İstanbul ve Osmanlı Uygarlığı

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

-·-

:t .



·ISTANBUL ,l

VE

OSMANLI 'UYGAKLlGI

�-� "

:



. . ı_ ·

L

ı

BERNARD ,LEW.i"S .

---=,·-=-----------� -----=- -------- --�-'-- -------

,

---

__

----

• �

---·

BERNARD LEWIS

İSTANBUL VE OSMANLI UYGARLI GI Çev i re n : N i HA L ÖNOL

V A R L I K Y A Y l N E V i An kara Cadd es i , istanbul

FAYDALI KITAPLAR: 160

Varl ık Yayınları. sayı : 1820 i sta nbu l'da Kardeş M a tbaası'nda d izilmiş, D i lek Matbaası'nda basıl mıştır. Mart, 1975

ÖN SÖZ

Boğaziçinin kıyısında k i büyük kent, ta rihi boyun­ ca çeşitl i adlar a l m ıştır. Slavlar buraya Carlg rad, ya­ ni lmparatorun Kenti, derlerdi; Kuzeyliler Myk la­ goard veya M ick legarth derlerdi ki, Büyük Kent an­ lamına gel ir. Yunanlılarla Roma'lılar, burasını, eski yerleşme bölgesinin adıyla, Byzantium olara k b i l i rler­ d i ; bir de yen i Roma, ve özell ikle, i mparatorl uğ unun yeni başkentini M .S . 330 yılında burada kurmuş bulu­ nan Konsta ntin'in s ites i, Konstantinopolis olarak da a narlardı. imparatorluğun doğu ve güney sın ı rl a rı öte­ sindeki M üs l ümanlar bura nın, Kostantin iyye vey'1 Kustantin iyye biçimindeki yeni adın ı da kulla nırlardı. Genellikle Biza n s l ı lar, bu g örkemli başkentlerin­ den sadece « Site» , h6 polis olara k söz etmek le yeti­ n i rlerdi. Ta onuncu yüzyıldan başlayarak M üslüman ta; i h v e coğrafya yazıları nda kanıtlanan başka b i r adına d a b ü y ü k b i r olasılıkla b u «S ite» sözcüğü kö­ ken olmuştur. istanbul adının nereden ve nasıl oluş­ tuğu tartışmalıdır: genellikle benimsenen açıklama yolu, bu adın, els ten polin, ya n i siteye sözünden gel­ diğini savunur: Müslümanlar bu tümcey i , Küçük As­ ya'doki Grek komşularınd a n duymuş olmalılar. Tü rk5

loılo öteki M üslümonlarca geniş ölçüde ku lla nılma­ ·.ıııa karşın, Ista nbul adı, Osmanlı resmi kayıtlarında yrır cılmıyord u . Osma n lı pa raları ve belgeleri üzerinde lılr süre, Istanbu l'un lslôm ları bol anla mına gelen ve lı> a n ­ lamı nda- memluk den iyordu; ev işlerinde veya e ko­ nomide yararlanılan değersiz kölelerden ayırd etmek için böyle adlandırılmışlard ı . Saymaca olara k köle statüsüne sa hip olmasına karş ın. Türk memluklar gerçekte ele geçirilip satın alınmakla topla nmış a ma güçlü asker bağlılığıyla b irbirine bağlanmış bir ayrı­ c a l ı k l ı asker sınıfı oluşturdular. Za manla is!ôm ordu­ iannın a na çekirdeğ i n i meyd ana getird i ler. Kuman­ danlar kolayca va l i oluverdi ve va l i ler, yönet iciler de hanedanlar kurdu. lslô mlığın ilk T ürk hükümdarl a rı dokuzuncu yüzyılda kendilerini göstermeye başladı­ lar bile. Onbirinci yüzyılda, Türk olmayan hükümdar pek az kalmıştı. islôm orduları g iderek Türkleştikçe 2

. 17

ve islöm hük ümetleri g iderek as ker n iteliği kazan­ dıkça Türkle r, lslöm top ra k larında, bin yıl sürecek bir egemenlik kurdular. Bu arada Türkleri dosdoğru A kdenize getirip ö­ tes i ne geç irecek ve böyle yapmakla da Ortadoğu­ yu ve Doğu Avrupa'yı başta nbaşa değiştirecek bir a kım haz ırlanmaktayd ı . Boz kır i nsa nları n ı n Ortadoğı:.ı­ ya büyük göçü, kuzeyi n uzak yörelerinde b i l i n medik sarsınt ılarla ta o nuncu yüzyılda başladı; bu sarsıntılar Türk kavimlerinin Oğuz boyunu güneye doğru, Siri Derya'dan öteye, lslöm topra klarına doğru sürd ü . Bu� boz kırlardan doğru gelen ve onbeşinci yüzyı l a değ i n a rkası kes i l meyen istilö ve g ö ç dalgala rının i l ki o ldu. is l öm topra k ları nda Türk gücünün yerleşmes in­ de v e Türk soylarıyla törelerinin yayı l ması nda i ki dö­ nem özell i kle a nlam taşır. Bunlardan b irisi Orta Do­ ğu'yu aşağı yukarı bir yüzy ı l boyunca , 1 055 de Bağ­ dat'ın fethinden 1157 de Sultan Sancar' ı n ölüm üne dek yönetmiş o l a n Büyü k Selçuklu Sulta nları ' n ı n dö­ nemidir. i kincisi ise, on ücüncü yüzyılda M oğol fetih­ leri v e bunu izleyen M oğol üstünlüğü ve etk i s i d öne­ mid ir. Selçuklul a r bir kabile değ ildi, bir ulus, h iç de­ ğildi. Selcuk ibni Dukak a d ında b irinden geldiklerini öne süren, Oğuz Türklerinden bir a i leydi ve Isı örn top ra klarına onuncu yüzyı l sonla rı nda g i rip Buhara dolaylarında yerleştikleri. bura da M üslümanlığı be­ nimsedikleri a nla şıl ıyor. Selcuk'un oğulları mesle kten ücretli a sker oldular. kendi savaş boyla rını kurdular 18

ve çeşitli M üslüman devletleri n i n ordularında h izmet ettiler. Sonunda d a ken d i hes aplarına davra n maya başlayara k çok geçmeden büyük güc kazanıp geniş topraklar elde etmeyi başard ı lar. Selcuk'un torun la­ r ı doğu i ra n ' ı baştanba şa geçip batıya yöne ld iler, ve geçtikleri her yere el koydular, sonunda 1055 yılında içlerinden biri, Tuğrul Bey, ordusunu imparatorluğun başkenti olan Bağdat'a g ötürd ü. islôml ıkta yeni b i r imparatorluk kurulmuştu. B ü y ü k Se lçuklu i mpa ra tor­ luğu olarak tanın ıyordu. lra k'tan, Selçuklular b atıya doğ ru i lerlemeyi sürdürd ü ler. Bir istilô dalgası Suri­ ye ve Fil istin'e yürüdü, bura ları yersel M ıs ı r' l ı hüküm­ d arla rın elinden kopartıp aldı, bir başka dalga da o zamanlar henüz B izans i m para torluğunun bir parca ­ sı olan Anadolu'ya aktı. Bu yolu onlara açıp hazırla­ yan. M a lazg i rt'te, Selçuklu Sultanı Alp Aslan'ın Bi­ zans Imparatoru I V . Rom anus D iogenes ' i ezici b ir yenilgiye uğrattığı büyük meyd a n savaşı oldu. Türk istilôcıları, önceki tüm M üslüma n dalgaları n ı n ye­ n i lgiye uğradığı yerde başanya ulaşarak Yunan H ı ris­ tiyanlığının sınırın ı geriletti, Batı Anadolu'ya doğ ru i tti ve bu yen i ve zengin toprakl arı islôm ôlemine kat­ tı. 1 190 da ka leme a l ı n m ı ş bir Haçlı ta rihinde, «Türki­ ye>> a d ı i l k kez Küçük Asya'daki yeni Türk toprakla­ rından söz etmek üzere kend i n i gösterm iştir. Türk­ lerde ol masa bile, Batıda, bir Müslüman, Türk topra ­ ğı ha l i ne gelen ve öyle kalan toprakları bel irtmekte bu ad kul l a n ı l ı r ol du. Başlang ıçta Selçuklu Sultaniiğı varsayım olara k 19

tııl1 ıııc

vo bölünmezdi, b i r büyük Sultan islô mlıgın

tüm

ırkı:ız topra kları üzerinde hüküm sü rüyordu. Ama

ı lııyiık Se lçukluların zayıfla masıyle ve imp aratorlu­ qıııı pa rça lanıp Selçuklu prensleri veya subayla rmca yurıeti len bi rçok küçük devlete bölünmesiyle, yeni b i r l> olara k kendisine berat vers i n d i ­ ye, Kahira'd eki b u saymaca Hal ife'ye gönderd i . Mem­ lük Sulta n ı b e l k i de. güçlü ve g id e rek daha d a g üçle­ nen bir komşusuna i m paratorluk unva n ı bağışlamak­ ta uzun süre dura ksard ı . Ne va r k !, Doğu'dan gelen ye n i bir fatihin, T i mur'un g iderek bastıran teh l i kesi, Me miOklarla Osma n l ı ları b i rb i rine geçici olara k bağ­ daştırmıştı ve bunun içindir k i Bayezıd'e isted iği un­ va n , Kahira'de k i Hal ife' n i n imzasını taşıyan b i r berat­ la. gere ktiğ i biç imde bağ ışlandı. Bayezıd kendini Rum sultanı i lô n etmekle p e k ç o k tarihsel a nıya başvurmuş o luyordu. Art ı k s a l t bir sın ı r beyi olma ktan çıkmış, Eski Dünya'nın bir islôm Imparatorluğunun h ü k ümdarı. Konya Selçuk lu Sul­ ta nlarının ta rihe karışmış a m a unutulmamış zaferle­ rin i n b i r va risi o luyor hattô belki de b i r zamanlar Rum eline egemen o lmuş bulunan H ı ristiyan Imparatorla­ rının daha uza k m i rasında bile bir hak öne sürebili­ yord u. Bu değ i ş i m . gerç i sınır savaşç ılar ının kazandık­ ları zaferierin b i r sonucuydu ama onlar. buna karşı 27

