132 94 4MB
Turkish Pages 270 [271] Year 1999
turgut
AHPiNflB
TürHler' i n
Din ve Hukuk
Tarihi
TURGUT AKPINAR • Türkler’in Din ve Hukuk Tarihi
T U RG UT AKP1NAR 1928’de Samsun'da doğdu. 1 9 5 2 ’de İstanbul H uk uk Fakültcsi'nden m ezun oldu. Hakimlik stajının ardından tayin edildiği Beytüşşebab Hakim Muavinliği’nden istifa etti; m üfettişlik sınavlarını kazanarak Türkiye İş Bankası’na geçti. 1958’de banka tarafından “Ticaret ve Banka H ukuku” alanında doktora yap mak üzere gönderildiği Almanya’nın M ünih Ünivetsitesi’ndeki eğitim ini 1962’de ta mamlayarak yurda döndü. Doktora tezi ve bazı makaleleri Almanya'da yayımlandı. İş Bankası Genel Müdüriüğü'nde çeşitli görevlerde bulundu ve İstanbul Bölge H u kuk Müşaviri iken 1980'de emekli oldu. Turgut Akpınar yayın dünyasına 1950'de Cumhuriyet gazetesinde açılan "Yurt Yazılan’’ yarışmasında, baba ve ata memleketi olan Amasya hakkında yazdığı "Yeşil Amasya'nın Kara Kaderi” isimli sam im i bir ta rih hasreti ile dolu yazıyla kazandığı bir ödülle girdi. Bankalar ve Devlet (1 9 66) kita bı, Banka ve Ticaret H ukuku Araştırma Enstitüsü tarafından yayımlandı. 1967’de M illiyet gazetesinin açuğı “D inin Türk Toplumuna Etkileri" konusundaki yarışmada ikincilik ödülünü kazandı. 1971’de Türkiye Bankalar Birliği tarafından Batı A lm anya Kredi İşleri Kanunu adlı kitabı yayımlandı. En önem li eseri Türk Tarihinde İslâmiyet (1993) İletişim Yayınlan tarafından yayımlandı.
İletişim Yayınlan 528 • Tarih-Politika Dizisi 20 ISBN 975-470-729-4 © 1999 İletişim Yayıncılık A. Ş. 1. BASKI 1999, İstanbul (1000 adet) Ümit Kıvanç Fatoş Gencosman KAPAK RESM İ 1500’lü yıllara ait bir İran gravürü, “M üslüm anlann C enneti” KAPAK FİLMİ Diacan Grafik D İZG İ Remzi Abbas U YG U LA M A H üsnü Abbas DÜ ZELTİ Seçkin Oktay M O N TAJ Şahin Eyilmez KAPAK BA SK ISI Sena Ofset İÇ BASK I ve C İLT Şefik Matbaası D İZİ KAPAK TASARIM I KAPAK
İletişim Yayınları Klodfarer Cad. İletişim Han No. 7 Cağaloğlu 34400 İstanbul Tel: 212.516 22 60-61-62 • Fax: 212.516 12 58 e-mail: [email protected] • web: www.iletisim.com.tr
TURGUT AKPIN AR
Türkİer’in Din ve Hukuk Tarihi Üzerine Makaleler
İ ç in d e k il e r
Ö nsöz..........................................................................................................7 BİRİNCİ BÖLÜM
Dinî Konular 1. Eski Türhler’in Dini Tek Tanrı İnancı M onoteizm miydi?
9. 11
2. İslâmiyet Yerine Millî Bir Türk Dini Öneren Bir Yazar: A. İbrahim ................................................................... 26 3.
“Halk Dini, Halk İnancı” Kavramları ve Tarikatler............. 33
4. Din Sosyolojisi Açısından: Halk İnancı ve Tarikatlerin Doğuşu Hakkında D üşünceler............................. 50 5. Eski ve Bugünkü Türkler’de Su-Kültü ve Bununla İlişkili  detler................................................................ 59 6.
Domuz Eti Yeme Yasağı ve T ü rkler..........................................82
7. Dünyada ve Türkler’de A ğza Alınm ası Yasak (Tabu) Kelimeler 8. 9. 10.
95
İlginç Bir Âdet: Cinsel Konukseverlik....................................112 Ziya Gökalp Hakkında Dinsizlik İddialarıve N edenleri
123
Yezidilik: Yezidiler Şeytana mı Tapar?...................................137
11. Ölm ekte Olan Bir Din: Yezidilik ve İlgi Çekici İnançları, Â detleri..............................151
İKİNCİ BÖLÜM
H ukukî Konular
179
1.
Bugünkü H ukuk Açısından Osmanlı Kanunları.................. 181
2.
Osmanlı Adaletnamelerinin H ukuki M ahiyeti.....................198
3. Fatih’in Teşkilat Kanunnamesinin M evsukiy e tinden Şüpheler ve Bunlar Üzerinde Bazı D üşünceler.................... 216 4. Fatih Kanunnamesinin M evsuk Olmadığını İleri Sürerek Bizans Tesirini Reddeden Osmanlı Saray Teşrifatı Hakkında Bir E ser
..................... 229
5. Yavuz Sultan Selim ’in Kanunnamesi Bulundu ve Moskova'da Yayınlandı..............................................................235 6.
M odem H ukuk ve îfta Müessesesi......................................... 246
7. Tarihte Sigorta ve Yurdumuzda Sigortaya Dair İlk Fetvalar..................................................................................249 8.
Kitap Eleştirisi: Osmanlı H ukukunun Yapısı....................... 261
Ö nsöz
Ç eşitli yerlerde araştırm aları yayım lanm ış h e m e n b ü tü n yazar lar, bu çalışm alarının b ir araya getirilm esini isterler. Bu istek, özellikle yaşlanm ış olanlarda belirgin b ir hal alır. Böylece o n lar belki de k en d ilerin d en geriye b irşeyler kalm asını beklerler. Bu kitab ın y ay ın lan m asın ı ço k istem em in galiba asıl n ed en i budur. “K u zguna y av ru su şa h in g ö rü n ü rm ü ş .” T abiî h e r m ü e llif k endi yazdıklarını az çok b eğ en ir ve b aşkalarınca da beğenil m esini bekler. Bu ü m id i onlara çok görm em elidir. Yazılarımı g örm üş olanlar, ilgi alan ım ın n e k ad ar geniş ol d u ğ u n u hem en farketm işlerdir. F ak at aslında b en im ilgi ala n ım geniş fakat dağınık değildir. İnsanlığın en ilkel b ir yaşam d an başlayarak, m edenîleşm elerini, çeşitli k ü ltü rle r yaratm ala rını, bu k ü ltü rle rin h er b irin in n itelik lerin i özellikle T ü rk le r’in k ü ltü r dünyasın d ak i yerini çok m erak eden ve b u n la rı öğren m ek için yıllardır u san m ad an o k uyan b ir insan ım . Geç sayılsa da so n radan b u o k u m aların sağladığı b irik im in b ir k ısm ını ya zıya dökm eye başladım . Bu n ed en le el attığım k onular, profes y onel ilim ad am ları için ço k g en iş g ö rü n m e k te d ir. “İslâm i yet’in T ü rk T arihindeki E tkileri” k o n u su n d a çalıştığım ı k e n d i sine söylediğim de, b u g ü n M ü n ih Ü niversitesi T ü rk o lo ji Enstitü sü ’n ü n başın d a b u lu n a n , o zam an k i genç asistan , d o stu m
Prof. Dr. Majer, haklı olarak, bu k o n u n u n çok geniş o ld u ğ u n u ileri sü rm ü ştü . K endisi sadece O sm anlı İm p arato rlu ğ u ’n u n 17. yüzyılı ile m eşgul o ld u ğ u n u belirtm işti. Ben cevaben vaktiyle Radloff’u n “O rta Asya T ürk leri Ü zerinde İslâm ’ın E tk ileri” k o n u su n d a d o k to ra tezi hazırladığını, ve böyle geniş bakış açıla rının beni cezbettiğini söyleyip aynen “Tarih b ir d o ğ u m günü pastası değildir ki bu kadar (sadece O sm an lı’m n 17 asrı) k ü çü k parçalara bö lelim ” diye b ir espri de yapm ıştım . Kısaca söylersek, b en im arsız ço cu k lar gibi, ta rih in çeşitli m ey v elerin i d işley ip d işley ip ta d ın a b a k ıp b ıra k m a m biraz okum a iştah ım ın fazlalığından ileri gelm ektedir. Bu davranış b ir hata ise de, A lm anlar’ın dediği gibi, “Irren İst m en sch lich ” (yanılm a insana m ah su stu r)! “T ü rk ler’in din ve h u k u k tarihi ü zerin d e araştırm alarım ı bir araya getirirken d u y d u ğ u m en b ü y ü k tered d ü t, bilgi ve özel likle ileri sü rü len fikir ve tezlerde tam bir u y u m sağlam a g ü ç lü ğ ü n d e oldu. B unun n edeni in san ın zam an içinde fikirlerinde ve bilgilerinde farklı ö lçüde de olsa gelişm e ve d eğişm elerin m eydana gelm esidir. B unu d ü şü n e re k yazıların yayım landığı yer ve tarihler belirtilm iştir. Benim yazdığım k o n u ların profesyonel a raştırıcıların ın , bu incelem eleri “am atörce” b u lu p gülüm sem eleri veya cüretkâr bir am atörün kendi alanlarına tecavüzü olarak g ö rü p hiddetle kar şılam aları, zam an zam an yaptıkları gibi, beklenir. Benim asıl beklediğim ise norm al o k u y u c u n u n , u zm an ların d ar çerçevelerinden dışarı laşabilen, geniş açılı g ö rü şler ğetiren yazarlara ilgisidir. Bu k itab ım a da, İletişim Y ayınları’nda çıkan telif ve çeviri k itaplarım a olduğu kadar b ir ilgi gösterilir se, bu bana yeter.. Turgut A kpınar İstanbul, Sahrayı Cedid, 11 Ocak 1999
BİRİNCİ BÖLÜM
Dinî Konular
1. Eski Türkleşin Dini Tek Tanrı İnancı mıydı?*
I. Giriş T ü rk ırk ın ın ve kavim lerinin zam an ve m ek ân için d e ne k ad ar yaygın olduğu bilinen b ir gerçektir. Bu k avim lerin b ir kısm ı, çoğu b u g ü n dahi v arlıklarını sü rd ü ren , dolayısıyle m ahiyetleri bilinen dinleri kabul etm işlerdi: M usevilik, H ıristiyanlık, Bu dizm , M aniheizm vd. F ak at b u d in le r bir bakım a yabancı ka vim lerin dinleri olup, çeşitli k ü ltü rel etkiler so n u c u T ü rk le r’ce kabul edilm işlerdi. Acaba b u d in lerd en başka T ü rk le r’in öte den beri inandıkları, ve b ir nevi “m illî d in ” sayılabilecek bir d in leri de yok m u y d u ? Bu k o n u d a k i sorular, acaba T ü rk le r arasında Totem izm var m ıydı diye başlam aktadır. Bilindiği gi bi, T ü rk le r’in en eski d in lerin d en b ah sed ilirk en zam an zam an Totem izm ’den söz edilm iştir. Bu m eselelerde ne k a d a r d ikkatle k o n u şu lu p , yazılm ası gerektiğine F razer ve özellikle D ü rk h e im gibi bilginlerin önem le ü zerin d e d u rd u k la rı Totem izm k o n u su güzel b ir ö m e k teşkil edebilir. Totem cilik, Ziya G ökalp kanalıyla y u rd u m u z d a çok ilgi uyandırm ası* seb eb iy le b ilin m ekte olup bizim araştırm am ızın d ışın d a kalm aktadır. Fakat (*) T ürkoloji Kongresi Tebliği, 1981.
şu k adarını söylem ekle yetinelim ki, b u g ü n artık b ilim âlem in de eskiden olduğu gibi, Totem izm , d in lerin gelişm elerinin ba şındaki şekli yani en ilkel d in şekli olarak kabul edilm em ekte, daha çok sosyal ve özellikle sihirsel y ö n ü ağır basan b ir to p lum sal k u ru m olarak kabul edilm ektedir.1 Şam anizm için de, b en z e r b ir d u ru m vardır. U z u n zam an T ürkler’in m illî dinlerinin Şam anizm olduğu tezi h ü k ü m sü r m üştür. Öyle ki eski nesillerin okullarda ilk öğrendiği h u su s lardan biri b u idi. İlm i yayınları takip etm eyen geniş kütleler için bu tez bu gün de geçerli sayılm aktadır. H albuki bu düşünce de artık terkedilm ek zorundadır. Şam anizm , T ü rk ler’in eski di ni olam azdı, çü n k ü Şam anizm b ir din değildir. Ö zellikle Eliade tarafından ortaya atılan ve birçokları tarafın d an k ab u l edilen b u fikre göre, Ş am anlık b ir d in o lm a k ta n ço k “Vecd Tekniği”dir. Bu tatbikat Şam anlar tarafından ru h ların çağrılm ası, k ö tü ru h la rın k o v u lm ası gibi b azı p ra tik g ay eler g ü tm e k te d ir (m esela h a sta lık la rın ted av isi). Ş am an lık b irç o k k av im gibi T ürkler arasında da şüphesiz yaşıyordu fakat T ü rk le r’e m ahsus olm adığı gibi, bir din de değildi. Asıl din içinde sü rd ü rü le n ayrı b ir tatbikattı. A. von G abain gibi, T ü rk tarihiyle y ak ın d an ilgili bilginlerin de kabul ettiği bu fikir,2 son zam anlarda bizde etkili olmaya başlam ıştır.3 O halde, T ü rk ler’in asıl dini neydi?
II. Eski Türkler’in Dininin Monoteizm Olduğu İddiaları Son yıllarda b irb iri a rd ın d a n y ay ın lan an b irta k ım eserlerde4 T ü rk le r’in, d in le rin in İslâm iy et’in k a b u lü n d e n ço k evvel de 1 W ilfried N ölle, W örterbuch der Religionen, M ü n ch en , 1960. 2 Annemarie von Gabain, Einführung in die Zentralasienhunde, D am e,ladt, 1979, s.54. 3
Ibrahim K afesoglu, Eski T ü rk D ini, Ankara 19 8 0 , s.2 2 vd.
4
O sm an Turan, “Türkler ve İslâm iyet”, D .T.C .E D ergisi, C. IV, Sayı 4, 1946; O s man Turan, T ü rk C ihan H â kim iyeti M cjhûresi Tarihi, Istanbul, 1969; Bahacddin Û gel, Türk M itolojisi, Istanbul 19 7 1 , iki cild; B ahaeddin Û g el, T ü r k K ü ltürünün C elisine Çağları, Istanbul, 1971; Ibrahim K afesoglu, E ski T ü r k D ini, A nkara, 1980; Ibrahim K afesoglu, Islâm A n siklo p ed isi “Türkler" M addesi; H ik m et Tanyu, T ü rk D ini Tarihçesi, İstanbul, 1978; H ikm et Tanyu, İslâ m lık ta n Önce T ü rkIcı 'de Tek Tanrı İnancı, Ankara, 1980.
‘Tek Tanrı inancı’, m o n o teizm o ld u ğ u iddia edilm ektedir, işte b u m a k a le n in am acı, b u te z in n e d e re c e g e ç e rli o ld u ğ u n u araştırm aktır. Şim di b u iddiayı ortaya atan ların k im ler o ld u k ları ve m eseleyi nasıl ortaya k o y d u k ları h a k k ın d a p ek kısa bil gi verm ek istiyoruz. M aksadım ız, b u değerli y azarların fikirle rini ned en dolayı kabul edem eyeceğim izi gösterebilm ektir.
A. Osman Turan T arih çilerim iz iç in d e , T ü rk le r’in eski d in in in “Tek T anrı İn an cı” o ld u ğ u n u ileri sü ren ilk m üellif, bildiğim iz kadarıyla, m erh u m O sm an Turan olm uştur. 1946’da Dil ve Tarih Coğraf ya F. dergisinde (C. IV Sa. 4) yayınlanan ve aslın d a d ah a evvel verilm iş bir k onferansın m etn in i teşkil eden bu yazının başlı ğı, “T ü rk ler ve İslâm iy et” idi. Bu yazı d ah a so n ra m üellifin, Selçuklular ve İslâm iyet (İstan b u l, 1971), eserin e de alınm ış ve 1969’da y ay ın lan an T ü rk C ihan H â kim iyeti M efkuresi Tarihi isim li kitabın ın birinci cildinde (s.48-53) ise b u defa k aynak ları da gösterilerek yeni b ir şekilde ortaya çıkarılm ıştır. Eski tarihçilerin ve gezginlerin verdiği bilgilere day an arak , m üellif bu yazılarda, T ü rk le r’in İslâm iy et’in k a b u lü n d e n ö n ce “tek T anrı” in ancın a u laştık larını iddia etm iştir: “G ö k -T ü rk Yazıtla rı ve İslâm kaynakları... İslâm iyet’in yayılm ası sıraların da Şam ani T ü rk ler’in Bir tek T an rıy a in an d ık ların ı ve b u n a binaen bu d in in , din tarih çilerin in ileri b ir inanç m erhalesi olarak k a bul ettikleri, m o n o teist (vahdan iy etçi) b ir seviyeye eriştiğini açıkça gösterm ek ted ir.” Türk Cihan H âkim iyeti Mefkûresi Tarihi’nde ise aynı k o nuda: “XI. yüzyılda İslâm iyet genel ve m illî bir din haline gelinceye k ad ar Şam anilik b ü y ü k göçebe k itleler arasında hâk im b u lu n u y o rd u ... H u n la r d ev rin d e ‘T anrı’ k eli m esi, hem göğü, hem de uluhiyeti ifade ediyordu. Bu devrin h ü k ü m d arların a verilen ‘Tanrı k u tu ’ unv an ı da T ü rk le r’in İlâhi hâkim iyet telâkkisinin başlangıcının, gökle ilgili o ld u ğ u n u ve Tek Allah ln a n c ı’na d oğru b ir tek âm ü lü n m evcudiyetini göste rir. N itekim G ök -T ü rk ler d evrinde gökle alâkalı olm akla bera ber, m ücerret m anâsı ile, tek b ir T anrı’n ın varlığı inancı m ey
dana çıkm ıştı. G erçekten O rh u n K itabeleri yer, gök ve b ü tü n m a h lû k la rın yaratıcısı, in sa n la rın iyi k ö tü k a d e rle rin i tayin edici bir Tanrı fikrinin artık teşekkül ettiğini g ö sterm ek ted ir” diyerek iddialarını pekiştirm ektedir. D eğerli tarihçim iz O sm an Turan’m b u yazd ık ların ın etkisi n in geniş o ld u ğ u n u , so n rad an b u nevi iddialarda b u lu n a n ve bu tezi gittikçe artan b ir cü r’etle ortaya atan tarih çiler ve ilâhi yatçıların çıkm ış o lm asın d an anlam aktayız. Bilindiği gibi O. Turan, özellikle Selçuk Tarihi ü zerinde, b ü y ü k b ir u z m a n ol duğu gibi, O rta Asya T ü rk Tarihi h ak k ın d a da bazı çalışm aları (O niki H ayvanlı T ü rk Takvim i) olan, araştırm aların ın İlmî se viyesi yanında T ü rk çesin in güzelliği ile de d ik k ati çeken bir bilim adam ıydı ve yazdıkları özellikle o yıllarda Batı’da da izle niyordu. B ütün bu sebeplerle o n u n bu k o n u d a yazd ık larının da etkisinin geniş olm ası tabiî idi. Sonradan tek Tanrı tezini cesaretle ortaya atanların b ü y ü k ö lçüde b u etki a ltın d a k aldık larını sanıyoruz.
B. B ah aed d in Ögel T ü rk ler arasında İslâm iyet’ten önce de Tek Tanrı ln a n c ı’nın m evcut o ld u ğ u n u ileri sü ren diğer b ir tarih çim iz B ahaeddin Ö gel’dir. Son yıllarda birb iri ard ın d an yayınlanan eserlerin d en özellikle Türk K ültürünün Gelişme Çağları ism in i taşıyanında bu fikirlerini gayet açık şekilde ortaya atm aktadır: “T ü rk le r d isip lin li b ir h a y a t ve to p lu m d ü z e n le ri y ü z ü n den, “Tek T anrı” d ü şü n cesin e çok erk en çağlarda erişm işler di... Tek Tanrılı d in ler ancak y üksek İçtim aî b ir seviyeye eriş m iş m illetlerde g ö rü lü rd ü , b u da ta rih ilm in in değişm ez b ir kaidesidir. Ayrıca b u o lg u n lu k , in san d ü şü n c e sin in erişebile ceği en son m erhaledir. “T ü rk le r’de Tanrı anlayışı d a gelişm iş b ir seviyede id i.” “Eski T ü rk Yazıtları gök ile yer ve in sa n lı ğın yaratılışını şöyle anlatıyorlardı: Y ukarıda G ök-T anrı, aşa ğıda Yağız-Yer y aratıld ığ ın d a, ikisi arasın d a k işio ğ lu y aratıl mış. K işioğlunun ü zerin e de atam , am cam B um in K ağan ve İstem i K ağan o tu rm u ş . “G ö k -T ü rk Y azıtları’n d a n a lın m ış
olan bu parça, T ü rk d ü şü n c e ta rih in in en ö n em li b ir belgesi dir. T ü rk ler, g ö ğ ü n k e n d is in e ‘G ö k T a n rı’ d e rle rd i. Bu çok önem li belgeden de çıkarılacağı gibi, gök ile y erin kendileri, yaratıcı değildi. N ihayet o n lar da yaratılm ış b irer k u tsal varlık idiler. E lbette ki b u n la rı yaratan ve b ü tü n b u v arlık ların ü s tü n d e olan ayrı ve k u tsal b ir güç vardı. Bu da, bizim anladığı m ız Tanrı’dan başka ne olabilirdi?" Şim di bu sö ylenenlerden çıkan anlam nedir? Evvelâ Û gel’in de Turan gibi, tek Tanrı d ü şü n cesin i en ileri b ir in an ış m erha lesi olarak kabul etm ekte ve T ü rk le r’in y üksek İçtim aî seviye sine uygun olarak an cak b u n u layık g örm ekte old u ğ u d u r. Yani sadece tüm dengelim m eto d u ile, olsa olsa b u olabilir, gibi bir m antıkla çıkarılan b ir “Tek Tanrı anlayışı” ile karşı karşıyayız ve biz b u n u tarih m etodlariyle bağdaştıram ıyoruz. K aldı ki ya zar, daha son ra k en d i ifadesine zıd g ö rü n e n şeyler de yazm ak tadır: “Eski T ü rk ler’in ‘T anrı’ d ed ik lerin d e ne zam an yaratıcı Tanrı’yı ne zam an ‘Mavi G ök’ü söylem ek isted ik lerin i anlam ak g ü ç tü r.” “T ü rk le r yer ve y eraltı âle m in in b ü tü n ü n e YağızYer, y e ry ü z ü n d e k i k u tsa llık la ra da ‘y er ve s u la r ’ d e rle rd i... G ök-T ürk Y azıtlarının dedikleri gibi, ‘T ü rk Yer ve Suları, T ü rk b u d u n u yok o lm asın diye, b u d u n o lsu n d iye’ o n lara yardım etm işlerdi. T ıpkı T ü rk Tanrısı gibi b ir de T ü rk Yer ve Suları vardı. Yer ve Sular Tanrı değil, sadece bir k u tsallık idiler. Yazıt larda, ‘T ü rk Tanrısı il k u tsal T ü rk ve Yer Suları şöyle d em iş’ şeklinde cüm lelere de rastlan ıy o rd u .” Bu ifadelerin belirttiği d u ru m d a hakiki, m u tlak b ir tek Tanrı’n ın varlığından bahsedilem eyeceğini ilerde göreceğiz. Tanrı’n ın yanındaki diğer İlâhî k u d retlerin Tanrı olm ayıp k u tsallık o ld u ğ u n u söylem ekle, sadece delilsiz b ir iddia ortaya atılm ış olabilir.
C. İbrahim Kafesoğlu Eski T ürkler’de Tek Tanrıcılık tezinin başka bir m üdafii, İbra him Kafesoğlu’dur. Bu tarihçim iz m uhtelif yazılarında özellikle Islâm Ansiklopedist’n in “T ürkler” m addesinde ve Eski Türk Dini
isimli küçük kitabında bu husustaki fikirlerini açıklamıştır: “Bozkır T ü rk to p lu lu ğ u n u n asıl d in i G ö k -T an rı d in i id i.” “G ök-Tanrı itikadının esasları, eski Ç in kayıtları, O rh u n K ita beleri ile diğer T ü rk ve yabancı vesikalardan azçok tesbit edile bilir.” “T ü rk ler’de Tanrı d ü şü n cesin d e m addî g ö k y ü zü n d en , ulu varlığa doğru bir gelişm e d ik k ati çeker. O rh u n K itabelerin de... geçen “K ok-Tangri” tabirinin, gökyüzü o ld u ğ u aşikârdır. O halde eski çağlarda y eryü zü n d e h e r şeyi h ü k m ü altın da tu tan sem anın , bozkırlı tarafın d an Tanrı k ab u l ed ilm iş olm ası mümkündür. Fakat... göğün b ü tü n dünyayı kaplam ası sebebiy le tecessüm ettirilm esine de im k ân olm ayan T anrı’n ın , z am an la gökten ayrılarak m anevi k u d ret halini aldığı anlaşılıyor.” “H er ne kadar G ök d in in in o çağlarında da, T anrı itik ad ın ın b ü tü n tem el prensip lerin e rağm en, kâinatı k aplayan h e r yerde hazır b u lu n an , h er şeyi sınırsız hakim iyeti altın d a tu ta n m addi gökyü zü n ü n , b ü tü n hayatını, varlığını sem aya b o rçlu bozkırlının g ö zü n d e ‘T anrı’ telak k i ed ilm iş olm ası m ü m k ü n ise de, herhalde eski T ü rk ’ü n kafasında, m ekânı göklerde olan, cisim (m adde) haline so k ulam ayan bir tek Tanrı inancı m evcut b u lu n u y o rd u .” K afcsoğlu’n u n b u ifadelerinde d ü ştü ğ ü tezad lar şöyle ö z e t lenebilir. Evvelâ kendisi de eski T ü rk le r’in d in i h a k k ın d a faz la bir şey bilm ediğim izi (azçok şöyle tesbit edileb ilir) h ü k m ü n ü vererek kabul etm ektedir. Buna rağm en bilgi ve belgeler den çok tah m in yolu ile so n u ç la r çık arm ak ta ve gayet kesin h ü k ü m le r verm ektedir. M eselâ G ök-T anrı in an cı için: “Başka hiçbir kavim ile iştirak i olm ayan bu in a n ç ” (G ö k -ta n rı in a n cı) diyerek b u n u n sadece T ü rk le r’e m a h su s o ld u ğ u n u iddia etm e k te (İslâm A nsiklopedisi) h e m e n so n ra da e tn o lo g la rın b u n u n çoban vb. k av im lerin in an cı o ld u ğ u n u b e lirttik le rin i diğer bir yerde de b u n u n O rta A sya’da genel b ir in an ç o ld u ğ u n u yazm aktadır. Ş unu önce k esin o larak b e lirte lim ki bu nevi inançların y ery ü zü n d e çok yaygın o ld u ğ u ve h içb ir za m an T ü rk ler’e has b ir inan ç olm adığı tartışm aya değm eyecek kadar bilinen ilm i b ir gerçektir. Bu d in sadece O rta A sya’da değil Avustralya ve A m erika yerlileri arasın d a da m ev cuddu.
Kaldı ki, sadece A sya’ya h as olsa bile, Asya b o z k ırla rın d a sa dece T ü rk le r yaşam ıyordu (M oğollar vb.). M addi g ö k y ü z ü n ü n , Tanrı k a b u l ed ilm iş o lm asın ın m ü m k ü n old u ğ u n u b elirten Kafesoğlu, h erh ald e eski T ü rk ’ü n kafa sında, m ekânı göklerde olan, cisim (m ad d e) haline sokulam ayan bir “Tek Tanrı in an cı” m ev cu t b u lu n d u ğ u n u söylem ekle bir faraziye ortaya atm ış olm aktadır. Bu faraziyeyi destek lem ek üzere başka bir yerde, İbn F ad lan ’a b ir T ü rk ’ü n , “R abbinizin karısı var m ı?” diye so rd u k tan so n ra, seyyahın tepkisi ve töv besine o n u n da katılm asını, adı geçen T ü rk ’ü n , T anrı’n ın in san o lam ay acağ ın ı d ü ş ü n d ü ğ ü şe k ild e te fsir eder. H a lb u k i böyle bir so ru n u n T ü rk ’ü n aklına gelm esinin ve b u n u ifade et m e sin in , o n u n h e n ü z m ü c e rre d T anrı fik rin e u la şm a d ığ ın ı g österdiğini söylem ek d ah a tu ta rlı b ir d ü ş ü n c e değil m idir? Velhasıl T ü rk ler’in G ök-T ann d in in d e ulaştıkları Tanrı d ü şü n cesinin, bugün anladığım ız şekilde b ir Tek Tanrı fikri ile ilgisi olm ayan bir anlayış o ld u ğ u n u “Yüce Varlık" Teorisini g ö rü r ken b elirteceğ iz. K afesoğlu da fa y d alan d ığ ı ilm î e se rle rd e n yaptığı n ak ille r sıra sın d a , iste r iste m e z b irç o k y erd e “Y üce Varlık” kavram ını kullanm ıştır. F ak at b u eserlerde b u kavram “Tek Tanrı ln a n c ı”nı ifade için kullanılm am ış, bilakis ayrı bir şey kastedilm iştir.
D. Hikmet Tanyu Eski T ü rk ler’in Tek T annya inandıkları tezini en ileriye var dıran yazar H ikm et Tanyu olm uştur. O derecede ki son çıkan eserinin ism i bile İslâm lıktan Önce Tûrkler'de Tek Tanrı İnancı diye adeta m atem atik şekilde isp at edilm iş b ir tezi, sadece d u yurm ak için yazılm ış intibaını verm ektedir. M üellif diğ er eser leri gibi bu k o n u d a yazdıklarında da dağınık, sistem siz ve ilm î tenkit fikrinden u zak tu tu m u n u devam ettird iğ in d en , b u yazı m ızda sadece b u tezin m ü d afilerin d en b iri o ld u ğ u n u b e lirt m ekle yetiniyoruz.
A. Genel Açıklamalar Yukarıda fikirlerini ve iddialarını naklettiğim iz tarihçilerim i zin eski T ürk ler’in d in in in Tek Tanrı İnancı o ld u ğ u n u ileri sü r m elerinin ilk sebebi şüphesiz çeşitli kaynaklarda rastladıkları bazı kayıtlardır. Bunlar G ök-Tanrıya verilen önem i ve o n u n b a zı ü stü n vasıflarını g ö sterm ek ted ir ki, h er şeyin yaratıcısı ol m ak, her yerde hazır olm ak, h er şeyin hâkim i olm ak gibi b u g ü n k ü Tek Tanrılı dinlerde de varlığını g ö rdüğüm üz bazı n ite likleri olup onları yanıltm ıştır. Bu yanılm aların ana sebebi ise din tarihi ve etnografyası ve sosyolojisi ile ilgili araştırm aları gereken önem le gözö n ü n d e tutm am alarıdır. Aşağıda U rm o n o teizm teorisi, Yüce Varlık teo risi h a k k ın d a yapacağım ız kısa açıklam alar dahi b u yanılgıları ortaya koyabilecektir sanıyoruz. Eski T ü rk ler’in d in i h ak k ın d a kaynaklarda g ö rü len kayıtlar n o ksan da olsa b u n ların p e k ç o ğ u n u n doğru bir şekilde aktarıl dığını kabul edebiliriz. F akat yazarlarım ızın asıl yanıldığı h u sus bu bilgilerin tefsirindedir. Belirli b ir T anrının h er şeyin ya ratıcısı olduğu söylenen h er yerde ve halde Tek Tanrı inaancım n b u lu n d u ğ u iddia edilem ez. “Yüce Varlık” inancı sanıldığı gibi T ü rk kavim lerine m ah su s b ir inanç olm ayıp, p ek ço k ilkel kavm in de paylaştığı in an ç şeklidir. Ç oban, göçebe kavim lerin bazıları gibi bu ilkel kavim lerin Tanrıları da, aynen bizim m ü elliflerin naklettiği şekilde, k âin atın ve b ü tü n diğer varlıkların yaratıcısı olan, h er şeyi gören ve bilen bir Tanrıdır. F akat hiç b ir âlim çık ıp da bazı A m erika, A vustralya k a b ile le rin d e de Tek Tanrıcılık o ld u ğ u n u iddia etm em iştir. D aha d o ğ ru su b u n u sadece PW. Schm idt, Incil’deki iddiayı d o ğ ru lam ak üzere o rta ya atm ıştır. Schm idt b ir K atolik p apaz olup, sırf din! b ir in an ı şı doğrulam ak peşindedir. Bu sebeple de b ü y ü k h ü cu m lara uğ ram ıştır. M üsbet d ü şü n celi h içb ir b ilgin b u tezi k ab u l etm e m ektedir ve bu tez b u g ü n terkedilm iştir. Bu k o n u d a k i tartış m aların m em lek etim izd e özellikle tarih çilerim iz arasın d a ta kip edildiğini gösterir b ir em areye rastlayam adık.
K onum uzu n aydınlanm asında b ü y ü k yarar sağlayacak olan “U rm onoteizm ” teorisini açıklam ak üzere, bu teo rin in ortaya atıcısı Schm idt ve eseri h akk ın d a biraz bilgi verm ek gerekiyor.
B. Schmidt ve Eseri “U rm o n o te iz m ” te o risi, lsk o ç y a lı b ilg in A n d re w L ang’ın (1844-1912) g özlem lerinden geliştirilm iştir. O , A vustralya’nın ilkel aşiretlerinde, G ökte olduğu tasavvur edilen Y üksek, Yüce Tanrılar inancını ilk defa ispat etm işti. D aha so n ra P ater (Ka tolik papazı) W ilhelm Schm idt ve o n u n k u rd u ğ u K ü ltü r Tari hine dayalı E tnoloji o k u lu bu nazariyeyi sistem atik şekilde ge liştirdi.5 Schm idt, çok tanınm ış bir etnolog olup, ilkel kavim lerin d in lerini inceleyen en önem li araştırıcıdır (Horst Nachtigall). Der Ursprung der Gottesidee, (Tanrı F ik rin in M enşei) isim li 12 cildlik ve her cildi 800-1000 sahife k ad ar tu ta n dev b ir eseri, 19121955 yılları arasında yani 43 yılda tam am lam ıştır. İşte bu b ü yük eserin yazarı, bizzat yerinde veya T ü rk ler için yaptığı gibi, sırf basılm ış eserlere dayanarak araştırdığı birçok kavm in, daha eski zam anlarda bile “Tek Tanrı İnancına sahip o ld u ğ u n u iddia etm iş ve buradaki Tek Tanrıcılığı yani M onoteizm ’i b u g ü n k ü n den ayırm ak için kelim eye “U r” eki, m enşedeki, en eski, baş langıçtaki gibi anlam lara gelm ektedir. U rm o n o teizm de başlan gıçtaki, en eski M onoteizm diye T ürkçeye çevrilebilir. Schm idt’in fikirleri b ü tü n dünyaya yayıldığı gibi, y u rd u m u z da da, Sadeddin Buluç’u n o n u n eserinin d o k u z u n c u ve T ü rk le rle ilgili cildinden yaptığı kısa b ir çeviri ile d u y u lm u ştu r.6 A vrupa’dak i m ü sb et d ü şü n c e li b ilg in ler a ra sın d a tep k i ile k a r ş ıla n a n b u f ik irle re k a rş ı ç ık ılm a s ın ın s e b e b i ş u d u r : S c h m id t y o ru lm a k b ilm e y e n b ir a ra ş tırıc ı p a p a z d ır. B ü tü n b u n la r la u la ş m a k is te d iğ i g a y e , M u k a d d e s K ita p (A h d i A lik)’daki bir ibarenin ispatı, doğrulanm asıdır. B una göre Tan 5
H ans-Joachim Schoeps, Religionen Wesen u nd G eschichte, Stuttgart, 19 6 1, s.65.
6
Schm idl'in eserinin 9. cildin in ismi: “D ie A siatisch en H irtenvölker: D ie Primaeren H irtenvölker der A lt-T ürken, der A ltai-und der Abakan Tataren."
rı, insanlığın daha başlangıcında, onlara vahiy yoluyla k endini gösterip, tanıtm ış, yani Tek Tanrı inancı başta varm ış fakat in s a n la r s o n ra d a n ç e şitli e k o n o m ik ve so sy al s e b e p le rle bu in an ç tan ayrılıp, m üşrikliğe ve sap ık in an çlara bağlanm ışlar. F akat son u n d a Jesu s K hristos (İsa) gelerek b u n lara son verm iş ve böylece insan lar hakiki Tanrıya d ö nm üşlerdir. İşte çalışkan ve bilgin papazın ö m ü r bilançosu. Bu fikir, b ilginler ve hatta teologların bazılarınca reddedilm iştir.
C. Schmidt’in Eserinin Tenkidi W. S chm idt’in, Tanrı Fikrinin Menşei isim li eserin in 9. cildi yayınlandığın d a, tan ın m ış bilgin O m eljan P ritsa k ’ın se rt bir eleştirisine u ğram ıştı. P ritsak ten k id in d e evvela, ilm i a ra ştır m aların b u g ü n k ü seviyesinde T ü rk le r’in d in i h a k k ın d a k a t’i b ir söz söylem enin b ir c ü r’et o ld u ğ u n u b elirtm ek le ten k id in e başlam aktadır. S ch m id t’in T ürkçeyi bilm ediği gibi, T ü rk le r’in d in le rin i in celey eb ilm ek için g erek li Ç ince ve A rap ça’yı da bilm ediğini, fakat bu dillerden yapılm ış çev irilerden topladığı m alzem eyi, kendi fikrini d estekleyecek şekilde y anyana g etir diği ve sonra da b u n ları incelediğini, Bulgarlar, Flazarlar, K ar tuklar, O ğuzlar, K ıpçaklar ve K arah an lıları b u in celem elerin d ışın d a b ıra k tığ ın ı sö y leyerek eleştirir. Bu e le ştirile re d ah a so n raları A lm an tarih çi Spuler de k atılarak S ch m id t’in eseri n in güvenilir olm adığına işaret etm iştir. P ritsak ’ın ten k id i bir tarihçi gözüyle yapılan b ir eleştirm edir, eserin tarih bilim i y ö n ü n d e n yetersizliğ in i b elirtm ek ted ir. D in b ilim cilerin ve din etnolog ve so syologlarının ten k id leri ise k o n u m u z b a k ım ın dan daha da önem lidir. Zira ta rih ç in in zayıf m alzem e ile k u ru ld u ğ u n u söylediği b in a n ın , p lâ n ın ın da ayak ta d u rm asın a im kân olm ayacak şekilde yanlış çizildiğini ortaya k o y m a k ta dır. A şağıda U rm o n o te iz m teo risin i eleştirerek y erin e başka bir tez ve n azariye g etiren b ilg in le rin fik irlerin i ö zetlem eye çalışacağız.
Kilise m en su p la n d ışında, U rm o n o teizm teo risin i k ab u l eden hem en hiçb ir âlim b u lu n m a d ığ ı söylenebilir. H atta kendileri H ıristiyan kilisesine m en su p bazı teologlar bile b u teoriye kar şı çıkm ışlardır. Bu nazariyeyi te n k it ed en lerin başın d a gelen lerden biri çok ta n ın m ış İtaly an d in b ilg in i Rafael P ettazzo n i’dir. D iğer bazı önem li b ilginler arasında Jo se f H aaekel, H en ri R ousseau, W alter H irschberg, H o rst N achtigall, H ans-Joac him Schoeps, G ustav M en sch in g gibi isim le r vardır. Y urdu m u zd a bu k o n u y a kısaca d e ğ in m iş olsa da S edat Veyis Ö rn e k ’in ism ini analım . B ütün bu bilginler, U rm o n o teizm ’in Tek T anrı in a n c ı diye o rtay a s ü rü le n in a n c ın h a k ik i Tek T anrı İnancı ile ilgisi olm adığını, eski ilkel kavim lerde ve göçebeler de rastlanan bu inancı M onoteizm ’d en ayırm ak gerektiğini ile ri sürerek buna, “Yüce V arlık”, “Y üksek T anrı” telâkkisi gibi isim ler verirler. B ugün artık etnolo jid e U rm o n o teizm kavram ı k u lla n ılm a m a k ta d ır. Bilim d ü n y a sın d a h e rk e sç e b ilin e n bir gerçeği, Sedat Veyis Ö rn ek , H irschberg’in eserine dayanarak, Etnoloji Sözlüğü kitabına kaydetm iştir.7 Ü nlü İtalyan din tarihçisi Rafael P ettazzoni (ö lü m ü 1959), “Der Allwissende G ott” “T he A ll-Knowing G od” isim leriyle Al m anca ve İngilizceye de çevrilen m eşh u r eserinde, her şeyi bi len, âlim ikül T ann fikrinin b ü tü n dünyada yaygın halde b u lu n d u ğ u n u gösteren çok geniş m alzem e toplam ıştır. O na göre ilkel d in le rd e b a h is k o n u s u o la n “Y üce V a rlık ”d ır. Bu se b e p le Schm idt’in U rm o n o teizm d en söz etm esine şid d etle karşı çık m aktadır. İlk din şeklinin M onoteizm o ld u ğ u n u ve b u n u n da U rm onoteizm diye isim lendirilm esini kabul etm em ek te ve bu gibi ilkel dinlerdeki inanışın tarihen kabul edilebilecek anlam da ancak Yüksek Varlık, Yüce Varlık o lduğunu ve Tek Tanrı inancı ile karıştırılm asın ın b ü y ü k bir hata kaynağı o ld u ğ u n u belirt7 Sedat Veyis Ö rnek, Etnoloji Sdzlügu, Ankara, 1 9 7 1 , M o n o teizm m addesinde: İl kellerdeki Tek Tanrı inancıyla y ü k sek dinlerdeki Tek Tanrı inan cı farklıdır... O nun içindir ki, din etnolojisi M onoteizm terim in den kaçınm aya b u nun yeri ne “Yüksek Tanrı” ya da “Yüce Varlık” inan cını koym aya dikkat etm ektedir. Yüce varlık inancına hem en bütün ilkellerde rastlanılm aktadır.
m ektedir. Kısaca, Schm idt’in U rm onoteizm dediği şey aslında bu n u n la ilgisi olm ayan Yüce Varlık’a inanm aktan ibarettir.” U rm onoteizm teorisinin ortaya atılm asının şüphesiz birtakım dayanakları vardır. Bunların başında, belirli b ir Tanrıya verilen önem , ona yakıştırılan sıfatlar ve o n u n kudreti h akkındaki d ü şünceler gelir. Bu Tanrı yeri göğü ve b ü tü n varlıkları yaratan, her şeyi bilen, her şeye kaadir ve insanların kaderine hakim bir Tanrıdır. Genellikle G ökte oturd u ğ u tasavvur edilir. Bu sayılan sıfatların tü m ü veya bazıları, b u g ü n k ü Tek Tanrıcı dinlerdeki Tanrının sıfatlarına uym aktadır. Fakat b u n a rağm en en yetkili bilginler bu inancın Tek Tanrı inancı olm adığını kesinlikle ileri sürm ektedirler.8 O halde acaba Tek Tanrı inan cın ın hakikaten var olduğundan bahsedebilm ek ne zam an m ü m k ü n d ü r?
V. Hakiki Tek Tanrıcılık Bu k o n u d ak i büy ü k oto rite o luşu sebebiyle b irço k âlim in k e n disine atıfta b u lu n d u ğ u Jo se f H aekel, h ak ik i Tek T anrıcılık’ı şöyle tanım lıyor: “Tek T anrıcılık, en yüksek ö lçü d e m ü k em mel ve tek olan b ir Tanrıyı tanıyıp, ona tapm aktır. Bu Tanrı, d ü n y an ın ve insan k ad erin in yegâne yaratıcısı ve yegâne h a k i m idir ve ahlakî d ü zen in k u ru cu su ve k o ru y u cu su olarak k a bu l edilir. Ne insan ne de tabiat veya g ö k tek i varlık lara has özellikleri taşır. D iğer b ü tü n varlıklar o n u n y aratıkları olarak tam am en o n u n irad esin e ta b id irle r.”9 Yani “M u tla k Bir Tek T anrı”d an ancak b ü tü n R uhlar ve Y üksek K u d retlerin tam a m en ona tabi ve bağlı olm aları, b ü tü n d in sistem in in b u Tanrı fikriyle entegre olm uş, tam am lanm ış b u lu n m ası h alin d e bah sedilebilir. “Flalbuki”, diyor Flaekel, “B ildiklerim ize göre “Yü ce T anrı” inancına sahip kavim lerde böyle b ir şeye h içb ir yer de rastlam ıyoruz.” M evcut olan sadece ‘Yüce b ir Varlığa’ in a n m ak tan ibarettir. Bu terim şu y ö n d en isab etlid ir ki b u Yüce Varlık, Şahıs ve R uh olarak diğer d oğa-üstü k u v v etlerin hepsi 8
G. Siegm und, Der Glaube des U rm enschen, Bern, 1962, s . 102, 107
9 W. H irschberg, W örterbuch der Religionen, Stuttgart, 1 9 6 5 ’den naklen.
nin üzerinded ir.10 Şu h u su s özellikle d ik k at çekicidir: Haekcl, h akiki Tek T anrı İn a n c ın a en y a k ın T anrı a n la y ışın ı G üney A m erika’da Ateş Adası yerlilerin d en “Yam ana”lar arasında b u l d u ğ u n u fakat b u n u n bile Tek Tanrı İnancı o lm adığını belirti yor. Y am anaların, bizim eski tabirim izle “v ah şi”lerd en ibaret olduğu d ü şü n ü lü rse, sosyal seviye ü s tü n lü ğ ü sebebiyle T ürkler’in d in in in de Tek Tanrıcılık yani ü stü n seviyedeki d in, ol duğu fikrini ortaya atan m üelliflerin (B. Ö gel) k an aatlerin e k a tılm anın m ü m k ü n olm adığı görülür. F ak at evvelce belirttiği miz gibi, “ Y üce.Tanrı”, “Y üksek T anrı” d ü şü n cesi ilkel kabile lerden başka göçebe ve yarı göçebeler arasında da yaygındır.11 Ö zellikle G ök’ü n göçebenin basit hayatında esaslı yeri o ld u ğ u na işaret eden S iegm und, b u n la rın kolayca G ök-B aba, G ökTanrı düşüncesin e geçtiklerini belirtiyor. “D inler" isim li eserin d e, F ra n sız bilg in i H erv é R ousseau, M onoteizm in karak teristik yapısına d eğ in d ik ten so n ra, “Bizim bugün felsefede kabul ettiğim iz Tek Tanrı anlayışını b u iptidaî görüşlere (Yüce Varlık d ü şü n cesi) tahsis e tm ek ten kaçınm ak lâzım dır,” diyor. Ç ü n k ü “M esela sem avî o lan ‘Ü stü n V arlık’ ebedî, heryerde h âzır ve nâzır, kaadiri m u tlak tır, d ü n y ala rın hâliki ve hayırla şerrin hakim idir. O n u n en açık sem avi g ö rü n tüsü şim şeklerdir.” F akat o, ‘d eu s o tio su s’ yani düny ay a kar şı lâkayt Tanrı o lm u ştu r.12 Zira h ilk a tte n so n ra göklere çekil m iştir...” Bu bilgine göre Tek Tanrılı dinler, Ju d aizm , H ıristi yanlık ve M üslü m an lık tır.13 H. R oussau’n u n bu son fikrini başka bir y ö n d en destekleyen 10 G. Siegm u nd, û.g.e., s .103. 11 a.g.e., s . 105. 12 D ünyaya lâkayt, pasif bir Tanrı anlayışı hakkında, ö zellik le Arap kaynaklarını iyi tanıyan Ramazan Şeşcn Ibn F azlan Seya h a tn a m esi (İst. 1 9 7 5 ), s .l 3 9 ’da şu ilgi çek ici notu eklem iştir: "Eski Şam anist Türkler, çeşitli tabiat kuvvetlerine, ruhlara taparlardı. Onlar kendilerine etki yapan her şeye Tanrı derlerdi. Atala ra ibadet de yaygındı.. Şu noktaya dikkat etm ek lâzım dır ki, çok Tanrılı bütün dinlerde oldu ğu gibi eski Şam anist Türkler de bütün Tanrıların üzerinde bir Gök-Tanrıya (Bay Û lgen) inanırlardı. Fakat bu tanrı onlara göre pasiftir. İnsa nın hayatı üzerinde asıl etkili olanlar diğer Tanrılardır.” 13 H. R ousseau, D inler Tarihi ve Sosyal İncelemeler, İst. 19 7 0 , s .53 vd.
tanınm ış A lm an din sosyologu G ustav M ensching’tir. M ensching, Die Religion (Din) isim li k itab ın d a Tek T anrılı d in lerin önem li bir m üşterek özelliğini de b u n la rın b irer peygam ber ta rafından getirilm iş olm asında bulur. Bizim m em lek etim izde de a n ’anevî Tek Tanrılı d in le r olarak kabul edilen b ü tü n dinler, bir T an n elçisi tarafından getirilm işlerdir. Bu so n u n c u h u su s esas alınırsa, zaten eski T ü rk ler’in d in in in Tek Tanrı İnancı ol d u ğ u n d an bahis bile edilem ez. F ak at bizce, b u so n fikir tam a m en b ir tarafa bırakılsa bile y u k arıd a sö y len en lerd en açıkça g örü ld ü ğ ü gibi yine de b ir M onoteizm sö zk o n u su değildir.14
VI. Eski Tüıkler’in Dini Ne İdi? Eski T ü rk le r’in d in le ri h a k k ın d a Ç in k a y n a k la rın d a n , T heophylaktos Sim okattes gibi Yunan, Süryani M ikail ve İbn Fadlan gibi Doğu ve A rap k aynaklarında ve O rh u n Yazıtları gibi belgelerden elde edilen bilgilerim iz, m aalesef kısa, n o k san ya ni b ö lü k p ö rç ü k o ld u ğ u n d a n , k esin b ir h ü k ü m v erm ek im k ân sızla şm a k ta d ır. Bu gerçeği, O. P ritsa k , A.v. G ab ain gibi T ü rk tarihi ile y ak ın d an ilgilenen yabancı yetk ililer belirttiği gibi, bu k o n u d a d ü şü n ü p yazm ış yerli m üelliflerim iz de ifade etm işlerdir. B unlardan A bdülkadir İnan, Eski T ürk Dini isim li eserinin m u h te lif yerlerinde ( s .l, 46, 179), Şam anizm kitabı n ın 26. sahifesinde açıkça söylem ektedir. Sadri M aksudî Arsal (Türk Tarihi ve H ukuk, s.7 2 ), F aru k S üm er (Oğuzlar, s.44) da başka m ünasebetlerle b u k o n u d ak i bilgi azlığına d ik k atim izi çek tik le ri gibi, b izzat K afesoğlu bile, “G ö k -T an rı itik a d ın ın esasları, eski Ç in kaynakları, O rh u n K itabeleri ile diğer T ü rk ve yabancı vesikalardan azçok tesbit edilebilir" (Î.A. “T ü rk le r” m addesi) diye b u d u ru m u zım n en kabul etm ektedir. O rh u n Y a z ıtla rın d a k i m ü sb e t d e n ile c e k yeg ân e bilgi b ir kaç cü m le d e n ibarettir. E ski T ü rk le r’le tem as e tm iş, birk aç Y unanlı, A rap bazı seyyah ların , d u y d u k la rı bazı şeyleri bize n a k le tm e lerin d en b ir k av m in d in in i k esin şek ild e tesb it e t 14 G. M en schin g, D ie Religion, M ü n ch en , 1969, s. 167 vd.
24
m en in zo rlu ğ u o rtad ad ır. A.v. G ab ain ’in d ediği gibi: “Eski bir h alk ın ferdlerin in k en d i d in le rin i b ü tü n b o y u tlarıy la k a v ra dığı n a d ir g ö rü len b ir h u su s o ld u ğ u n d a n , ilim a d a m la rın ın b ir H alk -D in in in u n s u rla rın ı te sb it ve b u n d a n s o n u ç la r ç ı k arm ak ta çok d ik k atli olm ası gerekir. Bu seb ep le k a y n a k lar daki bilgiler iyi b ir te n k it sü z g e c in d e n geçirilm elid ir. Bu ise h en ü z yapılm ış değildir. O halde Eski T ü rk D ini h a k k ın d a yani o n u n ne o ld u ğ u hak kında kesin konuşm aya im kân b u lu n m am ak tad ır. Biz y u k arı da sadece b u n u n Tek Tanrı İnancı olam ayacağını gösterm eye çalıştık. Tarih ve Toplum, sayı 27, M art 1986
2. İslâmiyet Yerine Millî Türk Dini Öneren Bir Yazar: A. İbrahim
Bu yazıda şim diye kadar pek n ad ir kim selerin d u y d u ğ u n u sa n dığım ız bir eserd en b ah sed eceğ iz. 1934 y ılın d a A. İb rah im isimli bir yazarın Millî Din Duygusu ve Ö z Türk Dini başlığı ile yayınladığı bu kitabı bulm ak b ü tü n aram alarım ıza rağm en biz ce m ü m k ü n olam am ıştır. Esasen sadece ism ini bildiğim iz bu yazarın kim o ld u ğ u n u da tesbil edem edik. Belki ism i de gerçek bir isim olm ayıp takm a olabilir. Eserin 40-50 yıl önce bile b u lunam adığından şikâyet edildiğine ve toplatılm ış olabileceği ih tim alinden bahsedildiğine göre, kitap gerçekten toplatılm ış ve yok edilmiştir. Bu tip m eto d lan n y u rd u m u zd a b u g ü n bile re vaçta olduğu d ü şü n ü lü rse d u ru m u yadırgam am ak gerekir. Adı geçen eserin, Türkiye Bibliyografyasında da ism ine rast lanmıyor. Eski D erlem e M ü d ü rlerin d en Sayın T ü rk e r Acaroğlu’ndan öğrendiğim ize göre, D erlem e K anunu 21 H aziran 1934 tarihinde kabul edilm iş ve Temm uz ayı başında y ü rü rlü ğe gir miştir. Eserin yayınlanışı bu tarih ten önceye rastlıyorsa, bu n e denle Türkiye Bibliyografyası nda yeralm am ış olabilir. Fakat bi zim daha kuvvetli g ö rdüğüm üz ihtim al toplatılıp, im ha edilm iş olmasıdır. Zira kitabın basım ını hem en takip ed en yıllarda bile piyasada izine rastlanam am ası b u n u gösteriyor. Bu k o n udaki kısa bilgiyi aşağıda gösterdiğim iz kaynaktan öğreniyoruz.
İslâm iyet’in biz T ü rk ler’in d in i olam ayacağı ve olm am ası ge rek tiğ i gibi ço k c ü re tk â ra n e b ir id d ia d a n yola ç ık a ra k , Öz T ü rk D ini’n in nasıl olm ası gerektiği h ak k ın d a fikirler ileri sü ren m üellifin eserinin birkaç sahifelik b ir özeti B eyrut’ta yayın lanan b ir k itap tan ay nen A lm an ca’ya ak tarılm ış ve tan ın m ış b ir A lm an Şarkiyat m e c m u a sın d a n eşred ilm iştir. Biz o rad an aynen T ü rkçe’ye çevirdik. Böylece önce İngilizceye, so nra Al m anca’ya en so n u n d a da tek rar T ü rk çe’ye tercüm e edilen m e tinde bazı hatalar olabilirse de b u n la r çok açık ve seçik olan ana fikre hiç de tesir edecek b ir m ahiyet taşım am aktadır. O k u y ucularım ız, aşağıdaki özeti o k u d u k ta n so n ra yazarın fikirlerinin doğru o lu p olm adığı m eselesini tam am en b ir tarafa bırakıp, herhalde d erin d erin d ü şüneceklerdir. Bir m em lekette bu tip fikirlerin de ileri sü rülebilm esi, gerçek bir vicdan ve d ü şünce h ü rriy etin in varlığı h a k k ın d a b ir ölçü olarak görülebilir. İncelem e ve m erak k o n u larım ız itibariyle zam an zam an Hz. M uham m ed d evrinde ve daha sonra, zam an ın A rapları tarafın dan ortaya atılan fikirleri ve yapılan çeşitli ten k id leri o k u d u k ça, b u g ü n k ü M üslü m an lar’ın tü ylerini ü rp e rte n bu çeşit fikir lerin vaktiyle nasıl rahatlıkla yazılabildiğini hayretle görm ekte ve ister istem ez b u g ü n k ü d u ru m la k arşılaştırm a y o lu n a git m ekteyiz. 20. yüzyıl b iterk en , d in î k o n u lard a yüzyıllarca ö n ceki k ad a r bile ten k id i şeyler sö y len em em esi, yazılam am ası d ü şü n d ü rü c ü d ü r. B unda en ö n e m li âm il şü p h e siz y ü zyıllar içinde dinî m üesseselerin to p lu m ü zerin d e k u rd u ğ u otoritedir. Islâm d in in d e re fo rm y a p ılm a s ı g e re ğ i, u le m â d a n bazı önem li şahsiyetler tarafından ortaya atılm ış (Şeyh M uham m ed A bduh, C em aleddin Afgani vb.) ve çeşitli tepkilerle karşılaş m ış ise de T ürkiye’de diş hekim i, general gibi bazı am atör ve din k o n u su n d a esaslı h içb ir bilgileri olm ayan kişilerce k ara lanm ış bazı kitapçıklar dışında ciddi bir reform önerisi yoktur. Yalnız 1928’de İstan b u l D a rü lfü n u n u İlahiyat F a k ü lte si’nde, hük ü m etçe, Fuad K öprülü başkanlığında bir k om isyon o lu ş tu ru larak , dinde yapılm ası gerekli görü len reform için bir ra por hazırlanm ışsa da, çeşitli sert tepkileri göze alam ayan h ü k ü m etin m eseleyi sessizce örtbas edip, K om isyonun rap o ru n u
kaale alm adığı an la şılm a k ta d ır.' K a m u o y u n d a b ö y le b ir k o m isyonun k u ru ld u ğ u bile h em en hiç bilinm em ektedir. Yazımı zın k o n u s u n u teşk il e d en k ita p ise b u o la y d a n 6 yıl so n ra 1934’de yayınlanm ıştır. Yukarda değin d iğ im iz gibi, B eyrut’ta 1937’de T ürk basım h ak k ın d a çıkan bir k itap ta İngilizce ola rak özeti verilm iştir.2 Bu İngilizce m etin Dr. L epsius’u n n eşret tiği Aus der Welt des Ostens (D oğu D ü n y asın d an ) eserinde Al m anca olarak yayınlanm ış, o rad an da tan ın m ış Şarkiyat dergisi Die Welt des Islams tarafından aynen n ak led ilm iştir.3 Aşağıda biz b u dergideki m etni, aynen T ürkçeye çevirdik.
M illi Din Duygusu ve Ö z Türk Dini A .İbrahim Giriş Sosyal k u ru lu şla rın b ü tü n d eğ işik lik lerin d e, esasları g e liştir m eğe çaba harcıyoruz da, d in , m illetlerin h ay atın d a en önem li faktör olduğu halde, d in in gelişim i için h içb ir şey yapm ıyoruz. İslâm iyet bizim için “m ili!” değildir. Bu y ü zd en İslâm iyet yeri ne m illî ve m ükem m el b ir din y aratm akla y ü k ü m lü y ü z. Bu ya zım d a g ü ttü ğ ü m am aç, b ö y le k u s u rsu z b ir d in in esa sla rın ı gösterm ektir... Eski dinler, m o d ern insana b ir şey ifade etm ediği için, geliş m eye elverişli değillerdir. Biz m o d em ve gelişm eye kabiliyeti olan bir dine m uhtacız. İslâm iyet’e m o d em b ir şekil verm eğe m u k ted ir değiliz. Bu belki, İslâm ’ın sabah nam azı, abdest, sar hoş edici içkilerin yasaklanm ası, in san ların eşitliği vb. gibi gü zel esasları için im kânsız değildir. B ugün m illetler açıkça d in leri, İlmî ve m illî esaslara göre değiştirm eğe gayret e tm e k te d ir ler. Yeni dinler, m illetlerin kendi b en lik lerin e u y g u n b ir şekil alacaklardır. G erçek b ir d in ise şü p h e siz m illî ve yerli olan 1 Gotthard Jacschkc, Yeni T ü rkiye'd e İslâm lık, s .4 0 vd., Ankara, 1972. 2 L oolfy Levoııian, The Turkisk Press 1932-1936, A m erikan Press, Beyrut, 1937. 3 Die Welt des Islam s. Bd. 23, H eft 1/2 (1 9 4 1 ).
dindir. İslâm iyet bize yabancıdır, ç ü n k ü m illî yani “T ü rk e h a s” değildir. M em leketim izde A rap dili ve k ü ltü rü çökm eğe başlam ıştır. Bu bizim m illî am acım ızdır. Bu y ü zd en İslâm iyet de çekiciliği ni kaybetm eğe başlayacaktır. M illî b ir d in e ihtiyacım ız vardır. E ski d in d e rsle ri, b izim ru h u m u z u d ü n y a y a m a d d î a ç ıd an bakm aktan uzaklaştırm ıştır. A llah k o rk u su ve sıkıcı ib adetler b irç o k la rın ı m ü ra iliğ e s ü r ü k le m iş tir ... M u s a ’n ın  sâsı ve İsa’n ın Sesi insanları g ru p lara bölm üştür... B urada gerçek bir d in yo k tu r... Z am an ım ızın d in an lay ışı b ü tü n ü y le yanlıştır, ç ü n k ü h e r din, diğer d in lere m en su p o lan ların c e h en n em lik oldukları esasını tak ip etm ek ted ir. Bu m a h k û m edici tu tu m , K ur’anın âyetlerinden açıkça anlaşılm aktadır. Kim k i K ur’anın açıkladıklarına inanm az, cehennem liktir. E lbette, diğ er d in ler bu bakım dan daha da serttir. Benim b u âyetleri yanlış y o ru m ladığım ı ileri sü re n le r olu rsa, o n lara cevabım , h a lk ın benim söylediğim şekilde inandığı, olacaktır. Şu k an aat h âk im d ir ki b ü tü n kâfirler d o ğ ru d a n doğruya ceh en n em e gidecek, b ü tü n M üslüm anlar da, g ü n ah ların ın cezasını çek tik ten so n ra cen n e te gireceklerdir. Bu y ü zden b ü tü n ö m rü n ü in san lık h izm etin de geçirm iş olsa da b ir H ıristiyan ceh en n em e gidecektir, ç ü n k ü M üslüm an değildir. Buna m ilyonlarca M ü slü m an in an m ak tadır ve bu, İslâm iyet’in o n lar ü zerin d ek i etkisidir. G erçek d in in san ları İnsanî am açlara yöneltir. Bir m illetin gerçek dini kendi ö zü n d e n kaynaklanır. Bu sebeple İslâm dini A raplar için m illî bir dindir, fakat asla bizim için değil. M illî hayatın a tılın d a n karşısında, m illî olm ayan b ir d in ö lü p gitm e ye m ahkûm d u r. H er şeyi bilen ve h er şeye kad ir b ir Tanrı in sanları böyle eşit olm ayarak yaratm ış olam az. Zira h ayatta na sıl davranacaklarını, iyi mi k ö tü m ü bildiğine göre o nları, sırf fena d a v ra n m a la rın a izin verip so n ra da c e h e n n e m e atm a k için dünyaya salm ış olam az. Biz, inancım ızı değiştirm ek zorundayız. Bir in san ın en y ü k sek ideali ve dini k en d i halkına, m illetine sevgi olm alıdır. D inî ibadet yerlerinde, m illî şarkılar söylenm elidir. A rap k ü ltü rü n d en k u rtu lm a k ve k en d i m illiyetim ize sahip o lm ak için M ek
ke’yi gösteren m ihrabım ızın y ö n ü n ü değiştirm eliyiz. Bizim yö neleceğim iz cihet Sakarya olm alıdır. Biz T ü rk lü ğ ü yüceltm eli ve b ü tü n T ü rk vatandaşlarına el uzatm alıyız... Avrupa ve A m erika’da b ü y ü k b ir co şk u ile kiliseye gidilir. Bizde bu coşku yoktur, ç ü n k ü m illî d inim iz yoktur. A lm anla rın L u th e r’ine bakın, o ilm i ve dini birleştirm iş ve Batı hayatı n ın ihtiyaçlarına, gereksinim lerine uygun b ir d in yaratm ıştır. Asil T ü rk m illeti de aynı şeyi yapabilir (s.44). G erçek bir din vardır, fakat b u m evcut d in lerd en biri değil dir. G erçek din, m illî ve İnsanî hedefler koyan gerçeği k u tsal laştırır. Bu din insanları, vicdan h ü rriy etin e aykırı şekilde, a n laşılm az bir Tanrı’yı kabule zorlam az (s.51). B ugün P ro testan lığı ve İslâ m iy e t’i en g elişm iş d in le r o la ra k n ite le y e b iliriz . Ç ü n k ü h er iki din, eskileri ıslah ed erek d ah a akılcı esaslara oturtm uşlardır. Fakat bu d in lerin K utsal K itap d en ilen kitapla rı da gerçek olm aktan ziyade efsanevî olan bazı esaslar ihtiva ederler. Bu yüzden G erçeklerin D ini olarak k ab u l edilem ezler. Flalkımız, İlmî ve felsefî esaslara d ay anan m illî b ir d in e sahip olm alıdır... (s.52) Ş üphesiz, ideal b ir T an rı’m n z a ru re tin e in a n ıy o ru z . Fakat m eleklerin de var o ld u ğ u na inanm ağa zorlanam ayız... B unlar kabul edilm ezse d in ler b u n a “d in sizlik ” diyorlar. Z ora dayana rak inanılabilir mi? Yaratıcı son su zlu ğ u d o ld u rd u ğ u n d a n , Tan rı ile in sanlar arasında h içb ir aracı m ev cu t olam az. V ahiyler m e v c u d d u r fakat b u n la r T anrı n ın vahiyleri değ ild ir. B irkaç olağanüstü şahsiyet geniş cem aatleri, yüksek ideallerine bağla yabilm ek ve onları bu ideallere göre şek illen d irm ek için k e n dilerinin peygam ber o ld u k ların ı, vahiyler ald ık ların ı söylerler. Fakat bu n lar Tanrı’dan gelm ezler (s.53 vd.). Tanrı insanları sevk ve idare etm ek için n e d en bir peygam ber gönderm eği gerekli b ulsun? O n u n in san ları aracısız idare etm e kudreti yok m udur? T anrının çeşitli zam an lard a birçok elçiler gönderdiğini bilm ek in san ları şaşırtm az m ı? N eden biz bu peygam b erlerin T anrı ta rafın d an g ö n d e rild iğ in e in a n m a yınca d in siz o larak g ö rü lelim ? Ç o ğ u n lu k la p e y g a m b e rle rin m ucizeleri onların Tanrı’nın elçisi o ld u ğ u n a delil o larak göste
rilir. Böyle m ucizelerin g erçekten v u k u b u ld u ğ u n u k abul et sek bile, bu onların peygam berliğinin delili olam az. Bu ancak b unların insanlığı insan! bir hedefe ebediyyen yöneltm esi h a linde tevsik edilm iş olur. O n ların peygam berliğine ve kitapla rın d ak i T anrısal v ahiylere in a n m a m a k kim sey i d in siz yapa maz. D inler gerçi böyle söyler am a, acaba b u h u su sta haklılar m ı haksızlar mı? (s.56) H içbir din n ih aî din olarak telâkki edilem ez. Biz sadece (da im a) gelişen b ir dini kabul edebiliriz ki, o da m illî olan dindir. Millî din öyle b ir d in d ir ki, o n u m illet k en d i dili ile uygular ve kendine uygun şekilde d u ygularım ı geliştirir. Bu y ü zd en İslâm dini biz T ürk ler için kabule şayan olam az. Biz o n u n dilini an lam ıyoruz. Ç eviriler ise k u ru d u r ve bizim için câzip değildir, bize bir şey söylem ez. B undan başka bu d in in bazı gereksiz (derecede fazla) ibadet h ü k ü m le ri vardır ve to p lu m u hiç göz ö n ü n e alm az. G erçek din, sadece h alk ın k alb in d e ifadesini b u lur. O (din ise) m illî ve yerli olm alıdır. T ürkiye’nin dini hangi din olm alıdır? (s.65 vd.) Yabancı bir din in bizim dinim iz olm asına im kân yoktur. Bu, m illiyetçili ğin esaslarına aykırıdır. Bu d in bizi, sevgi ve heyecanla m illeti m ize bağlayam az. Biz T ü rk le r’in d in in i T ü rk le r’in T anrısını, T ü rk le r’in b enliğinde aram alıyız. D in b ir m illetin u zu v ların ı birbirine bağlayan bir kuvvettir. H içb ir m illet dinsiz olam az. Bu nedenle bizi bir araya getiren ve heyecanla d o ld u ra n bir di ne m uhtacız. Bu, m illetin hâkim iyetini tem in at altına alm ak için gerekli dir. Millî bir din, varlığını bilm ediğim iz Tanrı veya T anrı’nın sözleri, peygam ber, m elekler, şeytan, cen n et, c e h e n n e m gibi aldatıcı tasavvurlar ü zerin e inşa edilem ez. Bir kim seyi böyle aldatıcı, yanıltıcı fikirlerle, erdem e g ö tü rm ek istem ek, çocukça bir tu tu m d u r. Bir d in , gerçek b ir ahlâk ve fazilet esasına da yanm alıdır. C en n ete gitm ek için faziletli erdem li d av ran m ak veya c eh e n n e m d en k o ru n m a k için k ö tü lü k le rd e n k açın m ak sağlıklı bir ahlâk değildir. Bu şekilde dinler, (b u k avram ların) safiyetini yok etm iş olm akladır. M illî b ir d in in sanlara fazileti bizatihi faziletin kendisi için uygulatm alıdır.
M illî Dinin Esasları (s.79) 1- D inin tem eli ahlâkîlik olm alıdır. Bu esas, k o rk u veya m ü kâfat olamaz. 2- Din ilim le m utab ak at, çakışm a halinde olm alıdır. Ilim siz din k ö r bir kuvvet, inançsız ilim k u ru b ir gerçektir. H er ikisi elele yürüm elidir. 3- D in, halka rehberlik etm eli, ona biraraya gelm ekte ve bir liğini h issetm ek te yardım cı olm alıdır. D in in sa n d a in sanlığa karşı duyulan keza k en d i m illetine olan sevgiyi geliştirm elidir, in sa n la rı sın ıf a y rım la rın d a n u z a k tu tm a lı ve g e lişm e için m üşterek çalışm ada birleştirici olm alıdır. 4- D iğer bir esas m usikidir. M usiki kelim elerle ifade edile m eyen yüce duyg u ları uyandırabilir. M illî d in için, m usikiyi bir tem el olarak tanım alıyız. 5- Diğer bir tem el u n su r şü phesiz m illî dildir.
Türkler’in M illî Dini (s.84) 1- T ü rk le r’in dini T ü rk ed eb iy atın d an ve T ü rk m u sik isin den doğacaktır. E debiyat ve m usikim izi im k â n la r ö lç ü sü n d e geliştirm enin yollarını aram alıyız. 2- Cam iler m odernize edilm elidir... Bir d in devam lı olarak yeni esaslara ve fikirlere göre k en d in i geliştirm elidir. 3- Yazarlarımızla A nkara ve İstan b u l'd ak i önderler, b ir birlik oluşturm alı ve m illî, d in î b ir dergi çıkarm alı ve b u dergi b ü tü n yurda dağıtılm alıdır. Böylece, m illî bir d in e kavuşabiliriz.
3. “Halk Dini, Halk İnancı” Kavramları ve Tarikatler*
I. Sosyolojik Vakıa Olarak Evrensel Dinlerin Değişmesi A. Sosyal Bir M üeessese Olarak Evrensel Dinler Sosyolojinin bize öğrettiği en basit g erçeklerden biri, sosyal m üesseselerin, k u ra m la rın yer ve zam an için d e birtak ım d e ğişm elere uğradıkları h u su su d u r. Dinler, to p lu m u n en önem li k u ra m la rın d a n biri ve belki de birincisidir. Bilindiği gibi ev rensel dinler, b ü tü n insanlığa h itap eden ve çevresine m ü m k ü n olduğu k ad ar geniş in san to p lu lu k la rın ı alm ağa çalışan dinlerdir, H ıristiyanlık, M üslü m an lık gibi. Sosyal bir k u ru m olarak çok geniş ve b irb irin d en çok farklı coğrafi m uhitlere yayılm ış olan ve u z u n yüzyıllardır, n ü fu zla rını devam ettiren evrensel din lerin , yer ve zam an içindeki bu farklılıklar ve değişm e sebebiyle k en d ilerin in de birtak ım d e ğişm elere uğram ası k açınılm az b ir sosyal z o ru n lu k tu r. Atlas O kyanusu kıyılarından Fas’tan C ezayir’den Ja p o n ve Java A da larına, Rusya’dan H in d istan ’a ve Afrika içerilerine k ad ar uzan m ış olan İslâm d in in in de yayıldığı bu geniş alanlarda, yüzyıl (*) V M illî T ürkoloji Kongresi Tebliği (2 6 -3 0 Eylül 1 983).
lar içinde hep aynı şekil ve m ahiyette kaldığını iddia etm eğe im k an yoktur. G erçekten İslâm iyet de h e r d in gibi b irtakım farklılıklar kazanm ıştır. D e ğ e rli a r a ş tır ıc ım ız K ö p rü lü , İlk M u ta sa v v ıfla r isim li önem li eserinde bu değişm enin İslâm iyet’in d ah a ilk yüzyılla rın d a v u k u b u ld u ğ u n a işaret eder: “İslâm iyet d a h a H icri II. yüzyıldan itibaren, eski haline göre m ü h im farklar g österiyor d u , filhakika d ü n y a n ın m u h te lif m a h a lle rin d e , y ü zy ıllard an beri kendi harsları ve a n a n e le ri ile yaşayan çeşitli m illetler İs lâm iyet dairesine girince, en esaslı n oktalarda bile b irçok fark lar m eydana gelm esi zaruri idi.”1 M eselelere daim a sosyolojik, geniş b ir açıdan bakabilen, b ü yük bilgin şü phesiz b u rad a da önem li b ir gerçeğe p arm ak bas mıştır. D inlerin zam an ve m ek an ın değişm esiyle b irtak ım d eğ işik liklere uğrayacağı şeklindeki basit gerçek sadece b u g ü n değil nisb eten daha koyu b ir dini taassu b u n h ü k m e ttiğ i za m a n lar da bile açıkça ifade edilm iştir. Ö rn ek olarak tan ın m ış b ilgini m iz Kâtip Ç elebi’nin b id ’atlerd en b ah sed erk en yazdığı şu sa tırlara bir göz atm ak kafidir: “B ü tü n bu b id ’atler h alk ın a ra sında bir töreye ve âdete dayanır. Bir b id ’at b ir h a lk ın a ra sın da yerleşip o tu rd u k ta n son ra artık şeriatın, b eğendiğini b u y u ru p istem ediğini yasaklam ak işidir diye h alk ı yasaklayıp o n dan d ö n d ü rm e k a rz u su n d a olm ak b ü y ü k ah m ak lık ve bilgi sizliktir. H alk alışıp âd et edindiği işi, eğer s ü n n e t, eğer b id ’atlır, bırakm azlar. M eğer elinde kılıç biri çıkıp da h epsini kılıç tan geçirsin.? “S ünnete tam tam ın a riayet edip u y m ak iste n ir se hal m üşkildir. Bu aykırılık zam an ın ve m ek ân ın b aşk alığın dan lazım gelir. Aslı şeh ir hayatı ve to p lu h ald e yaşam ak k a idesine dayanır.”2 Adeta bir sosyoloji m e n su b u n u n ağzından çıkan bu satırlar ne kadar d ü şü n d ü rü c ü d ü r.
1 Fuad Köprülü, T ü rk E debiyatında İlk M utasavvıflar, Ank. 19 6 6 , sh .10. 2
Kâtip Ç elebi, M iz a n ü ’l H a kk f i İh tiya ri’l-A h a kk, İst. 1972, s .65 vd.
B. Halk İnancının Farklılığına İlk Dikkati Çeken İlmî Araştırmalar Evrensel bir din olan İslâm iyet’in, şeriat b ilg in lerin in kitap ların d a tesb it ed ilen ve m e d re se le rd e te d ris e d ile n şekli ile halk arasında nazari ve am eli y ö n d en cari geçerlikte olan şekli arasındaki bazen b ü y ü k ölçülere varan fark ü zerin e dikkatleri çeken birçok İlmî araştırm a yapılm ıştır. Bizim tesb it edebildi ğim ize göre b u n ların en eskileri ve ilm î değeri o lan lar A lm an ya’da basılm ış ve devam ettirilm iştir. Bu k o n u d a en eski eser olarak orientalist Georg Ja c o b ’u n d ah a 1908 yılında yayınladı ğı Bektaşilik tarihi ile ilgili eserini zik redebiliriz.3 1918 yılında ise K öprülüzâde Fuad, A vrupa’da b ü y ü k ak isler b ırak an Türk Edebiyatında İlk M utasavvıflar isim li k itabında çeşitli m ü n ase b etlerle k o n u y a d eğ in m iştir. 1 9 2 1 ’d e Prof. B abinger, Berlin Ü niversitesi’nde verdiği m eşh u r G iriş D ersinde A n ad o lu ’da İs lâm iyet k o n u s u n u işlem iş ve ö z e llik le “A n a d o lu ’d a k i h a lk inancının ilim adam larınca incelenm esi gerek tiğ in e” işaret et m iştir.4 M ünih Ü niversitesi T ürkoloji E n stitü sü ’n d e B abinger'in ha lefi olan Prof. Kissling, 1953’de yayınlanan ve “O sm an lı İm pa rato rlu ğ u n d a T arikatlerin Sosyolojik ve Pedagojik R olü” m a kalesi ile başlayan ve T ürk iy e’de ve B alkanlar’d aki tarikatlerle ilgili birçok incelem ede, k o n u y u çeşitli yönleriyle ele alm ıştır.5 Ö zellikle birinci yazıda tarik atlerin H alk D ini o lu şu ve Yüksek-lslâm denilen, kitabî-lslâm iyel karşısında b ir yerde b u lu n u şu üzerinde durarak , “V orhofreligion”un (Avlu D ini-A lttaki D in), İslâm âlem inde tarik atler şeklinde te z a h ü r ettiğine d e ğinm iştir. M. M azzoui, ise 1 9 6 6 ’da A m e rik a ’da y a y ın la n a n k itab ın a H alk İslâm iy et’i (Alm . V olskislam , Ing. fo lk -lslâm ) te rim in i b ü tü n Y akındoğu m em leketleri için geçerli b ir kavram olarak 3
G e o r g J a c o b , Beitraegc z u r K c n n in is des D cnvich-O rdcns der Bclıtasclıis.
4
F r a n z B a b in g e r, D e r /.s/dm in K le in a s ic n , Z D M G 7 6 ( 1 9 2 2 ) , 1 2 6 -1 5 2
5
l l a n s J o a c lıim K is s lin g , P ic so zin /o g isc/ıe und paedogogische Rolle der l)crw ischorden im O sm dni.se/ien R cic/ıc, Z O M G 103 ( 1 9 5 3 ) , s. 1 8 -28.
yerleştirm iştir. (D aha evvel hep T ürk iy e’deki h alk inancı üze rinde d u ru lm u ştu ).6 A lm anya’da ilgilendiğim iz k o n u lard ak i y o ğ u n araştırm alar devam etm iş ve pek azı diğer ülkelerde olan bizim bildiğim iz şu araştırıcılar, incelem elerini yayınlam ışlardır: H. Sohrw eide, E. G lassen, E. E berhard, Alya K rupp, I. Beldiceanu-Steinherr, I.P Petruşevsky. M em leketim izde, halk dini, halk inancı, halk-lslâm iyeti, alttaki-din (V orhofreligion) gibi m o d ern araştırıcıların yarattığı kavram ları k u llanm asalar da d o ğ ru d an d o ğ ru y u bu k o n u y u iş leyen veya hiç olm azsa bir m ik tar ü zerin d e d u ra n araştırıcılar ise K ö p rü lü ’den başka Şem seddin G ünaltay (kısaca), H Z . Ü l ken (eski bazı araştırm alard a) özellikle A. G ö lp ın a rlı’dır. Bu so n u n c u m üellif, hatta A levilik’in m ah iy etin d en bahsed erken b u n u n bir çeşit “iptidai halk d in i” o ld u ğ u n u söyleyerek k o n u ya tam yaklaşm ıştır. Bugün A m erika’da ders veren Prof. 1. Başgöz ise belki G ö k p ın arlı’dan esinlenerek, iyi tanıdığı Aleviliği ilkel halk dini, m ahiyetinde olarak tavsif etm iştir.
II. Evrensel Din İçinde Halk Dininin Doğmasının Âmilleri A. Genel Âmiller Yukarıda belirttiğim iz gibi, h er sosyal k u ru m , tarihi, coğrafi çeşitli nedenlerle (ek o n o m ik yapı, iklim , k o m şu to p lu m larla ilişki vb.) değişikliğe uğrar. H er m üessese için geçerli olan ve pek çeşidi b u lu n an bu sebepleri genel sebepler diye niteleyebi liriz. Biz aşağıda k o n u m u z için özel b ir ö n em arzed en , basil halk kütlelerin in kısaca k ü tlen in bazı vasıflarını ele alacağız. Burada basit halk, k ü tle d erk en belirli b ir sın ıf değil, d in ’in te ologlar, din bilginlerince tesbit edilen ve Batı araştırm alarında Y üksek-lslâm den ilen şekline yabancı kalan kim seleri kasdediyoruz, bu n lar arasında m esela bazen y üksek tahsilli kim seler de bulunabilir. Yine Batılı inceleyiciler Y üksek İslâm k avram ı 6
M ichcl M. M azzaoul, The O ıig in s o j the S a fa vid s-$ iism , S u fism and the G ulal, W iesbaden, 1972.
n ın karşısına H alk-lslâm iyeti terim in i koym aktadırlar. işte H alk-lslâm iyeti’nin başlıca âm illerin d en biri halkın, da ha doğrusu belirli “k ü tle ”lerin bazı özellikleridir.
B. Evrensel Dinlerin Kütlelerin Seviyesine ve Temayüllerine Uym am ası Din sosyolojisi b ilg in leri (ö z e llik le b izim fay d alan d ığınız G ustav M ensching)7 evrensel d in lerin , k ü tlelerin eğilim leri ile, bazı hususlarda, u y g u n lu k gösterm ediğini ve b u k ü tle eğilim lerinin sonuçta, o insanların, y üksek d in i anlayıp kavram larını ve tatb ik etm elerin i ö n le d iğ in i ve o n d a n ayrı b ir y ö n d e bir halk d in i ve in a n c ın ın d o ğ m asın a seb ep o ld u ğ u n u yazarlar. Fakat halk dini dem ekle, b u n u n ayrı b ir d in gibi anlaşılm am a sı gerektiğini ilave ederler. B urada evrensel d in in farklılaştırıl m ası bahis ko n u su d u r. Yoksa ayrı, m üstakil b ir d in d en bahse dilem ez. Bu sebeple İslâm ! alanda “H alk D in i” kavram ını k u l lanm aktan ziyade “H alk İnancı veya H alkın İn an cı” terim i bel ki daha uygun daha y u m u şak düşm ektedir. Bu so n u n c u da ay rı bir d in in bahis k o n u su olm adığı d ah a iyi hissedilm ektedir. Fakat “Y üksek-lslâm ” terim i karşıtı olarak k u lla n ıla n “H alklslâm iyeti” deyim i belki de en y erinde bir deyim sayılabilir. Evrensel d in lerin k ü tlelere uym am ası, b u n ların bazı tem a yüllerinden, eğilim lerinden kaynaklanm aktadır. Şim di b u n la r üzerinde duralım . aa. Kütlelerin Din Açısından Önemli Olan Eğilimleri K ütlelerin psikolojisi ve davranışları içinde bazıları vardır ki bunlar, onların dini inan ç ve tatb ik atların d a özel b ir ö n em arzederler. Bunları evvela kısaca saydıktan sonra ne gibi h u su s larda nasıl dinî son u çlar d o ğ u rd u k ların ı belirtm eğe çalışalım . Kütleler, eskiye, a n ’anelere bağlıdır, akl! olm ayıp, duygusal davranırlar, kolay inanırlar, d in d e n p ra tik faydalar beklerler, sevkedilm eye ve b ir rehbere ihtiyaç duyarlar, m ü şa h h a s (so 7 G uslav M en schin g, S üz iologie der Religorı, B onn, 19 4 7 , s. 137 vd.
m ut) şeyleri anlarlar, m ü cerred (soyut) kavram lara yabancı ve uzak kalırlar, tek yanlı ve to p tan karar v erir ve bireyin iyi ve kötü yanlarını tahlile yanaşm azlar. Şim di b u özellik ve eğilim leri onların din hayatı üzerindeki etkisini görelim . A n ’anelere bağlılık: H alk k ü tlelerin in en belirgin vasıfların dan biri o n u n A n’anelere bağlı olm asıdır. H alk b ü y ü k b ir in a l la m utad ve alışılm ış olanı k o ru r ve yeniliklere karşı m ukave m et eder, ken d in i korur. Bu eğilim belki b ü tü n in san lara m a h s u s tu r fakat derecesi farklıdır. K ütlelerin bu eskiye bağlılık eğilim inin so n u cu n d a, onların, yeni bir d ine geçm iş, yeni b ir evrensel dini kabul e t m iş olsalar da eski ilkel d in le rin d e k i b irç o k in a n ç ve âdeti yüzyıllarca so n ra bile devam e ttird ik le rin i g ö rü y o ru z . H alk inancında ve özellikle bizim tarik atlerim iz içinde, T ü rk le r’in daha O rta Asya’da yaşarken bağlı b u lu n d u k la rı b irtak ım din ve inançları ve b u n lard an kalan âdetleri ve tatb ik atı b u güne kadar devam ettirdikleri h er zam an gözlenip yazılm ış b ir ger çektir. M esela Şam anist b irtakım inan ç ve tatb ik atın hâlâ ülk e m izde yaşadığının, m u h te lif araştırıcılar tarafından kesinlikle tesbit edildiği d ü şü n ü lü rse , bu iddialarda m übalağa o ld u ğu id dia edilem ez.8 Tarikatlerde, Şam anizm in ve eski T ü rk âdet ve g elenekleri nin izleri üzerin d e en ilm i araştırm alar h erh ald e K ö p rülü ve A bdülkadir İn an ’ın araştırm alarıdır. B u n u n y an ın d a daha b ir çok yazar, M.Z. Koşay, M. Şakir Ü lk ü taşır vb. bu k o n u y a eğil m işlerdir. O rta A sya’d a n T ü rk iy e ’ye g ö ç e d e n T ü rk m e n le rin O rta Asya’daki din ve âd etlerin d en b irçok şeyler m uhafaza e t tikleri bilinm ektedir. Sosyal b ak ım d an b u n la rın en önem lile rin d en biri tarikatlerde kadın ların d u ru m u d u r. O n ların da k a tıldığı rakslı, sazlı ve bazen içkili m eclisler m esela B ektaşîlikte ve Alevilikte m ûtaddır. K öprülü, Yesevi tarik atın d a kad ınların da toplantılara katıldığını ve b u n u n d ah a o zam an şeriat bil 8
Şam anist olu p da devam eden birtakım inançlar ve adetlere dair ö zellik le Köpruliızade Fuad, Influence du C h a m a n ism e Turco-M ongol sur le Ordres M ystiques Musulmans, lst. 1929 (Ç evirisi İlah. F Dcrg. x vm .) ve A bdülkadir İnan, M a k a leler ve İncelemeler, Ank. 1968.
ginlerince tenkit edildiğini, isim zikrederek yazar.9 Keza A na d o lu ’da b ü y ü k ağaçlara, k ayalara, aya, g ü n eşe p erestiş eden züm re ve şahıslara sık sık rastlanm ası da eski çok Tanrıcı d in lerinin kalıntıları olduğu rahatça söylenebilir. Evliyalara göste rilen derin alâka ve onlardan dertlere çare b u lm asın ı beklem ek şeklinde çok yaygın tatbikat da, y ü k sek -lslâm ın başa çıkam a dığı bir din-dışı davranıştır. Evliya ve yatır m eselesine başka m ünasebetle tekrar geleceğiz. D uygusallık: K ütle duy g u sald ır ve d u y g u sallık tan hoşlanır. Aklî, rasyonel birtak ım m ü lah azalard an h a re k e t etm ez. Aklî davranış belki eğitim le oluşan so n rak i bir safhayı tem sil eder. K ütlenin bu özelliği din tarih im izd e tah m in edileb ilenden daha önem li so n u çlar d oğurm uştur. Yabancı ve yerli hem en h içb ir yazarın aksini söylem eyip da im a tekrar ettiği bir gerçek vardır ki o da İslâm d in in in daha çok akılcı bir din olduğudur. B unu isbatı gerekm eyen b ir m ütearife gibi alabiliriz. İşte kitab i İslâm iyet’in, d in u lem asın ın kitaplarında yazılı olan ve m edreselerde tedris edilen b u aklî esaslar, halkın duygusallığını okşam ayan, biraz da yadırgatan, bir özelliktir. Batılı b ü y ü k lslâm istler ve d in so sy o lo g larının pekçoğu (G oldziher, R. H artm an n , G. M ens'ching vb.) bu ko nuya açıklıkla değinm işlerdir.10 Adeta kütleler, Islâm ın akliliğinden kaçıp, h em en b ü tü n tarikatlerde m evcut olan hissi, d uygusal u n su rlara b ü y ü k eğilim gösterm işlerdir. Bu d uygusal k o n u la rın b aşın d a şü p h esiz Ali taraftarlığı, o n u n şahsına ve ailesine olan co şk u lu so n su z sevgi ile onların başına gelen haksızlıkların ve felâketlerin g ö rü lm e m iş bir hissi yakınlık ve bağlılık içinde ifadesidir. B unu anla m ak için Bektaşi-Alevi şairlerin şiirlerini o k u m a k kafi geldiği gibi, özellikle M uharrem âyinlerindeki m anzara da ne derece lere vardığını gösterir. Bilindiği gibi Hz. Ali’nin halifelik hakkının, sırasının yenilm iş olduğu şeklinde çekirdek fikirden hareketle, akılcı d ü şü n ü lü rse 9
Fuad K öprülü, A hm ed Ycsevî (İslâm A n siklo p ed isi) ayrıca (B arthold'un İslâm M edeniyeti Tarihi içind e).
10 l. G oldziher, Die Reiigion des Islams, s.iii vb.
pek de sanıldığı kadar büyük bir mesele olm ayan bir vakıadan Islâm âlem ini yüzyıllar boyu sarsan kırgınlıklar, ayrılıklar çık mıştır. Aslında Hz. Ali ve ailesinin uğradığı haksızlık, eza cefa, tabi! bazı çevrelerin de körüklem esi ile fakat asıl, halkın duygu sal yönünü açıkça okşadığı için taşkın derecelere varan bir sevgi ve bağlılık yanında karşı tarafa d u yulan kin ve nefreti yaratm ış tır. Haksızlıklara uğrayan Hz. Ali, ü zü n tü sü n d e n ölen Hz. Fatım a, yine oğlu H asan ’ın b aşın a g elen ler ve ö zellik le K erbela Vak’ası, kısaca bir yanda Hz. M uham m ed’in kızı b ir yanda da m adı, bir tarafta dizinden indirm ediği sevgili toru n ların ın başı na gelenler, b ü tü n bu duygusal m otifler halkı yüreğinden sar mış, kendisi gibi haksızlığa uğrayan, ezilen, kudretlilerin z u l m üne uğrayan bu temiz ailenin sevgisi o nu yakıp tutuşturm ağa başlamıştır. Bu sevgi alevini körükleyen siyasetçiler tarikat k u rucuları, sonüçta u m d u k ların d an da fazla bir başarıya ulaşm ış lar ve Ali’ye olan sevgi büyüdükçe b ü yüm üş ve o n u T a n n ’m n tahtına oturtm ağa kadar ileri götürülm üştür. B ütün b unlar duy gusallık değilse nedir? Fakat dinsel b ü tü n h areketlerde böyle duygusal m otifler son derece büyük rol oynam aktadır. D uyguları okşayan, ü m id in tatlılığını veren diğer b ir m ü es sese de, Şiilikte (S ü n n ilik te k i belli belirsiz şek lin e n azaran ) çok başka bir şekilde işlenm iş olan M ehdi düşüncesidir. H er an gelerek dün y ad ak i haksızlıkları, zu lm ü , k ö tü lü k le ri kaldı rabileceği ü m it edilen b u M ehdiyi b eklem ek h erh ald e tatlı di ğer bir duygudur. A m erik a’d ak i M ü slü m an z e n c ile rin , M ü s lü m a n lığ ın ın bir nevi M essianizm (M ehdi beklem e) d in i o ld u ğ u n a işaret etm iş olan profesörün h erhalde yanılm adığını k ab u l ed eb iliriz.11 Kütle dinden m utluluk bekler, m u tçu ’dur: M ensching, k ü tle nin dinlere (eudaem onist) saadet bekleyici b ir açıdan baktığını ileri sürer. Yani halk d in d en kendi saadetini destekleyen, g ü n lük sık ın tıların d an k e n d in i k u rtaracak , y ard ım lar bekler. Bir nevi pratik b ir gaye için dua eder, diyebiliriz. E sasen d inlerin ana am açlarından biri belki de birincisi fertlerin (m esela ölüm 11 N iyazi Berkes, “ABD’de Siyah İnsanın Ö yküsü", C u m h u riyet, 8 Aralık 1976.
