135 17 15MB
Turkish Pages 142 [265] Year 1988
NIKOMAKHOS' A ETİK H0IKA NIKOMAXEIA (1-5)
Felsefe Dizisi Yayın Yönetmeni İOANNA KUÇURADİ Metni çeviren: Saffet Babür Çeviriyi orijinaliyle karşılaştıran: loanna Kuçuradi Önsözü çeviren : Necdet Sumer Türkçe metni gözden geçiren: Abdullah Kaygı Dizini hazırlayan: Saffet Babür
FELSEFE otztst I PHILOSOPHY SERIES S
Bu çevirinin yayın hakkı, Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümüne aittir.
Copyright by Hacettepe University Philosophy Department, 1988 Bu kitap 1000 adet basılmıştır.
METEKSAN Limited Şirketi Baskı Tesisleri'nde basılmıştır. 1988 ANKARA
NIKOMAKHOS' A ETİK ARISTOTELES H0IKA NIKOMAXEIA
HACETIEPE ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI 1 B JO HACETTEPE UNIVERSITY PUBLICATIONS
"'
ARIS1 0TELIS
ETHICA NICOMACHEA
RECQGNUVlT BREVIQUE ADNOfATIONE CRJTICA INSTRUXIT
I. BYWATER
OXONII E TYPOGRAPHEO CLARENDONIANO
ARISTOTELES
NIKOMAKHOS' A ETİK
GÖZDEN GEÇİREN VE KISA ELEŞTİRİ NOTLARI DÜŞEN:
I. BYWATER
-
SIGLA
= cod. Marcianus 214 = cod. Laurentianus LXXXI. I ı = cod. Parisiensis 1854 = cod. Marcianus 2r3 = cod. Marcianus append. iv. S3 = cod. Riccardianus 46 r == antiqua traductio (ed. Paris. a. 1497'1 vulg. = codices plerique Asp. == Aspasii commentaria (ed. Berol,) Ha Kb Lh Mb Nb Qh
ÇEVİRİYE NOT
Aristoteles'in, pekçok bilgi alanına ilişkin düşünceleri, bu alanlar da çalışanlar için çağlar boyu en temel kaynaklardan biri olmuştur. Hemen her düşünür kendi ilgi alanı içinde, kendi amacı doğrultusunda kullanabileceği bir şeyler bulmuştur bu ünlü düşünürde. Sonuçta kimi yanlış anlamalar söz konusu olmuş; bilerek ya da bilmeden yapılan yakıştırmalardan uzak kalınamamış, dolayısıyla da haksızlıklar yapıl mıştır Filozof'a. Aphrodisiaslı Aleksandros gibi dinsel kaygıları önde gelen yorumcuların yükledikleriyle Ortaçağa aktarılan Aristoteles'e., Plotinos'un Enneades'i ile hristiyan dogmalarının bir karışımı olan Theologia Aristotelis adlı yapıt da yakıştırılınca, kimi inançların temel lendirilmesinde hem Doğu hem de Batı düşünürlerinin dört elle sarıldık ları bir düşünür olmuştur. Yorumcuların ona yakıştırdıkları, Rönesans döneminde ayıklanmaya çalışılmış; Aristoteles'in düşünce dünyasında hiçbir yeri olamayacak Theologi.: Aristote/is'in Aristoteles'e ait olma dığı yüzyıllar sonra anlaşılmış, ama Aristoteles'in Ortaçağ gözüyle değerlendirilmesi, hatta çevrilmesi bugüne d�ğin devam etmiştir. Batı dünyasının bütün bu gelişmeleri izleme, sapmaları-yakıştırma ları ayıklama olanağı, eğitim sistemi gereği, bize oranla çok daha fazla dır; çünkü lisede, hatta son yıllara değin ortaokulda Yunanca-L!tince öğrenimi görmekle, bir Batılı araştırıcı böyle bir değerlendirmeyi kendisi yapabilecek durumdadır. Ne var ki, çevirilere bakılırsa, Batının da bu olanağı gereğince kullandığı pek söylenemez. Oysa değil lisede, kimi üniversitelerimizin Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümlerinde bile Klasik Filoloji eğitimi görülmemektedir. İşte bu yüzden Klasik Filoloji eğiti mine bütünüyle yabancı Türk araştırmacıları Eskiçağ düşünürlerini hep ikinci elden -çoğunluk İngilizce ya da Fransızca çevirisinden- oku mak ve değerlendirmek zorunda kalmıştır. Bir dilden ötekine aktarılır ken karşılaşılan güçlüklere ve eklenen yorumlara, ikinci kez çevrilirken eklenecekler göz önüne alınınca, Türkçede bulunan çevirilerinden bu düşünürlerin nasıl tanınabileceği ortadadır. Dolayısıyla, Aristoteles'in üç Etik kitabından biri olan Ethika Nikomakheia 'nın ilk cildini Türk okuruna doğrudan Yunancadan çevirerek sunabilmek bizi sevindiriyor. Bu yolda bir başlangıç olarak kabul ettiğimiz bu çeviri çalışmasını yaparken karşılaştığımız güçlüklerden birkaçını sıralarsak, sanırız ikinci elden yapılan çevirinin sakıncaları da daha iyi anlaşılabilecektir:
Özellikle, Türkçede birden çok sözcükle karşılanabilen Yunanca sözcüklerin nerede, hangi anlamda kullanıldığını tam belirlemek ol dukça güç oldu: Sözgelişi akıl, sav, temellendirme, söz, konuşma ••• anlamlarına gelen logos. Bunun tersine kimi durumda birden çok Yunanca sözcüğü Türkçede aynı sözcükle karşılamak zorunda kaldık: Söigelişi alethes, orthos ve epieikes'i tek bir sözcükle 'doğru' ile karşıla dık. Dikaion'a hak -kimi yerde hukuk-, dikaiosyne'ye adalet dedik, ama hem haksızlık hem de adaletsizlik anlamlarında kullanılan adikia söz konusu olunca, beşinci kitapta bu ayırımları vermek oldukça güç oldu. Kimi erdemler ile bunlardaki aşırılık ve eksiklikleri adlandırmak için Türkçede söz konusu olmayan yapay ayırımlar yapmak zorunda kal dık : Sözgelişi cimrilik ile pintilik arasında mikroprepeia ile aneleutheria arasındaki ayırım söz konusu değildir. Kiµıi sözcüklerin içerdiği anlam ların tümünü, Türkçede karşıladığımız sözcük içermediğinden, buralar da yalnızca not koymakla yetindik: Sözgelişi cimrilik diye çevirdiğimiz aneleutheria ile haz düşkünlüğü diye çevirdiğimiz akolasia. Bütün bu güçlüklerin okuyucu üzerindeki yükünü biraz hafifletebileceğini ve Yunanca bilen okuyucunun çalışmalarında yardımcı olacağını düşüne rek, uygun gördüğümüz sözcükleri kapsayan Yunanca ve Türkçe dizini çeviriye ekledik. Bu çeviri çalışmasını başlatan, çeviri sırasında karşılaştığını güçlük leri yenebilmem için yol gösteren, çeviriyi orijinaliyle karşılaştırırken gerekli düzeltmeleri büyük bir titizlikle yapan sayın Prof. Dr. toanna Kuçuradi'ye teşekkür ederim. S.B.
s
H0IKQN NIKOMAXEI!2N
A. Ila ., ' v1ru TaVT1JV ovuas, otov UTpaT1]y,ıı::rıv olıı::ovoµ.,ıı::rıv p1JTop,ıı::11v·
s
XPWJJ.EV1JS aE Taın-rı s TaLs >ı.omats (1rpaıı::nıı::ats] TWV E7rLO"T1J- 7 ' ' " � 1rpaTTELV � 'lf_ "� , , , µ.wv, tTL U41: voµ.o(JETOV0"1JS T[ uEL ıı::a,' TLVWV a7rEXE' ' l\ ' � ' � ıl.' ' ., � 1 (J (T a,, TO TaVT1JS T I\.OS 7rEpLEXOL av Ta TWV WV\WV, WO"TE TOVT �v Ef1] T(ıv0p�7rLVOV clyaOov. '
'\
'
�I'.'
El yap ıı::aı TaVTOV lO"TLV iv, 1
'
'\
�
ıı::a, 'lrOI\.Et, JJ.ELı.OV YE ıı::a, TEI\.ELOTEpov TO T1J� 'lrOI\.EWS
' \ r.ı. �
'
\
'
I'. TaL ıı::a, l\.afJELV ıı::a, ..>..a TaVTa ciya8a cL\>..o n ıcaO' alİTo flvaL, � ıcal TOVTOLr ,.
"
"
•
>
'
l ' t / 1ra' '1rA7IV ,., T1JS' aAAO
•ı.•
ı.' CıJITTE aTatOV EITTat zuEaS'; " ' " TO' Et·a05', 20 µ.
11 El Ôf ıcal TaVT' EITTL TCdV ıca8' avr&, TOV Taya8ov .\o yov Jv lhaır,v aVTOtS' TOV avTôv Eµ.cpa lvEır8at ô�ıru, ıca8&.1rEp Ev Xtovt ıcal 'fı,µ.v8{o/ TôV
TijS'
.\t:vıcÔT7ITOS',
nµ.ijs
ô�
ıcal
a5. airr� fıcııırroıı pr. K" L" airr�, lı.ııBpcfnrıııı pr. K b 32. -yap om. V1 4. ro>..uxpoıııtfı.r,po-, Lb r 8. lll''rl&L 1086 b 1. ,,, om. L b 10. tlpitTllcu Lb Asp.: roı,itTllcu Kb Mb : ,i"tTllcr.ı ıccr.l 1roıtı1Tllııı r Kb M b 19. b .,.,s Lb 13• .,.1,.-ycr.11&,, Lı. r
11 iyilerin de bir tek bilimi olurdu; oysa şimdi pek çokturlar, hatta birtek kategori altında olanlarda bile: Örneğin uygun zamanı belirleme konusunda savaşta askerlik, hastalıkta tıp; doğru ölçüyü bulma konusunda, beslenmede tıp, daya nıklılıkta ise beden eğitimi var. "Bir şeyin kendisinden söz ederken, acaba ne demek istiyorlar?" diye hayretle soran olabilir. Elbette, insanı insan yapan neden 'insanın kendisi'nde ve 'insan'da bir ve aynı ise, insan olduklarına göre aralarında hiç fark olmayacaktır; bu böyle ise, 'iyinin kendisi' ile 'iyi' arasında -iyi olduklarına göre- bir fark olmayacaktır. Ayrıca eğer yıllarca dayanan beyaz, bir günlük beyazdan daha beyaz değilse, ebedi olmakla iyi, daha çok iyi olmayacaktır. Biri [bir sayısını] iyilerle aynı diziye koyan Pythagorasçılar bu konuda daha inandırıcı konuşur görünüyorlar; sanırım Speusippos da bunları izliyor. Ancak bunlardan başka zaman sözedelim. Söylenenlerin şüphe gö türür görünmesi, her iyiyi iyi yapan nedenleri dile getirme melerinden ileri geliyor: Kendileri için arananlara ve sevilenlere bir türe göre iyi denir; bunları meydana getirenlere veya bir şekilde koruyanlara, ya da karşıtlarını engelleyenlere de onlardan ötürü başka bir anlamda iyi denir. Açıktır ki, iyi olanlara iki anlamda iyi denmiş oluyor: Bazılarının kendilerine bazılarına da bunlardan ötürü deniyor. Şimdi kendi başına iyi olanları, yararlı olanlardan ayırarak, birtek ideaya göre bunların dile getirilip getirilemeyeceğini düşünelim. Kendileri için iyi olanlar tarafına neler konacak? Tek başlarına ayırdığımız zaman bile aranan şeyler mi, sözgelişi dü şünmek, görmek, kimi belli hazlar ve onurlar mı? Bunları bir başka şeyden ötürü arasak bile, gene de kendileri için iyi olanlar tarafına konabilirler. Yoksa ideadan başka bir şey konmayacak mı? Bu durumda da tür diye bir şey boşuna olur. Eğer bunlar da kendileri iyi olanlardan ise, iyiyi iyi yapan nedenin bütün bunlarda aynı gözükmesi gerekecektir, tıpkı kardaki ve tebeşirdeki beyazlığın aynı gözükmesi gibi.
35 10%b
5
ıo
15
:ııı
l. 6-7.
12
cppov17crEws ıcal 1iöovijs EnpoL ıcal ö,acplpovns ol "A.oyo, TaVT?7 25 n aya6cL 1'1, /
ovıc lcTTLV Ö.pa TO ayaOov ICOLVOV TL ıcanl
, \ \ '
A
'I,'
\ /
'
\
r/
µ. fov
A
' l_ � LuEav. al\.l\.a Tı'Cı>S UT/ I\EyETaL; ov yap EOLICE TOLS YE a71'0 12 ,ı..• , , .,. ,. ı , ı , ı .,. \ \, 1 OLS. W\.I\. apa YE T'f a EVOS ELVaL T/ TIJXT/S OJLWVVJL 7rp0S 't' A
&7raVTa O'VVTEAELV, �
b
JLaAAOV
,
ıcaT' ava"A.oylav ;
�s yap
lv . \ t !, \ , 0 n 71v ue: ıcat 71uov71v ıcat vovv ıcat 1racrav apEn,v atpov E a µ.
µ.
f-LEV ıcal at' avr&. (µ.710EV0S' yap a.1ro/3alvovros l>..o[µ.E0' av lıcacrrov alırwv), alpovµ.E0a
aE
Kal T1]S' dıaa,µ.ovlaS' x&.p,v,
I \ ıı,> > !, > !, , C \ QI !, ' TOVTWV EVuatµ.OV1]CTEtv. T1]V u EVuatµ.os uta 111TOl\.aµ.,-,avovrES' ' " .,.\ , , , il, , ıı,• , ıı, , "\ \ , ,ı.. l 6 vtav OVuEtS' a purat TOVTWV xoptv1 01/u 01\.WS' ut a/V\.O. .,,atVErat
aE
ıcal Eıc "1S' avrapıcELaS' Tô avro ı,wvn ,-,tov
\ l o� uıı,> avrapıcES ; ru "'e: y
, µ.ovwr71v,
.ı \ \ ' ıcat' W\l\,a
yo-
32. «cıl add. Fclicianus 26. fnpıı Lb 3,' ıılrrl> Asp.: a,• ıılrra Kb : a,• 6.uo r: a,a
34. 3') 3¾, K b r
1097b 5. '"'" ,lıaıııl'OY{u a· Kb
13 Değişik eylem ve sanatlarda değişik bir şey gibi görünüyor; tıpta ve askerlikte başka başka şeydir, öteki alanlarda da. O halde herbirinin iyisi nedir? Acaba öteki şeylerin onun uğruna yapıldığı şey mi? Bu da tıpta sağlık, askerlikte utku, mimarlıkta ev, herbirinde de bir başka şeydir, her eylem ve 31 tercihte ise amaçtır; çünkü herkes öteki şeyleri onun için ya pıyor. O halde bütün yapılanların bir amacı varsa, bu, yapılan iyi olur; amaçları daha çoksa, iyi bunlar olur. Böylece temellendirme döndü dolaştı aynı yere vardı; bu noktayı daha açık hale getirmeye çalışalım: Amaçlar çok göründü- 25 ğünden, bunlardan da bazılarını bir başka şeyden ötürü tercih ettiğimizden -örneğin zenginliği, flütleri ve genellikle araçları-, bunların hepsinin kendileri amaç olmadığı açık; oysa en iyi, kendisi amaç olan bir şey olarak görünüyor. Demek ki kendisi amaç olan yalnızca birtek şey varsa, aradı- lO ğımız bu olur; daha çok şey varsa, bunların arasında en amaç olanı. Kendisi için aranan, başka bir şey için aranan dan; hiçbir zaman bir başka şey için tercih edilmeyen de, hem kendileri için hem de onun için tercih edilenlerden daha amaçtır diyoruz; hiçbir zaman bir başka şey için tercih edil meyip, hep kendisi için tercih edilene ise sadece kendisi 1097b amaçtır diyoruz. En çok mutluluğun böyle bir şey olduğu düşünülüyor, çünkü onu hiçbir zaman başka bir şey için değil, hep kendisi için tercih ediyoruz; ama onuru, hazzı, usu ve her erdemi hem kendileri için tercih ediyoruz (çünkü hiçbir yere götürmese bile onların herbirini yine tercih ederdik) hem de mutluluk uğruna, onlar aracılığıyla mutlu olacağımızı düşündüğümüz için tercih ediyoruz. Oysa hiç- , kimse mutluluğu onlar uğruna ya da genel olarak başka bir şey uğruna tercih etmiyor. Bunun böyle olduğu kendine ye terliğinden de görünüyor, çünkü kendisi amaç olan iyi ken dine yeter düşünülüyor. 'Kendine yeter'den kastettiğimiz, kişinin tek başına olması, yalnız bir yaşam sürmesi değil,
I. 7.
14
ıo VEV..l Taıs, i1TEL�� q,vuu 1TOA.LTtKôV Ô fıvOpw1ros. TOIJTWV �E ATJ 7rTlos 7 '
l
'
l
'
'
.,..
'
'
,
.
