Militan Demokrasi [1 ed.]
 9786053329732

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

^ M iim S. iirshm

Çeviren: Ferit Burak Aydar

1 » C/D

GO GO

Genel Yayın: 3748

ALEXANDER S. KIRSHNER MİLİTAN DEMOKRASİ ÖZGÜN ADI A Theory of Militant Democracy The Ethics of Combatting Political Extremism C O PYR IG H T © 2 0 1 4 B Y A LEX A N D ER S. KIRSH N ER O R IG IN A LL Y P U BL ISH E D B Y Y A L E U N IV ER SIT Y PRESS

İN G İL İZ C E Ö ZGÜ N M ET İN D EN Ç EVİREN

FERİT BURAK AYDAR © T Ü R K İY E İŞ BANKASI K ÜLTÜ R Y A Y IN L A R I, 2 O I 4

Sertifika No: 29619 E D İTÖ R

DEVRİM ÇETİNKASAP GÖ RSEL YÖ N ETM EN

BİROL BAYRAM D Ü Z E LT İ / D İZ İN

IŞIK DOĞANGÜN G R A FİK TASARIM U YG U LAM A

TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI I . BASIM : M ART 2 O I 7 , İSTAN BU L

ISBN 978-605-332-973-2 BASKI

SENA OFSET AMBALAJ MAT. SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ M A LTEPE M AH. LİTRO S YO LU SK. N O :2/4 M A TB A A C ILA R SİT E Sİ 2 D K: 4 N B 7 ZEY TİN B U R N U / İSTAN BU L

(0212) 613 38 46 Sertifika No: 12064 Bu kitabın tüm yayın hakları saklıdır. Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında gerek metin, gerek görsel malzeme hiçbir yolla yayınevinden izin alınmadan çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz. TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI İST İK L A L C A D D E Sİ, M E Ş E L İK SO KAK NO: 2 /4 BEYO Ğ LU 3 4 4 3 3 İSTAN BU L

Tel. (0212) 252 39 91 Faks (0212) 252 39 95 www.iskultur.com.tr

militan demokrasi ALEXANDER S. KIRSHNER

*

TÜ R K İYE N * BANKASI K ültür Yayınları

İçindekiler Teşekkür............................................................ ............ xiii 1 Giriş..... ..... ...... .................................................. ..... .......... 1 2 Kendini Sınırlandıran Militan DemokrasiTeorisi

33

3 Demokrasiyi Savunma Amaçlı Siyasal Düzenlemeler.77 4 AntiDemokratların Dışlanmasını Gerekçelendirmek.................................................... 109 5 Önleyici Müdahale ............................ .... .......................135

6 Siyasal Dışlama ve Militan Demokrasinin Sınırları..... 179

Sonuç ......................... ...... .................. .... ................................. Kaynakça.......................................................................213

Annem Judith ve babam Jules’e ithafen

Hoşgörü ilkesine içkin çatışkı sorunu ebedidir ve ebedi­ yen çözümsüzdür: Hoşgörüsüz olan fikir ve hareketlere karşı hoşgörüden bahsetmek ve hoşgörülü davranmak nasıl mümkün olabilir? Eğer bu fikir ve hareketleri zor yoluyla bastırırsak, kendi temel ilkelerimize aykırı hareket ederiz; yok, eğer onlara hoşgörü gösterirsek yine temel ilkelerimize ters düşeriz, zira bu şekilde onların zafere ulaşıp toplumsal pratikteki hoşgörü ilkesini yok etmelerini sağlamış oluruz. Öte yandan, bu çelişkinin tarihsel gelişimin seyri içinde kendiliğinden çözüleceğini düşünmek de bu koşullarda züğürt tesellisi olur, zira iki seçenek var: Ya hoşgörünün tüm düşmanlarım katlet­ tikten sonra hoşgörüyü sınırsızca hayata geçirebiliriz ya da bu hareketler zaman içinde hoşgörüsüzlüklerini bir kenara bırakırlar. LESZEK KOLAKOWSKI, “Tutarsızlığa Methiye” Çaüşmalardan vareste kusursuz bir toplum yerine, çatışmaların demokrasi oyununun kuralları dahilinde çözülebildiği çatışmak bir toplum için mücadele etmeliyiz. ADAM MICHNIK, Daniel Cohn-Bendit mülakatı, 1987

Teşekkür Bu kitap New Haven, Paris, New York, Berlin ve Abu Dabi’de yazıldı, Durham, Kuzey Carolina’da tamam­ landı. Her birinde ilham verici akıl hocalarım, talepkâr muhataplarım ve cömert dostlarım olduğu için şanslıy­ dım. Kitabın ilk adımlarının atıldığı Yale’de enerjik bir siya­ set bilimi camiasına dahil olma ve muazzam akademis­ yenlerle birlikte çalışma ayrıcalığına eriştim. Ian Shapiro bilgeliği, azmi ve hangi soruların gerçekten önem arz ettiği, hangi tür cevapların ikna edici olduğuna dair ender görülen yeteneğiyle projem için ideal bir damşman oldu. Keza Bruce Ackerman’la birlikte çalıştığım için de talihliy­ dim. Bu kitapta incelenen tezlerin birçoğu onun soruları­ na ve sorgulamalarına yanıt olarak geliştirildi. Düşünme ve tartışmaya kattığı ciddiyet ve bariz neşe duygusu benim için model olmayı sürdürecektir. Bryan Garsten’ın keskin eleştirileri ve kuramsal nüanslar konusundaki bir o kadar etkileyici rahatlığı projeyi temelden şekillendirdi. Sue Stokes değerli önerileri ve yerinde destekleriyle bana çok cömert davrandı. Gerek Hélène Landemore gerek Paulina Ochoa Espejo projenin tüm versiyonlarını okudular ve önemli yorumlarda bulundular. Yale’de Omri Boehm, Ulrika Carlsson, Steven Engel, Dominika Koter ve Rob Becker, Philipp Nielsen, Andrea Pozas-Loyo, Nassos Roussias, Matthew Shaw, Paolo

Spada, Abbey Steele, Shatema Threadcraft ve Ezer Verba’nın paha biçilmez dostluğu ve ikna edici sohbetle­ rinden yararlandım. Bu grup olmasaydı ya da Omri’nin her istediğimde konmama izin verdiği divan olmasaydı bu proje neye benzerdi bilmiyorum. New York’ta Philipp Nielsen, Shatema Threadcraft ve Michal Waerzoniak benim için ideal Bobst Kütüphanesi sohbet arkadaşları oldular. Philip Nielsen bir kahramanlık örneği sergile­ yerek kitabın taslak halini okudu ve yorumlarıyla son haline epey katkı sundu. NYU Abu Dabi’de çok farklı eğilimlerden üret­ ken bir grup sosyal bilimciye katılma bahtına eriş­ tim. Ivan Szelenyi, Sağlar Bougdaeva, Mario Chacon, Chetan Dave, Georgi Derluguian, Mitch Duneier, Roger Friedland, Jeff Jenson, Peng Lu, Becky Morton, Abdul Noury, Sana Odeh ve Daniel Vaughn’a özel teşekkür borçluyum. Duke’de de şansım yaver gitti. Bir başka canlı siyasetbilimciler camiasına kabul edildiğim için talihliydim. Steve Engel, Andrea Pozas-Loyo ve Thomas Donahue’ye özellikle teşekkür borçluyum. Kilit bölüm­ lerin son hallerini okudular ve gözden geçirmem için önemli ipuçları sundular. Keza sürecin farklı aşamaların­ da yapıcı önerilerle bana yardımcı olan akademisyenlerin de adını anmak istiyorum: Akhil Amar, Seyla Benhabib, Corey Brettschneider, Bonnie Honig, Samuel Issacharoff, Karuna Mantena, Andrew Rehfeld, Nicholas Sambanis ve Steven Smith. Ted Piconne olmasaydı bu proje de olmazdı. Demokrasiye halktan gelen tehditler konusuyla, Açık Toplum Enstitüsü ve Demokrasi Koalisyonu Projesi’nde Ted’in yanında çakşırken ilgilenmeye başladım. Üzerinden neredeyse on yıl geçmiş, ama kendisi akıl hocam ve dos­ tum olmayı sürdürüyor.

Bili Frucht ve Jaya Chatterjee’ye bu projenin Yale Üniversitesinde tamamlanmasındaki çabalarından ötürü minnettarım. Kitabı gözden geçiren isimsiz kahramanla­ rın önerilerinden de yararlandığımı belirtmeliyim. Erik Carlson’un bu projenin tamamlanmasında kritik bir yardımı oldu. Son olarak, bu proje başladığından beri ne mutlu bana ki büyüyen aileme ve yakın dostlanma teşekkür etmek istiyorum. Amina ve çocuklara, Ben, Bili, Chris ve Dan’a teşekkürler. Kardeşim Jessica ve ailesine, Dan, Rebecca ve Evan’a koca bir teşekkür. Annebabam Judith ve Jules’e özellikle müteşekkirim. Onların tavsiyeleri, teş­ vikleri ve sevgisi her gün beni besliyor. Son olarak, eşim Helene’e teşekkürler. O benim kalbim. 5. Bölüm’ün bir versiyonu “Prosedüralizm ve Demokrasiye Yönelik Halk Tehditleri” başlığıyla Journal o f Political Philosopby’nin Aralık 2010 sayısında yayınlanmıştı.

Giriş Bir Demokratik Karşıdevrim Biçimi Olarak Militan Demokrasi “Yasa! Ya da ateş ve katliam! Yasa! Ya da ateş ve katliam!” 23 Mart 1933’te Kroll Opera Binası’m kuşa­ tan kahverengi gömlekli Nazi güruhunun bağıra çağıra savurduğu tehdit buydu.ı Devasa bir yapı olan bu opera binası Reichstag binası yandıktan sonra bir süredir parla­ mentoya ev sahipliği yapmaktaydı. Mart ayının bu öğle­ den sonrasında parlamentonun gündeminde, yeni atanan şansölye Adolf Hitler’e Alman devleti karşısında geniş takdir yetkileri tamyan Yetkilendirme Yasası (Ermächti­ gungsgesetz) vardı. Meclisteki seçilmiş temsilcilerin üçte ikisinden daha fazlası demek olan 444 vekil yasaya evet oyu verirken, 91 vekil hayır dedi. Geri kalan 81 vekil ise bazıları hapiste olduğu, bazıları da carımın derdine düş­ tüğü için oylamaya katılmamıştı.2 Daha iki hafta önce, şiddetin damga vurduğu ulusal seçimlerde Nazi Partisi 1 2

Gilbert Fergusson, “A Blueprint for Dictatorship. Hitler’s Enabling Law of March 1933” , International Affairs 40, No. 2 (Nisan 1964): 250. Richard Evans, The Corning o f the Third Reich: A History (New York: Penguin Press, 2003), 350-54.

ve Alman Milli Halk Partisindeki müttefikleri oyların ço­ ğunluğunu almıştı. Ne bu seçim ne de Weimar Cumhuriyeti’nin feshedilmesinden hemen önceki oylama demok­ ratik meşruiyet standartlarına asgari düzeyde uyuyordu.3 Ne çare ki Weimar Cumhuriyeti halk çoğunluğunun ana­ yasal bir rejimi devirmek üzere demokratik usullerden yararlanabilmesine izin veriyordu. Alman hukukçu Karl Loewenstein, Ermächtigungsgesetz’ın kabulünden dört yıl sonra “militan demokrasi’’' terimini tedavüle soktu. Loewenstein Nazilerin iktidarı ele geçirişine bizzat şahit olmuş, ardından ABD’ye kaçmıştı. American Political Science Review dergisinde yazan Lo­ ewenstein, bir militan demokrasinin “parlamenter sisteme ve demokrasiye düşman olan partilerin doğuşunu ve yük­ selişini” engellemek için savaşacağını iddia ediyordu.4 Yir­ minci yüzyıl faşizminin gadrini yaşamış diğer birçok isim gibi Loewenstein da hoşgörüsüzlüğe hoşgörüsüzlükle kar­ şılık verilmesi gerektiğini savunuyordu.5 Demokratik ol­ mayan rejimlerde yaşamayı tercih edenlerin haklarına say­ gı duymak (başka bir deyişle antidemokratların haklarına 3

4 5

Yasaya oy vermiş parlamenterlerin buna mecbur kalıp kalmadıklarına dair bir tartışma vardır. Fakat Nazi Partisi’nin hayır oyuna ne yanıt vere­ ceği konusunda şüphe yoktur. Ayrıca oylama sürecine ciddi düzeyde şid­ det ve gözdağı damga vurmuştu. Merkez partilerin neden Ermâchtigungsgesetz’e oy verdikleri meselesi hakkında, bkz. Ivan Ermakoff, Ruling O n eself Out: A Theory o f Collective Abdication (Durham, NC: Duke University Press, 2008). Karl Loewenstein, “Militant Democracy and Fundamental Rights, I” , American Political Science Review, 31, no. 3 (1937): 424. Bir başka mülteci olan Karl Popper’ın yazdığı gibi: “ Dolayısıyla hoşgö­ rü adına hoşgörüsüzlere hoşgörü göstermeme hakkını talep etmeliyiz. Hoşgörüsüzlük vaaz eden her hareketin kendisini hukuk dışına attığını iddia etmeli ve nasıl ki ölüme, çocuk kaçırmaya ya da köle ticaretini canlandırmaya teşviki suç sayıyorsak, hoşgörüsüzlüğe ve zulme teşviki de suç olarak görmeliyiz.” Karl Popper, O pen Society and Its Critics (Princeton, New Jersey: Princeton University Press, 1950), 546. [Türkçesi için, bkz. Açık Toplum ve Düşm anlan, çev. Mete Tunçay, Liberte Yay., 2013.]

saygı duymak) Loewenstein’m umurunda değildi.6 Benim “militan demokrasinin paradoksu” adını vereceğim şeyin içerdiği kısıtlamaları reddediyordu: Özyönetime yönelik meydan okumaları karşılama çabaları demokratik siyase­ tin yozlaşmasına ya da temsiliyetçi bir rejimin yıkılmasına yol açabilir, böyle bir paradoks vardır. Loewenstein’a göre, demokratlar “tam da demokrasinin temellerini muhafaza etmek adına bu temelleri” kısıtlamaktan çekinmemeliydi.7 Halkın baskısı sebebiyle düşen rejimler “yumuşak başlı­ lığının kurbanı olmak gibi büyük bir günah” taşıyordu.8 Bugün Weimer’dan çıkartılan “dersler” pek revaçta­ dır. Demokratik bir rejimin düşmanlarını alttan alması gerektiği fikrini kabul eden çok az siyaset kuramcısı ya da demokratik yönetim vardır. Radikal diyemeyeceğimiz bir isim olan John Rawls, “İnsanlar birileri çıkıp da onların varoluşunun temelini dinamitlerken öylece seyredemez­ ler” diye yazmıştı.9 Modern temsiliyetçi rejimler, başka bir deyişle poliarşiler aşırılıkçı bireylerin ve siyasal örgüt­ lerin faaliyet alanını sınırlayan tedbirler alıyorlar: Bunlara demokrasisini sağlamlaştırmış olanlar da (İsrail), sağlam­ laştırmamış olanlar da (Irak); zengin bir demokrasi kül­ türü olanlar da (Fransa), olmayanlar da (Hindistan); geç­ mişinde çarpıcı bir kurumsal başarısızlık hikâyesi olanlar da (Almanya), siyasal istikrar konusundaki siciliyle gurur duyanlar da (Birleşik Krallık) dahildir. Savunmacı önlem­ lerin siyasette ciddi bir ihtilaf konusu olduğu Türkiye gibi ülkelerde bile, tartışma temsiliyetçi hükümeti savunma­ nın gerekip gerekmediği etrafında değil, genellikle kimin 6

7 8

9

Bir sonraki bölümde anti-demokratları poliyarşinin temel öngerekliliklerini (genel oy hakkı gibi) karşılamayan bir siyasal rejimi bu öngereklilikleri karşılayan bir rejime tercih eden bireyler olarak tanımladım. Loewenstein, “Militant Democracy and Fundamental Rights, I”, 432. Karl Loewenstein, “Militant Democracy and Fundamental Rights, II”, American Political Science Review, 31, no. 4 (1937):653. John Rawls, A Theory of Justice (1971; yeniden baskı Cambridge, MA: Belknap Press of Harvard University Press, 1995), 218.

(İslamcıların mı ordunun mu?) demokrasiye tehdit oluş­ turduğu etrafında dönmektedir.ıo Bugün, demokrasinin halktan gelen tehditlerle savaşmak için atabileceği ve at­ ması gereken adımları açıklamaya hasredilmiş ciddi bir akademik yazın var.ıı Demokrasi karşıtlarına karşı durma çabaları dur durak bilmese de, demokrasi halktan gelen bir tehditle tehlikeye düştüğünde söz konusu olan normatif mesele­ lere dair kavrayışımız görece yenidir. Ben de dahil olmak üzere militan demokrasi konusunu çalışan birçok isim Loewenstein’ın temel tezini kabul ediyor: Demokratlar özyönetimden yana olmalıdır. Öte yandan, günümüz araştırmacıları Loewenstein’ın yaklaşımında belli bir nüansın eksik olduğunu sezgileriyle yakalıyorlar; yasala­ rın hükümsüz kılınması, partilerin kapatılması ve demok10 Bu eser boyunca temsili/temsiliyetçi ile demokratik kelimelerini eşanlamlı kullanıyorum. 11 Bkz. Issacharoff un sunduğu içgörülü hukuki analiz. Odak noktasında “si­ yasal katılım kısıtlamalarını yöneten ya da yönetmesi gereken kurumsal etmenler, özellikle de bunların üst mahkemeler tarafından nasıl değerlendi­ rildiği” vardır. Samuel Issacharoff, “Fragile Democracies,” Harvard Law Review 120, no. 6 (2007): 14 0 5 -6 7 ; Giovanni Capoccia, Defending D e­ m ocracy: Reactions to Extremism in Interwar Europe (Baltimore: Johns Hopkins University Press, 2005); Nancy L. Rosenblum, On the Side o f the Angels: An Appreciation o f Parties and Partisanship (Princeton, NJ: Prince­ ton University Press, 2008), 9. Bölüm; Thomas Christiano, “ Commentary: Cannibal Democracies,” Cardozo Journal o f International and Compara­ tive Law 7 (1999): 4 7 3 -7 8 ; Raphael Cohen-Almagor, “Disqualification of Political Parties in Israel: 1 9 8 8 -1 9 9 6 ,” Em ory International Law Review 11, no. 1 (1997): 6 7 -1 0 9 ; Ermakoff, Ruling O n eself Out-, Gregory H. Fox ve Georg Nolte, “Intolerant Democracies,” Harvard International Law Journal 36, no. 1 (1995): 1 -7 0 ; Patrick Macklem, “Militant Democracy, Legal Pluralism, and the Paradox of Self-Determination,” International Journal o f Constitutional Law 4, no. 3 (2006): 4 8 8 -5 1 6 ; Yigal Mersel, “The Dissolution of Political Parties,” International Journal o f Constituti­ onal Law 4, no. 1 (2006): 8 4 -1 13 ; Peter Niesen, “Anti-Extremism, Nega­ tive Republicanism, Civic Society: Three Paradigms for Banning Political Parties,” German Law Journal 3, no. 7 (2002), www.germanlawjoumal. com/index.php?pagell)= 11 &artlD=l 64, erişim tarihi 1 Ekim 2012; Markus Thiel (haz.), The “Militant D em ocracy" Principle o f M od em D em oc­ racies (Famham, Birleşik Krallık: Ashgate, 2009).

ratik katılımın yasaklanmasında bazı ciddi mahzurlar olabileceğini kabul ediyorlar.12 Başka bir deyişle, Weimar yağmurundan kaçayım derken McCarthycilik dolusuna tutulmamanın en iyisi olduğunu görüyorlar. Bu içgörüye rağmen, militan eylemin ahlaki faturasının ve dolayısıyla demokrasiyi korumayla ilgili zorlukların mahiyeti hâlâ belirsizdir ve yeterince tanımlanmamıştır. Sonuç olarak, savunmacı eyleme ne zaman gerek olduğunu ve bu eyle­ min sebep olduğu zararın nasıl tazmin edileceğini eniko­ nu düşünmek için ilkeli bir çerçeveden mahrumuz. Militan demokrasinin normatif alanıyla ilgili taraflı kavrayışımız, bence kısmen de olsa, siyaset kuramcılarının antidemokratik kararların normatif statüsünü tartışmaya öteden beri duydukları meraka bağlanabilir. Halktan du­ yulan korku, daha somuta inersek halkın meşru özyöne­ tim kuramlarından feragat etme kararı alacağı korkusu si­ yaset felsefesinin çok eski ve merkezi bir temasıdır.13 James Madison “Çoğunluk bir hizip içinde yer aldığında, halk hükümeti formu, hem kamu yararının hem de diğer yurt­ taşların haklarının o hizbin yönetme tutkusu veya çıkarına feda edilmesini olanaklı kılar” uyarısında bulunmuştu.14 Jean-Jacques Rousseau ise “Bir halkın tamamı özgürlü­ ğünden feragat edip kendini bir krala teslim edebilir” di­ yen Hobbes’a ateş püskürmüştü. Böyle bir karar almak için deli olmak gerekirdi ve “delilik ile hak bir arada ol­ mazdı”.^ Bugün antidemokratik kararlardan duyulan bu 12 Örneğin bkz. Issacharoff, “Fragile Democracies,” 1411. 13 Plato, The Republic, haz. G. R. F. Ferrari, Ing. çev. Tom Griffith (Cambri­ dge: Cambridge University Press, 2000), 565c-566b, s. 2 7 9 -80 . [Türkçesi için, bkz. Platon, Devlet, çev. Sabahattin Eyüboğlu ve M. Ali Cimgöz, İş Bankası Kültür Yay., 2012.] 14 James Madison, “Federalist 10,” The Federalist içinde, haz. Jacob E. Cooke (Middletown Connecticut: Wesleyan University Press, 1961), 60 15 Jean-Jacques Rousseau, “The Social Contract,” The Social Contract and Other Later Political Writings içinde, haz. Victor Gourevitch (Cambridge: Cambridge University Press, 1997), Kitap 1, Bölüm. 4, s. 44-48. [Türkçesi için, bkz. Toplum Sözleşmesi, çev. Vedat Günyol, İş Bankası Kültür Yay., 2016.]

korku demokratik otoritenin sınırları ve yargı denetiminin meşruiyetine dair tezleri tetiklemektedir. Kuşkusuz, anti­ demokratik yasaların manevi ağırlığı ve bu tür yasalara uygun kurumsal yanıtlara dair sorular hem kuramsal hem de pratik açıdan değerlidir. Fakat aşağıda göstereceğim üzere, antidemokratik yasaların normatif statüsüne ilişkin irdelemeler dikkatimizi hayati bir gerçeklikten uzaklaştır­ maktadır: Demokrasiyi sadece antidemokratik yasalar de­ ğil, antidemokratlar da tehdit etmektedir. Dolayısıyla tahlilim özünde şu gözlemlerden yola çıkı­ yor: Antidemokrat kimseler var, onların katılımdan yana meşru çıkarları var ve onların çıkarlarına saygı duymak demokratlar için etik açıdan zorlu ikilemler doğurmak­ tadır. Bu gözlemler ışığında, elinizdeki kitapta temsiliyetçi hükümete yönelik halk muhalefetiyle mücadele için ilke­ sel bir çerçeve sunacağım. Bu çerçeve bize demokrasiye yönelik iç tehditlerin doğurduğu zorlukları teşhis etme imkânı sunacak; ayrıca bizim özyönetimi savunma ne­ denlerimizle mümkün mertebe tutarlı bir şekilde bu prob­ lemlerle nasıl başa çıkılabileceğine de ışık tutacak. Mode­ limiz temsiliyetçi kurumların savunulmasını demokratik yönetişim biçimlerini ideal diyemeyeceğimiz koşullarda yayma mücadelesini, bu geniş ve uzun erimli mücadelenin bir bileşeni olarak ele alıyor. Bu mücadele otoriter rejimle­ ri devirmeyi amaçlayan yeraltı mücadelesiyle başlıyor, ge­ çiş aşamasında temsili kurumların yaratılmasıyla devam ediyor ve yerleşik demokrasilerin özyönetimci niteliğini sürdürme ve güçlendirme çabalarını kapsıyor. Demokrasiden ya da temsiliyetçi bir rejimden bahse­ derken, Robert Dahl’in poliarşi diye tarif ettiği yönetim­ leri kastediyorum. Dahl’in fikrinin Joshua Cohen ve Joel Rogers tarafından çok iyi özetlendiğini görüyoruz: Poliarşiler “neredeyse tüm yurttaşların çeşitli bilgi kaynaklarına erişim imkânının yanı sıra; oy hakkı, siyaset sahnesinde

kendini ifade etme, örgütlenme ve devlet makamlarına gelme hakkının da olduğu” kusurlu rejimlerdir; “bu re­ jimlerde seçimle işbaşına gelmiş resmi görevliler kamu politikalarını ellerinde tutarken, yurttaşlar da özgür ve adil seçimlerle bu görevlileri seçerler. ” i6 Bir poliarşinin idealden birkaç kademe aşağı olduğunu ve demokrasi­ lerin daha demokratik olabileceğini söylemek, demok­ rasinin kesintisiz bir değişken olduğunu ima eder. Benim buradaki amacım, özyönetim hakkında yeni bir izahın doğruluğunu ispatlamaya çalışmaktan ziyade, özgül bir siyasal problemi (demokrasiye yönelik halktan gelen mey­ dan okumalara nasıl yanıt verileceği meselesini) irdelemek olduğundan; demokrasiye yönelik tehditler araştırmamı bireylerin siyasal katılımdan yana çıkarları bağlamına yer­ leştiriyorum. Bir politikanın bir rejimi daha demokratik kılacağını söylerken, dar manada kastım böyle bir rejimin kurum ve faaliyetlerinin, adil bir siyasal sisteme katılım konusunda bireylerin eşit hakka sahip olmalarıyla daha tutarlı olacağıdır. Katılım hakkına odaklanıyorum, çünkü demokrasiye yönelik halktan gelen tehditlerin gündeme taşıdığı etik ikilemlerin merkezinde bu hak vardır. Elbet­ te, meşru hükümet kuramları siyasal katılıma farklı ahlaki ağırlıklar atfeder. Başka kuramcıların katılım hakkına dair görüşleri, bu hakkın bir boyutuna bir diğerinden daha fazla vurgu yapmaları dolayısıyla elbette benim görüşle­ rimden farklı olacaktır. Fakat benim tezlerim ikna edici olacaksa, tahlilim antidemokratların doğurduğu normatif ikilemlerin başarılı bir haritasmı çıkarmalı, diğer kuramcı­ ların temsili hükümete halktan gelen meydan okumaları 16 Joshua Cohen ve Joel Rogers, “ Directly Deliberative Polyarchy,” Philosop­ hy, Politics, Dem ocracy: Collected E ssays (Joshua Cohen) içinde (Cambri­ dge, MA: Harvard University Press, 2009), 181; Robert Dahl, Democracy and Its Critics (New Haven, CT: Yale University Press, 1989). [Türkçesi için, bkz. Robert Dahl, Demokrasi Üstüne, çev. Betül Kadıoğlu, Phoenix Yayınevi, 2001.]

demokrasinin değerine dair kendi yaklaşımları ışığında değerlendirmeleri için sağlam bir temel sağlamalıdır. Bu proje otoriter rejimlerde demokratik kurumlar yerleştirmeye çalışmış insanların deneyimlerini araştı­ rıyor. Daha özelde, Polonyalı gazeteci ve sabık muhalif Adam Michnik’in yazılarını ve Polonya’daki Dayanışma (Solidarno ) Hareketi’ne mensup diğer aydınların çalış­ malarını irdeliyorum. Dayanışma’nın demokrat isyancı­ ları, iktidardaki “devrimci” partinin otoriter siyasetine öykünmeden komünist rejimi değişime zorlamayı dene­ mişlerdi; hem radikal devrimin mükemmeliyetçi hırslarını hem de Leninist öncü örgütlenmesinin tekinsiz yollarını reddetmişlerdi. Dayanışma, ideolojik isyanın öngörüle­ bilir tuzaklarına düşmemek için, demokratik olan ama ütopyacı olmayan amaçları ve araçları benimsemişti. Çoğulcu, temsiliyetçi bir rejim kurma çabaları “kendini sınırlandıran bir devrim” doğurmuştu.17 Militan demokratların karşılaştığı etik güçlüklerin temel yapısı, demokrat isyancıların karşılaştığı güçlük­ lere benzerdir. İki grup da antidemokratların varlığı ve nüfuzuna rağmen demokratik kurumlan genişletmeye çalışır. İki örnekte de demokrasiyi genişletmek demokra­ tik olmayan eylemler gerektirebilir. Demokrat isyancılar gizli faaliyet yürütmek, hiyerarşik şekilde örgütlenmek ve destekçilerine danışmadan kararlar almak zorun­ da kalabilirler. Demokrasi savunucuları ise partileri ya­ saklayıp, antidemokratların siyasal makamlara gelme yollarını tıkayabilir ve tehlike arz eden çoğunluk karar­ larını tersine çevirebilirler. Son olarak, gerek demokrat isyancılar gerek militan demokratlar faaliyetlerinin yol açtığı zararları sınırlamaya dikkat etmek zorundadırlar.

17 Tabiri ilk kullanan Jacek Kuro ’dur. Martin Malia, “Poland: The Winter War,” N ew York Review o f B ooks, 18 Mart 1982, www.nybooks.com/ articles/6682, erişim tarihi June 15, 2009.

Elbette, temsiliyetçi hükümeti savunanların erişimindeki araçlar ile temsiliyetçi kurumlan yerleştirmeye çalışanların yararlandığı araçlar farklıdır. Fakat özyönetim hedefli demokratik çabaların altında yatan ilkeler bu hükümet biçimini savuma yönündeki demokratik çabalara kılavuzluk edebilir. Burada genel hatlarını ortaya koyduğum militan de­ mokrasi modeli iç içe geçmiş üç ilkeden oluşuyor. Birincisi ve en önemlisi, gerek demokrat gerek demokrat olmayan tüm yurttaşların katılım hakları her koşulda saklıdır. Mili­ tan demokrasinin katılım ilkesidir bu. Özyönetim karşıtla­ rının önemli demokratik çıkarları olduğunu kabul etmek, antidemokratik eyleme nasıl yanıt verileceğini belirlerken bu çıkarların hesaba katılması gerektiği anlamına gelir. İkincisi, dışlayıcı yönetimler ya da politikalar (mesela parti kapatmalar) ancak antidemokratların başkalarının haklarını sinsice ihlal etmelerini engellemek adına kabul edilebilir. Buna sınırlı müdahale ilkesi diyoruz. Militan politikaların amacı ideal bir rejim kurmak olmamalıdır; bunun yerine, savunmacı projelerden yararlanarak orta yolcu bir hedefe ulaşmalıdır: Ehil yurttaşların anlamlı bir rol oynayabileceği kusursuz olmayan bir siyasal rejim, yani poliarşi. Temsiliyetçi hükümet amaçlayan demokratik çabalar gibi meşru bir rejimi korumaya çalışan ilkeli girişimler de kısıtlanmalıdır ya da kendi kendini sınırlamalıdır. Michnick şöyle yazmıştı: “Çoğulcu demokrasi karmaşık gerçeklikler karşısında taviz vermeyi gerektirir. Taviz felsefesi ikircimleri kabul eden bir felsefedir. Radikalizm, devrim, demagoji ve şiddet felsefesi ise daha kolay yoldan gider, ama yukarıda izah ettiğim gibi, demokrasiye değil, giyotine varır.” ıs 18 Adam Michnik, “Towards a Civil Society: Hopes for Polish Democracy: Interview with Erica Blair (John Keane),” Letters from Freedom : P o stCold War Realities and Perspectives içinde, haz. Irena Grudzi ska Gross, İng. çev. Jane Cave (Berkeley: University of California Press, 1998), 11.

Üçüncüsü ve sonuncusu, demokratların özyönetimi savunma çabaları, savunma amaçlı eylemden doğabilecek zararın farkındalığıyla şekillenmelidir. Bu da demokratik sorumluluk ilkesidir. Devletler demokrasiyi korumak için çok az şey yapabilirler; ama demokrasi adına aşırıya kaç­ tıkları da vakidir. Bu demektir ki, savunmacı pratiklere de zorunlu olduğu kadar sık, ama mümkün olduğunca seyrek başvurulmalıdır.19 Ayrıca, militan demokratların antidemokratlara demokrasideki müstakbel partnerleri olarak davranma ve bir politikanın tüm bileşenlerine, fa­ aliyete güvenle katılma imkânı tanıyacak koşulları hızla teminat altına alma sorumlulukları vardır. Meşru devrim kuramları ile militan demokrasi kuram­ ları arasında sıkı bir akrabalık ilişkisi vardır. John Locke Yönetim Üzerine İkinci İnceleme kitabında meşru hü­ kümeti savunmak ile devrimi birbirine bağlayan mantık köprüsüne dikkat çekmişti. Halk direnişine ilişkin meşhur değerlendirmesinde Locke, yerleşik ve meşru bir hüküme­ tin uyruklarının hükümetin alttan alta çökertilmesine izin verip veremeyeceklerini sorgulamış ve bu fikri kesinkes reddetmişti. İyi bir rejim kurma hakkını kabul ederken o rejimi savunmanın muteber olduğunu kabul etmemek yanlış ve şüpheli bir mantığa sarılmakla olabilirdi ancak. “Fiilen bunun anlamı insanlara önce köle olun, sonra özgürlüklerinize sahip çıkarsınız demektir: Zincire vurul­ duğunuzda özgürmüş gibi davranabilirsiniz!” Bireylerin tiranlara direnme hakkı olduğunu ama tiran olacağı belli olan kişileri iktidardan alıkoyma hakkı olmadığını savun­ mak demek, direnme hakkını meşru olmaktan çıkarmak demektir. Meşru direnişin temellerinde belli amaçlara ulaşmanın önemi vardır. Bunlar, insanların “yaşamları, özgürlükleri ve mülkleridir” . Eğer bu amaçlar devrimi 19 Bu formülasyonu bana Ekim 2 009’daki bir sohbetimizde lan Shapiro önermişti.

haklı gösteriyorsa, o zaman mantık gereği bunların sa­ vunmacı direnişi de meşrulaştırdığını kabul etmek gere­ kir. Locke şöyle diyordu: “Bir tiranın tümüyle egemenliği altına girinceye dek tiranlıktan kaçıp kurtulmanın yolu yoksa insanlık asla tiranlıktan kurtulamaz.” Öyleyse, bi­ reylerin “sadece [tiranlıktan] kurtulma hakkı değil, onu önleme hakkı da vardır. ” 20 Elbette, devrim kuramları arasında, meşrulaştırdıkla­ rı pratiklerin şeklini, yoğunluğunu ve kapsamını etkile­ yen ciddi farklar var. Bu nedenle bir militan demokrasi kuramı üretmek bir tercih yapmamızı gerektirir: Hangi devrim kuramı, hangi isyan yöntemi militan demokrasi etiği açısından en fazla içgörüyü sağlar? Hannah Arendt Fransız ve Amerikan devrimleri hakkındaki meşhur mü­ lahazası Devrim Üzerine’de, “Karşıdevrim karşı yönde bir devrim değil, devrimin karşıtı olacak” diyen Joseph de Maistre’i yerden yere vurur. Arendt bu kelime oyununa “boş bir nüktedanlık” der.21 Bu kitap boyunca tekrar tek­ rar döneceğim devrimci hareket olan Dayanışma, egemen komünist rejime temelden karşı çıkıyordu. Ama Polonya Devrimi’nin ideologları, giriştikleri eylemlerin doğuracağı sonuçların da farkındaydı. Nitekim “kendini sınırlandı­ ran devrim” kavramını yorumlamanın yollarından biri de devrimin, daha somuta inersek Lenin ve Robespierre’le özdeşleşmiş devrim anlayışının karşıtı olacak bir rejim de­ ğişikliği kuramıdır. Dayanışma’mn temsiliyetçi hüküme­ tin kurulmasına yaklaşımı iki anlamda karşıdevrimciydi: Birincisi, ütopyacı köktenciliği şüphecilikle reddediyordu; İkincisi, hak arayışlarını açık ve çoğulcu araçlarla yapma20 Bu paragrafa dikkatimi çektiği için Ruth Grant’e müteşekkirim. John Lo­ cke, Two Treatises o f Government, haz. Peter Laslett (Cambridge: Camb­ ridge University Press, 1988), 411. [Türkçesi için, bkz. Yönetim Üzerine İkinci İnceleme, çev. Fahri Bakırcı, Ebabil Yay., 2004.] 21 Hannah Arendt, On Revolution (New York: Viking, 1963), 18. [Türkçesi için, bkz. Devrim Üzerine, çev. Onur Eylül Kara, İletişim Yay., 2012]

ya romantik bir bağlılık sergiliyordu. Benim tespit ettiğim üç düzenleyici ilkenin esin kaynağı da hem kendini sınır­ landıran devrim idealinden hem de demokratik karşıdev­ rim olanağından eşit ölçüde ilham almıştır. Bir sonraki bölümde, kendini sınırlandırma açısından militan demokrasiye nasıl yaklaşılabileceğini daha çok irdeleyip bu yaklaşımı savunacağım. Fakat bu çalışma­ nın geri kalanmı genel hatlarıyla ortaya sermeden önce, temsiliyetçi rejimlere yönelik tehditlere kafa yormak için alternatif bir yaklaşıma kısaca bakacağım: Yargı deneti­ minin demokrasiyi muhafaza edici potansiyeline odakla­ nan bir yaklaşım bu. Söz konusu alternatif modelin ince­ lenmesi bize demokrasi karşıtlarının yol açtığı güçlüğün doğasını ve bir militan demokrasi kuramının cevaplaması gereken türde soruları anlamamızda yardımcı olacaktır.

Yargı Denetiminin Ötesinde: Neden Demokratik Olmayan Kararlar Değil De Demokrat Olmayanlar Demokrasiye Tehdittir? Siyaset kuramcılarının demokrasiye tehditlerden bah­ sederken, yargı denetiminin meşruiyetinden ve demokra­ tik otoritenin sınırlarından bahsetmeleri âdettendir. Yargı denetiminin meşruiyeti derken, seçimle işbaşına gelmiş temsiliyetçi bir organın (mesela yasama meclisinin) seçil­ miş organın otoritesinin sınırları dışında kalan bir karar aldığında hâkimlerin bu kararı tersine çevirme hakkını kastediyorum. Demokratik otorite derken ise temsili ku­ ramlardan çıkan kararların doğru olup olmadığından ya da bireylerin kabul edip etmediğinden bağımsız olarak bu kararlara riayet etme yükümlülüğünden bahsediyorum. Prosedüralizm, ikicilik, müzakereci demokrasi, anayasal demokrasi ve cumhuriyetçilik gibi çok çeşitli bayraklar altında yürüyen siyaset kuramcıları demokrasiye değer

vermelerinin temel nedenleri konusunda farklı düşün­ seler de, antidemokratik yasaların otoritesinin olmadığı konusunda hemfikirdirler. Bireylerin demokrasiyi ciddi şekilde zaafa uğratan kararlara ve bir mahkemenin iptal etmesi gereken kararlara uymak gibi bir ahlaki yüküm­ lülüğü yoktur.22 Militan demokrasi etiği yargı denetimi savunucularının özellikle umursadığı bir şey değildir, ama pratiğin demokratik meşruiyetine dair ortaklaşa girişilmiş sorgulamaları, antidemokratik eylemlere nasıl yanıt veri­ leceğine dair egemen normatif kuramı oluşturur. Demokrasiye Tehditlere Dworkin’in Yaklaşımı Ronald Dworkin’in Freedom’s Law'daki yargı dene­ timi savunusu meşhurdur. Kendisinin demokrasi tanımı yargı denetiminin diğer savunucularının tanımından fark­ lıdır. Ama sunduğu tezin mantıksal yapısı benzersiz değil­ dir ve muhakemesini, mahkeme merkezli diğer kuramla­ rın bir numunesi gibi ele alabiliriz. Dworkin komünal bir demokrasi idealinden bahseder (Buna kimi zaman ortak­ lık demokrasisi de der.). Gerçek bir demokraside bireyler “ayrı eylemlerini daha ileri, birleşik bir edim halinde bir­ leştirecek ve bu her birine ait olacak şekilde beraber” hare­ ket edeceklerdir (Vurgular yazara ait. ) . 23 Dworkin’e göre bu demokrasi tasavvurunu benimsemeleri, yani katılma22 Prosedüralizm hakkında, bkz. Michael Walzer, “Philosophy and Democ­ racy,” Political Theory 9, no. 3 (1981): 384. İkicilik hakkında, bkz. Corey Brettschneider, Democratic Rights: The Substance o f Self-Government (Princeton, NJ: Princeton University Press, 2007). Anayasal demokra­ si hakkında, bkz. Walter Murphy, “Constitutions, Constitutionalism, and Democracy,” Constitutionalism and Dem ocracy: Transitions in the Contemporary World içinde, haz. Douglas Greenberg (Oxford: Oxford University Press, 1993), 3 -2 5 . Müzakereci demokrasi hakkında, bkz. Cohen ve Rogers, “Directly Deliberative Polyarchy,” 216. Cumhuriyetçlik hakkında ise, bkz. Cass R. Sunstein, “Beyond the Republican Revival,” Yale Law Journal 97 (1988): 1539-90. 23 Ronald Dworkin, Freedom ’s Law: The M oral Reading o f the American Constitution (Cambridge, MA: Harvard University Press, 1997), 20.

dıkları bir kararın yine de kendi kararları olduğu fikrini sahiplenmeleri için, yurttaşların içinde yaşadıkları toplu­ luğun ahlaki bakımdan da üyeleri haline gelmeleri gerekir. Ahlaki üyeliği mümkün kılan koşulları iki gruba ayıra­ biliriz. îlki yapısaldır. Bu koşullar yürütülen politikaların, yurttaşların kendilerini o topluluğun birer üyesi olarak görmelerine imkân sağlayan tarihsel, siyasal ve sosyolojik özellikleridir. İkinci grup koşulsa ilişkiseldir: “ Bir siyasal topluluk kolektif karar alma mekanizmalarında rol ver­ mediği, bu açıdan karardan payt ve karar karşısında ba­ ğımsızlığı olmayan birine ahlaki üye gözüyle bakamaz” (Vurgular yazara ait.).24 Dworkin demokratik prosedürler ile sonuçlar arasın­ daki ahlaki ilişkiyi tahlil ederken, okurlarından “sadece tek bir ırkın üyelerinin devlette görev alabileceklerini be­ lirten” bir yasa örneğini düşünmelerini ister.25 Buradaki amaçlarımız açısından, Dworkin’in faraziyesinin yargı denetimi yazınında aykırı bir örnek olmaması önemlidir. Örneğin yakın dönemde yayınlanan bir kitapta Corey Brettschneider “bir çoğunluğun nüfusun dörtte birinin oy hakkını elinden aldığı bir örneğe” kafa yorar.26 Dworkin’e göre, bu tür antidemokratik kararlar söz konusu olduğunda, söz konusu yasalar uygun hukuki yetkiye sahip olan mahkeme tarafından hükümsüz kılınmalıdır ve de mahkemenin bunu yaptığına pişman olması için hiçbir neden yoktur. Bireylerin devlette görev almalarını haksız yere kısıtlayan bir yasa meşru hükümetin temel kriterleriyle uyuşmaz ve bu kriterleri boşa çıkartır. İki muhtemel sonucu, yani bir etnik gruba mensup bireylerin devlet görevlerinde yer alabildikleri durum ile almalarının yasaklandığı durumu karşılaştırdığımızda, Dworkin’in 24 A.g.e., 24. 25 A.g.e., 17. 26 Brettschneider Democratic Rights, 13.

mantığının netliğini görebiliriz. Mahkeme kararı haklı­ dır, çünkü ortaklık demokrasisinin koşullarını muhafaza etmektedir.27 Bu tezin düzeltici yönünü vurgulamamm nedeni, aşağıda göstereceğim gibi, Dworkin’in yargı de­ netimi savunusunun söz konusu yasanın, ortaklık de­ mokrasisinin değerini reddeden kişiler, yani demokrasi karşıtları tarafından çıkartılmadığı fikrine yaslanmasıdır.

Dıvorkin’in Soruna İlişkin Kuramı Dvvorkin demokrasiyi tehdit eden yasaları ele alırken, halk özyönetime karşı olmamasına rağmen antidemok­ ratik önlemlerin yasalaştığı örnekleri inceler. Bu nitelen­ dirmenin neden anlamlı olduğunu kavramak için, şu se­ naryoya bakalım. Dworkin’in izinden giderek, bir rejimin Afrikalı Amerikalıları ya da Yahudileri siyasal makamla­ ra gelmekten men eden bir yasa çıkardığım tahayyül edin. Bu yasa büyük ihtimalle meclisteki vekillerin hiç değilse çoğunluğunun oyuyla geçmiştir. Düşünce deneyimizin inanılır olması için bu yasa koyucuların önemli kısmının Afrikalı Amerikalıları ya da Yahudileri siyasal makam­ lardan dışlamayı dışlamamaya tercih ettiğini varsayma­ mız gerekecektir herhalde. Kanaatimce, nüfusun belli bir çoğunluğu olmasa bile azımsanmayacak bir yüzdesinin de yasayı desteklediğini ve Afrikalı Amerikalılardan veya Yahudilerden hiç hazzetmediğini varsaymamızda sakınca yoktur. Eğer bu varsayımlar makulse, o zaman antide­ mokratik yasanın geçmesi daha ciddi bir problemin te­ zahürü olabilir: Görece geniş bir grup yurttaş akla uygun olmayan antidemokratik inançlara bağlı demektir. Bu 27 Dvvorkin’in tezinin bu çekici yorumunu Stephen Macedo, Amerikan Siya­ set Bilimi Demeği’ndeki sözlü yorumlarında ortaya atmıştı (Toronto, Eylül 2009).

durumda, soru şudur: Bu ırkçı antidemokratlar neden bir mahkemenin kararına riayet etsinler ki? Şu farazi olmayan örneği ele alalım. 1951’de Güney Afrika Ulusal Partisi, Cape eyaletindeki siyah seçmenlerin genel seçim kütüğünden isimlerini sildiren bir yasa çıkardı. Fakat Güney Afrika Temyiz Mahkemesi anayasanın değişmez maddelerinde değişiklik yapmak için gerekli üçte iki nitelikli çoğunluğa ulaşılamadığını gerekçe göstererek yasayı iptal etti. Ulusal Parti yargının bu geçit vermezliği karşısında mahkemeye yeni hâkimler atadı ve senatonun yapısını üçte iki gerekliliğe ulaşmasını sağlayacak şekilde muvakkaten değiştirdi.28 Bu kurumsal manevralar Ulusal Partinin amacına ulaşmasına, siyahi seçmenlerin oy hakkından mahrum bırakılmasına imkân sağladı. Eğer Güney Afrika örneği abartılı bir sapma de­ ğilse, eğer ciddi derecede ayrımcı yasalar çıkarmak için yeterli siyasal nüfuza sahip grupların emellerine ulaşma­ larını engelleyen bir yargı kararını aşabilmeleri mümkün­ se; o zaman bazı durumlarda demokrasiyi muhafaza et­ menin şüpheli yasaları geçersiz kılmaktan daha fazlasını gerektirebileceği sonucunu çıkarabiliriz. Yargı denetimi savunuları neredeyse sadece yasalar ile mahkemeler ara­ sındaki ilişkiye odaklandığında, antidemokratik yasaların demokratik pratiğin temel ilkelerinden bazılarını ya da birçoğunu reddeden bireyler tarafından formüle edilebi­ leceği ihtimaliyle yüzleşmemiş oluyor. Meramımı daha açık anlatmak adına şunu ifade ede­ yim, mahkemelerin yasaları hükümsüz kılarak demokra­ siyi korumalarının asla mümkün olmadığı gibi bir iddiam yok. Gerçek bir demokrasinin üyelerinin, bir ahlaki top­ luluğun alenen ırkçı yasalar formüle edebileceği koşullar tahayyül etmek zor değil. Yasama meclisindeki çoğunluk 28 Bkz. B. Beinart, “The South African Appeal Court and Judicial Review,” M od em Law Review 21, no. 6 (1958): 58 7 -60 8 .

yanılıyor ya da geçici bir hevese kapılmış olabilir. Bu izah­ ta çoğunluğa mensup olanlar Afrikalı Amerikalıları ya da Yahudileri dışarıda bırakmak istememiş olabilirler. Yahut şu da savunulabilir: Eğer çoğunluk bu grupların üyeleri­ nin haklarını ellerinden alıyorsa, çoğunluğa bu yaptığının yanlış olduğu anlatılabilir. Bu türde bir radikal değişken­ lik siyasal yaşamda görülmemiş değildir. Örneğin M.Ö. 43 8’de Atmalılar Attik Delos Birliği’ne mensup isyancı bir şehir olan Midilli’nin yetişkin erkek nüfusunu yok etme kararı almıştı. Bu cinai tercihte bulunulduktan bir gün sonra Atina halkı fikir değiştirmiş ve katliamı engelle­ mek adına gemileri yola çıkarmıştı. Yargı müdahalesi bu tür keyfi kararlar bağlamında bilhassa güçlü bir savunu­ dur: Mahkeme ırkçı kararı geçersiz kılarak halkın aklını başına devşirmesini sağlayacaktır.29 Keza halkın değil, temsilcilerinin ırkçı antidemokrat olduğu bir senaryo da tasavvur edebiliriz. Bu örnekte, mahkeme yasayı geçersiz sayarak halkın geneline bu kamu görevlilerine karşı direnişini eşgüdümlüleştirme fır­ satı sunar.30 İki senaryo da, gerek halkın sehven bir yasa geçirdiği gerekse de halkın seçilmiş temsilcilerinin zıvana­ dan çıktığı senaryo demokrasiyi tehdit edenin antidemokratlar değil yasalar olabileceğini gösteriyor. 29 Thucydides, History o f the Peloponnesian War, haz. M. I. Finley, Ing. çev. Rex Warner (New York: Penguin Books, 1980), 3.1-50, s. 194—223. Jon Elster’ın değerlendirmelerine bakınız, Ulysses Unbound: Studies in Rati­ onality, Precommitment, and Constraints (Cambridge: Cambridge Uni­ versity Press, 2000), 122; aynca Donald Kagan, The Peloponnesian War (New York: Viking Penguin, 2003), 107-12. 30 Bu hat dâhilinde, Karl Loewenstein yargı denetimi ya da başka bir gecik­ tirici mekanizma Fransa’daki Üçüncü Cumhuriyet’i koruyabilirdi iddia­ sında bulunmuştur. “Üçüncü Cumhuriyet’in akıl almaz bir hızla intihara koşması iç ve dış baskılar dikkate alındığında anlaşılabilir. Daha incelikli ve sıkı bir prosedüre ilaveten, nihai eylemden önce kayda değer gecikme­ ler olsaydı, belki de demokratik Fransa’nın ulusal ruhu kendini yeniden gösterirdi.” Karl Loewenstein, “The Demise of the French Constitution of 1875”, American Political Science Review 34, no.5 (1940): 895.

Dworkin’in argümanı alternatif bir yoruma açıktır. Bir yasanın belli bir etnik ya da dini gruba mensup ki­ şileri kamusal görevlere gelmekten men ettiği bir rejim, Dworkin’in sözleriyle, sahici bir ahlaki topluluk olma­ yabilir. Nazi Almanyasındaki Yahudi yurttaşlara ilişkin değerlendirmesi bu çıkarımı akla yatkın hale getiriyor. “Alman Yahudi milleti Hitler’in şansölyeliğe seçilmesini sağlayan seçimlerde oy hakkına sahip olmasına karşın kendilerini yok etmeye çalışan bir siyasal topluluğun ah­ laki üyeleri değildi ve dolayısıyla Almanların çoğunluğu bunu onaylayacak olsa bile, Holokaust onların kolektif özyönetiminin parçası değildi.” 31 Bu görüşe göre, bir gru­ bun kamu görevlerine gelmesini yasaklayan demokratik yasalar terimlerde çelişkidir; Dworkin’in bir etnik grubun kamu görevlerine gelmesiyle ilgili varsayımı, bu tür karar­ ların kendi kendini yöneten bir toplulukta meşru olarak alınabileceğini değil, demokratik otoritenin sınırları ol­ duğunu gösterir. Gerçek ahlaki topluluklarda mahkeme­ ler demokrasinin sınırlarında meşru bir rol oynayabilir, bayrak yakmanın yasallığı ve şirketlerin siyaseti finansta oynadıkları rol gibi meselelerde yasaları kısıtlayabilir. Fakat Dworkin kuramının aslında başkalarının kamusal görevlere gelme hakkının tartışıldığı vakalarla alakalı ol­ madığını da pekâlâ iddia edebilirdi. Burada söz konusu olan, Dworkin’in ahlaki olmayan yasalara yargının hoşgörüsüz davranmasının meşrulaştı­ rılıp meşrulaştırılmaması değildir. Benim amacım mah­ keme merkezli modelin demokrasiyi reddeden bireylerin ortaya koydukları sorunlarla mücadeleye elverişli olma­ dığını göstermekti. Bu düşünceyi dikkate alarak geliştire­ ceğim modelde bu sorunları ele alacağım. Gerek Güney Afrika gerek Almanya deneyimlerinin işaret ettiği gibi, demokrasi karşıtları kapsamlı antidemokratik yasalar çı31 Dvvorkin, Freedom ’s Law, 23.

karacak kurumsal mekanizmalara sahip olduğunda, de­ mokrasi için pekâlâ çok geç olabilir. 1933’te Ermâchtigungsgesetz’in kabul edilmesinden hemen önceki dönemde, Kahverengi Gömlekliler halka zorla Hitler’in kampanya konuşmalarını dinletmişti. Komünist Parti yürütme kara­ rıyla kapatılmış ve on binlerce komünist tutuklanmıştı. Sosyal demokrat siyasetçileriyse gözdağı, dayak, hapisha­ ne ve cinayetler bekliyordu. Siyasi muhalifleri kapatmak üzere Dachau gibi toplama kampları kurulmuştu. Nazi Partisine yönelik örgütsüz muhalefete bile muazzam bir şiddetle yanıt verilmişti.32 Özetle, Dworkin’in bahsettiği türde yasalar antidemokratların fiili iktidarının geriden gelen bir işareti olabilir. Bu bakımdan, elinizdeki çalışma­ da ahlaki olmayan yasaların meşruiyetini ya da otoritesi­ ni ele elma niyetinde değilim. Bunun yerine, farklı bir so­ runa, antidemokratların temsili kurumlarda yer edinme, temsili kurumlan sekteye uğratma ve diğer yurttaşların siyasal sürece katılabilmelerini haksız bir şekilde baltala­ ma çabalarına odaklanıyorum. Yargı denetimini savunanlar yerel ya da eyalet dü­ zeyindeki yasama organları ciddi sayıda antidemokratı temsil ettiği durumlarda mahkemelerin bu mercilere ga­ yet başarıyla müdahale ettiklerini söyleyerek itirazda bu­ lunabilirler. Bu kişiler ABD Yüce Mahkemesinin ABD’de oy hakkının genişletilmesindeki rolünü model alabilirler. Yüce Mahkeme 20. yüzyıl boyunca eyalet düzeyinde bir­ çok ayrımcı pratiği geçersiz kılmıştır. Ama birçok vakada bu pratikleri akıl eden mutaassıplar Yüce Mahkemenin hükümlerine kâh kararlarının meşruiyetini sorgulayarak kâh aym antidemokratik amaçlara ulaşmak için yeni yol­ lar bularak direndiler. Yüce Mahkemenin kararlarının başarıyla hayata geçirilmesi dün olduğu gibi bugün de merkezi hükümetin eyaletleri hizaya getirebilme gücüne 32 Evans, The Coming o f the Third Reich, 346-49. 19

ve arzusuna bağlıdır.33 Dworkin’in tabiriyle, bir ahlaki topluluk olan demokratik merkezi hükümet ahlaki bir topluluk olmayan yerel yönetime demokrasiyi dayatıyor denilebilir.

Bu son örnek aslında açıklamaya muhtaçtır. Güney demokrasisinin yerleştirilmesiyle ilgili inatçı sorunların Afrikalı Amerikalıları oy hakkından mahrum bırakmak için kullanılan yasaların cüzi meşruiyetiyle ilgisi görece azdır. Bunun yerine, güç meseleler ulusal demokrasilerin yereldeki antidemokratları kısıtlamak için atması gereken adımlarla alakalıdır. Federal hükümet Güneyli ırkçıları oy hakkından, bir siyasal parti yönetmekten, devlet görev­ lerinde yer almaktan alıkoymak mıdır? Evetse, ne kadar süreliğine? Merkezi hükümet sadece yerel siyasal kural­ ların (mesela bir kişiye bir oy) adaletle uygulanmasını mı hedeflemeli, yoksa tam demokrasinin öngereklerinin (örneğin siyasal sonuç elde etmek üzere değiştirmek için ekonomik ve toplumsal kaynakların eşit paylaşımının) karşılanmasını da gerektirir mi? Cevap hayırsa, neden? İşte bir militan demokrasi kuramının, yani demokrasile­ rin kendilerini korumak için atmaları gereken adımlara dair bir kuramın ele alması gereken sorular bunlardır. Dworkin’in Çözüme İlişkin Kuramı Dworkin’in ele aldığı sorun antidemokratik yasalar­ dır. Yargı denetimi bu soruna bulunmuş etkileyici derece­ de zarif bir çözümdür. Samimiyetsiz bir iltifat değil bu. Bu stratejinin çekici yanlarını takdir etmek adına, hâkimlerin antidemokratik yasaları iptal edeceklerine güvenmenin 33 Michael Klarman, “The White Primary Rulings: A Case Study in the Con­ sequences of Supreme Court Decisionmaking,” Florida State University Law Review 29 (2001): 5 5 -1 07 . Ayrıca bkz. Gerald Rosenberg, The Hol­ low H ope: Can Courts Bring A bout Social Changef (Chicago: University of Chicago Press, 1991).

demokrasinin savunulması açısından üç dikenli sorunu nasıl başarıyla çözüme kavuşturduğuna bakalım: Soru 1: Ne zaman militan eylemde bulunulmalıdır? Cevap: Antidemokratik yasalar geçirildiğinde, örne­ ğin devlet görevlerinde yer alma hakkı tek bir etnik grupla sınırlandırıldığında. Soru 2: Demokrasi nasıl savunulmalıdır? Cevap: Yasalar iptal edilmelidir. Soru 3: Bu eylemi kim hayata geçirmelidir? Cevap: Yargı mensupları. Yargı denetimini savunanlar bu üç soruya cevap vere­ bildikleri gibi, bu pratiği savunmakla militan demokrasi­ nin paradoksundan, yani temsiliyetçi rejimleri savunma çabalarının bu rejimlerin altını oyma ihtimalinden de ma­ haretle kaçınmaktadırlar. Demokratik hoşgörüsüzlüğün bir tezahürü olarak yargı denetiminin kendisi demokrasi için görece çok az tehdit teşkil eder. Mahkemeler kararla­ rını dayatma ya da siyasal inisiyatifi tek başlarına ele alma yetisinden yoksun olduğundan, Alexander Hamilton’ın ünlü sözleriyle, “en tehlikesiz” sacayağıdır.34 Hâkimler yanlış kararlar alıp bir rejimin meşruiyetini azaltabilirler. Ama Dworkin’in tahayyül ettiği ideal ahlaki topluluklar­ da bireyler temsiliyetçi hükümete ve birbirlerinin siyasal haklarına tamamen saygılı ve bağlıdırlar. Bu tür bir toplu­ lukta kusurlu bir yasal hükmün özyönetimin sonunu ge­ tireceğini tahayyül etmek zordur. Yukarıda, antidemok­ ratik bir çoğunluğun direngen bir mahkemeyi bir şekilde aşabileceğinden bahsetmiştim. Eğer bu iddia doğruysa, o zaman bir ahlaki topluluk da mutlaka antidemokratik bir mahkemenin üstesinden gelecektir. 34 Alexander Hamilton, “Federalist 78,” The Federalist içinde, haz. Jacob E. Cooke (Middletown, CT: Wesleyan University Press, 1961), 522.

Ne yazık ki, antidemokratik yasalara dar bir şekilde odaklanmanın sağladığı güvenli limandan bir kez çıktığı­ mızda, militan demokrasi paradoksuna sürükleniriz. İlk soruyla (“Demokratlar ne zaman militan eylemde bulun­ malıdır?” sorusuyla) ilgili olarak, savunmacı politikaların şüpheli bir yasa geçirilmeden önce zorunlu olup olmadığı­ nı tartmamız gerekir. Yasama standardından uzaklaşmak, birtakım antidemokrat faaliyetlerin hoşgörüsüz bir yanıtı hak edip etmediğine dair zor kararlar almayı gerektirir. Demokratlar gerekli olmayan yerlerde tehlikeli savunma eylemlerine geçme ihtimaliyle yüzleşmek zorunda kalırlar. İkinci ve üçüncü sorularda da benzer dinamikler iş ba­ şındadır: Demokrasi nasıl korunmalıdır ve bu eylemi kim hayata geçirmelidir? Bir kez daha Dworkin’in örneğine geri dönelim. Azımsanmayacak sayıda bir grup yurttaşın belli etnik gruplardan kişileri siyasal makamlara gelmek­ ten dışlamayı savunduğunu varsayalım. Yasama organı­ nın, örneğin kamu yardımı almalarını, hatta oy verme­ lerini engelleyerek bu ırkçıları durdurması demokratik midir? Irkçı grubun iktidarı almasını engellemek için hangi adımların atılması yasamadaki bir çoğunluğun, si­ yasal rakiplerini saf dışı bırakma girişimi olmayacaktır? Bu kararları almakla yükümlü kişiler yasama değil de yürütme erkinin üyeleri olsaydı, bu sorulara vereceğimiz yanıtlar değişir miydi? Nüfusun geneli demokrasinin sa­ vunulması için bizzat kolları sıvamalı mıdır? Bu soruların her biri demokrasiyi güçlendirmek için atılan adımların bilakis demokrasinin zayıflamasına yol açabileceğine de işaret ediyor. Bir militan demokrasi kuramı geliştirmek için gerekli öğeler yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Demokratların antidemokratlarla karşı karşıya geldiklerinde yüzleştikleri zor siyasal kararları değerlendirmek için bir çerçeveye ihtiya­ cımız var. Bu kitapta, savunmacı politikalara kusursuz bir

ahlaki topluluğu ya da idealleştirilmiş bir başka statüko­ yu muhafaza etme çabaları olarak değil, kusurlu rejimle­ rin demokratik niteliğini artırma çabaları olarak bakar­ sak; demokrasiye karşı çıkanların gündeme getirdikleri ikilemlerin izini sürmenin daha kolay olacağını iddia edi­ yorum. Militan demokrasiyi bu şekilde kavramlaştırmak Adam Michnik gibi antidemokratik direniş karşısında temsiliyetçi kurumlar yaratmanın barındırdığı paradoks­ lara ciddi kafa yormuş kimseleri dikkate almamızı sağla­ yacaktır. Bir sonraki bölümde, Michnik’in içgörüsünden yola çıkarak, demokrasinin savunulması için ilkeli bir çerçevenin (kendini sınırlandıran bir militan demokrasi kuramının) genel hatlarını çiziyorum. Sonraki bölümler­ de göstereceğim üzere, bu çerçeve bize, antidemokratlarm ortaya koyduğu türden normatif sorunları tespit etme ve bu sorunlara en iyi nasıl yanıt verebileceğimizi değerlen­ dirme imkânı sağlar.

