Meydan Larousse Büyük Lügat ve Ansiklopedi (Cilt 5,Dam-Dün)

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

MEYDAN LAROUSSE BÜYÜK LÜGAT ve

ANSİKLOPEDİ

DAM-DÜN

5

beşinci cilt

GAZETESİ’NÎN OKURLARINA ARMAĞANIDIR

M e y d a n - L a r o u s s e ’u y a y ım la y a n la r

Safa KILIÇLIOĞLU, Nezihe ARAZ, Hakkı DEVRİM y a y ım a katılanlar DANIŞMA KURULU

Ord. Prof. Şükrü BABAN, Ord. Prof. Dr. Besim DARKOT, Prof. Dr. Nihat ERİM, Burhan FELEK, Prof. Dr. Macit GÖKBERK, Prof. Dr. Mehmet KAPLAN Prof. Dr. Sabri Esat SİYAVUŞGİL (öl. 1968), Prof. Dr. Şahadettin TEKİNDAĞ, Prof. Dr. Faruk TİMURTAŞ. MERKEZ YAYIN KURULU

Hakkı DEVRİM, genel yayın müdürü Nezihe ARAZ, telif servisi şefi; Doç. Dr. Adnan BENK, tercüme servisi şefi; Doç. Dr. Berke VARDAR, lügat servisi şefi YAYIN KURULU YARDIMCILARI

Oktay AKBAL, Ece AYHAN, Faik BAYSAL, İsmet Zeki EYÜBOĞLU, Tanju GÖKÇÖL, Vedat GÜNYOL, Selâhattin HİLAV, Keyise İDALI, Oya KAMACIOĞLU, Afif OBAY, Fahir ONGER (öl. 1971), İSA ÖZTÜRK, Hülya POTUOĞLU, Galip ÜSTÜN Birgü! AKKOCA, Teoman AKTÜREL, Ateş ARALP, Güngör ARSLAN, Filiz AYMERGEN, Mustafa BURÇAK, Mustafa CEVAHİRCİOĞLU, Fuat ÇELEBİ, A. Atılgan ÇİLİNGİROĞLU, Yusuf ÇOTUKSÖKEN, Emel DENİZ, Lütfiye DO' ĞANAY, Aysel DUYAR, Gürel ERGEV, Emir ERSOY, Konur ERTOP, Sema GÜNEYStfTMetin GÜNGÖR, Ayşe GÜVEN, Kâmil GÜVEN, Mehmet GÜZEL' ŞEN, Merih HASER, Senih İNAL, Bürçin İNAN, Talât KIRCAN, Zeynep KIRCAN, Sinan KOCAPINAR, Babür KUZUCU, Sevinç MESTÇİ, Taner MUTLU, Nihat ÖZBEK, Çiğdem ÖZEN, Aynur ÖZHAN, Adalet SEVİN, Veli SEVİN, Hüseyin SEZER, Turhan TAN, Afşar TİMUÇİN, Erdoğan TOKMAKÇI OĞLU, Teoman TUNÇDOĞAN, Seyfettin TURHAN, Silva TÜCCARYAN, Şükrü TÜRKER, Gülden ÜSTÜNSOY, fsmail YILDIZHAN TASHİH

Abdülkadir ÇAKIR, şef Nihat EMENLİ, Orhan SEÇİLEN, Hulki AKTUNÇ, Hüsamettin YILMAZ, Aydın KURTAR, Nurettin KARAKURT, Haşan UZUNTAŞ RESİMLEME

Nurettin ERKILIÇ, fotoğraf; Nejat GÖNENÇ, resim; Bekir PEKTEN, hat; Zeki BAŞAR, Mansus TETİK, harita. (Fotoğrafları kullanılan sanatçılar ve arşiv­ lerinden faydalanılan kuruluş ve şahıslar ayrı ayrı belirtilmiştir). TEKNİK SERVİSLER

Servet ORGUN, şef Ömer EKEN, dizgi-tertip; Nail ULAŞ, Nusret KESELİOĞLU, Benan TOPAL, Bahri YAPAR, baskı-kalıp; Mithat GÜL, kırma-katlama İDARE-MUHASEBE

Hamit TURAN, müdür Ayten AKÇAY, şef; Kemal ORHAN, muhasebe; Rıdvan SELÖZ, sevkıyat; Sabri ÇİÇEK Sevim TURHAN, Gürkan IŞI, abonman-satış

y a za rla r v e m ütercim ler ACAROĞLU (Türker), Millî Eğitim Bakanlığı Basma Ya­ zı ve Resimleri Derleme müdürü

BARUTÇU (Şinasi), mütercim fotoğrafçılık

basın tarihi, bibliyografya, kütüphaneler

BAŞARAN (Ekrem), mütercim

ADIL (Fikret), yazar, mütercim

genel konular

genel konıtlar

BAYKURT (Şerif), Milli Eğitim Bakanlığı Milli Folklor enstitüsü müdür muavini

AKKOYUNLU (Zeki), yüksek mühendis Ziraat

folklor

ALBEK (Suzan), İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller okulunda okutman

BAYSUN (Dr. Cavit), İstanbul üniversitesinde ordinar­ yüs profesör

arkeoloji

ALKIM (Dr. U. Bahadır), İstanbul üniversitesinde profe­ sör eski önasya dilleri

ALPARSLAN (Dr. Ali), İstanbul üniversitesinde doçent

tarih, (öl. 1968)

BAYTOP (Dr. Asuman), İstanbul üniversitesinde pro­ fesör eczacılık

BENGİSU (Dr. Ünal), İstanbul üniversitesinde doçent

güzel sanatlar

tıp

ALTINLI (Dr. Enver), İstanbul üniversitesinde profesör jeoloji

BERK (Nurullah), İstanbul Güzel Sanatlar akademisi üyesi, İstanbul Resim ve Heykel müzesi müdürü

ALTINOVA (Nesrin), mütercim

güzel sanatlar

genel konular

BESBELLİ (Saim), emekli deniz albayı

AND (Metin), Ankara üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya fakültesinde öğretim görevlisi

ordu ve askerlik

temaşa sanatları, tiyatro

metalürji

ANGIN (Ahmet), mütercim

BOZKURT (Ali Rıza), emekli kurmay albay

genel konular

ARAR (İsmail), avukat, Millet Meclisi başkan vekili

BİRÖN (Dr. Cemal), İstanbul üniversitesinde doçent ordu ve askerlik

BOZKURT (Işık), mütercim

Cumhuriyet tarihi

fotoğrafçılık

ARIKAN (Ahmet), İstanbul Eğitim enstitüsünde öğ­ retmen

BÖREKÇİ (Çetin), İstanbul üniversitesinde asistan

matematik

BURAN (Halûk), yüksek elektrik mühendisi

ARIN (Berge), İstanbul üniversitesinde asistan

radyoteknik, televizyon

tarih

askeoloji

BÜYÜKTİMKİN (Nadir), mütercim

ARSEVEN (Veysel), musiki öğretmeni

eczacılık

folklor

CAFEROĞLU (Dr. Ahmet), İstanbul üniversitesinde profesör

ARTUK (İbrahim), İstanbul Arkeoloji müzesinde nümismat niimismatik

ARTÜZ (ilham), İstanbul Ihtiyoloji Enstitüsü Balıkçılık kürsüsünde uzman

edebiyat tarihi

CANBERK (Osman), emekli kurmay binbaşı, Harp akademileri fransızca öğretmeni ordu ve askerlik

balıkçılık

CANKAT (Beslan), yüksek mühendis

ARZURUNİ (İstepan), süt sanayii uzmanı

avcılık

aşçılık

CEMGİL (Adnan), mütercim

ATABEYOĞLU (Cem), gazeteci; spor yazarı

genel konular

spor

CEYLAN (Veyis), Teknik üniversitede asistan

ALTAN (Dr. Sabahat), İstanbul üniversitesinde pro­ fesör niimismatik

bayındırlık

CUMBUR (Müjgân), Milli kütüphaneler genel müdürü kütüphanecilik

AYGÜN (Burhanettin), İstanbul Terzilik okulunda öğ­ retmen

ÇAYLIGİL (Şadan), mütercim

terzilik

BANARLI (Nihad Sami), edebiyat tarihçisi, yazar

ÇELTİKÇİ (Fikret), Türkiye Sınai Kalkınma bankasında müşavir

türk edebiyatı tarihi

motor

BARA (Dr. Metin), İstanbul üniversitesinde doçent biyoloji

ÇIG (Dr. Kemal), İstanbul Topkapı Sarayı müzesi mü­ dür muavini

BARLAS (Gaye), edebiyat öğretmeni

hat sanatı

müzik

,

edebî eserler

ÇİÇEKOĞLU (Ferit), kimyager, dericilik uzmanı

BARLİA (Odîl), Nötre Dame de Sion Fransız lisesinde öğretmen

saraçlık

mitoloji

halk sanatları

ÇOKAY (önder), İstanbul üniversitesinde asistan

DARKOT (Dr. Besim), İstanbul üniversitesinde ordinar­ yüs profesör coğrafya

GÖKDENİZ (Sermet), emekli kurmay albay, Denizci. lik bankası eski genel müdürü askerlik, denizcilik

DAVAS (Sadi), İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller okulunda okutma/ı Hıristiyanlık

GÖKGÖL (Mirza), İstanbul Yeşilköy Zirai Araştırma enstitüsü eski müdürü Ziraat

DEMİREL (Nadir), mütercim

GÖKMEN (İsmail), matematik öğretmeni

zooloji

astronomi

DEMİRİZ (Dr. Hüsnü), İstanbul üniversitesinde doçent

GÜRKAN (Dr. Kâzım İsmail), İstanbul üniversitesinde ordinaryüs profesör

tabu ilimler

DERİN (F. Çetin), İstanbul üniversitesinde uzman tarih

DEVRİM (Gülseren), avukat, mütercim genel konular

tıp

DİKER (Mümtaz), kaptan

GÜROL (Ender), mütercim

denizcilik

genel konular

DİZER (Dr. Muammer), İstanbul üniversitesinde doçent astronomi

GÜRSAN (Kemal), mütercim genel konular

DORFANİ (Aldo), Teknik üniversitede yabancı uzman yardımcısı akustik, telekomünikasyon, radyoteknik

DUBOİS (Pierre), S t. Louis kilisesi başpapazı, Galata­ saray lisesi felsefe öğretmeni hıristiyanlık

DUYURAN (Rüstem), İstanbul Arkeoloji müzesi eski müdürü arkeoloji

EBUZZİYA (Ziyad), gazeteci, mütercim genel konular

GÜVENÇ (Lütfü), emekli general / ordu ve askerlik

GÜZELŞEN (Mebrure), terzi, mütercim terzilik

HACIEMİNOĞLU (Dr. Necmettin), İstanbul üniversite­ sinde asistan lügat

HIZAL (Ali Rıza), yüksek mühendis, İstanbul Yeşilköy havaalanı teknik müdürü elektronik

HİLAV (Selâhattin), mütercim

EKİN (Rıfat), mütercim

genel konular

ziraat

EMEÇ (Aydın), gazeteci, mütercim spor

ERALP (Dr. Halil Vehbi), İstanbul üniversitesinde pro­ fesör felsefe

ERARSLAN (Kemal), İstanbul üniversitesinde asistan lügat

.

İLGÜREL (Mücteba), İstanbul üniversitesinde asistan

tarih

İNSEL (Dr. Rifat), tıp doktoru, mütercim tıp

İŞGÜVEN (Hazım), emekli kurmay albay ordu ve askerlik

İZER (Sadi), İstanbul Teknik okulda öğretmen güzel sanatlar

ERAYDIN (Selçuk), mütercim tarih

KAFALI (Dr. Mustafa), İstanbul üniversitesinde asistan

ERBEN (Dr. Reyan H.), avukat, mütercim

tarih

KARACAN (Dr. Nuri), İstanbul üniversitesinde doçent

masonluk

ERÇELİK (Mete), İstanbul üniversitesinde asistan zooloji

tıp

GÜRKAN (Dr. Suat İsmail), İstanbul üniversitesinde profesör

*

ERDEM (Sinan), voleybol milli takım eski kaptanı, spor yöneticisi, mütercim

iktisat, ticaret

KARAMANLIOĞLU (Dr. Ali), İstanbul üniversitesinde doçent dilbilgisi

spor

KARLIDAĞ (M. Fazıl), emekli albay

ERGÜVEN (Rıza), Tekel enstitüleri müdürü

ordu ve askerlik

içki sanayii

ERYATAĞAN (Mehmet Ali), mütercim

KAZANCI (Aydın), avukat, İstanbul Barosu başkan vekili

demiryolu

hukuk

ESEN (Dr. Bülent Nuri), Ankara üniversitesinde profesör

KORAP (Ali Rıza), İstanbul Üsküdar Kız koleji müdürü

hukuk

İslâm tarihi

EVREN (Güngör), Teknik üniversitede asistan demiryolu

KÜFREVÎ (Dr. Kasım), İstanbul üniversitesi eski doçen­ ti, milletvekili

EVRİM (Dr. Selmin), İstanbul üniversitesinde doçent

İslâm felsefesi

psikoloji

MERÇİL (Dr. Erdoğan), İstanbul üniversitesinde asistan

EYİCE (Dr. Semavi), İstanbul üniversitesinde profesör

tarih

sanat tarihi

MORALİ (Dr. Süeda), İstanbul üniversitesinde doçent

'

GÖKBERK (Dr. Macit), İstanbul üniversitesinde pro­ fesör felsefe

istatistik

MÜREN (Nedim), avukat, mütercim hukuk

NECATİGİL (Behçet), şair, yazar, İstanbul Eğitim ens­ titüsünde öğretmen

SÜER (Hikmet), emekli general

çağdaş Türk edebiyatı

ŞENER (Dr. Sevda), Ankara üniversitesinde doçent

NİGİSBERG (Nejat), İstanbul Üniversitesi Yabancı Dil­ ler olculunda okutman

TALAŞLI (Mesut), İstanbul Eğitim enstitüsünde öğretmen

askerlik, havacılık tiyatro

genel konular

tarih

NUTKU (Dr. Özdemir), Ankara üniversitesinde doçent

TANÖR (Dr. Bülent), İstanbul üniversitesinde asistan

tiyatro

hukuk

ONART (Adnan), mütercim

TANYERİ (Salih), emekli vali, milletvekili, mütercim

felsefe

genel konular

ORHONLU (Dr. Cengiz), İstanbul üniversitesinde doçent

TARCAN (Dr. Bülent), İstanbul üniversitesinde profesör

tarih

müzik

ÖNDER (Mehmet), Milli Eğitim Bakanlığı kültür müs­ teşar muavini, Konya Mevlâna müzesi eski müdürü

TARHAN (Taner), İstanbul üniversitesinde asistan

müzecilik

ÖNOL (Nihal), avukat, mütercim

TARLAN (Dr. Ali Nihad), İstanbul üniversitesinde pro­ fesör

genel konular

divan edebiyatı

ÖVÜNÇ (Turgut), yüksek mühendis mimar, İstanbul Teknik okulda öğretmen

TEREM (Dr. Haldun N.), İstanbul üniversitesinde pro­ fesör

mimarî, inşaat

ÖZALPAN (Atilla), İstanbul üniversitesinde asistan zooloji

ÖZBEL (Dr. Kenan), İstanbul üniversitesinde profesör halk sanatları

arkeoloji

kimya

TOPUZ (Gazanfer), mütercim iktisat

TÖMEK (Fikret), İstanbul Atom Reaktörü Radyo-izotop üretim bölümü şefi

ÖZERDİM (Dr. Sami), yazar

nükleer fizik

kitaplar

TULUM (Dr. Mertol), İstanbul üniversitesinde asistan

ÖZGÜREL (Ragıp Rıflcı), mütercim

lügat

balıkçılık

TUNCEL (Dr. Metin), İstanbul üniversitesinde asistan

ÖZÖN (Nijat), tenkitçi, mütercim

coğrafya

sinema

TUNCER (Dr. Talât), İstanbul üniversitesinde asistan matematik, fizik, mekanik

ÖZTELLİ (Cahit), Milli Eğitim Bakanlığı Milli Folklor enstitüsü müdürü

TÜREL (Mukdim), yüksek elektrik mühendisi

folklor

elektrik

ÖZTUNA (Yılmaz), Hayat Tarih mecmuası neşriyat müdürü

TÜTER (Cemaliye), İstanbul Cağaloğlu Kız enstitüsün­ de öğretmen

musiki

ev ekonomisi

PEKMAN (Dr. Adnan), İstanbul üniversitesinde doçent eski çağ tarihi

ULUÇAY (Çağatay), İstanbul Eğitim enstitüsünde öğ­ retmen

PERİN (Dr. Cevdet), İstanbul üniversitesi eski .doçenti

tarih

genel konular

URAL (Dr. Kenan), İstanbul üniversitesinde doçent

SAFOĞLU (Dr. Recep), Teknik üniversitede doçent

istatistik

metalürji

UYKUCU (Ekrem), İstanbul üniversitesinde asistan

SAĞIROĞLU (Dr. Galip), İstanbul üniversitesinde pro­ fesör

tarih

mineroloji

ÜLKEN (Hilmi Ziya), Ankara üniversitesinde ordinaryüs profesör

SAV (Ömer Atillâ), avukat, tenkitçi

türk düşüncesi tarihi

tiyatro

YALIN (Nail), yüksek mühendis

SAYMAN (Dr. Yücel), İstanbul üniversitesinde asistan

tekstil

hukuk

YADA (Sait), İstanbul Tatbiki Güzel Sanatlar okulun­ da öğretmen

SUN (Selim), emekli general askerlik, havacılık

SENCER (Oya), İstanbul üniversitesinde asistan psikoloji

SÖZEN (Dr. Hayri), İstanbul üniversitesinde doçent

ciltçilik, matbhacılık (öl. 1968)

YAZICI (Dr. Tahsin), İstanbul üniversitesinde profesör arapça

YÖRÜK (Ziya), avukat, mütercim

tabfı ilimler

genel konular

SÖZEN (Metin), Teknik üniversitede asistan

YILDIZ (Dr. Hakkı D.), İstanbul üniversitesinde asistan

tarih

SÖZER (önay), İstanbul üniversitesinde asistan

tarih

YENER (Faruk), radyo yöneticisi, tenkitçi

felsefe

opera

SUNGUR (Rauf), emekl D.D.Y. memuru

YÜCEL (Dr. M. Nadir), yüksek mühendis

demiryolu

sibernetik

DAM larında (kalp attromu), aortta (aort ateromu), bacak damarlarında (bacakta atar­ damar bozukluğu), böbrek ve tüm beyin atardamarlarında yerleşir. Akciğer atarda­ mar sisteminde seyrek görülür. Atardama­ rın iç ve orta gömleği arasında başlangıç­ ta hafifçe kabarcık, sonraları yara halini alarak kireçleşen sarımtırak kitleler mey­ dana gelir. Bunların içinde bol miktarda kolesterol, lipid ve şekilsiz saydam mad­ deler, çevresinde ise köpüksü ve yutar hüc­ reler bulunur. Damar sertliği, atardamar­ larda tromboza yol açabilir. Damar sertli­ ğinin sebepleri pek çoktur: Kalıtım, ırk. beslenme (fazla yağlı maddelerle beslen­ me), travmalar, lipid metabolizması bo­ zuklukları, kan basıncı yüksekliği, mikrop­ lu hastalıklar (istisnaî olarak aort fren­ gisi) damar sertliğinde rol oynar. Damar sertliği çok yaygın bir hastalıktır; ilk be­ lirtileri 40-60 yaş arasında ortaya çıkar. Damar sertliği ile birlikte kan basıncı yüksekliği de bulunabilir (bu takdirde kan basıncı yüksekliği, sebep değil, sonuçtur). Yaşlılarda görülen, beyine, kalbe, böbrek­ lere yeteri kadar kan gitmemesi gibi da­ mar bozukluklarının çoğu, had tromboz olayları (beyin yumuşaması, miyokard en­ farktüsü, kol veya bacakta kangren), da­ mar yırtılmaları (beyinde kanama veya hematom anevrizma) v.b. damar sertliğine bağlıdır. Damar sertliği lipid ve koleste­ rol metabolizmasında ve damar mezanşiminde meydana gelen bozukluklarla bir ara­ da görülür. — Mad. oc. İki yanda bulunan toprağın yer değiştirmiş veya değiştirmemiş olma­ sına göre damarlar, ya fay, ya diyaklas tipindedır. Maden damarını çepçevre kuşa­ tan topraklar bu damarların kenarlarıdır. Üstteki kenara çatı, yanlardakilere duvar denir. Kenarlar arasında kalan maden da­ marına ise damar kasası denilir. Kasaya bitişik olan çatı ve duvar, ayna adı veri­ len, kaygan, cilâlı veya çizikli yüzeyler ha­ lindedir. Bu kaygan yüzeyler, kırılan par­ çaların yer değiştirirken birbirine sürtün­ mesinden ileri gelir ve bazen üstleri salband denilen ince bir kil tabakasıyle ör­ tülür. Bazı madenlerde ise, damar kenar­ larının yüzeyi böyle düzgün ve kaygan de­ ğil, pürtüklii ve düzensizdir, hattâ mine­ ralleşmiş olabilir. Bir damarın, geçtiği top­ rak tabakalarının yapısına göre değişen eğimi, genellikle fazla ve düzensizdir, doğ­ rultusu ise düzgündür: bir damar, aşağı yukarı bir doğru boyunca uzanır. Bir da­ marın kalınlığı (açıklık veya kuvvet) ve mineralleşmesi, damarın her tarafında aynı değildir; bir ucundan öteki ucuna kadar mineralleşmiş damar pek azdır. Damarın, işletmeye elverişli derecede mineralleşmiş kısımları, genellikle maden sütunları deni­ len uzun tabakalar meydana getirir. Bazı sıkışmış damarların kalınlığı bir santimet­ reyi bile geçmez ve bu damar, galeri için­ de bir iplik gibi gözükür. Böyle ince da­ marlar kendi haline bırakılarak, ileride, daha genişlediği zaman işletilmek üzere beklenir. Boyları birkaç metreyi aşmayan damarlar olduğu gibi kilometrelerce uzayan damar­ lar da vardır. Kaliforniya’daki ünlü «Moıher Lode» altın damarının boyu 200 km’yi biraz geçer. Derinlemesine genişlik ise her damarda farklıdır: 10 m’den 3 000 m’ye kadar olabilir, ancak belli bir derin­ likten sonra mineralleşme görülmez; mine­ ralleşme. derinliğine bağlı olarak da dama­ rın yapısı ve maden filizi yönünden zen­ ginliği değişir. Bir damar, çok ender ola­ rak tek başına bulunur; genellikle, birbi­ rine paralel veya bir noktadan dağılan çok sayıda kırıklardan doğan ve kesici da­ marlar denilen eğik, yan damarlar vardır. Kesici damarlar daha genç fay tabakaları ise, kesilen damarda ileri geri oynamalara yol açar. Böyle birbirini kesen damarların meydana getirdiği topluluğa, damar ağı ve­ ya damar şebekesi denir. Çeşitli tabaka­ lardan geçen bir kırığın eğimi sert kat­ manlara rastladığı zaman düşeye yaklaşır, buna karşılık, şistli yumuşak katmanlarda eğimi çok daha azdır. Genellikle dama­ rın genişliği, eğiminin dik olduğu yerlerde fazladır; buna karşılık eğimin az olduğu yerlerde, çatı duvarın üstüne kayacağın­ dan damar incedir. Bir maden damarı top­ rak yüzüyle aynı seviyede olduğu zaman sülfürlü madenler, oksijen ve karbon ga­ Foto. LAHOVKSK

ziyle yüklü sızıntı sularının hücumuna uğ­ rar ve maden oksitlerine dönüşür; bu ola­ yın geçtiği üst kısım, damarın oksitlenme bölgesidir. Yüzeyde ise yalnız, piritlerin ve kuvarsla karışmış katı silisin oksitlenme­ sinden meydana gelen limonit kalır. Daha aşağıda, hidrostatik seviyeye yakın yerler­ de. oksitli mineralleşme yüzeyden gelen et­ kin sularla zenginleşmiştir, bu kısım, ma­ denin semantasyon bölgesidir. Hidrostatik seviyenin altında, genellikle gang içinde maden sülfürleri halinde bulunan maden filizi yer alır. Mineralleşme, çok sıcak akış­ kanlar yardımıyle ve kuvvetli basınç altın­ da olur. Bu olay ilk önce, pekişme sıra­ sında mineralleşmiş fümeroller çıkaran püs­ kürük kayalar veya pegmatiklere yakın olan kısımda başlar. Sürekli inici olan öteki damarlar dolaşım sulanyle dolar. An­ cak damarlar içinde en önemlisi, hidrotermal tipteki sürekli çıkıcı damarlardır. Bun­ lar. tahminen 500°den düşük sıcaklıkta ve derinliğe göre az veya çok kuvvetli ba­ sınç altında, derin püskürük kayaların pe­ kişme sırasında çıkardığı sulu çökeltiler­ den meydana gelir. Oluşumları için gerek­ li sıcaklık ve basınç gittikçe azalmak üze­ re, bu damarlar sırayle hipotermal, mezotermal ve epitermal olarak sınıflandırılır. Ortalama kalınlıkta (metre cinsinden) bir hidrotermal damarın dolması binlerce yıl sürer; kırılma boşluğu ise bu kadar uzun süre devam etmez ve dolma sırasındaki sarsıntılarla gitgide açılır. Bazı damarla­ rın şerit biçimindeki görünümü bu olaya bağlanabilir. Öteki damarların kırık yüz­ lerinde fay kayşatları görülür. Bu kayşat­ lar mineralleşme sırasında aralıksız kat­ manların etrafında çökelerek kokarı biçi­ minde bir örgü yapan minerallerle dolar ve breşli bir damar meydana gelir. Bazı damarlarda, içleri genellikle güzel kristal­ lerle kaplı, jeot denilen çukurlar bulunur. Kuvars, granit, pegmatik, aplit. bazalt, an­ dezit v.b. damarlarının kısır olanları da vardır. — Ormanc. ve Süs santl. Ağacın damarlı yapısı, düğüm denilen tomurcuk kümelerin­ den veya ağaç kabuğundaki urlardan mey­ dana gelir. Damar, ağaca özel bir parlak­ lık ve şekil verdiği için, damarlı ağaç kaplama işlerinde makbul sayılır. + Dam arcık i. Küçük damar. — Mad. oc. Damar piçinden daha ince olan kömür tabakası. ♦ Dam ar dam ar sıf. ve zf. Damarlarla, kalın çizgilerle kaplanmış. ♦ D am arlandtrm a i. Cerr. Damarları ye­ tersiz olan bir organa yeni damarlar sağ­ lamayı öngören ameliyat. ♦ D am arlanm a i. Anal. Bir organın, bir bölgenin damarlarının durumu: Elin damarlanmast. || Damar ağının sıklığı: Bü­ yük, sık bir damarlanma. — Patol. İltihaplı veya urlu bir dokuda damar oluşumu: Kanserlerde damarlanma daima karmakarışık olur. ♦ Dam arlı sıf. Damarları olan. Mec. Aksi huylu. — Anal. Damarı olan. | j Damarı çok olan: Damarlı doku. — Bot. Damarı olan: Damarlı doku. |; Damarlı bitkiler, dokuları damarlı olan bit­ kiler (tohumlu bitkiler ve eğreltiler). Damarlı sporlu bitkiler. Linnaeus’un çiçek­ siz bitkileri belirtmek için kullandığı te­ rim. (Bugün bu terimden eğreltiotları, atkuyrukları ve kibritotları anlaşılır. Bk. CANI.I varlıklar.) [Zt. TÖREMLE BİTKİLER.] Dağınık damarlı, damarları yaprak aya­ sının dip kısmından başlayarak yayılan yapraklar için kullanılır. Kaba damarlı. damarları çok kabarık olan yapraklara de­ nir. — Jeodezi. İçinde mermer damarlarına benzeyen yol yol izler bulunan toprağa ve­ rilen ad. (Damarlı topraklar, hidrontorf topraklar arasında en az evrim geçirmiş olanıdır.) — Patol. Damarlı ben, damarlı ur. Bk. BEN. Ut. — Süs. santl. İnce marangozlukta ve se­ defçilikte kullanılan, içiçe geçmiş damarları bulunan ağaç cinsleri için kullanılır: Da­ marlı ağaçlar, çatlamaya karşı büyük di­ renç gösterir.

— Zool. Damarlı dişliler, memeli hayvan­ lar takımı. (Yegâne türü yerdomuzudur [Orycteropus], Eskiden dişsizler arasında sayılan bu takım, borumsu dişleri ve diğer özellikleriyle diğer memeli hayvan takım­ larından, hattâ dişsizlerden ayrılır.) ♦ Damarsız i. Bol. Damarı olmayan [bit­ ki]. (-» Bibliyo.) [LM] DAMARA i. Hindistan’da dokunan, canfes kumaş biçiminde bir cins çiçekli tafta. (L) DAMARALAND, Güneybatı Afrika’da dağlık bölge, başkent Windhoek bu bölge­ dedir; 2 421 m. (L) DAMAR.VLAR veya OVA HERRERO’LAR, Afrika’nın güneydoğusunda zenci halk; hotanto dili konuşurlar. (L) DAMARHAN, İran’da (II. eyalet) şehir. Elbruz dağı eteğinde: 13 000 nüf. Ticareı merkezi. (L) DAMAS veya DAMASKOS veya DAMASKUS veya DAMASCO veya DAMASCUS. Bk. ŞAM. DAMAS (Aziz İoannes Khrysorroas). Bk. İOANNES.

DAMAS (Anne, — baronu), fransız subayı ve siyaset adamı (Paris 1785-ay.y. 1862). Fransa’dan göçen ailesi tarafından Rusya’ya götürüldü. Petersburg topçu okulunda oku­ du, rus ordularında imparatorluk savaşları­ na katıldı. Restorasyon devrinde savaş baka­ nı (1823), sonra dışişleri bakanı oldu (1824), 1828’de genç Bordeaux dükünün eğiticisi oldu ve İ830’da diikle birlikte sürgüne git­ ti. (L) DAMASCHKE (Adolf), alman toprak re­ formcusu (Berlin 1856-ay.y. 1935). Berlin’­ in işçi mahallelerinde öğretmenlik yaptığı sırada büyük şehirlerde mesken meselesinin ne kadar önemli olduğunu anladı. Henry Georges’un etkisiyle, bu konuyu, özel ara­ zi mülkiyetini sınırlayarak çözmek yoluna gitti. Tarım vergisi alınması konusunda ge­ niş yankılar uyandıran düşünceleri gerçek­ leştirilmedi. Başlıca eserleri: Aujgaben der Gemeinde Politik (Sosyal Siyasetin Ödev­ leri) [1901], Die Bodenrefornı, Grundsützliches utul Geschichlliches (Toprak Refor­ mu. Ana Çizgileri ve Tarihi) [1902], Die Bodenrefornı in der Bibel (Incil’de Toprak Reformu) [1906], Zur Einfiihrung in die Heintstattenbesvegung (Mesken Sağlama Ha­ reketine Giriş) [1920], Aııs Meinem Leben (Hayatımdan) [2 cilt, 1924-1925]; Bodenreform und Landwirtschaft (Toprak Reformu ve Tarım Ekonomisi) [1932], Ein Kampf um Sozializmus und Natioıı (Sosyalizm ve Millet Uğrunda Savaş) [1935]. (L) DAMASCO. Bk. ŞAM. DAMASE (Jean Michel), fransız bestecisi ve piyanocusu (Bordeaux 1928). öğrenimini Paris konservatuvarında yaptı (1941-1947). 1947’de bestecilikte birincilik aldı, ayrıca büyük Roma ödülünü kazandı. Roland Pctit ve Cuevas markisinin «Grand Ballet» toplulukları için birçok bale besteledi: La Crogııettse de Dianıants (Elmas Oburu) [1950]; Işık Tuzağı (1952), Lady on lce (1953), Çöl Hâkimi (1955), La Boııcle (1957). La Floce Foraine (Panayır Düğünü) [1961]. Sahne eserleri de vardır: Tatlı Eleonore. (gülünçlü opera) [1958]. Esrarlı Etıgene (Marcel Achard ile birlikte) [1963], Faust’un Sa­ bahı (1965). Çalgı eserlerinde klasik anlayış egemendir: piyano (1949), arp (1951) ve ke­ man (1955) konçertoları; çembalo ve orkest­ ra için Rameaıı’nun Bir Teması Üstüne Çe­ şitlemeler (1966); piyano ve yaylı çalgılar için dörtlü (1967). [L] DAMASKENE. Esk. coğ. Suriye'de (bugün Beka) idare bölümü, adını başkenti Damascus’tan (Şam) almıştı. (L) DAMASKENOS (Nikolaos). Bk. NIKOI.AOK DAMASKENOS.

DAMASKET i. XVIII. yy.da çok yaygın olan zengin işlemeli bir cins Venedik ipekli kumaşı. (L) DAMASKİNAJ i. (fr. danıasquinage). Bk. TELKARİ.

DAMASKİNOS veya DAMAS (Aziz loannes veya Aziz ioannes Khrysorroas). Bk. İOANNES.

DAMASKİNOS (İoannes), Atina metro­ politi (Aetolia, Dorbitsia 1891-Atina 1949). Atina üniversitesini bitirdikten sonra er ola-

1

DAM 4-

2

yüzey kesid*

damar (madencilik

damar (yap rak)

damar yusufçuk böceğinin kanadı (zool.)

rak Balkan savaşm a 1 1VU> k alık lı. I V I 'ücpapaz oldu. I922’de Korinthos piskoposu. 1938’de Atina metropoliti seçildi. Başbakan loannes Metaksas bu seçime karşı çıktı ve mctropolitliğe Trabzon piskoposu Khrysanthos getirildi. 1941’de Khrysanthos başbakan Georgios Tsolakoğlu’nun siyasetini onayla­ madığı için görevinden ayrıldı, metropolit oldu. Almanların işgal siyasetine karşı di­ rendi ve yahudileri nazilerden kurtarmaya çalıştı. 1944’te kral naibi oldu, iç savaş sırasında bu görevini sürdürdü (1946), Ta­ rafsız ve namuslu oluşu bütün parti lider­ lerinin kendisini desteklemesini sağladı. 16 Ay süren siyasî buhran sırasında 5 başbakan seçtiyse de sonunda bir geçici kabine kur­ mak zorunda kaldı. 1946’da Yunanistan’da yapılan plebisit kralın lehine sonuçlanınca naiplikten ayrılarak kendini dinî görevleri­ ne verdi. 1949’da Atina'da öldü, (l,) DAMASKİNOS STUDİTES, yunan diyakosu ve Selânik vaizi (öl. 1577). Isa’nın ha­ yatı ve ölümü üzerine yazdığı vaızlar, te­ mel düşünce ve biçim yönünden bulgar din eseri yazarlarına örnek oldu. Bir kısmı ter­ cüme, bir kısmı taklit olan bu vaızlar, türk hâkimiyeti sırasındaki (XVI., XVII. ve XVIII. yy.) bulgar edebiyatının tek ya­ zılı ürünleridir. (I) DAMASKİOS, Yeni Eflalun’cu filozof (Şam, M.S. 480’e doğr.-Vl. yy.ın ilk yarı­ sı). 510 Yılma doğru, Atina’da kendi ön­ cülüğüyle gelişen felsefe okulunun son tem­ silcisi idi. öğrenimine İskenderiye’de başla­ dı, Atina’da tamamladı ve orada öğretmen­ lik yaptı. 529’da Justinianus, pagan felse­ fesinin öğretimini yasaklayınca Damaskios, İran şahı Hüsrev’e sığındı; şah 533’te filo­ zofun, yurduna dönmesine yardımcı oldu. Plotinus gibi, Porphyrios ile Proklos’tan farklı olarak hıristiyan düşüncesine karşı çıkmadı. Bugüne kalan eserleri: Isidönı Bios (İsidoros’un Hayatı), Aporiai Kai Lyseis Periton prötöfi Arkhön (İlkeler Hakkında Şüpheler ve Çözümleri); Parmenides’in son bölümü hakkında yorum. Aristoteles ile il­ gili yorumları kaybolmuştur, (L) DAMASKO i. (ar. Dimaşk, Şam şehrinin adından ital. Damasco). Dokumc. Genellikle döşemelik olarak kullanılan, çözgü ve atkı iplikleri birbirinden farklı parlaklıkta oldu­ ğu için değişik desen meydana getiren, ipek ve keten karışımı kumaş. Bk. ANSiKL. — G. santl. Vitray (renkli cam) sanatında kumaş ve fonları süslemek için XV. ve XVI. yy.larda çok bol kullanılan dallı bu­ daklı desenleri belirten terim. — ANSİKL. Dokumc. Şam kumalı adı ile de bilinen bu kumaş önce Şam’da dokunmuş, sonra da İtalya’da Venedik ve Cenova şe­ hirlerinde taklit edilmiştir. Düz damasko kumaşlardaki desenler, çözgü veya atkı yö­ nüne paraleldir. Çözgünün hâkim olduğu fon üzerine atkının hâkim olduğu örgüyle resim ve desenler*işlenebilir. Çoğunlukla çi­ çek motifleri kullanılır. Kumaşın yüzün­ de parlak olan kısımlar tersin.de donuktur.

İki yüzlü ipek veya yün keten karışık döşe­ meliklere de damasko denir. (ML) DAMASKOS. Bk. ŞAM. DAMASKOS. Yun. mit. Hermes ile Hamedes’in oğlu. Suriye’nin Şam (Damas) nhrine adını veren kahraman. Dionysos tarafından dikilmiş olan bağları kesmeğe kalkmış. Dionysos’ da onun derisini yüzmüştü. (L) DAMASONİUM i. Pembe beyaz çiçekli su bitkisi. Meyvesi yıldızlı anasonunkine ben­ zer. Bataklıklarda rastlanır. (Susinirotugillerden.) [L] DAMASTES. Yun. mit. Prokrustes* lakahıyle tanınan b irfhaydut. (D DAMASTES Sigeion’lu, yunan tarihçisi ıdoğ. M.ö. 400), tarih, coğrafya ve soy ağacı ile ilgili yazıları vardır; bunlardan bugüne, ancak bazı parçalar kaldı. (L) DAMASUS I (Aziz) [öl. 384], ekim 366’dan 11 aralık 384'e kadar papa. İspanyol asıl­ lıydı, Libcrius’un ölümü üzerine papa seçil­ di. Fakat bu seçimden hoşnutsuzluk duyan­ lardan bir kısmı, Ursinus’u papa ilân etti­ ler. Damasus, Valentinianus tarafından sür­ gün edilen rakibine karşı, kuvvete başvur­ mak zorunda kaldı. Apollinaris’çileri ve Ma­ kedonyalIları suçladı. En önemlisi 381’de İstanbul’daki olmak üzere, birkaç konsil topladı. Sekreteri olan Hieronymus'u eski latince elyazmalarını gözden geçirmek­ le görevlendirdi. Din uğruna ölenlere büyük saygısı vardı. Katakomblarda önemli çalış­ malara girişti. (L) DAMASUS II, 17 temmuzdan 9 ağustos 1048’e kadar papa. Brixen piskoposu (Tirol), imparator Heinrich III tarafından papalığa seçildi, Roma halkı tarafından hoşnutsuzlukla karşılandı; çok geçmeden Palestrina’da öldü. (L) DAMAT veya DAMAD i. (fars. dümâd). Ana ve babaya göre kızlarının kocası, gü­ vey: Bu iki kötü kişiden biri eskiden da­ madını, öbürü yazık ki oğlum bulunmuşlar idiyse de bugün her ikisiyle de hiçbir ya­ kınlığım kalmamıştır (H. R. Gürpınar). Ailede en sakin görünen damat İsmail; bu çocuk zaten hâlâ durumunu kestirememiştir (B. Felek). || Damat olmak, [Erkek için] Evlenmek, içgüveyi girmek: Komşu konağa damat olmak istemeni kimse acaip bulmadı (R. N. Güntekin). O vaktiyle padişahlara damat olan, vezir olan hamurdan yoğrulmuş Bilâl en aşağı bir paşaya damat olabilir (H. E. Adıvar). — Esk. Damad-ı hazret-i padişahı (veya damad-ı hazret-i şehriyarı), osmanlı ha­ nedanından, saraydan kız almış erkek: En­ ver Pasa damattı, Damad-ı Hazret-i Şehriyari idi (Y.Z. Ortaç). [Bk. ANSİKL.] ;; Damat vekili, eski nikâhlarda damada ve­ kâlet eden kimse. - ANSiKL. Osmanlı imparatorluğunda, pa­ dişahların kızları, kız kardeşleri veya kardeş kızlarıyle evlenerek osmanlı hanedanıyle ya­ kınlık kuran erkekler damat paşa adiyle anılırlardı. Damat paşalara önceleri güvey, XVI. yy.da damat, daha sonra damad-ı hazret-i şehriyarı (veya padişahî) dendi. Pa­ dişah ablasıyle evlenen damatlara da enişte denirdi. Saraya damat seçilirken yaş, rüt­ be veya soyluluğa bakılmaz, daha çok adayın gelecekteki mevkii dikkate alınırdı, imparatorluğun kuruluş döneminde damat olarak, Anadolu Selçuklu ailelerinden beyler seçilirdi, daha sonra padişahlar kendilerine bağlı sancak beylerini tercih ettiler, tik da­ matlar arasında Murad I’in kızı Nefise Ha­ tun ile evlenen (1381) Katamanoğlu Alâeddin Bey, Çelebi Mehmed’in kızlarıyle evle­ nen Candaroğullarından İbrahim ve Kasım'; Karamanoğullarmdan İbrahim, Ali ve İsa Beyler vardır. İlmiye sınıfından damat se­ çilmedi, yalnız Yıldırım Bayezid kızını Emîr Sultan’a verdi. Eski türk ailelerinden seçilen damatlardan biri de Fatih’in kızıyle evlenen, Uzun Hasan’ın oğlu Uğurlu Mehmed Mirza’dır. XVI. yy.dan başlayarak damatlar, osmanlı memurları arasından seçildi. Doğrudan doğ­ ruya padişah kararıyle seçilen kimseye se­ çim haber Yerilir ve hazırlanması istenirdi. Damat paşalar hanedana duydukları saygı yüzünden sultan hanımların bütün istekle­ rine boyun eğerlerdi; bunun yanında birbi­ rini seven çiftlere de rastlanır: Murad IV’iin kızı Kaya Sultan ile Melek Ahmed Paşa

arasındaki aşk tarihlerin konu edindiği bir ilişkidir. Padişahlar bazen sevdikleri vezir­ lerine henüz küçük yaşta bulunan kızlarını nişanlar veya nikâhlarlardı. Bu yüzden ko­ calarının ölümüyle küçük yaşta dul kalan sultanlar vardır. Padişah yakmıyle evlenenler eski karılarını boşamak zorundaydılar; buna karşılık sul­ tan olan eşlerini boşayamazlardı. Sultanlar ise isterlerse, hükümdardan izin alarak bo­ şanabilirler, bu evliliklere bazen bizzat pa­ dişah son verirdi. Meselâ, veziriazam Lütfü Paşa, eşi olan Kanunî’nin kız kardeşi Şah Sultana hakaret ettiğinden damatlığıyle bir­ likte veziriazamlığına da son verildi; Murad IV, kız kardeşi Fatma Sultanın kocası kaptanıderya Çatalcalı Haşan Paşaya kızdı ve onu damatlıktan «azletti»; Abdülhamid II, kızı Naime Sultanın kocası Kemaleddin Paşayı, Murad V’in kızıyle seviştiğini ha­ ber alınca damatlıktan çıkarmakla kalmaya­ rak, Bursa’ya sürdü. Taşrada görevli bulunan damat adayları, eş­ leri sultan hanımların İstanbul’dan çıkma­ larına izin olmadığı için merkeze alınırlardı. Damatların memurluk maaşları yanında, günde 1 000 ile 1 500 akçe arasında değişen ödenekleri ve sultan paşmaklıkları vardı. Damatların İstanbul’da devlet işlerine ka­ rışmalarını önlemek için Fatih zamanında konan usuller Kanunî devrine kadar sürdü. Osmanlı tarihinde pek çok damat yer alır: bunlar arasında değerli devlet adamları olan Hersekzade Ahmed Paşa. Makbul İb­ rahim Paşa, Çorlulu Ali Paşa, Sokullu Mehmed Paşa, Kanijeli İbrahim Paşa, Si­ lâhtar Ali Paşa, Nevşehirli İbrahim Paşa. Koca Ragıb Paşa, Muhsinzade Mehmed Paşa v.d. sayılabilir. (Mı DAMAT ALİ PAŞA. Bk. ALİ PAŞA Si­ lâhtar, Damat, Şehit. DAMAT CAFER PAŞA, osmanlı dev­ let adamı (öl. İstanbul 1609). Enderundan yetişti. Çuhadar-ı şehriyarı, yeniçeri ağası (1586), Anadolu beylerbeyi (1588), Rumeli beylerbeyi (1590) oldu. 1593’te kubbealtı vezirleri arasına katıldı. Mısır beylerbeyliği yaptı (1597-1601). Fatma Sultan ile evlen­ dirilerek osmanlı sarayına damat oldu ve Tuna muhafızı tayin edildi; bir ara sadaret kaymakamlığı da yaptı. (M) DAMAT FERİD PAŞA, osmanlı sadraza­ mı (İstanbul 1853-Nice, Fransa 1923). Şû­ rayı Devlet üyelerinden Seyid Haşan İzzet Efendinin oğlu. Tahsilini tamamladıktan son­ ra Hariciye meclisine girdi. Paris, Berlin. Petersburg ve Londra elçiliklerinde çalıştı. Daha sonra Abdülhamid II’nin dul kızı Mediha Sultan ile evlendi. Şûrayı Devlet üyeliğine tayin olundu (1886). iki yıl sonra vezaret rütbesi verildi. Mediha Sultan’m Baltalimanı’ndaki sarayına yerleşti. Londra bü­ yükelçiliğine tayinini istedi, fakat dileği Ab­ dülhamid II tarafından reddedildi. Bunun üzerine memuriyetten çekildi. Meşrutiyetin ilânı üzerine Ayan meclisi üyeliğine geti­ rildi. Yükselmek ve mevki sahibi olmak konusunda büyük ihtirası vardı, ittihat ve Terakki cemiyetine yaranmak için gayret sarfetmesine rağmen başarı kazanamadı. Bunun üzerine cemiyetin aleyhine döndü. Vahideddin ile anlaşamayan Tevfik Paşa­ nın istifası üzerine sadaret mührü kendi­ sine verildi (mart 1919). Kurduğu kabi­ nede hariciye vekilliğini de elinde tuttu. İz­ mir’in işgalinde sadaretten İstifa etti. Fa­ kat üç gün sonra aynı göreve tekrar getiril­ di (10 mayıs 1919). Yurttan kaçan Enver, Talât ve Cemal Paşaları gıyaben idama mahkûm ettirdi. Paris Barış konferansına katıldı, orada Hint denizinden Tuna nehrine . kadar olan toprakları geri istediğinden başarı­ sızlığa uğradı ve İstanbul’a dönünce istifa etti. Ertesi gün tekrar hükümeti kurmakla görevlendirildi (21 temmuz 1919). ilk iş ola­ rak Anadolu’daki millî hareketi dağıtmak amacıyle Kııvayı Inzibatiye’yi kurdu. Bu sı­ rada Anadolu hemen de bütünüyle Damat Ferid’in aleyhine dönmüştü; gönderilen ha­ berler Vahideddin’e ulaştırılmayınca yedi na­ zır durumu padişaha bildirerek Damat Fe­ rid’in görevden uzaklaştırılmasını istediler, isteklerinde direnmeleri üzerine 1 ekim 1919’da Sivas kongresinin toplanmasından hemen sonra Ferid Paşa istifa etti. Fakat 5 ekim 1920’de dördüncü defa sadarete getirildi. Mebusan meclisi ikinci reisi Kâzım Bey pa­ dişahın huzuruna çıkarak Damat Ferid’in sadarete getirilmesinin memleket için felâFoto X . Knaillen (LAHOVNHR)

ket olacağını söylediyse de, fikrin: kabul ettiremedi. Damat Ferid, sadarete geldiğin­ den altı gün sonra, Anadolu’da kurtuluş için savaşanları asî ve eşkıya olarak ilân et­ ti. Daha rahat çalışabilmek bahanesiyle pa­ dişahtan meclisi tatil ettirmek için irade aldı (11 nisan 1920) ve hükümetini yenilemek üzere istifa etti. Aynı gün beşinci ve son defa sadarete getirildi (31 temmuz 1920). Bu devrede Sevr antlaşmasını imzaladı. Bu de­ fa İtilâf kuvvetleri, Millî hükümetle İstan­ bul’un anlaşmasına engel olduğu gerekçe­ siyle Damat Ferid’in istifasını istediler; 17 ekim 1920’de istifa etti. Daha sonra yurt dışına kaçtı ve 6 ekim 1923’te Fransa’da, Nice şehrinde öldü. (M) DAMAT İBRAHİM PAŞA Nevşehirli, osmanlı sadrazamı (Ürgüp, Muşkara 1660İstanbul 1730). Genç yaşta İstanbul’a geldi. Eski sarayda görevli bulunan akrabası Mus­ tafa efendinin yardımıyle helvacılığa alın­ dı; baltacı oldu. Bir süre sonra saray evkafı kâtipliğine ve kızlarağası yazıcılığına yük­ seldi. 1703’te, Mustafa II Edirne’ye gi­ dince, şehzade Ahmed’in hizmetine girdi. Mustafa Il’nin öldürülmesinden sonra pa­ dişah olan Ahmed III, onu Haremeyn muhasebeciliğine getirdi. Şehit Ali Paşanın sadareti sırasında, hükümdara gösterdiği fazla yakınlık sebebiyle bu görevden azledil-' di. Bu sırada Venediklilerden alınan Mora’da (1715) mevkufatçılık* görevi verilerek, bölgenin arazi tahririne memur edildi; ba-, şan gösterince Niş defterdarı, Petervaradin bozgunundan sonra baş imrahor, bir süre sonra da vezaret rütbesiyle sadaret kayma­ kamı tayin edildi. Fatma Sultan ile evlene­ rek damat, 1718’de de Nişancı Mehmed Pa­ şanın yerine sadrazam oldu. Sadrazam İbrahim Paşa çeşitli imar hare­ ketleri yânında, devletin bozulan idari teş­ kilâtını düzeltmeğe ve sosyal miiesseselerin ıslahına çalıştı. Fakat Batının yeniliklerine fazlasıyle önem vermesi ve devlet memuri­ yetlerine kendi akrabalarını getirmesi, aleyhinde hareketlere sebep oldu. Bu sırada İran ile savaşa girdi (1723) ve Ruslarla Iran’a karşı anlaşma yaptı. Fakat Tahmasb kulu Nadir Hanın müdahalesiyle yenilmesi düşmanlarının sayısını ve etkisini arttırdı. Bu karışık anda patlak veren Patrona is­ yanında Ahmed III tarafından sarayda boğ­ duruldu (30 eylül 1730); Şehzadebaşında yaptırdığı sebilin yanında gömüldü. Ulemaya ve şeyhlere önem veren Damat İbrahim Paşa bilgili bir yöneticiydi; şair ve hattattı; Lâle devrini açtı; sanatçıları ko­ rudu. Çoğu İstanbul, Nevşehir ve Ürgüp’te olmak üzere birçok hayır eserleri yaptırdı: Şehzadçbaşında Fatma Sultan ile birlikte yaptırdığı dârülhadis, mescit, sebil ve kütüpane, Hocapaşa’da mescit, dârülhadis, hamam, Yeni postahanenin arkasında muallimhane, sebil, çeşme ve çeşitli yerlerde çeşme ve binalar ve Sadâbâd’daki cami dikkate değer eserleridir. Ayrıca doğum yeri olan Muşkara’da cami, medrese, mek­ tep, kütüphane, çeşme, hamam gibi binalar yaptırdı ve bu köyü, Nevşehir adiyle kaza merkezi haline getirdi. (M) DAMATYANTİ, Mahabbaharata adlı hint destanının bir bölümünün kadın kahrama­ nı. Kocası Nala’nın kendisini terketmesine rağmen ona bağlı kalır. Aile sevgisinin sembolüdür. (L) DAMBASLAR, Marmara bölgesinin Erge­ ne bölümünde (Tekirdağ ili, Hayrabolu il­ çesi) bucak merkezi; 60.5 nüf. İlçe merke­ zinin 16 km batısındadır: yüksl. 77 m. — Dambaslar bucağı, 5 07.3 nüf.; 11 köy. (M)

DAMBERGS (Voldmars), letonyalı yazar (Petersburg 1886). Şiir kitapları (Barel Jefi [Yarım Kabartmalar] 1900; Zimejttmi [Ka­ ralamalar] 1907; Dveselei Ritmi [Ritimler] 1920), Moliere tiplerini canlandıran komedi­ ler (Ziedn Viesalı (Çiçeklerin Sarhoşluğun­ da]; Mes Vinus Giistisim [Biz Onları Ala­ cağız]) ve bir roman (Gaitmecibas Celi [Göz’iin Hayat Dönemleri] 1923) yavımladı. (L) D’AMBOİSE (Jacques), amerikan dansçı­ sı (Boston 1934). «American Ballet» oku­ lunda yetişti. 1950’de New York City Ballet’a girdi, 1953’ten beri bu topluluğun yıldız dansçısıdır. J. Robbins’in A/temoon of a Faıııı (Bir Faunus’un öğleden Sonrası)

[1953] balesinin ilk oynanışında büyük ilgi topladı, sonra G. Balanchine’in birçok ba­ lesinde rol aldı: Batı Senfonisi (1954), Stars and Stripes (Yıldızlar ve Çizgiler); Gounod'nıın Senfonisi (1958); Halıdaki Şekil (1960). Ayrıca Meditaıions (Düşünceler) [1963] ve Brahms-Schönberg Dörtlüsü'nde (1966) oynadı. Koreograf olarak Takip (1963), Dörtlü (1964) ve Prolog (1967) adlı baleleri hazırladı. (L) DAMBONİT i. (fr. dambonite). Kim. Et­ kisiz inosit*in dimetil eteri. (L) DAMBOVİTA. Bk. DiMBOViTA. D’AMBRA (Lucio), İtalyan gazetecisi, ro­ man ve komedi yazarı, tiyatro tenkitçisi olan Renato Eduardo4 Manganella’nın takma adı (Roma 1880-1939). 1937’den itibaren İtal­ yan akademisi üyesi. Çağdaş yaşantıyı mon­ den fransız roman ve komedi zevkine uy­ gun olarak alaylı bir üslûpla dile getirdi. Birçok eser yazdı: 11 re, Le torri, Gli alfieri (Kral, Kuleler, Sancaktarlar) [1917]; 11 Mestiere di Marito (Kocalık Sanatı) [1924]; Fantaora di Mandorli in Fiore (Çiçek Açan Badem Ağaçlan Fantezisi) [1931]. Ay­ rıca (Treni'anni di Vita Letteraria [Otuz Yıllık Edebiyat Hayatı]) adlı bir eser de yayımladı (3 cilt, 1927-1928). [L] DAME veya DÂMET i. (ar. dâme veya dâıtıet). Esk. «Ber devanı olsun!» anlamın­ da dua, dilek. — Esk. Dâme iclâlühû, «şerefi devam et­ sin!» anlamıyle eskiden paşalara yazılan resmî kâğıtlarda isimlerin önüne getirilen söz. |j Dâme ikbâlühû, «ikbali, bahtı ber­ devam olsun!» anlamıyle. eskiden resmî belgelerde vezir v.b. kişilere yazı yazılır­ ken kullanılan söz. || Dânıe izziihû, izzeti, büyüklüğü devam etsin! j| Dâme kadrûhû, eskiden «mertebesi, rütbesi devam etsin!» anlamıyle, resmî belgelerde kadılar için kul­ lanılan hitap şekli. ]! Dâme maalîhû, «bü­ yüklükleri, şerefleri devam etsin!» Dâme mecdühü, «büyüklüğü, azamet ve haşmeti devam etsin!» anlamında söz. j! Dâme mülkiihû, «ülkesi daim olsun!» || Dâıııet saadetııhiî «mutluluğu devam etsin!». Dâme sirrııhû, «huzur içinde yatsın!» || Dâme iilûvvuhû, eskiden «büyüklüğü, ulviyeti devam etsin!» anlamıyle şeyhülislâmlara yazılan resmî belgelerde adın önünde kullanılırdı. — Dil bil. Dâme, «devam» mastarından tekil üçüncü şahıs geçmiş zaman erili, dâmet ise onun dişilidir. Kip bakımından geçmiş zamansa da istek belirtir. (M) Dame â la Lieorne (LA), bale. Konusunu Boynuzlu At ve Kadın adlı duvar halısın­ dan esinlenerek Jean Cocteau yazdı, eserin dekor ve kostümlerini de o hazırladı. Koreografi: Heinz Rosen, müzik: Jacques Chailley. ilk olarak 1953’te Münih’teki Theater anı Giirtnerplatz'da oynandı. Baş rollerde: Genevieve Lespagnol, Boris Traylin ve Ve­ ronika Miakar. 1959’da Paris operasındaki oynanışında ise Claude Bessy, Liane Dayde ve Michel Renault rol aldı. (L) DAMEAS Kleitoros’lu, yunan heykeltıra­ şı (M.Ö. 400’e doğr.) Polykleitos’un çömezi, Lysandros, Poseidon ve Artemis’in heykel­ lerini yaptı. Bugün ancak kaideleri ayakta kalan bu eserler, Delphoi’de Aigos-Potamos savaşı şerefine dikilen anıtı süslemek­ teydi. (L) DAMEAS Krotonos’lu, yunan heykeltıraşı (M.Ö. VI. yy. sonu,-V. yy. başı). . Olim­ piyatlarda üstün başarılar sağlayan yurtta­ şı Krotonos’lu Milon’un bir heykelini yap­ tı. Bu heykel kaybolmuştur. (L) Dame aux Camelias (LA). Bk. KAMKLYALI KADIN. Dame Blanche (LA), 3 perdelik opera­ komik. Müziğini Boieldieu (1825), libret­ tosunu ise Walter Scott’dan esinlenerek Eug£ne Scribe yazdı, insanı saran şiiri ve dramatik canlılığı, bu müziğe romantik bir hava verir. (L) Dame de Chez Maxim (LA). Georges Feydeau'nun 3 perdelik komedisi (1899). Çok içki içilen eğlenceli bir geceden son­ ra, genç bir doktor evli olduğunu unutarak evine bir dansçı kadınla döner. Dansçı ka­ dının geldiğini karısından saklamak zorun­ dadır. Birtakım olaylar dansçı kadını dok­ torun karısı rolünü oynamağa iter. Bütün bu karışık durumlara karşılık, taşrada bir

düğüne çağrılan dansçı kadın, damatla ka­ çınca işler yoluna girer. Ustalıkla düzen­ lenen bu komedi Feydeau'nun ulaştığı ba­ şarının eksiksiz bir örneğidir. (L) Dame de Monsoreau (LA), Baba Alexandre Dumas’nın romanı (1846); la Reine Margot' nun (Kraliçe Margot) devamıdır. Anjou dükünün, kardeşi Henri l l l ’ün yerine tahta çıkmak için çevirdiği entrikaları an­ latır. Kralı, «gözdeleri» (Quelus, Schomberg, Maugiron, d’Epernon) ile ve Gorenfiot adındaki çapkın bir keşişi tıpkı koca­ man bir kukla gibi, güldürülü bir biçimde idare eden soytarısı Chicot savunur. Mon­ soreau senyörünün hileyle evlendiği güzel Diane de Meridor ile Bussy d’Amboise arasındaki trajik aşk serüveni, bu karışık siyaset entrikaları içinde gelişir. Bussy d’Amboise öldürülür, ama onun intikamı Dame de Monsoreau’nun devamı olan Les Quarante-Cinq (Kırkbeşler) adlı romanda alınır. Dumas, Auguste Magnet ile birlikte çalışarak bu romandan 5 perdelik bir oyun -çıkardı (1860). [L] DÂMEN veya DAMAN i. (fars. dümen veya dâmân). Esk. Elbise eteği: Atladı dü­ men tutup üç çifte bir zevrakçeye (Yahya Kemal). Pir Sultan Abdal'ını destim dü­ mende İsinim Koca Haydar, neslim Ye­ men’de (Pir Sultan Abdal). || Dağ eteği: Dâmânına bir nehr-i hayalî uzatır leb i Üstünde uyur gölgeli bir guyş-ı nıiikevkeh (Ahmed Hâşim). — Esk. Dâmen-i afv ile seır buyurulmak, affedilmek. j| Dâmen-âlûde («eteği bulaş­ mış»), iffetsiz kadın. |j Dâmen-âlûdegî, iffet­ sizlik. ji Dâmen-bûs. etek öpen. || Dâmeııbûsî, etek öpme töreni. jj Dâmen-çîn («etek toplayan»), naz eden. i: Dâmen-dernıeyaıı, («eteği belinde»), işe hazır. [| Dâınen-dermeyan-ı gayret olmak, bir işe canla başla girişmek. j| Dâmen-gîr («etek tutan»), yalva­ ran. Dava eden. || Dâmen-keş («etek çe­ ken»), hiç bir şeye karışmayan: Dâmenkeş-i vefadır madem ki senden ol şuh (Recaizade Ekrem). Dânıen-zen, etek salla­ yan. i| Dâmen-zenî, etek ile yelpazeleme. ♦ Dâmene i. Esk. Dağ eteği. ♦ Dâmenî i. Esk. Eteklik. ’| Kadın baş­ örtüsü. (-M) DAMER (Ed-), Sudan’da kasaba. Kuzey ilinin merkezi, Atbara’nm Nil ile birleştiği yer yakınında; 7 000 nüf. — Yakınında Meroe piramitleri ve kalıntıları. (L) DAMERİNİ (Adelmo), İtalyan müzikolog, besteci ve müzik tenkitçisi (Carmignano, Floransa yakını 1880-?) Bologne konservatuvarında öğrenim gördü, Palermo konservatuvarında ders verdi. Parma ve Floransa konservatuvarlarında kütüphane müdürlüğü yaptı. Eserleri: Origine e svolginıento Della Sinfonia (Senfoninin Kökleri ve Gelişimi) [1919]., Classicisnıo e Ronıanticismo nella Mıısica (Müzikte Klasik ve Romantik Eği­ limler) [1942], L. Perosi (1953), Boris Godıınov (1922), Ren Altını (1944). Ayrıca R. Strauss’un Salome’si üzerine (1948) eser­ ler yazdı. (L) DAMEROW (Heinrich Philipp Augııst), al­ man akıl hastalıkları hekimi (Stettin 1798Halle 1866). Halle’deki geçici Akıl hasta­ lıkları enstitüsü müdürü. Bugün de yarar­ lanılan, akıl hastalıklarının sınıflanması sis­ temini burada uyguladı. 1844’te «Genel Psikiatri Dergisi»ni kurdu. (L) Dames barışı. Bk. CAMBUAi b a k i s i . Dames d e Saint-M aur. Bk. SAtNT MA! K (DAMES DE).