cıkmakta n da geri durmuyorl a rd ı . S ı n ırda vuruşa n ­ lar, başka nları n ı n bey li kten hükümd arlığa dönüşme­ sinden çok cekiniyorlard ı ; devletin gi derek a rta n oto­ rites i n i n, özgü rlüklerini kısıtlamasından da cekiniyor­ lard ı ve eski Osm a n l ı kayna klarında, klôs i k lslôm yö­ netim örneğ i n i n , öze l l i kle yasa ve verg iler yönünden katkılarının g ide rek benimsenmesine karşı duyu l a n öfke ve hoşnutsuzluğun b i rçok belirt i sine rast la n­ ma ktadır. 1395 y ı l ında, Eflôk bey i n i n b i r saldırısını ç abu­ cak savuşturup ezdi kten ve Balkanlardaki gücünü yeniden pekiştirdi kten sonra , yeni Rum Sulta nı, bü­ yük, surla rla kuşatılmış Konstantinopolis kentini ab­ lukaya başla d ı . Batı şövalyel erinin g i ri ştiği bir haçl ı seferi onu kısa bir süre bu uğraşından uza klaştırd ı v e Tuna kıyısında N iğbolu'da ( N icopolis), bu şöval­ yelere karşı 25 eylül 1396 da ezici bir zafer kaza n d ı . Gene Konstanti nopoiis kuşatmasına d önünce, bu kez de Doğu'da patl a k vere n huzursuz luk o nu i­ şinden alakoydu. Anadolu'da başka l d ıranlar ve ay­ rıl ı k güdenler kolayca yola getiriliyordu; ama onların ötes inde, bir başka büyük düşman vardı, batı lıların Tameriane d iye ta n ıdıkları T i mur Len k. Basit b i r a i­ l e n i n çocuğu o l a n bu a d a m , birkaç y ı l içerisinde Or­ taasya 'da k i Moğollardan m i ra s kalan Devletlerin e ­ fend isi haline gel ivermişti. 1 380 d e i ra n ' ı istilô etti ve bunu izleyen yedi yıl içinde i ra n ' ı n her ya n ı n ı ele geçirdi. Güney Rusya'da Altı nordu Moğol hanını i k i k e z yenil giye uğrattı, H i n d istan'ı ka sıp kavurdu, son28

ra da Suriye'yi istilô ederek M e m iCık Sulta n ı n a boyun eğd i rdi. Timur , Türktü ve m ü s l ü m a n d ı a ma Ce ngiz H a n soyundan gelen b i r prensesle evlenerek Mo­ ğol i m pa ratorluk haned a n ı n a b a ğ l a n m a ktan g urur duyuyordu. Bayezıd belki de S e lcuk Rum Sulta n l a rı ­ n ı n va risi o lduğunu öne s ü re b i l i rd i , v a r s ı n s ü rs ü n , o, Timur, bu Sulta n l a rı n efe n d i s i olan M oğ o l h a n l a rı n ı n varisi i d i . 1 394 d e K ü ç ü k Asya ' n ı n d oğusuna i l k s a l ­ dırısını yaptı a m a l s l ô m ô le m i n i n s ı n ı rl a rı n d a Kuts a l Savaşa g i ri ş m i ş M üs l ü ma n h ü k ü m d a rı n a d a baskı ya p m a ktan cekind i . 1 399 yılı sonbaharında yeniden kend i n i gösterd i , a rt ı k g üç l ü b i r cihan fati h i idi. Bayezıd d a değ i ş m i şti ve a rtık s ı n ı r a kı n c ı l a r ı n ı n ön­ d e r i değil, ra kip bir islôm h ü k ü m d a rı i d i; bu d eğişi­ m i n i T i mur'un sarayına s ı ğ ı n a n , topra k la rı eller inden a l ı n m ı ş Anad olu beyleri çok g üzel beli rt m i ş o luyor­ l a rd ı . Osma n l ı la rı n yen i l m az g üc ü bile. b oz k ı rd a n ge­ len yeni fôt i h i n s a l d ırısına karşı koymaya yetmed i . 28 tem muz 1 402 de, i k i ordu, A n k a ra y a k ı n l a rı nd a b i r düzlükte çatıştılar ve O s m a n l ı la r a ğ ı r ve e z i c i b i r y e­ n i l g iye uğratı l dılar. B ayez id ' i n kendisi d e tuts a k e d i l ­ d i v e sekiz ay sonra ken d i c a n ı na k ı y d ı; A nad olu'da ele geç irdiği topra kla r da yeniden, eski sah ipl eri bey­ lerin oldu. Bayezid 'in ö l ü m ü n ü on y ı l l ı k b i r bun a l ı m , ayak­ lanma ve i ç savaş döne m i izled i . O s ma n l ı topra k ları gene, Bayez ıd'a ta hta ç ı ktı ğ ı zam a n m i ra s ka l a n top­ ra klara d önüştü. onun ele gee ird ikleri Os m a n l ı l a rd a n çıktığı g i b i , elleri nde k alanlar bile, oğul l a rı a ra s ı n d a ­ k i yıpratıcı taht kavga l a rı yüz ü n d e n d a ğ ılmaya yüz 29

tuttu. Bu ayaklanma ve karışıkl ı klar süres ince. Ru­ mel i ile A nadolu a reis ında k i çatışma da daha belir­ gin ol du; Rumeli, s ı n ır savaşçıla r ı n ı n ve yeni gelen­ lerin yerleşt iği yeni bir beldeyd i, A nadolu ise es k i bir islôm ü l kesi. Babasının tutsak yaşantıs ı n ı payl aşmış ve ölümünde y anıbaşında bulunmuş olan Musa Çele­ bi, Rumel i ' l ilerin ve öze l l i k le Balkanların, M üs l ü m a n ol sun. H ı ristiyan olsun . sınır savaşcısı olsun. köylü olsun; doğulu beylerin ve din adamlarının g iderek a r­ tan gücünden korkan, onla rd a n nefret eden, kendi halinde hal kının desteğ i n i sağladı. Musa Çelebinin kurduğu rej im , n iteliği v e gördüğü destek nedeniyle hal kca tutundu, kend isine h izmet eden beyleri ve devlet i l eri gelenlerini, bu destek ve halkın bu sevgi s i . ürkütüp sind irmeye yetti, hemen Anadolu'ya, Çelebi Mehmed'e katılmaya seğ i rtti ler. M usa Çele b i ' n i n re­ j im i . ayni za manda Rumeli'yi ön plônda tutma ktaydı ve ta h t kavgalarının hayhuyu a rasında, Kutsal Sava­ şı sürdürmesi, T rakya, Tesa lya ve Sırbista n'daki eski Osma n l ı topra klarını yeniden ele geçirmes i . tô Karn­ ten'e ( 1 ) dek ( Ka rintiya) a k ı nc ı larını göndermes i ve 1 4 1 0 da Konsta ntinopolis'i kuşatma s ı. rastgele g i ri­ şilmiş işler değ i l d i . Bu a rada Çelebi Mehmed d e Anadolu'da bütün Osm anlı eya letlerine el koymayı başarmış. kuvvetle­ rini topla m a k la uğraşıyordu. Musa Çeleb i ' n i n pol iti­ kasınan ve davra nı şlarından sezilen toplumsal teh l i!ll Güney Avusturya,

30

Drava'nm

yukarı

vadisinde.

