitirmiştik. Hepimiz öğret­ mendik gayrı. Beş yıl önce ilk kazmayı vurduğumuz Kepir, suya, ışığa kavuşmuş, sebze meyve bahçeleri, arılığı, santrali, derslikleri, işlikleriyle koca bir eğitim kenti olmuştu. Topra­ ğın her karışında, yapıların her tuğlasında, emeğimiz göz nu­ rumuz vardı. Trakya'nın ortasında, yöreye ışık saçan bir yer... Kepir anamız ... Ayrılık hüznü çökmüştü üstümüze, köyleri­ mize gidecektik. Ön hazırlıklar yapılmıştı oralarda. Oğul ve­ rir gibi telaşlı günler yaşıyordu enstitü... Yöneticimiz İhsan Kalabay gülerek: " Öğretmen arkadaşlar! Lütfen dersliğe! " diye seslendi bi­ ze. Öğretmenler kurulu, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitü­ sü'ne gidecekleri seçmişti de ... " Güzel bir olanak" dedi. "Üç yıl daha okuyup, enstitülere öğretmen olacak gidenler. Yönetici, denetmen olacaklar. Keş­ ke hepinizi gönderebilseydik, ama ... " Adlar okundu. Seçilenler arasındaydım ben de. Sevineme­ dim pek, düşünüp kaldım. Savaş yılları (1943). Üç çocukla, canlarını terleyip duruyordu köyde anam babam. Ağabeyim, üç yıldır askerdi. Dört gözle öğretmen olmamı bekliyorlardı. Üç kuruş maaşım olur, işlerin bir ucundan da ben tutardım, yükleri hafiflerdi öğrenciliğim biteydi. Yaşlılıklarında, gün­ görmüş olurdu onlar da azıcık. Köye gittiğimde, yüzleri güldü. Şükür Rabbim'e, bugünle­ ri de gördük. Öğretmen oldu oğlumuz... Sülman Ağa'nın oğ­ lu Mehmet öğretmen oldu. Gücümüz yetse de bir kurbancık kesebilseydik, bir hayır yapabilseydik ne iyi olurdu ama ... Eh şu üç kızancık da, eskisi kadar ezilmez gayrı ... 3

Kepir'e dönüp, "Efendim, ben yüksek bölüme gitmeyece­ ğim" diyesim geliyordu hallerine baktıkça. "Fena daldın," dedi babam, "susup kaldın, okulu bitiremedin mi yoksa ? " " Şey, " dedim, " bitirdim bitirmesine de, yüksek bölüme seçildim, üç yıl daha okuyacağım Ankara'da. Enstitü öğret­ meni, müfettiş falan olunacak sonunda." Bozuldular, yüzleri sönüverdi. " Hasretlik yetmedi mi be kızancığım ? " dedi anam. "Köyümüzde ya da komşu köyde öğretmen olsan ne iyi olurdu. Yaşlarımız ilerliyor, yakın olurduk birbirimize. " Derin bir soluk bıraktı babam: "Ankara dünyanın öbür ucu be çocuk! Yılda bir, ya görü­ şür, ya görüşemeyiz gayrı. Enstitü mektebi olmasaydı, kaldıy­ dın ortalarda. Demek bir de yükseği varmış bunun. Her işte bir hayır vardır, madem kısmetin açılmış, daha okuma fırsatı çıkmış önüne, ne diyelim, git. Kemicikleri sertleşti, orak çapa tutmaya başladı kardaşlarının elleri. Bir yıla kalmaz ağan da askerden döner belki. Diyeceğim, kolay olmayacak bizim için ama okumana bak sen, bizi düşünme. Arada mektupların, sağlık haberin gelsin yeter... " Anam tutamadı gözyaşlarını ... Zor bir ayrılık oldu. Ha­ sanoğlan'a geldiğimde buruktu içim, aklım köyde kalmıştı. 1 943-1 944 öğretim yılı. Yüksek bölüm açılalı bir yıl ol­ muş, kurulma aşamasında. Orta bölümle iç içe ... Enstitü or­ tamındayız gene. Yöre de, yapılanlar da yabancım değil. Trakya boşaltılırken, Hasanoğlan köyüne göç etmişti Kepir­ tepe. Dokuz ay köy camisinde, okulunda, alana kurulan ça­ dırlarda kalmıştık. Köyün çamaşırlığını, yunağını, çeşmesini biz yapmıştık. Sonradan öbür enstitülerden gelen ekiplerle biz kurmaya başlamıştık burayı. Bir hayli gelişmişti şimdi. Bizden önce gelen Çifteledi, Kızılçullulu ağabeyler bilgi veri­ yorlardı bize. Ankara yüksek okullarından, Gazi Eğitim'den, Ziraat Fa­ kültesi'nden, Konservatuvar'dan, Dil Tarih'ten geliyordu yüksek bölüme öğretmenler, doçentler, profesörler. Kimi za­ man, gece yapılıyordu dersler. Kimi zaman da, kumanyaları4