Yalnız Aktörlerden Özyönetime Yönelen Varoluşsal Tehditlere Antidemokrat siyasal hareketlerin çıkardığı normatif zorluklar bu hareketlerin büyüklüğüne ve siyasal nüfuzu­ na bağlıdır. Büyük antidemokrat örgütler küçük ve daha etkisiz örgütlere kıyasla daha aşırı yanıtlar gerektirebilir. Her durumda, demokratlar militan demokrasinin pa­ radoksunun farklı bir versiyonuyla yüzleşecekler, başka bir deyişle eylemin de eylemsizliğin de rejimi gayrimeşru kılabildiği farklı seçeneklerle karşılaşacaklardır. Bu iki­ lemlerin karmaşıklığı Nancy Rosenblum gibi bazı siyaset kuramcılarını, demokrasi savunusunun etiğini incelerken başvurulacak tek bir grup düzenleyici ilkenin tanımlana­ bileceği konusunda şüpheye sevk etmiştir.35 Kendini sınır35 Rosenblum, On the Side o f the Angels, 415.

layan modelin bu zorluklardan belli bir kısmını bütün­ lüklü şekilde saptayıp ele alabileceğini göstermek için, 3 ila 6. Bölüm’de antidemokrat hareketlerin görece olgun­ laşmadığı ama yine de bir rejimden meşruiyet kopartıp alabildiği örneklerden; antidemokratik hareketlerin geniş bir desteğe sahip olduğu, temsiliyetçi hükümetin ise sağ­ lam temellerden yoksun ve tehdit altında olduğu örnekle­ re kadar uzanan çok farklı vakalar incelenecektir. 3. Bölüm’de kendini sınırlandıran çerçeveyi görece küçük bir antidemokrat grubun kendi siyasal haklarını diğer yurttaşların katılım fırsatlarını ihlal edecek tarzda hayata geçirdikleri vakalara uyguluyorum. Bu örnekler­ de demokrasi paradoksuyla yüzleşmek can sıkıcı olabi­ lir. Antidemokratların vereceği zararlar gerçek ve ciddi zararlar olsa bile, katılım hakkına yönelik neredeyse her türlü genel kısıtlama, yarardan çok zarar doğurabilir. Bu soyut problemi bir bağlama oturtmaya çalışırken Britan­ ya Ulusal Partisinin parti tüzüğünü beyaz olmayan Bri­ tanya yurttaşlarını örgütten dışlamak için kullandıkları bir durumu ele alıyorum, iki iddiam var. Birincisi, demok­ ratlar temsili demokrasinin arka plan kurumlarmı anti­ demokratik eylemi caydırmak için kullanmalıdırlar. Arka plan kurumlan derken her temsili rejime şekil ve biçim veren incelikli düzenleyici yapıları kastediyorum: Partile­ rin maddi kaynaklarından siyasal mevkilere kimin aday olabileceğini belirleyen kurallara kadar. Demokratlar ta­ rafsızlık maskesi takmadan, demokratik oyun alanının demokrasiye meyletmesini sağlamalıdır. İkincisi, demok­ ratların savunmacı eylemin uygun öznelerinin kimler ol­ duğunu dikkatle düşündükleri takdirde normatif açıdan çekici militan politikalar üretmekte daha başarılı olacak­ larını savunuyorum. Tüm partilere ve tüm katılımcılara demokratik süreçte aym rolü oynuyorlarmış gibi davran­ maktan ziyade, nüfuzlu partilere ve nüfuzlu siyasal müte­

şebbislere odaklanan düzenlemeler normatif açıdan en az zararı verecektir. Militan faaliyetin ne zaman meşru olduğuna dair izahım bireylerin başkalarının katılım hakkını ihlal edip etmediğine odaklanıyor. 4. Bölüm’de bireylerin katılım imkânlarını sınırlamak için sunulan alternatif gerekçeler irdeleniyor. Militan yaptırımları savunan en yaygın iki gerekçeyi ele alıyorum: Bireylerin ya da partilerin demok­ rasiyi reddetmeleri ve üyelerin rejimin kimliğine dair te­ mel bir öğeye (mesela dini veya etnik kimliğine) karşıt olmaları veya tehdit oluşturmaları. Nancy Rosenblum, Peter Singer ve Stephen Holmes gibi akademisyenlerin tezlerini inceleyerek, bir partiyi bu iki nedenden birinden ötürü yasaklamanın neden bir rejimi daha az demokratik yapacağını göstereceğim. Bu aynı zamanda, yaptırımların ancak bireyler başkalarının haklarını ihlal ettiğinde (ya da etmeye hazırlandığında) demokratik açıdan meşru oldu­ ğunu da iddia ettiğim anlamına geliyor. 5. Bölüm’de odak noktamızı temsiliyetçi gruplara asli bir tehdit oluşturmayan aşırılıkçı gruplardan göre­ ce nüfuzlu antidemokratik hareketlere kaydırıyoruz. Bu bölümde demokrasiye halktan gelen ciddi tehditlerin do­ ğurduğu ikilemlerin ayırt edici bir özelliğini ele alıyorum: Antidemokratik gruplar temsili kurumlan ele geçirebilir ve antidemokratik eyleme yanıt verme çabalarını bunun ardmdan savuşturabilir. Bu gruplar demokrasiye yönelik kapsamlı bir tehdit oluştururlar; hemen bugün bu çabala­ rı bloke etmek gibi bir niyetleri ve buna kapasiteleri var­ dır, ilerideyse demokratik muhalefetin normal kanallarını tümden tıkayabilirler; meşru devrim ile askeri demokrasi arasındaki kan bağı işte bu örneklerde özellikle belirgin hale gelir. Türkiye’de 1990’larda İslamcı Refah Partisinin yükse­ lişinin tetiklediği siyasal krize odaklanarak, antidemokra­

tik olduğu varsayılan bir partinin yükselişinin önleyici mi­ litan eylemleri, yani hak ihlali henüz ortada yokken de bir grubun siyasal haklarını sınırlamanın meşru olup olma­ dığını inceliyorum. Katılım ilkesi temelinde, önleyici mü­ dahalenin demokratik açıdan meşru gösterilemeyeceğini savunuyorum. Demokratik açıdan meşru derken, bireyle­ rin kendilerini etkileyen kararlarda söz sahibi olmaları ge­ rektiği idealiyle tutarlılığı kastediyorum. Seçimle işbaşına gelmemiş militan demokratlar (örneğin 5. Bölüm’de ele alacağım Türk generalleri ve hâkimleri) somutta neden demokratik sürece müdahale etmeyi kendilerinde hak gördüklerini bütünlüklü bir tezle açıklayamazlar. Fakat demokrasi tesis etme görevini üzerine alanlar örneğine atıfta bulunarak, temsiliyetçi hükümete yönelik kapsamlı bir tehdit söz konusu olduğunda, demokratların demok­ ratik amaçların değeri adına demokratik prosedürlerin meşruiyetinden kaçınabileceğini savunuyorum. Bazı zorlu örneklerde hak ihlalinden epey önce gerçekleştirilen mü­ dahaleler gayrimeşru olsa bile pekâlâ demokratik olabilir. Son olarak, 6. Bölüm’de Weimar benzeri durumla­ rı ele alıyorum. Bu gibi durumlarda antidemokratların sayısı ve nüfuzu o kadar büyüktür ki, temsili hükümet ancak bireylerin katılım imkânlarının ciddi düzeyde kı­ sıtlanmasıyla muhafaza edilebilir. Bu koşullarda, kritik soru demokrasinin savunulup savunulmayacağı değil, demokrasi adına ne kadar ileri gidilebileceğidir. Bu senar­ yoyu didiklemek adına, ABD’deki Yeniden İnşa örneğini irdeliyorum. İçsavaş’m akabinde, Yeniden İnşa Kongre­ si Güneylilere tamamen katılım hakkı verildiği takdirde, ABD’deki meşru hükümetin temeline kertik koyulacağı korkusu taşıyordu. Bu sebeple, Kongre tüm güney eya­ letlerinde askeri hükümetler kurmuş ve Güneyli temsilci­ leri yasama faaliyetinden dışlamıştı. Bu bölümde kendini sınırlandırma modelini konuya uygulayarak Kongrenin,

kısıtlayıcı önlemleri Güneylilerin demokrasi oyununun kurallarını kabul etmesi şartına bağlayarak, Güneyli antidemokratların doğurduğu normatif meydan okumaların hepsini değilse bile bir kısmını başarıyla yatıştırdığını gös­ teriyorum. Ayrıca Güneylilerin uzlaşmazlığına verilecek daha aşırı bir yanıtın kendi altına dinamit koymak anla­ mına geleceğini savunacağım. Projenin genel yapısını ve amaçlarını anlattıktan son­ ra, şimdi de kısaca sınırlarını tarif etmek istiyorum. İlk iki bölüm haricinde, bu kitabın kuramsal çalışmasının temelinde vaka analizleri vardır: Demokratların yaşadık­ ları rejimlerin demokratik niteliğini muhafaza etmeye ça­ lıştıkları vakalar bunlar. Bu yaklaşım antidemokratların temsiliyetçi hükümete nasıl meydan okuduğuna, demok­ ratların bu zorluklara yanıt verirken karşılaştıkları zor­ luklara ve siyasal eyleme hâkim olan belirsizliğe (Falanca grup demokrasiyi tehdit ediyor mu?) ilişkin içgörü sağla­ maktadır. Öte yandan, bu çalışma temsiliyetçi hükümetin tehdit altında olabileceği her örneği tek tek incelemiyor; daha ziyade, demokratların karşılaştıkları ikilemlerin ve daha genel olarak demokratik pratiğin etik yapısını orta­ ya seren vakaları tercih ettim. Militan demokrasiye ilişkin mevcut araştırmalar, bü­ yük oranda temsiliyetçi hükümete yönelik somut kurum­ sal yanıtların (örneğin yargı denetimi, parti yasaklamalar ve olağanüstü hal yasalarının) incelenmesine ve savu­ nulmasına odaklanmıştır. Benim çalışmam kesin olarak farklı bir yaklaşım sergiliyor. Ben tek bir kuruma ya da politikaya odaklanmıyorum. Bunun yerine, devletlere antidemokratların katılım imkânını sınırladıkları her du­ rumda kılavuzluk etmesi gereken normları araştırıyorum. Demokrasiyi savunmanın sayısız başka yolu vardır. Etkin bir hükümet kurmak, çocukları sorumlu yurttaşlar ola­ rak eğitmek, antidemokratlarla koalisyonlara katılmayı

reddetmek ve hoşgörüsüzlüğe dayalı argümanlara açık­ tan karşı çıkmak devletlerin ve bireylerin özyönetimin üstünlüğünü savunmak için yararlanabilecekleri strateji­ lerden sadece birkaçıdır. İyi yönetişimi hariç tutarsak, bu politikalardan her biri başlı başına tartışmaya açıktır ve kapsamlı bir değerlendirmeyi gerektirir. Fakat ben kısıt­ layıcı önlemlere odaklanıyorum, çünkü militan demok­ rasinin meşruiyetine dair en belalı normatif soruları bu önlemler doğurmaktadır. Bu yaklaşımın kayda değer içerimlerinden biri de son dönemde epey bir araştırmaya konu edilmiş olan olağa­ nüstü hal yetkilerini doğrudan araştırmıyor olmamdır.36 Olağanüstü hal yetkileri derken, demokrasilerin yurtdışından saldırı gibi acil ve istisnai zorluklar karşısında baş­ vurabilecekleri özel kurumsal imtiyazları, özel yetkileri kastediyorum. Genel bir mesele olarak, militan demokra­ siyi istisnai kategorisine dahil etmek yararlı değildir. Ola­ ğanüstü hal önlemlerinin değerlendirilmesi militan ön­ lemlerin değerlendirilmesiyle aynı yapıya sahip olacaktır: Y rejimini korumak için X yönteminden yararlanmamız gerekir, ama X önlemine başvurmak Y rejimini zayıflatır mı? Bu önemli benzerliğe rağmen, demokrasiyi reddeden yurttaşlar yabancı düşmanlarla aynı kefeye koyulamaz; demokrasiyi başarıyla savunmak antidemokratları dize getirmeye değil, siyasal topluluğa yeniden dahil etmeye bağlıdır. Dolayısıyla, temsili kuramların korunması do­ ğası gereği uzun erimli bir siyasal projedir. Bu açıdan, militan demokrasi yabancı bir saldırıya verilen yanıttan ziyade iklim değişikliği gibi uzun ömürlü bir zorlukla 36 Bkz. Bruce Ackerman, B efore the N ext Attack: Preserving Civil Liber­ ties in an A ge o f Terrorism (New Haven, Connecticut: Yale University Press, 2006); Giorgio Agamben, State o f Exception, Ing. qev. Kevin Attell (Chicago: University of Chicago Press, 2005); John Ferejohn ve Pasquale Pasquino, “The Law of the Exception: A Typology of Emergency Powers,” International Journal o f Constitutional Law 2, no. 2 (2004): 2 1 0 -39 .

yüzleşme girişimine benzer. Ayrıca militan demokrasi ku­ rumlan özyönetimin temel mekanizmalarını, en başta da seçimlerin nasıl düzenleneceğini ve kimlerin siyasal ma­ kamlara gelebileceğini etkiler. Bu kurumlar siyasal toplu­ luğun kalıcı kimliğini şekillendirir. Elbette, demokrasiye yönelik somut tehditlerin olağanüstü kurumsal araçlara başvurmayı gerektireceği vakalar olabilir. Ama bu araç­ lardan yararlanmak temsili kurumlan savunmak amacın­ daki geniş çaplı bir çabanın parçası olmalıdır ve militan demokrasinin genel amaçlarıyla tutarlılığı temelinde meşrulaştırılmalıdır. Son olarak, antidemokratların ortaya çıkardığı sorun­ larla ilgili neden özellikle demokratik bir analiz sundu­ ğuma değinmek isterim. Demokratik rejimlerin tam da açık oldukları için kendi çöküşlerini kolaylaştırdığı çok eski bir demokrasi eleştirisidir. Antidemokratik gruplar özyönetim rejimlerini yerle yeksan ederken demokratik pratiğe ve ilkelere bağlı bireylerin, dişlerini sıkmaları ge­ rektiği söylenegelmiştir. Nazi propaganda şefi Joseph Goebbels’in bir keresinde dediği gibi, “Kendisine ölümüne düşman olanlara demokrasiyi yok etme araçlarını bizzat sunması, demokrasinin en güzel şakalarından biridir. ” 37 Kari Loevvenstein meşru rejimlerin kendilerini sağlam te­ mellere oturtmak adına demokratik ilkelere bağlılıklarını askıya alabileceklerini söyleyerek bu düşünce tarzını hak­ lı görür. En basit şekilde ifade edecek olursak, kitabımız bu suçlamanın geçerliliğini irdelemektedir. Şimdiden anlaşıl­ mış olsa gerek, demokrasi savunusunun ancak demokra­ tik ilkelerle, yani demokratik hükümet biçimlerinin meş­ ruiyetini temellendiren soyut düzlemde gerekçelendirilmiş normlarla uyum içinde haklı çıkartılıp sürdürülebileceğini 37 Akt. Gregory H. Fox ve Georg Nolte, “Intolerant Democracies,” Harvard International Law Journal 36 (1995): 1.

ileri sürüyorum. Temsili hükümet kurma çabalan yurt­ taşların antidemokratlarla karşı karşıya olmasını gerek­ tirir. Bu çabalar demokratik pasiflik fikrinin yetersizliğini gün gibi açığa çıkarmaktadır. Dolayısıyla bu demokratik hareketlerin üyelerinin yazıları bu çalışma için doğal bir gönderge işlevi görmektedir. Bu sorunlara neden sadece demokrasiden daha geniş bir bakış açısıyla, başka bir deyişle adalet perspektifinden yaklaşmayalım?38 Bu çalışma örneğin geçiş dönemlerin­ de adaletle alakalı sorunları, yani bireyleri demokrasi­ yi tehdit ettikleri için değil, eski rejimin sürdürülmesine katkıda bulundukları ya da bundan yararlandıkları için dışlamanın meşru olup olmadığını irdelemiyor. Daha açık konuşayım, özyönetimi içsel olarak değerli bir şey, her türlü inandırıcı adalet söyleminin zorunlu bir bileşeni olarak alan bir demokrasi anlayışına yaslanacağım. Za­ ten büyük oranda, militan demokrasiyi çevreleyen ahlaki meseleler demokratik haklara ilişkin meseleler etrafında döner. Yapılacak demokratik eylemin izahı ile yapılacak adil eylemin izahı örtüşecektir. Fakat demokrasiyle ilintili ahlaki kaygılar ile adaletle alakalı kaygıların birbirlerini zıt yönlere çektiği durumlar kuşkusuz vardır. İçsavaş’ın akabinde Amerika bu tür örneklerden biriydi. Bu örnekte Yeniden İnşa Kongresi üyelerinin trajik bir tercihle karşı karşıya geldiğini savunacağım: Güneyli antidemokratlara katılma imkânı sağlamanın yollarını bularak demok­ rasinin peşine düşebilirlerdi ya da bu antidemokratları dışlayarak adaletin peşine düşebilirlerdi. Fakat ikisi bir arada olamazdı. Ben burada daha geniş bir çerçeveden kaçınarak ve ısrarla ve inatla demokrasiyle alakalı sorun­ lara odaklanarak, demokrasi savunmasının gerektirebile­ ceği karşılıklı ödün alıp vermelerin daha zengin ve daha 38 Birçok okur ve kolokyum katılımcısı bu soruyu gündeme getirmiş olsa da, Ryan Pevnick’e cevaplamam için bastırdığı için bilhassa müteşekkirim.

doğru bir izahım sunmayı umuyorum. Örneğin adaletin buyrukları ile demokratik pratiğin değeri arasında ayrım yapmak bize siyasal haklardan mahrum bırakmayla bağ­ lantılı ürkütücü bedelleri ve riskleri tespit etme imkânı sağlar, meğer ki haklardan mahrum bırakmanın adalet arayışının makul bir aracı olarak kullanılabileceği koşul­ lar olsun. Ulaştığım sonuçların adaletten ziyade demokrasiye odaklanmam bakımından önyargılı olabileceğini belirt­ mem gerekir. Kendini sınırlandıran bir devrim kavramı temel kişisel ve toplumsal çıkarları bakımından bireyle­ rin, siyasal özgürlük, daha geniş konuşursak katılım hak­ kı olmadan emniyette olamayacağı fikri etrafında döner. Kendini sınırlandıran bir devrim tezinin ve bu çalışmada öne süreceğim tezin can alıcı öğelerinden biri, demokra­ si karşıtlarının da ahlaken önemli çıkarları ve dolayısıyla katılım hakları bulunduğudur. Bu eser partilerin kapatıl­ ması ve seçilmiş bir hükümet başkanının zorla görevden alınması gibi radikal önlemlerin nasıl meşrulaştırıldığını irdeliyor olsa da, benimsediği perspektif kasıtlı olarak muhafazakârdır ve ütopyacı değildir. Bu kitabın amaçlan açısından, dar anlamda demokratik ilkeye atıfta bulun­ manın bedeli, sistemli bir şekilde sadece aşırı kısıtlanmış militan demokrasi tarzlarını önerecek olmamdır. Okur buna dikkat etsin! Bu kitap demokrasiye halktan gelen tehditlerin gündeme getirdiği normatif ve analitik mesele­ lerin haritasını çıkarıyor. Ama burada ulaştığım sonuçlar çok muhafazakâr olduğu içindir ki, başkalarının üzerinde yükselebileceği kuramsal bir temel tanımlamış olacağım.

Sonuç Demokrasilerin halktan gelen tehditlere nasıl yanıt vermesi gerektiği tartışması Weimar Cumhuriyeti’nin çö­

küşünden önce başlamıştır ve demokrasi kadar eskidir.39 Kendini sınırlandıran militan demokrasi kuramı bu say­ gın ve yakıcı soruya yeni bir cevap sunuyor. Antidemokratlara hak sahibi olarak davrandığımız sürece, militan demokrasi paradoksu, bu kitapta epigraf olarak kullanı­ lan Leszek Kolakowski’nin tarif ettiği hoşgörü paradoksu gibi, çözümsüz kalacaktır. Dolayısıyla demokrasiye tehdit karşısında etik eylem, demokratların militan demokrasi paradoksunu kabul ederek masraflarını sevk ve idare et­ meye yanaşıp yanaşmayacaklarına bağlıdır. Bunu kabul etmek militan demokrasinin gerçek amacının antidemokratların dize getirilmesi değil, daha demokratik bir rejimin kurulması olduğuna dair bir anlayışın varlığını gösterir.

39 Antik Yunan’da aforoz etme pratiği demokratik rejimleri antidemokratik elitlere karşı savunmak için kullanılırdı. Sara Forsdyke, Exile, Ostracism, and Democracy: The Politics o f Expulsion in Ancient G reece (Princeton, New Jersey: Princeton University Press, 2005).

Kendini Sınırlandıran Militan D em okrasi Teorisi Kendini Sınırlandıran Devrim Bir önceki bölümde, siyaset kuramcılarının demokra­ siye tehditleri ele aldıklarında, yasalara odaklandıklarını savundum. Bu yüzdendir ki, normatif tetkikleri şu soruya görece çok az ışık tutar: Demokratlar bir kanun biçimi almayan antidemokratik eyleme nasıl yanıt vermelidirler? Bu soruyu yanıtlamak ucu açık bir yaklaşım (antidemokratların meşru iddialarını tanıma ve demokrasiyi aktif bir şekilde korumanın bedelleriyle boğuşma imkânı tanıyan bir yaklaşım) gerektirir. Bu bölümde temsili hükümet savunusunu değerlendirmek için kullandığım üç ilkeden bahsedeceğim. Bu ilkeler, birlikte alındığında, kendini sı­ nırlandıran bir militan demokrasi kuramı oluştururlar. Kendini sınırlandıran bir militan demokrasi fikri Po­ lonya’daki işçi hareketi Dayanışma’ya bağlı olan aydın­ ların geliştirdiği “kendini sınırlandıran devrim” kura­ mından türetilmiştir. Bu bölümde Dayanışma’nın seçkin üyelerinden tarihçi ve gazeteci Adam Michnik’in dene­ melerine özel ilgi göstereceğim. Demokratik devrimlere

katılanlar antidemokratları yerlerinden etmeyi ve temsili kurumlar oluşturmayı amaçlarlar. Ama eğer devrimciler kendilerinin de hata yapabileceğini unutur ve diğer yurt­ taşların haklarını çiğneme pahasına bir siyasal ütopya biçiminin peşine düşerlerse, meşru hükümet arayışını sekteye uğratabilirler. 1. Bölüm’de savunduğum gibi, de­ mokrasi savunucuları, tıpkı demokrat isyancılar gibi, bi­ reylerin güvenle kendi siyasi ideallerinin peşinde koşabi­ lecekleri temsiliyetçi rejimler kurmayı amaçlarlar ve onlar da faaliyetlerinin kendi sonunu hazırlayıcı olması tehli­ kesiyle karşılaşırlar. Michnik’in özyönetim için mücadele etiği konusunu tekrar tekrar analiz edişi bu paralellikten ötürü özyönetimi savunma etiğine ışık tutar. Daha açık konuşmak gerekirse, Michnik’in kayda değer entelektüel ve manevi otoritesi savunduğum yaklaşımı geçerli kılmı­ yor; aksine yaklaşımım tümüyle, demokrasi için sadece kavga vermenin değil, iyi kavga vermenin ne anlama gel­ diğine dair söyledikleriyle şekillenmiştir. Bu bölümün, Michnik’in denemelerine dair değerlen­ dirmelerime dayanacağım sonraki kısımlarında kendini sınırlandıran militan demokrasi yaklaşımını şimdilik ta­ nımlayıp yeniden savunacağım. Üç ilkem var. Birincisi, katılım ilkesi: Antidemokratlar dahil tüm bireylerin de­ mokratik karar alma mekanizmalarına eşit katılım hakkı vardır. Bu ilke kendini sınırlandıran demokrasi kuramı­ nın normatif çekirdeğidir. Antidemokratların katılımdan yana ciddi ahlaki çıkarları bu kitapta öne sürülen tezlerin özünü oluşturur. İkinci ilke olan sınırlı müdahale devlet­ lerin siyasal katılımı kısıtlamalarının ne zaman meşru ol­ duğuna işaret eder. Dışlayıcı kuralların ya da politikaların (parti yasaklama gibi) ancak antidemokratları başkaları­ nın haklarını ihlal etmekten alıkoymak için kullanılması gerektiğini iddia ediyorum. Katılımı kısıtlama uygulama­ sına, demokrasi karşıtları antidemokratik amaçlar peşin­

de koştuklarında değil, hedeflerine ulaşmaları muhtemel olduğunda uygulanmalıdır. Keza bu politikalar bir ideale ya da tamamen gerçekleşmiş demokrasiye ulaşmak adına da kullanılmamalıdır. Son ilke olan demokratik sorum­ luluk ise militan bir projenin yapısını ve ilerleyişini ele almaktadır. Demokrasiyi savunma çabaları katılımı sı­ nırlamayla alakalı belirgin riskleri ve bedelleri yansıtma­ lıdır. Demokratlar militan eylemin bedellerini idrak ede­ mezlerse, savunmacı projelere çok sık girişmek zorunda kalacaklardır. Çabalarıyla bireylerin kendilerini yönetme kapasitesine verecekleri zarar, militan eyleme girişilmediğinde doğacak zarardan çok daha fazla olabilir. Bu ilkeleri katılım hakkına dair çıkar temelli bir açık­ lama zemininde ifade edeceğim. Kendini sınırlandıran çerçevenin demokratik pratiği meşrulaştıran çok çeşitli ahlaki gerekçelerle uyumlu olması gerektiğinden, kendini sınırlandıran demokrasi kuramını temellendiren çıkarlara dair getireceğim açıklama demokrasinin değerini savunan mevcut çabaların sentezini yapmaktadır. Katılım hakkını meşrulaştıran çığır açıcı önerilerde bulunmadığımı kabul etmeliyim. Fakat bunun nedeni buradaki amacımın, zor­ lu bir pratik problemi aydınlatmak olmasıdır. Dolayısıyla saptadığım ilkelerin çerçevesi demokratların temsili hü­ kümete yönelik çeşitli gerçek tehditlere nasıl yanıt verme­ leri gerektiği konusundaki faydasına bakarak değerlendi­ rilmelidir. Bu açıdan, aşağıdaki vaka temelli bölümlerde kendini sınırlandıran demokrasi kuramı ete kemiğe bü­ ründürülecek ve doğruluğu ispatlanmaya çalışılacaktır.! 1

Haklarla ilgili çıkar temelli bir açıklama için, bkz. Joseph Raz, The M o ­ rality o f Freedom (Oxford: Oxford University Press, 1986), 166. Gerek liberal eşitlikçi Thomas Christiano gerek sözleşmeci Charles Beitz katılım hakkının bireylerin siyasal çıkarlarında saklı olduğunu savunur. Thomas Christiano, T he Constitution o f Equality (Oxford: Oxford University Press, 2008); Charles Beitz, Political Equality: An E ssay in Democratic Theory (Princeton, New Jersey: Princeton University Press, 1989).

Adam Michnick ve Demokratik Devrim Etiği Siyaset kuramcıları arasında Dayanışma Hareketi’nin en bilinen özelliği, üyelerinin demokratik bir sivil toplum, Polonya Komünist Devleti’nin baskıcı emellerine karşı denge işlevi görecek bağımsız bir toplumsal alan geliştir­ me çabalarıdır. Fakat Dayanışma ile bağlantılı aydınların, özellikle de İşçi Savunma Komitesi (KOR) üyelerinin ele aldığı konular, demokrasinin değeri ve demokratik isya­ nın temel özellikleri başlıklarını da kapsar hale gelmiştir.2 Adam Michnik açısından komünist Polonya bir apartheid devletinden ve toplama kampından farksızdı.3 Demokrasiyse bireysel haklara saygı duyulan ve yasaların seçilmiş temsilciler tarafından yapıldığı bir siyasal sistem olarak son derece değerli ama can sıkıcı derecede adaletsiz ve kusurlu bir rejimdi. Michnik’in iddiasına göre, demokratik muha­ lefetin amacı Polonya’nın siyasal ve toplumsal çoğulculu­ ğunu yansıtan ve Polonya yurttaşlarına görüş ayrılıklarını barışçıl yollarla çözüme kavuşturma imkânı tanıyan bir alan yaratmaktı. “Çatışmalar ancak sahici bir şekilde ifade edildiğinde sahicidir. Bizim toplumumuzun verdiği kavga şudur: Bir şeyin adını evirip çevirmeden neyse o olarak söy­ lemek, çatışmanın çatışma olduğunu dile getirmek. ” 4 2

3

4

Lipski KOR’un kendisinin siyasal değil, insancıl bir örgüt olduğuna açık­ ça söyler. Siyasel meselelere kafa yoranlar, özellikle de Kuro ve Michnik bunu KOR’la bağlantılarından bağımsız olarak yapıyorlardı. Bkz. Jan Jó­ zef Lipski, KOR: A History o f the W orkers’ D efense Committee in Poland, 19 7 6 -1 9 81 , tng. çev. Olga Amsterdamska ve Gene M. Moore (Berkeley: University of California Press, 1985), 62. Ayrıca Jean Cohen ve Andrew Arato’nun analizine bakınız, Civil Society and Political Theory (Cambrid­ ge, MA: MIT Press, 1992). Adam Michnik, “ Letter from Gdansk Prison, 1985,” Letters from Prison and Other E ssays içinde, İng. çev. Maya Latynski (Berkeley: University of California Press, 1985), 91. Adam Michnik, “Towards a Civil Society: Hopes for Polish Democracy: Interview with Erica Blair (John Keane),” Letters from Freedom : P o stCold War Realities and Perspectives içinde, haz. Irena Grudzi ska Gross, İng. çev. Jane Cave (Berkeley: University of California Press, 1998), 100.

Michnik rejim değişikliği sonrası ahenkli bir ütopyaya kavuşulacağını umut etmiyordu. Yazdığı yazılar ve tezleri karikatürlerle dolu değildir. Ne fazilet timsali muhaliflere ne de şeytan kadar habis bürokratlara rastlarsınız. Bunun yerine, bize normal yurttaşlar arasında cereyan eden bir siyaset sahnesi sunar. Kahramanlarının kusurlarını oldu­ ğu gibi, kötü adamların doğru koşullarda takdire şayan uzlaşmalarda bulunabileceğini de kabul eder. Siyasal özerkliğin kolektif bir hak olarak yanlış yapmayı şart koştuğunu kabul eder; Michnik’e göre, bir demokraside “iyiyi de kötüyü de istediğimiz gibi tercih edebiliriz” .5 Fakat Michnik’in çoğulcu demokratik siyaset kavrayı­ şı kendi başına alındığında halka dayalı bir rejimin etik savunusu için yeterli bir şablon ortaya koymaz. Militan demokrasi tamlamasındaki baş ağrıtan kelime demokra­ si değil, militandır. Gerek demokrasi kurmak isteyenler gerek demokrasiyi savunmak isteyenler ortak birtakım ahlaki ve pratik tehlikelerle karşılaşırlar. Demokratların antidemokratların yol açtığı güçlüklerle boğuşurken özyö­ netim adına ipin ucunu kaçıran fanatikler haline gelmeleri ve nihayet korumaya çalıştıkları şeyi yerle bir etmeleri gibi bir risk her zaman vardır. Michnik’in çalışması tam da bu tehlikeyle müzakerede etkili bir kılavuz işlevi görmektedir. Michnik’in temsili hükümet tezlerini, demokratik partizanlığın karanlık öğelerine (hatta her türlü ideolo­ jik partizanlığın karanlık yönlerine) dair bir irdelemeyle dengelemeden inşa ettiği nadirdir. İnsan komünist devlete karşı çıkarken kendini, dostlarını, ailesini ve temsilcisi ol­ duğu kişileri tehlikeye atar.6 Bu riskleri kabul etmek için özyönetime inancın tam olması gerekir. Fakat iyi niyetli

J 6

A.g.e. 105. Ayrıca bkz. Jeremy Waldron, “A Right to Do Wrong,” Ethics 92, no. 1 (1981): 2 1 -3 9 . Adam Michnik, “ Gray Is Beautiful: A Letter to Ira Katznelson,” Letters from Freedom içinde, 323.

kimseler bile entelektüel ve ahlaki açıdan kusurludurlar, hem hata hem de kötülük yapabilirler. Kolakowski’nin söylediklerini hatırlatır tarzda Michnik, kişinin idealleri­ ne ciddiyetle bağlı olduğu takdirde, bunun kesinkes ide­ olojik tutarlılık peşinde otoriter bir dürtüye dönüşeceğini savunur: “Kimi zaman durumumuzu, zafiyetlerimizi ve sefaletimizi sadece taleplerimiz ve hedeflerimiz değil, teh­ likeler perspektifinden de değerlendirmemiz gerekir. ” 7 Demokratik isyanın içine kapalı hale gelmesinin yolla­ rından biri önderlerinin siyasal Mankeizm ruhuna esir düş­ meleridir. Michnik Polonyalı demokratların ezenleri sadece siyasal muarız, hatta azılı suçlu olarak değil, en temel saygıyı bile hak etmeyen bireyler olarak görmelerinden korkuyor­ du. Daha 1979’da, yani geçişten on yıl önce, “Böcüler ve Melekler” başlıklı bir yazısında demokratik köktenciliğin yıkıcı niteliğini ele almış ve yurtdışına göçen ya da otoriter hükümetle uzlaşan aydınları (yani böcüleri) savunmuştu. Bu kısa denemede komünist rejimin ilkeli muhaliflerinin demokrasiye yeterince bağlı olmayan kimselere zulmettiği hayali bir durumun sapkın niteliklerini masaya yatırmıştı.8 Ayrıca komünist hükümetle işbirliği yapan Polonyalıların sadece sayısına bakmanın bile sabık komünistlerin siyasal olarak dışlanmasını gerçeklikten ve demokratlıktan uzak saymak için yeterli olduğunu yazmıştı.9 Polonya’daki mu­ halefet meşru bir siyasal sisteme kavuşmak için, düşman7 8

9

Adam Michnik, “Maggots and Angels,” Letters from Prison içinde, 188. Ayrıca 1985 yılında Gdansk hapishanesinden yazdığı mektuba bakınız: “Dayanışma’nın totaliter ayartılara karşı şerbetli olmadığını da ekleme­ liyim. Totaliter devlete karşı mücadele eden bir toplumsal hareket olarak örgütlenmişti, ama sistem içinde büyümüş ve onun totaliter yapılan ta­ rafından şekillendirilmiş kişilerden oluşuyordu.” Michnik, “Letter from Gdansk Prison, 1985,” 89. “Aramızda komünistler var, ama onların da bizler kadar yaşama hakkı var. Bir suç işledilerse, diğer suçlular gibi ceza alacakla^ aksi takdirde, zama­ nında Komünist Parti’ye üye oldular diye ayrımcılık yapamayız.” Adam Michnik, “The Strange Epoch of Post-Communism: A Conversation with Vaclav Havel,” Letters from Freedom içinde, 233.

larınm kendileri gibi birer yurttaş olduğu gerçeğiyle yüz­ leşmek zorundaydı. “Yüz binlerce insanın Komünist Parti üyesi olduğu bir toplumda yaşadığımızı unutmamak gere­ kiyor. Onlarla birlikte yaşamayı öğrenmemiz ve onlara da bizimle birlikte yaşamayı öğretmemiz gerekiyor. Uzlaşma zor bir sanattır ama öğrenilmesi şarttır, aksi takdirde ger­ çek çoğulculuk mümkün olmayacaktır.”ıo Polonya’nın komünizmden çıkarak dönüşmesinin aka­ binde Michnik’in demokrasi yönelimli fanatizmin bu aya­ ğına dair kaygıları kendisini tartışmalı bir sima haline ge­ tirmişti. Eski rejim üyelerine “İspanya tarzı” uzlaşmacı bir yaklaşımın savunuculuğu yapan Michnik, intikam alma ya da siyasal dışlayıcılık biçimlerine başvurma çabalarına karşı çıkmıştı (Ancak elbette affedecek kadar ileri gitme­ di.).» Pratikte, eski rejimin üyelerine, demokrasinin yıllan­ mış muhaliflerine ve maharetli baskı uzmanlarına komü­ nizmin çöküşünden sonra katılma, hatta yükselme imkânı tanımak, kusurlu bir demokrasinin ancak adalet pahasına kazanılabildiği anlamına geliyordu. Michnik şunu kabul ediyordu: “Eğer temizlenme ve komünizmden arındırma karşıtı tutum aldıysam, bunu kendi hislerimi ve duyguları­ mı yok sayma pahasına yaptım. Tarihsel adaleti tutarlılıkla arayan ve bunu layıkıyla hayata geçirmek isteyen bir dev­ rimin sonu en nihayetinde Britanya’da olduğu gibi bir hü­ kümdarın infaz edilmesi, Jakobenler örneğinde Fransa’da olduğu gibi giyotine başvurulması ya da Bolşeviklerde ol­ duğu gibi salt teröre sarılmak olabilir. Hasılı, özgürlüğü alın, geriye diktatörlükten başka bir şey kalmaz. ” 12 10 Michnik, “Maggots and Angels,” 190. 11 “İspanya tarzı” uzlaşmacı geçişler için, bkz. Jon Elster, Closing the B ooks: Transitional Ju stice in Historical Perspective (Cambridge: Cambridge Uni­ versity Press, 2004), 62. 12 Adam Michnik, “Poland at a Turning Point: Fifteen Years of Transforma­ tion, Fifteen Years of Gazeta Wyborcza,” In Search o f L ost Meaning: The N ew Eastern Europe içinde, haz. Irena Grudzi ska Gross, İng. çev. Roman Czamy (Berkeley: University of California Press, 2011), 8.

Savunulabilir bir idealin peşinde ısrarla koşmanın bu idealin tam tersine yol açabileceğine dair ikna edici kanıt­ lar Michnik için ışık tutulması zor bir şey değildi. İdealist antikahramanlar onun yazılarının önde gelen simaları­ dır. Canavara dönüşen idealizmin klasik örnekleri olarak Fransız Devrimi partizanları, mükerrer analizlerin konu­ sudur. Fakat Michnik kendi sonunu hazırlayan münfesih idealizme daha yakın örnekler de bulur. Bu yerel emsaller arasında Polonya ulusal ikonu General Jözef Pilsudski de vardır. Birinci Dünya Savaşı kahramanlarından eski bir sosyaldemokrat olan General Pilsudski 1918’de Polon­ ya’nın demokratik İkinci Cumhuriyeti’nin kuruluşunda rol oynamıştı. Pilsudski sonunda cumhuriyetin etkisizliğin­ den, istikrarsızlığından ve sağcı hükümetlerinden bıkmıştı. Kuruluşunun üzerinden daha dört yıl geçmemişti ki, Pilsu­ dski bir darbeyle sallantıdaki rejimi alaşağı etmiş ve eski destekçilerinden birçoğunu hapse yollamıştı.13 Son olarak, Michnik elbette Doğu Avrupalı Marksist hükümetlere epey aşinaydı. Bu rejimler daha kusursuz bir gelecek adına temel siyasal hakları feda etmişlerdi. Dahası, bir zamanlar bireylerin baskıcı devletlerle karşı karşıya gelmelerine esin kaynağı olan ideolojik bağlılıkların günü geldiğinde yeni ve rahatsız edici tiranlık örneklerini meşrulaştırmak için kullanılabileceğine örnek oluşturmuşlardı.14 Michnik’e göre, “Ahlaki mutlakıyetçilik diktatörlük­ le mücadele eden bireyler ve gruplar için büyük bir güç­ tür.” ıs Ama mutlakıyetçilik demokratik bir tutum değildir. Dolayısıyla özyönetime olan cesur bağlılıklarına karşın 13 Norman Davies, G od’s Playground: /I History o f Poland, 2 cilt (New York: Columbia University Press, 2005), 2:312. 14 Michnik isyan derdinde olanların Dostoyevski’nin antidemokratik ve köktencilik karşı Ecinniler'mi okumaları gerektiğini sık sık yazar. Fyodor Mihailoviç Dostoyevski, Ecinniler, çev. Mazlum Beyhan, İş Bankası Kültür Yay., 2016. 15 Michnik, “Gray Is Beautiful,” 323.

Dayanışma üyelerinin siyasi tutumları kasten antiütopyacıydı. Aralarında Michnik ve Jacek Kuro ’un da olduğu Dayanışma mensubu aydınlar, talep edecekleri tavizleri belirlemek ve bu tavizleri elde etmek üzere yararlanacak­ ları araçları düzenlemek için kendini sınırlandıran devrim mefhumunu ortaya attılar.i6 Bu kuram azizler için değil, insanlar için uygun bir devrim kuramıydı. Kendini sınır­ landıran bir devrim toplumun sosyal dokusunu, hatta si­ yasal iktidarın yapısını bile tamamen dönüştürmeyecekti. Hareketin amacı bireylerin kendi hayatlarını etkileyen meseleler hakkında kararlar alabilmeleri noktasında elle tutulur evrimsel kazanımlar elde etmekti. Devlet düzeyin­ de demokrasi, istesek de ulaşamayacağımız uzaklıktaysa, o zaman demokratik toplum kapının dışındaki kişilerle, aşağıdan yukarıya doğru inşa edilecektir. Ve bir kez devle­ tin dönüşümü olanaklı hale geldiğinde, Polonya demokra­ si hareketinin önderleri, siyasal bir cennet vaat etmiyordu. Dayanışma’nın devrimci hedefi yeni bir toplum kurmak değil, kusurlu olmalarıyla yüzleşen insanların kendi rakip idealleri peşinde devrimci olmayan, demokratik bir tarzda koşabildikleri bir toplum yaratmaktı.17 Michnik’in isyan konusundaki yazılarına hayat veren temel ikilem militan demokratların karşılaştığı ikilemi de yakından izlemektedir: Antidemokratlarla zarardan çok yarar getiren tarzda nasıl savaşılabilir? Michnik birtakım düzenleyici ilkeler belirlemez. Derdi bir şeylerin “kura­ mını” inşa etmek değildir. Bunun yerine, yazılarında bir demokratik isyan etiği tarif eder. Bu etiğin iki temel kay16 Hareketin evrimci değişime bağlılığı kısmen pragmatikti. Polonya hükü­ metini ve Polonya Birleşik İşçi Partisini uzlaşmaz şekilde ortadan kaldır­ maları mümkün olmasına karşın, Dayanışma liderleri çok fazla başarının, çok fazla demokrasinin Sovyet ordusunun şiddetli misillemelerini, hatta düpedüz işgalini tetikleyeceğinden haklı olarak korkuyorlardı (1956’da Macaristan’da böyle olmuştu). Adam Michnik, “A New Evolutionism,” Letters from Prison içinde, 135—48. 17 Lipski, KOR, 7.

gısı vardır: Çoğulcu, açık ve dağınık bir temsili hükümet biçiminin önemi ve ikinci olarak, demokratların ütopyacı olmayan demokratikleşme anlayışını, yani hem erdemleri hem de kusurları olan yurttaşlar için uygun bir demok­ ratikleşme anlayışını kucaklayacak demokratlara duyu­ lan ihtiyaç. Bölümün sonraki iki kısmında Michnik’in iki kaygısının neden militan demokrasi savunmasını şekillen­ dirmesi gerektiğini temel hatlarıyla ortaya koyuyorum.

Katılım İlkesi ve AntiDemokratlarm Hakları Katılım hakkının değeri, siyasal yaşamda rol oynama ve misilleme korkusu duymaksızın önemli ortak kararlar alınmasına katkı koyma özgürlüğü Dayanışma Hareketi’nin hedeflerinde merkezi yere sahipti. Bir militan de­ mokrasi kuramının ele aldığı sorunların kalbinde bunlar vardır. Bir hükümetin bireylerin katılım imkânlarını ne zaman ve en azından onun kadar önemlisi nasıl savun­ ması gerektiğini ele alırken şu sorularda belli bir mesafe kat etmemiz gerekiyor: Özyönetim karşıtları başkalarının katılımına köstek olduğunda nasıl bir zarar verirler? Hü­ kümetler hangi koşullarda siyasal katılımı meşru biçim­ de kısıtlayabilirler? Hükümetler ve yurttaşlar temsiliyetçi kurumlardan yararlanarak demokrasinin altını oyacak kimselerin haklarına nereye kadar saygı duymalıdırlar? Bu sorulara yanıt bulmak için siyasal katılımın neden önem arz ettiğine dair bir fikrimiz olması gerekiyor. Bu kısımda katılım hakkına dair çıkar temelli bir söy­ lem, hakkın güvence altına aldığı ahlaken önemli yarar­ ları tarif eden bir açıklama sunuyorum. Katilim derken, sadece seçme değil; seçilme, konuşma ve örgütlenme özgürlüğünü de kastediyorum.ıs Michnik’in gözünde, 18 Joshua Cohen, “Money, Politics, Political Equality,” Philosophy, Politics, Dem ocracy: Selected E ssays içinde (Cambridge, MA: Harvard University Press, 2009), 270

Komünist Parti üyelerinin demokratik haklara sahip olması gerektiği açıktır; demokrasiye geçişten sonra on­ lar da siyasal topluluğun üyesi olmalıdır. Bu kısmın son bölümünde Michnik’in haklı olduğunu, katılımın antidemokratlar için de meşru ve temel bir hak olduğunu savunacağım.

Daha fazla ilerlemeden önce, bazı arka plan argüman­ ları ve varsayımlarından bahsetmem gerekiyor.19 Birincisi, bir kişinin çıkarlarının diğerinin çıkarlarıyla aynı ahlaki özeni gerektirdiğini, yani aynı çıkarın aynı şekilde dikkate alınması gerektiğini varsayıyorum. İkincisi, yetişkin yurt­ taşların ehil ama kusurlu olduğunu varsayıyorum. Ehil derken, bu bireylerin ahlaki buyruklara ve müşterek iyili­ ğe kafa yorabilecek ehliyette olduklarını ve ayrıca çıkarla­ rının, projelerinin ve planlarının en güvenilir muhafızları olduklarını kastediyorum.2 o Kusurlu derken ise bireylerin hata yapabileceğini, basiretsizlik, narsisizm, ve daha pek çok kötülüğü sergileyebileceğini kastediyorum. Üçüncüsü, meşru otoriteye sahip olmak için bir siyasal sistemin temel kurallarının ve kurumlarının ilkesel bakımdan topluluğun tüm makul üyeleri açısından meşrulaştırılabilir olması gerekir. Dördüncüsü, ehil yurttaşlar arasında, yüzleştikleri siyasal meselelerin ezici çoğunluğunu nasıl tanımlayacakları ve bunlara nasıl karşılık verecekleri ko­ nusunda kayda değer ve özgül bir anlaşmazlık olduğunu varsayıyorum. Makul anlaşmazlık ahlaki ve siyasi birçok meseleyi kapsar. Fakat ben siyasal kurumlara meydan okunduğunda demokratik tarzda davranmanın ne oldu­ ğuyla ilgilendiğimden, makul anlaşmazlığın, ideal haliy19 Bu kısım eşit katılım hakkıyla ilgili farklı yaklaşımların bir sentezini sunma amacındadır. Ama yine de Thomas Christiano’nun Constitution o f Equa­ lity kitabındaki (özellikle de s. 75-130) aydınlatıcı siyasal eşitlik kuramın­ dan bir hayli faydalandım. 20 Bkz. Robert Dahl’in ehliyet değerlendirmesi, Democracy and Its Critics (New Haven, CT: Yale University Press, 1989), 105.

le siyasal iktidar fırsatının adilane dağıtıldığı bir sistem olarak demokrasinin göreli üstünlüğünü kapsamadığını varsayıyorum.21 Eğer bu varsayımlar geçerli değilse, ulaş­ tığım sonuçların şüpheli olması da kaçınılmazdır. Yukarıdaki varsayımları kabul ettiğimiz takdirde, hem demokratik siyasal sistemlerin meşru otorite sahibi ola­ bileceğini hem de diğer siyasal örgütlenme biçimleri için genel itibariyle bunun söylenemeyeceğini (Devletin çök­ mesi, doğal felaketler ve benzeri istisnalar görülebilir.) ka­ bul etme yolunda epey mesafe kat edeceğimizi söylemek önemsiz görünebilir ama doğrudur. Siyasal topluluklar yakıcı sorunlarla karşılaşırlar, üyeleri ise bu sorunlara ge­ tirilebilecek iyi çözümler konusunda iyi niyetli bazı anlaş­ mazlıklar yaşayacaklardır. Bu anlaşmazlıklar karşısında topluluğun tüm makul üyeleri için meşrulaştırılabilir bir karar alma yöntemi gereklidir. Bu tür bir usulle alınma­ yan kararlar dayatmadır ve meşru değildir. Bu tür karar­ ları dayatanların bunu yapmaya hakları yoktur; karara tabi olanlar ise karara maruz kalmışlardır ve bundan ötü­ rü mağdur olmuşlardır. Makul anlaşmazlığın geniş şekil­ de tanımlanmış demokratik prosedürlerin meşruiyetini de kapsadığını varsaydığımdan, bu prosedürler, geniş çaplı ama iyi niyetli anlaşmazlığa konu olan kararların alınma­ sında da meşru araç olarak kullanılabilir. Demokrasiyi bu şekilde meşrulaştırmak, özyönetim pratiğine adil bir toplumun bünyesel bir unsuru olarak bakar. Bünyesel derken, harekete geçiren adalet anlayı­ şının demokratik kurumlar olmadan hayata geçirileme­ yeceğini ve demokratik pratikten sapmaların bir rejimin meşruiyetini, genel itibariyle, azaltacağını kastediyorum.

21 Anlaşmazlık hakkında, bkz. Jeremy Waldron, Law and Disagreement (Oxford: Oxford University Press, 1999); Christiano, The Constitution o f Equality, 58; ve Laura Valentini, “Justice, Disagreement, and Democracy,” British Journal o f Political Philosophy 42 (2012): 1-23.

Eleştirel olarak burada şu söylenebilir, bu demokrasi izahı neyin demokratik olup neyin olmadığını belirlemek için demokratik prosedürlerin şart olduğunu ima etmez. An­ cak, eğer bu doğruysa, demokratik ilkeler devrimci ilke­ ler olarak görülemez. Otoriter rejimlerde, Adam Michnik gibi demokratlar; demokrasinin değeri konusunda, bu pratikleri isyana değer bir ideal olarak gören bir kavra­ yışa sahip olmalıdırlar. Öyle ki demokrasinin içsel olarak değerli olduğunu söylemek, kendi kendini yönetmenin sadece amaca giden yolda bir araç değil, başlı başına bir amaç olduğu anlamına gelir.22 Buna karşın demokrasinin değeri ya da katılım hak­ kının değeri salt araçsalsa, o zaman demokratik kurumlardan yararlanmak ancak başka bir değerli amacı (ta­ hakkümün olmaması, faydalılık ya da hakkaniyetli refah paylaşımı gibi amaçları) sağlam bir şekilde güvence altına aldığında meşru olacaktır. Eğer bir bireyin katılım hakkı­ nı sınırlamak ilintili amacı güvence altına alabilirse, o za­ man bu hakkı sınırlamak meşru olacaktır. Dar anlamda araçsal demokrasi anlayışlarının savunucuları özyönetim karşıtlarının engellemelerine karşı ayırt edici bir yaklaşım benimsemekle, antidemokratların eylemlerinin istenen amacı nasıl etkileyeceğini de dikkate almış olacaklardır. Örneğin antidemokratik edimler faydayı artırıyorsa, bu edimler yaptırımı değil övgüyü gerektirir. Bu tür kuram­ lar temelde demokrasiyle alakalı değildir. Dolayısıyla de­ mokratların antidemokrat grupların yol açtığı zorluklara nasıl yanıt vermeleri gerektiğiyle ilgili faydalı bir başlan­ gıç noktası sunmaz.

22 Ronald Dworkin, “What Is Equality? Part 4: Political Equality”de siya­ sal eşitlikle ilgili araçsal ya da özerk bir izah sunuyor; University o f San Francisco Law Review 22, no. 1 (1988-89): 1-30. Demokratik ilkelerin demokratik bir sürecin sonuçlarından ibaret olmadığını kabul ettiğimi söy­ leyen isimsiz eleştirmenlerden birine müteşekkirim.

Katılım Hakkını Temellendiren Çıkarlar Neden katılım hakkı makul yurttaşların rızasını ka­ zanacak hükümet formülünün kilit bir öğesidir? Katılım özgürlüğü bireylerin temel esenliğini güvence altına alan çıkarları ileri taşır da ondan. Başkalarının katılım hakları­ na saygı duyma görevi, bu haklara saygı duyulmadığında bundan etkilenen bireylerin temel çıkarlarının zarar göre­ ceği ve bunun haksız olduğu fikrine dayanır. Topluluğun makul üyelerini bu hakkı benimsemeye itecek olan bu sı­ kıntıdan kaçınma güdüsüdür. Kanlımı kısıtlayan yasaların ve faaliyetlerin etkisini an­ lamak için, söz konusu çıkarları daha iyi kavramamız gere­ kiyor. Ben bu hakkı gerekçelendiren temel çıkarları aktif ve pasif diye ikiye ayırıyorum. Aktif çıkarlar derken, bireyle­ rin siyasal sürece etkin şekilde katılamadıklarında (bunun sebebi kişinin iradesi dışında olsun olmasın) yaşadıkları sıkıntıları kastediyorum. Pasif çıkarların karşılanması ise sadece etkin şekilde katılma tercihine sahip olmakla ilgili­ dir. Örneğin topluluğun geri kalanı beni geri zekâlı kabul ettiğinden siyasal haklarımdan mahrum bırakıldığımı dü­ şünün. Oy vermek gibi bir niyetim hiç olmasa bile, başka­ larından daha aşağıda görülmek pasif çıkarlarımı zedeler. Aktif çıkarın başlıca örneğiyse kişinin temel amaçla­ rının ve meselelerinin katılım hakkı olmadığında zarar görme ihtimalidir. Charles Beitz’in dediği gibi, “Ana fikir şudur: Yurttaşlar gerçek çıkarlarının (ihtiyaçlarının kar­ şılanmasının ve projelerinin başarıya ulaşmasının) adil olmayan bir şekilde tehlikeye atıldığı kurumlan pekâlâ reddedebilirler. ” 23 Genel olarak, siyasal katılımcıların ku­ surlu ve biraz kendilerine dönük olmasını bekleriz; kendi projelerine ve ortak faydaya dair kendi yaklaşımlarına öncelik vereceklerine inanırız. En iyi koşullarda bile ka­ tılımcıların katılımcı olmayanların meselelerini yeterince savunmaları muhtemel değildir; deneyim, ilke ve psikolo23 Beitz, Political Equality, 110.

jik durumlar arasındaki farklar, bireyin değerli bir yaşam sürmek için gerek duyduklarının en sadık yorumcusunun yine bizzat kendisi olabileceği anlamına gelir. Bu eğilimle­ rin bir sonucu olarak, katılım sergilemeyen bireyler kendi temel sorunlarını ve projelerini ileri taşıyamayabilirler.24 Siyasal haklar kişilerin temel amaçlarını ikincil ve do­ laylı yoldan da muhafaza eder; bireylerin katılım hakkı da dahil olmak üzere tüm haklarını korumalarını sağlar. Dolayısıyla sözgelimi bir grup benim haklarımı (katılım hakkımı ya da bir başkasını) kısıtlamaya çalışırsa, hakkı­ mı savunmak için sesimi çıkarabilir, örgütlenip protesto edebilir ve elbette yasa çıkarmaya çalışabilirim. Ayrıca topluluğun hangi hakları tanıyacağı kadar bu hakların pratik sınırlarının da belirlenişi siyasal sürecin ta kendisi­ ne başvurularak yapılacaktır. Kimileri mülkiyet hakkının doğal bir hak olduğuna, bireylerin bu hakka hukuk sis­ temi bahşettiği için değil, fıtratları gereği sahip olduğuna inanır. Fakat bu hakkın nasıl somutlaştırılacağı (Örneğin ölüm halinde devlet mülkiyetten vergi mi alacak, yoksa is­ timlak kisvesi altında mülkiyeti kaldırılacak mı?) kısmen siyaset oyununa bağlıdır. Bu önemli açıdan, bireylerin tüm haklarını savunabilmeleri katılım hakkına bağlıdır.25 Aktif çıkarın bir diğer önemli türü de siyasal sürecin yan etkileridir. Katılımın örnek gösterilecek yan etkisi yurttaşlık erdeminin gelişimidir. Erdemli olmak, katılımın dolaylı bir yararıdır çünkü bu vasfı ancak siyasal süreç yoluyla başka bir önemli amacın peşinden giderek geliş­ tirebilirsiniz. Her şeyi bırakıp salt erdemli olmaya çalı­ şarak daha erdemli hale gelemem. Bunun yerine, değerli bir amacı gerçekleştirmeye çalışırken tutkularıma hâkim olma ya da demokratik uzlaşmanın içkin değerini takdir etme yetisini geliştirebilirim. Demokrasi oyununda bir role sahip olmak bu türden dolaylı bir yarar elde etmenin 24 Christiano, T he Constitution o f Equality, 59. 25 Waldron, Law and Disagreement, 2 3 2 -54 .

yegâne yolu olduğundan, katılım hakkı olmayanlar kay­ bedenler safında yer alacaklardır.26 Siyasal katılımın ileri taşıdığı başka birçok potansiyel aktif çıkardan bahsedebiliriz. Örneğin bireyler demokra­ tik yaşamın sistemli bir şekilde dışında kaldığında, top­ lumun hangi yolu tutması gerektiğine dair genel tartışma yara alabilir. Dışlananların fikir ve kanaatleri başkalarının yargıları kadar ağırlık taşımayacaktır. Sonuçta müzakere düzeyinde bir kayıp yaşanabilir: Eğer gruplar yoksa, bir toplumun karar alma aygıtı “ilintili çıkar ve fikirlerin izini tutarlılıkla süremeyebilir”, böylece siyasal sistemin genel meşruiyeti baltalanabilir.27 Kayıp epistemolojik de olabilir; ilgili grupların katılımı yoksa, toplumun ulaştığı cevaplar, ilgili gruplar katılmıyorsa, hakikatin izini de süremeyebilir. Siyasal sürecin ileri taşıdığı diğer çıkarlar pasiftir. Eşit tanınma bu türde en önemli iki etmenden biridir.28 Birey­ ler oy hakkından mahrum bırakıldıklarında, siyasal top­ luluğun diğer üyeleri kadar ehil ve dikkate değer bireyler değilmiş gibi muamele görürler. Dar anlamda, bu dışlan­ ma duygusal veya psikolojik zarara yol açabilir. Daha ge­ niş çerçevedeyse, bu türde köklü bir saygısızlık bireylerin siyasal ve siyasal olmayan amaçlarının peşinde koşmala­ rına etki edebilir. Sözgelimi ayrımcılıkla karşılaşanların belli okullara ve işlere başvurmaları ya da kabul edilme­ leri daha düşük bir ihtimaldir.29 Siyasal hakları elinden alınmış yurttaşlar siyasal kuramlardan doğan kararları benimsemezler ve kendilerini siyasal toplulukla özdeşleş­ tirmezler. Diğer yurttaşların toplumun ortak hedeflerini belirleme görevinden pay almalarını kabul etmek, siyasal 26 Jon Elster, “The Market and the Forum: Three Varieties of Political The­ ory,” Foundations o f Social Choice Theory içinde, haz. Jon Elster ve Aanund Hylland (Cambridge: Cambridge University Press, 1986), 121. 27 Phillip Pettit, Republicanism: A Theory o f Freedom and Government (Oxford: Oxford University Press, 1997), 187. Aynca bkz. Beitz, Political Equality, 114. 28 Pettit, Republicanism, 70-73. 29 Claude Steele, Whistling Vivaldi and Other Clues about H ow Stereotypes A ffect Us (New York: W. W. Norton, 2010).

topluluğun fertlerinin birbirlerinin eşit konumlarını ge­ çerli kıldıkları paradigmatik bir yoldur sadece.30

Öncekiyle yakından ilişkili ikinci bir pasif çıkar ise in­ sanın kendisini kendi yaşamının yaratıcısı olarak görmesi­ nin onun esenliğine sunduğu katkıdır. Bu çıkar, geleneksel olarak, kişisel özerkliğin değerine bağlanır; bireylerin etki­ li ve başarılı özneler olabileceği, kişisel tercihlerin sadece sonuçları bakımından değil kişinin kimliğine ve duruşuna şekil vermesi bakımından da önem arz ettiği anlayışıyla ilgilidir. Siyasal katılım imkânı bireylere kalıcı anlamı olan meselelerde görüş bildirme fırsatı tanır. Girişeceğim proje­ lere, görevlere ve eylemlere karar verebilirim. Belki bir o kadar önemlisi, görüş değiştirebilirim. Biz haklı olarak bu çıkarı pasif diye adlandırıyoruz, çünkü katılıp katılmama, yağmurlu bir günde oy vermeye gitme ya da evde kalıp bir bardak çay içme tercihi siyasette temel önemdedir. Özyönetimden yana çıkar salt katılım yoluyla sağlanmaz ama asgari düzeyde de olsa katılma tercihiyle sağlanır. Elbette, etkin katılım hakkından mahrum olanlar bile önemli siyasal kararlar alabilirler. Adam Michnick’in örneği bunun kanıtıdır. Demokratik olmayan rejimlerin muarızlan bir eleştirel yazı yayınlayıp yayınlamamaya, adil olmayan bir seçime itiraz edip etmemeye, bir protesto eylemine, hatta ayaklanmaya katılıp katılmamaya karar vermek zorundadır. Ama demokratik olmayan rejimler neyin serbest olup olmadığı konusunda belirsizlik yaratır­ lar. Ayrıca çok çeşitli siyasal faaliyetlere baskıcı maliyetler bindirir, yoğun, daraltıcı bir baskı yaratırlar. Bu baskı kar­ şısında çoğu birey olmasa bile birçok birey siyasal özgür­ lüğünden feragat edecek, kendisine ait bir parçadan fiilen vazgeçecektir. Dolayısıyla tercih etme özgürlüğü katılım hakkının koruduğu önemli bir çıkardır. Burada tarif ettiğim çıkarlar, bireylerin katılım hakkı­ nı temellendirmektedir ve ancak demokratik bir siyasal 30 Beitz, Political Equalıty, 110.

süreç yoluyla tutarlı bir şekilde tatmin edilip korunabilir. Bir grubun siyasal alana erişim imkânını sınırlamak onun esenliğini ciddi şekilde tehlikeye atar. Temel çıkarlar söz konusu olduğundaysa, bireylerin, birbirlerinin anlamlı si­ yasal faaliyetlere katılımlarına saygı duymaları görevdir. Eğer ben sizin katılım haklarınızı ihlal edersem, size zarar vermiş ve yanlış yapmış olurum. Bu kitabın geri kalanı boyunca, bir rejimi daha az ya da daha çok demokratik kılan eylemlerden bahsettiğimde kastettiğim şey, dar anlamda, siyasal kuramların bireyle­ rin katılım hakkını teşvik etme ölçütüdür. Bu nitelendir­ meyle, siyasal katılımın demokratların önem vermesi ge­ reken yegâne değer olduğunu ima etmiyorum. Ama yine de katılımın ileri taşıyacağı çıkarlar demokrasi karşıtları­ nın yarattığı sorunların merkezinde yer alır. Dolayısıyla katılım hakkının göreli sıhhati, yani bireylerin, adil bir siyasal süreç yoluyla çıkarlarını ne derece ileri taşıyabil­ dikleri, demokrasiyi korumaya dönük çabaları değerlen­ dirmek açısından doğru standarttır.3i 31 Her yurttaşın çıkan eşit kabul edilmeliyse, o zaman ideal ya da adil bir siyasal sistemin, her yurttaşın siyasal katılım fırsatını azamiye çıkartan sistem olduğu sonucuna varmamız gerekmez mi? Bazı bireylerin siyasal so­ nuçları etkileme imkânının diğerlerinden daha fazla olduğu modem temsilî ve bürokratik hükümet, katılım ilkesiyle kavramsal açıdan uzlaşmaz değil­ dir. Bu eşitsizlikler birkaç tezle meşrulaştırılabilir. Birçok vakada, temsili hükümetler yurttaşların çıkarlarını karşılamada doğrudan demokrasilere kıyasla daha başarılı olacaktır. Temsili sistemler çok sayıda insanı yönetebilme becerilerinden ötürü insanların önem verdiği meseleleri daha iyi yön­ lendirebilirler. Ayrıca modem hükümetler teknik uzmanlıktan yararlanabi­ lir ve bu sayede tam manasıyla doğrudan bir demokrasinin ulaşamayacağı hedeflere ulaşabilir. Son olarak, bireylerin siyasal katılımla karşılanmayan temel çıkarları vardır. Ayrıca yasaların ve hükümet politikalarımn hazırlan­ masında rol oynamak zaman ve kaynak tüketir. Temsilî hükümet birey­ lere bir yandan hükümetin amacının seçilmesine katılma imkânı verirken, diğer yandan bu bireylerin başka üretken çabalara girişmesine de imkân tanır. Bkz. Robert Dahl ve Edward Tufte, Size and D em ocracy (Palo Alto, CA: Stanford University Press, 1973); Bruce Ackerman, We the People: Foundations (Cambridge, MA: Belknap Press of Harvard University Press, 1991). Demokrasi, adalet ve bürokrasi arasındaki ilişki için, bkz. Henry S. Richardson, Democratic Autonomy: Public Reasoning about the Ends o f Policy (Oxford: Oxford University Press, 2002).

Tabiatıyla, bir toplumun fertlerinin ele alınan soruna bağlı olarak farklı çıkarları olabilir. O zaman gerçekten eşit katılım hakkından bahsedebilir miyiz? Siyasal kurumların ele aldığı bazı sorunlar (örneğin parklarda si­ gara içmenin serbest olup olmayacağı) parka gidenler gibi münferit azınlıkların yaşamına çok daha fazla etki edecektir. Bu durumda seçmen olma şartlarını değiştire­ rek veya bireylerin oylarına farklı ağırlıklar vererek, ka­ rar alma usullerinin meseleden etkilenenlerin kanaatleri­ ni dikkate almasını sağlamak gerekir. Fakat bir rejimin kendini savunmak için atması gereken adımlarla ilgili meseleler tüm siyasal sistemi etkiler ve dolayısıyla siya­ sal topluluğun her ferdini ilgilendirir. Bu demektir ki, tüm fertler nasıl bir rejimde yaşadıkları konusunda kabaca eşit çıkara sahiptirler.32

AntiDemokratlann Katılım. Hakkı Var Mıdır? Adam Michnik Polonya’daki demokrasi karşıtlarının demokratik sürece dahil edilmesi gerektiğini savunmuştu. Haklı mıydı? Antidemokratların katılım hakkı var mıdır? Antidemokratlar derken, poliarşinin temel öngereklerinin (mesela genel oy hakkının) yer almadığı bir siyasal rejimi, bu öngerekleri karşılayan bir rejime tercih eden bireyleri kastediyorum.33 Bu kısımda, demokrasi karşıtla­ rının katılım hakkı olduğunu reddeden iki tartışma stra­ tejisini ele alacağım. İlk strateji antidemokratların tercih ettikleri siyasal sistemin eksiklerine odaklanır; diğeriyse antidemokratların diğer yurttaşların meşru taleplerini ka­ bul etmeye yanaşmamalarını konu eder. 32 Christiano, The Constitution o f Equality, 81. Ayrıca bkz. Harry Brighouse ve Marc Fleurbaey, “Democracy and Proportionality,” Journal o f Political Philosophy 18, no. 2 (2010): 137-55. 33 Bu tanım antidemokrat olmanın, bireysel kimliğin değişmez bir özelliği ol­ mayabileceğini yansıtmak amacındadır.

Siyaset kuramcıları makul olmayan ya da antidemok­ ratik yurttaşları ele alırken, çoğu zaman su katılmadık kötüleri, beterin beteri olan, Naziler ya da Ku Klux Klan üyeleri gibi tamamen kötü tipleri seçerler. Nazilerin ka­ tılım hakkı var mıdır? Katılım kanallarını kapatmaya çalışan bireylerin meşru demokratik çıkarlarını ileri ta­ şıyamayacağı tezinden başlayabiliriz.34 Bu iddiaya bu bölümün ileriki kısımlarında karşı çıkacağım, ama tar­ tışmanın selameti adına, şimdilik onun geçerli olduğunu varsayalım. Eğer bu varsayımı kabul edersek, gerçekten de Nazilerin siyasal bir hakka sahip olmadığı sonucuna varabiliriz. Neden böyle? Bizlerin kolektif muhayyilesinde Naziler çilekeştir, tek bir hedefe kilitlenmiş bireylerdir. Bu hedef meşru kuramların ve adil toplumların yok edilme­ sidir. Antidemokratların tek siyasal önceliği antidemokra­ tik devrimse, o zaman siyasal sürecin işletilmesinden yana hiçbir çıkarları olmadığım söylemek akla uygundur.