!çev,l

ke kokusu, Çelebi Me hmed ' e, Balkan beyleriyle prensleri nin desteğini sağ ladı, hattô S ı rbistan prensi ile Konstantlnopolis'dek i l m parator bile, M usa Çe­ lebi'ye karşı kurulan bu kutsal bağia şmaya katıldı­ lar. 5 Temmuz 1 4 1 3 de, Sofya ya k ı n la rı nd a k i dağla r­ da, Musa Çeleb i, kardeşi Ç elebi Mehmed ta rafından kesi n l i kle yenilg iye uğra tıldı; savaştan sonra kaçıp kurtul mayı dened iyse de yaka l a n d ı , boğulara k öldü­ rü ldü. öteki iki kardeş de z arars ı z h a le getir ilmişt i, ve bu zaferle Çelebi Mehmed, sonunda Avrupa ve As­ ya 'daki Osma nlı topraklarının tam sahibi oluyord u. Bununla birlikte, s ı kı ntı ları henüz sona ermiş değ i l ­ di ; 1 41 6 yılında dervi şlerin k ışkırttı ğ ı v e önayak o l ­ duğu i htimal top lumsal köken l i . teh l i k e l i b i r başkal­ d ı rıyla uğraşmak zorunda kaldı. Bu aya klanma n ı n manevi önderi nin, Musa Çelebi'nin ordusunda baş­ kadı olara k h iz mette bulunmuş ünlü Kadı Bedred­ din olması, derin a n lum taşır. Bu din ada m ı n ı n öğ re­ tis inin, g izemc i l i k, d i nsel komü nizm ve ayrı ayrı i ­ nançları birleştirme ama c ı n ı g ü d e n bir t ü r ina nciar­ b i r l i ğ i olduğu a n laşılıyor. Sultan ı. Mehmed'in hükümdarlığı herşeyden önce, Osma n l ı Devletinin ve ü l kes i n i n k alk ındırılma­ sı ve birlik kazanması uğ raşıla rıyla geç miştir; gere k kendis i , gerek ondan sonra tahta c ı ka n l a r, b irkaç yıl sü reyle devleti de, ü l keyi de çeşitli yerlerde çık a n çeşitli türlerde aya klanmala rd a n korum a k zorunda !> Ve öyle de ya­ pıldı. Her gün yenileri geliyordu ve tümü de Müslü­ man o l du. Türkmenler b irkaç yıl o nlardan yararlan dık­ dan sonra Saray'a getirirlerd i . Onlara değ işik başlık ­ lar g iydird iler . . . ve Yeni Asker a n l-a mına Yeniçeri a dını verd i ler.» iste Avrupa'nın Janissaries d iye tanıdığı ünlü or­ du böyle doğ muştu. Ta n rı adına, Sulta n'ın islôm danışman ları, ya­ sa ve vergilend irme getirmişlerd i -hükümdara ait o l a n beşte bir i le hüküm derın köle kurumu. O ta­ ol­ rihte Türkler de artı k köle deği l , köle sahibi dular. Anadolu Türkleri, gerek yas alarla, gerekse uzun bir gelenekle köle li kten korunmuş eski b i r Müslüman halktı a rtık. A m a elleri a ltında g e n i ş b i r 73

insan kaynağı bulunmaktayd ı . Tıpkı yüzyıllar önce Orta Asya ' n ı n lslôm impa ratorluğu s ı n ı rlarında ls­ lôm a kı netle r ı n ı n putapa par T ü rkleri yakalayıp tut­ sak etmesi gibi, şimdi de Müslüman Türk gazi ler. batı s ı nırlarında Hı ristiya n düşmanlarıyle savaşıyor ve kölelerine, lslôm yas aları uyarı nca gan imet işle­ m i yapıyorlard ı . Bağdat ile i ran'ın Müslüman hal ife­ leri ve em irleri g ibi, Osmanlı sultanları da yaba ncı kölelerden ordu birl ikler i n i kuruyorlardı- bu kez H ı ristiyan tutsaklar arasında n toplad ıkları i nsan gücüyle. Bununla birlikte savaş tutsaklarından asker toplama, hem yetersizd i . hem de doyurucu o lmu­ yordu. Hem düzenli olara k yeni yeni g ruplar getiri­ lem iyor, hem de gelen yetişkin askerler, eski Mem­ ICık ordula rı n ı oluşturan barbar gençler kadar kolay­ l ı kla eğiti l i p yeni kişiliğe sokulamıyordu. Ondördün­ cü yüzy ı l sonlarına doğru, Osma nlılar yeni bir yön­ tem uygula d ılar. ünlü devşirme, yöntemini; h ı risti­ yan köylerind en, Osma n l ı ordu ve devlet h izmetinde çalıştı nlmak üzere, gençleri topla maya başla d ı lar. Müslüman yasasına uyup uymayacağı kuşku götü ­ ren bu s iste m, gene de Osma n l ı kurumu olara k benimsendi ve yerleşti, ve onyed inci yüzy ıl sonla­ rına değ i n hattô belki daha da uzun s üre. yürür­ l ü kte kald ı . B u uygulama i k i a maca h izmet ediyordu. Bir yandan bol sayıda köle geliyordu, ve Pad i şa h ı n ordu v e savaş h izmetleri n i rahatça karşılayabiliyor­ du. Öte yandan. Rumel i ' n i n canlı gücü, Osma n l ı 74

devtati n i n e m rine veri l m iş oluyordu. Her beş yıl­ da bi r, özel görevl iler Rumeli'yi -daha s onraları Anadolu'yu da- dolaşı r ve devşirme için erkek ço­ cuklar a rasında seçim yapa rlardı. Bu çocuklar sonradan l s lôm d inini beni mserler ve Türkçe öğ­ ren i rlerdi. Çok za man da bu iş, derebeylik süva ri sı­ nıf ı veya sipahi s ı nıfı üyeleri yanına tırnar h izmetci­ s i veya sil ôhta r olara k veri lmek yoluyla ya pılırdı. Başlangıçta , bir toplama yerine gönderi lip sınama­ d a n gecirilerek, padişahın h iz metinin çeşitli d a lla­ rında çalıştınlmak üzere aynlırlardı. Çoğunluğu ace­ m i asker o lurdu, sonra giderek yükselir Yeniçeri k ı tasına veya ücretli ordunun başka bir bölümüne a lınırd ı . En seçkin tabakası. Enderun'a ya n i sarayın iç h izmetlerini görenleri eğ itecek okula a lınırdı; bu­ rada uzun süren ve çok yönlü bir eğ itimden sonra , saray hizmetcileri arasına katılır ve en yü kse k h ü ­ kümet görev lerine bile erişebilecek duruma geli rler­ d i ; bu yüksek mevkilerde bulunaniann çoğu, sadra ­ z a m l a r b i l e , b u okuldan yetişme idiler. i şte Yen i ­ çeri ordusu, onaltıncı yüzyıla değ i n ya lnız v e yal nız bu kayna kta n beslenmiş, böyle oluşturul muştur. H i ç b i r özg ür doğ muş M üslüman, Yeniçeri olamaz­ dı hattô Yenicerilerin cocuk ları bile bu orduya a lı­ namazd ı . Devşirme yoluyla v e ayrıca satın a lı na ra k veya h araç olarak veri lmiş köleler yoluyla. Pad işahlar. k alabalık b ir eğiti lmiş a sker ve yöne tici kadrosuna sahip bulunabiliyorlard ı ; b unlar. ordudan veya s aray­ dan başka hiçbir yere bağ lılığı o l mayan k i mseler75

d i . Sulta n aynı zamanda da, ka l ı tsal yönetici sınıf­ lar ının o luşmasını böylelikle önlemiş bulunuyordu. Askeri köle kurumuna Sulta n ile olan bağlantılarını belirtmek ve özg ü r doğup sonradan askere a lınmış olanlardan a yırmak üzere Kapı Kulu denird i . Şura ­ sını da belirtel i m ki bunların bağ lılığı hukuksal ol­ maktan çok s iyasa ldı. Eskiden köle olmalarına kar­ şın, m ü l k iyet konularında. evlenmede, ve kişisel statüde, özgü r k işilerin h a k larına sahiptiler ve a d l i yönden d e k ö le işlemi görmezlerdi; b u nunla b irlikte Sultan'ın m a lı sayılırlar ve kendileri, canları, malla­ rı t ü m üyle Padişahın emrinde o lurdu. Kapı Kullarıyle tımarlı s i pa hiler a rasında acık­ ca bir cıkar çatışması vardı ve bu çatışmada Kapı Kulları üstün gel iyordu. Bu ikisi her zaman birb i rin­ d e n ayrı değ ildi. Ilk dönemlerde sipa h i lerin çoğu köle s ilôhta r kull anmış, ve köle kurumunun b i rçok üyesi de tımarlı sipahi o l m a yolunu tutmuştu. Her ikisi de askeri statüsünden yararia myordu v� za­ manla tırnar sipa h i l i ğ i de değiş tirHip Padişa h ı n tırnar sipahileri üzerinde de etkinliğini a rttıracak biç ime getirilmişti. Onbeşinci yüzyı lın sonlarına doğ ru, es­ ki soylu ve derebeyi a ile leri, etkilerini yitiriyorlord ı v e köleler gerek merkezde, gerekse eyalet yöneti­ m inde egemen olma ktaydılar. Bunların yükseliş ini, ateşl i s i l ô h l a rın d a g iderek daha sık kullanılması kolaylaştırıyordu; bu silôhlar, yerleşmiş, meslekten yetişme köle alaylarının önemini a rttırıp tımarlı si­ pahilerinkini azaltıyordu. Muhteşem S ü ley man'ın saltanatı d öneminde, klôsik Osmanlı s istem i n i n do76