mızı yanımıza alıp biz gidecektik fakültelere, Eğitimbaşı Tah­ sin Baba'yla. Üniversite öğrencisi olmuştuk düpedüz. Bir düş gibiydi gözümüzde üniversite. Boz urbalarımız, postallarımız­ la Dil Tarih'e, Ziraat Fakültesi'ne, Konservatuvar'a gitmek hoş olacaktı. Kırdan kente açılıyorduk. Yeni yeni kurulan bir yüksek bölüm işte. Yaza, kendi bi­ namızı da yapacaktık. Yeterince profesör, öğretmen bulundu­ ğunda Hasanoğlan'da yapılacaktı dersler. Koşulları beğenme­ yip geri dönen arkadaşlar oldu. Dönmekle dönmemek ara­ sında, bir süre gidip geldim ben de ... Cumartesiydi o gün. Her enstitüde olduğu gibi eğlence vardı büyük yemekhanede. "Ankara'dan Milli Eğitim Bakanı, Genel Müdür Hakkı Tonguç, daha pek çok önemli konuklar da geliyormuş. " İçim kapalı ama gitmemek olmaz. Arkadaşım Hüseyin Orhan'la yemekhaneye gittik. Orta bölüm, yüksek bölüm öğ­ rencileri hep orada. Öğretmenler de. Yönetici Hürrem Ar­ man, konuklara "Hoş geldiniz" deyip bir iki söz ettikten son­ ra davul gümbürdedi. Güzel zeybek oynuyordu Kızılçullu'dan gelenler, harmandalı oynayanlara da diyecek yoktu. Çifte­ ler' den gelenlerin, Karadenizlilerin renkli, hareketli oyunları herkesi coşturdu. Türkülere geçildi sonra. Gözleri ışıldıyordu konukların, çok hoşnuttular. Tonguç'un sesi duyuldu bir ara: "Başaran nerede? Çıksın bir şiir okusun bakalım bize." Bir Atlıya adlı koçaklamamla, Halı adlı güzellemem çok seviliyordu o günlerde. Hep yaptığı gibi, beğendiği şiirleri ce­ binde gezdiriyor, gittiği yere de götürüyordu Tonguç. Ortaya çıktığımda: "Bir Atlıya! Bir Atlıya ! " sesleri yükseldi. Bakan kor gibi gözleriyle karşımdaydı. Heyecanlanmıştım. Selam vererek başladım:

Rüzgara vurunca sazdan bir eyer, Alevli dizginler gerilmelidir, Dağlar eğilmeli deprenmeli yer, Hedefe ilk hızda erilmelidir. .. 5