Çilekeş antidemokrat fikrini karikatür olarak görüyo­ rum ve inandırıcı bulmuyorum. Demokrasiyi reddeden yurttaşların, hatta Nazilerin ve Ku Klux Klancıların bile çok çeşitli sorunları ve tercihleri vardır ve bunların birço­ ğunun arzu ettikleri rejim türüyle alakası yoktur. Sözge­ limi bir ülkede birçok çiftçinin demokrasiden nefret etti­ ğini varsayalım. Bu antidemokrat ziraatçılar otoriter bir hükümetle yaşamayı tercih ediyor olsunlar. Geçimlerini mahsul toplayarak sağladıklarından, muhtemelen, devlet mısır temelli gıda ve enerji ürünlerinin üretimine deste­ ğini arttırsa, siyasal topluluğun çıkarlarına en iyi şekilde hizmet etmiş olacağına da inanıyorlar. Çiftçilerin tarımsal üretime devlet sübvansiyonları istemelerinde özel olarak gayrimeşru bir şey yoktur. Bireylerin temsili kuramların 34 Buna benzeyen bir başka tez için, bkz. Jonathan Quong, “The Rights of the Unreasonable Citizens,” Journal o f Political Philosophy 12, no. 3 (2004): 3 1 4 -35 . 35.

altını oymakta savunulabilir bir çıkarı olmadığını göster­ mek, antidemokratların demokratik süreçte ileri sürülebi­ lecek meşru hiçbir projeleri olmadığını kanıtlamaz. Eğer tüm bu söylediklerim mantıklıysa, demokrasi karşıtları­ nın çok çeşitli sorunları ve çıkarları varsa, o zaman tercih ettikleri siyasal sistemin kabul edilemez olduğuna dikkat çekerek iddialarını elimizin tersiyle itmemiz mümkün değildir. Sanırım buraya kadar anlattıklarımdan, antidemokratlara hak sahibi muamelesi yapmanın mantıklı ol­ duğu anlaşılmıştır.35

Karşılıklılık ve Katılım Hakkı Demokratik süreçlere katılan antidemokratların kar­ şılıklılık hissinin akıl almaz derecede düşük olduğunu görüyoruz. Zaten insanlara çıkıp da, “ Sizin haklarınıza saygı duymayanların haklarına saygı duymakla yüküm­ lüsünüz” dediğinizde çoğu zaman afallıyorlar.36 Antidemokratların katılımına karşı çıkan karşılıklılık temelli argümanlardan birine göre, demokrasi karşıtları demok­ ratik süreçte yer aldıklarında, aslında demokratik süre­ cin sonuçlarına riayet etmeyeceklerdir. Bu görüşe göre, demokrasi oyunu oynayan antidemokratlar ya samimi­ yetsiz davranıyor ya da kötü niyetle hareket ediyordur. Bu yüzdendir ki, demokratların da antidemokratların haklarına saygı duymaları gerekmez. 4. Bölüm’de uzun uzadıya anlattığım üzere, samimiyetsizlik argümanı çök­ meye mahkûmdur. Demokrasiye karşı çıkanlara yaşa­ mak istedikleri rejim türü hakkında bir tercih sunulmamaktadır. Dolayısıyla yurttaşlar demokratik katılımın kabullenme anlamına geldiğini varsayamazlar ve antide35 Bu örneğe Amelia Hoover-Green’Ie tartışmalarımız esin kaynağı olmuştur. 36 Benjamin Lippincott, D em ocracy’s Dilemma: T he Totalitarian Party in a Free Society (New York: Ronald Press, 1965).

mokratlar da demokrasi oyununu oynarken aldatıcı bir tarzda davranmakla suçlanamazlar. Buradaki mantığı şu örnekle açıklayabiliriz. Patronumla bir sözleşme imza­ lamaya zorlandığımı varsayalım. Bu anlaşmanın şartları konusunda pazarlık ederek payımı artırmaya çalışabili­ rim. Fakat sonrasında tutup da bu cebri sözleşmeyi ihlal edersem, patronum benim kötü niyetle hareket ettiğim­ den ya da aldatıcı davrandığımdan yakınamaz çünkü ben daha iyi bir anlaşma için uğraşmışımdır. Aynı mantık antidemokratların temsiliyetçi rejimlerdeki durumu için de geçerlidir: Haklı bir şekilde demokrasi oyununu oyna­ maya zorlanırlar. Fakat buradaki amaçlarımız açısından, samimiyetsizlik argümanını dillendiren araştırmacıların bile antidemokratların bazı temel demokratik haklarının var olduğunu kabul etmeleri önemlidir. Bu samimiyetsiz­ lik tezine göre, demokratlar antidemokratların ikiyüzlü davranışlarından ötürü antidemokratların haklarına say­ gı duyma yükümlülüğünden kurtulmuşlardır. Fakat irdelememiz gereken bir başka önemli karşılık­ lılık temelli argüman, demokrasiden nefret edenlerin katı­ lımdan yana hiçbir meşru çıkarı olmadığını iddia etmenin ikinci bir yolu daha vardır. Antidemokratların inançları demokratik meşruiyeti, adaleti ve genel olarak ahlakı gerekçelendirmek için sık sık kullanılan karşılıklılık temelli argümanlarla ciddi gerilim halindedir.37 Bu gerilimi göz önüne aldığımızda, başkalarının meşru iddialarını red­ dedenlerin anlamlı siyasal haklardan mahrum oldukları savunulabiliriz. Ben bu argümanın kabul edilebilirliğini Joshua Cohen’in müzakereci demokrasiye ilişkin karşılıklılık temelli ve etkili olmuş anlayışını kısaca inceleyerek sorgulayaca­ ğım. Cohen kuramını ilk geliştirdiği dönemde, ideal mü37 Örneğin bkz. Thomas Scanlon, The Im portance o f What We Care About (Cambridge, MA: Belknap Press of Harvard University Press, 2000).

zakere usulünde katılımcı kişilerin “müzakereyi mümkün kılan kurumlar çerçevesinde ve müzakereler yoluyla va­ rılan normlara uygun oalrak, çabalarını eşgüdümlü hale getirmeye ahdetmiş” olacaklarını savunuyordu. “Onlar için eşitler arasında özgür müzakere, meşruiyetin teme­ lidir. ” 38 Cohen sonraki eserlerinde karşılıklılık temelli kamusal akılla ilgili daha güçlü bir ilkeyi destekliyordu: İdeal usul ve yöntemler söz konusu olduğunda katılımcı­ lar “özgür ve eşit olan diğer insanların (akılcı çoğulculuğu verili sayarak ve diğer insanların da bizzat münasip gerek­ çeler ileri sürme gibi bir dertleri olacağı varsayımıyla ko­ nuşursak) kabul etmek için sebep bulacakları program ve kurumlan savunmayı ve eleştirmeyi amaçlamaları bakı­ mından akla uygun davranacaklardır. ” 39 Antidemokratların bu liberal-eşitlikçi fikirlere bağlı olmadıkları; hatta hepsini reddettikleri malumdur. Bu bakımdan, demokrasi karşıtları makul değildir; uygun şekilde güdülenmiş diğer yurttaşların kabul edebileceği sebepler sunmaya ya da sunulanlara riayet etmeye yanaşmazlar. Cohen’in ideal durumunda, makul olmayanlar buhar olup uçmuştur^ o kadar. Peki, bu sebeple, antidemokratların katılım hakkı olmadığı sonucunu çıkarabilir miyiz? Pek muhtemel görünmüyor. Cohen’in siyasal söyle­ me dair soyut anlayışından, demokrasiyi reddedenlerin siyasal meselelere sahip özneler olduğu gerçek yaşam koşullarına ilerlerken dikkat etmek gerekir. Cohen’in müzakereci demokrasi anlayışı bir idealdir; onun anla­ yışında, siyasal kurumlar ideale yaklaştıkça daha meşru hale gelir. Oysa antidemokratlar, tanım gereği, örnek bir müzakereci prosedürde yer almadıkları için katılım hak-

38 Joshua Cohen, “Deliberation and Democratic Legitimacy,” Philosophy, Politics, D em ocracy içinde, 22. 39 Joshua Cohen, “Democracy and Liberty,” Philosophy, Politics, Democra­ cy içinde, 233.

kına sahip olamazlar sonucunu çıkarmamamız gerekir. Rawls’ın örtüşen mutabakat mefhumunu savunurken Cohen makul anlaşmalara varmanın makul olmayanları dışlamaya dayandığını söyler. Ama şunu da ekler: “Dış­ lama özel türdedir. Özgürlüklerin ya da geleneksel olarak toplumsal işbirliğinin üstünlükleri sayılan şeylerin gasp edilmesine varmaz. Bunun yerine, dışlama, iktidar icrası­ nı meşrulaştırmak için kullanılan anlaşmaların, görüşleri, örtüşen mutabakata dahil olmayan bazı kimselerce red­ dedilen normlara, ideallere ve değerlere dayalı olmasında saklıdır. ” 40 Başka bir deyişle, hakları ve adil kurumlan saptayan meşrulaştırma sürecinde antidemokratik gö­ rüşler ağırlığa sahip olmaz. Fakat bu ideal sürecin somut sonuçlarının, makul olmayan görüşlere sahip kişilerin haklarının yok sayılmasını içereceğini kabul etmek için hiçbir neden yoktur. Gerçekten de makullük haklara sa­ hip olmakla alakalı bir kıstas olmadığı için, makul olma­ yanlar özgürlüklerinden mahrum bırakılmazlar. Rawls açısından hak sahipliğinin kıstası makullük değil, ahlaki düşünüm yetisidir.41 Antidemokratlarda bile bu yeti var olabilir. Dolayısıyla meşrulaştırıcı bir prosedürün katılım­ cıları antidemokratları özgür, eşit ve de potansiyel siyasal katılımcılar olarak göreceklerdir. Cohen’in dini özgürlükleri ihlal eden yasalarla ilgili değerlendirmesi, onun eseriyle ilgili yaptığım yorumu des­ tekliyor. Cohen’e göre, din güdümlü yasalar demokratik açıdan meşru değildir çünkü bunların meşruluğu inanma­ yanların pekâlâ reddedebilecekleri ahlak ve din felsefele40 Joshua Cohen, “Moral Pluralism and Political Consensus,” Philosophy, Politics, Dem ocracy içinde, 57. Bu meselelerden bazılarına dair aydınlatıcı bir tartışma için, bkz. Quong, “The Rights of the Unreasonable Citizens,” 3 1 5 -2 2 . Ayrıca bkz. Erin Kelly ve Erin McPherson, “ On Tolerating the Unreasonable,” Journal o f Political Philosophy 9, no. 1 (2001): 38-55. 41 John Rawls, A Theory o f Justice (1971; yeniden basım, Cambridge, MA: Belknap Press of Harvard University Press, 1995), 505.

rine dayanır. Cohen’e göre, bireyleri kabul etmeleri için hiçbir gerekçe sunmadığımız yasalara uymak mecburiye­ tinde bıraktığımızda “iktidarın icrasına ruhsat veren hü­ kümran topluluğun üyesi olan ve bu iktidara tabi olup da makul şartlarda işbirliğine hazır olan herkesin kabul edebileceği mütalaalara referansla bu kolektif iktidarın icrasına meşru bir gerekçe sunamadığımız için” bu birey­ leri “tam katılım hakkından yoksun bırakmış oluruz” .42 Cohen dinden ilham alan yasaların yapılmasını dışlayıcı ve akla aykırı bulsa da, dışlayıcı yasalardan yana olanla­ rın demokratik alandan atılması gerektiğini hiçbir zaman savunmaz. Makul olmayan görüşlere sahip olmak ya da kişinin siyasal haklarını, siyasal meşruiyete dair karşılıklı bir vizyonla tutarsız şekillerde kullanması kişiyi meşru çı­ karlarından, dolayısıyla haklarından mahrum bırakmaz. Son Bir Örnek Michnik’in antidemokratların da katılım hakkına sa­ hip olduğuna dair argümanını desteklemek için son bir farazi örnek daha vereceğim. Örneğin ikna gücü demok­ ratik meşruiyete dair geniş kesimlerin paylaştığına inan­ dığım bir sezgiye yaslanıyor. Otoriter bir hükümeti de­ virmeye çalışan bir hareketin başarılı önderi olduğunuzu varsayın. Uzun yıllar hapis yatıp demokratik bir toplum kurmak için yeraltında faaliyet yürüttükten sonra, de­ mokratik olmayan rejimlerin önderleri artık hareketinize kilit vuramayacaklarını anlamış olsunlar. Siz ve demok­ rasi kavgası veren yoldaşlarınız nihayet temsili kurumlar kuracak konuma gelmişsiniz. Tek bir sorun var. Birçok yurttaş (diyelim ki yetişkin nüfusun dörtte biri) demokrasidense otoriter bir rejimi tercih ediyor; bu bireyler eski rejimde palazlanmışlar ve temsiliyetçi bir yönetimde yaşa42 Cohen, “Democracy and Liberty,” 246.

mak gibi dertleri yok. Fırsat verilse diktatörlüğe dönmeyi tercih edecekler. Argümanımızın selameti açısından, eli­ nizdeki teknolojiyle kimin demokrasiye karşı çıkıp kimin çıkmadığını güvenilir şekilde ayırt edebiliyor olduğunuzu varsayın. Demokratları sehven antidemokrat olmakla suçlama riskiniz sıfır olsun. Katılım hakkının demokrasinin ahlaki meşruluğunun kabul edilmesine dayalı olduğuna inanıyorsanız, yetiş­ kin nüfusunun dörtte birini siyasal haklarından mahrum bırakmak normatif açıdan sorun teşkil etmeyecektir. Bu görüşe göre, antidemokratların da siyasal bir karardan etkilenmeyenlerle aynı derecede katılım hakkı vardır, yani hiç yoktur. Artık hükümeti ele geçirmiş bulunan hareke­ tiniz topluluğun bu azımsanmayacak kesimini dışarıda bırakırsa meşruiyet kaybı yaşamayacaktır. Gerçekten de yeni rejiminizin kusursuz bir demokrasinin mümkün olan diğer tüm koşullarını karşıladığını varsayın (Kusursuz­ luk artık her neyse.). Antidemokratların katılım hakkı olmadığını kabul ediyorsak, bu yönetimin kusursuz bir demokrasi olduğu görüşünü de savunabiliriz. Sezgilerim bana yetişkin nüfusun dörtte birini siya­ sal haklardan mahrum bırakan bir rejimin tamamen de­ mokratik olmayacağını söylüyor; antidemokrat yurttaşlar şikâyet etmekte haksız sayılmazlaı; çünkü etki etmeleri hiçbir şekilde mümkün olmayan siyasal sonuçlara uyma­ ya zorlanmışlardır. Fakat benim sezgim ancak demokrasi karşıtları temel demokratik çıkarlara ve dolayısıyla katılım hakkına sahiplerse bir anlam ifade eder. Eğer antidemokratlarm siyasal süreçten yana ahlaken önemli çıkarları var­ sa, bu çıkarları ileri sürme hakları da vardır. Makul olma­ yan bir şekilde dışlandıklarında, zarar görürler ve mağdur edilmiş olurlar. Bunun sonucunda rejimin meşruiyeti azalır. Antidemokratlara hakları varmış gibi davranmanın temsiliyetçi rejimin altını oymalarını engellemeyi amaçla­

yan düzenleme ya da çabalardan korunacakları anlamına gelmediğini belirtmek önemlidir. Yani demokratların bir kavramsal olasılık olarak demokratik apartheid’ı, yani bir grup ehil yetişkinin siyasal süreçten koşulsuz olarak ve belirsiz süreliğine dışlandıkları bir durumu reddedecek­ lerdir. Ayrıca demokratik eylem hattını belirlerken hem demokratların hem antidemokratların çıkarlarını dikkate almamız gerekir; savunmacı bir politikanın haklı olup ol­ madığını enikonu düşünürken eyleme geçmenin ve geçme­ menin bedellerini düşünmek zorundayız. Bu çalışmanın geri kalanında antidemokratlara yukarıda bahsedilen çı­ karlara sahiplermiş gibi davranacağım. Anlaşılacağı üzere, antidemokratların çıkarlarını kabul etmek militan demok­ rasi savunusuna ne zaman ve nasıl girişilmesi gerektiğine dair soruların yanıtlarını temelden şekillendirmektedir.

Sınırlı Müdahale İlkesi Demokratlar ne zaman militanlaşmalıdır? Bu kitap boyunca devletin siyasal katılımı kısıtlaması gerekliliği­ ne ilişkin birçok tezi değerlendireceğim ve kendim de bu türden birkaç tez sunacağım. Bu kısımda katılım ilkesini temel alan prima facieıı bir iddiada bulunacağım: Birey­ lerin, en temel çıkarlarını ileri sürerken başkalarını haksız yere alıkoymaya hakkı yoktur. Beklenebileceği üzere, bu iddianın somut bir versiyonuna odaklanacağım: Katılım hakkı başkalarının temel siyasal haklarını ihlal eden faa­ liyetlere uzanmaz (Zaten ilkeye prima facie dememin se­ bebi de 5. Bölüm’de buna bir istisna getirecek olmam.). Dahası yurttaşlar başkalarının haklarını ihlal eden siyasal faaliyetlere saygı duymakla yükümlü değildirler ve hükü­ metler bu faaliyetleri haklı olarak kısıtlayabilirler. Özetle, militan çabaların amacı tüm yurttaşların güvenli katılımı43 Prima facie: Aksi kanıtlanmadıkça doğru kabul edilecek, (ç.n.) 59

na imkân tanıyacak koşulları teminat altına almaktır.44 Buna, sınırlı müdahale ilkesi adını veriyorum.

Bu müdahale ilkesi sınırlıdır veya kendini sınırlandırır; antidemokratların eşit katılım hakkını kısıtlayan politika­ ların, ideal bir rejime ulaşma adma haklı gösterilemeye­ ceğini ima eder. Tezimi geliştirirken, militan politikaların uygulanabileceği türde rejimlerin, gerçekten var olan ve gayet kusurlu olan temsiliyetçi rejimler, yani poliyarşiler olduğunu varsayıyorum. Sınırlı müdahale ilkesi hak ih­ lallerine karşılık verecek veya bunları önleyecek şekilde katılıma kısıtlamalar getirilmesini öngörür; gerek antidemokratları gerekse de demokratları poliarşinin bağlamı içinde güvenle siyasal hedeflerine gidebilmeleri konusun­ da özgür bırakır. Bu tutum iki önemli sorunu gündeme getiriyor. Birçok siyaset kuramcısı bireylerin katılımdan yana çıkarlarının en iyi karşılanacağı rejimin ideal demokrasi, yani birey­ lerin tamamen eşit siyasal kaynaklara sahip olup diğer yurttaşlara büyük saygı duyacağı bir toplum olduğuna inanırlar. Eğer temel meselemiz katılımcıların çıkarlarının ileri taşınmasıysa, istikrarlı ve sağlam temellere oturmuş poliarşinin liderleri (belli bireylerin katılımının, yurttaş­ ların katılım çıkarlarını tümüyle karşılayabilecekleri bir yönetimin önünü tıkadığına inanıyorlarsa) neden baskıcı ve dışlayıcı önlemlere başvurmasınlar?45 44 Bu standart hakkında, bkz. John Stuart Mill, “On Liberty,” On Liberty, with T he Subjection o f Women, and Chapters on Socialism içinde, haz. Stefan Collini (Cambridge: Cambridge University Press, 1989), 14-16. [Türkçesi için, bkz. Özgürlük Üstüne ve Seçme Yazılar, çev. Alime Ertan, Belge Yay., 2012.] 45 Bu meseleyi şu şekilde de düşünebiliriz: Bireylerin ideal açıdan demokratik bir sisteme katılabilme noktasında dışarıdan dayatılabilir bir hakka sahip midirler? Eğer poliyarşi rejiminde yaşıyorsak ve ben sizin daha demokra­ tik bir toplum yaratma girişimlerinizi tıkıyorsam, sizin katılım haklarınızı kendi katılma imkânımın sınırlanmasını meşrulaştıracak bir tarzda ihlal ediyor olur muyum?

Bu kısmın sonunda (“Neden Sınırlı bir Müdahale İl­ kesi?” başlığı altında), hem demokratların da yanılabilir olması hem de muarızlarının ahlaki iddialarından ötürü, ütopyacı amaçlarla dışlama kozuna başvurulmasının bi­ reylerin katılım çıkarlarını ileri taşımayacağını savunaca­ ğım. Michnik açısından kendini sınırlandıran devrimin amacı kusurlu, çoğulcu, temsiliyetçi bir rejim kurmaktı. O ve meslektaşları ideal bir rejim peşinde dizginlenemez şekilde koşmanın tehlikeli ve potansiyel açıdan kendi so­ nunu hazırlayıcı olduğunu düşünüyorlardı. Kendini sınır­ landıran devrimin partizanları gibi militan demokratlar da ikinci en iyi ideali benimsemelidir: Poliarşi.46 Elbette hiç kimse poliarşi ile tamamen demokratik bir hükümeti bir­ birine karıştırmamalıdır. Demokratlar temsiliyetçi kurum­ lar bağlamında çalışma yürüterek, kamusal alanda sefer­ ber olarak ya da meşru sivil itaatsizlik eylemleri yaparak daha kusursuz bir rejim için çabalamayı sürdürmelidirler. Fakat sınırlı müdahale ilkesi doğruysa, militan demokrat­ lar tam ya da kısmi siyasal dışlamaya, demokratik ütopya­ yı gerçekleştirmenin aracı gözüyle bakmayacaklardır. Katılımı Sınırlamak N e Zaman M eşrudur? Tipik haliyle siyasal hakların kapsamına giren katı­ lım biçimlerinin, bu faaliyetler başkalarının temel siya46

1. Bölüm’de Cohen ve Rogers’ın poliarşi tanımını onaylamıştım: “Ne­ redeyse tüm yurttaşların çeşitli bilgi kaynaklarına erişim imkânının yanı sıra; oy hakkı, siyaset sahnesinde kendini ifade etme, örgütlenme ve devlet makamlarına gelme hakkının da olduğu” bir sistemdir bu. Joshua Cohen ve Joel Rogers, “Directly Deliberative Polyarchy,” Philosophy, Politics, D em ocracy içinde, 181. Daha genel oalrak, bkz. Robert Dahl, Polyarchy: Participation and O pposition (New Haven, CT: Yale University Press, 1971). En iyi ikinci kavramı hakkında, bkz. Avishai Margalit, “Ideals and Second Bests,” P hilosophy fo r Education içinde, haz. Seymour Fox (Jerusalem: Van Leer Foundation, 1983), 79. Ayrıca bkz. R. G. Lipsey ve Kelvin Lancaster, “The General Theory of the Second Best,” Review o f Econom ic Studies 24, no. 1 (1956-57): 11-32.

sal çıkarlarım ileri taşıma imkânını baltaladığında artık neden bu kapsama girmediği açıklanmaya muhtaçtır. Bir okuldaki başkanlık seçimlerini düşünün. Okulda çocuk­ larım olduğunu ve seçimleri çok ciddiye aldığımı, aday profillerini okuyup akranlarımla kapsamlı, her halükârda yorucu derecede kapsamlı siyasal münakaşalara girdiğimi varsayın. Eğer herkes bir oy atarken ben bin oy atarsam ne olur? Bu durumda katılımım aracılığıyla önemli aktif ve pasif çıkarlar ileri sürdüğüme şüphe yoktur. Fakat top­ luluğun diğer üyeleri benim akıl almaz siyasal üstünlü­ ğümden şikâyet ederlerse, haklı olacaklarına ve oylarımın geçersiz sayılması gerektiğine inanıyorum. Neden böyle? Belki de bu seçimdeki diğer seçmenlerin sorunları benimkilere ağır basıyordur, olamaz mı? Sonuçtan ve topluluğun eşit üyeleri olarak muamele görmekten yana çıkarları birlikte alındığında belki de benim çıkarlarımı aşmaktadır. Şimdi, topluluğun dörtte üçüne fazladan oy verildiğini, geri kalanınsa sadece bir oy kullanacağını var­ sayalım. Bu durumda, ilk baştaki aritmetiğim tutmayabi­ lir: Nüfusun oy avantajına sahip üyelerinin çıkarları, sa­ yısal bir anlamda, diğerlerinin çıkarlarına gerçekten ağır basabilir. Katılım hakkının fazladan oy avantajını karşılaması­ nın daha temel nedenlerinden biri, topluluğun bir kısmı­ na fazladan oy hakkı tanındığı takdirde üstünlüğe sahip olmayanların muhtemelen zarar görecek olmasıdır. Bin oy hakkı olanların başkalarının sırtına basarak kendi da­ valarını ve projelerini ileri taşımaları muhtemeldir. Ayrıca tam da belli bir grup seçmen artık siyasal açıdan güçsüzleştirildiği için, bu grubun üyeleri çıkarlarına ket vurulma­ sını düzeltme konusunda büyük zorluk yaşayacaktır. Eğer tek oylu üyeler neden çıkarlarının daha az ağırlığa sahip olması gerektiğini sorarlarsa, makul bir cevap vermemiz mümkün olmayacaktır. Bir grubun siyasal statüsünün

düşürülmesi hem zararlı hem de gücendirici olduğundan, yönetimin meşruiyetini ve demokratikliğini azaltacaktır. Kontrolden çıkan okul yönetimi seçimleri saçmadır. Ama ilke için aynısı söylenemez. Bu eser boyunca okurun karşısına katılımının altını oymak için antidemokratların demokrasinin yaygın araçlarından (konuşma yapma, kit­ lesini seferber etme ve yasama işlemleri) yararlandığı ör­ nekler çıkacak. Bir sonraki bölümde savunacağım üzere, önemli bir siyasal partinin üyeleri yurttaşları etnik kim­ likleri temelinde dışlar, bu yurttaşların temel çıkarlarını tatmin etme yeteneklerini makul olmayan bir şekilde sı­ nırlarlarsa, o zaman parti üyelerinin faaliyetleri saygıyı hak etmez. Belli bir faaliyetin ya da politikanm bireyin katılım hakkını ihlal ettiğini nasıl söyleyebiliriz? Yurttaşların belli bir günde ya da posta yoluyla oy vermelerini gerektiren bir kural bu ölçütü karşılar mı? Thomas Christiano’nun savunduğu gibi, siyasal haklara haksız sınırlamaları sap­ tamanın yolu, kuralların o hakkın koruduğu temel ya da ana çıkarların yurttaşlar tarafından ileri taşınmasını sınır­ layıp sınırlamadığına bakmaktır. Benim kendi projelerimi ya da meselelerimi ileri taşımaya olan aktif ilgim, ne za­ man oy verebileceğimle ilgili bir kısıtlama yüzünden ciddi ölçüde tehlikeye girmez (Gerçi, bu düzenleme elbette bir rahatsızlık yaratır.). Gerçekten de yöntem ve usule dair kurucu kuralların, yani siyasal sürecin nasıl işleyeceğini belirleyen kuralların oluşturulması benim haklarımı fi­ iliyata taşımam için zorunludur. Öte yandan, oy verme hakkımın tümden kısıtlanması temel ya da asli çıkarları zedeler.47 Uçlara bakıldığında, katılım hakkının merkezi ile çev­ resi arasmda ayrım yapmak zor olabilir. Merkezi çıkar­ ların söz konusu olup olmadığını belirlemek için kulla47 Christiano, The Constitution ofEquality, 166. 63

nılabilecek kıstaslardan biri bireylerin demokratik süreç yoluyla etkili biçimde rahatsız edici kurala başarıyla karşı çıkıp çıkamamalarıdır. Örneğin siyasal haklardan mahru­ miyet bana zarar vermekle kalmaz, verilen zararı düzelt­ me imkânımı da kısıtlar. Bir hakkın özünü çiğneyen bir sınırlamayı saptamanın bildik bir başka yolu da yurttaş­ ların temel demokratik çıkarlarını artık tatmin edemedik­ leri konusunda makul yurttaşların fikir birliği içinde olup olmamalarıdır.48 Militanlık İçin Alternatif Bir Standart: Zarar Verme Niyeti Jeremy Waldron katılım hakkının sınırları ve devlet müdahalesinin meşrulaştırılması konusunda farklı bir anlayış sunmuştur. Çıkarlar ile haklar arasındaki ilişkiye dair bir denemede, “başka bir grup insanın (komünistler diyin siz buna) bastırılması çağrısının yer aldığı ateşli ko­ nuşmalar yapacağını” söyleyen Nazilerin konuşmalarını yasaklamanın meşru olduğunu savunur. Waldron’un fa­ razi örneğindeki koşul şudur: Nazilerin konuşmasının ba­ şarılı olması ve Nazi destekçilerinin komünistlere saldırıp onları bastırması gibi gerçek bir tehlike vardır. Ama yine de Nazilere hoşgörü gösterip göstermemek gerektiğini değerlendirirken bu olguyu dikkate almamız gerekmedi­ ğinde ısrar eder. Nazilerin toplumun üyelerini bastırmaya çalışmakla kendi haklarını kullanmadıklarını savunur. “İnsanın konuşma özgürlüğünden gerçekten yararlandı­ ğını söyleyebilmek için, sunduğu katkının karşısındakinin katkısıyla her ikisine de fırsat tanıyacak bir tarzda ilişkili olması gerekir. ... Nazilerin hakkımız diye savundukları 48 Corey Brettschneider, “When the State Speaks What Should It Say? The Dilemmas of Freedom of Expression and Democratic Persuasion,” Perspe­ ctives on Politics 8, no. 4 (2010): 1011.

konuşmalar, konuşma özgürlüğü fikrinin tasavvur edil­ diği yaşam biçimine son vermeyi amaçlamaktadır. Bu yüzden, konuşmalarını yasaklayabilmemizin sebebi bu şekilde ister istemez daha fazla hakkı savunabileceğimizi düşünmemiz değil, içerik ve eğilim bakımından Nazilerin konuşmalarının, talep ettikleri hak fikriyle ters düşüyor olmasıdır. ” 49 Waldron’un tezi ikna ediciyse, başkalarına fiiliyatta za­ rar vermenin değil başkalarına zarar verme niyeti gütme­ nin katılım hakkının asli sınırı olduğunu kabul etmemiz gerekir. Sadece antidemokratik bir partiye katılmak ya da toplumun diğer üyelerinin taleplerini protesto etmek kişi­ yi demokrasi adasının dışına atacaktır. Fakat Waldron’un tezinde bir sorun var. Bu faraziyenin işlemesini sağlayan ve ona kullanışlılık kazandıran şey, söz konusu Nazi ko­ nuşmalarının içeriği değil, apaçık güttükleri niyettir. Bu örnekte Nazileri ikiyüzlü davrandıkları için değil, hak ih­ laline yol açmaları gibi “büyük bir tehlike” olduğu için susturabiliriz. Bir iktisat profesörünü tahayyül edelim; adı Habsburg olsun. Önde gelen bir Amerikan üniversitesinde çalıştığını ve bir elitist olduğunu varsayalım. Demokrasinin siyasal iktidarı örgütlemek açısından etkin olmayan, verimsiz bir yol olduğuna inanmaktadır. Kralcı bir partiye katılır ve halkın kendi kendini yönetmesi aleyhinde konuşma­ lar yaparak bu pratikle birlikte anılan ilkeleri alaya alır. Habsburg’un sert eleştirilerinin ya da diğer siyasal faali­ yetlerinin başarıya ulaşma ihtimali çok az olsa da, gerçek niyeti başkalarını kendisi gibi demokrasisizlik peşinde koşmaya ikna etmektir. Eylemlerinin amacı yararlandığı özgürlükleri sonlandırmak, demokratik yaşam biçimine bir son vermektir. Waldron’un görüşüne göre, devlet bu 49 Jeremy Waldron, “ Rights in Conflict,” Liberal Rights: Collected Papers, 1981-1991 içinde (Cambridge: Cambridge University Press, 1993), 223.

profesörün konuşmalarını yasaklarsa, Habsburg buna karşılık kendi temel siyasal haklarını kullandığını iddia edemez. Waldron’un tezini ayakta tutan tek bir payanda var­ dır: Bireylerin çıkarları konuşma özgürlüğü ve özgür ka­ tılımdan yanaysa, o zaman yurttaşların konuşamayacak­ ları ya da özgürce katılım sağlayamayacakları bir toplum kurmaktan yana çıkarları olduğunu iddia edemeyiz. Bu nedenle bir hakkı kabul etme nedenlerimiz ile bu hak­ kın kapsamı arasında doğrudan bir ilişki vardır. Bu da demektir ki, kişinin demokrasisizlik peşinde koşması ile başka amaçlar peşinde koşmasına aynı demokratik ağır­ lık atfedilmemelidir. Bu örnekte Waldron’un siyasal eylemle ileri taşınan meselelere dair çok dar bir bakış açısına sahip olduğunu düşünüyorum. Bir defa, bir insanın demokratik olmayan bir rejimde yaşamaktan yana meşru çıkarlara sahip ol­ ması mümkündür. Belki de böyle bir rejim kişinin dini inançlarıyla ya da siyasal yetenekleriyle daha uyumludur veya demokratik olmayan bir rejimde insan kendini daha güvende hissediyor olabilir. Bizim buradaki amaçlarımız açısından daha önemlisi, Habsburg demokrasisizliğin peşinde koşarken çeşitli meşru çıkarlara sahip olabilir. Örneğin siyasal özerkliğini, en iyi hükümet biçiminin ne olduğunu düşünerek ve buna göre hareket ederek kulla­ nabilir. Ayrıca hepsinin değer verdiği amaçlara ulaşmak için diğerleriyle birlikte çalışmaktan yarar elde edebilir. Dünya üzerindeki Habsburgların sansürden yakınma­ sı ikiyüzlülüğün dik âlâsıdır. Fakat bunun gibi bir senar­ yoda, yani Habsburg’un antidemokratik amaçlarının ba­ şarıya ulaşma ihtimalinin olmadığı bir koşulda, toplumun diğer üyelerinin artık onun siyasal çıkarlarını kabul etme yükümlülüğü olmadığını iddia etmek meseleyi tersinden okumak olur ve profesörün ikiyüzlülüğüne fazla vurgu

yaparken Waldron’un katılım “hakkı fikri” dediği şeye yeterince vurgu yapmaz. Benim anladığım şekliyle hak fikrinin temelinde bireylere ve dolayısıyla da onların te­ mel çıkarlarına duyulan saygı vardır. Bir toplum merkezi demokratik çıkarları ileri taşıyan ama başkalarının hakla­ rını ihlal etmeyen katılım edimlerini sınırlamakla çok bir şey elde edemez. Eğer bu doğruysa, bir devlet Nazilerin şiddeti teşvik etmesini meşru bir şekilde kısıtlarken, Pro­ fesör Habsburg’a demokrasinin birçok kusurunu açıkça dile getirme imkânı tanıyabilir. N eden Sınırlı M üdahale İlkesi? Bu kısımda ana hatlarını ortaya serdiğim ilke, başka­ larının haklarını ihlal etmeyen, ama daha ileri demokra­ tik reform çabalarını baltalayıp gelecekte halk hüküme­ tini tehdit etme potansiyeli barındıran insanları dikkate almayı gerektirir. Aşağıda bu muhafazakâr ilkeyi destek­ leyici üç tez sunuyorum. Her biri antidemokratların katı­ lımdan yana ciddi ahlaki çıkarları ve güçlü hak talepleri olduğunu varsayar. Dahası her tez, bireylerin bilgiye ulaşımındaki kısıtlar ve başkalarının çıkarlarını gereğince savunamamaları gibi birtakım tesadüfi olgulara yaslanır. Bu olgular zorunlu olmamakla birlikte başkalarının ka­ tılım hakkım meşrulaştırmaya yardımcı olur. Dolayısıy­ la militan demokrasiye getirilen sınırlar ile katılım ilkesi aynı normatif kumaştan dokunmuşlardır.50 Sınırlı ya da kısıtlı bir müdahale ilkesini destekleyen ilk tez, siyasal süreçten tamamen ya da kısmen dışlandıkları takdirde antidemokratların meşru çıkarlarının yara alma­ sının muhtemel olduğu tezidir. Katılım hakkını meşrulaş­ tırmanın merkezi öğelerinden biri, bireylerin esenliğinin 50 Andrea Pozas-Loyo’ya iki ilke arasındaki benzerliği vurguladığı için min­ nettarım.

başkaları tarafından layıkıyla savunulmayacak olma ihti­ malidir. Bu iddianın bu kitapta tartışılan örneklerde, yani bir grup yurttaşın diğer yurttaşların siyasal haklarını kı­ sıtlamayı düşündüğü ya da kısıtlamayı zorunlu gördüğü örneklerde geçerli olması özellikle muhtemeldir. Söz ko­ nusu grupları ayırt eden şey genellikle özyönetim konu­ sundaki tutumlarıdır: Belki farklı bir idari merkezde dün­ yaya gelmişlerdi); farklı bir etnik kimlikleri vardır ya da dini inançları farklıdır. Keza ilgili hizipler arasında kay­ da değer derecede düşmanlık ya da sürtüşme olması da muhtemeldir. Bu koşullarda etkili gerçek temsil ihtimali (dışlanmayanların dışlananların çıkarları adına sorumlu emanetçi olarak hareket ettikleri bir temsil ihtimali) sınırlı olabilir. İkincisi, antidemokratlar poliarşi kuramlarını güçlen­ dirme çabalarına karşı çıksalar bile, siyasal haklarından mahrum bırakılmalarının istikrarlı tam bir demokratik rejim yolunda etkili ya da uygulanabilir bir adım oldu­ ğuna inanmamız için pek bir neden yok. Dışlanmayanlar en iyi hükümet biçimini oluşturan kurumlar ve pratikler konusunda fikir ayrılığı yaşayacaklardır. Marjinal açıdan daha demokratik bir rejimin ne olduğu konusunda bile ayrışacaklardır. Bu meselelerde fikirbirliği olsa bile, geri kalan katılımcıların bu hedeflere nasıl veya ne kadar sü­ rede ulaşacakları açık değildir. Son olarak, katılım ilkesi temelinde, demokratik re­ form yolunun bu reformlara tabi olanların ihtiyaç, çıkar ve projelerini yansıtması gerektiğini varsayabiliriz. De­ mokrasi karşıtlarının katılım hakları olduğu sürece, meş­ ru projeleri ve meseleleri daha demokratik bir topluluk yaratma çabalarını da -paradoks gibi görünse d e - şekil­ lendirecektir. Eğer antidemokratlar susturulursa, demok­ ratik reformlarm onların çıkarlarını yansıtması muhtemel değildir.

Birlikte alındığında, etkili temsil olanaklarının za­ yıflığı ve savunma amacıyla siyasal haklardan mahrum bırakmanın anlamlı siyasal reformlara yol açacağı iddi­ asını çevreleyen belirsizlik, amaçları sınırlamaktan yana olmanın militan demokrasiler için neden makul olduğu­ nu gösteriyor. Bireylerin katılım hakkını sınırlamanın be­ delleri ve tehlikeleri kusursuz bir rejim kurma çabalarıyla bağlantılı olarak beklenen kazanımlara baskın çıkacaktır. Daha fazla demokratik reformun peşinden meşru bir şe­ kilde koşabileceğimiz ve bireylerin güvenle katılım sağla­ yabilecekleri poliarşileri istikrara kavuşturmak ve savun­ mak amaç olmalıdır. Bu izahta poliarşi salt en iyi ikinci değildir; yurttaşların çoklu ve çatışan siyasal idealler ileri sürebilecekleri hayati kurumsal ortamdır da.

Demokratik Sorumluluk İlkesi Önceki kısımda devletlerin demokrasiyi savunmak için ne zaman müdahale etmesi gerektiğini ele aldık. Bu kısımdaysa nasıl müdahale etmeleri gerektiğini ele alacağız. Şu önermeden yola çıkıyorum: Tüm ehil yetişkin yurttaşların, hatta antidemokratların bile katılımdan yana önemli çıkarları bulunduğundan, katılımı kısıtlayan savunmacı programların normatif açıdan bedelsiz olması pek muhtemel değildir ve bizzat kendileri demokrasiye ciddi bir tehdit oluşturabilirler. Yukarıda bu dinamiğe militan demokrasinin paradoksu adını vermiştim. Halkın kendi kendini yönetmesini savunma çabalarının gerçekten demokratik olması için, demokratların bu paradoksla başa çıkması ve bu bedelleri hesaba katıp olabildiğince azaltmaya çalışması gerekir. Demokratik sorumluluk ilkesi budur. Militan politikalar iki nedenle pahalıya patlar: Hem bir hata riski vardır hem de bazı meşrulaştırılabilir savun­

macı politikalar bireylerin temel siyasal haklarını ihlal edebilir. Bedelin ilk kaynağı doğrudan yanlış hesap yapıl­ masıdır. Michnik’in zaten kabul ettiği gibi, demokratlar kusurludur. Vakaların önemli bir kısmında, demokrasiyi savunmayı gerçekten amaçlayanlar ortada hiçbir hak ih­ lali yokken ya da bir ihlali kısıtlayıcı önlemlere başvurma­ dan düzeltmek mümkünken kısıtlayıcı politikalara başvu­ racaklardır. Sonuçları bakımından çok kapsamlı önlemler dayatabilirler ve bu önlemleri çok uzun süre yürürlükte tutabilirler (Hata ihtimalinin neden müdahaleyi tümden gereksizleştirmediğini bir sonraki bölümde ele alacağım.). İkinci bedel türü, militan demokratların elinin altın­ da bulunan araçların pervasızlığı, yaratacağı sonuçların belirsizliğidir. Örneğin bir antidemokrat parti yasaklan­ dığında, üyelerinin başkalarının haklarını ihlal etmeleri engellenebilir. Fakat aynı zamanda, bu insanların meşru çıkarlarının peşinden koşmaları da engellenmiş olabilir. Dahası, açık açık seçmene yönelik şiddet tehdidinde bu­ lunan konuşmalara yasak getirme gibi makul kısıtlamalar hukuki yoruma açık olacaktır. Bu kısıtlamalar bireylerin rahatsız edici de olsa başka meşru beyanlarda bulunma­ malarına sebep olabilir. Başka deyişle, hak ihlallerini ger­ çekten sınırlayan veya engelleyen önlemler tasarlamak bu rahatsız edici pratiği yasaklamaktan daha fazlasını gerek­ tirebilir. Eğer meşru önlemler yurttaşları temel demokra­ tik çıkarları ileri sürmekten alıkoyarsa, bu politikaların bedeli demokratik açıdan ağır olacaktır. Savunma amaçlı eylemin potansiyel bedellerini kabul etmek militan projeleri nasıl etkiler? Birincisi, politika üretenler ve siyasetçiler savunma eyleminin yol açtığı za­ rarı açıkça kabul etmeli, bu politikaların amacının dışla­ mak değil, demokrasiyi güvence altına almak olduğunu hem demokratlara hem de antidemokratlara göstermeli­ dir. İkincisi, savunma çabalarının kurumsal şekli yol açtı­

ğı maliyetleri de yansıtmalıdır. Bir militan projenin asgari açıdan meşru olabilmesi için, savunma amaçlı politikala­ ra başvurmanın haklı olup olmadığını ve bu politikaların adil bir şekilde hayata geçirilip geçirilmediğini denetleye­ cek mekanizmalar resmi görevliler tarafından yaratılmalı­ dır. Yanlışlarla ve suiistimallerle mücadele amacında olan kurumsal mekanizmalar, bireylerin demokratik tarzda sa­ vunmacı projelere girişmemeleri durumunda, rejimlerinin demokratik kalmayabileceği fikrini yansıtır. Son olarak, militan projelerin bedelleri olduğunun kabul edilmesi demokratların savunmacı eylemin aka­ binde onaylayacakları politikaları da şekillendirir. Bonnie Honig siyasal sorumluluğun bu biçiminin anlamını şu özdeyişle yakalar: “Trajik bir durumda en iyisi için uğ­ raşmaya, sona kalıp temizliği yapmak da dahildir. ” 51 Bir demokrat müdahale ettikten, bir parti kapatıldıktan veya bir seçim iptal edildikten sonra, demokratlar dışlananla­ rın da siyasal süreçte rol alma hakkının saklı olması ge­ rektiği ilkesiyle tutarlı politikaları savunmalıdırlar.

Neden Demokratik Sorumluluk İlkesi? Neden demokratlar savunmacı eylemin bedelini kabul etmek ve bireylerin demokratik yaşamda rol oynayabil­ melerini en az düzeyde ihlal eden bir eylem hattını tercih etmek zorundadır? Militan demokrasinin amacı antidemokratları dışlamak değil, hak ihlallerini engellemek ve tüm bireylerin kendi temel çıkarlarını ileri sürmelerine olanak sağlamaktır da ondan. Aşırılıkçı bir partinin üyelerinin seçimler sırasında bel­ li yerlerde şiddete başvurduğu ve bu yüzden birçok kim­ senin sandığa gidemediği bir senaryo düşünelim. Normal 51 Bonnie Honig, Em ergency Politics: Paradox, Law, Dem ocracy (Princeton, NJ: Princeton University Press, 2009), 7.

cezai prosedürün işletilmesi dışında, aşırılıkçı partinin seçimlere katılmasına izin vermeyerek antidemokratik faaliyetin daha da keskin biçimde engellenebileceği düşü­ nülebilir. Ama kim bilir, belki de şiddet, savunmacı politi­ kalara başvurmadan kendiliğinden sönümlenecektir. Eğer aşırılıkçı partiyi yasaklamanın yol açtığı zararı hesaplayamazsak, politika tercihlerinin ahlaki bedellerini yanlış yo­ rumlar ve pasif bir strateji daha akıllıca olabilecekken sis­ temli bir şekilde, savunmaya dönük eylemleri onaylarız. Alternatif bir senaryo düşünün. Bu örnekte, bir siyasal partinin önderleri, destekçilerine alenen diğer partilerin üyelerine saldırma çağrısında bulunuyor olsun. Rejimin, söz konusu gruba karşı durması için atabileceği çeşitli adımlar vardır. Tezimin selameti adına, bu adımlardan bazılarının ya da hepsinin tehdidin azalmasına katkı suna­ cağını varsayacağım. Bu adımlar arasında parti üyelerini ilelebet ya da koşullu olarak siyasetten men etmek, partiyi kapamak, partinin devletten aldığı yardımları sınırlamak ve partinin vekillerinin azledilmesini onamak vardır. Eğer politika üreticiler müdahalenin bedelini dikkate alırlarsa, mütecaviz niteliği en az olan politikayı seçeceklerdir. Eğer demokrasi adına verilebilecek zararı görmezden gelirler­ se, daha saldırgan bir politikayı seçmeleri muhtemeldir ve bu durumda rejimin demokratikliği ve meşruiyeti görece azalacaktır. Fakat savunmacı politikaların muhasebesini yapmak militan bir projenin kabul edilebilirliğini temin için yeter­ li değildir. Militan eylemin vereceği zararın alenen kabul edilmesi politikanın yalnızca muhaliflerine değil, aynı za­ manda destekçilerine de projenin amacının muhalifleri dışlamak ya da iktidarı ele geçirmek olmadığını anlatmış olur. Bu sayede üç kazanım elde edilir. Birincisi, bu bölü­ mün başında belirttiğim gibi, tam yurttaş olarak tanın­ mak antidemokratlarm temel bir çıkarıdır. Demokrasiyi

savunmanın zararlı olabileceğini kabul etmek antidemokratlarm demokratik haklarını muhafaza ettikleri fikrini güçlendirir. İkincisi, savunmacı eylemin bedellerinin ka­ bul edilmesi, militan demokraside nihai amacın siyasal dışlama olmadığını açıkça gösterir; bu tür bir mesaj yurt­ taşların kendi temsilcilerinden hesap sorabilmelerini ko­ laylaştırabilir. Üçüncüsü, siyasal rejimin istikrarı kısmen de olsa bireylerin bu rejimin geleceğine olan inançlarına bağlıdır.52 Militan demokrasinin bedellerinin kabulü, et­ kilenen grupların gelecekte tam olarak katılım sergileye­ bileceklerine dair beklentilerini güçlendirebilir. Son olarak, eğer demokratlar militan projelerin tüm bedelleriyle başa çıkmayı başaramazlarsa, etkilenen kim­ selerin topluluğa tam üye olarak yeniden dahil edilmele­ rini sağlayacak ivedilikle hareket etme ihtimalleri azalır. Bu ivedilik gereklidir, zira militan politikaların normatif bedelleri sabitlenemez. Tersine, kısa vadede meşru gö­ rülebilecek birçok politika zamanla rejimin meşruiyetini azaltacaktır. Sözgelimi kilit siyasal oyuncular açısından kısıtlayıcı politikaların getirisi giderek artıyor olabilir. Paul Pierson şu açıklamada bulunur: “Getirinin giderek arttığı bir sü­ reçte, aynı yolda atılan her adım bir sonrakileri atma ih­ timalini arttıracaktır. Bunun nedeni mümkün olan diğer seçeneklerle kıyaslandığında mevcut faaliyetin nispi fay­ dalarının zamanla artmasıdır. ” 53 Başka bir deyişle, bir ya­ sak ne kadar uzatılırsa kaldırmak o kadar zor olabilir. 6. Bölüm’de uzun uzadıya ele aldığım Yeniden İnşa örneğin­ de, Kongre güney eyaletlerine uzun bir süre temsilci hak­ kı tanımamıştır. Güneyli seçmenlerin Kongre üyelerinden

52 Bkz. Daron Acemoglu ve James Robinson, Econom ic Origins o f Dictator­ ship and D em ocracy (Cambridge: Cambridge University Press, 2006). 53 Paul Pierson, “Increasing Returns, Path Dependence, and the Study of Po­ litics,” American Political Science Review 94, no. 2 (2000): 252.

hesap soramadığı süre arttıkça, bu temsilcilerin dışlanma sonucunda elde ettikleri ayrıcalıklara yaslanmaları ve yer­ lerine kazık çakma ihtimali de o kadar artmıştır. Militan politikaların bedellerinin biriken bir yanı da vardır. İfade özgürlüğü hakkının demokratik açıdan de­ ğerli olmasının bir nedeni de bireylerin anlamlı kararlar vermek için bilgiye erişmelerinin şart olmasıdır. Bir hü­ kümetin seçimlerden birkaç hafta önce konuşma özgür­ lüğünü kısıtlaması kuşkusuz demokrasiye aykırıdır. Ama diğer şartlar aynı kalmak kaydıyla, seçimlerden önceki bir yıl boyunca bunu yapmak daha da kötüdür. İletişim ne kadar uzun süre kısıtlanırsa, bireylerin bilinçli tercihler yapmak için ihtiyaç duydukları verilere sahip olma ihti­ malleri ve dolayısıyla rejimin meşruiyeti de o kadar aza­ lacaktır. Benzer şekilde, bir grup birey siyasal süreçten ne kadar uzun süre dışlanırsa, onların tercih ve görüşlerini yansıtmayan politikaların üretilmesi de o kadar muhte­ meldir. Artan getirilerin ve biriken maliyetlerin neticesi, militan demokratların antidemokratlara demokrasinin müstakbel ortakları olarak davranma sorumluluğudur. Eğer demokratlar tüm yurttaşlara güvenle katılma imkâ­ nı tanıyan koşulları hızla yerleştirmezlerse, o zaman mili­ tan çabalar kendi sonunu hazırlayabilir.

Sonuç Bu bölümde kendini sınırlandıran militan demokrasi kuramının öğelerini sıraladım. Adam Michnik’in demok­ ratik isyan yazılarından ilham alarak, kendini sınırlandı­ ran çerçevenin üç düzenleyici normunu saptadım: Katılım ilkesi, sınırlı müdahale ilkesi ve demokratik sorumluluk ilkesi. Yurttaşların siyasal katılımdan yana temel çıkar­ ları bu yaklaşımın odak noktasıdır; bu çıkarlar militan demokrasiyi meşrulaştırır ve her türlü savunmacı proje­

nin amaçlarını ve sınırlarını tanımlar. Bu üç ilke birlikte alındığında militan demokratların sadece demokrasiyi savunmak değil, onarmak gibi de bir görevleri olduğunu ortaya koyar. Militan demokrasi tartışmalarının çoğu, temsili hükü­ mete yönelen büyük çaplı, çoğunlukçu meydan okumalara odaklanır. Ben demokratik pratiğe yönelik varoluşsal teh­ ditleri 5 ve 6. Bölüm’de ele alacağım. Bir sonraki bölümde ise yurttaşların antidemokratik nitelikte olmakla beraber demokratik sistemin istikrarını riske sokmayan eylemlere giriştikleri vakaları irdeleyerek kendini sınırlandıran çer­ çevenin içerimlerini irdelemeye başlıyorum. Bu vakalarda toplumlar hoşgörüsüzlerin haklarını feshetmeden, yaptık­ larına karşılık vermenin yollarını bulmak zorundadır. Ben bunun, hoşgörüsüzlere karşı demokrasinin kurallarından yana taraf tutarak yapılabileceğini savunacağım.

D em okrasiyi Savunma Amaçlı Siyasal D üzenlem eler Nefret Söylemi ve Nefret Partileri Britanya Ulusal Partisi (BNP) üyeliği, tanımlanmış bir “ ırk grubunun” hukuki çerçevesi dahilinde kesin biçimde tanımlanmıştır ve zaten üyelerimiz de kendilerini bu çer­ çevede tanımlarlar. Bu da “yerli beyaz ırktır” ve bu ırktan doğan “etnik gruplardır” . Britanya Ulusal Partisi Tüzüğü, sekizinci baskı, 2 0 0 4

Nick Griffin Cambridge Üniversitesi mezunudur ve sık sık Britanya aşırı sağının modern yüzü olarak tarif edilmektedir. Ayrıca eskimiş bir konuyu (Yahudilerin medyadaki nüfuzu konusunu) irdeleyen “Beyin Yıkayı­ cılar Kimlerdir?” başlıklı bir denemenin de yazarıdır. 7 Haziran 2009’da Griffin’in lideri olduğu Britanya Ulusal Partisi (BNP) Avrupa Parlamentosu seçimlerinde iki vekil çıkardı. Çok geçmeden, Britanya Eşitlik ve İnsan Hakları Komisyonu (EHRC) BNP’ye bir mektup yollayarak, par­ tinin üyelik kurallarının Britanya Irk İlişkileri Yasası’m ihlal ettiğini belirtti. Komisyon BNP’den tüzüğünü de­ ğiştirmesini talep ediyordu. BNP ilk başta teklifi reddetti.

Griffin hükümetin bir siyasal partinin iç örgütlenmesine karışmasının ve hangi partilerin siyasal iktidar için yarı­ şabileceğini tanımlamasının gerçekten demokratik olup olmadığını soruyordu. Hangi partilerin ve programların başarıya ulaşıp hangilerinin başarısız olacağını belirlemek demokratik süreç yoluyla bizzat halkın görevi değil miy­ di? Nihayetinde, EHRC BNP’yi mahkemeye verdi ve bu hukuki hamle BNP’nin uzlaşmazlığını kırdı. Griffin geri adım attı, rahatsız edici üyelik koşullarını parti tüzüğün­ den çıkardı. EHRC bu sürecin hiçbir noktasında BNP üyelerini şiddet yanlısı olmakla ya da suç işlemekle itham etmedi. Keza komisyon da partinin Britanya’nın siyasal kurumlarına açık ve yakın bir tehlike oluşturduğunu da savunma­ dı. Daha ziyade, BNP’ye üyelik kuralları açıkça dışlayıcı olduğu için yaptırım uygulandı. EHRC’nin kurallarına göre BNP’nin beyaz olmayan seçmenleri, Avrupa Parla­ mentosuna yeni seçilen iki temsilcinin kendilerine temel hizmetleri sunacaklarına güvenemezdi. Parti kuralları seçmenlerine zarar veriyor ve Britanya demokrasisinin meşruiyetini azaltıyordu.

Ayrımcı Seçim Kurallarının Savunulması Önceki bölümde demokrasinin militan savunusunu düzenleyen bir çerçeve sundum. Bu çerçeve demokrasile­ rin varoluşsal tehditler aldıklarında karşılaştıkları ikilem­ lere kafa yormak için kullanılabilir. Fakat ben bu bölüm­ de bireylerin diğer yurttaşların katılım hakkını ihlal ettiği ama rejimi tehdit etmediği vakaları irdeleyeceğim. İki so­ ruya odaklanıyorum: Birincisi, ne tür faaliyetler bireylerin siyasal haklarını ihlal eder? İkincisi, devlet bu faaliyetlere antidemokratları tümüyle dışlamadan nasıl yanıt verme­ lidir?

Bu bölümde kendini sınırlandıran çerçeveyi uygulaya­ rak bu sorulara kabataslak yanıtlar vereceğim. Kabatas­ lak kelimesini özellikle kullanıyorum. Yahudi milliyetçi örgütlerinin siyasal iktidarından yakınan bir konuşmanın İsrail’de başka, Almanya’da başka anlamları ve sonuçları olacaktır. Bu tür vakalarda bağlam önemlidir. Bir siyasal yönetimde antidemokratik faaliyetin nasıl idare edileceği­ ne dair kesin hükümler kendini sınırlandıran çerçevenin kapasitesini aşar. Ne var ki benim bu bölümdeki amacım demokrasi karşıtlarına verilecek şekillendirmesi beklene­ bilecek genel düşüncelerin bir haritasmı çıkarmaktır. Günümüz liberal ve demokratik düşünce dünyasında ana akım içinde yer alan John Rawls ve Ronald Dworkin gibi aydınlar, temsiliyetçi rejimlerin şiddete başvurmayan ve genel itibariyle, bireylerin ifade ve siyasal örgütlenme hakları kapsamı içinde yer alan hoşgörüsüz siyasal faali­ yetleri kısıtlamaktan uzak durması gerektiğini savunurlar. ı Hoşgörüsüzleri susturmak ve marjinalleştirmek demok­ ratik kuramların meşruiyetini azaltır. Dahası, kısıtlayıcı politikalar hoşgörülülere de zarar verir, zira tartışmanın tüm taraflarını dinleyebilmelerini ataerkil bir tarzda sınırlar.2 Antidemokratlar oy hakkını sınırlayan bir yasa gibi tartışmalı yasalar çıkardıklarında, hâkimler demok­ rasi fedaisi rolüne soyunup sapkın yasayı iptal ederken yurttaşların katılım hakkına yönelik kısıtlamaları en aza indirerek demokrasiyi savunabilirler. Dworkin açısından, bölücü siyasal faaliyete izin vermek sadece demokratlar-

1

2

John Rawls, A Theory o f ju stice (1971; yeniden basım, Cambridge, MA: Belknap Press of Harvard University Press, 1995), 2 1 6 -2 1 ; Ronald Dwor­ kin, “The Right to Ridicule,” N ew York Review o f B ooks, 23 Mart 2006, www.nybooks.com/amcles/archives/2006/mar/23/the-right-to-ridicule/, erişim tarihi 11 Eylül 2010. Corey Brettschneider, “When the State Speaks What Should It Say? The Dilemmas of Freedom of Expression and Democratic Persuasion,” Perspe­ ctives on Politics 8, no. 4 (2010): 1007.

dan değil, demokratik normları reddedenlerden de meşru taleplerde bulunan siyasal kurumlar için ödediğimiz be­ deldir. Bu görüşe göre, Nick Griffin partisine devlet ta­ rafından gerçekleştirilen hukuki saldırıya yönelttiği eleş­ tiride tamamen haklıydı. Tam da dünya üzerindeki Nick Griffinler katılım sergileyebilsin, görüşlerinin bilinmesini sağlayabilsin ve istedikleri kişilerle partiler kurabilsin diye yasaya uymaları gerekebilir. Siyasal hoşgörüyle ilgili bu standart yaklaşım iki önemli varsayıma dayanır. Birincisi, gruplar yasama mec­ lisinde çoğunluk oluşturamazlarsa, başkalarının siyasal haklarını ciddi şekilde ihlal edemezler.3 İkincisi, belki de Amerikan hükümetinin 20. yüzyılda komünist faaliyetle­ re verdiği orantısız tepkiden hareketle, siyasal hoşgörüy­ le ilgili liberal söylemler cezai yaptırımlar ya da hukuki yasakların, yani yurttaşların temel siyasal çıkarlarını ileri taşımalarını engelleyen yasak ve kısıtlamaların genellik­ le hoşgörüsüzlere karşı durmanın yegâne yolu olduğunu varsayar. Salt siyasal ifade ve eylem bu standart yakla­ şıma göre demokratik pratik açısından büyük bir tehdit oluşturmaz. Antidemokratik faaliyete verilebilecek yanıt­ ların orantısız bir zarara sebebiyet vermesi kaçınılmazsa, o zaman antidemokratik faaliyete düpedüz hoşgörü gös­ terilmesi gerekiyor demektir.4 Bu bölümde, her iki varsayımı ve destekledikleri so­ nuçları yeniden masaya yatırıyorum. “Hoşgörü ve Za­ rarlı Katılım” başlıklı bir sonraki kısımda ne niteliği 3

4

Rawls sadece yasalara odaklanmaz. Bunun yerine, hoşgörülüler “ kendi güvenliklerinin ve özgürlük kurumlannın güvenliğinin tehlikede olduğu­ na inanana” kadar hoşgörüsüz eylemden sakınılması gerektiğini savunur. Fakat yasama standardı gibi bu yaklaşım da kanaatimce zararın ancak “kurumlar tehlikede” olduğunda gerçekleşebileceğini varsayan Ben bu kı­ sımda bu varsayıma karşı çıkacağım. Rawls, A Theory o f Justice, 220. Amerika’da antidemokratik davranışın adi suç kapsamına alınması pra­ tiğinin özgüllüğü hakkında, bkz. Samuel Issacharoff, “Fragile Democra­ cies,” Harvard Law Review 120, no. 6 (2007): 1415-20.

bakımından yasama alanına ait ne de şiddet içeren ama yine de yurttaşların temel demokratik haklarını ihlal eden bir dolu demokratik eylem olduğunu göstereceğim. De­ mokrasi kuramcılarından Thomas Christiano’nun genel hatlarıyla ortaya serdiği bir tezi irdeleyerek, bireyler baş­ kalarının katılım hakkını ister yasama edimleriyle, ister beyanları yoluyla, ister örgütlenerek azalttıklarında pasif hoşgörü davasının siyasal hoşgörünün yılmaz savunucu­ larından birinin söyleminde bile epey güç kaybedeceğini gösteriyorum. “Demokrasiden yana tarafgirlik” başlıklı kısımdaysa zararlı antidemokratik faaliyetlerin, antidemokratların katılım hakkına elverecek şekilde önünü almaya yönelik bir yaklaşım geliştiriyorum. Temsili demokrasiler şaşırtı­ cı derecede farklı kurallar tarafından şekillendirilir ve bu kurallar demokratik faaliyetin her veçhesine dokunur. Sa­ dece birkaç örnek aktarmak gerekirse, bu kurallar kimle­ rin siyasal makamlarda bulunabileceğini, partilerin hangi maddi kaynaklardan yararlanabileceğini ve paranın siya­ sal süreci etkilemek için nasıl kullanılabileceğini tanımlar. Bu düzenleyici yapıların çeşitliliği antidemokratik faaliye­ te yanıtların siyasal pratiğe yönelik kategorik kısıtlama­ lar biçimini almaması gerektiği anlamma gelir. Bir devlet makul derecede antidemokratik konuşmaların hepsini yaptırımla cezalandırmak yerine, siyasal adayların ya da vekillerinin sözlerine odaklanmayı tercih edebilir. Çok yönlülüğü dikkate alındığında, temsili hükümetin arka plan kurallarının antidemokratik eylemde bulunanlara karşı tarafgir davranması gerektiğini savunuyorum. Bu bölümün “Nüfuzlu Partiler, O Kadar Da Nüfuzlu Olmayan Partiler ve Militan Düzenlemeler” başlıklı son kısmında tarafgir demokratik kurumların tasarımına reh­ berlik etmesi gereken düşünceleri ele alıyorum. Siyasal partiler örneğini vererek, militan düzenlemelerin siyasal

süreçte farklı roller oynayan örgütler arasında ayrım yap­ ması gerektiğini savunuyorum. “Standart beden hepsine uyar” mantığından kaçman demokrasiler siyasal partile­ re nüfuz kazandıkça daha sıkı kurallar dayatmalıdır. Bu tür kurallar demokratların zararlı antidemokrat faaliyet­ lerle savaşmalarına imkân tanıyabilir. Fakat bir o kadar önemlisi, militan demokrasinin ödeyeceği normatif bedeli azaltabilir.