,
., ns· "7rEıcTELVOVTt yap "1r' Tovs yovus ıcaı Tovs a1royovovs opos
ıcal TCdV q,l>..wv TOVS q,{>..ovs Els &1rupov 1rpouu,v. a.\A.a TOVTO µ.EV
El
25
30
1098a
L 7.
15
af alCT8TJTLIOJ TLÇ &v fLt}, cf,aLVfTaL af ıcat avT� ICOLV� ıcal f'lT'lT'f 13 ıcal /3ot ıcal 1TaVTl ('f'f' ·
AfL'lTfTaL a� 1Tpaıcnıc� nç Tov >..&yov
'
fXOVTOÇ"
lxov ıcaı. a,avoOVJJ. fVOV, ,
• 1
,
TTJV ıcaT ,vEpyEL av
Ela·
U CT0a,. 4.
'
8'
'
\. '
'
t:1
(
t:' ' ' TOVTOV uf TO' J,LfV c.ı,ç f'lTL'lTfL H AOY'f', TO u
,ı
8 ETfOı·· ,
Ç
a,rrwç af «al TOVTIJÇ Afyoµ.lvrıç
, ıcvp,wnpov
, aVTTJ ., uoıcEL "' � "'cyf\, yap
s
ECTTLV lpyoıı &.v8pC:mov 'fıvxijç ivlpyELa ıcanı >..oyov
t/
\.
\
.,
t;J
/
"'
..
ti
I rı J.LT/ avEv "'oyov, TO u avToI ,1,. ..,,aµ.fv Epyov ELva, Tlf YEVEL "' , �"' , �"' "' , . ,, TOVuf ıca, TOVuf CT'lTOVua,ov, (ı)CJ''lTfP ICL 8apLCTTOV� ıca,, CT'lTOVuaLOV A t , \ f � ıca,\ a'lT/\.Cı>Ç • \ � UT/ "'' TOVT E'lTL 'lTaVTCıJV, 7rpOCTTL8fJ,LlVIJÇ ICL 8apLCTTOV,
10
Tijç ıcanı T�V lıpET�V tJ7rfpoxijç 1rpoç TO lpyov· ıc,8apLCTTOV
'
'
"'' TO' fV" • '/'. CT'lTOVuaLOV "' ' uf J,LfV yap ICL 0ap,..,,fLv,
"'' OVTWÇ, " ' EL' u [ av • 0pw-
'lTOV af TL8fJ,LfV lpy ov (w�v nva, TaVTTJV af tvxij,; lvlpyELav
ft ıca,\ 1rpaç;ELÇ
' \ "'oyov, CT'lTOVua,ov u avupoç fV TavTa ıca,
- \ A .. ı:,t 15 ICIU\WÇ, uaCTTOV u
"'
f
JJ.fTa
•
'
EL u OVTw, ıcaT
t
"''
f
l
•
"'
t
'
..
\
A
t
\
\
A
A l , , aya8,ov .,�. 't' vXT/ç tVEpyELa y,vETaL
apfTTJV, f l uf 'lTI\.ELOVÇ a, apETaL, ıcaTa TIJV apLCTTT/V ıca, t
t:'
/
\.
,
f:
1
'
16 TfAELOTC1TIJV. ln a· EV f3{'f TfAf('f. 'lTOLfL, oiıaf li
•
\ ıcaTa TTJV o ICfLaV apfTTJV a1rOTfl\.ELTa,· ıs
, • "'' ., J Tu.\ av• 8pw1r,vov fV
f
µ. la
'
µ. la
�µ.lpa· ovrw af OVO(
'
1
ı
'
yap xf>..,awv lap ov
µ.aıc&.p,ov
ıcal f'Vaalµ. ova
µ.(a
,jµ.lpa ova' o>..(yoç XPOVOÇ. nfpLyfyp&.cp8w µ.h oıv Taya!it � A \ I \ 4' · · ı, 8ov TaVT '[J" uEL yap ,CTWÇ tı'lTOTV'lTWCTaL 1rpwTov, EL 0 VCTTfpov (
t
f ,/,
avaypa..,,a,.
7
�
!it t u av 1TaVToç ELVaL 1rpoayayELv ıca, uLapuoç;ELf "'t ..
"' I
\
..
A
\
8pwCTaL Ta ,C(lA6)Ç lxoVTa 111 7rfpLypacpfi, ıcal d XPOVOÇ TWV I A \ .. CTVVfpyuç .\ }_ 8'oç ELVaL" .. < TOLOVTWV WPETTJÇ .,., aya o"8fV ıcal TWV TfX-
.). fi\.- 25 vwv yeyovaCTLV a, t'lTLuOCTfLÇ" 'lTaVTOÇ yap r.poCT8 ELVaL Tu A
\
A
18 AEL'lTOV.
f
C
}
'it I
'
A
'
t\
A JUJ,LVTJCT8 a, uf ıca, Tc.ı>V 1rpoELpTJJ.LfVwv XPT/, ıca, "7V A
ı:,\
\
f
f
\
\
aıc.p{/3ELav ,.,.� '3µ. o(wç EV &1raCTLV i'JTL(rın'iv, &>..>..' EV lıc.&. CTTOLÇ ıc.ani �v i11roıcELµ.lvrıv iıA.rıv ıcal i1rl ToaoiıTov lep' CJCTOV 3. H K" M"Asp, 11, ırııT! T�., K ı. : ırııT' 2. cı.ln-� K": dnı vulg. ı'1roıı-16. olwrıo repetitio esse videtur eorum quae prae12. Aıı6 vulg. p 25. 19. olıH ıı,Ca. �µlpıı secludenda esse coni. Susemihl cedunt tı1 add. K" Asp.
ı.s yaşam geliyor, ama bu da at, öküz ve bütün hayvanlarla ortak görünüyor. O halde geriye akıl sahibi olanın -bunun da akla boyun eğen olarak, bir de akla sahip olan ve düşünen olarak- bir tür eylem yaşamı kalıyor. Eylem yaşa mından da iki türlü söz edildiğinden, bunun etkinlik halinde , olan yaşam olduğu belirtilmeli; çünkü 'daha önemli' diye ona dendiği düşünülüyor. Eğer insanın işi ruhun akla uygun ya da akıldan yoksun olmayan etkinliği ise ve belirli bir işin ve bu işte yetkin olanın işinin aynı olduğunu söylüyorsak (örneğin gitarcının işi ile erdemli4 gitarcının işinin aynı oldu- ıo ğunu söylüyorsak, bunu da genel olarak her iş konusunda söylüyorsak -buna o işteki erdemde üstün olmayı eklemek koşuluyla; çünkü gitarcının işi gitar çalmak, erdemli gitarcı nın ise iyi gitar çalmaktır); eğer bu böyle ise [ayrıca insanın işinin belti bir yaşam olduğunu, bu yaşamın da ruhun akla uygun etkinliği ve böyle eylemler olduğunu; erdemli insana yakışanın bunları iyi ve güzel bir biçimde yapması oldu- ı, ğunu; her şeyin ise kendine özgü erdeme göre iyi yapılırsa, iyi gerçekleştirilmiş olduğunu da ileri sürüyoruz], insansal iyi, ruhun erdeme uygun etkinliği olur- üstelik yaşamın sonuna kadar etkinliği. Çünkü birtek kırlangıç baharı getirmez, ne de birtek gün; aynı şekilde birtek gün ya da kısa bir süre insanı kutlu ve mutlu kılmaz. İyi, ana çizgile riyle bu şekilde betimlenmiş olsun. Belki de önce onun ana :ıo çizgilerini çizmek, sonra da içini tamamlamak gerek. Ana çizgileri iyi çizilmiş şeyleri işleyip ayrıntılarını düzenlemek herkesin yapabileceği bir iş gibi görünüyor; zaman böyle lerini bulur ya da onlara iyi bir yardımcı olur. Sanatların gelişmesi de böyle olmuştur; çünkü eksik olanı tamamlamak 25 herkesin yapabileceği bir iş. Daha önce söylenenleri de anımsamak ve kesinliği herşeyde aynı şekilde aramamak, her bir şeyde konu edinilenin özelliğine göre ve o araştırmaya uygun düştüğü kadarıyla aramak gerekir.
1. 7-8.
16 olıcEıoV 30
rp
µ.Ef!Joôce ,
ıı:al yap
TEICTCı,V
ıı:al yEwµ.lTp71s ôıa uL1CaL01tpayuv, OVT TOV JJ.''] xaLpOVTa
20 TaLs EAt"V0t"plo,s 1rp&.çHTLv· oµ. olws ÔE ıcal l1rl TWV • ' av +. ,, .. ( , , ' _J. t. f l uı,> oVTw, ıca0' avTas t"LfV a, ıcaT apt"TTJV 7rııu,�ELs ' }. '\\' • -\ , ıca,\ ı, aıuOTa 0a ( yf ıca,\ KCU\a,, a"""a JJ,TJV ıca, aya
, , � •
,
_\ �
r
"
µ.
�
l1Uwv.
•!, � T]ut"Laı. 13 ' TOVTWV
!, t"ıcacrrov, f 7rf p KCU\Cı>S ıcpLvH 1tt"pL avTV o u1rovuaıos· ıcp 'VfL • "ıe ıe , \ , .!\ .,_ ,, • fr7rOJJ,fV. apLS •ıe l \ ' !e I � ' ' A \ \ l ( 25 €Vua, µ.ov,a, ıca, ov uıwpırrr:a, TavTa ıcaTa To UTJALaıcov t7r -
ypaµ.µ.a·
.,_
(
,
�
�
'
l
' ' v1rapx fL TavTa Taıs ap(uTaıs tVfPYf(a,s· Tatıa1raVTa yap •ıe ' ' ( ' ' €Vua,' .. 30 Tas u ' rı ,.,.tav TOVTWV TTJV ap ..Ao T( lcrr, 0fwv ôrl,prı µ.a &v- 2
0prl,1roıs, diAoyov ıcal rı,v dıaa,µ.ovlav 0t"ouôoTov t"Lva,, ıcal µ. &.A,crra
TWV a.v0pw1rlvwv 5uc,, {3IATLOTOV.
1099 b 1. 3,c\J ıccıl 3,c\ Kb M b 3. alı 9. ıccıl post � om. Lb r 5. � post ıplAoı om. K b
22. ıcıwd � ıccıl a:yııtJııl Lb
rclw] olı3ızı,ws K
b
&AAa TOVTO JJ,EV 3
18
cömertçe eylemlerden zevk almayana da cömert diyemez; öteki erdemler konusunda da durum aynıdır. Bu böyle ise, erdeme uygun eylemlerin kendileri hoş olsa gerek. Bu ey lemler ayrıca iyi de güzel de olur, hem de en üst derecede olur, elbette eğer erdemli kişi iyi yargıda bulunuyor.sa; o ise daha önce dediğimiz şekilde yargıda bulunur. O halde mut luluk en iyi, en güzel ve en hoş şeydir; bunlar da biribirinden ayrılmaz, Delos yazıtında söylendiği gibi:
20
25
"En güzel şey en adil olandır, en iyi şey saglıklı olmak; En hoş şey ise, kişinin arzuladıg, şeye kavuşması olur. "5
Bunların hepsi en iyi etkinliklerde bulunur. Mutluluk bunlardır ya da bunlardan biri en iyisidir diyoruz. Ama JO daha önce söylediğimiz gibi; dış iyileri de gerektirdiği görü nüyor; çünkü yaşamak için yeterli bazı destekler olmadan, iyi eylemlerde bulunmak olanaksızdır ya da pek kolay değil. Dostlarla, zenginlikle, siyasal güçle pekçok şey yapılır, alet lerle yapıldığı gibi; bazı şeylerden -sözgelişi soyluluktan, 1099b iyi çocuklardan, güzellikten- yoksun olmak ise kutluluğu lekeler. Nitekim çok çirkin olan, iyi soydan gelmeyen, ya da sipsivri olan çocuksuz biri pek mutlu olmaz; çok kötü çocukları ya da dostları olan ise ya da iyi dostları olduğu halde onların ölümlerini gören, daha da az mutlu olur her- , halde. Öyleyse mutluluk, dediğimiz gibi, ayrıca böyle koşulları da gerektirir gibi görünüyor. Bundan ötürü mutluluğu kimi talihlilikle, kimi ise erdemle aynı yere koyuyor. Bundan da şu sorun ortaya çıkıyor: Mutluluk acaba öğrenilebilir ya da alışılabilir veya başka bir şekilde ger- ıo çekleştirilebilir bir şey midir? Yoksa bir tanrı vergisi olarak mı ya da bir rastlantı sonucu mu gelir? Tanrıların insanlara verdiği başka bir armağan eğer varsa, mutlu luğun da tanrıların vergisi olması akla yatkın, özel likle insansal şeylerin en iyisi olduğuna göre. Ancak bu
I. 9.
19
f..ats uvµ.>.ov olıalva o.v0pcfJ7rwv Evaa,µovLCTTEOV tf
r'!.T/,
+_
EWS av ll
I
� ''I. ıcaTa' �o�wva
"
't
uE
'
1
'
!t'
l'I.
XP EWV TEı'I.OS '" [
"
,
" • ,.. 2 \ •' ' l ov yap r:v TavTa,r To' Etı rı ıı:aıı:c.ıs-, Ui\.ı�a f " I I /3{OS', ıı:a (Ja7tEp S, " > I (Jpw1tıvos7tpOUut"LTaL TOVTWV o• av Etr.OµEv, ıı:v-
p,aı. ô' E°l..6y'f) ıı:aı. To ın1ı·
,�,
,
t
f
r.
'
uLa1top71(JEv. 7tEpL 011uw yap ovrws- v1t.:ı.pXEL TWV av (Jpwıı [/ , , ' ' \ ' 1 • ' ,ı f aıorrıs- ws- 7tEpL TaS' tVEpyuas- Tas· ıcar apET71v· vwv r:pywv /3/3 , ' ım,' TWV " E1rtCTT7lJJ.WV ' ,... avTaL uOKOV Evuatµ.ov,, Kat ECTTat uta /3LOV , • \ \ .. l\ 1t " ' TOLOVTOS'' aEL -yap rı /J,UALıı,
\
>ı:,
r
I
f >
ıcavTa wuTE µ17TE TOVS Evua {µovas µ17 tvua,µovas 1TOLELV µ17T �>..>..o Twv TOLOVTwv µ17ôlv. XII.
t:uwp,uµlvwv Ô€ TOVTWV lmuı.E'f�p.t0a 1rtpl Tijs tvôa,- 12 1
' ,. " l ... ,;:_\\ " µov {as 1TOTEpa TWV c1TaLVETWV t,.cıvp&ıı Kb: fort. lı.µ.a.vp&ıı add. K b .,.a lncı ıccı2 'r4S ,rpÔ{flS Lb Mb r 16. 3� add. Kb 02
23
olduğuna göre, bazılarının da daha çok, bazılarının ise daha az başa geldiğine bakılırsa, bunları teker teker ayırmak uzun, sonu olmayan bir iş olarak görünüyor; ana çizgileriyle genel olarak dile getirilmeleri galiba yeterli olur. Eğer başa gelenlerde yaşayanların ya da ölülerin başına. gelmesi arasın daki fark, trajedilerde suçların ve felaketlerin daha önce ya da o sırada işlenmesi arasındaki farktan daha büyükse -tıpkı kişinin başına gelen talihsizliklerden kiminin ağır basıp yaşamının yönünü değiştirdiği, kiminin ise daha hafif göründüğü gibi; ki bütün dostların başına gelen talihsizlik lerle de bu böyle oluyor-, bu farkı da düşünmeli; belki de daha çok ölülerin iyi ya da tersi bir şeyden pay alıp almadıkları soruşturulmalı. Söylediklerimizden öyle görünüyor ki, onlara ulaşan bir şey varsa, bu, ister iyi ister tersi olsun, ya kendi başına ya da onlar için önemsiz ve küçük bir şey olurdu; öyle değilse bile, mutlu olmayanları mutlu kılacak, mutlu olanların ise bu mutluluklarını ellerinden alacak dere cede ve nitelikte olmazdı. Dostlarının iyi ya da kötü durumda olmalarından ölülerinin de bir dereceye kadar etkilendiği görünüyor; ama bu etkilenme, mutlu olanları mutlu olmaktan çıkaracak ya da böyle bir etki yaratacak nitelikte ve ,derecede değil. Bunlar belirlendiğine göre, mutluluğun övülür şey lerden biri mi, yoksa daha çok değerli şeylerden biri mi olduğunu araştıralım; olanaklardan biri olmadığı açık. Övülür herşeyin, belirli bir özelliği olduğu için ve bir şeyle il gisi bulunduğu için övüldüğü görünüyor; adil insanı, yürek liyi ve genel olarak iyi insanı eylemlerinden, erdemi de eser lerinden dolayı; güçlü kişiyi, hızlı koşanı ve bu gibi her kişiyi ise, doğuştan böyle olduğu için ve iyi ile erdemli bir şeyle belirli bir ilgisi olduğu için övüyoruz. Bu, tanrılara dizilen
ıs
:ıo
35 1101b
5
15
24
I.
12-13.
