Tarihu't-Taberi: Taberi Tarihi II [2, 1 ed.]
 9786057596086, 9786057596093

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

İBN CERİR ET-TABERİ 224/839 Taberistan'ın merkezi Amül'de doğdu; hiç ev­ lenmedi. Çiftçilikle uğraşan babası, onun gelirini sağladı. İlk öğrenimini Amül'de yaptıktan sonra ilim tahsili için beş yıl kadar sürecek ilk seyahatini on iki yaşındayken Rey'e yaptı. Orada İbn İshak'ın Siretü İbn İshôk'ının ica­ zetini elde etti ve sonrasında Bağdat'a gitti. Daha sonra sırasıyla Basra, Vasıt, ve Kı1fe'ye gitti. Sonra da Dımaşk yanında Suriye sahil şehirlerine uğrayıp Mısır'a geçti. Bü­ tün bu şehirlerdeki ilim adamlarından istifade ettikten sonra Bağdat'a döndü. Hayatının elli yıldan fazlasını geçirdiği Bağdat'ta babası­ nın bıraktığı araziden gelen parayla geçindi. Abbasilerin teklif ettiği kadılık ve Divan-ı Mezalim reisliği dahil hiçbir görevi kabul etmedi. Ömrünün sonuna kadar ilimle meş­ gul olan Taberi birçok talebe yetiştirdi. Eserleriyle kıraat, tefsir, meani, hadis, fıkıh ve tarih alanlarında büyük bir otorite haline geldi. "İmamü'l-Müfessirin" diye anılan Taberi, sünnet ve ha­ dis ilimleri sahasında T irmizi ve Nesai tabakasında bir muhaddis; fıkıh, ilm-i hilaf ve mukayeseli fıkıhta mezhep kurucusu bir müctehid; tarih alanında ise "şeyhü'l-mü­ verrihin" kabul edildi. Aynca Arap dili ve edebiyatı, aruz ve beyan ilimlerine vakıf, aynı zamanda bir şair, ahlak ve terbiye sahalarında kitap yazmış; felsefe, mantık, cedel, tıp, cebir ve riyaziyyat alanında zengin bir kültüre sahip büyük bir şahsiyettir. Hanbeliler ve Zahiriler kendisine düşmanlıkları yüzün­ den büyük sıkıntı çekti. Mutaassıp Hanbeliler evini taş­ ladılar. Vefatında Şiilikle itham edilmesi yüzünden gece­ leyin çok az bir cemaatin iştirakiyle cenazesi gizlice kıldı­ nlıp defnedildi.

Cemalettin SAYLIK Mardin Midyat Deyrizbin'de 1953'te doğmuştur. 1973'te Mardin İmam Hatip Lisesinden, 1977'de ise İstanbul Yük­ sek İslam Enstitüsünden mezun oldu. Resmi eğitim süre­ ci yanında aralarında Halil Gönenç ve Abdulvahhap Aydın hocaefendilerin bulunduğu üstatlardan Arap dili ve ede­ biyatı alanında özel dersler aldı. 1994'te Marmara Üni­ versitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde yüksek lisansını tamamladı. 1987'de Türkiye'nin Bağdat Büyükelçiliğine ataşe olarak; 2006'da Türkiye'nin Kahire Büyükelçiliği­ ne eğitim müşaviri olarak atandı. Muhtelif yıllarda bakan danışmanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığında Dış İlişkilerle İlgili Bakanlık müşaviri olarak görev yapmış ve emekli olmuştur.

Ankara Okulu Yayınlan: 272/2 İslam Klasikleri: 15/2 Bu Proje T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Haklan Genel Müdürlüğü Tarafından Desteklenmektedir

© Ankara Okulu Basım Yay. San. ve Tic. Ltd. Şti.

Editör: Mehmet Azimli Son okuma: Kasım Gezen Dizgi, kapak: Ankara Dizgi Evi Baskı, cilt, kapak baskısı: TDV Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi Birinci baskı: Mart 2019

Tk.No : 978-605-7596-08-6 ISBN : 978-605-7596-09-3

Ankara Okulu Yayınlan Şehit Mehmet Baydar Sokak 2/A Maltepe/ANKARA Tel: (0312) 34 1 06 90 GSM: 0542 382 74 12 web: www.ankaraokulu.com e-mail: [email protected] [email protected]

Tarihu't-Taberi Taberi Tarihi -

2

-

Peygamberle r ve H üküm da r l a r Tarihi

İBN CERİR ET-TA B E Ri

Çeviren C e m a lettin SAYLIK

Ankara Okulu Yayınları Ankara 2019

İÇİNDEKİLER

EDİTÖRDEN . . .......... . .

. ......

................... ...................... ... .. ............... ... . .

..

.

Ashab-ı Kehf H akkında .. ................. . .. ................ .. .

.. ..

.

...

.

.

.....

.. ....

.. . . 9 . ...

.... ........ .. . . .

...

.. ... ....

Yunus b . Metta ............ .. ....... ............................... .. . . .......... .. ... .. . ..

...

.

.

Allah'ın Üç Elçiyi Göndermesi.. .. ... .... .

..

Şemsı1n .. ......... .. ...... .. ............ ..... . .

Circis

.

.

.

..

.

....

. .. .

..

..... ... ........... ..

.

. .. . .

. .... ... . .. ... .......

.. .....

...

.. 16

. ................. . 22

...... ..

... .. . . .

.

.. . ....

. ..

... ... ..... ...... ..... 25 .

..

.

.

··························································································-···························

Fars H ükümdarları . .. .. . .

.

.....

.. .... .

. .. . . . ......

............ ..

.. . .. ..

11

27

. . .... . .... .... 40

....... .. .

... ...

.

Erdeşir b. Babek ve Krallığı .. .... . . ........ . ... ............................. 40 .

... . ...

. ..

.

Farslarda İşbaşına Geçenler ... . .

... .... ..................................... 4 7

Hürmüz b. Sabür .... . ............... . .

. . .... ............... .................. .. 54

. .. ......

. .

.

.

... . ........ . .

.

.

.

Behra m b. H ürmüz .. ... ....... . . . . .. . . .... ... .. .............. ......... .. .... 56 .

.

.

. . . ... .

Behra m b. Behram b. H ü rmüz ...

. .. .

........

Şahinşah b. Behram .......... .. . . . ..

Nersi b. Behram ... .

.....

...........

.

.

.

.

.

.

....... .... ... .. . . .. .................. 57 .

.

.

. . .

.

. . ..... ..... ..... ...... ............ 57

. . .. ........... ... .

.

...... ......

.

.

..

.

........ . .. ......... .. . ... .. ......... ... 58 . .

.

..

. .

..

.

.

H ürmüz b. Nersi ..... .. .. ................ . . .. .............. . ..... ... .. ........... 58 .

.

.

.

.. .. .

sa bur Zü'l-Ektaf . ...... ............

.........

Erdeşir b. Hürmüz

. .

. ..

Sabfır b. Sahur .

......

Behram b. Sabfır Yezdicerd .......

.

.........

.. . .. . .. .. ..

.

........

...........

.

.... .. .. ..

. .

.

.

.

.

..............

.

...

.

.

.

.

.

..

................... . ..... . . . .......... 66 ... .

. . . .

. ... . ........... .. ...... ........... ...... 66

. .......... ..

.. . .... .... ....

. .

.

.... .....

.. . .......... . ... ..

..

.. ...... ............... .. ... .. ............... 58

.

.. .

.

.

.

.

...... . . ....... ...... . . . .

.

.. ....

. .... ..... .. ....

...... ..... .

.

.

...

.....

....... ........ 67 .

.................... 67

Behra m Cfır ve H ükümdarlığı. ........ .. .. ...... . ............. ................ 72 ..

Yezdicerd b. Behram Cür . ...... .

.

.

. .

..

. . . . ............... .... . ....... ....... 85

..... . .. ... ...

.

Firuz b. Yezdicerd ............ ..... . . ..... .... .. ....... .

.

... .. ..

..

..

.

. ..

..

. ................ 86

.......... ..

Bu Dönemlerde Yemen ve Arap Bölgesi Valileri . ..................... .. . 92 .

Balaş b. Firuz ve Hakimiyeti

..

..... . ....

Kubaz b. Firuz ve Hakimiyeti .. . .

. . ....

... ...... .

.

.

.

. . . ............ .. 94

....... ....... . .. .

... ... ...... .

.

.......

..

.. ... .. ... .......... 94 .

.

.

..

..

Araplarla Kubaz'ın Amilleri Arasında Vuku Bulan Olaylar ....... 98 Kisra Anuşirvan ve H ükümdarlığı ...... . . .

. . .......... . .... .. 102

. . . ...... ... .

. ..

Farsların Habeşistanlılarla Savaşı .............. . .. . . ............ . .

RESULULLAH'IN (SAV.) DOGUMU .. ..... ........... .

.

. .. ..

. .. ....... .

....... .

.

....

.

... .. .. 108 ..

.

.

. ......... ....

. 162

Tılrihu 't-Taberi

6 Hürmüz b. Kisra Anuşirvan Kisra Perviz b. Hürmüz

.

.... ..................................................................

.

. ..

.................... ............. ...

Farsların Hakimiyetinin Son Bulması

.............

.. .

.

Zi Kar Muharebesi .. .. ..

A m r b . Hind Sonrası Şireveyh b. Perviz

.....

..

1 95

.................

1 95

...................................................................................

200

.

........ .............................................................................

2 18 2 24

.......................................................................................

.

.

.

..

.

..................... ................

H urrezaz H usreva

. 235

236

....... ..............................

237

. .............................................................

238

...................................

.

.... .

Kisra Perviz'in Kızı Azer M iduht . . . Kisra b. Mihr Cuşnes

..

.........

....................... ..... ............ .......

Kisra Perviz'in Kızı Boran ve Hükümdarlığı . Cuşnesdih

..

...........................................................................................

Erdeşir b. Şireveyh Şehriberaz

. . .. 1 83

.. ....... ...... . .

...................................................

Arapların Fars Diyarını Hakimiyetleri Altına Almaları .

178

.

. . . ........................... ...........................

238

.... ................................................................................

239

.

...

........................ . . .............................................................

Firuz b. Mihra Cuşnes Ferruhzaz H usreva

.

. .

.................... ........................ .. .................................

. . ....

.

..

.....................

239

...................................................................................

240

............................... . ...

Yezdicerd b. Şehriyar

239 239

............... ........

RESULULLAH'IN (SAV.) NESEBİ VE ATALARI................................. 244

Abdülmuttalib'in Oğlu . .

.

......

251 257

.

Abdi Menaf . Kusay

..

.

.

.

. ..

.

.

.

.. .... ........................................

.

..

.... . . .

259

. . . .......................

2 60

..............................................................................................................

266

Mürre .

............ ....................

.

.....

.....

.............................................................

2 67

................................................................................................................

2 67

. ..................... .................

Ka'b

. ... .. .

................................. ...... .

........ . .... .............. ...

Kilab

...

.......................... ................................................. .................. ............

... ..... ..............................................................

Haşim

Lüey

.

.

............................................................. .......................................... ......

268

Galib .............................................................................................................. 268 Fihr

. . . .. ..

................. .. .. .

Malik

.

..................................................................................

. .

..

.

. .

...... ............ ..... .. .....

en-Nadr Kinane

.

.

.

..... ................. ............................................. ...

.

...................... ..... .. ....................... ................................................

.

.

............. ......... .................................................. ...............................

H uzeyme Müd rike İ lyas

.

.

. ..

... ............................................ ..

.

.

.

. . ...

.

..

.

.

272 272

........... ........ ........

273

...........................................................................................................

274

........................... ............................................. ......

M udar

.

................. ....... ...................

.

2 69 27 1

. 272

. .

.......... ..... .............. ... .............

........................ ...... ................ ... ..

.

.

2 68

içindekiler N izar Mead

7

... ........... ............... . ...

276

..............................................................................................................

276

......................................................................

Adnan

.....

... .

. .

..... . ... ... . .

.

.......

277 28 2

. ..

.

.. .. ............

..... .

..

......................................................................................

. ........ ... ........

Resulullah (sav.)

.. .

.

. . ..

... ........ ........ ... .

Peygamber'in (sav.) Hadice (ra.) ile Evlenmesi

286

................................

RESULULLAH'IN (SAV.) PEYGAMBERLiKTEN ÖNCEKi SIRETİ 288 ...

RESULULLAH'IN (SAV.) PEYGAMBERLiK GÖREVi

........

.......

.......

297

. ..........

301

İlahi M esaj ve Resulullah'ın (sav.) Buna Verdiği Tepki . TARiHİN KAYDA GEÇİRİLMESİ

H icretin Birinci Yılı

......

.. ... .... .

.

.

.......... ................

.. .

. 383

. ............

.

............. ........................................................................

.. 388

İlk Cuma H utbesi . .

. ... ...............................................................................

Hicretin İ kinci Yılı

.. .

.

..... . .. .... ......

Zatu'l-Uşeyre Gazası

.. .

.

. .... .......

......

.................

.. .

Büyük Bedir M uharebesi.. Beni Kaynuka' Gazası ...

...

Hicretin Üçüncü Yılı Zi Emer Gazası

.

.

..... ...... .........

. 399

.

................... ...........................................................

Abdullah b. Cahş'ın Seriyesi .. . .. .

Sevik Seferi ... ....

......

.....

....

.

.. ........ .....

...... .

.. . .

.

.. ..

. ............................ ...............

.............. . .. . ..... .. . . .... . . ..

. .

.

..

. . ..

. ..

.................. . .................. ..

.

... ...........

...

401 410

.

....... .

. .......

. ..... . . ..

............... ...

..

.. . ..

......

.

Ka'b b. el- Eşref Olayı Karde Gazası ......... .. .. .

.

. .

4 70

............ .................................................................

470

.

. ... ... .

.......... .

.

... ........................................................

Yahudi Ebu Rafı'in Öldürülmesi .

.. .....................................................

Uhud Savaşı . ........ . . ... .

... .. ................

..

Hamrau'l-Esed Gazası . .. .

. .

513

.

............... . .. ............ ......... ... .. 5 20 .. ..

.

..

.

.

. .

Beni Nadir'in Sürülmesi .. . .

Sevik Gazası

.

.............................................................. ... ...................

Zatu'r-Rika' Gazası .............

H icretin Beşinci Yılı

......

............

.... .....

... .....

.. ..... . ..

. ..

. ............... ...

.

......... .................

. ..

......................................................................... .

...

....

...............................................................................

.............................................................................

Dı1metülcendel Gazası H endek Gazası ....

482 516

.

......

4 77

.........

. ........... .. .................

Amr b. Ümeyye ed-Damri ... .... Bi'rimaı1ne Olayı

.

....................... ..................................

475

................................................................................

.

Hicretin D ördüncü Yılı

470

......... .. .............

........... ... . .........................................

....

463

. 467

.............. .......................................................................

. ..

399

.... ......

. .... . .. ... ............

.. .

388

.......

...

.......

...........................................................................

............. .. .. .

.

. .. ..

...... ...

.

. .

............ .. ..............

.. .... .

.......

5 23 5 28 533 536 539 541 541

8

Tôrihu't-Taberi Beni Kureyza Gazası

Hicretin Altıncı Yılı

...............................................................................

557

........................................................................................

569

Beni Lihyan Gazası Zi Kared Gazası

..................................................................................

569

........................................................................................

570

Beni M ustalik Gazası İfk Meselesi

.............................................................................

................................................................................................

H udeybiye Antlaşması

...........................................................................

Krallara Elçiler Gönderilmesi... Dizin

576 582 590

..........................................................

614

.....................................................................................................................

629

EDİTÖRDEN

Ankara O kulu Yayınları " İ slam-Klasikleri" proj esi üst baş­ l ığı kapsamında yayımlanan serinin on beşinci kitabı olarak Osmanlıdan bu yana Türkçeye kazandırılmaya çalışılan ancak tam bir çevi risi bir türlü yapılamayan "İ slam Tarihinin Here­ dot'u" olarak bilinen Taberi Tarihi'nin Türkçe neşrine devam ediyoruz. Bu eseri çevirmek gerçekten cesaret ister ve bu sebeple yıllardır yapılan teşebbüsler akim kal mıştır. Piyasada Osman­ l ı döneminde Farsçadan çevrilmiş eksik bir çevi rinin Lati nize edilmiş hali bulunuyor. Ayrıca kütüphanelerde 1940'lı yıllar­ da yapılmış Hz. Ömer dönemine kadar yapılabilmiş bir çeviri bulunuyor. Taberi'nin insanlığın başlangıcından başlayıp kendi vefa­ tına yakın döneme kadar yazdığı ve sonraki tarihçilere ö ncü­ lük ettiği bu ihtişamlı eserin 2. cildi karşınızdayız. Eserin her cildini üçer ay aralı klarla proj emizin on beşinci kitabı olarak yayımlamaya devam edeceğiz. İlk dönem algısını güzelli kleriyle, olumsuzluklarıyla oldu­ ğu gibi ö nünüze sermeye devam ediyoruz. İnsanlık tarihini panoramik olarak gözlemlemek üzere sizi Taberi Tarihi n i n '

i kinci cildi ile baş başa bırakıyoruz . . . H ayırlara vesile olması dileğiyle . . . M ehmet Azimli1 Çorum-2019

1

Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.

Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

Ashab-ı Kehf Hakkında

[5]

Ashab-ı Kehf Rablerine inanan gençlerdi. N itekim Allah Kur'an-ı Kerim'de onları öyle vasıflandırmıştır. Allah Peygam­ beri M uhammed'e şöyle hitap etmiştir: " Yoksa sen, Bizim a yet­

lerimizden Kehf ve Rakim sahiplerinin ibrete şa yan olduklarım mı sandm ?''1 Rakfm söz konusu gençlerin kendi kavimlerinin haber ve kıssalarına dair yazdıkları kitabedir. Onların bir lev­ ha üzerinde yazdıkları bu kitabeyi, sığındıkları mağaranın kapısına bıraktılar ya da mağaranın bulunduğu dağdaki bir kayaya nakşetmişlerdi. Ya da yazdıkları levhayı bir sandığa koyarak " o gençler mağaraya s ığınınca" kendilerinden sonra­ kilere intikal ettirmişlerdi. İbn Abbas' ı n zikrettiğine göre bu gençler yed i kişiydiler, sekizinci leri de köpekleriydi. İbn Beşşar bize, Abdurrahman, İsrail, Simak ve İkrime'den naklen İbn Abbas'ın ayeti hakkında şöyle dediğini rivayet etti:

"Onların sayısını az bir grup dışında hiç kimse bilmemektedir,"

Ben bunu bilen az kimselerdenim. Onlar yedi kişiydiler. 2 Bişr bize, Yezid, Said ve Katade' den naklen şöyle dediğini rivayet etti: İbn Ab­ bas şöyle diyordu:

Ben Allah'ın istisna ettiği o az sayıdaki insanlardan biriyim. Ashab-ı Kehf yed i kişiydiler. Sekizincileri de köpekleriydi. Ravi dedi : O nlardan birinin adı Yem nih idi. Bu kişi onlara [6) yiyecek satın almaktan soru mluydu. N itekim uykularından uyandı klarında: "Siz içinizden birini şu gümüş paramzla şehre

gönderin de baksm hangi yiyecek daha temizse size ondan er­ zak getirsin,"3 demişlerdir. 1 2 3

Kehf, 1 8/9. Rivayet Taberi Tefsiri'nde geçmektedir: 1 5/ 1 50 (Bulak). Kehf, 1 8/19. Rivayet Taberi Tefsiri'nde geçmektedir: 1 5/ 1 48.

Tôrihu 't-Taberf

12

B u ko nu hakkında bana Abdullah b. M uhammed ez-Zührl dedi ki : Süfyan bize Mukatil'den naklen: "Şu gümüş parantzla içinizden birini şehre gönderin," ayetinde bahsi geçen şahısın adının Yemnlh4 olduğunu rivayet etmiştir. İbn İshak'a gelince: İbn Humeyd bize Seleme'den naklen onun şöyle dediğini rivayet etti:

Ayette bahsi geçenin adı Yemliha'd ı r. İbn İshak şöyle diyo rdu: Söz konusu gençler sekiz kişiydi­ ler. Onun söylediğine göre dokuzuncuları köpekleriydi. İbn H u m eyd bize şöyle dedi: Seleme b ize İbn İshak'tan rivayetle o nların adlarını şöyle zikretmiştir: Onlardan biri -ki onların büyükleridir ve onlar adına kralla konuşan kişidir- Maksimi­ lina'dır. İkincisi Mahsimilina, üçüncüsü Yemliha, dördüncüsü Martus, beşincisi Kesutonus, altıncısı Biruns, yedincisi Res­ m on us, sekizincisi B etonus ve dokuzuncusu Kalas idi. Hepsi de gençtiler.5 İbn H umeyd bize Seleme, İbn İshak ve Abdullah b. Ebi Necih'ten naklen Müca­ hid'in şöyle dediğini rivayet etti:

Bana anlatıldığına göre bu gençlerin bazıları nın üzerinde gümüş para vardı. Putlara tapan Rum gençlerdi. Allah onları hak dine hidayet etmişti. Geçmiş alimlerimizden bazıları nın görüşüne göre İsa'nın dinine bağl ı bulunuyorlardı. [7] İbn H umeyd bize, Hakem b. Beşir ve Amr b. Kays el-MeJai'den "Kehf ve Rakfm sahipleri" ayeti hakkında bize şöyle rivayet etti:

Söz konusu gençler hak din olan İ sa'nın dinine bağl ı bulu­ nuyorlardı. Onların kralı kafirdi. Bazılarına göre d e bu gençl er ve mağara maceraları Mesi h'ten önceydi. İsa M esih, onların haberleri n i kavmine vermiştir. Mesih göğe çekildikten sonra Allah onları uykuları ndan uyandırm ıştır. Bu olay İsa ile M u­ hammed (sav.) arası ndaki fetret devrinde gerçekleşmiştir. Yine de doğrusunu ancak Allah bilir. 4 5

T ve H (nüshalarında) "Temnlh" (Taberi'nin) Tefslr'inde ise "Yemliha" ola­ rak geçer. Kaynaklarda yedi uyurlar olarak geçen Ashab-ı Kehf'in isimleri şöyledi r: Yemliha, Mekselina, M islina, Mernuş, Debernuş, Şazenuş, Kefeştatayyuş (ed.).

Tôrihu 't-Taberi

13

Müslüman alimleri n goruşune gelince: Onlara göre As­ hab-ı Kehf olayı İ sa'dan sonra gerçekl eşmiştir. Olayın Mülu­ ku't-Tavaif (Beylikler) döneminde vuku buld uğu, kadim tarih ehlinden hiçbir tarihçi tarafından red dedilmiş değildir. Rivayet edildiğine göre onların, putlara tapan Dakyanus adında bir kralları vardı. Ona bu gençlerin farklı bir i nanca sahip ol dukları haber verildi. Bunun üzerine Dakyanus onla­ rın yakalanmasını istedi. Onlar da d inleri uğruna kaçtılar ve N ihlos diye bilinen bir dağa sığındılar. Bu konudaki rivayet b ize İbn Humeyd tarafından Seleme, İbn İshak, Abd ullah b. Ebi N e cih, M ücahid ve İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir. Ashab-ı Kehf'in iman etmeleri ve krala m uhalefet etmeleri hakkında şu rivayet nakledil miştir: Hasan b. Yahya, Abdürrezzak ve Ma'mer bize şöyle rivayet etti: İsmail b. Sudüs bana Vehb b. Münebbih'ten nakleden bir zattan şöyle dediğini rivayet etmiştir:

İsa b. Meryem'in havarisi Ashab-ı Kehf'in ikamet ettikleri şehre geldi. Şehre girmek istediğinde ona: "Şehre girmek iste­ yen herkes şehrin kapısında bulunan puta mutlaka secde et­ mesi gerekir," dediler. Ancak o şehre girmek istemedi ve şehre yakın bir hamama uğradı. Hamamın sahibiyle anlaşarak ücret mukabilinde hamamda çalışmaya başladı. H amamın sahibi, hamamdan kazandığının bereketlendiğini ve rızkının genişle­ diğini gördü. Havari bu adama hak dini tebliğ etmeye başladı. Adam tebliğine devam etti. Şehrin gençlerinden bir grup da ona [8) tabi oldu. Havari onlara semavi vahyi ve ahiret hakkında bilgi vermeye başladı. O, hamamın sah ibine: "Gece vakti benimdir: Namaz kılmama mani olmayacaksın," diye şart koşmuştu. Bu minval üzere devam ederken kralın oğlu bir kadınla hamama girdi. Havari onu ayıpladı ve ona: "Sen kralın oğlusun ve böy­ le biriyle hamama nasıl girersin?" diye uyard ı. Adam utandı ve geri döndü. Ancak bir süre so nra tekrar geldi. Havari aynı uyarıyı yaptı. Ancak adam havariyi azarladı ve ona kötü söz­ ler söyledikten başka uyarılarını dikkate almadı ve kadınla birlikte hamama girdi. İkili hamamda hayatlarını kaybettiler. Bunun üzerine krala gidip ona: "Hamamcı senin oğlunu öldür-

Tiirihu't-Taberf

14

dü," dediler. Onun peşine düştüler ancak bulunamadı ve kaç­ tı. Ona tabi olan gençlerin de peşine düşüldü. Ancak, onlar da şehri terk ettiler. Çiftliği olan arkadaşlarının yanına gittiler. O da onlarla aynı inançtaydı. Ona takip edildiklerini söylediler. O da onlarla aynı inançtaydı. O da köpeğiyle onlarla birlikte kaç­ tı. Gece olunca bir mağaraya s ığındılar. "Gecemizi burada geçi­ relim de sabah olunca ne yapacağımıza karar veririz," dediler. Ancak, uyutuldular. Kral ve adamları onları takip etmek üzere çıkmışlardı. Mağaraya girdiklerini tespit ettiler. Onlardan kim mağaraya girmek istediyse korkuya kapıldı ve içeri giremedi. Onlardan biri krala: "Onları ele geçirseydin onları öldürme­ yecek miydin," diye sordu. Kral: "Evet," dedi. Adam: "Öyleyse mağaranın kapısını kapat ki aç ve susuz kalarak ölsünler," dedi. Kral mağaranın kapısını kapattırdı. İ çeride kalan Ashab- ı Kehf uzun zamanlar mağarada uykuda kaldılar. Daha sonra bir çoban yağan yağmur karşısında: "Bu ma­ ğaranın kapısını açsam da davarlarımı mağaraya alsam;' diye düşündü ve mağaranın kapısını açmaya çalıştı. N eticede kapıyı açtı. Allah da mağaradakilere ruhlarını iade etti. Kendilerine yiyecek alması için aralarından birini bir gümüş parayla gön­ derdiler. Şehrin kapısına vardığında çevre ve muhitin değişmiş olduğu n u gördü. Sonra bir satıcıya: " Bana bu parayla yiyecek (9) sat," dedi. Satıcı: "Bu paraları nereden aldın?" diye sordu. "Bazı

arkadaşlarımla dün yolculuk yaparken gece vakti girdi. Sabah­ ladığımızda beni gönderdiler," dedi. Adam: "Bu para falanca kral döneminden kalmadır. Bunu nasıl temin ettin?" dedi ve onu krala götürdü. Kral iyi bir insandı. O da: "Bu parayı nereden buldun?" dedi. Adam: "Bazı arkadaşlarımla yolculuk yaparken gece oldu ve bir mağaraya sığındık, sonra arkadaşlarım bana yiyecek almamı söylediler," dedi. Kral: 'J\rkadaşların nerede?" diye sordu. Adam: " Mağaradalar;· dedi. Bunun üzerine birlikte mağaraya gittiler. Mağaranın kapısına vardıklarında adam: "Bı­ rakın önce ben gireyim," dedi. Onların yanına varınca o ve onlar tekrar uykuya daldılar. Dışarıdaki ler girmeye yeltendilerse de korkuya kapıldılar ve giremediler. Bunun üzerine orada bir ki­ lise kurarak ibadet ettikleri bir mescit haline getirdiler.

Tôrihu 't-Taberi Hasan b . Yahya bize Ma'mer

15 ve

Katade'den naklen İkrime'nin şöyle dediğini

rivayet etti:

Ashab-ı Keh f Rum krallarının çocu kları idil er. Allah on­ ları hak dine hidayet etti. Kendilerini dinlerine adadılar ve kaviml erinden uzlete çeki ldiler. N ihayetinde de mağaraya sığındılar; Allah onların d uyularını atıl hale getirdi ve ka­ v i mleri yok oluncaya kadar uzun bir süre bu halde kaldılar. Ardından hak dine bağl ı b i r kavim geldi ve hükümdarları da hak dine bağlıydı. Bunlar ruh ve beden ko nusunda ihtilaf ettiler. Onlardan bazıları, ruh ve beden ölümden sonra tek­ rar d i ri lecek derken bir kısmı da ruh dirilecek ancak beden toprakta çürüyüp gidecek, d iyorlardı. Bu ihtilaf h ükümdar­ larına ağı r geldi. Bu sebeple kıldan yapılmış elbise giyerek kül üzerine oturdu ve Allah'a: 'J\l lah' ı m ! B u nların ihtilaflarını gö rüyorsun. Onlar için ihtilafları hakkında o nlara hakikati gösterecek bir rehber gönder," diye dua etti. Bunun üzerine Allah, Ashab-ı Kehf'i diriltti. Onlar bir arkadaşları n ı yiyecek almak üzere gönderdil er. Çarş ıya va rınca yolları tanıdıysa da yüzleri tanımadı. İ man izlerini şehirde açık seçik gördü. Adeta saklanarak yürüyordu. N i h ayet yiyecek sata n b i r adama gitti. Adam gümüş parayı görünce durumu gari psedi. -Ravi dedi: Sanırım para yavru d evelerin ayakları gibiydi, dedi.­ Genç adam satıcıya: "Kralınız fa lanca değil mi?" d iye sordu. Satıcı: " H ayır kralımız falancadır," d iye cevap verd i. Aral arın­ daki tartışma devam edince satıcı adamı krala götürdü. Kral gence neci oldukları n ı sordu. Genç ona arkadaşlarının duru­ munu haber verd i. Bunun üzerine kral, halka duyuruda bu- ( 1 0] lundu ve onları topladı. On lara: "Siz ruh ve beden hakkında ihtilaf ettiniz. Allah size bir mucize gönderdi. İşte size fala nca kral döneminde yaşamış bir genç ! " dedi. Genç adam onlara: "Benimle gelin arkadaşlarıma gidelim," dedi. Bunun üzerine kral, insanlarla birlikte bineklerine bindiler ve mağaraya ka­ dar gittiler. Genç adam: " B ı rakın ben arkadaşlarımın ya nına gideyim," dedi. Genç arkadaşlarının yan ı na varınca Allah onu ve a rkadaşları n ı uyuttu. Adam gecikip de çıkmayınca kral ve maiyeti ndekiler içeri girdiler. Bir de ne görsünler, o rtada

16

Tô.rihu 't-Taberf

sapasağlam ancak ruhsuz bedenler vardı. Kra l : " Bu Allah'ın size gönd erd iği bir mucizedir," dedi.6 * * *

Katade dedi: İbn Abbas, Habib b. Mesleme maiyetinde bir gazada bulunuyorlardı. Söz konusu mağaraya uğradılar. İçinde kemikler vardı. Bir adam: " Bunlar Ashab-ı Kehf insanlarının kemikleridir," deyince İbn Abbas: "O nların kemiklerinin çürü­ mesi üzerinden üç yüz seneden fazla bir zaman geçti," dedi. * * *

Yunus b. Metta Ebu Ca'fer dedi: Rivayet edildiğine göre Yunus, Musul'un

(11 1

b el delerinden biri olan N inova'da yaşamıştır. Onun kavmi putlara taparlardı. Allah Yunus'u onlara gönderdi. Yunus on­ ları putlara tapmaktan sakındırarak Allah'a dönmelerini is­ tedi. Onları tevhide davet etti ve küfrü terk etmelerini istedi. Onun kavmiyle olan hikayesini Allah Ku r'an'da şöyle haber vermiştir: "Keşke bir belde iman etse de bu imanları kendileri­

ne fa yda verseydi! Yun us 'un kavmi iman edince dün ya h a yatın­ daki zillet azabından azade kıldık ve onları bir süre mutlu bir h a yata kavuşturduk."7 Başka bir ayette de şöyle buyurmuştur: "Zünnun 'u (Yunus) da zikret. O ö fkeli bir hô.lde a yrıltp gitmiş­ ti ve kendisini sıkıntı ya maruz bırakmayacağımızı san t yordu. Ancak maruz kaldığı karanltklar içinde: 'Senden başka ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben haddi aşanlardan ol­ dum!' diye niyazda bulundu. Biz de onun duasını kabul ettik ve onu sıkıntıdan kurtardık. Nitekim müminleri böyle kurtarırız. "0 * * *

Peygamberimiz Muhammed'in (sav.) ü mmetinden olan geçmiş alimlerimiz Yunus'un ö fkeli olarak Rabbine yönelme­ si, kendisine sıkıntı verilemeyeceği ve bu durumun zamanı hakkında i htilaf etmişlerdir. 6 7 8

Rivayet Taberi Tefsfri'nde geçmektedi r: 1 5/ 1 43. Yunus, 1 0/98. Enbiya, 2 1/87-88.

17

TCırihu 't-Taberf

Bazıları şöyle demişlerdir: Olay peygamber olarak gönde­ rildiği kavmine henüz çağrısını yapmadan ve Rab binin onlara olan mesaj ı n ı iletmeden ö nce vuku bulmuştur. Onun kavmi ilahi azapla karşı karşıya geldiğinde Yu nus onlara gidip Al­ lah'ın vuku bulacak azabı onlara haber vermesi kendisine em­ redildi. Allah'a dönsü nler ve Allah'ın gazabından kurtulsunlar. Ancak, Yunus onlara gidip tebliğde bulunmak için Allah'tan mühlet istedi . Lakin Allah ona mühlet vermedi. Bunun üze­ rine Allah ivedi olarak bu görevi emrettiği ve ona bu hususta mühlet vermediği için Yunus ö fkeye kapıldı. Bu görüşte olanlar şu rivayetleri nakletmişlerdir: Haris bana anlattı ve dedi ki: Hasan el-Eşyeb bize şöyle dedi: Ebu Hilal Mu­ hammed b. Süleym'in şöyle dediğine şahit oldum: Şehr b. Havşeb bize nakletti ve dedi ki:

Cebrail (as.) Yunus'a geldi. Ona: " N inova halkına git. On­ lara ilahi azapla karşı karşıya geld ikleri ni haber ver ! " dedi. Yunus: "Bir binek hayvanı bulayım," dedi. Cebrail: " D urum gecikm eye mahal bırakmayacak kadar ivedidir," dedi. Yun us: "Ayakkabı bulayım," dedi. Cebra i l : "Durum geciktirilmeyecek kadar acildir," dedi. Bunun üzerine Yunus öfkelendi ve gidip gemiye bindi. Ancak gemi ne ileri ne de geri hareket edeme­ di. Bu nedenle kur'a çekildi. Kur'a Yun us'a düştü. Yunus suya terk edildi. Balık kuyruğunu sallayarak ona yö neldi. Balığa: "Biz Yu nus'u sana yiyecek olarak ya ratmadık. Seni onun için bir s ığınak ve bir mescit kıldık," diye seslenildi. Balık onu içi­ ne a ldı ve bulunduğu yerden alıp Eyle tarafına götürdü. Ora­ dan da D icle'den geçirerek Nin ova'ya bıraktı. Haris bana, Hasan, Ebu Hilal, Şehr b. Havşeb ve İbn Abbas'ın şöyle dediğini bize nakletti:

Yunus'un p eygamberlik görevi balık olayından sonra baş­ lamıştır. * * *

Bazıları da şöyle demişlerdir: Yu nus'un öfkeye kapılması peygamber olarak gönderild iği kavmi Allah'a davet etmesi ve onlara Allah'ın risaletini tebliğ etmesinden sonra gerçek-

[ 1 2)

18

Tıirihu 't-Taberi

leşmiştir. Yunus onlara ilahi azabın vuku bulacağı zamanı bildirmiş ve tövbe etmeyip Allah'a itaat etmedikleri ve ima­ na sarılmadıkları için on lardan ayrılmıştı. Allah'ın, vahyinde belirttiği gibi azap ufukta görülüp de adeta o nları kaplayınca Allah'a döndüler. Bu sebeple de Allah onlardan azabı kaldır­ dı. Yunus kavminin azaptan kurtulduğunu ve onlara vadettiği azabın kaldırıldığını haber alınca öfkelendi ve: "Onlara azabı vadettim ancak benim vadim yalanlandı ! " dedi ve adeta Rab­ bine serzenişte bulundu ve ö fkelenerek ayrıldı ve kavmine dönm ekten imtina etti. Zira onlara yalan vaatte bulunmuştu ! Bu görüşü dile getirenler şu rivayetleri nakletmişlerdir:

[13]

İbn Humeyd bize Seleme, İbn İshak, Yezid b. Ziyad, Abdullah b. Ebi Seleme ve Said b. Cübeyr' den naklen İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etti:

Allah Yı1nus'u beldesinin halkına gönderd i. Onlar davetini reddettiler ve ona uyma ktan kaçındılar: Bunun üzerine Allah ona: Onlar falan günde azaba duçar edeceğim, onlardan ayrıl, d iye vahyetti. Yunus Allah'ın bildirdiğini kavmine haber verdi. Kavminin insanları birbirlerine: "Onu takip edin. Eğer ayrı­ l ırsa onun vaadi vuku bulacaktır," dediler. Sabahında azabın vuku bu lacağı vadedilen gece olu nca i nsanlar gece uyumayıp o n u endişeyle takip ettiler. Beldelerinin dışındaki açık araziye çıkıp beklediler. Hayvanlardan anneyle yavrusunu b irbiri n ­ den v e her anneyi yavrusundan ayırdılar. Ardından da Allah'a yönelerek ondan af dilediler. Allah tövbelerini kabul etti ve azabı erteledi. Bunun üzerine Yu nus: "Vallahi, onlara yalancı halimle asla dönmeyeceği m. Onlara azabı vadettim. Ancak, azapları kaldı­ rıldı,'' dedi ve Rabbine öfkelenerek ayrıldı. Şeytan böylece onu tökezletti.9 Müsenna b. İbrahim bana İshak b. el-Haccac, Abdullah b. Ebi Ca'fer, babası ve Rebi' (b. Enes)'ten şöyle dediğini rivayet etti: Ömer b. el-Hattab'ın hilafeti dö­ neminde Kur'an'ı ezberden okuyan bir zat bize şöyle rivayet etti:

Yunus kavmini uyardı. Onlar onu yalanladılar. Bunun üze­ rine onlara Allah' ın azabı n ı haber verdi ve onlardan ayrıldı. 9

Rivayet Taberi Tefsiri'nde nakledilmiştir: 1 7 /61.

Tôrihu 't-Taberi

19

Sonra azap ile karşı karşıya gel meleri üzerine evlerinden ay- [14] rıl ıp yüksek b i r yere çıkıp yüksek sesle yalvardılar ve ihlasla Rablerinden azabı kal dı rmasını ve peygamberlerini onlara geri göndermesini niyaz ettiler. Allah bu hususta şöyle buyur­ du: "Bir belde halkı keşke iman etse de bu imanları kendileri-

ne fa yda verseydi. Yun us'un kavmi iman edince, kendilerinden dün ya ha yatmdaki zillet azabmı kaldırdık ve onları bir süre mutlu yaşattık."1° Kendilerine azap gel ip çattı ktan sonra bu azabın kaldırıldığı tek kavim Yunus'un kavmi olm uştur. Yu­ nus bu durumu görünce Rabbine serzenişte bulunarak öfke içinde ayrıldı. Başına kötü b i r hal gelmeyeceğini düşünüyordu. Ardından bir gemiye bindi. Gemi içi ndekilerle bir kas ır­ gaya maruz kaldı. Bu, yolculardan birinin günahı yüzü nden oldu, denildi. Yu n us, hatasını anladı ve: " Bu benim günahım yüzündendir, beni den ize atın," dedi. Ancak onlar imtina et­ tiler ve kur'a çektiler. "Gemide olanlarla kur'a çektiler. Ancak

ka ybedenlerden oldu. "11 Bunun üzerine Yunus: "Size, 'Bu benim günahım yüzün­ dendir,' diye söylemiştim," dedi. Ancak o nlar onu denize at­ maktan kaçınarak ikinci kere kur'a çektiler. Yunus yine, " Kay­ bedenlerden oldu," ve "Ben s ize, 'Bu benim günahım yüzün­ den oldu,' demiştim," dedi. Ancak yine onu denize atmadılar. Üçüncü kez kur'a çektiler. Yunus yine " Kaybedenlerden oldu." Yunus neticeyi görün­ ce kendini den ize attı. Gece vaktiydi. Balık onu yuttu. Hatası n ı anlayan Yunus: "Karanlıklar içinde: 'Senden başka ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Ben zalimlerden oldum,' diye seslendi. " 1 2 Yu­ nus'un mazide salih ameli vard ı. Allah şöyle buyu rd u: " Yunus tesbih eden lerden olmasa ydı kı yamete kadar balığın karnmda kalacaktı. " Salih amel tökezlediğinde sahibini kurtarır. "Halsiz bir vaziyette kendisini dışarı çıkardık. "13 D eniz sahiline atıldı ve Allah üstüne kabak cinsinden bir nebat b itirdi. Rivayete [1 5] 10 ıı 12 13

Yı1nus, 1 0/98. saffat, 37/1 4 1 . saffat, 37/ 1 4 ı. saffat, 37/14 3 - 1 45.

Tarihu 't-Taberi

20

göre bu kabaktan üzerine süt benzeri sıvısı damlıyordu ve tekrar gücüne kavuştu. B i r gün Yunus tekrar o ağacın yanına gitti. Ancak kuruduğunu gördü. Yu n us buna üzüldü ve gözyaşı döktü. Bunun için: " Bir ağaç için üzülüp ağladın. Ancak yüz bin hatta daha fazla insan için üzülmedin ve helak olmalarını i stedi n," diye eleştirildi. Yu nus hata ettikten sonra Allah onu seçti ve salihl erden kıldı. Ardından kavmine gidip Allah'ın tövbelerini kabul bu­ yurduğu nu onlara haber vermesi emredildi. Onla ra giderken bir çobanla karşılaştı. Yunus ona kavminin halini sordu. Ço­ ban ona, onların iyi durumda olduklarını ve peygamberleri n i n tekrar onlara dönmesi beklentisi içinde olduklarını bildirdi. Yunus ona: "Onlara 'Yu nus'la karşılaştım,' diye haber ver,'' dedi. Çoban : "Bir şahit olmadan söyleyemem," dedi. Bunun üzerine Yu nus davarlarından bir keçinin adını söyledi ve ona: " Bu, senin için Yunus'la ka rşılaştığı nı gösteren bir şahit ol­ sun," dedi. Çoban: "Başka bir şahit de var mı?" dedi. Yunus: "Üzerinde bulu nduğun mekan da sana şahitlik yapacak," dedi. Çoban: " Başka şahit daha var mı?" dedi. Yunus: " Bu ağaç da sana şahit olacak," dedi. Bunun üzerine çoban kavmine dönüp Yunus'la karşılaştığını bildirdi. Ancak, onlar onun yalan söylediğini düşünerek o na kötülük yapmak istediler. Çoban: "Acele etmeyin sabahladığımda size doğ­ ru söylediğimi göstereceğim," dedi. Sabah olunca onları Yu­ n us'la karşılaştığı mekana götürdü ve mekanın konuşmasını istedi. Mekan onun Yunus' la karşılaştığını haber verdi. Keçiye de sordu. Keçi onlara çobanın Yu nus'la karşılaştığını söyledi. Ağaca da sordular. O da onun Yunus'la karşı laştığını b ildirdi. Akabinde de Yu nus onlara geldi. Allah şöyle buyurd u : "Onu yüz bin, hatta daha fazlasına gönderdik. Onlar iman ettiler ve onları bir süre için mutlu kı/dık. " 1 4 H üseyin b . Amr b . M uhammed el-Ankazi bana anlattı ve dedi ki: Babam bize İsrail, Ebu İshak ve Amr b. Meymun el-Evdi' den naklen şöyle anlattı:

14

saffat, 3 7/ 147- 148.

Tô.rihu 't-Taberi

21

İbn Mes'fıd B eytülmalde bize şöyle dedi: Yunus kavmine azabı vadetmiş ve ü ç gün içinde bunun gerçekleşeceğin i söy­ lemişti . Bunu üzerine bütün anne ve çocuklarını b irbirinden ayırarak dışarı çıkıp yüksek sesle yalvararak Allah'a yalvara­ rak istiğfarda bulundular. Bunun üzerine Allah azabı kal dırdı. Yunus azabın gerçekleşeceğini bekledi. Ancak, bu beklediği gerçekleşmedi. O zaman yalan söyleyen sözünü kanıtlamazsa öldürülürdü. Bu sebeple oradan ayrıldı ve " Karanlıklar içinde seslendi." Karanlıklar tabiriyle balığın karnın daki karanlık, [16] gecenin karanlığı ve denizin karanl ığı kastedilmiştir. İbn H umeyd bize Seleme, İbn İshak, bir zat ve Resulullah'ın (sav.) zevcesi Ümmü Seleme'nin kölesi Abdullah b. Rafi'den naklen Ebfı Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etti:

Resulullah (sav.) şöyle buyurdu: Allah, Yfınus'u balığın kar­ nında hapsetmek istediğinde balığa: "Onun etini tırmalama, hiçbir kemiğini kırma," d iye ilham etti. Ardından balık onu alıp denizin dibindeki yerine götürdü. Denizin dibindeyken Yu nus bazı sesler hissetti. Kendi kendine, "Bunlar n e dir?" d iye söyledi. Balığın karnında olduğu halde Allah ona: "Bu, deniz hayvanlarının tesbihidir," d iye vahyetti. Bunun üzerine Yu nus, Rabbini tesbih etti. M elekler onun teşbihini duyun ca : " Rabbimiz! Garip b i r yerde zayıf b i r s e s duyuyoruz," dediler. Allah: "O kulum Yunus'tur. B ana isyan etti d e o n u balığın kar­ nında hapsettim," buyurdu. Melekler: "O her gün ve her gece salih ameli sana yükselsen o salih kul mu?" diye sordular. Al­ lah: " Evet," buyurdu. Bunun üzerine mel ekler onun için ş efaatçi oldular. Balığa da emir verilerek onu sahile attı. Yunus, Allah'ın buyurduğu gibi "hasta hô.lde" idi. Allah'ın hasta diye vasıflandırdığı hali, balık onu adeta yeni doğmuş bir bebek gibi eti ve kemiği he­ nüz taze bir halde sahile attı. İbn Humeyd bize, Seleme, İbn İshak, Yezid b. Ziyad, Abdullah b. Ehi Seleme ve Said b. Cübeyr' den naklen İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etti:

Balık onu yeni doğmuş bir bebek gibi sahile attı. Ancak ya­ ratılışından hiçb i r şey eksilmem işti.

Tôrihu 't-Taberf

22

Yunus bana şöyle dediğini anlattı: İbn Vehb bize şöyle dediğini haber verdi : ( 1 7) Ebu Sahr bana nakletti: İ b n Kusayt bana E b u H ü reyre'nin şöyle dediğini anlattı:

Dışarıya atıldı. Allah üzerine bir kabak nebatı b itirdi. Biz: Ey Ebu H ü reyre! " Vaktine kelimesinin anlamı nedi r?" d iye sorduk. İbn Abbas: "As ma kabağıdır. Allah ayrıca ona vahşi keçiler musahhar kıldı. Bunlar yerin kurumuş bitkisiyle bes­ lenirler ve her gün ona gel ip sabah ve akşam iki ayaklarını açıp sütleriyle onu besl erlerdi. O güçleninceye kadar bu du­ rum devam etti." * * *

Müluku't-Tavaif (Beylikler) döneminin olaylarından biri de:

Allah'ın Üç Elçiyi Göndermesi

(1 8)

Beyl ikler Döneminde vuku bulan olaylardan biri de Al­ lah'ın Kur'an'da "Onlara o belde halkını misal ver. Onlara el­

çiler gelmişti. Biz onlara iki elçi göndermiştik. On/an yalanla­ dılar. Bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik. Onlar: 'Biz size gönderilmiş Allah elçileriyiz,' dediler, " 1 5 diye buyurduğu elçile­ rini göndermesidir. * * *

Selef aliml eri bunlar hakkında ihtilaf etm işl erd ir. Bazıları­ na göre Allah'ın yukarıda geçen ayetl erde zikrettiği bu üç zat, peygamber olup Allah'ın Antihas adında bir Rum hükümda­ rına gönderdiği elçileridir. Bu h ükümdar Antakya'da ikamet ediyordu. Bu görüşte olanlar şu rivayeti nakletmişlerdir: İbn Humeyd bize Seleme ve Muhammed b. İshak, Ka'bu'l-Ahbar ve Vehb b. Mü­ nebbih el-Yemanl'den naklen şöyle anlattı:

Bu zat Antakya'dan idi. Adı Habib olup ipek imal ederdi. H astaydı. Cüzzam hastalığına müptela ol muştu. Evi şehrin ka­ pılarından birinin yanında şehir merkezinden biraz uzaktay­ dı. Sadık bir mümindi. Akşamladığında eline geçen kazancını toplar ve bunu i kiye böl erek yarısıyla ailesini geçi ndirir ve d iğer yarısını da fakirlere dağıtırdı. Bu kalp temizliğiyle hasıs

Yasin. 36/ 1 3 .

23

Tiirihu 't-Taberi

talığı, zafiyeti v e kazancı o n u endişel endirmedi. Tertemiz bir fıtrata sahipti. İ kamet ettiği Antakya şehrinde Antihas b. An­ tihas b. Antihas adında zalim ve ceberrut bir h ükümdar vardı. Putlara tapar ve şirk koşardı. Allah Sadık, Saduk ve Şelum (1 9) adında üç elçiyi gönderdi. Allah ö nce bunlardan ikisini krala ve belde halkı na gönderdi. Ancak on ları yalanladılar. Bunun üzerine Allah üçüncüsünü da gönderdi. ***

Başka bazıları da İ sa'nın havarilerinden olup Allah'ın pey­ gamberi olmadıklarını söylem işlerdir. Ancak İ sa on ları Al­ lah'ın emriyle gönderdiği için gönderme eylemi Allah'a isnat edilmiştir. Ayet şöyle i fade edilmiştir: "Onlara iki kişi gönder­

miştik de onları yalanladılar. Bunun üzerine üçüncüyü de gön­ derdik. " B u görüşte olanlar şu rivayeti nakletm işlerdir: Bişr b. Muaz bize Yezid b. Zürey', Said ve Katade'den "Onlara o şehir halkını örnek ver. Ona elçiler gelmişti. Onlara iki elçi göndermiştik. Onları yalanladı/ar. Bunun üzerine onlara üçüncü bir elçi gönderdik. Onlara: 'Biz size gönderilmiş

elçileriz,' dediler," ayeti

hakkında şöyle dediğini rivayet etti:

Bize anlatıldığına göre İsa b. M e ryem havarilerden iki ki­ ş iyi Rum diyarında bulunan Antakya'ya göndermişti r. Ancak, onları yalanladılar. Bunun üzerine üçüncüsünü gönderdi.

"Onlara: 'Biz size gönderilmiş elçileriz,' dediler. " * * *

İbn İshak'ın rivayeti nin devamı: Elçiler o kralı Allah'a ve O'nun emrine davet ettiklerinde ve bu daveti açıkça yaptıkla­ rında o şehrin halkı o nlara : "Doğrusu siz bize uğursuz geldiniz.

