122 68 122MB
Turkish Pages 582 [610] Year 1992
MEYDAN LAROUSSE
BÜYÜK LÜGAT ve
ANSİKLOPEDİ
ANT-BAS
GAZETESÎ’NÎN OKURLARINA ARMAĞANIDIR
ANT
Japonlar, bir yıl önce kapanmış olan üs’de hayatta kalmış iki köpekle karşılaştılar. Di ğer taraftan, balıkçıl kuşlarının (manşo) bilinen en önemli toplanma yeri (30 000 kuş) Avustralya’nın Mawson istasyonunda bulun du. 1964’te Güney kutbundan 600 km ka dar uzakta, deniz ve kara yosunları (bu ka dar yüksek enlemde ilk defa rastlanılan yo sunlar) ve aralarında böceklerin yaşadığı likenlerle .kaplı iki yer keşfedildi. 1965’te kutuptan 490 km’den az bir uzaklıkta kâ şifler küçük bir örümcek türüne rastladılar, öıümceğin sıcaklığı, likenlerle kaplı yuvası nın etrafındaki buzu eritmeğe yetiyordu. Deniz biyolojisi alanında, McMurdo boğazı içinde ot ve leş yiyen hayvanlar (yaklaşık olarak 20 sm çapındaki deniz örümcekleri gibi) ile birleşik benthos süngerlerinin ve deniz şeritleriyle beşpençelerin varlığı doğru landı. Bu doğrulamalar kışın fitoplankton'larm yokluğu sayesinde mümkün oldu; fitoplanktonların bulunmaması, suyu olağan üstü bir şekilde berraklaştırır; suya daldırı lan projektörlerle, yüzeyden, denizin 30 m’den fazla derin yerleri ayrıntılarıyle görüle bilir. Bundan başka, McMurdo boğazındaki buzun iki metre altına sokulan ve lıidrofon’lardan yararlanan gözetleme odaları saye sinde fokların kendi aralarında sesle ilişki kurdukları, yönlerini ve besinlerini de sesıe bulabildikleri tespit edilmiştir. (Bk. EK CİLT) • İngiliz Antarktikası, 1962’de kurulmuş İngiliz kolonisi. Antarktika’da, Graham toprağıyle 60° enlemin güneyindeki adalardan (Güney Shetland ile Güney Orkney) meydana gelen İngiliz kesimi. ♦ Antarktik sıf. (yun. antarktikos’dan fr. antarctiqııe). Güney Kutbu ve onu çevrele yen bölgelerle ilgili. (Zt. arktIk). — Tab. Güney yarım küresindeki soğuk memleketlerin yerli hayvan ve bitkileri için kullanılır, (l) ANTARKTİT, Antarktika'nın (Güney Kut bu kıtası) eski adı. (l) A ntar-Petroles de l ’Atlantique, Fransa’da 1953’te kurulan akaryakıt tasfiye ve dağıtma şirketi, (l) ANTART1SİT i. (fr. antarticite). Miner. An tarktika’da bulunan tabiî hidratlı kalsiyum klorürü: CaCL, 6HıO. (l) ANTASİS veya ENTAStS i. (yun. entasis, şişme). Mim. Bir sütun gövdesindeki şişme. (L)
ANTE—, Fransızca’ya Latince’den alınan önek; «— den önceki» anlamına gelir ve özelîikle jeploji’de birçok ilim teriminin üre tilmesinde kullanılır, (l) ANTECESSORES çoğl. I. (lat. ante, önde ve cessor. yürüyen). Roma imparatorluğunda, 235-476 yılları arasında, devlet mekteplerin de Roma hukuku okutanlara (hukuk bütün Foto.
İhsan
I920-195C arası ilimlerden önde gelir sayıldığı için) verilen ad. || Roma ordusunda, büyük birlikler önün de keşif yürüyüşüyle görevli askerler, (l) ANTEDON i. Zool. Derisidikenlilerden hay van türü. Beş kollu larvası bir sapla yere tutunur. Daha sonra sap kırılır ve erginleş miş hayvan serbest kalır (bu devrede hay vanın, her biri dallı on kolu yardır). Avru pa kıyı sularında ikiye yarılmış bir türü yasar. Denizlâleierigillerden. (L) ANTEF, Teb’li altı firavunun adı. Üçü XI. (M.ö. XXII. XXI. yy.), diğerleri XVII. (M. ö. XVII. yy.) sülâledendi. — antef ii Ouahankh, XXII. yy. ın yarısına doğru, Tcb Sodrettin Celâl ANTE' devletinin gerçek kurucusu olduğu sanılır, Yapıncak, Mazi, Ayrılık, Bir an için, Gel, ( t) Suna, özleyiş v.d. Ayrıca keman ve viyo ANTEFAZİLER, Madagaskar’ın güneydo lonsel için konçerto, bir keman sonatı ve ğusunda yaşayan bir kabile (25 000 kişi ka Fenerbahçe marşı'm besteledi. (M) dar); arap ve Betsimisaraka ırklarının ka ANTEL (Sadrettin Celâl), pedagog, profe rışmasından meydana gelen bu müslüman sör (İstanbul 1890-ay.y. 1954). Paris’te St. halkın soyu, Comores’li zencilerden gelir. (L) Cloud Yüksek öğretmen okulunda ve SorANTEFİKS i. (lat. ante, ön ve fr. fixe, sa- bonne’da okudu. 1936’dan ölümüne kadar bit’ten fr. antefixe). Mim. Yapıların çatı İstanbul Üniversitesi Edebiyat fakültesi pe profesörlüğünde buluudu. larına veya frizlerine konan mimarî motif dagoji kürsüsü Eserleri, Yeni Terbiye ve Tedris Tekniği lere verilen ad. (1931), Test Usu'tii (1932), Pedagoji (3. baskı, — AN'siKL. Eskiçağ yapıları, tegula denilen 1936), Maarifimiz ve Meseleleri (1939), Umu yassı kiremitlerle örtülürdü; bunların ek yer mî Didaktik (2. baskı 1952), Terbiyede Öi lerini örten dışbükey kiremitlere de inıbrice denirdi. Her imbrice sırasının ucuna, çatı çü (Bilgi testleri) [2 baskı, 1955]. Tercü nın tepesine, saçak uçlarına konan ante- meleri: Decroly Usulü (A. Hamaide’den, fikslerden, aynı zamanda süsleyici, durduru 1926); Yarınm Mektepleri (Ev. ve J. Debir Roma tapmağının cu ve bazen çörten* olarak da faydalandır vvey’den. 1938). [M] arkaik untefiksi dı. (Bu anlamda kiremit ağızlığı terimi dc ANTELAMİ (Benedeito), lombardiyalı hey (Villa Giulia, Roma) kullanılır.) Antefikslerin bir başka türü, iç kelci ve mimar (1150’ye doğr.-1225’e doğr.). ve dış frizlerin süslenmesinde kullanılan kü Özellikle Parma’da çalıştı Parma katedralin de Çarmıhtan. İndirme (1178), Vaftiz bina çük alçak kabartmalardır, (l) ANTEFLEKSİYON i. (fr. anteflexion). Tıp. sının büyük kapısı (1196) ve öğrencileriyle Dölyatağ.nm biçiminin bozulması. Ya haz birlikte binanın iç dekoru onun eseridir; ne kısmıf dölyatağı boynuna doğru kıvrılır 1223’e doğru, Vercelli’de. Sant'Andrea kili A N T E H A M İ sesinin büyük kapısını yaptı. Antelami’nin veya boyun kısmı hazne üzerine bükülür. ciddî ve sağlam sanatı, dolgun hacimli, kes «İsa'nın Çarm ıhtan — ANSİKL. Normal olarak haznenin ekseniy kin kabartmalı kompozisyonları, XIII. yy. İndirili}!» (Parma katedrali) le dölyatağı boynunun ekseni öne doğru 120c'~ lik geniş bir açı yapar. Bu açı anormal bir biçimde daraldığı zaman dölyâtağında antefleksiyon var denir. Anteüeksiyon doğuştan olabilir, o zaman dölyatağı, çocuklarınki gibi gelişmemiş kalır veya sonradan olabilir, o zaman da iltihaplı yaraların sonucudur, (u>) ANTEGNATi, ünlü org yapımcıları ve vir tüözleri yetiştiren İtalyan ailesi; XV. ve XVI. yy. larda Brescia’ya yerleştiler. En tanınmış ları olan costanzo da (Brescia 1549-?, 1624) teoriciydi ve madrigaller, missa’Iar, bir de Arte organica (1608) besteledi, ( l ) ANTEL (Necip Celâl), tiirk bestecisi (1908 İstanbul 1957). Hukuk öğrenimi yaptı. Pi yano, ud, keman, mandolin ve akordeon çalmayı kendi kendine öğrendi, Manas dan armoni dersleri alarak özellikle tangolar besteledi. Genç yaşta gözleri görmez olan sanatçı, bir türk tango tarzı yarattı; Sarı
Er k ılıç (M E Y D A S) ; Anderson -Giraudon (LAIIOU8SE)
ANT
1. Bir reflektör elemanın arasına monte edilmiş esas antenden ve dört yöneltilmiş elemandan mey dana gelen televizyon alıcısı; 2. Televizyon vericisi (Eiffel kulesi); 3. Radyo yayın vericisi (Allouis); 4. Hertz röle paroboliği (televiz yon ve telsiz) Nice, Fransa.
bak çekirdeğidir. Yuvarlak solucanlara kar şı kullanılanlara solucan düşürücü denir. Bunlardan en çok kullanılanlar santonin, piretrin, kantaron moru, piperazin, asetarsol, timol ve kazayağı esansıdır, (l) ANTEN i. (lal. antenna’dan fr. antenne). Başlıca görevi elektromagnetik dalgaların ışımasını (veya alınmasını) sağlamak olan, yerden az veya çok yükseğe gerilmiş (veya kurulmuş), vericiye (veya alıcıya) bağlı ma denî bir iletken veya iletkenler bütünü: Rad yo anteni. Radar anteni. (Bk. ansîkl.) || Du yarga: Bir yanından dokunulduğu vakit sert leşir, «anten» lerini uzatır ve elinizin üstü ne sümüğünü bırakır (Y. K. Karaosmanoğlu). || Teşm. yol. Az çok gizli haber alma im kânı, duyarlık, sezgi: Kendi sinirlerinin an tenleriyle kendi ruhunda hissetmekteydi (Y. K. Karaosmanoğlu). Şair cemiyet mevcelerine bağlı .bir anten, içtimai bir memur, bir haberci... (N. F. Kısakürek).
en yeni televizyon antenleri
Antep işi
da gotik devri açılırken. Kuzey İtalya hey keltıraşları üzerinde kesin bir etki yapmış tır. (L) ANTELMİNTİK sıf. ve i. (fr. amhelmintique). Tıp. Organizmayı kurtlardan veya so lucanlardan kurtarmağa yarayan ilâç. — ansîkl. Antelmin tikler, soğuk kanlı hay
vanlar için ne kadar çok zehirli, insanlar ve sıcak kanlı hayvanlar için ne kadar az zehirli olurlarsa o nispette daha etkili olurlar. Bir müshil ile birlikte veya müshilden sonra alınır larsa, solucanların dışarı atılmasını sağlaya bilirler. Şeritlere karşı kullanılanlara şerit antenler düşürücü denir. Bunların en çok kullanılan(radyotek.) lan eğreltiotu. nar kökü şurubu ve ka
— Balıkç. Balık olta şamandrasının alt ve üst. kısmında bulunan ince uçlar. (Bunlardan altta olanına beden ve köstek bağlanır. Ba lık iğneye asılınca bu uçlardan birisi hemen dikey duruma geçer, bu şekilde balığın tu tulduğu anlaşılır. Antenler oltaya dengeli hassaslık verir.) — Denize. Antenli mayın, denizin belirli de rinliklerine demirli olarak atılan ve üzerin de bulunan uzun antenlere bir geminin ka rın kısmı dokununca kendi kendine patla yan mayın. — Havc. Anemometrik anten veya pilot an teni yahut pilot, statik ve dinamik basıncın dış prizidir; nispî rüzgârın akış hızını belir lemek üzere tecrübe tünelinde veya bir uçak ta kullanılır. || Radyogonyometrik anten, bir uçağın üzerine konan helezon biçiminde bo bin; verici bir radyogonyometri istasyonu nun yerini tespite imkân verir. — Radyotek. Anten direği, çarmıklarla do nanıp verici veya alıcı anteni meydana ge tiren iletkeni taşımağa yarar, düşey uzun di rek. || Antenin etkin (efektif) yüksekliği, ay nı dalga uzunluğunda ve aynı akım şidde tindeki (bu şiddetin, antenin dibinden tepe sine kadar sabit olduğu farzedilirse) bir an tenle aynı gücü ışıyacak olan ideal bir dik antenin yüksekliği . Bk. ansîkl. — Televizyon. Kolektif (toplayıcı) anten, birçok alıcının beslenmesini sağlayan tele vizyon anteni. || Televizyon anteni, televiz yon yayınlarını almağa yarayan anten. Bk. ANSÎKL.
— ansîkl. Özellikleri tersinir olduğundan, verici ve alıcı antenler arasında bir prensip ayrılığı yoktur. Bununla birlikte alıcı anten ler, verici antenlerden daha basittir. Tec rübeler başlar başlamaz, dalgaların yönü me selesi çözülmek istendiyse de, henüz tam bir başarı elde edilememiştir. Antenler ikiye ayrılır: radyo yayını ve ge mi, uçak gibi bazı gezgin vericilerdeki omnidireksiyonel [tüm yönlü] antenler ile uzun ve orta dalgalara zor uygulanabilen direktif [tek yönlü] antenler. Anten sistemi, kulla nılan dalgalara göre değişir; kilometrik dal galar için geniş gelişimi olan hava antenle
ri kullanılır; yüksek kulelerin üzerindeki örtü biçimli anten. Hektometrik dalgalar için yarım dalga anten pilonu; dekametrik dal galar için «Gouriaud» denen dört köşe anten kullanılır; yatay veya düşey iki parça çeyrek dalgadan meydana gelen çift yarım dalga anten’den de sık sık yararlanılır; Chirex-Mesny anteni pilonlarla tutulan, ya perde veya bayrak halinde çalışan birtakım dört köşe lerden meydana gelmiştir; bu antenlerin bes lenmesi daima perdenin merkezinde veya örtü fazla önemliyse, iki noktada simetrik çift kablolu fider (feeder) ile olur. Direktivite (yönlülük), dalga uzunluğunun dörtte bi rine eşit bir mesafe ile ayrılır benzer bir an ten olan bir reflektörü, elde edilecek yönün tersine koymak suretiyle çoğaltılır. Alıcılarda çok kullanılan bir anten de, eşkenar dörtgen antendir; bu anten, büyük eksenin uçların dan birine simetrik olarak bağlı ve karak teristik empedansında eksenin öteki ucuna kapalı bir eşkenar dörtgenin kenarlarını meydana getiren dört yatay parçadan ibaret tir. Bir antenin etkin yüksekliği veya etki alanı, aynı dalga uzunluğunda verilen ante nin aynı enerjiyi, söz konusu antenin için deki efikas şiddete eşit olan ve iletken boyunca bu sabit şiddetle ışıyan ideal dikey bir antenin yüksekliğidir. Uçaklarda radyo antenleri, başlangıçta, uçak çatısı üstünde gerilmiş ve arkadaki küçük kanatların te pesine bağlanmış kablolardan meydana ge liyordu veya şimdi bazı füzelerde olduğu gi bi, sürüklenen antenler kullanılıyordu. Çok hızlı giden uçaklarda kabloların kopmasını ve sürüklenmenin çoğalmasını önlemek için uçağın yapısına kaynaştırılmış antenler kullanılmaktadır. Radyo yayınlarının alınması için, alıcının bulunduğu ma hallin içine asılı birkaç metre uzunluğunda izole bir kablo parçası haline getirilmiştir. Modern alıcı cihazlarının büyük duyarlığı sayesinde dalga toplayıcısı olarak, alıcının kutusunun içine sokulmuş (magnetik madde olan) ferrit bir çekirdeğin etrafına sarılmış bir bobin kullanılmaktadır. — Radyotek. Yüksek frekansta salınımda bulunan bir antenin etkin yüksekliği, dipte ki akım antinodundan itibaren ölçülen havaî antenin kapasite merkezinin yüksekliğine te kabül eder. Bu yükseklik, biçim faktörüyle havaî anten sisteminin frometrik yüksekli ğinin, yani havaî antenin tepesiyle yerdeki izdüşümü arasındaki uzaklığın çarpımına eşittir. Bu antenin kullanıldığı yayın dalgası uzunluğuna göre değişir, dalga uzunluğu arttıkça küçülür, bu küçülme antenin ken dine has kapasitesi ne kadar zayıfsa o kadar artar. Tesirli yüksekliği, antenin tepesine, «Terminal kapasite» denen (teller örtüsü ve ya yatay tel parçaları) daha büyük bir kapa site koyarak, arttırılabilir. Gemilerde bir an tenin etkin yüksekliği deniz seviyesinden, antenin en üst noktasına kadar ölçülmesi şartıyle, geometrik yüksekliğin bütününün yüzde 55’ine eşittir. — Televizyon. Alıcı, televizyon vericisi ya kınında bulunmadıkça televizyon anteni, doğrultucu (direktör) ve yansıtıcı (reflektör) denilen elemanlar ihtiva etmelidir, bunlar dalgaların asıl anten üzerine toplanmasını sağlar ve doğrultmayı ıslah eder; genel ola-
Foto. Portenseigne, C.8.F., R .T .F ., T .R .T ., Vincent, Aidin Perceval (LARO U SSE) : M BYD AX
ANT rak, orta ve uzak mesafe anteni, antfcnin önüne konulmuş (verici doğrultusunda) ^bir çok doğrultucular ve antenin arkasına İonmus bir tek yansıtıcı ihtiva eder. YanSftıcı ve doğrultucunun boyu, keza aralarındaki uzaklık, alınacak dalganın boyuna bağlıdır. Anten, korumağa ve toprağa vermeğe yara yan madenî bir örtü içinde toplu bir iletken ihtiva eden ortak eksenli bir kablodan ibaret bir iniş anteniyle alıcıya bağlanmıştır; ör tünün kendisi plastik bir kılıf ile aşınmadan korunmuştur. Aynı yapı içinde birçok alıcı çalıştırılhıak gerekirse tek tek antenler yerine bir topla yıcı anten koymak tavsiye edilir, bu antenin sonundaki bir dağıtıcı çeşitli alıcılara hiz met eder. Vericinin meydana getirdiği alan beslenecek alıcı sayısına göre nispeten zayıf sa. dağıtma başlamadan önce bir anten önyükselticisi kurmak gerekir. (Bk. EK CİLT) ANTENNARİUS i. Kemikli balık, iri kafa sı, kocaman ağzı ve sırt yüzgeciyle fener ba lığına benzer. Sırt yüzgecinin ön kısm ı1ha reketli bir dokunaç halini almıştır. Göğüs yüzgeçleri saplıdır. — ansİkl. Antennariuslar’m boyları küçük tür. Tropika bölgelerinde, okyanusların or tasında, özellikle yüzen suyosunlarının ara sında yasar. Ebrulî antennarius (Amennarius marmoratııs) esmer ,suyosunlarım se ver ve bu yosunları salgıladığı bir sıvıyle birleştirerek tam bir yuva yapar; yumurta larını bu yuvanın içine bırakır. (L) ANTENNULERİA çoğl. i. Zool. Mercanlar sınıfının plumularidae familyasından selen tere türleri, (l) ANTENOR, truvalı prens, ihtiyar Prianios’un danışmanı ve Homeros’a göre bilge kişi. Sonraki efsaneler onu ihanetle suçlar. Romalılarca kabul edilen bir rivayete göre, İtalya’ya çıkmış ve Patavium’ıı (Padeva) kurmuştur, (l) ANTENOR, yunanlı heykeltıraş (M.ö. VI. yy. sonu). Kserkses tarafından Asya’ya gö türülen Harmodias ve Aristogeiton heykel grubunu yapmıştır. İmzası Atina akropo lünde bulunan bir kore üzerinde okunmak tadır ve üslûp' mukayesesiyle Delphoi’de Alkmaionidai tapınağının mermer cephesi onun eseri olarak kabul edilir, (L) ANTEP. Bk. GAZİANTEP. Antep cephesi, Türk istiklâl savaşında ku rulan millî cephelerin en önemlilerinden biri. Antep, 1919 y-ılı ocak ayında ingilizler ta rafından işgal edildi; ekim 1919’da da Fransızlara devredildi. Türk polisi ve jandarmasının, fransız subay larının kumandasına verilmesi, Fransızların Ermenileri teşkilâtlandırmaları ve şımartma ları, her cuma günü Akyol camiine çekil mesi mutat olan bayrağın çekilmesini önle meleri ve çarşaflı türk kadınlarına saldırış ları, annesini kurtarmak isteyen on iki ya şındaki bir türk çocuğunun şehit edilmesi halkı galeyana getirdi. Antep’te önce Cemiyet-i Islâmiye adlı bir mukavemet cemiyeti kuruldu. Sivas kongresinden sonra da Ana dolu ve Rumeli Miidafaa-i Hukuk cemiyeti nin bir şubesi açıldı. Bu iki cemiyet el ele vererek çalışmağa başladılar. Teşkilât köy lere kadar yayılarak eli silâh tutan her türk genci Antep’te harekete geçti. Bunun üzeri ne Fransızlar Kilis’ten Antep’e takviye kuv vetleri getirmek istediler; bu teşebbüse «Şa hin» takma adiyle tanınan genç teğmen Şaid Bey karsı koydu. Köprüleri ve telgraf hatla rını tahrip etti. 7 Şubat 1920’de Kızılbürun mevkiinde Fransızları bozguna uğrattı. 24 Martta Fransızlar, toplar ve makineli tüfek lerle taarruz ettiler. Şahin Bey tek başına ka lıncaya kadar döğüştü ve şehit düştü. Bu du rum halkı büsbütün coşturdu. 31 Mart 1920’de Mustafa Kemal’in emriyle Kılıç Ali Bey Antep’e gelerek Kuvayı Milliye’nin başına geçti. 1 Nisan 1920’de Antep şehri fransız istilâsına karşı tam bir cephe meydana ge tirdi. Fransızlar çok üstün kuvvetlerle sal dırdıkları halde Antep’e giremediler. Kanlı savaşlar oldu. Antep hiç bir taraftan takviye almak imkânı bulamadı ve nihayet 9 şubat 1921’de düştü. Türkiye Büyük Millet meclisi gazi, şehit ve kahramanlar diyarı Antep’e «Gazi» unvanını verdi (-» Bibliyo.) [M] ANTEPENDİUM i. (lat. k.). Sunak önü. Bazen değerli madenlerden (Milano’da San Ambrogio, Basel katedrali [Cluny müzesi]), bazen de oymalı taş, boyalı tahta veya na kışlı kumaştan yapılır, (aunlik da deüilen Foto. Kürettin E rktltç (M EYD AN)
bu sunak süslerinin yerini, XIII. yy. dan son ra, uzaktan daha iyi görülebilen arkalıklar veya sunak-üstleri almıştır.) [l] ANTEPFISTIĞI i. (latincesi, pistacium; yunancası pistakion). Antep fıstığı ağacının meyvesi. Eşanl. (yanlış olarak) şamfistiği. — ansİkl. Antepfıstığı’nm kırmızı bir ka buğu vardır. Yeşil tohumu yenir. İçinde ni şastalı maddeler ve çabuk acılaşan yenebilir bir yağ vardır. Tazesinin tadı hoştur; kavrul muşu yemiş olarak yenir, tatlıcılıkta da kul lanılır. Ayrıca bronşite iyi gelen bir şurubun yapımında faydalanılır. Kuru olarak uzun süre saklanabilir. Yurdumuzda yıllık üretin, miktarı 8 020 tondur. Antepfıstığı üreten il lerimiz, önem sırasıyle Gaziantep (5 100 t), Urfa (1 160 t), Maraş (630 t), Adıyaman (580 t), Siirt (460 t) v.d. (90 t). Üreti min bir kısmı ihraç edilir. (-» Bibliyo.) {LM] Antep işi blş. i. işi. Gergef veya kasnakta yapılan bir dişlemesi çeşidi. Düz renkli, in ce kumaşlar üzerine işlenir. Kumaşın nakış yapılacak kısmında, çözgü ve atkı ipliklerin den, örneğe göre iplik çekilir ve kumaşın bu kısmı kafes şeklini alır. Nakış, bu kafes lerin delikleri etrafına kumaşla aynı renk ip likle, verevine sarılarak işlenir. Sofra takım ları, masa örtüleri ve çamaşır üzerine uygu lanan antep işi çok bilinen ve özelliklerini koruyarak hâlâ yapılagelen küçük bir el sa natları koludur. (-> Bibliyo.) [MJ ANTEQUERA, İspanya’nın Endülüs böl gesinde (Malağa iü), Guadalhorce çayı ke narında kasaba; 43 300 nüf. Cerro de la Cruz eteğinde Cueva de la Menga adı veri len dolmen, tarih öncesi devirden kalma çok önemli bir eserdir. Dolaylarında başka önem li tarih öncesi kalıntılar da vardır. Sanayi merkezi: dokuma ve metalürji, ( l) Anter veya Antar h ik âyesi (arapça Sirat’Antar), arap kahramanlık hikâyesi; bu hikâ yenin başlıca kahramanı Islâmiyetten önce yaşamış olan şair Antere^dir. Dağınık par çalardan meydana gelen eser, eski Arapla rın âdetlerini anlatır, fakat içinde haçlı se ferleri devrine ait birçok olay da yer alır; 32 cilt halinde yayımlanmış olan bu hikâye, özellikle halk şairlerinin faydalandıkları bir kaynaktır, (l) ANTERE bin ŞEDDAD, arap şairi (VI. yy. ın son yarısında). Zenci cariyeden doğdu ğu için mahrum olduğu aile hukukuna genç yaşlarında gösterdiği kahramanlık sayesinde sahip olma hakkını kazandı. Kabileler ara sındaki savaşlarda büyük başarı gösterdiği bilinmektedir. Tayy kabilesiyle yapılan sa vaşa ihtiyarlığına rağmen katıldı, muharebe meydanında öldü. Antere, arap kahramanları arasında birinci sırayı işgal eder. Adı, An ter* hikâyesi’nde ve birçok yer adında yaşa maktadır. Bütün şiirleri günümüze kadar gel memiştir. Muallâkat*daki şiiri dışında eli mize geçen diğer şiirleri eksiktir. (M) ANTERİ i. (ar. Panteri). Arap şairi Antere’nin maceralarını anlatanlara verilen ad. Bk. ANTERE BİN şeddad. || Kaftan altına giyilen kısa elbise, entari. Bk. entarİ. (m) ANTERİT i. (fr. enterite). Patol. Bağırsağın ve özellikle ince bağırsağın müzmin veya had iltihabı. (Kalın bağırsak iltihabına kolit de nir.) — ansİkl. Patol. Bazı durumlarda bağırsak ta normal olarak bulunan mikroplardan ve ya zehirleyici maddelerin alınmasından ileri gelen anterit,' çok çeşitli sebeplere bağlananabilir. Beslenme zehirlenmelerinde tek ba şına görülebilir. Genellikle, tifo ve kolera gi bi hastalıklarla birlikte ortaya çıkar. En yaygın belirtileri, ishal ve karın ağalarıdır. Anterit, küçük çocuklarda çok şiddetli ola bilir (koleramsı ishal, toksikoz). İlk alına cak tedbir, yirmi dört saat süreyle sadece sulu madde almaktır. Tüberküloz anterit’i, ağır akciğer veremle rinin bir çeşit komplikasyonu olduğu için, akciğer veremine uygulanan antibiyotikler sayesinde artık pek görülmemektedir. Mukoza zarı anterit’i, sempatik sinir siste minin dengesizjiğiyle ilgili ve çoğu zaman vitamin eksikliğine de bağlanabilen bir has talıktır; zar salgılarının ve iç zarların dı şarı atılması şeklinde belirir. — Vet. Had veya müzmin anterit, bütün hay van türlerinde sık rastlanan bir hastalıktır. Mikroplardan, asalaklardan (koksidiyoz, helmintoz) veya zehirlenmeden (iç ve dış zehir lenme) ileri gelebilir.
Genç hayvanlarda anterit genellikle ya yav rularda bas gösteren septisemilerden, ya da sütten kesilme sonunda ortaya çıkar. Anatomik ve klinik belirtilerine göre ante ritler basit, zarsı ve kanamalı olabilir. Zarsı anterit, içinde pıhtılaşmış fibrin bulunan dış kılardan anlaşılır; daha çok boynuzlugiller de görülür ve genellikle hafif geçer. Kanlı anteritin bir adı da dizanteri’dir. Hayvanlarda birçok anterit şekline rastla nır: sığırlarda ultravirus anteritleri, etobur larda ve sığırlarda tüberküloz anteriti gevişgetirenlerde paratüberküloz anteriti ve bütün türlerde salmoneloz. Sığırlarda görü len tüberküloz anteriti ve domuzlardaki mikroplu anteritler (veba, salmoneloz) bula şıcıdır. Had anteritler çoğu zaman ishal ya par. Müzmin anteritlerde ise ishal ile kabız lık birbirini takip eder. Anteritler perhiz ve ilâçla (bağırsak anti septikleri ve ishal ilâçları) tedavi edilir. Fa kat asıl tedavi, hastalığın sebebini bulup gidermektir, (l) ANTERLİN veya ENTERLİN i. (fr. interligne, iki satır arası boşluk). Matbaac. Dizil miş yazıların kurşun satırlarını birbirinden ayırmakta kullanılan ve kalınlığı yarım pun todan altı puntoya kadar değişen madenî (pirinç veya kurşun) levha, (l) ANTERNE boğazı, Fransa Prealp’lerinin Kuzey kesiminde (Haute-Savoie). Giffre küt lesi içinde bir boğaz; 2 263 m. (l) ANTER (O) —, yunanca enteron, bağır sak sözünden gelen ve bazı kelimelerin ya pısına giren önek. ♦ Anterektom i i. (fr. enterectomie). Tıp. Sindirim borusunun bir kısmının kesilip çı karılması. ♦ Anterograf i. (fr. enterographe). Tıp. Ba ğırsak kasılmalarını ölçmeğe yarayan âlet. ♦ Anterokolit i. (fr. entârocolite). Tıp. Ba ğırsak iltihabı. — ansİkl. Anterokolit, anteritlerin en çok rastlanan şeklidir. Genellikle müzmindir. Ba ğırsak mukoza zarında görülen anterit he men her zaman bir anterokolit’tir. ♦ Anterokonioz i. (fr. enteroconiose). Tıp. Bağırsaklara toz dolmasından ileri gelen, daha çok bir meslek hastalığı. Antepfıstığı + Anteroplasti i. (fr. enteroplastie). Tıp. Bağırsağı normal çapma indirmek için ya pılan ameliyat. + Anteroptoz i. (fr. enteroptose). Tıp. Sin dirim borusunun anormal gevşekliği yüzün den bağırsakların karın boşluğunda aşağıya düşmesi. — ansİkl. Anteroptoz, daha çok kadınlarda görülür. Gebeliğin sebep olduğu hızlı bir zayıflama veya karın gevşekliği ile kendini gösterir. Genellikle hiç acı vermez. Ancak sinirli kimselerde belirsiz sindirim ve beslen me bozukluklarına sebep olur. ♦ A nterorafi i. (fr. enteroraphie). Tıp. Ba ğırsak yaralarını dikme ameliyatı. + Anterosel i. (fr. anterocele). Tıp. İncebağırsak fıtığı. ♦ Anterostom i i. (fr. enterostomie). Tıp. Bir bağırsak dirseğinin geçici veya kesin ola rak karın çeperine yapışması. ♦ Anterotom i i. (fr. enterotomie). Bir bağır sak büklümünün kesilip alınması. || İyi ka panabilsin diye anüs çıkıntılarının kesilme si. (l) ANTEROGRAD sıf. (fr. anterograde). Amnezi’nin bir şekli. Bunda amneziye se bep olan kazadan sonraki olaylar unutulur. (Hasta, başına gelen her olayı hemen sonra unutur.) [l] ANTEROS i. (mit. isim Anteros’dan). Ala calı donuk akik’e benzeyen değerli taş. (l) ANTEROS (yun. k. «karşılıklı aşk»), Eros’un arkadaşı: onunla birleştiği zaman büyür, ayrıldığı zaman tekrar çocuklaşır (İskenderi ye alegorisi), [l] ANTEROS Aziz, 21 kasım 235’ten .3 ocak 236’ya kadar papa, (l) ANTEROTOKSEMİ i. (fr. enterotoxemie). Vet. Genellikle havasız yaşar bakterilerden birinin meydana getirdiği toksinlerin bağır sakta emilmesiyle ortaya çıkan hastalık. — ansİkl. Anterotoksemi’lerin hayvanlarda ve özellikle gevişgetirenlerde en sık görülen şeklini Clostridium perfringens meydana ge tirir. Hastalık, sadece bol azotlu besinle aşırı
5
ANT
6
bir suyosununda anheridium («, çok büyütülmüş antherozoit)
antherozoit üstte, sikalarda, altta, eğreltiotunda
□nthonomus
derecede beslenenlerde ve özellikle birden bire resim değiştirenlerde görülür. Hasta bir kaç saat veya bazen üç dört gün içinde ölür. Leşin çok çabuk kokuşması, bazen bula maç haline gelebilen böbreğin yumuşaması, hastalığın başlıca belirtileridir, (l) ANTESEDANS i. (fr. antecedence). Bir akar suyun veya akarsu parçası çığırının, geçti ği topraklara, oranın tektonik değişmelerin den önce yerleşmiş olması. Bu durumda bu lunan çığıra antesedan denir. — ansİkl. Antesedan bir akarsuyun vâdisi, bir yükselme hareketine (antiklinal, horst) uğramış yapı içinde olduğu yere gömülmüş tür; bu yüzden vadi henüz bünyeye uymamış, genellikle bir boğaz görünüşü almıştır. Ren nehrinin Şistli yayla içindeki ünlü boğazı an tesedan bir vâdidir. Ren’i boylayan taraçalardan da anlaşıldığı gibi, yayla Dördüncü zamanda yükselmiş, onun kütlesi içinde vâdisini kazarak gömülmüştür. Antesedan’lık olayları çok daha küçük ölçüde, meselâ basit bir kıvrımda da görülür. ♦ Antesedan sıf. (fr. antecedent). Jeomor foloji. Çığırı tektonik değişmelerden eski olan akarsuya veya akarsu parçasına de nir. (L) ANTET i. (fr. en-tite.L. Genellikle ticarî iş lemlerde kullanılan kâğıtların (ve zarfların) üst kısmına, şirketin çeşidi, adresi, sermaye si, posta kutusu, telefon, ticaret sicilli kayıt numaraları v.b. hakkında bilgi vermek, bazen de reklâm amacıyle bastırılan metin: Zar/ı ve kâğıdı tetkik ediyorum. Ne pek adî cins ten, ne de pahalısından... Antetsiz, kalınca, ticarethanelerde kullanılanlardan (R. H. Ka ray). || Antetli kâğıt {zarf), üst kısmında an tet bulunan kâğıt (zarf): Antetli bir kâğıda yazarak bize gönderiniz, (m) ANTEVERSİYON i. (fr. anteversion). Tıp. Dölyatağı haznesinin öne, boyun kısmının arkaya eğik durumu. (Dölyatağı haznesi, üre me organının hemen arkasında bulunur, dölyatağının boynu ise arkadan göden bağır sağına dayanır. Anteversiyon nadir olarak doğuştandır. Daha çok dölyatağının do ğumdan sonra büzülmemesinden, bazen de dölyatağı iltihabından ileri gelir.) [l] ANTEVERTA ve POSTVERTA. Lat. mit. Biri geçmişi bilen, öbürü geleceği gören iki tanrı, (l) ANTHAXİA i. Domuzlan böceğinin küçü ğü. Madenî ve canlı renkleri vardır. Tırtılı, çeşitli ağaçlara zarar verir. (Birçok türü olan bu cins bütün dünyada, özellikle Ak deniz ülkelerinde yaygındır. Kınkanatlıların buprestidae familyasından.) [L] ANTHEAUME, XVIII. yy. da Paris’te ya şamış olan fransız müzikçiler ailesi: eloI augustİn , Sainte-Chapelle’de ilâhici; — Bü yük oğul Antheaum e, Senlis katedralinin müzik yönetmeni. Kraliyet Müzik akademi si üyesi; dört bölümlü süitler biçiminde altı tane trio için konçerto, kırk beş orglu motet gibi eserleri vardır. (L)
ANTHEİL (George), amerikalı besteci (Trenton 1900-New York 1959). Piyanoda Arthur Schnabel’in öğrencisi, önce virtüöz olarak yetişti. Bestecilikte C. von Sternberg’in ve Ernest Bloch’un öğrencisi. 1920’lerin dada akımına iyice karışan öncü bestecilerinden biri oldu. Beethoven, Brahms ve Stravinski’den esinlenen ilk senfonisi, Berlin filarmonik orkestrası tarafından çalındı. 1922’den 1930’a kadar oturduğu Paris’te Jazz. Symphony ile Transatlantic adlı senfonileri besteledi. Bu eserlerde klasik müzikle caz unsurlarını kay naştırdı. En anlatımlı eseri, on piyano, elektrikli çanlar, ksilofonlar, otomobil dü dükleri, örsler, çember biçiminde testereler, uçak pervaneleriyle çalınan Ballet Mecanique’tit. (Mekanik Bale, 1925). Antheil, bu eserinde «soyutun en soyutuna varma amacı nı güden bir müzik» yarattığını ileri sürer. 1933’te A.B.D.’ye dönünce, daha az dev rimci, hattâ yeni-klasik bir tarza yöneldi (altı senfoni, bazıları düpedüz romantik olan birçok sonat, filim, bale, sahne müzik leri ve Volpone gibi birçok opera), [l ] ANTHELA. Esk. coğ. Yunanistan’da şehir. Tesalya’da Lamia körfezi ve Thermopylai geçidi bölgesinde: Amphiktyonia’ların her yıl toplandığı Demeter tapınağı bu geçit üzerindedir, (l) ANTHELİKS i. (lat. ante ön; yun. heliks, helezon). Kulak kepçesinin dış kıvrımının anthophora ön ve iç tarafında bulunan büklüm, (l)
ANTHEM i. (esk. ing. antefn; lat. antefena> yun. antiphona’dan fr. k.). Anglikan kilisesi ne has ve Kutsal kitap metinlerinin serbest tercümesine dayanan dinî besteler. (XVI. yy. da polifonik motet’ler şeklinde [Tye, Tallis]; XVII. yy. da koro için iull-anthem'\tr ve âyetleri içine alan verse-anthem’let şek linde.) [l] ANTHEMİOS T ra lleisli, Lidya’lı matema tikçi ve mimar (VI. yy.), lustinianos tara fından 531’de yanan Ayasofya kilisesinin in şaatını yönetmekle görevlendirildi, planlarını yaptı, kilisenin temelini attı, fakat bitiremeden öldü; 532’de başlanan eseri 537’de Miletos’lu Lsidoros tamamladı. Hem sanatçı hem de bilgin olan Anthemios’un mekanik ve optik alanlarında derin incelemeler yap tığı anlaşılmaktadır. (L) ANTHEMİUS, V. yy. ın başlarında devlet adamı. Saray nazırı, 405’te konsül, Doğu eyaleti valisi. Arcadius’un ölümünden son ra 408’den 414 yılına kadar Theodosius’un naipliğini yaptı. 413 Yılında İstanbul’un büyük surlarını yaptırttı ve Tuna’yı tahkim etti. (L) ANTHEMİUS, Batı Roma imparatoru (467472), devlet adamı Anthemius’un torunu ve imparator Marcianus’un damadı. Doğu im paratoru Leo I’in isteği üzerine tahta çağı rıldı, Suev’li Ricimer’e güvenmişti, fakat onunla arası açıldı; Roma’da kuşatıldı ve Ricimer’in emrivle öldürüldü. (W ANTHERİCUM i. Bot. Basit saplı bir bit ki türü. Asya, Avrupa ve Afrika’da, kırlarda ve kayalıklarda çok görülen bir bitkidir. {Falanjer örümcek otu, zambak çiçeği adlarıyle de tanınır. Zambakgillerden.) [l] ANTHERİDİUM i. Bot. Çeşitli bitkilerde bulunan erkek organ. İçinde erkek eşeylik hücreleri, yani antherozoit*ler bulunur. — ansİkl. Eğreltilerin anteridyıım’ları önçimin üzerinde, karayosunlarınınki yapraklı sapların üzerinde, suyosunlarınınki ise talin, çeşitli yerlerinde bulunur. Yüksek yapılı bir bitkinin erkek organındaki başçık içindeki çiçektozları eşeylik hücresi (gamet) olma dığı için anteridyum değildir, (l) ANTHEROPHAGUS i. Küçük kınkanatlı böcek. Eşekarılarımn yuvasında onlarla be raber yaşar. (Crytophagidae familyası.) [l] ANTHEROZOİT i. (yun. antheros, çiçeklen miş; zoon, canlı varlık ve sonek oid). Biyol. Bitkilerdeki erkek eşeylik hücresi. {E.yani. spermatozoİt . [Ancak bu terim sadece hay vanlardaki erkek eşeylik hücresi için kulla nılır].) ANSİKL. Antherozoit’ler erkek organların içinde meydana gelir. Damarlı çiçeksiz bit kilerde, erkek organdaki ana hücre, boyla masına ve enlemesine bölünerek küçücük hücreler meydana getirir. İri çekirdekli bu hücrelerin her biri bir antherozoit olur. Ol gunlaştığı zaman, erkek organ su emer, açı lır ve çok geçmeden antherozoitleri serbest bırakacak olan ana hücrelerin dışarı çık masına imkân verir. Bu küçük hücreler iki üç kere bir helezon çevresine bükülmüş burmalı bir şerit göriinüşündedir. İnce olan ön tarafta az veya çok sayıda titrek tüycükler vardır; arka tarafta ise içi renksiz tanecik lerle dolu bir kese bulunur. Yosunlardaki ve atkuyruklarındaki antherozoitler damarlı çiçeksiz bitkilerinkine ben zer, suyosunlarının antherozoitleri ise tüycüklü veya tüycüksüz türlü biçimlerde olur. İki japon botanikçisi, İkeno ile Hirase 1896’da, sikalar ile ginkgolarda tüylü antherozoitler bulmuşlardır, öte yandan, açıktohumlular ile kapalıtohumlulardaki çiçektozu boru sunun iki çekirdeğini antherozoitlere benzet mek alışkanlığı vardır. Arkegonların boyun kısmına (veya kapalıtohumlular embriyon kesesine) göre antherozoitler oosfer ile bir leşir. Bu birleşmeden veya döllenmeden yu murta meydana gelir. Yumurta gelişerek ye ni bir canlı olur, (l) ANTHESTERİA i. (yun. k.). Eski Yuna nistan’da kutlanan dionysos bayramı. — ansİkl. Anthesteria İonyalıların Asya’ya göçlerinden önceki zamanlarda yapılan en eski şarap bayramıydı, özellikle şubat son larında Atina’da kutlanır, bir aile şenliği ni teliği taşırdı. İlk iki gün, bitki ve sevinç tanrısı kutlanırdı: yeni şarap tadılır, içme yarışmaları düzenlenirdi. Aynı zamanda Dionysos’un arkhon-kral’m karisiyle evlenmesi
kutlanırdı, üçüncü günü, yani Khytroi günü, bir yas günüydü: tencerede buğday pişirilir' ölülere götürülür, çocukların başına yeni çi çeklerden taçlar takılır, sonra da tarla işleri başlardı. Kira anlaşmaları ve ırgat ücretle rinin ödenmesi Anthesteria bayramlarında ayarlanırdı. (l) ANTHİCİDAE çoğl. i. Kınkanatlı heteromer böcekler familyası. Bitki kalıntıları arasında yaşayan ufak türleri kapsar. (Çoğu akarsuların kumsal kıyılarını sever. Başlıca cinsleri: anthicus, formicomus, notoxus.) [l] ANTHİCUS i. Dünyanın her tarafında rast lanan bir böcek. Anthicidae* familyasından. [l]
ANTHİDİUM i. Zool. Yalnız yaşayan bir arı. Dünyanın her tarafında rastlanır. Yu vasını ya toprağa, ya ağaç kabuklarına ve ya salyangoz kabuklarının içine yapar. (Bir kısmı, yuvalarını bazı bitkilerden topladığı tüycüklerle kaplar; bazıları ise yuvalarını reçine ile yapar. Zarkanatlı Angiller.) [l] ANTHİMOS, 533’te Trabzon piskoposu, 535’ten 536’ya kadar İstanbul patriği. Monofizit eğilimli düşüncelerinden dolayı İs tanbul konsili tarafından azledildi (536). [l] ANTHOCEROS i. Bot. Küçük ciğeryosunu. Çukurlarda ve nemli yerlerde yaşayan talli bitki, üreme bakımından eğreltiotlarına, karayosunlarına, yüksek yapılı suyosunlarına benzer. Bitki türlerinin sınıflandırılması ba kımından ilgi çekici bir bitkidir, (l) ANTHOCEROTALES i. Bot. Ciğeryosunları takımı. Talli bitkiler. Spor keseleri iki ka pakçıkla açılır, (örnek bitki: anthoceros.) [l]
ANTHOCHARİS i. Beyaz renkli gündüz ke lebeği. Kanatlarında parlak kırmızı veya pembe benekler bulunur (Pulkanatlıların pieridae familyasından), [l] ANTHOCORİS i. Zool. Küçücük bitki biti. Daha çok çiçeklerde yaşar. (Anthocoridae familyasından.) [l ] ANTHOİNE (Antoine İgnace), Saint-Joseph baronu (Embrun 1749-Marsilya 1826). İstanbul’a yerleşti, Fransa ile Rusya arasın da bir ticaret antlaşması için görüşmelerde bulundu, (l) ANTHOİNE (François Paul Nicolas), fransız siyasetçisi (Lorraine’de Boulay, 1720-Metz, 1793). 1789’da «Etats G6neraııx» milletvekili, «aşırılar» arasında yer aldı, Jakobenler kulü büne başkanlık etti, 1892’de Metz Belediye başkanı oldu; 10 Ağustos ayaklanmasının hazırlanmasında önemli bir rol oynadığı söy lenir. «Convention» üyesi olarak kralın ida mına oy verdi. Mutedillikle suçlandırılınca, o da birçok gayretsiz memuru, siyasetçiyi suçlayarak kendini savundu. Öldüğü zaman, Devlete bıraktığı servetini Convention red detti. (l) ANTHOLYZA i. (yun. anthos, çiçek, lysaa, kızma, öfkelenme). Soğan köklü süsen. Ro zet şeklinde yaprakları vardır. Orta ve Gü ney Afrika’da yetişir. (Sarı kırmızı veya tüm kırmızı çiçekli türleri glayöl gibi ye tiştirilir. Kırk kadar türü vardır. Süsengillerden.) [l] ANTHOMİA i. (yun. anthos, çiçek’ten fr. anthomyie). Zool. Sinek türü. Larvası ge nellikle çürük maddelerle beslenir, sinek olunca çiçek üzerinde yaşar; onun için adı nı çiçekten almıştır. (İki kanatlılar takımı evsineğigiller.) [L] ANTHONİSZ (Cornelis), hollandalı ressam ve gravürcü (Amsterdam, 1499’a doğr.-ay.y. 1556’dan sonra). Ressam olarak, bir '• kaç esnaf loncası üyelerinin topluca portrelerini yaptı. Gravürleri, özellikle harita niteliğin dedir {Amsterdam planı, 1544). [l] ANTHONOMUS i. Zool. Meyve ağaçlarına zararlı küçük bitki biti. — ansİkl. Anthonomııs pomorum, elma çiçe ğinin koncalarına, A. pyri armut ağacının tomurcuklarına yumurtlar. A. grandis, Ku zey Amerika’da pamuk tarlaları için felâket tir; çoğu zaman büyük zararlara sebep olur. Bu böcekle muntazaman savaşmak gerekir. (Kınkanatlılar cinsinden.) [l] ANTHOPHORA i. Yalnız yaşayan arı. Çok hızlı uçar. Yuvasını toprağa yapar. (Lar vası için kilden kabuklar yapar; bunu çiçek tozu hamuruyle besler. Yuvasının ağzına bir ışık bacası diker. Zarkanatlılardan arıgillere girer.) [l] Foto. Vincent (L ARO VSSE)
ANT ANTHOXANTHUM i. (yun. anthos, çiçek, ksanthos, sarı). Yemlik bitki. (Buğdaygiller den.) — ansİkl. Anthoxanthum, uzun ömürlü otsu bir bitkidir; yivli, kılıflı, tüylü yaprakları vardır, iki erkek organlı çiçekleri, başakcıklardan meydana gelmiş tek salkım duru mundadır. Anthoxanthum odoratum (kokulu anthoxanthum), Avrupa’nın bütün çayır ve ormanlarında yaygındır. Kuru ot yemine ko ku katar. Yem bitkisidir, ama verimi azdır. (L )
ANTHOZOA’LAR çoğl. i. Zool. Selentere ler sınıfı. — ANSİKL. Atıthozoalar sınıfı, deniz hayvan larından teşekkül eder. Bazen tek, çok kere de deniz dibinde, sabit bir şekilde, büyük sayıda koloniler halinde yaşar. Ağız, çevre sindeki dokunaçları, ucu mide boşluğuna ser bestçe sarkan yemek borusu ile karakteris tiktir. Aynı boru, tabana kadar inen bölme lerle mide çeperine bağlanır. Bu bölmeler, mi de boşluğunun orta kısmına doğru açık oda cıklar meydana getirir. Odacıkların üzerinde içi delik dokunaçlar vardır. Bu hayvanlar, denizanası veya metamorfoza lüzum kalma dan, doğrudan doğruya çoğalır. Beş altsı nıfa ayrılır: actirıiaria, octoactirtiaria, ceriarıtharia, madraporlar veya hexcıctiniaria ve zoanthactiniania. (l) ANTHRACOSİA i. Karbon ve permiyen çağ ları yereylerinde bulunan çift kabuklu, fosil yumuşakça, (l) ANTHRACOTERİUM i. Oligosen çağında yaşamış çifteparmaklı fosil, memeli hayvan. Anthracotharidae familyasından. (Adı, Anthracotherium iskeletlerinin linyit kömürüy le bir arada bulunmuş olmasından gelir.) [l] ANTHRAX i. Asalak sinek. Yuva yapan çeşitli zarkanatlılar ile bazı düzkanatlıların sırtından geçinir, onların yumurtalarını yok eder, (tkikanatlılann brachycera takımının mobyliidae familyasından.) [l] ANTHRENUS i. Hayvanı kuru maddelerin içinde gelişen çok küçük bir böcek. — ansİkl. Anthrenus’un larvası müzeler deki hayvan koleksiyonlarına, özellikle bö cek koleksiyonlarına ve kürklere dadanır, (l) ANTHRİBİDAE çoğl. i. Uzun duyargalı, hortumlu kınkanatlı böcekler familyası. Du yargaları uzun boynuzları andırır, (l) ANTHRİBUS i. Kuru ağaçta, özellikle me şede yaşayan, siyah renkte ufak bir böcek. Kınkanatlılar anthribidae familyasından. (L) ANTHROP(O)—. Bk. AN'TROP(O). ANTHROPOİDES i. Gri bir turna, özelliği, kanat tüylerinin uzunluğudur. Güney Afrika’ da rastlanan Cennet turnasında (Anıhropoides paradisea) yere sürünecek kadardır. As ya’da yaşayan ve Afrika’ya göç eden telli turnaya (A . Virgo) Güney Avrupa’da da rastlandığı olur, (l) ANTHROPOPİTHECUS, i. İnsanla may mun arasında bulunduğu varsayılan fosil hay van türü, (l)
ANTHURİUM i. Orta Amerika’da yetişen bitki. (Yılanyastığıgillerden.) Yapraklarının ve çiçeklerinin güzelliğinden dolayı Avrupa’ da ve nadir olarak Türkiye’de limonluklarda yetiştirilir. (Yüzlerce türü vardır.) [l] ANTHYLLİS i. Otsu bitki. Pek çok türü var dır. Bazı türleri ağaççık görünümündedir. (Baklagillerden.) [Anthyllis vulneraria (yaraotu veya sarıyonca)] denen bir türü, genel olarak çakıllı kireçli topraklarda yetişir ve koyunların severek yediği bir bitkidir. Hay van yemi olarak da yetiştirilir, (l) A N T i— (yun. anti, karşıt’tan). Karşıt lık, karşı koyma, bir şeye karşı korunma fikrini belirtmek üzere birçok kelimenin bi leşimine girer. Meselâ, antialkolik «alkol ile mücadele», antigaz «zehirli gazlara karşı ko ruyan» anlamına gelir. Bu şekilde türetilen ve Türkçede de kullanılan birçok kelimeye, anlamları çok açık olduğu için, lügatin al fabe sırasında yer verilmemiştir: antialkolik, antidiyabetik, antifaşist, antifeminizm, aritigaz, antimilitarizm, antiparlamentarizm, antisemitizm, antisosyal, antisovyetik, antitoksik v.b. (m) ANTİALDOSTERON i. (fr. antialdosterone). Aldosteron’un etkilerine karşı koyabile cek ilâç. — ansİkl. Antialdosteron’lar etkileme şekil lerine göre iki kategoriye ayrılır: aldosteFoto. Brihat-Rapho, V .S .i.S . (LAROUS8E)
ron'ttn böbreküstü dış zarı tarafından bire şime uğratılmasın! önleyiciler, yani amfenom ile metopiron. Bu sonuncusu steroitlerin oluş masını önleme test’i olarak kullanılır ve hipofiz-böbreküstü eksenini yoklamağa im kân verir. Aldosteron’un çevresel önleyicileri, kimyevî bileşimleri aldosteronun bileşimine yakın olan spirolokton’lardır. Başlıca etkileri, al dosteron’un böbrekler üzerindeki etkilerini önlemektir. Aldosteron fazlalığından ileri ge len bütün ikincil durumlarda kullanılır. Si dik getirici etkileri vardır, (l) ^ ANTİARİS i. Dutgillerden bitki. Anayurdu. Hindistan, Cava ve Avustralya’nın sıcak böl geleridir. Afrika’da yetişen türlerinden, Antiaris africana ve Welwitschii‘ûer\ ticarî ke reste elde edilir: kirundu (Fildişi Sahili ako’su, Gabon andum’u) denilen beyaz, sarı ve ya gri renkli yumuşak kereste, kaplama ve kontrplak yapımında kullanılır. — ANSİKL. A. toxicaria, Cava ve Çinhindi’nde yetişen büyük bir ağaçtır. Bu ağaç kesi lerek usaresi akıtılır ve sarımtırak süt ren ginde çok şiddetli bir zehir elde edilir. Yer liler bu zehiri silâhlarının ucuna ve ağzına sü rerler. Çinhindi’nde fakir halk, antiarisin çapraz lifli kabuğundan, kabaca işledikten sonra giyim eşyası yapar, (l) ANTİ ASİT i. ve sıf. (fr. antiacide). Ecz. Eşanl. alkalİk . ANTİ ATLAS, Afrika’da Fas’ın güney kısmında, İfni kıyısından Tafilalet’e kadar uzanan dağ sırası. Anti Atlas’ı, Yüksek At las dağlarından ayıran uzun oluk. Sus ova sından Dades ve Todra vâdilerine kadar uza nır. Bu oluk orta kesiminde, üstü yeni bir volkan yapısıyle örtülü eski bir temel par çası olan Sirua masifi (3 300 m) ile sıkışır. Enine bir vâdi olan Draa, Varzazat aşağı sında asıl Anti Atlas’ı (Cebel Aklim’de 2 531 m), doğudaki Sago (2 560 m) ve Ugnat (1 720 m) masiflerinden ayırır. Bütün bu dağlar, bir kaç defa yerinden oynamış ve sırtı aşınımla düzleşmiş olan çok eski Sahra temelinin yükselmiş kenarından meydana gelmiştir. Üstünde bazen sivri tepeler yükselen bu ağır yapılı masifler, kendi kuzeylerindeki Atlas önü oluğu üzerinde birden dikleşir, buna karşılık güneye doğru daha hafif bir eğim gösterir ve bir sıra uzun kumtaşı sırtlarıyle (Cebel Bani) desteklenir. Draa oluğuna inen sel yatakları, bu sırtlar arasında hurmalıkla rın yerleştiği dar geçitler (/um’lar) açmıştır. Sirua vâdisi batısında Anti Atlas’ta. Masmuda veya Şlöh grubundan berberi asıllı çiftçi ve meyveci köylüler yaşar. Sulamak vâdilerde geçim, hayvancılıktan çok tarıma dayanır. Nüfusun oldukça sık oluşu ve bu kuru memleketin fakirliği, büyük ölçüde göç lere yol açar. Sirua’nın doğusunda vâdi ta banlarında birkaç vaha vardır, dağ ve yayla larda berberi Sanhaca göçebelerinin sürüleri otlar. Anti Atlas’ta önemli maden yatak ları bulunur; bunlar arasında, Varzazat gü neyindeki Bu Azzer’de kobalt, yukarı Draa vâdisinde, imini’de manganez, Sago’da ba kır ve demir madenleri sayılabilir, (l) ANTİATOMİK sıf. (fr. antiatomiqııe). Atom ışınlarının zararlı etkisine karşı olan: Antiatomik elbise, i! Teşm. yol. Atom mermileri nin etkisinde kalan bir bölgeye yerleştirile cek olan bir teşkilâta, bir silâha, bir tesise verilen sıfat: Antiatomik sığınak. — ansİkl. Nükleer patlamaların etkilerine karşı alınan korunma tedbirleri, birçok ba kımdan, savaş gazlarına karşı alınan ted birlere benzer, tik olarak şu esas kabul edilmiştir: patlama merkezinin hemen yakı nında (yerde veya havada) alınacak bütün korunma tedbirlerinin uygulanması imkânsız dır. Bununla beraber, içindekilerin iamamıyle yok olacağı böyle bir alan nispeten kü çüktür. (Bk. atomik ve termonükleer.) Sivil savunma teşkilâtının planına göre uygulanan ve hassas noktaların boşaltılmasıyle ilgili tedbirlerden başka, ferdî ve toplu tedbirler de vardır: bunlar atom patlama (merkezin den itibaren önemli mesafelere kadar uygula nır. Tedbirler, ilgililerin moralini bozmadan, psikolojik uyarmalarla birlikte alınmalı ve bu uyarmalar, patlama ile meydana gelecek anî etkiye, korunma reflekslerinin zamanın da karşılık vermesini sağlamalıdır. Toplu korunma, bir yandan dar, derin ve üzerleri yalıtkan maddeyle örtülü siperlerin, öte yan dan da klasik tipteki sığınakların yapılma sını gerektirir; ancak bu sonuncularda nefes alma ve ısıya uyma bakımından özel yer
leşme düzenleri sağlanmalıdır. Ferdî korun manın amacı, vücudu toz veya damlacık ha lindeki radyoaktif maddelerden korumaktır. Bu maksatla kullanılmak üzere ferdî maske ler (ANP 51 tipi) ile özel korunmaya ait givim eşyası (bulaştıktan sonra imha edilmek üzere pelerinler, şapka enselikleri, eldiven ler v.b.) kabul edilmiştir. Kalıcı radyoaktivi tenin teşhisi de, miktar ve kalite ölçen «debimetre» ve «dozmetre» denilen âletler vasıtasıyle yapılır. Bulaşan maddelerin temiz lenmesi, özel tedbirleri gerektirir: bu işle uzman ekipler görevlidir. Antiatomik korun ma. 1950-1955’ten beri gerek taktik alanda, gerek birliklerin teşkilâtında esaslı değişik liklere yol açtı. Askerî malzeme (gemilerde lumbar deliklerinin kaldırılması) ve özellikle silâhlı kuvvetlerin alt yapı üs ve tesislerini yerleştirme anlayışı üzerinde de etkisini gös terdi: bugün, modern deniz üslerinde antiato mik geniş yeraltı sığınakları vardır, üssüyle hemen hiç bir bağlantısı kalmayan ve su içinde bulunduğu için nükleer ışımalardan da etkilenmeyen atom denizaltısı, antiatomik silâhların en mükemmellerinden biridir, (l) ANTİBARYON i. Çekirdek fiz. Bir baryon*un antipartikülü. (l) ANTİBES, Fransa’nın güneydoğusunda (Alpes Maritimes İdarî bölgesi, Grasse idari çev resi) Cöte d’Azur’de şehir; 63 248 nüf. Bah çecilik okulu, içinde bir müze bulunan Grimaldi’ler şatosu, çiçek (gül) bahçeleri, sera mik. önemli plaj şehri. — Tar. Yunanlı göçmenler tarafından Mar silya’dan sonra temeli atılan Antibes (Antipolis) IX. yy. da Araplar tarafından ha rap edildi. Provence’ın, sonra da Fransa’nın duğu sınırında kale durumunda olan şehir, birkaç defa kuşatılıp zaptedildi. François 1 ve Henri IV burada hâlâ mevcut olan bir hisar (Fort Carr6) yaptırdılar. Vauban’ın ta mir ettirdiği bu hisar, 1746 ve 1815’te şehrin savunmasında çok işe yaradı, (l) ANTİBİYOGRAM i. (fr. antibiogramme). Tıp. Antibiyotiklerden hangisinin belli bir mikrop cinsinin gelişmesini önleyebileceğini belirtmeğe yarayan biyolojik metot. — ansİkl. Aynı mikrobun değişik döllerinin antibiyotiklere karşı değişik tepki gösterdiği deneyle anlaşılmıştır. Bazı durumlarda belli bir mikrop dölüne karşı hangi antibiyotikle rin etkili olduğunu bilmek gereklidir. Bunun için çeşitli antibiyotik sıvıların içine aynı mikrop atılır ve mikrobun hangi sıvıda ge-
Fransa'nın güneydoğusunda, Cöte d'Azur'de ANTİBES şehri
atom reaktörünün yaydığı ışınlara karşı koruyucu elbise
antiatomik
Brookhaven nükleer atom reaktöründe uranyum çubuklarının yerleştirilmesi (A.B.D.)