Tutulup kalmıştım, sonrası aklıma gelmiyordu. Zor du­ rumdaydım. Tonguç yerinden kalkıp bana doğru geldi. Ce­ binden çıkardığı kağıdı uzatarak, "Al buradan sürdür," dedi, "olur böyle şeyler, bozuntuya verme... " Okudum okumasına, okudum ama ... Ter basmıştı her ya­ nımı sıkıntıdan. Başım uğul uğuldu, güçlükle yerime geçebil­ dim. İlk kez başıma geliyordu böyle bir şey. Hem de bakanın önünde. "Yarıl yer, gireyim" diyordum içimden. Şenlik süre­ since içim içimi yiyor, bakanın olduğu yana bakamıyordum. Dağılma başlayınca dışarıya fırladım. Yönetim yapısının önünde, arkamdan seslendiler; bakan beni çağırıyormuş. Gözlerimin önü karardı. Keşke... Büyük salona girdiğimde, yaprak gibi titriyordum. Hasan Ali masa başında yalnızdı. Güler yüzle: " Geç otur şöyle karşıma oğlum" dedi. Anlayışlı, babacan biriydi. Kalın kaşlarının altından kor gibi parlıyordu gözleri. İçim yatışmıştı. Karşısında oturdum. "Yüksek bölüme yeni gelenlerdensin galiba. " "Evet efendim! " "Hangi enstitüden? " "Kepirtepe'den efendim, Trakya'dan. " "Şiirlerini beğendim. Halk şiirlerini seviyorsun anlaşılan. Aksiliğe boşver. Kalabalık önünde herkesin başına gelebilir. Zamanla aşılır her şey. Hem daha yakından tanımak, hem de küçük uyarılar yapmak için çağırdım seni. Benim oğlum Can da şiir yazıyor. Bir gün tanışırsınız. " Beni rahatlatmak için söylüyordu herhalde. "Biliyorsun, ben de öğretmenim, ama yıllardır derslikten uzak kaldım. Seni dinlerken öğretmenlik damarım kabardı. Şu şiiri bir de beraber okuyalım Başaran'la dedim. Bir metni güzel okumak, kimi kurallara uymayı gerektirir biliyorsun. Size de öğretilmiştir kuşkusuz Türkçe derslerinizde bunlar. Sanırım heyecandan tonlama, ulama, vurgulamalar pek iyi olamadı. Şimdi bir de diz dize, beraber okuyalım o şiiri. Na­ sıl başlıyordu ? "

6

Sevecen bakışları, yumuşak sesi sıkıntımı dağıtmıştı. Baş­ ladım: " Rüzgara vurunca sazdan bir eyer" "Hah, işte böyle, doğal bir sesle söylemeli. Manzume okuyan ilkokul çocukları gibi değil. Kötü bir alışkanlık halin­ de sürer okullarda o manzume okuyuşu. Güzel bir şiir bile berbat edilir kimi zaman. " Bir de o okudu dizeyi: "Rüzgara vurunca sazdan bir eyer" Kalın sesiyle ne güzel okuyordu. Hakkını alıyordu bütün sözcükler. Geri kalan on bir dizeyi, vurguları, ulamaları, ton­ lamaları üzerinde dura dura yeniden okuduk. Sonunda, ken­ dim bile beğendim okuyuşumu. "Aferin! Çabuk kavrıyorsun. Beğendim öğrenciliğini, sen­ de iş varmış ha! Bu da, Hasan Ali'nin yıllarca derslikten uzak kalmış ama onun özlemini duyan bu deneyimli öğretmenin dersi olsun sana ... Taa, İzmir'de öğretmenliğe yeni başladığım günleri anımsattın bana." Takıldı bir de: "Gün gelir, ben Başaran'a ders vermiştim diye övünebili­ rim belki. Ne dersin? " "Sağolun efendim. Bakanımız Hasan Ali bana ders verdi diye, asıl ben, yaşamım süresince övüneceğim. " Güldü. " Geçelim bunları yahu! Derdim bu değildi, biraz söyleş­ mek istemiştim seninle. Nerelisin evladım? Anan, baban, kar­ deşlerin var mı? Geçim durumunuz nasıl? Savaşa girmeden savaşı yaşadı, boşaltıldı, perişan oldu Trakya. Basbayağı bir bozgundu o. Zaten çilelidir Rumeli insanı. Kendini tanıt bi­ raz bana." Dokuz yaşıma değin kırlarda yalınayak çobanlık ettiğimi, bayramdan bayrama soframızın et dat gördüğünü, ancak enstitüde katıksız buğday ekmeği yiyebildiğimi anlattım. Sa­ vaş yıllarında durum daha da kötüleşmişti. Hele ki Trakya boşaltılınca... Bizimkiler bir yere gidememişlerdi, otuz altı ay-