Hoşgörü ve Zararlı Katılım Antidemokratik davranışlar bireylere ne zaman zarar verir? Antidemokratik yasaların çıkarılması demokratik tahammülün dayanak noktası, demokratların hoşgörü konumundan hoşgörüsüzlük konumuna geçmeleri gerek­ tiğine dair en güvenilir işaret midir? Bu soruları yanıtla­ mak için Thomas Christiano’nun siyasal otoriteyi analiz ettiği The Constitution o f Equality'deki değerlendirmele­ rini inceleyeceğim. Christiano’nun eserini iki sebeple ir­ deliyorum: Birincisi, yasamayı demokratik hoşgörünün eşiği olarak tanımlarken özellikle sarih ve mantıklı bir gerekçelendirme sunmaktadır; İkincisi, antidemokratların demokratik çıkarlarına dair açıklaması benim burada verdiğim tanımı şekillendirmiştir. Christiano’nun temel iddiası adil siyasal kuramların bireysel eşitliği kamusal olarak cisimleştireceğidir. Top­ lumlar bu standardı yakalamak için tüm yurttaşların si­ yasal özgürlüklerine saygı duymalıdır. Diğer yurttaşlar gibi, hoşgörüsüz olanlar da fikirlerini beyan etme fırsatı sayesinde daha da ileri taşınacak birçok değerli çıka­ ra sahiptirler. Bunlar ifade özgürlüğü, gerçek ve meşru inanç, örgütlenme özgürlüğü ve eşitlikten yana çıkar­ lardır. Bu çıkarların ahlaki önemi dikkate alındığında, hoşgörüsüz olanlara siyasal haklarını kullanma izni

verilmezse, gayrimeşru bir şekilde ikinci sınıf vatandaş konumuna düşürülürler. Christiano şu talepte bulunur: “Toplum ifade, örgütlenme ve vicdan özgürlüğüne ve ki­ şilerin demokratik haklarına her koşulda, hatta kamusal eşitliğe karşı çıkmak için bunları kullandıklarında bile saygı duymalıdır. ” 5 Christiano’nun antidemokratların katılımını ne za­ man kısıtlamak gerektiğine dair açıklamaları benim sınırlı müdahale adını verdiğim şeyle genel anlamda uyumludur. Bireyler antidemokratik amaçların peşinde koşmalarına karşın temel demokratik çıkarlar tehlikeye girmediğinde, demokratlar kendi siyasal haklarını kullanarak kendile­ rini savunabilirler. Sakıncalı politikalara tepki gösterip örgütlenebilirler ve bunlar aleyhinde oy kullanabilirler. Yurttaşların eşitliğine ters düşen argümanlarla savaşmak için devletin ifade ve eğitim imkânlarından yararlanabilir, mesela insan hakları önderlerini ve halk eğitim program­ larını kutlayan genel bayramlar belirleyebilirler.6 Eğer bir toplum daha demokratik bir yanıt mümkünken katılımı kısıtlarsa, bu çabalarıyla kendine ihanet eder, siyasal kurumlara gereksiz zarar vermiş olur. Peki, yurttaşların temel siyasal haklarının ihlal edildi­ ği durumlar ne olacak? Christiano bu gibi durumlarda bir tür kınamanın gerekli olabileceğini kabul eder. Ama aynı zamanda sadece yasamanın bu tür bir zarara sebep olabileceğini de savunur. Christiano açısından, bir yasa­ ma meclisi konuştuğunda, herkes adına konuşur; siyasal otoritenin yegâne kaynağı budur. Dolayısıyla sadece yasa­ ma meclisi siyasal kurumların kamusal eşitliğini bozabilir. “Bu şekilde kamusal eşitliğin toplum çapmda reddedilme-

5 6

Thomas Christiano, The Constitution o f Equality (Oxford: Oxford Uni­ versity Press, 2008), 269. A.g.e., 179. Benzer bir argüman için, bkz. Brettschneider, “When the State Speaks What Should It Say?” 1005-19

si eşitlik açısından gerçek anlamda tehdit oluşturur. ” 7 Bu demektir ki, siyasal faaliyetin başka hiçbir biçimi (hiçbir konuşma, hiçbir protesto, hiçbir örgütlenme biçimi) be­ nim siyasal kurumlan yetkili olarak görmemi ve onların müşterek manevi eşitliği hakkıyla yansıttığını düşünme­ min önünde engel sayılamaz. İşte bu nedenle sadece çok somut şekilde demokratik olmayan yasaların geçirilmesi ve sadece yasama meclisi sansürü hak eder. “Halbuki bi­ reylerin kamusal eşitliğe ya da içerimlerine karşı çıkma ya da kamusal eşitliği reddetme temelinde örgütlenme çabalan henüz ‘bizim’ kamusal eşitliği reddettiğimiz an­ lamına gelmez.”8 Bu önemli açıdan, Christiano elinizdeki kitabın girişinde bahsettiğim mutat kuramsal güzergâhı izlemektedir: Demokrasiye yönelik tehdit oluşturanlar antidemokratlar değil, antidemokratik yasalardır. Tahmin edilebileceği üzere, demokratik hoşgörüye bu yaklaşımın demokratik yasamanın tekil statüsüne gereğinden çok ağırlık verdiğini düşünüyorum. Yasama meclisinin buyurucu yasalar çıkarma konusundaki eşsiz gücünü kabul etsek bile, kuramların otoritesini sadece yasama meclisinin sarsabileceği sonucuna varamayız. Ya­ sama dışındaki eylemlerin siyasal kuramların meşruiyeti­ ni gerçekten tehdit ettiği gerçekçi durumlar düşünmek o kadar da zor değildir. Daha önce örnek verdiğimiz farazi ülkeye, Amerikanistan’a dönelim. Bu toplumda hoşgörüsüz bir parti olduğunu varsayalım, adı da Güney Demokratları (Diksiekratlar) olsun. Güney Demokratları ülkenin siyasal yaşamındaki ana oyunculardan biridir, ama ikisi kendi­ sinden daha büyük olan başka partiler de vardır. Güney Demokratları’nın parti programında siyasal topluluğun belli üyelerinin eşit statüde olduğu reddedilmektedir; ko7 8

Christiano, T he Constitution o f Equality, 270. A.g.e.

laylık olsun diye, bu insanlar kurban Afrikalı Amerika­ lılar olsun. Güney Demokratları ulusal mecliste çoğun­ lukta değildir ve bariz ırkçı yasalar geçirmeleri mümkün değildir, ama yine de partinin üyeleri mecliste yaptıkları koalisyonlar yoluyla siyaset sahnesinde belli bir güce sa­ hiptirler. Durumu daha da ağırlaştıracak şekilde, parti liderleri aralarında bir anlaşma yaparak Afrikalı Ame­ rikalılardan oy almak için rekabet etmeyeceklerini ve genel seçimlerde Afrikalı Amerikalılara oy hakkı tanı­ mayacaklarını açıklamışlardır. Güney Demokratları’nın egemen parti olduğu, hemen her zaman seçimleri kazan­ dığı yerlerde, Afrikalı Amerikalı seçmenler katılım hak­ kından ciddi ölçüde mahrum bırakılmıştır. Ortada bir yasa olmamasına rağmen, Afrikalı Amerikalılar Amerikanistan’ın siyasal kuramlarının ahlaki eşitliği yansıt­ madığı sonucu çıkarmakta haksız sayılmayacaklardır. Bu faraziyede Güney Demokratları elbette kendi siyasal özgürlüklerinden yararlandıklarını iddia edeceklerdir. Fakat Christiano kusura bakmasın ama, burada hoşgö­ rüsüz eylem karşısında pasifliğin demokratik kuramların meşru otoritesine ciddi tehlike oluşturduğu bir vaka söz konusu görünmektedir.9 Christiano’nun bu zorluğa iki şekilde yanıt vereceğini düşünüyorum. Eyleme geçilmesi gerektiğini kabul edip, Güney Demokratları’nın aslında değerli siyasal haklarını kullandıklarını reddedebilir. Sözgelimi Güney Demokratları’nın yol açtığı zararın kriminal şiddete ya da dolan­ dırıcılığa benzer olduğu ve dolayısıyla istisnai görülmesi 9

ABD Yüce Divanı Terry v. Adams, 345 U.S. 461 ’de buna benzer bir davayı ele almıştı (1953). Dava konusu Jaybird Democratic Association of Ford Bend County (Teksas) adında özel bir örgütün dışlayıcı seçimler düzen­ leyerek Demokratik Parti önseçimlerinde kime oy verilmesi gerektiğine dair beyaz çoğunluğu bilgilendirmesiydi. Mahkeme özel örgütlerin resmî seçim sürecinde kayda değer bir rol oynayarak fiilen devletin dalları haline geleceğini ve çeşitli anayasal kısıtlamalara tabi olacağını savunmuştu.

gerektiği savunulabilir. ıo Bu izaha göre, korunma altında­ ki siyasal faaliyeti kriminal eylemden ayıran şey bireylerin katılımdan yana olan çıkarlarının gayrimeşru şekilde sınır­ lanıp sınırlanmadığıdır. Ben böyle bir argümanı özellikle sorunlu görmüyorum. Fakat eğer argüman doğruysa, si­ yasal eylemi korunmalı örgütlenme ya da kriminal faaliyet olarak kategorileştirme sürecinden vazgeçmemiz ve bunu yerine zarar verilip verilmediğine ve zararın gerekçelendirilebilir olup olmadığına odaklanmamız yararlı olur. Christiano Amerikanistan’daki korkunç durumun ideal ölçüde demokratik bir rejime zararının dokunma­ yacağını da iddia edebilir. İdeal şekliyle, tarafsız siyasal kurallar bir partinin belli bir coğrafi bölgeyi egemenlik altına alamayacağı bir tarzda uygulanacaktır. ıı Afrikalı Amerikalılar bir partiden dışlanınca gidip diğerine üye olabilirler ve bunu yapmakla demokratik çıkarları ciddi derecede etkilenmez. Başka bir deyişle, ideal bir dünyada Güney Demokratları (eğer varlarsa) Afrikalı Amerikalı seçmenlerin ana siyasal çıkarlarına taş koyamazlar. Ama ne yazık ki böyle ideal bir sistem yok. Gerçek demokrasi­ lerde ya da poliarşilerde gerçekte başkalarının haklarına karşı çıkan yurttaşlar vardır; bu rejimlerde halkın katılım sergileyebilmesinin önünde, haksız ve keskin eşitsizlik­ ler engeldir. Siyasal müteşebbisler sık sık bu durumdan istifade ederler. Bu ideal olmayan özelliklerden ötürü, yasama ile diğer siyasal eylem türleri arasmda kesin ay­ rım yapmak gerçek dünyada siyaseti tartışırken sanırım 10 Christiano gerçekten de bu tür bir tez ortaya atarak yurttaşların ifade ve örgütlenme haklarının şiddeti teşvik ya da başkalarının haklarını doğrudan ihlal durumunda geçerli olmayacağını söyler. Fakat Christiano’nun düştü­ ğü şerh doğruysa, ki ben doğru olduğuna inanıyorum, bu açık beyanını de­ mokratik kurumlann meşru otoritesinin altını oyan tarzda sadece yasama meclisinin hareket edebileceği iddiasıyla bağdaştırmak zordur. Christiano, The Constitution o f Equality, 1 79,270. 11 Samuel Issacharoff ve Richard H. Pildes, “Politics as Markets: Partisan Lockups of the Démocratie Process,” Stanford Law Review 50, no. 3 (1998): 666.

işe yaramaz. Eğer bu iddia doğruysa, o halde savunmacı önlemleri tetikleyecek olan şey yasalar değil, yurttaşların temel çıkarlarını ihlal eden ya da Christiano’nun tabiriyle “kuramların eşitliğinin kamusal düzlemde somutlaşmasının” i2 altını oyan her türlü faaliyettir.

Demokrasiden Yana Tarafgirlik Yasama harici eylemler yurttaşların temel demokra­ tik çıkarlarına zarar verebilir. Bu çıkarlar zedelendiğinde, devletler hoşgörüsüzlere karşı harekete geçmelidir. Dev­ letler bunu, suçlu partileri ve destekçilerini hapse atarak, siyasal haklarından mahrum bırakarak ya da yasaklaya­ rak yapabilirler. Fakat bu politikalar kabul edilebilir de­ ğildir. Antidemokratların katılımdan yana sahip bulun­ dukları önemli manevi çıkarları yansıtmayı başaramaz, oysa kendini sınırlandıran militan demokrasi kuramının asli bir özelliği budur. Demokrasiyi savunmak pastamızı pişirmek ve sonra da afiyetle yemek için her türlü çaba­ yı göstermeyi gerektirir. Dolayısıyla devletler hoşgörü­ süzlere yanıt vermenin yollarını ararken onların katılım haklarını da korumalıdır. Bu sorunu ele almak için bir strateji öneriyorum. Devletler siyasal faaliyetlere yönelik toptan kısıtlamalardan kaçınırken, yine de siyasal aktör­ leri demokratik kuramların altını oymaktan caydırabilir­ ler. Böyle bir sistem antidemokratik faaliyete girişenlere karşı demokrasinin arka plan kuramlarından yana taraf tutularak başarılabilir. Hükümetlerin demokratların ve antidemokratların çıkarlarına aynı ölçüde saygı duyacak biçimde demok­ ratik kurumlardan yana taraf olmayı nasıl başaracakları merak edilebilir. Bu kaygının arkasındaki sezgi aslında görece açıktır. Ne yapılacağına bir grubun karar verdiği 12 Christiano, The Constitution o f Equality, 270.

basit bir durum düşünün. Bireyler kararlarını almak için basitçe çoğunluk oyuna bakıyor olsunlar. Grup üyelerinin bir kısmının antidemokratik ya da rahatsız edici görüşleri olduğunu varsayalım. Eğer bu basit olgulara yaslanırsak, süreçte tarafgir olan her yöntem (karşı tarafın oylarını saymamak ya da eşit bir şekilde saymamak gibi yöntem­ ler) antidemokratik grubun üyelerini siyasal haklarından mahrum bırakmamızı gerektirecektir. Fakat bu basit de­ mokratik siyaset modeli modern temsilî hükümete biçim veren karmaşık kurumlar hakkında düşünmek için yeterli bir kılavuz teşkil etmez. Demokratik süreçler çok değişik biçimlere bürünebi­ lecek karmaşık toplumsal yapılardır. Demokrasi terimi halkın zihninde kısıtlanmamış kolektif tercih fikriyle bağ­ daştırılır. Fakat modern demokrasilerde siyasal rekabet çok çeşitli anayasal kurallar çerçevesinde gerçekleşir. Sı­ nırlı bir anlamda, bu kurallar tercihleri kısıtlar, ama aynı zamanda siyasal rekabeti yönetmek için kullandığımız asli araçlardır. Demokrasi oyların nasıl sayılacağı ve kaç makam için oy verilmesi gerektiği konusunda bağlayıcı yönergeler gerektirir. Keza hangi oyun geçerli sayılacağı, neye siyasal konuşma deneceği, siyasal partinin hangi bi­ leşenlerden oluştuğu, hangi partilerin hükümet kurabile­ ceği, kimlerin makamlara gelebileceği, görevlere gelenle­ rin hangi bilgileri açıklamaları gerekeceği ve bir adayın oy pusulasında yer alması için nelerin gerekli olduğu da belirlenmelidir.13 13 Demokrasilerdeki bu tür düzenlemelerin gündeme taşıdığı pratik, huku­ ki ve anayasal meselelere dair muazzam bir hukuk külliyatı mevcuttur. Benim çalışmalarım daha eksiksiz bir normatif perspektifle bu külliyata katkıda bulunuyor. Bir değerlendirme için, bkz. Samuel Issacharoff, Pa­ mela S. Karlan ve Richard H. Pildes, Law o f D em ocracy: Legal Structure o f the Political P rocess, 2. Baskı (Westbury, NY: Foundation Press, 2002). Siyasal düzenlemeleri yapılandırması gereken genel ilkeleri tanımlama gi­ rişimi için, bkz. Dennis F. Thompson, Ju st Elections (Chicago: University of Chicago Press, 2004).

Temsili hükümetin arka plan kuralları çoğu zaman, antidemokratikliği bariz olan biçimlerde taraflıdır. Şu örneği düşünün: 1965’te ABD Kongresi, Oy Hakkı Yasası’nı çıkardı. Federal hükümet artık Afrikalı Amerikalı­ ların katılım hakkını kullanmalarını güvence altına alma­ ya çalışacaktı. Buna karşılık, siyahların katılımına karşı çıkanlar, yani demokrasi karşıtları siyasal üstünlüklerini sürdürmek adına çeşitli stratejilere başvurdular. Mississippi’deki resmi makamlar ağırlıklı olarak beyaz ve siyah ilçeleri büyük seçmen bölgeleri haline getirdi ve beyazla­ rın bu yeni, daha büyük alanlarda çoğunlukta kalmasını sağladı. Bu kurumlan tasarlayanlar Afrikalı Amerikalıla­ rın kitleler halinde oy verebileceğini ve her seçmenin aynı sayıda oyu olacağını varsayıyorlardı. Ama yine de seçim sistemi kasıtlı olarak Afrikalı Amerikalıların aleyhineydi. Oy verebiliyorlardı vermesine ama hükümet politikala­ rını etkileme ve böylece katılımdan yana çıkarlarını ileri taşıma imkânları ciddi derecede smırlanmıştı.14 Mississippi’nin ırkçı kurumsal müteşebbisleri demok­ ratik olmayan tarzda hareket etmişlerdi, ama bunun se­ bebi tarafgir kurumlan tercih etmeleri değildi. Demokra­ sinin arka plan kuralları yanlı/peşin hükümlü olmalıdır; siyasal iktidarı bireylerin temel siyasal haklarını ihlal ede­ cek tarzda ele geçirmeye ya da korumaya yönelik çaba­ ları caydırmalıdır. Oy Hakkı Yasası demokratik açıdan tarafgir kurallara çok iyi bir örnektir: Yasanın beşinci bendi, güney devletlerinin oyla ilgili her türlü kurumsal değişikliği bir federal bölge mahkemesine ya da Adalet Bakanlığına onaylatmayı şart koşuyordu. Eyaletler teklif edilen değişikliklerin “ırk, renk ya da bir dilsel azınlığa mensubiyetten ötürü oy hakkını tanımayan ya da kısıt14 Bkz. Morgan Koussei; Colorblind Injustice: Minority Voting Rights and the Undoing o f the Second Reconstruction (Chapel Hill: University of North Carolina Press, 1999).

layan” nitelikte olmadığını kanıtlamakla yükümlüydü. ABD’nin tikel federal yapısı düşünüldüğünde, bu kurallar olağandışıydı. Fakat belli bir grubun siyasal haklarına sal­ dırı ve gasp çabalarını caydırdığından ve her şeye rağmen ırkçılara katılım için alan bıraktığından meşruydu da. Bu türde başka bir örneği Samuel Issacharoff “Kı­ rılgan Demokrasiler” başlıklı yazısında ele alıyor. İsrail devleti resmi siyasal partiler ile Knesset seçimlerine gire­ bilecek partiler arasında ayrım yapar. Irkçı örgütler parti olarak kayıtlı olabilir, ama siyasal makamlar için aday gösteremezler. Issacharoff’un belirttiği gibi, bu yaklaşım “fikirler, hatta galiz fikirler etrafında bile bir parti örgüt­ lemenin mümkün olduğu, ama diğer yandan böyle bir partiye Knesset’te temsil hakkının tanınmadığı bir siyasal uzam” yaratır. 15 Issacharoff bu politikaların ifade, örgüt­ lenme ve siyasal katılım özgürlüğüne genel kısıtlamalar getiren yasalara kıyasla ahlaki açıdan daha az karşı çıkılabilir olduğunu söyler. Bu bölüm Issacharoff’un önerisi­ ni hayata geçirme girişimi olarak okunabilir. Düzgün bir şekilde tasarlandığında, iğrenç fikirleri ifade etme hakkı­ na dair genel bir kısıtlama normatif açıdan kabul edile­ bilir olmayabilirse de, tarafgir politikalar pekâlâ makbul olabilir.

Nüfuzlu Partiler, O Kadar Da Nüfuzlu Olmayan Partiler ve Militan Düzenlemeler Demokrasi karşıtı eylemlerle ilgili olarak, buraya ka­ dar ele aldığım yaklaşım, demokratik çıkarların (hem demokratların hem de antidemokratların çıkarlarının) sıkıca korunmasına vurgu yapan bir yaklaşımdı. Şimdi de siyasal partilerin ahlaki iddialarını inceleyerek, dü­ zenlemelerin, militan demokrasinin kendini sınırlandıran 15 Issacharoff, “Fragile Democracies,” 1449.

yaklaşımıyla tutarlı olacak şekilde tarafgir olabileceğini göstereceğim. Militan demokratik düzenlemenin asıl sahası parti­ lerdir. Demokrasi adına partilerin içine sızılır, partiler de­ mokrasi adına incelenir, listeden çıkartılır, yasaklanır. Bu zamana dek, siyasal partiler ve siyasal partiler mevzuatı­ na ilişkin normatif yazına iki farklı düşünce okulu damga vurmuştur.« İlk gruptaki araştırmacılar, bireylerin siyasal eşitliğine saygıya örnek teşkil eden siyasal sistemlerde par­ tilerin oynadığı araçsal rolü vurgular. Bu perspektife göre, partilere ilişkin kapsamlı düzenlemeler militan olsun ol­ masın adil bir siyasal sistemin sürdürülmesine yardımcı olabilir diye meşru görülür. İkinci gruptaki araştırmacı­ lar ise parti faaliyetlerinin içsel değerini vurgularlar. Bir partiye katılmanın, tıpkı özel bir derneğe katılmak gibi, bireylerin çıkarlarını ileri taşıdığına inanırlar. Bu nedenle, bu görüşün savunucuları düzenlemelerin manevi bedelle­ ri konusunda hassastır; düzenlemelerin yurttaşların kendi siyasal örgütlerini şekillendirme yeteneklerini kısıtlama­ sından endişe duyarlar. İki okulun üyeleri de parti faaliye­ tinin hem araçsal hem de içsel değeri olabileceğini kabul ederler (Ama hangi özelliğin baskın olduğu konusunda vurguları farklıdır.). Ne var ki çok az araştırmacı partiler arasında farklılıklar olabileceğini ya da bu farklılıkların onların ahlaki statülerini etkileyebileceğini kabul eder. Bu açıdan, siyasal partilerin normatif açıdan incelenmesine kavramsal bir tekçilik damga vurmuştur: Bir parti her za­ man sadece bir partidir. 16 Tabiatıyla, partiler hakkındaki bazı kuramsal çalışmalar iki gruba da dâhil değildir. Russell Muirhead partizanlık etiğine, yani taraf tutmak isteyen birinin faaliyetini neden değerli görebileceğimize dair önemli bir deneme kaleme almıştır. Fakat Muirhead’in denemesi kendi başına siyasal partiler­ den ziyade büyük oranda partizanlık kavramına odaklanmıştır, dolayısıyla onun tezini burada ele almıyorum. Russell Muirhead, “A Defense of Party Spirit,” Perspectives on Politics 4, no. 4 (2006): 713-27.

İki yaklaşımın düzenlemelerin bedelleri konusundaki duruşları kadar ikna ediciliği de söz konusu grupların nüfuzuyla bağlantılı olarak azalıp artmaktadır. Partiler nüfuz sahibiyken (örgütlülükleri, politikaları ve temel görüşleri toplumun tüm fertlerini ciddi derecede etkiledi­ ğinde) araçsal kaygılar baskın çıkıyor ve kısıtlayıcı düzen­ leme görüşü zirve yapıyor. Bir parti nüfuz sahibi olmadı­ ğındaysa (küçük bir partiyse ve büyük oranda belli bir siyasal perspektifi ifade etmek üzere iş görüyorsa), siyasal partizanlığın içsel faydaları öne çıkıyor. Bu demektir ki, büyük partilere değil küçük partilere uygulandığında dü­ zenlemelerin demokratik maliyeti daha büyük olacaktır. Savunulabilir ölçüde tarafgir olan bir siyasal mevzu­ at düzenlemeler sistemi bu farkları hesaba katacaktır. Dolayısıyla kendini sınırlandıran demokrasi kuramında tutarlılık için zayıf partilere adayların nasıl seçileceğini, partinin programının ne olacağını ve kimlerin bu parti­ nin üyesi olabileceğini belirleme konusunda ciddi bir alan açılmalıdır. Partiler nüfuz kazandığındaysa, tüm yurt­ taşların demokratik çıkarlarının korunduğunu güvence altına alan daha müdahaleci ve güçlü bir mevzuata tabi olmalıdır.

Partiler Neden Önemlidir? Araçsal Görüş Partiler karmaşık bir siyasal mekanizmanın dişlileridir ve meşru kararlar üretecek şekilde tasarlanmalıdır ya da en azından araçsalcılar böyle düşünmektedir. Partiler bi­ reylere çeşitli kolektif eylem problemlerini aşma imkânı sağlar; hükümet içinde belli politikalara destek sağlarlar, seçmenleri yeni hükümetler seçmeye teşvik ederler ve belli adayların görev başındaki davranışlarım kestirmelerinde yurttaşlara yardımcı olurlar. Eğer temsili hükümet eşitler arası saygı kültürü içinde değerliyse, o zaman partiler sü­

recin zorunlu unsurları olarak bu amaca ulaşmanın araç­ ları kadar değerlidir. 17 Müdahaleci kurallar partilerin temel işlevlerini yerine getirmelerine yardımcı olduğu sürece, bu düzenlemeler sa­ dece meşru değil zorunludur da. Partileri resmi demokra­ tik kurumlardan (mesela bir yasama meclisinden) anlamlı bir şekilde ayırmak mümkün değildir ve bu kurumlar gibi düzenlenmelidirler. Yukarıdaki iddiaların mantığı, kural­ lar parti üyelerinin planlarını ya da amaçlarını bozsa bile geçerlidir. Partilerin araçsal rollerini yerine getirme kapa­ sitelerinin, onlara belli bir bağımsızlığın garanti edilmesi­ ne bağlı olduğunu çok az kişi reddedecektir. Öte yandan, demokratik sürecin başarıyla işlemesi bir siyasi yönetimin tüm üyelerinin çıkarmadır. Dolayısıyla üyelerin bu süreci etkileyen her partinin yapısı dahilinde kazanmış olduğu demokratik çıkarlar vardır. Charles Beitz’in savunduğu gibi, “ Parti rekabetinin devlet tarafmdan düzenlenişi si­ yasal alana adil erişim amacının karşılanması açısından zorunluysa, örgütlenme özgürlüğüyle ilgili endişeler bu düzenlemelerin önünde engel oluşturmamalıdır. ” 18 Bu araçsal perspektif özsel kurumsal ifadesini Al­ man Temel Hukuku’nun {Grundgesetz' in) 2 1 . madde­ sinde bulur: “ Siyasal partiler halkın siyasal iradesinin oluşumunda yer alırlar. Siyasal parti kurmak serbesttir. İç örgütlenmeleri demokratik ilkelere uygun olmalıdır. Kaynakları, gelir kullanımları ve giderleri şeffaf olmalı­ dır.” Alman demokrasisinde partilerin anayasal rolünü

17 Bir demokraside partilerin rolüne dair, bkz. John Aldrich, Why Parties? The Origin and Transformation o f Political Parties in America (Chicago: University of Chicago Press, 1995), 2 8 -6 4 . Partilerin araçsal normatif de­ ğeri hakkında, bkz. Thomas Christiano, The Rule o f the M any: Funda­ mental Issu es in D emocratic Theory (Boulder, CO: Westview Press, 1996), 245; Charles Beitz, Political Equality: An E ssay in Democratic Theory (Princeton, NJ: Princeton University Press, 1989), 191. 18 Beitz, Political Equality, 191.

dikkate alan Alman Federal Anayasa Mahkemesi geç­ mişte Almanya’yı bir parti-devleti (Parteienstaat) olarak tarif etmişti. Alman hükümetinin adil siyasal rekabet ve bizatihi demokrasinin istikrarı adına, parti faaliyetine sıkı düzenlemeler getirmesine şaşmamak gerek .19 Siyasal düzenlemeye araçsal yaklaşımı güçlendiren kabul, partilerin demokratik sürecin genel adilliğini ko­ laylaştırdıkları kabulüdür. ABD’de Cumhuriyetçi Parti ile Demokrat Parti ya da Almanya’da Hıristiyan Demokrat­ lar ile Sosyal Demokratlar gibi nüfuzlu partilerin demok­ ratik yaşamın merkezinde olduğu, iktidarın nasıl kazanıl­ dığını ve kullanıldığını etkiledikleri kesinlikle doğrudur. Bu partiler örneğinde araçsalcıların kaygı ve iddiaları ikna edicidir. Eğer bu örgütler adil değilse, ayrımcıysa ya da eşitliğe aykırı hareket ediyorlarsa, siyasal sistemin bütünü bu kötülüklerin hepsinden yara alacaktır. Bu demektir ki, bu partilerin kapsamlı bir denetleme ve düzenlemeye tabi olmaları adildir. Gel gelelim birçok demokraside siyasal yaşamın ge­ nelinde hayati rol oynamak için gerekli büyüklüğe ya da stratejik fırsatlara sahip olmayan partiler vardır (Küçük partiler yönetici çoğunluğun hayati destekçileri haline gel­ diklerinde, nüfuzları boylarını aşabilir.). Marjinal partiler tek bir meseleye kilitlenip faaliyet yürütebilirler ve liderle­ ri yüksek makamlara gelme arzusuna sahip olmayabilir.

19 Alman Anayasa Mahkemesi’nin siyasal partilere yaklaşımı, diğer getirile­ rinin yanı sıra partilere, “seçim siyasetinin asli aktörleri olarak haklarını karara bağlama” imkânı sunmaktadır. Aynca “siyasal partiler devletin anayasal organları sıfatıyla mahkeme huzurunda bir Organstreit (dallar arası çatışma) duruşmasında (4 BVerfGE 27: 1954) anayasal haklarını sa­ vunabilirler, partiler seçim haklarının ihlaline, tıpkı bir devlet dairesinin erkler ayrılığı ilkesine göre hakkım aramasında olduğu gibi, karşı çıkma yetkisine sahiptir. Donald P. Kommers, “Moves toward Democracy: The Federal Consdtutional Court: Guardian of German Democracy,” Anıtals o ft h e American Academ y ofPolitical and Social Science 603 (2006): 113, 119.

Bunun aksine, bazı örgütler kamu yararı konusunda her yönüyle gelişmiş bir anlayışa gerçekten sahiptirler; ama bu kapsamlı görüşü politikaya dönüştürecek siyasal etki­ leri yoktur. Siyaset sahnesinin çeperlerinde yer alan örgütlerin, demokratik kuramlardan ayırt edilemez sayılması yarar­ lı değildir. Faaliyetleri ve biçimleri siyasal sistemin genel meşruiyetini ciddi ölçüde etkilemeyecektir. Birçok hetero­ jen partinin iktidar için rekabet ettiği bir siyasal yönetim düşünün. Keza marjinal bir partinin de babadan oğula el verme sistemiyle liderini seçtiğini varsayalım. Bu örgütün antidemokratik yapısı, bir bireyin, liderini demokratik yollarla seçen bir partiye katılma imkânını önemli ölçüde değiştirmeyecektir. Bu parti liderini seçimle işbaşına ge­ tirmeye zorlandığı takdirde bundan çok az kazanç elde edilecektir. Buradan şu sonuç çıkar: Partiler nüfuza sahip değilken düzenleme yanlısı araçsal tez zayıftır. Parti içi dü­ zenlemeden uzak durma konusunda aksi yönde nedenler olduğu ölçüde, araçsal argümanın gücü geriledikçe bu ne­ denler daha da artacaktır. Bir sonraki kısımda aksi yönde­ ki bu dengeleyici nedenleri ele alacağım.

Partiler Neden Önemlidir? İçsel Görüş Jam es M adison “Federalist 5 0 ’de” şöyle bir varsa­ yımda bulunur: “Partilerin yokoluşu ya kamu güvenliği açısından genel bir alarm zilidir ya da özgürlüğün mutlak anlamda yokoluşu demektir. ” 20 Amerikan meşrutiyetçiliğinin babası neredeyse tamamen haklıydı. Ama diyelim ki kolektif eylem problemlerimizi siyasal partiler olmadan çözmemizi sağlayan bir teknoloji icat ettik. Diyelim ki bu yeni dünyada siyasal sistemimiz en az eskisi kadar adil 20 James Madison, “Federalist 50,” The Federalist içinde, haz. Jacob E. Cooke (Middletown, CT: Wesleyan University Press, 1961), 346.

ve eşit. Demokrasi pratiğiyle ilişkili olarak, eski sistemi tercih etmek için bir sebep bulabilir miydik? Olumlu ce­ vap vermek için, parti üyeliğinin başlı başına değerli oldu­ ğuna inanıyor olmamız gerekir. İçsel görüş savunucuları bunun doğru olduğuna inanırlar; demokratik yetenekleri ve eğilimleri geliştirmek gibi aktif demokratik çıkarları gerçekleştirmek için de partilerin özel fırsatlar sunduğuna inanırlar. Siyasal partilerin içsel değerini savunanlar parti faa­ liyetini bir sivil toplum kuruluşuna bağlılığa benzetirler. Sivil toplum kuruluşları derken, bireylerin katılmayı ter­ cih ettikleri devletten bağımsız örgütleri kastediyorum. Elbette sivil toplum kuruluşları meşru temsili sisteme araçsal katkıları temelinde savunulabilir; örneğin dernek­ lerin örgütsel ve eğitsel kapasiteleri siyasal sistemleri daha temsiliyetçi ve daha özgürlükçü kılar.21 Fakat en azından Tocqueville’den bu yana siyaset kuramcıları örgütsel ya­ şama kendini adamış katılımcıların önemli faydalar elde ettiğini savunmuşlardır. Nancy Rosenblum sivil toplum kuruluşlarına katılımın bir siyasal erdem biçimini besle­ diğini savunur: “ Gruplar için geniş örgütlenme özgürlüğü ve bireylerin değişen şekillerde müdahilliklerinin günlük yaşamda, demokrasinin genel ahlaki iklimini bozan kötü­ lükleri sınırlamak ve düzeltmek için en iyi fırsatı sunduğu 21 Sivil toplum örgütlerine üyeliğin manevi değeri hakkında, bkz. Nancy L. Rosenblum, M em bership and M orals: T he Personal U ses o f Pluralism in America (Princeton, NJ: Princeton University Press, 1998). Daha şüp­ heci bir yaklaşım için, bkz. Simone Chambers ve Jeffrey Kopstein, “ Bad Civil Society,” Political Theory 29, no. 6 (2001): 8 3 7 -6 5 ; ve Sheri Ber­ man, “ Civil Society and the Collapse of the Weimar Republic,” World Politics 49, no. 3 (1997): 4 0 1 -2 9 . Habermas’m sivil toplumun değerine dair izahının daha araçsal bir niteliği vardır. Jürgen Habermas, Betw een F acts and N orm s: Contributions to a D iscou rse T heory o f Law and D e­ m ocracy, Ing. çev. William Rehg (Cambridge, MA: MIT Press, 1998), 3 7 3 -7 9 . Ayrıca bkz. Robert Putnam, M aking D em ocracy Work: Civic Traditions in M odern Italy (Princeton, NJ: Princeton University Press, 1993).

sonucuna ulaştım. ” 22 Kişi örgütsel yaşam a atılarak ya da bir dernek topluluğundan diğerine kayarak siyasal özerk­ liğin ve çoğulculuğun kıymetini anlar. Katılımcıların de­ mokrasinin pratiklerini ve demokrasinin temelinde yatan değerleri kucaklamaları daha muhtemel hale gelebilir ve bu dönüştürücü etki başlı başına bir amaçtır (Ama demokra­ tik sisteme ancak uzun vadede katkı sağlayabilir.). Başka deyişle, örgütlenmenin faydaları demokratiktir ama sırf siyasal sistem daha adil ya da daha eşit olduğu için değil. Ne var ki partiler salt sivil toplum kuruluşları değildir. Siyasal örgütlerin eğitici forumlar oldukları gerekçesiyle içsel olarak savunulması, parti faaliyetinin topluluğun genelini nasıl etkileyeceği beyan edilmeden nadiren öne sürülür. Rosenblum’un partilerin siyasal gündemi şekil­ lendirme, seçimleri kazanma ve hükümetin kararlarını etkileme konusundaki özel rolünden ötürü en değerli sivil toplum kuruluşları olduğu iddiası bu savunuda zımnen mevcuttur. Partiler “Janus gibi çift yüzlüdür”, hem gö­ nüllü derneklerdir hem de temsiliyet sürecinin zorunlu bir demirbaşıdır ve özel statüleri partililer için benzersiz fırsatlar sunar. Rosenblum şu sonuca varır: “Dolayısıyla örgütler arasında sadece partiler siyasal dünya hakkında kapsamlı bir harita çıkarırlar: Meselelerin ve adayların ötesine uzanan ve tarihüstü olan işaretler, semboller ve araçlar sunarlar. Aktif üyelik erkek ve kadınları kendine özgür bir siyasal toplumsallaşma biçimine açık hale ge­ tirir. ” 23 Partilerin yok olduğu ihtimal dışı senaryomuzda kaybolacak olan da işte bu kendine has siyasal toplumsal­ laşma biçimidir. 22 Bkz. Alexis de Tocqueville, D em ocracy in America (1 8 3 5 -4 0 ), haz. J. P Mayer, İng. çev. George Lawrence (New York: Harper Perennial, 1998) [Türkçesi için, bkz. Amerika’da Demokrasi, çev. Seçkin Sertdemir Özde­ mir, İletişim Yay., 2016.]; Rosenblum, M em bership and M orals, 18. 23 Nancy L. Rosenblum, “Political Parties as Membership Groups,” Colum­ bia Law Review 100, no. 3 (2000): 826.

Araçsalcı meslektaşlarından farklı olarak, içselci kam­ pa mensup araştırmacılar ve hukukçular parti faaliyetin­ den kâr elde etme fırsatının devlet müdahalesinden ba­ ğımsız olmayı gerektirdiğini söylerler. Bağımsızlık ile içsel fayda arasındaki gerçek ilişkinin nadiren dile getirilmesi biraz şaşırtıcıdır. Bruce Cain’in şu analizi tipiktir: “Çıkar gruplarının ve diğer özel siyasal örgütlerin iç meselelerini ve desteklerinden yararlananları nasıl idare edeceklerini diledikleri gibi belirleme hakkına sahip olmaları gerektiği genel kabul görmüştür. Bu nedenle parti hakları meselesi­ ni bağlama oturtmanın bir diğer yolu da, oy pusulasında bir adayın yanma bir grubun ismi koyulduğunda çıkar gruplarına normalde tanınan özgürlüğün ne kadarından ve neden vazgeçilmesi gerektiğini sormaktır. Ben parti özerkliğini savunarak, sadece ırk ayrımcılığını önlemek ve seçimin idaresini sağlamak için gereken şeylerden vaz­ geçilmesi taraftarıyım. ” 24 Cain özel derneklerin son dere­ ce güçlü hak iddialarına yaraşır içsel faydaları olduğunu varsayar ve ardından dernekler ile partiler arasında bir ilişki olduğunu iddia eder.

Cain’in tezinin temelinde üç önermenin yattığını sapta­ yabileceğimize inanıyorum. Birincisi, dernek çatısı altında kişilerle etkileşimden kazanç elde etmek için, bu kişilere ve forumlara karşı aidiyet içeren bir bağlılığa sahip olmak gerekir. Bu bağlılık biçiminin kaynakları arasında diğer üyelerle özdeşleşmek ve demeğin faaliyetlerinin yönünü şekillendirmek de olabilir. Eğer bir derneğin kaderini ya da bu demekteki rolünüzü umursamıyorsanız, katılımın yararlı bir etkisi olmasını beklemek zordur.25 İkincisi, farklı türde örgütler arasında bir tercih yapabiliyor olmak 24 Bruce Cain, “Party Autonomy and Two-Party Electoral Competition,” University o f Pennsylvania Law Review 149, no. 3 (2001): 802. 25 Jon Elster, “The Market and the Forum: Three Varieties of Political The­ ory,” Foundations o f Social Choice Theory içinde, haz. Jon Elster ve Aanund Hylland (Cambridge: Cambridge University Press, 1986), 121. 98

gerekir. Bireylere farklı örgütlenme tarzları geliştirmeleri için fırsat vermek, bağlanabilecekleri bir örgüt bulmala­ rına yardımcı olabilir. Ayrıca Rosenblum’a göre forumlar arasında geniş bir tercih imkânı sunmak çoğulcu bir du­ yarlılık geliştirilmesine katkı yapar. Üçüncüsü ve sonun­ cusu, sivil toplum kuruluşlarının devletçe düzenlenmesi bireylerin örgütlerin idaresindeki etki alanmı ve örgütler arasındaki çeşitliliği azaltabilir. Sözgelimi eğer devlet her örgütü liderlerini seçmeye zorlarsa, parti sistemine tektiplik dayatılacak, böylece bireylerin farklı türde parti faali­ yetlerini deneme fırsatları yok edilecektir.26 Yukarıda, partilerle ilgili araçsal görüşün en çok da nüfuzlu partiler için geçerli olduğunu söylemiştim. İçsel görüşü yeniden inşa ederken, çeperlerde yer alan ya da nüfuzu olmayan partilerin daha güçlü benzerlerine kı­ yasla, devletin düzenlemelerinden azade olmayı talep et­ mekte haklı olduklarım savunuyorum. Çünkü, ilk olarak, partilerin niceliği ve nüfuzu arttıkça “seçim bölgesindeki parti” üyeleri bu örgütlere hükmedemeyeceklerdir. Nü­ fuzlu partilerin ve onayladıkları politikaların şeklini belir­ leyen büyük oranda profesyonel siyasetçilerdir.27 Partinin strateji ve programında parti üyelerinin denetimi azsa, Cain’in parti bağımsızlığına ilişkin güçlü iddialarını hangi mantığın destekleyebileceğini anlamak zordur. İçsel perspektif destekçileri, partililerin parti yönetimi­ ni denetleyemedikleri durumlarda bile siyasal faaliyetten içsel yararlar elde edebilecekleri ihtimalini gündeme ge­ tirebilirler. Gerçekten de insanın büyük, profesyonelleş­ miş bir partiyle kendini tamamen özdeşleştirmesi gayet mümkündür. Fakat bu savunma aslında kendi sonunu 26 Rosenblum siyasal ve sivil toplum içinde ve arasında demokratik tektiplik arayışına kimi zaman “uyumluluk mantığı” adım verir. Rosenblum, M em ­ bership and M orals, 46. 27 Aldrich’in savunduğu gibi, “Hırslı ikbal avcıları ve makam sahipleri siyasal partideki ilk ve en önemli aktörlerdir.” Aldrich, Why Parties? 20

hazırlar. Eğer bir partinin yolunun belirlenmesinde etkin role sahip olup olmadığınızdan bağımsız biçimde, salt o partiye katılmak özü itibariyle değerliyse, o zaman artan düzenlemelerin parti üyelerinin çıkarlarına ciddi bir zara­ rı olmayacaktır. Daha önemlisi, partinin nüfuzu arttıkça içsel argüma­ nın göreli ağırlığı azalır. Bir parti kendi üyesi olmayan­ ları ciddi şekilde etkilemeye başladığında, bundan böyle destekçilerinin çıkarlarını ileri taşıyan bir mekanizmadan ibaret olmaktan çıkar. Nüfuzlu partiler gönüllü dernek­ lerden çok kamu kuruluşlarına yakındır. Siyasal günde­ mi kurgularlar, makam için kimin uygun aday olduğunu belirlerler, bağlı bulundukları düzenleyici yapının yaratıl­ masına katılırlar vesair. Eğer bir örgüt bu tür bir nüfuza erişirse, içyapısı tüm yurttaşların demokratik çıkarlarını yansıtacak şekilde düzenlenmelidir.

Ö zet ve Örnek Yukarıdaki analiz bireylerin siyasal sürece katılımda eşit haklarının olmasıyla ve militan önlemlerin bedelleri­ ni düşük tutma hedefiyle tutarlı (başka bir deyişle, mili­ tan demokrasinin kendini sınırlandırma modeliyle tutar­ lı) bir düzenleyici stratejinin, nüfuz kazandıkça partilere daha sıkı demokratik düzenlemeler dayatacağını savu­ nur. Bir partinin sıkı düzenleme eşiğini aştığının göster­ geleri arasında mecliste koltuk elde etmek, oyların belli bir oranım kazanm ak ve mecliste belli bir konum sahibi olmak (muhalefet liderliği gibi) sayılabilir. Bu şekilde ta­ rafgir olan bir sistem yurttaşları, haklı olarak kendileri­ ne ait saydıkları partiye oy vermekten alıkoymayacaktır. Keza bu sistem yurttaşları, haklı olarak yarı kamu kuru­ mu sayılan partiler için aday seçimlerine katılmaktan da alıkoymayacaktır.

ıoo

Peki, düzenleme konusuna bu yaklaşım pratikte neye benzer? Bu bölüme Britanya Eşitlik ve İnsan Hakları Ko­ misyonunun (EHRC) Britanya Ulusal Partisine (BNP) karşı tutumunu örnek göstererek başlamıştım. EHRC Haziran 2 0 0 9 ’da BNP’ye şu önlemleri almadığı takdirde yasal yaptırımda bulunulacağı bilgisini iletti: (1) Üyeliği ırk temelinde kısıtlamayı durdurmalı, (2) tüzüğünü değiş­ tirmeli ve (3) partinin temsil ettiği alanlarda ırk temelinde hizmet verilmesini engellemek için adımlar atmalı. Amaçlarımız açısından, EHRC’nin yaklaşımının iki veçhesi özellikle ilginçtir. Birincisi, komisyonun adımla­ rı parti yapısındaki değişiklikten doğrudan etkilenmişti. Komisyon mektubunda şöyle yazıyordu: “Partiniz son dönemde ilk kez bir genel seçimde ciddi başarı elde etti. Bu nedenle kamunun ilgisi ve denetimi arttı. Kısmen bu­ nun bir sonucu olarak, Komisyona BNP’nin tüzüğü ve üyelik kıstasları hakkında bireysel şikâyetler gelmeye başladı. Yukarıda söylenenlerden hareketle, Komisyonun neden eşitlik kanunlarıyla uyum sağlanması için harekete geçmeyi görev bildiği anlaşılacaktır. ” 28 Birleşik Krallık’taki 1976 Irk İlişkileri Yasası, bir örgütün ırk, renk, milliyet, etnisite ya da ulusal köken temelinde ayrımcılık yapm a­ sını yasaklıyor. Fakat EHRC’nin müdahalesini tetikleyen şey BNP’nin seçimlerdeki artan başarısı olmuştur. İkin­ cisi, komisyon partinin ırkçılığı ile yeni elde ettiği siyasal nüfuzun bir araya gelmesinden özel bir zarar doğduğunu tespit etmektedir. Partiye katılımdan dışlanan bölge sa­ kinleri, BNP temsilcilerinin kendilerine en temel hizmetle­ ri (mesela temsilcilerin hangi partiye bağlı olduklarından bağımsız olarak bölgelerindeki tüm üyelere sağladıkları hizmetleri) bile sunmayacağını düşünmekte haklıdırlar. 28 Equality and Human Rights Commission [Eşitlik ve însan Haklan Komis­ yonu], Birleşik Krallık, Başkan Nick Griffin’e, Britanya Ulusal Partisi, 22 Haziran 2009, www.equalityhumanrights.com/uploaded_files/letter_before_claim.pdf, Erişim tarihi 4 Mart 2011.

EHRC’nin hukuki taarruzunun akabinde, BNP ve Nick Griffin Britanya’daki tartışmalarda belki de hak ettiklerinden önemli bir rol oynamayı sürdürüyorlar ve parti hoşgörüsüz niteliğini büyük oranda koruyor. Fakat BNP’nin seçimlerdeki talihi artık yaver gitmiyor; bir dizi ciddi yenilgi aldı. Nihayet, parti hem standartlarını hem de tüzüğünü değiştirdi. Komisyonun icraatları çeşitli si­ yasal organlarda koltuk sahibi olmak isteyen hırslı parti liderleri ile partinin ırkçı ve yabancı düşmanı ideolojisinin zayıflamasına katiyen karşı çıkan tutucular arasında fay­ dalı bir çatlak oluşmasma da yol açtı .29 EHRC, BNP’nin faaliyetleri başkalarının demokratik haklarını ihlal edene kadar bekleyerek, bireylerin siyasal eşitliği önemseyen bir siyasal sistemden yana çıkarları ile kendilerini özdeşleştirdikleri siyasal örgütlere katılmaktan yana çıkarları arasında bir denge gözetmişti. Öte yandan, hoşgörü ile hoşgörüsüzlük arasındaki çizginin tam olarak nereye çekileceği haklı tartışmalara konu olan ucu açık ve fevkalade zor bir soru olmayı sürdürüyor. Bu soruya ve­ rilecek yanıtlar söz konusu toplumun tikel özellikleriyle alakalı olacaktır. Sözgelimi BNP’nin yükselişinin yol açtı­ ğı somut zarar ancak bölgesel seçim mıntıkaları temelin­ de örgütlenmiş bir siyasal sistemde mümkündür. Ayrıca BNP’nin seçilmesinin zarar verdiği çıkarlar, çok açık ki, temel demokratik çıkarlar değildir. BNP Avrupa Parla­ mentosuna sadece iki üye seçtirebilmişti ve muhtemelen Avrupa düzeyinde politika üretimine etki edemeyecekti. Dahası, bunlar çok üyeli bölgelerden seçilmişlerdi; ve bu bölgelerin bileşenlerinin emrinde kendi hesaplarına ça­ lışabilecek en az beş Avrupa Parlamentosu üyesi daha vardı. Bu durumda, en demokratik adım BNP’ye karşı

29 Matthew Taylor ve Hugh Muir, “ General Election 2010: The Defeat of the BNP,” Guardian, 13 Mayıs 2010, www.guardian.co.uk/politics/2010/ may/14/general-election-2010-fall-bnp, erişim tarihi 6 Ekim 2012.

ses çıkarmak ve örgütlenmek olurdu. Fakat komisyonun analizi doğru olduğu ölçüde (Partinin hoşgörüsüzlü­ ğü ve seçimlerde giderek görünür hale gelmesi ışığında, BNP temsilcilerinin seçilmesi seçmenlerin temel siyasal çıkarlarına zarar veriyordu.), Komisyon BNP faaliyetle­ rine hoşgörü göstermemekte haklıydı. Çözüm önerisiyse (parti tüzüğünün baştan yazılması) BNP destekçilerinin katılım imkânını koruyordu. Dolayısıyla Komisyonun icraatı hem hoşgörüsüzlerin hem de karşıtlarının hakla­ rını ciddi şekilde önemseyen kurumsal bir perspektifin somutlaşmasıdır.

Tarafgir Kurumlar Hakkında İki Kaygı Öne sürdüğüm tez, demokratik kurumlar konusunda tarafsızlığı, belli bir dünya görüşü ya da çıkarlara ayrıcalık tanıyacak bir tarzda, terk etmeyi öneriyor. Bu tezde sorun teşkil edebilecek iki noktayı ele almak istiyorum. Birincisi, suiistimal umacısıdır. Devlet yetkililerinin siyasal sistemi düzenlemek amacıyla yasal yetkilerinden yararlanmaları muhtemeldir. Suiistimalin açık bir örneği 20. yüzyılda ABD Komünist Partisinin (CPUSA) yasaklanmasıdır. Bugün CPUSA’ya SSCB’nin destek verdiğine dair somut kanıtlara sahibiz .30 Yine de, siyasal katılımın suç haline getirilmesi, Joe McCarthy’nin seyirciye oynaması ve örgütlenmenin suç olduğuna bel bağlanması, var olan tehditle orantı­ sız ve çoğu zaman da adaletsizdi. Daha yakın dönemde, 2 0 1 0 ’da, Irak Sorumluluk ve Adalet Komisyonu seçimde aday olan çoğunluğu sunni beş yüzden fazla kişinin (top­ lam adayların yedide birinin) Irak seçimlerine katılmasını yasakladı. Komisyon üyeleri çalışmalarını yürütürken gizli hareket ettiler ve muğlak standartlara başvurdular. Yeni 30 Martin H. Redish, The Logic o f Persecution: Free Expression during the M cCarthy Era (Stanford, CA: Stanford University Press, 2005).

Irak hükümetiyle iyi ilişkiler içinde olan sayısız siyasetçi­ nin (savunma bakanı dahil) üstü çizildi. Kitlesel yasak ve akabinde doğan kriz rejimin hem kamusal hem de soyut meşruiyetini tehdit ediyordu.3i Suiistimal temelinde bir itiraz, önemli olmakla birlikte vurucu bir argüman değildir. Birincisi, itirazın gücü ha­ talı bir önermeye dayalıdır: Demokratik siyaseti siyasal müdahaleden azade şekilde yapılandıracak doğal ya da verili bir siyasal düzenleme sistemi olduğunu varsayar. Ne yazık ki, böyle doğal bir siyasal mekanizma yoktur. Demokratik rekabet, tıpkı ekonomik rekabet gibi, sadece siyasal düzenlemenin konusu değildir; aynı zamanda, bu düzenlemenin bir ürünüdür. Bir toplumdaki siyasal dü­ zenlemeler demokrasiyi savunmak için kullanılmadığında bile, siyasetçilerin kendilerini sağlamlaştırıp düşmanlarını cezalandırmak için hem yetenekleri hem de itkileri ola­ caktır. İkincisi, demokratik kurumlar tasarlarken dem ok­ rasi savunusunda aşırıya kaçm ak gibi bir olasılık vardır, ama bu kurumların sistemli bir şekilde savunulmaması gibi bir olasılık da vardır. Amerikanistan faraziyesini ha­ tırlayın. Güney Demokratları’nın Afrikalı Amerikalıların haklarını ihlal etmesine izin verildiğini varsayın. Hiç de akla aykırı olmayan bu senaryo, militan demokrasinin ciddi ve kabul edilemez ölçüde eksik bırakıldığı bir duru­ ma örnektir. Suiistimal tehlikesini göz ardı etmeden, şu sorulara odaklanmak zorundayız: (1) Başkalarının asli katılım çı­ karlarını ihlal edenlere yaptırım uygulanmalı mıdır? (2) Uygulanmalıysa, demokratlar militan önlemlerin yol aç­ tığı zararı nasıl sınırlayabilirler? Kurumsal ayarlamaların nasıl yapılacağına dair ayrıntılı sorunlar bu kitabın kap-

31 Anthony Shadid, “Political Turmoil Follows Barring of Hundreds from Iraqi Ballot,” N ew York Times, 15 Ocak 2010, www.nytimes.com/2010/01/16/ world/middleeast/16iraq.html?pagewanted=all, erişim tarihi 15 Ocak 2010.

samı dışındadır. Fakat sağduyuya dayalı bazı kıstasların tatbiki militan politikaların düzgün bir şekilde uygulanıp uygulanmadığını belirlemek için kullanılabilir. Bu kıstas­ lar arasında şunlar vardır: 1- Rejimler demokratik çürümeyi denetim altında tutmak için ellerindeki en az kısıtlayıcı araçlardan yararlanmalıdır, yani militan politikalar etkili ola­ cakları ve bireylerin siyasal düzenlemeye tabi ol­ mama iddialarının en zayıf olduğu yere odaklanmalıdır. 2 - Politikalar hoşgörüsüzleri, temel haklarını demok­ ratik süreç dahilinde ileri sürmekten alıkoymamalıdır. 3 - Düzenlemeler uygulanmaları ve bir o kadar önem­ lisi, kaldırılmaları konusunda açık ölçütler sunu­ yor olmalı. 4 - Polise polislik edecek mekanizmalar kurulmalıdır, yani savunma önlemlerinin tüm kullanımları mah­ keme gibi bağımsız bir organ tarafından gözden geçirilmelidir. Tarafgir demokratik süreçler konusuna şüpheyle yak­ laşmanın ikinci bir gerekçesi etkililik meseleleridir. Siyasal düşünce dünyasında, hoşgörüsüzlüğün en iyi ilacının şef­ faflık olduğunu savunan köklü bir gelenek vardır. Antide­ mokratik zorluklarla savaşmanın en iyi yolu demokrasi­ ye meyilli bir alandansa düz bir alanda mücadele etmek midir? Burada, militan düzenlemelerin işe yaramayacağı gibi bir iddiada bulunmuyorum; daha ziyade, bu düzenle­ melerin hiçbir düzenleme olmadığı duruma kıyasla daha masraflı ve etkisiz olacağı korkusunu dile getiriyorum. Bu zorluk ampirik bir kanıya dayalıdır: Siyasette şeffaf­ lık gerçekten de militan demokrasinin en iyi biçimidir. Bu

kanı doğruysa, o zaman demokrasiyi savunmak gibi bir derdi olan herkes bu stratejiyi tercih etmelidir. Bunun kadar iyimser olmayan biriyse, partileri hedef alan militan düzenlemelerin etki yönünden hiçbir şey yapmamaktan bir farkı olmayacağını savunabilir. Samuel Issacharoff ve Pamela Karlan’ın kampanya finans refor­ mu üzerine yazdıkları bir denemede savundukları gibi, “ Seçim reformu, hedefi tutturamamış iyi niyetli planlar mezarlığıdır. Bir Siyasal Termodinamiğin Birinci Yasası’nı (Siyasal iktidar arzusu yok edilemez, olsa olsa fark­ lı biçimlere kanalize edilebilir.) ayırt etmek için Einstein olmaya gerek olmadığı gibi, Siyasal Devinimin Üçüncü Yasası’nı saptamak için (Siyasal aktörleri kısıtlamayı amaçlayan her reform çabası, ona tutunabilecek olan­ lardan birtakım karşıtepkiler doğurur.) Newton olmaya da gerek yoktur. ” 32 Bu görüşe göre, militan politikaların etrafından dolaşma yönünde en güçlü kişisel dürtüye yine bu politikalardan en çok etkilenen kişiler sahip olacaktır. Eğer belli bir konuşma biçimi yasaklanırsa, siyasal lider­ ler çıkıp destekçilerine “Neleri söyleyemeyeceğimi bili­ yorsunuz. İşte kardeşlerim, söylemek istediklerim tam da bunlar” diyecektir! Bu karşı argüman militan demokratlar cephesinde do­ ğabilecek en küçük bir Pollyannacılığa karşı önemli bir ıslah sunacaktır. Gel gelelim militan düzenlemeler ko­ nusunda “gerçekçi bir şüpheciliğe” sahip olsak bile, yine de bu düzenlemelerden yararlanmak gerektiği sonucuna varabiliriz. Etkililik sorunlarını bir kenara bırakırsak, an­ tidemokratik faaliyetle mücadele eden kurallar önemli amaçlara hizmet eder. Toplum, partileri örneğin ırk teme­ linde ayrımcılık yapmaktan alıkoymaya çalışarak, dışla­ nanların siyasal topluluğun tam üyeleri olduğunu kabul 32 Samuel Issacharoff and Pamela S. Karlan, “The Hydraulics of Campaign Finance Reform,” Texas Law Review 77 (1998-99): 1705.

eder ve bunu yeniden tasdik eder. İkincisi, düzenleyici eylemin en azılı eleştirmenleri bile antidemokratik eyle­ mi kısıtlama yönündeki bazı çabaların başarılı olduğunu kabul ederler; 1965 Amerikan Oy Hakları Yasası bu ça­ balardan sadece biridir.33 Zaman içinde siyasal kadrolar bu kurallardan yan çizmenin yollarını bulabilirler. Fakat demokratlar bu tür durumlarda hak ihlalini sükûnetle karşılamamalıdırlar. Bunun yerine, kuralları söz konusu antidemokratik faaliyeti daha büyük bir başarıyla engel­ leyecek şekilde yeniden formüle etmelidirler.

Sonuç Demokratlar temsili hükümetin istikrarını tehdit et­ meyen antidemokratik faaliyete hoşgörü göstermeli midirler? Hayır. Demokratik hakları ciddiye almak, ka­ tılımdan yana başkalarının sahip olduğu asli çıkarlar ih­ lal edildiğinde harekete geçmek demektir. Bu müdahale standardındaki zorluk, haklarını tümden ihlal etmeden antidemokratlara nasıl karşı koyulacağıdır. Toplumların demokrasiyi işleten düzenlemelerden yararlanarak bu zorlukla mücadele edebileceğini söylemiştim. Kendini sınırlandıran düzenlemeler sadece hak ihlallerini engelle­ mekle kalmayıp, aynı zamanda hoşgörüsüzlerin kendile­ rini ifade edip siyasal edimlerde bulunmalarına da mahal verecek şekilde planlanmalıdır. Militan eyleme ne zaman geçilmesi gerektiğine dair önerdiğim standart, yurttaşların demokratik haklarınının sınırlanması konusunda ne en çok başvurulan ne de en iyi bilinen gerekçelendirmeye dayanıyor. Sözgelimi neden demokratlar kendilerine hoşgörü göstermeyecek kişilere hoşgörü göstermek zorunda olsunlar? Bir sonraki bölüm33 Michael S. Kang, “The Hydraulics and Politics of Party Regulation,” Iowa Law Review 91 (2005-6): 138.

de bu sorunu ele alıp demokratik haklara yönelik sınır­ lamalar için getirilebilecek daha kapsamlı gerekçelerin demokratik değerlere niçin ters düştüğünü göstereceğim.

ArıtiDemokratların Dışlanmasını G erekçelendirm ek Şartların Zorlamasıyla Demokrat Olan AntiDemokratlar Tarihçi Maurica Agulhon The Republican Experi­ ment adlı kitabının daha ilk sayfasında, Fransa’da İkinci Cumhuriyet’e katılanların birçoğunun özyönetime ilgi duymadığını belirtir. Cumhuriyetçiliğe derin ve kalıcı bir muhabbet besleyenlerin aksine, yeni sistemin karşıtlarıyla “ertesi gün cumhuriyetçileri” (républicains du lendemain; devrimden sonraki gün anlamında, ertesi) denilerek dalga geçiliyordu.ı Agulhon ise bu sadakatsiz katılımcıları baş­ ka bir sıfatla damgalar: Bunlar koşullarm zorlamasıyla cumhuriyetçi olan kimselerdi. Bu yurttaşlar cumhuriyetin meşruiyetini kabul ettikleri için değil, şimdilik cumhuriyet memlekette tek yol sayıldığı için trene atlamışlardı. De­ mokratik devrim araştırmacıları (klasikçiler, tarihçiler ya da siyasetbilimciler) demokrasiyi sık sık parçalı bir hü­ kümet biçimi olarak tanımlarlar: Toplumun bir bölümü1

Maurice Agulhon, The Republican Experiment, 1 8 4 8 -1 8 52 , İng. çev. Ja ­ net Lloyd (Cambridge: Cambridge University Press, 1983), 1.

nün diğer bölümüne dayatmada bulunduğu bir hükümet biçimidir. Demokratik bilgeliğin bu boyutu yukarıda an­ dığımız Fransızca sözde gayet güzel ifade edilmişti, ama demokrasinin ahlaki değerine ilişkin günümüz tartışma­ larında az çok saklı olarak varlığını sürdürmektedir. Bu bölümde göstereceğim gibi, halk hükümetinin parçalı ni­ teliği kimlere demokratik yaşamda rol alma izni verilmesi gerektiğine dair tartışmalarımızın rengini belirlemelidir. “Ertesi gün cumhuriyetçilerine” gösterilen kayda de­ ğer hoşgörünün aksine, demokratik rejimler siyasal ör­ gütlere fevkalade farklı nedenlerden ötürü yasak koyar ya da yaptırımda bulunurlar. İsrail Kurucu Yasası İsrail devletinin demokratik veya Yahudi niteliğini kabul etme­ yen siyasal partileri yasaklayabilmektedir. Türkiye, dev­ letin laik kimliğini ya da toprak bütünlüğünü sorgulayan partileri sık sık kapatmıştır. İspanya ise Baskçı terör örgü­ tü ETA’yla kabul edilemez derecede sıkı bir ilişkiye sahip olmakla suçladığı Batasuna Partisini yasaklamış ve mal varlığına el koymuştur. Önceki bölümlerde demokratik kurumlarm, eylemle­ riyle başkalarının katılım hakkını ihlal edenlere karşı ta­ rafgir olması gerektiğini savunmuştum. Bu bölümdeyse, söz konusu teze hangi alternatifin savunulabilir olduğunu ele alacağım (Tabii böyle bir alternatif varsa.). Daha özel­ de, yaptırımların iki asli durumda meşru olup olmadığına odaklanacağım: Birincisi, partiler başkalarının haklarını açıkça kabul etmeye yanaşmayıp, rejimin demokratik niteliğini alenen reddettiklerinde; İkincisi, partiler başlı başına demokrasiye karşı çıkmayıp devletin kimliğinin önemli bir öğesini (mesela dini ya da ulusal niteliğini) değiştirmeye çalıştığında. Bu gerekçelerden (siyasal alanı sınırlamak için sık sık kullanılan bu gerekçelerin) hiçbiri eleştirilere göğüs geremez. Sırf demokrasiyi ya da laikliği reddettikleri için örgütleri yasaklamak ya da üyelerini ce-

ııo

zalandırmak demokratik temelde savunulamaz ve kendi­ ni sınırlandıran militan demokrasi kuramıyla tutarsızdır.

Parti Kapatma Gerekçeleri Hâkimlere ve siyasetçilere yaratıcılıklarından ötürü övgü düzüldüğü nadirdir. Ama siyasal katılımı kısıtlamak için öne sürülen nedenlerin salt sayısı ve kapsamı bile gerçekten etkileyicidir. Bu gerekçeleri kategorilere ayır­ mak üzere küçük çaplı ve çok da yenilik getirmeyen bir girişimde bulunduk. Peter Niesen, Samuel Issacharoff ve Nancy Rosenblum gibi akademisyenler devletlerin siya­ sal rekabeti sınırlarken sundukları gerekçeleri bölümlere ayırmak için yararlı çerçeveler sunmuşlardır. Ben daha farklı bir yaklaşım sergileyerek bu gerekçeleri siyasal ala­ nın sınırlanmasına bağımsız bir demokratik temel sağla­ yıp sağlamadıkları zemininde gruplandırıyorum.2 Önceki iki bölümde başkalarının haklarını ihlal etme girişimlerini önleme gerekçelerini ele almıştım. Fakat son­ raki iki kategoriyi ele almaya başlamadan önce, tabloda yer almayan dördüncü bir kategoriyi değerlendirmek isti­ yorum: Yolsuzluğu ya da şiddet faaliyetini (terörizm gibi) kolaylaştırdığı için bir örgütü cezalandırmak. Bu gerekçe2

Bu kategoriler birbirini dışlamaz. Sözgelimi 1930’lardaki Alman Nazi Par­ tisi kategorilerin iki duruma da uymaktadır. Fakat bu kategorilere atfedilen gerekçeler mantıksal açıdan farklıdır. Pratikte, mahkemeleş seçim düzenle­ yicileri ve yasa koyucular bu gerekçelerden her birini parti kapatmak için yeterli görmüştür, tsrail parlamentoso (Knesset) devletin Yahudi niteliğine karşı çıkan bir partinin Knesset seçimlerine katılamayacağını uygun gör­ müştür. Bu tür bir parti sadece üçüncü kategoriye denk düşer. Samuel Issa­ charoff, “Fragile Democracies,” Harvard Law Review 120, no. 6 (2007): 1432; Peter Niesen, “Anti-Extremism, Negative Republicanism, Civic Society: Three Paradigms for Banning Political Parties— Part 1,” German Law Journal 3, no. 7 (2002), www.germanlawjoumal.com/index.phpipageID=l l&artID=164, erişim tarihi 21 Şubat 2013; Nancy L. Rosenblum, On the Side o f the Angels: An Appreciation o f Parties and Partisanship (Princeton, NJ: Princeton University Press, 2008), 4 1 2 -55 .

lendirmeyi dışarıda bırakıyorum, çünkü ne demokratik normlara dayalıdır ne de bu normlara ters düşer. Tablo 1. Gerekçe 1: Bireyler ya da Gruplar Başkalarının Temel Haklarını İhlal Etmektedir Bu kıstasa uyan gruplar

Bu k ıstasa uyan gruplar: Bireyleri haksız yere üyelikten dışlayan büyük partiler H alkı şiddet y a d a gözdağı y o ­ luyla sandığa gitm ekten alıkoyan bireyler

Ö rnekler

N azi Partisi (A lm anya) A BD ’de İçsav aş’ın sonu ile 1 9 6 0 ’lar arası dönem de D em okrat Parti

D em okratik gerekçe

D em okratik süreç kolektif kararlar alm anın değerli ve m eşru bir yoludur; başkalarının haklarını ihlal edenler buna zarar verirler

Tablo 2. Gerekçe 2: Bir Partinin Demokrasiyi Reddetmesi Bu k ıstasa uyan gruplar

D em okrasiye karşı çık an am a d e­ m okratik sistem e katılan partiler

Ö rnekler

A lm an Komünist Partisi, KPD ABD K om ünist Partisi F ran sa’d a İkinci Cum huriyet dönem inde O rleancı Parti

D em okratik gerekçe

A ntidem okratik partiler d em o k ­ rasiyi tehdit ederler ve takiye y ap a ra k katılırlar

Tablo 3. Gerekçe 3: Bir Partinin Başlı Başına Demokrasiyi Değil, Rejimin Kimliğinin Önemli Bir Özelliğini Reddetmesi Bu kıstasa uyan gruplar

D evletin dinini, ekonom ik sis­ tem ini, sınırlarını y a d a ulusal veya etnik kimliğini değiştirm eyi am açlay an partiler

Ö rnekler

R efah Partisi (Türkiye) K om ünist Parti (ABD) B atasuna (İspanya) KPD (A lm anya) K ach (İsrail)

D em okratik gerekçe

Devletin bu özelliklerine d em ok ­ ratik karşı çıkışlar rejimin istikra­ rını tehdit eder ya d a d ah a önem li ve acil sorunlar için aktarılabile­ cek kaynakların çarçu r edilm esine neden olur (yahut ikisi birden).

Gruplar siyasal faaliyete bahşedilen himaye ve ayrı­ calıklardan genellikle suç kapsamına alınmaya değer gö­ rülen eylemlere (mesela cinayet ve ekonomik yolsuzluk) girişmek için yararlanmıyor olmalıdırlar. Burada genel­ likle kelimesini kullanmamın sebebi belli başlı demok­ ratik pratik şekillerinin (örneğin hükümeti eleştirmenin) yasadışı ilan edilebileceğine dikkat çekmektir; bu tür is­ tisnai durumlarda bireyler hukuka karşı geldikleri için cezalandırılmamalıdır. Ayrılıkçı Bask partisi Batasuna’yı ele alalım. Batasuna 2002’de askerî örgüt ETA’nın şiddet faaliyetlerini lanetlemediği için mahkemelik oldu. Ayrılık­ çı bir örgütü kınamayı reddetmek genellikle suç kapsamı­ na girmez; dolayısıyla bir partiyi bu sebeple yasaklamak yukarıda bahsedilen gerekçelerin kapsamı dışında kala­ caktır. Gerek ülke içindeki gerek uluslararası insan hak­ ları camiasından gelen ciddi eleştiriler karşısında İspanya devleti bahsi yükseltti ve Batasuna’nın aslında ETA’dan ayrı düşünülemeyeceğini, askeri operasyonlara yardım ve

yataklık yaptığını iddia etti.3 Bu suçlama kanıtlanabildiği ölçüde, Batasuna’ya kısıtlama getirilmesi kaçınılmazdı. Bireyleri ve örgütleri yasadışı eyleme girişmekten alıkoy­ mak siyasal alanı sınırlandırmak açısından en ikna edici nedenlerden biridir. Mükerreren yasadışı eyleme girişen partiler tam manasıyla parti değildir; bunlar cephe örgütüdür.4 Fakat partilerin yasaklanmasıyla ilgili bu gerekçe­ de olağanüstü demokratik bir yan yoktur. Falanca örgü­ tün bir siyasal parti mi kız izci grubu mu yoksa kanarya sevenler derneği mi olduğundan bağımsız olarak yasadışı eyleme girişmekten men edilmesi gerekir. Batasuna örneğinde, parti ETA’nın faaliyetlerinde araçsal rol oynamış olabilir, ancak birçok üyesinin Bask milliyetçiliği davasını barışçıl yollarla savunmasının meş­ ru bir çıkar olduğuna inanmamak için hiçbir neden yok­ tur. Bu tür vakalarda, devlet bir siyasal örgütün suçlu un­ surları ile meşru unsurları arasında ayrım getirmek için elinden gelen çabayı göstermelidir. Bağımsız bir otoriteye, partinin resmi maddi kaynaklarının başka faaliyetlere aktarılmasını engelleme görevi verilebilir; hatta belki de parti liderliği için seçimleri devlet bizatihi örgütlemeli ve denetlemelidir. Amerikan işçi örgütlerini çetelerin etkisin­ den kurtarmak için kullanılmış olan bu tür politikalar, toplulukların hem suçun engellenmesi hem de mümkün olan en geniş siyasal katılımın sağlanması konusundaki çıkarlarını dengeleyecektir.5 3

4 5

Bkz. Victor Ferreres Cornelia, “The New Regulation of Political Parties in Spain, and the Decision to Outlaw Batasuna,” Militant Dem ocracy içinde, haz. Andras Sajo (Utrecht: Eleven International Publishing, 2004), 133-56; Nancy L. Rosenblum, “ Banning Parties: Religious and Ethnic Partisanship in Multicultural Democracies,” Law and Ethics o f Human Rights 1, no 1 (2007): 46. Rosenblum, “ Banning Parties,” 47. Bkz. Michael H. Belzer ve Richard Hurd, “Government Oversight, Union Democracy, and Labor Racketeering: Lessons from the Teamsters Expe­ rience,” Journal o f Labor R esearch 20, no. 3 (1999): 3 4 3 -6 5 ; Michael J. Goldberg, “Cleaning Labor’s House: Institutional Reform Litigation in the Labor Movement,” Duke Law Journal 38, no. 4 (1989): 903-1011.