Eğer bu işten vazgeçmezseniz and olsun sizi taşlarız ve bizden size fena bir kötülük dokunur, dediler. Elçiler şöyle cevap verdi: Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size nasihat ediliyorsa bu uğursuzluk mudur? Bilakis siz aşm giden bir milletsiniz. " Kral ve kavmi, elçileri öldürmeye azmedince haber Habib'e ulaştı. O şehrin en uzak kapısında ikamet ediyordu. Koşarak (20] onlara geldi. Onlara Allah'ı hatırlattı ve elçilere itaat etmeye çağırarak şöyle dedi: "Ey kavmim! Bu elçilere uyunuz, dedi. Siz-

24

TQrihu 't-Taberi

den bir ücret istemeyen bu kimselere tô.bi olun. Zira onlar hida­ yete ermiş kimselerdir.'' 1 6 Yani getirdikleri hidayet karşılığında sizin malınızı istemezler ve size öğüt verenlerdir. Onlara tabi olun ki hidayete ersiniz. Bişr b. Muaz bize, Yezid, Said ve Katade' den naklen şöyle dediğini rivayet etti:

H abib elçilerin yanına varınca: " B u davet karşı lığında bir ücret talep ediyor musunuz?" diye sordu. Onlar: " H ayır," dedi­ ler. Bunun üzerine: "Ey kavmim! Elçilere uyun uz. Onlar sizden

bir ücret talep etmezler ve onlar hidayete ermiş kimselerdir," dedi. * * *

İbn İshak'ın rivayeti nin devamı: H abib ayrıca onların bağlı oldukları putlara tapınma inancından vazgeçmelerini istedi ve kendi inancını ve ibadetini açığa vurdu. Allah'ta n başka­ sının kendisine yarar veya zarar veremeyeceğini bildirerek şöyle dedi: "Bana ne olmuş ki beniyaratana ibadet etmeyeyim. Halbuki hepiniz O'na döneceksiniz. O'ndan başka ilahlar mı edineyim? Şüphesiz ben, Rabbinize inandım. Beni dinleyin."17 Yani inanmadığınız Rabbinize inandım. Öyleyse b e n i m sözü­ mü di nleyin. H abib bunları söyleyince hep birden ona saldır­ dılar ve onu öldürdüler. H astalığı ve zayıflığı sebebiyle onu küçümsediler. H i ç kimse de onu savu nmadı. İbn Humeyd, Seleme bize nakletti ve dedi ki: İbn ishak bazı arkadaşlarından naklen İbn M es'ı1d'un şöyle dediğini bana rivayet etti:

Onu ayakları altına aldılar ve onu bağırsakları arkasından çıkana kadar çiğnediler. Allah ona: "Cennete gir," buyurdu. Bunun üzerine cennete girdi ve orada nimetlendi. Orada Allah onu dünyanın cefası, zah meti ve hüznünden kurtardı. Allah'ın rahmeti, cen neti ve ikramına mazhar olunca şöyle dedi: "Keşke kavmim bilseydi! Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlar­ dan kıldığınıf"18 Allah, onu böyle küçümsendikleri için onlara 1 6 Yasin, 36/20-2 ı. 1 7 Yasin. 36/22-25. 18 Yasin, 36/26-27 .

25

Tcirihu 't-Taberf

öyle gazap etti ki kavmi n i helak etti. Başına getirdiklerinden dolayı onlara olan azab ını geciktirmedi. Allah şöyle buyurdu :

"Biz ondan sonra, onun kavmini helak etmek için gökten bir ordu indirmedik ve indirecek de değildik." Allah, büyük kuv- [21] vetlerle onların üzerine gitmedik. Zira Bizim için durum bun­ dan daha kolayd ı r, buyurmak istemiştir. "Onları helak eden korkunç sesten başka bir şey değildi. " Birdenbire sönüverdiler. Allah o kralı ve Antakya halkını helak etti. Onlar yok olup git­ tiler ve onlardan geride bir şey kal madı. İ bn H umeyd bize, Seleme, İbn İshak, Hasan b. U mare, Hakem b. Uteybe, Abdul­ lah b. el-Haris b. Nevfel'in kölesi M iksem Ebi'l-Kasım ve M ücahid'den naklen İ bn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etti:

Yasin suresinde bahsi geçen zatın adı Habib idi. Cüzzam hastalığı onun her tarafını sarmıştı. İbn Beşşar bize, M üemmel, Süfyan, Asım el-Ahvel'den Ebu M ihled'in şöyle de­ diğini rivayet etti:

Yasin suresinde bahsi geçen zatın adı H abib b. Mürri idi. * * *

Şemsun Rum beldelerinden birinden olan bu zat Allah'ın hidayeti­ ne mazhar olmuştur. Onun kavmi putlara taparlardı. Onun ve kavminin durumu hakkında rivayetler nakledilmiştir. İbn H umeyd bize, Seleme, İbn İshak, Mugire b. Ebi Lebid ve Vehb b. M ünebbih el-Yemani'den naklen şöyle rivayet etmiştir:

Şemsfm onları n içinde Müslüman bir kimseydi.19 Onun annesi onu mabede adamıştı. Rum beldelerinden birinde i ka­ met ediyordu. Kavmi putlara tapan kafırlerdi. Onun evi, şe­ hirden birkaç mil uzaktayd ı. Yalnız başına onlara karşı gazaya çıkar ve Allah için onlarla cihat ederdi. O n lara karşı gerçek­ leştirdiği gazalarda kimilerini öldürü rdü, kimilerini de esir al ırdı ve i htiyaç duyduğu kadar onlardan ganimet alırdı. On19

Daha önce de birçok yerde v e İslam'd a n önceki dönemle alakalı olarak kullanılan bu tabir, "hak d i n" manasında kullanılmıştır. Nitekim tercüme­ de bazen "hak din mensubu" şeklindeki tercüme ettik. Kur'an'da, geçmiş peygamberler için de "Müslüman" vasfı bu manada kullanılmıştır (çev.).

[22J

26

Tiirihu 't-Taberf

tarla karşılaşmalarında yanı nda b i r deve çene kemiği bulun­ duru rdu. Onlarla vu ruşmalarında yorulduğu zaman yanında bulundurduğu çene kemiğiyle vurduğu taştan tatlı su fışkırır ve suya kanana kadar onu içerdi. Ona b üyük kuvvet verilmişti. Ne demir ne de başka bir bağ ile bağla nabilirdi. Bu sebeple Allah yo lunda o nlarla vuruşur, o nlara karşı gazaya çıkar ve onlardan ganimet alırdı. Ona güç yetiremezlerdi. N ihayetinde onlar: "Ona ancak karısı vasıtasıyla güç yetirebilirsiniz," diye birbirlerine söyled iler. Bunun üzerine karısına gidip ona kül­ liyetli miktarda rüşvet vererek onu bağlamasını istediler. Ka­ d ı n : " Evet, ben onu bağlayabilirim," dedi. Onlar ona kuvvetli ve sağlam bir ip vererek, " Uyuduğu zaman kolunu boynuna bağla da biz gel ip onu alalım,'' dediler. Şemsfin uyuyun ca ka­ rısı o iple kolunu boyn una bağladı. Uyanınca ipi eliyle çeker çekmez ip koptu. Karısına: "Bunu neden yaptın?" diye sordu. Karısı: "Senin gücünü denemek istedim. Zira senin gibi güçlü kimse görmedim,'' dedi. Kadın onun hasımlarına: "Ben onu bağladım ancak bu fayda etmed i,'' diye haber gönderdi. Bunun üzerine ona demirden bir halka gönderdiler ve ona: " Uyudu­ ğu zaman halkayı boyn una geçir,'' dediler. Şemsfin uyuduğun­ da karısı demir halkayı boynuna geçirdi ve sağlam bir ş ekilde bağladı. Uyanı nca el ve boynundaki halkayı çekip çıkardı. Ka­ rısına: "Bunu niçin yaptın?" diye sordu. Kadın: " Ey Şemsfin ! Senin gücünü denemek istedim. Zira dünyada senin gibi güçlü (23] olanı görmedim, yeryüzünde seni mağlup edecek bir şey yok

mu?" dedi. Şemsfin: " H ayır, yoktur. Ancak b i r şey hariç,'' dedi. Kad ı n : "Ne o?" diye sordu. Şemsfin: "Onu sana söylemem," dedi. Ne var ki kadın ona ne olduğunu sorup du ruyordu. Uzun saçlı olan Şemsfin ona: "Annem beni mabede adadı. Hiçbir şey beni mağlup edemez, zapt edemez. Ancak saçım hariç," dedi. Şemsfin uyuyunca karısı onun kolunu saçıyla boynuna bağ­ ladı. Artık sağlam bir şekilde bağlı bulunuyordu. Kadın onun hasımlarına haber gönd erd i. Hasımları gel ip onu götürdüler. Burnunu ve iki kulağını keserek gözlerini çıkardılar. Onu fene­ rin yanında durdurdular. Fener sütunlar üzerinde kuruluydu. Kral ve halk da Şemsfin'a verilecek cezayı izlemek için fenerin

Tô.rihu 't-Taberi

27

üstünde ve çevresinde toplanmışlardı. Şemsun Rabbine dua ederek vücuduna müsle yapan ve onu alıkoyan hasımlarına galip geti rmesi n i diledi. Bunun üzerine ona, üzerinde kral ve maiyetinin bulunduğu fenerin iki ayağını çekmesi emredildi. Ardından Allah ona gözlerini ve kes ilen taraflarını geri verdi. Fener yıkıldı ve üzerinde bulunan kral ve maiyeti de düşüp helak o ldular:

Circis Rivayet edildiğine göre Circis, Filistin halkından Allah'ın salih bir kuluydu. İsa b. Meryem'in bazı havarilerini görmüş­ tür. Geçimini ticaretle uğraşarak temin eder, kimseye mu htaç olmamaya çalışır ve kazandıklarının bir kısmını da fakirlere dağıtırdı. B i r gün Musul'da ikamet eden bir krala gitmek için hazırlanmıştı. Bu konuda nakledilen rivayet şöyledir: İbn H umeyd bize, Seleme, İbn İshak, Vehb b. Mü nebbih ve diğer alimlerden şöyle dediğini rivayet etti:

M usul'da Dazane diye bir adam vardı. Bütün Şam d iyarını hakim iyeti altına alm ıştı. Ceberrut ve azgın bir kimseydi. Al­ lah'tan başkası ona güç yeti rmezdi. Circis de Filistin halkın­ dan salih bir insandı. Mümin bir kişiydi ve maiyetinde olan salih bir grupla imanlarını gizlerlerdi. H avarilerden bazılarını . görmüşler ve onların nasihatlerini d i nlemiş ler ve onlardan ders almışlardı. Circis malı çok olan bir kişiydi ve büyük ti­ cari faaliyetleri vardı. Çokça sadaka verirdi. Öyle ki bazen bü­ tün malını sadaka vererek tüketir ve yoksul duruma düşerdi. Sonra büyük kazançlar elde ederek önceki nden kat kat daha varlıklı olurdu. O hep böyleydi. O sadaka için malı arzu eder ve sadaka için kazanır ve malını artırırdı. Bu gaye olmazsa fa­ kirliği zenginliğe tercih ederdi. C i rcis, dininde ona zarar verirler veya onu saptırırlar diye müşriklerin dostluğundan endişe ederdi. Bir gün Musul Kra­ lı'na gitmek üzere yola çıktı. Ona hediye etmek üzere yanına kıymetli şeyler almıştı. Amacı onun desteğini alarak diğer kralların tasallutundan kurtulmaktı. Yanına vardığında onu kavminin büyükleri ve emirleri arasında oturmakta olduğu-

(24]

28

Tdrihu 't-Taberf

nu gördü. Bir ateş yakmış ve muhalifleri için hazırladığı azap ve işkence türleriyle hasımlarına işkence yapıyordu. E fellon adı ndaki putu da orada kurulmuştu. İ nsanlar ona saygılarını su narlardı. Ona secde etmeyenler orada yakılan ateşe atılıyor [25) ve çeşitli işkencelere maruz bırakılıyordu. C i rcis, kralın yap­

tıklarını görünce adeta dehşete kapıldı. Allah onun buğzunu ve onunla savaşma arzusunu içine doğurdu. C i rcis onunla mü­ cadele etmeyi içinden geçirdi. Ona hediye etmek için getirdiği malı da insanlara dağıtarak ondan bir şey bırakmadı. Malını ona vermek suretiyle onu kazanmayı hoş görmedi. Ona karşı çıkarak onunla mücadele etmeyi arzu etti. En ö fkeli ve kasvet­ li olduğu b i r sırada ona yöneldi ve şöyle dedi: " Bilesin ki sen bir kulsun. Kendine ve başkalarına fayda veya zarar verme gücüne sahip değilsin. Senin üzeri nde bir Rab vardır ki O sana ve başkalarına h ükmetmektedir. Seni yaratan ve rızkını veren O' dur. Seni di rilten ve seni öldüren de O'dur. Sana zarar veya menfaat veren O 'dur. Sen Allah'ın yarattıklarını ve onlara ol, dediğinde oluveren, ancak sağır ve dilsiz olan, konuşamayan ve göremeyen, sana men faat veya zarar veremeyen, Allah'a karşı seni koruyamayan yaratıklarını ilah edinmişsin. Onları altın ve gümüşle süsleyerek insanlar için bir fitne yapmışsın. Allah'ı bırakıp bunlara tapıyorsun. Allah'ın kullarını da bunla­ ra tapmaya zorluyorsun. Onlara da Rab diyors u n ! " Ci rcis, krala bu üslupla konuştu. Allah'ı tazim e d i p yüceltti. Kralın putunun anlamsızlığını o rtaya koydu. Ona ibadet et­ menin bir faydası olmadığını izah etti. Kral ona: " Sen kimsin, necisin, nerel isin?" diye sordu. Circis ona: "Ben Allah'ın bir kuluyum ve Allah'ın kulu olan bir ana ve babanın oğluyum. Allah'ın en aciz ve rahmetine en çok ihtiyaç duyan biriyim. Topraktan yaratıldım ve toprağa döneceğim," diye cevap ver­ di. Ayrıca krala, geliş sebebini ve kendi durumunu da anlattı. Circis, kralı Allah'a ibadet etmeye ve putlara tapmaktan vaz­ geçmeye çağırdı. Kral da o n u kendi taptığı puta tapmaya da­ vet etti. Ona: " Rabbin i ddia ettiğin gibi hükmedenlerin hakimi olsaydı onun eseri senin üzerinde görünecekti. Tıpkı benim kavm imin büyükleri üzerinde eserimi gördüğün gibi," dedi.

Tarihu 't-Taberl

29

Circis ona, Allah'ı tazim ederek ve büyüklüğünü anlatarak cevap verdi ve şöyle dedi: "Senin kavminin büyüklerinden Tarkablina'yı İlyas ile mukayese edebilir misin? O İ lyas ki Al­ lah'ın dostluğuyla büyük bir mertebeye ulaştı. O bir beşerdi. Yemek yiyen ve çarşılarda yürüyen bi riyken Allah' ın sonsuz lütfuna mazhar olmuştur. Allah ona kanatlar ihsan etmiş ve nura büründüreı-ek meleklerle uçan, melek-insan ve semavi [26] bir yeryüzü i nsanı haline getirmiştir. Bana söyle, kavminin büyüklerinden olan ve senin dostluğunu kazanmış Meclitis'i Mesih İ sa b. Meryem ile mukayese edebilir misin? İsa ki Al ­ lah'ın dostluğunu kazanmış ve Allah tarafından alemlerin en hayırlı adamı kılınmıştır. Onu ve annesini, ibret alanlar için örnek kılmıştır." Sonra Allah' ın İsa'ya olan lütuf ve i kramını anlatmıştır. Yine Ci rcis ona şöyle dedi: " B u Aziz Ruh'u n anne­ s iyle -ki Allah o nu, "Kelimesi" için anne seçmiş, İsa için içini temizlemiş ve kadınlara üstün kılmıştır- senin dostluğunu kazanan Ezbil ile mukayese edebilir misin? Bu kadın ki senin taraftarın ve mill etinden olmakla ve konumunun büyüklüğüne rağmen Allah onu nefsinin mahkumu kılmıştır. Öyleyken kendi evinde köpeklerin saldırısına maruz kalmış, köpekler onun etin i parçalamış ve kanı n ı içmiş; tilkiler ve sırtlanlar onun organlarını kapıp götürmüştür. Evet senin dostluğunla bu kadını ve karşılaştığı akıbeti, Meryem ile ve Allah'ın dost­ luğuyla karşılaştığı akıbeti mukayese edebilir misin?" Kral ona: "Sen bize b ilmediği miz şeylerden bahsediyorsun. Bahsettiğin iki insanı bize getir onları göreyim ve onlardan ibret alayım. Aksi takdirde insanlar arasında böyle bir şeyin vuku bulduğuna inanmıyorum," dedi. Circis ona: "İnkarın Allah'tan gafil olduğundan kaynaklan­ maktadır. İki adama gelince, onlar gibi yaşamadıkça ve onla­ rın konumuna ulaşmadıkça sen onları göremezsin, onlar da seni göremezler," dedi. Kral ona: "Biz sana iddianı ispat için bir fırsat verdik. Ancak yalan söyl ediğin bizce anlaşıldı. Zira ispatlamakta aciz kaldı­ ğın şeylerle öğünüyorsun," dedi ve Circis'i işkence ve azap ile

30

Tdrihu 't-Taberf

E fellon'a tapmak ve bundan dolayı ödüllendirilmek arasında m uhayyer bırakmıştır. Bunun üzerine Circis ona şöyle dedi: " Eğer göğü yüksel­ ten Efellon ise -ve ilahi kudretin bazı eserleri n i sayarak- o takdirde doğru söylemiş ve bana nasihat etmiş olursun. Aksi takdirde, ey melun ve murdar adam ! Allah seni kahretsi n ! " Kral onun kendisine ve ilahlarına küfrettiğini işitince söz­ lerinden dolayı çok öfkelendi ve bir ağaç geti rilmesini emretti ve onunla işkence etmek için bir düzenek kuruldu. Onun be(27] deni demir taraklarla tarandı ve eti, derisi ve damarları par­

çalandı. Yaralarına hardal ve sirke dökerek eziyet ediyordu. Bu işkencenin onu öldürm ediğini görünce altı çivi getirtti ve onları ateşte kızdırdı. Bunlar ateş parçasına dönüşünce kafa­ sına çakılmasını emretti ve çakılan bu çivilerin yerinden bey­ ni aktı. Bu işkenceyle de ölmediği n i görünce bakırdan bir ka­ zan getirilmesini istedi. Bunun altına ateş yakıldı. Bu da ateş gibi kızdırılınca Circis içine atıldı ve üstü kapatıldı ve kazan soğuyuncaya kadar içinde bekletildi. Bu işkenceyle de ölmediği ni görünce onu getirtti ve ona: " B u işkence sana acı ve elem vermedi mi?" diye sordu. Circis: "Sana: 'Senin bir Rabbin var. O sana senden daha yakındır, de­ medim mi?'" dedi. Kra l : " Evet, bana dedi n," diye karşılık verdi. Circis: " İ şte O beni senin azap ve işkencenden korudu ve bana sabır verdi ki bu eziyetler senin aleyhine delil olsun." Kral bu sözleri duyunca başına bir kötülük gel mesinden korktu ve canına ve i ktidarına zarar vermes inden endişe etmeye baş­ ladı. Bu sebeple onu zindana atmaya karar verdi. Onun yakın çevresi ona: "Eğer onu boş bırakırsan insanlarla konuşur ve onları senin aleyh ine tavır takınmaya sevk eder. B u nedenle zindanda işkenceye tabi tutulmasını emret ki insanlarla diya­ log kurma i m kanı olması n," dediler. Bunun üzerine zindanda yüzüstü yatırılıp el ve ayaklarına dört kazık çakılması ve sırtı­ na, önce yedi adam, sonra on dört adam taşıyamayınca on se­ kiz kişi tarafından taşınan mermer bir silindir b ırakılmasını emretti. Tam b i r gün bu vaziyette tutuldu.

Ttırihu't-Taberi

31

G ece ol unca ona destek vermek ve vahiy getirmek üzere ilk kez melek geldi. Melek s ı rtındaki taş ı kaldırdı, el ve ayakları­ na çakılan kazıkları söktü, onu doyurdu, susuzluğunu giderdi ve teselli ederek m üj deledi. Sabahladığında onu zindandan çıkardı ve ona şöyle dedi: "Git ve düşmanına karşı Allah için cihat et. Allah sana diyor ki: Müjde! Sabret. Ben seni bu düş­ manımla yed i sene imtihan edeceğim. Sana işkence edecek ve dört kere öldürecek. Her defasında ruhunu sana iade ede­ ceğim. D ördüncüsünde senin ruhunu kabul edecek ve ecrini vereceğim." Daha sonra insanlar C i rcis'in serbest kalıp ke ndi­ lerini Allah'a davet ettiğini gördüler. Bunun üzerine kral ona: " Circis! Sen misin?" diye seslendi. Circis: " Evet," dedi. Kral: " Seni kim zindandan çıkardı?" diye sordu. C ircis: "Beni gücü [28) senin fevkinde olan Allah çıkardı," dedi. Bunu duyan kral daha çok öfkeye kapıldı ve Circis'in bütün işkence çeşitlerine tabi tutulmasını istedi. Tabi tutulacağı işkence türlerini görünce korkuya kapıldı. Ancak kendine gelerek etrafın dakilerin duyacağı bir sesle kendi kendini eleştirdi. Özeleştiride bulunduktan sonra onu iki ağaç arasına yatırdılar ve kafasının o rtası n ı kılıçla yardılar ve kafası iki parça halinde ayakları arasına düştü. Vücudunu da ikiye böl erek onu lime lime ettiler. Tabi tutulduğu işkence türlerinden bir diğeri de yedi aslanın bulunduğu bir kuyuya atılmasıydı. Kuyuya düşünce Allah aslanlara ilhamda bulu­ narak başlarını ve boyu nlarını bükerek ona zarar vermedi. Pençeleri üzerinde durarak onu her türlü zarardan korudu­ lar. O gü n için ölü vaziyette kaldı. Bu onun için ilk ölüm vaka­ s ıydı. Gece olunca Allah parçalanmış olan cesedini birleştirdi ve onu tekrar düzgün bir vücut haline getirdi ve ruhunu ona iade etti. Allah bir melek göndererek onu kuyunun dibinden çıkararak yedirip içirdi. Sonra da onu teselli etti ve müjdeledi. Sqbahladıklarında melek ona: "Ey Circis ! " d iye hitap etti. Cir­ cis: " Lebbeyk!" dedi. Melek: "Bilesin ki Adem'i topraktan ya­ ratan kudretle seni kuyunun dibinden çıkaran kudret aynıdır. O sebeple düşmanının peşine düş ve Allah için ona karşı cihat et. Sonra sabredenler gibi öl," dedi.

Tdrihu 't-Taberi

32

Cirds'in hasımları Cirds'in ölümü dolayısıyla sevinçlerini adeta bir bayram havası içinde kutlarken bir de ne görsün­ ler; Cirds'in tekrar gel diğini gördüler. Onun geldiği n i görünce önce inanmayarak, " B u gel e n ne kadar da Circis'e benzemek­ tedir!" diye hayretlerini i fade ettiler. Bunun üzerine kral: " B u gizli b i r şey deği l ! Bu Cirds'in kendisidir, onun sakinliğini ve basit halini görmüyor musunuz?" dedi. Circis: " Evet, gerçek­ ten ben Cirds'im. Ne kötü bir kavimsiniz? Öldü rdünüz ve par­ çaladınız. Ancak Hak olan Allah bana iyilik yaptı ve rah metini esirgemedi. Beni d iriltti ve ruhumu bana iade etti. Size bun­ ca m ucizeyi gösteren bu Yüce Rabbe yönelin," dedi. C ircis bu sözleri söyleyince birbirlerine dönüp: "O bir sihirbazdır. Sizin ellerinizi bağladı ve gözlerinizi büyüledi," dediler ve ü lkele­ rinde bulunan sihirbazları ona karşı topladılar. Sihirbazlar toplan ınca kral o nların büyüklerine: " Beni sevindirecek m ari­ fetlerini göster," dedi. Sihirbaz ona: "Bana bir öküz getir," dedi. Kendisine öküz getirilince onu bir kulağına üfledi ve kulak ikiye bölündü. Arkasından diğer kulağına üfl eyince öküz iki [2 9] öküz haline geldi. Sonra tohum geti rilmesini istedi. Adam çift

sürdü ve tohumu ekti. Tohum bitti ve ekin haline geldi. Sonra yetişti ve biçildi. Ardı ndan m ahsul dövüldü ve savrularak te­ mizlendi. Arkasından da öğütüldü ve hamur haline geti rilerek p işirildi ve ekmek haline getirildikten sonra yenildi. B ütün bu işlemler bir saat gibi bir süre içinde tamamlandı. Kral ona: " B u kişiyi bir hayvana dönüştürebilir mis in?" d iye sordu. Si­ hirbaz: "H angi hayvana dönüştüreyim?" dedi. Kral: " Köpeğe dönüştür," dedi. Sihirbaz: "Bana b i r bardak su getirin," dedi. Su getiril ince ona üfledi ve krala: "Circis'e söyle, onu içsin," dedi. Ci rcis son damlasına kadar suyu içti. Bunun üzerine si­ hirbaz ona: "Ne hissediyorsun?" dedi. Circis: " İyi şeyler his­ sediyorum. Susamıştım da Allah bana bu suyla susuzluğumu giderdi ve bununla size karşı bana güç verdi," dedi. B u sözler üzerine sihirbaz krala dönerek: " Ey kra l ! Bilesin ki kendin gibi biriyle mücadele etseydin onu yenerdin. Ne var ki sen gökle­ rin Cebbar olan Rabbine ka rşı m ücadele ediyo rsun. O'na karşı mücadele edilemez," dedi.

Tdrihu 't-Taberf

33

Zavallı bir kadın vardı. Circis' i n haberlerini duymuş ve gösterdiği m ucizelerden haberdar olmuştu. Bu sebeple ona gitti. Ancak bu s ı rada en çetin belalarla karşı karşıyaydı. Ka­ dın ona: " Ey Circis ! Ben zavallı bir kadınım. Yalnızca bir tane öküzüm vardı. Başkaca bir malım ve geçim kaynağım yoktu. Onunla çift sürerdim. Ancak öküz öldü. Sana geldim ki bana merhamet edesin ve Allah'a dua ederek bana öküzümü di­ riltmesini dileyesin," dedi, Bunun üzerine Circis'in gözyaşl arı döküldü ve öküzünü diriltmesi için Allah'a dua etti ve kadına bir

asa

vererek: "Öküzünün yanına git ve bu asayla ona vura­

rak, Allah'ın izniyle d iril, d iyeceksin," dedi. Kad ı n : "Öküzüm öleli birkaç gün oldu. Yırtı cı hayva nlar onun parçalarını farklı yerlere götürdü. Seninle aramızdaki mesafe bi rkaç gün sür­ mektedir," dedi. Circis kadına: "Ondan tek bir diş bile kalsa ve o dişe asayla vursan Allah'ın izniyle d irilecektir," dedi. Kadın öküzünün öldüğü yere gitti. Öküzden ilk gördüğü şey, öküzün bir boynuzu ve kuyruğunun kılları oldu. Bu iki parçayı bir ara­ ya getirdi ve asayla her iki parçaya vurarak Circis'in söyl ediği sözü söylemesiyle öküz d irildi. Kadın öküzüyle işlerini yap­ maya koyuldu. Bu haber C i rcis'in hasımlarına ulaştı. Sihirbaz krala söyleyeceklerini söyleyince kralın adamla­ rından ve kraldan sonra en yetkili kiş i : " Ey topluluk beni din­ leyin size anlatayım," dedi. Onlar: " Evet," dedil er. Adam şöyle kon uştu: "Siz bu adamın gösterdiklerini sihir olarak görüyor ve sizin elleri n izi bağladığını ve gözlerinizi büyülediğini id­ dia ediyorsunuz. Ona işkence ediyorsunuz ancak işkencenizin ona etki etmediğini görüyorum. Onu öldürmeye kalkıyorsu - [30] nuz ancak ölmüyor. Hiçbir sihirbazın kendini ölümden kurta­ rabildiğini ya da bir ölüyü diriltebildiğini gördünüz mü?!" Ar­ d ı ndan da Circis'in yaptıkla rıyla onların yaptıkları nı, C i rcis'in öküz mucizesini ve kadına yaptığı iyi liği anlattı ve bunları on­ lara karşı bir delil olarak sundu. Onlar adama: "Senin sözlerin onu dinleyen bir kişinin sözleridir," dediler. Adam: "Onun mucizelerini gördüğümden beri onun halini hayranlıkla izli­ yorum," dedi. O nlar: "Anlaşılan o senin gönlünü kazanmıştır," dediler. Adam: " Evet, iman etti m ve Allah şahit olsun ki ben

Tô.rihu 't-Taberf

34

sizin taptıkları nızdan beriyim," dedi. Bunun üzerine kral ve avenesi hançerlerle ona saldırdılar ve dilini kestiler. Kısa bir süre sonra da öldü. Tau n hastalığına yakalandı, dediler. B öyle­ ce konuşma fırsatı bulamadan Allah canını aldı. İ nsanlar ölüm haberini duyunca korkuya kapıldılar ve ölüm hikayesini gizlediler. Ci rcis adamın ölüm hikayesinin insanlardan saklandığı n ı görünce insan lara olayın hakikati­ ni an lattı ve işin iç yüzünü açığa vurdu. Onun söyled iklerini açıkladı. Bunun üzerine öldüğü halde d ö rt bin insan onun sözlerini tasdik etti ve o ne güzel söyledi, Allah rahmet ets i n ! " dediler. Kral ise bu kanaat sahiplerine yöneldi. Onları bağla­ yarak çeşitli eziyetlere tabi tuttu ve işkencelerle öldürerek o nları yok etti. Kral o nların işini bitirince Circis'e yöneldi ve ona: " Bari Rabbine dua etseydin de senin yüzünden öldürülen adam­ larını diriltseydi!" dedi. Circis ona: "Onların başına getirdik­ lerin sebebiyle Allah onların akıbetini hayırlı kılmıştır," dedi. Bunun üzerine o nların büyükleri nden biri olan Meclitis şöyle dedi: "Ey C i rcis ! Sen iddia ediyorsun ki ilahın varlıkları ilk ya­ ratan ve o nları ölümden sonra geri geti rendir. Ben sana bir soru soracağım. Eğer Rabbin bunu yaparsa sana inanacak ve seni tasdik edeceğim. Ayrıca kavmime karşı seni koruyaca­ ğım. Gördüğün gibi altım ızda on dört oturak vardır. Aramızda da bit masa vardır. Üzerinde bardak ve sahanlar vardır. B ütün bunlar kurumuş muhtelif ağaçlardan yapılmıştır. Rabbine dua et, bu oturak, masa ve kapları ilk yarattığı anki haline iade ederek yemyeşil olsun ve rengi, türü, çiçekleri ve meyveleriyle yeniden yaratsın da bu olaya ta nık olalım." Circis ona: "Benim ve senin için zor olan bir talepte bulun­ dun. Ancak bu Allah için kolay bir şeydir," dedi ve Rabbine dua ederek bunun gerçekleşmesini diledi. Daha onlar yerlerinden ayrılmadan o oturak ve kapların hepsi yemyeşil ağaçlar haline döndü. Kökleri yere nüfuz etti, kabuklarıyla donatıldı, dalları, yaprakları, çiçekleri ve meyveleriyle yeniden yaratıldı ve türü, rengi, çiçekleri ve meyveleriyle oluşumuna tanıklık ettiler.

Tdrihu 't-Taberf

35

C i rcis'ten bu mucizenin gerçekleşmesini isteyen M eclitis bu mucizeye b a ktı ve o rtaya atılarak şöyle dedi: "Ben sizin (31) huzurunuzda bu sihirbazı öyle bir işkenceye tabi tutacağım ki onun bu oyununu bozacağım." Adam öküz suretinde bakırdan bir heykel yaptı. İ çini de neft, kurşun, zırnık ve kükürtle dol­ durdu. Circis'i de bu maddelerle birlikte o heykelin içine koy­ du. Ardından da altına ateş yaktı, içindekiler eriyin ceye kadar ateşi yakmaya devam etti. Circis de içinde öldü. Bunun üzerine Allah şiddetli bir rüzgar gönderdi. Ardından da gökyüzünü kapkara bulutlar kapladı. Bu bulutlardan hiç durmayan gök gürültüsü, yıldırım ve şi mşekler birbiri n i izledi. Akabinde de Allah onların memleketlerini toz ve dumanla kaplayan bir ka­ sırga gönderdi. Bunun sonucu yer ile gök arası kapkaranlık bir hal aldı. Günlerce hayretler içinde bu karanlıkta yaşadılar. Artık gece ile gündüzü b irbirinden ayıram ıyorlardı. Allah M i ­ kail'i göndererek içinde Circis'in öld üğü heykeli kaldırdıktan sonra yere bıraktı. Onun sesiyle bütün Şam diyarı halkı aynı anda onun yere çakılma sesini duydu ve sesin şiddetiyle yü­ züstü yere kapaklandılar ve Circis heykelin içinden sağ olarak çıktı. Ci rcis onların karşısında durup onlara hitap edince ka­ ranlık yerini aydınlığa bıraktı ve gök ile yer arası aydınlan­ dı. İ n sanlar da tekrar süku nete kavuştu. Onlardan Tarkablina adında bir adam: "Ey C i rcis ! Bu harikulade olayları sen mi gerçekleştiriyorsun yoksa Rabbin mi? Eğer O bunları gerçek­ l eştiriyorsa ona dua et de ölülerimizi diriltsin. Senin gördü­ ğün bu mezarlıkta bizim ölülerimiz de vardır. İ çlerinde bizim tanıd ıklarımız da vard ır, bizden önce ölenler de. O'na dua et ki on ları diriltsin de onlar eski halleriyle geri gelsinler de on­ larla konuşalım. Böylece tanıdıklarımızı görelim ve tanıma­ dıklarımız hakkında da haberdar olalım," dedi. Ci rcis ona: "Biliyorum ki Allah, size karş ı hüccetlerini tamamlamak için sizi affediyor ve size bu mu cizeleri gösteriyor. Böylel ikl e de onun gazabını hak ediyorsunuz," dedi ve kabirlerin kazılma­ sını söyl edi. İçinden çürümüş ke mikler çıktı. Circis Rabbine dua etti. Onlar yerl erinden ayrılmadan on yedi insanın diril-

Tdrih u't-Taberi

36

diğini gördüler. Dokuzu erkek, beşi kadın ve üçü de çocuktu. İ çlerinde yaşlı bir adam vardı. Cirds ona: " Ey ihtiyar! Senin adın nedir?" d iye sordu. Adam: ''Adım Yobil'dir," dedi. Cirds: " N e zaman öldün?" dedi. Ada m : "Şu zamanda," dedi. Bunun üzerine yaptıkları hesaplamaya göre dört yüz sene önce öl­ düğü anlaşıldı. (32)

Kral ve adamları olayı izledikten sonra, açlık ve susuzluk dışında denemedik bir işkence türü kal madı, bu kez onu bun­ larla cezalandıralım, dediler. Onu yaşı i lerlemiş ihtiyar b i r ka­ dının evin de açlık ve susuzluğa mahkum etmeyi düşündüler: Kadının kö r, d ilsiz ve yatalak b i r oğlu vardı. Onu bu evde mah­ sur bırakarak kimsenin ona yiyecek ve içecek bir şey götür­ mesini engellediler. Acıkınca ihtiyar kadına: "Yanında yiyecek ve içecek bir şey var mı?" diye sordu. Kadın : "Hayır, kendisine yemin edilen zata yemin ederim ki falanca günden beri elimi­ ze yiyecek geçmiş değildir. Ç ıkıp senin için bir şeyler bulmaya çalışacağı m," dedi. C i rds ona: "Allah'ı bilir m isin?" dedi. Ka­ dın: "Evet," dedi. Cirds: "O'na mı ibadet ediyorsun?" diye sor­ du. Kad ı n : " H ayır," dedi. Bunun üzerine C i rds kadını Allah'a ibadet etm eye davet etti. Kad ın onu tasdik etti ve onun için yiyecek bir şey bulmak üzere dışarı çıktı. Evin ahşap çatısını taşıyan ahşaptan b i r d irek vardı. Cirds duaya kendini o kadar verdi ki bu direk yeşerdi ve bilinen her türlü meyveyi verdi. H atta Jilya ve fasulye de verdi. Ebu Ca'fer dedi: M etinde geçen "lilya" Şam'da yetişen ve taneleri olan bir bitki olup mahsulü yenebilen bir bitkid i r. Di­ reğin damın üstünde de dalları oldu ve evi ve etrafını gölge­ ledi. Kadın döndüğü nde Cirds istediği yiyeceklerden bol bol faydalanıyordu. D ışarı çıktıktan sonra evinde vuku bulan ola­ yı görünce: "Açlığın hüküm sürdüğü evde seni yediren Allah'a inandım. Bu Rabbe dua et de bu oğluma şifa versi n," dedi. Cir­ ds: "Onu bana yaklaştır," dedi. Kad ın oğlunu Cirds'in yanına götü rünce onun gözlerine tükürdü. Çocuğun gözleri açıldı. Kulaklarına üfürdüğünde kulakları duymaya başladı. Kadın: "Allah sana rahmet etsin, dilini ve ayaklarını da iyileştir," dedi. Cirds: "Onu e rtele, onun için büyük bir gün var," dedi. Ardın-

Tôrihu 't-Taberf

37

dan kral, şehirde bir geziye çıktı . Ağacı görünce adamlarına: "Bu ağacı ve bulunduğu yeri ta nır gibiyim," dedi. Adamları ona: "Bu ağaç açlıkla cezalandırmak istediğin o sihirbaz için yeşerdi. O artık bu ağacın meyvel eriyle karn ını doyurmakta­ dır. Yoksul kadın da karn ını doyurmuştu r. Onun çocuğunu da şifaya kavuşturmuştur." Kral, evin yıkılmasını emretti. Ağacın da kes ilmesini istedi. Adamlar onu kesmeye yeltenince Allah onu eski haline döndürdü. Bunu üzerine ona dokunmadılar. Kral Circls'in yüzüstü yere yatı rılmasını ve dört kazığa bağ- [33] !anmasını sonra da tekerlek biçiminde bir silindir getirilme­ sini ve bu silindi re hançer ve bıçaklar çakılmasını ve bunun kırk öküzle bu silindirin Circis'in üzerinde çekilmesini emretti. Circis'in vücudu üç parçaya bölündü. Bunlardan bir tane­ sinin yakılmasını emretti. Yakılan parçanın küllerinin denize savrulmasını istedi. Külü denize henüz savurmuşlardı ki: "Ey deniz! Allah sana bu güzel vücudu korumanı emrediyor. Zira onu eski haline döndüreceği m," diye bir ses duydular. Sonrasında Allah bir rüzgar göndererek küllerini topladı ve savrulmadan ö nceki haline geti rdi. Onu savuranlar da henüz yerlerinden ayrılmamışlardı. B i r de ne görsünler küllerden Circis çıkmış ve başındaki kül kal ıntısını temizliyordu. Ardın­ dan Circis ile geri döndüler. Kralın yanına varınca onu dirilten sesle küllerini toplayan rüzgarı anlattılar. Kra l : " Ey Circis ! Gel seninle benim için ve senin için h ayırlı bir çözüm üzerinde an laşalım. İ nsanlar, beni mağl up edip kahrettiğini düşünme­ yecek olsalard ı sana inanacak ve sana tabi olacaktım. B u se­ beple E fellon için bir kere olsun secde et veya ona bir koyun kes. Sonra da istediğini yerine getireyim," dedi. Ci rcis bu sözleri duyunca putun huzuruna girince onu o r­ tadan kal dırmayı düşündü. Putun ortadan kaldırılmasıyla da kralın ondan ümidini keserek kendisine iman edeceği ni ümit etti. Circis ona böyle bir hile yapmayı düşündü. Krala: "Ta­ mam beni putun ya nına götür, ona secde edeyi m ve onun için kurban keseyim," dedi. Kral bu sözlerine sevindi ve ellerini, ayaklarını ve başını öptü. Kend isine: " Bugün seni i kametga­ hıma davet ediyorum. Bugün ve bu gece misafirim ol ve aile

Tarihu 't-Taberf

38

fertlerimle vaktini geçirip dinlen. B elki işkencelerden dolayı yorulan vücudun dinlenmiş olur ve insanlar da benim nez­ dimde ne kadar kıymetli olduğunu a nlarlar," dedi. Kral evini Ci rcis için boşalttı ve içindekileri tahl iye etti. Circis eve geçti. Gece olunca namaz kılmaya başladı ve Zebur okudu. G üzel bir sesi vard ı. Kralın karısı sesini dinleyince davetine icabet etti. Ci rcis, kadının a rkasında durup ağladığını görünce o n u i mana ( 34) davet etti. Kadın iman etti. Anca k imanını gizlemesini söyledi.

Sabahladığında putlara secde etmesi için kral onu puthaneye götürdü. Circis'in evinde hapsedildiği kadına: "Yanından ay­ rıldıktan sonra Circis'in fitneye ma ruz kaldığını bilir misin? Artık o dünya menfaatine meyletti. Kral o n u dünya mülküyle kandırdı. Putlara secde etmesi için onu puthaneye götürdü," denildi. Bunun üzerine kadın, çocuğun u taşıyarak ve Circis'i kınayarak insanların içinden geçti. O layın etkisiyle insanlar kadından adeta bihaberdiler. Ci rcis insanlarla b irlikte puthaneye girince ihtiyar kadının çocuğunu sırtlamış vaziyette kendisine yakın bir yerde yerini aldığını gördü. Kadının çocuğuna ad ıyla seslendi. Çocuk ce­ vap verdi. Daha önce hiç konuşmamıştı. Ardı ndan da annesi­ nin omzundan inerek düzgün bir şekilde yürümeye başladı. Circis'in huzurunda duru nca Circis ona: " Git, bu putlara ya­ nıma gelm elerini söyle," dedi. Putlar, altın kaideler üzerinde bulunuyordu. Yetmiş bir put vardı. Ayrıca Güneş ve Ay'a da tapıyorlardı. Çocuk: "O nları nasıl çağı rayım," dedi. Circis: "On­ lara, 'Circis sizi yaratan Allah hakkı için ken disine gitmenizi istiyor,' diye söyle!" dedi. Çocuk putlara böyle söyleyince put­ lar yuvarlanarak Circis'in yanına gel diklerinde Circis ayağıyla yere vurdu. Yer, putlar ve kaideleriyle çöktü. İblis putlardan birinin içinden çıkarak yerin dibine geçmenin korkusuyla kurtulmaya çalıştı. Circis'in yanından geçerken Circis onu alın saçından yakalayıverd i. İblis ona teslim oldu. Cirds ona: "Ey habis ruh, ey melun yaratık! Senin ve senin avenenin gideceği yerin cehennem olduğu nu bi ldiğin halde kendini ve kendinle birlikte insanları helake götürmeye seni sevk eden sebep ne­ dir?" diye sordu. İblis ona şöyle dedi: " Eğer güneşin üzerine

Tarihu 't-Taberf

39

doğduğu ve gecenin karanlığının kapladığı yerlere sahip ol­ mak ile Ademoğullarının helak olması veya dalalete düşmesi, hatta tek bir insanın bir an için bu akıbete uğraması arasında bir tercih yapmam istenirse ikinci şıkkı tercih ederim. Zira bütün alem kadar bundan zevk alıyor ve haz duyuyorum. Ey C i rds ! Bilmez misin ki Allah baban Adem için bütün melek­ lerin secde ettirdi. Adem için Cebrail, M i kail, İsrafil ve bütün "Mukarrabun" meleklerle bütü n sema ehli secde ettiler. Ben [35) ise secde etmekten imtina etti m. Ben ondan daha hayırlı ol­ duğum halde ona secde etmem," dedim. Bunun üzerine Cirds onu bıraktı. Rivayete göre İ blis, yerin dibine batmak korku­ suyla ondan sonra hiçbir putun içine girmiş değildir ve girme­ yecektir. Kra l : "Ey Cirds ! Beni kand ırdın ve ilahlarımı ortadan kal dı rdın," dedi. Cirds: " Bunu bilerek yaptım ki bundan ibret alasın. Bilesin ki bunlar ilah olsaydı kendilerini benden ko­ ruyacaklardı. Ben Rabbimin verdikl eri dışında bir şeye sahip olmayan zayıf bir va rlık olduğum halde kendilerini bana karşı koruyamayan bu putlara nasıl güvenebil irsin?" dedi. Circis bu sözlerini söyledikten sonra kralın karısı imanını açıkladı ve dinini ilan etti. Kad ın i nsanlara C i rcis'in gösterdiği muci­ zeleri saydı ve onlara gösterdiği ibretlik hadiseleri hatırlattı. Onlara: "Bu zattan daha ne istersiniz? Yoksa kendisinin bir dileğiyle putlarınız gibi yerin dibine batmak m ı i stersiniz? Ey insanlar! Allah hakkında sizi sakı ndırıyorum. Kendinizi tehl i­ keye atmayı n," dedi. Kral: " Ey İskender! Sana yazıklar olsun! Bu sihirbaz nasıl olur da tek bir gece içinde seni dalal ete sevk etti. Oysa ben onunla yedi yıldır çetin bir mücadele için deyi m. Buna rağmen bana tesir edemedi," dedi. Kad ı n : "Görmez m i sin ki Allah onu sana galip kıl ıyor, onu sana musallat ediyo r ve her yerde delilleriyle seni alt ediyor," dedi. Bunun üzerine kralın em riyle kadın, daha önce Circis'in asıldığı darağacına asıldı ve Cirds gibi vücudu demir taraklarla tarandı. İşkence ona acı verince C i rcis'e: "Ey Cirds ! Bana dua et ki Allah acımı hafifletsin. Zira çok elem duyuyorum," dedi. Ci rcis : "Yukarıya bak," dedi. Kadın yukarı bakınca gülümsedi. Circis: "Seni gü­ lümseten nedir?" dedi. Kad ın: "Üzerimde iki melek görüyo-

Tdrihu 't-Taberf

40

rum. Ellerinde cennetin ziynetlerinden bir taç vardır. Ruhu­ mun çıkmas ını bekliyorlar. Ruhu m çıkınca onu o taçla taçlan­ dıracaklar ve cen nete götürecekler," dedi. Allah onun ruhunu teslim alınca Circis şöyle yakardı : "Allah'ım! Bununla bana şeh itlerin ecrini vermek için bu imtihanla beni onurlandıran Sensin. Allah'ım dünya sıkıntılarından kurtulacağımı vadetti­ ğin gün bugündür. Senden d ileğim odur ki: Benim ruhumu al­ madan ve bu yerimden ayrılmadan bu kibirlenen kavme, güç yetiremeyecekleri satvet ve intikamını indir ki benim sad rını şifa bulsun ve gözüm aydın olsun. Zira onlar bana çok eziyet [36) verd iler, çok zulmettil er. Allah'ı m ! Yi ne senden diliyorum ki

benden sonra başına gelen bela ve sıkıntılara karşı sana yaka­ ran ve beni anan, ismimi hatırlayan herkesin sıkı ntısını kaldır, ona rahmet et, ona icabet et ve beni onun için şefaatçi kıl." Ci rci's yakarışını bitirir bi tirmez Allah o nların üzeri n e ateş yağdırdı. Ateşin yakmasıyla ve duydukları öfkeyle giderayak Circis'i kılıçla rıyla öldü rdüler. Böylelikle Ci rcis dördün cü kez öldürülmekle Allah'ın vadettiği makam ve m ükafata nail oldu. Şehir içindekilerle yanıp kül olu nca Allah onu altüst ederek yerin dibine batırdı. Uzun süre yerin altından kötü koku lu dumanlar çıktı ve o kokuyu alan şiddetli bir hastalığa yakala­ nıyordu. Ancak bu hastal ı klar b irbirinden farkl ıydı ve birbir­ lerine benzemezdi. Circis'e inanan ve onunla b i rlikte ölenle­ rin sayısı kralın karısından başka otuz dört bin kişiydi. Allah rahmet etsin. * * *

[371

Fars Hükümdarları ve Kaç Yıl Hükmettikleri Tarihin akışını tam olarak zikretmek üzere daha ö nce E r­ deşir Dönemine kadar Fars Beyli kleri, İsrailoğulları, Rumlar ve Araplarda meydana gelen büyük olaylara değinmiştik. * * *

Erdeşir b. Babek ve Krallığı H ristiyanlar ve Tevrat ehlinin görüşüne göre İskender'in Babil ülkesine hükmetmesi üzerinden beş yüz yirmi ü ç yıl,

Tarihu 't-Taberf

41

Mecusilerin görüşüne göre i s e i ki yüz altmış altı y ı l geçtikten sonra Erdeşir b. Babek Şah Melik Hayr b. Sasan Esgar b. Babek b. Sasan b. Babek b. M i hrems b. Sasan b. Behmen b. İsfendiyar b. B iştasb b. Lührasb b. Keyveci b. Keyminuş -bir rivayete göre nesebi şöyledir: Erdeşir b. Babek b. Sasan b. Babek b. Zirar b. B ehafrid b. Sasan Ekber b. Behmen b. İsfendiyar b. B iştasb b. Lührasb- İskender'le savaşan ve iki koruması tarafı ndan öl­ dürülen amcası oğlu Dara b. Dara b. Behmen b. İsfendiyar'ın intikamını almak için Fars diyarında harekete geçti. İddiasına göre amacı, hükümranlığı sahiplerine ve Müluku't-Tavaif (Bey­ likler) döneminden önce ataları ve selefleri hükümdarlık yap­ mış kişilere geri verm ek ve hakimiyeti tek elde toplamaktı. Anlatıldığına göre İ stah r köylerinden Rustak Hayr'daki Tayrude köyünde doğmuştur. Dedesi Sasan şiddet ve satvet sahibi bir kişiydi. O kadar şiddet ve satvet sah ibiydi ki İ s ­ tahr' da savaş e h l i v e cesur seksen kişiyle savaşmış v e onl arı mağlup etmiştir. Eşi de Fars diyarında hükümdarl ı k yapmış bir ailenin kızıydı. Pazernicin olarak tan ınırlardı. Adı Ram­ bihişt idi. Güzel ve olgun bir bayandı. Sasan aynı zamanda İ stah r'daki ateş mabedinden sorumluydu. Enahiz Ateş Evi olarak adlan dırı lıyordu. Avcılık ve binicilik hobil eriydi. Ram- [38] bihişt'in Sasan'dan Babek adında oğlu oldu. Doğduğunda saçı bir karıştan uzundu. Tecrübe sahibi olunca babasından sonra hükü mranlık onun eline geçti ve Erdeşir adında bir oğlu oldu. O sırada İ stahr h ükümdarı, Pazernicin'lerden di. Bana H i şam b. M uhammed' den anlatıldığına göre bu kişinin ad Cüv­ zihr idi. Başka ravilere göre ise adı Cüzihr idi. Onun Tira adın­ da hadım bir adamı vardı. Onu Dara B ecird'de emir yapmıştı. E rdeşir yedi yaşına gel ince babası onu Beyda' da bulunan Cü­ zihr'in yanına götürüp ona tesl i m etti ve onu, Tira'n ı n hima­ yesine vermesini ve o ndan sonra da onun yerine geçmesini s öyledi. Cüzihr b u isteği kabul etti ve bu konuda bir bir yazı yazdı. Ardından onu Tira'n ı n ya nına götürdü. Tira onu hüsnü­ kabul ile ka rşıladı ve evlatlık edindi. Tira ölünce Erdeşir başa geçti. Güzel bir şekilde görevi ni yaptı. Bazı m üneccimlerle kahinler onun doğumunun hayırlı olduğunu ve ül keye hakim

Tôrihu 't-Taberi

42

olacağı nı söyl ediler. Rivayete göre E rdeşir bu bilgiyi tevazu ve süku net içinde telakki etti ve gün geçtikçe daha hayırlı işler yaptı. Rüyasında baş u cunda duran bir meleğin Allah'ın ken­ disine memleketin h ükümranlığını teslim edeceğini, bunun için hazırlık yapmasını bildirdiğini gördü. Uykudan uyanınca buna sevindi ve kendisinde daha önce hissetmediği bir güç ve satvet h issetti. Onun ilk yaptığı iş Dara Becird'de Cubanan adlı bir yere gid ip burada bulunan Fasin adındaki hükümdarı öldürmek oldu. Ardından Kuns adında bir yere gitti ve o rada bulunan Minuşihr adındaki hükümdarı öldürdü. Akabinde Lervir adın­ daki yere gitti ve burada Dara adındaki hükümdarı öldürdü. Bu bölgelere de kend i adamlarını tayin etti. Ardından da ba­ basına yaptıklarını yazdı ve ona Beyda'da bulunan Cüzihr'in üzeri ne gitmesini söyledi. Bu isteğini yerine getirdi. Cüzihr'i öldürüp tacını aldı. Ayrıca Dağlık Bölgenin ve ona bağlı yer­ lerin h ükümdarı E rdevan el-Behl evi'ye yazarak ondan oğlu Sabur'a taç giydirmek için ricada bulu ndu. Bunun üzerine E rdevan ona sert i fadeler kulland ığı bir mektup yazdı. Ayrıca (39] o na, kendisi ve oğlu Erdeşir' in öldürdükleri kimseler konu­

sunda Babek'in memnuniyet duymadığını bildirdi. O s ı ralarda Babek ölü nce oğlu Sahur taç giydi ve babasının yerine geçti. Sahur, E rdeşir'e yazarak ona gitmesini istedi. Ancak E rdeşir bundan imtina etti. Buna öfkelenen Sahur ordusunu topladı ve Erdeşir'in üzerine gitti. İ stah r'dan çıktı ve orada bazı kar­ deşlerini bıraktı. Bazıları yaşça ondan büyüktül er. Onlar top­ _ landılar; tacı ve hükü mdarlık tahtı nı hazırladılar ve hepsi Er­ deşir'e teslim oldular. E rdeşir tacı giydi ve tahta oturdu. İşine azim ve ciddiyetle başladı. Bazı kişilere mertebeler verdi. Eb­ resam b. Rahfer adında bir kişiyi vezir ya ptı . Ona yetki verdi ve işl eri ona tevdi etti. Fahir adı nda bir adamı baş yargıç yaptı. Ancak kardeşl eriyle bazı adamlarının ona ihanet edecekleri­ ni hissetti. Bunun üzerine o nlardan çok sayıda kişiyi öldür­ dü. Ardından Dara Becird halkının ona karşı fitne çıkarmaya çalıştı kları haberini alınca oraya gitti ve bir kısım insanları öldürdükten sonra şehri fethetti. Ardı ndan Kerman'a gitti.