ANT
8
Rhone-Poulenc fabrikalarında antibiyotik yapımı (Fransa)
üşme gösterdiği, hangisinde gelişme göster mediği anlaşılır. Bu da uygulanacak teda vinin ne olacağını gayet iyi gösterir. Bunun için çeşitli metotlar kullanılmaktadır. En çok kullanılan «disk» metodunda mikrop, besleyici bir jelozun üstüne ekilir, bunun üzerine de çeşitli antibiyotiklere batı rılmış yuvarlak kâğıt parçaları konur. Mik rop, jelozun bütün yüzeyinde gelişir, yalnız kendisine etkili antibiyotiklerin bulunduğu yuvarlak kâğıtların yakınında gelişemez. Bunların çevresinde, mikrobu üretmeyen, az veya çok geniş bir yasak bölge bulunduğu anlaşılır. Bu yasak bölgenin önemi birçok etkene bağlıdır (ortamın besince zenginliği, mikrobun üreme gücii. mikrop ekiminin iyi veya kötü yapılması). Faydalı bir sonuç ala bilmek için bu etkenleri standart duruma getirmek gerekir. Bu usulle mikropları üç sınıfa ayırmak mümkündür: etkilenenler, direnç gösterenler ve ikisi ortası, (l) ANTİBİYOTİK i. ve sıf. (anti öneki ve yun. bios, hayat’tan fr. antibiotique). Tıp. Nebatı veya hayvanı organizmaların (daha çok nebatî mikroorganizmaların) çıkardıkla rı yahut sentetik olarak yapılan, gayet ufak dozlarda, bakteri ve mikroorganizmaların gelişimini durduran, hattâ onları yok eden madde: Şimdi yeni antibiyotiklerin kolayca yenebileceği bir kalp iltihabından ölüverdi on yedi giin içinde (Y. Z. Ortaç). Bk. ansİkl. — Ted. Antibiyotik tedavisi, antibiyotiklerle yapılan tedavi. Bk. ans İkl . — ansİkl. Tıp. Daha 1877’de Pasteur ve Joubert tarafından sezilen antibiyotik kavramı, yavaş yavaş değer kazandı. 1929’da Fleming, Penicilliıtm no tat um’un metabolizma ürünle rinden penisilini keşfetti. Antibiyotikler, bir birinden çok farklı organizmalarca, fakat özellikle bakteriler ve basit mantarlar tara fından meydana getirilir. Bazıları sentetik olarak elde edilir. Kimyevî yapıları da çok çeşitlidir, çok defa devridir. Bazı mikroplar üzerinde gösterdikleri değişik etkilerle birbir lerinden ayrılır (etki derecesi). Bu etki zamanla mikrobun bir çeşit alışmasıyle azalabilir (direnç). Direnç bazen hızlı olur (streptomisin ve tüberküloz basili), bazen de yavaş yavaş gelişir (penisilin ve stafilokok). Antibiyotikler, ağız yoluyle, enjeksiyon yoluyle ve yerel olarak uygulanır. Antibiyotik sayısı pek çoktur. Yalnız onbeş yirmi tanesi sanayide hazırlanır (penisilin, streptomisin, klortetrasiklin, kloramfenikol, tirotrisin, oksitetraksiklin, tetrasiklin, eritıomisin). Bazı hekimler antibiyotik deyiminin, sentez yoluy le hazırlanan sülfamitler ve türevleri gibi ilâçlara da verilmesine taraftardırlar. Halbu ki bunlar ne nebatî, ne de hayvanı ürünler dir, hepsi tamamen insan yapısıdır. On yıla yakın bir zamandan beri yeni anti biyotikler bulunmuş veya sentez yoluyle elde edilmiştir. Başlıcaları şunlardır: amfoterisin B, sefalosporinler. kolistin, D —siklöserih, framisetin, fusidin. gentamisin, grizeofulvin, kanamisin, linkomisin, paromomisin, rifamisin, ristosetin. Ağız yoluyle tesir eden yarı
sentetik penisilinler veya penisilinazu daya nan penisilinlerin bulunması, penisilin üze rine yeniden ilgiyi çekmiştir. Yeni tetrasiklinler, klortetrasiklin (aureomisin) ve oksitetrasiklin (terrafungin) familyalarını zenginleştirmiştir. Bu tetrasiklinler şunlardır: dimetilklortetrasiklin. limesiklin, rolitetrasiklin. trikomisin, vankomisin ve virgimisin. Bütün bu yeni antibiyotikler, hemen hemen bütün mikrop ve mantar spektrumunu (virüsler müs tesna) kaplamağa yaradığı gibi, mikropla rın ilk antibiyotiklere karşı kazandıkları di renci de önler. — Ted. Antibiyotik tedavisi, bir veya birçok antibiyotiğin durdurucu veya öldürücü etki sinden faydalanır. Birinci durumda sadece bakterilerin gelişimi durdurulur; vücut, ken di savunma sistemiyle mevcut bakterilerden kurtulur, ikinci durumda bakteriler düpe düz yok edilir; fakat klinik sonuç, yani iyi leşme, birincisinde olduğu kadar İkincisinde de tam olabilir. İkinci Dünya savaşından beri, çeşitli anti biyotiklerin geniş ölçüde kullanılması bu ilâç ların verilişinde bazı kuralların yerleşmesine yol açmıştır. • Prensip olarak antibiyotik tedavisi, hasta vücut savunmasını kendi imkânlarıyİe sağ layamadığı veya çok güç sağladığı zaman kullanılmalıdır. Böylece, bu ilâçların ge nellikle basit olan sakıncaları vc ileride has talığa yol açacak dirençli döllerin ortaya çıkması önlenmiş olur. Aynı zamanda im kân varsa vücut o mikroba karşı bağışıklık da kazanır. • Yerel veya genel sebeplerden dolayı antibi yotik tedavisine karar verilmişse, en etkili antibiyotik seçilir. Bunun için bazı durum larda klinik muayene yeterlidir. Meselâ tifo da kloramfenikol, pnömonidc penisilin veya eritromisin v.b. Bazen yalnız klinik mua yene, antibiyotiğin etkisi hakkında yeterince fikir veremez. Şirpençe’nin stafilokok mik roplan bazı antibiyotiklerden etkilenir, bazı larından etkilenmez; uygun antibiyotiğin se çimine bir antibiyogram’dan sonra karar ve rilir. • Bazen belirleme imkânsızdır: ya denemek için mikrop alınamaz veya hastalığın ağır lığı antibiyogramın sonucunu beklemeğe im kân bırakmaz. O zaman birkaç antibiyotik birden veya art arda uygulanır ve «geniş spektrumlu» antibiyotiklere baş vurulur (oksitetrasiklin v.b.). • Tedaviden elde edilen klinik ve biyolojik «tepki» ye bakılır. Mikropların direnç ka zanmaması ve hastalığın yeniden belirme mesi için hastalık tamamen geçmeden teda viye son verilmemelidir. • Nihayet, tedavi ile ister istemez bozulmuş olan biyolojik denge yediden kurulur, yani vitamin eksikliği ve bağırsaktaki faydalı bakteri azlığı giderilir. (Bk. EK CİLT) A nti Corn La\v League (Buğday Vergileri ne Karşı Birlik), ithal malı buğdaylara uy
gulanan himayeci tarifelere karşı koymak için Manchester’de, 1838’de kurulmuş İngi liz birliği. Bu birlik, süratle serbest mübade leyi destekleyen tesirli bir siyasî kuvvet ha line geldi. 1846. ve 1849’da söz konusu tari feler kaldırılınca birlik de dağıldı, (l) ANTİCOSTi, Kanada’nın (Quebec eyaleti) Saint Lawrence körfezinde ada; 8 400 km-’; 700 nüf. Başlıca şehri Port-Menier (hava alanı). 1534’te burayı bulan J. Cartier, adaya Assomption adını verdi. Louis Jolliet’ye verilen, sonra 1763’te Terre-Neuve’e bağlanan ada, 1774’te Kanada’ya geçti. 1895’te, adayı satın alan Henri Menier adındaki fransız çiko latacısı, 1926’da, Anticosti’yi bir şirkete dev retti. Bu şirket, adanın tabiî kaynaklarını iş letir (balıkçılık, orman, kürklü hayvan avı). [L] ANTİDEMOKRATİK sıf. (fr. anıidemocratique). Demokrasiye karşı, aykırı olan; de mokratik düzenin ve hakların yerleşmesini engelleyen: Biz başka demokrasilere benze meyiz, demek, antidemokratiktir (F. R. Atay). — ansİkl. Antidemokratik kanunlar deyimi, türk siyaset diline çok partili düzenle bir likte girdi. Bunların tespiti ve yürürlükten kaldırılması davasına sırayle D.P. (19451950) ve C.H.P. (1950-1960) sahip çıktı. Bi rinci A. Menderes hükümetinin 29 mayıs 1950’de okunan programında konuya yer ve rildi. O yıl bu maksatla bir ilim heyeti de kuruldu. Antidemokratik sayılan hükümler arasmda T. Cz. kn. ile Cz. Muhakemeleri Us. kn. nun bazı maddeleri, Basın kn., Polis Vazife ve Selâhiyeti kn., Pasaport kn. v.d. vardı. Teşebbüs, daima bir propaganda ko nusu olarak kaldı ve bir sonuca bağlanama dı. (m) ANTİDİÜRETİK sıf. (fr. antidiuretique). Sidik salgısını önleyen. j| Antidiüretik pren sip, arka hipofizin çıkardığı sidik salgısını azaltan ve şekersiz diyabet tedavisinde kul lanılan bir polipeptit. (l) ANTİDİYASTAZ i. (fr. antidiastase). Kim. ve biyol. Bk. antİenzİm ve dİyastaz. ANTİDOGMATİZM i. (fr. antidogmatisme). Dogmacılığın karşısında olan görüş. || Akla dayanmayan her türlü ispatın reddi, (l) ANTİDORCAS i. Springbok denen ve Gü ney Afrika’da yaşayan bir antilobun İlmî adı. Çevik bir hareketle zıplayarak koşuşu ilgi çekicidir, (l) ANTİDOSİS i. («birbirine verme» anlamında yun. k.). Esk. yun. M .ö. V. yy. da bir vergi usulü. (Sitenin kamu işlerinde görevli bir yunanlı, kendisinden daha zengin bir yunan lının haksız olarak bazı yükümlerden bağışık [muaf] tutulduğunu gördüğü zaman, onun kendisine verilen görevi yüklenmesini iste yebilirdi. Bunun üzerine, her ikisinin gelirini karşılaştırmak amacıyle bir soruşturma yapı lır, bu soruşturma sonunda ilgililer servet lerini değiş tokuş etmeğe zorlanabilirdi.) [E] ANTİDOT i. (anti öneki ve yun. dotos, trampa ile verilen). Tıp. Bir cismin toksik etkilerini önleyebilen, yani bu cismin canlı organizma ile fizik, kimya veya fizyoloji ba kımlarından uyuşmasına engel olan, dolayısıyle de cismi etkisiz bırakan madde. Eşanl. PANZEHİR.
♦ Antidotizm i. (fr. antidotisme). Ted. Bir maddede bulunan, zehirin etkilerini önleyici özellik. — ansİkl. Fizik antidotizm, ya helmeli veya yağlı bir madde olarak zehirin organizma tarafından sindirilmesini geciktirme veya kö mür alarak zehiri yüze soğurma şeklinde olur. Kimyevî antidotizm diye, genellikle, ze hir daha midede veya bağırsakta iken mey dana gelecek yansızlaştırma veya çökelme tepkimelerine denir: meselâ asitlerin bazlar la veya bazların asitlerle yansızlaştırılması. Fizyolojik antidotizm’in amacı ise, zehirin or ganizma üzerindeki bütün etkilerini yoketmektir: meselâ, bir pilokarpin zehirlenmesin de atropin’e başvurulması, (l) . ANTİDÖTON veya ANTİDÖTERON i. (fr. antideuton veya antideuteron). Nükl. Döton’un antipartikülü. (Bu antipartikül, 1965’te amerikalı Lederman tarafından, Columbia üniversitesinde, Brookhaven hızlandırıcısı sa yesinde elde edildi.) [l] A nti-D ühring (Herrn Eugen Diihrings Umwalzung der Wissenschajt), Friedfich Engels’in 1878’de yayımlanan eseri; yazarın Foto. Rhöne-Poulenc (LAROUSSB)
ANT 1877-1878’de reformcu filozof Eugen Dühring’e karşı yazdığı makaleleri içine alır. F.ngels, marksizmi uzun uzun açıklar. Felsefî olan ilk bölümde, varlıkla düşünce arasın daki ilişkiler meselesini ortaya koyar ve idealist görüşleri tenkit ederek, bu görüşlere karşı dünyanın etkin bir yansıması olarak nitelediği düşüncenin diyalektik maddecili ğini ileri sürer. Dayandığı örnekler, biyolo ji de dahil, çeşitli ilimlerden alınma örnek lerdir. İkinci bölümde (iktisat), Marx’ın ça lışma üstüne ve maddî şartların, fikirlerin ve ihtilâlci kuvvetlerin rolleri üstüne ortaya koyduğu nazariyelerini açıklar. Nihayet üçüncü bölümde (sosyalizm), ütopyacı sos yalizm ile ilmî sosyalizm arasındaki farkı belirtir, üretim ve servetin üleştirilmesi me selelerini ele alır, proletarya diktatörlüğü dö nemini ve bu dönemden sonra gelen devle tin ortadan kalkmasını ve sosyalizmden ko münizme geçişi anlatır. (-> Bibliyo.) [L] ANTİER (Benjamin), fransız tiyatro yazarı (Paris 1787-ay.y. 1870), yalnız başına veya başka yazarlarla işbirliği yaparak birçok me lodram ve vodvil yazdı (/’Auberge* des Adrets [Adret’lerin Hanı] (1823); Robert Macaire9 [1834]). [l] ANTİENZİM i. (fr. antienzyıne). Biyo-kim. Belli bir enzimin etkinliğini körelten mad de. (Antienzimler özgül olur, fakat köreltici etkileri ya tersinir’dir veya değildir. Pan kreasın birbirinin etkisini gideren ürünleri arasında anterokinaz antienzimi vardır.) [l] ANTİETAM-CREEK, A.B.D.’de (Maryland) bir akarsu, Potomac ırmağının kolu. Burada, kuzeyli general McClellan ile güney li general Lee arasında kesin sonuca bağlana mayan bir savaş oldu (17 eylül 1862), ardın dan da Maryland güneyli kuvvetler tarafın dan boşaltıldı, (l) ANTİFADİNG i. ve sıt', {cinli ve ing. fadiııg). Radyotek. Kısa ve orta dalgaların yayılma sındaki düzensizlikten ileri gelen şiddet de ğişmelerini önlemek için alıcı radyo posta larına eklenen düzenek. || Anlifading anten, fading olayını azaltmak için kullanılan bir verici anten tipi, ( l) ANTİFERROMAGNETİZMA i. (fr. antiferromagn(tisme). Ferritlerde meydana gele bilen bir çeşit magnetizma. — ansİkl, Ferritler teorisinde (Bk. ferrİmaunetİzma) ortaya konmuş temel varsayımları değiştirmeden, sadece bu teoride ortaya çı kan antiparalel magnetik momentlerin mut lak değer bakımından eşit oldukları farz edi lirse, Neel’in de tahmin ettiği gibi, paramagnetizmanın özelliklerinden daha çok ferromagnetizma’nınkilere yakın özelliklere eri şilmesi gerekir. Bu bileşen momentlerin eşit liği, ferromagnetizmadaki eşitliği (ama yön değişikliği olmadan) hatırlatır; bu özelliğe verilen antiferromagnetik adı buradan gelir. Böyle bir şemaya uyan çeşitli bileşikler ha zırlanmıştır: CuCk bakır klorür. manganez, nikel ve kobalt oksitleri gibi basit oksitler ve bazı maden alaşımları. Bu maddelerde, mık natıslanma gücünün düşüklüğü, onları ge nel olarak paramagnetik cisimlere yaklaştır makla beraber, düzenli olarak azalan sıcak lıklar uygulanınca, bu maddelerin davranış ları değişir. Etkilenmeleri, paramagnetizma halinde olduğu gibi, ısı azalmasıyle önce artar; fakat ısının, «Neel sıcaklığı» de nen belirli bir değere varmasıyle bunların yapısı değişir; daha doğrusu, paramagnetik hale geçtikleri görülür, ısı tekrar dü şerse, bu sefer etkilenme azalmağa başlar. Neel sıcaklığının bu maddeler üzerinde, Curie ısısının (veya noktası’nın) ferromagnetik cisimler üzerinde oynadığı role benzer bir rolü vardır; yalnız ikisi arasında şu ana fark görülür: ısıların azalan değişmey le geçişi (bu her iki halde de bileşen böl geler için mıknatıslık alışma tekabül eder ve paramagnetik halin dağılmış yönlenimlerinden itibaren olur) ferromagnetik cisimler halinde uygun yönde, antiferromagnetik ci simler için karşıt yönde olur. Teori bakımın dan pek ilgi çekici olan bu cisimlerin şimdi lik hiç uygulama alanı yoktur, (l) ANTİFLOJİSTİK sıf. (fr. antiplılogistique). Ted. Antiflojistik tedavi’de, yangınlara karşı, kan almak, buz, losyon gibi çarelere baş vu rulur; ateşi düşürmek için de soğuk banyo yaptırılır, alkol losyonları kullanılırdı. Bu gün aynı amaçlarla kullanılan salisilat ve pirazolon türevleri ile kortLon’a yangı ön leyici denir. || î. Kim. Antiflojistik teori, anti flojistik kimya, Stahl’ın kurduğu flojistik teo riye karşıt olarak, Lavoisier’nin modern kim Folu. Betnanıl yLAROVSSE)
yanın temeli diye ileri sürdüğü ilkelere, o sıralarda verilen ad. (l) ANTİFLÜKTÜATÖR i. (fr. antifluctuateur). Bir gaz borusuna güçlü bir motor bağ landığı zaman meydana gelen basınç de ğişmelerini azaltan araç. (Gerçekten de, eğer motorun pistonu kendine gerekli gazt doğ rudan doğruya emerse, aynı boruya bağlı di ğer araçlarda, özellikle aydınlatma araçların da aksatıcı devirli basınç düşüklükleri mey dana getirir.) [l] ANT1FRİKS1YON i. Bir makinenin hare ketli parçalarının sürtünmesini (antifriksiyoıı) azaltarak, zamanla aşınmasını önleyecek ni telikte maden veya alaşım. Motorlarda en hareketli parça olan biyel ba şı ve krank mili yatakları devamlı sürtünme ye uğrayarak, aşınma tehlikesi gösterdiği için antifriksiyonla takviye edilir. Böylece, antifriksiyon görevi yapan maden veya alaşım, motorun hareketli parçaları aşırı ısınmaya uğradığı zaman eriyerek makinede olabile cek herhangi bir tutukluğu önler. (Bk. MAL ZEME.) [L]
ANTİFRİZ i. (anti öneki ve ing. freeze, don ma). Bir sıvıya katıldığı zaman, o sıvının donma derecesini bir hayli düşüren madde: Antifrizler genellikle flikol’lerdir; alkol-su karışımlarına üstünlükleri, buharlaşmamalarıdır. (L) ANTi-G, sıf. (yun. anti, karşı ve g, yerin çekim şiddetinin fizikteki simgesi). Yer çe kiminin etkilerine karşı gelen, (l) ANTİGENES, Büyük İskender’in generali. Desteklediği general Eumenes’in bozguna uğ ramasından sonra Antigonos’a esir düştü ve diri diri yakıldı (M.ö. 315). [l] ANTİGONE, Laomedon’un kızı. Hera’dan daha güzel olmakla övündüğü için Hera ta rafından leylek haline sokuldu. — Phthia kralı Eurytion’ıın kızı ve Peleus'un karısı. Astydamia, Peleus’u kendisini baştan çıkar mağa kalkışmakla suçlandırınca, Antigone üzüntüsünden intihar etti. — Kassandros’un kızı ve Ptolemaios’un ikinci karısı, (l) ANTİGONE, Oidipus ve iokaste’nin kızı, Eteokles ve Polyneikes’in kız kardeşi; kör babasına kılavuzluk etmiştir. Polyneikes’in ölüsünü gömerek Thebai kralı Kreon’un emirlerine karşı geldi ve diri diri gömülmeğe mahkûm edildi, fakat hüküm yerine getiril meden kendini astı. Onu seven, Kreon’un oğlu Haimon, üzüntüden kendini hançerledi. Sophokles, bu baba saygısı örneğini Oidipus Kolonos’ta ve kardeş sevgisini de Antigone’de ebedileştirdi, (l) Antigone, Sophokles’in trajedisi, M.ö. 442’ye doğru oynandı. Oidipus efsanesinden alın mıştır. Thebai kralı Kreon, kendi vatanına karsı savaşan Polyneikes’in gömülmesini ya saklamış ve bu yasağa karşı gelenin ölüm cezasına çarptırılacağını ilân etmiştir. Fakat Antigone bu emri dinlemez, kız kardeşi tsmene’nin öğütlerine kulak asmaz. Kendi de yişiyle «nefret etmek için değil sevmek için» doğmuştur. Yüksek bir görevin çağrısına uyarak kardeşinin cesedini gömer. Kralın kar şısında da bu davranışıyle öğünür, vicdanı nın «yazılı olmayan sarsılmaz kanunlar» mı Devletin yüksek menfaatine ve siyasî kanu na karşı savunur. Devlet kanunlarına uyan Kreon, oğlu Haimon’un (Antigone’nin nişan lısı) şiddetli itirazlarına ve kâhin Tiresias’ın tehditlerine aldırmayarak Antigone’yi mahkûm eder. Gerçi daha sonra bu kara rından vaz geçer ama, artık iş işten geçmiş, Antigone ölmüş, Haimon intihar etmiş, Kreon’un karısı Eurydike de umutsuzluğa kapılarak canına kıymıştır. Bu trajedi, kişi lerin gerçekliği ve düşüncelerdeki dokunaklı yücelikle şüphesiz Sophokles’in en güzel ese ridir. (-» Bibliyo.) [l] Antigone, Jean Anouilh’un trajedisi (Atelier tiyatrosunda, 1944). Olayı ve kişileri Sophokles’in trajedisinden alan yazar, Kreon ve Antigone arasındaki sert tartışmada, dev let yönetiminin zorunlukları ile hiç taviz ver meyen bir ahlâk anlayışının kurallarını kar şı karşıya getirir. Antigone kendisini feda kârlığa yönelten sebeplerin yetersizliğini ka bul etmek zorunda kalırsa da, temiz kalma arzusunu zedeleyecek şekilde yaşamayı red detmekte diretir. Gerçekten yüce olan bu ese re, yazarın karamsarlığı iyice sinmiştir (pi yes kahramanının gerçek dünyayı kabul ede memesi dışında kaderin hiçbir etkisi görül mez). Bu eser, üslûbu ve özellikle yazarın kişilere ve konuya verdiği biçimle zaman za
man Giraudoux’nun tarzını hatırlatır (iste nerek yapılmış anakronizmler, ocunla seyirci arasına giren «öndeyiş»). [-> Bibliyo.] (l) A ntigone ahlâkı. Fels. Sophokles’in ünlü eserinin kahramanı Antigone, «yazılı kanun lar» ile «yazılı olmayan kanunlar» arasında yaptığı ayırımla tanınmıştır. Antigone, dayısı Thebai tiranı Kreon’a karşı gelir ve yalnız yazılı olmayan kanunlara boyun eğe ceğini •söyler. Çünkü bu kanunlar tanrı ada letini temsil eden ölümsüz kanunlardır. Aynı zamanda sofist Antiphon’da, Sokrates’in ölü mü dolayısıyle dc Platon’da yer alan. Bergson’da da «açık ahlâk», «kapalı ahlâk» bi çiminde tekrarlanan bu ayırım, birkaç türlü yorumlanabilir; ya bireyci veya anarşist nite likte basit bir baş kaldırma; ya tarih ve toplum olaylarının pek doğrulamadığı «ev rensel bir ahlâk» ın a priori olarak varlığı veya her türlü kanunun açık ve etkin bir yan sıması olan ahlâk bilincinin, vicdanın sü rekliliği. Disiplinin bile, ancak bir insan bilincinde serbest olarak kabul edildiği za man bir anlamı vardır. Devletin, dinin veya partinin kendi ülkülerine bağlı olup olma dıklarını ancak onlara bağlı olan bu bilinç denetleyebilir. Bilincin kendi «bağımlılığını» sürekli olarak eleştirmesi ahlâkın öz var lığıdır. Bilinç disipline boyun eğer ama, di siplinin üstünde, ona hükmeden bir ülkü vardır. Eğer site, kilise veya parti kendi ülkülerinden ayrılırlarsa, bilinçli insanın öde vi onlardan ayrılmak, hattâ baskı yaparlar sa onlarla savaşmaktır. Antigone’nin bildirisi bu uyanıklık, bu yapıcı tenkit, bu haklı baş kaldırma görevini dile getirir. Doğrudan doğruya bütün totaliter yönetimlere karşı koyar ve onlardan kaçınmağa imkân verir. Bu örnek, aynı zamanda, hem ahlâki iler lemeyi ve eskimiş değerler ile yeni değerler ara sındaki savaşı ortaya koyan bir örnektir, (l) ANTİGONEİA. Esk. coğ. 1— Suriye’de şe hir. Antigonos 1 tarafından Âsi nehri kıyısın da kuruldu.Selefkos, halkı Seleukeia’ya nakle derek şehri yok etti. 2— Makedonya’nın Khalkidike (Halkidikya) bölgesinde, Antigo nos Gonatas tarafından kurulan şehir. 3— Aleksandreia Troas’m diğer adı. 4— Nikaia’nın (İznik) diğer adı. 5— Anadolu’da Kyzikos bölgesinde yeri bilinmeyen bir kale, (lm) ANTİGONİSH, Kanada’nın doğusunda (Nova Scotia), Saint Georges koyu kenarında liman ve kasaba. Saint-François-Xavier üni versitesi. Tarım merkezi, balıkçılık, tuz ya takları. (l) Sophokles'in Antigone'si ANTİGONOS, M.Ö. 40’tan 37’ye kadar Ya- Renee Faure ve Jean Davy hudilerin kralı. Aristobulos Il’nin oğlu. 61 Comedie-Française (1951) Yılında rehin olarak Pompeius tarafından Roma’ya götürüldü. 56’da kaçmayı başardı. 40 Yılında Parth’lar ile anlaşma yaptı ve böylece Yahudilerin «büyük ruhanî reisi ve kralı» oldu. Fakat aynı yıl Herodes Roma Senatosundan kral unvanını aldı ve Antonius’un kuvvetlerinden yardım görerek yavaş yavaş bütün ülkeyi ele geçirdi. Sonunda Antigonos’un çekildiği Kudüs’ü de alarak onu öldürttü. Antigonos, İsrail’i yöneten son Makkabi’dir. (l) ANTİGONOS I Gonatas (Tesalya’da Gonnoi, M.Ö. 320-?, 240-239), Makedonya kra lı, Demetrios Poliorketes’in oğlu. Babası Asya’ya gittiği zaman (şubat 287) Hellas’ın savunulmasında ona büyük yardımı dokundu. 277-276’da Pyrrhos ve Demetrios arasındaki anlaşmazlık sonunda, büyük bir anarşi içine düşen Makedonya’yı ele geçirerek fiilen kral oldu. Memleketi, Kelt’lerin akınlarma karşı korudu (Lysimakheia zaferi 277). Pyrrhos tarafından kovulunca (274), krallığını yeni- Anouilh'un Antigone'u den zaptetmek zorunda kaldı. Akhaia bir- Atelier tiyatrosu (Paris, liğine karşı uzun süre savaştı ve Yunanis- 1944) sahneye koyan: tan’ın bir kısmı ile Korinthos’u aldı. Mısır Andre Barsacq
ANT ANTİGORİT i. (fr. amigorite). Miner. Yılantaşınm parlak façetalı bir çeşidi, (l) ANTİGRAPHEUS i. (yun. k.). Atina huku kunda. dava edilen kimsenin davacıya kar şı ileri sürdüğü itirazları kapsayan veya da va edilenin karşı bir dava ile duruşmaları uzatmak için hazırladığı lâyiha, (l) ANTİGRAVİFIK sıf. (fr. antigravifique). F i z. Evrensel-çekime, özellikle yer çekimine karşı bir engel olabileceği düşünülen, farazi maddeler için kullanılır. (’.) ANTİGUA, 1967 yılı sonlarına kadar Barbuda ve Redonda’yı içine alan Leevvard îslands takımının merkezi iken 27 kasım 1967’de Büyük Britanya ile ortaklık çerçevesi için de bağımsızlığa kavuştu. 442 km2; 78 400 nüf. Başkent, Saint John (Antigue). Ada, 1493’te Kolomb tarafından bulunmuştu. Baş lıca ürünleri: şekerkamışı ve pamuk. Tu rizm. Amerikan deniz üssü. (Bk. EKCÎLT) İLİ ANTİGUA, Orta Amerika’da Guatemalk cumhuriyetinde, Sacatepequez idari bölgesi nin merkezi; ülkenin eski başkenti. 1773’te bir depremde yıkıldı; 26 600 nüf. Ticaret ve turizm merkezi. Eski kiliseler, (l) ANTİHALO sıf. (fr. k.). Foto Haleye engel olan. î. Tabakanın kendisi. — ansİkl. Antihalo, genellikle filmin üstüne sürülen, kırmızı, yeşil veya mavi bir tabaka dır. Filim kalın olduğu ölçüde önemi artar. (D ANTİHERMİTIYEN sıf. (fr. antihermitien).
AB: antiklinal menteşesi
10
antiklinal
ile savaştı. (Andros ve Kos zaferleriyle Ege denizinde üstünlük sağladı.) [L] ANTİGONOS II Doson, yakışıklı Demetrios ile Olympias’ın oğlu ve Demetrios Poliorketes’in torunu; M.Ö. 263’te doğdu; önce naip, sonra 229-221 arasında Makedonya kralı. Makedonya’da barışı sağladı. İspar ta’ya karşı Akaların müttefiki olarak savaştı, kral Kleomenes’i Sellasia’da yendi (222 ya zı). Yarımadada Antigonos’ları güçlendirdik ten sonra lllyria’lılara karşı yaptığı bir sa vaşta öldü, (l) ANTİGONOS K arystos’lu, Bergama’lı Attalos’ların sanat tarihçisi ve heykeltıraşı. Pasquino adlı heykel grubunu (Patrokles’in cesedini taşıyan Menelaos) onun yaptığı söy lenir. (M.ö. III. yy. ortaları.) [l] ANTİGONOS’LAR, İskender’in generalle rinden Antigonos Monophthalmos tarafından kurulan sülâle. Makedonya’da IV. yy. so nundan Romalıların istilâsına (M.Ö. 168’de ANTİGONOS’LAR
L A G ID E S
ANTİGONOS MONOPHTHA EMOS
PTOLEMAlOS I
S E L E F K İL E R A n tip a tro s
SELEL’KOS I evleniyor Apaıııa Stratontke
DEMETRİOS I PO LIORKETES (2 9 3 - 2 8 7 )
PTOLEMAlOS II
Ptolemais
-evleniyor ______
- t---------- Phila
I
I
Kyrene'li DEMETRİOS bk. Lagide*
ANTİGONOS I OONATAS (2 7 6 - 2 3 9 )
evleniyor ______
Staratonike SELEVKOS I ile. sonra ANTİOKHOS I ile evleniyor Phila II
ANTİGONOS II DOSON (229-2 2 1 )
DEMETRİOS II
bk. Sele/kiler
( 239-2291
PH İL İPP O S V (2 21- 1 7 9 )
PERSEUS ( 179- 168 )
Perseus’un Pydna’da yenilgisi) kadar hüküm sürdü, (l ) ANTİGONOS Monophthalmos (TekgözJü), İskender’in kumandanlarından. Frigya ida resine memur edildi. İskender’in ölümün den sonra başka toprak alamayınca, kendini naksızlığa uğramış saydı. Bunun üzerine. Perdikkas’a ve Kardia’lı Eumenes’in idare ettiği Aleksandros IV partisine saldırdı, Eumenes’i yendi ve öldürdü. Şaşırtıcı bir ze kâsı olan Antigonos, İskender imparatorlu ğunun yeniden kurulmasını öngören bir ta sarı hazırladı. İskender’in diğer generalleri nin aksine, yunan sitelerinin siyasî bağımsız lığına saygı göstererek onların güvenini ka zandı. M.ö. daha 311’de Suriye, Anadolu, Babil’e kadar Mezopotamya’nın hâkimi ol du. Oğlu Demetrios ile birlikte «kral» unva nını aldı (306). İmparatorluk için giriştiği mücadelenin son safhası 307’de başlar. Her yerde savaştı. Yunanistan’da Atina’yı Kassandros’un boyunduruğundan kurtardı, Korint birliğini yeniden kurdu; Mısır’ı da isti lâya çalıştı, başaramadı; Asya’da yenildi ve 301’de öldürüldü. Antigonos Monophthal mos, İskender’in generalleri arasında en önemlisiydi. (l) ANTİGONOS Soko’lu, M.ö. 300 yılına doğru İsraillilerin büyük ruhanî reisi olan âdil Simeon’un öğrencisi ve halefi, öğretisi yahudi geleneğinde yer alan ilk bilgindir; aynı zamanda yunan adı taşıyan en eski yahudi olarak bilinir, (l ) A ntigonos şenliği, Akhaia’da Aratos tara fından müttefiki Antigonos Doson şerefine düzenlenen şenlik, (l)
Mat. Asal köşegene göre simetrik olan iki elemandan her biri, öbürünün eşlenik kar maşığının zıt işaretlisine eşit olan bir kare matris için kullanılır. ( anp = a. +
ise
apn — — a -f /$
olur.
Asal köşegenin elemanları sırf sanal olmak zorundadır. A matrisi antihermitiyen ise, iA matrisi hermitiyendir; bunların çift olma yan güçleri antihermitiyendir.) [antİhermît İk de denir.] (l) ANTIH1STAMİN1K sıf. (fr. antihistaminique). Organizmada histamiriin toksik etki lerini önleyen ilâçlar için kullanılır. > — ansİkl. Hayvansal dokulardan elde edi len Ye histamini yok edici bir diyastaz olan histaminazdan başka, ortak nitelikleri ho mojen bir grup meydana getiren birçok sen tetik cisimden elde edilir. Bütün bu cisimler, deneysel olarak, histaminin düz kas lifleri üzerindeki kasıcı etkisine karşı koyar ve anafilaksi vakalarını önler. Antihistaminikler alerjik hastalıklarda (ürtiker, serum hastalığı, astma, spazmodik koriza, Quincke ödemi) kullanılır; bazıları da uyku ilâcı ola rak alınır. Sentez yoluyle elde edilen antihistaminikler pekçoktur. En eskileri mepiramin, prometazin, tripelenamin, difenidramin, antazolin v.b. dir. (l) ANTİİZOMORFİZMA i. (fr. antiisomorphisme). Kristalografi. Katyon ve anyonların (CaFs ye Lİ20’da olduğu gibi) birbiriyle du rum değiştirdiği kristalleşmiş maddelerde,
atom yapılarının geometri bakımından ben zerliğini ortaya koyan olaya bazı bilginlerce verilen ad. (l)
ANTİJEN i. (fr. antigene). Biyol. Vücuda girdiğinde antikor meydana getirebilen ci sim. — Tıp. Frengi teşhisinde kullanılan ayıraç lara verilen ad. Eskiden antijenliği olan spiroket’lerden elde edilirdi. Bugün, sağlam organlardan çıkarılarak hazırlanır veya sen tezle elde edilir. — ansİkl. Biyol. Bir hayvana, organizması na yabancı bir protein verilince, o maddeye karşı korunmak için organizmada oluşan ci simlere antikor denir. Antijen’Yık toksik ci simlerin çoğunda vardır: Meselâ, kan naklin de vericinin serum’u, alıcının alyuvarları ile uyuşmadığı zaman böyle bir durum ortaya çıkar. Mikroplu antijenler. Mikropların çoğunda (bakteriler, mantarlar veya virüslar) antijenlik özelliği bulunur: zararı dokunabilecek bir organizmaya girince orada antikorların meydana gelmesine yol açarlar. Bakteri an tijenleri iki çeşittir: 1 — Somatik veya O antijeni. Bunlar sitoplazmanın yüzeyinde bm lunur; 2 — Kamçı biçiminde antijen veya H antijeni: bunlar da, bakteride tüycükler var sa onların yüzeyine yayılır. O antijeni sıcak lığa ve alkol etkisine karşı dayanıklıdır. H antijeni ise sıcağa dayanamaz ve alkolde yok olur. Teşhis ve tedavi bakımından da anti jenleri tanımak çok önemlidir. (Bk. EK CÎLT) TL] ANTİK sıf. (lat. anliquus’dan fr. antique) Topluca Eski çağ adı verilen tarih devresiy le (daha çok eski yunan ve roma tarih Ye medeniyetleriyle) ilgili: Rönesans, antik dün yanın yeniden doğuşundan çok halkın uya nışı demektir (S. Eyüboğlu). [m] ANTİKA sıf. ve i. (itâl. antica). Eski za manlardan kalma nadir ve kıymetli eşya: Evinde antika hançerler, kitap ciltleri [...] koleksiyonu yapardı (H. E. Adıvar). Fersude İran seccadeleri, sahte firuzeler, yalancı an tikalar [...] masalar arasında gezdiriliyor (Cenap Şahabeddin). || Eski, modası geçmiş: ... ve her devre sadakatle hizmet etmiş beş on antika devlet adamı idi. (Y. K. Karaosmanoğlu). || Mec. Her zaman rastlanamayacak kadar tuhaf, acaip, garip: Ne antika yol cular var. Biletin adını bilmiyor, vapura bin miş gidiyorlar (H. R. Gürpınar). — Huk. Bk. ÂSÂR-I ATÎKA NİZAMNAMESİ. — işi. Mendil, çarşaf, örtü gibi kumaştan yapılmış eşyaların kenarlarını bastırmak için yapılan el işi. (Eşanl. SIÇANDİŞİ.) Yatay ip likler çekilir, bunlara dikey olanlar da ikişer üçer, iplikle sarılarak toplanır ve böylece diş diş bir süs elde edilir. Dikey ipliklere başka şekiller de verilebilir. Buna da ajur denir. + A ntikacı i. Eski eşyayı toplayan ve satan kimse: Alış veriş bittikten sonra, antikacı bize ufacık billur kadehlerde yeşil çay ik ram etti (R. H. Karay). + A ntikalık i. Antika olma, eski ve kıymet li olma: Bu vazoların antikalık hiçbir tarafı ■ yok, niçin aldın? j| Mec. Tuhaflık, gariplik: Yine antikalık etmeğe başladı. (M) A ntikacı (The Antiquary), Walter Scott’un romanı (1816’. Hikâye, bir İskoç liman kasa basında görülebilecek basit olaylardan iba rettir. Bütün ilgi, antika peşinde koşan Oldbuck’un (yani yazar’m) üzerinde toplanır, (l) A ntikacı D ükkânı (The Old Curiosity Shop), Charles Dickens’in romanı (1840). Kü çük Nelly Trent can sıkıcı bir antikacı dük kânında büyük babasıyle oturmakta, yaşlı adama canla başla bakmaktadır. Çirkin ve kötü ruhlu cüce Quilpo’nun açgözlülüğü yü zünden, zavallı adam dükkânını bırakmak zorunda kalır ve torunuyle birlikte kaçar. Dede ile torunun İngiltere’nin çeşitli yerle rinde dolaşması, Dickens’e halk arasından birçok ilgi çekici tipi ele alarak anlatmak fırsatını vermiştir. (-» Bibliyo.) [I-] ANTİKATOT i. (fr. anticulhode). Elektron. Basıncı azaltılmış bir elektrik boşalma tübünde katot ışınlarını durdurmak için tüp içerisinde katot karşısına yerleştirilmiş, ge nellikle madenî levha. (Crookes tübünde X ışınları antikatotta meydana gelir.) [l] ANTİKİNAZ i. fizyol. Kinaz'ların etkisini önleyebilen enzim. (Antikinazlar bağırsak asalaklarının dokularında görülmüştür.) [l] ANTİKINOLİS. Esk. coğ. Anadolu’da Paphlagonia bölgesinde bir şehir. Bugün, Ka-
ANTİl
11
ANT İLLER Martinique'te Saint-Pierre şehri ve Pelee dağı (1900)
1929 yanardağ püskürmesinde terkedilen şehirde bir sokak
Fort-de-France, gene! görünüş
ANTİKOR i. (fr. anticorps). Biyol. Globiilin grubundan protit; vücuda yabancı bir an tijen girdiği zaman ortaya çıkar. (Antijen’in vücuda girişi ya patolojik [mikroplu has talık] veya tedavi’den [aşı] olur.) — ansİkl. Antikor, antijenlere karşı özgül dür. Kandaki normal globülinlerden çok a/ farklı bir globülinden meydana geldiği kabul edilir ve antijenleri ya bitişme yoluylc (aglütinin) ya çökelterek (presipitin) veya yansızlaştırarak (antitoksin) gidermeğe elveriş lidir. Buna sebep, antijen -f- antikor bileşimi nin genellikle, yalnız antijenden daha az toksik olmasıdır. Tedavi serumları, uygun an tijenlerle üst üste aşılanmış hayvanlardan ANTİKA. (M) sunî olarak elde edilen antikorlarla yapılır. ANTİKLEİA, Antolykos’un kızı, Laertes’- (Bk. EK CİLT) [L] in karısı ve Odysseus’un annesi. Oğlunu ANTİKRtPTOGAMİK sıf. (fr. anlicrypuzun zaman göremediği için üzüntüden öl togamigııe). Kriptogamik hastalıklara karşı dü. (L) kullanılan maddelere verilen ad. (Eşanl. fonANTİKLERİKALİZM i. (fr. anticUrica- JİSİT.) lisme). Bk. KİLİSE aleyhtarlığı, (l) — ansİkl. Başlıca antikriptogamik madde ANTİKLİNAL i. ve sıf. Jeol. Tabakaları ler şunlardır: kükürt, bakır (ve bileşikleri) yukarıya doğru dış bükey olan kıvrım. (Zt. organociva bileşikleri, çeşitli organik ürün ler (ditiyo karbomatlar, benzen türevleri, kiSİNKLİNAL). non türevleri, ftalik asit türevleri v.b.). [l] — ansİkl. AntiklinaVin bir ekseni, iki yanı, bir menteşesi (yanların birleştiği yer) vardır. ANTİKYRA. Esk. coğ. Korinthos körfezinde Eksen düzlemi, antiklinalin doğrultusunu ve bir yunan (Fokidha) şehri. Çöpleme denen rir. Antiklinal düz (veya bakışıklı) eğik, ya bitkisiyle meşhurdur. Bugün Aspra-Spitia. tık, hattâ tersine dönmüş olabildiği gibi, kö ( l) künden ayrılarak uzaklara sürülmüş de ola ANTİKYTHERA (fr. Amicythere; ital. Cebilir. Antiklinaller bazen pek kısa olur fakat rigotto), Kythera ve Girit arasında bir yunan genellikle büyük mesafelere uzanabilir; bu adacığı; 250 nüf. 1901’de bu ada yakınında, arada menteşeleri dalgalanarak yükselir eski çağlarda batmış bir gemi kalıntısından veya alçalır. Menteşelerin yeryüzüyle ke büyük sanat değeri olan hazineler çıkartıldı. siştiği çizgiye antiklinal ayrıt denir. Antikli nal doruklan petrol birikmesine elverişli alan (D lardır: hidrokarbürlerin aşırı akışkanlığı, ANTİL adaları, Orta Amerika’da, Antil de üstlerinde geçirimsiz bir tabakanın olduğu nizi ile Atlas okyanusu arasında yer alan yerlerde, depolayıcı kayaçların yüksek nok takımadalar. Antil adaları iki gruba ayrılır: talarında birikmelerini sağlar, (l) Kuzeyde Küba, Haiti, Jamaika (Jamaica) ve Porto Riko (Puerto Rico) adalarından ANTİKLİNORYUM i. (fr. anticlinorium). meydana gelen Büyük Amiller; doğuda Kü Jeol. Büyük bir antiklinal şeklinde, bir çük Am iller: bunların doğu dalma Rüzgâr birine az çok paralel kıvrımların tümü, (l) Adaları (Guadeloupe, Martinique, Dösirade, ANTİKLOR i. (fr. antichlore). Ağartma iş Marie-Galante, Barbados ve Trinidad), gü lemlerinde kullanılan kloru gidermeğe yara ney dalına da Rüzgâraltı adaları denir. An yan madde. (Msl: sodyum hiposülfit.) [l] til adalarında bağımsız cumhuriyetler (Kü ANTİKODON i. (fr. anticodori). Kodon’un ba, Haiti, Dominik cumh.) ve başka devlet Fransa, Hollanda, zıt tipi olan üç baz’lık grup. (Antikodon, lere (Büyük Britanya. transfer ribonükleik asit [t. R.N.A.] tarafın A.B.D.) bağlı veya az çok onların etkisi al tında olan bölgeler vardır. dan taşınır.) [l] ANTİKOENS1DANS i. (fr. anticoincidence). Coğrafya Antikoensidanslı devre, iki veya daha çok ışın detektöründen meydana gelen elektro • Fizikî coğrafya. Antil adaları yapı bakı nik devre; bu detektörler, yüzeye gelen bir mından birçok yaydan meydana gelir. Ba partikül yalnız detektörlerden biri tarafın tıda üç kol Porto Riko’ya doğru yaklaşır: dan alınacak şekilde yerleştirilmiştir: An- Kuzeyde. Yucatan yarımadasının uzantısı tikoensidanslı devre en çok kozmik ışınların olan Kuzey Küba dalı; ortada Güney Kü incelenmesinde kullanılır, (l) ba dalı; Cayman adalarının ve Küba’nın Antikom intern antlaşm ası, 25 kasım 1936 güneyindeki kıyı sıradağlarının uzantısı oda, Almanya ile Japonya arasında Komü lan- bu kol, kuzey yayı ile birleşerek Haiti nist enternasyonaline karşı yapılan antlaş adasının ortasındaki sıradağları meydana ma. Sonradan, sırayle İtalya 1937’de, Man- getirir. Jamaika adasını içine alan üçüncü çukuo ve İspanya 1939'da, Macaristan 1940’- dal Haiti’nin güneyindeki sıradağlardan geçer ta ve Bulgaristan 1941’de bu antlaşmaya ka ve öncekilerle birleşir. Deniz altındaki sıradağ tıldı. (l) ların arasında uzanan adalar dizisini. 6 000 ANTİKOMÜTAT1F sıf. (fr. anticommutatif) metreden derine inen çukurlar birbirinden Mat. Bileşenlerinin yer değiştirmesi, zıt bir işa ayırır (Güney Küba ve Jamaika dizileri ara reti veya yön değişmesini gerektiren bir işlem sında uzanan oluk gibi). Porto Riko’nun hakkında kullanılır: Reel veya sanal iki sa kuzeyindeki bir çukurun derinliği 8 000 met yının farkı, vektörel çarpım, antikomiitatif reyi aşar. işlemlerdir, (l) ' Porto Riko’nun doğusunda deniz altı dağ sıra radeniz kıyısındaki Çatalzeytin civarında ol ması muhtemeldir, (m) ANTİKİTE i. (lat. antiguitas’tzn fr. antiquiti). Eski çağ, özellikle yunan ve roma me deniyeti: İskender, Eflâtun, Aristo, Sok ra t... Hulâsa antikitenin islâmca beğenilmiş bütün şahsiyetleri (A. H. Tanpmar). Bk. ES Kİ çağ. || Teşm. yol. Eski çağlar, çok eski za manlar: Dante, lbn i Sina’yı ve ıbni Rüşd’ü antikitenin en büyük on iki dehası arasında saymıştır (P. Safa). || Eski çağ ve medeni yetlerden kalan ve onlar hakkında fikir edi nilmesini sağlayan her çeşit eşya: Polis ya kaladıktan sonra [...] antikite mahiyetleri tamamen mahvolmuş (S. F. Abasıyanık). Bk.