7

dır askerdi ağabeyim. Köyden, nasıl bir hava içinde ayrıldığı­ mı da söyledim. "Beş kardeşiz. Büyüğüm asker, ben de buradayım. Geri­ de, ilkokulu yeni bitirmiş iki kız kardeşim, bir de altı yaşında erkek kardeşim var. Onları düşündükçe, burada kalıp kalma­ ma ikircimliğini yaşıyorum... " Sustu kaldı bakan öğretmenim, sorduğuna pişman olmuştu galiba. Yeniden gözleri ışıdı sonra: "İki de kız kardeşim var mı demiştin? " "Evet, ilkokulu yeni bitirdiler. Elleri orak, çapa tutmaya başladı diyor babam. İşler onların omuzlarına kaldı. " Bir suskunluk uzadı aramızda. "Bak evladım, " dedi öğretmenim sonra, "hemen bu gece babana mektup yazacak, kız kardeşlerinin Kepirtepe Köy Enstitüsü'ne götürülmelerini istediğimi bildireceksin. Yarın müdür İhsan Kalabay'a telgraf çekeceğim ben de. Enstitüye alalım, o kızları da kurtaralım Başaran. Keşke tüm köy kızla­ rını kurtarabilsek ... Unutma, izleyeceğim. " Kalktı. Elimi sıkarak, "Kızlar, ah bu köy kızları! Keşke enstitülere daha çok kız alabilseydik " dedi. "Asıl okumaları, kurtarılmaları gereken onlar çünkü. " Beş, altı yaşlarından beri kırda bayırda işe koşulan kar­ deşlerimi düşündüm. Çocukluklarını bile yaşayamamışlardı. Oyun, eğlence bilmezlerdi. Dersleri iyi sayılırdı. Ah, enstitüye bir girebilseler, dersliklerde, işliklerde yüzlerine kan gelse, bir şeyler öğrendikçe gözleri ışısaydı. Onlar da türkü söylese, ha­ lay çekseydi şenlik akşamlarında ... O gece düşümde Kepirtepe' deydim: Ana yapının girişinde, yöneticimiz İhsan Kalabay'la karşı­ laştım. Kucaklaştık. Çok sevinmişti beni gördüğüne. Odasına gö­ türdü. Nazmiye Hanım'a çay söyledi. Hasanoğlan'ı sordu: "Enstitülere öğretmen bulmak hala sorun. Ama sizler ye­ tişince ... " 8