Demokrasiyi Reddeden Partiler Siyasal örgütlere sırf demokrasiyi ve onunla aynı kök­ ten gelen ilkeleri reddettiği için yaptırım uygulayan yasa örnekleri gayet yaygındır. İsrail Temel Kanunu Kısım 7(a), partilerin şu nedenlerle kapatılabileceğini öngörür: “ Listedeki hedefler ve edimler ya da kişinin edimleri zım­ nen ya da alenen şunlardan biri olduğu takdirde: (a) Bir Yahudi ve demokratik devlet olarak İsrail devletinin var­ lığının reddedilmesi.” Daha meşhur olanı, Alman Federal Cumhuriyeti’nin Temel Kanunu, Anayasa Mahkemesine “özgür demokratik temel düzeni” sarsmaya ya da yıkma­ ya niyet eden partileri kapatma yetkisi tanımıştır. Alman Komünist Partisini (KPD) kapatan Anayasa Mahkemesi şu yargıda bulunmuştu: “KPD eşit haklar temelinde ka­ lıcı bir ortaklık anlamında diğer partilere varoluş hakkı tanımayı reddetmektedir. Oysa tam da bu tür kalıcı bir ortaklık, özgür bir demokraside çok partili ilkenin işleyişi için (ve partiler arasında iktidar mücadelesi için) öngerekliliktir. Aynısı temelde KPD’nin parlamenter faaliyeti için de geçerlidir. Liberal demokrasinin parlamenter sistemin­ de halkın siyasal iradesinin oluşumuna katılan her parti­ ye parlamentodaki faaliyetleri yoluyla kendi hedeflerine ulaşmaya olabildiğince yaklaşması için şans verilmelidir. Fakat hiçbir partinin hedefi, o hedefe ulaşıldığında, di­ ğer partilerin varlığını sonuna kadar yok edecek nitelikte olamaz. ... Oysa KPD’nin hedefi, kendi açıklamalarına bakılacak olursa, budur.”6 Sanırım, demokrasinin altını oymak için demokratik kurumlardan yararlanan ama diğer yurttaşların temel si-

6

İsrail Temel Kanunu, 7. bölüm; Alman Temel Kanunu, 21. madde; Ko­ münist Parti Davası, 5 BVerfG 85 (1956) Comparative Constitutional Law: Cases and Commentaries içinde, haz. Walter Murphy ve Joseph Tanenhaus (New York: St. Martin’s Press, 1977), 6 2 1 -27 .

yasal haklarını ihlal etmeyen bireyleri cezalandırmak için üç ayrı neden belirleyebiliriz. Birincisi, demokrasinin altı­ nı oymaya çalışmak, başkalarının haklarına tehdit teşkil etmese bile, kişiyi demokrasinin çerçevesi dışına çıkarır denilebilir. Bu argümanı 2. Bölüm’de (“Sınırlı M üda­ hale İlkesi” başlıklı kısımda) ele almış ve reddetmiştim. Okuru sıkmamak adına, iddialarımı burada yineleme­ yeceğim; şu kadarını söyleyeyim, bu tezin savunucuları antidemokratların katılımından yana önemli çıkarları ol­ duğunu ve başkalarının haklarmı ihlal etmemiş kimseleri susturmakla kazanılacak şeylerin tutarsızlığını yeterince göz önüne alamazlar. İkincisi, tıpkı ABD Yüce Mahkeme­ sinin 1951’deki namlı (Bednam?) Dennis v. United States kararında olduğu gibi, antidemokratların demokratik ku­ rumlan salt katılım yoluyla tehdit ettikleri savunulabilir. Üçüncü tez antidemokratların katılım sergilediklerinde adaletsiz ve yanlış yönlendirici bir tarzda davrandıklarını savunur: Oy vererek, partiler kurarak ve kongrede bu­ lunarak diğer yurttaşlara demokrasinin temel kuralları­ nı kabul ettikleri mesajını verirler; ama antidemokratlar tabiatıyla bu kuralları reddederler.7 Antidemokratlar di­ ğer insanları aldattıklarından, artık başkalarının onların çıkarlarına saygı duymasını talep edemezler denilebilir. Aşağıda bu son iki tezin kusurlarını ele alacağım. Demokrasiye Karşı Çıkan Bir Parti Demokrasiye Tehdit Teşkil Eder 1951 Dennis v. United States davasında Yüce Mahke­ me Smith Yasası’nın Anayasa’ya uygunluğunu incelemiş­ ti. Yasanın hedefinde ABD Komünist Partisi vardı; ABD 7

Dennis v. United States, 341 U.S. 4 94 (1951). Takiyecilik hakkinda, bkz. Benjamin Lippincott, D em ocracy’s Dilemma: The Totalitarian Party in a Free Society (New York: Ronald Press, 1965).

hükümetini cebir ya da şiddet yoluyla devirme çabalarını savunmayı ya da bu çabaya girişmeyi suç haline getir­ mek istiyordu. Mahkeme “Salt bir olgu olarak 1945’ten 1948’e kadar [partinin faaliyetlerinin] hükümeti cebir ya da şiddet yoluyla devirme girişimiyle sonuçlanmamış ol­ ması, elbette, bu girişimi yapmaya hazır bir grubun var olduğu gerçeğini değiştirmez.... Tehlikeyi yaratan komp­ lonun varlığıdır. ... Eğer tepkimenin bileşenleri mevcut­ sa, hükümeti katalizör devreye girene kadar beklemekle yükümlü kılamayız.”8 hükmünü verdi. Başka deyişle, bir örgütün üyeleri birine zarar vermemiş olsalar da, antidemokratların sadece varlıkları bile demokratik rejim­ lere “aleni ve güncel bir tehlike” oluşturmaya yeter. Bu görüşün savunucuları antidemokratik öğretilerin yayılma ihtimalini, söylemlerin sertleşmesini ve “demokratik te­ mayüllerin” sistemli olarak kötüleşmesini gerekçe gösteriyorlar.9 Mahkemenin demokratik istikrar tezi ikna edici de­ ğildir. Salt bir demokratik rejime muhalefet için örgütlen­ mek ile onun istikrarını bozmak arasındaki illiyet bağı mahkemenin cüretkâr argümanlarını desteklemeyecek kadar gevşektir. Örneğin şu an Amerika’nın bir numaralı faşist grubu olan Nasyonal Sosyalist Hareket gibi bir ör­ gütün ABD’nin kuyusunu kazma ihtimali çok düşüktür.ıo Halbuki bir de ADB Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke’yi düşünün. Bernanke ABD’de faiz oranlarını ciddi ölçüde değiştirebilecek ve böylece hemen her ülkenin eko­ nomisini etkileyebilecek konumdadır. Dünya çapında bir ekonomik bunalımı tetikleyebilecek denetimsiz bir yetki8 Dennis v. United States. 9 Rosenblum, “Banning Parties,” 54 10 Anti-Defamation League, “The National Socialist Movement,” www.adl. org/Learn/Ext_US/nsm/default.asp?LEARN_Cat=Extremism&LEARN_ SubCat=Extremis_in_America&xpicked=3&item=nsm, erişim tarihi 11 Eylül 2012.

ye sahip olan Bernanke, temsiliyetçi hükümetin istikra­ rına Hitler’in Amerikalı çömezlerinden çok daha büyük tehdittir. Mesele şu ki, demokratik hükümetler, belli bazı koşullarda demokrasinin çöküşüne katkı sunabilecek çok çeşitli felaket kaynaklarıyla karşılaşabilirler. Bu gizli teh­ ditlerin her birine yanıt vermek, sanırım, demokrasileri militan demokrasi paradoksuyla sorun yaşamaya itecek­ tir: Katılımın birçok kanalını tıkayarak demokrasiyi biza­ tihi demokrasi adına mahvetmek. ıı Şu örneği ele alalım. Siyasetbilimciler ve tarihçiler akılsızca girişilmiş emperyal savaşlardaki şoven emel­ lere ve kaynakların yeniden paylaşımı tehdidine, büyük cumhuriyetlerdeki istikrarsızlığın potansiyel kaynakları olarak dikkat çekmişlerdir. Eğer bu argümanlar haklıysa, hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi Parti üyeleri Ame­ rikan demokrasisi için açık ve güncel bir tehdit durumun­ dadır. Amerika’nın iki büyük partisinin üyelerini siyasal haklarından mahrum bırakmak saçmadır, çünkü bunu yapmak intiharla eşdeğerdir. Demokrasinin başarısızlığı ihtimalinin arttırıldığı gerekçesi ayırım gözetmeyen, faz­ lasıyla gevşek bir gerekçedir. 12 Elbette, burada şöyle bir iddiada bulunulabilir: Asıl mesele sadece antidemokratların demokrasinin çökme ihtimalini marjinal düzeyde artıracak olmaları değil, aynı zamanda antidemokratların eylemlerinin meşru rejimi za­ yıflatmayı amaçlamasıdır. Antidemokratların amaçların­ daki ahlaksızlığın kendine özgü bir katalizör işlevi vardır, bir toplumun hoşgörüsüzlere karşı harekete geçmeyi meş11 Dennis meselesinde, bkz. Geoffrey Stone, Free Speech in Perilous Times (New York: W. W. Norton, 2004), 404 12 Yeniden paylaşım konusunda, bkz. Carles Boix, D em ocracy and Redist­ ribution (Cambridge: Cambridge University Press, 2003). Stratejik geri­ lim hakkında, bkz. Paul Kennedy, T he Rise and Fall o f the Great Powers: Econom ic Change and Military Conflict from 1500 to 200 0 (New York: Random House, 1987), 48.

ru bulmasına yol açar. Bu görüşün destekçileri, aktörler kasten ahlakdışı ya da antidemokratik amaçlara ulaşma­ ya çabalıyorlarsa devletlerin hak ihlali ihtimalini önemsiz derecede artıracak şekilde (aksi halde kısıtlanması meşrulaştırılamayacak katılımı) kısıtlayabileceğim savuna­ bilirler. Bu koşullar karşılandığı takdirde, bir toplumun antidemokratların çıkarları ya da ortaya çıkmayabilecek tehditlere karşı harekete geçmekle bağlantılı tehlikeler için endişe etmeleri gerekmez. Ahlaksızlığın katalizör etkisini reddetmemiz ve dolayı­ sıyla antidemokratların çıkarları konusunda kaygılanma­ yı sürdürmemiz için bir neden var mı? Bence var. Jeremy Waldron Nazilerin katılımını kısıtlamayı savunan tezleri dikkate alındığında biraz şaşırtıcı gelebilirse de, gerekli açıklamayı sunar. “Yanlış Yapma Hakkı” başlıklı kla­ sikleşmiş denemesinde, ahlaken şüpheli amaçlara erişme özgürlüğünün, katılım hakkı gibi önemli hakların tanım­ layıcı bir özelliği olduğunu açıklar.13 Siyasal haklar ahlak­ sız eylemi korumasaydı, demokratik açıdan düşünmeye değecek çok az ciddi sorunla karşı karşıya olurduk. Eğer ahlak belli bir toplumda daha yüksek bir yeniden payla­ şım düzeyi dayatıyorsa, kimsenin bu politikaya karşı çık­ ma hakkı olmayacaktır. Nihayetinde, bir toplum kendi yolunu ancak ahlakın sessiz kaldığı meselelerde (mesela sokak temizliğinin pazartesi mi yoksa salı mı yapılması gerektiği) belirleyebilir. Fakat katılım hakkı tam da birey­ lerin kendi esenliklerini etkileyen önemli kararlarda etki edebilmeleri fikrine yaslanır. Bu demektir ki hak, ahlaki değeri haiz sorulara, toplumun derin yapısı ve amaçları hakkındaki sorulara cevaplar üretilmesine yardımcı olma özgürlüğü bulunmadığı sürece, anlamından ve değerin­ den mahrum kalır. Waldron şöyle der: “Eğer haklar ah­ laken nötr eylemlerle sınırlı tutulsaydı, o zaman haklar 13 Jeremy Waldron, “A Right to Do Wrong,” Ethics 92, no. 1 (1981): 35. 119

belli bireysel kararların önemiyle bağım kaybederdi, oysa yukarıda gördüğümüz üzere hakların savunulmasında bu husus can alıcıdır.” 14 (Vurgu yazara ait.) Katılımdan yana çıkarların değeri ve bireylere siyasal haklarını kullanabi­ lecekleri geniş bir eylem alanı tanımanın önemi dikkate alındığında, insanların siyasal süreçler aracılığıyla ahlaki olmayan amaçlar peşinde koşmaları, çıkarlarının önemsiz olduğu anlamına gelmez. Benim siyasal yaşamda bir rol oynama imkânımı tıkamaya hakkınız olduğunu gerekçelendirmek istiyorsanız, daha sağlam temeller gerekir. Bu gereklilik benim ahlaksız amaçlar peşinde koşarken baş­ ka birinin temel katılım hakkını ihlal etmem durumunda yerine gelir. Antidemokratik partinin demokrasi için gerçek bir tehdit teşkil ettiği durumların çoğunda savunmacı eyle­ min meşru olduğunu belirtmek önemlidir. İki gerekçeyle bu iddiayı destekleyebiliriz. Birincisi, çoğu durumda anti­ demokratik hareketlerin başka yurttaşların katılım hak­ kını ihlal etmeden ciddi bir tehdit oluşturması muhtemel değildir. Tek bir örnek vermek gerekirse, Weimar Cumhu­ riyeti döneminde Nazi Partisi iktidarı alacak güce erişme­ den çok önce seçimlerde korkutma yoluna başvuruyor­ du. Bu koşullarda savunmacı ya da dışlayıcı eylem haklı olurdu (Başarılı olmasa da Weimer döneminde bu adım atılmıştı.). 15 İkincisi, eğer antidemokratik bir hareket baş­ ka birinin haklarım ihlal etmemişse, ama bir demokratik rejimi devirerek yakın zamanda bunu yapacaksa, o za­ man demokratlar hareketin eylemlerini boşa çıkarmak için davranmakta haklıdırlar. Bu iddiada bulunurken klasik bir haklı savaş argümanına bağlı kalıyorum. Olası bir tehdide karşı harekete geçmek, bu görüşe göre, gö14 A.g.e., 36. 15 John Finn, Constitutions in Crisis: Political Violence and the Rule o f Law

(Oxford: Oxford University Press, 1991), 135-78.

rece sorunsuz bir özsavunma türüdür. Halbuki önleyici özsavunma (yakın gelecekte görünmeyen ve belirsiz bir tehdide karşı savunmacı eylem) farklı ve daha incelikli bir gerekçelendirme gerektirir.i6 (Önleyici müdahale etiğine 5. Bölüm’de daha fazla eğileceğim.) AntiDemokratik Partilerin Samimiyetsiz Katılımı Demokrasiye ideolojik açıdan karşı çıktıkları için grupları yasaklamanın en ikna edici gerekçesi adil bir şekilde davranmadıkları ya da asıl niyetlerini gizledik­ leridir. Demokratik sürecin meşru otoritesini reddeden, koşulların zorlamasıyla demokrat olan kişiler, fırsat ve­ rildiği takdirde rejimi devireceklerdir. Demokrasi oyunu­ nu oynarken bu oyunun kurallarına riayet edeceklerine dair söz verirler, ama bu sözü tutmazlar. Ve bu şekilde zararlı aldatma edimlerine girişerek katılım haklarından feragat etmiş olurlar. 1973’te Yüce Mahkemede görülen Komünist Parti davası Communist Party o f Indiana et al v. Whitcomb’da sanığın savunduğu gibi, “Şiddete dayalı devrimi savunan bir grubun... siyasi parti kılığına girmesi ve destek elde etmek ve habis amaçlarına ulaşmak için tam da yıkmaya çalıştığı demokrasinin yöntem ve usulle­ rinden yararlanması düzenbazlıktır. ” 17 Peter Singer’ın Democracy and D isobedience ’1 bu gö­ rüşün en açık ve tam izahını sunar.ıs Antidemokratların 16 Örneğin bkz. Michael Walzer, Ju st and Unjust Wars (New York: Basic Bo­ oks, 1977), 74. [Türkçesi için, bkz. Haklı Savaş Haksız Savaş, çev. Mehmet Doğan, Boğaziçi Ünv. Yay., 2010.] 17 Communist Party o f Indiana v. Whitcomb, 414 U.S. 441 (1973), akt. Rosenblum, “Banning Parties,” 22. 18 Singer’ın esas kaygısının meşru katılımın sınırları değil, bireyin demokra­ tik yasalara uyma yükümlülüğünün doğası olduğunu belirtmeliyim. Peter Singer, Dem ocracy and D isobedience (Oxford: Clarendon Press, 1973). Benzer bir tez için, bkz. Thomas Scanlon, “Promises and Practices,” Philo­ so p h y and Public Affairs 19, no. 3 (1990): 199-226.

fırsat bulsalar demokratik usullerin sonuçlarına uymayı reddecekleri için yaptırıma tabi olduklarını, ama demok­ ratlardan onların tercihlerini yine de ciddiye almalarını beklediklerini savunur. Argümanına hukuktaki estopel öğretisinin model alan Singer karar alma sürecindeki katılımın “çoğunluğun hükmünün kabul edilmemesiyle boşa çıkartılacak makul beklentiler doğurabileceğini” savunur.2 o Birinin bir eylemde bulunacağı beklentisinin isteyerek yaratılması, normatif açıdan ciddi bir meseledir. Bu inancı oluşturduktan sonra, eyleme geçmeyi isteyip is­ temediğinizden bağımsız olarak, eyleme geçmeniz gerekir. Dolayısıyla antidemokratlar oy vermekle diğer yurttaşları kandırırlar. Singer bazı grupların demokrasiye karşı olduklarını açıkça dile getirdiklerinin pekâlâ farkındadır. Bir insan siyasal sistemi daha katılmadan evvel reddederse, yine de kurallarına riayet edeceği beklentisi yaratır mı? De­ mokrasiyi açıktan reddetmek meseleyi halletmeyecektir. Gruplaş hatta antidemokratik gruplar bile oylarının sayı­ lacağı, temsilcilerinin koltuk kazanacağı vb. beklentisiyle katılım sergilerler. Bir partinin üyeleri özyönetime karşı çıktıklarını açıkça dile getirseler bile, içinde yer aldıkları demokratik faaliyetler antidemokratların oyunun kural­ larına uyacağına inanılmasına yol açabilir. Singer şöyle der: “Muhalif açıkça haksız bir tutum alıyor ve bu tutum ona karar alma sürecinde söz sahibi olma ama görüşleri­ ne ters düşen hiçbir karara uymama imkânı tanıyor. Oy vermek ama oyun neticesiyle yükümlü olduğunu reddet­ mek, çoğunluk kararını kabul etmeye hazır olanlara karşı haksız bir üstünlük elde etmektir. ” 21

19 Estoppel doktrini: Önceki beyan ve tavırların sonradan ileri sürülen bir iddiayı savunmaya engel olması -ç.n. 20 Singer, D em ocracy and Disobedience, 47. 21 A.g.e., 55.

Singer’a göre, takiye yapmak seçimlerden dışlanmayı gerektirir. Anlaşmanın şartlarını yerine getirmeyi açıkça reddeden biriyle sözleşme yapmak gerekmez. Bireyler de­ mokratik sonuçları ancak kendi dar bireysel çıkarlarını gözetmeye yaradığında kabul etmeye yanaşıyorlarsa, de­ mokrasi sürdürülemez. “Bu nedenle daha öncesinden se­ çim sonucunun en ufak bir ölçüde kendilerini bağlamadı­ ğını ya da kendilerinin oy verdiği bir hususta çoğunluğun karar verme hakkı olmadığını ilan edenleri demokratik sürece katılımdan dışlamak için güçlü bir neden olacak­ tır. ” 22 Sadece demokrasinin meşruiyetini kabul edenler meşru bir şekilde katılımda bulunabilirler. Takiyecilik argümanı gönüllü tercih olasılığına daya­ lıdır. Benim “kabul” dememi niyet beyanı olarak alabil­ meniz için sizinle sözleşme yapıp yapmayacağımı kendim tercih etmiş olmam gerekir. Ama sizinle sözleşme yapma­ ya zorlanıyorsam, sözleşme şartlarını yerine getirme ni­ yeti bana ait değildir. Singer bu önemli şartı kabul eder. Demokratik sistemi açıkça reddettikleri için oy verme­ meyi seçenleri över. El çekme, kişinin kendi katılımını durdurma yetisi iradi tercih olasılığını akla getirir. Ben oy vermek yerine evde kalabiliyorsam, demokratlar demok­ ratik prosedürün sonucuna, katılımım temelinde uymaya niyetli olduğum sonucuna varmakta haksız sayılmazlar. Gel gelelim oy verme, kişinin demokratik süreci kabu­ lünün normatif açıdan anlamlı bir göstergesi olmadığın­ dan takiyecilik argümanı çökmeye mahkûmdur. Bireyler resmen katılmaya karar verip vermediklerinden bağımsız olarak kararlardan etkilenirler ve yükümlülük altına gi­ rerler; demokratik sürecin görünüşte kılavuzluk ettiği ko­ lektif girişimden el çekemezler. Dolayısıyla demokratlar katılımın kabul anlamına geldiğini varsayacak konumda değildir. Belirleyici kararları verme fırsatından mahrum 22 A.g.e., 55-6.

olan yurttaşlar siyasal makam için oy vererek ya da se­ çilmeye çalışarak demokrasiye bağlılıklarının gönüllü bir işaretini veriyor olarak görülemezler. Önceki hususu bir örnekle açıklayabiliriz. Ryne, Jody ve Shawon adlı üç kardeşin, kendilerini etkileyecek kolek­ tif bir karar almak zorunda olduğunu tahayyül edin (Ka­ rarın zorunluluğu demokraside kolektif seçimler yapma zorunluluğuna benzer; Ravvlsçı terimlerle söylersek, siya­ setin keyfiyetidir. ).23 Argümanın selameti adına, kardeş­ lerin evlerini boyayıp boyamayacaklarına karar vermek zorunda olduklarını varsayın. Shawon içlerinde en bü­ yükleri olduğundan kararın kendisine bırakılması gerek­ tiğinde ısrar eder. Diğer iki kardeş ise kolektif tercihlerini belirleyecek adil bir oylama talep ederler. Shawon’dan daha iri ve güçlü olduklarından, onların tercihi galebe ça­ lar. Shawon hangi kararm alındığından bağımsız olarak evde yaşamak zorundadır ve oylama usulünü değiştire­ mez. Süreci reddettiğini oy vermeyerek gösterebilir. Öte yandan Shawon öyle alıp başını gidemez. Rıza göstermek zorundadır; kardeşleri de Shawon’un oy vermesi duru­ munda süreci kabul edip etmediğine dair bir çıkarım ya­ pamazlar. Yukarıdaki örnek şu soruyu gündeme getirir: Shawon katiyen reddettiği meşru bir prosedürün sonucuna uy­ makla ahlaken yükümlü müdür? Cevap evettir. Oy verip vermediğinden bağımsız olarak, kişi sadece demokratik bir karardan etkilenmekle kalmaz, karara uymak gibi bir görevi de vardır. Bu görevin kaynağında demokratik pro­ sedürün her bir kardeşin eşit ahlaki statüsünü somutlaş­ tırması ve evin rengi hakkında bir karara varmak zorun­ da olmaları vardır. Shawon elbette demokraside bir değer 23 John Rawls, A Theory o f Justice (1971; yeniden basım, Cambridge, MA: Belknap Press of Harvard University Press, 1995), 126; Jeremy Waldron, Law and Disagreem ent (Oxford: Oxford University Press, 1999), 101-6.

görmez. Ancak kendisinin bir şekilde diğerlerinden üstün olduğunu iddia ederse, bu sürecin kendisini bağlamaya­ cağını savunabilir. Ama böyle bir iddianın da demokratik açıdan çok az ağırlığı olacaktır. Yurttaşlar demokrasiye inansınlar ya da inanmasınlar bir karara uymaya ahlaken ve yasal olarak yükümlü ol­ duklarında, oy verip vermediklerinden bağımsız olarak dar ama önemli bir anlamda katılım sergiliyorlar demek­ tir. Önceki bağlılıklarına rağmen, demokrasinin doğur­ duğu sonuçlara uymaya zorlanmış bir birey demokra­ tik süreçlere eşit katılım hakkını savunabilir. Kardeşleri Shawon’dan adil sürecin ardından ortaya çıkabilecek so­ nuca uymasını bekledikleri sürece karar ahırımda rol oy­ namasına da izin vermek zorundadırlar. Özetle, iyi niyet argümanının savunucuları demok­ rasinin parçalılığı meşru bir hükümet biçimi olduğunu gözden kaçırmaktadırlar. Genellikle, demokratik kurum­ lar ve demokratik kararlar bir grup tarafından diğerine dayatılır. Fakat bu kurumlar dayatmaya rağmen meşru­ iyetlerini ve yetkilerini korurlar. Demokratik rejimlerde­ ki antidemokratları, koşulların zorlamasıyla demokrat olmuş kimseler olarak görmeme eğilimindeyizdir. Oysa bireyler yaşadıkları rejimi seçemedikleri sürece, mevcut rejim, hayranlık duyulacak denli iyi de olsa, dayatılmış demektir. Dolayısıyla demokratlar katılımın kabul anla­ mına geldiğini varsayamazlar. Antidemokratlar da sami­ miyetsizlikle veya kötü niyetlilikle suçlanamazlar. Bu kısımda antidemokratların haklarının kısıtlan­ masına yönelik iki farklı gerekçeyi masaya yatırdım. Bu yaklaşımların hiçbiri bizi, demokrasiyi savunma amaçlı militan çabaların yol gösterici ilkesinin demokratik hak­ ları savunmak değil de antidemokratik ideolojinin bastı­ rılması olduğuna inanmaya sürüklememelidir.

Susturma Kuralları ve Demokrasiye Dolaylı Tehditler “Tek kelimeyle söylersek, bugün sistem karşıtı par­ tiler illa ki demokrasi karşıtı değildir değildir. ” 24 Nancy Rosenblum siyasal partilerin kapatılması yönünde ileri sürülen gerekçeleri incelerken bu iddiada bulunu­ yor. Sözgelimi İtalya’da tüm antidemokratik örgütlere değil, faşist partilere kısıtlama getirilmiştir. Portekiz ve Bulgaristan dinci partilerin katılımını sınırlarken, Tür­ kiye devletin resmi laik veya ulusal niteliğini kabul et­ meyen İslamcı partileri ve Kürt partilerini kapatmıştır. Rejimin kimliğini sabitlemeye çalışırken, bu politikaları benimsemiş olan toplumlar (ya da elitler) “ Biz X türde bir topluluğuz ve öyle kalacağız” mesajı vermiş oluyor­ lar. Rosenblum bir topluluğun kimliğini (dindar ya da laik) meşru bir şekilde savunabilmesi için, bu kimliğin demokratik tartışmaya açık olması gerektiğine dikkat çekmekte haklıdır. “Demokratik bir çoğunluk ya da ko­ alisyon, seçimini özcü nitelikleri korumaktan yana ya­ pıyor olabilir. Ama bunu kendisine karşı çıkan partileri yasaklayarak değil, demokratik kararlar sonucu yaptı­ ğında karar demokratik olur. ” 25 Bu demektir ki, siyasal katılımı ortak bir kimlik adına sınırlayan düzenlemeler bizatihi demokratik normlardan ziyade ikna gücü yük­ sek, demokratik olmayan argümanlara dayandırılıyor olmalıdır. Peki, ya bir demokrasi sağlam temellere oturmamışsa, mesela korkunç bir etnik içsavaşın yaralarını daha yeni yeni sarıyorsa? Bosna ve Ruanda örnekleri akla geliyor. Bu vakalarda bireyler duyguları kışkırtan, partilileri ku24 Rosenblum, “Banning Parties,” 23. Ayrica bkz. Niesen, “Anti-Extremism, Negative Republicanism, Civic Society,” 17. 25 Rosenblum, “Banning Parties,” 67.

tuplaştıran ve üretken siyasal işbirliğini zorlaştıran me­ seleler temelinde örgütlenirlerse, yürüttükleri faaliyetler, işlemekte olan hükümetin göbekten bağlı olduğu muta­ bakatın altını oyabilir. Bu meseleleri tartışmanın kimse­ nin hakkını hukukunu çiğnemeyeceğini kabul etsek bile, yine de böyle bir tartışmanın yüksek gerilimli bir süreci tetikleyip kırılgan demokratik kurumlan istikrarsızlığa sürüklemesinden korkulabilir. “Kökten ayrıştırıcı” me­ selelerin siyasal gündemden çıkartılması gerektiğini sa­ vunan bir dolu liberal düşünce akımı var. Devletin resmi dininin olması bu tür bir meselenin en ünlü örneğidir, ama devletin etnik ve ulusal niteliği de bu kategoriye girer. Stephen Holmes “Tartışmama Kuralları ya da Dı­ şarıda Bırakma Siyaseti’nde” bir çoğunluğun ayrıştırıcı meselelerde yasalar çıkarabilmesine getirilen anayasal kısıtlamalara “tartışmama kuralları” adını verir.26 Bu kurallar genellikle siyasal çıktıları (örneğin yasamayı) sınırlandırır. Ama etnik veya dinci partileri hedef alan kısıtlayıcı politikalar Holmes’un önerdiği anayasal men yoluyla hemen hemen aynı sonuca erişebilir. O halde, tartışmama kuralları siyasal katılımın sınırlandırılması­ nı meşrulaştırabilir mi? Zannetmiyorum ve bu kısımda neden demokrasiyi dolaylı tehditlerden korumanın yurt­ taşların katılım hakkını ihlal etmek için ciddi bir neden oluşturamayacağını göstereceğim. Holmes kısıtlama kurallarının kabul edilmesine yol açabilecek iki genel neden saptar: Bu kuralların herkes için kabul edilebilir olması ve herkesin çıkarına olması. Sırayla bakacağım bunlara.

26 Stephen Holmes, “ Gag Rules, or the Politics of Omission,” Constitutiona­ lism and D em ocracy içinde, haz. Jon Elster ve Rune Slagstad (Cambridge: Cambridge University Press, 1988), 19-58. Aynca bkz. Robert E. Goodin, “Talking Politics: Perils and Promise,” European Journal o f Political Rese­ arch 45, no. 2 (2006): 241.

Karşılıklı Kabul Edilebilirlik Tartışmama kurallarının savunucuları bunların kar­ şılıklı olarak kabul edilebilir olduğunu iddia edebilirler. Başka bir deyişle, bir topluluğun üyeleri “kendi kendi­ lerini kısıtlamanın” kendi çıkarlarına olduğuna hükmedebilirler.27 Din meselesini ele alalım. Birçok insan kendi itikadının devlet tarafından onaylanmasını tercih edebilir. Kimse savaş çıksın istemese de, başka bir dinin müesses hale gelmesini de dilemez. Fakat dışarıdan dayatılmış bir tartışmama kuralı, bir dinin resmi ilan edilme olasılığını masadan kaldırarak demokrasinin sürmesine imkân tanır. Bu savunmanın kilit noktası, her grubun diğer grupların da aynısını yapacağından emin olduğu takdirde hedefi­ nin peşinden koşmaktan kaçınacak olmasıdır. Tartışma­ ma kuralları temelde yatan siyasal değerler hakkında bir mutabakatı olmasa bile siyasal istikrarın değeri hakkında örtüşen bir mutabakatın varlığını simgeler. Holmes’un belirttiği gibi, siyasal tartışmama kuralı­ nın klasik örneği Amerika’daki güney ve kuzey devlet­ leri arasında kölelik meselesinden ötürü resmen ve resen gerçekleşen anlaşmalardır. 1850’lerin sonuna kadar, hem Kuzeyli hem de Güneyli elitler köleliği kaldırmak ya da bu pratiği kesin olarak azaltmaktansa Birlik’i sürdürme­ yi tercih ettiler. “Yasama faaliyetinde kendini bu konuda sansürleme ulusal işbirliği için asli olarak görülmüştü” der Holmes. “Köleliğin feodal düzenlemesinin yasaklan­ ması özel bir alanı ve ona eşlik eden kişisel özerklik de­ ğerlerini korumakla kalmıyordu, aynı zamanda kamusal alanı yükten kurtarıyor ve böylece demokrasinin değerle­ rine hizmet ediyordu. Duyguların bu kadar işin içine gir­ diği, ayrıştırıcı bir mesele yasamayla ilgili müzakerelerin merkezine yerleştirildiğinde diğer meselelerin düzenli ve 27 Holmes, “ Gag Rules, or the Politics of Omission,” 22. 128

demokratik biçimde mütalaa edilmesi imkânsız hale gele­ cektir.” (Vurgu yazara ait.)28 Holmes siyasal tartışmalar­ daki riski azaltmak için makul düzeyde demokratik olan bir argüman ileri sürüyor. Fakat bazı meseleleri siyasal gündemden çıkarmak adına siyasal katılımı daraltmak savunulabilir bir mekanizma olabilir mi? Kölelik örneği aslında tartışmama kurallarının meşrulaştırılmasındaki temel bir zaafı ortaya serer. Tartışmama kuralları çoğu zaman üçüncü bir gruba zarar verme paha­ sına yaratıcılarına fayda sağlar; bir taviz ya da uzlaşma­ nın değil de danışıklığın ürünü olabilir. Kölelik için tartış­ mama kuralını kabul edilebilir bulmak istiyorsak, bunun, biri anlaşmanın taraflarına (Kuzey ve Güney beyazlarına) önem verdikleri amaçlara ulaşma imkânını ne derece sağ­ ladığına odaklanmamız gerekir sadece. Bunu yaparken, çıkarları bu korkunç pazarlıkla feda edilmiş kölelerin iddialarına gözlerimizi kapamamız da gerekir. Holmes tartışmama kurallarının seçilmiş elitlere yarar sağladığı­ na dair kaygılarını dile getirenleri “komplo kuramcıları” diye damgalar.29 Öte yandan oldukça tuhaf bir şekilde, kusurlu kölelik örneğini analizinin merkezine yerleştirir. Kölelikle ilgili tartışmama kuralı ilgili katılımcılara iste­ dikleri amaçlara ulaşma imkânı tanıyan karşılıklı olarak verilmiş bir taviz değildi. Daha ziyade, anlaşmaya taraf olanlara yarar sağlayacak şekilde bazılarını susturan bir anlaşmaydı. Kölelik konusunda tartışmama kuralının ahlaki açı­ dan kusurunun nitelik bakımından genel olduğunu dü­ şünüyorum. Siyasal alanı rejimin belli özelliklerini kabul eden partilere tahsis eden bir kuralı anlaşma ürünü ola­ rak, demokratik bir “özdenetim biçimi”30 saymak doğ28 29 30

A.g.e., 36. A.g.e., 21. A.g.e., 24.

ru değildir. Kendini ayrıştırıcı bir meseleyi bastırmaya adamış bir grubun varlığı, müştereken kabul edilebilir bir pazarlık kavramının uygulanabilir olmadığını göste­ rir. İsrail’in Yahudi niteliğini reddeden partileri dışlayan anayasa değişikliğini ele alalım. Değişiklik sağdan ve sol­ dan Yahudi partileri arasında varılmış geniş bir uzlaşma­ nın ürünüydü; soldaki partiler ırkçı partilerin katılımını kısıtlamak istiyorlardı, ama ancak İsrail’i laik bir devlet haline getirmeye ant içmiş partilerin yasaklanmasını da kabul etmek şartıyla bu önleme destek kazanabildiler.31 Siyasal pratikteki bu kısıtlamadan etkilenmiş gruplar, İs­ rail’in dini kimliği resmen tanınmış partiler tarafından sorgulanamıyor diye herkesin bundan yarar sağladığını elbette kabul etmeyeceklerdir. Ortak Çıkar Tartışmama kuralları ve belki de belli türde partilere getirilen kısıtlamalar, bunların herkesin ortak çıkarma olduğu gerekçesiyle de savunulabilir. Bu savunma tartış­ mama kurallarının uzlaşma ürünü olduğu iddiasından ayrıdır; bu görüşe göre, tartışmama kuralları insanlar fark etsin etmesin herkesin yararınadır. Ortak çıkar ar­ gümanı demokrasinin, Adam Przeworski’nin kelimeleriy­ le, “anlaşmazlığın zorunlu olmayan bir neticesi” olduğu fikrine dayalıdır.32 Demokrasi asla tam olarak sağlama alınamaz; politikalardaki bir değişiklik siyasal dengeyi sarsıp şiddete yol açabilir. Demokrasi adına hassas me­ seleler siyasal gündemden çıkartılmalıdır. Savaş sonrası 31 İsrail konusunda, bkz. Raphael Cohen-Almagor, “Disqualification of Poli­ tical Parties in Israel: 1 9 8 8 -1 9 9 6 ,” Em ory International Law Review 11, no. 1 (1997): 6 7 -1 0 9 ; Mordechai Kremnitzec, “Disqualification of Lists and Parties: The Israeli Case,” Sajo, Militant Dem ocracy içinde, 157-70. 32 Adam Przeworski, “Democracy as a Contingent Outcome of Conflict,” Elster ve Slagstad, Constitutionalism and D em ocracy içinde, 5 9 -8 0 .

Amerika’da bazı gruplar kölelik sorununu tamamen yok saymak istiyorlardı. Bir diğer kesim, yani köleliğin kaldı­ rılmasını isteyenler ise bu sorun tartışılsın istiyordu. Fakat tartışmama kuralını dayatacak güce sahip olanlar sava­ şın kimsenin (hatta kölelerin bile) çıkarma olmadığını ve barışın köleliğin masaya getirilmemesine bağlı olduğunu savunabilirlerdi. Bu yaklaşımı siyasal arenayı sınırlamak için kullanır­ ken dikkatli olmak gerekir. Bazı meseleler siyasal günde­ min dışmda bırakılsa bunun herkes için daha iyi olacağı düşüncesine karşı çıkmak yerine; aslında kimin (statüko­ ya meydan okuyanların mı yoksa demokrasiyi korumak için savaşa gitmeye hazır olanlarm mı) demokrasiye teh­ dit oluşturduğu sorusuna odaklanmak istiyorum. Şu örneği düşünelim. Seçkin siyasetbilimciler ve ikti­ satçılar demokrasinin istikrarının ekonomik bakımdan belli bir üst sınır ile alt sınır arasındaki paylaşım düzeyine bağlı olduğunu savunurlar.33 Üst smır zenginlerin bir dar­ beyi desteklemeden önce kabul etmeye yanaşabilecekleri azami paylaşım düzeyidir. Alt sınır ise yoksulların rıza gösterecekleri asgari paylaşım düzeyidir. İki partinin ege­ men olduğu, birinin zenginleri birinin yoksulları temsil et­ tiği bir demokrasi tahayyül edin. Bu iki partinin yetkilileri alt ve üst sınırların az çok nerede olduğunu bilmektedir­ ler. Rakiplerin husumetini tahrik etmemek gibi bir dertle­ ri vardır. Birbirlerini dikkate alarak hareket eden iki taraf barışın sefasını sürmektedir. Şimdi üçüncü bir parti olarak

33 Demokratik bir yönetimin istikrarının belirlenmesinde toplumdaki toplam zenginlik düzeyinin mi yoksa göreli zenginlik düzeyinin mi daha önem­ li olduğu akademisyenler arasında tartışma konusudur. Bizim buradaki amaçlarımız açısından, bu ayrımın fazla bir önemi yoktur. Adam Przeworski, “Democracy as an Equilibrium,” Public Choice 123, no. 3 -4 (2005): 2 5 3 -7 3 ; Daron Acemoglu ve James Robinson, Econom ic Origins o f Dictatorship and Dem ocracy (Cambridge: Cambridge University Press, 2006); Boix, Dem ocracy and Redistribution.

Proudhoncularm sahneye çıktığını ve her türlü mülkiyetin hırsızlık olduğunu ve devasa ölçekte yeniden paylaşılması gerektiğini savunduğunu tahayyül edelim. Üçüncü parti­ ye, bölücü bir mesele olarak yeniden paylaşımı gündeme getirdiği için yaptırımda bulunulmalı mıdır? Üçüncü partinin önerisi gerçekleştirilirse şiddete baş­ vurulabilecektir. Peki, bu şiddetin müsebbibi kim olacak­ tır? Herhalde zenginler partisi. Dolayısıyla cumhuriyeti tehdit eden yeni parti değil, uzlaşmayı savunanlardır. Bu koşullarda radikal partiyi kapatmak hiç de demokratik olmayan bir ikiyüzlülük gerektirir. Proudhoncular neden diğer yurttaşlar aynı yükü taşımaya yanaşmıyorken ortak çıkarlar adına kendi özgürlüklerinden fedakârlık etsinler ki? Eğer ayrıştırıcı meseleler iyi niyetli anlaşmazlık ala­ nına giriyorsa, kişinin tercih ettiği politikayı savunmanın uygun ya da demokratik yolu seçimleri kazanmaktır. Bi­ rinin tercihi desteklenmediği takdirde ağır bir savaşın çı­ kacağında ısrar etmek diğer yurttaşları rehine olarak tut­ maktan başka bir şey değildir; bu tür bir şantaj ile meşru siyasal faaliyeti birbirine karıştırmamak gerekir. Sonuç olarak, kimsenin siyasal hakları ihlal edilmediği ve hoş­ görüsüzler siyasal alanı bizzat kısıtlamadıkları takdirde, demokratlar ayrıştırma hevesinde olanlarla onların katı­ lım imkânlarını kısıtlamadan savaşmalıdırlar. Çoğu koşulda katılımın önüne bariyerler dikmek gay­ rimeşrudur, ama yine de rejimin istikrarını korumak için saldırgan önlemlere başvurulabilir. Demokratlar hoşgö­ rüsüz gruplarla siyasal koalisyonlara girmeyi reddedebi­ lirler. Siyasal kurumlan gruplara karşıtlarıyla uzlaşmaları için teşvikler verecek şekilde yaratabilirler. Ayrıca tehlike­ lere karşı demokrasiyi güvence altına almayı amaçlayan politikalar (mesela yurttaşlık eğitimi düzeni ya da insan hakları bürokrasisi) üretebilirler. Fakat demokratlar kar­ şıtlarından kesinlikle katılmadıkları yasalara ve politika­

lara uymalarını bekledikleri sürece, onların katılım hak­ kını savunmalıdırlar. Özetle, kendini sınırlandıran militan demokrasi kuramı perspektifinden bakıldığında, koşulla­ rın zoruyla demokrat olanlara, inançları gereği demokrat olanlar kadar saygı gösterilmelidir.

Sonuç Bu ve bir önceki bölümde, yurttaşların katılımından yana temel çıkarlarını merkeze koyan bir militan demok­ rasi yaklaşımının taslağını çıkardım. Önceki bölümde demokratik rejimlerin antidemokratların katılım hakkına saygı duymayı sürdürürken demokratik çıkarların ihlali meselesini nasıl ele alabileceğini masaya yatırmıştım. Bu bölümde zarar ya da haklar temelinde bir standardın mi­ litan yaptırımlar için en ikna edici demokratik gerekçe ol­ duğu iddiasını savundum. Birlikte alındığında iki bölüm, temsiliyetçi rejimler varoluşsal bir tehditle karşı karşıya gelmediği durumlarda, militan demokrasinin doğası ve sınırlarına dair bir açıklama sunmaktadır. Bu noktada kendini sınırlandıran militan demokrasi modelini 1930’larda Kari Loewenstein’m geliştirdiği de­ mokrasiye yönelik tehditleri malzeme alan yaklaşımla karşılaştırmak mantıklı olacaktır.34 Bir bakış açısından, militan demokrasinin kendini sınırlandıran versiyonu daha ferahtır, demokrasiyi gerçekten reddetmeyen ama yine de başkalarının katılım hakkını ihlal etmiş grupla­ ra karşı çıkmak için militan yaptırımlara başvurulmasına imkân tanır. Bir başka açıdan ise, demokrasiyi savunmak için başvurmanın meşru olabileceğine inandığım önlem-

34 Karl Loewenstein, “Militant Democracy and Fundamental Rights, I,” American Political Science Review 31, no. 3 (1937): 4 1 7 -3 2 ; Loewenste­ in, “Militant Democracy and Fundamental Rights, II,” American Political Science Review 31, no. 4 (1937): 6 3 8 -58 .

ler Loewenstein’ın savundukları kadar radikal ve bir an­ lamda militan değildir. Bu farklılığın kaynağında, tahmin edilebileceği üzere, antidemokratların statüsüne yaklaşı­ mımızdaki karşıtlık yatıyor. Loewenstein antidemokrat yurttaşları dize getirilmesi gereken düşmanlar olarak gö­ rürken, ben onların meşru demokratik çıkarlarına kayda değer bir vurgu yapıyorum. Bir eleştirmen Loewenstein ile benim militan demok­ rasiye farklı yaklaşımlar sunmamız dışında da aramızda farklılıklar bulunduğu iddia edebilir; aslında biz tamamen farklı problemlerle ilgileniyoruz. Loewenstein’ın ilgi ala­ nında 1930’ların Nazi Partisi gibi demokratik rejimlere meydan okuyan büyük çoğunlukçu hareketler vardı, oysa ben zararlı olduğu tartışmasız olsa da rejimin temellerini sarsıcı faaliyetlerde bulunduğu söylenemeyecek Britanya Ulusal Partisini ele almamdan da anlaşılacağı üzere, mi­ litan demokrasinin kıyısında köşesinde kalmış meselelere odaklanıyorum. Demokrasiye yönelik “gerçek” tehditleri ele alsam, kendini sınırlandıran demokrasi kuramının ge­ tirdiği sınırlamaların hiç de tahammül edilebilir cinsten olmayacağı itirazında bulunulabilir. Sonraki bölümlerde bu eleştirinin neden yersiz olduğunu göstereceğim. An­ tidemokratik olduğu varsayılan grupların büyük oldu­ ğu ve sadece başkalarının haklarına değil, bir toplumun kendini savunmak için kullanabileceği mekanizmalara da tehdit oluşturduğu durumlarda bile kendini sınırlandıran kuramın geçerli olduğunu açıklayacağım.

Önleyici M üdahale Demokratik Bir Darbe Olabilir mi? 24 Aralık 1995’te Refah Partisi Türkiye’deki genel se­ çimlerde etkileyici bir zafer elde etti. İslamcı eğilimdeki Refah Partisi meclisteki 450 koltuğun 158’ini kazandı ve merkez sağdaki Doğru Yol Partisi ile koalisyon hükümeti kurdu. Koalisyon sayesinde Refah Partisinin lideri Nec­ mettin Erbakan 1996 yazında başbakan oldu. Siyasete yıllarını vermiş bir isim olan Erbakan 1971’de kapatılmış bir partinin başkanlığını da yapmıştı. ı Türkiye’nin laik müesses nizamının üyeleri ve en başta da askeri bürokrasi ile ülke nüfusunun kayda değer bir kesimi Refah Partisinin yükselişini endişeyle takip ediyor­ du. Bu partinin Türk devletinin laik temeline ciddi bir teh­ dit oluşturduğuna inanıyorlardı. Başbakan Erbakan gö­ revde olduğu dönemde Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti kuşatma altına almadı; ama pek çok kişi böyle bir isteği 1

Milli Nizam Partisi 1971’deki askerî muhtıradan birkaç ay sonra kapatıl­ mış, Erbakan bir yıllığına yurtdışına kaçmak zorunda kalmıştı. Daha yakın dönemde, Erbakan yolsuzluk suçlamalarıyla mahkemelik oldu. M. Hakan Yavuz, “Political Islam and the Welfare (Refah) Party in Turkey,” Compa­ rative Politics 39, no. 1 (1997): 66.

olduğuna ve yapabileceğine inanıyordu. Yeni hükümet izinsiz din okullarına göz açtırılmamasına yönelik baskı­ lara direndi ve belli şeriat yasalarını getirmekten bahsetti. Ayrıca Refah Partisi kökten dincileri bünyesine katmaya çalışmakla suçlanıyordu ve Erbakan dini açıdan muhafa­ zakâr rejimlerle (Suudi Arabistan ve İran gibi) sıkı ilişkiler geliştirmeye çalıştığını gizlemiyordu.2 Refah Partisinin yükselişi etik ve siyasi açıdan karma­ şık bir problem doğurdu. Parti üyeleri kimsenin katılım hakkını ihlal etmemişti ve edeceklerine dair açık bir kanıt da yoktu. Fakat partinin siyasal gücünün artması, lider­ lerinin demokrasiyi zayıflatmak istedikleri takdirde ciddi zarar verebilecek konuma geldikleri anlamına geliyordu. Ayrıca Erbakan ve müttefikleri mecliste demokratik ku­ rumlan güçlendirme girişimlerini engelleyecek güce de sahipti. 19 Haziran 1997’de ordu harekete geçti ve Erbakan’ı istifaya zorladı. Yedi ay sonra Anayasa Mahkemesi Refah Partisini kapattı ve Erbakan’ı beş yıl siyasi yasaklı hali­ ne getirdi.3 Ordu ve yargının da dahil olduğu laik devlet vesayetçileri, cumhuriyet uğruna demokratik pratikleri 2

3

Parti dindar kimliği nedeniyle ordudan atılmış olan bireyleri saflarına kat­ maya çalışmakla suçlanıyordu. Ümit Cizre, “Ideology, Context and Inte­ rest: The Turkish Military,” The Cambridge History o f Turkey: Turkey in the M od em World içinde, haz. Reşat Kasaba (Cambridge: Cambridge University Press, 2008), 3 0 1 -3. Refah Partisi (Refah Party) v. Turkey, 35 Eur. H.R. Rep. 56 (2002). Ayrı­ ca bkz. Samuel Issacharoff, “Fragile Democracies,” Harvard Law Review 120, no. 6 (2007): 1456. Yasama meclisi ya da mahkemelerin gerekli yet­ kiyi vermesinden önce siyasi aktörlerin partileri kapamaları sık görülür. 1933’te Çekoslovak hükümeti Südet Alman Milliyetçi Partisi’ni ve Nazi Partisi’ni daha yetkili yasayı geçirmeden önce yasaklamıştı. Yasaklar ancak sonrasında onandı. 1991’de başarısız bir darbe girişiminin ardından Rusya devlet başkam Komünist Parti’yi bizzat kapattı ve mal varlıklarına el koy­ du. Nihayetinde, Rusya Yüksek Mahkemesi, başkanın tek taraflı eylemle­ rinin anayasaya uygun olduğuna hükmetti. Giovanni Capoccia, Defending Democracy: Reactions to Extremism in Interwar Europe (Baltimore: Joh­ ns Hopkins University Press, 2005), 94.

kısıtlamakta tereddüt etmemeleri bakımından nam salmışlardır.4 Dolayısıyla icraatlarına şüpheyle yaklaşmak uygundur. Ama Avrupa însan Hakları Mahkemesinin (AIHM) kanaatini düşünün. AÎHM siyasal partilere iliş­ kin düzenlemelerinden ötürü Türkiye’yle karşı karşıya gel­ miş, Kürt milliyetçi hareketinden unsurlara getirilen yap­ tırımlara tekrar tekrar karşı çıkmıştı. Öte yandan AIHM Refah Partisinin kapatılmasını değerlendirdiğinde şu so­ nuca vardı: “Refah Partisinin siyasal iktidarı ele geçirme potansiyeli gerçektir. ... Mevcut durumda Refah Partisi­ nin politikaları Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin gü­ vence altına aldığı hak ve özgürlükler için tehlikeli olarak görülebilirse de, Refah Partisinin iktidarı aldıktan sonra programını hayata geçirme ihtimalinin gerçek olması bu tehlikeyi daha somut ve yakıcı hale getirmektedir. ” 5 Teh­ didin özgül niteliğini dikkate alan AİHM, Türkiye’nin temsili kurumlarını savunmak için olağanüstü bir icra­ atta bulunmasının meşru olduğu hükmüne vardı. AIHM bugün artık emsal teşkil eden kararıyla, Avrupa hukuk camiasmın Weimar dersi adım verdiğim dersi unutmadı­ ğını göstermişti: Demokratik rejimin karşıtlarına anlayış göstermek o rejimin çöküşüne yol açabilir.

Demokratlar Antidemokratlar Harekete Geçene Kadar Beklemeli Midir? Önceki iki bölümde, siyasal partilerin kapatılmasını açıklamak için kullanılan gerekçelerin çoğunun demok­ ratik ilkeye ters düştüğünü ve kendini sınırlandıran mili­ tan demokrasi yaklaşımıyla tutarsız olduğunu savundum. 4

5

Yazar v. Turkey, 2002-11 Eur. Ct. H.R. 395; Freedom and Dem ocracy Party (Ö ZD EP) v. Turkey, 1999-V m Eur. Ct. H.R. 293. Ayrıca bkz. Dicle Kogacioglu, “Progress, Unity, and Democracy: Dissolving Political Parties in Turkey,” Law and Society Review 38, no. 3 (2004): 4 3 3 -6 2 Refah Partisi (Refah Party) v. Turkey.

Partileri yasaklamanın ya da benzer dışlayıcı eylemlere girişmenin temel gerekçesi, söz konusu grupların baş­ kalarının siyasal haklarını ihlal edip etmediği etrafında döner. Bu iki bölüme zımni bir varsayım yön veriyordu: Devlet hak ihlallerine vuku bulmalarından sonra etkin şe­ kilde yanıt verebilir. Peki, ya bu varsayım geçerli değilse? AİHM aldığı kararda, Refah Partisi Türkiye siyasetinde önde gelen bir aktör olduğundan ve antidemokratik faa­ liyeti cezalandırma çabalarını püskürtebilecek potansiyel taşıdığından, partiye önleyici yasak getirmenin doğru ol­ duğunu savunmuştu. Önleyici derken, bireylerin katılım hakkını ciddi şekilde ihlal etme durumu yakın gelecekte mümkün değilken atılan adımı kastediyorum. Eli kula­ ğındaki hak ihlallerine yanıt olarak girişilen eylemler için ise haklı savaş kuramcılarının izinden giderek boşa çıkar­ tıcı tabirini kullanıyorum. Genel olarak konuşmak gere­ kirse, boşa çıkartıcı özsavunma edimlerinin hak ihlalleri yaşandığı anda atılan adımlara normatif açıdan benzediği düşünülür. Örneğin birisi size fiziki saldırıda bulunmak üzereyse, saldırı an meselesi olmasa haklı görülemeyecek savunma amaçlı birtakım önlemlere başvurmanız meşrudur. Saldırganı dizginleyebilir ya da etkisiz hale getirebi­ lirsiniz. Eğer tehdit an meselesi değilse, herhalde tek yap­ manız gereken polisi aramaktır.6 Bu bölümde önleyici parti yasaklarının ya da her türlü önleyici müdahalenin demokratik açıdan gayrimeşru ol­ duğunu savunacağım. Gayrimeşru derken, gayet somut bir şeyden bahsediyorum: İster bir askeri konseyin ister 6

Bkz. David Luban, “Preventive War,” Philosophy and Public Affairs 32, no. 3 (2004): 2 0 7 -4 8 ; Jeff McM ahan, “Preventive War and the Killing of the Innocent,” The Ethics o f War: Shared Problem s in Different Traditions içinde, haz. Richard Sorabji ve David Rodin (Aldershot, Birleşik Krallık: Ashgate, 2006), 1 6 9 -90 ; Henry Shue ve David Rodin (haz.), Preemption: Military Action and M oral Justification (Oxford: Oxford University Press, 2007).

bir anayasa mahkemesinin üyeleri olsun, görünüşte demokrasiyi savunmak için harekete geçenler, o parti­ yi görevden alma işinin tam da kendilerine düştüğünü haklı gösteremezler. Genel itibariyle, temsili demokrasi­ ler kimin karar vermesi gerektiği sorununu çözmek için demokratik prosedürlere yaslanırlar. Fakat burada ele alman örneklerde, demokrasinin muhtemel savunucu­ ları bir partinin demokrasiye tehdit oluşturup oluştur­ madığını belirleyecek konumda değildir ve dolayısıyla bir partiyi hükümetten uzaklaştırma hakkına da sahip değildir. Fakat bu bölümde ele aldığım uç örneklerde, militan demokrasi pratiği demokratik devrim pratiğine yaklaşır. Sonuç olarak, engelleyici müdahalelerin gayrimeşruluğu ne yapılması gerektiğine dair tartışmayı sonlandırmayacaktır. Kusurlu da olsa işleyen bir tem­ sili rejime karşı inanılır ve kapsamlı bir tehditle karşı­ laşıldığında, bireylerin gayrimeşru eyleme girişmeleri demokratik olabilir, tıpkı otoriter rejimlere karşı ayağa kalkıldığında demokratik bir ruhsat olmadan harekete geçmenin demokratik olabilmesi gibi. Demokratik der­ ken kastettiğim şey, genel olarak kendini sınırlayan çer­ çevenin ilkeleriyle tutarlılık ve özel olarak da, her bire­ yin kendi temel ya da asli çıkarlarını etkileyen kararlara katılma konusunda haklı talepte bulunabileceği fikriyle tutarlılıktır. Öyle ya da böyle, kendini sınırlandıran model de­ mokratların demokratik süreci askıya alma ve bir partiyi görevden alma işini üstlenip üstlenmemeleri gerektiği so­ rununu çözüme kavuşturmak için usturuplu bir çerçeve sunmuyor. Ben bunun yerine, büyük partilerin temel de­ mokratik kurumlara meydan okumaları muhtemel hale geldiğinde, demokratların ayırt edici ve potansiyel açıdan trajik bir ikilemle karşı karşıya geldiklerini gösteriyorum. Ancak bu ikilemi kabul ederek ve ancak hem eyleme

geçmenin hem de geçmemenin potansiyel maliyetlerini tanıyarak (demokratik sorumluluk ilkesi) demokratların kendini sınırlandıran militan demokrasi kuramıyla tutar­ lı bir tarzda bu karmaşık zorluklarla boğuşabileceklerini savunuyorum. Tezim şu şekilde ilerliyor. Aşağıdaki kısımda önle­ yici müdahalelere iki standart yaklaşımı özetliyorum. AİHM’nin Türkiye’deki Refah Partisi kararı erken hare­ kete geçmeyi normal bir hukuki denetim türü olarak ka­ bul ediyor ve meşrulaştırılabilir görüyor. Bu görüşe göre, Türkiye’deki mahkemenin ülkenin en büyük seçilmiş partisini önleyici şekilde kapatması anayasaya aykırı bir kanunun iptal edilmesi kadar meşruydu. AİHM bu ar­ güman stratejisine başvururken önleyici eylemin demok­ ratik maliyetlerini göz önünde bulundurmamayı tercih etmişti. Ardından, hukukçu Patrick Macklem’in Refah Partisi kararına yönelik etkili eleştirisini özetleyerek, AÎHM’nin tezinin hedefi tutturamadığını savunacağım; önleyici mü­ dahaleler mahkemelerin diğer olağan icraatlarıyla kıyaslanamaz. Macklem ancak bir parti bireylerin haklarını ihlal ettiğinde ya da etmesi an meselesi olduğunda mü­ dahalelerin gerçekleştirilmesi gerektiğini savunur. Eğer haklıysa, demokratik yollardan hareket etmek demokra­ tik kurumlan savunmak için çok geç olana kadar bekle­ memizi gerektirebilir. Bu da demokrasinin hiç de hayrına olmaz. Bu bölümün “Gayrimeşru Eylemin Demokratik Gerekçelendirilişi” başlıklı bir sonraki kısmında, önleyici müdahaleye alternatif bir yaklaşım geliştiriyorum. Adam Michnik örneğine dönersek, bu savunma, kendini sınır­ landıran militan demokrasi modelinin en temel içgörüsüne dayalıdır: Temsiliyetçi rejimleri savunma etiği bu

rejimleri kurma etiğine benzer.7 Demokratik kurumlar demokratik açıdan meşru bir tarzda tasarlanıp kurula­ maz. Temsiliyetçi bir rejimin başlangıcında meşru demok­ ratik kararlar almak için gerekli kurumlar, tanım gereği, ya yoktur ya da kullanılmıyordun Oyunun yeni kuralları­ nı tanımlayan ilk kararlar demokratik usullerden yararla­ narak alınamaz. Dolayısıyla yeni rejim kuranlar başkaları adına karar alma hakkından yoksun kalacaklardır. Ama davasına bağlı bir demokratın yine de demokrasiye geçişe katılmak için iyi sebepleri vardır. Temsiliyetçi bir rejimin kurulması durumu, demokratik kurumlan sağlama al­ manın değerinin gayrimeşru eylemin getireceği bedelleri gölgede bıraktığı açık bir örnektir. Aşağıda göstereceğim gibi, demokrasiye meydan okunduğunda, demokratlara gayrimeşru bir şekilde meşru rejimler kurmak için bütün­ lüklü nedenler sağlayan aynı bağlılıklar bu rejimleri koru­ mak için de nedenler sunar. Bu bölümde demokratların gayrimeşru olarak gör­ dükleri tarzda savunma eylemine geçmelerine el veren kavramsal bir uzamın haritasını çıkaracağım. Demokra­ tik sorumluluk ilkesi uyarınca, demokrasinin demokra­ tik yollarla savunulmasına militan eylemin ciddi ahlaki bedelleri olduğunun fark edilmesinin damga vurduğunu savunacağım. Bu farkındalık demokratların rejimlerini güvenceye almak için kullandıkları stratejilerde ve kur­ dukları rejimlerde yansımasını bulmalıdır. Ne Türkiye’de­ ki Anayasa Mahkemesinin ne de Türk ordusunun icraat­ ları seçilmiş bir partiyi görevden almanın ağır bedellerini dikkate alıyordu; girişimleri temel demokratik bağlılıkla­ ra ters düşüyordu. 7

Bu bölümde yöntemsel ve kavramsal içgörü için Christine Korsgaard, “Kant on the Right to Revolution”’dan yararlanılmıştır, Reclaiming the History o f Ethics: E ssays fo r Joh n Rawls içinde, haz. Andrews Reath, Barbara Herman ve Christine Korsgaard (Cambridge: Cambridge University Press, 1997), 29 7 -32 8 .

Önleyici Müdahalenin Gayrimeşruluğu Avrupa İnsan H aklan M ahkem esi ve Zorunluluk AİHM Refah Partisi kararını açıkladığından bu yana, hukukçular bu kararı militan demokrasinin hukuki içerimlerine dair tahlilleri için mihenk taşı haline getirdiler.8 AİHM’nin bu hükmü Avrupa hukuk kanonundaki yerini çabucak almış olmasına karşın, bir partiyi önleyici ola­ rak kapatmanın maliyetlerine çarpıcı derecede ilgisiz bir tavır sergilemektedir. Mahkeme bir partiyi yasaklamanın ve üyelerini görevden almanın Avrupa İnsan Hakları Söz­ leşmesinin 11. maddesinde güvence altına alınmış örgüt­ lenme hakkını ihlal ettiğini haklı olarak kabul ediyordu. Ne çare ki ihlalin haklı olduğunu ve Türk devletinin bunu yapmasının meşru olduğunu savunuyordu. Öyle ki, mah­ kemenin kararı, eğer ilgili koşullar sağlanırsa, demok­ ratların bir partiyi henüz girişmediği eylemlerden ötürü yasaklamakta demokratların tereddüt göstermemeleri gerektiğini düşündürüyordu. Önleyici müdahaleyle ilgili bu yaklaşım sorun çıkartır. Ancak neden böyle olduğunu anlamak için, öncelikle yapısını ortaya sermemiz gerekir. Avrupa Mahkemesi önleyici yasağın Avrupa Sözleşmesi’nin hukuki ve demokratik normlarıyla tutarlı üç koşulu karşılaması gerektiğini savunuyordu: (1) Devletin önleyici eylemleri mevcut yasalardan icazet almalıdır; (2) yasak meşru bir amaca hizmet etmelidir; (3) müdahale “demokratik bir toplumda gerçekten zorunlu” olmalıdır.9 Mahkeme Refah Partisinin kapatılmasının zorunlu olduğunu savunurken, parti üyelerinin siyasal şiddeti 8

9

Bkz. Richard Pildes, “The Supreme Court 2003 Term: The Constitutiona­ lization of Democratic Politics,” Harvard Law Review 118, no. 1 (2004); 33; Andreas Sajo, “The Self-Protecting Constitutional State,” East Euro­ pean Constitutional Review 12, no. 2 (2003): 80-81. Refah Partisi (Refab Party) v. Turkey.

ve şeriat yasalarının da dahil olacağı çoğulcu bir hukuk sisteminin kurumsallaşmasını açık açık savunduklarını örnek göstermişti; Refah Partisinin meclisteki güçlü ko­ numunu tarif etmiş ve bir sonraki seçimlerde daha da güçlenebileceğine dair bir kamuoyu yoklamasını zikret­ mişti. Mahkeme bu kanıtlardan olabildiğince yararlana­ rak Refah Partisinin ciddi bir tehdit oluşturduğuna, bu tehdidi hayata geçirebilecek potansiyele sahip olduğuna ve gelecekte bu tehdide yanıt vermenin giderek daha zor hale geleceğine hükmetmişti. AIHM şöyle diyordu: “ Bir devletin müdahale etmek için, bir siyasal partinin iktidarı ele geçirip Avrupa Sözleşmesi’nin ve demokra­ sinin standartlarıyla örtüşmeyen bir politika uygulama­ ya başlamasını beklemesi gerekmez. İç barışa ve ülkenin demokratik rejimine zarar verebilecek somut adımlarla yerleştirilmeden önce devletin Sözleşme’nin hükümleriy­ le uyuşmayan bu tür politikaların hayata geçirilmesini engellemesi akılcı olacaktır. ” 10 Yargı Denetimi: M eşru M üdahale İçin Bir M odel AIHM’nin tezine ikna olduğumuzu varsayalım: Geniş katılımlı muhtemelen antidemokratik hareketler demok­ rasiye tehdit oluşturdukları için ve demokratik kurum­ lan bu tehdide karşılık vermekten alıkoyabildikleri için önleyici yanıtlarla karşılaşmayı hak ediyor olsunlar. Yine de şu sorun ağırlığını koruyacaktır: Refah Partisi liderle­ ri seçimle işbaşına gelmiştir. Partinin seçimlerdeki güçlü konumu AİHM’nin eyleme geçmenin zorunlu olduğu tezinin asli bir öğesiydi. Türk devletiyse Refah Partisini kapatarak parti üyelerinin demokratik haklarını baltala­ makla kalmamış, görünürde buyurucu, demokratik bir oylamanın sonucunu da boşa çıkarmıştı.