Foto. A.C .A ., Service inter. de documentation, Mainbııro-Rapho (LA R O V SSE )
ları bir küçük adalar dizisi biçiminde deniz yüzüne çıkar; bunlar eş merkezli iki yay üzerinde sıralanmıştır. Nihayet, Antil deni zinin güneyinde, doğu-batı doğrultusunda iki dizi seçilir: Kuzeydeki dizi, Perija dağ sıra sının uzantısıdır; asıl Antiller’den sayılma yan güneydeki dizi ise Venezüela kıyı sıra dağlarına bağlanır. Adalar üzerinde uzanan bu dağ sıralarının çok defa 2 000 m’yi aşan ve Haiti’de 3 000 m’yi geçen başlıca tepeleri Büyük Antiller’de yer alır. Doğu Antiller’de hiç bir yerde 1 500 m’yi geçmeyen dağların çoğu volkan yapısındadır. Antiller yengeç dönencesiyle 10° kuzey enlemi arasında uzanır: Antiller’deki tropik karakterli iklimin sebebi de bu durumdur: sıcaklık dereceleri yüksek, yıl lık ısı genliği az, yağmurlar bol ve mevsim lere bağlı, bitki örtüsü gürdür. Bu genel şe mayı iki etken bozar: alize rüzgârları ve yükselti. «Rüzgâra karşı» olan ve doğuya bakan yamaçlar, yoğun bir orman örtüsünü geliştiren bol yağmur alır. Bu rüzgârlardan korunan «rüzgâr altındaki» yamaçlarda föhn olaylarına yol açan ve yukarıdan inen rüz gârlar eser; bu kesimler savan veya kurakçıl bitki topluluklarıyle örtülüdür. İklimin baş ka bir özelliği de, doğudan batıya doğru yer değiştiren şiddetli siklonlar'dır (hurricane); bunlar en çok, dönenceler arası cephelerin göç devresine rastlayan yaz sonlarında gö rülür. • Yaşama seviyesi. Yaşama seviyesini be lirten istatistikler, adam başına düşen gelirin çok düşük olduğunu gösterir. Başka devlet lere bağlı adalarda nüfus başına düşen gelir, sözü geçen devletlerdekinin dörtte biri ile altıda biri arasında değişir. Porto Riko’da gerçek gelirlerin ortalama oranı ötekilere gö Fort-de-France'ta re en yüksek seviyelere ulaşmakla beraber, Martinique'li kadın A.B.D.’nin en yoksul eyaletindeki gelirin ya rısını geçmez. Trinidad adasındaki ortalama gelir İngiltere’deki ortalama gelirin üçte biri ni geçmez. İşsizlik, hiç eksik olmayan bir derttir. Her zaman görülen işsizliğe mevsim değişikliğinden doğan ayrı bir işsizlik de ek lenir : başlıca geçim kaynağı olan şekerka mışı ekimi, yıl içinde ancak 175-200 iş gü nü sağlayabilmektedir. Besin yetersiz ve ölçüsüz, sağlık durumu kötüdür; çocuk ölümü Jamaika’da yaklaşık olarak yüzde 10, Martinique’te yüzde 20’dir; hastalıklardan (verem, zührevî hastalık lar, malarya, ankilostomyaz, piyan) ölenler çoktur; sağlık donatımı, sürekli gelişmeler göstermekle beraber, henüz çok yetersizdir. Amillerdeki yoksulluğun elle tutulur belirti lerinden biri de konut durumudur: şehirler
ANTİL
12
Port Antonie (Jamaika adası)
m ı
i ’4 çevresindeki gecekondu tipi meskenlerde oturan aile sayısı 96 000 olarak tahmin edil mektedir. Okuma-yazma bilmeyenler oranı na gelince, «bağımsız» Antiller’de yüzde 3040 arasında oynar, Haiti’de yüzde 85’i bulur. • Demografi.^Amiller, yeryüzünde nüfusun en hızla arttığı bölgeler arasında yer alır. Çok defa evlilik dışı doğumlar oranı, ölüm oranını çok aşar. Artma oranının en yük sek olduğu ada Porto Riko (binde 26-29 arasında) ve Trinidad’dır (binde 32). Fransız Antilleri’ndeki oranlar bundan pek az dü şüktür. Haiti’de ise oran binde 18 kadardır. Bu oranlar böyle devam ederse, Antiller’in nüfusu 40-50 yıl içinde iki katına ulaşacak demektir. Doğumlardaki bu fazlalık aşırı nüfuslanma olayına yol açar: nüfus yoğunluğu Barba dos’ta km- başına 570’i, Porto Riko’da 300’ü, Martinique’te 280’i, Trinidad’da 200’ü, Guadeloupe’ta 175’i, Jamaika'da 168’i, Haiti’de 160’ı bulur. Antil adalarının çoğunun dağ lık ve volkanik oldukları ve ancak toprak larının küçük bir kısmının ekime elverişli bulunduğu da hesaba katılmalıdır. Nüfustaki bu hızlı artış, şehirlere doğru akınlara yol açmakta, kalabalıklaşan şehirlerin çevresinde de kulübe ve gecekondular uzanmaktadır. Nüfusla tabiî geçim kaynakları arasında bir denge sağlamak için hükümetler birçok ted bire baş vururlar; bunlardan bir kısmı uzun vadeli (eğitimin geliştirilmesi, kredilerden ve vergi bağışıklığından faydalanacak yeni sa nayilerin kurulması), bir kısmı da kısa va delidir (göçler, doğum kontrolü). Göçle rin emniyet supabı eskiden açıktı (Panama kanalı kazılırken en çok JamaikalIlar ça lıştırılmıştı), ama şimdi kapanmıştır. Yalnız Porto Riko’lular A.B.D.’ye serbestçe girme hakkından faydalanır ve özellikle New York’ta yerleşirler. Martinique ve Guadeloupe’lular ise orduya girerek veya kamu hiz metlerinde çalışmak üzere Fransa’ya göç edebilirler. İktisat
Antillerde iktisat özellikle tarıma dayanır. Sadece şekerkamışı ekimine ve şekerka mışından elde edilen ürünlere (rom) önem verme eğilimi vardır. Martinique ada sında şeker ve türevleriyle muz, 1956’da, ih racat değerinin yüzde 90’ını,_ yalnız şeker ile türevleri yüzde 66’sını sağlıyordu. Bar
Port of Spain'de ticaretin yoğunlaştığı bir cadde
bados’ta tek bir tür ekimi en ileri sınırına ulaşmıştır: ekilebilir alanların yüzde 90’ına şekerkamışı ekilmekte, ihracatın yüzde 98’i şekerle yapılmaktadır. Sadece şekerkamışı ekimi büyük çiftlikler rejimini getirmiş ve toprak mülkiyetinin ya rım yüzyıldan beri tek elde toplanmasını hızlandırmıştır. Gerçekten de, bu toplanma, şeker ve rom’un çok büyük işletmeler ya rarına kontenjana bağlanmasıyle ve küçükle rin zararına büyük şekerkamışı üreticileri nin daha bazı ayırıcı imkânlardan faydalanmasıyle artmıştır. Borçlanan ve iflâs eden küçük işletmeciler topraklarını büyük şeker şirketlerine satmak zorunda kaldılar ve ta rım işçilerinin sayısını çoğaltmış oldular. Adaların çoğunda bu sosyal zümre nüfusun dörtte üçünü meydana getirir. İki adada bu nun tersine eğilimler de görülür; Haiti, top rak mülkiyetinin bir elde toplanması olayı nın dışında kalmıştır; burada büyük mülkler Zencilerin ayaklanması sonucu Beyazların elinden alınmış ve küçük birimler halinde paylaşılmıştı. Daha sonraları, nüfusun hızla artması ve miras rejimi de toprakların par çalanmasına yol açtı. Köylülerin yüzde 70-80 kadarı 2 hektardan daha küçük toprak par çalarına sahiptir. Ekili toprakların yalnız onda biri büyük çiftlikler halindedir. Bunun la beraber toprak verimini kaybetmiş veya aşınımdan zarar görmüş olduğundan ve hâ lâ ilkel tarıni usulleri uygulandığından Hai ti köylüsü yoksulluk içinde yaşar. Bunun ya nında Porto Riko’da işletmelerin yüzde 94’ii sahipleri tarafından işletilir: gerçekten, 12 ekim 1941’de yayımlanan bir kanun 200 hek tardan daha büyük mülkleri satın alabilecek bir toprak idaresi kurmuştu (1900’de çıkar tılmış, fakat hiç uygulanmamış bir kanu na göre bu büyüklükte toprağa sahip olmak yasaktı). Bu yolla birtakım çiftlikler satın alındı; 1948 sonuna doğru 40 000 hektar dan fazla toprak, şeker üretimini elinde tu tan azınlıktan geri alınmış bulunuyordu. Bu topraklar küçük parsellere bölünerek top-, rak sahibi olmayan ve tarımla geçinen aile lere verildi. Sadece şekerkamışı ekimi es kiden halkın beslenmesine temel olan be sin maddeleri tarımının sürekli olarak geri lemesine yol açtı. Oysa sadece şekerkamışı ekimi, ancak tabiatın şekerkamışına elve rişli kıldığı topraklar üzerinde gerçekten fay dalı olabilirdi. Meselâ Küba’da toprak o derece zengin ve iklim o derece elverişlidir ki, tek bir kökten 10 yıl üst üste ve gübre kullanmadan yüksek verim sağlanabilir. Kü ba’da hektar başına verim 100 tonu aşar; buna karşılık bu miktar Barbados’ta 80, Porto Riko’da 69, Jamaika’da 65, Trinidad’ da 63 ve Martinique’te 50 tondur. Kömür ve demirden yoksun olan Antiller çok az sana yileşmiştir. Bundan başka, şeker üreticileri nin çıkarı yanında, adaların bağlı bulunduk ları ülkelerin sanayici ve ithalâtçılarının çı karları buralarda mamul eşya yapımına sis temli şekilde engel olmaktadır. Oysa böyle bir üretim hayat seviyesinin önemli şekilde yükselmesine yol açabilirdi: İngiliz, fransız ve amerikan şeker rafineri şirketleri Antil ler’de üretilen ham şekerin orada rafine edil mesini önlemiştir. Martinique ve Guadelope’ta balıkçılığın modernleşmesini felce uğratan da morina balığı ithalâtçılarının çı karları olmuştur. Şüphesiz bazı adalarda, meselâ Jamaika’da, hükümetin desteğiyle yeni yeni sanayiler ku ruldu. Porto Riko’da da bu bakımdan önemll bir çaba harcandı. Fakat bu çaba bir takım donatım giderlerini gerektirmekte ve birçok engelle karşılaşmaktadır: bir kere, sa nayileşme yabancı sermayenin işbirliğini ge rektirir; sonra Karaib takımadalarının çe şitli bölgelerinde birbirinin eşi imalât sana yileri kurulduğu takdirde, sanayileşmenin faydadan çok zararı dokunur. Antil adalarından hiç biri, büyük bir çimento fab rikası veya dokuma fabrikaları kurmayı gö ze alamaz. Bu sebeple, bütün takımadaların rasyonel yoldan sanayileşmesi için temel şart, adalardaki tek tek pazarlardan çok da ha geniş bir pazarın kurulmasıdır. Kıta Orta Amerikası’nın bütününde olduğu gibi, Antil adalarının hepsinde de geri kal mışlığın belirtileri görülür. Bu adaların bir kısmı bağımsız (Barbada, Küba, Dominik, Haiti, Jamaika, Trinidad, eski britanya Antilleri [Antigua, Dominik, v.b.j, bir kısmı da bağımlıdır (amerikan sömürgeleri [Porto Riko, Virgin adaları], fransız sömürgeleri [Guadeloupe, Martinique] veya hollanda sö mürgeleri [Curaçao]). Burada, Orta Amerika’-
dakinden hissedilir derecede ileri, gelir eşit sizlikleri vardır; Porto Riko’da, Amerika’ nın Virgin adalarında, Trinidad ve Hollanda Antilleri’nde yılda nüfus başına düşen brüt gelir ltalya’dakinin aynıdır (İtalya’da 1 000 dolara yakın). Haiti’de ise durum böyle de ğildir; burada nüfusun büyük kısmı (yüzde 90) sürekli bir yoksulluk içindedir. Nüfusun artması, bölgenin zaten kalabalık oluşu yüzünden (Küba hariç) çok ciddî bir mesele halini almıştır. Kilometre kare başına ortalama yoğunluk Jamaika’da, Haiti’de, Guadeloupe’ta, İngiliz Antilleri’nde 150 kişi yi geçer, Hollanda Antilleri’nde 200’ü aşar ve Martinique ile Porto Riko’da 300’e yaklaşır. Yıllık nüfus artışı, her bölgede yüzde 2,5 ile 4 arasında oynar. Bunun sebebi, ölüm yüzdesinin belirli bir şekilde düşmesi, buna kar şılık doğum oranının genellikle binde 40 ci varında tutunmasıdır. Antiller’de iktisat, Porto Riko ile Jamaika (burada boksit bu lunur: ülke, dünyanın başta gelen boksit üreticisidir [9,1 milyon ton]) ve Trinidad (yılda 8 milyon ton petrol üretir) dışında tarıma dayanır. Şekerkamışı, özellikle Kü ba, Jamaika, Dominik cumhuriyeti, Guade loupe ve Martinique’te Antiller’in başta ge len ticaret ürünüdür. Haiti cumhuriyetinde şekerkamışı kahveden sonra gelir. Adalar da hayat hâlâ şeker satış fiyatlarına bağlı dır. Bu fiyat, alıcı ülkelerin (A.B.D., İngiltere ile Fransa) desteğine rağmen, azaltılması çok güç olan maliyet fiyatlarından pek de fazla olamamaktadır, ihracatın niteliği, sa nayileşmiş ülkelere, özellikle de, Amerika Birleşik devletlerine olan bağımlılığın ne ka dar büyük olduğunu gösterir. Bu hal, ege men ülkeler için de aynıdır. Jamaika tica retinin üçte birini, Haiti yüzde 50’sini, Do minik cumhuriyeti de yüzde 60’mı Ameri ka Birleşik devletleri ile yapar. Sömürgecilik döneminden miras kalan tekli tarım eğilimi, besin maddeleri tarımının azalmasını izah eder. Antiller, sınaî tüketim ve donatım ürünlerinden başka (bunların fiyatı, şeker ve ya tropikal meyvelerinkinden daha büyük bir hızla artmaktadır) önemli besin maddelerini de ithal etmek zorundadır. Piyasanın, hepsi de kendi ayrıcalıklarına düşkün bu adalar arasında iyice paylaşılmış olması (hemen her adanın kendi gümrük sistemi, kendi parası vardır) daha birçok engellerle (genelleşmiş bir sermaye ve özellikle teknisyen yokluğu, toprakaltının çoğu yerde yoksul oluşu) kar şılaşan sanayileşme için elverişli değildir. Sanayileşme yalnız Porto Riko’da belirli bir gelişme göstermiş, işçi ücretlerinin A.B.D.’ye göre üç kat daha düşük olması ve Porto Ri ko ürünlerine amerikan pazarlarının açık tu tulması bu ülkede çeşitli işletmelerin kurul masına imkân vermiştir. Sanayi bugün, mil lî üretimin dörtte birini (1946’da yüzde 12 idi) sağlar. Porto Riko dışında kalan adala rın hemen hepsinde görülen nüfus artışının baskısı ve İktisadî düzenin bozukluğu, Antil adalarını karanlık günlerin beklediğini gös terir. Tarih
Kristof Kolomb yaptığı dört seyahatte (1492 ve daha sonraki yıllarda) art arda çeşitli adalar keşfetti. Bu adalara uzun süre Batı Hindistan denildi; çünkü o zamanlar bu adaların Hindistan olduğu sanılmıştı. Antil adı, Asor adaları batısında var olduğu sa nılan bir kıtanın adından, Antilia’Aan gelir, ispanyollar büyük adaları, K üba.ve özel likle San Domingo’yu (Hispaniola «İspanyol adası») hemen sömürgeleştirdiler. Porto Ri ko savaşla ele geçirildi. Fransızlarla ı'ngilizler komşu adaları (Trinidad, St. Christopher, sonra Tortuga [Kaplumbağa] adaları) yerleştiler ve İspanyolların ticarî kazançla rına ortak oldular; daha sonra da toprakla rını genişlettiler, ülkenin daha XVI. yy. ba şında başlayan işletilmesi zenci ticaretiyle gelişti; Afrika’dan getirilen zenci köleler şe kerkamışı, bazen de tütün, pamuk, indigo çiftliklerinde çalıştırılıyordu. Köle ticareti XVIII. yy. da tam gelişme halindeydi ve San Domingo adası bu trafiğin merkezi du rumundaydı. XIX. yy. da bu sistem çeşitli nedenler yüzünden bozuldu: şeker pancarı, sömürge ürünlerini vaz geçilmez olmaktan çıkardı; devletler birer birer köle ticaretini yasak ettiler. San Domingo’nun batı kısmı olan Haiti bağımsızlığını elde etti (1803). Yüzyılın sonunda ise A.B.D. Küba’ya el koydu (1898). Böylelikle adaların çoğu bi rer birer İspanyol hâkimiyetinden çıktı.
Foto. Airofilms, V.S.I.S., Atıbert tle la Hile (LAR0V88E)
ANT XX. yy. da Büyük Amiller genellikle millî bağımsızlıklarına kavuşurlarken. Küçük Antiller Avrupa devletlerine, özellikle, İngil tere, Fransa ve Hollanda’ya bağlı kaldılar. Bu adaların Panama kanalı yolu üzerinde ol maları, adalara verilen önemi ve A.B.D.’nin Vierge (Virgin) adalarını niçin işgal ettiğini (bir kısmını 1848’de Ispanya’dan, ötekilerini de 1917’de Danimarka’dan aldı) açıklar, ( l) ANT1L denizi veya KARAİBLER denizi, Atlas okyanusunun, Orta ve Güney Amerika kıyıları arasında kuzeyde Büyük Antiller, doğuda Küçük Antiller ile çevrelenen bir kıs mı. Bu denizin yüzey sularının Yucatan bo ğazından geçerek Meksika körfezine yönelen kuvvetli bir akışı vardır. Denizin derinliği Venezuela kıyıları kuzeyinde 5 600 m’yi geçer; Küba ve Jamaika arasındaki bir olu ğun derinliği 7 200 metreyi bulur, (l) ANTİLOG sıf. (yun. antilogos, çelişik’ten fr. antilogue). Elektr. Piroelektrik bir cisimde, sıcaklık yükseldiği zaman negatif, düştüğü zaman pozitif olan kutup için söylenir, (l) ANTİLOGARİTMA i. (fr. antilogarithme). Mat. Verilen bir logaritmaya tekabül eden sayı. (Logaritmanın ters fonksiyonudur.) [l] ANTİLOJİ i. (yun. antilogia; anti, karşı ve logos, söz’den fr. antilogie). İki felsefi dü şünce. bir kitabın çeşitli yerleri, aynı yazarın ayrı eserlerindeki düşünceleri arasındaki çe lişki. — ansİkl. Yunanlı Septikler, Pyrrhon’cular.
de karıştı. Aynaroz keşişi ve Vidin metropolidi. Bulgar kilisesinin bağımsızlığından (1870) sonra, ilk bulgar ekzark’ı oldu (1872). Bu görevdeyken, Bâbıâli hükümetini protes toya kalktığı için sürgüne gönderildi. Daha sonra Rusların himayesinde Bulgaristan’a döndü ve orada Kurucu meclise başkan se çildi (1879). [l] A ntim achiavell veya Machiavelli'nin «il Principe» si Üzerine Tenkit Denemesi, Prus ya kralı Friedrich H’nin daha veliaht iken (1739) yazdığı eser. Yazar bu kitapta, «her hangi bir kimse için suç sayılan bir şey, bir hükümdar için suç sayılmaz» diyen Machiavelli’ye şiddetle karşı çıkar, (l) ANTİMADDE i. Bk. karşit madde. ANTİMAKHOS, M.ö. II. yy. sonlarına doğru Baktriane’de hüküm süren iki yunanlı kralın adı: antimakhos ile antİmakhos Nikephoros. (l)
ANTİMAKHOS Koloplıon’Iu, yunan şairi (M.Ö. V. yy. sonu). Elejiler ve Thebais ad lı bir destan yazdı, ( l) ANTİMENSA i. (yun. anti, yerine ve lat. mensa, masa). Ortodoks kilisesinde mihrap yerini tutan kutsallaştırılmış örtü, (l) ANTİMERİDYEN i. ve sıf. (fr. antimeridien). Kutuplar çizgisinden geçen yarım daire: herhangi bir noktadan geçen ve o noktanın meridyeni olan yarım dairenin devamını meydana getirir, j Te$m. yol. Saatler dilimi sisteminde başlangıç olarak alınan meridye nin (Greenwich meridyeni) devamını meyda na getiren yarım daire: Greenwich antimeridyeni bazı küçük farklarla, tarih değiştir me çizgisine uyar ki, bunu batıdan doğuya doğru asarken tarihi bir gün azaltmak, doğu dan batıya asarken de bir gün arttırmak ge rekir. (l)
her iddianın, her kanıtın karşısına aynı de recede önemli karşıt bir iddianın, bir kanıtın çıktığını görüyorlardı; buna antilogia dedi ler. Dolayısıyle, antiloji kelimesi, çeşitli tez lerin insan zihninde birbiriyle dengeleşmesi ve her türlü iddianın yok olması anlamını aldı, (l) ANTİLOKHOS, Nestor’un oğlu, Akhilleus ANTİMETABOLİT i. (fr. antimetabolite). ve Patrokles’in dostu; Hektor tarafından Tru- Kimyevî bakımdan nükleik asitlerin biosenteva önünde öldürüldü, (l) zi (anabolizması) için gerekli normal bazı metabolitlere benzer bir ilâç. (AntimetaboANTİLOP i. (ing. antelope; ortaçağ lat. an- lit yine de bu metabolitlerden farklıdır ve thalopus; yun. antholops). Boşboynuzlu ge metabolit yerine hücre tarafından soğurul viş getiren memeli hayvan. Antilopgillerden. duğu zaman nükleik asitlerin biosentezinc || Boz antilop, Güney ve Orta Afrika’da ya götüren tepkimeler dizisini durdurup engel şayan ata benzer antilop türü. Kılıçlı anti leyebilir.) lop. Bk. boöa antilobu: || — Sıf. Anti lop keçe, antilop derisine benzeyen her iki — ANSİKL. Kullanılan belli başlı antimetayüzü kısa kırpılmış kürkümsü ince keçe. bolit'\zt. folik asidin veva pteroilglütamik asidin çelişikleridir. Antimetabolitler, nükleik — ansİkl. Kürkçülükte, küçük antiloplardan asidin metabolizmasında onun yerine geçerek elde edilen kısa kıllı, açıklı koyulu deriler çok önemli bir rol oynayan bu asidi yansızkullanılır. Bunlar Güney Cezayir ve Büyük laştırabilir. Üç etken bileşik kullanılabilir: Sahra’dan gelir. Dana çok manto ve çanta 4-aminopıeroilglütamik asit veya aminopteyapımında kullanılır. Sıcak ülke hayvanları rin, 4-amino-Nıo-metilpteroilglütamik asit ve nın çoğunda olduğu gibi bunların da kılları ya ametopterin ve 4-aminopteroilaspartik. yumuşak değil serttir, (l) 6-merkaptopürin, nükleik asidi meydana ge ANTİLOPGİLLER çoğl. i. Geviş getiren me tiren adeninin bir çelişiğinden ve pürik bir meli hayvanlar familyası. baz olan hipoksantinden meydana gelir. — ansİkl. Antilopgiller, daha çok Afrika’da ve Hindistan’da yaygındır. Boynuz biçimleri çok değişiktir. Başlıca cinsleri: ceylan, kudu, atsı antilop, gnu, inek antilobu, boğa anti lobu, dört boynuzlu antilop, kaama, keseli antilop, kaya intilobu, bozkır antilobu, kara antilop, keseli antilop, cüce antilop, addaks, orongo. (l)
ANTiLtîBNAN, ar. Cebel eş-Şarkî, Suriye ile Lübnan cumhuriyeti arasında doruk çiz gisi, çoğunlukla sınır çizgisi meydana geti ren dağ sırası; Lübnan dağlarına doğudan paraleldir ve bu dağlardan el-Beka ovasıyle ayrılır; en yüksek yeri: Talaat Musa tepesi, 2 629 m. Antilübnan, Şam vahası ve Suriye çölü üzerinde yükselir. Yapı bakımından ki reçli kayaçlardan oluşmuş bir antiklinaldir; el-Beka ovası üzerinde faylarla kırılmış basa maklar halinde yükselir. Daha güneydeki Hermon’un (Cebel eç-Şeyh) devamını meyda na getiren bu dağlar, kuzeyde TrablusşamHumus gediğinde alçalır. Antilübnan’dan ku zeydoğuya doğru yelpaze gibi Cebel Kalamun, Cebel Bueyda ve Cebel Bişri ayrılır. İklimin kuru, kireçli kayaların fazla geçirimli olması yüzünden nüfus çok seyrektir. Yerleşik yaşayışa ancak kaynaklar etrafında rastlanır. Koyun ve keçi sürüleri yazın Suri ye ovasından dağa doğru 'çıkar. (Hermon ve asıl Antilübnan çok defa Antilübnan adı altında toplanır.) [l]
Bu çeşitli ilâçlar had lösemilerin (akyuvar çoğalması) tedavisinde kullanılır, (l) ANTİM İSİL sıf. (fr. antimissile). Ask. Düş manın özel silâhlarının etkisine karşı koy mağa yarayan silâhlara, düzeneklere ve da ha genel olarak bütün tedbirlere verilen sı fat. Özel silâhlan tahrip veya yok etmeğe mahsus silâh.
— ansİkl. özel silâhların gelişmesi ve özel likle yörüngeleri üzerinde çok büyük bir hızla (saatte 18 000-25 000 km) yol alan kıtalar arası silâhların ortaya çıkması, bunların kullanılmasıyle meydana gelecek yoğun tahribatı önleyici savunma araçları aranmasına yol aç tı. Bu konunun ortaya çıkardığı mesele, antimisil denilen otomatik düzenli, yol kesici bir silâh meydana getirerek o saldırıcı silâhı havadayken yok etmek, yörüngesinden sap tırmak veya en iyisi işlemesine engel olmak tır. Saldırıcı silâhın çok süratli olduğu dü şünülürse, onu kesin olarak tanımak, yörün gesini tayin etmek, yol kesici antimisil silâh la ateş etmek ve antimisil silâhı, yörüngesi saldırıcı silâhınkine rastlayacak şekilde yö neltmek için vakit lâzım olduğundan, önce saldırıcı silâhı mümkün olduğu kadar uzak tan radarla kestirmek gerekir. Bu esaslar için de Amerika Birleşik devletleri «Nike Zeus» (14 m, 10 t) antimisil silâhını imal etti: üç katlı olan bu silâh, 1962’de «Atlas» adlı kıtalararası özel silâhın yolunu, çıkış nok ANTİM I (Atanas Mihaylov), bulgar din tasından itibaren 7 250’nci kilometrede kes adamı (Kırkİareli 1816-Vidin 1888), siyasete meğe muvaffak oldu. (Bk. radar.) [l] Foto. Berridt/e, Dragesco, Poppeı-Atlas, Rapho, Rodgcr-Maynum, V .S .I.S ., Londra Zooloji cemiyeti (LAROUÜSLt
\
ANT ANTIMİTOTİK i. ve sıf. (fr. antimitotique). Hücre çoğalmasına engel olabilen ilâç. — ansİkl. Bazı antimitotikler’e «iğ zehiri» denir. Çünkü bunlar kromozomların kutupla ra yönelmesine engel olur; mitoz bölünme ikinci evresinde durur. Diğer bazı antimitotikler alkil etkisi yaparak bazı protein bi leşikleriyle birleşir ve dezoksiribonükleik asidin tabiatını değiştirir. Diğer bir kısmı ise antimetabolit*tir, hücrenin olgunlaşması ve çoğalması için gerekli maddelerin yok olma larına yol açar. İğ zehirleri arasında kolşisin vardır. Bu ilâç, mitozu ikinci evrede durdurur; aynı zaman da zehirlidir, özellikle demetilkolşisin gibi bazı türevlerine daha iyi tahammül edilir, üretan veya etil karbonat kan hücrelerinin çoğalmasını önler. Aktinomisin C ve D streptomis kültürlerinden elde edilen antibi yotiklerdir. Vinkalökoblastin ile lökokristin cezayir menekşesinden çıkarılan alkaloitler dir. Alkilan etkenler, alkil denilen pekçok molekül zincirini kapsayan maddelerdir. Çok etken olan bu maddeler, proteinlerin ve nükleoproteinlerin aktif gruplarıyle birleserek onların değişikliğe uğramasına ve çökmeleri ne sebep olur. Başlıca alkilan maddeler şun lardır: iperitten türeyen azotlu hardallar; etilenimin türevleri (trietilenmelanin, fosforamitler, siklofosfamit); sulfonit esterler (bisulfan). [l] ANTİM İVİREANUL, romanyalı kilise adamı (Kafkasya’da îvir, ?-?, 1716). 1708’de, Constantin Brancoveanu zamanında Eflâk metropolidi. Constantin’in azli üzerine (1711) gözden düştü. İstanbul, onun Ruslara yakın lık göstermesinden şüpheleniyordu. Fener beylerinden Nikolas Mavrokordatos tarafın dan İstanbul patriğine ihbar edilerek azledil di. Patriğin daveti üzerine İstanbul’a geldiği zaman öldürülmüş olması muhtemeldir, lvir’li Antim, rumen edebiyat tarihinin başlan gıcında önemli bir yer tutar: Bükreş’te kendi ANTİNOOS (detay) bastırdığı dinî eserleri (İnciller, zebur, dinî Capitoiino müzesi, Roma tören kitapları) dağıttı ve böylece rumen dili ni, kilise dili olarak kabul ettirdi; ayrıca, orijinal eserler de yazdı: Fiore di Virtu (1700) adlı İtalyan derlemesinden faydalanarak ah lakî hikmetler ve özellikle «Vaazlar» yazdı. (L)
ANTİMON i. (ing. antimony; fr. antinıoine). Kim. Arseniğe çok benzeyen basit katı ci sim. — ANSİKL. Kim. Eskilerin metal antimon’u bilip bilmedikleri şüphelidir: Yunanlıların stimmi, Romalıların ise stibium dedikleri, herhalde antimonun sülfürüydü. Altınla ko layca alaşımlasması, ona birtakım asil nite liklerin kondurulmasına sebep olmuştu. N i telikleri ilk olarak Basile Valentin tarafından XVI. yy. da tarif edildi. • Nitelikleri. Antimon (Sb), atom sayısı 51, atom ağırlığı Sb=121,76 olan kimyevî ele mandır. En çok rastlanan şekliyle metallere benzeyen ama kırılabilir cinsten olan, kolay ca toz haline getirilebilen gümüşî beyaz renk te bir katıdır. Yoğunluğu 6,7’dir, 630°C’ye doğru erir ve 1 400°C’de buharlaşır. Yavaş soğutulduğunda, arseniğin eş biçimli romboedr’leri halinde billûrlaşır. Alotropik başka çeşitleri arasında özellikle kurşunî ve sarı antimonlar vardır. Kimyevî bakımdan metaller ile metalsiler arasındadır. Periyodik sınıflandırmada azot familyasına girer ve aralarında büyük ben zerlikler olan arsenikten sonra gelir. Klorda alev alır ve anhidroantimon Sb^Oa vererek oksijen içinde yanabilir. Derişik sül fürik ve azotik asitlerde yavaş erir. Tabiatta oksitler halinde bulunur, ama başlıca mine rali SbaSs formülü sülfür olan stibindir. • Stibin’in işlemi. İlkin yüzde doksandan çok sülfür elde etmek için ergime yoluyle stibin zenginleştirilir. Sonra yoğunlaştırılacak olan uçucu oksit SbaCh elde etmek için fırın da kızdırılır. Sonra oksit, döner alevli izabe fırınında mangal kömürüyle indirgenir. Böy lece tasfiye edilmesi gereken bazı katkılar la birlikte antimon elde edilir, uygun ergitici maddelerle (alkali karbonatlar, alkali sül fatlar ve kömür) ergitilerek arıtılır. • Oksitlenmiş minerallerin işlemi. Dairevî kesitli bir suyle soğutma tertibatı içinde mi neral doğrudan doğruya indirgenir, sonra elde edilen antimon arıtılır. • Kullanıldığı yerler. Antimon saf halde kullanılmaz ama birçok metalle almaşarak
sertleşir; kurşun ve kalayla, matbaa harfleri nin bileşimine girer; sürtünmeyi önleyen tür lü alaşımları da vardır ve çinkoyle birlikte «İngiliz metalini» meydana getirir. ♦ Antimonun bileşikleri. Antimon hidriir'ü. SbHî formülündeki bu cisim, renksiz bir gaz dır; klorhidrik asidin bir antimon, çinko veya potasyuma alaşımı üstündeki etkisiyle elde edilir. Dengesi sağlam değildir; ateşte ayrışır ve kurşunî mor bir alevle yanar. Antimon oksitleri. Üçü bilinmektedir. Anti mon trioksit SbsOs tabiî halde ortorombik prizmalar (valentinit) veya muntazam se kizyüzlü cisimler (senarmontit) halinde bulu nur; antimonun yanmasından ortaya çıkar. Alkalileri etkileyerek antimonitler meydana getirmek için asit rolü oynar ve kuvvetli asitlerle temasa geçince baz oksit gibi tep kimede bulunur. Potasyum tartarat asit içinde erir ve kusturucu olarak kullanılan enletildi meydana getirir. Antimon tetroksit. Sb^Oı tabiatta servantit adı altında bulunur; ateşte yukarıdaki oksidi veren billûr bir katıdır. Antimonik anhidrit. SbiiO azotik asidin anti mon üstündeki etkisiyle elde edilen sarı bir tozdur. Tuzlan, antimoniyatlarla tanımlanan türlü asitlere tekabül eder. Antimoniyat sod yum asit NaHsSbOı, 3HsO erimez cinstendir, kırmızı madenî demirden kermes denilen kar maşık bir ilâcın bileşimine girer. Antimon kloriir. Triklorür SbCİ3 kloridrik asidin stibin üstündeki etkisiyle elde edilir; renksiz bir katıdır, 73°C’de erir, suda kısmen ayrışır ve beyaz bir çökelek olan bazik anti mon klorür SbOCİ verir. Pentaklorür SbCls klorun antimon üstündeki etkisiyle elde edilen sarı bir sıvıdır. Isıtıldı ğında triklorür ve klor olarak ayrışır; suda antimonik asitler çıkararak ayrışır. Antimon sülfürleri. Trisülfür Sb2S;ı stibini meydana getirir; billûr halde, kurşunîdir, kız gın ateşte uçucu bir katıdır. Bu sülfür, sülfürlü hidrojenin triklorürü etkilemesiyle amorf halde de elde edilebilir; bu durumda, porta kal kırmızısı bir çökelektir: amonyakta eri mez, ama alkali sülfürlerde eriyebilir. Havayle temas ederek ısındığında oksitlenir ve oksisülfüre dönüşür. Oksitlenme derecesi ne göre antimon camı, antimon safranı veya boya olarak kullanılan antimon kırmızısı el de edilir. Sülfidrik asidin pentaklorüre etkisiyle elde edilen pentasülfür SbaSs, alkali sülfürlerde eriyerek sülfoantimonyatlar veren kırmı zımtırak sarı bir tozdur: meselâ Schlippe tu zu NasSbSı, 9H2O. Organik bileşikleri. Bk. STİBİN. ♦ Üretim. Dünya üretimi yıllara göre 20 000 -40 000 ton arasında oynar. Bolivya, Çin, Meksika, Güney Afrika birliği, Cezayir ve Yugoslavya gibi birçok devlet antimon üre tir. — Eczc. Antimonun bugün pek kullanılma yan mineral türevleri balgam söktürücüdür: en çok bilinenleri, ilâçlarda kullanılan kermez ve beyaz antimon oksididir. Antimonun organik türevleri tripanazon, bilarzi, iplik kurdu v.b. asalaklan yok etmede kullanılır. Antimon, bu şekliyle ya beş veya emetikteki gibi üç değerlidir; bu ilâçlar şırınga yoluyle verilir. ^ Antim onik sıf. (fr. antimonique). Formü lü SbaOs olan anhidrid ve buna tekabül eden asitlere denir. ♦ Antim onil i. (fr. antimonyle). Tek değer li SbO radikale verilen ad: Antimonil klo rür, SbOCİ. ♦ A ntim onit i. (fr. antimonite). Antimonyöz asidin tuzu. || Miner. Bir stibin çeşidi. ♦ Antim onlu sıf. İçinde antimon bulunan; antimon ile bileşik halde olan: Antimonlu gümüş. ♦ A ntim onoksit (fr. antimonoxyde). Miner. Bk. SERVANTİT, EKSİTEL, KERMESİT, SENAR MONTİT, STİLBİT, VALENTİNİT.
♦ Antim onyat veya Antim onat -i. (fr. antimoniate). Bir antimonik asidin tuzu. ♦ A ntim onyopotasik i. (fr. antimoniopotassique). Kim. İçinde antimon ve potasyum bu lunan maddelere verilen ad. ♦ A ntim onyosülfür i. (f^ antimoniosulfure). Bir sülfür ile bir annmonyür bileşiği. (Eşanl. SÜLFOANTİMONYÜR.)
• Antim onyöz i. (fr. antimonieux, se). For mülü Sba03 olan anhidridin ve buna teka bül eden asitlerin adı. • A ntim onyür i. (fr. antimoniure). Antimon ile başka bir basit cismin bileşimi, (l) ANT1NOE, Kepheys’in kızı, Tegea kralı. Mantinea şehrinin kurucusu olarak tanınır dı. (L) ANT1NOE veya ANTİNOUPOLİS, Mısır’ da Teb’de eski bir şehir; imparator Hadrianus tarafından, Nil sularında boğulan gözdesi Antinoos şerefine kurulmuş ve muhtar site haline getirilmişti. Napolyon’un Mısır sefe ri sırasında burada birtakım anıt kalıntıları arasında Antinoos’un mezarı da duruyordu. Daha sonra önemli kazılar yapıldı. Şimdiki adı Şeyh Abadah. (l) ANTİNOMİ i. (anti, önek ve yun. nomos, yasa’dan fr. antinomie). — Fels. Çelişik iki önermeden meydana ge len sistem; iki düşünce, iki kavram arasın daki karşıtlık. Bk. ansİkl. — Huk. İki kanun arasında veya aynı ka nunun iki hükmü arasındaki çelişme. — ansİkl. Fels. Antinomi kelimesini felsefe diline ilk olarak Kant sokmuştur. Rasyonel evrenbilimle ilgili temel sorunların her biri, Kant’a göre, iki karşıt biçimde çözülebilir. • I. ANTİNOMİ. Tez. «Dünyanın zamanda bir bâşlangıcı ve uzayda sınırları vardır.» Bunun tanıtı, hem sonsuz, hem de verilmiş bir seri kavramındaki mantıkî çelişmeye dayanır. Bu rada verilmiş demek, zaman bakımından akıp gitmiş, uzay bakımındansa sayılabilir de mektir. Antitez. «Dünyanın ne başlangıcı, ne de sı nırları vardır.» Bunun tanıtı, dünyanın son lu zamanını ve sonlu uzayını kapsayan bir boş zaman ve boş uzay’ın olamayacağı dü şüncesine dayanır. • II. antİnomİ. Tez. «Her bileşik cevher, ya lın, basit kısımların bileşiminden meydana gelmiştir.» Bu böyle olmasaydı, bileşim bo zulduğunda, yani kümenin şekli yok olduğun da geriye hiç bir şey kalmazdı. Antitez. «Bileşik olan hiç bir nesne basit kı sımların bileşiminden meydana gelmemiştir ve hiç bir yerde basit bir şey yoktur.» Ger çekten, ne kadar bölersek bölelim, uzayda var olan bir şeye varırız. Oysa, uzayda var olan nesnenin her zaman bir uzamı vardır, dolayısıyle de her zaman bölünebilir. • III. antİnomİ. Tez. «Dünyada olup biten her şey, yalnızca doğa yasalarına bağlı de ğildir. özgür bir sebebin varlığını da kabul etmek gerektir.» Gerçekten, tabiî sebepler serisinde hiç bir zaman, şartlanmamış son bir bitim’e varamayız; bu en yüce bitim an cak özgürlük olabilir. Kendinden üstün bir başka sebebi gerektirmeyen tek sebep özgür lüktür. Antitez, «özgürlük yoktur: dünyada her şey doğa yasalarına uygun olarak meydana ge lir.» özgürlük düşüncesi nedensellik ilkesini sarsarak her türlü deneyi imkânsız kılar; ayrıca akıl, özgürlüğün şu veya bu yönde oluşmasını gerektiren sebebi öğrenmek ister. • IV. antInomI. Tez. «Dünyanın sebebi, ken dinden zorunlu bir şey olmalıdır; bu sebep, ya dünyanın dışındadır veya dünyanın ken dini meydana getiren unsurlarından biri dir.» Gerçekten, her değişiklik, o değişik liği zorunlu kılan bir şarta bağlı olduğuna göre, önünde sonunda, bütün öbür değişik liklerin bağlı bulunduğu kendinden zorunlu bir şeyin var olması gerekir. Antitez. «Hiç bir yerde, dünyada veya dün yanın dışında, dünyanın sebebi sayılacak mutlak surette zorunlu bir varlık yoktur.» Gerçekten akıl, son bir zorunluluk kabul etmeğe yanaşmaz; tekrar tekrar, bu zorunlu sayılan şeyin hangi şartlar altında zorunlu olduğunu araştırır. Kant, bu antinomilerin çözümünü, deneyüstü idealizmde bulduğunu ileri sürer, tik iki antinomide, kendinden bir şey olarak ele alı nan dünya için, ne sınırlı, ne sınırsız, ne bir atom bileşiği, ne de sonsuz olarak bölü nebilir demek doğrudur. Çünkü kendinden bir şey olarak dünya, ne zaman, ne de uzay içindedir. Üçüncü antinomide, antitez, olaysal âlem için doğrudur (her şeyin tabii bir sebebi vardır [eğer her şey her olay an lamında alınırsa]), tez ise ancak numen âlePoto. Alinari-Girauılon ( LA R O V 8SE )
ANT mi için doğru olabilir (bilgi şartları içine girmeyen kendinden şey, mutlak kendiliğindenlik olabilir). Aynı şeyi dördüncü antinomi için de söyleyebiliriz: olaysal âlemde her şey şartlanmıştır; fakat kendinden şey üzeri ne hiç bir şey bilemeyeceğimiz için, bu alan da zorunlu bir varlığın bulunması müm kündür (bu varlık, bütün olaylar serisinin, de neye dayanmayan ve dolayısıyle şarta bağlı kalmayan bir şartı olarak ele alınabilir). Kant’ta metafiziği inkâra varan antinomi, Hegel için, aklın ve evrensel kanunun diya lektik bir süreçle oluşan aracıdır. Kant’ın antinomiler üzerine yaptığı açıklamaların amacı, kendinden şeyin bilinemez olduğunu tanıtlamak, yani bilinemezciliğin (agnosti sizm) doğru olduğunu göstermektir. Fakat antinomiler, her şeyde görülen değiş kenliğin ve çelişmenin birer belirtisi olarak da ele alınabilir (meselâ Herakleitos mese leyi bu açıdan incelemişti), [l] ANTİNOOS, Penelope ile evlenmek isteyen lerin şefi, (l) ANTİNOOS, Bithynia’lı delikanlı. İmpara tor Hadrianus’un, güzelliği ile ün salan yu nanlı gözdesi. İmparatorun hayatını uzat mak için kendisini ,Nil nehrine attığı söylenir. Hadrianus onu tanrılığa yüceltti, zamanının en ünlü sanatçılarına resimlerini yaptırdı ve 130 yılında onun adına Antinoupolis veya Antinoe şehrini kurdu. Çoğu zaman Bacchus ve Apollon ile karıştırılan Antinoos, birçok eski heykele konu oldu. Bu heykellerin en güzelleri Roma’da (Vatikan. Capitolino), Na poli müzesinde ve Atina Millî müzesindedir. Resimlerine çoğu zaman oyma taşlarda ve madalyalarda rastlanır, (l) ANTİNOUPOLİS. Bk. ANTİNOE. ANTİNÖTRON i. (fr. antineutron). Nükl. fiz. Nötronun antipartikül*ü (karşıt parça cığı), [l] ANTİOCHİA. Esk. coğ. Antakya’nın Ro ma devrinde taşıdığı ad. Bk. antakya. ANTİOKHEİA. Esk. cog. Selefkilerden kral* Seleukos Nikator veya onun hanedanı tara fından Kommagene, Margiane, Karia, Me zopotamya, Kilikya v.b.de kurulan veya ye niden yapılan şehirlerin adı. 1 Antakya’nın eski adı. Bk. antakya. 2. Karia bölgesinde, Maiandros’un (Büyük Menderes) güneyinde ve Vandalas (eski Morsynos) çayının bu nehirle birleştiği yer dedir. Burası, Antiokhos I’in Symmaithos ile Kranoos’u birleştirmesiyle kuruldu ve helenistik devirde önemli bir yer oldu. Roma konsülü, Manlius Vulso, Galat seferinde bu radan geçti. Hıristiyanlık devrinde ise pis koposluk merkezi oldu. 3. (lat. Antiochea ad Pisidiam). önceleri Frigya, sonradan ise Pisidia bölgesinde önem li bir şehir. Bugün Yalvaç’ın kuzeyinde yer alan kalıntılar, bu şehrin yapıları için kul lanılmıştı. Tahminlere göre şehir, Seleukos so yundan kral Antiokhos I’in (M.ö. 281-261) emriyle Maiandros kenarındaki Magnesia şeh rinden gelen göçmenler tarafından kuruldu ve batıdan doğuya giden yolu Galatlara kar şı koruyan bir merkez oldu. Şehirde daha önceden de var olan Men Askaios veya Askaenos kültü devam etti. Tapınağının ge niş toprakları ve köleleri vardı. Şehir, An tiokhos 111 ile Roma arasında yapılan ba rıştan sonra muhtar bırakıldı (M.Ö. 188). Sonradan diğer güney Frigya şehirleriyle bir likte Galat kralı Amyntas’m idaresine girdi (M.ö. 36); bundan böyle de Toroslar’da aşiretlerin güney Frigya’ya saldırılarını önle di. Fakat Amyntas, Homonada’lılar kavmiyle savaşırken ölünce (M.ö. 25) burası da bütün Galatia ile birlikte Roma idaresine geçti ve «Colonia Caesarea Antiochea» adı nı alarak askerî koloni oldu. Şehre lus italicum bağışlandı. Sonradan Caesarea adını da aldı (M.ö. 27), fakat bu ad çok önem kazanamadı. Yazıtlardan öğrendiğimize gö re, Men tapmağının toprakları koloniye ve rildi; şehrin mahallelerine de latince Vicus (eskiden yun. phyle) dendi. Koloniyi iki duoviri, bazen de Roma soylularının seçtiği bir praefectus yönetirdi. Kalıntılar arasında üç gözlü giriş kapısı ve ona ait merdiven temelleri kayda değer. Kapı üzerinde, eşi Augustus tapınağında bu lunan bir yazıt vardır ve sözü geçen tapına ğın eksik kısımlarını tamamlar. Augusta platea ile Tiberia platea denilen iki meydanı bağlayan bu kapıya ait parçaları Ramsay buldu (1914-1924). Bunlar Ramsay ile Anton
von Premerstein tarafından incelendi, lleriki yüzyıllarda şehri Araplar alarak, tahrip etti ler (713). Haçlılar da Dorylaeom (Eskişehir) savaşından sonra buraya geldiler. 4. Dağlık Kilikya kıyısında, Selinus ile Anemurion (Anamur) arasındaki şehir. Burası Antiokheia Lamotis adını da taşır. Bugün kalıntıları güneye yakındır. 5. Kilikya bölgesinde, Pyramos (Ceyhan) neh ri kıyısmdaydı. Kalıntıları bugünkü Karataş burnundadır.