Tdrihu't-Taberf

43

Burayı Bilaş adında bir hükümdar yö netiyordu. İ kisi ş iddetli bir muharebeye tutuştular. Erdeşir bizzat kendisi savaşıyor­ du. Bilaş'ı esir aldı ve şehri kontrol altına aldı. E rdeşir, Erdeşir adını taşıyan kendi oğlunu Kerman'a tayin etti. Fars Denizi sahilinde Ebtenbud adında bir hükü mdar var­ dı. Tazim edil iyor ve ona ibadet ediliyordu. E rdeşir onun üze­ rine gitti ve onu öld ürdü ve kılıcıyla onu i ki parçaya ayırdı. Onun maiyeti nde olanlar da öldürüldü. Onların hazi nelerinin bulun duğu defi neleri çıkarıldı. İ rahsan Kralı Mihrek ve ona tabi olan bazı adamlara yazarak kendisine itaat etmeleri n i is­ tedi. Ancak imtina ettiler. Erdeşir onların üzerine yürüdü ve Mihrek'i öldürdü. Sonra CU.r'a gitti. Orayı kurdu ve orada Tir­ bal adıyla bilinen köşk ile bir ateş mabedi yaptı. Durum böyleyken E rdevan'ın elçisi ona mektup geti rdi. Er­ deşir bunun için insanları topladı ve mektubu onların huzu­ runda okudu. M e ktupta şunlar yazılıydı : "Sen haddini aştın ve ölümünü celbettin. Ey Kürt! Ey Kürtlerin çadırlarında büyütü­ len kişi! Sana o tacı giymeye, istila ettiğin memleketleri işgal etm eye, h ükümdarlarını ve ahalisini mağlup etmeye kim izin verdi? O şehri -Cfir'u kastediyor- sahrada kurmaya kim sana [40] izin verdi? Biz sana izin verirsek uzunluğu on fersah olan sah­ rada bir şehir kur ve ona Ram E rdeşir adını ver." Ayrıca ona Ahvaz Kralı'na emir vererek ken disini bağlı halde ona götür­ mesini emrettiğini bildirdi. E rdeşir ona şöyle yazdı: "Allah bana bu tacı bağışladı, fet­ hettiğim memleketlerin hükü m ranlığını nasip etti. Öldürdü­ ğüm hükümdar ve zorbaları öldürmekte bana yardım etti. Kurmakta olduğum ve Ram Erdeşir ismini verdiğim şehre ge­ lince: Umarım ki sana güç yeti rir ve senin başınla hazinelerini Erdeşir H urre'de kurduğum ateş tapı nağı na gönderirim." Ardından Erdeşir, İstahr'a doğru yola çıktı. Ebresam'ı Er­ deşir H u rre'de halef bıraktı. Çok geçmemişti ki Erdeşir'e Eb­ resam'dan mektup ulaştı. Mektupta Ahvaz Kralı'nın döndüğü ve yenilgiye uğradığı bildiriliyordu. Erdeşir daha sonra İsba­ han üzerine gitti ve hükü mdar Şaz Sabfir'u esir ederek öldür-

Tarihu 't-Taberi

44

dü. Akabinde Fars bölgesine geçti ve Ahvaz H ükümdarı N i ru­ fer'le savaşmak için harekete geçti. Akabinde Ramahürmüz bölgesindeki Recan, Bünyan ve Taşan üzerine gitti. Oradan da Sürrak'a geçti. Oraya varınca adamlarından bir grupla süvari olarak Düceyl Sahiline vardı ve şehri ele geçirdi. Burada Sfı­ ku'l-Ahvaz şehrini kurdu ve Fars bölgesine ganimetlerle döndü. Peşinden buradan ayrılarak Cirih ve Kazeron yoluyla Ahvaz'a döndü. Ahvaz'dan sonra Meysan'a giderek oranın hükümdarı Bendo'yu öldürdü. Burada da Kerh Meysan'ı kurdu. Ardından Fars bölgesine döndü ve Erdevan'a haber göndererek ikilinin savaşacağı bir yer istedi. E rdevan ona haber göndererek ken­ disine: "Seninle H ü rmüzcan sahrasında Mihrimah'ın sonunda buluşalım," dedi. Erdeşir söylediği süreden ö nce sahraya vardı ve orada bir yere kon uşlandı. Konuşlandığı yerin etrafı na hen­ dekler kazdırdı. Burada bulunan bir su kaynağını kontrol etti. Ardından Erdevan da vardı. İ ki taraf savaş için saflar halinde dizildiler. Sabfır b. E rdeşir, E rdeşir'i korumak için ileriye atıldı ve savaş başladı. Sabfır, Erdevan'ın katibi Dara B endaz'ı ken­ di el iyle öldürdü. Bunun üzerine E rdeşir yerinden fırlayarak Erdevan'a saldırdı ve onu öld ürdü. Sabfır'un o rdusunda can kaybı a rttı. Daha sonra ölümden kurtulanlar geri kaçtı. Rivaye­ te göre Erdeşir bineğinden indi ve E rdevan'ın başına ayağıyla bastı. O gün Erdeşir' e "Şahi nşah" adı verildi. (4 1 ]

Erdeşir daha sonra H e medan'a gitti ve o rayı da fethetti. Sonra Dağlık bölgeleri, Azerbaycan, Erminiye ve Musul'u da güç kullanarak ele geçirdi. Ardından M usul'dan hareket ede­ rek Suristan bölgesi üzerine yürüdü. Bu bölge aynı zamanda Sevad bölgesidir. Burayı da ele geçirdi. Burada Dicle ke na­ rında ve Medain şehrinin karş ısı nda Bih E rdeşir adıyla bir şehir kurarak vi layet ha.tine getirdi ve Behü resir, Rfımekan, D erkit Nehri, Kusa ve Cevher Nehrini buraya bağladı. Buraya valiler tayin etti. Akabinde Sevad bölgesinden İ stahr üzerine, İ stahr'dan Sicistan, sonra Cürcan, o radan da Ebrişehr, Merv, B elh, Harezm ve H o rasan bölgesine kadar ilerleyişini sür­ dürdü. Sonra tekrar Merv'e döndü ve burada bazı i nsanları öldürerek başlarını Enahiz Ateş Tapınağına gönderdi. Sonra

Tô.rihu 't-Taberf

45

Merv'den Fars bölgesine geçti ve Cı1r'da konakladı. B urada kendisine Kuşan, Turan ve Mükran hükümdarlarının elçileri gelip bağlılı klarını bildirdiler. Erdeşir buradan Bahreyn'e geç­ ti. Sentark H ükümdarı'nı muhasara etti. Adam s ıkışınca ken­ dini kalenin duvarı üzerinden aşağı attı ve öldü. Buradan da Medain'e geçti. Burada oğlu Sabı1r'a tacını giydirdi. Rivayete göre Erdeşir H u rre'nin yerleşim bölgelerinden Koceran bölgesinde Elar diye adlandırılan bir beldede tazim edilen ve kendisine ibadet edilen bir kraliçe vardı. Onun ha ­ zinesi ve savaşçıları vardı. Erdeşir onun adamlarıyla savaştı ve kraliçeyi öldürdü ve ona ait mal ve hazinelere el koydu. Er­ deşir sekiz şehir kurmuştu. Bun lar: Fars bölgesinde Erdeşir H u rre. Buraya Cı1r da denir. Ram Erdeşir, Riv E rdeşir ve Ah­ vaz'da H ürmüz Erdeşir, o Sı1ku'l-Ahvaz'dır. Sevad bölges inde Medain'in batısında Bih E rdeşir ve Meysan bölgesinde İsta­ baz E rdeşir, o Kenh Meysan'dır. Bahreyn'de Fenyaz Erdeşir. Bu H at şehridir. Musul'da da Buz Erdeşiı: Buna H azze de denir. Rivayete göre Erdeşir harekete geçince Beylikleri n hü- [42] kümdarlarına edebi mektuplar yazmış ve bu mektuplarda kendisine itaat etmelerin i isteyerek bunun gerekçeleri ni an­ latmıştır. Ömrünün sonlarına geldiğinde de kendisinden sonra gelecek olanlara ahdini, hareket tarzını o rtaya koymuştur. Devamlı takdir edilen ve m uzaffer olan, ordusu yen ilmeyen ve sancağı yere düşmeyen bir kimseydi. Ülkesinin etrafındaki hükü mdarları perişan ederek zillete duçar etmiştir. Yeryü­ zünde düşmanlarını bertaraf etmiş, beldeler ve şehirler kur­ muştur. Mertebeler vermiş, imar işlerine çok ö nem vermiştir. Erdevan'ı öld ürdükten sonra hakim iyeti on dört yıl sürmüş­ tür. Bazıları ise şöyle dedi : Onun hakimiyeti o n dört yıl on ay sürmüştür. Hişam b. M uhammed' den bana anlatıldığına göre şöyle de­ miştir: Erdeşir, Farslarla Irak üzerine giderek orayı hakimiye­ ti altına almak isteyince orada Ermenilerin başında Baba' nın bulunduğunu, Erdevanilerin başında da Erdevan'ın bulundu­ ğunu gördü.

46

Tdrihu 't-Taberi H işam dedi: Ermeniler, Sevad bölgesinin N abatileridir. Er­

devaniler ise Şam N abatileridir. Bunlar hakimiyet için birbirleriyle savaşıyorlardı. Ancak iki­ si E rdeşir'e karşı koymak için ittifak ederek dayanışma halin­ de onunla savaştılar. Bir gün biri diğer gün de diğeri ona karşı savaşıyorlardı. Baba'nın savaşma günü olduğunda Erdeşir ona karşı savaşmaktan imtina ederdi. Savaşma sırası Erdevan'da olunca E rdeşir'e karşı savaşmazdı. Erdeşir durumu görünce Erdevan'la baş başa kalmak üzere anlaştı. Anlaşmaya göre Er­ deşir, Baba'ya ve hükümranlığına karışmayacaktı. Erdeşir artık kendisini tamamen Erdevan'la savaşmaya verdi. Çok geçmeden Erdevan'ı öldürdü ve mülküne hakim oldu. Baba da ona itaat etti. Böylece Erdeşir, lrak'a hakim oldu ve orada hüküm süren Beylikler onun hakimiyeti altına girdi. l rak'ta kendisine karşı husumet içinde olanları dize getirdi ve boyun eğdirdi. * * *

Erdeşir, l rak'ı hakimiyeti altına alınca Tenuhiler onun haki­ miyeti altında yaşamayı ve ona boyun eğmeyi hoş görmediler. Bu nedenle Kudaa kabilelerinden Malik b. Amr, Feh m b. Amr, Malik, Züheyr ve diğerleriyle l rak'a yerleşenler buradan ay­ rılarak Şam diyarında bulunan aynı kabilelere iltihak ettiler. Bazı Araplar kendi kavimlerinde birtakım nahoş hareketler(43] de bulununca ya da bulundukları yerde maişet ve geçim dar­

lığına maruz kalıca Irak kırsalına intikal edip Hlre bölgesinde yerleşirlerdi. Bunlar üç gruptu. Bir kısmı Tenuhlu olup bunlar haymelerde kıl ve yünden çadırlarda oturuyor ve Fırat'ın batı­ sında, Hire ile Enhar arasında ikamet ediyorlardı. İ kinci kısım İbadlardır. Bunlar Hire'de ikamet ediyor ve orada evlerini kur­ muşlardı. Üçüncü kısım ise Ahlaf'tan olanlardır. Bunlar da Hi­ re'de ikamet edenlere iltihak ederek onlarla bir arada yaşamış­ lardır. Bunlar yünden yapılan çadırlarda oturan Ten uhilerden olmadıkları gibi Erdeşir'e itaat eden İbadlardan da değillerdir. Hire ve E nhar, N abukadnazar zamanında ku rul muştu. Na­ bukadnazar ölünce Hire'de i kamet edenler E nbar'a geçtiler ve Hire harabe haline geldi. Enhar beş yüz elli sene mamur

Tôrihu 't-Taber/

47

halde kaldı. Bu s ı rada Hire, Amr b. Adi zamanında imar edildi ve bu durum beş yüz otuz küsur yıl devam etti. Bu sırada da Küfe şehri kuruldu ve İ slam'ın yurdu oldu. Amr b. Adi'nin ha­ kimiyeti yüz o n sekiz yıl sürdü. Bu sürenin d o ksan beş senesi Erdevan ve Mül uku't-Tavaif (Beylikler) döneminde geçmiştir. Fars hükümdarları döneminde geçen süre ise yirmi üç yıldır. B u sürenin on dört yıl on ayı Erdeşir b. Babek döneminde, se­ kiz yıl i ki ayı da Sabür b. E rdeşir döneminde geçmiştir.

Erdeşir b. Babek'ten Sonra Farslarda İşbaşına Geçenler E rdeşir b. Babek öldükten sonra Farslarda hüküm ranlık Erdeşir'in oğlu Sabür'a geçti. E rd eşir b. Babek, hükümranlı­ ğı Sabur'a teslim edi nce Beyl iklerin başındakilerin mensup olduğu Eşkanileri öld ürmekte ileri giderek adeta onları yok etti. Bu olayın sebebi E rdeşir b. Babek'in dedesi Sasan b. E r­ deşir b. Behmen b. İsfendiyar el- Ekber'in yaptığı bir yemi n ­ dir. O bir g ü n işbaşına geçtiğinde Eşek b. H arre'nin soyundan kimseyi sağ bırakmayacağına dair yemin etmiş ve kendinden sonra gelenlere de vasiyet ederek işbaşına geçmeleri halin­ de onlardan kimseyi sağ bırakmamalarını istemişti. Onun soyundan ilk h ükmeden kişi Erdeşir b. Babek oldu. E rdeşir, dedesi Sasan'ın bu yemin ve vasiyeti sebebiyle kadın ve erkek hepsini öldürmüş ve onlardan hiç kimseyi sağ bırakmamıştır. Rivayete göre onlardan sadece bir kız kal mıştır. Erdeşir bu kızı Krallık Evinde bulmuş ve onun güzell iği ne hayran olmuş­ tur. Öldürülen h ükümdarın kızı olan bu kıza kimliğini sormuş. Kız, hükümdarın bazı eşlerinin hizmetçisi olduğunu söyleyin­ ce ona bakire mi yoksa dul mu olduğunu sormuş. Kız, bakire olduğunu söylemiş. Bunun üzerine Erdeşir onunla birlikte ol­ muş ve onu kendine eş olarak seçmiştir. Kız, E rdeşlr'den ha­ mile kalmıştır. Ondan hamile kald ığı için kendisine zarar ver­ meyeceğin i düşünerek ona Eşek' in neslinden olduğunu söy­ lemiştir. Bunun üzeri ne Erdeşir ondan nefret etmiş ve ihtiyar bir kişi olan H e rcebza Ebresam'ı çağırdı ve o na, kızın ken di­ sine Eşek'in neslinden olduğunu itiraf ettiğini anlattı ve şöyle dedi: "Onu çok sevmeme rağmen dedemiz Sasan'ın vas iyetini

[44]

Tô.rihu 't-Taberf

48

yerine getirmek b izim için ö ncelikli b i r konudur. Bu nedenle onu götü r ve öldür." İ htiyar adam onu öldürmeye götürünce kadın ona hamile olduğunu söyledi. Bunun üzerine onu ebe­ l ere götürdü. Ebeler onun hamile o lduğunu söylediler. Adam, kad ını yerin altında bir menfeze yerleştirdi. Daha sonra kendi uzvunu kesti ve b i r kutuya koyarak o n u mühürledi. Ardı ndan da hükümdarı n yanına döndü. H ükümdar ona: "Ne yaptın?" d iye sordu. Adam: "Onu yerin altına koydum," dedi ve kutuyu hükümdara vererek kendi mührüyle onu m ü hürlemesini ve kasalarından birine koymasını söyledi. H ü kümdar bu talebi yeri ne getirdi. Kadın, i htiyar adamın yanında kal d ı ve b i r oğ­ lan dünyaya getirdi. İ htiyar adam h ükümdarın b ilgisi dışında oğluna isim vermeyi uygun görmedi. Ayn ı şekilde çocuk yetiş[45] meden, edep ve eğitimini tamamlamadan hakkında babasına

bi lgi vermeyi de uygun görmedi. İ htiyar adam, doğduğunda çocuğun ölçülerini almış ve onun falına baktırmıştı. O n u n h ükümdar olacağını öğrenmişti. B u sebeple ona i s i m v e sıfat anlamında bir isim verdi. Babası ondan haberdar o lduğunda ismini değiştirebileceğin i düşünerek o na, h ükümdarın oğlu anlamında Şahbur adını verdi. Bu isim ilk defa bir çocuğa veril m iş oldu. Arapça a nlamı, E rdeşir' in oğlu olan tecrübeli askerdir. Bazılarına göre de adam ona " E şehbur" adı n ı ver­ di. Arapça anlamı, oğlanın anasının soyundan geldiği Eşek'in oğlu anlamındadır. * * *

Erdeşir, uzun bir zaman geçmesine rağmen ç ocuğu olmadı. Çocuğun hamisi o lan emin ihtiyar, E rd eşir'in yanına gitti. Onu hüzünlü gördü. Ona: " Ey hükümdar! Seni üzen nedir?" dedi. Erdeşir: " N asıl üzülmeyeyim? Ben doğuda ve batıda kılıç sal­ ladım; emelime ulaştım ve atalarımın mülkü tekrar bana dön­ dü. Ancak ö leceğim ve bu dünyada bir halefi m olmayacak! " dedi. İhtiyar adam: "Ey h ükümdar! Allah seni sevindirsin ve sana uzun ö mürler versin. Benim yanımda senin güzel ve en­ fes bir oğl u n var. Sana emanet ettiğim ve senin kendi müh­ rünle m üh ürlediğin paketin getirilmesini söyle. Sana bunun delilini göstereceğim," dedi.

Tcirihu 't-Taberi

49

Bunun üzerine E rdeşir paketin getirilmesini istedi. Paket­ teki mührüne baktı ve mühü rdeki nakışlara baktı. Sonra pa­ keti çözdü. İ çinde adamın uzvu ile bir yazı vardı. Yazıda şunlar vardı: " H ükümdar Erdeşir'den hamile kalan Eşek'in kızını öl­ dürmemiz emredilince onu m uayene ettirdik. Hamile olduğu anlaşılınca güzel h ükü mdarın mahsulünü yok etmeyi uygun görmedik. Bu sebeple hükümdarı m ızın em rettiği gibi kadını yerin altında koruma altına aldık. Kendimizi d e her türlü ş üp­ heden korumayı gerekli gördük. Böylece hiç kimsenin fitne ve dedikodusuna mahal bırakmadık ve kaybolan hakkı koru­ mayı düşündük. Böylelikle de hak sahibine döndü. Bu tespit falan yılda ve filan saatte yapılmıştır." E rdeşir ona, oğlanla aynı boy ve biçimde olan akran ve denkl erinden yüz -bazıla­ rına göre de bin- erkek çocuk arasında getirmesini emretti. Boyları, kıyafet ve yetişme tarzları da aynı olmak üzere hu­ zuruna getirmesini istedi. Yaşlı adam bu isteği yerine getirdi. Erdeşir, hiçbir işaret ve telkine gerek duymadan huzuruna çıkarılan çocuklar içinden kendi oğlunu seçebildi. Ardından emir vererek eyvana getirildiler; her birine birer çevgan ve- (46] rilerek top oynadılar. E rdeşir de d ivanda taht üzerinde onları seyrediyo rdu. Oyun s ırası nda top divana girdi. Çocuklar içinde Sabfır'dan başkası divana girme cesareti gösteren ol madı. Sabfır divana girdi. E rdeşir bundan hareketle bu çocuğun kendi oğlu olduğunu anladı. N iteki m onu görür görmez ruhu kendisine meyletmişti. Erdeşir Farsça ona: "Adın nedi r?" dedi. Çocuk: "Şahbfır;" diye cevap verdi. Erdeşir: "Şahbur!" Erdeşir çocuğun kendi oğl u olduğunu anlayınca kendinden sonrası için ona taç giyd irdi. Aslında Sahur henüz hükümdar olmadan ve daha baba­ s ı hayattayken akıl, fazilet ve b ilgi olarak ve satvet, belagat, halka merhamet ve ince ruh meziyetleriyle Farslar tarafında tanınmış ve denenmişti. Taç giyince büyükler yanında toplan­ dılar ve uzun ömürlü olmasını diledil er. Ayrıca babasını çokça andılar ve faziletleri ni sayıp durd ular. E rd eşir onlara: " Baba­ mı anmanız kadar ihsanımı gerektirecek başka bir davranış olamaz," diye söyledi ve onlara iyi lik vadetti.

50

Tôrihu 't-Taberf Sonra emir vererek hazinelerden olabildiğince insanlara

harcanmasını emretti ve ileri gelen, asker ve ihtiyaç sahiple­ rinden hak edenlere ödemelerde bulundu. Vilayet ve bölge­ lerde bulunan valilerine de ellerinde bulunan mallardan aynı ş e kilde harcam alarını istedi. Onun ikram ve i hsanları yakın, uzak, asil, basit, özel ve genel herkese ulaştı ve geçimleri ko­ laylaştı. Ayrıca onlar için seçkin valiler tayin etti. Valileri ve halkı sıkı bir şekilde m u rakabe etti. Onun yönetme tarzının üstünlüğü herkesçe anlaşıldı, sesi en uzaklara kadar ulaştı ve bütün hükümdarları geçti. Rivayete göre hakim iyetinin on birinci yılında Nusaybi n'e giderek o rada bulunan Rum askerlerini muhasara etti. B u sı­ rada da H o rasan tarafında onun gidişini gerektiren işler sebe­ biyle o raya gitti ve işleri yoluna koyduktan sonra tekrar N u­ saybin'e döndü. Ravilerin an lattığına göre şehrin surları nda çatlaklar o luştu ve açılan b i r gedikten şehre girdi. Şehirdeki savaşçıları öldürdü, geri kalanları esir aldı ve Kayser'e ait o ra(47) da bulunan büyük malları ele geçirdi. Oradan da Şam ve Rum

diyarına geçti ve orada b i rçok şehri fethetti. Anlatı ldığına göre fethettiği yerler arasında Kahlkıyye ve Kazfıkıyye de vardı. Ayrıca Antakya'da Eryanus adında bir Rum h ü kü m darı nı m uhasara etti ve onu esir alarak ma­ iyetindeki çok sayıda insanla o nları o radan naklederek Cün­ d isabfır'a yerl eştirdi. Yine anlatılır ki E rdeşir, Eryanus'u genişliği bin arş ı n ol­ mak üzere Tuster şadırvanını2 0 yapmakla görevlendirmiştir. Adam Ru m diyarından getirdiği kişilerle bu i ş i yaptı. Şadır­ vanı tamamladıktan sonra Sabür'u onu s erbest b ırakması için görevlendirdi. N akledildiğine göre o nu, büyük mali fidye karşılığında ve burnunu kestikten sonra serbest bıraktı. Bir görüşe göre de onu serbest bıraktı. * * *

20 Şadırvan kelimesi Farsçada sultanların dinlenmek üzere yaptırdığı gölge­ lik anlamındadır (ed.).

Tô.rihu 't-Taberf

51

Dicle ve Fırat arasında Tikrit' in karşısı nda Hadr adında bir şehir vardı. Burada Ceramika'dan Satırı1n adında b i r hü­ kümdar vardı. Ebu Davud el- Eyadi onun hakkın şu beyti dile getirmiştir: Görüyorum ki ölüm, Hadrilerin büyüğü Scitırun üzerine inivermiş­ tir. Araplar ona Dayzen adını vermişlerdir. Bir rivayete göre de Day­ zen, Bdcerma halkındandır. H işam b. e l - Kelbi'nin rivayetine göre bu zat, Kudaa Arap­ larından Dayzen b. M uaviye b. el-Abid b. el- Ecram b. Amr b. en-Neha' b. Selih b. H u lvan b. İ m ran b. İ t haf b. Kudaa'dır. An­ nesi Tezid b. H ulvan'dan olup adı Ceyhele'dir. O annesine nis­ pet edilirdi. Rivayete göre Cezire topraklarına hakim o lmuş ve Beni Abid b. Ecram ve Kudaa kab ilelerinden çok sayıda in­ san ona tabi olmuştur. Onun mülkü Şam'a kadar genişlemiştir. H atta Sahur b. E rdeşir bir m üddet H o rasan bölgesine gidip uzaklaşınca Dayzen, Sevad bölgesinin etrafını ele geçirmişti. Dönünce ona bu durum haber verildi. Bunun hakkında Amr b. İlt b. Cüdi b. D eha' b. Cüşem b. H ulvan b. İ mran b. el-Hafı b. (48] Kudaa şöyle dedi: Onları İldf'tan bir topluluk olarak karşıladık. Hem de güçlü ve kavi erkek a tlarla! Farslılar bizim azabımızı öyle tattılar ki Şehrezor'un büyüklerini yok edercesine öldürdük. Uzaktan Acemlerin üzerine süratle gittik. Hem de Cezire kadar a teşli bir topluluk h dlinde. Dayzen'in yaptıkları Sabur'a haber verilince Sahur sefere çıktı ve Dayzen'in kalesinin ya nında konakladı. Dayzen, kale­ de korunmaya çalıştı. İbnü' l - Kelbi'nin anlattığına göre Sahur, dört yıl boyunca kal eyi m uhasara etti. Ancak, ne kaleyi yıka­ bildi ne de Dayzen'e ulaşabildi. A'şa M eymun b. Kays ise şi irinde Sabur'un iki yıl kuşatmayı sürdürdüğünü söyl edi. A'şa der ki: Hadrileri görmez misin ? Onlar nimet içinde idiler. Ne var ki nimet ehli de ebedi değildir.

Tdrihu 't-Taberi

52

Şahbur orada askerleriyle iki yıl bekledi. Adeta gelişleri burada ikamete dönüştü. Rabbi onun gücüne güç katmadı. Civarında olanların benzerleri burada ikamet edici değildir. Rabbi onun yaptıklarını görünce ona gece vakti geldi ve intikam almadı. O kavmine bir çağrı yapmıştı da çağrısında: İşiniz için toplanın. Zira bu iş bitirilmiştir. Kılıçlarınız/a şerefli bir şekilde ölün. Zira görüyorum ki ölümün meşakkatini yüklenen/er yüklenebiliyor. * * *

Öte yandan Dayzen'in Nadire adında bir kızı vardı. Adet hali [49) gelince adet olduğu üzere şehrin kenar mahallesine çıkarıldı.

Kız zamanının en güzel kızlarından bi riydi . Sahur da zamanı­ nın en yakışıklı erkeklerindendi. Sahur, N adire ile birbirlerini görü nce birbirlerine aşık oldular. N adire ona: "Bu şehrin sur­ larını nasıl yıkabileceğini ve babamı nasıl öldüreceğini sana bildirsem bana n e vereceksin?" diye sordu. Sahur: " H üküm senindir. Seni kadınlarım dan üstün tutacağım ve benim nez­ dimde senin yerin özel olacak," dedi. Kız: " Kül renkli ve boynu halkalı bir güvercin bul. Onun ayağın a, maviye çalan esmer bir kızın hayız kanından yaz ve onu sal. Güvercin kalenin du­ varlarına konduğunda şehir karışacak. Şehrin tılsımı budur. Bundan başka hiçbir şey onu yıkmaz," dedi. Sahur bunu yap­ tı ve onlara karşı hazırlık yaptı. Ayrıca kız: "Ben muhafızlara şarap içireceğim. On lar sarhoş olunca onları öldür ve şehre gir," dedi. Sahur bunları yaptı. Şehir karıştı. Sahur şehre güç kullanarak girdi ve D ayzen'i öldürdü. Onunla olan Kudaa hal­ kı yok edilerek onlardan günümüze kadar gelen bir nesilleri kalmadı. B eni Hulvan'dan bazı kabileler de saldırılara maruz kalarak yok edildil er. Dayzen'le birlikte olan Amr b. İlle şu be­ yitleri dile getirdi: Benf Abid'in büyüklerinin başına gelen lerin haberleri yayıldığı halde bu haberler sen hiç üzmedi mi? Dayzen 'in ve kardeşlerinin öldürülmesinin yanında birliklerin ce­ sur ve kahramanları da öldürüldü.

53

Tarihu 't-Taberf

Sahur onların üzerine sırtı örtülmüş fillerle ve cesur askerleriyle geldi. O kalenin sağlam temellerini yıktı. Hem de yapı taşları demir par­ çalarıydı. Sahur şehri harap etti ve Dayzen'in kızı N adire'yi yanına aldı. Aynu't-Temr'de onun düğününü yaptı. Rivayete göre yata­ ğının sertliğinden gece boyunca kıvrandı durdu. Oysa yatak ko­ zayla doldurulmuş ipektendi. Ona batan ve rahatsız edenin ne [50] olduğuna bakıldı. Bir ağaç yaprağının karın derisinin kıvrımları arasına girdiği görüldü. Onu inciten oydu. Ravi dedi : Teninin şeffaflığından dolayı beyni görülebiliyordu. Sabur ona: "Baban seni neyle besliyordu?" dedi. Nadire: "Tere yağı, beyin, halis bal ve şarap ile besliyordu," diye cevap verdi. Sahur: "Yemin ederim ki ben sana babandan daha yakınım;· dedi. Ardından da verdiği emirle bir adam asi bir ata bindi ve Nadire'nin saç örgülerini atın kuyruğuna bağladıktan sonra atı koşturdu ve vücudunu parçaladı. Şair bu konuya şöyle değinmiştir: Kale artık Nadire'yi barındırmamaktadır. Baharda yeşeren müm­ bityerler ve Sersar Vadisinin yanları da. Şairler şiirlerinde Dayzen'i çok anmışlardır. Adi b. Zeyd onun hakkında şöyle demiştir: Hadr'ın kardeşi o konağı inşa etmişti. Dicle ve Habur'un haracı da ona verilirdi. Onu mermerden yapmış ve harcını kireçle yoğurm uştu. Onun zir­ velerinde kuşların yuvaları vardır. Ölüm endişesi ondan korkmadı. Hakimiyeti yok oldu ve kapısı metruk kaldı. Rivayete göre Sabur, M eysan'da Şaz Sabur'u kurdu. Nabati dilinde Reyma adıyla bilinmektedir. * * *

Sahur döneminde Zındık Mani ortaya çıktı. Rivayet edildi­ ğine göre Sahur, Cündisabur'u kuracağı mekana gidince orada Bil isminde bir ihtiyara rast geldi. Ona: "Burada şehir kurmak uygun olur mu?" diye sordu. Bil ona: " Bu yaşımda yazmayı öğ­ renebilirsem bu yerde de şehir kurmak uygun olur," diye cevap

54

Tôrihu 't-Taberf

verdi. Sabur ona: "imkansız gördüğün her iki konu da gerçek­ leşsin," diye karşılık verdi. Ardından şehrin planını çizdi ve Bil'i de bir öğretmene teslim etti. Bir yıl içinde ona yazmayı ve hesap yapmayı öğretmesini emretti. Öğretmen o nunla baş başa kaldı ve onlarla meşgul olmaması için saç ve sakalını keserek ciddi [5 1 ) bir şekilde eğitimine başladı. Eğitimi bitince maharet sahibi bir

kişi olarak Sabur'un yanına götürdü. Sabur ona şehrin harca­ malarıyla hesap işlerini verdi. Sa bur şehrin planını çizdi ve ona Bihe' Zendiyu Sahur adını verdi. Anlamı ise ''.Antakya'dan gü­ zel"dir. Ahvaz halkı, şehrin kurulmasında sorumluluk alan " Bil" adıyla şehri anarlar: Sabur ölmek üzereyken oğlu H ü rmüz'ü hü­ kümdar yaptı ve vasiyetiyle amel etmesini emretti. Sabur'un hükü m ranlık yıllarında ihtilaf edilmiştir. Bazıla­ rına göre bu süre otuz yıl, o n beş gündür. Bazılarına göre de otuz bir yıl, altı ay, on dokuz gündür. * * *

Hürmüz b. Sahur Sahur b. E rdeşir b. Babek'ten sonra oğlu H ürmüz hüküm­ dar oldu. Cesur lakabıyla anıl ırdı. Yaratılışı ve fiziki yapısıyla Erdeşir'e benzem ekle beraber görüşü ve i daresi yönünden E rdeşir'e ulaşmazdı. Ancak satveti, cesareti ve iri yapısıyla göz doldururdu. Rivayete göre annesi, Erdeşir'in Erdeşir H u rre'de öldü r­ düğü hükümdarın kızıdır. M üneccimler Erdeşir'e Mihrek'in neslinden çıkacak birinin hükümdar olacağını bildirmişler­ di. Bunun üzerine E rdeşir, Mihrek'in nesli nden ola nları takip ederek onları öld ürdü. Hü rmüz'ün annesi olacak kızı ise kaçıp kurtulmuştu. Kız akıl, güzel lik olgunluk ve kuvvetli bir yara­ tılışa sahipti. Kırsal bölgede saklanarak bir çobana sığınmıştı. Bir gün Sahur ava çıkmıştı. Av aramakta çok vakit kaybedince çok susadı. Kızın sığındığı kıl çadırları ona görününce o raya yö neldi. Ancak, çobanlar yoktu. Su isteyince H ü rmüz'ün an­ nesi olacak kız ona su verdi. Sahur, kızda fevka lade bir güzel­ lik, harika bir endam ve güzel bir yüz gördü. Çok geçmeden çobanlar geldi. Sahur kızı onlardan sordu. Onlardan biri onu

Tdrihu't-Taberf

55

kendi kızı olarak tanıttı. Sahur ondan kızı i stedi. Adam o na yardımcı oldu. Sahur kızı aldı ve konağına götürdü. Sonra emir vererek bakımının yapılmasını i stedi. Kız temizlendi, giyd irildi ve ziynet eşyasıyla süslendi. Sonra onunla birlikte olmak istedi. Ancak onunla muradına ermek istediğinde kız imtina ediyor ve kendi araları ndaki çekişmede kızın güçlü b i r şekilde ona karşı koyduğunu görüyordu. S abur gücüne hayret etmişti. Bu hal uzayınca Sahur durumun garabetini a nlaya­ madı. Durumu araştırın ca kız ona Mihrek'in kızı olduğunu iti- [52] raf etti. Kendi yaptıklarının ise babasının neslini Erdeşir' den korumaya matuf olduğunu söyledi. Bunun üzerine Sa bur ona kimliğini gizleyeceği ni vadederek mukabilinde de onunla b i r­ l i kte olmak istedi. Sahur onunla birlikte oldu ve hamile kalan kız H ü rmüz'ü dünyaya getirdi. H ürmüz ve annesi hakkındaki sırrı da ancak yıllar geçtikten sonra i fşa etti. Bir gün E rdeşir atına binip bir iş için Sabur'un evine gitti. Ansızın Sabur'un evine gi rdi. E rdeşir oturu rken boy atıp bü­ yümüş olan H ürmüz elinde bir çevgan olduğu halde ve topun arkasından koştururken naralar atıyord u. E rdeşir' in gözü ona ilişince onu tanımadı. Ancak kendileriyle olan benzerlikleri gözünden kaçmadı; zira E rdeşir ailesindeki l iderlik vasıfları herkes tarafından fark ediliyordu. Bu özellikler; yüz güzel­ l iği, i ri yapılı oluşları ve fiziki yapılarındaki onlara özgü hu­ susiyetl erdir. Erdeşir onu yakın laştırdı ve Sabu r'a onun kim olduğunu sordu. Sahur hatas ını itiraf edercesine özür diledi ve babasına olayın iç yüzünü anlattı. Babası duruma sevindi ve Sabur'a müneccimlerin Mihrek'in evlatları hakkı nda söy­ l ediklerinin böylelikle gerçekleştiğini ve söyled ikleriyle H ü r­ müz'ü kastetm iş olduklarını söyledi. Zira anne tarafıyla Mih­ rek'e dayanıyordu. Bu durum içindeki vehim ve tereddütleri giderdiğini de ifade etti. Erdeşir ölünce ve hakimiyet Sabur'a geçince Hü rmüz'ü Ho­ rasan val iliğine tayin etti. Hürmüz oraya gitti ve görevlerini icra etmeye başladı. Etrafında bulunan hükümdarları berta­ raf etti ve gücünü gösterdi. Ancak, jurnalciler onun aleyhinde Sabur'a laf taşıdılar ve ken disine emir verdiği takdirde sö-

Tii rihu 't-Taberi

56

zünü dinlemeyeceği imasında bulundular. Hatta m ülk konu­ sunda ona şantaj yapabileceğini söylediler. H ürmüz'e d e bu kon uda haberler ulaştırılıyordu. Rivayete göre H ürmüz kendi kendine düşündü ve kendi elini keserek ve çürümemesi için üstüne koruyucu maddelerle temiz bir kumaş parçasına sa­ rıp bir heybe içinde babasına gönderdi ve onunla beraber bir mektup yazdı. M ektupta bu yaptığını n töhmeti defetmeye matuf olduğunu bildirdi. N itekim o nların kanununda sakatlı ­ ğ ı bulunanın h ükümdar olamayacağı hükm ü vardı. Mektup ve kesilen el, Sabur'a ulaşınca Sabur'un kalbi üzüntüden adeta parçalandı ve üzüntüsünü bildiren cevabi bir mektup yazdı ve teessüflerini bildirdi. Ayrıca o na, vücudundaki organların hepsini kesse de hiç kimseyi o na tercih etmeyeceğini bildi rdi ve n itekim de o n u hükümdar yaptı. * * *

(53)

Rivayete göre H ürmüz taç giydiği zaman kavminin ileri gelenleri h uzuruna çıkıp ona dua ettiler. Kendisi de onlara güzel bir konuşma yaptı. Onlar onun doğru sözlü olduğu n u gördüler. H ürmüz, milletini güzel yönetti v e insanlar arasında adaletle hükmetti. Atalarının yolundan gitti ve Ram H ürmüz şehrini kurd u. H ürmüz bir yıl o n gün işbaşında kaldı. * * *

Behram b. Hürmüz Hürmüz'den sonra oğlu Behram b. H ü rmüz b. Sabur b. Er­ deşir b. Babek hükümdar oldu. Behram Sahur b. Erdeşir, H ür­ müz b. Sahur ve Behram b. H ürm üz'ün amillerinden biri de, Amr b. Adi b. Nasr b. Rebia'nın ölümünden sonra Rebia ve Mu­ dar ile I rak, Hicaz ve Cezire bölgesine vali tayin edilen ve İ m ­ ruülkays diye bilinen A m r b . Adi'nin oğludur. N a s r b. Rebia' dan olan hükümdarlar ve Fars hükümdarlarının amilleri arasında H ristiyanlığı kabul eden ilk kişidir: Hişam b. Muhammed'in an­ lattığına göre görevinde yüz on dört yıl kalmıştır: Sahur b. Er­ deşir döneminde yirmi üç yıl bir ay, Hürmüz döneminde bir yıl

Tarihu't-Taberl

57

on gün, Behram b. H ü rmüz döneminde üç yıl, üç ay, üç gün, Beh­ ram b. Behram döneminde de on sekiz yıl işbaşında kalmıştır. Rivayet edildiğine göre B ehram b. H ürmüz hilim ve te­ enni sahibi bir zattı. İ nsanlar onu hükümdarlığı döneminde iyimser oldular. O da raiyesini iyi idare etti. Siyasette ataları­ nın izinden gitti. Rivayete göre Zındık Mani onu dinine davet edince onun davetini teenniyle karşıladı ve onu araştırdı. Onu şeytana davet eden bir kişi olduğunu görünce öldürülmesini ve derisinin yüzülerek saman doldurulup Cündisabfir şehri­ nin kapılarından birine asılmasını emretti. Mani'nin asıldığı bu kapı Mani Kapısı olarak anıldı. Onun adamları ve dinine girenler de öldürüldü. Rivayete göre Behra m'ın hakimiyeti ü ç yıl, üç ay, üç gün sürmüştü r. * * *

Behram b. Behram b. Hürmüz Behram'dan sonra oğlu Behram hükü m dar oldu. Rivayete [ 54] göre idare işlerine vakıf bir kimseydi . Taç giydiğinde büyükl er atalarına dua ettikleri gibi ona da dua ettiler. O da onlara güzel bir cevabi konuşma yaptı. Onları güzel yönetti. Şöyle diyordu : "Zaman bize yardım ederse b u n a şükredeceğiz. D urum farklı olu rsa kısmete razı olu ruz." İ şbaşında kaldığı süre hakkı nda ihtilaf vardır. Bazı ları na göre on sekiz, bazılarına göre de on yedi yıl hüküm sürmüştür. * * *

Şahinşah b. Behram Behram'dan sonra Şahinşah b. Behram başa geçti. Taç gi­ yince büyükler yanında topl anarak hükümdarlığı nın bereket­ li olmasını ve uzun ö mürlü olması için dua etti ler. O da onlara en güzel ifadelerle karşılık verdi. Hükümdar olmadan önce Sicistan valisiyd i. Dört yıl h ükü m sürmüştür. * * *

Tdrihu 't-Taberf

58

Nersi b. Behram Şahinşah'tan sonra N ersi b. Behram hükümdar oldu. Üçün­ cü Behram'ın kardeşidir. Taç giyd iğinde eşraf ve i leri gelenler h uzuruna çıkıp kendisine dua ettiler. O da onlara hayır vadetti ve kendisine görevinde yardımcı olmalarını istedi. Onlara adil davrandı. H ükümdar olduğu gün: "Allah'ın b ize verdiği nimet­ lere şükretmeyi ihmal etmeyeceğiz," dedi. Dokuz yıl işbaşında kalmıştır. * * *

Hürmüz b. Nersi Ondan sonra H ürmüz b. Nersi b. Behram b. H ürmüz b. Sabur b. Erdeşir hükümdar oldu. İ nsanlar ondan usanmış ve kabalığı ve ş iddetinden rahatsız olmuşlardı. Bu sebeple rai [55] yesine, idaresine karşı duydukları endişelerini anladığını ve

şiddet ve kabalığa meyilli eğilimlerinin yerini i ncelik ve za­ rafetin alacağını söyledi. N itekim en ince siyaset yöntemiyle onları yönetti ve en adil şekilde davrandı. Zayıfların canlanıp güçlenmesine, memleketin i marına ve halka adaletle muame­ le etmeye fazlasıyla düşkündü. Öldüğünde evladı yoktu. Bu durum halka güç geldi. Ona olan s empatileri sebebiyle kadın­ ları hakkı nda sordular. Onlara kadı nlarından b irinin hamile olduğu bilgisi veri ldi. Bazı rivayetl ere göre H ü rmüz annesinin karnındakine velayeti m i ras bırakmıştır. Hamile olan eş bir süre sonra Sahur Zü'l- Ektaf'ı doğurdu. Bazı rivayetlere göre H ü rmüz'ün hükümdarlığı altı sene beş ay sürmüştü r. Başka bir rivayete göre de bu süre yedi yıl beş ayd ır. * * *

Sahur Zü'I-Ektaf Sabur Zü'l-Ektaf b. H ü rnüz b. Tersi b. Behram b. Behram b. H ü rmüz b. Sabür b. Erdeşir babas ının vasiyeti üzerine hü­ kümdar olarak doğdu. İ nsanlar doğumuna sevindiler ve do­ ğum haberini dü nyaya ilan ettiler. Bu maksatla mektuplar yazdılar, uzak ve yakın yerle�e postalar gönderdiler. Vezir ve

Tfırihu't-Taberi

59

katipler babası döneminde icra ettikleri işlerini yürütmeye devam ettiler. Bu işlerini hiç aksatmadılar. N e zaman ki ha­ ber yayıldı ve Fars ülkesi n in civar bölgelerinde Fars h üküm­ darlarının olmadığı, sonunun ne olacağı henüz belli olmayan beşikteki b i r çocuğu bekledikl e ri haberi yayıldı, işte o zaman Türkler ve Rumlar o nların ülkesine göz diktiler. Arap diyarı Fars ülkesine en yakın meml eketlerdi. Aynı za­ manda kötü durumları ve dar geçimler yüzünden Farsların ülkesinden ve yaşam maddelerinden yararlanma hususun­ da herkesten daha çok ihtiyaçları vardı. Onlardan büyük bir topluluk Abdi Kays ülkesi, Bah reyn ve Kazima tarafından de­ niz yoluyla Ebrişehr, E rdeşir H u rre ve Fars diyarı sahillerine akın ettiler ve bu bölgelerin halklarına hayvanları, ekinleri ve geçi mleri üzerinde baskın geldiler. Ayrıca buralarda fesat çı­ kardılar. Buna rağmen bu minval üzere kaldılar ve Farslardan hiç kimse onlara karşı savaşmadı. Zira hükü mdarlık tacı nı bir çocuğa verd iler. İ nsanlar ona mehabet duymuyorlardı. Bu du­ rum Sabfır boy atıp büyüyünceye kadar devam etti. Büyüyünce ilk yaptığı iş ve o rtaya koyduğu anlayış onun bir gece vakti [56] bulunduğu Taysabfın'daki hükümdarlık kasrında seher vakti i nsan ların gürültüsü sebebiyle uyandı. Gürültünün sebebini sorunca ona: " Dicle N ehri üzerinde giden ve gelen insanların gürültüsüdür," dedi. Bu yüzden başka bir köprü yapılmasını emretti. Böylece biri gidenler diğeri de gelenler için olmak üzere iki geçiş yeri olacak ve insanlar üzerinde seyrederken izdihama düşmeyecekler. Bu sebeple insanlar, yaşının küçük­ lüğüne rağmen Sabfır'un zeka ve dirayetine hayran kaldılar. Verdiği emir üzerine güneş batmadan mevcut köprünün ya­ nında bir köprü daha kuruldu. Böylece insanlar köprü üzerinde oluşan izdiham sebebiyle kendilerini tehlikeye atmaktan kurtuldular. Başkalarının uzun bir zamanda gerçekleştirdiğini bir genç bir günde gerçekleştirdi. Vezir ve kati pler Sabur'a peş peşe meseleleri arz ediyor­ lardı. Ona arz edilen meselelerde biri de sınır boylarında bu­ lunan ve düşman karşısında konuşlanan askerlerin durumu oldu. Gelen haberler onların kuralları ihlal ettikleri yönün-

Tii rihu 't-Taberf

60

deydi. H atta bu duru m abartılarak anlatılıyordu. Sahur onla­ ra: " B u meseleyi çok büyütmeyin. Bu meselenin çözümü ko­ laydır," dedi ve o n oktalardaki askerlerin tümüne mektuplar yazılmasını emretti. Mektuplarda askerlerin h izmet ifa ettik­ l eri yerlerdeki bekleyişlerinin uzadığı, yakınları ve kardeşle­ rinden uzak kaldıkları, dileyenlerin daha fazla kalabilecekleri ve bundan dolayı takdir edilecekleri ve ihtiyaç duydukları za­ man memleketlerine ve ailelerine gidebilecekleri yazıldı. Vezirler Sabfir'un bu sözlerini duyunca bunu benimsediler ve şöyle dediler: "Bir insan çok tecrübeli olsa ve uzun süre as­ keri siyaset ve idarenin pratiğiyle meşgul olsa an cak bu kadar mantıklı ve sağlıklı bir görüşe sahip olabilir." Ard ından insanlarını güzel idare etmekteki ve düşmanla­ rını bertaraf etmekteki başarılarına dair haberler peş p eşe sınır bölgel erine ve diğer memleketlere ulaşmaya başladı. On altı yaşına gelip de silah taşıyabildiği, atlara binebildiği ve ke­ mikleri nin güçlendiği çağa gel ince kavminin ileri gelenleriyle o rdunun kumandanlarını topladı ve onlara hitapta bulundu. Konuşmasında ataları vesilesiyle Allah'ın ona ve onlara olan nimetlerini hatırlattı ve yaşattıkları adap ve adetleriyle düş­ man larını bertaraf etmelerini, çocukluk döneminde işlerin [57] bozulması

hakkında değerlendirmelerde bulundu. Ayrıca

onlara, memleketi savunmak için çalışmaya başlayacağını ve bazı düşmanlara karşı sefere çıkmayı düşündüğünü ve bunun için b i n savaşçıyla çıkacağını bildirdi. Bunun üzerine hazır bulunanlar ona teşekkür ve dua ettiler ve yerinde durup ko ­ m utan ve askerleri düşündüğü sefere göndermesini istediler. Ancak o yerinde durmayı reddetti. Onlar, zi krettiğinden daha fazla askerle çıkmas ını istediler. Ancak onu reddetti ve asker­ lerinin kahraman ve güçlülerinden b i n kişiyi seçti ve onlardan tali matları doğrultus unda hareket etmelerini i stedi. Onlara, karşılaştıkları Araplara karşı kayıtsız kalmamalarını ve mal ele geçirme hevesine kapılmamaları n ı hatırlattı. Ardından on­ larla sefere çıktı ve Fars diyarına akın eden Arapları gafil avla­ yarak alabildiğine öldürdü ve esir aldı. Kaçabilenler de kaçtı. Sonra askerleriyle denizde seyrederek H at bölgesine vardı ve

Tarihu't-Taberf

61

Bahreyn'e ulaşarak o ranın ahalisini fidye veya ganimete iltifat etmeyerek katletti. Sonra yoluna devam ederek H ecer'e u laştı. Burada Temim, Bekir b. Vail ve Abdi Kays Arapları vardı. Onlara katliam yaptı ve o kadar kan akıttı ki adeta sel gibi kan aktı. O nlardan kaçabilenler, dağda hiçbir mağara nın, denizde de h içbir adanın kendilerini Sabur'dan kurtaramayacağını düşünüyorlardı. Sonra Abdi Kays b ölgesine yönelerek kumluk yörelere kaçanlar dışında insanlarını adeta yok etti. Akabinde Yemame'ye yöneldi ve o rada da aynı katliamı yaptı. Arap diya rında rast geldiği su kaynakları n ı gömdü ve karşılaştığı kuyuları toprakla doldurdu. Sonra şehrin yakınına kadar so­ kularak Araplardan gördüklerini öldürdü veya esir aldı. Sonra Fars ülkesiyle Şam diyarındaki Rum yöreleri arasında kalan Bekir ve Tağlib d iyarına yöneldi ve burada b ulduğu Arapları öldürdü, esir aldı ve sularını gömdü. Sahur, Beni Tağlib'den bazı insanları Bahreyn'de H eye ve H at diye bilinen iki bölgede iskan etti. Abdi Kays ve Beni Temim'den bazı grupları da H ecer bölgesine yerleştirdi. Bekir b. Vail' den olan Arapları da Kerman'da iskan etti. Bunlara B ekr Eban denilmektedir. B eni H anzale'den olanları da Ahvaz'ın Rumeyle yöresine yerleştirdi. Sahur emir vererek Sevad b ölgesinde bir şehir kurdurdu ve ona Büyük Sahur adını verdi. Burası Enhar şehridir. Ahvaz yöresinde de i ki şehir kurdurdu ve birine "Sahur ve memle­ keti" anlamında İ ran H urre Sahur adını verdi. Süryanicede de Kerh adıyla bilinir. D iğeri ise Sus adıyla bilinir. Burası Danyal Peygamberin cesedinin içinde bulunduğu kalenin yakınında­ dır. Sahur ayrıca Rum diyarına da sefer düzenledi ve çok sa- [58] yıda esir aldı ve o nları İ ran H urre Sabur'da iskan etti. Araplar ismini kısaltarak Sus adını verdiler. Yine Sahur emir vererek Bacerma'da Huni Sahur adıyla bir şehir ku ruldu ve burayı bir yerleşim merkez yaptı. Horasan' da da Nisa bur adıyla bir şehir kurdurdu ve merkez haline getirdi. Sahur Ru m Kralı Kostantin ile mütareke halindeydi. Kos­ tantin aynı zamanda Kostantiniye'nin kurucusudur. Rum kralları içinde H ristiyanl ığı benimseyen ilk kişidir. Kostantin öleceği zaman mülkünü üç oğlu arasında taksim etti. Üç oğlu

62

Tii rihu 't-Taberi

ölünce Ru mlar; Kostantin hanedanından Lulyanus21 adında birini kral yaptılar. Bu şahıs Rumların H ristiyanlıktan önceki dinine bağlıydı. Ancak kral olmadan ö nce bu i nancını gizliyor ve H ristiyanlığa bağl ı olduğunu gösteriyordu. Kral olunca eski inanca bağlı olduğunu açığa vurdu ve bu inancı eskiden oldu­ ğu gibi geri getirdi ve Rumlara bunu ihya etmelerini emretti. Ayrıca onlara kiliselerin yıkılmasını ve papaz ile rahiplerin öl­ dürülmesini söyledi. Lulyanus, Sahur ve Fars ordusuna karşı savaşmak üzere Rum, H azer ve ülkesindeki Araplardan çok sayıda asker topladı. Araplar bu fırsatı değerlendirdi ve Arapları öldüren Sa bur' dan intikam almayı düşündüler. Bunun i çin Lulyanus'un ordusunda yüz yetmiş bin Arap toplandı. Onları Rum patrik­ I erinden bir adamla sefere çıkardı. Ordunun öncü birliğinin başı nda olan bu kişinin adı Yı1sanı1s idi. Lulyanus ilerleyişine devam ederek Fars ülkesine girdi. Lulyanus'un Rum, H azer ve Araplardan oluşan ordusunun büyüklüğü hakkındaki haber­ ler Sabur'a ulaştı. Bu haber onu telaşlandırdı. Bunun üzerine casuslar gönderdi ve düşman hakkında malumat toplayarak sayıları, savaşma kabiliyetleri ve yayı lışları hakkında bilgi toplamalarını istedi. Lulyanus ve ordusu hakkında casusların getirdiği bilgiler çelişkiliydi. Bu s ebeple Sahur tebdili kıya­ fetle ve güvendiği adamlarla düşman ordusunu gözetlemeyi düşündü. Lulyanus'un ordusunun öncüsü Yusanfıs'un asker­ leri ne yaklaşınca maiyetindekilerden bir grubu göndererek haber getirmelerini ve gerçek bir malu mat top la maların ı is­ tedi. Rumlar onlardan haberdar oldular ve o nları yakalayıp Yfısanüs'a götürdüler. Ancak biri hariç hiçbirisi görevleri hak­ kında bir itirafta bulunmadı. Bu kişi Yı1sanı1s'a olayı olduğu gibi anlattı. Sabfır'un yeri ni bildirdi ve Yüsanfıs'a, kendisiyle birl ikte asker göndermesi halinde Sabur'u yakalatarak onla­ ra teslim edeceğini söyl edi. Yusanus bu sözleri duyunca has [59] adamlarından birini Sabur'a gönderdi ve olup bitenler hak­

kında uyardı. Bunun üzerine Sahur bulunduğu yerden ayrıla21

Tarih kaynaklarında Flavius Claudius lulianus ya da ] u l ianus Apostata ola­ rak geçer (ed.).