Dames d u bois de Boulogne (LES) [Boıılogne Ormanı Soylu Hanımları], fransız re­ jisörü Robert Bresson’un yönettiği fransız filmi; Diderot’nun Jacqııes le Fataliste'inde­ ki (Kaderci Jacques) bir olayı konu alan bu filmin diyaloglarını Jean Costeau yaz­ mıştır. Bu filimde Bresson’un üslûp özelliği kesinlikle belirir. Karakterler araştırılmış ve derinlemesine incelenmiştir. Sinemada çevre ve kişilerin bu ölçüde titizlikle in­ celendiği pek az görülmüştür. (L) DAMET i. Bk. DÂME. DAMGA i. (esk. türk. tanığa’dan). İşareti, nişanı basan âlet, mühür: Bu damganın tok ve soğuk sesi kürsünün üstünden aksettiği anda, o üye için herşey bitmişti (Ş.S. Ayde­ mir). || Âletin bastığı işaret: Dur. daha dam­

gası kurumamış! || Teşm. yol. İz: İnsanın yüzünde at nalı kadar damga bırakırdı (R. N. Güntekin). |J Mec. Herkesçe bilinen kötü özellik, leke: öc almasını bilirim, hele ken­ dimi şıı deli damgasından kurtarayım (R. H. Karay). |! Esk. Bir canlıyı veya eşyayı benzerlerinden ayırmak için kullanılan işa­ ret: Oğuzlardan her boyun kendisine mah­ sus bir damgası, bir ongun’u [...] vardır (Z. Gökalp). |! Soğuk damga, baskı ile kabartma olarak yapılan damga. — ÇKş. DEY. Damga basmak {vurmak), hakkında belli bir hüküm vermek: Deli damgası vurarak onu da şu bina içinde alı­ koymaları... (R.H. Karay). İz bırakmak: Yahya Kemal’in bugünkü şiirimize vurduğu damgayı, onun yaratıcı etkisini... (N. Ataç). |; Damga yemek, olumsuz bir özellik atfe­ dilmek: Bir kitap yüzünden hem kızıl bir damga yemiş, hem de sıkıyönetim mahke­ mesi kararı ile altı ay ceza (Y.Z. Ortaç). — Arkeol. Mühür veya kaşe yardıııııyle, pişirme işleminden önce kil üzerine basıl­ mış marka. (Bk. ANSİKL.) jj Damga mü­ hür, üzerine resim, yazı kazılmış daire ve­ ya kare tabanlı mühür. Bk. ANSİKL. — Atçılık. Ateş damgası, beygirin sağrısı­ na kızgın demirle vurulan işaret. — Bibliyo. Bk. ANSİKL. — Huk. Damga vergisi. Bk. ANsiKL. — Kasaplık. Kesilmiş hayvanların gövdesi­ ne, sağlık kontrolundan sonra vurulan mü­ hür. (Kesimden sonra etler, kontrol memur­ ları tarafından silindir biçimindeki bir âlet yardımıyle damgalanır; her mezbahanın kendine has damgası vardır.) — Kuyumc. Değerli madenleri işleyerek eser ortaya koyan kuyumcunun veya bağlı bulunduğu birliğin özel işareti. || Altın veya gümüş ayarının doğruluğunu sağlayan işaret. — Nümism. Sikkeler üzerine, değerlerini değiştirmek veya basıldıkları yer dışında, yani başka bir memlekette tedavül hakkı sağlamak amacıyle sonradan basılan yu­ varlak veya dört köşe baskılara verilen ad. (Eskiçağ sikkelerinde damga olarak ya bir sayı veya kullanılacağı yeni şehrin arması veya baş harfleri bulunurdu.) — Postacılık. Bir posta pulunun üzerine yapılmış ek baskı. (Genellikle pulun değe­ rini değiştirmek için yapılır.) — Pulc. Damga pulu, resmî evraka ve mak­ buzlara yapıştırılan pul: Ayrıca bin beş yüz otuz dört lira on beş kuruşluk da damga pulu (K. Tabir). — Vet. Salgın vakalarında, sağlık durumu­ nu göstermek için hayvana konulan işaret. — Zootekn. Bk. ANSİKL. — ANSİKL. Arkeol. Eskiçağda damga piş­ miş topraktan yapılmış vazoların, kiremit ve tuğlaların tarih ve yapılma yeri hak­ kında bilgi veren bir çeşit imalât işaretidir. Damgalar, toprak eşya üzerine (önceleri çiz­ gi, daha sonra da daire biçiminde) kilin çı­ karıldığı ve biçimlendirildiği yeri (genel­ likle askerî bir atelye), bazen de ticaıî bir tarihi belirtmek amacıyle konurdu. İtal­ ya’da «bolli laterizi» adı verilen bu işaret­ lerin, Roma belediye tarihi açısından bü­ yük önemi vardır. Vazolardaki damgalar, çoğu zaman yapanın imzasını taşır ve ge­ nellikle dip tarafta bulunur. İsim, Augustus devrinden itibaren genellikle ayak biçi­ minde bir kaşe içindedir. Bu yazılar dam­ ganın bölgesel tarihini izlemeğe yarar. • Damga mühürler, en eski devirlerde de mülkiyet ve şahsiyeti belirtmeğe yaramış­ tır. Başlangıçta boyuna asılan, muska yeri­ ne kullanılanların zamanla dinî anlamları azaldı ve pratik amaçlarla, özellikle sosyal ve İktisadî alanlarda kullanıldı. Silindir mühürlere göre daha eski olan damga mü­ hürlerin, asyalı halklarca bulunduğu belli­ dir. Mezopotamya’da uruk çağında damga mühürler süsleme unsuru olarak kullanıl­ dı. Ticarî ilişkilerle Sümer ülkesinden, Asur, Suriye, Mezopotamya, Kappadokia ve İndus vâdisine yayıldı. Anadolu’da da be­ nimsendi. Anadolu’da Neolitik çağa ait ilk mühürler Mersin Yümüktepe’de bulundu. Bunlar taştan, yamuk kulplu ve basit çiz­ gili desenlidir. Yümüktepe ve Alişar’da bu­ lunan geometrik bezekli taştan mühürlerin Kalkolitik çağa ait olduğu anlaşılmıştır. Es­

ki Bronz çağında sayıları çok artan dam­ ga mühürler özellikle Yümüktepe, Tarsus Gözlükule ve Alişar’da ele geçti. Damgala­ rın çoğu bronzdandır; kemik ve boynuzdan olanlarına da rastlanır. Ahlatlıbel ve Etiyokuşu kazılarında pişmiş topraktan geomet­ rik desenli damga mühürler bulundu. Bronz çağda Anadolu’da Çeç damga mühürleri görülür. Bunlar tahıl damgalama ve mühür­ leme işlerinde kullanılmışlardır. Asur kolonistleri çağından sonra Anadolu'da dam­ ga mühürlerin yerini silindir mühürler alır, bununla birlikte damga mühür tamamen ortadan kalkmaz. — Bibliyo. Bütün kütüphanelerde, kitapla­ rın gelişlerinde damgalanmaları mecburîdir. Damga, ya kitabın adının yer aldığı say­ faya, ya da metin sayfalarından biri veya birkaçı üzerine basılır. Aynı kitaplıkta dam­ ga, kitapların aynı sayfaları üzerine basılır. Kitapların içindeki ilâve cetvel ve resimle­ rin de damgalanması gerekir. — Huk. 23 Mayıs 1928 tarihli ve 1324 sayı­ lı Damga resmi yerine geçen 1 temmuz 1964 tarihli ve 488 sayılı Damga Vergisi kn.na göre aynı kanuna ekli 1 sayılı tablo­ da yazılı kâğıtlar damga vergisi’ne tabidir. Damga vergisinin mükellefi kâğıtları imza edenlerdir. Resmî dairelerle kişiler arasın­ daki işlemlerde, kâğıtların damga vergisini kişiler öder. Yabancı ülkelerle Türkiye’deki yabancı elçilik ve konsolosluklarda düzen­ lenen kâğıtların vergisi ise, Türkiye’de bu kâğıtları resmî dairelere verenler, üzerinde devir veya ciro işlemleri yapanlar veya her­ hangi bir yoldan hükümlerinden yararlananlarca ödenir. Damga vergisi nispi veya maktu olarak alı­ nır. Nispî vergide, kâğıtların çeşit ve mahi­ yetine göre bu kâğıtlarda yazılı belli pa­ ra; maktu vergide kâğıtların mahiyeti esastır. Damga vergisi, kâğıtlara pııl yapıştırılması ve bu konuda gösterilen hallerde basılı damga konulması veya makbuz verilmesi veyahut istihkaktan kesinti yapılması şekil­ lerinden biriyle ödenir. Aşağıda yazılı kâ­ ğıtlarda damga vergisinin ödenmesi için pul yerine basılı damga konabilir: 1. mak­ buz ve ibra senetleri; 2. faturalar, 3. ulaştırma ile ilgili kâğıtlar; 4. elektrik, ha­ vagazı. telefon ve su abonman mukavele­ leri; 5. Maliye bakanlığının izni alınmak şartıyle vergiye tabi diğer kâğıtlar. Kanu­ nun 21. maddesine göre, basılı damga ko­ nulacak kâğıtların vergisi, yüzde 5 noksa­ nı ile peşin olarak ödenir. Vergiye tabi kâğıtların damga vergisinin ödenmemesinden veya eksik ödenmesinden ötürü alınacak vergi ve cezadan, mükellef­ lere rücu hakları saklı kalmak üzere, kâ­ ğıtları ibraz edenler sorumlu olur. Damga vergisi, damga vergisi kanununda gösterilen haller dışında, kâğıtlara damga pulu yapıştırılarak ödenir. Vergi miktarına eşit olmak üzere birden fazla pul yapıştı­ rılması mümkündür. Pullar tarihle beraber imza veya mühür konularak iptal olunur, tki pul için bir iptal işlemi yapılabilir. Damga pullarının kâğıtların düzenlendiği anda yapıştırılması mecburîdir. — Zootekn. Hayvanları damgalamak için kullanılan usuller çeşitlidir. Kızgın demirle basılan damga atlara ve büyükbaş hayvanlara uygulanır. Bu işlem boynuzsu maddeyle kap­ lı kısımlara ve deri üzerine, ucunda ka­ bartma bir şekil bulunan demir bir çu­ bukla yapılır. Koyunlarda yün üzerine renkli işaret ba­ sılarak damga yapılabilir. Bundan başka hayvanlar kulaklarına takılan halka ve düğ­ melerle veya gene kulağa yapılan kertik ve deliklerle işaretlenebilir. Fakat yurdu­ muzda en yaygın şekil celeplikte kızgın de­ mirle damga vurmak, köylerde ise bıçakla kulağa çentik ve delik açmaktır. ♦ Damgacı sıf. ve i. Damga vurmakla görevli [kimse]. ♦ Damgalamak geçi. f. Damga ile işaret koymak. || Mec. Birini kötü olarak tanıt­ mak. — Kasaplık. Kesilmiş hayvanların gövde­ sine veteriner kontrolundan sonra mezbaha­ nın özel işaretini basmak. — Kuyumc. Bileşimindeki gümüş oranının

kanunlarca belirlenmiş normlara uygun ol­ duğunu belirtmek üzere ayar damgası vur­ mak. ♦ Damgalanmak edilg. f. Damgalamak işine konu olmak. ♦ Damgalı sıf. [Kâğıt, hayvan v.b. için] Üzerine damga vurulmuş. || Mec. Belli bir özellikle tanınmış: Hele muayyen bir hasta­ lıkla ve bir takını olmaz şeylerle damgalı olarak aralarına girmiş olmaktan büsbütün ürkmüştüm (A.H. Tanpınar). — DEY. Damgalı eşek. Tekiz. Herkes tara­ fından kötü olarak tanınan. — Matbaac. Damgalı kâğıt (varak-ı sahiha), Tanzimattan sonra İspanya baş tercümanı­ nın oğlu Teimas tarafından yapılan teklif üzerine, devlete gelir sağlamak için çıkartı­ lan siyah veya soğuk damgalı kâğıda veri­ len ad. (Bu kâğıda yazılan her türlü se­ nede, resmî daire ve mahkemelerce daima güvenilirdi. 1873’te damga nizamnamesinin ortaya çıkmasıyle damgalı kâğıtlar tamamen kaldırıldı ve bunların yerini damga pulla­ rı aldı.) ♦ Damgasız sıf. Damgası bulunmayan, damgalanmamış: Damgasız pasaport. (ML) Damga, Reşat Nuri Güntekin’in romanı (1924). Sevgilisinin namusunu korumak için hırsızlığı kabul ederek toplumca damgala­ nan İffet’in hayal kırıklığını anlatır. (M) DAMGAN, Kuzey -İran’da şehir, MeşhedTahran ana demiryolu üzerinde, Şahrud ve Semnan şehirleri arasında. Damgan ilinin merkezi; yaklş. 16 500 nüf. Eski bir şehir olan Damgan yakınlarında Eşkânîlerin baş­ şehri Hekatom Pilos’un kalıntılarına rast­ lanır. İslâmî devrede Kumis eyaletinin mer­ kezi oldu. Nizamülmülk’ün ölümünden sonra ismailîlerce yağmalandı (1087), moğol sal­ dırısında yıkıldı, ünlü Kaçar hanedanı hükümdarlarından Feth Ali Şah bu şehirde doğdu (1771). O sıralarda beş kapılı, 166 kuleli, 5 800 m uzunluğunda bir surla çev­ rili idi. Şehrin 25 km kuzeyindeki Çeşme-i Ali, Damgan’ın suyunu sağlar; 1 km gü­ neyinde Tepehisar camii ve Tarihane (Dam­ gan*) camii bulunur. Eski eserler arasında Mescid-i Cami, Çehil Duhteran (Kırk Kız) türbesi, Pîr Alemdar kalesi ve İmamzade Cafer türbeleri. Badem ve fıstık üretimi. Kurşun ihracatı. (M) Damgan camii, Hazar denizinin güneydo­ ğusunda, Damgan’da cami. 750-786 Yılları arasmda Abbasîler tarafından yaptırıldı, öbür adı Tarihane’dir (Allahın evi). Caminin avlusu, üç yandan birer sıra revakla çev­ rilmiştir. Sağ ve soldaki revaklar altışar, öbürleri beşer kemerlidir. Yedi şahmı bu­ lunan camide, beşik tonozla örtülü satımlar­ dan ortadaki, öbürlerinden daha geniştir. Ca­ miin içindeki ve revaklardaki sütunlardan yedisi ayaktadır. Büyük bir kısmı yıkık du­ rumda olan caminin tuğladan ve çini süslemeli minaresi, Selçuklular zamanında yapıl­ mıştır. İslâm mimarîsinin başlangıcına ait bilgi vermesi bakımından önemlidir. (M) DAMITMAK geçi. f. (esk. türk. tanımak, damlamak’tan dam-ı-t-mak). Bir karışım­ daki en uçucu maddeleri önce buharlaş­ tırmak, sonra da soğutarak yoğunlaştırmak suretiyle damla damla çıkarmak; imbikten geçirmek: Şarabı damıtmak. ♦ Dam ıtıcı i. ve sıf. Sanay. Damıtma ürünlerini elde etmek amacıyle çeşitli ham maddeleri damıtan kişi: Damıtık içkiler ve likör yapanlara damıtıcı denir. || Damıt­ mağa yarayan; damıtma işinde kullanılan: tmbik, damıtıcı bir cihazdır. ♦ Dam ıtık sıf. Kim. Damıtılarak elde edil­ miş: Damıtık su. Esk. Mukattar. ♦ Damıtma i. Gaz halinde ürünler elde et­ mek üzere, bazı katı cisimlerin ısı karşı­ sında temel maddelerine ayrıştırılması. |j Sıvı karışımlarda karmaşık ve değişken bile­ şimler halinde bulunan elementlerin, özellik­ leri kesinlikle belirli ürünlere ayrılması. (Bk. ANSİKL. Fiz. ve Teknol.) [| Şarap veya mayalanmış meyve sularından, sıvı alkolle birlikte bütün uçucu maddeleri ayırmak için yapılan işlem. ||_ Ayrımsal damıtma, kaynama noktaları değişik çeşitli sıvılardan meydana gelen bir karışımı kaynatarak, karışımdaki sıvıların ayrı ayrı elde edil­ mesi. |[ Damıtma ürünleri, ham veya cracking* petrolün damıtılmasıyle elde edilen

DAMITMAK madde: A nık ürünlere karşılık, damıtma üriinlerinde, benzinler, kerozenler, gazoil ve kaypak yağlar bulunur. ]| Parafinli damıt­ ma ürünleri, ham petrol veya yan ürünlerin boşlukta damıtılmasıyle elde edilen parafinli ağır ürünler. Gaz sanayiinde, su «azının karbürasyonunda kullanılır. (Bk. EKCÎLT3) — Sanay. Uçucu bir sıvıya, bileşimindeki ürünlerden ayırmak veya arıtmak için uygu­ lanan işlem. Bk. ANS1KL. — ANSiKL. Fiz. Az uçucu bazı sıvılar, da­ ha uçucu bir sıvının buharı, meselâ su bu­ harı "akimiyle sürüklenerek, açık hava ba­ sıncı altında ve kaynama noktalarından daha düşük bir sıcaklıkta damıtılabiiir: bu­ na sürükleme yoluvle damıtma denir. Birbiri içinde çözünen sıvıların damıtılması daha karışıktır. Deneysel olarak, birbirine karışmış sıvıları damıtma yoluyle ayırmak çok güçtür; bazı karışımlar da. ayrılmasına imkân olmadığı için, saf sıvıymış gibi da­ mıtılır (yüzde 97’lik alkol; yüzde 25’lik su ve bütirik asit karışımı). Bunlar azeotrop* karışımlardır. Laboratuvarlarda bugüne kadar çeşitli dü­ zenekler kullanılmıştır. Le Bel-Henninger tüpünde, eksenleri boyunca doğrudan doğ­ ruya, yan borularla da dolaylı olarak bir­ leştirilmiş, üst üste cam balonlar vardır. Dü­ ğüm yerleri, maden tellerle sık olarak örül­ müş sepetler veya helezon biçiminde bü­ külmüş yassı, platin örgülerle kapatılmış­ tır. Buhar, bu örgülerin aralıklarından ge­ çerek yükselir. Yükseldikçe sıcaklık azaldı­ ğı için yeniden yoğunlaşır ve sıvı halde sepetler içinde toplanır. Yüzey geriliminden dolayı bu sıvı alttaki balona düşmez. Se­ petlerde biriken fazla sıvı, yan borudan alt­ taki balona, oradan da daha alttaki balona geçer; yeniden buharlaşır; meydana gelen buhar üstteki sepetin aralıklarından geçerek, sepet içindeki sıvıda kısmen yoğunlaşır. Böylece, çöziintü yüzdesi (alkol yüzdesi) git­ tikçe artar. Bu bir ayrımsal damıtma çeşi­ didir. Balon sayısı arttıkça, Le Bel tüpü­ nün ayırma gücü de artar. Le Bel sütunun­ dan daha çok kullanılan başka damıtma sü­ tunları da vardır: cam uçlu Vigreux sütunu; helezonlu Cresmir sütunu; tablalı Dupont sütunları. Bazı sıvılar açık hava basıncı altında damıtılamaz; çünkü bu basınçtaki kaynama sıcak­ lığında ayrışır. Bunu önlemek için, sıvı üs­ tündeki basıncı azaltmakla sıvının kayna­ ma noktası düşürülür. Bu usul ayrıca, ayrımsal damıtmayı da kolaylaştırır. — Sanay. Damıtma, bir defada büyük mik­ tarlar işleyen tablalı sütunlarda yapılır. Uzun, silindir veya dikdörtgen prizma biçi­ minde bir kazanın üzerinde, tablalı sütunlar yer alır. Kazanın buharı birinci tablaya gelince bir kısmı yoğunlaşır; buhar halinde kalan diğer kısmı ikinci tablaya geçer, ay­ nı işlem burada ve diğer tablalarda da de­ vam eder. Sütunun başında, oldukça etkili bir buhar kütlesi toplanır. Tablaları meyda­ na getiren kaplar, damıtma ürünü ile «dol­ duğu» zaman, kazana doğru inen bir hava akımı meydana gelir. — Teknol. Ham benzolün damıtılman. Üze­ rinde bir analiz sütunu bulunan kazanda ya­ pılan bu damıtma ile benzol-motor, naftaçözücü gibi karbon sülfür yönünden zengin ana ürünler elde edilir. Artıklar ise ağır ürünlerdir: naftalin ve yağlar. • Odunların damıtılması. Bu damıtma odu­ nun bileşiminde bulunan çeşitli ürünleri çı­ kartmak için uygulanır. Kalın kütükler ya­ rılarak, inceler ise aynı boyda kesilerek, ya­ tay veya düşey yerleştirilmiş karniler içinde ısıtılır. Her biri 1 300-2 000 kg odun alabilen düşey karnilerde, bir işlem için on iki ile on beş saat gerekir, tik on saat içinde sıcak­ lığın 350°C’yi aşmamasına dikkat edilir, da­ ha sonra sıcaklık 430°C’ye kadar çıkartılabilir. Yatay karnilerin çapı 1,35 m. boyları da 2,66 m kadardır. Büyük odun damıtma te­ sislerinde, kaloriferle ısıtılan ve sürekli olarak çalışan fırınlar da kullanılır. Odun kömüründen başka, odunun damıtma ürünleri şunlardır: 1. katranlar, bunlar ge­ nellikle. sudan daha ağırdır; 2. bileşimin­ de pirolinyöz asit (saf olmayan asetik asit) ve metilen (saf olmayan metil alkol) bulu­ Foto. Seıgc TAdo, lApnitzki (LAROl'ftHE)

nan sulu bir eriyik; 3. artık gazlar, ya dı­ şarı atılır ya da ocak ızgaralarında yakı­ lır. Ayrıca reçineli odunlardan damıtma baş­ langıcında, çam esansı denilen ve terebentin esansı yerine kullanılan özel bir esans da elde edilir. Reçineli ağaçların damıtma sıra­ sında, sık yapraklı ağaçlardan daha bol ve daha kaliteli katran vermesine karşılık el­ de edilen pirolinyöz ve metilen miktarı çok azdır. • Amonyaktı suların damıtılması. Buharla ısıtılan özel sütunlarda yapılan bu damıt­ ma sonucunda, amonyum sülfat, amonyak ve yüksek dereceli amonyum hidroksit elde edilir. • Ham katranın damıtılması. Bu damıtma sırasında, değişik özellikleri olan yağlar, zift ve siyah boya elde edilir. • Maden kömürünün damıtılması. Yüksek sıcaklıkta (1 000°C) ve havasız yerlerde ya­ pılan bu damıtma sonunda, evlerde yakılan havagazı, amonyaklı su ve katran açığa çıkar. Damıtma artığı, evlerde, yüksek fı­ rınlarda ve döküm yerlerinde yakacak ola­ rak kullanılan kok kömürüdür. 450°C ile 600°C arasında düşük sıcaklıkta yapılan damıtma ile kömürün bütün gazı alınmaz ve sömikok elde edilir. Kömürün, su bu­ harı veya hidrokarbonlar katılmadan damı­ tılmasına kuru damıtma denir. Kömürün doldurulduğu kaplara alttan su buharı püs­ kürtülerek yapılan damıtmaya da yaş veya buhar altında damıtma denir. Süreksiz da­ mıtmada. bir önceki damıtma sırasında elde edilen bütün kok boşaltıldıktan sonra odalar kömürle doldurulur. Bugün uygulanan sürek­ li damıtmada ise, fırın odaları devamlı olarak kömürle beslenir, kok da aynı şekilde boşaltılır. • Petrolün damıtılması. Atmosfer basıncı altında, 350°C’ye doğru yapılan ve topping denilen ilk damıtma ile petrolden, gazlar (bütan, propan ve daha hafif gazlar), ben­ zin (gazolin ve yakıt benzin), nafta, kere­ sen (saf petrol), gazoil ve uzun moleküllü bir artık (fuel veya mazot) elde edilir. Uzun moleküllü artığın boşlukta damıtılma'sı yapışkan bir gazoil, parafinli damıtma ürünleri ve kısa bir artık (bitüm, asfalt veya zift) verir. 80,l°C’de kaynayan benzen ve 80,8°C’de kaynayan siklohekzan gibi birbiri­ ne çok yakın damıtma ürünlerini ayırabil­ mek için, kaynama noktalarının arasını açan eriticiler yardımıyle, ayrımsal damııma'ya başvurulur. Bir damıtma cihazının başlıca parçalan, ürünün kısmen buharlaştığı borulu bir ka­ zan ile içinde ayrılmanın meydana geldiği tablalı kuledir. En hafif buharlar, üst kı­ sımdan çıkarak yoğunlaştırma kaplarına ge­ çer. Ara ürünler yanlardan akıtılır, artık ürün ise dibe çöker. Her ürün soğutul­ duktan sonra bir pompa ile stok edileceği kaba gönderilir. • Tarım ürünlerinin damıtılması. Damıtma­ da kullanılan ham maddeler, mayalaşabilen şekerler vermeğe elverişli maddelerdir: bun­ lar ya meyve (elma, armut v.b.), yaprak (nergisgiller), sap (şekerkamışı, hint dansı), kök (şeker pancarı) gibi şekerli maddeler, ya nişastalı maddeler (tahıl taneleri, patates ve yerelması yumruları) veya selülozlu mad­ delerdir (odun, kâğıt hamurunun sülfitli arıtma suyu). Bu damıtma ya içki alkollerini, özellikle içki ispirtosunu veya sanayide kullanılan alkolleri elde etmek için yapılır. Yüksek kaliteli içkilerin alkollerini hazır­ larken, genellikle imbik* damıtması uygula­ nır. Türkiye’de, sınaî damıtmanın ham mad­ desi kuru üzüm, patates ve şeker pancarı­ dır. Pancardan alkol elde etmek için önce pancarlar bol suda yıkanarak rendelenir. Bu rendelenmiş parçalardan, genellikle asit ortamda dağılma ile, bazen de yoğurma, süz­ me ve basınçla şekerli bir su çıkarılır. Bu asitli ve şekerli su daha sonra soğutulur ve işlenmiş maya katılarak, büyük fıçılarda mayalanmağa bırakılır. Elde edilen şarap bir ısıtıcıdan geçirildikten sonra tablalı sü­ tunda damıtılır. Damıtma sonucu elde edi­ len ürünler veya saf olmayan alkoller (bu ürünlerin bileşiminde organik asitler, alde­ hitler, esterler v.b. bulunur) başka bir sü­ tunda ikinci bir damıtma ile arıtılır: böy­ lece, en fazla 97,l°C’lik saf veya damıtık al­ kol elde edilir.

Nişastalı maddelerin işlenmesi, nişastanın önce dekstrine, sonra da maltoz ve glikoza çevrilmesi için bir hidroliz gerektirir. Bu hidroliz için ya asitlerden, ya da tohumların çimlenmesi sırasında meydana gelen (maltla hidroliz) veya mantarların salgıladığı (man­ tar küfü veya amilomisle hidroliz) diyas­ tazlardan (nişastalar) yararlanılır. • Türkiye’de, çeşitli değişikliklere uğrayan 4250 sayılı ve 8 haziran 1942 tarihli İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı kanunu gere­ ğince, her türlü ispirto ve ispirtolu içki­ lerin yapılması hükümetin tekeli altında­ dır. (Bk. t e k e l .) Yine aynı kanun, bira ve her türlü şarabın yapılmasını serbest bı­ rakmıştır. Bunun gibi, kısmen tahammür etmiş olmakla beraber içki niteliğini ta­ şıyan şıra ve boza gibi maddeler de tekel konusu dışında tutulmuştur (md. 1). An­ cak ispirtolu içkilerin nitelikleriyle bina, fabrika ve imlâhanelerinin sağlık yönün­ den ve teknik açıdan haiz olması gereken nitelikler, bunların denetim ve muayenele­ rine ait işlemler, Gümrük ve Tekel. Maliye, Tarım, Sağlık ve Sosyal Yardım bakan­ lıklarınca ortaklaşa hazırlanan bir tüzük ile tespit olunur. Bunun gibi, şaraphanele­ rin, doldurma evlerinin ve şarapların sağlı­ ğa ilişkin ve teknik yönlerden nitelikleri, denetim ve muayeneleri ile şaraba uygula­ nacak işlemlere ait esaslar, Sağlık ve Sos­ yal Yardım, Gümrük ve Tekel ve Tarım bakanlıklarınca birlikte belirtilir. Kendi ih­ tiyaçları için kendi ürünlerinden 500 litreye kadar şarap yapanlar bu mecburiyete tabi değildir. Kanuna göre, Tekel idaresi, Güm­ rük ve Tekel bakanlığının muvafakatiyle, tekel altında bulunan ispirtolu içkilerden bazılarının belirli şartlar altında türk va­ tandaşı gerçek veya tüzel kişiler tarafın­ dan geçici olarak ve kısmen yapılmasına izin verebilir. Şeker fabrikaları da, tali maddelerinden ispirto yapabilir. Ancak bu fabrikalar, her yıl üretebilecekleri ispirto miktarını üreti­ me başlamadan önce ve üretim sırasında meydana gelen değişiklikleri de daha son­ ra Tekel idaresine bildirmek zorundadır; ispirto üretiminden vaz geçmeleri halinde, bunun da en az iki yıl önce Tekel idare­ sine bildirilmesi şarttır. Şarap yapanlarla tarım ürünlerini işleyenler önceden Tekel idaresinin iznini alarak, tali maddelerinden ispirto yapabilirler. İhtiyaca göre, Gümrük ve Tekel bakanlığının muvafakatiyle Tekel idaresince belli edilecek kayıt ve şartlar içinde, gerçek ve tüzel kişilere her türlü ispirto (suma hariç) yapma izni verilebilir. Tekel idaresince yapılan ispirto ve ispirtolu içkilerin bulunduğu kaplara Tekel markası (alâmeti farika) konulur. İzinle ispirtolu Jacques D'AMBOİSE içki yapanlar da, mamullerinin kaplarında kendi markalarıyle Tekel idaresinin mü­ hür veya kontrol işaretini bulundurmak zo­ rundadırlar. Yakalanan, kaçak imal edil­ miş ispirto ve ispirtolu içkilerle, bunların yapılmasına yarayan âlet ve vasıtalar, ipti­ daî maddeler müsadere edilir. Ayrıca ka­ nunun 25. maddesinde yazılı nispetler üze­ rinden para cezası alınır. İspirto ve ispir­ tolu içki fabrika, imalâthane, imlâhane ve ticarethaneleriyle bu gibi yerleri işletmek hakkı, Tekel idaresinden izin alınmadıkça başkasına devredilemez. Aksi halde işletme izni geri alınır ve devredenle devralan pa­ ra cezasına çarptırılır (md. 35). İspirto ve ispirtolu içki fabrika, imalâthane ve imlâ-

«la Dame â la Licorne» başrolde Liane Dayde

hanelerinde ancak izin verilen maddeler imal ve imlâ edilir. Bunlar dı§mda kalan ve ispirto veya ispirtolu içki yapımına yarayabilen diğer maddelerin fabrika, ima­ lâthane ve imlâhanelere sokulması yasaktır. (LM )

DAMIZ i. Halk dili. Ahır. (Mı DAMIZLIK sıf. ve i. (halk dili, damız. ahır’dan damız-hk). Yalnız iyi döl almak .çin yetiştirilen yüksek nitelikte hayvan veya bitki: Canını köv yerinde damızlık olıır mu? (M.Ş. Esendal). |j Argo. Maya. — ANSIKL. Bot. Vasıflarını, kusur ve me­ ziyetlerini döllerine geçirecekleri için da­ mızlık anaç ve kalemlerin dikkatle seçil­ mesi gerekir. (Henüz meyveye yatmamış, etüdü yapılmamış, verim denemelerini ge­ çirmemiş ağaçlardan kalem alınması doğru değildir.) '— Zootekn. Verim bakımından üstün, iklim ve çevre şartlarına dayanıklı, aynı zamanda düzenli ve sağlam döl veren hayvanlar da­ mızlık olarak alıkonur. (Çiftleştirilecek da­ mızlık hayvanlan sürü içinde en yüksek kaliteli olanlardan seçmek modern hayvan yetiştiriciliğinin esasıdır. Hayvanların icabın­ da süt ve et verimleri kontrol edilir. Da­ mızlıklar tabiî veya sunî ayıklanma yoluyle seçilir. Gerek tabiat, gerek insanlar en da­ yanıklı ve en elverişli hayvanların çoğal­ masına. elverişsiz olanların döl vermeden ortadan kalkmasına çalışır.) [M] DAMİA. Yun. mit. Bereket tanrıçası; Damia’ya, Auksesia ile birlikte, Epidaunos ve Aigina’da taparlardı. (L) DAMtANi PIETRO Aziz, yüksek rütbe­ li kilise görevlisi (Ravenna 1007-Faenza 1072). Yoksul bir ailenin çocuğu. Monte Catria’daki Fonte Avellana Keşişler evine girdi. Kilise içi reform konusundaki ilk düşüncelerini bu manastırda geliştirdi. Sırasıyle papa Gregorius VI, Leo IX ve Stephanus IX’u, reformun gerekliliğine ikna etti. Papa Stepanus IX tarafından Ostia Kardinal piskoposu tayin edildi (1057). Alexander II’nin papa seçilmesine yardım etti (1061); Gregorius VII adiyle papa olan Hildebrand ile ilişkiler kurdu; yeniden ma­ nastıra çekilmişken diplomatik ve İdarî gö­ revlerle Fransa, Floransa, Almanya ve Ravenna’ya gönderildi. Damiani Pietro hayatı boyunca yazılarıyle dinî konularda çıkar sağlayanlara ve kilise adamlarının ahlâksız­ lıklarına karşı savaştı; sacerdotium (kilise otoritesi) ile imparatorluk (laik otorite) arasında bir uzlaşmanın savunucusu oldu. Damiani Pietro’dan bugüne şiirler, İlâhiler, azizlerin hayatlarıyle ilgili biyografi dene­ meleri ve polemik yazıları kalmıştır. Bu polemik yazılarının en önemlisi, kilise adamlarının ahlâk düşkünlüklerini anlatan Gomorrhianus adlı eseridir; 1828’de «kilise doktoru» unvanını aldı. (L) DAMİENS (Robert François), Louis XV’e yapılan bir suikast teşebbüsünün faili (La Tieuloy, Arras 1715-Paris 1757). iflâs et­ miş bir çiftçi ailesinin oğlu, uşak oldu. Tanrının kendisini Louis XV’i uyarmak ve hafif şekilde yaralayarak görevini hatırlat­ makla görevlendirdiği düşüncesine kapıldı. 5 Ocak 1757’de kralı sağ omuzundan bir çakıyle çok hafif bir şekilde yaraladı. Tutuk­ landı, korkunç işkencelere maruz kaldı, ön­ ce bıçağı tutan sağ eli yakıldı, yaralarına eritilmiş kurşun ve kaynar zeytinyağı dökül­ dü, sonra kralları öldürmeğe kalkışanlara karşı uygulanan ceza uyarınca kol ve bacak­ ları atlara çektirilerek kopartıldı, işkence dört saat sürdü (28 mart). [L] DAMIETTA. Bk. DİMYAT. DAMİKİLUŞU, Mezopotamya’da M.ö. II. binyılda hüküm sürmüş isin sülâlesinin son kralı. (M) DAMİRON (Jeân Philibert), fransız filo­ zofu (Belleville, Rhöne 1794-Paris 1862). Cousin’in öğrencisi, sonra profesör, Jouffroy ile işbirliği yaparak Globe gazetesi­ ni kurdu; bu gazetede çıkan yazılarını l'Essai Sur l’Histoire de la Philosophie en France au XIX. Siecle (XIX. yy. Fran­ sız Felsefe Tarihi Üstüne Deneme) adlı kitabında topladı. 1830 Yılından sonra Ecole Normale’de yönetim görevlisi, sonra Sorbonne’da profesör oldu. 1842’de Jouffroy’nm Nouveaux Melanges Philosophiques’\m

(Yeni Felsefî Karışımlar) yayımladı. Baş­ lıca eserleri şunlardır: Essai Sur l’Histoire de la Philosophie en France au XVII. Siecle (XVII. yy. Fransız Felsefe Tarihi Üstüne Deneme); Memoires Pour Servir â l’Histoire de la Philosophie au XVIII. Siicle (XVIII. yy. Felsefe Tarihinin Ay­ dınlatılmasına Yarayacak Muhtıralar). [D] DAMKİNA. Mit. M.ö. III. binyıl Sümer tanrıçası. Ea'nın karısıdır. (M) DAMKORIIĞU blş. i. Damkoruğugillerden otsu bitki. (İlmî adı Sedum.) — ANS1KL. Danıkoruğu, almaşık veya ar­ dışık yapraklı, otsu ve etli bir bitkidir. Beyaz veya sarı çiçekleri sap ucunda tek veya salkım durumunda bulunur. Bir yıl­ lık» veya çok yıllık birçok türü vardır. Ge­ nellikle çorak ve kır yerlerde yetişir. Be­ yaz, pembe, kırmızı veya san güzel çiçek­ lerinden dolayı süs bitkisi olarak yetiştiri­ len türleri çoktur. Tohumdan veya daldır­ ma ile üretilir. (L) DAMKORUÖUGİLLER blş. çoğl. i. Rosales takımından çiçekli bitkiler familya­ sı. — ANS1KL. Damkoruğugiller daha çok kök sürgünlerinden üretilir. Bunlar çok arsız bitkilerdir; çiçekleri çok renklidir; tozlaş­ ma, böceklerle veya kuşlarla olur. Tohum­ ları çok hafif olduğu için rüzgârla kolay­ ca taşınır. Toprak üstü kısımları etli ve suludur; bu yüzden «etli bitkiler» arasın­ da sayılır. Başlıca cinsleri: crassula, cotyledon, echeveria, senıpervivum. (E) DAMLA i. (esk. türk. tammak, damlamak > tam-ı-ğ-la-ğ > tamla'dan). Yuvarlak bi­ çimli, çok küçük miktarda sıvı: — Bir ba­ kın! Ben içine birkaç damla karanfil yağı ka­ tıyorum (K. Tahir). Gözlerinden dökülen birkaç damla yaşı parmaklarıyle sildi (H. R. Gürpınar). || Bir ölçü ile akıtılan ilâç: Doktorun göz için verdiği damlalar iyi geldi, j! Çok az miktar: Damlası altından kıymetli olan kan (Tarık Buğra). |! Yüreğe gelen inme: Damladan öldü. || Damla sa­ kızı. Bk. SAKIZ. — ÇEş. DEY. Denizde bir damla. Bk. DENİZ. || Kanının son damlasına kadar. Bk. KAN. — Camc. Cam yapımında kullanılan karı­ şım içindeki alkalilerin buharlaşarak uç­ ması ve fırının üst kısmında yoğunlaşarak pota içine damlamasından meydana gelen ve cam eşyanın görünümünü bozan renkli cam parçası. — Eczc. Reçine veya bitki özsuyunun ka­ tılaşmış küçük parçacığı. (Şekli, yanağa akan gözyaşı damlasını andırır: Damla asel­ bent. Damla sakız. [Damla şeklindeki özütler daha saf olur.]) — Fiz. Damla cam, ergitilmiş camın so­ ğuk suya akıtılmasıyle meydana gelen ince sivri uçlu, sert cam parçacıkları. (Sivri uç kırılırsa damla cam, toz halinde etrafa dağılır. || Damla metodu, bir sıvının yüzey gerHim katsayısını ve hacmini, bir eriyiğin yoğunluk veya sulandırma derecelerini dam­ lalık yardımıyle bulmağa yarayan metot. — Kâğıtç. İmalât sırasında kâğıt üzerine düşen bir su damlasının bıraktığı yuvarlak iz, leke. — Kuyumc. Damla alma, bir madenin cinsini ve türünü tayin etmek için, ergime halindeki maden külçesinden çok küçük bir parça çıkarma. — Metalürji. Soğuk damla, bir döküm parçasının içinde veya yüzeyinde, parçanın bütününden daha önce soğuyarak katılaşan ve yüzeyi kütleyle' kaynaşmayan bir maden damlasından ileri gelen döküm hatası: So­ ğuk damlalar, ya döküm sırasında yapı­ lan bir hatadan (çok soğuk maden, dam­ lalar akıtılması) veya kalıbın yanlış bes­ lenmesinden ileri gelir. — Mim. Dor mimarîsinde, üçüz yivlerin (triglif) altındaki koni şekli. || Dor üslû­ bundaki saçaklıklarda, süs kuşağının üçüz yivleri ve damlalık mütülünün altında sar­ kan, gözyaşı biçiminde süsleme. (Taş mi­ marîde belli bir görevi olmayan damlala­ ra arkeologlar, ilkel tahta mimarîde takoz vazifesi gören bu süs unsurunun bir deva­ mı gözüyle bakar.) — Parazitol. Kalın damla, kan boyama tek­

niği; alyuvarların içinde asalak yaşayarak sıtmaya sebep olan çeşitli plasmodiumların aranması ve tanınması için kullanılır. — Petol. Kan bozukluğundan ileri gelen suyuklarda bozukluk, eklem çevresinde il­ tihaplanma ve daha sonra tofus birikimi, şekil bozukluğu, yarım çıkıklar ve kötü­ rümlük gibi belirtiler gösteren hastalık. Bk. ANSfKU

— Petr. Damlama noktası, ergime nokta­ sının başlangıcı. (Damlama' noktası, don­ durulduktan sonra yavaş yavaş ısıtılan bir petrol yağının, deney kabının dibine açıl­ mış bir delikten damlalar halinde düşme­ ye başladığı sıcaklıktır.) — Vet. Damla hastalığı hayvanlardan yal­ nız kuşlarda görülür; damlalı kuşların ek­ lemlerinde, sıvı keselerinde, böbreklerinde ve sidik yollarında ürat birikintileri bulu­ nur. — ANSiKL. Patol. Damla hastalığı, temel besinlerden herhangi birinin metabolizma­ sındaki bozukluktan ileri gelen bir beslen­ me hastalığıdır. Damla esas itibariyle bazı azotlu maddelerin, yani nükleoproteitlerin organizmada ürik aside dönüşerek birikme­ si şeklinde bir bozukluktur. Damlanın iki şekli görülür: had damla, müzmin damla. Had damla, genellikle keyifsizlik ve baş ağ­ rısı şeklinde başlayan kısa süreli nöbetler yapar. Fazla yemek, yorgunluk, kuvvetli heyecan ve travmaların nöbetlere yol aç­ ması mümkündür. Hastalık hemen daima ayak baş parmağında başlar. Ağrı çok şid­ detlidir, 6-7 gün sonra hafifler. Ağrı sona erince, o zamana kadar az olan sidik bol­ laşır, açık bir renk alır, içinde çok ürat bulunur. Müzmin damla’Ğ& ateş ve genel tepki görülmez; artrik tam olarak yaygın­ laşmadığı için eklem çevresinde sürekli bo­ zukluklar yavaş yavaş ortaya çıkar. Daha sonra, damla belirtileri, giderek yaygınla­ şır, topuğa, dize, kalçaya yahut bileğe, dirseğe, kol, hattâ omur eklemlerine kadar yayılabilir. Bu yayılma sırasında bazı ke­ simlerde had ilerlemeler, ankiloza ve hasta kısımlarda kötürümlüğe yol açabilen yeni bozukluklar görülür. Damlanın özel belirti­ lerinden biri tofus, yani deri altı bağ do­ kusunda, sıvı keselerinde, hattâ kulak kep­ çesinde katı birikimler oluşumudur. Bu bi­ rikintiler sodyum ürat, kalsiyum fosfat ve kolesterinden meydana gelir. Bunlar ba­ zen son derece sert küçük tümörler, bazen zırh gibi sert plakalar, bazen de topaklar halindedir; sonunda hepsi yara haline gelir, irinlenerek tebeşiri andıran bir madde kı­ kırdaklarda, bağlarda ve kirişlerde topla­ nan ürat birikintileri eklemlerde şekil bo­ zukluklarına sebep olur; daha sonra bu bozukluklar kemik uçlarını da sarar. Bu bozukluklar ilerledikçe hareketler de git­ tikçe güçleşir. Damlanın tedavi yolu genel sağlık kurallarına (bedenî etkinlik, ruhî gevşeme) ve iyi bir beslenmeye (pürince zengin yiyeceklerin, yağların alkolü içkile­ rin azaltılması) yer vermektir. İlâç olarak en iyisi üre çıkartıcı ilâçlardır; benzoik asit p- (dipropil-sülfamit) şimdiki halde en etkili ilâçtır, fakat bu ilâç elverişli dozda kullanılmazsa üre taşlarının birikmesine ve had nöbetlere yol açabilir. Damla nöbet­ lerine karşı kolşisin fenilbülazon gibi ilâç­ lar veya böbreküstü hormonları kullanılır. ♦ Damla damla zf. Azar azar, katre katre: Korku yüreğine danılu damla sızmış, oraya tortu gibi çökmüştü de sezememiş miydi yoksa? (K. Tahir). Yanında damla damla bittiğimi duyarım (F.N. Çamlıbel). — Ted. Sıvı bir ilâcı vücuda yavaş yavaş ve sürekli bir şekilde verme usulü. (Bu­ nun için ilâç bol suda eritilir, sonra ma­ kat, deri altı veya damar yoluyle damla damla şırınga edilir.) ♦ Damlalık i. Sıvıları damlalar halinde akıtmak için bir ucu kauçuk başlıklı, öbür ucu sivri', cam veya plastikten yapılmış âlet: Bir koşu gidip evden küçük şişedeki afyon ruhunu bir damlalıkla birlikte eve getirdi (B. Felek). — Eczc. Belli bir eriyfğin (ilâç veya baş­ kası) alınacak miktarını damla damla say­ mağa yarayan küçük aygıt. || Bir ilâcı vücuda damla damla vermeğe yarayan şı­ rınga âleti. — İnş. Bir yapıda çörtenleri ve dam oluk­ larını taşıyan yan duvar.

DAM — Inş. Madenî damörtüierinde. bir kıv­ rım, bir pah ve bir kırmadan meydana ge­ len kırmaların tümü. (SIÇAN OLUĞU da de­ nir.) |! Kapı veya pencere dayanaklarında­ ki oluklara yağmur sularının girmesini ön­ lemek için, kapı veya pencere çaprazları­ nın su olukları (damlalık kanalı) altına açılan küçük yarık, ji Bir çevre duvarı ve­ ya bir ortak duvarın harpuştası (duvar se­ meri) altında bulunan duvar etekliği. — Mim. Bir yapıdaki süs unsurlarını yağmurdan korumak için bu süs unsurunun tepesine çıkıntılı olarak yerleştirilmiş ve üzerine yağmur damlalarının doğrudan doğ­ ruya toprağa düşmesini sağlayarak su sı­ zıntılarını önleyen bir oluk açılmış silme. || Baca damlalığı, baca tomruğunun üs­ tüne yerleştirilen tepelik. — Teknol. Pervazlarla su oluğu arasına yağmur sularının sızmasını önlemek için su oluğunun altına oyulmuş, bir ucu yuvarlak küçük yuva. || Bu yuvayı açmağa yarayan kenar küsteresi. (ML) DAMLACIK, esk. Alut, Güneydoğu Ana­ dolu’da (Adıyaman ili. Kâhta ilçesi) bu­ cak merkezi; 1_070 nüf. İlçe merkezinin 33 km kuzeyinde- ve Nemrut dağı yolu üze­ rindedir; yüksl. 790 m. — Damlacık buca­ ğı, 5 948 nüf.; 10 köy. (M) Damlacık mezarı. Arkeol. Milâs'ta. Sodra dağı eteğinde mezar. Sodra mermerin­ den yapılmış tek bir odadır. Odanın iki yanındaki kenarlı ölü yatakları, tek bir taş bloktan yontulmuştur, arada bir lahit var­ dır. M.ö. 320 yıllarında yapıldığı tahmin edilir. (M) DAMLAMAK geçz. f. (esk. türk. tam-ı-ğla-mak'tan). Damla halinde düşmek, dökül­ mek: Elbisesine yağ damladı. || İçindekini damla damla akıtmak: Musluklar damlıyor. || Mec. Davetsiz ve birdenbire çıkagelmek. Artık her sabah erkenden damlıyor, öğle yemeğini bile Bucakta yiyor (Ömer Seyfeddin). ♦ Damlama i. Damlamak eylemi. ♦ Damlatma i. Damla damla akıtma. Organizmadaki bir boşluğa (özellikle sidik torbasına) ilâçlı bir sıvıyı akıtmaktan iba­ ret tedavi metodu. ♦ Dam latılm ak edile, f. Damlatmak işine konu olmak. ♦ Dam latmak geçi. f. Damla damla akıt­ mak. I! Damlalıkla ilâç koymak: Bir fincan suya biraz lokman ruhu damlatmak. | Da­ mıtmak. (ML) DAMLATAŞ blş. i. Elmas gibi façetalı tıraş edilmeyip yuvarlak ve cilâlı bırakılmış, değerli veya yarı değerli taş. (Ortaçağdan kalma hıristiyan dua kitaplarının kapakları ve kutsal emanetlerin mahfazaları genellik­ le kabartma motifler arasına çakılmış dam­ lataşlarla süslüdür.) |j Saydam damlataş, saydam olması için, alt kısmından içine doğru oyulmuş damlataş. (L) Damlataş mağarası, Akdeniz bölgesinde, Alanya’nın çok yakınında deniz kıyısında mağara. 1948’de bulundu. Tavan yüksekli­ ği 15 m, alanı 200 m2ye yakın olan mağa­ rada iri sarkıtlar vardır. Bir süre mağa­ ra içinde kalmanın astını, anfizem ve müz­ min bronşitlere iyi geldiği iddia edilir; ya­ bancı turistlerin de ilgi gösterdiği bir yerdir. (M)

DAMMAK geçz. f. (esk. türk. tanımak’tan). Halk dili. Damlamak. (M) DAMMAM, Suudî Arabistan'da (Hasa ili) liman şehri, Basra körfezi kıyısında; yaklş. 128000 niif. (2 000’i amerikalı, 3 000’i İtal­ yan). Bir mercan kayası üzerine kurulmuş olan şehir, kısa süre önce Dammam pet­ rol yatağının bulunmasıyle gelişti. Liman pet­ rolün ihraç edilmesini sağlar ve hatbaşı ol­ duğu Riyad demiryolu hattının döşenme­ sinden beri Necid ile Basra körfezini bir­ birine bağlar. (L) DAMMAR i. Bir çeşit reçine. İndonezya ve Yeni Zelanda'da yetişen dummara adlı ağaçlardan elde edilir. DAMAR şeklinde de yazılır. — ANSiKL. Dammar reçinesi, terpen, hid roterpenik alkol ve bir karışım ıdır. (L)

reçine

m addelerinin

DAMMARA i. (malezya dilinden). Reçine­ si için yetiştirilen büyük ağaç. (Açık to­ Fnti}. OiratuUııt (L A R O l'S S E )

humlular alt bölümünün araucariaceae fa­ milyasından.) — ANSiKL. Dammara Aııstralis'in odunu beyaz ve dayanıksızdır: ama yapıcılıkta kullanılabilir. Dammar reçinesi cilâ yapı­ mında ham madde olarak kullanılır. (L) DAMMARTİN (DE), transız mimar ve heykeltıraş ailesi. DKOt’ET (öl. Jargeau. Loiret 1413), Raymond du Temple ile Char­ les V’in Louvre sarayı yapımında çalıştı, sonra Jean de Berry'nin hizmetine girdi, daha sonra da Bourgogne dükleri için ça­ lışarak 1383’te baş mimar oldu. Champmol manastırı ile Dijon’da Sainte-Shapelle'in ana kapısını yaptı (1387). Berry’ye dön­ dü (1396) ve dük Jean’tn yaptırdığı birçok binanın planlarını çizdi: Mehunsur-Yevre, Poliliers, Bourges, Rionı. Lusignan şatoları; — Oğlu .İKAN bir ara Tours ve Mans katedrallerinin mimarı ol­ du: — Drouet’nin kardeşi GUI (ölm. 1398); kardeşinin çalışmalarını devam ettirerek Louvre sarayı merdiveni için Philippe de Bourgogne’un heykelini yaptı. Berry dü­ künün baş mimarı olarak (1370), Bourges ve Concressault şatolarında çalıştı, Politiers’deki büyük saati yaptı (1390). ingilizler tara­ fından çıkarılan yangından sonra Jean de Berry’nin bu ildeki konağının (bugün adliye sarayı) onarım işlerini yönetti. Bu sarayın bacasını süsleyen heykelleri (Charles VI, Jean de Berry ve eşleri), onun yaptığı söy­ lenir. (L) DAMME, Belçika'da (Batı Flandre. Brugge idare çevresi) komün, Damme kanalı kıyısında; 9 800. nüf. XV. yy.dan kalma belediye binası. XlII.yy.dan kalma kilise. — Tar. Damme, Brugge’nin limanı oldu ve XII. - XIII. yüzyıllarda Zwyn’in kum­ la dolması yüzünden L’Ecluse gibi deniz limanları yararına önemli ticari rol oynadı. Flandre kontu Ferrând’a karşı harekâta geçen Phillippe AugUste bu limanı işgal ettirdi ama yetersiz, bir garnizon bıraktı­ ğından 1213’te ingilizler bir baskınla fransız donanmasını yok ettiler. Böylece Philip­ pe Auguste’ün Dover boğazını aşarak Kor­ kusuz Jean’ı kesinlikle ortadan kaldırması imkânı kayboldu. (L) Damnation de Faust (LA) [Berlioz]. Bk. KAUSTTN LANETLENMESİ. DAMNUM EMERGENS. Rom. huk. Bir taahhüdün yerine getirilmemesinden doğan zarar: bir müşteri, satıcıya ısmarladığı mal­ ları alamaz, onları başka bir yerden daha pahalıya edinmek zorunda kalırsa, ödediği fazla fiyat damnurn emergens meydana geti­ rir. (Bk. LUORAM OESSANR.) [L] DAMNUM İNFECTUM. Rom. huk. Ger­ çekleşmiş bir zarara (damnurn factıtm) kar­ şılık. muhtemel bir zarara denir. (L) DAMO veya DEMO, Pythagoras’ın kızı. Babasının nezareti altında bilim ve felse­ fe okudu. Bekâr kalmakta kararlı genç kız­ lar için bir okul açtı. Pythagoras ölürken, yayımlamamak şartıyle yazılarını Damo’ya verdi. (L) DAMODAR, Hindistan'da (Bihar ve Batı Bengal) ırmak; 545 km. Çota Nagpur’dan doğar, doğuya yönelir, Raniganj ve Burdvan’ı sular, Kalküta’nın güneybatısında Hoogly ırmağıyle birleşir. Vadisi Hindis­ tan’ın en zengin kömür havzasıdır; burada birçok sanayi merkezi (başlıcası Asansol) gelişmiştir. Barajlar ve hidroelektrik santralları kurulmakta, kömür madenlerini, Kalküta’ya bağlayacak bir kanal açılmaktadır. Vâdinin verimli kılınması çabalarında sula­ ma yapılan toprakların çoğaltılması ve sıt­ ma ile savaş başta gelir. (L) DAMOEUS i. Çan şeklinde bombeli veya yuvarlak, küçük uyuz böceği. Ayakları in­ ce ve genellikle çok uzundur. — ANSiKL. Damoeııs’un bazı türleri her yer­ de özellikle Akdeniz bölgesinde çok yay­ gındır. Bunlar çok küçüktür, ağaçların yap­ raklarında, yosunlarda, taş altlarında ya­ şar. (Oribatidae familyasından.) [L] DAMOH, Hindistan'da (Madhya Pradeş) bölge ve şehir. Hızla büyümekte olan şe­ hir, Cabalpur’un 96 km kadar kuzeybatısındadır; 46 656 nüf. (1961). Hastahane; üç petrol rafinerisi, Sağar üniversitesine bağlı kolej. — Damoh idare bölgesi, Vindhyan yaylası­

nın doğusunda, vâdilerle yarılmış tepelik bir bölgedir; 438 345 nüf. Toprakların yüz­ de 40’ı orman ve çayırlıktır. Başlıca ürün­ leri: buğday, pirinç, baklagiller ve ayçi­ çeği tohumu. — Sagar-Damoh bölgesi, 1818’de ingilizler’in eline geçti. 1934’ten 1956’ya kadar Sağar idare bölümüne bağlı kaldı. Dahom"un 31 km kuzeydoğusunda. M.S. VI. yy.dan kalma iki Vişnu tapınağı. Ortaçağ­ dan kalma pek çok tapınak ve kale. Böl­ genin Gond’lar zamanındaki eski başkenti. Damoh’un 48 km güneydoğusundaki Singargarh idi. (L) Damoiselle filue (LA) [The Blessed Dantozel, Mutlu Genç Kız], D. G. Rossetti’nin lirik şiiri. 1847’de yazıldı, daha sonra üze­ rinde bazı değişiklikler yapıldı. Bu ünlü şiirde, bir genç kız, yeryüzünde kalan sev­ gilisine, gökyüzünden seslenmekte, onu ya­ nına çağırmaktadır. Böylece Hz. İsa, on­ ların aşkını kutsayacak, ikisi birlikte Tan­ rıya şükranlarını bildireceklerdir. Rossetti’­ nin en başarılı eseri olan ve pre-raphaelite şiirin en iyi örneklerinden biri sayılan Mut­ lu Genç Kız, Debussy tarafından bestelendi (1887). Henüz Massenet’nin etkisinde olan Debussy’nin müzik dehası, Roma’da Villa Medicis’te bestelenen bu kantatta, kendini ilk olarak duyuyor. Eser, 8 Nisan 1893’te Societğ Nationale’de çalındı. (L) DAMOKSENOS, yunan komedi yazarı (M. Ö. IV. yy.). Yeni komedi akımının temsilcilerindendir. Athenaios’un aktardığı iiç parçayle tanınmaktadır. (L) DAMON veya DEMON A tina’lı, yunan filozofu ve müzikçisi (M.ö. V yy.ın son 30 yılı). Prodikos’un öğrencisi ve Sokrates’in öğretmeni oldu. Babası Damon ve­ ya Damonides’in Perikles’e, hâkimlerin üc­ ret almasını teklif ettiği söylenir. Eflatun’a dayanarak müzikte uyum ve ölçü ile ilgili yazılar yazdı. Perikles gözden düşünce, onun dostu diye, ilerlemiş yaşına rağmen sürgüne yollandı. (L) DAMON ve PHİNTİAS, Pythagoras'çı iki filozof arkadaş. Cicero. Siracusa hüküm­ darı Dionysios'un (M.ö. 405-367) gerçek bir dosta sahip olmadığını belirtmek için bu iki arkadaşla ilgili şu hikâyeyi anlatır: Dionysios, Phintias’ı ölüme mahkûm eder. Phintias işlerini tasfiye etmek için kendisi­ ne bir mühlet verilmesini ister. Arkadaşı Damon, Phintias’ın geri döneceğini vaat ederek ona kefil olur. Phintias kararlaş­ tırılan sürenin sonunda geri dönmezse, Da­ mon ölecektir. Phintias .tam zamanında geri döner ve bu durum hükümdar Dionysios’u fazlasıyle etkiler: ölüm cezasını affettiği gi­ bi üçüncü bir arkadaş olarak kendisini de, aralarına almalarını ister. (L) DAMOPHİLE, Güney Anadolu’da yaşamış kadın şair (M.ö. VI. yy.). Sappho’nun öğrencisi ve arkadaşıdır. İlâhiler ve aşk türküleri yazdı. (L) DAMOPHON Messene’li, yunan heykeltı­ raşı (M.ö. II. yy.ın ilk yarısı). Doğduğu il için çalışmaları çok verimli oldu (Messene’de Tykhe). Aigion ve Megalopolis için ayakları, elleri ve başları mermerden tahta heykeller yaptı. Olympia’daki Zeus heyke­ linin fildişi kaplamalarını onardı. Arkadia’da Kleitor’da bulunan, Polybos'u at üstün­ de gösteren bir mezar taşı, yine Arkadia’da Lycosura’da Despoina tapınağı için yap­ tığı gruptan üç anıtsal baş (Demeter, Des­ poina, Artemis, dev Anytos, Kuretes’ler, Korybas’lar [Atina müzesi]), Damaphon’un bugüne kalan başlıca eserleridir. Sanatçı IV. yy. klasik örneklerinden esinlenerek yap­ tığı eserlerine yepyeni bir teknik kattı. (L) DA MOSTO (Alvise Ca’). Bk. CADA MOSTO (Alvise). DAMOURETTE (Jacques), fransız dilbilim­ cisi (Paris 1873-Sarcelles 1943). Edouard Pichon ile birlikte Essai de Grammaire de la Langue Française’i (Fransız Dili Gra­ meri Üstüne Deneme) [7 cilt, 1927-1950] yazdı. (L) DAMPER i. (ing. to dump, boşaltmak’tan dumper). Bir şasinin üzerine takılmış devrilebilir kasası olan, kendinden hareketli basküllü araba: — ANSiKL. Kazı şantiyelerinde kullanılan damper’lerde, sürücünün koltuğu ile sevk 've idare" organ ların ı g id iş'y ö n ü n e göre dönB.L.A. TII — 21

7

DAM

düren bir mekanizma bulunur. Damperin kasası yalnız motora bağlı olan ön teker­ lekler üzerine oturur, arka tekerlekler ise yönelticidir. 3 m* toprak taşıyabilen küçük damperlerde, kasanın devrilmesi kendi ağırlığıyle sağlanır. 30 m:t kadar toprak taşı­ yabilen büyük damperler ise, hidrolik kri­ kolarla donatılmış devrilir kasalı bir kam­ yon şeklindedir. (L) DAMPER i. (ing. k.). Bir motorun krank milinin ucuna takılan ve burulma sonucu bu parçada meydana gelebilecek titreşim­ leri önleyen küçük amortisör. — ANStKL. Damper iki küçük volandan meydana gelir. Bu volanların krank miliyle idare edileni, öteki volana sürtünerek ken­ disiyle birlikte hareket ettirir. Düzgün hız ansızın değişirse, sonuncu volan hareketsiz­ lik sebebiyle birinci volana göre küçük bir açısal yer değiştirme gösterir. Bu yer değiş­ tirme, burulma sırasında krank milinin bi­ çiminin bozulmasına yol açacak titreşimleri söndürür. ♦ Damperli sıf. Damper tertibatı olan: Damperli kamyon. (D) DAMPİER (William), İngiliz gemicisi (East Coker, Somersetshire 1652-Londra 1715). 1666’da ilk yolculuğunu miço ola­ rak Newfoundland’da yaptı. 1674’te Jamai­ ka’da bir tarım işletmesinde çalıştı, sonra bir kabotaj gemisiyle yaptığı gezilerde Antil denizi hakkında büyük bilgi edindi, damıtma 1678’de korsanlığa başladı. Amillerde ve (genel kimya) Meksika körfezindeki İspanyol ticaret mer­

yakıt damıtması (sanay.)

kezlerini

y ağm alad ı.

1683'te

G ine

körfezi.