(hotıs ha(uwv· YEAoto, yap cpa(vovTa, 7rpos �µas lwacf,Epo-
20
µEvo,, Tovro ÔE \\' µnı,ov �,,..., ovıc E..las lxEL 15 ' I \ ' "t. I I n \ ıca, Tf'/V YEVEV..>..ws j{}{(ETaL, o!ov O >..Wos c/>VEp OfL EVOS OtJ/C �v j{},u8Elrı clvw cplpE..ws ?TEc/>VıcOTWV cl>..>...ws �v j{},u8E('7 . 1/_
apa
,ı,.I
.,,vuEL
,ı
'
oVTE. ?Tapa
,1,.ı
.,,vuıv
1
tyy [voVTaL
EAO!ı
ov
25
yevcfJµe0a, E'il"Et ovôev tıv �v E7TLCTKE\fıau0a,
TrpaKTEOV avra!ı· '
Ta
7rf.pt
Ta!,
avra, yap ELCTL Kvp,a, KaL 30
I
..
I
'
,
, ' ' ll ll' � ' ' "t. 2 rov 7rota!ı yevECTva, raç EçEL!ı, Kac,arrep ELPTJKaµev.
'
'
'
..
To µev ovv
0 0 0' \ ' op O!, "o
' rı' Kara TOV opc,ov "oyov 7rpaTTELV KOLVOV KaL V'TTOKELCT w-prı '
'
t:
,
Ta u
I
. , () , , f1TLUIC01TOVUL1 XP1/ULJJ-OV ut ıcat TOLS VOJJ-0 ETOVUL 1TpOS Tf Tas 2 ıcaı TCIS ICOAOUELS. OOICEt O� clıcotıULa f1VaL TCI. {3(q. • • , ' ıı, ... ıı,, ,, ' "t () ' Q 1110& 11 uL ayvoLaV YLVOJJ-EVO.' fJLaLOV uf, OV 1/ apx1/ E�W EV, TOL-
35
TLJJ-ClS
aVT1/
ovua
EV
'V
JJ-1/ÔEV uvµ.{3illETaL
uxwı1, otov fl 1TVEVµ. a TES.
s
ıo
5ua
ÔE ÔLa
t
, EL
ıcoµ.lua, 1TOL �
cJ>6(3ov
µ.
/ T1Jpavvos
o
o
1r&.
lı.v0pw1TOL ıcvpıoL
ov-
1rpaTTWV �
EL(6vwv ıcaıcwv 1rpaTTETaL �
3
ö,a ,
f 1 / At 1rpouraTTOL aLfTXPOV TL 1rpaı;aL \ tt ' 1/". f I • f \ ıcvpıos wv y oVt"WV ıcaı TEıcvwv, ıca, 1rpa�aVTOS JJ-EV U...>..ov
9 ıc&.o-avra ,,
2
JJ,TJTpoıcToufjo-aı. '
,
t
l. , " yvroo-(J ELS' 1110 b ..
(
\
,.
'
tV. TOLS' e:ıcTos :ı ıca, o 1rparTwv µ.71 ÔE ıcalJ' aıİTa /J,E'V ciıco6o-,&. Eı.>ı.oµlvov TOV {3Lau0lvTOs.
aı
To
2
aL' &yvoLav oiıx EICOVULOV JJ-EV ll.1rav lurlv, aıcov- 13
ULOV aE TO lırl>ı.v1rov ıca, EV JJ-ETaJJ-EAE{q.· 20
o yap aL· fıyvoLav
1rp&.fas oTLoiiv, µrıalv TL avcrx.Epalvwv E7rt TV 1rp&.fu, fıc�v ' "" ' • "' • ' \ JJ-EV ov• 7rE7rpaxEv, o.. YE P.T/ ]IUEL, ovu av aıcwv, P.T/ I\.V7f'OV'
JJ-EVOS YE. '
o
aoıcE'i,
A
'1,\
'il,!
il
TOV UT/ UL
(
\
ıcaL
\
ıt: t L
,ı
u
To
lxELV raLov.
f
ayvoLav
,..
1tparrELV
rov
yap p.E0VWV � Opyt(OJJ-EVOS OV aoıcEL 'tJL'
a,a
a.AA(l
il
/
aE µ� p.EraµE>ı.oµEvos, E7rEl lnpos, lurw oiıx tıccJv· \
25 EotıcE
}
\ ayvoLav o µEv tV µETaµEI\.ELCf aıcwv
E7rEL yap aLacJ,lpu, {3l>ı.nov ô'voµa ,ı
,
1J.
TL TWv Elp71µfvCtJV, olııc
ayvoE'i JJ-EV ovv 1ras
o
EZaOOr
µox0rı pos tı.
fTEpov a· 14
1
,..
ayvoovvra·
C
o
!yvoLaV 7rp0.TTELV
aE
cU.A' dyvoedv.
aE'i 1rpa.TTELV
ıcal �v
ı,ı.. ' \ a.,,EıcTEOV, ıcaL uta TTJV TOLaVTTJV aµapnav auLICOL ıcaL 01\.WS 'il,
30 ıcaıcol ylvovra,· 1
,..
'
'
TO ,ki
'
a·
,
•
'
1J. 'il,
\
.. \
aıcOVULOV f3ov>ı.ETaL >ı.lyEu0a, oiııc EL TLS 15
ayvou Ta uvµ.,,Epovra·
t
\
C
1
ov yap rı EV
ry
,..
I
,ı
1rpoaLpEuEL ayvoLa
alrla TOV aıcovulov a>ı.>ı.a rijs µox0 rı pCas, ova' � ıca0o>ı.ov 10. Avr,:yıcı!(Eı Kb r oin-eıı r (et fort. Asp.) 13. U Kb r Asp.: b b b b 25. Tolıı 20. p:,ı3lıı .,., K : l'TITi�ıı M r : JıTITi�ıı U Lb 3\ L M post ıl'Yııooiiıı'rıı add. roıEir r a,.,,o�ii,,.,.ıu pr. Kb 31. 'rCl t1uµ.tplpoıı'rıı Kb Asp. : .,.l, t1Uµ.tplpor vulg.
46
yapılanlara benziyorlar; çünkü eylemler tek tek şeyler ara sındadır, bunlar da isteyerek yapılır, ama hangilerini hangi lerine tercih etmek gerektiğini belirlemek kolay değildir; çünkü tek tek şeylerdeki farklar pek çoktur. Şayet hoş ve güzel şeylerin zorlayıcı olduklarını söyleyen olursa (nitekim dışardan zorlarlar), onun için herşey zorlayıcı olsa gerek; ıo çünkü herkes herşeyi bunlar uğruna yapıyor. Bir şeyi zorla ve istemeden yapanlar acı çeker; hoş ve güzel bir şey için yapanlarsa haz duyar. Böyle şeyler tarafından kolayca avlandığı için kendini değil, dış etkenler� suçlamak; güzel eylemlerin nedeni olarak kendini, çirkin eylemlerin nedeni ., olarak ise hoş şeyleri göstermek gülünç olurdu. O halde 'zorla yapılan' zorlanmış kişinin hiç katılmadığı, başlangıcı onun dışında bulunan şey gibi görünüyor. Bilgisizlikten dolayı yapılan, tümüyle, istenerek yapılan değildir; üzüntü ve pişmanlık getireni istenmeyerek yapılan dır. Bilgisizlikten dolayı bir şey yapan ve bundan tedirgin :ıo olmayan insan, yaptığını -bilmediğine göre- isteyerek yapmamıştır, ama -üzüntü duymadığına göre- istemeye rek de yapmamıştır. O halde bilgisizlikten dolayı bir şey yapanlardan, pişman olan için "istemeyerek yaptı" denebi lir, ama pişman olmayan için -ötekinden farklı olduğun dan- "isteyerek yapmadı" ifadesini kullanalım; farklı olduğu için kendine özgü bir adı olması daha iyi. Bilgisizlik- ıs ten dolayı bir şeyi yapmak ile bilmeden yapmak da birbirin den ayrı görünüyor. Sarhoş ya da öfkelenmiş olan biri yap tığını bilgisizlikten dolayı yapıyor görünmüyor; söylenen nedenlerden birinden dolayı yapıyor, ama bilerek değil, bil meden. Her kötü kişi yapılması gerekenleri ve uzak durul ması gerekenleri bilmez; böyle bir yanılgı yüzünden de insanlar adaletsiz ve genel olarak kötü oluyor. 'İstemeyerek :ıo yapmış' ifadesi ise yararlı olanı bilmeyen için kullanılamaz; çünkü istemeyerek yapmanın nedeni tercihe ilişkin bilgi sizlik değildir (bu bilgisizlik kötülüğün nedenidir), genele
47
III. ı.
( v,lyovrat yap ô,& olS'
K.0.t'
YE TaVT7JV) a>..>..' � K.aO' EK.aura., EV
" 11• 1T'pa..os
' �
., f.Vf.Ka TtVM, O ov tTWTTJpLaS', KQ.4 1TWS', 5
K.O.L,
17 olov �plµ.a � u&ôpa. •
'
\
K.0.L
rcl
ovv railra otJÔEls &.zı t il'
\
1
ws ovuE rov 1T'parrovra· t
,ı
I
'!'
ayvo11uuEV av ns, o,ov
" , '
u va, on a1T'opprıra .. OVK ' Eııı,
11
µ.vuTıK&,
?ıliva,, c!ıs d TôV Kara1T'l>..rqv.
C
�
ôliça, {3ov>..oµ.f.VOS'
10
ol11 6Etq ô' &v ns Kal Tôv
VLôV 1T'OAEJJ-LOV Elva., C,u1T'Ep � MEpôr.71, Kaı lua,pwu0a, ' \ \ ' .. ' \ 'll .. ' ' ' ro Af.AOYXWJJ-Evov ô, opv, rı rov Atuov Ktur,p,v nvm· Km\ E1T'L uwrr,p{q.
1T'luas
0.1TOKTElva,
civ·
Kal
O'iça,
18 WtT1TEp ot O.KPOXELpt(op.EVOL, 1Tar&.çELEV &v.
{3ov>..6µ.Evos,
1TEpl mfvra ô� 15
ra&ra rıis ayvolas ol,urıs, iv ols 1i 1rpa.f,s, d roıırwv r, • " ,.. ' , \ l\. , .... f.V ro,s ayvo71uas aKwv ô OK.EL 1T'E1rpaxf.va,, Kat p.wuOTa � KVpttc>TaTOLS'' KVptWTaTa ô' Elvat ()OKEı EV ols � 1T'pafLS' Kal 19
ayvo,av aKOVtTLOV AE' 1'1JV ' ro,aVT7JV ; 'I. ' , \ T'OV" ô'71 Kara
.. ov• EVf.Ka, yoµ.lvov
ln
ÔE, 'fflV 1T'pafıv >..v1rr,pa.v EZva, Kal lv p.Era- 20
/J,EAE(q.. "Ovros ô' lıKovulov rov fJ(q. Kal . ô,' &yvo,av, ro lKov- 3 ' Jt • E'•tvat OV• • apxtJ ' ' t.1V aVT'f' ' " E lôon Ta' ıtaO' tTtOV Ôo{;ELEV av 11 " l < "t " ' > -'I." \ l t , 21 o:aOTa tV o S' 11 1rpa{;LS'. ttTWS' yap OV Ku.AWS' AE"/ET'at aK.oV-
20
I
22
u,a
fiva,
•ıı, OVuEV
,ı
ETL
T4
ôı,4 8vµ.ôv �
" W\AWV ıı.,, T'WV
I'".'
1
l1r,8vµ.Cav. (
1rpCJTov µ.fv
'l:
...,,.
S' 1rpat,;EL, Ovu o, 1ra,uES'"
9. A.eyorrh (ut videtur) Asp. ilC'll'tJ.'• 1111• 4. ırcııl post.,.[ om. K11 U. ,r!ı:ra.s Bernays: ,rııfıra.s codd. f"'�oı, codiccs Morclii: ,mı, Ki> 16. lıı oT, /ı ,rp�ır seclus. Ramsauer 19. U Thurot f•i?cu vulg. 26. lor, om. Kb 25. l,rıBupfoııı Klı Asp. : Jı' l•ı8uploııı vulg.
47
ilişkin bilgisizlik de değildir (bu bilgisizlik için kişiler yerilir); istemeyerek yapmanın nedeni tek tek şeylere ilişkin -eylemin 1111a aralarında yer aldığı ve hakkında olduğu şeylere ilişkin- bilgi sizliktir; bunlarda acıma ve bağışlama söz konusu, çünkü bun lardan birini bilmeyen yaptığını istemeden yapıyor. O halde bunları da -neler ve kaç tane olduğunu- belirlemek her halde fena olmayacak. Yani kim, neyi, ne hakkında, hangi durumda yapıyor; kimi kez de ne ile -sözgelimi hangi 1 araçla-, ne için -sözgelimi kurtuluş için-, nasıl -sözgelimi sükunetle mi yoksa sertçe mi yapıyor. Hiçkimse, deli değilse, bunların bütününü bilmemezlik edemez; sözgelimi yapanı bilmemesi olanaksızdır, çünkü kişi kendini bilmeyebilir mi? Oysa kişi yaptığı şeyi bilmeyebilir: Örneğin bir şeyi söylemişse ıo "ağzımdan kaçtı" ya da Aiskhylos'un16 sırlarla ilgili olarak "söylenmemesi gerektiğini bilmiyordum" demesi gibi; ya da nasıl çalıştığını göstermek isterken -sözgelişi sapanın- elinden kaçması gibi. Biri de Merope17 gibi, oğlunu düşman sanabilir ya da ucu açık mızrağı korumalı sanabilir veya taşı, sünger taşİ sanabilir; kurtarmak amacıyla birine ilaç vermekle onu öldürebilir; ya da parmak güreşçilerinin yaptığı gibi, yalnızca dokunmak isterken yaralayabilir. O halde bilgisizlik eylemin u bütün bu yanlarıyla ilgili olduğuna göre, bunlardan birini -özellikle de en önemlilerini- bilmeden eylemde bulunan, yaptığını istemeyerek yapmış görünüyor; en önemli olanların ise, eylemin içinde yapıldığı koşullar ve eylemin amacı olduğu görünüyor. O halde böyle bir bilgisizliğe göre istemeyerek yapıldığı söylenen eylemin üzüntü vermesi ve pişmanlık getirmesi gerekiyor. Zorla ya da bilgisizlikten dolayı yapılan 'istemeye rek yapılan' olduğuna göre, 'isteyerek yapılan' -öyle görü nüyor ki- başlangıcı eylemin tek tek koşullarını bilen kişide olduğu zaman yapılandır. Belki de tutku ya da arzu yüzün den olan şeylere 'istemeyerek yapılanlar' demek doğru 25 değil. Böyle olsa, öteki canlılardan hiçbiri -çocuklar da1J)
48
III.
1-2.
E,Ta 1roupov ovÔEv lıc.ovulws 1rp&.rroµ.Ev Twv ö,' im0vµCav 23 ' ' ' ı, > ' "' ' ' ' i ' ' ' µEv tıc.ovu,ws Ta u aluxpa aıcovıc.a, 8vµ.ov, rı Ta ıc.al\a u{ws ; � yEAO'DV EVOS YE
alTlov OVTOS ;
30 (11C.01J(Tta cp&.va, CüV ôt, &plyE(T8aı: .,
1
'
E7rt Tt(Tt ıc.a,
0 � E7rt vµ.nv .,
� nvwv,
ı1T07r0V Of r(TWS 24
OEL OE ıcal opyl(E(T8a,
t . ' o ov vy,nas
\
ıc.at µa8' T/(TfWS.
ı, ' aıcOV(Tta ' µEv uoıcn AV7rT/pa Ta' uf , 8v- 2;, • � uf !t' ıc.at' Ta , ' \ ' ttva,, ... ı>' ıcaT, E7rt ı, A. ' ı ' ı, ' ,, ı,' Ttı uıa'f'Eptt ,. aıc.OV(Tta 1 ' • ' ıc.aTa ' 26 µ,av rıuEa. ETt uf T..lyoVTE\' 3 ' ._ Q ,, " ' ' , , ' .. ı, 'C 1 ' t1Tt8vµ,av 1J 8vµov T/ JJOVAT/(TtV T/ nva uoc,;av ovıc Eotavr11v ' ' ' • ' ' ,. \' .1 0" ,ca(TtV up ws AEyttv. ov yap ıc.o,vov rı 1rpoa,pE(TtS ıc.a, TWV a'A.oywv, J1r,8vµ(a Of ıc.al '
,.