40
karşısında) tesellisidir. Bu b ak ım d an M ensching’in tesbitinin, teşhisinin isabetini g österen k en d i h alk d in i tatb ik atım ızd an örnek verebiliriz. H alkın, tü rlü d erd lerin in halli h u su su n d a ev liyalara, yatırlara başvurm ası bilindiği gibi, aslında İslâm î esas lara aykırı d ü şen fakat geniş ölçüde yüzyıllardır süregelen bir âdettir. Evliyaya m u m d ikm ek gibi nisbeten basit ve ucuz şey ler daha dilek d ilen irk en su n u lu r. F akat adak olarak k u rb an vb. sunm ak dileğin yerine gelm esinden sonraya bırakılır. Evli yalar arasında m uh telif dileklerin yerine getirilm esi için adeta işbölüm ü vardır. M uhtelif hastalıklar ve d ertler için farklı evli yalar vardır. E vlenebilm ekten sınıf geçm eye k ad ar çeşitli dilek lerin yapılm ası ve b unların ta h a k k u k u n d a n önce ve son ra yine evliyaya göre değişen adaklar, sunular, m u m yakm alar, gelin te li g ö tü rm e le r gibi akla gelen gelm eyen şeyler ta k d im edilir. Böylelikle halk, evliyaya b ir nevi rüşvet vererek işinin olm asını dilem ektedir. Bu dilekler ekseriya yerine gelm ese bile o n u n ya pılışı anında ve son rad an d u y u lan rahatlam a ve h uzur, çaresiz birtakım insanları teselli etm ektedir. Bu k o n u d a y u rd u m u zd a ve dışarıda yapılm ış m u h telif araştırm alar vardır.12 Yine evliya k o n u su ile ilgili olarak h alk ın b ir eğilim ine daha doğ ru su özelliğine ve vasfına değinelim : K ütle m ücerreti, (so y u tu ) anlayam az m ü şah h asa, (so m uta) elle tutulabilen e kaçar, o n u kavrayabilir. Evrensel dinlerin, m erkezî kavram ı Tanrı kavram ıdır. Bu ise hem en daim a son derece soyut ve halk tarafından kavranılm ası gayet zor bir m efhum dur. Mesela Hıristiyanlığın üçlü Tanrı kav ram ı halk ta rafın d an ço ğ u n ca hiç m i hiç an la şılm a m a k ta ve İsa’nın M eryem A n a n ın kucağındaki tasvir veya heykelleri ile çarm ıha gerilmiş tasvirleri, o n u n Tanrıyı gözünde canlandırm a sına yardımcı olmaktadır. Daha doğrusu Tanrı diye tapınm a Baba-O ğul-R ûh’ül K uds üçlü sü n d ek i O ğul’u n heykeline veya re sim deki m üşahhas, m addeleşm iş görüntüsüne, yöneltilm ektedir. H er evrensel d in gibi İslâm iyet’in de A llah kavram ı son de rece soyuttur, hatta insan ların p e k çoğunca kavranılam ayacak 12 H ikm et Tanyu, A n ka ra vc Çevresinde.. A d a k Yerleri, Ank. 1967; R udolf Kriss vd., Volksglaube im Bereich des İslam /, W iesb aden, 1960.
kadar zordur. G elişm iş ve işlenm iş m ü cerret b ir m efhum dur. Allah ne yerdedir, ne göktedir, ne doğm uştur, ne başı ne sonu vardır, kendi k en d isin in sebebidir, hem kahhar, hem rah im d ir vs. vs. B ütün bu vasıfları b ir arada d ü şü n erek A llah’ın m ahiye tini kavrayabilm enin kulların pek azına nasip olabileceği açık tır. İşte k ü tlen in bu g ü çlü ğ ü n ü yenen bazı tarikatler, m e n su p larının ö n ü n e Tanrı olarak Hz. Ali’yi çıkarm ışlardır. Bu örnek tam am en H ıristiy a n lık ta k i ta tb ik a ta b e n z e m e k ted ir. O n d a n alınm ıştır diyem esek bile aynı ihtiyaçların d o ğ u rd u ğ u bir so n u ç tu r. İn san ı T anrı diye su n m a k aslın d a T an rı’yı anlaşılır, kavranılır hale getirm ektir, diyebiliriz. Şüphesiz, Hz. Ali’yi Tanrı tanıyanlar pek çok değildir. Bizim m aksadım ız m eseleyi ortaya koy ab ilm ek için b ir ö rn e k ver m ekti. Evliya k o n u su n d a da bu soyut ve çok k u d retli “A llah” kavram ının büy ü k rolü vardır. A llah’ı, kendi k ü ç ü k derdlerini d o ğ ru d an doğruya k en d isin e söyleyip o n lara çare b u lm asını isteyem eyeceği derecede kud retli, sert ve k en d isin e çok uzakta gören âciz kullar, ona olan m üracaatlerin i, ona yakın o ld u ğ u na inandıkları bir d in u lu su ’nu araya sokarak, yapm ak isterler. Bu aracılar evliyalardır. H alk in a n c ın ın tip ik ö rn e k le rin d e n olarak bir Tahtacı ve bir başka Alevi k ad ın ın bu k o n u d a söyle diklerini çok ilginç b u ld u ğ u m u z için n ak letm ek istiyoruz. A. Yılmaz’ın Tahtacılar isimli kitabında, bir Tahtacı evliyalara neden başvurduklarını ne güzel anlatıyor: “H astalandığım ız ve sıkıldığımız zam anlarda ellerimizi gök tüm beğe açar, Tanrıdan, evinin tabanı altında asılı duran ışıkları olan güneş, ay ve yıldız lardan dilekler dileriz. D ileklerim izin yerine gelm esi gecikirse Tanrı bize içimizden ak sakallı ve ak saçlı, özü a n bir kişi gönde rir. Bu arı kişi az yer, az içer, az konuşur, hiç kızm az, gülüm ser durur. Bu kişi Tanrı ile k o n u şm u ş ve gizli işlerini öğrenmiştir. Buna Erm iş” derler. Biz “Erm iş’ten, Tannya bizim için yalvar masını dileriz. Erm iş birşeyler m ırıldanır, elleri kolları ve kafasıy la kım ıldanm alar yapar, dileklerim izin gelm esini Tanrı sağlar.”13 Burada,^Tahtacı’n ın güneş, ay, yıldızlardan d ilek ler dilem esi, 13 A. Yılmaz, Tahtacılarda G elenekler, Ank. 19 4 8 , s .94.
42
hem m üşahhası aram ak h u su su n d a söylediğim izi desteklediği gibi, eski dinlerin kalın tıların a bir işaret de olabilir. E rm iş’in Tanrı ile ko n u şm u ş ve gizli işlerini öğrenm iş, o ld u ğ u n u n b e lirtilm esi de çok d ik k at çekicidir. Bu Tanrı ile d o ğ ru d a n d o ğ ruya tem asa geçem em enin so n u cu d u r. Diğer tipik b ir d ü şü n ce, Prof. M ehm et E rö z’ü n T ü rkiye’de Alevilik ve Bektaşilik adlı eserinde zikredilm iştir. Bir halk k ad ı nı, yatırlara gidip dua etm elerinin n ed en in i şöyle açıklıyor: “Biz yatırlardaki evliyaya d u a etm iyoruz. (Sizin A llah’a nazı nız geçer, şu dileklerim izi A llah’a ulaştırıver) diye rica ediyo ruz. O evliyanın ru h u için de bir Fatiha o k u y o ru z .”14 Burada da görülüyor ki halk, kütle, “A llah’a d o ğrudan doğru ya yönelecek cesareti, daha doğrusu duygusal yakınlığı bulam a m aktadır. B unun asıl sebebi İslâm iyet’in “A llah” kavram ı kadar, din adam larının yarattığı ve daim a üzerinde d u ru lan “Allah kor k u su ” kavram ıdır. İslâm iyet’in A llahını sadece k o rk u lacak bir Tanrı haline belki de biz getirm ekteyiz. Bu sebepledir ki ileride göreceğimiz gibi tasavvuf, Allah sevgisi ve Tanrı aşkı kavram ları üzerine ısrarla eğilmiştir. Alevilikte H ıristiyanlıktaki İsa sevgisi ne benzer belki de o nu aşan bir Ali sevgisi yer almıştır. K ütle rehberlere m uhtaçtır: K ütle sevkedilm eğe ve reh berle re ihtiyaç duyar. R ehbersiz k ü tle çaresizdir. K ü tle n in k en d i iradesi yoktur, kudretli yabancı iradelere kayıtsız şartsız u y m a ya ve itaate eğilim lidir. Halbuki bilindiği gibi İslâmiyet’te ruhbaniyet yoktur. Yani k u l lan Allah’a götürm ekle görevli ve yetkili din adam lan sınıfı, şid detle reddedilir. K ütlenin yukarıda belirtilen tem ayülüne hiç de uym ayan bu esas da halk içinde yürütülem em iş ve tarikatler yo luyla adeta tam am en bertaraf edilmiştir. Bir tarikatte şeyh, m ü r şit, m üritlerinin kayıtsız şartsız tabi olduğu din büyüğüdür. O nu Tanrıya ulaşm a yolunda yürütecek rehber odur. M üridin, şeyhin elinde bir ceset, gibi olm ası gerektiği çok söylenen bir “itaaat prensibi” olduğu gibi, rehber gerekliliği de “Ü stadı olm ayanın imamı şeytandır” (Ebu Yezid al-Bestami, Ölm. 261/874) şeklinde 14 M eh m ci Eröz, T ürkiye'de A lev ilik ve
İst. 19 7 7 , s.42 0 .
ifade edilmiştir. Hatta Z u’n-N un al-Mısri (Ölm . 245/859) “İnsa nın şeyhine itaatinin Allah’a itaatından daha iyi o ld u ğ u n u ” söyle yecek kadar ileri gidebilm iştir.’5 Böylelikle, halk d in in d e yüksektslâıuın bir esası daha bir tarafa bırakılmıştır. K ütlenin büyü ve sihre eğilimi: H alkın bü y ü , sihir, ü fü rü k çü lü k , afsu n a d ü ş k ü n lü ğ ü n ü b elk i o n u m a n ’an ey e bağlılığı bahsinde incelem ek m ü m k ü n olabilirdi. Ç ü n k ü bilindiği gibi dinlerin ilk d ö n em in d e yani en eski dinî hayatta b ü y ü -sih ir ve d in içiçe idi. (M esela T ü rk le r’in d in î h a y a tın d a ö n e m li yeri olan Şam anizm din değil, dinî sistem içinde b ir vecd tekniği ve ru h lar çağırıp kovm ak suretiyle yapılan b ir nevi sih ir (m agie) ile ilgili bir m üessesedir. H alkın pek çok rağbet gösterdiği tatb ik at içinde ü fü rü k ç ü lük, m uskacılık, afsunlam a, k u rşu n d ökm e, nazarı önlem e, bir insana iyilik getirm ek için yapılan ak b ü y ü (W eisse M agie), bazı kim selere k ö tü lü k için yapılan kara b ü y ü (hastalanm ası, ölm esi, eşinden ayrılm ası vs. için yapılanlar) yalnız bizde değil A vrupa’da da hâlâ yapılan şeylerdir. Bu m ünasebetle şu h u su su b elirtelim ki h alk in an çlarının, farklı evrensel d in le r içinde teşek k ü l etm elerin e rağm en b ü yük bir benzerlik hattâ ayniyet gösterdiği M ensch in g tarafın dan önem le b elirtilm iştir.16 B unun n ed en i şü p h esiz, k ü tle d e diğim iz basit halk ın aynı vasıfları ve tem ayülleri taşım asıdır. O n u n içindir ki A n ad o lu ’da aynı evliyaya iki h a tta ü ç farklı d in m e n su p la rın ın h e rb irin in k e n d ile rin d e n say arak b ü y ü k h ü rm et gösterdikleri ve ziyaret ve adak yeri olarak k ab u l e ttik leri çok görülm üştür. Seyyah Stefan G erlach B abaeski’de gör düğü böyle bir evliyanın, H ıristiyanlarca Aya N ik o lau s (N oel Baba) M üslüm anların ise Sarı Saltuk’u n m ezarı olarak ta n ıd ık larını yazm ıştır. Birge, B ektaşilik k itab ın d a ve K issling b u n a başka birçok ö rn ek ler v erm işlerdir.17 15 İbrahim A. Ç u b u k çu , İslâm D üşüncesi H a k k ın d a A ra ştırm a la r, A nk. 1 9 7 2 , s . 175-76. 16 G. M ensching, cı.g.c., s. 148. 17 H.J. Kissling, Das islam ische D erw ischtum uls Bew ahrer volksreligiöser Überliejcrung: in: Religiöse Volksunde, M ünchen 19 6 4 , s.81 vd.
III. Halk Dininin Tarikatler Şeklinde Oluşması A. Tarikatlerin Kaynaklan aa. Tasavvuf ve Mahiyeti T arikatlerin h e p sin in tasavvuftan k ay n ak lan d ığ ı, h erkesçe kabul edilen bir husustur. Esasen, tarik at kelim esi de tasavvufi b ir tabirdir. A. G ölpınarlı, “T arikatlerin hepsi, h attâ tasavvufçulara bir reaksiyon olarak m eydana gelen M elâm et bile tasav vufa dayanır, h ep sin in de kaynağı tasavvuftur.” d e r.18 Batılı bilginler, tarik atlerin “teşk ilatlan m ış ta sa v v u f’ (organisierte m ystik) o ld u ğ u n u belirtirler.19 Tasavvuf m enşeinde İslâm iyet’e dahil b ir u n su r değildi. Kuran ’da böyle b ir şey geçm ediği gibi, b u n u n la ilgili sayılan ha dislerin de u y d u rm a olduğu o rtadadır. T asavvuf İslâm iyet’in k u ru lu şu n d a n çok son ra o lu şm u ş b ir d in i akım dır. Bu sebeple tasavvufun “şüphesiz İslâm î” olduğu iddiası (T. Koçyiğit vs.) boşlukta kalm aktadır.20 İslâm iyet’in d o ğ u şu n d a tasavvuf diye bir şeyin olm adığını, ve b u n u n Hz. Ali’ye k ad ar geri g ö tü rü l m esinin esassızlığım daha İbn H ald u n (1332-1 4 0 6 ) M ukaddi me'sinde açıklam aktadır: “H icretin ikinci yüzyılında ve o n d an sonra dünyaya ve ser vetine rağbet genel b ir hal ald ık tan son ra ö m ü rle rin i ibadete tahsis edenlere “m ütesavvife” ve “sufiyye” adı verildi ve bu ad bu sınıfa tahsis ed ild i.” “Sufiler, tarik atlerin in ve hayallerinin asıl ve tem elin i Ali’ye u laştırm ak m aksadıyla tasav v u f h ırk a sın ı A li’ye isn a t ettiler. H albuki Ali’n in sahabeler arasında k en d in e m ah su s ayrı bir gi yim i ve tarikatı olm adığı gibi d iğ erlerin d en ayrılarak terk ve on d a n feragat ettiği am el-iş ve halleri de y o k tu .”21 İleride göreceğim iz gibi, tasavvuf, evrensel d in e karşı b ir re aksiyon ve p rotesto m ahiyeti taşım aktadır. B üyük bilgin y u k a 18 A. G ölpınarlı, T ü rk iy e ’de M ezhepler ve Tarikatler, İst. 19 6 9 , s.2 9 2 . 19 R. Hartm ann, Die Reliğion des İslam , Berlin, 1944, s . 126. 20 Talât K oçyiğit, T ü rk Ansiklopedisi “T asavvu f’ m addesi. 21 İbn H aldun, M ukaddim e, Ank. 1954, c .ll, s .5 8 5 , 601.
rıdaki satırlarda b u n u sezdiğini h issettirm ektedir. K öprülü, “İslâm iyet’in ilk asırların d a hiç m ev cu t değilken sonraları., teşekkül eden tasavvuf m esleği az zam anda b ü tü n İslâm m em leketlerini k ap lam ıştır” diye yazdığı tik M utasavvıf lar kitabından 7 yıl sonra yazdığı Türk Edebiyatı Tarifıi’n de ko nuya daha da açıklık getirm ektedir: “Daha asrı saadetten başlayarak, İslâm iyet'te “z ü h d i” m a h i yette bir cereyan vücude gelm iş hattâ b irtakım z ah itler yetiş m işti. Lâkin İslâm iyet’in ilk devirlerinde, so n rak i tasavvuf ce reyanının m üjdecisi sayılabilecek hiçbir hadiseye tesad ü f edil m ediği gibi, sonraki sufilerin sırf indi b ir su rette iddia ettikleri gibi Hz. Peygam ber’in E bubekir ve Ali’ye b irtak ım telkinlerde b u lu n arak bu suretle Sufilik cereyanının esasını k o y d u ğ u h ak kında da tarihi h içbir delil yoktur. Eldeki tarih i k aynaklara b a kılırsa önce “sufi” adını alan ve Suriye’de ilk zaviyeyi k u ran zat H. 150’de vefat eden Küfeli “Ebu H aşim ”dir.. O n d an sonra birçok büyü k sufiler yetişerek m esleklerini b ü tü n k arşı koy m alara, isnatlara ta h k ir ve k ü fü rlere rağ m en Islâm âlem inin her köşesinde yaym aktan geri d u rm u y o rlard ı. Bu ilk yüzyıllar da şeriat alim leri tarafından p ek de iyi telâk k i edilm eyen ve şü p h e ile görülen sufiler, K uşeyri’nin (Ö lm . 4 65) sufiye m es leğinin asla ehl-i sü n n et akidelerin d en ayrı o lm adığını göster m ek m aksadiyle sarfettiği çalışm adan ve b ilhassa G azzalî'nin (450-505) çok esaslı çalışm alarından sonra, k am u o y u n d a b ü yük bir saygı kazanm ağa başladılar.”22 iki büyük alim in bu m ütalaaların ın , tasavvufun İslâm iyet’in teşekkülünd en çok son ra k u ru lan bir sistem o ld u ğ u n u açıkça gösterm ektedir. İslâm iyet’e yabancı o ld u ğ u için d ir ki m ukave m etle karşılaşm ıştır. Tasavvufun, ru h ve m ahiyet itibariyle İslâm iyet’in d ışında ve ona yabancı olduğu ve fakat o n u n içine n ü fu z ederek o n u d e ğiştirdiği ve bozduğu hatla kendi deyim ini k u llan ırsak deje nere ettiği” (E n ta rtu n g des İslam ) çok ta n ın a n ve beğenilen bir orientalist olan Alfrcd von K rem er tarafın d an v u rg u lan m ış 22 T Köprülü, iifc Mutasavvı/lar; s . 11 ve Tıir/j Edebiyat Tarihi, İst. 19 8 0 , s . 120.
46
tır (İslâ m iy e t’tek i H âk im F ik irle rin T arih i- G e sc h ic h te d e r herschenden Ideen des Islam ). O na göre O rto d o k s İslâm iyet, tasavvufun içine nüfuz edip k ab u l görm esi ve o n u farkına var m ad an değiştirm esi so n u c u n d a dış g ö rü n ü ş ü aynı kalsa da “r u h u ” bakım ından bam başka hale geldi.23 Tasavvufun aslında Islâm -dışı b ir tezah ü r o ld u ğ u n u neden belirttik? Ç ü n k ü halk d in in i tem sil eden b ü tü n tarik atler ta savvufa dayandığına göre o n ların özü itibariyle İslâm î olm ası çelişkili bir d u ru m yaratırdı. Y üksek İslâm iyet’ten ayrılan ve kendine göre b ir “h alk-lslâm iyeti tesise çalışan k ü tlelerin bu hareketi (tasavvuf İslâm î b ir m üessese olsaydı, tezatlı hattâ an lam sız b ir d a v ra n ış o lu rd u ). Bu h u s u s a k ısaca d e ğ in d ik te n sonra tasavvufun m ahiyetini d ah a iyi açıklayan bazı h u suslara tem as etm ek istiyoruz. Prof. Kissling, h içb ir tarik atın tam anlam iyle o rto d o k s olm ad ığ ın a işaret eder. Sadece tasavvufun, İslâm iyet’le ilişkisi h ak k ın d a y u k arıd ak i izah at b u fikri haklı bulm ak için kâfidir. İslâm iyet’in ö züne aykırı o lan bir m üesseseye yani tasavvufa dayanarak k u ru la n m üesseselerin (tarikatlerin) ortodo k s olm ası da tabiidir ki m ü m k ü n olam azdı. Yine bazı m üellifler Şiilikle-tarikatlerin m ü n aseb eti h ak k ın da ilgi çekici fikirler ileri sürm üşlerdir. M esela A. G ölpınarlı, Halidiyye tarikatı hariç b ü tü n tarik atlerin “m üteşeyyi o ld u ğ u n u ” b ir m ü n a se b e tle ağ ızd an sö y le m iştir (E .M ard in , H u zu r Dersleri, c.II-IIl sh. 1024 d ip n o t) H.Z. Ü lken bir zam anlar bu k o n u lard a bir hayli yazm ış bir bilim adam ı olarak bu fikri destekleyen şeyler yazm aktadır. Yabancı bilginlerden G. Jaeschke, tasavvuf ile Şiilik arasın d ak i ilişkiye şöylece d eğ in m e k te d ir: “Ta b a şın d a n beri Sufi dindarlığı ile Şia’nın dinî duygu hayatı arasında b ir çeşit uy g u n lu k olagelm iştir.” Keza K issling A nadolu’da (15. yüzyılda) h alk ın S ünnilik ve Şiilik arasında sallanan ve fakat açıkça Şii renk taşıyan bir halk d in in d en bahsetm ekte, E rnst W erner vb. b u n a katılm aktadır. K öprülü, A nadolu’da İslâm iyet (s.293) m akalesinde “Sufilik 23 Alfred von Krcmer, G eschichte der herrschen den Ideen des Islam , Darm stadt, 1961, s. 100.
cereyanının birçok âm iller dolayısiyle, Şiî ru h u n u hattâ en m utaassıb Sünni şekilleri altına sokm ası, İslâm m ezhepleri tarihi nin çok sağlam bir um desi, bir m ütearifesi o ld u ğ u n u , söyler ken herhalde Şii ru h u n u n , tasavvuf tarafından h er tarafa nüfuz ettirildiğini kasdediyor böylece tasavvufla Şiilik arasın da sıkı ilişkiye dikkat çekiyor olm alı. Bu ilişkiyi yaratan “birçok âm il ler” dediği âm illerden acaba K öprülü neleri anlıyordu? Bizce b u n u n başında, Şiiliğin halkı okşayan duygusal yönleri gelir. bb. Tarikatlerin Diğer Bir Kaynağı Eski Dinler ve İnançlar H alk kütlelerinin tem ayüllerini g ö rü rk en değindiğim iz gibi, kütleleri evrensel d inden uzaklaştıran özelliklerden biri de o n ların eski din! inanç ve âdetlerini b ir tü rlü terketm em eleridir, dem iştik. Kâtip Ç elebi’nin bile M izan ül H a kk’ta işaret ettiği bu g erçek , ta rik a t k u ru c u la rı ve b ü y ü k le ri ta ra fın d a n d ik k a te alınm ış ve m üsam aha ile karşılanm ış h attâ benim sen erek tari k a tın e rk an ı arasın a d a h il ed ilm iştir. M esela Y esevilik’te ve so n ra la rı B ektaşîlik te k a d ın ın rak slı ve sazlı ve h a ttâ içkili m eclislere katılm ası b u n a b ir örnektir. D aha o zam an lar Yesevi tarikatında k ad ın ın to plantılara katılm asının ulem a tarafından tenkitlere uğradığını, K öprülü belirtm ektedir. E vliyaların ziya ret ve adak yeri h aline getirilip b ü y ü k b ir saygı görm eleri de aslında eski d in lerin artıkları olarak nitelendirilebilir. cc. Tarikatlerde Mahalli İnançların Yeri T ü rk le r gibi başka diyarlardan göçeden h a lk ın , d in k o n u sunda da m ahalli, yerel din ve âd etlerin etk isin d e kalm ış ol m aları tabiidir. O rta Asya’dan gelip A n ad o lu ’ya yerleşen T ürkle r’in yeni y u rtla rın d a ç e v re le rin d e y a şay an ç e şitli d in le re m ensup ve ken d ilerin e benzer, halk dinleri ve inançları yarat m ış kütlelerin d ü şü n ce ve tatb ik atın d an etk ilen m em iş olm ala rı im kânsızdır. B u n u n en tipik bir ö rn eğ in i, H ıristiy an lar ve hattâ başka din m ensupları tarafından m u k a d d e s sayılan aziz m ezarlarının so n ra d a n aynı zam an d a b ir M ü slü m an evliyası haline getirilerek ziyaretgâh olm asıdır. Stefan G erlach isim li seyyah, Babaeski’de böyle b ir azizin (Saint N ikolaus-N oel Ba
ba) m ü slüm an ahali tarafın d an Sarı S altuk’u n m ezarı diye zi yaret edildiğini yazdığını y u k arıd a g ö rm ü ştü k . Böyle ö rn ek ler pek çoktur. (Bk. Birge)
IV Sonuç T arikatlerin din tarihim izde ne derecede b ü y ü k rol oyn adıkla rım izaha h a c e t y o k tu r. O sm a n lı D e v le tin d e , B ek ta şilik ve M evleviliğin oynadığı rol b ir tarafa, Safavi D evleti ile O sm anlI lar arasındak i siyasi gerginliğin A n a d o lu ’d ak i Şii, Alevi halk için nasıl b ü y ü k felâketler d o ğ u rd u ğ u b ilin m ek ted ir. Devlet, k en d in i koruy ab ilm ek için b u n lara karşı acım asızca d a v ra n m ak zoru n d a kalm ıştır. Safavi-O sm anlı m eselesini d in açısın dan ele alan Batıda b irçok eser çıkm ıştır. Bizde ise b u yok d e necek kadar azdır. C u m h u riy et d ö n em in d e ta rik a tle rin yasak ed ilm esin e rağ m en bug ü n bile gazetelerde sık sık o k u d u ğ u m u z “b a sk ın la r” ve yakalanan tarikat m en sup ları olaylarının “sosyal ilim ler açı sından ilm i b ir tahliline gidilm em iştir. Tarikatler tarihi ile b ir ö m ü r geçirm iş olan G ölpınarlı, bence artık tarikatler tarihte b ir hatıra o larak kalm ıştır, d e rk e n , genç b ir ilim adam ı, tarik atlerin zaviyelerinin sadece b in aların ın ka patıldığından bahsetm ektedir. K issling, O sm anlılarda T arikat lerin Pedagojik ve Sosyolojik R olü adlı m ak alesin in so n c ü m lesinde, u z u n yasak yıllarının tarik atlere yeni sem p atiler ka zandırdığını, yazar. M esele soğukkanlılıkla ve tam am en ilm î açıd an ele a lın d ı ğında hangi tarafın haklı g ö rü n d ü ğ ü ortadadır. Bence önem li olan artık tarihe karışm ış olsalar da tarikatlerim iz üzerin d e sosyolojik b ir zihn iy etle d u ru lm a sın ın gereği ve faydasıdır. H albuki b u g ü n e kadar, b ü y ü k âlim K öprülü h a riç, bu m eseleye böyle bir açıd an b ak an m üellifler yok gibidir.
4. Din Sosyolojisi Açısından Halk İnancı ve Tarikatlerin Doğuşu Hakkında Düşünceler
H em en dü n y an ın h er tarafına yayılm ış olan “evrensel d in le r” b ü tü n b ü yük to p lu m k u ru m la n gibi değişiklikler gösterm ekte, d in u lu ların ın tesbit ettikleri (Y üksek D in) ideal şekil ve k u ram lara, geniş kütlelerin kavrayış ve eğilim lerine u y g u n bir şe kil ve re n k v e rilm e k te d ir. B ilim a la n ın d a y en i b ir d ey im le “H alk İn a n c ı” bazen “T arik at” ism iyle ortay a çık m ış b u lu n m aktadır. Tarikatlere, sosyolojik açıdan b akıldığında, “Y üksek lslâm ın ” zam an ve zem ine ve halk ın seviye ve eğilim lerine uy gun hale getirilm iş şekli yani “H alk-lslâm iyeti”dir, diyebiliriz. Evvela şu n u belirtelim ki, evrensel d in lerin h ep sin d e, aynı d u ru m görülm ektedir. Ç ok çeşitli ü lkelerde ve değişik to p lu lu k ve zü m reler arasın d a h ü k ü m sü ren b u dinler, h iç b ir za m an kuru lu şların d ak i veya k itap ların d ak i nazar! şekil ve esas lara bağlı kalam am aktadır. M esela Isa’n ın d in in i ilk yaydığı za m an ve yerdeki H ıristiyanlık ile b u g ü n B atının ileri sanayiini ku rm u ş to p lu m ların d ak i H ıristiyanlık veya A frika’n ın ilkel kavim lerinin, m isy o n erler kanalıyla, k ab u l edip tatb ik e ttik leri H ıristiyanlık arasında b ü y ü k farklılıklar vardır. D aha d ü n e k a dar doğanın çeşitli kuvvetlerine tap an ilkel b ir A frikalı’n ın, pa pazlar, m isyonerler ne k ad ar u ğ raşırsa u ğraşsın, H ıristiy an lı ğın, Teslis yani “Ü çlü T an rı” k av ram ın ı k ab ataslak olsa bile
anlam asına im kan var m ıdır? O, zavallı, k u cağında sevim li bir bebek taşıyan M eryem A n a’n ın ve ç o c u ğ u n u n re sm in i veya heykelini Tanrı olarak g ö rü r ve ö n ü n d e diz çöker. B ugün Batı ü lkelerinde de basit h alkın d u ru m u p e k farklı değildir. Ç ü n k ü basit halkın büy ü k d in lerin “T anrı”sını kavrayabilm esi, aşağı da daha ayrıntılı görüleceği gibi, im kânsızdır. “Bu sebeple H ı ristiyan kilisesinin geniş teşkilatına d ay anarak giriştiği, yekne sak bir dinsel eğitim i sağlam a çabalarına rağm en, kilise, halkın b ir tü rlü te rk e tm e d iğ i d in î an lay ış ve d a v ra n ış la rın a tâviz, ö d ü n verm ek zo ru n d a kalm ıştır. Böylece k ilisen in anladığı H ı ristiy an lık ile halk ın b u d in î anlayışı ve uygulayışı arasın d a farklılıklar, d in adam larınca yapılan ve sözde bağdaştırıcı yo rum larla, giderilm eğe çalışılm ış ve h alk tan gelen b irço k unsur, d inin gerçek m alı im iş gibi, b en im sen m ek z o ru n d a k alın m ış tır” (G ustav M ensching). Benzer bir d u ru m , evrensel bir d in olan M üslü m an lıkta da bahis konusudur. İslâm iyet’in yayılm ış olduğu A rap Y arımada sındaki M üslü m an lık ile E n d o n ezy a’d ak i M ü slü m an lık , keza daha yakın tarihlerde M üslüm an olm uş bazı A frika kabileleri nin lslâm iyeti ile T ü rk ler’in Islâm d in in i anlayış ve tatbikleri a rasın d a b irç o k fa rk lılık la r o ld u ğ u g ib i so n y ılla rd a K uzey A m erika’da gittikçe çoğalan M üslüm anların dini anlayış ve uy gulam aları da değişik şekiller gösterm ektedir. Y üksek Islâm d i ye ifade edilen ve d in in ideallerini kurallarını ve ibadet şekille rini, yetkili din adam larının tesbit ettikleri şekliyle tem sil eden din, bam başka iklim lerde, kültürleri, tarihleri, yaşayış şekli ve şartları, ekonom ik yapıları bam başka topluluklarda, bu değişik durum lara uygun yeni b ir hüviyet ve şekil kazanm aktadır. Bir topluluk, yeni bir dini isteyerek veya çeşitli zorlam alarla kabul edince, önceki dinini ve o n u n kendisinin zihn iy etin d e yarattığı izleri bir elbise gibi çıkarıp atam az. Birçok d ü şü n c e şekilleri, kutsal tanınan şeyler ve bunlara karşı d u y u lan k o rk u ve saygı, b u nları kutsam a şekilleri ve benzeri davranışlar ile “T anrı”yı anlayış şekli, kısaca tüm üyle dinî d ü şü n ce ve davranışlar, belir li bir ölçüde varlığını devam ettirir. Bu tu tu m , çoğunlukla ş u urlu olarak değil, kendiliğinden sü rer gider.
İşte, evrensel d in lerin böylece h alk içinde aldığı yeni şekille re “H alk İn a n c ı” (V o lk sglau b e) d iy o ru z . T ü rk iy e ’d e “H alk İn an c ı”, özellikle “T arikatler” şeklinde kurum laşm ıştır. H alk İnancı (V olksglaube), H alk D ini (V olksreligion), Y ük sek D in (H ochreligion), Y üksek-lslâm iyet (H o ch -lslâm ), H alk lslâm iyeti (Volksislam, F olk Islâm ) kavram ları ü z erin d e özel likle A lm anya ve son zam an lard a A m erika Birleşik D evletleri’nde d u ru lm u ş ve bizleri y ak ın d an ilgilendiren eserler yazıl m ıştır. “Y üksek İslâm ”, klasik din k itap ların d ak i İslâm iyet yanında “H alk lslâm iy eti” ni tem sil eden ta rik a tle rin doğ m ası n e gibi sebeplerden kaynak lan m ak tad ır? Şüphesiz b u n u n , h er sosyal, toplum sal olay gibi pek çok n ed en i vardır. Biz aşağıda halk de n ilen k ü tlele rin bazı ö z e llik le rin d e n d o ğ an n e d e n le rin belli başlılarını bulm ağa çalışacağız.
I. Tanrıyı Kavramanın Güçlüğü H er d in in ö z ü n ü o lu ştu ra n en önem li kavram “T anrı”dır. H er m o n o teist d in gibi, İslâm iyet’in “A llah” kavram ı da son derece soyut, basit b ir insanın id rak in in çok ü stü n d e k alan b ir kav ram dır. A llahın p ek çok sıfatı vardır ve ilk bakışta b u n lard an b ir kısm ı b irb irin in zıddı gibi gö rü n m ek ted ir. M esela o, hem rahim dir, hem kahhardır. Basit ve iyi b ir eğ itim d en geçm em iş b ir kafanın, soy u t fikirleri kavram ası zo r h a ttâ bazen im k an sızdır. Y ukarıda b ir ara d e ğ in d iğ im iz gib i, H ıris tiy a n lık ta k i “Üçlü T anrı” kavram ını h erhangi b ir in sa n ın iyice ş u u rlu bir şekilde anlayıp idrak edebilm esi m ü m k ü n olam ad ığ ın d an, ba sit halk, kiliselerd ek i, M eryem A na ve İsa tasv irleri ö n ü n d e eğilip, haç çıkarm akta ve b u esnada k e n d isin in Tanrı ile karşı karşıya gelm iş olduğu duygusuyla heyecan d uym aktadır. G er çek Tanrı kavram ından uzaklaştıracağı h ak lı olarak d ü şü n ü l d ü ğ ü n d en , bilindiği gibi b ir zam anlar, ik o n d en ilen b u tasvir lerin caiz olup olm adığı b ü y ü k çatışm alara n e d e n o lm u ş ve so n u n d a halkın eğilim leri galip gelerek, h a lk “ik o n la rın ı” elin den kaçırm am ıştır. Ç ü n k ü o n lar olm ak sızın basit b ir H ıristi
yan “T a n n ”yı kavrayam am akta ve d in b ilg in lerin in “Ü çlü Tan rı” (Baba, O ğul, R uhul K uds) esası so n derece so y u t o ld u ğ u n dan, b u n u kafasında, açık seçik şekilde can lan d ıram am ak tadır. Bir re sm in veya h e y k e lin k a rş ıs ın d a k e n d in i T a n rın ın ö n ü n d e o ld u ğ u n u sanm ası veya öyleym iş gibi hissetm esi, zih ni seviyesinin istediği b ir kolaylıkır. D ediğim iz gibi, kilise so n u n d a bu kolaylığı gösterm ek z o ru n d a kalm ıştır. Tasviri Allah sanm a veya saym a teh likesini iyice gören Hz. M u h a m m e d ’in resim ve heykeli p ren sip itibariyle, to p lu m a, cam iye s o k tu r m am ası çok gerçekçi b ir davranıştır. Buna rağ m en halk k ü tle lerinin so yuttan kaçıp, m ü şah h ası, so m u tu aram ası, İslâm to p lu lu k ların ın da peşini bırakm am ıştır. Bu sebeple, Şiiliğin bazı derecelerinde soyut A llah fikri yerine, eti ile k a n ı ile yaşam ış Aİİ, T anrı m e rte b e sin e ç ık a rılm ış, Ali ve k e n d isi gibi tü rlü haksızlık ve eza cefaya uğrayan H aşan, H üseyin (oğulları), ge niş kütlelerce alabildiğine kutsallaştırılm ışlardır. H ıristiyanlık taki, ıztırap, acı çeken Isa yerine, Şiilikte, haksızlığa uğrayan ve tü rlü kah ırlar çeken Hz. Aİİ ve oğulları (ki b u n la r Hz. M u h a m m e d ’in g ö zb eb eğ i o la n sevgili to ru n la rı id i) g eçm iştir. K endisi de tü rlü haksızlık ve zu lü m lerle b u n a la n halk, onları kendisine çok yakın hissetm iş ve hak ik i h ü v iy etlerin i g ö rü n mez hale getirinceye k ad ar sevgi haleleri içine sarm ıştır. Ali’yi T anrılaştıranlar aslında İsa’n ın h eykelinin ö n ü n d e k i H ıristiyana benzem ektedir. Şu anlam d a ki g ö rü n m ez Tanrı, artık g ö rü n ü r halde karşılanndadır. Son derece soy u t “T anrı”, h alk ın çok ü stü n d e ve u zağında old u ğ u n d an ona ulaşm ası ve o n u n la d o ğ ru d an ilişkiler kurm a ü m idi kalm am aktadır. Bu n ed en le de h alk k e n d in e d ah a ya kın, so m u t, kutsal varlıklar aram ağa yönelm iştir. İslâm iyet’te ö lü lerd en şefaat ve yardım b ek lem e şid d etle red d ed ilm esin e rağm en, halk evliyalardan, y a tırla rd a n , b irta k ım b ü y ü k le rin tü rb e le rin d e n yardım u m m a k ta , b u n u n k a rşılığ ın d a o n la rın m ezarına çap u t bağlayarak, adak lar adayarak, m u m dikerek, ku rb an keserek ü m id in i veya şü k ran ın ı ifadeye çalışm aktadır. D iyanet İşleri B aşkanlığının b u k o n u d a, m ezarlara k o y d u rttu ğu uyarıcı levhaların en ufak faydası bile olm am aktadır. H al
buki dediğim iz gibi İslâm iyet ölülerden dirilere fayda gelem e yeceği, kulların isteklerini d o ğ ru d an doğruya “A llah”a y ö nelt m eleri gerektiğini hattâ böyle b ir şeyin peygam berden bile istenem eyeceği esasım kabul eder. H albuki halk, do ğ u m , evlen m e, hastalık, kıtlık, ölü m gibi p ek çeşitli ü z ü n tü ve sık ın tılar da “evliya” dediği velilere b aşv u rm ak ta, geleceğini u m d u ğ u yardım için onlara çeşitli hediyeler, arm ağanlar su n m ak ta, bu yolla kalplerini k azanm akta, g ö n ü llerin i alm aktadır. “Y üksek İslâm ” ile zıt d ü şen bu d ü şü n c e ve davran ışların ö n ü alınam a m ıştır ve alınam ayacaktır. Ç ü n k ü halk, h e r sık ın tısı ve ü z ü n tü sü için, kavrayam ayacağı u zaklıklara değil, m ahallesinde, iki so k ak ö ted ek i selv in in altın d a y atan ve p e k ço k d erd e deva b u ld u ğ u h erk e sç e sö y le n e n “ev liy a”ya b a şv u rm a y ı yeğ tu t m aktadır.
II. Akıl Yolu Değil Gönül Yolu İslâm d in in in aklî, rasyonel bir d in o ld u ğ u h erk esçe ifade ve k a b u l edilm ek ted ir. Yani İslâm iyet esas itib ariy le akla h itap eden bir dindir. H albuki basit h alk tabakaların ın g ö n lü n ü sa ran, şarabilen şey, ak ılcılık tan çok duygusallıktır. K ü çük bir ö rn ek verelim , d e m o k ra tik h ay atta p a rtile re v erilen oylarda birçok hallerde o p artin in p rogram ı, k en d isin e getirebileceği m addi faydalar, b u n u gerçekleştirm e im k an ı o lu p olm adığı gi bi akılcı d ü şü n celer b ir tarafa bırak ılm ak ta bazen b ir parti başkanının çok esprili bir h atip oluşu, halkın, k ısm en de olsa ona bağlanm asına sebep olm aktadır. H aksızlığa uğradığı k ab u l edi len bir devlet adam ın ın h er gece göklerde atıyla dolaştığı in a n cı halkın gön ü l tellerinin ne k ad ar hassas o ld u ğ u n u n gösterge sidir. İslâm âlem inde Ali taraftarlığı yani b ir nevi parti hareketi o larak başlay an Ş iilik ’in A li’n in h a life lik h a k k ın ın e lin d e n alınm ası, oğulları H aşan ve H ü sey in ’in u ğ rad ığ ı eza cefadan doğduğu söylenebilir. Bu haksızlıklar, b ir kısım h alk ın onları ken d isi gibi haksızlığa u ğ ram ış g ö rü p , y a k ın lık d u y m asın a, sevgiyle bağrına basm asına sebep olm uştur. M erham etle karı şık bu sevgi, kütlelerin k alplerini yüzyıllardır ısıtm ış, böylece
rasyonelliğin k u ru lu ğ u ve so ğ u k lu ğ u yerine c o şk u n b ir sevgi n in sıcaklığı geçm iştir. T arikatlerin p e k ç o ğ u n u n Ali sevgisin de derece derece ileri g itm e le rin in p sik o lo jik seb eb i bu d u r. Birçok araştırıcı (m esela H ilm i Ziya Ü lken vb.) çarm ıha geri len Isa ve o n u n ü z ü n tü y e b o ğ u lan anası m otifi ile, haksız şe kilde halifeliği elinden alınan ve so n u n d a şeh it edilen Ali ile o n u n çocukları ve peygam berim izin çok sevdiği to ru n ları H a şan, H üseyin’in uğradığı acım asız ak ıb et arasında, h ak lı olarak b ir paralellik k u rm u ştu r. Böylece H ıristiy an lık tak i acı çeken İsa’ya kütlelerin d u y d u ğ u sevgiye benzer, c o şk u n b ir Ali sevgi si, İslâm âlem inde de yayıldıkça yayılm ıştır.
III. Bir Gün Mehdinin Geleceği Umudu Sert doğa şartları içinde g ü n lü k ekm eğini k azan m ak için helâk olurcasına çalışıp d id in m ek te olan halk, zam an zam an idare edenlerin z u lm ü n e de uğram aktadır. Ç evresinde h ep yokluk, acı ve haksızlık gören insanlar, b irg ü n b ü tü n b u n la rın sona ereceği ü m id in i k a lb in d e d a im a c a n lı o la ra k ta şım a k ta d ır. K endisinin çaresizlik içinde b u n ald ığ ı bu d ünyayı “adaletli bir d ü n y a ” haline kim getirecektir? Sünni İslâm d ü şü n cesin d e, M ehdi m eselesi ana in an ç k o n u su olm ayıp, ikinci plana itilm iş b ir husu stu r. K u ran ’da bu k o nu d a bir h ü k ü m b u lu n m ad ığ ı gibi, had islerin de b u m eseleye dair olanların ın ya güvenilir olm adığı veya gerekli açıklıkta ol m adığı kabu l edilm ek ted ir. M ehdi d ü şü n c e sin i b ilm ezlik ten gelen d in ad am ları o ld u ğ u gibi, b e k le n e n M e h d i’n in , ancak d ü n y a n ın so n u n d a D eccalı b e rta ra f etm ek için gelecek olan İsa’dan başkası olm adığını ileri sü ren ler de vardır. Kısaca Orto d o k s yani S ü n n i İslâm d ü şü n c e sin d e M eh d i’ye bel bağlam a yoktur. H albuki Şiilikte “M eh d i”yi beklem e, “İm am lık ” m eselesi ile sıkı bağlı olarak ana in an ç esaslarından biridir. A llahın em ri ile gaip olan ve birgün yine z u h u r edeceğine kuvvetle inanılan on ikinci İm am M ehdi’d ir ve h er an gelebilir. Bu Şiilik’in çok önem li bir dogm a’s ıdır. M ehdi gelip, h aksızlıkları kaldıracak,
bu d ü n y ad a ad aleti g erçekleştirecektir. S elçu k lu ve O sm anlı dönem lerind e Alevi T ü rk m en kütleleri arasında zam an zam an M eh d ilik id d ia sı ile o rtay a ç ık a n la rın , p e ş in d e n g id e n le rin çokluğu ve içtenliği, b u ü m id in ne k ad ar kuvvetli o ld u ğ u n u gösterm ektedir. T arikatlerin birço ğ u Şia esaslarına dayandığı için b u n ların d o ğ u şu n d a, adaletli b ir dünyayı, ö b ü r dünyaya bırakm ayarak b u rad a k u rm a ü m id in i getiren M ehdi düşüncesi ve u m u d u n u n payını u n u tm a m a k gerekir. K ütleleri saran tatlı duygulardan biri de “d ah a iyi b ir d ü n y a ” yani d ah a iyi b ir ha yat üm ididir. M o d em siyasi partilerin işinin de d ah a güzel bir gele ce k v a a d e tm e k te n ib a re t o ld u ğ u u n u tu lm a m a lıd ır. Bu “M ehdisiz” P artilerin yaptığı da “fakirin ekm eği olan u m u d ’u pişirip k o tarm ak tan ileri gitm em ektedir. M ehdi in a n c ın ın , ta rik atle rin d o ğ u şu n d a k i ro lü n ü g ö ster m ek bakım ın d an b ir teo lo g u m u zu n d ü şü n celeri ilgi çekicidir: “Ism ailiye fırk asın ın ortaya çıkış se b ep lerin d en birisi de işte b u ‘kurtarıcıyı’ aram aktır. Alevilere yapılan bask ıların yanında, aristo k rat sınıfın çalışanlar bilhassa çiftçiler aleyhine n ü fu zu n u n genişlem esi ve b ir sosyal d en g esizliğ in h ü k ü m sürm esi insanları M ehdi beklem eye sevkeden âm illerden birisi olm uş tur. M evcut adaletsizlik ancak böyle o rtad an k alk ab ilird i.” “H er yerde ve h e r zam an İslâm î iyi bilip-yaşam ayan to p lu lu k la r arasın d a, b ilh assa sık ın tıy a d u ç a r o lm u şla rı n ezd in d e M ehdi fikri k ad ar cazip b ir şey olm am ıştır. Tarih böyle fırsat ları d eğ erlen d irm e h ırsın a k ap ılan m aceracı siyasilerle d o lu d u r.” (Avni İlhan: M ehdilik), diyerek Y üksek-lslâm ın gö rü şü açısından, “halk-lslâm iy eti”n in d avranışını eleştirm ekte b u su retle de tarik atlerin doğuş sebepleri h a k k ın d a k i tezim izi kuv vetlendirm ektedir.
IV Halkın Dini Önderlere İhtiyaç Duyması Y üksek-lslâm , A llah ile k u l arasında b ir “ru h b a n ” sınıfı, kulu A llaha ulaştıran aracı b ir d in adam ı esasına k esin lik le karşıdır. Bu, nazari bak ım d an so n derece ince ve ü stü n b ir anlayışı ifa de ediyorsa da h alk k ü tlelerin in d u ru m u n a u y g u n gelm em ek
se
tedir. Basit b ir in san ın karışık ve so y u t d in î b irçok problem i çözüp anlam asının ve b u yolda A llah’a gerektiği gibi yaklaşa b ilm esinin çok zo r hattâ im kânsız o ld u ğ u açıktır. İşte tarikatler fiilen bir nevi ru h b a n sınıfı o lu ştu rarak , şeyh, m ü rşit, dede, baba gibi isim lerle çoğunlukla ü s tü n seviye ve kabiliyette kişi leri, h a lk ın d in i ö n d erliğ i işin e m e m u r e tm işle rd ir. B azıları m addi bakım d an asalak olsalar da, m anevi açıdan b u aracılar, d in y o lu n d a em ekleyen h a lk ın elin d e n tu tm u ş la r ve o n ları, d o ğruluğuna in an d ık ları yoldan A llah’a ulaştırm ağa çalışm ış lardır.
V. İbadet Şekilleri ve Yasakların Yarattığı Güçlükler İslâm d in i, ib a d e tle ri ve y asak ları y ö n ü n d e n , m ü m in le rd e n çok ağır şeyler b eklem ektedir. B üyük b ir d isip lin isteyen bu şartlan yerine getirm ek h erk esin kolay kolay yerine getirebile ceği bir h u su s değildir. Beş vakit nam azın k ılınm ası, b ir ay b o yunca oruç tu tu lm ası özellikle b ed en en çalışan kişiler için, h e le b u g ü n ü n şartlarında -m esela fabrikada devam lı y ü rü y en bir şeridin başındaki işçi için- yerine getirilm esi im k ân sızlık dere cesinde zor ibadetlerdir, içki yasağının m u tla k o lu şu , in sanla rın s u n ’i şekilde de olsa biraz rahatlam asın a im k ân b ırak m a m aktadır. M usiki ve raks, dans için de b en zer b ir d u ru m bahis ko n u su d u r. Bazı tarikatlerde içkinin, m u sik in in , rak sın önem li bir yeri olm ası, n am azın ihm al edilm esi, o ru c u n hafiletilm esi bilinen gerçeklerdendir.
VI. Fertlerin Dayanışma ve Bundan Kuvvet Alma İhtiyacı Toplum içinde fertler, bireyler, kuvvetini, yaşam a g ü c ü n ü ve sevincini çevresinden alır. Tek başına olan b ir kişinin yaşam a g ücü çok azalır, belki de kalm az. Bu işin k uvvetini bilen din adam ları aforoz etm e, “d ü ş k ü n ” ilan etm e şeklinde, m üeyyide ler, yaptırım larla, dini topluluğa dahil kişileri en zayıf tarafla rın d an vurarak, disiplin altına alm aya çalışırlar. Fert, to p lu m d aki diğer insanlarla dayanışm a halin d e o ld u k ça ve kaldıkça,
yalnızlıktan, acizlikten k u rtu lu r, k en d in i d ah a k uvvetli h isset m eye başlar. İşte tarik atlerin insanları çeken b ir y ö n ü de tem sil ettikleri kuvvetli dayanışm a fikri ve b u n u n tatbikatıdır. Ta rikat m ensupları, tekkede, dergahta, sıcak b ir çorba bulabile ceği gibi sıcak ve teselli edici sözler de bulurlar. Sıkılınca tek keye, şeyhe sığınırlar. P rofesör Kissling, “O sm an lılard a Tari katlerin Sosyolojik ve P edagojik R olü” isim li m e şh u r m akale sin d e, b u n la rın tü m fakir fukaraya k ap ıla rın ı a ç m a la rın ı ve eşitlikçi davranışlarını özellikle belirtm ektedir. F ert tek başına k en d in i p ek yalnız ve âciz hisseder. Sıkı bir m addi ve m anevi d ayanışm anın b u lu n d u ğ u k u ru m la r b u yö n den insanları daim a cezbetm ektedir. Bugün en aydın kişilerin bile, k ü ltü rü m ü z e çok yabancı “M aso n lu k ” gibi teşkilatlara sı ğınıp, kuvvet alm aya çalışm aları ile zavallı b ir k ö y lü n ü n tek kesine bağlanm ası aynı p sik o lo jik ihtiyacın ü rü n ü d ü r. Türk Folkloru, Aylık Halkbilim Dergisi, sayı 87, Ekim 1986
SEÇME KAYNAKLAR K issling, H ans Joachim , D as Islam ische D erw ischtum als Bew ahrer volksreligiöser Überlieferung, “R eligiöse V olkskunde”, Volkach, 1 9 6 4 içinde. K issling, Hans Joachim , D ie soziologische und paedagogische Rolle der D erw ischor den im O sm anischen Reiche. ZDMG Nr. 103 (1 9 5 3 ) içinde. Kriess, R udolf-K riss-H einrich Hubert, Volksglaube im Bereich des Islam , I. cild, W i esbaden 1960. Krupp, Alya, Neue Wege z u r E rforschung des Volksislam. “Islam k u n d lich e A bhand lungen", M ünchen, 1974 içinde. M azzaoui, M ichel M ., The O rigins o f the S a fa w id s- S i’ism, 5u/ism and the G ulat. W i esbaden, 1972. M en schin g, Gustav, Soziologie der Religion, B onn, 1947 M en schin g, Gustav, Wesen und Bedeutung des Volksglaubens in den U niversalreligi onen. “R eligiöse V olkskunde” Volkach, 19 6 4 , içinde. W ach, Joachim , Sociology o f Religion, C hicago, 1944. Ü lken, H ilm i Ziya, Dini Sosyoloji, İstanbul, 1943. Ü lken, H ilm i Ziya, “İslâm iyet’te Eski D inlerin İzleri. 63 (1 9 4 6 ).
İstanbul, kültür dergisi, sayı
5. Eski ve Bugünkü Turkler’de Su-Kültü ve Âdetler*
İn sa n ların d ü şü n c e ve in a n ç la rın d a “s u ”y u n b aşlan g ıçtan b e ri çok önem li b ir yeri o ld u ğ u şü p h e siz d ir.1 Ç ü n k ü su , h a y a t ta pek b ü y ü k b ir rol o y n am ak tad ır. İlim bize ilk c a n lıla rın su d a o lu ştu ğ u n u bildiriyor. K araların b itk i ö rtü s ü ile c an la n ıp in san ları b esler b ir hale gelm esi de h e rh a ld e su sayesinde m ü m k ü n olabilm iştir. B itkiler k a d a r in sa n la rın da c a n lılık la rın ı k o ru y ab ilm esi şa rtla rın d a n b iri s u ’dur. K endi d eney ve gözlem leriyle insanlar, su y u n h a y a tın d evam ed eb ilm esi için z o ru n lu o ld u ğ u n u n şu u ru n a varınca, b u n u in an ç ve d ü ş ü n celerinde de can lan d ırm ay a, efsaneler h a lin d e ifadeye b a şla m ışlardır. Â lem in y a ra tılışı e fsa n e le rin d e su y u n y eri b ü y ü k tü r. Bir T ü rk efsanesinde de b aşlangıçta sadece “s u ”y u n b u lu n d u ğ u in a n c ın ı gö rü y o ru z. “Yer ve g ök y a ra tılm a d a n ö n ce h e r şey su ’dan ibaretti, yer yoktu, gök y o k tu .”2 Su h e r şeye hayat ve ren h attâ bazen ölüm sü zlü ğ ü , ebedî hayatı sağladığına in an ı lan b ir varlıktır. “Ab-ı h ay at” içm iş Hızır, edebiyatta nice se (*) T ürkoloji Kongresi (1 9 8 3 ) Tebliği. 1
Martin N in ck , Die Bedeutung des W assers im K u h und Leben der A lten , D a n n s tadt, 1960, s.IX vd.
2
W ilh elm Radlolf, S ib iry a ’dan, C. II-I, Istanbul, 1956, s.6 (A. Temir çevirisi).
vim li şiir ve hikâyenin k o n u su o lm u ştu r.3 Ö lüm süzlüğü sağlayabilen su, bazen ö lü m ü n ta k en d isi o lu verir. Ö n ü n e geleni silip sü p ü re n k o rk u n ç seller, d ağlar gibi yükselip gem ileri y u tan dalgalar, çılgınca ak an , k ö p ü ğ e kesm iş ırm aklar, h er yıl birçok canı k o y u n ların a alıp yoketm ektedir. Çayların çağıldam ası, su y u n kıvrılarak akıp gitm esi, dalgaların kabarm ası, kaynağın fokurdam ası, insanları b u n la rın da canlı ve ru h sahibi varlıklar olduğu inan cın a u laştırm ıştır. Su bizzat bir ru h , bir cin veya peri ve h a ttâ b ir Tanrı ve Tanrıça olarak g ö rü ld ü ğ ü gibi, hiç olm azsa, cin ve p e rile rin m e k â n ı olarak kabul edilm iştir. Suların bu nitelikleri nedeniyle, insan lar bazı ülkelerde, suç lu o lu p o lm a d ık la rın ı te sb it için sa n ık la rı, “ila h i b ir d e n em e”d en geçirm ek üzere çok sıcak veya çok so ğ u k b ir suya b a tırırlar, ancak belirli b ir süre so n u n d a sağ kalab ilen lerin su ç suz olduğun a in an ırlard ı (O rdal). Bu ve b u n a b e n z e r tatbikat ve âdetler, m esela su ’ya bakarak geleceği o k u m ay a çalışm a (su falı) vb. hep suya atfedilen ü stü n birtak ım vasıflara o lan in a n cın so n u cu d u r. Suları veya sah ip leri o lan cin leri k ızdırm ağa gelm ez, onların hoşça tu tu lm aları gerekir. “Su k aynakları, cin lerin en belirgin d u rak yerleridir (b u y ü zden) h e r su az çok te k in değildir.”4 O n ları m e m n u n etm en in çaresi adaklar, k u r b anlar sunulm asıdır. Aksi h alde gazaba gelip in san lara zarar verm eleri, can alm aları, beklenm elidir. O n lara s u n u la n k u r banlar, başlangıçta insanlardı. F akat bu âd et so n raları hafifleti lerek, insan yerine hayvanlar k u rb an edilm eğe b aşlanm ış, so n u n d a da bu hayvanları tem sil eden bazı şeylerin (m esela ileri de Tobalar’da göreceğim iz gibi) kâğıt h ayvan fig ü rlerin in, h a t tâ elbiseden koparılm ış k ü ç ü k b ir p arçan ın veya ipliğin yahut da bir taşın suya atılm asının yeterli olacağına inanılm ıştır. Tekin olm ayan suların, k en d ilerin e saygısızca davranılm asına katlanam adıkları anlaşılıyor. Bu n ed en le su y u n kirletilm esi 3 A hm et Yaşar Ocak, Islâın-T ürk İnançlarında H ızır y a h u t H ızır llya s Kültü, A n kara, 1985, s. 159 vd. 4
W eslcrıııarck, İslâm M edeniyetinde Putperestlilı Devrinden K alm a İtik a tla r (C in ve K ölü göz), İstanbul 19 3 8 , s .7.
hiçbir şekilde caiz gö rü lm em ek ted ir.5 Su, bir yan d an bizatihi, k en d isi büyüleyici o ld u ğ u gibi, b ü yüleri ve sih irleri b o zu p tem izleyen b ir niteliğe de sah iptir.6 B ütün bu vasıflan nedeniyle, su lar “k u tsa l” sayılm ış ve b u n u n doğal so n u cu olarak birçok âdetler, d avranış şekilleri d o ğ m u ş tu r ki, bunlara tarih içinde bilebildiğim iz ve b u labildiğim iz en ilgi çekici örneklerle kısaca d eğ in d ik ten so n ra, özellikle T ürkler arasında (O rta Asya’daki çeşitli T ü rk k av im lerin d e ve b u g ü n k ü T ürkiy e’de yaşayanlar arasın d a) yaşam ış ve yaşam akta olan la n n ı, im kânlarım ız ö lçü sü n d e ortaya çıkararak, d ik k atle ri bu az bilinen kon u y a çekm ek istiyoruz.
I. Tarihte Su ile tlgili Bazı Düşünce ve İnançlar Tarihte en eski m edeniyetlerden b u g ü n e k ad ar p ek çok kavim ve to p lu lu k ta su k u tsallaştırıldığı ve b u n u n so n u c u olarak b ir takım tatbik at ve âdetler o lu ştu ğ u gibi, d ü şü n c e tarih in d e, fel sefede de, su ’ya bazen çok önem li b ir yer verilm iştir. İnsan d ü şü n cesin in ilk m ah su llerin d en olan efsanelerde su y u n b ü y ü k bir ağırlığı vardır. Yaşadığı çağ, en azın d an M .Ö . sekizinci yüz yıla kadar geriye g ö tü rü len H om er, h er şeyin tem elin d e okya n u su (d e n iz ) b u lu y o rd u . O n a göre b aşlan g ıçta y aln ız su la r vardı. K aralar so n rad an m eydana gelm iştir. A risto ’n u n , lyonyalı fizikçilerin ilki olarak niteliği, Yunan filozoflarının ilki Miletli Thaies (M .Ö. 6 2 5-545), “h e r şeyin m en şein in s u ” olduğu fikrini ortaya atm ıştır. A nlaşılıyor ki su, in an ç dışı, h ü r ve fel sefi d ü şü n ced e de önem li b ir yer tu tm u ştu r.7 İnsanlarca suya verilen kıym etin ve ona karşı d u y u la n saygı nın ve o n d an olan k o rk u n u n so n u n d a , su y u n k u tsal b ir varlık olduğu inancı doğm uştur. Eski b ir H in t m e tn in d e (Bhavissotara-P urana 31, 34) s u ’ya şöyle h itap edilm ektedir: “Su, sen her 5 M üller-Trathning, Religionen der G riechen, Roıner u n d G erm a n en , W un sicdclW es-Z urich, 19 5 4 , s.285. 6
Eduard Stem plinger, A n tik e r Volkslglaube, Stuttgart, 19 4 8 , s. 108.
7
Ernst von Aster, Felsefe Tarihi D ersleri I, İstanbul, 19 4 3 , s .14 vd.; H. SchınidtG. Schischkoff, P hilosophickes W örterbuch, Stuttgart, 1961 "Thaies" m addesi.
şeysin ve her varlığın kaynağısın, b aşısın.” B ununla, su y u n gö rü n e n dü n y an ın ilk nedeni o ld u ğ u ve o lu şm u ş hay atın b ü tü n to h u m la rın ı taşıdığı ifade edilm iştir. H in d is ta n ’da n e h irle re kutsallık tanınm ası yaygın bir inanıştır. H alkın in an cın a göre O rissa y a k ın ın d a k i V aitarani u ğ u rs u z lu k g e tire n , M irz a p u r b ö lg esin d ek i K aram nase ise d o k u n d u ğ u h e r şeyi y ok ed en , m ahveden sulardır. H albuki Ganj N ehri, G anga isim li bir Tanrıça’dır. Bu n eh re giren in san b ü tü n g ü n a h la rın d a n arın m ış olur. “G ünahları tem izleyici su ” in an cın ın en eski m ek an ların dan biri şüphesiz H indistan olm uştur. H indular, G anj’ın suları üzerine yem in ederler. P encap’ta In d u s N e h rin in k arşısına ve ya o n u n suları ile d o ld u ru lm u ş b ir testin in ö n ü n e geçilip d u alar edilir.8 Eski M ısır’da Nil N ehri biri aşağı diğeri y u k arı bölgeye ol m ak üzere, İkiz Tanrı tarafından tem sil ediliyor, b u n la r başla rında taç yerine p ap irü s dem etleri taşıyorlardı. K ült h ayatında bu İkiz T an rıların fazla b ir ö n e m i o lm am ışsa da eski M ısır edebiyatında büy ü k b ir yer tu tm u şlard ır.9 M ısır ve N il h a k k ın d a k i b irço k bilgiyi, ta rih ç ile rin babası sayılan H ero d o t’a borçluyuz. H ero d o t (M .Ö . 4 8 4 -4 2 5 ), su yun g ü n a h la rd a n a rın d ırıc ı o lu şu in a n c ın ı şöyle b e lirtiy o r: (M ı sır’da) “C insel ilişkide b u lu n m u ş k im selerin , k u tsal yerlere, tapm aklara g irm eden önce y ıkanm aları gerekir.. Pis b ir hay van sayılan d o m u zu n s ü rü n d ü ğ ü kim se, k e n d in i elbiseleriyle N il’e atar...” B ütün b u n lar, N il su la rın ın a rın d ırıc ı n iteliğini iyice gösterm ektedir. Bu arın d ırm an ın m addi p islik lerd en zi yade m anevi pislik lerd en yani g ü n a h la rd a n tem izlen m e şek linde anlaşıldığı da ortadadır. H ero d o t’u n k o n u m u z la ilgili asıl önem li kaydı ise, P erslerin ırm aklara karşı olan tu tu m u h a k kındadır: “Persler, ırm aklara b ü y ü k saygı gösterirler, ak arsu la ra işem ek, tü k ü rm e k gibi h areketleri kendileri kesinlikle yap m adıkları gibi, b aşkalarının (y abancıların) böyle b ir fiiline de 8
G ustav M ensching, Die Religionen, M ünchen, tarihsiz, s. 1 4 2 -4 3 W alter Ruben, Esfci H int Tarihi, Ankara, 19 4 4 , s .121, 123.
9
W erner H eider, Die Bedeutung der W eltstrom e f u r M en sch u n d L a n d 1935, s .174 vd.
Berlin,
katlanam azlar.”10 Bu açıklam adan eski Ira n lıla n n g ö zü nde ır m akların yani suların kutsal sayıldığı açıkça görülm ektedir. Çin kaynaklarına bakılırsa, eski Tibet h alk ın ın çoğu yıkanm azlardı.11 B unun suya atfedilen özelliklerden kaynaklandığını artık biliyoruz. O rta Asya k avim leri için d e su k ü ltü ile ilgili inanç ve âdetlerin en kuvvetli ve canlı olanları M oğollardadır. Bizi bu hükm e vardıran sebep, belki de bu k o n u d a M oğollardan kalm a heberlerin çok olmasıdır. Su ile ilişkili âdetlerin çok daha eski tarihlere gittiği şüphesiz ise de, biz bunları, Cengiz H an Yasası’nın bazı h ü k ü m le rin d e n , özellikle 13. ve 14. yüzyıllarda Moğol hanlarına Batı ülkelerin d en giden çeşitli kim selerin bı raktığı seyahatnam elerden ve Arap m üelliflerinden öğreniyoruz. Cengiz H an Yasası’n d a k o n u m u z la ilgili h ü k ü m le r ş u n la r dır: “G iyildiği ve iyice yıpranm adığı sürece elbiseleri yıkam ak yasaktır.” B urada bizce bir ifade b o zu k lu ğ u veya çeviri yanlışı bahis kon u su olabilir, çü n k ü elbiseler sanki giyildiği sürece ve yıpranm am ışken yıkanam az, fakat d ah a so n ra yıkanabilirm iş gibi bir anlam taşım ak tad ır. H alb u k i k a sd e d ile n , elb iselerin hiç yıkanm adan eskiyene k ad ar giyilip son ra çıkarılıp atılm a sıdır. B unun böyle o ld u ğ u n u aşağıda H u n la r’d a n b ah sederken gö receğ im iz gib i, b aşk a k a y n a k la rd a n d a aç ık ç a b iliy o ru z . Cengiz Yasası’nın diğer bir h ü k m ü n e göre, “suya elleri dald ır m ak yasaktır, su alm ak için bir kap k u llan ılm alıd ır.” N ihayet y asan ın en se rt m a d d e sin i zik red elim : “K im su için e işerse ölüm le cezalandırılır.”12 B ugün bizim h u k u k anlayışım ıza ve adalet duygularım ıza çok ters d ü şen ve garip gelen bu ağır ce za, bize su yu n M oğollar gözü n d e ne derece saygıya değer, k u t sal bir varlık o ld u ğ u n u açıkça gösterm ektedir. B urada d ik k a ti m izi çeken bir h u su s da b ir k ü lt’le ilgili yani d in i bir yasağın devlet tarafından b enim senip, en ağır bir m üeyyideye (yaptırı m a) çarptırılm asıdır. Böylece bir inanç kaidesi, h u k u k kuralı haline d ö n ü şm ü ş olm aktadır. 10 Herodot Tarihi, M. Ö km en çevirisi, İst. 1973, Kitap 11 Nr. 6 4 , 4 7 , l Nr. 138. 11 H uang C hi-H uei, Tang D evrinde Tibetlilerin Ç inliler ve O rta A s y a K avim leriylc M ünasebetleri (Ed. Fak. Dr. Tezi) İst. 19 7 1 , s .14. 12 Curt A linge, M oğol K anunları, Ankara, 19 6 7 , s. 143 vd. M adde 15, 14, 4.
Yasa’nın, C engiz H an ’ın haleflerince de b ü y ü k b ir titizlikle tatbik edildiğini biliyoruz. C engiz’in ikinci oğlu Ç ağatay H an b u n la rd a n biri idi. O ö ld ü ğ ü zam an y azılm ış târizli b ir şiiri C üveyn! nak letm ek ted ir. Sedid Aver (Sadid A w ar) isim li bir şair, Çağatay’ın su ’ya girm e yasağını n e derece şid d etle tatbik ettiğine telm ihen şöyle diyor: Korkusundan kimsenin su’y a giremediği adam, (Ölümün) engin deryasında boğulup gitti. Böylece bu beyit bize b ü y ü k b ir tarihi gerçeği, güzelce pekiş tirm ektedir.13 Bilindiği gibi Cengiz’in m e şh u r yasası’n ın m etni d o ğ ru d an doğruya elim ize ulaşm am ıştır. O n u n h ü k ü m le rin i çeşitli kaynaklardan öğreniyoruz. Bu eserlerde su ile başka bazı ayrıntılara da değinilm ektedir. Fakat C engiz Yasası’n ın birbirini teyit ve tenkit eden birçok kaynak aracılığiyle iyice bilinen bu h ü k ü m le ri, çeşitli m ü e llifle rin b u k o n u la rd a y a z d ık la rın ın kontrol ve teyidi bakım ın d an da önem taşım aktadır. 1253-1255 y ıllan arasında M oğol h ak an ın ı, elçi olarak ziya ret eden W ilhelm von R ubruk, M oğolların elbiselerini asla yı kam adıklarını, ç ü n k ü b u n u yaparlarsa T a n n ’m n h id d etlen erek yıldırım ve gök g ü rü ltü sü göndereceğine in an d ık ların ı, b elir tir. Buna rağm en elbisesini yıkayıp k u ru m ası için asan lar o lu r sa, d ö ğ ülüp ellerinden çam aşırların alındığını zira g ök g ü rle m esinin çok k o rk tu k la rı şey o ld u ğ u n u vurg u lar ve g ök g ü rler ken b ü tü n yabancıları (çadırdan) dışarı attık ların ı, kara keçe lere sarınıp, fırtına geçinceye kadar sak lan d ık ların ı ilave eder. O na göre M oğollar bulaşık kaplarını da su ile yıkam azlar. Et pişince yem ek tenceresini kay n ar et suyuyla çalkalayıp so n ra dan bu suyu tek rar kullanırlar.. E llerini ve başlarını yıkam ak istedikleri zam an, su y u ağızlarına alıp so n ra d a n yavaş yavaş ellerine p ü sk ü rtm ek suretiyle yıkanırlar. N e k ad ar d ik k a t çeki cidir ki, Zeki Velidi Togan bize, b u şek ild e14 y ık an m an ın hâlâ
13 W. Barthold, En zyh lo p ed ie dcs Islam “Caghatai-Khan" mad. (C . Is. 8 4 7 ). 14 W ilh elm vo n Rubruk, Reisen zu m GrossUhan der Mongofer - Von K onstantinopcl nach K arahurum (1 2 5 3 -1 2 5 5 ), D arm stadt, 1984, s.4 4 -4 5 , 56.
B aşkırtlar ve K ırgızlar arasın d a y aşadığını b ild iriy o r,15 P lano C arpini, M oğolların güneşe, aya, ateşe, toprağa ve suya saygı gösterdiklerini söyledikten son ra b u n la rın çok pis o ld u k ların ı da ekler.16 19. yüzyılda yaptıkları seyahatin n o tların d a, H uc ve G äbet isim li iki m isyoner de bu pislikle ilgili olarak, “K endile ri de pek tem iz olm ayan Ç inliler’in (bile) b u n lara “pis kokan T atarlar” dediklerini, nakled erler.17 A l-U m arî’n in M asalik al A bsar f i M am alik al A m sa r eserinde de M oğollarda su ile ilgili h ü k ü m ve âd etleri d ah a ay rın tılı şe kilde bulu y o ru z: “Suya işey en ler ve g ire n le r id am edilirler., (yıkam ak üzere) eller suya sokulam az. Su önce ağza alın ır ve oradan yavaşça p ü sk ü rtü le re k yıkanılır. Keza kül içine ve eşi ğe basm ak kesinlikle y asaktır ki, b u so n u n c u la r k o n u m u z d ı şında olm asına rağm en zik retm ed en g eçem edik ç ü n k ü b en ze ri âdetler T ü rk ler arasında b u g ü n bile k ısm en tatb ik ed ilm ek tedir.18 llh anlılar d ö n em in in tan ın m ış devlet adam ı ve tarihçi Cüveynı (1226-1282), M oğolların elbiselerini h içb ir zam an yıkay am ay acak ların ı, d u y d u m , diyor. M ak rizî ise b u bilgiyi ta m am layarak, bu yüzden elbiselerini iyice d ö k ü len e k ad ar sırt larından çıkarm adıklarını yazıyor. Spuler, İran M oğolları hakkındaki tanınm ış eserinde b ü tü n bu bilgileri, m u h te lif yazarla ra dayanarak tekrarlam ış ve şöyle özetlem iştir: “işem ek , süm k ü rm ek veya çam aşır yıkam ak suretiyle su y u n pisletilm esi... yasaktı. Böyle h areketlerde b u lu n m ak la fırtına ve g ök g ü rü ltü sü hu su le geleceğine itikat edilirdi.. Y ıkanm a yasağı y ü zü n d en M üslü m an lar çok sık ın tıy a d ü şü y o rlard ı, ç ü n k ü b u n la r d in î h ü küm lere uygun şekilde abdest alam ıyorlardı.”19 Kısaca M oğollar, kutsal saydıkları su y u n bazı süfli sayılan 15 A. Zeki Validi Togan, Ibn Fadlands Reisebericht, Leipzig, 1 9 3 9 , s.1 3 2 . 16 L. Ligcti, Bilinmeyen İç A sya , İstanbul, 1946, s.1 0 6 C arpini’den naklen... 17 Ernst D iez, So Sahen Sic A sien, C. 11, s.2 4 5 . 18 Klaus Lech, Das M ongolische W eltreich-Al-U m ari's D arstellung der M ongolisc hen Reiche in seinem W erk M a sa lik al absar f i m a m a lik al amsar, W iesb aden, 1968, s.9 6 vd. 19 B erlhold Spuler, Iran M oğolları, Ankara, 19 5 7 , s .192 vd.
işlerde kullanılm asını ve ona b u su rette saygısızlıkta b u lu n u la rak kirletilm esini şiddetle yasaklayan ve b u yasağa k arşı gelen leri C engiz Yasası’n d a idam a k ad ar varan cezalarla tecziye ede rek en sert tepkiyi gösteren kavim olm uştur, diyebiliriz.
II. Orta Asya’daki Türk Kavimleri’nde Su-Kültü Su k ü ltü veya su y u n kutsal tanınm ası m illî b ir in an ç olm ayıp, T ü rk le r arasın d a da yaygın o lan evrensel b ir in an çtı. S uyun kutsallığına olan b u in an cın şü p h esiz g ü n lü k h ay atta birtakım etkileri oluyordu. Ç ü n k ü kutsal şeyler genellikle ta b u ’dur. Ta bu olan şeye gelişi güzel yaklaşılam az, o n d a n istenildiği şekil de yararlanılam az. Bu, ancak belirli zam an ve şartlarda, belirli bir m erasim e ve u sule uyu larak m ü m k ü n d ü r. Ziya G ökalp, eski T ü rk le r’de “su y u n tek in o lm a d ığ ın d a n bahseder: “Eski T ü rk le r’de su da k o ru k idi. K o ru k tab u d e m ektir. Bu n ed en led ir k i kap lar ve elbiseler su ile tem izlenem ezdi.”20 Acaba G ökalp’ın ço k genel b ir nitelem e olarak “Eski T ü rk le r” d ed iğ i kavim ler, to p lu lu k la r h an g ileriy d i? K onuyu som utlaştırm ak üzere çeşitli T ü rk k av im lerin in su ile ilişkili inanç ve âdetlerini a y n ayrı ele alarak im kânlarım ız ö lçü sü n d e tesbite çalışalım . A ksini iddia e d en ler b u lu n m a sın a rağm en, T ü rk o ldukları fikri daha ağır basan H unlar, H iu n g -N u lar arasında su -kültün ü n v arlığ ın a işaret e d e n b azı â d e tle re ra s tlıy o ru z . H u n la r h a k k ın d a beş c iltlik , en b ü y ü k m o d e rn e se rin sah ib i F ran z A ltheim , A ntakyalı (R om a) tarih çi A m m ian u s M aıcellinus’tan naklen21 H u n la n n bazı ilgi çekici g ördüğü âd etle rin d e n bahse derken, b u n la n n yola çık ark en atların ın eğerleri altına bastır dıkları çiğ eti (p astırm a) yol boyunca y ed ik lerin d en ve üzerle rine giydikleri k eten veya hayvan d erisin d en yapılm ış elbisele ri lim e lim e o lu p d ö k ü len e k ad ar sırtların d an çık arm ad ık ların dan da söz ediyor ki bu, o n ların elbiselerini y ık am ad ıklarını 2 0 Ziya G ökalp, T ü rk M edeniyeti Tarihi, İstanbul, 1 9 7 6 , s.87. 21 Franz A ltheim , Reich Gegen M ittem a h c t, Asiens W eg S a ç lı Europa, Hamburg, 1955, s.33.
gösterm ektedir. Suyun k u tsal tan ın d ığ ı yerlerd e çam aşırların vb. yıkanm am ası, yaygın b ir âdettir. G erçekten, H iu n g -N u kavim lerinden olan Cye-G u’ların, “T anrılar içinde sadece sulara ve ağaçlara k u rb a n su n d u k la rın ı” b iliyoruz.22 Ju a n Ju a n la r y a h u t Avarlar (?) d en ilen k av m in de, ellerini, elbiselerini yıkam adıklarını, yem ek k ap ların ı tem izlem ek için o nları “yağlad ık ların ı” Ç in k ay n a k la rın d a n ö ğ ren m e k te y iz.23 Şato T ü rkleri’n in , “G ök G ö lü ” d en ilen , dağ b a şla n n d a k i kutsal tanınan bazı volkanik göllere kağıttan yapılm ış a t ve deve fi gürleri attık la rın ı yazan E b e rh a rd , b u â d e tin eski ta rih le rd e m u htem elen gerçek hayvanların k u rb a n ed ilm esin d en kalm ış b ir âdet old u ğ u n u ileri sürer.24 Bir k ü lt’ü n varlığ ın d an söz ed ileb ilm esin in en ö n em li şartı h erh ald e k ü lt k o n u su o lan ve k u tsa l sayılan şeye k u rb a n la r sunu lm asıd ır.25 Eski T ü rk le r’de s u -k ü lt’ü n ü n varlığı da çeşitli sulara (kaynak, ırm ak, göl) k u rb a n veya k u rb a n y erin e geçen şeylerin tem sili olarak su n u lm a sın d a n anlaşılm ak tad ır. ProtoBulgarların Dini isim li güzel araştırm asın d a, V. Beşevliyev, adı geçen T ü rk kav m in d e de su y u n k u tsal tan ın d ığ ın ı g ö steren il gi çekici ö rn ek ler verm ektedir. K u ru m H an, İsta n b u l k u şa t m a sın d a n ö n ce, sih ri b ir te m iz lik iç in d e n iz d e y ü z ü n ü ve ayaklarını y ıkam ış ve ask erleri ü z e rin e su serp m iştir. Su ve özellikle deniz su y u b irço k kavim lerde a n n d ırıc ı telakki o lu nur. Volga B ulgarları’n ın ahfadı sayılan Ç uvaşların k u rb a n lık hayvanı titreyinceye k ad ar su d a tu tu p o n d a n so n ra k e stik leri ni V am bery’n in Das Türkenvolk eserin d en (s.4 8 5 ) ö ğ ren iy o ruz. P roto-B u lg arlar’da y em in e d e n in ilk in b ir b a rd a k su y u yere dökm esi de ilginçtir. B u n u n da sih ri b ir an lam ı o lm alı 22 W olfram Eberhard, Ç in’in 5im al K om şuları, Ankara, 1 9 4 2 , s.5 6 9 . 23 W. Eberhard, Çin'in Şim al K om şuları, s. 100. 2 4 Eberhard, 5ato Türfeleri’nin K ü ltü r Tarihine Dair, T.T.K. B elleten 4 1 , s.18. 25 Yaşar O cak, B e k ta şi M e n a k ıh n â m elerin d e Islâ m Öncesi İn a n ç M o tijle ri, 1st., 1983, s.70. Bir Kült’ün varlığına hü km ed eb ilm ek için gereken şartları belirt miştir. Bu 3 şarttan birincisi yani kü lt’ün bir k o n u su o lm a sı, tabiî o lu p şart m ahiyeti taşımaz. D iğer iki şart yani kült k o n u su olan şey d en bir (fayda veya zarar) beklenm esi ile on u n adına (bu ned en le) adaklar, kurbanlar su n u lm ası ise bir kü lt’ün varlığının esaslı göstergeleridir.
dır.26 Suyu yere biraz d ö k tü k te n so n ra içm ek T ü rk le r’de b u gü n bile uyg u lan m ak ta olan b ir âdettir. Yukarıda adı geçen H unlar, H iu n g -N u ’lar, Tobalar, Şatolar, Ju a n Ju a n la r veya Avarlar ve Proto-B ulgarlar’ın d ışın d a suyun kutsal tanınm asına başka T ü rk k avim lerinde de rastlıyoruz. H aussig, “T ü rk ü t D evleti” dediği, bizim d ah a çok G ök T ü rk Devleti diye tanıdığım ız devletin doğu ve batı olarak ikiye ay rılm asından sonra Batı T ü rk leri’nin b ü y ü k ço ğ u n lu ğ u ile eski d in le rin e bağlı k a ld ık la rın ı h a lb u k i d o ğ u d a k ile rin B u dizm ’e g eçtiklerini, belirtir. O na göre b ah is k o n u s u T ü rk le r’in eski d in le rin in ağırlık m erkezini, ateş, su (yir - suw ) ve toprağın kutsanm ası (verehrung) teşkil ed iy o rd u .27 D em ek o lu y o r ki ta rihte “T ü rk ” ism ini taşıyarak ortaya çıkan ilk b ü y ü k T ü rk dev letinde halk su ’yu kutsal tanıyordu. M üslüm an A rap k aynaklarını çok iyi tanıyan R am azan Şeşen, eski T ü rk ler’in d in lerin d en söz eden araştırm asın d a bize bun lard an ilgi çekici n akiller yapm aktadır: “G erdizî’ye göre K im ekler, K im aklar (K ıpçaklar) İrtiş N eh rini ulularlar. Bu suya tap ar ve secde ederler. O n lar bu ırm a ğın K im akların T anrısı o ld u ğ u n u sö y lerler.” M ervezi ise Kim akların sağında ateşe ve sulara tapan üç k ab ilen in d aha var lığından söz eder. E l-B iruni’n in d ediğine göre, O ğuzlar, yeni den dirilm ek için ö lü n ü n r u h u n u n göğe çıkm ası m aksadıyla ateş yerine su d a n faydalanırlardı. “Ö yle an laşılıy o r ki O ğuz T ü rk leri su ’ya b atm a’da, ateşte yanm aya b e n z e r (arın d ırıcı T. A kpınar) bir özellik g örüyorlardı. O n lar ö lü n ü n cesedini bir sedir üzerine koyarlar, bacağından b ir ip bağlayarak ipin u c u nu yeniden dirilm esi ve ru h u n göğe çıkm asını tem in d ü ş ü n cesiyle suya ata rla rd ı.”28 T ürk kavim leri içerisinde, su -k ü ltü k o n u su n d a h ak k ında en 26 V Bcşeyliycv, Protu Bulgarların D ini, T.T.K. B cllclcn sa. 34 (1 9 3 5 ) (Çcv. Tûrker A caroglu) s .2 4 7 6 , 2 4 9 vd. 27 H ans W ilhelm H aussig, Die G eschichte Z c n tra la sien s und die Scidenslrasse in Voi islam ischer Zeit, D armstadt, 1983, s. 174. 28 Ramazan Şeşen, Eski Türklcr'in D ini ve S a m an K elim esinin M enşei, Tarih Enst. Deıg. X-X1 (1 9 7 9 -8 0 ), s.6 7 vd.
fazla bilgim iz olan kavim herhalde O ğuz boylarıdır. Bu bilgiler den b ü yük b ir kısm ını Arap seyyahı lb n F ad lan ’a borçluyuz. Bilindiği gibi lbn Fadlan Seyahatnamesi tanınm ış tarihçim iz Ze ki Velidi Togan’ın , o lg u n lu k y a şla rın d a ik e n (1 9 3 5 ) Viyana Ü niversitesi’ne su n d u ğ u d o k to ra tezinin k o n u su olm uştur. M ü ellifin geniş açıklam alarla bezediği bu önem li eser, ilim âlem in de çok olum lu tenkitlere hak kazanm ıştı.29 Bu eserden öğrendi ğim ize göre O ğ u zlar’da su, tam an lam ıy la k u tsa l sayılan b ir varlık idi. Bu yüzden O ğuzlar, suyu gelişigüzel kullanam ıyorlardı. Birçok husu s yasaklanm ıştı. Ç am aşırlarını ve v ücutlarını yıkam aları m enedilm işti. Büyük abdestten son ra su ile teharetlenem iyorlar ve suya girerek boy abdesti alam adıkları gibi, b u nu yapanları da hiç hoş karşılam ıyorlardı. H attâ b u n u yapanla rı para cezasına çarptırdıklarını biliyoruz ki b u n u n M oğolların ölüm cezası yanında ne k ad ar hafif ve insani o ld u ğ u açıktır.30 Burada önem li bir m eseleye daha d o k u n m ad an geçem eyeceğiz. O da suyun kullanılm a yasağının sınırları ve şartlandır. H erhal de bu yasaklar tam m anasıyla m u tla k değildi. Yer ve zam an içinde büyük farklılıklar gösterdiğini söyleyebiliriz. Y ukanda suyun nerelerde ve hangi hallerde k ullanılm adığı n ın çeşitli ö rn ek lerin i g ö rm ü ştü k . F akat b u ra d a bazı so ru lar akla takılm aktadır. Mesela yıkanm ak yani v ü c u d u n u su ile te m izlem ek de yasaklara girer dem iştik. Suya girm ek, (ırm ak ve ya göl vb.) m en’edilm iştir. Acaba bu yasaklar m u tlak m ıdır? Bir insan ö m rü b o y u n ca h iç m i y ık a n m a m a k ta d ır, y oksa belirli hallerde ve şekillerde bu caiz m idir? M esela C üveyni’ye göre, ilkyazda ve yazın hiç kim se suya girem ez, ak arsuda ellerini yıkayamaz, altın ve güm üş kaba su koyam az.31 Burada yasak, be lirli bir mevsim le sınırlanm ış görünüyor. Aynı yerde, “Çağatay Han güpegündüz akarsuya girilm esini yasaklam ıştı” deniliyor. 29 Herbert Jansky, “A hm et Zeki Velidi Togan”, Z .V Togan’a A rm a ğ a n için d e, İs tanbul, 1 9 5 0 -1 9 5 5 , S.XVII vd. 30 A. Zeki V elidi Togan, lbn F adlands R eisebericht, L eipzig, 1 9 3 9 , s .2 0 , 23 vd. 131. 31 Jean-P aul R oux, La religion des Turcs et des M ongols, Paris, 1 9 8 4 , S.138’den naklen...
Bu son ifadeden gece suya girilebileceği anlam ı çıkm aktadır. Ö m rü n ü n 35 yılını M oğolistan’da geçirerek M oğollar h a k kında güzel b ir eser yazan m isyoner EA. L arson, “M oğollarda Cengiz H an zam an ın d an kalm a b ir itik at vardır, in san b ü tü n v ü c u d u n u birden yıkarsa balık olur. Şüphesiz b u itik at suyun kıt olduğu bu m em lekette lü zu m lu b ir şeydir" diyorsa da ese rinin birçok y erinde (s.24, 105, 108) su y u n b o llu ğ u n d a n bah sediyor. Böylece su -k ü ltü ve b u n d a n doğan yasaklardan haberi olm adığını gösteriyor. A nlaşılan h alk d an bazı k im seler o n u n zam anında (1893-1929), suya girilm em esi gereğinin n edenini böyle a çık lıy o rlard ı. Yine o g ü n le rd e M oğol h ü k ü m d a rın ın ik in ci zevcesi, d ışa rıd a n g e tirttiğ i m alzem e ile sa ra y ın a bir banyo dairesi inşa ettirir ve h erg ü n banyo yaparak, b ü tü n vü c u d u n yıkanm ası h alin d e in san ın balık olm ayacağını gösterir. Larson, bu k ad ın ın belki v ü c u d u n u yıkayan ilk M oğol o ld u ğ u n u (n ed en in i tam bilm ed en fakat doğru olarak) belirtir.32 Bu h ik a y e d e n de tü m v ü c u d u su y a s o k m a d a n te m iz le n m e n in m ü m k ü n gö rü ld ü ğ ü anlam ı çıkm akda ise de, v ak ’an ın geçtiği d ö n em in çok yeni olduğu unutu lm am alıd ır. Yüz y ıkark en su y u n d o ğ ru d a n d o ğ ru y a yüze serp ilm eyip, önce ağzın su ile d o ld u ru lm ası ve so n ra ağızdan yavaş yavaş p ü sk ü rterek yıkanm a âd etin in B aşkırlar ve K ırgızlar arasında yaşadığına, Z.V Togan’ın şeh ad et etm ek te o ld u ğ u n a d eğinm iş tik. Acaba v ü c u d u n tü m ü hiç m i yık an m ıy o rd u yoksa, belli şe killere uyarak bu m ü m k ü n m üydü? Suyun, elin suya so k u l m am ası şartiyle, daim a b ir kapla alınm ası zo ru n lu ğ u da, sın ır ları tam bilinm eyen hususlardır. Kapla alın an su nasıl ve hangi işler için kullanılabilir? Bulaşık yem ek k ap ların ın da su ile yı kanm am ası gerektiğini (K ırgızlarda) biliyoruz. O ğuzlarda v ü c u d u n tü m ü y le y ık an m ad ığ ı ve h a ttâ b ü y ü k abdestten sonra tem izlenm ek üzere su k u llan ılm ad ığ ın d an söz eden lb n Fadlan, B ulgarların kad ın , erk ek çırılçıplak birlikte nehre girdiklerini söylüyor.33 B urada iki farklı T ü rk kavm i ba 32 FA. Larson, M oğollar , İstanbul 19 3 2 , s. 18 ve 24. 33 Ramazan Şeşen , lbn Fadlan S eya h a tn a m esi, İstanbul, 1975, s .57.
his konusud u r. G erçi Bulgarlarda da su y u n k u tsal sayıldığını Beşevliyev’in a ra ştırm a sın d a n ö ğ re n iy o rsa k da a n laşıld ığ ın a göre on lard a suya g irip y ık an m a yasağı y o k tu veya b u bazı hallerde m ü m k ü n d ü . Bizce bu k o n u n u n , y an i s u y u n k u lla n ılm a s ın d a k i şa rt ve tahditlerin, çeşitli T ü rk k avim lerine göre eni boyu ile tam bir açıklığa kavuştu ru lm ası çok z o r g ö rü n m ek ted ir. K esin olarak söylenebilecek ş u d u r ki, su y u n k u llan ılm asın d a çeşitli yasak lar ve b ü yük tah d itler vardır. Bu yasaklar, k ısm en de olsa b u güne kadar uzanm aktadır. B u n u n güzel b ir ö rn eğ in i RadlofPda buluyoruz. A lm an asıllı b ü y ü k Rus bilgini Radloff’u n (18371918) geçen yüzyılın so n la rın d a O rta A sya’d a b izzat yaptığı gözlem lerle bize T ü rk ler h ak k ın d a çok değerli bilgiler kazan dırdığı bilinm ektedir. O n u n k o n u m u zla ilgili o larak A ltaylılar hakkında yazdıkları son derece ilgi çekicidir: “Altaylı suya karşı son derece çekingendir. V ü c u d u n u n el bise ile ö rtü lü kısm ı tam am ıyla b ir k ir tabakası ile kaplı olur. V ücudun açık kısım ları d ah a tem iz g ö rü n ü y o rsa da b u cihet y ık a n m a k ta n ziy ad e (ç ü n k ü h a k ik i b ir v ü c u t y ık a n m a sın a rastlam ad ım , b u iş o n lard a y ık a n m a k ta n ziy ad e se rin le m e k için yapılır) h erhalde cildin h e r nevi k ir to p lan m asın ı önleyen hava ile tem asın d an ileri g elm ektedir. Elbise, ev eşyası, tabak, bazen yatak ve n ih ay et b ü tü n y u rt öyle b ir p islik için d e yüzer ki in san ın m idesi bulanır. H içbir y erde A ltaylı’n ın b u d u ru m dan k u rtu lm a k istediğini gösteren b ir h a rek etin e rastlam azsı nız. H attâ itikada göre k ir ve p islik te n selam et b ek len ir, te m izlik teh lik e li sayılır. H asta y ık an m az. K azan ç alk alan ırsa genç h ayvan lar ölür. Süt k a p la n yıkanırsa in e k le rin s ü tü aza lır vb. Ü stelik b ü tü n bu kaidelere harfiyyen d ik k a t edilir... Süt kapları hiçb ir zam an su ile tem asa gelem ez.” Radloff, Altaylılardaki bu pisliğin., k en d i ırk d aşları yani m eselâ K ırgızlar ta rafından bile nasıl fena k arşılan d ığ ın ı g ö steren b ir olay da a n latır. Şöyle ki, Kırgız olan reh b eri ile b ir A ltaylı’n ın çad ırın d a g ö rd ü k leri p islik ten ve k e n d ile rin e içki s u n u la n so n derece 34 W Radloff, S ib iry a ’dan, (A hm et Temir çevirisi) C. 1, İstanbul, 1 9 5 6 , s.3 1 5 vd.
pis kaplardan Kırgız’ın öylesine m idesi b u la n ır ki, çad ırın d ı şına çıkıp k u sar.34 Radloff’un gözlem leri daha d ü n denilebilecek bir zam anda yapılm ıştır. Fakat tarih tek i T ü rk kavim ve boy lan arasında tesbit edilen, suyun kutsallığı in an cın ın nasıl devam edegeldiğini gösteren güzel örneklerdir, işte bizim g ö sterm ek istediğim iz, bu inanç ve âdetlerin O rta Asya’ya in h isar etm ediği ve T ürkler’in A nadolu’ya göçleri esnasında onlarla birlikte A n ad olu’ya da ta şın m ış o ld u ğ u ve b u g ü n e k a d a r da O ğuz b o y la rın d a n Ç epniler ve T ahtacılar vb. arasında yaşam akta devam ettiğidir. Şimdi A nadolu’da su k ü ltü ile ilgili yaşayan âd etlerin incelen m esine geçebiliriz.