Horn burnu ve Galapagos’lara doğru yo­ la çıktı. Meksika ve Guayaquil kıyıların­ daki İspanyol kuruluşlarını yağma etmek üzere birçok sefer düzenledi. Ertesi yıl Mindanao ve Manila’ya gitti, Çin deniz­ lerini dolaştı. Batan adalarını buldu. Son­ ra HollandalIların hizmetinde Avustralya’da, Sumatra’da Nikobar’da çalıştı. Doğu Hin­ distan’da binbir serüvenden sonra 1691’de İngiltere’ye döndü, Voyage Round the World (Dünya Etrafında Gezi) adlı kitabı­ nı yayımladı. 1699’da Avustralya’nın ve Yeni Gine’nin batı kıyılarında bir keşif yolculuğuna çıktı, New İreland’m güney­ doğu noktasını, bugün adını taşıyan bo­ ğazı ve Yeni Britanya’yı buldu. 1701’de İngiltere’ye döndü, 1706’da Nen Voyage Round the World (Dünya Etrafında Yeni Gezi) adlı eserini yayımladı, sonra kılavuz NVoodes Rodgers ile birlikte güney deniz­ lerinde yeni bir geziye çıktı. (L) DAMPİER boğazı, Büyük Okyanus’ta bo­ ğaz, Yeni Gine’nin batisiyle Waigeo adası arasında. (I*) DAMPİERRE, Seine-et-Oise’da komün (Rembouillet idari çevresi), Chevreuse’ün yukarı kesiminde Yvette üzerinde; 580 nüf. Kardinal Lorraine (1550) zamanından kal­ ma bir şato vardır, Mansart (1675-1683), Luynes dükü için yeniden inşa etti ve bu aile oraya yerleşti. XIX. yy. da dük Honore zamanında Duban şatoyu yeniden dü­ zenledi ve antik akım zevkine uygun ola­ rak süsledi. Şatoda zengin koleksiyonlar vardır: Rude’ün heykelleri (Louis X III’ün gümüşten heykeli), Simart’in heykeli (Mi­ nene Cryselephantine, Parthenon heykelinin bir kopyası), Philippe de Champaigne. Nattier, Ingres tabloları (Altın Çağ). Park, Le Notre’undur, kilise (XVI. yy.) içinde, roman üslûpta bir çan kulesi ve Luynes ailesinin ölülerine ayrılmış bir bölüm var­ dır. (L) DAMPİERRE (Gui DE), ana tarafından Flandre kontu (1225-Pontoise 1305). 1263’te Namur kontu oldu, 1278’de mirasını ele geçirdi. Hollanda ve özellikle Fransa ile Escaut adaları konusunda anlaşmazlığa girdi. Fransa kralına bağlandı, İngiltere kralıyle Güzel Philippe arasında savaş teh­ likesi belirince (1294), kızı Philippa’yı kra­ lın oğlu Edward ile evlendireceğini ileri sür­ dü. Metbuuna »karşı nankörlükle suçlandı ve Louvre’da hapsedildi. Papanın ısrarları üzerine kızma karşılık serbest bırakıldı ve İngiltere ile anlaştı. Bunun sonucunda çıkan savaşta, soylular yüz çevirdi, İngil­ tere de desteklemeyince (adalete) teslim1ol­ mak zorunda kaldı (1300). Bundan sonra, oğulları Flandre’da savaşa devam ederken önce Compiegne, sonra Pontoise’da tutsak hayatı sürdii. 1305’te Athis-Mons antlaşma­ sının imzalanmasından az önce öldü. (L) DAMPİNG i. (ing. to dıtmp. toptan ucuza satmak’tan dumping). ikt. Belirli bir ürü­ nü, dış pazarlarda iç pazarlardan daha ucu­ za satma. — ANS1KL. Damping kelimesi, bazen her­ hangi bir ürünün veya birtakım malların

piyasa liyalından, hatla bazen maliyet lıyatından daha ucuza satılması gibi ticarî uygulamalar için kullanılmıştır. Böylece. reklâm satışları, mevsim sonu satışları, buhran dönemlerinde stokların eritilmesi, stokların daha hızla el değiştirmesini sağ­ lamak amacıyle bazı amerikalı tüccarla­ rın mallarını gittikçe düşük fiyatlarla sat­ ması gibi usuller, yüzyılımız başlarında ba­ zı kartellerin geniş çapta başvurdukları çeşitli rekabet uygulamaları arasında sayı­ labilir. Sanayicilerin, genel giderlerin dahil edilme­ diği bir fiyatla mal vermek amacıyle,^ tek fiyat üzerinden satış yapan bazı mağaza­ larla vardıkları anlaşmalar da bu nitelikte­ dir (bu malların genel giderleri başka müş­ terilere satılan mallara bölüştürülür). Bir ti­ caret müessesesi, bir sanayi kolu, bir devlet, mallarını dış ülkelerde iç pazardan daha ucuza satar. Bu uygulamanın çeşitli se­ bepleri vardır: yeni bir pazar ele geçirmek; bir pazardan bir rakibi uzaklaştırmak; ye­ ni rakiplerin tehdidi altında bulunan bir mevkii korumak; yabancı döviz sağlamak; yabancı bir ülkeyi İktisadî, hattâ siyasî baskı altına almak. En belirli damping ör­ neği, 1914’ten önce alman çelik kartelinin, mallarını alman müşterisine sattığından iki katı daha ucuza İngiliz müşterisine satmış olmasıdır. Dampingin bazı dolaylı biçimleri de var­ dır: ihracatçılara vergi ve sosyal yüküm­ lülüklerin tamamını veya bir kısmını iade etmek; ayırımlı taşıt tarifeleri tespit etmek: ihracat primleri vermek. Temel görüş açı­ sından, bu gibi tedbirler milletlerarası ka­ mu ,hukuku, özellikle Havana yasası ile ya­ saklanmıştır. Bazı kimselerin «sosyal damping» veya «dö­ viz dampingi» dedikleri olaylar damping olarak nitelendirilemez. Sosyal damping de­ nince, işçi ücretlerinin düşük olduğu ülkeler­ de, meselâ Japonya’da, maliyet fiyatlarının çok düşük oluşu anlaşılır; bu durumda iç pazar fiyatlarıyle ihracat fiyatları eşit oldu­ ğundan, gerçekten bir damping yok demek­ tir. «Döviz dampingi» sözüne gelince, bu terim, para değerini önemli ölçüde düşüren memleketlerde, bu devalüasyondan sonra, maliyet fiyatlarının (çoğunlukla geçici bir süre için) dünya fiyatlarının altına düşmesi anlamına gelir. (L) DAMPT (Jean). fransız heykeltıraşı (Venarey, Cötc - d’Or 1854-Dijon 1945). öğ­ renimini Dijon Güzel Sanatlar akademisin­ de, sonra Paris’te Jouffroy ve Dubois üniversitelerinde yaptı, tsma'dl adlı ilk eseri­ ni 1879 Salonunda sergiledi (Châlons-surMarne müzesi). Aziz Yuhanna adlı eseri devlet tarafından satın alındı. Alışılmış bir üslûpla çelik, fildişi, gümüş ve altın­ dan birçok heykelcikler yaptı. (D) DAMROSCH (Leopold), alman kemancı, besteci ve orkestra yöneticisi (Poznan 1832New York 1885). Richard Wagner’in nazariyelerini yaymağa çalıştı, 1871’de New York’a gitti ve alman operaları için bir tiyatro ile birçok koro ve senfoni derneği kurdu. Uvertürler, serenadlar, lied’ler ve Foto. B .P . (L A R O V M Iİ)

dan birçok keman .konçertosu besteledi. (1-) DAMROSCH (Walter Johannes), amerikan orkestra yöneticisi ve besteci (Breslau, Al­ manya 1862-New York 1950). 1871'de Nev\ York’a yerleşen alman kemancısı ve or­ kestra jefi Leopold Damrosch’un oğludur. Babasıyle çalıştı, onun ölümünden sonra New York Senfoni ve New York Orator­ yo demeklerinde, Metropolitan operasında yöneticilik yaptı. 1895’te özellikle alman operaları üzerine çalışan Damrosch Opera topluluğunu kurdu. 1903’te New York Sen­ foni derneğini yeniden örgütledi, bu der­ neği Filarmoni derneğiyle birleştiği 1927 yılına kadar yönetti. Damrosch, babası gibi VVagner’i tanıtma­ ğa yöneldi. Daha 1886'da New York’taki bir konserde ParsifaVi yönetti. Brahms ve Çaykovski’nin bazı senfonilerini Amerika'­ da ilk çaldıran yine Damrosch oldu. Yeni müziği kendisi pek sevmediği halde, çağ­ daş amerikalı ve avrupalı bestecilerin eser­ lerinin tanınmasında rol oynadı. 1928-1942 Arasında, okullar için müzik değerlendir­ mesi üstüne radyo programları düzenledi: senfonik müzik yayınlarının öncüsü oldu. Kendisi de operalar besteledi. Fakat bun­ ların büyük bir özelliği olduğu söylene­ mez: Kızıl Mektup (1896), Cyrano de Bergerac (1913). Vatansız Adanı (1937). Dam­ rosch tiyatro oyunları için de besteler yap­ tı ve My Musical Life (Müzik Hayatım) [1923] adiyle hayat hikâyesini yayımladı. — Kardeşi KRANK DAMROSCH da (18591937) orkestra yöneticisiydi. 1898-1912 Ara­ sında New York Oratoryo derneğini yönet­ ti, Nevv York’takı Müzik Sanatı enstitüsünü kurdu (1905-1926) ve öğretici el kitapları yayımladı. (L) DAMUR1T i. (mineraloji bilgini A. Damour’un adından fr. damourite). Miner. Muskovit cinsinden mika çeşidi. (I-) DAMURİTİZASYON i. (fr. damouritisation). Taşbilimi. Feldispatların ayrışmayle damurite dönüşmesi. (L) DAMYANİÇ veya DAMJANİCS (Jânos), mâcar generali (Staza 1804-Arad’da asıldı 1849). 1848 İhtilâline katıldı ve Kossuth ta­ rafından macar ordusunun iki taburuna ko­ mutan tayin edildi. Hatvan, Gödöllö ve Komarno çarpışmalarında kendini gösterdi. Bu son savaşta bir bacağını kaybetti. Arad’da kıstırıldı ve Ruslara teslim olmak zo­ runda kaldı. Rııslar da kendisini Avus­ turyalIlara teslim ettiler. «Arad’ın 13 kur­ banından biri oldu. (I-) DAN i. (onomatope). Tabanca, can v.b.’den çıkan ses: Sağa sola sallanıp, dan. dan çaldı çanlar i Durmadan çaldı çan­ lar, durmadan çaldı çanlar (N.F. Kısakiirek). ♦ Dan dan veya dan dun blş. i. Pat­ layan silâh v.b. şeylerden çıkan kaba ses­ leri belirtir. (M) DAN i. Spor. Siyah kuşak sahibi cudocuların ek mertebesi. (Dan’lar takkelerle belirti­ lir.) [L] DAN i. (fars. dün). Esk. Bk. DANK. —DAN ek (fars. -dün). Esk. «içinde bu­ lunduran» anlamı veya türkçe -lık, -lik eki­ nin göreviyle bileşik sıfatlarda kullanılır: Ateş-dan, ateşlik; bııhıır-dan, içinde buhur, ödağacı gibi kokular yakılan kap: ciiz-dan, içinde öteberi bulunduran, iğne-dan, iğnelik; kalem-dan, kalemlik: nemek-dan, tuzluk: giılab-dan, içinde gül suyu bulunduran (şi­ şe) v.b. — Dil. bil. Fars, -dün eki âlet veya yer bildiren -lık, -lik ekiyle aynı görevi paylaş­ masına rağmen birçok yerde bu iki ek, -danlık ve ünlü uyumuyle -denlik biçimin­ de bir arada kullanılır: Çaydanlık, yağdan­ lık, iğnedanlık, buhurdanlık, gülabdanlık v.b. (M) DAN. Esk. coğ. Filistin'de şehir, Dan ka­ bilesi topraklarında. Ürdün ırmağının kay­ nağı yakınında, önceleri adı Lais idi, şeh­ ri ele geçiren İsrail kavminin adını aldı. Tapmağı, Kuzey krallığının dinî merkezlerindendi. Şehrin kalıntıları İsrail’in kuzey ucunda, Metulla yakınındaki Tell-el-Kadi’dedir. 1930’da kalıntıları yakınında Dan kibbutz'u kuruldu. (I») DAN, efsanevî Danimarka krallarının adı; bunlardan birinin Danimarka ve başka biri­ Foitı. ('ir ila F ire s- L illc . t. nuflinin ( f .iH O l'S S K )

nin de İngiliz halkının alası olduğu söyle­ nir. (h) DAN, Yakup ile Bilha'nın oğlu. Rahel'in hizmetçisi, on iki İsrail kabilesinden bi­ rinin atası. (I-) DAN I, Eflak voyvodası Radu l'in oğlu (1384-1386); 1385'te tahta çıktı, bulgar ça­ rı Şişman’a karşı çarpışırken öldü. Ye­ rine kardeşi İhtiyar Mircea geçti. Dan II, Eflak voyvodası. Dan l ’in oğlu (öl. 1431 [?]); Türklerin yardımıyle 1420-1421’de am­ cası İhtiyar Mircea’nm oğlu Mihaiıı l ’in elinden tahtı aldı, sonra Macarların yanın­ da Türklere karşı savaştı. Savaşı kazandı. Türklerin desteklediği hasmı Radu Il'yi de macar kralı Zsigmond'un yardımıyle yen­ di. Dircea’nın evlilik dışı oğlu Alexandru Aldea tahtı elinden aldı. Dan III, Eflak voyvodası. Basarab II'nin oğlu (öl. 1448). 1446’da Basarab Il’yi deviren Vlad Dracul’un yerine geçti. Kosova savaşında öldü. (1>) DANA i. (esk. türk. tana'dan). İneğin, süt­ ten kesildikten sonra bir yaşma kadar olan yavrusu. || Dana derisi, ölü doğan buza­ ğıdan elde edilen ve tirşe yapımında kulla­ nılan deri. — ÇK.ş. DEY. Dananın kuyruğu kopmak, beklenen, bazen de korkulan bir sonucun ortaya çıkması anlamında söylenir. || Da­ nalar gibi bağırmak (böğürmek), çok kuv­ vetle haykırmak. « — ANsiK L. Yeni doğan ddna, yalayarak kurutması ve mevsim soğuksa ısıtması için anasının yanında bırakılmalıdır. Buzağı, anasının ilk sütünü (ağız) hemen emer. Ağız, hafif müshil olduğu gibi A vi­ tamini ve antikor bakımından da zen­ gindir. İlk günlerde buzağı yalnız anası­ nın sütüyle beslenir. Daha sonra buzağı­ nın beslenme rejimi yetiştirileceği amaca göre (siit danası veya damızlık) değişir. Süt danası iki-üç aylıkken kesileceğin­ den bu süre içinde anasını emerek, ko­ vadan içerek sırf sütle beslenir. Sütle beslenen danada etin hafif kırmızı olmasını sağlayan bir kansızlık olur (beyaz dana). Tam yağlı süt yerine krema altı denen yağı alınmış sütle besleme halinde buna çe­ şitli yağlar karıştırmak gerekir. Damızlık için ayrılan danaların (düve, tosun) veya kasaplık olacak sığırların beslenmesi sı­ ğır cinsine göre değişir. Kasaplık sığırlar­ da dana, kış sonunda veya ilkbaharda do­ ğar, anasının memesini emer ve bütün ba­ har mevsimi boyunca onunla birlikte bu­ lunur. İnekleri sağılan süt sığırlarında ise danalar analarından ayrılarak özel şekilde beslenir. Bunlara bir miktar tam yağlı sütle karıştırılmış yağsız süt ve diğer yo­ ğun besin maddeleri verilir. Bk. St'T 'ten kesme. — Kasaplık. Dana eti her yaşta yenebilir (birkaç günlükten birkaç aylığa kadar). Çok körpe danaların eti yumuşak ve lezzetsiz olur; üstelik pişince de çok azalır. En iyi danalar yalnız sütle beslenmiş iki üç aylık danalardır. Bunların eti açık renkli ve lezzetlidir. Daha yaşlı danalar sütten baş­

ka jey lcı de y e d ık lııı ıçııı elleri pembe - damıtma kırmızı olur. Kasaplık dananın değeri etin renginden ve semizlik derecesinden anlaşı­ lır. üstün kaliteli hayvanlarda gövdenin ve böbreklerin üstü bevaz iç yağıyle kaplıdır.

yeri

) DANAOS. Yun. mit. Belos ile Ankhinoe nin oğlu, Poseidon’un torunu ve Danaid’lerin babası. Argolis kralı Gelanor’u, elli yıl oturduğu tahtından indirdi. Sonra Lyn­ keus tarafından öldürüldü. (L) DANAU veya DANAUNA, M.Ö. I. yy. ba­ şında, Doğu Kilikya’da yaşadıkları sanılan kavim. Hititçe: Adanawa, eski mısır di­ linde: Danuna. M.Ö. 1193’te Mısır’a ba­ şarısızlıkla sonuçlanan bir saldırı yaptı­ lar. Bu kavimle olan akrabalıklarından do­ layı Argos’Iulara Danao’lar da denir. (L) DANAYİT i. (fr. dana'ite). Miner. Kobaltlı mispikel çeşidi. (L) DANBÜRİT i. (fr. danburite). Miner. Tabiî kalsiyum borosilikat (Ca Ba Sin Os). [L] DANBY (Thomas OSBOBNE kontu). Caınıarthen markisi ve birinci Leeds dükü, İngiliz siyaset adamı; daha çok lord Danby adiyle bilinir (Kiveton, Yorkshire 1631Easton, Northamptonshire 1712). Kralcılık ülküsüne yürekten bağlıydı. 1665’te parla­ mento üyesi oldu. Katoliklere ve İngiliz protestar.larına karşı hoşgörüyle davranılmasına açıkça muhalefet etti. Başhaznedar Foto. k A it o v g s t ;

DAN olarak Clifford'un yerine geçti (1673) ve West Riding bölgesi genel valisi oldu (1674-1679). Birleşik eyaletleri ' destekledi. Bir yandan, Louis XlV’e karşt duyduğu kızgınlığa rağmen, Fransa’dan malî yar­ dım sağlamak için çalışırken, öte yandan 1677’de prenses Mary ile Wil!iam of Orange’m evlenmelerine önayak oldu. Büyük ölçüde yolsuzluğa dayanan usullere başvu­ rarak parlamento çoğunluğu sağlamakta gö­ rülmemiş bir kurnazlık gösterdi. Avam ka­ marasında bir «Saray partisi» kurunca, bu­ na bir tepki olarak Shaftesbury de bir «Yurt partisi» kurdu. Oates’in suçlama­ ları, gözden düşmesine sebep oldu (1679) ve Charles U’nin müdahalesine rağmen, beş yılını Londra kulesinde tutuklu geçirdi. Ja­ mes Il’niti siyasetinden kırgın ve tedirgin olarak William of Orange ile ilişkiler kurdu. Willianı of Orange’a ünlü çağrı mektubunu gönderen yedi soyludan biriydi. 1688 İhti­ lâlinin hazırlayıcılarından biri oldu. Hull ve York’u. \Villiam adına ele geçirdi. Baş­ bakanlığa getirilmek suretiyle mükâfatlandı­ rıldı (1689-1699). 1696’ya kadar başbakan­ lıkta kaldı. Mutedil Tory’ciliği ona Whig’lerin düşmanlığını kazandırdı. Sonunda VVhig’ler kendisini tasfiye ettiler. (L) DANCA veya DAN dili. Leng. Ana Ku­ zey dili döneminin sonundan itibaren (600) bugünkü Danimarka’da ve tsveç’in güney illerinde konuşulan dil. — ANStKL. Leng. Dunca İsveççe ile bir­ likte kuzey dillerinin dbğu öbeğini mey­ dana getirir. Dancanın tarihi şu bölüm­ lere ayrılır: 1. Rıtna Dancası (600-1100): 2. Klasik Danca (1100-1350); 3. Orta Dan­ ca (1350-1525); 4. Yakın Danca (1525-1700): 5. Yeni Danca (1700’deıı itibaren). Genel çizgileriyle ele alındığında Runa Dancası dönemi aynı döneme rastlayan İsveççe ile aynıdır; çünkü, genellikle, Dandadaki de­ ğişiklikler daha eski devrelere rastlar. Da­ nimarka bir yenilik merkeziydi ve başlattığı yenilikler yavaş yavaş kuzeye doğru ya­ yıldı. Klasik Danca döneminde dil, vurgu­ suz a, e, i ünlülerinin e’ye dönüşmesiyle îsveççeden kesinlikle ayrılmağa başladı. Klasik Danca dönemi hızlı ve köklü de­ ğişimlerin meydana geldiği dönemdir; bu dönemde Dancanın en büyük özelliği olan mizmar darbesi gelişti. Klasik Dancada (Orta Dancada da olduğu gibi), Aşağı Almancanın etkisi çok fazladır. Yeni Danca döne­ minde yazı dili yerleşti, modern Danca dönemindeyse yabancı unsurların pek çoğu atıldı. Danca, harfleri yönünden İsveççeye ve Norveççeye çok benzemesine rağmen bugün telaffuz yönünden bu dillerden çok farklıdır. (L) DANCE (George), İngiliz mimarı (Londra 1700-ay.y. 1768). Londra’da birçok kilise yaptı (Saint Luke’s, Saint Leonard, Saint Botolph). Kent yapıları denetleyicisi oldu, Londra belediye başkanının konağı olan Mansion House’ı yapmakla görevlendirildi (1739). Dance’ın eserleriyle İngiliz palladio üslûbundaki yapı sanatı ilk devrini tamam­ lamış oldu. DANCKELMANN (Eberhard. baron VOS), prusyalı devlet adamı (Lingen 1643-Berlin 1722). Sonradan Prusya kralı olan Friedrich l ’in eğiticisi, sonra başbakanı oldu. Kra­ liçe Sophie-Charlotte’un düşmanlığını ka­ zandı. 1697’de müebbet hapse mahkûm ol­ du, 1702’de serbest bırakıldı, sonra Fri­ edrich Wilhelm 1 tarafından yeniden saraya çağırıldı. (L) DANCKERTS de Rij (Peter). ressam ve mimar (Amsterdam 1605-Rudnik, Polonya 1661); Wladislaw lV’ün saray ressamı. En önemli mimarî eseri Vilna katedralinde ken­ di freskleriyle süslü olan Aziz Kazimierz küçük kilisesidir. Danckerts Peter ayrıca iyi bir portre ressamıydı. (L) ■DANCLA (Charles), fransız kemancısı (Bagneres-de-Bigorre 1817-Tunus 1907). Eser­ leri: Mcthode de Violon (Keman Metodu); keman için konçertolar; İkililer v.b. ve öğ­ retim kitapları. (L) D'ANCONA (Alessandro), İtalyan gazete­ cisi ve profesörü (Pisa 1835-Floransa 1914). İtalyan birliğini hazırlayan harekete faal olarak katıldı. 1858’de Floransa’da yayım­ lanan La Nazione gazetesinin müdürü ol­ du. Ayrıca İtalyan edebiyat incelemesine tarih ve tenkit metodunu getirdi. 1860’ta Folu. Bomlel (L A R O V FSE)

Pisa üniversitesinde profesör oldu ve büyük bir nüfuz sağladı. Origini del Teatro in 1talia (İtalyan Tiyatrosunun Kaynakları) [1877, 2. baskı 1891] adlı eseri klasik eser­ ler arasında yer aldı. (L) D'ANCONA (Paolo), İtalyan sanat tarihçi­ si (Pisa 1878-?)j 1915’ten itibaren Milano üni­ versitesinde ortaçağ sanatı tarihi okuttu. Alessandro’nun oğlu, aynı hümanist görüş­ leri paylaştı. En önemli eserleri minyatür sanatı tarihiyle ilgili olanlardır: La Miniatura Fiorentina («Floransa Minyatürü») [1914]; Dictionnaire des Miniaturistes (Minyatürcüler Sözlüğü) [E. Aesschlimann ile birlikte. 1940]. (L) D’ANCONA (Umberto), İtalyan biyologu Fitime 1896-?! 1934’tcn itibaren Padova üniversitesinde ders verdi. Histoloji «sinir uçları, kas lifi), sistematik zooloji (balık­ lar ve larvaları, kabuklular), biyoloji (ba­ lıkların artması; biyolojik assosyasyonların matematik teorisine katkılar, balıklarda cins ayırımı v.b.) alanlarında araştırmalar yaptı. Belli başlı eserleri şunlardır: La Lotta Fer d’E.sistenza (Yaşamak için Mücadele) [1942]; Elememi di Biologia Generale (Ge­ nel Biyoloji Elemanları) [1945]; Traitato di Zoologia (Zooloji inceleme Kitabı) [1953]. ('-) D’ANCONA (Vito), İtalyan ressamı (Pesaro 1825-FlOransa 1884). G. Bezzuoli'nin öğ­ lencisi, resme tarihî tablolar yapmakla baş­ ladı (Savonarola ve Lorenzo de Medici. 1859; Dante ve Beatrice, 1861). Sonradan Macchiaioli ailesinin etkisinde kaldı, fakat üslûbundaki sağlam kuruluş ve resimlerine hâkim olan gölge tam bir içtenlik havasına kavuşamadı. (L) DANCOURT (Florent lo r» b a ta k lı k la r

A rp a | ( ik in c i de rece de / ta h ılla r

I

[Z3

Y u la f

Ç avdar

Pa ta tes : a r i z ir a a t , sebze ı m e y v e b a h ç e le r i

L in y it H id r o e le k tr ik s o n tıa lı H a v a a la n ı B a şlıca d e m ir y o lla rı

ÂİSâek Grena D A N İM A R K A

iktisadî haritası

111 P « > ‘ b u > u > o ıU u . ç u n k u S k t v ı g ı ı ı k;t>-

bedilmesi iie elden çıkan tarıma uygun top­ raklar, değerlendirilerek karşılanıyordu. • 19I4'ten 1940’a kadar Danimarka. Bi­ rinci Dünya savası yıllarında kral Christian X (1912-1947), ülkenin tarafsızlığını ko­ rumayı basardı. Savaşa girmemesine rağ­ men Danimarka, savaş sonu şartlarından istifade etti: Versaille antlaşması hüküm­ lerine göre yapılan bir plebisit sonunda (şubat 1920) Kuzey Slcsvig Danimarka’­ ya verildi. Buna karşılık. İzlanda 1918’de Danimarka’ya sadece sembolik bir şe­ kilde bağlı, bağımsız bir devlet haline ge­ tirilerek ayrıldı (bu bağ da 1944’te ko­ parıldı). Kooperatiflerin genişlemesi sistem­ li bir hayvancılığa önem veren tarım üretimine yeni imkânlar sağladı; sanayi.

ferry-boat K ü ç ü k b a l ı k ç ı lim a n ı 1 B ü yü k b a lı k ç ı lim a n ı

denizcilik vc tıcarcı birbirine e; ohıiıık ge­ lişti. Devlet yönetimi uzun yıllar solcu par­ tilerin elinde kaldı. 1924’te kabineyi sosyal demokratlar kurdu. Bu parti kısa bir ara­ dan sonra, 1924’ten 1940’a kadar iktidarda kaldı. Parti lideri Th. Stauning, radikal Munch ile işbirliği yaparak 1929 malî buh­ ranının doğurduğu güçlüklerle (İngiltere hükümeti anî bir karar alarak Danimarka ile ticaretini kısıtlamıştı; Almanya ise sa­ dece değiş tokuş yoluyle ticareti yapmak isteğindeydi) savaştı. Her alanda yapılan köklü reformlar ülkeyi toplum vc eğitim hareketlerinde önder durumuna getirdi. • 1940'lan sonra Danimarka. Bir saldır­ mazlık antlaşmasının imzalanmasından sa­ dece bir yıl sonra 9 nisan 1940’ta Alman­ ya’nın beklenmedik şekilde saldırması, Da­

nimarka'yı gafil avladı. Hükümet, birkaç vaatlik bir direnmeden sonra Nazi istilâcı­ lara boyun eğmek zorunda kaldı. Ülke, beş yıl, Baltık yoluyle Norveç’teki deniz­ altı üsleriyle temas kurmak isteyen Hitler ırdularınm işgali altında yaşadı. Danimar­ ka yurtseverleri bir gizli direnme teşkilâtı kurdular. 1943 Ağustosunda Nazi yönetici­ lerine karşı koyacak kadar durum sertleş­ ti. Hitler direnme taraftarlarını destekleyen kralı sarayında hapsettirdi. Nazi yönetimi daha da sertleşti. Danimarka 1945 mayıMnda bağımsızlığına kavuştu. 1947’de Frederik IX tahta çıktı. Hükümet liberaller­ den sosyal demokratlara geçti. Faröer adalarıyle çıkan anlaşmazlık son seçimlerde Danimarka ile birleşme taraftarlarının ço­ ğunluğu sağlamasıyle sonuçlandı (1955). ) DAN’LAR veya YAKOBA’LAR, Batı Afri­ ka’da zenci halk; Fildişi Sahili’nde Man civarında yaşarlar; yaklş. ol. 120 000 kişidir­ ler. Dan’lar, özellikle maske yaparlar. Çok çeşitli olan bu maskelerde Afrika’da ya­ pılan bütün maskelerin sanat incelikleri­ ni bulmak mümkündür. Komşuları olan Gereler’in aksine Dan'ların yaptıkları mas­

kelerde bazen büyük bir gerçekçilik göze çarpar. Fakat gerellikle çukurlar, çıkıntı­ lar, tüp, deri, diş ve kumaşla süslenen bu maskelerin korkunç bir görünüşü vardır,

(b)

DANMARK. Bk. DANIMAHKA. DANNECKER (Johann Heinrich vo N ), al­ man heykeltıraşı (VValdenbuch, Stuttgart yakını 1758-Stuttgart 1841). Dans öğrenimi­ ne başladı, sonraları resim yeteneğini çevre­ sine beğendirdi, özellikle belçikalı Lejeune ve fransız Nicolas Guibal’den aldığı ders­ ler sonucu heykeltıraş oldu. 1780’de saray heykeltıraşlığına getirildi. 1783’te Paris’e gönderildi. 1785’te Roma’ya giderek Canova ile sıkı bir dostluk kurdu. 1789’da Stuttgart’a çağırıldı, eserleriyle başarı kazandı. «Panter ve Ariadne» heykeli (Saint-Etienne müzesi) halkın ilgisini çekti. Schiler’in dos­ tu olan Dannecker, ünlü yazarın anıtsal büstü (Stuttgart müzesi) ile Goethe’nin hey­ kelini yaptı (Weimar müzesi). 1807’de Mü­ nih’e çağırıldı, devlet kendisine birçok ni­ şan ve ödül verdi. (D) DANNEMORIT i. (yer adı olan Dannemora’dan fr. dannemorite). Amfibol cinsinden maden filizi (Aktinot çeşidi.) [D] DANNER (Louise Christine RASMUSSKN. kontes), danimarka kralı Frederik VH’nîn doğuştan soylu olmayan karısı (Kopenhag 1715-CenoYa 1874). Yoksul bir ailenin kı­ zıydı. Mutsuz iki evlilik geçiren veliaht prens, ona çılgınca âşık oldu: önce soy­ luluk unvanı verdi, sonra evlendi (1850). [I»] DANNE Vİ RKE veya DANNEYVERK, Da­ nimarka’nın güney sınırını koruyan tahki­ mat hattı, Schleswig’in güneyinde. VIII. yy.ın sonunda Charlemagne imparatorluğunun ilerleyişini durdurmak iğin kral Gottrik ta­ rafından Schlei ve Eeider fiyordu arasında yaptırılmağa başlandı,' X. yy.da kral Gorm tarafından devam ettirildi ve XII. yy. so­ nunda kral Waldemar I tarafından yeniden ele alındı. Sonradan terkediien Dannevirke alman tehlikesi karşısında (1848), sonra 1864’te yeniden yapıldı; ama beklenileni sağ­ lamadı. (L) DANNHAUER (Konrad), lutheui ilâhiyat­ çı (Köndringen, Brisgaıı 1603-Strasbourg 1666). Strasbourg’da papaz ve profesör, katoliklere, ıslahatçılara ve senkretistlere karşı koyu Luther’ciliği destekledi. Dannhauer’in mistisizmi, öğrencisi Spener’in pietizm’inin kaynaklarından biri oldu. (I») DANNREUTHER (Edward), alman asıllı piyanocu ve müzik yazarı (Strasbourg 1844Londra 1905). 1863’te Londra’da yerleşti. 1872’de Londra Wagner derneğini kurdu. Başlıca eseri: Musical Ornamentation (Mü-, zikte Süsleme) [2 cilt, Londra 1893-1895].

(L)

D’ANNUNZİO (Gabriele), İtalyan yazarı (Pescara 1863-Gardone Riviera 1938). Primo Vere (1879), Canto Novo (Yeni Şarkı) [1882] ve Inıermezzo di Rı'nıe (Şiir Entermezzosu) [1881-1883] adlı ilk gençlik eser­ lerinde Carducci’nin etkisi ağır basar. Isotteo (Isotta’ya Şiirler); La Chimera (Hayal­ ler) [1885-1888]; Elegie Romane (Roma Elejileri) [1887-1891]; Poema Paradisiaco (Cen-

soldan sağa (Ditte, intanın Kızı» (1946) «Hatta Sonu» (1962) «Gertrud» (1964) F o t„. İl,İle r le 'le Fanice, M e h d i. Il'iııim ıırk ıı c ic il i, il n

s im m n te j/i it.A R O V s M R ı

dans

net Şiiri); Od Navali (Deniz Şarkıları) Kamboç ovalarının yanında kum taşından [1891-1893] gibi şiir kitapları, şairin bütün yamaçlarıyle yükselir ve yumuşak bir eğin­ ahlâk ve sanat deneylerine açık, şehvet tiyle Mun vâdisine doğru alçalır. Bölgede derecesine varan yırtıcı, yarı dekadan, yarı hemen hiç kimse yaşamaz. (L) parnascı kişiliğini belirtir. Gökyüzünü, de­ DANS i. (fr. danse). Belirli bir ritme uyan, nizi, toprağı ve kahramanları konu edinen bu bakımdan da müzikle kaynaşan hareket­ dört övgüsü (Maia, [1902-1903]; Elettra ler ve adımlar dizisi: Pakize’nin danstan [1904] ; Alcyone [1907]; Merope [1912])hoşlandığını bilirdim. Fakat İspanyol dansı­ henı derin bir bilgiyle İtalya tarihini sa­ nı bildiğini hiç işitmemişiim (A.H. Tanpıvunur. hem parlak bir lirizmin örnekle­ nar). Elli altmış kişilik bir katar, dans ede rini verir. D'Annunzio tiyatro eserleri de ede yürüyordu (Ahmed Rasim). |] Dans ar­ yazdı: Sogııo di un Muttino di Primavera şivleri. (Bk. ANSİKL.) || Dans müziği, dans (Bir ilkbahar Sabahı Rüyası) [1897]; Sogno edilmek için bestelenmiş çalgı veya ses di un Tramonto d'Autunno (Sonbaharda eseri. (Bk. A N SİK L ) || Karakter dansı, baş­ Bir Günbatışı Rüyası) [1898]; La Cittâ ka ülke folklorlarından esinli dans. Kla­ Morla (ölü Şehir) [1898]; La Cioconda sik dans, bale öğretiminde kullanılan, ku­ (1899); La Gluria (Şan ve Şeref) [1899]: ralları belirlenmiş ve sınıflandırılmış hare­ Francesca da Kimini (1901); La Figlia di ketlerin tümü. Modern dans, akademik torio (lorio’nun Kızı) [1904]; La Fiaccola dansın katı ilkelerinden sıyrılan ve çağdaş Sotto il Moggio (Kile Altındaki Işık) balenin temelini meydana getiren dans. [1905] ; La Nave (Gemi) [1908]; Fedra (1909) (Bk. ANSİKL.) || Salon dansı, toplantılarda ve Debussy’nin sahne için bestelediği Le ve dans yerlerinde yapılan vals, tango gibi Martyre de Saint Sebaslien (Aziz Sebas- dansların genel adı. i; Soylu dans, çeşitle­ tianus’un ölümü) [1911]; le Chevrefeuille melere, «pas de deux» lere yer veren, ama (Hanımeli) [1914], Bu son iki eseri, Paris’te hiç bir zaman karakter dansına başvurma­ bulunduğu sırada fransızca yazdı; aynı yan klasik dans. sürede, Le Farille del Maglio’yu (Çekiç­ ten Sıçrayan Kıvılcımlar) [1911-1914] bi­ — İkonogr. Bk. a n s i k l . tirdi. Başlıca hikâye kitapları olan TeYra — ANsiKL İnsanoğlu daha tarihöncesi Vergine (Bakir Topraklar) [1882]; il Libro çağlarda dans etmeğe başladı; kısa zaman­ delle Vergini (Bakirelerin Kitabı) [1884]: da, dans belirli kurallara ve düzene bağ­ San Pantaleone (1886); sonradan. Le No- lanarak âyin, büyü ve din işlerinde kulla­ velle della Pesrara (Pescara Hikâyeleri) nıldı. Ritmi ve hareketleri destekleyen ilk [1902] adı altında biraraya getirildi. Baş­ araçlar el çırpma, şarkı, vurma çalgıları, ka­ lıca romanlarında (Şehvet Çocuğu [11 Pia- val ve flüttür. Bu dans çeşitleri Curt Sachs cere. 1889]; Episkopo ve Şürekâsı [Gio- tarafından incelenmiş ve sınıflandırılmıştır: vanni Episcopo, 1892]: Sığıntı [L’lnnocen- rondo, yılankavî rondo, tek dizi halinde dans, te, 1893]; Ölümün Zaferi [İl Trionfo della zincirleme rondolar... Mısırlılar, İbranîler ve Morte, 1894]; Le Vergini delle Rocce Hilitler’den bu âyin dansları ile ilgili birçok [Kayalardaki Bakireler, 1894]; 11 Fuoco belge kalmıştır. Hindistan’da geleneksel o[Ateş, 1899]; Forse che Si, Forse che No larak, sanatların en önemlisi sayılan dans, [Belki Evet, Belki Hayır, 1910]; La Leda hint medeniyetinin gelişmesinde büyük rol senza Cigno [Kuğusuz Leda, 1916]). Ro- oynadı. Ülkede binlerce yıldır geliştirilen ma’nın çürümüş yüksek sosyetesinde yakın­ ve hareketlere önem veren dans türü, kesin dan gözlediği sefahat hayatını, öldürme su­ kurallarla bezenmiş, değişmez bir sisteme çuna kadar giden karışık tutkuları coş­ bağlıdır. Bu dans Batıya da geçti. Japon­ kun bir anlatışla dile getirdi. Eserlerinde ya'da’ ise duruşlar’ın önem kazandığı bir Bourget’nin. Zola’nın, Dostoyevski’niıı etkisi biçim aldı. açıkça görülür. Ne var ki, bu ustalardan Yunanlılar dansı büyük ölçüde geliştirdi. sadece biçimsel unsurları aktarır ve bunları Onlarda, bu sanat müzik ve şiire yakından kendi kişiliğine göre yoğurur: meselâ bir bağlıydı. Özel tiyatro dansları yarattılar: Dostoyevski’nin dramatik derinliğine ula­ kordaks. emmeleia. sikianis. Fransız mü­ şamaz. Hayran olduğu Nietzsche’nin insan zikologu Maurice Emmanuel, yunan dans üstü tipi de. onun elinde, basit bir sosyete adımları ile bugün Batıda uygulanan kla­ kahramanı seviyesine düşer. sik danstaki birçok adımın eş olduğunu Eserleriyle olduğu kadar gönül macerala- ortaya koydu. Roma’da etrüsk ve yunan rıyle de ün kazanmış olan D'Annunzio, danslarının etkisi, kendi özünden gelişen ve Birinci Dünya savaşı sırasında millî bir çok eski temellere dayanan bir dans türüy­ kahraman oldu. İtalya'nın Fransa yanında le (Mars rahiplerinin kötülükleri kovma savaşa katılmasını ısrarla savundu, taraf­ dansları) karşılaştı. Ama Romalılar gerçekçi sızlıktan yana olanların 1915 mayısındaki bir tutumla, pantomimcilerin ve kadın dans­ yenilgilerinde rolü oldu («En Büyük İtalya çıların yer aldığı temsilî danslara yer veren tçin», 1915). Deniz Seferlerine, filo kuman­ gösterileri tercih ettiler. Bizans, büyük ölçü­ danı olarak hava savaşlarına katıldı, Fiume de Asya etkilerine açıktı, burada roma dan­ konusunda müttefikler arasında anlaşmazlık sının gerçekçi, hattâ cinsel nitelikleri ge­ çıkınca bir askerî birliğin başına geçerek lişti (Theodora). şehri işgal etti (eylül 1919-aralık 1920) Da­ Dans, Ortaçağ boyunca gelişmesini sürdür­ ha sonra, Garda gölü kıyısındaki Vittoriale dü. Rönesans başlarında İtalya yc Fransa’da malikânesine çekildi, ölümüne kadar oradan folklor özelliklerine büründü. Bu dansların ayrılmadı. Burada yazdığı No Hurno’da bir kısmı «soylu» (sarabande [isp. zaraban(Karanlık) [1921], bir gözünü kaybettiği da], pavane), geri kalanları ise daha köy uçak kazasını ve aylarca süren körlük sıkın­ havalı ve canlıdır (gaillarde, volta). tılarını anlatır. Daha sonra Cento e Cento Pagine del Libro Segreto di Gabriele D'An­ Dans bir sahne gösterisi olunca, taklitli, nunzio Tentato di Morire (ölümü özleyen imeceli, törensel ve dinî niteliklerini kay­ Gabriele D ’Annunzio’nun Gizli Kitabından betti; başlıbaşına bir sanat haline geldi. Âz Yüzlerce Sayfa) [1925] adlı hatıralarında, sonra yükselme (elevasyon) eğilimi görüldü, kendi yazarlık tekniğini inceledi ve şaşılacak bu yöntemin ilkeleri XVII. yy. ortasında bir içtenlikle duygularını çözümledi. Son e- belirlendi. İki yüzyıl boyunca, İtalyan dans serleri arasında anılması gerekenler şun­ ustaları duruşları kurala bağlamağa çalıştı. lardır: İl Venturiere senza Ventura (Se- Ama bunu Louis XIV döneminin büyük rüvensiz Serüvenci) [1924]; İl Compag- fransız dansçıları (Beauchamp, Pğcourat, no Dagli Occhi Senza Sigli (Kirpiksiz Blondy, Vestris, nazariyatçı Feuiller ve PiYol Arkadaşı) [1928]; fransızca yazdığı erre Rameau; son olarak da Noverre ile BlaLe Dit du Soıırd e: Mueı qui fut Mira- sis) başardı. XVIII. yy.da birçok virtüöz cule en l'An de Grâce 1266 (1266 Yılında ortaya çıktı. Bunlar arasındaki rekabet me­ Mucize ile Kurtulan Sağır ve Dilsizin Hikâ­ totların gelişmesine ve biçim armonisine, yesi) [1936]. D’Annunzio’nun eseri Barres’- hareketlerle çizgilere önem verilerek adımla­ inkiyle karşılaştırılabilir. Benlikçileri, mil­ rın belirlenmesine yol açtı. liyetçilikleri. çeşitli alanlardaki özellikleri a- XIX. yy.da eski dans tarzlarından uzak­ rasında bir yakınlık vardır, ama İtalyan laşıldı, repertuvarlar baştan başa yenilendi: yazarında modası çabuk geçen bir söz etnografiye merak sarılması ve aristokrat­ bolluğu görülür. Bununla birlikte coşku ve ların ülkeden ülkeye geziler yapması so­ tutku dolu hayatiyle belli bir ölçüde etkili nucunda, başka milletlerin danslarına büyük olmuştur. (L) yer Yerildi. DAN REK (veya DANG REK dağları), Parmak ucunda dans, 1818'e doğru ortaya Kamboç’u Tayland’dan ayıran kütle. Me- çıktı. Bu dönemde Carlo Blasis dans öğre­ kong vâdisiyle Praçinburi eyaleti arasında, tim ve tekniğinin günümüzde de yürürlükte doğu-batı yönünde uzanır; yiiksl. 700 m. olan kurallarını belirledi. Rusya’ya çağırıl­ Foto. YitıUvt, hurç (hAROVkSE)

dı; onun ve Cecchetti’nin verdiği dersler­ le büyük rus yıldızları doğdu. Dansın gelişmesini şu sanatçılar sürdürdü: M. Fokin, S. Diaghilev, L. Massine, S. Lifar, J. Robbins, G. Balanchine v.b. (Bk. HALK oyunları.) • Modern dans. XX. yy. başında genç dansçılar kuşağı, geleneksel balenin aka­ demik kurallarından kurtulmağa çalıştı. İsadora Duncan, eski Yunan’dan esinlenerek serbest dans adı verilen yeni bir anlatım tarzına yöneldi. Bu biçim, Mihail Fokin’in dans anlayışını büyük ölçüde etkiledi. Jaques-Dalcroze kendine temel olarak François Delsarte’m (1811-1871) çalışmalarını al­ dı, ritim konusundaki (vücutla ve müzikle ilgili) bilgileri geliştirdi. Ama modern dans’ıı yön veren akım alman anlatımcılığıdır. Bu akım, bazı temel hareketlere ve duyguya öncelik tanıdı. Ama anlatım ve hareket serbestisinin bir gelişmeye yo! açabilmesi için ilkeler konması gerekti. Bu ilkeler, akademik dans kuralları kadar katı değil, ama en az onlar kadar kesin ve belirlidir. Modern dans daha zengin bir dil kullanır; her türlü hareket biçimine yer verir; her ta­ vır bir düşünceyi, bir duyguyu, bir heyeca­ nı dile getirir. Modern dans, çağımızın an­ latım aracı olmuştur. Almanya’da müziksiz dansın öncüsü Rudolf von Laban (1879-1958) ile onun yo­ Andr6 DANJON lundan giden Mary Wigman (doğ. 1896). Kurt Jooss (doğ. 1901 ve Harald Kreutzberg (doğ. 1902) anlatımcı dansın ilkelerini yaydılar. Bu tür, özellikle A.B.D.’de gelişti. Kurt Jooss. serbest dansla akademik dans arasında bir bireşim yapmağa önem verdi; Yeşil* Masa (1932) adlı eserini başarıya ulaştıran bu özelliktir. Mary Wigman, esere güç katan grup tekniğine önem verdi, bun­ dan bir üslûp yarattı. A.B.D.’de Martha Grahaın (doğ. 1893) al­ man dansından büyük ölçüde etkilendi. Tek­ niğine, kasılma ve gevşeme (bk. CONTKACTİON-RELBÂSK) île ilkel âyinlerin sem­ bolik hareketi olan düşmeyi kattı. Modern dans adı altında birbirinden çok ayrı kişilikler toplanır. Tamamen bağımsız bir anlatıma varmak için duyulan ortak is­ tek, bu bolluğun temelini meydana getirir. Bu sebeple, çağdaş bale donuk bir sanat olmaktan çıkar; sürekli bir gelişim içinde­ dir. Ruth Page (doğ. 1903). Jose Limon (doğ. .1908). Doris Humphrey (1895-1958). Michael Kidd (doğ. 1919), Lester Horton (1906-1953), Hanya Holm (doğ. 1918) gibi sanatçıların araştırmalarından sonra Jerome Robbins (doğ. 1918), William Dollar (doğ. 1907) ve Alvin Ailey’nin (doğ. 1931) çalış­ maları İngiltere'de (Jack Carter, doğ. 1929; Peter Darrel, doğ. 1930) ve özellikle Fran­ sa’da (Maurice Bejart, doğ. 1928) modern dansın gelişmesini sağladı. A.B.D.’de öncü dansın temsilcileri Paul Taylor (doğ. 1930) ile Merce Cunningham’dır (doğ. 1915). [Bk. BALE.] • Eski Tiirklerde dans karşılığı biizik veya bildik kelimesi kullanılırdı. Bugün bu keli­ me Kazan ve Başkurt lehçelerinde biyüv olarak geçer. Bu boylar özellikle dansa çok önem verirler. Göçebe TUrklerin şaman âyinlerinde dans ettikleri ve Doğu Türkis­ tan’da şaman’ın elinde kılıcıyle dansı ida­ re ettiği etnograflar tarafından belirtilmekte­ dir. Göçebe Kıpçaklar da dansa fazlasıylc ilgi duyarlardı. Batı Türklerinde dans, dinî (sema* v.b.); klasik (köçekçe*, çiftetelli* v.b.); halk dansları (bar*, zeybek*, halay* v.b.) olmak üzere üçe ayrılabilir. Dinî bir raks olan sema mevlevî tekkelerinde; kla­ sik danslar saray ve bjüyiik şehir çevrelcGabriele D'ANNUNZİO

«la Vittoriale» Garde gölü yakınındaki ikametgâhı

.27

DANS

«Mile Prevosf» Raoux, detay Tours müzesi

Blue-Bell k ız la rı

Futu, i simuyu Tin in

rinde, halk oyunları ise daha çok Anado­ lu’da gelişmiştir. • Dans müziği. Dansla müzik arasında bir­ lik kuran ortak unsur ritimdir. Konuşurken veya şarkı söylerken kullanılan dil. bu iki sanatı ritme başvurmak zorunda bırakır. Ritmi, hemen her zaman vurma çalgıları belirtir. Yeryiizündeki dans müzikleri başlıca iki sı­ nıfa ayrılır: 1. ritmi edebî kaynaklara da­ yanan müzikler (yunan, hint, arap ritim­ leri): bu biçimlerde, metindeki hece değer­ lerine dayanan söz-miizik-dans bileşimi ilgi çeker; 2. kaynağını yalnız danstan ve müzikten alan, bağımsız ritimli müzikler (en basitinden en karmaşığına kadar folklor­ ların çoğunluğu); bunlar içten gelme bir vü­ cut ve müzik anlatımı yaratan değişik, zengin ritimleriyle ilgi çeker. Eldeki metinlerin azlığı yüzünden, sayısız yunan dansına nasıl bir müziğin eşlik et­ tiği konusunda somut bir fikir edinemiyo­ ruz. Aynı belge yetersizliği latin müziğin­ de de karşımıza çıkar. Bu müzik önce Etruria’dan, sonra yunan, en sonunda da As­ ya sanatından etkilendi. ilk ortaçağ metinleri, XII. yy.da soylu­ lar veya halk tarafından yapılan dans şar­ kı ve havalarıyle ilgilidir. XITI. yy.da çalgı eşlikli rondolar çök kullanıldı. Bu tür. Adam de la Halle’den sonra çok sesli mü­ ziğe de uygulandı. XIII. yy. sonu derebey­ lik toplumunda. basit yapılı dans şarkıla­ rı yayıldı. XIII. ve XIV. yy. dansları dııctia, stanlipes, sauterelle (sonra saltarella bi­ çimine girdi), estampie adlarını taşır. Soylu veya halk dansları çoğu zaman gruplar ha­ linde yapılırdı, ya şarkılı veya yalnız çal­ gılı olurdu. XV. yy.da tipik ikili ortaya çıktı: iki zamanlı yavaş tempo-üç zamanlı canlı tempo. Bunun uygulaması basse-danse ve tourdion’da görülür. XVI. yy.da ilk çal­ gılı dans derlemeleri basıldı. Bu dönemin tipik dansları pavane-gaillarde İkilisidir. XVII. yy.ın tipik İkilisi ise allemande courante’tır, bunların yanında sarabande .ve gigue yer alır. Bu danslar divertimentolara. orkestra süitlerine geçti ve dans eder­ ken kullanılmaz oldu. Saray balesi® gelişin­ ce, dans müziği bestecileri eskisi gibi adı bilinmez kişiler olmaktan çıktı. XVII. yy.da Fransa’da bu türün bestecileri Chevallier.

Vcfffct

l

Bellevilie. Constaııtin ve Du Gap'ıır. Bu tarihten sonra, saray balesi tarihi ile büyük besteciler ve dans tarihi birleşir. XVII. ve XVIII. yy.da doğan danslar, salonlar­ dan çıkıp çalgı müziğinde ve bale orkes­ trasında yerini aldı (chaconne, passacaglia, tambourin, gavotte). XVIII. yy.da köy dans­ ları. üç zamanlı halk allemande'latı. son olarak da vals ve ecossaise (İskoç dansı) yaygınlaştı. XIX. yy.da millî danslar önem kazandı: çek dansları olan polka ile redowa, Polon­ ya’dan gelen mazurka ile cracovienne, bo­ lero, tarantella, barkarol, köy danslarından türeyen değişik kadriller, cotillon, fandango. çarda) ve yavaş yavaş Avrupa’nın dört köşesinden gelen folklor dansları: aragonesa (jota), habanera, furianta v.b. XX. yy.da dans salonlarında varlığını sürdüren tek «klasik» ritim valstir. Vals yanında, kay­ nağını Latin Amerika’dan ve amerikan zen­ cilerinden alan yüzlerce dans rağbet gördü. — ikonogr. Dansı tasvir etmek her çağda, her ülkenin sanatçılarını ilgilendirdi; bu sanatı resim veya heykelle canlandıran eserleri. Anadolu'da, Neolitik devre ait Hacılar’da bulunan resimlerde, Hitit devrin­ de Alacahöyük kabartmalarında, özellik­ le Lidyalılarda (Kybele-Attis kültü dinî âyinlerinde ve Kroı’sos devri halk eğlence­ lerinde), Sahra’da (Tassili’de tarihöncesi freskleri), Mısır’da (Gize mastabasındaki resimler). Hindistan’da (dans eden Şiva, apsaras), Çin’de (Tang çağı heykelcikleri) veya Meksika’da görebiliriz. Eski Ege dünyasında, Minos devrinde Gi­ rit adası bu çağın en hareketli merkezle­ rinden biridir. Knossos sarayı fresklerinde dinî âyinlerde, şenliklerde dans eden ka­ dınların çeşitli figürleri dikkat çekicidir. Ayrıca bu konu ile ilgili figürin ve mü­ hürler de mevcuttur, özellikle kutsal ağaç önünde dans başta gelir. Batıda, geometrik çağdan ve Mykenai sanatından (Boiotia çömlekleri) bu yana birçok dans tasviri yapıldı. Kadın dansçı motifi, Tanagra ve Myrina heykelciklerinde en çok işlenen ko­ nulardan biridir. Yunanlılar dans sanatını kişileştirmek için Terpsikhora0 adlı musa’yı seçmişlerdi, beri yandan Faunuslar, Satyroslar, Mainadlar ve Bakkhaların katıldığı Thrak menşeli Dionysos törenleri de yunan düşüncesinde dansı temsil ediyordu. (Bk.

Unlunu, MnıİH-fiinnnhıiı. V. Hhırk-sht, /,* Danyal’m Kitabı, Eski Ahit’in bölümle­ rinden biri. Yahudilerin dini, onu Ketubim ler (yazılı eserler) arasına, katolik kilisesi ise Danyal peygamberin sözleri arasına so­ kar. Dış görünüşü bütünlükten uzaktır: bü­ yük bir bölümü ibranîce, bazı bölümleri ise aramî dilinde ve yunanca yazılmıştır, ilk aitı bölüm öğretici türe (Danyal ve Babil kralları). VII-XII. bölümler apokaliptik tü­ re girer. Bunlara Şuşan’ın hikâyesini kap­ sayan bölüm (XIII-XIV) de katılır. Buna karşılık güçlü bir iç-birlik vardır: zulüm gören Yahudilere bunların birer dinî sınav olduğunu anlatır. Antiokhos Epiphanes'in temsil ettiği kötü güçler galip gelseler de, yakında Yehova parlak bir biçimde gücünü gösterecek, TanrTnın krallığı kurulacak, bu­ lutların içinde «insanın oğlu» tanrısal unva­ nını alan Mesih ortaya çıkacaktır. Bu unvanı İsa dünyada yaşarken taşıyacaktır. Yazarın daha eski bir derlemeden yararlandığı ve bunu M.ö. 165’e doğru kendi eseriyle bir­ leştirdiği sanılır. flO DANYAL MİRZA, Hindistan Türk Moğol imparatorlarından Ekber Şah’ın üç oğlun­ dan biri (1568-1601). Öğrenimini cizvit ra­ hiplerinden ders alarak yaptı. Hefthezarî or­ dusu kumandanı olan Danyal Mirza, Ekber'in Dakkan seferine katılarak Ahmednagar* kalesini ele geçirdi (1599). Bu başarısından dolayı Behrampur valisi oldu. Daha sonra, oğlu Baysungur Hint-Moğol imparatoru ol­ muştur. (M) DANZi (Franz), alman bestecisi (Mannheim 1763-Karlsruhe 1826). Başrahip Vogler’in öğrencisiydi. Münih'te bir süre çello çaldı, 1807’de Stuttgart’ta. sonra da Karlsruhe’de saray orkestrası yöneticisi oldu. Bestelediği opera, bale ve sahne müzikle­ riyle Weber’i etkiledi. Ayrıca kilise, orkest­ ra ve oda müziği eserleri bıraktı. (L) DANZİG veya DANTZİG, Gdansk*ın eski adı. — lar. M.S. X. yy.dan itibaren Danzig Yukarı Pomeranya’nm en büyük merkezi oldu. Prag piskoposu Adalbert’in Hıristi­ yanlığı yaymasından sonra sırayle Danimar­ ka'nın. Pomeranya düklerinin, Polonya’nın ve Toton şövalyelerinin (1185 ile XIV. yy. arasında) eline geçti ve bir Hansa şehri ol­ du. 1454’te Polonya kralı Kazimierz lV'ün himayesini kabul etti ve bu tarihten. Prus­ ya tarafından işgaline kadar (1793) çok zengin ve sözde muhtar bir şehir olarak yaşadı. Danzig 1523’ten itibaren Reformu benimsedi; 1577-1813 arasında birçok ke­ re kuşatıldı, Batı Prusya’nın ve Danzig idare bölümünün idare merkezi ve Vistü! bölgelerinin ihracat limanı olarak Prusya devletinde siyasî ve İktisadî rol oynadı. 1807-1814 Arasında hür şehirdi. İ815’te Prus­ ya devletine katıldı. 1919’da «Hür Dan» zig» şehrinin merkezi oldu. 1919-1939 Ara­ sında Danzig koridoru meselesi Almanya ile Polonya arasında sürekli çatışmalara yol açtı. 1933’te Danzig’de ■Çoğunluğunu Al­ manların meydana getirdiği bir Diyet ku­ rulması meselesi havayı gerginleştirdi, çünkü Almanlar, PolonyalIlara bu şehirde antlaşma­ larla tanınan kolaylıkları sınırlamağa uğra­ şıyorlardı. Aşın baskılara rağmen Polonya hükümeti Almanların Danzig ile koridor (Yeni Gaynia limanı aracılığıyle Polonya’yı denize bağlayan ■toprak şeridi) üzerindeki is­ teklerini kabul etmedi.

Futu, diraııdn», Htellıı-Presse. ItnuMer [LAROVH8E >

Polonya'nın yenilmesinden sonra (eylül 1939) Danzig yeniden bir alman şehri ve bir ida­ re bölümünün merkezi oldu (1939-1945). Hava hücumları sırasında hemen bütünüy­ le yıkılan şehir (1941-1945). 1945 başında Ruslar tarafından alındı ve 1946’da Polon­ ya'ya seçerek Lehçe adını (Gdansk) aldı.