,
8vµck
' µwv J.LEV 1rpaTTEt, r.poa,povµEvos
ı,• u
ıcal ,, ov·
o aıc.paT�S Jrr,8v- .ı
o•
' ,. ô' " ' 1 8 _, ov. 15 7rUAtU 1rpoa,povµEvos J.LEV, t7rt vµwu
o'
ı,• ı ' ı ' tyıc.paTT/S u ava-
\
'
ıca, 1rpoatpE(Tfl 5
µEv E?Tt8vµ.{a Jvavnovra,, l1r,8vµCa lm8vµ.(q o'İJ. ıc.al � ' • ' \ . \ ' 1 1 \ ' ' µEv t7rt 8vµ,a T/• ôEOS ıc.a, t7r=vrrov, T/ 1rpoatpE(TtS ô' OVTE " AV-
32. ,rcıl add. Kb Ullb 1. 30. ö.ıcotıırıa. Kb : Tb ö.ıcotıcr,a. vulg. b b 2. a.1 addendum IJJcrn ,rcıl a.1 K r: a.1 5�vulg. rd.Brı om. pr. K esse coni. Susemihl o:ırb-lr,Bııp.Ccıs om. Kb 6. "';;," rpd.{«ııw ,rp(b b 10. 3�]5�Kb 7. B�K r: a�vulg. y.ııı K 12. ,rcılom. 16. lrı8ııp.Ca. lrıBup. C Cf Kb r Asp.: lr,81114. d) ıccıl & Kb Kb p.l'f ,Sııp.Ca.vulg.
r ı...
r
48
isteyerek eylemde bulunmayacak, bu bir; ikincisi, acaba arzu ve tutku nedeniyle yaptıklarımızın hiçbirini mi isteye rek yapmıyoruz; yoksa güzel şeyleri isteyerek, kötü şeyleri istemeyerek mi yapıyoruz? Ya da, neden bir ve aynı olduğu na göre, bu gülünç olmaz mı? Kişinin arzulaması gerekli :ıo olanlara 'istemeyerek yapılanlar' demek herhalde yersiz olur; kimi şeyler konusunda öfkelenmek, kimi şeyler konu suı;ıda da -sağlık ve öğrenme gibi- arzu duymak gereki yor. İstemeyerek yapılanların üzüntü verici olduğu, arzuya uygun olanlarınsa hoş olduğu görünüyor. Üstelik istemeye rek yapılıp yapılmamaları bakımından, yapılan yanlışların hesaplı ya da öfkeden dolayı yapılması arasında ne fark var? Çünkü her ikisinden de kaçınmalıdır. Akıldan pay mıb almayan duygulanımlar ise, daha az insanca görünmüyor, dolayısıyla öfke ve arzudan kaynaklanan insan eylemleri de. Demek bunları 'istemeyerek yapılanlar' olarak saymak uygun değil. İsteyerek ve istemeyerek yapılanı belirledikten sonra, sıra tercihi ele almaya geldi; çünkü erdemle çok yakın ilişkili ve � karakterler konusuJ?,da eylemlerden daha çok yargıya varmaya yardımcı olduğu düşünülüyor. Tercih, isteyerek yapılan bir şey gibi görünüyor, ama aynı şey değil; 'isteyerek yapılan' daha kapsamlı. Nitekim isteyerek eylemde bulunma çocuk larla hayvanlarda da görülür, ama tercih görülmez. Birden bire yapılanlara da isteyerek yapılanlar diyoruz,ama tercihe ıo göre değil. Onun arzu, tutku, isteme ya da bir çeşit sanı oldu ğunu söyleyenler doğru söylemiyorlar; çünkü akıl sahibi olmayanlarda tercih yoktur, ama arzu ile tutku ortaktır. Kendine egemen olmayan kişi tercihle değil, arzuyla davranır; oysa kendine egemen olan kişi tersine, arzuyla değil, tercihle u davranır. Arzu tercihe ters düşebilir, oysa arzu arzuya ters düşmez. Aynca arzu hoşla ve üzüntü verenle ilgili; tercih ise ne
49
III. 2. � "0' TJUfOS, ' ı:e ' ' uı:e' 0vµ.os
" • " ' ' ıı. ' ETL TJTTOV' TJKLCTTa yap Ta u,a
6 1TTJpOv ov 1
µ. ov
a.>ı.ı\a
KaTa 1rpoa,pECTLV Etva, OOKEı,
YE, Kaı.7rEp CT'IJZ:EY)'VS epa,voµ.Evov· ''le
I
,1,.
µ.�v
0v-
OVOE /3ovı\7J V,EVÔEL Kal
0"'
me de değildir. Çünkü olanaksızların tercih edilmesi sözko nusu değil; biri olanaksız bir şeyi tercih ettiğini söylerse, aptal olduğu düşünülür, oysa olanaksızların da istenmesi sözkonu sudur. Örneğin ölümsüzlüğün. Ayrıca kişi hiçbir zaman ken disinin yapamayacağı şeyleri isteyebilir; örneğin bir oyuncuyu ya da bir sporcuyu yenmeyi; hiçkimse böyle şeyleri tercih 25 etmez, kendisinin yapabileceğini düşündüğü şeyleri tercih eder. İsteme daha çok amaçla, tercih ise amaca götüren şey lerle ilgili; örneğin sağlıklı olmayı isteriz, bizi sağlıklı kılacak şeyleri ise tercih ederiz; mutlu olmak isteriz, istediğimizi söy leriz; onu tercih ettiğimizi söylemek ise uygun değildir. Kısaca, tercih elimizde olan şeylerle ilgili görünüyor. Tercih kanı 30 da olamaz, çünkü kanı herşeyle ilgili görünüyor, öncesiz sonrasız olanlar ve olanaksız şeylerle ilgisi elimizde olanlarla ilgisinden hiç de daha az değil; kanı doğru ve yanlış diye ayrılır, iyi ya da kötü diye değil; tercihse daha çok iyi ve kötüyle ilgili. Gerçi hiçkimse tercihinin genel olarak kanıyla aynı şey olduğunu herhalde söylemez. Ne var ki belli bir kanıyla da 1112a aynı değildir; çünkü biz, şu ya da bu kanıya sahip olmakla değil, iyi ya da kötü şeyleri tercih etmekle belirli nitelikte kişiler oluruz. Nitekim bizler iyi ya da kötü şeyleri edinmeyi ya da onlardan uzak durmayı tercih ederiz; bir şeyin ne olduğu, kime yararlı olduğu ya da nasıl olduğu konusunda ise kanımız olur; bir şeyi edinmek ya da ondan uzak durmak konu sunda pek kanımız olmaz. Ayrıca tercih, doğrunun tercihi ol- s maktan çok gerekenin tercihi olmakla övülür, kanıysa doğruluk derecesiyle. Özellikle iyi olduklarını bildiğimiz şeyleri tercih ederiz; pek iyi bilmediğimiz şeylerde kanımız olur. En iyi şeyleri tercih edenler ile bunlar konusunda kanısı olanların aynı olmadıkları görünüyor; kimilerinin daha iyi kanıları vardır, ama kötülükten dolayı yapılması gerekeni tercih ıo etmezler. Kanının tercihten önce gelmesi ya da onu izlemesi
so
III. 2-3.
0E'i, OVOEV o,acf,lpEL' '
ıı,•t:
E..EVETaL.
0a, llp,..,u-60,VT0
30
'
'0'
'
0
-t> ıı, ' ' µ." ov yap YEVOLT' av TOVTWV ov EV UL' 71 wv. '
Twv lef,' � µ.'iv Kal 1rpaKTwv· \ yap
•
ıı, ,. uOKOVı..ov
µ.a>ı..>ı..ov
ÔE
yap 7rEpt
TO f3ov>..cıfor0a, ÔE EV TOLS' WS' E1Tt TO
"
Q
I 11, 1 1 11'0f\V, au1JI\OLS' uf. 7f(ı)S' a1ro,..,1JCTf.TaL, ıca,' f.V OrS' au,opLCTTOV, / ı,,
uvµ.f3ov>..ovS' ÔE 1rapa>ı..aµ./3&.voµ. Ev ElS' Ta
µ. Ey&.>ı..a,
l 1 Tf.S' � µ.'iv avro'iS' wS' ovx ,ıcavoLS' a,ayvCdvat. ı,•
'
...
'
Q
u ov' 7tEpL Twv '
'
'
\ ... Tf.f\WV
\
'
OVTf. '1i'Of\LTLIC0S'
f3ovAEvoµ. E0a
\\ '\ """"'a 1rp0S' Ta Tf."-1'/· ... .! ' 7rEpL' TWV
,
\ yap LaTpOS' ,..,ovf\E1Jf.TaL
,,
amCTTovv- ıo
l ' l f. vy,auu,
' l ' f. wvo ,av µ.
'
'
l f.
ovn p1JTWP ,ı
,,
,ı,,
...
\
...
,, OVTE
{ 7rf. CTEL, •ı,
' 7rOL1JCTEL, OVuf. TWV f\OL7rWV OVuf.LS'
ı, \ \ ' Ep.EVOL TO Tf.f\OS' '\ '1i'f.PL' TOV" Tf.f\OVS'' ' TLVWV / 15 W\.f\a � ıcat\ uLa 0' ' l\ TO' 7rWS' .! "
...
'
/
\ f.CTTaL CTIC01TOVCTL" ıcaL ı, uLa' 7ff\f.LOVWV
ı, ' uLa \.
'"
,4..
0
' ' 't'a,voµ.EVOV YLVf.CT a, > l " ı, • ı, ' 1 \ \ 1 ' ICU"-ALCTTa f.7rLCTIC01TOVCTL, uL tVOS' u t7rL., ,.. � , fi ... , ' "
'
T (VOS' pq.CTTa ıca, -
'
� '
µ. Ev
' Tf.f\OVp.EVOV 7f(ı)S' uta TOVTOV f.CTTaL ıcaıcf.LVO uLa TLVOS', f.Cı)S' av
" ,, l 'L TO ' f.f\ a,nov, o... f.V T'[J EVpECTf.L EUXaTOV / ' ' ' 1rpwrov ... "\8WCTLV t1T ...
' ?'. ... ıca,\ aVW\.Vf.LV ' _\' , ' Q \ ' ,, f.CTTLV, 0' yap ,..,ovf\f.VOP.f.VOS' f.OLICf. �YJTf.LV TOV '
,
.,
ı, 1
' 12 ELPT/P.f.VOV Tpo,rov wu1rEp
uLaypaµ.µ. a
(,4.. , 't'aLVETaL
ı,•
'
µ. Ev
rı
u
20
'
8 { < �1JT1JCTLS' ov 1raua f.LVaL ,._,OVf\f.VCTLS', OLOV a, µ.a rıµ.anıca , rı •I
1
"
•
Q
I\
•
..EVCTLS' 1raua (�TYJCTLS'), ıcal TO luxaTOV EV 111 ava" +, I , " • 1 11, ' \ I / ıcav p.EV auVVaT'f> f.V13 f\VCTf.L '1i'pWTOV f.LVaL tV T'[J )'f.Vf.CTf.L,
TVXWCTLV 1 clcp{CTTaVTaL, olov El XP1JP.0.TWV Ôf.L, TavTa ÔE µ.� 25 olov Tf. 1rop,u8ijva,· I
.;paTTf.LV, "
,4.. I
'
1,
lav ÔE ôvvaTov cpalv1J Ta,, lyxupovu, "
� 1, > < > av· ,ı uvvaTa uf. a uL rıµ. wv yEVOLT / 1
..77s
7rEpl TO crwµ.a ıca'
'
l
t7rLTLµ. wvTaL, a, uE µ.77 tA, 't' 1
�
C
,..
17µ.,v
r/
ov.
O'IJTW, ıcal E7rl TWV &>..>..wv at E7rLTLµ.wµEva, TWV ıcaKLWV
li iı.oma '11'p&.TTflV EKOVtrlws ,
20
't ,.
C
'
ı
1
'
C
\
I
I
C
ov> 0'\. ı:v � ,1TTOV Ka, 71 Ka1 TOV tT'1l'OVuaıov 71 apET71 EKovır,ov ttrr,v, Kıa EKO'Vtr,ov av Er,,. oµ.olws yap Ka1 TCf KaKCf {m&.pxn ,
't ,
'
ro u,
,.
'
t
avTov ı:v Ta,s '11'paçEır, - Ka,\ E l
,,
'1./
C
I
.. wtT'11'Ep 1\.4:YETa,, EKovır,o ovv,
{
l E ır,v
'
"'
a,
El 20 ,. ' yap TWV
' 1 ,. TEl\.fl. tV TCf
µ. 71 C I
apETal( Ka,\
i[Ewv ırvvalnol '11'WS' atıTol lırµ.Ev, Kal TCf '11'0,ol nvES' ilva, TO TlAOS' To,&vaE n0lµ.E0a), Kal at KaKla, lKovır,o, av E1Ev· 25 oµ.olws y&.p.
8
Kou,fi
µ.t:v
ovv '11'EpL TWV apETwv
E!p71Ta, �µ'iv TO TE 21
ylvos TV'11''f, 5n p.Eıror.,,Tls Elır,v Kal 5n l[Eıs, vcp' �v TE
,,
'
'
' ( Ka,')
y,vovra,, on Tovrwv '11'paKnKa, 1
>
,1,. E't'
(
,.
\
I
'
,,
...lyoµ.Ev öl n VII.
A..
Q Epov ' T' s TatıTa' µ11:v ovv fCTTtV O TE UEtA05'
' ıca,
' o,
13
a,
µl-
,. \ 7ip07iETEtS, ıca, , "''CTTavTat, o,• 'it' u a.,,
� 0 ,. µ11:v pauEts
'it ' , ,. ı avTots ,. ıcıvuvvwv tJOV"-OJJ,EVOt wpo' Twv 11:v Q ,. ' ô'
ÔEt".'
' � ,.. , ' ' o' u't.' avupEtos Evavnws· To' yap
abra: ot JJ,EV yap V7iEp{3&.>v\ov..A.Elrıovuw, & ,ı
o
Ôvpwv ıcal TWV TOLOVTWV 1rapaT&TTOVTES' 1raVTES yap avayıca�OV..>..a
•
'
• r
� ' e
\'
•
...
... 1\.\'yoVTaL. JJ,EVELV, (ı)S' E P7JTaL, avô pELOL \
ô LO'
t\
1 ıca,, t7r I\.V1TOV 11 •
, l ' _\ , av t1TaLVELTa,· XUI\.E'TrWTEpov yap Ta' \I\.V, ôpE(a, ıca, ôLıcaLWS' ' • ' .. ... 'ô' • ' 35 3 7T7Jpa V'TrOJJ,EVELV 11 TWV 7J EWV a7rEXE(]' a,. ov µ.�v ,. 1117 b , (: , 7J'ôv, ÔOçELEV av E!va, TO' ıcaTa' T7JV TEI\.OS' i' av , ôpELaV f\ , v.ru • ). TWV Kll/CA'f' ô' acf,av((E(]'8a,, otov ıcav TOLS' yvµ. vLıcOLS' ayw(]'L y(r# C: .... ' , \ ' I)._ l , ov• EVEıca, l'ETaL' TOLS' yap 7rtJICTaLS' TO µEV TEI\.OS' 7]ôv, o ,.
e
rua
..yELvov, EL7rEp
'
\ \
,
\
...
•
'
'
'I.
'
\\ '
(]'apıc,vo,, ıca, I\.V1r7JPOV, ıca, 1ras- o 1TOVOS' 0 ôLa ôt TO 1TOl\.l\.a s ... ). .,. ' • ., 'ô' 'ô' ,ı.. , .,, ,. , ELVaL, TaVT µ. ,ıcpuv OV TO ov Evua ov EV 11 v ,,,a,vcTaL EXELV. ... , 1 ' ' ' ' • � t(]'TL ıca, TO 7rEpL T7JV avupE av, o JJ,EV avaTOS' 4 EL• ô7] ' TOLOVTOV ' , ' " .,, T TOLOVT'or 6 ip6�ıos Kb r br,Bvı,ı.flTGıY
a�
r
30
6S
müzik ya da oyuncuları dinlemekten fazla hoşlananlara hiç kimse haz düşkünü demez, gerektiği gibi hoşlananlara da ölçülü demez. Rastlantısal olanların dışında koku alma duyusuyla ilgili olarak fazla hoşlananlara da böyle denmez; nitekim elma, gül ya da tütsü kokusundan hoşlanan kişilere değil, yağ kokularından ya da yemek kokularından hoş lananlara haz düşkünü deriz; haz düşkünleri bu kokular dan, onlara arzuladıkları şeyleri hatırlattıkları için hoşlanı yorlar. Gerçi, acıktıklarında yemek kokusundan hoşlanan insanlar da görmek olanaklı, ama genellikle böyle kokular dan hoşlanmak haz düşkünü kişinin özelliğidir; çünkü bunlar arzuladığı şeylerdir. Öteki canlılarda da, rastlantısal olanların dışında, bu duyularla haz alma sözkonusu değil dir. Nitekim köpekler tavşan kokusundan değil, onu yemek ten hoşlanırlar, ama tavşanın farkına varmalarını koku sağ lar. Arslan da ineğin böğürmesinden değil, onu yemekten hoşlanır; [böğürmesinden] yakınlarda olduğunun farkına varır, bundan dolayı da hoşlanır gözükür; aynı şekilde "bir geyik ya da yaban keçisi gördüğü'; [ya da bulduğu] için değil, kendisine bir ziyafet çıktığı için haz duyar. O halde ölçülülük ve haz düşkünlüğü, öteki hayvanlarla da ortak olan böyle hazlarla ilgilidir ve bundan ötürü bu hazlar kölece ve hayvansal görünüyorlar. Bunlarla ilgili duyu lar dokunma ve tad alma duyularıdır. Tad alma duyusunu bile çok az, hatta hiç kullanmıyorlar galiba; çünkü tad alma duyusunun işi şeylerin tadına bakmaktır, lezzetleri ayırmaktır; şarapları deneyenler ve yemeklere baharat ka tanlar bunu yapıyorlar; ama bundan pek haz almazlar, en azından haz düşkünü olanlar. Bunlar yemede, içmede ve cinsellik denende dokunma yoluyla sağlananlardan haz alır lar. Bundan ötürü, oburun biri boynunun bir turnanınkinden daha uzun olmasını diliyordu; dokunmayla haz aldığı için.