III. Anadolu’da Suyun Kutsallığı ile İlişkili  detler A n ad o lu ’n u n , O rta A sya’d an gelen O ğuz (T ü rk m e n ) boyları tarafından T ü rk leştirildiği ve Islâm laştırıldığı b ilin en b ir g er çektir. Bu b o y ların b a z ıla rın ın isim le rin e b u g ü n bile çeşitli b ö lg ele rd e ra stla m a k ta y ız . M ü slü m a n lığ ı k a b u l e tm iş o lan boyların önem li bir kısm ı “h e tero d o k s” züm relerdi yani Sünnî değillerdi. H ocam F aru k Süm er’in, b u n ların eski d in le rin i bı rakm adıklarını söylem ekle aynı şeyi ifade etm iş o ld u ğ u n u sa nıy o ru m .35 Esasen T ü rk ler arasında İslâm iyet’in yayılm asının ancak, onların eski d in leri ile İslâm iyet arasında b ir nevi k ö p rü görevi yapan ve “H alk D in i”36 dediğim iz, Sünniliğe bazen oldukça uzak d ü şen tarik atlar kanalıyla m ü m k ü n o ld u ğ u h a k lı olarak ileri sü rü lm ü ştü r.37 ilk T ü rk tarikatı sayılan Yeseviliğin bile hetero d o k s k arak terin i b ü y ü k araştırıcı K öprülü, so n rad an kabul etm iş ve b u n u e serlerin d e açıkça b e lirtm iştir.38 Kısaca söylersek, T ü rk ler’in M üslüm anlığı k a b u lü n d e , hetero35 Faruk Süiner, Oğuzlar (T ürkm cn]cr), 3. Baskı, İstanbul, 1 9 8 0 , s. 36 Turgut Akpınar, H a lk Dini, H a lk İnancı Kavramları ve Tarikatler, 1 9 8 3 T ürko loji Kongresi Tebliği. 3 7 Zeki Velidi Togan, Umumi T ü rk Tarihine G iriş C. 1, İstanbul, 1 9 4 6 , s.75. 3 8 Fuad K öprülü, O sm anlı D evlcti’nin Kuruluşu, Ankara, 1 9 5 9 , s .9 8 Islâm Ansik lopedisi, “ Yesevilik" m addesi.
doks inançlar esas olm uştur. Bu da tabiî b ir şeydir. Ç ü n k ü ye ni bir dini kabul eden to p lu lu k lard a, eski d in b ir elbise gibi çı karılıp atılam az. Selçuklular d ö n em in d e (13. yüzyıl) M u h am m ed bin M ahm ud el-H atib tarafından yazılm ış, Fustat ul-Adale fi Kavaid isSaltana isim li eserde ve N igidî (N iğdeli) Kadı A hm ed’in El-Veled’üş-Şefik’inde (14. yüzyıl), A n ad o lu ’da o ld u k ça kesif şekilde yaşayan ve M üslüm anlıkla ilişkileri so n derece az b u lu n a n b ir takım h etero d o k s züm relerin v arlığından acı acı şikayet edil m ektedir. M. el-H atib, adı geçen eserinde, Cavlak! dediği Kalenderilerin bir kısm ın ın aya, güneşe, yıldızlara ve tabiata ve bu arada su ’ya tap tık ların d an da söz etm ek ted ir.39 G eçen y ü z yılın sonlarındaki d u ru m ise (H. 1291) M ısır Fevkalade K om i serliği eski başkatibi M ehm ed A rif tarafın d an , abartm alı olarak vurgulanm aktadır.40 Bugün de A nadolu’da eski inançlardan arta kalm ış su ile ilgi li bazı âdet ve tatbikatın varlığını g österm ek b u n d a n sonraki satırların am acı olacaktır. O ğuz boylarından birisi de “Ç epni” denilen T ürkm enlerdir. Çepni, Avşar gibi adı zam anım ıza ka dar gelm iş b ir boydur. Asıl kütlesi D oğu K aradeniz kıyılarına gelen Ç epniler, ç eşitli z a m a n la rd a b atıy a da y ay ılm ışlard ır. K antem ir Çepnileri ve Başım K ızdulu Ç epnileri 17 ve 18. y ü z yılda batıya gelm işler ve b u g ü n Balıkesir, İzm ir (Bergam a), M a nisa ve Aydın vilayetlerine yerleşm işlerdir. 16. yüzyıldan evvel bu vilayetlerde Ç epni adlı h içbir to p lu lu k b u lu n m u y o rd u .41 İşte biz Dikili (Bergama y ak ın ın d a) ve E drem it (B alıkesir) köylerinde yaşayan Ç epnilerin âdetleri h a k k ın d a bazı h u su slar te sb it etm iş b u lu n u y o ru z . Ç e p n ile rle yıllarca içiçe yaşam ış kim selerin k en d i g ö zlem lerine veya d u y d u k la rın a d ay anarak
39 O sm an Turan, Selçuk T ü rkiyesi Din Tarihine D air B ir K a yn a k. İst. 19 5 3, Yaşar Ocak, Bahai İsyanı, İst. 1980, s.4 7 ( Fustat... V 53 b'den nak len ). 4 0 M clım ed Arif, Binbir lla d is, İst. 1966, s.3 7 6 vd.', M. Ali Ayni, aynı iddialara ka tılır vc gözlem lerin i nakleder, bk. M illiyetçilik, İstanbul, 19 4 3 , s.2 2 5 vd. 41 Faruk Sümer, Oğuzlar, s.3 2 7 . “V ilayetnam eye göre Hacı Bektaş'ın ilk ınûridlcri Ç epni’den idiler. Bu h u su s aynı zam anda bu b oyu n m ensupların m ü him k ıs m ın ın (?) n ed en Kızılbaş old u ğ u n u izah edebilir", s .330.
yaptığım ız b u tesbitler, aşağıda görüleceği gibi yabancı ve gü venilir ilim adam larınca yapılan gözlem lerle pek iştirilm iştir. Şim di, yazdıklarım ızın tarafım ızdan nasıl ve kim lerd en tesbit edildiğinin hikâyesine geçiyoruz. 1980 yılında D ikili’den İstanbul’a yaptığım ız seyahatte, şofö rüm üz Dikili’nin D em irtaş k ö y ü n d en İsm et Kara, u z u n yol b o yunca yaptığım ız konuşm alard an benim Alevi Ç epnilerle çok ilgilenip çeşitli sorular so rd u ğ u m u görünce, şöyle anlattı: “Bey, bunlardan bir kısm ı hiç yıkanm az. Birgün Ç epnilerden b ir işçi yi denem ek üzere, b ir g ru p arkadaşla birlikte orada b u lu n a n bir hortum la üzerine su sıkm ağa başladık. B unun üzerine d e h şete kapılan ve b ü yük bir k o rk u içinde göğe ve çevresine, yuva larından fırlamış gözlerle bakan Ç epni, so n rad an yavaş yavaş sakinleşti, sıcağın şiddetinden de esasen b u n alm ış o ld u ğ undan, bu iş hoşuna da gitm iş olm alı ki, “H ayret, b ir şey olm adı, k o rk tuğum başım a gelm edi, gelecek sene yine yıkanacam ” gibi zor anlaşılan laflar etti.” Şoför İsm et, Ç epni’n in b u şekildeki tep k i lerine ve sud an korkm asına b ir anlam verem eyerek bana so ru yordu, “Acaba bu adam lar n eden su d an k o rk arlar ve yıkanm az lar?” Ben o zam an, lbn Fadlan Seyahatnam esi'n d e k i O ğuzlar hakkındaki açıklam aları hatırlayarak, b u n la rın O rta Asya’dan kalm a âdetler o ld u ğ u n u söyledim se de verdiğim cevabı k endim de tatm in edici bulm am ıştım . O g ü n d en beri b u işe aklım ı tak tım ve çeşitli kaynaklardan öğrendiğim ufak ufak bilgileri ve yetkili saydığım bazı kim selerle yaptığım , u zu n ca sü re devam eden konuşm a ve so ru ştu rm alar so n u cu n d a old u k ça yeterli sa yılabilecek b ir m alzem e toplayabildim . İşte b u yazı to p lan an m alzem enin düzenlenm esiyle oluştu. Yazlık sitem izde bekçilik yapan, D ikili’n in B adem li k ö y ü n den E m in D ost, S ünnî b ir M ü slü m an olm akla beraber, ö m rü nü geçirdiği bu bölgede, D eliktaş ve Yassıçam gibi köylerde yaşayan Alevi Ç epnilerle yıllarca, çeşitli m ü n aseb etlerle, tem as k u rm u ş tu ve o n la rın b irç o k â d e tle rin i b iliy o rd u . O n u n b ir Sünni olarak söylediklerinin d o ğ ru lu ğ u n u n şü p h e ile k arşılan m ası gerekli olabilirse de, b ü tü n söyledikleri çeşitli k ay naklar dan defalarca teyit edilm iştir. O n u n an lattığ ın a göre, b u k im
seler b ü y ü k abdestlerini y ap tık tan so n ra kesinlikle su ile teharetlenm ezler ve b u işi h e r defasında başka başka yerlere o tu ra rak yaparlar yani helaya g itm ezler ve hela inşa etm ezler. Su ile teharetlenm eyi gayet k ö tü gö rü p , “A llahın n u r’u (su ) göte vu ru lu r m u ?” derlerm iş. G usul abdesti de alm ayan Ç epniler, te m izlenm ek üzere, su ile yık an m ak yerine su ’y u n ü z e rin d en at larlarm ış. H attâ cinsi m ü n a se b e tle rin say ısın ı çetele tu ta ra k (yani bir dala h er seferinde b ir çen tik atarak) hesaplayıp ona göre su d a n kaç k ere atlam aları g erek tiğ in i tayin ed erlerm iş. E m in D ost’u n söylediklerini E drem it k öylerinde yıllarca öğret m en lik yapm ış o lan h o cam M eh m et U ğ u r’d a n da d in led im . Yalnız, b ü y ü k ab d estten sonra su ile tem izlen m em e işini n e d e n se b ilm iy o rd u fak at cin sel iliş k id e n s o n ra y ık a n m a y ıp , akar su d an atlam akla y etin d ik lerin i ve bu su retle arın d ık larına in andıklarını, anlattı. Bu atlam a esnasında şöyle b ir tekerlem e söylediklerini de ekledi: “Sucağız!/ Suç işledi b u n cağ ız/ Temiz lersen tem izlersin / T em izlem ezsen/ Bir d ah a işler b u n c a ğ ız.” Bu lafların şaka veya ciddi o lu p olm adığını b ilm iyorsak da, bi zim için önem li olan yanı, su y u n “tem izleyici, a rın d ırıc ı” nite liğine olan inancı açıkça ifade etm iş olm asıdır. S uyun arındırıcı, gün ah lard an tem izleyici niteliği h ak k ın d ak i in an cı y u k arı da çeşitli kavim lerde g ö rm ü ştü k (E ski M ısır, H in t vb.). Ç ok eski tarih lere u zan an bu in a n ç la rın b u g ü n k ü A n a d o lu ’da da hâlâ yaşam ası k o n u n u n ilginç y ö n lerin d en biridir. Y urdum uzda b ü y ü k ab d e stte n so n ra su ile tem izlen m ey ip taşla teharetlen en bir hayli in san ın b u lu n d u ğ u n u kesin olarak biliyoruz. Bilindiği gibi, b u g ü n şeh irlerim izde gittikçe yayılan kağıt kullanm a yolu, İslâm iyet’te reddedilm iştir. F akat (su b u lunm ayan hallerde) taşla teharete cevaz verilm iştir. Bizim bu araştırm am ızda ise suyun hattâ bol m ik tard a ve h em en el al tında da olsa kullanılm am ası hâli ile ilgilendiğim iz ortadadır. H alk ağzından derlen m iş bazı sözler ve deyim lerde ve bazı edebiyat m ah su llerin d e su m evcut o ld u ğ u hald e taşla tem iz lenm enin varlığına k arin e teşkil eden belki de b u n u açık ola rak ifade eden sözlere rastladık:
A ğır ol batman döv H afif taşa göt silerler.42 T ürkler’i küçüm seyen bir m anzum enin bir dörtlü ğ ü şöyledir: Nedir bildin mi sen âlemde Türkü Ola eğninde kürkü başında börk’ü Ne mezhep bile, ne din ü diyanet Yum az yüzü n , ne abdest ne teharet43 B uradaki ifadeden teharet için su k ullanılm adığı an laşılm ak tadır. Bilhassa y ü zü n bile y ık an m am ası ve ab d e st ve teh a re t kelim elerinin art arda gelm esinden b u n u çıkarabiliriz. M illî E ğitim B ak an lığ ı esk i m ü s te ş a rla rın d a n R eşat Tard u ’n u n doğuda (?) açılışı yeni yapılan b ir o k u lu n helası y an ın da büyük ölçüde yığılmış, k ü ç ü k taşların, tem izlik için o ld u ğ u n u öğrenince hayretler içinde kaldığını, hikâyeyi k en d isin d en dinleyen değerli hocam O rh an Şaik G ökyay’d an öğrenm iştim . B ütün bu m esele ve bilgileri k endisine açıkladığım , orduda yıllarca hizm et etm iş b ir d o stu m (Sayın E m ekli A lbay ve Avu kat Tahsin E rü n lü ), kendisi h en ü z yüzbaşı iken S arıkam ış’da b in b ir özenle y aptırdıkları ve suları şarıl şarıl a k an helâların nasıl kısa süre son ra tıkandığını ve yapılan araştırm a so n u n d a b ü tü n helaların akıntı yollarının taşla d o lm u ş o ld u ğ u n u hay retle g ö rd ü k le rin i ve b u n a b ir tü rlü a n la m v e re m e d ik lerin i, işin aslını yıllarca son ra b en d en öğrenm iş o ld u ğ u n u , söyleyin ce hem yeni b ir delil b u lm u ş o ld u ğ u m d an h em de araştırm a m ın pek çok kim seye tam am en k aran lık k alan b ir m eselede bir ışık getireceğini görerek sevindim . Y urdun çok çeşitli b ö l gelerinden gelenlerin b ir araya gelm eleri n edeniyle, ask er oca ğının önem li bir sosyal laboratuvar görevi de görebileceği ve kendi insanlarım ızı daha iyi tanm am ızı sağlayabileceği h u su su n d ak i fikrim i belirtm eden geçem eyeceğim . 42 Ö m er A sım Aksoy, Bölge A ğ ızla rın d a n A ta sö zleri ve D eyim ler, A nk. 19 69, s .32. Bana bu sözü ve kaynağını hatırlatan d ostu m G ûn dağ K ayaoglu’na teşekkür ederim. 4 3 Şükrü Kurgan, N asreddin Hoca, A nkara, 1968, s .78.
K endisine kutsallık tan ın d ığ ın d an veya b ü y ü k saygı du y u l du ğ u n d an suyun, teharet gibi süfli sayılan b ir işte kullanılm ası na gönlü razı olm ayan insanlar bu yasağa şüphesiz başka bazı tem izlikler k o n u su n d a da uym aktadırlar. G enel v ü c u t tem izliği yani yıkanm a da b una dahildir. Yukarıda bir Ç ep n in in yıkan m ası daha doğrusu su ile ıslatılm asından nasıl haşyet d u y d u ğ u n u görm üştük. Bugün bile az da olsa hiç yıkanm ayan insanla rın varlığını bazı kaynaklardan öğreniyoruz. E rzincan’da yıllar ca valilik yaparak, E rzincan h ak k ın d a b u g ü n e kadar yazılanla rın en değerlisin i b ıra k m ış olan ra h m e tli Ali K em al! A ksüt, şunları-yazıyor: (E rzincan’da yaşayan) “Seyyid ve dedeler... h e m en istisnasız kir içindedirler, itikatları y ü zü n d en yık an m adık ları, v ü cu dların ı tem izlem ed ik leri için öyle rah atsız edici bir koku yayarlar ki yanlarına yaklaşm ak çok defa b ir azap olur.”44 D iyarbakır için benzeri bir d u ru m a, Basri K onyar işaret etm ek tedir. Bu defa b ah is k o n u s u olan Y ezidilerdir; “Y ezidilerden hangisi daha kirli, daha p in ti ve pis k o k u lu olursa, m abutları n e z d in d e k i kıym eti o derece y ü c e d ir.”45 G erçi b u z ü m re n in T ü rk lü ğ ü n d e n b ahsedilem ezse de, y ık an m am a â d e tin in yay gınlığını gö sterm ek için zik rettik . K en d ilerin in H o ra sa n ’dan gelmiş olduklarını daim a ileri süren D ersim liler (Tunceli) ile il gili bir kitapla,46 ağaların eskim edikçe elbiselerini sırtın d an çı karıp verm ediğine değiniliyor ki b u rad a H u n la rın elbiselerini eskiyip parçalanana kadar, ü stlerinden çıkarm adıkları (yani yı kam adıkları) h u su su n d a yukarıda yazdıklarım ızı hatırlatalım . Bütün bu söylediklerim izden çıkan şu d u r ki, b u g ü n A nado lu’da ne teharctlenen ne yıkanan ne de elbiselerini yıkayan bazı in san ların yaşadığı şüphesizdir. M ax W eber’in ö n erd iğ i gibi, sosyal olayları iyi veya kötü diye kıym et h ü k ü m leri ile vasıflan dırm ak hatalıdır. Bu nedenle bu insanlara pis deyip k ü çüm se mek, ilm! bir tu tu m olamaz. B ütün bunlar, suyu kutsal tanım a nın ve ona pek büyük bir saygı duym anın son u cu olan âdetler4 4 Ali Kemali A ksüt, E rzincan, İstanbul, 19 3 2 , s. 182. 45 Basri Konyar, D iyarbakır, C. 111. s . 102. 46 N aşit Hakkı U luğ, Tunccfi M edeniyete Açılıyor, İstanbul, 1939, s. 100.
dir. Bu yüzden de anlayış ve hoşgörü ile karşılanm alıdır. Tarihte çok eskilere kadar uzanan bu âdetlerin büyük b ir itina ile araştı rılıp m eydana çıkarılm ası ile y urdum uz insanlarını iyice tanıyıp öğrenm iş oluruz. Ne yazık ki b u tip araştırm alar hep yabancıla rın elinde kalm aktadır. B unlardan biri de Jean-P aul R oux’dur. T ürkler’in dini vb. değerli araştırm aları olan b u bilgin Tahtacılar arasında da yaşayarak onların âdetlerini ve inançlarını tesbit et miştir. O ndan öğrendiğim ize göre, Alevi bir züm re olan Tahtacı lar arasında su ile ilişkili birçok yasaklar vardır: “O rta Asya top lu lu k ların ın çoğunda, O ğuzlarda, M oğollarda, SibiryalIlarda, çağdaş Altaylılarda, abdest bozarak su y u kirlet m ek, bazen yıkanm ak, çam aşır ve bulaşık yıkam ak yasaktır... T ürkiye’n in (bazı T.A.) Alevi çevrelerinde de b u d u ru m a rastlı yoruz. Tahtacılar arasında çalıştığım sırada suya sü m k ü rm e ve işem enin ve d ah a b irço k şeyin yasak o ld u ğ u n u o n larla ilişki kurdukça yavaş yavaş ö ğrenm iştim ” diyor.47 O na göre, su ile il gili inanç ve yasaklar T ahtacılar arasın d a çok ö n em li b ir yer tutm aktadır. Suyun, içinde m ekân tu tm u ş cinler, periler sebe biyle değil, bizatihi saflığın b ir sem bolü ve T anrının b ir imgesi o ld u ğ u iç in b ü y ü k b ir say g ı g ö r d ü ğ ü n ü v u rg u la m a s ı ç o k önem li bir husustur. Tahtacılar su k o n u su n d ak i yasak lan kısa ca, “Suya işem ek ve sü m k ü rm ek yasaktır” diye ö zetlerler ise de aslında bu ifade çok daha geniş olan yasakların özetidir. O nlar suya girenin ölebileceğine inanırlar, ne abdest alırlar ne gusle derler. Büyük abdestlerini yaptıktan sonra da su kullanm azlar. Bir Tahtacı, R oux ile so h b et esnasında, S ünnilerle m ü n ase b etleri h ak k ın d a k o n u şu rk e n , heyecanla şu n la rı söylem iştir: “Bize “pis” diyorlar, h albuki kendileri “suya sıçarlar " Bu söz le rd e n a n lad ığ ım ız a göre, te m iz lik iç in su k u lla n m a m a la rı Sünnilerin onları pis olm akla ith am etm elerin e seb ep o lm akta dır. H albuki T ahtacının g ö z ü n d e su y u k irle tm e n in ne kad ar tiksin d irici ve aşağılık b ir h a re k e t sayıldığı ve pis o lm a k tan çok daha fena old u ğ u n a inanıldığı da kolayca anlaşılm aktadır. H alk ağzından derlenm iş sözlerden biri olan, “Suya sıçar deli 4 7 Jean-Paul R oux, Les Traditions des N om ades de la Tiirquie M eridionale, Paris, 1970, s .lö ö v d .
o lm ak” deyim inin belki de kaynağı buraya dayanm aktadır. Perslerde yani eski İran ’da su y u n k u tsallığı in an cın ı Herod o t’ta g ö rm ü ştü k . R oux, İra n ’da s u -k ü ltü ile ilgili â d e tlerin m e v c u d iy e ti s e b e b iy le , b u n l a r ı n A le v i o la n T a h ta c ıla ra İran ’dan geçm iş olacağını san m an ın hatalı o ld u ğ u n u zira (O r ta Asya’da) eski T ü rk ler’de de b u âdetlerin varlığını b ildiğim i zi, belirtiyor.48 Batı ve G üney Batı A nadolu’da yaşayan T ahtacılar k ad ar D o ğu A nadolu’n u n insanları arasında da su -k ü ltü ile ilgili birçok inanç ve âdetlere işaret eden, eserlere sahibiz. Y ukanda y ık an m am a k o n u su n a d eğ in irk en E rzin can ve D iy arb ak ır’ı z ik re t m iştik. D ersim liler (Tunceli), h er yıl belirli g ü n lerd e güneşe, akarsulara ve ağaçlara k u rb a n keserlerm iş. Y em inlerin, su ü ze rine yapılm ası da g elenekler arasın d a olu p , b arışm ak için su başına gelen ailelerin, kabilelerin suya taş atarak a n tlaştık ları nı da biliyoruz. D ersim ’de y em in lerin b irço ğ u M u n z u r Çayı üzerin d e olur. O n d a n b ir y u d u m içilip, b irer taş atılarak ye m inlerin kabul edilm esi için niyet edilir.49 Bu âdet bize M anas D estanında “Kara su ’yla a n t e tm ek ” sö z ü n ü hatırlatm ak tad ır.50 Proto-B ulgarlarda yem in ed en in önce bir bardak suyu yere d ö k tü ğ ü n ü b elirtm iştik. Su ü zerin e ant içilm esi, ona verilen k u tsal değeri gösterir. A nlaşılan a n d ın ı tu tm a y a n ın c e z a la n d ırılm a s ı s u ’d a n b e k le n m e k te d ir. H ele akarsulara k u rb a n kesilm esi, adak adanm ası, su -k ü ltü n ü n var lığı için en iyi b ir göstergedir. Tunceli’de “M u n z u r’u n gözeler den çıktığı sırada bem beyaz olan su ları kutsald ır. O y ü zd en M u n zu r’u n balıkları yenm ez, içine girilip kirletilm ez, sadece su la m a d a k u lla n ılır d ı.”51 B en zeri b ir d u ru m a E r z u r u m ’da,
4 8 Jean-Paul R oux, La religion des Turcs et des Mongols, Paris, 19 8 4 , s .137 vd. (Bu eserlerden faydalanm am ı sağlayan değerli iki araştırıcıya teşek kürlerim i su n a rım: Sayın Türker Acaroğlu ve Sayın Vehbi Belgil eserin ilgili kısım larını bana tercüm e ettiler.) 4 9 N aşit U luğ, Tunceli M edeniyete Açılıyor, İstanbul, 1939, s.82; M ahm ut Rışvanoğlu , Doğu A şiretleri ve E m p erya lizm , İstanbul, 1975, s .221. 50 A bdulkadir İnan, T ürkoloji D ers H ülasaları , İstanbul, 19 3 6 , s.58. 51 Edip Yavuz, Tarih B oyunca T ü rk K avim leri, Ankara, 19 6 8 , s .41 6 .
D u m lu ’da rastlıyoruz. O rada F ırat’ın k ay n ağ ın ın da, su ların ı g ö kten aldığına ve bu k u tsal kaynağın su la rın d a o lağ an ü stü güç o ld u ğ u n a in an d ır, güç d o ğ u ra n k a d ın la ra içirilir, çeşitli hastalar iyileşm eleri için buraya getirilip su y u n çevresinde 7 kere dolaştırılıp, ü zerlerin e b u su d an serpilirm iş. G ü n ü n b i rinde bazı m em u rlar b u suy u n başında rakı içm ek üzere, şişe leri suya daldırm ışlar fakat o an d a (bu saygısızca h arek et yü z ü n d e n T.A.) b ü y ü k bir fırtına k o p m u ş ve h ad d in i bilm ez m e m u rla r nasıl k açtıklarını bilem em işler. Rivayete göre, b u k u t sal suya kirli yani abdestsiz giren o lursa o b errak su hem en bulanır, irin rengi ve kıvam ı alırm ış.52 N e k ad ar ilgi çek ic id ir k i y u k a rıd a k in e b e n z e r b ir fırtına olayını bize yüzyıllarca önce yaşam ış seyyah Clavio da n ak le t m ektedir. 15. yüzyıl başında kervanları İra n ’a d o ğ ru yol alır ken, D am gan şe h rin d e çıkan, d o n d u ru c u , kuvv etli rü zg ârın sebebini, yerli ahali, civardaki b ü y ü k dağda m evcut kaynağın pis şeylerle kirletilm esine bağlam ışlar. Bu gibi hallerde hem en k oşup, su kaynağını tem izlerlerse fırtına ve rüzg ârların yatıştı ğım , söylem işler.53 G öçebe ve Y örükler arasında dolaşarak değerli b irtak ım bil giler toplayan rahm etli Prof. M ehm et E röz, E d rem it’in Çam cı köyü T ahtacılarında ve K ızılbaş K arakeçili Y ü rü k lerin de ço cukların karın sancılarının geçm esi için “su la r’a d u a ”lar edil diğini tesbit etm işti.54 Değerli k ü ltü r adam ım ız, O rhan Şaik Gökyay, D ede K orkul D estanlarında Boğaç H an hikâyesinde, D erse H a n ’ın h a tu n u nu n , “K uru k u ru çaylara su cu saldım , dilek ile T an rıd an bir oğul gücile b u ld u m ” şek lin d ek i sö zlerin i, s u -k ü llü n ü n açık ifadesi olarak g ö rm ektedir.55
52 Pertev N- Boratav, Tür/; Folkloru 0 0 0 Sonıc/a), İstanbul, 19 7 3 , s.60-61 53 K laviyo, Tım ar D evrinde S em crka n d a Seyahat, İstanbul, 19 7 7 , s. 188. 54 M ehm et Eröz, T ü r k iy e ’de A lev ilik Bektaşilik, İstanbul, 19 7 7 , s .366. 55 Orhan Şaik Gökyay, D edem K o rk u t’un Kitabı, İstanbul, 19 7 3 , s.cc.
Yukarıda yazdıklarım ız g ö steriyor ki su -k ü ltü , su y u n k u tsan m ası evrensel bir inançtır. Birçok kavim gibi O ğuzlar ve diğer birçok T ü rk kavim leri arasında da yaşam ıştır ve b u g ü n de Çepniler, Tahtacılar gibi T ü rk m en boyları arasında A n ad o lu ’da ya şam aktadır. Bu inanç ve âdetleri h alen k o ru y an ve yaşatanlar, heterodoks züm reler olm aktadır. Ç ü n k ü b u gibi in an ç ve âd et ler, kö k ü n d en İslâm din ve d ü şü n cesin e aykırıdır. Bu n ed en le d ir ki varlıklarını ancak Sünni olm ayan çevrelerde sü rd ürebil m ektedirler. Mesela Bektaşi-Alevi edebiyatında, d ah a G öktürkler zam anında m evcut anasır-ı erbaa yani hava, ateş, su ve to p raktan oluşan d ö rt ana u n su r telakkisinin kuvvetle yaşam ası56 anlam lıdır. Aynı şekilde Bektaşîlikte tarikat m erasim leri içinde, “su serpm e”, “su d an atlam a” gibi bazı m erasim lerin bulu nm ası dikkatim izi çeken bir h u su stu r.57 Kısaca b u g ü n k ü T ü rkiye’de heterodoks züm reler atalarım ızın su -k ü ltü in an cın ı ve b u n u n la ilgili âdetleri kısm en de olsa hâlâ yaşatm aktadırlar. Son olarak şu n u da belirtelim ki, su ile ilgili çok yaygın ve to p lu m u n hem en h er züm resine girm iş birtak ım âdetler ve tat bikat da vardır ki (m esela su falına bakm a, yolculuğa çıkanın arkasından su dökm e, H ıdırellezde kağıtlara yazılm ış niyetleri suya atm a, büyü yapılm ış kim seleri akarsu veya deniz gibi bir s çıdan geçirerek büyü bozm a gibi),58 b u n ların da aslında su y u n kutsallığı inancından kaynaklandığı kesin gibidir. Bu M illet hâ lâ kendisine su verene, “Su gibi aziz o l” dem ekle, d ü n olduğu gibi b u gün de suyu “aziz” saydığını g ö sterm ekte değil m idir? Tarih ve Toplum, sayı 49, Ocak 1988
56 A. Yaşar Ocak, Bektaşi M enkıbelerinde... inanç M otifleri, s.1 8 1 . 57 Enver B ehnan Şapolyo, M ezh ep ler ve Tarikatler Tarihi, İst. 19 6 4 , s.2 5 8 vd. 58 A li Rıza G ö n ü llü , “A lanya’da Eski Türk İnançlarının İzleri”, T ü rk Folkloru dergisi, sa. 8 7 (E kim 1 9 8 6 ), s.34.
6. Domuz Eti Yeme Yasağı ve Türkler*
I. Genel Olarak Yeme-lçme Tabuları İnsanlık tarih in d e göze çarpan, ilgi çekici olaylardan biri de, m u h te lif zam an ve yerlerde yaşayan b irtak ım to p lu m ların bazı yiyecek ve içeceklerden uzak d u rm aları veya b u n ları p ek sın ır lı şekilde ve bazı şartlara uyarak, m erasim le belirli zam anlarda kullanabilm eleridir. Yeme-içme y asak lan p ek çeşitli m addeleri kapsar. M esela y u m u rta ve s ü tü ağzına alm ayan, balığı k esin likle yem eyen kavim ler vardır. Y urdum uzda A levilerin tavşan etini asla yem edikleri, h erk esin bildiği b ir h u su stu r. F ak at G ü neydoğu A nadolu’n u n bazı k öylerinde de yaşayan Yezidilerin (ki bu n lara yanlış olarak bazı bilim m e n su p la n n c a hâlâ “şey tana tap an lar” d en ilm ek ted ir) m arul, ebegüm eci gibi sebzeleri ağızlarına koym adıkları gibi m aru l dikili y erlerde b u lu n m ay ı bile istem ed ik leri, az b ilin en g erçeklerdir. K ısaca, d ü n y a n ın çeşitli to p lu lu k ve z ü m re le rin d e, çok değişik yem e-içm e ya saklarına, tabularına rastlanm aktadır. Bu yasakların m enşei nedir? Yani b u yasaklar hangi n e d e n lerden kaynaklanm aktadır? S em jonow ’u n h ak lı olarak dediği (*) Bu yazının aslı, 21 Eylül 1982'de IV M illetlerarası T ürkoloji K ongresi’ne s u n u lm u ş bir bildiridir.
gibi, b u n u tesbit etm ek belki de im kânsızdır. F ak at kısaca şu nu söyleyebiliriz ki, b irçok araştırıcı, bazı h ayvanların etinin yenilm em esini o hayvanın “to te m ” olm asıyla açıklam ışlardır. H albuki bu, ileride göreceğim iz gibi, yem e-içm e yasaklarının ned en lerinden sadece biridir. Yenilmesi yasak hay v an lar için de, belki en önem lisi “d o m u z ”dur. İslâm öncesi T ü rk le r’de de dom uz eti yenilm em esi m eselesine geçm eden önce, b u k o n u da kısa tarihi bilgi verilm esinde yarar görm ekteyiz.
II. Domuz Eti Yasağı A. Eski Kavimlerde G enellikle sanıldığı gibi d o m u z eti y en ilm esin in y asaklan m ası, sem avî d in lerin (M usevilik, M ü slü m an lık ) getirm iş ol duğu bir yenilik değildir. B unun çok daha eskilere giden ve bu dinlerle hiçb ir ilişkisi olm ayan k av im ler için d e geçerli olan başka kaynakları vardır. En eski tarihçilerden H erodotos, M ısırlıların d om uz hakkındaki davranış ve düşüncelerini ilgi çekici şekilde anlatır: “M ısır lılar, dom uzu tem iz olm ayan hayvan sayarlar. Bir kim seye d o m uz sürtünse, elbiseleriyle k en d in i suya atıp tem izlenir. D om uz çobanları hiçbir tapınağa sokulm az ve bunlara kız verilm ez, an cak kendi aralarında evlenirler. Bunlara rağm en M ısır’da dom uz beslenir, ancak Selene ve D ionysos dışında h içbir Tanrı’ya, do muz kurban edilmez. Bu kurbanlar, dolunay varken kesilir ve eti yenilir. N için bu bayram larda k u rb an ederler de ö b ü r bay ram larda adeta tiksinti ile kaçınırlar? Bunu açıklayan bir sebep leri var ve ben de biliyorum , am a anlatm ak yakışık alm az.” K laus E. M üller, sözde-lslâm î d in î to p lu lu k la r h a k k ın d ak i eserinde, Ö n Asya ve b u g ü n k ü y u rd u m u zd a vaktiyle ve şim di yaşayan bazı züm relerin d ü şü n c e ve inançları h a k k ın d a ilginç bilgiler verirken, do m u z h ak k ın d a da u z u n açıklam alarda b u lunm aktadır: Suriye’de A targatis-kült’ü n d e d o m u z etin in m u t lak şekilde yem e yasağına girdiğini, K ibele-A ttis in an cın a göre de d o m u z etin in yasaklanm ış b u lu n d u ğ u n u b elirtir. M eşhur
Amasyalı coğrafyacı S trabon’u n (XII, 8, 9) P o n tu s’da K om ana şe h rin e d o m u z so k m a n ın bile yasak o ld u ğ u n u y azd ığ ın d an bahseder. M ilattan önce E rm en istan ’da da d o m u z u n necis, pis telâkki edildiğine, etinin yenilm ediğine, Y ahudilerin d o m uzu y em em elerin in sebebini P lu ta rk h o s’u n , o n a ta p ın m a d erece sindeki saygılarından kaynaklandığım söylediğine işaret eder.
B. Semavî Dinlerde Dom uz Yasağı Kitab-ı M ukaddes, A hd-i A tik (Levililer 11, 7) hangi hay van ların yen ilip , h a n g ile rin in y en ilm em esi g erek tiğ in i u z u n u z u n sayar. Çift tırnaklı ve geviş getiren hayvanların yenilebileceği esasını koyar. Yani y enilebilen hay v an lar h em çift tır naklı hem de geviş getiren cinsten olm alıdır. D om uz, çift tır naklı olm akla b eraber geviş getirm ediği için yenilem ez, diye açıkça belirtir. K ur’an ’da Bakara su resinde d o m u z eti, “h ara m ” kılınm ıştır. Bilginler, d om uz eti yasağının p eygam berlerin ya saklam asınd an çok d ah a öncelere d ay an d ığ ın ı b elirtirler. Ya saklar dinlerle gelm em iş, esasen m evcut olan b ir fiili d u ru m tab ir caizse k u tsal k ita p la rın b azıların ca k a n u n la ştırılm ıştır. G erçekten Sami kavim lerin d o m u z beslem em elerin in m enşei dinî yasaklardan önceye uzanm aktadır.
C. Dom uz Yasağının Nedenleri B ugünün insanı, h e r olayın sebebini rasyonel, aklî b ir n e denle açıklam aya alışm ış o ld u ğ u n d an , d o m u z yenilm esi yasa ğının sebebini önce sağlık n ed en lerin d e aram ak tad ır. Bu d ü şünceye göre, d o m u z etin in y asaklanm asının sebebi, çok yağlı olm ası, dolayısıyla sıcak iklim li yerlerde çabucak b o zu lan ağır bir gıda teşkil etm esi, trişin gibi önem li b ir h astalık fak tö rü n ü taşım ası ve ayrıca belki de b u hayvanın h er ö n ü n e geleni yiyen pis ve ob u r bir hayvan olm asıdır. G erçekten d o m u z h er şeyi yer. Evin b ü tü n çöplerini, sebze ve artık ların ı, böcekleri, so lu canları, leşleri yediği gibi, yılda iki kere ve h e r d efasında iki den yirm i dörde k ad ar yavrulayan b u hayvan, sü t için k endisi
ni fazla rahatsız eden y av ru ların d an b irk açın ı da yeyiverir. Bü tü n b u n lar ona karşı insanlarda bir iğrenm e d u y g u su u y a n d ır m ış olabileceği gibi (olabileceği diyoruz, ç ü n k ü m eselâ tavu ğ u n da yediklerine bakılınca p e k tem iz b ir hayvan sayılm aya cağı açık olm akla birlikte, etini yerken hiç de bu tarafını d ü şünm eyiz) do m u z etin in d iğerlerine nazaran d ah a yağlı oluşu, sıcakta daha çabuk bozulm ası ve b irtak ım rahatsızlıklara sebe biyet verm iş olm ası ihtim ali, eski devirlerde, h atta, d o m u z eti n in cüzzam a sebep o ld u ğ u id d ia sın ın b ile ortaya atılm asın a n ed en olm u ştu r. M esela T acitus, İsraillilerin cü zzam k o rk u s u n d a n d o m u z eti y e m e d iğ in i k a y d e d e r. H a lb u k i P lu ta rk hos’u n bu yem em ezliğin sebebini, ona “p erestiş e ttik le rin d e n ” yem ezler, diye açıkladığına, y ukarıda değinm iştik. D om uz eti ile insan lara geçen ve bazı h allerd e k ö rlüğe ve ölüm e bile sebep olabilen trişin d en ilen k u rtç u k ve n e d en ol d u ğ u arızalar o d evirlerde b ilin m em ek te idi. D om uz eti gibi yağlı ve ağır gıdaların özellikle sıcakta birtak ım alerjik h asta lıklara, m ide b o zulm alarına vb. n e d en olabileceği kesin ise de d o m u z u n , ek vatoral A frika, A vustralya ve Yeni G ine, G üney D enizi A daları gibi ço k sıcak b ö lgelerde de bol bol b eslenip yenildiği d ü şü n ü lü rse, b u m ah zu rların sanıldığı k a d a r b ü y ü k olm adığı ortaya çıkar. Kaldı ki, k o y u n eti gibi etler de yağlıdır ve her tarafta yenilm ektedir. Semjonow, d om uz eti yasağının, sağlık n e d e n le rin d e n kay naklanm adığ ın ı b elirtir ve ilâve eder: “D om uz eti vasıtasıyla zehirlenm eler, h astalan m alar şü p h esiz eski d ev irlerd e de ol m uştur. Fakat ne K itab-ı M ukaddes ne T alm ud ne de K ur’a n ’da bu konuy a dair h içbir olay zikredilm ez. H albuki eğer pey gam berler bu yasağı sağlık n ed en leri ile koy m u ş olsalardı h er halde b u n u b elirtirlerd i.” Bu hiç de yabana atılacak bir fikir değildir. A vrupa’da bile, pazarlard a satılan etlerin sağlık y ö n ü n d e n denetlenm esin in ilk defa k ü ç ü k A lm an devletlerinde 18. yüz yılda başlatıldığı h atırlanırsa, sağlık en d işelerin in tarih te çok sonraları gündem e geldiği anlaşılır. D om uzun ism inin kötü y e çıkışı D oğu’da ne zam an ve kim in
vasıtasıyla old u , kim se b u n u k esin olarak söyleyem ez diyen Semjonovv, yine de bazı d ü şü n c e le r ileri s ü rm e k te n k en d in i alam az: “M ilattan yüzyıllarca önce K üçük Asya’da A donis-kültü , inanışı yaygındı. Buna göre, aşk T anrıçası A frodit’in bile âşık olduğu güzel delikanlı A donis’e tapılırdı. işte o A donis, erk ek d o m u z k ılığ ın d ak i A ras ta rafın d an y aralan ıp ö ld ü rü l m üş o ld u ğ u n d a n , h er yıl ilk b a h a rın so n u n d a Y unanistan ve K üçük Asya’da m atem tu tu lu r, kad ın lar h ü n g ü r h ü n g ü r ağlar lardı. Böylece d o m u z u n şö h re tin i lekeleyen k a d ın la r o lm u ş tu r” diyerek m itolojik b ir hikâyeyi esprili şekilde an latan ya zar, dom uz eti yasağının “to tem in an cı” ile ilişkili olabileceği ni, söyler. Totem izm , b ilin d iğ i gibi, bazı k la n la rın , so p la rın k e n d in i özellikle bir hayvanın so y u n d an gelm iş ve o n u n la yakın ilişki içinde görm esi ve o nda bazı gizli g üçlerin varlığına in anm ası seb eb iy le o h ay v an a d o k u n m a m a s ı, b ü y ü k saygı ve k o rk u d u y d u ğ u bu hayvanın etini yem em esi s o n u c u n u doğurur. To tem , bazen b itk i veya cansız şeyler olabilirse de, ço ğ u n lu k la bir hayvandır. O n u n eti ancak, içindeki esrarlı ö zden ve ku v v etten yararlanm ak için m a h d u t zam anlarda ve çok sıkı bazı m erasim e uyularak yenilir. H er klan veya so p u n ayrı b ir to te m i vardır. H albuki klanlar oldu k ça k ü ç ü k to p lu lu k lard ır, bu sebeple b ü y ü k insan k ü tle le rin in , k av im lerin to p ta n d o m u z y em em esini to tem in a n c ın a d a y a n a ra k a ç ık la m a k im k ân sız g ö rü n m e k te d ir. O h ald e b u ra d a başk a n e d e n le r aram alıdır. H ero d o to s’u n M ısırlılar için, n e d en y em ed ik lerin i biliyorum am a, açıklayam am , yakışık alm az dem esi, çok anlam lıdır. Bu rada m üsteh cen , ayıp kaçan bir sebebin varlığı açıkça belli ol m aktadır. Ne garip tir ki, halkım ız arasında d o m u z u n dişisini kıskanm ayan yegâne hayvan (?) olduğu h e p söylenir. B u n u n la, o n u yiyenlerin de aynı d u ru m a düşeceği im â edilm iş olur. Böyle bir inanışın ilmi hiçbir değeri olm adığı açıktır. Şayet d a n aların vb. an aların a aşm ak istem eleri gibi p e k ç o ğ u m u z u n bildiği olaylar göz ö n ü n e g etirilirse, b u n la rd a n in sa n lar için so nuçlar çıkarm am anın, böyle şeylere in an an lar için, d aha ye rinde olacağı anlaşılır. Söz buraya gelm işken, m erh u m araştırı
cı O sm an N. Ergin’in kaydettiği ilginç b ir id d iad an b ahsede lim: Dr. G alip A taç, d o m u z e tin in cin sel isteğ i y o k ettiğini, çü n k ü “A” v itam inini ö ld ü ren b ir hassası o ld u ğ u n u yazıyor m uş. Bu iddian ın ilm i değerini bilem iyoruz.
III. Türkleşin İslâmiyet’i Kabulden Önce Domuz Beslemedikleri A. Tarihi Kayıtlar T ü rk ler’in İslâm öncesi dönem lerd e d o m u z b eslem ed ikleri ne dair bilgiye, bu satırların yazarı ilk defa İstan b u l H u k u k Fa k ü lte sin d e k en d isin d en H u k u k Tarihi D ersleri o k u d u ğ u , d e ğerli bilgin m erhum Sadri M aksudi A rsal’ın, T ürk Tarihi ve H u kuk (1947) isim li eserinin b ir d ip n o tu n d a rastlam ıştır. Bu ki tap bilindiği gibi, alelâde b ir h u k u k tarih i o lm ak tan ziyade, bir T ü rk m edeniyet tarih i m ahiyetindedir. A rsal, T ü rk iy e’ye davet edilm eden önce {ki A ta tü rk o n u çağırtm ıştı) S o rb o n n e Ü niversitesi’nde O rta Asya T ü rk Tarihi ile ilgili d ersler o k u tm a k ta idi. Yani T ü rk tarih in i iyi bilen b ir bilgindi. Bahis k o n u su d ip n o tu n d a (s. 171) şöyle b ir cüm le de yer alm aktadır: “T ü rk ler hiçbir devirde do m u z beslem em işlerdir. T ü rk le r’in b u hayvana karşı duy d u k ları nefret İslâm iyet n eticesi değildir.” Başka hiç b ir açıklam a olm am asına rağm en, b u cü m le bizi, b u k o n u üze rinde kendi ö lçüm üzde araştırm alar yapm aya şevketti. Ç ü n k ü Radloff’u n Sibirya’d aki T ü rk ler ü zerin d e m ü şah ad e ettiği gibi, bu satırların yazan da yıllardır A vrupa’da p ek ço k T ü rk ’ü n , al kollü içki yasağı gibi İslâm î em irlere hiç u y m ad ık ları halde, kendisi de dahil olm ak üzere d o m u z eti k o n u su n d a açık lan m ası zo r bir taassub gösterm elerine, b u tik sin tin in d ik k at çe kici boyutlara ulaştığına ve b u y ü zd en k o m ik ve trajik p ek çok olaya şahit olm uştur. İşte b u d u ru m , -bizi yıllarca sü ren ve bu vakıanın kök lerin i arayan bir çalışm aya sürüklem iştir. K endi s in d e n ilh am a la ra k y a p tığ ım b u k ü ç ü k a ra ş tırm a y ı, b e n i 1951’de İstan b u l’da to p lan an M üsteşrikler K ongresi’n e g ö tü r m ek suretiyle, bendeki tarih m erakını d ah a o zam an d an anla
yan, rah m etli h o cam b ü y ü k insan Sadri M ak su d i’n in değerli anısına sun m ak istiyorum . T ü rk ler’in İslâm iyet’i k ab u llerin d en ö nceki d ö n em d e de do m uz beslem edikleri ve yem edikleri k o n u su n d a bizim bildiği m iz en eski eser, E.H. P ark er’in , “T atarların Bin Yılı” isim li, 1895’te yayınlanm ış kitabıdır. T anınm ış b ir Sinolog olan m ü el lif, Ç in k a y n a k la rın d a n faydalanarak eski T ü rk le r h a k k ın d a b ir hayli incelem eler yapm ıştır. Parker, adı geçen eserinde Hiu n g -n u ’ların h içb ir zam an d o m u z yetiştirm ed ik leri ve yem e d ik lerin in açık o ld u ğ u n u yazm aktadır. A nkara, Dil ve T arih-C oğrafya F a k ü lte si’n d e yıllarca ders ok u tan , değerli sinolog W. E berhard da, Ç ince k aynaklara da yanan m u h telif araştırm alarında, T ü rk ler’in asla d o m u z besle m ediğini vurgulam aktadır. Bazı Çin e lçilerin in ra p o rla rın d a n , çok so n ra k i d ö n e m le r de, m eselâ M ü slü m an olm ayan U y g u rların da d o m u z yem e d ik le rin i çıkarab ilm ek tey iz. Şöyle ki, 981 y ılın d a a rtık ta m a m en yerleşik hayata geçm iş b u lu n a n U y g u rların h a k a n ı A rslan H an n e z d in e elçi o larak g id e n W ang-yen tö, T ü rk le r’in çok et yed ik lerin d en , h a lk ın z e n g in le rin in at etin i, o rta h a lli lerin in k oyu n , ö rd ek , kaz etin i tercih e ttik le rin d e n b ah settiğ i halde (Ç in ’de en ço k y en ilen etin d o m u z eti o lm ası y ö n ü n d e n k e n d isin i ilg ile n d irm e s i g e re k e n ) d o m u z e tin d e n hiç bah setm em ek ted ir. B u n lard an a n laşılan h u su s, Ç in k a y n a k la rın ın , T ü rk le r’in d o m u z b e sle m e d ik le ri ve y e m e d ik le rin i kaydettiğidir. T ü rk ler h a k k ın d a en eski bilgileri veren diğer k aynakların, yani eski Yunan kayn ak ların ın da T ü rk ler’in d o m u z beslem e diklerini kaydettiğine A bdülkadir İn an işaret etm ektedir. K o m ü n ist R usların, Sibirya’da (e k o n o m ik v erim liliği sebebiyle) Kazak-Kırgız gibi T ü rk kav im lerin i d o m u z b eslem eye z o rla m alarını, d ü n y ad a m isli g ö rü lm em iş b ir z u lü m o larak vasıf la n d ıra n İn an , “ta rih im iz in h iç b ir d e v rin d e T ü rk m illetin in d om uz beslem ediğini”, b u n u n Yunan tarihçileri tarafın d an tesbit edildiğini yazıyorsa da adı geçen tarih çilerin kim ler o ld u ğunu belirtm iyor. Biz kendi im kânlarım ıza göre yaptığım ız la-
ram ada ancak H erodotos’u n ta rih in d e böyle b ir kayda rastla yabildik. H erodotos’u n söylediği de bazıların ın hâlâ T ü rk say d ıkları Iskitlerin d o m u z y em ed ik leri ve m e m le k e tle rin d e de y e tiştirm e d ik le rin e d a ir k ısa b ir c ü m le d e n ib a re ttir. B ugün ilim dünyasın d a Isk itlerin T ü rk o ld u k ları k ab u l edilm em ekte dir. M aam afih bizim bilm ediğim iz başka Yünanlı kaynaklarda da, asıl T ü rk olan to p lu lu k ların da d o m u z b eslem edikleri h u su su n u n belirtilm iş olm ası im kânsız değildir. Yukarıda belirttiğim iz, Arsal dışın d a, tarih çilerim izd en İbra him Kafesoğlu ve B ahaeddin Ögel d e eski T ü rk le r’in dom uz beslem ediklerini eserlerinde zikretm ektedirler. Ögel, esas iti bariyle hocası E barhard’ın yazdıklarına d ay anarak m eseleyi ol dukça ayrıntılı şekilde incelem iştir. O n u n bu k o n u d a ileri sü r düğü m ütalaalar başlıca iki ana fikir etrafında to lanm aktadır. B u n lard an b iri T ü rk le r’in d o m u z b e sle m e d ik le ri, d iğ eri ise M oğolların (Proto-M oğollar, Eski M oğollar) çok d o m u z besle yen, “d o m u z c u ” kavim oldu k ları tezidir. H albuki Ö gel, bir ta raftan da Proto-M oğolların, konar-göçer o ld u k la rın d a n ve sü rekli evleri olm ad ığ ın d an da b ah setm ek ted ir. A şağıda bu iki iddianın nasıl çeliştiği görülecektir.
B. Türkler’in Dom uz Yetiştirmemelerinin Sebebi aa. Totemcilik: Tarihçiler, T ü rk ler’in İslâm iyet’i k ab u lü n d e n önce de d om uz beslem ediklerini vakıa olarak tesbit etm işler, fakat n ed en i veya nedenleri üzerin d e hiç durm am ışlardır. Esasen bu belki de, ta rihçinin görevi değildir. F akat sosyologlar, do m u z b eslem em e n in se b ep le ri ü z e rin d e d u ru rk e n ö zellik le “to te m ” k o n u su üzerinde düşünm ü şlerd ir. Ç ü n k ü pren sip itibariyle “to te m ”in eti yenm ez. Bu an cak bazı sık ı şa rtla rla , b e lirli zam a n lard a m ü m kündür. H ero to d o s’u n eski M ısır’da d o lu n ay zam anında ve törenlerle do m u z eti y enildiğinden b ahsettiğine d eğinm iş tik. Belki bu âdetler de to tem cilikten kalm a izlerdi. Ziya G ökalp, Türk M edeniyeti Tarihi k ita b ın d a , d o ğ u-batı,
kuzey, güney ve m erkezin ayrı totem leri o ld u ğ u n d an b ahseder ve k u zey in to te m in in “d o m u z ” o ld u ğ u n u yazar. K uzeydeki kabilelerin totem i “d o m u z ” olsa bile sadece o n ların d o m uz eti yem em esi gerekirdi. Kaldı ki, totem o lan hayvan da hiç olm az sa m erasim lerde yenm ek için kısm en de olsa beslenir. H albuki T ü rk ler’in kesinlikle d om uz b eslem edikleri tarih en b ilin m ek tedir. Esasen G ökalp’in adı geçen eserin in b u g ü n h içb ir İlmî değeri kalm am ıştır. H er ne kad ar tanınm ış Fransız araştırıcı Jean -P au l R oux’n u n açıklam aların a d ay an arak D oğan A vcıoğlu, T ü rk le r arasında O rta Asya’da totem ciliğin varlığını kabul etm ek te ise de, totem inancı ile T ü rk ler’in genel şekilde ve h içb ir su rette d o m u z bes lem em eleri ve yem em eleri arasında b ir n ed en -so n u ç ilişkisinin varlığına yeterli bir delil değildir. Ç ü n k ü belirtm iş o ld u ğ u m u z gibi, totem , sadece k ü çü k klanların, so p ların h e r b iri için ayrı dır. G eniş alanlara yayılm ış b ü y ü k b ir kavm in tü m ü n ü n tote m i aynı hayvan olam az. Bu sebeple d o m u z beslem em en in n e denlerini başka yerde aram ak gerekm ektedir. bb. Sosyal ve Ekonomik Sebep Göçebe H ayat Tarzı: T ü rk ler’in O rta Asya’da esas itibariyle atlı-göçebe b ir h ayat sü rd ü k le ri b ilin e n b ir gerçek tir. T ü rk ler’in o tu rd u ğ u bazı şeh irlerin varlığı, coğrafî z o ru n lu lu k ta n doğan bu gerçeği (bazı yersiz iddialara rağm en) değiştirem ez. Son yıllarda A lm anya’da yayınlanan, “B ozkırların E fen dileri” isim li kolektif, ilm î eserde: “12. yüzyılın b aşlarında U rallardan K ore’ye kad ar olan step lerd e T ü rk , M oğol ve T unguz asıllı, hayvancılıkla geçinen aşiretlerin o tu rd u k la rı ve M ilattan önce b in yılından beri step ah alisin in , at, k o y u n ve deve sü rü leri besleyen uzm anlaşm ış bir göçebe-hayvancılığı y ap tık ları” vur gulanm aktadır. İşte T ü rk ler’in do m u z beslem em elerin in sebe bini bu hayat tarzında aram ak gerekm ektedir. D o m u z Yerleşik K avim lerin H ayvanıdır: H ayvanbilim ciler, etnologlar, to p lu m b ilim cilerin ve k ü ltü r ta rih ç ile rin in tere d dü tsü z, m üşterek h ü k m ü ş u d u r ki, d o m u z h e r şey d en önce yerleşik hayat süren to p lu m lara özgü b ir evcil hayvandır. Gö-
gebeler, sü rd ü k leri hayat tarzı itibariyle k en d ilerin e u y u m sağ lam ası m ü m k ü n olm ayan d o m u zu beslem ezler, d ah a d oğrusu isteseler de besleyem ezler. Bu k o n u d a en değerli bilim adam la rının araştırm aların d an topladığım ız geniş m alzem eyi yer dar lığı sebebiyle özetleyelim : “Evcil H ayvanların T arihi” isim li en yeni ve belki de b ug ü n e kadar yazılm ış eserlerin en değerlisi olan b ü y ü k k itab ın da, Al m an asıllı İngiliz âlim i F red erick E. Z euner, şu n la rı yazıyor: “D om uzun, (insan ların ) kesin yerleşm e yerlerini k u rm a la rın d a n önce evcilleştirilm eye b a şla n m ış o lm ası ih tim a l dışıdır. G öçebe bir to p lu lu k , b u n ların göçebelikleri m evsim lik de olsa yani yılda iki defa o tu rm a yerlerini d eğ iştirseler bile, yaptıkları göçlerde dom uzları nasıl y anlarında götürebilirlerdi? Bilindiği gibi bu hayv an lar belli b ir istik am ette g ü d ü lü p g ö tü rü lm ey i ta sav v u ru gü ç d ereced e istem ey en y a ra tık la r o ld u k la rı için A ntonius’u n (tan ın m ış hayvan bilim cisi- T.A.) dediği gibi, d o m uz, sadece yerleşikler için beslenm esi bahis k o n u su olan bir hayvandır.” Bu h akikat, Thurnvvald, K rüger, B rehm , Rustow, N arr gibi birço k bilgin ta rafın d an çeşitli şek illerd e v u rg u lan m ak tad ır. Kısaca, d o m u z yetiştirm e, beslem e kesin şekild e, y erleşiklik işaretidir (n arr). D o m u zu n yapısı ve tabiatı göçebelerin yaptığı u zu n y ü rü y ü şle rd e o tla tıla ra k g ü d ü lm e sin e m ü s a it değildir. D ergideki m e tn e e k len en fotoğrafta g ö rüleceği gibi, b u g ü n e kadar dünyad a en fazla (d u rm ak sızın ) y ürüyebilen d o m u z 17 kilom etre gidebilm iştir. R esim deki ise beş kilom etrede yığılıp kalm ıştır. Böyle b ir hayvanı göçebenin beslem esi elbette im kânsızdır. D om uz, u z u n m esafelere yürüyem ediği gibi, farzım uhal zo r la yürü tü lse acaba nasıl bir so n u ç d o ğ d u ğ u n u , b u hayvanı ve özelliklerini iyi bilen kim selerle yaptığım ız konu şm alarda öğ rendik. G ençliğini R om anya’da geçirip, b u g ü n m em lek etim iz de dom uz kılın d an fırça im âl eden b ü y ü k bir fabrikanın aydın sa h ib i say ın F azlı T u n a lıg il’d e n ö ğ re n d iğ im e g ö re , d o m u z uzu n u zu n yüreyem ediği gibi, b u y ü rü m e zorla sağlansa bile son derece zayıflar, hatta telef olabilir. H albuki göçebelerin, ol-
lattıkları hayvanların zayıflam am asına ne derece ö n em verdik leri bilinen bir gerçektir. Bu k o n u d a, A m erikalı M ongolist Lattim ore’u n zikrettiği ve b ir M oğol devlet adam ı tarafın d an yazı lan “Sürü Sahibine Ö ğ ü tler” kitabı bu işin incelikleri y ö n ü n den insanı hayrete düşürm ek ted ir. Bu sebeple hayvan o tlatm a nın bir “halk ilm i” olduğu so n u cu n a v aran m üellifin h aklı ol d u ğ u n u biz de kabul etm ekteyiz. Tek cüm le ile, göçebe hayat tarzına sah ip h içb ir k avim d o m uz besleyem ez, T ü rk le r’in de ö ted en beri d o m u z beslem em esinin asıl sebebi budur.
IV Türkler’in Domuz Etini de Yememelerinin Sebebi İlk b ak ışta d o ğ ru gibi g ö rü n e n m a n tık ! b ir d ü ş ü n ü ş e göre, T ürkler, göçebe o ld u k ların d an do m u z yetiştirip, besleyem eseler bile, herhangi bir şekilde d o m u zu ele geçirince, m eselâ ya ban dom uzların ı avlayınca o n u n etini yem em eleri için bir se bep yok gibi görünm ektedir. G erçekten, böyle b ir m an tık tan hareket eden B urhan O ğuz, “T ü rk H alk ın ın K ü ltü r K ökenle ri”, isim li b ü y ü k eserinin, B eslenm e T eknikleri’ne ayrılan ilk cildinde: “Asya’da d o m u z u n evvelden beri bol m ik tard a varlığı bilinir. Avladıkları, tilki, köpek, sıçan ve yılana k a d a r icabında her şeyi yiyen (? T.A.) bozkırlı dedelerim izin d o m u za da itibar etm iş olm aları d o ğ a ld ır” d iy o r ve d o m u zla ilgili k elim elerin ço kluğuna işaret ediyorsa da, gerçeğin p ek de öyle olm adığı anlaşılm aktadır. G öçebelerin d o m u zu beslem edikleri gibi etini de y em edik leri ve hattâ o n d an tik sin d ik leri tarihçiler ve etn o lo g ve sosyo loglar tarafından ayrıca vurgulanan b ir h u su stu r. B u n u n sebe bini bizim de benim sediğim iz b ir k u ram gayet iyi açıklam ak tadır. Buna göre, d o m u zd an tiksinm e, g ö çebenin yerleşikler den de tik sin m esin in tabiî so n u c u d u r. B ü tü n ta rih b o yunca göçebe-yerleşik zıddiyeti ve d üşm anlığı, h e r tarih o k u y u cu su n u n âşinâ olduğu bir k onudur. Yerleşik kavim lerin göçebeleri sevm ediği, o n ları vahşi, bar bar, her şeyi yakıp yıkan geçtiği yerlerde o t b itm eyen, yağm a
cı, h aydut olarak bilip, g ö rd ü k leri bilinir. Bu d ü şü n c e ve d u y g u lard a da o n la rı b ü s b ü tü n h a k sız g ö rm ey e im k â n y o k tu r. Ç ü n k ü göçebeler, devam lı gö çlerin d e, ekili alan ları çiğneyip geçebilir, hayvanlarına yedirebilir, araziye çeşitli zararlar vere bilir, daha önem lisi, sü rü leri h astalık tan kırılınca, k u ra k m ev sim lerde, köy ve kasabalara h ayatını idam e ettireb ilm ek için b ask ın lar y ap ıp o n la rın b irik tird iğ i y iy ecek leri, g iy ecek leri yağma edebilir, karşı k o n u lu n c a yakıp yıkabilir. İşte b u n e d en lerle, yerleşikler göçebeleri sevm ediği gibi, o n la r da evlerinde ve d ü k k ân ların d a m iskin m iskin o tu ru p refah içinde yaşayan bu insanlardan biraz da kıskançlıkla nefret ederler, F aru k Sü m er hocam ızın Oğuzlar k itabında yazdığı gibi, şeh ird e yaşayan otu rak eldaşlarm a, istihfafla “y a tu k ” yani tem bel derler, onları küçüm ser ve tepeden bakarlar. 4.000 yıl önce Babilliler’in bile etraflarındaki göçebeleri na sıl küçüm seyerek gördüklerini bize A surolog E. C hiera an lat m aktadır. İbn H aldun gibi İslâm d ü n y asın ın b ü y ü k b ir d ü şü n ü rü de, adeta b ü tü n sistem ini göçebe-yerleşik ayrım ı üzerine bina etm iştir. İşte bu esastan h erek et ed en tan ın m ış h ayvanbilim ci O tto A n to n iu s’a göre g öçebeler, y e rle şik le rd e n n e fre t ettiğ i gibi, o n u n çok severek yetiştirip yediği ve k en d isin in hiç beslem e diği d o m u z d a n da tik sin ti duym aya başlam ıştır. Bu nazariye pek çok bilgince de ben im sen m iş o ld u ğ u gibi, T ürkler, M oğollar ve Sâm iler gibi göçebe kavim lerin d o m u z etin i yem edikle rinin tarih en sabit olm asıyla da desteklenm ektedir.
V. Sonuç' B ahaeddin Ö gel gibi bazı ta rih çilerim izin , T ü rk le r’in d om uz beslem edikleri fakat M oğolların “d o m u z c u ” o ld u k ları tezi hiç bir şekilde kabul edilem ez. G erek P roto-M oğollar gerek so n ra ki M oğollar, Ö gel’in k e n d isin in ve Z.V. Togan’ın yazdığı gibi hâlis göçebe b ir kavim dir.” G öçebe olan da d o m u z yetiştire mez. Şayet böyle b ir do m u z beslem e kesinlikle bilin iy o rsa, b u rada E berhard’ın işaret ettiği gibi b ir Ç inlileşm e (yani yerleşik
liğe geçiş) b ah is k o n u su d u r. Yoksa b u b a k ım d a n T ü rk le rle M oğollar arasında h içbir fark yoktur. F ilhakika M ongolistler, M oğolların d o m u zu kesinlikle b eslem ediklerini belirtirler. Böylece do m u z etiyle değilse de, yerleşikliğin k esin işaretini vererek tarihçilerim ize yarar sağlayabilir. Tarih ve Toplum, sayı 12, Aralık 1984
SEÇME KAYNAKÇA Juri Scm jonow , Die G ü ter der Erde, Berlin, 1936; Türkçesi: D ü n y a N im elleri-C .C . C.ein, Istanbul, 1947. Herodot Tarihi: M üntekiın Ö kınen Ç evirisi, R em zi K itabcvi, Istanbul 1973. Klaus E. Müller, K ulturhistorische Studien, Z u r G enese P seudo-Islam ischer Sektengcbilde in Vorderasien, W iesbaden, 1967. W. Eberhard, China und seine w estlichen N achbarn, D arm stadt, 1978; Ç in’in Şimal Kom şuları, Ankara, 1942. O sm an Ergin, T ü rk M a a r if Tarihi (b eş c ilt), İstanbul, 1943; ik in ci baskı, 1977 E H. Parker, A Thousand yea rs o f Tartars, L ondon , 1895. Sadri M aksudi Arsal, T ü rk Tarihi ve H u ku k, İstanbul, 1947 Fredcrick E. Zeuner, G eschichte der H austiere, M ü n ch en , 1967.
7. Dünyada ve Türkler’de Ağza Alınması Yasak (Tabu) Kelimeler
I. Yasağın Mahiyeti ve Nedenleri Ç evrem izde, özellikle yaşlıca k a d ın la rd a n , n in e m iz d e n , eb e m izden sık sık şuna b enzer laflar çok d u y m u şu zd u r: Sus, Al lah’ın ism ini ağzına alm a çarpılırsın, şeytan k ulağına k u rşu n bizim çocuk hiç yatağına işem ez, vah vah Fatm a Flanım iyi sa atte olsunlara karışm ış, ism i batasıca, ço cu k ların babası diyor ki, bizim k in e d edim ki vb. İlk bak ışta d ik k ati çekm eyen bu ibareler üzerin d e d u ru lu rsa , h ep sin d e belirli b ir şeyin ism ini söylem em ek, ağza alm am ak, o n u n yerine o şeyi dolaylı yoldan ifade etm ek çabası göze çarpar. Bu d u ru m , sadece bizim ülk e m ize m ahsus değildir. “Dil Sosyolojisi”n in en m erak lı k o n u la rından biri o lu p evrensel bir n itelik taşım aktadır. Ö zellikle il kel toplum larda daha belirgin b ir hal alan, bazı kelim eleri ağza alm aktan ko rk m ak ve b u n d a n k açın m ak şü phesiz birtak ım se beplere dayanm aktadır. B unların başlıcası, o kelim eyi ağzına alanın çeşitli tehlike ve zararlara uğram ası h atta can ın d an ol m ası k o rk u su d u r. D enilebilir k i kelim eler h arflerd en oluşan, cansız ses küm eleridir; onlard an bize ne zarar gelebilir? B ugün bize m antıklı gelen bu soru, ilkellerin hiç anlayam ayacağı bir d ü şü n c e tarzıdır. Ç ü n k ü o n ların g ö zü n d e, b ir şeyin ism i ile
k endisi yani cism i arasın d a yakın b ir ilişki vardır. H attâ bu ilişki ayniyet, özdeşlik ilişkisidir.1 Aynı şeyin çeşitli g ö rü n ü şle ridir. M esela bir in san ın ism i, o n u n cism in in ve ru h u n u n ta kendisidir. Bu n ed en led ir ki b ü y ü yapanlar, önce b ü y ü yü ya pacağı şahsın ism ini öğrenir, o n u k u llan arak am acına varır. İs m i yazdığı m u sk a y ı eşiğ in a ltın a g ö m d ü rü r, g elen g e ç e n in ayakları altında o şahıs da m u sk ad ak i isim gibi ezilir, m ah v o lur, daha do ğrusu istenen so n u ç budur. isim le cisim aynı ola rak görülürse ve ism in delâlet ettiği şey, k en d isin d e n çekinile cek tehlikeli b ir kişi, bir kuvvet veya hayvansa, en iyisi o n u n adını açıkça söylem eyip başka kelim elerle ve başka y oldan ifa de etm elidir ki karşım ıza dikiliverm esi k o rk u su kalm asın.
II. Yasak (Tabu) Kelimelerin Çeşitleri İnsanların ağızlarına alm aktan çekindikleri kelim eler h an gileri dir? Evvela kısaca şu n u söyleyebiliriz ki k en d isin d en ko rkulan, çekinilen veya büy ü k saygı d uyulan şeylerin isim lerini ilkel ka vim ler asla ağızlarına alm am aktadırlar, isim leri yasak olan var lıklar ya bizzat k ö tü lü k yapabilecek şeylerdir (Tanrılar, şeytan, cinler, kötü ruhlar, hortlaklar, vahşi yırtıcı hayvanlar vb.) veya b unlardan ko ru m ak istediğim iz kim seler (çocuklarım ız, k en d i m iz, akrabalarım ız vb.) dir. G enel kural olarak kendileri tabu olan şeylerin, adları, isim leri de tabudur, yani telaffuz edilm e m eleri, söylenm em eleri gerekir. B unların başında da şüphesiz “totem ” denilen hayvan vb. şeylerin isim leri gelir. Ü nlü etno lo g J.G . F razer’in b ü y ü k eseri “T h e G o ld en Bough"da (Altın Dal) yaptığı sınıflam adan da esinlenerek, biraz daha basit şekilde yasak kelim eleri daha d o ğ ru su isim leri şöy le sıralam ak m ü m k ü n d ü r: - İnsan isim leri - Tehlikeli hayvan isim leri - Tehlikeli m anevi varlıkların isim leri - K utsal varlıkların isim leri 1 W alicr Rubcn, Eski Hint Tarihi, Ankara, 19 4 4 , s .66. 96
Şimdi bu yasak-isim g ru p larım ayrı ayrı incelem eye çalışa lım:
A. İnsanların Kendi-Özel İsimleri İnsan için en değerli varlık h erhalde yine kendisidir. Bu ne denle isim lerini dolayısıyla k en d i şahıslarını, çeşitli teh likeler den k o ru m ak için ellerinden geleni yapm aları doğaldır. B un lardan biri de isim lerini söylem em e ve gizli tu tm a yoludur. Frazer, Segerstedt, L ehm ann, R uben gibi b irç o k araştırıcı, il kellerde isim le cism in aynı şey gibi telakki edildiğini vuıgularlar. O halde insanlara bu yoldan yani şahsın ism ini k u llanarak zarar verm ek, akla gelm edik k ö tü lü k le r yapm ak (b ü y ü , m us ka, ü fü rü k vb. yollarla) m ü m k ü n d ü r. B una bizde o ld u ğu gibi dü n y an ın h er tarafında in an an lar p ek çoktur. Jerzy K osinski, T ü rkçe’ye de çevrilm iş b u lu n a n ü n lü “Boyalı K uş” rom anında şunları yazıyor: “ yer yer ağaç g övdelerinde b altaların b ırak tığı d e rin izler g ö rü lü y o rd u . O lga, k ö y lü le rin ağaçları böyle işaretleyip, d ü şm an ların a büyü yaptıklarım söylerdi hep. H er v u ru şta d ü şm a n ın adı te k ra rla n ır, y ü z ü göz ö n ü n e getirilir, böylece hastalık ve ölüm üzerin e çekilirdi.”2 İşte bu inanç so n u c u d u r ki ism ini başkalarına ve özellikle yabancılara söyle m ek büyük hatadır. W. M arsden’e nazaran Sum atra yerlileri gerçek adlarını asla söylem ezler, k o n u şm ad a akraba ve y ak ın ların ın isim lerini de söylem em eğe dikkat ederler. D ahom e zencileri, özel isim leri ya bancılardan gizlerler, çü n k ü ismi öğrenen, b u ism in sahibi üze rinde hâkim iyet kurabilir, diye korkarlar. O bçibve Indianlarına kendi adını söyletmeye im kân yoktur. Başka b ir şey söylerler. Sibirya’nın k u zey-doğusunda o tu ra n Yakut T ü rk le ri’n in iki ism i vardır, b u n lard an birisi gerçek adı o lu p b u n u asla k u lla n m azlar. Burada d ik k atim izi çek en h u su s, isim lerd en b irin in sö y len m esin in teh lik eli sayılm asıdır. “A.B. E llis’e göre A fri ka’nın batı sahillerindeki kabileler, insanla ism i arasın d a fiziki 2 Jerzy K osinski, Boyalı Kuş, İstanbul, 1970, s .41.
b ir bağ, bir ilgi o ld u ğ u n a ve b ir k im seyi ism in e d a y an ara k m ahvetm ek m ü m k ü n o ld u ğ u n a fakat b u n u n ancak d o ğ u m sı rasında aldığı isim le yapılabileceğine inanırlarm ış. D iğer isim yani h er zam an k u llan ılan isim , b u n a m ü sait olm ayıp k u llanıl m asında bir tehlike y okm uş.3 N e k ad ar ilgin çtir ki A frika’n ın batısındaki âdetler h em en aynen Asya’n ın b ir u c u n d a Yakutlar ve M ogollarda da vardır.4 Bizde göbek ad ı d e n ile n ism in m e n şe in in de ay n ı yerden kaynaklandığını söylem ek h erh ald e b ü y ü k b ir h ata olm az. Prof. L ittm ann, uzm anı olduğu, H abeşistan’da b ir kısım hal kın, kendilerini m uayene ve tedavi eden m isy o n er d o k torlara isim lerini verm eyip y alandan b ir isim söylediklerini tesbit et m iş ve b u n u n sebebini k en d isin e birisi şöyle izah etm iş: İlk defa A vrupa’d a n H abeşistan’a gelen bu k im selerin, Tanrı tara fından m ı yoksa şeytan tarafından m ı g ö n d erild ik lerin i bilm e dik lerin d en , h e r ih tim ale karşı, k o ru n m a k am acıyla b u yola başvuruyorlarm ış. Aynı davranışa, ö m rü n ü n b ü y ü k b ir kısm ı nı K ahire’de göz hekim liği yaparak geçiren ve A rap tıp tarihi ü z erin d e değerli araştırm aları o lan A lm an Dr. M ey erhof da, hastalan arasında rastlam ış.5 MoğoHarda, eve gelen yabancı b ir m isafire, k en d isin i cinle rin öldürm em esi için asla adı sorulm azm ış.6 Özel şahıs isim leri k o n u su n d a , en fazla yasağa m aruz kim seler, kadınlardır. İlkel kavim lerde pek çok h u su s k a d ın lar için tabudur. K ad m lan n katılm ası kesinlikle yasak olan b irço k to p lum sal etkin lik vardır. A ncak belirli b ir d en em ed en geçm iş, ol gunlaşm ış sayılan erk ek lerin katılabileceği “M aenner-B unde” (E rkek B irlikleri) den ilen k u ru m u n d o ğ u ş n ed en i de işte b u na, yani kadınlara b irçok şeyin yasak olm asına dayanır. Bu ya saklardan biri de bazı k işilerin ad ların ı ağza alm a yasağıdır. M esela Z ulu k a d ın la n için kralın , kabile reisinin, kaynata ve 3
H üseyin N am ık O rkun, “İsm in K utsiyeti", T ü rk Yurdu, Sayı: 2 3 4 (1 9 5 4 ), s.120.
4 A hm et Teınir, “Türkçe İle M oğolca Arasında İlgiler “, D.T.C.F. Derg., C. XIII, Sayı: 1-2 (1 9 5 5 ), s.19. 5 Enno Littm ann, Ein Jahrhundert O rien ta listik, W iesb aden, MCMLV, s .21. 6
A. Temir, a.g.e., s. 19.
o n u n kardeşlerinin isim leri tab u d u r.7 H abeşistan’daki A m haralarda çocuğa verilen isim lerden biri erkeklerin, diğeri k ad ın ların k ullanacağı isim o lm ak üzere a y n ayrı olm ası çok d ik k at çekicidir. D em ek o lu y o r ki ana, çocu ğu n a b ab an ın çağırdığı isim le seslen em ez.8 F ra z e r d e Caaffre’lerde kadın ın b irçok kelim eleri, özellikle k o casın ın ve kay natasının ism ini h attâ genel olarak kocasın ın erk ek akrabaları n ın hiçbirisinin ism ini söyleyem ediğinden, o n la r yerine başka kelim eler seçm ek z o ru n d a kaldığını, b u ve b en zeri kelim e ya saklarının çokluğu y ü z ü n d e n Caffre’lerde “k ad ın d ili” denilen ayrı bir lisanın d o ğ d u ğ u n u belirtir. G üney H in d ista n ’da k a d ın lar, kocalarının adının rüyada bile söylen m esin in o n u n erken ölü m ü n e sebep olacağına inanırlarm ış. T ü rk kavim lerindeki d u ru m a da değin en Frazer, Kırgız k a d ın ların ın da kocalarının ve k en d isin d e n d ah a yaşlı akrabala rının isim lerini ve b u n lara benzeyen kelim eleri, telâffuz ed e m eyeceğini sözlerine ekler.9 A b d ü lk ad ir İn a n ’a göre de Kırgız K azaklarda hâlâ yaşayan b ir âd et gereğince, gelin lerin kocası n ın ailesine h attâ kabilesine m en su p ak rab aların ın ad larını ve b u adlara benzeyen kelim eleri d ahi söylem esi yasaktır. M eselâ kocasının ak rabasından b irin in adı “A ydem ir” ise gelin de “ay” ve “d em ir” kelim elerini söyleyem ez. H albuki bu gibi T ürkçe ad lar o çevrelerde p e k ço k tu r. B u n u n s o n u c u , bazı g e lin le r için balta, bıçak, k o y u n , at, kılınç, doğan vb. gibi h e tg ü n k ü hayatta söylenm esi gereken sözler yasak oluyor. K adınlar, bu gibi yasak kelim eler yerine, eşanlam lı olan b aşkalarını yah u t tam am en uy d u rm a b ir kelim e kullanırlar, m esela “ay” yerine “y a ru k ”, “d e m ir” yerine “p u la t”, “b alta” yerine “çab at” (çapm a k -k e sm e k ’te n ), “b ıç a k ” y e rin e “k e s e r” , “k o y u n ” y e rin e “m ah ram a” (m elem ek ’te n ), “a t” y erine “u la k ” y a h u t “b in it” kılınç yerine “k aru " veyah u t b u n a b e n z e r sö zler kullanırlar. İnan, bu âdetin m enşeinin eski ekzogam i (kabile d ışın d an ev 7 Alfred Lehm ann, Wie die V ölker Sprechen, Berlin-Frankfurt/M ., 1 9 5 1 , s. 19. 8
Enno Littm ann, Abessinien, H am burg, 1935, s.75.
9 Jam es G eorge Frazer, T he G olden Bough, N ew York, I 9 6 0 , s.2 9 0 .
lenm e) ve ataerkil aile gibi top lu m sal k u ru m la ra dayandığını ileri sürer. A. Sam oiloyiç, b ir araştırm asında A ltay k ad ın larının kullandığı 42 yasak kelim e tesb it etm iştir. B u n la n n adedi ger çekte şüphesiz çok daha b ü y ü k tü r.10 Tarihte “U luğ Beğ” diye tanıdığım ız büy ü k devlet adam ı ve astronom un asıl ism inin M ehm et Taragay olm asına rağm en, Ti m u r daha hayatta iken ve kendisi henüz çocuk iken bile “Uluğ Beğ” diye anılm asına bir tü rlü anlam verem eyen B arthold’un hayretine karşı İnan, şöyle bir açıklam ada b ulunm aktadır: Mehm ed Taragay Tim ur’u n babasının adı idi, bu sebeple de kadınlar, T im ur’un to ru n u Şahruh’u n oğlu olan bu zata karşı b u kelim eyi söyleyemeyecek olduklarından M ehm ed Taragay adı, U luğ Bey diye değiştirilm iş ve böylece de yayılıp kalm ıştır.11 K adınlar için tabu kelim eler k o n u su n a son v erm eden, O rta Asya T ürkleri arasında geçm iş g ü lü n ç ve ilgi çekici iki olayı anlatm adan geçem eyeceğiz: M üslüm an o lu p olm adığı k en d isin e so ru lan b ir kad ın , buna o lum lu cevap veriyor. “Öyle ise bize kelim e-i şeh ad et getir, gö relim ” dediklerinde: “Lâ ilahe illallah kocam ın adı R esu lullâh” dem iş. Tabiî herkes bu değişik kelim e-i şeh ad et’e hay ret etm iş ler, so n u n d a an la şılm ış ki k a d ın ın k o c a sın ın ism i M u h am m ed’dir. O n u söylem em ek için, kelim e-i şehadeti b u hale so k m ak zo ru n d a kalm ış. B urada O rta Asya T ü rk leri arasında ö r fün, d in in k u ralların ı bile b o zu p değiştirecek k a d a r kuvvetli o lduğuna şahit oluyoruz. Bu, sadece bir hikâye değil gerçektir. N itekim İnan, “K azakistan’daki seyahatim sırasında b u n u çok işittim ” diyor.12 Ü nlü M acar T ü rkoloğu Vam bery tarafından zik red ilen diğer b ir hik ây e şö y led ir: Bir K ırgızın K öl (G ö l), K am ış, K ask ir
10 Abdülkndir İnan, “Altay Türkleri’ndc Kadınlar D iline M ahsus S özler”, (A ., Sam o ilo v iç ’in bu isim d e k i m a k alesi hk. ta n ıtm a ) T ü r k iy a t M e c m u a sı, C. IV, 19 34, s.3 0 3 vd. 11 W. ü aıth old , D/uğ Bey ve Z a m a n ı, İstanbul, 19 3 0 , s .3 8 vc A. lnan'ın yukarda adı geçen m akalesi. 12 A bdülkadir İnan, M a ka leler \c İncelemeler, Ankara, 19 6 8 , s .3 6 0 ve öahaeddin Ögcl, “A bdülkadir lııa n ”, 7üiJî Kültürü, Say: 71 (1 9 6 8 ), s .363.
(K u rt), Koy (K oyun) ve Pıçak ism in d e beş oğlu varm ış. Bir g ün evin gelini suya gider ve göl k en arın d ak i k am ışlar arasın da, bir koyunu yem ekte olan bir k u rt görür, bağırarak eve d ö ner ve şöyle sızlanır: “O rada, P arıld ıy an ’ın y an ın d a iki tarafa sallananların içinde, vahşi b ir hayvan, M eleyen’i y iy o r” Böylece zavallı gelin, ailen in e rk e k le rin in ism in i ağ zın a alm am ış o lu r am a, Parıldıyan’ın göl, sallananların, kam ış, y en ilenin de koyun olduğu anlaşılana k ad ar kaç k o y u n u n k u rd u n ağzına girdiği de m erak edilm eğe değer...13 Kişilerin özel isim leri, sadece yaşad ık ları sü re d e değil, ö l d ü k te n sonra da hiç olm azsa u z u n yıllar kullanılm az. B unun da n ed en i ö lm ü ş k işin in , ism in i d u y u n c a ç ık ag elm esi yani hortlam ası tehlikesidir. H ortlakla karşılaşm ayı ise h em en hiç kim senin istem eyeceği ortadadır. T ü rk tarih in d e b u k o n u y a b ü y ü k açıklık getirecek ilginç ö r nekler biliyoruz. K ü ltü r tarih im izin en önem li b elg elerinden olan O rh u n Yazıtları’nda, anılan T ü rk b ü y ü k le rin d e n b ir kıs m ının kendi isim leri değil, unvanları yer alm aktadır. G ültekin, K utluğ, Bilge gibi isim ler aslında kişi a d la n olm ayıp b irer u n vandır. Bu zevat ölm üş o ld u k ların d an , adlarını an m am ak için bu yola gidilm iştir. F akat ö lü m d en u z u n süre geçm işse, artık tehlike kalm adığına inanıld ığ ın d an , ism in y en id en k u llan ılm a ğa başlandığı da görülm ektedir. G erçekten, aynı an ıtlarda h a n e d a n ın k u ru c u la rı B um in ile k a rd e şi ls te m i’n in asıl adları kullanılm ıştır.14 O rta Asya’daki T ü rk m illî an ’anelerini, A nadolu’da kuvvetle yaşatan G erm iyanoğulları beylerinden Süleym anşah’ın oğlu Yaku b Bey, K ü tah y a’da k u rd u rd u ğ u m ed resey e d ik ile n T ü rk çe büyük “bitiktaşı”nda, babasından söz ederk en eski T ü rk Şam a nı inanışa uyarak, o nu adı ile an m ak tan çekinerek “G üldübabam ” diye zikretm iştir. Aynı şekilde, M engli Gerey (G iray) Han da, 1469’da F atih Sultan M ehm ed’e yazdığı m e k tu p ta , babası Hacı Gerey’in ism ini, tabu o ld u ğ u n d an , zikretm eyip, “H anba13 A. Lehnıam ı, Vambcry'den nak len , a.g.c., s .19. 14 H.N . O rkun, a.g.c., s.121.
bam B u ld u b u ru n ” d em iştir. B una b e n z e r k e lim e le rin çokça kullanıldığını biliyoruz: “G üldübabam , U çtu b ab am ” vb .15
B. Bazı Tehlikeli Hayvan İsimleri Dünya ve ülkem iz folkloru içinde tabu kelim elerin çoğunlu ğ u n u , galiba hayvan isim leri o lu ştu rm ak tad ır. Doğa ile savaş içinde olan ilkel insanın, en çok boğuştuğu tehlikelerden biri de şüphesiz, vahşi ve zararlı hayvanlarla olanıdır. K arlar altındaki uçsuz bucaksız orm anlarda, steplerde yol alan b ir y o lcunun, bir k u rt sürüsün e rastlam ası kadar talihsiz ve k ö tü b ir d u ru m d ü şü nülem ez. Kısa bir sürede aç k u rtlar tarafından kem ik yığını hali ne geliverm ek işten bile değildir, işte b u yüzden İsveç’ten tu tu n da Sibirya’nın bitim ine kadar en çok k orkulan hayvan k u rt ol m uştur. Bu yüzden o n u n adını ağza alm am ak çeşitli ülkelerdeki insanların ortak tedbirlerinden biri olm uştur. İsveçli d il-so sy o lo ğ u Prof. S e g e rste d t, K elim en in Kudreti isim li önem li eserinde, k u rt ağzından yazılm ış b ir m anzum eyi nak led er:16 Beni “K u rt” diye anacakları Daima parçalayacağım. Bana “Gri" diyene dokunm am , Hele benden “A ltın A yaklı" diye söz edene, Hiçbir diyeceğim yok. G abain’e göre, Û tü k e n y aylasında yaşayan T ü rk ler, k u tsal hayvan olarak b ö rü ’yü yani k u rt’u tanım ışlardır. Bu hayvanın is m i ona kutsallık atfedildiğinden, k o rk u ve saygı so n u cu değişti rilmiş, börü yerine k u rt denilm iştir.17 T ürkçe’de “k u rt” dediği miz hayvanın asıl ism inin bam başka olabileceğini kaçım ız d ü şünm üşüzdür. Öyle ya “k u rt” aslında kiraz veya çeşitli meyvada 15 Zeki Velidi Togan, U m um i T ü rk Tarihine G iriş, tsıanb ul, 1 9 4 6 , s .368. 16 Torgny T. Segerstedt, Die M acht des W orlcs, Eine Sprachsozilogic, Z ürich, 1947, s .l. 17 A nnem arie voıı Gabain, “K öktürkler’in Tarihine Bir Bakış", D TC F Dergisi, C. II, Sayı: 5 (1 9 4 4 ), s.688.
vb. b u lu n an , k ü ç ü k ve p e k teh lik esi o lm ayan b ir hayvandır. H albuki T ü rk çe’de yırtıcı h ay v an ın asıl adı “b ö rü ” veya “böri”dir. Artık iyice bildiğim iz nedenle ona zararsız b ir hayvanca ğızın adını yakıştırm ışız. B unun en güzel delili de A nadolu’da bazı yerlerde “k u rt”a “b öcü” yani böcek denilm esidir.18 Ne ka dar ilginçtir ki A lm anya’da, P olonya’da da b u hayvana böcek anlam ına gelen kelim eler kullanıldığını bilm ekteyiz.19 Litvanyalıların k u rt’a “o rm an k öpeği” dem eleri ile bizim E d rem it’teki Tahtacıların “peygam ber köpeği” dem eleri, d ik k at çekici para lelliklerdir.20 İşin daha da dikkate değer yanı, başlangıçta zarar sız görünen “k u rt” kelim esinden de zam anla k orkulm aya baş lanm ası ve bu yum uşatılm ış, yedek kelim enin de bırakılarak, bu defa lsveçli’nin “altın ayaklı”sı gibi bizde de aynı hayvana bu defa “u z u n k u y ru k lu ”, “gök g ö z lü ” gibi isim ler takılm asıdır. Hattâ Çuvaşlar onu, “peygam ber iti’” diye biraz pohpohlam ışlar, buna bizim Tahtacılar da dem in dediğim iz gibi, “peygam ber kö peği” diyerek katılmışlardır. İşte burada “gölgesinden k o rk m ak ” deyim ine tam yaraşır bir d u ru m la karşı karşıyayız. Bizim atasö züm üz: “İti an, çomağı hazırla”, der. A lm anlar b u n u n benzerini ku rt için söylemişler: “W enn m an den W olf n e n n t, k om m t er gerannt” (K urt’u n ism ini anarsan, koşarak geliverir). D em ek ki adı anılanın çıkageleceğine hem en herk es inanıyorm uş. O rm a n lık y e rle rin en k o r k u la n h a y v a n la r ın d a n b iri de ayı’dır. Bu n edenle O rta Asya’da ve A n ad o lu ’da T ürkler, başka birçok kavim ler gibi, ona da adeta y altak lan arak , h o ş g ö rü n m ek istem işlerdir. İnsanlara sık sık sald ıran ve kadınları da k a çırıp beslediği rivayet o lu n an b u kuvvetli hayvana karşı koya bilm ek insan lar için pek zordur. H epim izin bildiği, “K öprüyü geçinceye kadar ayıya dayı d e rle r” a ta sö z ü n ü n kaynağını şim di göreceğiz. H er an o rm an ın b ir k ö şesin d en k arşım ıza çıkabi leceğinden, o n u n ad ın d an hiç bah setm em ek , adı yerine k u lla nılacak kelim eyi seçerken de b u n u n okşayıcı o lm asına d ikkat 18 Pertev N aili Boralav, 100 S oruda T ü rh Folkloru, İstanbul, 19 7 3 , s .107. 19 A. İnan, M aka leler ve İncelemeler; s.6 2 5 vd. 2 0 M eh m et Erûz, “Türk İçtim ai H ayatında T otem izm İzleri”, Islâ m Tetk. Enst. Dergisi, C. V, cüz 1-4 (1 9 3 7 ), s.2 9 7 .
etm ek yararım ıza olabilir. G erçekten ona biraz sem pati ile karao ğlan, kocao ğ lan veya d ağ d ak i, yaşlı, k a ra ih tiy ar, b ü y ü k adam , orm an ın sahibi denilir.21 O rta Asya’da ayıya “aba” d enilm esi de anlam lıdır. “Eski ve yeni birçok T ü rk lehçe ve ağızlarında k ullanılan “a b a” kelim e si (ata, abla, baba, ana) gibi anlam lara gelir. Altay, Sagay, Kaybal ve Kaç lehçe ve ağızlarında ayıya h ü rm e t olarak “ab a” d e n ilir.22 Saadet Ç ağatay da A ltay ve A b ak an le h ç e le rin d e ayı için, dayı, am ca, dede ve baba an lam ın d ak i sö zcü k lerin k u lla nıldığını yazm aktadır. D em ek olu y o r ki O rta Asyalılar, bizim gibi ayıya sadece k ö p rü y ü geçene k ad ar değil h e r zam an “da y ı” diyorlarm ış. H attâ b u k o n u d a daha ileri giden “Şam anistlere göre, ayı, O rm an T anrısının tim sali im iş.23 H erkesin tüylerini ü rp e rte n tehlikeli diğer b ir hayvan da yı landır. Bir kim senin yolu n a çıkm ası u ğ u rsu z lu k sayılır. F akat o lu m lu d eğ erlen d irild iğ i de v ardır.24 A n a d o lu ’d a eski b ü y ü k evlerde yaşayan yılanların evin b ereketi o ld u ğ u n u ve k e n d isin den bir nevi sevgi ile bahsedildiğini ço cu k lu ğ u m d a A m asya’da n in em d en du y m u ştu m . F akat ne de olsa b u h ay v an ın yüzü so ğuktur. A m asya’n ın güzelim bağlarında karşım ıza çıkıp, keyfi m izi bozm am ası için, adı geçen m üb arek k ad ın bana b ir dua da öğretm işti. A nlaşılan “adını an m am a” m eselesini ya bilm i yordu veya bana söylem em işti. Ç ü n k ü gözüm e g örünm em esi için İslâm! b ir çareyi, Şam anist olanına tercih etm işti. A slında bu dua da pek Islâm ! değildi. Ç ü n k ü yılana h ita p ediliyor ve dua “şahm eran ın (yılanların şahı) başı için, yılan b an a d o k u n m a” şek lin d e b itiy o rd u . Bu k ü ç ü k fo lk lo r n o tu n d a n so n ra , o n u n halk arasında, u z u n oğlan, u z u n hayvan, boz y ü rü k , kıv rık, y ü ğ rü k gibi b irço k yedek kelim elerle an ıldığını belirtelim . in sa n la rın k e n d ile rin d e n k o rk u p çek in d iğ i h a y v a n lar h er 21 S. Çağatay, a.g.c., T ürklcr’dc Bâtıl İnançlar Arasında Tabu (K elim eler) T.A. 1. Uluslararası T. Folklor Sem ineri Tebliğleri, Ank. 1 9 7 4 , s .3 6 9 . 22 II. N ihâi (A tsız), T ü rk H a lk Edebiyatı A nsiklo p ed isi, (Çıkaran: M. Fuad K öprü lü) , İstanbul, 19 3 5 , sa. 1, “Aba" m addesi. 23 A bdülkadir inan, Tarihte ve Bugün Şam anizm , A nkara, 1 9 5 4 , s.63. 2 4 RN. Boraıav, a.g.e., s.75.
zam an böyle, k o rk u n ç hayvanlar değildir. T a h ta k u ru su ve bit gibi m inik fakat tâciz edici hayvanların da ad ların ın başka ke lim elerle ifade edildiği ve b u n la ra p ek çok u y d u rm a isim ler verildiği bilinm ektedir. Ç ü n k ü b u k ü ç ü k kapı yoldaşlarının da bizden uzak durm aları istenir. F ak at biz artık b u listeyi u z at m ak istem iyoruz.