"Yüksek bölümün de öğretmen sorunu var. Ankara'nın burnu dibinde, ama gelmiyormuş profesörler... Bir iki gönül­ lü var yalnız. Çoğu derslerde, biz gidiyoruz ayaklarına ... Boz giysilerimiz, altı kabaralı postallarımızla bir girdik mi Dil Ta­ rih'e, tüm gözler üzerimizde. Kimileri alaycı, kimileri ... Daha tanımıyorlar enstitüleri. Başka bir dünyadan gel­ mişiz sanki. Yalnız, doçentlerden biri, 'Ben Hasanoğlan'ın bulgur pilavını, Ankara'nın baklavasına tercih ederim' di­ yormuş. " "Şimdi sıkı dur Başaran . . . " dedi Kalabay. "İki yeni öğ­ rencimiz var, onları getirecek Nazmiye Hanım. " Kapı açıldı ve . . . Gözlerime inanamadım. Mavi enstitü giysileri içinde, kardeşim Remziye ile Meryem. Bir de yakış­ mış ki yeni giysileri. Enstitünün karavanası yaramış onlara. Kavruk yüzleri değişmiş; canlanmış, kendilerine gelmişler. Gözlerim dolmuştu, zor tutuyordum kendimi. Elimi öptüler: "Sayende cenneti de gördük" dedi Remziye yavaşça. Bir komisyon kurulup sınavdan geçirilmişler, durumları iyiymiş. Gülerek, İhsan Kalabay: "Sen gittin, ama yerine iki Başaran daha kazandık" dedi. Kalk kampanası vururken gözlerimi açtım. Ne güzel düş­ tü, ah be, keşke gerçek olsaydı. Hasan Ali öğretmenimin de­ diği gibi kurtulmuş olsalardı kardeşlerim de . . . Yazık ki, ger­ çekleşemedi bu düş. En son köye gittiğimde, ikisi de evlenmişti kardeşlerimin. Biri yakın köye gelin gitmişti. Büyüğü köydeydi. Az sonra, başı gözü sarılı karşıma çıktı. Kocası dövünce baba evıne kaçmıştı. Babam, derin derin içini çekti: "Ah o Yücel Baba, ah! Şu kızlar kurtulacaktı, ama yok­ sulluğun gözü çıksın. Ağan askerde, Hüseyin küçük, sen . . . Sırtımızda her gün ateşten gömlek. Kötü sıramıza geldi. Gö­ türemedik Kepir'e. Ziyan ettik kızları, öğretmen olacaklardı şimdi, sürünmeyeceklerdi böyle. " Ah, ah diyerek ölünceye değin dövündü babam . . . 9

Köy köy dolaşıp enstitüye 26 kız, 63 erkek öğrenci seç­ mek olağanüstü bir olay savaş yıllarında. Yokluk, yoksulluk, ağır savaş önlemleri, köyler zor durumda . . . İşte o ortamda, 89 köy çocuğunu kurtarmak Milli Eğitim Bakanı için büyük mutluluk. Nasıl teşekkür etmesin Maarif Müdürü Fazıl Gö­ nen'e . . . , .·

H ?'LICI ' ll!!"

T.C..

MAAllf ... . ...

. .

.. 'ntftl --

' ; .. ·�

�-

Fazıl Gönen'e teşekkür yazısı

10

....

.

26SııW

!

.•,. .. .-...

19Ct

Yıllardan Sonra Hasan Ali Yücel'le Görüşme

Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'ne ilk geldiğim yıl hani önünde şiir okurken teklemiştim ya ... O günden sonra, " Öğ­ retmenim Hasan Ali" diyordum unutamadığım bakanıma. Çekmiş bir kenara, bir güzel ders vermişti bana. Babacan davranışı, kalın sesi hiç çıkmaz aklımdan. Aradan geçen şunca yıl sonra ilk kez görüşecektik, anım­ sar mıydı acaba ? Çok partili yaşama geçiş, en çok onu, ba­ kanken yaptığı işleri vurmuştu. Neydi o Hasan Ali-Kenan Öner davası! Curnhuriyet'in kazanımlarını yok etmek için geçiliyordu sanki demokrasiye... Hoş, geçilene demokrasi de­ nebilir miydi zaten? Amerika'yla yapılan ikili antlaşmaların ardından, soğuk savaş ortamında, Marshall yardımı destekli bir karşı devrimdi başlayan. Yüklenilmiş de yüklenilmişti Hasan Ali'ye ... "Tüm toplu­ mu komünist yapacakmış" neredeyse ... "Köşesine çekilmiş eski bir öğretmen"di şimdi. Kaçırmıyordum Cumhuriyet'te çıkan yazılarını ... Orhantepe'deydi evi. Yol boyunca, dava sürerken çıkan gazete başlıklarını anımsadım: Başbakan Peker: "Köy enstitülerini millileştireceğiz" dedi. "Hasan Ali, Kenan Öner Davası ... " Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer: "Tehlike sanıl­ dığından da büyük" diyor... Ülke sanki bir komünist istilasından kurtarılmaktaydı. Tertipler, düzmece açıklamalar, Hasan Ali'nin koruduğu komünistlerin listeleri yayınlanıyor, göz gözü görmüyordu 11