ayakta durur ve birbirinin ellerini sıkarlar. Bu da doğu sanatı motiflerindendir. Ayrıca Antiokhos I’in annesi Laodike’ye ait güzel bir baş da bulunmuştur. Kommagene krallığı medeniyetinde İran ve helenistik kültürlerin tesirleri bir aradadır, (m)
ANTİOKHOS II Theos (M.Ö. 286-246). Se lefkiler kralı (261-246), Antiokhos l ’in oğlu. Mısır’da babasının kaybettiği eyaletlerin ba zılarını yeniden ele geçirdi. Fakat 250-249’da Baktriane ve Parth ülkesi ayaklandı. Kendisi iyi bir kumandan olmadığı için bu ayaklan 6. Kommagene bölgesinde Tauros’dadır. (To- mayı bastıramadı ve bu ülkelerin bağımsızlı ros). Bu şehrin, adına nazaran Kommage ğını kabul etmek zorunda kaldı, ilk karısı ne kralı Antiokhos 1 tarafından kurulmuş tarafından zehirlenerek öldü, (l) olması mümkündür. Bugünkü yeri şüpheli ANTİOKHOS III Megas (M.ö. 223-187). dir. (M) kralı, Seleukos IIl’ün kardeşi ve A ntiokheia tyk h e’si, Seleukos Nikator’un Selefkiler halefi, Susa’da Molon (221) ve Ana M:ö. 300’de Antiokheia (Antakya) şehrini dolu’da önce (216-215) Akhaios ayaklanmalarını kurması üzerine, şehir için yapılan, «saa bastırdı ve Batı Asya’da iktidarını kuvvet det ve kaderi» temsil eden tanrıçanın heyke lendirdi. İskender gibi, 212'den 204’e kadar li. Çeşitli tykhe heykelleri arasında en ünlüsü makedonyalı Fatih tarafından ele heykeltıraş Eutykhides’e aittir ve helenistik Güney Ermenistan’ı. Parth’lar ülkesinigeçirilen ve Bakdevrin en güzel heykellerindendir. Paralar üzerinde de tasvir edilen tanrıça, __kava ü- triane'yi kendi yönetimi altında toplamağa ça zerinde oturur, ayakları Orontes (Âsi) neh lıştı, hattâ Hindistan’a girerek deniz yoluyle döndü. Son olarak. Batı yunan rini temsil eden bir genç erkeğin omuzun- Arabistan’a krallıklarını kendi ülkesine bağlamak istedi. dadır. (m) Eskiden Raphia'da (217) Lagus’lu Ptolemaios ANTİOKHOS veya ANTİOKHİS, Komma IV’ün karşısında uğradığı yenilgiyi 200’de (?) gene ülkesinin dört kralının adı. Antiokhos Panion’da telâfi etti. 198’de Çukur Suriye’yi I, M.ö. 69’da Pompeius’a karşı Tigranes ile işgal etti ve «195 antlaşması» ile Mısır’dan sonra da Sezar’a karşı Pompeius ile birlik kesin olarak geri aldı. Bundan sonra Attalosoldu; — Antiokhos II, cinayetle suçlandırıl luları hâkimiyeti altına almayı tasarladı. 196'dı, Augustus’un emriyle 29 yılında idam e- da Hannibal’i sarayına kabul etti ve Hellcsdildi; — Antiokhos IH ’ün M.S. 17’de ölü pont’u (Çanakkale boğazı) geçti; 192’de Em müyle Kommagene ülkesi Roma eyaleti ol liler birliğinin çağrısına uyarak Yunanistan’da du. Caligula, Antiokhos IV Epiphanes'? Romalılara karşı savaştı. 191’de ThermopyKommagene’yi geri verdi (38), fakat burası lae’de yenildi ve Anadolu’da Manisa Sipylos Antiokhos’un tahttan indirilmesiyle yeniden bölgesinde (ocak 189) Lucius ve Cornelius Roma eyaleti oldu, (l) Scipio kumandasındaki Romalılara yenilerek bir bozguna uğradı. Apameia antlaşması ANTİOKHOS I (M.ö. 325-261). Selefkiler tam kralı (M.ö. 280-261), Seleukos I Nikator’un ile Anadolu’yu Romalılara bıraktı ve donan masından vaz geçti, (l) oğlu. Krallığı Galatların istilâsından kur tardı. Bergama kralı Eumenes ve Ptole- ANTİOKHOS IV Epiphanes, Selefkiler kra maios Philadelphos’a yenildi, topraklarının lı (M.ö. 175-164) Antiokhos IlI’ün oğlu ve birçoğunu kaybetti (Bergama. Suriye, Pam- Seleukos IV’ün halefi. Ptolemaios Philophylia, Kilikya topraklan), [l] metor’un gençliğinden faydalanarak iki yıl Antiokhos I tüm ülüsü, M .ö. 325-261 yılla süreyle Mısır’ı işgal ettiyse de Romalıların rı arasında yaşamış Kommagene kralı An baskısı karşısında Mısır’ı terk etmek zorun tiokhos. I’in Nemrut (Adıyaman) dağındaki da kaldı. Krallığını düzenli bir biçimde yunanlaştırmağa çalışarak parlak bir saltanat mezarı. sürmesi Yahudileri ayaklandırdı. Bunun üze Burayı ilk defa 1839’da Prusya ordusu ku rine Kudüs’e yürüdü, yedi Makkabi’leri ve mandanı Helmuth Von Moltke. Osmanlı- annelerini öldürdü. Mattatias ile Yuda MakMısır savaşı sırasında gördü. Daha sonra, kabi. Antiokhos’un ordularını birçok defa onun yazdığı raporlar yolu ile ilgi duyan bazı yenilgiye uğrattılar. Antiokhos. Doğuya yap arkeoloji mensupları da burayı ziyaret etti tığı bir seferde öldü. (L) ler. Bu arada İstanbul Arkeoloji müzesi de konu ile ilgilendi. Fakat asıl kazılar 1951 ANTİOKHOS V Eupator («İyi baba evlâ yılında amerikalı Theresa Goell’in Nemrut dı»), Selefkiler kralı (M.ö. 164-162), An dağında Antiokhos I’e ait kalıntıları, Fried- tiokhos IV’ün oğlu. Kumandan Lysias’tn rich Kari Dörner’in ise Arsameia ve Nym- naipliği altında dokuz yaşında kral oldu ise phes (bugün Kâhtaçay) yakınında Antiokhos de çok geçmeden amcaoğlu Demetrios ta Fin babasına kült yeri olarak seçtiği yere rafından tahttan indirildi ve öldürüldü, (l) ait kalıntıları çıkartmak için çalışmalarıyle ANTİOKHOS VI Dionysos, Selefkiler kralı başladı. (M.ö. 144-142), zorba Aleksandros Balas’ın Buranın Kommagene adını ne zaman aldığı oğlu; Tryphon onu tahttan indirdi, öldürdü bilinmemektedir. Yalnız Kommagene’liler ve yerine geçti, (l) Suriye Selefkilerinin karışık durumlarından ANTİOKHOS VII Evergetes Sidetes, Se faydalanarak kendi krallarının idaresinde ba ğımsız olarak yaşamışlardır. M .ö. 72’de de lefkiler kralı (M.ö. 138-129). 164’te Side’de Roma imparatorluğunun idaresine girmişler doğdu. Demetrios Soter’in oğlu Tryphon’u dir. M.Ö. 69-34 Yılları arasında Komma- kovdu, fakat Parth’lar memleketinde öldürül gene’ye hâkim olan Antiokhos I hakkın dü. (L) da bilgi yoksa da arkeolojik buluntular bazı ANTİOKHOS VIII Philom etor Grlphos yönlerden aydınlatıcıdır. Kendisine tanrısal («Gaga burunlu») [M.Ö. 141-96]. Selefkiler bir hava vermek için ulaşılması zor bir te kralı (M.ö. 125-96), Demetrios Nikator ve peye kutsal anıtlar yaptıran kral, heykelle Kleopatra Thea’nın oğlu. Sonradan zehirle rin sokl kısmına yazdırdığı grekçe kitabe ve diği annesinin sayesinde tahta çıktı. Ülke ayrıca düzgün ve açık hatlarla yapılmış port- sinin bir kısmını, kardeşi Kyzikos’lu (Kareli kolosal başlar ile de bunu hissettirmiştir. pıdağ) Antiokhos zaptetti. Bir karışıklıkta Tepenin tabiî şekline uyan tümülüs, Anado- öldü. (L) Iu’dakiler gibi toprakla değil, fakat küçük ANTİOKHOS IX K yzikenos («Kyzikos’lu») taşlarla örtülmüştür. 35-80 m uzunluğunda [M.ö. 135-95], Çukur Suriye ile Finike kralı ve konik şekilli olan tümülüs tepenin şekline (116-95). Antiokhos V lII’in ölümü üzerine uygun olarak tepeyi kaplar. Tümiilüsün ört bütün Suriye'yi ele geçirmek istedi. Seleukos mediği kısımlar sağlamlaştırılıp düzeltilerek VI tarafından öldürüldü, (l) batı, kuzey ve doğu taraflarında teraslar ya pılmıştır. Doğudaki terasta, cephesinde 9 m ANTİOKHOS X Eusebes («Sofu»), Selef yüksekliğinde 6 heykelin bulunduğu bir su kiler kralı (M.ö. 94-83), Antiokhos IX’un nak vardır. Bu heykellerin oturuş şekilleri ve oğlu. Antiokhos VlII’in oğullarına karşı dur üslûpları doğu sanatının özelliğini taşır. madan savaştı. Part’lara karşı giriştiği bir Gene aynı yönde tanrı Zeus ve Antiokhos savaşta öldüğü sanılmaktadır, (l) I’in başları da bulunmuştur. Batı terasında ANTİOKHOS XI Epiphanes Philadelpda Antiokhos’un bazt tanrı ve insanlarla ayrı hos, Antiokhos VIlFin oğlu. Mopsuestia’da ayrı dört kabartması daha yer alır. Bu teras (Misis) diri diri yanarak ölen büyük kardeşi taki kolosal heykellerden bazıları tabiî şart Seleukos VFnın ölümünden sonra M.Ö. 94’larla kırılmıştır. Mevcut kabartmaların bi te kardeşi Philippos ile birlikte kral oldu. rinde Antiokhos I ile Güneş tanrısı, karşılıklı Orontes (Âsi) nehrinde boğuldu, (l)
Foto. Kürettin E rktltc ( M EYD AN ; Giraudon (LAROUSSE)
15
Antakya şehrinin saadet ve kader tanrıçası Antiokheia tykhe'si (M.Ö. III. yy.)
üzerinde ANTİOKHOS III'ün resmi olan para (Bibliotheque Nationale, Paris)
ANTİOKHOS I Nemrut dağındaki tümüiüsünden (M.Ö. I. yy.)
ANT
«Antiope'nin uykusu» Corregio'nun eseri (Louvre müzesi, Paris)
antiparalel doğrular
Antiphellos kaydı mezarları
Finike batısında, eski bir Lykia şehri olan Antiphellos kalıntıları
ANTİOKHOS X n Dionysos, Selefkiler kra lı (M.ö. 89-84), Antiokhos V lII’in besinci oğlu, kardeşi Demetrios IH’ün halefi. Araplara karsı bir seferde öldü, (l) ANTİOKHOS XIII Asiatikos, Selefkiler kralı (M.ö. 69-64), Antiokhos X’un oğlu. Suriye’yi Roma eyaleti yapan Pompeius ta rafından krallığına son verildi, (l) ANTİOKHOS Askalon’lu, önce şüpheci, sonra seçmeci filozof (öl. M .ö. 69). Lucullus, Varro ve Cicero’nun hocası, (l) ANTİOKHOS Hieraks, Atmaca, Antiokhos II ve Laodike’nin oğlu (M.ö. 255-226). Kar deşi Seleukos Kallinikos’u tahtından indir mek için bos yere uğraştı ve Trakya’da yok sulluk içinde öldü, (l) ANTİOKSİJEN i. Kim. Az bir miktarı bile, kendinden oksitlenmeyi önleyen maddelere verilen ad. — ansİkl. Aııtioksijen etki, hidrokinon üze rindeki incelemeleri esnasında, Moureu ve Dufraisse tarafından açıklandı. Bu çalışma lardan sonra, antioksijenlik özelliğini taşıyan ve oksitlenebilecek maddelerin muhafazasına imkân veren birçok tabiî veya sentetik bi leşik keşfedildi. Antioksijenler yanmaları, yağlı maddelerin acımasını, kauçuğun sert leşmesini, metallerin oksitlenmesini önlemek için kullanılır, (l) ANTİOPE. Yun. mit. Thebai kralı Nykteos’un kızı. Çok güzeldi; Zeus onu satir şekline girerek baştan çıkardı. Ondan iki çocuğu oldu: Amphion ve Zethos. Başına çok dert geldi, Thebai’de teyzesi Dirke tarafından esir edildi, sonra bir mucizeyle kurtuldu. Dirke’nin Amphion ve Zethos tarafından öldürül mesine kızan Dionysos, öç almak için onu çıldırttı. — G. santl. Farnese Boğası (Napoli müzesi), Antiope masalını canlandıran eski heykelle rin en güzellerinden biridir; resim olarak. Louvre müzesinde bulunan şu üç eser sayı lır: Jüpiter ve Antiope, Tiziano’nun; Antiope’nin Uykusu, Correggio’nun; Antiope, Antoine Watteau’nun. (l) ANT!OQUIA, Güney Amerika’da, Kolombia cumhuriyetinde, rio Cauca kıyısında ka saba, 3 800 nüf. Burası 1541’de altın çıkar tılan alüvyon yataklarında kurulmuştur; çev rede hâlâ biraz altın ve gümüş çıkartılır. — Antioauia idari bölgesi, merkezi Medellin, 3 888 000 nüf. Antioquia ve Caldas İdarî bölgelerinin meydana getirdiği coğrafî bü tüne Antioquia bölgesi denir. Uzun süreden beri sapa kalmış olduğu halde, bu bölge ge lişmesini halkının çalışkanlığına borçludur. Çeşitli göçmenlerin soyundan gelen, eskiden büyük mülklerin sahipleri olan bu becerikli insanlar bugün küçük tarlaları işletirler. Mı sır, şekerkamışı ve muz üreticiliği, hayvan cılık, bugün yerini kahve üretimine bırak mıştır. Yollar, demiryolları, tel üzerinde taşıma ve uçak bu bölgeyi sapalıktan kur tarmıştır. Başlıca ihraç merkezi Magdalena üzerinde Puerto Barrio’dur. (l) ANTİPAKSOS veya ANTİPAK SO l, halk arasında Andipakso, eskiden Propaksos. Yu nanistan’ın batısında, İyon denizinde, Paksos adasının güneybatısında bir ada; 150 nüf.
ralel olmadan, bir üçüncüsüyle eşit açılar yapan iki doğru için kullanılır: İkizkenar bir üçgenin eşit kenarları tabana göre anliparaleldir. İki AB ve A'B' doğruları, OBA ve O A'B' açıları eşit olduğu zaman, bir X O Y açısına göre antiparaleldir. (Bk. Açıortay Sİ METRİK’/.) || Antiparalel kesitler. Bk. Antipa ralel düzlem 7er. — Fiz. Aynı şiddette paralel ve karşıt yönlü iki vektör için kullanılır: Bir atomda, eşleş miş iki elektronun spinleri antiparaleldir. ( l) ANT1PARAZİT sıf. ve i. Radyo dalgaları alıcısında, tabiî veya sunî elektrik olayları nın meydana getirdiği parazit ve gürültü leri önleme amacıyle kullanılan düzenek, (l) ANTİPARTİKÜL i. (fr. antiparticule). Nükl. Elemanter bir gelişim sırasında birlikte mey dana geldiği bir başka partikülün bir çeşit simetriği olan partikül. (Eşanl. karşit par çacık.) — ansİkl. Dirac tarafından düşünülen antipartikül’lerin varlığı, ilk olarak, negatif elektronun antipartikülü olan pozitif elektro nun keşfiyle doğrulandı. 1956’da Berkeley’de (A.B.D.) ortaya çıkarılan negatif proton, pozitif protonun antipartikülüdür. Aynı şekil de, nötrondan ancak magnetik momentinin işaretiyle ayrılan bir antinötron da vardır. Bu antipartiküller bir 7 ışımasının madde leşmesi sırasında gözükebilir. Bu olay sıra sında; yeterince enerjisi bulunan bir Y ışı ması, meselâ bir çekirdeğin veya bir elektro nun elektrik alanının etkisi altında, biri po zitif, öbürü negatif bir çift elektrona dönü şebilir. Partikül (parçacık) ve antipartikülün (karşıt parçacık) kütleleri aynı, elektrik yük leri karşıt işarettedir. Baryonik veya leptonik yükleri de aynı şekilde karşıttır. Spin leri ve spinin eksenine göre birbirine karşıt işarette bulunan magnetik momentleri de ay nıdır. Kararsız oldukları zaman, partikül ve antipartikülün ortalama ömürleri birdir. Nötr
Bir antiphonarius'un süslü A harfi. XIV. yy. minyatürü (Laon kütüphanesi)
doğru İdumea valisi. Aristobulos’a karşı Hyrkanos II. yi tuttu, sonra, Sezar’a bağlandı ve o da kendisini Yahudiyye «epitropos» luğuna bir şey kalmamıştır, (l) antipatheia’dan fr. antipathie). Bir şeye veya kimseye karşı duyulan içgüdü halinde nefret, ANTİPHANES Argos’lu, yunanlı heykelci sevmezlik, karşıt duygu: Bu adamın neşesine (M.ö. 415-360’a doğr.). Polykleitos oku karsı anlaşılmaz bir antipati uyanmıştı (R. lundan. Delphoi’de birçok bronz heykel ve N. Güntekin). || Uyuşmazlık, soğukluk, tabiî yine bronzdan çok büyük bir at yaptı. (L) karşıtlık. ANTİPHELLOS. Esk. coğ. Finike’nin batı ♦ A ntipatik sıf. (fr. antipatique). Antipati sında, 76 km uzaklıkta eski Lykia’nın bir kıyı uyandıran: Antipatik adam. || Bir başkasıyle şehri. Meis adasının kuzeydoğusundaki kör fez kıyısında, bu körfez ile Bucak denizi uyuşmayan, sevimsiz, soğuk, karşıt, (m) köşesinin dibindeki geçitte Andifli’nin (Kaş) ANTİPATROS veya ANTİPATER, make- batısında kalıntıları görülür. Karşısında donyalı şef (M.ö. 397-319'a doğr.), Philippos Phellos bulunduğu için Antiphellos (yun. ve İskender’in muavini. İskender, sefere çık phellos, karşısı) denmiştir; eski adı Habestığı zaman, Makedonya hükümetinin yöneti Şehir, üçgen biçimindedir, doğuda mini ona bıraktı. Antİpatros Trakya ve Pe- sos’tur. ay şeklindeki limandan başlayıp kıyı leponnesos’ta barışı sağladı. İskender’in ölü yarım boyunca uzanan ve kalenin kuzeyini çevire münden sonraki bölüşmede, Makedonya ona limana ulaşan bir surla çevrilidir. Deniz kaldı. Demosthenes’in ayaklandırdığı Yunan rek den yüksekliği 7 metreyi bulan ve kayalar lılarla savaştı. Lamia yakınlarında yenilgiye üzerine düzgün sıralar çok büyük taş uğradı, bu şehirde kuşatıldı, sonra Krateros lardan yapılmış olan halinde sur duvarları bugüne tarafından kurtarıldı. Daha sonra Krannon’- kalmış; kapıları yıkılmıştır. Limanın batı kı da Atmalılarla müttefiklerine meydan okudu yısındaki duvarlardan biri, üzerine şehrin bir ve onlara çok ağır şartlar kabul ettirdi (322). bölümünün oturduğu bir sekiyi destekleyerek Antİpatros bundan sonra Perdikkas’a karşı tiyatroya ve başka yönlere giden yolların (l ) kurulan birliğe girdi ve Perdikkas’m yerine ANTİPARALEL sıf. (fr. antiparallele). Pa naip oldu. Krallığını Polyperhon’a bıraktı, geçmesini sağlar. Yüzü denize dönük olan, 26 basamaklı tiyatro kale tepesinin güney d e (i) ğindedir. Surlar içinde özellikle ilin doğu ve ANTİPATROS veya ANTİPATER, M.ö. güney yönlerinde yerde görülen yuvarlak 296’da Makedonya kralı. Kassandros’un oğlu delikler şehrin silosu olan kubbeli yeraltı ove general Antipatros’un torunu. 294’te De dalarınm kalıntılarıdır. Agora, şehrin doğumetrios Poliorketes taralından ülkesinden sundadır ve yanında bazilikası bulunur. kovuldu ve kızı Eurydike’nin kocası Lysi- Limanın doğusunda, bazılarının üzerinde makhos tarafından öldürüldü. (L) Lykia dilinde yazıtlar bulunan süslü mezar ANTİPATROS veya ANTİPATER, birçok taşları, kuzeydoğudaki tepenin eteğindeyse yazarın, adı. En tanınmışları şunlardır: Si- kayalar içine oyulmuş mezarlar vardır. don’lu antİpatros, M .ö. II. yy. şairi; iğne Anthiphellos’ta bulunan sikkelerin bir yü leyici birçok kısa şiiri yunan antolojilerinde zünde Lykia’nın baştanrısı. Apollon’un sola yer almıştır. — Selânik’M antİpatros, şair; dönük başı, öbür yüzündeyse yunus balığı Augustus zamanında yaşadı, onun da iğnele kabartmaları vardır. Kuzeybatıda, zirvesin yici şiirleri yunan antolojilerinde bulunur. de denizden 1 800 m yükseklikte bir göl bu — Tarsus’tu antİpatros, M.ö. II. yy. ın sto lunan Araş dağının çeşitli yerlerinde kaya acı filozofu, Khrysippos’un halefi. — Tyr’li lara oyulmuş eski Lykia mezarları, üzerle antİpatros, stoacı filozof Utica’lı Cato’nun rinde ağır kapaklar bulunan lahitler bulun muştur. Bazı lahitlerde yazıtlar vardır. Tiyat hocası, (l) ronun kuzeyinde dış çapı 9,70 m, iç çapı 4 ANTİPATROS veya ANTİPATER, Büyük m olan bir lahtin üzerini el ele vermiş, 24 Herodes ile ilk karısı Doris’in büyük oğlu. Musa’nın (sanat tanrıçası) kabartması süs Babasına karşı komplo hazırladığından öldü ler; kapısının yüksekliği 1,70 m’dir. (M) rüldü. (M.ö. 4.) [l ] ANTİPHON, atinalı hatip (M.ö. 479-411). ANTİPATROS veya ANTİPATER id u - Demokrasinin şiddetle karşısındaydı; oligar m ea’lı, büyük Herodes’in babası. M .ö. 70’e şinin başlıca şeflerinden biri oldu. DörtyüzFoto. LAROVSSSB ; Nurettin Er k ı lı f (MEYDAN)
ANT lerin hükümete karsı hazırladıkları komplo ya katıldığından ölüm cezasına çarptırıldı, kendisinden üç Tetralogia ve üç nutuk kal mıştır. Thukydides’in hocası idi. (l) ANTİPHON, M.ö. V. yy. da yaşamış yunan filozof ve matematikçisi. Dairenin dördüllenmesini (kuadratür), .bir daire içine çizilen düzgün çokgenleri kareleştirme esasına ve çokgenin kenarlarını sonsuz kere iki kat art tırmağa dayanan bir yöntemle elde etmeğe çalışmıştır. Böylelikle elde edilen dördüllenmiş geometrik şekiller, daireye çok yakın ol makla beraber hiç bir zaman tam bir daire değildir, (l) ANTİPHONARİUS i. (lat. k.). Başlangıçta Roma kilisesi İlâhilerinin ve özellikle âyin nakaratlarının (liher antiphonariııs) bütünü. Okumalar arasında söylenen İlâhiler (liber gradualis veya cantatorium) bunun dışında kalırdı, d VIII. yy. dan itibaren, gündüz âyinleri bütünü, (l) ANTİPHOS, Priamos ve Hekabe’nin oğul larından biri. — Kos (İstanköy adası) halkı nı Truva kuşatmasına sevkeden Herakles'lerden biri, (l) ANTİPİRİN i. (fr. antipyrine). Fenildimetilpirazolon’un ticarî adı. {Eyani, analjezik.) — ans İkl. Antipirin’in ve birçok türevinin ağrı dindirici, ateş düşürücü özelliği var dır. Suda çözünebilen bu madde ayrıca iyi bir yerel kan dindiricidir. (l) ANTİPODER i. (fr. aııtipodaire). Verilen bir eğriyi .poder* olarak kabul eden eğri: Pas cal salyangozu daire çemberinin bir poderidir; Pascal salyangozunun antipoderi bir dai re çemberidir, (l) ANTİPODES adaları, Yeni Zelanda’nın 750 km güneybatısında ıssız adacıklar grubu; bu ad, İngiltere’deki Greenwich’in hemen he men taban karşısında bulundukları için ve rilmiştir. 180p’de Kaptan Waterhouse tarafın dan keşfedilen antipodes adaları Yeni Zelan da’ya aittir. (4) ANTİPOT i. (fr. antipode). Bot. Kapalı to humluların, embriyo kesesinde, yumurta hüc resinin karşısında bulunan üç hücreden biri. — Coğ. Bk. taban karşısı. — Kim. Optik antipotlar, optİk zitlar veya ENANTİYOMORFLAR’ın eşanlamlısı, (l) ANTİPROTON i. (fr. k.). Niikl. Protonun antipartikülü (karşıt parçacığı), [l] ANTİPTOZ i. (anti öneki ve yun. ptosis, h al> anti ptosis'den fr. antiptöse). Leng. La tince ve Yunanca’da isim hallerinin gramer mantığı gereklerinden farklı şekillerde kul lanılması. (l) ANTiRADAR sıf. (fr. k.). Bir radarın as kerlik alanında kullanılmasını kösteklemeğe yarayan düzenek için kullanılır. — ansİkl. Antiradar düzenek, aynı dalga fre kanslarını meydana getirerek radarların ya yınladığı dalgaları karıştırmak amacını güt tüğü zaman, buna aktif antiradar düzenek adı verilir. Bu iş, karadaki, bir uçaktaki ve ya bir gemideki verici telsiz vasıtasıyle yapı lır. Bu durumda, yayınladığı dalgalar karış tırılmış olan radarın flüorışıl perdesi bir du manla örtülür, dolayısıyle de o radarın araş tırdığı cisimler seçilemez. Bu gibi durumlar da, karıştırmanın önlenmesi için radarın dalga uzunluğunu değiştirmek yeterlidir. An cak, gerek sahte yaııkılarjneydana getirildiği zaman, gerek korunacak engeLuzerinde dal gaların yankılanmasına engel olunduğu za man antiradar düzen pasif de olabilir. Nite kim ikinci Dünya savaşında bu usul Müt tefikler tarafından kullanıldı. Bu maksatla, mucidinin adiyle ff’indows diye anılan madenî kâğıtlardan faydalanıldı. Bunlar, ka rıştırılacak radarın dalga uzunluklarına uy gun boyda idi ve bombardıman uçaklarının rotası üzerine, Almanları şaşırtmak için pa ketler halinde atılıyordu. Fakat radarlar ge liştikçe, sabit yankıları hareketli yankılar dan ayırmak mümkün oldu ve pasif düzen de başarısızlığa uğradı. Almanlar kendi denizaltılarındaki dalgaların yansımasına engel olmak için emici malzeme (demir tozu ve elektriği yalıtıcı plastik) kullanarak bu dal gaları örtmeğe çalıştılar. Antiradar müca dele, dalgaları karıştırma ve karıştırmayı önleme usulleriyle, dalgalar savaşının (hertz dalgalarının askerî maksatlarla kullanılması ister istemez böyle bir savaşa yol açar) en karakteristik şekillerinden biridir, (l)
ANTİREZONANS i. (fr. antiresonance). de de faydalıdır: kızgın demir, dağlama, çok Elektr. Daimî rejimde, genliği bilinen bir si- sınırlı cerahatli yaralardan başka yerde kul niisoidal kuvvetin etkisi altındaki titreşimli lanılmaz. Buna karşılık, ateş tedavisi (piremekanik bir sistemde meydana gelen olay. fetergpi*) gonokok gibi 38 veya 39cC’ye da Bu kuvvetin frekansında ufak bir değişiklik, yanamayan bazı mikroplara karşı, ateşin bir kuvvetin uygulama noktasında yer değiştir Savunma aracı olduğu ilkesine dayanarak uy me süratinin veya genliğinin yükselmesine gulanabilmektedir. Fakat bu usul antibiyotik lerin kullânılmasıyle değerini kaybetmiştir. yol açar, (l) ANTİRRHİNTJM i. (anti, benzer ve rhis. Ilımalarda da (ültraviyole ışınlar, radyum ırhinos. hayvan ağzı). Aslanağzı1’nın İlmî şınları, X ışınları) sık sık kullanılır, ültra viyole ışınları suyu mikropsuzlaştınr. X ve adı. ( l ) ( ANTİSANA, Güney Amerika’nın And dağ radyum ışınlarının da, karaciğer ve dalak larında bir yanardağ (Ekvator cumh.). Quito’- gibi derindeki organlar üzerinde iyi bir et kisi olabilir. Güneş ışınları da. ültraviyole nun güneydoğusunda. (Yüks. 5 706 m.) [l] ıgınlarıyle mikropları yok eder. Doğrudan ANTİSEMİTİZM i. (fr. antisemitisme). Ya- doğruya güneş ışınları altında kalan hastalık hudilere karşı düşmanca duygular besleyen yapıcı mikroplar, kısa veya uzun bir süre ve Yahudilere karşı, ayırt edici tedbirler alın içinde ölür, (l) masını isteyenlerin görüşü veya tutumu. ANTİSEPTİK sıf. ve i/(f r . antiseptiqııe). — ansİkl. Roma imparatorluğunda (İskende Organizmanın içinde veya yüzeyinde (dış zar riye'de yahudi katliamı) antisemitizm, bir ce lar, yaralar) mikropların çoğalmasını engel zalandırma (İsa’nın çarmıha gerilişinin inti leyen maddelere denir. kamını almakj) ve önleyici tedbir olarak ta En çok kullanılan antiseptikler sarlanmıştı (hıristiyan inancını her türlü ya — ansİkl. permanganat, fenoller, oksijenli hudi sızmasından koruma). Ortaçağda Yahu- potasyum su, bakır sülfat, formol, hipokloritler, dörtlü diler aleyhine saçma söylentiler (meselâ hı- amonyumun birçok türevi v.b. dir. Sindi ristiyan çocuklarının yalıudi âyinlerinde kur rim borusu antisepsi’si için kömür, salol, benban edilmesi) dolaştı: Haçlı seferleri halkın zonaftol ve bizmut subnitrat kullanılır, (l) bu inançlarını körükledi. Yahudiler Fransa’ ANTİSERUM i. (fr. antiserum). Bir kim dan, İngiltere’den. Almanya, İtalya ve Is panya'dan kovuldular. Batı Avrupa’da zu seye, başka birinin kanından alınmış serum lüm görünce Doğu Avrupa’ya sığındılar. Dinî şırınga edilerek elde edilen serum. (Antijen sebeplere İktisadî sebepler eklendi. Faizle nitelikler taşıyan birinci serum, öbür seru para vermekHıristiyanlara yasaktı; Yahudiler ma yabancı olan proteinleri çökelterek anti rehin karşılığı ödünç verir oldular. Toprak korların meydana gelmesini sağlar. Bu ansahibi olamayacakları için şehirlere akın et tiserumlar, seroloji* tepkimelerinde [Bordettiler, borçluların kinini ve başarıları ile Wassermann v.d.] kullanılır.) [L] herkesin kıskançlığını uyandırdılar. Yahudi ANTİSİGMA i. (anti öneki ve yun. siglere karşı alınan tedbirler kaldırılınca bazı ma’dan fr. k.). Ters c şeklinde düzeltme işa yahudiler. özellikle XIX. yy. da malî, İkti reti ( o ). Eski müstensihler bunu yeri de sadî ve siyasî alanlarda önemli mevkiler e- ğişecek mısraları belirtmede kullanırlardı. dindiler; bunun üzerine yahudi aleyhtarlığı (Kürsif yazının majüskül sigması da c harfi birçok nazariyeci tarafından doktrin haline şeklindeydi.) Sırt sırta iki c'den meydana getirildi, XIX. yy. sonlarında da birçok mem gelmiş ( ac ) bir harfe verilen ad. Alfabeye, lekete yayıldı. Fransa’da daha çok bir dok bs ve p.v ünsüz gruplarının yerine kullanıl trin çerçevesinde kaldı (Drumont, 1890’a mak üzere imparator Claudius tarafından doğru) ve Dreyfus meselesi ile doruğuna var ilâve edildi; fakat sonradan kullanılmadı. (L) dı. Fakat Çarlık Rusyası’nda ve Doğu Av rupa’da kanlı pogram*lara ve soygunlara ANTİSİKLOJENEZ i. (fr. anticyclogenese). yol açtı. Antisemitizmin en şiddetli şekil Meteorol. Bir antisiklonun oluşmasıyle so lerinden biri 1933’ten sonra Hitler ve Nazi nuçlanan olayların tümü, (l) partisi tarafından ortaya atıldı. Almanya’da ANTİSİKLON i. (fr. anticyclone). Yüksek ve İkinci Dünya savaşında alman orduları basınçlı atmosfer kütlesi; bu kütle içinde tarafından işgal edilen memleketlerde uygu hava bir yandan yavaşça alçalırken, bir yan landı. Yahudilere karşı alman tedbirlerin dan da bir dönme hareketiyle Kuzey yarım hedefi, bu maksatla hazırlanmış toplama küresinde saat yelkovanı yönünde. Güney kamplarında sistemli bir şekilde yok edil yarımküresinde ise bunun tersine, dışarıya meleri idi. 1933 ile 1945 arası en azından doğru sürüklenir: Antisiklonların çapı 1 000 altı milyon avrupalı yahudi öldürüldü; en -3 000 km olabilir ve bütün troposferi etki büyük katliam Polonya’da yapıldı. Bugün, leyebilir (Antisiklon’a maksİmum da denilir: sosyal planda antisemitizm bazen Yahudi Asor antisiklonu veya maksimumu.) lerle temastan kaçınma şeklinde olur. Bu — ansİkl. Bir antisiklon’da (şekil a) basınç durum birçok memlekette, özellikte A.B.D,’- merkezden dışarıya doğru azalır ve izobar de, hattâ en önemli yahudi cemaatinin toplu lar kapalı elipsler meydana getirir. Yatay olarak bulunduğu New York’ta bile görül yönde rüzgâr, yer dönmesine göre, Kuzey mektedir. (l) yarımküresinde sağa (şekil b), Güney yarım ANTİSEPSİ i. (anti öneki ve yun. sepsis, ko- küresinde sola (şekil c) sapar. Bileşke yön, kuşma’dan fr. antisepsie). Yaşayan organiz sürtmenin az olması oranında izobarlar yö maların üzerinde veya içinde bulunan ve mik nüne yaklaşır. Hiç, Sürtme olmayan okyanus roplu hastalıkları yapan mikropları yok et larda ise rüzgâr izobarları takip eder ve bu yüzden antisiklonun hava kütlesi dışarı doğ mekte kullanılan usullerin tümü. — ans İkl. Antisepsi çok eskidir; daha ne ru akmaz. Okyanuslar üzerinde Asor ve Hawaii adalarıyle Saint Helena dolaylarında olduğu bilinmezken, kokuşmasın diye balık ları tuzlayan balıkçılar ve jambonları tütsüle büyük antisiklon alanlarının duraklaması yen Köylüler bir çeşit antisepsi yapıyorlardı. bundan ileri gelir. Kıtalar üzerinde hava dışa Bütün Eskiçağ boyunca hekimler, mikroplu, rıya doğru akarsa da antisiklon, orta kesimin cerahatli yaraları dumana tutmuş, üzerlerine de. sübsidans* ile beslendiği için yüksek ba ıtırlı pansumanlar koymuşlardı. Ancak Pas- sınç birkaç gün daha yerinde kalır, özetle, an teur’den sonra, birçok hastalığın dışarıdan tisiklon, yüksek kesimde yakınsama (kornergelen mikroplara bağlı olduğu ve bu mikrop jans) yoluyle beslenirken, alt taraftan ırak ların her yerde, havada, suda ve toprakta, el sama (diverjans) ile boşalır. Olayın süresi biselerimizde ve derimizde bulunduğu anla bu iki karşıt işlem arasındaki dengeye bağ şıldı. Bu temel buluş, hastalık yapan etken lıdır. lere karşı kendimizi koruma ve bunları çeşit Üç çeşit antisiklon vardır: 1) dinamik anti li yollarla yok etme çarelerini araştırmağa siklonlar, genelleşmiş alçalma mckanizmayol açtı (ısı. kimyevî maddeler ve ışınlar). sıyle meydana gelir: Jet Stıeam’in güney ya Bu usuller korunma ve yok etme’ye göre nında sübsidans (astropikal alanları duru değişir. Korunma, asepsi’11 ameliyatlar ile mu), kutupsal sıcak antisiklonlar, siklon ardı doğumlarda önceden yapılan dezenfeksiyon soğuk kesim sübsidansı (kutupsal soğuk an ile ve kısmen yok etme işi doğrudan doğruya tisiklonlar); 2) termik antisiklonlar, uzun sü antisepsi ve antibiyoterapi ile elde edilir. An reli negatif bir termik anomaliden doğar. Bu tisepsi ilk defa İngiltere’de Lister, Fransa'da durumda alçak hava tabakalarının yüksek ise Lucas Champonniere tarafından cerrahî basıncı yoğunluk etkisinden ileri gelir (so müdahalelerde başarıyle uygulandı. Daha ye ğuk ve ağır hava) ve bunun sonucu olan al ni olan asepsi bu başarı oranını daha da çalma, yükseklerde yakınsamaya sebep olur. yükseltti; bugün, en büyük ameliyatlar hiç Buna örnek olarak, kışın kıta üzerinde olu bir mikrop korkusu olmadan yapılabilmek şan antisiklonlar (Sibirya, İskandinavya, Orta AVrupa v.b.) ile hemen hemen sürekli olan, tedir. Isı, insan antisepsisinde kullanılmamakla be yazın Atlas okyanusunun doğu suları üzerin raber, âlet, eşya ve elbiselerin temizlenmesin- ■de. ılıman Avrupa enlemleri hizasında olurB.L.A. I
37 - B
17
ANT
18
muş bulunan antisiklon gösterilebilir; 3) bile şik antisiklonlar, yukarıda anlatılan iki etki nin birleşmesinden türer. En güçlü, sürekli olanlar bunlardır, çünkü basınç bütün seviye lerde yüksektir. Msl. Asor antisiklonu yük seklerdeki sıkışmadan (bk. atmosfer) ve Ka narya soğuk akıntısının sebep olduğu yüzey sel etkiden doğar. Bütün antisiklonların özel liklerini, onları etkileyen sübsidanslar yara tır: 1— adiyabatik sıkışma, 1 500 veya 2 000 metreye doğru bir sübsidans terslenmesine meydan verir (bk. sübs Idans ve terslenme); 2— adiyabatik ısınma, su buharını yoğunlaş ma noktasından uzaklaştırır: atmosfer genel likle açıktır. Bununla beraber, hava kütlesi çok nemli ise bulutlar büsbütün dağılmaz ve inme hareketi stratus bulutlarını alçak taba kalarda biriktirir; bazı antisiklonlar çok nem li bir hava yaratır; 3— eğer kalınlık yeterli ise (dinamik veya bileşik antisiklonlarda oldu ğu gibi) antisiklonlar siklonların hareketine engel olur: inme hareketleri, siklon yükselme sini yok eder; 4— rüzgârlar siklonlu durumdakine göre daima daha hafiftir. Bu temel özellik rüzgâr* denkleminin tartışılması ile kavranır. Antisiklon çoğunlukla sıcaktır; soğuk anti siklonlara nadir olarak ve yalnız en alçak tabakalarda rastlanır. Çünkü antisiklon sübsidansı kütleyi ısıtır (adiyabatik etki). Bunun tersine olarak soğuk hava ile çevrili hava da bir antisiklona meydan verir; çünkü yüksel dikçe, basınç, hafif sıcak kütle içinde ağır soğuk havaya nazaran daha yavaş düşer, (l) ANTİSİMETRi i. (fr. antisymetrie). Mat. Antisimetrik bir kanunun özelliği. (Sıralan ma- bağıntılarını belirleyen aksiyomlar ara sında antisimetri de yer alır.) ♦ A ntisim etrik sıf. (fr. antisymetrique). Mat. Bir cümlenin elemanları arasındaki ikili bağıntı için kullanılır; meselâ bu bağıntı (a, b) çifti ve {b, a) çifti için gerçeklenirse a ile b elemanları özdeştir: b bölenli a (a/b şeklinde gösterilir) geniş anlamıyle alınırsa antisimetriktir. || Antisimetrik determinant, elemanları antisimetrik bir matrisin eleman larının bağlı olduğu kanuna aynen uyan de terminant. (Böyle bir determinant tek basamaktansa sıfırdır, çift basamaktansa bir polinomun karesine eşittir.) [Bk.PFAFFİYEN.] Antisimetrik matris, asal köşegene göre si metrik elemanlarının işareti zıt olan kare matris. (Asal köşegen elemanları sıfır olmak zorundadır. Antisimetrik bir matris transpozesinin zıt işaretlisidir.) [l] ANTİSİTOTOKSİK sıf. (anti öneki; yun. kytos, hücre ve toksikon, zehir’den fr. anticytotoxique). Bazı hastalıkların etkisi al tında kaybolmağa yönelen şu veya bu hüc relerin yok olmasını önleyen seruma denir. (L)
ANTİSPASTOS i. («ters yöne çekilen» anla mında yun. k.). Esk. vezin. Dört heceli ayak. Bir iambos ile bir trokhaios’tan, yani iki kısa hece ve bunların arasında bulunan iki uzun heceden meydana gelir, (l) ANTİSPAZMODİK sıf. ve i. (fr. antispasmodique). Çırpınma ve kasınmaları yatıştır mak için kullanılan çeşitli ilâç ve maddelere denir. — ansİkl. Antispazınodikler çabuk tesir eder, ama tesir kısa sürelidir; alışkanlık do ğurur. Başlıcaları: güzelavratotu, bromürler, kediotu. (l) ANTİSTATES, yunan mimarı (M.ö. VI. yy. sonu). Peisistratos’un oğullan tarafından Ati na’da Olympia Zeus’u tapınağının planını (üç yardımcıyle) yapmakla görevlendirildi. (Tapmak, Asya üslûbunda, çift sıra sütunlu idi [cephede sekiz sütun]. Ancak Hadrianus zamanında bitirilebildi.) [L] ANTİSTATİK sıf. ve i. (fr. antistatiqııe). Plast. mad. Bazı plastik maddelere, yüzeyle rinde statik elektriğin oluşmasını önlemek veya sınırlamak, böylelikle de tozu çekme lerini engellemek için katılan madde. (Azotlu bileşikler [uzun zincirli aminler, amitler, katerner bazlar ve tuzlar], sülfonik asitler veya sülfonatlar, fosforik asitler veya tuzlan, poliglikol veya polialkol türevleri antistatik’tir.)