C. Tehlikeli Manevi Varlıkların ve Kuvvetlerin İsimleri İn san lara b ü y ü k b irta k ım z a ra rla r veren veya v erebilecek olan bazı m anevi varlıklar ve k uvvetler vardır ki b u n la rın da adını anm ak tan kesinlikle k açın m ak gerekir. B unların başında “şe y tan ” gelir. Şeytan, in san ları k ö tü lü ğ e se v k etm ek isteyen çok önem li b ir m anevi varlık veya kuvvettir. O n u n için dili m izde “şeytan kulağına k u rş u n ” deyim ini k u lla n ırk e n o n u n , “kulağındaki k u rşu n sebebiyle” duyam am ası tem en n i edilm iş olm aktadır. A lm anca’da şeytan k elim esin in karşılığ ı “teu fel” olduğu halde b u n u n yerine “leibhaftig” ve “g o ttseib eiu n s” gibi dolam baçlı deyim ler k u llan ılır ki b u n la rd a n s o n u n c u su “Tanrı bizim le o ls u n ” a n la m ın d a d ır.25 H ıristiy a n d in in d e b ir T ü rk to p lu lu ğ u olan “G ag au zlar” arasın d ak i in a n ç la rd a n sözederken M anof şunları yazıyor: “Şeytan in san ın d ü şü n c e le rin i ke şif ve tahm in edem ez. Bu sebeple iyi b ir n iy et sesle açığa vurulm am alıdır ki şeytan d u yarak b u iyi niyeti b altalam asın ” 26 Burada k o n u m u z u n tü m ü b ak ım ın d an ö n em taşıyan husus, şeytanın ancak söylenen şeyleri keşfedebilm esi, sadece akıldan geçirilen şeylerin ona m eçhul kalm ası inancıdır. İsm in cisim haline gelm esi ancak o n u n söylenm esi yoluyla olm ak tadır; te lâffuz edilen isim le cisim aynı şeydir. Şeytan, bildiğim iz kadarıyla b ir tanedir. F ak at zam an zam an bazı yerlerde “cirit a ttık la rın d a n ” sözedildiğine göre, cinlerin pek çok olduğu şüphesizdir. Ö zellikle hava k arard ık tan sonra küllüklerde, izbeler ve viranelerde, boş k o n ak lard a, gece geç 25 A. L ehm ann, a g e., s. 18. 26 Atañas t. M anof, G a g a u zla r (Ccv. Türker A caroglu ), Ankara, 19 4 0 , s.49.
vakitleri ham am larda to p lan ırlar ve k en d ilerin i rah atsız eden leri fena halde çarparlar. O n lard an b ah sed erk en ism i söylen m ez, “iyi saatte o lsu n la r” denilir. D eğerli araştırıcı Boratav, İs tan b u l’da “rü k ü ş h a n ım ”, “ibrik kalfa” (cinsiyetine göre) To kat ve E rzu ru m ’da “m e k ir” d en ild iğ in i belirtiy o r.27 C in veya ecinni yerine “iyi saatte o lsu n lar” d erk en b ir y an d an isim lerini anm am ış olm akta, diğer taraftan b u a n m a n ın o n ların iyi saat lerine gelm esini, aksi zam anlarına rastlam am asını tem en n i et m ekteyiz. Bazen yapıldığı gibi, “iyi sıh h atte o lsu n la r” deyim i tam am en yanlıştır. Ç ü n k ü o n ların “s ıh h a tte ” yani sağlıklı ol m aları bizim tem enni edeceğim iz b ir h u su s olam az. İlkel düşünceye göre, hastalıklara ve çeşitli sak atlık lara kötü ru h ların , cinlerin sebep olduğu bilinm ektedir. Bu h astalıkların âm illerinin adı gibi bizatihi hastalığın ism in in de söylenilm esinden kaçınıldığı hepim izin şah it o ld u ğ u b ir d u ru m d u r. M e sela, eskiden k o rk u n ç , so n u ölüm olan b ir h a sta lık olafı verem ’e “ince hastalık, k ö tü h astalık ” gibi isim ler verilm iştir. Bu gün eski alışkanlıkla k an ser’in ism in i ağza alm am ak için, “kö tü hastalık” adı kullanılm aktadır. Ç o c u k ların k ö tü ru h la r ve c in le rin g etireceğ i k ö tü lü k ve hastalıklardan k o ru n m ası için alm an en ilginç ted b irlerd en bi ri de, bunlara k o n u lan ad ların seçim inde k e n d in i g ö sterm ek tedir. Ç ocukları m ü tem ad iy en ölen ana, baba, ö ld ü rü c ü m u si betlerden k o ru m ak için onlara Satılm ış, Satılgan, Satı, Ö dem iş gibi isim ler verirler. Bu su retle b u çocuklar, “satılm ış”, “b o rcu nu ödem iş" o ld u ğ u n d an , cinlerin çekip gitm esi sözde sağlan m ış olm aktadır. Votyaklarda ve M oğollarda hasta çocuğa, cinleri şaşırtıp, iyi leşmeyi sağlam ak için başka b ir ad k o n u ld u ğ u da görülür. B u na benzer bir taktiğe Kırgız D estanı M anas’taki k a h ra m a n ın is m inde rastlıyoruz. M anas M oğolca “u n u tu lm u ş ” an lam ın a gel m ek ted ir ve o n u n d ü şm an ları tarafın d an h atırlan m am ası, bi linm em esi için b u ad kend isin e verilm iştir.28 Ç o cu k lara yırtıcı, 27 PN . Boratav, a.g.e, s .91. 2 8 H .N . O rkun, a g.c., s .120 ve S. Çağatay, a.g.e., s .372.
106
ko rk u lan birtak ım hayvanların ism ini vererek veya n ah o ş pis birtakım şeylerin ad ın ı takarak o n ları k ö tü ru h lard an k u rta r m a çabaları da çok ilgi çekici b ir yoldur. L ittm ann, H abeşistan’da b u tü rlü “ü rk ü tü c ü isim le r”in var lığına d e ğ in ir.29 T ü rk le r a ra sın d a Ş ahin, K artal, A rslan gibi p e k yaygın b ir h ay v an ism i v e rm e ta tb ik a tı v ard ır. A lp a rs lan’ın o ğ lu n u n adı B örübars o ld u ğ u gibi, M ısır M em lûk su l tan la rın d a n b irin in a d ın ın “B aybars" o ld u ğ u n u h ep im iz b il m ekteyiz. Bu k o n u d a çok d ah a ilginç b ir ö rn ek , S elçuklu d ev let adam ı S adeddin K öpek’in ism idir. Pek çok ü n lü kişiyi öl d ü rte n b u vezirin, h alk ve devlet için pek hay ırlı işler de yap tığı söylenir. Bu zata “K ö p ek ” ism in in n e d en verildiği b u g ü n e kad ar açıklan am am ıştı. D eğerli tarih çi, m e rh u m O sm an Tu ran, Selçuklular Zam anında T ürkiye eserinde, b u v ezirin ism i nin h a k aret kasdı taşım ad ığ ın ın K onya ile A ksaray arasın d a ken d i yaptırd ığ ı k erv an saray ın k ita b e sin d e ism in i S. K öpek diye yazdırtm ış o lm asın d an anlaşıldığını h ak lı o larak v u rg u lar.30 F a k at b u z a tın n e d e n b ö y le acay ip b ir isim ta şıd ığ ın ı şim di biz h e rh ald e ilk defa o larak , dil so sy o lo jisi a çısın d an açık lıy o ru z. M esele gayet açık tır. E beveyn ç o c u k la rın a o n u k ö tü lü k le rd e n k o ru m a k iç in “ü r k ü tü c ü - is im ’T e rd e n b irin i verm iştir. A rslan, Pars, K artal k o y acak ların a y in e y ırtıcı bir hayvan o la n K öpek ism in i v e rm işle rd ir. B u g ü n bile b ü y ü k bahçeli k o n a k la rın kapısın d a, h a tta b azen g erçek te k ö p ek leri de olm adığı h ald e “K öpek V ar” y azısın ı g ö rm ü y o r m u yuz? B ugün hırsıza k arşı k o ru y a n isim , o d ev ird e c in le r ve k ö tü ru h ları kaçırm aya yarıyordu. Ü rk ü tü cü adlar vererek k o ru m a çabası bazen g arip lik dere cesine varır: Ç ocuklarına pis k o k u lu iğrenç şeylerin ism ini ve ren le r bile vardır. Saadet Çağatay, b u n u n g ü zel ik i ö rn eğ in i verm iştir: Bokbay ve Tezek. Evet bazı göçebelerde b u ve b e n zeri isim ler de varm ış.31 2 9 E. L ittm ann, Abessinien, s.75. 3 0 O sm an Turan, Selçu klu la r Z a m an ın d a T ü rkiye, İstanbul, 1 9 7 1 , s.4 1 3 . 31 S. Çağatay, a.g.e., s .372.
K utsal varlıkların başında şü p h esiz T anrılar ve Tanrı gelir. B ütün korkulan, saygı duyulan, çekinilen şeyler gibi, ilkel ka vim ler Tanrılarının ism ini ya hiç ağızlarına alm azlar veya b u n u b in b ir ihtiyat ve m erasim le yaparlar. Bazı A vustralya kabilele rinde, bir çocuk ancak gençlik çağm a girdiği vakit, ihtiyarlar en büyük Tanrılarının adını bu gence sır olarak söylerler. Başka zam anlarda kesinlikle bu isim ağza alınm az. Sadece “o ad am ” “söylediğim ” gibi ru m u zlu şekilde Büyük T anrı’yı im a ederler. T ü rk ler’de, A llah yerine k u llan ılan “T anrı” kelim esinin as lında “g ö k ” anlam ına gelm esi ne k ad ar ilginçtir. Asıl isim söy lenm eye söylenm eye u n u tu lm u ş, o n u n yerine b u k u tsal varlı ğın otu rd u ğ u kabul edilen yer yani “g ö k ” o n u n adı olm uştur. Ç ince’de de Tanrı k avram ının “g ö k ” ile ifade edildiğini de b e lirtelim .32 B ugün bile d u alarım ızı yaparken ellerim izi göğe kal dırm am ız bu davranışın pek yersiz olm adığını gösterm ektedir. T anrının adını ağıza alm am ak gerektiği h u su su n d a k i inancın izleri hâlâ aram ızd a y aşam aktadır. “Adi b ir k o n u şm a d a , Al lah’ın adını anan veya m u k ad d esattan b ah sed en kim seye karşı, p arm akların ı d u d ak ların a g ö tü rerek , tövbe d iyenler, b u ilkel hurafeyi devam e ttirm e k te d ir” 33 Gerçek hayattan alınm ış bir anı-rom an m ah iy etin d e olan Si birya Geceleri’nde yazar, Tunguzlar arasında geçen çok ilgi çe kici bir olayı anlatm aktadır. Tunguzlar, kend ilerin ce k ö tü lü k le rin Tanrısı olan “U h d i”n in adını kesinlikle ağza alm am akta ve b u n u başkaları yaptığı zam an da d e h şe te d ü ş m e k te im işler. 1908’de gerçekten Sibirya orm anlarına d ü şerek p e k b ü y ük bir orm an alanını çöle d ö n d ü ren k o rk u n ç b ir göktaşın ın , b u kötü U hdi’n in m arifeti o ld u ğ u n a in a n a n b ir Tunguz, m üellifi, U hd i’n in yakıp yık tığ ı y erlere g ö tü rm e k te n k a ç ın m ış so n ra da kendisi için pek değerli olan 6 paket tü tü n karşılığındaa y u m u şayarak: “ Evet seni g ö tü rü rü m am a b ir şartla: Ben, ancak bu
32 H .N . O rkun, a.g.c., s .121. 33 Ö m er Rıza D oğrul, D inler Tari/ıi, 3. Baskı, İstanbul, 1 9 6 3 , s . 16.
108
arazinin sınırına kadar gelirim . Bir de o tılsım lı adı hiçbir su re t te ağzına alm ayacağına d air bana söz verirsen” dem iştir. U hdi adını açıkça telâffuz etm e Tunguzlar arasında k im sen in cesaret edem ediği b ir şey o ld u ğ u gibi b u n u b aşkaları yaptığı zam an olanları da şu olaydan çıkarabiliriz. Yazar o sıralarda, başka bir şahısla Rusça yani Tunguzların anlam adığı bir dille k o n u şm ak ta iken u slu u slu o tu ra n T unguzlar, k o n u şm a iç in d e geçen “U hdi” kelim esini işitince b irdenbire ayağa kalkıp kendilerini yerlere atarak, haykırm ağa başlam ışlar ve yüzlerini kapayarak birdenbire susm uşlar ve etrafı k o rk u ile dinlem eğe k o y u lm u ş lar. Yazar, “ B unun nedenini, fenalık ilâhı U h d i’n in k en d i adını d u y u n ca derhal gelip in tik am alm ası ve etrafı yakıp yıkm ası korkusu idi. B unun için paniğe k apılm ışlardı”, diyor.34 Ü nlü A lm an etnologu L uschan da T ü rk iy e’de T ahtacılar ara sında “şey tan ” k elim esinin geçm esinin de aynı so n u c u d o ğ u r d u ğ u n u zikreder.35 Tek Tanrılı d inlerde Tanrı’d an so n ra en k u tsal u n s u r şü p h e siz, o n u n y e ry ü z ü n d e k i tem silcisi o lan p ey g am b erlerd ir. Bu bakım dan peygam berlerin de isim lerinin tab u laştırılm ası akla gelm ektedir. Biz bu k o n u d a tek b ir araştırm a g ö rm ü ş b u lu n u yoruz. Bu, A lm an d o ğ u b ilim cisi A. F isc h e r’in, Hz. M u h am m e d ’in ism in in , M ü slü m an larca ta b u la ştırılm a sı h a k k ın d a k i önem li bir m akalesidir. Ö zellikle had islere d ay an ılarak in ce lenm iş bu yazıya d eğinm ekle y etiniyoruz.36 Şeytan aslında b ü y ü k m elek lerd en b iri idiyse de so n rad an T a n n ’m n em rine b aşkaldırm ış olm ası nedeniyle, b u g ü n d in i m izde kabul edilen şekliyle, k ö tü lü k le rin tem silcisi ve teşvik çisi haline dö n ü şm ü ştü r. Yani “k utsal bir v arlık ” o lm ak tan çok lân etlen en b ir varlıktır. Bizim b u ra d a şeytanı b ir de “k u tsal varlıklar” arasında incelem em izin n edeni, Yezidilerin in an çla rıdır. Başka b ir yerde ayrıntılarıyla incelediğim iz gibi, Yezidi34 P.C. Fttinghoffcr, Sibirya G eceleri, Ankara, 19 4 5 , s .156 vd. 35 F elix von Luschan, Völkcr, Reissen, Sprachen, Berlin, 1927, s .200. 36 A ugust Fischer, Vcrgöitlichung ımd Tabuisierung der N a m en M u ham m ad's bci den Mus/imen, Bt'itraegc z u r A ra b istik., Hrsgb. R. Hartm ann, H. S cheel, Leip zig, 1944, s .3 0 7 -3 3 9 .
ler, bizdeki anlam da k ö tü lü ğ ü n sim gesi olan b ir “şe y ta n ”a tap mazlar. Ç ü n k ü şeytan Yezidilerde en çok saygıya değer k ö tü lüklerden arınm ış bir kutsal varlıktır. Bu nedenle Yezidiler “şey tan ” kelim esini asla kullanm azlar. Şeytandan sözetm ek gerekirse, dolaşık b ir ifade ile; “o, bildi ğ in ” , “c ah ille r ile m e c n u n la rın te l’in e ttiğ i (la n e tle d iğ i), o ” derler. H attâ “ş” harfiyle başlayan veya söylenişte o kelim eye benzeyen, o n u h atıra getiren kelim eleri d e telâffuz etm ezler. M esela, A k p ın ar’a bağlı “Ş ey tan ü k ” k ö y ü n ü n a d ın ı söylem e m ek için “ism i güzel k ö y ” derler. “K aytan” kelim esini k u llan m azlar, lâin kelim esine (ki lânetlenm iş yani şeytan anlam ınadır) benzediği için, nal kelim esini söylem eyip, atım ı nallayıver yerine “sol ayakkabı” derlerm iş. Keza “ş ” ve “t” harfiyle başla yan kelim eler gibi, içinde b u harfler geçen ve şey tan sözcüğü n ü hatırlatan “şat, teşt, m aşt” gibi heceleri bile sö y lem edikleri ni belirtenler vardır.37 Aşiret ve kabilelerin reisleri, krallar gibi b ir to p lu m u n b aşın da b u lu n an k işilerin isim leri de b irço k eski k ü ltü rlerd e ve il kellerde yasak k elim eler sın ıfın a g irm ek ted ir. T ü rk le r d ah il birçok kavim de, devletin başındaki in san ların ve h an ed an ların k u tsal b ir k a y n a k ta n g eld ik leri k a b u l edilir. E ski M ısır gibi birço k k ü ltü rle rd e b u n la rın bizzat T anrı veya Y an-T anrı olcjukları yaygın b ir inanıştır. Biz b u rad a uzayan açıklam aları kı sa kesm ek üzere sadece k en d i tarih im izd en b ir iki h u su sa d e ğinelim : Prof. B. Ögel, “T ü rk ler’de aile içinde a ile 'b ü y ü k le rin in o ld u ğu gibi devlet içinde de d e v le t-b ü y ü k le rin in ad ın ı söylem ek tabu yani yasaktır. Eski T ü rk ler b u n u yasak kelim esi ile değil “k o rıg ” deyim i ile ifade ed erlerd i” diyor.38 Bugün “k o ru ” diye k ü çü k o rm ana denir. B unlar ço ğ u n lu k la k ö yün hem en y anında, k o ru n m u ş, k alm ış ağaç kü m eleridir. 37 Bu konuda bk. Basri Konyar, D iya rb ekir Yıllığı, C. III, U lu s B asım evi, 1936, s .99; A bdülbaki G ölpınarlı, Tü rkiye'd e M ezh ep ler ve Tarikatler, İstanbul, 1969, s .142; E m st K lippel, U nter S e n u sy-B rü d ern D rusen u n d Teu feh a n b ctern, Bra u n sch w eig, 1942, s .219. 38 B. Ö gel, a.g e., s.86 3 .
Şahsi m ü şah ad elerim izd en b ildiğim iz b u d u ru m u n n e d en in i a n ca k şim d i ö ğ re n iy o ru z . Bazı k a v im le r gibi T ü rk le r’de de beylerin m ü lk ü de tabu olm uştur. K oru, korıg, k o ru la r da bir beyin him ayesi altın d a b u lu n a n m e r’a (B rockelm ann, Reservatw eide des F ü rsten ) dem ek tir.39
III. Sonuç B ugün dah i bilm eden ve ş u u rlu olm aksızın k ısm en de olsa hâ lâ uygulanan, kelim e y asaklarının k aynağının tab u d en ilen ve ilkel kavim lerde b ü y ü k rol oynayan çeşitli yasakların b ir p a r çası olduğu anlaşılm aktadır. Ö zellikle tehlikeli şeylerin adının tab u o lu ş u n u n o şeyle, ism in in ay n ı o la ra k g ö rü lm e s in d e n doğduğu da açıktır. İsim -cisim ayniyeti şek lin d ek i in an cın ise çok çeşitli kavim lerde ve b irb irin d e n çok u zak yerlerde hayret edilecek ben zerlik ler g ö sterm esi de k ü ltü rle rin d o ğ u p yayıl m aları açısından d ü şü n d ü rü c ü hususlardır. Folklor ve Etnografya Araştırmaları, 1985, İstanbul
39 S. Çağatay, a.g.e., s.3 7 1 .
8. İlginç Bir Âdet: Cinsel Konukseverlik
A şiretle r ara sın d a m isafire g ö ste rile n h ü rm e t ve fe d a k ârlık h a k k ın d a ne k a d a r yazılsa azdır. Bu m isa firp e rv e rlik bazen m üfrit denilecek derecelere k ad ar çıkar. Bakınız, G öşdere’de b ir gece m isafir o ld u ğ u m İb ra h im Ağa’n ın çad ırın d a g ö rd ü ğüm bir m isafir âdetin i anlatayım : İbrahim Ağa’n ın obasındaydım , u y k u m u z geldi, yataklar serildi.. Ağa ile b enim aram da kadınlar, çocuklar yatıyorlardı. H epsi yatınca b en de uzandım . O rtada yalnız İbrahim Ağa’n ın 17-18 y aşlarındaki kızı kalm ış tı. Bu, obanın en yetişkin kızı ve Ağa’n ın en b ü y ü k çocuğu idi. İşlerini tam am layarak h ep im izd en so n ra yatacaktı. Benim ya tağım ile kızın yatağı arasında ancak on san tim lik bir boşluk vardı. A radan beş on d akika g eçtik ten so n ra ta h m in ettiğim gi bi kız geldi, so y u n d u ve yatağına girdi, uyum aya başladı. Şim diye kadar görm ediğim bu âd et ve b u aşırı m isafirperverliğe hayran olarak b ir süre d ü ş ü n d ü k te n so n ra b en de u y u d u m . Ertesi g ü n u y gun b ir dille b u âdeti İb rah im A ğ ay a so rdum . D edi ki: “Biz Y ürükler bize yakın büyük lere böyle ederiz. Bu âdetim iz, ala, dede âdetidir, n id ek âd et b u lu n m u ş ..” Ben, “Bu âdetten ya bir kaza çıkarsa?” deyince, Ağa cevap olarak “Bizim kızlar nefislerine hâkim dir. A m a biz m isafiri de g ö z ü n d e n bili riz. Eğer bir m isafir h ain lik ed er ve yan gözle b ak arsa zo rlu
yeğinim iz (d ü şm anlığım ız) ü stü n e gelir Biz öylesi adam ı ya şatm ayız. B uralarda A rdıç h ak im , çam k ad ı!” İşte öyle b ir âdet ki en m edeni ve asri m em lek etlerde bile benzerine rastlanm az. Yukarıdaki satırlar b en im değildir. M erakınızı çekm ek için tırnak içine alınm am ıştır. Yazarı, özellikle T oroslar bölgesinde yıllarca dolaşarak yaptığı folklor ve etnografya araştırm alarıyla tan ın m ış, öğ retm en , m ü zeci ra h m e tli Ali R ıza (Yalman-Yalg ın )’dır.1 A ra ştırıc ın ın , “en m e d e n i m e m le k e tle rd e b ile b e n z e rin e rastlanm az” dediği b u âdet, vaktiyle d ik k atim izi çekm işti. D a ha sonraları, kültür, tarih ve etnografya ile ilgili çeşitli eserler de tesadüf ettiğim iz bazı bilgilerin k o n u ile y ak ın d an bağlantı lı o ld u ğ u n u görerek, b u m erak çekici âd eti, genel o larak ve kendi k ü ltü r tarihim iz açısından, im kân larım ız ö lç ü sü n d e ay dınlatm aya çalıştık. Bu k ü çü k yazı işte b u n u am açlam aktadır.
I. Selçuklular Döneminde Anadolu’da Bazı Cinsel Adetler 14. yüzyılda Niğdeli Kadı A hm ed tarafından yazılm ış olan bir eserde, A nadolu’da yaşam akta olan bazı züm relerin İslâm iyet’e aykırı tutum ları eleştirilirken, belirli b ir to p lu lu ğ u n aleyhinde ağır itham larda bulunulm aktadır. Sözde bunlar, karılarım , kızla rını misafire ikram ederler b u n u da iyi, öğünülecek bir şeymiş gibi gösterirlerm iş. Kadı A hm ed’in bu eseri Farsça olup, Süleymaniye K ütüphanesine m ü lh ak F atih K tb.’n in yazm aları arasın da, 4519 num ara ile kayıtlıdır. Son yıllarda kaybettiğim iz iki de ğerli âlim in aracılığı ile bu meseleye açıklık getirm eye çalışalım. “N iğ d e li K adı A h m e d , El Veled üş Ş e fik isim li e s e rin d e (s.42), üstadım dediği, Seyyid ül u lem â N u red d in el M ekkî’nin bizzat içlerine girip m ü şahade ettiğine ve kend isin e an lattığına değinerek, A n adolu’da T ap tu k lu Şeyhleri adlı lb ah iy ed en bir kavm in çam ağacına tap tığ ın ı, kız, k a d ın ve k ızk ard eşlerin i m isafirlerin e ta k d im e ttik le rin i yazar. S elçu k T ü rk iy e si’nde l
Ali Rıza (Yalman-Yalgın), C enupta T ü rkm en O ym a kla rı, III. K ısm ı, Ankara, 8485; İkinci basısı, Ankara, 1987, s .l 12.
böyle b ir T ü rk c em aatin in m ev cu t o ld u ğ u n a d a ir tek kaydı teşkil eden bu vesika, S ü n n ile rin , k ızılbaşlara isn at e ttik leri ‘m um sö n d ü rm e’ âd etin d en tam am en farklı bir h u su sta n b a h setm ektedir. Bu cins m isafirperverliğin O rta Asya’da m evcudi yetine dair bazı kayıtlar, Kadı A hm ed’in rivayetinin m ü m k ü n olabileceğini m eydana k o y m a k ta d ır” “E tn o lo jid e h o sp italité sexuelle” adı verilen bu tü rlü m isafirperverliğin T ü rk kavim leri arasın d a yaşadığını g ö steren bazı e tn o g ra fik v esik alar da m evcuddur.” (O sm an Turan, b u arada A b d ü lk ad ir ln a n ’ın h e n ü z y ay ın lan m am ış, d ö l-alm a ve e v lâtlık m ü e sse se le rin d e n bahseden notlarını, y ararlanm ak üzere k en d isin e verdiğinden bah sed er ki, b u n la rı İnan so n ra d a n yayınlam ıştır. Adı geçen no tlard an bazı nak iller y ap tık tan so n ra, değerli tarih çi şöyle devam etm ektedir.) “Buraya k ad ar verdiğim iz m alû m at, Kadı A hm ed’in T aptuklu adlı T ü rk taifesinin, k ad ın ve kızlarını m i safirlerin e tak d im e ttiğ in e d a ir k a y d ın ın v a rit o lab ileceğ in i gösterm eye kâfidir. Selçuk istilâsiyle A n ad o lu ’ya geçen T ü rk ler arasın d a din î inanışlar, k ü ltü r ve h ay at seviyesi b ak ım ın d an tü rlü züm relere rastlandığı ve farklı m ed en i d erecelerde u n su rlar b u lu n d u ğ u göz ö n ü n d e tutulm alıdır. Şüphesiz bu türlü m isafirperverliği b ir ahlâksızlık telâkki etm ek d o ğ ru değildir. Esasen ahlâklılık ve ahlâksızlık da tam am en k avim lerin içti m ai ve dinî telâkki ve team ü lleri çerçevesinde d ü ş ü n ü ld ü ğ ü zam an bir m ânâ ifade eder. B undan dolayı, cinsi m isafirp er verliğe bir d in î inanış ve team ü lü n icabı olarak riayet edilirse ahlâksızlık değil, ahlâkî bir vecibenin yerine getirilm esi naza riyle bakm ak sosyoloji b ak ım ın d an zaru rîd ir.”2 Bu görüşlere aynen katılıyoruz. Fakat, değerli tarih çin in ina nılır bulduğu b u rivayetleri, sadece k u ru b ir iftiradan ibaret sa yanlar da olm uştur. A bdülbaki G ölpınarlı, cinsel k o nukseverlik iddialarının, “m u m sö n d ü rm e ”’ gibi tam am en S ünni çevrelerin uydurduğu yalanlar o ld u ğ u n u ileri sürer. M üellif, aynı yazm a’yı tanıtırken şunları söyler: “13. ve 14. yüzyıllarda A nadolu’nu n birçok hususiyetlerini büyük b ir gerçeklikle bize veren bu ki2 O sm an Turan, “S elçu k D evri V akfiyeleri I", T T K. B ellcıen, sa y ı 4 2 (1 9 4 7 ) s.2 1 6 vd.
lapta, A nadolu Batınîleri h akkında şu satırları okuyoruz: T ürkçesini yazalım: “İblisin kızının öğretm esiyle, k ad ın ların k ad ın larla m ücam aası, ev sahibinin, kızını, karısını ve kızkardeşini k o nuğuna k o m şu su n a ve tem iz kişilere bağışlam ası töresi bu toplum dan kalm ıştır. B unlardan önce hiç kim se böyle bir şey b ilm ezd i. A n a d o lu ’da h e r şeyi m ü b a h b ile n le rd e n ve T ü rk Ş eyhlerinden b ir to p lu m vardır, o n lara “T a p tu k lu la r” derler. O nlar da bu töreye uyarlar, k o n u k ları h ak k ın d a b u n u adam lık bilirler. Efendimiz (N u red din el M ekki) onlarla b u lu n m u ş, b ir çok şaşılacak şey görm üştür. K ullarına da b u n ları anlatm ıştır. Biz Taptukluların.. böyle bir kanaat sahibi o lduğuna, böyle iş lerde b u lu n d u ğ u n a inanm ıyoruz.. Buna b enzer tö h m etler d ü n ve bugün Alevilere, Bektaşîlere de isnat edilegelm iştir..”3 G erçekten de b ü tü n yaygın söylentilere, ith am lara rağm en, “m um sö n d ü ”n ü n u y d u rm a ve iftiralardan ibaret o ld u ğ u o rta dadır. Eski b ir vali ve değerli b ir araştırıcı olan m e rh u m Ali Kemali A ksüt, Erzincan isim li eserinde, b u idd iaların k o n u su olan insanlarla u zu n yıllar ilişkili o ld u ğ u ve elin d e ö ğrenm e h u su su n d a geniş im k ân lar b u lu n d u ğ u halde, “Böyle b ir şeyin varlığını ne kendim tespit edebildim , ne de gören ve gerçekten bilene rastlad ım ” der.4 Buna rağm en, bu tü rlü yaygın söylen tilerin (an latılan ve is nat edilen şekillerde değilse de) tarih içinde yaşanm ış b irtakım âdetlerin, inançların ve ibadet şek illerin in b u g ü n e yansıyan ve serpilen kalıntıları o ld u ğ u n u , çok zengin tarihî m alzem eye da yanarak ortaya koym aya çalışan ilim adam ları da vardır. M ese lâ so n rad an pro fesö rlü ğ e y ü k selen K laus E. M üller, m e şh u r doktora tezinde böyle b ir kaanati ileri sü rm ek ted ir.5 Acaba El Veled uş Şefik’de ileri sü rü le n ve T ap tu k lu lar d e n i len züm reye izafe edilen âdetler g erçekten var m ıydı, yoksa bu da sadece Sünnilerin bir iftirası mıydı? Bu ve benzeri âdetlerin Asya’da yaygınlığı h u su su n d a k i tari 3 Abdülbaki G ölpınarlı, A levi-B elıtaşi N efesleri, İstanbul, 19 6 3 , s .2 7 2 -3 . 4
Ali Kemali (A ksüt), Erzincan, İstanbul, 19 3 2 , s . 183, d ip n o t 1.
3
Klauss E. Müller, K ulturhistorische Studien z u r G enese P seudo-Islam ischer Seh tengehilde in Vorderasien, W iesbaden, 1967, s .2 6 4 vd.
hî kayıtlara bakılırsa ve aşağıda görüleceği gibi, T ü rk le r’den bazı züm re ve boylar arasında da geçerli o ld u ğ u d ü şü n ü lü rse , bu neviden âdetlerin, göçler yoluyla A n ad o lu ’ya da taşınm ış olm ası m ü m k ü n d ü r. H attâ bu âd etlerin, A n ad o lu ’n u n o tokton, eski yerli ahalisi arasında da esasen m evcut b u lu n m ası im kân dahilindedir. Ç ü n k ü cinsel k o nukseverlik, d ü n y an ın p ek çok y erin d e ve k av m in d e ra stla n a n b ir âd ettir. Şim di kısaca bu âdetin niteliğini ve tesbit edildiği yerleri görelim .
II. Cinsel Konukseverliğin N iteliği ve Kaynaklan A lm an etnologu H irshberg’in tarifine göre, cinsel k o n u k sev er lik, bir evin erkeğinin, karısını m isafire b ir d o stlu k işareti ola rak ikram etm esidir.6 Aşağıda m u h te lif k avim lerdeki tatbikat hak k ın d a bilgi verilirken, b u n u n bazı değişik şekilleri g örüle cektir. Ö nem li olan, k o n u k sev erlik g österm ek üzere, m isafire, erkeğin en yakını kadın lard an b irin i su n m asıd ır. Acaba bug ü n bize çok garip g ö rü n en böyle b ir âdetin kayna ğı nedir? Bu insanlar ne gibi etkenlerle böyle (bu g ü n e göre a h lâksızca) bir davranışta b ulunm aktadırlar? Bu etken lerin başın da dinî etken gelm ektedir, denilebilir. Ç ü n k ü böyle davranıldığı takdirde belirli bir Tanrı’nın veya Tanrıların h o şn u t edilm iş olacağına, b u n u n so n u cu n d a da eve rahm et, bereket ve m u tlu luk geleceğine inanılm aktadır. M arco Polo’n u n anlattığına ba kılırsa, M oğol h ü k ü m d a rı M engü H an, im p a ra to rlu ğ a dah il “K am ul” (b u g ü n H am i) bölgesinde m evcut b u âdeti yasakla mış, fakat bir süre sonra ahali, evlerinde b et bereket kalm adığı nı, başlarına birçok felâket geldiğini ileri sürerek, h ü k ü m d a r dan yasağın kaldırılm asını ricaya gelm işlerdir. H an da istem e yerek ve kızarak da olsa so n u n d a b u isteği yerine getirm iştir.7 M isafirde b ir nevi kutsallık b u lu n d u ğ u in an cın ı gösteren ba zı deyim lere d ilim izd e de ra stla n m a k ta d ır. D ivan-ü Lügat it 6
W aller H irschberg, W örterbuch der V ölkerkunde, Stuttgart, 1 9 6 5 , “F raucnlausch" m addesi.
7 Marco Polo, Von Venedig nach China, (Erdm ann Verlag), T ü b in g en und Basel, 1979, s.95-6.
Türk'de “U m a gelse k u t gelir”, yani k o n u k gelirse k u t da gelir, deyim i bu açıdan çok anlam lıdır. M isafirde b ir k u tsallık gören insanların, k o n u k la Tanrı arasında belirli b ir ilişki b u ldukları açıktır. M isafire, “Tanrı m isafiri” d en ilm esin in sebebi de bu ol sa gerektir. Bu y üzden de k o n u k la rın m e m n u n edilm esi, yedirilip içirilm esi, barındırılm ası T anrı’yı h o şn u t eder, diye d ü ş ü nülür. A nlaşılan bazı kavim ler b u h o şn u t etm eyi sağlam ak için konukseverlikte çok ileri gitm ektedirler. M addeci yazarlara göre, d in î in a n ç la rın tem elin d e de bazı e k o n o m ik ve sosyal seb ep ler yatar. M eselâ B loch, bazı eski m edeniyetlerde özellikle Babil’de ve S üm erler’in U ru k şe h rin deki B aştanrı-A nu Tapınağı’nda icra edilen ve k a d ın ların Tanrı yolunda kendilerin i rahiplere ve h a ttâ gelen geçen yabancılara su nm alarını ve bilhassa k ızlık ların ın Tanrı’ya ad an an b ir k u r ban gibi telâkki edilerek, Tanrı h ey k ellerin in p h allu sları veya o n u tem sil eden b irtakım araçlarla giderilm esini d in î b ir dav ranış, bir nevi ibadet olarak gösterdiği h alde,8 L evinsohn isim li yazar, bu işi rahiplerin, tapm aklara ve dolayısiyle k en d ilerine gelir tem ini için b u ld u k ları b ir yol diye açıklam aktadır.9 C insel k o n u k se v e rliğ in m e v c u d iy e ti, F uhuşun Tarihi adlı m eşhur eserin yazarı, tan ın m ış seksolog Iw an Bloch ve Ailenin Şekilleri ve En Eski Tarihi’ni yazan Prof. H ans G ü n th e r’in kana atine göre, to p lu m d a, erkeğin n azarın d a k ad ın ın yeri ile sıkı sıkıya ilişkilidir. O n lara göre, ilkel to p lu m la rın b irç o ğ u n d a , kadın, erkeğin m ülkiyeti alan ın a giren m en k u l b ir m al veya eşya gibi d ü şü n ü lü r.10 Bu anlayışın m an tık i so n u c u , o eşyanın sa h ib in in , eşyasını iste d iğ i k im se le re k u lla n d ıra b ilm e sid ir. Toplum b u n d a bir u y g u n su zlu k görm ez. K adının erkeğin m alı gibi telâkkisi, gerek bazı d inlerde gerek b u g ü n e k ad ar uzanan d ü şü n ü ş ve davranış b içim lerinde kolayca m ü şah ad e edilebi lir. O h a ld e c in se l k o n u k s e v e rliğ in o lu ş u m u n d a b u h u su s önem li bir faktör olarak hesaba katılm alıdır. 8
Iwan B loch, Das Sexualleben unserer Zeit, Berlin, 19 1 9 , s.1 0 1 vd.
9
Richard L evinsohn, C insel A detler Tarihi, Istanbul, 1966, s .25.
10 Hans EK. Günther, Formen und U rgeschichte der Ehe, M ünchen, Berlin, 1941, s.; Iwan B loch, Die Prostitution, l, Berlin 19 1 2 , s .203.
İsviçreli ru h hekim i A. Forell’in vurguladığı diğ er b ir etken ise psikolojiktir. U zu n yıllar sü ren evliliklerin, eşleri bezdiren bir m onoton lu ğ a g ö tü rd ü ğ ü ve b u n u n b irtakım m eseleler ge tirdiği, zam an zam an dile g etirilen b ir k o n u d u r. Bu y üzden sözde m ono g am in in h âkim o ld u ğ u Batı ü lk elerin d e bile aslın da erkeğin poligam o ld u ğ u W. D u ran t gibi tan ın m ış k ü ltü r ta rihçileri tarafından ifade edilm iştir. A frika’da A ngola yerlileri nin, arkadaşlar arasında isim lerini değiş-tokuş etm ek suretiyle eşlerini de değiştirm elerinin ned en in i, “B ü tü n ö m ü r boyunca aynı yemeği yiyecek değiliz ya” şeklinde b ir m azeretle açıkla m aları da, cinsel m isafirperverliğin başka b ir n ed en i olarak gö rü n m e k te d ir.'1 Tibet gibi, kadın ların sayıca az olduğu yerlerde ve tek erk e ğin bir kadını beslem e im kânı b u lu n m ay an hallerde m eydana çık an “çok k o c a lılık ” P o ly a n d rie ’de e k seriy a b irk a ç k ard e ş m ü ştereken tek b ir kadınla evlenm ektedir. B urada da karısını başkalarıyla paylaşm ak açısından, cinsel k o nukseverliğe b e n zeyen bir d u ru m vardır. O rta Asya T ü rk lü ğ ü n ü n tarih in i ve k ü ltü rü n ü iyi bilen Abd ü lk ad ir İnan, evlât edinm e ve döl-alm a âdeti h ak k ın d a k i g ü zel m akalesinde, eski T ü rk le r’de döl-alm a â d e tin in , anaerkil aile dön em in d en kalm ış o ld u ğ u n u ve am acın ın , yiğit, k a h ra m an ve fizikî bak ım d an ü stü n vasıflı kişilerden, yabancılardan çocuk edinerek, onlara benzeyen ü stü n n itelik te ço cu k lar elde etm ek old u ğ u n u belirtir ki, b u âd et C ahiliye d ev rin d e, asla ve nesle çok d ü şk ü n A raplarda da m evcuttu. D oğan Avcıoğlu, iş te bu döl-alm a ve cinsel k o n u k sev erlik â d etlerin in asıl n ed en i nin dayanışm a ihtiyacı için d e b u lu n a n boyların, fazla çocuk sahibi olm ak arzu su o ld u ğ u n u ileri sürer: “Eski T ü rk le r’de g ay rim eşru ço c u k la rın h o ş g ö rü lm esin in ana sebebi boylar ve aileler arasın d ak i d ay an ışm a ihtiyacına bağlıdır. Bu dayanışm a nedeniyle bir aile ne k a d a r çok akraba sı varsa, kendini o k ad ar güvenli ve güçlü hisseder. O n u n için dir ki çok sayıda erkek çocuk sahibi olm aya b ü y ü k önem veri 11 A ugusi Forcll, Dic Sexuelle Frage, M ünchen, 19 2 0 , s .2 0 9 .
118
lir ve çocukların babasının kim liği h u su su n d a da in ce elenip sık dokunm az. Bozkırda yaygın, k o n u k la rd a n d ö l alm a ve cin sel konukseverlik bu isteğin so n u cu olsa gerektir.”12 Bizce, gaye sadece ço cuk aded in i artırm ak olsaydı, b u n u asıl babanın da yerine getirm esi m ü m k ü n olurdu. H alb u k i döl-alm a’da am aç, adetçe değil vasıfça ü stü n ço cu k elde edilm esidir. Cinsel konukseverliğin n ed en leri ve am açların ın ise n eler ola bileceği hakk ın d ak i görüşleri y u k arıd a belirtm eye çalışm ıştık.
III. M uhtelif Kavimlerde Değişik Uygulama Şekilleri C insel konukseverlik âdeti, to p lu m lar içinde genel, yani h er kesin uyguladığı b ir âdet olm asa da, y ery ü zü n d e p ek m u h telif ülkelerdeki, kabileler, aşiretler, b oylar veya zü m reler arasında, oldukça değişik şekillerde uygulandığı tesbit edilm iş b ir sosyal ku ru m d u r. Bu tesbitler, tarihî eserler, gezginlerin, m isyonerle rin, etnografların bıraktıkları n o tla r sayesinde yapılm ıştır. F a kat şu h u su s d ik k at çekicidir ki, b u nevi âd et ve g eleneklerin te s p iti h e m e n d a im a y a b a n c ıla r ta ra fın d a n y a p ılm a k ta d ır. Ç ü n k ü b u n la r b u g ü n k ü ahlâk anlayışına ve dinlere tam am en ters d ü ştü ğ ü n d en , b u n ları ancak İlm î zih n iy ette yabancı kişi ler, başkaların a n a k le tm e k te d iğ erleri m illî d u y g u la ra aykırı görm ekte ve saklam aktadır. A b d ü lk ad ir İn an , k en d isi Kazak K ırgızlanndan olan b ir araştırıcının, K ara-K ırgızlar için an lat tığı “u tan ç verici” âdetleri, k e n d isin in m e n su p o ld u ğ u z ü m re de de aynen m evcut olduğu halde ağzına bile alm adığını yaz m aktadır. H albuki İnan yıllarca b u n la rın içinde yaşam ış o ld u ğ u ndan gerçek d u ru m u b ilm ekteydi.13 G elelim cinsel k onukseverliğin y ery ü zü n d e g ö rü ld ü ğ ü yer lere. K utup kuşağı bölgesi b u n la rın b aşın d a gelir. E skim olar ise bu k o n u d a özel deyim iyle “k ü rsü m isali”ni teşkil eder. Ya ni derslerde verilen, en iyi bilinen ve akla ilk gelen ö rn ek Eskim olardır. Belki Tibet için de b en zer b ir d u ru m d a n b ah sedile 12 D oğan A vcıoğlu, T û rk ler’in Tarihi, C. I, s .243. 13 A bdülkadir İnaıı, “G öçebe Türk Boylarında E vlâtlık M ücsseseleriyle İlgili G e lenekler,” M akaleler ve incelemeler, Ankara, 1968, s.3 0 6 .
bilir. Eski İsp arta’da kadın m übadelesi, k o n u k sev erlik gereği sayılıyordu. Polinezya ve M ikronezyalılarda da yakın ark adaş ların, isim leriyle birlikte karılarını da b irbirlerine devretm eleri âdeti vardı. Batı A frika’da H erorolarda ise bu iş, yani değiştir m e,kadınlar ve sığırlar birlikte olarak yapılıyordu. Ç u k çenler vb. bazı göçebe, bozkırlılarda ise, erkeğin sefere çıkm ak gibi u z u n süre evden ayrılışlarında karısını başka b ir erkeğe em a net etm esi gibi b ir uygulam aya rastlanıyor.14 A rabistan Yarım adası’n ın b atı ve güney kısm ın d a, C ahiliye çağında, Hz. M uh am m ed ’in zam anına k ad ar b u âdet uygulam a alanı bulm uştu r. M oğollarda, K am çatka Yarım adası’nda, Kore ve Jap o n y a’da, Ç in ’in bazı kuzey eyaletlerinde, A m erika kızılderilileri ile A vustralya yerlileri, A frika’n ın y u k arıd a adı geçen ler d ışında (A ngola vb.) kabilelerinde de cinsel k o n u k sev erli ğe rastlanm ıştır.15 A dıgeçen âdetin, rastlandığı yerlerde ve kavim lerde, herkes tarafından uyg u lan an b ir âdet olam ayacağına işaret etm iştik. Ç ü n k ü sosyolojik açıdan h er âd et ve gelenek, b irço k coğrafi, ekonom ik, sosyal, d in î faktörlerin so n u c u n d a o lu şu r ve ancak uygun şartların b ir arada b u lu n d u ğ u yerlerde ve h allerde ekse riya “yerel âdetler" olarak yaşar. Acaba b u âd etin sık rastlan d ı ğı O rta Asya’da T ü rk kavim leri veya boyları arasın d a d u ru m neydi?
IV. O rta Asya’daki Türk Kavimlerinde Durum O sm an Turan’ın da belirttiği gibi, bazı T ü rk asıllı to p lu lu k lar arasında da bu âdetin varlığını gösteren tarih î kay ıtlar m ev cu t tur. A n ad o lu ’da S elçuklular d ö n e m in d e yaşam ış bazı göçebe züm reler h ak k ın d ak i rivayetleri g ö rm ü ştü k . Bu âdeti uygula yan göçebelerin O rta A sya’d a n gelm iş b o y lard an o ld u k ların ı kabul etm ek hatalı olm az sanırım . Kaldı ki b u tü rlü âd etlerin 14 Kai B irket-Sm ith, G eschichte der Kultur Eine A llg em e in e E thnologie, Z ürich, 1946, s .270. 15 W. H irschberg, a.g.y.; Klaus E. M üller, a.g.y.; W. Eberhard, Randvölher C hinas, s .223 (O . Turan, a.g.m .’den nalden); Marco P olo, a.g.c, s .9 5 v d ., 190, 192.
A nadolu’n u n o to k to n ahalisi, yani eski yerli halk ları arasında da öteden beri b u lu n m u ş olm ası kuvvetle m uhtem eldir. Tarihte en eski T ü rk kavm i o larak , şim d ilik H iu n g n u ’ları, H unları bilm ekteyiz. T h o m p so n ’u n A tida and Huns isim li ese rinden, Doğan Avcıoğlu şu fıkrayı nakletm ektedir: “Bizans elçi leri A ttila’ya giderken, ölen Bleda’n m k an sı yönetim in d eki to p luluk tarafından ağırlanır. Bleda’nm karısı, elçilere kızlar ve yi y ecekler sun ar. E lçiler y iy ecek leri alır, k ızları re d d e d e rle r.” Marco Polo’n u n çok sonraki yıllarda, benzer bir d u ru m a tanık oldu ğunu söyleyen Avcıoğlu’n u n b uradaki açıklam asını k o n u m uzla ilgili görem edik. Ç ü n k ü elçilere Bleda’n m karısın ın s u n d uğu kızlar alelade cariyeler ise, yani ev sahibi k en d i kızım su narak bu işi yapm am ışsa, b u n u n cinsel k o n ukseverlikle alakası yoktur. Yalnız aynı m üellifin, “Şato T ü rk leri’n d en inen M onguorlar’ın (? T.A.) yakın zam anlara k ad ar evin bekâr kızını k o n u ğa su n d u k la rın ı, k aynak g ö ste rm e d e n yazdığı olayda teknik an lam da “g erçek b ir ” cinsel k o n u k se v e rlik s ö z k o n u s u d u r.16 Yalnız burada da herhalde düzeltilm esi gerekli h u su s, M onguor’ların, T ü rk asıllı olm ayıp, bir M oğol kabilesi o ld u ğ u d u r.17 Ebu D ülef Seyahatnam esi’n d e (10. yüzyıl), K artukların gelip geçen seyyahları evlerine davet etm e ve h e r y ö n d en ikram da b ulu nm aları, ayrıntılı olarak zikred ilm ek ted ir.18 Aynı bilgiyi O. Turan, Zekeriya K azvini’d en (13. yüzyıl) nak letm iştir.19 M arco P o lo ’d an yüzyıl ö n ce yaşayan Ç inli H o n g -H ao ’n u n H a tıraların d an , U y g u rla rın da m isafire k a d ın la rın ı k ızların ı su n d u k ların ı öğreniyoruz. Ç in kaynaklarına bakılırsa, Eftalitlerde (A khunlar?) birkaç erkek kardeşin, m ü şterek b ir kadın alm a âdeti vardı,20 bu âdetin de cinsel konu k sev erlik le ilişkili olduğuna değinm iştik. 16 D oğan A vcıoğlu, T ûrklcr'in Tarihi, C. 1, s .229. 17 Haşan Eren, Türk A nsiklopedisi, “Monguorlar" m addesi. 18 Alfrcd von Rolır-Sauer, D es A b u D ul a f Bcricht über seine Reise ııaclı Turkestan, C hina und indim , Stuttgart, 19 39 , s .23 vd. Ramazan Şeşcn , lbn Fazlan Seyahatnam esi, s.90. 19 O sm an Turan, a.g.ın.. s .216. 20 O sm an Turan, a.g.ıtı., s .217
B u t u n bu bilgiler bize bazı T ü rk kavim lerinde de cinsel m i safirperverliğin m evcudiyetini gösterm ektedir. O rta A sya’da T ü rk le r a ra sın d a yaşam ış d ö l-alm a â d e tin in k o n u m u z la y a k ın d a n ilgisi açık tır. Bu h u s u s ta A b d ü lk a d ir İn an bize ön em li bilgiler v erm ek ted ir. Yazım ızı u za tm am a k ü zere değ erli a ra ş tırıc ın ın b u k o n u y u da işle d iğ i, “G öçebe T ü rk B oylarında E vlâtlık M üesseseleriy le İlgili G e le n e k le r” isim li m akalesini tavsiye etm ekle yetiniyoruz.
V Sonuç C insel ko n u k sev erlik , y ery ü z ü n d e b irço k yerde g ö rü le n bir âdettir. Bu âdetin bazı O rta Asya T ü rk k avim lerinde de b u lu n d u ğ u n a d a ir ta rih i k a y ıtla r m e v c u ttu r. S e lç u k lu la r d ö n e m i A nadolu’s un d a da bu âdetin varlığı b ir eserde rivayet edilm iş tir. Bu rivayetin d o ğ ru olabileceğini, O rta A sya’d ak i tatb ik at gösterm ektedir. Bizim Toroslar’da göçebe T ü rk m e n le r arasında yaşanm ış gerçek b ir olayı, Ali Rıza Yalgın’ın eserin d en çıkar m am ızla, bu âd etin varo ld u ğ u kesinleşm iş sayılabilir. C insel konukseverlik kalıntısı olduğu açıkça belli olan b ir âd etin, ko nu ile ilgisini ortaya koym ak, varsa bu araştırm an ın İlmî yara rını oluşturm aktadır. Tarih ve Top/um, sayı 54, Haziran 1988
9. Ziya Gökalp Hakkında D insizlik İddiaları ve Nedenleri
I. Gökalp Hakkındahi M uhtelif Zamanlardaki D insizlik İddiaları A. Gençlik Yıllan Ziya G ö kalp ’in T ü rk iy e’n in d ü şü n c e ta rih in d e çok önem li ve seçkin bir yeri b u lu n d u ğ u hiç kim se tarafın d an in k â r edile m ez ve e d ilm e m e k te d ir. F a k a t h e r ö n e m li fik ir ad am ı gibi o n u n da leh in d e o ld u ğ u k ad ar aleyhinde de bazı idd ialar ve h ü k ü m le r o rtaya a tılm ıştır. B u n la rd a n b iri, k e n d is in in bazı çevrelerce “d in sizlik ”le ith am olunm asıdır. M eselenin araştırılm asına girm eden önce h em en şu n u belir telim ki, ona dinsiz diyenlerin bu kavram ı İlm î b ir d ik k at ve titizlikle kullan d ık ları söylenem ez. Ç ü n k ü lafzen “d in siz” ya bancı dillerdeki “ateist” kavram ına tek ab ü l eder. Bu ise hiçbir Tanrı ve uluhiyete inanm ayan kim se anlam ına gelir. Yeni te rim lerle bu n a “T anrıtanım az” diyoruz. H albuki G ök alp ’e d in siz d iyenlerin b u n u n la ifade etm ek istedikleri, o n u n M edrese nin tem sil ettiği, Sünni, o rto d o k s Islâm esaslarına aykırı d ü şü nen bir kim se o ld u ğ u n u b elirtm ek ten başka b ir şey değildir. Yoksa Ziya G ök alp ’in g erçek ten din siz (ateist) olm adığı çok
açık şekilde yazılarından anlaşılabileceği gibi, k en d isin i yakın dan tanıyanlarca defalarca yazılıp, söylenm iştir. Ziya, D iyarbakır’d aki ç o cu k lu k ve gençlik yıllarını, d in d ar bir aile çevresinde geçirm iş ve eğitim inin b ir k ısm ın ı tasavvufa bağlı am cası H asip E fendi’d en e d in m iştir. O y ıllard a birço k “d ü ş ü n e n ” genç gibi, k âin atın , âlem in n e re d e n gelip nereye gittiği şeklinde ifade edilebilecek “m ebde ve m ab ad m eselesi yani âlem in ilk sebebi ve gayesi o n u en çok m eşgul eden m e sele o lm u ştu ” 1 A m cası ona A rapça ö ğ retirk en , M u h id d in A rabi ve G aza lin in eserlerini de o k u tm u ştu . G a z a lin in , in san ın d in itikatla rında şüpheye düşebileceğini, bu şü p h e d e n k u rtu lm a yollarını anlatan yazıları, o n u n fikir hayatına çok m ü essir o lm u ştu. O zam andan beri tasavvufa b ü y ü k değer verm eye başladı. Tasav vuf, d in in nasslarını iç tecrübelere göre genişletir, âyetlere ve hadislere hu su si ve felsefî m ânâ verir. B ütün bu n lar, içini d in lem eye kabiliyetli olan Ziya’ya en uygun d ü n y a g ö rü şü gibi ge liyordu. Bu yıllarda Ziya h e n ü z d in î açıdan te re d d ü t ve şü p h e ler içindedir. M ütem adiyen d ü şü n d ü ğ ü b u k o n u la rı, güvenilir, yetenekli ve u zm an kişilerle k o n u şu p tartışm aktadır. Bu kişi lerden biri, okulda tabiiye (biyoloji) dersi de o k u ta n D iyarba kır Belediye D oktoru Yorgaki E fendi’dir. Bu zatın o n a d in ko n u su n d a pozitivist b irtakım d ü şü n celeri, yani ilm in d in h u su su n d ak i serbest, h ü r fikirlerini öğrettiğini ta h m in etm ek güç değildir. N ite k im Ziya, so n ra la rı h o c a sın d a n b a h s e d e rk e n , “o n u n sözleri benim için bir u fu k açardı” d em iştir.2 Diğer taraftan Ziya, b ir d in d a r için çok s e rt ve ta h a m m ü l edilm ez sayılabilecek d ü şü n celerin i bile m ü sam ah a ile d in le yerek ona devam lı İslâm î telkinlerde b u lu n a n N ardankem iğizade Hacı İzzet Efendi ile u z u n so h b et ve tartışm alar yapıyor du. Ziya’nın h u su si hayatı h ak k ın d a en etkili söz sah ib i olarak kabul edilen ço cu k lu k arkadaşı A hm ed C em il, b u fikrî ilişki den bahsederken, “G ökalp, D iyarbakır’da d e ru n î şü p h e ve tah 1 M clınıed Emin Erişirgil, Bir F ikir A d a m ın ın Romanı, İstanbul, 1 9 5 2 , s. 31. 2
M. E nşirgil, a.g.e., s.31 vd.
kik arzularını tabiî ve hoş k arşılayarak m ü n ak aşaların a vukuf la iştirak ve zam an zam an ilzam eden H acı İzzet Efendi gibi m ütefekkirlerle karşı karşıya gelm ek bahtiyarlığına e rm iştir” diyor. Bu d ö n e m d e Z iya’n ın d in k o n u s u n d a k i ş ü p h e le rin in kuvvetini, adı geçen zatın , Ziya M alta’d a n d ö n d ü k te n so nra kendisiyle yaptığı ilm î m ü sah ab elerd en edindiği in tib aı açık larken söylediklerinden anlıyoruz: “Ziya p ek ezici b ir b u h ra n la burad an gitm işti. Şim di p ek m ü ste rih ve m üted ey y in (dine bağlı) bir su rette avdet e tm iştir”.3 A hm ed C em il, hatıralarında kendi kanaatini ise şöyle özetlem iştir: “Ziya b ir im anı tahkiki ile m ütedeyyindi, o n u n ehem m iyet verm ediği, İslâm iyet’le kabili-i telif olm adığı halde nasılsa adab-ı lslâm iye arasına fuzulî olarak so kulm u ş olan b id ’atlerdi, in san lar için d in in lü zum ve kutsiyetini ehem m iyetle m üdafaa ed erd i” 4 A rkadaşının bu sözlerine rağm en, o d ö n em d e D iyarbakır’da o n u n hakkında “M ü n k ir”, “Haçlı Ziya” gibi sıfatların k u llanıl dığını ve sevilm ediğini bazı yazılardan açıkça öğreniyoruz. E K a ra k o y u n lu , o n a bazı “d a r d ü ş ü n c e lile r in ” h a k sız o la ra k “m ü n k ir” dediklerini belirttiği gibi, E rzu ru m Lisesi ö ğretm en lerinden M üştak Sıtkı D ursunoğlu, halkın söylediklerini şöyle naklediyor: “D iyarbakır’da senelerce o tu rm u ş, halkı ve m ü n ev veri ile kaynaşm ış olan bir d o stu m d an dinlem iştim : Yerli halk, Ziya’ya ‘Haçlı Ziya’ derm iş. Sebep olarak da gençliğinde, netice si ölüm e varm ayan b ir in tih a r dolayısiyle alnında yapılan bir am eliyatın haç şek lin d e ve hafif çizgi h alin d e k alan izi imiş. H alkın Ziya’ya ‘H açlı’ lâkabını verirken aynı zam anda m ecazi m ânâ kasdetm esi de Ziya’n m daha çocuk denebilecek yaşlarda, halkın iskolastik zihniyetine aykırı fikirler neşr ve işar etm iş ol m ası ihtim alindendir. D iyarbakır m u h itin in o zam anki genç Ziya’yı sevm em iş o ld u ğ u n u da yine o d o stu m d an d in lem iştim .”5 D ursunoğlu M. Sıtkı’nın bu sözleri çok ilginçtir. O n u n dinî fi 3 4
Fikret Karakoyunlu, “Ziya G ökalp ve ltikad M efhum u”, tş M ecm u a sı, C. XII, s .6 1 -6 2 , 1946. Fikret K arakoyuıılu’nun cı.g.m.’dcn naklen. M. Sıtkı D ursu noğlu, “Ziya G ökalp Etrafında Flatıralar”, 1} M ecm uası, sayı 19, 1939.
kirleri nedeniyle, halkın kendisine “H açlı” lâkabını yakıştırm a sı ve rivayete göre, kendisini sevm em esi d ik k at çekicidir.
B. Olgunluk Yaşlan G ökalp aleyhindeki bu düşüncelerin o n u n o lg u n lu k çağında da zam an zam an su y üzüne çıktığını görüyoruz. Bu k o n u d a il gi çekici bir olayı, D o k to r Rıza N u r an latm ak tad ır. K endisi, 1921’de Rusya’ya yaptığı resm î bir seyahatten d ö n erk en , Sam su n ’da Ziya’ya rastlar. D iyarbakır’a gitm ek üzere o ld u ğ u n u öğ renince, o n u b u fikrinden vazgeçirerek A n k a ra ’ya g ö tü rm ek üzere ikna eder. H atıralar’m d an çok ilgi çekici olan bu kısm ı aynen alıyorum : “O telde Ziya G ökalp ile sabık A dana m ebusu ve İttihatçıların sergerdelerinden Ali M ünif var. M alta’d an k u r tulm uşlar, aileleriyle m em leketlerine gidiyorlar. Ziya G ökalp’ı şahsen de şeklen de ilk görüyorum . Alçak boylu, şişm anca, d e ğirm i çehreli, esm er alnının ortasında k u rşu n yarası olan, göz leri sö n ü k ve derin, dalgın, hareketleri yavaş biri. K endisine: ‘D iyarbakır’a gidip ne yapacaksın, vatan a h iz m e t lâzım , seni A nkara’ya götüreyim ’ dedim . Tereddüt etti. Sonra ikna ve razı ettim . Ziya İttihatçıların içinde yegâne bir d ü şü n ü r kafa ve âlim bir adam dı. M em leket ondan istifade etm eli. Vakıa o n yıl m uhasım saflarda b u lu n d u k . Am a vatan işi başka. Kıym etli adam ları iş başına koym alı. Yalnız pek az konuşuyor. Siz sorm azsa nız hep som urtuyor. Laf ağzından dam la dam la çıkıyor. Yaylı larla A nkara’ya gidiyoruz. A nkara’ya vardık, M aarif Vekiline Zi ya G ökalp'ı Telif ve Tercüm e’ye alm alarını söyledim . O raya yer leşti. Sonra ‘dinsiz’ diye zavallıyı atm ışlar, o da D iyarbekir’e git miş, oradan bir zam an sonra m ebus olarak gelm işti.”6 Ne yazık ki, yeni devletin ilk zam an ların d a yaşanan b u ola yın ayrıntılarını bilm iyoruz. Acaba o n u n dinsizlikle su çlan m a sı kim tarafından yapılm ıştır? İşine son v erilm esin in resm î se bebi ne olarak-gösterilm iştir? Bilinm esi çok yararlı olurdu. G ökalp’ın dolaylı şekilde de olsa dinsizlikle su çlan m ası bir 6
Rıza Nur, Hatıralar, İstanbul, C. III, s.8 1 6 -7 .
126
de o n u n T ü rk çü lü k m efküresi y ü z ü n d e n olm uştur. Eski şeyhülislâm lardan M usa Kâzım Efendi’nin, İslâm m ecm u asında vaktiyle yazdığı gibi, Islâm da m illiyet ve ırkçılık iddia et me şiddetle menedilm iştir. Bu nedenle de, M üslüm anlar nazarın da ırkçılık ve milliyetçilik iyi gözle görülm ez. Ç ünkü İslâm di ninde üm m etçilik esastır. Yani aynı dine, İslâmiyet’e bağlı olanlar bir birlik teşkil ederler, yoksa aynı soydan ve ırktan olanlar değil. “M üslüm anlar birbirinin kardeşidir” m ealindeki âyet (H ucurat suresi, 10. âyet) bu konudaki ana prensibi koym uştur. Şahsında, Sünni M üslüm anlığı taviz verm ez bir şekilde tem sil eden M üderris B abanzade A hm ed N aim , bu m eseleyi u z u n b ir m akalesinde âyetler, h adisler ile süsleyerek, “İslâm ’da Davay-ı K avm iyyet”in nasıl telakki edildiğini ortaya k o y m u ştu r.7 O bu yazısında, ism ini söylem eden fakat iyice anlaşılacak şe kilde G ökalp ’in T ü rk ç ü lü k m efk û resin i kasdederek; “açık la m ak istedikleri şey, açıkça dinsizlik m efk û resid ir” diyecek ka dar ileri gitm ektedir. Burada değil halkın, b ir d a rü lfü n u n yani üniversite hocasının bile (dinsizlik gibi) kavram ları ne kadar gelişigüzel kullandığını görüyoruz. M ü slü m an olm ayan h e rk e sin dinsiz olm adığını söylem eye bile hacet yoktur. T ü rk ç ü lü k İslâm iyet’e aykırı olsa bile, o k im senin dinsizliğini gerekli kı lan bir h u sus olam az.8 Diğer bir lslâm cı yazar, H üseyin Kâzım K adri (Şeyh M uhsini Fani) de T ü rk çü lü k ve o n u n tem silcisi aleyhinde çok ağır h ü cum larda b u lu n m u ştu r. Bu zat, b u g ü n e k ad ar yayınlanm a dan kalm ış eserlerinden biri olan “Ziya G ökalp ve T ü rk çü lü ğün E sasları” isimli ten k it kitab ın d a Ziya için “u kalây-ı mecan inden ve m ecanin-i u k alâd an ” (delilerin ak ıllıların d an , akıllı ların delilerin d en ) şeklinde çok sert ve gayrı ciddi sıfatlar k u l lanm aktadır.9 7
Babanzade A hm ed N aim , Islâm da D avay-ı K a vm iyyet, D arülhilafc, 1332.
8
Roger Garaudy, “D ünyada m illiyetçilik kadar İslama ters d ü şen bir şey yoktur. Bir insan aynı anda hem m illiyetçi hem M üslüm an olamaz" diyor. Bak. N o kta dergisi, 2 4 .5 .1 9 8 7 tarihli sayısı.
9
H üseyin Kâzını Kadri’n in adı g eçen eseri, değerli araştırm acı İsm ail Kara tara lından Tarih vc Toplum dergisinde yayınlanm ıştır. Bak. sayı 50 vd., 1988.
Ziya G ökalp’ın T ü rk çü lü k m efkûresi bir bilgin hoca tarafın dan açıkça “d in sizlik ” diye gösterilir, kendisi ise diğer b ir âlim zat tarafından “d eli” gibi gösterilirse, cem aatin G ökalp’e “d in siz” dem esi h erhalde az çok m azu r görülebilir.
II. Ziya Gökalp ve Tasavvuf A. Ailede Tasavvufa Bağlılık ve Eğitiminde Tasavvufun Yeri G ökalp’in bazı çevrelerde iyi b ir M üslüm an o ld u ğ u n d an şü p he edilm esinin bir nedeni de, kanaatim izce o n u n m an zum ele rin d e k i tasavvuf! havadır. G en çliğ in d e am cası H asip E fendi Arapça dersleri verirken ona bazı m utasavvıfların k itaplarını da okutm uştur. Bu zatın kendisi tasavvufa bağlı im iş. Bu sebeple de Ziya’ya A rapça dersleri vesilesiyle, M uh id d in A rabi, Gazal! gibi tasavvuf büyüklerin in eserlerini benim setm eğe çalıştığını yukarıda aktarm ıştım . H attâ G azalî’nin şü p h e h akkındaki fikir lerini öğrenince, b u h ran lar içindeki gencin b ir bakım a ferahla dığı söylenm ektedir.10 Erişirgil, belirlilen eğitim den sonra Ziya’n ın tasavvufa büyük değer verm eğe başladığını da belirtir. Fikret K arakoyunlu ve o n u n fikirlerine tam am en katıldığını yazan l.H. Baltacıoğlu, M.E. Erişirgil, D a rü lfü n u n ’d a n Ziya’nm m eslektaşı olan G. Bergstraesser ile R. H artm an n , H. Schlöterm ann, G. Jaesch k e gibi bilginler o n u n lasavvufçu y ö n ü n e işa ret etm işlerdir. G ökalp’ın en azın d an “tasavvufa m eyilli” o ld u ğ u n u söyleyebiliriz. Bazı şiirlerin d e bu açıkça g ö rü lm e k te d ir (m eselâ “D in ” başlıklı şiiri).
B. Tasavvufun Ortodoks İslâm İnancındaki Mevkii İslâm â lem in d e tasav v u f o la ra k b ilin e n m istisiz m , b ü tü n dünyada yaygın b ir d in î akım olu p , b u n u n İslâm î b ir m üesse se olup olm adığı, İslâm d in in in esasları ile bağdaşıp bağdaş10 Erişirgil, ü.g.e., s .32.
128
m adiği h u su su n d a tam am en zıd iki fikir vardır. Birinciye göre, tasavvuf diye bir şey Islâm ’ın b aşlangıcında y oktu. Esas ve ruh itibariyle İslâm ’a aykırı olan b u akım so n ra d a n y abancı etkiler le İslâm iyet’e soku lm u ş, bazı becerikli ve zeki b ilginler (m es. Gazal!) tarafından birtak ım tefsir, tevil, yalancı h ad isler yoliyle sözde İslâm iyet’le bağdaşır b ir hale so k u lm u ştu r. M istisizm ce reyanı, ö n ü n e geçilem ez b ü y ü k b ir güç o ld u ğ u n d a n , b üyük, kitaplı d in lerd e iste n m e y e re k de olsa, d in in b ir parçası im iş gi bi kabul edilm ek zo ru n d a kalınm ıştır. D in sosyolojisi k itap la rında u zu n u z u n açıklanm ış olan b u m eselenin, teologlar, d in dar kişiler tarafından b u şekilde anlaşılm ası im kânsız gibidir. Bu nedenle biz m eselenin izahını b ırak arak ikin ci fikre geçe lim. Buna göre tasavvuf, İslâm iyet’te m evcut, yani İslâm î bir düşüncedir. Bu sebeple “İslâm tasavvufu” k avram ı ile k an aat lerini açıklam ış olm aktadırlar. Tasavvufun İslâm iyet’te başlangıçta olm ayan b ir akım o ld u ğ u n u belirten en b ü y ü k m ü tefek k ir lb n H aldun olm uştur. Bü yük d ü şünür, nâfiz görüşüyle, m eselâ vahd et-i v ü c u d anlayışı n ın İslâm î olm ayıp, dış k aynaklardan geçtiği h u su su ü zerin d e ısrarla du rm ak tad ır.11 G erç ek ş u d u r k i, m e d re se le r, S ü n n î İslâ m b ilg in le rin in önem li b ir kısm ı, tarih boy u n ca tasavvufun ve o n d a n doğan ta rik atlerin k a rşısın d a o lm u şlard ır. İslâm ve T ü rk ta rih in d e hocalar ile şeyhler-m utasavvıflar arasında devam lı b ir m ü cad e le devam edegelm iştir.12 Bizde O sm anlı devrindeki m edrese-tekke savaşını b ir tarafa bırakıp yakın zam anlara gelirsek, din âlim lerin d en İzm irli İs m ail H akkı, vahdet-i v ü c u d u n b ir felsefe o ld u ğ u n u ve b u n u n “Yunan ve H in t m istik lerin d en alın arak bazı m utasavvıflarca din boyası ile boyan d ığ ın ı” vurgular.13 Tanınm ış m üfessir Elm alılı H am di Yazır, b u k o n u d a , “nere li
lb n H aldun, Sifaus-Satl, İstanbul, 19 8 4 , çev. S. U ludağ.
12 Tahir A langu, “Kadızadeliler M eselesi”, C u m h u riy e l’ıe tefrika, 2 8 N isa n -4 M a yıs 1964. 13 İsmail Hakkı İzm irli, Yeni llm -i K elâm , I, s.1 4 9 (S. U ludağ'ın yukarıki çeviri sinden naklen).
de bir şirk varsa bu felsefe ile az çok alâkası vardır" diyerek benzer bir fikri ileri sü rm ek ted ir.14 Tasavvufa ve tarikatlere en sert tenkitleri yapan, yeni sayılabi lecek iki eser biliyoruz. Bunlardan biri bir m üftü tarafından ya zılm ış olup, “İslâmiyet A çısından Şeyhlik Ağalık” başlığını taşı m aktadır ve ana fikir olarak, tarikatlerin, dolayısıyle de tasavvu fun Islâm esaslarına b ü sb ü tü n aykırı o lduğunu büy ü k açıklıkla ortaya koym aktadır.15 Diğer kitap ise “M esnevinin Tenkiti” adı nı taşım akta, M evlâna’n ın fikirlerini çok ağır şekilde tenkitle, İs lâm ’a tam am en aykırı bulm aktadır.16 Yabancılardan Alfred von Krem er ise, m eşh u r eserinde tasavvuf bahsini “İslâm iyet’in bo zulm ası” olarak ele alm akta ve incelem ektedir.17 Buraya kadar olan açıklam alardan, tasavvufun, bazı ortodoks M üslüm an çevreler ve hattâ yabancı ilim adam larınca gayrı İslâ mî bir müessese olarak tenkit ve şiddetle reddedildiğini görm üş bulunuyoruz. Acaba Ziya G ökalp’in tasavvuf! bazı şiirlerinin, bu şekilde düşü n en ler tarafından k ö tü karşılanm asının o n u n dinî fikirleri aleyhindeki kanaatin oluşm asında rolü yok m udur? Biz bu soruya olum lu cevap verilebileceğini kabul ediyoruz.
III. Gökalp’in İslâmiyet Anlayışı ve Yabancı Bilginlerin Tenkitleri Ziya G ö kalp ’a k arşı y ap ılan d in siz lik id d ia la rın ı red d ed erek onu savunanlar dahi, kend isin in İslâm iyet ve d in anlayışının, ortodoks telâkki ve inançlardan çok farklı o ld u ğ u n u k abul ve ifade etm işlerdir. Ç ü n k ü onlara göre G ökalp, b irtakım yanlış ve b id ’atlerle d o lu ve gerçek İslâm iyet’ten uzak bazı inançlara ve bir İslâm iyet anlayışına sah ip tir ve bu h u su sta oldu k ça ileri gitm iş olduğu da yine o n ların yazd ık ların d an anlaşılm aktadır. Bunlara örnek verelim : Ziya’n ın özel hayatı h a k k ın d a en yetki L4 Elm alılı Ham di Yazır, H ak D ini K u r’an D ili 1, 19 7 1 , 57 2 -7 8 . 15 M chm ed E m in B ozarslan, İslâm iyet A çısından $cyhIik-Agûlık, A nkara, 1964. 16 M uham m ed Şahin, Mesnevinin Tenkidi, İstanbul, 1946. 17 A lfred v o n Kremer, G esch ich te der herrseh en d en Ideen des Isla m s, 2. baskı, D armstadt, 1961, s .100 vd.
li kim selerden biri olarak kabul edilen ç o cu k lu k arkadaşı Ahm ed C em il’in h atıraların d a, o n u n d in sel in a n ışın ı anlattığını belirtm iştik. Fakat insanlar için d in in lü z u m lu o ld u ğ u n u söy lem enin, aslında dinî inan ç sahibi olm akla ilgisi b u lu n m ad ığ ı gibi, o n u n b id ’at olarak g ö rd ü ğ ü şey lerin b azen İslâm iy et’in aslî inançları o ld u ğ u n u aşağıda göreceğiz. K arakoyunlu’ya göre “G ökalp’ın insanlar için faydalı gö rd ü ğü vecdî din, u m u m î cem iyet hayatını idare için k o n u lm u ş her türlü siyaset, iktisat ve pozitif h u k u k kaidelerinin tam am en ü s tünde kalm ası lâzım gelen ferdî ve vicdanî itik attan ve b u n u n serbestisinden ib arettir” 18 Bu d ü şü n c e le rin de, İslâm d in in in esasları ile bağdaşm asının zor old u ğ u n a aynca değineceğiz. K arakoyunlu’n u n “Ziya G ökalp ve ltik ad M e fh u m u ” isimli m akalesinin h er n o k tasın a ay nen k atıldığım söyleyen Baltacıoğlu, “G ökalp’ın d in anlayışını anlam ak için b u yazıda geçen sö z le rin i o k u m a k y e te r” d e d ik te n so n ra , “G ö k a lp , T ü rk tü , M üslüm andı. A ncak o n u n M üslüm anlığı ağızdan k apm a, k u laktan dolm a bir M ü slüm anlık olam azdı... G ökalp, İslâm d in i nin kaynağı olan K ur’a n ’a, d in in k en d isin e bağlanarak b ü tü n uy d u rm a, yapm a in an çlard an (? T.A.) k e n d in i k u rta rm ış tı.” diyor ve yalnız “G ökalp’in ü m m et anlayışına, halifeliği sav u n m asına k an lam am ” diye ekliyor.19 Baltacıoğlu’n u n , o n u n K ur’a n ’a bağlanarak b ü tü n diğer uy durm a inançlardan k en d in i kurtard ığ ı kanaati, p ek in andırıcı değildir. M eselâ sadece “D in ” m an zu m esin d e cen n et, ce h en nem , şeytan tan ım ad ığ ın ı söylem esi bile, K u r’a n ’da defaatle zikredilm iş bu kavram ları da b ir tarafa bıraktığını açıkça gös term ektedir. O n u n , İslâm iyet adına ileri sü rd ü ğ ü birtak ım d ü şüncelerin İslâm esaslariyle asla bağdaşm adığını, bu d in i ince lemeye öm ü rlerin i veren b irçok tan ın m ış doğub ilim ciler vur gulam ışlar ve T ürkleşm ek form ülü yanın d a İslâm laşm ayı da ortaya atan bir m ütefek k irin , bu tu tu m u karşısın d a hayret ve şaşkınlıklarını ifadeden k endilerini alam am ışlardır. 18 F Karakoyunlıı, a.g.m. 19 İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Z iy a G ökalp, İsı: 1966, s.62.
M eselâ Ziya G ök alp ’in “M eşihat” m an zu m esin d e ileri s ü r d ü ğ ü fikirler, İslâm iyet’in ana p ren sip lerin e tab an tabana zıt düşm ektedir. Şöyle ki, o h u k u k u n , d in in işi o lm adığını ve m e şih a tın devlet işlerin d en tam am en u zak d u rm a sı g erektiğini savunm aktadır. H albuki İslâm iyet’te bilindiği gibi d in ve dev let ayrım ı y o k tu r. H ep si b ir b ü tü n lü k iç in d e Islâm ! d ü z en i o lu ştu ru r. D inî d ü z e n i sağlayan k u ra lla rın tü m ü n e de şeriat denir. Şeriat, ferdin özel hay atın ın en m ah rem y ö n lerin d en tu tu n da, devlet idaresine k ad ar u zan an h er tü rlü düzen lem eleri içeren bir bü tü n d ü r. Şim di bu m eseleler ü z e rin d e y abancı bazı b ilg in lerin yaz d ıklarını aktaralım : Jaesch k e’ye göre, Ziya G ökalp, “M eşihat” şiiri ile şeriata karşı en şiddetli h ü c u m u yapm ıştır.20 Yeni Hayat isim li kitapta yayınlanan bu m an zu m e, o d ö n e m in İttih a t ve Terakki H ü k ü m eti daha d o ğ ru su E nver Paşa’n ın em riyle b ü tü n n ü shalard an kesilip çık arıld ık tan so n ra eser piyasaya çıka rılm ıştır. Bu y ü zden T ürkiye’de b u m anzum eyi ihtiva eden bir Yeni Hayat n ü sh asın a rastlayabilm ek için b irçok k ü tü p h a n e le r deki nüshaları (A nkara, İzmir, İstan b u l) taradığım ız halde m a alesef bu cü r’etli sayılan m anzum eyi bulam ayınca, b ir A lm an ca araştırm adaki A lm anca çeviriden tek rar T ü rk çe’ye çevirm ek zo ru n d a kalm ıştım . D aha sonra, vaktiyle A. F isch er’in eserin de bu m an z u m e n in T ü rk çe o larak y ay ın lan d ığ ın ı öğrenebilm iştim .21 “M eşihat” nih ay et T ü rk iy e’de de yayınlandı fakat yi ne bir yabancı tarafın d an (1 9 7 5 yılı Sosyoloji K onferansları, s.6). Bildiğim kadariyle, Şevket Beysan da Ziya Gökalp dergi sinde bu şiiri kısm en yayınlam ıştır. O dönem e göre gerçekten cü retk âran e b ir ana fikri taşıyan m an zu m en in birk aç d ö rtlü ğ ü n ü aşağıya alıyorum : m e ş ih a t
Bir devlet ki hukukunu kendi doğurmaz, Kanununa “gökten inmiş değişemez" der 20 G. Jaesclık c, Yeni Tü rkiye'd e İslâm lık, Ankara, 19 7 2 , s .14. 21 A u g u st Fischer, Aus der religiösen R c fo rm b ew c g u n g in der T ü r k e i, L eip zig, 1922.
O asla bir devlet değil, m üstakil durm az, Değişmeyen bir varlığı taşıyam az yer Hâkim olan Millet m idir M eşihat mıdır? Millî Meclis Mebusan mı? Bab-ı Fetva mı? Meşrutiyet bir hile-i şeriat mıdır? Hür bir Millet olduğum uz yo ksa rüya mı? İlmi bırak külliyeye, adli Devlete Sen sadece diyanetin neşrine çalış M uradsa nail olmak haklı hürmete Asra uyan vazifeni yapm ağa çalış. G enç yaşta vefat eden değerli A lm an m ü steşrik i Beıgstraesser, o n u n “D in” şiirindeki fikre de işaret eder. Vaktiyle İstan bul D a rü lfü n u n u n d a Ziya G ö k alp ’le b irlik te h o c a lık yapm ış olan ve kend isin i çok iyi tanıyan b u bilgin, o n u n “Benim di n im n e ü m ittir ne k o rk u , A llahım a sevdiğim den ta p a rım ” diye b aşlayan şiirin d e “d o g m a tik ”in y a n i n a s s ’la rın (İslâm ! ana in a n ç la rın ) b ir tarafa b ıra k ıld ığ ın ı V urgular.22 Z iya G ö k alp h akk ındaki önem li k itabında U riel H eyd, o n u n d in k o n u su n daki tu tu m u n u da belki de b u g ü n e k ad ar en ayrın tılı şekilde incelem iş bir doğubilim cidir. P ro fesörün b u k o n u d a söyledik lerinden bazıları gerçekten d ik k at çekicidir: “Ziya G ökalp, diğer dinleri o lduğu gibi, İslâm iyet’i de değişe bilir ve içinde geliştiği to plum sal ortam a bağlı b ir tarih î olgu şeklinde görm ek ted ir” (bir sosyoloji m en su b u için b u tabiî bir görüş ise de, pek çok m utaassıb insanla dolu o d ö n em d ek i to p lum da [ve hattâ b u gün için... T.A.] b u çok cesur b ir d avranış tı” bir yandan Sufizm in, yani tasavvufun, diğer y an d an rasyo nalizm in etkisiyle, G ökalp, o rto d o k s İslâm iyet’in inançları ve y ü k ü m lülüklerin d en kaçm ıştır. Ziya G ökalp’ın en fazla hayret le karşılanan fikirlerinden biri “örf ve n ass” arasında çelişki b u lunm ası halinde, örfün esas alınm ası gerektiği y o lu n d ak i d ü ş ü n c e sid ir ki, H eyd, b u n u “ş a şırtıc ı” o larak n ite le m e k te d ir. 22 G. Beıgstraesser, “İslam und Abendland," D er Vordere O rient K önigsberg 1929 içinde.
G erçeklen de şaşırtıcı olan b u kanaat veya tez, hiç de inandırıcı bir şekilde delillendirilm iş olm adığı için olacak ki, H.A.R. Gibb gibi b ü y ü k b ir o rien talist tarafın d an “tam am en s ü b je k tif’ ve “Islâm! felsefenin tem elleriyle bağdaşm az” b u lu n m u ştu r.23 R. H artm ann, G ökalp’m Islâm ın ilk ve gerçek ru h u n a , çekir değine dönm ek ve b u n u n için de son rad an eklenm iş b ü tü n u n s u rla rı atm ak isted iğ in i ve İslâ m la şm a k ta n b u n u an la d ığ ın ı söylerse de, aslında o n u n birtakım fikirlerinin Islâm ın ilk şekli ve ru h u ile de bağdaştığı iddia edilem ez, diyor.24 Esasen Bergstraesser’in belirttiği gibi o n u n d in h akkındaki fikirleri sistem li bir b ü tü n lü k arzetm eyip, m an zum elerine serpiştirilm iş ve p ra tik ve politik am açlara yönelik olarak ortaya atılm ıştır.25 G ö rü lü y o r ki, d in k o n u s u n d a k i fik irle rin d e n dolay ı Gökalp’ı m uaheze edip, ten k it etm eleri için h içb ir şahsî, din! ne d enleri olm ayan m ü steşrik ler bile o n u n ileri sü rd ü ğ ü birtakım önerilerin ve d ü şü n celerin İslâm iyet’in esaslarına u y g u n d ü ş m ediği kanaatindedirler. Bu d u ru m , k o n u m u z b ak ım ın d an b i rinci derecede önem taşır ve çok anlam lıdır.
IV. Gökalp’in Din Anlayışı Üzerinde Ülken ve Duru’nun Görüşleri Yukarıda bazı yazarlarım ızın da o n u n İslâm iyet ve din anlayı şının, ortodoks telâkkilere uym adığını, oldukça farklı o ld u ğ u nu belirttiklerin e işaret etm iştik. B unlar arasında o n u n ço cuk luk arkadaşları, hayranları ve tak d irk ârları da vardır. Söyledik leri şeyler genellikle yuvarlak h ü k ü m le r h alin d e kalm akta, bi raz da onu savunm a am acı taşım aktadır. H albuki önem li b ir' fikir adam ım ız ve sosyologum uz H ilm i Ziya Ü lk en ’in ve Gökalp’ı yakınd an tanıyan eğitim cilerim izden K âzım N am i D u ru ’n u n k o n u m u zla ilgili olarak yazdıkları ü zerin d e durulm ası gereken bir m ahiyet taşım aktadır. 23 U riel H eyd, T o u n d a tio n s o f Turkislı N a tio n a lism , L o n d o n , 1 9 5 0 , (T ürkçcsi: T ü rk U lusçuluğunun Te/nelleri, Kadir G ünay Ç evirisi, s.9 7 ve 1 04.) 2 4 R ic h a r d H a r lm a m ı ,
a.g .m .
25 G. Bcrgstraesscr, a..e., s .26.
Ü lken, “Ziya G ökalp” ism iyle yayınladığı eserde şu n ları ya zıyor: “Ziya’da esas olan d in değil d evletti. O n u n fikirleri 1914’d en 1918’e doğru gittikçe lâikliğe d o ğ ru in k işaf ediyor, İslâ m iyet’i artık bir h u k u k , d ü nyevî b ir m üeyyide gibi değil, bir ahlâk ve vicdan m eselesi gibi alm ağa tem ayül ediyordu. B irin ci safhada m uhafazakâr o ld u ğ u h alde ikin ci safhada ıslahatçı görünüyor. A rtık m ah k em eleri ve evkafı m eşih attan alm ak is teyen Ziya, açıktan açığa A llah’la cem iyeti aynı a d d etm ek ten çekinm iyordu. İlk defa P ro u d h o n ’da g ö rü le n ve D u rk h e im ’da sistem leşen bu fikri Ziya’n ın b enim sediği, b irço k yazılarında g ö rü lü y o r.”26 Ziya G ö k a lp ’in ço k y a k ın ın d a y ıllarca b u lu n m u ş , K âzım N am i D uru: “Ziya G ökalp’m d in ü z e rin e olan d ü şü n c e le ri de b aşka tü rlü y d ü . D in, k ita p d eğ ild i. O , y in e Yeni H a ya t’tak i “D inle İlim ” başlıklı ilk şiirin in so n sa tırın d a şöyle der: “Din, k alp tek i vecdin m ü sb et ilm id ir” F ak at c em iy etin canlı in a nışlarını, yapışlarını gerçek din o larak tanırdı. N e M edreseli lerin “nakliyatını, ne k o cak arıların eski m ito lo ji artığı in a n ış larını din sayardı. Bâtıla in an m azd ı, gerçek realiteyi g ö rü rd ü . O n u n için taşkın, k u tsal d u y g u lar d in d i.”27 d iy o r ki, böyle bir d in anlayışının ne derece İslâm î b ir d in g ö rü şü o ld u ğ u o rta dadır.