tozdan dumandan . . . Tüm enstitü çıkışlılara vatan haini gö­ züyle bakılmaya başlanmıştı. "Hasan Ali piçleri" ydi tümü . . . Bunları anımsayarak odasına girdim. Acı yalnızlığını, sıkıntılarını yenmişti. Gözleri ışıl ışıldı ge­ ne. Enstitülere geldiği günlerdeki gibi capcanlıydı ama saçla­ rı, kalın kaşlarının ucu kırlaşmıştı biraz. Hasanoğlan 'daki görüşmemizi anımsamıştı: "İkimiz de suçluyuz, " dedi, "yazık ki kız kardeşlerini kur­ taramadık. " "Kurtardık sandıklarımız da, kurdun ağzında efendim ... Başımıza gelenler... " Acı acı gülümsedi. Köşesinde yazılarını yazıyor, kitapları­ nı hazırlıyordu. İş Bankası Yayınları'nın danışmanıydı. "Bunca yıldan sonra, sen ne durumdasın? Neredesin ne yapıyorsun şimdi? " "Boyuna uğraşıyorlar bizimle de. Soruşturmalar, aranma­ lar, yer değiştirmeler... Gezici başöğretmenlikten öğretmenliğe alındım. Eşim, geldiğim yerde kaldı. Beni İstanbul'da Maarif Müdürlüğü sicil bölümüne verdiler... Tüm köylerde çalışanla­ rın durumları zorlaştırıldı. Ocak bucak başkanlarına, muh­ tarların insafına kaldı her şey... " Heyecanlandı, gözleri doldu: "Bir ihanetler dönemi ... Yüksek Köy Enstitüsü, enstitüler yok artık ... Önce Reşat Şemsettin, ardından Banguoğlu, der­ ken Tevfik İleri ... Yılda bir yazıyorum o konuda, ama hep içindeyim. Kırk altıdan sonra yapılanlar çok ağırdı. Davam sürerken sokağa çıkamaz olmuştum. Aynı parti içinde iktidar değişmiş, CHP geçmişini yemeye başlamıştı. Düpedüz geriye dönüştü. Öğrenim Birliği Yasası 1 948'de delindi. İlahiyat Fa­ kültesi, okullara din dersi ... Yapılanları kırıp döktüler. Dev­ rimlerden ödünler verirsek yerimizde kalırız sandılar. Oy kaygısıyla gerçekleri saptırarak, yıkıcılığı, karalamaları başla­ tan, sinsi Reşat Şemsettin'di ... Demokratlar, Tevfik İleri, onla­ rın başlattığını sürdürdü. " "Evet," dedim, "korkunçtu; sürek avına çıkılmış gibi

1 6.000 kişiye saldırıldı. Yaşamamız zorlaştırıldı. Suçlama öy­ le yaygınlaştırıldı ki, enstitü çıkışlı olduğumuzu bile söyleye12