[L]
ANTİSTEREOGRAFİK i. (fr, antistirâographique). Mat. Bir kürenin bir noktasını kutup ve bu kutba karşılık olan ekvator düzlemi üzerinde çizili bir eğriyi taban kabul eden bir koninin, bu kürenin yüzeyi üzerin deki iz eğrisi (küre yüzeyiyle arakesiti):
Viviani eğrisi, lemniskat ve strofoit’in antistereografiğidir. (l) ANTİSTHENES, yunan filozofu (Atina, M. ö . 444’e doğr.-365’e doğr.). Kinizm okulu nun kurucusu; Sokrates’in çırağı olmadan önce Gorgias’ın derslerine devam etti, dialektiği sofist düşünceye bağlı kaldı; gerçek ten de. genel fikrin yarlığını inkâr etti, dolayısıyle iimî bilginin imkânsızlığını ileri sür dü. Ahlâk anlayışının ilkesini Sokrates'ten almıştır: «İnsan için mutluluk faziletin uygulanmasındadır». Erdem en yüksek iyi’dir. Erdemli insan dış varlıklar karşısında tam bir bağımsızlığa varabilen insandır. Hür insan, tanrılara en çok yaklaşmış olan insan diye, bütün tutkularını, hattâ ihtiyaçlarını bile yenebilen kimseye denir. İnsan çalışmalı ve zahmet çekmelidir; çaba ve yorgunluğu aramalıyız. Fazilet örneği Herakles’tir. Zor lu ve uzun bir çabadan sonra gerçek bilgeli ğe vardığımız zaman, yanılma ve günah semtimize uğrayamaz artık. Bilge kişi, kendi kendine yeterli kişidir: toplum hayatının gerektirdiği kurallar veya görevler onu ilgi lendirmez; kendi gönlünce yaşar ve faziletli olduğu için de en uygun şekilde davranır. Antisthenes’in en tanınmış çırağı Diogenes’tir. (M.Ö. 404-323.) [l ] ANTİŞAMBR i. (ital. ante, ön ve camera, oda’dan' fr. antichambre). Bir dairede salon veya çalışma odasının hemen önünde bulu nan hol, bekleme odası: Doktor, dişçi mu ayenehanelerinde, vekil, müdür antişambrlarında beklemeyi hiç sevmem (B. Felek). — dey. Antişambr yapmak, görüşmek isteni len kimse tarafından içeri alınmayı bekle mek: Bunlar kapıyı bile vurmaksızın kendi odalarına girer gibi nazırların yanına girip çıkarken, ciddî işler konuşmağa gelmiş olan lar antişambr yaparlar (F. R. Atay). — ansIkl. Eskiden merasim yeya yatak oda larının hemen önünde bulunan hole anti şambr denirdi: Sadaret makamının bir yatak odasına inkılâp eden bu antişambr’ında... (Y. K. Karaosmanoğlu). Antişambrlar XVI. yy. da rahata önem verilmesiyle ortaya çıktı. Louvre ve Versailles saraylarında antişambrlara önem verildi ve antişambra kabul sıkı kurallara bağlandı. XIX. yy. m başında sa rayda antişambr geleneği kalktı ve odaların açıldığı bir hol olarak kaldı, (lm) ANTtTEİZM i. (fr. antitheisme). Fels. Tan rısal tabiat ile insan tabiatını aslında birbi rine karşıt olarak gören sistem, (l) ANTİTEZ i. (fr. antithöse). Bir çatışkının (antinomi) ikinci terimini meydana getiren düşünce veya önerme. (İlk terim tez veya jav’dır, antitez bu ilk terimin reddedilmesi, sentez ise, tez ile antitezi bağdaştıran üstün düşüncedir.) [Eşanl. karşisav], Bk. çatişki, diyalektik. || Teşm. yol. Karşı görüş, karşı düşünce: Çünkü İslâm dini Hıristiyanlığın bir antitezi değil, tekâmülüdür (P. Safa). [lm]
ANTİTİROİDYEN i. ve sıf. (fr. antithyroidieri). Tiroit bezinin çalışmasını ağırlaştıran bireşik cisim. (Antitiroidyenler Basedow has talığının tedavisinde kullanılır.) [l] ANTİTOKSİN i. (fr. antitoxine). Bir toksi nin etkisini yansızlaştıran madde. — a n s İ k l . Antitoksinler, hastalık yapıcı mikropların oluşturduğu toksik salgılar, yani toksinlerin etkisi altında organizmanın mey dana getirdiği antikorlardır. Bunlar da, tok sinler gibi koloidal protein cisimlerdir ve toksinleri sindirerek etkisiz hale getirir. Dif teri ve tetanos serumları, içlerindeki anti toksinlerle etki yapar. Antitoksik özellikleri fizyolojik olarak ölçülebilir. Antitoksinler 60°C’yi aşkın ısıya dayanır. Bunların kıs men dokulardan geldiği sanılmaktadır, (l) ANTİTOROS d a ğ la rı. Bk. toros dağları. ANTİTROP sıf. (anti öneki ve yun. trepein, çevirmek’ten fr. antitrope). Bot. Ekseni dik olan bir yumurtacıkta, mikropil’i karşı ku tupta bulunan embriyonlar için kullanılır. (L)
ANTİUM. Esk. coğ. Latium’da şehir; Volsci’lerin başkenti. Bağımsızlığı için uzun sü re savaştı. Coriolanus buraya sığındı. Ro malılar şehri alınca (M.Ö. 338) Coriolanus’un gemilerini yaktılar; bu gemilerin tunç mahmuzları şehrin nutuk tribünlerini (Rostrum) süsledi. Burası, İmparatorluk devrinde çok gözde bir eğlence yeriydi. Caligula ile Neron burada doğdu ve Neron bu şehirde bir liman yaptırdı. Belvedere Apollon’u ile Sa
vaşan Gladyatör Sezar’lar sarayını süsleyen eserlerdi. (Bugün Anzio.) [l] ANTİVİRUS i. (fr. k.). Biyol. Mikrop kül türlerinde beliren ve mikropların gelişmesini önleyen madde. (Bk. bakterIyofaj.) [l] ANTİVİTAMİN i. (fr. antivitamine). Tıp. Bir vitaminin etkilerine karşı koyan madde. (K vitamini molekülünün çiftleşmesi karşıt etkili bir madde meydana getirir. K antivitaminl denilen bu madde, karaciğerde protrombin sentezini engeller.) [l] ANTİVUAL i. (fr. antivoile). Foto. Yıkan madan ileri gelen sis’i (vual) azaltmak veya bu sis’ten kaçınmak için yıkamaç’a (revelatör) katılan madde, (l) ANTLAŞMAK veya ANDLAŞMAK geçz. f. Bir işin yapılması için iki kişi veya daha çok kimse arasında karşılıklı söz vermek: Hep bir ağızdan: — Bolşeviklere nefes bile aldırmamalıyız, diye antlaştılar (F. R. Atay). • Antlaşm a veya andlaşm a i. Devi. huk. İki veya daha çok hükümet arasında imza lanan yazılı sözleşme, muahede: Damat Ferid’in nazırı idi ve Sevres antlaşmasının al tında imzası vardır (F. R. Atay). Milletler arası bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları... (Anayasa). Bk. ansİkl. — ansİkl. Devi. huk. Bir antlaşma, iki veya daha çok devletler hukuku süjesini, düzen lenecek meselede ortak hükümlerle bağlayan ve tarafların uyarlı isteklerini kaydeden bir uyuşmadır. Devletler hukuku süjelerinin gi rebilecekleri bütün taahhütlere «uyuşma»; Papalık, Commonwealth üyeleri ve Birleşmiş milletler gibi devletlerarası kuruluşlar da dahil olmak üzere, devletler tarafından tö renle girişilen taahhütlere «antlaşma»; törensiz uyuşmalara da «basit biçimli uyuşma» (ingiliz-amerikan hukuk dilinde agreement) denilmektedir. Her türlü hukuk işlemi gibi, bir antlaşma da, iki unsurdan doğar: 1) yazılı belgeler den meydana gelen ve taahhütlerin kayıtlı, bulunduğu maddi kısım (instrumentum); 2) konusu, nitelikleri değişebilen hukukî ta ahhüt. Bir antlaşma, başlıbaşına bir^ özelli ğe sahip bir hukukî işlem olmadığı için, instrumentum her türlü yükümlülüğü kapsa yabilir; bu bakımdan, ticaret, barış, sınır, üs, hakemlik, garanti v.b. antlaşmaları vardır. Uzun süre antlaşmalar arasında akit-antlaşma, kanıın-antlaşma ayırımı yapılmıştır. Bi rinciler, iki taraf için karşılıklı yükümlülük ler doğuran hukukî işlemleri içine alır; İkin ciler objektif olarak geçerli birtakım hu kuk kurallarının konmasını öngörür ve ant laşmayı imza eden devletlerin iradelerinin aynı olmasıyle belirlenir. Bu sınıflama bu gün biraz eskimiştir. • Antlaşmaların hazırlanması ve yapılması. Antlaşmaların hazırlanmasında ilk basamak görüşme evresidir, sonra metnin kaleme alın ması gelir. Metin, çoğu zaman, bir önsöz (sebeplerin açıklanması) ile, uygulanış yolu ek antlaşmada gösterilen esas maddelerden meydana gelir. Metnin kesinlik kazanması iki yoldan olur: ya törensiz yapılan, geçici veya ek niteliğinde resmîlik sağlayan paraf ile (heyet başkarilarının parafları) veya tö renle atılan imzalarla (antlaşma metnini tes pite yetkili heyet başkanları adlarını yazar ve imzalarını atarlar). • Onaylama. Bu, bir devletin antlaşma ile bağlanmak konusundaki iradesini bildiren formalitedir; devleti, devletler hukuku ala nında taahhüt altına sokmağa yetkili iç or gan, antlaşmayı onaylar; böylece, görüşme lere katılmamış bulunan organlar (genellikle siyasî meclisler) katkıda bulunmağa çağrıl mış olur; her Anayasa kendi ruhuna göre bu onaylayım organları tespit eder: referan dum yoluyle halkoyuna baş vurulması, sade ce yasama meclisine veya' yürütme kuvvetine yetki tanınması gibi. Onaylama reddedilebilir veya bazı kayıt ve şartlara bağlanabilir. Dış ilişkilerle görevli yürütme organı onaylama nın tamamlandığına karar verince, onayla maların teatisi veya tevdii yoluna gider. Bir tutanak düzenlenir. Çoğu zaman bu tuta nağın tarihi, antlaşmanın yürürlüğe girme tarihi olarak kabul edilir. Onaylama, Devlet’i ancak bu işlemlerden sonra bağlar. Mil letler Cemiyeti misakı, sonra da Birleşmiş Milletler şart’ı, üyelerinin biri veya birkaçı tarafından yapılan devletlerarası antlaşmala rın, sekreterlikçe kaydını ve yayımlanması nı öngörmüştür; antlaşmaların uygulanır hale gelmesi veya B. M. organlarından biri
ANT önünde ileri sürülebilmesi buna bağlıdır. yımlar. (Anayasa, md. 37.) Anayasanın ant Git gide, kanun niteliğinde, çok taraflı uyuş laşmalarla ilgili 65’inci maddesini tamam malar yapılmaktadır. Bunlar, birçok devle- layan ve açıklayan 244 sayılı kanunla (Res tiri tekrar tekrar uyguladığı ve birçok dev mî gazete, 6.VI.1963) antlaşmaların onay lete uygulanabilen birtakım genel ve soyut lanma yetkisi Bakanlar kuruluna da .veril kurallar koymaktadır. Bu uyuşmaların bir miştir. Anayasamızın 65’inci maddesinin bi çok özelliği vardır: prensip olarak, devletle rinci fıkrasına göre yürütme organının onay rin eşitliği kuralı ve çoğunluk ilkesi sözleş lamasını Türkiye Büyük Millet meclisinin bir me usulüne hâkimdir. B.M.’de Genel kurul kanunla uygun bulması gerekir. Yani her ant tarafından hazırlanan antlaşma tasarıları laşma için Cumhurbaşkanına kanunla bir üyelerin üçte iki çoğunluğuyle kabul edilir; mezuniyet verilmesi gerekmektedir. Ancak bazı tasarılarda artık devletlerin imzası yok 65’inci maddenin 2. ve 3. fıkraları, 1. fıkra tur; bazı antlaşmalar önce görüşmelere katıl daki bu kaideye bazı önemli istisnalar getir mış devletler arasında yürürlük kazanır, ka miştir. Birinci istisnaya göre, İktisadî, tica tılmamış olanlar daha sonra antlaşmanın rî ve teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi tarafları arasına girer. Devletler, antlaşma bir yılı aşmayan antlaşmalar, devlet mâli ların niteliğini çekince kaydıyle kısıtlayabi yesi bakımından bir yüklenme gerektirme lirler. mek, kişi hallerine ve Türklerin yabancı mem • Antlaşmaların bağlayıcı niteliği. Bir ant leketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmalaşma, tarafları, anavatan toprakları ve sö v mak şartıyle, sadece yayımlanarak yürürlü mürgeleri ile birlikte (sömürgeler için bir çe ğe konabilir. Bu takdirde, bu antlaşmalar kince kaydı olmamak şartıyle) yükümlülük yayımlanmalarından başlayarak iki ay için altına sokar. Antlaşma aynı zamanda kaza de T.B.M.M.’nin bilgisine sunulur, ikinci organını da bağlar; bu organ, gerekirse, ant istisnaya göre, önceden yapılmış bir millet laşmanın yorumlanmasını bir iç organdan lerarası antlaşmaya dayanan uygulama antveya milletlerarası bir kuruluştan isteyebilir. laşmalarıyle, kanunun verdiği yetkiye daya Üçüncü şahıslar bakımından, milletlerarası nılarak yapılan İktisadî, ticarî, teknik veya bir kanunun, uygulandığı hukuk düzeni dı İdarî antlaşmalar T.B.M. meclisince bir ka şında birtakım yankıları olabilir: devletler nunla uygun bulunma zarureti olmadan, sa hukukunun başka süjelerine de uygulanabilir. dece yayımlanarak yürürlüğe girer. Usulü Ticaret antlaşmalarında «en çok müsaadeye ne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası mazhar millet» kaydı, milletlerarası geçiş antlaşmalar kanun hükmündedir, (ml) yollarıyle ilgili antlaşmalarla bütün devlet ANTLERİT i. (fr. antlerite). Miner. Tabiî lere tanınan haberleşme özgürlükleri gibi. bakır hidrosülfat. (l) • Antlaşmaların değiştirilmesi ve yüriirlük- ANTLİA, Pompa takımyıldızının latince ten kalkması. Git gide çağdaş antlaşmalara, adı. (Kısaltması: Ant.) [l] yeniden gözden geçirilmelerini öngören hü ANTOFAGASTA, Kuzey Sili’de eyalet kümler konmaktadır. Çoğu zaman, şartlar merkezi şehir; Büyük okyanusun çorak kı daki köklü bir değişikliğin yürürlükteki ant yısı üzerinde; 203 000 nüf. Piskoposluk. Ba laşmaları değişikliğe uğratıp uğratamayacağı kır ve nitrat ihraç limanı olan Antofagasta, konusunun tespiti üçüncü bir şahsa bırakı Bolivya’ya ve Arjantin’e iki demir yoluyle lır (rebus sic stantibus kuralı). bağlıdır. Dolaylarında uranyum yatakları Antlaşmaların yürürlükten kalkması, taraf vardır. — Antofagasta eyaletinin nüfusu: ların ortak iradeleriyle veya içlerinden biri 33S200 (L) nin tek taraflı iradesiyle (vaktiyle katılmış olduğu bir antlaşmayı feshetmesi veya ona ANTOFİL sıf. (fr. anthophile). Bot. Çiçek aykırı bir antlaşma imzalamasıyle) olabilir. seven. (Birçok böcekler antofildir.) [l] Çok taraflı antlaşmalarda ise, fesih işlemi ANTOFİLİT i. (fr. anthophyllite). Jeol. Mi ancak çekilen devlet için geçerli olur ve ant neral türü. Amfibol cinsinden, kumral veya laşma yürürlükten kalkmaz. Antlaşmaların esmer renkte, telsel yapılı, ortorombik si yürürlükten kalkması savaş v.b. gibi birta metri gösteren bir magnezyum ve demir sili kım olayların sonucu da olabilir. Son olarak, katıdır. (l) bir devletin ortadan kalkması veya parçalan ması (1914’te Avusturya-Macaristan’ın par ANTOGENEZ i. (fr. anthogenese). Bot. Nor çalanmasında olduğu gibi), bu devletin imza mal olarak çiçek vermemesi gereken bir do ladığı akit-antlaşmalar’ın son bulmasına yol kudan çiçek meydana gelmesi.' açabilir, fakat parçalanmadan doğan devlet — Zool. Bazı böceklerin üreme evrelerin lerin bazıları kendilerini hâlâ antlaşmayle deki bir döneme verilen ad. (Msl. filoksera.) bağlı sayabilirler (XVIII. yy. dan beri Ame rika’da uygulanan sistem). Genellikle ka- ♦ Antogenezik sıf. (fr. anthogenesique). nun-antlaşmalar, OsmanlI imparatorluğu ile Antogenez ile ilgili. (Asmanın topraküstü yapılan kapitülasyonlar ve bir araziye özel kısımlarına göçen ve orada yumurtlayan fi bir imtiyaz tanıyan antlaşmalar, yürürlükte lokseranın döllenmesiz üreme sonucu mey kalmaktadır; buna karşılık siyasî antlaşma dana gelen kanatlı bir şekli vardır: büyük lar hemen her zaman toprak şartlarındaki yumurtalardan dişiler, küçük yumurtalardan değişmeler sonucu, yürürlükten kalkmakta erkekler meydana gelir. Eşeyli bireyler ve dır. ren bu üreme şekline antogenezik üreme de • Antlaşma çeşitleri. Barış antlaşması, bir nir.) [l] harbe kesin olarak son vererek, savaşan dev ANTOİNE (Andre), fransız tiyatro oyuncu letler arasında olağan ilişkileri tekrar kuran su ve yöneticisi (Limoges 1858-Le Pouliguen sözleşme. || Dostluk antlaşması, devlet iliş 1943). Gaz şirketinde memurdu; 1887’de kilerinin dostluk hislerinden yararlanacağı ve Theâtre-Libre’i kurdu, genç fransız yazarla anlaşmazlıkların barış yoluyle halledileceği rının ve büyük yabancı yazarların eserlerini konularda yapılan ve karşılıklı taahhütleri oynattı. Sahneye koyuşun gerçeğe uygun taşıyan sözleşme. || Hakem antlaşması, iki düşmesi için büyük bir titizlik gösteriyor, en veya daha çok devletin, aralarında çıkacak ince ayrıntılara bile dikkat ediyordu. 1891’de anlaşmazlıkların tamamını veya bazılarını Theâtre-Libre, Strasburg bulvarındaki Mehalletmek için baş vuracaklarını kabul et nus-Plaisirs tiyatrosunun binasına taşındı, tikleri sözleşme. j| İkamet antlaşması, ta yöneticilikten ayrılan Antoine da, Theâtreraf devlet vatandaşlarının, karşılıklı olarak, Libre topluluğu ile çeşitli turnelere çıktı, bu ikamet, ticaret ve genellikle İktisadî faaliyet arada Türkiye’ye de uğradı (1894). 1897’de. şartlarını düzenleyen sözleşme. || İttifak ant Menus-Plaisirs’in yöneticiliğine geçtikten ve laşması, taraf devletler arasında diplomatik bu tiyatroya, Theâtre-Antoine (Antoine ti ve gerektiğinde askerî işbirliği yapmak ama- yatrosu) adını verdikten sonra tekrar Tür cıyle yapılan sözleşme. || Ticaret antlaşma kiye’ye geldi ve Beyoğlu’ndaki Odeon’da sı, taraf devletler, vatandaşları arasında ti temsiller verdi. Theâtre-Antoine’da da, sanat carî muameleleri ve mal alışverişini dü anlayışını uygulayarak Fr. de Curel, E. zenleyen sözleşme. Brieux, G. Courteline gibi fransız yazarları • Antlaşmaların yapılışı konusunda türk nın eserlerini oynadı, birçok yabancı eseri sistemi. 1961 Anayasası, antlaşma yapma yet sahneye koydu: Sudermann’dan Ehre (Şeref). kisini sadece yasama organına veren 1924 G. Hauptmann’dan Die Weber (Dokumacı Anayasası sisteminden ayrılmış ve Türkiye lar), Shakespeare’den Kral Lear (King Lear), cumhuriyeti adına devletlerle ve milletlera Tolstoy’dan Karanlığın Kudreti v.b. 1906’rası kurullarla antlaşmalar yapmak, bunları dan 1913’e kadar, Paris’te Odeon tiyatrosu onaylamak ve yürürlüğe koymak yetkisini nu yönetti, olağanüstü bir faaliyet gösterdi ve yasama ve yürütme organları arasında pay- birçok ilgi çekici yenilik getirdi. Fakat, bu denemeler sonunda tiyatro iflâs edince, o za laştırmıştır. Milletlerarası antlaşmaları, yürütme organı manki İstanbul Belediye başkanı Cemil Pa nın başı olan Cumhurbaşkanı onaylar ve ya şanın (Topuzlu) davetini kabul ederek İs Foto. Oiraudıın. Hureau ü’inf. *orietiuuc Ardı, plıot. (LAR0USS8E)
tanbul’da bir konservatuvar kurmak için tek rar Türkiye’ye geldi ve bugünkü Şehir tiyat rosunun temeli olan Dârülbedayii Osmanî’yî kurdu. Birinci Dünya savaşı patlak ve rince Fransa’ya dönmek zorunda kaldı, ti yatro tenkitçiliği yaptı (Information’da) ve hatıralarını .yazdı (bu hatıraların Türkiye ile ilgili bölümleri Chez les Turcs [Ankara, 1965] adiyle yayımlanmıştır). Fransız tiyat rosu üzerinde derin bir etki bırakan Antoine’ın sanat anlayışı, J. Copeau’nun ve Cartel tiyatrolarının natüralizme karşı çıkan tepki si baş gösterinceye kadar sürdü. (-> Bibliyo.) [L] ANTOİNE (Etienne), fransız heykelcisi (Carpentras 1737-Marsilya 1809). Doğduğu şehir hastahanesi için sanatsever başpiskopos d’lnguimbert’in mozolesini ve Montpellier’de Comedie meydanı için Üç Güzel grubunu yaptı. (L) ANTOİNE (Jacques Deniş), fransız mimarı (Paris 1733-ay.y. 1801). Kraliyet Mimarlık akademisine 1773’te kabul edildi. Şaheseri Paris darphanesidir (1771-1777). Guillaume Couture ve Pierre Desmaisons ile 1776’da yanan Adliye sarayını yeniden inşa etti. Ay rıca Paris’teki birçok konağın mimarıdır
19
Andre ANTOİNE
(L)
ANTOİNE (Louis), belçikalı mistik (MonsCrotteux 1846-Jemeppe-sur-Meuse 1912). Ba bası gibi maden işçisiydi; çalışmak üzere Almanya ve Polonya’ya gitti. Memleketine dönünce Antoine’cılık adı verilen yeni bir din kurdu. (L) ANTOİNE’CILIK i. (fransızcası antoinisme). Tanrıya ermişliği ülkü edinen din: kendinde hastaları iyi etme yeteneği olduğunu ileri süren, ispritizma meraklısı, belçikalı maden işçisi Louis Antoine tarafından kurulmuştur. — ansİkl. Antoine’ın etrafında çömezleri toplandılar, kiliseler kurdular ve bu kilisele rin papazları için özel üniformalar kabul ettiler. Belçika’da, Fransa’nın kuzeyinde. Paris’te, Almanya ve Polonya’da Antoine'cılara rastlanır. 1905 ile 1910 arasında, Louis Antoine tarafından kaleme alınan yazılarda Antoine’cılığın ilkeleri açıklanmıştır; Antoine’cılık insanın ianrılaştırılmasma, mad denin ve ondan doğan hastalığın yokluğuna dayanır. Akıl yavaş yavaş kaybolup yerini bilince bırakmalıdır, insanın tanrıya karşı bağımsız olmasını gerektiren ahlâk, hemcins lerimizi ve düşmanlarımızı sevmemizi öğüt ler. İnsanlar ölünce, ruhları «bedenlerinden ayrılıp», «yeni bir bedende ortaya çıkar». Bu din, hastaların iyileştirilmesi bakımından, takdis törenine ve duaya önemli bir yer ve rir. (l) ANTOKOLSKÎ (Mark Matveyeviç), rus hey kelcisi (Vilna 1843-Homburg 1902). Büyük adamların heykellerini yaptı (Yaroslav, Kor kunç tvan, Büyük Petro). Roma ve Paris’te bulunduğu sıralarda ahlakî ve felsefi konu ları işledi (Halk Karşısında İsa, 1874), Sokrates’in ölümü, 1876). Moskova’da Tretiyakov galerisinde eserleri vardır, (l) ANTOKSANTİN i. (fr. anthoxanthine). Çi çeklerdeki sarı boya maddesinin esas etkeni.
Büyük Pelro'nun ANTOKOLSKÎ tarafından yapılan heykeli (1872), [Eretiyakov Millî galerisi, Moskova]
(l )
ANTOKU TENNO, Japonya’nın 81. impara toru. 1181’den 1185’e kadar hüküm sürdü. Büyük babası Taira Kiyomori tarafından üç Jacques Deniş ANTOİNE yaşında tahta çıkarıldı. Taira’lar Minamoto’- tarafından yapılan Paris lar tarafından ezilince (1183), Antoku Ten- darphanesinin merdivenleri
ANT no, yedi yaşındayken, büyükannesi tarafın dan Dannoura’da boğuldu (1185). [l ] ANTOLİNEZ (Jose), İspanyol ressamı (Mad rid 1636-ay.y. 1675), günlük hayattan sah neleri ve dinî konuları isledi, ünlü bir Mer yem tipi yaratmıştır (Prado müzesi ve Mü nih pinakoteki). [l] ANTOLOJİ i. (yun. anthos, çiçek ve legein, seçmek>a?u/ıo/og/a’dan fr. anthologie). Şair lerin, yazarların, bestecilerin eserlerinden alınmış seçme parçalardan meydana gelen derleme: Bir giin İstanbul antolojisi yapı lacak olursa, Yahya Kemal, herhalde bu cil'diıı en güzel sahifelerini verecektir (A. H. Tanpınar).
20
Y u n a n a n to lo jileri
Messina'lı ANTONELLO «Dünyanın Kurtarıcısı» (National gallery, Londra)
Gadara’lı Meleagros’un (M.ö. 11. yy.), Se lânikli Philippos’un, Straton’un ve Agathias’ın antolojileri kaybolmuştur; fakat bunların büyük bir kısmı Konstantinos Kephalas’m (X. yy.), keşiş Planudes’in (XIV. yy.) anto lojilerinde ve Anthologia palatina’da yer alır. Bu antolojilerdeki epigramların kimi adak, ölüm, tasvir, şehvet, kimi de hiciv, ahlâk v.b. üzerinedir. Aralarında, birçok yazarın esinlendiği, özentisiz ve cana yakın şaheserler vardır. T ü r k iy e ’de antoloji Türkiye’de antoloji niteliğindeki «nazire mec muaları» nın ilki XV. yy. da Ömer ibn Mezid’e aittir. Yüzyıllar boyunca nazire mec muaları yanında seçme şiirleri bir araya top layan «mecmua»\aT. halk şiirlerinin bir çeşit antolojisi sayılan sayısız «cönkler» meyda na getirilmiştir. Bugünkü özellikleriyle ilk antolojiler Refik ile Tevfik’in Letâif-i İnşa (Nesir örnekleri) (1865] adlı derlemeleri; Ziya Paşanın ünlü Harabat’ı [3 cilt, 1874]; Ebüzziya Tevfik’in Nümune-i Edebiyat-ı Osmaniye’si (Osmanlı Edebiyatı örnekleri) [1878, 2. basımı 1911]; Bulgurluzade Rıza’nın Bedâyi-i Edebiye’si (Edebî Güzellikler) [3 cilt. 1909-1910]; Midhat Cemal Kuntay’ın Nefâis-i Edebiye (Güzel Edebî Eserler) [2 cilt, 1911] bunların belli başlılarıdır. Mustafa Reşid’in Müntehabat-ı Cedide (Yeni Edebiyattan Seçmeler) [2 cilt, 1885]; Mehmed Celâl’in Osmanlı Edebiyatı Niımuneleri (1894); Refet Avni-Süleyman Bahri’nin Resimli Miintehabat-ı Edebiye (Re sim ^ Edebiyat örnekleri) [1919] yine bu eserler arasında yer alır. Cumhuriyet’ten sonra; Haşan Âli (Yücel) — Hıfzı Tevfik (Gönensay)—Hamamîzade İh san (Hamamî) Tiirk edebiyatı Numuneleri (1927) adlı, yarıda kalmış bir antoloji yayım ladılar. Ali Canip’in (Yöntem) Türk Edebi yatı Antolojisi (1930, 2. basımı, 1934) Tanzimattan sonraki edebiyatımızdan örnekler verir. Bu antolojiden sonra Türk edebiyatının bütününü, bir dönemini veya belli bir konuyu içine alan antolojiler yanında, yabancı ede biyatlardan örnekler veren pekçok antoloji yayımlanmıştır. Bunların belli başlıları ara sında şu eserler sayılabilir: M. Fuad Köprülii’niin iki antolojisi: Eski Şiirimiz. Divan
ANTONİNUS PİUS
Aziz ANTONİOS çölde Sassetta'nın eseri (Lehman koleksiyonu, New York)
Edebiyatı Antolojisi (1934); Türk Saz Şairleri Antolojisi (1940, 2. ve 3. ciltler; 2. basımı 1962—>); Necmettin Halil Onan, İzahlı Di van Şiiri Antolojisi (1940, 4. basımı 1946); Pertev Nailî Boratav-Halil Vedat Fıratlı, İzahlı Halk Şiiri Antolojisi (1943); Şükrü Kurgan, İzahlı Eski Metinler Antolojisi (1943); Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi (1953, 2. basımı 1958); Vasfi Mahir Kocatürk'ün antolojileri: Tekke Şiiri Antolojisi (1955, 2. basımı, 1968), Türk Ede biyatı Antolojisi (1961, 2. basımı 1967), Türk Nesri Antolojisi (1963), Divan Şiiri Antolo jisi (1963), Saz Şiiri Antolojisi (1963); İlhan Başgöz’ün izahlı Türk Halk Edebiyatı Anto lojisi (1956, 2. basım 1968); Tahir Alangu’nun Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman (3 cilt 1959-1965); Fahir îz ’in Eski Türk Ede biyatında Nesir (1964), Eski Türk Edebiya tında Nazım (2 cilt, 1966-1967); Cevdet Kudret’in, daha genişleterek ikinci defa işlediği, Türk Şiirinde Hikâye ve Roman (1965-1967, 1. ve 2. ciltleri); H. Fethi Gözler, Yunus’tan Bugüne Türk Şiiri (1967); Halil Erdoğan Cengiz, Açıklamalı, Notlu Divan Şiiri An tolojisi (1967); Asım Bezirci, Dünden Bu güne Türk Şiiri (1968); Yaşar Nabi (Nayır), Başlangıcından Bugüne Türk Şiiri (1968). Belli bir konuyu alan antolojilere örnek ola rak Abdülhak Şinasi Hisar’ın Aşk imiş Her Ne Var Âlbmde (1958); Asaf Halet Çelebi’nin Divan Şiirinde İstanbul (1953); İlhan Berk’in Aşk Elçisi (1963) verilebilir. Yaban cı edebiyatlardan örnekler veren iki antolo ji ise Vasfi Mahir Kocatürk’ün Şaheserler Antolojisi (1934, 2. cilt 3. basımı, 1967); Hüseyin Karakan’ın Başlangıcından Bugüne Dünya Şiiri Antolojisi’dir (1958. 3. basım, 1964, 3 cilt), [ml] ANTOMOLOJi veya ENTOMOLOJİ i. (fr. entomologie). Bk. böcek ilmi. ANTONELLi (Alessandro), İtalyan mühen disi (Novara 1798-Torino 1888). Novara’da San Gaudenzio kubbesini ve Torino’da Mole Antonelliana’yı yaptı. Bu son eserinde dört cephesi çukurlaştırılmış 84 metrelik bir kub beyi (geçme parçalardan meydana gelen külâhı 168 metreyi bulur) madenî bir kuruluşg oturtarak, çeküle uygunluk bakımından şa şırtıcı bir etki elde etmiştir, (l) ANTONELLi (Giacomo), kardinal ve romalı devlet adamı (Terracina yakınlarında Sonnino 1806-Roma 1876). 1847’de kardinal liğe getirilen Antonelli’nin, Pius IX üzerinde gittikçe artan bir etkisi oldu. 1848’de bakan lığa getirildi. Roma cumhuriyetinin çökü şünden sonra köklü sayılabilecek reformlar dan kaçınarak, Papalık devlet yönetimini ye ni bir düzene soktu. 1850’den 1870’e kadar çok önemli bir rol oynadı. İtalya krallığı ile Papalık arasında «Roma meselesi» denilen çıkmazı önleyebilecek bir uzlaşmaya varama dı. Mevkiinden faydalanarak servet sahibi oldu, (l) ANTONELLO M essina’lı, İtalyan ressamı (Messina 1430’a doğr.-ay.y. 1479’a doğr.). Napoli’de, ressam Colantonio’nun yanında flaman ve Provence etkilerine açık bir or tamda yetişti. İlk eserlerinde Van Eyck’in etkisi açıkça görülür (Reggio di Calabria’daki Üç Melek ve Aziz Hieronymus); fakat tamamen şahsî olan Tebşir (Siracusa’da) tab losunun düzeninde, aydınlık ve duru bir en ginliğe ulaşır. Ustaca düzenlenmiş portrele rinde (Condottiere [Milis Kumandanı], Louvre müzesi) ve Takdis Eden İsa (1465, Londra), Aziz Gregorius Poliptiği (1473, Messina) ve ya Aziz Sebçstiano (Dresden) gibi tablola rında, kullandığı boyanın bütün güzelliğini ortaya koyma ve renk tonlarıyle yepyeni bir hava yaratma gayreti açıkça görülür. Antonello ömrünün büyük bir kısmını Napoli ve Messina’da geçirdi. 1476’da Venedik’e gi derek San Cassiano kilisesinin mihrabı için bir resim yaptı (parçaları Viyana’dadır). Bu seyahat, Venedik resim tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. (Bk. bellînİ.) [l] ANTONESCU (ton), romanyalı mareşal ve devlet adamı (Piteşti 1882-Jilava hapishanesi 1946). Birinci Dünya savaşında genelkurmay üyesi, Paris ve Londra’da askerî ataşe, ge neral ve kurmay'başkanı (1937). Kral Carol Il’nin açıktan açığa düşmanı olduğundan, ordudan çıkarılıp tutuklandı; sonra serbest bırakıldı; savunma bakanı oldu, az sonra istifa etti. Temmuz 1940’ta yeniden tutuklan dı. Eylül ayında kral Carol Antonescu’ya başbakanlık görevini verdi, o da kralın he men tahttan çekilmesini istedi ve kendini.
conducator (şef) ilân ederek tam b ir. dikta törlük kurdu. Romanya’yı Mihver müttefiki olarak savaşa soktu, memleketinin hudutla rını alman kuvvetlerine açtı; Romanya bir likleri Almanların yanında savaşa katıldı ve Staüngrad’a kadar ilerledi. Almanya bozgu na uğrayınca, kral Mihail 23 ağustos 1944 hükümet darbesi esnasında Antonescu’yu tev kif ettirdi. Antonescu Ruslara teslim edildi ve yargılanarak ölüm cezasına çarptırıldı, (l) ANTONGİL körfezi, Madagaskar’ın kuzey doğusunda, Hint okyanusunun meydana ge tirdiği geniş yuvarlak girinti. Manara ile Masaola burnu arasındadır, (l) ANTONİA, bir roma ailesinin adı. Bu aile den gelen erkekler hatip antonİus ile triumvir ANTONius’tur; kadınlar arasında başlıcaları şunlardır: Vatinius’un eşi antonîa; triumvir’in karısı antonîa; triumvir’in kızı, Domitius Ahenobarbus’un eşi, Neron’un bü yükannesi antonîa majör (doğ. M.Ö. 39); öncekinin kız kardeşi, Drusus’un eşi, Germanicus, Claudius ve Livia’nın anneleri antonîa minör (M.Ö. 36-M.S. 38); Claudius’un kızı antonîa (sonuncusu Pison’a karşı hazır lanan komploya karıştı, Neron ile evlenmek istemediği için de öldürüldü.) [l] ANTONİNA, Belisarios’un karısı ve imparatoriçe Theodora’nm gözdesi; Theodora onu entrikalarına ortak etti ve böylelikle Belisarios’u dilediği gibi yönetti, (l) A ntoninianus i. İmparator Caracalla (M. Aurelius Antoninus Bassianus) tarafın dan M.S. 215’ten itibaren bastjrılan gümüş para. — ansİkl. Üzerinde imparatorun ve imparatoriçenin resimleri bulunan antoninianus bir buçuk dinar ediyordu. Değeri sürekli olarak düştü. III. yy.’ın sonunda, içindeki gümüş oranı çok azaldı ve Diocletianus tarafından kaldırıldı, (l) ANTONIN’LER çoğl. i. Kendilerini, St. Antonius Ateşi de denen bulaşıcı hastalığa tu tulanların tedavisine adayan tarikatçı rahip ler. (XI. yy. sonunda kurulmuş, 1790’da da ğıtılmıştır.) |! Bugün, «St. Antoninus» kanu nuna uyan doğulu papazlar, (l) A ntoninus Anayasası veya Caracalla Fer m anı, M.S. 212 yılında ilân edilen ve im paratorluğun her ferdine yabancı bir siteden de olsa, Roma vatandaşlığı hakkını tanı yan emirname. XX. yy. da bulunan ve Giessen’de saklanan harap bir papirüs’te (ana yasanın metni olması muhtemeldir) düşman ile anlaşmış olanların bu hüküm dışında bı rakılacakları belirtilmektedir. Gerek metin, gerek yorumlanması bir tartışma konusudur. (l ) .
ANTONİNUS’LAR, Roma’da M.S. 96’dan 192’ye kadar hüküm süren imparator hane danı: nerva (96-98); trajanus (98-117); hadrîanus (117-138); antonİnus pius (138-161); MARCUS AURELİUS (161-180); COMMODUS (180192). Bu hanedan zamanında, Roma imparatorlu ğu altın çağını yaşadı. Dacia’yı (107), Palmyra’yı (110), Ermenistan’ı (114), Selefkiler memleketi ve Ktesiphon’a kadar Mezopotam ya’yı (115-116) ele geçiren Trajanus zama nında imparatorluğun sınırları alabildiğine genişledi. Marcus Aurelius’un püskürtmek zorunda kaldığı (166) Markomannen Ger menlerinin Aquileia’ya kadar uzanmaları bir yana bırakılırsa, Antoninus’lar imparatorluk ta bir yüzyıla yakın bir süre pax romana’yı sürdürdüler; şehircilikte büyük başarılar elde ettiler ve memlekete İktisadî bir refah getir diler. İmparatorluğun hudut tahkimatı (//'mes) onların, özellikle Hadrianus’un zama nında tamamlandı. Antoninus’lar zamanında, taşra eyaletlerinin romalılaştırılmasına büyük bir hız verildi; özellikle Batı’da sürdürülen bu romalılaştırma sayesinde, Batı eyaletleri, İmparatorluk içinde İtalya ile eşit duruma geldi: vatan daşlık hakkının geniş ölçülerde dağıtılması, eyalet vatandaşlarının senatoya seçilmesi ve yüksek memurluklara getirilmesi, Caracalla tarajfmdan 212’de bütün imparatorluğa «roma siteşl» sıfatının teşmili, esasen Antoninus’lar devrinde yürürlükte olan bir durumun tanın ması idi. ,Bazj imparatorlar bile, Roma’nm taşralı ailejerindendi: Trajanus ile küçük yeğeni Hadrianus, İtalica’da (Baetica) doğmuşlardı. Antoninus, Roma civarında Lanuvium’da, Mareus Aurelius da Roma’nın içinde doğ-
Foto. Aniler son-Oiravdon, Monde et CtınfÇfa, Alinari-Giravdon, (Hraudon ( LA R O V 8SB t
Î;
dukları halde, birinin ailesî Nîmes’li öteki nin Soccubo’luydu; Antoninus’ların' zama nında İmparatorluğa Batının İspanya ve Galya bölümleri hâkim oldu. Nerva’dan Marcus Aurelius’a kadar beş değerli imparatorun art arda tahta geçmesi, evlât edinme usulü nün uygulanmasından ileri geliyordu; gerçek ten de bu sayede^ her imparator, devleti ema net edeceği kimsenin değeri hakkında kesin bir fikir edinebiliyordu. İlk Antoninus’ların dördü haleflerini bu usulle seçtiler. Marcus Aurelius’un, oğlu Commodus’u kayırmak için bu usulü bırakması imparatorluğun basına kötülükten zevk alan bir zorbayı getirdi. Onun öldürülmesiyle de hanedan son buldu (31 aralık 192), [l] ANTONİNUS PİUS (Titus Aelius) [Lanuvium 86-?, 161], romalı imparator (138-161). Senato aristokratlarından, büyük mevkilere yükselmiş, Nîmes asıllı, zengin bir aileden dir. Flavius’lar zamanında Asya' vilâyeti kon sülü, sonra prokonsülü oldu, Hadrianus tara fından evlât edinilerek 138’de onun yerine geçti. Namuslu ve çok tutumlu olan Antoninus, toprakları üzerinde orta halli bir ha yat sürdü, bol bol yurttaşlık hakkı vererek, halkın mutluluğuna çalıştı, karısı Faustina’nın adını taşıyan yeni besin kurumlan (puellae faustinianae> meydana getirdi, birçok emirname ile hukuk alanına el attı. Antoninus Pius, güttüğü siyaset bakımından Hadria nus ile çelişki halindedir; Hadrianus açık fi kirli, yenilik sever, kozmopolit, Antoninus ise Roma’nın eski geleneklerine, dinine sıkı sı kıya bağlı ve tutucu idiler. Zamanında, İm paratorluk en yüksek noktasına ulaştı. Afri ka’da Magrıplılarla ve Avrupa’da Bretagne halkı ile savaşmak zorunda kaldı. Ordu, Germanya ve doğu sınırlarında tetikte bulunmak zorunda idi. Rhetie ve Bretagne’da sınır (//mes) denilen istihkâmları tamamlattı. Antoni nus anıtları 148’de 900. yıldönümünü göz ka maştırıcı bir biçimde kutlattığı Roma’nın eski efsanelerini canlandırır. Yaptığı işlerin teferruatı, Cassiııs Dio’nun yazılarının bir kısmı kaybolduğu için iyice bilinmemekte dir. Zamanında, aydınlarla bilgisiz halk yı ğınlarını bir dindarlık havası sarmıştı. Ye rine geçmek üzere, Marcus Aurelius Anto ninus adiyle hüküm sürecek olan M. Annius Verus’u ve sonradan Lucius Verus adını alan L. Aelius Aurelius Commodus’u evlât edin di. (l) A ntoninus surları, Antoninus zamanında İngiltere’de inşa edilen savunma duvarı. Had rianus surunun kuzeyindedir; Clyde körfe zinden Forth körfezine kadar uzanır. Birçok kalıntısı vardır. (Bk. lİmes.) [l] A ntoninus’un Yol Rehberi. Bk. ItînerarİUM ANTONİNİ.
ANTONIO (Antonio ruîz soler, — denir), İspanyol dansçı ve koreografı (Sevilla, 1921). Endülüslü bir ailedendir. Sevilla’da, Realito’dan dansı öğrendi ve on beş yıl partönerliğini yapacak olan Rosario ile tanıştı. 1928’de beraber, Brüksel sergisine gittiler, ispanya İÇ savaşı sırasında (1936) turnede iken Gü ney Amerika’ya, sonra da A.B.D.’ye geçti ler (1940), orkestra şefi Arturo Toscanini sayesinde orada tutundular. Ayrılış tarihleri olan 1952’ye kadar birçok milletlerarası tur nede kabiliyetlerini ispat ettiler. Antonio 1953’te kendi İspanyol balesi’ni kurdu. On dan sonra Cerca del Gudalguivir'mi (1957) ve Jugando al Toro’yu (1960) hazırladı. 1966’da Londra’da, yine Rosario ile beraber sahneye çıktı. Soylu bir dansçı olan An tonio, özellikle flamenko’da (zapateados) ba şarılıdır. (l) ANTONİO (dom), Crato manastırının baş rahibi (Lizbon 1531-Paris 1595). İspanya kra lının oğlu dom Luis’in kanun dışı oğlu, Kar dinal kral dom Henrique’in ölümünden son ra (1580) bir yolunu bulup Portekiz kralı ol du. İspanya kralı Felipe II Antonio’ya kar şı Alba dükünü gönderdi. Alba dükü de onu Alcantara’da yendi. (L) ANTONİO (Nicolas), İspanyol kitap bilgini (Sevilla 1617-Madrid 1684). Bibliotheca Vetus et Nova (İspanyol Yazarlar Kitaplığı [Ro ma 1672-1696]) adlı eseri İspanya edebiyat tarihi bakımından önemlidir, (l) ANTONİO Ferrara’lı veya BECCARİ, itaylan şairi (Ferrara 1315-?, 1372’ye'doğr.). Maceracı, kumarbaz ve seyahat meraklısıy dı; ömrünü sefahat ve pişmanlık dönemleri arasında geçirdi. Kendini anlatan bir şii rinde Villon’u müjdeleyen bir dille doğumu Foto. Avderson-Oiraudon (L A R 0U 8SE )
na da hayatına da lânet eder. Petrarca ile aralarında sone’ler yoluyle yazışmalar oldu. Birkaç siyasî canzoni’sv vardır. Sanatında, Ortaçağın gerçekçi geleneği ile ilk hümanizm eğilimleri birbiriyle kaynaşır, (l) ANTONİO N oli’li (Antoniotto Usodimare adiyle de tanınır), Cenevizli denizci (Cenova 1415’e doğr.-1461’e doğr.). Portekiz kralı nın oğlu Dom Henrique de Vizeu tarafın dan Batı Afrika kıyılarının keşfiyle görev lendirildi, Venedikli Ca’da-Mosto ile birlikte 1455-1456’da Yeşil burun’dan Rio Grande’ye kadar Afrika kıyılarını dolaştı, (l) ANTONİO Lebrija’lı veya Nebrixa, latincede Aelius A ntonius N ebrissensis, İs panyol gramerci ve tarihçisi (Lebrija 1441öl. 1522). Salamanca ve Alcala üniversite lerinde profesör. Latince’den İspanyolca’ya ve İspanyolca’dan Latince’ye bir sözlük yaz dı (1492). [l] ANTONİO di Vincenzo, İtalyan mimarı (1350’ye doğr.-1401 veya 1402). Bologna’da çalıştı, San Petronio’nun planlarını çizdi, (l) ANTONİONİ (Michelangelo), İtalyan sine ma rejisörü (Ferrara 1912). Filim tenkitçisi ve senaryocusuydu. Belgesel filimlerle reji sörlüğe başladı, 1950’de ilk uzun filmini (BirA^kın Hikâyesi [Cronaca di' Un Amore]) çe virdi; onu Yenilmişler (i Vinti, 1952), Kamelyasız Kadın (La Donna senza Camelie, 1953) ve Amore in Citta’nın (Şehirde Aşk, 1953) bir bölümü takip etti. Cesare Pavese’nin eserin den hazırladığı Kadınlar Arasında (Le Amiche, 1955) ve Çığlık (İl Grido, 1956) ile kendini kabul ettirdi. Fakat asıl L ’Avventıtm ’yı (Serüven, 1959) çevirdikten sonra millet lerarası bir ün kazandı ve birçok sinema cıyı etkiledi. Sonra, çağımızın sıkıntılarına gittikçe daha derin şekilde bağlanan bir ça lışmaya girişti: kadın-erkek anlaşmazlığı, in san davranışının derinliğine incelenmesi: Gece (La Notte, 1960), Batan Güneş (L’Eclisse, 1961), Deserto Rosso (Kızıl Çöl, 1964). Cinayeti Gördüm (Blow Up, 1966). [l] ANTONİOS Aziz, Büyük (Yukarı Mısır’da Keman 251-?, 356). Manastır hayatının ku rucularından biri. Beni Suveyf’li zengin bir köylü iken, yirmi yaşlarına doğru, malını mülkünü yoksullara dağıttı. Teb çöllerine çekildi, kendisini birçok hıristiyan takip et ti. Manastırlar kurdu ve uzun süre bu ma nastırların yönetimiyle uğraştı; sonra inzi vaya çekildi, yüz beş yaşında öldü. Çölde kaldığı ilk on beş yılı, kendisini devamlı rahatsız eden hayaller ve hıristiyan gelene ğinde yer alan «şeytana karşı koyma»Iarla geçti. Etkisi çok büyük oldu;, kendisinden sonra Mısır çölünde münzevîler, keşişler çoğaldı, Yedi Mektup, rahiplerin gözetme leri gereken Kurallar ve bazı Vaızlar yazdığı söylenir. Hayatı daha IV. yüzyılda Athanasios tarafından kaleme alınmıştır. (L) ANTONİUS (marcus), romalı general (M.Ö. 83-30). Güzel konuşan bir hatip, usta bir kumandandı; fakat kaba ve sefihti. Sezar’a bağlandı. Onu Roma üzerine yürümeğe ve Pompeius ile savaşmağa kışkırttı. Pharsalos zaferinin kazanılmasında payı vardır. Sezar’m öldürülmesinden sonra dul karısının elinden diktatörün evrakını aldı, apma nut kunu söyledi ve Forum’da toplanmış olan halka vasiyetini okudu. Octavianus’un gelişi ne kadar Roma’nın tek hakimiydi; Octavianus gelince onunla bozuştu, halk düşmanı ilân edildi. Fakat Octavianus ve Lepidus ile birleşerek ikinci triumvirliği kurdu (43). ilk kurbanlarından biri, özellikle Philippicae’sini affedemediği Cicero oldu. Antonius, Octavianus’la birlikte Philippoi’de Sezar’m ka tilleri Brutus ve Cassius’u yendi. Dünya ha kimi triumvirler dünyayı kendi aralarında paylaştılar: Antonius’un payına Doğu düştü (Brindisi barışı, 40). Karısı Fulvia ölünce, Octavianus’un kız kardeşi Octavıa ile evlen di. Mısır kraliçesi Kleopatra’nm büyüsüne kapılan Antonius, karısını, şerefini, Roma’nın menfaatlerini unuttu, onbir yıl Mısır’da yaşadı. Kleopatra’dan olan%çocuklarını ta nıdı, onlara Doğu Roma topraklarında kral lıklar verdi. Bu hareketler Roma’da hoşnut suzluk uyandırdı. Octavianus ona savaş ilân etti ve onu Actium’da yendi (M.Ö. 31). İs kenderiye’de kuşatılan Antonius orada inti har etti. Caius ve Lucius adlı iki kardeşi var dı: CAİus’u Brutus yakalayıp öldürdü; Lu cius, Octavianus’a karşı ayaklandı, Perugia’da yakalandı (M.Ö. 40). Oğullarından biri. marcus, Octavianus tarafından öldürüldü; ö
teki julİus , Augustus’a katıldı, sonra suikas ta girişti Ye idam edildi, (l) ANTONİUS (marcus), hatip, triumvir Mar cus Antonius’un büyük babası (M. ö. 143-87). Kilikya’da konsül /vekili, sonra müfettiş oldu. Marius’e karşı oy kullanınca. Marius onu öldürttü, başını hitabet kürsü sünde teşhir etti. Cicero, onun hitabetiyle İtalya’yı Yunanistan’ın seviyesine yükseltti ğini yazar, tki oğlu oldu: Triumvir’in ba bası marcus antonİus , Girit korsanlarına kar şı savaşta yenildiğinden Creticus diye tanın mıştır; ve 82 yıllarında Sulla’nm yardımcısı olan caİus antonİus . (l) ANTONİUS (Primus), lakabı Becco (kelt dilinde Gaga burun), Toulouse’da doğmuş galyalı. Galba ve Othon’a hizmet etti, Cremona civarında Bedriac’da Vitellius taraftar larını yendi. Vespasianus, İmparatorluğu bu zafere borçludur (M.S. 69). [l] ANTONİUS GNİPHO (Marcus), latin söz sanatı öğretmeni (Galya M.Ö. 114-?. M.Ö. 64). İskenderiye’de okuduktan sonra Roma’ya gitti, öğrencileri arasında Sezar ile Cicero da vardı. (L) Antonius ile Kleopatra (Antony and Cleupatra). William Shakespeare’in dramı (1606’ya doğr.). Eskiçağ tarihinin en canlı, en şiirli ve en hareketli olaylarından biri olan bu ko nuyu işlerken Shakespeare, Kleopatra’yı şeh vet düşkünü, kibirli, hoppa ve kurnaz bir kadın olarak çizmiş, Antonius’u da, mert, fa kat zaafları eksik olmayan, yaradılış bakı mından cömert bir insan olarak ele almış tır. Buna karşılık Octavius, küçük hesaplar peşinde koşan, bencil, alçak ve iki yüzlüdür. Yer yer bağlantısız olmasına rağmen eser, dram olarak büyük bir ilgi uyandıracak de ğerdedir. (-> Bibliyo.) [L] A ntonius kanunları (Leges Antoniae). Marcus Antonius’un kendi iktidarını yaymak ve sağlamlaştırmak amacıyle M.Ö. 44’te çıkarttığı kanunların bütünü. Cicero İn M. Antoniıım Orationes X IV ’te (M. Antonius’a Karşı XIV Nutuk) «zorbalığa elverişli ve kâhinlere karşı», diyerek bu kanunlara çattı, (l) ANTONOMAZ i. (yun. antonomasia’dan fr. antonomase). Ed. Bir özel ismin bir cins ismi veya bir cins isminin özel isim yerine kullanılması. (Msl. Tenkitçi yerine Aristarkhos; Napolyon yerine Fransızların İmpa ratoru.) [l] ANTONOMAZİ i. (yun. antonomasia, fikre aykırı ifade’den fr.* antonomasie). Nörol. Afazi’ nin bîr şekli olan bu bozuklukta, has tanın asıl unuttuğu şeyler isimlerdir, (l) ANTONOV (Aleksey innosentiyeviç), sovyet generali (Grodno 1896-Moskova 1962). İkin ci Dünya savaşında güney cephesi harekâtını yönetti, Stalingrad’dan sonra, sovyet genel kurmay kadrosunda çalıştı ve son taarruzla rın hazırlanmasına katıldı, (l) ANTONOVİÇ (Maksim Alekseyeviç), rus filozofu (1835-1918). Petersburg Ortodoks akademisinde okuduktan sonra papazlık mes leğinden vaz geçti. Kendini felsefeye ve siyasete verdi. Çernişevski ve birçok mad deci bilginle tanıştı. Çağdaş adlı dergide bir çok makalesi çıktı, Darwin ve fizyoloji hak kında, Hegel’in ve Kant’ın felsefeleri ve es tetik konularında eserler yazdı. Felsefi Eserler’i 1945’te kısmen yayımlandı, (l)" ANTONOVİÇ (Vladimir Bonifateviç), rus tarihçisi (1834-1908). Özellikle Ukrayna ve Rusya’nın güneybatı halkları, milletleri ve tarihiyle ilgilendi, (l) ANTONOVO, S.S.C.B.’de (Rusya cumh. Si birya), Kuzbas içinde, Tom suyunun sağ kı yısında şehir. 1964’te burada yeni bir çelik fabrikası kuruldu, (l) ANTOSİDERİT i. (fr. anthosiderite). Kummingtonit’in kuartz ve demir oksit halindeki psödomörfozu. (l), ANTOSİYAN i. Bk. antosİyanîn. ANTOSİYANİDİN i. (fr. anthocyanidine). Antosiyaninlerin hidroliziyle elde edilen mad delerin genel adı. (Bunlar benzo-pirilyum tuz larıdır.) [l] ANTOSİYANÎN veya ANTOSİYAN i. (fr. anthocyanine veya anthocyane). Bot. Proto plazma içerisindeki boşluklarda bulunan, su da, alkolde, eterde eriyebilen boyar madde. (Boşlukta’ki özsuyun asidin veya bazik oluşu na göre, bu madde kırmızı,'mor veya mavi renk alır.) [l]
Marcus ANTONİUS
(M.Ö. 83-30)
Vatikan müzesi
ANT
22
ANTOZON i T i. (fr. aıui ve ozone’dan antozonite). Miner. Flüorin çeşidi, (l) ANTRAFLAVİK sıf. (animsen ve lat. fiarus, sarı’dan fr. anthraflavigue). Antrakinon dlsülfonatın alkalik eritişiyle elde edilen ve antraflavik asit adı verilen 2-6 dihidroksiantrakinon. (l) ANTRAFLAVON i. (antrasen ve lat. flavus, san’dar fr. anthrajlavone). iııdrantren’e ben zeyen ve '( metilamrakinon’un oksitlenme siyle elde edilen boyar madde, (l) ANTRAGALLOL i. (fr anthragallol). 1-2-3trihidroksiantrakinon’dan meydana gelen ve gallik asidin, sülfürik asit beraberinde benzoik asit ile veya ftalik asidin pirogallol ile yoğunlaştırılması sonucunda elde edilen, kahverengi boyar madde, (l) ANTRAGLÜKOZİT i. (fr. anthraglucoside). Antrasen türevi glükozitler. Kara akçaağaç. sarı salur, ravent, sinameki gibi çeşitli bit kilerde bulunur. Hepsinde müshil özelliği vardır. (L) ANTRAtGUES kontu (Emmanueî Henri Louis Alexandre de lalnay), fransız macera cısı ve yazarı (Villeneııve-de-Berg 1753- Lon dra civarında, Barnes Terrace 1812). Ateşli ve ihtilâlci bir gazeteci, kurucu meclis üye agaççileği siydi. 1790’da göç etti. İspanya ve Rusya’ antraknoz'u ya hizmet etti, hükümdarlara gizü ajanlık yaparak maceradan maceraya sürüklendi. Î797’de Bonaparl’ın emriyle Venedik’te tu tuklandı.'Sonra kaçtı, tekrar Rusya’nın ve İngiltere’nin hizmetine girdi. Yanında çalış tığı kimselere ihanet etti. Opera artistlerinden Madam Saint-Huberty ile evlenmişti, siyasî sebeplerden dolayı, onunla birlikte öldürül dü. Millî Fransız kütüphanesi 1964’te şim diye kadar bilinmeyen ve Mes Soliloques (Kendi Kendimle Konuşmalar) adlı 300 say falık bir el yazmasını satın aldı. Bu, 1782 ile 1810 arasında 'Antraigues kontunun yaz dığı bir günce’dir ve özellikle yazarın Rousseau ve Voltaire ile olan ilişkilerini ortaya koyar, (l) ANTRAİN, Fransa’da llle-et- Vilaine İdarî bölgesinde kanton merkezi; 1 513 nüf. Kıs men XII. yy. dan kalma kilise. Bonne-Fontaine şatosu (XVI. yy.) bu civardadır, (l) ANTRAKİNON i. (fr. anthraquinone). Antrasen’in, OhHsOs formülünde, birçok boyar maddenin kaynağı olan oksitlenme ürünü. —■ ansİki,. Laurent tarafından 1835’te bulu nan ve bütün antrakinonik boyar maddele rin kaynağı olan antrakinon, antrasen’in 80 ile 95°C arasında sülfokromik karışım etki siyle oksitlenme veya benzenin ftalik anhidfasulye ritli yoğunlaşması sonucunda oluşur. antraknoz'u Antrakinon, 285cC’de eriyen ve süblımleşebilen sarı iğneler şeklindedir. Oksitleyenlere karşı oldukça dayanıklıdır ve gerçek kinonların aksine, oksitlenmeye yol açmaz. h H Alkalik ortamda çinko tuzu ile indirgenen antrakinon oksantranol ve antranol safha larından geçerek, antrasen verir. Dolaysız nitrasyon ile 230°C’de eriyen a. ’lı nitratlanmış türev elde edilir ve bııııa bir miktar 1,5 dinitro türevi eşlik eder, sülfonasyon, formül I pozisyonunda gerçekleşir. (Bk. antrasen.) ♦ Antrakinonik sıf. (fr. anthraquinonique). Antrakinondan türeyen. — ansîkl. Antrakinonik boyar maddeler. Antrakinon, oksokrom OH.NH-.NR2 kökle rinin katılmasıyle boyar maddeler meydana gelmesine yol açan çok önemli bir kromojen rolü oynar. Antrakinonik boyar madde ler, hidroksi-antrakinonlar, aminoantrakinonformül II lar, hiöroksiaminoantrakinonlar veya bu mad delerin türevleridir. • Hidroksiantrakinonlar. İki tane monohidroksiantrakinon vardır. Bunlar 190CC ve 323°C’_de erir. Boyar madde değildirler. Boyar madde niteliğinde olanlar, polihidroksiantrakinonlardır. Bunların en önemlisi ali zarindir. Bu bileşikler: 1 antrakinonun siilfonlu türevlerinin alkalik ergimesiyle (aliza rin); 2 yeni hidroksillerin bağlanması için formül III hidroksiantrakinonlann oksitlenmesiyle (purpıırin); 3° ftalik anhidritin fenollerle yoğunlaştırılmasıyle (kinizarin): 4 asitlerin ve asitfenollerin (antragallol) veya asitfenollerin antrasen kendi aralarında yoğunlaştırılmasıyle {rıtfigallik asit) elde edilir. Dihidroksiantrakinonlar arasında şunlar amlabilir: sodyum antrakinon sülfor.atm, bir oksitleme etkeni (potasyum klorat) eşliğin de sodyum hidroksitle eritilmesiyle elde edi len alizarin. Bu cisim, kök boya’nın boyar
y\
/!V
maddesi olan 1.2 dihidroksiantrakinondur. 290°C’de eriyen ve soğuk suda çözünmeyen ince sarı tabakalar halinde billûrlaşır. Nitratlama ile, az kullanılan, fakat kiııolein’kine benzer bir sentezle alizarin mavisi (Prudhomme mavisi) yapmağa yarayan 3 nitroalizarin, yani alizarin turuncusu verir. Sülfonasyonia, alüminle kenetlenen, yünü boya yan alizarin S elde edilir, öbür dihidroksian trakinonlar arasında histozarin (2.3), kiniza rin (1.4), antrarufin (1.5), krizazin (1.8) bu lunur. En önemli trihidroksiantrakinonlar şunlardır: antragallol (1.2.3.) gibi hiclroksializarinler, alizarinin manganez bioksitle ok sitlenmesi sonunda elde ediien purpurin (1.2.4.), ■hidroksiantrarufin (1.2.5), flavopurpurin (1.2.6.), izopıırpurin (1.2.7). Hidroksillerin çoğalmasıyle renkleri maviye yönelen tetra, penta, hekzahidroksiantrakinonlar da vardır. • Aminoantrakinonlar. Bu bileşikler nitroantrakinonlarm indirgenmesi veya ornatma ya uğrayan antrakinonların amonyak veya aminler ile işlemi sonunda meydana gelir. Başlıca aminoantrakinonik boyar maddeler diaminoantrakinon türevleri olan ve kinizarinden elde edilen siyanin alizarin yeşili ile astrol alizarin’dir. Tekne boyar maddeleri, önce indirgenme ve sonradan elyaf üzerinde oksitlenmeyle renklendirilir. Bu tip boyar maddeler aminoantrakinonlardan türer. Bu konuda, 3 aminoantrakinon’un kendisiyle yoğunlaşması sonucunda meydana gelen indantren, flavantren, 2.3 diaminoantrakinonun alizarinle yoğunlaşma ürünü izoindantren, benzoilaminoantrakinonlar olan algol boyar maddeleri anılabilir. Bunlar amonyak veya aminlerin hidroksiantrakinonlara etkisi veya nitroantrakinonların mutedil indirgenmesiyle elde edilir. Alizarin sofirol ve alizarin irizol bu gruptandır, (l ) ANTRAKNOZ i. (fr. anthracnose). Bitkiler de, çeşitli mantarların meydana getirdiği asa lak hastalığı; çökük, koyu renk lekeler ha linde belirir. — ansîkl. Üzüm asması antraknozu’nu Gloeosporiıım dmpelophagum yapar. Lekeler filiz, yaprak ve meyvelerde görünür. Hasta lık ilkbaharın ilk günlerinde belirir. Alçak yerlerdeki bağlarda, sisli iklimlerde ve nem liliğin çok olduğu yerlerde daha yaygındır. Önleyici tedbir olarak bağlara kışın yüzde 30 demir sülfatlı veya yiizde 10 sülfürik asit li eriyikler püskürtülür. Fasulye, bezelye, yon ca, zambakgiller v.b. antraknozları da var dır. (l) ANTRAKOL1T i. (fr. anthracolite). Maca ristan’da çıkan bir çeşit antrasit. (L) ANTRAKOLİTİK i. ve sıf. (fr. anthracolilique). Karbonifer ve permiyen sistemlerin tü müne verilen ad. (l) ANTRAKOZ i. (fr. anthracose). Kömür toz ları arasında çalışan işçilerde görülen ve bu tozların akciğer bronşçuklarında birikme sinden ileri gelen hastalık. — ansİki.. Antrakoz iiç devrelidir: ilk dev rede görevsel bozukluklar (solunum güçlüğü, öksürük) görülür. İkinci devrede şiddetli bronşit ve akciğer kanaması baş gösterir. Son devrede çoğu zaman tüberkülozla karışık akciğer sklerozu ve kaşeksi meydana gelir. Siyah balgam bu hastalığın tipik belirtisidir. Bunun anatomik patolojik kaynağı, ciğerde kömür biriken yerlerin etrafında beliren skleroz âfetleridir. Yegâne tedavi yolu mes lekî sağlık tedbirlerinin sağlanması (nemlen dirme. tozların emilmesi) ve gerekli ise mes lek değiştirmedir. Herkes kömür tozlarına karşı aynı şekilde duyarlı değildir. Şehirlerde oturanların akciğer dokularında rastlanan ve hastalık yapmayan siyahlanma lara da antrakoz denir. (-» Bibliyo.) [L] ANTRAKS i. Bk. şirpençe. ANTRAKT i. (fr. entracıe, perde arası). Ti yatro ve benzeri sahne sanatlarında iki per de arasında geçen zaman: Aktörün bir köşe de dinlenmek ihtiyacını duyduğu antraktlar (R. N. Güntekin). Bk. ara. |j Teşm. yol. İki iş. çalışma arasındaki fasıla, dinlenme za manı: Ispirıizmacılar bu antrakttan istifa de ederek masa başında heyecanlı bir ko nuşmaya girişliler (R. N. Güntekin). [m] ANTRAI, (Robert). fransız ressamı (Châlons-sur-Marne 1896-Paris 1939). işlediği ko nular. özellikle deniz ve Paris manzaraları dır. (Paris, Modern Sanatlar Millî müzesi.) Il] ANTBAMİN i. (fr. anthramine). Kim. Antrasen’den türeyen amin, (l)
ANTRANİL i. (fr. anthranile). Ortonitrobenzaldehit’in indirgenmesiyle elde edilen C7H5ON formülünde heterosiklik bileşik, (t) ANTRANİLİK sıf.- (fr. anthranilique). HaN—C«HBibliyo.) [m] Foto. M ili)om (LAHOVSSB)
AOSTA ANZENGRUBER (Ludwig). avusturyalı ya zar (Viyana 1839- ay.y. 1889). Daha 1870’te Der Pfarrer von Kirchfeld (Kirchfeld Papa zı) isimli bir halk dramı ile kendini tanıttı; kahramanı, taassuba karşı çıkan ve hoşgö rü ile hareket eden bir köy papazıdır. Son ra, şaheseri sayılan Der Meineidtuuer’i (Ye minini Bozan Köylü, 1871) yazdı: Bu oyun ları köylü komedileri takip etti. Birkaç ba şarısızlık onu roman yazmağa yöneltti; bu türde en iyi eseri, yine köyü işleyen ve kah ramanı evlilik dışı bir kız olan Der Schandfleck’tir. (Namus Lekesi, 1876). [l] ANZİN, Kuzey Fransa’da şehir (Valenciennes İdarî çevresi); kömür havzasında (Valenciennes grubu), Escaut çayı kıyısında; 16 300 nüf. XVIII. yy.dan beri işletilen bü yük maden kömürü ocakları. Demir-çelik sa nayii, çelik borular, lokomotifler, makjne sa nayii, camcılık ve güç ergiyen kimyevî mad de ürünleri, (l) ANZtO, İtalya’da şehir; Latium bölgesinde (Roma eyaleti); _ 28 000 nüf. Balıkçı limanı; /azlık dinlenme yeri; ticaret merkezi. Eski Antium. 22 Ocak 1944’te 50 000 İngiliz ve amerikalı, Cassino ve Roma’daki alman or dularının arkasını kesmek için Anzio ya kınlarına çıkarma yaptı. Ancak dört ay sü ren kanlı savaşlardan sonra Truscott kuman dasındaki bu birlikler 22 mayıs 1944’te, kı yıda ilerleyen V. amerikan ordusuna katıla bildi ler. (l) ANZİTENE. Esk. coğ. Doğu Anadolu’da bir bölge. Diyarbakır’ın (Amida) kuzeyi ve Dicle kaynaklarının bulunduğu bölgedir. Adını, ye rini bilmediğimiz Anzitene şehrinden almış tır. (M) ANZOÂTEGUİ, Venezüela Federal cumhu riyetinde eyalet; Orinoco ırmağı ile Karaib denizi arasında ver alır; 783 300 nüf. Merkezi Barcelona. (l)
sistemi, aorttan çıkan damarların tümü. Bk.