Refah’ın seçimlerdeki başarısının hesabımızı neden etkilediğini anlamak için, bireylerin demokratik usullerin doğurduğu sonuçlara neden saygı duymaları gerektiği­ ni tekrarlamak yararlı olacaktır. Bu usullerin otoritesi şu olgudan kaynaklanır: Siyasal topluluklar bir eylemde bu­ lunulup bulunulmaması veya hangi eylemde bulunulması gerektiğiyle ilgili kolektif karar vermeyi icap ettiren prob­ lemlerle karşılaşırlar. Bu ortak problemlerin tanımlanma­ larının ve nasıl çözüleceklerinin iyi niyetli bir anlaşmazlığa konu olmaları kaçınılmazdır. Bu koşullarda meşru ko­ lektif kararlar almak yurttaşların her biri için meşru hale getirilmesi mümkün usulleri gerektirir. Demokrasi tam da bu tür usullerin bir toplamıdır. Kararlar bu usuller yoluyla alındığında, karşılıklı saygı, herkese, kararın nihayetinde doğru olup olmadığından ya da bizim katılıp katılmadı­ ğımızdan bağımsız olarak demokratik karara uymak için güçlü bir ahlaki neden sunar. Başka bir deyişle, makul de­ recede demokratik usuller demokratik otorite doğurur. ıı İşin can alıcı yanı, demokratik usuller bize ortak ka­ rarlara uymak için gerekçeler sunmakla kalmaz; başkala­ rı adına tercihlerde bulunma iddiası ya da hakkının kimin için meşru olduğu problemini de çözer. Örneğin Refah Partisi 1995 seçimlerinden zaferle çıktıktan sonra, Baş­ bakan Erbakan’ın kararlar alması ya da seçmenleri tem­ sil etmesi meşruydu. Türkiye yurttaşlarının Erbakan’ın yargılarına saygı duyma yükümlülüğü elbette Erbakan’ın şahsına değil, diğer yurttaşlara olan borçlarıydı. Bu de­ mektir ki, AİHM’nin meşru önleyici müdahale kararı birbiriyle ilintili iki farklı iddiaya dayanır: Demokrasiye yönelik belli tehditler önleyici bir edimi meşrulaştırır ve birilerinin böyle bir tehdidin var olduğunu belirleme ve 11 Demokratik prosedürlerin otoritesine dair izahımda Jeremy Waldron’un Law and Disagreem enftaki değerlendirmesinden yararlanıyorum (Ox­ ford: Oxford University Press, 1999), 88-118.

buna yanıt olarak özgür ve adil bir seçimi yok sayma hak­ kı meşrudur.12 AİHM aldığı kararda Türkiye Cumhuriyeti Anayasa­ sın a göre Anayasa Mahkemesinin bir partiyi lağvetme ve parti üyelerinin vekilliğini düşürme hakkı olduğunu belir­ tiyordu. Fakat buradaki amaçlarımız açısından, Anayasa Mahkemesinin bu yetkiyi önleyici şekilde kullanma hak­ kının meşru olup olmadığını belirlememiz gerekiyor. Re­ fah Partisi üyeleri partilerinin demokrasiyi tehdit ettiğini kabul etmiyor olsun. Mahkemenin böyle bir karar alma hakkı olduğunu kendilerine açıklayabiliyor olmamız ge­ rekiyor. Açıklamamızın temeli ne olacaktır? Yargı deneti­ mi kuramları bu soruya bir cevap verir vermesine ama bu kuramların küçük bir grup bireyin demokratik kararları bozmasının neden meşru olduğunu açıklamakta inandırı­ cı yegâne güzergâhı gösterdiklerinden şüpheliyim. Yargı denetiminin kalıplaşmış normatif gerekçelen­ dirmesinin üç öğesi vardır. Birincisi, belli demokratik ka­ rarlar alenen demokrasiye aykırıdır ve dolayısıyla saygı duymamız beklenemez. Bir azınlık grubunun oy hakkını elinden alan bir yasayı düşünün. Yasa çok açık ki bu gru­ bun haklarını ihlal etmektedir. Daha önemlisi, böyle bir karar öncelikle bu karara uyma nedenlerimizle kökten çelişir. Dolayısıyla, denmektedir, bu karara uymakta her­ hangi bir ahlaki yükümlülüğümüz yoktur.13 İkincisi, belli bir grup birey, genellikle de bir anayasa mahkemesinin üyeleri hangi demokratik kararların yu12 Demokratik otorite ile meşruiyet arasında ayrım yaparken Buchanan’ı iz­ liyorum. Buchanan’ın izahında, buyurucu karar uyma zorunluluğunu da içerir. Meşruiyet ise uyma zorunlulukları olsun olmasın bireyleri bu karara zorlama hakkını içerir. Bu iki kavram ayrı olmakla birlikte birbirini dışla­ maz. Allen Buchanan, “Political Legitimacy and Democracy,” Ethics 112, no. 4 (2002): 6 8 9 -71 9 . 13 Bu iddiaya ilişkin alternatif bir perspektif için, bkz. genel olarak, Waldron, Law and Disagreement; Waldron, “The Core of the Case against Judicial Review,” Yale Law Journal 115 (2006): 1346-1406.

karıda bahsedilen tarzda zararlı olduğunu güvenle belir­ leyebilir. Eğer bir kurum demokratik bağlılıklara kökten ters düşen kararları tespit edip bozabiliyorsa, o zaman bu kurumun uzmanlık alanına giren meselelerde alman demokratik kararların peşinden gitmektense o kurumun hükümlerine uymakla yurttaşların demokratik çıkarları­ na saygı duyma noktasında daha iyi bir iş yapmış oluruz. Yargı denetimi savunucuları mahkemelerin bu tür ku­ rumlar olduğunu iddia ederler. Bu görüşe göre mahkeme güvenilir bir finans danışmanına benzer. Danışmanınızın tavsiyesine uymanızın nedeni, sizin mali durumunuza ilişkin meselelerde muhtemelen sizden daha çok şey bi­ liyor olmasıdır. Elbette sizin adınıza aldığı kimi kararlara katılmayabilirsiniz, ama onun genel güvenilirliğini kabul ettiğiniz sürece, yine de onun kararlarına saygı duymanız sebepsiz değildir. Bu görüşe göre, anayasa mahkemeleri demokratik açıdan zararlı kararları tespit etme konusun­ da özel bir yeteneğe sahiptir. Dolayısıyla mahkemeler ve benzer kurumlar araçsal bir demokratik otorite biçimine sahiptir ve bu kurumların üyelerinin demokratik yasaları iptal etmeleri meşrudur.14 Yargı denetimini meşrulaştıran üçüncü ve son öğe demokratik bir kararı bozmanın erdemidir. Yasaları ele alırken, genellikle sadece zararlı faaliyetin, antidemokra­ tik bir yasanın geçirilmesinin cezalandırılmasını bekleriz. Bir kararı geçersiz kılmak antidemokratik eyleme yamt vermenin nispeten cerrahi bir yoludur. Partiler kapatılma­ mış, halkçı siyasetçiler görevden alınmamıştır. Özetlersek, normalde yargı müdahalelerinin şu tür durumlarda meşru olduğunu düşünürüz: (1) İptal edi­ len kararlar bireylerin hakkını alenen ihlal ettiğinde ve 14 Araçsal otoritenin bu tarifi Joseph Raz’m The Morality o f Freedom 'Adi verdiği, literatürde önemli yer edinmiş izahına dayalıdır (Oxford: Oxford University Press, 1986), 3 8 -6 9

dolayısıyla buyurucu olmadığında; (2) anayasa mahke­ mesi hâkimlerinin antidemokratik bir kararı bozmak ve karardan etkilenen yurttaşların da onların kararlarına uymak için sebepleri olduğunda; (3) hak ihlaline verilen yanıtın görece az istemsiz zarar yarattığı durumlarda ve yasanın destekçileri demokratik süreç dahilinde meşru çıkarlarını savunmaya devam edebildiklerinde. Bu man­ tığın sonucu şudur: Bir hâkim antidemokratik yasama edimini bozma konumunda olduğunda, bunu yapmak zorundadır ve bunu vicdanı rahat bir şekilde yapar. O zaman şu soruyu sorabiliriz: Yargı denetiminin kalıplaş­ mış gerekçelendirmeleri Refah Partisi davası gibi örnek­ ler için geçerli midir? Eğer değilse, Türk mahkemesinin üyelerinin hiçbir şey yapmadan olanı biteni seyretmesi mi gerekiyordu? Hukuki Meşruiyetin Sınırları Bu sorulan ele alabilmek için, Patrick Macklem’in AIHM kararını eleştirdiği “Militan Demokrasi, Hukuki Çoğulculuk ve Kaderini Tayin Hakkı Paradoksu” yazısı­ nı kısaca incelemek istiyorum. Macklem’in yazısı AIHM kararındaki temel kusurları teşhir ediyor; yaptığı eleşti­ ri, kanaatimce, yargı denetiminin yukarıda sıraladığımız araçsal gerekçelendirmelerinin bir partiyi önleyici bir şe­ kilde kapatmayı kapsamadığını göstermektedir. Avrupa’daki hâkimlerin hükümlerinin ikna ediciliği bir rejimin istikrarını tehdit edebilecek demokratik faali­ yet ile bireylerin eşit katılım hakkını gerçekten ihlal eden faaliyet (nüfusun bir kesimini siyasal haklarından mah­ rum bırakan bir yasa gibi) arasında denklik kurabilme­ lerine bağlıdır. M addem bu denkliğin kurulamayacağını söyler: “Radikal bir siyasal gündem, ister birey ister bir siyasi parti tarafından öne sürülmüş olsun, politika haline

gelene kadar ifade ve örgütlenme özgürlüğünün fiiliyatta­ ki hali olmaktan ibarettir. Bu tür bir gündeme geleneksel demokratik yaklaşım, başkalarının haklarıyla çatışmaya başladığında onun anayasaya uygunluğunu belirlemektir. Bu gündeme eşlik eden şiddet ya da suç faaliyeti yoksa, bu parti iktidara gelip yasalar çıkarmaya ya da politika­ ları hayata geçirmeye yahut bu tür bir gündemi gerçek kılan eylemlere girişinceye kadar hukuki açıdan bir ters­ lik yoktur.” ıs Macklem’in perspektifinden ve bu kitapta savunduğum ilkeler çerçevesinden bakıldığında, demok­ ratik katılım bilhassa değerlidir ve özel saygı biçimlerini hak eder. Siyasal faaliyet ahlaka mugayir olduğunda bile kayda değer bir hoşgörüyü hak eder. Dolayısıyla ikisi de demokratik prosedürlerin sonucu olmasına karşın, Refah Partisinin seçilmesi buyurucu olmayan antidemokratik bir yasanın geçirilmesi ile aynı tekinsiz ahlaki alanı pay­ laşıyor olamaz. Macklem önleyici müdahalenin gerekçelendirilmesinin ikinci ayağı olan hâkimlerin araçsal otoritesini, yani hâkimlerin önleyici eylemi meşrulaştırmak için gerekli değerlendirmeleri yapma kapasitesinde oldukları savı­ nı da boşa çıkarır. Demokrasinin altını başarıyla oyan bir grup ile kilise ve devlet arasındaki duvarların ciddi ölçüde kaldırılmasını savunan bir partinin birkaç üyesi arasında ciddi bir fark, bir illiyet farkı söz konusudur. Bu farkın büyüklüğü zor bir soruyu gündeme taşımak­ tadır: Sonunda Türkiye demokrasisini tehdit edebilecek olsa da, Refah Partisinin iktidarı almasına izin vermek akıllıca mıdır? Yargı uzmanlığına dayalı argümanları bu tür bir soruyu kapsayacak şekilde genişletmek kolay değildir; mahkemenin otoritesi demokratik bağlılıklar15 Patrick Macklem, “Militant Democracy, Legal Pluralism, and the Paradox of Self-Determination,” international Journal o f Constitutional Law 4, no. 3 (2006): 512.

la alenen çelişen yasaları tespit edebiliyor olmasından gelir, Refah Partisinin nihayetinde Türkiye demokra­ sisinin altını oyup oymayacağı muammasını çözebili­ yor olmasından değil. Macklem haklı olarak şunu ileri sürer: “Demokrasiye tehdidin ihtimal düzeyini değer­ lendirmek, sadece zararın kapsamını ve olasılığını hesaplayamayacağımız kadar az sayıda olay söz konusu olduğu için değil, aynı zamanda, genellikle tek bir olay veya fiilin demokratik yozlaşmaya neden olduğunu id­ dia edemeyecek olmamız sebebiyle de zor bir iştir. ” i6 Birlikte alındığında, siyasal katılıma tanınması gereken geniş alan ve bu tür örneklerde araçsal otorite kurma­ nın zorluğu seçimle işbaşına gelmiş bir siyasal partiyi görevden almanın anayasaya aykırı bir yasayı geçersiz kılmaya benzetilemeyeceği anlamına gelir. Türk mahke­ meleri ve aynı konumdaki başka mahkemeler speküla­ tif bir tehdit temelinde adil bir seçimin sonucunu iptal etme hakkına sahip değildirler. Macklem’in eleştirisi önleyici müdahalenin neden demokratik açıdan gayrimeşru olduğuna işaret eder; fa­ kat demokrasinin altı oyulurken demokratların kolları­ nı kavuşturup öylece beklemeleri gerektiğini söylemez. Demokratik kurumlar kanıtlanabilir derecede dolaysız ve bütünsel bir tehditle karşılaştıklarında, bir devletin müdahale edip o partiyi görevden alması gerektiğini savunur.17 Fakat demokrasinin yakın gelecekte çökece­ ğine dair bir kanıt yoksa, devlet “mevcut anayasal ön­ lemlerle”, yani yasaların yargı tarafından denetlenme­ siyle yetinmelidir. Bu görüşe göre, demokratlar ellerini kirletmemelidir; demokrasiye yönelik tehdit hem açık hem de güncel hale gelene kadar bekleyerek temiz ka­ labilirler. 16 A.g.e., 515. 17 A.g.e.

Temiz Eller Yeterli Olmadığında Macklem’in AIHM kararına dair eleştirel değerlendir­ mesi ikna edicidir. Gel gelelim Refah Partisi karşıtlarının yüz yüze geldikleri ikileme sunduğu çözüm önerisinde aşırı basit, etliye sütlüye bulaşmayan bir taraf vardır. M acklem’e göre, demokratlar ancak bir parti, rejimi devir­ menin eşiğindeyken harekete geçebilirler. Oysa bu geç tarihte etkili eylem fevkalade zor olabilir. Giriş kısmında belirttiğim gibi, büyük antidemokratik hareketlere yanıt vermenin zorluklarına dikkat etmemek yargı sisteminin etkili ya da fiili otoritesine köklü bir inançtan kaynak­ lanır. Eğer siyasetçilerin hâkimlere her zaman uyacakla­ rını varsayarsak, önleyici eylemin zorunlu olduğu algısı zayıflar ve kaybolup gider. Eğer antidemokratik yasalar her zaman iptal edilebiliyorsa ya da partiler her zaman meclisten atılabiliyorsa, o zaman antidemokratik bir parti programını hayata geçirmeye başlayana kadar müdahale­ yi ertelemek pratik ve normatif açıdan sorunsuz olacaktır. Fakat AIHM kararının arkasındaki saik kısmen farklı ve kanımca daha gerçekçi bir varsayımdı: Antidemokra­ tik partiler güç kazandıkça, anayasal idarenin normal kurumlarımn rejimin bütünlüğünü savunması daha zor hale gelecektir. Türkiye’deki mahkeme Refah Partisi tehdidi tartışmasız hale gelene kadar bekleseydi, partinin statüsü ve gücü liderlerine Anayasa Mahkemesini önemsememe, üyelerini değiştirme ya da bizatihi anayasayı değiştirme imkânı verebilirdi. AIHM açısmdan, Refah Partisi Tür­ kiye’nin siyasal sistemini yıkmaya tevessül ettiğinde, par­ tinin Türk hükümetinin yetkili makamlarına yükselişi olağan anayasal araçlarla önlenemez hale gelecekti. Bu mahkemenin müdahale etme hakkı olduğu anlamına gel­ mez; ama Macklem tehdit olgunlaşana kadar beklemekte ısrar ederek, büyük, muhtemelen antidemokratik partile­ rin yol açabileceği sorunları hafifsemişti.

Macklem’in antidemokratik hareketler problemine yaklaşımında sorunlu bir yan daha vardır. Tezlerini 3. Bölüm’de ele aldığım Thomas Christiano’nun çalışması gibi, Macklem’in yazısı da antidemokratik yasaların (ya da benzer eylemlerin) yol açtığı zarar gibi dar bir konu­ ya odaklanır. Oysa antidemokratik örgütler de yasaları uygulamayı reddederek ve devamlı surette kurumsal uz­ laşmazlık stratejilerine başvurarak demokratik sistemin altmı oyabilirler. Uzlaşmazlık ve engelleme politikası antidemokratlarm hiç eskimeyen yöntemlerindendir. Örne­ ğin meşruti yönetimin başlangıcında hırslı hükümdarlar sadece meclisi toplamayı reddederek siyasal özerkliklerini korur ve iddialı muhalefetleri püskürüklerdi. Gerçekten de Refah Partisi karşıtlarının duydukları korkuların bir nedeni de partinin Türkiye’deki yasaları, özelikle de Tür­ kiye’nin katı devlet sekülerizmiyle ilgili kuralları uygula­ maya yanaşmadığı algısıydı. Benzer şekilde, Amerika’nın Yeniden İnşası sırasında Kuzeyli Cumhuriyetçiler Güneyli temsilcileri Kongreden dışlamışlardı, çünkü Güneyli yasa koyucuların Güney’de demokrasiyi güvence altına al­ mayı amaçlayan federal çabaları engelleyeceğinden kor­ kuyorlardı. Devletin harekete geçmesini engellemek ve hükümetin temel mekanizmalarını işlemez hale getirmek anayasal demokrasiye ciddi tehdit oluşturabilir ve M a­ cklem’in tezi bu tür bir inatçılığın ve uzlaşmazlığın yıkıcı gücünü hesaba katmaz. Bir çıkmaza geldik desek yeridir. Macklem bir siyasal partiyi başkalarının haklarını ihlal etmeden önce görev­ den almanın bir tür yargı denetimi sayılamayacağını iddia etmekte haklıdır. Bir grup hâkimin demokratik ilkelere açıkça ters düşmeyen özgür ve adil bir seçimin sonucunu iptal etmesi demokratik açıdan gayrimeşru olacaktır. Fa­ kat AIHM’nin önerdiği çözüm kusurlu olsa bile, tehlike kapıya dayanana kadar beklemenin barındırdığı riskler yeterince gerçektir.

Bu çıkmaza verilecek bütünlüklü yanıtlardan biri şu­ dur: (1) Bireylerin katılım hakkına saygı duymak için sağ­ lam nedenler vardır; (2) yurttaşlar başkalarının haklarını ihlal etmeye çalışmadıkça bu hakları ihlal etmemiz meşru değildir; (3) bireyleri siyasal süreçten gayrimeşru şekilde dışlarsak, onlara zarar verip haksızlık etmiş oluruz; (4) dolayısıyla sabrımız, demokrasinin başarısızlığı ihtimali­ ni artırsa bile açıkça antidemokratik bir eyleme girişilene kadar müdahale edilmemelidir (ya da girişilmesine yakın edilmelidir). Bu görüş biraz sinir bozucu olmakla birlikte güçlü bir yalınlıkla övünüyor: “ Önümüzde sadece tek bir seçenek var: Harekete geçmemeliyiz.” Fakat bu bölümün bir sonraki kısmında, “önleyici müdahale demokratik açıdan gayrimeşru olduğu için de­ mokratlar asla müdahale etmemelidir” şeklindeki sezgisel iddiaya karşı çıkacağım. Bir kez daha, demokratik olma­ yan rejimlerde demokrasi için mücadele edenler örneğine geri döneceğim. Ayrıca tüm siyasal topluluğu etkileyen ve demokratların meşru bir şekilde girişemeyeceği, ama yine de kendini sınırlandıran çerçeveyle tutarlı olan eylemlerin oluşturduğu bir altküme olduğunu göstereceğim. Gay­ rimeşru eylemlerin temsili kurumlar yerleşmeden önce neden demokratik olabileceğini eleştirel açıdan yeniden temellendirerek, bazı sınırlı koşullarda önleyici müdaha­ lenin temsili kurumlar yerleştikten sonra da demokratik olabileceğini göstereceğim.

Gayrimeşru Eylemin Demokratik Meşrulaştırımı Dem okratik Olmayan Rejim lerde Dem okratlar Demokratik olmayan rejimlerde buyurucu kararlar al­ mak için gerekli kurumlar yoktur ya da kullanılamaz hal­ dedir. 18 Bu gerçekliğe rağmen, bazı bireyler kendilerini hâlâ 18 Diktatörlüklerde temsili kurumlan konu alan eserler çığ gibi büyümekte­ dir. Örneğin bkz. Jennifer Gandhi, Political Institutions under Dictatorship (Cambridge: Cambridge University Press, 2008).

demokrat olarak görürler; bunlar demokrat isyancılardır. Geliştirdiğim ideal tipin, fikirleriyle kendini sınırlandıran modelin temelini atan bir isyancının Adam Michnik’in ya­ zıları ve eylemleriyle şekillenmesi şaşırtıcı değildir. 19 Demokrat isyancılar üzerlerinde iktidar kuran hükü­ meti reddederler. Demokrat olduklarından demokratik olmayan tüm rejimlerin otoritesini de reddederler. İsyan­ cılar, tıpkı meşru rejimlerdeki demokratik muadilleri gibi, “çoğulculuğa ve sahici özyönetime” dayalı sistemlere saygı duyarlar.20 Michnik’e bir keresinde Polonya Komü­ nist Partisi lideri General Wojciech Jaruzelski yerine Şilili diktatör Augusto Pinochet rejiminde yaşamayı tercih edip etmeyeceği sorulmuş. Michnik her koşulda demokrasiye bağlı olduğunu belirttikten sonra şu yanıtı vermiş: “Eğer General Jaruzelski ile General Pinochet arasında bir ter­ cih yapmak zorunda kalsaydım, Marlene Dietrich’i tercih ederdim. Başka türlüsü abes ve akıldışı olurdu. Ben bir diktatörlük sisteminde demokrasi için mücadele ederken bu tercihin bana sunduğu ya bir komünist ya da antikomünist olarak hapishanede oturmaktır. ” 21 Bazı bireyler demokratik süreçte katılım imkânsız ol­ duğunda kendilerini hâlâ demokrat olarak görmekle kal-

19 Michnik’in hayati bir rol oynadığı Dayanışma Hareketi ve Polonya’daki demokrasi mücadelesi hakkındaki külliyat geniştir. Ben bu eserlerin küçük bir kısmından yararlandım: Timothy Garton Ash, The Polish Revolution: Solidarity (London: Granta Books, 1991); Francis Millard, The Anatomy o f the N ew Poland (Aldershot, UK: Edward Elgar, 1994); ve Wiktor Osiatynski, “The Roundtable Talks in Poland,” T he Roundtable Talks and the Breakdown o f Communism içinde, haz. Jon Elster (Chicago: University of Chicago Press, 1996), 2 1 -6 8. 20 Adam Michnik, “A New Evolutionism,” Letters from Prison and Other E ssays içinde, İng. çev. Maya Latynski (Berkeley: University of California Press, 1985), 146. 21 Adam Michnik, “Towards a Civil Society: Hopes for Polish Democracy: Interview with Erica Blair (John Keane),” Letters from Freedom : P o stCold War Realities and Perspectives içinde, haz. Irena Grudzi ska Gross, İng. çev. Jane Cave (Berkeley: University of California Press, 1998), 99.

mazlar; çoğu zaman kimliklerinin romantik gibi görünen bu öğesini kabul eder, hatta bundan haz bile duyarlar. Michnik 1987 yılında Daniel-Cohn Bendit’e verdiği bir mülakatta şöyle der: “Dünya üzerindeki herkes bizim hayal gördüğümüzü söylüyordu: ‘imkânsızın peşinde ko­ şuyorsunuz. Komünizmde muhalefet diye bir şey olmaz’ diyorlardı. Biz ise muhalefetin bu imkânsızlığa rağmen var olduğu yanıtını veriyorduk. ” 22 Michnik’in sözleri is­ yancının idealist konumunu çok iyi yansıtır. Burada kişi meşru karar almayla özdeşleştirdiğimiz faaliyetlere katılamasa da kendini demokrat olarak görür; demokratik nedenlerle kabul etmediği bir karara uyması, misilleme korkusu duymadan hükümeti eleştirmesi ya da adil bir seçime katılması söz konusu değildir. Otoriter Rejimlerde Demokratik Eylem: Bir Amaç Olarak Demokrasi Demokratlık sadece bir kafa yapısı değildir. Otoriter sistemlerde demokratik partizanlar demokrasi için müca­ dele ederek özyönetime olan inancı somuta dökerler. Bir istibdat rejimine karşı çıkmak elbette demokratların faali­ yetlerini, gözlemlerini ve hiyerarşik örgütler içinde çalışma yürütmelerini gerektirir. Ama yine de tanınabilir derecede demokratik şekillerde çabalarını şekillendirebilirler.23 Sözgelimi bir demokrat, devletten bağımsız kurumlar geliştirebilir. Hükümete ve politikalarına itirazlarını ka22 Adam Michnik, “Anti-Authoritarian Revolt: A Conversation with Daniel Cohn-Bendit,” Letters from Freedom içinde, 57. 23 Andrew Arato Dayanışma’nın demokratik işçi konseyinden ziyade bağım­ sız sendikalar çerçevesinde örgütlenme kararının, komünist devletin daha açık ve daha demokratik örgütlere sızıp ele geçireceğine dair üyelerinin duy­ duğu kaygıyı yansıttığını savunur. Andrew Arato, “The Democratic Theory of the Polish Opposition: Normative Intentions and Strategic Ambiguities,” From N eo-M arxism to Democratic Theory: E ssays on the Critical Theory o f Soviet-Type Societies içinde (Armonk, NY: M. E. Sharp, 1984), 247.

muoyuna duyurabilir; otoriteleri protesto edebilir, hatta demokratik olmayan bir seçime katılabilir. Özellikle de demokratik muhalefetler çoğu zaman sadece bir rejimi değiştirmeyi değil, aynı zamanda özerk bir siyasal kültürü tesis etmeyi de isterler. Michnik şöyle der: “Demokratik muhalefet kamusal hayatta her daim ve dur durak bilme­ den görünür olmalı, kitle eylemleri örgütleyerek siyasal olgular yaratmalı, alternatif programlar formüle etmeli­ dir. Geri kalan her şey yanılsamadır. ” 24 Gerçekten demokratik örgütler, rakip muhalefet grup­ larının çalışmaları hakkında görece açık bir tutum ser­ giler. Gerektiğinde siyaseten etkisiz kalma pahasına bile olsa siyasal çoğulculuk ve rekabetin rüşeym biçimlerini kabul etmek demokratik ilkelere güçlü bir bağlılığı gös­ terir. Demokrat olmayanlar da otoriter hükümetleri de­ virmeye girişirler, ama onlar yalnızca ama yalnızca kendi örgütleri devlete hâkim olabilsin diye kavga verirler. Demokrat isyancılar sınırlı amaçlarıyla da tanımlana­ bilir: Çoğunlukçu bir düzen kurmak. Demokratik isyanın çeşitli öğelerinin ortak bir özelliği vardır: İsyancının kur­ mayı amaçladığı yeni bir toplum değil, daha demokratik bir toplumdur. Demokratın nihai amacı düşmanlarını dize getirmek değil, meşru bir yönetimin eşit bireyleri ola­ rak onları oyuna dahil etmektir. Daha düz terimlerle ifade edersek, demokrat olmak meşru karar almanın mümkün olduğu bir durum muva­ cehesine değer vermektir. Tanım gereği, demokrat, katı­ lım hakkıyla tanımlanan bir sistemin böyle olmayan bir sistemden daha iyi olduğuna inanacaktır. Dolayısıyla bir isyancımn çabaları ile temsili yönetime olan bağlılığı ara­ sında mantıksal bir ilişki vardır. Eylemleri değer verdiği bir 24 Michnik, “A New Evolutionism,” 121,147-^4-8; aynca bkz. Jean Cohen ve Andrew Arato, Civil Society and Political Theory (Cambridge, MA: MIT Press, 1992), 3 1 -3 6.

amaca ulaşmak gibi makul bir istikamette ilerler. Demok­ ratik prosedürlere uygun hareket edemese de, bir amaç olarak demokrasiyi gerçekleştirmeye çalışır. Bu önemli açıdan, eylemleri demokratiktir; bireylerin siyasal katılım­ dan yana müşterek ve eşit ahlaki menfaatleriyle tutarlıdır. Yine de, demokratik olmayan bir rejimde yaşarken demokratik kurumların peşinden gitmenin makul olması, sorunumuzu çözmez: Gayrimeşru eyleme girişmek katı­ lım ilkesiyle, yurttaşların katılım iddialarıyla tutarlı olabi­ lir mi? Otoriter rejimlerde demokratik eylemlerin siyasal partilerin önleyici olarak yasaklanmasıyla ilişkisi sivil toplumları, işyerlerini ya da kişisel ilişkilerini demokratikleş­ meye yönelik daha bildik çabalara benzer.25 Bu faaliyetler salt karar almanın ötesine uzanır ve meşru kolektif eylem için gereken koşulları yaratır. Fakat daha demokratik bir toplum inşa etmek kişinin kendi siyasal topluluğunu tem­ sili kurumlar içerisinde işletmesine benzemez. Bir isyancı­ nın temsili bir rejimin kuruluşuna katılmasının ya da bir mahkemenin bir partiyi önleyici olarak yasaklamasının neden demokratik olabileceğini göstermek için daha fazla emek harcamak gerekiyor. Demokratik Meşruiyeti Olmayan Demokratik Kuruluşlar İsyancımızın ikna edici düzeyde demokratik bir mu­ halefet örgütü kurmayı başardığını kabul edelim. Ayrıca rejimin zayıflamaya başladığım da varsayalım .26 Muhale­ fet liderleri siyasal geçiş uğraklarında sık sık yeni sistemi 25 Bu çerçevede, bkz. Ian Shapiro, Democratic Justice (New Haven, CT: Yale University Press, 1999). 26 Rejimlerin başarısızlığına isyancıların sebep olduğu şeklindeki güçlü sebep-sonuç ilişkisinden medet ummuyorum. Örneğin otoriter rejimlerin çö­ küşü ciddi bir ekonomik şoktan sonra da gerçekleşebilir. Bkz. Kenneth F. Greene, Why Dominant Parties L ose: M ex ico ’s Democratization in Com­ parative Perspective (Cambridge: Cambridge University Press, 2007).

tanımlayacak yeni oyun kuralları ya da süreçler (mesela anayasal sözleşmeler) hakkında hayati kararlar almak zorunda kalırlar. Bu kararlar iyi niyetli bir anlaşmazlığa tümüyle açıktır ve kalıcı bir etkide bulunur, zira çiçeği burnunda demokrasilerin geleceğini şekillendirir ve çoğu zaman yeni düzende siyasal ve ekonomik kazananların kimler olacağını perçinler. Başka bir deyişle, bunlar tam da demokratik prosedürlerin meşruiyetini gerektiren tür­ de kolektif kararlardır.27 Gerçekte bu kararlar çoğu zaman, eski hükümetin temsilcileri de dahil olmak üzere elitler arasında müza­ kere edilmektedir. Anlaşmalar, yuvarlak masa toplantıları ve gizli müzakereler siyasal geçişlerin neredeyse ayrılmaz birer parçasıdır. Bunlar demokratların meşru usullerden yararlanarak meşru bir hükümet kurmak istediklerinde karşılaşacakları zorluğun somut kanıtlarıdır. Tamamen demokratik bir geçişin önündeki bariyer­ ler hem pratik hem de mantıksal kaynaklardan doğar. Mantıksal açıdan, isyancı gerileme problemiyle karşıla­ şır. Meşru bir kolektif karar almak için birtakım yapısal kurallar (mesela oyların nasıl sayılacağıyla ilgili kurallar) gerekir. Oyları saymanın çok sayıda makul demokratik yolu var, ama bu kuralları demokratik olarak seçemeyiz.28 Bunu yapmak için kurucu kuralları nasıl belirle­ yeceğimizi halihazırda saptamış olmamız gerekir. Ama bu kuralları belirlemek demokratik açıdan halihazırda birtakım kurallar vb. seçmiş olmayı gerektir. Keza bu ku­ ralları (örneğin çoğunluk kuralı gibi) çarpıcı ve makbul bir demokratik karar prosedürünü var kabul ederek de halledemeyiz. Böyle bir kural için kendiliğinden uzlaşmış olsak bile, hangi soruyla başlayacağımız (Bir demokrasi 27 Siyasi geçiş dönemlerinde kararların alınma biçiminin yeni demokrasilerin siyasetini şekillendirebildiğine dair bkz. John Londregan, Legislative Institu­ tions and Ideology in Chile (Cambridge: Cambridge University Press, 2000). 28 Seçim kuralları ve göreli güvenilirliği hakkında, bkz. Gerry Mackie, D e­ m ocracy D efended (Cambridge: Cambridge University Press, 2003).

kurmalı mıyız? Lech’i başkanımız seçmeli miyiz?) de­ mokratik prosedürler aracılığıyla belirlenemez. Dolayı­ sıyla eski rejimin resmen paramparça olup dağıldığı bir senaryoda bile, demokratik kurallar önemli bir anlamda dayatılmış olacaktır. Pratikte, zaman, siyasal fırsat ve kolektif eylemle il­ gili sınırlamalar demokrasiye tamamen demokratik bir geçiş imkânını kısıtlar. Temsiliyetçi kuramların kendi­ liğinden ortak eylem yoluyla ortaya çıkması muhtemel değildir, çünkü bu kurumlar kamu yararınadır.29 Bunlar arz bakımından ortaktır (Bunları bir kesim için ulaşılır kılmak genel olarak ulaşılır kılmak demektir.) ve dışla­ yıcı değildir (Daha fazla insanın siyasal sürece katılma­ sına izin verir.). Dolayısıyla demokrasiye geçişin bireysel destekçilerinin başkalarının faaliyetlerinden karşılıksız yararlanma gibi bir dürtüsü olacaktır. Demokrasi yarat­ mak sık sık seçilmemiş bireylerin oluşturduğu küçük bir grubun sürekli çabasını gerektirir ve bu grubun aldığı kararlar da çoğu zaman sonu meçhul bir geçiş devresi­ nin kaderini belirleyecektir. James Madison Amerikan Anayasa Komisyonunun çalışmalarını savunurken, bu soruna eğilmişti: “Halkın kendiliğinden ve evrensel ola­ rak hedeflerine [yeni bir anayasa] uyum içinde ilerlemesi mümkün değildir; dolayısıyla bu tür değişikliklerin yurt­ sever ve saygın yurttaşlar ya da bir grup yurttaş tarafın­ dan sunulan gayriresmi ve yetkilendirilmemiş önerilerle gerçekleştirilmesi esastır.” (Vurgu yazara ait.)30 Charles Tilly bir keresinde “ Demokrasi bir göldür” diye yazmıştı.31 Bu metaforla demokrasinin çok çeşitli 29 Ian Shapiro, Democratic Justice, 5 5 -5 6 . 30 James Madison, “Federalist 4 0 ,” The Federalist içinde, haz. Jacob E. Cooke (Middletown, CT: Wesleyan University Press, 1961), 265. 31 Charles Tilly, “Democracy Is a Lake,” The Social Construction o f D em oc­ racy içinde, haz. George Reid Andrews ve Herrick Chapman (New York: New York University Press, 1995), 3 6 5 -87 .

nedensel kaynaklarına göndermede bulunuyordu. Eğer yanılmıyorsam, bu kaynaklardan çok azı demokratik açıdan meşrudur (Hatta hiçbiri değildir.); demokra­ tik kurumların oluşturulmasına çobanlık eden birey­ ler bunu yapma hakkından mahrum olacaktır. İsyancı liderler haklı olarak ahlaki ya da siyasi otorite olarak görülebilir, ama neden oyunun yeni kurallarına karar veren merciin kendileri olması gerektiği sorusunu cevaplayamazlar. Michael Walzer’in tespit ettiği gibi, is­ yancıların ve eylemcilerin çalışmaları “virtüel temsilin bir versiyonudur ve aynı güçlükleri ve tehlikeleri içerir” . İsyancılar bir genel grev ilanında bulunduğunda, baş­ kentin ana meydanını işgal eylemi örgütlediğinde ya da rejimle müzakerelere giriştiğinde, kararlar alır ve diğer yurttaşlar adına konuşmuş olurlar, oysa “ birileri adına konuşmaları ya da hareket etmeleri nadiren bir yetkiye dayanır ” .32 Bu koşullarda, demokrat isyancı, demokra­ si adına kolektif eyleme girişmenin meşru olacağından emin olabilir. Fakat demokratik prosedürlerin onayını almadan bu eylemin hangisi olması gerektiğine karar verme hakkı bulunmayacaktır. Onun tercihlerine katıl­ mayanların, emirlerine saygı duymaları için demokratik açıdan hiçbir sebep yoktur. Demokratlar demokrasiyi kurduklarında, prosedürler bakımından gayrimeşru ve kayda değer bir dayatmada bulunurlar.33

32 Michael Walzer, Obligations: E ssays on Disobedience, War, and Citizens­ hip (Cambridge, MA: Harvard University Press, 1970), 5 2 -5 3. 33 Demokratik kurumlar bir kez dayatıldığında, demokratların referan­ dumla^ onaylayıcı sözleşmeler vb. yoluyla bu kurumlara olaydan sonra kamusal meşruiyet kazandırmaya çalışmaları sık görülen bir durumdur. James Madison “Federalist 4 0 ”ta bu meseleleri doğrudan ele alır. Demok­ ratların demokrasiyi savunmak adına giriştikleri gayrimeşru eylemler için nasıl meşruiyet yaratmaya çalıştıklarını ele aldığım bu bölümün son kısmı anayasa yapma süreçlerine dair örneklerden ve özellikle de ABD Anayasası’nın kabul edilmesi sürecinden ilham almıştır.

Gayrimeşru Hareket Etmek İçin Demokratik Nedenler Otoriter bir rejim çökmeye başladığında, demokra­ tik muhalefetin liderleri bir tercihle karşı karşıya kalırlar. Başkaları için karar verme hakkından mahrum oldukları için, rejimin ipini çekecek son çabalara omuz vermekten sakınabilirler. Yeni bir siyasal sistem kurmanın demokratik bir bedeli vardır: Çoğu birey kendi esenliğini ciddi ölçüde etkileyecek kurumların tasarımına katılma fırsatına sahip olmayacaktır. Bunlar demokratik devrimin sabit maliyet­ leridir demokratların geçiş sürecine katılıp katılmadıkla­ rından bağımsız olarak, ödenmeleri kaçınılmazdır. Fakat bu masraflar ışığında, demokratlar kimi zaman can sıkıcı olan temsiliyetçi kurumlar oluşturma işine başkalarının gi­ rişmesini bekleyebilirler; belki de gidici hükümetin liderleri ya da başka bir grubun üyeleri bu boşluğu dolduracaktır. Demokrasi bu şekilde de meşru bir süreç yoluyla kurulmuş olmayacaktır, ama en azından demokratlar gayrimeşru ça­ balara girişmiş olma sorumluluğunu almayacaklardır. Alternatif olarak, isyancılar temsiliyetçi kurumlan şe­ killendirmek adına usul bakımından gayrimeşru bir çaba içine girmeye karar verebilirler. Demokratların yapması gereken bence budur; gayrimeşru eyleme girme ihtimali bizi bir demokrasi kurmaktan alıkoymamalıdır. Demok­ rat isyancılar kimi zaman büyük kişisel riskler alma pa­ hasına yeni bir rejim kurmaya çalışmışlardır. Bu riskleri almalarının sebebi demokrasinin, daha doğrusu poliarşinin bireylere, katılımdan yana çıkarlarını tatmin etme izni vermesi ve bunun sonucu olarak açıkça değerli bir amaç olmasıdır. Demokratlar kurumlar oluşturarak bu amaca ulaşırlar. Dahası isyancılar bunu yapmakla yeni dayatma­ lara olan ihtiyacı ciddi ölçüde azaltır ve muhaliflerine çı­ karlarını savunmaları için siyasal bir kanal açarlar (Yani demokratik sürecin ta kendisini mümkün kılarlar.). Son olarak ve daha pratik açıdan, demokratlar temsiliyetçi bir hükümetin tasarımına ve kurulmasına aktif şekilde katıl­

makla, daha adil veya daha meşru kuramların savunucu­ luğunu yaparak, muhtemelen yeni rejimin kuramlarının bireylerin katılım hakkını hayata geçirme olanağını güç­ lendireceklerdir. Özetle, gerçekten var olan temsiliyetçi kuramların yüksek değeri gayrimeşru bir yolu gerektirir. Demokratik kuruluşlar gayrimeşru eylemlerin demokra­ tik olduğu örneklerdir.

Demokrasinin Gayrimeşru Savunusunu Savunmak Madde madde sıralayacak olursak: (1) Demokratla­ rın otoriter rejimlerde yaşadıklarını; (2) demokrasinin bu demokratlar için bir amaç olduğunu; (3) demokrasilerin demokratik yollarla kurulmadıklarını; (4) bir demokrasi kurmak için girişilen gayrimeşru eylemin katılım hakkıy­ la tutarlı olduğunu ileri sürdüm. Demokrasiyi savunmak için gayrimeşru eyleme girişmenin yanlış olduğunu gös­ termek isteyen bir şüphecinin otoriter rejimin normatif dünyası ile demokrasinin normatif dünyası arasına kav­ ramsal bir ateş duvarı örmesi gerekecektir. Bu şüpheci kuşkusuz poliarşilerde bireylerin, temsiliyetçi demokrasi­ nin normal mekanizmaları yoluyla hareket edebilecekle­ rini savunacaktır. Yapabileceklerine göre, yapmalıdırlar. Demokrasinin inşa edilmesinin aksine, demokrasiyi sa­ vunmak kişinin demokratik sürece aktif şekilde müda­ hale etmesini gerektirir; kişi başkasının otoriter kararını yerinden eder ve bu kararlara uyma yükümlülüğünü göz ardı eder. Eskiden hiçbir kolektif eylem usul bakımından meşru değilken, şimdi bu tür eylemlerin hepsi meşru ol­ mak zorundadır.34 Şüphesiz ki, demokrasiye geçişler normatif açıdan kayda değer hadiselerdir. Demokrasilerdeki gündelik si34 Demokrasiye geçişlerde bu önce-ve-sonra perspektifi hakkında, bkz. Bruce Ackerman, T he Future o f Liberal Revolution (New Haven, CT: Yale Uni­ versity Press, 1992).

yaset demokrasinin inşası siyasetiyle karıştırılmamalıdır. Yine de, şüphecinin manikeist dünya görüşünü reddetme­ miz için iki sebebimiz var. Birincisi, demokratik kurumların tesis edilmesi bir demokratın ilkelerinde devrime yol açmaz. Otoriter rejimlerde demokratlar demokrasiyi hem bir araç hem de bir amaç olarak, karar almanın bir yolu ve ulaşılacak bir hedef olarak görürler. Aynısı poliarşilerdeki demokratlar için de geçerlidir. Meşru bir hükümet biçimi arama nedenlerimizin kalıcı olduğu ve siyasal ge­ çişlere dayanabildiği elbette yeni bir fikir değildir. John Locke bunu biliyordu ve meşru hükümetin peşinden koşmak anlamlıysa, onu savunmanın da anlamlı olduğu sonucuna varmıştı. Demokratik kurumların tesisi kişinin demokrasiye bağlılığını nasıl gösterdiğini etkiler. Bir geçiş­ ten sonra, kişi temsiliyet sürecinin bir şekilde eksik oldu­ ğuna ikna olursa, sistemi ilerletmek için adımlar atabilir. Zamanını ve parasını seçimlerde denetimin artırılması ya da daha demokratik bir yargı denetimi sistemi için harca­ yabilir. Öyle ki diğer değerli amaçlardansa demokrasiye öncelik veren eylemlere bile girişebilir. Temsili kurumlar bir kez yaratıldığında, demokratlar diğer hükümet biçim­ lerinin üzerinde gördükleri demokrasiye bağlı kalırlar. Hem demokratik kurumların gelişimine hem de bu kurumların yaşıyor olmasına eyleme geçme gerekçesi ola­ rak bakarlar. Başka bir deyişle, “ demokrasinin partizanı” olarak kalırlar.35

Şüphecinin iddialarım reddetmemizin ikinci sebebi de­ mokrasiye geçişlerin, gerçekçi bakarsak, hiçbir zaman tam olmamasıdır. Bu kitabın tamamlanma sürecinde Mısır’ın boğuştuğu siyasal geçiş, idealden çok uzak bu gerçekli­ ğin güçlü bir kanıtıdır. Hüsnü Mübarek artık iktidarda 35 Bryan Garsten bu formülasyonu bana bir sohbetimizde anlatmışa. Russell Muirhead J. S. Mill’i bir “demokrasi partizanı” olarak tarif eder, “A Defense of Party Spirit,” Perspectives on Politics 4, no. 4 (2006): 721.

olmamasına karşın, başında olduğu ordu hâlâ haddinden fazla nüfuza sahiptir ve onun başta olduğu dönemde en büyük muhalefet örgütü olan Müslüman Kardeşler yeni yönetimde de en önde gelen halk organizasyonu olmaya devam ediyor. Bu gruplar ve Mısır yönetimini tasarlar­ ken aldıkları kararlar Mısır siyasetinde daha uzun yıllar belirleyici olacaktır. Mısır da özel bir vaka değildir. Ön­ ceki düzenden tevarüs edilen siyasal kurumlar, partiler, yasalar, ekonomik sistemler ve iktidar yapıları sık sık yeni rejimleri tanımlar. Demokratik olmayan siyasetin öğeleri demokratik olmayan bir geçmişin kalıntıları ya da ürün­ lerinden ibaret değildir. Bunlar demokratik siyasetin sıkı, ortak bileşenleridir.36

Son olarak, gerçek dünya demokrasilerinde, özellikle de otoriter rejimlerden demokrasiye geçiş sürecini daha yeni yaşamış olanlarda bizatihi demokrasinin statüsü çoğu zaman tartışmalara, hatta şiddet içeren mücadele­ lere konu olur.37 Tüm demokratik rejimlerde diğer hükü-

36 Polonya’nın komünist partilerinin geçişten sonra siyaseti nasıl şekillendir­ meyi sürdürdüğüne ilişkin, bkz. Anna M. Grzymala-Busse, Redeeming the Communist Fast: The Regeneration o f Communist Parties in E ast Central Europe (Cambridge: Cambridge University Press, 2002). Demokratik ol­ mayan hukuk sistemlerinin demokratik rejimler üzerindeki bitmek bilme­ yen etkisi hakkında kuramsal bir değerlendirme için, bkz. J. M. Finnis, “Revolutions and Continuity of Law,” O xford E ssays in Jurisprudence: Second Series içinde, haz. A. W. B. Simpson (Oxford: Clarendon Press, 1972), 4 4 -7 6 . 37 Michnik Polonya’nın demokrasiye kaotik geçişi hakkında şunları söyle­ mişti: “Totaliter bir sistemden demokratik bir düzene evrim eşi görülme­ dik bir şeydir ve eşi görülmedik derecede sancılıdır. Büyük umutlar büyük hüsranlar yaratır. Dünya kasvetli ve tekinsiz bir yer gibi görünmeye başlar. Demagoglara gün doğar. Hükümete hiç çekinmeden saldıran demagoji ba­ şarılı olabilir ve bu da istikrarın bozulmasına yol açabilir. İstikrarsızlık da akabinde kaosa davetiye çıkarır. Kaos ise yeni bir yoksulluk ve yeni bir diktatörlük doğurur. ... Demokratik düzene bu cihetten büyük bir tehli­ ke musallat olur. Hepimiz demokrasiye sahip çıkmak zorundayız.” Adam Michnik, “My Vote against Walesa,” Letters from Freedom içinde, 1 6 2 63.

met biçimlerini tercih eden bazı üyeler mevcuttur. Çekos­ lovak araştırmacı-Başkan Thomas Masaryk’in 19 3 9 ’da dile getirdiği gibi, “ yeni doğmuş bir demokratik devletin kendine has zorlukları vardır, hem eski rejimin hem de yeni rejimin insanlarıyla ilgilenmek zorundadır.” 38 Nadir örneklerde, demokrasiye karşı çıkanlar temsili kurum­ lan engelleyebilir ya da azınlıkları siyasal haklarından mahrum bırakabilir. Michnik’in sözleriyle, “ Radikal hareketler -ister kızıl ister siyah bayraklar kuşanmış olsunlar- demokrasiyi yok etmek için onun usul, yöntem ve kurumlarından seve seve yararlanırlar. ” 39 Demokratik olmayan siyasetin kalıcılığı sadece bireylerin rejimlerini daha demokratik kılma fırsatına sahip olması anlamına gelmez; aynı zamanda kişinin mevcut kurumlar bütünü olarak demokrasiye bağlılığının meşru karar alma yön­ temi olarak demokrasiye bağlılığıyla kökten çatışacağı nadir durumların doğacağı anlamına da gelir. Demokrasilerin kuruluşunu incelerken, paradoks olsa da yapılacak demokratik işin gayrimeşru şekilde hareket etmek olduğu birtakım koşullardan bahsettim. Bu koşul­ ların ne zaman ortaya çıkacağını belirlemenin tipik yolu, demokrasinin yaşam döngüsüne odaklanmaktır; yani bir müdahalenin yeni bir rejimi başlatıp başlatmayacağını sorabiliriz. Örneğin Rousseau Toplum Sözleşm esin de toplumun kuruluş anında adil siyasal kurumlan, sonra­ sında kendi kendini yönetecek yurttaşlara bahşedecek bir kanun yapıcı fikrini gündeme getirmiştir.40 Bunun kadar olmasa da, yine amaca istinaden geliştirilen bir başka 38 Emil Ludwig, D efender o f Dem ocracy: M asaryk o f Czechoslovakia (New York: Robert M. McBride, 1936), 204. 39 Adam Michnik, “Gray Is Beautiful: A Letter to Ira Katznelson,” Letters from Freedom içinde, 326. 40 Jean-Jacques Rousseau, “The Social Contract,” The Social Contract and O ther Later Political 'Writings içinde, haz. Victor Gourevitch (Cambridge: Cambridge University Press, 1997), 2. Kitap, 7. Bölüm, s. 6 8 -7 2.

strateji de inşa zamanlarının neden gayrimeşru eylemlere müsait olduğunu düşünmemizi gerektirir. Burada iki ko­ şul öne çıkıyor. İlki ulaşılabilecek amacın değeridir: M eş­ ru kurumlarm fiili otoritesi. Partilerin bu kurumlan tehdit ettiği, bizatihi demokrasinin tehlike altında olduğu dö­ nemlerde bu koşul karşılanır. İkinci koşul ise demokratla­ rın yeni bir yönetim biçimi kurarken demokratik usullere başvurma konusundaki somut beceriksizlikleridir. Elbette ki demokratlar şüpheli bir partiye demokratik süreç yoluyla yanıt verebiliyorlarsa, yapmaları gereken budur. Demokratik gruplar muhaliflerine gerek mecliste gerek meclis dışında koalisyonlar kurarak karşı çıkabilir­ ler. Sokaklara çıkabilir ve belli politikaları mahkemeler yoluyla tersine çevirmeye çalışabilirler. Son olarak, bir sonraki seçimde o partiyi yenilgiye uğratmaya çalışabi­ lirler. Elbette, demokratik muhalefet stratejisi başarı ge­ tirmeyebilir. Fakat bu karşı çıkış tarzları tehdit altında olmadığında, isyancıların gayrimeşru eyleme girişmeleri haklı değildir. Önleyici eylem demokratik olmayacaktır. Bir partinin temsiliyetçi hükümetin temel mekanizma­ larına kapsamlı bir tehdit oluşturduğuna inanmamız için sağlam bir neden varsa durum farklıdır. Kapsamlı bir teh­ dit derken bir grubun şu anda demokratik mücadelelerin önünü tıkayacak kapasitesi ve buna niyeti olduğunu ve gelecekte de demokratik muhalefetin normal kanallarını tıkayabilmesini kastediyorum. Bu tanımın iki öğesi var­ dır: Kapasite ve niyet. Bir ülkenin ana siyasal kumruların­ daki (mesela ulusal meclisteki) egemen konum ya da bir partiye kendi başına devleti hareket etmekten alıkoyma imkânı tanıyan konum bu kapasitenin kanıtıdır. Keza söz konusu örgütün gelecekte konumunu koruyacağı ya da güçlendireceği de inandırıcı bir kanıt olacaktır. Refah Partisi düşürüldüğünde mecliste çoğunluğa sa­ hip değildi, vekillerin üçte birinden biraz daha fazlasına

sahipti. Hükümetin başında olma konumu ılımlı Doğru Yol Partisinin yasam adaki desteğine dayalıydı; Türk or­ dusunun aksine DYP sadece koalisyon ortağıyla ilişkisini değiştirerek Erbakan’ı iktidardan uzaklaştırabilirdi. Son olarak, Refah Partisinden hazzetmediğini açıkça dile ge­ tirmekten çekinmeyen Türk ordusunun nüfuzu da Refah Partisi için bir fren işlevi görebilirdi. Tüm bunlar Refah Partisinin henüz Türkiye’deki rejimi değiştirecek kapasi­ teye sahip olmadığı anlamına geliyordu. Fakat AIHM bu kısıtlılıklara fazla ilgi göstermedi. Par­ ti aleyhinde hüküm verirken partinin bir sonraki seçimde nüfuzunu artıracağını belirten kamuoyu yoklamasına bel bağlamıştı. Rekabetçi bir seçimin sonucu hakkmda gü­ venle konuşmak için tek bir anket, genel itibariyle, yeterli değildir ve dolayısıyla bir partiyi kapatmak için yeterli bir gerekçe olarak da görülmemeliydi. Kapsamlı tehdidin öğelerinden biri kapasiteyse diğeri de niyettir. Niyet öğesini dikkate alıyorum, çünkü demok­ ratik kurumların altını oyacak kapasiteye sahip grupların ya da bireylerin bunu yapma saiki ya da arzusu olma­ yabilir. Parlamentonun yasal yetkisinin kuramsal açıdan sınırsız olduğu Büyük Britanya’da, esasen her parlamen­ ter çoğunluk Britanya’nın temsili demokrasisinin kilit öğelerini yok edecek yasal kapasiteye sahiptir. 1 M ayıs 1 99 7 ’de Tony Blair liderliğindeki İşçi Partisi parlamento­ daki 6 59 koltuktan 4 1 8 ’ini kazandı ve böylece meclisin yüzde 6 3 ’ünden fazlası İşçi Partisine geçti. Kimi çevreler İşçi Partisinin yükselişi karşısında Thatcher reformları­ nın akıbetinden yana kaygı duymaya başladı. Küçük bir azınlıksa İşçi Partisinin diktatörlük kuracağından korku­ yordu. Tony Blair tüm kusurlarına karşın hiçbir zaman despot olmaya çalışmadı. Ayrıca sokak kavgaları için değil, seçim kazanmak için kurulmuş bir parti olarak demokrasisizlikten ziyade demokraside nüfuz kazanıp

konumunu sürdürmesi daha muhtemeldi. Başka bir de­ yişle, kayda değer gücüne karşın, Blair’i görevden almak isteyen bir davanın Blair’in Britanya demokrasisini yok etme niyeti olduğunu düşünmek için hiçbir neden olma­ dığı gerçeğiyle yüzleşmesi gerekecekti. Belli bir partinin bir rejimin altını oymak istediğinin kanıtı nedir? Son dönemdeki beyanları ya da diğer ikna edici kanıtlar belli bir örgütün içindeki önde gelen simala­ rın, kolektif olarak, demokrasisizliği gerçekten tercih etti­ ğini ve buna ulaşmak için bir planı olduğunu gösterebilir. Demokrasinin görünüşteki savunucuları tüm bir partinin yasaklanması gerektiğini savunmak için çoğu zaman o par­ tinin kıyıda köşede kalmış eylemcilerinin rahatsız edici be­ yanlarını zikrederler. Bu tür stratejiler aşırı kapsayıcıdır ve partileri siyasal sisteme hiçbir tehdit oluşturmadığı durum­ da yozlaşmış diye damgalar. Demokrasisizliği tercih etmek gibi bariz kanıtların haricinde, söz konusu parti liderleri­ nin geçmişteki davranışları, hükümette oldukları dönemde yasalara ve iktidarlarını sınırlayan kurumlara gösterdikleri saygı ya da saygısızlık niyetleri hakkında fikir verebilir. Son olarak, demokrasi savunucuları söz konusu partilerin de­ mokrasi bir kez çöktüğünde iktidarını sürdürmek için tek­ nikler geliştirip geliştirmediğini (mesela bu partinin milis güçlerinin olup olmadığı) göz önünde bulundurulmalıdır. Nadir örneklerde partinin demokrasinin altını oymak için hem gücü hem de arzusu olduğuna dair kanıtlar ola­ caktır ve demokratlar bu partiyi devirmek için usul bakı­ mından meşru bir yol olmadığına hükmedebilirler. İsyan­ cı örneğinde olduğu gibi, demokratik kuramların statüsü, bireylerin demokratik usullerin icazeti olmadan hareket etme iradelerine bağlı olabilir. Bu koşullarda, bir demok­ rat, partinin resmen seçilmiş olduğunu kabul etmekle bir­ likte yine de devletin politikasını gayrimeşru olarak değiş­ tirme görevini üzerine alabilir.

Demokratik bir seçimin sonucunu iptal etmenin de­ mokratik olabileceği iddiası okuru rahatsız edebilir; hem bu rahatsızlığı hem de kökenindeki belirsizliği kabul etme­ nin mana ve önemi gerek bu bölümde gerekse de kitap­ ta ortaya serdiğim yaklaşımın kusurundan ziyade kilit bir özelliğidir. Bir sonraki kısımda bu rahatsızlığın iki potansi­ yel kaynağını ele alacağım. Ama sanırım ordunun bir siya­ sal partiyi görevden almasını yargı denetimi gibi alışıldık ve istisnai siyasal pratiklerle özdeşleştirerek bu büyük zorluk­ ları sümen altı etmeye çalışan kuramlara (AIHM’nin ileri sürdüğü türden kuramlara) iki kat şüpheyle yaklaşmamız gerekiyor. Demokrasiyi savunmak ahlaken ve siyaseten problematiktir. Demokrasiyi gerçekten demokratik olarak savunmanın bu tür eylemlerin gerektirdiği normatif ma­ liyetleri ve riskleri hesaba katması gerektiğini savundum. Ancak ve ancak endişelerimizin kaynaklarını kabul ederek militan demokrasiye içkin tehlikeleri asgariye indirecek po­ litikaları ve kurumlan tespit edebilmeyi umabiliriz.

Önleyici Müdahaleye Demokratik Yaklaşım Bu kısımda, önceki tezin doğurmuş olabileceği iki kay­ gıyı ele alıyorum. Birincisi, ancak bireylerin haklan ihlal edildikten sonra müdahale edilmesi standardından uzak­ laşmakla, demokratik seçimlerin tümden yok sayılmasını meşrulaştırdığım kaygısı duyulabilir. İkincisi, bireylerin katılım haklarından yararlanma imkânlarının arttığı de­ mokratik devrim ile hakların hâlâ sözde bir tehdit adına gayrimeşru şekilde kısıtlandığı bir senaryo arasında denk­ lik kurmuş olmam sorgulanabilir.

Sınırsız Müdahale M üdahale etmenin gayrimeşru olduğu durumlarda bile müdahale edebiliyorlarsa, bireyleri demokratik ka­

rarlara uymakla bağlayacak olan nedir? Gayrimeşru mü­ dahaleye bu yaklaşım siyasal partilerin ayrım gözetmek­ sizin yasaklanmasını meşrulaştırır mı? Demokratların demokratik kurumların varlığını, harekete geçmek için önemli bir sebep olarak görmeleri gerektiğini, ama yine de müdahale etmenin ve dolayısıyla katılım hakları olan yurttaşları dışlamanın ciddi bir ahlaki bedeli olduğunu kabul etmeleri gerektiğini savundum. Bir demokrat ön­ leyici sebeplerle müdahalede bulunduğunda, feshedilemeyecek çıkarları çiğner ve başkalarını dışlar. Onlara yanlış yaptığının farkındadır. M ichael Walzer’ın yaptığı ayrım bu durumla başa çıkmamıza yardımcı olabilir: “M aru­ zat beyanı çoğu zaman hatamı kabul ediyorum demektir; meşrulaştırma ise çoğu zaman hatamı kabul etmiyorum ve masum olduğumu iddia ediyorum anlamına gelir. ” 41 Bir demokrat önleyici şekilde müdahale ettikten sonra ey­ lemlerini açıklayabilir ya da mazur gösterebilir, ama baş­ kaları adına karar verme hakkı olmadığından, müdahale gerekçelendirilemez, meşrulaştırılamaz. Bu nedenle, önleyici eylem söz konusu olduğunda, kendini sınırlandıran yaklaşım AİHM’nin savunduğu yaklaşımdan da daha az gevşektir. AIHM Türk mahke­ mesinin Refah Partisini kapatmasının, bu parti henüz kimsenin katılım hakkını ihlal etmemiş olmasına kar­ şın gerekçeli ve meşru olduğu hükmüne varmıştı. Ge­ rek AİHM’nin gerek Anayasa Mahkemesinin gözünde, Refah Partisinin Türkiye’nin katı laik sistemi açısından oluşturduğu tehdit nedeniyle müdahalenin ciddi derece­ de meşru hale geldiğini hatırlayalım. Laiklikten uzaklaş­ manın antidemokratik doğrultuda bir kayma anlamına geldiğini kabul etsek bile, Türk devleti yine de laiklikten taviz vermiş ama işleyen, hatta hayranlık uyandıracak 41 Michael Walzer, “Political Action: The Problem of Dirty Hands,” Philo­ sop hy and Public Affairs 2, no. 2 (1973): 170.

bir poliarşi olabilirdi. Dini gerekçelerle kadınların devlet üniversitelerinde başörtüsü takmasına izin verme, hatta nikâh işlemlerinin düzenlenmesi için İslami mahkemeler kurma çabaları; benim bu kitapta geliştirdiğim modele göre, bir partiyi hükümetten önleyici şekilde alma gerek­ çesi olamaz. Bu vakalarda, müdahale demokratik sorum­ luluk ilkesine ters düşecektir: Önleyici müdahale Refah Partisinin yol açtığı zorlukla başa çıkmanın ne en az be­ delli ne de en az kısıtlayıcı yöntemidir. Daha genel olarak, demokratlar bir partinin rejimi de­ mokratik idealden uzaklaştırma niyeti ve gücü olduğuna inansalar bile müdahale etmeyi ciddi ciddi düşünmeyebi­ lirler. Sözgelimi bir parti bireylerin sahip olduğu siyasal özgürlüklerin çoğunu şirketlere tanıyan bir yasa çıkarma tehdidinde bulunursa önleyici müdahale gerekmez. M a­ kul insanlar böyle bir yasayı demokrasiye aykırı bulma­ yabilirler. Daha da önemlisi, bu şirket dostu politikanın savunucuları amaçlarına ulaşsalar bile önleme karşı çık­ mak için daha sonra gösterilecek çabaları engelleyecek konumda olmayacaklardır; bu politikayı bir sonraki se­ çimde değiştirmek ya da ona mahkemeler yoluyla karşı çıkmak hâlâ mümkün olacaktır. Önleyici müdahaleye girişmek hem ahlaki bedelleri hem de gayrimeşruluğu haiz olduğundan, bir tehdit tam olarak somutlaşmadan önce harekete geçmek ve topluluk adına karar vermek ancak bunu yapmak feci sonuçlardan (bir politikanın yurttaşlara borçlu olduğu saygıya ters dü­ şen sonuçlardan) kaçınmanın en iyi yolu olarak görün­ düğünde kabul edilebilir olacaktır. Bu bölümün temel amaçlarından biri bu tür istisnalardan birini saptamaktır; demokrat isyancı örneğinden yararlanarak bir demokra­ tın temsili kurumlara yönelik kapsamlı bir tehdit olduğu­ na hükmettiğinde önleyici olarak müdahale edebileceğini savunuyorum.

Son bir karşılaştırma okurun kaygılarını daha da yatıştırabilir. Sivil itaatsizlik savunucularının iddiası şudur: Kişi somut bir politikanın yeterince adaletsiz, demokrasi­ ye aykırı ya da mahzurlu olduğuna inanıyorsa, o zaman bu politikaya uymama (itaatsizlik) görevini üstlenmesi makuldür. Elbette bir yurttaşın hangi yasalara uyulması gerektiğine karar verme konusundaki özgürlüğü, canı­ nın istediği yasaya itaatsizlik sergilemesinin makul oldu­ ğu anlamına gelmez. Aynı mantık burada da geçerlidir. Gayrimeşru müdahalenin anlamlı olduğu koşullar vardır, ama bu koşullar hiç de sınırsız değildir.