V. Sonuç Gerek yukarıda söylenenler, gerek Ü lk en ’in büy ü k bir açıklık la yazdığı satırlar, bize gösteriyor ki, Ziya G ökalp’m İslâm iyet hakkında ileri sü rd ü ğ ü fikirlerin İslâm d in in in ana prensipleri ve inançları ile bağdaşm asına im k ân yoktur. O, b ir anlam da ken dince bir din ve İslâm iyet anlayışı getirm eğe ve koym ağa çalışm ış, fakat b u n u da sistem li bir şekilde yapm am ıştır. Bu re form cu fikirleri kabul etm eyen M ü slü m an ların o n u b en im se 26 Hilm i Ziya Ü lken, Ziya G ökalp, İstanbul, Kanaat Kitabeyi, t.y., s .30. 27 Kâzım N am i D uru, Ziya G ökalp, İstanbul, 19 4 9 , s .39.
m edikleri, k en d isin e y ak ıştırd ık ları sıfatlardan a n laşılm ak ta dır. Şüphesiz “d in siz” gibi sıfatlar insafsızca birtak ım y akıştır m alar ise de, G ökalp’ın o rto d o k s b ir M ü slü m an lık anlayışın dan çok uzak olduğu, Batılı bilginlerin bile ısrarla b elirttikleri bir gerçektir. Tarih ve Toplum, sayı 61, Ocak 1989
10. Yezidtler Şeytana mı Tapar?
A vrupalılar bizdeki tarik atlar içinde en ço k M evlevîliği, daha d oğrusu ism ini bilirler. Ç ü n k ü orada M evlevîlere D ö n en veya D anseden D ervişler (Aim. T anzende D erv isch en , Ing. W h ir ling, D ancing D ervischen) adı verilm iştir. “D erviş” ve “d a n se t m e” tezatı ilgilerini çeker. Bu n ed en le de K onya’da M evlâna’yı A nm a T örenlerinde yabancılar eksik olm az. K endilerine yakıştırılan isim ve sıfatlar y ü z ü n d e n b ü y ü k ilgi çeken başka b ir to p lu lu k da Yezidiler’dir. Zira o n ların sıfatları daha da garip karşılanır: “Şeytana tap an lar” H ıristiyanlıkta, şeytan’ın n itelikleri İslâm î inanışlara benzer olduğundan, herkes haklı olarak “şeytana tap an ” b u in san lan n pek sağlam pab u ç olm adığını d ü şü n ü r ve böyle b ir h alkın ya pabileceği şü p h eli ve garip işleri ve in a n ç la rın ın a y rın tıların ı m erak eder. Bu yüzden de bu kon u , gazeteciler tarafından tem cit pilavı gibi ikide bir ortaya, çıkarılır. Ne yazık ki daha dü n e kadar tam am ı O sm anlı İm p arato rlu ğ u içinde yaşayan, bug ü n de sınırlarım ız içinde birçok köyleri b u lu n an bu insan ların din ve inançları ve yaşam lan hak k ın d a, O sm anlı devleti’n in M usul Valisi Giritli M ustafa N uri Paşa’n ın k ü çü k fakat değerli bir eseri dışında hem en hiçbir ciddi araştırm a yapılm am ıştır. Biz bu yazıda, özellikle Yezidilik’te şeytanın m ah iy eti ve rolü
k o n u su n a değinm ek istiyoruz. İkinci b ir yazıda ise Yezidilik d in in in diğer özellikleri ile Yezidiler’deki bazı ilginç gelenekle ri ele alacağız. Ş unu şim diden belirtelim ki yabancılara karşı özellikle dinleri k o n u su n d a çok k etu m (ağzı sıkı, sır verm ez) olan bu k ü çü k d in î zü m ren in ve in an çların ın ciddî b ir surette araştırılm ası, yıllar sürecek ferdî h attâ ekip çalışm aları gerekti recek zor bir iştir. Biz b u rad a im kânlarım ız ö lçü sü n d e, yetkili a raştırıcıların eserlerine d ay an arak , ufak da olsa b ir k atk ıd a bu lu n m ak istiyoruz. Bugün bizde hâlâ Yezidiler’in “şeytana ta p a n ” b ir to p lu m ol d u ğ u , genellikle kalıp h alin d e te k ra rla n ıp d u rm a k ta d ır. H er tü rlü şe y tan e ti yap m ay a eğilim li in s a n la rın n a d ir o lm ad ığ ı to p lu m u m u z d a “şey tan a ta p a n la r”a özel b ir y a k ın lık ve ilgi duyulm ası b eklenirse de b u g ü n e k ad ar m em lek etim izd e, cid dî, yabancıların bile b ü y ü k önem verdikleri tek b ir eser yazıl mıştır. O da O sm anlı d önem indedir. H albuki B atıklar bu k o n uya da dikkatle eğilm işler ve Yezidiler’in aralarına girerek o n ların kutsal k itap ların ı b in b ir çaba ile b u lu p , k en d i dillerine çevirerek, birçok eserler yazm ışlardır. Bu çalışm a ve araştırm a lar hâlâ devam etm ektedir. Yazımızın d ar çerçevesi içinde b u n ların bazılarına değineceğiz.
I. Yaşadıkları Yerler, Nüfus Irk ve Dilleri Vaktiyle Yezidiler’in yaşadıkları b ü tü n yerler O sm an lı Devleti sınırları içinde b u lu n u y o rd u . Rusya’daki (E rm en istan ve Kaf kasya) Yezidiler oraya so n rad an bazı tedip ve takip lerd en k u r tu lm ak için göçetm işlerd ir. Yoksa o n la rın asıl v atan ı b u g ü n İrak sınırları içinde kalan, M usul y ak ın ların d ak i S incar Dağı ve çevresindeki yerler ile Şeyhan bölgesidir. Yezidiler’in ırk b a kım ından K ürtlerden ayrı o ld u k ları ileri sü rü lü y o r ise de dille rin in K u rm a n c i o ld u ğ u y an i d il ve k ü ltü r le r i b a k ım ın d a n K ürtleştikleri ortadadır. Esasen “K ü rt” d en ile n 'b a z ı başka to p lulukların da (Z azalar gibi) farklı etn ik yapılara sah ip o ld u k la rı b ilin m e k te d ir. Y ezidiler’in n ü fu sla rı h a k k ın d a v e rile n ra kam lar çok değişiktir. Yeni yayınlanan b ir T ü rk çe eserde, son
Yezidi em irlerin d en b irin in ağzın d an (h içb ir ihtirazi kayıt veya n o t k o n u lm ak sızın ) T ü rk iy e ’d eki Y ezidiler’in 1.5 (b irb u çu k ) m ilyon olarak gösterilm esi b ü y ü k b ir abartm a ö rn eğ id ir.1 T ürkiye’n in etn ik yapısı h ak k ın d a A lm anya’da 1989’da Prof. Peter A. A ndrew s tarafından yayınlanan b ü y ü k ve önem li eser de, Yezidiler’in b ü tü n d ü n y ad ak i m evcutları 150.000 (yüzellibin) olarak g ö sterilirk en Yezidi E m iri M uaviye bin İsm ail el Yezidi’n in sadece T ü rk iy e’deki n ü fu sların ı, genel d ü n y a m ev c u d u n u n on misli gibi bildirm esi tem elsiz b ir iddiadır. H içbir başka kaynakta Yezidiler’in tü m n ü fu s u n u n birkaç yüzbini aş tığı ileri sürü lm em iştir.2 Şüphesiz nüfu sların ın azlığı bu zü m ren in ilm in k o n u su ola rak sahip olduğu önem i hiç de azaltm az. Yakın zam anlara k a d ar hem en tü m ü im p arato rlu ğ u m u z içinde yaşam ış b u in san ları her y ö nd en tanıyıp tan ıtm ak üzere araştırm alar yapılm ası biz T ü rk ler’e d ü şen b ir görev iken b u g ü n e k ad ar yerine getiril m em iştir. Buna rağm en Yezidiler h a k k ın d a yazılm ış bazı risa leler, kısa da olsa bazı m akalelerde bilgiler verilm iştir. Şimdi O sm anlı d ö n e m in d e Yezidiler ve d evletle ilişk ileri h ak k ın d a bazı önem li bilgileri, Profesör M ehm ed Ali A y n în in M illiyetçi lik isim li kitab ın d an n ak letm ek te yarar görüyoruz.
II. Osmanlı D evleti’nde Yezidiler “Yezidiler’in o tu rd u k ları m em leketleri, önceleri Bağdat Eyâleti, sonraları M usul ve D iyarbakır Vilâyeti valileri idare ederdi. Bu gür kaşlı ve bıyıklı insan lar (başka K ürtler onlara, k u la k lar, b u ru n delikleri, kaşlardan fışkıran kıllar n edeniyle “sekiz bıyıklı” derler) k endilerini diğer kavim lerin üstüncle sayarlar. Ebul beşer A dem ’in hakiki oğulları onlar imiş. D iğer kavim ler A dem ’le H avva’n ın çiftleşm esinden ürem işler. Yezidiler, k en d ilerin e D asin, D asni, (çoğulu D avasin, Davaşim , D uasin) adlarını veriyorlar. 1 Sever, Erol, Yezidilik ve Yezidiler’in K ökeni, Berfin Yay. 1st. 1993. 2
A n d rew s, P eler A lford, Et/ıni Groups in f/ıc R epublic oj Turkey, W ie sb a d e n , 1989.
H. 941 ve M. 1534’de K anuni Sultan Süleym an, Yezidiler’in başı H üseyin Bey D asni’ye Erbil Sancağı ile S u h ran Livası Bey liğini verm işti. F ak at O sm an lı H ü k ü m e ti o n ları h iç b ir vakit lam bir şekilde itaat altına alam am ıştı. Sincar Dağı çöl o rtasın da sarp bir yer o ld u ğ u n d an b u rad ak i Yezidiler etraftaki ahaliye daim a çapul ederler ve yolları keserlerdi. V ergilerini v erm ek istem ezlerdi. A hali daim a D iyarbakır’a giderek valiye şikayet ederdi. B unlar I. S ultan A hm ed z a m a n ın d a Vezir N asu h Paşa’n ın o rd u su n u bozm uşlar, 7000 askerini şeh it etm işlerdi. IV M urad zam anında D iyarbakır Valisi M elik A hm ed Paşa’ya da m eydan okum uşlardı. “Bağdad Eyaleti Valisi Ali Paşa (Vâsıf Tarihi) b u n la rın ü zeri ne y ü rü y ü p Sincar D ağındaki kaleyi y ık tırm ış, lslâm a geçm e lerini teklif etm iş, geçm eyenleri ö ld ü rtm ü ştü . Sultan II. A bdülham id zam an ın d a M u su l’a ıslah at için g ö n derilm iş olan F erik Kara Ö m er Paşa, Yezidiler’i şid d etli bir şe kilde tenkil etm iş ve onlara İslâm d in in i cebren k ab u l e ttirm e ye nafile yere çalışm ıştı. O n u n şiddetli icraatı, M u su l’da b u lu nan ecnebi konsoloslar ve p apazlar tarafından h e r tarafa d u y u ru lm u ş old u ğ u n d an H. 1308, M. 1890’da İsta n b u l’d an Beğlikçizade Sadık ve M ecid Bey’ler ta h k ik a t için g ö n d e rilm iş ve Ö m er Paşa o rtad an kald ırılm ıştı.” G eçen u m u m i h a rp te n so n ra In g ilizler fu zu li o la ra k M u su l’d an T ü rk askerini geri çektirm işlerdi. A ta tü rk M u su l’u geri alm ak için y o ğ u n b ir şek ild e çalıştığı sırad a Yezidiler, şayet Sincar Dağı tek rar T ü rk iy e’ye iade o lu n u rsa k e n d ile rin in hep birden hicret edeceklerini bildirm işlerdi. B ugün S incar ve h a valisi Irak ’a bağlıdır.”3
III. Yezidiler ve İnançları Hakkında Literatür Batı dillerind e Yezidilik h a k k ın d a zengin b ir lite ra tü r vardır. B unların kısm en bile olsa b u rad a g ö sterilm esin e im k an y o k tur. K aynak çam ızd a n isb e te n y en i ta rih li o la n la rın d a n bazı 3 Aynî, M ehm ed Ali, M illiyetçilik, İst. 19 4 3 , s.3 7 5 .
140
ö n e m li e se rle re y e r v e rilm iş tir. K o n u ile ilg ilin e c e k le rin , P fan nnm ûller ve M enzel’in aşağıda g ö sterilm iş eserlerinde ve rilen zengin bibliografyaya başvu rm aların ı tavsiye ederiz.4
IV. Yezidiler Hakkında Yakılmış Türkçe Eserler İm p aratorluğ u m u z içinde yaşayan k ü ç ü k d in i to p lu lu k lard an olan Yezidiler ile O sm anlı D evleti arasında b ü y ü k sü rtü şm eler vardı. Bu gibi hallerde daim a karşı tarafı tanım a ihtiyacı beli rir. Bilindiği gibi ahalisi M üslüm an olan kolonilere sah ip olan devletler (H ollanda, İngiltere vb.) İslâm iyet’i çok in celem işler dir. Ç ü n k ü onları iyi idare etm ek için iyi tan ım ak gerekiyordu. O sm anlı D evleti’nde Yezidiler de b irtak ım m eseleler çıkarıyor lardı. A skere g itm ekten kaçınıyorlar, vergi v erm ek istem iyor lar, ayrıca yolculara b ask ın lar yaparak soygunlara g irişm ek gi bi güvenlik ve asayiş ile ilgili gaileler de çıkarıyorlardı. işte Y ezidiler’in asıl y aşam a a la n la rın ın b ir nevi m erk ezi olan M usul’a vali olarak giden G iritli M ustafa N u ri (Paşa), ay dın ve uyanık zekâlı b ir idareci niteliği ile, m ev cu t m eselelerin çö zü m ü n ü ararken b u n ların d erin lerin d e yatan n ed en lere in m ek üzere Yezidileri ve d in le rin i in celem iş, b u n u y a p ark en yüksek idareci m evkii ve yetk ilerin d en yararlanm ıştır. Bu ça banın ü rü n ü k ü çü k ve esaslı b ir kitap olm uştur. Bu k itap veya risale (seksen sahife k adar) 1905 yılında sadece devletin yetki li ve ilgili m ercilerine su n u lm a k üzere, 50 (elli) n ü sh a basıl m ıştır, başlığı: “Abede-i iblis yahud Bagie-i Yezidiyeye Bir N azar - M usul, 1323. Aynı eser, d ö rt yıl son ra İstan b u l’da biraz değişik bir isim le “Abede-i İblis- Yezidi Taifesinin İtikadatı, Adat, Evsafı (M atbaai Içtihad 1328) daha geniş b ir o k u y u cu k ü tlesine su n u lm u ştu r.5 4
P fannm üllcr, G ustav, H a n d b u ch d er Isla m -L itera tu r, B erlin , 1 9 2 3 , s .3 2 2 -2 3 . M enzel, Theodor, Versuch einer Bibliographie der J e z id e n S H ugo G rothe’nin M e ine Vorderasien E xpedition 1906 und 19 0 7 , Bd. 1, Leipzig, 1911 için d e), sh. 8 9 -1 2 6 ; M en zel, T heodor, H andw örterbuch des Islam , Brill Yy. L eiden, 1941, (Yazîdî) m addesi.
5 A yandan N uri (M ustafa N uri Paşa), A bcde-i ib lis- Yezidi Taifesinin İtika d a tı Adat, Evsafı, Istanbul, 1328 (M atbaa-i Içtihad).
M usul’da basılan m a h d u t n ü sh alard an biri, o sıralarda b ö l gede tetk ik sey ah atin d e b u lu n a n A lm an b ilg in i H u g o G roth e’n in eline geçm iştir. G rothe, eserin değerini ta k d ir etm iş ol m alı ki O rientalist T h eo d o r M enzel’e A lm anca’ya çevrilm esini teklif etm iş ve o n u n yaptığı çeviriyi k en d i yayınladığı b ü yük Seyahat N o tla n ’nın içine ek olarak k o y m u ştu r.6 A lm an bilginlerinin b ü y ü k ö n em verdikleri anlaşılan bu ki tapçığın bugüne kadar yeni harflere çevrilerek bastırılm ış ol m am ası kolay anlaşılır bir h u su s değildir. Biz, M ustafa N uri Paşa dışında Yezidiler’i ve d in le rin i y ak ın dan inceleyerek ciddî b ir m onografi yazm ış, özellikle Yezidiler arasına girerek uzu n ca b ir süre araştırm alar yapm ış b ir T ü rk araştırıcı ism i bilm iy o ru z. Yalnız g ö rev leri icabı Y ezidiler’in b u lu n d u ğ u bölgelerde çalışan ve bu insanlarla az veya çok iliş kiler kurabilm iş bazı idareciler, askerler veya m ahalli yazarla rın birkaç m akale veya risalesi ile yerel şeh ir ta rih le ri içinde ayırdıkları bazı sahifelere rastlıyoruz. B unlardan vaktiyle D i yarbakır’da Vilayet M ek tu p çu lu ğ u ve M ülkiye M üfettişliği’nde b u lu n m u ş Basri Konyar, u z u n yıllar D oğu A n ad o lu ’da Ja n d a r ma K om utanlığı yapm ış ve o bölge ile ilgili gayretli, am atörce araştırm alara girm iş b u lu n a n N azm i Sevgen ile D iyarbakır’da a v u k a tlık y ap an a ra ş tırm a c ı-y a z a r Ş ev k et B e y sa n o ğ lu ’n u n isim lerini başta saym ak gerekir.7 Son yirm i yıl içinde gazetelerde en az 4-5 rö p o rtaj m ahiye tinde seri yazı yayınlanm ış ve b u n la rın bazıları k ita p haline getirilm iş ise de b u n ların çoğu İlmî ve g ü v en ilir y ö n ü az olan kitapçıklardır.8 En yeni olarak 1993’te yayınlanan bir eser olan “Yezidilik ve Yezidiler’in Kökeni" son olarak sö z ü n ü ettiğim iz eserlerden çok 6
M enzel, Thcodor, Ein Beitrag z u r K enntnis der Jczid en D ie Teujclsanbeter odcr Ein Blick auj die w iderspenstige S e kte der Jezid en von M uslafa N uri Pascha, dem Kreter (G rothe'nin 4 nolu dip notu ndak i eseri içinde yayınlanm ıştır).
7 Konyar, Basri, D iya rb ekir Tarihi, 3 cilt, 1936, C. III, sh. 97 vd.; Sevgen, N azm i, C.oğrajya D ünyası Dergisi, C. I, (1 5 Aralık 1 9 5 0 ), Yezidiler, TM O D ergisi, H azi ran 1956; Beysanoğlu, Şevket, İnançları G elenek ve G örenekleri i/c Yezidiler, A n kara, 1988. 8
Öztem ir, B, Murat, Yezidiler ve S ü rya n ilet; R öportaj-incelem e, İstanbul, 1988.
daha iyi bir araştırm adır. İsveç’te yaşadığı anlaşılan yazar Erol Sever’in Batılı eserlerden faydalanarak, bazı az b ilin en k o n u la ra el attığı görülm ektedir. Yezidiler ve Yezidilik h ak k ın d a asıl ilmi araştırm aların ü n i versitelerim izde yapılm ası beklenirdi. N e yazık ki, b u haklı is tek pek gerçekleşm em iştir. Ü niversite m en su p ları tarafından yazılm ış en eski tarihli ya zı, bildiğim iz kadarıyla M ehm ed Şerefeddin’in (Yaltkaya) Da rülfünun ila h iy a t F a kü ltesi M ecm u a sı'n d a (sa y ı 3, A ğ u sto s 1926) yayıhlar.an m akalesi ile b u n a aynı dergide 1928 yılında yaptığı çok kısa b ir e k te n ib arettir. D a rü lfü n û n ’da p ro fesö r olan ve so n ra d a n D iyanet İşleri B aşkanlığı da y ap an , A rap ça’dan bazı eserleri dilim ize kazandırm ış olan bu m üellifin Yezidîler hakkın d ak i yazısında ileri sü rd ü ğ ü iddialar, gerçek bir ilim a d a m ın ın asla yapm ayacağı k aralam alard ır. M em lek eti m izde S ünni halk tabakaları arasında yaygın b u lu n a n ve cahil bazı din adam larının devam lı olu m su z telk in leri ile g ü n ü m ü ze kadar uzanan, iftira m ah iy etin d ek i iddia ve rivayetleri, m ahz-ı h akikat (gerçeğin fa kendisi) im iş gibi yazabilm esi insanı hay rete d ü şürm ek led ir. Bu tip id d iaların , ne k ad ar ilgi çekicidir ki, A surlular tarafından bazı d ü şm an k o m şu h alk lar aleyhinde yüzyıllarca önce yapıldığını biliyoruz. A nadolu’da Aleviler kadar Yezidiler h ak k ın d a da “m u m sö n d ü rm e” denilen orgieler yani toplu olarak, serbest cinsel birleş m e âlem leri yaptıkları şeklindeki iddia daha d o ğ ru su iftiraları, üniversite profesörlüğüne yükselm iş M ehm ed Şerefeddin’in k a lem in d e n o k u m am ız y u rd u m u z u n k o rk u n ç g e rç e k le rin d e n , utanılacak m eselelerinden biridir.. İslâm âlim i şöyle diyor: “ltim ad ettiğim b ir zat, iki tarafın rızasıyla bunlarca zinanın helâl o ld u ğ u n u , Şeyh A di’ye n isb e t e ttik le ri K itabı C elve’de gö rd ü ğ ü n ü söyledi. Bunlar., zevce ve kız k ard eşlerin i ve sair k ad ın ların ı şey h lerin e ram e d e rle r (teslim ed e rle r) ve b u n u ibadet sayarlar.” “M üteaddid vakıalar ile sabit olduğu üzere (? T.A.) ulem ayı d in d en ele geçirdikleri kim seleri gayet feci su rette öldürürler. Ellerine düşen İslâm k itap ların ı parçalarlar, ü zerin e tebevvül
(işe r) ve tag a v v u t (b ü y ü k a b d e st) ed erler. BU N LA RIN BU HALLERİ HERKESİN MALÛMUDUR.”9 Prof. M. Şerefeddin, güvendiği b ir ad am ın Kitab-ı Celve’de g ö rd ü ğ ü n ü söylediği bilgiyi acaba k en d isi n ed en görm em iş? Bu so ru y u so rm a m ız ın n e d e n i, m ü ellifin b u sö zleri yazdığı m akalesinde, Kitab-ı Celve’n in tam m etn in i k e n d isin in A rap ça’d a n T ü rk ç e ’ye çev irerek yay ın lam ış o lm asıd ır. D em ek ki kendisi Kitab-ı Celve m etn in d e, zin an ın helâl sayılm ası gibi bir h ü k m e rastlam am ıştır. Y ezidiler’in k u tsa l k ita p la rın d a n biri olan bu kitabın, ilim alem ince en g ü venilir sayılan çevirilerin den Prof. B ittner’in m etn ind e de böyle b ir ibareye rastlanm az. K aldı ki Yezidiler’de (em irler d ışın d a) “te k k a rılılık ” esastır. Aile hayatında ve genel olarak, m addî ve m anevî alanda, çok tem iz insanlar olarak bilinen Yezidiler’in b u n itelik lerin i onları yakından tanıyan b ü tü n m üellifler övm üşlerdir. Tabiî bu söy lediklerim iz M üslüm an olm ayan gezginler ve ilim adam larıdır. Bu konulard a titiz olduğu tah m in edilebilecek Papaz Prof. Pa ul Schütz eserinde: “Yezidiler’de.. fahişelik, zina ve livata en b ü yük g ü nah lard an o lu p ölüm le cezalandırılır” d em ek ted ir.10 Yezidiler’in, k en d ileri h a k k ın d a devam lı iftiralar ve nefret hisleri yayan S ü n n i h o caları ö ld ü rm e le rin i, İslâm î k itap la ra zikredilen şekillerde, edepsizce h ak aret e tm elerin i (m ü n fe rit bazı olaylar h er zam an ve h er yerde m ü m k ü n ise de) “h e rk e sin m a lû m u d u r” diye genelleştirm ek, ancak cahil b ir h alk ada m ının ileri sürebileceği gerçek dışı iddialardır. Yani h erkesin m a lû m u o la n “g e rç e k le r” d e ğ il, h e rk e s in a ğ z ın d a d o la şa n “söylentiler”dir. Bunu ayıram am ak ancak m edreselerde peşin h ü k ü m ler ve ön yargılarla d o ld u ru lm u ş kafaların işidir. N ite kim M. Şerefeddin, Yezidiler’in Şeyh A dî’yi R esulullah’a, Laleş’i ise K âbe’ye efdal (ü stü n ) tu tm aların ı bile b ir su çm u ş gibi gös term ektedir ki bu da gariptir. O n ların kendi in an çların a göre böyle d ü şü n m e le rin d e n daha tabiî ne olabilir? Bu d u ru m , dini
9
Şerefeddin, M ehm ed (Yaltkaya), Yezidiler (D arülfünun ila h iy a t Fakültesi M ec muası, Ü çüncü sayı, A ğustos, 1 9 2 6 ) Sh. 2 7 Ek:8, sayı (1 9 2 8 ).
10 Schütz, Paul, Zw ischen N il und K aukasus, M ünchen, 19 3 0 , s.1 4 0 .
saplantıların insan aklına ne derece zarar verdiğini g ö sterm ek tedir.11 İstanbul D a rü lfü n û n u ’n u n diğer b ir p rofesörü M ehm ed Ali Aynî’n in “M illiyetçilik" k itab ın d an bazı bilgiler ak tarm ıştık. Bu yararlı bilgiler yanında, b u yazım ızda özellikle gösterm eye ça lıştığım ız konu d a, d in ve tasavvuf ü zerin d e b ir hayli çalışm ış olan bu zatın da yanıldığını belirtm ek gerekir. Zira k en d isin in Yezidiler’in şeytana tap tık ların d an hiç de şü p h e etm ediği anla şılm aktadır. Ü n iv e rsite le rim iz d e d ah a s o n ra k i k u ş a k la r iç in d e Yezidiler’le ilgilenm iş ilim a d a m la n n d a n b iri de M ehm et Aydın’dır. 1978 yılında h en ü z asistan k en A nkara ilahiyat Fakültesi Dergi sin d e yazdığı m akalesine “Şeytana Tapm a- Yezidiler’in İnanç E sasları” başlığını k o y m u ştu . Bu m ak aled e yazar, Y ezidiler’i asıl in celey en lerin B atılılar o ld u ğ u n u ve o n la r say esin d e bu k o nuda h erk esin bilgi sahibi o ld u ğ u n u yazdığı halde, kendisi m aalesef (Batı d illerin i b ilm ed iğ in d en olacak) sadece birkaç T ürkçe ve A rapça kitaba dayanarak çok yetersiz b ir araştırm a yapm ıştı. B aşlıktan anlaşılacağ ı gibi, k e n d isi de Y ezidiler’in “şeytana ta p tık la n ”n a kâni idi. B urada k ü ç ü k b ir an ım ı yaz m a d a n e d e m iy o ru m . 1 9 8 0 ’li y ılla rın o rta la rın d a T ü rk o lo ji kongrelerinin birin d e kendisiyle kısaca k o n u ştu ğ u m m üellife, yukarıda adı geçen m akalesindeki n itelem en in yanlış o ld u ğ u n u , Y ezidiler’in şey tan a ta p m a d ık la rın ı o n la rın “M elek Tavu s”u ile bizim “şey tan ”ım ızın çok farklı o ld u ğ u n u , b u y ü z den Şeytana tap m an ın sö zk o n u su olam ayacağını kısaca açıkla m aya çalışm ıştım . Bu sözleri d ik k atle d inleyen b u gayretli ve iyi niyetli insanın, 1988’de T.T.K. Belleteni’n d e (sayı 202) bu defa “Yezidiler ve İn an ç Sistem leri” başlıklı yeni b ir yazısının çıktığını görü n ce sevindim . B aşlıktan “şe y ta n ” k ay b o lm u ştu , şeytanın kovulm asında benim sözlerim in de etkili o lm uş bu lunacağını d ü şü n erek , belki de kendim i av u tm u ş o ld u m .12 11 Şerefeddin, M ehıned, a.g.m . 12 A ydın, M ehm et. Şeytana Tapm a-Y ezidiler’in İnanç E sasları, A n k . Halı. Fak. Dergi., C. XXIII (1 9 7 8 ); A ydın, M ehm et, Yezidiler ve İnanç Sistem leri, T.T.K. Belleten, sayı 2 0 2 (1 9 8 8 ).
Aydın, bu defa yazısında geniş bir bibliyografya kullanm ış g örü n ü y o rd u . Eski d iller de dahil, d ü n y a k ü ltü r d illerin in h e m en hepsind e yazılm ış k itaplardan kaynak gösterilm işti. M ü ellifin kısa zam anda 8-10 dil daha öğrenm iş olm asını takdirle karşıladım . G ayet çetrefil b ir kcmu olan Yezidilik ü zerindeki çalışm alarını geliştirip, olgunlaştırm asını gayretli ilim adam ı m ızdan beklem ekteyiz. Ü niversite dışında Yezidilik h ak k ın d a son zam anlarda çıkan bir eserden yukarıd a kısaca sözetm iştik. Erol Sever’in b u eseri m em leketim izd e y ay ın lan m ış bu k o n u d a k i k ita p la rın o k u n m aya değer o lan ların d an biridir. O ldukça zengin bibliyograf yasına rağm en, kitapta d ip n o tların olm am ası (n ey in nereden alındığını bilem em ek b ak ım ın d an ) şü p h esiz ilm i a çıd an b ü yük bir noksandır. Sadece bir ö rn ek verirsek, İslâm m istikleri yani m utasavvıflar arasında şeytana karşı b ü y ü k b ir saygı ve itibar gösterenlerin b u lu n d u ğ u n u , b u n ların başında da Hallacı M ansur’u n geldiğini ve bu dav ran ışın n ed en in in ise şeytanın M u ham m ed’den son ra tek Tanrı fikrine en kuvvetle bağlı bir varlık olduğu, ç ü n k ü bizzat Tanrı, k en d isin e  dem ’e secde et m esi em rini verdiği halde şeytanın b u n u T anrı’d a n başkasına secde edilem eyeceği gerekçesiyle reddetm esi o ld u ğ u şek lin d e ki dinî tahlilin aynen Prof. A nnem arie S chim m el’d e n alındığı nı, d ip n o t olsaydı kolayca tesbit e d e b ilird ik .13 K itapta geçen bazı önem li bilgilerin (başkaların ın ağzından da olsa) en ufak b ir ih tirazi k ayıt k o n u lm a k sız ın , ten k itsiz b ir şekilde aynen alınm ası da o k u yucuyu gerçeklerin çok uzağına d ü şü rebilece ğini unutm am alıdır. Ö rn ek olarak y ukarıda da sö z ü n ü ettiği m iz, Yezidiler’in n ü fu su m eselesidir. Son Yezidi em irlerinden b irinin, sadece T ürk iy e’de 1.5 (b irb u çu k ) m ilyon k ad ar Yezid i’n in yaşadığını ileri sürm esi, tam b ir A cem m übalağasıdır. Yezidiler’in b ü tü n d ü n y ad ak i n ü fu su n u n b u n u n o n d a b iri veya biraz fazlası (200.000) olduğu b ü tü n ciddi araştırm aların ver diği tahm inlerdir. G erçekler b u n u n biraz ü stü n d e olabilir. Bence daha önem li b ir h u su s, m üellifin bizdeki eski yayın 13 S chim ınel, A nnem arie, MystiscUe D im ensionen des Islâm Sufism us- M ünclıen, 19 9 2 , Slı. 2 7 6 vd.
Dic G eschiclüc des
lardan hiç hab erd ar g örünm em esidir. Ç ü n k ü Kitab-ı Celve ve MushaJ-ı Reş’in (k i b u iki k ita p , Y ezidiler’in k u tsa l k itap ları o lu p ikinci yazım ızda h a k la rın d a bilgi v e rile c e k tir) ilk defa kendisi tarafından yayınlandığını iddia etm ektedir. B unlar ara sına Şeyh A dî’n in yazdığı söylenen İlahi de dahildir. H albuki adı geçen kutsal k itap lar’ın çevirisi b u n d a n 70 yıl k a d a r evvel (1 9 2 6 ’da) M ehm ed Şerefeddin ta rafın d an A rap ça’d a n yapıla rak Darülfünun İlahiyat Fakültesi M ecm uası'nda neşredilm işti. Aynı m etin b u g ü n k ü d ile çev rilerek Şevket B ey san o ğ lu’n u n Yezidiler hak k ın d ak i kitab ın d a y en id en yayınlan m ıştır.14
V. Yezidilik’te Şeytan’ın Yeri En yeni İlmî eserlerde bile Yezidilik, Islâm ’ın en k e n a rın d a kal m ış olsa da İslâm iyet çerçevesinde ve o n u n m ez h e p le rin d en veya bu n lara dahil özel g ru p lard an biri olarak ele alın m ak ta dır.15 F ak at ben ce bu tu tu m şeklî k alan b ir ta sn if a n la y ışın d a n doğm aktadır. Ç ü n k ü İslâm î b irçok u n su rla ra sah ip olm asına rağm en Yezidiliği İslâm iy et’e d a h il b ir in an ç gibi in celem ek pek isabetli bir fikir değildir. Sadece, bazı tarih î bilgilerden ve olaylardan kaynaklanm aktadır. Ç ü n k ü b u d in in k u ru c u su n u n Şeyh Adi olduğu kabul edilm ekte, b u zatın ise b ir İslâm m u ta savvıfı olduğ u göz ö n ü n d e tu tu lm a k ta h a ttâ “S ü n n i” olduğu özellikle v u rg u lan m ak tad ır. T asavvufun İslâm ’la d ire k t ilgisi olup olm adığı m eselesi bir yana, İslâm iyet’in esaslarından pek çok u za k laşm ış o lan Y ezidilik’in İslâm iy et’te n b aşk a b irço k d in d en de çeşitli u n su rları bün y esin e alm ış, “k a rm a ” bir din olduğu rahatça söylenebilir. Bu kon u y a yeri geldiğinde d ö n ü lecektir.
14 B eysanoğlu, Şevket, a.g.c., sh. 12 vd. 15 Ende, W erner-Steinbach, Der Islam in der G egenw art, M ü n ch en , 19 84, Yeziden, sh. 519; Şem scddin Sam i, Kam us-ul A laın’da neredeyse y ü zy ıl evvel, Ye zidiler’in “ism en m ü slü m a n ” olduklarına işaret etm iştir ki bu da o n u n ne ka dar uyan ık zekâlı bir insan old u ğ u n u gösterm ek tedir
VI. Yezidilik’te P assif Taıın (Deus Otiosus) Yezidi d in in d e en kulsal varlık “M elek Tavus”dur. Bu, aslında bizim şeytan dediğim iz yaratık ise de, o n u n bu d in d ek i m evkii ve m ahiyeti bam başkadır. B unu açıklam aya çalışalım . Yezidi lik’te M elek Tavus’u n yeri çok ö n em lid ir fakat o T anrı’n ın k e n disi değildir. O n u da Tanrı yaratm ıştır. Bu h u su s Yezidiler’in kutsal kitapların d a açıkça ifade edilm iştir. Brahm a dini gibi bazı dinlerde ve Yezidilik’te Tanrı, kâinatı ve dünyayı y arattıktan sonra, b ir tarafa (göklere) çekilm iş ve insanların yaptıklarıyla ve m u kadderatı ile artık bizzat ilgilen mez olm uştur. Buna teolojide (din ilm i) “D eus O tio su s” (passif Tanrı) denilm ektedir. Böyle b ir T anrı artık in sa n la r g ö zünde (pratik) önem ini kaybeder. Ç ü n k ü o n d an k endilerine artık ne bir zarar, ne bir yarar gelir. H albuki insan denilen yaratık, ya rarları peşinde koşan bir m ahlûktur. T a n n ’ya yapılan duaların, su n u lan k u rb a n la rın am acı, o n d an bir zarar gelm em esi veya beklenen bazı yararların gelm esidir. B unun için d ir ki dinler, in sanlara cennet vaad eder, sonsuz b ir hayat m üjdeler ve kendine sığınıp, em irlerine uyanları birtakım felâketlerden k o ru y up, çe şitli yararlar ve m u tlu lu k lar getireceğini söylerler. Buna karşılık insanlar da dualarla, kurbanlarla ve din in em irlerine uym akla, su n u lan nim etlere şükranlarını gösterm iş olurlar. K âinatı yaratan b ir T anrı’n ın , d ü n y a işlerine ilgisiz kalm ası, k endisinden birçok şeyler bekleyen insan ların da o n a verdik leri önem i azaltır. Tanrı kâin atı yaratıp so n rad an göklere çeki lirken, şüphesiz d ü n y an ın ve insan ların m u k ad d eratın ı başka bazı kutsal güçlere bırakır. B unlar aslında Tanrı adın a b u göre vi yerine getirirler. İşte b u n o k tad a Yezidilik’te “M elek Tavus” ortaya çıkm aktadır.
VII. Kutsal Yaratık Melek Tavus Yezidilik’te âlem in yaratıcısı Tanrı, d ü n y a işleriyle m eşgul ol m ayan bir “D eus O tio su s” o ld u ğ u n d an , insanları y ak ın d an il gilendiren d ü n y a işlerinde o n u n yerin e “M elek T avus” kaim
olm uştur. H ıristiyanlık ve M ü slü m an lık ta şeytan, bilin d iği gi bi, in san lan k ö tü lü k lere teşvik ed en eski b ir M elek’tir. Eski d i yoruz, çü n k ü Tanrı “ dem ’e secde etm elerin i em rettiği zam an b ü tü n m elekler riayet ettiği halde şeytan, T anrı’d a n başkasına secde edem eyeceğini esasen  dem ’in to p ra k ta n h alb u k i k en d i sinin ateşten yaratıldığım , yani d ah a ü stü n o ld u ğ u n u ileri sü rerek, T anrı’n ın em rin e karşı gelm iş, b u n u n ü z e rin e lan etle nip, gözden düşm ü ştü r. Şeytan in san ları ifsad edip, k ö tü lü k le re teşviki am aç haline g etird iğ in d en K u r’a n ’da o n u n şerrin d en Tanrı’ya sığınm a tavsiye edilir. B irçok âyette şeytan aleyhinde ağır itham lar, aşağılayıcı n itelen d irm eler vardır. H albuki Yezidilik’te evvela “şe y ta n ” k elim esin in ağza a lın m ası şid d etle yasak lan m ıştır. D aha ö n em lisi Y ezidiler bizim “şe y ta n ” ded iğ im iz yaratığ ı “M elek T av u s” d iye is im le n d ir m ekle kalm ayıp, ona bam başka vasıflar izafe etm işlerdir. M e lek Tavus, sadece b ir m elek değil, o n ların en b ü y ü ğ ü d ü r, şey tan, esasen m eleklerden b iri idi. F ak at T anrı'nın,  dem ’e secde etm e em rine uym ayınca lânetlenip, itib ard an d ü şm ü ştü . Bu h arek etin d en so n rad an çok p işm an o lan şey tan Yezidiler’in inancına göre yedibin yıl ağlam ış ve yedi k ü p ü gözyaşları ile doldurm uştur. Tanrı, b u d u ru m d a o n u affetmiş ve eski itiba rını iade etm iştir. Yani artık o eskisi gibi b ü yük b ir m elek, hatta m elek’lerin en büyüğü olarak itibarını yeniden kazanm ıştır. Yezidilik’te bizim bildiğim iz ve anladığım ız m ân âd a “şey tan ” d ü ş ü n c e s in in o lm a m a sı, Y ezidilik’te “k ö tü lü k p r e n s ib i”niıı reddedilişi ile yakından bağıntılıdır. Yezidilik’in “gerçek tem el d ü şü n ce leri’ ni m eydana çıkarm ayı d eneyen ö n em li y azarlar dan biri Profesör Max H orten olm uştur. H o rten , aslın d a H ıris tiyan bir d in adam ı olduğu halde, h em en b ü tü n ilm i çalışm a larını İslâm felsefesinin çeşitli m eselelerin e h asretm iştir. Bu k o n u la rd a yazdığı pek ço k a ra ş tırm a n ın o lg u n b ir m eyvesi olarak yayınladığı son b ü y ü k eserinde, k o n u m u zla ilgili olarak şu nları yazm aktadır: “Yezidilik, eski İran d u a liz ın in in (iyilik Tanrısı, k ö tü lü k Tanrısı diye ikili bir Tanrı anlay ışın ın ) aşılm ış bir şeklidir. Yezidiliğin ana öğretisini “k ö tü lü k ” diye b ir şeyin kabul edilm em esi yani k ö tü lü ğ ü n bir gerçeklik olm adığı iddia
ve d ü şüncesi teşkil eder. Yezidilik’te “k ö tü ” diye b ir şey kabul edilm ez. B ütün şeyler “Logos” (T anrı)dan kayn ak lan ır ve b u n ların hepsi iyidir. O nların bazılarına k ö tü lü k izafe etm ek, in sanların, kendi d ü şü n ü ş ve anlayışı s o n u c u d u r ve gerçek de ğil, itibari olan hüküm lerdir. Böylece onto lo jik açıdan “kötülü k ”ü n kabul edilm em esi so n u cu n d a sadece “şey tan ”ın varlığı reddedilm iş olm akla kalm ıyor, aynı zam anda c eh en n em in ve b ü tü n insanlarca tevarüs edilen g ü n ah (erb sü n d e) in ancının, keza insan so y u n u n hidayete, k u rtu lu şa ulaştırılm ası ihtiyacı n ın (erlösungsbedürftigkeit) varlığı da (ki b u son iki kavram H ıristiyanlığa m ah su s in an çlard ır) in k â r ed ilm iş olm aktadır. Y ezidiler’de ru h u n , b ir b e d e n d e n başk a b ir b e d e n e göçm esi (seelenw anderung) yoluyla affedileceğine in an ılm ak tad ır.”16 H o rten ’in özetle açıklam aya çalıştığım ız sö zlerin d en anladı ğım ız k adarıy la, “k ö tü lü k ” esasın ı k ö k te n re d d e d e n Yezidilik’te bizim kabul ettiğim iz anlam da b ir “şey tan ”m yeri yoktur. Böyle olunca da onları “şeytana tap an lar” diye nitelem ek b ü yük bir hatadır. Son zam anlarda “şeytana tap an lar” sıfatının yanlışlığı o ka d ar iyi anlaşılm ıştır ki, artık k itap ların yalnız m etin lerin d e, iç le r in d e değil, k ap aklarındaki başlıklarda bile, adıgeçen yanlış nitelem eye bir nevi tepki gösterilm ektedir. L o n d ra’da 1962’de yayınlanm ış bir eserin başlığında şu n lar yazılıdır: Taufiq W ahby: R em n an ts of M itraism in H atra an d Iraqi K urdistan and its traces in Yazidism. (The Yazidis are not devil Worshippers) Yezidiler şeytana tap an lar değildir! Tarih ve Toplum, sayı 131, Kasım 1994
16 H orten, M ax, D ie Philosophic âes İslam , M ü n ch en , 19 2 4 , sh. 126 vd.
150
11. Ölmekte Olan Bir Din: Yezidilik ve İlgi Çekici İnançları, Âdetleri
B undan önceki yazım ızda giriş olarak, Yezidilerin şeytana tap tıkları h u su su n d ak i çok yaygın fakat yanlış id d ian ın n e d en ge çersiz o ld u ğ u n u gösterm eye çalışm ış ve k o n u y la ilgisi ö lçü sü n d e d in lerin d en sözetm iştik. Bu yazıda ise “Yezidîlik” d e n i len dini tüm ü y le ele alm ak ve Yezidi to p lu m u n d a bize garip g ö rü n en inanç, gelenek, âdetlerine değ in m ek geleceği hakkındaki bazı görüşlere yer v erm ek istiyoruz.
I. Yezidi Dininin Mahiyeti Ö nce Yezidilik’in ne olm adığı h ak k ın d a b ir iki nok tay a değin m ekte yarar vardır. H em en söyleyeyim ki Yezidilik bazılarının hâlâ inandığı gibi, İslâm iyet’le d o ğ ru d an ilgili b ir din değildir. Yani o n u n uzakta da olsa bir m ezhebi, dalı değildir. Yezidılik’in k u ru cu su sayılan Adî bin M usafir’in, tarihen bili nen bir m utasavvıf şeyh o lu şu n d an kaynaklanan b u İslâm iyet yakıştırm ası tam am en zorlam adır. Kaldı ki daha önceki yazıla rım ızda, değindiğim iz gibi, tasavvufun da (Islâm M istisizm i n in ) İslâm diniyle esasen d o ğ ru d an b ir ilişkisi yoktur. M isti sizm , şekilci d in lerin havasından k u rtu lm a k isteyen, d inî ba kım dan duyarlı insanların, Tanrıyı, b irtakım talim atlara ve k u
rallara uyarak değil, ferden aram a yolu olarak n itelendirilebile cek, evrensel b ir d in cereyanıdır ve b ü tü n b ü y ü k d inlerde ra st lanan bir oluşum dur. Yani Islâm a m ahsus b ir şey değildir. Yal nız Yezidilik, İslâm iyet’in bir dalı değilse de o n d an önem li öl çüde etkilendiği de b ir gerçektir. Bu konuya aşağıda döneceğiz. D iğ er ta ra fta n , Y ezid ilik ’i esk i İra n d in le r in d e k i d u a lis t inançların b ir uzantısı gibi görm ek de isabetli sayılam az. B ilin diği gibi Z erdüşt’ü n k u rd u ğ u din (ki b u n a Parsizm , M azdeizm de d en ilm ek ted ir), iyilik ve k ö tü lü ğ ü n veya b u n la rı sim gele yen A hura M azda ile A h rim an ’m devam lı m ücad elesin e daya nan ve so n u n d a galip gelecek olan A hura M azda’ya yani iyilik ve aydınlık yoluna insanları teşvik eden b ir dindir. Yezidilik Z e rd ü ştç ü lü k te n de b ü y ü k ö lçü d e e tk ile n m iş ise de M ax H orten ’e göre, Yezidilik’te bu d u alist İran d in i aşılıp, M onizm ’e varılm ıştır. Ç ü n k ü evvelce değindiğim iz gibi k ö tü lük prensibi reddedilm iştir. O halde ilk önem li tesbitim iz, Yezidilik’in çok etkilendiği bu iki din d en hiçbirinin b ir devam ı veya kolu olm adığıdır. Yezidilik b u iki d in d e n b aşk a d iğ e r b irç o k d in le rd e n de esinlenm iş, etk ilen m iş ve o n la rd a n bazı u n su rla rı b ü n yesine alm ış karm a bir dindir.
II. Yezidiliğin Başka Dinlerden Aldıkları Yezidilik çeşitli d in lerd en b irço k u n su rla rı alıp kendi b ü n y e sinde eritm ek istem iştir. B unda tü rlü n ed en lerle başarıya ula şam am ış olduğu görülecektir. A slında b ü n y esin d e çeşitli, fark lı yabancı u n s u rla rı b ira ra y a g e tire n , fakat b u n la r a ra sın d a m antıklı bir u y u m ve sistem sağlayam ayan b u d in ’e “karm a din" yerine “k arm aşık ” bir din d em ek daha u y g u n o lu r sa n ı yoruz. Bu fikri d e lille n d irm e k ü zere başka d in le rd e n alınan u n surlara örn ek olarak M enzel, Diez, G abriel gibi araştırıcılar dan derlenm iş kısa bir listeyi sıralayalım : Putperestlik’ten: Toprak, su, ateş, ağaç-kültü, ile ilgili inançlar; Şam anizm ’den: G öm m e âdetleri, dans ve rakslar, rüya k eh a neti;
Hint-Ari D inler’den: G ök cisim leri ve özellikle G ü n eş’e perestiş; Sabiîlikten: Tenasüh (ru h u n g ö çü ), g ü n a h la n n b u yolla ce zalandırılm ası; M aniheizm : Tem izlenm e esasları; Eski İran (Z e rd ü ştç ü lü k ): D u alizm i ça ğ rıştıra n h u su sla r iyilik prensibi (d ö rt ana elem ana perestiş!) M usevîlikten: S ü n n et olm a, d o m u z eti yasağı (İslâm iyet’e de geçm iş olan bu h ü k ü m le rin Yezidiliğe Islâm dan geçm iş olm ası daha kuvvetli bir ihtim aldir.) H ıristiyanlıktan: Eski ve Yeni A hdin kutsal sayılm ası, Isa’n ın tekrar geleceği inancı, h er yıl İsa adına ku rb an . Şizm atik H ıristiyanlık özellikle N estu rilik ’ten: Vaftiz, A kşam yem eği, şaraplı ekm ek ayini, ev lenirken kiliseleri ziyaret etme. İslâm iyet’ten: O ru ç, k u rb a n kesm e, hac, s ü n n e t ve do m u z eti yasağı, sırat k ö p rü sü inancı, K ur’a n ’ın k u tsallığı vb. Tasavvuftan: Vecd, in ançları gizli tu tm a, b ü y ü k m utasavvıf lara m ezar ve tü rb elerin e b ü y ü k saygı gösterilm esi. Y ukardaki liste şü p h e siz d ah a ço k u z atılab ilir. Y ezidiliğin k arm a d in o ld u ğ u n u sö y lem iştik . Y ukarıdaki ö rn e k le rin bu karm alığın so m u t şekilde ortaya k o n u lm asın a yardım cı olaca ğını sanıyoruz. Yezidiliğin ana n iteliklerinden biri “k arm a” o luşu ise diğeri de o n u n bir halk dini oluşudur. H alk d in i k avram ının bir anla mı da belirli bir h alk’ın dini olm asıdır. H alk D ini b u anlam da, Tanrı’nın belirti ve “seçtiği bir h alk a” gönderdiği dindir. Tanrı’nın, se ç tiğ id ir halk için özel (gönderilm iş) bir din o ld u ğ u n dan böyle dinlere dışardan bir kim senin girm esine im kan yok tur. Yezidi ana ve babadan gelm eyen biri “ben Yezidi olacağım ” diye gelip Yezidi d in in i kabul edem ez. Bizde de b u n a ö rn ek Kı zılbaşlık, Aleviliktir. Bir kim se Bektaşiliğe intisap etm ek isterse bu m ü m kün d ü r. Fakat anası ve bilhassa babası Alevi olm ayan b ir kim se Aleviliğe katılam az. Böyle dinlerde m isyonerlik yok tur. Yani din adam lan, dinlerini yaym ak için p ropaganda yap mazlar, ç ü n k ü b u n u n bir anlam ı olm az. Böyle d in ler de fazla bir gelişm e gösterem ez ve ekseriya zam anla kaybolup giderler.
H em en h er d in in ağırlık m erkezi T anrı’dır. K âinatı ve dünyayı yaratan Tanrı’nın Yezidilikteki m evkiini geçen yazıda g ö rm ü ş tük. O , yaratm a işin d en so n ra b ir tarafa çekilm iş “p assif bir T anrı” olarak kaldığından, ne d u aların k en d isin e yöneltildiği, ne de adına k u rb an lar verilen b ir T anrı’dır. O n u n yerine, d ü n yayı ve insanları yönetm e işi kend isin e bırakılm ış olan M elek Tavus geçm iştir. Bu bak ım d an artık Yezidiliğin en önem li k u t sal varlığı M elek Tavus’dur. O n u n da m evkiini ve bizim Şeytan ’ım ızla aralarındaki farkı gösterm eye gayret etm iştik. M elek T avus’tan so n ra, ta b ir caizse k u tsa l v a rlık la r h iy e ra rşisin d e Şeyh Adî gelm ektedir. Şim di o n u görelim :
IV Şeyh Adî bin Musafir Yezidiliği k u rd u ğ u kabul edilen Şeyh Adî b in M usafir kim dir? Yezidiler ind in d e b ü y ü k saygı g ören, Kuzey Irak ’la Laleş’teki türbesi, her yıl yapılan bir hac y o lcu lu ğ u n u n hedefi ve büyük dinî m erasim lerin ve eğlencelerin m erkezi olan b u zat, tarihen bilinen bir şahsiyettir. Bağdat’ta faaliyette b u lu n a n b ir m u ta savvıf şeyh iken, so n rad an faaliyet alanını H akkari bölgesine taşım ış ve orada çevresine b ü y ü k b ir cem aat toplayabilm iş bir din adam ı idi. Bu y ü zden ism ine H akkarili sözcüğü de eklen m iştir, ölüm tarihi 1160 olarak bilinm ektedir. D em ek ki Şeyh Adî 12. yüzyılda yaşamıştır. Rivayete göre S ünni o ld u ğ u kabul edilen bu şeyh, H akkari bölgesine çekilip, orada yavaş yavaş yeni bir dinin çekirdeğini k u rm u ştu r. Sosyolojik b ir açıd an ba kılırsa, tasavvufa in tisap ederek, İslâm iyet’in gerçek h ü v iyetin den esasen biraz uzaklaşm ış olan Şeyh Adî, H akkari ve çevre sindeki oldukça ilkel şartlar içindeki halk ın ru h u n u okşayabi lecek yeni bir dini, çevresindeki in san ların seviyesine uygun bir inançlar sistem ini, b ir ipek b öceğinin kozası gibi sessizce örm üştür. Başka bir deyim le, peygam berliğini ilân etm iştir. Zi ra kutsal kitap ların ı in celerk en göreceğim iz gibi, Y ezidilerin kutsal kitapların d an biri (Vahiy kitabı) anlam ına “Kitcıb ül Cil
ve” adını taşım ak tad ır ve bu k itap Şeyh A dî’ye v ahyolunm uştur. D em ek oluyor ki o b ir peygam berdir. Şeyh A dî’n in hayatı h a k k ın d a y a z ılm ış, b ild iğ im iz y e g â n e m o n o g ra fiy i R u d o lf F rank isim li b ir A lm an araştırıcı yazm ıştır.’ G erçek ten yaşadı ğı iyice bilinen b u m utasavvıfın, iddiaya göre S ü n n i b ir M üslü m an iken nasıl o lu p da so n rad an şeytana tap an lar diye adı çık m ış bir cam ianın başına geçip, yeni b ir d in k u rd u ğ u n u n ay rın tılarını bilm iyoruz. Şeyhlikten peygam berliğe y ü k selen Şeyh Adî, b u n u n la da kalm am ış, b u defa T an rılığ a yükseltilm iştir. M alûm sözdür, şeyh uçm az m ü ritleri u ç u ru r” O n u da m ü ritleri Tanrı katm a k ad ar uçurm uşlardır. F ak at işin d ik k at çe kici tarafı şu d u r ki, o n u ancak asıl kendi m ın tık asın d ak iler ya ni m ü ritleri T anrılığa yükseltm işlerdir, başka yerlerdeki Yezidiler, h ü rm etleri baki kalm ak üzere, T a n rılık m erteb esini o n dan esirgem işlerdir. Bugün m ezarı çevresinden getirilm iş k ü çü k to p rak topaklarını, k asten yem eyen veya yalam ayan o lu r sa d in d en çıkm ış sayılm aktadır. Sihirli daire b ah sin d e görece ğim iz gibi o n u n d airesinden çık an lar vaktiyle h oş görülm ediği gibi, şim di de o n u n to p rağ ın ın tad ın a bakm ayanlar, Yezidi bile sayılam ıyorlar. Bizce o n u n b ü y ü k b ir şeyh o ld u ğ u anlaşılıyor. Ç ü n k ü en azından çevre h alk ın ı etkileyip k en d in e b en d etm e sini bilen ve bu işi ustaca başaran ve onlara, u y g u n gelen bir dini yaratan insanın alelade b ir in san olm adığına, T a n n ’sal bir y ö n ü n ü n b u lu n d u ğ u n a inanılm ası tabiîdir.2 v
V Emevi Halifesi Yezid’in Yezidilikteki Yeri Yezidi sözcüğü nereden gelm ektedir? M eşh u r Em evi Halifesi M uaviye’nin oğlu ve Kerbela Faciasının kahram anı Yezid’le bir ilişkisi var m ıdır? Yoksa bu sözün başka bir kaynağı olabilir mi? Yaşları ilerlem iş olanlar bilirler. A nalarım ızın, b ir büyükçe k a b ah a t işleyen veya işlem e şü p h e si a ltın d a k i ço c u k la rın a: “Seni Yezid sen i, g en e ne Y ezidlikler y a p tın k im b ilir” diye 1 Frank, R udolf, Sdıeic/ı A di, Berlin, 1911. 2
H anm ann, Richard, Die Religion des Islam, Berlin, 1944, s . 155.
azarladıkları çok olurdu. Bu laflardaki Yezid’in p e k sevilm eyen b iri o ld u ğ u n u h isse d e r fak at n e d e n in i b ilm e z d ik . R ic h ard H a rtm an n , en yeni a ra ştırm a la rın Yezidi ism in in , H alife Yezid’le ilişkili olduğu ih tim alin i k uvvetlendirdiğini yazar. G er çekten Basel Ü niversitesi’n in m e şh u r tasavvuf araştırıcısı Pro fesör Fritz M eier de “Yezidilerin İsm i” başlıklı ö n em li b ir m a kalesinde, Yezidi ism iyle Yezid’in ilişkili o ld u ğ u so n u c u n a var m aktadır. H albuki Yezidî ism inin, eski F arsça’da Tanrı an lam ın a gelen “Yazdan” (ki bu kelim e yeni Farsça’da lzed ve Ezidi, İzidi, İzdi şek illerin e g irm iştir) sö z c ü ğ ü n d e n gelip, Yezidi’n in T anrı’ya m ensup, Tanrı’ya tapan gibi b ir anlam a geldiği de ileri sü rü l m üştür. Bu iddia Yezidilerin en ulu k işilerin d en olan Şeyh N a sır tarafından m e şh u r araştırıcı Badger’e şöyle ifade edilm iştir: “We are Yazeedees th at is, w e are w o rsh ip p er of G o d ’’ (Biz Ye zidiyiz, yani T an n ’ya tapanlarız). Bu sözler açıkça Yezidi keli m esinin Halife Yezid’den değil, Tanrı an lam ın d ak i Yazdan’dan kaynaklandığını ifade etm ektedir. E. Sever’in k itab ın d a Yezidi Em iri; M uaviye b in lsm ail-el Yezidinin H a m b u rg ’da 1990’da yayınlanm ış bir m akalesi yeralm aktadır. Em ir, b u ra d a Yezidi adını yaygın olduğu için k u llan d ık ların ı aslında k en d i arala rında “Ezdey ve İzidi” dediklerini, Yezid’le aslında b ir ilgileri olm adığını yazm aktadır. O rtaya alılan bu zıd fikirler, ne olursa olsun, Halife Yezid’in Yezidiler in d in d e b ü y ü k b ir ö nem i o ld u ğu anlaşılıyor. H attâ o n u n da Şeyh Adî gibi T anrı’laşlırılm ası veya T anrı’nın y ery ü zü n d ek i z u h u ru olarak telâk k i edilm esi, doğum g ü n ü n ü n b ü y ü k bayram olarak k u tlan m ası, bize b u n u açıkça gösterm ektedir. Acaba bu önem in kaynağı nerededir? N eden Yezid’e bu d e rece kıym et atfediliyor? Büyük o rien talist R ichard H artm an n b u n u kısaca şöyle açıklar: T arihte, önce A raplar arasın d a o lu şan m üfrit Emevi taraftarı b ir parti, so n rad an bazı K ü rtler ara sında da yer tu tm u ş ve so n u n d a Yezid’e “yarı T anrı” olarak b ü yük saygı gösteren bu züm re, Yezidi ism ini alm ıştır.
VI. Yezidiliğ in Yedi B ü yü k M eleği K utsal varlıkların arasında yedi m eleğin önem li b ir yeri vardır. Bu m elekler. Tanrı’n ın başka v arlıklarda z u h u ru n d a o ld u ğu gi bi, Yezidilerce, bazı d in u lu la rın ın şah sın d a so m u tlaştırılm akta ve onlarla özdeşleştirilm ektedir. M ushaf-Reş'e göre Tanrı d ü n y an ın y aratılışın a ö n ce beyaz b ir inci y a ra ta ra k b aşlam ıştır. Sonra bu inciyi yine kendi yarattığı A nlar veya A ngor isim li bir k u şu n sırtına, orada k ırk b in yıl h ü k ü m sürm esi için ko y m uştur. D aha sonra da yedi b ü y ü k m eleği yaratm ıştır. Bu m e lek lerin yaratılış g ü n le ri ve şa h sın d a so m u tla ştık la rı şeyhler şunlardır: Pazar günü: M eleklerin hepsinin başı olan Azrail (Azazil, Zazail). Bu M elek Tavus’tu r ki m evkiini önceden belirtm iştik. P a z a rte si: M elek D a rd a il (Ş ey h H a ş a n - H a şa n el B asri) Sah: M elek İsrafil (Şeyh Şem seddin) Çarşam ba: M elek M ikail (Şeyh E bübekir) Perşem be: M elek C ebrail (Şeyh Saceddin) Cum a: M elek Şam nail (Şeyh N asireddin) C um artesi: M elek Turail (Şeyh F a h re d d in ).3 Tanrı sonra da yedi gökü, yeri, g üneşi ve ayı yarattı. B undan sonraki yaratm a işini ise son yarattığı M elek F a h re d d in ’e hava le etti ve o da insanları ve hayvanları yarattı. Bu garip yaratm a sü resin d e d ik k at çeken b ir h u su s da göküfı ve gök cisim lerinin bizzat Tanrı tarafından, b u n a m ukabil insanların bir m elek tarafından yaratılm asıdır. Yezidilikte gök cisim lerinin önem li bir yeri o ld u ğ u n a değin m iştik. G ün eşin ışıklarına yönelerek d u a edilm esi ve b u ışığa tu tu lan ellerin yüze ve kaşa sürü lm esi, ay ve y ıldızların bazıla rına gösterilen itibar ve verilen ö n em b u n u açıkça gösterm ek tedir. Ç oban Yıldızı veya Sabah Yıldızı (bazen de A kşam Yıldı zı d en ilen) Venüs’ü n so n b ah ard a (?) ilk g ö rü n ü şü n d e (?) h e r kesin evine k apanm ası ve iyileşm ez hastalık lard an k o ru n m a k için k u rb an kesm eleri b u n u n bir örneğidir.
3 M en zel, Thcdor, Ein Beitrag z u r K enntnis der Jesiden.
VII. Kutsal Kitapları Yezidilerin dinleri, hele kutsal kitapları h a k k ın d a yabancılara bilgi verm eleri kesinlikle yasaktır. Bu y üzden Yezidilik d in ola rak dünya ilim âlem i için u z u n süre b ir m u am m a olarak kal m ıştır. B ugün bile b ilin m ezlerin tü m ü n ü n ç ö z ü lm ü ş olduğu söylenem ez. Kitab ül Cilve isim li kitapta, “Bu kitab ı d in d en h a riç olanların oku m ası caiz d eğ ild ir” şek lin d e b ir h ü k ü m b u lu n m ası da, d in le rin e ait bilgileri d ışa rıd a k ile rd e n nasıl k ıs kançlıkla sak ladıklarının işaretidir. Yezidilerin k u tsa l kitapları olarak kabul edilen iki k itap bahis k o n u su d u r. Kitab ül Cilve veya Celve (Vahiy K itabı) Mushaf-Reş (Kara Kitap). Kitab ül Ciîve’nin M elek Tavus tarafından Şeyh A dî’ye vahy o lu nduğuna inanılır. Vahiyden söz edildiğine göre M elek Tav u s’un Tanrı olarak kabul edilm iş b u lu n d u ğ u görülüyor. Asıl Tanrı d u ru rk e n kutsal kitabın M elek Tavus tarafın d an vahyolunm ası ilk bakışta ters gibi geliyorsa da belki de d ü n y a işleri n in M elek Tavus’a havale edilm esi, d ü n y ad ak i in san lara hitap eden bir kitabın M elek Tavus’ca gönderilm iş olm asını anlam lı ve m antıklı kılabilir. Bir Yezidi e m irin in , S ch ü tz’e d in le rin in d ö rtb in senelik o ld u ğ u n u söylem esine rağ m en , Kitab ül Cilve’nin, onikinci yüzyılda yaşam ış o ld u ğ u b ilin en Şeyh A dî’ye vahyolunduğ u , ikinci kitap Mııshaf-Reş'in ise H aran el Basrî ta rafından yazıldığı ve b u zatın ikiyüz yıl d ah a so n ra yaşadığı göz ö n ü n e alınırsa, d ö rtb in yıl iddiasın ın b ir m asal o ld u ğ u o r taya çıkar.4
A. Kutsal Kitapların Eski M etinlerinin Bulunuşu Y üzyılım ızın,başlarında şifreli, gizli bir h a rf sistem i ile yazıl m ış K ürtçe yeni bir m etni b u lu n an a kadar, k u tsal kitapların, kısm en adam akıllı b o zu k olan, A rapça kopyeleri b ilin iy o rd u ve bu m etinleri, O.H. Parry ve I. Jo sep h çevirip, yayınlam ışlar dı. Bağdat’lı K arm elit Papazı A nastas M arie’n in u z u n çabaları
4
Schütz, Paul, a.g.e., s .138.
158
so n u cu n d a, Yezidilikten m ü rte t (d ö n m ü ş) b irin in , b ü y ü k rü ş vet karşılığında, bir fotoğraf sadakatiyle, şifreli b ir yazı ile ya zılm ış orijinal m etni u z u n sü red e istin sah ederek, adı geçen papaza ceste ceste teslim etm esiyle, yeni b ir araştırm a d önem i başlam ıştır. Bu şifreli yazı sistem i, A rapça ve Farsça alfabelerden o lu ştu ru lm u ştu r. Asıl m e tn in dili, S ü ley m an iy e civ arın d a yaşayan Bebe K ürtlerin in kullan d ığ ı M u k ri leh çesin e b e n z e m e k te ise de bug ü n k o n u şu lan d ilden farklıdır. Bu şifreli m etn in , daha evvel Arapça yazılm ış b ir m etin d en çevrilip çevrilm ediği veya böyle bir m etn e dayan ıp day an m ad ığ ı k esin' o larak b ilin m e m ekledir. Papaz A nastase M arie, so n rad an tem in edebildiği iki Arapça m etin d en de yararlanarak, h e r iki kitabı da şifreli m e tin d e n A rap h arflerin e çevirm eyi b aşarm ıştır. Şim diye kadar bilinen m etinlerle yapılm ış ten k id li b ir m ukayese, yeni keşfe dilen m etinlerin, b ü y ü k b ir ihtim alle en eski m etin o ld u ğu so n u c u n u verm iştir. B ü tü n b u çalışm alar neticesin d e, daha önce b ilin en A rapça m e tin le rin h a le n k a y b o lm u ş veya g izlen m iş A rapça en eski m etin d en (U rschrift) k aynaklandığı söylenebi lir. A vusturyalI Prof. M axim ilian Bittner, bilhassa M ushaj-Reş için bu şüpheyi taşım aktaydı. Fakat k en d isi bu çetin işin şim dilik kesin halline im k ân görm em ek te o ld u ğ u n u söyler. Yezidilerin dillerinin K ürtçe ve b ilin en d u a la rın ın yani iba d e t dilllerinin de K ürtçe olduğu g ö z ö n ü n d e tu tu lu rsa , elde b u lu n an kutsal kitap n ü sh a la rın ın h em en tü m ü n ü n A rapça ya zılm ış olm ası n ed en d ir bilm iyoruz. Ç ü n k ü M enzel’in k aydetti ğine göre, M ushaf-Reş’in gayrı m evsuk b ir ilâvesine göre Tanrı da K ürtçe ko n u şu y o rm u ş. Vaktiyle “Cem iyel-i A kvam ”ın M u sul Meselesi nedeniyle görevlendirdiği b ir k u ru l’u n m ahalline gidip hazırladığı b ir rapora göre (1 9 2 5 ), Sincar Yezidileri cen nete de K ürt dili k o n u şu ld u ğ u n a inanıyorlarm ış. K anaatim iz ce, K u tsal K ita p la rın m e tin le r in in A rap ça o lu ş u , b u n la rın K ürtçe k o n u şa n Tanrı tarafın d an değil, A rap m ed reselerinde yetişm iş olm aları h em en hem en kesin olan bazı Yezidi b ü y ü k leri tarafından hazırlanm ış olm alarındandır. K ü rtçen in fakir ve ilkel bir dil olm ası, A rapçanın zenginliği de, bu z a t’ların bu di
li k u llanm asın ın asıl n ed en i olabilir. Kitab ül Cilve’n in , B ağdat’ta yetişm iş m utasavvıf, Şeyh Adî tarafından sekreteri F a h red d in ’e d ik te ettirildiği M ushaf-Reş’in ise, H aşan el Basrl elinden çıktığı k ab u l edildiğine ve bu zatın da H. 642-728 arasında yaşayıp A rap k ü ltü rü ile yetişm iş ol duğu bilindiğine göre, kutsal k itap ların A rapça olm asın ın n e deni çözülm üş sayılır. O kuyucularım ıza bir fikir verm esi için Kitabü'l Cilve’d en b a zı h ü k ü m leri aynen alıntılıyoruz: (B eysanoğlu’n u n eserindeki sadeleştirilm iş m e tin d e n ).5
B. Mukaddime 1. B ütün yaratıklardan önce var olan M elek Tavus’tur. 2. O n u Abd Tavus k en d i has m illetin i farklı k ılm ak ve yol gösterm ek, k ö tü lü k lerd en ve boş hayallerden k u rta rm a k için bu âlem e gönderdi. 3. Ve bu işin başlangıcı şifahen kelam ı tesbit ile o lu p sonra, Cilve ism iyle a d la n d ırıla n b ü k itap vasıtasiyle o ld u ki b u n u d in d e n hariç o lan ların o kum ası caiz değildir.
C. Birinci bölüm
1. Ben varoldum ve şim di de m evcudum . Ve y aratık lar üze rinde saltanat ve idarem altın d a o lan ların c ü m lesin in işlerini ve teşebbüslerini ted b ir altına alarak so n su za d ek kalacağım . 2. Lâzım olduğu zam an bana g üvenip çağıran ların yanında hem en hazır olurum . 3. M ekânlardan b ir m ekân h em en b en d en hali (boş) değil dir. H aricilerin arzu ve istek lerin e uygun o lm am asın d an ö tü rü şerr (k ö tü lü k ) dedikleri b ü tü n olaylarda b en im iştirakim var dır. (Yani k ö tü lü k o nlara göredir! A slında k ö tü değildir. T.A.) 5. H ak m ucibince, yaratık ların yaratılışın d ak i n iteliklerine, ahlâkına göre ru h sa t veririm . 5 $. B eysanoglu, a.g.c.
160
7. Diğer ilâhlar benim işim e karışam azlar. Ve h e r ne olursa olsun, benim m aksad ım d an beni m en edem ezler. 8. H aricilerin ellerinde b u lu n a n k itap lar gerçek değildir. Ve bizim gönderdiklerim iz tarafından yazılm ış da değildir. Lâkin o n lar yoldan çıkm ış ve azm ış ve tebdil ve ta h rif etm işlerdir. H er biri diğerini iptal ve fesheder.
D. İkinci bölüm
2. Yeryüzünde ve yerin ü stü n d e ve altın d a olan h er şeye ta sallut elim dedir. 6. E m in olanlara h er tü rlü şekil ve n evide g ö rü n ü rü m . 11. Bu alçak düny ad a tarafım dan sın ırlan d ırılan zam andan (ö m ü r) ziyade k im senin sakin o lm asına m ü saad e yoktur.
VIII. Şeyh A dî’nin İlâhisi Şeyh Adı’n in ağzından yazılm ış, fakat asıl kaynağı bilinm eyen ve İlâhi diye isim lendirilen kısa m etin akıllarım ızı k arıştıracak m ahiyettedir. Aşağıda verdiğim iz ö zetten de g ö rü leceğ i gibi, öyle ifadeler taşır ki Tanrı’n ın y a h u t M elek Tavus’u n k o n u ştu ğu intibaı uyanm aktadır. K o nuşanın M elek Tavus o ld u ğu k a naati, yezidîliğin özellikleri b ak ım ın d an ağır basm aktadır. Şeyh A dî’n in bir T anrı edasıy la k o n u ş m a s ı ilgi çekicidir. Şeyhin T anrı’”nın b ir z u h u ru o ld u ğ u şak lin d e k i in a n c ın , bu İlâhide açık b ir örneğini buluy o ru z. Bir kere d ah a tekrarlaya lım ki Yezidilik’in gerçekten tu tarlı b ir inanç sistem i k u ram a dığı burada da görülm ektedir. Tarihen bilin en b ir in sa n ın k en d i ağzından T anrı’lığını veya o k u d re tte b ir yüce v arlık o ld u ğ u n u id d ia etm esiy le gerçek bir ilkel halk d in i ile karşı karşıya b u lu n d u ğ u m u z u anlıyoruz. İlahiden bazı parçaları n ak led erek bu d ü şü n cem izi d elillendirelim: Benim bilgim, tüm varlıkları kuşatır, Benim varlığım, benden gelir,
Evrende varolan her şey, benim buyruğumdadır. Yeryüzünün yargıcı ve yöneteniyim . Benim yüceliğim e tapınır insanlar Bana gelirler, öperler ayaklarım ı, Şeyh'im ben, benden başka y o k tu r tapacak. Benim, kendimi mucizelerle gösteren. Bana indirildi m utluluklar kitabı, Dağları eriten Efendimden. Şam lı A d î’y im ben, Musafir'in oğlu. Yüce bağışlayıcı, çeşitli adlar verdi bana, Göksel tacı, m akam ı ve yedi göğü ve yeryüzünü. G izlerim e erenlerin yüzünde, benden başka Tanrı yoktur? Her şey benim buyruğum altındadır. Onun için benim önderliğimi yadsım ayın...6 Bu İlâhi, Şeyh Adî’nin ağzından yazılmış görünüyorsa da onun tarafından yazılmış olması hem en hem en im kansızdır. “Şeyh u ç maz, m üritleri u ç u ru r” sözün ü tekrarlam anın tam yeridir. H aydi kâinatı yaratan T a n n ’larım , pasif o lu p b ir k enara çe kildiği için hesaba katm ayalım . F akat bu İlâhideki iddialardan so nra M elek Tavus u n d u ru m u nasıl açıklanacaktır? İslâm iyet’ten esinlenildiği intibaı u y an d ıran , “B enden başka tapacak y o k tu r” gibi ibarelere bakılırsa, b u İlâhinin (so n rad an ) şeyhi T an rılaştıran gru b a m e n su p biri tarafın d an yazıldığı k o layca tah m in edilebilir. Bazı bilginlerin Yezidilikte (Tanrı-M elek Tavus ve Şeyh Ad!) ü ç lü sü n d en , H ıristiyanlıktaki teslis (ü ç lü lü k te birlik) p rensibi n e benzer bir inancın yaratıldığını ileri sü rd ü k le rin d e n sözetm iştik. Bu İlâhide b ir adım d ah a ileri gidilerek Şeyh Adî bu d e fa tek Tanrı olarak ortaya ç ık m ak tad ır ki, b u n u n Yezidilerin ancak belirli b ir zü m resin in inancı olabileceğini söyleyebiliriz. B enzeri b ir d u ru m a , A li’yi T an rı la ş tıra n ve esas itib a riy le İran ’da yayılm ış Ali İlahî veya Ehl-i H ak d en ilen zü m red e rast lam ak m ü m k ü n d ü r. 6
Sever, Erol, a.g.e. Ek 3, s. 129. İngilizced en yapılan bu çeviride bazı hatalar ya pılm ış old u ğu farzcdilse bile Şeyh A dî’nin Tanrılığı açıktır.
IX. Yezidileritt ibadetleri Yezidilerde kilise, cam i gibi ib ad etlerin , cem aatle b irlik te ya pıld ığ ı “m a b e t”le r (ta p ın a k la r) y o k tu r. Ö y le g ö rü n ü y o r ki Şeyh A dî’n in tü rb e sin in b u lu n d u ğ u Laliş’e h e r yıl yapılm ası gereken hac süresince yapılan to p lu m erasim ler d ışın d a ferdler, dualarını ve ibadetlerini sessizce ve çevreden ve özellikle yabancılardan gizli olarak yaparlar. G özlem cilerin k a y d e ttik le rin e g ö re en sık y a p ıla n ibadet, yüksekçe bir yere çıkarak g ü n eşin d o ğ u şu ve b atışın d a o n u n ışıklarına yönelerek üç kere eğilm ek, d u a etm ek suretiyle yapı lır. Bu esnada o k unan duaların ne olduğu p ek iyi bilinm em ekte dir. Schütz (s. 140) bazı duaların aşağı yukarı şu şekilde o lduğu nu söylüyor: “Tanrım sen b ü y ü k sü n ”, “E bedisin”, “Biz Yezidileri sen yarattın”, “Sana, ru h u m u z u insan su retin d e yaratıp, bir eşeğe koym adığın için m in n e tta rız .” Basit h a lk ise şöyle dua edermiş: “Tanrım , beni buraya (dünyaya) getirm iş pld u ğ un için sana m üteşekkirim ”, “Beni Yezidiliğe kabul etm ekle gösterdiğin lûtfa şü kranlan m ı su n arım ” deyip güneş ışığına uzatılan ellerini yüzlerine ve sağ kaşlarına sürdüklerini yazanlar vardır. M erhum N azm i Sevgen’in Yezidiler h ak k ın d ak i b ir dergide yazdığı m akalede kullandığı ve g üneşe tapm a h alin d e bir kadı nı gösterdiği belirtilen fotoğraf da (k i Tarih ve Toplum’da ya y ınlanm ıştı) k ad ın ın gölgesinin yan tarafa d ü ştü ğ ü açıkça gö rülm ektedir. G üneşe d ö n m ü ş b irin in gölgesinin y anına değil arkasına düşm esi gerekm ez mi? E sasen b ir Yezidiyi, b u işlerde titizlikle uyd u k ları gizlilik nedeniyle güneşe d u a ederk en ya kalam ak, hele fotoğrafını çekm ek çok zor olsa gerektir. (B ura da istidraden söyleyelim ki yazım ızda kullan ılan fotoğrafların altlarındaki yazılar bize ait olm ayıp, dergi yön eten leri tarafın dan fotoğrafın kaynağından alınarak yazılm ıştır.) G üneşe d ö nerek yapılan ibadetin sık yapılan ibadet o ld u ğ u söylenebilir. Diğer önem li ve uyulm ası b eklenen ibadetlerden biri, Yezidilerin haccı m esabesinde olan Şeyh A dî’n in m ezarının ziyaretidir. Bu h er yıl 15-20 Eylül tarihleri arasında yapılır ve b u n a b in ler ce Yezidi katılır. A.H. Layard, d o stlu ğ u n u kazandığı Şeyh N a
sır’ın davetlisi olarak böyle b ir m erasim e katılm ış ve b u m era sim lerin çok canlı ve artık klasik sayılan b ir tasvirini yapm ış tır. O ziyarette beşbin kişi k ad ar m erasim e katılm ış.7
A. O ruç Yezidilerde oruç, genel olarak aralık ayı içinde tu tu la n , üç g ü n lü k diğer b ir ibadet şeklidir. Bu oru ç, şaraplı b ir m erasim le sona erer. O ru cu n tu tu lu ş şeklin in Islâm iyettekinin aynı o ld u ğu biliniyor. Yine İslâm iyet’te o ld u ğ u veya yapıldığı gibi, daha u z u n oruç tu tan ların da b u lu n d u ğ u söylenebilir.
B. K urban Yezidilerin, M üslü m an ların R am azan ve K urban B ayram ları nı iki g ü n evvel kutladıkları kaydediliyorsa da o n ların da k u r b an k e stik le rin d e n ve a y rın tıla rın d a n söz edilm iyor. A ncak Şeyh A dî’n in tü rb e sin in ziy a re tin d e , b u tü rb e n in y a k ın ın d a b u lu n a n ziy aretg âh lard an b irin d e y atan Şeyh Ş e m s(e d d in )e adanm ış olan ve özel olarak beslen en beyaz ren k li sığırların k u rb a n ed ild ik leri ve e tle rin in fakirlere d ağ ıtıld ığ ı b ilin iy o r (Layard). Ayrıca h er yıl İsa için de k u rb a n kesildiği söyleniyor. S onbaharda V enüs’ü n ışık la rın ın ilk defa g ö rü ld ü ğ ü zam an, iyileşm ez hastalıklara yakalanm am ak için, k u rb a n kestiklerini daha önce de belirtm iştik.
C. S ünnet Layard ve M enzelin ded ik lerin e göre, sü n n e t olm a Yezidiler de dini bir vecibe değil, an ’anevi ve ihtiyarî bir âdettir. Bu y ü z den sü n n e tin yapılm adığı h aller ve y erler vardır. G en ellikle vaftizden sonra (d o ğ u m d an son rak i 7. veya 8. g ü n ) erk ek ço cuklar sü n n e t edilir. 7
İstanbul’da elçilik yapan, arkeolog ve N in o v a şeh rin in kâşifi A u stcn H cnry Layard’ın bu tasviri N inevdı and lts Rcmains isim li birçok kere basılm ış ve çeşitli yabancı dillere çevrilm iş m eşhur eserindedir. L ondon 18 7 6 , C lıapter VIII.
M enant, sü n n e tin devlete h oş g ö rü n m e k için yapıldığı fik rindedir. N itekim Hali ti Yezidileri arasında s ü n n e t âdeti yok m uş. D iğer y ö nden, M enzel, ö n celeri s ü n n e t o lu rk e n , gayri m üslim lerin askere alınm am ası k aid esin d en y ararlan m ak için, sü n n e t olm a âdetini terk etm iş kabilelerden söz etm ektedir. Bi lindiği gibi gayrim üslim ler O sm an lı lm p a ra to rlu ğ u ’n d a ancak 1909 sonbah arın d a askere alınm aya başlanm ıştır.
D. A hiret K ardeşi Seçme Yezidilerin dini b ir vecibesi de h e r ferdin, b iri erk ek biri ka dın iki ah iret kardeşi (ah retlik ) seçm esidir. A hiret kardeşleri birbirine her bakım dan yardım cı olm akla m ükelleftir. Bu dinî görevin, d in k aynaklı b ir sosyal d ay an ışm a k u ru m u old u ğ u düşünülebilir. Fakat d ik k at çekici olan ahretliğin ü st sınıflar dan seçilm esi gerekm esidir. Yardım lar karşılıklı olarak z o ru n lu olduğuna göre, geniş h alk k ü tlelerin in d ah a çok yardım etm e leri so n u c u n u doğuracağı ve bu k u ralı koyan ların , “ahiretlikler”den ziyade “d ü n y alık lar”ını d ü şü n d ü k le rin i şeytan insanın aklına getirm ektedir.
X. Yezidilerde Sosyal Yapı Yezidiler eskiden ve b u g ü n siyasi b ir organizasyona, b ir devle te sahip olm ayan d in î bir zü m red ir ve h alen değişik devletle rin sın ırları içinde, ö ted en beri h em en tü m ü y le yerleşik bir d ü zen içinde yaşam aktadırlar. G öçebe yaşayanlar varsa da is tisnaidir. Yezidi to p lu m u n u n başında dünyevi liderler em ir den ilen ve h e m e n d a im a b elirli a ile le rin s o y u n d a n g elen k im se lerd ir. B unların çoğu hele vaktiyle ok u m a yazm a bile b ilm eyen fakat toplum da büy ü k n ü fuzları olan kim selerdir. D in ad am ları sın ı fı ise birçok gruba ayrılır: B unların başında şecerelerini çeşitli d in b ü y ü k lerin e bağla yan şeyhler ilk önem li g ru b u teşkil eder. B unların to p lu m d a büy ü k itibarı vardır. Şeyhler sadece beş aileden gelebilirler. Ya
ni soy sürerler. Şeyh A dî’n in öğrencilerinin veya erk ek kardeş lerinin n eslin d en geldikleri kabul edilir. P irler dah a m ütevazi m en şeler’d e n gelirler. Şeyhler ve p ir ler g erçek anlam da d in adam ıdırlar. Yezidilik d in in in allâm eleridir. Fakirler veya başka b ir deyişle K arabaşlar (Siyah sarık taşı yan) Kavvallar, ise çeşitli vesilelerle İlâhiler söyleyen b ir d in sın ı fıdır. K oçaklar (K öçekler) ise esas görevleri tören lerd e raks etm ek olan gruptur. Avhan veya Avan den ilen ve Şeyh Adî tü rb esin d e hizm et iş lerini yapan bu grup, din adam ları sınıfının en k ü ç ü k rü tb eli leridir. Teokratik b ir yapıya sahip Yezidi to p lu m u n u n en ü st basa m ağında ise dinî ve dünyevî alanda yetkili Mir-i Şeyhan (Şeyh lerin M iri) vardır ki, b u n u n tipik b ir örneği, Layard’ın, k en d i sinin itim at ve d o stlu ğ u n u kazandığı Şeyh N asır olu p , H aşan Basri ve Şeyh A dî’n in so y u n d an geldiğinden m uazzam bir n ü fuz ve itibara sahip b u lu n d u ğ u anlaşılıyor. M irza Beg veya E m ir ül Ü m era, Yezidi Prensi (F ü rsl) olup, M ushaf-ı Reş'e göre Ş apur’u n so y u n d an gelir. Son iki gru p tak i Yezidi uluları, çok b ü y ü k etki ve yetkileri olan az sayıda to p lu m önderleridir. Yezidilerde d in sınıfı, H in d istan ’daki kastlara b en zer kapalı gruplara ayrılm ışlardır. Yu karıda isim lerinden söz açtığım ız, b u g ru p lard an d ah a yukarı gruba geçm ek veya b irb irlerin d en kız alıp v erm ek caiz değil dir. Fakat do ğrusu istenirse, b u n la rın kasta benzeyen veya ay rılan yönleri h a k k ın d a bizim görebildiğim iz k ay n ak lard a ay rıntılı tatm in edici bilgiler bulam adık. T oplum u d in veya m ü lk iy et vb. k an allard an h âk im iyetleri altına alan sınıfların veya gru p ların , k en d ilerin i to p lu lu ğ u n dı şında tutarak , ü s tü n lü k ve k eram etlerin in b irtak ım b oş id d i alara day an d ığ ın ın m ey d an a çık m asın ı istem em eleri, tarih in ve so sy o lo jin in tesb it e ttiğ i b ü y ü k g e rç e k le rd e n d ir. M eselâ A nadolu’da ağalar dediğim iz in san ların h a lk ta n im k ân nisbe-
tinde uzak d u rarak h attâ evlerini bile k ö y ü n d ışın d a ve halka u zak k ö şelerd e k u ra ra k , h a lk g ö z ü n d e k i itib a rla rın ı daim a canlı tu tm ak istediklerini bizzat gözlem leyen Prof. Ü nal Akpın a r’dan (B erlin) d in lem iştim . K astların ve k ap alı yaşam anın psikolojik nedeni herhalde burad a yatm aktadır. “Ev b u zağısın dan dana olm az”mış! Zira h er g ü n göz ö n ü n d e o lan şeyin kıy m eti az olur! Din dışı hakim iyete sahip em irler ve d in î sın ıf ve özellikle en yüksek g ru b u o lu ştu ran şeyhler ve p irle r d ışın d a halk, he m en tüm üyle ziraat ve bahçecilik ile geçinen sınıfı teşkil eder. B unların içinde de b ir a y n m (hiç olm azsa zengin-fakir ayrım ı) olduğu kesin gibidir. F akat b u k o n u la n ne b iliyoruz, n e de bilebilsek de bu m akalede incelem eye im k ân vardır. T o plum un çekirdeği o lan aile k u ru m u n u n Y ezidilerde o l dukça sağlam olduğu anlaşılıyor. E m ir’ler d ışın d a h erk es an cak bir kadınla evlenebilir. Z ina’n ın ve fu h şu n en ağır g ü n a h lardan ve suçlardan sayıldığını ve cezasının id am o d u ğ u n u be lirtm iştik. M um sö n d ü yalanı ve karı ve k ız la n n ı şeyhlere vb. peşkeş çektikleri iftirası, utan m azca b ir yalandır. Aynı iftiralar Aleviler hak k ın d a da yapılır. E vinden b ir yıld an fazla uzakta geçiren Yezidinin karısı boş düşer. O kişi artık karısı ile ilişki ye girem ez. K adın başkasıyla evlenebilir. Yezidiler için d e yaşayıp g ö ren yazarlar, o n la rın fiziken ve ahlâken tem iz insan lar o ld u k ların a şeh ad et etm ek te ve m eselâ sözlerine son derece bağlı insan lar o ld u k ların ı v u rg u lam ak ta dırlar. Vaktiyle O sm an lı d ö n e m in d e k en d ilerin e y ap ılan baskı ve zu lü m lerin tepkisiyle onlarçn da b irçok taşkınlıklarda b u lu n d u k ları biliniyor. Bizce b u n la r m azu r g ö rü lem ezse de onları çileden çıkaranların da suçlarını u n u tm a m a k gerekir.
XI. Yezidilerin İnanılmaz Görünen İnanç ve Adetleri Çeşitli yasaklar, m akbul ve m übarek sayılan şeyler: Yezidilerin en inanılm az g ö rü n en tarafı “şeytana ta p m a ”ları idi. Biz bu kanaatin yanlışlığını gösterebildiğim izi sanıyoruz.
Yczidilcrin, bize çok ilgi çekici gelen b irço k inan ç ve âdetle rinden biri de bazı sözlerin daha d o ğ ru su isim lerin tabu, yasak olmasıdır.
A. Ağza A lınm ası Yasak Kelim eler Bazı sö zcü k lerin ağza alın m aların ın şid d etle yasak edildiği pek çok toplum vardır. Biz vaktiyle “D ünyada ve T ü rk ler’de Ağ za Alınması Yasak (Tabu) Kelim eler” başlıklı b ir araştırm am ızda bu k o n u d a u z u n açıklam alar y ap m ıştık .8 Y ezidilerde de ağza alınm ası yasak birçok kelim e, isim vardır. B unların en önem lisi ise şüphesiz şeytan kelim esi ile b u kelim eyi herhangi bir şekilde h atırlatan, b en zer kelim eler gelir. İlkel d ü ş ü n c e tarzın a göre isim ile onun ait olduğu şey, (cisim ) arasında sıkı b ir ilişki var dır. Bir şeyin ism i ile cismi özdeşleştirilir. Bir bağdan geçerken yılanın ism ini ağzınıza alır söylerseniz, cism ini yani yılanın k en disini de karşınızda bu lu rsu n u z. O n u n için yılan yerine başka bir kelim e kullanm ak gerekir. K öylerim izde çoğunlukla “uzun hayvan” denilir. Büyücüler, bir kim se aleyhinde büyü yapm ak isteyince, önce o n u n ism ini öğrenm ek isterler ve yazdıkları b ü yülere bu ismi de ilâve ederler ve m esela, eşik’in altına g öm dü rürler. Böylece o kim se ayak altında ezilir vb. Yezidilerde “şey tan ” kelim esinin an ılm am ası b u n u n M elek Tavus’un ismi olm asındaan kaynaklandığını Yezidi b ü y ü k lerin den İsmail Bey’in ağzından d uyan Prof. S chütz’d en nakledece ğiz. K endisine büy ü k saygı d u yulan veya k o rk u u y an d ıran şey lerin ism ini ağza alm ak genellikle yasaklanır. Bizde ve birçok kavim de T anrı’n ın ve çok tehlikeli ¿ ıa y v a n la n n , h astalık ların vb. ismi de belirli d in î törenler ve haller d ışın d a gelişigüzel za m anlarda kesinlikle ağza alınm az, “şey tan ” kelim esi, çok b ü yük saygı du yulan h atta tapınılan M elek Tavus’u n ism i o ld u ğundan ağza alınm adığı gibi, b u kelim eye söylenişi veya harfle ri bakım ından h atırlatan benzeri kelim eler bile yasaklanm ıştır.
8
Akpıııar, Turgut, D ünyada ve Türklerde A ğza A lınm ası yasak (Tabu) K elim eler Folklor ve E tnografya A ra ştırm a la rı, Hd. G. K ayaoğlu, 1 9 8 5 , için d e s .13-27.
M ülakat esnasında, ağırbaşlı ev sahibi İsm ail Bey sesini y ü k selterek, Şeytan kelim esini k u llan an S chütz’e kibarca çıkışm ış ve şöyle dem iştir: “Bu ism i benim evim de k u llanam azsınız. O, isim lerin en kutsalıdır. O, M elek Tavus’u n ism id ir” G ö rülüyor ki bu ism in söylenm esinin yasak olu şu b ü y ü k b ir saygının so n ucudur. Tehlikeli hayvanlardan isim leri yasak o lan larım Yezidiler yö n ü n d e n tesbit edem edik. F ak at böyle ö rn ek lerin var old uğuna kesin gözü ile bakıyoruz. Yasak k elim eler yerin e b u n la rın “ye d e k ” ersatz denilebilecek başkaları kullanılır. Y ılanınkini söy lem iştik, ayı yerine kocaoğlan, k u rt yerine peygam ber iti gibi birçok başka isim leri sayabiliriz.
B. Yasak Yiyecekler M arul, lah an a, fasulye, bam ya, eb eg ü m eci, g ü lh a tm i gibi birçok sebze ve b itk in in yenilm esi veya başka şekilde k u llanıl m ası m en ed ilm iştir. B u n lard an b a z ıla rın ın , sıc a k b ir g ü n d e gölgelerine sığınm ak isteyen kutsal varlığa gölge etm eyi red detm elerini b una n e d en olm uş. G üya (d o ğ ru d ü rü s t yaprağı bile olm ayan) g ü lh atm i b u n a m em n u n iy etle razı o ld u ğ u n d an b ü yük bir saygı görm ekte im iş. Aynı şey su kam ışı için söyle niyor. H alen su kam ışını değil k ö k ü n d e n kesm ek, en ufak bir kıym ığını ko paran bile b ü y ü k cezalara, tepkilere uğrarm ış. Yezidilerin “h ass” dedikleri m aru lu yem eyi b ir tarafa bırakın o n u n ekilm iş olduğu yerlerde o tu rm ak ve ism ini ağza alm ak bile yasakm ış. C eylan eti, d o m u z eti, balık eti, beyaz tav u k ların etini ye m ek yasak olduğu gibi, şeyh ve tilm izleri için h o ro z eti ve kab ak ’ın ayrıca yasaklandığını ilâve edelim .
C. Yasak H arek etler Sakal, bıyık kesm e; testi gibi, içinden su içilirken lık lık, ve ya glu glu sesler çıkaran kaplardan su içm ek (T anrı’ya saygı sızlık sayıldığından) yasaktır. Ayakta işem ek, o tu ra ra k elbise
giym ek, h elalara ve h a m a m la ra g irm e k , b u n la rı k u lla n m a k cinlerin yatağı olm aları (ve ay n ca suya d u y u lan h ü rm e t n ed e niyle) m enedilm iştir. E lbiselerin ö n ü n e ilikli d ü ğ m eli b ir k ı sım açm a yasak olup, sadece kesilip açık bırakılır.