mez olduk. Baskı, sürgün, kıyım ... Topluca aforoz edilmiştik sanki. Enstitülerden uzaklaştırmak için ertelemeli olduğumuz halde askere alınışımız, dönem sonunda yedek subaydan ça­ vuş çıkarılışımız. Durup durup, sebep olanların boyunları alt­ larında kalsın diye ilendi analarımız." "İlençleri de tuttu değil mi ? Bildiğin gibi, cip devrildi, boynu altında kalarak öldü Reşat. . . Zavallı Reşat! " Düşüncelere daldı. Sonra ağır ağır konuştu: "Atatürk milletin derdini anlamış, çözümlere yönelmiş. Neleri sığdıramadı kısa ömrüne? Ard arda yapılan devrimleri düşün ... Bir tek abece'yi değiştirmek bile ... İnönü de bir yere kadar öyle ... Sonra çok partili yaşama geçilsin diye tavizler başlıyor. Geçmişini yemeye başlıyor parti. Diyorlar ki: Paşa, Hasan Ali'yi bir süre kullandı, sonra kaldırıp bir yana attı. Ben hiçbir zaman düşüncelerimi, doğrultumu değiştirmiş de­ ğilim. Bakan kaldığım sürece, Türk milli eğitimi düşündü­ ğüm gibiydi. Sonradan değiştirildiğine göre ... Halk Partisi'nin idealist unsurları, Kurtuluş Savaşı'ndan gelen kanadı 1 946'da bir yana itildi, yerini, bildiğimiz grup aldı. Beni tutmamakla kurtulacağını sanan parti, ben davamda beraat ettiğim halde, şahsımda mahkum oldu." 1 946 seçimlerinden sonra oluşan meclisin başkanı Kazım Karabekir'le yardımcıları Şemsettin Günaltay'ın, Feridun Fik­ ri Dünsal'ın Hasanoğlan'a gizli soruşturmaya gelişlerini an­ lattım. Üç kara arabayla gelmiş, önce güzel sanatlar dersli­ ğinde öğrencilerle başlamışlardı soruşturmaya. Enstitü düş­ manlarının uydurmalarıydı sorulanlar... Sonra öğretmenler kantinine geçilmiş, orada sürdürülmüştü soruşturma. Öğren­ ci başkanı olduğum için, yöneticiler yanında beni de katmış­ lardı gizli soruşturmaya. Enstitülerin yazgısı, soruşturmada varılacak kanıya bağlı olacaktı ... İlk kez duyuyordu. O gün bir de, "her birinde birer ma­ nifesto bulunan öğrenciler gizli listesi " verilmişti sorgucula­ ra. Çok ilgilendi Yücel, korkunçtu gerçekten. Bir yerlerde hazırlanmış bir senaryo uygulanıyordu anlaşılan. "Belki İnönü'nün de haberi yoktur bundan" dedi. Soruları dinle­ dikten sonra şöyle sürdürdü: 13

"Karabekir nasıl girmiş meclise de başkan olmuş? Ata­ türk'ün gününde sokulabilir miydi ? Daha 1 925'te karşı parti kurmuşlardı. Devrimlere, hilafetin kaldırılmasına olmazlanı­ yorlardı. Harf devrimine de karşıydı, İslam alemiyle aramız açılır diyordu. Atatürk'ün yerinde gözü vardı Karabekir'in. Savaş ılınırken iyiydi de, sonra ... Yazdığı İstiklal Savaşı adlı kitabın, Atatürk tarafından çizilerek okunmuş ve sayfa ke­ narlarına notlar düşülmüş bir nüshası var bende. Atatürk vermişti. Çok enteresan. Zamanı gelince, Türk Tarih Kuru­ mu'na vereceğim. Günaltay'a gelince . . . Koyu bir meşrutiyet islamcısıdır o. Başına sarık sarmış, o sarığın kıvrımları beyin kıvrımlarına karışmış bir saftadır. Dil kurumunun bir toplantısında, kendi eliyle oraya yerleştirdiği adamlar fena hücum ettiler buna. O konuda haksızdılar, müdafaa ettim. Toplantı sonunda ar­ kamdan geldi: Hayranım sana Hasan Ali, dedi, bir kahvemi içmez mi­ sin ? Peki dedim, hayransın madem, niye ötede beride aley­ himde konuşuyorsun? Bizi yıkan Hasan Ali olmuştur diyen sen değil misin? İnkar etti. Ama dedim, bunları söylediğin za­ man Lütfi Kırdar, Fahrettin Kerim yanında değil miydi ? Bo­ zuldu, susup kaldı. Bir keresinde de düştü ardıma: Hasan Ali, böyle inaktif ka­ lamaz senin gibi bir adam, İnönü'ye söyleyeyim, sever seni, aramıza gel, tekrar ön saflarda beraber çalışalım diye tutturdu. Böyle bir adamdır o. Daha sonra, böyle bir softanın baş­ bakan oluşu talihsizliğidir Atatürk Cumhuriyeti'nin." "Feridun Fikri mi size hiyerarşiden, ahlaktan söz açan, ahkam kesen? Karabekir partisinin adamlarındandır o da. O sözlerden ne anladığını, kendisinin de ne olduğunu, pek çok kere ortaya koymuştur. Milletvekili seçilemeyince Şeker Şir­ keti'nde yönetim kurulu üyeliği koparabilmek için çalmadığı kapı, yalamadığı yer kalmamıştır. " "O, sözünü ettiğin milletvekilini pek bilmiyorum. Belki de, o gizli liste işinin tezgahlayıcısıdır. Anımsadığıma göre, ırkçıların arasında vardı o adda biri. Yapmıştır maşalığını ... " 14