33

(I-)

DANZİG veya DANTZİG dukası. Bk. LEFEBVRE (François Joseph). DANZİG körfezi. Bk. ZATOKA UDANSKA. Danzig kuşatm aları. Durumu doiayısıyle Danzig şehri birçok defa kuşatmaya uğra­ dı. Bunların başlıcaları 1807 ve 1813 ku­ şatmalarıdır. 1807 Kuşatması. Büyük Ordu’nun sol kana­ dına İngiliz ve Rusların çıkartma yapmasını önlemek için Napolyon mart ayında bu ikmal maddesi dolu şehri kuşattı. Prus­ yalIlara kumanda eden Kalkreuth, 26 ma­ yısta teslim oldu. Fransız mareşali Lefebvre, «Danzig Dükası» oldu. 181} Kuşatması. Danzig Fransızların elin­ de ve general Rapp kumandasındayken Ruslar tarafından kuşatıldı. 5 Marttaki ge­ nel hücum püskürtüldü. O sırada Platowun yerine geçen Wurtemberg dükası, sade­ ce abluka ile yetindi. General Rapp, 9 ha­ ziranda bu ablukayı yarmağa çalıştı. 4 Ey­ lülde yapılan bombardımanda şehrin bir kısmı yandı. Kıtlık başgösterdiğinden gene­ ral Rapp, 27 kasımda, on dört aylık bir kuşatmaya karşı direndikten sonra teslim şartlarını görüşmeye razı oldu. (L) DAO’CULUK i. Bk. T .vonı.iK . DAO-DUY-ANH, vietnamlı çağdaş yazar. Tenkitçi ve denemeci, en tanınmışı Han Viet Tu Dien (Çince-Vietnamca Lügat) olan birçok lügat hazırladı. Kuan Hai Tung Thu adiyle yayımlanan eserlerinde, halkın anlayacağı sadelikte birçok kitap, Konfuçius’çuluk üzerine dikkate değer inceleme­ ler ve Vietnam medeniyeti tarihi üzerine bir denemesi yer alır. (D DAONELLA i. İki çenetli fosil hayvan. Oval kavkısının yanları parlak çizgilerle süslüdür. Triyas’ta görülür. (L) DAPANGO, Togo cumhuriyetinde yer; idare çevresi merkezi, ülkenin kuzeybatı ucunda. Ticaret merkezi, —Dapango idare çevresi, 124 700 nüf. (L) DAPÇEVİÇ (Peko), karadağlı general (Ljubotini, Karadağ 1913). Milletlerarası bir­ liklerle İspanya savaşına katıldı. Sonra Tito hareketinde görev aldı ve 1941’de Kara­ dağ isyanını başlattı. Bosna’da (şubat 1943) Almanların saldırısına uğrayan 4 000 yaralı partizanı kurtardı. Yugoslav ordusu gene­ rali ve kurmay başkamdir. (L) DAPEDİUS i. Uzun, kalın, mine gibi sert ve parlak pullu balık. (Lias tabakası fo­ sili.) [L] DAPHNAE. Esk. coğ. Mısır’da şehir, Şile'­ nin batısında, eski kervan ve ordu yolu üzerinde, Suriye ile Mısır arasında. XXVI. hanedanın başlangıcında Psammetik I, Delta'yı Asur devletine karşı savunmak için ionia'lı ve Karia’lı paralı askerlerini bu­ raya yerleştirdi (650’ye doğr.); Nabukodonosor Kudüs’ü alınca Yahudilerden bir kıs­ mı 587’ye doğru buraya sığındı. Ahmes 565 dolaylarında paralı askerlerin ordugâhını dağıttı ve halkı Menfis’e taşıttı. Bugünkü adı Teli el-Defne. (L) DAPHNAİOS, siracusalı general (M.ö. V. yy.ın sonu). Siracusa tarafından Kar-

G. i. DANTON ressamı bilinmiyor Camavalet müzesi, Fransa

DANYAL Peygamber Musa'nın kuyusu Claus Sluter'in eseri Dijon, Fransa

DANYAL Peygamber aslanlar çukurunda lahit kabartması Arles müzesi, Fransa

DAP

34

lacalılar'ın kuşattıkları Akragas’a yardım etmek için gönderilen birliklere komuta et­ ti, fakat Himilkon’un şehri almasını Ön­ leyemedi (406). Dönüşünde Dionysios tara­ fından suçlandı ve cldürtüldü. (Lı DAPHNE. Esk. coğ. Hatay’da kasaba. Âsi ırmağı kıyısında, Antakya’nın güneyinde. Eskiçağda Antakya’nın bir kenar mahallesiydi; her yıl burada, bir defne ormanında Apollon şenlikleri yapılırdı. Daphne, Selefkilerin gözde bir eğlence, hattâ sefahat şehriydi. Bugün Harbiye. (L) DAPHNE. Yun. mit. Apollon'un bitkisi diye bilinen defneyi temsil eden peri. Tesalyah ırmak-tanrı Peneios’un kızı. Kendisi­ ni kovalayan tanrı Apollon’un elinden kur­ tulmak için babasından defne biçimine so­ kulmasını rica etti. Bir Lakonia masalı Daphne’yi Artemis’e bağlı, hırçın bir baki­ re olarak gösterir. Eleia kralının oğlu Leukippos ona âşık olur. Yanma yaklaşabil­ mek için kadın kıyafetine girer, böylece Daphne’nin arkadaşları arasına karışır. Fa­ kat yıkanma zamanı gelince soyunmak is­ temez. Kimliği anlaşılınca Daphne ile ar­ kadaşları tarafından öldürülür. O sırada dophne Apollon, Daphne’yi ele geçirmek ister, fa­ kat Zeus kızı defne haline sokar. — lkonogr. Apollon ve Daphne masalı Antik çağlardan beri sanatçılara ilham kay­ nağı olmuştur. Ressamlardan Luca Cambiaso (Cenova, İmparatorluk sarayı), Giorgione (Venedik), Gerard de Lairesse (Utrecht), Dosso Dossi (Borghese galerisi), A1bani (Louvre), Ch. de Lafossc (Orlöans). J.-B. Van Loo (Budapeşte), Tiepolo (Louv­ re), heykeltıraşlardan da G. Coustou (Tuilleries bahçesi), Watts OTate gallery) ve özellikle ünlü Borghese villası (Roma) mer­ mer heykeller topluluğunu yapan Bemini bu sanatçıların başlıcalarıdır. (L) DAPHNE i. Ağaçsı veya alt ağaçsı bitki; türüne göre çok değişik renkte olan çiçek­ leri kokuludur. (Thvnıeleaceae familyasın­ dan.) Bk. ARABİSTAN DEFNESİ. — ANgiKL. Daphne Avrupa’nın dağlık or­ manlarında çok bulunur; birçok türü ecza­ cılıkta kullanılır. Türkiye’de yetişen önem­ li türleri; D. acuminata, Doğu Anadolu’da Daphni kilisesi (Van, Bitlis, Siirt) 800-2 200 m’de; D. gloXI. yy. sonu menata. Doğu Karadeniz, Erzurum bölge­ sinde 2 100-2 500 m’de; D. gnidioides Batı Anadolu'da (Aydın. Antalya. Mersin); Arabistan daphne’si (D. gnidiıtm), Güney Ana­ dolu’da; D. laııreola Marmara bölgesinde (İstanbul, Uludağ): D. mezereum Doğu Ka­ radeniz’de (Rize. Çimil ormanı); D. oleoides Anadolu'nun her tarafında; D. pontica Trakya ve Karadeniz bodur ormanlarında; D. sericea Anadolu’nun çeşitli yerlerinde (İstanbul, Bursa, Erzurum, güney illeri). Daphne türlerinin çoğu kokulu, hemen hep­ si zehirlidir. D. mezereum’un tıbbî niteliği vardır. Kabuğunda bulunan dafnin ve mezerinden dolayı Hippokrates’ten beri uyartıcı ve sidik söktürücü olarak kullanılmış­ tır. Fakat bugün kullanılmamaktadır. (ML) DAPHNEPHOROS i. (yun. k. daphne, def­ ne ve phoros, taşıyan’dan daphnephoros). Esk. Yun. Daphnephoros şenlikleri sırasınDAPHNE ile Apollon Bernini'nin eseri Villa Borghese, Roma

Daphnis ile Chloe Cortot'nun

eseri Louvre

müzesi, Paris

da defne dallarını taşıyan kimse. Ken­ disiyle ilgili inanışta defnenin rolü olduğu için Apollon’a takılan lakap. — Tar. Daphnephoros şenlikleri, Boiotia’da ve özellikle Thebai’de Apollon lsmenios onuruna her dokuz yılda bir yapılan şen­ likler. — ANSI Ki,. Şenlik alayının başında, muh­ temelen güneşi temsil eden çeşitli küre­ lerle kopo (çiçek, şerit ve yapraklarla süs­ lü defne dalı) taşınırdı. Birbirinden farklı boylarda kürelerde güneşten başka ay ve yıldızlar da temsil edilirdi. Onun arkasın­ da, tanrının temsilcisi genç bir Boiotia’lı (Daphnephoros) gelirdi. Onun etrafında genç kızlardan kurulu bir koro yer alırdı. (L)

DAPHNİA i. Zool. Bk. SU PİRESİ. Daphni kilisesi, Yunanistan’da. AtinaEleusis arasındaki kutsal yol üzerinde; XI. yy.m sonunda manastır olarak yapıldı. Se­ kizgen kasnaklı kubbesi köşe tonozları aracılığıyle sekiz sütun üzerinde durur; korniş­ lerin ve sütun başlıklarının bir yüzü oymalıdır. Parlak tonlu yaldızlı çok güzel mozaikleri vardır: bunlar Limbe’lere iniş, Çarmıha gerilme, kâhinlerin tapınması v.b. temsil eder. (L) DAPHNtS. Yun. mit. Sicilya çobanlarının ve çoban şiirlerinin kahramanı, Hermes ile bir su perisinin oğlu, öküzlerini güderken flüt çalarak ilk çoban şarkılarını söyledi. Noıııia adında bir su perisi Daphnis’i sev­ miş ve Daphnis kıza sadık kalacağına ant içmişti. Ama sarhoşluğunda Nomia’ya ver­ diği sözü tutmadı ve kör oldu. Ondan son­ ra hüzünlü şarkılar söyledi. Taş haline ge­ tirildi veya bir kayalıktan aşağı atıldı. Genç yaşta ölmesi büyük üzüntü yarattı. (L) Daphnis ile Chloe, Longus’a maledilen 4 kitaptan kurulmuş pastoral roman. Ço­ banlar tarafından bulunmuş iki çocuk olan Daphnis ve Chloe birlikte büyürler. Bir gün Daphnis, Chloe’yi yıkanırken görür ve farkında olmadan ona âşık olur. Başka bir çoban, Dorkon da Chloe’ye tut­ kundur. İki genç, Chloe’nin sevgisini ka­ zanabilmek için şarkılar söyleyerek birbirleriyle yarışırlar. Kız, Daphnis’i kucak­ layarak onu seçer. Bir haydut sırayle, Daphnis ve Chloe’yi kaçırırsa da, sevgililer kurtulurlar. Evli bir kadın, Lykenion, Daph­ nis’i sevgi konusunda eğitir; Daphnis de bu bilgileri sevgilisinde dener. Sonunda anne babaları iki genci bulup evlendirirler. Ro­ man, konusunun açık saçıkiığma rağmen, kır tasvirleri ve duygulardaki içtenlik yüzün­ den değer kazandı. — lkonogr. Longus’un bu romanı, Paris Bordone (National gallery), Gerard (Louv­ re) gibi ressamlara, Dalou ve Cortot (Louv­ re) gibi heykeltıraşlara ve halı desencile­ rine konu oldu: (Jeaurat’ya göre 1738-1741’de Gobelins imalâthanesinde yapılan do­ kumalar). Kitabın birçok resimli baskısı vardır: Crispin de Pas gravürleri (1626); naip Philippe d’Orleans’m desenleriyle Audran’m (1714), Scotin’in (1716) tercümeleri: Prudhon’un, GerardTn baskıları; (1800 ve 1802); Bonnard’ın (1902) taşkasmaları. (L) Daphnis ile Chloe (Daphnis et Chloe), Ravei’in üç bölümlü, korolu, koreografik senfonisi. Libretto ve koreografi: Fokine, dekor ve kostüm: L. Bakst. tik defa 1912’de Paris Châtelet tiyatrosunda. «Ballets Rıısses» topluluğu tarafından oynandı (1912). V. Nijinski, T. Karsavina, A. Bolm ve E. Cecchetti başrolleri paylaştı. Ravel’in en önemli eserlerinden biri olan Daphnis ile Chloe büyük bir müzik freskini andırır; renkler zengin, çizgiler kesindir; tonal bi­ çime sıkı sıkıya bağlı olan eserde birlik çe­ şitli karakteristik motiflerle sağlanır. Bes­ teci, konulu balenin ve senfoninin gerekle­ rini bağdaştırmıştır. (L) DAPHNOPATES (Theodoros), bizanslı dev­ let adamı, hatip vc dinî metinler yazarı (M.S. X. yy.). İmparator Romanos II (959-963) zamanında İstanbul valisi oldu, teoloji alanında çalışmalar yaptı; Aziz Paulııs ve Vaftizci Yahya onuruna yazdığı dinî nutuklarla Aziz ioannes Khrisostomos’un ) DARNLEY (Henry s t i a h t veya S T K \vabt), Ross kontu ve Albany dükü, iskoçyalı prens, kraliçe Mary Stuart’m ikin­ ci kocası (Temple Nevvsam, Yorkshire 1545Edinburgh 1567), Lennox kontu Matthew Stuart ile Ingiltere kralı Henry V ll’nin torunu Lady Margaret Douglas’ın büyük oğlu. Annesi Damley’i Elizabeth’in ölümün­ den sonra tahta geçer ümidiyle İngilte­ re’de yetiştirdi. Bu maksatla oğlunu 1565’le, kraliçe Eüzabeth’in karşı koymasına rağmen, Fransa kralı François IPden du! kalan Iskoçya kraliçesi Mary ile evlen­ dirdi. Bu evlilikten 1566 yılında doğan ço­ cukları sonradan James VI adiyle Iskoçya ve James I adiyle de Ingiltere kralı oldu. Geçimsizlik yüzünden kısa zaman­ da kral ve kraliçe birbirlerinden ayrıldı­ lar. Kararsız ve şımarık yaratılışlı bir in­ san olan Darnley’i, İskoçyalı soylular da sevmezdi. Kraliçenin sekreteri İtalyan Rizzo’yu kıskanan Damley’in adı onun öldü­ rülmesi (1566) olayına karıştı. Suç ortak­ larına ihanet ederek hepsini ele vermesi üzerine herkesin nefretini kazandı. Krali­ çenin de parmağı bulunduğu sanılan bir suikast sonunda öldürüldü. (L)

DAROCA, Ispanya’da (Zaragoza) şehir, Jiloca kıyısında; Sierra de Santa Cruz’uıı ete­ ğinde: 2900’ nüf. Köy pazarı. Ortaçağdan kalma eksiksiz surlar ve kapılar. Mudejar üslûbunda kiliseler ve çan kuleleri. Ro­ man üslûbunda kalıntılarla mudejar üslû­ bunda manastır, (i.) DAROM ovası, İsrail’de bölge. Yahudiye tepeleri ile Akdeniz ve Necef çölü arasın­ da. önemli değerlendirme çalışmaları so­ nunda bu ova verimli bir tarım bölgesi ol­ muştur. (L) D’ARONCO (Raimondo). İtalyan mimarı (Gemona 1857-1932). Türkiye’de bulundu ve 1894’te İstanbul’da Osmanlı Millî ser­ gisi binasını. Galata rıhtımında muhafız alayı binasını. Şişli Kulesi’ni ve diğer bir­ çok sivil bina yaptı. İtalya'da 194)2 Torino sergisi için pavyonların taslaklarını hazırladı. İtalya'da Arte Nuovo üslûbunun belli başlı ten^silcilerinden biri oldu. (M) DARP veya İ)ARB i. (ar. darb). Esk. Vurma ve döğme: Osman Ibn-i Hanîf, henüz mescide varmamış olduğundan hükümet ko­ nağına gönderilen asker Osman îbn-i Hanîf’i alız, darb ve habs ile hükümeti zabt eylemişler (Cevdet Paşa). Kuvvet, güç. iktidar: Şıddet-i darbından zemin hareke­ te geldi (Naima). ü Sikke ve akçe basma. j| Dikme, kurma. [| Çeşit, tür. |j Darb-ı dest veya darb-iil-yed, el, kol kuvveti. j| Darb-ı hiyâm, çadır dikme. || Darb-ı nııtk (veya darb-iil-lisan), dilin gücü. || Darb-ı amiral DARLAN rikap (veya darb-ı ıınk), baş kesme, bo­ yun vurma: Yirmi neferden mütecaviz cel­ lâtlar darb-ı rikabdarı dinlenmeyip ... (Nai­ ma). || Darb-ı sikke, sikke basma. || Darb ii cerh, vurma ve yaralama: Bütün bir tehdit, bütün bir mukaddime-i darb ii cerh vardır (Cenab Şahabeddin). || Darb-ül-hicâb, bütün müslüman kadınlarının yüzü­ nün peçe ile örtülmesi kuralı. Kadınların yüzünü örtmesi. || Harp ve darp, savaş ve döğüş: Bu cihette Beni İsrail, düşman karşısına çıkacak ve harp ve darbe kadir olacak bir hale geldi (Cevdet Paşa). — Ed. Esk. Beyitte ikinci mısraın son tef'ilesi. — Mat. Esk. Çarpma, bir sayıyı bir başka sayı kadar çoğaltma. || Darb işareti, çarp­ ma işareti (X)- || Hâsıl- 1 darb, iki sayının birbirine çarpılmasından meydana gelen sa­ yı. — Mus. Darb-ı Fetih, klasik türk musiki­ sinde bir büyük usul. (88 Zamanlı ve 64 darblıdır. Usul süit’leri mahiyetinde olan Darbeyn ve Zencîr usulleri dışında, ger­ çekte, en büyük usuldür. Sonunda bir Ha­ fif vardır. Peşrev ve besteleri ölçmek için eskiden çok kullanıldı; şimdi kullanılmıyor.) Georges DARMOİS || Darb-ı Tiirki, klasik türk musikisinde bir büyük usul. (Tiirki-darb da denir.) [18 Zamanlı Ye 13 darblıdır. özellikle dinî eser­ lerde kullanıldı. Itrî’nin ünlü Hâat'ı bu usulle ölçülmüştür. Başta bir sengîn semai’den sonra, çeşitli şekillerde dizili üç sofyân’dan yapılmıştır], — Teknol. Darp lülesi, suyun akışını kont­ rol etmeğe yarayan büyük musluk veya tıkaç. || Darp makinesi, darphanelerde pa­ ra basmak için kullanılan kaldıraçlı veya eksantrikli mekanik pres. Bk. ansikl . — AN SIKI.. Darp makinesinin başlıca par­ çaları şunlardır: kemerli bir gövde; düşey raylar üzerinde alternatif hareketli bir sür­ gü ve bu sürgünün altında biri sabit iki para kalıbı; dövme kalıbının yerleştiği bir tabla, mafsallı bir yuva yardımıyle öteki kalıbı taşıyan alt blok; ayrıca bir besleme yc çıkarma düzeneği. Tek bir vuruşla basıldığı için paraların üzerindeki kabartmalar oldukça alçaktır, yine aynı sebepten dakikada 125 parça pa­ ra basılabilir: tabla üzerinde kayan basıl­ mamış madenî pul, dövme kalıbı üzerine gönderilir ve buradan alttaki para kalı­ bına düşer; sürgü aşağı doğru inerek küt ucuyle madenî pul üzerine baskı yapar; daha sonra sürgü yeniden yukarı kalkar ve alt kalıbı yükselten çelik blok, basılmış parçayı dövme kalıbından çekip çıkardık­ tan sonra tabla üzerine gönderir; buna «kalıptan çıkarma» denir. Besleme-çıkanna düzeneği basılmış parayı fırlatarak dışarı atar. Bu düzenek basılmış parayı bir olu­ ğa aktarırken, bir yandan da basılacak yc-

41

DAR

42

ni madenî pulları makineye taşır. Kırık kalıp usulünde ise, üst kalıp üç ana par­ çayı birbirine yaklaştırır, bu parçalar daha sonra yayların etkisiyle ayrılır. Darp makinelerinin gelişmesi, ancak buhar makinelerinin gelişmesiyle mümkün olmuş­ tur. ♦ Darben zf. Esk. Vurarak, döğerek. çar­ parak. ♦ Darbetm ek geçz. blş. f. Vurmak. [Sikke için] Basmak. ♦ Darbeyn ikil i. Aynı ölçüde olan iki vuruş. — Mııs. Darbeyn usulleri, klasik tiirk musi­ kisinde büyük usullerden ikisi birer veya ikişer defa arı arda getirilmek suretiyle ya­ pılan usul süit’leri. (Peşrev, kâr ve bestelerde kullanıldı ve bazıları nadiren görüldü. Do­ kuz darbeyn usulü vardır. En küçüğü 48, en büyüğü 124 zamanlıdır. Yalnız XVI.yy. eserlerinden birinde [sahibi meçhui bir hü­ seynî peşrevi] görülen bu sonuncusu, türk musikisinde elimizdeki eserlerin ölçüldüğü en büyük usuldür). ♦ Darbî sıf. Esk. Vurma, çarpma, düğ­ meyle ilgili olan. + Darbzen blş. i. Esk. Kale döğen. Madenî lcvha'ar üzerinde kabartma nakış yapan sanatçı. (M) DARPHANE blş. i. (ar. darh. vurma ve fars. hâne, ev'den. darb-hâne). Para bası­ lan yer: Darphanede yeni basılmış çil iki heybe dolusu altını Emir Sadun a götürüp kendi elimle, teslim edecektim (R.H. Ka­ ray). DARNIEY A.VSiKL. M.ö. 640-630 yıllarında sikke Lidyalılar tarafından icat edildiği sıralar­ da darphaneler gayet basit, küçük bir oda­ dan meydana geliyordu. Kullanılan âletler örs, çekiç ve zımbadan (punç) ibaretti. Sik­ kenin basılacağı maden parçaları (pul), kü­ çük kalıplara dökülerek elde ediliyordu. Arka ve ön yüze bronz veya demir kalıp­ larla şekil veriliyordu. Şekiller, kalıp üze­ rine negatif olarak işlenirdi. Kalıp, resim üste gelmek üzere örse konurdu. Isıtılarak yumuşatılan pul, kalıbın üzerine yerleştiri­ lir ve üzerindeki zımbaya çekiçle vurulur­ du. Böylece kalıplardaki şekiller ve yazılar pul üzerine pozitif olarak geçerdi. Alt ve üst kalıplar 250-300 sikkede bir değiştirilir­ di. Abbasîler devrinde ve daha sonraları tacir ve sarraflar, değerli madenleri halktan ra­ yice göre satın alarak darphanede para bastırabiliyorlardı. Osmanlı devletinde ilk para baskısı. Orhan Bey zamanında Bursa darphanesinde yapıldı. Darphanenin yöne­ timi bir «emin» tarafından yürütülürdü. Sonradan Anadolu’nun birçok yerinde darphane açıldı. Bağdat. Belgrad, Halep gi­ bi uzak yerlerde darphaneler kuruldu. Ay­ rıca ordu ile birlikte hareket eden gezici darphanelerin de varlığı bilinmektedir. BizanslIlar zamanında darphane, Beyazıt’ta Tavşantaşı’ndaydı. Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u aldıktan sonra ilk darphaneyi Beyazıt’ta Eski saray civarında • kurdur­ du. Darphane, 1577’de Beyazıt’ta Koska’ya taşındı. 1665 Tarihine kadar, Ahmed II devrinde Valide Emetullah Sultanın yaptırdığı Valide hanının bulunduğu yerde faaliyetine devam etti. 1665'te darphanenin daha emin bir yere nakledilmesi düşünüldü ve Yeni saray surları içine alındı. darphane Bu dönemde darphane, defterdarlığa bağ­ Y ıld ız-is ta n b u l lı bir kuruluş haline geldi. Darphane emin­

leri defterdar tarafından tayin edilmeğe baş­ landı. Eminler bir yıl vazifede kalırdı. Eminlerin çalışma sürelerinin şevval ayın­ dan öteki yılın şevvaline kadar olması gelenek haline gelmişti. İkinci yıl eminlik, maliye kalemlerinde görevli bulunan birine verilir ve eski emin ilk vazifesine dönerdi. Darphanenin hesapları ve çalışmaları Başmuhasebe kalemi tarafından denetlenirdi. Darphanenin önemli memurluklarından bi­ ri de «sahib-i-ayar»lıktı; sahib-i ayar’lar kurumun en eski ustalarından seçilir­ di. Darphane 1714’te büyük bir yangın geçirdi. 1726’da Yeni saray surları içindeki darphane, sadrazam Damat İbrahim Paşa tarafından onarıldı. Darphane asıl önemini XVIII. yy. da ka­ zandı. Osmanlı hazînesinin yedek akçesi­ nin saklandığı bir çeşit banka haline gel­ di. Bu devirde darphane eminlerinin tayini yetkisi defterdarlıktan alınarak sadaret ma­ kamına verildi. Eminlik adı Mahmud I zamanında Darphane nazırlığı olarak de­ ğiştirildi ve Tanzimat’a kadar bu adla anıl­ dı. Darphanede döküm, gündelik, giriş, çıkış gibi bürolar vardı. Bunların yanında devletin maden işlerine ait bürolar da ku­ rulmuştu: maden mukataa kalemi, maden muhasebe kalemi, maden kalemi gibi. 1835 Yılında para durumunda büyük bir sarsıntı oldu ve Maliye hâzinesiyle. Darp­ hane nazırlığı birleştirildi. Bu yeni kurula Darphane-i Âmire defterdarlığı adt verildi. Fakat umulan fayda sağlanamayınca, darp­ hane tekrar bağımsız duruma getirildi (1838). Mahmud II zamanında darphaneye yeni makineler getirildi, bina yeniden ona­ rıldı. Osmanlı yönetimi her ulufe dağıtımında, darphaneden hazine için para çıkartırdı. Yeniçerilere maaşlarının bir kısmı yeni ke­ silmiş paralardan (çil) verilirdi. Böylece pi­ yasadaki fazla para ihtiyacı giderilmiş olu­ yordu. Kullana kullana eskiyen ve silik ha­ le gelen paralar, darphane emini tarafından piyasadan toplatılırdı. Darphane. Tanzimattan sonra müdürlük olarak Maliye nazırlı­ ğına bağlandı. Bu kurum, müdürlük, mu­ hasebe, kâtiplik, encümen, çeşni, çarkhane. sikkehane, ağartma, teksirhane. müze, kazan, dökümhane gibi kısımlardan mey­ dana gelirdi. 1841 Tarihine kadar çekiçle dövme suretiyle yapılan para basma işlemi, !842’de çıkarılan bir kararname ile sar­ kaç usûlüne çevrildi. 1853’te pres, 1911’den sonra ise makine presi usulüne geçildi. Darphane. Abdülhamid II devrine kadar sadece nara basaıı bir kurum değildi. Bu­ nun yanında, nişanların, alım ve gümüş gi­ bi çeşitli kıymetli madenlerin işlendiği bir yerdi. Osmanlı hâzinesi 1878 yılına kadar burada saklanıyordu. Darphanenin altın, gümüş, bakır gibi maden ihtiyacı devletin çalıştırdığı maden ocaklarından veya ha­ riçten satın alınmak suretiyle temin edili­ yordu. Son onarımı Abdülaziz devrinde yapılan darphane binası, Cumhuriyetten son­ ra da kullanıldı. 1947 Yılında İngiltere'­ den yeni makineler getirildi. 1 Haziran 1932 tarih Ye 1951 sayılı kn.la darphane­ nin para basımı dışındaki sınaî çalışma­ ları esasa bağlandı. Bir döner sermaye ay­ rılarak madenlerin resmî tahlil ve damga­ lanması yapılmağa başlandı. I933'e kadar ayrı bir müdürlük halinde yönetilen Damga matbaası bu tarihte Darp­ hane ile birleştirilerek Darphane ve Damga Matbaası müdürlüğü adını aldı. Matbaada pul, bandrol, nüfus cüzdanı, pasaport, kira mukavelesi Y.b. basılır. Bilet, çek v.b. so­ ğuk damga yapılır. Müessese, 1967’de Yıldız’daki modern binaya taşındı. (M) DARRÂ (ar. darrâ'*). Esk. Sıkıntı, keder. Belâ. Serra re darrâ, huzur ve sıkıntı, iyi ve kötü günler. (M) DARRe (Jeanne Marîe), fransız piyanocu­ su (Givet 1905). Marguerite Eong ile Isidore Philipp’in öğrencisidir. Sanat hayatını, türlü ülkelerde verdiği konserlerle sürdür­ dü, virtüöz nitelikleriyle ilgi çekti. 1958'de Paris Millî konservatuvarına öğretmen oldu. Saint-Saens’ın konçertolarını en iyi yorumlayan sanatçılardandır. (E) DARRE (VValter), alman siyaset adamı (Belgrano, Arjantin 1895-Münih 1953). Gaze­ teci, 1929’da Nazi partisine girdi, bıı par­ tinin tarım konuları uzmanı oldu, Blııt und Boden (Kan ve Toprak) teorisini ortaya at­

tı; 1933’ten 1942’ye kadar yaptığı Tarım bakanlığı sırasında alman tarımının veri­ mini ve sosyal dengesini sağlamağa çalıştı, fakat besin sağlama meselelerine kesin bir çözüm yolu bulamadığından işine son veril­ di. 1949’da bir A.B.D. askerî mahkemesi tarafından yedi yıl hapse mahkûm edildi, bir yıl sonra serbest bırakıldı. (L) DARRELL (Peter), İngiliz koreografı ve dansçısı (Londra 1929). Sadfer’s Wel!s Ballet okulunda okudu. Sadler’s We!ls Ballet’ye girdi. Orada F. Ashton’un Soylu re Duygulu Vableri adlı balesinin ilk oynanı­ şında rol aldı (1947). K. MacMillan’m ya­ nında dans tekniğini geliştirdi. Hazırladığı ilk baleler (Midsummer W ateh, Les Chimeres, Harlepuinade) haşarı kazandı. Başka baleler de düzenledikten sonra, 1957'Je E. West ile birlikte Western Theatre Ballet top­ luluğunu kurdu. Gerçek kişiliğini bu sıra­ larda buldu (Esirler, 1957; Tek Boynuzlu At, Gorgon ve Manticora, 1958; «Ode», 1961; «Mods and Rockers» ve Mayerling, 1963; Lysistrata, 1964; Güneşten Karanlığa. 1966). E. West ölünce (1962), Western Theatre Ballet’nin tek yöneticisi oldu. (L) DARR1EUS (Georges), transız mühendisi (Toulon 1888). Ecole Centrale des Arts et Manufactures’de okudu, sonra Toulouse Elektroteknik enstitüsünde çalıştı. Fen fa­ kültesini bitirdi, bütün meslek hayatını ge­ çirdiği Elektromekanik ortaklığına girerek baş mühendis oldu. Elektroteknikte, yük­ sek gerilimli akımların iletimi, toplaçlı ma­ kineler ve alternatörler üzerinde birçok araştırmalar yaptı. Faliou ile birlikte çalı­ şarak santrallar arasındaki frekans ve güç­ leri düzenledi. Ayrıca balistik aerodinamik ve gaz türbinleri hakkında birçok çalış­ malar yaptı. (L) DAKRİEUX (Danielle), fransız kadın si­ nema oyuncusu (Bordeaux 1917). 1931’den be­ ri sürekli olarak filim çevirmektedir. Başlıca filimleri: Quelle Drole de Gosse (Ne Tuhaf Çocuk) [1935], Mayerling Faciası (Mayerİing) [1936], Katla (1938), Gönül Sızıları (Battement du Coeur) [1939], Premier Ren­ de z-rou\ (İlk Randevu) [1941], Rııy Blas (1947), Le Verite Sur Bebe Donge (Bebe Donge'un İçyüzü) [1951], Madanıe de... (1953), Le Rotıge et le Noir (Kızıl ve Ka­ ra) [1954], L’Antant de Lady Chatterley (Lady Chatterley’in Âşıkı) [1955], Le Salaire du Peche (Günahın Ücreti) [1956]. Oyunculuk yetenekleri hem hafif komedi­ lerde, hem dramlarda büyük başarılar sağla­ masına imkân verdi. Hollyvvood'da da bir­ çok filim çevirdi. Paris tiyatrolarında Henri Decoin’ın Jeux Dangereııx (Tehlikeli Oyunlar) ve Henri Bernstein’in Erangüline adlı oyunlarında başrolü oynadı. Son yıl­ larda çevirdiği filimlerin en önemlisi Les Demoiselles de Rochefort’dur (Rochefort Kızları) 11966]. (L) DARSANA, Brahman felsefesine sıkıca bağlı yedi okul veya (Nyaya, Vayseçika, Samkhya, Yoga, M imamsa. Vedanta) genel adı. Btı sistemlerin temel metinleri olan Sııtru’ların çoğu, Milâttan sonra I. ile III. yy. arasında yazılmıştır; ruhların göçün­ den kurtulmak için neler bilinmesi gerek- m tiğini öğretirler. (L) DARSIN i. Bk. DAlto i N. DARSONVAL (Alice PEHBON, Lycette — denir), fransız dansçısı ve koreografı (Coutaneçs 1917). 1933’te Paris operasından ay­ rıldı, Varşova milletlerarası dans yarışma­ sına katıldı ve klasik dans dalında birin­ cilik ödülünü kazandı. Serge Lifar ile bir­ likte bir Kuzey Amerika turnesine çıktı, sonra Esprilova’nın bale topluluğuna katıl­ dı. 1936'da birinci dansçı olarak yeniden Paris operasına girdi, Florent Schmitt ve Serge Lifar’ın «Oriatte ile Aşk Prensi» ba­ lesinde oynadı. I940’ta Yıldız dansçı oldu, Gabriel Grovlez ile Serge Lifar’ın «Bah­ çedeki Prenses» balesinin ilk oynanışında «Coppelia», «Sylria», «İki Güvercin», Werner Egk ile Serge Lifar’m «Zarissa’lı Joan» (1942), ayrıca «Beyazlı Süit», «Romeo ile Jııliet» balelerinde, Claude Delvincourt’un «Lucifer» oratoryosunda, Florent Schmitt ile Albert Aveline’in «Phedre» ve «Salome Trajedisi» adlı eserlerinde rol aldı (1956), 1957’de Paris operast dans oku­ lunun genel yönetimi Lycette DarsonvaPe verildi. (L) Foto. LA R O V H H E ; .1/EVö.l.V

DÂR DARSONVALİZASYON i. (fr. darsonvalisation). Bk. ARSONVAE TEDAVİSİ. DART (Thurston), İngiliz -müzikologu vc çembalocusu (Londra 1921). Cambridge üniversitesinde profesör. Mmica Britannic-a'nın sekreteri, Gcılpin Society Journal’in müdürü. Müzik yorumu üstüne bir eser ya­ yımladı (1954). [L] DARTFORD, Büyük Britanya'da (Kent) şehir, Londra'nın Doğusunda. Thames ır­ mağının güney kıyısında; 46 000.’ nüf. Taşocakları. Makine yapımı. Çimento ve kâ­ ğıt fabrikaları. Elizabeth I zamanında İn­ giltere'ye kâğıt yapımını sokan John Spielman burada doğdu. (E) Dartigues usulü, döl yolunun arkaya ve­ ya öne dönüklüğünün her iki yuvarlak ba­ ğı döl yatağının arkasında birleştirerek te­ davi etme usulü. (E) DARTMOOR, Büyük Britanya'da billursu kütle, Devon’un güneyinde; Yes Tor da, 617 m. Kütlenin yüksek yüzeyleri ağaçsızdır, turba yatakları ve bataklıklarla örtülüdür. (L) DARTMOUTH, Büyük Britanya’da liman şehri, Devon’un güneyinde, Dart halici kı­ yısında; 6 800 nüf. Saint Saviour kilisesi. Deniz harb okulu. Yatçılık merkezi. 1942’de Almanlar Dartmouth'u bombaladılar. (E)

DARTMOUTH, Kanada’da liman şehri. Yeni tskoçya’da (Nova Scotia), Halifax koyu kıyısında; 62 000 nüf. Sanayi merke­ zi: tersaneler; petrol rafinerileri; bıçkıha­ neler; -sıvı yağ fabrikaları; şeker rafineri­ leri; halat fabrikaları. Havaalanı. (E) DARTMOUTH (George LEGGK, birinci ba­ ron), İngiliz amirali (1647-Londra 1691). Tahta çıkmasından önce hizmetinde bulun­ duğu James II tarafından 1688’de donan­ ma başkumandanlığına getirildi. Orange’lı Willem yaptığı sefere engel olmağa çalış­ tı, fakat subaylarının kendi safından ay­ rılmaları ve ters yönden esen rüzgârlar dolayısıyle başarısızlığa uğradı, kralın kaç­ ması da direnmeden vazgeçmesine yol aç­ tı. Her ne ettiyse de, James II’ye bağlı kaldığından şüphe edildi ve hapsedildiği Londra kulesinde öldü. (E) DARTMOUTH (VVilliam LEGGK. ikinci — kontu), İngiliz siyaset adamı (1731-1801), Ge­ orge Legge Dartmouth’un torununun oğlu. Sömürgelerde kâtip (1772-1775), sonra özel mührühas lordu (1775-1782), amerikan sö­ mürgelerine karşı sert bir siyaset uygulan­ masını savundu, özellikle dindarlığı ve ye­ ni doğan anglikan tarikatı mctodist akı­ mını tutmasıyle tanındı. (E) D artm outh koleji, 1769’da Amerika’da. New Hampshire eyaletinin Hanover şehrinda erkekler için acılan özel, laik yük­ sek okul. (E) DARTOS i. («Çengele asılı» anlamında yun. k.). Anat. Erbezi torbasının hemen altında bulunan zar. — ANS1KE. D artos, esnek tellerle birçok düz kas tellerinin b irleşm esinden m eydana gelir. E rbezi torbasının için d e iki bölm eli bir torba şeklindedir: her bölüm ünde bir erbezi bulunur. (E) DARTROZ i. (fr. danro.se). Patates hasta­ lığ ı. Colletetrichum airarnenlaritını adlı m antarın sebep olduğu bu h astalık , pata­ teste yaprakların dökülm esine ve yum ruk­ larda b ozu klu ğa y o l açar. (E)'

DARÛ i. (fars. dürü). Esk. İlâç: Lebinden talib-i dûru-yi derman olduğum yerler (Recaizade Ekrem). || Dârû-füruş, ilâç satan, eczacı, kimyager. || Dârû-hâne, eczane. Şah-ı dûrû, ölümden biie kurtaran etkili ilâç: Felekten .şah-ı dârû verseler bir dem kabul etmez (Yahya Kemal). [M] DÂRÛGA i. (moğolca’dan fars. dürûğa, re­ is). Esk. Vali. I| Resmî bir dairenin müdü­ rü. || Köy muhtarı veya bekçisi. AN'SİKE. Başlangıçta valiler için kulla­ nılan dârûga unvanı, daha sonra başkent hâkimine verildi. Bu kelimeyle bazı makam adları ' yapıldı: dârûga-yı defterhane (ka­ lem veya zat işleri müdürü), dârûga-yı mu­ hasebat (muhasebe şefi), dârûga-yı ferraş­ hane (bas temizleyici, baş hademe) v.b. (M) DARUMA, Güney Hindistanlı bir kralın oğlu. 520’de Çin’e giderek din eğitimi ya­ Putu, fdınıitzki ( hAROVHRK )

pan biı okul kurdu. Daruma sözü sanskritçe bodhidharma’nın japoncasıdır. Kurduğu okula Çince Çan, Japonca Zen denir. (M) DARUVAR, Yugoslavya'da (Hırvatistan) şehir: 12 300 nüf. Çeklerin yaşadığı bir bölgenin merkezinde tarım pazarı. Demirli su kaynaklan. Sayfiye yeri. (E) DARÜBAGY («İsyan yeri»), Şam’ın eski adı. (M) DARüBERD blş. i. (fars. dar ü berd). Esk. Debdebe, tantana, ululuk: Nerde dârât-i Sikender, dâr il berd-i Keykııbâd (Zi­ ya Paşa). [M] DARÜLACEZE blş. i. (ar. dâr, ev ve ^ace­ ze' âcizler’den dâr-ülSacez.e). Esk. Düşkün­ ler yurdu. (M) Darülaceze, sakat ve yoksul erkek, kadın ve kimsesiz çocukları korumak için Abdülhamid II devrinde hizmete giren düşkünler yurdu (2 şubat 1806). Devrin sadrazamı Halil Rıfat Paşa, bu konuda büyük gay­ ret sarf etti. Yurdun temeli 7 kasım 1892’de Kâğıthane’de Poligon sırtlarında atıldı. Kuruluş yıllarında Dârülaceze, 28 ocak 1895 tarihli iki kararname ile yönetim bakımın­ dan içişleri bakanlığına bağlandı. Yöne­ tim kurulu başkanlığını belediye tarafın­ dan seçilen ve padişahça onaylanan bir me­ mur yapacaktı. Üyelikler Vakıflar idare­ si, Müftülük ve Zaptiye nezaretince göste­ rilecek birer memura verilecekti. Ayrıca Dârülaceze’de rum, ermeni, katolik ve yahudi azınlıkları birer temsilci bulundu­ racaklardı. Kurul, ücret almadan görev ya­ pıyordu. Bugün Dârülaceze İstanbul belediyesine bağlıdır ve döner sermaye ile yönetilmek­ tedir. Amacı din ve ırk ayrımı gözetmeden, düşkünleri barındırmak, çalıştırmak, ümit­ sizlikten kurtarmak, rahat bir hayat sürmele­ rini sağlamaktır. Dârülaceze işletmelerinden sadece İstanbul halkı yararlanabilir. Dârüla­ ceze’de halen 644 düşkün bulunmaktadır. Bunlardan 237’si kadın, 334’ü erkek, 73’ü ço­ cuktur. Kuruluş, 28 500 m2 üzerinde toplam olarak 25 yapıdan meydana gelir: 1 müdü­ riyet binası, 3 hastahane, 1 çocuk yuvası, 5 düşkünler pavyonu, 1 cami, 1 kilise, 2 hamam ve çeşitli ihtiyaçlar için kullanılan diğer binalar. (M) DARÜLÂFİYE blş. i. Bk. iM IU lşştF A . DARÜLAKAK1R blş. i. (ar. dâr. ev ve t-akâkir, eczacılıkta kullanılan kokulu kökler’den dâr-iiI-•■ D ârülm aarif, Abdülmecid devrinde Valide Sultan tarafından Sultanmahmut türbesi ci­ varında yaptırılan okul (1849). tik adı Va­ lide mektebiydi. Hükümet dairelerine me­ mur yetiştirmek amacıyle açılan okulun ilk müdürü Kemal Efendidir. Okulun, bugün­ kü lise seviyesinde olması o devirde hoş karşılanmadığından Vehbi Mollanın çabasıyle sibyan mektebi haline getirildiyse de 1872 yılında yeniden idadî oldu. (M) DARÜLMESCID («secde yeri»), Kemah’ın eski adı. (M) Dârülmesnevi («mesnevi yeri»), Mevlânâ Celâleddin’in Mesnevi'sini okutmak için açılan dershanelere verilen ad. Osmanlı im­ paratorluğunda dârülmesnevî adiyle ilk mes­ nevi okutma yeri 9 muharrem 1260 (1844) tarihinde, İstanbul’da Muratmolla dergâ­ hında açıldı. İlk icazet (diploma) töreninin yapıldığı gün sultan Abdülmecid de büyük bir alay ile dârülmesnevîye geldi ve icazet alanlara değerli armağanlar verdi. (M) D ârülm uallim at («kız öğretmen okulu»), İstanbul’da 1869 yılında kuruldu. Rüştiye ve âliye olmak üzere iki dereceli idi. Son­ raları İstanbul dışındaki şehirlerde de bu tip okullar açıldı. (M) D ârülm uallim in, erkek öğretmen okulla­ rına Cumhuriyetten önce ve Cumhuriyetin ilk yıllarında verilen ad. İlk dârülmual­ limin İstanbul’da. Fatih’te, şimdi ilkokul olarak kullanılan bir binada açıldı (1848). Amacı rüştiyelere (ortaokul) öğretmen ye­ tiştirmekti. 1868 ve 1890 yıllarında dârül­ muallimin programında bazı yenilikler ya­ pıldı, iptidaî (ilkokul), rüştiye (ortaokul) ve idadî (lise) okullarına öğretmen yetiş­ tirmek üzere üç bölüme ayrıldı. Dâriilmuallirnini Âliye (Yüksek öğretmen okulu) adını taşıyan yüksek kısmın dersleri dârülfünunda (üniversite) veriliyordu, ikinci Meşru­ tiyetken sonra, 1909 yılında İstanbul Dârülmuallimini geliştirilerek bir meslek okulu haline getirildi: İstanbul’dan başka şe­ hirlerde de yalnız ilkokul öğretmeni yetiş­ tirmek için dârülmualliminler açıldı. İstanbul Muallim mektebi ise, dârülmuallimini ipti­ daiye, dârülmuallinıini tâliye re dârülmualli­ mini âliye olmak üzere üç şubeli ve yatılı büyük bir meslek okulu düzenine sokuldu. Tedrisat Mecmuası’m (öğretim Dergisi) yayımladı; değerli meslek adamları yetiş­ tirdi. 1924 Yılında Dârülmuallimin’in adı önce Erkek Muallim mektebine, sonra da Erkek öğretmen okuluna çevrildi. (M)' D ârülm ûsikî-i Osmanî («osmanlı musiki evi»), özel Türk Musikisi konservatuvarı. 1908 Meşrutiyetinin ilk günlerinde kuruldu. Şehzade Dr. Zıyâeddin Efendinin himayesin­ de 1914 senesine kadar Koska’da Ragıppaşa kütüphanesi karşısındaki binada çalıştı. Da­ ha sonra Çemberlitaş’a taşındı, öğretim üyeleri arasında Ârif Bey. Kirkor Efendi, Levon Hancıyan, Hafız Âşir. Neyzen Tevfik v.d. leri yer aldı. (M) DÂRt'LMüLK («mülk yer;, başkent»), Kon­ ya’nın eski adı. (M)

DARÜLPEHLEVANİYE («pehlivanlık, yi­ ğitlik yeri»), Niğde’nin eski adı. (M) DÂRÜLSLLH blş i. Bk. DÂRİL1SLAM. DARÜLULEMA («âlimler yeri»), Sivas’ın eski adı. (M) DÂRÜNNASR («yardım yeri»), Erzincan’ın eski adı. (Mı DARÜNNECAT («kurtuluş yeri»), Bayburt'­ un eski adı. (M) Dârünnedve («danışma evi»), Câhiliye dev­ rinde Kureyş reislerinden Kusey’in Kâbe'nin güneybatısında yaptırdığı toplantı yeri, önceleri Kâbe’nin bir bölümünde, Kusey bin Kilâb’m evinin bulunduğu yer dârün­ nedve idi. Kureyş kabilesinin savaş, nikâh ve diğer meseleleri burada görüşülür, karara bağlanırdı. Dârünnedve’deki toplantılara ka­ tılabilmek için 40 yaşından aşağı olmamak gerekti. Toplantıların başkanlık görevini Abdüddar oğulları yürütmekteydi. Halife Muaviye bu makamı satın alarak Mekke vali­ liğine verdi. 564 Yılından sonra da Kabe haremine katıldı. (M. DARUNNUSRA («yardım yeri»), Tokat’ın eski adı. (M) DÂRÜNNÜZHE («eğlence yeri»), Akşehir'­ in eski adı. (M) DARÜRRAHA blş. i. Bk. » A lU 'şşiF A . DÂRÜRRIDGE blş. i. Bk. DÂROLCİHAI). DARÜRRİFA («yücelik yeri»), Malatya’nın eski adı. (M) DARÜSSAADE blş. i. (ar. dür, ev ve sacâde, mutluluk’tan dör-iis-sa^üde, mutluluk ye­ ri). Esk. Saray. — Teşk. tar. Dârüssaade ağası, osmanlı sarayında kadınlar kısmının (haremi hü­ mayun) hizmet ve korunmasıyle görevli olan ve padişahların özel havatlarıyle ilgili işlere bakan kişilerin başı. (Kızlar ağası da denirdi.) [Bk. AN'SIKL.] || Dâriissaade yazı­ cısı, dârüssaadc ağalarının yazı işlerini ida­ re eden memura verilen ad. (Topkapı sara­ yında, orta kapının dışında haslar odası denilen yerde oturan dârüssaade yazıcısının en önemli görevi Haremeyn vakıflarıyle il­ gili işleri takip etmekti.) — ANSİKL. Teşk. tar. Eski doğu impara­ torluklarında ve Roma'da da görülen dâriisaade ağaları, osmanlı sarayında önem kazandılar. Enderun ve haremi hümayun ağalarının en büyüğü olarak, sadrazam ve şeyhülislâmdan sonra geldiler. Dârüssaade ağaları XVI. yy.dan sonra ge­ nellikle hadım edilmiş zencilerden seçildi. Mısır valileri tarafından saraya gönderilen­ ler haremde hizmçte başlarlar, acemi ağa­ lığından geçerek, nöbet kalfası, ortanca hâsıllı, yayla başı gulâmı, Yeni saray baş kapı gulâmı olurlardı. Burada da bazı dere­ celeri kazanarak Eski saray ağalığına yük­ selir, en son dârüssaade ağası olurlardı. Bu sıra gözetilmeden bazı tayinler yapıldı ise de XVIII. yy.da hazine kâhyasının veya Es­ ki saray ağasının dârüssaade ağası olması usulü yerleşti. XVI. yy.ın sonlarına kadar hadım akağalarm en büyüğü olan kapı ağasının yaptığı bu görev, 1582’de dârüssaade ağası Habeşî Mehmed Ağanın etkisiyle zenci ağaların eline geçti. Bir iki değişiklikten sonra bu durum imparatorluğun yıkılışına kadar sür­ dü. Kızlarağasmın tayin ve azlinde birta­ kım âdetler gelenekleşti. Yeni tayin edilen hadım ağasına padişah huzurunda samur kürk giydirilir, bir hattı hümayun gönde­ rilirdi. Görevlerinden azledilenler İstanbul’­ da oturtulmaz, Mısır’a veya Mekke, Medi­ ne’ye gönderilirler, maaşları ölünceye ka­ dar verilirdi. Dârüssaade ağalarının azil ha­ berleri padişahın cuma gezilerinde veya re­ cep ayının on ikinci günü Haremeyn’e (Mekke ve Medine) gönderilecek sürre alayı töreninde bildirilirdi. Dârüssaade ağalarının etkileri imparatorlu­ ğun zayıflama devirlerinde gittikçe arttı. Ahmed I. Mustafa I ve Osman II devrinde görevde bulunan Hacı Mustafa Ağa. Mahmud I zamanında Hacı Beşir Ağa devlet idaresinde büyük yetki sahibi oldular. Sad­ razam tayininde bile sözleri geçti. Dârüssaade ağaları avaid-i melhuze denilen padişah ihsanlarından ve hediyelerden baş­ ka, Haremeyn hâzinesinden 183 300 kuruş ve diğer vakıflardan da 319 000 kuruş aylık

45

ön yüz D ârülhilâfetül A liye arka yüz

Dârülhilâfe altını İbrahim Artuk koleksiyonu, İstanbul

ön yüz Dârülhitâfetül Seniye arka yüz

ücret alırlardı. Başlıca görevleri, sarayın üçüncü bölümünden içeride kalan kısmının yönetilmesi, Haremeyn vakıflarının bakımı, padişahın mütevellisi olduğu vakıfları onun adına yönetme, sarayın dış hizmetlerinde bulunan bazı yüksek dereceli memurların denetimi, sürre alayının düzenlenmesiydi. Padişahın özel hayatı ile ilgili yetkileri ise padişahların nikâhlarında, nikâhlanacak cariyenin vekili olmak, sultanların nikâhında sultanın vekilliğini yapmak, damat paşalara padişah tarafından gönderilen kürkleri giy­ dirmek, padişahların gezilerine katılmak, deniz gezilerinde padişahın karaya çıkışında elinden tutarak yardım etmekti. Ayrıca şehzadelerin doğum haberlerini sadrazama bildirirler, bunun için padişahın hattı hümayunuyle ve büyük bir kalabalıkla BabI­ âli’ye gelir, müjdeli haberi yüzünden şey­ hülislâmın oturduğu yere oturtulur, bir bohça içine konulmuş samur erkân kürkü, mücevher ve elli kese divanî akçe hediye alırlardı. Sadrazamın hediyesi olarak ha­ zırlanan mücevherli beşik de dârüssaade ağasına sarayda teslim edilirdi. Padişahların ölüm haberi sadrazama dârüssaade ağası ta­ rafından duyurulur, cenaze ve gömülme törenini ağa adına yazıcısı hazırlar, dârüs­ saade ağası saray ağaları adına cenaze na­ mazına katılırdı, ölen padişahın şahsî eşya­ sının tespiti dârüssaade ağası tarafından ya­ pılır, padişahların tahttan indirilişlerini, tah­ ta çıkacak şehzadelere ciilûs haberini duyu­ rur. gerekli töreni hazırlarlardı. Ağa, şimşirlikten aldığı şehzadeyi padişahın na’şının yanına götürür, kuşkusunu giderir, lıırkai şerif odasında iki rekât şükür namazı kıl­ dırır. taht odasında giydirir, cülûs törenine hazırlar, sonra da şehzadeye padişah oldu­ ğunu burada bildirirdi. Bayramlarda padişahı tebrikte dârüssaade ağasına öncelik tanınır; hayranım üçüncü günü sadaret kethüdasının padişaha sunaca­ ğı donanmış atı da dârüssaade ağası teslim alırdı. XVI. yy.ın sonundan itibaren Haremeyn ev­ kafına bakmak da dârüssaade ağalarının işi oldu. Vakıfların gelirlerini memurları vasıtasıyle toplattırırlar; Mekke, Medine ve Ku­ düs’e sürreleri gönderirler, masraf ve gelir­ leri hesaplayarak kesin' sonucu padişaha sunarlardı. Haremeyn evkafına ait gelirle­ rin saklandığı hazine, diğer hâzinelerden ay­ rıydı ve padişahın izni olmadan bu hâzine­ den para alınamazdı. İç ve dış hâzinede para sıkıntısı olduğu vakit dolap denilen Haremeyn hazînesinden maliye hâzinesine borç para verirdi. Dârüssaade ağalarının yapmakta oldukları bu görev, 1836 yılında Haremeyn Evkaf nezareti kurulunca üzer­ lerinden alındı, iki yıl sonra Haremeyn ev­ kafının bakımı da Evkaf nezaretine verildi. 1598 Yılında padişahlık vakıflarına da dâ­ rüssaade ağalarının bakması için bir hattı hümayun çıkarıldı. Böylece dârüssaade ağa­ larının bakmakla yükümlü oldukları va­ kıfların üç yüz altmışa kadar yükseldiğini Koçi Bey yazar. Ayrıctj padişahların bizzat mütevelli oldukları yedi vakıf da (Bıırsa Yıldırım Bayezid. Yeşil, İmaret, Hüdavcndigâr camileri ve imaretleri. Edime ve Merzi­ fon Ulu camileri ve Romanya’daki Isakçı camii), dârüssaade ağalarının yönetimine verildi. Bu yedi vakfın gelirinden mütevelli olan padişaha, «ceb-i hümayun» akçası de­ nilen bir miktar ayrılır ve bu para hazine kethüdasına teslim edilirdi. Dârüssaade ağa­ ları çarşamba günleri bakmakla görevli ol­ dukları vakıfların işlerini görüşmek üzere ayrı bir divan toplarlardı. Sarayda dış hiz­ metleri gören memurlar dârüssaade ağasının emri altındaydılar. Ağa, bunların yaptıkları işleri denetler; bezirgan başı, pişkeşçi başı, hazinedar başı gibi görevlileri yönetirdi. Her yıl Haremeyn’e gönderilen sürre ala­ yını da dârüssaade ağalan hazırlardı. Bk. SüRRK alayı. Dârüssaade ağalan bu görevlerden başka savaş süresince iç hâzineyi korur, savaşta başarı gösterenlere padişahın emri üzerine hediyeler verir, şehzade ve sultanların maaş defterini tutar, valide sultanın Eski saray­ dan Yeni saraya taşınması töreninde bulu­ nurlardı. Bazı devlet adamları ağaların nüfuzlarını kı­ sıtlamak istemişlerse de çokluk basan gös­ terememişler ve bu durum imparatorluğun yıkılışına kadar sürmüştür. (-> Bibliyo.) [M]

Dârüssaade, Topkapı sarayında dârüssaade ağalarının çalıştıkları daire. Sarayın ikinci ve üçüncü bölümüne açılan kapılar arasın­ da, iki katlı taştan bir bina olan dârüssaadenin birinci katının sağ yanında dârüssaade ağasının dairesi, sol tarafında ise hazinedar ağanın dairesi vardı. Dârüssaade ağasının misafirlerini ağırlamak için kullandığı oda da bu katta itli. Binanın geniş bir dik dörtgen şeklindeki ikinci katı odalara bölünmüştür. Bu kat bir süre şehzadelerin öğrenimi için kul­ lanıldığından şehzadeler mektebi adını ta­ şır. 1665 Yılında çıkan bir yangında dârüssaadenin bazı bölümleri yandı. Vakayı hayriyenin olduğu yıl (1826) hükümet daireleri sarayın içine alındı ve dârüssaade de sadra­ zama ayrıldı. Yangından sonra ciddî bir onarım görme­ yen dârüssaade dairesi, Mahmud II devrin­ de onarıldı; Sultan Mahmııd’un bir levhası («İnnehü min Süleymane...»), Yesarî’nin dört levhası ve tuğralarla süslendi. Abdülmecid devrinde bir yangın daha geçiren bina, o devirde ve Cumhuriyetten sonra gördüğü onarımlarla bugünkü şeklini aldı. J DASYMYS i. Kemirgen memeli hayvan. Orta ve Güney Afrika’da yaşar. (Gerçek sıçanlarla golundalar arası bir hayvandır. Sıçangillerden.) [T] DASYPELTİS i. Zehirsiz yılan. Güney Afrika'da yaşar. (İlmî adı Dasypeltis- scabra. Suyılangillerden.) ANSİKL. Dasypeltis yumurta yiyici bir hayvandır. Bunun için kümeslere kadar so­ kulur. Uzunluğu 80 snı'yi geçmez; başı çok .küçüktür: buna rağmen ağzını iyice açarak ağız boşluğunu bir tavuk yumurtasını yu­ tacak kadar genişletebilir. Yumurtayı, bir çeşit yutak dişi şeklindeki çıkıntılarla bas­ tırır, kırar; yumurtanın içi midesine geçtik­ ten sonra kabuklarını dışarı atar. (D DASYPODİDAE çoğl. i. Amerika’da ya­ şayan dişsiz memeli hayvanlar familyası. Hepsinin vücudu bağa ile kaplıdır. Ba­ ğayı meydana getiren pullar kemer şeklinde dizili olduğundan, hayvan istediği zaman tostoparlak kıvrılabilir. (Tattı, chlamydophorıts v.b.) [L] DASYPODİUS (Konrad), alman matema­ tikçisi (Frauenfeld 1529 veya 1530-Strasbourg 1600). Strasbourg üniversitesinde matematik profesörü oldu. Eserleri arasında en önem­ lisi Heroıı mechanicus’tuı (1580). Bunda Strasbourg katedralindeki rasat saatinin me­ kanik yapısını anlatır. Bu saat 1570’e doğru, Dasypodius’un çizdiği planlara göre yapıldı ve 1838-1842 arasında Schwilgue’ninkiyle de­ ğiştirildi. (L) DASYPOGON i. Etçil sinek. Genellikle si­ yah olur. Sarı, kızıl veya beyaz olanları da vardır. (Bu sinek arıları yakalayarak yer. Kısa duyargalı ortoraf sineklerin asilidae familyasından.) [LJ DASYSTOMA i. Avrupa kelebeği (Dasys'torna salicella). Tırtılı söğüt, akçaağaç, erik v.b.de yaşar. (Küçük pul kanatlıların geleehidae familyasından.) [L] DASYTES i. Küçük ve uzun böcek. Genel­ likle katı, bazen de yumuşak kabuklu olur. (Kınkanatlıların malachiidae familyasın­ dan.) ANSiKL. Dasytes’ierm birçok türü ku­ zey yarımkürenin ılıman bölgelerinde bulu­ Futu. Artintcs Atsociı’f {L A ltO fR SE ı

nur. Kendisi çiçeklerde, kurtçuğu çürük odunda yaşar. Yere düşen meşe dallarında bir yığın dasytes caeruleus görülür. (I.) DASYU’LAB. Bk. I>a sa DASZYNSKİ (Ignacy), polonyalı siyaset adamı (Zbaraz 1866-Varşova 1936), Polonya sosyalist hareketinin önderlerinden biri. Avusturya parlamentosunda (1897-1918) ve Varşova’daki Polonya Diyet meclisinde sos­ yalist milletvekili (1918-1930), VVitos’un Millî Savunma hükümetinde başbakan yar­ dımcısı (1920) ve Diyet mareşali (1928-1930) oldu. Hatıralar'mı yayımladı. (M) —DAŞ, —DEŞ, —TAŞ, —TEŞ ek. Eşlik, ortaklık ve mensubiyet belirten isimden isim yapına eki. Eski Türkçeden beri görü­ lür. -da -f eş birleşmesinden meydana gel­ diği ileri sürülmüştür. Bugün de işlekliğini sürdürmektedir. Son zamanlarda kalın bi­ çimleri yaygınlaşmıştır. Yalnız kardeş keli­ mesinde tersine bir oluşum görülür, örnek­ ler: çağdaş, soydaş, yoldaş, yurttaş, mes­ lektaş, dindaş v.b. (M) DAŞAVA, S.Ş.C.B.’de petrol ve tabiî gaz üretimi merkezi, Ukrayna’da, Lvov’un gü­ neyinde. Gazı, Kiev, Leningrad ve Mosko­ va’ya ileten boruların başlangıç noktası.

DAŞKOVA (Ekaterina Romanovna), rus prensesi (Petersburg 1743-Moskova 1810). Kont Voronozov’un kızı, 1782’de Katerina II zamanında Petersburg Bilim akademisini yö­ netti. 1783’te kendi görüşlerine uygun olarak kurulan Rus akademisinin başına geldi. Pek çok derginin çıkarılmasına önayak oldu. Rus tiyatro oyunlarının biraraya toplanma­ sını sağladı. Kendisi de iki komedi vazdı. (10 DAŞYAN (Hagopos), ermeni yazarı ve din adamı, Viyana Mıhitaryan manastırı üye­ lerinden (Erzurum 1866-Viyana 1933). Er­ meni edebiyatı tarihi üzerindeki araştırma­ ları kökünden yenileştiren Daşyan’ın eser­ leri, gerçek bir bilgi ve zekâ ürünüdür. Başlıca eserleri: Usumnasirutyun Akatankeğya Krotz (Akatankeğya'nın Eserleri Üs­ tüne Bir İnceleme) [1891]; Madenakragan Manır Usunınasirutyunk (Küçük Edebiyat Tarihi incelemeleri) [1895-1933], Das Lebeıı un d die Senienzeıı des Philosopheıı Secundus des Schtveigsamen in Altarmenischer Übersetzung (Filozof Secundus’un Eski Ermeniceye Çevrilmiş Sözleri ve Hayatı) [1895] ve Klasik Ermeni Dili Üzerine Bir i ace­ leme’dir. (L) DATA LOGGER [deyta logır] i. («verileri yazan») anlamında ing. dey.). Petrol rafine­ rilerinde ve öteki sanayi dallarında, bir iş­ lemin hangi şartlar altında yapıldığını de­ netleyen otomatik cihaz. — ANSİKL. Data logger, sıcaklık, basınç, iş kapasitesi veya verim gibi, bir tesisatın iyi işlemesi için gerekli bütün önemli yön­ lerin kontrolünü yapan ve belli başlı iş­ lemleri düzenleyen çeşitli cihazlardan mey­ dana gelir. Kontrol sırasında alınan değer­ ler elektronik sistemlerle sayı değerine çev­ rilir ve tcle-yazıcılar tarafından kâğıda ge­ çirilir. Böylece, her iki dakikada bir kont­ rol edilerek işlemlerin hangi şartlarda ya­ pıldığı tespit edilebilir. Cihaz, herhangi bir büyüklüğün sabit sınırlar dışındaki sapma­ larını kırmızı renkte yazar ve sesli bir tehlike işareti vererek uyarma yapar. (L) DATAMES, Perslerin Anadolu’da kurduğu en büyük satraplık olan Kappadokia’nın satrabı (öl. M.ö. 360’a doğr.). Kral Artakserkses II tarafından, merkezi Sinop (Sinope) olan Paphlagonia satrabı Thyos’un is­ yanını bastırmakla görevlendirildi, Thyos’u esir aldı. Sonra bir Mısır seferine kumanda etti ve yenildi, iftiraya uğradı, öldürüle­ ceğini anlayınca, bağımsızlığını ilân etti; Küçük Asya’nın büyük bir bölümüne hâkim oldu ve Artakserkses’e karşı koydu. Mithridates adlı bir satrap, kendisini bir görüş­ meye çağırdı ve öldürttü. (LM) Datames isyanı (Büyük Satrap ihtilâli de denir), Küçük Asya satrapları ile, Suriye, Fenike ve Mısır’a kadar bütün Küçük As­ ya kavim ve sahil şehirlerini içine alan isyana verilen ad. Ayaklanma M.ö. 372’den biraz sonra Kappadokia satrabı Datames’in isyantyle başladı. 366’da Daskyleion satrabı ayaklandı. 36i’de Pers kralı Artakserkses II'ye karşı birleşik ordular harekete geçti.

Birleşik ordunun başkumandanı seçilmiş olan İonia satrap! Orontes’in kral tarafına geçmesiyle isyan bastırıldı. (M) DATARİA (Papalık Evrak yönetmeliği). Roma papalık sarayının mühürdarlık ma­ kamı. !] Baş mühürdarlık görevi ve makamı. — ANSiKL. Papaların Avignon’da bulun­ dukları zaman kurulan mühürdarlık, ke­ sin biçimde papa Innocentius VIII (14841492) ve Paulus V (1605-1621) tarafından örgütlenen papalık karar ve buyruklarının yayımlanması (datum) görevini yapardı. Sonra Forum Externunı (Yüksek Adalcı kurulu) tarafından açıklanan suçları bağış­ lama. özel imtiyaz ve ruhsat gibi sunuş­ ları yerine getirme görevlisi bir kurul ol­ du. Papa Pius X'un (1908) yaptığı re­ formdan beri bu yönetmelik, kardinaller meclisince ilân edilmeyen küçük papaz me­ murlukları vermekle görevli bir papalık bü­ rosu olmuştur. Bu büronun başında datarius unvanını taşıyan bir kardinal bulun maktadır. (L) DATÇA, Ege bölgesinde (Muğla ili) ilçe merkezi;' 5 022' nüf. Aynı adlı yarımadanın genişlemeğe başladığı orta kesiminde birbi­ rinden ayrı üç mahalle halindedir. Kasaba­ ya ve yarımadaya eski adlarını veren Dadya ve Reşadiye mahalleleri yarımadanın iç kesimindedir. Marmaris’ten geçen 139 km’lik bir yol ile Muğla’ya bağlıdır. Küçük bir iskelesi vardır. — Datça ilçesi, 459 km-, 10 741 riüf. Tek bucağı ve 9 köyü vardır.