D. Ç eşitli K ültler ve B u n larla İlgili  detler K ült, kısaca, in s a n la rın d u a , k u rb a n , b e lirli m e ra sim ler, sem boller vasıtasıyla, yüce ve k u tsa l sayılan v arlık lara karşı büyük saygı ve bağlılığını gösterm esidir.9 Aşağıda ele alınacak k ü lt örnekleri bu kavram ı daha iyi ve so m u t şekilde ortaya k o yacaktır. Eski to p lu m lard a b ü y ü k ön em i olan k ü ltler, m o d e rn toplum larda çoğunlukla b ir k alıntı h alin d e devam etm ektedirler, şüphesiz eski etkileri çok azalm ış fakat b ü sb ü tü n de kaybol m am ıştır, diyebiliriz. Basit bir ö rnekle başlayalım : C engiz Yasasına göre b ir ak a r suya, göle vb. işem enin cezası idam dı. Ç ü n k ü M oğollarda, b ir çok T ü rk kavm inde o ld u ğ u gibi su -k ü ltü vardı, su, k u tsal bir varlıktı. O na olan saygısızlık, b ir insan ö ld ü rm ek kadar, belki de daha ağır b ir su ç tu .10 S u-kültü ve başka birtak ım k ü ltlerin izlerine Yezidilerde de rastlıyoruz. D ikkatim izi ilk çeken kültler, eskid en A nasır-ı erbaa d e n ile n “d ö rt ana u n s u r ”d a n ü ç ü yani ateş, su , to p ra k kültleridir. Ağaç k ü ltü ve k ö p ek k ü ltü de k ay n ak lard a tesbil edilebilen diğer iki k ü lttür. A teşin Yezidilerde önem li bir yeri vardır. E sk id en ateşe belki de gerçek b ir k ü ltte olduğu gibi d u alar edilip, k u rb a n la r s u n u luyordu. B ugünkü d u ru m u tam olarak bilm iyorsak da, evvelki yazı m ızda, rahm etli d o stu m u z N azm i Sevgen’d en alın m a fotoğraf 9
H irschberg, W aller, W örterbuch der V ö lke rku n d e , “K ult” m a d d esi, Stuttgart, 1965. Ö rnek, S. Veyis, Etnoloji S ö zlü ğ ü , A nkara, 1971 yukarıdaki eserin kısal tılm ış bir çevirisind en ibarettir.
10 Akpınar, Turgut, Eski ve B ugünkü Türkler'de Su-K ültü ve  detler, Tardı ve Toplum, sayı: 4 9 , (O cak 1 9 8 8 ), s.3 0 -3 9 .
larda, Yezidilerin ateşle ilgili tö renleri g ö rü lü y o rd u . (Bu fotoğ rafların altlarındaki açıklam alar bize ait değildir.) A teş’in m a nevî yön d en tem izleyici niteliği p e k çok kavim ce k ab u l edilir. Ateşe işem enin veya pis şeyler atm an ın Yezidilerde şiddetle ya saklandığını biliy o ru z.11 Benzer bir şekilde, to p ra k ’a işem ek, kaynar su d ö k m e k ve hatta k ö tü niyetle d arb eler in d irm ek ve çirkin sö zler söylem ek bile hiç hoş görülm ez. B u n u n n e d e n in i h alk tan bazıları, to p ra ğın altın d a M elek Tavus’u n b u lu n m a sı n e d e n in e bağlam ışlar ve böyle açıklam ış iseler de, aslında to p ra k b izatih i k u tsa ld ır ve sayılan saygısızca fiillere girişm ek m e n ’edilm iştir. Yezidiler de su -k ü ltü k alın tıları ve b elirtileri d ah a açık şek ild e g ö rü l m ektedir. Su, m übarek ve k u tsal b ir şey sayıldığından, h a tta Tanrı’n ın s im g e le rin d e n b iri gibi g ö rü ld ü ğ ü n d e n , pis ve k ö tü işlerd e m eselâ te h a re tle n m e işin d e k u lla n ılm a sı k esinlikle*yasaktır. Ö zellikle askerlik hayatında, helalardaki su lar şarıl şarıl ak ar ken, taşla tem izlenm e y ü z ü n d e n helâ ak ın tı y o lların ın nasıl tı k a n d ığ ın ın h ik ây esin i adı geçen y azım d an ö ğ re n m e k m ü m kündür. Varma yezidin ya n m a Kokusu siner canına sözü veya tekerlem esi, D iyarbakır çevresinde söylenen bir söz olup araştırm acı yazar Beysanoğlu tarafından zikredilm iştir. Yezidileri yakından tanıyan yazar bu lafın d oğru olm adığını söy ler. G erçekten yabancı seyyahların hem en hepsi, Yezidilerin ge rek kendileri, gerek evlerinin çok tem iz o ld u ğ u n u özellikle b e lirtm işlerdir. Fakat pis kokan insanlar iddiası da boş değildir ve su -k ü ltü ile yakından ilgilidir. Ali Kemali A ksüt, E rzincan isim li değerli k itab ın d a,12 bazı Seyyit ve dedelerin, in ançları y ü z ü n d en yıkanm adıklarından, k o k u d an yanlarına y aklaşm anın zor
11 M üller, Klaus E., Kulfurhisiorische Studien z u r G enese Pseude-lslam ischer Sektengebilde in Vorderasien, W iesb aden, 19 6 7 , s .198 vd. 12 A ksüt, Ali Kem ali, Erzincan, Istanbul, 19 3 2 , s. 182.
o lduğundan söz etm ektedir. Keza Konyar, b u n u açıkça Yezidilere atfeder ve “hangisi d ah a kirli, d ah a p in ti ve p is k o k u lu olursa, m abutlar nezdinde kıym eti o derece y ü ced ir” diye biraz yanlış ifade ile m eselenin din ve inançla ilgili o ld u ğ u n u isabetli şekilde vurgulam ıştır.13 Burada sözü edilen Yezidiler, anlaşılan d in adam ları veya koyu d in d ar bazı kişilerdir. Yoksa diğerleri yani ço ğ unlu k ’u n , so n dön em lerd e tem iz o ld u ğ u oybirliği ile kabul ediliyor. Fakat Evliya Çelebi’nin 17. yüzyılda Yezidilerin k a fa la rın ın b it y u v ası o ld u ğ u n u y azd ığ ın ı da u n u tm a y a lm , m uhtem elen o zam anlar hen ü z su -k ü ltü etkileri şim diki kadar kaybolm am ış olduğ u n d an , d u ru m seyyahın dediği gibiydi. Bi lindiği gibi, su -k ü ltü n d e vücut tem izliği elbiselerin yıkanm ası bile neredeyse im kânsız hale gelir. Yezidilerin helâlara gitm em esi ve ham am lara girm em esinin ned en in in ekseriya yazıldığı gibi, k ö tü ru h la rın , d ah a d o ğ ru su cinlerin cirit attığı yerler olarak görm eleri y an ın d a su -k ü ltü ile de ilişkili o ld u ğ u n u sanıyoruz. Ç ü n k ü b u ralar su y u n bol bol kullanılm ası gereken yerlerdir. Bu m eseleler h a k k ın d a h ü k ü m verirken b u g ü n k ü uygulam a ve d ü şü n celeri esas alm ayıp, eski daha ilkel z ih n iy ette o lan in sa n la rın ta tb ik a tın ın göz ö n ü n e alınm ası gerekir. Ç ü n k ü zam an içinde eski sert k ü lt u y g u la m aları yum uşar, bazen tanınm az hale gelir. M eselâ A n ad o lu ’da birçok yerde hâlâ g ö rü ld ü ğ ü gibi, ağ aç-k ü ltü ’n d e n k alm a uy gulam alara rastlanır. B u n lar a ra sın d a Bazı te k b a şın a d u ra n ulu ağaçlar bazen de k ü ç ü k b ir o rm an (k o ru la r)d a k i ağaçlara kim se dok u n m az, tek dalını kesm ez, kesem ez. B unların bazı larına sim ge k u rb an diyebileceğim iz, ç ap u tlar bağlanır. K oru ism ine de o k u y u c u n u n d ik k atin i çekeriz. Evliya Çelebi, S incar’daki köp ek lere verilen b ü y ü k önem i, tabiî ned en in i anlayam adan fakat çok d ik k atle tesbit etm iş ve çok ilgi çekici şeyler yazm ıştır. Pek az o k u y u c ü n u n kö p ek kü ltü hakkın d a b ir fikri vardır. H albuki b u da eski devirlerde oldukça yaygın b ir k ü lt idi. Yani k ö p ek k u tsal b ir hayvan sayı lıyordu. Edebiyat F akültesi p ro fesö rlerin d en rah m etli A hm et 13 Konyar, Basri, D iyarbakır, Cit III, s .102.
172
Caferoğlu’n u n “köpek k ü ltü ” h a k k ın d a k ü ç ü k , fakat güzel bir m akalesi vardır.14 Yezidilerin, bebeklere başlangıçta k ara b ir k ö p eğ in sü tü n ü içirdiklerini h er evde en aşağı 5-10 köpek b eslen d iğ in i ve in sanların önce b u n ları d o y u rm ad an sofraya o tu rm a d ık la rın ı, bu kadar saygı besledikleri k ö p ek leri taşlayan yabancıları ö ld ü r meye k ad ar v ardıklarını tatlı tatlı an latan Evliya Ç elebi, özel likle kara bir k öpeğin 10 k atır fiyatı değer taşıdığını ve böyle siyah b ir k ö p ek ö lü n ce soğan suyuyla o ğ u ştu ru p , k ö p eklere m a h su s m ezarlığa g ö m ü ld ü ğ ü n ü v u rg u lar. M ü b arek sayılan soğan suyuyla cesedin o ğulm asının an cak çok itibarlı ve zen gin Yezidilerin ö lü m ü n d e u ygulandığı d ü şü n ü lü rse , k ö p ekle rin itib a n n ın norm al bir hayvan sevgisi olm adığı anlaşılır.
XII. İnanılması Zor Bir İnanç: Sihirli Dairenin Esran D ü nyanın tanıdığı ve tak d ir ettiği, sevim li seyyahım ız Evliya Ç elebi, Seyahatnam e'sinde Sincar Y ezidilerinden sö zed erk en , “Sihirli D aire” k o n u su n d a şun ları söyler: “Eğer b u K ürtlerin çevresine b ir daire çizersen, o n ların bu dairenin dışına çıkm aya cesaret etm esi im kânsızdır. M eğer ki d ışarıdan biri gelip daireyi kısm en de olsa b o zsu n . A ksi halde böyle daire içinde kalan Yezidi öleceğini bilse dışarıya çıkm aya çalışm az.”15 Peki çıkarsa ne olur? diye b ir soru akla gelebilir. B unun m ü eyyidesi (yaptırım ı) h erhalde m anevî olm alıdır. R uh, ten asüh yoluyla yeniden dünyaya d ö n erk en m eselâ eşek olarak d önm e ihtim ali vardır. C eh en n em d e yanar dem iy o ru m , ç ü n k ü b ilin diği gibi Y ezidilikte c e h e n n e m e in an ılm az. C eza m an evî ve ö lü m d e n sonraya bırak ılm ad ığ ı h aller de ço k tu r: çarp ılm ak, ağır felâketlere, hastalıklara u ğram ak gibi ani ve m ad d î de ola bilir. Yani böyle olacağına inanılır. Ç o k tan beri d u y d u ğ u m bu “S ih irli D aire” in a n c ın ın aslı, 14 C afcroglu, A hm et, "Türk O naınasiiğinde K öpek Kültü", T ü rk Dili A ra ştırm a ları Yıllığı 19 6 1 , Ank. 1962 içinde, s . 1-11. 15 Evliya Ç elebi, Seyahatnam e, Cild IV, s .61 -7 1 .
esası var m ı diye m erak ettiğ im d en k ü ç ü k b ir araştırm aya gi riştim . S o nu n d a o rien talistlerin belki en b ü y ü ğ ü diye ta n ıd ı ğım Ignaz G o ld zih er’in bu k o n u d a b ir arm ağ an k ita b ın d a m a k alesi o ld u ğ u n u te sb it e d in c e ço k a ra d ım sa da İ s ta n b u l’da hiçbir k ü tü p h a n e d e bulam ad ım . F ak at bazı ip u ç la rın ı y akala m ak m ü m k ü n oldu. Şeyh A dî h a k k ın d a b ir biyografi yazdığı nı y u k arıda b elirttiğim iz R udolf F ran k , eserin d e A b d u lk ad ir G eylani’n in Behçet el Esrar isim li k itab ın d a, şeyh A dî’n in til m izleri ile Laleş D ağı’na gidip, toprağa b ir d aire çizd iğ inden, so n ra da b irlik te b u d a ire n in iç in e g ird iğ in d e n sö z e ttiğ in i, n a k le d iy o r.16 B aşka b ir y erd e de Ş eyhin “D a ire m d e n d ışarı ç ık m a y ın ” ş e k lin d e b ir sö z ü n d e n b a h is a ç ılm ıştır. G o ld z i h e r’in aslını b u lam ad ığ ım yazısın a ek o la ra k Z eitschrift D e utsche M orgenlendische G esellschaft d erg isi’n d e çık an k ü ç ü k yazıdan, yılan oynatan lard a bile “Sihirli D aire” u y g u lam asın ın b u lu n d u ğ u n u ö ğ re n d im .17 Ingiliz o rie n ta list E.G. B row n’u n İran h a k k ın d a k i m e şh u r h atırala rın d a an lattığ ı b ir v a k ’a d an “S ih irli D a ire n in ” cin ler ü z erin d e hâkim iyet k u rm ak la ilgili o ld u ğ ü açıkça g ö rü lm e k tedir.18 B ütün bun lard an çıkan so n u ç şu d u r: Bu tü rlü daireler c in lerden, kötü ru h lard an uzak kalm ak am acıyla, m an en tem iz lenm iş bir alan yaratm aktır. O n u n için h er tü rlü tacizden uzak rahatça faaliyet gösterilebilecek yerlerdir. Şeyh A dî’n in talebe leriyle rahat, h u z u r içinde çalışıp k o n u şm ak üzere b u d airenin içine girdiği gayet açıksa da, b u g ü n k ü Y ezidinin h erh an gi biri n in çizdiği d aired en n ed en çık am ad ığ ın ın n e d e n in i (şey h ’in “dairem den çık m ay ın ”, lafından başka) m an tık lı b ir açıklam a sını yapam ıyoruz. Bu, m u h tem elen G o ld zih er’in m akalesinde çözülm üş bir esrardır.
16 Frank, Rudolf, Schcidı Adî, Berlin, 19 1 1 , s.86. 17 G oldzihcr. Ignaz Zauberkreise in: H. K uhn (F estschrift) A ufsactze zu m Kultur und Sprachgeschichte, 1916. Bu m akaleye Ek ZD M G D ergisinde 1916. 18 Brow ne, E.G.. A Year am ongst the Persians, s .148.
Yezidilikte okum a-yazm a, d in ad am ları içinde, k u tsal kitapla rın m uhafazası ile görevli, belirli b irk aç aileye m e n su p olan gayet k ü ç ü k b ir zü m re d ışın d a h erk ese yasaklanm ıştır. Bugün bu d u ru m u n değişm iş olm ası kuvvetle m u h tem eld ir, ne yazık ki bu k o n u d a b ir kayıt görem edik. İngiltere’nin b ir zam an lar İsta n b u l’d aki elçisi, N inova şeh ri nin kâşifi, tanınm ış arkeolog, A u sten H enry Layard, O sm anlI lar nezdinde Yezidileri k o ru d u ğ u için, onlarca ço k sevilen bir kişi idi. D önem in en b ü y ü k Yezidi şeyhi olan Şeyh Nasr, Laleş’teki törenlere o n u da çağırm ış, üç g ü n b o y u n ca süren tö renleri gözlem leyen Layard b u sü red e şeyhle b aşbaşa birçok k o n u şm alar yapm ış ve n eticede b u n la r h a k k ın d a klasik sayıla cak bilgilere eserinde yer verm iştir. O n u n edindiği kanaate gö re ne Yezidi halkı, ne d in adam ları ve h attâ ne de en b ü y ü k Ye zidi Şeyhi Nasr, dinleri h ak k ın d a tam ve kesin bilgilere sahip değildirler.19 B unun asıl n e d e n i bizce, o k u m a-y azm a yasağıdır. Ç ü n k ü din hakk ın d ak i bilgiler hep sözlü rivayetlerden oluşm aktadır. A ğızdan ağıza geçen, nakledilen bilgiler ise zam an için d e bam başka şekillere b ü rü n m e k te ve n ak led en lerin istem eyerek veya kasden yaptıkları değişikliklere uğram aktadır. O kum a-yazm anın çok d ar b ir gruba in h isar etm esi şüphesiz (bize çok garip g ö rü n m esin e rağm en), birtak ım sosyal n e d e n lere dayanm aktadır. Eski Rom a’da rah ip lerin , h u k u k bilgileri ni tekellerinde tu tarak kendi sınıfları için b ü y ü k y ararlar sağ ladıkları bilinm ektedir.20 O kum a-yazm a yasağının başka açıdan görü len yanını d ö n e m in, Yezidi M ir’inin vekili ve kardeşi İsm ail Bey, Prof. S chütz’e şöyle açıklam ıştır: “Yezidiler, dinî in an çlar b ahsinde A vrupalılar ve A raplar gibi davranm ayı arzu etm iyorlar, ç ü n k ü o n la n n hepsi M ason’dur.
19 Layard, A .H ., A u f der Suche nach N in ive Hrsgg. H .Schm ähet, M ü n ch en , 1975. 20 Umur, Ziya, Rum a Hufcıı/t Lügati, st. 1975, ' Pontifex" m addesi.
O kum a-yazm a öğrenince herk es k en d i başına, bildiği yoldan giderdi. Bu ise im anın so n u olurdu. Yezidilerden bin kişiden biri im ansızdır, halbuki M ü slü m an lard an bin k işid en biri d in dardır. Yezidilerde ru h a n îler de o k u m a yazm a bilm ezler.” İsm ail Bey k en d isi de in an ç esasların ı o ğ lu n a y ü re ğ in d e n (sö z lü ) o la ra k n a k le d iy o rm u ş. B u n u n ü z e rin e S c h ü tz ona: “B ugün (19 3 0 ) b ü tü n in sa n la rd a o ld u ğ u gibi Y ezidilerde de o kum a yazm aya b ü y ü k eğilim ve talep u y an m ak ta o lu p olm a dığını sorduk. O, b u n u isteyenlerini sadece beşte b ir o ld u ğ u nu , ç o ğ u n lu ğ u n eski in a n ç la rın a sa d ık b u lu n d u ğ u n u ve ne olursa o lsun öyle kalacağını söyledi.”21
XIV Kaybolup Gitmekte Olan Bir Din Tarihte, kütleleri u z u n veya kısa b ir süre p eşin d en sü rü k ley e rek onlara üm itli ve bazen de sıkın tılı zam an lar yaşatan birçok din, k ay bolu p gitm iştir. B un ların ism in i bile b ile n le r ç o k tu r denilem ez. İran d in le ri h a k k ın d a u z m a n k işile rd e n b iri o la n A lfons G abriel, Die religiöse Welt des Iran isim li eserin d e, “K aybol m akta O lan D in ler” b ahsinde Yezidilik ve Süryaniliği de ele al m aktadır. K onum uz olan Yezidilik n e d e n k ay b o lm ak ta olan b ir d in dir? B unun ilk n ed en i y u k ard a değinilen Yezidilik’in “belirli ve k endini seçkin say an ” b ir h alk ın d in i olm asıdır. Bu d ine Yezidi olm ayan yani Yezidi ana babadan doğm ay an lar katılam az. Ben Yezidi olacağım diye bir kim se Yezidiliğe geçem ez. Esasen oldukça k ü ç ü k b ir to p lu m u n inancı olan bu dinde, d in adam ları, m isy o n erlik de y ap m azlar y ani kim seyi k en d i d in le rin i kab u l etm eye çağırıp, dil d ökm ezler. B öylece Tanr ı’n ın , seçk in k ıld ığ ı bu in s a n la r k e n d i k ü ç ü k to p lu lu k la rı içinde kendi yağlarıyla k a v ru lu p g id erler veya gideceklerdir. O nlara göre, Yezidiler  dem ’in to h u m u n d a n ürem işlerdir. D i ğer insanlar ise  dem ve H avva’n ın b irleşm esin d en olm uşlar21 Schütz, P, a.g.., s. 138.
dır. Â dem ’in to h u m u b ir k ü p için d e b ir süre k ald ık tan sonra Yezidiler olu şm u şk en , H avva’n ın to h u m u n d a n b ö rtü böcekler oluşm uştur. Yani bizim tarafın, şeytana tapanlar, m u m sö n d ü renler diye küçüm sediği insanlar, öteki insanları h içb ir zam an kendi ayarında görm ezler. O nlara y u k arıd an bakar, kendi d in lerine k ab u l etm ezler. Sırlarını onlara k esinlikle verm ezler. Bi lindiği gibi bizde de K ızılbaş veya Alevi d en ilen zü m reler dı şardan kim seleri Aleviliğe k ab u l etm ezler, edem ezler. Bir kim se isterse Bektaşiliğe girebilir. H albuki Aleviliğe dışa rıdan katılam az. Bu tip d in lerin fazla gelişip yayılm aları m ü m k ü n olmaz. Diğer insanlara karşı kapalı to p lu m la r ise p sik o lo jik bir ne denle daim a m erak, şü p h e, k o rk u u y a n d ırırla r ve b u n u n so nu cu ise diğerlerinin yalan d o lu rivayetler ve iftiralarla saldırı ya geçm eleridir. Bu sinsi sald ırılar eski d ö n em lerd e h attâ so n d ö n em lerd e, zora dayanan, silahlı saldırıları da p eşin d en getirir. Yezidi toplu m u n u n tarihleri boyunca k o m şu ların d an gelen m ad d î, m a nevî tazyiklerden b u g ü n e kadar k u rtu lab ild iğ i söylenem ez. Bu yüzden, son senelerde y u rt dışın a b ü y ü k ö lçü d e ve gali ba tem elli olarak göç etm elerin in ana n edeni budur. Yezidilerin (Süçyaniler de dahil) T ü rk iy e’de âd etleri şaşılacak bir ölçü de azalm ıştır ve b ü sb ü tü n kaybolm akta o ld u k ları bile söylene bilir. Yezidiliğin bir başka tarafı da o n u n din olarak b ü n y esinin zayıflığıdır. Bu d in in , karm a b ir d in o lm ak tan ço k k arm aşık bir din oldu ğ u n a değinm iştik. Birçok d inlerden alın an u n s u r ları bir araya g etirirk en b u n la rın u y u m lu , tu tarlı ve sistem li bir sentez haline gelm esi sağlanam am ıştır. H ıristiyanlık, M üs lüm anlık gibi büy ü k d in lerin inanç sistem in in kutsal k itaplar dan çok, kalabalık bir ilahiyatçılar ve d in âlim leri o rd u su ta ra fından yaratıldığı d ü şü n ü lü rse Yezidilik’in zayıf tarafı hem en göze çarpacaktır. Yukarıda belirtildiği gibi, ru h a n î sınıfın bile (çok m ah d u t b ir b ö lü m ü hariç) ok u m a yazm a yasağı k apsam ı na girdiği bir dinde, çok değişik d in lerd en alınm ış u n su rların nasıl sistem li b ir hale getirileceği sorulabilir.
Bugün artık o kum a yazm a yasağının gençler arasında geçer li sayıldığını zann etm iy o ru z. G azeteler, k itap lar ve özellikle te levizyonlar yoluyla g ü n ü g ü n ü n e , saati saatine d ü n y a halkları ile tem asta olan in san ların artık, sistem siz, b ir d in in tutarsız prensiplerine p ek de k u lak asm am ası norm aldir. Ö yle sanıyo ruz ki Yezidiliğin “kaybolm akta o lan b ir d in ” sayılm ası ve yeni k uşakları tatm in etm em esi tabiî karşılanabilir. A rtık Yezidilerin, “Sihirli D aire”lerini kendileri bozarak b u çık m azdan k u r tulm aları zam anı gelm iştir. Ç ü n k ü tarih bize ş u n u da öğreti yor: yalnız in san lar değil, D inler de ölür!
XV Son Bir Not İslâm Ansiklopedisi’nde, “Yezidiler” m addesi (geniş b ir şekilde Prof. İhsan Süreyya Sırm a tarafından tadil ve ikm âl edilm iştir) kaydıyla yayınlanm ıştır. T h e o d o r M enzel gibi k o n u n u n en y e tk ilile rin d e n b irin in m addesinde n eden “tâdil ve ik m âle” ihtiyaç g ö rü ld ü ğ ü n ü bil m iyoruz. Sadece Yezidilik’teki b ü yük önem i ve m evkini yeterince be lirttiğini sandığım ız yazım ızı o k u d u k ta n so n ra Sayın Profesö rü n nasıl olup da “Yezidilik... M elek Tavus’a h içbir saygı gös term ez” diyebildiğine o k u y u cu lar şaşıracaklardır. Bir m ü d d e t evvel kaybettiğim iz b ü y ü k ilim ve fikir adam ım ız rahm etli O r han Şaik Gökyay, yanında çok b ü y ü k hata yapanlara zam an za m an “Evlâdım b u k ad ar b ü y ü k hatayı b ir p ro fesö r bile y ap m az!” diye ü stü n zekâsı ve espri gücüyle hepim izi g ü ld ü rü rd ü . Bizim örneğim ize gülelim mi, ağlayalım m ı bilm iyorum . Tarih ve Toplum, sayı 133, Ocak 1995
İKİNCİ B0LÜM
Hukukî Konular
1. Bugünkü Hukuk Açısından Osmanlı Kanunları*
I. İslâm Devletlerinde Hukuk İkiliği ve Nedenleri Büyük h u k u k ç u Schw arz’ın belirttiği gibi, k a n u n la r h an gi metodla ko n u lu rsa k o n u lsu n , hayatın p ek çeşitli o lan ihtiyaçları nı tam am en karşılayabilm ekten u zak tırlar.1 Bu n ed en le daim a yeni yollar aran m ıştır ve aranm aktadır. Aynı d u ru m İslâm H u k u k u için de geçerlidir. “Z am anın ve m u h itin icaplarını karşı layabilm ek için, re’y ve kıyasa yani h u k u k i istidlale k ıy m et ve rerek istihsan ve istislah pren sip leri ile içtih at yolu ile hayatın dinam izm ine uym ak im k ân ın ı tem ine çalışm akla beraber, İlahî m enşe ve din î m ahiyet itibariyle nass’a bağlı kalm ak zo ru n d a olan bir h u k u k sistem inin b ü tü n h u k u k î m ü n aseb etleri tan zi m e kâfi gelem eyeceği p ek tabiîdir. D inî h u k u k h ü k ü m le rin in ilk d ö rt halife d evrinde bile tam am iyle tatb ik edildiğini iddi aya im kân y o k tu r.”2 Bu gerçek, Jaesch k e tarafından şöyle ifade edilm ektedir: “İslâm H u k u k u daha d o ğ ru su ‘şeri’a t’ d o ğ u şu n da b ü tü n hayat m ünaseb etlerin i d in î açıdan ele alm ak istiyor (*) VI. M illî T ürkoloji Kongresi 2 4 -2 9 Eylül 1 9 8 4 Tebliği. 1
Andreas B. Schw arz, M edeni H u ku ka G iriş, İstanbul, 1942, s .39.
2
Fuacl K öprülü, /skim A n sik lo p e d isi, Fıkh m addesine ek.
du (H urgron je), gerçekte ise şeriatın h u k u k i k u ralları hiçbir yerde ve asla tam am en geçerli o lm am ıştır.”3 İşte bu nedenlerle her İslâm ülkesin d e, değişik ölçülerde ol m ak ü zere, z am an ve zem in e u y g u n k u ra lla rın y aratılm ası, aranıp bulun m ası, sosyolojik bir zo ru n lu k o lu ştu rm u ş ve böylece “Islâm devletlerin d e çok esk id en beri fıkh’m d ışın d a ve hattâ o n u n la hiç bağlı olm ayarak geniş b ir legislation (k an u n yaratm a, koym a) faaliyeti özellikle k am u h u k u k u n d a m evcut o lm u ştu r. Şer’i h u k u k u n y a n ın d a (d a h a ço k - T.A.) m ah allî âdetlere dayanan örfî h u k u k u n b ü y ü k b ir ö n em kazandığı ve böylece h u k u k i h ay atın tam am lığı için “Şer’i K aza” y an ında b ir de “Ö rfî Kaza’nın yer aldığı” görülm ektedir.4 Bu d u ru m , ö teden beri yerli ve yabancı m üelliflerin d ik k a ti n i çekm iş ve yazdıkları eserlerde b u n u açıkça belirtm işlerdir. Bizde F u ad K öprülü, İkinci Tarih K ongresinde, İslâm H u k u k u n d a n Ayrı Bir T ü rk A m m e (K am u) H u k u k u Yok m u d u r? k o n u su n u tarihi seyri içinde ele alarak tam b ir aydınlığa ka v uşturm uştu r. Ö nce b ü tü n İslâm m em leketleri h ak k ın d a ilgi çekici bilgiler veren K öprülü, so n u n d a yukarıd a d eğindiğim iz k an aate v a r m ıştır, yani şer’iat, dinî h u k u k , İslâm ü lk elerin d e h iç b ir zam an yegâne h u k u k sistem i değildir. Evvela İslâm h u k u k u n d a özel likle kam u h u k u k u alan ın d a b ü y ü k b o şlu k la r vardır. D evlet hayatı b u n la rın ta m a m la n m a sın ı z o ru n lu kılar. A yrıca, d in î h u k u k m ahiyeti itibariyla ve özellikle d ö rt b ü y ü k h u k u k eko lü n ü n teşek k ü lü n d en sonra o n u n c u yüzyılda içtih at k apısının fiilen kapanm asın d an sonra, katılaşıp, kalıplaşm ış ve devletle rin, hayatın, to p lu m u n b in b ir ihtiyacını d ü zen lem e z o ru n lu ğu, şeriat dışında “laik ” denilebilecek h u k u k kaid elerin i aram a ve b u nları vaz’etm e z o ru n lu ğ u d o ğ u rm u ştu r:5 Batılı bilginler arasında 1. G oldziher başta o lm ak üzere, A. Mez, R. Levy, Jaeschke, U. Heyd gibi tan ın m ış b irço k ilim ada 3 G. Jaeschke, Der Islam in der neuen Türkei, L eiden, 19 5 1 , s .l 1. 4
Köprülü, a.g.y.
5
Köprülü, a.g.y.
m ı da bu h u k u k ikiliğine işaret etm işler ve M üslim ve gayri m üslim eski bazı m üelliflerin ifadelerini nakletm işlerdir. B ütün bun lara rağm en bizde, özellikle teoloji o k u m u ş bazı yazarlar İslâm ü lkelerinde ve özel o larak da M ü slü m an T ü rk devletlerinde, “şer’ia t” d ışın d a geçerli b ir h u k u k o lm adığını ve olam ayacağını san m aktadırlar.6 Bu kanaatte olanlara karşı E K öprülü dışında üç b ü yük tarih çinin yazdıklarını hatırlatm akta fayda görüyoruz: Zeki Velidi Togan, O rta Asya’daki K azaklardan bahsederken, “şim diki Kazakis tan’da yaşayan Türkler, M. 940 yılında., top tan M üslüm an ol muşlardı. Bin yıldan fazla bir zam andan beri M üslüm an olan Ka zakistan Türkleri’nde hiçbir zam an şeriat, zan denilen örf! kan u na galip gelem em iştir” “Giriş., eserim de ilk O sm anlı “yasak”ı ve kan u n ların d an “şer’iatla m uvazi yaşayan b ir an titez olarak bahsedilm iştir (330, 378). Yani “Şer’iat T ürkleri h içb ir zam an tatm in etm em iştir” diyor.7 Barthold da, M üslüm anlardan cizye alınm ası gibi tam am en şer’iata aykırı örnekleri göstererek, “Ti m ur ve U luğ Beğ zam anında Sem erkant’ta hayatın dinî h ü küm le rin kayıtlarına ne kadar az tabi o ld u ğ u n u ” vurgulam aktadır.8 “T ü rk hakim iy etin in 11. yüzyıl o rtasın d a yayılm asiyle, ka n u n prensib in in de İslâm h u k u k tatb ik atın d a yerleştiğini be lirten H alil İnalcık, T ü rk ler’ce hâkim iyet, h ü k ü m ra n lık (sovereignty) ın h ü k ü m d a rın k a n u n k oym ası (tö rü ) ile d o ğ ru d an doğruya ilgili g ö rü ld ü ğ ü n ü vutgular. T ü rk h ü k ü m d arlar, siyasi o toritelerine herhangi b ir sın ır tan ım ak istem iyorlardı. K anun (p ren sib i) O sm an lıların d o ğ u şu n d a n h e m e n ö n cek i devrede Yakın D oğu’da yerleşm iş d u ru m d a y d ı” d e r ki b ü tü n b u açıkla m alar, İslâm ü lk e le rin d e k i “ş e r’iat d ışın d a k a n u n ” esasın ın 6
A bdülhak Kemal Yörük: H ukuk Fakültesi hocalarından o lu p bir ara Adalet Ba kanlığı da yapan rahm etli hocam , Şem settin Turkut tarafından yayınlanan ta rihsiz D ers Notlarında: “O sm anlı Türkleri M üslüm an d in in e sahip oldukları için, O sm anlı D evletinin kuru luşund an itibaren Tanzimat'a kadar tatbik edilen hukuk kaideleri m ünhasıran İslâm H uk uku kaideleridir" der. M erhum hocam Tahir Taner de aynı kanaatte idi (Tanzimat Devrinde C eza H u k u k u -T a n zim a t isim li k ollek tif esere bk.)
7 Zeki Velidi Togan, Islâm Tctk. Enst. D eıg., C. I, sa: 1-4, sh. 152. 8
W. Barthold, O rta A sya T ü rk Tarihi H k. Dersler, Ankara, 1 9 7 5 , s.3 1 6 .
T ü rk le r tarafın d an getirildiğini ve b u n u n aşağıda görüleceği gibi, O sm anlılar dev rin d e en ileri şeklini aldığını, ortaya koy m aktadır.9 t
II. Osmanlı Hukuk Sistemi ve Değeri A. Osmanlı Devletinin Kudretini Onun Hukuk Sistem inde Bulanlar O sm anlı D evletinin u z u n ö m rü n ü n ve k u d re tin in sebebini, o n u n zam an ve zem ine, g ü n ü n ihtiyaçlarına u y gun h u k u k k u rallarına sahip olm asında görenler vardır. Bilindiği ve aşağıda daha ayrıntılı olarak görüleceği gibi, diğer İslâm devletlerinde olduğu gibi, O sm anlılarda da ikili bir h u k u k sistem i vardı. Ev vela, din! esastan k ay n ak lan an b ir h u k u k (k i b u , şeriat h ü küm lerin in bir kısm ını teşkil ediy o rd u ), b ir de d in î olm ayan, laik, mili! denilebilecek bir h u k u k . A caba b u iki farklı m ahi yetteki h u k u k la rd a n h an g isi O sm an lı D ev letin in k u d re tin in tem eli olm uştu? Pek tan ın m ış İslâm h u k u k ç u su Jo se p h S chacht, F ran sa ’da B ordeaux şeh rin d e, İslâm M ed en iy etin in Ç ö k ü ş S ebepleri’ni k o n u edinen b ir sem pozyum da b u ç ö k ü şü n n e d e n le rin d en bi ri olarak, İslâm h u k u k u n d a zam anla m eydana gelen katılaşm a ve kalıplaşm ayı, dolayısıyla zam an ın ih tiyaçlarına u ym am asını g ö sterm işti.10 Bu bakım d an O sm anlı H u k u k u n u n , ihtiyaçlara ve zam ana uygun diye vasıflandırılan kısm ı şü p h esiz örfî h u k u k h ü k ü m leridir. Örfî h u k u k , şeriat d ışın d a ve bazen ona tam am en aykı rı da olabilen ve padişah ların irad esin d en doğan, laik, dünyevî b ir hu k u k tu r. O sm anlı T arihi ü z e rin d e u z u n y ıllar b ü y ü k em ek verm iş 9
Halil İnalcık, 5u/eyman the Lawgiver and O tto m a n Law, A rchivum O ttom anicum . Vol. 1, s. 108; The O tto m an Empire, The Classical A ge 1300-1600, L ondon 1973, O xford, 1964, s.8 7 0 vd.
10 Joseph Scliacht, A n Introduction to Islam ic Law, L ondon. Türkçcsi: İslâm Huku kuna G irij, Ankara, 1977, s .97 vd.
olan m erh u m İsm ail H akkı U zunçarşılı, araştırm aların ın k e n d isinde uyandırdığı kanaati şöyle ifade etm ek ted ir: “O sm anlı D evletinin kuvvetli teşkilatını anlayabilm ek için, o n u n devam lı ö m rü n ü n tem el taşı olan k an u n ların ı, tetk ik etm ek icabeder. Bu devletin ü çb u ç u k asır m ü tem ad iy en genişlem esi, zam anına ve ihtiyacına göre k o n u lan ü stü n k an u n larla v u k u a geldiği gi bi, daha sonra g ö rü len d ü şü ş hali de m uasırı olan d evletler gi bi yeni ihtiyaca göre y eni k a n u n la r k o n u lm a m a sın d a n h attâ eski kan u n ların bile b o zu lm u ş o lm asın d an ileri g elm iştir” 11 U zu n çarşılı’n ın b u fikrini B atıda da b en im sey en tarih çiler vardır. Profesör Stanford J. Shaw, ü lk esi olan A m erika Birleşik D evletleri’n d e n önce, A lm anya’d a yayınlanan b ir araştırm asın da, O sm anlı D evletinin b ü y ü k fırtınalara rağm en, yüzyıllarca yaşayabilm esinin önem li fak tö rlerin d en birini, su ltan ların , za m an ve zem ine göre, ihtiyaçlara u y g u n şekilde m üesseseleri ve usulleri değiştirebilm elerinde b u lu y o r ki, bu son derece ilginç teşhis bizim bildiğim iz kadarıyla Batı’daki literatü rd e ilk defa ileri sürü lm ek ted ir.12
B. O sm anlı Hukukunun Üstün Tarafları A vrupa’da, O rtaçağda son derece dağınık b ir h u k u k tatbikatı vardı. “Batı A vrupa’da yalnız h e r m illet değil h e r şe h ir h attâ h e r köy, k e n d in e m ah su s b ir h u k u k v ü c u d e getirm işti. M er kezde yasam a kuvveti tesisi yolıyla tek b ir h u k u k yaratabile cek kuvvetli devletler h em en yok gibi id i” 13 B üyük d ü şü n ü r Voltaire, bu d u ru m u alaya alarak, “A vrupa’da seyahat eden bi ri^ arabasının atlarından çok h u k u k d eğ iştirir” dem iştir. İşte O sm anlı İm p arato rlu ğ u , A vrupa’da Yeniçağda k u ru la n m utlak m onarşilerden önce ilk m utlak iy et rejim ini yani m e r kezî, kuvvetli bir devleti k u rm ak suretiyle b ü y ü k b ir devletin 11 İsmail Hakkı U zunçarşılı, K a n u n - 1 Osman'ı Me/hum-ı Dejter-i H akani, T.T.K. B elleten’den (sayı 5 9 ) ayn bası, s . l , Ankara, 1951. 12 Stanford J. Shaw, (F ischer W eltgesch ich te) Islam , II. cild, Frank/M ., 1971, O sm anlı D evletinin H u ku ki Temelleri, s .96 -9 7 . 13 A.B. Schw arz, Medeni H u k u ka Giri$, s .7
h u k u k î birliğini de yaratm ayı başarm ıştır. Bu d u ru m u gözön ü n d e tu tan J. Schacht, “O sm anlı İm p arato rlu ğ u n d a, o n altıncı yüzyılda h u k u k nizam ı -sadece birlik arzetm esi b ak ım ın d an bile olsa- çağdaş A vrupa’da h âk im o lan h u k u k d ü z e n in d e n çok ü s tü n d ü ” h ü k m ü n ü verm iştir.14 O sm anlı D evletinin b ü y ü k ve kudretli b ir devlet olarak “h u k uki birliği y aratabilm iş” olm ası o n u n im p a ra to rlu ğ u n geniş alanlarında, h er yerde aynı h u k u k k u ralların ı tatb ik ettiği a n lam ına gelm ez. Bilakis, bölgelere, ülkelere, züm relere göre, za m anla çok değişebilen, kolaylık sağlam ayı am aç ed in en birta kım h ü k ü m le rin k o n u lm ası san ıy o ru z ki O sm an lı H u k u k u n u n hayatiyetinin ö zü n ü teşkil etm ektedir. “H u k u k ” den ilen to p lu m k u ru m u n u n tarih içindeki seyrin den görebildiğim iz en zayıf tarafı, hay atın hızlı akışına genel likle zam anında ayak u yduram am asındadır. Bu y ü zd en Rom a H u k u k u n d a, İngiliz H u k u k u n d a b irtakım yeni k u ru m lar, ye n ilik ler yaratılm ıştır. Yine görebildiğim iz k adariyle O sm anlI larda hayat ile h u k u k arasındaki m esafe im k ân ö lç ü sü n d e kısa tu tu la b ilm iş tir. Bu, y u k a rd a d e ğ in ild iğ i gib i, h e r y are, h er züm reye göre ayrı h ü k ü m le r k o y u p b u n la rın sık sık gözden geçirilerek, düzeltilip, tam am lanm ası yolıyla başarılm ıştır. O s m anlIlarda kanunlar, b u g ü n k ü gibi devam lılık arzetm ez. Yani bir k an u n pren sip itibarıyla başka b ir k a n u n la kaldırılıncaya kadar y ü rü rlü k te kalm az. O sm anlılarda h e r k a n u n an cak her su ltanın saltanatı süresince geçerlidir. Yeni su ltan şü p h esiz is terse eski k a n u n u y ü rü rlü k te b ırak ab ilir am a, p re n sip o n u n başa geçm esiyle eski k a n u n la rın da yenilenm esi esasıdır. Padi şaha arzedilen h er yeni d u ru m yeni b ir h ü k m ü n , ferm anın k o n u su olur. Bu ö zellik lere d ik k a t ed en M u allim C ev d et, bu k u d re tli d e v le tin arşiv le rin i d ü z e n le m e işle rin d e ç a lışırk en edindiği intibaı arkadaşlarına şöyle özetlem iştir: “O sm anlIlar da hayat h u k u k u değil h u k u k hayatı takib eder.”15 Eğer bu teş his doğru olarak kabul edilirse, O sm anlıların m ü m k ü n olabi 14 J. Schacht, İslâm H u k u ku n a G iriş, s .100. 1*5 O sm an Ergin, M uallim C evdet, İstanbul, 1937 s . 16 1 -1 6 2
len en iyi h u k u k u yarattığı söylenebilir. O sm anlı H u k u k u n u n ü s tü n taraflarına, genel olarak değin dik ten sonra, o n u n ö z ü n ü teşkil eden Ö rfî H u k u k u n özellikle rini daha yakından incelem eğe çalışalım .
III. Örfî Hukukun Özellikleri Bir İslâm devleti olan O sm anlı İm p a ra to rlu ğ u n u n h u k u k u n u bir yandan şer’iat, başka b ir ifade ile İslâm H u k u k u , diğer yön den de dinî olm ayan k u rallard an o lu şan “Örfî H u k u k ”u n teş kil ettiğini g ö rm ü ştü k . Şim di O sm anlı H u k u k u n u n asıl özelli ğini o lu ştu ra n ve in celem e k o n u m u z u n esasın ı teşk il eden, Örfî H u k u k u , çeşitli açılardan incelem eğe çalışalım .
A. Örfi Hukuk ve Örf-ü Âdet Hukuku Farkı Örfî H u k u k k o n u su n d a bizce ilk nazarı d ik k ate alınm ası ge rekli h usus, bu h u k u k ile “örf-ü a d e t” h u k u k u d en ilen h u k u k dalının kesinlikle b irb irin d en ayrılm ası, birbiriyle k arıştırılm am asıdır. Bugün, h u k u k ilm in d e “M üsbet H u k u k ” kavram ı, herhangi bir devlette, belirli b ir zam anda geçerli olan h u k u k k u ralları n ın tü m ü n ü ifade eder. Bu kavram , Batı d illerin d ek i “P ozitif H u k u k ” tabirin in çevirisinden ibarettir. M üsbet h u k u k u n bir kısm ı yazılı h u k u k k u ra lla rın d a n oluşur. D iğer b ir k ısm ı ise yazılı değildir. İşte b u g ü n k ü h u k u k ta “Ö rf-ü Â det H u k u k u ” den ilin ce bu tü r yazılı olm ayan h u k u k h ü k ü m le ri, k aideleri anlaşılır. Yazılı h u k u k kuralların ı, k a n u n , tü z ü k vb. şeklinde, yetkili bazı o rg an lar k o y d u k la rı h ald e, örf-ü a d e t k aideleri, toplum içinde, insanların ve çeşitli k u ru m ların birbiriyle m ü nasebeti son u cu n d a, b ir bitki gibi sessizce gelişir, oluşur. Top lum içinde devam lı şek ild e tatb ik ed ilen h e r â d e t, gelenek, “örf-ü adet h u k u k u ”n u n k o n u su n u teşkil etm ez. B unların h u ku k kuralı halini alabilm esi için bazı şartlar gerekir. Bu şartlar dan biri, o kaideye göre h arek et edilm ekte olm ası vakıasının uzu n zam an d ır devam etm esi gereğidir. Fakat b u süre de a n
cak her kaide için ayrı ayrı, o n u n özelliğine göre d ü şü n ü lm e li dir. İkinci olarak, u zu n sü red ir h erk esin u y u p tatb ik ettiği bu k u rala uygun h arek et ed ilm esi gerektiği h a k k ın d a h erkeste, bir duygu ve k anaatin (o p in io necessitatis) b u lu n m a sı gerekir. A ncak bu h a lle rd e d ir ki a rtık b ir “örf-ü â d e t” h u k u k u n d a n bahsedilebilir.16 M üsbet H u k u k u n ancak b ir b ö lü m ü n ü , yazılı olm ayan örf-ü â d e t h u k u k u te şk il eder. Ç o k d a h a b ü y ü k b ir k ıs m ın ı ise “M evzu H u k u k ” d en ilen ve h u k u k yaratm ağa yetkili organlar tarafından “k o n u la n ” yazılı h u k u k k u ralları o lu ştu ru r. Yetkili organlarca v azedildiği, k o n u ld u ğ u için “m ev zu ” (k o n u lm u ş) h u k u k ism ini alır. Bu kısa açıklam adan son ra şu n u açık seçik ortaya koyalım ki O sm anlılarda örf! h u k u k ta n b ahsedince, sö zü edilen “M evzu H u k u k ”tur. Bu h u k u k u vaz’eden, vazıı ka n u n , k an u n koyucu O sm anlı padişahıdır. Ö rfî h u k u k u n , a d ın dan başka “örf-ü âdet h u k u k iy le d irek t alakası d ah a d oğrusu ayniyeti veya benzerliği yoktur. Ç ü n k ü örf-ü âd et h u k u k u n u , k a n u n koym ağa yetkili belirli b ir yasam a organı (p ad işah veya bir m eclis vb.) koym az, bu h u k u k nev’ine giren kurallar, to p lum içinde zam anla sosyal k uvvvetlerin etkisiyle k e n d iliğ in den o luşur. T abir caizse, ö rf-ü âd et h u k u k u n u n k o y u c u su , to p lu m u n kendisidir. Yoksa herhangi bir teşri, yasam a organı değildir. Kısaca “örfî h u k u k ”, örf-ü ad et h u k u k u olm ayıp, p a d işa h la r ta ra fın d a n k o n u la n b ir “M evzu H u k u k ”tu r. Bu iki kavram ın birçok yerlerde k arıştırılm asın ın n ed en i evvela örf kelim esinin m üşterekliği ve b u n u n yarattığı yanıltıcı b en ze r liktir. D iğer b ir sebep ise, örfî h u k u k u n te m e lin d e ço ğunca birtakım örflerin yatm asıdır. Ö rfî h u k u k u koyan yine tek rarla yalım padişah tır ve bu h u k u k o n u n irad esin d en doğm aktadır. Fakat bu iradenin çekirdeğini pekala hen ü z örf ü âdet h u k u k u m ertebesine çıkm am ış (hiç olm azsa b u g ü n k ü an lam d a) b irta kım örfler ve âdetler teşkil edebilir. H alkın arasın d a u z u n za m andır tatbik edilen bu kurallar, h e n ü z h u k u k kaidesi haline gelm em işlerdir fakat genellikle halk ın u yduğu alıştığı k u rallar 16 A H. Scliwat z, Medeni H u ku ka (îiris. 43 vd.
188
dır. İşte O sm anlı p adişahları bu n itelik tek i b irço k âdeti ve ö r fü, h u k u k kaidesi h aline getirm işler, “e m r ed ü p b u y u rd u m ki” diyerek onları Örfî H u k u k m erteb esin e yükseltm işlerdir. Âşıkpaşazade T arihinde, anlatılan ve O sm an G azi’n in pazarlardaki “b ac” alm a âdetini, önce red d e ttik te n so n ra verilen izahat üze rine b irta k ım kayıtlar k o yarak k a n u n la ştırm a sı, k ü ç ü k fakat m eseleye tam bir aydınlık getiren b ir ö rn ek teşkil ed er.17
B. Örfi Hukukun Koyucusu O sm anlı Padişahı aa. Islâmda Kanun Koyucu İslâm iyet esaslarına göre, to p lu m u n b ü tü n m ü n aseb etlerin i düzenleyen “ş e ria tın ” yani İlâhî k a n u n la rın k o y u cu su , “Şar’i”’ A llah’tır (Şar’i-i m ü b in ), b u h ü k ü m le ri in san lara tebliğ eden peygam ber de “Şar’i”dir. B u n u n d ışın d a k im sen in k a n u n koy m ası bahis k o n u su olam ayacağından, teorik olarak İslâm h ü küm d arların ın , bu arada O sm anlı p ad işah ın ın da to p lu m u d ü zenleyen kaideler koym ası aslında im kânsızdır, ç ü n k ü b u n la rın tü m ü Allah tarafından k o n u lm u ş olu p , h er b ak ım d an m ü kem m el olan bu kaidelerin tam am lanm ası im kânsız ve lü zu m suzdur. K ur’an ’ın M aide su resin d e 4 4 (4 8 ). âyet de b u n a işaret etm ektedir: “H er kim A llah’ın indirdiği ile h ü k m etm ezse, işte kâfirler on lard ır” 18 T anınm ış b ir din adam ım ız H am di Yazır, bu k o n u d a şunları yazm aktadır: “H er k an u n -ı h ak b ir ilahi vaz’ o ld u ğ u n d a n m ü s takim dirler. Beşer tarafından k o n u lan k a n u n la r ne ilim ne din h iç b iri o lam azlar, b u n la r ilim n o k ta i n a z a rın d a n b a tıl, d in n o k ta i n a z a rın d a n şe rr teşkil ederler, gayrı m ü sta k im d irler. B unun için beşerin hakkı, gerek ilim de ve gerek d in d e k an u n vaz etm ek değil, h ak k ın k a n u n la rın ı arayıp bu lm ak , k eşif ve 17 Bazı hu kukçuların aksine vc doğru olarak Sabri Şakir Ansay, “örf-ü âdet h u k u k u n u n , “m ev zu h u k u k u 'na d ah il o lm a d ığ ın ı vurgular. Bk. Huhufc Bilim ine Başlangıç, 7 Bası, Ankara 19 5 8 , s.6 0 , dip not 53. 18 Öm er N asuhi Bilm en, Hufeulî-ı tslâ m iyyc vc Jstı!a!ıa(-ı Fıfefıiyye Kamusu, İstan bul, 1949, C. 1, s.8; Sabri $akir Ansay, Hufeult Tarihinde İslâm H u ku ku , 3. Bası, Ankara, 1958, s .7; Kur'an, Rudi Parct, Ö m er Rıza Doğrul, Haşan Basri, çevirileri.
izhar etm ektir. N evton cazibe k a n u n u n u vaz’etti d em ek doğru olm adığı gibi, E bu Hanife de fıkhın kıyas k a n u n la rın ı vaz’etti dem ek doğru değildir. Bunlar, o n ların vaz’ı olsaydı eğri ve ya lan olurlardı. D oğru olm aları, k an u n -ı h a k k ın keşfine m azhar olm alarından naşidir. B u n u n için u lem a m u cit değil kaşif ve m u zh ird irler” ,9 Yukarıdaki esaslardan hareket edilince, şü p h esiz “b ir M üs lüm an h ü k ü m d a rı, halife o lsu n , su ltan o lsu n k a n u n koyucu sıfatını takınam az. O an cak İslâm k a n u n u n u n yani şe r’iatın nazırı ve m uhafızıdır. Bu sebeple de O sm anlı d ev letin in de bir İslâm devleti olarak binnazariye, şer’iattan başka k a n u n u o l m am ası gerekir.20 Teolojik bir anlayışı daha d o ğ ru su in anışı tem sil eden bu gi bi görüşler, ilim adam ları ta ra fın d a n k ab u l ed ilm em ek ted ir. Zira yapılan sosyolojik araştırm alar ve m ü şah ad eler h u k u k u n , b ü tü n toplum larda m ütem adiyen değişen ve h ay atın şartlarına ancak bu şekilde cevap verebilen top lu m sal b ir k u ru m o ld u ğ u n u gösterm ek ted ir. E sasen, bazıları ta ra fın d a n “h u k u k u n teşkilatlanm ış şek lin d en ” ibarettir, diye tarif ed ilen devletlerin, m ahiyetleri itibariyle değişem eyen d in î h u k u k u n , d ışın d a baş ka dünyevî k urallar koym adan yaşam aları im kânsızdır. H ayat insanları buna zorlam aktadır. D in o to riteleri de b u n u açıkça g ö rd üklerind en , tü rlü tefsir ve tevillerle h ü k ü m d a rla rın bir öl çüde ve şer’iata aykırı olm am ak ve ancak o n u n cevaz vereceği h a lle re in h is a r e tm e k ş a rtiy le b azı h ü k ü m le r k o y a b ilec eğ i prensibini kabul etm işlerdir. bb. Örfî Hukuk İslâmî Esaslardan K aynaklanm az Yukarıda verilen izah attan anlaşılacağı gibi p re n sip olarak, padişah tarafından k o n u lan bir h u k u k olarak, örfî h u k u k u n İs lâm î esaslardan kaynaklandığı söylenem ez. N itekim ekseri u le ma, örfü şer’iata aykırı görm ektedir. F akat bazı İslâm teologla rının, evvelce açıklam aya çalıştığım ız sebeplerle yani kısaca h a 19 (E lm alılı) Ham di Yazır, H ak Dini K ur'an D ili, s.1 2 6 . 20 H. İnalcık, O sm anlı H u k u ku n a Ç iriş, s . 102 vd.
yatın zorlam asiyle, d in î h u k u k u n d ö rt k a y n a ğ ın ı o lu ştu ra n K ur’an, sünn et, icma ve kıyasın yanında “u r f ’u da aynı değerde bir kaynak olarak k ab u l etm eyi d e n e d ik le rin e rastlan m ak tadır.21 Fakat “ö r f ’ de çeşitli şekillerde anlaşılm aktadır. Bunların ayrın tıların a g irm ed en şu n u ifade edelim k i O sm an lIlardaki “Ûrfî H u k u k u n ” dini esaslardan çıktığını söylem ek bizce im kânsız görünm ektedir. Evvela T ursun Beg gibi m üelliflerin de belirttiği gibi “siyasel-i sultani ve yasag-ı p ad işah i” akli esaslara dayanır.22 Ü stelik şer’iat k u rallarına tam am en zıd d ü şen birçok örfî h u k u k kaidesi vardır. Bu n itelik tek i h ü k ü m le rin de dinî esaslara d a y a n d ığ ın ın id d ia e d ilm e sin e im k â n g ö rm ü y o ru z. M esela Ali H im m et Berki gibi, İslâm h u k u k u n u çok iyi bilen bir m üellif, F atih ’in K anunnam esindeki kardeş katli m addesi nin, pek k ü ç ü k kardeşlerin de b u h ü k m e tabi olm ası ve sabile rin ise devlet aleyhinde fitne ve fesata katılm alarının bahis k o nusu bile olam ayacağını nazarı itibare alarak, şer’iat esaslarına lam anlam iyle zıt o ld u ğ u n u yazm ış, hatta k a n u n n a m e n in m ev su k olm adığını b u h ü k m ü n de g ö sterdiğini ç ü n k ü F atih gibi şer’iata saygılı bir h ü k ü m d a rın böyle b ir h ü k ü m koyam ayacağı nı iddia etmiştir. H albuki F atih daha tahta geçer geçm ez küçük (sabi) kardeşi A hm ed’i ö ld ü rttü ğ ü gibi sonradan “kardeş katli” h ü k m ü n ü de k a n u n n a m e s in e k o y m u ştu r. E sasen S u ltan II. M ehm ed’in devletin yararın ın bahis k o n u su o ld u ğ u hallerde, şer’iatın kayıtlarına bağlı kalm adığı İnalcık’ın araştırm alarından da iyice bilinm ektedir. G erçekten F atih S ultan M ehm ed’in koy d u ğ u b irta k ım h ü k ü m le ri, y e n ilik le ri, o ğ lu Veli B ayezid’in bid ’at, şer’iata aykırı diye kaldırdığı m alûm dur. Aynı şekilde, K anuni Sultan Süleym an da, babası Yavuz Selim ’in k o y d u k ları nı kısm en değiştirm iştir.23 B unu y aparken o n lar şüphesiz din adam larının telkin ve baskılariyle harek et etm işlerdir. B ütün bu h u su sla r göz ö n ü n e alınırsa, örfî h u k u k u n İslâm î esaslardan kaynaklandığını söylem ek m ü m k ü n olm az, sanırız. 21 1. G oldziher, Z ahirilen, L eipzig 1884, s .204. 22 Tursun Bey, Tarih-ı Ebül-Feth, Ist. 19 7 7 , s .12. 23 İnalcık, İslâm Ansi/d. “II. M eh m ed ”, “Padişah" m addeleri; Osmunh Padişahı, S.B.F Dergisi, c. xıu. N o. 4 (1 9 5 8 )
O sm anlı D evletinin, A vrupa’da Yeniçağda k u ru la n m utlakiyyet rejim lerine ö rn ek teşkil ettiği, yani o zam an ların ilk “m utla k iy y e t” re jim in i te şk il e ttiğ i b ilin e n b ir g e rç e k tir. Bu da T ü rk ler’in kam u h u k u k u n d a ve siyasi k ü ltü rd e onlara ü stü n o lu şu n u n bir işaretidir.24 M utlakiyyet rejim lerinde b ü tü n kuvvet ve o to rite, devlet ba şındaki hü k ü m d ard a toplanır. H ük ü m d ar, teşrii (yasam a), icra (y ü rü tm e), ve hatta çok kere kaza (yargı) salâh iy etlerin in m er kezi halindedir. B ütün m akam ve vazife sahipleri, h ü k ü m d arca k en d ilerin e ta n ın m ış ve havale edilm iş y etk ileri, h ü k ü m d a r nam ına ve o n u tem silen k u llan ır ve tabiatiyle h e r an o n u n ta rafın d an azled ilm eleri m ü m k ü n d ü r. M em lek etim izd e T anzi m at’a kadar tatbik edilen b u idare şek lin d e h ü k ü m d a r yani p a dişah kaydı hayat şartiyle yani ölünceye k ad ar m ak am ın d a ka lır ve o n u n “irade-i şah an esi” lazım ul icra k a n u n m ah iy etin d e d i r ” 25 Padişahların k an u n k o y u cu lu k vasıflarını, b ü y ü k İslâm h u k u k çu su J. Schacht da şu şekilde vurgulam aktadır: “O sm anlı sultanları yalnız şer’iata bağlılıkları ile değil, aynı zam anda ken di teşrii faaliyetleri ile de tem ayüz etm işlerdir. O sm anlı sultanla rı, büyük bir sam im iyetle gerçek k anunları teşkil eden kan u n veya kanunnam eleri koym uşlar, bu şekilde yapm akla kutsal h u kuku ihlal etm ediklerine veya ona zıt bir davranışta b u lu n m a dıklarına fakat onu dinî bakım dan hiçbir farkı b u lunm ayan ya salarla tam am ladıklarına inanm ışlardır. G erçekte (ise m esela) F atih K a n u n n a m e sin d e k i h ü k ü m le r., ş e r’iatı ta m a m la m an ın ötesine gider ve şer’iatın yerini alm a derecesine varır.”26 G örülüyor ki b ü y ü k b ir İslâm H u k u k u m ü teh assısı tarafın dan, padişahların k a n u n koy u cu vasıflarının varlığından şü p he etm e bir tarafa, açıkça şer’iata aykırı h ü k ü m le rin bile k o n u ld u ğ u , biraz ihtiyatlı ifadelerle de olsa, belirtilm ektedir. 2 4 Köprülü, Ayrı Bir T ü rk A t^m c H u k u ku Yok m udur?, s .34. 2 5 Ali Fuat Başgil, Esas Icşfcilaf Hukuku, I. C, II. fasikül, İstanbul, 1 9 6 0 , s.205. 2 6 J. Schacht, İslâm H u k u ku n a G iriş, s .99.
IV Kanunnameler ve Hukukî Mahiyetleri Ö rfî h u k u k u teşkil eden k a n u n la rın genellikle tek tek m esele lerde verilen , p ad işah e m irle rin d e n o lu ş tu ğ u n u g ö rm ü ştü k . Sancak K anunnam eleri gibi b irço k h ü k m ü b iraraya toplayan k a n u n la r veya b u g ü n k ü genel bazı k a n u n la r (m ed en i k a n u n lar gibi) kadar olm asa da old u k ça geniş k o n u la n düzenleyen b irtakım k a n u n dergilerine de rastlıyoruz. Bu so n u n c u la r h a k kında b u g ü n elim izde m evcut Fatih, Yavuz ve K an u n i’n in h a zırlattığı veya onlara izafe edilen K anunnam eler, bize b ir fikir verm ektedir. H ukuki bakım dan önem li bir m esele, b u neviden k a n u n n a m elerin m ahiyetinin tesbitidir. Yani bu k an u n n a m e le rin h u k u ki değeri nedir? resm i m e tin le r m id ir? veya resm i d eğerleri olan, tatbik edilm eleri gereken k an u n la r m ıd ır yoksa özel şa hısların n o t defterleri gibi tam am en g ayn resm i b ir m ahiyet m i taşırlar? K anun dergileri veya derlem eleri şeklindeki k a n u n n a m elerin m ahiyeti k o n u su n d a iki önem li g ö rü ş vardır. B unlar d an biri O sm anlı k an u n ları ü zerin d e en fazla çalışm ış ilim ad a m ım ız Ö.L. Barkan’ın görü şü olu p , b u fikre göre, K an u n n am e ler, ilgili birtak ım şahısların tam am en özel ihtiyaçları için ve hiçbir resm i niteliği olm aksızın hazırladıkları b ir nevi n o t def teri, m evcut k a n u n h ü k ü m lerin i hatırlatıcı akıl defteri m ahiye tin d e özel birtak ım h u k u k derlem elerid ir. D iğer tezi ise O sm anlı tarihin in tanınm ış araştırıcısı Halil İnalcık tem sil etm ek tedir. O, k an u n n am elerin resm i m etin ler o lm ad ık ların ı kabul etm ekle beraber, bunların tatbikatta k en d ilerin d en faydalanılan ve alınacak kararlara ve verilecek em irlere esâs teşkil edebilen yani resm i değeri o lan m e tin le r o ld u ğ u n u ileri sü rm ek ted ir. Şimdi bu iki tezi, m üm essillerinin yazdıklarından faydalanarak daha açık bir hale getirelim ve kendi kanaatim izi belirtelim . B arkan, te z in i şöyle sa v u n m a k ta d ır: “B u g ü n elde m ev c u t b u lu n an bir kısım m atb u O sm anlı K an u n n am eleri ve o n ların u m u m i k ü tü p h an elerle h u su si şahıslar n ezd in d e m ev cu t yüz lerce benzerleri., (ve) b u dergilerden bilhassa zirai ek o n o m i n in h u k u k î ve m alî esaslarına ait b u lu n a n la rd a n h e m e n hiçbiri
devlel dairelerinde icra m evkiinde tu tu lm a k için resm en ta n zim edilip gönderilm iş olan k a n u n la r k ü lliy atın ın n e kendisi ne de tasdikli bir su reti halin d e değildirler. Bu sebeple onların ih tiv a e ttik le r i k a n u n m e tin le r in in ş e k li, k a n u n la r ın ilk vaz’edildiği, k u lla n ıld ığ ı ve ta tb ik a tta h u k u k î h ay atı tan zim h u su su n d a canlı b ir tarzda m ü essir olduğu zam an k i şekilleri de addedilm ez. Bu dergiler, hakiki k a n u n la rın ay nen biraraya getirilm esi suretiyle değil belki de o n ların h ülasa edilerek ve şekilleri değiştirilerek cem , tertip ve telif edilm eleriyle m eyda na gelm işlerdir. H attâ o n lard an birço ğ u resm î h iç b ir sıfat ve selahiyeti olm ayan kim seler tarafın d an sırf İlmî b ir m erak ve tecessüsle to p lan an veya alâkadar bazı k a n u n ad am ları tarafın dan kendi zati ihtiyaçları için, h u su si n o t defterleri h alin de ge lişigüzel derlenm iş b u lu n a n m alu m attan teşek k ü l etm ektedir.. Velhasıl, bu k a n u n n a m e le rd en çoğu, h u su si teşeb b ü slerle ve h e r telif ve te rtip sa h ib in in şah si alâka ve im k â n la rın a göre tanzim edilm iş nüshalardır. D evlet k a n u n la rın ın h ak ik i m etin lerini ihtiva eden tam b ir k a n u n la r külliyatı olm ak ve bu hay siyetle resm î sıfat taşım ak ve tatb ik atta m erci teşkil etm ek id diası hem en hiçb irin d e y o k tu r.”27 B arkan’ın bu id d iaların a İn alcık , şöyle cevap v erm ektedir: “Bu k a n u n n am elerin ekseriya gayrı resm î d erlem eler o lduğu doğru olm akla beraber, b ir m erci teşkil ettik leri de m u h a k k a k tır. B unu açıklam ak için h âk im lerin d u ru m u n u göz ö n ü n e al m ak zaruridir. H âkim in örf-i su ltan i den ilen h u k u k sahasında ancak “asıl resm î k a n u n la rı” yani Sancak K an u n n am eleri ile p adişah tarafın d an g ö n d erilm iş fe rm a n -k a n u n ları k u llandığı (Barkan, Kanunlar, M ukaddim e xxxıv, ıvııı- ıxıu) ve h ü k ü m le rinde m ü n h asıran o nları esas tu ttu ğ u doğru değildir. Şer’i h u k u k sahasında nasıl fıkıh k itap ların ı ve resm î o lm ayan fetva m ecm ualarını k ullanıyorsa, örf-i su lta n i h u k u k sah asın d a da h u su si k a n u n d e rle m e le rin i k u lla n a b ilir. B u n u n için daim a m o d ern c o d e ’lar ta rz ın d a “ta s d ik li”, b ü tü n k a n u n la rı için e alan resm î k a n u n n a m e le r a ra m a m a lıd ır. Bu fikir, O sm a n lı 27 Ö .L Barkan, K anu n la r x xıı ve O sm. Imp. Teşkilat vc M ücssesclerinin Ser’iligi.
194
D evletine Tanzim at d ev rin d e Batı tesiriyle girm iş o lu p , M ecel le de o n u n bir m ahsu lü d ü r. Ç ok defa k adılara veya yasak-kullarına verilen h ü k ü m lerd e “o lu b gelm iş k a n u n a göre hareket edilm esi istenm iştir. Bizzat “örf-i m aruf, yani bizim an ladığı m ız m anada örf devlet tarafından h ü k ü m m esn ed i ve h u k u k m enbaı olarak kabul ve tasdik edilm ektedir. Böyle b ir h u k u k sistem inde m o d ern m anada, h ü k ü m le rin e harfi harfin e riayet m ecburi olan resm î k a n u n m ecelleleri yerine, h u su si k a n u n derlem eleri de h u k u k i b ir fo nksiyonu haizdir. G erçek ten kadı ların verecekleri h ü k ü m le r d evletin m u sad d ak k a n u n la rı (Hakanî D efterlerdeki K anu n n am eler) ve p ad işah em irlerin e aykı rı olm am alıdır. Z aten bu “gayrı resm î k a n u n dergileri d aha zi yade b u n u sağlam ak için m eydana g etirilm işlerd ir”.28 H er iki tezin kısaca n ak lin d en so n ra h em en ilave edelim ki biz esas itibariyle İn alcık ’ın fikrine katılıy o ru z. O sm anlı Ka n u n n a m e le rin in h u k u k i d e ğ e rle ri k o n u s u in c e le n irk e n ilk d ikkate alınm ası gerekli h u su s b u g ü n k ü ö lçü ve k avram lara göre d ü şü n m e m e k gereğidir. M o d ern m ed en i k a n u n la r gibi sistem li, h er yerde noktası ve virgülüne k ad ar aynı ve değiş mez m etinlerin varlığını ve ü stelik b u n la rın tasdikli n ü sh aları nı aram ak boşunadır. Ç ü n k ü evvela örfî h u k u k u n k o n u lu ş bi çim i, “K anun D ergileri” h azırlatıp vaz’etm ek şek lin d e tecelli etm em iştir. K onulan h üküm ler, genellikle ilgili m ercilere, h a diseler doğdukça tek tek g ö n d erilen em irler, ferm anlarla, eski örflerin ve k a n u n h ü k ü m le rin in bazı vesilelerle (m esela bir bölgede yapılan tah rirler so n u c u n d a ) b irleştirilm eleri, Sancak K anunnam eleri vs. halini alm aları gibi yollarla, o lu şu p , gelişir. Bu sebeple elim izdeki, çeşitli h ü k ü m le rin toplandığı k a n u n n a m elerin düzensiz, sistem siz, b u g ü n k ü telâkkilere göre biraz da gelişigüzel olm asının tabiî karşılanm ası gerekir. Bu k a n u n n a m eler gerçekten de şahısların tertiplediği h u su si m etinlerdir. Fakat birçok hallerde de N işancı gibi örfi h u k u k ta en yetkili kişilerce hazırlanm ışlardır. B unların am acı, o d ev ird e y ü rü r lükte olan h ü k ü m leri tesbit edip, tatb ik atın ona göre y ü rü tü l28 Robcrt A nhcggcr-H alil İnalcık, K anunnaınc-l Su/fani Der M ucch-i Örf-i O sm ani, Ankara, 1956, s.xı.
m eşini sağlam aktır. Yani b u m etin lerin değeri in tizam ların d an veya tasdikli o lm alarından değil, halen geçerli olan h u k u k ka id elerin i gerçek ten ak settirip ak settirm em eleri y ö n ü n d e n ele alınm alıdır. H ususi şahıslarca hazırlanm ış olm aları onların d e ğerini sırf bu sebeple azaltm az, ln alcık ’ın verdiği güzel bir ö r nekle, şer’iat h ü k ü m le rin in toplandığı fıkıh k itap ları ve fetva derlem eleri de tam am en h u su si m ahiyette yani b ir kısım ule m an ın yazdığı ve to p lad ığ ı k ita p la r o ld u ğ u h a ld e k a d ı’ların b u n lara dayanarak h ü k ü m lerin i verdikleri u n u tu lm am alıd ır. Biz daha da ileri giderek b u g ü n k ü T ü rk iy e’deki d u ru m u göz ö n ü n e alalım . H alen T ü rk iy e’de k an u n lar, d evletçe yayınla nan Resmî G azete'de yayınlanır. Yani resm î k a n u n m etin leri bu gazetedeki m etin d ah a d o ğ ru su o n u n C u m h u rb aşk an ı tarafın dan da im zalanm ış, ilgili yerlerde sak lan an m etinleridir. Fakat b u g ü n o n b in le rc e h u k u k ç u n u n g erek h a k im o la ra k , gerek avukat veya b ir v atan d aş olarak b aşv u rd u ğ u m etin ler, Resmi G azete'deki m etin değil, bazı özel k itap çıların yayınladıkları, şerhli veya şerhsiz k a n u n kitaplarıdır. K im senin aklına bu tü r özel m etinlerin, k a n u n la rın tatb ik in d e esas alınam ayacağı fikri gelm em ektedir. Ç ü n k ü önem li olan, özel m etin lerin gerçekten k a n u n u n h ü k ü m le rin i ak settirip ettirm ediğidir. G erisi b ir şekil m eselesidir. Şayet b u m etinlerde herh an g i b ir h ata y ü zü n d en , yanlış k ararlar verilirse b u g ü n Tem yiz M ah k em esin e gidilir. D ün ise D ivan-ı H ü m ay u n ’a başvurulabilirdi. Kısaca söylersek, b ug ü n bile böyle b ir tatbikat v ark en O sm anlı K an u n n am eleri n in tatbikatta geçerli, la z ım ü lip a m etin ler o lm adığını sanm a n ın yerinde bir k an aat teşkil etm ediği açıktır. Yalnız esas itiba riyle fikrine k atıldığım ız ln a lc ık ’ın b ir h u su sta k i d ü şü n c e ve kanaatini paylaşm adığım ızı ilâve edelim . O na göre “F a tih ’in ve K anuni Süleym an’ın k an u n n a m e le ri gibi b ir k ısım k a n u n n a m eler “resm î m ah iy et taşır” 29 Bizce b ir k a n u n u n resm î b ir m a hiyet taşım ası için p ad işah ın im zasını, tu ğ rasın ı taşım ası gere kir. Ç ü n k ü örfî h u k u k u n k o y u cu su padişahtır. Bu yoksa ona resm î m etin diyem eyiz. F akat yukarıd a belirttiğim iz gibi, res 29 İnalcık, O sm anlı H u k u ku n a G iriş, s . 111.
m î m etin olm am ak o n u n tatb ik ed ilm e k u v v etin i kaldırm az. Ö nem li olan padişah ın irad esin in o şekilde tecelli edip etm ediğindedir.
V. Sonuç O sm anlıların k u ru p yaşattıkları k u d retli devletin tem el taşla rın d a n birin i, hiç olm azsa y ü k seliş çağında, y a ra ttık la rı örfî h u k u k teşkil etm iştir. G enellikle k am u h u k u k u d alın d a yaratı lan bu h u k u k , yabancıların da kabul ettiği gibi A vrupa’n ın o devirdeki h u k u k u n d a n çok ü s tü n vasıfları haiz idi. P adişahın iradesi m a h su lü olan b u h u k u k u n gerek k o n u lu ş şek illerin i g erek se to p la n d ığ ı m e tin le ri b u g ü n p a rla m e n to la rın k a b u l edip yayınladıkları k an u n larla kıyaslayıp b irtak ım so n u ç lar çı karm ak hatalı yollara götürür. Sadece şu n u söyleyelim ki ata larım ız, O sm anlılar hiç de k ü çü m sen m ey ecek ve h a ttâ ü stü n vasıfta bir h u k u k sistem i yaratm ayı başarm ışlar, b ü y ü k devlet lerinin tem eline o n u da itina ile yerleştirm işlerdir.
2. Osmanlı Adaletnâmelerinin Hukukî Mahiyeti*
I. Giriş ve Metod Hakkında Birkaç Söz O sm anhların , en ince ayrıntılarına k ad ar işlenm iş, iyi çalışan bir devlet dü zen i k u rd u k la rı h em en herkesçe k ab u l ve tak d ir ed ilm ek te d ir. F ak at b u b ü y ü k d e v le t ç a rk ın ın işleyişi d a h a XVI. yüzyılın ikinci yarısın d an itibaren aksam ağa ve b u arada halk, çeşitli devlet y etkililerinin haksız m uam elelerin e, z u lü m lerine m aruz kalm ağa başlam ıştır. Reaya d en ilen sınıfın uğra dığı zu lü m lerin esasını, k en d isin d en haksız yere tahsil edilen çeşitli p arala r ile talep edilen ve zo rla y ap tırılan k a n u n dışı hizm etler, angaryalar teşkil ediyordu. İşte b u h u k u k dışı talep leri ve genel bir isim le “zu lü m su ç la rı”n ı1 işleyenlerin bu h a re ketlerini önlem ek, Şer’iat ve örfî k an u n larla b elirtilm iş m ü k e l lefiyetlerden fazlasının reayaya y ü k len m esin i ö n lem ek amaciyle padişahlar tarafından A daletnâm e, A dalet H ü k m ü gibi isim lerle birtakım beyannam eler yayın lan m ıştır ki araştırm am ızda, bu nev’i belgelerin h u k u k î m ah iy etin in ne o ld u ğ u tesbite çalı şılacaktır. (*) Eylül 1986 T ürkoloji Kongresi Tebliği. 1
M um cu, A hm et, O sm anlı H u k u ku n d a Zulüm Kavramı, A nkara, 1 9 7 2 , s .5 vd.
198
K onuya g irm ed en ö n ce tak ip e d ile n m e to d h a k k ın d a k ü çü k bir açık lam ad a y a ra r g ö rü y o ru z . T a rih te k i m ü e sse sele r hakkında do ğ ru b ir h ü k m e varab ilm ek için, o d e v rin şartları nı ve sosyal d u ru m u n u göz ö n ü n d e b u lu n d u rm a k gerektiği daim a h atırlatılan b ir h u su stu r. F ak at b u g ü n , ta rih te k i b ir k u ru m u n , m üessesen in m ah iy etin i iyi an lay ab ilm ek ve a n la ta bilm ek için şüphesiz o zam an ın değil b u g ü n ü n k a v ra m ların d a n hareket etm ek gerekir. Ç ü n k ü o d evirde yaşam adığım ıza ve d ü şü n c e sistem im iz b u g ü n e g ö re te şe k k ü l e ttiğ in e göre, m üessesenin enini b o y u n u tayin e d erk en h e rh a ld e bizce bili nen ölçülerd en yani b u g ü n ü n k a v ra m la rın d an y ararlan m ak ta z o ru n lu k vardır. Bu nedenle, A daletnâm elerin h u k u k i m ah iy etin i tesbit ede bilm ek için, gerekli tarihi açıklam alarla birlik te, “h u k u k k u ra lı” vs. gibi b u g ü n ü n h u k u k k av ram ların d an yola çık m ak ta zo ru n lu k vardır. Zira am aç, in celen en k u ru m u an lam ak tır, b u n u n için d e b ild iğ im iz, an la d ığ ım ız k a v ra m la rla k o n u şm a k faydalı ve h attâ zo ru n lu d u r.
II. Toplumu Düzenleyen Kurallar ve Hukuk A. T oplum K u ra lların ın Nev’ileri İn san d en ile n “eşref-i m a h lu k a t” “y a ra tık la rın en şereflisi”n in tam am en serbest bırakılınca k en d i içgü d ü leri ve m enfa atleri p eşin d e k o şan egoist b ir m a h lu k k esild iğ i b ilin e n bir gerçektir. Bu yüzden to p lu m halinde yaşayan in sa n la rın b irb i rine karşı davranışlarını düzenleyen ve o n ların to p lu m h alinde rahatça yaşam alarını sağlayan birtak ım kaideler vard ır ki b u n lar, din, h u k u k , ahlâk, gelenek ve görgü kurallarıdır. B unlar dan herbiri insanlara to p lu m içinde d av ran ışların ın nasıl o l m ası gerektiğini ve yapılm ası istenen ve istenm eyen h arek etle rin neler o ld u ğ u n u gösteren düzenleyici kurallardır. D in ve ah lâ k k a id e le ri, m eselâ in s a n la rın d ü ş k ü n le re ve özellikle m u h taç olan yakınlarına, m ad d i yardım da b u lu n m a la rın ı ö nerir. Bu ö n eriy i y e rin e g e tirm e y e n le r, d in le re göre
T anrının gazabına u ğ rar ve öteki d ü n y ad a ağır cezalarla karşı laşırlar, ahlâka göre ise o kim seler şahsen vicdan azabı çeker ler ve öteki insan lar tarafından lânetlenirler. G elenek ve görgü kurallarına göre, b irço k hallerde diğ er in san ların selâm lanm ası gerekir. B u n u y a p m a y a n la r g ö rg ü sü z lü k le d a m g a la n ır ve b aşkalarınca ay ıplanıp, k ü çü m sen irler. K ısaca, d in , ah lâk ve görgü kuralların a u y m am an ın k en d in e göre b irtak ım m üeyyi deleri (yaptırım ları) vardır. F akat b u n ların hepsi de g ö rü ldüğü gibi, esas itibarıyla m anevî m üeyyidelerdir.
B. Hukuk Kurallarının En Önemli Ayırıcı Özelliği Flukuk k u ralların ın m üeyyideleri ise çok d ah a serttir, şid detlidir. Yukarıdaki ö rn ek lerd e g ö rd ü ğ ü m ü z gibi, fakru z a ru rete d ü şm ü ş y ak ın ların a m eselâ ana b abasına veya k a n u n u n saydığı yakın ak rab aların a m ad d î y ardım da b u lu n m a y an la rı, devlet nafaka ödem eğe zorlar, b u n u n için b o rç lu n u n m alların dan yeteri kad arı elin d en zorla alın arak (haciz) sa ttırılır vee alacaklıya ödenir. Keza ü stlerin i selâm lam ak ask erler için zo ru n lu bir görevdir. B unu yapm ayan ayıplanm akla kalm az, m e selâ b ir süre katıksız hapis cezasiyle cezalandırılır ayrıca b u n u fiilen yapm ağa zorlanır. G ö rü lü y o r ki to p lu m u d ü z e n e koym ayı, o n u in sa n lar için b irlik te yaşan ab ilir b ir hale g etirm ey i am açlay an to p lu m sal kurallar içinde m üeyyidesi, yaptırım ı en etkili olanı (tazm inat, para cezası, sürgün, hapis ve h attâ to p lu m d a n ih raç yani ölüm cezası bu m ü e y y id e le rin b a şlıc a la rıd ır) h u k u k k u ra lla rıd ır. H u k u k u n “yap” dediği işlerin (em ir) fertlerce yapılm ası, yap ma dediği şeylerin (nehy) ise yapılm am ası gerekir. Buna u y m ayanlar, fiillerinin ağırlığına göre derece derece m ü ey y ideler le karşılaşır ve devlet g ücü yani devletin yetkili teşkilat ve gö revlileri tarafın d an , b u n a icb ar edilirler. Bu say ed e in sa n la r toplum da güven ve h u z u r içinde yaşayabilirler. A ncak h u k u k k u ralların ın etkili olabilm esi için o n ların zo rla uygulan m asını sağlayan bir devlet g ü cü n e ihtiyaç vardır. H u k u k d en ilen m e kanizm anın iyi işlem esi d evletin g ü çlü olm asına bağlıdır. Ayrı
ca h u k u k k u ralların ın , insanları h ak sızlık lard an k o ru y ab ilm e si, o n ların haklarını elde edebilm esi için bu k u ra lla rın iyi ve isabetli şekilde tesbit edilm esi de şarttır. Bu yapılm azsa, h u k uk, âdil olm ak tan çıkar. Bu sebeple insanlık, “âdilâne bir h u k u k u n , ad aletin ” p eşin d e çok k o şm u ş ve b u u ğ u rd a b ü y ü k ça balar sarfetm iştir, hâlâ da b u n a devam etm ektedir.
III. Hukukun Yetmezliği ve Adaletin Aranması T oplum un hayatı devam lı ak an c o şk u n b ir ırm ağa benzetilirse, h u k u k b u n u n d ü z g ü n ak m asın ı, etrafın a z a ra r v erm em esin i sağlayan ben tler ve k anallar gibi düşün ü leb ilir. T oplum da bu bentlerin yapılm ası çoğunlukla su ların zarar verm esin d en so n ra olm aktadır. Toplum ne k ad ar tedbirli o lursa o lsu n , su yun akışını nasıl düzen e sokacağım ekseriya doğan ihtiyaçlar, o rta ya çıkan m ah zu rlard an sonra akıl edebilm ektedir. T arihten bi linen bir gerçektir ki h u k u k , b irço k hallerde gecikerek, d ü z e n leyici yeni h ü k ü m le r getirm ektedir. Ç ü n k ü h ay atın yaşayan, devam lı değişen, akıp giden d in am izm in i, in san ların birtakım hüküm ler, kaideler koyarak ö n ced en tam an lam ı ile n oksansız d ü z en lem eleri im k ân sız o lm a k ta d ır. Bu y ü z d e n de “O lm ası G ereken H uk u k " (ki b u n a “A dalet” de diyebiliriz) ile M üsbet H u k u k yani tatbik edilen, m ev cu t olan h u k u k , çeşitli sosyal sebepler dışında, sö zü n ü ettiğim iz g ü çlü k n edeniyle de h em en d aim a a d a le tte n u z a k k alm ağa m a h k u m b u lu n m a k ta d ır. Bu y ü zd en d ir ki in san lar tarih b o y u n ca adaleti, h ak sızlık ları ta m am en önleyen bir h u k u k u daim a aram ışlardır. İnsanlığa b ıra k tık la rı en b ü y ü k m irasın , h u k u k sistem leri olduğu kabul edilen Rom alılar, “ius civile” d en ilen h u k u k ya nında, bu h u k u k u n yetersizliklerini g iderm ek için “ius h o n o ra riu m ” ve “ius p ra e c to riu m ” den ilen daha adil b ir h u k u k ya ratm ışlardır. İngiliz H u k u k u n d a da R om a’d a k in e p aralel bir o lu şu m a şa h it o lu y o ru z. N o rm al h u k u k “C o m m o n L aw ”u n yanında “E q u ity Law ” (H ak k an iy et H u k u k u ) h u su si yüksek m ahkem eler tarafından m eydana getirilm iştir. B u n u n n edeni, C o m m o n Law ’u n b irço k h allerd e a d alet d u y g u la rın ı tatm in
edem eyen tatbikatıdır. E quity Law, çok d a h a ü s tü n yetkileri olan kim selerce k o n u lm u ştu r.2 Ne kadar ilgi çekicidir ki İslâm devletlerin d e de no rm al Ka dı M ahkem elerin in h u k u k u u y g u lay ışların ın b irço k h allerde adalet’i sağlam aktan uzak olduğu g örülerek, başın d a devletin en yetkili kişilerinin b u lu n d u ğ u “D ar ül A di”, M ezalim M ah kem eleri k u ru lm u ş ve bu m ahkem eler, h u k u k u n şekilci yeter siz bazı h ü k ü m lerin i bir tarafa iterek, gerçek h ak ve adaleti ta hak k u k a çalışm ışlardır.3 O sm anlılarda da norm al h u k u k dinî h u k u k olup, şer*î h u k u k un tatm in edici olm ayan bazı yönleri (m eselâ U riel H eyd’e gö re İslâm ceza h u k u k u n u n yetersiz kalan yönleri) Ö rfî H u k u k denilen ve padişahın iradesinin m ah su lü olan h u k u k kaidele riyle takviye edilm iştir.4 D em ek oluyor ki burad a da m evcut d i nî h u k u k u n , birçok h u su su tanzim etm eden b ırak m ış olm ası veya koyduğu h ü k ü m lerin ihtiyaca u y gun gelm em esi sebebiyle padişahın koyduğu, zam an ve zem ine uygun ve bu n edenle de daha âdil olan hüküm lerle tam am lanm ıştır. Şu halde O sm anlI larda da aslında R om alıların ve ln g ilizlerin yaptığı gibi daha adaletli bir h u k u k u n aranıp kurulm ası çabası m ev cu t idi. Osm anlı D evletinde yine bu tip faaliyet ve gayretlerin b ir so nucu ve m ahsulü de A daletnâm e yayınlanm asıdır. Zira “D ivanda m e zalim d in len m esi (M ezalim M ah k em eleri)., gibi A daletnâm e yayınlanm ası da, h ü k ü m d a rın ü lk esin d e ad aleti k u rm a k için başvurduğu başlıca tedbirlerden b irid ir’' 5 T oplum sal şartların so n u c u olarak, zam an zam an ne Şer’î ne Ö rfî H u k u k u n h ü k ü m lerin in yürüm ediği, uygulanm adığı veya u ygulanam adığı görüldüğünd en , bu d u ru m u n düzeltilm esi için A daletnâm eler 2 Schw arz, A.B., Roma Hufeufeu D e rs le ri, İstanbul 1956, s .1 1 7 , 1 2 9 -30; Schw arz, A.B., Ingiliz H ukuku vc K ontinental H ukuk, Ist. Hufe. F Mecm., C. II, sa. 10, s .228. 3 Hbul-ûla M ardin, M edeni ilufeufe C ephesinden A. C evdet Paşa, 1st. 1 9 4 6 (D evvan i’nin D ivan-ı DePi M ezalim Risalesi, 3 1 5 -3 2 1 ); Atar, Fahrcddin: İslâm A d liye TcşfeilaM, Ankara, 1979, s. 163 vd. 4
H cyd, U riel, Eski O sm anlı C eza H u k u k u n d a K anun v e Şeriat, A nk. İlah. F Derç., XXVI. (1 9 8 3 ), s .635.
5
İnalcık, H alil, Adaletnâm eler, T.T.K. Belgeler, C. II, sa. 3 -4 , s .51.
neşri yoluna gidilm iştir. B unların da am acı dediğim iz gibi, ger çekte etkisiz ve sözde kalm ış olsalar bile, hiç veya iyi işlem eyen h u k u k a işlerlik kazandırabilm ek, adalet m ek an izm asın ı hare kete getirebilm ektir. Fakat b u am aç, kolayca gerçekleşebilecek bir h u su s değildir. Ç ü n k ü h u k u k ta sosyal dayanağı olm ayan veya b u n u kaybetm iş h ü k ü m lerin uygulanam adığı ve tam am en etkisiz kaldığı bilinm ektedir. Bu d u ru m u A daletnâm eler ö rn e ğinde ileride ayrıntılı şekilde göreceğiz.
IV. OsmanIı Adaletnâmelerinin Hukukî Mahiyeti A. M eselenin O rtay a K onuluşu O sm anlı D evleti parlak devirlerini geride b ırakm ağa başla dığ ın d a, m erk ezi id a re n in zaafı y ü z ü n d e n ve d a h a önem lisi birtakım eko n o m ik n ed en lerle (ki b u n la rın başın d a enflasyon yani fiyatların b ü y ü k ö lçüde artm ası, başka deyişle p ara değe rin in düşm esi geliyordu) gelirleri artık k en d ilerin e yetm eyen birtakım kam u görevlileri b ü y ü k ö lçüde ve artan nisb etlerde suistim allere başladılar. Zira b u n la rın yaşam aları ve görevleri ni yerine getirebilm eleri için yapm aları gerekli m asraflar geniş ölçüde artm ıştı. H albuki gelirleri h em en aynı kalm ıştı. Bir m ü ellifin verdiği örneğe göre F atih K an u n n am esin d ek i cerim ele rin m ik tarı, 1716/7 tarih li K a n u n n a m e d e aynı kalm ış, b u n a karşı bu süre içinde para değeri % 85 o ran ın d a d ü şm ü ştü .6 Şu halde evvelce cerim elerden geliri 100 o lanın eline artık 15 ge çiyordu. İşte özellikle bu n edenle gelirlerini artırm ak isteyen k am u görev lileri (ask eri sın ıf y e tk ilile ri) reay ad an m u h te lif yollardan k a n u n ve h u k u k dışı p aralar tahsil etm eğe, onlara çeşitli a n g a ry a la r ve m ü k e lle fiy e tle r y ü k le m e ğ e b aşlad ılar. B unların başlıcalan h alk tan h u k u k u n m üsaade ettiğ in in d ışın da ve ü stü n d e vergiler alm ak (tekalifi şak k a),7 k an u n lard a tesbit edilenin çok ü stü n d e hkrç, aidat tahsil etm ek, cerim e d e n i 6
H cyd, U ., a.g.m ., s .6 4 9 .