ruğuna erlştl�i dönerndeı Osmcı n l i yönetici sınıfının tüm başka başka öğeleri hükümderın mutlak dene­ timi altınd a, tek bir merkeziyetçi yönetim kurumun­ da top lanmış bulunma ktayd ı . Kasım 1 553 d e , Suriye'de bulunan ingi liz gezgi­ ni Anthony Jenk inson, Sulta n M u hteşem Süleyman ile ordusunu, l ra n 'a g iderken, tüm görkemiyle gör­ m ü ştü . Halep'e g i rişlerini şöyle anlatıyor: « Büyük Senyör'ü n , başka b i r a dıyla Büyük Türk'ün ö nü nde, 6 .000 Esperes ( Sipahi) veya hafif süvari yü rüyord u. bunlar kırmızılar giyinmiş, çok yiğit kişilerd i . Arkada n Nortans a d ı verilen (Acaba Orta m ı ? ) Büyük Türk'ün emri nde, s arı kad ifeler giyinmiş ay­ nı kumaştan Tatar usulü. ya rım metre uzunluğunda başlık lar ta k ı n mış, aynı renkten, zengin u rb a l a ra bürünmüş. el lerinde Türk usulü yayla rıyle adamları gel iyordu. Onların arkasından dört Kumandan gel iyordu, Türklerin S a n c a k d e d i ğ i bu adamlar, dördü de kır­ mızı kadife g iymişti, herb i ri n i n sancağı a ltında oni­ kibin s ilöhlı vardı, hepsi de, başlarınd a m iğferleri, iyice silöhl ıyd ı ve bellerine astı kları, kendi d illerinde Simittere dedikleri kısa k ılıçlarıyla, çok düzenli yü­ rüyorl a rd ı . Arkadan B ü y ü k S i nyar'un köleleri denilen Ye­ niçeriler, h epsi y ay a, hepsi n i n i n e l i nde, rütbesi ne olursa olsun, a rkebüzü, hepsi de mor ipekliler gi­ y inmiş başlarına Cuocullucia ( külöh) denilen şu bi­ ç imde başlıklar g iymiş olara k geliyordu: alındaki 77

işaret, beyaz kadifeden yapıl mı ş bir kafatasını andı­ rıyordu, ve arkada n, aynı renkte, Fransız başlıkların­ dakini andıra n b i r kuyruk sallanıyordu, ve tam alında da d i mdik, otuz sant imetre kadar, gü müşü andıra n ve demirci işiyle ve değerl i taşlarla çok gü­ zel süslenmiş bir tepelik vardı, yanda ise yürüdükçe büyük bir gururla ka l kıp inen. koca man bir tutarn kuştüyü. Bundan sonra hepsi de sırma lı elbiseler giyin­ miş, y arısı arkebüz. y arısı da, sada klarıyla, Türk işi yay taşıyan . 1 .000 iç oğ l a nı, düzenle yürüyorlard ı. Sonra iyi silôhlanmış üç silôhlı geliyordu, b un­ lar Türk usulü deriden eğeriere binmi şlerd i. baş­ larında m iğ fe rleri vardı, mızra kların ı öne doğ ru uzatmış lardı ve mızrağın ucunn ya k ı n bir yerde, kan reng ine boyanmış bir at kuyruğu salla nıyordu ki bu, onların armasıyd ı : Tü rklerin başına buyruk ol­ duğunu belirtiyordu. Arkadan gümüs giysiler içinde, yedi kır at üze­ rinde, b inekleri gümüş eğerlerle donatılm ı ş. işleme­ l i. değerli ta şlarla zümrütlerle, elmaslarla, yakutlar­ la son derece zengin süslenmiş gümüş eğeriere binmiş yed i iç oğ lan geliyordu. Arka l a rından a ltın giysiler g iyinmiş, her biri­ n i n yayı el i nde ve T ü r k usulü yata ğını beline asıl­ mış altı i çoğ lan d aha gel iyordu. Bunların hemen ark a sından da Büyük Türkün kendisi, büyük b ir debdebe v e görkemle, hareketle­ rinde ve d u ru şu nda son d erece b ü yük bir haşmet, iki yanında, altın g iysiler giyinmiş sadece iki iç oğ78

l a n olduğu halde ilerlemekteydi : çok güzel bir kır ata binmişt i , atın eğeri son derece değerli taşlar­ la iş lenmiş, a ltın bir kafta n giymiş, baş ına da çok güzel bir beyaz kavuk geçirm işti ki, aşağ ı yuka rı onbeş metre kadar kumaştan yapılmış olmalıydı; ipek ve ketenden dokunmuştu, çok i nce ve zen­ gin bir kuma ştı, tacının tepesinde de beyaz deve· kuşu tüylerinden küçük bir tepe l i k vardı ve atı da her b akımd a n kendis ininkine uygun, çok zengin­ süslemelerle d onatılmıştı. Arkasindan, erkeklerin g iysisinin modasrndan, inc ilerle, değerli taşlarla süslü gümüş g iysiler g iyin­ m i ş, başlarına d a her iki yandan s arkan lüle l ü l e sacla rının üzerine, dövme süslü başlıklar geçirmiş, çok güzel kır atlara binmiş altı güzel Bayan gelmek­ teyd i . Baya nların sacları kan kırmızısına boya nmış­ tı, tırnakları da aynı renkteydi, her b iri nin iki yanın­ da, Esk i usül türba nlar sarınmış birer haremağa­ sı bulunuyordu. Arkadan B ü y ü k Paşa, ordunun baş Kumandanı, kırmızı g iys ilere bürünmüş, ve bu kattanın üzerine, çok zeng i n kısa b i r g iys i daha g iymiş, çevresinde yaya olarak elli Yen içeri ve kendi muhafızları, hep­ s i de kırmızı kad ifeler g iyinmiş, Büyük Türk'ün Yeniçer iler gibi silôhlanmış, gel iyorlardı. Onları ü c Paşa daha, çevrelerinde sayısı üç­ bini bulan yaya köleleriyle izliyordu. Daha s onra yiğit b i r süvari kıtası, tepeden tır­ nağa silôhlı, dört b i n b i n i c i kadar, ilerliyordu. Bütün bu sayd ığ ı mız ordu, son derece debdebe 79

içerisinde, sayısı sekizbi n i bulan askerleriyle. Ha· lep kenti çevresinde konakladı ve Büyü k Senyör'ün kendisi de kentin içerisinde, y üksek bir dağın te­ pesindeki g üzel b i r şatoda a ğırlandı; bu tepenin eteğ inden. ünlü Fırat ırmağının bir kolu olan ge­ n işçe b i r dere akıyord u. Ordusunun geri ka l a n bölümü Halep'ten dört günlük yolda olan ve ş i m d i Camarye diye a nılan Ermenistan dağlarını aşıp, ordusunun geri ka lanıyla, Büyük Sophie ile sava şmak üzere i ra n 'a yürümek n iyetinde olan Büyük Seııyör'ü beklemek için or(Jda kona kladılar. Böylelikle Büyük Senyörün bütün or­ dusu. d ağlardan a şa n larla, ve ya n ı nda Halep'e ge­ lenlerle, atiısı yayası, ve devecileri. erzakçıları. 300.000 kişiyi bu luyordu. Bu ordunun cephanes i n i ve yiyeceğ i n i ta şıyan develeri n sayısı 200.000 d i . »

80

IV. SARAY VE H Ü K Ü M ET

Konsnta ntinopol is'i dü şmesinden üç hafta son· ra, Fat i h Sulta n Me hmed, yeni başkentinden ayrıla­ ra k Edn i rne 'ye g id i p orada yaptırdığı yeni sarayda bi rkaç ay ka ldı. Bir yıl Sonra ista nbul'a döndü ve ücüncü tepenin üzerinde. kentin tam orta yerinde, sonradan Osman1ı H a rb iye Nezareti n i n (Savaş Ba­ kanlığının). şimdi d e ista nbul Ü niversites i n i n bulun­ d u ğ u yerdeki bir s araya yerleşti. Fetihte n o n i k i yıl kadar sonra , Padişah. d a h a kuytu b i r yerde ve g iderek a rtan. çeşitlenen sa ray halkını ala bilecek kad a r bol yeri olan. yeni bir sa ray yaptırmaya ka­ rar verdi. Halic (Altın Boynuz) ile Marmara a rasın­ da, denize doğru uza n a n bir burunu seçti, burası Bizans a k ropol is'inin bulu nduğu yerd i ; o dönemden ­ beri d e Sarayburnu olarak a nılır. Saray sözcüğü farscCJdan gel med ir. Osma nlıca­ da imparatorluk sarayını. av lusunu, ve h izmet ya­ pılarını kapsayan karmaşık yapıl a r topluluğunu be­ l i rtir. Bu sözcüğün Avrup a'lılarca değişikliğe u ğ ra ­ t ı l m ı ş bulunan -Seraglio, Sera i l- biçimi ise, ç o ­ ğunlukla. imparatorluk s a rayının Avrupa'lı konukla­ rın en çok d i kkat ini çeken köşes ini. kadı n ların d a ­ irelerini (harem) beli rtmekte kullanılır. T ürkçesinde i s e böylesine s ı nırlam ala r yoktur. ve Saray d e mek, sarayın sadece bir böl ü m ü d e ğil, tümü demektir. Sarayın yapılmasına 1 465 lerde başlanmış ve 6