Tarihu 't-Taberf

63

rak askerleri a rasına döndü. Lulyanus'un ordusunda bulunan Araplar, Sabur'a karşı savaşmak için Lulyanus'tan izin istedi ­ ler. Lulyanus onlara i z i n verince Sabur'a saldırdılar. Sabur'la kıyasıya savaştılar ve o rdusunu dağıttılar. Onlardan çok sayıda kişiyi öldürdüler. Sa bur geri kalan askerleriyle kaçtı. Lulyanus, Sabur'un ş ehri Taysabun'u ele geçirdi. Burada Sabur'un bey­ tülmalleri ve hazinelerini ele geçirdiler. Bunun üzerine Sahur, Lulya n us ve onunla birlikte olan Arapların kendisine karşı ka­ zandıkları zaferi yazdığı mektuplarla ülkesinin m uhtelif böl­ gelerinde buluna n askerlerine bildirdi ve komutanlara mai­ yetlerindeki askerlerle yanına intikal etmelerini istedi. Çok geçmeden bütün bölgelerden askerler ona i ltihak etti. Bunun üzerine karşı saldırıya geçen Sahur savaştı ve Taysabun şeh­ rini Lulyanus'tan geri aldı. Lulyanus ise askerleriyle birlikte Bih Erdeşir ş ehrinde konakladılar. Sabur'la arasında elçiler gidip geliyordu. D erken bir gün Lulyanus odasında otururken nereden geldiği belli olmayan bir ok kalbine saplandı ve onu öldürdü. Askerleri bundan dolayı korkuya kapıldılar ve kra­ lın başına gelen onları endişelendirdi. Fars ü l kesinde kurtul­ maktan adeta ümitsizliğe kap ıldılar. Artık l iderl eri ve kral ları olmayan bir topluluk idiler. Bu sebeple Yı1sanı1s'tan başlarına geçmesini ve kral olmasını istedilerse de o bu teklifi reddetti. Ancak onlar ı s rar ettiler. Yusanus onlara kendisinin Hristiyan olduğunu ve aynı dine mensup olmayan bir topluluğun başına geçmek istemediğini söyledi. Bunun üzerine Rumlar, ona ken­ dilerinin de Hristiyan oldukları nı ve Lulyanus'tan korktukla­ rı için dinlerini gizled iklerini söyleyince Yusanı1s taleplerini kabul etti. Onlar da onu kral yaptılar ve Hristiyan oldukları n ı i l a n ettiler. Sahur, Lulyanus'un öldüğünü haber aldı. Bunun üzerine Rum komutanlara haber göndererek: "Allah bizi size karşı muvaffak etti ve size galip kıldı. Zira bize zulmettiniz ve mem­ leketimize tecavüz ettiniz. Umarız ki kılıçlarımız ve mızrak­ larımızla bizler size saldırmadan ülkemizde açl ıktan ölürsü­ nüz. Eğer başınıza bir reis geçirdiyseniz onu bize gönderi n," dedi. Yı1sanı1s, Sabur'a gitmek istediyse de kom utanlarından

Tdrihu 't-Taberi

64

hiçbiri onun görüşünü kabul etmedi. Bunun üzerine kendi görüşünde ısrar etti ve ordusundaki eşraftan seksen kişiyle başında tacı olduğu halde Sabur'a gitti. Sahur gelişini haber alınca onu karş ıladı ve b i rbi rlerini selamladılar. Sahur onun bu hareketine karşı bir şükran ifadesi olarak o n u kucakladı. Yı1sanı1s'a yemekler sunuldu ve i kramda bulunuldu. Sahur, Rum komutanlarla ileri gelenlerine haber gönde[601 rerek onlara, Yı1sanı1s dışında birini kral yapmaları halinde

Fars ülkes inde helak olacakları n ı, onu kral yapmalarının ise on ları satvetinden koruyacağını bil dirdi. Sabur'un bu gayre­ ti sayesinde Yı1 sanı1s'un pozisyonu güçlendi. Sahur: Rumlar ülkemize saldırdılar ve çok sayıda insan katlettiler. Sevad topraklarındaki hurma ve diğer meyve ağaçlarını kestiler ve orayı tahrip ettiler. Ya bize yaptıkları tahribatın tazminatını verecekler ya da bize N usaybin ve ona bağlı olan yerleri bı­ rakacaklar. N itekim N usaybi n Farsların iken Rumların eline geçmişti. Yusanus ve ordusunun eşrafı, Sablır'un istediği tazminat talebini kabul ettiler ve N usaybin'i onlara verdiler. Nusaybin halkı bunu duyunca, d indaşları ol mayanların hakimiyetinde can güvenliğinden endişe ederek yu rtlarını bırakıp Rum di­ yarındaki bazı şehirlere i ntikal ettiler. H aber Sablır'a ulaşınca İ stahr, İ sbahan ve diğer vilayetlerden on iki bin aileyi N usay­ bin'e naklederek orada iskan etti. Yusanus ordusuyla ülkesine geri döndü ve kısa bir m üddet hüküm sürdükten sonra öldü. Sahur ölü nceye kadar Arapları öldürmekte ve liderlerinin omuzlarını kesmekte çok ileri gitti. Bu sebeple ona "Zülektaf" adını verdiler. * * *

Bazı tarihçilerin naklettiğine göre Sahur, Araplara karşı ga­ lip gelip onları yerleştikleri Fars d iyarına yakın yerlerle Bah­ reyn ve Yemame'den söktükten sonra Şam diyarına geçti ve Rum sınırına kadar gittikten sonra adamlarına, sırlarına vakıf olmak, şehirleri hakkında malumat sahibi olmak, askerleri­ nin sayısı n ı bilmek için Ru m diyarına gireceğini söyledi. Son-

Tôrihu 't-Taberf

65

ra Rum diyarına geçti. B i r m üddet buralarda gezd ikten sonra Kayser' in b i r ziyafet vereceği ve emir vererek insanların ziya­ fete katılmasını istediği haberini aldı. Sabı1r, Kayser'i görmek ve onun durumunu ve yemeklerini tanımak için bir dilenci kı­ lığında gitti ve o münasebete şahit oldu. Ancak fa rk edildi ve alıkonarak bir öküz derisinin içine alındı. Kayser ordusuyla birlikte ve Sabı1r'u bu vaziyette yanına alarak Fars diyarı üze- [6 1 ) r i n e yü rüdü. Çok insan öldürdü, şehir ve köyleri tahrip etti, hurma ve diğer meyve ağaçlarını kestikten sonra Cündisabı1r şehrine ulaştı. Şehir halkı kaleyi kapatm ışlardı. Bu sebeple Kayser man cınıkları kurarak ka lenin bir kısmını yıktı. Derken bir gece Sabı1r'u bekl eyen muhafızlar atlatıldı. Sabı1r'un ya­ kınında Ahvaz esirlerinden bir grup vardı. Onlara içinde bağ­ landığı derinin üzeri ne yakınlarındaki sokaktan zeytinyağı alarak deri nin üzerine dökülmesini emretti. D ediğini yaptılar. D eri yumuşadı ve Sabı1r için den sıyrıldı ve yü rüyerek gizlice şehrin kapısına vardı. Orada bulunan muhafızlara ismini bil­ dirdi. Şehrin halkı onu görü nce çok sevindiler ve sesleri hamd ve tesbihle yükseldi. Kayser'in askerleri onların sesiyle olayın farkına vard ılar. Sahur şehirdekileri toplayıp seferber etti ve aynı gece seher vakti Rumlara baskın düzenledi, bir kısmını öldürdü ve Kayser'i esir aldı. Onun mallarını ve kadınlarını ele geçirdi. Sonra Kayser demir zincirlere vuruldu ve yaptığı tah­ ribattan sorumlu tuttu. Bir rivayete göre Sahur, Kayser'i Rum diyarından Medain ve Cündisabı1r'a toprak nakledip tahribatı tamir etmek ve kesilen hurma ve meyve ağaçları yerine zeytin ağaçları dikm ekle sorumlu tuttu. Ardından ön ve arkadan saçını keserek bir eşek üzerinde Rum'a gönderdi. Ona: " B ize tecavüz ettiğin için bu senin cezandır," dedi. Bu yüzden Rumlar kakül ve ense saçları nı uzatmazlar. Sabı1r bir müddet meml eketinde dinlendikten sonra Rum­ lara karş ı saldırıya geçti ve o nlardan çok sayıda insan öld ürüp esir aldı. Sus tarafında kurduğu bir şehirde bu esirleri i s kan etti. Buna İ ranşehr Sahur adını verdi. Sonra Araplarla anlaşa­ rak Tağlib, Abdi Kays ve Bekir b. Vail kabilelerinin bir kısmı­ n ı Kerman, Tevvec ve Ahvaz'a yerleştirdi. Ayrıca Nisabı1r'dan

66

Tdrihu 't-Taberi

başka Sind ve Sicistan'da şehirler kurdu. Hindistan'dan getir­ diği bir hekimi Sus şehrinin Kerh bölgesinde ikamet ettirdi. Hekim öldükten sonra Sus halkı onun tıp tekniğini devam et­ tirdi. Bu yüzden o yöredeki tabipler Acemleri n en iyi hekimle­ ri oldular. Sabur ken dinden sonra kardeşi Erdeşir'in hüküm­ dar olmasını vasiyet etti. Sa bur yetmiş iki yıl işbaş ında kaldı. * * *

Sahur döneminde M udar ve Rebia bölgesi valisi İ mruül­ kays el-Bed' b. Amr b. Adi b. Rebia b. Nasr öldü. Rivayete göre Sahur onun yerine oğlu Amr b. İ mruülkays'ı tayin etti. Amr, (62] Sahur döneminin geri kalan kısmı boyunca ve kardeşi Erdeşir

b. H ürmüz b. Nersi ve Sahur b. Sahur döneminin bir kısmı bo­ yunca valilik görevini sürdürdü. İbnü'l-Kelbi'nin anlattığına göre Amr'ın valiliği otuz yıl sürmüştür. * * *

Erdeşir h. Hürmüz Sahur Zü 'l- E ktaf'tan sonra kardeşi E rdeşir b. H ürmüz b. Sahur b. Erdeşir b. Babek hükümdar oldu. Taç giydiğinde eş­ raf ve büyükleri kabul etti. H uzuruna girdiklerinde muzaffer olması için ona dua ettiler ve kardeşi Sabur'u methederek ona teşekkür ettiler. Kendisi de onlara güzel bir konuşma yap­ tı. Kardeşi için söylediklerinin kıymetli olduğunu ifade etti. Görevinde karar kılınca eşrafa ve i leri gelenlere yönelere k onlardan çok sayıda kişiyi katletti. Bunun üzerine hükümdar olduktan dört yıl sonra insanlar tarafından görevden alındı. * * *

Sahur h. Sahur E rdeşir b. H ürmüz' den sonra Sahur b. Sahur Zü'l- Ektaf b. H ürmüz b. N e rsi hükümdar oldu. Halk buna sevindi ve ba­ basının mülkünün kendisine dönmesinden memnun kaldı. Kendisi de o nları en güzel şekilde karşıladı. Valilere yazarak

67

Tarihu 't-Taber/

halka iyi muamele edilmesini ve güzel bir yol izlemelerini is­ tedi. Aynı tavsiyeleri vezir, katip ve maiyetine de yaptı. Onla­ ra güzel bir konuşma yaptı. Halka karşı daima adil davrandı. Onlara sıcak davrandı. Zira onlar da onu seviyor ve ona itaat ediyorlardı. Görevi nden azledilen amcası Erdeşir de ona itaat ediyordu. Büyüklerle soyl u aile mensupları odasının üzerine kurulan haymenin iplerini kesti ler ve bu hayme onun üzerine düştü. Beş yıl hüküm sürdü. * * *

Behram b. Sahur Ondan sonra kardeşi Behram b. Sahur Zü'l -Ektaf hüküm­ dar oldu. Kerman Şah lakabıyla da tanınırdı. Zira babası onu Kerman valiliğine tayin etm işti. H ükümdar olunca ko mutan­ larına yazarak o nları itaate davet etti. Allah'tan sakınmalarını ve hükümdara sadık olmalarını istedi. Kerman'da bir şehir kurdu. Raiyesini iyi yönetirdi. İ şl erinde övülen bir kimseydi. On bir sene işbaşında kaldı. Asilerden bir grup ona başka!- (63] dırdı ve içlerinden biri ona b i r ok atarak onu öldü rdü. * * *

Yezdicerd Ondan sonra Kerman Şah lakabıyla tanınan Behram b. Sabur Zü'l-Ektaf'ın oğl u ve "günahkar" lakabıyla bilinen Yez­ dicerd işbaşına geçti. Fars nesep alimlerinden bazılarına göre Yezdicerd, Beh­ ram Kerman Şah'ın kardeşi olup oğlu değildir. O, Yezdicerd b. Sahur Zü'l-Ektaf'tır. Bu görüşte olanlardan biri de H işam b. M uhammed'dir. Rivayete göre kaba bir kişi ve çok kusurl u bir kimseydi. En büyük kusuru zeka, ahlak, ilim ve maharetlerini kötü kullan­ masıydı. Zararlı işlere çok meyyaldi. B u yo lda bütün becerile­ rini ortaya koyar ve bu becerileri hile, yamukluk yapma, oyun tezgahlamada kul lanırdı. Zekasını kötülükte kullanırdı. Sahip

Tarihu 't-Taberi

68

olduğu meziyetlerle kibirleni rken insanların sahip oldukları ilim ve ahlak gibi güzel meziyet ve üstün vasıflarını hafife alır ve bunlara itibar etmezdi. Eli ndeki i m kanlarla insanlara hak­ sızlık ederdi. Ayrıca öfkeli ve kötü ahlaklıydı. Kötü seciyeliydi. O kadar hiddetli ve öfkeliydi ki küçük hataları bile büyük gö­ rür, ufak tökezlemeleri abartırdı. Onun yanında en iyi konum­ da olanlar; gazabına uğrayanlar için şefaatçi olamazlardı. Dai­ ma insanları suçlar ve kusurlu görürdü. Kimseye güvenmezdi. İyilik ve başarılardan ötürü kimseyi ödüllendi rmezdi. Baş­ kası için kendisine ricada bulunan ol ursa ona: "Bu iş için ne men faat elde ettin? Bunun karşı lığında ne aldın?" diye itham ederdi. Bu nedenle hükümdarlardan kendisine gelen elçiler dışında hiç kimse kendisine bir ricada bulunmaz ve bir talebi [64] arz edemezdi. Onun milleti, onun satvet, bela ve kötü mezi­

yetl erinden ancak ondan öncekilerin güzel ahlak ve adabına bağlı ol makla kurtulm uşlardır. Onun kötü ahlakına ve satveti­ ne karşı kendi araları nda dayanışma ve irtibat halindeydiler. Onun görüşüne göre hata yapan veya bir kusur işleyen, kaldı­ rılamayacak ağır cezalara maruz kalırdı. Kendisine, maiyetin­ de çalışanlardan bir kimsenin eli altında çal ışanlardan biriyle veya aynı mesl ekten bi riyle güzel ve samimi il işkileri old uğu anlatılı rsa o kişiyi görevi nden azlederdi. Yezdicerd çağı n hekimi Nersi'yi vezir yapmıştı. N ersi ahlak bakımından kamil bir insandı. Bütü n davranışları nda fazilet sahibiydi. İ nsanlara hizmet eden bir kişiydi. Ona Mihr Nersi ve M ih r Nerse den irdi. H ezarbende lakabıyla da anılırdı. Halk bu m eziyetler sebebiyle Yezdicerd'in ahlakını ıslah edeceği­ ni, onu ve kötü meziyetlerini düzelteceği ni ümit ettiler. Ancak hakimiyetini pekiştirince büyüklere ve eşrafa olan hakaretle­ ri daha da arttı. Zayıf kimselere baskı yaptı; çok kan akıttı ve görülmemiş bir şekilde halka musallat oldu. İ leri gel enler ve eşraf onun zulümde ileri gittiğini görünce bir araya gelip ken­ dilerine reva gördüğü zulmü dile getirdiler ve Allah'a yakara­ rak b i r an önce kendilerini ondan kurtarması için dua ettiler. Rivayete göre bir gün köşkündeyken başını almış ilerleyen bir at gördü. Güzelliği ve fiziği bakımından atlar arasında benzeri

Tôrihu 't-Taberi

69

yoktu. At kapısına gelip durdu. İnsanlar haline şaşırdılar. Zira farklı bir haldeydi. Yezdicerd'e durumu bildirildi. O, atın ağ­ zına gem vurulmasını ve s ı rtına eyer ko nulmasını ve içeriye alınmasını emretti. Seyisleri ve bineklerinden sorumlu olanlar atın ağzına gem vurmayı ve sırtına eyer koymayı denedi­ ler. Ancak at hi çbirine fı rsat verm edi. Hükümdara atın buna i m kan vermediği bildirilince bizzat kendisi kal kıp atın yanına geldi ve eliyle ağzına gem vurdu. Sı rtına bir keçe ve üstüne de bir eyer koydu. Kuşağını bağladı. Eyerinin kayışını da bağladı. Bütün bunları yaparken at hiç hareket etmedi. Eyerin arka ka­ yışını bağlamak için atın kuyruğunu ka ldırınca at arka ayak­ larıyla kalbine öyle bir tekme attı ki yere yığılıp kaldı ve öldü. At da kayboldu. Bir rivayete göre at öyle bir süratle koştu ki ona yetişilemedi. Bunun sebep ve sırrına da vakıf olunamadı. [65] Halk bu konuda çok şey söyledi: "Bu, Allah'ın b ize bir lütfu ve rahmetidir," dedi. Yezdi cerd bazılarına göre yirmi i ki yıl, beş ay, on altı gün, bazılarına göre de yirmi bir yıl, beş ay, on sekiz gün hüküm sürdü. * * *

Amr b. İmruülkays Sabfir b. Sahur döneminde ölünce H işam'ın rivayetine göre, Sabur b. Sabur onun yerine vali ola­ rak Evs b. Kallam'ı tayin etti. Evs, Amalika soyu ndan Beni Amr b. Am lik kabilesindendir. Cahcebe b. Atik b . Lahm ona başkal­ dırdı ve onu öldürdü. Evs'in valil iği beş yıl sürdü. Öldüğünde Fars hükümdarı Behram b. Sabfir Zü'l-Ektaf idi. Ondan son­ ra valilik görevine İ m ruülkays el-Bed' b. Amr b. İ mruülkays el-Bed' geti rildi ve yirmi beş yıl bu görevde kaldı ve Günah­ kar Yezdicerd zaman ında öldü. Yezdi cerd onun yerine oğlu N u'man b. İ mruülkays el- Bed' b. Amr b. İ m ruülkays b. Amr b. Adi'yi vali yaptı. Onun annesi Ebu Rebia b. Züheyl b. Şeyba n'ın kızıdır. Halime'nin si lahşoru ve H avernak Köşkü n ün sahibidir. Rivayete göre Havernak Köşkünü yapmasının sebebi Gü­ nahkar Yezdi cerd b. Behram Kerman Şah b. Sahur Zü'l-Ek­ taf'ı n çocukları yaşamazdı. Behram adlı çocuğu olunca çölde,

70

Tdrihu 't-Taberf

temiz, sağl ıklı ve hastalıklardan uzak bir ev bulmaya çalıştı. Ona Hire'nin civarı söylendi. Yezdicerd, oğlu Behram Cfir'u N u'man'a teslim etti ve i kameti için H avernak Köşkünü inşa etmesini emrederek çocuğu Arap kırsallarında gezdirmesini söyledi. Nu'man çocuğu H avernak'a yerl eştirdi. H avernak'ı inşa eden Sinimmar adında bir mimardır. Onu bitirince güzel­ liğine ve sanatına hayran kaldılar. Onlara: " Bana ü cretimi tam vereceğinizi ve hak ettiğim muameleyi yapacağı nızı bilseydim onu güneş döndükçe onunla dönecek şekilde inşa ederdim," dedi. Onlar: "Ondan daha güzelini yapmaya imkanın vardı da (66] neden yapmadın ! " dediler ve Havernak'ın tepesinden aşağı­

ya atarak onu öldürdüler. Ebü't-Tamahan el- Kayni bu konuda şöyle dedi: Ona Sinimmdr'a verilen ceza gibi bir ceza verdi. Rabbine ve Ldt ve Uzzd 'ya yemin olsun ki bu ceza kadirşinas olmayanların reva gördüğü cezadır. Selit b. Sa'd ise şöyle demiştir: Büyük yaşına ve yaptığı iyiliğe rağmen evladı Ebü 'l-Gıyldn 'a öyle bir ceza verdiler ki tıpkı Sinimmar'a verilen ceza gibi. Yezid b. İyas en-N ehşeli ise şöyle dedi: Kötü fiilleri sebebiyle Allah Kema/'i Sin immdr'ın cezası gibi büyük bir cezaya maruz bıraksın. Abduluzza b. İ m ruülkays el- Kelbi, H aris b. M ariye el-Gas­ sani'ye atlar hediye etmişti. Bu maksatla yanına gitmişti. H aris atları beğenmiş; Abduluzza'ya ve sohbetine hayran kalm ıştı. H ükümdarın bir bebeği Kelb kabilesinin Beni Abdi Vüd'den Beni Hamim b. Avf'ta sütannesine veri lmişti. Onu bir yılan soktu. H ükümdar ona suikast yapıldığını sandı ve Abduluz­ za'ya: "Bu insanları bana getir," dedi. Abduluzza: "Bunlar hür insanlardır. Ne soy ne de fi il iyatta onlara bir üstünlüğüm yok­ tur," dedi. H ükümdar: "Ya onları bana geti rirsin ya da şöyle, şöyle yaparım ve yapacağım," dedi. Abduluzza: "Senin ilgi ve i kramını ümit ettik. Ancak senin cezan ona engel oldu," dedi. Oğulları Şerahil ile Abdulharis'i çağırdı ve kavmine vermeleri için şu beyitleri yazdı :

Tiirihu 't-Taberf

71

O hiçbir günahı olmayan Sinimmar gibi beni cezalandırdı. Allah da onu en kötü şekilde ceza/andırsın. Onun yaptığı, yirmi yıl boyunca binayı sağlam şekilde inşa etmek ve üstünü kiremit ve bakırla kaplamaktan ibaretti. Binanın aşılması zor yüksek bir dağ gibi yükseldiğini ve tamam ­ /andığını görünce, Bunca ihtimamdan sonra ve bunca zaman sonra onu itham etmiş- (67] tir. Bu yüzden doğulu ve batılı herkes ona surat astı. Sinimmdr yaptıklarından dolayı sevindirileceğini ve sevgiyle ilgi­ ye mazhar olacağını sanmıştı. Adam, güçlü adamı burcunun üzerinden atın, dedi. Al/ah 'a yemin ederim ki bu en büyük musibetlerdendir. İbn Cefne'ye karşı bir suç işlemedim. Bunu iyi bilin. Ke/bf/ere karşı biryemini de yoktur. Atlarla onların evlerinin ortasını basacaktır. Çirkin sözünü affet­ tir. Zira lanetlik iş yapmazsın. İbn Cefne'nin kendisi için temennilerinin ötesinde zalimi insanlar­ dan uzak tutan erkekler vardır. Senden önce Haris de bize kastetmişti. Ancak kum ral tepeler ya­ nında kılıcı kınından çıkmış olarak terk edildi. Hişam dedi: N u'man, Şam'a defalarca saldırmış, Şamlıları zararlara uğratmış ve onlardan esirler alarak ganimetler elde etmiştir. D üşmanlarını tenkilde en s e rt davranan hükümdar­ lardandı. Fars hükümdarı iki b irliği onun emrine vermişti. Bunlardan birine D evser denirdi ve Tenı1hi lere aitti. D iğerine ise Şehba' adı veril m işti ve Farslardan oluşuyordu. Bu iki bir­ liğe aynı zamanda Kabiletan da denirdi. Nu'man bu iki birlikle Şam'a ve ona itaat etmeyen Araplara karşı savaş açardı. Ravi dedi: Bize an latıldığına göre bir bahar gününde Ha­ vernak Köşkü ndeki makam ından N ecef'in batısı ve etrafında­ ki bostan, hurmal ık, bahçe ve nehirl eri ve Fı rat' ın doğusunu temaşa etti. Gördüğü yeşillik, beyaz çiçekler ve nehirlere hay­ ran kaldı. Bunun üzeri ne vezirin e : "Bu manzara gibisini hiç gördün mü?" dedi. Vezir: "Hayır, ama keşke devam etseyd i ! " dedi. N u ' m a n : "Devam e d e n v e ebedi o l a n hangisidir?" diye sordu. Vezir: "Ahiret ve ilahi olandır," dedi. N u'man : " B unlar

72

Tdrihu 't-Taberf

nasıl elde edilir?" dedi. Vezir: " D ü nyayı terk edecek, Allah'a ibadet edecek ve Allah için olanı a rayacaksın," diye cevap ver­ di. Bunun üzerine aynı gün hükümdarlığı bıraktı ve kıldan do­ kunmuş adi bir kumaş elbise giyerek ve gizl ilik içinde ikamet yerini terk ederek bilinmeyen bir yere gitti. İ nsanlar onun hakkı nda bir şey bilmiyorlardı. Kap ısına geldiler. Ancak, bu kez onlara girme izni verilmedi. H u zura çıkma izni geciki nce hükü mdarın nerede old uğunu sordular ancak bir cevap ala­ madılar. Adi b. Zeyd el-İbadi bu ko nuda şöyle dem iştir: [68)

Havernak Köşkünün sahibi bir gün dünyayı izlerken düşündü ve hidayeti buldu. Durumu ve mülkünün çokluğu onu sevindirdi. Ancak nehir ve ye­ şillik de kalıcı değildi. Onun için kalbi kırıldı ve: Ölüme giden bir canlının imrenmesinin anlamı nedir? dedi. Mutluluk, m ülk ve liderlikten sonra mezarlar onları içine alıp gö­ türdü. Ardından da saba ve batı rüzgarlarının savurduğu kuru bir yap­ rak gibi oluverdiler. N u ' man'ın hükümdarlığı bırakıp dünyada garip bir gezgin olmasına kadar süren hükümdarlığı yirmi dokuz yıl, dört ay devam etti İbnü'l-Kelbi dedi: Bu sürenin on beş yılı Yezdicerd, on dört yıl da Behram Cfir b. Yezdicerd dönemine rastlamaktad ı r. Fars tarihçileri ise bu konuda nakledeceğim mal umatı ver­ mişlerdir. * * *

Behram Côr ve Hükümdarlığı Günahka r Yezdicerd'den sonra oğlu Behram Cur b. Yezdi­ cerd el-Haşin b. Behram Kerman Şah b. Sahur Zü'l- Ektaf hü­ kümdar oldu. Rivayete göre onun doğumu ferverdin ayında gündüz saat yedide gerçekleşti. Ardından yanındaki münec­ cimleri çağırdı ve kendilerinden oğlunun doğumunu kayda geçirmelerini, onun talihine bakmalarını ve hayatında nelerin

Tôrihu 't-Taberf

73

olacağın ı bildirmeleri ni istedi. Müneccimler güneşin ve yıl­ d ızların konumuna bakıp ölçtüler. Sonra da Allah'ın Behram'a babasının mülküne mirasçı kılacağını bildirerek bebeklik dö­ neminde Fars diyarından başka bir yerde büyütülmesini tav­ siye ettiler. Bunun üzerine babası eli altında olan Rum veya Araplardan bir sütanne tarafından bakılıp büyütülmesini dü­ şündü. N eti cede oğlunun bakım ve terbiyesi için Arapları ter- [69] cih etti. Bunun için Münzir b. N u'man'ı davet ederek Behram'ı onun hi mayesine tevdi etti. Ona ikramda bulundu, onare etti ve Araplara hükümdar yaptı. Onu iki kıymetli ödülle ödüllen­ dirdi. Bunlardan biri "Yezdicerd'in sevi nci" anlamındaki ödül­ dür. Diğeri de " H izmet edenlerin en büyüğü" anlamına gelen ödüldür. Ayrıca ona bir nişan ve makamına yaraşır elbiseler verilmesini emretti. Beh ram'ı da Arap diyarına götürüp bak­ masını söyl edi. Münzir onu kendi memleketine götürdü. E mzirilmesi için de beden sağlığı olan, zeki ve iyi terbiye almış eşraftan üç ka­ dın seçti. Bunlardan i kisi Arap diğeri ise Fars idi. Onlara yi­ yecek, giyecek ve mefruşattan ihtiyaçlarını karşıladı. Üç yıl süreyle ve sı rayla onu emzirdiler. Dördüncü yılda onu sütten kestiler. Beş yaş ı ndayken M ünzir'e: " Bana yazı yazmayı, ok atmayı ve fıkhı öğretecek ilim sahibi, eğitim işinde beceri ka­ zanmış terbiyeciler bul," dedi. Münzir ona: "Sen henüz küçük­ sün. Henüz eğitim çağında değilsin. O çağa gelip de eğitim ve öğreti m alacak güç ve kabiliyete sahip oluncaya kadar çocuk­ lar gibi yaşa. Ondan so nra sana istediğin bilgileri öğretecek öğretmenler bulacağı m," dedi. Behram, M ünzir'e: "Yaşım kü­ çük ama akl ı m tecrübe sahibi bir insanın aklı gibid ir. Senin ise yaş ı n büyük ama akl ı n küçüklerin aklı gibidir. Bilmez misin ki erken talep edilen vakti nde kazanılır. Vakti geldiğinde talep edilen ise geç kazan ılır. Tal ebinde taks i ratta bulunulan şey de ıskalanmış olur. Ben hükümdarların soyundanım. İnşallah da mülk bana intikal edecektir. Hükü mdarların ilk mükellefiye­ ti ve talebi yararlı ilimdir. Zira ilim, o nlar için ziynet ol duğu kadar hakimiyetlerinde bir güçtür. O halde senden isted iğim terbiyecileri bulmakta acele et," dedi.

74

Tıirihu 't-Taberf Münzir, Behram'ın bu sözlerini duyar duymaz hükümdara

adamlar göndererek Farslılardan fı kıh, ok atma, binicilik ve yazı yazmayı öğretecek bir grup muallim getirtti. Bunlar özel­ likle edep ve adabı bilen kimselerd i. Bunla rdan başka Acem ve Rum hikmet ehli ve Araplardan muhaddis kişiler getirte­ rek Behram'ın eğitimiyle görevlendi rdi. Bunlardan her biri [70] için bir vakit tayin etti. D ers verme süresini de belirledi. B öy­

lece Behram öğrenmek istediği kon uları öğrenmeye odak­ landı, hikmet ve söz ehlini dinledi, dinlediklerini sindirdi, en kolay yöntemle öğrendiklerini kavradı. On iki yaşına geldiğin­ de öğrendiği ve ezberled iği hususları kendine mal etti. Adeta öğretmen ve eğiticil erini aşmıştı. Onlar bunu itiraf etmişlerdi. Behram, Münzir ve öğretmenlerini takdir etti ve kendisi­ ni atıcılık ve binicilik öğretmenleriyle baş başa bırakmalarını istedi. Bu öğretmenlerden alması gereken eğitimi almak, bu kon uda muhkem bir konuma sahip olmak için atıcılık ve bini­ cilik öğretm enlerinin yanında i kamet etmelerini istemişti. Ar­ dından Behram, Nu'man b. Münzir'den Araplara asil erkek ve dişi atları nı getirmelerine izin vermesini istedi. N u'man buna izin verdi. Behram'ın binek olarak atları tercih ettiği hakkın­ da da bilgiler intikal etti . Bunun üzerine Behram'a: "Arapları atlarını koşturmaya mecbur etme, atları nı sana arz edenlerin atlarından dilediğini seç ve onları ken dine i rtibatlandır," dedi. Behram ona: "Güzel söyledin, ancak ben erkekl erin asil ve onu rlu olanını tercih ed erken bineceğim atın mutlaka bütün atlardan daha üstün olması gibi bir anlayışım yok. Kaldı ki at­ ların üstünlüğü ancak denemekle anlaşılır. Deneme de ancak koşturmayla olur," dedi. Münzir onun sözlerini o nayladı ve Araplara emir vererek atlarını geti rmelerini emretti. Behram ve M ü nzir koşu mey­ danına gitmek için atlarına binip gittiler. Atlılar iki fersah mesafeden atları koşturdular. Münzir'e ait kumral bir at öne çıkarak bütün atları geride bıraktı. Ardından diğer atlar geldi. E n arkada iki at vardı. Ya da üç tane ve farklı noktalarda veya yarışın en sonunda yarışı bitirdiler. Yarış ın sonunda Münzir kendi eliyle müsabakayı kazanan atı Behram'a takdim etti ve

Tô.rihu 't-Taberf

75

''Allah senin için mübarek kılsın," dedi. Behram atın teslim alınmasını emretti ve hediye edilen ata çok sevindi ve M ü n­ zir'e teşekkürlerini bildirdi. B ehram, bir gün ku mral ata bindi ve Münzir ile b i rlikte ava çıktı. D erken bir yabani eşek sürüsü gözüne ilişti. Onlara doğru yöneldi. Bir de ne görs ün, bir aslan sürüdekilerden bir yabani eşeğe saldırmış ve işini bitirmek için ağzıyla sırtından (71 ) yakalamış. Behram aslanın sırtına bir ok fırlattı. O k aslanın karnından çıktı ve eşeğin sırtından girip göbeğinden çıkarak üçte biri kadar yere saplandı. H ayvan uzun süre çırpınıp dur­ du. Olay bazı Arap avcılarla Behram'ın m uhafızları nın gözü önünde cereyan etti. Behra m bazı meclislerinde bu m ücade­ lesinin aslan ve yabani eşekle tasvir edilmesini istedi. Behram, M ünzir'e artık babasına gitmek istediğini söyledi. Ardı ndan babasına gitmek üzere yola çıktı. Babası Yezdicerd kötü ahlakı yüzünden hiçbir evladına alaka göstermezdi. Beh­ ram'ı hizmet işlerinde kul landı. Behram bu işte epey zahmet çekti. Bir keresinde B iyazos adındaki Kayser'in kardeşi, elçisi olarak sulh ve mütareke taleplerini iletmek üzere Yezdicerd'e geldi. Behram bu elçiye ricada bulu narak, M ü nzir'e gitmek için babasına kendisinin izin talebini iletmesi n i istedi. B eh­ ram, böylece Arap diyarına giderek bir müddet zevk ve sefa sürdü. Behram yokken babası Yezdicerd öldü; ehlülbüyfıtat22 ve eşraf, kötü ahlakı yüzünden Yezdicerd'in h içbir evladına hü­ küm darl ığı vermemeye karar verdiler. Kendi aralarında: "Yez­ dicerd, B eh ra m dışında hükümdarlık görevin i ifa edebilecek bir evlat bırakmadı. Be hram da denenmesi ve tan ınmasına vesile olacak bir görev üstlenmedi. Kaldı ki o, Acem terbiyesi değil, Arap terbiyesi almış ve o nların ahlakıyla ahlaklanmış­ tır. Zira onlar arasında büyümüştür," dediler ve halkla birlikte hükümdarlığın Behra m'a verilmeyerek Erdeşir'in soyu ndan 22

Sasani ve Abbasi devletlerinde bazı ileri gelen aileler hakkında kullanılan bir tabir (ed.).

76

Tiirihu 't-Taberf

Kisra'ya verilmesi hususunda fikir birl iğine vard ılar. N itekim beklemeksizin onu hükümdar yaptılar. Yezdicerd'in ölümü ve Kisra'nın hükümdarl ığıyla ilgili haber Arabistan kırsalın­ da bulunan Behram'a ulaştı. Bunun üzerine Behram, M ü nzir ile oğlu Nu'man'ı ve ileri gelen bazı Arapları çağırarak onlara: "Sanı rım babamın Farslara karşı huşunet ve sertliğine karşı­ lık siz Araplara olan ihsan ve ikramı n ı inkar etmezsin iz," de­ d ikten sonra babasının ölü müyle Farsların aralarında danışa­ rak hükümdar tayin etm elerine ilişkin haberi il etti. Mü nzir: "Bu seni endişelendirmesin. Bunun çaresine ba(72] kacağım," dedi. Akabinde de Arap silahşorlarından on bin

kişiyi hazırlayarak oğlunun komutasında hükü mdarın iki şehri Taysabfın ve Bih Erdeşir üzerine gönderdi. Oğluna iki şehrin yakınında konaklamalarını ve ara sıra iki şehre ö ncü birlikler göndermes ini, kendilerine karşı savaşmaya yeltenen olursa o nlarla savaşmasını ve onlara karşı baskınlar yaparak esirler almasını, ancak kan akıtmaktan kaçınmasını emretti. Nu'man il erleyerek iki şehrin yakınında konakladı. Öncü bir­ likl erini iki şehre gönderdi. Ancak Farslarla çatışmaktan ka­ çındı. Ehlülbüyfıtat Yezd icerd'in katibi Cüvane'yi, Nu'man'ın askeri ha rekatı hakkında bilgi veren bir mektupla Münzir'e gönderdiler. Cüvane, Mü nzir'in yanına varıp da M ünzir mek­ tubu okuyunca ona: "H ükümdar Behram ile gö rüş," dedi ve onu Behram'a ulaştıracak bir refakatçi görevlendirdi. Cüvane, Behram'ın huzuruna girince onun güzelliği ve yüz aydınlığı onu şoke etti ve şaşkınlığından B ehram'ın huzurunda eğil ­ meyi un uttu. Ancak Behram elçinin, şaşkınlıktan eğilmediği­ ni anladı. Behram o nunla ko nuştu ve ona en güzel vaatlerde bulunduktan sonra onu Münzir'e gönderdi. M ünzir'den mek­ tubun cevabını yazmasını istedi. Münzir, Cüvane'ye: "Bana g etirdiğin mektubu okudum. Nu'man'ı üzerinize gönderen H ükümdar B ehram'dır. Zira babasından sonra Allah o nu h ü ­ kümdar yaptı v e hakkınızda yetkil i kıldı," dedi. Cüvane, Münzir'in sözlerini duyunca Behram'ın mehabetini ve güzelliğini hatırladı. H ükümdarlığı B ehram' dan almak husu­ sunda görüş ileri sürenlerin de karşıt delillerle muhatap olma-

77

Tdrihu't-Taberf

lan gerektiğini düşündü. Münzir'e: "Ben cevap vermekten aciz değilim. Ancak uygun görürsen bizzat sen ileri gelenlerle eh­ lülbüyütat ve eşrafın mahallesine git. Onlar seninle görüşsün­ ler ve bu konuyu kendi aranızda konuşun ve güzel bir neticeye ulaş. Sanırım senin tekliflerine muhalefet etmezler," dedi. Bunun üzerine Münzir, Cüvane'yi geri gönderdi ve hazırlık yaparak bir gün sonra Behram ile birlikte Arap atlılarından otuz bin savaşçıyla hükümdarlığın iki şehrine doğru yola çık­ tılar. O raya varınca insanları topladı. B ehram da mücevhe­ ratla süslenmiş altından bir minbere oturdu. M ü nzir de sağ [73] tarafında oturdu. Ehlülbüyutat ve Farsların eşrafı söz alarak Mü nzir'e Yezd icerd'in kabalığını, kötü siretini, kötü görüş ve anlayışıyla yeryüzünü tahrip ettiğini, zulüm ile çok kan akıt­ tığını, kendisine tabi olan ülkelerde bile insanları katlettiğini belirterek korkunç uygulamalarını anlattılar. Onlar bu sebeple Yezdicerd'in evladına hükümdarlığı vermemeyi kararlaştır­ dıklarını söyleyerek M ü nzir' i n bu konuda kendilerini zorla­ mamasını istediler. Münzir onların söylediklerini anladı ve Behram'a: "Benden çok onlara senin cevap vermen gerekir," dedi. Bunun üzerine Behram şöyle konuştu: "Yezdicerd hakkında söylediğiniz söz­ l eri yalanlayacak deği lim. Ben de buna vakıfım. Ben de onun yolunun kötülüğünden rahatsızdım, kanaat ve gid işatını hoş görmüyordum. Daima Allah'tan diledim ki bana hükü mdarlık makamını versin ki onun bozduklarını düzelteyim ve meyda­ na getirdiği çatlakları kapatayım. H ükümdar olup da bir sene içinde b u taahhütlerimi yerine getirmezsem kendi rızamla hükü mdarlığı bırakacağım. Buna Allah'ı, melekl eri ve mubez-i m ı1bezan23 şahit tutuyorum.

o

benimle s izin aranızda hakem

olsun. Aynı zamanda hükümdarlık tacını ve ziynetini iki yav­ rulu aslan arasından kim alabilirse hükümdarl ığı ona verme­ nize de razıyım." ***

23

Mfıbez-i mübezan: Farslarda başrahip, hükümdarlar taçlarını onun elin­ den giyerlerdi (çev.).

78

Tarihu 't-Taberf İ nsanlar Behram'ın bu sözünü ve taahhütlerini duyunca

buna sevindiler ve ümitleri arttı. Kendi aralarında dediler ki : "Behram'ın sözlerini artık reddedemeyiz. Kaldı ki o n u hü­ kümdarl ıktan mahrum bırakabilirsek korkarız ki bu helak olmamıza s ebep olabilir. Zira Araplardan yardı m ı istenen ve coşturulan Araplar çoktur. Biz o n u b ize taahhüt ettiği ko nu­ larda deneyeceğiz. Zira vadettiği şeyleri gerçekleştirmek an'­ cak gücüne güvenen ve satvet ve cesaret sahibi olanlar ger­ çekleştirebil i r. Eğer kendini niteled iği gibi ise hükümdarlığı ona teslim etmekten başka bir çaremiz yok ve o n u dinleyecek ve ona itaat edeceğiz. Eğer de zafiyet ve acziyet gösterip de helak ol ursa biz onun helak olmasından beriyiz ve onun şer­ rinden ve gailelerinden eminiz." İ nsanlar bu anlayış üzere dağıldılar. Behram bu söz ve ta[ 74] ahhütlerinden sonra dünkü yerine dönüp oturdu. Ona karşı

olanlar da hazır bulundu. B ehram o nlara: "Ya dün yaptığım ko nuşmaya cevap vereceksiniz ya da susup boyun eğeceksi­ n iz," dedi. İ nsanlar: " B ize gelince biz Kisra'yı hükümdar seç­ tik. Onda hep sevdiğim i z meziyetler gördük. Ancak yine de dediğin gibi taç ve ziynet iki aslan arasına konulacak ve Kisra ile onları almaya çalı şacaksınız. İ kin izden kim taç ile ziyneti alabilirse hükümdarlığı ona teslim edeceğiz." Behram onların teklifine razı oldu. M ı1bez-i mı1bezan da taç ve ziyneti getirip bir kenara koydu. Bistam İsbahbaz da iki güçlü, aç ve yavruları olan iki aslan getirdi. B iri taç ve ziyne­ tin bir tarafı nda öbürü de öbür tarafında bekletildi ve o nların bağı gevşetildi. Behram, Kisra'ya: "Taç ve ziyneti al," dedi. Kis­ ra: "Önce davranmak ve on ları almak sana düşer. Zira hüküm­ darlığı verasetle alma iddiasındasın. Sana göre de ben gas­ beden konumundayım," dedi. Behram, Kisra'nın sözlerinden rahatsız olmadı. Zira kudret ve gücüne güveniyordu. Sonra bir demir çubuk alarak taç ve ziynete yöneldi. Bunun üzerine mı1bez-i mı1bezan ona: "Bu iş için kendini feda etmen senin tercihindir. H içbir Fars' ı n bu hususu sana dayatmış olması söz ko nusu değildir. Kendini telef etmenden Allah'a sığını­ rız," dedi. Behram : "Siz bu işten berisiniz ve bunda günahınız

79

Tô.rihu 't-Taberl

yoktur," dedi ve süratle iki aslana doğru yöneldi. M ı1bez-i mı1bezan onun ciddiyetini görünce ona: " İlla da bu işe tevessül edeceksen günahlarını itiraf ederek tövbe et," dedi. Behram geçmişte işled iği günahları itiraf ederek tövbe etti ve i ki asla­ na doğru yürümeye başladı. Aslanlardan biri Behram'a yönel­ di. Behram'a yaklaşınca B ehram üzerine atladı ve iki bacağı ile aslanın vücudunu sıkmaya başladı. Demir çubukla da kafa­ sına vuruyordu. Sonra diğer aslan da ona saldırdı. Behram iki kulağından tutarak sıktı ve kafasını altındaki aslanın kafasına vurmaya başladı. İ kisi nin kafasına demir çubukla vurdu ve kafalarını parçalayarak onları öldürdü. Bu yaptıklarına Kisra ve hazır bulunan lar şahitti. * * *

Ardında Behram tacı ve ziyneti aldı. Onu ilk tebrik den Kis- [751 ra oldu ve ona: "Al lah sana uzun ömürler versin, etrafındakiler senin sözünü dinlesin, sana itaat etsin ve Allah yedi iklime ha­ kim kılsın," dedi. Akabinde de hazirun haykı rd ı : " H ükümdar Behram'a boyun eğd ik, ona itaat ettik ve hükümdar olmasına razı olduk," dediler ve ona çok dua ettiler. Ehlülbüyutat, eşraf, valiler ve vezirler ertesi gün Münzir ile buluştular. Ona ricada bulunarak Behram ile konuşmasını ve onun hakkındaki kötü tasarruf ve davranışl arını bağışlamasını istediler. Münzir on­ ların talebini Behram'a iletti ve onlara karşı duyduğu kızgın­ lığa son vermesini rica etti. B ehram, M ünzir'in ricasını kabul etti ve bu konudaki emellerini boşa çıkarmadı. Behram yirmi yaşında hükümdar oldu. H ükümdar ol duğu gün halkın rahat ve huzuru için emirler verdi. Yedi gü n bo­ yunca insanlarla b irlikte oldu ve onlara iyilikte bulunacağı nı vadederek Allah'a itaat etmelerini ve O'ndan sakınmalarını söyledi. * * *

Behram hükü mdar olduktan sonra da eğlencesinden geri kalmadı ve eğlenceyi diğer işlere tercih etti. Bu sebeple halkın ona olan eleştirileri arttı.