Militan Müdahalelerin Bedelleri Demokrasiyi gayrimeşru şekilde kurmak ile gayrimeş­ ru şekilde savunmak arasında kurduğum paralelliği bazı okurlar rahatsız edici bulabilir. Siyasal liderler yeni tem­ sili rejimin hatlarını tanımladıklarında, bu süreçten dış­ lananlar çıkarlarının demokrasi adına feda edildiğinden yakınabilirler ve pek de haksız sayılmazlar. Fakat bir geçiş yaşandıktan sonra, elbette, dışlanmışların katılma imkânı olacaktır, demokrasi bağlamında, anayasanın yazılması­ na katılmayanların bile çıkarları eski rejime kıyasla yeni demokraside daha sağlam olacaktır. Halbuki önleyici ey­ leme girişilen örneklerde, dışlanmışları daha iyi durumda olacaklarına ikna etmek güçtür. Dolayısıyla önümüzde şu soru duruyor: Demokratik kurumlan toplumdaki bir azınlığın haklarını sınırlayarak koruma çabaları nasıl sa­ vunulabilir? Ben cevabın demokratların bir müdahalenin ahlaki bedellerini nasıl karşıladıklarında saklı olduğuna inamyorum. Nefsi müdafaa çerçevesinde öldürme hakkıyla benzer­ lik kurmak yararlı olabilir. Genel olarak konuşmak gere­ kirse, iki koşul karşılanmadıkça birini öldürme fikrinden

dehşete kapılırız (Karmaşık bir etik konusu olan cezalan­ dırmayı, ölüm cezasının ahlakiliğini ve savaş kurallarını bir kenara bırakıyorum.). Birincisi, saldırgan “ ahlaken mesul” olmalıdır, yani saldırgan ölümcül güce yaklaşan bir şeyle ya da işkence gibi benzer bir şeyle size saldırıyor olmalıdır.42 İkincisi, saldırıyı durdurmanın yegâne yolu ölümcül güç uygulamak olmalıdır. Bunlar katı kurallar­ dır. Nefsi müdafaa amaçlı öldürme için geçerlidir, çünkü yaşama hakkı azami saygıyı hak eder. Basitçe ifade ede­ cek olursak, birisi öldüğünde artık bir menfaati olduğunu savunmak zordur ve sehven ölümleri başarıyla tazmin ve telafi etmek de bir o kadar zordur.43 Bu kitabın önermesi katılım hakkının ve bu hakkı gerekçelendiren çıkarların kayda değer bir anlamı olduğu­ dur. Fakat katılım hakkı bu yaşam a hakkının dengi değil­ dir. Hükümetteki bir parti kapatıldığında, üyeleri başka bir parti kurup siyasal alanda rol oynamayı sürdürebilir. Dahası bir yönetim katılım imkânları gayrimeşru şekilde kısıtlanmış olanlar için telafi ve tazminat sunabilir; etki­ lenenlerin pasif ve aktif çıkarlarına verilen zarar azaltıla­ bilir. Önleyici militan eyleme getirilen kısıtlamaların ön­ leyici nefsi müdafaayı düzenleyen kısıtlamalar kadar sıkı olması gerekmez. Fakat bu demektir ki, militan eylemin savunulabilir olması, kendini sınırlandıran çerçeveyle tu-

Aslında, nefsi müdafaa yazınına katkı sunanlar için bu kolay bir vakadır. Nefsi müdafaa üzerine felsefi eserlerin çoğu birine zarar verme niyetinde olmayan kişileri öldürmenin meşru olup olmadığıyla ilgilenir (Masum birini ezip geçmek üzere olan bir arabaya hasbelkader binmişlerdir.). De­ vasa bir yazından bahsediyoruz. Fakat ahlaki mesuliyet ve nefsi müdafaa hakkında, bkz. Jeff McMahan, “The Basis of Moral Liability to Defensive Killing,” Philosophical Issu es 15, no. 1 (2005): 3 8 6 -40 5 ; ve Judith Jarvis Thomson, “Self-Defense,” P hilosophy and Public Affairs 20, no. 4 (1991): 28 3 -31 0 . 43 Ölümün gerçekten zararlı olup olmadığı şeklindeki can sıkıcı metafizik so­ rular hakkında, bkz. Jeff McM ahan, “Death and the Value of Life,” Ethics 99, no. 1 (1988): 32-61. 42

tarlı olması için, demokratların yol açtıkları zararı tanı­ mak ve telafi etmek gibi bir sorumluluğu vardır. Önleyici önlemlere başvurulan durumlarda, bu görevin özel bir ağırlığı vardır. Bir demokratın gayrimeşru projeleri iyileş­ tirme ve düzeltme çabaları demokrasiyi savunma girişim­ lerinden gözlenebilir derecede ayrılacaktır. Eğer önleyici müdahalenin getirdiği bedeli telafi etmek için resmi çaba­ larda bulunulmazsa, o zaman demokrasiyi korumak için gösterilen çaba, gösterişten ibaret kalır. Bir demokratın militan müdahalelerin gayrimeşruluğunu ve bedellerini kabul ediyor olması iki biçime bürünmelidir: Müdahaleye girişmeye gönülsüz olma ama bir defa gi­ riştikten sonra bir şekilde sorumluluk alma. Gönülsüzlük derken, başkaları adına karar verme ya da başkalarının siyasal haklarını ihlal etmeye meyilli olmamayı kastediyo­ rum. Sorumluluk derken ise, bir demokratın gayrimeşru müdahale eyleminin yol açtığı zararı açıkça kabul etme ve onarma yükümlülüğü olduğunu kastediyorum.44

Müdahaleden Önce Demokratlar hem önleyici eylemin gayrimeşruluğunu hem de bu müdahale öncesindeki durumdan etkilenenle­ rin ödedikleri maliyeti nasıl hesaba katacaktır? Bu soru­ ya özgül kurumsal cevaplar, yani bu çalışmanın kapsamı dışında kalan ve ampirik araştırma gerektirecek cevaplar vermek yerine buradaki genel stratejime bağlı kalarak, savunulabilir bir kurumsal yapının asgari düzeyde kar­ şılaması gereken birtakım ilkesel kıstasları ortaya koya­ cağım. 44 Gönülsüzlük hakkında, bkz. Bernard Williams, “Politics and Moral Cha­ racter” M oral Luck içinde (Cambridge: Cambridge University Press, 1981), 63. Sorumluluk hakkında, bkz. Bonnie Honig, Emergency Politi­ cs: Paradox, Law, Dem ocracy (Princeton, NJ: Princeton University Press, 2009), 7.

Birincisi, müdahale ancak temsili kurumların temel et­ kinliği tehlike altında olduğunda ve söz konusu parti bu kurumlan işlemez hale getirmeye niyet ettiğinde savunu­ labilir. Fakat demokratik kurumların çökmesi kesin ve an meselesi olacak diye bir kaide olamaz. Bunun yerine, antidemokratların, kendilerine normal demokratik ve yasal mekanizmaları engelleme ya da yok sayma imkânı sağla­ yan bir konum elde etmeleri kuvvetle muhtemelse önle­ yici eylem şarttır. Demokrasi savunucuları bu koşulların karşılandığına dair inandırıcı kanıtlara sahip olmalıdır. İkincisi, demokratlar gereksiz müdahale olasılığını da yok saymamalıdır. Ailen Buchanan’ın önleyici savaşlarla ilgili belirttiği gibi, “engellenecek zarar spekülatif olduğu için, tahminlerde istemeden de olsa hataya düşme, kanıt­ ların yorumlanması ve dolayısıyla öngörülen zararın hem büyüklüğünü hem de olasılığını hesaplama konusunda tarafgirlik ve dolayısıyla hem kendini hem de başkala­ rını kandırmak için birçok fırsat vardır. ” 45 Bir partinin sahiden tehdit oluşturduğuna dair kamt kamu denetimi­ ne açık olmalıdır ve söz konusu parti gerek ulusal gerek uluslararası platformlarda bu tehdidin geçerliliğini sor­ gulamak için gerçek bir fırsata sahip olmalıdır. Fakat bir mahkeme ya da seçim komisyonu gibi bağımsız bir organ müdahale kıstaslarının karşılandığını tespit etse bile, ön­ leyici müdahale hâlâ demokratik açıdan gayrimeşrudur. Son olarak, önleyici müdahaleyi savunanlar, özellik­ le de rakip partilerin liderleri aldıkları kararların hesabı­ nı verebilecekleri bir teftiş sürecine tabi olmalı ve teftişi kabul etmelidir. Bu p o st boc46 teftiş, önleyici müdahale için açıktan bastıranlara yaptırımda bulunma ihtimalini

Allen Buchanan, “Justifying Preventive War,” Preemption: Military Action and M oral justification içinde, haz. Henry Shue ve David Rodin (Oxford: Oxford University Press, 2007), 136. 46 Olay gerçekleştikten sonra yapılan (-ç.n.)

45

de kapsamalıdır. Önleyici müdahalede bulunan yetkililer baldıran zehri içmeye hazır olmalıdır.47

Müdahaleden Sonra Demokratlar antidemokratik bir partiyi önleyici şekil­ de meclisten atabilirler. Fakat Başbakan Erbakan’ın gö­ revden uzaklaştırıldığı gün dile getirdiği gibi, demokrasi savunucuları “halkın geniş bir kesimine yok olun emri veremezler” .48 Dışlananlar demokrasiye karşı çıksalar bile, katılımdan yana temel çıkarları saklıdır ve katılım imkânlarının ellerinden alınması temsili kurumların m eş­ ruiyetinden eksiltecektir. Önleyici eyleme girişildikten sonra, dışlananları yeniden dahil etmek için elden gelen tüm çaba gösterilmelidir. Militan demokratların dışlananları geri getirme göre­ vinden birtakım ikincil yükümlülükler de doğmaktadır. Yeniden kabul için getirilecek her koşul (örneğin bir parti­ nin silahlarını bırakması) kamuya duyurulmalıdır. Ayrıca mahkemeler gibi bağımsız yetkililer koşulların karşılanıp karşılanmadığına hükmedecek yetkiye sahip olmalıdır. Sokaklarda, basında ya da internette müdahaleden zarar görmüş grupların bu eyleme karşı protesto eylemleri dü­ zenlemeye çalışmaları kaçınılmazdır. Militan politikalara eleştirel muhalefete izin verilmeli, hatta hüsnükabul gös­ terilmelidir; demokratların nihai amaçlarının düşmanla­ rını sessizleştirmek ya da aforoz etmek değil, eşit bireyler olarak meşru yönetime dahil etmek olduğu mesajını vere­ bilecekleri kilit bir yöntemdir bu. 47 A.g.e., 133. Ayrıca bkz. Allen Buchanan ve Robert O. Keohane, “The Pre­ ventive Use of Force: A Cosmopolitan Institutional Perspective,” Ethics and International Affairs 18, no. 1 (2004): 1-22. 48 Akt. Stephen Kinzer, “Turkey’s Prime Minister, About to Step Down, Defen­ ds Record,” N ew York Times, 17 Haziran 1997, http://query.nytimes.com/ gst/fullpage.html?res=9B05EFD61E3FF934A25755COA96195826O&sec=&spon=&pagewanted=all, erişim tarihi 22 Şubat 2013.

Demokrasiyi güvence altına alma çabalarına katılan bireyler, müdahalelerinin demokratik olmayan özellik­ lerini sık sık post hoc yasal otorite iddialarının arkasına saklam aya çalışırlar. Türkiye’de Anayasa M ahkemesi, generaller Erbakan’ı iktidardan uzaklaştırdıktan sonra orduya hukuki bir kılıf sağlamıştı. Demokratlar militan eylemi post hoc aklam aya çalışmamalıdır. Yukarıda sa­ vunduğum gibi, militan çabaların başını çekenler eylem­ lerini bağımsız bir teftiş sürecine, attıkları adımları kabul ve izah etmeye zorlayan bir sürece tabi kılmalıdır. Bir yan­ dan, bu teftiş mekanizmasının gölgesi bir müdahalenin ancak haklı nedenlerle gerçekleştirilme imkânını arttıra­ caktır; diğer yandan, kişinin kendisini bir teftiş sürecine tabi kılması savunulabilir bir müdahalenin bile gayrimeş­ ru kaldığı fikriyle tutarlıdır. Özetle, gerçekten demok­ ratik politikalar ayırt edici bir müphemlik taşıyacaktır: Demokrasinin kıymetine dair değil, önleyici müdahalenin değerine dair bir müphemliktir bu.

Sonuç Jam es Baldwin “Yerli Bir Evladın Notları” adlı dene­ mesinde ırkçılığın esinlediği insanı felç eden önüne geçil­ mez nefret hislerini anlatmak için kangren benzetmesine başvurur. Baldwin ürpertici bir ölüm tehdidi karşısında bir uzvu kesip kesmemek gerektiğine karar vermenin kaçınılmaz risklerini sıralar: “Kişi konumu gereği her zaman ampütasyon ile kangren arasında karar vermek zorundadır. Ampütasyon hızlıdır ama zaman içinde ampütasyonun zorunlu olmadığı anlaşılabilir yahut ampü­ tasyon gereğinden uzun bir süre ertelenebilir. Kangren ise yavaştır, ama kişinin belirtileri doğru okuduğundan emin olması imkânsızdır. Hayatı kötürüm biri olarak devam ettirme fikri insanın tahammül sınırlarının ötesindedir,

ama yavaş yavaş, acı içinde zehirle şişme riski de bir o ka­ dar dayanılmazdır. ” 49 Baldwin gibi, demokratlar da trajik bir ikilemle karşı karşıyadır. Ya siyaset alanını sınırlamalı (Ampütasyon gerçekleştirmelidir.) ya da bir tür kangrenli tehdidin yayılmasına izin vermelidirler. Baldwin gibi, de­ mokratlar da potansiyel bir tehdidin şu an küçük olsa bile yayılacağı ve böylece önleyici eylemin gelecekte imkânsız hale gelebileceği sorunuyla yüzleşmelidir. Beklemek de­ mokrasinin dağılıp gitmesi riskini taşır; aceleyle hareket etmek ise McCarthy tarzında kişinin kendi rejimini kötü­ rüm bırakması riskini barındırır. Bir demokratın ilkelerini bir kenara atmadan da bu ikilemle yüzleşebileceğim savundum. M eşru bir rejimi ko­ rumanın başka bir yolu kalmadığı anlaşıldığında önleyici şekilde müdahalede bulunulabilir. Fakat demokrasiye yö­ nelik halk tehditlerine ilişkin en zor teorik sorunlar sadece halkçı rejimleri ne zaman savunmamız gerektiği etrafında değil, aynı zamanda bunu nasıl yapmamız gerektiği ve neyi başarı sayabileceğimiz etrafında da döner. Önleyici çabalar ancak, bu projelerin toplamı ve özü demokratik öncülüğün temel gayrimeşruluğunu yansıttığında kayda değer olacaktır. Bu eser boyunca yargı kurumlarının antidemokra­ tik yasalar çıkarabilecek konumda olan antidemokratik hareketlere başarıyla karşı koyabilecek güce sahip oldu­ ğu varsayımını sorguladım. Fakat bu bölümde sunulan normatif analiz aynı zamanda ampirik bir varsayıma da dayanıyor: Hakları ihlal edilmiş olan gruplar siyasal top­ luluğa hızla yeniden dahil edilebilir. Bazı antidemokratik hareketleri demokratik alana yeniden dahil etmek kolay değildir; bunu yapmak temsili kurumlan, müdahalenin çare olmayı amaçladığı aynı riskli konuma yeniden sü49 James Baldwin, “Notes of a Native Son,” N otes o f a Native Son içinde (1955; yeniden basım, Boston: Beacon Press, 1984), 112.

rükleyebilir. Belki de söz konusu aşırılıkçı grup, elinin altındaki araçları rejimi istikrarsızlığa sürüklemek ya da diğer yurttaşların eşit katılım hakkını ihlal etmek için kul­ lanmayı sürdürecektir. Bu tür vakalarda, temsili kurum­ lan savunmak için siyasal dışlamanın daha kalıcı ve sert biçimleri icap edebilir. Fakat açıkça antidemokratik olan bu tür önlemler demokratik normlarla tutarlı olabilir mi? Bir sonraki bölümde ele aldığım sorun budur.

Siyasal Dışlama ve Militan D em okrasinin Sınırları “Ulusun Başına Felaketler, Lanetler Yağdı” 7 Şubat 1 8 6 6 ’da M aine şehrinin önde gelen Cum­ huriyetçi senatörlerinden William Pitt Fesssenden, Sena­ toda söz almış güncel siyasal olgulardan bahsediyordu: “Büyük bir savaş yaşadık. Bu savaş ülkedeki bir kuru­ mun, ta kuruluşundan bu yana ulusun başına felaket ve lanetler getiren bir kurumun devrilmesiyle sonuçlandı.” İçsavaş’ta zafere ulaşan Kuzey, köleliği kaldırmıştı. Fa­ kat Konfederasyon kaldırılmış olmasına karşın, Güney­ liler hâlâ cumhuriyete tehdit oluşturuyorlardı. Federal hükümet azat edilmiş kölelerin siyasal haklarını güvence altına almayı başaram azsa, doğacak sonuç açıktı. Sena­ tör Fessenden şöyle diyordu: “Eyaletlerde bulunduğu sürece iktidar, bu güne dek siyasal haklar için elverişsiz ve bu hakları kullanam ayacak durumda sayılmış kişile­ rin tüm siyasal haklardan mahrum bırakılması için kul­ lanılacaktır.” !

1

C ongressbnal Globe, 39. Kongre, 1. oturum (1866): 703. 179

Kongre meşru bir idare biçimini güvence altına almak için, Yeniden İnşa olarak bilinen bir program başlattı .2 Yeniden İnşa 1 86 3 ’ten 1 8 7 7 ’ye kadar sürdü. Bu dönem­ de Kongre birçok antidemokratik politikaya imza attı. 4 Aralık 1 86 5 ’te eski Konfederasyon’un on bir eyaletinden onunun temsilcileri hem meclisten hem de senatodan dışlandı (Tennessee daha önce konfederasyona yeniden dahil edilmişti.). Tüm haklarını kazanan son eyalet olan Georgia yurttaşlarının ise en az beş yıl yasam a üzerinde hiçbir etkisi olmayacaktı. M art 1 86 7 ’de Güneylilerin On Dördüncü Değişiklik’e muhalefetine yanıt olarak federal hükümet Güney’i beş askeri işgal bölgesine ayırdı. Her eyalet anayasasını yeniden yazmak ve On Dördüncü Değişiklik’i onamak mecburiyetinde bırakıldı. Güneyli be­ yazlar eyaletlerinin anayasal toplantılarına ancak Birleşik Devletler’e sadakat yemini ettikleri takdirde katılabiliyor­ lardı. Kongre askeri kontrol bölgelerinin tamamında ih­ zar emrini askıya aldı ve ordu da eleştirileri kamu düzeni adına tekrar tekrar susturdu.3 Amerika’nın demokrasiyi zorla dayatma yönündeki ilk girişimi Almanya, Japonya ya da Irak’m işgali değil, Yeniden İnşa idi.4 Önceki bölümde, demokratik kurumlarm hayatiyeti­ nin önleyici eylemlere bağlı göründüğü durumlarda de­ mokratların karşılaştıkları ikilemi ele almıştım. Bu ikilem büyük antidemokratik hareketlerin demokratik kurum­ lan işlemez hale getirme ya da ele geçirme gücüne bağ­ lıydı. Bu bölümde de irdelediğim yine ilintili bir sorun:

2

3 4

ABD’nin Yeniden İnşa öncesinde ya da sonrasında bizim standartlarımıza göre asgari düzeyde bir meşru hükümet biçimi olmadığını kabul etmek gerekir. Afrikalı Amerikalıların, kadınların, Amerikalı yerlilerin ve diğer­ lerinin seçimlerden dışlanması savunulamaz. Fakat bu önemli şerhin bu analizde vardığım yargıları değiştirmediği kanaatindeyim. E x parte McCardle, 74 U.S. (7 Wall.) 506 (1869). Elbette ABD EL Dünya Savaşı’nın ardından hem Almanya’da hem de Ja­ ponya’da demokratik hükümetin gelişimini desteklemiştir.

Antidemokratlarm başkalarının hakkını sabote etmesinin ve temsili kurumlan kötürüm bırakmasının sadece ve sa­ dece geniş çaplı bir siyasal dışlama politikasıyla engelle­ nebileceği bir durumda, başvurulabilecek belirli bir eylem yolu var mıdır? 1865-66 kışında Yeniden İnşa Kongresi sorunla doğrudan yüzleşti. Ya Güneyli temsilcilerin ya­ sama meclisindeki yerlerini almalarına izin verecek ya da bu temsilcileri dışlayacaktı. Kongrenin bu zor durumla karşı karşıya gelmesinin sebebi İçsavaş’ın akabinde bir­ çok Güneylinin ve Güney hükümetinin eski kölelerin siyasal haklarını kullanmasını engellemek için şiddet de dahil olmak üzere sistemli bir faaliyet yürütmüş olma­ sıydı. Federal denetim artırılmazsa, azat edilenleri siyasal haklarına kavuşturmak için askeri bir çaba sergilenmez­ se, Afrikalı Amerikalıların dışlanması sürüp gidecekti. Güneyli temsilcilere Kongredeki koltukları iade edilseydi, bu konumlarından ve ayrıcalıklarından her türlü federal müdahaleyi ketlemek, püskürtmek ve zayıflatmak için yararlanacaklardı. Kendini sınırlandıran demokrasi ku­ ramı bu tercihin yol açabileceği acı sonuçlara ışık tutma­ lıdır. Bu çerçeveden yararlanarak, Cumhuriyetçilerin en nihayetinde soyunduğu girişimin normatif niteliğini, hem üstünlüklerini hem de kusurlarını değerlendirebiliriz. Yeniden İnşa militan demokrasi kuramı için makul demokratik eylemin dış hatlarını düşünmek adına yararlı olan bir sınama tahtası değildir sadece. Bu devasa yasal, siyasal ve askeri projenin mimarlarının kendini sınırlan­ dıran demokrasi savunusu için vazgeçilmez bir model geliştirdiğini savunuyorum: Başvurdukları dışlayıcı ön­ lemleri Güney’in temel demokratik pratikleri başarıyla kabul etmesine bağlamışlardı. Kongreye egemen olan Cumhuriyetçiler, Güneylilere basit bir tercih sunmuşlardı: Ya oyunu kurallarına göre oynayın ya da hiç oynama­ yın. Kongre bu stratejiyi geliştirirken rahatsız edici olsa

da demokrasiye karşı çıkanların da meşru katılım hakkı olduğu gerçeği ile hoşgörüsüzlerle mücadele arasında et­ kileyici bir denge tutturmuştu. Cumhuriyetçilerin radikal politikalarının, liberal ve demokratik değerleri herkesin kabul ettiği bir toplumda yeri olmayacaktır. Öte yandan sergiledikleri yaklaşım hem makul ölçüde demokratik hem de meşru olan bir politikayı gerçekçi bir şekilde gü­ vence altına almaya yönelikti. Yeniden İnşa’nın yaratıcıları cumhuriyetin savunucusu olma görevini üstlenmişlerdi. Kendi çabalarının rejimin altını oyacağı tehlikesi de kafalarını meşgul etmekteydi; hatırlanacağı üzere ben bu korkuya militan demokrasi paradoksu adını vermiştim.5 Cumhuriyetçiler bir dışla­ ma politikası haklı olsa bile bu politikanın mutlaka bir bedeli olduğunu ve bu bedelin, henüz yenilgiye uğramış diğer yurttaşların demokratik haklarına varıncaya kadar pek çok şeyi içerdiğini kabul etmişlerdi. Congressional Record’da [Kongre Kayıtları’nda] ve ülke gazetelerinde kayda alınan Yeniden İnşa tartışmaları bu kitapta ana hatlarıyla ortaya serilen kuramsal problemin, demokrasi safında yer almış bireyler üzerinde ne derece etkili oldu­ ğunu ortaya koymaktadır.

Militan Demokrasinin Paradigmatik Bir Örneği Olarak Yeniden İnşa ABD Anayasası’nın 1. maddesinde rezil bir ifade yer alıyordu: Köleler kongre seçim bölgeleri oluşturma açı­ sından ve Başkanlık Seçiciler Kurulu sayımında beşte üç oranında insandan sayılacaktı. Elbette kölelerin oy hakkı yoktu. İçsavaş’tan önce ciddi köle nüfusu bulunan eyalet5

Cumhuriyetçiler kendilerini demokratik değil cumhuriyetçi bir meşru hü­ kümet kuramına bağlı olarak görecek olsalar da, ben bu iki terimi münave­ beli olarak kullanıyorum. Cumhuriyet ve demokrasiyi iki ayrı rejim olarak görsek bile, bu bölümün mantığı ya da yargılan değişmeyecektin 182

lerdeki seçmenler (yani Güneyli seçmenler), köle nüfusu az olan eyaletlerdeki seçmenler (yani Kuzeyli seçmenler) karşısında ciddi bir seçim üstünlüğüne sahipti. İşin ironik yanı, Konfederasyon’un dağıtılması bu problemi daha da çetrefil hale getirme tehdidi barındırıyordu. Azat Bildir­ gesi ve On Üçüncü Değişiklik köleliği kaldırmış ve beşte üç maddesini de iptal etmişti. Seçim bölgeleri bakımından Afrikalı Amerikalılar tam insan sayılacaktı. Senatör Fessenden’in bu bölümün başlangıcında açıkça ifade ettiği gibi, Afrikalı Amerikalılara oy hakkı verilmezse, Güneyli beyaz seçmenlerin seçimlerdeki etkisi artacaktı.6 Dolayı­ sıyla beyazlar arasındaki temel siyasal eşitlik bile Afrikalı Amerikalıların haklarının Güney tarafından etkin kabu­ lüne dayalıydı. Etkin kabul derken siyahların siyasal hak­ larına kavuşturulmasına karşı çıkanların başkalaşım ge­ çirip demokratlara dönüşmesinden söz etmiyorum; daha ziyade, Güneyli eyaletlerin Afrikalı Amerikalıların siyasal özgürlükleriyle uyumlu siyasal ve kurumsal koşullara sa­ hip olmasını (Kendi elleriyle yaparlar ya da yapmazlar, o ayrı.) kastediyorum. 1865-66 kışında Kongredeki Cum­ huriyetçi çoğunluk Güney’deki siyasal koşulları incelemek ve Güney eyaletlerinin temsil edilip edilmemesi gerektiğini belirlemek için hem meclisteki hem de senatodaki seçkin üyelerden oluşan Yeniden İnşa Ortak Komitesini kurdu.7 Komite raporunda şunlar zapta geçirilmişti: “Köleliğin kaldırılmasının zorunlu sonucu olan temsiliyetteki artış, değişen koşulların yol açtığı sorunları arasında en önemli unsur olarak görülüyor. Bu bağlamda temel bir icraatta bulunma zorunluluğu kaçınılmaz görünüyor. ”8

6 7 8

Yeniden İnşa sonrasında beyaz Güneyliler en az 1890’lardan 1965’teki Oy Hakkı Yasası’nın kabulüne kadar bu haksız üstünlükten istifade ettiler. Eric Foner, Reconstruction: America’s Unfinished Revolution, 1 8 6 3 -1 8 77 (New York: Harper and Row, 1988), 239. Senatör Fessenden Ortak Koraite’nin başkamydı. R eport o f the Joint Com­ mittee on Reconstruction, 39. Kongre, 1. oturum (1866): XIII.

Eski Konfederasyon’un yurttaşları Kuzeyli ordulara teslim olmalarına karşın, On Üçüncü Değişiklik’in kabu­ lünden hemen sonra, eski köleleri boyunduruk altına alma niyetine ve gücüne sahip olduklarını göstermişlerdi. Güney’in siyasal eşitliğe muhalefeti yaygın, köklü ve sık sık da acımasızdı. 1 86 5 ’te Güneyli seçmenler sayısız Konfede­ rasyon yetkilisini çeşitli devlet makamlarına seçtiler.9 Güney’deki yasam a meclisleri siyah kanunları olarak bilinen birtakım yasalar geçirdiler ve azat edilen kölelerin çalışma ve seyahat etme haklarını kaldırdılar. Afrikalı Amerikalı­ ların her yıl yazılı olarak çalışma belgesi sunmaları gereki­ yordu, işlerini terk etmeleri yasaktı ve herhangi bir beyaz yurttaş tarafından tutuklanabilirlerdi. İşverenlerin Afrikalı Amerikalı işçiler için rekabet etmeleri yasaklandığından, Afrikalı Amerikalılar tek bir işverene tümüyle bağımlı kalmıştı. Toprak kiralayamıyorlardı, ayrıca cebri çıraklık sistemine tabiydiler. Avarelik -ki buna kendi parasını har vurup harman savurmak da dahildi- plantasyonlarda zor­ la çalıştırmakla cezalandırılabilirdi. Siyah kanunları acı­ masız bir fiili kölelik sistemine varıyordu.ıo Eyalet düzeyinde ve yerel düzeyde Cumhuriyetçi Par­ tinin Güneyli destekçilerinin (hem Afrikalı Amerikalılar hem de beyaz destekçilerin) önünde oy sandığına yaklaş­ mamalarını sağlamaya dönük sayısız engel vardı. Savaşın “resmen” sona ermesinin üzerinden daha aylar geçmiş­ ken, Kuzey’den azat edilmiş kölelere karşı şiddet uygu­ landığı ve yeni, daha eşitlikçi siyasal yönelime sistemli direniş gösterildiği yönünde haberler yağıyordu. Örne­ ğin Ku Klux Klan Güney demokrasisinin yeni yeni açan çiçeklerini soldurmaya başlamıştı. Eric Foner’in yazdığı gibi, “Klan aslında Demokratik Partinin, çiftçi sınıfının

9

Bruce Ackerman, We the People: Transformations (Cambridge, MA: Belk­ nap Press of Harvard University Press, 1998), 196. 10 Foner, Reconstruction, 199-208.

ve beyazların üstünlüğünün yeniden tesis edilmesini ar­ zulayan herkesin askeri kuvvetiydi. ... Yeniden İnşa sı­ rasında Güney’i sarsan köklü değişiklikleri tersine çevir­ meyi amaçlıyordu. Cumhuriyetçi Partinin altyapısını yok etmek, Yeniden İnşa devletinin altım oymak, siyah işgücü üzerinde kontrolü yeniden kurmak ve Güney’deki haya­ tın her noktasında ırk üstünlüğünü yeniden tesis etmek amaçları arasındaydı. ” 11 Güneylilerin olağanüstü seçim avantajını yok etmenin yegâne yolu siyahlarm siyasal katılımım garanti altına al­ m ak ya da siyasal haklardan men etmeye kalkışan eyalet­ leri cezalandırmaktı.12 Afrikalı Amerikalıların alenen dış­ lanmasını sonlandırmak için gereken agresif politikalar (aslında dört başı mamur bir askeri işgal) Güneylilere fe­ deral temsilden yana payları tam olarak verildiği takdirde sürdürülemezdi. Dolayısıyla Cumhuriyetçiler üç alterna­ tif üzerinde duruyordu: (1) Güneylilerin temsil taleplerini kabul etmek; (2) Güney daha eşitlikçi bir toplum haline getirilene kadar Güneyli temsilcileri Kongreden dışlamak; (3) Güneyli antidemokratları ilelebet dışlamadan Afrikalı Amerikalıların katılmasına imkân sağlayacak bir yol bul­ mak. Bu üç seçenek demokratik hakların sistemli olarak ihlal edildiği her durumda demokratların önünde duran üç temel tercihe denk düşer: Teslimiyet, siyasal haklardan 11 A.g.e.., 425. 12 Ilımlı Cumhuriyetçiler oy hakkının Afrikalı Amerikalı erkekleri kapsaya­ cak şekilde genişletilmesine hevesli değillerdi. Zaman içinde, Güneylilerin uzlaşmazlığı onları temel siyasal eşitliği sağlamanın yegâne yolunun siyah­ lara oy hakkını Anayasa’ya yazdırmaktan geçtiğini kabul etmeye itti. Gö­ rüşlerinin evrimini On Üçüncü, On Dördüncü ve On Beşinci Değişiklik’in metninden görebiliriz. On Üçüncü Değişiklik oy hakkından bahsetmez bile. On Dördüncü Değişiklik’m ikinci bendi oy hakkını genişletmekten ziyade temsilin oy verme izni olmayan fakat seçilmeye muvafık seçmenle­ rin sayısıyla orantılı şekilde düşürüleceğini belirtir. Son olarak, On Beşinci Değişiklik’teyse şunlar yazar: ABD yurttaşlarının oy hakları ırk, renk ya da önceki kölelik vasfından ötürü ABD ya da eyaletlerden herhangi biri tarafından reddedilemez ya da kısıtlanamaz.”

mahrum bırakma ya da hem demokratların hem de antidemokratların ahlaki çıkarlarının tanımladığı bir yol. Nihayetinde, Cumhuriyetçiler üçüncü seçeneği tercih ettiler. Bu bölümün sonraki kısımlarında, yarattıkları politikanın normatif mahiyetini irdeleyeceğim. Fakat bu argümana derinlemesine dalmadan önce, savaş sonrası ABD’nin normatif ahvalini araştırmak için antidemokra­ tik eyleme mahkeme merkezli yaklaşımın hiç de uygun ol­ madığını belirtmek istiyorum. Siyah kanunları gibi siyasal eşitliğe Güney’den gelen muhalefetin bir kısmı yasa biçi­ mine bürünmüştü. Fakat belirtilen dönemde antidemok­ ratik eylemin çoğu fiziksel gözdağı ve mevcut yasanın kayırmacı şekilde dayatılması gibi başka kisvelere bürün­ müştü. Foner’in savunduğu gibi, “Demokratik bir top­ lumda kanun yaptırımı nihayetinde halkın polisle işbirliği yapmaya gönüllü olmasına dayanır ki, bu koşul Yeniden İnşa dönemindeki Güney’de yoktu.” Ayrıca Güney’deki yasam a meclislerinin ahlaka mugayir icraatlarını tersine çevirmek Güneyli antidemokratları demokratik yasalar çıkarmaktan alıkoymayacaktı: M esela “ırk, renk ya da önceki kölelik vasfından ötürü” oy hakkından mahrum bırakmayı yasaklayan On Beşinci Değişiklik.13 Açık ol­ mak gerekirse, yargı denetimini savunanların demokratik pasiflik seçeneğini önermeleri beklenemez, ama kuramla­ rı, yegâne makul stratejinin siyasal haklardan men edişin radikal versiyonlarını içerdiği durumlarda tutulacak en iyi yolun ne olabileceğine dair pek bir ışık sunmaz.

Seçenek 1: Güneylilere Katılma İzni Verme “ [Güneyliler] konfederasyon davası terk edilir edilmez eyaletlerin hemen hükümetle pratik ilişkilerine geri döne­ ceğini düşünüyorlardı.” Konfederasyon’un eski başkan 13 Foner, Reconstruction, 434.

yardımcısı olan Alexander Stephens Kongrenin Yeniden İnşa Ortak Komitesine verdiği ifadede bunları söylüyor­ du. “Eyaletlerin temsilcilerinin senatoda ve mecliste he­ men yerlerini alacağını umuyorlardı.” « Stephens’ın yanı sıra Başkan Andrew Johnson ve birçok Kuzeyli demokrat da, Güneyli temsilcilerin dışlanmasına şiddetle karşı çık­ mıştı. Savaştan önce eyaletlerin seçimlerin düzenlenmesine ilişkin geniş hareket serbestisi vardı. Stephens yenilgiden sonra da eyaletlerin bu özgürlüklerinin sürmesi gerektiği­ ni savunuyordu. Ona kalırsa, Birlik hükümeti ayrılmanın yasadışı olduğunda hep ısrar ettiğine göre Güney’in tes­ limiyeti Konfederasyon devletlerinin yasal ayrıcalıklarını etkileyemezdi. Başkan Johnson’a göre ise tam statü için tek şart On Üçüncü Değişiklik’in kabul edilmesi (yani kö­ leliğe son verilmesi) ve Konfederasyon borçlarının redde­ dilmesi olmalıydı. Dolayısıyla tüm temsilcilerinin yerini almaları için Güney devletlerine izin verilmeliydi. Stephens’ın ve Johnson’ın tutumundaki hukuki ya da anayasal faziletler ne olursa olsun, demokrasi konusunda tatmin edici değildir. Eğer Güneyli beyazlar eyaletlerini di­ ledikleri gibi yönetselerdi, eğer temsilcilerini Kongreye yollasalardı, hem Güneyli siyahların hem de Kuzeyli beyazla­ rın meşru çıkarları zarar görürdü. Reform olmadan güney eyaletlerinin yeniden inşası tüm yurttaşların eşit katılım hakkı olduğu ilkesinin en bayağı, en seyreltilmiş halini bile sağlayamazdı; uzlaşmacı bir politika gütmek, tüm yurttaş­ ların haklarından güvenle yararlanmalarına izin veren ko­ şulları yaratmayacaktı ve geriye hem meşruiyetten hem de demokratik otoriteden yoksun bir rejim kalacaktı. Stephens’ın şemasına dair analizim özel bir içgörü ba­ rındırmıyor. Planın kusurları o dönemde de barizdi. Or­ tak Komitenin raporuna göre, federal eylemsizlik “ABD 14 Alexander Stephens, akt. Report o f the Joint Committee on Reconstructi­

on, madde 3 ,1 6 3 .

hükümetini kendini korumaktan aciz” bırakırdı.15 Kong­ redeki Cumhuriyetçiler ne husumetlerin “resmen” sona ermesinin ne de Başkan Johnson’ın Konfederasyon’un on bir eyaletini yeniden inşa etme çabalarının rejime yöne­ lik tehditler karşısmda güvenilir bir kale oluşturduğunu düşünüyorlardı. 16 Güneyli seçmenlerin haddinden faz­ la siyasal nüfuz elde etmesine izin vermek “tam da aynı egemenliğin sürmesine ve Cumhuriyetçi hükümetin temel ilkelerine aykırı olduğu kanıtlanmış bir genel kanaatin güçlenmesine” yol açacaktı. “Sonucun bu olacağından en ufak bir şüphe duyulamaz ve ABD’nin bir kısmında tüm halkın temsil edilmesi ve tüm halkın harekete geçmesi, di­ ğer bir kısmındaysa tüm halkın temsil edildiği ama halkın bir kısmının siyasal haklardan yararlandığı ve bu hakları kendi elinde tuttuğu bir duruma sahip oluruz. ” 17 Sava­ şın yaraları daha sarılmamışken ve bir başkanın suikasta kurban gidişi hafızalarda tazeliğini korurken Cumhuri­ yetçiler muharebe alanında bedel ödeyerek kazandıkları şeyi seçim yoluyla bırakmaya yanaşmıyordu ve bunda anlaşılmayacak bir şey yoktur.

Seçenek 2: Siyasal Haklardan Mahrum Bırakılma ve Siyasal Cennet Arayışı Militan demokrasi uzmanı Kari Loewenstein açısın­ dan özyönetime ciddi bir tehdit karşılıklı saygıyı sınırla­ mak için yeterliydi. Şöyle diyordu: “Liberal-demokratik düzen olağan zamanlan dikkate alır.”i8 Cumhuriyetçi Par­ tinin bazı önde gelen üyeleri açısından İçsavaş sonrası hiç 15 R eport o f the Joint Committee on Reconstruction, XI. 16 Eric McKitrick, Andrew Johnson and Reconstruction (Chicago: University

of Chicago Press, 1960), 2 9 2 -93 . 17 Fessenden Congressional Globe içinde, 39. Kongre, 1. oturum (1866): 703. 18 Karl Loewenstein, “Militant Democracy and Fundamental Rights, I,”

American Political Science Review 31, no. 3 (1937): 4 1 7 -3 2 .

de olağan zamanlar değildi. Kuzey’in askeri başarısı ve sü­ regelen seferberliği Güney’i demokratik temelde yeniden yapılandırmak için fırsat yaratmıştı. Charles Sumnec, George Julian ve meclisteki çoğunluğun lideri Thaddeus Stevens gibi eşitlikçi Cumhuriyetçiler fırsatın kaçırılmaması gerektiğini söylüyorlardı. Julian’ın iddiasına göre, Güney “doğrudan Washington’dan yönetilmeliydi ve ancak günü geldiğinde, ‘siyasal ve toplumsal unsurları tamamen dö­ nüşüm geçirdikten sonra’ yeniden kabul edilmeliydi. ” 19 Kongrede önde gelen kölelik karşıtlarından Thad Stevens, Güney toplumunun hasarlı yapısının cumhuriyetçi biçime sahip bir hükümeti taşıyamayacağını savunuyordu. “Bu eyaletlerdeki halkın belli bir süre anayasal hükümete ka­ tılmaya hazır olacağına dair hiçbir belirti yoktur. ” 20 Ste­ vens Güney’i Jefferson tarzı bir demokrasiye dönüştürme taraftarıydı. Bu yeni Güney küçük toprak sahibi çiftçilerle dolacak ve bu çiftçiler de el koyulan plantasyon toprakla­ rının yeniden dağıtılmasıyla oluşan mülkleri işleyecekler­ di. Stevens planının “Birlik Partisinin daimi yükselişini ga­ ranti altına alacağına” dair söz veriyordu; “ Cumhuriyetçi hükümetimiz de ilelebet payidar ve sağlam kalacaktır.” (Vurgu eklendi.) Stevens Jakobenci tınılar eşliğinde, siyasal dışlamanın bu dünyada “siyasal cennete” götürebilecek yegâne yol olduğunu savunuyordu .21 19 Foner, Reconstruction, 273. 20 Thaddeus Stevens, “ ‘Reconstruction,’ December 18, 1865, in Congress,” The Selected Papers o f Thaddeus Stevens içinde, haz. Beverly Wilson Palmer, 2 cilt (Pittsburgh: University of Pittsburgh Press, 1997), 2:50. 21 Stevens’ın demokrasiye bağlılığının Mesihçi niteliğini Senatör Fessenden’e yönelttiği eleştiride görüyoruz (alıntının sonundaki dile dikkat): “Büyük yeteneğe, sorgulanamayacak bir yurtseverliğe ve saflığa sahip birkaç se­ natör muhafazakârlık adım vermekten haz duydukları şeyi öyle sindirmiş dürümdalar ki... 1776’da ve sonra 1861’de bir kez daha öldürülen cana­ varı unutmalarından ve böylece artık siyasal bir cennete dönüştürülmeye fazlasıyla müsait hale gelmiş bir idarenin inşasına büyük zarar vermelerin­ den korkarım. ” Akt. Charles A. Jellison, Fessenden o f Maine: Civil War Senator (Syracuse, NY: Syracuse University Press, 1962), 223.

Stevens’ın ideali, hiç eğip bükmeden söylersek, hay­ ranlık duyulacak bir idealdi: Temel bir anlayış olarak in­ sanların eşitliğiyle tutarlı istikrarlı bir cumhuriyet rejimi. Fakat Güney’i kısmen kalıcı bir vasal toprağı olarak sür­ dürme önerisi kendini sınırlandıran çerçevenin ilkeleriyle uyuşmazdı. Birincisi, Stevens’ın planı tüm yurttaşların katılımdan yana temel çıkarları olduğu ilkesiyle örtüşmüyordu. Stevens’ın planına göre, nüfusun azımsanmayacak bir kesi­ minin belirsiz bir dönem boyunca federal hükümetin üret­ tiği politikaları etkileme şansı olmayacaktı; siyasal açıdan ikinci sınıf insan muamelesi göreceklerdi.22 Güneyli yurt­ taşların aslında eşit saygıyı hak etmediğini varsayalım. Bu durumda, eski Konfederasyon’un başvurduğu temsiliyeti engelleme stratejisine herhangi bir gerekçeyle karşı çıkı­ lamazdı. Nitekim çoğunluğun lideri Güneylilerin isyancı hükümeti destekleyerek katılım haklarmdan feragat etti­ ğini savunmuştu. Ancak Stevens’ın tutumu ikna edici değildir. Argüma­ nı birbirine zıt iki görüşün uzlaştırılmasma dayalıdır. İlk olarak, ABD’nin otoritesinin tercihli olmadığını, kendisi­ ne tabi olanların ideolojik görüşlerine ya da geçmişteki davranışlarına bağlı olmadığını savunuyordu. İkinci ola­ rak, Güneylilerin katılım iddialarının tam da ideolojik gö­ rüşlerine ve geçmişteki davranışlarına bağlı olduğunu ileri sürüyordu. Fakat ABD gibi bir devlet yurttaşlarına otori­ tesini kabul etme yönünde bir tercih sunmazsa, sadakat­ siz davranan birinin demokratik haklarmdan feragat et­ tiğini de iddia edemez. Sadakat meseleleri kişinin katılım hakkının olup olmadığı meselesiyle kesişen meselelerdir (Bu argümanı 4. Bölüm’de uzun uzadıya ele almıştım.). 22 Kesin rakamlar için, bkz. Campbell Gibson ve Kay Jung, “Historical Cen­ sus Statistics on Population Totals by Race, 1790 to 1990, and by Hispa­ nic Origin, 1970 to 1990, for the United States, Regions, Divisions, and States,” www.census.gov/population/www/documentation/twps0056/ twps0056.html, erişim tarihi 1 Eylül 2009.

Stevens’ın planı sınırlı militan müdahale ilkesiyle de uyuşmuyordu: Demokratik ütopyaları dışlayıcı politika­ lar yoluyla gerçekleştirmeye çalışm ak yanlıştır. Stevens Güney’in belirsiz süreliğine işgalinin eşitlikçi demokrasi adına, hiçbir zaman sorgulanmayacak ve asla yıkılma­ yacak bir demokrasi adına gerçekleştirilmesi gerektiğine inanıyordu. Fakat bir siyasal toplumu baştan yeniden ya­ ratma çabalarının hepsinde olduğu gibi, önerisi böyle bir politikanın gerçekten sağlam ya da demokratik bir rejim kurulmasını sağlayıp sağlamayacağına ilişkin belirsizlik­ lerle doluydu. Kuzey’in eski Konfederasyon’u bir ahlaki topluluk haline getirebileceğine dair şüpheler gayet haklı olabilirdi. Birçok Kuzeyli, eyaletlerindeki Afrikalı Ameri­ kalılara siyasal haklarının verilmesine karşıydı. 1 87 6 ’da Cumhuriyetçilerin kararlılığı kırılacak ve Güney’de siyah­ lara oy hakkını güvence altına alma çabasından vazgeçe­ ceklerdi. Aslında Güney’i bir eşitlik diyarma, bir ahlaki topluluğa dönüştürmek genel oy hakkını güvence altına almaktan çok daha fazla kararlılık gerektiriyordu. Son olarak, Stevens’ın önerileri, meşru biçimde savu­ nulabilecek olsa da, bazı militan politikaların normatif açıdan maliyetli olabileceği gerçeğini yansıtmıyordu. Keza sunduğu şema dışlanmışları siyasal toplulukla barıştırma­ ya da çalışmıyordu; yani demokratik sorumluluk ilkesiyle uyumlu değildi. Güney’i bir protektora haline getirecek plan Güney’in Cumhuriyetçi valilerine sınırsız otoriteleri­ ni suiistimal etmeleri için ciddi fırsatlar sunacaktı. Genel olarak, büyük, karmaşık çabaların başarılı olup olmayacağına dair bilgiye sahip değilizdir. Tam da karar­ larımızın sonuçları hakkında emin olmadığımız ya da an­ laşamadığımız için devletin icraatlarım, bu icraatlardan etkilenen kişilerin görüşlerinden koparm ayacak adil bir sürece ihtiyaç duyarız. Demokratik pratikten Stevens’ın savunuculuğunu yaptığı türde ciddi kopuşları bu tür be­

lirsiz neticeler temelinde meşrulaştırmak için bizim katılı­ mın değerini vurgulayan daha az ümitvar ve daha şüpheci nedenlerimizle temelde örtüşmeyen iyimser bir sıçrama yapmak gerekir. Savunmacı önlemlerin Amerikan rejimini yozlaştırabilme ihtimali Senatör Fessenden ve Lyman Trumbull ile On Dördüncü Değişiklik’in esas yaratıcısı olan vekil John Bingham gibi Cumhuriyetçi ılımlıların gözünden kaçm amıştı.23 Stevens’ın kapsamlı tasarımlarını rafa kaldıran ve Güneyli antidemokratlara rakip bir yaklaşım geliştiren kongredeki bu isimlerdi. Tarihçiler Stevens’ın rakiplerinin pratik politikanın icaplarından ve siyasal federalizme mu­ hafazakârca (küçük m ile yazılan muhafazakâr) bağlılık­ tan etkilendiğini söylemekte haklıdırlar.24 Fakat ılımlılar da Konfederasyon’un sadakatsiz yurttaşlarının siyasal haklarından feragat ettiği görüşünü reddediyordu; Gü­ neyli eyaletler kendilerini feshetmiş olsalar da, Anayasa Güneyli yurttaşlar için geçerliliğini sürdürüyordu. Temsil­ ci John Sherman “ Güneyli isyancıları oy hakkından mah­ rum bırakırsak, hükümetin yönetilenlerin rızasına dayan­ ması gerektiği şeklindeki cumhuriyetçi öğreti ne o lacak?” diye soruyordu .25

Şu ana kadar ele aldığımız iki seçeneği de reddeden­ ler kafa karıştırıcı bir siyasal ve etik ikilemle karşılaşmış­ lardı. Güneyli antidemokratları uzak tutmak için bir şey 23

24 25

Tarihçiler ılımlıların çabalan yine de çok mu radikaldi, aşın ılımlı mıydı yoksa muhafazakâr ama yine de devrimci miydi diye enine boyuna tar­ tışmışlardır. Gerek McKitrick gerek Benedict Yeniden İnşa sırasında ılımlı “ radikallerin” oynadığı rolü irdeler ve eleştirirler. McKitrick, Andrew J o ­ hnson and Reconstruction-, Michael Les Benedict, A Compromise o f Prin­ ciple: Congressional Republicans and Reconstruction, 1 8 6 3 -1 8 69 (New York: W. W. Norton, 1974). Michael Les Benedict, “Preserving the Constitution: The Conservative Basis of Radical Reconstruction,” Journal o f American History 61, no. 1 (1974): 6 5 -9 0. Foner, Reconstruction, 278

yapılmalıydı, am a siyasal haklarından mahrum bırakma politikası kabul edilemez gözüküyordu. Bir sonraki kı­ sımda, Kongredeki ılımlıların demokratik açıdan koşullu bir dışlama politikasıyla bunu nasıl düzeltebileceklerini irdeleyeceğim. Yeniden İnşa’ya geri dönüp baktığımızda, Stevens’m ırk eşitliği savunusu ve cumhuriyet için sağlam bir temel oluşturmaya bağlılığından rahatsız olmak için sağlam bir nedenimiz var. Stevens’ın planı ile kendini sınırlandıran model arasındaki bariz gerilim insanlara hak ettikleri şeyi verme görevi ile demokratik yollarla hareket etme görevi arasındaki normatif, hatta trajik fay hattına dik­ kat çeker. Devrimci değişim ve siyasal geçiş dönemlerin­ de bu gerilimlerle sık sık muhatap olunur. Demokratik kurumlar varoluşsal zorluklarla karşılaştığında da bu gerilimlerin doğması şaşırtıcı değildir. Stevens adalet açı­ sından bakıldığında azat edilen kölelerin oy pusulasından daha fazlasını hak ettiğini söylemekte kesinlikle haklıy­ dı. Fakat kendini sınırlandıran model kişinin kapsamlı siyasal vizyonlarını (hayranlık duyulacak nitelikte olsun olmasın) ideal olmayan toplumlara dayatmanın tehlike­ lerini düşünmeye zorlar. Stevens’ın eşitlikçi özlemlerinin gerçekleşemeyebileceği ihtimalini dikkate almamızı ister. Nihayetinde, Stevens’m yaklaşımı sadece vizyonunun içe­ riğinden ötürü değil, bu vizyonu gerçekleştirmek için sa­ vunuculuğunu yaptığı demokratik olmayan yoldan ötürü de sorunluydu.

Demokratik Dışlamanın Mantığı 4 M art 1 86 5 ’te Başkan Lincoln, ikinci kez başkan seçilmesi münasebetiyle yaptığı konuşmada İçsavaş’ın suçunu Güney’e yükleyecek şekilde meşhur bir ayrım yapmıştı. Hem Kuzeyli hem de Güneyli partiler kan dök­

me ve çatışma olasılığını kınamış olmasına karşın, “ biri ulusun ayakta kalmasındansa savaşa girişmişken; diğeri yok olmasındansa savaşı kabul etmişti” (Vurgu özgün metinde .) . 26 Lincoln’ün sözleriyle Güney savaşmayı seç­ mişti ve dolayısıyla Kuzey’in misilleme girişimlerinin so­ rumluluğunu taşıyordu. Lincoln’ün konuşmasından iki yıl sonra Kongredeki Cumhuriyetçilerin Güney’den gelen yeni bir meydan okumayla başa çıkıp çıkamayacakları haklı olarak Lincolncü adını verebileceğimiz bir mantığa dayanıyordu. Yeniden înşa Cumhuriyetçilerinin başlıca yeniliği, Güneylilerin Kongreye erişimini Güney’in demokratik pratiğin temel öğelerini kabul etmesi şartına bağlamış ol­ masıydı. Eyaletler açık, demokratik bir sistemin kurumsal garantilerini onayladığında Kongreden dışlama sona ere­ cekti. Güneyliler eğer istiyorlarsa katılım sağlayabilirler­ di. Fakat oyunun kurallarını bozdukları takdirde, kendi kendilerini dışlamış olacaklardı. Nitekim Kongre, Birlik ordusunun da desteğini alarak Güney’de demokrasinin inşa edilmesinin sorumluluğunu kabul edecekti. Yeniden İnşa Ortak Komitesinin sözleriyle, projenin amacı “ay­ rım gözetmeksizin herkesin yurttaşların tüm haklarından ve ayrıcalıklarından eşit şekilde yararlanması ve böylece tüm sınıflardan yurttaşlara tam ve yeterli koruma sağlanmasıydı, zira oy sandığı yoluyla herkes kendini koruma gücüne sahip olacaktı” .27 Ne hoşgörülü ne de tarafsız olan Cumhuriyetçilerin şartlı politikası Güneyli yurttaş­ ların kapsamlı ve diğer yurttaşların iddialarıyla tutarlı bir katılım hakkına sahip olmasını güvence altına alıyordu. Yeniden İnşa dışlayıcı politikaların, kendini sınırlandıran

Abraham Lincoln, “Second Inaugural Address (March 4, 1865),” Lin­ coln, Speech es and Writings, 1 8 5 9 -1 8 62 içinde, haz. DonE. Fehrenbacher (New York: Library of America, 1989), 686. 27 R eport o f the Joint Committee on Reconstruction, XIII. 26

militan demokrasi yaklaşımla tutarlı bir tarzda nasıl inşa edilebileceğine dair bir model sunar. Bu argümanı daha fazla ilerletmeden önce, Kuzey’in Güney’den karşılamasını beklediği koşulların demokra­ sinin kurucu ilkeleri olduğunu vurgulamak istiyorum. Temsili demokrasi, başka bir adla poliarşi, bir pratik ya da toplumsal kurum olarak birtakım kurucu ilkele­ re (liderlerin nasıl seçileceğini belirleme ilkesi gibi) göre tanımlanır ve buna göre şekillenir.28 Yeterli sayıda insan bu ilkelere göre hareket ettiğinde bir temsiliyetçi rejimin varlığından bahsedilebilir. Araştırmacılar demokrasinin kurucu ilkelerinin ne olduğu ya da olması gerektiği ko­ nusunda ayrışıyorlar, am a belli bir oy verme biçiminin ve adil oy sayımının asgari zorunluluk olduğu görülüyor.29 Asgari düzeyde seçmen eşitliğini sağlayan kurumlar tam da Kongrenin Güney eyaletlerinden beklediği adımdı. Oy hakkının Afrikalı Amerikalıları kapsayacak şekilde geniş­ letilmesi On Dördüncü Değişiklik, On Beşinci Değişiklik ve eyaletlerin yeni anayasalarının onanmasıyla sağlana­ caktı. Ayrıca Kongre 1870 ve 1871 Yaptırım Yasaları yo­ luyla seçim süreci tehditleri ve manipülasyonlarına karşı 1 9 6 0 ’lara kadar en kapsamlı korumayı sağlamıştı. Oy verme hakkının demokratik niteliğini açıklamaya gerek yok, am a medeni hakların zorla kabul ettirilmesi­ nin de neden sadece liberal değil, demokratik hükümetin kurucu öğelerinden olduğunu kısaca açıklamak istiyo­ rum. Bir demokratik prosedürün meşruiyeti sadece ilgili bireylerin oy verebilmesine değil, aynı zamanda oylarının eşit bir şekilde sayılmasına bağlıdır. Benzer şekilde, bir yasanın meşru otoritesi adil şekilde uygulanmasına ve bi-

28 John Searle, Construction o f Social Reality (New York: Free Press, 1995). 29. 29 Demokrasinin potansiyel kurucu öğeleri olan kural ya da pratiklerin klasik dökümü için, bkz. Robert Dahl, Polyarchy: Participation and Opposition (New Haven, CT: Yale University Press, 1971).

reylerin uygun süreç prosedürleri aracılığıyla yasanın dayatılmasına karşı çıkabiliyor olmalarına bağlıdır. Medeni hakların genişletilmesi demokratik pratiği mümkün kılar, çünkü uygun süreç prosedürleri demokratik kararların adaletli bir şekilde uygulanmasını sağlar.

Tercih, Satranç ve Demokrasi Yetişkin nüfusun beşte birine temsiliyet hakkı tanıma­ yan bir politika tüm yurttaşların katılım hakkına sahip olduğu ilkesiyle tutarlı olabilir mi? 3o Bu soruya verilecek yanıt Güneyli yurttaşların Kongreye temsilci seçme fırsa­ tından mahrum bırakıldıklarını inandırıcı bir şekilde id­ dia edip edemeyeceklerine bağlıdır. Dışlandıklarını iddia etmeleri demokrasi pratiğine dair temel bir yanlış anla­ mayı ortaya koyabilirdi.31 Güneyliler oylarının diğerlerinin oylarından çok daha fazla ağırlığa sahip olacağı bir sistemi şiddete başvurarak kurmaya çalışmışlardı. Savaşı kaybettikten sonra artık Af­ rikalı Amerikalıların yurttaş olmadığını iddia edemezler­ di. Keza demokratik kararlara kimlerin katılma hakkına sahip olduğunu belirlemenin (demokrasi kuramında sınır problemi denen şeyin) güçlüklerinden de dem vuramaz­ lardı. Öyle ki bunu yapmak kongre bölgelerine ayırmak amacıyla Afrikalı Amerikalıları hesaba katma arzusuyla çelişirdi. Dolayısıyla Güneylilerin adaletsiz bir şekilde dışlandıkları argümanı, demokrasiyi hem kimlerin katı­ labileceğine dair bariz kısıtlamalara hem de bireysel oyla­ rın kökten eşitsiz sayılmasına izin veren bir pratik olarak 30 Gibson ve Jung, “Historical Census Statistics.” 31 Pratikler (ya da kurumlar) ve bunların kurucu kuralları hakkındaki bu de­ ğerlendirme şu eserlerden yola çıkmıştır: John Rawls, “Two Concepts of Rules,” Philosophical Review 64, no. 1 (1955): 3 -3 2 ; John Searle, “How to Derive ‘Ought’ From ‘Is,’ ” Philosophical Review 73, no. 1 (1964): 4 3 -5 8 ; ve Searle, Construction o f Social Reality.

kabul eder.32 Fakat demokrasi böyle bir pratik değildir. Demokrasiye değer vermemizin nedeni böyle bir pratik olmamasıdır. Güneyliler federal düzeyde ve eyaletler ba­ zında ilgili anayasal reformları kabul ettikleri takdirde katılabilirlerdi. Bu nedenle Kongre Alexander Stephens ve benzerlerinin isteklerini geri çevirmekte haklıydı. Koyu Cumhuriyetçi Chicago Tribüne'ün yayın kurulunun 1866 yazında tespit ettiği üzere, “Kongre kapıları bu [Güneyli] eyaletlerin temsilcilerine kapalı değildir. Sonsuza dek dış­ lanmadıkları gibi, dışlanmaları da amaçlanmamaktadır. Tersine, onlar kendi kendilerini dışlıyorlar. ” 33 Tribune gazetesinin mantığını bir analojiyle netleştirebiliriz. Bonnie arkadaşı Clyde’a satranç oynamayı teklif ediyor. Clyde ise tek bir şartla oynamayı kabul edeceğini söylüyor: Bonnie’nin her bir hamlesine kendisi iki ham­ leyle yanıt verecektir. Demokrasinin olduğu gibi satran­ cın da birtakım kurucu ilkeleri vardır. Oyunculardan biri hamle yapar, sonra sıra diğerine gelir. Oyunu Clyde’ın ku­ rallarına göre oynamak satranç oynamak olmayacaktır. Dolayısıyla Bonnie, Clyde’ın kurallarına göre oynamayı reddederse hiçbir anlamda Clyde’ı geri çevirmiş olmaya­ caktır (Geçmişte bir sebeple Clyde’ın sevdiği şekilde bu oyunu oynamış olsalar bile.). Bonnie Clyde’ın taleplerini ne kadar uzun süre reddederse etsin, Clyde’ı “satranç” oynamaktan alıkoymuş olmayacaktır. Aynı mantık Yeni­ den İnşa vakasına benzer örnekler için de geçerlidir. Clyde gibi beyaz Güneyliler de makul olmayan bir şey, siyasal meselelerde diğer yurttaşlardan daha fazla söz hakkına

32 Gerçekten de Güneyliler demokratik olmayan bir tarzda değil, yasadışı ve anayasaya aykırı bir şekilde dışlandıklarını iddia ediyorlardı. Kendi içinde ilginç olmakla birlikte, bu tür iddialar dikkate alınmayı hak etmez. Örneğin bkz. Garrett Epps, Dem ocracy Reborn: The Fourteenth Amend­ ment and the Fight for Equal Rights in Post-Civil War America (New York: Henry Holt, 2006), 78. 33 “Are the Rebel States Excluded,” Chicago Tribune, 1 Eylül 1866.

sahip olmayı talep etmişlerdi. Güney oyunu kurallarına göre oynamayı reddettiği için Kuzey’i dışlayıcılıkla suç­ lamak haksızlık olurdu, tıpkı Bonnie’nin durumunda ol­ duğu gibi. Satranç elbette demokrasi değildir. Satranç tahtasının başından kalkıp gittiğinizde birinin hayatının diğer alan­ larını etkilemezsiniz. Demokrasi oyunundaysa insan ka­ tılmayı tercih edip etmediğinden bağımsız olarak siyasal kararlara tabi kalır. Güneyliler Kongrenin çıkardığı yasa­ lara kesinlikle tabiydi ve aslında katılmak da istiyorlardı, am a Cumhuriyetçi Partinin istediği kurallara göre değil. Güneylilere kendi kendilerini dışlamışlar gibi davranmak, ister istemez Cumhuriyetçilerin yaklaşımına ayrıcalık ta­ nımıştır. Bu ayrıcalık bir anlam ifade eder mi? Siyasette insanlara adil davranan kurallar iki nedenle önemlidir. Birincisi, bir siyasal topluluk içinde her birimiz aynı kurallara tabi oluruz; demokrasi ile demokrasisizlik arasında tercih yapmak Kuzey ve Güney açısından ka­ zananı olmayan bir oyundu .34 İkincisi, siyasal sonuçlar hukuki açıdan buyurucudur: Bunlara uymaya zorlanırız. Satranç kurallarının aksine, siyasetin kuralları etik açıdan keyfi değildir ve olmamalıdır. Rasgele kurallar işe yara­ maz. 2. Bölüm’de meşru bir rejimin temel kurumlarının ilkesel açıdan makul üyelerine kabul ettirilebilir olması gerektiğini anlatmıştım. Farklı poliarşi rejimleri farklı prosedürlerden yararlansa da, asgari meşruiyet ve otori­ teye sahip olmak için bu prosedürler asgari karşılıklı saygı standardını karşılamak zorundadır; aksi takdirde bu top­ luluğun makul üyelerince kabul edilebilir olmayacaktır. Ele aldığımız örnekte, Kongredeki Cumhuriyetçilerin sa­ vunduğu kurallara ayrıcalık tanımakta haklı olmamızın nedeni ellerinin altındaki kurumsal ve askeri güç değil; bu 34 Bir siyasal toplulukta birlikte olup olmayacağımız meselesinin zaten çözül­ müş olduğunu varsayıyorum.

kuralların bireylerin eşit katılım hakkıyla tutarlı olması ve demokratik pratiğin kurucu ilkeleri arasında yer alma­ sıdır. Güney’in savunduğu yapı ise açıkça ve akılla bağ­ daşm ayacak derecede demokrasiye aykırıydı. Dolayısıyla Kuzey, demokrasi oyununun kendi versiyonunu oynama­ sı için Güney’e ısrarda bulunmakta haklıydı. Güney’in dışlanmasının aslında bir tür tehditle iş görme olduğu itirazında bulunulabilir. Cumhuriyetçiler açıkça kendi partilerine üstünlük sağlayacak birtakım kurallara uyulmasını talep ediyorlardı. Ayrıca Cumhu­ riyetçilerin partizan saiklerinin azım sanm ayacak bir yer tuttuğuna da şüphe yoktur. Zar zor kazandıkları siyasal hâkimiyetin ayakta kalması, azat edilenlerin siyasal hak­ larına kavuşturulmasına bağlıydı. Peki, bu neyi kanıtlar? Lincoln’ün partisinin birtakım adil prosedürlerden (ken­ dilerinin de uyduğu prosedürlerden) yarar elde etmeye çalıştığını kanıtlar. Muhtemelen demokrasiyi reddeden­ lerin başka bir hükümet biçiminde daha iyi durumda olacaklarını düşünmeleri her zaman için geçerlidir. Afri­ kalı Amerikalıların siyasal haklarına kavuşturulmasının Güneyli beyazların gücünü azaltıyor olması demokrasiye karşı özellikle ikna edici bir itiraz oluşturmaz. Satranç benzetmesine geri dönersek, Güney’in demokratik kural­ ların adilliği konusundaki kaygıları; Clyde’ın normalde oyunu kazanam ayacağını düşündüğü için satranç kural­ larını reddetmesiyle aynı mantığa yaslanır. Ama sorun oyunun nasıl oynandığında değil, Clyde’ın yeteneksizliğindedir. Son olarak, Yeniden înşa’nın tarihi hakkında üstün­ körü bilgiye sahip olan biri Güney eyaletlerinin yeniden kabulünün sadece demokrasinin kabul edilmesine bağlı olduğu iddiasına da itiraz edebilir. Federal imtiyazların genişletilmesi Yeniden İnşa’nın getirdiği anayasal değişik­ liklerde asli bir öğe olarak göze çarpar. Kayda değer bir

örnek vermek gerekirse, üç değişiklik de aynı şekilde biti­ rilir: “Kongre uygun yasalarla bu maddenin uygulanma­ sını sağlayacak güce sahip olacaktır.” Yeniden İnşa sade­ ce demokrasinin genişletilmesini değil, projeye kılavuzluk etmekten sorumlu bireylerin (yani Kongredeki Cumhu­ riyetçilerin) yetkilendirilmesini de sağladı. Yeniden İnşa örneğinde federal iktidarın genişletilmesi araçsal açıdan meşrulaştırılabilir; zira Güney eyaletlerinin demokrasiye bağlılığını sağlamak için bu iktidar zorunlu bir öğeydi. Fakat genel olarak, bireylerin katılım iddialarıyla tutar­ lı olmak, demokratik olmak isteniyorsa, büyük çaplı bir siyasal dışlama sadece demokrasi kurallarının gerçekten kabul edilmesine dayandırılmalıdır. Kongre’nin benimsediği dışlayıcı yol haklıydı, çünkü siyasal hakların kitlesel ve örgütlü bir şekilde ihlal edil­ mesine yanıt olarak formüle edilmişti ve bireylerin güven­ le katılım sergileyebilecekleri koşulları yaratmak için bu dışlama zorunluydu. Cumhuriyetçilerin stratejisi kendini sınırlandıran türden bir stratejidir, çünkü koşullu yapısı bu stratejiden etkilenen yurttaşlara, oylarının diğerlerinin oylarıyla kabaca aynı ağırlığa sahip olacağı bir siyasal sis­ teme katılım fırsatı sunuyordu. Cumhuriyetçiler bir tercih sunarak ama uzlaşmayı kabul etmeyerek ABD’yi daha demokratik hale getiren bir dışlayıcı rejim inşa etmişlerdi.

Demokratik Dışlamanın Karşılığı 2. Bölüm’de demokratik çıkarları iki grup halinde tas­ nif ettim. Karşılıklı saygı gibi pasif çıkarlar ancak etkin bir şekilde katılma seçeneğine sahipseniz karşılanır. Aktif çıkarlar ise gerçekten bir rol oynamayı gerektirir. Yeni­ den İnşa örneğinde, Güneylilere katılım fırsatı tanınmıştı; kendilerine saygı duyulmadığını, pasif çıkarlarına zarar verildiğini iddia edemezlerdi. Ama Güneylilerin siyasal

süreçte meşru aktif çıkarları da olduğundan, katılamıyor olmaları meşru olsa bile demokratik açıdan bir bedel getiriyordu.35

Meselenin özüne inmek adına Bonnie ve Clyde ana­ lojisine geri dönelim. Clyde Bonnie’yle satranç oynama­ yı reddederse, sonuçta satranç oynamamış olurlar. Eğer Clyde Bonnie’yle adil karar alma prosedürüne katılmayı reddederse, yine de her ikisini birden etkileyecek karar­ lar alması gerekecektir. Clyde oynamamayı tercih etse de, Bonnie’nin kendi başına kolektif kararlar alması için sağ­ lam nedenleri olsa da, aldığı kararlar birlikte yapacakları tercihlerden farklı olacaktır. Bonnie’nin Clyde’la birlikte yapacağı tercihi kendi başına yapacağı tercihten farklı bir şekilde değerlendirmekten kaçamayız. Her koşulda, geniş bir grup yurttaşın görüşlerini sistemli şekilde yansıtmayı başaram ayan prosedürler demokratların kaygı duyması­ na yol açar.36 Politikalarının ahlaki bedelleri dikkate alın­ dığında Cumhuriyetçilerin dışlanmışları yeniden dahil etmek gibi bir görevi vardır.