Foto. Viollet, X (LAROV8S E )
29
ANSİKL.
— Embriyoloji. Aort yaylan, embriyonda be liren iki taraflı damarlardır. Kimi birleşerek, kimi kaybolarak sonunda aort sistemi ni meydana getirirler. Bk. ansîkl. — ansîkl. Anat. Aort, sol karıncıktan çıkar, yukarıya öne doğru sağa yönelir, omurgaya kadar bir yay çizerek, göğüs boşluğunun arka kısmından aşağıya doğru dik uzanır. Sonra diyaframı geçerek karın boşluğuna iner, dik olarak omurganın önünden aşağıya doğru ilerler. Sağ yanında alt anatoplardamar vardır. Dördüncü bel omuru hizasında iki dala ayrılarak son bulur; bunlar ilk kalça atardamarlarıdır. Aort kalpten kalçaya kadar başlıca şu dallara ayrılır: kalp atardamarları ve kronerler, kafa-kol anaatardamarı. sol şahdamar, sol köprücükaltı atardamarı, ka burgalar arası atardamarlar, bağırsak anaatardaman, üstkarın zarı damarı, böbrek atardamarları, altkarın zarı damarı. — Karşılaştırmalı anat. Aort sisteminin dü zeni, hayvanlarda, önemli değişiklikler gös terir. Memeli hayvanlarda aort insandaki gi bidir. Kuşlarda aort yayı soldan sağa yöne lir. Sürüngenlerde iki aort vardır. Bunlar bir süre sonra birleşerek tek aort meydana ge tirir. Timsahların yüreğinde iki karıncık vardır, her birinden bir aort çıkar. Bunlar birbirine yaklaşır ve Panizza boğazı denilen bir delikle birbirine bitişir. Kurbağalarda aort, temiz ve kirli kanın birbirine karıştığı tek karıncıktan çıkar. Balıklarda aort yok tur, sırt atardamarı vardır, buna «orta aort» da denir. Sırt atardamarı nabız gibi atar ve solungaçlarda temizlenen kanı taşır. Yumuşakçalarda ve kabuklularda omurgalılardakine benzer aort yoktur. — Embriyoloji. Aort’un meydana gelişi, evre leri bakımından, hayvanlar âlemindeki çe şitli hayvanların damar sistemi ile benzerlik ANZY-LE-DUC, Doğu Fransa’da Saone-et- gösterir. Bütün omurgalılarda, başlangıçta 5 Loire İdarî bölgesi. Bourbonnais ve Charo- çift aort yayı vardır. Sonra bunlar çeşitli sı lais bölgeleri sınırında; 543 nüf. Mimarîsi nıflara göre çeşitli değişikliklere uğrar. Charlieu kilisesinden örnek alınarak yapılan roman manastırı: sütun başlıkları, giriş ka — Patol. Aort’ta önemli hastalıklar olabilir: pısı, çan kulesi ile Bourgogne roman kilise firengi ve atheroma sonucu aort iltihaplan lerinin en-ilgi çekicilerinden biridir, (l) ması, göğüs veya karın aortunun anevriz mamı (genişleme), aort daralması. A.N.Z.U.S. Bk. PASİFİK KONSEYİ. ♦ Aortektazi i. (fr. aortectasie). Tıp. Aortun AOKİ KON-YO, XVIII. yy. ın ilk yarısında genleşmesi. yaşayan japon bilgini; japon takımadaların da batı ilmine karşı ilginin uyanmasında ro ♦ Aortografi i. (fr. aortographie). Aort’un, lü oldu. 1739’da yeni bir takvim yapmakla radyolojide kullanılan bir madde ile saydamgörevlendirildi ve şogun’un kütüphanesinde sızlaştırıldıktan sonra alınan radyografisi, (l) ki Hollanda astronomi eserlerini inceleme AORTİT i. (fr. aortite). Tıp. Aort iltihabı. sine izin verildi; Hollanda dilini hiç bilmediği Teşm. yol. Aort hastalıklarının tümü. halde bu eserleri çevirmeyi ve her bakımdan doyurucu bir takvim hazırlamayı başardı. — ansİkl. Bütün aort hastalıkları (hepsi inŞogun hükümetinin Batılılara karşı nefretine tanî değildir) aortit adı altında toplanır. Firağmen Hollanda’dan iktisat, tıp, fizikle il rengili aortit, firengi mikrobunun etkisi ile aor gili birçok ilim kitabı getirtti ve kendini tun orta tabakasının hastalanmasıdır. Bu has bunların tercümesine verdi. Böylelikle o za talık, özellikle aort yayının yukarı çıkan kıs mana kadar Çin’e bağlı olan japon ilmine mında yerleşir. Aort atheroması ise aort yayı çok büyük bir gelişme imkânı sağladı, (l) nın yatay ve inen kısmında olur. Aort iç za hemen altında yerleşir. Aortitler, aort AOMORİ, Japonya’da bir şehir, Hondo ada rının çıkan anaatardamarların, özellikle koro sının kuzeyinde il merkezi, aynı adı taşı tan ner damarların, şah damarların ve köprüyan'körfezin kıyısında; 294 000 nüf. Hako- cükaltı karodit damarların aortla birleştik date‘ye araba vapuru ile bağlanan liman, leri yerlerde doku bozukluklarına sebep olur. Hondo ile Hokkaido adaları arasında irtibatı Bazen de sigmoit kapakçıklara kadar ilerle sağlar. Balık bolluğu, Aomori’nin ihracat yerek aort yetersizliğine yol açabilir, (l) maddelerinden en önemlisi olan konserve sa nayiine yol açmıştır. Aomori İdarî bölümü AORTOSTENOZ (fr. aortostenose). Kardiyol. Aortun daralması. nün nüfusu 1 530 000 (l) ansİkl. Başlıca iki tip aortostenoz var AOOS. Esk. coğ. Epir ve lllirya’dan geçip — dır. Sigmoit daralması, aortun başlangıcın Adriya denizine dökülen yunan nehri. Bu da, sol kapakçıklar hizasında meydana ge günkü adı Viyosa. (l) lir. Aort boğazı daralması, Stahel kıstağın AORİST i. (yun. aoristos, belirsiz’den fr. da, yani aort yayının bitiminde, tam sol aoriste). Dil bil. Yunanca fiil çekim zamanı. köprücükaltı atardamarının çıktığı yerin he Bu zaman, kendi başına hareketin zaman i- men ardında olur. Sigmoit daralması, daha çinde yerini belirlemez. Ancak son bulmuş çok romatizmadan ileri gelir. Kıstak daral (asıl veya sonuca bağlı aorist), yeni başlayan ması ise doğuştandır ve uyluk damarlarında (başlangıç veya giriş aorist’i) veya genel ka nabız yokluğu ile belli olur, (l) rakterde (savlı aorist) bir hareketi belirtir. AOSTA, İtalya’da şehir. Batı Alpler’de, Do(Bk. GENİŞ ZAMAN.) [l] ra Baltea kıyısında muhtar Aosta vâdisi böl gesinin merkezi, 39 000 nüf. Ticaret merkezi. AORT i. (yun. aorte, damardan fr. aorte). Roma’dan kalma bir kemer; tiyatro ve am Anat. Kalbin sol karıncığından çıkan ve te fiteatr kalıntıları; eski surlar. XII. yy. dan miz kanı vücudun her tarafına götüren a- kalma kilise. Maden eritme sanayii. tardamarların başlangıcı, büyük atardamar. — Tar. Şehir, yerli halk Salassi’leri yenen (Eşanl. ANAATARDAMAR.) Augustus tarafından 23 yılında Augusta — Anat. Aort deliği, aortu sol karıncığa bir Praetoria adı altında bir Roma kolonisi leştiren delik. (Bu delikte «sigmoit» adı ve olarak kuruldu. Aosta önemini coğrafî du rilen 3 kapakçık vardır. Bunlar kalbin gev rumuna borçludur; adını taşıyan vâdiye hâ şeme hareketi sırasında kanın aorttan sol kim bir yerdedir ve Savoia hanedanından bir karıncığa geri dönmesine engel olur.) |j Aort dükalığın il merkezi olmuştur, (l)
AOSTA vâdisi
AOSTA hanedanı, Savoia hanedanının kü çük kolu; İtalya kralı Vittorio Erhanuele II’nin ikinci oğlu, geçici İspanya kralı, Aosta dükü amedeo l ’in (1845-1890) soyun dan gelir. Amedeo l ’in büyük oğlu Aosta dükü emanuele-f İlİberto (Cenova 1869-Torino 1931), Birinci Dünya savaşında Avus turya ordularına karşı başarısızca savaştı, ama 1926’da mareşalliğe yükseldi. Paris kon tu Philippe’in kızı Helene d’Orleans’dan iki oğlu oldu: Amedeo II ve Aimon. —Aosta dü kü amedeo II (Torino 1898-Nairobi 1942). 1937’de Habeşistan kral naibi olarak Graziani’nin yerine geçti. Amba Alagi’de İngilizlere yenildi (1941), Nairobi’de esir olarak öldü. — aİmone (1900-1948), Spoleto dükü aortografi (1904-1942), Tomislav II adı ile Hırvatistan kralı (1942-1944), Aosta dükü (1942-1948). alman taraftarı Ante Paveliç, hükümetinin davet ettiği Hırvat tahtına hiç bir zaman oturamadı. İkinci Dünya savaşından sonra Arjantin’e göçtü, Buenos Aires’te öldü. — amedeo III. Aosta dükü, öncekinin oğlu (doe. 1943). [L] AOSTA vâdisi, ital. Valle d’Aosta, ltal- aort ya’nın Batı Alpler kesiminde. Aosta vâdisi yan ve uç dallar sağ şahdamar
so! şahdamar
AOSTA
30
adı verilen ve Doğu Bâltea vadisinin her iki noux), denemeciler (Maxime Duran, Aime lunmadan onlara tam nesnel bir değer yük yanında yer alan bölge; 105 800 nüf. Berthet, Joseph Brean ve Jules Brocherel) leriz. Buna göre kesinlik gibi apaçıklık da • Coğrafya. Çoğu 4 000 m’yi aşkın zir yetişmiştir. Vâdi edebiyatı bugün duraklama doğrulukla karıştınlamaz. öznel (sübjektif) halindedir: bu duraklama, kadroların yeni kesinliğimize rağmen, nesnel (objektif) ola veleri olan dağ sıralarının sınırladığı Aosta vâdisi, birtakım sel sularını aldıktan sonra lenmesini engelleyen faşist baskısının so rak yanılabiliriz. Hattâ sözde apaçıklıklara Pont-Saint-Martin’de Po ovasına çıkan, Do- nucudur.'Aosta’da fransızca yayımlanan bir bile kapılabiliriz. Peki, bu durumda, doğ ra Bâltea’nın geçtiği bir oluktan meydana çok dergi vardır. Plastik sanatlarda verim ruluğa ulaşmak v e ' onu elde ettiğimizi bil gelir. Ortadaki vâdinin her iki yanında bir azdır: XIX. yy. da bir heykeltıraş (Eugene mek için elimizde apaçıklıktan başka ne düzine kadar yan vâdi vardır. Bu bölgenin Mus), iki ressam (Ysabellon ve Artari) yetiş gibi bir araç var? Şüphesiz bunun için «ta dışa açılan geçitleri: Fransa’ya doğru Mont- miştir. Çağdaşları arasında Nex iyi bir sera nıt» a (delil), önermeden önermeye geçerek Blanc tüneli Ye Küçük Saint-Bernard geçidi. mikçidir; Aosta’nın tek büyük ressamı Italo sonuç çıkarma yöntemine baş vurabiliriz. İsviçre’ye doğru Büyük Saint-Bernard geçidi Mus, dağlıların ruhunu ve hayatını gerçek Zaten bu yöntemledir ki bilgilerimizi «sınar ve deneriz». Ama tanıtın da baş vurduğu ve tüneli, Piemonte’ye doğru da Pont-Saint- çi bir görüşle yorumlar, (l) son kaynak gene de bir apaçıklıktır. Bu da Martin boğazıdır. AOSTE, Doğu Fransa’da İşere idari böl Descartes’ın «açık ve seçik kavramı» gibi, Wallis Germenlerinin oturduğu Lys vâdisi gesinde (La Tour-du-Pin’in İdarî çevresi) aşa kuşku, kesinlik gibi fazla özneldir. Bunun dışında, vâdililer Savoia’lılarla aynı lehçeyi ğı Dauphinâ’nin alçak topraklarında komün; la birlikte kanıt, metotlu, anlaşılır ve etkin (Fransızca) konuşur ve aynı soyadlarını taşır 1 182 nüf. Eski bir Roma kolonisi olan bir bütün olan bilimin içinde yer alırsa da lar. Sapalığı yüzünden Aosta vâdisi 1850’ye Aoste’un bir eski eserler müzesi vardır, ipek ha nesnel bir değer kazanır. İlmî apaçıklık kadar ırk birliğini muhafaza etmişti: fakat dokumacılığı. Makine atelyeleri. (l) bütün apaçıklıkların en nesneli, doğruya İtalya birliğinin kuruluşu üzerine buraya Pie- AOTUS i. Zool. Tropikal Amerika'da ya ulaşma ihtimali en çok olanıdır. monte’li tüccarlar geldi, faşizm sırasında, bü şayan bir maymun türü. Gececildir. Birbirine yük çapta ve düzenli bir Venedik’li ve Ca- yakın iri gözleri vardır. Kulakları küçük, Bununla birlikte zaman zaman ilim de ya labria’lılar göçü oldu. Bunun üzerine yerli kuyruğu uzundur. Yumuşak ve sık tüylü nılır; bunun için, herhangi bir olayı eleş1 halkın bir kısmı da dışarıya gittiler. Yeni ge dür. Nyctipithecus’a, gece maymunu ve yer tirdiğimiz gibi, geçici yanılmaları bile önce den gören bir süreç (vetire) içine yerleş lenler burada yerleştiler ama, Yerlilerle kay li dilinde dıırukuli de denir, (l) tirerek, ilmi de eleştirmemiz gerekir. Böy naşmadılar, ancak faşizmden miras kalan ki AOUK. Bk. auk. lece bütünüyle nesnel bir biçimde düşünü lit noktaları tuttular. Bugün iki halk toplu luğu yanyana yaşar: biri dağlarda Fran AP — ek. Dil bil. A ünlüsüyle başlayan bir len İlmî apaçıklık, o andaki yanılmalar ara sızca konuşan topluluk, ötekiler ise şehir kelimenin ilk hecesinin, mübalâğa ve kuv sından bile doğruya götürür. Aynı nesnel lerde İtalyanca konuşan halktır. Aosta vâdi vetlendirme kastiyle, tekrarından meydana eleştiri bütün öbür apaçıklıklara da yöne si geçim kaynaklarının başında büyük baş hay gelen önek. Genellikle sıfatlarla yapılan ve lip, onlara da gerçek nesnel değerlerini ve vancılık ve orman ürünleri yer alır. Otlakların başa hece eklenen tekrarlarda, sıfatın ilk rebilir. (L) devamlı genişlemesine karşılık, güneye ba heceleri alınır, bu hecelerin sonuna ünlü ile APADANA i. Pers Akamanış saraylarında, kan yamaçlarda tahıl ve üzüm yetiştirilir. Pa bitiyorsa, doğrudan doğruya; ünsüz ile biti Mısır tapınaklarında olduğu gibi, birçok tates ve meyve (armut ve elma) önemli bir yorsa, ünsüz atılarak m,p,r,s seslerinden bi sütun üzerine oturtulmuş taht salonu, (l) yer tutar. Yeraltı kaynakları zengindir: La ri getirilir. Meydana getirilen bu unSıır ayrı APAFİ I M ihaly (1632-Fogaras 1690), osMihaly APAFİ I Thuile’de maden kömürü, Cogne’da demir bir kelime veya önek gibi asıl kelimenin ba manlı tarihçileri Mihal adını tercih ederler. (Aosta’da işlenir), Brusson’da altın, Ollo- şına getirilir, böylece hece tekrarına daya Erdel (Transilvanya) beylerinmont’da bakır, Saint-Vincent’da amyant bu nan bir kelime grubu ortaya çıkar: A p OsmanlIların dendir. Nemçe (Avusturya) imparatoru Leolunur. Hidroelektrik donatımı pek gelişmiş açık (apaşikâr), hiç gizli tarafı olmayan, pold I, Erdel’i himayesi altına almak istedi tir. Aosta vâdisi saatte 2 milyar kilovat üre çok açık: Yaptığınız gizli hareketi, ben Kemeny Jânos’u buraya kral seç timi ile Piemonte’ye gereken enerjinin he size apaçık iade ediyor, gönderdiğiniz mek ğinden tirdi. Onu tanımayan OsmanlIlar, serdar Kö men tümünü sağlar. Bölge yine de büyük tubu, eki ile, raptiyesi ile suratınıza çarpı se Ali Paşa kumandasındaki orduyu Erdel’e çapta sanayileşmiş sayılmaz (Aosta’da me yorum (Y. Z. Ortaç), j] Apak, çok beyaz: gönderdiler. Kaçan kralın yerine Apafi Mi talürji, Châtillon’da sunî ipek). Turizm bü Cennet karının saçları apaktı (Yaşar Ke haly’nin OsmanlIlar tarafından geçi yük gelişme halindedir (Saint-Vincent ve mal). 1| Apansız, anî olarak, birdenbire: rilişi için yapılan törenlere ait tahta bilgiyi Ev Courmayeur’de kış sporları, kaplıcalar, Cer- ... Harp okulu öğrencisiyken, apansız Taş liya Çelebi’nin Seyahatname’sinden (C. VI) vinia’da [Breuil] kış sporları ve dinlenme yeri, kışlaya götürülüp... (K. Tzhır),\\Apaydınlık, Cogne’da Gran Paradiso millî parkı {dağ pırıl pırıl, çok ışıklı, aydınlatılmış: Bir öğreniyoruz (1661). Serdar Ali Paşa eski kral KemĞny Jânos’u yenince (1662) Mihaly’nin keçileri ve karacalar]). Turizmin gelişmesin kaç saniye içinde sofa apaydınlık kesildi krallığı resmen tanındı. Avusturya karşı de tabiat güzellikleri- ve iklimin elverişliliği (H. R. Gürpınar). || Apayrı, çok başka, sında Macarlara ve OsmanlIlara yardım et ile beraber, iktisadın bütün kesimlerde değişik: Onlar daha sinemanın tiyatrodan tiyse de, Kara Mustafa Paşanın İkinci Vi gelişmesini sağlayarak hayat şartlarım değiş büsbütün başka, apayrı bir sanat olduğunu yana kuşatmasında Viyana’yı alamadan bile anlayamadılar (N. Ataç), [m] tiren muhtariyet de rol oynamıştır. dönmesiyle Avusturya’nın himayesini tanı • Tarih. Aosta bir Roma kolonisiydi. V. A.P. Adalet partisinin rumuzu. Bk. ada mak zorunda kaldı ve bir antlaşma imzala ve VI. yy. da Aosta vâdisi Bourgogne ve let PARTİSİ. dı (1687). Böylece de sözde kral halinde Frank krallıklarına aitti, X. yy. da üçüncü kaldı, ölünce yerine oğlu Apafi II, henüz Bourgogne krallığına geçti: 1238’de Hohens- APA, İç Anadolu’da Konya ilinin Çumra il 13 yaşında iken geçti, (ml) taufen’li imparator Friedrich II tarafından çesi içinde bir köy; 1 005 nüf. Dinek buca dükalık haline getirildi ve bundan böyle, ka ğında, Çarşamba suyunun ovaya çıktığı yer APAFİ II, M ihaly, son Erdel beyi ve Apa deri Savoia hanedanınınkini izledi. Fran yakınında bulunur. Burada sulama için top fi I Mihaly’nin oğlu (1677-Viyana 1713). On üç yaşında iken AvusturyalIlar tarafından sız birlikleri 1692’de ve 1708’de Aosta’yı iş rak bir baraj yapılmıştır, ( m) gal ejtiler. 1800-1814 Arası Fransa impara APA, Güney Amerika’da Paraguay ırma vasilik altında Erdel beyliğine getirildi torluğuna geçen vâdi, sonradan Sardunya ve ğının soldan aldığı kol. Mato Grosso’dan (1690). Fakat, OsmanlIlar onu tanımaya İtalya krallığına katıldı. Alpler ordusunun (Brezilya) çıkar ve rio Estrella kolu ile, Pa rak, Thököly’yi bey tayin ettiler. Thököly, Apafi II’nin üzerine yürüdü ve Avustur fransız birlikleri (general Doyen) 25 ni raguay’ın kuzey sınırını çizer, (l) ya ordusunu yenerek Hermannstadt’ı aldı; san 1945’te buraya girdi. Susa’yı ele geçirdik Thököly’yi yendilerse de Apa ten ve İtalyan müttefik kuvvetleriyle irtibat APACZAİ CSERi (Janos), - macar bilgini AvusturyalIlar sağladıktan sonra, Ingiliz-Amerikan müda (Transilvanya’da Apaca -?, Kolozsvar 1659). fi, Avusturya’nın uygun görmediği bir ev lenme yaptığı bahanesiyle Viyana’ya çağ Transilvanya hükümeti tarafından Utrecht halesi yüzünden birkaç hafta sonra yeniden ve ölümüne kadar orada kaldı; bu ara çekildiler. 1948’de İtalya cumhuriyeti, dil ve üniversitesine gönderildi, 1653’te memle rıldı da beylik tahsisatı aldı, fakat bütün hü ketine döndü ve Descartes felsefesine uy ırk özelliğini gözönünde tutarak Aosta vadi sine muhtariyet tanıdı. Bugün Aosta, genel gun bir Magyar Encyclopeadia (Macar An kümranlık haklarından vaz geçti, (m) siklopedisi, 1655) yayımladı. Ayrıca bir APAGOGE i. Esk. çağ. Atina’da, her va oyla seçilen bir bölge kurulu ve idare meclisi ile idare edilir. Fransızca ve İtalyanca resmî Magyar Logikacska (Küçük Macar Mantı tandaşa tanınan, bir suç işleyeni suçüstü yakalama hakkı, (l) dillerdir, bütün okullarda öğretilmesi mec ğı) adlı eseri vardır, (l ) burîdir. APAÇIK sıf. Doğruluğu kolaylıkla kavra- APAGOJİ i. (yun. apagoge, getirmek ey• Edebiyat ve Güzel sanatlar. Aosta vâ nabilen ve zihinde hiç bir şüpheye yer bı lemi’nden fr. apagogie). Mant. Bir öner menin doğruluğunu ispat etmek için karşıt rakmayan. disi edebiyatı kapalı bir bölge içinde geliş önermenin saçmalığını göstermeğe dayanan miş olduğu için az tanınmış olmakla bera ♦ A paçıklık i. Apaçık olma özelliği: doğ akıl yürütme. (L) ber çok zengindir. İtalyanca Aosta vâdisine ancak 1860’ta girdiğinden, daha çok Fran rudan zihne aydınlık görünmesi: Bir ak APA IŞBARA YABGU, Batı Göktürk ha sızca kullanılmıştır. XV. yy. a ait tarih gün siyomun apaçıklığı. kanı (640-642). Babası Işbara Han zamanın lükleri ve dinî oyunları boldur: XVI. ve — ansİkl. Mant. Descartes, apaçıklığı doğ da karışıklıklar çıktı. Işbara Han bu duru XVII. yy. da birçok din yazarı yetişmiştir. ruluğun ölçeği olarak görmüştü: Descartes’- mu düzeltemediği gibi âsilerle yaptığı sa XVIII. yy. da dikkate değer bir tarihçi olan a göre ancak açık ve seçik kavramlar vaşı da kaybederek kaçtı. Kurultay Ye-ke-şe’J.B. de Tillier ile iki filozof, Dondeynaz ve apaçık olabilir ve Regıılae ad Directionem yi Apa-tu-le adiyle hakan ilân etti. Işbara Pellissier görülür. XIX. yy. Aosta edebi Ingenii (Aklın İdaresi için Kurallar) adlı tekrar ortaya çıkarak yurdunun bir kısmın yatının altın çağıdır, özellikle XIX. yy. ın kitabında «yalın özler» dediği bu kavram da da o hüküm sürmeğe başladı. Fakat bir ikinci yarısında, İtalya birliğinin kuruluşun lara karmaşık kavramların çözümlenmesi süre sonra ölünce yerine oğlu Apa Işbara dan itibaren, Aosta vâdisinden Fransızcayı ile ulaşılabilir. Bununla birlikte, Descartes’- Yabgu hakan ilân edildi. Çin imparatoru, söküp atmağa çalışan hükümete karşı gö- ın bu tezi tenkit edilmiştir. Meselâ Renou- kendisine davul ve bayrak gönderdi. Yeni ZÜpek gazetecilerin ortaya çıktığı görülür. vier için apaçıklık hiç bir şekilde doğru hakan karargâhını İli ırmağının batısına Academie de Saint-Anselme 1855’te kurul-' luğun ölçeği olamaz. Bir önermenin çeli kurdurdu. Leb gölünden Hazer denizinin muştur. Bu çağın en önemli yazarları Berard, şiğini düşünemediğimiz zaman onu apaçık doğusuna kadar olan bölgeye tam mânâsıyBochet, Carrel, Gal, Gorret ve Rean’dır. sayarız veya bir önerme ile dile getirdi le hâkim oldu. Ye-ke-şe ise zamanla kuv Cerlogne yerli lehçe ile yazmış başarılı bir ğimiz düşünceler, eğilim, önyargı, daha ön vetlendi ve Apa Işbara Yabgu üzerine yü şairdir. Çağımızda bir tarihçi (Mgr Duc), ceki bilgilerimiz ve varsayımlarımıza o ka rüdü. Apa Işbara Yabgu, fetihler ve Apahikâyeciler (Joseph Henry, Antoine Cha- dar uygun düşer ki hiç bir çabada bu tu-le meselesiyle uğraşırken kendisine bağFoto. LAROUESE; MEYDAN
APA lı kabileleri hoş tutamamıştı. Bu kabilelerin isyanı sonunda kaçmağa mecbur oldu. (M) APAK (Orhan Şeref), türk spor idarecisi, (İstanbul 1906). Çeşitli fasılalarla (1952, 1958, 1961, 1965) Futbol federasyonu başkanlığına getirilmiştir, (m) APAK (Rahmi), türk siyaset adamı ve as ker (Babaeski 1887-Ankara 1963). 1906 Yı lında Harp okulunu bitirdi. Balkan savaşına Vardar ordusu ile katıldı. 1914’te kurmay oldu. Birinci Dünya savaşında Kafkas, Irak ve Filistin cephelerinde bulundu. 1917’de İngilizlere esir düşerek Malta’ya götürüldü. Kurtuluş savaşında alay ve tugay kuman danlığı yaptı. Moskova’da ataşemiliter ola rak bulundu. 1934’te ordudan ayrıldı. 19351946 Yılları arasında Tekirdağ milletvekilli ği yaptı. Lizbon elçiliğine tayini üzerine milletvekilliğinden çekildi. 1949 Yılında Bağ dat elçiliğine nakledildi. 1952’de emekliye ayrıldı. Eserleri: Rus-Leh Seferi (1925); Ci han Harbi Esnasında Avrupa Hükümetle riyle Türkiye. Anadolu’nun Taksimi (1926); Felâkete Doğru (1932); Mareşal Foch’un Ha tıraları (1939); İstiklâl Savaşında Garp Cep hesi Nasıl Kuruldu (1942); Portekiz ve Salazar (1949); Yetmişlik bir Subayın Hatı raları (1957); Türk İstiklâl Harbinde İç Ayaklanmalar (1964). Bunlardan başka asker likle ilgili bazı meslek kitapları da yar dır. (M) APALAK sıf. [Süt çocuğu için] Tombul, gürbüz, iri. ]| Halk dili. Meme çocuğu, be bek. — dey. Apalak topalak, tombul, sevimli, yü zü gözü temiz [küçük çocuk], (m)
APALAŞ dağları, ing. Appalachian Mountains. Kuzey Amerika’da dağ sistemi. Saint-Lawrence ırmağı ağzından Alabama’ ya kadar doğu kıyısına paralel olarak 2 000 km’den fazla bir uzunluk gösterir. Eskiden kıvrılmış ve peneplen haline getirildikten sonra aşımınla gençleşmiştir: sert ve yumu şak yereylerin birbirini izlemesi sonucunda dik yamaçlı sırtlarla dayanıksız kayalar alanında oluk şekilli çukurlar meydana çık mıştır. Dağ kütlesi iki yandan yaylalarla sı nırlanır. Batıda Appalachian yaylası. Catskills’lerle 1261 m’ye yükselen ve güney doğuda dik bir yamaçla (Alleghany Front ile) son bulan hemen hemen aşınımdan bo zulmamış bir peneplen’dir; doğuda Piedmont yaylası Atlas okyanusu kıyı ovasına doğ ru eğilir. Bu yaylalar arasında kuzeydoğu dan güneybatıya doğru yönelen birbirine paralel oluklar, peneplen’in gençleşmesinden meydana gelme yönelmiş ve aşınmış sırt larla ayrılmıştır; bu sırtların en yükseği güneyde Mount Mitchel’dir (2 037 m). Apa laş bölgesi yeraltı kaynakları (maden kö mürü, petrol) ve gelişmiş sanayii (özellikle kuzeyde Pennsylvania’daki demir, çelik ve makine sanayii) bakımından büyük bir İk tisadî önem kazanır. ♦ Apalaş sıf. Jeomorfol. Apalaş yüzey şekli veya relyefi, birbirinden oluk biçimli uzun çukurlarla ayrılmış, pek değişmeyen yüksek likte paralel zirveleri olan engebe çeşidi. — ansİkl. Jeomorfol. Apalaş yüzey şekilleri, sert ve yumuşak tabakaların art arda geldi ği, sırasıyle düzleşme ve aşınma devreleri nin hüküm sürdüğü kıvrımlı ve daha son ra aşınımın tekrar başladığı oluşumlarda ge lişir. Farklılaşmış aşınmadan ileri gelen bir yüzey şeklidir. Akarsular ağı dikgen biçi mindedir: bazı kollar yumuşak kayalardan meydana gelmiştir ve biçimli kesimlerin su yunu alır: bunlara dikey olan kollar ise sert kayaları boğazlardan geçerek aşar. Bu terim, genellikle, eski dağ kütlelerine ve ta bakaları muntazam örtü kıvrımlarının et kisi altında kalmış kütlelere uygulanmak istendi. Daha sonra da terimin anlamı git tikçe genişledi: tabakaların yaşı Ye kıvrıl ma şekli ne olursa olsun, yukarıda açık lanan şartlara uygun yerey şekillerine bu terim uygulanmaktadır: ancak bu şekille rin, çok dikelmiş ve dar sırtlar meydana getirebilecek durumda olmaları gerekir. Bel çika Ardenne’indeki Condroz ve Montagne Noire’ın bazı kısımları böyledir. Yalancı apalaş yüzey şekli diye, genel görünümü apalaş yüzey şekillerini andıran, ama evri mi bir dereceye kadar değişik olan böl gelere denir: bunlarda sert kaya dorukları, düzlenme yüzeyi tarafından kesilmemiştir, bu düzlenme yüzeyi sadece üzerinde sözü ge çen dorukların yükseldiği yumuşak kayaları
etkilemiştir: bu yüzden sert kaya sıraları dü Dış kol hiç bulunmayabilir. Protopodit. iki zenli değildir. Bu durum, şistli Ren küt parçadan meydana gelir: koksopodit ve lesindeki Taunus, Hunsrück ile Armörik ma bazipodit. Endopodit ve eksopoditi teşkil sifindeki Falaise kesiminde görülür. Bazen eden parçaların sayıları da şekilleri de çok evrim daha karmaşıktır; düzlenme yüzeyi, değişiktir. Böceklerde göğüs apandisi veya kırıklarla türlü yükseltilerde kütleler ha patea, arka ayakların bağlandığı bir kok linde kesilir veya yerini basamaklı düz sa, küçük bir uyluk yumrusu, oldukça uzun bir uyluk kemiği, tibya ve nihayet tarlenme seviyelerine bırakır, (l) APALAŞLAR, Georgia, Mississippi dolay sus'tan meydana gelir. Tarsus’un ayrı şekil lerde sonlanan birçok parçası vardır (çen larında yaşayan, sayıları çok azalmış Ku gel, yapışıcı raket v.b.). [l] zey Amerika yerlileri. (L) APAMA, Baktriane satraplarmdan birinin APANDİSİT i. (fr. appendicite). Patol. kızı. M .ö. 325’te Seleukos Nikator ile ev Körbağırsak apandisinin yangısı. lenip birçok şehre adını verdi. — Antiokhos — ansİkl. Apandisit çok değişik, bazen Soter ve Stratonike’nin kızı. Kyrene kralı aldatıcı klinik tablolar şeklinde görünen ve çok sık rastlanan bir hastalıktır. İki büyük Magas ile evlendi, (l) APAMEİA. Esk. coğ. ön Asya’da bulunan şekli vardır: had apandisit, müzmin apan disit. birçok şehrin adı. En ünlüleri şunlardır: 1. Apameia Kibotos, Anadolu’da Frigya böl Müzmin apandisit, bulantı, kabız ve sağ kal gesinde Maiandros’un (Büyük Menderes) çı ça çukuru içinde ağrı ile kendini belli eder. kış noktasında bir şehir. Seleukos Nikator’- Muayenede, sağ kalça çukurunda, ağrı elle un kurduğu ve karısının şerefine Apameia tespit edilir; bu ağrının en şiddetli olduğu nok adını vermiş olduğu bu şehir Kelainai şeh ta kalça kemiğinin ön üst dikenini göbeğe bağlayan çizginin ortasındadır: bu nokta rine de yakındı. (Bugün Dinar.) 2. Apam eia, Orontes üzerinde (bugün Âsi ya McBumev noktası denir. Bununla bera ber müzmin apandisit, apandise bağlamlamaırmağı). Seleukos Nikator tarafından geniş letildi.. önce Pompeius, sonra 540’ta Hüs- yacak çok aldatıcı çeşitli şekillere bürüne bilir (baş ağrıları, rahatsızlıklar v.b.). Bu rev Anuşehrevan tarafından yağma edildi. Bu gün türlü kalıntıları vardır (tiyatro, Ta bozuklukların tedavi şekli, genellikle hiç bir kötü sonucu olmayan apandisit ameli lih tapmağı). Haçlı seferlerinde Famia de nilen bu şehir, Antakya prensliğinin başpis yatıdır. Had apandisit, başlangıçta kalça çukurunda koposluk şehriydi. 3. Apam eia, Anadolu’da Bithynia bölgesin şiddetli bir ağrı, ateş ve kusmalarla kendini belli eder; muayene kalça çukurunda şid de bir şehir. Burada Kolophon şehrinin ko lonisi olan Myrileia şehri vardı ve Make detli bir ağrı ve karın duvarında bir direnç donya kralı Philippos V burayı tahrip edin gösterir. Bu tablo, ağır, hattâ öldürücü ce, toprakları Bithynia kralı Prusias’a geç karmaşımlarm meydana gelmesini (genel pe ti. Prusias karısı Apama’nın şerefine bu ritonit, derin abse) önlemek amacıyle ge şehri kurdu. Mithridates savaşından zarar cikmeden ameliyatı gerektirir. Had apan gören şehir, Augustus zamanında Roma’nın disit, apandisin anormal duruşuna (leğen içi, kolonisi oldu ve Colonia lulia Concordia körbağırsak arkası, karaciğer altı), hasta Augusta Apamea adını aldı. Kalıntıları Mu nın yaşma (meme çocuğunda ve ihtiyarda teşhis güçtür) ve nihayet başlangıca bağlı danya’nın güneydoğusundadır. (lm) (had apandisit birden, genel peritonitle be Apam eia barışı, Romalıların Sipylos Mag- lirir) özel şekillere bürünür. Had apan nesia’sında, M .ö. 189’da Antiokhos IIl’e disit derhal cerrahî müdahaleyi gerektirir, karşı kazandıkları zaferden sonra, 188’de teşhis büyük ölçüde periton yangısının yay Apameia-Kibotos’da imzalapan barış antlaş gınlığına bağlıdır; ameliyat sonrası tehli ması. Bu antlaşma ile Antiokhos, Romalıla keler özellikle bir bağırsak tıkanmasının ra 15 000, Pergamon (Bergama) kralı Eume- ortaya çıkmasına bağlıdır. nes’e 850 talentum ödemek, Roma’ya kur may heyeti ile birlikte rehinelerini (bu arada ♦ Apandikosel i. (fr. appendicocele). kaçıp kurtulan Hannibal’i) ve gemilerini Apandis fıtığı. teslim etmek zorunda kaldı. Gelecekte ge ♦ Apandikostom i i. (fr. appendicostonıie). milerini Sarpedon burnunun doğusunda tut Cerr. Apandisin, boşluğu açıldıktan sonra mağa, Küçük Asya üzerindeki bütün hakla deriye ağızlaştırılması. rından vaz geçmeğe söz verdi. Roma, Kü ♦ Apandisektom i i. (fr. appendicectomie). çük Asya’nın bazı şehirlerine bağımsızlık Körbağırsak apandisinin cerrahî olarak alın tanıyor, geri kalanlarını Pergamon’lu Eume- ması. nes’e ve Rodos’a veriyordu. Pergamon kral lığının ilk Küçük Asya devleti olmasını sağ — ansİkl. Apandisektomi, genellikle sağ layan Apameia barışı büyük bir ustalıkla iliak çukurda, McBurney yarık çizgisi denen hazırlanmıştır: yunan kuvvetleri kendi ara eğik bir yarık çizgiyle yapılır. Kronik apan larında karşı karşıya bırakılırken Roma disitlerde kısa süren bir müdahaledir. Had hiç toprak ilhak etmiyor, gözü tok bir dev apandisit halinde veya apandis’in anormal let gibi görünerek gerçekte bütün Küçük yerleşmeler gösterdiği durumlarda uzun ve Asya’yı kesinlikle ele geçirmiş oluyordû. (l) nazik bir ameliyat olabilir.- (L) APANDİS i. (lat. appendix’ten fr. appen- Apa Ofset basım evi, sanayi ve ticaret ano dice). Anat. Körbağırsağm 4-12 sm uzun nim şirketi. Resim, dekor ve klişe sahaların luğundaki körelmiş solucansı son kısmı. da çalışan Mazhar Apa tarafından 1942 yı İleumun körbağırsağa açıldığı ağızdan 3 lında İstanbul’da kuruldu. Foto ofset tek sm aşağıda bulunur. niğini Türkiye’de en modern şekliyle uygula — ansİkl. Apandis’in iç oyuğu silindir bi yan ilk basımevidir. Apa Ofset’te bugün 15 baskı ünitesi vardır ve Levent’teki modern çimindedir ve körbağırsağa açılır. Genellik le kıvrımlı bir doğrultu izler ve körbağır- tesislerinde 150 mütehassıs eleman çalışır. (M) sağın iç kenarına uzanır; fakat başka yö APAR i. (fr. â part’dan). Tiyatr. Tiyat nelimler de gösterebilir, özellikle körbağır- ro metinlerinde* oyuncunun seyircilere du sağm arkasına geçebilir (retroçekal apan yuracak kadar yüksek sesle söylemesi ge dis); ucu körbağırsağm çok uzağına yer reken, fakat öteki oyuncuların duymadık leşebilir; bu durumda çıkarılması güçleşir ları farz olunan kelime veya cümleleri be (leğen içi, karaciğer altı, körbağırsak me- lirtmek için kullanılır, (l) zosu apandisleri gibi). Normal durumda apandis, kalça kemiğinin sağ kanadının ön APARAT i. Bk. cİhaz. üst dikeninden göbeğe çekilen bir çizginin APARECİDA, Brezilya’da şehir (Sao-Pauorta noktasında, karnın iç yanma doğru lo eyaleti); 15 400 nüf. (l) dönüktür. Buraya McBurney noktası adı APARKAT veya APARKUT i. (ing. upperverilir. Körbağırsak apandisinin yangılan cut). Spor. Boksta kroşe yumruğun aşağı ması sık görülür. (Bk. a p a n d i s i t .) [-» dan yukarıya doğru atılan şeklinin adı. Bibliyo.) [L] Kol, dirsekten 45 derecelik bir açı teşkil APANDİS i. (fr. appendice). Zool. Daha eder ve yumruk mideye, karaciğere, kal iri kısımlara (bacak, mandibula, anten, pal- be veya çeneye atılır, (m) pa, solungaç kesesi v.b.) takılı ince uzun APARKHE i. Esk. yun. Konfederasyon si kısımlara verilen ad. || Kuyruk apandisi, telerince Eleusis tanrıçalarına ödenen ver omurganın kuyruk biçimindeki uzantısı. giden Atina’nın, M.ö. yaklaşık olarak 446— ansİkl. Zool. Kabuklularda göğüs apan 445’ten itibaren almağa başladığı altmışta bir disi Y şeklindedir. Y’nin dibi protopodit hisse. (Gerçekte maksat, Pers istilâsında za ile yapışıktır, çıkan kollardan birisi iç kol rar gören telesterion'un yerine daha güzelini (endopodit), diğeri dış kol’dur (eksopodit). inşa edip onu tanrıçalara adamaktı.) [l]
31
kalınbağ kalça kemiği Mac noktası öndeki üst kalça ç ık ın tıs ı körbağırsak apandis incebağırsak sonu
apandis
APA
Kuzey
A P E N N İN d a ğ la r ı,
Cimone tepesi
APARKUT i . B k . a p a r k a t . APARMAK veya APARTMAK geçi. f. Alıp götürmek, kapıp kaçmak: Geçme namert köprüsünden ko aparsın su. seni (....) Ar go. Gizlice almak, gizlice alıp kaçmak, aşırmak. — Dil bil. Kelime bugiin Azerî Türkçesinde ve bazı Anadolu halk ağızlarında «alıp götürmek», argoda «aşırmak» anlamıyle yaşamaktadır, (m) APARÖNİ i. {a, bulzl. eki ve yun. pareune çiftleşmeden fr. apareunie). Kadın cinsiyet organlarının kötü oluşmasından veya yoklu ğundan ileri gelen çiftleşme imkânsızlığı. (L) APARRi, Filipin adalarında şehir, Luçon adasının kuzey kıyısındaki başlıca limanı; 25 000 nüf. Tütün ve odun ihracatı, (l) APARTE i. (lat, a parte, ayrı olarak’tan fr. aparte). Bir tiyatro oyuncusunun yal nız seyirci tarafından duyulduğu farz olu nan kendi kendine yaptığı konuşma, (l) APARTHEİD i. (afrikaanca dilinden k.). Beyazlar tarafından, Zencilere karşı, her konuda sistemli olarak ırk ayırımının uy gulanması. (Apartheid, Güney Afrika cum huriyetinde milliyetçi hükümet Tarafından sürdürülmektedir.) (Bk. EK CİLT) [14 APARTMAK geçi. f. Bk. aparmak. APARTMAN i. (fr. appartement, daire). Odaları ve diğer müştemilâtı bir kat üze rinde olan dairelerin meydana getirdiği taş veya beton bina: Apartman merdivenlerin den koşa koşa çıktı (S. F. Abasıyanık). Bu gün damım çökerken biraz daha başıma / Üstüne bir kat daha çıktı apartmanlar (F.N. Çamlıbel). Apartman dairesi, bir apart man katında çeşitli odaları, mutfak, banyo v.b. bölümleriyle başlıbaşına müstakil bir ev sayılabilecek bölüm: Suzy apartmanın arka tarafına giden koridorda kaybolmuştu (P. Safa). Apartman katı, bir apartmanın bir veya birkaç daireyi içine alan katı. Blok apartman veya apartmanlar, aynı tip birden fazla apartmanın birbirine bitiştirilmesiyle elde edilen ve kırk, elli dairelik büyük bi na (böyle yapılmış binalar topluluğu), [m] APAR TOPAR zf. Telâş ve acele ile: Apar topar evden fırladım, ;| Yaka paça: Genç ler hocayı apar topar getirdiler, teneşir tah tasına yatırdılar (N. Araz). — dey. Apar topar etmek, kargaşalık ve gü rültü içinde toparlamak, yaka paça ederek götürmek: Dökümhane kapısına doğru akan bir kalabalığın üzerinde çırpınıyor, herifi apar topar etmişler (Orhan Kemal), [m] APASTAMBHA, eski çağlarda yaşamış bir hint ermişi; Güney Hindistan’da bugün de açık olan bir Veda okulunun efsanevî ku rucusudur. Tapınma ve hukuk üzerine M .ö. V. yy. dan kalma birçok sutra’yı onun yaz dığı söylenir. (L) APAŞ i. (Amerika’nın Apaş yerlilerinin adından). Her an kötülük yapmaya hazır, büyük şehir serserisi, (l) APAŞLAR, A.B.D.’nin güneybatısında ya şayan yerliler (Athapacan’lar ailesinden). XIX. yy. sonunda batıya göçen öncülerle (Pioneers) savaştılar. O zamandan beri, bazı ları Arizona, New Mexico, Teksas, Oklahoma’da Yerlilere ayrılmış bölgelerde yaşarlar. Eskiden göçebe, avcı ve savaşçıydılar. Pueblo’lar ile Beyazların etkisi altında, yavaş yavaş daha ileri bir yaşayış seviyesini benim semişlerdir. (l) APATELİT i. (yun. apate, aldatma, lithos, taş’tan fr. apatelite). Çömlekçi kilinde yu varlak veya tozlaşma halinde bulunan de mir hidrosülfat. (l) APATİ i.(yun. apatheia, duygusuzluksan fr. apathie). Tam duygusuzluğa varan gevşek lik, iradesizlikten gelen sürekli cansızlık, (l) APATURA i. Beyaz benekli, kahverengi kelebek. Yanardönerli mavi veya mor pırıl tılar saçar. Daha çok ormanlarda görülür.