49

(Al,

DATÇA yarım adası, Anadolu’nun güney­ batısında Kerme (fstanköy) körfezi ile Hisarönü körfezi arasında doğu-batı doğrultu­ sunda Ege denizine doğru uzanan yarım­ ada. Yapısında çok çeşitli kayalar vardır (şist, kalker, serpantin). Yarımadanın ka­ ra ile birleştiği Balıkatladı veya Balıkasıran kesiminde genişlik bir kilometreden da­ ha azdır. Batıya doğru genişlik artmağa başlar. Burada Emecîk dağı (742 m) küt­ lesi bulunur. Datça meridyeni hizalarında yarımadanın genişliği yeniden azalır. Dat­ ça’dan batıda kalan kısmı en geniş kesimi­ ni; Bozdağ (1 175 m), ise en yüksek nok­ tasını teşkil eder. Batıda İskandil burnu ile sona eren Datça yarımadasının ucun­ da ünlü Knid (Knidos) harabeleri yer alır. Yarımadada nüfus azdır. Tahıl zevtin, tü­ tün ve turunçgiller. (Bk. EK CİLT 3) [M] DATHAN. Bk. ABiRON. Dathavamşa, elu dilinde epik şiir (IV. yy.), Dalada’nın (Buddha’nm kutsal dişi) muci­ zelerini anlatır. (L) DATİ (Carlo), İtalyan yazarı ve bilgini (Floransa üstüne Düzyazılar) [1666] ve Vimento akademileri üyesi, Crusca akademi­ sinin sözlüğünde çalıştı. Floransa’da yunan ve latin edebiyatı okuttu. Prose Fiorentine (Floransa Üstüne Düzyazılar) [1666] ve Fite dei Pittori Antichi (Eski Ressamların Hayatları) [1667] adlı eserlerinde o devirde çok sık görülen zevksizlikten uzak kalma­ sını bildi. (L) DATİ A veya DATİ YA, Hindistan’da (Madhya Pradeş) şehir ve idare bölgesi, Gvalior’un 72 km güneydoğusunda, DelhiBombay ana demiryolu üzerinde; 29 430 nüf. (1961). Taş surlarla çevrili olan şehirde, Hindu mimarîsinin seçkin örneklerinden biri olan XVn. yy.dan kalma olan Singh Deo sarayından başka birçok saray ve park vardır. Datia (BÖLGESİ). 2 025 km-; 200 467 nüf. (1961). Sind ve Panuc ırmakları arasında­ ki düz, fakat verimsiz alanı içine alır. Fun­ dalık ve otlaklarla kaplıdır. 1802’de Bassein anlaşmasıyle İngiliz denetimi altına gi­ ren eski Prenslik eyaleti Datia’yı içine alır. 1804 ve 1818’de yapılan anlaşmalarla Orça eyaletini yöneten Bundela Racput ai­ lesinin hâkimiyeti altına girdi. 4 Nisan 1948’de Vindhya Pradeş’e, 1 kasım 1956’da da Madhya Pradeş’e katıldı. Datia şehri­ nin 11 km kuzeyinde, Gucrat’da, impara­ tor Asako’dan kalma bir yazıt, Sonagir yakınlarında da birkaç Cayna tapınağı bu­ lunmuştur. (L) DATİF i. (lat. dare, vcrmek>daiiiın’tan fr. k.). Dil bil. isim çekim hallerinden biri. Fiilin yönünü gösteren ve yaklaşma ifade eden datif hali daima ekle belirtilir. (Esk. mef’ûliin ileyh, verme, bulunma veya yö­ nelme hali; -a, -e hali.)

Jacqu«s Antoine OASSIER Montesquieu madalyonu

Jules DASSİN «Topkapı» filmi (Melina Mercouri ve Maximilian Schellj

dasychira

DAT

dasypcltis seabrcı

— ANSI Ki.. Batı Türkçesinde datif eki -a. -e’dir; ünlü ile biten kelimelerde ekten ön­ ce -y-; üçüncü şahıs tekil {-/, -i, -sı, si) ve çoğul (-ları, -teri) ekli kelimelerde ekten Önce -n- yardımcı sesi gelir: toprak-a, Alımed-e, göz'ler-e, evlerimiz-e, Ankara-y-a, bayı-n-a. babası-n-a gibi. Datif ekinin temel görevi «yaklaşma* belirt­ mektir: bununla birlikte, fiile uyarak yer. zaman, karşılaştırma, sebep, verme, bildir­ me, kuvvetlendirme, amaç, fiyat, ilgi, ge­ reklik, uygunluk, konu, aitlik, nitelik, tarz, görüş, ayrılma, değişme, başkalaşma v.b. belirtebilir. Datif eki Eski Türkçede -ga, -ge idi; Batı Türkçesine geçerken eklerinin başındaki ğ ve g’ler düştüğü için -a, -e ol­ muştur. Yalnız, ekin izleri zamirlerin datif­ lerinde son zamanlara kadar yaşamıştır. Eski Anadolu Tiirkçcsi ve Osmanlıcada za­ mirlerin datif eki almış şekillerinde (bana, safia, oüa, buna, yııfia) görülen d, zamir­ lerin bünyesindeki n ile datif ekindeki ğ ve c'nin çok eskiden birleşmesiyle olmuştur. Diğer türk ağızlarından bazılarında, datif ekinin bünyesindeki ğ ve g sesi ya düşmüş veya y’leşmiş (Azerice -a, -e I -ya, -ye), bazen değişmemiş (Çağatayca -ğa, -ge), ba­ zen de k ve k olmuştur (Türkmence, Karahaniı Türkçes'ı, Harizm Türkçesi -ka, -ke). Çuvaşça'da akkuzatif ve datif eki yerine bir tek ek kullanılmaktadır. Gerçekte bu ek datif ekidir. Datif eki genel olarak isimleri fiillere bağ­ lar: Gözüne girdim Ayağına bastı gibi. Ba­ zen datif eki almış isimlerden sonra bazı cdatlar da gelebilir: Duruma göre, bana karşı, denize doğru, edebiyata ait, bugüne dek (değin) gibi. Datif eki de öbür bal ekleri gibi son vurguyu kendi üzerine çeker. Datif ekinden sonra ancak soru eki ve bildirme eki (-dır. -dir) gelebilir: Sinemaya mı? Sanadır. (M) DATİNİ (Francesco di Marco da Prato). İtalyan taciri (Prato, Floransa yakını 1335'e doğr.-öl. 1410). önce Avignon’a yerleşti (1358'e doğr.), kurduğu silâh ve yiyecek ti­ carethanesi kısa zamanda gelişti. 1383’te 1talya’ya dönerek Pisa, Floransa, Cenova, sonra da Barcelona, Valencia ve Mallorca’da önemli şirketler kurdu ve kumaş, yün, şap, şarap, yağ, baharat v.b. ticaretiyle uğraştı. Avrupa’nın birçok ülkelerindeki şube Ye müşterileriyle yaptığı yazışmaların çokluğu, XIV. yy. İtalyan ticaret evlerinin büyük öl­ çüde geliştiğinin bir delilidir, (E) DATİS, Pers kumandanı (M.Ö. V. yy.). Dara I tarafından Artapharnes ile birlikte Yunanistan’a karşı bir sefere kumanda et­ mekle görevlendirildi, Marathon ovasında yapılan ve adını bu ovadan alan savaşta Miltiades’e yenildi (M.ö. 490). [L] DATİSCA i. Daticaceae familyasından boya ve dokuma bitkisi. — ANSİKE. Datisca’nın bilinen üç, dört tü­ rü vardır: anayurdu Orta Asya, Nepal ve­ ya Cava’dır. Doğu datisca’sı veya Girit kenevirinin (Datisca cannabina) görünüşü az çok keneviri andırır; yaprakları kaynatı­ lınca güzel sarı bir renk verir; sapları suya bastırılırsa iyi bir üstüpü elde edilir. Av­ rupa kışına katlanabilen çok dayanıklı bir bitkidir. (E) DATtSİ. Manı, öğretici nitelikteki bazı manzumelerde geçen, büyük terimi tümel olumlu (A), küçük terimi ve sonucu tikel olumlu (I, I) olan üçüncü türden bir kıyası göstermek için kullanılan iskolastik terim. (E)

DATİSİN i. (fr. daıiscine). Datiska’dan çı­ karılan Ye ranınoz ile datisetine (CısHmOn) ayrılabilen C2iHı)On,2 H= 0 formülündeki heterozit. (E) Datistan-ı Dinik (Pehlevî dilinde «dini inançlar») [M.S. IX. yy. sonu], Ortaçağda İran’da yazılan bir inceleme yazısının baş­ lığı. İnceleme, Mazdek dini dogma ve âyin usulleri konusundaki sorulara cevap biçi­ minde yazılmıştır. Zerdüşt papazı Menuçehr’e mal edilir. (M) DATİUS Aziz, Milano piskoposu (öl. Khalkedon [Kadıköy] 552). 527’de seçildi, Liguria’yı yeniden ele geçirme konusunda Belisarius’u etkiledi. 539’da Ostrogotlar Mi­ lano’yu alınca İstanbul’a kaçtı. Tres* Capitull çekişmesinde Justinianus’a karşı papa Virgiüus’u destekledi. (!•)

DATİYA. Bk. DAT i A. Geologie Esperimentale (Deneysel Jeoloji DATO E İRADİEB (Eduardo), İspanyol si­ Üzerine Sentetik inceleme) [1879] adlı bir eser Bükülen bir gerecin iki dik yaset adamı (La Çoruna 1856-Madrid’de bir açı yayımladı. yönünde çatladığını ilk olarak ispatla­ tedhişçi tarafından .öldürüldü, 1921). Mute­ dı, ayrıca Ren alüvyonlarında çakıl taşla­ dil muhafazakâr milletvekili; sonra gerici akımlara kapıldı (1883’ten itibaren). Birçok rının nehrin akışına dik olarak yöneldiği­ ni yine ilk olarak ortaya koydu (1855). [E] defa bakan ve başbakan (1914-1916. 1917, 1920-1921) oldu; iş kazaları (1900) ve terke­ DAUBREELİT i. (jeolog Daubree'ri\r\ adın­ dilmiş çocukların yetiştirilmesiyle ilgili (1904) dan fr. daubreelite). Miner. Meteor demi­ iki kanun' çıkarttı. Sosyal kanunların ha­ rinde bulunan demir ve krom sülfürü. (E) zırlanması için bir iş enstitüsü ve muhtar UAUBREİT i. (fr. daııbreite). Miner. Tabiî taşra idareleri kurdu. (E) bizmut oksiklorürü. (E) DATOLİT i. (fr. datolite). Miner. Formülü DAUCHER (Adolf), alman heykeltıraşı CaBSiOı (OH) olan tabiî hidratlı kalsi­ (Uim 1460/1465-Augsburg 1523/1524). Gregor yum borosilikat. (E) Erhart’m kız kardeşiyle evlendi, kaynı bira­ DATTAŞ. ön Asya mit. Doğu Anadolu’­ deri ve büyük Holbein’le birlikte Kaishem oymalı mihrap arkalığının yapımında ça­ nun eski kavimlerinden Hurrîlerin. fırtına, hava ve bitki tanrısına verdikleri ad. Me­ lıştı (1502). Fugger’lerin himayesi altına girerek, onların Augsburg’daki Sf. Anna kü­ zopotamya’dan geldiği sanılır. (M) çük tapınağı için bir süsleme yaptı (1509DATURA i. (lat. datura [stramoniuın]). 1518). İtalyan sanatından etkilenen bu ese­ Bot. Tatula*nın ilm i adı (M) ri en başarılı olanıdır. (E) DATÜRİK sıf. (fr. daturique). Taıula'nın DAUCHEZ (Andre), fransız ressamı ve gratohumlarında gliserit halinde bulunan. CH:s vürcüsü (Paris 1870-ay.y. 1947). Bretagne — (CHsbs — CO.‘ H formülündeki yağ bölgesinin birçok manzaralarını, ofortlar ve asidi için kullanılır. (E) kitap süslemeleri yaptı. Lucien Simon ve DAU i. Vietnam’da çeşitli dipterocarpus tür­ Charles Cottet ile birlikte «Kara çete» adlı lerinden elde edilen kırmızımsı kereste (Ma­ bir sanat topluluğu kurdu. Paris Modern rangozlukta ve doğramacılıkta mahallî ola­ Sanat müzesinde birçok eseri bulunmaktadır. rak çok kullanılır.) [E] (E) DAUB (Kari), alman filozofu (Kassei 1765- DAUCUS i. Havuç’un İlmî adı. (E) Heidelberg 1836). önce Magdeburg, sonra Heidelberg’de profesör. Baden’de kilise da­ DAUDET (Alphonse). fransız yazarı (Nînışmanı oldu. Kant, Schelling ve Hegel’in mes 1840-Paris 1897). Ernest Daudet’nin etkisinde kaldı. Başlıca eserleri: Lehrbuch kardeşi. Oldukça başıboş geçen bir genç­ der Katechetik (Din öğretimi Dersleri) likten sonra, hayatını kazanabilmek için A|1801]; Theologumena’û\T (Tanrı Bilgisi) lais kolejinde belletici oldu. Kardeşinin yar­ [1806]. Daub öğrencilerine Schiiler’den şiir­ dımı ile edebiyat alanında gücünü dene­ mek üzere Paris’e gitti., Les Amoureuses ler okurken öldü. (E) (Âşık Kadınlar) [1858] adiı şiir kitabı ile DAUBENTON (Louis Jean-Marie ü 'a v - tanındı. Değirmenimden Mektuplar (Lettres b e .n t o n , — denir), fransız tabiat bilgini de mon Moulin) [1866] ile ün kazandı. Bu­ (Montbard 1716-Paris 1800). 1742’de saray nun ardından şıı eserlerini yayımladı: genç­ bahçesi uygulama öğretmeni, 1778’de Col- lik hatıralarını romanlaştıran Küçük Şey löge de France’ta genel zooloji, 1783’te Al- (Le Petit Chose) [1868], Taraskon’lıı Tarfort veteriner okulunda köy ekonomisi öğ­ tarin (Tartarin de Tarascon) [1872], Pa­ retmeni, 1793’tc Musöum’da mineroloji. zartesi Hikâyeleri (Contes du Lundi) [1873], 1795’te öğretmen okulunda tabiat bilgisi pro­ Fronıont jetine et Risler Aîne (Küçük Frofesörü ve 1799’da senato üyesi oldu, özel­ mont’la Risler Ağabey) [1874], Jack (1876), likle iklime alıştırma konıılarıyle uğraştı. le Nabab (1877), Les Rois en E.xil (Sür­ I776’da, Montbard’da bugünkü Bourgogne gündeki Krallar) [1879], Numa Rournestan merinoslarının türediği koyun sürüsünü ye­ (1881), Evangeliste (İncil Yazarı) [1883], S ti­ tiştirdi. Memeli hayvanların anatomik ta­ fo (Sapho) [1884], Tartarin sur les Alpes nımlarında Buffon’un Histoire Naturelle (Tartarin Alplerde) [1885], Immortel (ö(Tabiat Tarihi) adlı eserinde yazarla işbir­ lümsüz) [1888], Porr-Tartıscon (Tarasconliği yaptı. (E) y Limanı) [1890], La Petite Paroisse (Küçük DAUBIGNY, frans'ız ressam ailesi. — KÜ­ Cemaat) [1895], Soutien de Fanıille (Evin ME (Paris 1789-ay.y. 1843). Hocası Victor Direği) [1898]. Ayrıca iki ciltlik hatıralarını Bertin’inkine yakın bir üslûpla Paris ve yayımladı: Souvenirs d’ıın Honıme de Lettre Napoli’ye ait manzara resimleri yaptı (Lo- (Bir Edebiyatçının Hatıraları) [1888] ve uvre). — Kardeşi P1ERRE (Paris 1793-ay.y. Trente Ans de Paris (Paris’te Otuz Yıl) [1888]. 1858) minyatürcü olarak tanındı. — CHARLES Oyunlarının en güzeli olan Arlesienne (Şe­ KRANÇOİS (Paris 1817-ay.y. 1878), Edme’- hirli Kız) [1872], Bizet tarafından sahne mü­ nin oğlu, Paul Deiaroche’dan resim dersi ziği ile bestelendi. Daudet, kuruluşundan ialdı, İtalya’ya gitti. Ünlü manzara ressamı tibaren Goncourt akademisine üye oldu. Corot ile dostluk kurdu ve izlenimcilik a- Alphonse Daııdet’nin eserleri, en azından kımının öncülerinden biri oldu. 1870’te Lon­ Goncourt’ların anladıkları izlenimci anlam­ dra’da Monet ve Pissarro’yu Durand-Ruel’e da. natüralist roman türüne girer. Kitap­ tanıttı. Sen nehri üstündeki «Bottin» adı­ larının, hayatı tanıtan belgeler olmasını is­ nı verdiği yüzer atelyesinde, İrmak ve göl tedi. Canlı hayal gücü, ince duyguları, şa­ resimleri yaptı; bu eserlerinde sade ve düz ir ruhu sayesinde hayatın acıklı ve yoksul bir üslûpla yalnız doğaya karşı olan sevgi­ yanlarım, ince bir duyguya bürüyerek gü­ sini belirtmeğe çalıştı. Birçok ofort ve cam ler yüzlü bir iyimserlikle, içten ve sürekli üstüne klişeler yaptı. Auvers-sur-Oise’daki bir yaşama sevgisiyle dile getirdi. Daudet, evi eski halinde muhafaza ediidi. Eserleri­ hoyrat edebiyattan ayrılan belli başlı özel­ nin önemli kısmı 1907’de Moreau-Nelaton liklerini belki de Dickens’m etkisine borçlu­ koleksiyonu ile Louvre müzesine alındı. dur; ama sevgili güneyini hiç unutmayan bu Daubigny’nin tabloları Fransa’da (Avignon, güneyli, Paris’in kapalı salonlarında da Bayonne, Bordeaux, Chantilly, Lille, Lyon, memleketinin güneşini unutmadı. Bu ışık oMarsilya, Nice, Reims, Rouen v.b.) ve ba­ na içini kemiren hastalığa katlanma gücünü zı yabancı ülkelerin müzelerinde (Ams- verdi; bu hastalık gittikçe sinirlerini bozdu, terdam, Berlin, Helsinki, La Haye. Glas- ömrünün sonuna doğru sürekli bir işkence gow, Moskova [Tretiakov galerisi], Londra halini aldı. — Julie Allard (Paris 1844 v.b.) bulunmaktadır. — KARE (Paris 1846- Charge, Amboise yakını 1940). A. DauAuvers-sur-Oise 1886). Charles-François’nın det’ye. çalışmalarında yardım etti ve birkaç oğlu, babasının etkisi altında kaldı, özel­ kitap yayımladı. (E) likle Normandiya’da ve Fontainebleau or­ manında çalıştı. Eserleri Aix, Amiens. Ber­ DAUDET (Leon), transız gazetecisi ve ya­ zan (Paris 1867 - Saint-Remy-de-Provence lin ve La Haye müzelerindedir. (E) 1942). Alphonse Daudet’nin oğlu. Tıp öğ­ DAUBLER (Theodor), avusturyalı şair (Tri- reniminden sonra edebiyata ilgi duydu ve este 1876-St. Blaise, İsviçre 1934). Anla­ gazetecilikte yükseldi. La Libre Parole ad­ tımcı okula bağlıdır. Şiirlerinde daha çok lı gazetede Drumont’la birlikte yahudilik afelsefe konularını işler. Başlıca eseri üç leyhtarı yazılar yayımladı. Sonradan Charles bölümlü bir destan olan NordUcht’dir (Ku­ Maurras'nın milliyetçiliğini benimseyerek ozey Şafağı) [1910]. (E) nunia birlikle, I907’de TAction Française DAUBREE (Auguste), fransız jeologu (Metz adlı gazeteyi kurdu, sert ve acı yazılarıyle 1814-Parıs 1896). Etudes Synthetigues de ilgi çekti. Oğlu Philippe’in esrarlı ölümün-

DAU den (1923) sonra, yazılarının sertliği dolayısıyle, hakaret etme suçundan mahkûm ola­ rak 1927’de tutuklandı; cezaevinden kaça­ rak Belçika’ya sığındı ve affedilince Fran­ sa’ya döndü. 1897’de Goncourt akademisi üyesi,. 1919-1924 arasında da Seine mebu­ su oldu. Başlıca eserleri: Les Moriicoles (Ölümden Geçinenler) [1894], Le Voyage de Shakespeare (Shakespeare’in Gezisi) [1896], Fantömes et Vivants (Hayaletler ve Can­ lılar) [1914], Au Temps de Jiıdas (Yahuda Zamanında) [1920], le Stupide XIX. Siecle (Aptal XIX. Yüzyıl) [1922], Charles Maurras et son Temps (Charles Maurras ve Çağı) [1928], la Tragigue Existence de Victor Hııgo (Victor Hugo’nun Trajik Ha­ yatı) [1937], Qııand Vivait mon Pere (Ba bamın Sağlığında) [1940]. (L) D A U F İ N İ T i. (fr. dauphinite). Miner. Eşanl. ANATAZ. D A U G A V P İ L S , esk. D iv in s k veya D ü n afourg, S.S.C.B.’de (Letonya) şehir, Daugava veya Batı Dviııa kıyısında; 124 000nüf. Demiryolu merkezi. Kereste sanayii ve ma­ kine yapımı. 1915 Alman genel hücumun­ dan (bk. POLONYA harekâtı) önce, cephe sağlamlaştırılırken rus orduları buraya yer­ leşti. İkinci Dünya savaşı sırasında 26 ha­ ziran 1941’den itibaren alman birlikleri şeh­ ri aldı ve 28 temmuz 1944’e kadar elinde tuttu. (Bk. ALMANYA-RUSYA savaşı). [LJ D A U K A N T A S (Simanas), litvanyalı tarih­ çi ve yazar (1793-1864). Litvanya Millî bir­ liğinin kurulmasında önemli rolü oldu. Eser­ leri: Bııdas Senoves Lietuviu ir Zamaciıt (Eski Litvanlarm ve Samoyed’lerin Karak­ terleri), Z.emaitiska İstorija (Samoyed’lerin Tarihi), Pasaokijma i Apie Veikalus LieTuvos Tautos Senoveje (Litvan Milletinin Geçmişe Ait Hikâyeleri). [L] D A U L İ S . Esk. coğ. Yunanistan’da şehir. Phokis’de, Khaironeia’nm batısında ve Delphoi’niıı güneybatısında. Phokis birliğinin merkeziydi, konfederasyonun para basma atelyesi de buradaydı. Bugün, Dalia. (L) D A U M E R (Geoıg Friedrich), alman filo­ zofu ve şairi (Nümberg 1800-Würzburg 1875). Schelling’in öğrencisi. Eserlerinde Pro­ testan Ortodoksluğun yerine, bir çeşit hıristiyan panteizmi koymak istedi. 1859’da Pro­ testanlıktan dönerek katolik oldu ve yeni düşüncelerini, Meme Konversion (Mezhep Değiştirmemin Hikâyesi) [1860], Das Christentum und Sein Urheber (Hıristiyanlık ve Kurucusu) 11864], Das Wunder (Mucize) [1874] v.b. kitaplarında, ateşli bir biçim­ de savundu. Şiitleri, Doğu üzerine şiir incelemeleri ve Şiraz’lı Hâfız’ın şiirlerinden çevirileri vardır. (L) D A U M İ E R (Honore), fransız ressamı, taşbasmacısı, gravürcüsü, desencisi Y e heykel­ tıraşı (Marsilya 1808-Vaimondois 1879). Cam ustası Jcan-Baptiste Daıımier’nin oğlu. Aile­ sinin Paris’e yerleştiği yıllarda desen çiz­ meğe büyük ilgi gösterdi. O sırada ye­ di yaşındaydı, önce bir mahkeme müba­ şirinin, sonra bir kitapçının yanında çalış­ tı ve özellikle Loııvre müzesinde inceleme­ ler yaparak sanat öğrenimini kendi kendi­ ne yürüttü. Bir süre Louis David’in ilkele­ rini ona boşuna aşılamağa çalışan Alexandre Lenoir’m atelyesine devanı etti. Ama gerçek öğretmen ve ustaları antik heykel­ tıraşlarla, Rubens ve Rembrandt oldu. Ramelet adında bir arkadaşı ona, o çağda yeni sayılan taşbasımı tekniğini öğretti. Bu teknikle yaptığı ilk bilinen denemesi 1822 yılındadır. 1830’da karikatürist olarak Silhouette dergisinde çalışmağa başladı; kari­ katür türündeki çalışmaları 1872 yılma ka­ dar sürdü. Bu alanda, yaklaşık olarak, 4 000 karikatür yaptı. Karikatürcü olarak Daumier, çeşitli konuları ele aldı: Sosyal ve si­ yası taşlamalar, savaş sahneleri, sokak ha­ yatı, özel sahneler, para babası bankerler, adliyeciler, burjuva toplumlarının görenek­ leri, tiyatrocular, edebiyatçılar. Balzac'ın insanlık Komedyası ile eşdeğerde sayılan bu karikatürlerin, sanat değeri ölçüsünde ta­ rih değeri de vardır, özellikle, La Caricatıtre ve Le Charivari dergilerinde yayım­ lanan en ünlü resimleri arasında şunlar sayılabilir: daha önce Charlet’nin etkisin­ den kurtulup, gerçek kişiliğini bulduğu Temmuz Ayının Bir Kahramanı (1831). ressamın altı ay hapse mahkûm olmasına sebep olan Gargantua (Louis-Philippe’in ka­ rikatürü) [1831], Ağabey Dupin ve Guizot’Foto, (iirandon, Carjat, Harlingue (LAR0VH8E)

51

Charles-Frcmçois DAUBİGNY «İlkb ah ar» Louvre m üzesi, Paris

ııun portreleri (1832), Yasama Göbeği (1834), 15 Nisan 1834‘te Transnonain Sokağı, Roberr Macaire’in sayısı yüzü bulan planşı (1836-1838), ifade Krokileri (1839), Paris Tipleri (1840), Bütün Akademilerin Üyesi (1842), Baba Kaatili (1847), Adaletin Adamlan (1845-1848), Milletlerarası Sergi (1855). Ventadoıtr Tiyatrosunda Bir Loca (1856). 1859 Sergisi ve Akademi’de Bir Kabul Tö­ reni (1868) v.b. Daumier bunlardan başka, en eskileri 1833 yılında olmak üzere tahta üzerine bin kadar gravür yaptı. Çocukla­ rın Sözlüğü için çizdiği küçük desenler ve planşlar (1839), Tıbbın intikamcısı (1840). Kendi Fırçalartyle Fransızlar (1840-1841) ve çeşitli «fizyolojiler», Daumier’nin önemli karikatürlerinaendir. 1832’de «ortanın orta­ sı» diye bilinen ünlü kişilerden otuz altısı­ nın kilden büstlerini yaptı; taşbasmaları için model olarak kullandığı bu büstler, yüzyılımızın başında bronza döküldü; biçim­ lerinin yoğuruluşu, gücü ve ifade zengin­ liğinden dolayı bu büstlerin, Rodin’in ateşti üslûbunu andırdığı söylenir; Dau­ mier bu küçük heykellerden başka Ratapoi!’m heykelini (1850-Louvre) ve Göçmenler ko­ num bir kabartma yaptı. 1848’den sonra yağlıboyaya merak sardı; Louis-Philippe’in portresinin yerini alacak olan Cumhuriyet tablosu taslağı için açılan yarışmaya katıl­ dıysa da, ödül kazanamadı. Yağlıboya tab­ lolarının çoğu kaybolmuştur. Ancak 1878’de arkadaşları, açtıkları bir sergide. Daumier’nin doksan dört tablosunu sergilediler. Yağ­ lıboyalarında Daumier, taşbasmada ve hey­ kelde yaptığı gibi, geniş ve dramatik kit­ leler meydana getirir: renkleri hem sıcak, hem koyudur. Delacroix, Corot, Theodore Rousseau ve Jules Dtıpre, Daumier’ye kar­ şı coşkun, bir hayranlık beslediler; Dau­ mier. Manet ve izlenimcilerin de öncüsü oldu. Yapılış tarihleri belli olmayan yağ­ lıboya tablolarından en seçkinleri şunlar­ dır: Theodore Rousseau’nun Portresi, Crispin ve Scapin, Çamaşırcı Kadın, Ko­ medi Tiyatrosunda (Louvre), Şarkı Söyleyen Çift (Amsterdam), Trio, Satranç Oyuncu­ ları (Paris Güzel Sanatlar müzesi), Yolcu­ lar veya Lyon Garında Bekleyenler (Lyon), Bir Üçüncü Mevki Vagonu (Metropolitan müzesi, Nevv York), Dram (Münih), Don Kişot’un Başı (Kunsthaus, Zürich). Daumi­ er’nin suluboya ve desenleri de çok aran­ maktadır. İkinci imparatorluk devrinde, polemikçi ve hicivci olarak çalışması ya­ saklanan Daumier. gazeteler için aktüel ve esprili, ama suya sabuna dokunmayan de­ senler yaptı; parasız kaldı; 1873’ten sonra, gözlerinden rahatsız oldu ve bu hastalık onu çok sarstı; 1878’de yarı kördü. Cumhu riyet hükümeti, sanatçıya aylık bağladı. (I.) DAUN, Treviso bölgesinde Daun asıllı, soylu ve eski alman ailesi, XII. yy.da Avus­ turya’ya göç etti. Kökü HtCHAKD’dır (11041136). XVI. yy.da aile üç kola ayrıldı,, iki­ si söndü. En önemli üyeleri şunlardır: PH ILtPP LORENZ. D a u n kontu, Thiano prensi, Rivoli markisi (1669-Viyana 1741). İspanya Veraset savaşları sırasında, Viliars’ı İtalya’dan kovdu. Napoli’yi fethet­ ti ve iki defa Napoli krai naibi oldu (1708 ve 1713). Feld mareşalliğe yükseldi, Felemenk (1728) ve Milano (1733) genel va­ lisi oldu. — LEorOLD JOSEPK, D a u n kon­ tu, feld mareşal (Viyana 1705-ay.y. 1766). Philipp Lorenz’in oğlu. Avusturya ordusu­ nu yeni baştan örgütledi (1749 yönetmeliği);

Yediyıl savaşı sırasında, Leuthen’de Fried­ rich II karşısında yenilgiye uğradı (1757). Kolin (1757) ve Hochkirch (1758) zaferlerini kazandı. (L) D A U N İ A , Iat. A p u lia D a u n ia veya Daun io r u m . Esk. coğ. İtalya’da bölge. Apulia’nm kuzeyindeydi. Cornat vc Yemisin başlıca şehirleriydi. Halk İtalyan asıllı de­ ğildi, yunan yarımadasından gelmiş ve yer­ li halkla karışmışlardı; şairlerin eserlerinde Daunia adı bütün Güney İtalya’yı ifade eder. (L) D A U N U S , eski mitolojide birçok kişinin adı: Pilumnus ile Danae’nin oğlu. Rııtul’ların kralı Tumus’un babası veya atası; — Lykaon’un oğlu, Arkadia’dan ayrılıp Âpuîia’ya giden, Daunia adı verilen bir bölge­ nin kralı oldu. Bir fırtınanın Apuîia'ya at­ tığı Diomedea, Daunus tarafından güler yüzle karşılandı. Daunus onu, kızı Erippe ile evlendirdi. (L) D A U P H İ N , Kanada’da (Mânitoba) göl. Manitoba gölünün batısında; 518 km". ,(L) D A U P H İN E , esk. D a u n h in c dfr V ie n n o is , eski fransız eyaleti. Alplerin bir parçası ile Rhöne nehrine kadar olan topraklan içine alıyordu, kuzeyde Savoie, güneyde Provence ve Venaissin kontluğu ile çevrili idi Eyalet ikiye bölünmüştü: Bas-Dauphine (Aşağı Dauphine) [alçak vadilerle kaplı Royannez veya Royans. Graisivaudan; Rhöne kıyılarında: Viennois, Valentinais, Tricastin ve Baronıes]; daha dağlık olan HaulDauphine (Yukarı Dauphine) [Champsaur. Embrunais, Oisans, Briçonnais v.b.]. Baş­ kenti, önce Vienne sonra Grenoble oldu, d-) D A U R İT i. (yer adı olan Daıırya’dtm fr. daourite). Miner. Rübeliit çeşidi. (L) D A U R Y A , S.S.C.B.’de dağlık bölge, Si­ birya’da, Baykal gölünün güneydoğusunda: ingoda ve Onon ırmaklarıyle sulanır (bu iki ırmak birleşerek Şilka’yı meydana geti­ rir). Başlıca şehri Nerçinsk Daurya adını Daurlar’dan aldı Daurlar Güney Tur.guzlarda yaşayan bir ırıoğol kavmiydi. ticaretle geçinirlerdi. (L) D A U S S E (Benjamin). fransız mühendisi. (Grenoble 18öl-ay.y. 1890). Yol ve köprüleı baş mühendisi, hidroloji üzerine yaptığı çalışnıalarıyle tanındı. Daıısse kanunları adıyle bilinen ilkeleri (yıllık yağmur miktarı genellikle beili bir sınıra kadar yükselti ile orantılı olarak artar, akarsular yaz yağmur­ larından yararlanamaz) ortaya koydu. (l Bibliyo.) [M] Dava (Ein Prozess), Kafka’nın yarım kal­ mış romanı. Max Brod tarafından yayım­ landı (1925). Basit bir banka memuru olan Jozef K. günün birinde suçlandırılır, fa­ kat işlediği suç hakkında kendisine kesin bir bilgi verilmez, önceleri kolaylıkla te­ mize çıkabileceğini sanır, fakat kirli, yağ­ lı bürolarda davayı yürüten ikinci sınıf memurların temsil ettiği adalet onu çark­ larının arasında ezmeğe başlar. Büyük bir korkuya düşer, fakat yeni keşfettiği bu saçma ve acayip dünyanın çekiciliğine de kendini kaptıran Jozef K., sonunda suçlu mu, suçsuz mu olduğunu kendi de kestiremeyecek hale gelir. Gerçi hayata bağlıdır, fa­ kat peşinden ayrılmayan ikt-memura karşı koyacak gücü kendinde bulamaz ve ücret­ li kaatillere benzeyen o iki memur tarafın­ dan, uydurma bir adalet adına öldürülür. Çeşitli yorumlara elverişli olan bu yıkıcı, amansız romanın büyük bir etkisi olmuştur. Eser 1962 yılında Orson Welles tarafından filme alındı. (L) DAVAİNE (Casimir Joseph), fransız heki­ mi (Saint-Amand-les Eaux 1812-Garches 1882). 1850 Yılında Şarbon hastalığının bakterisini buldu. Bu bakımdan Pasteur'ün öncüsü sayılır. (L) DAVALLİA i. Sürüngen kök saplı eğreltiotu. Eski Dünya’nın sıcak bölgelerinde

DAV

54

yetişir, (Birçok türleri limonluklarda yetiş­ tirilir. Polypodiaceae familyasından.) [t.] DAVALOS (Balbino), meksikalı şair (Colima 1866-Mex;co 1951). La s Ofrendas (Hediyeler) [1909] adlı eseriyle büyük ün kazandı. Fransız Parnasse okulunun etki­ sinde kaldı. Şiir kitaplarından başka ede­ biyat tenkitler? de yazdı. (L) DAVANGERE, Hindistan’da (Mysore) şe­ hir. Bangalore’nin kuzeydoğusunda: 196 000 nüf. Dokumacılık. (L) DAVANNE (Louis Alphonse), fransız kim­ yacısı ve bilim yayıcısı (Paris 1824-SaintCloud 1912). özellikle fotoğrafçılık kimyası ile uğraştı, ayrıca fotoğraf objektiflerinin odak uzaklığını tespit etmeğe yarayan bir usul buldu. (L) DAVANZATi (Chiaro), XIII. yy. İtalyan şairi (Floransa-öl. 1280'den önce). Fransız Provence şairlerini örnek alarak şiirler yazdı. Bununla birlikte, öteki eserleri olan dok­ san canzoni ve sonelerinde tabiîlik ve yeni­ lik görülür. (L) DAVANZATİ BOSTİCHİ (Bernardo), İtal­ yan bilgini (Floransa 1529-ay.y. 1606). En tanınmış eseri: Tacitus çevirisidir (1596), bu eserinde elinden geldiği kadar anlatışla özlülüğe ulaşmağa çalıştı. Ayrıca İngiliz ci»viti Nicholas Sanders’in The Rise and Grosvth of the Anglican Schism (İngiltere’­ de Anglikan Ayrılığının Yükseliş ve Bü­ yümesi) adlı eserini çevirdi (1585), iktisat Abidin DAVER elkitapları ve Trattato della Coltizavione Toscana delle Viti e Degli Arbori (Toscana’da Asmaların ve Bazı Ağaçların Yetiş­ tirilmesi Üzerine) [1600] adlı bir kitap ya­ yımladı. (L) DAVAO, Filipinler’de şehir, Davao körfezi kıyısında, Mindanao adasında; 428 000 nüf. Limandan abaka, hindistancevizi içi ve ana­ nas ihraç edilir. Bölgede abaka tarımı Apo dağının püskürmelerinden meydana gelen volkanik topraklar üzerinde uygulanır. Kauçuk ve hindistancevizi işletmeleri. (T) DAVAR i. (esk. türk. /ovûr’dan). Koyun ve keçinin ortak adı: Avlunun içi öküzler, inekler, kazlar, davarlarla dolarmış (Ş.S. Aydemir). Koyun veya keçi sürüsü: Bir başka grup Hasan’vı davarının etrafım çe­ virdi (Y.K. Karaosmanoğlu). [M] DAVEL (Jean Daniel Abraham). Vaud’lu yurtsever (Morrens, Lozan yakını 1670Vidy, Lozan yakını 1723). Cully'de noter­ lik yaptı, 1689’dan sonra İsviçre alayların­ da, Piemonte’de, Hollanda ve Fransa’da görev aldı (1708), 1712’de Cully’ye döndü. O zaman Vaud kantonu Berne kantonuna bağlıydı; memleketini bu bağımlılıktan kur­ tarmak istedi. 31 Mart 1723’te, üç milis bölüğüyle Lozan’a girdi ve halkı ayaklan­ mağa çağırdı. Fakat yöneticiler Berne’e bağlı kaldılar. Ertesi gün yakalanan Davel mahkûm oldu ve idam edildi. (L) DAVENANT (Charles), İngiliz iktisatçısı (Londra 1656-ay.y. 1714). Sir William DaKurucu DAV İD III venant’m büyük oğlu. Eserlerinde serbest (Gürcistan) ticareti savundu. (L) DAVENANT veya D’AVENANT (sir William), İngiliz şairi ve tiyatro yazarı (Ox ford 1606-Londra 1668). Oxford’da bir otel­ cinin oğlu, söylentilere göre Shakespeare’in evlilik dışı çocuğu idi. Richmond düşesi ve lord Brooke tarafından korundu. 1629’da yazdığı Albovine, King of the Lombards (Lomtjardlar Kralı, Albovine) dramı ile üne ulaştı. Başarılı komediler yazdı: The Wits (Akıllı Geçinenler) [1633], The Platonic Lovers (Platonik Âşıklar) [1636], Love and Honour (Aşk ve Şeref) [1649]. Ben Jonson’dan sonra, 1639’da baş şair oldu ve Drury Lane tiyatrosunu yönetmeğe başladı. Siyasî karışıklık sırasında kralcılar partisini tuttu ve Fransa’ya sığındı. 1643’te İngil­ tere’ye döndü. Fakat püritanlar ondan şüp­ he ettiler., 1650’den 1652’ye kadar hapiste kaldı, ancak Milton’un aracılığıyle kurtul­ du. Hapisteyken epik-felsefî bir şiir olan Gondibert’i (1651) yayımladı. 1656’da The Siege of Rhodes (Rodos Kuşatması) ile ingitere’de ilk olarak opera türünü uygu­ ladı. (L) DAVENPORT, A.B.D.’de (İovva) şehir. Mississippi kıyısında; 103 000 nüf. Sanayi merkezi: lokomotif, çamaşır makinesi ya­ pımı; besin ve dokuma (konfeksiyon) sa­ nayii: çimento’ frıb'fikaları. (L)

DAVENPORT (Charles Benedikt). ameri­ kan antropologu ve araştırıcısı (C’onnectieut, Stamford 1866-New York. Cold Spring Harbor 1944). Harvard ve Chicago üni­ versitelerinde profesörlük yaptı. Genel ge­ netik ve insan genetiği üstünde çalıştı, özellikle ırkların karışması, metot, ista­ tistik meseleleri ve büyümede ortaya çı­ kan değişiklikler üzerinde durdu. Başlıca eserleri: E.vperiınental Morphology (Deneysel Morfoloji) [1897-1899]. Stalistical Methode in Biological Variation (Biyolojik Değişkende istatistik Metodu) [1914], Arrny Anthropology (Ordu Antropolojisi) [1921], Bodv-Burİa and iıs lnteritance (Be­ den Yapısı ve Kalıtımı) [1924], Steggerda ile birlikte, Race Crossing in Jamaica (Jamai­ ka'da Irk Karışımı) [1929], The Mechanisrn of Organic Evolution (Organik Evrimin Mekanizması) [1930], (1>) DAVENPORT (Joseph Herbert). amerikan iktisatçısı OYilmington Vermont 1861-New York 1931). Chicago, Missouri (1908) ve Cornell üniversitesinde (1916) profesörlük yaptı. Alternatif maliyet kavramını işleye­ rek, F. Wieser’in değer teorilerini geliştir­ di. Başlıca eserleri: Value and Distribııtion (Değer ve Dağıtım) [1908], Econonıics of Enterprise (islerine Ekonomisi) [1913] ve ölümünden sonra yayımlanan Econonıics of Alfred Marshall (Alfred Marshal’in İktisat Görüşleri) [1935]. (L) DAVENPORT (Robert), XVII. yy. başın­ da İngiliz tiyatro yazarı, King John and Matilda (Kral John ve Matilda) [1655] adlı dramı, The City Nightcap (Şehrin Takkesi) [1624’te oynandı] ve A New Tricks to Cheat the Devil (Şeytanı Aldatmak İçin Yeni Bir Numara) [1639] adlı iki kome­ disiyle ün yaptı. Günümüze kalmayan Henry I ye Henry II adlı oyununun Shakes­ peare’in yardımıyle yazıldığı sanılmakta­ dır. Eserleri Elizabeth devri tiyatrosuyle Restorasyon devri tiyatrosu arasında bir ge­ çiş çağı meydana getirmiş olması bakımın­ dan önemlidir, (L) DAVENPORT (VVilliam Henry). amerikan hokkabazı (1814-Avuslralya 1877). Kardeşi İRA ERASTÜS (1839-1911) ile birlikte bazı oyunlarda olağanüstü ustalık kazandı. En sonunda kendilerinin medyum oldukları ve ruhlarla ilişkileri bulunduğunu ileri sürerek, A.B.D. ve İngiltere’de başarı sağladılar. Büyük bir ün kazanmış olarak Paris’e git­ tiler (1865), bir edebiyatçı olan Derosne ile işbirliği yaparak birçok oyunlar düzenledi­ ler. Fransız hokkabazları Robert-Houdin ve Robin, spiıitizma gösterileri yapmak iddiasıyle ortaya çıkmış olan Davenport’lann el çabukluğundan başka şey olmayan oyunla­ rının hilelerini açığa vurdular. (T) DAVENTRY, Büyük Britanya’da (Northamptonshire) kasaba, Northampton’un ba­ tısında; 11800 nüf. Ayakkabı imalâtı. Rad­ yo verici merkezi. (1-) DÂVER i. (fars. döver). Esk. Doğru, âdil hükümdar, vezir veya hâkim: Dâver-i ınülk-i hüner, safder-i mısrat-rehbet (Zi­ ya Paşa). Olup her bendegân ol dâver-i din-pervere peyrev (Şinasi). || Allah’ın bir adı. || Erkek adı. Dâver-i âsıımân veya dâver-i âzam, Allah. |[ Dâver-i devran, dün­ yaya hükmeden anlamında padişahlara hi­ tap sözü. ♦ Dâverâne zf. Esk. Doğru, adaletli hü­ kümdar. vezir ve hâkimlere yakışan bir şekilde. ♦ Dâveri i. Esk. Hükümdarlık, hâkim­ lik. Dava. İyi ile kötüyü birbirinden ayırma. (M) DAVER (Abidin), ttirk yazarı (İstanbul 1886 - ay.y. 1958). Soğukçeşme Askerî rüş­ tiyesi ile Galatasaray’da okudu. 1908 Yılın­ dan sonra gazeteciliğe başladı. Tasviriefkâr, Yeni Gün, Tercümanı Hakikat ve Cum­ huriyet gazetelerinde yazı işleri müdürü ve yazar olarak çalıştı. Altıncı seçim döne­ minde İstanbul milletvekili seçildi. Deniz­ cilik konusundaki geniş bilgisi yüzünden «sivil amiral» diye anıldı, ölümünden son­ ra Denizcilik bankasının bir şilebine adı verildi. Yayımlanmış eserleri: Kanatların Zaferi. Deniz (1932)', Gemi (1932), Mülâ­ zımın Romanı (1936), Tiirk Denizciliği (1947) v.b. (M)

DA VERONA (Guido), İtalyan romancısı (Saliceto Panaro, Modena 1881 - Milano 1939). Töre romanlarındaki sevişme sahne­ lerinin gerçekçiliği, çoğunlukla yadırgandı: üslûbunda görülen taşkınlık, istemeyerek d’Annunzio’ya özendiğini, ama onun gü­ lünç bir taklidi olmaktan öteye geçmedi­ ğini ortaya koydu. En tanınmış eserleri: Colei Che noıı si Deve Anıare (Sevilmernesi Gereken Kadın) 11910], Mimi Bluette, Fiore del mio Giardino (Mimi Bluette, Bahçemin Çiçeği) [1915], Sciogli la Treccia, Maria Maddalena! (Maria Maddalena. Çöz Örülmüş Saçını) [1920], Cleo (1926). [b] DAVET i. (ar. da'vet). Çağırma, çağrıda bulunma: Bir de Sabriye Hanımla Selrna Hanımı artık davet zamanı geldi sanırını (A. H. Tanpmar). Davet etmek. || Ziyafet, şölen, toplantı: İkide birde tertip edilen pokerli, briçli, danslı, çavlı veya (ziyafet sofrasından doldurulan tabaklarla ayakta ye­ nilen) yemekli davetler yoktu (A. Ş. Hi­ sar). Davet vermek. | Esk. [Arapça tam­ lamalarda] Dua. || Sebep olma, üzerine çekme: Bu gibi hallerde halkın şikâyetini davet ediyordu. ♦ Dâvât çoğl. i. Esk. Davetler. Dualar. ♦ Davetçi i. Bir davete çağrı yapan kim­ se, çağırıcı. ♦ Davetli i. Toplantı veya ziyafete çağı­ rılmış kimse, çağrılı: Çok geçmeden, Jil­ lide’nin davetlileri masa etrafında toplandı (Vâ-Nû). ♦ Davetsiz sıf. Davet edilmemiş, çağrılı olmayan: Davetsiz misafir. (M) DAVETİYE i. (ar. da-vetivye). Çeşitli top­ lantılara çağırmak için davetlilere gönderi­ len ve davetin yapılacağı yer, saat ve ta­ rihi bildirilen çağrı kâğıdı: Davetiyemi gös­ terip de içeri girdiğim zaman başıma ilk vuran şey, her tarafa sinen lâharıa çorbası ve nıahıırka (bir nevi âdi tütün) kokulan idi (Ş.S. Aydemir). Düğün davetiyesi. (M) DAVİCO (Oskar), yugoslav yazarı (Şabac 1909). Şair, iki savaş arasında Belgrad’da gerçeküstücü bir topluluk kuran «Onüç»lere katıldı (Pesme, 1938). 1952’de ilk ro­ manı Pesnıe (Şiir) Yugoslav edebiyatına orijinal bir konu ve yeni bir biçim anlayışı getirdi. Zrenjanirı (1949); Hana (1951); Flo­ ra (1955) adlı şiir derlemeleri ve hikâ­ yeleriyle memleketinin geçirdiği sosyal ve siyasî gelişmelerle ilgili insancıl bir anlayış ortaya koydu. (Lı DAVİCO (Vincenzo). itaivan hestecisi ve müzik tenkitçisi ( 1889-Roma 1969),Cravero ve Max Reger’in öğrencisidir. Bir süre Pa­ ris’te yaşadı (1918-1940). Operalar (La Dogaressa, 1920; Esir Prenses 1940); senfonik eserler (La Tentazione di San Antonio [1914].. Kısa Kantat [1945], bir Reguiem L1950], piyano eserleri, melodiler) besteledi. (Ih DAV1D, Panama cumhuriyetinde şehir. Chiriqui ilinin idare merkezi. Büyük Ok­ yanus kıyısında; 50 000 nüf. (L) DAV1D, V. yüzyıl ermeni filozofu. Patrik Isaac I ve Mesrob’un öğrencisi, ermeni al­ fabesini meydana getirdi; öğretmenlerince Urfa, İstanbul, Atina ve İskenderiye’ye gönderildi. Aristotales ve Porphyrios’un eserlerini yorumladı: Girk Sahmanats (Her Şeyin İlkelerinin Tanımı) v.b. David, yurt­ taşları arasında yunan düşüncelerini yay­ mağa çalıştı. (I.) DAVİD veya DAWID (?, 1500-Samon da­ ğı 1540’a doğr.), büyükannesi Helene’in naipliğiyle 1507’de Habeşistan necaşisi. Helene. Selim I’e karşı Portekizlilerden yar­ dım istedi; çünkü Selim I, Mısır’ı aldıktan sonra Habeşistan çekinmeğe başlamıştı. Ama Portekiz yardımı uzun yıllar sonra (müslümanlar ülkeyi ele geçirdikten sonra) [1539] geldi. David. kaçtığı dağlarda öldii. (L) DAVİD I (1084-Carlisle 1153), iskoçya kralı (1124-1153), yerine geçtiği Alexander I’in küçük kardeşi; krallıkta bütünlüğü sağlam­ laştırdı, krallığı yeni baştan örgütledi, büyük ölçüde geliştirdi. Blois’li Stephen devrinde İngiltere’nin iç meselelerinden yararlanarak. Kuzey’den Tees ve Ribble ırmaklarına ka­ dar İngiliz kontluklarını İskoçya’ya kattı (1139). Hükümdarlığı zamanında memlekeFoto. X. E rk li w (M E Y B A S ) ; hAROVBHK

DAV ti birçok yabancı ailenin (Bruct ve Fıtzolan gibi) tskoçya’ya gelip yerleşmesiyle güç kazanan anglo-normand etkisi altında kal­ dı. Krallığını Nonnand sistemine göre ye­ ni baştan örgütledi ve kabile düzeni yerine derebeylik düzenini geçirdi. İskoçya ve Ro­ ma kiiiseleri arasındaki bağlan daha güç­ lendirdi; birçok manastır ve şehir kurdu, ölümünde lskocya. Batının geri kalan kıs­ miyle kesinlikle biı leşmiş bulunuyordu. (L) DAVİD II veya DAVtD BRL’CE (Dunfermline 1324-Edinbuıgh 1371), İskoçya kra­ lı (1329-1371), yerine geçtiği Robert I Bruce'ün oğlu. 1332’de Edward Baliol ve Edward IIl’ütı desteklediği «Mirastan mah­ rum edilenler» tarafından kovuldu. Fran­ sa’ya sığındı (1334); 1341 ’de. İskoç baron­ larının ayaklanması ve Fransa’nın yardımı sayesinde tahtını tekrar ele geçirdi, fakat İngiltere'ye karşı yaptığı savaşta yenilgiye uğradı ve ordusu perişan oldu, kendisi de Neville's Cross savaşında esir düştü (1346). Yurdunu İngiliz hâkimiyetine terkeden Bervvick anlaşmasıyle (1357) serbest bıra­ kıldı: bu yersiz hareketi saltanatının son günlerinde Stuart tarafından yönetilen soylu kişilerin şiddetli muhalefetiyle karşılaşma­ sına yol açtı. (I*) DAVİD III Kurucu, Gürcistan kralı (10891125), Georgi H’nin oğlu. Gürcistan’ın Sel­ çuk Türklerinin bitip tükenmek bilmeyen istilâları yüzünden bozulan siyasî ve İk­ tisadî durumunu düzeltmeğe çalıştı. Dağ­ lara sığınan halkın terkettiği ovaları yeni­ den iskân etmeğe başladı ve istilâlar sebe­ biyle boşalan şehirleri onardı. Birinci haçlı seferi vc Melikşah’ın ölümünden sonra Sel­ çuk imparatorluğunun çökmesi, David fll’e krallığının sınırlarını Karadenizdcn Hazer denizine ve Kafkas dağlarından Ermenis­ tan’ın güney sınırlarına kadar genişletme imkânını sağladı. David III, 50 0000 Kıpçaktan kurulu devamlı bir orduya sahip olan ilk Gürcistan hükümdarıdır; bu or­ du ile. 1122’de Tiflis’i, 1123’te Ermenistan başkenti Ani’yi fethetti. Yollar, kiliseler ve manastırlar yaptırdı. Kilisede ve adalet sis­ teminde reform yaptı; yürütme yetkisini hükümetin elinden aldı. Aydın bir edebiyatsever ve kendisi de şair olan David III, Gelati şehrini bir üniversite ve ay­ dınlar merkezi haline getirdi. Gürcistan’­ da çok sevilen bir hükümdar oldu. (D DAVtD IV (David SOSIAN). Gürcistan kralı (1193-1207). Ossetia prensi, Georgi lV’ün kızı Tamara ile evlendi ve David IV adı altında hüküm sürdü. (L) DAVİD V N arini (öl. 1293), Gürcistan kralı (1245-1293), Georgi IV’ün yeğeni. An­ nesi Rusudan, kendi kardeşi Georgi IV tarafından krallık naibeliğint atandı. Krallığın meşru vârisi olan Georgi David IV’ün oğlu David’in elinden krallık haklalannı alarak 6 yaşındaki kendi oğlunu tahta oturttu. Genç kral, ülkenin doğu ve güneyi Moğollar tarafından istilâ edildikten sonra Karakurum’a götürüldü, istilâcılar Batı Gürcistanın hâkimiyetine dokunmamağa ra­ zı oldular. Amcası öldüğünde David hâlâ Karakurum’da bulunuyordu. Moğollar onu ve Georgi IV’ün oğlu David’i (David VI Ulu) aynı zamanda kral olarak tanıdılar. Çok geçmeden Moğollar'a düşman olan David V, Batı Gürcistan’a (İmereti) kaç­ tı, orada clümüne kadar hüküm sürdü. Gürcistan’ın geri kalan bölümünü 1270’e kadar yöneten amca çocuğu David VI ile iyi geçindi, tül DAVİD VI Ulu (öl. 1270). Gürcistan kralı (1245 - 1270), Georgi IV’ün evli­ lik dışı oğlıl. Babasının ölümü üzerine, naiplik genellikle 1222’den 1245’e kadar kra­ liçe olarak kabul edilen teyzesi Russudan’a verildi. Russudan, David’i Konya sultanına emanet ederek uzaklaştırdı, sonra onu yok çtme çarelerini aramağa başladı. Teyzesi­ nin ölümü üzerine, Gürcistan soylularınca geri çağırıldı. I245’te taç giydi, fakat Mo­ ğollar kendisini, hasmı ve amca çocuğu olan Davîd’in (DAVİD, Narini) uzun yıl­ lardan beri bulunduğu Karakarum’a gön­ derdiler. Moğollar her iki prensin birlikte hükümdarlık etmelerine karar verdiler (1247). Moğollarca beğenilen David VI. onların askerî toplantılarına katılan ilk yabancı oldu. Bağdat’ın Hülâgû tarafından alınma­ sına katıldı (1258): Halife. Gürcü birlik­ leri tarafından esir edildi. Bunun üzerine Futu.

(Yemin) [1922J; le Droiı, Vldealisnıe et perience (Hukuk, ülkücülük ve Deney) [1922]; Des Clans aux Empires (Klanlardan İmparatorluklara) [1931]; Elements de Sociologie (Sosyoloji Öğeleri) [1924]: Sociologues d'Hier et d'Aujourd’hui (Dünkü ve Bu­ günkü Sosyoloji Bilginleri) [1931]. HA DAVY (sir Humphry), İngiliz kimyacı ve fizikçisi (Penzacre, Cornsvall 1778-Cenevre 1829). Bir odun yarıcının oğlu olan Davy’yi, dul kalan annesi bir eczacının yanına çırak olarak verdi. İlmî bir dergi yayım­ layan Dr. Thomas Beddoer’e birkaç yazı gönderince, doktor tarafından Bristol’daki, ciğer hastalarının tedavi edildiği hastahaneye çağırıldı. Burada yaptığı çalışmalarla 1799’da, azot protoksidin güldürücü etkisini bul­ du, türlü gazların fizyolojik etkilerini ken­ di üzerinde yaptığı deneylerle inceledi. Ye­ ni Kraliyet enstitüsünde kimya dersleri ver­ mek üzere Runıford tarafından Londra’ya çağırıldı; 1803’te Royal Society’ye üye se­ çildi, daha sonra bu kuruluşun başkanlı­ ğına getirildi. 1813’te Fransız Fen aka­ demisine girdi. Kraliyet enstitüsünde, bağış­ larla kurulan iki bin elemanlık bir pil yardımıyle, pek çok kimyevî ayrışmayı ger­ çekleştirdi. I807‘dc sırayle sodyum ve po­ tasyumu, ertesi yıl da baryum, stransiyum ve kalsiyumu buldu. Yine elektroliz ala­ nındaki çalışmaları sırasında, asit özelliği­ nin hidrojenin varlığından ileri geldiğini an­ ladı. Asitlerle anhidritlerin farklı olduğu so­ nucuna verdi. Ayrıca, elektroliz ürünleri üs­ tüne nicel ölçmeler yaptı, 1811 ’e doğru elektrik yayını buldu. Faraday ile gaz­ ların sıvılaşması üzerinde çalıştı. 1817’de oksitlenme tepkimeleri (hidrojen, alkol), pla­ tinin katalitik özelliklerini buldu. Bundan başka, grizu patlamalarına karşı madencile­ rin kullandığı tel kafesli emniyet lambasını yaptı. 1827 ve 1828 kışlarında, Herculanum kazılarına katıldı ve Salmonia takma adıyle kazı izlenimlerini ve Consolaıions in Travel or the Last Days of a Philosopher (Ge­ zinin Verdiği Avunma veya Bir Filozofun Son Günleri) adlı bir eser yazdı, ölümün­ den sonra karısı. Cenevre akademisinin iki yılda bir dağıttığı bir kimya ödülii kurdu. (L) DAVYA i. ) DBUMAPA, Madhyamika okulunun Tibet’­ teki adı. Vedana felsefesinin,Buddha’cı şekli olan ve Mahyana sisteminin bir kolunu meydana getiren bu okul, kral Kri-srongLde-bkan zamanında (748-786) hintli pandit’lerden Kantarakşita ile Padmasambhava tarafından Tibet’e sokulmuş ve bunların çö­ mezi rahip Kamala’nın, Yogaşarya okulunun mistik doktrinlerini yayan çinli misyoner Hwa-Şang üzerinde sağladığı zaferden son­ ra bu ülkeye kesin olarak yerleşmiştir. Tantrizm’e dayanan Kala-Şakra («Zaman Çemberi») adındaki çok şeytanlı doktrinin gördüğü rağbet karşısında 1041’den itibaren halkın gözünden düşmüş, ancak Urgyanpa mezhebinin Padmasambhava’nın kendi­ si tarafından kurulduğu söylenir. (L) DBU-MED i. Tibetlilerin işlek yazısı. (M D.C. Müz. 1>A CAi’o kelimesinin kısalt­ ması. (L) D.D.R., DEUTSCHE DEMOKRAT i SCİİK HKPL’BLîK (Demokratik Alman cumhuriyeti) [Doğu Almanya] adının remzi. Bk. AL­ MANYA (Bk. EK CİLT) [L1 D.D.T. i. (Diklor-Difenil-Trikloretan kelime­ lerinin baş harfleriyle yapılmış kısaltma). 1874’te sentez yoluyle elde edilen organik ve çok etkili böcek 2 ehiri. (Bu madde sinek, siv­ risinek, bit, meyve kurdu, patates böceği v.b. üzerinde öldürücü etki yapar. Toz ve bulamaç halinde kullanıldığı gibi, freon içinde eritilerek püskürtme yoluyle de kulla­ nılabilir. 1942-1945 Arasında, amerikan or­ dusu D.D.T.’yi sıtma ve purpura hastalığına karşı kullandı.) [L] DEACON (Henry), İngiliz kimyageri (Lon­ dra 1822-VVidnes. Lancashire 1876). 1861*de bir katalizör değiminde, klorhidrik gazı hava ile oksitlenmek suretiyle sınaî yoldan kloru elde etme usulünü buldu. DEAT (Marcel), fransız siyaset adamı (Guerigny 1894-San Vito. Torino yakını 1955). Felsefe bölümünü bitirdi. Reims’de pro­ fesör, Seine’den sosyalist milletvekili se­ çildi (1932), Fransız Sosyalist partisinin ku­ rucuları arasında yer aldı (1933). Sarraut ka­ binesinde hava kuvvetleri bakanı oldu (ocak 1936). 1936 Seçimlerini kaybetti, 1939 seçimlerinde Angouleme milletvekili olarak yeniden meclise girdi. Savaştan önce l’OEuvre gazetesinde yayımladığı (ağustos 1939) «Danzig için ölmeli mi?» makalesinden ötü­ rü kovuşturmaya uğradı. Haziran 1940 ye­ nilgisinden sonra alman sansürü altındaki bu gazetenin yöneticisi oldu ve Almanlarla sıkı işbirliği yaptı. Vichy hükümetinde çalış­ ma ve sosyal işler bakanı oldu (1944). Kurtuluş’tan sonra gıyaben idama mahkûm edildi, İtalya'ya sığındı. (L) DEATH VALLEY. Bk. öLt'M VADİSİ. DEAUVİLLE veya DEAUVİLLE-SURMER, Fransa’da Calvados idare bölgesinde (Lisieu.\ idare çevresi) komün, Normandiya kıyısında. Touques’un halicinde: 4 769’ (ağustosta 40 000) nüf. Fransa’nın başlı­ ca sayfiye yerlerinden olan Deauville, 1860’ta Morny dükü tarafından kuruldu. O ta­ rihten önce burada yalnız birkaç kulübe vardı. Komünün kurulma amacı Trouville’i deambulatorium tamamlamaktı; Paris’e yakınlığı (kara yoluy­ le 203 km), gazinosu ve at yarışları alanı Notre-Dame kilisesi, Paris (Normandiya’nın başlıca at eğitimi merkezlerindendir) sayesinde gelişti. Touques kıyıla­ rındaki hipodromun dış pisti çevresi 2 000 m’dir; ama çatallı iç pisti parkuru değiş­ tirme imkânını sağlar. (D DEAVİ veya DAÂVi çoğl. i. (ar. ıiaK FRANCE da denil. (L) DEBYE i. (Debye’nin adından). Fiz. Ku­ tup moleküllerinin momentini hesaplamağa yarayan. C.G.S. elektrostatik biriminden 10,s defa daha küçük, elektrik moment bi­ rimi. (t.) DEBYE (Petrus Josephus Wilhelmus), hollandalı fizkiçi (Maastricht 1884 - İthaca, New York eyaleti 1966). Öğrenimini Aachen’de yaptı, 1905’te elektrik mühendisi dip­ lomasını aldı; Münih üniversitesinde genel fizik profesörü oldu. Utrecht. Göttingen, Zürich, Leipzig'de ders verdikten sonra. 1935’te Berlın-Dahlem Fizik enstitüsüne mü­ dür olarak atandı. A.B.D. ye gitti. 1940'ta Cornell üniversitesinde kürsü sahibi ol­ du. özellikle kuvanta nazariyesinin kimya­ sal uygulamalar). X ışınlarının kırınmasıyle billûr tuzlarının incelenmesi, elektrolit­ lerin yapısı, özgül ısılar nazariyesi üzerine yaptığı araştırmalarla dikkati çeker. Bu ko­ nudaki çalışmaları katı halde ve büyük ısıdaki maddenin incelenmesine öncülük et­ ti. X ışınlarının girişimi yoluyle gaz halin­ deki moleküllerin boyutlarını olduğu kadar atomlar arasındaki uzaklığını da belirledi. Bütün bu çalışmalar ona 1936 Nobel fizik armağanını kazandırdı. (L) DECA. Bk. OKKA. DECAC veya DECÂCE i. (ar. decâc veya decâce). Zool. Esk. Tavuk, piliç, horoz v.b. Decâce-i Hindi, Hint tavuğu, hindi. — Astron. Esk. Decâce veya ed-decâce, ku­ zeyde bulunan bir yıldız takımı (Cygnus). ♦ Deeâciye i. Esk. Hindi, tavuk, kaz v.b. kümes hayvanları sınıfı. (M) DECADİ i. (yun. deka, on ve lat. dies. gün’den). Tatil günü (fransız devrimi tak­ viminde onluğun onuncu ve son günü). Direktuvar pazar günleri tatil yapıp, decadi günleri çalışılmasını yasak etti (Napolyon I). [L] DECAE (Henri), fransız sinemasının usta operatörlerinden (Saint-Denis, Seine 1915).