80

Tarihu 't-Taberi Memleketinin çevresindeki hükü mdarların, ü l kesi n e kar­

şı kötü emelleri arttı ve topraklarını ele geçirme hırsları ka­ bardı. Bu konuda en fazla tamah eden Türk hakanı olmuştur. Türk hakanı i ki yüz elli bin kişiyle Fars ülkesine saldırdı. Fars­ lar, H akan'ın büyük bir orduyla onların ülkesine saldıracağın ı haber alınca buna çok kızdılar v e canları sıkıldı. İ leri gelen­ lerden kanaat ve asalet sahibi olan ve halkın yararını göze­ tenler hükümdara giderek ona: " Ey hükümdar! İ çinde bulun­ duğun eğlence hayatı ve zevkl erine düşkünlüğün düşmandan gelen bu tehlikeyi görüp tedbir al maktan alıkoymuştur. Artık düşmana karşı hazırlık yap ki düşmandan bize bir musibet gelmezsin. Aksi takdirde ve başımıza bir şey gel irse bunun vebali sana aittir,' dedi. Behram onlara: " Rabbimiz Allah'tır. O kudret sahibidir, Biz de onun dostlarıyız," dedi ve daha çok zevk içinde eğlencesine ve av turlarına devam etti. H ükümdar bir müddet sonra ateş mabedinde ibadet etme (76] üzere Azerbaycan'a gitti. Ondan sonra da Erminiye'ye giderek

o rmanlarında avlanmak istiyordu. Maiyetinde de ileri gelen­ l erden ve ehlülbüyı1tattan yedi grup ve adamlarından ü ç yüz kadar silahşor vardı. Ayrılırken kardeşi N ersi'yi yerine vekil bıraktı. İ nsanlar, Behram'ın maiyetiyle yola çıktığı nı ve yerine vekil bıraktığını duyunca bunun düşmandan kaçış olduğunu ve hakimiyetine boyun eğmek olduğunda şüpheleri yoktu. Kendi aralarında karar alarak H akan'a bir heyet göndererek memleketlerini talan etme ve savaşçılarının kökünü kazıma tehlikesine karşı haraç vermeyi düşündüler. H aka n Farsların ona boyun eğecekleri n i haber alı nca onlara aman verdi ve as­ kerlerine emir vererek saldırgan tavırlardan kaçı nmalarını istedi. H akan'ın durumunu öğrenmek üzere Behram'ın gön­ derdiği casus dönmüş ve Behram'a H akan'ın durumunu, azim ve kararlılığın ı bildirdi. Bunun üzerine Behram maiyetindeki­ lerle H akan'ın üzerine gitti. Ansızın ona saldırdı ve kendi eliy­ le H akan'ı öldürdü. Çok sayıda düşman askerini de bertaraf etti. Ancak kaçanlar kurtuldu ve ona eşyalarını bıraktılar. Ge­ ride askerlerini, kadın ve çocuklarını ve eşyalarını b ı raktılar. Behram onları takip ederek o nları öldürüyor, ele geçirdiği ga-

81

Tdrihu 't-Taberf

nimetleri topluyor; kadın v e çocuklarını esir alıyordu. Ardın­ dan da maiyetindekilerle salimen döndü. Behram, Hakan'ın tacını ve taçtaki mücevheratı ele geçirdi ve Türk d iyarını istila etti. Ele geçirdiği yerlere vali tayin etti. Adam ona gümüşten bir taht hediye etti. Türk yurduna komşu ülkelerden de ge­ lenler oldu ve Behram'a bağlılıkları nı bildirdiler. Sınır ihlali yapmamaları i çin kendisinden aradaki sınırı belirlemesini rica ettiler. B ehram emir vererek sınır belirlendi ve bir fener kuruldu. Bu fener Yezdicerd'in oğlu hükümdar Firuz emriyle Türk yurduna sunuldu. Behram bir komutanını M averaünne­ hir'e göndererek o nlarla savaşta ve onları mağlup etti. Bunun sonucunda Behram'a bağlılıkları n ı bildi rdiler ve haraç ver­ meyi kabul ettiler. * * *

Daha sonra B ehram, Azerbaycan'a, kendi topraklarına döndü. Hakan'ının tacı ndaki yakut ve mücevherlerin Azer­ baycan'daki ateş mabedine asılmasını emretti. Ardından yo­ luna devam ederek Taysabfın'a giderek orada hükümdarlı k [77] konağında konakladı. Sonra askerlerine ve val il erine yazarak Hakan'ın öldürülmesi ve onun ve askerl erinin başına gelenleri haber verdi. Akabinde kardeşi N e rsi'yi Horasan'a vali tayin etti ve ona o raya i ntikal ederek Belh şehrinde konaklamasını emretti ve gerekli talimatı verdi. Behram döneminin sonunda avlanmak için Mah'e gitti. B i r g ü n avlanmak i ç i n atına bindi. Gördüğü bir yabani eşeği takip etti ve uzun süre onu kovaladı. Bir çukura saplandı ve battı. Haber annesine ulaşınca büyük meblağda para alarak oraya gitti ve oraya yakın bir yerde konakladı. Onu oradan çıkarmak için paraların harcanmasını emretti. Çukurdan büyük miktar­ da çamur ve balçık çıkardılar. Bunlardan büyük yığınlar oluş­ tu. Ancak, Behram'ın cesedini çıkarmaya muvaffak olamadıl ar. Rivayet edildiğin göre Türkler üzerine düzenlediği sefer­ den memleketine dönünce b i rkaç gün memleketinin i nsanla­ rına hitap etti. Konuşmaları nda onları itaate davet etti. Onlara niyetinin onları refaha kavuşturmak, onlara iyilik yapmak ol-

Tô.rihu 't-Taberf

82

duğunu, istikametten ayrıl ırlarsa babasından daha çok kendi­ lerine daha haşin davranacağını, babasının önce kendilerine yumuşak ve adil davrandığını, ancak o nlar veya o nların bir kısmı bunun kıymetini bil mediklerini, ona kul gibi boyun eğ­ mediklerini bunun sonucunda da Yezdicerd'in kabalığa, adam öldürmeye ve kan akıtmaya yöneldiğini s öyledi. Behram'ın askeri seferinden dönüşü Azerbaycan üzerinden olmuştu. O ateş mabedine Hakan'ın tacında bulunan yakut ve mücev­ herlerle ona ait olan ve i nci, mücevherat ve kıymetli taşlar­ la süslü kılıcını hediye etti. Hakan'ın karısı Hatun'u mabede hadime yaptı. H a kan'a karşı kazandığı zaferin şükrü olarak üç yıl süreyle insanları haraçtan m ua f tutarak çok m i ktarda fakire mali yardımda bulundu. Soylu ve eşrafa ise yirmi mil­ yon d i rhem dağıttı. Hakan'a karşı kazandığı savaş hakkında vilayetlere mektuplar yazdı. Bu mektu plarda Hakan'ın ülke­ sine saldırdığı haberin i aldığını, bunun üzerine Allah'ı takdis ve tazim ederek O'na tevekkül ettiğini ve düşmanın üzerine eşraftan yedi grup ve ken di muhafızlarından üç yüz seçkin as­ kerle gittiğini, Azerbaycan ve Kabk Dağı güzergahını izlemek suretiyle Harezm çöllerinden geçerek onlarla karşı karşıya (78] geld iği ni ve Allah'ın kend isine güzel bir zafer ihsan ettiğini

a nlattı. Ayrıca onlara, kendilerini haraçtan muaf tuttuğunu söyledi. Bu mektuplar gayet edebi yazılmıştı. Behram işbaşına geçtiği zaman Haraç ehlinin geri kalan haraç borçla rı nın silinmesini istedi. Ona o m eblağın yetmiş milyon d irhem olduğu b ildirildi. Ancak, yine de bunların silin­ mesini istedi. Ayrıca hükümdar olduğu yılın haraç borcunun ü çte b irinin de alınmamasını emretti. Rivayet dildiğine göre Behram Cfır Türk Hakanı'yla savaş­ tıktan sonra TaysabO.n'a gittiği zaman Kardeşi Nersl'yi Hora­ san valisi yaptı ve onu Belh'e yerleştirdi. Mihr Nersl b. Büra­ ze'yi de vezir yaptı. Onu Büzürcefr Mezar yaptı. Ona, Hindis­ tan'ı tanımak ve kendi ülkesinin insanlarının sıkıntı ve yükünü hafifletmek için o diyarın bazı bölgelerini elde etmek için Hint diyarına gideceğini bildirdi. Ayrıca dönüşüne kadar onun ya­ pacağı işleri tal imat olarak o na verdi. Ardından Behram yola

Tdrihu 't-Taberf

83

çıktı ve kimliğini gizleyerek H indistan'a vardı. Bir müddet kaldı, ancak hiç kimse ona kimliği ve durumu hakkında bir soru sormadı. Şu kadar var ki onun biniciliğini, aslanları öldürme­ s ini, yakışıklılığını ve güzel ahlakını görüyorlardı. Böyleyken bir gün ülkenin bir yöresinde bir filin yolları kestiği ve birçok insanı öldürdüğü haberi n i aldı. Bunun üzerine fili öldürmek için onlardan kendisine yol göstermelerini istedi. Bu talepten hükümdar haberdar olunca onu çağırdı ve yanına bir refakatçi gönderdi. Behram ve refakatçisi filin bulunduğu ormanlık böl­ geye ulaşınca refakatçi, B ehram'ın ne yapacağını görmek için bir ağaca tırmandı. Behram fili meydana çıkarmak için üzerine gitti. Ona seslendi. Bunun üzerine fil, ağzı köpüklenerek çıktı. Şiddetli bir sesi ve korkunç bir görüntüsü vardı. Behram'a yaklaşınca Behram ona bir ok fırlattı. Ok iki gözü arasına sap­ landı ve az kalsın bütün ok girdiği yerde kaybolacaktı. Behram fırlattığı oklarla fili ölüm eşiğine getirdi. Bu s ı rada file karşı bir hamle yaparak hortumunu yakaladı ve güçlü bir şekilde çekti. Fil d izleri üzerine çöktü, peş peşe darbeler indirdi. Artık fil et­ kisiz hale gelmişti. Behram onun başını kesti ve sırtına alarak yola çıkardı. H ü kü mdarın adamı onu izliyordu. H ükümdarın yanına dönünce hükümdara olayı anlattı. H ükümdar da güç ve cesaretine şaşırmıştı. Ona büyük ödüller verdi. Ona kim olduğunu sordu. Behram: "Ben Farsların büyükleri ndenim. Fars hükümda rı bir meseleden dolayı bana kızdığı için senin [79) yanına kaçtım," dedi. H ükümdarın bir düşmanı vardı. Onun m ülküne göz dikmiş ve üzerine büyük bir orduyla gitmişti. Behram'ın dostu olan hükü mdar düşmandan korkmuştu. Zira güçlü olduğunu biliyordu. Düşman onların boyun eğmesini ve kendilerine haraç vermelerini talep etti. Behram'ın adamı olan hükümdar talebi kabul etmeyi düşündü. Ancak B ehram, hükümdara talebi kabul etmemesini ve ken disinin bu işin al­ tından kalkacağı nı söyledi. H ükümdar, Behram'ın sözleriyle sükunete kavuştu. Behram düşmanlarına karşı hazırlıklı ola­ rak ortaya çıktı. İ ki taraf karşılaşınca B ehram Hint okçularına: "Sırtımı koruyun," dedi. Sonra onlara hamle yaparak hasmının başına ind irdiği kılıcı ağzına kadar geçiriyordu. Kişinin böğrü-

84

Tô.rihu 't-Taberi

ne indirdiği kılıç darbesiyle hasmının vücudunu ikiye bölüyor­ du. File saldırarak hortumunu kılıçla kesiyordu. Atlıyı atın sır­ tından çekip kaldırıyordu. H i ntliler iyi okçu değildir ve çoğun­ luğu bineği ol mayan piyadeler olarak savaşırlardı. Behram ok attığı zaman oku hasmının vücudundan geçirirdi. Behram'ın bu mücadelesini gören düşman askerleri arkalarına bakma­ dan kaçtılar. Behram'ın adamı olan hükümdar ise düşmanları­ nın ellerindekini ganimet aldı. Yanında Behram olduğu halde sevinç içinde döndü. Behram'ı mükafatlandırdı ve kızını ona verdi. Ayrıca Sind diyarından Deybül ve Mükran bölgelerini o na verdi ve bu konuda ona bir belge yazdı ve buna şahitler tuttu. Söz kon usu yerler hükümdarın emriyle Acem toprak­ larına katıldı ve haracı Behram'a takdim ediliyordu. Behram sevinç içinde döndü. Ardından Behram, Mihr Nersi b. Büraze'yi kırk bin kişilik bir o rduyla Rum diyarı üzerine göndererek Rum kralına gitme­ sini ve onunla vergi konusuyla diğer bazı konuları tartışmasını emretti. Nitekim bu görevleri ancak Nersi gibi biri ifa edebilir­ di. Nersi bu orduyla Kostantiniye'ye gitti. Orada iyi ağırlandı ve Rum kralı onunla antlaşma yaptı. Nersi, Behram'ın bütün isteklerini elde ederek döndü. Behram, Nersi'yi takdir eder ve ona değer verirdi. Bazen ismi kısaltılarak " N ersi" ya da "Mihr N erse" denirdi. Onun nesebi şöyledir: Mihr Nersi b. Büraze b. Ferruhzaz b. H orbhaz b. Sisefaz b. Sisnabreve b . Key Eşek b. Dara b. Dara b. Behmen b. İsfendiyar b. Biştasb. M ihr Nersi güzel edebi, iyi görüş leri ve halkın ona olan te­ veccühü dolayısıyla Fars hükümdarları nezdinde kabul gören bir kimseydi. Onun evlatları da ona yakın derecede kab u l gö­ rüyorlardı. H ü kü mdarlara yaptıkları hizmetlerle babalarının [BO] mertebesine yaklaşmışlardı. Onlardan üçü daha çok öne çık­

mışlardı. Bunlardan Zeravendaz, babası Mihr Nersi tarafından din ve fıkıh işlerine yönlendirilmişti. Bu alanda yüksek bir konuma geldi. Behram Cfir onu Herbuzôni Herbuz yaptı. Bu mı1bez-i mubezan rütbesine benzerdi. D iğerinin adı Macuş­ nes idi. Behram Cfır döneminde sürekli Haraç D ivanına bak­ maktaydı. Farsçada rütbesi Rastray ve Şans/an idi. Üçüncüsü-

85

Tarihu't-Taberi

nün adı Kard idi. Büyük orduya bakardı Farsça rütbesi Ustrdn Selô.r idi. Bu rütbe İspehbed rütbesinden yüksek ve Ercebez rütbesine yakındı. Mihr N ersi'nin rütbesi Farsçada Büzürcefr Mezar idi. Bunun anlamı başvezir ya da başreistir. Rivayete göre Erdeşir H u rre vilayetindeki D eştbarin bölgesinin İb ri­ van köyündend i r. Orada ve Sabfir'un Cirih'te yüksek binalar ve bugüne kadar var olan ve ateşi devam eden bir ateş mabedi kurdu. Bu ateşin adı M ihr Nersiyan'dır. N ersi ayrıca İbrivan'ın yakı nı nda dört köy daha kurdu ve her birinde bir ateş mabe­ d i i nşa etti. B u mabetlerden biri n i kendi adına kurdu ve ateşi tazi m niyetiyle, adını "Bana yönel efendim," anlamında Ferô.z

Mera Aver Huzayan koydu. D iğer mabedi de Zeravendaz adı­ na kurdu ve Zeravendazan adını verdi. Öbürü ise Kard adına kurdu ve adı n ı Kardazan koydu. Macuşnes adına da bir mabet kurdu ve adını Mdcuşnesfan koyd u. B u bölgede her birinde o n i k i b i n hurma ağacı bulunan ü ç b a ğ dikti. Bağlardan birinde de on i ki bin zeytin fidanı; o n iki bin servi ağacı vardı. Adı ge­ çen köy, bağlar ve ateş mabetleri hala onun soyundan gelen insanların elinde bulunuyor. Rivayete göre B ehram, H a kan'ın işini bitirince ve Rumlarla olan meselesini çözünce Yemen üzerinden Sudan diyarı üze­ rine gitti. Sudanl ılara musallat oldu ve onlardan çok sayıda insan öldürdü. Çok sayıda esir alarak ülkesine döndü. O ndan sonra öldü. B u vakayı daha önce naklettim. Onun hakimiyet süresi hakkında ihtilaf etmişlerdir. Bazıları on sekiz yıl, on ay, yirmi gün hükü m sürdüğü n ü söylerken [81 ] bazıları da yirmi ü ç yıl, o n ay, yirmi gün hüküm sürdüğünü söylemişlerdir. * * *

Yezdicerd b. Behram Cur B ehram' dan sonra oğlu Yezdi cerd hükümdar oldu. Taç giy­ diğin de büyükler ve eşraf huzuruna çıkarak ona dua ettiler ve kendisini tebrik ettiler. Buna karşılık onlara güzel bir ko­ nuşma yaptı. Ayrıca babasını ve onunla ilgili bazı hatıralarını anlattı. Halkına karşı iyil iklerini ve hükümdarlığı döneminde

Tfırihu't-Taberi

86

görevinin hakkını verdiğini dile getirdi. Onlara, babasından gördükleri iyilikleri kendisinde bulmamaları halinde bunu yad ı rgamamalarını, zira kendisinin davranışlarının memle­ ketin maslahatına ve düşmana karşı tedbirli olmaya matuf olduğunu söyledi. Konuşmasında babasının adamı olan Mihr Nersi b. Büraze'yi vezir yaptığın ı bildirdi. E n güzel şekilde on­ lara m uamele edeceği ni, en güzel yolu ihdas edeceğini, düş­ manı daima ezeceğini, halkına ve askerlerine merhametle m uamele edeceğini ve onlara ihsanda bulunacağını bildirdi. Onun iki oğlu vardı. Birinin adı H ü rmüz idi ve Sicistan va­ lisiydi. Diğerinin adı ise Firuz idi. Yezdicerd öldükten sonra H ü rm üz, hükümdarl ığı ele geçirdi. Bunun üzerine Firuz, Ak Hunlara (Hayta!) sığındı. Onların hükümdarına kendisiyle kardeşi H ü rmüz'ün kıssasını anlattı. H ükümdarlığın kendisi­ nin hakkı olduğunu bildirerek H ü rmüz'e karşı savaşmak ve babasının mirasına sahip olmak üzere kendisine bir o rdu ver­ mesini istedi. H ükümdar bu tal ebi reddetti. Ancak ona H ür­ müz'ün zalim olduğu bildirilince hükümdar: ''Allah zulme razı olmaz. Zulüm ehlinin amellerinde hayır yoktur. Zalim hüküm­ darın idaresinde adalet olmaz. B elki zulüm ve haksızlık olur," dedi. Firuz'a Talakan şehrini bağışladıktan sonra bir o rdu verd i. Firuz bu o rduyla döndü ve H ürmüz ile savaşarak onu öldü rdü ve o rdusunu dağıta rak hükümdar oldu. Öte yandan Rumlar, Yezdicerd'in babası Behram'a verdik­ leri haracı Yezdicerd'e vermeyi savsakladılar. Bunun üzerine Yezdicerd, babasının yaptığı gibi Mihr N e rsi'yi bir orduyla on­ ların üzerine gönderdi. Nersi, Yezd icerd'in bu ko nudaki irade­ sini hayata geçirdi. (8 2 ]

Yezdicerd on sekiz yıl. dört ay hüküm sürdü. Bir görüşe göre de on yedi yıl işbaşında kalm ıştır. * * *

Firuz b. Yezdicerd Daha sonra Fi ruz b. Yezdi cerd b. Behram Cfır kardeşini ve ailesinden üç kişiyi öldürdükten sonra hükümdar oldu.

Tdrihu 't-Taberf

87

Hişam b. M uhammed' den bana anlatıldığına göre şöyle de­ m iştir: Firuz, H o rasan'da hazırlık yaptı ve Taharistan halkı ve çevresindekilerden yardım istedi. Ard ından Rey'de bulunan kardeşi H ürmüz üzeri ne gitti. İ kisinin annesi b irdi ve adı D ey­ nek idi. Medain'de eli altındaki yerlere hükmediyordu. Fi ruz kardeşine galip gelmiş ve onu hapsetmi şti. Adaletle yönetti ve güzel uygulamaları oldu. O, din sahibi bir zattı. Onun zama­ nında yedi yıl açlık hüküm sürdü. Firuz bu sorunu iyi yönetti. Beyt ü lmaldekileri beklentiler doğrultusunda taksim ederek haraçtan sakındı. İnsanları güzel bir siyasetle idare etti. O yıl­ larda bir kişi hariç hiç kimse yokluktan telef olmadı. Firuz, Toharista n'ı hakimiyetleri altına alan Ak Hunlar üzerine gitti. H ükümdarlığının ilk dönemlerinde kardeşine karşı ona destek vermişlerdi. Rivayete göre bunlar Lut kav­ mi gibiyd iler. Firuz bu sebeple ülkenin onların hakimiyeti al­ tın da kal masını uygun görmedi ve onlarla savaştı. Ancak onu öldürdüler. Ayrıca hükümdar diye adlandırılan dört oğlunu ve dört kardeşini de öldü rdüler ve bütün H o rasan'ı hakimi­ yetleri altına a ldılar. Fars ahalisinden Suhara adında birinin onlar üzeri ne yürümesine kadar bu durum devam etti. Şiraz ahalisinden ve hürmet edilen bir zat olan bu kişi, Tan rı rızası için gönüllü olarak Ak H u n hü kümdarı n ı n katına geldi ve onu H o rasan'dan çıkardı. (İki taraf da) barışla birbirleri nden ay­ rıldılar. Firuz'dan alınan ve kaybolmayan esirler iade edildi. Adam yirmi yedi yıl hüküm sürdü. Hişam'dan başka d iğer tarihçiler şöyle demişlerdir: Fi ruz başarıları mahdut ve uğursuz bir adamdı. Onun sözleri ve fi­ illeri kendisi ve memleketinin insanları için zararlı ve adeta bir felaketti. Onun döneminde ülke yedi yıl boyunca kıtlığa maruz kaldı. Nehirler, kanallar ve çeşmeler, ağaç ve ormanlar, (83] ovadaki bütün ekinler, dağdaki o rmanlar ku rudu. Kuşlar ve yabani hayvanlar telef oldu. Küçükbaş ve büyükbaş hayvanlar, binek ve yük hayvanları aç kaldı. Yük hayvanları yük taşıya­ maz hale geldi. D icle'nin suyu azaldı. Ülkesinin insanları mu­ sibetlere maruz kaldı. Açlık, zorluk ve sıkıntılar hüküm sürdü.

88

Tii rihu 't-Taberi Firuz, bir tamim yazarak halkın haraçtan, cizyeden ve her

çeşit hizmetten muaf tutulduğunu ve kendilerini özgür bırak­ tığını bildirdi. Onlara geçimlerini sağlamak üzere çabalama­ larını emretti. Sonra bir yazı daha yazdı ve bu yazıda kimin elinde saklı bir define, insanla rın beslenmesine yarayacak bir erzak ve yiyecek varsa ortaya çıkarılmasını, d iğer i nsanlarla paylaşmasını ve yalnız başına o ndan yaralanmaktan kaçın­ masını, zengin, fakir, eşraf ve basit insanların erzaktan yarar­ lanmakta eşit olması gerektiği ni bildirdi. Ayrıca onlara, bir yerde açl ıktan ölen olursa o şehrin veya köyün veya öldüğü yerin halkının hepsini cezalandıracağını ve o nları ağır yaptı­ rımlara çarptı racağını ilan etti. Firuz böylece o sıkıntı ve açlık döneminde halkını öyle idare etti ki, Erdeşir H u rre vilayetinde Bedih adında bir şahıs dışında açlıktan ölen olmadı. Farsların büyükleri, E rdeşir H urre halkı ve Firuz bu olay karşısında rahatsızlıklarını ifade ettiler. Firuz, Rabbine yalvararak kendisine ve halkına rahmetini yaymasını ve yağmurun yağmasını niyaz etti. Allah ona yardım etti ve ül­ kesi su bolluğunda eski haline kavuştu. Ağaçlar da canlandı. Firuz emir vererek Rey' de Rame Firuz adında bir şehir kur­ du. Cürcan ve Bab-ı SCıl arasında da bir şehir kurdu ve adını Ruşen Firuz koydu. Azerbaycan bölgesinde de bir şehir kurdu ve adını Şehram Firuz koydu. (641

Firuz'un ülkesi canlandıktan, hakimiyeti pekiştikten, düşmanlarına galip geld ikten ve bu üç şehri kurduktan sonra Ak Hun H ükümdarı Ahşnuar ile savaşmak üzere askerleriyle H o rasan üzerine yürüdü. Ahşnuar haberi al ınca korkuya ka­ pıldı. Rivayete göre Ahşnuar'ın bir adamı onun için kendini feda etti. Ona: "Benim el ve ayakları m ı kes ve beni Firuz'un geçeceği yola at. Ancak evlatlarıma ve aileme yardım et," dedi. Adam, bununla Firuz'a tuzak kurmayı am açlamıştı. Ahşnuar adamın el ve ayakl arını kesti ve Firuz'un geçeceği yola attı. Firuz geçince adamın haline üzüldü ve neden bu halde ol­ duğunu sordu. Adam, Firuz'a: " Beni Ahşnuar bu hale soktu. Zira ona: 'Firuz'a ve Farsların askerl erine güç yetiremezsi n,' dedim." dedi. Bunun üzerine Firuz ona üzüldü ve ona mer-

Tdrihu 't-Taberi

89

ha'll e t ederek yoldan alınıp kendileriyle birlikte taşınmasını emretti. Adam nasi hat görünümü altında Firuz'a ve askerle­ rine kimsenin bilm ediği ve Ak Hunları n hükümdarına giden kısa yolu göstermek istediği ni söyledi. Firuz buna kandı ve adamın gösterdiği kısa yolu izlemeye başladı. Adam onla­ rı çölden çöle götürüyordu. Ne zaman susuzluktan şikayet ederl erse suya yaklaşmakta olduklarını ve çölü aşmak üze­ re olduklarını söylüyordu. Onları çıkmaz bir yere ulaştırı nca onlara gerçeği anlattı. Bunun üzerine Firuz'un adamları ona: "Biz seni uyarmıştık ancak uyarılarımızı dikkate almadın, bu aşamada a rtık ne olursa olsun düşmana ulaşmak için her yolu denememiz lazım," dediler. Yollarına devam ettiler ve çoğu susuzluktan öldü. Firuz, askerl erinden kurtulanlarla birlikte düşmanlarının yanına vardılar. B itkin bir halde düşmana yak­ laştıktan sonra, Ahşnuar'dan şu şartlara göre barış istediler: Fi ruz ile sağ kalan askerleri memleketlerine dönecekler, Firuz h içbir vakit Ak Hunlarla savaşmayacağına, toprakları üzeri­ ne yürümeyeceğine, asker göndermeyeceğine ve iki memle­ ket arasında tayin edilece k sınırı geçmeyeceği ne Allah adına and i çerek söz verecektir. Ahşnuar buna razı oldu. Firuz da bu konuda yazılı b i r taahhütname hazırlayıp i mzaladı. Ayrıca bu konuda şahitler de tutuldu. Ardından Firuz'a yol verdi. Firuz memleketine dönünce hamiyet duygusu ve gurur onu tekrar Ahşnuar ile karşı karşıya gelmeye sevk etti. Vezirler ve has adamları onu uyarmalarına rağmen Ahşnuar'a karşı harekete geçti. Oysa bu ahdi bozmaktı. Ancak Fi ruz uyarıları (85) dikkate almadı ve kendi görüşünden taviz vermedi. Onu uya­ ra nlar arasında onun has adamlarından olan ve görüşlerine d eğer verdiği M üzdebuz da vard ı. Müzdebuz, Firuz'un ısrarını görünce aralarında geçen diyaloğu bir sahifeye yazarak onu mühürlemesin i istedi. Firuz, Ahşnuar diyarına doğru sefere çıktı. Ahşnuar, iki ülke arası nda büyük bir hendek kazd ırmıştı. Firuz hendeğe ulaşınca üzeri ne kö prüler kurdu ve kendisi ve o rdusu için geçiş işaretleri olmak üzere hend eğe sancaklar dikti. Firuz düşman tarafına geçti. D üşman askerleriyle karşı karşıya gelince Ahşnuar, Firuz'a elindeki taahhütnameyi ona hatırlattı ve verdiği söze sadık kalması için ona nasi hatte bu-

90

Tıirihu 't-Taberf

lundu. Ancak Firuz, ısrar, hırçınlık ve karşılaşmak inadında ı srar etti. Firuz'un adam ları bu işe taraftar değildi. Zira Ak H un larla aralarında bir ahitname vardı. Ahşnuar ahitnameyi çıkardı ve şöyle yakardı : "Allah'ı m ! Bu ahitnamenin muhteva­ sını sen koru ! " Firuz hezim ete uğradı ve geçiş noktalarında­ ki sancakların yerlerini şaşırdı ve hendeğe düş erek hayatını kaybetti. Ahşnuar, Firuz'un mallarına, kadınlarına ve d ivan defterleri ne el koydu. Fars o rdusu daha önce görülmemiş bir hezi mete maruz kal dı. Sicistan'da Erdeşir H urre şehrinde Acemlerden Suhara adında ilim, güç ve satvet sahibi bir adam vardı. Okçulardan oluşan bir grubu da vardı. Firuz'un başına geleni haber alın­ ca aynı gece atına binip yola çıktı ve Ahşnuar üzeri n e gitti. Ona haber göndererek kend isiyl e savaşacağı nı bild irdi. Onu bertaraf edip yok ed eceği tehdidinde bulundu. Bunun üze­ rin Ahşnuar onun üzerine büyük bir o rdu gönderdi. Rivayete göre üzerine gittiği bir adama ok attı ve oku adamın atının iki gözü arasına saplandı. O k az kalsın atın başında kaybola­ caktı. At yere yıkılınca Suhara bin icisine musallat oldu. Ancak onu öldürmedi ve ona: "Liderine git, gördükl erini anlat," dedi. Bunun üzerine atı alıp Ahşnuar'a gittiler. Okun izini görünce d ehşete kapıldı ve Suhara'ya haber göndererek talebini sor­ du. S uhara ona: " Benim talebim divanı bana iade edecek ve esirl eri serbest bırakacaksı n," dedi. Ahşnuar bunu kabul etti. D ivan Suhara'nın eline geçip esirler serbest bıraktı rınca di[86) vandaki kayıtlardan Firuz'un hazinelerini çıkardı ve Ahş nu­

a r'a yazarak bu hazinelerin de teslim edilmesini aksi takdirde ayrılmayacağını bildirdi. Ahşnuar işin ciddiyetini anlayı nca taviz verdi ve Suhara da esirleri kurtardıktan, divanı ve mal­ ları geri ald ıktan ve F i ruz'a ait hazineleri Fars ülkesi n e iade ettikten sonra geri döndü. Suhara, Acem d iyarına dönün­ ce Acemler onu takdir etti ler ve hükümdardan sonra ikinci adam ko numuna geti rdiler. Nesebi şöyledir: Suhara b. Sabur b. Zehan b. Nersi b. Visabur b. Karin b. Kirvan b. Ebid b. Evbld b. Tiroye b. Ker­ denk b. Navir b. Tus b. Nodka b. Minşo b. N evd er b. Minuşihr.

Ttirihu't-Taberl

91

Farsların tarihini bilen ilim ehlinin b i r kısmı Firuz v e Ahş­ nuar hakkında naklettiğim rivayetin benzerini nakletmişlerdir. Fakat bundan başka şu bilgileri de aktarmışlardır. Firuz, Ahş­ nuar ile karşılaşmak için yola çıktığında hükümdarların ika­ metgahlarının bulunduğu Taysabun ve Behuresir şehirlerinde Suhara'yı vekil bıraktı. Onun mertebesine Karin denirdi. Ayrıca Sicistan valiliği görevini de ifa ediyordu. Firuz, Behram'ın H ora­ san i le Türk illeri arasında kurduğu fenere kadar geldi. Aslında Türklerle Farslar arasında yapılan anlaşmayla Türkler bu feneri geçip H orasan topraklarına girmeyeceklerdi. İ ki taraf da bu fe­ neri aşıp birbirlerine saldırmayacaklardı. Firuz da Ak Hunlara karşı savaşında bu sınırı aşmayacağına dair Ahşnuar'a söz ver­ mişti. Ancak Firuz buraya vardığında feneri, zincirlerle elli file ve üç yüz kişiye bağlanıp çekilmesini emretti. Fener çekiliyor ve Firuz onu takip ediyordu. Bununla Ahşnuar'a verdiği söze bağlı olduğunu bildirmek istiyordu. Ahşnuar, Firuz'un feneri yerin­ den çektirdiğini haber alınca Firuz'a haber göndererek ona: "Ey Firuz! Seleflerinin yapmaktan imtina ettiği şeylerden sen de kaçın. Onların yapmadığı şeyleri yapmaya kalkışma," dedi. Ancak Firuz aldırmadı ve mesajına itibar etmediği gibi Ahşnu­ ar'a karşı savaşma isteğini sürdürerek hasmını savaşmaya da­ vet etti. Ancak, Ahşnuar, Firuz ile savaşmaktan imtina etti. Zira [87] Türklerin muharebelerinin çoğu hile ve tuzaklara dayanıyordu. Bu sebeple Ahşnuar emir vererek askerlerinin önünde on arşın genişliğinde ve yirmi arşın genişliğinde bir hendek kazılmasını emretti. H endeği n üstü ince dallarla döşendikten sonra üzerine toprak atıldı. Sonra askerleriyle hendeğin biraz uzağına çekildi ve orada konuşlandı. Firuz, Ahşnuar'ın çekildiğini haber alınca bunun bir ricat ve kaçış olduğunu sandı. Bu sebeple davulların çalınmasını istedi ve askerleriyle Ahşnuar ve adam ları üzerine hızla gitti. Gidiş istikametleri kazılan hendekti. Hendeğin yanına vardıklarında üstü ö rtülmüş hendeğin üzerinden karşı tarafa geçerken Firuz ve askerlerinin çoğu hendeğe düşüp öldüler. Ahşnuar, Firuz'un ordugahına yöneldi ve o rdugahtaki her şeyi ele geçirdi. M ubezan - ı mı1bezi esir aldı. Firuz'un kızı Fi­ ruz Duht ve Firuz'un kadınları da Ahşnuar'ın eline geçti. Ar-

Tôrih u't-Taberi

92

dından emir vererek hendeğe düşen Firuz ve askerl erinin ce­ setleri çıkarıldı ve gömüldü. Ahşnuar, Firuz Duht'u kendisiyl e birlikte olmaya davet etti. Ancak kız bundan imtina etti. Firuz'un helak old uğu haberi Fars diyarına ulaştı. Bunun üzerine halk sarsılıp korkuya kapıldı. Olayın şokunu atlatı n­ ca Suhara hazırlık yaptı ve maiyeti ndeki askerlerin çoğunlu­ ğuyla Ak H unlar üzerine yürüdü. Cürcan'a varınca Ahşnuar durumu haber aldı. O da hazırl ık yaptı ve karşılamaya çıktı. Suhara'ya haber göndererek adını ve mertebesini sordu. Su­ hara ona adını söyledi, Karin mertebesinde olduğunu ve Fi­ ruz'un intikamını almak için geldiğini haber verdi. Ahşnuar ona: "Senin akıbetin Firuz'un akıbeti gibi olacak. Onun o rdu­ sunun büyüklüğü onu helak olmaktan kurtaramadı," diye ha­ ber gönderdi. Bu sözler Suhara'yı caydıramadı. O hiddetle ve şiddetle yürüyüşünü sürdürdü. Ahşnuar'ın mütareke ve barış ta leplerini de kabul etmedi. Firuz'un ordugahından eline ge(88] çen her şeyi kurtarmadan sulh tekli flerini kabul etmeyecekti.

Bunun üzerine Ahşnuar, Firuz' dan ele geçirdiği malları, hazi­ neleri ve aralarında kızı Fi ruz Duht'un da bulunduğu kadınla­ rını teslim etti. M fibez-i mfi bezanı esir ald ığı Fars büyüklerini de serbest bıraktı. Suhara bütün bunları ya nına alarak Fars ülkesine döndü. Firuz'un kaç yıl hüküm sürdüğü hakkında ihtilaf etmiş ler­ dir. Bazılarına göre yirmi altı yıl, bazılarına göre de yirmi bir yıl hüküm sü rmüştür. (89]

Yezdicerd b. Behram ve Firuz Dönemlerinde Meydana Gelen Olaylar ve Bu Dönemlerde Yemen ve Arap Bölgesi Valileri Hişam b. M uhammed' den bana şöyle dediği anlatıldı: Him­ yer hükümdarlarına hüküm sürdükl eri dönemlerde H i m ­ yer ka bilesiyle diğer kabilelerin eşrafı hizmet götürüyorlar­ dı. H assan b. Tübba'a hizmet edenler arasında Amr b. Hucr el-Kindi hizmet ediyordu. O aynı zamanda Kinde kabilesinin lideriydi. Hassan b. Tübba', Cedis üzerine gittiği zaman onu bazı işlerini yü rütmekle görevlendi. Amr b. Tübba' kardeşi

Tarihu 't-Taberl

93

H assan b. Tübba'ı öldürüp yerine geçtiği zaman Amr b. H ucr el-Kindi'yi işlerinde görevlendirdi. Amr akı llı olup asalet sa­ hibiydi. Amr'a i kramda bulunmak ve kardeşi H assan'ın oğul­ larının şanını küçültmek için onu kardeşi Hassan b. Tübba'ın kızıyla evlen dirdi. H i myer bu konuda ileri geri konuştu. Hatta bu, H i myer için adeta bir musibetti. Zira Araplardan hiç kimse o aileden kız almaya h eves etmezd i. H assan b. Tübba'ın kızı Amr b. H ucr'a Haris b. Amr'ı doğurdu. Amr b. Tübba'dan sonra Abdi Külal b. Müsevveb hükümdar oldu. Zira Tübba' adın­ daki oğlu hariç Hassan'ın çocuklarının yaşı küçüktü. Tübba' b. H assan'a da cinler musallat olmuştu. Abdi Külal b. Müsev­ veb, hükümdar ailesi dışında başkalarının hakimiyete tamah etmemesi için hükü mdarlığı aldı. Yaş ı, tecrübesi ve güzel si­ yasetiyle görevi üstlendi. Rivayete göre kadim H ristiyanlık inancına bağlıydı. B u inancını kavminden saklardı. Onu buna davet eden Şam'dan gelen Gassanlı bir adamdı. H i myerliler, Gassanlı adama saldırarak onu öldürdüler. B i r müddet sonra Tübba' b. H assan cinlerin etkisinden kurtularak sağl ığına kavuştu. O yıldızlar ilmini en iyi b ilen, en akıllı, geçmişin ve geleceğin bilgisine en vakıf olan kişiydi. Tübba' b. Hassan b. Tübba' b. Melikeykerib b. Tübba' el-Akren hükümdar oldu. H i myer ve Araplar ona büyük saygı gösterdi. Tübba', kız kar­ deşinin oğlu H aris b. Amr b. H ucr el-Kindi'yi büyük bir orduyla Maad, Hire ve çevresi üzerine gönderdi. Burada Nu'man b. İ mruülkays b. eş-Şaklka üzerine yürüdü. Onunla savaştı; onu ve ailesinin bazı fertlerini öldürdü. Adamları nı hezimete uğ­ rattı. Ancak Nu'man'ın büyük oğlu M ü nzir ve Nemir'den olan a nnesi Mae's-Sema kurtuldu. Böylece Nu'man hanedanının hakimiyetleri son buldu ve onların mülküne Haris b. Amr (90] el-Kindi varis oldu. Hişam dedi: N u'man'dan sonra oğlu M ü nzir b. N u'man hü­ kümdar oldu. Annesi H i nd bint Zeydu Menat b. Zeydillah b. Amr el-Gassani idi. Kırk dört yıl hüküm sürdü. Bunun sekiz yıl, dokuz ayı Behram Cı1r b. Yezdicerd zamanında, o n sekiz yıl Yezdicerd b. Behram zamanında, on yedi yıl Firuz b. Yez­ dicerd zamanında geçti. Ondan sonra oğl u Esved b. M ü nzir

94

Tii rih u't-Taber'i

işbaşına geçti. Onun annesi, B eni H eycümane'den Hirre bint en-N u'man idi. O da, Amr b. Ebi Rebia b. Zühl b. Şeyban'ın kızı­ dır. Farslar onu yirmi yıl hapsettiler. Bu sürenin o n yılı Firuz b. Yezdicerd zamanında, dört yılı S alaş b. Yezdicerd zamanında, altı yılı da Kubaz b. Firuz zamanında geçti. * * *

Balaş b. Firuz ve Hakimiyeti Firuz b. Yezdicerd'den sonra oğlu Balaş b. Fi ruz b. Yezdi­ cerd b. Behra m Cı1r işbaşına geçti. Kard eşi Kubaz onunla taht mücadelesine tutuşm uştu. Ancak bu m ücadeleyi Balaş kazan­ dı. Kubaz ise Türk hükü mdarı H akan'a sığı ndı ve ondan yar­ dım talep etti. Balaş taç giyince eşraf onun huzuruna çıktı ve onu tebrik ederek kendisine dua ettiler. Ondan Suhara'yı yap­ tıklarından dolayı mükafatlandırmasını istediler. Balaş, Suha­ ra'ya özel muamele yaptı, ona i kramda bulundu ve m ükafat­ landırdı. Balaş hep güzel davrandı. İ mar işlerine önem verdi. O kadar güzel anlayışı vardı ki bir ev yıkılıp da sahipleri yurt­ larını terk etmek zorunda kaldıklarını duyarsa, kendilerine yardımcı olmadığı, ihtiyaçlarını gidermediği ve yurtlarını terk etmelerine mani olmadığı için o köyün soruml usunu mutlaka cezalandırırdı. Balaş Sevad bölgesinde bir şehir kurdu ve adı­ nı Balaşavaz koydu. Medain şehrinin yakınındaki Şahat şehri­ dir. Balaş dört yıl hüküm s ü rdü. * * *

Kubaz b. Firuz ve Hakimiyeti Balaş'tan sonra Kubaz b. Firuz b. Yezd icerd b. B ehram Cı1r işbaşına geçti. Kubaz hükümdar olmadan önce Türk H aka­ nı'na gitmiş ve kardeşi Balaş'a karşı ondan yardım istemişti. Ya nında çıkışında ona eşlik eden ve kimliğini gizleyen küçük

[9 1 ] bir grup olduğu halde yolu Nisabur'un sınırından geçti. O n­

ların içinde Suhara'nın oğlu Zermihr de vardı. Kubaz'ın cima arzusu depreşti. Konuyu Zermihr'e açtı ve kendisine asil bir kadın bulmasını istedi. Zermihr isteği ni ye rine geti rmek için okçulardan olan ev sahibinin karısına gitti. Onun çok güzel ve

Tôrihu 't-Taberi

95

henüz bakire olan bir kızı vardı. Zermihr ondan kızı n ı iste­ di ve onu Kubaz'a göndermesini tavsiye etti. Kad ın kocasına konuyu açtı. Zermihr, kadınla kocasını ikna etmeye çalıştı ve onları Kubaz'ın talebini yerine getirmeye teşvik etti. N ihayet kabul ettiler ve kız Kubaz'a vardı. Kızın adı N ivenduht idi. Ku­ baz aynı gece onunla birlikte oldu ve kız, Anuşirvan'a hamile kaldı. Kubaz ona güzel bir ödül verdi ve onu kendine yakın tuttu, hediyeler verilmesini emretti ve onu çok sevdi. Rivayete göre kızın annesi kızına adamın halini sordu. Kız bir şey bilmediğini an cak donunun altın dokuma olduğu­ nu söyledi. Annesi de hükümdar çocuğu olduğunu anladı ve buna sevindi. Kubaz, H akan'ın yanına vardı. Onunla görüşün­ ce Fars hükümdarının oğlu ol duğunu, hükümdarl ık için kar­ deşinin kendisiyle mücadele ettiği ni, kendisine galip geldiğini ve kendisinden destek almak için geldiği ni söyl edi. Hakan ona iyi vaatlerde bulundu. Kubaz dört sene Hakan'ın yanında kal­ dı ve Hakan söz verdiği gibi onu himaye etti. Zaman uzayınca Kubaz, Hakan'ın ka rısına haber göndererek kendisini evlatlık edinmesini, kocasına ricada bulunarak ona verdiği sözü yeri­ ne geti rmesini istemesini talep etti. Kadın, Kubaz'ın talebini yerine getirdi. Kadın bu konuda kocasına sürekli baskı yaptı. N ihayet H akan, Kubaz'a bir ordu verdi. Kubaz orduyla birlikte yol alırken Nisabur tarafına geldiğinde ona kız bulan adama kızı sordu. Adam, kızın annesinden kız ının durumunu sordu. Anne kızın bir erkek çocuk doğurduğunu söyledi. Kubaz kadı­ nın getirilmesini istedi. Kad ın yanında Anuşirvan olduğu ve onun elinden tutmuş olarak geldi. Ku baz'ın yanına vardığı n da ona çocuğun durumunu sordu. Kad ın çocuğun onun oğlu ol­ duğunu bild irdi. N iteki m güzelliği ve şekli ve şemailiyle tam ona çekmişti. Rivayete göre Kubaz henüz oradayken Balaş'ın ölüm habe­ rini aldı. Bunun üzerine oğlanın uğur getirdiğini söyledi. Ço- [92] cuğu ve annesini hükümdar ailelerine has tarzda b indirildiler. Medain şehrine varıp da hükümdarlık tahtına oturunca Su­ hara'yı has adamı yaptı ve işlerini ona tevdi ederek oğlunun kendisine yaptığı hizmetlerden dolayı teşekkür etti. Ardından

96

Tô.rihu 't-Taberi

ordusunu etrafa göndererek düşmanlarını bertaraf etti. Çok sayıda esir aldılar. Kubaz, Ahvaz ve Fars d iyarı arasında Re­ can şehrini ku rdu. H ulvan şehrini de kurdu. E rdeşir H urre'nin Karzin bölgesinde Kubaz H u rre şehrini kurdu. Ayrıca başka şehir ve köyler de inşa etti, kanallar açtı, köprüler kurdu. Su­ hara, Kubaz adına devleti ve siyaset işlerini idare ediyordu. Za­ manla bu duru m insanların ona meyletmesine, onu m uhatap almasına ve Kubaz'ı küçümsemesine ve ciddiye almamasına yol açtı. Olup bitenlerin farkına varınca bu durumu hazmede­ medi ve bu duruma razı olmadı. Bu sebeple Mihra n ailesinden olan ve ülkenin İspehbedi Sa bur er- Razi'ye yazarak yanı ndaki askerlerle gelmesini emretti. Sahur askerleriyle birlikte Ku­ baz'a geldi. Kubaz ona Suhara' nın durumunu anlattı ve onun hakkında ona talimatlar verdi. E rtesi sabah Sahur, Kubaz'ın yanına gitti. Suhara da orada oturuyo rdu. Ancak Sahur o n u görmezden geldi ve Kubaz'a doğru yürüdü. Suhara da b u n a aldırmadı. Sahur yanında bulunan bir ipi boynuna geçirdi. Sonra onu çekti ve onu sağlam bir şekilde bağladı ve hapse attı. O zaman, "Suhara'nın rüzgarı hafifledi. Mihran'ın rüzgarı şiddetlend i," denildi ve bu söz darbımesel oldu. Daha sonra Ku baz'ın emretmesi üzerine Suhara öldürüldü. Kubaz'ın haki­ m iyeti üzerinden on yıl geçince Mubez-i M ubezan ve b üyük­ lerin kararıyla Kubaz görevden alındı ve hapse atıldı. Zira o, Mazdek adında bir adama ve arkadaşlarına uymuştu. Onlar şöyle diyorlard ı : Mazdek ile arkadaşlarının inancı şöyledir Allah yeryüzünde rızıkları yaratmış ve insanların bu rızıkları kendi aralarında eşit olarak taksi m etmelerini murat etmiştir. Ancak, insanlar bu konuda birb i rlerine zulmetmişlerd i r. On­ lar yeryüzündeki malları zenginlerden alıp fakirlere vermeyi, serveti çok olan kimselerin malını elinden alarak yoksullara vereceklerini söyl üyorlardı. Ki min yanın da fazla mal, kad ı n ve eşya varsa onlara sahip olmakta diğerlerinden daha haklı de­ ğildir. Sefil insanlar da bunu fırsat b i lerek Mazdek ve adamla­ rına destek çıktı lar ve o nların taraftarı oldular: İ n sanlara mu­ sallat oldular ve git gide güçlendiler. Artık insanlara evlerinde saldı rıyor ve evlerine, kadınlarına ve mallarına zorla sahip

97

Tii rihıı 't-Taberf

çıkıyo rlardı. İ nsanlar onlara karşı koyam ıyo rlardı. Bu fikre (93] sahip olanlar, Kubaz'a, mezheplerini süslü göstermesini, aksi takdirde tahtından indireceklerini söyleyerek onu tehdit ettiler. Kısa b i r zaman sonra babalar evlatlarını, evlatlar da baba­ larını tanıyamaz oldu. İnsanlar sahip olabildikleri şeylere de sahip olamıyorlardı. Kubaz'ı da insanların ulaşamayacağı bir yerde tuttular. Kardeşi Camasb'ı onun yeri ne oturttular. Ku­ baz'a: "Sen geçmişte yaptıklarından dolayı günahkar oldun. Seni günahlarından ancak kadınlarını diğerlerine m übah kıl­ man temizleyebilir," dediler. Ayrıca kesilip kurban olarak ateşe sunulmak üzere ondan kendini onlara teslim etmesini iste­ diler. Zermihr b. Suhara bu durumu görü nce kendisine uyan eşrafla birlikte fedakarlık yaparak karşı çıktı ve onlardan çok sayıda insan öldü rdü ve Camasb'ı yerinden ederek Kubaz'ı makamına iade etti. Ancak M azdekiler Kubaz'ı Zermihr'e karşı ta hrik ettiler ve onu öldürttü ler. Kubaz hükümdarların iyi­ lerindendi. M azdek tarafı ndan yukarıda a ndığım işlere zorla­ yana kadar Kubaz, Farsların en iyi h ükü mdarlarında ndı. Ta ki Mazdek onu yönlendirdi ve böylece insanların birliği bozuldu ve sın ırları altüst oldu. * * *

Fars tarihi hakkında ilim sahiplerinden bazıları şunu riva­ yet ederler: Kubaz, Mazdek'e tabi olup onun fikir ve inancını kabul ettiği için, m emleketin uluları onu hapsedip yerine kar­ deşi Camasb b. Firuz'u geçirdiler. Ku baz'ın kız kardeşi hapis­ haneye gelerek onun yanına girmek istediyse de, hapishane müdü rü onun Kubaz'ın yanına sokmak istemedi. Bu yüzden adam kadını ifşa etmek istedi ve ona göz koyd uğunu ima etti. Kadı n ona arzusuna engel olmayacağını söyledi. Adam ona hapishaneye girmesine izin verdi. Kadın, Kubaz'ın yanında bir gün kaldı. Sonra Kubaz'ın yan ındaki kilimlerden birine sarıl­ ması n ı istedi. B u n un üzeri ne Kubaz kilime sarıldı ve güçlü bir hizmetçi tarafı ndan taşındı. Kubaz hapisten çıkarıldı. Ancak hizmetçi hapishane müdürünün ya nından geçerken müdür ona yükünün ne olduğunu sordu. Hizm etçi cevap vermekte aciz kaldı. Bunun üzerine Kubaz'ın kız kardeşi devreye gire-

98

Tririhu 't-Taberf

rek: 'Adet görürken üzerinde yattığım kilimdir, yıkanmak için gidiyorum," dedi. Müdür inandı ve kilime dokunmadı. Temiz ol mad ığı düşüncesiyle ona yaklaşmadı ve hizmetçinin çıkışı­ na izin verdi. H izmetçi, Kubaz'ı kaçırdı. Kadın da izinden gitti. Kubaz kendisinin hapsedenlere karşı savaşmak için hüküm­ darlarından askeri yardım dilemek maksadıyla Ak Hunlar (94] ülkesine kaçtı. İ l k varı şında Ebrişeh r'de oranın büyüklerin­

den birinin yan ında konakladı. Adamın yetişkin bir kızı vardı. Kubaz bu seferinde Kisra Anuşirvan'ın annesini nikahladı. Bu seferden dönüşünde Anuşirvan ve annesiyle döndü. Dönün­ ce altı yıl işbaşında kalan kardeşi Camasb'ı yendi. Ardından Rum d iyarına sefere çıktı. Bu seferde Cezire'nin şehirlerinden Amid'i ele geçirdi ve ahalisini esir aldı. Kubaz emir vererek Fars diyarı ile Ahvaz arasında Ram Kubaz adında b i r şehir kurdu. Ona Bumkubaz veya Errecan da denilmektedir. Ayrıca bir vilayet kurdu ve ona Surrak ve Ram H ü rmüz vilayetlerin­ den bazı yerleşim merkezlerini bağladı. Kubaz oğlu Kisra'ya hükümdarlık yolunu açtı ve ona bu konuda ahitname yazarak onu mühürledi. Kubaz öl ünce -ki onun hakimiyet süresi kardeşi Camasb'ın hakimiyet süresiyle birlikte kırk üç yıldı. - Kisra Kubaz'ın va­ siyeti ni yerine getirdi.

Kubaz Döneminde Araplarla Kubaz'ın Amilleri Arasında Vuku Bulan Olaylar [95]

Hişam b. M uhammed'den bana şöyle dediği anlatıldı: Haris b. Amr b. Hucr b. Adi el- Kindi, N u'man b. Münzir b. i m ­ ruülkays b . Şakika ile karşılaştığı nda o n u öldürdü. Bu olayda N u 'man'ın büyük oğlu N u'man canını kurtardı. H aris b. Amr el-Kindi hasmının mülküne sahip oldu. Bunun üzerine Fars hükü mdarı Kubaz b. Firuz, H aris b. Amr el-Kindi'ye: "Senden ö nceki hükümdar ile bir ahdimiz vardı. Seninle görüşmeyi arzu ediyorum," diye haber gönderdi. Kubaz, zındık ruhlu bir kimseydi. İyilik görüntüsüyle hare­ ket eder, kan akıtmaktan hoşlanmaz ve düşmanlarını s evme­ diği kan akıtmayla idare ederdi. Onun devrinde heva ve heves-

Tôrihu 't-Taberf

99

ler a rttı. İ nsanlar da onu küçümsediler. H aris b. Amr el-Kindi, Kubaz ile görüş mek üzere bir orduyla yola çıktı. İ kili Feyyum Köprüsünde buluştular. Kubaz, çekirdeği alınmış bir tabak h urmayla çekirdeği alınmamış bir tabak hurma getirilmesini istedi. Çekirdekli h urma H aris b. Amr'ın önüne, çekirdeksiz hurma da Kubaz'ın önüne konulmuştu. H aris hurma yerken çekirdekleri atıyordu. Kubaz ö nündeki çekirdeksiz h urmadan yiyordu. Haris'e: " N eden benim gibi yemiyorsun?" diye sordu. Haris, Kubaz'ın kendisine alay ettiğini bilerek dedi ki: "Çekir­ dekl eri d eve ve davarlarımız yemekted i r." Ardından kendi ara­ larında anlaşmaya vardılar. Buna göre H aris b. Amr ve di lediği adamları atlarını Fırat Nehrinin yan ı ndaki mezbahaya kadar getirebileceklerdi. Ancak bu sınırı geçmeyeceklerdi. Haris, Kubaz'ın içinde bulunduğu zafiyeti görünce Sevad bölgesine tamah etti ve silahlı adamlarına Fırat'ı aşarak Sevad bölge­ sine geçmelerini emretti. Bunu üzerine M edain'de bulunan Kubaz'a imdat çağrısı ulaştı. Kubaz: " Bu, mülklerinin dışında­ dır," dedi ve H aris b. Amr'a : " Bazı Arap harami leri baskınlar (96] yapmışlardır. Bu sebeple seninle buluşmayı arzu ediyorum," dedi. H a ris ona geldi. Kubaz o na: "Senden önce kimsenin yap­ madığı bir şey yaptın," dedi. H aris ona: " Farkında değilim. B i r şey de ya pmadım. Bunlar o l s a o l s a Arap haramileridir. Arap­ ları da ancak mal ve askerl e zapt edebilirim," dedi. Kubaz ona: " N e istersin?" Haris: "Sevad b ölgesinin bir kıs mını bana bı­ rak ki bununla silahla nayım," dedi. Bunun üzerine Kubaz ona Arap b ölgesine yakın Aşağı Fırat tarafından altı bölgeyi ona verdi. Bunun üzeri ne Haris b. Amr el-Ki ndi, Yemen'de bulu­ nan Tübba'a haber göndererek: "Ben Acem toprağına talip ol­ dum ve altı b ölgeyi elde ettim, sen askerleri topla ve gel. Zira hükümdarları savunmasızdır. Zira o etyemez ve kan akıtmayı meşru görmeyen bir zınd ıktır," dedi.24 Bunun üzeri ne Tübba' askerleri topladı ve yola çıkarak Hi're'ye ka dar gelerek Fırat'a yaklaştı. Sivrisineklerden rahatsız oldu. Haris b. Amr'a emir

24 Bundan anlaşılıyor ki kan akıtmaktan imtina etmek o günkü Arap örfün­ de bir dalalet ve sapıklık olarak kabul ediliyordu. Yani kan akıtmak kural, akıtmamak ise kural dışı kabul ediliyordu ( çev.).