Söz, Yüksek Köy Enstitüsü çıkışlıların askere alınarak ça­ vuş çıkarılmalarına dayanmıştı. Yüzünden bir bulut geçti: "Kötülerin kolay bir zaferidir bu" dedi. "Günahsız, sa­ vunmasız kişilere asılsız suçlar atarak, onları sinsice arkadan vurmak. Bizim engizisyon da böyle çalışıyor işte. İtiraz, sa­ vunma, başvuracak yer yok. Olayı çok iyi hatırlıyorum. Dav­ ranışlardan, çavuş çıkarılacaklarını anlayan arkadaşlarınız, kalkıp umut diye bana geldiler o zaman. "Aman, çare baka­ nım" dediler. Çok canım sıkıldı anlatılanlara. Kalktım, Cum­ hurbaşkanı'na gittim. Paşa dedim, zulüm bu. Mani olmalı, bir şey yapmalı. Ne suçu var bu çocukların? Gidiyorlar, kur­ ban ediliyorlar. On yaşından beri ellerimizde büyüdüler. Ens­ titülerde, yüksek bölümde bizim ellerimizdeydiler. Varsa bir lekeleri, kusur bizdedir. Tertemiz köy çocukları bunlar . . . Yok canım, olmaz öyle şey dedi İnönü. Genelkurmay Baş­ kanı'na gönderdi beni. Gittim, masası başında dalgındı Salih Omurtak. Komşumdu bir zamanlar, iyiydi yakınlığımız. İnö­ nü'nün yanından geliyorum diyerek, meseleyi tüm açıklığıyla anlattım. Uzun uzun, işin iç yüzünü izah ettim. Peki dedi, meşgul olacağını söyledi. Sonra gene dalıp gitti. Önemli bir şey düşünüyor herhalde dedim kendi kendime. Ama garibime gitti hali. Öyle uyur gi­ bi. Unutulmuştum oturduğum yerde. Geçip gitmişti kendin­ den paşa. Tam izin isteyip kalkmaya niyetlendiğimde, beni yeni görmüş gibi: Bir emrin mi var Hasan Ali diye coşmasın mı ? Tuttum bir kez daha işi ta başından anlattım. Dinliyor gö­ rünüyordu, hatta notlar alırmış gibiydi. Ama güvenim kal­ mamıştı, geçip geçip gidiyordu Paşa . . . Meğer bunama hasta­ lığı başlayalı epey oluyormuş. Biz bilmiyorduk tabii. Belki İnönü de bilmiyordu. Orada oturduğum sürece, meşgul sanı­ yordum ben hep. Ayrıca not falan da bırakmıştım ama . . . " Demek, kötülüğün, geriliğin hıncına, "hastalık" yardım etmişti. Ne denir? Hayli geç olmuştu. Gideceğim yer uzaktı. İzin istedim. 15

1

��� ....&...

IJ:� �

r··��. t- � : ..... '-'�/' J '.; �, "- .6..01A ......M,Jl;.f,. � � '. � � �·--«-- t�'s;_

/j:i.'.... ,..,.:.

1e+'

'



p··'!.;....

........:. .,er�� "j.,�. w. .

.....

. ......- &.

.(._

.

.t.-- ZLtt-....