7 Tckalif-i şakka kavramı için bk. Uluçay, Çağatay, 18. ve 19. y ü zy ılla r d a Saruh a n ’da E $ kiya h k vc Halli H areketleri, İstanbul, 19 5 5 , s .3 6 -3 7
len para cezalarının tahsilini gerektiren h aller g erçekte m evcut değil iken varm ış gibi gösterip, cerim e tahsili y oluna gitm ek, köylerde göreve çıkıldığında lü zu m su z derecede kalabalık bir m aiyetle b u n u yaparak, m u ta t olan d an u z u n süre k o n ak lam ak ve böylece kendilerini, adam larını, h ayvanlarını köylüye bes letm ek gibi, genel b ir terim le “zu lü m su çları” diye n ite le n en 8 çeşitli suçları işleyerek, reayanın sırtın d an k a n u n î o la n d an faz la m enfaat ve gelir sağlam ak şek lin d e idi. Bu acıklı d u ru m u n h u k u k açısından ifadesi, m evcut k an u n la rın, h u k u k u n uygulanm am ası, o n u n hiçe sayılmasıdır. İşin en kötü yanı b u n u yapanlann hem en daim a b ir nevi k am u görevli si, devlet yetkilileri olm aları idi. Bu suistim aller o derece yaygın bir hal almıştı ki m em leketin dört tarafından İstan b u l’a şikayet ler yağıyordu, hattâ halk bazı yerlerde köylerini terkedip, kaçıp k u rtu lm ağ a başlam ıştı. H alb u k i köyler, d ev letin gelir (vergi) kaynaklarını teşkil ediyordu. Bu kaynakların k u ru m asın a seyirci kalınam azdı. B ütün b u n lar k u ru lu düzenin sarsılm ağa hattâ yı kılm ağa başladığının işaretleriydi. İşte bu d ü zen in yeniden k u rulabilm esi ve işleyebilm esini tem in için, şüphesiz çevresindeki devlet erkanının da tavsiyesiyle padişahlar adaletnâm eler yayın lamağa başladılar. Böylece tem elinde ekonom ik sebepler yatan ve köklü tedbirler almayı gerektiren sosyal b ir hastalığı tedavi için, en kolay görünen yola başvurulm uş ve yayınlanan b u adaletnâm elerle m eselenin halledileceği um ulm uştur. Adaletnâme, adalet hükm ü d en ilen şey nedir? Kısaca söyler sek, askeri sınıfın y etk ililerin in , reayaya yaptığı haksızlıkları ve zu lüm leri şiddetle m e n ’eden ve y ap an ların cezalandırılacağı teh d itin d e b u lu n an , bu su retle de h alk ın sık ın tıların ı hafiflet m eğe çalışan beyannam elerdir. B unları çık aran padişahtır. Yani o n u n iradesi m ah su lü d ü r. O sm anlı D evletinde p a d işa h ın ira desi aslında b ir k a n u n h ü k m ü n d e d ir. F ak at b u g ü n nasıl k a n u n koyucu organ d u ru m u n d a k i M eclislerin h er çıkardığı k a rar, m addî anlam da, gerçekte k a n u n olm ayıp, b azen sadece şe kil y ö n ü n d en k a n u n “şeklî K an u n ” ise, p ad işah ın da h e r irade 8
M um cu, Zulüm Kavramı, s .5 vd.
204
beyanı şüphesiz m addî m an ad a, g erçek anlam d a k a n u n veya h u k u k kuralı olm ayabilir. Padişahın b ir b en d esin e ihsan da b u lunm ası veya saray’da ve b ah çelerin d e bazı şeylerin yapılm ası nı istem esi şü phesiz b ir k a n u n veya h u k u k k u ralı m ahiyetini haiz değildir. B urada, h erk es için geçerli olm ak “g en ellik ” vas fı ile “süresizlik", b en zer b ü tü n olaylarda yeni b ir d ü zen lem e ye kadar geçerli olm a vasfı b u lu n m am ak tad ır. H u k u k açısın d an a d a le tn â m elerin d u ru m u n u n biraz daha açıklığa kavuşm ası için kanunnâm e ve adaletnâme ayırım ı üze rin d e kısaca d u rm a n ın da yararlı olabileceğini sanıyoruz.
B. Kanunnâme ve Adaletnâme Ayırımı O sm an lı İm p a ra to rlu ğ u n d a , ş e r’î h u k u k u n y a n i d in î olan düzen lem en in yanında p ad işah ın iradesi m a h su lü o lan ve Ka n u n n âm elerd e tezah ü r eden b ir örfî h u k u k u n varlığı bilinen bir hu su stu r. H er ikisi de, örfî h u k u k u n yaratıcısı p ad işahın iradesi m ahsu lü olan k a n u n n â m e ile ad aletn âm e arasında ne gibi bir ilişki vardır? Bu k o n u d a evvela şu n u belirtelim ki o devirde h u k u k î kav ram larda b u g ü n k ü gibi kesin b ir sın ırlam a ve ayırım söz ko n u su değildi. A slında adaletnâm e kavram ı çeşitli şekilde ifade edildiği gibi (m es. adalet h ü k m ü ) b azen başka isim (m es. yasaknam e) den ilen bir m e tn in İnalcık’ın belirttiği gibi ad aletn â m e m ahiyeti taşıdığı da vaki idi.9 Z am an zam an k a n u n n âm e denilen bir m etn in içinde adaletnâm e h ü k m ü n ü n de yer aldığı oluyordu. Mısır, A ğrıboz, M alatya, Bozok K an u n n âm eleri için de adaletnâm e h ü k ü m lerin e rastlam aktayız.10 Bazen adaletnâm e ism i verilm iş b ir belgenin b ir k an u nnâm e veya başka b ir belge m ahiyetini taşıdığı görülm ektedir. Mesela sırf kadılara gönderilen adaletnâm elerin, İnalcık’a göre başka bir sınıfa girm esi gerekir. B unun nevini m üellif belirtm em iştir.11 9
İnalcık, Adalctnâm eler, s. 110.
10 Barkan, Ö m er Lutfi, Osmanlı İm p a ra to rlu ğ u n d a Z ira i E k o n o m in in H u k u ki vc Mali Esasları, C , 1 Kanunlar, İstanbul, 19 4 5 , s.3 6 3 , 3 4 2 /8 , 10, 1 1 3 /8 , 128/41. 11 İnalcık, Adaletnâm eler, s. 8 7 vd.
B ütün bu belgelerle aralarında kesin olm ayan sın ırlar b u lu n m ası y ü z ü n d e n d ir ki, ad aletn âm elerin en iyi araştırıcısı bile, onların tavsifinde çok farklı, hattâ birbirine zıt n itelen d irm eler yapm ıştır. Ç ü n k ü eldeki belgelerin tetk ik in d en çıkan sonuçlar budur. ln alcık ’ın vurguladığı gibi belgelerin n itelen d irilm esin de, taşıdıkları ism e değil, m ahiyetlerine bakılm alıdır. İlim , bir bakım a titiz b ir term in o lo ji ve tasn if faaliyetidir. Bu n edenle biz aşağıda O sm anlı ad aletn âm elerin in m ahiyet itiba riyle k an u n n âm elerd en tam am en farklı o ld u ğ u n u , h u k u k açı sından gösterm eye çalışacağız.
C. Adaletnâmelerin Hukuk Açısından Görünüşü aa. M uhtelif Araştırıcıların Fikirleri A daletnâm eler h ak k ın d a b u g ü n e k adar en m ü k em m el te tk i ki yapm ış olan m üellif, Halil İn alcık ’tır.12 Bu incelem esin de d e ğerli tarihçi b irçok adaletnâm e m etn in i yayınladığı gibi b u n la rı çeşitli yönlerden incelem iştir. M etinlerin te tk ik in d e n h a re k e t eden bilgin, g ö rd ü ğ ü farkları d ik k a tin d e n k aç ırm ay a rak b u n la rın özellik lerin e göre çeşitli şek ild e tav siflerd e b u lu n m uştur. H attâ bu n itelen d irm eler yuk arıd a da b elirttiğim iz gi bi bazen birbirine aykırı gibi gö rü n m ek ted ir. lnalcık’ın açıklam alarına göre, padişahın halkı zu lü m d en ko rum ak için çıkardığı hük ü m lere u m um iyetle adaletnâm e veya adalet hükm ü denilm ektedir, “adaletnâm eler, p adişahın do ğ ru dan doğruya verdiği bir emirdir. Bir h ü k m ü n b ü tü n rü k ü n lerin i (unsurlarını) taşır.” “A daletnâm elerde de h er h ü k m ü n en m ü him karakteristiği olan, “b u y u rd u m k i” form ülü ile em ir kısm ı na girilm iş o lu r” s.86. “Tipik adaletnâm eler, ilân em ri taşıyan vesikalardır”, “Bir de “sicile kaydedilm esi, b ir k an u n gibi kendi siyle am el edilm esi em rini taşıyan ad aletnâm eler” vardır s.88. Son cüm led e, İn alcık , d ik k a tli b ir sın ırla m a y ap m a k ta ve adaletnâm eler k an u n n iteliğ in d ed ir gibi b ir ifade k u llanm ayıp, 12 A daletnâınclcr’e ilk dikkati çek en m ü ellif Çağatay U luçay ise de o bunlar üze rinde bir tetkik yapm amıştır.
sicile kaydedilsin ve b u n a göre h arek et ed ilsin diye em redilen adaletnâm elerden bahsetm ektedir. “Kanun gibi kendisiyle amel edilmesi emrini taşıyan" ibaresi k an aatim ce, h u k u k profesörü A hm et M um cu tarafından hatalı y o ru m lan arak , aşağıda belir teceğim iz gibi, b u n la rın “k a n u n m ah iy etin d e o ld u ğ u ” so n u cu çıkarılm ıştır. H albuki İnalcık, araştırm asın ın b ir y erinde, “adaletnâm elerin gerçek m eselelere cevap veren vesikalar olm ayıp, âdet yerini b u lsu n diye çıkarılm ış belli klişelerden ibaret ölü yazılar olduğ u ileri sü rü le b ilir” diye bizce m eselenin can da m arına d o k u n m u ştu r s.88. A ncak yazarın asıl ad aletn âm e tari fi zannederim daha araştırm asının başın d ak i şu satırlarda yer alm aktadır: “A daletnâm e, devlet o to ritesin i tem sil ed enlerin, reayaya karşı bu otoriteyi kötüye k u llan m aların ı, k a n u n , hak ve adalete aykırı tu tu m la rın ı, o lağ an ü stü ted b irlerle y asakla yan (um u m i) beyannam e şeklinde b ir padişah h ü k m ü d ü r.”13 Beyanname için b u g ü n en m uteb er h u k u k lügatlerinde yapı lan tanım , “h u k u k î veya fiili b ir vaziyetin varlığını ilân eden veya yetkili m akam lara bildiren belge” şeklindedir.14 G örülüyor ki beyannam eler b izatih i h u k u k k u ralı m ah iy etin d e değildir. Ç ü n k ü h u k u k kuralları gibi bir m üeyyide taşım azlar, bunlara riayet, gerekiyorsa başka gerçek h u k u k kaideleri ile sağlanır. A d a letn â m e ta rifin d e , k a n u n s u z h a re k e tle ri “o la ğ a n ü stü ted b irlerle y asak lam ak ”tan In alcık ’ın neyi k asd ettiğ i h u su su m ü phem kalm aktadır. B urada ted b irlerin etkisizliğine mi yok sa fevkalade, ü stü n etkisine m i işaret edilm ek istendiği anlaşı lam am aktadır. Tarihî d u ru m a bakılırsa b urada, h u k u k i bak ım dan etkisiz kalan, alışılm am ış “o lağandışı” ted b irler söz k o n u sudur. H ukuki yönden adaletnâm elerin m ahiyeti ile ilgili daha açık nitelem elere bir h u k u k tarihçisi olan Ahm et M um cu'nun eserle rinde rastlam aktayız.. M üellifin O sm anlı H u k u k u ile ilgili d e ğerli eserlerinde adaletnâm eler k o n u su , ln alcık ’m araştırm ası na day an ılarak kısaca ele alınm ıştır. M u m cu , a d a le tn â m eler 13 İnalcık, Adalclnâm elcı; s.49. 14 Tıirfc HufcuJ* Lü^afi, Türk H ukuk Kurumu Yayını, Ankara, 1944.
için: “K anun g ücünde, ilgili herkesi bağlayıcı genel h ü k ü m ler d ir”15 dem ekte ve İnalcık’a atıfta bulu n m ak tad ır. H albuki İnal cık, yukarıda da değindiğim iz gibi adaletnâm eler için “k an u n g ü c ü n d e ” ve “h erkesi bağlayıcı” sıfatlarını k u llan m ay ıp daha ihtiyatlı b ir ifade seçm iştir. Z ikrettiğim iz ib ared en ise M um cu ’n u n adaletnâm eleri k a n u n m ahiyetinde g ö rd ü ğ ü n ü anlıyo ruz. Ç ü n k ü araştırıcı başka bir eserinde m eseleyi daha da zo r laştıran bir ifade kullan m ak ta fakat so n u ç itibariyle adaletnâm elerin bir k a n u n olduğu fikrini m uhafaza etm ektedir. Şöyle ki o, hem k an u n n âm eler ile adaletnâm eler arasında (biçim sel yönden ?) önem li farkların b u lu n d u ğ u n u söylem ekte, h em de O sm anlı kanu n n am elerin i b u g ü n k ü “genel k an u n larla” padişa hın diğer irade beyanlarını (hangileri?) ise belki “özel k a n u n larla ” karşılay ab iliriz.. K o n u m u z b a k ım ın d a a n ö n e m li olan nokta, padişahın yarattığı b u h u k u k kuralları., diye devam ede rek bu n ların açıkça h u k u k kuralı o ld u ğ u n u v urgulam aktadır.16 Bu fikirleri kabule im kan g ö rm üyoruz ç ü n k ü özel k a n u n ile genel k an u n sadece uygulam a alan ların ın daha geniş veya dar olm asiyle birb irin d en ayrılan fakat m ahiyet itibariyle tam am en aynı olan şeylerdir. Ö zel k a n u n da neticede k a n u n olm ak iti bariyle öz b ak ım ın d an d iğ erin d en ayrılam az. O zam an M um cu ’n u n değindiği “aradaki önem li fark" n ere d e k alm ak tadır? N ihayet M um cu, diğer b ir araştırm asında, Ö rfî H u k u k k u ra l la rın ın ç o ğ u n u n “genel n iteliğ i y o k tu r” d a h a ço k bölgesel özelliktedirler, d ed ik ten sonra, “an cak az olm akla b irlik te tüm ülkeye seslenen genel nitelik te k u rallar vardır. Ö zellikle b u n a lım zam anlarında, yeni p ad işah ların iş başına geçm esi gibi d u rum larda, halka adaletli davranılm ası, bazı vergilerin affı gibi ko n u ları düzenleyen adaletnâm eler, genel b ir örfi h u k u k k u ra lı sayılabilir”17 şeklinde aynı fikri tekrarlam aktadır. A daletnâm elerin h u k u k k uralı o ld u ğ u h u su su n d a k i bu d ü şün celere n e d e n k atılm ad ığ ım ızı, aşağıda k e n d i k an aatim izi 15 M um cu, Z u lü m K avram ı, s.39. 16 M um cu, A hm et, Divan-ı H üm ayun, Ankara, 1976, s.84. 17 Ü çok-C oşkun , M um cu A hm et, T ü rk H u ku k Tarihi, A nkara, 19 7 6 , s.2 1 5.
açıklarken belirtm iş olacağız. A daletnâm e m etin lerin e dayana rak, XVIII. yüzyılda T ü rk iye’n in sosyal d u ru m u n u ayrın tılı şe kilde inceleyen Yücel Ö zkaya, k o n u m u z la ilgili açıkça b ir fikir beyan etm em ekte ise de adaletn âm elerd e yapılan ceza te h d it lerinin (m es. h ak ların d an gelineceği vs.) hangi cezalar o ld u ğ u n u n ve nasıl u ygulanacağım nın b elirtilm em iş o ld u ğ u n u , b u n ların sözde kalan cezalar o ld u ğ u n u defalarca yazm ıştır. O n u n bu ifadeleri de dolaylı yoldan da olsa bizim fikrim izi iyice des tekler m ahiyettedir.18 Fahreddin A ta r ise b ir a n s ik lo p e d iy e y azd ığ ı A d a le tn âm e m addesinde, “B unların k a n u n k u v v etin d e m e tin le r olm aktan ziyade kan u n ları destek lem ek gayesiyle ç ık arılm ış” o ld u k ları na işaret etm ek ted ir.19 Bu araştırıcın ın da ad aletn âm elerin asıl k ara k terin i yani o n la rın , h u k u k i m ü ey y id esi o lm ay an k u ru tehditlerden ibaret o ld u ğ u n u , açık şekilde ifade etm em ekle b e raber, görm üş b u lu n d u ğ u anlaşılm aktadır. bb. Kanaatimiz ve Nedenleri Kaynaklan, O rtadoğu eski devletlerinin adalet anlayışına20 ka dar uzanan, h ü k ü m d arlan n ve yetkili devlet adam lan n ın halka ad aletli m uam ele etm esi gereği h u s u s u n d a k i g e le n e k , başta Kur’anı Kerim in bazı ayetleri ile hadisler ve d ö rt halife devrinde ki tatbikatla daha İslâm iyet’in başında yerleşm iş b u lunuyordu. Hz. Ebubekir’in halife seçildikten sonra yaptığı b ir konuşm ada: “Ey insanlar size Halife seçilmiş bulu n u y o ru m , sizin kuvvetliniz, zayıf hakkını kendisinden alıncaya kadar yanım da zayıftır, sizin zayıfınız ise, kuvvetliden hakkını alıncaya kadar benim yanım da kuvvetlidir" demesi örnek alınarak, İslâm hüküm d arların ın, tah ta geçişlerinde halka adaletli m uam eleyi em ir ve vaad etm esi ve b unu adaletnâm elerle ilan etm esi de gelenek halini alm ıştı.21 18 Û zkaya, Yücel, XVIII. yüzyıld a çıkarılan A dalelnâınelcre Göre Türkiye'nin İç D urum u, T.T.K. Belleten, C. XXXVIII, sa. 151, s .4 4 5 -4 9 1 . 19 Atar, F ah redd in, İslâ m î B ilg ile r A n s ik lo p e d isi, C . I, D ergâh Yay., İst. 1 9 8 1 , “Adâletnâme" m addesi. 20 İnalcık, Adaletnâm eler, s .49. 21 Atar, Adaletnâm e.
B ü tü n bunlar, a d aletn âm e y ay ın lam an ın d a h a ziyade dini esaslardan k a y n ak lan d ığ ın ı g ö sterm ek ted ir. Bu n ed en le olsa gerektir ki O sm anlılarda k a n u n n â m e yerine ad aleln âm eler ya yınlanm ası XVI. y ü zy ıld an itib a re n yani d ev letin zayıflayıp, gittikçe artan ölçüde dinî etk ilerin alanına girm esi zam anına düşm ektedir. Bu k o n u , yani d in in , şer’iatın devlet içinde h er k o n u d a söz sahibi olm ağa başlam ası olayını B arkan ve İnalcık eserlerinde gayet güzel vurgulam ışlardır. O sm anlıların h u k u k u n u n şer’î h u k u k u n y anında, pad işahın iradesinden kaynaklanan bir nevi m illî ve laik h u k u k ta n (örfi H u k u k ) o lu ştu ğ u n u söylem iştik. Bu h u k u k u n k a n u n k o y u cu su p adişahtı. Bu ise aslın d a İslâm î esaslarla b ağ d aşm ıy o rd u . Ç ü n k ü lslâm da yegâne k a n u n k o y u cu (Şâri’) A llah ve o n u n a d ın a p e y g a m b e rd ir. Bu a n la y ış la d ır k i II. M u stafa (1 6 9 5 1703) zam anında (1107) b ir em irle, b u n d a n böyle ferm anlar da m u tad e n k u llan ılan “şer’iat ve k an u n a u y g u n ” fo rm ü lü n den “k a n u n ” k elim esinin çıkarılm ası istenm iştir. F erm ana n a zaran bu karara şu m ü lah azalarla v arılm ıştır: “Son in d irile n bir âyetle Allah m adem ki “b u g ü n sizin d in in izi ikm al e ttim ” bu y u rm u ştu r, o halde b u d in h e r h u su sta tam am dır. U m ur-ı Â m m a ve hassa şa m ild ir” “gayrın te d a h ü lü n d e n m u a rra d ır” Şer’iatle halledilem eyen b ir m esele b ulunam ayacağı için bahsi geçen form ülde b ir de ayrıca “k a n u n ” k elim esin in zikri doğru değildir. H attâ böyle b ir kelim en in “şeriat ile yanyana zikredil m esin d e b ü y ü k b ir te h lik e (h a ta r-ı azim ) m e v c u ttu r.22 işte ln alcık ’ın son olarak K anuni S ultan Süleym an ve O sm anlı H u k u k u isim li m akalesinde ü zerin d e d u rd u ğ u , şer’iatın ağır bas m ası olayı budur. Yani artık h u k u k alan ın d a şer’î olm ayana yer yoktur. K anu n n âm eler de b u n lard an biridir. P a d işah ların k a n u n n â m e y e rin e a d a le tn â m e y ay ın lam ağa başlam alarının23 (sosyal n e d en ler d ışında) esası b u olsa gerek tir. Ç ü n k ü O srtıanlıların yazılı örfî h u k u k k u ralları koym aları 22 Barkan, Kanunlar, XIX, XX, d ip n o t 5. II. M ustafa’nın ferm anı ö z elle, O sm an Ergin’in M ccellei Uınuru Belediye eserinin I. cild in d e, s .568. 23 İnalcık, Halil, Su leim an T he Law giver and O ttom an Law, A rchivum O tlom an icum , vol. I, The Hague, 1969, s. 136.
(k a n u n n â m e le r) İslâm î ü lk e le rd e başk a ö rn e ğ i o lm ay an bir din-dışı, laik h u k u k tatbikatı idi. H albuki ad aletn âm elerin İs lâm î bir geleneği m evcut b u lu n u y o rd u . Acaba h u k u k açısından ad aletn âm elerin g ö rü n ü şü nasıldır? Bunu açıklayabilm e için m u h te lif ad aletn âm elerin d u ru m u nu kısaca ele alm akta yarar vardır. Tahta çıkışlarında ad aletnâm e yayınlam alarının b ir nevi ge lenek haline geldiği söylenen İslâm h ü k ü m d a rla rı24 içinde Osm anlı padişah ların ın da b u geleneğe zam an zam an u y d u ğ u gö rülm ektedir. M esela III. M ehm ed’in tah ta çıktığında yayınladı ğı adaletnâm e elim izdedir.25 Bu nevi adaletn âm elerd e, h ü k ü m d arın tebaasına adaletli bir dö n em vaat etm esi ana hedefi teş kil etm ektedir. B ugünkü d em o k ratik D evletlerde p artilerin se çim beyannam eleri veya p artile rin icraat p la n la rı nasıl parti başkanlarınca ilân ediliyor, radyo, TV vb. k anallarla halka d u y u ru lu p , bol vaadler ve g önül okşayan sözlerle o n la rın desteği sağlanm ağa çalışılıyorsa, tahta geçen h ü k ü m d a rın adaletnâm esi de buna benzem ektedir. Inalcık’ın ifadesiyle söylersek: “ta h ta çık an b ir p ad işah da yeni ve adil b ir sa lta n a t devresi açm ak isteğiyle u m u m i b ir adaletnâm e çıkarır. A daletnâm ede halkı zu lm e k arşı k o ru m a gayesi daim a açık bir şekilde belirtilir. B ütün vesikaya bu ruh fazlasiyle hâkim dir. H attâ idarecilerin içinde b u lu n d u k la rı ka çınılm az d u ru m la r ve za ru re tler (ek o n o m ik ve sosyal şartlar T.A.) dikkate alın m az” 26 Birtakım çok sert ceza tehd itleri (dib ek te helak etm e) taşısa da ve III. M ehm ed gibi, “Eyyam -ı adalet ve h engam ı hilafetim i sair zam anla kıyas etm ey in ” şeklinde k en d i d ö n em in e b ir ayrı calık tanım ış olsa da, b u n la rın h u k u k î y ö n d en gerçek m üeyyi deleri olan b irer k a n u n ve h u k u k k u ralı olm adığı o rtadadır. Zira diğer bazı adaletnâm eler gibi, III. M ehm ed’in 1595 yılın 24 Atar, Adaletnûm e, s .62. 25 1004 (1 5 9 5 ) tarihli III. M ehm ed'in A daletn âınesiııin m etn i, Arap harfleriyle İnalcık’n tetkikinde ( s .1 0 4 -1 0 8 ), yeni harflerle Çağatay U lu ça y ’ın, “XVU . A sır da S a n ıh a n ’da E şk ıy a lık", İstanbul, 19 4 4 , s ,1 8 6 3 -6 9 ’da yayınlanm ıştır. 26 İnalcık, Adaletnâm eler, s.87.
da tah ta çıkışında yayınladığı adaletnâm ede de, halk a h aksız lık ve z u lü m yapanlara karşı gayet sert b irtak ım cezalar getiril m iş g ö rünm ek ted ir, fakat b u n la rın gözdağı v erm ek ten ibaret olduğu şu örn ek ten anlaşılm aktadır. Kadılar için öngörülen, “dibekte döv ü lü p h elak ” etm e cezası daha doğrusu tehdididir. O sm anlı D evletinde u lem a h ak kında prensip itibariyle ölüm cezası verilm em ektedir. B unun çok n a dir istisnaları görülm üşse de b u n la r h u k u k dışı, fiili d u ru m la r dır. U lem aya verilen en ağır ceza azil ve sü rg ü n o lm aktadır.27 Bazı adaletnâm elerde h u k u k a aykırı d avranan k ad ı’ların dibek te dövüleceği tehdidini bazı yabancı yazarların ciddiye aldıkları görülm ektedir.28 H attâ İngiliz Rycaut, O sm anlı Devleti hakkındaki m e şh u r eserinde Y edikule’de bu dibeğin k a lın tıla rın d an b a h se tm e k te d ir.29 Biz, R ycaut’n u n a n la ttığ ı şe k ild e , d ib e k te buğday gibi döğülerek eti kem iği iyice birbirine karışan bir kadı’nın varlığını bilm iyoruz, bilene de rastlam adık. Şu hale naza ran, en sert m üeyyideyi koym uş gibi g ö rü n en adaletnâm elerde bile cezanın gerçekten infaz edilm esi değil sadece gözdağı ver m ek am açlanm aktadır. M üeyyidesi olm ayan bir em rin ise ger çek bir h u k u k kuralı olm adığını söylem eğe gerek bile yoktur. A daletnâm elerde yer alan diğer önem li b ir h u su s, ilgililer den ısrarla, “şerî veya şer’î ve örfî h ü k ü m le rin ” dışına çıkılm am ası b u n ların ayn en tatb ik edilm esi sıkı sıkı te n b ih edilm ekte dir. B unun anlam ı şudur. A daletnâm e kendisi yeni h u k u k k u ralları getirm em ekte, sadece eski ve no rm al h u k u k d ü z e n in in yani ş e rî ve örfî h u k u k kaidelerin in geçerli o ld u ğ u n u vurgula m aktadır. Böylece sadece k a n u n u n h ü k m ü n ü h a tırla ta n m e tinler h attâ b u n ları aynen tek rar etse bile, b u yeni b ir h u k u k kuralı değildir.30 G eçerli olan ve y ü rü rlü k te o lan h u k u k u n ta t bikini em reden ve b u n u bazı ceza tehditleriyle (ki b u teh d itle rin de yerine getirildiği p ek vaki o lm am ak tad ır) süsleyen ada-
27 M um cu, A hm el, Osmanlı Devletinde Siyaseten Kati, A nkara, 1 9 6 3 , s . 125 vd. 28 H eyd, U riel, Studies in Old O tto m a n C rim in a l Law, O xford, 19 7 3 , s .263. 29 Rycaut, Paul, The Present S ta te oj the O tto m a n Empire, L ondon 1 6 6 8 , s . 107. 30 Aral, Vecdi, Huhuh ve H u ku k Bilimi Üzerine, Istanbul, 1 9 7 5 , s.97.
letnâm eler sadece b ir “k a n u n la ra u y u n ” şek lin d e b ey an nam e ler, ihtarnam elerd en ibarettir. A daletnâm elerin pek çoğu n d a, h u k u k a aykırı, h aksız hare ketlere cü r’et ed enlerin isim leri ile su çların ın (olayın) ayrıntılariy le İs ta n b u l’a b ild irilm e s i is te n ir ve b u n u n , ilg ilile rin “m u h k em hak ların d an gelinm esi" için o ld u ğ u h u su su belirti lir. F akat ekseriya Û zkaya’n ın da ön em le ve defaatle değindiği gibi, nasıl yapılacağı belirtilm ez.31 Şu halde b u gibi adaletnâm elerde de m ü ey y id en in v arlığ ın d an bah sed ilem ez. Var gibi g ö rü n en sadece b ir ceza tehdididir. H atta isim lerini b ild irin ki “küreğe k o n u lsu n la r” şek lin d ek i ifadeler de sözde k a lm ak ta dır. A hm et M um cu haklı olarak b u gibi halleri “ceza işlem ine geçileceğinin işareti”n d e n ibaret g ö rm ek ted ir.32 Kısaca, adaletnâm elerde ceza tehditleri, çok sert şekilde ve bolca yapılıyorsa da b u n la rın ne zam an gerçekleşeceği, nasıl yapılacağı hem en daim a boşlu k ta b ırak ılm ak ta ve dolayısiyle bu n ların ciddiliği ve tatb ik edildiği h a k k ın d a şü p h e le r u y a n m ak tad ır. E sasen aynı m eald e a d a le tn â m e le rin ay n ı yerlere b irb iri a rd ın d a n g ö n d erilm esi de b u n u d o ğ ru la m a k ta d ır. Bu n e d e n le rle d ir ki m ü e llifle rin h e m e n h e p si a d a le tn â m e le rin gerçek m üeyyidelerden m ah ru m , sözde birtak ım m üeyyide ve ceza tehditleriyle dolu beyannam eler o ld u k ların ı, b u n lara da yanarak hiçbir ciddî h u k u k î tak ib in yapılm adığını açıkça veya dolaylı şekilde belirtm işlerdir. Bazı vergilerin kaldırılm ası gibi n a d ir de olsa bazı ad aletn â m elerde, k an u n n âm elerd e o lduğu gibi gerçek h u k u k k u ra lla rı na rastlanm aktadır. F akat bizce b u n ları adaletnâm e ism i veril m iş k an u n n âm eler olarak kabul etm ek daha isabetlidir. Ç ü n kü bu n lar sayıca az olup, o devirde, evvelce söylediğim iz gibi, çeşitli belgelerin tasnif ve isim lendirilişinde, b u g ü n k ü gibi, ke sin ayırım lar yapılm am ış o lm asından dolayı ad aletn âm e olarak nitelendirilm işlerdir. Bu m ü nasebetle, belirli b ir tarih ten so n ra, k an u n n âm eler yerine (K an u n i’d en itibaren o ld u ğ u n u lnal31 Ö zkaya, Yücel, a.g.m., m u h telif sahifeler. 32 M um cu, Zulüm Kavramı, s.42.
cık vurgular) adaletnâm e çıkarıldığını da u n atm am ak gerekir. K anun m ahiyetinde h ü k ü m le ri havi ad aletn âm eler ile, h u k u k açısından k u ru bir te h d it beyannam esi o lan lar arasındaki fark kolayca belli olm aktadır. A slında ad aletn âm elerin bizzat b ir h u k u k k u ra lı olm ayıp, birçok kim senin riayet etm ediği ve uygulam adığı m evcut h u k u k u n yeniden işler hale getirilm esi am acıyla çıkarıldığı açık tır. Fakat b u rad a bir soru akla gelebilir. N eden devlet, ika edi len suçlar için, su çlu lar aleyhine derhal b ir cezai tak ip yoluna gitm iyor yani gerçek h u k u k î yol n e d en izlenm eyip de boş teh d itleri havi a d a le tn â m eler ç ık arm a y o lu n a gidiliyor? B u n u n bizce bazı önem li sebepleri vardır. Ö nce, h u k u k u tatb ik ede cek olanlar devletin adam larıdır. H albuki b u rad a su çlu lar da devletin adam larıdır. Şüphesiz devlet n o rm al hallerde su çlu la rın kim olursa olsun h ak ların d an gelebilir. F akat b u suçluların adedi bir değil beş değil b in lerin ü stü n d e ise ve b u n la r m em le ketin h er tarafına yayılm ış devletin görevlileri iseler, m erkezi idare de artık eski g ü çlü lü ğ ü n ü kaybetm işse, su ç lu la r aleyhine h u k u k î takibe geçm e ve b u n d a n m ü sb et b ir so n u ç alm a çok zor ve hâttâ im kânsızdır. B u g ü n ü n m o d ern devletlerin d e bile, buna benzer haller z u h u r ettiğinde, olaylar çeşitli m etodlarla yatıştırılm ağa çalışılm aktadır. O sm anlı Devleti de b u d u ru m d a h u k u k yoluna gitm eyi ü rk ü tü c ü olabilecek so n u ç la rın d a n çe k inerek bırakm ış, ad aletnâm eler yayınlayarak g eçiştirm ek iste miştir. Böylece hem halkın, reayanın g önlü alın m ak ta, h em de s u ç lu la rın k ısm e n de olsa y e n i su ç la rd a n c a y d ırıla b ile ce ğ i um ulm aktadır. G ö rü n ü şe göre ad aletn âm eler su ç ta n caydıra bilecek bir k o rk u yaratam am ış, veya e k o n o m ik g ü çlü k ler bu k o rk u d an ağır basm ış olm alı ki haksızlıklara ve b u n lara karşı adaletnâm e neşri işine devam edilm iştir. H attâ ad aletn âm e ile h alk ın suç işleyenlere karşı b izzat teşk ila tla n ıp , m u k av em et etm esi (yiğitbaşı seçilm esi vs.) bizzat devletçe tavsiye edilm iş tir ki, çaresizliğin derecesini gösteren b u tavsiye ile h u k u k ta “ihkak-ı h a k ” denilen ve herk esin h ak k ın ı bizzat k o ru m ası yo lu açılm ıştır. Bu devletin ve h u k u k u n varlığını adeta tam am en inkar etm e anlam ına gelen yanlış b ir yoldu, en ilkel h u k u k an
layışı idi. Böyle b ir d u ru m d a a rtık a d a le tn â m e le rin h âlâ bir h u k u k kuralı o ld u ğ u n d an bahsedilebileceğini sanm ıyorum .
V. Sonuç O sm anlı İm p arato rlu ğ u n d a XVI. yüzyıldan itib aren XIX. yüz yıla kadar padişah tarafından zam an zam an y ayınlanan ve esas am acı kam u görevlilerinin reayaya yaptığı çeşitli haksızlıkları ve zu lüm leri önlem ek olan b ey an n am elerin h u k u k k u ralı vasfı taşım adığı so n u cu n a varm ış b u lu n u y o ru z . B unun ned eni, her h u k u k kaidesinin en önem li u n su ru olan, h u k u k ! m üeyyide d en (y a p tırım d a n ) m a h ru m o lu şlarıd ır. M üeyyidesiz h u k u k kuralı düşün ü lem ez. Bazı ad aletnâm elerde b u n u n aksini gös te rir gibi g ö rü n e n d u ru m la r varsa da bizce b u n la r g erçekte adaletnâm e değil k an u n n â m e m ah iy etin d e m etinlerdir. Çeşitli sosyal ve eko n o m ik n edenlerle işlem ez hale gelen m ev cu t h u k u k u n işlerliğini sağlam ak için, gerçek h u k u k yollarına başvu racak gücü kaybetm iş olan devlet, yayınladığı b u beyannâm elerle bir sonuca varabileceğini ü m it etm iş fakat ne yazık ki bu ü m itler hem en daim a suya düşm ü ştü r.
3. Fatih’in Teşkilat Kanunnâmesi’nin M evsukîyetinden Şüpheler ve Bunlar Üzerinde Bazı Düşünceler*
I. Fâtih Kanunnâmeleri’nin Yazma ve Basma Nüshaları O sm anlı D evletinin h u k u k u iki önem li u n su rd a n oluşu yordu. H er nev’i din! k u ralların tü m ü n ü teşkil eden “şe ria t”ın b ir p ar çası olan Islâm H u k u k u yani din! h u k u k ve p ad işah ların ira desinden doğan ve ço ğunca k am u h u k u k u ile ilgili b u lu n a n “Örfî H u k u k ” Bu h u k u k , hatta bazen şeriata tam am en aykırı olabilen dünyevî b ir h u k u k tu . S ultanların irad esin d en doğan örfî h u k u k u n k a n u n n âm ele r halinde tesbit edilm esine ilk defa F âtih S ultan M ehm ed zam a nında teşebbüs edildiği anlaşılıyor. F atih’e ait k an u n n âm elerd en ilk defa O sm anlı tarih lerin d en  lî’n in K ü n h ü ’l-a h b â r’ın d a sö zed ild iğ i sa n ılıy o rd u . H alb u k i daha evvel Idris-i Bitlisî’n in “H eşt B ihişt” eserinde b u k a n u n la rın m u h tevasın d an bahsedildiği g ö rü lü y o r.1 H attâ so n sen eler de M üverrih Koca H üseyin’in Rusya’da b u lu n u p y ayınlanan ve evvelce m üellifin y azm adan bırak tığ ı san ılan O sm an lı Tarihi kısm ını da havi Bedâ’i ül-vekâ’-i isim li tarih d e, F a tih ’in Teşki(* ) V. M illetlerarası T ürkoloji Kongresi (2 3 -3 0 Eylül 1 9 8 5 ) Tebliği. 1
A bdülkadir Ö zcan, "Fâtih’in Teşkilat K anunnam esi”, Tarih dergisinden ayrı ba sım İstanbul, 1982, s.6.
lat K anunnâm esinin aynen dercedilm iş b u lu n d u ğ u tesbit edil m iştir.2 F a k a t k a n u n n â m e le rin V iyana’d a k i y azm aları b u lu nuncaya kad ar araştırıcılardan kim se b u kay ıtlar ü z erin d e d u r m am ış, dolayısıyla u z u n süre herk esçe m eçh u l k alm ıştı.3 B ugüne kad ar F a tih ’e izafe ed ilen k a n u n n â m e le rin sadece üç yazm a n ü sh a sın ın varlığı b ilin m ek ted ir. B u n ların ü ç ü de V iyana’da A vusturya M illî K ü tü p h a n e sin d e b u lu n m a k ta d ır ve G. F lügel K atalo g u n d a Nr. 1813 -3 , Nr. 1 814-2, Nr. 1820-3 olarak kayıtlıdırlar.4 Bu k an u n n âm elerd en en eskisi (Nr. 1814-2) H. 893 (1488) yılında istinsah edilm iş b ir nüshadır. “Reâyâ K a n u n u ” denile bilecek olan b u k an u n n âm e, 1921 yılında F K raelitz-G reifenh o rst tarafından yayınlanm ıştır.5 Viyana’daki diğer iki k an u n n âm e ise teşkilat ve teşrifata m ü teallik olup, Dilger’in vurguladığına göre, iki ayrı k a n u n olm a yıp, sadece aynı k a n u n u n iki ayrı, farklı istin sah ın d an ibarettir. F akat bu hususa şim diye k ad ar kim se dik k at etm em iştir. Biraz farklı da olsa aslında aynı olan b u iki k an u n n â m e d e n daha yeni olanını Jo sep h von Flam m er-Purgstall, 1815’de “Des O sm anischen Reichs Staatsverfassung u n d Staatsverw altung” isim li ese rinde (s.87-101) serbest b ir şekilde çevirerek yayınlam ış, fakat bazı unvanları alm ayıp atlam ış, tım arlar ve m aliye ile ilgili bazı kaideleri, zor anlaşılan yerlerini hiç zikretm em iştir.6 Adı geçen iki k a n u n n â m e d e n daha eski tarih li o lan ın ı ise M. Arif, Viyana’dan getirttiği fotoğraflara day an arak , İsta n b u l’da 1912 yılında yayınlam ıştır.7 İşte çoğu k im sen in F atih K anun nâm esi diye bildikleri m etin budur. Bu m etin d ah a sonraları, 2 A nna S. T veritinova, A k te n des XXIV Internationalen O rien ta listen Kongresses, M ünchen, 19 5 7 , s.3 9 8 vd. 3
H üseyin N am ık O rkun, T.C. A dliye V , T ü rk H u k u ku Tarihi, Belgeler, Ankara, 1935, s.3.
4
Konrad Dilger, U ntersuchungen z u r G eschichte des O sm anischen H ofzerem oniells im 15. und 16. Jahrhundert, M ünchen, 19 6 7 , s .8.
5 M itteilungen z u r O sm anischen G eschichte (M O G ) Ed. 1, W ien , 1921. 6
Dilger, a.g.e., s.9.
7 M. Ârit, Tarih-i O sm a n î E ncüm eni M ecm uası, ilâveleri, İst. 1330.
H üseyin N am ık O rk u n tarafından (1 9 3 5 ’de) A dalet Bakanlığı yayınları arasında yayınlandığı gibi, Ali H im m et B erki’n in Fa tih ’e dair kitabında yeniden basılm ış,8 son olarak da A bdülkadir Ö zcan, Tarih D ergisinde bu k a n u n n â m e n in karşılaştırm alı bir m etnini yayınlam ıştır. D ilger’e göre M. Arif, F âtih ’in Teşkilat K an u n u n u yayınlar ken H am m er’in çevirisinden ve h a tta yazm anın ikinci b ir n ü s hasının m evcudiyetinden h abersizdi.9 H albuki M. Arif, önsöz de Viyana elçiliğim iz kanalıyla ken d isin e iki k a n u n n â m e gö n derildiğini yazıyor. Ü ç ü n c ü sü n ü n k ü tü p h a n e m en su p la rın d a n K raelitz ta ra fın d a n y ay ın lan acağ ı b ild irilm iş y an i b u n ü sh a gönderilm em iştir. D em ek oluyor ki M. Arif, H am m er’in k u l landığı nüshayı da elde etm iş fakat iki m etn in ayn iy etin in far kına varam am ıştır. İşte biz aşağıda, F âtih ’in b u k an u n n âm esi üzerinde duracağız.
II. Fâtih’in Teşkilat Kanunnâmesi Üzerinde Şüpheler F âtih’in Teşkilat K an u n u n u ilk defa yayınlayan M. A rif bile da ha o zam an önsözde, k a n u n n â m e n in ifadesindeki karışıklığa ve sistem sizliğe işaret etm işse de şü phesiz o n u n m evsukiyetinden şüpheye düşm em iştir. Bu k an u n n a m e h a k k ın d a ilk ciddî şüpheyi, gayet genel şekilde, F uad K öprülü, 1931 yılındaki bir araştırm asında ortaya atm ış, “m u a h h a r bir devirde (1029 H.1620) istinsah edilm iş olduğu gibi, içinde çok sarih tertipsiz likler ve bazı eksiklikler ve yanlışlıklar o ld u ğ u n d a n , (bu k a n u n n am e n in ) tam am iyle şayan-ı itim at sayılam ayacağını” v u r gulam ıştır.10 Fakat ne yazık ki K öprülü ne bu yazısında ne de sonraları nedense k an u n n â m e le r k o n u su n a ay rıntılı b ir şekil de el atm am ıştır. E lim izdeki k a n u n n â m e n in ta m a m e n gayrı 8
Ali H im m et Berki, Büyü/? Türk Hükümdarı İstanbul Fatihi S u lta n M clım ed Han ve Adalet H a y a tı, İstanbul, 1953.
9
Dilger, a.g.e., s.9.
10 Fuad K öprülü, Bizans M ü esscselerinin O sm anlı M üesseselcrine Tesiri H akkın da Bazı Mülahazalar, T ü rk H u ku k ve Ikt. Ta. Mecm ., C. I, İstanbul, 19 3 1, s .186 dipn. 2 ve 281.
m evsuk, uy d u rm a bir m etin o ld u ğ u tezini bizde en açık ve ay rıntılı şekilde ortaya atan m üellif b irç o k değerli h u k u k kitabı n ın yanında F âtih Sultan M eh m ed ’in , H ayatı ve A daleti h a k kında bir eser yazm ış olan eski k ad ılard an ve Temyiz M ahke m esi B aşkanlarından Ali H im m et Berki olm u ştu r: “M ecm uanın istinsah tarihi 1029 o lu p F a tih ’in irtih alin d en 143 sene sonraya m üsadiftir. F akat kim tarafından ve nereden istinsah edildiği ve asıl n ü sh a sın ın n erede b u lu n d u ğ u m alûm değildir. H azinei Evrakta da böyle b ir m ecm uaya tesad ü f edil m em ektedir. M üverrihlerim iz de böyle b ir k a n u n ve m ü ndericatından bahsetm em işlerdir. F arzedelim ki b ir şahıs bir devre ait bir k an u n n â m e u y d u rarak h erhangi b ir k ü tü p h a n e y e b ıra k m ış olsa b u n u n ne kıym eti olur? İşte V iyana’daki k an u n n â m e b u n d a n farklı değildir. Bir de b u n u n m ü n d e ric a tın a bakalım . K anunnâm ey i p ad işah ın em riyle to p lad ığ ın ı, tan zim ettiğini söyleyen F âtih d evrindeki Tevkiî Leysezade M ehm ed bin M us tafa diye b irin i tesbit ed em iy o ru z.. M ecm uada, atam d ed em k a n u n u d u r diye yazılm asına rağm en bu k a n u n la rın o nda biri bile toplanm am ıştır, ve ekserisi b ab asın ın ve d ed elerin in k a n u n u değildir. M ün d ericat ikinci ve ü ç ü n c ü d ereced e eh em m iyeti haiz şeylerle, hiç ehem m iyeti o lm ayanlardan ib arettir.” “M ecm uanın gerek tanzim ve gerek tertib in d e lisan hataları ve iptidaîlik ve karışıklık vardır... Tevkiîlik m erteb esin e yükse len bir zatın böyle gayrım untazam b ir k a n u n n â m e tertip etm iş olm ası ve âlim ve edip p ad işah ın b u n u k ab u lü m ü ste b ’addır (olacağı sanılm az). Bu m ecm uada yazılı h ü k ü m ve k an u n lard an bazısı belki va kıaya m utab ık tır. M eraklı b ir zat şu ra d a n b u ra d a n to plam ış veya işiterek yazm ıştır. Bu, m ü m k ü n hâttâ m uh tem eld ir. F akat b ir devletin esas n izam ın a m ü teallik yazılan böyle b ir esere vü sû k izafe olunam az ve b u n u n üzerin e h ü k ü m yürü tü lem ez.. Kardeş katlin e ait m uhteviyat., m üh im d ir, ve şayanı dikkattir.. (Şer’iatı lslâm iye’de) sırf tev eh h ü m ü zerin e h içb ir ferdin katil ve ifnası caiz değildir. H ele k ü çü k m âsum lar h a k k ın d a böyle b ir şey kim senin h atırın d an geçm ez ve böyle b ir fetva da veri lem ez.. m âsum çocuklar için N izâm -ı Â lem nasıl bahis m ev
zu u olur?.. N e G ariptir ki böyle b ir k a n u n n â m e d evletin Hazine-i E vrakında b u lu n m u y o r da ecn eb i b ir im p a ra to rlu k k ü tü p h an e sin d e bulunuyor.. H ulâsa: Bu m ecm u a d o ğ ru b ir ka n u n n âm e olarak kabul olunam az ve b u n u n ü zerin e b ir h ü k ü m verilem ez.. A nlaşılıyor ki m e c m u a n ın m u h te v iy a tı u y d u ru l m uş ve toplanm ış) vakıalara gayrı m uvafık şeylerden ib arettir.” Bu sözlerle Ali H im m et Berki, k a n u n n â m e h a k k ın d a en ağır hü k ü m leri verm iş olm ak tad ır.11 Yabancılar arasında ise K onrad Dilger, k a n u n n â m e ü zerin d e şüpheleri en ileri dereceye vardıran ve en esaslı tetk ik i yapm ış olan araştırm acıdır. A slında O sm anlılarda saray teşrifatının 15. ve 16. yüzyıllardaki gelişim i ü zerin d e b ir tetk ik olan k itabında önce, O sm anlı teşrifat k aid elerin in tem eli olarak b ilin en F âtih K anunnâm esin in o n u n tarafından ve o n u n zam an ın d a h az ır lanm ış olam ayacağını ortaya atarak, m eseleyi ay rın tılı olarak (36 sahife) in c e le m e k te d ir.12 K en d isin i b u s o n u c a g ö tü re n , şüpheli h u su sları sıra ile şöyle açıklam aktadır: Evvela k an n u n n âm enin dili, giriş kısm ında ve asıl m etin d e tam am en farklı dır. G irişteki gayet s u n ’!, ağdalı o lan ve 12 satırlık m e tn in b ü tü n anlam ının (k an u n n âm e., yapıldı) d e m e k te n ibaret o ld u ğ u na, halbuki h ü k ü m le rin sade b ir T ürkçe ile yazılm ış b u lu n d u ğ una bakılırsa bu iki m etin farklı ellerden çıkm ıştır. K anunnâm e h er tü rlü sistem den m ah ru m d u r. K an unnâm en in hazırlandığı, ısdar edildiği tarih e gelince. M. A rif bazı m ülâhazalarla b u tarih in 1470 ile 1481 arasındaki d ö n em içinde olabileceği tezini ortaya atark en b u n u k a n u n n â m edeki şu cü m leden çıkarm aktadır. “H âlen k u rm u ş o ld u ğ u m uz m edreselere “Sahn” ism i v erilm iştir” H albuki o n u n ded i ğine bakılırsa Sahn M edreseleri F ethiyye C am iin e bağlı olan m edreselerdir. B unlar ise 1470’de b itirilm iştir. H alb u k i Fâtih Sultan M ehm ed İstan b u l’da Ayasofya ve Zeyrek M edreselerini de ku rd u rm u ştu r. Sahn tabirinin, hangisi için kullan ıld ığı bi linm ediğinden ve esasen “Sahn” tab irin in çok d ah a sonraları 11 Ali H im m et Berki, a.g.e., s.1 4 3 vd. 12 Dilger, a.g.e., s .1-36.
m eydana çıkm ış olm ası sebebiyle, k a n u n n â m e n in tarih in i tesbitte bu h u su s esas olam az. H alb u k i M.  rif’in d ü şü n cesi h er kes tarafından kabul edilm iş gibidir. K anunnâm ede adı geçen m em u riy etler ve pâyelerle ilgili, zam anına uym ayan h ü k ü m le r m evcuddur. K azaskerlerd en ço ğ u l o la ra k b a h se d ilm e k te d ir. H alb u k i Fatih zam an ın d a tek k adıasker vardı. - K anunnâm ed ek i ibarelerden en aşağı üç d efterd arın varlığı an laşılm ak tad ır. H alb u k i ü çü rtcü d e fte rd a r ilk defa 1. Selim (1 5 1 2 -2 0 ) zam an ın d a S uriye’n in fe th in d e n so n ra tay in ed il m iştir. Beylerbeyi’lik sadece b ir m em u riy et, fiilen icra edilen bir m an sıp değil aynı za m a n d a “p â y e ” o la ra k k u lla n ılm a k ta d ır (Ö zellikle Vezir ve Beylerbeyi pâyesini haiz N işan cılar h a k k ın da). A slında b u “pâye” verm e işi so n rad an çıkm ış b ir uygula m adır. K anunnâm ed e R eisülküttab da zikredilm iştir, h alb u k i bu tabiri K anun i’d en sonra tesbit edebiliyoruz (1520-66). - M ir a h u r k a n u n n âm ed e tekil o larak geçm ektedir. Bu da ta rihi gerçeğe uym am aktadır. - Dilger, Iç-il, lç-el tabiri ü zerinde de u zun u z u n d u rm u ş ve b u n u M ersin yöresi diye anlayarak b u ra n ın fethi ta rih in d en ka nun n âm e aleyhinde bir so n u ç çıkarm ıştır. Bu k o n u d ak i yanıl m a, A bdülkadir Ö zcan tarafından haklı olarak düzeltilm iştir.13 - Çeşitli m an sıp lar için ö d en en ücretlerin , bazen 16. yüzyıl yani çok daha so n rak i d irlik gelirlerin d en d ü şü k o ld u ğ u n u be lirten Dilger, yazılı m ik tarların  safnam e’d en (Lûtfi Paşa) alndığı gibi b ir izlenim edindiğini ilâve ediyor. - Birkaç k an u n n â m e d e yazılı cerim e m ik tarların ı k arşılaştı rıp bir liste yapan Dilger, belirli suçlara ek o larak alın an bu ce rim e m iktarları arasında bazı ano rm al farklara d ik k a t çekiyor. (Bu h u su su A.H. Berki de v u rgulam ıştır). H am m er’in b u rad a cerim e ile te rim e y i ödeyecek olan ın m addî varlığı yani ceri m eye esas olacak m atrah k arıştırılm ış g ö z ü k ü y o r şek lin d ek i 13 A bdülkadir Ö zcan, a.g.e., 13.
açıklam asını, hatırlatıyor. H albuki b u rad a bizce m iri subaşılar gibi cerim eleri tahsil yetkisi olan ve k en d ilerin e b u cerim ele rin, gelir olarak tahsis edildiği k im selerin , tah sil edebileceği azam î, tavan tu tarı bahis k o n u su d u r. D ilger’in en çok ü z e rin d e d u rd u ğ u h u s u s la rd a n b iri de kardeş-katli ile ilgili m addedir. Bu h ü k m ü n F atih tarafından ve o n u n zam an ın d a k o n u lm u ş olam ayacağı h u s u s u n d a ileri sürd ü ğ ü iddia ve deliller şöyledir: Bir İslâm h ü k ü m d a rın ın , fiilen böyle b ir ceza uygulam ası hiç de g ayrım ü m k ü n ve g ay rım uhtem el değildir. F ak at M üslü m an ve şer’iata bağlı b ir m em lekette, İslâm H u k u k u n a taban tabana zıt b ir u y g u lam an ın k a n u n h ü k m ü h alin e getirilm esi m ü m k ü n değildir, bu yapılsa da böyle b ir h ü k ü m keenlem yek û n d u r yani yoklukla m alûldür. Dolayısiyle bağlayıcı olam az. Bu noktada sonuç olarak B erki’n in ve D ilger’in tezi b irleşm ek ledir.14 Fetvalar belirli so m u t olaylar için verilebilir, m u h tem el ve z u h u r edebilecek d u ru m la r için fetva verilem eyeceğinden, ka n u n n âm ed ek i h ü k m ü n u lem an ın ekseriyeti tarafın d an tecviz edilm iş olm ası da bahis k o n u su olam azdı. K atledilm esi caiz olarak sadece kardeşler olarak g ö steril m esi tah tta hak iddia edebileceklerin am calar, yeğenler gibi di ğer akrabaların zikredilm em iş olm asına da tak ılan Dilger, K anunn âm en in koyduğu ve tah t kavgalarını ö nlem eyi ga ye edinen b ir h ü k m ü n , bilakis aksine b ir etk i yaparak, ilgili herkesin canını k u rtarm ak için isyanına sebep olm az mı? diye sorm aktadır. Bütün bu sebeplerle Dilger, kardeş katli m addesinin (faelschung) yani uydurm a, sahte o ld u ğ u n u ileri sü rm ek te F âtih za m anında böyle bir h ü k m ü n konulm asını gerektirecek kadar uy gulam anın, o zam ana kadar, pek olm adığını y ah u t b u n u n ka n u n h ü k m ü h alin e g etirilm esin i g erek tirecek b ir y o ğ u n lu ğ a erişm ediğini, b u n u n olsa olsa tahta geçliğinde beş kardeşini bir d en ö ld ü rte n III. M urad zam an ın d a olab ileceğ in i, kardeşleri 14 Krş. Haııs Georg Majcr, Sıidost-Forsdıungen, 1 9 6 9 ’daki D ilger'iıı c sc ıi hk. te n kil, s.465.
katletm ek için ulem adan fetva alınıp F âtih ’in (birçok hallerde olduğu gibi) büyük otoritesinden istifade için ona izafe edildiği ni, daha doğrusu o n u n b ir em ri şekline getirildiğini, söylüyor. Kısaca Dilger, F âtih K an u n n âm esi d e n ile n k a n u n u n o n u n zam an ın d a ve o n u n em riyle m eydana g etirilm ed iğ in i, içinde daha eski ve o n u n zam anına ait bazı p arçalar olsa bile, aslında çok daha sonraları m eydana getirilm iş ve çeşitli zam anlara ait hü k ü m leri kapsayan bir “k arışım ” o ld u ğ u n u belirtiyor. Değerli araştırm acının h e r söylediğinin d o ğ ru o ld u ğ u n u k a bule im k ân yoktur. T arih çilerim iz o n u n id d ia la rın ı (A. Özcan ’ın İçel m eselesini ele aldığı gibi) tek tek ele alarak incele m elidir. Fakat biz aşağıda k a n u n n â m e n in m evsuki y etinin ba zı inandırıcı delillerini ortaya atm ad an önce en ö n em li kardeş katli m eselesindeki iddialarını cevaplandırm ağa çalışalım . Bir defa kardeş katli h ü k m ü n ü n şer’iat h ü k ü m leriy le çatıştı ğı kesindir. F ak at bu , o h ü k m ü n k o n u lm a d ığ ın ı gö sterm ez. O sırıanlı Ö rfîi H u k u k u n d a şe r’iata açıkça ay k ırı b irç o k h ü küm lerin varlığı bilinm ektedir. F etvaların ise (bazı Şafiî âlim leri dışında) vaki olm am ış, m elhuz ve m u h tem el olaylar için de verilebileceği esası bilinen bir gerçektir. N eden sadece k a r deşlerin zikredildiğini bilm iyoruz. F akat H am m er b u n a yeğen lerin de dah il o ld u ğ u n u ileri sü rm esi ve böyle an la şıld ığ ın ı yazm ası anlam lıdır. K aldı ki k a n u n h ü k ü m le rin d e m an tık la sonuç çıkarılam az. Böyle bir h ü k m ü n , tahta geçem eyenleri is yana sevkederek ortalığın (N izam ı-Â lem in) b ü sb ü tü n karışa cağı şeklinde D ilger’in m an tık î gibi g ö rü n e n d ü şü n cesi tarihte gerçekleşm em iştir. D eğerli tarihçi ln alcık ’m dediği gibi, diğer şehzadeler b u n u A llahın b ir takdiri gibi g ö rm ü şlerd ir.15
III. Kanunnâme’nin Mevsukiyeti Lehinde D eliller ve Düşünceler K an unnâm en in m evsukiyetinden şü p h e eden lerin ortaya attığı delillerin ve d ü şü n celerin , tarihçilerim iz tarafından tek er teker 15 Hali) İnalcık, O sm anlılarda Saltanat Veraseti U sû lü ve Türk H âkim iyet Telâk kisiyle İlgisi, Siyasal Bilgiler Fak. Dcrg., C. XIV, No: 1, 1959, s .94.
ele alınarak esaslı b ir şekilde incelenm esi gerektiği şü p h esiz dir. Biz aşağıda daha ziyade k a n u n n â m e n in b ir h u k u k m etni olarak güvenilirliğinin ve d eğerinin nerelerd en k ay n ak landığı nı gösterm eğe çalışacağız. a) K anun n am elerd en şü p h elen ilm esin d e ö n ö n em li âm iller den biri, onların arzettiği düzensizliktir, diyebiliriz. Bu k o n u da öne sü rü le n fikirler ilk bakışta haklı gibi g ö rü n ü y o rsa da kan u n n âm elerin nasıl m eydana getirildiği d ü şü n ü lü rse , b u n la rın yersizliği anlaşılır. Evvela şu n u b elirtelim ki k a n u n veya kan u n n âm e d e n sözedilince h em en b u g ü n k ü k a n u n la rın nite liklerini d ü şü n ü p ona göre h ü k ü m v erm ek so n derece hatalı bir tutu m d u r. Bugün kanunlar, p arlam en to lar tarafın d an kabul edilm ektedir. K an u n taslakları ö n ce h ü k ü m e tle rin u z m a n la rınca üzerind e u zu n u z u n d ü şü n ü lerek , h azırlan m ak ta, birçok yetkili heyetten geçm ekte ve so n u n d a m eclislerin k o m isyonla rına gelm ekte orada da inceden inceye ü z e rin d e d u ru ld u k ta n so n ra, m eclis genel k u ru lu n a g elm ek te ve ço ğ u n lu k la u z u n m ü z a k e re le r s o n u n d a k a b u l e d ilm e k te d ir. Ş im d i b u g ü n ü n n o k ta, virgül ve b aşlıklarına varıncaya k ad ar ü z e rin d e d ü ş ü nü lm ü ş kan u n m etinleri ile (ki bunlard a bile çeşitli n o k san lık lar ve tu tm azlık lar zam an zam an te n k it k o n u su o lm ak tad ır) beşyüz yıl evvel ve bam başka u sû l ve esaslara d ay an arak çıka rılm ış ve hazırlanm ış k a n u n n âm eleri iyice ayırm ak g erek m ek tedir. O sm anlı D evletinde şer’iatın y an ın d ak i örfî h u k u k ta , k a n u n koym a yetkisi p adişahta toplanm ıştır. Padişahlar, b u g ü n olduğu gibi m ücerret, soy u t şekilde ilerde doğacak b ü tü n h a l lerde uyg u lan m ak üzere genel k aid eler k o y m u y o r h ad ise ve ihtiyaçların şevkiyle gerektiği hallerde tek tek b ir tak ım em ir ler, ferm anlar ısdar ediyor veya k en d ilerin e su n u la n teklifleri şu veya bu şekilde kabul veya reddediyordu. Kısaca h er olay ve ihtiyacın gerektirdiği şekilde zam an ve zem in e u y g un h ü küm ler, m ü n ferit em irler halinde çıkarılıyordu. Bu uygulam a sayesinde, y ü rü y ü p ak an hayata uyg u n ve h erg ü n değişebilen, canlı bir h u k u k sistem i k u ru lm u ştu . O sm anlı H u k u k u n u n yer ve zam ana çabucak u y d u ru la n b u sistem in in , b ir zam an lar im paratorluğun k u d retin in ana d ay an ak ların d an b iri o ld u ğ u ka
bu l edilm ektedir.16 K an u n n âm eler işte b u dağınık h ü k ü m le rin to p la n m a sın d a n m eydana geliy o rd u . K a n u n n â m e le rd ek i d ü zensizlikten bahsederek o n ların Bizans h u k u k seviyesiyle d e ğil ancak barb arların h u k u k la rı ile kıyaslanabileceği şeklinde fikirler ileri sü re n Vera M u tafçiev a’yı m e rh u m Prof. Tayyip G ökbilgin haklı olarak ve sert şekilde ten k it etm iş ve k a n u n n âm ele rd e k a rışık gibi g ö rü n e n h ü k ü m le r a ra sın d a a slın d a m utlaka uzak veya yakın bir ilişki b u lu n d u ğ u n u fakat bu iliş kiyi g örm ek ve an lam ak için “m eselelerin d e rin liğ in e n ü fu z etm ek gerektiğine” işaret etm iştir.17 K ü çü k b ir ö rn ek verm ek için cerim eler h ak k ın d a b ir açıklam a yapalım . Ç eşitli cezaların yanında suçlu d an tahsil edilen ve “cerim e” d e n ile n p ara cezası veya vergi m ah iy etin d e olan bu paralar, aslın d a devletçe belirli kim selere gelir olarak verilen daha d o ğ ru su tahsis edilm iş p a ralardır. B unları tahsil etm e h ak k ı olan k işilerin (Subaşılar gibi asayişi tem inle m ü k ellef kim seler) h alk tan fazla p ara tahsil et m elerinin ö n len m esin e devletçe ö n em veriliyor ve k a n u n n â m elerde b u n la rın m ik tarı te k te k say ılıy o rd u . Bu y a p ılırk e n bazen hattâ asıl ceza bile zikredilm em ektedir. Ç ü n k ü önem li görülen, fazla para tahsili şeklindeki su istim allerin ö n len m esi dir. Yani b u rad a aslolan ceza değil, belirli kim selere devletçe gelir diye ayrılan paralardır. Bu n azarı itib are alın m azsa ana ceza zik redilm ed en ek ceza gibi g ö rü len “cerim e”le rin sayıl m ası tam bir d üzensizlik gibi g örülebilm ektedir. F atih K an u n nâm esinin b ir h ü k m ü n d e: “Evvela cerim e k a n u n d a gerek m iri subaşılarına ve gerek ehli tım ar subaşılarına üç b in akçe ola ve göz çıkm ağa binbeşyüz akçe ola, ve kol kırılm ağa b in akçe ola ve baş yarığına elli akçe ola..” denilm ektedir. Bu h ü k ü m , h u k u k çu A.H. Berki’yi bile şaşırtm ıştır. C erim eyi su çlu öder, b u rad a su b aşıd an b ah sed iliy o r ve n o rm a l m ik ta rla r ile b u rad a belirtilenler arasında b ü y ü k fark vardır. D ilger’in de k itabına 16 İsmail Hakkı U zunçarşılı, K anun-ı O sm ani M efhum -ı D efleri H akani, Belleten, C.. XV, sa. 59 (1 9 5 1 ), s .381; Stanford J. Shaw, D er Islam II, Frankfurt/M , 1971, s .97. 17 Tayyip G ök b ilg in , İki Bulgar T arihçisinin İddiaları, “Tarih D ergisi", C. XIV, 1964, s.35.
aldığı cerim e ta b lo su n d a arad ak i farkları izah ed em ed iği ve y ü ksek m eblağların cerim e m ik ta rın ı değil, cezayı ödeyecek olan kim sen in m addî d u ru m u n u yani vergi m a tra h ın ı göster d iğini ileri sü ren H am m er’in fikrini h atırlattığ ın ı g ö rm ü ştü k . H albuki burada bizce su b a şıla n n tahsil edebileceği azam î ceri m e m ik ta n yani tavanı tesbit gayesi g ü d ü lm ü ştü r. Bu azam i ra kam lar y an ın d a su ç lu la rın ö d em esi gerek en m ik ta rla rın çok d ü şü k kalm ası tabiîdir. Yani biri tek suç için ö d en ecek cerim e m ik tarın ı gö sterirken diğeri su b aşın ın o cins su çlar için tahsil edebileceği azam î toplam cerim e bahis k o n u su d u r. b) K anu n n âm elerin resm î m etin ler olm adığı m üelliflerce sık sık tek rarlan ır ve resm î m etin lerin b u lu n m ası tem en n i ve ü m i di izh ar edilir. H albuki k an u n n â m e le rin yapılış tarzın d an y u karıda bahsed erk en anlaşılacağı üzere, b u n la rın resm î m etin le rin b u lu n m a sı h e m e n h e m e n b a h is k o n u s u olam az. Ç ü n k ü belirtildiği gibi, genellikle N işancı ve R eisü lk ü ttab gibi yetkili k a n u n adam ları, divandaki belgelerden, d efterlerd ek i kayıtlar d a n tek tek h ü k ü m le ri to p la y a ra k k a n u n n â m e le ri m eydana getirirler, resm i olan, su lta n ın tek tek verdiği em irler, k a n u n ferm anlardır. B unlar h e p b ir araya to p la n d ık ta n so n ra ayrıca tasdik ed ilm elerin e g erek y o k tu r. Bu seb ep le k a n u n n â m e le r b ü tü n ü ile resm î m etin ler değilse d e şü p h esiz “m a m ü lin b ih ” yani uyulm ası gerekli h u k u k î m etin lerd ir. Ç ü n k ü resm î m e tinlerin, özel m ahiyette d erlen m iş m ecm ualarıdır. H u k u k i d e ğerleri de buradadır. B ugün bile hak im ve savcıların, avukatla rın kullandık ları k a n u n m etin leri h em en daim a özel b irtakım kitap çıların b astırm ış o ld u ğ u m etin lerd ir. B u n ların da resm î m etin olm adıkları açıktır. F akat kim se b u n larla yap ılan uygu lam anın geçersizliğini d ü şü n m em ek ted ir. Ç ü n k ü b u n la r resm î m etinlerin aynısıdırlar. B enzer b ir d u ru m esk id en de böylece tatbikatta yürü y o rd u . Esasen k ad ı’lar şer'î h u k u k için şahısla rın, fukahan ın yazdığı çeşitli k itap ları k u lla n d ık la rı gibi, örfî h u k u k d a da resm î m etin ler değil k en d i çık ard ık ları kopyaları kullanıyorlardı. İnalcık’ın belirttiği gibi Sancak K an u n n âm ele ri iki n ü sh a hazırlanıyor. Biri m erk ezd e kalıyor diğeri san cak taki beylerbeyine g ö n d eriliy o rd u . K adılar b u n la rd a n istinsah
yohyla faydalanıyordu.18 D em ek o lu y o r ki b ir m e tn in m ah k e m elerd e k u lla n ılm a sı için ille d e resm î m e tin o lm ası g erek mez.. yeter ki eldeki m etin aslına te ta b u k eden g ü v en ilir bir m etin olsun. c) Ali H im m et Berki gibi bazı m üelliflerin y azdıkları şekilde F a tih ’in teşk ilata m ü te a llik k a n u n d a n eski k a y n a k la rım ızd a bahsedilm ed iğ i fikri hatalıdır. G elib o lu lu Âli’n in Kürıhü’l-ahbâr'm da ve İdris-i Bitlisî’n in Heşt Bihişt isim li ta rih in d e k a n u n n âm eden bahsedilm iş veya m u h tev ası kullanılm ıştır. Ç ok d a ha önem li b ir h u su s, M üverrih Koca H ü sey in ’in Bedâ’i ül-vekâ ’i eserinde b u k a n u n u n ay n en d erced ilm iş o lm a sıd ır.19 M. Â rif’in yayınladığı m e tin d e n b iraz d a h a eski ta rih li o lan bu m e tn in , ü ste lik m ü ellif tarafın d an bizzat ve re isü lk ü tta b b u lu n d u ğ u b ir sırada D ivandaki n ü sh a d a n alın arak eserine geçi rildiği açıkça ifade edilm ektedir. İşte bu m e tin ile M. Â rif’in yayınladığı m etin , karşılaştırm alı olarak A. Ö zcan tarafından neşredilm iştir.20 Bu iki m e tn in k ü ç ü k b irçok farklara rağm en esasta teta b u k etm esi, u y d u ru lm u ş b ir m e tin değil, d ivanda kullanılan m etne uyg u n m evsuk, g üvenilir b ir k a n u n n â m e ile karşı karşıya o ld u ğ u m u z u n önem li b ir delilidir.21 d) K anunnam eye olan güvenim izi artıran diğer ö n em li bir d e lil, İ n a lc ık ’ın , k a n u n n â m e n in b a z ı h ü k ü m le r in e B u rsa Şer’îye S ic ille rin d e F â tih ’in 1479 ta rih li b ir fe rm a n ı o lara k rastlam asıdır.22 Böylece Koca H üseyin’in sözleri başk a b ir y ö n den teyit edilm iş olm akta ve d o ğ ru lu ğ u n d a b ir şü p h e kalm a m aktadır. 18 Halil Inalcık, Suleim an the Law giver and O ttom an Law, A rch ivu m O ttom anicum, Vol. , s . 116. 19 K oca H ü seyin ’in tarihinin O sm anlı kısm ın ın yazılm ad an bırakıldığı sanılıyor du (Babinger, O sm anische G eschichtsschreiber). T veritinova tarafından yayınla nan, y en i bu lu n m u ş nüshada bu kısım da m evcuddur. Krş. A nna S. T veritino va, Sultan I. Selim 'in K a n u n n â m esi, M osk ova, 19 6 9 , e serin T ürkçe ö n s ö z ü , s.20-21. 20 A bdülkadir Ö zcan, a.g.m . 21 B enzer fikir için bk. H.G. Majer, a.g.e., s.4 6 5 . 22 Halil İnalcık, Bursa Şer'iyye S icillerind e Fatih S. M eh m ed’in Ferm anları, Belle ten sa. 4 4 (1 9 4 7 ), s.7 0 0 , vesika 10 (H. 8 8 4 Receb 1479 E ylül-E kim ).
F â tih ’in Teşkilat K a n u n u n u n m evsukiyeti ü zerin d e ciddî b irta kım şü p h eler u y an d ıran h ü k ü m le ri b u lu n d u ğ u bazı araştırıcı lar tarafından ortaya atılm ıştır. K an u n n âm elerin yapılış, hazır lanış tarzı nazarı d ik k ate alınırsa b u n la r içinde d evrine uym a yan bazı h ü k ü m le rin so n rad an ilâve edilm iş olm ası veya eski bir h ü k m ü n biraz değişik şekilde yeralm ası m ü m k ü n d ü r. F a kat b u n d an , k a n u n n â m e n in u y d u ru lm u ş b ir m etin o ld u ğu gi bi bir sonuç çıkarm anın da yersizliği ortadadır. İn an d ırıcı bir takım deliller, F âtih K an u n n âm esin in o n u n d ev rin d e yapılm ış ve uygulanan b ir m etin o ld u ğ u n u gösterm ektedir. B un u nla b e raber bu k an u n n â m e ü zerin d e p ek çok araştırm a yapılm ası ve ortaya atılan id diaların cevaplandırılm ası ilgili bilim adam ları mıza dü şen önem li görevlerdendir.
4. Fatih Kanunnâmesi’nin Mevsuk Olmadığım İleri Sürerek Bizans Tesirini Reddeden Osmanlı Saray Teşrifatı Hakkında Bir Eser*
M ü n ih ’te 6 yıl evvel yayınlandığı halde y u rd u m u z d a n edense dikkati çekm eyen önem li b ir eseri tan ıtm a k istiyoruz. T ü rk ve özellikle O sm anlı tarih i ile ilgili yayınları o ld u k ç a y ak ın d an takip etm e gayretim ize rağm en, b u g ü n e k ad ar şim di b ahsede ceğim iz eser h ak k ın d a bizde çıkm ış herh an g i b ir yazıya rastla m adık. K endilerine danıştığım ız ilgililer ve bilgililer böyle bir k ita b ın v arlığ ın d a n h a b e rle ri o lm a d ığ ın ı ifade e ttiler. Sayın U luğ İğ d em ir’in y ardım ıyla, b u k ita b ın T ü rk T arih K u ru m u K ü tü p h an esi’nde de b u lu n m ad ığ ın ı tesbit etm iş b u lu n u y o ru z . Bu sebeple aradan geçen 6 yıla rağm en eseri yeni b ir incelem e olarak du y u rm ak ta fayda gördük. 15. ve 16 Yüzyıllarda Osmanlı Saray Teşrifatı Tarihi H akkın da Araştırm alar adını taşıyan eser, P rofesör B abinger’in M ünih Ü niversitesinde halefi o lan ve bilhassa T ü rk iy e ’n in tarik atlar tarihi üzerin d e araştırm alariyle ü n yapan Prof. K issling’in ida resi altında h azırlanm ış b ir d o k to ra tezidir. Eser, S ü d o steurope G esellschaft (G ü n ey d o ğ u Avrupa D erneği) ta rafın d an m ükâ(*) Konrad Dilger: U ntersuchungen z u r C eschictc des O sm anischen H ofzcrcm oniells im 15. und ¡6. Jahrhundert. Dr. R udolf Trofenik. M ünchen 19 6 7 , 141 Sahifc. (B cilraege zur K enntnis Südeuropas un d des N a h en O rient IV Band. H erausg. H G. Beck u.a.
Tatlandırılmış ve Volkswagen Vakfının yardım iyle kitap olarak yayınlanm ıştır. K. Dilger, kitab ın ı şöyle tak d im ediyor: “Bu araştırm an ın k o n u su n u , O sm anlı saray teşrifatının, II. M urad devrin d en K anunî Süleym an’ın saltan atın ın so n u n a k a d ar tam am en teessüs edişi teşk il etm ek ted ir. Bazen, m evcut b ü tü n kaynaklar göz ö n ü n e alınm am ak kaydıyla b u d ev rin d ı şına da çıkıldığı olm uştur. İncelem enin sadece K anuni S üleym an d ev rin in so n u n a ka d ar y ap ılm asın ın sebebi, teşrifatın g elişm esin in o n u n zam a n ın d a esas itib ariy le tam am lan m ış olm ası ve d ah a so n ra ları ancak önem siz değişikliklere u ğ ram asındandır. A raştırm aların O sm a n lıla rın ilk d e v irle rin e k a d a r u z a tıla m a m a sın ın sebebi ise, o devre ait bilgilerin yetersiz, d ah a ziyade ta h m in le rd e n ibaret kalm asındandır. Meselâ: K ö prülüzade M .E, Bizans m üesseselerinin O sm anlı m üesseselerine tesiri’n i in celerk en , Bi zans, A rap ve Selçuk m üesseselerini de inceler ve onları daha so n rak i O sm anlı m üesseseleri ile karşılaştırarak b u n d a n birta kım neticeler çıkarır.” [M üellif b u istidlâllerin tarih i h ak ik at değil tahm in o ld u ğ u n u söylem ek istiyor. T.A.]. “A raştırm a k o n u su olan devre için dahi yerli k ay n ak lar çok az m alum at verm ektedirler. Yalnız F â tih ’e izafe edilen k a n u n n âm ed e teşrifat ve bazı saray m e m u riy e tle ri h a k k ın d a bilgi vardır. “F akat 15. yüzyıl so n ların d an itibaren Batılı elçi, tü ccar ve m ah p u sla rın yazdığı hatıralar, teferru atlı araştırm aları m ü m k ü n kılm aktadır. B unlar arasın d a İtalyanca m alzem e ilk yeri alm aktadır.” Bu k o n u d a T ü rkçede yapılm ış araştırm aların azlığına ve k i fayetsizliğine de değin en yazar d iy o r ki: “U zunçarşılı’nın m ufassal iki eseri bile bu dev ir O sm anlı sa ray hayatı hak k ın d a birkaç k ay n ak ’a işaret etm ek ten başka bir şey sağlamıyor. Ç ü n k ü U zunçarşılı, sadece T ü rk çe ve F ran sız ca elde ettiği k aynaklardan istifade ediyor ve 15. ve 16. yüzyıl için, so n derece ö n em li Batılı k ay n ak ları, b u seb ep le, an cak n adiren nazarı itibare alıyor. Bu devre m ah su s m a h d u t F ra n
sızca kaynaklardan da K anun! d ev rin in so n u n a k a d a r sadece B ertrandon de la B rocquiere (d ö la B rokyer o la ra k !) ile T heo d o r S p a n d u n is’in p e k tavsiyeye şay an o lm a y a n C. S chefer neşrini kullanıyor.” T ürkçedeki eserlerin azlığından y ak ın an Dilger, k aynak ola rak 113 aded ilk elden, 127 ad ed ikinci elden esere (sek undaerliteratur) dayanarak k itab ın ı h azırlam ıştır ki b u n la rd a n bazı ları ve özellikle Batılı seyyahların eski seyah atn âm eleri, gerek yazıldıkları d iller gerek ancak A vrupa’n ın b ü y ü k k ü tü p h a n e le rin d e b u lu n a n eserler olm aları b ak ım ın d an , T ü rk m ü ellifleri n in istifade etm esi h em en h em en im k ân sız kitaplardır. B unlar dan İtalyanca olanları bilhassa belirtm ek gerekir. D ilger’in k itab ın ın ana tezi şu d u r: B ugüne k ad ar b ilinen ve id d ia ed ile n h u su s , O sm a n lı sa ra y te ş rifa tın ı, F â tih S u lta n M eh m ed ’in , İsta n b u l’u fe th e ttik te n so n ra k o y d u ğ u teşrifata m üteallik k a n u n n âm e ile tesis ettiğidir. Bu iddiayı k a b u l etm e yen Dilger, önce Fâtih K an u n n â m e sin e h iç b ir şek ild e itim at edilem eyeceğini ispata çalışıyor ve b u su retle O sm an lı saray teşrifatının tem eli kabul ed ilen k an u n n â m e y i b e rta ra f etm iş, tem eli yıkm ış oluyor. N etice itibariyle b u g ü n e k a d a r genel ola rak kabul edilm iş fikir k ö k ü n d e n yıkılm ış o ld u ğ u n d a n , m üel lif çeşitli teşrifat k aidelerini incelem eğe geçiyor. E serin şahsen bizi asıl “çeken" tarafı F a tih ’in K an u n n am esi ile ilgili iddiaları dır. Yazar, tezinin d o ğ ru lu ğ u n u g ö stereb ilm ek için k a n u n n â m en in n ed e n m evsuk o lm ad ığ ın ı u z u n u z u n araştırıyor. Sık basılm ış 36 sahife tu tan yani k itab ın aşağı y u k arı ü çte birini b u lan b u id d ialar h ak k ın d a k i d ü şü n c e le rim iz i, O sm a n lı Ka nu n n â m elerin in m ahiyeti ve F atih K an u n n âm esin in M evsukiyeti H akkınd ak i m akalem ize atıf yaparak, D ilger’in eserini ta nıtm ağa devam edelim . Üç ana kısım dan teşekkül eden k itab ın birin ci kısm ı, yu k a rıda belirttiğim iz şekilde F atih K an u n n âm esin in çü rü tü lm esine tahsis ed ilm iştir. E serin asıl k o n u s u o lan O sm a n lı Saray teşrifatı kaideleri ikinci kısım da, m üesseseler tek tek ele alına rak bilhassa S eyahatnam eler’e d ay anarak incelenm iş, oldukça zengin yeni bilgiler verilm iştir. Aşağıya, ele alın an k o n u ların
neler o ld u ğ u n u gösterm ek için, k itab ın İçindekiler kısm ını ay n e n alıyorum . Giriş I. İddialara göre Osmanlı saray teşrifatının gelişmesi 1- B ugünkü G örüş ve b u n u n m enşei 2- II. M ehm ed’e atfedilen Teşrifat K anunu K an unn âm en in tavsifi K an unn âm en in m ahiyeti K an unn âm en in yazıldığı tarih K an unn âm en in değerlendirilm esi II. Osmanlı saray teşrifatının gerçek oluşumu 1- Temeller Divan D ivanda su ltan m ahfili 2- Padişahla karşılaşm a Elçilerin h u zu ra çıkarılışı Y üksek şahsiyetlere refakat Alkış El öpm e ve bel b ü k m e (eğilm e) Başa giyilenler Diz çökm e Sultanın ayağa kalkm ası ve karşılam ası Sultanın ö n ü n d e o tu rm a ve ayakta d u rm a El bağlam a G özleri indirm e Sırtını dönm e S ultanın o tu ru ş vaziyeti Hal h a tır sorm a Sultanla elçiler arasında m ük alem e İtim ad n am en in su n u lu şu Arz odası Sultanın tahtı 3- H ediye verm e işleri Sultanın hediyeleri Elçilerin hediyeleri
4- Padişah sarayında m isafir ağırlam a Elçilere ziyafet verm e D ivanda sofra d ü zen i Sofranın kaldırılm ası Sultanın yem ek h u su su n d a k i âdetleri III. Araştırm anın Sonucu Faydalanılan eserler 1- K aynaklar 2- İkinci elden eserler K ısaltm alar T ranskription h ak k ın d a Dilger, eserinin son b ö lü m ü n d e araştırm an ın so n u c u n u şöy le bağlam aktadır: “II. M ehm ed ’in O sm anlı teşrifatını tesis ettiği ve b u n u Bi zans m üesseselerin i tak lid en yaptığı tezin i te rk e tm e k g e re k m ektedir. Bu tezin tek dayanağı k a n u n n â m e , F â tih ’in zam an ı na ait bir kaynak değildir. O sm anlı teşrifatı, d ah a ziyade 15. ve 16. yüzyıllarda b ir z o r lam a olm aksızın ve h erhangi b ir zam an d a k ö k lü b ir yeniliğe uğram aksızın, zam anın şartlarına göre ted ricen değişm iştir. Bu tedrici gelişm e, asıl kuvvet ve ilham ını, II. M ehm ed, I. Selim ve Süleym an id aresin d e O sm an lı D evletin in k azan d ığ ı m uzzam kuvvet sebebiyle su lta n ’m (m ev k iin in ) gittikçe yük selm e sin d en alm ıştır.” M üellif b u n d a n sonra, k u d retleri g ü n d e n g ü n e artan su lta n ların, yükseldikçe çevrelerinden u zaklaştıklarını gayet in a n d ı rıcı şekilde ve çeşitli m üesseselerden ö rn ek ler vererek izah et m ektedir. Evvelce h alkın d ertlerin i bile bizzat d inleyen su lta n lar, saraydaki u m u m î top lan tıları gittikçe azaltm ışlar, artık div an’a gelm ez olm uşlar, elçilerle k o n u şm a ve hal h a tır sorm ayı bırakm ışlar, yem eklerini yalnız yem eğe ve ziyafetlere k atılm a m ağa başlam ışlardır. Böylelikle su ltan artık adeta y an ın a yak laşılm az in sa n ü s tü b ir v arlık h a lin e gelm iştir. G ittik çe daha göz kam aştırıcı şekilde d ö şen en sarayın “O sm an lı h ü k ü m d a rı nın yükselen haşm etini h erk esin gözü ö n ü n e serd iğ in i” belir
ten Dilger, M uhteşem S ü leym an’ın saray ın d a b esle n e n vahşi hayvanlar ile bilhassa yabancı elçiler ü zerin d e b u ihtişam lı d e k o ru n b ü sb ü tü n tesirli hale geldiğini sö y lerk en sadece şu n u u n u tm a k ta d ır ki aslında bu tesir yalnız y abancıları değil b u g ü n bu satırlarını oku y an ve tarih in i seven T ü rk o k u y u cu y u da heyecanlandırm akta, gözlerini yaşartm aktadır. K endilerine sonsuz teşekkürler.
5. Yavuz Sultan Selim’in Kanunnâmesi Bulundu ve Moskova’da Yayınlandı
O sm anlı D evletinin h u k u k siste m in d e n b a h se d ilirk e n yakın zam anlara k ad ar k itaplarda daim a te k ra rla n an b ir iddia şu idi: O sm an lı D evleti b ir Islâm d ev leti o ld u ğ u n d a n o n u n h u k u k sistem i de Islâm H u k u k u , yani şer’iat idi. A ncak T an zim attan so n ra d ır ki, bazı yeni A vrupa! k a n u n larla, d in î h u k u k y a n ın da laik bazı h u k u k kaid eleri belirdi ve C u m h u riy e t d evrinde ise h u k u k sistem im iz tam am en d in d ik te n ayrıldı, şer’iat terkedildi. Basm akalıp tek rarlan an b u fikirleri, m ü k em m el araştırm ala rı ile insand a h ayranlık u y an d ıran , b ü y ü k m ed en iy et tarihçi m iz F u a t K ö p rü lü d a h a 1937 y ılın d a k ö k ü n d e n y ık m ıştır. İk in ci T ü rk T arih K o n g resin d e “İslâm  m m e H u k u k u n d a n ayrı bir T ü rk A m m e H u k u k u yok m u d u r” başlığı altın d a m e seleyi o rta y a a tm ış ve b u n u gay et k u v v e tli ta rih î d e lille rle T ü rk -lslâm devletlerinde İslâm H u k u k u y an ın d a d aim a m illî veya m ahallî, laik diyebileceğim iz b ir T ü rk H u k u k u n u n yaşa dığını gösterm iştir. K ö p rü lü ’n ü n T ü rk -lslâm devletleri için o r taya attığı tezi, daha sonra değerli bilgin Ö. Lütfi B arkan, Osm anlı k a n u n n â m e le ri ü zerin d ek i geniş ara ştırm a la rı ile p e r çinlem iş o n u H alil İn a lc ık ’ın kıym etli in celem eleri ta k ip e t miştir.
N etice olarak şu h u su s gayet açık olarak m ey d an a çıkm ıştır: F ık ıh k ita p la rı sad ece ideal, n a z a rî b ir h u k u k s iste m in in esaslarını gösteriyordu. H albuki hayatta b irço k h u su slard a bu kaideler değil onların y erinde yuk arıd a m illî h u k u k diye vasıf lan d ırd ığ ım ız şe r’iat d ışı b irta k ım k a id e le r u y g u la n ıy o rd u ... B unlar daha çok âm m e (k am u ) h u k u k u kaideleri idi... M eselâ Ceza H u k u k u , Vergi H u k u k u , İdare H u k u k u , Toprak H u k u k u alan ların d a d u ru m ö zellikle böyle idi. Ö zel H u k u k d alın d a, pek az da olsa d in î olm ayan bazı h ü k ü m le r k o n u lm u ştu . O sm anlılarda İslâm H u k u k u n u n nazarî sistem i d ışın da kal dığı söylenebilecek, bilinen en önem li h u k u k kaid eleri k a n u n n âm eler denilen resm î olm ayan k a n u n m ecm u aların d a to p la n m ıştır. B unlar içinde bilindiği gibi, F â tih ’in ve K anunî Sultan Süleym an’ın k an u n n âm eleri en m eşhurlarıdır.
I. Rus Kadın Profesörün Keşfi Bizim b u rad a ü zerin d e d uracağım ız asıl k o n u R usya’da yeni b u lu n a n Yavuz S ultan Selim K anunnâm esidir. B ugüne k ad ar bilinm eyen 1. Selim K anunnâm esini b u lan Rus k ad ın T ürkoloğu Prof. Dr. A nna S. T veritinova’dır. D eğerli T ü rk o lo g , T ü rk tarihi için çok önem li olan b u keşfini şöyle anlatıyor: “B ugün tarih ilm inde bilinen b ü tü n k a n u n n â m e le r arasın d a I. Selim ’in (1512-1520) K anunnâm esi h a k k ın d a hiç’m alû m at yoktur. Bu n u n için d ir ki biz L eningrad’daki eski Asya M üzesi (b u g ü n k ü Soyvetler Birliği Bilim ler A kadem isi Doğu A raştırm a E nsititüsü n ü n Şubesi) kılavuzu için O sm anlı vesikaları listesini hazır larken “K an u n n âm e’i S ultan Selim H an Tâbe S erah” adlı iki el yazm ayı dikkatle incelediğim iz zam an, hayretle m ü şa h e d e et tik ki, m ezk û r yazm alar b u k ad ar u z u n b ir zam an için d e m ü tehassısların dikk atlerin i çekm em iştir. Zira y azm aların ikisi de daha 1917’d en evvel Asya M üzesi tarafın d an h u su sî kolleksiyonlardan satın alınm ıştır. “Bu g ö zd en k a ç m a n ın asıl sebebi bizce eskiden ekseriya o ld u ğ u gibi, aynı m ecm u a içinde birbiri ile hiç ilgisi b u lu n m ay an çeşitli k o n u lard ak i eserlerin to p lan masıdır. G erçekten B. 1882 n u m aralı yazm a için d e k a n u n n â
m eden başka 16. yüzyıl şairi G üv ah i’n in m a n z u m eseri ve Fâ tih ’in to ru n u H ani H a tu n ’u n b ir vakfiyesi su reti de vardır.
II. Bulunan tki Yazmanın Evsafı B. 1882 n u m a ra ile kaydedilm iş b u lu n a n yazm a, 1564 yılında kopya edilm iştir ki, b u tarih in , k a n u n n â m e n in ted v in edilm esi tarihine çok yakın o lduğu açıktır. Yazma çok o k u n a k lı ve d ü z g ü n n esih hattı ile p ek itinalı b ir surette, siyah m ü rek k ep le ya zılm ış, b ö lüm lerin başlıkları aynı h atla yaprakların k en arlarına kaydedilm iştir. Yaprak k en arların d a m etni tash ih ve şerh eden pek çok d erk en arlar vardır. Bu şerh ve tash ih ler rik ’â h attı ile yani k â n u n n â m e n in su re tin i çık aran h a tta t ta ra fın d a n değil, başka bir kim se tarafından yazılm ıştır. Y azm anın kapağı k ar ton, cildi deridir. E serin yazıldığı k âğ ıt A vrupa v erje cin si o lu p fligranlıdır. Yazm anın boyu 145 x 205 m ilim etredir. Ve yazının boyu 100 x 100 m m . dir. H attatın ism i yazılm am ıştır, l b - 25b y aprakla rın d a I. Selim K a n u n n â m e sin in m e tn i y er a lm a k ta d ır. E ski harflerle 50 sahife tu ta n m etin old u k ça m ufassal sayılabilir. A 250 nu m arad a kayıtlı ikin ci yazm anın tarih i yoktur. H at tatın ism i de yazılm am ıştır. M etin n esih h attı ile kalem e alın m ıştır. B ölü m lerin b aşlık ları ve y ap rak ları, d e rk e n a rla r aynı h a t ile yazılm ıştır. Kâğıt verje cin sin d en fligranlıdır. Eski k a h verengi deri cildlidir. Boyu 105 x 150 m m ; m e tn in boyu ise 70 x 120 m m . dir.
III. I. Selim Kanunnâmesinin Evveliyatı G eçenlerde vefat eden çalışkan tarih çi Çağatay Uluçay, daha yıllarca önce M anisa’da tarih hocası iken Şer’î M ahkem e Sicil leri ü z e rin d e çalıştığ ı sıra la rd a , Yavuz S u lta n S elim ’in oğlu Şehzade S üleym an’a M anisa Sancağını idare etm e k için g ö n derm iş olduğu SİYASETNÂME suretin e rastlam ış ve o n u k o p ya ed erek , y ay ın lan m ası için o v a k itle r M an isa M illetvekili olan Yusuf H ikm et Bayur’a gönderm iş, b u zat da işi Prof. E n
ver Ziya K aral’a havale etm iştir. E nver Z. K aral Tarih-Belletenin 21/22. sayılarında (1942) b u Siyasetnâm eyi kısa bir tetkik yazısı ile yayınlam ıştır. Prof. A nna S. T veritinova’n ın b u yazıyı görm ediği anlaşılm aktadır. Ç ü n k ü kendisi adı geçen Siyasetn âm eden İskit Yayınevince bir heyete h azırlattırılan M ufassal O sm anlı Tarihinin 2. cildi vasıtası ile h ab erd ar olm uştur. H al buki bu yazı, B elletende çıkan araştırm an ın ak ta rılm a sın d an ibaret olup 16 yıl so n ra (1 9 5 8 ’de) basılm ıştır. D enilebilir ki M anisa’d aki Siyasetnâm e cezaî h ü k ü m le r ba kım ın d an I. Selim K an u n n am esin in çekirdeğini teşkil etm ek tedir. Siyasetnâm e h ü k ü m le rin in d ah a kısa şekilde F âtih Ka n u n n âm e sin d e m evcud o ld u ğ u n u , S ultan S üleym an’ın K an u n nam esinde ise, hem en aynı şekli ile yer aldığını görüyoruz. H adiye Tuncer’in “O sm anlı lm a p a ra to rlu ğ u n d a Toprak Ka n u n ları” ism i ile yayınladığı eserde D resden M illî K ü tü p h an e sinde 48 num ara ile kayıtlı b ir k a n u n n âm e m etni de yer alm ak tadır. Fakat Hadiye Tuncer, yayınladığı bu k a n u n n â m e n in baş tarafı noksan olduğu için, ne tarihini ne de k im e ait o ld u ğ u n u tesbit edebilm iştir. Bu k an u n n âm e, belki de I. Selim K an u n n â m esin in başka b ir nü sh asıd ır. Ç ü n k ü b u n ü s h a n ın s o n u n d a “M anisa M ahkem esinde am el o lu n an k a n u n n âm e-î-su ltan i’den ihraç o lu n m u ştu r” kaydı vardır. D em ek olu y o r ki Yavuz Selim, M anisa’daki oğluna birtakım k a n u n la r g önderm iş ve oğlun ci hangirliği gibi “k a n u n î’liğini de b u “Yavuz” baba hazırlam ıştır.