1 00

T6rihu 't-Tabert

vererek N ecef'e kadar bir kanal açmasını istedi. H aris bunu yaptı. Bu Hire N eh ri oldu. Tübba' burada konakladı ve karde­ şinin oğl u Şemir Zülcenah'ı Kubaz'ın üzerine gönderdi. Şemr onunla savaştı ve o n u mağlup etti. Kubaz, Rey şehrine çekil­ di. Ancak Şemir onu takip etti ve onu öldürdü. Tübba', Şemir'i H o rasan üzerine, oğlu H assan'ı da Suğd üzerine gönderdi. On­ lara: "Hanginiz Çin'e daha önce ulaşırsa orası onundur," dedi. Her biri büyük bir o rduya komuta ediyordu. Rivayete göre altı yüz kırk bin kişilik bir o rduya komuta ediyorlardı. Kardeşinin oğl u Ya'fur'u da Rumlar üzerine gönderdi. O şöyle dem iştir: Ey arkadaşım! Dôhiyi galiba beğendin. Côbiye'ye indiklerinde Himyer/ileri de. Sucuları yalnız seksen bin idiler. Her sekiz kişiye bir sucu düşü­ yordu. Ya'fur yürüyüşünü sürdürerek Kostanti niye'ye kadar git­ ti. Ona itaat e ttiler ve haraç verme taahhüdünde bulundular. Sonra Kostantiniye'den dört ay uzaktaki Roma'ya gitti ve onu kuşattı. Ancak ordusunda açlık baş gösterdi. Ardından taun hastalığına yakalandılar. Bundan dolayı zaafa uğrad ılar. Onla­ rın bu halini gören Rumlar onlara saldırarak o nları bertaraf ettiler. Onlardan kurtulan olmadı. Şemir Zülcenah yürüyüşü(97) nü sürdürerek Semerka nd'a kadar gitti. Şehri muhasara et­

tiyse de bir netice elde edemedi. Bunun üzeri ne muhafızlarla etrafı turlamaya başladı ve şehirden bir adamı alı koyarak ona şehir ve hükümdarı ha kkı nda sorular sordu. Adam: "Hüküm­ dar ahmağın teki dir. Bütün derdi yemek ve içmektir. B i r kızı vardır ve insanları o yönetmektedir," dedi. Bunun üzerine Şemir adamla kıza bir hediye gönderdi ve ona dedi ki : "Kıza söyle, benim Arap diya rından bu raya gelişimin sebebi, onun akıllı bir kız olduğunu işitmemdir. İstedim ki, kendisiyle ev­ leneyim ve ondan Arap ve Aceml ere hükmedecek b i r erkek çocuğa sahip olayım. Ben mal elde etmek için gel medim. Ya­ nımda da altın ve gümüş dolu dört bin sandık vardır. Bunları ona teslim edip Çin'e gid eceğim. E ğer oraya h ü kmedebilirsem o benim karım olacak. Ö lecek ol ursam sandıklar onun olacak. Mesaj ı ona ulaştırılınca kız: "Tamam sandıkları göndersin,"

Tdrihu 't-Taberf

101

dedi. Şemir o n a h e r b irinde iki adam bulunan dört b i n sandık gö nderdi. Semerkand'ın dört kapısı vardı. Her birini dört bin adam koruyordu. Şemir sandıklardaki adamların harekete geçmesinin parolasını zil sesi olarak tespit etti. Sand ıkları gö­ türen adamlara da bu konuda ta lim atlar verdi. Şehre girdikle­ rinde zili çaldı. Bunun üzerine sandıkların içinde olan adam­ lar sandıklardan çıkıp kapıları tuttular. Şemir de askerleriyle şehre girdi ve ahalisini ö ldürüp mallarına el koydu. Ard ından da Çin'e gitti. Yol unda Türklerle karşılaşarak onları mağlup etti. Çin'e ulaştığında Hassan b. Tübba'ın üç sene önceden Çin'e girmiş olduğunu öğrendi. Bazılarının an lattığına göre ikisi de ölünceye kadar Çin'de ikamet ettiler. Orada yirmi bir sene i kamet ettiler. Ravi dedi: Ölünceye kadar Çin'de kaldılar diyenler derler ki: Tübba' kendisiyle onlar arasında ateşi haberci kılmıştı. Bir olay vuku bulduğu zaman gece ateş yakarlardı ve böyl elikle aynı gecede haber ulaşmış olurdu. Buna göre kendisi iki ateş yakacak olsa bu, Ya'fur'un ölü mü n ü, üç ateş yakacak olsa bu Tübba'ın ölümünün alameti olacaktı. Eğer onlar ateş yakar­ larsa bir ateş H assan'ın, iki ateş de ikisinin ölümünün haber­ cisi olacaktı. Onlar bu şekilde i kamet ettiler. Tübba' i ki ateş yakarak Ya'fer'in ölümünü haber verm iş, daha sonra üç ateş yakılarak Tübba'ın ölümü haber verilmiş­ tir. Ravi dedi: Üzerinde ittifak edilen rivayete göre, Şemir ve Hassan gidiş yollarını izleyerek Çin'de elde ettikleri mallar, [98] çeşitli mücevherler, güzel koku lar ve esirlerle Tübba'ın yanına döndüler. Sonra hep birlikte ülkelerine döndüler. Tübba' da M ekke'ye gitti ve Matabih mevki inde konakladı. Tübba' Yemen'de ölmüştür. Ondan so nra hiçbir Yemen hükümdarı diğer ülkelere karşı askeri seferlere çıkmamıştır. Tübba' yüz yirmi bir yıl hükü m sürdü Ravi dedi : Bir rivayete göre Tübba' Yahudilik dinine gir­ m iştir. N itekim b i rçok haham Yesrib'den çıkarak Tübba'a re­ fakat ederek Mekke'ye gitmişlerdir.

Tdrihu 't-Taberi

102

Ravi dedi: Rivayetlere göre Ka'bu'l-Ahbar'ın ilmi, söz ko­ nusu haha mların b ı raktığı ilmi m i rasa dayanmaktadır. Ka'b, H i myer' dendi. İbn İshak ise şöyle diyor: Tübba'lardan doğu seferine çıkan hükümdar, sonuncu Tübba'dır. Onun (şeceresi) Tübba' Tüb­ ban Es'ad Ebu Kerih b. Melikeykerib b. Zeyd b. Amr Zü'l- Ez'ar olup H assan'ın babasıdır. İbn H umeyd, Seleme'den naklen bize bu rivayeti nakl etmiştir. * * *

Kisra Anuşirvan ve H ükümdarlığı Daha sonra Kisra Anuşirvan b. Kubaz b. Firuz b. Yezdicerd b. Behram Cfir hükümdar oldu. H ükü mdar olunca her biri Fars diyarının bir bölgesini ve ona bağlı olan yerleri idare eden dört fazusbana mektuplar yazdı. Bunlardan Azerbaycan Fa­ zusbanı'na gönderdiği mektubun metni şöyledir: " Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. H ükü mdar Kisra b. Kubaz b. Firuz b. Yezdicerd b. Behram Cfir'dan Azerbaycan, Ermi niye ve ona bağl ı bölgelerle Dünbavend, Taberista n ve ona bağlı bölgele­ ri nin fazusbanına selam. İ nsanların en çok endişe ettiği şey, kaybetmekten korktuğu ni metlerin yokluğu, fitnelerin vuku bulması ve kötül üklerin, iyiden iyiye nefsine, has adamlarına, (99] malına veya evladına isabet etmesidir. Halk nezdinde bizim

bildiğimiz en çirkin şey, en büyük musibet ve en çok am meyi etkileyecek bela, salih bir hükümdarın kaybedilmesidir." Kisra hükümdarlığı n ı pekiştirince Fesa ahal isinden müna­ fık b i r kişi olan Zerdüşt b. H u rrekan'n Mecusilikte ihdas ettiği i nancı iptal etti. İ nsanlar, ihdas ettiği bid'atler hususunda Zer­ düşt'e uymuştu. Zerdüşt bu inançta bir aşama kaydetmişti. Halkı bu inanca davet edenlerden biri de Mezriye ahalisinden Mazdek b. Bamdaz adı ndaki şahıstı r. Onun insanlara telkin ettiği ve onları teşvik ettiği şeylerden biri de mallarında ve ailelerinde in sanlarla ortakça ve e şit bir il işkiye girmel erid ir. O bunun Allah'ın razı olduğu ve en güzel şekilde ödüllendi­ receği hayırlı bir amel olduğunu belirtmiştir. Eğer emrettiği şey dinden değilse bile iyi bir eyl em ve gönüllü bir uzlaşma

Tdrihu 't-Taberi

103

olduğunu i fa d e ederek sefil insanları yüksek s ı nıflara karşı ayaklandırdı. Böylece düşük i n sanlar kıymetli insanlarla o r­ tak oldular. Gaspçılara gasp yolunu kolaylaştırdı, zaniler için şehvetlerini tatmin etm el erine ve ümit edemeyecekleri gü­ zel ve asil kadınlara ulaşma imkanı verdi. İ n sanlar daha önce karşılaşmadıkları bir musibetle karşı karşıya kaldılar. Kis ra, insanlara Zerdüşt H urrekan ile Mazdek b. Bamdaz'ın ihdas et­ tikleri yaşam tarzı bid'atini yasakladı ve bu bid'atleri ilga etti. Bu inanca bağlı olmaya devam eden ve koyduğu yasağa uyma­ yan çok sayıda insan öldürm üştür. Mani dinine bağl ı olanlar­ dan da insanlar öldü rdü. Kisra, Mecusiler için hala yürürlükte olan M ecusiliği ise güçlendirdi. Onun hükü mdarlığından önce o rdu başko mutanlığı olan

İspehbedlik görevi bir kişi tarafından görülür ve bu zat bütün memleketin İspehbedi sayılırd ı, Kisra bu görevi dört İspehbed arasında böldü ki b iri H orasan ile ona bitişik olan vilayet­ lerin İs pehbedliğinden ibaret olan doğu bölümü, i kincisi batı İspehbedliği, üçüncüsü Yemen'den ibaret olan Nimruz İ s peh- [ 1 00] bedl iği, dördüncüsü Azerbaycan ve ona komşu olan vilayetler İ spehbedliği, yani H azar ü l kesidir. Kisra bu s istemle mülkünü güçlen dirmeyi amaçlamıştır. Ayrıca savaşçılarını s ilah ve at­ larla de güçlendirdi. Kisra, Kubaz'ın hakimiyeti çağında çeşitli sebeplerden dolayı diğer kavimlerin h ü kümdarları tarafı n d a n istila edilmiş o l a n S i n d , Büst, Ruhhac, Zabulistan, Toha­ ristan, D erdistan ve Kabülistan gibi ülkeler kurtarıldı. Kisra, Bariz adlı bir millette katl iam yaptı. Ku rtulanları da sürdü ve memleketin değişik yerl erine yerl eştirdi. Bunlar Kisra'ya boyun eğdiler. Ancak Kisra savaş larında onlardan yararlandı. Kisra'nın em riyle Sol adında bir millet esir edildi. Ona götü­ rüldüler; onların bahadırlarından seksen kişi hariç verdiği emirle hepsi öldürüldüler. Kisra bunları sağ bıraktı ve onları Şehram Firuz'a yerleştirdi ve savaşlarında onlardan yardım alırdı. Ahbaz denilen kavim, Bencer denilen kavim, Belencer de­ nilen kavim ve Ellan denilen kavim kendi aralarında anlaşarak Kisra'nın ülkesine saldı rmaya kal ktılar. Erminiye'ye yönelerek

1 04

TQrihu 't-Taberf

oradaki düzeni değiştirmeye yeltendiler. Erminiye'ye ulaşma­ ları kolay ve i m kan dahilindeydi. Kisra bir müddet onlara göz yumdu. Ancak ülkesine karşı saldırmaya imka n buldukların­ da askerlerini onların üzerine gönderdi ve o nlarla savaşarak o nların kökünü kazıdı. Geri kalan on bin kişiyi ise esir aldı. Bu esirler Azerbaycan ve civarına yerleştirildiler. H ükümdar Fi­ ruz, Sol ve Ellan bölgesindeki toprakları diğer kavimlerin sal­ dırılarına karşı ko rumak maksadıyla büyük taşlardan bent­ ler yaptı rmı ştı. H ükümdar Kubaz da babasından sonra aynı bölgelerde birçok binalar yaptı. Kisra hükümdar olunca Sol bölgesinde ve Cürcan'da, memleket halkı nı düşmanların sal­ dırılarından korumak maksadıyla yontulmuş taşlardan şehir, kale büyük tepe ve (başka) birçok binalar yaptırdı. Sincibu2 5 H akan Türklerin en güçlüsü ve en cesu ru, en iti­ barlısı ve askeri en fazla olanıydı. O Ak H u nların hükümdarı Vezr ile savaştı ve Ak H unların çokluğundan ve güçlerinden korkmadı. Vezr ve askerlerinin çoğu nu bertaraf etti, o nların (1 01 ) mallarına el koydu ve Kisra'nın ele geçirdikleri dışında ka­ lan memleketlerini istila etti. Abhaz, Bencer ve Belencer'i de ke ndi tarafına meylettirerek onlara boyun eğdirdi. Ona, ken­ dilerinden korunmak için Fars hükü mdarların haraç ve rme­ ye devam etti klerini bildirdiler. Sincibu yüz o n bin kişilik bir o rduyla harekete geçerek Sol diyarına mücavir yerlere kadar ilerledi. Kisra'ya da elçi göndererek onu tehdit etti. Kendisine ve Abhaz, Bencer ve Belencer'e kendisinden önceki dönem­ de Farslara verdikleri haracı onlara iade etmesini istedi. Eğer bu ta lepleri acilen yerine geti rmezse ülkesine gireceğini ve onunla husumet içinde olacağını bildirdi. Ancak Kisra bu ta­ lepleri dikkate almadı. Zira Kisra, Sol bölgesini ko runaklı hale getirmiş ve Sincibu'nun geçeceği yol ve güzergahları m uhkem hale getirilmişti. Ayrıca Erminiye sınır bölgesini beş bin süva­ ri ve piyadeyle koruma altına aldığını biliyordu. Sincibu, Kisra' nın Sol sınır bölgesini korunaklı hale getir­ d iğini haber alı nca o rdusuyla eli boş olarak ülkesine döndü. 25

İstemi Kağan için Arap kaynaklarında geçen Sincibu, Bizans kaynakların­ da geçen Sinzibul ile aynı unvandır (ed.).

Tdrihu 't-Taberf

105

Cürcan tarafında olan düşmanda, Kisra'nın emriyle bölgede inşa edilen kaleler dolayıs ıyla baskınlar yapamaz ve boyun eğd iremez durumdaydı. İ nsanlar, ilmi nde, aklın da, kararlı­ lığında ve cesa retinde Kisra' nın üstünlüğünü ve onlara olan merhametini takdir ediyorlardı. Taç giydiğinde eşraf ve ileri gelenler huzuruna çıkıp ona dua ettiler. Onlar söyleyecekleri­ ni tamamlayınca bir ko nuşma yaptı. Sözlerinin başında insan­ ları yaratan Allah'ın ni metlerini andı ve onların işlerini idare etmesini, rızıkları n ı ve geçimleri ni takdir ve teke ffül etmesi hakkında hatırlatmada bulundu. Konuşmasında her konuya değindi. Ardından insanlara kötü durumları, dinlerinin tahrip edilmesi ve ınaişetleri nde ve evlatları konusunda durumları­ nın kötü olduğunu ifade ederek bu konularda ıslahat yapaca­ ğını ve insanların bu hususta ona yardımcı olmalarını istedi. Ardından Mazdek dininde olanların boyu nlarını vurdurdu. Onların mall arı ihtiyaç sahipl eri arasında dağıtıldı. İ nsanların mallarını gasbedenlerden çok sayıda insanı öldürdü. Gasbe­ dilen malları sahiplerine iade etti. Nesepleri şüpheli ve ba- [ 1 02] baları belli olmayan çocukların, mensup oldukları ailelerde bırakıl masını, çocuğu kabu l eden kimsenin ona kendi ma­ lından bir kısmını ayırmasını emretti. Gasbedilen kadın lara gasbedenler tarafından mehir verilmesini ve ailelerinin razı edilmesini sağladıktan sonra kadının kendisini mağdur eden kişinin yanında kalmak veya başka biriyle evlenmek arasında muhayyer bırakılacaktı. Ancak daha önce evli olanlar kocala­ rına iade edileceklerdi. Başkasının malına tecavüz eden veya başkasına zul meden, zulmettiği kişilerin hakkını iade edecek ve suçu oranında cezalandı rılacaktı. Asil aileden o lup da bü­ yükleri ölen çocuk ve ailelerin sayımları yapıldı, kızları kendi­ l erine denk ola nlarla evl endirildi, çeyizleri hazineden temin edildi.(Bu gibi aileden olan) genç erkekler kızlarıyla evl en­ dirildi. Bunları varlıklı kıldı ve devlet işlerinde kul lanılmak üzere maiyetinde bulundurdu. Babasının dul kalan eşlerini, kend i kadınlarıyla b i rli kte i kamet etmek ve böylelikle ünsiyet duymalarını ve emsalleriyle aynı i m kanlara sahip olmak ile onlara denk eşler bularak onları evlendirmek arasında

106

Tarihu 't-Taberl

muhayyer bıraktı. I rmak ve kanallar kazılması, araziyi işle­ yenl ere borç verilmesini, onların destekle nmesini, yıkılmış köprülerin yeniden yapılmasını, harap olan köylerin en güzel şekilde yeniden kurulmasını emretti. Esvarların (cengaver ve usta okçu ların) denetleyerek zor şartlarda olanlara binek ve teçhizat takviyesi yaptı ve onları güçlendirecek tahsisatlar ödenmesini istedi. Ateş evlerine sorumlular tayin etti. Yolla­ rı ıslah etti. Yollarda konak ve kaleler kurd u. H akim, amil ve valileri iyi seçti. Görevde olanlarına en güzel tali matları ver­ di. E rdeşir'in yaşam tarzını mektup ve kararları n ı esas alarak onları kendisi için rehber kıldı ve insanların bunlara uyma­ larını istedi. Kisra, devletin idaresini sağlam bir surette eline alıp ahaliyi kend isine boyun eğdirdikten birkaç yıl sonra An­ takya üzeri n e yürüdü. Kayser' in kumandanlarının çoğunun bulunduğu şehri ele geçi rdi. Akabinde ölçüleri, hane sayısı yol ve caddeleriyle ve içindekilerle Antakya'nın tasvir edilmesini emretti. Antakya' nın b i r b enzerinin M edain şehrinin yakının­ da kurulmasını istedi. Bunun üzerine Rumiye adıyla bir şehir kuruldu ve Antakya ahalisi taş ı narak buraya iskan edildiler. Şehrin kapısından içeri girdiklerinde her aile Antakya'daki evl erine benzer evlere yerleştiler. Sanki oradaki evl erinden çıkmamışlardı. Arkasından H i rakl şehrine yöneldi ve şehri ele geçirdi. Aka[ 1 03) binde de İskenderiye ve civarını aldı. Kayser ona boyun eğip

haraç verdikten sonra bir kısım askerlerini Rum diyarında bırakarak ayrıldı. Hazar bölgesine doğru yoluna devam etti. İ nsanlarına yaptıklarının intikamını aldıktan sonra Aden'e doğru harekete geçti. Orada Habeşistan civarında iki dağ a ra­ sında kalan bölgeyi, büyü k gemiler, kayalar ve demir direk ve zincirl erl e kapattı. Sonra bölgenin büyüklerini öldürdü. Akabinde Medain şehrine hareket etti. Bu sefer ile H i ­ rakl'a 2 6 kadar olan Rum diyarı ve Erminiye'yi hakimiyeti altı­ na aldı. Ad en'den Bahreyn'e kadar olan bölgeyi mülküne kattı. 26

Heı·akleios veya Heraklius (Latince: Flavius Heraclius Augustus) (d. yak. 575- ö . 1 1 Şubat 641), 5 Ekim 6 1 0 - 1 1 Şubat 6 4 1 arası Doğu Roma İ mpa­ ratoru (ed.).

1 07

Tdrihu 't-Taberi

M ü nzir b. Nu'man'ı da Arapların başına getirdi ve ona ik­ ramda bulundu. Bu harekattan sonra Medai n şehrinde icraa­ tına devam etti. Daha sonra dedesi Firuz'un intikamını almak için Ak H unlar üzerine gitti. Anuşirvan, H akan'ın damadı ol­ muştu. Sefere çıkmadan önce H akan'a haber vererek kararı nı bildirdi ve onun da Ak H unlar üzerine gitmesini istedi. Kisra, Ak H unlarla karşılaştı ve o nların hükü mdarını öldürdü ve ai­ lesinin kökünü kazıdı. Belh ş ehrini ve civarını geçerek asker­ leriyle Fergana'da konakladı. Belh ve onun arkasındaki yer­ lerden geçerek askerini Fergana civarında yerl eştirdi. Arkasından H orasan'dan ayrıldı. Medain'e varınca Habeşli­ lere karşı kendisinden yardım isteyen bir heyet huzuruna çıktı. Bunun üzerine komutanlarından birini Deylemilerden oluşan bir birliğin başında olduğu halde onlarla gönderdi ve Yemen' de Mesn1k el- Habeşi'yi öldürdüler ve o rada ikamet ettiler. Kisra muzaffer olmaya devam etti. Bütün milletler o ndan çekiniyordu. Türkler, Çinliler, Hazarlar ve diğerlerinin heyet­ leri daima huzuruna çıkardı. Alimlere değer verirdi. * * *

Anuşirvan kırk seki z yıl işbaşında kaldı. Peygamber'in (sav.) veladeti Anuşirvan'ın son dönemine rastlamıştır. H işam dedi: Anuşirvan'ın hakimiyeti kırk yedi yıl sürmüştür. Resulullah (sav.) babası Abdullah b. Abdülmuttalib'in doğumu Anuş irvan'ın hakimiyetinin kırk ikinci yılına tesadüf etmiştir. Hişam dedi: Anuşirvan güçlenince N u'man'ın büyük oğlu (1 04) Nu'man'a ve Nemir'den olan annesi M aüssema'ya haber gön­ dererek onu Hire'ye ve Aki lu'l-Murar lakaplı Haris b. Amr ai­ lesinin hakim olduğu bölgeye kadar olan yerlere val i yaptığını bildirdi. Münzir ölünceye kadar bu görevde kaldı. Anuşirvan, Buzcan üzerine bir sefer düzenledi ve akabinde dönere k el-Bab vel- Ebvab'ı inşa etti. H işam dedi: Esved b. Münzir'den sonra kardeşi Münzir b. M ü nzir b. Nu'man -annesi H i rre bint Nu'man'dır- Farslar adı­ na Araplara yedi yıl hükmettiler.

108

Tô.rihu 't-Taberf

Ondan sonra Nu'man b. Esved b. Münzir ve Haris b. Amr el-Kindi'nin kız kard eşi olan annesi Ümmü'l-Melik bint Amr b. Hucr dört yıl hükmettil er. Ondan sonra da Ebu Ya'fur b. Alkame b. Malik b. Adi b. ez­ Zemil b. Sevr b. Ü ses b. Rebi b. N ümare b. Lahm'i üç yıl süreyle işbaşına getirdi. Daha sonra Zülkarneyn olarak da bilinen Münzir b. İm­ ruülkays el-Bed'yi başa getirdi. Bu unvanı alması iki saç ö rgü­ sü olduğu içindir. Annesi Maüssema d iye bili nen Mariye bint Avf b. Cüşm b. Hilal b. Rebia b. Zeyd Menat b. Amir ed- Dayhan b. Sa'd b. Hazrec b. Teymullah b. en-Nemir b. Kasıt'tır. O kırk dokuz yıl hükü m sürdü. Ondan sonra oğlu Amr b. M ü nzir ve annesi Hind bint el-Ha­ ris b. Amr b. H ucr Akilu'l-Murar on altı yıl işbaşında kaldı. Amr b. Hind'in velayetinden sekiz yıl sekiz ay geçtikten sonra Resulullah (sav.) doğdu. Bu olay Anuşirvan dönem inde, Eşrem Ebu Meks um'un Kabe'ye karşı düzenlediği saldırının geçekleştiği Fil yılında meydana gelmiştir. ( 1 0 5)

Kubaz ve Anuşirvan Dönemlerinde Tübba'ın Müdahil Olduğu Olaylar ve Farsların Habeşistanhlarla Savaşmak İçin Orduyu Yemen'e Göndermeleri İ bn Humeyd bize Seleme ve Muhammed b. İshak'tan şöyle dediğini nakletti. Şöyle dedi: Bize İbn Humeyd söyledi ona ve arkadaşlarına Seleme, ona da İbn İshak şunu söylemiştir:

Son Tübba' -adı Tübban Es'ad Ebu Kerib'di r- doğu sefe­ rinden dönerken Medi ne'ye uğradı. İ lk uğrad ığında Medi­ ne'nin ahalisini heyecanlandıramamış ve bir oğlunu burada bırakmıştı. Ancak oğlu bir suikast son ucu öldürülmüştü. Tüb­ ba' şehri tahrip etmek, ahalisinin kökünü kazımak ve hurma ağaçlarını kesmek için gelm işti. Ensar bunu haber alı nca ona karşı koymak için topla ndılar. O zaman Ensarın başkanı, Beni N eccar'dan Amr b. Mebzfıl oğul larından Amr b. et-Talle idi. Tübba'a karşı savaşmak üzere çıktılar. Tübba' daha önce Me­ dine'ye geldiğinde Beni Adi b. en-N ecdir'dan Ahmer adında bir kişi Tübba'ın adamlarından birini öldürmüştü. Zira onu

Tdrihu 't-Taberf

109

kendisine ait b i r hurma ağacını keserken görmüştü. Bunun üzerine "M eyve onu yetiştirene aittir," diyerek onu orağıyla öldü rdü. Ardından da onu Zat-ı Tu man adında kendilerine ait bir kuyuya attı. B u, Tübba'ın onlara karşı öfkesini artırdı. Tübba' ve Medineliler birbirleriyle savaştılar. Ravi dedi: En­ sarın anlattığına göre, gündüz onunla savaşıyor ve gece onu misafir ediyorlardı. Tübba' onların bu davranışlarına hayran olmuş ve "Vallahi bu insanlar cömert insanlardır," diyordu. Derken Beni Kureyza Yahudilerinden iki haham Medine'yi tahrip etmek ve ahalisini öldürmek istediğini duyunca ona gelerek dediler ki: " Ey hükü mdar! Bunu yapma. Bunu mutlaka yap­ mak istersen buna muvaffak olamazsın. Senin akıbetinden de emin değiliz," dediler. Tübba': "Neden bunu yapmayacakmı­ şım?" diye sordu. Onlar: "Bu şehir bir peygamberin hicret ye­ ridir. Kureyş'ten ahir zamanda çıkacak ve bu şehir onun yurdu, ikametgahı olacaktır," dediler. Bunun üzerine Tübba' Medine hakkındaki kararından vazgeçti. Tübba' iki hahamın ilim sahibi olduklarını gördü ve söyledikleri hoşuna gitti. Ardından Medine' den ayrıldı ve iki hahamı da yanına alarak Yemen'e götürdü ve onların dinine girdi. Beni Kureyza'dan olan bu iki hahamın isimleri Ka'b ve Esed olup amca çocuklarıydılar. Zamanın en (1 06] alim şahsiyetleriydi. Bu hususu bana İbn Humeyd Seleme, İ bn İ shak, Yezid b. Amr, Eban b. Ayyaş, Enes b. Malik ve kavminden yaşlı bazı zevattan naklen anlattı. Ensardan bir şair - İ bn Ab­ duluzza b. Guzeyye b. Amr b. Abd b. Avf b. Ganem b. Malik b. Neccar- Tübba' ile savaşlarını anlattığı şiirinde Amr b. Talle'yi anmakta, fazilet ve kahramanlığını anlatmaktadır: Uyandı mı yoksa anısı bitti mi? Yoksa lezzetin doruğuna ulaştı mı? Yoksa gençliği mi düşündün? Gençliği ve gençlik çağını düşünmek neye yarar ki? Bu savaş sıradan bir savaş değil. Bu gençler için ibret veren bir savaştır. Sabah çiçekleri açarken harekete geçti ve İmrd n 'ı unuttu ya da Esed'i unuttu. Bir ordu ki, içinde Ebı1 Kerib vardır. Ve bedenlerini boydan boya zırhlar kaplamakta.

110

Tarihu 't-Taberf

Sonra dediler ki: Bu savaşa kim önderlik edecek? Beni Avf mı yok­ sa Beni Neccar m ı ? Ey Neccar oğulları! Bizim onlardan alacağımız intikam vardır. Onları uzun deve karşıladı. Onun verimi tıpkı damlalarını serpen yağm ur gibi. [1 07)

Hükümdarlara üstün gelen bir büyüktür. Kim Amr'a saldırırsa umduğunu bulamazsın. O faydasız şeyleri mi bıraktı yah u t ona birinin ad ve sanı hakkın­ daki haberler mi işitildi? Yoksa arzu ettiği istekleri mi elde etti? Gençlik zamanlarını hatır­ ladın da bu yüzden mi sevihç içine daldın? Gençliği ve zamanlarını hatırlamak neye yarar ki? Bu, yiğide ibret verici üstün bir savaştır. Ey iki arkadaş! Bunları bilmek isterseniz, bu savaşların kahra­ manları olan İ mran ile Esed'e sorun uz. Zühre ile birlikte ve kahraman Ebu Kerib 'in başlarında bulunduğu iri gövdeli ve zırhlı askerleryola çıktılar. Onlar, Av/oğullarına mı yoksa Necaroğul/arına mı saldıralım, de­ diler. Neccaroğullarından bundan önceki intikamımız da alınmış değil­ dir, dediler. Yakışıklı ve uzun boylu askerler onları h ızlı yağmur gibi karşıla­ dılar. Hükümdarlardan da yüksek ve şanlı Amr ile kim savaşabilir? O h ü kümdarlarla yarışarak onları yendi, onunla çarpışanlar mak­ satlarına erişemez, yenilirler: Ensardan bir adam da Tübba'a karşı d i re n işlerini şöyle an­ lattı: Bana külfetlerinden bir külfet yükledi. Hurma ağaçlarını koruma görevidir bu. O hurmalıkları Beni Ma/ik'ten Ebü Kerib 'in kahraman a tlıları ko­ rudu. Ravi dedi: Tübba' ve kavminin tapındıkları putları vard ı. Tü bba', Yemen yolu üzerinde bulunan M e kke'ye doğru yola çıktı. M ekke ve Medine arasındaki yolda bulunan Usfün ve

Tô.rihu 't-Taberl

111

Emec arasındaki Cumdan'ın Düff bölgesindeyken H üzeyl'den bir grup ona geldi ve şöyle dediler: " Ey hükümdar! Sana ih­ mal edilmiş bir beytülmali haber verelim mi? İçinde i nci, ze­ bercet, yakut, altın ve gümüş var." Tübba' : " Evet," dedi. Onlar: "Mekke'de olan, yanında dua edilen ve sahipl eri tarafından tapınılan b i r mabettir," dediler. Esasında H üzeylilerin amacı Tübba'ın helak olmasıydı. Zira onlar Beyt'e tecavüz eden ve azgınlık yapan hükü m darların helak olduklarını biliyorlardı. Tübba' kendisine söylenenleri yapmaya azmedince durumu iki hahama sordu. O nlar ona: "Bu kişiler senin o rdunun helak olmas ı n ı dilemişlerdir. Onların dediklerini yaparsan m utlaka maiyetindekilerle birlikte helak olacaksınız." Tübba' onlara: "Beyt'in yanına gittiğimde ne yapmamı istersiniz?" diye sor­ du. Onlar: "O Beyt'i n sahipleri ne yapıyorlarsa sen de öyle yap, onu tavaf edersin, onu tazim eder ve saygı gösterirsin, saçını tıraş eder ve yanından ayrılıncaya kadar tevazu içinde hareket edersin," dediler. Tübba' onlara: "Sizi bunları yapmaktan alı­ koyan nedir?" diye sordu. Onlar: "Vallahi o atamız İbrahim'in inşa ettiği evdir ve sana anlattığımız gibidir. Ancak sahiple­ ri, etrafına diktikleri putlarla ve yan ı nda döktükleri kanlarla bizimle onun arasına set çektiler. Onlar temiz olmayan ş irk ehlidir," dedi veya bu manada konuştular. Tübba' o nların nasihatleri ni ve doğru sözlü olduklarını anladı ve H üzeyl'den olan grubun ellerini ve ayaklarını kesti ve yoluna devam edere k Mekke'ye vardı. Rüyada Beyt'i n giydiril- [1 08] mesi istendi. Bunun üzerine Kabe'yi hurma dalla rıyla örttü.27 Daha sonra rüyada daha iyi giydirmesi istend i. Bunun üzerine

maô.fir2 8 kumaşıyla giydirdi. Ardından daha güzel giydirmesi istendi. Bunun üzerine mülô. ' ve vesô.i/2 9 denilen Yemen ku­ maşlarıyla ö rttü. Rivayete göre Tübba' Beyt'i ilk giydiren ve Cürhümlü sorumlularına Beyt'i tem iz tutmalarını ona kan, ölü eti ve hayız beziyle yaklaşmamalarını tavsiye etti. Ona bir 2 7 Metinde geçen v e hurma dalları olarak tercüme ettiğimiz "hasf" keli mesi kalın dokuma kumaş anlamına da gelmektedir (Bkz. lisanu'/-Arab). (çev.).

28 Maafir: Yemen'in M aafır kabilesinin ismini taşıyan kumaş ve hırkalar de29

mektir. Vesai/: Bir çeşit Yemen kumaşı ve elbisesidir.

112

Tarihu 't-Taberf

kapı ve anahtar da yaptı. D aha sonra da maiyeti ve askerle­ riyle Yemen'e gitmek üzere yola çıktı. İ ki hahamı da yanında götürdü. Yemen'e girince kavmi n i girdiği dine girmeye davet etti. Ancak o nlar imtina etti ler ve Yemen'deki Ateş Mahkeme­ sine verdiler. İbn Humeyd bize Seleme İbn İshak, Ebu Malik b. Sa'lebe b. Ehi Malik el-Ku­ razl'den İbrahim b. M uhammed b. Talha b. Ubeydullah'ın şöyle dediğini işittim:

Tübba' Yemen'e girmek üzereyken H i myer girmesine engel oldu ve şöyle ded iler: "Dinimizden ayrılmışsın Yemen'e gire­ mezsi n." Tübba' onları : "Bu din sizin dininizden daha hayır­ lıdır," diyerek dinine davet etti. Onlar: "Öyleyse Ateş Mahke­ mesi hakkı mızda hüküm versi n," dediler. Tübba': "Olur," dedi. Ravi dedi: Yemenlilerin iddiasına göre orada ihtilaflara bakan bir Ateş Mahkemesi vardı. Ateş zalimi yiyor ve mazluma za­ rar vermiyordu. Tübba'a b u teklifi götürdüklerinde Tübba': "Ad il bir tekli fte bulundunuz," dedi. Halk putları ve di nlerine göre bunlara yaklaşma vesilesi saydıkları m ukaddes nesnele­ ri meydana çıkard ılar. Adları geçen iki Yahudi bilgini de, Tev­ rat'ı boyu nlarına takmış oldukları halde, ateş çıkmakta olan deliğin ağzına gelerek oturdular. Ateş delikten çıkarak onlara doğru i lerlediği zaman, Yemenliler korkarak ateşten uzak­ Iaştılarsa da hazır bulunan ahali onlara sabır tavsiye ederek felakete doğru sürüklediler. Ateş o nları kuşattı, Himyerlileri putlarıyla birlikte yaktı. Öteki i ki Yahudi bilgini Tevrat boyun­ larına asılı olduğu halde ve alınlarından terler akarak ateşten ( 1 0 91 çıktılar. Ateş onlara zarar vermemişti. Bunun üzerine H i myer

onun dinine girdi. Yemen'de Yahudiliğin kökeni bu olaya da­ yanmaktadır. İ b n H umeyd b ize Seleme, İ b n İshak ve bazı arkadaşların­ dan naklen şöyle anlattı: İ ki haham ve onlarla birlikte çıkan H i myerliler ateşi püskürtmeye yeltendiler. Dediler ki: "Ateşi kim püskürtse o haklı sayılacak." Bunun üzerine H i myerli b i r grup putlarıyla o n a yaklaştılar. Ancak ateş o nları yemek için onlara yönelince onu püskürtemediler ve o ndan uzaklaştılar. B u kez iki haham ona yanaştılar ve Tevrat'ı okumaya başladı­ lar. Ateş geri çekilmeye başladı ve onu çıktığı yere geri gön-

Tô.rihu 't-Taberi

113

derdiler. Bunun üzerine H i myer o nların d i n i n e girdi. Riam adında tazim ettikleri ve orada kurbanlarını sundukları b i r evleri vardı. Orada taptıkla rına hitap ediyorlardı. İki haham Tübba'a: "Orada onları fitneye sevk eden ve onlarla oynayan bir şeytan vardır. B izi onunla baş başa bı rak," dedil er. Tübba': "Ona istediğinizi yap ın," dedi. Yemenlilerin iddiasına göre iki haham o evden siyah bir köpek çıkardılar ve onu kestiler. O evi de yıktı lar. Bana anlatıldığına göre kalıntıları hala mevcut­ tur. Riam evinde akıtılan kurban kanları n ı n izleri mevcuttur. Tübba', bu seferi hakkında, Medine için düşündükleri, Kabe h akkında, kendisine Kabe hakkında yanlış bilgi veren Hüzeyl mensubu kişilerle i lgili, M ekke'ye gittiğinde Kabe'yi giydirmesi ve o n u temizlemesi, iki hahamın ona Resulullah (sav.) hakkında söylediklerini aşağıdaki manzumesinde dile getirmiştir: Sana ne oluyor kigöz ağrısından uyuyamayanlargibi uykusuzsun. Yesrib 'e konaklayan iki torun için öfke içindesin. Onlar için fitne gününde bir ceza vardır. Medine'de konakladım. Gerçekten gecesi de güzel uykusu ve isti­ rahati de güzeldi. Akfk ile Bekf'i'l-Garkad arasındaki bir tepedeki arsada konakla­ mıştım. Onun sıcak toprağını ot bitmez bir halde bırakmıştık. Yesrib 'e indiğimizde göğüslerimizin içi biçici bir öldürme his ve isteğiyle kaynamaktaydı. Sabır ile yemin ettim. Öyle bir yemin ki hiç tereddüt etmediğim [ 1 1 01 bir yemin. Yesrib'e geldim ve içinde meyvesi olgunlaşmış olsun olmasın bir h urma ağacı bırakmamaya. Derken Kureyza 'dan alim bir h aham bana geldi. Yah udilerde kıy­ meti bilinen bir kişiydi. Bana, elini bu şehirden çek. Bu şehir Mekke'den gelecek Kureyşli bir hidayet peygamberine aittir. Onları affettim. Kınanmayan bir affedici olarak onları ebedi bir hesap gün üne havale ettim.

1 14

Tarihu 't-Taberf

Onları Allah 'ın um ulan affına havale ettim. Hesap günü Allah on­ ları cehennem ateşinden korusun. Oradan ayrılırken kavmimden şeref ve yiğitliğiyle övülen adam­ ları bıraktım. Bir grup ki zafer onların peşinden gelecek. Bununla Muh ammed'in Rabbinin sevabını dilerim. Temiz bir mabedin Mekke çölünde bulunduğu ve onda Allah 'a iba­ det edildiğini bilmiyordum. Bunu ancak Mesned Dağının yukarı tarafındaki Cümden Dağının Düffmevkiinde Hüzey/'den birkaç kölenin haber vermesinden son­ ra anladım. Dediler ki: Mekke'de unutulmuş bir Beyt vardır. Onun hazineleri inci veyakuttandır. Bir plan düşünmüştüm ancak Rabbim buna engel oldu. Nitekim Allah Mescidin tahribine karşıdır. On un hakkında ve onlar hakkında düşündük/etimden vazgeçtim. Onları şahit olanlar için bir örnek olarak bıraktım. Benden önce Zülkarneyn Müslüman idi. Hükümdarlar ona boyun eğer ve onun için toplanırdı. Doğuya ve batıya h ükmetti. Hikmet sahibi ve yol gösterici bir mürşitten ilim dilerdi. Battığı zaman güneşin ba tış yerini gördü. Hem de çamurda ve si­ yah balçıkta batarken. Ondan önce h alam Belkıs kendisine h aberle h ü thüt gelene kadar kavmine h ükmetti. İbn H umeyd bize Seleme ve İbn İshak'tan şöyle dediğini anlattı:

Ensardan olan bu insanlara Tübba'ın öfkelenmesi araların­ da yaşayan Yahudiler yüzündendi. Tübba' Medine'ye gittiğinde 1 1 1 1 1 onları yok etmeyi düşünüyordu. Ancak onu engellediler. Bunun

üzerine Tübba' onları bırakıp gitti. B u nedenle şiirinde der ki: Yesrib 'e konaklayan iki torun için öfke içindesin. Onlar için fitne gün ünde bir ceza vardır. İbn Humeyd bize Seleme ve İbn İshak'tan naklen şöyle dediğini rivayet etti:

D aha ö nce bir kahin olan Şafi' b. Küleyb es-Sadefi, Tübba'a gitmiş ve bir süre yanında ikamet etmişti. Onu yolcu etmek

115

Tarihu 't-Taberf

istediğinde Tübba' ona: " İ lminden daha kalan b i r şey var m ı?" d iye sordu: Şafi': "Konuşan bir haber ve sadık bir i lim," dedi. Tübba': "Benim mülküme denk bir mülk ö n görüyor m us u n?" dedi. Kahin: " H ayır. Ancak Gassani hükümdarının oğlu hariç," dedi. Tübba': "Onu da geçen bir mülk sahibi ön görüyor mu­ sun?" dedi. Kahi n : " Evet," dedi. H ayırlı bir insan, Kahhar ile desteklenen ve Zebur'da övülen, ümmeti kitaplarda üstün kı­ l ınan, karanlığı nurla aydınlatan Övülmüş Haberci. Geldiği za­ man Ü mm etine ne mutl u ! B eni Lüey'den ve Beni Kusay'dan­ dır.'' Bunun üzerine Tübba', Zebur'a baktı. Bu vasıfların Pey­ gamber'e (sav.) ait olduğunu gördü. İbn H umeyd bize Seleme, İbn İshak ve Said b. Cübeyr' den nakleden bir zattan rivayetle lbn Abbas ve Yemen alimlerinden hadis rivayet eden bazı muhaddis­

ler şu sözlerde toplanan nakillerde bulundular:

Yemen' de Tübba' adındaki H i myerli hükümdarlar arasında Lahm'dan Rebia b. Nasr adında bir hükü m dar vardı. Ondan önce b irinci Tübba' olan ve adı Zeyd b. Amr Zü'l-Ez'ar b. Eb­ rehe Zi'l-M enar b. er- Rföş b. Kays b. Sayfi b. Sebe' el-Asgar b. Kehf ez-Zulm b. Zeyd b. Sehl b. Amr b. Kays b. M u aviye b. Cü­ şem b. Vail b. el-Gavs b. Katan b. Arib b. Züheyr b. Eymen b. Hemeysa' b. el-Arencec H i myer b. Sebe' el-Ekber b. Ya'rub b. Yeşcüb b. Kahtan. Sebe'nin adı Abdi Şems idi. Rivayete göre Sebe' adını al­ ması Araplardan i l k esir alan kimseydi. Tübba' lakabıyla anı­ lan hükümdarların soyundan gelen H i myer H anedanı budur. B irinci Tübba'dan sonra şunlar geld i : Zeyd b. Amr, amcasının oğlu Şemir Yur'iş b . Yasir Yun'am b. Amr Zi'l- Ezar, Şemir Yur'iş b. Yasir Yun'am b. Amr Zi'l- Ezar, Çin'e sefer düzenleyen, Se­ merkant'ı kuran, Hire'yi şaşırtan Şemir Yur'iş şöyle dem iştir: Ben Şemir Ebu Kerib el-Yemanf'yim. A tları Yemen ve Şam 'dan ge- [ 1 1 2] tirttim. Çin 'in ötesinde Asm ve Yôm 'da bize isyan eden kullar üzerine git­ mem süvariler sevk eden de benim. Onların memleketlerinde öyle bir hüküm süreceğiz ki onu hiçbir delikanlı aşamaz. * * *

116

Tarihu 't-Taberf

Ravi dedi: Şemir Yur'iş b. Yas ir'den sonra Yun'im Tübba' Asgar işbaşına geldi. O, Tübban Es'ad Ebu Kerih b. Melikey­ kereb b. Zeyd b. Tübba' el- Evvel b. Amr Zü'l- Ezar'dır. Medine üzerine giden ve iki hahamı Yemen'e götüren, Kabe'yi tam i r ettiren ve giydiren v e birçok şiiri bulunan kişidir. Bütün bun­ ların hükümdarlığı Rebia b. Nasr el-Lahmi'den öncedir. Rebia b. Nasr ölünce Yemen hakim iyeti H assan b. Tübban Es'ad Ebu Kerih b. Melikeykerib b. Zeyd b. Amr Zü'l- Ez'a r'ın eline geçti. İbn Humeyd bize Seleme, İbn İ shak ve bazı ilim sahiple­ rinden naklen şöyle rivayet etti : Rebia b. Nasr, kendisini kor­ kutan bir rüya gördü. Bunun üzeri n e memleketinde bulunan ne kadar kahin, sihirbaz ve falcı varsa onlara haber gönderdi ve o nları topladı. Onlara: " B eni korkutan bir rüya gördü m," dedi. Onlar: " Rüyayı bize anlat, sana tabirini söyleriz,'' dedi­ ler. Rebia: " Rüyayı size anlatsam, tabirini yapabileceğinizden emin değilim. Onun tab i rini ancak ben anlatmadan onu bilen­ ler bilebilir," dedi. Hü kümdar bu sözü söyleyince adamlardan biri: " Eğer hükü mdarın isteği bu ise Setih ve Şıkk'a haber gön­ dersin. Zira onlardan daha b ilgilisi yoktur. Onlar sordukları­ na cevap verebilirler," dedi. Setih'in soyağacı şöyledir: Rebi' b. Rebia b. Mes'ud b. M azin b. Zi'b b. Adi b. Mazin b. Gassan. Setih'e, Zi'b b. Adi'ye nispetinden dolayı, ez-Zi'bi de denilmek­ teyd i. Şıkk'ın soyağacı: Şık b. Sa'b b. Yeşkür b. Rühm b. Efrek b. N ezir b. Kays b. Abkar b. Enmar. Hü kümdara bu söz söylenin­ ce bu iki zata haber göndererek gel melerini isted i. Önce S etih [11 3] gel di. Zamanlarında onlar gibi kahin yoktu. Setih gelince hü­ kümdar ona: " Ey Setih ! Beni korkutan bir rüya gördüm. Bana bu rüyayı anlat. D oğru anlatabilirsen tabirini de bileceksin," dedi. Setlh: "Tamam. B i r kafatası gördün. -Ebu Ca'fer dedi: Başka b i r rivayette cümcüme yeri ne, lav anlamında humeme geçmektedir.-3° Karanl ı ktan çıktı. Denize nazır bir yere düştü.

Kafatası olan her varlık o ndan yedi," dedi. H ükümdar: "Yanlış söyl emedin Ey Setih ! Şimdi ta birini söyle," dedi. Setih: "İki si­ yah taşlı arazi arasında yaşayan büyük ve zeh irsiz s iyah yılan­ lara yemin ederim ki Habeşliler sizin to praklarınıza gi recek 30

Bunu İbn H işam Sfre'sinde rıvayet etti.

Tdrihu 't-Taberi

117

ve E byen ile Cüreş arasını işgal e decekler," dedi. H ükümdar ona: " Ey Setih! B u zor ve can sıkıcıdır. Bu ne zaman olacak? Benim dönemimde mi yoksa ondan sonra mı olacak?" diye sordu. Setih : "Senden sonra altmış yetmiş yılı aşan bir zaman­ da,'' dedi. H ükümdar: "Bu işgal kalıcı mı, yoksa geçici mi?" diye sordu. Setih: "Yetm iş küsur yıl s ürdükten sonra son bu­ lacak ve hepsi öldürülecekler. Geri kalanlar da kaçacaklardır," dedi. H ükümdar: "Onları kim çıkaracak?" dedi. Setih: " İrem Zi Yezen. Çıkış yeri, Aden. Onlardan kurtulacak bütün Yemen,'' diye cevap verdi. H ükümdar: "Onun haki miyeti kal ıcı mı, yok­ sa geçici mi?" dedi. Setih: "Geçicidir," dedi. Hükümdar: "Ona kim son verecek?" diye sordu. Setih: "Temiz bir nebi. Ona Yü­ celerden gelecek vahiy!" dedi. H ükümdar: " B u nebi kimlerden o lacak?" dedi. Setih: "Galib b. Fihr b. Malik b. en-Nadr soyun­ dandır. H akim iyet ahir zamana kadar onun kavminde olacak," dedi. H ükümdar: "Ey Setih! Zamanın sonu var mıdır?" dedi. Setih : "Öncekiler ve sonrakilerin toplanacağı, iyi lerin mesut, kötülerin de bedbaht olacakları bir gündür," dedi. H üküm­ dar: "Ey Setih: Bize verdiğin bu haber hak mıdır?" dedi. Setih : "Evet, şafağa, gasaka,3 1 felaka32 ve dolunaya dönüşen hilale yem i n ederim ki sana haber verdiklerim haktır," dedi. H ükümdar bu diyaloğu bitirince Ş ı kk geldi. H ükümdar onu çağırdı ve Setih'e söylediği gibi ona: " Ey Ş ıkk! Beni korkutan b i r rüya gördüm. Onu bana an lat. Onu bilirsen tabirini de bile­ bileceksin," dedi. Ancak iki kahinin sözleri uyuşacak mı yoksa farklı mı olacak diye Setih'in neleri anl attığı nı söylemedi. Şıkk: "Evet, bir kafatası gördün. Bir karanlıktan çıktı. Bir bahçeye m antarlar arasına düştü. Her nefis sahibi o ndan yedi," dedi. H ükümdar ikisinin de aynı şeyleri söylediğin i görünce: " Ey Şıkk yanlış söylemedin. Ancak sana göre tabiri nedir?" diye sordu. İki siyah taşlı yere yemin ederim ki, siyahiler sizin yur­ dunuza girecekler ve zarif el sahibi genç ve güzel bayanlara tasallut edecek ve Ebyen i l e Necran arasına hükmedecek! eı:" [ 1 1 4] dedi. H ükümdar ona: "Yemin ederim ki bu canımızı sı kmakta 31

Gasak: gece karanl ığının çökmesi (cev. ) .