(Tırtılı söğütgiller üzerinde yaşar. Apatura iris, yanar dönerli büyük gündüz kele beği: A. ilia, küçük gündüz kelebeği. Bu cins, pulkanatlılar’dandır.) [l] APATURİA i. (yun. k.). Daha eski devirler de kurulmuş oymaklar {phratria) halindeki toplum düzenini hatırlatan lonia bayramla rı. (Atina’da üç gün süreıdi; Pvanepsion ayın da yapılır ve babalar bayramı sayılırdı: ilk gün, her phratria'da müşterek yemeklerle so na erer, ikinci gün kurbanlara ayrılırdı, son gün. aile reisleri o yıl doğmuş olan çocuk larını kendi phratria’larına yazdırırlardı.) [l] APATİT i. (fr. apatite). Miner. Kemik do kusunda bulunan, içinde flüor veya klor olan tabiî kalsiyum fosfat. — ansİkl. Formülü Car.fPOıMF. Cl. OH), yoğunluğu 3,16-3,22, sertliği ise 5 olan apatit ya püskürük veya başkalaşım taşlarında billûr halde veya toprak halinde bulunur. Al tıgen sistemde billûrlaşır. Tarımda kullanıl mak üzere çıkartılır, (l) APATOZOR i. (yun. apatcn, yanıltmak. satıra, kertenkele’den fr. apatosaure). Dev boylu, kertenkele ayaklı dinozor. Kayalık dağlarda (Kuzey Amerika) alt Kretase devri ne ait fosili bulunmuştur. (Brontozor türüne yakındır. Onun gibi iri oir gövdesi, uzun bir boynu, ufacık bir başı ve uzun bir kuyruğu vardı. İskeletinin uzunluğu 18 m’dir.) [l] APATZİNGAN, Meksika'da şehir (Michoacan devleti). Uruapan’ın güneybatısında; 2 100 nüf. (l) APAYDIN (Talip), türk yazarı (PolatlI 1926). Hasanoğlan Yüksek Köy enstiıüsü me zunu, musiki öğretmeni. Eserleri: Susuzluk (şiirler, 1956); romanlar: Sarı Traktör (1958), Yarbiikii (1959), Emmioğlu (1961), Ortakçı lar (1964), Toprağa Basınca (1966); Ateş Düşünce (hikâyeler, 1961). [m] APAYDIN (Zekâi), türk siyaset adamı ve Türkiye cumhuriyetinin ilk Tarım bakanı. (Graveşka, Bosna 1877-İstanbul 1947). 1903’te Mülkiye mektebinden mezun oldu, Os manlI devleti sınırları içindeki çeşitli il ve ilçelerde İdarî görevlerde bulundu. Kurtuluş savaşının başında Mersin mutasarrıfı iken Türkiye Büyük Millet meclisinin birinci dö neminde Adana milletvekilliğine seçildi. Bu dönem içinde Eskişehir istiklâl mahkemesi üyeliği, Hariciye vekili Bekir Sami Bey baş kanlığındaki heyetin içinde Londra konferan sında Türkiye Büyük Millet meclisi hükü meti murahhaslığı, Lozan barış konferansın da murahhas heyeti müşavirliği yaptı. 1923 Seçimlerinde Aydın milletvekilliğine seçildi. 6 Mart 1924’te kurulan İnönü hükümetinde Tarım bakanlığına getirildi. Londra elçiliği ne tayini üzerine 30 ağustos 1924’te bu gö revden istifa etti. Bir yıl sonra Moskova bü yükelçiliğine tayin edildi (1925-1927). Türki ye Büyük Millet meclisinin üçüncü dönemi için yapılan seçimlerde Diyarbakır millet vekilliğine seçildi dördüncü ve beşinci dö nemlerde de aynı ilden milletvekili oldu. Bu süre içinde önce Nafıa vekilliği (1930), son ra Millî Müdafa vekilliği yaptı (1930-1935). ikinci defa Moskova büyükelçiliğine tayini üzerine milletvekilliğinden ayrıldı. 1939 Y ılı na kadar bu görevde kaldı, sonra kendi iste ği ile emekliye ayrıldı. İdari Teşkilât ve Isla hat Hakkında Tenkidaat ve Mütalaat (1906) ve H. Lâufenbourger’den çevirdiği İktisadi Sahada Devlet Müdahalesi adlı iki kitabı yayımlanmıştır, (m) APAZ veya HAPAZ i. (ermenice k.). Avuç. || Argo. Ele geçirilmiş, bahşiş olarak alınmış şey. || Sıf. Avuç dolusu: Bir apaz altın, (m) APAZLAMAK veya HAPAZLAMAK geçi, f. (ermenice apaz, avuç’tan). Avuçlamak, avucu doldurmak. Argo. Zorla elde etmek, yakalamak. — Denize. [Yelken için] Rüzgârdan şiş mek. || [Gemi için] Bordadan esen rüzgâr ile yavaş yavaş gitmek. ♦ Apazlama i. Denize. Yelkenli gemilerde, gemi omurgasına 45° lik açı ile pupa ve orsa arasında esen rüzgâr. — DEY. Apazlama gitme, apazlama seyir, bir yelkenlinin rüzgârı yandan (orsa ile pupa arasından) almak suretiyle seyretmesi. Buna serbest seyir de denir, (m) APEGA i. M.ö. 206’da İsparta tiranı Nabis tarafından icat edilen işkence âleti. (Karısı Apega’yı temsil eden ve her tarafından siv ri uçlar çıkan bir otomat, kurbanım kolları
arasına alıp sıkar ve onu delik deşik ederek öldürürdü.) [l] APEKS i. (lat. apex, tepe). Rom. tar. Saliens’ler ile flamen’lerin takkesinde tepeye yerleştirilen yün sarılmış zeytin dalı. — Astron. Bk. günerek. — Leng. Latinlerin yazıtlarda kullandıkları ve uzun bir ünlüyü belirten vurgu işareti. — Teknol. Bir siklonda, koyulaşan sıvının boşaldığı delik, (l) APEL (Jahann August), alman hukukçusu ve yazarı (Leipzig 1771-ay.y. 1816). Weber’in operasının librettosuna kaynak olan Freischiitz (Avcı) adlı bir eseri olmasaydı, adı tamamıyle unutulacaktı, (l) APEL (Willi), amerikalı müzikolog (Konitz 1893). L. Kreutzer, E. Fischer ve C. A. Martienssen’in (piyano) öğrencisi. 1936’da A.B. D.’ye yerleşti. Harvard ve İndiana üniversi telerinde profesör. Başlıca eserleri: Historical Anthology of Mıısic (Tarihî Müzik Antolo jisi, 1950); French Secular Mıısic of the Lale Foıtrteenth Centııry (XIV. yy. Sonlarında Dindışı Fransız Müziği, 1949); Harvard Dictionary of Music (Harvard Müzik Sözlüğü, 1953); Gregorian Chant (Gregorius İlâhileri, 1958) ve Harvard Brief Dictionary of Music’in (Kısa Harvard Müzik Sözlüğü, 1960) yeni baskısı, (l) APELDOORN, Hollanda’da şehir (Gelderland eyaleti), IJselmeer’in güneydoğusunda IJsel’in yan kanallarından biri üstünde; 142 000 nüf. Dinlenme yeri ve sanayi şehri: kâğıtçılık, kimyevî boya ve ilâç, plastik maddeler, dokuma sanayii, makine yapımı, metalürji, besin maddeleri. — Dolaylarında kraliyet şatosu vardır, (l) APELLA i. (yun. k.). İsparta’da halk mec lisi. — ansİkl. Apetla, prensip olarak otuz yaşım doldurmuş vatandaşlardan meydana gelir ve her ay toplanırdı. M .ö. VIII. yy. ortalarına kadar gerçek ve geniş bir gücü vardı; özel likle savaş ve barış kararlan alırdı. Sonra ları bu mecliste vatandaşlar sembolik olarak temsil edildi vc apella’nın görevi krallarla ephoros’ların kararlarını onaylamak ve on ları alkışlarla tayin etmek şeklinde sınırlandı. (L)
APELLA i. Guyana ve Brezilya’da yaşayan koyu renkli maymuna (sajou) [Cebus fatuellııs] genel olarak verilen ad. (l) APELLES, yunan ressamı (öl. Kos, 111. yy. başları). Kolophon ve Ephesos’ta yaşadı. Sikyon’da öğrenim gördü. Philippos ve İs kender’in portrelerini yaptı. Eski metinlerde, hafif meşrep kadın Lais’in modellik ettiği Köpüklerden Doğan Afrodit, Ephesos’ta ya pılmış Yıldırımlı İskender ve Botticelli’nin eski bir tasvire dayanarak yeniden yaptığı İftira alegorisi ona atfedilir. Sanatı hakkında bir kitap yazmış, ama geriye şöhretiyle bir kaç hatırasından başka bir şev kalmamıştır. (l )
APELLES, II. yy. da yaşamış sapkın tari katçı; Markion’un çömezi, (l) APELLİKON Teos’lu, Aristoteles’çi filozof ve kitapsever (M.ö. I. yy.). Strabon’un an lattığına göre, Aristoteles’in yayımlanmamış metinlerini bularak bunların kopyasını çıkar mıştır. Sulla, bu metinleri Atina’dan Roma’ya getirtti, (l) APENNİN dağları (ital. Appennino veya Appennini), İtalya yarımadasının belkemiği ni meydana getiren. Tiren ve Adriya aklanlarını ayıran dağ sırası. Tevere (Tiber) ve Metauro vâdilerinin sınırladığı Kuzey Apennin dağları, killi kumlu kayaçlardan meydana gelmiştir; oldukça gevşek bir yüzey şekli gösterir; engebeli kesimler (Apuana Alpleri, 1 945 m; Apennin sırtı, 2 600 m), Serchio, Arno, Silve gibi vâdilerin meydana getirdiği çukurları kuşatır. Orta ve Güney Apenninler, ağır yapılı kıvrımlar halinde dalgalan mış kireç taşından oluşmuştur: en yüksek doruklar Abruzzi kesiminde bulunur; güneye doğru kireç taşından başka killi ve kumlu yerey de vardır. Crati’nin ötesinde Calabria Apenninleri, yüksek aşınma yaylaları olan bir granit kütlesidir. Sila (1 929 m), Serra San Bruna (1 400 m) ve Aspromonte (1 950 m) bu kütlenin başlıca elemanlarıdır. Apenninler, kuzey ve orta bölgelerinde do ğuya doğru ova ile birden temasa geçerler; ama batıya doğru giçişi, git gide alçalan te-
Fotn. İtalyan Turizm mUıliirliiğU (LAltO VSSB) ; M EY DA S
APİ peler sağlar ve Astapennin kesimini mey dana getirir; buna karşılık Calabria Apennini Messina üstüne sert, Taranto körfezine ise daha hafif bir eğimle iner. Dağ sırası, sa yısız kara ve demir yoluyle kesilmiştir: Floransa’dan Bologna’ya, Roma’dan Ancona ve Pescara’ya, Napoli’den Foggia ve Taranto’ya yollar uzanır, (l) APEPSİ i. (a, bulzl. eki ve yun. pepsis, ha zım). Kötü mide sindirimi. — ans İkl. Mide bezlerinin salgısı durunca apepsi’den bahsedilir. Yani artık midede sin dirim durmuş demektir. Kısmî apepsiye bir çok mide hastalıklarında rastlanır; fakat tam apepsi yalnız kanserde görülür. Domuz mi de Usaresi ve kaşe şeklindeki mayalar (pep sin) gerçek apepside ancak kısmen etkili olabilir, (l) APER (Marcus), M.S. I. yy. latin hatibi: aslen Galya’lı; Tacitus’un hocası, (l) APEREA i. (portekizceye tupi dilinden ge çen k.). Hint domuzuna (Cavia procellus) pek yakın olan Güney Amerika kobayının İl mî adı (Cavia aperea). [l] APERİTİF i. (lat. aperire, açmak’tan fr. apiritif). Yemekten önce iştah açmak için veya bu bahane ile içilen alkollü içki: ...de nize karsı aperitiflerini alan kadınlı erkekli kalabalığa hoşlanarak bakarken... (R. H. Ka ray). [ml] APERİYODİK sıf. (fr. aperiodique). Hare ketli kısmı sarsıntısız çalışmağa başlamış bir cihaz için kullanılır: aperiyodik galva nometre. — Radyotek. Aperiyodik devre, kendine has bir salınım periyodu olmayan devre: Aperi yodik devreler radyotelegraf yayınlarının din lenmesinde verici istasyonların aranmasını kolaylaştırır. (Salınımlı bir devre, amortis manı kritik değeri aşınca, yani aşırı enerji kayıpları salınımların devamına imkân bı rakmayınca aperiyodik olur. Belirli bir sa lınım periyodu için gerçekte bir rezonans et kisi yardır.) [l ] APERLA1. Esk. coğ. Anadolu’da Lykia böl gesinde bir şehir. Aperlai, Simena, içinde Apolonia şehirlerinin de bulunduğu bir birliğin başıydı. Bugün kalıntıları, Kılıçlı (Sıcak) iskelesinin kuzeyindedir. (m) APERTOMETRE i. Bk. açiklik ölçer. APERTURA i. Terz. Bk. yirtmaç. APET i. Eski Mısır ölçüsü. Aşağı yukarı 18 litredir, (l) APHANOPUS i. Kemikli bir balık (Aphanopus carbo); Atlantik okyanusunun Madera adasını çevreleyen kesimlerinde yaşar, (l) APHANUS i. (yun. aphanes, görünmez). Hık bölgelerde yaşayan çeşitli renkte, ince vü cutlu bitki biti. — ans İkl. Aphanus alboacuminatus ve pini, kurak ve sıcak bölgelerde çalı diplerinde yaşar. Heteroptera takımının ligidae famil yasından. (l) APHELİNUS i. Zool. Amerika menşeli bö cek. Elma ağaçlarındaki çiçek bitlerini yok eder. (İlmî adı: Aphelinus mali.) Bu cins, zarkanatlıların chalcididae familyasına gi rer. (l) APHEQ. Esk. coğ. Bk. afek. APHETOHYOİDEA i. Zool. Çenesizlerle çeneliağızlılar arasında yer alan ilkel omur galılar. İkinci bağır yayı, ardından gelen solungaç yaylarına benzer. Alt çene yayı ise çeneleri meydana getirir, (l) APHİD1DAE çoğl. i. Yaprakbiti denilen bö cekler familyası. — ansİkl. Bu familyadaki böcekler, bitki ler üzerinde yaşar ve onların özsuyunu emer. Üremeleri evrelidir. Başlıca cinsleri: aphis, lachnus, schizoneura, pemphigus. (Eşanl. YAPRAKBİTİGİLLER.) [l]
APH İDtUS i. Çiçek bitlerinde iç asalak halinde yaşayan çok küçük sinek kurdu. (Zarkanatlılann braconidae familyasından.) [L] APHİS i. (yun. k.) Yaprakbiti. Birçok tü rü bitkilere zararlıdır. APHOD1US i. Zool. İnsan ve hayvan dış kılarında yaşayan pislik böceği. (Türleri sa yısız derecede çok ve bütün dünyada yay gındır. Kınkanatlıların scarabaeidae famil yasından.) [L] Aphorism en zur L ebensw eisheit (Hayat Foto. hAROVHSE
Bilgeliği Üzerine Özdeyişleri), Schopenhauer’ın 1851’de yayımladığı felsefî eser. İnsanla rın talih bakımından farklılıklar göstermesi üç ana şarta bağlanabilir: kişinin ne oldu ğu, neye sahip bulunduğu, neyi temsil ettiği. Mutluluk, özellikle kişinin ne olduğuna bağ lıdır. Buna göre insan için en yüce iyilikler öznel (sübjektif) olanlar ve herşeyden önce de, neşe ile sağlıktır. Bu şartlan inceledik ten sonra Schopenhauer mutluluğun tek kay nağını zekâda bulur. Ona göre bütün dertle rimiz, bütün sıkıntılarımız irade adını ver diği şeyden, yani yaradılışımızdaki tutku unsurlarından ileri gelir. (L) APHRODİTE. Bk. afrodİt . APHRODİTE i. (mitolojik i. den). Zool. Denizde yaşayan çokkıllı halkalı kurt. Ge niş ve yassıdır, sırtı kalın ve yumuşak tüy lerle kaplıdır. (Aphroditidae familyasının ti pi.) — ansİkl. Dünyanın bütün denizlerinde çe şitli aphrodite türleri yaşar. Aphrodite aculeata’nm, diğer adiyle deniz köstebeğinin çok parlak renkleri vardır. Bu renkleri sırtındaki yanardöner yumuşak tüyler verir. Uzunluğu bazen 15 sm’yi bulur. (L) APHRODİTOPOLİS («Afrodit’in şehri»). Esk. coğ. Yunanlıların, Afrodit ile bir tuttuk ları tanrıça Hathor’a tapınılan birçok Mısır sitesine verdikleri ad. Bir yönetim bölgesine adını veren başlıca Aphroditopolis, Orta Mı sır’ın kuzeyinde idi. Bugünkü Atfih. (l) APHTARTODOSET’LER (yun. aphthartos, bozulmaz ye doketos, görünen’den fr. aphthartodocetes). VI. yy. mezhep sapkınları, Halikarnas’lı Julianus’un çömezleri; monofisit*lere bağlı idiler, (l) APHTONİOS A ntakya’lı, yunanlı hatip (M.S. IV. yy. sonu ve V. yy. başı). Libanios’un öğrencisi. Progymnasmata (Hazırla yıcı Alıştırmalar) adlı eseri, ayrıca Aisopos üslûbunda 40 masalı vardır, (l) APHYA i. (yun. aphne, ufak balık). Kemikli balık. Vücudu pulsuz ve saydamdır. (Yeni lebilen türleri vardır. Kayabalığıgillerden.)
[l] APIŞ i. Uyluğun, budun iç tarafı, iki ba cak arası: Hâkim otur deyip de oturduğu zaman, bu biçare, kasketi bu sefer de apış aralarına almış sıkıyor, sıkıyordu (S. F. Abasıyanık). — dey. Apışını açmak, iki bacağını aç mak, bacaklarını açarak oturmak. — Spor. Apış oturuşu, binicinin, vücudu öne eğilmiş durumda, bütün ağırlığını apışma vererek atın üzerine oturması. (Rahatsız bir oturuş şeklidir.) ♦ A pışlık i. Külot veya pantalon gibi gi yeceklerin ağ kısmı, (m) APIŞ ARASI i. Anat. Leğen çukurunu alttan örten yumuşak kısımların tümünü kaplayan bölge. — DEY. Apışarasında gezmek, birinin ya nında onu rahatsız edecek şekilde bulun mak, bıktıracak kadar ayağının altında do laşmak. — ansİkl. Apışarası, önden çatı kemiği ek leminin, arkadan kuyruk omurları ve sağrı bağlarının, yanlardan ilye kemiği çıkıntıları nın meydana getirdiği telsel-kemiksel bir çer çeve ile sınırlıdır. Apışarası iki kısma ayrı lır: Arka kısım, gödenbağırsağının geçtiği yerdir. Buraya arka apışarası veya art de nir. ön kısım, erkekte sidik yolunun, kadın da sidik ve hazne yolunun geçtiği yerdir. Bu raya da ön apışarası denir. Apışarasından geçen 'çeşitli borular, kaslar la ve kas zarlarıyle donatılmıştır. (En önem li kaslar anüs kaldıracı, sidik borusu büzğeni ve anüs büzgenidir.) Bütün bu organlar le ğen boşluğunun alt tarafını kapatır. Bu yüzden buraya bazen leğen tabanı da denir. (D , APIŞMAK geçz. f. [Hayvan için] Bacakla rını ayırarak çökmek. || Yoı'unluktan ile riye gidememek, olduğu yerde kalmak. || Mec. Yılıp, yorulup, başlanılan bir işi bitirememek, âciz kalmak, şaşırmak, ne yapa cağını bilememek. — dey. Apışıp kalmak, şaşırmak, ne yapa cağını bilemez bir vaziyette kalmak: Kötüm ser olursun, apışıp kalırsın, ezilirsin (A. H. Tanpınar). ...vermeğe tenezzül etmediği ha berin önemi karşısında apışıp kalır (S. F. Abasıyanık).
♦ Apışık sıf. ve i. Yorulup, kuyruğunu ba caklarının arasına sıkıştırarak giden hayvan. |i Mec. Yorulup şaşırmış, âciz bir halde kal mış [kimse], ♦ Apıştırm ak ettrg. f. Hayvanı çok yora rak, yürüyecek kuvvet bırakmamak. Mec. Yıldırmak, şaşırtmak. — Denize. Gemiyi iki ucundan halatlarla kasmak veya iki taraftan demirlemek. | Baştaki iki demiri uygun bir açı teşkil edecek şekilde atmak. (Bu usul, genellikle demirle me alanının dar olduğu yerlerde, geminin rüzgâr, akıntı etkilerinden doğan hareketle rini kısıtlamak için kullanılır.) ♦ Apşak sıf. ve i. (apışak’tan). Bacakları do ğuştan birbirinden açık ve eğri olan [kimse]. i 1 Bacakları açık, apışmış vaziyette duran [hayvan].. )| Mec. Yorgun, tenbel, yorgunluk tan yürümeğe kuvveti olmayan. (M) A .P.İ. (American Petroleum lnstitute’on baş harfleri), A.B.D.’de petrol sanayii, araştır ma ve normalleştirme kurumu. Ham petrol lerin yoğunluğu çoğunlukla Baume derecesi ne yakın olan A.P.t. derecesiyle ifade edi lir. (L) APİA , Okyanusya’da Batı Samoa adalarının idare merkezi ve limanı, Upolu adasının kuzey kıyısında; 32 200 nüf. Büyük hindis tancevizi tarımı işletmeleri. (L)
33
apiko (denize.)
APİA veya APİA G AİA. Esk. coğ. Peloponnesos’un eski adı; adını, Argos’un ef sanevî kralı A pis’in adından almıştır. (!•>) APİ ANÜS (Petrus VON BtENEWlTZ veya BKXNEW1TZ), alman astronomu ve matema tikçisi (Saksonya’da Lisening 1501-lngolstadt 1552). Boylamları belirtmek için ay hareket lerinin gözlenmesini ilk olarak öne süren lerden biri; — PHiLtPP, oğlu (Ingoistadt 1531-Tübingen 1589). İngolstadt ve Tübingen üniversiteleri matematik kürsülerinde mate matik profesörlüğü yaptı. (t>) APİCİUS, romalı dört yemek meraklısının adı. Biri Cumhuriyet devri sonlarında, mar cus gavİus APİclus adlı, İkincisi Augustus ve Tiberius zamanında yaşadı; yeni yemekler icat etti ve sofra masraflarıyle büyük bir ser veti yiyip bitirdi. Claudius’tan sonra yaşa yan bir başka Apicius, bu imparator zama nındaki şölenleri anlatan De re Coquinaria (Aşçılık Üstüne) adlı bir kitap yazdı. Trajanus zamanındaki dördüncü Apicius, istirid yeleri muhafaza etmek için bir usul buldu. (L )
A P İtN i. (lat. apium, maydanoz). Kim. Apijenin’in, maydanoz ve kerevizde rastlanan glükozoit’i. (l) APİJENİN i. (fr. apigenine). Kim. Apiin’in kaynar klorhidrik asit etkisiyle ikiye ayrıl masında glükozla birlikte meydana gelen bil lûrlaşabilir madde (1. 3. 4. trihidroksiflavon). [l]
APİKO (ital. a picco, düşey olarak). Geme. Harekete hazırlanan bir gemide demirin dip ten kurtularak zincire asıldığı an. (Bu anda zincir düşey duruma gelir.) || Apiko olunca ya kadar vira etmek, denize atılmış olan de mire bağlı zincirin deniz içindeki uzunluğu tam denizin derinliğine eşit oluncaya kadar ırgadı vira etmek. || Apiko zincir, apiko du rumunda olan zincir. || Argo. Apiko bek lemek, herhangi bir işe başlamak için her an hazır bulunmak. ♦ Sıf. Argo. Derli toplu, düzgün kıyafetli: Yağlıkçı Haşan Efendinin dükkânında otur makta iken apiko bir genç gelir. (H. R. Gür pınar). || Çevik, tetik, (ml)
kalkerden APİ S I. yerli sülâle Menfis Serapeum'u B.L.A. 1 — 38
APİ
34 aplikler Dekoratif Sanatla müzesi, Paris
APİKOLİZ i. (lat. ape.x, upicis, uç ve yun. lysis, çözme, ayırma’dan fr. apicolyse). Ak ciğerin tepe kısmının çökmesi. Plevra kub besi iç bağlarından kurtarılarak -ve göğüs kafesinin çeper kasları ile plevra dış dokusu arasındaki normal yerinden uzaklaştırılarak yapılır, (l) APÎOCRİNUS i. (yun. apios, armut ve krinon, zambak). Zool. Fosilleşmiş derisidikenli hayvan. İkinci jeolojik çağda, özellikle Jura çağında yaşamıştır, (l) APİOL i. (lat. apium, maydanoz’dan fr. k.). Formülleri
0 CH ,
bina duvarına takılmış demirden sokak feneri (XVI. yy.)
, C„H(OCH:ı),—C H ,—C H = C H _
şeklinde olan bazı fenol türevlerine verilen ad. |] Maydanoz tohumunun faal unsuru: Apiol nöbetlere, aybaşı sancılarına karşı ve sıtma ilâcı olarak-kullanılır. — ansİkl . Birkaç cins apiol vardır: mayda noz tohumlarında bulunan ve alilapionol tü revi olan bir eterden ibaret maydanoz apiolıı. Bu madde 30°C’de erir ve 294°C’de kaynar; apiol üzerine kaynar bir potasyum hidroksit çözeltisinin etkisiyle elde edilen ve -birinci türden alil grubu yerine propenil grubunun geçmesiyle ayrılan izoapiol; rezene esansında rastlanan ve maydanoz apiol’undan bir eter grubunun pozisyonu ile ayrılan rezene apioVu. Bu madde de, potasyum hidroksit et kisiyle izoapiol haline geçer, (l) APİON i. (yun. apios,.armut) Baklagiller Çi zerinde yaşayan ufak bit. (Bu cins, kınkanat lıların buğdaybitigiller familyasına girer.) [l] APİON, İskenderiyeli yunan gramercisi ve bilgini (M.S. I. yy.). Devrin çatışmalarında büyük rol oynadı. Flavius iosephus’un Aplon’a karşı yazdığı esere göre kendisi Philon’a ve Yahudilere düşmandı: Caligula zamanında görüşünü savunmak için Roma’ya geldi. Ese ri helenizm ile yahudilik çatışmasının en ateşli dönemini canlandırır, (l) APİONOL i. Kim. Aminopirogallol klorhidratın su ile kaynatılmasından doğan ve 161°C’de eriyen tetrafenol. Formülü: C«Ha (ÖH)p.y/Yleri şunlardır: Petrııs’un Apokalypsis’i herhalde yunanca yazıl mıştı (II. yy. ortalarına doğru) [cehennem liklerin azabı, doğruların mükâfatlandırılması); Paulus’un Apokalypsis’i (yunanca, 380’e
doğru) ve Aziz Yuhanna'nın Apokalypsis’i. — G. santl. Bazı Ortaçağ minyatür okulları Apokalypsis’leri resimlemiştir. En ünlüsü Beatus’un açıklamalarını taşıyan Aziz Sever Apokalypsisi’dir. Bu eseri arap etkisinde ka lan Garsia Placidus resimlemiştir. Alman okuîundan Bamberg’deki (1007), İngiliz oku lundan Trinity College’deki (1230) Apokalypsis’ler meşhurdur. Angers’de dokunmuş olan Apokalypsis ile Albrecht Dürer’in Apokalyp sis gravürünü de (1498) saymak yerinde olur. Ağaç üzerine oyulmuş on dört gravür den meydana gelen bu sonuncu Apokalypsis, zamanında çok tanınmıştı ve Reform döne minde büyük bir etkisi oldu.
Apokalypsis: «Ayrı renkte dört at ve binicileri», Albrecht Dürer'in gravürü (Bibliothögue nationale, Paris)
Apokalypsis örtüsü Angers şatosu «Melek, Aziz Yuhanna'ya yedi başlı hayvanın sırtına binen ve baştan çıkardığı adamları sarhoş etmek için altın kupa ile şarap sunan fahişenin hikâyesini anlatıyor.»
APO — Ed. Apokalypsis türü, kehanetçilikle ya kından ilgili edebiyat türü. İlk örnekleri HazkıyaPin kehanetlerinde (M.Ö. VI. yy.), gelişmiş biçimi Danyal’in kitabında (M.Ö. 160’a doğru) ve Hıristiyanlık dönemindeki Kutsal kitap dışı yazılarda görülür. Havari Aziz Yuhanna’nın Apokalypsis’i de bu türe girer. Başlıca özellikleri şunlardır: eser geç mişte ünü olan bir yazara (Nuh, Musa) mal edilir, olaylar yazarın bildikleriyle beraber kehanetler biçiminde verilir; vahiyler, derin sembollerle yüklü (renk, rakam) birtakım hayaller biçiminde sunulur. Amaç, dünyanın sonunda da olsa, son sözün Tanrıda kala cağını göstermektir, (l) Apokalypsis, Aziz Yuhanna’nın eseri; Yeni Ahit’in son kitabı, aynı zamanda Kilisenin Kutsal kitapta yer verdiği tek apokalypsis. 95’lere doğru, Domitianus zamanında kaleme alınan eser. Roma imparatorluğunun zorlu işkenceleri karşısında şaşıran Hıristiyanların ümitlerini tazeleme amacını güder. Kısa bir girişten sonra yazar, hayallere geçer: İsa’ nın zaferi; Kilisenin uğradığı işkenceler ve kilisenin zaferi, önderleri İsa’nın zaferine güvendikleri için Hıristiyanların korkacak bir şeyleri yoktur, çünkü İsa öbür dünyada ruh larını kurtaracaktır; gökteki Kudüs günden güne Hıristiyanlarla dolup taşmaktadır. Eserde semboller birbirini kovalar: Kuzu, Ka dın, Ejder, İhtiyarlar, Sayılar (7; 666); tas virlerden çoğu Eski Ahit’ten alınmadır. (L)
36
Apoksyomenos
Apokalypsis örtüsü, Angers şatosunda özel olarak düzenlenmiş bir galeride saklanan du var halıları dizisi. Bu dizi, Aziz Yuhanna’nın metnini, aslına oldukça bağlı kalarak canlandırır. Kompozisyonlar iki el yazması kitaptan seçilmiş minyatürlerden büyütülmüş tür. Eskiden Charles V’in kitaplığında duran bu yazmalardan biri bugün Cambrai kütüp hanesinde, öteki de Fransız Millî kütüphanesindedir. Kral bu kitapları kardeşi Louis 1 d’Anjou’ya vermiş, o da, yazmalardaki min yatürleri dokuma kartonları üzerine aktarma işini ressam Hannequin de Bruges’e ver mişti. İlk kartonlar 1377 nisanında, Nicolas Bataille’ın dokuma tezgâhlarında dokundu. Başlangıçta bu şaheserde 90 kompozisyon vardı. Bunlar, biri kırmızı öteki mavi zeminli iki su halinde dokunmuş ve yer yer Asya kilisesi büyüklerinin resimleriyle bölünmüştü. Dizinin bütünü 144 m uzunluğunda, 5,15 m yüksekliğindeydi. Bugün bu dizidpn 69 pano ile 9 parça kalmıştır. Hepsinin uzunluğu 100 m, yüksekliği de 4.30 m’dir. (l) APOKAUKOS (Aleksios), bizans nazırı (öl. İstanbul 1345). Aşağı tabakadan bir entri kacı olan bu adam, ioannes Kantakuzenos’un yardımıyle Andronikos IlI’ten imparatorlu ğu yönetme yetkisini kopardı. Andronikos H l’ün ölümünde (1341), oğlu Yani V ’e va silik eden dul imparatoriçe Savoia’lı Anna’ya Kantakuzenos’u kötüledi. Onu tahttan indir dikten sonra kendini başvekil tayin ettirdi, imparatorluğunu ilân eden İoannes VI Kantakuzenos’a karşı uzun bir savaşa girişti. Halka ağır vergiler yükledi ve Türklerden yardım istedi, fakat imparatoru öldürtmeğe kalkıştıktan sonra İstanbul’da hapsedildi ve çok geçmeden de öldürüldü, (l) APOKOLŞİSEİN i. (fr. apocolchiceine). Kolşisin’e seyreltik klorhidrik asitle işlem yapılarak kolşisein ile birlikte elde edilen baz. (l) APOKOP i. (yun. apokope, apokoplein, ara dan çıkartmak’tan fr. apocope). Leng. Fone tik bir aksaklık veya gelişigüzel bir kısaltma sonucu, kelime sonundaki bir fonemin veya bir hecenin düşmesi: «Sinematograf» yerine «sinema» denmesi bir apokop örneğidir. (L)
Guillaum e A P O L L İN A İR E
Picasso'nun kaleminden («Caliigrammes» in kapağı Mercure de France yayınları, 1918) ve 1913 sıralarında çekilmiş fotoğraf
APOKREAS veya APOKREOS i. (yun. apo, bulzl. eki ve kreas, et). Latin kilisesinde Septuagessimus denilen haftaya ortodoks kilise sinde verilen ad. (l) APOKRİF sıf. ve i. (yun. apokryphos, gizli tutulan). Doğru olmayan, şüpheli görünen bir metne denir.