81

1 478 de ta mamlan mıştır. Tepedeki Eski Saray'dan ayırdetmek üzere, Yeni S aray denmişti buraya; bu­ nunla bi rli kte, daha cok da, Burundaki eski, ta h k i m edilmiş deniz kapısından ötürü Topkapı Sarayı de· negelmiştir. Topkapı Sa rayı, ondokuzuncu yüzyıla değ i n Osma n lı Pad işahlarının ve saray halkının ko­ nutu olara k kal mış, ancak bu yüzyılda sara y erkö­ nı başka yerlerdeki yen i yapıl ara taşınmıştır. işte o za m a n, Padişahların g itmiş yerleşmiş Olduğu ye­ ni yapılara Yeni Saray ve eskiden Yen i Sara y d e­ n ilen Topkapı'ya da Esk i Sara y d enmeye başladı, b ir karışıklık oldu. B irçok büyük yangın -özellikle 1 574, 1 665, ve 1 682 de cıkanlar- Topk apı Sara ­ yının i l k yapılarının b ü y ü k bölümünü harap etm iş, yerine yen iler i yapılmıştır; bununla birli kte, temel plôn ve bölünmenin pek az değ işikliğe uğradığı an­ laşılıyor. Osm anlı Sarayı, daha i l k yapıldığındanberi, Av­ rupa' lıları büyülemiş, d i k katini cek m iştir ve k i m i doğru, k im i yan lış pek c o k ta nımla ması, mera k l l l ara b i l g i vermek üzere. kaleme a lınmıştır. Bunların pek azının ilk elden ed i n i l m i ş b i l g i lere dayandığı, görgü ta nıklarının el inden çıktığı anlaşılıyor. Bu doğru a n latımlard a n biri de, Domenico Gerosolomi tano'­ nun yazdıklarıdır; bu ada m . Kudüs'ten gelme bir ha­ ham i ken. sonradan Hıristiya n lığı benimsemiş ve hekim olarak l l l. Sultan Murad'ın h izmetinde bulun­ muştur. Halen yayınlanmamış olan anlatısı, onye­ dinci yüzyıl yaza rla n nın çoğ u n u n a nlattıklarına te­ mel olmuş olab ilir. Bu yaz arların en eskilerinden 82

ve en iyilerinden biri, 1 606 yıl ından 1 609 yılına de· ğin Vened i k Cum huriyetinin ista n bul elçi llğ l nde bu­ lunmuş olan Ottaviano Bon'dur. Büyük Sinyar'un Sarayının Tanımlaması a d l ı yap ıtı, çağdaşı olan ve bir süre ista n bul'da i ng i l iz eleisi olara k b u lunmuş Robert Withers tarafından i n g i l izeeye uyarl anmış­ tır. Tanımlama, Saray bölgesinin a niatılmasıyla baş­ lıyor: «Büyük S i nyor'un, bütün erkô nıyla birlikte ya­ şad ı ğı Saray . . . çepeçevre yüksek ve sağlam b i r du­ varla kuşatılmıştır ve duvarın üzerinde yer yer nö­ metci kuleleri vardır ve uzunluğu, çepeçevre tahm i ­ n e n üc italyan m i l i tutar. B irçok K a p ı s ı vard ır. . . a ma en büyük Kapısı (gerçekten de pek görke m l i b i r kapıdır ), Kent'e b a k a n kapılarından biridir; v e gece gündüz herkes bu kapıdan girer cıkar; ötekiler ka­ pa l ı tutulur, ancak �ükümdar veya Saray'ın ileri ge­ len görevl i lerinden bazılarının geçmesi için açılır. . . Yukarıda değ inilen büyük ve g ü n l ü k kapı, gün­ düzleri sırayla nöbet a l a n büyük b i r Kapıcı kıtas ın­ c a ( Capooches) korunur ve gece de bu kapıyı baş­ kaları nöbetle korur; bu Kapıcıl a rın hepsi Kapıcı B aş ı nın kumandas ındadır. . . Ve Kapı' nın a şağı yu­ karı on oniki a dım dışında, te kerlekler üzerine, ta h­ ta lard a n ya pılmış küçük bir Ev vardır k i bu evde her gece bir Yeniçeri bölüğü gözcü bekler, herhan­ gibir olay cıkışında içeridekileri uyandırmaya ve dışarıda ola n b i teni a nında haber vermeye h a zırdır­ lar . . . Bu Sarayın içerisinde b irçok görkemli, koca'

83

man oda vard ı r, her biri yılın başka mevsi mlerinde kullanılır. . . Sözü edi len oda lar a rasında, Padlşah'ın elçile­ ri ka bul ettiği, Divan gü nlerinde Paşalarla konuştu­ ğu ve herhangibir önemli görev veya memuriyetle saraydan ayrı lacak olanların ona izin a lmaya gel­ d ikleri salon vard ır: uzak ü lkelerdeki yönetim görev­ lerini tam am layara k l sntanbul'a dönmüş o lanlar da değ işik yerlerde neler yaptıkları n ı n hesa b ı nı , Haş­ metmeaba bu salonda verirler. . . I k i büyük yapı va rd ı r ; bunlardan biri Hazine dairesidk, öteki ise Hükümdarın Elbiseleri n i n bulun­ duğu . yapı. Bunlar i kisi de çok yakışıklı bina lardır ve güvenlidir, çünkü duvarları çok kalın ve pencere­ leri sağ l a m Dem irlid ir, i ki s i n i n de b i rer Dem i r kapı­ sı vardır bu kapılar her zaman kapa l ı durur ve Hazi­ nenin kapısı, Hükümdarın mühürüyle mühürlü­ d ü r. Saray'a i l k g irişte, çok geniş ve görkemli bir ka-J pıyla karşılaşılır ve bu kapının önünde d a i ma si-: löhlı, e l l i kadar M uhafız bekler: s ilöh ları, M ızrakJ yay, ve kılıç g i b i şeylerd i r: ve bu Kapıdan geçtik-; ten sonra ( ki Paşalarla öteki i leri g elenler, Büyük kişiler buradan at üzerinde gecebilirler), uzunluğli aşağı yukarı çeyrek italyan mili kadar olan pek btf yük b i r avluya g iril i r ki eni de b i r o kadar v ardır. av lunun solunda, kapıya doğru, yağ murlu havalar da insa nlarla atların sığınması icin bir yer bulunur ve sağda da Saray'da hastalananlar için bir hasta: ne vard ı r tx.ı hastaneye bir Haremağası bakar



. . .

84

emrinde de hasta larla i l g i l e ne n b i rçok hizmeteisi bulunur . . . Adı geçen Avludan da g eçtikten sonra, I k inci bir kapı ( burada Paşalar etten i ne r) gelir, bu kapı öncekinden b i raz daha küçük ama çok daha g üzel ve gösterişl i d i r; bu kapının a ltında da gene Kapıcı­ ların beklediği, güzel bir sundurma bulunur. . . son­ ra, öncekinden daha küçük ama zarif ceşmeleri. ve Servl ağaçlarının sıra la n dığı yollarıyla, ve Gazel­ Ierin otladığı ve yavrula dı ğı g ü ze l i m yeş i l c i menie­ riyle c o k daha çekici bir avluya g i rilir. . . bu a vluda (yalnız Padişah dışında) herkes yaya gezmek zorun­ dadır: sözü edilen Kapının her i k i yanında, p e k g ör­ kem l i s ü tunlara oturmuş, açık b i r galeri uzanır ve bu galeri n i n önünde Cavuşlar, Yenice ri lerle Sipahi­ ler, bir büyükelcinin Pad i şa hın elini öpmeye geldiği za manlar gibi büyük ve ön emli g ü nlerde, sıra sıra , çok şık g iyinip kuşa nmış olara k d iz i l i rler. Sözü _ed ilen avluda sağ yanda sayıları dokuzu bulan mutba klar d iz i l id ir, bu mutbak ların her birinin kendi kileri vardır ve h izmetinde pek çok insan ça­ l ı şır . . . Avlunun sol yanına d oğ ru da, Haşmetmea bın ca n ı Saraydaki Ağalarıyle spor yapmak, at koştur­ mak isted i ğ i zaman binrnek üzere beslenen otuz otuşbeş kadar en iyi c i ns atların bulunduğu Hüküm­ dar Ahırı yer almıştır. . . Bu a h ı rı n ya kınında, Divan görevlileri nin emrin­ de birkoc bina bulunur; ve Avlunun üçte ikisini ge­ çince de, Diva n odasına gelinir; dış Hazine denilen 85

Hazine yapısı do bunun b ltişlğlndedlr ve Divan so­ na erince, Sadraza rn ı n m ü h ürüyle bu kapı mühür­ lenir.: Ve Diva nın topiand ığı odanın b i raz a rkasına, sola doğru, kadınların D a i resine giden H a rem ka­ pısı denen kapı vardır ki bunu bir zenci Haremağa­ ları böl ü ğ ü korur ve bekle r. Sözü edilen i ki n c i avlu, Hü kümdar Kapısı deni­ len. v e hükü mderın kend isine, ve sürekli olara k h izmetine bakanlara ayrı l mış Odal arla d alrelere g i ­ d e n ücüncü b i r k apıyla s o n b ulur; oradan i çeriye, Padişah ı n mutlak izni olmaksızın (onu da pek yük­ sek kişilere verir) kimse g i remez. ancak M utbak hizmetkôrları, Hekimler, Sofra cılar ve Balta cılar, sadece Kapı Ağas ı nın izniyle buraya g i ri p çıka b i l i r­ ler; Kapı Ağası, Sarayın Baş Mabeyincisidir ve bu Ka pının korun ması görevi ona veri l m iştir; ve (da­ i resi ya kında olduğu icin) he r za man çevresi ndeki Ak hadım ağalarından b i r bölük i le, emre amade-' d i r. Böyleli kle, bu k apının içinde olan b itenler konu­ sunda a nlatılanların çoğ u, başka larından duyulmuş şeylerd ir; çünkü b i r insanın içeriye girip de olan biteni görmesine olanak yoktur, veya, görse bile. an­ cak Hükümdar olma dığı zaman göreb i l i r . . . Ücüncü Kapı da geçilince (bu kapının da çok güzel bir sundurması vardır) hemen, önceden sö­ zü edi len. halkı kabul sa lonu görülür . . . Divan s alo nu de nilen oda ü ç yıl önce y apıı .. mıştır. Dörtköşe bir odadır ve duvarda n d uvara se� kiz on adım kada rdır; a rk asında hi zmetkôrlar icin bir oda ve bir d e sağd a . Divana gelenler icirı, sad� 86