71 Jan DE BRAY «Hoarlem Yoksul Çocuklar Bakımevi Yöneticileri» (1663) Frans Hals müzesi, Haarlem

«Yeni dalga» fransız •fiiimlerinin başlıca fotoğraf müdürlerinden. Çektiği filimler: Chabrol ile le Beaıı Serge (Yakışıklı Serge) [1958] ve les Cousins (Kardeş Çocuk­ lar) [1959]; F. Truffaut ile Dört Yiiz Dar­ be (Les Quatre Cents Coups) [1959]; J. P. Melville ile Les Enfants Terribles (Müthiş Çocuklar) [1949], Leon Morin Pretre (Papaz L6on Morin) [1961]: R. Clğmcnt ile Kızgın Güney (Plein Soleil) [1959], Quelle Joie de Vivre (Yaşamak Ne Güzel Şey) [1961J; Louise Maile ile de İdam Sehpası (Ascenseur pour l’Echafaud) [1957], Vh’n Marîn fi965) adlı filimleri çek­ ti. (Bk. EK ciEny[L] DECAEN (Claude), fransız generali (Ut­ recht 1811-Metz 1870). Charles Decaer’in oğ­ lu. Cezayir seferine katıldı ve Kırım sava­ şında kendini gösterdi. 1870’te Bazaine’in yerine III. Kolordunun başına geçti. Borny'de ağır yaralandı ve birkaç gün sonra öldü. (•») DECAİSNE (Henri), belçikalı ressam (Brüksel 1799-Paris 1852). Ünlü Belçikalı­ lar adındaki büyük tablosu (Brüksel mü­ zesi) flaman romantizminin özelliklerini taşır. (L) DECAMERE, Erithrea’da, Asmara'nın gü­ neydoğusunda şehir. 12 800 niif. Ticaret mer­ kezi. (L) DECAMERONE ( İ M. Bk. HBKAMERON. DECAMPS (Alexandre). fransız ressamı (Paris 1803-Fontainebleau 1860). Abel de Pujol’un öğrencisi. Sanat hayatının başın­ da karikatürleri, taş basma yergi resimleri ile tanındı. Doğu ülkelerini dolaştı. Res­ torasyon döneminde Fransa’ya döndü. Bir Vezirin Muhafız. Askeri (1827), Türk Evi, Türk Devriyesi (1831) gibi egzotik konulu tabloları ile tanındı. Decamps tabiatı ko­ nu edinerek de çalıştı: suluboya, kara kalem, yağlıboya ile av sahneleri ve manzara resimleri yaptı. Sarnson’un Hi­ kâyesi (1845) gibi büyük kompozisyonları da vardır. Başlıca eserleri, Louvre. Bayonne, Chantilly (Çeşnıe Bayında Türk Çocuk­ ları), Compiegne, Amsterdam. Bükreş, La Haye Glasgovv mtizelerindedir. (L) DE CANDOLLE, İtalyan botanikçi ailesi.— AUGUSTiN-PYRAMüS, ünlü sistematikçi (Ce­ nevre 1778-ay.y. 1841). öğrenimini bitirince Lamarck'tan Flöre Française’ın (Fransa Bit­ ki örtüsü) yeni baskısını yeniden yazma gö­ revini aldı. Montpcllier'de profesör iken yazdığı Tlıeorie Elenıentaire de la Botaniqıte (Botaniğin Temel Bilgileri) adlı eserin­ de bazı temel botanik meseleleri üstüne

Foto. F a rrin u J', D h if/ja n (Tj A H O V N S E )

K.L.A. III — 28

bir maden ocağında dekovil (decauville)

DECAZES ET DE GLÜCKSBERG dükü Bourdet’nin eseri Cabînet des Estompes, Paris

decco hiperbol ağları ve fazölçerler

DEC

72

J. De CHELETTE Dawant'ın eseri Bibliotheque nationale, Paris

Giorgio DE CHİRİCO «Kompozisyon» Modern Sanatlar Millî müzesi, Paris

DEC i US roma altın sikkesi (ön yüz) Cabinet des Medailles, Paris

görüşlerini ortaya koydu. 1817'de Cenevre üniversitesine geçti, orada Systeme Natıırel des Vegetaux'ya (Bitkiler Âleminin Ta­ biî Sistemi) başladı. Bu kitapta, özel bîr sınıflandırma sistemine göre, o zamana ka­ dar bilinen bütün türleri açıklayarak sıraya koydu. Bu eseri Prodromııs Systematis 1Vatııralis Regni Vegetabilis (Bitkiler Âlemin­ de Tabiî Sistemin Kılavuzu) başlığı altında yeniden ele aldı. Bitiremeden öldü. ALPHONSK-LOLTS-iM ERltK-PYKAMt'S. Augustin'in oğlu. (Paris 1806-Cenevre 1893). Botanik kürsüsünde babasının yerini aldı. Birçok çalışmalarını yayımladı. Fakat ünü­ nü güçlü bir çözümleme eseri olan Geographie Botanique Raisonnee’ye (Açıklama­ lı Bitkisel Coğrafya) [1855] borçludur. —cas iM iR PYBAMTJS, Alphonse’un oğlu (Ce­ nevre 1836-ay.y. 1918). Prodromus’a katıldı ve babasıyle birlikte çiçekli bitkiler üstüne bir dizi monografi yazdı. Ayrıca İki çenekliler üzerinde karşılaştırmalı morfoloji ve anatomi konularıyle ilgilendi. (L) DECANUS i. (yun. deka, on'dan lat. k.). Astron. Eski astronomların, burç işaretle­ rinden her birinin her on derecesine ver­ dikleri ad. |! Mısırlılarda, gökyüzünün böl­ gelerinden her biri. Bk. ANSiKL. — Din. tar. Manastırlarda, on keşişten so­ rumlu olan keşiş; manastır başkanı. — Esk. Rom. On askere kumanda eden assubay. (Bk. ANSiKL.). || 2^5-476 yalları arasında, saray milisi üyelerine’ verilen ad. a n s î k l . Astron. Mısırlılar, gökyüzünü otuz altı bölgeye ayırmışlar ve bu böPgelerden her birine decanus adını vermişler­ di. Eskiden, astronomi ile astrolojinin pek ayırt edilmediği çağlarda, decanus'lar yıldız falında önemli rol oynardı. — Esk. Rom. Decurio veya capiia contııbernii (koğuş başı) de denilen decanus’lar, piyade tümeninin en küçük rütbeli subay­ larıydı. (L) DE CAROLİS (Adolfo), İtalyan ressamı ve tahta kalıp basmacısı (Montefiore dell’Aso 1874-Roma 1928). Önceleri Roma’daki «İn arte libertas» grupuna katıldı. Floransa'da kendini tahta kalıp basımcılığına verdi. G. D’Annunzio’nun eserlerini resim­ ledi. Birçok duvar süslemesi yaptı (Bologna’da Palazzo del Podesta; Pisa üni­ versitesi; Ravenna’da San Francesco.) [L] DE CASTELEYN (Matthys), flaman şairi (Oudenaarde 1485-ay.y. 1550). Ülkesinde ilk olarak nazını sanatı üstüne flamanca man­ zum bir eser yazdı: De Conste Van Rheroriken (Söz Söyleme Sanatının Nazım Sa­ natına Uygulanması) [1555]. Bu eserde, ay­ rıca baladlar ve şarkılar vardır. (L) DECATUR, A.B.D.’de K E FENI) i . Foto. Girilıııln» (r ,.\H O t'S S E t

DEDE EFENDİ, türk bilgini (Erzurum. ?Bursa 1735). Birçok İlmî görevde bulundu. Hayatının son yıllarında reisülmüdderisîn oldu. Türkçe, arapça ve farsça şiirler yazdı. Eserleri: El Midhat-ül- Kübra mine’l-Kelâmil-Kadîm fi Hakkı Seyyidina Muhammedinil-Mustafa (Hz. Muhammed Hakkında Kur’an’dan Çıkarılmış Büyük övgü); El Ve-ilet-iil-Uzma fi Şemâil-il-Mııstafa-Hayril-Verâ (Varlıkların Üstünde Olan Hz. Muhammed’in özelliklerini Anlatan Büyük Ve­ sile) [daha sonra türkçeye de çevirdiği bu eser 1884’te basıldı]; Ahkâm-ı Müfide (Fay­ dalı Hükümler); En-Nüshat-iil-Kübrâ fi Ve­ lâdeti Hayr-il-Verâ (Varlıkların Üstünde Olan Hz. Muhammed'in Doğumu Hakkında Büyük Eser). Sonuncu eseri Magosa'da arapçaya çevrildi. (M) DEDEFRE, Mısır’da IV. sülâlenin (M.ö. 2600-2487) üçüncü firavunu. Devri, Mısır için büyük bir çalışma dönemi oldu; ku­ zeyde Ebu Ruas mevkiinde bir ehram’m yapımını başlattı, fakat bittiğini göreme­ den öldü. (M) DEDEGÜL dağı (Dedegöl dağı da denir). Batı Toros’un tepelerinden biri; yüksl. 2 980 m. Beyşehir gölünün güneybatı kenarıyle Köprü çayının yukarı çığırı arasındadır. Yapısında Birinci ve ikinci zamanın kıv­ rımlı ve metamorfik kayaçları yer tutar. Dağın yamaçları geniş çam ormanarıyle kaplıdır. (M) DEDEt ATIYK veya ATİK. Bk. ALİ s i U r GANİ EFENDİ.

DEDEKİND (Friedrich). alman şairi (Neııstadt am Rübenberge 1525-Lüneburg 1598). Latince manzum bir yergi olan Grobianus (Hoyrat) [1549] en güzel eseridir. Dedekind bu eserinde çağının kötülük ve bozukluk­ larını över görünerek alaya aldı. (L) DEDEKİND (Richard), alman matematik­ çisi (Braunschweig 1831-ay.y. 1916). Gauss’un öğrencisi, Zürich’te Polytechnicum'a, son­ ra Braunschweig Yüksek Teknik okuluna profesör oldu. Çok çeşitli çalışmalarıyle tanınır: Euler integralleri; orandışı sayılar; cebirsel denklemler ve fonksiyonlar; yüksek matematik. Analize kesim kavramını sok­ tu; bu kavram, ortak ölçü kabul etmeyen sayıların kesinlikle belirtilmesini sağladı. (T)

DEDE KORKUT, Oğuzların destan niteli­ ğindeki hikâyelerinin ilk anlatıcısı, bu hikâ­ yelerin kahramanı, efsanevî oğuz ozanı. Kitob-ı Dede Korkut alâ Lisan-ı Taife-i Oğuzân’da (Oğuzlarım Diliyle Dede Korkut Kitabı) verilen bilgiye göre Hz. Peygam­ ber zamanına yakın yıllarda yaşamıştır. Hikâyelere göre, Oğuzlar sık sık ona akıl danışırlar, gelecekten haber verdiğine ina­ nırlardı; kopuz çalarak hikmetli sözler söy­ lerdi. Tarihî kaynaklarda, Oğuznume’ye ait metin­ lerde ve halk söylentilerinde Dede Korkut’un 295 yıl yaşadığı, Hz. Peygamber’e elçi olarak gönderildiği, Oğuzlar arasında İslâmlığı yaydığı; şair, hakîm, ermiş, kam şahsiyeti taşıdığı, Oğuz Hana vezirlik yap­ tığı anlatılmaktadır. Şaman Oğuzlar arasın­ da yaşamış ünlü bir ozan ve kam olan Dede Korkut'a ait söylentiler, müslüman Oğuzlar tarafından İslâm geleneğiyle birleş­ tirilmiştir. Siriderya kıyısında, Derbend yakınlarında. Cebel-i Erbain’de, Ahlat’ta Dede Korkut’a ait olduğu söylenen mezarlar vardır. (-» Bibliyo.) [M] Dede K orkut Kitabı (Kitub-ı Dede Korkut alâ Lisan-ı Taife-i Oğuzân [Oğuzların Di­ liyle Dede Korkut Kitabı), müslüman oğuzlarm Azerbaycan ve Kuzeydoğu Anado­ lu dolaylarındaki hayatlarıyle ilgili olan ve İslâmlıktan önceki dönemden izler taşıyan 12 destanî hikâyenin toplandığı kitap (XIV. yy. sonu ile XVI.yy. arası). Bugün elde bulunan nüshalarının Akkoyunlu devletinin çökmeğe başladığı dönemde yazıya geçi­ rildiği ileri sürülmektedir. Hikâyelerde müs­ lüman oğuzların rum, ermeni, gürcü bey­ likleriyle yaptıkları savaşlar, oğuz boyları­ nın iç çekişmeleri ve tabiatüstü varlıklarla mücadeleleri anlatılır. Bunlarda ortak kah­ ramanlar bulunması, aynı yer adlarının geçmesi, Dede Korkut’un her hikâyede ortaya çıkması 12 hikâyeyi birbirine bağ­ lamaktadır. Bazı hikâyelerde işaret edilen

ve okuyucunun bildiği kabul edilerek kısa­ ca anılan olaylardan ele geçmemiş Dede Korkut hikâyeleri de bulunduğu tahmin edilmektedir. Dede Korkut Kitabı’ndaki hikâyelerde des­ tanlaşmış tarih olayları, masal unsurlarıyle birleşir. Anlatılan olaylardan oğuzların dinî inançları, aile kurumlan, İktisadî hayatları, günlük yaşayışları, siyasî teşkilâtları hak­ kında bilgi edinilmektedir. Dede Korkut Kitabı’nm bugün Dresden (12 hikâye)) ve Vatikan'da (6 hikâye) bulunan yazmaları Azerî Türkçesinin özelliklerini taşır. Yer yer belirli bir vezni olmayan ve kafiyesiz, fakat ahenkli nazım parçalarıyle örülen üslûbu hareketli ve etkilidir. De­ de Korkut Kitabı’nın Dresden kitaplığında­ ki yazmasına dayanan yayımları Kilisli Rifat (1916), Orhan Şaik Gökyay (1938) tara­ fından yapıldı. Ettore Rossi tarafından ya­ yımlanan (1952) Vatikan nüshasından da faydalanılarak son çalışmayı Muharrem Er­ gin yaptı (1958). [-> Bibliyo.] (M) DEDELi, Doğu Anadolu bölgesinin Yuka­ rı Murat-Van bölümünde (Ağrı ili. Patnos ilçesi) bucak: 12 32£ nüf.; ifi köy. — Bu­ cak merkezi. 2 072 nüf.; yüksl. 1 830 m.

75

decrescendo

(M)

DEDEMSVAART, Hollanda’da (Overijsse! ili) dağınık bataklık bölgeleri birbirine bağ­ layan kanal. 40 km uzunluğundadır. (L) DEDENROTH (Eugen Hermann YON), Al­ manca yazan Saarland’lı yazar (Saarlouis 1829-Kötzschenbroda, Dresden yakını, Sak­ sonya 1887). Bir generalin oğlu, 1848 Schleswig savaşma subay olarak katıldı. 1866’da yüzbaşı, bir yıl sonra emekli ol­ du. 1864 Holstein ve 1870 savaşları üzerine askerî strateji ve örgütlenme incelemeleri yaptı, bir de öğretici manzum eser yazdı: Die Schöpfung (Yaratılış) [1855]) ayrıca çağdaş toplum hayatını yansıtan romanlar da yayımladı: Glanz und Fiiter (Parlaklık ve Yalancı Parlaklık) [1856]; Des Kaisers Polizei (imparatorun Polisi) [1855] ve Al­ manya’nın İlk Kurtarıcısı Arminitıs (1863). [L] ' DEDE ÖMER RUŞENi, türk tasavvuf şairi (Aydın ?-Tebriz. 1486). Bursa’da okudu. Çe­ şitli seyahatler yaptı. Dinî ve tasavvufî^ şiir­ lerini derleyen yazma Divan’ı ve Âsar-ı Aşk (Aşkın Eserleri) adlı yayımlanmış bir eseri vardır. Halvetî tarikatının büyüklerindendi. (M) DEDE SULTAN. Bk. nöK K U CK MISTAFA. DEDİCATİO i. (lat. k.). Rom. huk. Bir eşyaya, tanrılara adanarak res sacra (kulsal mal) niteliği veren işlem. (Bk. PROFANATtO). [L]

DEDİKODU blş. i. (demek ve komak’tan). Başkasını çekiştirmek ve kınamak için ya­ pılan konuşma: Dedikodu yapıyor zannet­ mesinler diye fazla şey sormağa cesaret edemiyorum. (R.N. Güntekin). Arada dikiş­ lerini bırakır, pencereden pencereye bağıra bağıra dedikodu yaparlar (H.E. Adtvar). ♦ Dedikoducu sıf. Dedikodu yapan [kim­ se]: Meşhur bir fıkrada denildiği gibi insan varsın biraz, dedikoducu ve terbiyesiz ol­ sun da aptal olmasın (R.N. Güntekin). ♦ Dedikoduculuk i. Dedikoducu olma hali. (M) DEDİTİCİUS’LAR veya DEDİTİCİİ çoğl.

Alf.-ed DEDREUX «Pierrefonds Gölü Kıyısında Atlılar ve Amazonlar» detay

DED

76

i. (lal. k.). Rom. huk. Romalılar tarafın­ dan yenilgiye uğratıldıktan sonra, kayıtsız şartsız teslim olan halklara verilen ad. — ANSİKL. D editiciııs'iar hür olmakla bir­ likte, roma yurttaşı değillerdi; bölgesel bir statüleri de yoktu. Buna göre, sadece /«m gentium (yabancıların hukuku) kurallarına bağlıydılar. Bu sistem Aelia Sentia kanunu ile, onur kırıcı cezalara çarptırılarak af edi­ lenlere de uygulanmağa başlandı. Caracalla devrinde (Constitutio Antonina veya Caracalla’nm beyannamesi, M.S. 212) ise yurt­ taşlık hakkı, peregrinus’lara (yabancılara) verildi ise de dediticius’lar bunun dışında bırakıldı. (M DEDKERE, Mısır’da V. sülâlenin (M.Ö. 2480-2350), dördüncü firavunu. Nübye'ye (Güney Mısır) sefer açtı. (M) . DE DOMİNtS (Marko Antonio), dalmaçyalı tanrıbilimci ve bilgin (Rab adası Ibugün Yugoslavya’da] 1560 veya 1566-Roma 1614). önce Cizvit iken bu topluluğu bıraktı, Segni piskoposu ve Spalato başpiskoposu oldu. Roma sarayı ile bozuştu. İsviçre’ye, sonra İngiltere’ye kaçtı. Orada Katoliklikten çıktı. 1617’de D e R epublica Ecclesiastica’y\ (Kilise Cumhuriyeti Üstüne) yayımladı. Bu eserde papalığın insan eseri bir kuruluş ol­ duğunu savundu. 1621 ve 1622’de düşüncele­ rinden geri döndüğünü açıkladı; bu dönüş J.-B. DEFERNEX dostu Gregorius XV tarafından kabul edil­ «Mme Favart»ın büstü di, ama Urbanus V lII’e şüpheli göründü; Louvre müzesi, Paris Urbanus’un Saint-Agne şatosuna kapattığı De Dominis orada öldü. Kutsal teslis ko­ nusunda sapkın düşünceler ileri sürdüğü an­ laşılınca ölüsü topraktan çıkarılarak yakıl­ dı. (I.) DEDREUX (Alfred), de Dreux denir, fransız ressamı (Paris 1808-ay.y. 1860). Yanla­ rında çoğu zaman bir İngiliz tazısının koş­ tuğu, cins atlara binmiş amazonları eserle­ rine konu olarak seçen Dedreux, zarif bir üslûpla birçok tablo yaptı. Napolyon III'ün atlı portresi bir tartışmaya yol açtı; so­ nunda ressam düelloda öldürüldü. O rlians D ükü n ü n A tlı Portresi adlı eseri Bordeaux müzesinde, Pierrefonds Gölü K ıyısın d a A t­ lılar ve A m a zo n la r tablosu da Louvre müzesindedir. Bu ressamın bir eseri de İstan­ bul’da. Dolmabahçe sarayında bulunmakta­ dır. (L) DEDUGU, Yukarı Volta'da kasaba, idare çevresi merkezi, Uagadugu’nun batısında; 3 665 niif. —D edugtı idare çevresi . 220 000 nüf. (L) DEDUN, en eski zamanlarda Nübye’de ta­ pınılan tanrı. Bu tanrı önceleri bir koç­ tu, sonraları koç başlı bir insan oldu. Mısırlılar ülkeyi ele geçirdiklerinde V. ha­ nedandan itibaren Dedun’u kendi koç başlı tanrıları ile, Elephantine Khnum’u ile, son­ ra da Teb’deki Anıon ile karıştırdılar, (r,) DEDÜKSİYON i. (fr. did u etio n ). Bk. TÜMDENGELİM.

DEDVEYT i. (ing. deadsveight). Denize. Bir geminin alabileceği yük. j ] D edveyt kapa­ sitesi, bir geminin yük. akaryakıt, su, mal­ zeme ve içmdeki insanları ile birlikte taşı­ yabildiği ağırlık. || D edveyt skeyl, bir ge­ minin aşağıda sayılan özelliklerini veren çizelge: a) geminin boş iken deplasman to­ nu; b) geminin hamule hatlarına göre ded­ veyt tonu; c) geminin her hamule hattı için 1 sm veya 1 pus batırma tonu; ç) yaz, kış ve tropik hamule hatlarına gö­ re ne miktar yük alabileceği. (Bu çizel­ ge geminin yüklenmesi esnasında kullanı­ lır.) |! D edveyt tonu, bir yük gemisinin deniz suyunda yaz yükleme sınırına kadar yüklendiği zamanki taşıma kapasitesi. (ML) DEE, İngiltere’de ırmak, Galler ülkesinin kuzeyini akaçlar ve Chester’i suladıktan sonra İrlanda denizine dökülür; 113 km. Geniş Dee halici, ulaştırmaya elverişli de­ ğildir; deniz alçaldığı zaman, uçsuz bu­ caksız kumlarla örtülüdür ve denizin ka­ barması çok hızlı olduğundan gemiler için tehlikelidir. —İskoçyanm kuzeyinde ırmak, Aberdeen’de Kuzey denizine dökülür; 130 km. (L) DEE (John), İngiliz astrolog ve matematik­ çisi (Londra 1527-Mortlake 1608). Yaptığı çalışmalarla zamanında müspet ilimlere bü­ yük katkıda bulundu. Bir matematikçi ol­ masına rağmen simya ve sihirbazlıkla da uğraştı. Bu konulardaki yeteneği sarayın

dikkatini çekli. Kendisinden sarayda da yararlanıldı. Cambridge’te St. John kole­ jinde okudu. 1547-1550 Arasında Louvain, Brüksel ve Paris’te hem öğrenimine devam etti, henı de zaman zaman ders verdi. 155i "de İngiltere’ye döndüğü zaman Edvvard VI kendisine aylık bağladı. İngiltere’nin denizaşırı yayılması o sıralarda yeni yeni başlıyordu. Dee’de otuz yıl süreyle öncü­ lere, denizcilere öğüt ve bilgi verdi. Bilim ve matematik konularını kapsayan geniş bir kitaplık kurdu. Taç giymek üzere olan Kra­ liçe Elizabeth I, Dee’den bu iş için uğurlu bir gün seçmesini istedi. Henry Billingsley’in 1570'tc yaptığı Eukleides tercümesine yaz­ dığı önsöz de önemlidir. Dee bu önsözde geometrinin pratikte nerelere uygulanacağı­ nı anlattı. Ayrıca aynı konularda yazdığı öteki eserlerle matematiğin Ingiltere’de ye­ niden çanlanıp yaygınlaşmasına yol açtı. 1583-1589 Yılları arasında astrolog ve sim­ yacı Edvvard Kelly ile birlikte Polonya ve Bohemya’da bulundu. 1595’te Manchester kolejine müdür olan Dee, Mortlake’de yok­ sulluk içinde öldü. (L) DEECKE (Wilhelm), alman etrüskologu (Lübeck 1831-Strasbourg 1897). Corssen ıınd die Sprache der Etrusken (Kors’lar ve Etriisklerin Dili) adlı eseriyle etrüskolojinin ınetodik temelini kurdu. Etruskische Forschungen (Etrüsklerle İlgili Araştırmalar) [18751884] dergisini çıkardı. Müller’in Die Errıısker (Etrüskler) [1877] adlı eserini ye­ niden işledi. tin Savaşları adlı tarih kitabını yazdı. Siyasî hayatında derin bir umut kırıklığı­ na uğrayarak hayal edebiyatına yönelmesi bu döneme rastlar, ilk gerçek başarıya 1719'da, altmış yaşına yaklaşırken, yayımladığı Robinson Crusoe (The Life and Strangc. Surprising Adventures of Robinson Crusoe of York, Mariner) adlı romanıyle ulaştı. 1720’de fransızcaya çevrilen bu roman, hay­ ranlarının olduğu kadar taklitçilerinin ele sayısını çoğalttı. Beş yıl içinde (1719-1724) Defoe bütünüyle edebî nitelikte olan bei!: başiı kitaplarını yayımladı: The Life. Ad­ ventures and Pyracies of the Famous Captain Singleion (Ünlü Kaptan Singlcton’un Hayatı, Serüvenleri ve Korsanlıkları) [1720]: The Fortıınes and Misfortunes of the Fa­ mous Moll Flanders (Ünlü Moll Flanders'in Mutlulukları ve Mutsuzlukları) [1772]: Colopel Jack (Albay Jack) [1772]; The Memoirs of a Cavalier (Bir Süvarinin Hatı­ raları) [1724]; Lady Rosana or the Fortunate Mistress (Lady Roxana veya Mutlu Aşifte) [1724], Kitap üstüne kitap yayımla­ dığı bu verimii dönemde Defoe, başarılı se­ rüven romanları yazmakla yetinmedi. A

Foto. B riti* 1 ı C o ıın cil, F .S .J .ft., V iııre ııt {h A R O V H H R )

DEFTER Journal of the Plagııe Year'\ (Veba Yılı Günlüğü) [1722] yazdı. Bu kitapta, 1665'teki veba salgınım anlattı. Bir iktisatçı olarak Kamı< Kredileri Üsliine Düşünceler i (1724), gezgin olarak A Totır Through the W hole tsland of Great Britain’ı (Büyük Britanya’­ da Gezi) [1724], ahlâkçı olarak da Dine Uygun Evlenme (1722) ve The Complete English Tradesmaıt’i (Yetkin İngiliz Taciri) [1725-1727] yazdı. Bundan başka, gizli bi­ limler üzerine The Political History of the Devil (Şeytanın Siyasî Tarihi) [1726] adlı denemesini ve Büyü Sistemi (1727) adlı kita­ bını da saymalıyız. Ama bunlar az değerli kitaplardır. Defoe bundan sonra 1731’de es­ rarengiz şartlar altında ölünceye kadar, yıl­ larca, dikkate değer hiç bir kitap yayımla­ madı. Gerçekten de Defoe en iyi eserlerini, beş altı yıllık bir süre içinde verdi. Bu eserler onu o zamana kadarki siyasî fâaliyetleri ve siyasî yazıları ile sağlayamadığı bir üne kavuşturdu. Başkalarının çoktan de­ ğerlerini tanıttıkları bir yaşta Defoe’ya bu ünü kazandıran, kahramanı Robinson Crusoe olmuştur. Defoe gezgin olarak dün­ yayı dolaşırken, gerçekleri çok iyi görmesi­ ni bildiği kadar, bir ahlâkçı olarak da gördüklerinden sonuçlar çıkarmıştı. Bunun içindir ki. hayal payı ne olursa olsun. Defoe’nun bütün romanları sağlam bir ger­ çekçilik temeline dayanır, (b) DEFOLMAK geçz. blş. f. Tekiz. [Haka­ ret sözü olarak] Bir yerden çekilip veya savuşup gitmek: Yakında defolup mektebe gidecek. O zaman seninle biz bize kalaca­ ğız (H.R. Gürpınar). O budala oğlunu da al götür, o kalabalık da defolsun! (A.H. Tanpınar). (M) DE FOREST (Lee), amerikalı mühendis (Council Bluffs, tovva 1873-Hollywood 1961). Chicago teknoloji enstitüsünde okudu. Western Electric co.ın laboratuvarında radyo­ elektrik mühendisi oldu, 1906’da Fleming’in diyot lambasına üçüncü bir elektrot, ızgara ekledi, böylece zamanında odyon adı veri­ len aygıtın uygulama alanını çok genişleten triyot (üç elektrotiu) lambasını icat etmiş oldu. Bu buluşunun önemi önce anlaşılama­ dı, hattâ De Forest borçları yüzünden tu­ tuklandı. (L) DEFORMASYON i. (fr. deformation). Bk. Biçim 1 1 K Ü İŞ T İ K M K . ♦ Deforme sıf. (fr. deforme). Biçimi bo­ zulmuş. || Deforme etmek, biçimini boz­ mak: Giydiği her ayakkabıyı deforme edi­ yor. || Deforme olmak, biçimi bozulmak: Şapkası yağmurun etkisiyle deforme oldu. (M )

DEFOSE sıf. (fr. se defausser’den). Oyun. Elden atılmış, çıkarılmış. || Defose etmek. iskambilde gereksiz kâğıtları alarak elini düzeltmek. (M) DEFRECHEUX (Nicolas), Wallon diliyle yazan belçikalı şair (Liege 1825-Herstal 1874). Az sayıda, ama büyük duyarlıkla dolu lirik eserlerinden dolayı Wallon ağıt türünün kurucusu sayılmaktadır. Eserleriy­ le 1854-1860 arasında Wallon dili ve ede­ biyatına yeni görüşler getirdi. Türkülerin­ den ikisi (Leylz-m’Plorer [Bırak Beni Ağ­ layayım, 1854] ve L ’Avez-v' Veyou Passer? [Gerçekten Gördünüz mü Onu?, 1856]) çağında büyük ün yaptı. Bu ün halk ara­ sında bugün de sürüp gitmektedir. (L) DEFREGGER (Franz V O N ), avusturyalı res­ sam (Stronach yakını, Ederhof, Tirol 1835Münih 1921). Piloty’nin öğrencisi olan bu sanatçı, özellikle Tirol bölgesi halk ya­ şayışından sahneler işledi. En tanınmış tablosu. Viyana müzesinde bulunan ve Napolyon ordularına karşı koymak için yaşlı­ ların silâh altına almışını gösteren Son Askere Alma kompozisyonudur. Eserleri Berlin müzesi (Tirolliilerin Dönü­ şü) ve Almanya’nın bellibaşlı müzelerinde bulunur. (L) DEFREMERY (Charles), fransız şarkiyatçı­ sı (Cambrai 1822-Saint-Valery-en-Caux 1883). College de France'ta arap dil ve edebiyatı profesörü, Memotres d’Histoire Orientale’den (Doğu Tarihi Üstüne Notlar) başka, metinler, farsça ve arapça eserler ve . ter­ cümeler (Handmir’den [veya Hundmir], Sâdî’den v.b.) yayımladı. (L) DEFTER i. (yun. diphthera, işlenmiş deri’-

den ar. ve fars. defter). Birçok kâğıt ve­ ya parşömen yaprağının derlenmesinden meydana gelen bütün: Ha, sahi... İsmail’le Enıine’nin evlendiklerini hu deftere kaydet­ meyi unutmuşum (Y.K. Karaosmanoğlu). Almadım olmaz, bak, deftere yazılmış (M. Ş. Esendal). Kenarları altın yaldızlı def­ terlerine yazdığı iiç beş satırla hemen o eski günlerine gidiveriyor (S.F. Abasıyanık). Resim defteri. Cep defteri. Okul defteri. Bakkal defteri. ÇEK. I)EY. Defter açmak, hesap açmak, ı Defter tutmak, işlem veya hesapları def­ tere kaydetmek. Defteri kabartmak, iyi­ ce borçlanmak. Defteri kapamak (kapat­ mak), üzerinde konuşulan bir konuyu, bir tartışmayı sona erdirmek. j| Defterini dürmek, hesabını görmek, öldürmek: Bize edenlerin defterini diirsem Ejder olmuş yedi başlı görünür (Dertli). — Denize. Gemi defteri (veya jurnali), se­ yir sırasında gemide geçen olayların yazıl­ dığı defter. Bk. ANSİKL. — Din. Defter-i â’mâl, içinde insanın iyilik ve kötülükleri yazıldığına inanılan defter. Defter-i â’mûlini doldurmak, aşırı derece­ de, çok günah işlemek. — Huk. Defter tutma. (Bk. ANSİKL.) Ge­ len ve giden evrak defteri, demeklerde ge­ len ve giden evrakın tarih sırasına göre kaydedildiği defter (Cemiyetler kn. md. 6). jj Karar defteri, demeklerde ve ticaret şir­ ketlerinde yönetim kurulu kararlarının ya­ zıldığı defter. || Pay defteri, pay sahiplerinin ad ve soyadları veya unvanlarıyle, ikamet­ gâhlarının kaydedildiği defter. (Nama ya­ zılı olan senetlerin devrinin şirkete karşı hüküm ifade edebilmesi için, bunların pay defterine kaydedilmesi gereklidir.) || Üye defteri, dernek (cemiyet) üyelerinin aylık taahhütlerinin ve derneğe giriş çıkışlarının kaydedildiği defter (Cemiyetler kn. md. 6). |i Varidat ve sarfiyat defteri, derneklerin gelir ve giderlerini gösteren defter. — Muhas. Deftere geçirmek, bir kıymet hareketini veya herhangi bir işlemi mu­ hasebe defterine kaydetmek. |j Defteri ke­ bir veya büyük defter, bir ticari işletmenin hesaplarının tasnifli şekilde tutulduğu def­ ter. (Bk. ANSİKL.) Amerikan usulü def­ ter, yevmiye defteri ve defteri kebir kayıt­ larının birarada yapıldığı defter. ' Envan­ ter defteri, belli bir dönem başında veya sonunda işletmenin İktisadî değer toplam­ larının yazıldığı defter. || Günlük defter, işletmenin, yaptığı işlemleri günü gününe geçirdiği defter. | j İşletme defteri, yalnız gider ve gelirlerin yazıldığı defter. — Teşk. tar. Defter emini, defterhanenin en büyük âmiri. Defter eminliği, tapu kayıt­ larını, tımar, has, zeamet ve vakıf toprak­ ların durumunu bildiren ana defterlerin ya­ zıldığı, saklandığı daire. (Bugün Tapu Ka­ dastro Genel müdürlüğü.) [Bk. ANStKL.] Defter kethüdası, eyaletlerde zeamet işleriyle görevli memurlar. (Defter kethüdası, tımar defterdarının âmiri durumundaydı; en yük­ sek derecesi Rumeli defter kethüdalığı sayı­ lır, kendilerine zeamet verilirdi.) ! Defter-i nanhor, yeniçeri yetimlerine ocaktan verilen zahire ve ödeneğin kayıt defteri. : Defter-i tevziat dairesi, tevzi defterlerinin merkezde incelenmesi için kurulan dairenin adı. (Dev­ let hesabına geçirilen çeşitli gelirler, yerle­ rinde tevzi defterleriyle tespit edilirdi. Tan­ zimat’tan sonra kaldırıldı.) — ANSİKL. Denize. Gemi defteri kaptanın nezareti altında ikinci kaptan, onun maze­ reti halinde bizzat kaptan veya nezareti al­ tında bir gemi adamı tarafından tutulur. Yük ve safranın yüklenmesine bağlandığı andan itibaren geçecek belli başlı olayların yazıldığı deftere, gemide işlenen suçlar, di­ siplin cezaları, gemideki doğum ve ölüm olayları da geçirilir. Engel bulunmadıkça kayıtlar günü gününe yapılmalıdır. Kaptan ve ikinci kaptan tarafından imzalanan def­ ter, kaza ve geminin batması halinde yar­ dımcı bir belge niteliğini taşır. — Huk. Evliliğin sona ermesi üzerine, velâyet kendisine verilen karı veya koca, ço­ cuğun malî durumunu gösteren bir müf­ redat defterini mahkemeye verir (Med. kn. md. 279). Aynı şekilde, göreve başlayan vasi de, Sulh mahkemesinin bir temsilcisi önünde, vesayet altındaki kimsenin malları­

nın defterini yapar. Vesayet altında bulunan kimse temyiz kudretine sahip ise, defter yapılırken o da bulunur. Gerekirse, Asli­ ye mahkemesi, defterin resmî şekilde tutul­ masına. Sulh mahkemesinin isteği üzerine karar verir (Med. kn. md. 382). Miras hukukunda ise. resmî defter tutma, Med. kn. md. 532’ye göre üç halde söz ko­ nusu olur: 1. mirasçılardan biri vesayet al­ tında ise veya vesayet altına alınması gereki­ yorsa: 2. vekil olmayan bir mirasçının gaip olması halinde: 3. mirasçılardan birinin iş­ leği üzerine. Bu son halde defterin nasıl tutulacağı ve sonuçları Med. kn. md. 559570’te düzenlenmiştir. Resmî defter tutul­ masını kanunî veya mansup mirasçılardan biri ister. Ancak, resmî defter tutmağa gi­ dilebilmesi için, istemde bulunanın mirası ret hakkının sona ermemiş olması gerek­ mektedir (Med. kn. md. 559). Talep, miras bırakanın son ikametgâhı mahkemesine ya­ pılır (Tüzük 41). Müddet, ret süresinin işle­ meğe başladığı andan itibaren bir aydır (Med. kn. md. 559). Defter tutmanın isten­ mesi üzerine, terekede bulunan malların de­ ğerleri takdir edilir ve bütün aktif ve pa­ sifleri gösteren bir müfredat defteri yapı­ lır. Bu yapılırken, başta mirasçılar olmak üzere, tereke hakkında bilgisi olan her­ kes, mahkemenin istemesi üzerine, açıkla­ mada bulunmak zorundadır (Med. kn. md. 560). Bu arada Sulh mahkemesi, miras bı­ rakanın alacaklı ve borçlularını, ilândan ilibaren en az bir ay içinde, alacak vc borçlarını deftere kaydettirmeğe davet eder (Med. kn. md. 562, Tüzük 43). Tele­ kenin resmî defterinin tutulması esnasın­ da. tereke ile ilgili ancak zorunlu olan iş­ lemler yapılır (Med. kn. md. 564, Tüzük 47). Aynı şekilde bu süre içinde, tereke ve­ ya mirasçılar aleyhinde icra takibi yapıla­ maz ve acele olanlar dışında kalan açılmış davalar talik edilir. Keza, tereke aley­ hine olan alacaklarda da zamanaşımı du­ rur (Med. kn. md. 565). Defter tutma iş­ lemi sona erince, ilgililer bu defteri sona ermeden itibaren en az bir ay süre ile in­ celeyebilirler (Med. kn. md. 563, Tüzük 46). Bundan sonra, mirasçılar, yine bir ay içinde, tereke ile ilgili kararlarını vermek zorundadırlar. Bu süre içinde susan miras­ çı, mirası, tutulan defter gereğince kabul etmiş sayılır (Med. kn. md. 567). Defter tutmanın sonuçlarına gelince; deftere geçirilen borçlar yönünden, mirası kabul eden mirasçı sınırsız sorumludur (Med. kn. md. 568). Alacaklının kusuru ile deftere geçirilmeyen borç düşer. Alacağı deftere kusuru olmadan geçmeyen alacaklıya karşı ise, mirasçı, kendine mirastan düşen mik­ tar ile sorumlu olur (Med. kn. md. 569). Devletin mirasçı olduğu hallerde ise, tere­ kenin re'sen resmî defteri tutulur ve dev­ let sadece tereke mevcudu ile sorumlu olur (Med. kn. md. 570). Diğer bir defter tutma şekline, intifa hakkı ile ilgili olarak Med. kn. md. 735’te rastla­ nır. Buna göre, yararlanılan malın masraf­ ları malik ve intifa hakkı sahibi tarafından birlikte karşılanmakta ise, malların resmî bir defterinin tutulması her zaman iste­ nebilir. Aynı şekilde, hasılat kirasında, kiraya, âletler. hayvanlar ve zahire dahil ise. ta­ raflardan her biri diğerine, eşyanın tam lis­ tesini gösteren imzalı bir defter verir (Borç­ lar kn. md. 271). — Muhas. Muhasebede çift kayıtlı (muzaaf) defter tutma sistemine has iki tür defter vat dır: esas defterler, yardımcı defterler. a) Esas defterler, muzaaf sistemin işlemesi için gerekli olan defterlerdir. İşlemlerin ta­ rih sırasına göre yazıldığı defterlere yev­ miye defleri (günlük defter veya jurnal) de­ nir. Bu defter beş sütundan meydana gelir: hesaplanan sayfa numaraları sütunu, işlemin madde numarası sütunu, hesaplar ve gerekli açıklamalar sütunu, borç sütunu, alacak sü­ tunu. Hesaplar belli ilkelere göre ya borca veya alacağa yazılır. Her işlemin yazılması muhasebe eşitliğinde var olan unsurların ço­ ğalma veya azalmaları gözönünde bulun­ durulmak suretiyle yapılmalıdır. İşlemler basit ve bileşik olmak üzere ikiye ayrılır. Basit işlemler bir hesabın borçlandırılma­ sına karşılık bir hesabın alacaklandırılması, bileşik işlemler ise bir hesabın borç­ landırılmasına karşılık birkaç hesabın ala-

79

DEFTER

80

(.'aklandırılmadı veya bunun tersi biçimin­ dedir. Defter tutulurken her sayfanın so­ nundaki borç tarafı toplamı ile alacak tara­ fı toplamının eşit olmasına dikkat edilmesi gerekir. Sayfa sonunda her iki taraf da eşit çıkmışsa toplamlar öbür sayfanın başına (borç borç kısmına, alacak alacak kısmına yazılarak) «toplam devri» veya «nakli ye­ kûn» başlığı altında geçirilir. Emekten tasar­ ruf sağlayan, işletmenin yapısı gözönüne alınarak sık sık borçlandırılan veya alacalan­ dırılan hesaplar için sütunların çizildiği « smtunlıı yevmiye defteri» de vardır. Hesapları esas olarak bünyesinde toplayan ve hesap­ ların «T» şeklinde kaydedildiği deftere def­ teri kebir (veya büyiik defter) denir. Defteri kebir üç kısma bölünür: 1. borçlu­ ların hesaplarını kapsayan alacak hesapla­ rı defteri kebiri; 2. alacaklıların hesapla­ rını kapsayan borç hesaplan defteri kebiri; 3. alacak ve borç hesapları dışındaki diğer hesapları kapsayan genel defteri kebir. Bu iki defterden başka, bir de işletme­ lerin bir dönem sonunda sayarak, tartarak değerlendirdiği varlık veya borçlarını gös­ terdiği envanter defteri vardır. Bu deftere işletmenin açılış tarihinde ve bundan sonra her iş yılı sonunda çıkarılan envanter ve bilançolar kaydedilir. Defteri kebir maddeleriyle günlük defter kayıtlarını birarada bulunduran amerikan nsıtlii defter de bugün kullanılmaktadır. Ticarî işletmelerde sol yanına giderlerin, sağ yanına gelirlerin yazıldığı ve noterlikçe tas­ dik edilen işletme defterleri tutulur, b) Yardımcı defterler. İşlemlerin bedelleri yanında, diğer ayrıntıları da işletmeyi ya­ kından ilgilendirir. Bu ayrıntıları kapsayan defterlere yardımcı defterler denir. (Borç senetleri defteri, ambar defteri, demirbaş­ lar defteri gibi.) Ticaret kanunu (md. 71) ve Vergi Usul ka­ nunu gereğince defteri kebir, tutulması mec­ burî olan defterlerdendir. Yevmiye defterle­ rinde tarih sırasına göre kaydedilen her iş­ lem, defteri kebirde ilgili hesaba işlenir. Böylece kasa, mal, alacak, senet ve borç durumu kolayca belli olur. Defteri kebir­ deki kayıtlarda işlem tarihi, yevmiye def­ teri numarası ve meblağ açıkça belirtilir (Tic. kn. md. 71/11). Vergi Usul kanunu­ nun müteharrik yapraklı defter tutulmasına izin verdiği hallerde ciltli ve sayfalan nu­ maralı olma mecburiyeti kalkar, tasdike tabi olmaz. Defteri kebirin kaç çeşit hesaba ayrı­ lacağı, yardımcı hesapları, muhasebe esasla­ rına, işletmenin mahiyetine, işlemlerin ge­ nişlik ve nevine göre tayin etme hakkı ta­ defterdar cire bırakılmıştır. Toplu hesaplarda yardımcı nihaî hesabın admın da defteri kebirde bu­ lunması gerekir (Tic. kn. md. 61/11). Vergi Usul kanununa göre mükellefler defter tutma yönünden ikiye ayrılır: 1. bilanço esa­ sına göre defter tutma zorunluğunda olan mükellefler; 2. işletme hesabı esasına göre defter tutma mecburiyetinde olan mükellef­ ler. Birinci sınıfa girenler muzaaf sisteme göre defterlerini düzenlemek zorunda olan birinci sınıf tacirlerdir. Tuttukları defter­ ler yevmiye defteri, defteri kebir ve en­ vanter defterinden (mevcut veya muvazene defteri) ibarettir (Vergi Usul kn. md. 182.). İşletme hesabı esasına göre defter tutma­ ları gereken mükellefler ikinci sınıf tacir­ lerdir (Vergi Usul kn. md. 176). Yevmiye ile envanter defterinin ciltli ve sayfaların zincirleme sıra numaralı olması gerekir (Vergi Usul kn. md. 183-185). Defteri ke­ bir için böyle bir kayıt yoktur (Vergi Usul kn. md. 184). Büyük ölçüde çeşitli mal kul­ degaje (bale) lanan işletmeler, sayım sonuçlarını envanter

listelerine yazıp bu listelerin toplamlarını envanter defterine kısaltarak geçirebilirler (Vergi U.sul'kn. md. 188). — Teşk. tar. Defler emini bugünkü tapu ve kadastro müdürünün görevini yerine ge­ tirirdi. Defter eminliği ile ilgili ilk kanun Orhan Gazi zamanında yürürlüğe girdi. Fa­ tih kanunnamesinde bu makama ait görev­ ler daha geniş şekilde açıklandı. Protokol sırasında, şehremini, reisülküttap ve bölük ağalarından önce defterdardan sonra gelen defter eminleri XVII. yy.ın sonuna kadar Divanı Hümayun nazırı durumunda bulu­ nan nişancılara bağlıydılar. XVIII. yy.dan sonra daha serbest hale geldiler. Tımar, zeamet, has tevcihlerinden, duruşma ve mah­ kemeler için çıkarılan kayıtlardan ayda 200 akçe kadar gelir toplarlar, bunu memur ve kâtiplerine usulünce pay ederlerdi. Başlan­ gıçta ancak padişahlar sefere çıktığı zaman sefere katılan defter eminleri, sonraları pa­ dişahların sefere çıkmamaları üzerine İs­ tanbul’dan ayrılmadılar. Bu durum, savaş­ larda yararlık gösterenlere yapılan tevcih­ lerin, şehitlerden boşalan tımar, zeamet ve hasların kayıt işlerinin geri kalması­ na sebep oldu. Sadrazam Sinan Paşanın teklifi ile 1597’de nişancı ve defter eminle­ rinin savaşlara katılmaları yeniden kanun haline getirildi. Böylece ordugâhta defter emini ve kayıtlarının bulunduğu bir çadır kuruldu: defterhane çadırı. Merkezden başka imparatorluğun her ilin­ de de birer defter emini bulunurdu. tllerdekilerin görevleri de merkezden yapılan tevcihlerin ikinci nüshalarını saklamak, tahrir emirlerine göre il içindeki sancak­ ları, kadılıkları, has, zeamet ve tımarları kaydetmekti. Defter eminlerinin, fesin kabu­ lünden sonra başlarına kafesî destâr yerine âdi fes, üstlerine de güğer hırvatî giyme­ leri, leh biçimi eyerli ve takımlı ata binme­ leri kanun haline geldi. Defter eminliği 1840’ta kaldırıldı; görevi, yeniden kurulan Maliye nezaretine verildi. 1848’de tekrar ku­ ruldu ve 1871’de adı Defler-i Hakanî ne­ zareti oldu. ♦ Defterci i. Tapu dairelerinde sicil kü­ tükleri ve dosya arviş memuru. — Teşk. tar. Bk. BEYLİKÇE ♦ Defterhane blş. i. Esk. Tapu ve ka­ dastro dairesi. ♦ Defterî sıf. Esk. Defterle ilgili. ♦ Defterlû veya defteri! i. Esk. Deftere yazılmış, kaydı yapılmış kimse. — Teşk. tar. Yeniçeri ocağının defterlerin­ de yazılı, yeniçerilere verilen ad. (Vezirler, sancak ve alay beyleri, kendileriyle ilgili kimseleri defterlerine geçirdiklerinden bun­ lara da defterlû denilirdi.) || Defterli avcı­ lar. Bk. AVCI7ar. (-» Bibliyo.) [ML] DEFTERDAR blş. i. (yun. diphthera’dan fars. defter-dâr, defter tutan). İllerde ma­ liye işleriyle görevli yüksek memur. |i Os­ manlI imparatorluğunda maliye ve hazine işlerini vüriiten kimse. Bk. DEFTERDARLIK. (M) D efterdar camii, İstanbul’da Cihangir'de Mimar Sinan tarafından 1553’te yapıldı. 1912 Yangınında yandı. Yapı kalıntıları 1916'da kaldırılırken mezarlar Kılıçalipaşa camiine taşındı. (M) D efterdar camii, İstanbul’da, Eyüp’te, Defterdar iskelesindedir. Defterdar Mahmud Efendi tarafından yaptırıldı (1540-1541). Bir kubbeli ve duvarları kesme taştandır. 1768 Depreminden zarar gören yapı esaslı bir onarım gördü. Camiye bağlı okul ve med­ rese yıkılmıştır. (M) Defterdar İbrahim paşa mescidi ve med­ resesi, İstanbul’da, Çarşamba’da, Kanunî devri defterdarlarından İbrahim Paşa tara­ fından yaptırılan mescit ve medrese; yıkıl­ mıştır. (M) DEFTERDARLIK blş. i. (fars. defter-dâr, ve türk. -lık"tan defterdarlık). Defterdarın görevi ve makamı. || Maliye bakanlığının gözetim ve denetimi altında illerde kurulan kamu idaresi. (Hâzineye ait her türlü ala­ cakları [vergi, resim, harç v.b.] tahsil et­ tirerek hâzineye gelir sağlamak Ye masraf kanunları' gereğince genel bütçeye ayrılan tahsisattan istihkak sahiplerine veya kamu hizmeti görenlere gerekli ödemeleri yaptır­ makla yükümlüdür.)

— ANSiKL. Tar. Murad II devrinde emval deftercisi veya mal defterdarı adını taşıyan bir görevli malî hizmetleri görüyordu. Os­ manlI devletinin başlangıç döneminde ge­ lişmiş bir maliye sistemi bulunduğunu gös­ teren Fatih kanunnamesinde defterdar, dev­ let mallarının sorumlusu olarak gösteril­ mektedir. Defterdarların mâliyeden ferman yazmak, bazı memuriyetler vermek, me­ murlara iki akçeye kadar zam yapmak, hü­ kümdarlarla karşılıklı konuşması gibi yet­ kileri vardı. Osmanlı imparatorluğunun ge­ nişlemesi üzerine defterdarlar Rumeli ve Anadolu olmak üzere iki kısma ayrıldı. Rumeli deftardarma ba.şdefterdar, Anadolu defterdarına şıkkı evvel defterdarı dendi. Selim 1 (Yavuz) zamanında Arap-Acem defterdarlığı kuruldu. Rumeli defterdarı hilât 've bağışlarda vezir ve kazaskerlerle aynı derecede tutulurdu Divandaki yeri kazas­ kerden sonra idi. Veziriazamla birlikte ye­ mek yeme hakkı vardı. 600 000 akçe has ile bazı hallerde hâzineden 240 000 akçeye kadar yıllık alırdı. Padişaha gelen hediye­ lerde hissesi vardı. Başdefterdar sefere çık­ tığında. yerine Anadolu defterdarı bakar­ dı. Mehmed IlI’ün kurduğu dördüncü Tuna boyları defterdarlığı kısa bir zaman son­ ra kaldırıldı. XVI. yy. sonlarında görev. Arap-Acem defterdarlığı Halep, Şam, Trablus-Şam, Diyarbakır, Erzurum- defterdarlık­ larına ayrıldı. Anadolu defterdarlığı üçe bö­ lünerek Anadolu, Karaman ve Sivas defter­ darlıkları haline getirildi. Bu yeni def­ terdarlıklara kenar defterdarlığı veya ha­ zine defterdarlığı adı verildi. Selim III za­ manında Nizamıcedid askerinin masrafını karşılayacak vergileri toplamak için Şıkkı râbi defterdarlığı kuruldu. Nizamıcedid teş­ kilâtının kaldırılması (1807) üzerine bu defterdarlık işe yaramaz hale geldi. Defterdarlık, her biri mâliyenin ayrı bir bölümüyle uğraşan otuzdan fazla kaleme ay­ rılmıştı. Her kalem dairesinde hâce denilen bir müdür ve halife denilen müdür yardımcı­ ları ile kâtip, şakirtler (kâtip adayı) vardı. Maliye nezaretinin kuruluşuna kadar bu dü­ zen devam etti. Teşkilâtın en geniş zama­ nında büyük daireler kuruldu, önemlileri büyük ruzname kalemi, baş muhasebe ka­ lemi, Anadolu muhasebesi kalemi, haremeyn muhasebesi kalemi, cizye muhasebesi kalemi, maliye kalemi, sipah muhasebesi kalemidir. Defterdarlar Divanı Hümayunun tabiî üyeleri olarak haftada dört gün divan toplantılarına katılırlardı. Ayrıca malî da­ vaları dinleyerek hüküm verirlerdi. Mah­ mud II. mâliyeyi düzenlerken hâzineyi üç büyük bölüme ayırdı. 1. Şıkkı evvel def­ terdarının idaresindeki Hazine-i Âmire; 2. defterdara bağlı mansure hâzinesi; 3. bir nazırın idaresindeki darphane hâzinesi. Ha­ zine-i Âmire defterdarlığı bir süre sonra kaldırıldı, görevleri de Darphane nezareti işleriyle birleştirildi ve Darphane-i Âmire defterdarlığı kurularak nazırlığına Ali Rı­ za Bey getirildi (eylül 1835). 1838’de man­ sure defterdarlığı buraya bağlanarak Ma­ liye nezareti kuruldu ve mâliyenin tek el­ den yönetimi sağlandı; Nafiz Efendi ma­ liye nazırı oldu. Abdülmecid Maliye neza­ retini kaldırdı, mâliyeyi, Hazine-i Âmire ve Mukataât defterdarlığı olmak üzere iki­ ye ayırdı. Kısa bir zaman sonra Maliye ne­ zareti kuruldu, Saip Paşa maliye nazırı ol­ du (1841). 1867’de yapılan yeniliklerle teş­ kilât genişletildi. 11 muhasebecilikleri deftardarlık haline getirildi. Cumhuriyet döneminde defterdarların gö­ revi 29 mayıs 1936 tarihli ve 2996 sayılı Maliye Vekâleti Teşkilât ve Vazifeleri Hakkındaki kanunla belirtildi. Defterdarlar il ve katma bütçeli ilçe teşkilâtlarının âmi­ ridir. işlemlerin kanun hükümlerine göre yürütülmesini sağlamak, kendisine yönelti­ leli sorulara cevap vermek, kanuna aykırı davranışta bulunanlar hakkında kovuşturma yapmak v.b. görevleri vardır. Defterdar bulunduğu ilde Maliye bakanlığının en bü­ yük memurudur (md. 20). [-> Bibliyo.] (M) D efterdar M ensucat fabrikası, Türkiye’­ de kurulan ilk fes fabrikası (1836). önce­ leri Kadırga’da bulunan ve Dâriissınâa de­ nilen yapım evi 1839’da Eyüp’te, Defter­ dar koyundaki Haticesultan sarayının üç katlı Kur’a bölümüne taşındı. Fabrika fes yapımından başka halı ve aba da doku­ muştur. Hayvan gücü ile dönen dinkleme Foto. M K Y D A S

DEG yerine 1868’de buhar makinesi getirtilen fabrikada sonraları tarak, vargel ve doku­ ma makineleri kullanıldı. 1876’da Bâbıseraskerî emrine verilen fabrika 1923’lc Sa­ nayi ve Maadin bankasına. 1939’da ise Sümerbank'a geçti. Bugün 6 136 tane ştrayhgarn iği, 1 880 kamgam iği ve 167 doku­ ma tezgâhına sahip bulunan fabrika ayrıca tefrik, yıkama, boya ve apre tesisleriyle trikotaj ve konfeksiyon seksiyonlarını biraraya toplamıştır, imalâtı şayak paltoluk, braşova, askerî ve resmî ihtiyaçlar için kul­ lanılan kumaşlar ile ştrayhgarn ve kam­ gam karışık kaşe, sporteks, mantoluk, bat­ taniye ve tam kamgam scrj. gabardin koverkot. ropluk ile ince fantezi kumaşlar­ dır. İplik kapasitesi ortalama olarak yılda 1 230 t ştrayhgarn ve 158 t kamgarndır. Dokuma dairesi yılda ortalama 1 763 000 m çeşitli tip kumaş imal etmekte ve fab­ rikada 2 200 işçi çalışmaktadır. (M) DEFTERDAR MUSTAFA PAŞA, osmanlı devlet adamı (öl. İstanbul 1633). Niğdelidir. Enderunda yetişti. Medrese öğrenimi de gördüğü için Suhte (Softa) diye de anı­ lır. Hotin seferinde (1621) yeniçeri ağası oldu. Dönüşünde Rumeli beylerbeyliği pa­ yesiyle kaptamderyalığa yükseldi. 1623 Yı­ lında nişancı, sonra defterdar oldu (1633). Murad IV’ün güvenini kötüye kullanması halk ve yeniçeriler arasında hoşnutsuzluk yarattı. Bu yüzden Bostancıbaşı Rıdvan Ağa ile birlikte 20 haziran 1633 gecesi sarayda tevkif edilerek öldürüldü. (M) D efterdar Mustafapasa camii, Edirne’­ de Mustafa Paşa tarafından Mimar Sinan'a yaptırıldı. 1752 Depreminde yıkılan tonoz bingili kubbesi yerine 1872’de günümüzdeki çatı yaptırîldı. (M) Defteri Hakan! nezareti, Osmanlı im­ paratorluğunda devletin resmî kayıtlarını tutan ve koruyan daireye verilen ad. önce­ leri Defter eminliğinip gördüğü hizmetler 1871’de bu dairenin kaldırılması üzerine, yeni kurulan Deften Hakanı nezaretine ve­ rildi. Teşkilâtın başına Kâni Paşa getirildi. Cumhuriyet devrinde bu hizmet, 1927’de ku­ rulan Tapu ve Kadastro Genel müdürlüğü­ ne verildi. (M) DEFTERİ MEHMED (Ebülfadl), tarihçi ve defterdar (öl. Şam 1574). Tarihçi İdrisi Bitlisî’nin oğlu. Babasından ve devrin bilgin­ lerinden ders alarak kendini yetiştirdi. Def­ terdar olarak Mısır’da bulunduğu sırada malî konulardaki bilgisi ile dikkati çekti. Kanunî’nin bir emrini doğru bulmayarak uygulamadığı için istifa ettiği söylenir. Defterî Mehmed Efendinin telif ve tercüme eserlerinin içinde en önemlisi Cengiz'in hü­ kümdar oluşundan Timur'un ölümüne ka­ dar olan olayları içine alan beş ciltlik ta­ rihidir. Eser farsça yazılmış Vassaj Tarihi’nin bir özetidir. (M) DEFTERÎ MEHMED PAŞA Bakkalzade, osmanlı devlet adamı, tarihçisi, başdefterdarı (öl. Kavala 1717). BabIâli’de Ruznamçe-i Evvel kalemine girdi. Bu kalemin hali­ fesi Kılıç Ali Efendinin yardımıyle iyi bir maliyeci olarak yetişti. Ramî Mehmed Paşa ile tanışarak şıkkı evvel defterdarlığına yük­ seldi. 1703’te Edirne’de meydana gelen Feyzullah Efendi olayı sırasında öldürülme korkusuyle bir süre gizli yaşadı. İstanbul'­ dan gelen isyancılar, beraberlerinde defter­ dar olarak Muhsinzade Abdullah Efendiyi getirdiler. Fakat Ahmed III tahta çıktığı zaman cülus bahşişini dağıtmadiğı için ken­ disini azlettiler ve yerine Bakkalzade'yi def­ terdar yaptılar. Zaman zaman uzaklaştırıl­ dığı bu makama çeşitli tarihlerde yedi defa tayin edildi. Varadin seferinde silâhtar Ali Paşanın şehit düşmesinden sonra siyasî hiz­ mete girdi. Ahmed IIl’ün idaresindeki dev­ let adamlarının teşvikiyle kendisine vezirlik rütbesi verildi. Sadrazam olması bekleni­ yordu. Fakat Ahmed III, bu işi Timişoara seferinden sonra ele alacağını söyledi: dö­ nüşte de buna yanaşmadı. Haksızlığa uğ­ radığını ileri süren Defterî Mehmed Paşa. Selânik muhafızlığıyle merkezden uzaklaştı­ rıldı (1717). Aynı yılın nisan ayında Kavala’da öldürüldü. Başarılı bir maliyeci olan Defterî Mehmed Paşa, aynı zamanda iyi bir tarihçidir. 1656'dan 1703’e kadar geçen olayları 7Aibde-tiil-Vakayi (Olayların özü) kitabında anlatır. Ayrıca Osmanlı impara­ torluğunun sosyal durumu ve siyasetini an­ latan Nasâyih-iil-Viizera ve’l-ümera (Emir­

lere ve Vezirlere öğütler) adlı bir kitabı vardır. Bu eser ingilizceve çevrilerek basıl­ dı (1935). [M] DEFUİSSEAUX (Alfred). belçikalı siya­ set adamı (Mons 1823-ay.y. 1901). Avukat. Catechisme dıı Peııple (Halk ilmihali) adlı bir eser yayımladı. 1888 grevini düzenledi, Fransa'ya gitti. «Büyük suikast» adı veri­ len olaya adı karıştı ve on beş yıl hapis cezası yedi. 1894’ten 1901'e kadar millet­ vekili oldu. Kömür işçileri sosyalist fede­ rasyonu başkanı olarak tanındı. — Kardeşi LfiON (Mons 1841-Brüksel 1906), Jules Favre’m kâtibi (1862-1863), temsilciler mecli­ sinde Mons üyeliğine seçildi (1870-1881). Militan bir sosyalistti, mecliste aşırı solcu­ lar grubuyle iş birliği yaptı; bütün yurt­ taşlara oy hakkının tanınmasını, anayasa­ nın yeniden gözden geçirilmesini istedi. Gö­ revinden çekildi, sosyalist harekette büyük payı oldu, devlet güvenliğine karşı bir hare­ kete karışmakla suçlandı (1904). [E] DEGA. Bk. d a ğ a . DEGAJE i. (fr. degage). Bale. Bir adı-, ma hazırlanan ayak serbest bırakılır ve vücudun ağırlığı öbür tarafa verilir. (Aya­ ğı yere sürerek yapılır. Bacaklardan biri pozisyondaki ayaktan ayrılır; öne, arkaya veya yana uzanır. Yerde veya havada ola­ bilir. Sıçramalı degajeler ikinci, öne doğ­ ru dördüncü ve arkaya doğru dördüncü pozisyonlarda yapılır, (E) DEGAJMAN i. (fr. degagernent). Spor. Degajman yapmak, topu (futbol, rugby v.b. gibi oyunlarda) sert bir ayak vuruşuyle ata­ bileceği kadar uzağa atmak. (LM) DEGAME, Amerika’da çıkan bir tür ke­ reste; Calycophyllum Candidissimıtm (kökboyasıgiller familyası) adlı bir ağaçtan el­ de edilir. (Bu ince, sert ve düz bir tahta­ dır; kolay ve iyi cilâ tutmağa yatkın, fa­ kat dayanıksızdır; ince marangozlukta, âlet­ ler, keman yayı, yayık v.b. yapımında kul­ lanılır). [T] DE GAMERRA (Giovanni), İtalyan tiyatro yazan (Livorno 1743-Vicenza 1803). Don Fernando Conte d’Errara (Errara Kontu Don Fernando 11765], î Solitari (Yalnız Yaşayanlar) [1770] gibi acıklı dramlar ve Mozart’ın bestelediği Lıtcio Silla gibi lib­ rettolar yazdı. Ateşli bir Avusturya taraf­ tarıydı. 1775’te Viyana imparatorluk tiyat­ rolarının aylıklı yazarı oldu. İtalya’ya dö­ nüşünde Napoli sarayı için Diderot'r.un nazariyelerinden esinlenerek Plano per lo Stabilimento del Novo Teatre Nazionale’yi (Ye­ ni Millî Tiyatronun Kuruluşu İçin Plan) [1790] yazdı. La Batavia e la Belgia Libe­ rale (Kurtarılan Batavia ve Belçika) [1793] adlı eseri gerici bir tutumu yansıtır. Bu eser sayesinde Viyana sarayı imparatorluk şairi oldu. (L) DEGANYA veya DEGANİYA, İsrail’de köy, Taberiye gölünün güney kıyısında; 400 nüf. 19G9’da kuruldu. Filistin’deki ilk kolektif kuruluştur. 1948’de halk, arap kuv­ vetlerinin bir saldırısını geri püskürttü. Beyt-Gordon tabiat bilim müzesi. Batak­ lık tarımı ve meyve (portakal) ağaçları ye­ tiştiriciliği. ()-) DEGAS (Edgar). fransız ressamı (Paris 1834-ay.y. 1917). Bir süre hukuk öğrenimi gördükten sonra. Güzel Sanatlar okulunda Lamothc’un öğrencisi oldu. İngres’i örnek alarak sanatını geliştirmek için İtalya’ya gitti. 1856-1857 Yıllarını bu ülkede geçire­ rek Rönesans ustalarının tablolarını kopya etti. O dönemde yaptığı tablolar klasik ge­ leneklere uygun olmakla birlikte. Bellelli Ai­ lesi (1860). Bir Şehir Kurduran Semimmiş [1860-1865], Orleans Şehrinin Mutsuzlukları [1865] gibi tablolarında, bir yandan güçlü bir kişiliğin izleri, bir yandan da Ingres ve Puvis de Chavannes’in etkileri görülür. Bas Çalgıcısı Dilhaıt, Opera Orkestrasında ad­ lı tablosu ile yukarıda sayılanlar Louvre müzesindedir (Jeu de Paume salonları). Felix Bracjuemond. 1853’ten sonra Degas’ya ofort tekniğini öğretti. Daha sonra res­ sam. Japon estamplarını gördü ve onlardaki cüretli kompozisyon tekniğinin etkisi altında kaldı. Hayatının ilk yarısında Ed­ gar Degas, sanatın klasik geleneklerine saygılı olmak, çağının yaşamasını yorum­ lamak ve yeni teknikler denemek gibi de­ ğişik amaçlar arasında bocaladı. İngres gibi renkten çok desene, biçime önem verdi ve