Salt tarihsel bir mesele olarak Cumhuriyetçilerin Güneylilerin oylarını sisteme yeniden dahil etmeye ve Yeniden İnşa’nın sebep olduğu demokratik zararı sınır­ lamaya başlangıçta gösterdikleri bağlılık etkileyiciydi. Kongre Güney’de askeri komutanlık kurmuş olmasına karşın, Güney’in kendi kendini yönetme ilkesi tamamen terk edilmemişti. Yeniden İnşa politikaları yerel olduğu kadar merkezi idare biçimlerini de koruyordu. Anayasa toplantıları düzenlendi ve seçimler dahil edici kurallarla gerçekleştirildi. Yeniden İnşa karşıtları, mesela Güneyli ve 35 Kuzeylilerin ve Güneylilerin oyları farklı tercihleri, çıkarları ve bilgileri yansıttığından, Kuzeyli seçmenlerin Güneyli yurttaşlar adına hükümeti et­ kin bir şekilde denetleyebileceğine güvenilemezdi. 36 Bu iddianın temelinde yatan mantık için, bkz. Frank Lovett, “ Can Justice Be Based on Consent?” Journal ofP olitical P hilosophy 12, no. 1 (2004): 79-101.

Kuzeyli Demokratlar bu dönemki seçimlere katılmışlardı. Onların katılımı ülkenin demokratik veya cumhuriyetçi niteliğinin sürdürüleceği beklentisini gösterir. Son olarak, işgal edilmiş eyaletler Kongrenin talep ettiği reformları kabul ettikten sonra, başkente temsilciler göndermeleri­ ne izin veriliyordu. Temsilci John Bingham’ın açıkladığı gibi, Yeniden İnşa’nın hedefi “bu eyaletlerdeki insanlarm hükümetleri cumhuriyetçi biçimde yeniden örgütleyeceği günü yaklaştırmaktı” .37

Militan Demokrasinin Trajedisi Bu bölümde Yeniden İnşa’nın demokrasinin dem ok­ ratik savunusu için bir model oluşturduğunu savundum. Fakat çizdiğim siyahbeyaz resme biraz gri eklemek isti­ yorum. Koşullu dışlama programını geliştirmiş olanlar nihayetinde projelerini terk ettiler. Geliştirdikleri militan politikaları dayatmak askeri, mali ve siyasi kaynaklara müthiş bir bağlılık gerektiriyordu. Bu devasa bağlılıklar sert çatışmaların akabinde zorunlu görünüyordu, ama zaman geçtikçe daha sıradan siyasal ve ekonomik kaygı­ lar doğmuştu. 1 8 7 6 ’da başkanlık seçimlerinin tıkanması Kongrenin Güney’e temel demokratik kuralları dayatma yönünde militan girişimleri için ölüm çanları anlamına geliyordu. Cumhuriyetçiler adayları Rutherford B. Hayes’in seçilmesini sağlamak için federal birlikleri eski Konfe­ derasyon topraklarından çekmeyi kabul etmişlerdi. Güney’deki siyahların siyasal haklara kavuşturulmasının engellenmesi 1 8 9 0 ’larda Jim Crow’un sahneye çıkışına kadar tamam lanm ayacak olsa da, Kongre orduyu Güney’den çıkartarak Güneyli antidemokratları kısıtlayan asli bariyerlerden birini ortadan kaldırmıştı. Geriye dö37 Congressional Globe, 40. Kongre, 2. Oturum (1866): 514.

202

nüp bakıldığında, Cumhuriyetçilerin ahlaken vahim uz­ laşmasının Afrikalı Amerikalıların katılım hakkına zarar verdiğini kabul ediyoruz. Fakat Afrikalı Amerikalıların terk edilmesi Güneylilerin federal hükümet karşısında­ ki nüfuzunu da artırmıştı. On Dördüncü Değişiklik’in ikinci bendi, yurttaşların oy vermesi engellendiği takdir­ de söz konusu eyaletin temsil hakkını kaybettiğini ön­ görmesine karşm, bu yasa hiçbir zaman uygulanmadı. Köleliğin kaldırılması ve Yeniden İnşa’nın başarısızlığa uğramasıyla birlikte beyaz Güneyliler iğrenç seçim ikra­ miyelerini toplamışlardı. Yeniden İnşa deneyimi, direnen bir nüfusa askeri yol­ larla demokrasi dayatmanın insani ve mali açıdan muaz­ zam maliyetli olmasının yanı sıra, başarı olasılığının da az olduğunu çarpıcı bir şekilde göstermektedir. Savaş sonrası Amerika örneğinde cumhuriyetin istikrarını güvence al­ tına alma ve demokrasi muarızlarını yeniden dahil etme girişimleri bir askeri işgal, anayasal değişiklikler yapıl­ ması, resmi anayasa forumları örgütlenmesi ve yeni idari büroların kurulmasını gerektiriyordu. Tüm bu adımlara karşın Kuzey bu devasa görevi başarıya ulaştıracak ka­ rarlılıktan yine de yoksundu. Yeniden İnşa’mn ikilemleriyle başa çıkmanın demok­ rasinin bugün karşılaştığı zorluklarla yüzleşmemize yar­ dımcı olup olamayacağını sorabiliriz. Yeniden İnşa 150 yıl önce, savaş yıllarının ardından başlamıştı. Yeniden İnşa’dan çıkarılabilecek dersler demokrasilerin ciddi tehdit­ lerle karşılaşıyor göründüğü can sıkıcı koşullara rahatlıkla uygulanabilir. Sözgelimi büyük dini cemaader Lübnan ve Cezayir’de olduğu gibi demokrasiye düşman olduğunda ya da oldukları düşünüldüğünde. Yeniden İnşa’dan çıka­ rılacak dersler belli bir coğrafyada yoğunlaşmış grupların özel ayrıcalıklar talep ettiği koşullar için de aynı şekilde geçerlidir. 1 93 0 ’larda Çek-Alman milliyetçi partileri Çe­

koslovak cumhuriyetinin altını oymaya çalışmıştı.38 Çe­ koslovak hükümetinin etnik Almanları geniş siyasal top­ luluğa yeniden dahil etmek için az da olsa çaba gösterdiği bir dönemin ardından, birçok Çek-Alman örgütü Alman Nazi Partisiyle sıkı bağlar geliştirmişti. Bu bağların ve Al­ m anya’nın yeni topraklar elde etme emellerinin yol açtığı artan tehdit sonucunda, Çekoslovak hükümeti anayasası­ nı savunmak için radikal politikalara başvurmuştu. Şunu netleştireyim, radikal politikaların her zaman meşru ol­ duğunu iddia etmiyorum; bunun yerine, Yeniden İnşa’nın hangi tür radikal politikaların meşru olabileceğini göster­ diğine inanıyorum. Daha genel olarak, Kongredeki Cum­ huriyetçiler çabalarının rejimin meşruiyetini azaltacak ol­ ması karşısında bocalamışlardı. Bu demektir ki, büyük ya da küçük olsun tehditlere karşı koymak için demokratik olmayan eylemlere girişmiş biri Cumhuriyetçi selefleriyle aynı amaçların peşinden koşacak ve aynı normatif kısıtlar dahilinde faaliyet yürütecektir. Son olarak, Cumhuriyetçilerin bu büyük militan de­ mokrasi deneyiminden bugüne dönük bir içgörü elde et­ meye çalışırken, ABD’nin Yeniden İnşa’nın demokratik vaatlerinden bir şeyler çıkarmak için harcadığı zamanı ve çabayı düşünmek gerekir. Bu projenin tepe noktasında şahit olunan siyahların siyasal haklarının genişletilmesi ve siyah kamu görevlilerinin artırılması 1 87 7 ’de ağır darbe aldı ve ertesi yüzyılın başında neredeyse tümüyle buhar olup gitmişti. Ancak 1 96 5 ’te federal hükümet 1965 Oy Hakları Yasası’nın kabulüyle yeniden ciddi bir militan demokrasi programına, Güney’in ikinci kez Yeniden înşası’na girişti. 18. yüzyılın sonunda Amerikan Anayasa­ sının yazılması, Kuzey’in İçsavaş’taki zaferi, Yeniden İnşa değişikliklerinin geçirilmesi, 20. yüzyıldaki medeni hak38 Philipp Nielsen bu ömek için gerekli olan tarihsel nüansı eklememe yar­ dımcı oldu.

lar mücadelesi ve 1965 Oy Haklan Yasası birlikte alın­ dığında, demokrasi mücadelesinin bir devrim yaşandık­ tan sonra sona ermediği açıktır. Aynı şekilde, Amerikan deneyimi Yeniden İnşa şanına yaraşmayan bir sonla rafa kalktığında olduğu gibi, meşru hükümet kavgasının de­ mokrasiye karşı çıkanlar üstünlüğü ele geçirdikten sonra da devam ettiğini ortaya koyuyor. Bu satırlar yazıldığı sırada Ortadoğu’daki birçok is­ tibdat rejimi halk ayaklanmalarıyla ve kimi yerlerde de şiddete dayalı ayaklanmalarla sarsılıyordu. Uzmanlar ve politika üreticiler olaylara coşkuyla ama birbiriyle çeli­ şen iki şekilde yanıt verdiler. Bir yandan, Ortadoğu’daki olaylar devrimci nitelikte, gerçekten yeni bir şafak olarak tanımlanırken; diğer yandan, güçlü İslamcı siyasal parti­ lerin yükselişi bu partilerin temsili hükümet ihtimalini or­ tadan kaldıracağına dair tartışmalar doğuruyor; “tek kişi, tek oy, tek sefer” slogan haline geldi ve karamsar başyazı­ ların, blog yazılarının ve akademik makalelerin başlıkla­ rını süslemekte. Coşkunun gerek karamsar gerek iyimser biçimi her türlü oyun ya da her türlü kararın sonucunun demokratik projeyi sonlandırmayacağı gerçeğiyle başa çı­ kamıyor. Amerikan deneyiminin göstermiş olduğu gibi, başarılı geçişler kusursuz demokrasiler yaratmaz. Dahası temsili kurumlar yaratma ya da daha fazla yurttaşı siya­ sal haklarına kavuşturma çabalarının başarısız olması demokratların siyasi ve hukuki repertuarını bir sonraki girişimin daha meşru bir hükümet biçimi yaratılmasını şe­ killendirecek şekilde zenginleştirebilir. Bilinen bir örneğe geri dönmek gerekirse, Dayanışma’nın 1 9 8 0 ’deki meşhur siyasal reform atılımı Polonya’daki komünist rejimi salla­ mış ama yıkmamıştı. Yine de, bu deneyim 1 98 9 ’da hayati bir rol oynadı. Arap Baharı’nın demokrasiye geçiş çaba­ ları hemen başarılı olsa da olmasa da, Arap dünyasında­ ki demokrasi savunucuları, tıpkı Amerikan ve Polonyalı

meslektaşları gibi, bu yoğun çabalarının ödülünü er geç alacaklardır.

Sonuç Güneyli antidemokratlar eziyetli bir çatışmanın kanı daha yerdeyken, şeytanın aklına gelmeyecek çalışma yasa­ larıyla ve şiddete başvurarak gerçekleştirdikleri siyasetten men politikasıyla îçsavaş’ta kaybettiklerini kazanmaya çalışmışlardı. Demokratik eşitliği savunmanın demok­ ratik haklarm böyle ağır bir şekilde ihlal edilmesine göz yumacağına inanmak zordur. Kongrenin politikaları hak­ lı olarak Güneylilerin antidemokratik faaliyetlerini kısıt­ lamayı amaçlıyordu. Ama Cumhuriyetçiler Güneylilerin meşru katılım haklarını yansıtmayı başaran önlemler de almışlardı. Kongre bunu yapmakla temsili hükümetin demokratik savunusunun gerektirdiği türde bir kurumsal yaratıcılık ve etik maharet sergilemişti.

Sonuç

Demokrasiyi savunmak için toplumların antidemok­ ratik şekilde davranması gerektiği söylenegelmiştir. Bu ki­ tapta bu paradoksal bilgelik kırıntısını baş aşağı çevirmeye çalıştım. Toplumlar demokrasi ilkesine bağlılığını koruyabilir; bunu yapmak için hem demokratların hem de antidemokratların haklarını azimle savunmaları gerekir. Siyaset kuramcıları için antidemokratik eylemin ilkörneği, bir militan demokrasi kuramının ele alması gereken problem, geleneksel olarak, ateşli bir çoğunluğun demok­ ratik pratiğin temel kaidelerini ihlal eden kararlar alması ya da yasalar çıkarması olmuştur. Bu kararların ve yasaların ahlaki statüsüne odaklanıldığından, bu kuramcılar demok­ rasinin önündeki zorlukları istisnai ve geçici olarak görmüş, yargı denetimi gibi zamanında ve etkili bir ilaçla kesin çare bulunabileceğini savunmuşlardır. Standart izaha göre, ana­ yasa mahkemelerindeki hâkimlere hukukçu, hatta filozof olarak bile değil, demokratik açıdan habis politikaları ampüte eden uzman cerrah muamelesi yapılmaktadır: Geleneksel yaklaşımın kusurlu olduğunu göstermeye çalıştım. Militan demokrasi tartışmalarında asli konu antidemokratik yasalar değil, antidemokratlar olmalıdır. Demokratik karar alma süreçlerine getirilen sınırlamala­ rı meşrulaştırmak için kullanılan itiraz edilebilir yasalar olağan, demokratik siyasetin yan ürünleri değildir. Bunlar

makul olmayan inançlara sahip olup demokratik pratiğin temel unsurlarına (nüfusun kayda değer bir kesiminin de­ mokratik bir seçime katılma hakkı gibi unsurlarına) karşı çıkan kayda değer nüfusların ürünüdür. Bu antidemokratların yasalar çıkaracak konuma geldiklerinde cüppeli hukukçular ordusu tarafından hedeflerinden caydırılaca­ ğına inanmak için yasal kurumlara gözü kapalı bir güven duymak gerekir. Bu demektir ki, antidemokratik eyleme başarıyla karşı çıkmak için antidemokratlar toplumun siyasal kurumlarındaki tepe mevkileri fethetmeden önce harekete geçilmelidir. Peki o zaman, toplumlar savunmacı eyleme ne zaman girişmeli ve bunu nasıl yapmalıdırlar? Bu sorulara verilecek yanıtlar antidemokratların ah­ laki iddialarıyla bağlantılıdır. İyi veya kötü, antidemok­ ratlar rahatsız edici bir yasa parçası gibi bir kenara atılamazlar. Onların da katılım hakları vardır ve bu hakların temelinde diğer yurttaşların demokratik haklarını gerekçelendiren aynı ahlaki çıkarlar bulunur. Dolayısıyla an­ tidemokratik eyleme yanıt vermek kolay veya hızlı deva (ya da ampütasyon) bulamayacak derin birtakım pratik ve ahlaki ikilemler oluşturur. Antidemokratların varlığı temsili rejimlerin Zeus’un kafasından tamamen olgunlaşmış halde zuhur etmiyor olmasına yorulabilir. Bu tür rejimler her zaman eksik devrimlerin ve kusurlu geçiş süreçlerinin ürünüdür. Temsili demokrasi ya da poliarşi bölümlü bir hükümet biçimidir ve diğer yurttaşların haklarını ihlal etmeye çalışabilecek demokrasi karşıtlarına da kaçınılmaz biçimde ev sahip­ liği yapar. Demokrasiye geçiş henüz sağlanmamışsa, bi­ reylerin siyasal katılımdan yana var olan ahlaki çıkarla­ rı tiranlığa karşı isyanı meşrulaştırır. Geçişten sonra ise, bu ahlaki çıkarlar oy sandığının kurşunlara karşı siyasal üstünlüğünü sürdürmek için geçerli ve güçlü bir teminat olacaktır. Dolayısıyla düzgün şekilde kavrandığında, bir

militan demokrasi kuramı demokratların antidemokratlara yanıtını şekillendirmesi gereken bir dizi ilkedir ve meşru devrim kuramlarının bir uzantısıdır. Başka deyiş­ le, demokratik pratiği savunma çabaları gerçek dünya toplumlarını daha demokratik hale getirmeyi amaçlayan daha büyük bir projenin parçalarındandır. Eğer özyönetim karşıtlarının demokratik hak taleple­ ri bu eserde ele alınan problemin özünü oluşturuyorsa, onların çabalarıyla ne zaman ve nasıl boğuşmak gerek­ tiğinin ilkeleri de çözümün temelidir. Adam Michnik ve meslektaşlarının geliştirdiği kendini sınırlandıran devrim anlayışından çıkardığım kilit içgörü, demokratik dev­ rimin amacının demokrasi karşıtlarını yok etmek değil, poliarşiyi, yani grupların hem barışçıl şekilde kendi siya­ sal emellerinin peşinde koşabilecekleri hem de başkaları­ nın emellerine aktif şekilde karşı çıkabilecekleri kusurlu siyasal uzamı güvence altına almak olmalıdır. Bu içgörünün temsilî kurumlar oluşturulduktan sonra bile öz­ yönetim karşıtlarına yanıtları şekillendirmesi gerektiğini savundum. Yani devletler katılımı yurttaşların inançları, özelde de demokrasiye karşı çıkıp çıkmamaları temelin­ de sınırlamamalıdır. Bunun yerine, militan politikaların hedefi sadece hak ihlalleri olmalıdır. Demokrasiyi koru­ m aya yönelik ve bireylerin siyasal hakları adına duyulan kapsayıcı bir genel kaygıyla şekillenen gerçek çabalar, mi­ litan demokrasiyle bağlantılı belli normatif bedellere mu­ kabele etme stratejilerini de bünyesinde barındıracaktır. Toplumların savunmacı politikaların maliyetlerini ciddiye alarak militan demokrasinin paradoksundan (savunmacı eylemin demokrasiye hiçbir şey yapmamaktan daha fazla zarar verebilecek olması paradoksundan) kaçınmasının daha muhtemel olabileceğini iddia ediyorum. Hoşgörüsüzlere hoşgörü göstermek gerekip gerekme­ diğine ilişkin normatif soruya geleneksel olarak ideal te­

ori perspektifinden yanıt verilir. Ben bu eserde kesinlikle farklı bir yaklaşım benimsedim ve idealist siyasal eylemin belirsizliklerle dolu olduğu, ahlaki yolunsa pek az başarı vaat ettiği gerçek dünyada özyönetimi savunma çabala­ rını inceledim. Bu kitap İsrail, Türkiye, ABD ve Birleşik Krallık dahil olmak üzere ideal olmayan çeşitli yönetim­ lerden örnekler üzerine kuruldu. Ele aldığım zorluklar rejime temel bir tehdit oluşturmayan gruplardan, ancak önleyici müdahalelerle ya da uzun vadeli seçim yasakla­ rıyla antidemokratik çabaları engellenebilecek gruplara kadar uzanmaktadır. Bu karmaşık vakaları ele alırken, her değişkeni hesaba alarak tutulması gereken yolu kesin biçimde tanımlamak amacında olmadım. Bunun yerine, antidemokratlar halkçı rejimlere meydan okudukların­ da, toplumların yüzleşmek zorunda kaldıkları ikilemlerin yapısını ortaya serdim; siyasal katılım hakkına tavizsizce odaklanmanın, antidemokratik girişimlere verilen karşı­ lıkları şekillendirebileceğini gösteriyorum ve eylemin ve eylemsizliğin bedellerine dair bir kavrayış sunuyorum. Militan demokrasi üzerine son dönemde yayınlanan eserleri okurken, antidemokratların haklarına ilişkin so­ ruların dönemsel parçalar, 20. yüzyıldan kalma normatif kalıntılar olduğu hissine kapılabilirsiniz. ı Bu yargı, özyö­ netimi halktan gelecek tehditlere karşı savunma görevinin bilinçli şekilde teorik, siyasal ve hukuki bir öğreti olarak resmiyete döküldüğü Batı Avrupa’da temsilî hükümetin başarıyla sağlama alınması tarafından da desteklenir. Bugün demokrasilerin hoşgörüsüz şekilde mukabele et­ mesine yol açan hareketleri, faşizm ve komünizm gibi anti-demokratik olduğunu gizlemeyen ideolojilerin değil; uzlaşmaz dini inançların, bölücü ulusal bağlılıkların ve

1

Nancy L. Rosenblum, “Banning Parties: Religious and Ethnic Partisanship in Multicultural Democracies,” Law and Ethics o f Human Rights 1, no. 1 (2007): 23.

terör eylemleri düzenleme iradesinin tetiklediği iddia edil­ mektedir. Tarih sona ermiştir. Yeni çözümler gerektiren yeni sorunlarla yüz yüzeyiz. Ne yazık ki anti-demokratik hareketler kök salmak için şu an bereketsiz olan faşist veya komünist ideoloji­ nin topraklarına ihtiyaç duymuyor. Amerika’daki İç Sa­ vaş sonrası Yeniden İnşa Dönemi örneğim bu iddiamı kanıtlamaktadır. 20. yüzyılın ideolojik kavgalarını yıllar öncesinden haber veren Yeniden İnşa’nın gösterdiği gibi, anti-demokratların temsilî hükümetin ta kendisine karşı çıkmaları gerekmez; toplumun bazı fertlerinin etkin şekil­ de katılmasına karşı çıkmaları yeterlidir. Dolayısıyla bu eserde ele alınan ahlaki ve siyasi problemin (anti-demokratların katılım hakkına saygı duyarken anti-demokratik eyleme nasıl yanıt verileceği), demokratik siyasetin sabit ve sürekli meselelerinden biri olduğuna eminim. Leszek Kolakowski’nin unutulmaz sözleriyle, “Hoşgörü ilkesine içkin çatışkı sorunu ebedidir ve ebediyen çözümsüzdür. ” 2 Tam şu sıralarda, demokrasi partizanları Ortado­ ğu’daki çarpıcı olaylardan bir an olsun gözlerini alamı­ yorlar. Tunus, Mısır ve Libya’daki devrimler benzer so­ ruları gündeme taşıyor. Kimlerin seçimlere katılmasına izin verilmelidir? Müslüman Kardeşler ve Selefi rakipleri gibi dinci örgütler temsilî hükümet umutlarını güçlendirir mi zayıflatır mı? Yeni hükümet Hüsnü M übarek’in Milli Demokratik Partisi gibi eski rejimi desteklemiş partileri kapatmalı mıdır? Bu soruların kolay birer cevabı yok, fa­ kat verilecek cevapları benimsemek için önemli bir ilkeye gözlerimizi kapam ayı bırakmalıyız: Tüm Tunuslular, M ı­ sırlılar ve Libyalılar eşit katılım hakkına sahiptirler. Baş­ kalarının haklarını ihlal etmedikleri takdirde, bireylerin, hattâ geçmişte demokrasiye karşı çıkmış olanların bile 2

Leszek Kolakowski, “In Praise of Inconsistency,” Toward a M arxist Hu­ manism içinde (New York: Grove Press, 1968), 218

siyasal süreçte rol oynamalarına izin verilmelidir. Birçok insan bu sonucu kaygı verici buluyor. Demokrat ilkelere horgörüyle yaklaşanların katılımı olmadan yeni bir rejim kurmak daha kolay olmayacak mıdır? Eğer burada sun­ duğum tezler ikna ediciyse, demokratik yolun aslında zor olan yol olduğu, militan teyakkuz hali ile uzlaşmaya eşit rol biçtiği anlaşılacaktır. Demokratik devrimin kıdemlile­ rinden Adam M ichnik’in yakın zaman önce uyardığı gibi, “Demokrasi yolu ve hukukun egemenliği kırda gezintiye benzemez. ” 3

3

“Droga od wolnosci do demokracji, czyli wolnosci w ramach panstwa prawa, nie jest ustana platkami t ö z .” Adam Michnik, “Jeden z Tych Dni,dla Ktorych Warto Zyc,” Gazeta Wyborcza, 12 Şubat 2011, http:// w yborcza.pl/l,7 6 8 4 2 ,9 0 9 5 4 7 5 ,Jeden_z_tych_dni_dla_ktorych_warto_zyc.html, erişim tarihi 1 M art 2011. Yazar için Michal Wawrzoniak tarafından tercüme edilmiştin

Kaynakça Acemoglu, Daron, ve James Robinson. Econom ic Origins o f Dictatorship and Democracy. Cambridge: Cambridge University Press, 2006. Ackerman, Bruce. B efore the N ext Attack: Preserving Civil Liberties in an A ge o f Terrorism. New Haven, CT: Yale University Press, 2006. ------------ . The Future o f Liberal Revolution. New Haven, CT: Yale University Press, 1992. ------------ . We the People: Foundations. Cambridge, MA: Belknap Press of Har­ vard University Press, 1991. ------------ . We the People: Transformations. Cambridge, MA: Belknap Press of Harvard University Press, 1998. Agamben, Giorgio. State o f Exception. Çev. Kevin Attell. Chicago: University of Chicago Press, 2005. Agulhon, Maurice. The Republican Experiment, 1 8 4 8 -1 8 52 . Çev. Janet Lloyd. Cambridge: Cambridge University Press, 1983. Aldrich, John. Why Partiesf T he Origin and Transformation o f Political Par­ ties in America. Chicago: University of Chicago Press, 1995. Anti-Defamation League, “The National Socialist Movement,” www.adl.org/ Learn/Ext_US/nsm/defauIt.asp?LEARN_Cat=Extremism&LEARN_SubCat=Extremism_in_America&xpicked=3&item=nsm. Arato, Andrew. “The Democratic Theory of the Polish Opposition: Normative Intentions and Strategic Ambiguities.” From N eo-M arxism to D em ocra­ tic Theory: E ssays on the Critical Theory o f Soviet-Type Societies içinde, 24 3 -5 4 . Armonk, NY: M. E. Sharp, 1984. Arendt, Hannah. On Revolution. New York: Viking, 1963. [Devrim Üzerine, çev.Onur Eylül Kara, İletişim Yay., 2012] “Are the Rebel States Excluded.” Chicago Tribune, 1 Eylül 1866. Baldwin, James. “Notes of a Native Son.” N otes o f a Native Son içinde, 8 5 1 14.1955. Yeniden basım. Boston: Beacon Press, 1984. Beinart, B. “The South African Appeal Court and Judicial Review.” M od em Law Review 21, no. 6 (1958): 5 87-608. Beitz, Charles. Political Equality: An E ssay in Democratic Theory. Princeton, NJ: Princeton University Press, 1989. Belzei; Michael H., ve Richard Hurd. “Government Oversight, Union Democ­ racy and Labor Racketeering: Lessons from the Teamsters Experience.” Journal o f Labor Research 20, no. 3 (1999): 3 4 3 -65 . Benedict, Michael Les. A Compromise o f Principle: Congressional Republicans and Reconstruction, 186 3 -1 8 69 . New York: W. W. Norton, 1974. ------------ . “Preserving the Constitution: The Conservative Basis of Radical Re­ construction. "Journ al o f American History 61, no. 1 (1974): 6 5 -9 0. Berman, Sheri. “Civil Society and the Collapse of the Weimar Republic.” Wor­ ld Politics 49, no. 3 (1997): 4 0 1 -2 9 . Boix, Carles. D em ocracy and Redistribution. Cambridge: Cambridge Univer­ sity Press, 2003.

Brettschneider, Corey. Democratic Rights: The Substance o f Self-Government. Princeton, NJ: Princeton University Press, 2007. ------------ . “When the State Speaks What Should It Say? The Dilemmas of Free­ dom of Expression and Democratic Persuasion.” Perspectives on Politics 8, no. 4 (2010): 1005-19. Brighouse, Harry, ve Marc Fleurbaey. “Democracy and Proportionality.” Jour­ nal o f Political P hilosophy 18, no. 2 (2010): 137-55. Buchanan, Allen. “Justifying Preventive War.” Preemption: Military Action and M oral Justification içinde, haz. Henry Shue and David Rodin, 1 2 6 42. Oxford: Oxford University Press, 2007. ------------ . “Political Legitimacy and Democracy.” Ethics 112, no. 4 (2002): 6 89-719. Buchanan, Allen, ve Robert O. Keohane. “The Preventive Use of Force: A Cos­ mopolitan Institutional Perspective.” Ethics and International Affairs 18, no. 1 (2004): 1-22. Cain, Bruce. “Party Autonomy and Two-Party Electoral Competition.” Uni­ versity o f Pennsylvania Law Review 149, no. 3 (2001): 793-814. Callan, Eamonn. Creating Citizens: Political Education and Liberal D em ocra­ cy. Oxford: Oxford University Press, 2004. Capoccia, Giovanni. Defending Dem ocracy: Reactions to Extremism in In­ terwar Europe. Baltimore: Johns Hopkins University Press, 2005. Chambers, Simone, ve Jeffrey Kopstein. “Bad Civil Society.” Political Theory 29, no. 6 (2001): 837-65. Christiano, Thomas. “ Commentary: Cannibal Democracies.” Cardozo Jour­ nal o f International and Comparative Law 7 (1999): 4 7 3 -78 . ------------ . The Constitution o f Equality. Oxford: Oxford University Press, 2008. ------------. The Rule o f the M any: Fundamental Issu es in Democratic Theory. Boulder, CO: Westview Press, 1996. Cizre, Ümit. “Ideology, Context and Interest: The Turkish Military.” The Cambridge History o f Turkey: Turkey in the M od em World içinde, haz. Resat Kasaba, 3 0 1 -3 2 . Cambridge: Cambridge University Press, 2008. Cohen, Jean, ve Andrew Arato. Civil Society and Political Theory. Cambridge, MA: MIT Press, 1992. Cohen, Joshua. “Deliberation and Democratic Legitimacy.” Philosophy, Poli­ tics, Dem ocracy: Collected E ssays içinde, 16-37. Cambridge, MA: Har­ vard University Press, 2009. ------------. “Democracy and Liberty.” Philosophy, Politics, Dem ocracy: Selec­ ted E ssays içinde, 2 2 3 -6 7 . Cambridge, MA.: Harvard University Press, 2009. ------------ . “Money, Politics, Political Equality.” Philosophy, Politics, Democracy: Selected E ssays içinde, 2 6 8 -30 2 . Cambridge, MA.: Harvard University Press, 2009. ------------ . “Moral Pluralism and Political Consensus.” Philosophy, Politics, D e­ mocracy: Selected E ssays içinde, 3 8 -6 0 . Cambridge, MA: Harvard Uni­ versity Press, 2009. Cohen, Joshua, ve Joel Rogers. “ Directly Deliberative Polyarchy.” Philosophy,

Politics, Dem ocracy: Collected E ssays içinde, Joshua Cohen, 181-222. Cambridge, MA: Harvard University Press, 2009. Cohen-AImagor, Raphael. “Disqualification of Political Parties in Israel: 1 9 8 8 1996.” Emory International Law Review 11, no. 1 (1997): 6 7 -1 09 . Dahl, Robert. D em ocracy and Its Critics. New Haven, CT: Yale University Press, 1989. [Demokrasi Üstüne, çev. Betül Kadıoğlu, Phoenix Yayınevi,

2001.] ------------ . Polyarchy: Participation and Opposition. New Haven, CT: Yale Uni­ versity Press, 1971. Dahl, Robert, ve Edward Tufte. Size and Democracy. Palo Alto, CA: Stanford University Press, 1973. Davies, Norman. G od’s Playground: A History o f Poland. 2 cilt. New York: Columbia University Press, 2005. Dostoyevski, Fyodor. Demons. İng. Çev. Richard Pevear ve Larissa Volokhonsky. New York: Vintage Classics, 1994. [Ecinniler, çev. Mazlum Beyhan, İş Bankası Kültür Yay., 2016.] Dworkin, Ronald. Freedom ’s Law: The M oral Reading o f the American Cons­ titution. Cambridge, MA: Harvard University Press, 1997. ------------. “The Right to Ridicule.” N ew York Review o f B ooks, 23 Mart 2006. www.nybooks.com/articles/archi ves/2006/mar/23/the-right-to-ridicule/, erişim tarihi 11 Eylül 2010. ------------ . “What Is Equality? Part 4: Political Equality.” University o f San Fran­ cisco Law Review 22, no. 1 (1988-89): 1-30. Elster, Jon. Closing the B ooks: Transitional Ju stice in Historical Perspective. Cambridge: Cambridge University Press, 2004. ------------ . “The Market and the Forum: Three Varieties of Political Theory.” Foundations o f Social Choice Theory içinde, haz. Jon Elster ve Aanund Hylland, 1 03-32. Cambridge: Cambridge University Press, 1986. ------------ . Ulysses Unbound: Studies in Rationality, Precommitment, and Const­ raints. Cambridge: Cambridge University Press, 2000. Epps, Garrett. D em ocracy Reborn: The Fourteenth Amendment and the Fight for Equal Rights in Post-Civil War America. New York: Henry Holt, 2006. Equality and Human Rights Commission [Eşitlik ve İnsan Haklan Komisyo­ nu], Birleşik Krallık, Başkan Nick Griffin’e, Britanya Ulusal Partisi, 22 Haziran 2009, www.equalityhumanrights.com/upIoaded_files/letter_before_claim.pdf, Erişim tarihi 4 Mart 2011. Ermakoff, Ivan. Ruling O n eself Out: A Theory o f Collective Abdications. Dur­ ham, NC: Duke University Press, 2008. Evans, Richard. The Coming o f the Third Reich: A History. New York: Pen­ guin Press, 2003. Ferejohn, John, ve Pasquale Pasquino. “The Law of the Exception: A Typology of Emergency Powers.” International Journal o f Constitutional Law 2, no. 2 (2004): 2 1 0 -39 . Fergusson, Gilbert. “A Blueprint for Dictatorship: Hitler’s Enabling Law of March 1933.” International Affairs 40, no. 2 (1964): 2 4 5 -61 .

Ferreres Cornelia, Victor. “The New Regulation of Political Parties in Spain, and the Decision to Outlaw Batasuna.” Militant D em ocracy içinde, haz. Andras Sajo, 133-56. Utrecht: Eleven International Publishing, 2004. Finn, John. Constitutions in Crisis: Political Violence and the Rule o f Law. Oxford: Oxford University Press, 1991. Finnis, J. M. “Revolutions and Continuity of Law. ” O xford E ssays in Jurispru­ dence: Second Series içinde, haz. A. W. B. Simpson, 44—76. Oxford: Cla­ rendon Press, 1972. Foner, Eric. Reconstruction: America’s Unfinished Revolution, 1863-1877. New York: Harper and Row, 1988. Forsdyke, Sara. Exile, Ostracism, and Dem ocracy: The Politics o f Expulsion in Ancient Greece. Princeton, NJ: Princeton University Press, 2005. Fox, Gregory H., ve Georg Nolte. “Intolerant Democracies.” Harvard Interna­ tional Law Journal 36, no. 1 (1995): 1-70. Gandhi, Jennifer. Political Institutions under Dictatorship. Cambridge: Camb­ ridge University Press, 2008. Garton Ash, Timothy. The Polish Revolution: Solidarity. Londra: Granta Bo­ oks, 1991. Gibson, Campbell, ve Kay Jung. “Historical Census Statistics on Population Totals by Race, 1790 to 1990, and by Hispanic Origin, 1970 to 1990, for the United States, Regions, Divisions, and States.” www.census.gov/ population/ www/documentation/twps0056/twps0056.html, erişim tari­ hi 1 Eylül 2009. Goldberg, Michael J. “ Cleaning Labor’s House: Institutional Reform Litiga­ tion in the Labor Movement.” Duke Law Journal 38, no. 4 (1989): 903-1011. Goodin, Robert E. “Talking Politics: Perils and Promise.” European Journal o f Political Research 45, no. 2 (2006): 2 3 5 -6 1 . Greene, Kenneth F. Why Dominant Parties L ose: M ex ico ’s Democratization in Comparative Perspective. Cambridge: Cambridge University Press, 2007. Grzymala-Busse, Anna M. Redeeming the Communist Past: The Regeneration o f Communist Parties in East Central Europe. Cambridge: Cambridge University Press, 2002. Habermas, Jürgen. Betw een Facts and N orm s: Contributions to a D iscourse Theory o f Law and Democracy. Ing. Çev. William Rehg. Cambridge, MA: MIT Press, 1998. Hamilton, Alexander. “Federalist 78.” The Federalist içinde, haz. Jacob E. Co­ oke, 5 2 1 -30 . Middletown, CT: Wesleyan University Press, 1961. Holmes, Stephen. “Gag Rules, or the Politics of Omission.” Constitutionalism and D em ocracy içinde, hz. Jon Elster ve Rune Slagstad, 19-58. Cambri­ dge: Cambridge University Press, 1988. Honig, Bonnie. Em ergency Politics: Paradox, Law, Democracy. Princeton, NJ: Princeton University Press, 2009. Issacharoff, Samuel. “Fragile Democracies.” Harvard Law Review 120, no. 6 (2007): 1405-67.

Issacharoff, Samuel, ve Pamela S. Karlan. “The Hydraulics of Campaign Fi­ nance Reform.” Texas Law Review 77 (1998-99): 1705-38. Issacharoff, Samuel, Pamela S. Karlan, ve Richard H. Pildes. Law o f D em oc­ racy: Legal Structure o f the Political Process. 2. baskı Westbury, NY: Foundation Press, 2002. Issacharoff, Samuel, ve Richard H. Pildes. “Politics as Markets: Partisan Loc­ kups of the Democratic Process.” Stanford Law Review 50, no. 3 (1998): 643-717. Jellison, Charles A. Fessenden o f Maine: Civil War Senator. Syracuse, NY: Sy­ racuse University Press, 1962. Kagan, Donald. The Peloponnesian War. New York: Viking Penguin, 2003. Kang, Michael S. “The Hydraulics and Politics of Party Regulation.” Iowa Law Review 91 (2005-6): 131-87. Kasaba, Reşat (haz.). The Cambridge History o f Turkey: Turkey in the M odem World. Cambridge: Cambridge University Press, 2008. Kelly, Erin, ve Erin McPherson. “On Tolerating the Unreasonable.” Journal o f Political Philosophy 9, no. 1 (2001): 3 8 -5 5. Kennedy, Paul. The Rise and Fall o f the Great Pow ers: Econom ic Change and Military Conflict from 1500 to 2000. New York: Random House, 1987. Kinzer, Stephen. “Turkey’s Prime Minister, About to Step Down, Defends Re­ cord.” N ew York Times, 17 Haziran 1997. http://query.nytimes.com/ gst/fullpage.html?res=9B05EFD61E3FF934A25755C0A9619582608csec=& spon=8cpagewanted=all, erişim tarihi 22 Şubat 2013. Klarman, Michael. “The White Primary Rulings: A Case Study in the Consequ­ ences of Supreme Court Decisionmaking.” Florida State University Law Review 29 (2001): 55-107. Kogacioglu, Dicle. “Progress, Unity, and Democracy: Dissolving Political Par­ ties in Turkey.” Law and Society Review 38, no. 3 (2004): 4 3 3 -62 . Kolakowski, Leszek. “In Praise of Inconsistency.” Toward a M arxist Huma­ nism içinde, 2 1 1 -2 0 . New York: Grove Press, 1968. Konumers, Donald P. “Moves toward Democracy: The Federal Constitutional Court: Guardian of German Democracy.” Annals o f the American Aca­ dem y o f Political and Social Science 603 (2006): 111-27. Korsgaard, Christine. “Kant on the Right to Revolution.” Reclaiming the His­ tory o f Ethics: E ssays fo r Joh n Rawls içinde, haz. Andrews Reath, Bar­ bara Herman ve Christine Korsgaard, 2 9 7 -3 2 8 . Cambridge: Cambridge University Press, 1997. Kousser, Morgan. Colorblind Injustice: Minority Voting Rights and the Un­ doing o f the Second Reconstruction. Chapel Hill: University of North Carolina Press, 1999. Kremnitzei; Mordechai. “Disqualification of Lists and Parties: The Israeli Case.” Militant D em ocracy içinde, haz. Andras Sajo, 157-70. Utrecht: Eleven International Publishing, 2004. Lincoln, Abraham. “Second Inaugural Address (March 4, 1865).” Lincoln, Speech es and Writings, 1 8 5 9 -1862 içinde, haz. Don E. Fehrenbacher, 6 8 6 -8 7 . New York: Library of America, 1989.

Lippincott, Benjamin. D em ocracy’s Dilemma: T he Totalitarian Party in a Free Society. New York: Ronald Press, 1965. Lipsey, R. G., ve Kelvin Lancaster. “The General Theory of the Second Best.” Review o f Econom ic Studies 24, no. 1 (1956-57): 11-32. Lipski, Jan Jozef. KOR: A History o f the Workers’ D efense Committee in Po­ land, 1976-1981. Çev. Olga Amsterdamska ve Gene M. Moore. Berke­ ley: University of California Press, 1985. Locke, John. Two Treatises o f Government. Haz. Peter Laslett. Cambridge: Cambridge University Press, 1988. [Yönetim Üzerine İkinci İnceleme, çev. Fahri Bakırcı, Ebabil Yay., 2004.] Loewenstein, Karl. “The Demise of the French Constitution of 1875.” Ameri­ can Political Science Review 34, no. 5 (1940): 867-95. ------------. “Militant Democracy and Fundamental Rights, I.” American Political Science Review 31, no. 3 (1937): 4 1 7 -3 2 . ------------ . “Militant Democracy and Fundamental Rights, II.” American Political Science Review 31, no. 4 (1937): 638-81. Londregan, John. Legislative Institutions and Ideology in Chile. Cambridge: Cambridge University Press, 2000. Lovett, Frank. “Can Justice Be Based on Consent?” Journal o f Political Philo­ so p h y 12, no. 1 (2004): 79-101. Luban, David. “Preventive War.” Philosophy and Public Affairs 32, no. 3 (2004): 2 0 7 -48 . Ludwig, Emil. D efender o f Dem ocracy: M asaryk o f Czechoslovakia. New York: Robert M. McBride, 1936. Mackie, Gerry. Dem ocracy Defended. Cambridge: Cambridge University Press, 2003. Macklem, Patrick. “Militant Democracy, Legal Pluralism, and the Paradox of Self-Determination.” International Journal o f Constitutional Law 4, no. 3 (2006): 4 8 8 -51 6 . Madison, James. “ Federalist 10.” The Federalist içinde, haz. Jacob E. Cooke, 5 6 -6 5 . Middletown, CT: Wesleyan University Press, 1961. ------------. “Federalist 4 0 .” The Federalist içinde, haz. Jacob E. Cooke, 2 5 8 -67 . Middletown, CT: Wesleyan University Press, 1961. ------------. “Federalist 50.” The Federalist içinde, haz. Jacob E. Cooke, 3 4 3 -47 . Middletown, CT: Wesleyan University Press, 1961. Malia, Martin. “Poland: The Winter War.” N ew York Review o f B ook s, 18 Mart 1982. www.nybooks.com/articles/6682, erişim tarihi 15 Haziran 2009. Margalit, Avishai. “Ideals and Second Bests.” Philosophy for Education içinde, haz. Seymour Fox, 7 7 -9 0 . Kudüs: Van Leer Foundation, 1983. McKitrick, Eric. Andrew John son and Reconstruction. Chicago: University of Chicago Press, 1960. McMahan, Jeff. “The Basis of Moral Liability to Defensive Killing.” Philosop­ hical Issu es 15, no. 1 (2005): 38 6 -40 5 . ------------ . “Death and the Value of Life.” Ethics 99, no. 1 (1988): 3 2 -6 1. ------------. “Preventive War and the Killing of the Innocent.” The Ethics o f War:

Shared Problem s in Different Traditions içinde, haz. Richard Sorabji ve David Rodin, 169-90. Aldershot, Britanya: Ashgate, 2006. Mersel, Yigal. “The Dissolution of Political Parties.” International Journal o f Constitutional Law 4, no. 1 (2006): 84—113. Michnik, Adam. “Anti-Authoritarian Revolt: A Conversation with Daniel CohnBendit.” Letters from Freedom : P ost-C old War Realties and Perspec­ tives içinde, haz. Irena Grudzi ska Gross, çev. Jane Cave, 2 9 -6 7 . Berke­ ley: University of California Press, 1998. ------------ . “Gray Is Beautiful: A Letter to Ira Katznelson.” Letters from Freedom: Post-Cold War Realities and Perspectives içinde, haz. Irena Grudzi ska Gross, çev. Jane Cave, 317-27. Berkeley: University of California Press, 1998. ------------ . “Jeden z Tych Dni, dia Ktorych Warto Zyc.” Gazeta Wyborcza, 12 Şu­ bat 2011. http://wyborcza.pI/l,76842,9095475Jeden_z_tych_dni_dla_ ktorych_warto_zyc.html, erişim tarihi 1 Mart 2 0 1 1 .------------ . “Letter from Gdansk Prison, 1985.” Letters from Prison and Other E ssays içinde, çev. Maya Latynski, 7 6 -1 00 . Berkeley: University of California Press, 1985. ------------. “Maggots and Angels.” Letters from Prison and Other E ssays içinde, çev. Maya Latynski, 169-98. Berkeley: University of California Press, 1985. ------------. “My Vote against Walesa.” Letters from Freedom: P ost-C old War Realities içinde, haz. Irena Grudzi ska Gross, çev. Jane Cave, 156-68. Berkeley: University of California Press, 1998. ------------ . “A New Evolutionism.” Letters from Prison and Other E ssays için­ de, İng. çev. Maya Latynski, 1 35-48. Berkeley: University of California Press, 1985. ------------ . “Poland at a Turning Point: Fifteen Years of Transformation, Fifte­ en Years of Gazeta Wyborcza.” In Search o f L ost Meaning: The N ew Eastern Europe içinde, haz. Irena Grudzi ska Gross, İng. çev. Roman S. Czamy, 2 2 -3 6 . Berkeley: University of California Press, 2011. ------------ . “The Strange Epoch of Post-Communism: A Conversation with Vac­ lav Havel.” Letters from Freedom : P ost-C old War Realities and Perspe­ ctives içinde, haz. Irena Grudzi ska Gross, İng. çev. Jane Cave, 2 2 4 -5 9 . Berkeley: University of California Press, 1998. ------------. “Towards a Civil Society: Hopes for Polish Democracy: Interview with Erica Blair (John Keane).” Letters from Freedom : P ost-C old War Rea­ lities and Perspectives içinde, haz. Irena Grudzi ska Gross, İng. çev. Jane Cave, 9 6 -1 1 6 . Berkeley: University of California Press, 1998. Mill, John Stuart. “On Liberty.” On Liberty, with The Subjection o f Women, and Chapters on Socialism içinde, haz. Stefan Collini, 1-115. Cambrid­ ge: Cambridge University Press, 1989. [Özgürlük Üstüne ve Seçme Yazı­ lar; çev. Alime Ertan, Belge Yay., 2012.] Millard, Francis. The Anatomy o f the N ew Poland. Aldershot, Birleşik Krallık: Edward Elgar, 1994. Muirhead, Russell. “A Defense of Party Spirit.” Perspectives on Politics 4, no. 4 (2006): 7 1 3 -27 .

Murphy, Walter. “Constitutions, Constitutionalism, and Democracy.” Cons­ titutionalism and Dem ocracy: Transitions in the Contemporary World içinde, haz. Douglas Greenberg, 3 -2 5 . Oxford: Oxford University Press, 1993. Niesen, Peter. “Anti-Extremism, Negative Republicanism, Civic Society: Th­ ree Paradigms for Banning Political Parties— Part 1.” German Law Journal 3, no. 7 (2002). www.germanlawjournal.com/index.phpPpageID=1 l&cartID=164, erişim tarihi 21 Şubat 2013. Osiaty ski, Wiktor. “The Roundtable Talks in Poland.” The Roundtable Talks and the Breakdown o f Communism içinde, haz. Jon Elster, 2 1 -6 8 . Chi­ cago: University of Chicago Press, 1996. Peterson, E Ross. “Glen H. Taylor and the Bilbo Case.” Phylon 31, no. 4 (1970): 3 4 4 -50 . Pettit, Phillip. Republicanism: A Theory o f Freedom and Government. Oxford: Oxford University Press, 1997. Pierson, Paul. “Increasing Returns, Path Dependence, and the Study of Politi­ cs.” American Political Science Review 94, no. 2 (2000): 2 5 1 -6 7 . Pildes, Richard. “The Supreme Court 2003 Term: The Constitutionalization of Democratic Politics.” Harvard Law Review 118, no. 1 (2004): 2 9 -1 54 . Platon. The Republic. Haz. G. R. F. Ferrari. İng. çev. Tom Griffith. Cambridge: Cambridge University Press, 2000. [Devlet, çev. Sabahattin Eyüboğlu ve M. Ali Cimgöz, İş Bankası Kültür Yay., 2012.] Popper, Karl. The Open Society and Its Critics. Princeton, NJ: Princeton Uni­ versity Press, 1950. [Açık Toplum ve Düşmanları, çev. Mete Tunçay, Liberte Yay., 2013.] Przeworski, Adam. “Democracy as a Contingent Outcome of Conflict.” Cons­ titutionalism and Dem ocracy içinde, haz. Jon Elster ve Rune Slagstad, 5 9 -8 0 . Cambridge: Cambridge University Press, 1988. ------------ . “Democracy as an Equilibrium.” Public Choice 123, no. 3^4 (2005): 2 5 3 -7 3 . Putnam, Robert. M aking Dem ocracy Work: Civic Traditions in M od em Italy. Princeton, NJ: Princeton University Press, 1993. Quong, Jonathan. “The Rights of the Unreasonable Citizens.” Journal o f Poli­ tical Philosophy 12, no. 3 (2004): 314—35. Rawls, John. A Theory o f Justice. 1971. Yeniden basım. Cambridge, MA: Belk­ nap Press of Harvard University Press, 1995. ------------ . “Two Concepts of Rules.” Philosophical Review 64, no. 1 (1955): 3 -3 2 . Raz, Joseph. The Morality o f Freedom . Oxford: Oxford University Press, 1986. Redish, Martin H. The Logic o f Persecution: Free Expression during the M c­ Carthy Era. Stanford, CA: Stanford University Press, 2005. Richardson, Henry S. Democratic Autonomy: Public Reasoning about the Ends o f Policy. Oxford: Oxford University Press, 2002. Rosenberg, Gerald. T he H ollow H ope: Can Courts Bring About Social Chan­ g e ? Chicago: University of Chicago Press, 1991. Rosenblum, Nancy L. “Banning Parties: Religious and Ethnic Partisanship in

Multicultural Democracies.” Law and E thics o f Human Rights 1, no. 1 (2007): 17-76. ------------ . M em bership and M orals: The Personal U ses o f Pluralism in America. Princeton, NJ: Princeton University Press, 1998. ------------ . On the Side o f the Angels: An Appreciation o f Parties and Partisans­ hip. Princeton, NJ: Princeton University Press, 2008. ------------ . “Political Parties as Membership Groups.” Columbia Law Review 100, no. 3 (2000): 8 13-44. Rousseau, Jean-Jacques. “The Social Contract.” The Social Contract and Ot­ her Later Political Writings, haz. Victor Gourevitch, 3 9 -1 5 2 . Cambrid­ ge: Cambridge University Press, 1997. [Toplum Sözleşm esi, çev. Vedat Günyol, İş Bankası Kültür Yay., 2016.] Sajo, Andreas. “The Self-Protecting Constitutional State.” E ast European Constitutional Review 12, no. 2 (2003): 7 8 -8 6 . Scanlon, Thomas. The Im portance o f What We Care About. Cambridge, MA: Belknap Press of Harvard University Press, 2000. ---------- “Promises and Practices.” Philosophy and Public Affairs 19, no. 3 (1990): 199-226. Searle, John. Construction o f Social Reality. New York: Free Press, 1995. ------------. “How to Derive ‘Ought’ From ‘Is.’ ” Philosophical Review 73, no. 1 (1964): 4 3 -5 8 . Shadid, Anthony. “Political Turmoil Follows Barring of Hundreds from Iraqi Ballot.” N ew York Times, 15 Ocak 2010. www.nytimes. com/2010/01/16/world/middleeast/l 6iraq.html?pagewanted=all, erişim tarihi 15 Ocak 2010. Shapiro, Ian. Democratic Justice. New Haven, CT: Yale University Press, 1999. Shue, Henry, ve David Rodin (haz.). Preemption: Military Action and M oral Justification. Oxford: Oxford University Press, 2007. Singei; Peter. Dem ocracy and Disobedience. Oxford: Clarendon Press, 1973. Steele, Claude. Whistling Vivaldi and Other Clues about H ow Stereotypes A f­ fect Us. New York: W. W. Norton, 2010. Stevens, Thaddeus. “‘Reconstruction,’ 18 Aralık 1865.” The Selected Papers o fT h ad d eu s Stevens içinde, haz. Beverly Wilson Palmer, 2 cilt, 2 :44-55. Pittsburgh: University of Pittsburgh Press, 1997. Stone, Geoffrey. Tree Speech in Perilous Times. New York: W. W. Norton, 2004. Sunstein, Cass R. “Beyond the Republican Revival.” Yale Law Journal 97 (1988): 1539-90. Taylor, Matthew, ve Hugh Muir. “General Election 2010: The Defeat of the BNP.” Guardian, 13 Mayıs 2010. www.guardian.co.uk/politics/2010/ may/14/general-election-2010-fall-bnp, erişim tarihi 6 Ekim 2012. Thiel, Markus (haz.). The “Militant D em ocracy” Principle in M od em D em oc­ racies. Farnham, Birleşik Krallık: Ashgate, 2009. Thompson, Dennis F. Ju st Elections. Chicago: University of Chicago Press, 2004. Thomson, Judith Jarvis. “Self-Defense.” Philosophy and Public Affairs 20, no. 4 (1991): 28 3 -31 0 .

Thucydides. History o f the Peloponnesian War. Haz. M. I. Finley. İng. çev. Rex Warner. New York: Penguin Books, 1980. Tilly, Charles. “Democracy Is a Lake.” T he Social Construction o f Dem ocracy içinde, haz. George Reid Andrews ve Herrick Chapman, 3 6 5 -8 7 . New York: New York University Press, 1995. Tocqueville, Alexis de. D em ocracy in America (1 8 3 5 -1 8 4 0 ). haz. J. P Mayer. İng. çev. George Lawrence. New York: Harper Perennial, 1998. [Ame­ rika’da Demokrasi, çev. Seçkin Sertdemir Özdemir, İletişim Yay., 2016.] Valentini, Laura. “Justice, Disagreement, and Democracy.” British Journal o f Political Philosophy 42 (2012): 1 -2 3 . Waldron, Jeremy. “The Core of the Case against Judicial Review.” Yale Law Journal 115 (2006): 1 3 4 6 1406. ------------ . Law and Disagreement. Oxford: Oxford University Press, 1999. ------------ . “A Right to Do Wrong.” Ethics 92, no. 1 (1981): 2 1 -3 9 . ------------ . “Rights in Conflict.” Liberal Rights: Collected Papers, 1981-1991 içinde, 2 0 2 -2 4 . Cambridge: Cambridge University Press, 1993. Walzer, Michael. Ju st and Unjust Wars. New York: Basic Books, 1977. [Haklı Savaş Haksız Savaş, çev. Mahmet Doğan, Boğaziçi Ünv. Yay., 2010.] ------------ . Obligations: E ssays on Disobedience, War, and Citizenship. Cambrid­ ge, MA: Harvard University Press, 1970. ------------ . “Philosophy and Democracy.” Political Theory 9, no. 3 (1981): 3 7 9 99. ------------ . “Political Action: The Problem of Dirty Hands.” Philosophy and Pub­ lic Affairs 2, no. 2 (1973): 160-80. Williams, Bernard. “Politics and Moral Character.” M oral Luck içinde, 5 4 -7 0. Cambridge: Cambridge University Press, 1981. Yavuz, M. Hakan. “Political Islam and the Welfare (Refah) Party in Turkey.” Comparative Politics 39, no. 1 (1997): 6 3 -8 2.

DİZİN

ABD komünist harekete tepki 103,

112 oy kullanma hakları 89, 90 susturma kuralları (kölelik) 182, 186 ayrıca bkz. Yeniden İnşa ABD Anayasası 182, 204 Adalet Bakanlığı (ABD) 89 adalet, geçiş dönemlerinde 30 Afrikalı Amerikalılar katılım hakkı 85, 89, 203 oy kullanma hakkı 20, 85, 183 siyah kanunları 184, 186 Agulhon, Maurice 109 ahlaki mutlakıyetçilik 40 ahlaki özgürlük 119 ahlaki toplumsal üyelik 14 Almanya kurumsal başarısızlık 3 siyasi partiler 94 anayasa mahkemeleri 139, 145, 1 4 6 ,1 4 7 , 207 Anayasa Mahkemesi (Türkiye) 136, 1 4 1 ,1 4 5 ,1 5 0 , 169. 176 Arap Baharı 205 Arendt, Hannah 11 arka plan kurumlan 24, 87 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 1 3 7 ,1 4 2 Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi 1 3 7 ,1 4 2 Avrupa Parlamentosu 77, 78, 102 ayrımcı seçim kuralları 78 Azat Bildirgesi (ABD) 183 Baldwin, James 176, 177 Bask ayrılıkçılar 110, 113, 114 Batasuna Partisi (İspanya) 110, 113, 114 Beitz, Charles 46, 93

Bernanke, Ben 117, 118 Beyin Yıkayıcılar Kimlerdir?, N. Griffin 77 Bingham, John 192, 202 bireysel eşitlik 82 Blair, Tony 1 6 6 ,1 6 7 Bosna, tartışmama kuralları 126 Brettschneider, Corey 14 Britanya Parlamentonun yasal yetkisi 166 siyasal istikrar 3 Britanya Ulusal Partisi (BNP) 7 7 ,7 8 , 101, 102, 103 Buchanan, Ailen 174 Bulgaristan, tartışmama kuralları 126 Cain, Bruce 98, 99 Cezayir, antidemokrat gruplar 203 Chicago Tribune (Güneyli eyalet­ lerin katılım haklarıyla ilgili) 197 Christiano, Thomas 63, 81-87, 151 Cohen, Joshua 6, 54-57 Communist Party of Indiana v. Withcomb (1973) 121 Congressional Record 182 Cumhuriyetçi Parti (ABD) 94, 118 Yeniden İnşa sürecinde 151, 1 7 9 ,1 8 1 -1 8 6 ,1 8 8 , 1 8 9 ,19 1 , 1 9 2 ,1 9 4 ,1 9 8 -2 0 4 , 206 çoğulculuk 39, 155 çoğunluk kuralı 157 Dahl, Robert 6 Democracy and Disobedience, T. Singer 121 Demokrat Parti (ABD) 9 4 ,1 1 2 demokratik devrim etiği 36

demokratik sorumluluk ilkesi 10, 35, 69, 71, 74, 140, 141, 170, 191 Dennis v. United States (!951) 116 Devrim Üzerine, H. Arendt 11 din kimlik 1 8 ,2 5 ,6 8 ,1 2 6 ,1 2 8 ,1 7 0 siyasi 56, 57, 110, 126, 127, 1 3 0 ,1 3 6 ,2 0 3 ,2 1 1 Doğru Yol Partisi (Türkiye) 135, 166 Dworkin, Ronald 13, 14, 15, 18-22, 79 Erbakan, Necmettin 135, 136, 144, 1 6 6 ,1 7 5 ,1 7 6 Eşitlik ve İnsan Haklan Komisyonu (EHRC, Britanya) 77, 78, 101,

102 ETA (Baskçı örgüt) 110, 113, 114 faşizm 2 ,2 1 0 Federal Anayasa Mahkemesi (Al­ manya) 94 Federalist 50, J. Madison 95 federalizm 192 Fessenden, William Pitt 1 7 9 ,18 3 ,1 9 2 Foner, Eric 184, 186 Fransa, demokratik devrim 39, 109 Freedom’s Law, R. Dworkin 13 gayrimeşru müdahaleler 26, 86, 132, 138-142, 149, 152, 161, 1 6 7 -1 7 1 ,1 7 3 ,1 7 6 Georgia Eyaleti, Yeniden tnşa Dönemi’nde katılım 180 Goebbels, Joseph 29 Griffin, Nick 77, 78, 8 0 ,1 0 1 Güney Afrika, antidemokratik ka­ nunlar 16 Hamilton, Alexander 21 Hayes, Rutherford B. 202 Hıristiyan Demokratlar (Almanya) 94 Hitler, Adolf 1 ,1 8 ,1 9 ,1 1 8

Holmes, Stephen 2 5 ,1 2 7 ,1 2 8 ,1 2 9 Honig, Bonnie 71, Irak, politik dışlama 3, 103 Irk ilişkileri Yasası (Britanya) 77,

101 Issacharoff, Samuel 90, 106,111 idealizm 40 ifade özgürlüğü 82 ikicilik 12 İspanya, siyasal katılım hakları 110, 113 İsrail Sağlamlaştırılmış demokrasi 3 Siyasal partiler 110 Yahudi niteliği 130 İşçi Partisi (Britanya) 166 İtalya, susturma kuralları 126 Jaruzelski, Wojciech 153 Johnson, Andrew 187, 188 kaderini tayin hakkı 147 Karlan, Pamela 106 karşılıklılık 53, 54, 55 katılım özgürlüğü 46, 90 kendini koruma hakkı 188, 194 kendini sınırlandıran devrim 8, 11, 1 2 ,3 1 ,3 3 ,4 1 ,6 1 ,2 0 9 kendini sınırlandıran militan de­ mokrasi kuramı 23, 24, 32-35, 60, 74, 87, 111, 133, 134, 137, 1 3 9 ,1 4 0 ,1 7 2 ,1 8 1 ,1 9 0 ,1 9 3 Kırılgan Demokrasileri S. Issacharoff 90 kimlik etnik 63, 68 siyasi 1 2 6 ,1 5 4 Kolakowski, Leszek 32, 3 8 ,2 1 1 Komünist Parti (Almanya) 19 Komünist Parti (CPUSA, ABD) 103 Komünist Parti (Polonya) 38 konuşma özgürlüğü 64, 65, 66, 74 kölelik 128, 129, 131, 184, 185, 1 8 6 ,1 8 9

Ku Klux Klan 5 2 ,1 8 4 K uro, Jacek 41 küçük siyasal partiler 92, 94 Libya 211 Lincoln, Abraham 193, 194 Locke, John 1 0 ,1 1 , 162 Loewenstein, Kari 2, 3, 4, 29, 133, 1 3 4 ,1 8 8

Pinochet, Augusto 153 Polonya Dayanışma Hareketi 8 ,1 1 , 33, demokrasiye geçiş 41 tşçi Savunma Komitesi (KOR) 36 Portekiz, susturma kuralları 126 prosedüralizm 12 Przeworski, Adam 130

Macklem, Patrick 140 ,14 7 -1 5 1 Rawls, John 3, 56, 7 9 ,1 2 4 , Maistre, Joseph de 11 Refah Partisi (Türkiye) 25, 113, Marksizm 40 135-138, 140, 142-145, 147Masaryk, Thomas 164 151, 165, 166, 1 6 9 ,1 7 0 McCarthy, Joseph 103 Rogers, Joel 6 Medison, Jam es 5, 9 5 ,1 5 8 Rosenblum, Nancy 23, 25, 96, 97, Mısır, siyasal geçiş 163 9 9 ,1 1 1 ,1 2 6 Michnik, Adam 8, 23, 33, 34, 36Rousseau, Jean-Jacques 5, 164 43, 45, 51, 57, 61, 70, 74, 140,Ruanda, tartışmama kuralları 126 1 5 3 ,1 5 4 ,1 5 5 ,1 6 4 ,2 0 9 ,2 1 2 Milli Demokratik Parti (Mısır) 211 samimiyetsizlik argümanı 53, 54, Mississippi, oy kullanma hakları 89 125 Mübarek, Hüsnü 162, 211 satranç metaforu 196-199, 201 Müslüman Kardeşler 163, 211 Sherman, John 192 müzakereci demokrasi 12, 54, 55 sınırsız müdahale 168 Singer, Peter 25, 121, 122, 123 Nasyonal Sosyalist Hareket (ABD) sivil itaatsizlik 6 1 ,1 7 1 117 sivil toplum kuruluşları 96, 97, 99 Nazi Partisi (Almanya) 1, 19, 112, siyasal dışlama 22, 24, 30, 56, 61, 1 2 0 ,1 3 4 ,2 0 4 70-73, 78, 123, 179, 181, 189, nefret söylemi ve nefret partileri 77 193, 194, 200 Niesen, Peter 111 siyasal geçiş 141, 156, 157, 158, 1 6 0 -1 6 3 ,1 9 3 ,2 0 5 ,2 0 8 olağanüstü hal yetkileri 28 siyasal özerklik 37, 66, 97, 98, 151, otoriter rejimler 6, 45, 139, 161, 155 1 6 2 ,1 6 3 siyasal toplumsallaşma 97 demokratik eylem 154, 156 Smith Yasası 116 demokratik kurumlar 8 Sorumluluk ve Adalet Komisyonu Oy Haklan Yasası (ABD) 89, 107, (Irak) 103 2 0 4 ,2 0 5 Sosyal Demokratlar (Almanya) 94 Stephens, Alexander 187, 197 önleyici savaşlar 174 Stevens, Thaddeus 189-193 örtüşen mutabakat 56 Sumner, Charles 189 Pierson, Paul 73 Pilsudski, JÖzef 40

şeriat yasaları 136, 143

şiddet kriminal 85, 111, 148 seçim sürecinde 1, 70, 71, 112 siyasal 1 1 3 ,1 1 7 ,1 2 1 ,1 3 0 ,1 3 2 , 1 6 3 ,1 8 1 ,1 9 6 ,2 0 6 tartışmama kuralları 127 karşılıklı çıkar için 128, 129 karşılıklı kabul edilebilirlik için 128 Tennessee, yeniden dahil edilme 180 The Constitution of Equality, T. Christiano 82 Tilly, Charles 158 Tocqueville, Alexis de 96 Toplum Sözleşmesi, J. J. Rousseau 164 Trumbull, Lyman 192 Tunus, siyasal devrim 211 Türkiye siyasal dışlama 25, 126 siyasal katılım hakları 110 susturma kuralları 126 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 145

Ulusal Parti (Güney Afrika) 16 Waldron, Jeremy 64-67, 119 Walzer, Michael 159, 169 Weimar Cumhuriyeti (Almanya) 2, 5 , 2 6 ,3 1 ,1 2 0 ,1 3 7 Yanlış Yapma Hakkı, J. Waldron 119 yasadışı eylem 114 Yeniden İnşa (ABD) adalet 26 demokratik sorumluluk ilkesi açısından 73 militan demokrasi örneği olarak 180, 181, 194 siyasal dışlama 26, 30, 73, 151, 1 8 0 ,18 1 yeniden paylaşım 118, 119, 132 Yerli Bir Evladın Notları, J. Baldwin 176 Yetkilendirme Yasası (Almanya) 1 Yönetim Üzerine İkinci İnceleme, J. Locke 10 Yüce Mahkeme (ABD) 1 9 ,1 1 6 ,1 2 1

i

o« — demokrasi ken ı antidemokratlara bir sUtemdir, öte yandan ant,