ce tahta parmaklıkla ayrı l mış b i r oda bulunur; çe­ şit çeşit işlerin görülmes i için, az ötede b irçok oda daha vardır: Bu Divana açık d ivan denir ç ünki k i m o l ursa o lsun he rkes ( ister yaba ncı, Ister yerl i ) . a l e ­ nen ve ayırım gözetil meksizin, buraya serbestçe gi­ rebilir, adalet isteyebilir, bağışta buluna b i l i r ve ne türden o lursa o lsun, ne koşul l a r altında ve ne ko­ nuda o lursa olsun, Dava l a rına ve An laşmaz lıkianna son verd i rUmes i n i isteyeb i lir.» Son'un a nlattığı, sarayın iç avlularına g id e n, a rdard a ü ç kapı, H ü kümdar Kapısı, ( Bôbı H üma­ yun) Orta Kapı, ve ( Babü saade) ( Mutluluk Kapısı) dır. Birinci ve üçüncü kapılar a ra sında kalan bölge­ ye Birun yani dışarısı denir. Hükümdar Sarayı n ı n Dış H izmetleriyle görev l i olanlar burada bulunurdu. Bu Görevliler a ltı ana g rupa ayrılabilir. Bu grupların birincisi. eğ itim ve statü nede­ niyle, ulemadan ya n i meslekten gelme din adamla­ rından oluşurdu. Sulta nın öğretmeni, yüksek rütbe ve saygınlıkta bir d i n görevlisi olan hacası bunlar­ dandı; saray vaizleri, ve -tıp eğitimi de ulem anın b i r ayrıcalığı olduğuna göre- başhekim, cerrahba­ şl, ve sarayın baş gözhe k i m i de bunlarda ndı. Başhe­ kim, iki mesiekd aşından yaşça daha büyü ktü ve a ra ­ larında müslüman ulema kad ar, b irkaç d a Ya hudi hekim bulunan saray hekimlerine başkan lık ederd i . i k i nci b i r g rup, h e r biri n i n ayrı ayrı maiyeti bu­ lunan, v e her b iri sarayın başka bir bölümüyle ilgili, dört özel görevli, ( emin) den oluşuyordu. Şehremi­ n i , başkentte bulunup h ü kümdar m ülkünden olan Ş7

binaların ya p ı l masından , bakımından ve ona rı mın­ 'd a n sorum luydu, aynı zamanda da bir tür s aray m abeylncisi ödevi görür, sa ray h izmetiileri n i n g ider­ leri ve maaşlarıyle ve y iyecek, g iyecek ve öte ki tü­ ketim gere ks i nmeleriyle ilg ilenird i . M a liyetinde başmimar, su emin, a m bar emini. ve dona n ı m ve ba kırnın çeşitli dal larıyle ilgilenen ötek i görev l i ler bulunurdu. Başka b i r emin, görevi nedeniyle, saray h izmet­ kôrı olduğu d erecede haik h izmetkôrı olan, darpha­ ne emini idi. Da rphane, onyedinci y üzyılda, H ü küm­ dar kapısına yakın bir yere, sa ray bölgesi Içi ne ta­ şınmış tı. Öteki iki emin ise, sara y mutbaklarıyla ve saray a h ı rl a rı n a saman ve yem sağla nmasıyla gö­ revl i idiler. Dış H izmette ki görevl ileri en kalaba l ı k ve en önemli grupu, ağayan-ı rikôb-i hümayun ( h ü kümdar üzengisi ağaları ) grupu idi. Üze ngi, ta Se lçuklu dö­ nemindenberi Türkler a rasında bir egemen hüküm­ darlık s i mgesi olagelmişt i ; üzengi ağaları n ı n bu un­ vanı da, saray erkô n ı na bağlı oluşlarından ve icle­ rinden bazıları n ı n Sulta n atına binerken üzeng ileri ve dizgi nleri tutma ayrı c alığına sahip olmasından ileri geliyordu. Sayıları ve statüleri za man za m a n değişm i şt ir; eminlerde olduğu gibi. bunların da b ir­ kaçının, saray işlerinin çok ötes ine uzanan görev­ leri vard ı . Fatih Sulta n Mehmed ' i n Kanunnamesi'n­ de yazıl ı o lduğu gibi, Yeniçeri a ğaları, sara y s ü ­ vari birliğinin a ltısüvari a layının ağala rı ve s ilôhta r v e zırhtar ağaları bunlard an dı. Doğ rudan doğruya 88

saray işleriyle i l g i l i öteki üzengi ağal arı ise, mlr-1 alem (sancaktar), kapı nöbetç i lerinin başı ve y ardım­ cısı ( kapı cı) . a h ı rl arın b aşı ( m i r- ahır) , cavuşbaşı, ceş n lg i rbaşı (yemeklerln baş tadıcısı ) . ve cakırcıba­ şı ( ba ş şahincil i d i . Ozengl ağalarından olmayan i k i başka kıta d a , müteferrikala r l le, baltacılardı. Bun lard a n öncekiler, ileri gelen görev lilerin o ğulları a rasında seçilmiş, seçkin b i r muhafız bölüğü idi ve sulta nın kişisel ma iyetinde bulunu rdu. Çok görke m l i giyinip gör­ kem l i atlara b i nerierd i ve her b i ri n i n kendi köleleri vard ı ve önemli görevlere g iderlerken çok za man yan la rına başka yardım cılar da veri l i rd i . Balta c ılar başlangıçta b i r tür öncü o rdu b i rl i ğ iydi; ista nbul'un feth i nden sonra, s a ray muhafızı oldular ve kıs men Eski, kısmen de Yeni S aray'a yerleştirildil er. Topka­ pı Sarayının balta cıları, ayrıca lıklı bir bölüktü. Gö­ revleri en başta hare m i n korunmasından, ve harem kadın larının, yasa k bölgeler dışına i z i n a l madan ba kmalarını önlemekten i ba retti ; her i k i yandan uzun, altın dantel bezden ya pılmış, görünüşte sac l ü lerini a ndıran parçalar s arka n özel başlıklar g i ­ yerlerd i . B u yüzden onlara zülüflü balta cılar d a de­ nird i . Onsekizinci yüzyıla dek bir ak ağanın kuman­ dasındaydıl ar. Dış H izmet i i ierin geri kala nı, daha küçü k ve ce­ şit çeşit uzman bölü klerden ve sanatçılardan oluşu­ yordu. Bölükler a ra sında okcular. tören muhafızla­ rıyla refa katciler, izleyicile r, haberc iler ve ulakla r, mehter ta k ı mıyla sancakt arlar bu lunuyordu; i ki n ci 89

grupta ise a hcılarla fırıncılar, terz i ler, kunduracılar, camaşırcılar, temizleyiciler, ve sarayda h izmetleri gereks inilen daha sayısız sanatçı ve uzman bul u ­ nuyordu. Hümayun Kapısı i le O rta kapı a rası nda k i birinci avluda b i rçok yapı vardı, nöbetçi koğuşları ve oda­ lar;, a mbarlar. depolar. ve daha sonra ki bir tarihte de d arphane. Bu avlu, ha l ka a cıktı ve gene l l ikle çok kalab a l ı k o lurdu. Orta Kapı ile Darüssaade ( Mutlu­ luk Kapısı) a rasındaki iki nci avlu, yalnız sarayda işi olanlara acık tı. 1 50 x 1 20 metre kad a r bir d örtgen olan bu avlu. törenlerde bir geçit alanı olara k iş görürdü. En önem l i yapıları, Hazine Odası i le, Hü­ kü mdml ı k Danışma Kurulunun topla ndığı v e Pad i ­ şa hın yabancı devletler elcilerini kabui ettiği Diva n­ hane idi. Bu gıbi d n iplomatik olayl a rda uygulanan tören usulü çok kişi ta rafından anlatıl mıştır. istanbul 'daki i kinci i n g i l iz eleisi Edward Barton'un kabu l ü , b i r ör­ nek olara k gösterileb i l i r: «Bizim elcimiz de aynı biçimde, gümüşlü altın­ lı bir elbiseyle, üzerinde a l t ı n kumaştan bir kaftan, yanında pa halı saten elb iseler g iyinmiş 7 k işizade ve 40 adamı daha, hazırlandı. . . evinden kayığa bin­ di: kayı k yanaşınca herkes i n d i. iki paşa ile 40 ve­ y a 50 kadar cavuş, eleiyi saraya götürmek ICII: bekl iyoı"1ard1, elci ve kişizadeleri için çok süslü atj lar da getirilm işti. Türk seyisler ise, attan i nd i kl& rir;de .:ıtl a ra bakmak üzere h az1rd1lar. Elçi. bövlesln� 90