Polo. \ııliom ıl Haller!/, Ginuuloıı, Rulloz. A .P .l’. (hAROCSSE)

«Plojda» National gallery, Londra

Edgar DEGAS «Dans Sınıfı» Louvre müzesi, Paris

durmadan desenler çizdi. 1870 Frattsız-alman savaşında topçu eri olarak orduya katıldı, bataryasının yüzbaşısı Henri Rouart ile tanıştı. Sanatsever ve sanatçıların yakın dostu olan Henri Rouart’ın evinde, savaştan sonra. Edouard Manet. Berthe Morisol gibi ressamları, Stephane Mallarme. Paul Valcry gibi şairleri tanıdı. 1872'dc Amerika'ya giderek annesinin doğduğu şehir olan Ncw-Orleans’da çalıştı ve en olgun eserlerinden biri sayılan Kew-Orleaııs’da Pamuk Pazarı adındaki kompozis­ yonu yaptı. İzlenimci grubun 1874 yılında açılan ilk sergisine katılan Degas ikinci ser­ giye (1876) 24 tablosunu gönderdi. Tablo­ lar, tenkitçiler, halk ve sanatçının dostları tarafından iyi karşılanmadı. 1877 ve 1879’da açılan sonraki sergilere ressam. 25 tablo ile katıldı. Degas, öteki izlenimci arkadaş­ ları gibi, resim sanatının saplanıp kaldığı ölü geleneklere ve formüllere son vermek amacındaydı. Ama tekniği, izlenimci teknik değildi. Araştırmaları, arkadaşı olan sanat tenkitçisi Duranty’nin ve natüraiist yazar­ ların anlayışlarına yakındı. Degas, teknik ve estetik değerleri bakımından alelade hi­ kâye türünün çok üstünde olan çeşitli ko­ nulu kompozisyonlar ve portreler yapıyor­ du: Otiicü Kadınlar (Louvre müzesi), Dar­ gınlık (1872); İrza Geçiş (1875); Absent (1877) [Louvre müzesi], Absent tablosuna gravür ressamı Desboutin ve aktris Ellen Andre modellik ettiler. Tiyatro ve konserler ressamın ilgisini çekiyor, operanın fuayesin­ de gördüğü bale dansözlerinin çeşitli pozla­ rım tespit ediyordu. Zaten Degas. birçok kompozisyonuna (Dansöz Fiocre «Kaynak> Balesinde [1868], «Robert le Diable» Ba­ lesi [1872], Dans Sınıfı [1872] Louvre mü­ zesi) esin kaynağı olan opera fuayelerinden ömrünün sonuna kadar ayrılmadı. Degas ti­ yatrodan başka at yarışlarına, sirklere çok gider ve buralardan aldığı konuları tablola­ rında işlerdi: Miss Lola, Fernando Sirkinde. Degas’nın huysuz ve geçimsiz karakteri Renoir, Monet. Sisley gibi arkadaşlarının onunla

Edgar DEGAS kendi portresi Louvre müzesi, Paris

Aleide DE GASPERİ

DEG

82

birlikte sergi açmayı reddetmelerine sebep oldu, öte yandan Degas’nın sergilerde görü­ len resimleri onu, sanatseverlerce aranılan ve sevilen bir usta derecesine yükseltti. Yalnız yaşamayı seven, geçimsiz Degas en yakın arkadaşlarını da alaya alır, onları incitecek sözler söylemekten kaçınmazdı. Hayatının son yıllarında gözleri bozuldu, bu yüzden yağlıboyayı bırakmak zorunda kaldı. Son seçkin tablolarını daha kolay­ lıkla kullandığı pastel tekniği ile yaptı. Pastellerinin çoğu Louvre müzesinin es­ tamp koleksiyonunda ve Londra’da Na­ tional gallery’dedir. Pastel ile yaptığı nü’ler. kompozisyon, biçim anlayışı ve yorumu ölçüsünden son derece cesaretli ve buluş­ larla doludur. Hemen hemen hiç görmeyen gözleriyle Degas. fotoğrafçılığa özendi, ola­ ğanüstü güzellikte dansöz heykelleri yaptı ve şiiı yazdı. Degas’yı, çağının en büyük sanat devrimcilerinden biri kabul etmek ge­ rekir: «Desen, biçim değildir, biçimi görme metodudur» derdi. Degas Toulouse-Lauırec’i, Bonnard’ı, Vuillard’ı ve kendisine bir ara modellik etmiş olan kadın ressam Suzanne Valadon’u etkiledi. Maupassant’m Tellier Eri adil hikâyesi için yaptığı mo­ notipleri Ambroise Vollard, bir lüks baskı halinde yayımladı. Degas'nın tabloları, Michel OE GHELDERODE dünyanın bellibaşlı müzelerinde bulunmak­ tadır. (L) DE GASPERi (Akide), İtalyan siyaset ada­ mı (Trcnto 1881-Valsugana 1954). Yirmi dört yaşında İl Nuovo Trentino gazetesinin yönetimini üzerine aldı. Avusturya parla­ mentosuna milletvekili seçildi (1911), söylev­ lerinde Avusturya idaresi altında bulunan 1talyanların haklarını savundu. İtalyan yurtta­ şı oldu. 1919’da Bologna’da, hıristiyan de­ mokrat eğilimli, yeni İtalyan Halk partisinin (Partito Popularo Italiano) ilk kongresine başkanlık etti. 1921'de Trento’dan millet­ vekili seçildi. Halk partisinin parlamento grup başkanı oldu, fakat bu partiyi tümüy­ le tasfiyeye karar veren faşist hükümet ta­ ralından tutuklandı ve dört yıl hapse mah­ kûm edildi (1926); sonra Vatikan’da kü­ tüphane müdürü oldu. Faşist rejimin yıkıl­ ması üzerine hemen ön plana geçti. Roma’nın kurtuluşundan sonra, Hıristiyan Demok­ rat partisinin sekreterliğine getirildi: birinci Bonomi kabinesine sandalyesiz bakan olarak girdi, ikinci Bonomi ve Parri kabinesinde dışişleri bakanlığına getirildi ve bu görevi, 10 aralık 1945'te başbakan oluşuna kadar muhafaza etti. Haziran 1946’da, öteden beri savunduğu cumhuriyetin ilânından sonra da, 28 temmuz 1953’e kadar başbakan kal­ dı. Müttefiklerle barış anlaşmasını imzaladı ve bu anlaşmayı parlamentoda onaylattı. Mııssolini’nin Vatikan ile olan 1929 tarihli Latran anlaşmalarını içine alan yeni ana­ yasayı meclisten geçirtti. Bu iki önemli oylamada komünistler, yeni hıristiyan de­ mokrat çoğunluğuna katıldılar. Bununla bir­ likte De Gasperi, 1 haziran 1947’de ko­ münistlerden ve Nenni’ci sosyalistlerden ay­ rıldı. Daha önceki kabinesinde birçok defa değişiklik yaptıktan sonra beşinci kabine­ sini kurdu; dışişlerini kont Sforza’ya bırak­ tı, içişlerini üzerine aldı. Partisinin kurul­ taylarında. çeşitli eğilimleri uzlaştırmayı başardı; fakat küçük azınlık gruplarının (liberaller, reformcu sosyalistler, gelenek­ sel cumhuriyetçiler) devamlı desteğini sağ­ layamadı. İtalya’nın güney ve orta bölge­ lerinde geniş bir tarım reformuna girişti. Dış siyaset alanında, Federal Almanya ve Amerika Birleşik devletleri ile anlaşmalar yapılmasından yana olan, kararlı bir Batı taraflısı diye tanındı. Sekizinci De Gas­ peri hükümetinin başarısızlığından sonra temmuz 1954’e kadar partisinin genel sek­ reteri kaldı ve Avrupa Kömür ve Çelik birliği başkanlığına seçildi (mayıs 1954). m DE GAULLE (Charles). Bk. KAt'LLK (Charles DE). DE GEER, belçika asıllı isveçli aile, Liege’li Lamberd De Geer de Chainee (öl. 1399) bilinen en eski atasıdır. 1641’de İs­ veç’te yerleşen bu aileye soyluluk unvanı verildi. Ailenin iki kolu bugün de bu adı devam ettirmektedir. (L) DE GEER (Gerhard Jakob), isveçli coğ­ rafyacı ve jeolog (Stockholm 1853-ay.y. 1943). Birçok seyahat ve keşif yaptı. Bu­

zul devrinden sonra İskandinavya'da mey­ dana gelen seviye değişmeleri ile buzul sel­ lerinin bırakmalarını inceledi. (L) DE GEER (Kari, vikont —), isveçli si­ yaset adamı (1747-1805). Kral muhafız su­ bayı, kraliçenin mabeyincisi (1764), İsveç’in en yüksek devlet adamı sayılırdı. 1778’de parlamentoya girdi. 1786’dan sonra Axel von Fersen’in yanı sıra krala karşı (özellik­ le plenum plenarum sırasında [1789]) muha­ lefet önderlerinden biri oldu. 20 Şubat hü­ kümet darbesi sırasında muhalefet önder­ leriyle birlikte tutuklandı. 1792’de yeniden parlamentoya girdi, daha az canlılık göster­ di, ılımlı bir tutum benimsedi. Jakoben’lerin radikal demokrat davranışlarını kınadı (1800). [L] DE GEER (Louis. baron —), isveçli si­ yaset adamı (Finspang 1818-Truedstorp 1896). Bağımsız eğilimliydi, orta sınıfların etkisini artırmağa çalıştı, belediye ile ilgili reformdan sonra (1862), Riksdag’ın (dört sınıfın meclisi: kilise, soylular, burjuvalar, köylüler) iki meclise dönüştürülmesi mese­ lesini oya koydurmayı başardı. Birinci mec­ liste soylular etkiliydi, ama İkincisinde bur­ juva ve köylülerin üstünlüğü sağlandı. Baş­ bakan oldu (1876-1880), dine serbestlik ge­ tirdi ve ceza kanununu yeniden düzenletti. (L)

DEĞEN (Jakob), isviçreli uçak teknisyeni (Liederstvil 1761-Viyana 1848). 1807’den son­ ra insan gücü ile işleyen basit bir mekaniz­ mayı balona takarak uçmağa çalıştı. (L) DEGENAU, İsviçre’de ((Thurgau’da) köy. Köy kilisesinde, 1945-1947 arasında. Reichenau-Niederzell freskleri türünde, 1150’de ya­ pıldığı sanılan duvar resimleri bulundu. Re­ simlerin konuları; Havariler arasında İsa; Meryem; Meryem’e İsa’nın doğacağının ha­ ber verilişi; İbrahim ve melekler. (L) De Genealogiis Deorum Gentilium (Pa­ gan tanrılar şeceresi), Giovanni Boccaccio’nun on beş kitapta topladığı latince eser. Yazar bu eseri 1350 ile 1360 yılları ara­ sında yazdı. Hayatının son yıllarında yeni­ den gözden geçirdi ve genişletti. Eskiçağ mitoloji hikâyelerini tarihî, alegorik ve ah­ lâkî anlamları içinde yorumlayan bu kitap, yüzyıllar boyu önemli bir kültür aracı ol­ du. Polemik görünümünde olan son iki kitap şiirin ve şairin bir savunmasını kap­ sar. (L) DE GENESTET (Petrus Augustus), hollandalı şair (Amsterdam 1829-Rozendaal 1861). Hastalığı yüzünden rahiplik mesleğinden ay­ rılmak zorunda kaldı. Duygulu, ölçülü, akı­ cı şiirler yazdı. (L) DEGENFELD, Schatvaben asıllı alman aile­ si, 1165’ten beri bilinir. Başlıca üyesi: CHlttSTOPH MARTİN, baron von Değenfeld (Eybach 1599-ay.y. 1653). Wallestein ve Tilly kumandası altında savaştı. Güstav-Adolf, sonra Fransa (1635), en sonra da Ve­ nediklilerin (1642) hizmetine girdi. Türklere karşı çarpıştı, Dalmaçya genel valisi oldu. Altı oğlundan biri olan HANNiBAL da onun kadar serüvenli bir hayat sürdü (1648-1691). MAB1A SPSANNA T.OYS.v adlı bir de kızı vardı. (L) DEGENFELD (Maria Susanna Loysa, — baronesi), birinci baron Christoph Martin’in kızı (1636-Heidelberg 1677), güzelliği, in­ celiği ve’ düşüncelerinin açıklığı ile tanın­ dı. 1650’de Pfalz prensesi Charlotte’un ne­ dimesi oldu, sonra Pfalz prensi Karl-Ludwig ile evlendi. (L) DEGENFELD-SCHÖNBURG (August, — kontu), avusturyalı general (Nagykanizsa 1798-Altmünster, Gmunden yakını 1876). 1848 ve 1859’da İtalya’ya karşı yapılan sa­ vaşlara katıldı. 1860’tan 1864’e kadar savaş bakanı oldu. (L) DEGENHART (Bernhard), alman sanat ta­ rihçisi (Monaco 1907). XIV. ve XV. yy. avrupa sanatı konusunda bilgisiyle tanındı, özellikle Pisanello ve Geç gotik devri sa­ natçıları üzerine çalıştı. (L) DEGERANDO veya DE GERANDO (Joseph-Marie), fransız filozofu ve siyaset ada­ mı (Lyon 1772-Paris 1842). İhtilâl başla­ yınca Fransa’dan ayrıldı. Direktuvar’da ge­ ri döndü ve Napolyon zamanında siya­ sete atıldı. Madame de Stael ile ilişki kur­ du. Paris’te idare hukuku profesörü oldu

(1818), Enstitü'ye ve Akademi’ye üye seçil­ di. Eserleri: Cûndillac’ın etkisi altında yaz­ dığı Theorie des Signes et de l’Art de Pertser dans leıırs Rapports Mutııels (Kar­ şılıklı İlişkileri İçinde İşaretler ve Dü­ şünme Sanatı Teorisi) [4 cilt, 1800]; Histoire Comparee des Syştemes de Philosophie Relativement aux Principes des Connaissances Humaines (Felsefe Sistemleri ile Bilgi İlkelerinin Karşılaştırmalı Tarihi) [3 cilt, 1804], Des Progres de L ’tndıısirie dans Ietır Rapport avec le Bien-Etre Physique et Moral de la Classe Oııvriere (Sa­ nayideki Gelişmelerin İşçi Sınıfının Beden ve Ruh Rahatlığı ile İlgisi) [1841-1845]. (L)

DE GEYTER (Jan Julius), flaman diliyle yazan belçikalı şair (Ledc, Doğu Flandre 1830-Anvers 1905). Flaman millî hareketi­ nin başlıca öncülerindendi. Gerçekçi bir nitelik taşıyan şiirinin ilham kaynağı siya­ sî görüşleridir. (I») DEGEYTER (Pierre), belçikalı besteci (Gand 1848-Saint-Denis 1932). Tornacı, 1888’de Internationale*in müziğini bestele­ di. (L) DEGGENDORF, Almanya’da (Balı Alman­ ya. Bavyera) şehir, Tuna’nm sol kıyısın­ da, Regensburg’un aşağı kesimi; 16 300 nüf. Gotik üslûbunda kiliseler. XVI. yy.dan kal­ ma belediye sarayı. Dokuma ve metalür­ ji sanayii. (L) DE GHELDERODE (Michel), fransızca yazan belçikalı oyun yazarı (ixelles-Brüksel 1898-Brüksel 1962). Serüvenlerle dolu bir hayat yaşadı, çeşitli mesleklere girip çıktı, sonra fransız vç flaman dillerinde yazdığı hikâyelerle tanındı. Ama gerçek ününü, oyunlarıyle sağladı. De Ghelderode’ın renkli bir üslûbu vardır. Teknik bakımdan anlatımcıdır. Eserlerinde dinî inanç ile kü­ für bir arada bulunur, orijinalliği garipli­ ğe kadar varır. Başlıca oyunları şunlardır: Barrabas (1931); Hop Signor (Hop Sinyor) [1942]; Escurial (1948); Fastes d’Enfer (Ce­ hennem Gösterişleri) [1949]; Sire Halewyn (1950); Les Femmes aıı Tombeau (Mezarda Kadınlar); Christophe Colomb (Kristof Kolomb); Madetnoiselle Ja'ire (Matmazel Jaire) ve la Grande Kermesse (Büyük Ker­ mes) [1953]. (1) , DE GİOSA (Nicola). İtalyan besteci ve orkestra yöneticisi (Bari 1820-ay.y. 1885). Napoli konservatuvarında Zingarelli ve Donizetti’nin öğrencisi oldu. San Carlo, Fenice, Kahire ve Buenos Aires’te orkestra şef­ liği yaptı. Yirmiden fazla opera ve komik tarzın değerli bir örneği olan Don Checco’yu (1850) yazdı. Ayrıca kilise müziği, senfonik müzik ve oda müziği de besteledi. (L)

DE GİOVANNİ (Achille), İtalyan klinik hekimi (Sabbioneta 1838-Padova 1916). Pavia’da genel patoloji (1878-1879), klinik pro­ fesörü (1878) ve 1902’de senatör oldu. Her insanın, bedeninin yapısı ve çalışması ba­ kımından ayrı bir kişiliği olduğunu ve tıb­ bın bu yola yöneltilmesi gerektiğini ileri sürdü. Tıbbî antropometri verilerine daya­ narak, 1876’dan sonra, düşüncelerinin me­ todolojik temellerini attı. (L) DE GİOVANNİ (Nicola), İtalyan ıııüzikçisi (Cenova 1802-Parma 1856). Paganini ve diğer ustalardan ders aldı. Tanınmış bir kemancı ve orkestra şefi oldu. Bir missa ve çalgı müziği besteledi. (L) DE GİULi-BORSİ (Teresa), İtalyan sop­ ranosu (Mondovi 1820’ye doğr.-Napoli 1877). Müzik öğrenimini Milano’da yaptı ve mes­ lek hayatına da orada başladı (1839). İtalyan müziğinden seçtiği geniş bir repertuvar ile Avrupa’nın belli başlı şehirlerin­ de alkış topladı. (L) DEGLAVS (Augusts), letonyalı yazar (Skibenieki, Letonya 1862-Riga 1922). Roman­ lar (Vecais Pilskungs [Yaşlı Şato Sahibi], 1890; Jauna Pasaule [Yeni Düya] 18971898; yalnız ilk iki kısmı çıkan Riga adlı üçleme, 1911-1912 ve 1921-1922 ve şehirle köy çatışmasını işleyen hikâyeler yazdı. Ayrıca edebî, felsefî ve sosyal deneme­ leri vardır. (L) DEGLİ ALESSANDRİ veya D’ALESSANDRİ (Vincenzo), XVI. yy.da yaşa­ mış Venedikli gezgin. Uzun yıllar İstanbul'­ da oturdu. 1570’te İran şahı Tahmasp’a el­ Foto. B enıaııtl (L A R O V R H E ı

çi olarak gönderildi. Amacı onu. Kıbrıs'ı alan Sultan Selim'e karşı savaşa sürmekti. 21 Ay süren heyecanlı yolculuğu sırasında Erzurum. Erivan ve Tebriz’den geçti. Elçi­ liği başarısızlıkla son buldu. (L) DEGLİ ANTONt, Bologna okulundan İtal­ yan bestecileri. —1’iETHO (Bologna 1648ay.y. 1720), Filarmoni akademisini kuran­ lardandır, orada başkanlık da yaptı, ünlü ses sanatçısı Mignetta ile evlendi. Eserleri: keman ve sürekli bas ve ayrıca org için sonatlar, moteller, missalar, kantatlar, ora­ toryolar. operalar. —GtOVAX.NI BATTIKTA (doğ. Bologna 1660’a doğr.), Pietro’nun kardeşi. Keman, org, çello, çembalo için yedi kitap yayımladı, tki kardeşin bes­ telerini Bach ve Handel de bilirdi. (E) DEGLİ ARMATİ (Salvino), İtalyan fizikçisi (Floransa-öl. 1317). 1285 Yılma doğru göz­ lüğü icat eden kişi olarak kabul edilir. (T-)

DEGO, İtalya’da komün, Liguria'da (Savona ili), Savona’nın kuzey-kuzeybatısında; 2 700 nüf. Bonapart, AvusturyalIları burada yendi (13 nisan 1796). [T] DE GOEJE (Michael Jan), hollandalı şar­ kiyatçı (Dronrijp 1836-Leiden 1909), Leiden üniversitesinde profesör. Tarih ve coğrafya incelemeleriyle başlıca arap metinleri üs­ tüne çalışmalarıyle tanındı. Yayımlanan baş­ lıca eserleri: tdris, Afrika ve İspanya (Dozy ile, 1866), Fragmenta Historicorum Ârabicorum («Arap Tarihinden Seçmeler», Jong ile, 1869-1871); ortaçağ arap coğrafya metinlerinin zengin bir derlemesi olan Bibliotheca Geographorum Ârabicorum (Arap Coğrafyacıları Kitaplığı, 1870-1893); Şair Müslim ibni el-Velid'in Divanı (1875); or­ tak çalışma ürünü olan ve bir bilgi anıtı sayılan Taberİ Yıllıkları (1879-1892). [L] DEGOS (Robert), fransız hekimi (Mugron, Landes 1904). Paris hastahanelerinde hekim olarak çalıştı (1936); sonra Paris üniversi­ tesinde profesör oldu (1951). Çeşitli deri hastalıkları ve frengi problemleri üzerinde çalıştı. Traite de Dermatologie (Deri Has­ talıkları Üstüne İnceleme) [1953] adlı bir eser yayımladı. Deri ve iç organlarda görü­ len atrofili kötü kabarcık hastalığı (papüloz) «Degos hastalığı» adiyle bilinir. (L) DEGOUTTE (Jean Marie Joseph), transız generali (Charnay, Rhöne 1866-ay.y. 1938). 1890’da Saint-Cyr okulunu piyade olarak bitirdi, 1895’te Madagaskar savaşına, 1900’de Çin seferine katıldı. 1911’de Casablanca’daki fas kıtalarının menzil yönetimini sağladı. 1914-1915’te 4. Ordunun (general de Langle) kurmay başkam oldu. 1916’da generalliğe yükseldi. Somme’da ve Champagne’da Faslılar tümenine başarı ile ku­ manda etti. Daha sonra 21. Kolordu ku­ mandanı oldu, bu birlikle Malmaison sal­ dırısını (1917), 1918’de 6. Ordunun başın­ da Champagne’da temmuz saldırısını yö­ netti. Kısa süre sonra Belçika kralının ya­ nına yardımcı general olarak tayin edildi, üç müttefik ordu ile (fransız, belçika. İn­ giliz) Flandre sırtını ele geçirdi ve Güney Belçika’yı kurtardı. 1920’de yüksek savaş konseyine girdi. Rheinland’da müttefik iş­ gal kuvvetleri başkumandanlığına getirildi ve 1925’e kadar bu makamda kaldı. 1923’te Ruhr havzası işgalini yönetti. (E) DEGRA i. (fr. degras). Sepici .tarafından derilerin yağlanmasında kullanılan, don ya­ ğı, balık yağı ve moelonun karışımından meydana gelen yağlı terkip. (L) DE GRAAF (Reinier), hollandalı hekim ve fizyolog (Schoonhoven, Utrecht yakını 1641-Delft 1673). Anatomi bilgini Sylvius’un öğrencisi. Tıp bilgisini geliştirmek üzere Angers ve Paris’e gitti; ülkesine dönüşün­ de Delft’te hekimlik yaptı. Pankreas öz­ suyu üstüne ilk önemli çalışmaları ona borç­ luyuz: yumurtalıkta bulduğu foliküllerc De Graaf folikiilleri adı verildi. (L) DEGRADATÖR i. (fr. degradateur). Foto. Bk. YAYMAK (Yayma çevresi). DE GRAZİA (Vincenzo), İtalyan filozofu (Mesoraca, Catanzaro 1784’e doğr. - Napo­ li 1856). özellikle bilimkuramla (gnoseologie) uğraştı. Bu alanda tamamen görgücü’dür (ampirist). Bu yüzden Kant’çı Galluppi, Rosmini, Gioberti ve özellikle Hegel’ci hareketle çatıştı. Başlıca eserleri Saggio su la Realtâ delta Scienza Umana Foto. A .C .L . ( L . U İ O r s s E )

(insan Bilimlerinin Gerçekliğine örnek) [5 cilt, 1839-1849]; Discorsi su la Logicu di Hegel e su la Filosofia Speculativa (Hegel Mantığı ve Spekülatif Felsefe Üstüne Tar­ tışmalar) [1850], (L) DEGRE (Alajos), fransız asıllı macar ro­ mancısı (Lippa 1820-Budapeşte 1896). Hikâ­ yeleri halk arasında çok sevilir. Oyunları­ nın çoğu Millî tiyatroda oynandı. 1883’te hatıralarını yayımladı, (i.) DE GREEF (Arthur), belçikalı piyanocu ve besteci (Louvain 1862-Brüksel 1940). Brüksel konservatuvarının piyano sınıfında Brassin’in, armoni sınıfında Dupont’un. kontrapunto sınıfında Kufferath'ın. beste­ cilik sınıfında Gevaert’in ve Weimar’da Liszt'in öğrencisi oldu. Senfonik müzik (Flanıaıı Şarkıları, Siiiı...) şarkıları, oda müziği, piyano eserleri (Çeşitlemeli Menuetto v.b.) bıraktı. Brüksel konservatuvarında piyano öğretmenliği yaptı (1887), birçok turneye çıktı. Grieg. De Greef’i bestelerini en iyi yorumlayan sanatçılar arasında sa­ yardı. (L) DE GREEF (Guillaume), belçikalı sosyolog (Brüksel 1842-ay.y. 1924). Hukuk doktoru, özel Brüksel üniversitesinde sosyoloji pro­ fesörü, sonra 1894’te kurulan yeni Brüksel üniversitesinde sosyoloji, sosyal ekonomi ve psikoloji profesörü, daha sonra rektör ol­ du. Birçok eser yayımladı: Introdııction â la Sociologie (Sosyolojiye Giriş) [1886-1889]; la Constituante et Regime Representatif (Ku­ rucu Meclis ve Temsilî Rejim) [1892]; les Lois Soeiologiçıtes (Sosyoloji Kanunları) [1893]; Evolııtion des Croyances et des Doctrines Politiques (Siyasî İnançların ve Dok­ trinlerin Evrimi) [1895]; Sociologie Gene­ rale Elementaire (Genel Sosyoloji Temel Bilgileri) [1895]; le Transformisme Social. Essai sur le Progres et le Regrğs des Societes (Sosyal Dönüşümcülük, Toplumların İlerleme ve Gerilemesi Üstüne Deneme) [1895]; De Greef bu son eserinde ilerleme ve gerilemenin şartlara bağlı olduğunu ta­ nıtlamağa çalışır ve bu şartları da ancak bilimin onaya koyması gerektiğini ileri sü­ rer: Problemes de Philosophie Positive (Po­ zitif Felsefe Meseleleri); La Sociologie Economique (İktisadî Sosyoloji) [1904]. Çok ev­ rimci olan Guillaume de Greef, Herbert Spencer’in görüşlerini benimsedi. (L) DEGRELLE (Leon), belçikalı siyaset ada­ mı (Bouillon 1906). Action Catholique par­ tisi için çalıştı, 1935’ten sonra kralcı oldu. Almanya ile anlaşma yapmaktan yana olan Degrelle, Belçika'nın 1940’ta bozguna uğ­ raması üzerine iş birliğinin başına geçmeyi denedi. Rusya’da Almanların safında sa­ vaşan «Wallonie» lejyonunu kurdu, Ukray­ na’da Çerkasi’de yaralandı. Ispanya’ya geç­ ti, gıyaben ölüm cezasına çarptırıldı. Bi­ linmeyen bir yerde, belki de Arjantin’de, Belçika’ya sokulması yasaklanan kitaplar yayımladı. (L) DE GREGORİ veya DE GRE-GORİİS (Gregorio), Venedikli tipograf (XV.-XVI. yy.). Kardeşi Giovanni ile birlikte, zama­ nın çok beğenilen birçok resimli kitabını bastı (Ketham’ın Fascicıılus Medicinae'si [1491], Decamerone [1492], Novellino [1492] v.b.). [L] DE GREGORİO (Alfred), İtalyan hukukçu­ su (Parabita. Lerce tH81-?l Messina ve Bologna’da ticaret hukuku, özel hukuk ku­ rumlan, sonra Roma’da sanayi ve ticaret hukuku okuttu. Eserleri: Bilanci delle Societâ Anonime (Anonim Ortaklık Bilanço­ su) [1908]; Contributo ad uno Studio Sutla Natura del Diritto di Aııtore (Telif Hak­ kının özüyle İlgili bir incelemeye Katkı) [1916]; Corso di Diritto Commerciale (Ti­ caret Hukuku Dersleri) [2 cilt, 1930-1932]: Delle Societâ e Delle Associazioni Comerciale (Şirket ve Ticarî Ortaklıklar Üs­ tüne) [1938]; La Venaita (Satış) [1940]. (L) DE GROUX (Charles DEGROUN. Charles — denir), belçikalı ressam (Comines 1825Brüksel 1870). Navez’in öğrencisi. Halkın yaşantısını dile getiren canlı ve'renkli re­ simler yaptı. Brüksel müzesindeki Yemek Duası Millet’nin Angelıts’u ile bir tutuldu. — Oğlu IIENRY (Brüksel 1867-Marsilya 1930). ROMANTİKLERİN SONUNCUSU ola­ rak adlandırıldı ve Yerilen İsa tablosu £

«cjtJJ-'.j s?'

solda, süvari şeklinde bir melek; karşı sayfada, güvercin başlı dört koflu bir cin

) girişte solocuların ve koronun daha sonra­ ki bölümlerde söyleyeceği temalar duyulur. DELAMBRE (Jean-Baptiste Joseph, şöval­ Bu ahlâkçı eser Kutsal Kitab’m metinlerini ye), fransız astronomu (Amiens 1749-Paris açıklar; en kısa bölümler bile üzerinde u- 1822). Lalande’m öğrencisi, Jüpiter ve Sa­ zun uzun düşünülerek bestelenmiştir. Pazar türn uydularının cetvellerini hazırlayarak sabahları krallığın kilise töreninde okunan tanındı. Mechain ile birlikte, Dunkerque ve bu «dinî âyin»de, fransız müziğinin gelişi­ Barcelona arasındaki meridyen yayını ölç­ mini özetleyen iki akım çarpışır: Hür Fran­ tü; bu iş ancak 1799’da bitti. 1807’de Colsız kilisesi akımı ile İtalyan kilisesi akımı. lege de France’ta Lalande’m ölümüyle bo­ Delalande'm müziğinde yapı özellikleri ve şalan astronomi kürsüsüne geldi. 1815’te Şiir (Lully ile Corelli) yer yer kaynaşır. emekli oldu, son yıllarını bilim tarihini yaz­ Lully’den sağlam çatı kuruluşunu ve bü­ makla geçirdi. Her dilde eseri okuyup an­ yük koro yığınlarının dikey kullanımını, layabildiği için bilgisini alabildiğine derin­ Corelli’den ise melodi kıvraklığını, ateşli an­ leştirmişti. Cuvier’ye göre, İlmî doğruluğu­ latım tarzını, seçkin çokses çizgilerini al­ nun yanı sıra son derece alçak gönüllüydü. mıştır. Rahip Mathieu’nün aracılığıyle ta­ Eserleri: Tables de Jüpiter et de Saturne nıdığı romalı ve Venedikli bestecilerin e- (Jüpiter ve Satürn Cetvelleri) [1789]; Hisserleri Delalande’m kafasında iyice yer et­ toire de l’Astronomie (Astronomi Tarihi) mişti. öte yandan bir dekor, soyluluk ve [1817-1827]. (E) renkli çizgiler diyarı olan Versailles’ın yü­ DELAMERE (George Booth), İngiliz siya­ celiği de müziğinde yansır. Oıarpentier’nin set adamı, Delamere baronu (1622-Cheshire yolundan giden, Campra’nm öncüsü olan bu 1684). 1645'te Cheshire temsilcisi olarak par­ Louis XIV dönemi müzikçisini, dostu lamentoya girdi. 1654 ve 1656 parlamento­ François Couperin ile aynı sıraya koymak larında da bulundu. Cromvvell düştükten gerekir. Delalande. bestelerken üslûba bü­ sonra parlamentodan çıkmak zorunda kal­ yük önem verdiği eserlerinde türlü anlayış­ dı. Bağımsız bir parlamentodan yana olan Delamare, daha sonra, cavalier’lerle (kral­ ları biraraya getirmiştir. (L) DELÂLET i. (ar. delâlet). Yol gösterme, cılar) birleşen presbiteryenlere katıldı. Ba­ kılavuzluk, aracılık: Kayıkçıların delâletiyle ğımsız bir. parlamento ve yeni bir hükümet ona biraz daha yaklaşır, gizlice onu seyret­ kurulmasını sağlamak amacıyle girişilen bir meğe başlardık (A. Ş. Hisar). Belki Fe­ ayaklanmaya katıldı. Ayaklanma yalnız Derit, onlardan birini Velid’in delâletiyle gö­ lamere’in yönetimindeki Cheshire bölgesin­ rür, beğenir \e alırdı (Vâ-Nû). || Delil, de başarıya ulaştı. Delamere bir süre tu­ işaret, belirti: Âdem olanın hayr olur â- tuklandı, sonra serbest bırakıldı. (L) demlere kastı / İnsanlığa insanda budur DELANE (John Thaddeus), İngiliz gazete­ işte delâlet (Ziya Paşa). || Delâlet etmek, cisi (Londra 1817-Ascot yakını 1879). 1841’kılavuzluk etmek, yol göstermek: Bize de­ den 1877’ye kadar Times'in müdürü; gaze­ lâlet et. Bizimle beraber Balkan’a çık (ö- teyi geliştirdi, ağırbaşlı ve tarafsız bir ga­ mer Seyfeddin). || Belirtmek, anlatmak, an­ zete olarak tanınmasında yardımcı oldu. lamına gelmek: Rana Beyin bu saatte ko­ (E) nağa gelmesi yeni bir vak'a çıktığına delâ­ DELAND (Margaretta WA!>E CAMPBELL. let ediyordu (H.E. Adıvar). Mrs. Margaret —), amerikan kadın yazarı — Mant. Esk. Bir şeyin bilinmesinden ikin­ (Aliegheny, Pennsylvania 1857-Boston 1945). ci bir şeyin anlaşılmasının gerekmesi. Birin­ Bazıları psikolojik bir değer taşıyan birçok cisine dâll, İkincisine medlul denirdi. roman yazdı: John Ward. Preacher (John — Tıp. Esk. Muayeneden sonra bir te­ Ward, Vaiz) [1888]; The Vehement Flame daviyi gerektiren durum. (Şiddetli Alev) [1922], (L) ♦ Delâlât çoğl. i. Esk. Delâletler. (M) DELANEY (Shelagh), İngiliz kadın oyun DELAMAİR veya DELAMAİRE veya DE yazarı (Salford, Lancashire 1939). Salford’LA MAİRE (Pierre Alexis), fransız mima­ taki okullarda okudu. Çeşitli işlerde çalış­ rı (1676-Châtenay, Paris yakını 1745). Kra­ mak ve yazmak amacıyle 17 yaşında öğre­ liyet inşaat müteahhitlerinden birinin oğlu; nimi yarıda bıraktı. 1958 Yılında Londra’­ genç yaşta Robert de Cotte’un hizmetine da oynanan A taste of Honey (Bir Parmak girdi, sonra yetenekleri sayesinde kardinal Bal) adlı ilk^ oyununu yazdığı zaman 19 de Rohan’ın ilgisini çekti. Marais’de 1704- ' yaşında yoktu. Bu oyunu 1960’ta New York’1709 arası inşa ettiği Rohan ve Soubise ta da oynandı ve yılın en iyi yabancı ese­ konakları başlıca eseridir; ustalığını özel­ ri seçilerek «New York Drama Critics» likle Soubise konağının önündeki sütunlu ödülünü kazandı; 1961’de filme de alındı. yolda gösterdi. Yine onun eseri olan Cha- Bu eserinde olduğu gibi, The Lion in Lova nac-Pompadour konağının zemin katı da (Âşık Olan Aslan) [Londra 1960, New York günümüze kalmıştır. (L) 1963] adlı oyununda da Delaney, Kuzey DE LA MARE (Walter John), İngiliz ro­ İngiltere sanayiinde çalışan işçi sınıfının mancı ve şairi (Charlton, Kent 1873-Twic- gerçek hayatını dile getirdi. Bu sebeple ten­ kenham, Middlesex 1956). \v a l t e r k a - kitçiler Miss Delaney’e «öfkeli genç kadın» MAL adı altında 1901’de Cong of Child- adını taktılar ve onu kültüre başkaldıran hood’u (Çocukluk Türküleri), 1904’te Hen- «öfkeli gençler» takımından saydılar. Ha­ ry Brocken adlı romanını ve öteki dünyayı yat hikâyesini, 1963’te yayımladığı Sisveetly anlatan psikolojik romanı The Return’ü Sings the Donkey (Eşeğin Tatlı Şarkıları) (Dönüş) yayımladı. Başlıca şiir kitapları: adlı eserinde dile getirdi. Ayrıca Charhe The Listeners and Other Poems (Dinleyici­ Bubbers adlı bir senaryo da yazdı. (M) ler ve Başka Şiiıler) [1912]; Te Veil (ör­ DELANGE (Hermann François), belçikalı tü) [1921]; The Burning Glass (Yanan Cam) besteci (Liege 1715-ay.y. 1781). Saint-Paul [1945]. Sanatı, Blake veya Coleridge’inki- manastırında ilk müzik öğrenimini gördü, ne benzer; sembolizmi ise Maeterlinck’in sonra eğitimini tamamlamak üzere İtalya’­ sembolizmini andırır. (L) ya gitti. Roma’da alman kilisesinin müzik DELAM ARE-DEBOUTTE V i LLE (Edou- yöneticisi G.B. Costanzi’nin öğrencisi ol­ ard), fransız sanayici ve bulucusu (Rouen du. 1740’ta Liöge’e dönüşünden ölümüne 1856- Montgrimon, Fontaine-le-Bours ya­ kadar Saint-Paul manastırında birinci ke­ kını, Seine Maritime 1901). Fransa’da pa­ mancı olarak çalıştı. Bilinen eserleri şun­ muk sanayiinin kurucularından birinin oğ­ lardır: sürekli bas eşliğinde solo sonatlar; lu, 1879’da torna, delme, rendeleme, freze üçlü sonatlar; sinfonia'lav, İtalyan tarzında ve bölme işlerini yapabilecek bir makine uvertürler; Nicette Erdemlilik Okulunda ad­ düzenledi. En büyük buluşu fabrikasının lı bir opera; missalar; bir Laudo Sion; ro­ ustabaşısı Leon Malandin ile birlikte yap­ manslar. (L) tığı patlamalı motorla çalışan ilk hızlı oto­ DELANNOY (Jean), fransız sinema oyun­ mobildir. 8 Beygir gücünde bir motoru olan cusu ve yönetmeni (Noisy-le-Sec 1908). On bu arabada önce petrol, bir kazadan sonra sekiz yaşında filimlerde oynamağa başladı, da benzin kullanıldı. 12 Şubat 1884’te Benz daha sonra teknik alana yönelerek kurguFoto. Petiton {LARO VM E)

111

P. A. DELAMAİR

Saubise konağı

cu oldu. 1935 Yılında birkaç kısa filim. 1937’de ise ilk büyük filmini çevirdi: Ne tuezI pas Dolly (Dolly’yi öldürmeyin). Daha son-j ra çevirdiği filimlerin başlıcalan: Macao I (1939); Pontcarral (1942); Ebedi Döniiş (l’E-J temel Retour) [1943]; Andre Gide’den uy-J gulanan Pastoral Senfoni (la Symphonicj Pastorale) [1946]; Tanrı İnsanlara Muh­ taçtır (Dieu a Besoin des Hommes) [1950]:] Marie-Antoinette (1955); Kaybolan Tasma-\ sız Köpekler (Chiens Perdus sans Collier)] [1955]; Notre-Dame’m Kamburu (Nötre Dame de Paris) [1956]; Maigret Tuzak Ku­ ruyor (Maigret Tend un Piege) [1957]: i Maigret et l’Affaire Saint-Fiacre (Maigret ve Saint-Fiacre İşi) [1959]; Kır Kahvesi j (Guinguette) [1959]. 1959’dan sonra çevirdi­ ği bazı filimler: le Baron de l'Ecltıse (Alaverc Havuzunun Baronu) [1960]; la Prin-] cesse de Cleves (Cleves Prensesi) [1960];' le Rendez-vous (Randevu) [1961]; les Ami- Jean-Baptiste Joseph ties Particulieres (özel Dostluklar) [1964]: DELAMBRE le Majordome (Başhademe) [1965]; le Soleil des Voyoııs (Serserilerin Güneşi) [1967], (E)

DELANNOY (Marcel), fransız bestecisi (La Fertö-Alais 1898-Nantes 1962). Müziği ken­ di kendine öğrendi, bilgisini artırmasına J. Gallon, A. Gedalge, A. Honegger, R. Manuel, L. Aubert gibi sanatçılar yardım etti. İlk eseri olan Le Poirier de Misert (Sefalet’in Armut Ağacı) [1927] adlı opera­ komikle kazandığı başarı onu sahne müziği­ ne yöneltti ve üslûbunu belirledi. Daha son­ ra bestelediği eserler: Hanımın Soytarısı (1930); Külkedisi (bale. 1931-1935); Ginevra, (1942); Puck (1949); Paris operasında oy­ nanan Akılalmaz Düğün balesi (1955); İbra­ him ile Melek (opera-bale, 1960); Maurice J Careme’in şiirleri üstüne Sessizliğin Sesi (1959); Zamanın Gecesi (1962). Delannoy’- W nin müziğinin başlıca niteliği sürekli bir içtenliktir; eserlerinde birçok biçimi kaynaş­ tırır. Senfonik eserleri de vardır: iki sen­ foni; bir piyano konçertosu; bir Balad; bir Konçertant Senfoni; oda müziği; şarkı­ lar; bir dörtlü. (L) DELAPHANCHE (Eugene), fransız heykel­ cisi (Belleville 1836-Paris 1891). 1864’te Ro­ ma ödülünü kazandı. Daha çok duygulu Edouard DELAMAREkadın resimleri yaptı: Günahtan önce Hav­ DEBOUTTEVİLLE va, Tan Kızıllığı, Leylâklı Bâkire (Louvre), Sainte-Agnes (Saint-Eustache kilisesi, Paris) ve Mgr Donnet Anıtı (Bordeaux katedrali). [L] DELAPORTE (Louis), fransız şarkiyatçısı (Saint-Hilaire-du-Harcouet 1874-Silezya’da sürgünde öldü 1944), Paris’te İnstitut Catholique’te profesör (1921). Başlıca eserleri: kipti metinleri, kipti metin kataloglan ve asur silindir mühürleri: la MSsopotamie, les Civilisations Babylonienne et Assyrienne (Mezopotamya, Babil ve Asur Medeni­ yetleri) [1923]; Grammaire Hittite (Hitit Grameri) [1929]; les Hittites (Hititler) [1936]; les Peuples de l’Orient Mediterraneen, le Proche-Orient Asiatique (Doğu Akdeniz Halkları, Yakındoğu) [1938]. Re­ stte Hittite et Asianique dergisinin kuru­ cusu, Küçük Asya’da birçok kazı yönetti; Malatya «Aslanlı Kapı»’sını ve «Malatya Kabartmaları» adı verilen alçak kabartma­ ları (Louvre) ortaya çıkardı. (E) DELAPORTE (Louis Marie Joseph), fransız denizci ve gezgini (Loches 1842-Paris 1925). Kamboç’u gezdi. Khmer anıtlarını in­ celedi (1872) ve sonradan oraya birçok gö­ revli yolladı, önce Compiegne’de açılan sonra Trocadero’ya taşınan Khmer müzesini kurdu; khmer sanatını Voyage au Cambodge (Kamboç’a Gezi) [1880] ve Monuments du Cambodge (Kamboçya Anıtları) [1915-1925] adlı eserlerinde inceledi. (L) DELAQUİS (Ernst), isviçreli hukukçu (İs­ kenderiye 1878-Davos 1951). Liszt tarafından

DEL

Paul DELAROCHE Güzel Sanatlar Yüksek okulunun dekorasyonu

Sonia DELAUNAY «Tristan Tzara'nın Portresi»

Gustaf DE LAVAL

kurulan modern ceza hukuku okulunun öncülcrindendi. Ceza işleminin düzeltilmesine uygun yollar aradı; suçlulukla savaş için milletlerarası bir çalışma yapılmasını sa­ vundu. 1913’tc Berlin’de, 1914-1919 yılla­ rında Frankfurt am Main’da profesörlük yaptı. 1919’da Emniyet teşkilâtında çalıştı. 1929-1934 Arası Hamburg’da, 1944’tcn sonra da Bern’de profesör. 1938’de Bern’deki Mil­ letlerarası Ceza hukuku ve Hapishane ko­ misyonunun genel sekreteri oldu; 1949’da bu komisyona fahrî başkan seçildi. Başlıca eserleri: Der Vntaııgliche Versuch (Fay­ dasız Deney) [1904]; Die Rehabilitation im Strafrecht (Ceza Hukukunda İtibarın Sağ­ lanması) [1907]; Erstrebtes und Erreichtes :ur Lösııng der Fremdenfrage (Yabancılar Meselesinin Çözülmesinde Ulaşılmak İste­ nen ve Varılan Yer) [1924]. Delaquis. ay­ rıca Schyveizer Zeitschrift fiir Strafrecht dergisinde de yazılar yazdı. Bibliyo.) [M] DELİ BORAN, türk saz şairi (XIX. yy.). Çorum'un Sarımbay köyünden olduğu söy­ lenir. Daha çok Güney Anadolu bölgesin­ de yayılan şiirleri Karacaoğlan ve Dadaloğlu’nu andırır. (M) DELİCADO (Francisco), XVI. yy.da ya­ şamış İspanyol yazarı. Yerleşmiş ahlâk ku­ rallarını hiçe sayan canlı bir üslûpla ya­ zılmış bir romanı vardır: Retrato de la Lozana Andaluza (Andalucia’lı Lozana’nm Portresi) [1528], (D DELİCAN, S.S.C.B.’de (Ermenistan cum­ huriyeti) şehir. Gökçegöl’ün kuzey kıyısına 40 km, Karakilise demiryolu istasyonuna 46 km, Erivan’a 110 km uzaklıkta. Tarımsal ticaret merkezi. (M) DELİCE i. Buğdaygillerden bitki; tahılla­ ra karışarak büyük zararlara sebep olur: evcil hayvanlar çok fazla miktarda delice yerse-zehirlenebilir. — A N S iK L . Delice (Lolium) buğdaya ol­ dukça yakın bir bitkidir; başakçıkları yassı ve bir kenarıyle başak eksenine yapışıktır. Başaklar sapın ucunda bulunur. Bir yıllık veya çok yıllık türleri bulunan bu bitki ılıman bölgelerde yetişir. Asıl delice (Lo­ lium temulentum) zehirli sayılır. Bu bitki­ den kurtulmak çok zordur; çünkü tohum­ ları çimlenme gücünü uzun zaman korur. Birçok çim bitkisi de (Lolium perenne; L. mııltiflorum) bu cinstendir, çimenlikler­ de kullanılır. Yılda üç defa biçilebilecek derecede mükemmel bir yem bitkisidir: ama daha çok otlak olarak kullanılır. (L) DELİCE, esk. P iran, Kırıkkale iline bağlı ilçe merkezi; 7 415 nüf. Kızılırmak’m baş­ lıca kolu olan Deliceırmak’ın sol kıyısın­ da; yüksl. 750 m. Ankara-Samsun yoluna 1 km’lik kolla bağlanır, önce Keskin ilçecî"" bağlı idi. — Delice ilçesi, 726 km-, 27 668 nüf. 1960 Yılında kuruldu. Tek bu­ cağı içinde 38 köyü vardır. Tahıl tarımı. Küçükbaş hayvancılık. (M) DELİCE doğan blş. i. Küçük doğan. Yır­ tıcı kuşların en hızlı uçanıdır.

ANSİKL. Delice doğan (Falco subbuteo) hafif, ince uzun gövdelidir. Kanatları kub­ beli ve uzundur; katlandığı zaman kuyru­ ğunu aşar. Rengi mavimsi siyah, başı kül rengi, ensesi beyaz benekli, kanatları ve kuyruğu siyah, karnı esmer benekli sarı, paçaları, kuyruk sokumu ve kuyruğun üs­ tü kızıl, ayakları sarıdır. Ağırlığı ve boyu yaşma vc cinsiyetine göre değişir. Dişisi daha büyük olur: boyu 38 sm. kanat açık­ lığı 92 snı’dir. Avrupa ve Asya’da yaygın olan delice doğan, kış göçüne başlayan tar­ la kuşlarını avlar, Hindistan'a ve Af­ rika’ya kadar onların ardından gider. (L) Delice Böcek, Fazıl Hiisnü Dağlarca'nın şiir kitabı (1957). Türk' Dil kuruntunun 1958 şiir ödülünü kazandı. Ayrı başlıklar altında sıralanan şiirler, Kurtuluş savaşını konu edinen bir destanın parçalarıdır. 1919 Yılında yurdun düşmanlarca işgalini duyan «Erzurum’da bir böcek», İzmir’e doğ­ ru yola çıkar. «Delice böceğin» yolculuk serüveni içinde Kurtuluş savaşı sahneleri canlandırılır; eser, böceğin 9 eylül 1922’de İzmir’e varışını belirten zafer şiiriyle so­ nuçlanır. (M) DELtCEIRMAK veya DELİCESU, Kızılırıııak'ın en uzun kolu (426 km). Yukarı Kızılırmak bölümünde Akdağ'ın batı etek­ lerinden doğan derelerin (Çayıralan'dan ge­ çen Kazanboğazı deresi, Arsızözü Felâhiye’den geçen Akdere) birleşmesiyle Boğazlıyan suyu adı altında ortaya çıkar, kuzey­ batıya doğru akarak Şefaatli yakınında en önemli kolu Kanak çayı ile birleşir, vadi­ si boyunca, Fakılı-Çerikli arasında. Kayseri-Ankara demiryolu devam eder. Bu ke­ simde Yozgat’tan gelen Bozok çayı, Killiközü, Acısu, İnandık derelerini, kuzeye yö­ nelince Sungurlu’dan gelen Budaközü’nü alır ve Cacıklar köyü yakınında Kızılırmak’a karışır. Geçtiği yerler az engebe­ li ve az yağışlı olduğu için Deliceırmak, çığırının uzunluğuna göre fazla su yüklü değildir. Çoğunlukla geniş olan vâdi tabanı, alçıtaşı ve tuz tabakalı kızıl killi yerey içinden geçer. Cacıklar’da yapılan ölçmelere göre ırmağın ortalama akımı 10 nYVsaniyedir (1-40 m3/saniye). Yaz sonunda suyu çok azalır. (M) DELİCİLER çoğl. i. Apocrita alt takımın­ dan zar kanatlı böcekler. Bunların dişile­ rinde zehir iğnesi bulunmaz; bunun yerine nebatî ve hayvanî dokuları delmeğe elve­ rişli bir burgu bulunur. Burguyle dokuları deler, içine yumurtalarını bırakır. (tclıneumonidae, cynipidae, chalcididae, proctotrypidae familyasından böcekler delicidir.) [L] DEL1ÇAY, esk. Kertis, Doğu Anadolu’­ nun Van Murat bölümünde (Van ili, Er­ ciş ilçesi) bucak merkezi; 796 nüf. İlçe mer­ kezinin 16 km kuzeyinde. Aladağ’m eiinev eteklerindedir. — Deliçay bucağı, 12 941 nüf.; yüksl. 1 850 m; 15 köy. (M) Deliçay U rartu kalesi, Van gölünün ku­ zeyinde. Erciş ilçesine 18 km uzaklıkta ka­ le. Burası Van gölünün kuzey kıyısında bir deltada gemilerin küçük bir sığınağı ola­ rak kullanılmıştır. Sur duvarları iri kyklopik taşlarla örülmüştür. Kale bedeni yer yer yarım daire planlı kulelerle takviye edil­ miştir. Yerleşmeyi işaret eden kalıntılar azdır. Deliçay kalesi, Urartu devletinin başşehri Van (eski adı Tıışpa veya Turuşpa) ile Ku­ zey Urartu arasındaki kara ve deniz yo­ lunu koruması yönünden önemliydi. Bir nevi karakol vazifesi görmekteydi. M.ö. IX. yy. da yapıldığı sanılır. (M) Deli Dumrul, Dede Korkut Kitabı’ndaki 12 hikâyeden birindeki erkek kahramanın adı. Atak, gözüpek ve zorba kişiliğiyle Az­ rail’e meydan okuyan Dumrul, Tanrı’nın gazabına uğrar ve ölümle cezalandırılır. Yürekten yakarışı ve saf inancı yüzünden, canı, yerine can bulması şartı ile bağış­ lanır. Anasıyle babasına, kendi yerine öl­ meyi kabul edip etmeyeceklerini sorar; ikisi de kabul etmeyince Azrail’den izin alarak eşine vasiyetini bildirmeğe gelir. Birbirini çok seven genç karı kocanın fedakâr ve temiz aşklarını değerlendiren Tanrı, yaşlı ana babanın canlarının alınmasını buyura­ rak onların ömürlerini de Dumrul ile eşine bağışlar. Euripides’in Alkestis trajedisine konu olan Yunan efsanesi ile Deli Dum­ rul hikâyesi yakın benzerlik gösterirse de, aralarındaki yorum farkı kesindir. Dum­

rul, eşinden kendi yerine ölmesini istemez; eşi, Dumrul’u ölüme yalnız bırakmaz. Dumrul ana ve babasına başına gelen du­ rumu anlatmakla yetinir; onların reddi karşısında hiç bir kırgınlık göstermez. Admetos ise ana babasına lânetler savurur, karısına sadık kalacağına söz vererek, sırf krallık görevi yüzünden yaşamayı ister. Deli Dumrul hikâyesi ayrıca. Oğuzların İs­ lâmlığı kabul edişlerinden doğan din de­ ğiştirme tedirginliğini ve tek tanrı inan­ cına bağlanmanın ilk aşamasını belirler; Dede Korkut Kitabı'ndaki en ilgi çekici ko­ nuyu en İnsanî açıdan işler. (M) DELİ DÜNDAR, Kıyan Selçuk'un oğlu­ dur. Oğuz boylarında sağ kola kumanda ediyordu. Adı efsaneleşmiştir. (M) DE LİEMACKERE (Niklaas), Rooze de­ nir, flaman ressamı (Gand 160ü-ay.y. 1646). Rubens’in etkisinde kaldı, özellikle doğduğu şehrin kiliselerinin resimlerini yapmakta Gaspard van Crayer ile yarıştı (Sint Baaf katedrali: Zafere Ulaşan Meryem; Niklaaskerk: Meleklerin Diişiişu, Aziz Nicolaus'un Kutsanması, Azize Anna’nın Hayatı). M DELİ FUAD PAŞA, osmanlı müşiri (Mı­ sır 1835-İstanbu! 1931). lncirköylü Müşir Haşan Paşanın oğlu, ilk öğrenimini Mı­ sır’da. orta öğrenimini İstanbul’da yaptı. Babasının Mısır’a gönderilmesi üzerine Mı­ sır’daki Abbasiye mektebine girdi. Mekte­ bi süvari subayı rütbesiyle bitirdi, aynı mek­ tepte bir süre hocalık yaptı; rütbesi albay­ lığa kadar yükseldi. 1869’da İstanbul’a döndü. Dârı Şûrayı Askerî’de görevlendi­ rildi. 1872’de liva (tuğgeneral) rütbesi ile. Heıııavend aşiretinin isyanını bastırmak üzere Kerkük’e gönderildi. İki yıl sonra Yanya fırkası (tümen) kumandanı oldu. 1876’da tşkodra isyanını bastırmağa memur edildi; bu sırada Karadağ savaşlarındaki ya­ rarlığından dolayı Tuna ordusuna naklolu­ narak birçok muharebede Rusları bozguna uğrattı. Sonra ordunun geri çekilişinde art­ çı olarak büyük yararlık gösterdi. Mütare­ kede, İstanbul yakınlarında (Bakırköy ci­ varı) bir hattı tutuyordu. Bu çarpışmalar­ daki başarısından dolayı 1878’de Umum Ku­ mandanlık vekâletine tayin edildi ve rütbesi müşir oldu. Harpten sonra Rusların Ru­ meli’de boşaltacakları toprakları geri al­ makla görevlendirildi, bir süre sonra «yâver-i ekrem» (padişah yaveri) oldu. Daha sonra da elçi olarak Avusturya ve Rusya’ya gön­ derildi. Fuad Paşanın, Abdülhamid 11 devri siyase­ tini ve ileri gelenlerini kötü yönleriyle açık­ ça tenkit etmekten çekinmemesi çevresinde hoşnutsuzluk yarattı, hattâ kendisine Deli lakabı takıldı. Bu davranışıyle padişahın güvenini yitirdi; bir tarafa gönderilmesi için fırsat kollanmağa başlandı. Damat Mahmud Celâleddin Paşanın Avrupa’ya kaçması vesi­ lesiyle, tanınmış hafiye Fehim Paşa, padi­ şah aleyhinde Fuad Paşanın da içinde bu­ lunduğu bir komployu haber verdi; paşanın konağı gözletirken patlak veren silâhlı ça­ tışmada birkaç kişi öldü.. Devlet otoritesine karşı koyduğu bahanesiyle Divanı Harbe verilen Fuad Paşa idama mahkûm ettiriF di. fakat Abdülhamid bir lütuf gibi, bu hükmü, onun rütbe ve nişanları geri alın­ mak suretiyle Şam’a sürdürülmesi şeklinde hafifletti. Şam’da altı yıl sürgün yaşayan Fuad Paşa ikinci Meşrutiyet’te (1908) İs­ tanbul’a döndü., ve Ayan meclisine' üye oldu. Balkan harbindeki bozgun üzerine fevkalâde askerî mecliste, Çatalca’da düşmanı durdura­ cağını söylemesi üzerine, ihtiyar yaşına rağ­ men Sazlıdere savunma hattını kurdu. 1915’te kurulan fevkalâde heyetin başkanı ola­ rak Berlin ve Viyana’ya gönderildi. Mil­ lî Mücadeleye de yararı dokundu: Sivas kongresi kararları gereğince ve kendisine yapılan telkin ve tavsiye üzerine saraya baskıda bulundu; Damat Ferid Paşa hü­ kümetinin düşmesinde etkili rol oynadı. Oğullarından üçü Balkan ve Çanakkale sa­ vaşlarında şehit düştüler. (M) DELİGEORGİS veya DHELİGHİORGHİS (Epameinondas), yunanlı siyaset adamı (Trablus 1829-Atina 1879). Avukat, 1859 yı­ lında milletvekili seçildi ve 1862’de kral Otlo’yu deviren partinin önderlerinden ol­ du. 1864’te Millî meclis başkanlığına ge­ tirildi. Kral Georgios zamanında birçok de­ fa bakan ve başbakanlık yaptı. 1877’de türk Foto. l.AROVSSE