ıo
ıs
20
ıs
30
66
III. ıo-ıı.
1118 'b o.q,fi.
ıcal ö&[nfV av ôııcalws E1rovdOLCTTOS EZvaL,
p
1ro{ E..>..' µ.aM 7rA1J n' ava7r"'1JPWCTLS. yap T1JS tvunas To ıcaTa ..,,vuLv
.;, q,vuLıc� Em6vµ.(a. %0
'
\
' ı:, '
..
ÔLô >..lyoVTaL oVToL yaCTTp{µ.apyoL, ws •
'
1rapa TO ufOV 7fl\.7]pOVVTfS aVT7Jv.
ôe
clvôpa1roô�ôns. \\
.. 7rOl\.l\.axws
..
TOLOVTOL
ı:,� Ut
\
{
, y VOVTaL OL• /\.Lav
1rEpl Tcts lôlas Twv 71ôovwv 1ro>..>..ol ıcal 4 ' ' 1 \ .. ' ,+..\ aµ.apTaVOVCTLV. TWV yap 't'LI\.OTOLOVTW� AfYOp.f•
VWV � Tff> xalpnv ots P.11 ÖE'i, � T'e µ.a>..>..ov � ws o1 1ro>..C 1 ı:,> < 1 I\ ... \ \ { < ufL, ıcaTa 7raVTa u OL a/COl\.aCTTOL V7rfp1\.0 , 7l P.11 ws 't
25 {3illovuLv·
"'
'
ıcal yctp xa{pov JJ.1JUEV ECTTLV rı uv JJ.7/UE uLa.,, EpEL ETEpov ETEpov, r.oppw ,._ 1' ,.,. ,ı .. ' I �J " ""' ' f av ELTJ TOV av 0pwr.os- uvaL· ov TETEVXE U O TOLOVTOS' OVOJJ.ll,TOS' 10 f 'I, \ ' \ A J \ \ JJ.1/ 7l'aVV / ' 0aL. o( ı,uE' ..ov �TTOV" 1 0 ' a' t7rL ' yap TTJS ov'0HS VJJ,EL" aıcol\a I ' t " 1 l 1 "t 0 vµ{ as tVEpyELa avo71T(f, ıca, 71 T71S t7J'L avç;EL TO '"'YYEVES, JO
ıc�v p.Eya>..a, ıcal uoôpal �..oy,up.ôv Eıcıcpovovuu·. ÔLO ÔEL JJ,ETpLas ELVaL at'ıTas ıcal ô>..lyas, ıcal T'f >..6yı.&v. Kal fm0vµ.li () ..lyovra, o, ÔLÔOVTW
\
, ıca,\ fı,.fV10
o1 Ôf µ.� >..aµ./3&.vovns ovıc . ' rırrov • ' ÔLKaLOO'VVT/V ' ovx flS
1\ (} EpLOTTJTa ' ' � 1\\, 20 f lS tAEV f1TaLVOVVTaL, U/\.1\.
ol ÔE >..aµ./3&.vovns ovô' (1TaLVOVVTaL 1ravv. l\
..ovvra, ÔE tTXf- 11 > ,1.,.
r
I\
f
uov JJ,Wl.LtTTa OL fı,.fV EpLOL TWV a1T apfTTJs· w..,, fı,.LJJ,OL yap, r � ' ÔI I (:. -\ \ C Ô\ > \ \ 'I,) l 2 TOVTO u tV 771 OtTfl. A L f ıcaT apETTJV 1rpar;fLS ICUl\aL ıcaL 12 r r \ -\ r rt � ., I 1\ _\ • {J fPLOS fVfKa. ıcaL oC tı,.fV ovv WtTfL TOV ICUI\OV flJflCU TOV ICW\.OV Ô, 'I,\
'
,, ots yap uu ıca,' oua ıca
�
.1 (} ws· 25 ıca,\ up
'1,
�
ı on, ,, ıca,' ra"""a .\ \ oua ,,
.?. , .. UI\V1TWS' ' ıca, Tavra T/'ô, fWS T/ TO' yap 13 1 \ C ô' Ô Ô \ 'I, ,, o f L ovs 14 .. UI\V1TOJJ, J! ' ı,.V1T17pov. T/ICLtTTa Uf ıcaT "'l'fTTJ V T/'ô'v T/
(J� '1,./ f1TfTaL Tll up p UUO'fl' ' \ > .l r �
.,
2
'
ots ,.,.� Ôft, � ,.,.� TOV ıca>..ov alrlav, ovıc (Afv8lp,os JO 7T11pws·
p.allov
yap
ci>..>..'
flJfKa ci>ı..\a ÔLa nv' &>..>.. rıv
ci>..>..os TLS p118�trfTaL.
l>..o,r' �v
1rp6..vrijs ıca>..ijs
OVÔE >..#ETaL Ôf CJ8fv µ.� 15
, ov yap ftTTL TOV JJ.T/ nµ.wvros Ta XPrıµ.ara 'iJ ToLaVT17 '
1
'
""
'
"
'
'
,
>..ijv,,s. ovıc �v Efrı ÔE ovô' alTTJ TLICOS' ov yap (O'Tı TOV EV 1TOLOVV- 16
21. uxEBbv om. Kb M b r 16, ,u� om. pr. Kb M ı, r olıaı vulg. }'� et T4 xp/ı}'ı&TI& om. Kb
32. olı Kı, Asp,:
70 mal konusunda erdeme sahip olandır; işte cömert kişi böyle dir. Malın kullanımının ise harcamak ve vermek olduğu düşünülüyor; almak ve korumak ise daha çok sahip olmak tır. Bunun için cömert kişinin özelliği, gereken yerden al- ıo mak ya da gerekmeyen yerden almamaktan çok, gereken yere vermektir; çünkü erdemin özelliği iyilik görmekten çok, iyilik yapmak ve çirkin şeyler yapmamaktan çok, güzel şey ler yapmaktır; vermeyi iyilik yapmanın, güzel şeyler yapma nın izlediğini; almanın ise iyilik görmeyi ya da kötü davran mamayı izlediğini görmek zor değildir. Şükran ise almayan ıs için değil, veren için duyulur ve övgü konusunda ise bu büs bütün böyledir. ·Hem, almamak vermekten daha kolaydır; nitekim kendimize ait şeyleri vermemeye, başkasınınkini almamaktan daha çok yatkınızdır. Verenlere cömert denir, :ıo oysa almayanlar cömertlik açısından övülmezlerse de adalet bakımından övülürler; alanlar ise hiç övülmezler. Erdemle rinden dolayı en çok sevilenler galiba cömert kişilerdir; çün kü yararlıdırlar, yararlı olan da "verme"dir. Erdeme uygun eylemler güzeldir ve güzel bir şey içindir. O halde cömert· kişi de güzel bir şey için ve doğru bir şekilde verecektir; çün- ıs kü gereken kişilere, gerektiği kadar, gerektiği zaman ve doğru verme başka nasıl gerektiriyorsa, öyle verecektir; bunu da hoşlanarak ya da üzülmeden yapacaktır; çünkü erdeme uygun olan hoştur veya üzüntüsüzdür, pek üzüntü verici de ğil. Gerekmeyen kişilere verenlere ya da bir şey için değil, bir başka şeyden ötürü verenlere ise cömert değil, başka bir şey denecektir. Üzülerek verene de cömert denmeyecektir, 30 çünkü onlar güzel eylemden çok malı tercih edebilir, bu da cömert kişinin yapacağı bir şey değildir. Gerekmeyen yerden de almayacaktır; çünkü böyle alma malı önemsemeyen bir kişinin yapacağı bir şey değil. O isteyen biri de olamaz; çün kü rahat rahat iyiliği kabul etmek iyi davranan kişinin yapa cağı bir şey değildir. Ama gerektiği yerden alacaktır, sözgelişi
71
IV. ı.
TWV
lô{wv
" ,ı ' o?l'ws EXTJ ôLôova,.
'
ovx ws
ICTTJJJ,Cİ.TWV,
'
\
J
ov ô
ÔEt ıcal.
Ön
-
'ô'
-
-
ov E TOLS TVXOVCTL
ÔLa TOVTWV TLCTLV t?l'apıcuv. 18 ôtôovat ok
WS
avayıcafov,
, , \ ' \ , ' YE Q aµEI\T}CTEL Twv L'ô ,wv, ,-,ov"oµwos
'
l
a>..>..'
ıca>..ôv
ôWCTEL, ' "ıva EX ,,
ll20 b
?l
l>..Ev8Eplov ô' i..6v.
ucpôôpa ıcaı. Ta V?l'Ep{:3&.UELv lv Tfi ÔOCTEL, cZ..&.rrw
lvôEfos,
ıcal
'71'aVTES ,..
C:
,,
aya?l'WCTL
'
C:
µô.>..>..ov
Ta
avTWV
lpya,
, ( ' ' '71'/\0VTELV ô ' ov pq.ôLOl' TOV
'
,..
\
WCT?l'Ep OL yovELS ıca, OL '71'0L7]TaL.
l>..Ev8lp,ov, µ�n ATJ?l'TLıcôv ovTa µ�TE cpv>..aıcnıc6v, 11'pOETLıcôv 15
ôL) ' } -\
' '
\ \ Ô'E ıcat JJ-TJ nµeııvTa A
/
!, 2 1 uOCTEWS.
il
ôLO'
A
,I
\
t'
,
A
',..
yap o ov TE XPTJJJ-aT EXELV
' ' } \ A ,[_ \ \ 22 OVô t?l'L TWV a/\1\WV.
'ô' OCTa "
ÔEL, - ov
,ı \ \ a/\1\a
f
Ta
XPTJJJ-aTa
A
iLi\/\ EvEıca TTJS " ( ,!\ ,[_(: f TVXlJ OTL OL /J,lU\.LCTTa açLOL 1_ \ \
"
)
TTJ ' ' CTVJJ,/3 atvEL ô ovıc a/\oycos TOVTo· ov ' , \' " ,.. ,, JJ-TJ E?l'LJJ-MOJJ,Evov o?l'ws EXlJ, wCT?l'Ep A
ıcaı tyıcUI\ELTaL
OVTES TJICLCTTa '71'/\0VTOVCTLV.
'
'
avTa
f
A
J\ /
'
f \ ' \ - ' ' " ' OV JJ-TJV ôWCTEL YE O rS OV ô EL OVô OTE JJ-TJ 20 A
'
TOLaVTa·
\
+
ov yap av
f
ETL 11'paTTOL ıcaTa J/
\
+
f ıcaL E l s TaVTa aVILI\WCTas ovıc av EXOL Els \ TTJV EI\EV8EpLOTTJTa, \
A
J\
� ôEL
J
_\
f
'
,t
f f } ( fi \ il }\ WCT?l'Ep yap ELpTJTaL, tl\EV8Eptos tCTTLV o ,\ � A ( ' f \ \ J f ıcaTa TTJV OVCTLaV ô a?l'avwv ıcaL E ls a ô EL. o ô V?l'Ep WV\.WV ,! \ \
23 a
A
,
-\
aVILI\LCTICELV,
,ı
a CTWTOS,
!,
I
l
\
/3
1
J
\
,
f
'
\
\A
f ULU TOVS 'TVpavvovs ov /\EYOJJ-EV QCT(ıJTOVS' TO yap '71'/\T}- 25 A ( ' f , f \ .. A A 8os TTJS ICTTJCTEWS ov ôOICH pq.ôLOV ELVaL TatS ô OCTECTL ıcaL TaLS
24 Ôa?l'(fvats OVCTTJS
v11'Epf3&.>..>..uv.
?l'Epı. XPTJJJ-aTCı)V
Tijs l>..w8Ept6TTJTOS ÔOCTLV ıcal
>.. ijv,,v,
ô
ô�
l>..Ev8lp,os
1120b 4, 3-rE ıccıl ot] 3rov Kb 5. ıccıTaAnrfw Kb Lb Mb rfı,ı Lb 9. tiltitıı0'111 fort. secludendum
72
JJ-ECTOTTJTOS ıcal
6. irıJJJı.l-
71 kendi malından; güzel olduğu için değil, gerekli olduğu için, 1120b verecek şeyi olsun diye. Kendi malını da ihmal etmeyecektir: Bununla bazı kişilerin yardımına koşmak istediği için. Rastgele de vermeyecektir, gereken kişilere, gerektiği zaman, güzel bir amaçla verebilmek için. Vermekte aşırıya kaçmak da cö- s mertin özelliğidir, öyle ki kendisi için daha az kalır; nitekim kendisini gözetmemek cömert kişinin özelliğidir. Cömertlik servete göre sözkonusu olur; nitekim cömert olma verilen şey lerin çokluğunda değil, verenin -servetine göre verenin huyundadır. Daha az verenin daha cömert olmasını engel leyen bir şey yok, eğer olanakları daha az ise. Servetlerini ıo kendileri kazanmayıp mirasla edinmiş olanların daha cö mert oldukları düşünülüyor; çünkü onlar yokluğu tatma mışlardır ve herkes kendi eserini daha çok sever, tıpkı ana babalar ve ozanlar gibi. Cömert kişinin zengin olması da ko lay değildir, çünkü o almaya ya da elinde tutmaya düşkün ıs değildir, seve seve armağanlar verir ve malı kendisinden ötürü değil, vermek için önemser. Bunun için de talih, en layık olanlar en az zengin olur diye suçlanır. Ama bunun böyle ol ması pek akla aykırı değil; çünkü öteki konularda da olduğu gibi, sahip olmaya çalışmayan birinin mal sahibi olması ola naksızdır. O halde cömert kişi gerekmeyen kişiye, gerekme- 20 diği zaman ya da gerekmediği diğer bakımlardan da verme yecektir; yoksa cömertliğe uygun davranmak olmazdı; bu şekilde varlığını tüketince de gereken şeylere tüketeceği bir şeyi olmazdı. Demek ki, dediğimiz gibi, cömert kişi serveti ne göre ve gereken şeyler içjn harcayandır. Aşırıya kaçan ise savurgandır. Bunun için tiranlara savurgan demeyiz; çünkü ıs sahip oldukları öylesine çoktur ki, vermede ya da harcamada aşırıya kaçmaları pek kolay görünmüyor. Cömertlik mal alıp verme konusunda bir orta olma olduğuna göre, cömert kişi
iV. ı.
72
ÔCı>..w8Epla T'f' a,ô&va, JJ,EV l>..15 AE{'71'Et,
Ta
µ. Ev
T'f
Aap.f3avEtV
ô'
1J'71'Ep/3filfl,
'7TA�V iv
p.tıcpo'is,
ovv riis a..oL, EL7] av lAEv0lpL0S'' OWU'EL yap OLS' ÔEL, 1' 1 - I r\ f, o"'0EV ov O H. ıcaL ov /\7] .,,ETaL OLO\ ıcaL\ OOICEL ovıc HVaL ,1., " 't' aV/\OS' 25 ' " ' ' ... ' ' '\ \ ' ... TO' V1TEp TO 7J0OS' 0 OV yap JJ.OX07]pOV OVô' ayEVVOVS' a/\/\ELV /3 32 ÔLô6vra ıcal µ� >..aµ &.vovra, �>..L0Cov ôl. o Ôf TOVTOV Tov /3 ' • � ' � \ ' � ' \ Tp01TOV aU'WTOS' 1TO/\V ' ıı. \ ' ôOICEL E/\TLWV TOV avE/\EV0Epov ELVaL uLa /3 '0' \\ ' " ' \ � ' ' " " ' ' ôE ov Eva, TE Ta ELP7JJJ.EVa, ıcaL on o JJ.EV W',ı.. ' 't' E/\EL 1TO/\/\OVS', o \
)
\
f'
, \ \, OL• 1TO/\/\OL \ \ \ Twv ... auwrwv , , ' ' avTov. • ' ovô , 30 al\/\ , ıca0a1rEp ,, ' \ 1 ... ELP7JTaL, ıcaL /\aµ avovu,v o"0 EV JJ,7] , ' ıcaTa' TOVTO ' ôEL,... ıcaL' ELU'L /3 ' ' \ ' \ ' \ ' , 34 aVE/\EV 0 E(lOL, /\7}1TTLICOL' ô'E YLVOllTaL ôLa' TO' OV/\EU' 0aL JJ.EV ava/3 ALU'KELV, EVXEPWS' 0€ TOVTO 'lTOLELV µ� ôvvau0aL· raxv yap l ' ' ' ' , • • , , \ , 1� t:1TL/\EL1TEL aVTOVS' Ta V1TapxovTa. avayıcaı.OVTUL OVV ETEpW0 EV
33
l \ \,
U,/\/\
1rop{(uv.
lfµa Ôf ıcal ÔLa Tô JJ.T/Ôfv Tov ıca>..ov ..L- 1121 � ' ' ' ' 0EV /\aµ \ ' ... 0VJJ.OVU'L, 1TUVTO avOV'1'LV 0 ôL ôovaL yap E1TL /3 ' ô'i ... ... ' ' ' ' ,ı.. ' 35 TO t 1TWS' 7J 1TO0EV OVôEV avTOLS' ôLU 't' EpEL. 0L01TEp ovô' lAEV, , � ' 1 - \ , OV, ô'it TOVTOV ' 0tpıoL aL'ôOU'ELS' avTwv E l' cnv· OV yap Kl.1./\UL, ,
' ywpws
' ıcaL
lvEıca, ovÔf ws ÔEL' a.>..>..' /vLOTE o-Ds ÔEL 1rbıEcr0aı, TOVTovs 1r>..ov- s �lovs 1TOLOV'1'L, ıcal TOLS' JJ.EV JJ.ETpLOLS' Ta 110rı OVOfV ô.v ÔOLEV, TOLS' Ô€ ıc6>..a!Lv 1j nv' li>..>..rı v �ôov�v 1rop{(ovuL 1ro>..>..a. ÔLô ıcal r \ 1 \f > � > \ t \\ f ) 1 1\ aıca/\aU'TOL avTwv ELU'LV OL 1TO/\/\OL' EVXEPWS' yap ava/\LCJ"KOVTH
' , ôa1ravrıpoL, ELUL, ' TO' µrı 1rpos ıcaL'ôLa ' \' o JJ.EV ovıı acrw36 TO ' Tas ' 7]•ôovas ' Kl.1./\0V - \' ı.7JV �- 1rpos ' a1TOIC/\LVOVU'LV, , • ' .. ,, , ôaywyrıTos ' , ... JJ.ETa/Jı::ı[ ' a vu, roxwv Tos a1raL yEvoµEvos E l s Tavra , \ ' ' aıco/\aULas ıcaı E ls Tas
37 ô' f7TLJJ.EAdas Els Tô µluov ıcal Els TO ôlov a..aµJ3aı,.