görkemli b i r a iay l le, en önde Cavuşlar, sonra yaya adamlerı I kişer ikişer, s onunda kendisi, kentii Ça­ vuşu veya cev lrme ni, ve her dışa rıya cık ışında . ya­ nına aldığı, evinde kal a n dört Yenicerisiyle, su kı­ yısından aşağı yukarı b i r i n g i l iz mili uza k lıkta ki sa­ raya geldi ve önce koca m a n bir kapıdan geniş bir avluya (Whitehall kapısının önündeki avluya çok benzeyen) g ird i , orada y a nındakilerle birlikte atta n inerek atiarını bıraktılar. Sonra b i r başka görke m l i avluya g i rd iler. . . bütün a v lu. e Iç imizi k arşılamak üzere büyük bir debdebeyle hazırlan m ı ştı. S a ğ ta­ rafta, avlu boyunca kemerl i bir galeri uzanıyordu, bu galeri, Royal Exch ange'e ( Kı ra llık Borsası) çok benzeyen biç imde, taş s ütunlar üzerinde durmak­ taydı ve bu galeri boyunca bir uctan bir uca, başla­ rında madenden yapılma. gümüş kaplama lı. yuvar­ l a k rozetleri, d i k duran, uzun, fırcaya benzer koca­ man tüyleri ile pa halı g iysilere bürü nmüş m uha­ fızlar dizi l iyd l . Sol yanda Kapıcıla rla Cavuşlar du­ ruyordu. Bütün bu saraylıl arın sayısı ( tahminime göre) 2.000 kadardı, ve çoğu da a ltınlı. gümüşlü, kadife, saten, ve a l kumaşlard a n g iysiler giymişler­ di. vücutlerini eğerek, başla rını saygıyla selôm ver­ mek üzere göğüslerine değ d i re rek, hep . b i rden. a ralarından geçen Eleiyi karşıladılar; Elçi de geçer­ ke n. b i r sağa, bir sola dönüp o n la rın selô mına ay­ nı biçimde karşılı k verd i . Böyle g iderek, kimi Cavuş­ lar onu Adaletin yerine getirildiği Divan'a g öt ü rd ü­ ler. . . Burası bu b ü y ü k avlunun sol yanındadır, elci. yan ında k i kişizadelerle buraya geldi ve Vezir tara 91

tından buyur edild i . . . Vez ir onu büyü k bir nezaketle karşıladı; ve Kıra i ice hazretleri n i n mektuplarını a l ­ dıktan sonra Kıra licenin sağlık durum larıyla ilg ilen­ di, In giltere devleti ve bu g ibi, yöredeki barışçı i l iş­ kilerimize değ g i n sorular sordu: hazırlanan yemek, Ic birçok saraylı tarafından biti şikte k i başka bir odaya getiri l d i; yemek aşağı yukarı y ü z kaptan olu­ şuyordu, çoğ u hoşlama ve kızartmaydı, Elçi, Vezir­ lerle birli kte oraya yemeğe gitti, y anındaki k iş izade­ ler de, avlun u n aynı yönünde, adamların geri kala­ nıyle birl i kte yemek yediler; ete başladıklarında, yu­ karı u c ta ayakta d ura n 40-50 Cavuş, servisin d üzen­ li yapılmasına denetliyorl a rdı; iç tikleri, g ülsüyu ve şeker karıştırılmış suydu ve keçi deris i nden yapılma bir kırba ile getirilmişti. Kırbayı b i r adam sırtında ta­ şıyor ve su isteyenin ba rdağına, kolunun a ltından fışkırtara k dolduruyordu. Yemek böylece ve son de­ rece düzenli biç imde getirildi ve yarım saat kadar bir süre, büyü k bir sessizlik ve a ğırbaşlılıkla yendiy­ se de, toplanması aynı derecede düzen içe risinde olmadı ç ü nkü Mutbakta görev l i kimi Acemioğ l a nl a r. karma karışık gelerek ta bakları a ldıkları gibi götür­ düler ve ac. gözü bir te k kap ile daymayanlar i k i üc ta bağı birb i r i n i n ü stüne koyara k bir cırpıda her­ şeyi silip süp ürdü ler, terte m iz ettiler.ıı D iva nha ne, ( Divan odası) yabancı ziya rete inin -Padişa h tarafından kabul e d ilen elçiler dışında­ g i rmesine i z i n verilen en son yerd i . Darüssaade'nin ( Mutluluk K apısı) a rdınd a , Enderun yan i i ç d a i reler bulunuyordu ve bunlardon bir bölümü de, Hare m - i 92

H ü mayun ( Pa dişah Haremi) I d i . Bu iç dairelere gir­ diğini. akla yakin bir olas ılıkla iddia eden pek az yabancıdan bir tanesi. 1 599 yılında Kıra l içe Ellsa­ beth'ten Pad i şah'a armağan olara k gönderi len bir orgun ya pımcıs ı, Ingiliz T.ıomas Dalla i d i ve yaptı­ ğı orgu lsta n bul'a kendis i getirm işti. 41Ek i m i n 1 2 inci Cuma günü, Saray'dan çağırtıl­ dım . Pazar ve Pazartesi g ü n leri de çağırtıldım, Bü­ yük Senyör'ü n özel d a irelerini, a ltın ve g ü müşünü, tahtlarını görmek icin; ve bana bunları gösteren ki­ şi, tah la rd a n b i r ine oturttuktan sonra Büyük Sen­ yörün , hükümdarına tae giydirmekte kulla ndığı b i r kılıcı d a k ı nından çıkardı. Hayra n lıkla izledi'!} i m daha b i rçok şey göster­ d i kten sonra. mermer döşeli küçük b i r aviuyu geçir­ d i ve bana, duvardaki b i r parmaklığa doğru g itme­ mi işaret etti, ama kendisi g idemeyeceğ ini gene işa­ retle a nlattı. Parma klığa vard ı ğımda duvarın çok k alın olduğunu gördüm, ve demir parmaklık lar da çok sağlamdı; ama parmak lıkta n , bakınca, Büyük Senyör'ün ca riyeterinden otuzunu başka bir avluda topla oynarken gördüm. On ları görür görmez, önce de­ l i ka n lı sa ndım a ma a rka la rından sa rka n, uelarından dizi dizi inci lerle örü lmüş ve kiminin de basit toka l a r­ la tutturulmuş saclarını g örünce, bunların kadın ol­ duğunu anl adım hem de hepsi pek güzel kadınlardı. B aşlarında k üç ücük b irer a ltın başlıktan b aşka bir şey yoktu ve bu başiık da başın ancak tepesini örtüyordu; boyunlarına inci d izilerinden başka bir şey sarma mışlardı; kimi, göğsüne bir değerli taş, 93

kulaklarına da m ücevherler takmıştı; g iyimlerı man­ daren ceketi veya asker koputu nu a ndırıyordu, ki­ m i kırmızı saten, k imisi mavi satendi, ve başka renk te olanlar da va rdı, zıt ren kte d a ntellerle süs­ lüydü; kar gibi beyaz ve keten gibi i ncecik, bir pa­ m u klu kumaştan yapılma şalvarlar g iymişlerd i ; ku­ maş çok i nceydi ç ü nkü baca klarının derisini kuma· şın a rasından seçebi l iyord um. Şalvarlar ba ldırla rı­ na dek i n iyordu; bazılarının ince çorabı vardı, bazı­ ları da çıplak bacaktı, ancak bileğine k üçük b ir a ltın bilezik ta k mıştı; ayaklarında ise, o n onbeş santim y ükseklikte k adife terl ikler b ulunuyordu. Orada öy­ le uzun s ü re d u ru p onları seyretmişim ki bana bü­ tün bu güzel şeyleri gösteren kişi, kızmaya başladı. Suratını buruşturdu, a rtık dönelim d iye ayağını yere vurd u ; ca nım oradan ayrılmayı hiç istemiyordu ç ün­ ki gördüklerimden çok hoşlanmış. hayra n olmuş­ tum.» Mutluluk Ka pısının ötes inde, üçüncü ve dör­ d ü ncü avlular ve b i rçok yan avlu ile yapı g rupları bulu nuyord u. Onaltıncı yüzyıl sonuna değ i n iç H iz­ metler haremağa larının denet imindeydi; bunlar da iki böl ü ktü, zenciler ve beyaz lar olmak üzere ve her g rupun ken d i rütbe merd iveni ve kendi y üksel­ me yöntemi vardı. Zenci haremağalarının başı. Kız­ l a r ağası idi; ak ağalarınki ise, Kapı Ağası, ya n i Mutl uluk Kapıs ı nın ağası i d i . Başlangıçta a k a ğ alar d aha etkiliyken onaltıncı yüzyıl sonlarında n i tiba ­ ren etk inliklerini yitirmeye yüz tuttular ve hem sa­ yıc a. hem rütbece çok azahp gerilediler. H a remde, 94

denetim, zenCI haremağalarına geçti; Ic H izmetle· rin ötek i kesim lerinde ise persone l i n büyük c oğ u n­ luğunu oluşturan oğla nlara . Bunlar. H ı ristiyan soyu ndan gelme, devrişme yol uyla Osma nlı h izmetine a lınmış. acemi oğlan di­ ye adlandırıla n genclerd i. Saray h izmeti icin seç ilen� lere lçoğlanları denird i ve bunlar zamanla iç ağaları gibi, tam anla mıyla saray halkına katılırlardı. Sa­ ray okullarından birinde bir eğ itim ve genel öğreni m d önemi geeird ikten sonra, I c H iz mete atanırl ardı. Odalar olara k b ilinen a ltı ana bölüm vardı. B un­ lar önem d izisine göre en alttan b aşlayara k acemi­ lerin daha yü ksek eğitim görd ü kleri K üçük Oda ve Büyü k Oda ; Şahinci Odası. Sefer Odası (onyedinci yüzyılda kuru l muştur) ; K iler Odası; Hazine Odası, k i devlet hazinesinden a y r ı olarak, özel hazi neyle uğ­ ra şırdı; Has oda i d i . Sonuncusu, s u l to na en y akın v e rütbes i en yüksek olan o d a idi. Üyelerinin say ısı otuz ile kırk arasında değiş ird i ve Silôhdar ağa ve üzengi ağala­ rı. kavuk ağaları. a nahta r ağası, peş kin ağ ası ve ib­ ri kta rbaşı g i bi b irkaç yüksek göreviiyi de içine a lır­ dı, bunlardan i l k dördüne. huzur ağa ları da denir­ �i. Hasoda oğ l a nla rı, teker teker seç ilmiş b i r see­ kin topluluktu, ve karmaşık bir eğitim ve terfi s is­ temine sahip geniş b ir ö rgütün doruğunda yer a lır­ lard ı . Bunlar a rasında Padişa h , merkezi ve eyal et yönetim inde en yüksek mevkilere a tayocağı adam­ ları secerd i . 95