3 2 Felak: S a b a h aydınl ığın k a i n a t ı aydın latması (çev.).

1 18

Tıirihu't-Taberi

ve bizi acıtmaktadır. N e zaman olacak? Benim zamanımda mı yoksa ondan sonra mı?" diye sordu. Ş ıkk: "Senden bir m üd det sonra, şanlı bir büyük sizi kurtaracak ve onları zillete duçar edecek," dedi. "Bu şanı yüce kişi kimdir," diye sordu. Şıkk: "Dü­ şük biri olmadığı gibi taksi ratı olan biri de değildir ve Zi Yezen soyundandır," dedi. H ükümdar: "Onun iktidarı kalıcı mı yoksa geçici mi?" dedi. Şıkk: "Geçici olacak ve gönderilecek bir elçi tarafı ndan son bulacak. Bu elçi din ve fazilet ehliyle hak ve adaleti getirecek. Kavmi hak gününe kadar hüküm sürecek," d edi. H ükümdar: "Hak günü ned ir?" dedi. Şıkk: "O gün valiler yaptıklarının karşılığını görecekler. O gün semadan yükselen davet seslerini diriler ve ölüler duyabilecek. İ nsanlar mikat için toplanacak. Takva sahipleri hayır ve kurtuluşa nail ola­ cak," dedi. H ükümdar: "Ey Şıkk ! Söylediklerin hak mıdır?" dedi. Şıkk: "Yerin ve göğün Rab b i ve ikisi aras ındakileri yü­ celten ve alçaltan Allah'a yemin olsun söylediğim haktır, onda şüphe yoktur," dedi. B u mesele böyle kapandıktan sonra, iki kahinin H abeşliler hakkında söylediklerinin vuku bulacağını düşünerek oğullarını ve ailesini ihtiyaçlarına yetecek madde­ lerle I rak'a göndermek üzere hazırladı. Bunun için de Fars hü­ kümdarı Sabfır b. H a rrezad'a yazarak Hire'ye iskan etti. Hire hükümdarı N u'man b. M ü nzir, Rebia b. Nasr ailesindendir. Soyağacı ise şöyledir: N u ' man b. M ünzir b. N u'man b. M ü nzir b. Amr b. Adi b. Rebia b. Nasr. Bu Yemen ahalisinin nesebi ve ilminde mahfuzdur. * * *

İ bn Humeyd bize Seleme ve İbn İshak'tan naklen şöyle dediğini rivayet etti:

Setih ve Şıkk, Rebia b. Nasr'a kehanetlerini söyleyip d e Rebia b . N a s r d a ailesini v e evlatla rını Irak'a gönderince ha­ ber bütün Araplar a rasında yayıldı ve ko nuşuldu. H abeşliler Yemen'e gi rince ve kah inlerin verdiği haber ve bilgiler vuku bulunca B eni Kays b. Sa'lebe el-Bekr'i'den A'şa iki kahinin ke­ hanetleri hakkında şöyle dedi: Hiçbir görüş sahibi Zi'bf'nin konuştuğu gibi bu kadar gerçeği gö­ rebilmiş değildir.

Tdrihu 't-Taberf

1 19

Araplar Setih'e Zi'bi derlerdi. Zira Zi'b b. Adi soyundandı. [ 1 1 5] Rebia b. Nasr ölüp de Yemen' de hakimiyet Hassan b. Tübban E s'ad Ebu Kerih b. Melikeykerib b. Zeyd b. Amr Zü'l- Ez'ar'ın eline geçince Habeşlilerin istilası meselesi baş gösterd i ve H i myer haki m iyeti kaybetti ve bu durum H abeşi i stilası bo­ yunca sürdü. Her şeyin bir sebebi vardı r. N iteki m Hassan b. Tübban E s'ad Ebu Kerih, ö n ceki Yemen hükümdarları olan Tübba'ların yaptığı gibi Yemen ahalisiyle Arap ve Acem di­ yarı üzerine sefer düzenledi. I rak topraklarında seyrederken H i myer ve diğer Yemen kabileleri bu sefere devam etmek istemeyerek yurtlarına ve ailelerinin yan ı na dönmek i stedi ler. Bunun i ç i n o rduda bulunan kardeşi Amr ile konuştular. Ona: " Ka rdeşin H assan'ı öldür seni başa getirelim, sen de bizi yurdumuza geri götür," dediler. Amr bu tekli fi kabul etti. Böylece Amr, H i myer ve Yemen kabileleri Hassan'ı öldürmek hususunda ittifak ettiler. Ancak Zı1 Ruayn el-H imyeri buna muhalefet etti ve Amr'ı bundan sakınd ırdı ve ona: "Sizler memleketimizin hakim ailesisi niz. Sakın kardeşini öldürüp de ailenizi perişan etme," dedi. Ya da bu manada sözler söy­ ledi. Ancak Amr bu uyarıyı dinlemedi. Zı1 Ruayn, H i myer'in eşrafındandı. Bu durum karşısında bir m ektup yazdı ve şu beyitleri kaleme aldı: Ey uykuyu bırakıp uyanıklığı satın alan kişi! Bilesin ki gözü aydın olarak geceleyen mutludur. Himyer gaddarlık yapıp da ihanet ederse bu uyarı Zii Ruayn için Allah indinde bir mazeret olsun. Sonra bu yazıyı mühürledi ve götürüp Amr'a verdi ve ona: " B u mektubu yanında sakla. Benim buna ihtiyacım var," dedi. Amr mektubu aldı. H assan, kardeşi Amr ve H i myer ile Yemen kabilel erinin kendisini öldürmek için anlaştıkları n ı haber alın ca Amr'a şöyle dedi : " Ey Amr! Beni öldürmek için acele etme. Zira iktidar olmak için yığınak yapmana gerek yok.'' An­ cak Amr kardeşini öldü rmekten vazgeçmedi ve onu öldürüp ordusuyla birlikte Yemen'e geri döndü. Bunun üzerine bir H i myerli şöyle dedi:

120

Tiirih u't-Taberi

Hassan gibi öldürüleni geçmiş zamanda hiç gören oldu m u ? [ 1 1 6)

Onu ordunun korkusuyla reisler öldürdü ve zararı yok, zararı yok dediler. Ölünüz bizim hayırlımızdır. Diriniz de hiikimimizdir. Hepiniz be­ nim sahibimsiniz. Rivayete göre Amr b. Tübban Es' ad Ebu Kerih, Yemen'e va­ rınca uykusuzluk rahatsızlığı ona m usallat oldu. Bu hal onu yorunca hekim, kahin ve bilenlere sorarak: "Uyuyamıyorum, uykusuzluk beni yord u ! " dedi. Onlardan biri şöyle dedi: "Val­ lahi kim senin gibi kardeşini veya yakınını zulümle öldür­ müşse muhakkak uykusu kaçm ış ve uykusuzluk ona musallat ol muştur." Amr bu söz üzeri ne H imyer ve Yemen kabilel eri­ nin eşrafından ona kardeşi Hassan'ı öldürmesini söyleyenle­ ri öldürmeye başladı. S ı ra Zı1 Ruayn'a gelince onu öldürmek isteyince Zı1 Ruayn ona: "Senin ya nında beratım vardır," dedi. Amr: "Senin beratın nedir?" dedi. Zı1 Ruayn: "Sana emanet olarak bıraktığım mektubu çıkar," dedi. Amr mektubu çıkardı. Onda iki beyit yazılıyd ı : Ey uykuya karşıltk uykusuzluğu satın alan. Bilesin k i gözü aydın olarak uyuyan mutlu olarak geceler. Himyer gaddarlık yapıp da ihanet ederse, bu uyarı Allah indinde bir mazeret olsun.



Ruayn için

Amr bu beyitleri okuyunca Zı1 Ruayn ona: "Seni kardeşi­ ni öld ürmekten menetmi ştim. Ancak beni dinlemedin. Bu­ nun üzeri n e bu mektubu sana karş ı benim için bir hüccet ve mazeret beyanı olsun diye sana tevdi ettim. Senin başına bu­ nun geleceğinden endişe etmişti m . Bu mektup benim i çin bir kurtuluş vesilesi olsun istedi m." Bunun üzerine Amr, H i myer eşrafı içinde onu öldürmekten vazgeçti. Keşke onun nasiha­ tini dinleseydim, diye pişmanlığını ifade etti. Amr b. Tübban Es'ad, kardeşi H assan'ı öld ürmeyi kendisine telkin eden H i m­ yerli ve Yemenli kişileri öldürünce şu manzumeyi dile getirdi: Benim gece eğlenme mekılnım bağlandığında uykuyu uykusuzluk ile sattık hem de ya/ant olmayan bir akitle. (Kardeşimin) boyun damarını düğümleyerek bağlamakla, uykuyu uykusuzlukla ve sonu belirsiz bir kararla değiştirmiş oldu/jumuzu anladık.

Tarihu 't-Taberi

121

Gaddarlıklarını ortaya koyarken "zararı yok" diye bağrışıyorlardı. Zu Ruayn 'ın mazereti belli oldu. Onlardan oyun ve tuzak kuranları öldürdük. Misline bir kısas ola­ rak, karşılıksız değil İbn Ruhm mukabilinde öldürdük. Evet Hassôn b. Ruhm karşılığında onları öldürdük. Ki Hassan asi- [117) /er tarafından öldürüldü. Onları öldürdük, onların devamı kalmadı. Bütün gözler aydın olsun. Hüzün içinde ağıt yakan hür kadınlar iki ordunun mensuplarının kadınlarıdır. Yatsı vakti iki Şira yıldızı çıktığında huriler gibi bakire kızlardır bunlar. Biz aidiyetimizi ifade edersek vefa ile tanın ırız. Kim gaddarlıkya­ parsa onunla ilişkimizi keseriz. Bütün insanlara üstün kılındık. Altının gümüşe üstünlüğü gibi. Bütün insanlara hakim olduk. İki Tübba 'dan sonra güç ve sebep­ ler bizdedir. Davud'dan sonra hükümranlık bizim oldu ve iki doğunun hüküm­ darlarına boyun eğdirdik. Zafô.r'da şerefli bir destan yazdık ki iki şehrin insanları onu okusun. Biz her haksızdan intikam almaya hazırız. Söz söyleyenler hak ne­ rede? Nerede dediği zaman. Tuzak kuruculardan intikam alarak içimi rahatlatacağım. Zira tuzak kurmak onlar için de benim için de ölümdür. Onların sözünü dinledim ve dalalete düştüm. Onlar saptırıcı ola­ rak asaletimi, iyiliğimi yok ettiler. Ravi dedi: Amr b. Tübban Es'ad çok geçmeden öldü. Hişam b. M uhammed dedi: Adı geçen Amr b. Tübba' atılgan anlamında M evseban lakabıyla tanınır. Zira Nu'm düzlüğünde kardeşi H assan'ın üzerine atılarak onu öldürdü. Nu'm düzlü­ ğü Tavk b. Malik'e ait düzlüktür. N u'm ise Tübba' H assan b . Es'ad'ın seriyesi i d i . * * *

Şimdi söz İ b n İ shak'ın rivayetine geldi. İ b n İ shak dedi: H im­ yer'in i şleri karıştı ve dağıldılar. Bunun üzerine hakim aileden

122

Tôrihu 't-Taberi

olmayan Lahney'a Yen Uf Zı'.i Şenatir adında bir Himyerli başa geçti. H ükümdar olunca o nların seçki n lerini öldürdü ve ha­ kim ailenin evlerini tahrip etti. H i myerli bir adam H i myer'in kayıpları ve birliğinin dağılması ve seçkinlerini zayi etmesi hakkında şöyle demiştir: [1 1 8]

Himyer evlatlarını öldürür, büyüklerini süre ve kendi elleriyle zil­ leti kurar. Hülyalarının çılgınlığıyla dünyasını tahrip eder. Dininde kaybet­ tikleri ise daha beter. Daha önceki nesillerinde de zulmü ve haddi aşmasıyla kötülüklere saparak h üsrana uğradı. Lahney'a Yenfıf Zı'.i Şenatir, H i myer'e bu işkenceleri yapı­ yordu. Bu şahıs aynı zamanda füsık bir kişiydi ve erkeklerle ilişkiye girerdi. Onlardan bu kadar insan öldü rmek ve zulmet­ mekle yetinmezdi. H ükümdarların evlatlarından yetiştiğini işittiğin i çağırtır ve özel olarak yaptırdığı bir odada onunla ilişkiye girerdi. Böylelikl e ilişkiye girdiği prens bir daha hü­ kümdar olamayacaktı. Onunla ilişkiye gi rdikten sonra m uha­ fızları ve hazır bulunan askerlerinin yanına çıkar ve ağzına bir misvak koyarak muhafız ve askerlere prensin işini biti rdi­ ğini bildirmiş oluyordu. Sonra prensi serbest bırakı rdı. Böyle­ ce onu muhafızlarına ve insanlara karşı rezil ederdi. N ihayet hükümdarların son oğlu ve H assan'ın kardeşi Zur'a Zfi Nü­ vas b. Tübban Es'ad Ebi Kerih b. Melikeykerib b. Zeyd b. Amr Zü'l-Ez'ar - Kardeşi Hassan öldürüldüğünde küçük bir çocuk­ tu. Güzel, akıllı ve endamlı bir genç olarak yetişti.- Lahney'a Yenı'.if Zfi Şenatir önceki prenslere yaptığın ı ona da yap mak için Zur'a'ya haber göndererek gelmesini istedi. Zur'a, Lah­ ney'a'nın elçisini görünce maksadını anladı. Bunun üzerine keskin bir bıçak aldı ve ayakkabısına koydu ve elçiyle Lah­ ney'a'ya gitti. Odasında ikisi yalnız kal ınca odayı kilitledi ve Zur'a'ya yöneldi. Bunun üzerine Zur'a ona saldırdı ve bıçakla öldürdü. Ardından başını kesti ve askerlerinin yanına çıkmak için kullandığı odanın penceresine koydu. Sonra misvağını alıp ağzına koydu ve insanların yanına çıktı. İ nsanlar ona: "Zfi N üvas yaş mı yoksa kuru m u?" dediler. Zfi N üvas: "Haini

Tôrihu 't-Taberi

123

Nuhmas E stertaban'dan öğreniniz," d iye cevap verdi. Bunun üzerine halk, hükümdarın halini anlamak istedi ve Lahney'a Yenuf ZO Şenatir'in başının, ağzında m isvağı ol duğu halde sofa penceresine konulduğunu gördüler. Bunun üzerine H imyer ve muhafızlar Zı1 Nüvas'ın peşine düştüler. Ona yetişince (1 1 9) dediler ki : "Senden başkası bize hükümdar olamaz. Zira bizi bu kötü ruhlu kişiden kurtardın." Ardından da onu başlarına geçirdiler. H i myer ve bütün Yemen kab ileleri onun etrafında toplandılar. H i myer'in son hükü mdarı oldu ve Yahudiliği kabul edince H i myer de onunla birlikte Yahudi oldular. Adını da Yus u f olarak değiştirdi. Bir m üddet h ü kü m sürdü. Bu sırada Necran'da fazilet ve istikamet üzere İ ncil'e bağlı ve isa'nın dininde bir topluluk vardı. B unların başında da Abdullah b. es-Samir adında bir zat vardı. Bunların yurdu, Arap diyarının ortası olan N ecran idi. Necran ahal isi ile bütün Araplar putlara taparlardı. Derken Feymiyun adında bir H ristiyan aralarında bulundu ve onları bu dine s o ktu. Böylece bu dine girdiler. Hişam dedi: Zur'a ZO N üvas Yahudilik dinine girince Yusuf adını aldı. N ecran'da hendekler kazdırıp H ristiyanları öldü­ ren kişidir. İbn H u meyd bize Seleme, M uhammed b. İshak, Ahnes'in kölesi M ugire b. Ehi Lebid ve Vehb b. M ünebbih el-Yemani'den naklen şöyle dediğini nakletti:

H ristiyanlığın N ecran bölgesinde yerleşmesi, Feymiyun adında salih, gayretkeş, dünyevi menfaat arzu ve isteği ol­ mayan, duası m akbul bir zatın çabasıyla olmuştur. Geziciydi. Bir beldede tanınmadan başka bir beldeye seyahat ederek davetini yapardı. Elinin kazancından başka bir şey yemezdi. Çamurdan kerp iç yapıp duvarcılık işini icra ederdi. Pazar gü­ nünü tazim ederdi. Pazar günü gelince o gün çalışmaz ve çöle çıkarak namaz kılar ve akşama kadar ibadet ederdi. Şam'ın bir beldesinde adeta saklanarak bu yaşantısını sürdürürdü. D erken beldenin halkından Salih adında bir şahıs onu fark etti ve onu eşsiz bir sevgiyle sevdi. Feymiyun nereye gider­ se Salih fark ettirmeden onu takip ederdi. Feymiyun ondan habersizdi. B i r pazar günü Feymiyun her zamanki gibi yine çöle çıktı. Salih, Feymiyu n'dan habersiz bir şekilde onu takip

124

Tdrih u't-Taberi

ediyordu. Salih onu görebil eceği bir mesafeden ve kendini saklayarak oturup izledi. Feymiyun namaz kılmaya başladı. D erken yedi başlı bir yılan ona doğru yöneldi. Bunun üzerine Feymiyun ona beddua etti ve yılan öldü. Salih yılanı görmüş (1 20) ancak öldüğünü bilmemişti. Feymiyun için korkuya kapıldı ve kendini tutamayıp: " Ey Feymiyun! Yılan sana yön eld i ! " diye bağırdı. Feymiyı1n cevap vermedi ve namazına devam etti. Namazını biti rip de akşam olunca ayrıldı ve ta nındığını anla­ dı. Salih de Feymiyun'un yeri ni gördüğünü anladı. Onunla ko­ nuştu ve dedi ki: " Ey Feymiyun! Allah bilir hiç kimseyi senin kadar sevmedim. Onun için senin arkadaşın olmayı ve nereye gidersen seninle birlikte olmayı arzu ediyorum." Feymiyun: " N asıl istersen. Benim halimi görüyorsun. Buna takat getire­ bil irsen olur;· dedi. Bunun üzerin e Salih ona refakat etti. Belde halkı onu fark etmek üzereydi. Eğer beden inde hastalık olan biriyle karşılaşırsa ona dua eder ve iyileşirdi. Ancak hastaya dua etmeye çağırılınca gitmezdi. Belde ahalisinden bir ada­ mın kör bir oğlu vardı. Feymiyı1n hakkında sordu. Ona: "Da­ vet edilirse gitmez, ancak toprak kerpiçten duvarcılık yapar," dediler. Adam oğlunu odas ı na oturttu ve üstünü örttü. Son­ ra Feymiyun'a giderek: " Evimde bir işim var benimle gel gör seninle şartlarını konuşalım," dedi. Feymiyun o nunla gitti ve odasına girdi. Ona: " Evde ne yapmayı düşünüyorsun?" dedi. Adam : "Şu, şu işleri yapmayı düşünüyorum," dedi. S o n ra ço­ cuğun üzeri ndeki çarşafı çekti ve: " Ey Feymiyu n ! Allah'ın b i r kuludur. Başına geleni görüyorsun. O n u n i ç i n Allah'a d u a et," dedi. Feymiyun çocuğu gö rünce şöyle dua etti: "Allah' ı m ! Bu bir kulundur. Ona verdiğin sağlık nimetini bozan bir musibe­ te maruz kal m ıştır. Ona ş i fa ver, sağlığına kavuştur ve onu bu halden kurtar:· B unun üzerine çocuk sağlığına kavuşup ayağa kalktı. Feymiyun beldede tanınd ığını a nlayınca oradan ayrıldı. Salih de ona uydu. Şam'ın bir yöresinde seyrederken büyük bir ağacın yanından geçti. Ağacın içinden bir adam ona: " Ey Feymiyun ! " diye seslendi. Feymiyun : "Evet," dedi. Adam: "Seni bekl eyip duruyordum, ne zaman gelecek d iye kendi kendime

125

Tôrihu 't-Taberf

söylüyordum. Nihayet senin sesini i şittim v e gelenin sen o l ­ duğunu a nladım. Bana gereken işleri yap madan ayrılmaya­ caksın, zira şimdi öleceğim," dedi. Adam öldü ve Feymiyun ona gereken işlemleri yaptıktan sonra onu defnetti. Sonra maiyetin d e Salih olduğu halde oradan ayrıldı. Arap d iyarının bir yöresine ulaştı. B urada bir kervanda seyreden bazı Araplar tarafı ndan alıkonuldular ve kaçırıldılar. Onları N ecran'da sattılar. O s ırada Necran halkı da Arapların dinine bağl ı bulu­ nuyorlardı. Uzun bir hurma ağacına tapıyorlardı. Her yıl bir [ 1 2 1 ] bayramları vardı. O bayram geldiğinde bulabildikleri güzel el­ bisel eri ve kadın ziynet eşyalarını o ağaca asıyorlar ve bir gün o rada kalıyorlardı. Eşraftan bir adam Feymiylı.n'u satın aldı. Başka bir adam da Salih'i satın aldı. Feymiyun'u satın alan efendisi o n u bir eve yerleşti rdi. Feymiyun burada gece na­ mazına kalktığında, sabahlayıncaya kadar ev kandilsiz olarak nurla aydınlanırdı. Onun efendisi bu durumu fark edince ona hayran kaldı ve ona dini hakkı nda sorular sordu. Feymiyı1n ona dini hakkında bilgi verdi : "Sizin dininiz batıldır. Bu hurma ağacı bir zarar veremeyeceği gibi bir fayda da veremez. İbadet ettiğim Rabbime dua edersem o n u yok edebil ir. Rabbim birdir ve şeriki yoktur." Efendisi ona: "Dua et. Eğer dediğini gerçekleştirebil irsen senin dinine girer ve dinimizi bırakırız," dedi. Feymiyun kalktı ve abdest alıp iki rekat namaz kıldıktan sonra Allah'a dua etti. Bunun üzerine Allah ağacı kökünden söküp savuran bir rüzgar gönderdi. N ecran halkı bu olay karşısında Feymiyun'un dinine girdiler. Feymiyun o nları İsa b . M e ryem'in şeriatına yönlendirdi. Sonra her yerde d indaşla­ rının maruz kaldığı olaylara maruz kaldılar. Arap diyarındaki Necran bölgesine H ristiyanlığın girişi böyle oldu. Vehb b. M ü nebbih'in N ecran hakkındaki rivayeti böyledir. İbn H umeyd bize Seleme, M uhammed b. İshak, Beni Haş i m i n kölesi Yezid b. Ziyad ve M uhammed b. Ka'b el-Kurazi'den; Muhammed b. İshak diğer bir is­ nadla Necran ahalisinden olan bazı kimselerden şöyle rivayet etmişlerdir: '

Necran halkı şirk ehli olup putlara taparlardı . N ecran'a bağl ı - Necran, bölgenin büyük beldesi olup bütün beldeleriy­ le bölge ona bağlıydı.- ve onun civa rında olan bir beldede bir

126

Tôrihu 't-Taberf

sih i rbaz yaşıyordu. B u sihirbaz Necran ahalisinin çocuklarına sihir öğretiyordu. Feymiyı1n buraya gelince -ahali onu Vehb b. M ün ebbih'in zikrettiği ismiyle anmadan bu beldeye bir adam geldi, dediler- Necran ve sihirbazın ikamet ettiği beldeler arasında bir hayme kurdu. N ecran halkı çocuklarını sihirbaza göndermeye devam ettiler. Samir oğlu Abd ullah'ı da Necranlı çocuklarla söz konusu sihirbaza gönderiyordu. Abdullah, hay­ menin sahibinin yanından geçerken adamın namaz ve ibade(1 22) tine hayran olmuş ve onun yanında oturup sohbetini dinle­

miş. Bir m üddet sonra da Müslüman olup Allah'ın birliğine inanmış ve ona ibadet etmeye başlamıştır.33 Sonra ona ism-i a'zam hakkında sormaya başlayınca, bu ismi bildiği halde Ab­ dullah'a söylemedi: "Ey kardeşimin oğl u ! Bu isme tahammül edemezsin. Korkarım ki taşıyamayacaksın," dedi. Abdullah, Feymiyı1n'un ism-i a'zamı kendisine öğretmekten kaçındığını ve bu ismi taşıyacak güçte olmadığını söyl ediğini görünce Abdullah'ın babası Samir ise oğlunun diğer çocuklarla b irlik­ te sihirbazın dersleri ne devam ettiğini sanıyordu- bazı okları topladı ve bildiği Allah'ın isimlerinden her birini bir oka yazdı. H epsini saydıktan sonra bir ateş yaktı. Sonra bu okları tek tek ateşe atmaya başladı. İsm-i a'zamın yazılı olduğu oku ateşe atınca ok ateşten çıktı ve ateşten etkilenmedi. Abdullah bunu aldı ve Feymiyı1n' un yanına gelerek ona kendisinden sakladığı ism-i a'zamı öğrendiğini söyledi. Feymiyı1n ona: "Nedir?" diye sordu. Abdullah onu söyledi. Feymiyı1n: "Onu nasıl öğren­ din?" dedi. Abdullah onu nasıl öğrendiğini anlattı. Feymiyı1n: "Ey kardeşimin oğlu! D oğru öğren mişsin, ancak onu iyi koru. H akkını vereceğini umarım," dedi. Abdullah, Necran'a gittiği zaman karşılaştığı hastalara: " Ey Allah'ın kul u ! Allah'ın birli­ ğine inanıp da dinime girer misin? Ben de sana dua edeyim de bu halden kurtulursun," diyo rdu. Muhatabı da evet, der ve İslam'ı kabul ederek Allah'ın birliğine inanırdı. Abdullah da ona dua eder ve şifa bulurdu. Böylece N ecran'daki bütün has­ talar Abdu llah'ın yanına gelerek dinine girdiler o da onlara 33

İ slam'dan önceki bir dönemden bahsedildiğine göre burada kullanılan " Müslüman olma" sözü hak din anlamındadır (çev.).

Tdrihu 't-Taberf

127

d u a etti v e ş i fa buldular. D urum N ecran hükü mdarına bildiril­ di. H ü kümdar onu çağırdı ve ona: " M emleketim i n insanlarını bana karşı isyan ettirdin; benim ve atalarımın dinine muha­ lefet ettin. Seni ağır bir azaba uğratacağım," dedi. Abdullah ona: " Bana gücün yetmez," dedi. H ükümdar onu yüksek dağın zirvesi nden baş üstü aşağıya attırıyordu. Ancak ona bir şey olmuyordu. Onu N ecran'daki derin sulara attırıyordu; ancak o, b u ndan da etkilenmeden çıkıyordu. Oysa bu sulara düşen kurtulamıyordu. Abd ullah onu mağlup edince ona: "Sen Al­ lah'ın birl iğine inanmadan ve benim dinime girmeden bana güç yetiremezsin. Bunu yapacak olursan bana musallat olup beni öldürebi lirsin," dedi. Bunun üzerine H ükümdar, Allah'ın birliğine iman ederek Abdullah gibi şehadet getirdi. Sonra bir asayla eline vurup onu hafifçe yaraladı ve onu öldürdü. An­ cak hükümdar da olduğu yerde öldü. Ardında N ecran halkı Abdullah b. es-Samir'in dinine toptan girdil er. Abdullah İ sa b. Meryem'in getirdiği İ ncil'e ve hükümlerine bağlı kaldı. Aka­ binde di ndaşları nın başına gelenler onların da başına geldi. N ecran'da H ristiyanlığın hikayesi böyledir. M uhammed b. Ka'b el-Ku razi'nin ve Necra n ahalisinden (1 23) olan bazı kimselerin bu konudaki rivayeti böyle. Doğrusunu Allah bilir. Ravi dedi: Zfi N üvas, H i myer ve Yemen kabilelerinden mü­ teşekkil askerleriyle Necran ahal isinin üzeri ne gitti. Onları topladı ve Yahudiliğe çağı rdı. Onları ölümle Yahudiliği kabul etmek arasında muhayyer bıraktı. Onlar ölümü tercih ettiler. Bunun üzerine onlar için hendekler kazdı. Onları ateşle yaktı, kılıçla öldürdü ve her türlü azaba duçar etti. O nlardan yakla­ şık yirmi bin kişi öldürdü. Ancak onl ardan Devs Zfi Sa'leban adında bir kişi atına binerek kumlu arazide kaçarak ku rtuldu ve onu yakalamakta aciz kaldılar. Ravi dedi: Bazı Yemenlilerden işittiğime göre, onlardan kurtulan kişi N ecranlı olup adı Cebbar b. Feyd idi. Bana göre iki rivayetten daha kuvvetli olanı kaçıp kurtulan kişinin D evs Zfi Sa'leban olduğunu ifade eden rivayettir.

Tô.rihu 't-Taberl

128

Akabinde Zu Nüvas askerleriyle b irl ikte Yemen'in San'a şehrine döndül er. ZG Nüvas ve askerler hakkında İbn Humeyd bize şöyle dedi: Seleme b. el-Fadl bize şöyle dedi: M uhammed b. İshak bana şöyle dediğini anlattı: Allah, elçisine şöyle buyurdu:

" Kahroldu o hendeğin sahipleri, O çıralı ateşin. Onlar da başlarına oturmuşlar. M ü minlere yapmakta oldukları işken­ ceyi seyrediyorlard ı. Onlardan s ırf aziz ve hamid olan Allah'a iman ettikleri için intikam aldılar."3 4 Rivayete göre Zu N üvas'ın öldürdükleri arasında reisleri ve l iderleri Abdullah b. es-Samir de vardı. Ancak başka bir ri­ vayete göre Abdullah daha önce öldürülmüştü. Onu öldü ren ondan ön ceki h ükümdardır. O dinin aslıyd ı. Zu Nüvas'ın öl­ dürdüğü kişi kendisinden sonra gelen ve dindaşlarından olan bir şahıstı. * * *

H işam b. M uhammed ise şöyle dedi: Yemen'de hakimiyet inkıtaa uğramadı. Ta ki Anuşirvan zamanında H abeşliler, ül­ kelerini istila ettiler. Habeşlilerin galip gelmelerinin sebebi Zu N üvas el-Himyeri'nin Yemen'e hakim olmasıydı. Yahudi idi.

Necran'dan Devs adında bir Yahudi ona gelerek N ecranlıların iki oğlunu haksızlıkla öldürdüklerini söyleyerek H ristiyan Nec­ ranlılara karşı ondan yardım istedi. Zu N üvas, Yahudi liği hi( 1 24] maye etmek gayesiyle N ecran'a karşı harekete geçti. Onlardan çok sayıda kişiyi öldürdü. Bunun üzerine Necran'dan bir adam Habeşistan Kralına giderek başlarına geleni anlattı ve kısmen yakılmış bir İ ncil'i götürüp gösterdi. Kral: "Yanımda adam çok, ancak gemilerim yok. Bana gemi göndermesi için Kayser'e ya­ zacağım." Ardından Kayser'e yazarak gemi istedi ve ona yakıl­ mış İ ncil'i gönderdi. Kayser çok sayıda gemi gönderdi. * * *

Söz tekrar İbn İ shak'ın rivayetine döndü. İbn H umeyd bize Seleme, M uhammed b. İshak ve Abdullah b. Ehi Bekir b. Mu-

34

Burüc, 85 /4-8.

Td r ih u 't-Taberi

129

hammed b. Amr b. Hazm'dan naklen şöyle rivayet etti: Ö m e r b. el-H attab zamanında Necran'dan bir adam bir iş i ç i n Nec­ ran harabelerinden birinde yeri kazdı. Daha önce kazılmış bir yerde Abdullah b. es-Samir'in defnedild iğini, oturmuş ve elini başındaki bir yaraya koymuş olduğunu gördü. Eli başından çekilse yara kanama yapıyordu. Eli serbest bırakılırsa tekrar elini o yara üzerine götürüyor ve kanama kesiliyo rdu. E li nde, "Rabbim Allah'tır," anlamında "Rabiye'/-1/ah " ifadesinin yer aldığı bir yüzük bulunuyordu. Adam konuyu Ömer'e yazarak bildirdi. Ömer: "Onu yerinde bırakın ve aynı yerde denedin," diye yazdı. Bunun üzerine o nu aynı yere defnettiler. D evs Zı'.'ı Sa'leban yola çıktı ve Rumların kralı Kayser'e gi­ derek başına gelenleri anlattı; Zı'.'ı N üvas ve askerl erine karşı ondan yardım istedi. Kayser ona: "Senin memleketin bizden uzaktır. O raya kadar asker gönderemeyiz. Ancak senin için Habeşistan Kralına yazacağım. Zira bizimle aynı dine men­ suptur. Senin memleketine bizden daha yakındır. Sana yardı m edip s e n i himaye edecek ve sana zulmeden, sana ve dindaşla­ rına bunu reva görenden inti kam alacaktır." Ardı ndan Kayser onun için H abeşistan Kralına yazarak D evs'i n ve d i ndaşlarının başına gelenleri zikrederek onun hakkının alınmasını, ken ­ disine yardım edilmesini ve o n a v e dindaşlarına zulmeden­ lerden intikam alınmasını istedi ve mektubu götürmesi için D evs'e verdi. D evs mektubu H abeşistan Kralı Necaşi'ye tes lim [1 25] edince ona yetmiş bin kişiden oluşan bir ordu verdi. Ordunun başına E ryat adında Ha beş ahalisinden bir komutan tayin etti. Necaşi kom utana: "O nlara galip gelirsen onların üçte birini öldür, memleketlerinin üçte birini ta hrip et, kadın ve çocuklarının ü çte birini esir al," diye talimat verdi. Eryat ordu­ sunun başında yola çıktı. Askerleri arasında Ebrehe el- Eşrem de vardı. Yanında D evs olduğu halde gemilere binerek denizi aştı lar ve Ye men sahiline indiler. Zı'.'ı N üvas durumu öğrenince onlara karşı H i myer ile ona itaat eden Yemen kabilelerini seferber etti. Ancak, ihtilaf ve tefrika içindeyd iler. Zira destek kes ilmiş, bela ve m usibet vuku bulmuştu. Tam anlamıyla bir savaş olmadı. Sınırl ı bazı çatışmalar olduysa da hezimete uğ-

130

Tarihu 't-Taberi

radılar ve E ryat ordusuyla birlikte içeri girdi. Zu N üvas kendi­ nin ve kavminin başına gelenleri görünce atın ı denize sürdü. Atın ı kam çılayarak denize daldı ve derinlere sürüklenerek sulara gömüldü ve helak oldu. Onun sonu da böyle oldu. E r­ yat, Habeşlilerle Yemen'i istila ederek erkeklerinin üçte birini öldürdü, memleketin ü çte birini tahrip etti ve kadın ve çocuk­ larının üçte b irini N e caşi'ye gönderdi. Eryat Yemen'e boyun eğdirerek zapturapt altına aldı ve orada i kamet etti. Yemen ahalisinden biri, Devs Z u Sa'leban'ın delilliğiyle üzerlerine yü­ rüyen H abeşlilerin yaptıklarını: " N e D evs'i n ne de onun yü­ künde getirdiği değerli nesnelerin benzeri vardır," cümles iyle anlatır ki bu ibare bugün dahi Yemen'de darbımesel olarak kullanılmaktadır. Zu Ceden el-Himyeri, Zu Ceden el-Himyeri, H i myer' den söz

ederken, izzetten zillete nasıl duçar olduklarını ve Yemen ka­ l elerini nasıl yıktığını anlatmış ve Yemen' de meydana getirdi­ ği tahribatta Selhin, B eynun ve Gumdan gibi dünyada benzeri olmayan kaleleri nasıl yıktığını dile getirmiştir: Ey sevgili! Gözyaşları kaybolanları geri getiremez. Ölenleri ana­ rak kendini tahrip etme. Beynun ve Selhin kaleleri yıkıldıktan sonra -ki onlardan bir eser kalmadı- insanlar benzer binalar mı yapabilirler? Yine Zu Ceden e l - H i myeri şöyle demiştir: Ey sevgili! Beni bırak, sen yapamazsın. Allah seni kötü etsin! Söz söylemekten damağımı kuruttun! (1 26)

Şarkıcı cariyeler çalgı çalarken bizler de kafayı bulmuşken rahik şarabını yudumluyorduk. Arkadaşım bu konuda benden rahatsız olmadığı sürece şarap iç­ mek benim için utanılacak bir şey değildir. Ölüm ü hiçbir yasakçı yasaklayamaz. İlaçları yudum/asa ve kok­ lasa dahi. Ne de duvarları tavşancıl yumurtalarıyla buluşan bir manastırda ibadet eden rahip. Sana hikayesi anlatılan Gumdan kasrını adeta bir dağın zirvesine tutturulmuş olarak inşa etmişlerdi.

131

Tdrihu 't-Taberi

Bir manastırda kurulmuş alt tarafları çakıl taşlarıyla kaygan ve çamurlu bir zemindir. Akşam vakti yağla yanan kandiller o kasrın içinde çakan şişek/er gibi parıldamaktadır. Dikilen hurma ağacı ise onun taze hurmaların ağırlığı az kalsın dallarını eğip kıracak hu/dedir. Tazeliği ve zarafetinden sonra kül yığınına dönüştü. Yangın alevi de onun güzelliğini bitirdi Nüvôs ölüme teslim oldu ve kavmini çıkmazın zorluklarına karşı uyardı.



İbnü'z-Zi'be es-Sekafi, H abeşlilerin tasallutuna maruz kalan H i myer'in durumunu anlatırken şöyle demiştir: Yemin olsun ki kişinin ölümden ve onu idrak eden ih tiyarlıktan kurtuluşu yoktur. Yemin ederim ki kişinin yönelebileceği geniş bir saha ile sığınabi­ leceği bir sığınak yoktur. Himyerli kimi kabilelerin bir sabah vakti ibret verici hôl/ere ma- [1 27] ruz kalmasından sonra mı? Büyük bir topluluk ve harbeli insanlar, tıpkı yağmurdan önceki semanın gürleyişi gibi gürlediler. Onların naraları asil savaş a tlarının kulaklarını sağır ederken ha­ sımlarını gruplar hu/inde yok ederler. Gulyabani gibiler. Toprak kadar çok ve yemyeşil ağaçları kurutur­ lar. * * *

Hişam b. M uhammed ise şöyle demiştir: Kayser'in gemileri N ecaşi'ye geld iği zaman, N ecaşi askerlerini gemilerle taşıdı ve M endeb Sahiline i ndirdi. Zı1 N üvas bunu haber al ınca kabile reislerine yazarak kendisini desteklemelerini ve H abeşlilere karşı savaşta ve o nları ülkeden defetmekte birlik içinde ha­ reket etmelerini istedi. Ancak onlar bu talebi reddederek her bir reisin kendi kabilesini ve bölgesini mü stakil olarak savu­ nacağını i fade ettiler. Bunun üzeri ne birçok anahtar yaptırdı ve onları birkaç deveye yükleyerek yola çıktı ve Habeşl ilerle karşılaştı. Onlara: "Bunlar Yemen hazinelerinin anahtarları-

132

Tarihu 't-Taberi

dır. O nları size getirdim. Hazineler ve yer sizin olsun. Ancak erkeklere, kadın ve çocuklara dokunmayın," dedi. H abeşli­ l erin ko mutanı ona: "Bu talebi N ecaşi'ye yaz," dedi. Bunun üzerine ZCı N üvas, N ecaşi'ye yazdı. Necaşi de komutanına ya­ zarak bu i steği kabul etmesini söyl edi. ZCı N üvas o nlarla bir­ likte San'a'ya gitti. San'a'ya varınca ko mutanlarına: "Güven­ diğin adamlarını gönder bu hazineleri teslim alsınlar," dedi. Bunun üzerine ko mutan adamlarını hazineleri teslim almak üzere anahtarları onlara verdi ve muhtelif bölgelere gönder­ di. Ancak Zfi N üvas, bütün bölgelere, "Memleketinize gelecek her siyah ö küzü öldü rün," diye mektuplar yazdı. Bu emir doğ­ rultusunda kaçanlar hariç Habeşliler öldürüldü. Zfi N üvas'ın yaptıkları N ecaşi'ye haber verilince Necaşi başlarında iki ko­ mutan bulunan yetm iş bin askeri sefere hazırladı. Bu komu­ tanlardan biri Ebrehe el-Eşrem idi. San'a üzerine gidince Zfi N üvas onlara güç yetiremeyeceğini anladığından atına bindi ve atı nı denize sürerek sulara gömüldü ve onun sonu geldi. Ebrehe, San'a ve ona bağlı olan vilayetlere kral oldu. Ancak [12Bl N ecaşi'ye hiçbir şey göndermedi. Bunun üzerine N ecaşi'ye, Ebrehe sana itaat etmeyi reddediyor. Kendi başına buyruk ol­ duğunu söyledikleri zaman N ecaşi has adamlarından Eryat'ın komutasında Ebrehe'nin üzerine bir o rdu gönderdi. Karşı karşıya geld iklerinde Ebrehe ona: "Memleket ve din b izle­ ri bağlamaktadır. Bana ve sana gerekli olan meml eketimizin ve dinimizin i nsanlarından benim ve seninle olanları dü­ şünmektir. Dilersen benimle mübarezeye çık. İkimizden kim galip gelirse mülk onun olsun. Böylece Habeşlil erden kimse ölmemiş olsun," dedi. E ryat bu teklifi kabul etti. Ancak Ebre­ he ona tuzak kurmayı düşündü. İkisi karşılaşacakları yeri be­ l irlediler. Ebrehe, Erencede adı nda bir kölesini Eryat'a karşı mübareze yerine yakın bir çukurda sakladı. İkili karşılaşınca Eryat daha atak davranarak Ebrehe'ye bir harbe attı. Ancak harbe Ebrehe'nin başı üzerinden geçerken burnunun u cunu kesti. B u yü zden burnu yarık anlamında "Eşrem" lakabıyla anıldı. E rencede çukurdan fırladı ve E ryat'a bir darbe indi­ rerek onu öldü rdü. Bunun üzeri ne Ebrehe, Erencede'ye, "Ne

Tclrihu 't-Taberf

133

istiyorsun?" diye sordu. E rencede: "Yemen'de h e r gelin koca­ sına varmadan önce benden başlamalı," dedi. Ebrehe tamam, dedi. Yemen kadınları, uzun müddet E rencede ile m ünasebet­ te bulunmadan ö nce zifafa giremez oldu lar. Bir müddet sonra Yemenliler onu öld ürdüler. Ebrehe onlara: " H ür olma vaktiniz geldi," d edi. Necaşi, Eryat'ın öldürüldüğü haberini al ınca ken­ disi ölmeden Ebrehe'nin kanını dökeceğine ve hakimiyetin ­ deki yerlere ayak basacağına dair yemin etti. Kral Necaşi'nin yemin ettiği haberi Ebrehe'ye ulaşınca ona şöyle yazdı: " Ey kral! E ryat senin kölendi. Ben de senin kölenim. Benim üze­ rime gelerek senin h ükümranlığını sarsmak ve askerleri ni öldürmek istedi. Ben ona dedim ki krala bir elçi göndereyi m. Eğer kral sana s avaşmaktan kaçınmanı emrederse savaşmak­ tan kaçınırsın aksi takdirde ben hakimiyetim altında olan her şeyi sana teslim ederim," diye söyle dim. Ancak bu teklifi­ mi reddetti ve bana saldırdı. Ben de onunla savaştım ve onu mağlup ettim. Benim hakimiyetim sana bağlıdır. Benim kanı­ mı akıtacağı na ve hakimiyetimdeki yerlere ayak basacağına dair yemin ettiğini haber ald ım. Sana kanımı bir şişe içinde gönderdim. Hakimiyetim altındaki topraktan b i r tulum top­ rak gönderdim. Bu seni yemininin sorumluluğundan kurtara­ caktır. Ey kral! Gücünü benimle pekiştir. Ben senin kulunum. Benim izzetim senin izzetindir." N e caşi, Ebrehe'nin sözlerini hoş karşıladı ve onu görevinde bıraktı. * * *

Şimdi söz tekrar İbn İ shak'ın rivayetine döndü. İbn İshak dedi: E ryat birkaç yıl Yemen'de iktidarını sürdürdü. Ancak H abeşli Ebrehe, Yemen'deki Habeşli varlığı nın liderliği konu­ sunda E ryat ile çekişti. Askerlerinin başında idi. Ancak asker- [ 1 2 9] )erden bir kısm ı onun tarafına bir kısmı da Eryat tarafına geçti. Ardından b i rbirleri üzerine yürüdüler. İki taraf birbirine yaklaşınca Ebrehe, Eryat'a: "Sen Habeşlileri çatıştırıp onları yok etmekle iyi bir şey yapmış olmayacaksın. İ ki m iz karşıla­ şalım. H angimiz galip gelirse mağlubun askerleri galip olana katılacak," dedi.

134

Tarihu 't-Taberf

Bunun üzerine E ryat, Ebrehe'ye, "Bana adil bir teklifte bu­ lundun, bana karşı çık," diye haber gönderdi. Ebrehe, Eryat'a karşı çıktı. Ebrehe kısa boylu, etine dolgun ve şişmandı. Hris­ tiyanlık dinine bağlı bir kişiydi. Eryat da meydana çıktı. İ ri yarı, uzun boylu ve yakışıklıydı. Elinde bir harbe vardı. Ebre­ he'nin arkasında s ırtın ı koruyan bir tepe vardı. Orada Atvede adında bir hizmetçisi vardı. İkisi birbirine yaklaşınca E ryat, harbeyi Ebrehe' nin kafasına indird i. H edefi kafasının o rtasıy­ dı. Ancak harbe, Ebrehe'nin alnına isabetle kaş ını, iki gözü­ nü, burnunu ve i ki dudağını s ıyırdı. Bu yüzden Ebrehe burnu yarık anlamında "Eşrem" lakabıyla tanındı. Ebrehe'nin kölesi Atvede de Ebrehe'nin arkasından E ryat'a saldırarak onu öl­ dürdü. Eryat'ın askerleri Ebrehe tarafına geçtiler. Yemen'deki Habeşliler de Ebrehe'nin etrafı nda toplandılar. Atvede, E r­ yat'ı öldürünce: "Ben Atvede'yim. E ridde grubundanım. N e baba, ne de annesini bulabiliriz." Demek istiyor ki, onun kö­ lesi seni öldürdü. Eşrem, Atvede'ye: " Ey Atvede tal ebin nedir? Onu öldürdüysen dahi bize ancak diyeti düşer," dedi. Atvede şöyle dedi: "Talebim Yemen ahalisinden hiçbir gelin benimle yatmadan kocasına varmayacaktır." Ebrehe: " İsteğin karşıla­ nacaktır," d edi. Sonra Eryat'ın d iyetini çıkardı. Eb rehe bütün yaptıklarını Habeşistan Kralı Necaşl'nin bilgisi dışında yap­ mıştır. Necaşi bunlardan haberdar olunca çok öfkelendi ve şöyle dedi: " Ko mutanıma saldırdı ve emrim dışında onu öl­ dürdü." N ecaşi, Ebrehe' nin bul unduğu toprağa basacağına ve onun perçemini keseceğine (zillete duçar edeceğine) yem in etti. Ebrehe bunu haber alı nca ke ndi saçını tıraş etti ve bir tulumu Yemen toprağıyla doldurarak N ecaşi'ye gönderdi ve ona şöyle yazdı: "Ey kra l ! Eryat senin kulundu. Ben de senin kulunum. Senin emrin konusunda onunla ihtilafa düştük. He­ pimiz senin emri ndeyiz. Ancak Habeşli leri yönetmekte ben ( 1 30] daha muktedirdim. Onu zapturapt altına almakta daha güçlü,

siyaseten daha maharetliydim. Kralın yeminini haber aldı­ ğımda bütün saçımı tıraş ettim ve Yemen toprağıyla dolu bir tulum gönderdim. Kral o toprağa bassın ki yemininin gereği ni yapmış sayı lsın."