'
s, 1
,
{
"'
,
...
\ >\f(.I vuv, OL µEv uLa nva E7TLE ıcELav ıca, EV"'a ,-., uav Twv aLCTXPWV
25 (ooıcOVCTL yap lvLOL � cf,aCT( YE ÔLci TOVTO cpv'AaTTELV, ıva µ� 1
7TOT
avayıı.:aCT0WCTLV al
>
t
,
C it;
)
\
,
\
..>..wv ıcal {3&.vavuos • ,ı " , , ı:,ı r.,f\\ , W..a ava>..luıcn ıcal
>..aµ.1rp'OVETaL 1rapa
µ. l>..os,
olov lpavL..wv EaVT�V a[,C,v av&,f,os :,v 6 ' • ı:,' ,. ' .... " t ,. ı::• tl\.aTTOVWV ,. xavvos. ı\ ,. O• u İ xavvos• O uf /J,fL":,OVWV 1J a�LOS OV' 'Tras
10 � Tf
&[,os ıcal
µ. ,ıcpotvxos, µ. ,ıcpC,v
lav Tf JJ,Eya>..wv lav Tf JJ,ETplwv, Uv
&[,os :ıv ln l>..arrôvwıı awov lı.f,o'i.
ıcal
2,. Mt')'apoi scripsi: µ.ryapol pr. K": ME')'apEİS vulg. 26. Tavral -re\ -roıcıvrcı K b 1123 b 2. 3¾/ scripsi: U codd. 11. l-rı om. p r. K b
78 böyle biridir; aşırıya kaçan ve gösteriş budalası ise, dediği miz gibi, gerekenin ötesinde harcamakla aşırıya kaçar. O, 20 küçük şeylerde çok harcar ve yersiz gösteriş yapar; sözgelişi masrafları ortaklaşa karşılanacak bir toplulukta arkadaşla rını, düğünmüşçesine yedirir, içirir, bir komedya korosunun masraflarını üstlendiği zaman, parodosta35 koro üyelerini kral gibi giydirir, tıpkı Megaralılar gibi. Bütün bunları güzel bir şey için değil, zenginliğini göstermek için ve bundan ötü- ıs rü hayranlık kazanacağinı düşünürek yapar; çok harcama gereken yerde az, az harcama gereken yerde de çok harcar. Eli sıkı ise bütün bunlarda eksiklik gösterecektir; büyük harcamalar yaptıktan sonra küçük bir noktada güzeli yok edecek ve her yaptığında en az harcamayla nasıl yapacağına bakacak, bunları da düşünüp durarak yapacak, hep gerekti- 30 ğinden fazla yaptığını düşünerek. Demek ki bu huylar kötü dür, ama kişinin yakınları için zararlı olmadıklarından ve pek ayıp sayılmadıklarından, kişinin adını kötüye çıkarmazlar. Yüce gönüllülük de, adının gösterdiği gibi36 , büyük şey lerle ilgilidir; önce hangileriyle ilgili olduğunu ele alalım; 3s huyu araştumak ile bu huya sahip insanı araştırmak arasında 1123b ise hiç fark yoktur. Yüce gönüllü, kendisinin büyük şeylere layık olduğunu düşünen ve gerçekten layık olan kişinin olduğu düşünülüyor; çünkü layık olmadığı halde bunu düşünen aptaldır; oysa erdemli kişilerden hiçbiri aptal ya da düşüncesiz değildir. Demek ki yüce gönüllü, dediğimiz gibi biridir. Küçük şeylere layık olan ve kendini böyle gören ise, yüce gö- s nüllü değil, ölçülü kişidir; çünkü yüce gönüllülük büyüklükte bulunur, tıpkı güzelliğin boylu-boslu bir bedende bulunduğu gibi; ufak tefek olanlar ise zarif ve uyumlu olabilir, güzel değil. Buna karşı layık olmadığı halde kendini büyük şeylere layık gören, kendini beğenmiş kişidir; ama layık olduğundan büyük şeylere kendini layık gören herkes kendini beğenmiş değildir. Layık olduğundan daha az şeylere kendini layık gö- ıo ren ise -o ister büyük, ister orta, isterse de küçük şeylere layık olsun, kendini hep daha az şeylere layık gören- pısmktu;
79
IV. 3. .!\
t
..
ı
80 güzel ve iyi olmadan yüce gönüllü olunamaz. Demek ki yüce gönüllü özellikle onurlarla ve onursuzluklarla ilgilidir; erdemli kişilerce verilen büyük onurlarda bile, ona ait bir şey- s ler ya da daha küçük şeyler alıyormuşcasına ölçülü olacaktır; çünkü tam erdeme layık olan bir onurlandırma olmasa gerek; ama ona verecekleri daha büyük şeyler olmadığından, bun ları yine kabul edecektir; sıradan kişilerin verdiği ya da küçük şeylerde onurlandırılmaya ise hiç önem vermeyecek; çünkü o ıo bunlara layık değildir; onurlandırılmamalarda da aynı şey olacak; çünkü bunları o, hak etmeyecek. Demek ki yüce gönüllü, dediğimiz gibi, özellikle onurlarla ilgilidir, ama zenginlik, egemenlik, her çeşit talih ve talihsizliğe karşı da ölçülü olacaktır, durum ne olursa olsun; ne talih gülünce çok ıs sevinecek ne de talihsizlik başına gelirse çok üzülecek; en büyük şey sayılan onura karşı tutumu da aynı olacak; çünkü egemenlik ve zenginlik onurdan dolayı tercih edilirler; bun lara sahip olanlar onlardan ötürü onurlandırılmak isterler; onurlandırmanın bile küçük bir şey olduğu kişi için bu ve benzeri şeyler de küçük olacaktır. Bunun için böyle kişi lerin kibirli oldukları sanılıyor. Talihin sağladıklarının da yüce gönüllü olmaya katkısı olduğu düşünülüyor; çünkü soylu kişiler, egemen olanlar ya da zenginler onurlandı rılmaya layık görünüyor; çünkü bunlar bir üstünlük göste riyorlar, iyide üstünlük göstermek ise, herşeyden onurludur. Bundan ötürü böyle şeyler kişileri daha da yüce gönüllü kılıyor; çünkü bazıları tarafından onurlandınlıyorlar; doğ rusu, yalnızca iyi olan kişinin onurlandırılması gerekiyor. Her ikisine de sahip olan kişi ise, onurlandırılmaya daha da ıs layık görülüyor. Erdemden yoksun olup da böyle iyilere sahip olanlar ise, kendilerini haksız olarak büyük şeylere layık görüyorlar gibi; yüce gönüllü diye adlandırılmaları da doğru değildir; çünkü tam erdem olmaksızın bunlar olmaz. Böyle iyilere sahip olunca kibirli ve küstah oluyorlar. Çünkü :ıo erdem olmaksızın talihin sağladıklarını uygun şekilde hazmetmek kolay değildir; bunları hazmedemediklerinden
81
IV. 3. , ' ,, � .. \\ ' , ' , EKflVWV TWV a,rn.WV ..>..ol
' ı:,
\
..
I
'
\
0' 1ra wv
yap o
t ı:,,
..
.,
(
'
I\Eyf.Lv Ta�
�
EV '
" ovTw
0' 1TE1TOV w�. 1'
9'
ı,I
'
I
ı:,
lli' tı. 0 .,. vfl
..otvxov
� ' '\ J),01\L�, V1T1Jp€THV ÔE
JJ,€TpLov·
S:'
'
av 1ra'0WO"LV ov
1Tf.1rov0f.o-av EV.
EV açLwµ.aTL
TOV� µErıııEpop.(0"17 pr. Kb : tprıııEp6lıı Lb M b
1124b
p.uroıı vulg .
81
ve kendilerini başkalarından üstün saydıklarından, başkala- ıı24b nnı küçümserler; kendileri ise gelişigüzel davranırlar. Çünkü onun gibi olmadıkları halde yüce gönüllü kişiye öykü nürler, bunu da yapabildikleri şeylerde yaparlar. Yüce gö- s nüllü kişi haklı olarak küçümser (çünkü kanıları doğrudur), çoğunluk ise gelişigüzel. Yüce gönüllü, küçük şeylerin adamı değildir, az şeye değer verdiğinden tehlikeyi seven biri de değildir, ama büyük tehlikeleri göze alır ve yaşamını sakın maz; çünkü her ne pahasına olursa olsun yaşamaya değmez. İyilik yapmaya alışkındır, iyilik görünce de utanır; çünkü biri üstün olanın, öteki altta kalanın özelliğidir. İyiliğe daha ıo büyük iyiliklerle karşılık vermeye hazırdır; çünkü böylece, önce iyilik eden borçlu kalacak ve iyilik gören durumuna düşecektir. Gördükleri değil, yaptıkları iyilikleri anımsadıkları düşünülüyor (çünkü iyiliği gören yapandan daha aşağıdır, oysa o üstün olmak ister); yaptıkları iyiliklerden sözedeni hoşlanarak dinlerler, gördükleri iyiliklerden sözedeni ise hoşlanmadan; bunun içindir ki Thetis37 Zeus'a yaptığı iyi- ıs liklerden sözetmez; Lakonlar da Atinalılara yaptıklarından değil, Atinalıların onlara yaptıklarından sözederler. Hiç kimseden bir şey istememek ya da zar zor istemek, ama seve seve yardıma koşmak, yüksek mevkideki ve talihli kişiler karşısında büyüklük göstermek ve orta hallilere karşı alçak gönüllü olmak da yüce gönüllünün özelliğidir; çünkü onlardan üstün olmak zor ve ciddi bir şeydir, oysa berikilerden 20 üstün olmak daha kolaydır ve onlar karşısında böbürlen mek soyluca olmayan bir şey değildir; oysa daha aşağı kişiler karşısında bu ayıp bir şeydir -bu tıpkı güçsüz kişiler karşısında kuvvet gösterisi yapmak gibidir. Onurları ve başka larının üstün olmak istedikleri şeyleri kovalamamak, hatta bunlara boşvermek ve savsamak; ama onurlu ya da büyük bir iş olunca ona girişmek, az ama büyük ve ünlü işler yapmak da ıs onun özelliğidir. Nefretini ya da sevgisini açıkça göstermesi
82
IV. 3. -.EL
, ,,_, • ' , OVu av E1TaLVETLICOS ı � "- ' ,,,_, \ , ,,,_, � ı "-' ' uL . tOTuı· uL01TEp ovuE ıcaıco"oyos, ovuE T6JV "X0P"'V, El µ71
UI\I\OL
,/, , .,..EywvTaL·
' ' .. � " .1\ A. vpn- 32 ıcaL\ 1TEpL\ avayıcaLwv 7J µLıcp"'v 7JıcLOTa a"o 't' . ıcos ıcal ÔE7JTLICOS CT'1TOVM(ovTOS yap OVTWS lxELv 7rEpl TaVTa.
v"Q /J p,v.
10
ıcal
otos
ıcap1r(µw v
ıcEıcTrju8aL
J.LaAAOV Ta
ıcal �q>EAlµwv·
ıca>-.a
ıcal
&ıcap1ra
aw&.pıcovs yap µô.>..Aov.
T6JU 33
ıcal ,c{- 34
V7JUU ÔE {3paÔELa TOV µEya>-.o,fıvx.ov ôoıcE'i Etva.L, ıcaL -.l6s OTCı..'x.0TJ, � ôoçufv �v 1Tapa1TA.1J..>..ulj,,i, oftrw ıcal iv np.iji oplçu To .a
µ.a>..>..ov
� Ôft ıcal �TTov, ıcal T� l50fv Ôft ıcal Wi 0ft.
yap cp,>ı..6nµ.ov lj,lyoµ.fv wi
µ.ô.>..>..ov
TÔV n
� ôft ıcal o0fv ov ôf'i
olı Kb (et ut videtur Asp.): 28. l/>,.CB,oı om. Kb 2! .. UJ � Kb 32. o.vri:ıv Lb r Asp. 31. Kcıl ante fOJfEJ)4 add. Kb .ws vulg. ws ıccıl Lb M b 1125 b 5. post Kcıl add. '1"4 Lb M b 9. wr Kb
r:
83
kendini beğenmiş. Böylelerinin kötü oldukları düşünülmü yor (kötü bir şey yapmıyorlar çünkü), yanılgıya düştükleri düşünülüyor. Nitekim pısırık, iyi şeylere layık olduğu halde, kendini layık olduğu şeyden yoksun bırakır ve kendini iyi şeylere layık görmemekle ve kendini tanımamakla kötü bir ıo özelliği varmış gibi geliyor. Yoksa layık olduğu şeyleri arzu ederdi, çünkü bunlar iyi şeylerdir. Böyle kişiler aptal değil, daha çok çekingen görünüyorlar. Kendileri hakkında böyle düşünmeleri onları daha da kötü kılar; nitekim her kişi layık olduğu şeyleri arzu eder, oysa onlar, layık değillermiş gibi ıs güzel eylem ve işlerden uzak dururlar; aynı şekilde dışa ait iyi şeylerden de. Oysa kendini beğenmiş kişiler aptaldır ve kendilerini tanımazlar, bu da açıkça görünür; layık olma dıkları halde onurlu işlere girişirler, sonunda da ayıplanır lar. Giyim kuşama düşkün, süslenip püslenirler; kendi talih- 30 liliklerinin görülmesini isterler ve bunlardan ötürü onurlan dırılmak için bunlardan sözederler. Kendini beğenmişlikten çok pısırıklık yüce gönüllülüğe ters düşer; çünkü hem daha sık görülür hem de daha kötüdür. O halde yüce gönüllülük Js onurun büyüğüyle ilgilidir, dediğimiz gibi. Ama başlarda dediğimiz gibi, bu onur konusunda da bir 112sb erdem vardır ki, cömertliğin ihtişama yakın olduğu gibi, bu da yüce gönüllülüğe yakın olsa gerek. Nitekim bu her iki erdem de bizi büyüklükten uzak tutuyorlar, ama ölçülü ve küçük şeyler konusunda bizi gerektiği gibi yöneltiyorlar. Para alıp vermede s orta olma, aşırılık ve eksiklik olduğu gibi, aynı şekilde onur landırılma arzusunda da gerekenden çok, az, gerektiği yerden, gerektiği gibi olan vardır. Nitekim biz hırslı kişiyi, onurlandı rılmayı gerekenden çok ve gerekmeyen yerden arzuladığı için,
IV. 4-5.
84 ,.
,.
ı,ı.. 1
t
t
, ,1,.