IV I. Selim Kanunnâmesinin Bulunmasının Önemli İlmî Neticeleri Prof. T veritinova’ya göre, Yavuz Selim’in K an u n n âm esin in b u lunm ası ile, “şim di kesin olarak söylenebilir ki, O sm anlı İm pa ratorluğunda önce ancak K anunî Sultan Süleym an devrinde te şekkül ettiği d ü şü n ü le n derebeylik (? T.A.) devlet n izam ve d ü zeninin başlıca u nsurları, daha I. Selim dev rin d e k u ru lm u ştu ve cem iyetin sosyal bünyesinin b ü tü n belli başlı h u k u k î tem el lerinin en m ühim leri daha o zam an içinde m eydana gelm iştir.” K anunî Süleym an K anunnâm esi, Selim ’in k in e n isp etle daha
m ufassal ise de, başlıca üç k ısım d an ibaret b u lu n a n eski şekil ve strü k tü rü m uhafaza etm iştir. F ilh ak ik a Selim K an u n nâm esi de üç ana gru p ta to planabilecek h ü k ü m le r ihtiva etm ektedir: 1- C ü rü m ve cinayetlere d air h ü k ü m ler, 2- Tım ar, to p ra k sah ip liğ in e, reayaya ve b u n la rd a n alınan vergilere dair h üküm ler, 3- Pazarlarda alınan baç ve rü su m a d air h üküm ler. B ütün bun lard an anlaşılıyor ki, artık Sultan Süleym an’ın Ka nunilik sıfatı, bu k o n u d a yaptığı iş, selefi I. Selim tarafından te m eli atılan esasların devam ı ve gelişm esini sağlam ak o ld u ğ u n dan, bir dereceye kadar önem ini kaybetm iş bulunm ak tad ır...
V Yavuz Selim Kanunnâmesinin C eza Hükümleri Büyük bir İslâm im p arato rlu ğ u olan O sm anlı D evletinin h u ku k u , esas itibariyle şüphesiz İslâm î b ir k arak ter taşım akta idi. Fakat gayet geniş alanlara yayılm ış h e r İçtim aî m üessesede ol duğu gibi, O sm anlı H u k u k u da k en d in e has ayrı bir m illî renk kazanm ış, yer ve zam an a u y gun bir biçim e girm iştir. I. Selim K anunnâm esi ceza h ü k ü m leriy le başlam aktadır. Bu h ü k ü m lerin özelliklerini anlayabilm ek için İslâm ceza h u k u k u hakkında pek kısa da olsa b ir açıklam ada b u lu n m a k ta z o ru n lu lu k vardır. İslâm ceza h u k u k u , fıkhın “ u k u b a t” k ısm ın ı teşkil eder. Islâm da cezalar; a) H add, b) Kısas veya diyet, c) Ta’zir olarak ayrılır. a) H add cezalarına bu ism in verilm esinin sebebi, b u n ların K ur’anda sabit ve belirli b ulunm asıdır. Bu cezaya tâbi suçlar 5 tane o lu p şunlardır: 1) Zîna, 2) K azf (Zina iftirası su ç u ), 3) Yol kesm e, 4) H ırsızlık, 5) Şarap içme. b) Kısas veya diyet: K ısas b ir kim sey i am d ile (k esici bir âletle) öldüren herhangi bir k im sen in öldürülm esidir. Yarala ma ve herhangi b ir uzvu yok etm e h alin d e failin aynı u zvunu kesm e, çıkarm a vs. de kısasdır. Bazı hallerde, m eselâ: Ö lenin m irasçıları isterlerse, kısas yerine diyet ödenir. D iyet b ir nevi para cezası, daha d o ğ ru su b ir tazm inattır. Ç ü n k ü devlete d e
ğil, su çtan zarar görenlere ö denm ektedir. Tam diyet 100 deve veya para olarak, b in d in ar altın veya o n b in d irh em güm üştür. O sm anlılarda para üzerin e hesap edilm iştir * D iyete O sm anlı k an u n n am elerin d e “k a n lık ” da d en ilm ek ted ir ki; k an kelim e sin d en gelen güzel bir ö ztü rk çe tabirdir. c) Ta’zir: “H a d d ”ler şe r’iat tarafın d an tesb it edilm iş belirli cezalar olduğu halde, ta’zir b u n u n aksine tam am iyle ulülem rin, h â k im in serbest tak d irin e b ırak ılm ış o lan cezalardır. Bir nevi siyasettir. U lü lem r tara fın d a n siy aseten v erilen cezalar, k en disine bırakılan b u ta’zir alanına girer. Ta’ziri m ucip suçlar b elirtilm iş değildir. Bunlar, b ir kadına taarruz, laf atm a, döğm e, sövm e, kalpazanlık, gayritabiî m ü n a sebet, halka rahatsızlık, eziyet v erm ek gibi h ad d i ve kısası ge rektiren suçlar d ışındaki fiillerdir. Ta’zirde, cezaların h ad d e n aşağı olm ası gerektiği genellikle kabul edilir. Çeşitli fikirlere göre b u m iktar, 39 veya 79 olarak gösterilm iştir. Ta’zir, h ad gibi cezası K u r’an d a (veya hadiste) k at’i olarak tesbit edilm iş ceza olm ad ığ ın d an h âk im ceza verir k en fiilin yapılış tarzını, failin halin i göz ö n ü n d e tu ta r ki, m o d ern ceza h u k u k u anlayışına u y g u n bir davranıştır. Yukarda b elirttiğim iz gibi O sm an lı ceza h u k u k u n u n aslını İslâm h u k u k u teşkil etm ekle beraber, O sm anlı k an u n n â m ele ri birtakım yenilik ve ay kırılıklar de getirm işlerdir. T ü rk h u k u k tarihçisi Prof. C o şk u n Ü çok, “O sm anlı K an u n n âm elerin d e İs lâm Ceza H u k u k u n a Aykırı H ü k ü m le r” başlığı altın d a güzel b ir araştırm ada bu k o n u y u incelem iştir. (A nkara H u kuk Fak. Mecmuası, C. IV, Sa: 1-4, 1947) “O sm anlı İm p arato rlu ğ u n d a İslâm ceza h u k u k u ayniyle uy gulanm am ış, b u yolda b irço k değişiklikler yapılm ıştır, değişik likler daha çok “h a d d ” cezalarında görülm ektedir. O sm anlılar yalnız cezaları d eğ iştirm ekle kalm am ış, yeni cezalar koym uş ve cezayı su ç lu n u n m addi d u ru m u n a göre de b asam aklandırm ışlardır. M eselâ F âtih K an u n n âm esin d en şu m addelere baka lım: “Eğer adam öldü rse, yerine kısas etm eseler, k an cerem i (*) Bk. Ö m er N asu hi B ilm en, Hubufcu tslâ m ıyc ve fstılahatı F ıh h iyye Kamusu, İs tanbul 1949.
(cerim esi) bay olu p , b in akçeye d a h i ziyadeye g ü c ü yeterse dörtyüz, eğer altıyüze gücü yeterse ikiyüz akçe, o n d a n aşağı halli olursa yüz akçe ve fakir olursa elli akçe a lın ır” Bu m adde ile kısasa uy ru k (tâbi) tu tu lm ay an k aatild en alın an ve diyet ol m ayan bir para cezası k o n u ld u ğ u n u görm ekteyiz. Zira diyeti ölenin varisleri aldığı halde b u p ara cezasını devlet alm akta ve b u sırada suçluyu m ad d î d u ru m u n a göre cezalandırm aktadır. Diğer bir m adde: “Eğer at uğurlasa elin keseler, kesm ezlerse ikiyüz akçe cerem alm a.” B urada da k a n u n k o y u c u n u n , hırsız lığa K ur’anda tayin edilm iş olan cezayı uygulayıp u y g u lam a m akta hâkim i serbest bıraktığını ve uygulam adığı tak d irde iki yüz akçe gibi bir para cezası k o y d u ğ u n u görm ekteyiz. “Eğer yancak ya destar u ğurlasa elin kesm eli, olm ıya kadı ta ’zir ura ağaç başına b ir akçe cerem e alın ır.” B urada ise k a n u n k o y u c u n u n “h a d d ” cezasını u y g u lam ak tan h ak im i m en ettiğ in i, ceza olarak sopa dayağı k o y d u ğ u n u , b u n u n m ik tarın d a h âk im i ser best bırakıp, sopa başına b ir akçe ceza k o y d u ğ u n u g ö rm ek te yiz. D em ek ki O sm anlı D evletinin d ah a ilk zam an ların d a bile İslâm ceza h u k u k u b ü y ü k değişikliklere uğram ıştır. İslâm ceza h u k u k u n d a h ad d cezalarından b ah sed erk en b u n u n zina başta olm ak üzere 5’e ayrıldığını söylem iştik. Yavuz Selim K anunnâm esi de zina su çu ile başlam aktadır.. K anunnâm ede suçlar ve b u n ların cezaları ile ilgili kısım , b ü tün h ü k ü m le rin beşte b irin d en biraz fazladır. 4-5 k itap sahifesi tutm aktadır. Sayılan suçların ö n em lileri şunlard ır: Zina, bir kim senin avretini veya kızını öpm e, veya y o lu n a v aru p söyle m e (laf atm a); Zina iftirası; kelezlik, avretin y o lu n a v arup ve y ah u t evine girip saçını çekm e ve d o n u n veya d estarın alm a, çekişüp b irb irin in yakasını yırtm a; b ir k im sesin in y o lu n a va ru p veyahut evine varup çekişüp b irb irin in sakalın yolm a veya m u h k em darb etm e (kuvvetle v urm a); baş y a n ıp k an çıkarm a; okla veya bıçak ile u ru p m ecru h eylem e (yaralam a); k o lu n ya ayağın kırm a, av retler birb iriy le savaş e d ü p b irb irin in saçın yolm a ve m u h k em döğüşm e; şetm eylem e (sövm e); baliğ oğ lan, atasın ya an asın d a rb e tm e (d ö v m e); p ü z e v e n k lik etm e; h am r (şarap) içme; (M üslüm an tarafından h a m r satm a y a h u t
sıkm a; uğrulam a (h ırsız lık )m n çeşitli şekilleri: Kaz ya tavuk veya ördek uğrulam a, kovan ya k o y u n veya k u zu uğrulam a, at ya k atır ya m erkep uğrulam a, balta ve nacak veya d estar veya destim al uğrulam a; kul, cariye ve oğlan ayardup gitm e; d ü k kân açm a (d ü k k â n a g irm e) ve eve girm e; k â ru b a n (k erv an ) basup zarar verm e; köy arasın d a u ğ ru lu k ya h aram ilik (eşkiyalık), bir kişi yoldan geçerken (elin d en ) zu lü m le yoğ u rt ve e t m ek (ekm ek) alm a; b ir k im esn en in evin ya d ü k k â n ın o d yak m a (kundakçılık ); yabanda davar b u lu p ; çağırtm am a (sahibini arayıp bu lm a için dellâl çağ ırtm am a); b ir k im se n in atı veya katırı ekine girm e; ekine giren d a v a n ö ld ü rm e ve k u y ru ğ u n k e sm e ya k u la ğ ın k e sm e ; (b a ş k a k ö y ü n ) s u v a d la r ın a ve m er’alarına d e h le d ü p (g irip ) tecav ü z etm e; h a m a m ö n ü n d e yavlak hengâm e etm e ve o tu rm a; m akbere (m ezar) ve yol ü s tü n d e bevl etm e (işem e). Selim K an u n n âm esin in dili p e k ağdalı sayılm az... Yukarıda suç isim lerin d en de anlaşılacağı üzere h attâ b azen p ek sevim li öz T ü rkçe kelim elere de yer verilm iştir. Tam b ir fikir verm ek üzere zina vs. h ak k ın d ak i paragrafı aynen alıyoruz: “K anunnâm e-i-S ultan Selim H an Tâbe S erah ” “Eğer bir kim esne zina eylese, şer’ile sabit olsa, zina eden ki şi evlü ve gani (zengin) olsa ki bin akçaya k aadir olsa veya dahi ziyadeye kaadir olsa, siyaset olunm adığı takdirde dörtyüz akça cerm (cerem e) alına, vasatülhal (ortahalli) olsa ikiyüz akça ce rem e alına, eğer fakir ül hal olsa o tuz akça cerem alına. Eğer z i na eden avret olsa, ganiyye olsa, an ın cerem i gani er gibidir. M utavass’tülhal veyahut fakir olsa ona göre kıyas o lu n a.” Yukarıdaki m etin d e en çok dikkatim izi çeken h u su s, cezala rın zenginlik ve fakirliğe göre derecelenm esi ve en çok cezanın zenginlerden alınm asıdır. O rta hallilerin cezası biraz daha az, fakirlerinki ise çok daha azdır. Bu k o n u d a İslâm ceza h u k u k u ile O sm anlı k a n u n n â m e le rin d ek i h ü k ü m le r arasın d a tam bir karşıtlık vardır. Şöyle ki, İslâm H u k u k u n d a ta’zir cezalarının tatbikinde suçlular, İçtim aî d u ru m la rın a göre 4’e ayrılır. Ve en yüksek sosyal d u ru m d a olanlara en az olm ak üzere içtim ai d u ru m alçaldıkça ceza y ükselir (h ad d , kısas ve diy etd e bu ayrım
yapılm az. O sm anlı k a n u n n â m e le rin d e ve Yavuz Selim ’in Ka n u n n am esin d e ise vaziyet tersinedir. En zengine en fazla ceza verilir. B unun ne k ad ar ileri b ir zih n iy et ifadesi old u ğ u, m o d ern ceza h u k u k u n u n m alî ceza p ren sip lerin e bak ılarak anla şılabilir. Burada şu n u da ilâve edelim ki İslâm î cezalarda, p ara cezası diye bir ceza şekli yoktur. Evvelce belirttiğim iz gibi, diyet bir ceza değil ta z m in a t m a h iy e tin d e o lu p s u ç ta n z a ra r g ö ren e ödenm ektedir. H albuki para cezalarını devlet tahsil eder. K anunnâm e zina su ç u n d a n sonra, “Bir kişi b ir kim esnenin avretini veya kızını öpse veya yolu na varup söylese, yani laf atsa, kadı tarafından ta’zir cezasının tayin edileceği ve her sopa cezası için bir akça alınacağını söy lem ektedir. K a n u n n â m e d e sık sık b a h se d ile n d e ğ n e k cezası için daim a “ağaç” kelim esi k u llan ılm ak tad ır ve “ağaç” başına bir akça cerem e alına gibi ifadeler geçm ektedir. B undan m aksat evvelce kadı’nın tayin edeceği değnek cezasının p ara cezasına çevrilm esinde takip edilecek ölçüdür. K ur’an d a celde denilen değ n ek cezasında k u llan ılacak d eğ n eğ in vasıfları ve cezanın nasıl yerine getirileceği, Islâm i eserlerd e tay in e d ilm iştir: a) D eğnek büyük olm ayacak, p arm ak kalınlığında düz ve budaksız olacaktır, b) Vuran kim se v u ru rk en elini ancak o m u z hiza sına kadar kaldıracaktır, c) Ç ıplak bedene vurulm ayacak fakat k ü rk gibi kalın elbise çıkarılacaktır, d) Yüz, k arın ve tenasül yerleri gibi tehlikeli uzuvlara vurulm ayacaktır. D eğnekler hep aynı yere vurulm ayacaktır m u h telif yerlere dağıtılacaktır. K anunnâm ed en bazı ö rn ek ler daha verelim: “Bir kim esn e adam ö ld ü rse y erin e kısas e d erlerse cerem e yoktur. Eğer etm eseler yahut kısas lâzım gelür kati olm asa, ga niden dörtyüz akça, m u tavassıt-ülhalden ikiyüz, fakirden yüz akça cerem e alına. Ziyade (çok) fakirden elli akça cerem e alı na... Eğer m ecruh beni filân u rd u dise itibar olunm aya m eğer ol kim esne sabıka m üttehem ya adavetlu ola. Kadı m arifetiyle örfe kabil ise örf edeler. Eğer m ahalle ya köy arasında m aktul b u lu n sa, elbette teftiş idüp katili bulduralar veyahut diyete çektireler, eğer eseri kati bulunm azsa nesne lâzım gelm ez incitm eyeler.”
“İki kişi b irb irin taşıla ya ağaç ile u ru b m e c ru h etse ta’zir ed ü p ağaç başına b ir akça cerem e alına. Eğer u ru p k o lu n ya ayağın kırsa şer’ile ne lâzım gelürse h ü k m e d ip yüz akça cere m e alına. Eğer b ir kişin in kasdile u ru b g özün ya dişin çıkarsa, kısas lâzım ise kısas edip cerem e alınm aya. Eğer kısas etm ese ler veyahut kısas olm asa, gani (zengin) o lu rsa ikiyüz, m utav a ssıtü lh a l o lu rsa yüz, fak ir o lu rsa elli ak ça, c e rem e alına. M ezkürat kefereden sadır olursa ya m ü ste’m en d en sadır olursa ziğfeyn (? zif, zıf-ikikatı) alına. A m m a ab id d en (k ö led en ) sadır olsa nısıf cerem e alın a.” Burada biraz d u rm am ız gerekiyor. Ç ü n k ü m ev cu t K anunî Süleym an K an u n n âm esin d en g ay rim üslim lerden cezanın yarı sın ın alınacağı gibi bir anlam çıkm aktadır. H albuki yukarıda kefere ve m ü ste ’m enlerden yani M üslüm an o lm ayanlardan ce zanın iki kat alınacağı yazılıdır ve bu m antıkidir. Prof. C o şkun Ü çok vaktiyle M ü slü m an olm ay an lara ta n ın a n b u im tiyazın pek anlaşılır bir şey olm adığını haklı olarak ileri sü rm ü ş, fakat sonra da zorlam a b ir izah ilâve etm işti. Bizce b u rad a, eski yaz ma k an u nlard a yapılm ış herh an g i b ir hata bahis k o n u su olabi lir. Belki de m eselâ, bir M üslü m an gayrim üslim i ö ld ü rü rse ce za yarısıdır. Süleym an K an u n n âm esin d e (kâfirden sad ır olsa) nısfı... alına ibarelerinin (aslında kâfire karşı olsa) gibi anlaşıl m ası bize şim d ilik d ah a m a n tık î g elm ek ted ir. B ab asının iki m isli alınacağını söylediği cezayı K a n u n î’n in eskiye n azaran dö rtte birine indirm esi p e k in an ılır b ir şey değildir. “Bir kişi at ya k atır ya m erk ep uğrulasa elin keseler yahut ikiyüz akça cerem e alın a.” Selim K an u n n âm esin in yayınlanm ası ile esk id en m eçh u l k a lan başka bazı h u su sla r da açıklığa k av u şm u ştu r. B unlardan biri, K anuni’n in K anu n n âm esin d e “kız ve oğlan çeken kim se nin, hiyanet ile b ir ecn eb in in evine giren k im sen in , avrat ve kız çekm eğe bile v aran k im sen in i içm eği k e sile ” şe k lin d ek i h ü k ü m d ü r. İçm eğini k esm en in n e o ld u ğ u b ir tü rlü an laşıla m am ıştı... K anunnâm eyi yayınlayan M ehm et A rif Bey b u n u , anlayam adığını belki de dizin altın d ak i “in cik k em iğ i” o ld u ğ u n u y azm ıştı. B ah sed ilen s u ç la rla ay ak k e sm e a ra s ın d a p ek
m antıkî bir bağ m ev cu t o ld u ğ u söylenem ez. F ilh ak ik a Selim K anunnâm esi: “Kul ve cariye ve oğlan ay ardup gideni ve d ü k kân açanı ve eve gireni ve birkaç defa hırsızlığı z a h ir olanı salb edeler (asalar) dem ekle bu gibi suçlara ölü m cezası verildiğini gösterm iştir, içm eğini k esm en in b o y n u n u kesm e şek lin de a n laşılıp anlaşılam ayacağı bu işin u zm an ların ca tesp it edilebile cektir. Prof. U riel H eyd’in Studies in O ld O tto m a n C rim in al Law eserinden (sh. 97 d ip n o t 5) n ih a y e t (içm eği kesile) h ü k m ü n ü n (tenasül âleti kesile) an lam ın a geldiğini ö ğ ren in ce, vak tiyle içm eğin kesilm esinin, incik kem iği ile ilişk isin in olam ıyacağı h u su su n d a yazdığım ızın isabetini g ö rm ü ş olduk. [Prof. Dr. T veritinova’n ın eseri 1969’da M oskova’da Sovyet S o sy alist C u m h u riy e tle ri B irliği B ilim le r A k a d e m is i D oğu A raştırm a E n stitü sü n ce “N a u k a ” Basım evinde bastırılm ıştır. 158 sayfalık eserde, B. 1882 n o lu yazm anın tam am ın ın , A 250 n u m a ra lı yazm ası ile ilk ve s o n sa h ife le rin in fo to k o p isi ve Rusça çevirisi, genişçe b ir önsöz (T ü rk çe ve Rusça) ve kısa bir sözlük yer alm aktadır. Bu eseri, ricam üzerine İlm î b ir kongre için gittiği L ening ra d ’dan, birço k g üçlüklerle tem in ed en Prof. Dr. Salih Şanver’i rahm etle anıyorum .] Tercüman gazetesi, R. Ekleri 9, 3, 16 Kasım 1970 tarihli nüshalar
6. Modern Hukuk ve lfta Müessesesi
Zeki ve orijinal b ir h u k u k ç u ve iktisatçı olan A vusturyalI Anton M enger (1841-1906) A lm an M edenî K antınu taslağını ten kit için yazdığı Medenî H ukuk ve Fakir H alk Tabakaları isim li eserinde, A lm an M edenî K anun p ro jesin in dolayisıyla b u g ü n kü m edenî k a n u n ların n o k san ların ı ve haksız yönlerin i çok il gi çekici bir şekilde incelem iştir. Bu arada M enger’in şiddetle ten k it ettiği k o n u la rd a n b iri de “K a n u n u b ilm em ek m azeret sayılm az” pren sib in in haksız neticeleridir. O n a göre, m adem ki devlet fakir ve câhil k im se le rd e n , k e n d i k a rm a k a rışık ve çok sayıdaki m evzuatını tam olarak bilm elerini istiyor o halde bu kim selerin bu kaideleri ö ğ renm elerini im kân d ah ilin e koy m alıdır. Z engin kişiler, şirk etler vs. h u k u k m ü şav irleri, av u katlar çeşitli d an ışm an lar yolıyla k a n u n h ü k ü m le rin i öğrene bilirler ve ona göre hareket ederler, h alb u k i fakir h alk ın k a n u nu ücretsiz ve külfetsiz şekilde öğrenebileceği h içb ir m üessese yoktur. M od em devletler d ah il bu k o n u d a b ir gayret g österil diği de bizce bilin m em ek ted ir. D iğer taraftan , h u k u k u n pek genel k aid e le rin d e n biri olan h u k u k ta y a n ılm a ’n ın (e rro r in iu ru s) ö zü r sayılm ayacağı esası d ah a R om a’da m ev cu ttu. Bu g ü n k ü m odern h u k u k la rd a da bu p ren sip geçerlidir. Meselâ: Ceza K an u n u m u zu n 44. m ad d esin d e aynen: “K an u n u bilm e
m ek m azeret sayılm az” denilm ektedir. M edenî h u k u k ta da ay nı kaide yürür. Keza İslâm H u k u k u n d a da “ceh lin m azeret ol m ayacağı” esası câridir. Böyle b ir p ren sib in k a b u lü n d e zaruret vardır. Aksi halde k a n u n ların ta tb ik in d e için d en çıkılm az bir keşm ekeş doğardı. D iğer taraftan b u p ren sib in k a n u n h ü k ü m lerinin ne old u ğ u n u bilm ek ve ö ğ ren m ek im k ân ın a sahip ol m ayan kim seler için açık b ir hak sızlık teşkil ettiği açıktır. İşte b u g ü n k ü d ev letler b u k o n u d a k a n u n la rı R esm î G azetelerde yayınlam aktan başka b ir şey yapm ad ık ları h ald e İslâm H u k u k u n d a “ifta” ile bu ihtiyaç geniş ö lçü d e karşılanm ıştır. O halde “ifta” nedir? İfta aslında b ir m ü şk ü lü hâl ve izah etm ek m ânâsınadır. G e nel kullanışta, b ir m es’elenin şer*î ve h u k u k î h ü k m ü n ü öğren m ek için sorulanlara cevap verm ek dem ektir. M üfti şöyle iftâ etm iş d e n ir ki, so ru la n şu m eseleye böyle cevap verm iş d e m ektir. Sorana m ü steftî, (fetva istey en k im se) cevap verene m üfti ve verilen cevaba fetvâ denir. İftâ m üessesesi İslâm iyet’le b erab er başlam ıştır. H azreti M uham m ed sağlığında bazı ashabı kiram a fetva verm ek m ü saade sini verm işti. F akat b u vazifenin en m ü h im kısm ını k en disi ifâ ederdi. Hz. E bûbekir ve Ö m er zam an ın d a b u m üessese daha da gelişm iş ve sonraları da devam etm iştir. Bizi b u rad a ilgilen diren k o n u m üftilik m ü essesesinin tarihçesi değil, sosyal ada let y ö n ü n d en önem idir. K anun h ü k ü m le rin i bilm em ek m azeret sayılm adığına göre, herhangi h u k u k î b ir m esele ile karşılaşan k im sen in o k o n u d a ki h ü k ü m leri bilenlerden öğrenm esi gerekir. Bu b ilen ler kim lerdir? B unların başında h âk im ler gelir. F akat h âk im taraflara karşı tam am en tarafsız kalm ak z o ru n d a o ld u ğ u n d a n b ir tara fın gidip ken d isin d en b ir şey sorm ası da adalete u y g u n d ü ş mez. O halde ilgili h ü k m ü n ü ö ğ renm ek için resm en m ah k e m elere ve kadılar h u z u ru n a çıkm ayı m ı beklem elidir? Esasen o zam an çok tan iş işten geçm iş olur. A dalet p ara ile tevzi edil d iğine yani b ir çok h arç ve m asraflara bağlı o ld u ğ u n a göre esasta b u , m eseleyi h alletm ek ten u zaktır. İftâ m ü essesesin in işlediği zam anlarda h u k u k î b ir m ü şk ü lü olanlar, m üftilere m ü
racaat ederek m eselelerin in h ü k m ü n ü a n la rla r ve b u n a göre a ra la rın d a k i işle rin i h a l ve fasled erlerd i. B u g ü n de h u k u k î problem lerim izi so ru p öğreneceğim iz p ek çok âlim , profesör, avukat veya m üşavirler varsa da b u n lard an fakir h alk istifade ed em e m ek ted ir... H a lb u k i m ü ftiler, k e n d ile rin e so ru la n la ra m eccanen cevap verirlerdi. D em ek ki bir m eselesi o lan kendi alanlarında birer o to rite olan m üftilerden fetva ister, aldığı ce vap kendisin i ve karşı tarafı tatm in ediyorsa boş yere ve birçok m asrafa katlan arak m ahkem eye yani kadı h u z u ru n a çıkm azdı. Bilindiği gibi tarihim izde II. Beyazıd, Yavuz Selim ve K anunî devirlerinde şeyhülislâm lık yapm ış b u lu n a n Zem billi Ali Efen di pencereden sarkıttığı zem bile atılan h er soruya cevaplarını yine zem bille g önderdiği m eşh u rd u r. Ü stelik b u cevapların ü c ret tarifesi de yoktu. Verilen fetvâ tarafları tatm in etm işse, artık m ahkem eye g it m ezler m eseleyi fetvâdaki şekilde h allederledi. G ö rü lü y o r ki iflâ ilm î bir m üessesedir. M üfti hâdiseyi ta h k ik etm ez, sorulan h u su su n do ğ ru lu k derecesini araştırm az. O n u n için d ir ki b u g ü n bile “anlatışa göre fetva v erilir” diye b ir deyim k u lla n m ak tayız. Fetva tam am en ilm î b ir fikir beyanıdır, b u g ü n k ü deyişle b ir h u k u k î m ütalâadır, ilgililer isterlerse b u n u k ab u l edip ay nen tatbik ederler, aksi halde kaza y o lu n u tercih ederler. Yani m a h k e m e d e k a d ı’n ın h u z u r u n a çık arlar. H a k sız lığ ın ı d a h a m üftinin fetvasında gören ve b u n a kanî olan kim se boş yere zam an ve para harcam am ış ve m ahk em eleri de b u g ü n olduğu gibi çoğunca boşuna işgal etm em iş olur. G örülüyor ki çok zeki bir h u k u k ç u n u n A vrupa’da yirm inci yüzyılın başında g ö rd ü ğ ü n o k san lık asırlarca önce İslâm h u k u k u n d a fakir h alk tabakaları leh in d e, tam am en değilse bile önem li ölçüde hâlledilm işti. Tercüman gazetesi, 24 Kasım 1971 Milli Gençlik dergisi, sayı 14-15, Ağustos 1976
7. Tarihte Sigorta ve Yurdumuzda Sigortaya D air İlk Fetvalar
I. Giriş Yılbaşı M illî Piyango çekilişlerinde verilen ik ram iy elerin yük sekliği nedeniyle olm alı, son zam anlarda gazetelerde bu k o n u da sık sık hab erler yayınlandı. B unlar arasında piyango yoluy la kazanılan p aran ın İslâm d in i n azarında “h aram para o ld u ğ u ” şeklinde, bazı m üftülerce verilen “fetva”lar bile g ö rü lm ek tedir. B undan çeyrek yüzyılı aşkın zam an evvel benzeri bir d u rum , sigortanın İslâm d in in e göre caiz o lu p olm adığı m esele sinde ortaya çıkm ıştı. O yıl (1964), yıllarca İlmî çevrelerinde b u lu n d u ğ u m A lm an ya’dan yeni d ö n m ü ştü m . Galiba m ayıs ayında C u m h u riy et gi bi bir gazetede yayınlanan b ir o k u y u cu m e k tu b u n u biraz hay ret biraz da hiddetle o k u m u ştu m . Sigortanın İslâm d in in e n a zaran caiz o lu p olm adığı so ru lu y o rd u . Bu m e k tu b u n ben d e yarattığı tepkide içinden yeni geldiğim çevrenin etkisi de ol m u ştu herhalde. Yine de adı geçen gazeteye, so ğ u k k an lı olm a ğa çalışarak b ir m ek tu p yazm ış ve şöyle dem iştim : “Bir m ü d d e t evvel, g azetenizde yay ın lan an o k u y u c u m ek tu p ların d an birinde, İslâm d in in e göre sigorta y ap tırm an ın ca iz olup olm adığı so ru lm ak ta idi. Biz şahsen, b u g ü n k ü çağda
hâlâ böyle b ir k o n u n u n m ü slü m an ları tered d ü d e d ü şü rm esin e üzülm ekle beraber, b u n u sosyal bi realite olarak k ab u l ettiği m izden şu n u belirtm ekle yetiniyoruz: 1870’d e İs ta n b u l’da z u h u r e d e n b ü y ü k y a n g ın d a n so n ra herkesin evini sigorta ettirm esi ihtiyacı belirm iş ve o yıl şey hülislam kapısından sigortan ın caiz o ld u ğ u n a d air b ir fetva ve rilm işti.1 T ü rk h u k u k tarih i b ak ım ın d an da çok önem li olan bu fetva b u lu n u p neşredilirse, h em ilim âlem i için b ir kazanç olacak, hem de bu k o n u d a endişe ve tered d ü d e d ü şe n im anlı M üslüm anlar, h u zu ra k av u şm u ş olacaklardır.”2 Bu olaydan bir süre sonra, y önetim k u ru lu n d a b u lu n d u ğ u m A nadolu Sigorta şirketi arşivinden, hay at sigortasına bazı şa rt larla cevaz veren 1331 tarih li b ir fetvanın fo to k o p isin i elde edebildim . İşte bu yazının asıl am acı b u belge fotokopisini ka m uya sunm aktır.
II. Tarihte Sigorta B ugünkü-anlam da sigorta olduğu k ab u l edilm em ekle beraber, aynı neviden ihtiyaçların zorlam ası ile doğ m u ş “sigorta benze ri” bazı m üesseselerin varlığı çok eskilere d ayanm aktadır. G e m ilerle ve kervanlarla taşın an ticarî m alların, y o lc u lu k esna sında uğradığı çeşitli zararların b ü y ü k m eblağlara ulaşm ası ve tüccarlar için yıkım olm asın d an dolayı, b u zararların gideril m esi im k an ları aran m ış ve bazı çö zü m yolları b u lu n m u ştu r. Ö zellikle deniz taşım acılığında o zam an ın tek n ik im k ân ların ın ilkelliği, korsan ların denizlerde cirit atm ası gibi n ed en lerle, ri ziko pek b ü y ü k ölçülere varıyordu. Bu yü zd en , sigorta ihtiya cının ilk belirdiği alanın deniz taşım acılığı o ld u ğ u söylenebilir. F akat şim dilik tarih ten öğrenebildiğim iz en eski sigorta benze ri bir k urum a, H am m urabi zam an ın d a yani b u n d a n aşağı yu 1 Esen, B ülent N uri, Sigorta Bilgisi, Ankara, 19 4 5 , s .l 1 “O sm anlIlarda Sigortanın B aşlan gıcı” (T ü rk Hukuk Tarihi D ergisi, M üdür: Fuad K ö p rü lü , A nk. 19 4 4 , s.227) 2
Akpınar, Turgut, “Sigortanın İslâm D inin e Aykırı olm ad ığı 1 8 7 0 tarihli bir F et va ile H alledilm işti”, C u m h u riyet, 21 M ayıs 1964.
karı d o rth in yıl önce S üm erler’de k ara taşım acılığında rastlıyo ruz. Buna göre, b ir kervana m allarıyla katılan tüccarlar, herbirin in , so y g u n , b ask ın gibi n e d e n le rle uğray acağ ı z a ra rla rın , m üştereken, k arşılanm ası h u su su n d a anlaşm alar yapıyorlardı. R o m alıların , K artacalılarla y a p tık la rı u z u n s ü re n ( M .Û . 264-146) P ö n Savaşları sırasında, d en izd en yapılan taşım acı lıkta doğan b ü y ü k zararlar n edeniyle sigortaya b aşv u rd ukları, yine R om alılarda tüccar ve esn af b irlikleri ü y elerin in yangın, su baskını, h ırsızlık ve soyguna karşı veya ik tisad en zayıf k im selerin cenaze m asraflarının ö d en m esin i sağlam ak için, belirli bir para ödeyerek, “k en d ilerin i em niyete ald ık ları” biliniyor.3 M odern anlam da sigorta sayılabilecek ilk tatbikatın, 14. yüz yıl ortalarından itibaren, İtalyan lim an şehirlerinde o lu şu p geliş tiği kabul edilm ektedir. Bunlar h ak k ın d a kısa da olsa bilgi ver me, am acım ızın dışında kalm aktadır. F akat burad a k en d i tarihi m izde rastladığım ız b ir m üesseseye değinm eden geçemeyeceğiz.
III. Selçuklularda Sigorta Tarihim izde, sigorta benzeri b ir m üessese, A nadolu Selçukluları D evletinde tesbit edilebilm iştir. Bizim bildiğim iz kadariyle, bu konuyu ilk olarak, değerli bilgin F u ad K öprülü, 1934 yılında Paris Ü niversitesinde verdiği “O sm anlı D evletinin K u ru lu şu ” hakkındaki konferanslarında, ortaya atm ıştır. 1935’de Fransızca olarak yayınlanan ve daha sonra T ürkçesi birkaç defa basılan bu önem li eserde, şöyle deniliyor: “Selçuk hükü m d arları, XIII. asır da faal bir ticaret politikası takip ediyorlardı... A nadolu Selçuklu İm paratorluğ u n u n coğrafi vaziyeti itibarıyla m u h telif beynelm i lel ticaret yolları b u radan geçiyordu... B ütün bu yollar üzerinde em niyeti tesis ve her tü rlü zararlara karşı -teferruatını pek iyi bilm ediğim iz- ‘bir nevi devlet sigortası’ tem in eden b u devlet, transit ticaretini de elde etm eğe çalışıyordu.”'1 3
M anes, Alfred: H andw örterbuch der Staatsw issenschajten: “V ersicherung” Hrsg. L. Elster, A. W eber, E W ieser Bd. VIII. s .6 2 0 -3 2 Jena, 1 9 2 8 P rin cip les and History (of) Insurance, in: Encyclop. o f the Social Sciences VIII., c. 95 vd.
4
K öprülü, O s m a n h D evletinin Kuruluju, Ankara, 1959, s .53.
Ö lü m ü n e y ak ın yıllarda, a ra ştırm a la rın ın b ü tü n ağırlığını S elçukluların içtim a! ve İktisadî tarih i ü zerin d e topladığını ya k ın d a n bild iğ im değerli tarih çi O sm an T uran, “T ü rk iy e Sel çukluları H akkında Resm i V esikalar” isim li eserin d e bu k o n u da daha açık bilgiler verm ektedir: “G ıyaseddin Keyhusrev, A ntalya’yı fethedince... yağm alanan tüccarların zararını, yapılan listeye göre, alınan g an im etten ve kısm en de h âzin ed en tazm in etm iştir. A lâeddin K ey kubad’ın yine ticarî m aksatlarla ve kervan y ollarının em n iy etin i tem in etm ek için, açtığı seferler sonunda... kazandığı zaferleri m ü te akip, tecavüze ve yağmaya uğrayan kervanların sahiplerine, al dığı ganim etlerden ve devlet h âzinesinden b ü tü n zararları taz m in ettiğine dair m alum ata da sahibiz. Bu hâdiseler, bize Sel çuk sultanlarının, ister yazılı ta a h h ü t icabı olsun, ister team ül veya sadece devletin İktisadî siyaseti ve şerefi dolayisiyle olsun, tatbikatta yabancı bir devlet veya eşkiyanın tecavüzleri karşı sında ticarî em tiayı tazm in ettiklerini ispat etm ektedir. Bu, h u kukî bir anlaşm aya ve m etn e tabi olm asa da ve b u g ü n ü n m ânâ ve şartlarına tam am iyle uygun gelm ese de S elçukluların İktisa dî siyaset ve team ül neticesi olarak, bir nevi devlet sigortası tat bik ettiklerinden artık şü p h e etm em ize im kân verm ez.”5 Değerli h er iki tarih çin in de isabetle belirttiği gibi, b u rada sadece “bir nevi sigorta” bahis k o n u su olup, b u g ü n k ü an lam da bir sigorta yoktur. 14. yüzyılın ortaların d an itibaren İtalyan denizci devletçik lerin d e b u g ü n k ü a n la m d a sig o rta n ın d o ğ m a sın d a , m e rh u m O sm an Turan’ın zan ve imâ ettiği gibi, “Selçuki tesiri” o ld u ğ u n u sanm ıyoruz. Ç ü n k ü İtalya’da d ah a m ilattan önce, Rom a ça ğında, sigorta benzeri m üesseselerin v arlığından bahsetm iştik. Kaldı ki T ürkçedeki “sigorta” kelim esinin bile İtalyanca “sicurita ”den (sécurité, em niyet) gelm ekte o ld u ğ u n u k e n d isi yaz m aktadır. Bir etki bahis k o n u su ise, b u o n u n san d ığ ın ın aksi ne istikam ette olm uştur.
5 Turan, Osman: Türhiyc Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, TTK Yy. Ankara 1958, s . 126 vtl. Selçuk Kervansarayları, TTK. BcUeten 3 9 , s.4 7 3 vd.
IV Arap Ökelerinde Sigorta Tanınm ış İslâm bilgini M u h am m ed H am id u llah , “Sigorta m üessesesi çok eski b ir tarihî m aziye sahibe b e n z e m e k ted ir”, di yor. B u n u n g e rç e k te n b ö y le o ld u ğ u n u ve S ü m e rle re k a d a r uzandığının bilindiğini yuk arıd a belirtm iştik. Bu n ed en le a n cak m ilattan sonra 7. yüzyılda d o ğ u p yayılm ağa başlayan İslâ m iyet’ten çok önceleri de A rap ü lk elerin d e bazı sigorta benzeri m uam elelerin, sosyal ihtiyaçlard an d o ğ m u ş ve tatb ik edilm iş olm aları kuvvetle m u h tem eldir. Yazıtlarda, tarih sah n esin e ilk defa M.Ö. 9. yüzyılda çıktığı tesbit edilebilen A rap ların ,6 İslâ m iyet’ten önce m esela 6. yüzyılda Basra K örfezinde k u llan ıld ı ğı b ilin en d en iz sig o rta la rın d a n ö te d e n b eri fa y d alan d ık ları söylenebilir.7 H am idullah, sigortanın İslâm d ü nyasındaki ilk şekilleri h a k kında kısaca bilgi verirken: “Bu m üessese lslâm da Hz. M u h am m ed devrinde ilk olarak “m a’akıl” ism i ve tabiri altında vücud bulm uştur... Halife I. Ö m er zam anında, değişik ve daha geliş miş şekillerine rastlanan bu tip M üsseselerden sonra... daha ileriki devirlerde “Şimali Afrikalı m ü slü m an tacirler, deniz kazala rına karşı bir sigorta m üessesesi k u rd u la r fakat b en halen b u n u n h u k u k î ayrıntılarına d air bir bilgi to playam adım ” diyor.8 1-6 N isan 1961 tarih leri arasında Şam Ü n iversitesinde yapı lan İslâm H u k u k u H aftası’nda sigorta k o n u su n d a belki de İs lâm âlem inde yapılm ış en geniş araştırm ayı, tebliğ olarak su nan Prof. Dr. M. A hm et Ez-Zerqa şöyle diyor: “Sigorta usulü hicri o n ü çü n c ü (o n d o k u z u n c u ) asra k ad ar Şark m em leketle rinde bilinm iyordu. Bu asırda, A vrupa sınai k alk ın m asına pa ralel olarak D oğu ile Batı arasındaki ticari bağ kuvvetlendi. Bu arada, ithalat ak idlerini yapm ak üzere m em lek etim izd e o tu ra na yabancı ticaret tem silcileri vasıtasiyle A vrupa’d a n ithal edi len m alların sigorta edilm esi yoluyla b u m üessese İslâm dün6
K lengel, Horst, Zw isch en Zell and Palast, Leipzig, 19 7 2 , s.89.
7
Esen, O sm anlılarda S igortanın Başlangıcı, s.2 2 3 (D esjardins. C. 6 , N o. 1 2 9 0 ’dan naklen)
8
H am idullah, M uham m ed, M odern İktisat ve İslâm, 1st. 1963, Yağmur Yy. 35 vd.
yasm a girm iş oldu. Bu Temsilciler, ithal edilecek m allar ü ze rind e yapılan deniz sigortasından başlayarak, sigorta akdini bi ze getirm iş oldu lar.”9 M odern sigorta b ak ım ın d an A rap ülk ele ri gibi bir M üslüm an ü lk e olan O sm anlılarda da b e n z e r b ir d u ru m bahis k o nusudur.
V Osmanlılarda Sigorta ve İslâmiyet Açısından Durum A. Tatbik Alanı O sm anlılarda sigorta k o n u su n u İlmî açıdan inceleyerek, b i zim bildiğim iz ilk araştırm ayı yapan Prof. B ülent N uri Esen’e göre: “M em leketim izde sigortanın genellikle (yani yabancı ve H ıristiyanlar arasında) hangi ta rih te n itibaren y apılm akta ol duğu kesin olarak söylenem ez... Yalnız şurası m u h a k k a k tır ki sigortanın M üslüm an T ü rk ler tarafından k u llan ılm ası pek ye nidir. N e Fâtih ne K anunî Süleym an zam anı k a n u n n â m e le rin de sigortaya dair b ir tek kelim e yoktur. G erçi b u devre ait olan 1569 tarihli bir ah itn am ede “selâm etlik resm i”n d e n b ahsolunm akta ve sefere çıkacak gem ilerden böyle b ir verginin alınaca ğı yazılm akta ise de bu verginin sigortada o ld u ğ u gibi, hasar halinde ödenecek tazm inata karşılık verilen b ir p rim gibi te lâkki edilm esine im kân y o k tu r.” (Vaktiyle) sig o rtan ın T ü rk i ye’de de yabancılarla, g ay rim ü slim ler ta ra fın d a n b a şv u ru la n b ir te m in a t u su lü o ld u ğ u n d a n ş ü p h e e d ilem ez. Z ira, XVII. yüzyıl so n u n a ait ve E rm eni veya Yahudi tacirlerle, yabancı şa hıslar arasında çıkan ihtilafları h alleden bazı G arp m em lek et leri m ahkem elerin d en verilm iş kararlar, sig o rtan ın T ü rkiye’de de tatb ik edildiğini ortaya koym ak tad ır. B u n d an b aşka, “Li m an O dası”nın salâhiyetleri h ak k ın d ak i m etin lerd en , bu m er ciin sigorta anlaşm azlıklarına da bakacağı anlaşılıyor. Bu iti barla, m üessesenin m em leketim izde k u llan ılm ak ta o ld u ğ u n d a tereddüde yer y o k tu r” 10 9
Ez-Zerqa, M. A hm ed: İslâm a Göre B qnka ve Sigorta (K o llek tif Eser) in d e Cev. Hayreddin Karaman, 2. Bası, İsı. 1981, s. 153.
10 Esen: Sigorta Bilgisi, s . 10.
B ülent N u ri E sen, M ü slü m an T ü rk le r a ra sın d a sig o rtan ın hiç rağbet g ö rm em esinin sebeplerini in celerk en , o n ların tica ret (özellikle dış ticaret) ile u ğ raşm am aları, u ğ raşsalar bile ya bancıların sahip old u k ları im tiyaz ve m uafiyetlerden faydalanam am aları gibi ek o n o m ik ned en lerle ve İslâm d in in d e sigor tanın “yasak ve h aram ” olm asına bağlam aktadır. M ü slü m an la rın ve T ü rk ler’in ticari hayatın h e p dışında kaldığı gibi yerleş m iş bazı yanlış kanaatleri b ir an için k ab u l ederek, bu çevrede, ticaret alanında sigortanın b ü y ü k b ir sosyal g ereksinm e olm a dığını kabul etsek bile, yangınları ile m e şh u r İstan b u l’da daha d ü n e kadar, yangın sig o rtaların ın d ah i gelişip yaygınlaşam am asının sebebini ancak d in î inançlarla açıklayabiliriz. Bilindiği gibi, yabancı sigorta şirketleri, reklam am aciyle, si gorta ettikleri binaların g ö rü n en b ir yerine “b u bina şu sigorta şirketince sig o rtalan m ıştır” levhası koyarlardı. Buna m ukabil M üslüm an evlerinin binlercesinin cephesinde (Ya Hafız) yazıla rını gören bir yabancının, şaşkın şaşkın bakınarak, “N e büyük sigorta şirketiniz varm ış?” dediği, latife yollu anlatılır. Bugün bile Bayezid C am iinin arkasındaki sahaflar çarşısında (Ya H a fız) levhaları bulm ak m ü m k ü n d ü r. Lâleli’de eski h arikzedeler (yangından zarar g ö rm üşler) için y ap tırılan ve şim d i de lüks bir otel haline getirilen b in an ın ü stü n d e iki m u h teşem (Ya H a fız) yazısını ana caddeden geçenler görebilirler. M alum olduğu gibi, hafız, yani k oruyucu, saklayıcı sıfatı, A llahın sıfatlarından biri olup, bu yazı ve levhalarla yangın felâketine karşı Tanrının koruyuculuğ u n a sığınılm aktadır. O ldukça yakın b ir tarihte, çı kan bir yangında, elindeki “Yangın D uasını” alevlere karşı bir h o rtu m gibi tu tan , çaresiz bir vatandaşın hikâyesinden gazete lerde uzu n u zu n söz edilm işti. B ütün b u sam im î ve fakat zaval lı davranış ve inanışlar yü zü n d en , m em leketim izde sigortaların tam anlam iyle yerleşip, gelişm esine im kân olm adığı açıktır. H alkın bu k o n u d ak i in an ış ve davranışları h oş g örülebilirse de din âlim lerinin sigortanın gerçek şekline, p ek az istisna dı şında, cevaz tan ım am aların a n e dem eli? İslâm iyet n azarın d a sigorta m eselesini bazı y etk ili İslâm b ilg in le rin e d a y an arak , özetlem eğe çalışalım.
B. Şeri’at Açısından Sigorta Islâm ! a ç ıd a n s ig o r ta la r ı in c e le m e ğ e g e ç m e d e n , b u g ü n m em leketim izd e sigorta d en ilin ce akla gelen üç nevi m üesseseyi ayırm ak gerekir. B unların b aşın d a, Sosyal S ig o rtalar d e nilen ve işçi, esnaf v b .’n in em ek lilik h a k la rın ı sağlayan m ü esseseler g elir ki, b u n la r d ev letçe k u ru lm a k ta d ır. D iğer b ir gru p ise, karşılık lı day an ışm a am aciyle, belirli m eslek sa h ip leri a ra sın d a k u ru la n sig o rta, “y a rd ım la şm a s a n d ık la ra d ır. B unlarda ü y elerd en kesilen p a ra la rın belli esaslara göre yine o n lara dağıtılm ası b ah is k o n u su d u r. B ugün g erçek an lam da s ig o rta d a n m a k s a t ise s ig o rta ş ir k e tle r in e ö d e n e n b e lirli p rim le r karşılığ ın d a y ap tırılan sig o rta la rd ır ki b u n la rd a , riz i ko yani teh lik e n in doğm ası ih tim a lle ri b irta k ım h e sa p la m a larla ortaya çık arılm ak ta ve b u n a göre b ir p rim tah sili yo lu n a gid ilerek , te h lik e g e rç e k le ştiğ in d e sig o rta lın ın z a ra rı ö d e n m ektedir. Sigorta şirk e tin in am acı k â r etm ek tir. S ig o rtalının am acı ise z a ra rın ın ö d en m esin i sağlam aktır. Bu nevi sig o rta lar m o d ern ek o n o m ik h ay atın a rtık vazgeçilm ez ö n em li kuru m la rm d a n biridir. Islâm âlim lerinin b ü y ü k ço ğ u n lu ğ u , birin ci ve ikinci cins si gortayı caiz g ördükleri halde ü çü n cü y ü Islâm ın esaslarına ay kırı b u lm ak tad ırlar. O n lara göre böyle b ir sig o rta, İslâm iyet açısından, k u m a r ve b ahis (bahsi m ü şterek ) m ah iy etin d e sa yılm aktadır.11 Prof. Ez-Z erqa’n ın dediği gibi, b u n u n k u m arla ilgisi, bahisle ilişiği anlaşılm az bir şeydir. H ayat sigortası yap tırm anın öm rü , istediği gibi verip, alan A llahın iradesine karşı gelm ek o ld u ğ u şek lin d ek i fikir ise b ü s b ü tü n esassız g ö rü n m ekledir. Hayat sigortası yap tıran kim se, b u n u n la belirli süre ölm em jy i garanti etm ek için değil, sadece ö lü rse varislerine, belirli bir süre so n u n d a sağ kalm ışsa, k en d isin e ö n ced en k a rarlaştırılm ış bir p aran ın ödenm esi için sigorta yaptırm aktadır. Yine Prof. E z-Z erqa’n ın v u rg u lad ığ ı gibi bazı İslâm âlim leri 11 Kriiger Hilmar: Fclwa und Sıyar, W iesb aden, 1978, s.4 9 . M ü ellif burada, Snouck Hurgronjc, Ignaz G oldziher, Schacht gibi en y etk ili O rientalisılerc atıfta bulunuyor.
m o d ern sig o rtan ın m ahiyetini bile an lam ad an b irtak ım sathî bilgilere dayanm aktadırlar.12 Bugün Arap M üslüm an âlim leri arasın d a sig o rtan ın h er tü r lü sü n ü n İslâm dini açısından caiz o ld u ğ u n a in an an lar azınlık ta olm akla b eraber, m ev cu d d u r. B u n la rın b a şın d a E z-Zerqa gelm ektedir. O n u n b u k o n u d ak i geniş açıklam alarını ve m u h alif fikirleri, H ayreddin K aram an ’ın çevirdiği “Islâm a G öre Banka ve Sigorta" isim li eserde b u lm ak m ü m k ü n d ü r.
C. Osmanlı Döneminde Sigorta He İlgili Fetvalar Sosyal k u ru m la n d o ğuran, sosyal ihtiyaçlardır. O sm anlIlar da da M üslüm an ahali arasında, sigorta ihtiyacını ortaya çıka ran İstan b u l’u n ö ted en beri p e k sık ve yaygın yan g ın ları o l m uştur, diyebiliriz. A hm ed Rasim, sadece 1818 yılında O cak ayından A ğustosa kadar 7-8 ay süresin ce 73 yangın çıktığını yazıyor.13 19. yüzyılın so n u n a d o ğ ru m em lek ete ü şü şerek şube açan ve herhangi bir k o n tro l ve d isip lin d en u zak çalışan sigor ta şirketlerin in d u ru m u içler acısı idi. “Sigorta R eh b eri” ism iy le 1942’de an o n im olarak (h erh ald e sigorta şirk etleri tarafın dan) yayınlanan ve baştaki tarihçe k ısm ın ın bu işi gayet iyi bi len bir uzm an tarafından yazıldığı anlaşılan k ita b ın ilgilenen herkes tarafından o k u n m asın ı tavsiye ederiz. Yabancı şirketle rin bu d u ru m u ve sigortanın gittikçe d ah a fazla ihtiyaç d u y u lan bir m üessese haline gelm esi sebebiyle, b u k o n u d a h u k u k i h ü k ü m le rin de yavaş yavaş k o n u lm a ğ a b aşladığı g ö rü lüyor. Biz bu k o n u d ak i m evzuatın oluşm a ve gelişm esini b ir tarafa bırakarak, m eseleyi Islâm d in i b ak ım ın d an hâlletm eğe çalışan ilk fetvalara gelm ek istiyoruz. 11 Rebiülevvel 1287’de (11 H aziran 1879) B eyoğlu’nda çı kan ve ilk çıktığı sokağın adına izafeten “F eridiye Yangını” di ye isim lendirilen b ü y ü k felâketin etkisiyle şeyh ü lislam kap ı sından sigortan ın caiz o ld u ğ u n a d air b ir fetva alınabildiğini, 12 Ez-Zerqa, M. A hm ed: İslâm a Göre S ig o rta , s. 160. 13 A hm ed Rasim: Ösmiin/ı Tarihi (M eydan), İstanbul, 1 9 6 6 -6 7 , s .362.
B ülent N u ri Esen k aydediyorsa da ne o n u n k ita b ın d a ne de başka bir yerde b u fetvanın m etn in e rastlayam adık. Bu fetvayı b ulm ak için M üftilikte yaptığım ız b ir teşebbüs de vaktiyle çı kan b ir yangında b ü tü n evrakın yanm ası nedeniyle so nuçsuz kaldı. Yetkili b ir zat bize b u n u n Yıldız A rşivinde b u lu n abilece ğini söyledi. Yıllarca evvel de yazdığım ız gibi b u fetva b u lu n a bilirse h u k u k tarihim iz ve sosyal hayatım ız için ço k ay dınlatı cı bir belge, ortaya çıkarılm ış olacaktır. Yangın sigortası ile ilgili o ld u ğ u anlaşılan ve m etn i b ilinm e yen bu fetvanın d ışında, hay at sigortası h a k k ın d a d ah a so nraki tarihlerde verilm iş iki fetvanın m etn i bilinm ektedir. Şim di bu iki fetva hak k ın d a biraz bilgi verelim . U nion Sigorta şirketi, (M ü slü m an m ü şte rile rin in de hayat sigortası yaptırm akta tered d ü d etm em esini tem in için) Sultan A h m ed ’de K apıağası M ah allesin d e 3 n u m a ra lı h a n e d e sak in M ahm ud C elâleddin ad ın d a b ir m ü şterisin i, h ayat sigortasının helâl o lu p olm adığı h a k k ın d a b ir fetva istihsal etm ek için şey h ülislam kapısına sevketm iştir. 23 Teşrinievvel 1327 tarih in i taşıyan Bab-ı M eşihata verilen istida ile altında “fetva em ini ta rafından verilen fetvanın su retin i buray a d erç ed iy o ru z” şek linde bir girişle ilk defa Sigorta Rehberi isim li a n o n im kitapta yayınlanan b u fetva m etn i, d ah a so n ra h u k u k p ro fesö rü Bü len t D avran tarafın d an , M u kayeseli M edeni H u k u k D ersleri eserinde de basılm ış, son olarak da H ayreddin K aram an’ın çe virdiği “Banka ve Sigorta” isim li esere alınm ıştır. Fetva ilgiliye 25 Zilkade 1329 tarih in d e yani im zalan m asın d an ü ç g ü n so n ra ita olunm u ştu r. Bizim bu yazıda yayınladığım ız fetvanın m etn i de y ukarıda b a h se d ile n in aynıdır. H atta b a şın d a “M u k a d d e m a M ah m u d C e lâ le d d in ”in b a ş v u ru s u n d a n da sö z e d ilm e k te d ir. Bu defa m ü şteriy i teşv ik e d en şirk e tin T h e C o n so lid a te d A ssu ran ce C om pany Ltd. L o n d o n o ld u ğ u anlaşılm aktadır. D ilekçe sahibi ise “Boğaziçi’n d e K an d illi’de sak in G iritli D ava Vekili H aşan Rıfat”tır. Bu zatın şirkete yazdığı m e k tu p ile fetva m e tn in in fo tokopisini b u rad a yayınlıyoruz. Sanırım sigortaya d air orijinal bir fetva m e tn in in (ki dilekçe altına d ercedilm iştir) fotokopisi
ilk defa yay ın lan m ak tad ır. E ğer öyle ise b u yazıyı y azm akla ulaşm ak istediğim iz am aç gerçekleşm iş olm aktadır. Sözlerim ize son v erm eden ufak b ir h u su su d ah a b e lirtm e den geçem eyeceğiz. A caba fetvaya göre hayat sig o rtasının a n cak yabancı m em lekette k ain b ir şirketle yapılm ası h alin d e ge çerli daha do ğ ru su m eşru ve helâl olacağı h ü k m ü n ü n gerekçe si nedir? B unu eski b ir M ısır m ü ftisin in açık lam aların d an çı karm aktayız: O sm anlılar zam an ın d a A nadolu’d a n k en d isin e b u m evzuda b ir fetva so ru lm u ş, o da b u n a b ir risale ile cev ap v e rm iştir (Mısır, N il M atbaası 1324/1906). C evabın özeti şu d u r: “Bu (si gorta) fâsid b ir akittir, b u n d a sigorta şirk eti veya y abancı si gortacı, Islâm a göre, b orçlu olm ad ık ları b ir şeyi b o rç la n m ak ta dırlar. N etice itibariyle: Sigorta, zayi olan m alın b ed elin i İslâm ülkesinde değil de yabancı ü lkede verirse, M ü slü m an ın b u n u alm ası helâldir. Ç ü n k ü b u b ir h a rb i’n in m alın ı h ıy an et ve z u lü m olm aksızın , rızasiyle yabancı ü lk e d e a lm a k ta n ibarettir, başka d u ru m lard a alm ak helâl değildir...” Eski M ısır m ü ftisin in b u fetvasına karşı, b u g ü n k ü A rap p ro fesör bile isy an e tm e k te ve şöyle d e m e k te d ir: “M e rh u m u n , m evzuu ele alış ufku oldukça d ardır.”' 4 1916 yılındaki bu fetva veya fetva m ah iy etin d ek i risalenin, İsta n b u l’d ak i M eşihat D airesince b ilin d iğ i ta h m in edilebilir. Bu yüzden, b u g ü n için bize çok ters gelen b ir şekilde, sigorta cının yabancı m em leketteki b ir şirk et olm ası şartı k o n u lm u ş tur. Yahut da m üstak ilen aynı so n u ca varılm ıştır. Böylece b ir dinî h ü k m ü okuyacak T ü rk sigorta şirk etleri yö n e tic ileri c u m h u riy e tin laik b ir d e v le t o lm a sın ın k ıy m e tin i herhalde şu an d a daha iyi hissedeceklerdir. A ksi h alde b ü tü n M üslüm anların sigortalarını an cak yabancı b ir şirk e t kanalıyla yaptırm aları gerekecekti.
14 Ez-Zerqa, a.g.e., s. 157 dip not no: 4.
Yabancı Memleketteki Şirketlerde Hayat Sigortası Yaptırmağa Cevaz Veren Fetva Dilekçe tarihi (Müracaat-lstida): 29 Zilkade 1331 tarih ve Fetvahane-i AIİ/3657 nolu istida 2 Zilhicce 1331'de Fetva (cevap) veriliyor. "Bu husus hakkında mukaddema Mahmud Celaleddin mührünü havi 322 Teşrinieevvel 1327 (Rumi) tarihli istidaya 22 Zilkade 1329 tarihinde havale buyrulan işbu arzuhal mütalaa olundu: Derunu arzuhalde muharrer akd-i mezkur dar-ı Islâmda olmayıp da bervechi meşruh, memaliki ecnebiyede kâin bir Sigorta Şirketi ile icra edildiği takdirde, Şirketi mezkure rızasiyle vereceği ziyadeyi yani maksudunaleyh sigorta bedeli ne miktar meblağ ise o meblağın gerek akidi mezbur ve gerek veresesi tarafından ahzı HELAL OLUR DEYU TAHRİR KI LINMIŞTIR ki ol babda emr-ü ferman Hazreti menlehülemrindir. Takdim ve itası: 2 Zilhicce 1331 Dersaadet'te mukim The Consolidated Assurance Company Ltd. London Kumpanyasının Şark Müdüri Umumisi Fritz (?) Cenaplarına Efendim, Hayatımı, müdüri umumisi bulunduğunuz The Consolidated Ingiliz kumpanyasına sigorta ettirmem için memurlarınız tarafından vukubulan müracaatlar(ı) bugüne kadar neticesiz kalıp çünkü Şer'an mani olduğunu zannedilerek kendilerine karşı tarafımdan cevabı red vermiş idim. Haki katen bir adam ailesinin saadeti halini düşünmek hali hayatında en mu kaddes bir vazifesi olduğu tabiî bulunduğundan şu hal hergün zihnimi iş gal etmekte idi. Bu kere Fetvahane-i Aliyeden istihsal ettiğim ve leffen takdim kılınan Fetvayı Şerife üzerine sigorta kumpanyası ile bir akid icra edersem manii şer'isi olmadığı hatta vefat etsem bile vereselerime irsen intikal eden sigorta mebaliği helal olduğunu, şer'an bir mahzur olmadı ğını kanaat hasıl ettiğim cihetle The Consolidated Ingiliz Hayat Sigortası na bin lirayı Osmaniye mukabil ve 20 sene müddetle hayatımı sigorta et tirmek için memurlarınızdan birinin tarafıma gönderilmesi veyahut sizin le görüşüp lazımgelen akdi icra etmek üzere müsait zamanınızın lütfen iş'arı ile ihtiramatı mahsusamın kabulü rica olunur efendim. 21 Teşrinievvel 1329 Boğaziçinde Kandilli'de sakin Giritli Dava Vekili Haşan Rıfat Not: İşbu Fetvayı Şerifenin ve Haşan Rıfat Beyin mektubu asliyeleri The Consolidated Ingiliz Hayat Sigorta Kupanyasının yedinde mahfuzdur. Tarih ve Toplum, sayı 75, Mart 1990 (Fetva fotokopileri bu yazı içindedir
8. Kitap Eleştirisi: Osmanlı Hukukunun Yapısı*
T a rih te T ü rk le r’in k u rd u ğ u en b ü y ü k d e v le t o lan O sm a n lı D evletinin k u d reti ve u zu n yaşam asının sebebini o n u n y arattı ğı ve uyguladığı, zam an ve zem ine u y g u n lu k g österen h u k u k sistem in e bağlay an lar v ard ır (U zu n çarşılı, Shaw ). Buna rağ m en O sm anlı H u k u k u n u n b u g ü n e k ad ar gereği gibi in celen m ediği ve ancak başta Halil İnalcık, Ö.L. B arkan, U ricl Heyd gibi değerli bazı bilim ad am ların ın araştırm aları sayesinde ye ni yeni aydınlığa çıkarılm aya başlandığı bilinm ektedir. Bu n e denle, O sm anlı H u k u k u ü zerin d e m ütevazı çalışm alar yapan bir araştırm acı olarak böyle b ir kitabı şü phesiz ilgi ve sevinçle karşıladık. Evvela m üellifi b u çalışm asından dolayı k u tlam ak isteriz. Fakat bu kutlam a, esasen yazarın da önsö zd e istediği gibi, kitabında görd ü ğ ü m üz k u su r ve noksan ları, hataları be lirtm em ize engel değildir. Aşağıda b u n u yapm ağa çalıştık.
I. Metod ve Şekille İlgili Tenkidler Osmanlı H ukukunun Yapısı k itab ın ın daha ilk ele alınıp k arıştı rılm asında göze çarpan b ir özelliği o n u n bölü m lere ay rılm a (*) Erol Ö zb ilg cn , Osmcm/ı Hukukunun Yapısı, İsta n b u l, 1985. O sm a n lı K ühür Araştırmaları: 1, N ihal Kitabcvi-Sahaflar.
sında, tasnifindeki aşırı, abartm alı tu tu m d u r. Şöyle ki eser, ö n söz ve giriş k ısm ın d an son ra 14 anab ö lü m e ayrılm ıştır. Bu b ö lü m ler ise birçok kısım lara ayrılarak hayret edilecek derecede ve gereksiz şekilde p arçalanm ıştır. Bu h u su sta tu tu la n ab art m alı yola ö rn ek olarak birin ci ve ikinci an ab ö lü m ü gösterebili riz. “O sm anlı H u k u k u İn celem elerin d e K onu İlişk ileri” diye m ü p h em b ir başlık taşıyan 1. an ab ö lü m a, b, c, d, b ö lü m lerin e b u n la r da kendi içinde 8 kısm a ayrılm ıştır. II. an ab ö lü m ise A ve B diye ayrılıp b u n la rd a n A b ö lü m ü 18, B b ö lü m ü ise 28 başlık altına alınm ıştır. G aliba 50 civarında olan b ü tü n b u baş lıkların 11-27 sayfalar arasında yani sadece 16 sahife içinde o ld u ğ u d ü ş ü n ü lü rs e , d u ru m h a k k ın d a b ir k a n a a t e d in m e k m ü m k ü n olu r sanıyoruz. A raştırm a c ın ın ta sn if işin d e k i b u aşırılığ ın ı an lay ab ilm ek gerçekten zordur. Bizim bildiğim iz, ilim de tasnif, k o n u y a daha d oğ ru su ortaya getirilen m alzem eye b ir d ü zen verm ek, bu su retle o k u y u c u n u n an latılanları kolayca anlam ası ve tak ip ede bilm esi am acına yöneliktir. A slında b ir k itab ın m üellifi, ele al dığı k o n u h a k k ın d a devam lı olarak k o n u şm a k ta ve b ilin m e yen veya az b ilin en b ir m eseleyi b ir b ü tü n h alin d e ortaya ko y m akta, d ü şü n c e le rin i o k u y u cu y a n ak letm ek ted ir. F ak at yeni b ir k o n u n u n kolayca hazm edilebilm esi için parçalara ayırarak k a rş ıs ın d a k ile re su n m a k ta d ır. A slın d a b a ş lık la r b ir eserd e am aç değil araçtır. Bilindiği gibi çok eski eserlerde bazen hiç başlık bulun m azd ı. B ugün ilim de m eto d lu ve m an tık lı bir tas nife önem verilm ektedir. F akat d ah a ilm i olacağı sanılarak ge reksiz başlıklar koy u p altları yani içleri d o ld u ru lm a m ış b o m boş kalıplar yaratm an ın ilim de yeri olam az. Ö zbilgen, k itab ın da ne yazık ki böyle b ir yol tu tm u ştu r. M ütem adiyen yeni baş lıklar atm ayı tu tk u h aline getiren yazar, m ev cu t b aşlıkları bile az bulm akta ve şöyle söylem ektedir: (s. 14). “Bu ko n u ları g rup ve g ru p içi alt k o d la n verilerek b elirlen m esi ve m esela desim al b ir sistem seçilerek isten ild iğ i kadar ayrıntılara inilm esi m ü m k ü n d ü r. K on u lar ve ay rın tılar arasın da, birbirleriyle çeşitli ilişkileri, bağım lılıkları b elirlenecek bi çim de dü zen lem eler yapılabilir. Böylece in celem elerd eki d ü
zen bozulm ad an k o n u sayıları istenildiği k ad ar artırılab ilecek tir” K onular şüphesiz artırılabilir am a, h e rb irin in altına sade ce birkaç satır ko n u larak , k o n u y u açıklam ak değil d ah a da ka rıştırm ak tan başka ne elde edilebilir?.. G erçek ten k itap ta pek çok başlık, o k u y u cu y a en ufak b ir y a ra r sağlam ayan içi boş k alıp lar h a lin d e kalm ıştır. E serde en ö n e m li m e to d k u s u ru bence budur. Yazar kitabında, O sm anlı H u k u k u n u n in celen m esin de m e lodía ilgili p ek çok tavsiyelerde ve ö n erilerd e b u lu n m aktadır. Şüphesiz bu o n u n h ak k ıd ır ve k e n d i bileceği b ir iştir. Yalnız bu k o n u d a yeni m etod -ö n erileri getiren ler genellikle k o n u n u n en eski ve en iyi u zm an lan olm aktadır. Bu h em en h e r alanda böyledir. K endisi daha işin başında olan araştırıcıların, başka ları için m eto d ö n erm ek ten çok k en d i çalışm aların d a iyi bir m etod uygulam aları daha isabetli b ir dav ran ış o lu r sanıyoruz. Bu sebeple m üellifin m eto d h a k k ın d a yaptığı ö n erileri (m esela s.26/27’dekiler) biz biraz erk en buluy o ru z. Eserde tasnif h u su su n d ak i aşırılığın bir b en zerin e de bibli yografyasında rastlıyoruz. G erçek ten b u n isb eten k ü ç ü k k itap ta (144 sahife) bibliyografyaya a y n la n sahifelerin ço k luğu da d ikkat çekm ektedir. Yazarın çok kitap tanıdığı d erh al belli ol m aktadır. 144 sah ifen in 55 sahife k a d a rı yani ü çte b irin d e n fazlası kaynaklar ü zerin ed ir (1-28, 119-144 ve sadece k a n u n kelim esinin çeşitli sözlüklerdeki anlam ları 4 sahife ek halinde verilm ektedir). Zengin b ir bibliyografya, b ir araştırm a için fay dalı ve ü stü n lü k sayılabilecek b ir n itelik ise de b u rad a gösteri len kitaplardan b ir kısm ın ın k o n u ile ilgisinin n e olabileceğini anlayam adık. O sm anlı H u k u k u ü zerin d ek i bir eserde, m esela K aragöz T iy a tro su n u n R om an y a’d ak i Tesiri, B ahailik, T ü rk ler’de Taşla ilgili İnançlar, El Yapımı H ırvat B ebeklerinin A dla rın ın Kaynağı, K oçana (M akedonya) A tasözleri ve D eyim leri vb. gibi araştırm aların zik red ilm esin in , bize bibliyografyada, zorlanarak gereksiz b ir şişkinlik yaratılm aya çalışıldığı in tib a ını verdiğini çekinm eden söyleyebiliriz. Osmanlı H ukukunun Yapısı’nda ifadenin bazen anlaşılm azlık derecesinde karışık olduğu görülüyor. M esela 89. sahifede, Os-
m anii H u k u k sistem inin Tanzim ata kadar y ü rü rlü k te kaldığın dan bahsederken m üellif, “Bu y ü rü rlü ğ ü n m atem atik dili, “zarf küm esinin (cüm lesinin) kapsadığı alt dizeler to p lu lu ğ u n d an sı ğa (kapasite) olarak yeterli oranda b ü y ü k olm asıdır” diye bir ifade kullanıyor ki böyle m atem atik dilindeki bir ifadenin, ya zar gibi çeşitli fakültelere devam etm em iş o k u y u c u la rın pek çoğu tarafından anlaşılam ayacağı açıktır. Bazen no rm al ifade lerde de bu anlaşılm azlık göze çarpıyor. M esela s .l0 7 ’de Osm anlı k an u n la rı şöyle tarif edilm ektedir: “D evletin d ü ze n in i (nizam ını) sağlam ak, k o ru m ak için şer’e karşı veya aykırı ol m ayan ve devlet otoritesi ile güçlendirilm iş hükü m ler, k u rallar la b u n ları doğu rm u ş olan âdetler ya da b u n ların olu ştu rduğu, gerektirdiği oluş biçim leri (üslub) ve y ö ntem lerle (usullerle), özellikle vergi h u k u k u n d a n doğan resm ’ler” biçim inde tanım lanabilir, deniliyorsa da bu biçim de yapılan tarifin ne biçim bir tarif olduğu (özellikle son 3-4 satır) önüm üzdedir. O sm anlı H u k u k u a ç ık la n ırk e n h an g i k a v ram lar k u lla n ıla caktır? Yazarın ileri sü rd ü ğ ü şekilde, Batı h u k u k kavram ları ve düşüncesi ile O sm anlı H u k u n u n u n anlaşılam ayacağı düşüncesi (Ö nsöz, s.VIII.) kabul edilse bile, açıklanm ası gerekli, bilinm e yen bir konu y u (O sm anlı H u k u k u n u ) anlatabilm ek için bili n en lerd en h arek et etm ek te z o ru n lu lu k vardır. B ü tü n ilim ler için geçerli olan b u k u ra lı m üellife h atırlatm ağ a lü z u m bile yoktur. Bu nedenle ister istem ez bilinenden yani b u g ü n k ü h u ku k kavram larım ızdan hareketle aradaki fark ve benzerlikleri belirtm ek yolunu seçm ek gerekm ektedir. N itekim yazar k en d i si de: “O sm anlı k ü ltü r ve m edeniyeti de h u k u k u ile beraber kendine özgü bir b ü tü n o luşturm aktadır. Bu n edenle Tanzim at öncesi h u k u k u m u z u n dikkate alınm adan, m o d ern Batı h u k u ku m antığı, felsefesi ve term inolojisini k ullanıp iki sistem i ay rıntılarında karşılaştırarak b ü tü n h ak k ın d a b ir karara varm ak bilim sel bir yöntem sayılm am alıdır” d ed ik ten sonra hem en b i raz aşağıda, “ancak yalnızca k en d in e özgü kavram ları uygula m aları veya özel bazı bölüm leriyle yetinilm em eli, m o d ern h u ku k kriterlerine ve k ü ltü r tarihim izin verilerine dayalı b ü tü n ü kapsayan sistem analizi y ap ılm alıd ır.” d iyerek san ırım bizim
yukarıda belirttiğim iz sonuca varm ış olm aktadır. Yalnız b u g ü n kü m odern h u k u k u n kavram larından yararlanarak bir izah ya pabilm ek için bu kavram ların iyi bilinm esi gerekir. Aksi halde, aşağıda esasa m üteallik hatalar kısm ında görüleceği gibi doğru açıklam alara ve sonuçlara varm ağa im k ân yoktur. K itap ta, b irta k ım h u k u k i k a v ra m la rın y a n ın d a p a ra n te z içinde Fransızcaları da gösterilm ektedir. B unların açıklam a ol m ak tan veya sa ra h a t g e tirm e k m a k sa d ın d a n ziyade, aslında Fransızca bazı k itaplardan aktarıld ığ ın ı sanıyoruz. G erçekten bibliyografyada bazı Fransızca h u k u k k itap ları kaydedilm işse de bu nevi eserlere n e d e n se d ip n o tla rın d a h iç a tıf y ap ılm a m aktadır. H alb u k i aşağıda göreceğim iz h ata la rın b irç o ğ u n u n bu yabancı dildeki k itapların, T ürkçeye çevrilm esi yolıyla k u l lanılm ası so n u c u n d a d o ğ m u ştu r. M esela h u k u k u n d ü şü n se l (fikir) yü rü rlü ğ ü gibi bir kavram ın (s.85) ve izah ın ın tercüm e k o k tu ğ u söylenebilir.
II. Esasa Müteallik Tenkidler M etoda ve şekle ait y u k arıd ak i te n k itle r yan ın d a esasa deği nen ler belki daha önem li sayılabilir. B unların başında bir ta kım kavram ve terim lerin k u llan ılışın d ak i h atalar gelir. Bilin diği gibi her ilim dalında b ir takım özel k avram lar vardır. B un ların ilgililerce bilinen veya bilinm esi gereken anlam ları vardır. Bu anlam lar h erk esçe isten ild iğ i şek ild e d eğ iştirilem ez, aksi halde o dalda h erk esin başka şeyler söylediği, başka an lam lar verdiği terim lerle yazılm ış m etin leri an lam ak im kansızlaşırdı. H u k u k ta, “M evzu H u k u k ” denilince, k a n u n koym ağa yetki li m erciler tarafından “vaz’edilm iş, k o n u lm u ş” k u ra lla r anlaşı lır ve bu n lar yazılı olur. Yazılı olm ayan h u k u k yani ö rf ve âdet h u k u k u , herhangi b ir m eclis veya yetkili m erci tarafın d an k o n u lm u ş o lm ay ıp to p lu m için d e, sosyal ilişk ile r s o n u c u n d a , k e n d iliğ in d e n o lu ş tu ğ u n d a n , “M e v z u ” h u k u k a d a h il e d ile m ezler (Krş. Sabri Şakir Ansay, H u ku k Bilim ine Başlangıç, 7 Bası, A nkara, 1958, s.60). H albuki Ö zbilgen, O sm anlı M evzu H u k u k u n u n Yazılı ve Yazısız K aynakları, diye b aşlık lar ko y
m u ştu r ( s.65 ve 71). M üellif, T anzim at F erm am öncesi Osm an lı H u k u k u n u , “H ak im Ü st H u k u k ” ve “H u su si H u k u k ” diye ikiye ayırıyor (s.XII ve 39). “H akim Ü st H u k u k , im para to rlu ğ u n bünyesi içinde herkese ayrıcalıksız (istisnasız) uygu la n a n Ş er’i H u k u k ile Ö rfi O sm a n lı H u k u k u b ile ş im id ir” “H ususi H ukuk: belirli to p lu m k esim lerine, şahıslara, z ü m re lere ve h u k u k i ilişkilere ait h u k u k tu r” diye tan ım lıy o r ve “H u su si H u k u k u " a) K ap itü lasy o n lar H u k u k u , b) G ay rim ü slim O sm anlı U yruğu C em aatlerin, “D iri Şahsi H u k u k la rın ı U ygu lam a Yetkisi c) Yeni K atılm ış Ü lkelerde Cari H u k u k u n D evam ı M üsaadesi d) A ntlaşm alardaki Ö zel H ü k ü m lere Bağlı H u k u k e) E tn ik A lt G ru p la rın Yazısız H u k u k u , o la ra k 5’e ayırıyor. “H ususi H u k u k ”u n ne o ld u ğ u n u h e r h u k u k ç u bilir. Bu “K am u H u k u k u n u n " k a rşıtı o lan “Ö zel H u k u k ” da d e n ile n h u k u k alanıdır. Y azann b u n a k en d in ce b ir anlam verdiği y u k arıdaki tasniften anlaşılıyor. O sm anlı H u k u k u n u , Şer’i ve Örfi H u k u k esaslarından o lu ştu ğ u herkesçe kabul ediliyorsa da b u n u n dı şında bir de “K apitülasyonlar H u k u k u , A ntlaşm alar H u k u k u , E tnik Alt G ru p ların H u k u k u ” gibi h u k u k la rd a n b ah sed ilm esi ni y e rin d e b u lm u y o ru z . H er d e v le tin h u k u k u te k d ir. Aynı D evlet iç in d e “H akim Ü st H u k u k ” ve o n u n y a n ın d a b aşka “h u k u k la r”, devlet k av ram ın a ay k ırı düşer. Bu h u s u su biraz açıklam am ız gerekiyor. H u k u k , devletin h ak im iy etin in ve ira d esin in k a n u n ve k u rallar şeklinde g ö rü n ü şü d ü r. Yani h u k u k , devletin bir başka açıdan g ö rü n ü şü d ü r, devlet o lm ad an h u k u k olm az. Değerli felsefeci E m st von A ster’in ifadesiyle söylersek, devlet, insanların hareket tarzların ın tabi o ld u ğ u k an u n ların , vücude getirdiği düzendir.. Bir devletten ancak b u d ü z e n , ha rici hakim iyet vasıtasiyle devam ve k a n u n la ra itaat cebren sağ landığı takdirde bahsed ileb ilir” (H u k u k Felsefesi D ersleri, İst. 1942, s.37). Sonuç itibarıyla h er devletin b ir tek h u k u k u olur, A ksini d ü şü n m e k o devletin içinde başka dev letlerin varlığını kabul etm ek dem ektir. Bu sebeple O sm an lı D evletinin de tek bir h u k u k u vardı. A zınlıklar, cem aatler, vb. la rm ın ayrı h u k u k ların d an değil ancak onlara O sm anlı H u k u k u n u n sağladığı haklardan ve tanıdığı bazı im tiyazlardan bahsedilebilir. Tekrar
edelim : Devleti olm ayan zü m relerin , g ru p la m ayrı b ir h u k u k u değil içinde yaşadıkları devletçe yani b u ra d a O sm an lı Devleti (veya H u k u k u ) tarafından tan ın m ış h a k la rın d a n b ah sedilebi lir. Bu a y ırım ın , yazarın d ik k a tin d e n kaçtığı d ev am lı olarak “H ususi H u k u k ”lardan b a h setm esin d en anlaşılıyor. “H ususi H u k u k ” için yapılan h a ta n ın “K am u H u k u k u ” kav ram ında da yapılm ış o ld u ğ u n u g örüyoruz. “H u k u k u n B ilim sel M eto d u İç in d e İn c e le n e c e k K o n u la r” başlığı altınd a cidden b ir karm aşa y aratılm ıştır ( s .12). Başlık ların kapsadığı konular, ted ah ü l etm ek te ve aslın d a tek olan b ir h u k u k alan ı ayrı ayrı b ö lü n m ü ş b u lu n m a k ta d ır. M esela D evletler H u k u k u başlığının h em en altın d a b ir d e “M illetlera rası İlişkiler” diye ayrı b ir bahis gelm ektedir. İkincisi b irin ci n in içinde değil m idir? Keza b ilindiği gibi K am u H u k u k u n d a n bahsedilince akla ilk defa Ceza H u k u k u ve İdare H u k u k u ge lir. H albuki yazarım ız, Ceza ve İdare H u k u k u n u ayrı ayrı baş lıklar h alin d e gösterdiği halde yenid en b ir de “K am u H u k u k u ” diye b ir başlık y ap m ak ta ve ü ste lik b u b aşlık a ltın d a K am u H u k u k u n u değil, sadece anayasadaki ferdlerin h a k ve h ü rri y etlerin i tek er te k e r sıralam ak tad ır. Kısaca “H u su si H u k u k ” kavram ı gibi “K am u H u k u k u ” k av ram ın ın da p ek kavranılm adığı açıkça anlaşılm aktadır. Sosyolojik g ö rü ş a çısın d an d ev letin , (y u k a rıd a b iraz açık landığı gibi) organize olm uş b ir h u k u k olarak m ü talaa edildiği bilinm ektedir. D evlet ise h u k u k ta h ü k m i şahıs veya tüzel kişi d e n ile n k u ru m la rd a n b iri h a tta b irin cisid ir. H u k u k ilm in d e b u n u n aksini söyleyen olm adığı hald e bizzat h u k u k u n bir tü zel kişiliğinden kim se bahsetm ez. Ç ü n k ü tüzel kişiler hak sa hibi olabilen, borç y ü k len eb ilen o rganları vasıtasiyle faaliyet gösteren h u k u k i varlıklardır. Bu b ak ım d an Ö zb ilg en ’in “Örfî H u k u k u n tüzel kişilik niteliğine yönelm ed iğ i”n d e n bahseden (s.46) ifadesine biz b ir anlam verem edik. T ürk çed e h ak ve h u k u k k avram ları n a d ir d illerd e (m esela İngilizcede: Law -Right) o ld u ğ u gibi ayrılm ıştır. Bu b ir kavram zenginliği ifade eder. H albuki L âtincede, A lm anca, Fransızca ve İtalyanca gibi b ü y ü k dillerde hak ve h u k u k aynı kelim e ile
ifade edilir (sırasiyle Ius, recht, dro it, d ritto ). A lm an bilginleri bu iki kavram ı ayırm ak için “su b jek tiv ” ve “o b jek tiv ” sıfatları nı ekleyerek hak için “subjektives re c h t” ayırım ını yapm ışlar ve bu ku llan ış diğer dillere de g eçm iştir (S chw arz). O n ların dillerindeki n oksanlık sebebiyle z o ru n lu olarak ekledikleri k e lim eleri bizim T ü rk çed e k u llan m am ıza hiç de gerek yoktur. Bu n ed en le yazarın (F ran sızca m e tin le rd e n esin len erek olsa gerek) h u k u k için nesnel (objektiv) h u k u k k avram ına b aşvur m asını (s.63, 73) pek doğru b u lm u y o ru z. M üellif, “bilindiği gibi Flıristiyan H u k u k u genel o larak iki b ö lü m d ü r: K anonik h u k u k ve d in i h u k u k ” diyerek b ilm ediği m iz yeni bir tasnif yapm ak tad ır (s.93). Biz Kilise H u k u k u de m ek olan K anonik H u k u k dışında ayrı b ir H ıristiyan din! h u k u k u o ld u ğ u n u bilm iyoruz. B unda da b ir yanılm a olsa gerek tir. Ç ü n k ü K anonik H u k u k , Rom a K atolik K ilisesinin H u k u k u n u ifade eder. En önem li M ecellesi C odex Iu ris C anonici olup, asırlarca geçerli sayılan C o rp u s lu ris C an o n ici’nin yerine 1918’de ko n u lm u ştu r. H ıristiyan âlem in in ikinci b ü y ü k b ö lü m ü n ü teşkil eden P rotestan k ilisesin in b u şekilde d ü z e n le n m iş, birlik teşkil eden, bir M ecellesi yoktur. O n u n h u k u k kay nağının M ukaddes Kitap, Kilise akidleri, yazılı olm ayan kilise örflerinden o lu ştu ğ u kabul edilm ektedir. Bu d u ru m d a Ö zbilg en ’in H ıristiy an H u k u k u n u n K an o n ik H u k u k y a n ın d a dinî h u k u k ta n o lu ştu ğ u n u söylerken neyi k asd ettiğ in i a n lay am a dık. Ç ü n k ü K anonik H u k u k da din! h u k u k u n ta kendisidir. B urada istitra d e n y u k a rıd a h u k u k la ilgili o la ra k y ap tığ ım ız açıklam alarla ters d ü şm ü ş g ö rü n m em ek için şu n u da söyleye lim ki Kilise H u k u k u n d a n aslında b ahsedilem eyeceği birçok bilginin belirttiği bir husustur. Zira h u k u k ta n b ahsedilebilm ek için on u y ü rü tecek bir h akim iyet’in varlığı şarttır. A dalet Psikolojisi b ir ilim d alın ın ism idir. “O sm anlı Toplum u n d a Adalet Psikolojisi”n d en b ahsedersek, O sm anlılarda bu ilm in d u ru m u h ak k ın d a açıklam alar yapılacak sanılır. H albuki yazarın, (O sm an lı T o p lu m u n d a A dalet P sikolojisi ve H u k u k D üzeni İlişkileri) başlığı altın d a O sm anlılarda adalet d u y g u su nu kasdetm iş olabileceğini d ü şü n d ü k se de verilen izah tan da
ha çok O sm an lı H u k u k u n u n b ö lü m le n m e si y a h u t O sm an lı H u k u k u n u teşkil eden ana u n su rla ra m üteallik o ld u ğ u n u gör d ü k (s.35, 36). Ö zbilgen, tasnif tu tk u su gereği, h u k u k u b ir de D iriler H u k u k u ve Ö lüler H u k u k u diye ayırıyor (s.58). H u k u k ta haklar ve vecibeler, borçlar kişiler içindir. Kişi ise sağ o ld u ğ u sürece kişidir, ölüm le kişilik de h u k u k u n sujesi o lm ak da sona erer. H er h u k u k çu ölm üş kişilerin hakları olm ayacağını bilir. Ö lü lerin hakları gibi g ö rü n e n h u su slar (vasiyet, m iras vs.) aslında diriler için k o n u lm u ştu r. D aha fazla ayrıntıya girm eyi gereksiz görüyorum . “C asus”, L atince hadise, olay dem ektir. K anun koym a, yasa m a işinde tatbik edilen iki tü rlü yol vardır. Ya m ü c e rre t (ab st rait) h ü k ü m le r k o n u la ra k genel ve kısa b ir tak ım k u rallarla hayatın çeşitli ihtiyaçları karşılanm ağa çalışır. Bu m etodla ya pılan k a n u n la r kısadır. M esela bizim M edeni K a n u n u m u z gibi. Veya çok çeşitli ihtim aller ve olayların özellikleri göz ö n ü n d e tu tu larak her değişik şekil için ayrı b ir h ü k ü m k o n u larak , ha yatın ihtim alleri daha iyi d ü zen len m ek istenir. Bu yolda yapı lan k an u n lar çok u z u n o lu r böyle b ir m etodla yapılan k an u n a k a zu islik k a n u n denilir. M esela P ru sy a M ed en i K a n u n u n d a 17.000’den fazla m adde vardı. Yani b u k a n u n kazuist bir ka n u n d u . İngiliz H u k u k u n d a ise hakim ler, k ararların ı k an u n lara b ak arak değil evvelce m ah k em elerce verilm iş k a ra rla ra (case’lere) bakarak verirler. Buna da yine L atince casu s’dan gelen “case-m etod”, olay-m etodu denilir. Kısaca aynı kelim ed en gel m ekle beraber bu iki m eto d u n ilgisi yoktur. Biri k a n u n koym a m eto d u d u r. D iğeri k a n u n a değil, k a ra rla ra b a k a ra k h ü k ü m verm e usulüdür. İslâm H u k u k u n u n case-m etodla h içb ir ilgisi yoktur. F akat İslâm H u k u k u n u n özelliklerinden biri de “k azu is lik ” o lu ş u d u r (J. S ch ach l: An Introdution to Islam ic Lavv, s .205. Türkçesi: Islâm H ukukuna Giriş, A nk. 197, s.208/9). Biz, Osmanlı H ukukunun Yapısı’nda b u iki m e to d u n da iyi tefrik edilem ediği intibaını ed in d ik (s .117, 118). Ö zbilgen kitabının b ir yerinde, yeni h u k u k term in o lo jisinin kullanılışınd a “kargaşa” görm ekte ve b u n u n , “b u g ü n ü n araş
tırm acısını incelem e ve h atta yanlış yoru m lam alara g ö tü rebile ceğini” h ak lı olarak v u rg u lam ak tad ır (s.33 d ip n o t 19). Aynı yakınm ayı kendi kitabı için yaparak sözlerim ize son verirsek, bizi hoş göreceğini um arız. Osmanlı Araştırmaları V,
(The Journal of Ottoman Studies), İstanbul 1986, s.257
urgut A kpınar, "Türkler'in din ve hukuk tarihi" konu
T
sunda yazdığı, çeşitli yerli ve yabancı dergilerde ya yım lanan makaleleriyle ulusal ve uluslararası Türkolo ji kongrelerinde sunduğu tebliğleri biraraya getiriyor,
bu kitabında. Yılların emeğini içeren bu kapsamlı derlem
ne sosyolojik açıdan bakan, halk dini, İslâm iyet ve Türkler'in
halk dini ile ilişkileri, İslâmî" Ortodoksluk ve heterodoksluk ile Osm anlı hukuku üzerine yazılm ış yazılardan oluşuyor. Eski Türkler'in dinf inançlarından İslâm iyet'e, İslâmiyet yerine öne rilen "m illi d in"den ta rik a tla ra , İslâm iyet öncesi ve sonrası Türk âdetlerine kadar birçok ilginç konuya değinen m akale ler, Türkler'in din ve hukuk tarihine farklı, zengin sosyolojik bir bakış açısı da getiriyor.
ISBN 9 7 5 - 4 7 0 - 7 2 9 4
İL E T İŞ İM
528
TARİH -PO LİTİKA DİZİSİ 20
9789754707298 9 7 8 9754 707298