Tarihu 't-Taberf

135

M e ktup N ecaşi'ye ulaşı nca Ebrehe'den razı o l d u v e ona şöyle yazdı: "Sana emrim gelinceye kadar Yemen'deki göre­ vine devam et." Ebrehe, Necaşi'nin ken disine razı olduğun u v e o n u Yemen v e oradaki H abeşliler üzeri n e görevlen dirdiği­ ni görünce Ebu M ürre b. Zi Yezen'e haber göndererek karısı Reyhane bint Alkame b. Malik b. Zeyd b. Kehlan'ı o ndan aldı. Reyhane'nin Ebu M ürre'den Ma'di Yekrib adında bir oğlu ve Ebrehe'den de M esruk adında bir oğlu ve Besbase adında bir kızı olmuştu. Ebu M ürre, Ebrehe'den kaçtı. Ebrehe, Ebrehe, Yem en'de ikamet etti. Onun kölesi Atvede, Ebrehe'nin ken­ disine bir süre için verdiği yetkiyle Yemen'i keyfi bir şekilde yönetti. Ardından H i myer veya H as'am'dan bir adam ona sal­ d ırdı ve onu öldürdü. Ölüm haberi Ebrehe'ye ulaşınca -hilim ve asalet sahibi ve H ristiyanlıkta mütedeyyin olarak- dedi ki: "Ey Yemen halkı ! Artık sizde kararlı erkekler ve erkeklerin te­ nezzül etmedi kleri işlere tenezzül etmeyenin iz vardır. Vallahi, onu görevlendirdiğimde talep ettiği şeyleri talep edeceğini bilseydim onu görevlend irmez ve ona ikramda bulunmazdım. Vallahi onu öldürdüğünüz için s izden diyet almam ve s ize hoşlanmayacağınız bir ceza vermem." Ravi dedi: Daha sonra Ebrehe, San'a'da Kuleyyis Kilisesini inşa etti. O zaman yeryüzünde bu ki lisenin bir benzeri görül­ memişti. Akabinde kral N ecaşi'ye: "Ey kral! Ben senin adına öyle bir kilise kurdu m ki senden önce hiçbir krala böylesi ku ­ rulmamıştır. Ben Arap hacılarını ona yön lendirm eden durma­ yacağı m," diye yazdı. Araplar Ebrehe'nin Necaşi'ye yazdığı söz ko nusu mektup hakkında konuşunca Neseilerden Beni Fakim ve Beni Malik'e mensup bir kişi öfkelendi ve Kuleyyis'e giderek, ziyareti hak eden b i r yer olmadığını ima etmek için, o rada tuvaletini yaptı. O lay, Ebrehe'ye haber verilince "Bu işi kim yaptı?" diye sordu. Ona: "Bunu Arapların M ekke'de ziyaret ettikleri Beyt'in bağlılarından biri yaptı. 'Arap ların hacılarını Kuleyyi s'e yön- [1 31 ] lendireceğim,' dediğini duyunca ö fkelenmiş ve Kuleyyis'e gidip içinde tuvaletini yapmıştır. Bununla da Kuleyyis'in bu iş için elverişli olmadığını ima etmiştir." Bunun üzerine Ebrehe

136

Tdrihu 't-Taberi

ö fkelendi ve yemin ederek Kabe'yi yıkmaya gideceğini söyle­ di. Bunu söylerken yanında bazı Araplar da vardı. Aralarında M uhammed b. H uzaa b. H uzabe ez-Zekvani es-Sülemi kav­ minden bir grupla Ebrehe'nin kendilerine yardımda bulun­ ması için gel mişti. Kardeşi Kays b. H uzaa da oradaydı. O nlar Ebrehe'nin misafiriyken Ebrehe'nin kutladığı bir bayramları idrak edildi. Ebrehe bu vesileyle kuşluk vakti yemeğini getirt­ ti. Ebrehe hayvanların hayalarını yerdi. Bunları misafirlere i k­ ram edi nce birbirlerine: "Vallahi bunları yersek Araplar ömür boyu bizi ayıplayacaklar," dediler. Bunun üzerine Muhammed b. H uzaa kalktı ve: " Ey Ebrehe! Bugün bayramımızdır. Bugün­ de hayvanların yan ve kol etlerinden başkasını yemeyiz," dedi. Ebrehe: "Sizin için sevdiğiniz yemekl erden isteyeceğiz. Benim nezdimdeki özel konumunuzdan dolayı s evdiğim yemekten s ize ikram etm ek istedim," dedi. Akabinde Ebrehe, Mu ham med b. H uzaa'ya taç giydird i ve onu Mudar'ın emiri yaptı. Ona, kendi inşa ettiği Kuleyyis Ki­ lisesini ziyaret etm eleri için seyahate çıkıp insanları davet etmesini istedi. Muhammed b. H uzaa yola çıktı . Beni Kina­ ne yu rduna vardığında Tihame ahalisi onun vazifesin den haberdar olmuş ve geliş amacını öğren mişlerdi. Bu sebeple H üzeyl'den Urve b. H iyad el-Milasi adında bir adamı üzerine gönderdiler. Urve bir ok fırlatarak onu öldürdü. Kardeşi Kays da yanındaydı. Kardeşi öldürülünce Kays kaçtı ve Ebrehe'ye gitti. Kays, Ebrehe'ye durumu haber verd i. E b reh e çok ö fke­ lendi ve yemin ederek B eni Kinan e'nin üzeri ne gideceğini ve Kabe'yi yıkacağını söyledi. * * *

H işam b. Muhammed ise şöyle dedi: Ebrehe, Necaşi'nin hoşnutluğu nu kazandıktan ve onu görevinde bıraktıktan sonra San'a'da bir kilise inşa etti. Bi na, insanları hayran bıra­ kan ve benzeri görül memiş bir tarzda inşa edilmişti. B inayı altın ve her türlü renkli boyalarla süsledi. Kayser'e de yaza­ rak San'a'da eseri ve hatırası kalıcı olan bir kilise inşa etmek istediğini b ildirmiş ve ondan da yardım talebinde bulunmuş-

137

Tôrihu 't-Taberf

t u . Kayser ustalar, mozaik v e mermer gön dererek yardımda bulunmuştu. E brehe, kilisenin inşasını tamamladığında Necaşi'ye yazarak Arap hacılarını bu kiliseye yönlendirmek istediğini bildi rmişti . Araplar bu durumu haber alı nca o layı vahim gördüler ve onlara ağır geldi. Bunun üzerine Beni M a lik b. Kinane'den bir a d a m yola çıktı v e Yemen'e gitti. Mabede girdi ve içinde tuvaletini yaptı. Ebrehe kızdı ve Mekke üzerine gidip Kabe'yi yıkmayı kararlaştırdı. H abeşlilerden oluşan or­ dusu ile yola çıktı. Yanında fil de vardı. Zü Nefr el-Himyeri o na karşı çıktı. Ancak H i myeri'yi esir aldı. H i myer! ona: "Ey kral! Ben senin kulunum. Beni öldürme. Benim sağ olmam senin için ölmemden hayırlıdır," dedi. Necaşi onu öldürmedi. Sonra yürüyü şünü sürdürdü. Bu kez de Nüfeyl b. Ha bib el-Has'ami ( 1 32) ona karşı geldi. Ebrehe onun askerlerini mağl u p etti ve Nü­ feyl'i esir aldı. N ü feyl de N ecaşi'den kendisini öldürmemesini i stedi. N ecaşi isteğini kabul etti ve onu Arap yurdunda rehber olarak kullandı. * * *

Şimdi tekrar İbn İsha k'ın rivayetine dönelim. İbn İshak dedi: Ebrehe, Kabe üzerine yürümeye karar verince Habeşlile­ re emir vererek hazırlanmalarını istedi. H abeşliler gerekli ha­ zırl ığı yaptılar. E brehe yanına fili de aldı. Araplar olayı haber alınca olayı vahim ve korkunç bir girişim olarak telakki etti­ ler. Allah'ın mukaddes evini yıkmaya yeltendiği için Ebrehe'ye karşı cihat etmeyi ve onunla savaşmayı gerekli gördüler. Ye­ men'in eşrafı ve hükümd arlarından Zü Nefr adı nda b ir adam o rtaya çıktı; kavmini ve diğer Arapları Ebrehe'ye karşı savaş­ maya ve Allah'ın evini savunmaya davet etti. Kendisine icabet edenlerle Ebrehe'ye karşı çıktı ve onunla savaştı. Zü Nefr ve adamları yenildil er. Zü Nefr esir alındı ve Ebreh e'ye götürül­ dü. Ebrehe onu öldürmek isteyince Zü Nefr ona: " Ey kral! Beni öldürme. Beni sağ bırakman ve senin yanında olmam senin için daha yararlı olabilir," dedi. Ebrehe onu öldürmedi ve onu bağlayarak hapsetti. Ebrehe halim bir kişiydi. Ebrehe yoluna devam ederek hedefine doğru ilerlemeyi sürdürdü. Has 'am bölgesine geldi klerinde N üfeyl b. Habib el-Has'ami, Şehran

138

Tôrihu 't-Taberi

ve Nahis kabileleri ve onlara uyan diğer Arap kabileleriyle Ebrehe'ye karşı savaştılar. Ancak Ebrehe o nları yendi ve Nü­ feyl esir alı narak Ebrehe'ye götürüldü. Ebrehe onu öldürmek isteyince N üfeyl o na: " Ey kral! Beni öldürme. Ben Arap diya­ rında senin için rehberlik yapacağım. İşte i ki elim senin için H as'am'da Şehran ve N ahis kabileleri üzerindedir. H er iki ka­ bile sana itaat edecektir," dedi. Bunun üzerine Ebrehe onu a f­ fetti ve serbest bıraktı. Ebrehe, Nüfeyl'i yanına aldı. Nüfeyl de ona yol gösterdi. Ebrehe, Tai f'ten geçince Mes'ud b. M uattib, Sakif'ten bir grupla çıkıp onu karşıladılar ve ona: " Ey kral ! Biz senin kullarınız. Sana itaat edeceğiz. Aramızda sana muhalefet eden yoktur. Lat adlı putlarını kastederek bu mabedimiz senin yıkmak istediğin mabet değildir. Sen Mekke'deki Beyt'i yıkma­ yı düşünüyorsun. Biz sana rehber verelim, sana yol göstersin­ ler," dedi. Bunun üzerine Ebrehe o nları affetti. Ona Ebu Riğal'ı rehber olarak verdiler. Ebrehe maiyetinde Ebu Riğal olduğu hatde yola devam etti. Ebu Riğat onu M uğammis'e götürdü. B i r müddet sonra E b u Riğal öldü. Araplar o n u n kabrini taşladılar. M uğammis'te taşlanmakta olan ka bir onun kabridir. Ebrehe, Muğa mmis'te konaklayınca Habeşlilerden Esved [1 33] b. Maksud adında bir adamını bir gru p atlıyla M ekke'ye gön­ derdi. Esved, Ku reyş ve diğer insanların mallarını talan ede­ rek Ebrehe'ye götürdüler. Bu mallar içinde Abdülmuttal ib b. H aşim'e ait iki yüz deve de vardı. Abdülmuttalib o sırada Kureyş'in büyüğü ve efend isiydi. Kureyş, Kina ne, Hüzeyl ve H a rem'de bulunan insanlar Ebrehe'ye karşı savaşmayı dü­ şündülerse de onunla savaşmak için güçlerinin yeterli ol ma­ dığını an layınca bundan vazgeçti ler. Ebrehe, H u nata el- H i m­ yeri'yi Mekke'ye gönderdi ve ona şöyle dedi: " B u memleketin büyüğünün ve liderinin kim olduğunu sor.'' Sonra ona de ki : Kral size diyor ki ben sizinle savaşm aya gel medim. Ben Beyt'i yıkmaya geldim. Eğer onun için savaşmayacaksanız kanınızı akıtmaya ihtiyacım yoktur. Li derleri benimle savaşmak iste­ miyorsa onu bana getir. Huna ta, Mekke'ye gird iğinde Kureyş'in büyüğünün ve lide­ ri nin kim olduğunu sordu. Ona liderin Abdülm uttalib b. Hişam

Ttirihu 't-Taberf

139

b. Abdi Menaf b. Kusay olduğunu söylediler. Bunun üzerine Abdülmuttalib'e gitti ve ona Ebrehe'nin sözlü m esajını iletti. Abdülmuttalib ona: "Vallahi onunla savaşmak istemiyoruz. Buna gücümüz de yetmez. Bu Allah'ın doku nulmaz Beyti ve H alilullah İbrahim'in inşa ettiği evdir. Eğer Allah onu korur­ sa onun evidir. Eğer kendisi korumazsa bizim onu savu nm a­ ya gücümüz yetmez," dedi. Ya da bu manada sözler söyledi. H u nata ona: " Krala gel. Zira bana seni o na götürmemi emret­ ti," diye söyledi. Abdülmuttalib, H unata ile birlikte ve yanında bazı oğullarını da yanına alarak Ebrehe'ye gitti. Abdülm utta­ lib o rdugaha varınca dostu olan Zu N e fr'i sordu. Onu hapiste olan Zu Nefr'e götürdüler. Ona: " Ey Zı1 Nefr! Başı mıza gelen bu gaile için bir çözüm biliyor musun?" d iye sordu. Zı1 Nefr ona: "Bir kralın elinde esir olan, sabah ve akşam öldürül meyi bekleyen bir adamın ne çaresi olacak! Senin başına ge len için elimde tek çare filin seyisi Ü neys'tir. O benim dostumdur. Ona haber göndereceğim. Senin hakkında ona tavsiyede buluna­ cak, senin h ukukunu gözetmesini söyleyecek ve krala diledi­ ğini söylemek üzere senin için randevu almasını söyleyecek ve gücü yeterse senin için onun nezdinde tavassutta bulun­ masını isteyeceğim," dedi. Abdülmuttalib: "Bu yeter," dedi. Zı1 Nefr, Üneys'e haber gönderdi. Üneys geldi. Zı1 N e fr ona: " Ey Üneys ! Abdül muttalib Kureyş'in efendisi ve Mekke ker­ van ının sahibidir. Ovada insanları, dağlarda da vahşi hayvanları doyurmaktadır. Kral onun iki yüz devesini alıkoymuştu r. Onun için kraldan randevu al ve kral nezdinde gücün yettiği kadar ona yardımcı ol," dedi. Ü neys: "Yapacağım," dedi. Üneys, Ebrehe ile konuştu. Ona: " Ey kra l ! Bu zat Ku reyş'in lideridir. Kapında beklemektedir. Senden randevu istemektedir. O Mekke kervanının sahibi olup ovada insanları dağda vahşi hayvanları doyurur. Ona randevu ver sana talebini ilets in ve [ 1 341 ona iyi davran," dedi. Ebrehe ona randevu verdi. Abdülm uttalib büyük adamdı, iri yapılı ve yakışıklıydı. Ebrehe onu görünce ona saygı gösterdi ve kendisinden aşağı bir yerde oturmasını münasip görmeyerek yanında oturtarak i kramda bulundu. Ancak Habeşlilerin onu tahtına oturttuğu nu görmeleri ni

140

Tôrihu 't-Taberi

de istemediği için kendisi tahtından inerek Abdülmuttalib'in ya nında oturdu ve tercü manına: "Ona söyle talebi nedir?" dedi. Tercüman ona talebini sordu. Abdülmuttalib: " Kraldan talebim el koyduğu iki yüz devemi geri vermesidir," dedi. Ter­ cüman sözlerini aktarınca Ebrehe tercümana dedi ki: "Ona söyle, onu gördüğümde ondan etkilendim. Ancak seninle ko­ nuşunca gözümden düştün. El koyduğum iki yüz deveni isti­ yorsun da senin ve atalarının dininin şiarı ola Beyt'i yıkma­ ya geldiğim halde onunla ilgili bana bir şey söylemiyorsun." Abdülm ut1:alib ona: "Develerin sahibi benim. Beyt'in de Rabbi vard ır onu koruyacaktır," dedi. Ebrehe: " Bana karşı onu ko­ rumaz," dedi. Abdülm uttalib: "O, ikiniz arasındadır. Sen bana develerimi geri ver," dedi. Bazı ilim sahipleri de derler ki: Abdülmuttalib, Ebreh e'ye gi ttiğinde Beni Kinane'nin lideri Hunata, Amr b. N üfase b. Adi b. Düil b. Bekr b. Abdi Menat b. Kinane ve Hüzeyl'in lideri H u ­ veylid b. Vasile'yi yanında götü rmüş v e Ebrehe'ye geri dönüp Beyt'i yıkmaması karşılığında Tihame'nin mallarının üçte bi­ rini tekl if etmiş lerdi. Ancak Ebrehe onların bu teklifini red­ detmişti. Doğrusunu Allah bilir. Ebrehe, Abd ülmuttalib'e iki yüz devesini geri verm işti. Abdülmuttalib geri dönünce Kureyş'e durumu haber verdi. Ebrehe ordusunun hışmına uğramalarından endişe ederek onlara Mekke'den çıkıp dağların zirvel erine ve boğazlara yer­ leşmelerini em retti. Sonra maiyetinde Ku reyş'ten bir grup olduğu hfılde Kabe'nin kapısının halkasına tutunarak Ebre­ he'ye karşı Allah'a yalvararak Ebrehe'ye ve askerlerine karşı yardımını dilediler. Abdülmuttalib, Kabe'nin kapısının halkası elinde olduğu halde şu beyitleri dile getird i : Rabbim! Onlara karşı yalnız Senden yardım diliyorum: Onları m u ­ vaffak etme. Beyt'in düşmanları Senin düşman/arındır. Beldelerini tahrip et· me/erine izin verme. Sonra şu beyitleri de söyledi:

Tarihu 't-Taberf

141

Allah 'ım! Kul kendisine ait mesken ve barınağı savunur. Sen de ha - (1 35) remini savun. Onların haçı ve planı senin tedbirini yarın geçersiz kılmasın. Eğer yaparsan senin işin muhakkak hayırlıdır. Senin dediğin ve takdirin evladır. Sen yapacak olursan yaptığın iş ile takdirini icra etmiş olursun. Ülkelerinin muharip/erini yığın yığın getirdiler. Fillerini de getir­ diler kı� Senin iyalini esir alsınlar Senin haremine tuzaklarıyla kastettiler. Cehaletleriyle bu işe kal­ kıştılar ve Senin azametini düşünmediler. Şu beyitleri de d illendirdi: Bir azgın gelip de tasallut ettiği zaman ona karşı selameti yarat­ tığın gibi umarız ki bizi selamete çıkarırsın. Zilletten başka bir şey elde edemeden ayrılıp gittiler. Helak ve bela onları orada yok ediyordu. İzzeti ararken senin haremini çiğneyenlerden daha kirli bir kavim görmedim. Abdülm uttal ib, Kabe kapısının halkasını açık bıraktı ve Kureyş lilerle birli kte dağların tepelerine çıktılar ve o rada korun m aya çalışarak Ebrehe'nin M ekke'ye girdiğinde ne yapacağın ı b eklemeye koyuldular. Sabahladığında Ebrehe, Mekke'ye girmeye hazırlandı. Filini de hazırlayarak ordusunu seferber etti. Filin adı Mahmud idi. Ebrehe, Kabe'yi yık­ maya, ardından da Yemen'e dönmeye azmetmişti. Fili hare­ kete geçi rdiklerinde N üfeyl b. H abib el- Has'ami ona doğru yö neldi ve yanında durarak kulağından tuttu: " Ey Mahmud! Çök, sonra da geldiğin yöne doğru dön. Zira Allah'ın haram beldesindesin.''35 Sonra elini kulağı ndan çekti. Bunun üzerine (1 36] fil çöktü. N üfeyl ise hızlı b i r şekilde dağa tırmandı. Habeşliler kalksın d iye fil i kamçıladılarsa da fil yerinden kıpırdamadı. Baltayla kafasına vurdular, yine kalkmadı. Ayağa kalksın diye ucu sivri değnekl eri ni vücudunun ince yerlerine batırarak kanattılar. Yine kalkmadı. Yemen'e doğru yö nlendirdiler. Bu3 5 Savaş v e canlılara kastetmenin haram olduğu bölge v e belde demektir. Cahiliye döneminde de düşman düşmanıyla burada barış içinde yaşardı. Özellikle dört haram ayda barış daha titiz bir şekilde korunurdu (çev.).

1 42

Tdrihu't-Taberi

n u n üzerine kalkıp h ızl ı adıml arla yürümeye başladı. Şam'a doğru yönlendirdiler. Yine hızlı adı mlarla yürüdü. D oğuya doğru yönelttiler, yine aynı şeyi yaptı. Onu tekrar M e kke'ye yönelttilerse de yürümedi ve çöktü. Allah onların üzerine de­ niz tarafından kırlangıca benzer kuşlar gönderdi. Her bir kuş üç tane taş taşıyordu. Birini gagasıyla diğerleri ni de i ki aya­ ğıyla taşıyordu. N ohut ve m ercimek büyüklüğünde olan bu taşlar kime isabet ederse o n u helak ederdi. Ancak, bu taşlar hepsine isabet etmedi. Geldi kleri yol istikametinde kaçışarak bir an önce dönüş yoluna koyul maya çalıştılar. B u arada onla­ ra Yemen yolunu göstermesi için N ü feyl b. Habib'i sorup du­ ruyo rlardı. N üfeyl b. H abib başlarına gel en musibeti görünce şöyle dedi: Kaçış nereye! Allah sizin peşinizdedir. Burnu yarık adam galip de­ ğil mağluptur. Yine Nüfeyl şöyle dedi: Bizden sana selam olsun ey Rüdeyna! Sabah vakti gözümüz aydın oldu. Bir akşam vakti sizden ateş peşinde olan biri geldi. Bizim nezdi­ mizde onun gücü bir şeye yetmedi. Ey Rüdeyna! Taşların a tıldığı yerde onu keşke bizim gördüklerimi­ zi görebilseydin. O zaman beni mazur görecek ve görüşlerimi takdir ederek arada geçenlere üzülmeyecektin. Kuşları gördüğümde Alla h 'a hamdettim ve üzerimize taş atılma­ sından korktum. Herkes Nüfey/'i sorup duruyordu. Sanki Habeşlilerin benden ala­ cakları vardı. H abeşliler yollarda dökülüyor ve bütün güzergahlarda he­ lak oluyorlardı. Ebrehe'ye de taşlar isabet etti. Onu yanların-

(1 37) da taşıyarak götürürlerken p eş peşe parmakları düşüyord u. Her bir parmağı düştüğünde yerinden kan ve irin akıyordu. Onu San'a'ya yetiştirinceye kadar bu durumu devam etti. Ar­ tık bir kuş yavrusu gibiydi. Rivayete göre göğsü yarılıncaya kadar ölmedi.

Tdrih u't-Taberf

1 43

Haris bana Muhammed b. Sa'd, M uhammed b. Ömer, Abdullah b. Osman b. Ebi Süleyman ve babasından naklen; Muhammed b. Abdurrahman b. es-Selmani bize babası, Abdullah b. Amr b. Züheyr el-Ka'bi, Ebü Malik el-Himyeri ve Ata b. Yesar'dan rivayetle; Muhammed b. Ebi Sa'd es-Sekafı bize Ya'l1l b. Ata, Veki' b. Udus ve amcası Ebü Rezin el-Ukayli'den rivayetle; Said b. Müslim bize Abdullah b. Kesir, Mücahid ve İbn Abbas'tan rivayet etti. Bu zevatın rivayetleri şöyledir:

Necaşi, Eryat Ebu Sahm'ı dört bin askerle Yemen'e gönderdi. Eryat adeta Yem en'in başını döndürdü ve ona galip geldi. Krallara verdi ve fakirleri zelil kıldı. Bunun üzerine H abeşli­ lerden Ebrehe el-Eşrem, Ebu Yeksfim adında bir şahıs o rtaya çıktı ve insanları kendisine itaat etmeye çağırdı. İ nsanlar da­ vetine icabet ettiler. E ryat'ı öldürdü ve Yemen'e hakim oldu. Ebrehe insanların hac mevsiminde hazırlık yaparak Beytül­ haram'a gittiklerini gördü. İ nsanların nereye gittiklerini sor­ du. M e kke'deki Allah'ın evine h acca gittiklerini söylediler. Eb­ rehe: " Binası neyle yap ıldı?" diye sordu. "Taştan," d iye cevap verdiler. Ebrehe: " N eyle giyd irilir?" diye söyledi. " Keçilerin kıl­ larından dokunan kumaştan," dediler. Ebrehe: "M esih İ sa'ya yemin olsu n, ondan daha iyisini sizin için inşa edeceğim," dedi ve onlar için beyaz, kırmızı, sarı ve s iyah mermerden bir bina inşa etti ve onu altın ve gümüş tezyinatla süsleyip mücevhe­ ratla kapladı. Kapı larının l evhaları ve çivileri altındandı. M ü­ cevherattan tezyinatla aralarını süsledi. Büyük b i r kırmızı ya­ kutu da o na astı. B i r perdeyle onu ö rttü. Güzel kokulu ağaçla aydınlatılırdı. D uvarlarına misk sürülürdü. Ebrehe insanlara bu evi ziyaret etmelerini emretti. Birçok Arap kabilesi yıllarca onu ziyaret ettiler. Bazı insanlar içinde kalarak ibadet ettiler, Allah'ı andılar ve dini merasi mlerini icra ettiler. N ü feyl el­ H as'ami ise onun için kötü şeyler düşünüyordu. B i r gece için­ de bir hareketsizlik sezdi. Bunun üzerine bir dışkı getirdi ve kıble duvarına sürdü ve bir leş getirerek içine attı. D urum Eb­ rehe'ye haber veril ince çok kızdı ve Araplar kendi " Evleri" için bu işe kalkıştılar, o Evi taş üstünde taş b ı rakmayacak şekilde yıkacağım. N ecaşi'ye de yazdı ve durumdan haberdar etti ve Mahmud adındaki filini göndermesini isted i. Bu fil i riliği, cüs­ sesi ve gücü bakımından adeta yeryüzünde bir benzeri yoktu. Necaşi onu gönderdi. Fil Ebrehe'ye getiril ince Ebrehe insan­ larla b i rlikte ve maiyetinde H i myer'in lideri ve N üfeyl b. H abib

1 44

Tarih u't-Taberi

el- H as'ami olduğu halde yürüyüşe geçti. Harem'e yaklaşınca adamlarına baskınlar yapıp insanların hayvanlarını talan et­ melerini em retti. Bu baskınlarda Abdülmuttalib' i n develerini de aldılar. N üfeyl, Abdülmuttalib'in dostuydu. Abdülmuttalib develer konusunda Nüfeyl ile görüştü. Nüfeyl de Ebrehe ile görüştü ve şöyle dedi: "Ey kral! Arapların l ideri ve en kıymet­ lisi sana geldi. O Arapların en şereflisidir. Asil atlarla insanları taş ı r, mallarıyla ikramda bulunur ve rüzgar estikçe insanlara yedirir." Sonra Abdülmuttalib'i Ebrehe ile görüştürdü. Ebrehe ona: "Taleb i n nedir?" diye sordu. Abdülmuttal ib: " D evelerimi bana geri vereceksin," dedi. Ebrehe: "Senin hakkında duyduk­ larım veh imden başka bir şey değildir. Ben sandım ki s izin şerefiniz olan 'Ev'iniz hakkında benimle konuşacaksın," dedi. Abdülmuttalib: "Sen develerimi ver. İşte Beyt orada! Onun Rabbi vardır. O onu koruyacaktır," dedi. Ebrehe, develerin Ab dülmuttal ib'e geri verilmesini em retti. Abdülmuttalib de­ velerini teslim alınca onları kurban etmek üzere boyunlarına nişanlar taktı ve onları Harem'e saldı ki ona doku nan olursa Harem'in Rabbinin gazabına uğrasınlar. Ardından Abdülmut­ talib yanında Amr b. Aiz b. İ mran b. Mahzı1m, M ut'im b. Adi ve Ebu Mes'ı1d es-Sekafı olduğu halde H i ra'ya çıktı ve şu beyitleri dillendirdi: Al/ah 'ım! İnsan meskenini savundu.ğu gibi sen de Haremini savun. Onların haç ve planı yarın Senin tedbirini geçersiz kılmasın. Onları kıblemize musallat edersen, Senin mutlaka bir bildiğin vardır. Ravi dedi : Ebabil kuş ları deniz tarafından gelmeye başladı. Her kuş üç taş taşıyord u : Biri gagası nda, ikisi de iki ayağın­ daydı. Kuşlar bu taşlarla onları taşladılar. Taşlar neye isabet ederse onu parçalıyordu. Düştükl eri yerler tutuşuyordu. Bu musibetle kızamık ve suçiçeği hastalıkları baş gösterdi. M ey­ vesi acı ağaçlar ortaya çıktı. Taşlar onları adeta kuruttu. Ar­ dından da Allah silip süpüren bir sel gönderdi. Sel onları sü­ rüp den ize döktü. (1 39]

Ravi dedi: Ebrehe ve geride kalan maiyeti kaçtılar. Ebrehe'nin azaları dökülüyordu. N ecaşi'nin fil i Mahmud ise çöktü

145

Tdrihu 't-Taberf

ve H a rem'e gitmeye yeltenmedi. B u yüzden kurtuldu. D iğer fil ise Kabe üzerine gitmeye yeltenince taşlandı. Rivayete göre o rduda on üç fil vardı. Abdülm uttalib, H i ra'dan indi. Habeş­ l ilerden i ki adam gidip onun başını öptüler ve : "M eğerki sen daha iyi biliyordun," dediler. İbn H umeyd bize şöyle dediğini anlattı: Seleme bize İbn İshak, Ya'kGb b. Utbe b. el-Mugire b. Ahnes'ten naklen şöyle dediğini anlattı:

Arap diyarında ilk defa kızamık ve suçiçeği hastalı kları o yıl göründü. Yine özerlik otu, Ebucehil karpuzu ve uşer ( di­ kenli ağaç türlerinden biri) gibi, ilk acı ağaç meyveleri de o yıl göründü. * * *

İbn İshak dedi: Ebrehe ölünce oğlu Yeksum, Yemen kralı oldu. Yeksum babasının adıyla a nılırdı. H i myer ve Yemen ka­ bilel eri onlara boyun eğdi ve H abeşlilerin baskısına maruz kaldılar. Kadınlarını n i ka hladılar, erkeklerini öldürdüler ve oğullarını Araplarla aralarında tercüman çalıştırdılar. Ravi dedi: Allah Habeşlileri M e kke'den geri gönderi nce ve başlarına musibet gelince Araplar Kureyşlileri takdir ettiler. Onlar için: "Allah'ın yakın kulları. Allah onlar için düşmanları­ nı bertaraf etti ve düşmanlarının şerrinden korudu," dediler. Ravi dedi: Yeksum ölünce kardeşi Mesruk işbaşına geçti. Ye­ menlilerin maruz kaldığı bela ve zillet uzadı. N itekim H abeşli­ lerin Yemen hakimiyeti Eryat'ı n Yemen'e girmesiyle başlamış ve Farsların Mesruk'u öldürmesiyle son bulmuştur. Bu dö­ nemde Eryat, Ebrehe, Yeksu m ve Mesruk olmak üzere dört kişi Yemen'i yönetti. Bu dönem yetmiş iki yıl sürmüştür. Derken Ebu M ü rre ile anılan Seyf b. Zi Yezen el-Himyeri o rtaya çıktı ve Rum Kralı Kayser'e gitti. Kayser'e içinde bulundukları şartları şikayet etti. Habeşlileri Yemen'den çıkarmasını ve kendisinin oraya hükmetmesini, istediği bir Rum'u vali olarak gönderme­ sini söyledi. Ancak Kayser onun şikayetini nazarıitibara alma­ dı ve istediğini bulamadı. Bunun üzerine o radan ayrıldı ve Hi­ re'ye giderek N u'man b. M ünzir ile görüştü. N u'man, Kisra'nın Hire ve Irak'taki Arap bölgelerinin valisiydi. Nu'man'a içinde

146

Tarihu 't-Taberi

bulundukları zillet ve belayı anlattı. N u'man ona: "Her yıl Kisra ile bir görüşmem oluyor. Yanımda kal, o ziyareti vakti geldi­ ğinde seni de yanımda ona götüreyim," dedi. Seyf, N u'man'ın [140] yan ı nda kaldı. N u'man, Kisra ile görüşmesine gidince Seyf'i de

yanına alarak onu Kisra'ya götürdü. N u'man, Kisra ile görüşüp o nu nla olan işini bitirince Kisra'ya Seyf b. Zi Yezen ve talebi hakkında bilgi verdi. Ondan Seyf'e randevu vermesini istedi. Kisra, N u'man'ı n ricasını kabul etti. Kisra tacının bulunduğu makamının eyvanında otururdu. Tacı büyük bir ölçek kadardı. Yakut, zümrüt, inci, gümüş ve altınla süslenmişti. Meclisinin kemerine altın bir zincirle bağlıyd ı. Boynu tacını taşıyamıyor­ du. Meclisinde oturunca başını taca sokuyordu. Makamında oturunca yüzünü ö rten elbiseleri çıkarırdı. Onu bu vaziyette gören heybetinden mutlaka çökerdi. Seyf b. Zi Yezen huzuruna çıkınca çöktü sonra şöyle dedi: "Ey kral! Kargalar ülkemizi isti­ la ettiler." Kisra: " H angi kargalar? H abeşliler mi yoksa Sindliler mi?" diye sordu. Seyf: "Habeşliler. Onlara karşı bana yardım etmen ve onları memleketimden çıkarman için sana geldim. Memleketi mde hakimiyet senin olsun. Sen bizim için onlardan daha iyisin," dedi. Kisra: "Senin memleketin bizden uzaktır. Kaynakları kıttır. D eveleri ve davarları vardır. Bunlara da ih­ tiyacımız yoktur. Bu yüzden Fars ordusunu Arap diyarında bir çıkmaza sürüklemek istemiyorum. Esasında buna ihtiyacım da yoktur;" dedi ve emir vererek kendisine tam on bin dirhem verildi ve güzel bir şekilde giydirildi. Seyf bunları teslim aldıktan sonra çıktı ve gümüş paraları çocuklara, köle ve cariyelere dağıtmaya başladı. Çok geçmeden Kisra'ya gidildi ve ona: " Kendisine ikramda bulunduğun Arap parasını insanlara dağıtıyor. Onu çocuklara, köle ve cariyelere veriyor;" denildi. Kisra: "Bu adam ilginçtir. Onu bana getirin," dedi. Onu huzuruna getirdiler. Kisra ona: "Kralın sana verdi­ ği hediyeleri insanlara dağıtıyormuşsun," dedi. Seyf: "Kralın bana verdiklerini ne yapacağım? Memleketimin dağları altın ve gümüştür. -Seyf bununla memleketinde gözü olmayan krala memleketini cazip bir ülke olarak takdim etmek istedi.- Krala geldim ki beni zulümden ve zilletten kurtarması için geldim,"

Tcirihu 't-Taberi

1 47

dedi. Kisra ona: "Yanımda bir müddet kal, senin durumunu dü­ şüneyim," dedi. Seyf, Kisra'nın yanında ikamet etmeye başladı. Ki sra vezirlerini ve danışmanlarını topladı ve onlara : " B u adam v e talebi i ç i n ne dersiniz?" Onlardan biri: " Ey kra l ! Senin hapishanelerinde öldürülmek üzere ahkoyduğun in sanlar var. Bunları onunla göndersen. Eğer öldürülürlerse istediğin şey gerçekleşmiş olur. Onun memleketinde galip gelirlerse kendi m ülkü n e mülk katmış olursun," dedi. Kral: "Bu iyi bir fikir. Bakın hapishanelerimde ne kadar mahpus var?" dedi. ( 1 4 1 ] Onları saydılar: Sekiz yüz kişi olduklarını tespit ettiler. Kral: "Bakın içleri nde soy sop olarak en iyisi kimse onu başlarına getirin," dedi. Baktılar ki en soylu ları yaşlı başlı bir kişi olan Veh riz'dir. Kral o n u Seyf ile gönderdi ve adamlarının başına getirdi. Onları sekiz gemiye b indirdi. Her bir gemiye yüz kişi bindi ve onlara denizde ihtiyaç duyacakları şeyler de verildi. Denize açılınca i ki gemi içindekilerle birl ikte sulara gö­ müldü. Geride kalan altı gemi Yemen'in Aden sahi llerine ulaş­ tı. Aralarında Seyf ve Veh riz olduğu halde altı yüz kişi sahile çıktı. Yemen topraklarında karar kılınca Vehriz, Seyf'e " N e­ lerin var?" diye sordu. S eyf: " Dilediğin kadar Arap, dilediğin kadar Arap atı vardır. Benim adamlarımı adamlarına kat. Ya hep birlikte ölecek veya muzaffer olacağız," dedi. Veh riz: "Adil ve güzel söyledin," dedi. Seyf, kavm inden toplayabildiği kadar topladı. Mesruk b. Ebrehe durumu haber aldı. Bunun üzerine H abeşli askerlerini topladı ve hasımlarının üzerine gitti. İ ki taraf birbirine yaklaşınca askerler karşı karşıya gelince Veh­ riz yanında bulunan oğlu N evzad' ı sırtı çıplak bir atla gönder­ di ve ona: "Savaşı başl at, bakalım nasıl savaşıyorlar?" dedi. N evzad meydana çıktı ve onlarla sın ırlı çatışmalara girdi. Sonra çıkmaz bir yere sürü klendi ve oradan çıkamayınca onu öldürdüler. Bu durum Veh riz'in onlara o lan öfkes ini a rtırdı ve savaş azmini kam çıladı. İ nsanlar saf ko numuna girince Veh riz: "Bana onların kralı­ n ı gösterin,'' d edi. Ona: " Karşıda fil üzerinde başında tacı olan, iki gözü arasında kırmızı bir yakut bulunan şahsı görüyor mu-

148

Tii rihu 't-Taberi

sun?" dediler. Veh riz: " Evet," dedi. İ şte kral o, dediler. Veh riz: " Biraz bekleyin," d edi. Uzun bir süre bekledikten sonra Veh­ riz: 'l\dam ne üzerinde?" dedi. "Bineğini d eğiştirmiş. Şimdi at üzerinde," dediler. Veh riz: "Yin e bekleyin," dedi. Uzun bir müddet bekledikten sonra Veh riz: "Adam n e üzerindedir?" diye sordu. Onlar: "Bineğini değiştirmiş, şimdi katır üzerinde­ dir," dediler. Vehriz: " Eşeğin yavrusu üzerinde yani. O ve mül­ kü zillete duçar olsun. Ben ona bir ok atacağı m. Adamlarının hareket etm ediklerini görürseniz, bilin ki hedefi şaşırmışım. O zaman benden işaret bekleyi n. Eğer adamlarının harekete geçip etrafında yığıld ıklarını görürseniz hedefi isabet ettiğimi bilin ve siz de onlara saldırın," dedi. Vehriz yayı nı gerdi. Rivayete göre çok sert olduğu için on-

( 1 42] dan başka hiç kimse onu geremiyordu. Sonra emir vererek

iki muhafızı geti rildi. Sonra yayına bir ok koydu ve onu gerdi. Sonra fırlattı ve MesrCık'un i ki gözü arasındaki yakuta i sabet ederek başını deldi ve arkasından çıktı. Bunun üzerine b ine­ ğinden düştü. H abeşli askerler etrafında toplandılar. Tam bu sırada Farslar saldı rıya geçti. H abeşliler ise hezimete uğradı. Katledildiler. Geri kalanlar ise her yöne kaçtı. San'a'ya girmek üzeri ilerleyen Veh riz, kap ıya geldiği zaman "Sancağım indi­ rilmiş olarak gi rmeyeceğim, kapıyı yıkın," dedi. Bunun üzeri­ ne San'a kapısı yıkıldı ve Vehriz sancağı elleri arasında olduğu halde San'a'ya girdi. Yemen'de hakimiyeti sağladıkta n sonra Vehriz, Kisra'ya: "Ben senin adına Yemen'de hakim iyeti sağladım ve içindeki Habeşlileri çıkarttım," diye yazdı ve ele geçirdiği ganimetle­ ri gönderdi. Kisra o na, Seyf b. Zi Yezen'i Yemen'e hükümdar yapmasını emretti. Kisra, Seyf b. Zi Yezen'e yıllık olarak belli miktarda cizye ve haraç vergis i koydu. Ayrıca Veh riz'e de ken­ disine dönmesini söyledi. Vehriz, Seyf b. Zi Yezen'i Yemen'e vali ol arak bıraktı ve Kisra'ya döndü. Seyf'in babası ZCı Yezen de Yemen' de hükü m sürmüştü. İbn H umeyd'in Seleme ve İbn İshak'tan naklen H imyer, Ha­ beşliler ve Yemen'deki hakimiyetleriyle Kisra'nın Yemen'deki

1 49

Tdrihu 't-Taberl

H abeşlilerl e savaşmak üzere asker göndermesi hakkında bize naklettiği rivayet böyledir. * * *

H i şam b. M uhammed ise şöyle dem iştir: Ebrehe'den sonra Yeksum işbaşına geçti. Ardından Mesrfık başa geçti. Mesruk, Kisra b. Kubaz döneminde Veh riz tarafından öldürüldü ve Ha­ beşliler Yemen' den sürüldü. Ravi ded i : H işam b. M uhammed'in rivayetinde anlatıldığı na göre Ebu M ü rre el- Feyyad Zu Yezen, Yemen'in eşrafındandı. Reyhane bint Zi' Ceden onun karısıydı. Reyhane'nin Ebu Mürre'den bir oğlu oldu. Ebu Mürre ona Ma'di Yekrib adını verdi. Reyhane güzel bir kadındı. Ebrehe onu Ebı.1 Mürre'den zorla aldı ve onunla evlendi. Bunun üzerine Ebu M ürre, Ye­ men'i terk etti ve Beni M ü nzir'den b i r hükümdara sığı ndı. Sanırım bu zat Amr b. H ind'dir.- Ebu Mürre bu zata kendisi için Kisra'ya bir m ektup yazarak kendisinin kıymetli ve şerefli bir insan olduğunu ve bir iş için kend is inden yardım almaya geldiğini söylemesini istedi. Amr ona: "Acel e etme. Her yıl be­ nim onunla bir görüşmem var. Az bir vakti kald ı," dedi. Ebu Mürre, Amr'ın yanında bekledi. Amr, Kisra ile görüşmeye gi­ dince Ebu M ürre de onunla gitti. Amr b . H ind, Kisra'nın hu- [1 43] zuruna çıktı. Görüşmede Zu Yezen'in asaletini ve durumunu anlattı. Ayrıca onun için Kisra'dan randevu istedi . Ebu Mü rre içeri girince Amr ona yer açtı . Kisra bunu görünce anladı ki Amr hükümdarın huzurunda Ebu Mürre'ye ancak kıymetinden dolayı iltifat etti. Kisra ona i lgi gösterdi ve ona nazik dav­ ranarak güzelce i steğini dinledi. Ona: "Seni getiren durum ne­ d i r?" diye sordu. Ebu Mü rre : " Ey kral! Siyahiler ülkemizi i stila ettiler. Bize karşı kralın huzurunda zikredemeyeceğimiz çirkin eylem lerde bulundular. Kral bizim hüsnüzannı mıza i cabet etmeyi uygu n görür de ümidimizi gerçekleştirir ve benimle bir o rdu gönd ererek düşmanı ülkemizden defedip mülkünü bizim ülkemize kadar yayarsa bu onun alicenaplığı olacaktı r. Kaldı ki bizim ülkemiz en verimli ül kelerden bi ri olup nimetleri bol bir ülkedir. Kralın mülküne mücavir Arap bölgeleri gibi değildir," diye sözünü bitirdi.

1 50

Tdrihu 't-Taberf

Kisra dedi: "Ülkenizin anlattığın vasıflarda olduğunu bili­ yorum. Hangi siyahiler ülkenizi istila ettiler? H abeşliler mi, yoksa Sindliler mi?" Ebu Mürre: " H abeşliler," dedi. Anuşi rvan: "İsterdim ki hüsnüzannına uygun hareket edeyim ve senin talebini karşılayarak seni göndereyim. Ancak ordu için senin ülkene gitmek oldukça zordur. Askerlerimi tehlikeye atmak istemiyorum. Yine de senin talebin hakkında düşüneceğim. Sen de d il ediğin gibi hareket et," d edi. H ükümdar, Ebu M ürre'nin misafir edilmesini ve ona ik­ ramda bulunulmasını emretti. Ebu M ürre ölünceye kadar hü­ kümdarın yanında kaldı. Ebu Mürre, H i myeri lehçesiyle Kisra hakkında bir kaside söylemişti. Kasideyi Kisra'ya tercüme et­ tiler. Kisra kasideyi beğendi. Reyhane bint Zi Ceden, Ebrehe'ye bir oğlan çocuğu doğur­ du. Ebrehe ona Mesruk adını verdi. Ma'dikerib b. Zi Yezen de Ebrehe'nin üvey oğlu olarak annesinin yanında büyüdü. Bir gün E brehe'nin bir oğlu ona sövdü. "Al lah sana ve babana la­ net etsin," dedi. O zamana kadar Ma'di Yekrib, babasının E bre­ he olduğunu biliyordu. Bunun üzerine annesine geldi ve ona: "Babam kimdi r?" dedi. Reyhane: " Ebrehe'dir," dedi. M a'di Yek­ rib: " H ayır, vallahi o babam değildir. Babam olsaydı falanca bana böyle sövmezdi," dedi. Bunun üzerine annesi babasının Ebu M ürre el- Feyyad olduğunu itiraf etti ve h i kayesini ona anlattı. Bu durum Ma'di Yekrib'i etkil edi ve bunun etkisinde kaldı. [1 44]

Daha sonra Ebrehe öldü. Ardından başa geçen oğlu Yeksum da öldü. Bunun üzerine Zu Yezen'in oğlu Rum Kralına gitmek üzere yola çıktı. Kisra'ya gitmedi. Zira Kisra babasına yardım etmekte gecikmişti. Ancak Rum Kralından umduğu­ nu bulamadı. D indaşlık saikiyle kralın Habeşlilerden yana ta­ vır takındığını gördü. Bu sebeple Kisra'ya gitmeyi düşündü. Bir gün Kisra atına binerken Zu Yezen'in oğlu önüne çıktı ve ona: "Ey H ükümdar! Benim senden bir miras alacağım vardır," diye seslendi. Kisra eve dönünce onu çağırttı. Ona: "Kimsin ve miras alacağın nedir?" diye sordu. Adam: "Ben kendisine

Tiirihu 't-Taberi

ısı

yardım vaadinde bulunduğu n ancak kapında ölen Yemenli Zu Yezen'in oğluyum. Şimdi sana geldim. Babama olan vaadini talep etmeye geldim. Bu benim hakkımdır, senin de ödemek durumunda olduğun bir m i rastır," dedi. Bunun üzerine Kisra ona acıdı ve bir miktar para verilmesini emretti. Genç adam çıktı ve paraları savurmaya başladı. İ nsanlar da parayı topla­ dılar. Kisra ona haber göndererek: "Bunu neden yaptın?" diye sordu. Adam : " Ben sana mal talebiyle gelmedim. Bana asker vermen ve beni zilletten kurtarman için geldim," dedi. Kisra adamın sözlerinden etkilendi ve ona: "Bekl e, senin talebini d eğerlendireceğim," dedi. Kisra adama istediği as keri yardım için vezirleriyle istişarede bulundu. M ı'.ibezan ona: " B u gen­ cin bir hakkı var. Zira s ize yöneldi. Babası da sizin kapınız­ da ve huzuru nuzda öldü. Ayrıca ona yardım sözü verilmişti. H ükümdarın hapishanelerinde güçlü ve mert insanlar vard ır. H ükümdar uygun görse o nları bu gençle gönderse uygun olur. Eğer zafer kazanırlarsa bu zafer h ükü mdarındır. Eğer ölürler­ se kendisi ve ülkesinin i nsanları onların şerrinden emin olur­ lar. H erhalde bu görüş doğrul uktan uzak b i r görüş değildir." Kisra: " B u iyi bir fikir," dedi ve bu vasıflarda hapishanelerde bulunan mahpusların tespit edilmesini emretti. Yapılan sayımda sekiz yüz kişi oldukları görüldü. H ükümdar, Veh riz adında okçularından bir komutanı onların başına getirdi. Kisra onu bin komutana bedel olarak görüyordu. H ükümdar on ları do nattı ve takviye etti. Her bir gemiye yüz kişi olmak üzere sekiz gemiyle taş ın malarını emretti. Gemiler denize açıldıktan sonra iki tanesi battı ve altı tanesi emniyet içinde sahile vardı. H adramut sahiline çıktılar. Mesrı'.i k; Habeşli, H i m­ yerli ve Araplardan oluşan yüz bin kişilik bir o rduyla onları karşıladı. Buna karşılık Zü Yezen'in oğluna çok sayıda insan ka tıldı. Vehriz deniz kenarına kon uşlandı ve denizi arkasına aldı. Mesrük onların azlığını görünce işlerini bir an ö nce bitir­ meye heveslendi ve Veh riz'e şöyle bir mesaj gönderd i : "Görü­ yorum ki seninle çok az asker var. Sen de benimle çok asker olduğunu görüyorsun. Buna rağmen seni getiren nedir? Sen [ 1 45] kendini ve maiyetindekileri ka ndırmışsın. İstersen sana fırsat

152

Tdrihu 't-Taberf

vereyim ülkene dön. Seni hicvetmeyeceğim, sana ve adamla­ rına benden ve askerlerimden hiçbir zarar gelmeyecektir. Di­ lersen de hemen seninle vuruşalım. D ilersen de sana müh let vereyim durumu düşün ve arkadaşlarınla danış." Vehriz durumun vahametini anladı ve gücü nün onlara yet­ meyeceğini düşündü. Bu sebeple Mesrı1k'a: "Bir süreliğine aram ızda bir saldırmazlık taahhüdünde bulunalım. Kararı mı­ zı verin ceye kadar ve bu sürenin bitimine kadar birbirimizle savaşmayalım," diye haber gönderdi. M esruk bu teklife olumlu cevap verdi. Vehriz ve M esruk askerleri arasında beklemeye başladılar. Süre üzerinden on gün geçmişti ki Vehriz'in oğlu atına bindi ve karşı tarafın or­ dugahına yaklaştı. Sonra atı onu düşman ordusunun kalbine kadar götürdü. Düşman askerleri onu öldürdüler. Vehriz bun­ dan habersizdi. Oğlunun ölüm haberi o na ulaşınca Mesrı1k'a: ''Aramızda malumunuz olan bir anlaşma vardı. Buna rağmen neden oğlumu öldürd ünüz?" diye haber gönderdi. Mesruk ona: "Oğlun bize saldırdı ve ordumuzun kalbine kadar iler­ ledi. Bizim kendini bilmez bazı adamlarımız feveran ederek onu öldürdül er. Ben de onun öldürülmesini hoş görmedi m," diye cevap verdi. Vehriz gelen elçiye: "O benim oğl um değil, bir veledizina idi. Benim oğlum olsaydı aramızda kararlaş­ tırdığımız süre bitene kadar sabırlı davranacak ve ihanet et­ meyecekti," diye söyledi. Ardından da emir vererek herkesin görebileceği şekilde cesedinin açık araziye atı lmasını emretti. Ayrıca mühlet bitene kadar şarap içmeyeceğine ve başını yı­ kamayacağına dair yem in etti. M üddetin bitimine bir gün kala onları getiren gem ilerin yakılmasını, üzerlerindekiler dışında fazla kıyafetlerin de ateşe atılmasını emrettikten sonra yanlarında bulunan erza­ kın da getirilmesini istedi. Erzak getirilince "Bu erzakı yiyin," dedi. Karınları doyunca artakalanın den ize dökülmesini söy­ ledi. Sonra o nlara bir ko nuşma yaparak şöyle dedi: "Gemile­ ri yakmama gelince; artık memleketinize dönmenize i mkan kalmadığını bildirmek istedim. Yaktığım kıyafetleriniz ise Ha-

Tôrih u't-Taberf

153

be�liler s ize galip gelirlers e onlara sahip olmalarını isteme­ dim. D enize döktüğüm erzak ile de sizin bir gün için de olsa [ 1 46] yaşamanıza vesile olacak bir erzak olmasını istemedim. Be­ niml e birl ikte savaşan ve sabır gösteren i nsanlar olacaksanız bana söyleyin. Aksi takdirde sırtımdan çıkana kadar bu kılıcı­ mın üzerine yaslanayım. Zira düşmanlarımın beni öldürme­ lerine fı rsat vermek iste m iyorum. O ndan sonra komutanınız olarak ken dimi ö ldürdü kten sonra halinizin ne olacağı nı siz düşünün." Onlar: "Hayır, son ferdimiz ölünceye veya muzaffer oluncaya kadar seninle birlikte savaşacağız,'' dediler. Müddetin bittiği günün sabahı ol unca Veh riz askerlerini sefe rber etti ve denizi arkasına aldı. Sonra askerlerine hitap ederek onları sabırlı olmaya teşvik etti. Onların önünde iki yol bulunduğunu söyledi. Ya düşmana galip gelecek ya da onurlu olarak ölece klerdi. Onlara yaylarının dolu olmasını emretti ve şöyle dedi: "Size emrettiğim zaman onları ok yağm uruna tutun." Yemenliler daha önce okla savaşmaya şahit olmamış­ lardı. Mesn1k ise başında tacı ve i ki gözü arasında yumurta büyüklüğünde kırmızı bir yakut olduğu halde bir fil üzerinde sonu görülmeyen bir orduyla ilerledi. Mesrı1k zaferden baş­ ka bir şey görmüyordu. Vehriz ise gözleri artık zayı f görüyor­ du. Yanındakilere : "Bana reislerini gösterin," dedi. Ona: "Filin üzeri ndeki şahıstır,'' dedil er. Bir süre sonra filin sırtından inip bir ata bindi. Vehriz'e "Şu anda bir ata bindi,'' dediler. Ve hriz onlara : " Kaşlarımı yukarı kaldı rın," dedi. Zira yaşlılıktan kaş ­ ları gözleri üzerine sarkmıştı. B u n u n üzerine b i r kefiyeyle bağladılar. Sonra bir ok çıkarıp yayına koydu ve: "Bana Mes­ rı1k'u gösterin,'' dedi. M esrı1k'u ona gösterdiler. Onu görünce d e askerl erine: "Onları ok yağm uruna tutun," dedi. Onlar ok atmaya başladılar. Kendisi de yayına yöneldi ve onu okla dol­ durduktan sonra oku fı rlattı. O k bir ip gibi hedefe doğru hızla gitti ve Mesrı1k'un alnına isabet etti. Mesruk bineğinin s ırtı n­ dan düştü ve bu hamlede çok sayıda Habeşli öldürüldü. Li­ derlerinin öldürü ldüğünü görünce o nların safı dağıldı. Artık mutlak bir hezi mete uğram ışlardı. Vehriz oğlunun cesedinin hemen gömülmesini ve yeri ne Mesruk'un cesed inin atılması-

154

Tdrihu 't-Taberf

nı istedi. Sayılamayacak kadar ganimet elde edildi. Bir okçu, H abeşli, H i myerli ve Araplardan elli altmış kişilik grupları ( 1 47) mukavemet göstermeden önüne katıp elleri bağlı olarak gö­

türüyordu. Veh riz: " H i myer ve Araba dokunmayın. Siyahile­ re yönelin ve onlardan kimseyi b ı rakmayı n," dedi. Habeşliler öldürüldü ve adeta onlardan kimse kalmadı. Araplardan bir adam devesi üzerinde bir gün ve bir gece boyunca kaçtı. Arka­ sına dönüp baktığında heybesine bir ok saplandığını görü n­ ce: "Vay annemin başına gelen! B u kadar uzaklık ve bu kadar uzun yol dan sonra mı?" d iye söyledi. O kun kendisine yetişti­ ğini sandı. Vehriz ilerleyerek San'a'ya girdi ve Yemen toprak­ larına hakim olup vilayetlere amillerini gönderdi. İbn Z i Yezen, Vehriz ve Farsların yaptıkları hakkında Ebü'sSalt Ebu Ümeyye b. Ebi's-Salt es-Sekafi şu beyitleri dile getirdi: Öcünü almak için İbn z; Yezen yıllarca denizde seyrüsefer etti. Herakliyus'a gitti ancak onlar helak o/muşlardı ve onda istekleri­ ne bir karşılık bulamadı. Yedi sene sonra da Kisra 'ya gitti. Ey İbn z; Yezen! Ne de çok uzak­ lara gittin? Nihayet asil insanları getirip geldi. Yemin ederim ki harekatını çok uzattın. Kralların Şahinşahı olan Kisra gibi kim ona yardım etti? Savaş gü­ nünde kim Veh riz gibi saldırabildi? Alla h 'ım onlar ne büyük bir topluluktu. İnsanlar içinde onların benzerleri yoktu. Onlar alicenap, büyük, beyazyüzlü ve kahraman insanlardı. Onlar ormanda yavrularını büyüten as/anlardı. Develer üzerinden oklarını fırlatır/ar. Sanki Acem sırmalı mahfe­ lerde seyrediyor/ar. Siyah köpekler üzerine salınmış aslanlar olarak gönderildin. On­ lardan kaçıp kurtulan izini kaybettirdi. Başında tacın olduğu h alde ve yaslanmış olarak Gumdan kasrının üstünde ikametin mübarek olsun. (148)

Onlar helak olm uşken sen misk sür. Bugün hırkalarını saldıkça sal. İzzet ve ikram budur. İçildikten sonra idrara dönüşen suyla karı­ şık iki bardak süt ikramı değil.

T