ı. a ıcat\ A
/3
ô,aq,lpovra. "''
\
•
o
fJ.EV
!it A
o�v lq,' o!s Ôf.t ıcal o!s Ôf.t opy,(6µ.Evos, 3 \
\ !f
ff
I
'
A
A
tTt uf. ıcat Cıl$ uf.t ıcat oTf. ıcat O ' ' , C � J ,o\ \ ,/, , 5 >..ov uvyyvwµ.ovLKos. T/ u fAAfl 'f' LS, HT aopyrıcna n� f: ,1,. , , C ' 4 > , \ \ TaXfWS ' 8 K"'TJPOV r,, a 'f'op17rov yLvf:Tat. OL J.Lf:V ovv opyLI\.OL J.Lf:V opyl(ovrm Kaı
ois OV Of:L Kaı lep' ois OV 0ft Kaı
ufl, 1TUVOVTUL uf TUXfWS' o Kat � ., Q vH ı:,, ' � rovro, ,-,a u avroLs on ov' , ı:, ı:,' avra1TOuLuoauLv ııe ,ı,.avf:pOL, f:lUL ll,
A
,
ll,'
f
/ı
\
t
'f'
µ.a.AAov
t,,f:I\.TLUTOV f:XOVULV. ' ' ' ' KauxovuL TTJV opyrıv 'C' ,. ' ı,' TTJV ' O'
�
uvµ.- 15 ' \ \' a"'"' ,
a7ro-
V1T€p/30>..fi ô' fluıv o, aKpoxoAoL offtS Kal 7ipos ' , ' .. ı:,' 1 '\ ... upyLI\.OL 1TLKpOL' 10 1Tav KUL flH' 1TUVT • o"8 f:V KUL Tovvoµ.a. OL' uf 9 1TaVOVTaL.
t
ôvuÔLa.AVTOL, Kaı 1TOAVV xp6vov opy{(ovrat· Karlxov,n yap 20 '.!:' C \ , H > '.!: \ I �\ rov 8 vµ.ov. 1Tav"'a uf yLVf:Tat orav avra1TOuLuCf' TJ yap ll, �
nµwpla .1TaVH rijs opyijs, �ôo�v avrı rijs AV1TTJS fJ.L1TOLOVua. ı ı:,, , L ı:, ' ' ' ' l >' Q1 TOVTOV uf JLTJ yLVOfLEVOV TO' ,-,apOS f:XOVULV' uLa yap TO JLTJ t1TL' ' ı:,' , 'ı:, , .. ' � ı,' 'I. ' l, ,ı,. 'f'avts HVUL ovuf: CTVJl'TrH'8 H avrovs ovuHs, f:V avT'f uf 1rE .,,/,aL '.!, � 1 \ ı:,I C C � 1 \ ' upyrıu 1 ' XPOVOV ufl. Hu, u OL TOLOVTOL f:UVTOLS OX"'TJPOTaTOL 25 TTJU A
I
11 Kal TOLS µ&.>ı.Lura cp[AoLs. '
rf fLTJ
uf:L ll,
A
xa>ı.rnovs ÔE >..lyop.f:U TOVS lep' o!s
XUAf:1TULVOVTaS . KUL \
I
/
\
ı:,� \ \ / JlUIV\OU TJ ufl Kat 1TAflW "\\
..
r 5. ol 1 o. 8ii-r-rov il Kııl Kb 1i. ciıro3ı3&ıı21. ilYTıııro3wırıv r Asp. 25� fort•
U26• 4 • .,.ı, ..,ap µ.¾/ l,p-yl(Eır8ııı 14>' oTs 3Ei "1>..ı8lou 30KEİ ETvııı
om. Kb O'IY Kb r
6. -yap] 3ı r 20. l,p-yl>..oı Kb
o
•
85
ve aklın gösterdiği süre için öfkelenmek ister; daha çok ek- 1126a siklik yönünde yanılgıya düşüldüğü düşünülüyor; çünkü sakin kişi kin güdücü değil, daha çok bağışlayıcıdır. Eksiklik, bu ister öfkesizlik ister başka herhangi bir şey olsun, kınanır; çünkü gereken şeylere öfkelenmeyen kişiler ve gerekmediği şekilde, gerekmediği zaman ve gerekmeyen kişilere öf- s kelenenler aptal gibi görünüyorlar; nitekim öfkelenmediği ve kendini savunmadığı için, duygusuz olduğu ve acı da duymadığı sanılıyor; küçük düşürülmeye katlanmak ve ya kınları küçük düşürülünce bunu görmezlikten gelmek köleye özgü bir şey diye düşünülüyor. Aşırılığı ise her bakımdan olur (gerekmeyen kişilere, gerekmeyen şeylerde, gerekenden ıo çok, az ya da daha uzun zaman), ama bunların hepsi aynı kişide bulunmaz; bulunamaz da, çünkü kötü kendi kendini de yokeder ve tam olduğu zaman dayanılmaz olur. Demek ki öfkeli kişiler çabucak öfkelenirler: Gerekmeyen kişilere, gerekmeyen şeylere ve gerekenden çok; çabucak da sakinle şirler; bu da onların en iyi yanı. Öfkelerine egemen olma- ıs maktan hemen parlayıp açıkça karşılık vermeleri yüzünden bu onların başına geliyor, sonra sakinleşiyorlar. Öfkeli kişiler hemen parlarlar ve herşeye karşı her vesileyle öfkeli dirler; adları da buradan geliyor. Kinci kişilerin öfkesi ise zor geçer, uzun süre öfkeli kalırlar, çünkü öfkelerini38 tutar- 20 lar, ancak hınçlarını alınca son bulur öfkeleri. Nitekim öç alma öfkeyi dindirir ve acı yerini hazza bırakır. Bu olmayınca, öfke onların içinde bir ağırlık gibi kalır; belli de etmedik lerinden, sindirmeleri için zaman gerekir. Böyle kişiler ken- ıs dileri için de en yakınları için de son derece çekilmezdir. Ge reksiz şeylerde, gereğinden çok ve uzun süre öfkelenenlere ve öç almadan ya da cezalandırmadan öfkeleri geçmeyenlere
IV. 5-6.
86
xpovov, ıcal µ� a,aAAaTToµlvovr !vEv nµwplar � ICOA..ov, TO
5 \ / \' < L • < ' \ , '0flS aVTO 71'0t7l(Tfl, 11'1\1/V Kat f:V f:Ka(TTOtS ws apµ. o-
1 U(TVVTJ
Kat
20
25
\ ' "" povnı,uv, 'ı-. ,,, ,, • • ,\ ,. ,, " < \, ' ovv up71Tat 0OI\OV µ.tv on ws ufl oµ.t/\7l(TH, Ka
' ' 1". !,fl' ov yap oµ.otws 1rpocr7JKfl (TVV7I'0wv Kat o0 vuwv '
'
'
,.
, "' • \
'
6 ovu av I\V1l'f:tv. ı
\
L
,ı..ı 't'tpOV .ov ıcal o/EKTOV, TO ô' a>.71 0Es ıca>ı.ov ıca,
...
, 30 Erra,vETOV. '
'
ı:,
'
.. ,
\ al\ \ µ.ECTOS wv Erra,vE'\710EVTLKOS OVTW ,, uE �, ıca,' o' µ.Ev
.,.
ı:, '
'
"' '
'
ı:,
�\ \ • • Tos, o, uE' .,,Evuoµ.Evo, aµ.'t'oTEpo, µ.Ev .,, .,,EıcTo {, µ.=ov u . o ı. \ I'.' \ { ı:, ' ı:, \ � 1 W\.71 W\.a�wv. 7rEpt uaT'pov u • E 1rwµ.Ev, 1rpoTEpov uE 7rEpt\ Tav
0runıcov. >.lyoµ.Ev,
ı
'
alı ya.p 7rEp l Tov Ev Taıs lıµ.o>.oyla,s a>.71 0€VoVTos 7
ova' OO'a ds aa,ıclav � a,ıcatOO'VVT]V O'VVTElvE, (&>.>.
71 s
1127 b ya.p !v EL71 TavT' a.pErijs), a>.>.' fv ols
µ.71ôoıos
TOLOVTOV a,a
cplpoVTOS ıcal EV >.6yce ıcal EV f3{ce cı.>.71 0€VEL T'f' T�V lç,v TOLOVTOS ELva,.
a&çEtE
a' !v o TOLOVTOS E7r'WK�S ELva,. o yap 8
cp,>.a>ı.�071s, ıcal EV ots µ.� a,acplpE, CLA1]8€Vwv, cı.>.718€VO'EL
s ıcal
EV ots a,acplpn ln µ.ô.ll.ov·
ôos EVAa/3�0'ETat,
o
C:,s yap alaxpov Tô 'YEV
YE ıcal ıca0' aVTO 1JVAa{3liTo·
13. ıcal Tijs flprıwfl"s add. lmelmann 1127b 6. "'"�" r,t 3� om. Kb
o a, TOL-
24. fort. ,cAJ, Tfi �[r,, ElıA�t'?ro pr. Kb Lb
30.
88
İstihza ile şarlatanlığın ortası da aşağı yukarı bu konularla ilgilidir, ama bunun da adı yoktur. Bunları da ele almak kötü olmaz; çünkü bunları tek tek ele almakla, karakter konu larında daha çok bilgi edinebiliriz ve erdemlerin orta olmalar u olduklarına, bütün durumlarda bunun böyle olduğunu gör mekle, inanabiliriz. Ortak yaşam ilişkilerinde amaçları haz ve acı vermekle ilgili olan insanlardan sözettik; şimdi de aynı şekilde, konuşmalarında, eylemlerinde ve olduğundan başka görünmek istediği şeyler konusunda doğru ve yalan söyle- 20 yenlerden sözedelim. Şarlatanın onur kazandıran şeylere -sahip olmadığı ya da sahip olduğundan daha büyük şeylere- sahip bir insan olarak görünmek istediği düşünülüyor; müstehzi ise bunun tersine, sahip olduğu şeyleri yadsır ya da daha küçük göstermeye çalışır; orta olan insansa, bizzat kendisi olan insan olduğundan, hem yaşamında hem konuş malarında doğruyu söyler; kendi hakkında sözederken, onda ıs olan özelliklerden sözeder: Ne daha azından ne de daha çoğundan. Bunlardan herbiri de bir amaçla ya da amaçsız yapılabilir. Bu insanlardan herbiri de eğer bir amaçla davran mıyorsa, nasılsa öyle konuşur, davranır ve yaşar. Yalanın kendisi çirkin ve kınanacak bir şeydir, doğru ise güzel ve övülecek bir şey. Böylece doğru konuşan, orta olan biri olduğundan :ıo övülmeli; yalan söyleyen tiplere gelince, her ikisi kınanmalıdır, ama şarlatan daha çok. Bunların herbirinden sözedeceğiz, ilk olarak da doğru söyleyenden başlayalım. Burada sözünü etti ğimiz, bir konuda söylediklerinde ya da bir adaletsizliğin veya adaletin ortaya çıkmasına neden olan konularda doğruyu söyleyen değil (çünkü bunlar bir başka erdemle ilgilidir), bunların hiçbir fark yaratmadığı durumlarda, sözlerinde de 1121b yaşamında da huyu böyle olduğundan, doğruyu söyleyendir. Böyle bir insanın doğru insan olduğu düşünülüyor; çünkü doğruyu seven biri olduğundan, fark etmeyen konularda bile doğru söylediğine göre, fark eden konularda daha çok doğ ruyu söyleyecek; yalan söylemek kötü olduğundan söylemeye s çekinecektir, zaten yalanın kendisinden çekini yordur. Böyle
89
IV. 7.
9 OVTO!, hraWETO!,. ,
' ,
' '
hr�
10 vr.Ep OAa!ı flvat. ' /3'' .. '
'le
Of
o
fJ,WO!i' /J,f'/UWO!i' EVEKa
11 T �
oıe• ' 'le ' ' ' , /".' ', ,' ' � ' 2 1 1:2 (OVK f:V Tl} uvvaµ.fl u EırTtV al\/\ EV TlJ 1rpoatpEırEC o< aAa\,wv,
, ' KaTa T7JV Eı;W yap Kat\ T· Ka�
16 yap � V7rEpj3o'A.� Kal � 'A.ıav lı\'AELit!, a'A.a(ovtKOV.
,
,
�
µ.ETptcı)!i' XPWfJ.WOL TlJ
l ' E pwvH
'
'
'
oi
Of
' ,, ' 'le' Eµ.1rouwv q. Kat 7rEpt Ta /J,7] Atav 30
8. a.ıroıcAıııEı Coraes 14. oı'ııc-15. &.Aa(�ıı lo--rıı, alio Ioco (post 1127 ı, 19. �" ıcal] 11BEı pr. K b : 22. El("Tlµlııa) habuisse videtur Aspasius 20. la-rp&ıı Kb Asp. : ıcal Kb : ıcal & vulg. fl'B11 cani. Ramsauer 21. -re\ -roıaİİ'Ta] -raİİ'Ta Kb Bıcı -roİİ'To om. Kb 24. � la-rpoıı vulg. 26. 3� K b r : 3� ıcal vulg. fCU'Ef'4 K b : Ta ıı,aııEpa �XA11POII Kb 27. Elııca-raıı,poJ111 TOTEpo( Kb : ırpoo-ıroıo6µEııoı seclus. Vahlen Lb Mb tlııca-rı.ıppoJ111 TOC Lb M b r
ı,,
ı,,
89 biri övülecek insandır. Olsa olsa, doğrunun daha azını söylemeye eğilim gösterecek; çünkü bu, abartmalar tik sindirici olduğundan, daha uygun görünüyor. Bir amacı olmadan sahip olduklarından daha fazlasına sahipmiş gibi görünmek isteyen, kötü birine benziyor (yoksa yalandan ıo hoşlanmazdı), ama kötüden çok boş biri gibi görünüyor. Eğer bir amacı varsa, ün ya da onur için yapanı pek fazla kınamamalı, şarlatan gibi; ama para ya da para sağlayan şeyler için yapan daha edepsizdir (şarlatanı böyle kılan bir olanak değil, yaptığı tercihtir; çünkü huyundan dolayı böyle olduğundan şarlatandır); tıpkı yalancı gibi: Kimi yalancı ıs yalanın kendisinden hoşlanır, kimi de ün ya da kazanç iste diği için yalan söyler. Demek ki ün uğruna şarlatanlık ya panlar, övülen ya da talihlilik sayılan özelliklere sahip gibi görünmek isterler; kazanç uğruna şarlatanlık yapanlarsa, başkalarına da bir şey sağlayan özelliklere sahip geçinmek isterler; böylece bunlara sahip olmadıkları gözden kaçabili yor; sözgelişi bilici, bilge, doktor geçinmek isterler. Bunun :ıo için çoğu kimse böyle şeylere öykünür ve bu konularda şar latanlık yapar; çünkü onlarda bu söylediğimiz huylar var dır. Müstehziler ise, olandan daha azını söylediklerinden ötürü, karakter bakımından daha sevjmli görünüyorlar; nitekim onların kazanç için değil, şişinmekten kaçındık ları için böyle yaptıkları düşünülüyor. Bunlar ün sağlayan ıs şeylere sahip olduklarını özellikle inkar ederler, Sokrates'in de yaptığı gibi. Küçük ve görünen şeylere öykünenlere ise tilki denir ve daha çok aşağılanırlar; kimi zaman da bu, şar latanlık olarak görünür, Ispartalıların giysileri gibi; çün kü hem aşırılık hem de abartılmış eksiklik şarlatanca şeyler dir. İstihzayı ölçülü bir şekilde kullananlar ve çok sıradan 30
IV. 7-8.
90
ıca, avEpa dpwvEVOJJ,EVOL xaplEVTES 4>alvovraL. aVTLICEL..� TE ıca, lMrn/ıLS 2 \ ' • ' .. T ,. yEI\.OL'f> Q'\\ Q \ ' OL' JJ,EV ovv V1TEp,-,a/V\.OVTES ,-,wµo"'oXOL
,. JJ,E..lyov..ofov, ıcal TWV 1TAEl >..lyuv µ.� a.7rp rnij EAEV0Epl'f' , � T'f> ._
\
I
,
....
7TOTEpov ovv TOV EV CTIC.W7TTOVTa opLCTTEOV
7 7rpos EV..>..a
111
vl q..
ov 15
oloµ. E0a
26. µ� ı\rpE,nj Ki> : µ� & rplrfı r: & rplrfı Lb M b 35. -rcıİİTcı Kb 2. 6:ypoııcos coni. Coraes: 6:ypıos codd. 4. 1128b 1. d'roı b Kb r 12. ıccıl 8. � !' iv -rcıis] al 3� Kb 11. oııı K i> r ı\vCl')'ıccılcı Kb
ı\ronA.EİTııı K b : ı\ronA.EıTcıı �} Lb Mb r
91
az fark göstermiyor. O halde iyi şaka yapanı hangi özelliğin- ıs den, soylu insana yakışmayan şeyler söylememekten mi, yoksa dinleyeni incitmemesi ya da neşelendirmesinden mi anla mak gerekir? Yoksa böyle bir şey belirlenemez mi? Çünkü başka başka insanlar başka başka şeylerden hoşlanmaz ya da hoşlanır; dinleyecekleri de böyledir; çünkü bir insanın dinle meye tahammül ettiği şeyleri söylediği düşünülüyor. Herşeyi de yapmayacaktır, çünkü alaylı şaka bir çeşit hakarettir ve :ıo yasa koyucular bazı hakaretieri yasaklarlar; belki de alaylı şaka yapmayı da yasaklamaları gerekirdi. O halde sevimli ve efendi adam, sanki kendisi kendine yasaymış gibi olacak. Orta olan insan böyle biridir, ister ona yol-yordam bilen, ister nüktedan densin. Şaklabanın ise güldürücü olana zaafı vardır, güldürmek sözkonusu olduğu zaman ne kendini ne de başkalarını sakınır; sevimli birinin söyleyemeyeceği, hatta Js bazılarının dinleyemeyeceği şeyler bile söyler. Dağdan inme 112sb insansa böyle konuşmalar için işe yaramaz; çünkü buna hiç katkısı olmadığı gibi herşeye de gücenir. Oysa dinlenme ve şakanın yaşam için zorunlu olduğu düşünülüyor. O halde yaşamda sözünü ettiğimiz üç türlü orta olma vardır, hepsi de bazı konuşmaların ve eylemlerin iletişimiyle ilgilidir. Arala- s rındaki fark, bu ortalardan birinin doğrulukla, ötekilerin ise haz verenle ilgili olmalarıdır. Hazla ilgili olanlardan da biri şakalarda, öteki ise -yaşamdaki başka ilişkilerde sözkonusudur. Utanma konusundan bir erdem olarak sözetmek pek yerinde değildir, çünkü bir huydan çok duygulanıma benziyor. Çoğu kez kötü ün korkusu diye belirlenir; felaket lerden korkmaya benzer bir şekilde oluşur: Nitekim utanan kişiler kızarır, ölümden korkanlar ise sararır. Bunların her ikisi de bedensel şeyler olarak görünüyor, bu da huydan çok duygulanımın bir özelliği olarak düşünülüyor. Ayrıca ıs bu duygulanım her yaşa değil, gençliğe yakışır. Nitekim
92
IV. 9-V. ı.
yap OfLV TOVS T71ALICOVTOVS alô�µ.oıias fiı•aı o,a TO 7Td.0fl
20
(wv
Tas 7TOAAa aµ.apT&.vflv, V7TO T�S aloovs Of ICWAVfCTÜaC ıcal ' ''le I ' ' I ı:,• /� vupov ı flraLVOV/J,fV TWV µ. Ev VEWV TOVS atu71µ. ovas, 1Tpfu,-., u ' \ ı r >ı:, !,_ ' l " ' s, ' , ı 0 't \ > OVuflS av f1TaLV«:CTflfV on at " u OVTWS t:XflV WCTT fl 1rpaça, I I 0 ' 'l ' r J '( 0 , r r TOLOVTWV TL TWV al CT)(VVHT a,, ıca, uta TOVT O.f(T a, f7Ttfl1C7l r ,.. ,ı , \ < I I < ' ı:,> < ' 11< al'I,uws, flCWV u flva,, aT01rov· f7Tt TOLS flCOVCTLOLS yap o
f7TtfllC�S ovol1rou 1rpa(fl Ta cpavXa.