DELİK -rus savaşı sırasında Kumunduros hüküme­ tinin savaşçı siyasetine karşı çıktı ve Berlin kongresinden sonra iktidardan ayrıldı. (I-) DELİGİANNİS veya DELİYANİS (Theodoros), yunan siyaset adamı (Kalavritis 1826-1905). İçişleri bakanlığında sekreter iken, kral Otto düştükten sonra istifa ede­ rek siyasete atıldı. Kyriakos hükümeti za­ manında Dışişleri bakanlığına getirildi. 1877 Türk-rus savaşında, İngilizlerin etki­ siyle Yunanistan’ın tarafsız kalmasını sağ­ ladı. Savaştan sonra toplanan Berlin kong­ resinde, Epir, Tesalya ve Girit’in Yunanis­ tan'a verilmesini istedi. 1883’te Kumunduros ölünce, parti başkanı seçildi, sonra başba­ kan oldu. 1896 Girit isyanında Etniki Eterya’nın baskısıyle Girit’e asker yolladı. Ay­ nı zamanda Epir ve Tesalya’da çeteler ha­ zırladı. Bunun sonucunda çıkan 1897 türkyunan savaşında Yunanlılar yenilince Deliyanis hükümetten çekilmek zorunda kal­ dı. 1902'de yeniden başbakan seçildi. 1905’te kumarhanelerin kapatılmasını öngören bir kanun yüzünden profesyonel kumarbaz K. Gerakari tarafından öldürüldü. (L) Deligrad, Sırbistan’da, Rajnya ve Aleksinac arasında kale. Türklere karşı savaşan avusturyalı Vuça Jikic tarafından kuruldu (1806). Kale çevresinde Türklerle Sırplar arasında birçok savaş oldu (1806-1810 ara­ sı). [M] DELİ IIASAN PAŞA, celâlî isyancısı, osmanlı devlet adamı (öl. 1606). XVI. yy. sonlarında ortaya çıkan celâlî eşkıyaların­ dan Karayazıcı'nın kardeşidir. Karayazıcı, Sokulluzade Serdar Haşan Paşa tarafından bozguna uğratıldıktan ve firar ettiği Canik dağlarında öldükten sonra, Deli Haşan eş­ kıyanın başına geçti; Şahverdi, Yular-Kısdı v.d. bazı âsilerle birleşerek Haşan Paşanın Diyarbakır’dan gelen ağırlığını ele geçirdi ve Tokat'ta Serdarı sıkıştırmağa başladı. Haşan Paşa yeter derecede kuvvet toplaya­ madığı için kaleye sığındı. Deli Hasan’m eşkıyaları şehri zaptederek, Haşan Paşa­ nın «Cennet bağı» diye adlandırdığı bahçe­ yi talan ettiler ve kaleyi kuşattılar. Bir ay kadar süren kuşatmadan sonra kale önünde Haşan Paşa şehit oldu. Paşanın para ve eşyasını aralarında paylaştılar ve Anadolu vilâyetlerini yağmaya giriştiler (1602). Üzer­ lerine; Şam, Halep ve Maraş kuvvetleriyle Diyarbakır beylerbeyi vezir Hüsrev Paşa gön­ derildiyse de, disiplin kurulamadı. Asker kı­ şı bahane ederek Sivas yakınlarında dağıl­ dı; bu haberi Ankara yakınlarında öğrenen Deli Haşan, Anadolu muhafazasında bulu­ nan Hafız Paşa üzerine yürüdü. Paşanın sı­ ğındığı Kütahya kalesini kuşattı; şehri yak­ tı ve kışlamak için Karahisar’a gitti. İsyanı bastırmağa Güzelce Mahmud Paşa memur edildiyse de, İstanbul’daki olaylar yüzün­ den yola çıkamadı; Deli Haşan da kethü­ dası Şahverdi’yi İstanbul’a göndererek af diledi. Aracılık yapan Yeniçeri ocağından Tornacıbaşı Hüseyin Ağanın ricası üzerine, bundan böyle Rumeli serhadlerinde cihat ve gaza etsin diyerek suçu bağışlandı ve Deli Hasan’a Bosna eyaleti beylerbeyliği ve­ rildi; Şahverdi ve Tornacıbaşı ile tabi, alem ve hilat gönderildi. Bundan sonra eşkıyayı dağıtarak Gelibolu’dan Rumeli’ye geçen De­ li Haşan Paşa 400 kadar adamının bölükle­ re alınmasını rica etti ve onların dokuz akçe ile ulufeciler ve garipler bölüklerine alınmalarını sağladı. Gelibolu’dan geçişin­ de de olaylar çıkardı. Kethüdası Kurd Ket­ hüdayı Bosna’ya mütesellim olarak gön­ derdi; kendisi Belgrad’a Serdar Mehrned Paşanın yanına gitti. Ancak, adamlarıyle birlikte yaptığı zulüm, devamlı şikâyetlere yol açtı, mütesellimlerinin Saray-Bosna ve Banaluka’da yaptığı çeşitli haksızlıklar üze­ rine Bosna’dan alındı ve Timişoara beyler­ beyliğine nakledildi. İki yıl kadar kaldığı bu görevde de yolsuzlukları oldu. Estergon'un geri alınmasından sonra Serdar La­ la Mehmet Paşanın işareti üzerine Timi­ şoara halkı Deli Hasan’ın adamlarına sal­ dırarak katlettiler; kendisi Belgrad’a kaç­ tı. Serdar kaymakamı Gazi Haşan Paşa, Deli Hasan’ı nezarete aldı ve durumu Di­ vanı Hümayuna bildirdi; şeran katline fet­ va gelince idam edildi. Tarihçi Naima'nın bildirdiğine göre, Bos­ na’da bulunduğu sırada, Venedik'e ve Papa'ya mektup göndererek 100 000 altın kar­ şılığında Nova kalesi ile Akdeniz kıyıların­ Foto. Itrııı/escn (LARO VSkB)

daki kaleleri vermeyi teklif etmiş ve bu ha­ reketi meydana çıkmıştır. (M) DELİ HÜSEYİN PAŞA, osmanlı veziri (Yenişehir, Bursa ?-öl. 1659). Gençliğinde İstanbul’a geldi, önce Eski saray, sonra Yeni saray haltacıları arasında terbiye gör­ dü. Söylentiye göre. İran elçisinin Murad IV'e sunduğu bir yayın boşaltıp kurulma­ sı konusunda sarayda düzenlenen ve kim­ senin başarı gösteremediği bir yarışmada Deli Hüseyin başarılı denemesini Murad IV’ün huzurunda da birkaç defa tekrarlar, çok takdir görür, padişahın yakınları ara­ sına katılır. Kısa zamanda küçük ırıirahor. az sonra bü­ yük mirahor oldu. Murad IV’ün Edirne seyahatinde (1632) vezirlik payesiyle kaptanıderyalığa getirildi. Revan seferine ka­ tıldı; Revan kalesinin kuşatması sırasında başarılı oldu. Revan’m (Erivan) fethinden sonra İran Azerbaycan'ı üzerine yapılan harekâta da katılan Deli Hüseyin Paşaya sefer dönüşünde. Diyarbakır’da bulunuldu­ ğu sırada, Mısır valiliği verildi (1635). Mı­ sır’daki görevi sırasında yersiz hareketleri yüzünden azledilerek İstanbul’da bir süre hapsedildi. Mısır valiliği zamanına ait def­ terleri incelenip ve bütün serveti hazine adına müsadere edilerek serbest bırakıldı. Kısa bir süre sonra vezirlik payesini ye­ niden elde etti; Murad IV’ün Bağdat sefe­ rine musahip olarak katıldı. Konya yakın­ larında Anadolu beylerbeyliğine tâyin edi­ lerek, Bağdat kuşatmasında anadolu kuv­ vetlerinin başında Karanlıkkapı’da metrise girdi; kendi tarafına düşen iki kuleyi zaptet­ tiği gibi şehir içindeki sokak savaşlarını da başarıyle yürüttü. Iç-kaledcki Acem burcu­ nu askerleri ile birlikte ele geçirdi. Kubbe vezirliği ile İstanbul’a dönen Deli Hüseyin Paşa, bir süre sonra, sadrazam Kara Mus­ tafa Paşa aleyhine gelişen gizli harekette. Silâhtar Mustafa Paşa ve şeyhülislâm ile birlikte üçüncü kişi oldu ve sadaret kay­ makamı Tabanıyassı Mehmed Paşanın öl­ dürülmesinde roi oynadı; onun yerine geç­ ti; sadrazamın İstanbul’a dönmesine ka­ dar durumu çok iyi idare etti. Bu sebeple de sadrazamın dostluğunu kazandı. Mu­ rad IV’ün ölümünden sonra ikinci defa kaptanıderyalığa getirildi (1640). Bu sıra­ larda Karadeniz ticaretine zarar veren rus -kazak korsanlarına karşı güvenliği sağla­ mak amacıyle donanma ile Karadeniz’e çık­ tı; 30 kadar rus-kazak gemisini ele geçire­ rek İstanbul’a gönderdi, az sonra özi mu­ hafızlığına getirildi. 1641’de Azak kalesini kurtarmak için gönderilen kuvvetlerin ser­ darı oldu. Silistre kuvvetlerinin başında kaptanıderya Siyavuş Paşa, Kırım hanı Bahadır Giray, Kefe valisi Yusuf Paşa ile birlikte bu kaleyi kuşattı, fakat mühim­ matın tükenmesi ve bazı anlaşmazlıklar yüzünden kuşatmayı kaldırarak geri dön­ dü. Bir süre sonra Bosna valiliğine getiril­ di. 1643’te azledildi; İstanbul’a dönüşün­ den sonra Bağdat valiliği ile merkezden uzaklaştırıldı. Bağdat’ta güvenliği sağlama­ sı yanında imar faaliyetlerine de girişti. Kameriye camiini onarttı. Burada Sultan İbrahim’in musahipliği görevinden ayrıldıysa da, İstanbul’a geldikten sonra, rakipleri­ nin çabaları sonucu, Budin valiliği verile­ rek merkezden hemen uzaklaştırıldı (1644). Girit seferinin açılması ve Hanya'nın zap­ tı üzerine ikinci vezir payesi ve Mora eya­ leti arpalığı ile Hanya muhafazasına memur oldu. Bazı güçlüklerden ve aldığı yerinde tedbirlerden sonra Hanya’ya ulaşabildi (1646), şehri teslim aldı; içte ve dışta ge­ rekli tedbirleri sağladı ve bir süvari kuvve­ ti meydana getirdi. Serdar Sultanzade Meh­ med Paşanın ölümü üzerine serdarlığa ge­ tirildi. 1647 kışını teslim aldığı Resmo’da geçiren serdar Deli Hüseyin Paşa, orada bir kiliseyi Sultan İbrahim adına camiye çe­ virdi, kaleyi yeniden imar ettirdi. Bir yan­ dan da Kandiye kalesini zaptetmek üzere ciddî hazırlıklara girişti, önce Kandiye ya­ kınlarındaki müstahkem mevkileri ele.ge­ çirdi, sonra kaleyi kuşattı, ancak osmanlı donanmasının Boğaz önünde Venediklilere yenilmesi üzerine, yardımcı kuvvetleri bek­ lemek üzere kuşatmayı durdurdu ve 1648 kışını Kandiye önünde geçirdi. Ertesi yıl kötü şartlar altında kaleye karşı yeni bir taarruza geçtiyse de, sonuç alamadı; bun­ dan sonra kaleyi abluka altında tutmağa devam etti. Merkezî idare ile. înadiye ka­

lesinin yapılması ve masrafları - konusunda anlaşmazlığa düştüyse de kalenin yapılma­ sını başardı. Deli Hüseyin Paşa Girit ada­ sında bulunduğu süre içinde adayı bir yan­ dan kısım kısım zaptederken, bir yandan da aldığı tedbirlerle yerli halkı türk ida­ resine ısındırdı, imar faaliyetinde bulundu, yeni bir vergi sistemi koydu. İstanbul'dan gerekli yardımın gelmemesi, adanın fethini geciktirdiği gibi, Hüseyin Paşa üzerinde de kötü bir etki yaptı. Bir süre sonra sadarete tayin edilerek sadaret mührü ve fermanı kendisine gönderildiyse de (1656) bazı olay­ lar üzerine bundan vaz geçildi, sadarete Si­ yavuş Paşa getirildi; daha sonra da (1658) Girifte gösterdiği gevşeklik ve Kandiye’yi fcthedememekle suçlanarak görevinden alındı; Edirne’ye çağırıldı. Bu sırada sada­ rette bulunan Köprülü Mehmed Paşa ile arası iyi değildi. Köprülü Mehmed Paşa bir­ takım tayin ve tedbirlere başvurarak Deli Hüseyin Paşayı geniş yetkilerle tayin edil­ diği Rumeli valiliğinden azlettirdi. İstan­ bul’da sorguya çekildikten sonra önce Yedikule zindanına hapsedildi, sonra da öldü­ rüldü (ocak 1659). Halk arasında Er ve Deli lakaplarıyle tanınan Hüseyin Paşa. Girit’te gösterdiği kahramanlıklardan dola­ yı büyük ün kazanmıştı. Girit Rumları ara­ sında İslâmlığın yayılmasına da büyük bir gayret göstermiştir. Birçok yerlerde hayra­ tı vardır. (M) DELİK i. (delmek'ten del-i-k). Bir cisim­ de oyuk seklinde bulunan veya yapılan her türlü açıklık: Ara sıra poyraz bir delik­ ten biitiin hızıyle giriyor (S. F. Abasıyanık). Duvarda bir delik açmak. Anahtar deliği. Kulak deliği. İğne deliği. Bir ku­ maşta. özellikle de giyim eşyalarında yır­ tılmış, açık yer: Çoraplarında delik olmak. Havuz, baraj gibi su birikintilerinin bu­ lunduğu yerlerin alt kısımlarında suyun bo­ şalması için hazırlanan, kapaklı kanal. :| Bazı hayvanların yuvası: Fare deliğe sığ­ mamış, bir de kuyruğuna kabak bağla­ mış. (Atasözü). Yılan deliği. Fare deliği. || Mec. Konforsuz barınak. || Argo. Hapisha­ ne. i Sıf. Delinmiş olan: Delik kova. Delik çorap. ÇEŞ. DEY. Deliğe tıkmak. (Argo.) Hapse atmak. Delik büyük, yama küçük, eldeki imkânların ihtiyaçları karşılamaktan uzak olduğunu anlatır. i| Delik deşik, her tarafı delinmiş olan, deliklerle dofu: Bana pos­ tanın üstündeki polis dairesinin delik deşik duvarlarını gösterdi (F. R. Atay). !| Baş sokacak delik, konforsuz, iddiasız konut. || Kaçacak delik aramak, büyük bir telâşa ka­ pılarak saklanacak veya sığınacak yer ara­ mak. Mec. Kulağı delik. Bk. Kt'LAK. — Aııat. Anatomik birçok aralık ve açık­ lıklara verilen ad: Kaburga-diyafram de­ liği; Fallop deliği, i! Dil kör deliği, dil sırtının V oluğunun dibinde olan çökün­ tü. || Dişııctı deliği, diş kökünün ucunda bulunan, sinir ve damarların diş özüne geç­ mesine yarayan delik. (Kök kireçlendikçe daralır.) J| Epiplonlar arkası deliği (Wiııslow deliği), aort dalızını asıl arka boşluk­ la birleştiren delik. (Bu delik yukarıda mi­ de sol atardamarı, altta karaciğer atarda­ marı. önde midenin küçük eğriliğiyle sınır­ lıdır; cerrahîde önemi çok büyüktür.) Pacchioni oval deliği, beyin sapının için­ den geçtiği ve beyincik çadırıyle temel oluk arasındaki delik. Omur yan delikleri, omurganın yan taraflarında, üst üste gelen iki omur arasında bulunan ve omurilik sinirlerinin geçmesine yarayan delikler. || Sakrtım kanalı deliği, sakruın kanalının son kısmını meydana getiren delik. || Weitbrecht oval deliği, kol eklemi kapsülünün kürek kemiği oyuğu ile kürek kemiğini birbirine bağlayan, üst ve orta bağları arasında yer alan en zayıf noktası. || Winslow deliği, küçük epiplon, alt ana toplardamar ve oniki parmak bağırsağı ile sınırlandırılmış olan karın zarı deliği. — Camc. Erimiş camı almak üzere kamı­ şın içeri sokulabilmesi ve dumanların çık­ ması için, potaların üst kısmına gelecek şekilde ocak veya fırının duvarlarında bı­ rakılmış açıklık. — Denize. Su deliği, borda kaplamaları­ nın aralanması, yırtılması sonucu gemiye su sızdıran delik. — İşlemecilik. Delik işi, mader iğnesiyle broderi anglez (İngiliz iğnesi) kullanılan

121

delikliler (globigerina)

başlıca iğne işi. (Delik işi yapmak, makas veya ciğerdeldi ile açılmış bir deliğin et­ rafını sarma veya fisto iğnesiyle işlemek demektir.) Çamaşır veya bebek takımla­ rında lastik ve kurdele geçirmek için ilik açılması. — Mad. oc. Eşil delik, ince bir çeper üzerinde maden ocağına (veya havalandır­ ma şebekesine) ancak ön hesaplarda tespit edilen miktarda hava girmesini sağlayacak şekilde açılmış yuvarlak delik. (1 m-’lik bir eşit deliği olan maden ocağı dar, 3m-’iik bir eşit deliği olan bir maden oca­ ğı ise geniş’tir.) — Mekan. İki zamanlı bir motorun silin­ dir çejserindeki emme, egzos veya iletme ağzı. (Supapsız motorlarda, yalnız, istenil­ diği anda gömlekler tarafından açılan em­ me ve egzos delikleri bulunur). [Eşanl. P K N C E B K .] Buhar makinelerinde, buharın silindire giriş ve çıkışını sağlamak için çekmece üzerine açılmış yarıklardan herbiri. |i Suyun çıkış borusuna dökülmesini sağlamak için pompa gövdesine açılmış yarık. ; Delik tezgâhı veya delik işleme tezgâhı, daha önce açılmış delikleri bü­ yütmeğe, düzeltmeğe ve çap vermeğe ya­ rayan makine. Delik kenarlarının kesilme­ si, boylamasına hareket eden bir parçaya tutturulmuş bir kesici kalemin dönmesiyle sağlanır. (Bk. A N S İ K L . ) |j Yatak deliği, ya­ tak yağlamak için kullanılan yağın akıtıl­ dığı delik. — Metalürji. Akış deliği, pota veya fırın gibi bir metalürji tesisatında ergimiş made­ nin çıkış yeri. (Yüksek fırında bu delik, fırının tabanına yakın açılır ve ateşe da­ yanıklı bir tıkaçla kapatılır.) — Müz. Nefesli bir çalgının çapı ile boru uzunluğu arasındaki oran. (Konik delikli lobua], silindir delikli [klarinet], yumuşak ses veren geniş delikli, yırtıcı ses çıkaran dar delikli çalgılar vardır.) — Sanay. Adam deliği, bir depo, bir kaza­ nın içine bakıcı ve ustaların girebilmesi için açılmış, otoklav (kendi kendine kapanan) bir tamponla örtülü delik. || Kontrol de­ liği. bir cihazı kontrol etmek için, içeriye el veya âlet sokulabilecek şekilde açılmış küçük delik. || Sondaj deliği, bir yakıt de­ posunda. depodaki ürünün seviyesini kont­ rol etmeğe yarayan dereceli değneğin so­ kulduğu delik. — Sil. Delik açma, ateş edilecek bir top­ la. falya iğneciyle delik açmak eylemi. — Teknol. Delik koordinat tezgâhı, silindirik delikler açmağa yarayan, matkap ve­ ya delik işleme tezgâhına benzeyen çok yüksek hassasiyette tezgâh. (Bu tezgâh ek­ senler arası mesafeleri veya eksenler ara­ sı mesafe ile parçanın referans yüzeyleri ara­ sındaki mesafeleri 5 ile 10 mikronluk bir hassasiyet mertebesinde açabilir. Delik koor­ dinat tezgâhını, hassasiyetinin bozulmama­ sı için sabit sıcaklıkta bir yere yerleş­ tirmek gerekir.) || Delik kopçası, kolayca kırılabilen veya yırtılabilen maddeler üze­ rinde açılmış bir deliğe geçirilen ve kenar­ ları, deliğin ağız kenarlarının üstüne doğ­ ru kıvrılan küçük madenî halka. (Delik kopçası ya tek parçadan veya birbiri içine girerek kıvrılan iki parçadan meydana ge­ lir. Deliğe özel penselerle veya zımba ma­ kineleriyle yerleştirilir.) ; Boşalma deliği, bazı kartcrlerde yanmış gazların çıkması için açılmış ve ucu yivli bir tıkaçla örtülü ağız. |i Dikiz deliği, bir âlet, bir makine veya bir tesiste (fırın, yüksek fırın, tekne), içinde olup bitenleri gözlemek için açıl­ mış delik. A N S t K L . Mekan. Bir delik tezgâhı, dört kısımdan meydana gelir: 1° birbirine dik iki yön takip ederek yatay bir düzlem üstün­ de hareket eden bir tabla. Bu yönlerden biri eksene paralel (boylamasına hareket), öteki eksene diktir (enlemesine hareket); 2° iş milini taşıyan ve bir karşı ağırlıkla dengelenen arabanın boylamasına hareket ettiği tabana vidalanmış bir dikme; 3° üs­ tüne, iş miliyle aynı hizaya gelmesi için düşey olarak hareket ettirilebilen bir sabit yatak takılmış ikinci bir dikme; 4° ve delik işleme harası denilen, silindir biçi­ minde bir çubuk. Bu çubuğun bir ucu iş miliyle tahrik edilir, öteki ucu da sabit yatağa geçer. Deliği oyacak olan kesici kalem de bu çubuğa takılıdır. Bazı delik

tezgâhlarında ise, iş milinin yüksekliği sa­ bit kalır; buna karşılık, işlenecek par­ çayı taşıyan tabla düşey olarak hareket eder. Delik işleme tezgâhları genellikle, dökümden çıkmış bir parçanın deliğini bü­ yütmekte kullanılır. Bu delik, açılacak de­ likle aynı eksende olmadığı için, dönme sırasında meydana gelecek kaymaları önle­ mek üzere delik işleme harasının bir ucu sabit yatağa tespit edilir. Bir delik tez­ gâhının çalışması şöyle özetlenebilir: işle­ necek parça tablanın üzerine yerleştiril­ dikten sonra, açılacak deliğin eksenini iş milinin düşey düzlemine getirecek şekilde tablaya yatay bir hareket verilir. Daha son­ ra iş mili, deliğin ekseniyle çakışıncaya ka­ dar düşey olarak hareket ettirilir. Delik işleme harasına takılı olan kesici kalemi istenilen şekilde ayarladıktan sonra, tab­ laya otomatik olarak boylamasına bir avans hareketi verilir. Bir delik işleme tezgâhı, tablasının boyutlarına ve hareketine göre adlandırılır. + Delikçik i. Zool. Giriş detikçikleri, çı­ kış delikçikleri, süngerlerde suyun girip çıkmasına yarayan delikler. (Çıkış delik­ çikleri giriş delikçiklerinden daha büyük ve daha aralıklıdır.) + D elikli sıf. Deliği veya delikleri olan: İçindeki resimleri para ile seyrolunan de­ likli sandık yok mu? (H. R. Gürpınar). || i. Kevgir, i Delikli taş, içinde bulaşık yı­ kanan yüksek ve düz kenarlı, zemininde su­ yun gitmesine yarayan bir delik bulunan sabit mutfak eşyası. — Anal. Deliklerle kaplı elastik doku şe­ ritlerine verilen ad. |! Delikli alan, mer­ kezî çekirdeklere ait damarların geçtiği be­ yin tabanı yüzeyi. \ Delikli bükiicii kas, el veya ayak parmaklarına ait yüzeysel bükücü kas. (Bunların kirişleri derin veya delici bükücü kasların kirişleri tarafından delinmiştir.) — Büro. Delikli kart, üzerine delikler ha­ linde sayısal veya alfabetik bilgilerin işlen­ diği, 187 mm boyunda, 82 mm genişliğin­ de. dikdörtgen biçiminde ince karton. (Bk. ANSİKL.) || Delikli kart makinesi, daha önceden delikli kartlara kaydedilmiş veri­ lere dayanarak aritmetik işlemler yapmağa, istatistik veya muhasebe problemlerini çöz­ meğe yarayan makine. (Bu makineler kayıt kartlarını hızla okuyabilir ve işlenen kart­ lar, yeniden tutar naklini gerektirmeksizin her zaman kullanılabilir.) Bk. HESAP ma­ kinesi, k a r t delici. — Cerr. Delikli sargı, üzerine küçük de­ likler açılan sargı veya sargı takımı. — Teknol. Delikli şerit, çok sayıda kanal üzerine açılmış delikleri bulunan, uzun şerit biçiminde mekanografik destek. Bk. ANSİKL. — Telekom. Delikli şerit, acele telgrafta işaretlerin aktarılmasına yarayan beş kanal­ lı delikli şerit. (Delikli şerit, bit teletayp ile veya bir teleks makinesiyle yapılabildiği gibi, bir hesap makinesine veya bir delikli kart makinesine bağlanmış bir şerit deliciyle de yapılabilir.) — ANsiKL. Büro. 1885 Yılında alman asıl­ lı bir amerikalı istatikçi. Dr. Hermann Hollerith, nüfus sayımı belgelerinden alı­ nan verileri, eşit boyutlarda kesilmiş kar­ tonlar üzerine delikler şeklinde geçirmeyi ve bu verileri değerlendirmek için bir ma­ kine sistemi yapmayı düşündü. Bu ilk ma­ kine, bir kart deliciden ve 40 iğne ile 40 civa çanağı bulunan bir mekanizmadan meydana geliyordu. Bu mekanizma bir yan­ dan. üstünde 40 tane kadraniı sayaç bulu­ nan bir panoya, bir yandan da kartların belli başlı kategorilerine tekabül eden 26 kutuluk bir gruba bağlanıyordu. Kart üze­ rindeki deliklerden geçen iğne civaya temas edince, panodaki sayaçlardan birinin bir birim ilerlemesine ve içine kartların elle yerleştirildiği kutulardan birinin kapağının kalkmasına sebep oluyordu. Ne kadar ba­ sit ve iptidaî olsa da bu ilk delikli kart makinesiyle, 1890 amerika nüfus sayımı so­ nuçlarının değerlendirilme süresi iki yıl kısaltılabildi. Dr. Hollerith’in makineleri ilk defa Fransa’da 1889 milletlerarası sergi­ sinde. daha sonra 1892’de Viyana'da topla­ nan istatistik hesap uzmanları kongresinde ilgililere tanıtıldı; ne var ki bu makine­ ler bir merak ve şaşkınlık konusu olmaktan

öteye gidemedi. Buna karşılık Amerika'da yeni makinelerin kullanma alanı günden güne büyüyor; demiryolu şirketleri, sigorta şirketleri, belediyeler, gittikçe gelişen delik­ li kart makinelerine büyük bir ilgi gösteri­ yordu. l90.Vtc Dr. Hollerith’in kurduğu Tabulating Machines co. şirketi, tamamen oto­ matik olarak çalışan ilk seçici ve basıcıları piyasaya sürdü. 1914 Y'ılında Thomas Waıson. bu makineleri geliştirerek bugünkü i.B.M. makinelerini gerçekleştirdi. Bunun yanı sıra, 1907 yıllarında amerikalı mühendis James Povvers, Hollerith’in ma­ kinelerine benzeyen makineler yaptı; bu makinelerde kartların taranması, deliklerin içinden geçerek tuşların üzerine basan kü­ çük broşlar yardımıyle sağlanıyordu. Povvers firması Amerika ve İngiltere’de fabri­ kalar kurdu; bugün bu firmanın patentle­ ri. Remingtoıı Rand ve i.C.T. şirketlerinin elindedir. Nihayet 1924 yılında norveçli mühendis Bul!, Hollerith’in makinelerine çok benze­ yen bir sistem hazırlıyarak patentini aldı ve 1926 yılında ölürken bu patentleri, te­ davi gördüğü Oslo kanser enstitüsüne dev­ retti. Sonradan patentleri bir İsveç şirketi satın aldıysa da. bugün makinelerin yapım hakkı. 1931 yılında Bull makineleri ortak­ lığı adını alan bir şirketin elindedir. Bu makinelerde kullanılan delikli kartlar üzerinde, basılı olarak işlenmiş bilgiler açık­ ça görülür ve kartlar her zaman için yeni­ den kullanılabilir. Delikli kartlarda. 0’dan 9’a kadar sayılar basılmış 80 tane düşey kolon ve iki delik bölgesi bulunur. Bir sayıyı kaydetmek için, kart üzerindeki bütün kolonlarda bu sayının bulunduğu yerlere dikdörtgen biçiminde bir delik açı­ lır. Bir harfi kaydetmek için de, aynı ko­ londaki iki deliği (bir sayı deliği ve bir bölge deliği) birleştirmek gerekir. Bazı de­ likli kart makinelerinde, 21, 40 veya 65 sa­ yı kolonu bulunan daha küçük boyutlu kart­ lar kullanılır. Delikli kartlar daha çok defter tutma, istatistik veya bilimsel hesap­ larda kullanılmakla birlikte, dokuma tez­ gâhlarının veya takım tezgâhlarının idare edilmesinde de bu makinelerden yararlanı­ labilir. Aslında, 1728 yılında fransız Falcon’un bulduğu, Vaucanson ve Jacquart’ın geliştirdiği makineler bu ikinci tür uy­ gulama alanı için düşünülmüştü. Delikli kart makinelerinin, başlangıçla yal­ nız istatistik konularını kapsayan uygulama alanları günümüzde, çok sayıda belgenin çabucak incelenip, sistematik olarak değer­ lendirilmesi gereken bütün idare ve muha­ sebe işlerini içine almıştır: fatura kontrolü ve muhasebe işlemleri, işçi ücretlerinin he­ saplanması ve ödenmesi, depolanmış mal­ ların değer takdiri ve malzeme hesapları, elektrik ve gaz abone makbuzlarının dü­ zenlenmesi, banka ve sigorta hesapları v.b. Bir ülkenin çeşitli iş sahaları arasında, de­ likli kart makinelerinin sayısız hizmetlerin­ den yararlanılmayan herhangi bir konu dü­ şünülemez. — Teknol. Başlangıçta delikli kartların ha­ zırlanmasını veya alınan bilgilerin iletilme­ sini kolaylaştıracak bir yardımcı araç ola­ rak düşünülen delikli şerit, aslında meka­ nografik: destek olarak da işe yarar. Bilgi-işlem alanında, özellikle ileride tekrar kullanlmas gerektiği zaman, işlenecek bilgi­ lerin kaydı için delikli şerit çok İktisadî ve kullanışlı bir araçtır. Boyu belli bir ölçüye bağlı olmayan bu şeridin yüksekliği 18 ile 25 mm’ arasında değişir. Şerit üzerinde her harf bir tek delik yerine, birkaç deliğin birleştirilmesi veya kanallarda bazı delik yerlerinin delinmevip boş bırakılntasıyle gösterilir. Delikli şeridin, insan gözüyle çok güç okunabilmesi, art arda gelen bil­ gileri isleme ve düzeltme güçlüğü gibi bazı sakıncalı yönleri vardır, bununla birlikte, tercih edilmesi için sayısız sebepler göste­ rilebilir: hazırlanması ve taşınması çok ko­ lay. delikli kartlardan da çok daha hafif­ tir. Yazı makinesi, hesap makinesi, elektronik düzenler gibi çeşitli cihazlarla okunabilir. Bir şerit okuyuctıylc donatılan bu makine­ ler. alınan bilgileri ara işlemlerden geçir­ meksizin doğrudan doğruya değerlendirebi­ lir. Delikli şeritler aynı zamanda, otomatik takım tezgâhlarının veya hurufat döküm makinelerinin çalışmasını idare etmekte de

DEL kullanılır. Beş kanallı ve milletlerarası P.T.T. kodlarına cevap verebilen şeritlerde bilgiler, telgrafla veya teleks şebekeleriyle iletilir. Şerit okuma hızı, okuyucu tertibat foto-elektrikle çalıştığı zaman dakikada I 000 harfe kadar çıkabilir; tertibat elektromekanik olduğu zaman okuma hızı da­ ha düşüktür. Delme hızı ise. genellikle da­ kikada 150 harftir. + D eliksiz sıf. Deliği olmayan. — DEY. Deliksiz uyku, hiç uyanm adan uyunulan uzunca uyku: Nitekim deliksiz hir uykuya dalmıştım (R. H. Karay). [EM] DELİ KAMÇI, bulgarca Ludo Kamçiya, Bulgaristan’ın doğusunda ırmak (205 km). Koca Balkan ile Çatal Balkan’dan çıkar, Büyük Kamçı ırmağı ile birleşerek Kara­ deniz'e dökülür. (M > DELİKANLI blş. i. Çocukluk çağından çıkmış genç erkek: Delikanlılarla genç kız­ lar [...] çoğunlukta idiler (Y.K. Karaosmanoğlu). Aşağı taş lı köyünden Halil İbrahim, on sekiz yaşlarında bir delikanlı (M. Ş. Esendal). Yağız delikanlı. || Ünl. Gençlere teklifsiz hitapta kullanılır: Ben de o köylü­ yüm delikanlı, dedi (S.F. Abasıyanık). ♦ D elik an lılık i. Delikanlı olma hali. ,1 [Erkek için] Gençlik: Üskiidardan tanırım. Beraber büyüdük... delikanlılığında hafif külhanca idi (B. Felek). [M] D elikanlı (Podrostok), rus yazarı Fiodor Mihayloviç Dostoyevski’nin romanı (1875). Yazar bu romanda, Raskolnikov’un Nietzsche’den edindiği düşüncelerden, son ro­ manı Karamazof Kardeşler’in felsefî teme­ lini meydana getiren Ortodoksluğa geçmek­ tedir. Arkadi Dolgoruk adında bir delikan­ lı, mülk sahibi Versılof’un bir hizmetçiden doğmuş, evlilik dışı oğludur. Bayağı ve cahil bir fransızın yönettiği bir aristokrat okuluna verilen çocuk, arkadaşları tarafın­ dan hor görülür ve bir kenara itilir. Arka­ di, bu duruma başkaldırmaz, ama ruhunun derinlerinde insanlara karşı büyük kin bes­ ler. Bu kine zenginlik ve güçlülük özlem­ leri eklenir. Dostoyevski’nin birçok kahra­ manı gibi, onun da bir saplantısı vardır: bir Rothschild kadar zengin olmak Arkadi, amacına ulaşmak için, kendini açlığa ve tu­ tumluluğa zorlar. Ne var ki yaradılışı ge­ reği. her zaman kararsız ve iç tepilerinin oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Sonunda bir gün. cömertliği tutar, biriktirdiği para­ ların büyük kısmını dağıtır ve gönül eğ­ lendirmek için, elinde avucunda ne kaldıy­ sa hepsini harcar. Kardeşinin karısına âşık olur. Her ikisini de güç duruma düşürecek olan bir belge bir çocuğun eline geçer. O da belgeden yararlanarak birçok dolap çe­ virir. Arkadi, kumara başlar ve borç üstü­ ne borç yapar. Kendine borç veren kimsepin, kız kardeşi Lisa’nın sevgilisi oldu­ ğunu sonradan öğrenir. Bunun üzerine ken­ di üstüne eğilir: benzerlerinden hiç bir iyi­ lik görmediğinden, kendisi için bencil bir hayat felsefesi kurarsa da, Islavlara has o karmaşık yaratılışı dolayısıyle, çok geçme­ den bencilliğinden usanç getirir. O da ba­ bası gibi hayalcinin biridir; kendi mutlu­ luğundan çok. bütün insanların mutluluğu­ nu düşünmeğe başlar. Ama bu hayali, ba­ balığının bilgeliğinde daha anlamlı bir ifa­ de bulur. Bu adam, halkın içinden doğa­ cak bir Hıristiyanlığın sözcülüğünü yapan yaşlı Maker ivanoviç’tir. Dostoyevski, Delikanlı'da büyük bir psikolog ve manevî acıların şairi olarak görünür. (M) D eli Karçar, Dede Korkııı Kitabı' nda Kampüre oğlu Bamsı Beyrek hikâyesinin okçuluk ve savaşçılıkla tanınmış kahra­ manlarından biri. Kız kardeşi Banı Çiçek’i Bamsı Beyrek ile evlendirmek için aracılık eden Dede Korkut’u kılıçla öldürmeğe kal-' kınca çarpılır. Sonra Dede Korkut’a yal­ varır yakarır, kız kardeşinin evlenmesine en­ gel olmayacağına söz verir ve kendini ba­ ğışlatır. (M) DELİKBURUNLULAR çoğl. blş. i. A B. D.’nin kuzeybatısında yaşayan kızılderililer. Bu adı, atalarının burunlarına taktıkları deniz kabuğundan yapılmış süsler dolayısıyle alan delikburunlular, sonraları bu âdetten vaz geçtiler. Bu kızılderililer bugün, idaho eyaletinde kendilerine ayrılmış bir bölgede yaşarlar. (L) Delikhan (Öresin veya öresıın han da d e­ Potu. t.M tO V S S K

nir). Aksaray-Kayseri yolu üzerinde, dik­ dörtgen planlı ve avlusuz han. I270’te ya­ pıldığı sanılır; kitabesi yoktur. Planı ba­ zı değişikliklere rağmen Burdur yakınların­ daki Susuzhan’mkini andırır. Taç kapısı yı­ kık ve harap durumdadır. Tonoz ve ke­ merlerinden arta kalanlar temiz bir işçiliği gösterir. (M) % DELİKLİLER çoğl. i. Kökbacaklı birhücreliler altsınıfı, veya takımı. Genellikle denizde, bir yere tutunarak veya serbestçe yaşayan küçük hayvanları kapsar. Bunların protoplazması bir kavkının içinde bulunur. Kavkıdaki bir veya oircok delikten yalancı ayak uzantıları çıkar. — Zool. Esk. Foraminiferler grubu. Bun­ ların kavkısı kalkerden oluşur; kavkı üze­ rinde geniş bir ağız ve yalancı bacaklar için ince delikler bulunur. — ansiki .. Delikliler, deniz altı toprağının oluşumunda önemli bir rol oynar. Bunlar, birbirinden çok farklı iki büyük gruba ayrı­ lır: birinci grup kıyılarda yaşar; Avrupa denizlerinde az ise de ekvator denizlerinde (Büyük Okyanus adalarındaki mercan resif­ leri) uçsuz bucaksız kumsallar meydana ge­ tirecek kadar boldur. Deliklilerin sarı renk­ li kavkısı birike birike bu kumsalları oluş­ turur ve tanelerin hemen hemen hepsi aynı büyüklükte olan bir kum görünüşü kazan­ dırır. İkinci grup, okyanusun yüzeyinde kı­ yıdan daima açıkta yaşayan plankton hay­ vancıklarını kapsar. Bunların, çoğu sıcak ve ılıman denizlerde yaşayan yirmi beş kadar türü vardır. İki kutuplu bazı türleri okya­ nusun derin yerlerinde bulunur. Bunlar ölünce kavkıları dibe çöker, büyük kitleler halinde birikir; yavaş yavaş biriken bu çö­ keltilerden kalın tabakalar oluşur. İkinci ve Üçüncü zaman toprağında, deliklilerle aynı soydan olan nummulitlerin kavkısından oluşmuş tabakalar çoktur. Atlas okyanusundaki dip çamurunda delik­ lilerin oranı yüzde 75’i bulur. Bunlar «globigerina»lı çamurlardır: globigerina' larsa yerey yapan deliklilerin en çok rastlanan türüdür. Çoğu zaman bu globigerinalar biri­ ke birike sert bir kaya meydana getirir. Bunların kavkısının içine glauconi adı ve­ rilen yeşilimsi katı bir madde dolar: bu madde deliklilerin organik kısımlarını ay­ rıştırır ve çevredeki madenî tuzları etkile­ mesine yol açar. Fosil deliklilerin petrol arama çalışmalarında büyük önemi vardır. Gittikçe sayısı artan bir yığın teknisyen bunları incelemekte, bu yüzden bunların sınıflandırılması da durmadan değişmekte­ dir. Şimdiki durumda, pek çok cinsi kap­ sayan kırk sekiz familya tespit edilmiştir. Kalker kayaların oluşumuna yol açan belli başlı fosil delikliler şunlardır: fusulina, miliola, nıımmıılites. orbitoides. alveolina. orbitolina. (E) DELİKTAŞ, İç Anadolu’nun Yukarı Kı­ zılırmak bölümünde (Sivas ili, Kangal il­ çesi) bucak merkezi; 920 nüf. Tecer dağları kesiminde, Sıvas-Divriği yolu üzerinde, Kan­ gal’ın 21 km kuzeybatısındadır: yüksl. 1810 m. — Deliktas bucağı. 4196 nüf.: II köy. (M) D ikilitaş mezar anıtı, Kütahya-Afyonkarahisar yolu yakınında frig mezar anıtı. Volkanik bir kaya üzerine işlenmiştir. Anıtta yer yer yazıya benzer çizgiler vardır. Bazı bilim adamlarınca mezar anıtı olmak­ tan çok bir kült yeri olarak nitelendirilir. M.ö. 630-546 yılları arasında yapıldığı tah­ min edilmektedir. (M) DELİL i. (ar. delâlet, yol gösıerme’den delil). İspat edici belge. Yeni kanıt: De­ lili kendi sözüdür... (M.Â. Ersoy). Elde hiçbir delil de olmadığı için serbest bıra­ kıldı (S.F. Abasıyahık). Teşm. yol. İz. işaret: Bir diken belki delil-i kabrin Develer belki ziyaretçilerin (T. Fikret). Esk. Kılavuz, rehber: Aklı başında olan delilime geceki eğlencenin ne olacağını sor­ dum (F.R. Atay). |i Mekke’de hacı adayla­ rına rehberlik ederek hac usullerini ve zi­ yaret yerlerini gösteren kimse. — Esk. Delil ittihaz etmek, sebep, kanıt olarak göstermek. Delilsiz cennete giril­ mez, her işte bir kılavuzun gerektiğini an­ latır. Delil-i aklî, düşünülerek bulunan kanıt. Delil-i ilzanıî, inandırıcı kanıt. Delil-ı kut'î. kesin kanıt. Delil-i nakit.

umumiyetle kitap ve yazılı vesikalara da­ yanan kanıt. — Huk. Maddî olayların varlığı hususunda hâkimin kanaatini sağlamağa yarayan vası­ ta. (Bk. ANS1KL.) Delil anlaşmaları, ta­ rafların bir olayın belirli bir delil ile ispat­ lanacağı yolunda yaptıkları anlaşma. (Bk. ANS1KL.) Delillerin tespiti, bir menfaat bulunması halinde inceleme sırası henüz gel­ memiş olan delillerin (davanın açılmasından önce veya sonra) toplanması. Bk. AN’.stKi.v ANSİKİ.. Huk. Deliller, davanın taraf­ ları arasında çekişmeli olan maddî olaylara ilişkin olarak ileri sürülür. Taraflar arasın­ da çekişmeli olmayan ve herkesçe bilinen olayların (maruf ve meşhur olaylar) ispatı gerekmediği için, delil ortaya sürmek de gerekmez. Hâkimi bağlayıcılığı bakımından delilleri, iki gruba ayırmak mümkündür: Kesin delil­ ler, ilişkin olduğu maddî olayı doğrudan doğruya sabit gösterir. Hâkime bu konuda bir takdir yetkisi tanınmamıştır. Kesin delil­ lerin ortaya sürülüşü halinde delilin ilişkin olduğu maddî olayı mevcut kabul etmek ge­ rekir. Bu anlamda kesin deliller, senet, ik­ rar, yemin ve kesin hükümdür (kaziyei muh­ keme). Takdirî deliller ise hâkimi bağlamaz. Bu delillerin ilişkin olduğu maddî ola­ yı ne nispette varit gösterdiğini hâkini tak­ dir eder. Takdirî deliller şahitlik, bilirkişi ve keşiftir. Hukuk düzeni bazı hususların kesin delil­ lerle ispatı gereğini öngörmüş olabilir. Türk hukukunda değeri 50 TL’nı aşan hu­ kukî işlemler ancak kesin delillerle ispat edilebilir (Hukuk Usulü Muhakemeleri kn. rnd. 288). Genel kural bu olmakla beraber bazı istisnalar da kabul edilmiştir. Mese­ lâ, usul, füru, kardeşler, karı-koca, kayın­ peder, kayınvalide, damat ve gelinler arasın­ daki muameleler; senet alınması mümkün olamayan yangın, deniz kazası, düşman is­ tilâsı gibi durumlarda yapılan muameleler; teamüle göre senede bağlanması gerekme­ yen muameleler; bunlar, söz konusu değer 50 lirayı aşsa da şahit ile ispat edilebilir (Huk. Usulü Muhakemeleri kn. md. 293). Değeri 50 TL’yi aşmayan, yani şahitle ispat edilebilecek bir hukukî işlem, senede bağlan­ mışsa, bunun hüküm ve kuvvetini azaltmak üzere yapılmış olan hukukî muamelelerin de artık kesin delillerden biri ile ispat edilmesi gerekir (Huk. Usulü Muhakemeleri kn. md. 290). Meselâ ödünç olarak 40 lira verildiği, senede bağlanmışsa, davalı, bu borcun öden­ diğini kesin delillerden biri ile ispat et­ mek zorundadır. Yakın akrabalar arasındaki işlemler ve senede bağlanması teamülde olmayan işlemler de bir kere senede bağla­ nırsa. bunların değerini azaltan hukukî iş­ lemlerin de artık kesin delillerle ispatlan­ ması gerekir. • Usul hukuku sözleşmesi olan delil an­ laşmaları ile taraflar, bir muamelenin ke­ sin delillerle ispatlanacağını öngörebilecek­ leri gibi, esas itibariyle kesin delili gerektir­ meyen hususların (meselâ değeri 50 liradan az hukukî işlemlerin) kesin delillerle ispat­ lanmasını da kararlaştırabilirler. Türk huku­ kunda delil anlaşmaları yazılı şekle tabi tutulmuştur. Yargılama sırasında bir delil anlaşması bulunduğunun mahkeme önünde ikrar edilmesi de yeterlidir (Huk. Usulü Muhakemeleri kn. md. 287). Delil anlaşması ile kabul edilen delillerin ispat vasıtası ola­ rak kullanılması mümkün değildir (aynı kn. md. 287). Türk hukuk uygulaması, ke­ sin delillerle ispatı gereken bir hususun şahit ile ispat edileceği yolundaki anlaş­ manın, ancak şahitlerin öğrenilmesinden son­ ra yapılabileceğini kabul etmiştir. (Tevhidi İçtihat kararı; 18.111.1959. 18/21.) • Delillerin tespiti. Delillerin kaybolması veya gecikme halinde bir daha elde edileme­ mesi (meselâ ağır hasta olan bir şahidin ölümünde olduğu gibi) hallerinde delillerin önceden tespitinde menfaat vardır.. Delille­ rin tespiti, tespit davalarından ayrı bir ku­ rumdur. Delillerin tespitinde kaziyei muh­ keme olacak bir hüküm verilmesi söz ko­ nusu değildir. • İslâm hukukunda, dört deliTin (edille-i erbaa) varlığından söz edilir: a) Kitap, üzerinde bütün müslümanlarm ittifak et­ miş olduğu ve bütün nüshaları birbirinin aynı bulunan Kur’an-ı Kerim; b) Sünnet,

123

deliyulaf

Nicolo DELL'ABATE . «Scipio'nun Tutkularını Dizginlemesi» Louvre müzesi, Paris

DEL le başlar, kulak ve göz sanrıları içinde iki küçük köpeğin konuşmalarına ve mek­ tuplaşmalarına tanık olacak kadar sapıtmasıyle devam eder ve bir büyüklük duy­ gusu içinde, kendini İspanya kralı sanmasıyle, bir tımarhanede sona erer. Büyük bir sanat giicü ile yüklü olan eserde sezişe dayanan felsefe ağır basar. Okuyucu önce, bu önemsiz memurun gülünç haline güler, ama gülüşü yavaş yavaş acımaya dönüşür,

124

(b)

♦ Delirm e i. Aklını kaçırma, çıldırma: Ve delirmenin tatlı vehmini Sessizlik o- • dama dolduruyor (Orhan Veli). ♦ Delirtm ek ettrg. f. Bir kimsenin delir­ mesine yol açmak, çıldırtmak. O t) DELİS, Cezayir’de (Tizi-Uzu idare bölgesi. Burc-Menayel idare çevresi) komün. Büyük Kabiliye kıyısında, Sebau’nun ağzı doğu­ sunda; 20 037 nüf. Şehir, Roma şehri Cissi'nin yerinde kurulmuştur. Turistik merkez. (D

DELİON. Esk. coğ. Yunanistan'da kasaba, DELİSLE (Claude), fransız tarihçi ve coğ­ Boiotia'da. Burada Thebaililerle AtinalIlar

Luca DELİ.A ROBBİA

pişmiş topraktan pano Santa Marıa del Fiore kilisesi, Floransa

Hz. Muhammed’in hukukî, ahlâkî, dinî bir sonuç çıkarmağa elverişli sözleri ile geniş an­ lamda davranışları; c) İcmâ-ı ümmet, üm­ met üzerinde «içtihat» edilebilecek güçte olanların, bir çözüm yolu üzerinde oybirli­ ğine varmaları; d) Kıyas-ı jukalıa, fakihlerin, benzer bir olayda uygulanan hüküm­ den, diğer bir olay hakkında uygulanacak hükmü çıkarmaları. • Roma hukukunda delil’\, actio’da dava­ cı, exceptio’da ise davalı öne sürmekle yü­ kümlüydü. Delil şekilleri iuris çivile’de gös­ terilmişti: tanıklar gösterilmek suretiyle öne sürülen deliller (bunlarda herhangi bir tah­ dit söz konusu değildi); taraflarca yazılan tnstrunıenta ve Chirographa’mtı sonucunda ortaya çıkan yazılı deliller; ikrar, yemin ve karineler. Ceza davalarında ise deliller; ta­ nıkların sözlü ifadeleri ile yazılı belgeler meydana getiriyordu: ikrar, tek başına ye­ terli delil sayılmıyordu. ♦ D elili sıf. Esk. Delile dayanan. (Mİ.) DELİLA. Bk. »A LİLA . D eliliğe övgü (Encomium Moriae), Erasmus’un polemik eseri (Paris, 1511). Bilimsel latinceyle yazılmış bir inşat denemesi olan Francesco Maria I bu kitapta yazar toplum sınıflarını (özellik­ DELLA ROVERE le din adamlarını, ilâhiyatçıları ve keşişleri) Raffaello'ı'ıun eseri sayılır eğlenceli bir şekilde tenkit eder. Delilik, uAcademia Carrara, Bergama zun kulakları çıngıraklarla süslenmiş bir ka­ dın kılığında dinleyicilerine: «topunuz deli­ siniz» deyip, yalnız kendisinin sağduyusu ol­ duğunu gösterir. S. Brant aynı konuyu Narrenshiff (Deliler Gemisi) [1494] adlı ese­ rinde işlemiştir. Erasmus’un şüpheciliği, in­ sanların boş gururunu acı bir alayla sarsar. Eserde kilisedeki reform gereğinin yan­ kısı duyulur. İlk baskılar Holbein’in çiz­ gileriyle süslenmiştir. (-> Bibliyo.) [L] D eliliğe övgü, Roland Petit’nin yergili ve nükteli, 9 bölümlük (açıkçalık, iktidarda kadın, haplar, makine v.d.) balesi. Jean Cau'nun eserinden alman, müziğini Marius Constant’ın yaptığı bu bale, ilk defa 1966’da, Paris’te. Champs-Elysees tiyatrosunda. Nicky de Saint-Phalle, Jean Tınguely ve Martial Raysse'm dekor ve kostümleri içerisinde oynandı. Baş rolleri, Daniele-Jossi, Sylviane Siobud, Felix Blazska ve Robert Bestonso gibi oyuncular canlandırdılar. — Bu baleden esinlenerek bir filim yapıldı. (L)

DELİLDE (Jacques), fransız şairi (Aigue-

perse, Auvergne 1738-Paris 1813). Vergilius’un Aeneis’inm (1804), Milton’un Paradise Lost'unun (Kaybolan Cennet) [1805] ve daha birçok eserin çevirilerini yaptı ve bu çalışmalarıyle büyük başarı kazandı. Kendi şi­ irlerinde tasvire çok yer veren bir şairdi. Başlıca eserleri: Jardins (Bahçeler) [1782]; l’Homme des Champs (Çiftçi) [1800]; l'tnıagination (Hayal Gücü) [1806]. (L) D elinin Hatıra D efteri (Bir—), Gogol’ün büyük hikâyesi (1835). Eser, deliliğe doğru Erasmus'un adım adım ilerleyen bir insanın (burada bir «Deliliğe Övgü»sü küçük memurun) korkunç ruh halini dile XVIII. yy. g ra v ü rü getirir. Hayatının son günlerinde ruh has­ talığına tutulan Gogol, bu konuya özellikle çok yatkın olmalıydı. Gogol, bu Hatıra Defteri' nde akıl hastalığının bilimsel bir tahlilini yapmıyor, daha çok, bir edebiyat­ çı gözüyle hastalığın varacağı sonuçları or­ taya koyuyor. Eserde, küçük memurun akıl dengesini yitirmesi, şefinin kızına tutulmasıy-

arasında yapılan savaşta (M.ö. 424) Sokrates Ksenophon’un hayatını kurtardı, (b) DELİORMAN, Bulgaristan’ın kuzeydoğu­ sunda yöre. Sınırları kesin olmamakla bir­ likte. Tuna, Beli-Lom ve Pravadi çayı vâdileriyle çevrelenebilir. Deliorman İkinci za­ manın yerinden az oynamış kireçli, killi-kireçli tabakalarıyle kaplı, hafif dalgalı va­ dilerle orta derecede yarılmış bir alanda­ dır. Orta mahalle denilen yayla kısmında yükseltisi 400 m’yi geçer. Yöre, adını bir zamanlar çok sık olan, şimdi tarla hali­ ne getirilmek üzere yer yer açılmış yay­ van yapraklı (meşe, kayın v.b.) ormanların­ dan almıştır. Delioıman eskiden beri türklerin çok yoğun olduğu bir kesimdi. Pehli­ vanlık geleneği deliorman türkleri arasın­ da çok köklüdür. (M) DELİOS (Gcorgios), yunan yazarı (Selânik 1897). Romanlar (1 Anthropi Pu Nostalgun [Yurt özlemi Çeken İnsanlar], 1934; I Ikogenia [Aile], 1957; O llios ke ta Astra [Güneş ve Yıldızlar], 1965) ve denemeler (To Synkhronon Mythistorinıa [Modern Ro­ man], 1949; Dyo Anglides Pezografi [İki İngiliz Kadın Romancısı], 1963) yazdı. Bu eserler Delios’un çağdaş batı edebiyatı araştırmalarına eğilimini gösterir. (L) DELİOTU blş. i. Süs bitkisi. Çarpıntılara veya kuduza karşı olumlu etkisiyle tanın­ mış, bu yüzden kuduzotu da denmiştir. (İl­ mî adı Alyssum. Turpgillerden.) [I*] DELİRİUM TREMENS i. («titremeli heze­ yan» anlamında lat.söz.). Patol. Müzmin al­ kolizmin sebep olduğu ihtilât. (Başlıca be­ lirtileri: aşırı taşkınlık, genel titreme, had derecede sinir sistemi bozukluğu [bol terle­ me, taşikardi. ateş] ve rüya-gerçek karışımı saçmalama.) ANStKL. Deli ritim tremens, müzmin alko­ liklerde ya birdenbire alkolden kesilme ve­ ya araya giren bir hastalık yüzünden mey­ dana çıkar. Temelinde zihin karışıklığı bu­ lunan şiddetli bir rüya hezeyanı gelişir; göz ve kulakla algılanan birtakım kor­ kunç hayaller belirir; bu hayaller hastayı saldırgan ve tehlikeli tepkilerde bulunmaya itebilir; nitekim çok şiddetli bir endişe ha­ li bu duruma eşlik eder. Delirium tremens, eskiden öldürücüydü. Bugün bile, modern tedavilere rağmen, hasta, çırpınma krizleri, nöbetle birlikte gelen biyolojik bozukluk­ ların kolaylaştırdığı başka bir alkolizm komplikasyonu esnasında beliren kalp-damar kolapsus’u gibi birçok rahatsızlıktan kur­ tulamaz. Bütün bu tehlikeler, süratli ve enerjik bir tedaviyi zorunlu kılar: bu teda­ vi, her şeyden önce şunları gerektirir: ilkin, elektrolitik bozuklukların düzeltilmesiyle birlikte, yoğun bir «sulandırma», kalp kuv­ vetlendirici ilâçlar; bazen antibiyotikler (ay­ rıca, enfeksiyon varsa); sinir sisteminin bo­ zukluklarını (taşkınlık, hezeyan, nörovejetatik belirtiler v.b.) giderici ilâçlar. Bu ilâç­ lar arasında meprobromat, klorpromazin, haloperidol v.b. sayılabilir. İyiliğe doğru gidiş, birkaç gün içinde, kendini gösterir; fakat hasta daha uzun zaman, nazik bir durumda kalır; delirium tremens’in tehlikeli oluşu ve daima müzmin alkolizmle birlikte bulunuşu, alkolizmi kesin olarak önleme işi tıp ilminin imkânlarını aşar; ancak dev­ letin işbirliğiyle gerçekleşebilir. Bununla be­ raber hekimin rolü gene de önemlidir: hekim hastayı zehirden arınmayı kabule ve yeniden alkole başlamamaya razı edebilecek bir ruh tedavisinden başlayarak, tehlikeli ve sabıka­ lı alkolikleri bir süre zorla alıkoyma ted­ birine kadar çeşitli yollara başvurabilir. (L) DELİRMEK geçz. f. (deli’den deli^r-mek). Aklını kaçırmak, çıldırmak: Ahmet Rıza Bey, mebusun delirdiğine hükmederek ha­ demelere işaret etmiş (F. R. Atay). Kapı­ cılar, onu delirmiş zanniyle polise gönde­ riyorlardı (Ömer Seyfeddin).

rafyacısı (Vaucouleurs 1644-Paris 1720). Kra­ lın coğrafyacısı. Başlıca eserleri: Relation Historiqııe dit Royaunıe de Sianı (Siyam Krallığının Tarihî Hikâyesi) [1684]: Atlas Historique et GenealogiquP (Tarih ve Soy Kütüğü Atlası) [1718]. Dört oğlu, bilim tarihi üstündeki çalışmalarıyla ün saldı. (L) DELİSLE (Guillaume), Büyük D elisle de­ nir, fransız coğrafyacısı (Paris 1675-ay.y. 1726). Claude Delisle’in büyük oğlu. 1700'den sonra Avrupa, Asya ve Afrika’nın ha­ ritalarını yayımladı; bir gökküre ve bir yer­ küre hazırladı. O tarihe kadar coğrafyacılar yalnız Ptolemaios’un verdiği boylamlarla yetinmişlerdi. Delisle, öğretmeni Cassini’nin yardımıyle güvenilir bütün bilgilerden yarar­ landı ve yeryüzünün her bölgesini doğru olarak haritalar üzerinde gösterdi. Böylece kralın başcoğrafyacısı oldu (1718). 1720’de yeni düzeltmelerle bir dünya haritası yaptı. (L )

DELİSLE (Joseph Nicolas), K üçük veya Genç D elisle denir, fransız gökbilgini (Pa­

ris 1688-ay.y. 1768). Guillaume Delisle’in kardeşi. College de Francc’ta matematik ve deniz coğrafyası profesörü. 1727’den 1747’ye kadar bir astronomi okulu kur­ mak için Rusya’da k$ldı ve orada yayımla­ dığı Memoires Poıır Servir â Histoire et ait Progres de l’Astronomie, de la Geographie et de la Physique (Tarihe. Astronomi, Coğ­ rafya ve Fiziğin Gelişmesine Yardımcı ince­ lemeler) [1738] adlı kitabında, güneş leke­ lerinin günmerkezlı koordinatlarını belirle­ mek ve gökcisimlerinin dönme kutbunu elde etmede ilk doğru metodu ortaya koydu. (I-) DELİSLE (Leopold), fransız bilgini ve idarecisi (Valognes 1826-Chantilly 1910). 1852'de Bibliotheque Nationale’e (Millî kü­ tüphane) girdi, 1874’tc bu kütüphanenin idarecisi oldu. Elyazmaları için bir kata­ log hazırladı. Birçok kitap yayımladı. Baş­ lıca eseri: Recueil des Actes de Henri II, Roi d’Angleterre (İngiltere Kralı Henry II’nin Kararnamelerinin Derlemesi) [1909]. (I-) DELİSLE de la Croyere (Louis), fransız astronomu (Paris, ?-öi. Avaça, Kamçatka 1741). Guillaume ve Joseph Nicolas Delisle’in kardeşi. Kardeşi Joseph Nikolas ile birlikte Rusya’ya gitti; Laponya ve Sibirya’yı gezdi, orada yorgunluktan öldü. Anılarını yazdı. (L )

DELİŞMEN sıf. (deli’den deli-ş-men). Söz­

lerinde ve davranışlarında ölçüsüz, şımarık tavırlı: Fakat biraz delişmendi, yahut da, ben hep lâkırdılarım tarta tarta söyleyen ağırbaşlı inscmlar arasında yaşaya yogaya adamcağızı öyle görecek hale gelmiştim (R. N. Güntekin). ♦ D elişm enlik i. Delişmen olma hali: Bir maksatla nıı, yoksa serseriliğinden, deliş­ menliğinden mi? (R. H. Karay). [M] DELİTZSCH, Almanya’da (Doğu Almanya. Leipzig idare bölümü) şehir, Leipzig’in kuze­ yinde; 24 300 nüf. Eski tahkimli şehir. Şe­ ker fabriKası. Ayakkabıcılık. Sigara ve çi­ kolata fabrikaları. (L) DELİTZSCH (Franz), alman protestan ilâhiyatçısı (Leipzig 1813-ay.y. 1890). Rostoek'ta (1846) ve Erlangen’de (1850) ilâhiyat profesörü; bu ikinci okulun en değerli tem­ silcilerinden oldu. Sonra Leipzig’te profe­ sörlük yaptı. Birçok kitap yayımladı: Vier Biicher votı der Kirche (Dört Kilise Ki­ tabı) [1847]; System der Biblische Psychologie (Incil’de Psikolojik Sistem) [1861]: Übersetzung des Nenen Testaments ins Hebraisehe (Yeni Ahit’in İbranice Tercümesi) [1877]: — Oğlu. F IU E D R İC H (Erlangen 1850-Langenschwalbach 1922), Leipzig’te ku­ rulan Almanya’nın ilk Arar bilimi kürsüsü­ nü yönetti. En çok yankı uyandıran kitabı Babel und Bible (Babil ve İncil) [1902] ba­ ğımsız bir tenkit niteliğindedir. Wilhelm Folu, . l l i m n i , .lııâ e ıs n ıı-ftira ıııln n ( L A R O V ftftE )

DEL II bu kitaptaki görüşlerin çürüıülmesi ge­ tainebleau okulunun vt kuzey maniyerizmirektiği kanısındaydı. Başlıca eseri: Assy- nin ilerlemesini sağladı. Birçok zarif res­ risches Handwörterbuch (Asurca El Sözlüğü) min Nicolo dell’Abatfc’ye ait olduğu ileri sürülür: .Musa'nın Sudan Çıkarılıp; Sci11896]. W DELİUS (Anthony), İngilizce yazan güney pio’nıtn Tutkularını Dizginlemesi (Loııvre); Aziz Paıılııs’ıın Din Değiştirmesi (Viyana); afrikalı edebiyatçı (Simonstosvn 1916). Şiir­ lerini An Unknown Border (Bilinmeyen Sı­ özellikle Buğday Döviiciiler Peyzajı (Fonnır) 11954J, A Corner of ıhe World (Dünya­ tainebleau). [LJ nın Bir Köşesi) [1961] adlı kitaplarında top­ DELLA BELLA (Stefano), İtalyan ofort ladı. Ayrıca The Fail (Düşüş) [1960] adlı gravürcüsü (Floransa 1610-ay.y. 1664). En bir oyun yazdı ve hikâyelerini The Day iyi eserini Paris’te 1640-1650 arasında CalNatal Tooİc of (Natal’m Havalandığı Gün) lot’nun etkisi altında verdi (bayramlar, sa­ [1962] adı altında yayımladı. Delius bütün vaşlar, canlı sahneler). [L] eserlerinde Güney Afrika yaşayışını ve top- DELLA CASA (Giovanni), İtalyan yazarı lumunu yergili bir biçimde dile getirir.