Saray a cemioğlanl arının eğitim ve mesle{ıi ko­ nusunda Ottaviano Bon b ize az çok kavra mlar vere­ biliyor: «Şimdi de, Sa ray'da en iyi mevkilerde bulun an, gören, Hükümdarın ve Saray erkônının h izmetini çok iyi eğitilmiş, Yas alar, ve Asker Hukuk öğretil­ miş, Askerl i k Ta l i m i yaptırılmış. tüm i mparatorluğun yöneti m i için gerekli bu şey leri, gerekirse uygulaya­ bilsinler d iye bir şeyleri eks i k bıra kılma mış. Gençler kon usunda bir ş eyler söylemeliyd im. Ve b un la rın çoğu H ıristiyan Tutsaklar ve din değiştirmiş k iş iler olmakla birlikte, içlerinde Türk olara k d oğ muşları da yok d eğildir . . . Bunların Odaları v ar, T ürkler böyle adiandırı­ yorlar ama biz ( kullanmalarına baka ra k) bu odalara pekôlô Okul diyebiliriz; bu o kullar da dört ta ne, b i ­ rinden başarılı sonuc a l a n ötekine geçiyor. H e n ü z cocuk yaşta, birinci odaya gel iyorlar, i l k öğrend ikle­ ri Kura l , Susmak oluyor; sonra da hü kümdam gös­ terecekleri saygıyı ve nasıl duracaklarını öğreni­ yorlar; başlarını eğip, e l lerini önlerinde kavuştura­ ra k yere bakacaklardır onu huzurunda . . . Sonra, (tüm öteki Ö ğ retmenierin ve teşrifatcı� ların başkanı olan) b i r a k ağa onlara o kuma yazma� yı, Tü rkçeyi öğretiyor; ve a ra pea dualerı öğ retiyor . . . Şimdi. çok zaman hepsi d e b u Okulda beş altı yıl kadar k alıyorlar, hattô a ptal olan ve g ü ç öğ renenler daha b ile uzun k alıyorlar. Bu odadan ikinci odaya g eçiril iyor ve orada (öm cekine oranla d aha bilgili Öğretmenlerden) Farsça'( 96

A rapça, Tatarca öğreniyor ve Tü rkçayi daha g üzel konuşa bi lsi nler d iye, çeşitli yazarlan o kumak l oln gercekten de, bunla rın binbir güclük çekiyorlar. . . konuşmasıyla, o yaştan olup da alalôde halk cocuk­ larının konuş ması birbirinden ba mbaşka. Güreşi , ok atmayı, topuz savurmayı, kargı sap­ la mayı, s i lahları n ı kul lanmayı, koşmayı v.b. de bura ­ d a öğ renmeye başlıyorla r . . . Bu Odada d a böylece beş a ltı yıl daha geeir­ d i kten sonra, ( a rtık güçlü, ve herşeye elverişli er­ kekler haline geld i kleri n den) üçüncü Odaya geçi­ riliyor ve orada (öncede n öğrendiklerinin h iç biri n i unutmaksızın a m a kendilerin i d a h a d a yetiştirerek). Ata binmes i n i , sava şlard a çev i k ve uyanık davran­ ma sını d a öğ ren iyorlar. Ayrıca, her biri. (kendi eği­ lim ve becerisine göre.) H ü kü mderın kişisel hizme­ ti icin gere k l i bir meslek de öğrenmek zorunda . . . aurada da öğretmenleri olan Haremağaları, Di ndarlıklarını s ı kı bir gözetimden gec iriyor, yürek­ lerini a raştırıyor, Türklüğe ne den l i bağ la ndık larını anlamaya ça lışıyor. Çü nkü Dördü ncü Odaya gece­ cekleri za man ya klaşmıştır artık . Dördüncü Oda. en son ve en öne m l i odadır, ve oradan da çok öne m l i işlerin başına getiri l eceklerd ir; onları n bir zama nlar Hıristiyan o lduklarını hatırlamalarını veya eski inanc­ larına dönme isteği bes lemeleri n i asla a rzula mıyor saraylılar; ç ünkü o halde, k i m i düzenler ve s iyasal oyunlarla T ürk l m paratorluğuna z arar vermeleri olasılığı doğab i lir. Böylelikle, olabilecek her tür sı­ namadan gecirildikten sonra ve Dinsel inanciarın 7

97

Iclerinde iyice kök sa ldığ ına güven getird i kten son­ ra , Dörd ü ncü Odaya aktarılıyor ve orada gene eği­ tim görüyorl a r: Çünkü ücüncü Odada k i lerin tümü de dörd ü ncüye aynı zama nda geciri l m iyor, ancak önceki üc odada tüm dereceleri ta mamlamış olan­ lar ve Hizmet icin uygun hale gelmiş bulunanlar Dördü ncü Odaya g ireb iliyor: V e bu Dörd ü ncü odaya gelenlerin ayrı b i r hesabı tutuluyor. çü nkü hemen Padişahın özel h izmetine a l ınıyorl a r ve maaşları az­ çok a rttı rılıyor. günde sekiz a kceye dek cı kartıla­ b i l iyor ve g iysiieri de Pamukluyken ipekliye ve son derece değerl i Altın işleme l i kum aşiara dönüştürü­ lüyor . . . Şimdi, bu Dört odadaki delika n l ı ! a r arasından ( bel i rl i yıllarını ta mamladıkta n ve yuka rıda sayılan herşeyi iyice belleylp öğrendikten sonra ) . Pad işah kendi Ağalarını, yani ya l n ız kend i h izmetine baka­ ca k olan özel adaml arını seçiyor. Pad işah onlara mevkiler bağı şlayınca , görev yer­ lerine g itmek üzere Saraydan ayrı lıyor ve ayrılırken de bütün mallarını, m ü l kleri n i . paralarını b i r l i kte gö­ türüyorlar; çok zaman başka Oda larda n . ac eleci­ l i klerinden. büyük bir hata işleyerek daha fazla ka l ­ mak istemeyen, Hü kümderın lütfunu yitirip daha az maaş ve daha az ü n ile. yukarıda sözü edi len yeni Ağalarla g itmeyi yeğ leyen geneleri de yanları­ n a a l d ı k ia rı oluyor . . . Ama öğreniminde başa rılı olmuş, yukarıda sö­ zü edilen görevler le saraydan ayrılmış o l anlar , (gö­ renekler ge re ğince}, yaşca en büyükler ve en uzun 98

eğitim görmOş olanlardır; bu kura l , ancak u�urauz bir kaza sonucu veya kötü davranış ları nedeniyle değ iştirilebilir: böyle l i kle a ralarında, bund an sonra res m i görev a l maya kimlerin atanacak durumda oldu­ ğu her zaman b i l i n i r; bu iş öylesine düzenle yürütü­ lür ve öyles ine değişmez bir g id iş i vard ı r ki, ücüncü Odada kiler bile, gelecekte onların neler bekled iğini beli rler, ta bii eğer ömürler v a r ise: Ve gercekten tü­ m ü de. Pad işahın o n lardan memnun kalıp görevle d ışarıya göndereceği umud uyla yaşa rlar, Sarayd a k i b u çetin h izmetten bir an önce kurtulup g eniş hükü­ m e t kadrosunda devlet görevi a lmaya c an a tar­ lar. . . Bunun icindir ki Türk resmi kişilerinin bunca sık değiştirilmes inde şaşı lacak b i r şey yoktur, Padi­ şahın kişisel h iz metkôrları, hem de terfi bekleyen h izmetkôrları öylesine çoktur k i ! Başağa ' n ı n sevgisini kazanmak için hepsi b i r­ b iriyle yarışırlar; o, onların hem koruyucusu, hem Patronudur, ve arkalarından, onlar hakkında ıyı sözler söyleyerek Pad i şa hı etkileyebilir. cünki Ba­ şağ a ' nın h ü kü mdar ya nınd a da çok güçlü olduğunu b i l i rler, Başağa, Saray'ın e n büyüğü ve H ü kü mde­ rın her za man en ya kınında olan kişidir.ıı Orta Kapı ile Mutluluk Kapısı a rasında Diva n­ hane, Danışma Ev i bulunurdu ve I m pa ratorluk Da­ nışma Kurulu, olan Divan-ı Hümayun, ünlü Kubbea l ­ tında toplanırd ı. Ottaviano Bon bu toplantıyı şöyle anlatıyor: Ha ftada d ört gün Divan vard ı r: Cumartesi, Pa­ zar, Pazartesi, ve Salı. Bu günlerde Başvezir (Sad99

roıaı m ı. ıtüm Vez lrleriyle birlikte, Iki Rumeli ve Ana­ doltı �