30
fL71 o' •av � alôws l(
' ' av• " ' fCTTL " ' ' 1Tpaçat, 't ' 0' V7TO fCTfWS «:7itfllCH" fl yap al O-XVVOLT OVIC
7
1
r \ , , I , I ,1,. r \ ı:,> C , ı:,, TOVTO uf 1Tfp, Tas apfTaS. fl u 71 avaLCT)(VVTLa 't'aVI\.OV ıcat\ ' I > 'I,' r\\ >ı:, r 0at Ta' al uxpa' 1rpaTTflV, TO' JJ-71 OVufll µ. a/\.1\.0V TOV ' atuflCT
'
,..
'
,
,
0
,
'
' .,,
�' '�'
Ta TOtav,a 1rpaTTOVTa atCTXVVfCT at f7TtfllCfS. OVIC fCTTL u OVu 8 0' • ' ' 1. ' '\\' , 't 71 fyıcpauta u.pfT71, a/\.1\.a TLS /J,LICTlJ" UflX 71CTfTaL ı:,' Uf 7Tfpt\ 35 avT�S lv ro,s �uupov.
vvv
0€
1Tfpl o,ıca,oa-vv71s fL1TWJJ,fV.
E.
1129•
o,ıca,0CT11vr, s ıcal ao,ıc(as uıcrnTloı•, 7Tfpl 1rofos .. 't \ , \ • ' JJ-HTOT71s &. ' u TVYX vovu,v ovcrat 1rpaçfls, ıca, ıro,a fCTTLV 71 Ilfpl Of
5 o,ıca,0U1Jvr, , ıcal TO o!ıca,ov T(vwv µ. luov. � Of uıcl-ıj,,s �µ.'iv 2 � I • ,ı ' ' , ' '0 't r 't ' t:CTTCı.l ıcaTa T71v avT71v /J,f ouov TOLS 1rpoHp71µ.f VOLS. opwµ.fv u71 3 ıraVTas T�v To,av,71v l(,v f3ov>..oµ. lvovs Xlyflv o,ıcawa-vv71v, '
'
acp
•
""' � '- ' • \ ıca, \ a , ırk' 71s • � utıcato1rpautıcaıwv HCTL r,s ırpaıcnıco,\ TWV 't'
25. olıti' r ırloıs K b
J
ırcıl Tlı Tlı r : 3ıc\ Tb Rassow : fort. Kal 'l"'f 30. -r«p om. Kb 32; T luı Kb Lb : T lı M b Toıcıvrcı K b r: Tcıvrcı Lb M b
28. CU:011· 33. '1"4
92
duygulanımlarla yaşayıp, pekçok yanılgıya düştükleri için gençlerin utangaç olmaları ve utanmanın onları [bazı şeyleri yapmaktan] alıkoyması gerektiğini düşünürüz; utangaç gençleri överiz, oysa utanan bir insandır diye yaşlı birini hiç kimse övemeyecektir; çünkü _onun, utanç verici bir şey yapmaması gerektiğine inanıyoruz. Kötü şeyler yapmaktan meydana geliyorsa, utanç duyma doğru bir insanın da bir özelliği değildir (çünkü bu tür şeyleri yapmamak gerekir; bunların gerçekten çirkin şeyler olmaları ya da öyle sanılma ları arasında da hiç fark yoktur; her ikisini de yapmamalı ki utanmak gerekmesin); çirkin bir şey yapabilecek bir insan olması ise kötü insanın özelliğini oluşturur; ama böyle bir şey yaptığında utanacak bir insan olması, bundan ötürü de doğru insan sayılması yerinde değildir; çünkü utanma, iste nerek yapılanlarda meydana gelir, doğru insan da hiçbir za man ist�yerek çirkin şeyler yapmayacaktır. Utanma ancak varsayılarak doğru bir şey olabilir; kişi bir şeyi şayet yapar sa, utanacaktır, demektir; oysa erdemler konusunda bu böyle değildir. Nitekim eğer utanmazlık ve çirkin şeyler yap maktan utanç duymamak kötüyse, böyle şeyler yapanın utanmaması hiç yerinde olmaz. Aynı şekilde kendine ege men olma da bir erdem değil, bir karışımdır; bunu daha sonra göstereceğiz. Şimdi de adaletten sözedelim.
BEŞİNCİ KİTAP
20
25
30
1,
1129a
Adalet ve adaletsizlik üzerine düşünelim: Hangi ey lemlerle ilgili olduklarını, adaletin nasıl bir orta oldu ğunu, hakkın da nelerin ortası olduğunu. Düşünmemiz de , daha önce söylediklerimizdeki yolu izlesin. Şimdi görüyoruz ki, herkes insanların adil olanı yapan insanlar olmalarını, adil eylemlerde bulunmalarını ve haklı şeyler istemelerini
V. ı.
93
yoDcn ıca! /3011>..ovTaL nı ôlıca,a· '
, 5t {as, auLK
1TEpL
� , 5' auLKOV \ ..lyEu8a, � ÔLKaLO..&.yµ.au, olıca,ov luT1 ,,
1182 a ıcov av,uov,
' TTJV
' 0 ap,
µ.rı
'
'
l.\\'
UA"-
' nıc v.
a1rE.cı,ı,fv Lb M b
o'
fAaTTOV
31. ds 1132• 6.
100 tercih edilecek olan da iyidir ve daha çok tercih edilecek olan daha büyük iyidir. İşte adaletin bir türü budur. Adaletin geri kalan türü, gerek isteyerek gerek isteme- ıs yerek olan alışverişlerde görülen düzeltici adalettir. Bu ada let türü öncekinden başkadır. Çünkü ortak şeyleri paylaştır madaki adalet hep sözünü ettiğimiz oranlamaya göredir; ni tekim paylaştırma ortak mallarda olursa, katkıda bulunan- 30 ların birbirlerine oranları ne ise aynı oranda olacaktır; bu adaletin karşısında olan adaletsizlik de bu orana aykırı ola caktır. Alışverişlerdeki adalet ise belli bir eşitliktir, haksızlık ise bir eşitsizliktir, ama o [geometrik] oranlamaya göre değil, aritmetik oranlamaya göredir. Nitekim doğru bir kişinin mıa kötü birini ya da kötü birinin doğru birini dolandırması ve doğru birinin ya da kötü birinin zina yapması arasında hiç fark yoktur; yasa yalnızca zararın farkına bakar ve onlara eşit muamele yapar: Yani birinin haksızlık yapıp yapmadığı- s na, ötekinin haksızlığa uğrayıp uğramadığına ve birinin zarar verip ötekinin zarar görüp görmediğine bakar. Dolayı sıyla yargıç eşitsizlik olan bu adaletsizliği denkleştirmeye ça lışır; çünkü biri dövülüp öteki dövünce ya da biri öldürüp öteki öldürülünce, yapılan ile maruz kalınan eşit olmayan bir bölümleme olarak görünür; buna karşılık yargıç, cezayla ıo kazancı azaltarak bunları düzeltmeye çalışır. Böyle durumlara ilişkin 'kazanç' sözcüğü genel anlamda kullanılıyor, bunlara çok uygun bir ad olmasa bile: Örneğin 'kazanç' söz cüğünün dövenle ilgili olarak, 'zarar' sözcüğünün de dövü lenle ilgili olarak kullanılması gibi; yine de maruz kalınan şey ölçüldüğü zaman, zarardan ve dolayısıyla da kazançdan sözedilir: Demek ki, daha çok ile daha azın eşitleştirilmesi orta olandır, kazanç ve zarar ise karşıt anlamda daha çok ve ıs daha azdırlar: İyinin daha çoğu kötünün daha azı kazanç,
V. 4.
101 Kipôo-,,
ro
µ.luov
ro
µ.luov
>ı.1-
,,rov, �
ro
l1ravop0wTLKôV ÔıKawv &v ELT/
(71µ. las Kat KEpÔovs.
ÔLO K.aL orav aµ. ..a{3t:pov• E71't ôe f"wv cı>..>..wv ro µh ö>..ov ôp.olws, ro
'ı. ı., ut:
\
\
• 1...
ı.ov.
10
'E1rEı. ô' lcrnv aô,ıcovvra µ�1rw aô,ıcov Etva,,
o
7rOta aô,- VI.
K�µara aô,ıcwv �ô71 aôtıcos Eı.l' ' \ ' ' , .. .. \ .. ,., ' 71 1rTT/S' 71 JJ,OtXOS I\T/CTT77S' j 71 OVTW JJ,EV OV'ôEV ô LOLCTEL j Kat yap 20
'
,ı:, '
\ .!!. +_ , av ı.>ı.a ôıa 1ra0os.
r
IC/\E7rTT/S',
'
ov' ô ,a 1rpoa,pEcrEWS'
'
a.Ôt/CEt JJ,EV ovv, aÔtKOS' ô' , ovıc lırr,v, 2
,/, , .,, \ \ ' E7rt TWV a/\1\WV. oµo,ws ' E ıca, O OV OV
.l \
\' U,1\./\
'
,
ı:,'
,
' OVuE JJ,OLXOS'1 EJJ,OLXEV. , \ \ \ 1rov0os 1rpos To ô,ıca,ov, up71Tat 1rpoupov· uu ô t µ71 /\ avtf , , ' \ z.,-0/ avnv on TO /". t:,1JTOVJJ,EVOV EOTt ıca, TO a7rl\WS' ô ,ıca,ov ıca, TO ı:,I 'il } \ , \ \ Q, 7rO/\tnıcov ô,ıca,ov. TOVTO u EOTtV t:7rt ıco,vwvwv ,...,ov 1rpos TO .. ' ' ' ·\ 0Epwv ıca,• crwv 71 ıcaT aval\oy,av 71 Etva, avrapıcnav, EI\EV '' ' ff ,., , , ., ' " ' KaT ap,0µ.ov· WOTE Oı.o�s TO 1rpos ,ıca,ov, =a ıca, ı:e ' ıca 0' ' 30 oµ.oıoT17Ta. OTt yap ô ,ıca,ov, o s ıca, ı:oµ.os 1rpos avTovs· 1 l:, , \ I ô,,ıc71 ıcp{cr,s Tov ô ııca,ov ıca, vo os ô' tV o s au,ıcw· 17( yap (
,
\
ô'
)
\
-
,r
\
A
\\
1
\
,
µ.
\
\
(
r )
'
\
\ \
A
· · \ '
' '
r
\
A
..
r
ı
)
'
A
· '
\
,
..
\
..
'
,
A
.. '
..
� '
\
TOV aôlıcov. lv ols ô' aô,ıcla, ıcaı. TO aÔtKEtV EV TOVTOLS' ( EV ols 1 ,1 l:, \ \ ) ' , ) ÔE TO aô,ıcnv, ov 1racr,v au,ıc,a TOVTO ô EOTt TO 7r/\EOV aVTCf)
'
A
A
)
\
\
\
,
(
A
vlµ.nv TWV ch>ı.ws aya0wv, l>ı.aTTOV ÔE TWV a1r>ı.ws ıcaıcwv. 35 ô,o ovıc EWJJ.EV apxnv av0pw1rov, a>ı.>ı.a TOV >ı.6yov, Ön fovTf ' aVTlf 1rl\EOV nva, ô OKEL, Et7rEp ô,ıca,os (01/ yap VEJJ.EL 1rl\EOV TOV I , J ' 1 .!\. t \" , \ \ a7rl\WS' aya()OV avrce, El JJ.71 7rp0S' aVTOV av""'O)'OV Ecrnv• ô tO l:, \ , ,ı.. I .. 1 ' t lP 1roı1Et' ıca, uta TOVTO a/\1\0Tpıov Etva, .,,acr,v aya0ov 5 ET )
�
..
\
A
A
(
A
'
\
'
'
\
,
\
,
A
\
A
A
) \ \
'\'
'
'
)•
"
0' T71v ô ,ıca,ocrvvrıv, ıca 0' a1rEp E/\E)( 017 ıca, 1rpoupov µ.,cr os apa ' ' \ [ ,f f ' ( ' \ ' ns Ôouos, rovTo ôE nµ.71 ıca, ytpas· OTCf) ôE JJ.71 ,ıcaı•a Ta A
25. ıcııl post 22. olı Kb : olı!� vulg. 16. !ııcııloı.ı Kb : T'OU !ııcıılou vulg. 30. ıı{n-olıs Mb : o.l,.,.o{,s 3lıcıııovom. Kb 26. l1TT1J1 om. K" lrl om. Lb ll34 b 5. 1ro1Eİ _Sylburg vulg. 32. 3i, Muenscher 35. ıı&p.ov Mb
7
106
herbirinin doğal yapısının ne olduğundan bu şekilde sözetmiş olduk. Haksızlık yapan birinin adaletsiz insan olmaması da ola naklı olduğuna göre, kişi ne tür haksızlık yaparsa, artık her haksızlık çeşidi açısından adaletsiz insan -örneğin hırsız, zani ya da haydut- olur? Yoksa nasıl yaparsa yapsın bir fark olmayacak mıdır? Sözgelişi biri bir kadınla, kim olduğunu bilerek ama tercih ederek değil, tutkudan dolayı yatarsa, bir fark olmayacak mı? Demek ki haksızlık yapıyor ama adaletsiz değildir; örneğin hırsız değildir ama hırsızlık yapıyor, zani de ğildir ama zina yapıyor; öteki konularda da bu böyle. Adalet ile karşılık verme arasındaki ilişkinin nasıl olduğu daha önce söylenmişti. Ama araştırma konusunun hem genelinde adalet hem de toplumdaki adalet olduğunu da gözden kaçırmamak gerek. Bu ise özgür ve oranlamaya göre ya da sayısal olarak eşit kişilerin, kendilerine yeter olmaları için yaşamı paylaşma larında sözkonusudur; öyle ki bu özelliklerin bulunduğu kişiler arasındaki ilişkilerde toplumdaki adalet sözkonusu değil, buna benzetilerek adalet denen bir şey sözkonusudur. Nitekim aralarındaki ilişkiler yasayla düzenlenenler için hukuk sözkonusudur; yasa da birbirine haksızlık yapanlarda sözkonusu olur. Çünkü yargı, hak ile haksızlığı ayırmadır. Ve nerede adaletsizlik sözkonusuysa, orada haksızlık yapmak da söz konusudur, ama haksızlık yapmaların hepsinde adaletsizlik sözkonusu değildir; bu da kendisine genel olarak iyilerden daha çoğunu, genel olarak kötülerden de daha azını ayırmaktır. Bunun için bir insanın değil, aklın yönetmesine izin veriyoruz; çünkü bir insan bunu kendisi için yapar ve tiran olur. Oysa yönetici adaletin koruyucusudur ve eğer hakkın koruyu cusu ise eşitliğin de koruyucusudur. Ve eğer adil ise, kendi sinde daha fazla bir şeyin olmadığı düşünüldüğünden (nitekim kendisiyle orantılı olmadığı takdirde genel olarak iyiden kendine daha çok bir şey ayırmaz; bıınun için başkasına çalışır; bu nedenle de, daha önce söylediğimiz gibi, adaletin başkası için iyi bir şey olduğunu söylerler), ona bir karşılık veril melidir, bu da onur ve ayrıcalıktır. Bunlarla yetinemeyenler ise
15
20
ıs
30
35 1134b
V. 6-7.
107
TO Of OE \ Ö pwuLV' � > \. av µ71\ Ö La\ /\.7I al\./\. oµOI\.OYOVVTES I ,ı. \ '0 7IV aVTO µox071 pov,
7rEpl TOV 1rpayµaTOS, 7rEpl öe TOV 'irOTlpws ö{ıcaLOV aµcptu/371 -
TOVı.oyov
ii �
1rapa. Tô r