— Din. Hıristiyanlıkta, kutsal yazılara öze nilerek ilk yüzyıllarda kaleme alınmış, fakat aslı bilinmediği için kilise kanon’ıına gir meyen yazılar. — ansİkl. Din. Apokrif yazılar. Eski Ahit ve Yeni Ahit'leki yazılar diye ikiye ayrılır: • Eski Ahit apokrifleri: Yobel veya Jubilaens Kitabı (ibranice, M.Ö. 150’ye doğru). 49 yıllık dönemler halinde anlatılan dünya tarihi; Aristaios Mektubu (yunanca. M.Ö. 100’e doğru), Tevrat’ın altmış altı ihtiyar tarafından altmış altı günde yapılan tercü mesinin efsanevî hikâyesi; ilk On ik i Pey gamberin Ahdi (ibranice, M.Ö. 100’e doğru), Yakub’un on iki oğlunun torunlarına verdiği öğütler; Süleyman Mezmurları (ibranice, M. ö . 150’ye doğru). Bu mezmurlarda Mesih’in gelip insanları kurtaracağı inancı belirtil miştir; Şam Belgesi (ibranice, M.Ö. 100’c doğru), Şam’a sığınmış olan «Hıristiyan top luluğu» nun yaşayış tarzı ve programları; Habakkuk Yorumu (ibranice, M.Ö. 50’ye doğru), bir önceki eserin havasını taşır. Bun lara, Engaddi’nin kuzeyinde Kumran ma nastırında uygulandığı sanılan Topluluk Kııralı’m da eklemek gerekir. • Yeni Ahit apokrif’leri: tbraniler İncili (aramca, 90’a doğru); Mısırlılar İncili (yu nanca. 150’ye doğru), gnostik eğilimli; Yakub ön-incili:. Paulus ve Thekla’nın işleri (yunanca. 160’a doğr). [Bk. apokalypsis.] (l) APOKROMATİK sıf. ve i. (fr. apochromatique). Opt. Kromatik sapınçları en azından üç ışınım için düzeltilmiş mikroskop objek tiflerine denir. — Foto. Tayfın bütün ışınımları hesaba katılarak kromatik sapınçları düzeltilmiş ob jektife denir: Renkli fotoğraf çekimi apokromatik objektiflerle yapılır, (t) Apoksyom enos, madenî bir kese ile vücu dunu oğuşturan çıplak bir atlet heykelinin mermerden kopyası. Aslı Lysippos’un eseri dir. Heykelcilikte «hareketli denge» örneği olarak gösterilir (Vatikan), [l] APOLDA, Almanya’da şehir (Doğu Alman ya Erfurt İdarî bölümü). Erfurt’un doğusun da; 31 100 nüf. Büyük tuhafiye merkezi. Tekstil makineleri yapımı. Ayakkabıcılık, (l) APOLER sıf. (a, bulzl. eki ve pâle. uzantı anlamın’dan fr. apolaire). Biyol. Uzantısı olmayan nöronlar için kullanılır: Apoler hüc reler sadece ganglionlarda bulunur. (L) APOLET i. (fr. epaule, omuz> epaulette’ten). Subay üniformalarının omuz kısmına takılan, yünlüden, ipekten yahut sırmadan yapılmış, saçaklı veya saçaksız kumaş par çası: O vakit genç bir zabittim, sırınalı apo letlerim vardı (R.N. Güntekin). Bk. ansİkl. I| Apolet kaytanı, saçaklı apoletin püskül lerini meydana getiren katlı ve bükülü sır ma. j| Apolet köprüsü, apoleti tutturmak için üniforma ceketinin omuzbaşıyle yakası arasına takılan şerit. — ç e ş . DET. Apolet kazanmak, rütbesi art mak. || Apoletleri sökülmek, askerlikten çı kartılmayı gerektiren bir suçla rütbesi alın mak. tard veya aşağı rütbeye indirilmek. — ansİkl. Türk kara, deniz, hava ve jan
darma subaylarının apolet’leri 4.1.1963 ta rihli kararnameyle bugünkü şekilde tespit edildi. Deniz subaylarınınki hariç, diğerleri birbirinin aynıdır, günlük elbise apoleti, ara larına bir kat tela konulmuş, elbise rengi, iki kat kumaştandır. Omuz başına kol dikişle riyle dikilir, uzunluğu alt yaka dikişine ka dar devam eder ve üst yaka kenarıyje temas ta olarak cekete dikilir, motifli düğmeyle iliklenir. Genişliği omuz başında ençok beş santimdir ve düğme hizasında üç sm’ye ine cek şekilde daraltılır, uçları yuvarlaktır. Ce ketin omuz dikişleri apoletin altında kalır. Apoletin üstünde rütbeyi gösteren yıldızlar vardır. Binbaşı, yarbay, albay apoletlerinde yıldızlar, sarı madenden çifte defne dalının üst tarafmdadır. Bu defne dalı altında mes lek rengini gösteren kumaş vardır. General apoletinde bu defne dalı üzerinde ayrıca çapraz çift beyaz kılıç vardır. Merasim el bisesi apoletleri beş buçuk sm eninde, on iki
buçuk sm uzunluğunda, subaylarınki altı santim en ve onbeş santim uzunluktadır, omuza kavuşacak surette hafif yuvarlak ve sert bir levha üzerinde amiral apoletinde sarı sır ma, diğerlerinkinde siyah kumaş kaplıdır. Amirallerde çift defne dalı ve çift çapraz kılıç vardır. Subay apoletinde ise, koldaki şeritlerin aynı bulunur. Apoletin ceket ya kası hizasına gelen kısmı sivridir, vidalı kü çük bir düğme ve alttaki agrafla omuza ta kılır. Deniz subayları yalnız beyaz elbise ile altı beyaz, palto ile altı siyah apolet takar lar. 1940 Yılma kadar deniz subaylarının omuzdan sarkan sırma kordonlu apoletleri vardı, (ml) APOLLİNAİRE (Wilhelm Apollinaris de KOSTKOvvİTSKY, G uillaum e Apollinaire de nir), fransız şair ve yazan. 1880’de Roma’da polonyalı bir anadan dünyaya geldi. Birinci Dünya savaşında ağır yaralandı ve 1918’de Paris’te gripten öldü, öğrenimini Fransa’da yaptı, genç yaşta sanat ve edebiyat çevrele rine girdi, önce Festin d’Esope, sonra Les Soirees de Paris adlı dergilerde çalıştı. Roman ve hikâyeler yazdı: ÇL’Enchanteıır Pourrissant (Çürüyen Büyücü, 1909); VHâresiarque et Cie (Heresiarque ve Ortakları, 1910); Le Poete Assassine (Öldürülen Şair, 1916). Dene me ve eleştiriler yayımladı: Peintres Cııbistes (Kübist Ressamlar, 1913). Ama, özellikle şür alanında kendini gösterdi. Bestiaire ou Cortdge d’Orphee’yı (Hayvan Hikâyeleri ve ya Orpheus Korteji. 1911) yayımladıktan sonra, Alcools’u (1913) ve Calligrammas’ı (1918) çıkardı. Bu son iki eser, iyiden iyiye etkiledikleri modern şiirin temel eserleri arasında yer alır. 1917’de Apollinaire’in Les Mamelles de Tiresias (Tiresias’m Memeleri) adlı piyesi P. A. Birot’nun müziğiyle oy nandı. Apollinaire, ölümünden önce Le Flaneur des Deux Rives’ı (İki Kıyının Boş Ge zeni, 1918) yayımlamıştı. Meraklı, derin bil gili olmakla beraber kandırmacaya kaçmak tan çekinmeyen Apollinaire, sanat ve edebi yatta kübizm, özellikle de. habercisi olduğu gerçeküstücülük gibi bütün ileri akımların başında yer aldı, ilerici hamleleriyle XX. yy. duyarlılığını dile getirmekte büyük rol oynadı. Apollinaire’in önemi ölümünden son ra durmadan arttı ve yayımlanmamış birçok eseri sonradan kitap halinde çıktı: La Femme Assise (Oturan Kadın, 1920); Contes Choisis (Seçilmiş Hikâyeler, 1922). İl y a (Var, 1925); ~Anecdotiques (Fıkralar, 1926); Les Epingles (Topluiğneler, 1928); La Peinıııre Mo derne (Modem Resim, 1939); Lettres â sa Marraine (Sağdıcına Mektuplar, 1915-1918); Tendre comme le Souvenir (Anı gibi Tatlı); Le Guetteur Melancolique (İçine Kapanık Gözleyici); Textes İnedits (Yayımlanmamış Metinler, 1952). Hepsi de aynı önemde olma yan bu eserler, fantezileri bol ve tatlı olan bu yazarın ilgi çekici kişiliğini geniş ölçüde belirtmeğe yardım eder. Gerard de Nerval’in yürüttüğü romantizm akımından belli bir ölçüde esinlenen Apollinaire, fransız şiirine yeni ve kesin bir hamle yaptırdı. Lirizminin tazeliği, esnek, ince ve son derece değişik tonlu ifadesi, şekil bakımından getirdiği ye nilikler (şiirlerinde noktalamayı kaldırmış ve bazen satırları garip bir şekilde düzenlemiş) ile olduğu kadar söyleyişindeki dolgunluk ile de çağımızın en büyük şairlerinden biridir. 1908’den ölümüne kadar yazdığı kısa tanıtma yazıları, önsözler Les Diables Amoııreux (Âşık Şeytanlar) adiyle 1964’te yayımlandı. 1966’da bütün eserleri (Oeuvres Completes) dört cilt halinde birçok yayımlanmamış me tinle birlikte basıldı. (-> Bibliyo.) [D] APOLLİNARİS (lat. sıf.) Esk. rom. Bir Roma lejyonu (legio) için kullanılırdı (XV. Apollinaris). || Apollinaris vazoları, Vicarello’da bulunmuş gümüş vazolar. (Dört tanedir; üzerlerinde Cadix-Roma yolundaki konak yerlerinin adları ve mesafeleri [mil olarak] yazılıdır.) || Apollinaris oyunları, İkinci Pön savaşları sırasında Roma’da yapılan oyun lar. (l) APOLLİNARİS, Almanya’da maden suyu kaynağı; Alır vadisinde; karbonik asitli su. (l)
APOLLİNARİS, IV. yy. Hıristiyanlarından yunanlı gramerci ve hitabet hocası baba ve oğul: Yastı (veya İskenderiye’n) A pollinaris ve Genç (veya Laodikeia’lt) A pollinaris (Laodikeia 310’a doğr.-390’a doğr.). İmparator Julianus’un okunmasını Hıristiyanlara yasak ettiği kitaplar yerine manzum ve mensur çeşitli eserler yazdılar. Laodikeia piskoposu
Foto. Arıderson-Oiraudon, X , HarUnpuc (LAROltttSE)
APO ödevini başararak 13 man 1969’da Atlantik’te dı ve Delphoi kâhinliğini aldı. Her sonba har büyük kuzeye, göğü her zaman bulutsuz Türk adaları yakınında denize indi. ülkeye gider, Yunanistan’a ancak ilk Apollo-10. 18 mayıs 1969’da Cape Kennedy olan şarkılar ve şenlikler içinde dönerdi. üssünden Satürn-V füzesiyle fırlatıldı, Stat- baharda Apollon pek çok tanrıyı şahsında toplar. ford, Cernan ve Young’dan ibaret üç astro Yaptığı işlerin büyük kısmı, bir güneş tan notla dünya etrafında iki dolanım yaptı, rısı olduğunu gösterir; güneşin ışın sonra motorlarını ateşliyerek 40 000 kilomet- ları gibi öldürücü veyaokları, Del (D re/saatlik hızla Ay’a yöneldi. Apollo-lO’un phoi kaynağında yıkanıpiyileştiricidir: kendisine dua eAPOLLİNARİS (Sidonius). Bk. s İdonİus kabini Satürn-lII füzesinin üçüncü katından denlerin ruhunu ve bedenini arıtan, iyi eden APOLLİNARİS. ayırtıldı, kabın tekrar füzeyle birleşti. A- çok insansever bir tanrıdır. Sürülerin ko APOLLİNARİS Aziz, Frigya’daki Hierapo- polio-10, Ay’dan 111 km uzaklıktaki ikinci ruyucusu olarak Apollon, Yunanistan’ın bir lis piskoposu. II. yy. ın ikinci yarısı. Sapkın yörüngesine girdi, ay modülü örümcek, Cer çok bölgesinde Apollon Lykeios (kurt öl mezheplilere karşı yazılar yazdı ve Marcus nan ve Young ile füzeden ayrıldı ve Ay'a dürücüsü) diye anılır; eski zaman heykelle 15 km yaklaştı. Bu arada Apollo-10 ile Ö- rinden birçoğu onu, Hermes gibi omuzunda Aurelius’a bir Apologia sundu, (l) arasında çeşitli manevralar ve radar bir kuzu taşıyan «iyi bir çoban» olarak gös APOLLİNARİZM i. Laodikeia’lı Apollina rümcek denemeleri yapıldı, örümcek uzayda bırakıl terir. Bakışları o kadar keskindir ki, bin ris ile tilmizlerinin sapkınlığı. Bu iddiaya dı, 26 mayıs 1969’da Büyük okyanusa inildi. diği güneş arabasından etrafta olup biten göre İsa’da Kelâm bir insan ruhu ile de ğil, doğrudan doğruya bir vücut ile birleş Apollo uzay projesinin en büyük başarısını herşeyi görür ve Zeus’a Olympos’da geçen miştir. Tilmizlerden bazıları İsa’nın vücudu Apollo-11 gerçekleştirdi. 20 Temmuz 1969’- olayları bildirir. Geleceği haber veren bir nun gerçekliğini bile inkâr etmişlerdir. Ta da Neil Armstrong ve albay Edvin Aldrin, tanrıdır; kehanetlerinden ötürü halkın aApollo-11 ile ilk defa Ay’a ayak bastı. (Bk. kın ettiği Delphoi tapınağındaki rahibe il rikat daha V. yy. da ortadan kalktı, (l) ondan alır. Delphoi’nin, yüzyıllar APOLLİNOPOLİS, Mısır’da üç yunan-ro- AY.) 16 Temmuz 1969’da Cape Kennedy uzay hamını üssünden Satüm-V roketiyle uzaya fırlatılan boyunca dünyanın her tarafından gelen hâ ma şehrinin adı. Bunların en önemlisi. Mı dolup taşmasına sebep, Apollon’un, sırlıların Ha-Hor («Tanrı Horus’un şehri») Apollo-11, 11 dakika 50 saniye sonra yörün zinelerleda, siteye de neyin gerektiğini her dedikleri Apollinopolis Magna’dn. Ptolemai- gesine girdi. Ay ile Dünya arasındaki 240 000 insana daha iyi bilmesidir. Kendi sonsuz zev os’lar burada, Yunanlıların Horus ile bir millik yolculuğunu tamamlayarak hedefine kesten ki için icat ettiği müzik ve şiirin tanrısı Apol tuttuğu Apollo'nun şerefine hâlâ ayakta du ulaşan Apollo-U’i Ay yörüngesine sokacak lon, tapmak etrafında şarkılar söyleyen ve ana roket 19 temmuz günü ateşlendi. 20 ran koca bir tapınak yapmışlardı. Bugünkü danslar yapan oğlan ve kız korolarının yer Temmuz sabahı erken saatlerde Aldrin ve Edfıt şehri. (L) Armstrong, Eagle (Kartal) adı verilen Ay aldığı şenliklerden hoşlandığı kadar hiç bir Apollo, Amerikalıların karma düzenli bir modülüne geçtiler. Ay modülü, bir süre son şeyden hoşlanmaz. Sevinç dolu bir milletin taşıtla Ay’a gitme projesine verilen ad. Bu ra, içinde yarbay Collins’in bulunduğu ku neşeli tanrısı Apollon, rübap çalarak Musa’ projede, uzay gemisi üç unsurdan meydana manda modülünden ayrıldı. Kartal, İngiliz lar korosunu kendi idare eder. Kâhin ve iyi gelir: üç kişilik bir kabin, kabinin Ay dolay yaz saati ayarıyle sabaha karşı saat 3,56’da edici, şair ve müzikçi Apollon, çeşitli fakat larına kadar yaklaşan gidiş-dönüş seyahatin birbirine yakın bunca işin ardında, büyülü de fırlatılmasını ve manevralarını sağlayan (21 temmuz) Ay’a indi. şarkıların ve sözlerin sırrına ermiş bir tan bir füze ve uzay gemisi ile Ay toprağı ara İkinci defa Ay’a insan indirilmesiyle sonuç rıdır. Görünüşte insana eğlenceli ve neşeli sında ilişki kurulmasına yarayan, öz itme lanan Apollo-12 yolculuğu 14 kasım 1969’da gelen birtakım türkülerle, aslında Yunanlı güçlü bir kapsül. Bunların hepsi bir «Sa- başladı. Deniz binbaşısı Charles Conrad ve ları Meçhuller dünyasına sokmuştur; tanrı türn-V» aygıtı ile atılarak Ay etrafında uydu deniz binbaşısı Alan Bean ile kumanda mo ların en esrarlısıdır. haline sokulacaktır: o zaman, üç astronottan dülü komutanı binbaşı Richard Gordon’u ikisi kapsüle geçerek gemiden ayrılacak ve taşıyan Apollo-12 uzay aracı, 17 kasımda — G. santl. Başlangıçta konik bir direk ile geri itmeli bir frenleme sistemiyle Ay yüze Ay çekimi bölgesine girdi. Intrepid (Kor temsil edilen Apollon, birçok eskiçağ heyke yine inecek, görevleri bitince de, bekleme kusuz) adlı Ay modülü, 19 kasım 1969 gü line de konu olmuştur: Orkhomenos ve Ptoos yörüngesinde kalan uzay gemisine dönecek nü, Ay’ın Fırtınalar okyanusu bölgesine mü denilen, eski dor devrinin heykelleri (Atina müzesi); Tenea Apollon’u (M.ö. VI. yy., Mü lerdir. Burada kapsül terk edilecek ve üç kemmel bir iniş yaptı. (LM) adam Dünya’ya dönecektir. Apollo projesi, APOLLODOROS, M .ö. 279 tarihlerinde üc nih Heykel müzesi): Piombino Apollon’u (M. «Gemini» programlarından sonra gerçekleş retli kelt askerleri sayesinde Kassandros (Po- Ö. 500, Louvre müzesi); Actium Apollon’u tirilmiştir. «Gemini» programları karma dü tideia) hükümetini ele geçiren ve dehşete bo (M.ö. VI. yy.’ın ikinci yarısı, Louvre mü zenli bir araç meydana getirmek üzere iki ğan makedonyalı. Antigonos Gonatas bu zesi); Sauroctonus Apollon (kertenkele öl düren), Praksiteles’den eski bir kopya (M.ö. veya daha fazla uzay gemisi bölümünün ken zorbalığa son verdi, (l) 340’a doğr. Louvre müzesi); Tiber Apollon'\x di aralarında birleşmesini sağlar. Söz konu A tina’lı, yunan ressa (M.ö. 450, Roma Millî müzesi); Citharoedus su «uzayda buluşma» projesi birçok defa APOLLODOROS mı (M.ö. V. yy.). Skiagraphos diye anılır. Apollon’u (M.ö. V. yy. Napoli müzesi); Pheibaşarıyle gerçekleştirildi. «Apollo» projesi, Gölgeler ve renk derecelendirmesiyle biçim dias’a atfedilen Kassel Apollon’u (Atina Mil 27 ocak 1967’de Cape Kennedy*de çıkan bir verme yolunu bulmuş veya geliştirmiştir, (l) lî müzesi); ayrıca Choiseul-Goıtffier Apolyangın iyi yetişmiş üç amerikan astronotun (R. B. Chaffee, Virgil i. Grissom ve Edward APOLLODOROS A tina’lı, Atina’lı bilgin lon’ıı (Calami’ye atfedilir, British Museum); H. White) ölümüne sebep oluncaya kadar ga (M.ö. II. yy.). 144’te kafiyeli bir kronoloji Olympia’daki Zeus tapınağı alınlığından ge yet yolunda gidiyordu ve çok ümit verici ile Peri Theorı (Tanrılar Hakkında) adlı bir len Apollon (Olympia müzesi) ve nihayet idi. Kaza, projenin gerçekleşmesini geciktir eser yazdı. Onun adiyle yayımlanan ve bir Belvedere Apolon’u (M.ö. IV. yy. Vatikan di. Füze yeryüzündeyken meydana gelen bu derleme olan Apollodoros kitaplığı gerçekte müzesi). XV. yy. sonlarına doğru bulunan kazanın sebebi kapsülün saf oksijenle bes miladî çağın başında bilinmeyen biri tara Belvedere Apollon’unun, Michelangelo ile lenmesidir. Çünkü saf oksijen, yangının bir fından düzenlenmiştir; eserde değerli mito Rönesans sanatçıları üzerinde büyük etkisi olmuştur; bu arada özellikle Dosso Dassi. anda yayılmasına son derecede elverişlidir. lojik bilgi vardır, (l) Bugüne kadar ilk büyük aşama Apollo-8 ile APOLLODOROS Bergam a’h, yunanlı hi Apollon ile Daphne’yi (Borghese galerisi); oldu. 21 Aralık 1968’de Cape Kennedy’den tabet hocası (M.Ö. 104’e doğr- 22). Roma’- Raffaello, Apollon ile Marsias'ı (Vatikan Satüm-V füzesiyle Apollo-8 uzaya fırlatıldı, da ünlü bir okul kurdu, öğrencileri arasında Odaları) temsil etmiştir; aynı konu, Paris önce 28 000 km/saat olan hız daha sonra Octavianus da vardı. Hitabeti bir sanat ola Bordone tarafından ele alınmıştır (Dresden 40 000 km/saate yükseldi. Astronotlar rak değil, bir ilim olarak kabul ediyordu, (l) müzesi). XVII. yy. dan Versailles’da kalan (Frank Borman, James Lovell ve William An- APOLLODOROS G ela’lı, Menandros’un eserler; Girardon ve Regnaudon tarafından yapılmış Su Perilerinin Hizmet Ettiği Apollon ders) uzay aracını, Güneş’in çekim alanına çağdaşı yunanlı komedi yazarı, (l) (Apollon Banyosu koruluğu) ve Charles de kaptırmadan Ay etrafında dairesel bir yörün geye oturttular. Yörüngenin Ay’dan ortalama APOLLODOROS K arystcs’lu, yunanlı ko La Fosse tarafından Apollon ile Diana sa lonunun dekorasyonu (Apollon arabası); J. -B. uzaklığı 112 km idi. Uzay aracı 38 428 km/ medi yazarı. M.ö. III. yy. m birinci yarısın saat hızla atmosfere girdi, atmosferde yerçe da başarı kazandı. Terentius, özellikle Tuby’nin yaptığı (Apollon Sudan Çıkarken) kimi dolayısıyle hızı 40 000 km/saati buldu. Hecyra ve Phormio adlı eserlerinde onu ör Zafer takı koruluğu; İtalya’da Domenichino Apollonun Arabası’m (Costaguti menzili) ve 20 km’lik bir eğri yolla 27 aralıkta Büyük nek almıştır, (l) Albani Apollon’a Ders Veren Pan tablolarını okyanusa indi. APOLLODOROS Phaleron’lu, yunanlı (National Gallery) yapmıştır; Bernini’pin en Apollo-8 için yapılan bütün hesaplar doğru tunç sanatçısı (M.ö. IV. yy.) Sokratçı filo nefis heykellerinden biri Apollon ile çıkmıştı: atmosferdeki sürtünmeden ötürü zof; Çılgın diye anılırdı. Mükemmelliğe var Daphne’dİT (Borghese villasında). XVIII. yy. aracı sıcaktan koruyan zarf 2 000°C’ye çık- mak isteği yüzünden eserlerini bitirir bitir resimleri içinde, François Boucher’nin Apol V tı ve zarfın 5,08 sm (2 inç) kalınlığındaki mez yok ederdi, (l) lon Sanatlara Taç Giydirirken’ini (Tours mü kısmı Büyük okyanusa inildiğinde tutuştu. APOLLODOROS Şam ’lı, Damaskenos da zesi) ve heykellerden J. -B. Lemoyne’in AYere 7 005 m yükseklikte, koni biçiminde denir; yunanlı mimar; Roma’da M.S. I. yy. pollon’unu, Pajou’nun Apollon Sanatların De iki paraşüt açılmış ve âletin düşüşünü düzen da özellikle Trajanus forumunun bütünü ile hasına Hâkim Olurken (Versailles tiyatrosu ilemişti. Ulpianus bazilikasına çalışmıştı. Savaş âlet çin) ve Houdon’un Apollon'unu sayalım. Apollo-9. 3 mart 1969’da Cape Kennedy üs leri üzerine bir eser yazdı. Trajanus ile bera XIX. yy. da Apollon, Python Yılanını öldü sünden Satürn-V füzesiyle fırlatıldı. Astro ber, Dacia’lılara karşı savaşa gitti, Tuna rürken teması, bu konuda şaheserlerinden notlar (McDavitt, Russel L. Schweickart ve üzerinde Demirkapıda bir köprü inşa etti. birini yaratmış olan (Louvre’da Apollon Scott) Ay’a inmek için kullanılacak ay modü Kadrianus’un planlarını korkusuzca tenkid galerisinin tavanı; taslağı Brüksel müzesinde) Delacroix tarafından kullanılmıştır. XX. yy. lünü denediler. Apollo’nun ana gövdesiyle ay ettiği için sürüldü, sonra öldürüldü, (l) modülü arasındaki bir tünelden ay modülüne APOLLON. Yun. mit. Tanrıların en güzeli, da Apollon’un Rodin, Bourdelle, Despiau ta rafından yapılmış çeşitli heykelleri vardır. geçildi, böylece ilk defa araç dışına çıkma Gün ve Aydınlık tanrısı. Zeus ile Leto’nun oğ dan bir araçtan diğerine aktarma yapılabil lu, Artemis’in kardeşi. Delos’ta doğdu; kuğu (-^ Bibliyo.) [L] di. Ayrıca ay modülü terk edilip uzayda yü ların kendisini götürdükleri Hyperboreos’lar APOLLON, küçük gezegen (numaralanma rüme denemesi de gerçekleştirildi. Apollo-9 ülkesinden dönüşünde Delphoi’ye geldi ve mış); 1932’de Delporte tarafından keşfedildi; kabini ile kenetli bulunan ay modülü birbi Themis kâhininin bekçisi canavar Python’u yörüngesi, dünya ve Venüs’ün yörüngesinin rinden ayrıldı, daha sonra iki araç burun öldürdü. Tempe vâdisinde bir kaynakta yıka içine kadar uzanan tek gezegendir. Çapı 3 buruna gelerek birbirine kenetlendi.Apollo-9 narak bu cinayetin yüklediği günahtan arın km’den küçüktür. (Bk. yildiz.) Tl] , olan İkincisi «apollinarizm» tarikatını kurdu. Ona göre. İsa ruh- planında insan tabiatına değil, yalnız Tanrı tabiatına bağlanır. Ci simleşme hakkında ileri sürdüğü doktrin bir çok defa mahkûm edilmiştir (377-378-379381). Laodikeia’lı Apollinaris dogmatik eser ler, bir Apologiet ve tefsirler yayımlamıştır.
Foto. Anderson-thıaııdon ILAROU.İSE)
37
Tiber Apollon'u M.ö. 450
(Millî müze, Roma)
APO Apollon, eski İstanbul’da birkaç tiyatronun adı. Geçen yüzyılda Galata, Topçular sokağı 136 numaradaki tiyatro; bu yüzyılda ise Şişhane’de Büyük Hendek’te Karakol yakınındaki Apollon tiyatrosu; 1913’te Beşiktaş’ta açılan Apollon Tiyatrosu; bir de Kadıköy’de Mısırlıoğlu bahçesi içindeki Apollon tiyatrosu. Bu sonuncunun adı daha sonra Hale tiyatrosu olmuştur, (m) APOLLONİA. Esk. coğ. Anadolu’da bu adı taşıyan çeşitli şehirler vardır: 1. Apollonia Thynias, Karadeniz’de bugünkü Kefken ada sında bir şehir. Burada, Herakleia şehrinin kurduğu bir Apollon tapmağı vardı. Argonautlar efsanesine göre de Apollon, şehir de birdenbire görününce, Orpheus tanrı için sunak yapılmasını emretti. Buradaki tapı nakta bulunan Apollon’un çok büyük bir heykelini Lucullus (M.Ö. 73) Roma’ya götür dü ve Capitolium’a yerleştirdi. 2. Mysia böl gesinde, Ryndakos (Atranos) kıyısında bir şehir, Miletos şehrinin kolonisi olan Apollonia, Roma devrinde Adramilteion mahkeme merkezine (cenventus iuridicus) bağlıydı. Şeh rin kalıntıları, bugün Apolyont yakınındadır. 3. Mysia bölgesinde şehir. Kalıntıları bu gün, Soma’nın batısında ve Bakır çayının kuzeyinde yer alan Asar’dadır. 4. Lydia böl gesinde şehiri 5. Karia bölgesinde Salbakos (Babadağ) eteğinde bir şehir. Şehrin, Selefkiler hanedanından bir kral tarafından kuaponogeton ruımuş olması muhtemeldir. Bugün kalıntıla rı, Tavas ovasının güneydoğusunda ve Solmaz’ın kuzeydoğusundaki Medet köyü yakı nındadır. 6. Frigya bölgesinde Apameia ile Antiokheia arasında bir şehir. Daha önceki adı Mordiaion olan şehri, Suriye kralı Seleukos Nikator (III. yüzyıl) kurdu. Trakya ve Lykia’dan gelen göçmenler muhtemelen bura ya yerleştiler. Kuzeyde Hoyran gölü yakın larını içine alan şehir, II. ve IV. 'yüzyılda şehre bağlı olan Tymandos, Limenai Ye Sabinai köyleri bağımsız hale gelince toprak larının çoğunu, kaybetti. Hıristiyanlık zama nında Sozopolis adını aldı. Bugünkü Ulu borlu’da Augustus yazıt’ına (Monumentum Apolloniense) ait parçaların bulunması, An kara’daki yazıtın okunması yönünden fayda lı oldu. 7. Lykia bölgesinde bir şehir. Simena ve İsinda şehirleri ile birlikte Aperlai şehrine bağlıydı. Kalıntıları bugün Kılınçlı’nın (Sıcak) güneybatısındaki Av§ar Hara besi denilen yerdedir. 8. Anadolu dışında da lllyria’da, Aoos nehri ağzında şehir. Yunan lılar zamanında fikir ve ticaret merkeziydi. (M)
apotem OD, ÂB kenarlı düzgün altıgenin apotemidir
apoyevmatini gazetesi
APOLLONİDEA. Esk. coğ. Anadolu’da Lydia bölgesinde Pergamon ile Sardes arasın da bir şehir. Burayı M.Ö. 195 yılında Per gamon kralı Eumenes II kurdu ve annesi Apollonis’in şerefine Apollonidea adını ver di. 17 Depreminde harap olduysa da impara tor Tiberius onardı. Bugün şehrin kalıntı ları Palamut bucağının kuzeyindedir. (m) APOLLONİDES, yunanlı coğrafyacı, Mithridates’in çağdaşı; Avrupa kıyı yolculuğu konusunda bir eseri vardır, (l) APOLLONİDES İznik ’li, Tiberius zama nında yaşamış yunan gramercisi. Tiberius’a, Timon’un Sillos adlı eseri üzerine bir şerh ile Demosthenes’in Elçiliğin Dalavereleri adlı eseri üzerine bir inceleme ithaf etti, (l)
f
APOYEVMATİNİ
77O
rE YM R U N lf
APOLLONİO (Giacomo), İtalyan tarih ve manzara ressamı (Bassano 1584-ay.y. 1654). Amcaları Girolamo ve Giambattista Bassano’nun talebesi. Eserleri Bassano’.da ve Roma’daki Doria galerisindedir. (l) . APOLLONİOS, lakabı Molon, Rodos’ta ders veren hitabet hocası (M.Ö. I. yy). (Ti cero onun öğrencisiydi, (l) APOLLONİOS, birçok yunan hekiminin adı: Apollonios, Herophilos’un talebesi ol duğu için Herophitos’cu diye bilinir (İskende riye M.Ö. II. yy.); — A pollonios, İsken deriye’de M.Ö. II. yy. da yaşadı; — Bergama’lı A pollonios M.Ö. I. yy. da yaşadı; — Kition'lu Apollonios, M.Ö. 70’e doğr. (L) APOLLONİOS A tina’lı, Arkhias’ın oğlu, yunanlı heykelci (M.Ö. I. yy.). Polykleitos’un Doryphoros adlı heykelinin başını kopye et miştir; tunçtan yapılan bu baş, Herculanum’da (Napoli müzesi) bulundu, (l) APOLLONİOS A tina’lı, yunanlı heykelci. Vatikan’daki Apollon Belvedere heykelini yapan Nestor’un oğlu; Augustus zamanında yaşadı. Roma’daki Terme müzesinde bulu nan tunçtan boksörün zırhlı eldiveni üze rinde imzası vardır. (L) APOLLONİOS D yskolos («Müşkülpesent»), İskenderiyeli gramerci (M.S. II. yy.). Bugün dört gramer kitabı elimizdedir, (l) APOLLONİOS P erge’H, yunan matematik çisi ve astronomu (Perge M.Ö. 262’ye doğr.180’e doğr.). İskenderiye’de yaşadı. Arkhimedes’in tilmizi ve matematiğin yaratıcılarındandır; yazdığı bir kitapta koniklerin özelliklerinden birçoğunu anlatır, özellikle iki etekli bir koni bir düzlem tarafından ke silince, yerine göre bir elips, bir parabol veya bir hiperbol elde edileceğini gösterdi. Ayrıca, konik kesitlerin odaklarının varlığını ispat etti, öteki eserleri kaybolmuş, bazıları Pappus sayesinde yeniden meydana getirile bilmiştir. • Apollonios hiperbolleri, Apollonios eğ rileri. Mat. İkinci dereceden âdi hiperbol ler, eğriler, (l) APOLLONİOS Rodos’Iu, İskenderiye’n şair ve gramerci (M.Ö. 295’e doğir.-230’a doğr.); sonradan bozuştuğu Kallimakhos'un tilmizi ve rakibi. Rodos’ta yaşadı, Argonautika des tanını orada yazdı. Kallimakhos’un ölümün den sonra İskenderiye’ye döndü, (l) APOLLONİOS Sofist, İskenderiye’de doğ muş hitabet hocası (M.S. I. yy.). Tiberius zamanında Roma’da ders verdi, bir Homeros lügati yazdı; bugüne kısaltılmış şekliyle intikal etmiştir, (l) APOLLONİOS Tralleis’li veya AyduıTı, yunanlı heykelci (M.Ö. I. yy.); kardeşi Tauriskos ile birlikte, Amphion ve Zethos’u, üvey anaları Dirke’yi bir boğaya bağlarken gösteren bir heykel grubu yapmışlardı. Bu gruptan alınmış Farnese Boğası (Napoli mü zesi) aslına hayli uygun bir eserdir, (l) APOLLONİOS Tyana’lı, yeni Pythagoras’cı filozof (Tyana, Kappadokia-Efes 97). Pythagoras’ın doktrinlerini benimsedi; uzun yolculuklar yaptı. Her gittiği yerde, ahlâkı düzeltmek ve Pythagoras’m dogmaların! yay mak için çalıştı. Bazen sihirbaz ve şarlatan olarak kabul edilen Apollonios, derin bir ah lâk fikrine sahipti; hayatı hakkında hita bet öğretmeni Philostratos’un yazdığı ola ğanüstü hikâye bir masaldan ibarettir. Apol lonios phythagorascı bir okul kurduğu Efes’te öldü. Kazandığı büyük şöhret zama nının en bilgin, en ahlâklı insanlarından biri olduğunu gösterir. Sonradan Porphyrios ve İamblikhos’un faydalandıkları bir Pythagoras’m Hayatı ile Kâhinlik Üstüne adlı eserleri yazdı. III. yy. da, Hierokles, Philos tratos’un yazdığı Apollonios’un Hayatı adlı esere dayanarak kişiliğini lsa’mnkiyle karşı laştırdı. Caracalla, onun adına bir tapınak yaptı; III. yy. sonunda birçok tapınakta resmi vardı. Efes’te kendisine bir tanrı gibi tapılıyordu, (l) APOLLON kelebeği i. (mitolojik isim Apollon’dan). Zool. Avrupa ve Asya’nın dağ lık bölgelerinde yaşayan, parnassius cinsin den gündüzcü, güzel bir kelebek türü. (Bk. parnassius.) [l]
Apollon Musagete, i. Stravinski’nin iki tabloluk" balesi; koreografi: G. Balanchine; dekor ve kostümler: A. Bauchant (Paris, 12 haziran 1928’de Sarah-Bemhardt tiyatrosunda
S. Diyagilev’in Rus Bale topluluğu tara fından temsil edildi). İlk defa 1928’de, par tisyonu Stravinski’ye ısmarlamış olan Washington Chamber Music Society’nin dü zenlediği bir çağdaş müzik festivalinde, A.B.D.’de temsil edildi. Bale tantanalı bir largo ile açılır: Apollon, başında iki tan rıçanın koyduğu mersin dallarından bir taç, kutsal dağa doğru ilerler. Üç ilham perisi Kâlliope, Polymnia ve Terpsikhora onu kar şılar, toplu bir danstan sonra her peri ayrı ayrı çeşitlemeler yapar. Apollon’un ikinci çeşitlemesinden ve Terpsikhora ile yaptığı «pas de deMx»den sonra Kâlliope ile Polym nia onlara katılır ve bale, tanrının yüksel mesine şahit olan tantanalı bir koral ile sona erer, (l) APOLLONOS HİERON. Esk. coğ. Anado lu’da Lydia bölgesinde bir şehir. İsminden tanrı Apollon ile ilgili bir yerleşme bölgesi olduğu anlaşılmaktadır. Bugün şehrin kalın tıları Buldan kasabasının 5 km kuzeydoğu sundaki Bozalan köyü yakınındad'r. (m) APOLOG i.' (yun. apologos, hikâye’den fr. apologue). Ahlâkî bir öğütle sonuçlanan, ne sir veya şiir olarak yazılmış hikâye: Aesopos’ıın apolog’ları. — ansİkl. Apolog, her şeyden önce ahlakî bir hakikatin tanıtlanmasıdır, çoğunlukla da ha geniş bir bütün (nutuk, ahlakî eser v.b.) içinde yer alır; masal ise kendi kendine ye ten bir edebiyat türüdür; masal’da anlatım sanatı, çıkartılan öğütten daha çok önem kazanır, (l)
Apologeticum , Tertullianus’un en önemli eseri (197). Hedef olarak Roma eyalet vali lerini alır; bu bakımdan hukukî yönü ağır basar. Payen’lerin tanrılarına karşı giriştiği hücumların yanı sıra, Tertullianus, hıristiyan gerçeğini ve Hıristiyanların vatanseverliğini ispata çalışır, (i.) APOLYONT (eski adı, Apollonia, bugün Gölyazı), Apolyont (Ulubat) gölünün kuzey doğu kenarında ince bir dil ile kıyıya bağlı küçük bir yarımada üzerinde kurulmuş köy; 1 330 nüf. Bursa ile Merkez ilçesinin Çörükle bucağı içinde yer alır, (m) APOLYONT gölü. Bk. ulubat gölü. APOMEYOZ i. (fr. apomeiose). Biyol. Meyoz bölünmeye uğramaksızm meydana gelen tetrasporların. sporlu bitki halinde gelişmesi. (l )
APOMİKSİS i. (apo, bulzl, eki ve yun. miksis, birleşme). Biyol. Meyoz bölünmeye uğ ramamış veya döllenmemiş hücrelerle üreme. Apomiksis’in, yumurtasız üreme, döllenmesiz üreme ve sporlanmaksızın üreme şekil leri vardır, (l) APOMORFİN (fr. apomorphine). Kim. Mor finden bir molekül su kaybı ile türeyen C17H17O2N formülündeki bileşik. — ansİkl. Ecz. Apomorfin, özellikle zehir lenmelerde kusturucu olarak, klorhidrat ha linde ve 1 sg’lık dozlarda, cilt altına şırın ga edilerek kullanılır. Çözelti halinde sabit olmadığından, sık sık yenilenmelidir. (l) APONOGETON i. Suda yaşayan uzun ömürlü bir bitki. Anayurdu Güney Afrika ve Avustralya’dır. (Bir türü, Aponogeton distachyon, limonluklarda ve açık havada su içerisinde yetiştirilir. Zarif beyaz çiçekli, gü zel kokulu bir süs bitkisidir. Aponogetonaceae familyasından.) [l] APOPLEKSİ i. (yun. apo, sonuç gösterir ve plessein, vurmak). Nörol. Başlangıcı şid detli koma. (Bk. ansİkl.) —Bot. Bitkilerin (kayısı,' asma) çok çabuk solması. (Yapraklar birdenbire solar, kurur ve birkaç gün içinde bitki ölür. Köklere veya sapa yapışan birçok mantar bu çeşit hastalıkları yapabilir.) — Jinekoloji. Dölyatağı-göbekbağı apopleksisi, bütün karın boşluğuna yayılabilen dölyatağı ve uzantılarının enfarktüsü. — ansİkl. Nörol. Apopleksi genellikle be yin kanamasından ileri geldiği için çok za man iki terim birbiri yerine kullanılır. Teşmil yoluyla bazen başlangıcı birdenbire olan baş ka iç organ kanamalarına da apopleksi de nir: dölyatağı-göbekbağı apopleksisi, v.b. Anlamının belirsizliğinden dolayı bu terim terkedilmek üzeredir, (l) APORETİK i. ve sıf. (yun. aporein, şüphe etmek’ten fr. aporetique). Pyrrhon’cu filozof ların, her öğretinin lehinde ve aleyhinde eş
Foto. Vincent (L A RO VSSE) ; Kürettin E rkıh c (M EYD AK )
değerde deliller bulmaları yüzünden içine düştükleri kararsızlık durumunu nitelemek için benimsedikleri sıfat, ( l)
APORİ i. (yun. aporia, yol. geçit yokluğu’ndan fr. aporie). Mant. Bir düşünce eylemin de ortaya çıkan çözülemez çelişme. (Eşanl. ÇIKMAZLIK.)
[L]
APORİA i. (yun. aporos, erişilmez’den). Si yah benekli beyaz kelebek. (Pulkanatlılar ta kımından.) — ansİkl. Aporia’mn dişisinde üst kanatlar saydamdır. Tırtılı kül rengi mavi, esmer si yah çizgilidir. Yan tarafında sarı bir çizgi vardır. Akdiken, armut, erik, kiraz, çakal eriği gibi meyve ağaçlarında yaşar. Genç tırtıllar kışı ipekten bir koza içinde hep bir arada geçirir. Boyu 65 mm. (İlmî adı: Aporia crataegi.) [l] APORİDOS KOME. Esk. coğ. Anadolu’da Frigya bölgesinde bir köy. Apameia (Dinar) yakınlarında olması muhtemeldir. (M ) APORT ünl. (fr. apporte!). Avın veya ken disine gösterilen şeyin üzerine atılması için köpeğe verilen emir: Elimdeki ipi karşıya uzatarak haykırdım: Aport!., bir sıçrayışta ipi ağzına aldı (H. R. Gürpınar), [m] APOSAFRAN1N i. (önek apo, -den gelen ve safranın). Kim. Bir aminojen NHs kökünün kaybı ile fenosafraninden türeyen boyar mad de. (Eşanl. benzİndulİn .) || Aposafranin ti pinde boyar maddelere (msl. rosindulinler, izorosindulinler) verilen genel ad. ♦ Aposafranon i. (fr. aposafranone). Kim. Aposafranin’e sülfürik asitle sıcak’ta işlem yaparak elde edilen bileşik, (l) APOSERİS i. (yun. apo,-den gelen ve seris, marul). Yabanî hindibaya benzeyen sarı çi çekli bitki. Ormanlarda, dere kenarlarında rastlanır (Bileşikgillerden), [l] APOSPORİ i. (fr. aposporie). Biyol. Sporla çoğalan bir bitkinin eşeyli devreden sonra, meyoz bölünmeye uğramaksızın, yani sporlanmaksızm gelişmesi. — ansİkl. Biyol. Apospori iki çeşittir: apomeyoz, meyoz bölünmeğe uğramaksızın mey dana gelen tetrasporlardan bir sporlu bitki nin oluşması. Asıl apospori, sporlu bitkinin herhangi bir hücresinden eşeyli bir bitkinin gelişmesi. '— Bot. Bu olay, eğreltiotlarımn olgunlaşması sırasında meydana gelir. Spor yerine, protal özelliği taşıyan küçük levhacıkların oluştuğu görülür. Kapalıtohumlularda da aposporiye rastlanır. (Citrus aurantiacum [protal], Opuntia vulgaris [frenk inciri], Funkia ovala, Evonymus americanus). O za man yumurtacıktaki hücrelerden biri embri yonu meydana getirir, (l) APOSTASİS i. (yun. k.). Bizans’ta basileus’a karşı ayaklanma. (Aynı terim, hem tanrıya, hem de imparatora karşı girişilen isyan için kullanılırdı.) [l] APOSTEL (Hans Erich), avusturyalı bes teci’ (Karlsruhe 1901-Viyana 1972). A. Schönberg ve A. Berg’in öğrencisi. Bütün sanat hayatını Viyana’da geçirdi. Onikiton’culuğun klasik şeklini temsil edenlerden biridir. Şekilcilikte biraz aşırılığa kaçan başlıca eserleri şunlardır: bir Requiem, bir yaylı saz lar dörtlüsü (Berg’in Wozzeck’i üzerine te ma ve çeşitlemeler), Trakl’m şiirleri üze rine Orchestergesânge’ler, çok sayıda piyano parçası ve Haydn’m bir tema’sı üzerine or kestra için çeşitlemeler. (L) A POSTERİORİ zf. (ortaçağ lat. a posteriori ratione quam experientia, deneyden sonra). « A posteriori» düşünmek, deneye dayanarak düşünmek; deney öncesi verilere dayanan a priori düşüncenin karşıtı: Her hükümet, kanunları «a posteriori» olarak hazırlar. ♦ Aposteriorizm i. (fr. aposteriorisme). Fels. A posteriori düşünme yöntemi. || Her türlü bilgiyi a posteriori kazanılmış kabul eden öğreti. (Eşanl. sonsalcilik.) [l] APOSTOL (Daniil Pavloviç), Ukrayna’nın sondan bir önceki hetmanı (1654-1734).. önce Kari XH’nin ve Mazeppa’nm taraftarıydı. Poltava’dan önce ikisinden de ayrıldı (1709). Rusya onun lehine hetmanlığı yeniden kur du ve 1727’de Kazaklar’a onu seçtirdi. İh tiyar ve aciz olduğu için Ukrayna’nın öz gürlüğünü yeniden sağlayamadı. Kendisin den sonra, 1750’de son hetman Kiril Razumovski seçilinceye kadar hetmanlık boş kal dı. (L)
Apostolica partisi, 1819 ihtilâlinden sonra İspanya’da kurulmuş, aşırı katoliklerle mutlakiyet taraftarlarından meydana gelen par ti. Şefleri, sırasıyle: yenildikten sonra Fran sa’ya sığınan Quesada; 1822’de idam edilen Elio; 1825’te idam edilen Bessiere; Mata Florida; baron d’Eroles v.d... Molina kontu Carlos de Borbon, yeğeni isabel IFyi devir mek isteyince Carlos’cu parti adını aldı, (l) APOSTOLİKLER çoğl. i. (fr. Apostoliques). XIII. yy. da, evlenmekten, et yemekten, şa rap içmekten v.b. vazgeçen sapkınlar. (Adla rını, hayatlarını taklit etmek iddiasında bu lundukları havarilerden [lat. apostolus, yun. apostolos] alırlar; mezhebin kurucusu Parma’lı Gherardo Segarelli’dir.) [ l] APOSTOMLAR çoğl. i. (yun. apo, uzakta ve stoma, ağız’dan fr. apostonıes). Zool. Kamçılı, tümkirpikli tekhücreliler takımı. Gerçek bir gelişme devresi boyunca bir sürü değişikliğe uğrarlar. Kabuklular (kavkılılar) üzerinde asalak veya üstasalak olarak ya şarlar. (Başlıca cins: Spirophyra.) [l] APOSTROF i. (yun. apostrophos’tan fr. apostrophe). Dil bil. Bk. kesme işareti. (L) APOTAKTîK i. (yun. apotattomesthai, vaz geçmek’ten fr. apotactique). Dünya nimet lerinden vaz geçmek iddiasında olan IV. yy. çilekeşlerine verilen ad. (t) APOTEM i. (yun. apotithenai, indirmek’ten fr. apotheme). Mat. Düzgün bir çokgenin merkezinden kenarlardan birine indirilen dik me: Düzgün bir çokgenin alanı, çevresiyle apoteminin çarpımının yarısına eşittir. || Düzgün bir piramidin tepesinden taban çok geninin kenarlarından birine indirilen dik me. (l) APOTEOZ i. (fr. apotheose). Bir kimseye karşı gösterilen aşırı ululama. (Bk. apotHEOSİS.) [l]
APO tepesi, Filipin adalarında Mindanao’diu Davao körfezine hâkim yanardağ; yüksk. 2 m. Filipinler’in en yüksek tepesi. Ya kın çevresiyle Apo Tepesi Millî parkı’m meydana getirir, (l) APOTESYUM i. (yun. apotheke, hazne’den lat. k.). Likenlerde suyosunları ile. ortakla şan mantarların üreme organı. Apotesyumlarda aşklar ile parafizler karışıktır. — ansİkl. Bu organlar yuvarlak çekirdekli bir kurs biçimindedir. Apotesyum, genellikle tal’in üst yüzünde, nâdiren de alt yüzünde .bulunur, (l)
APOTHELOZ (Jean), isviçreli besteci (Lausanne 1900). A. Fornerod’un öğrencisi; or kestra için eserler, 'kantatlar ve oratoryolar besteledi: le Pay s (Memleket); la Douce Nuit (Ilık Gece); Deux Complaintes Pour les Marins (Denizciler îçin İki Ağıt); Calendrier (Takvim), [l] APOTHEKE i. (yun. k.). Eski yunan ve ro ma evlerinde erzak ambarı ve özellikle şarap mahzeni, (l) APOTHEOSİS i. (tanrılaştırma anlamında yun. k.). Bir kahramanın Olympos tanrıları arasına alınması. || Roma imparatorlarının tanrılaştırılması: Augustus’un apotheosis’i. — ansİkl. Tar. Yunanlılarda ve ilk Roma lılarda apotheosis, bir şehir veya devlet ku rucusuna, hizmetleriyle ikinci bir kurucu sa yılan büyük bir yurttaşa, ölümünde saygı ve minnettarlık gösterisiydi. Böyle bir kişinin mezarı bir tapınak ve hayatı, şairlerin ha yal gücüyle gittikçe büyüyen bir efsane olurdu. Atina, kuruculari Kekrops ile Theseus’u tanrıları arasına katmış; Roma’nm ku rucusu Romulus, Senato kararı ile Quirinus adiyle tanrı ilân edilmişti. Romalılarda Augustus zamanına kadar başka Bir apotheosis’e rastlanmaz. Augustus zamanından itibaren Roma imparatorluğunda, tanrılaştırma ta mamen âdet haline gelmiş ve ölen imparatora bu şekilde ibadet usulü yerleşmişti. Bunu iste yen Senato olduğu için, kötü hatıra bırakan imparatorların tanrılaşmasına karar verme mekle, Senato, onları âdeta mahkûm etmiş oluyordu. Senato bu yola, ancak, ölen im paratorun halefi aynı sülâleden değilse ve dolayısıyle ölenin hatırasını'korumayacaksa başvururdu. Augustus’un Sezar için kullan dığı ve ondan sonra yerleşen tabir gereğince, ölen imparator tanrılaştırılmıyor, sadece kut sallaştırılıyordu. Rahip okulları (Sodales augustales) kuruldu ve gens Julia ibadetine tah sis olundu; ayrıca, Flavius’lara, Hadrianus’a
Foto. Anderson-Giraııdon, Manuel, AUnari-Giraudon (L A R 0U 8SE )
ve Sofu Antoninus’a ibadet için başka rahip okulları da açıldı. Roma imparatorlarının kutsallaştırılması, İs kender’in yerine geçen generallere, Yunan Asyası’nda ve Mısır’da yapılan buna benzer törenlerin tekrarlanmasından başka bir şey değildir. Apotheosis’in başlangıcı, doğrudan doğruya tanrı sayılan firavunların halefi İs kender’in, Mısır’da tanrılaştırılmasıdır. im paratorların kutsallaştırılması, Hıristiyanlı ğın ilk zamanlarına kadar sürmüştür, (l) APOTHETAi. Esk. coğ. Doğuştan sakat Isparta’lı çocukların bırakıldığı Taighetos boğazı, (l) ' . APOTHİCAİRERİE mağarası, Fransa’nın Bretagne bölgesinde (Morbihan) Belle-İle’in batı kıyısında eörülmeğe değer bir mağara.
Antoninus ile Faustina'nın apotheosis'i; Vatikan'da Marcus Aurelius tarafından dikilen «Antoninus sütunu» nun kaidesindeki yüksek kabartmalar
(L)
APOTOKSİN i. (fr. apotoxine). Ch. Richet’ye göre, zehirlere karşı aşırı duyarlı bir kim senin kanında, bir zehirin ilk şırıngasından meydana gelen koruyucu madde ile yeniden şırınga edilen aynı zehirin birleşmesinden do ğan zehirli madde. (Aslında bu madde sa dece teorik olarak vardır. Ama, bir ilâcın şırınga edilmesinden doğan şok olayını az çok aydınlatmağa elverişlidir.) [l] APOTR i. (fr. opötre). Havari: Apotr yarat mağa kalkışıyordum (Atatürk). [Bk. havarİ.J ‘E) Apoyevm atini, rumca günlük gazete, İstan bul’da 12 temmuz 1925 tarihinden beri ya yımlanır. Türkiye’deki rum azınlığın en çok okuduğu yerli rumca gazetedir. Kendi basımevinde 6 000 civarında basılıp 5 000 nüs ha satılır. Genel olarak dört sayfa, tek renk, az resimli, ciddî bir gazetedir, ikinci Dün-
Paul APPEl
Via APPİA M.ö. 312'de Roma'dan Brundusium'a giden yol
APP ya savağından sonra boyutunu büyütmüştür. Kuruluşundan beri sahibi ve müdürü Konstantin Vasilyadis, son yıllardaki sorumlu mü dürü Takvor Acun, başyazarı da Ligor Yaveridis’tir. (m) APPALACHİAN d a ğ la rı. Bk. apalaş dağ lan. Appassionata, Beethoven’in op. 57 fa minör sonatına Hamburg’lu yayımcı Cranz’ın, ikin ci basımdan itibaren koymağa başladığı ad. 1804’te Viyana’da bestelenen bu ünlü eser Braunschvveig kontuna ithaf edilmiştir. Beet hoven, ondan, Shakespeare’in Fırtına'sının bir çeşit yorumlanması diye bahsederdi, (l) Appassionato (ital. k.). Müzikte bir par çanın veya bir cümlenin coşkun, tutkulu bir şekilde çalınması gerektiğini belirtir. Appas sionata şeklinde de kullanılır, (l) APPELL (Paul), fransız matematikçisi (Strasburg 1855-Paris 1930). Fen doktoru, Paris Fen fakültesinde rasyonel mekanik profesö rü: 1920’den 1925’e kadar Paris akademisin de rektör yardımcısı. 1889’da, İsveç kralı Oscar II tarafından, bütün Avrupa matema tikçileri arasında açılan yarışmada ikincilik kazandı. Eserleri: Leşons Sur l’Attraction et la Fonction Potentielle (Çekim ve Potansiyel Fonksiyon Dersleri, 1892); Traite de Mecaniqııe Rationnelle (Rasyonel Mekanik Dersleri) [Fen fakültesinde verilen mekanik dersleri, 4 cilt 1893-1896]; Goursat ile birlikte, Thiorie des Fonctions Algebriques et de leurs Integrales (Cebirsel İşlemler ve Integralleri Teorisi, 1895); Lacour ile birlikte, Principes de la Theorie des Fonctions Elliptiqııes (Eliptik Fonksiyon Teorisinin İlkeleri, 1897); Prâcis «l'Apres-mide d'un Faune» teori Bakst'ın de la Mecanique Rationnelle (Rasyonel Me kanik Dersleri); Elements de la Theorie des V. Nijînski için Teorisinin Unsurları, hazırladığı maket Vecteurs (Vektörler 1921); Fonctions Hypergeometriques et Hv(Arsenal kütüphanesi, Fransa) perspheriques; Polynomes d’Hermite (Geo metrik ve Dairesel Aşırılık Fonksiyonları; Fransız Hermite Çokterimlileri, 1926) v.b. [Fransız İlimler akademisi, 1892.] (l)
40
da, le Livre de Tous les Menages l’Art de Conserver Pendant Plusieurs Annees Toutes les Substances Animales et Vegetales (Her Evin Kitabı veya Hayvanı ve Nebatî Maddeleri Uzun Yıllar Saklama Sanatı) adiyle yayımla dığı eser birçok memlekette konserve sanayii nin doğmasına sebep oldu. 1812’den itibaren bir İngiliz firması Appert usulünü geliştirerek konserve sanayiini kurdu. Appert de cam kapların yerine teneke kutular kullanarak usulünü değiştirdi. Bundan başka Appert, mayalanmış içkileri jelatinle süzmek, şırayı koyulatarak ve şarapları ısıtarak muhafaza etmek usullerini buldu. ♦ Appertlem e i. Bozulabilecek besin mad delerini, sıkı kapalı kutularda isiyle mikropsuzlaştırarak koruma usulü. (Bk. konser ve .) [l ]
APPERT kardeşler, Fransa’da, Clichy Cam atelyesinin ustaları (XIX. yy.). Hazneye bağlı basınçlı hava makinesiyle üfleme usulünü buldular ve bu usul sayesinde çok büyük parçalar (1878) ve cam boruları yapabildi ler. (l) A P PİA (Adolphe), isviçreli rejisör (Cenev re 1862-Nyon 1928). La Mise en Scene dans le Drame Wagnerien (Wagner Dramının Sah neye Konuşu) adlı eserinde, dekorda tarihî gerçekçiliğe karşı çıkmış, aktörün oyununa değer verilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Eserlerin sahneye konuşuyle ilgili bazı mo dern teoriler üzerinde etkisi büyüktür, (l) A PPİA (Edmond), isviçreli orkestra şefi (Torino 1894-Cenevre 1961). Lucien Capet’den keman dersleri aldı, Lozan konservatuvarında profesör (1931-1950) ve Cenevre radyo sunda orkestra şefi oldu (1938’den sonra). Unutulmuş birçok eski değerli eserlerin, özellikle fransız müzik eserlerinin yeniden ta nınmasını sağladı, (l) Appia (Via), yapımını M.Ö. 312’de Appius Claudius’un başlattığı, Roma’dan Brundusium’a giden yol. İki yanında, beş fersahlık bir mesafe üzerinde gösterişli mezarlar vardı (bugün ancak kalıntıları görülür). Bunların en ünlüsü Caecilia Metella’nın mezarıdır. Trajanus, Benevento’dan Brundusium’a ikin ci bir yol yaptırmıştı, (l) A PPİAN (Jacques- Barthelemy, Adolphe da denir), fransız ressam ve gravürcüsü (Lyon 1819-ay.y. 1898). Daubigny’den ve Corot’dan ders aldı, değerli manzara resimleri yaptı (Dijon, Bourges, Montpellier müzeleri), [l] APPİANO (Giacomo I d’) [1325-1398], 1392’de Pisa tiranı. Milano beyi- Galeazzo ile birleşerek Floransalılara karşı girişilen her ha rekete katıldı, (l) APPİANOS, yunanlı tarihçi (M.S. 95’e doğ ru İskenderiye’de doğdu). Genç yaşında Roma’ya geldi, Mısır mâliyesini idareye me mur edildi. Roma Tarihi adlı kitabında bü tün olayları, bölgelere ve milletlere göre ayı rarak anlatır. Roma’lıların yendiği milletler ve iç savaşlar hakkında tarafsız ve açık bil giler verir. Kartaca ve limanlarını inceler.
kanın yüksekliğini ölçmeğe girişti ve ikinci bir iyonosfer tabakasının bulunduğunu keşf etti. Savaş sırasında radar üzerine çalışma lara katıldı ve radarla Ay’dan yankı elde etti (1946). Samanyolundan gelen kısa dal gaların yayınımını da incelemiştir. 1947’de Nobel fizik ödülünü kazandı, (l) APPOLA. Esk. coğ. Anadolu’da Frigya böl gesinde bir yer. Burada bulunan yazıtlardan. Zeus Alsenos ile Men Askaenos’a tapıldığı anlaşılmıştır. Bugünkü Emirdağ ile Bolvadin arasındaki Çoğu köyünün yerinde kurulmuş olması muhtemeldir, (m) APPOMATTOX, A.B.D.’de (Virginia) köy. 9 Nisan 1865’te general Lee kumandasındaki Güney ordusu, general Grant’ın Kuzey bir liklerine burada teslim oldu ve böylece A.B. D. Kuzey ve Güney cumhuriyetleri arasında ki A yrılık* savası sona erdi, (l) APPONYi (Albert, kont), György’nin oğlu, macar devlet adamı (Viyana 1846-Cenevre 1933). ölçülü muhaliflerin lideri, 1901’den I903’e kadar liberal parti üyesi, Meclis baş kanı. Dinişleri ve Millî Eğitim bakanlığı sı rasında (1906-1910; 1917-1918), 1907’de. macar ırkından olmayan öğrenci gruplarının da macarlaştırılmasım kolaylaştıran ve Apponyi kanunu denilen bir eğitim kanunu çı karttı; bu kanun, yabancıların ve başka ırk tan olan halkın şiddetli itirazlarına yol aç tı. Habsburgların geri gelmesine taraftar olan Apponyi, birçok dili konuşan seçkin bir ha tipti. Sulh konferansında macar heyetine baş kanlık etti (1919-1920), Cemiyeti Akvam’da Macaristan’ın temsilcisi oldu. Transilvanyalı Macarların seçme hakkı meselesinde romanyalı Titulescu’ya şiddetle karşı koydu, (l) APPONYİ (Antal Rudolf, kont), avusturyalı diplomat (Nitra eyaletinde Apponyi 1782ay.y. 1852). Floransa’da ortaelçi, Roma’da, Londra’da (1824) ve 1849’a kadar kaldığı Pa ris’te büyükelçi. Vingt-Cinq Ans â Paris (Pa ris’te Yirmibeş Yıl) adlı günlüğünü fransızca olarak yayımladı, (l) APPONYİ (György, kont), macar devlet adamı (Pozsony [Bratislava] 1808-Eberhard 1899), Antal Rudolf’un yeğeni. 1846’da Ma caristan krallığı başbakanlığına getirilince, milliyetçilerin isteklerine karşı koyduğu için halkın nefretine uğradı. 1861 ’de Buda’da Di yet meclisinin açılışında, magnat (asiller) ka marası başkanı seçildi ve bir süre Ferenc Deak’m siyasetini destekledi, (l) APPONYİ (Rudolf, kont), macar diplomatı (1812-Venedik 1876), Antal Rudolf’un oğlu. Torino’da Avusturya elçiliği yaptı (1849), Londra’ya olağanüstü elçi olarak gönderildi (1856). Londra büyükelçiliğine (1860), daha sonra Paris büyükelçiliğine tayin edildi (1872 -1876). [l] APPOZİSYON i. (fr. appositiori). Dil bil. Belirlediği bir isim veya edatın yanma ko nan ve o isim veya edat ile aynı kimseyi, aynı şeyi belirten kelime veya kelime gru bu. (Msl. Ankara, Türkiye’nin başkenti.) (e) APPULEİUS. Bk. apuleİus . APPUŞ veya ABBUŞ, Boğazköy kazıların da bulunan, hitit diliyle yazılı bir hurri-hitit efsanesinin yazıtı (Berlin Devlet müzesi). 1400-1200 Yıllarına ait olan tablette 4 sütun üzerine 122 satır yazı bulunmaktadır. (M> APRA, Guam* adasında amerikan deniz üssü, (l) APRAGMATİZM i. (fr. apragmatisme). Psi kiyatr. Yararlı davranışların gerçekleştirilme sinde rolü olan kısmî eylemler bütününü kavrama ve düzenleştirme yeteneksizliği. — ansİkl. Apragmatizm’e yakalanan hasta kendiliğinden bir işe girişemez, günlük ya şayışı ilgilendiren meselelerde bile istenilen sonucu verecek davranışlarda bulunamaz. Apragmatizme genellikle şizofreni sırasında rastlanır, (l) APRAKSİ i. (a, bulzl. eki ve yun praksis, eylem’den fr. apraxie). Nörol. El, kol v.b. etkinliğinde beliren bozukluk: bu etkinliği meydana getiren hareketler, kasların çalış masında, zekâ ve duysal-duyumsal fonksi yonlarda bir rahatsızlık olmadığı halde, gü dülen amaca göre ayarlanamaz. — ANSİKL. Üç çeşit apraksi vardır: fikir ve hareket apraksisi, basit hareketlerin yapıla maması; fikirlerin oluşma ve bağlanma ap raksisi, günlük eşyaları doğru dürüst kul
APPENZELL, İsviçre’de kanton. Konstanz gölünün güneyinde, etraf j Sankt-Gallen kantonunca sarılmış; 410 km2; 60 000 nüf. Almanca konuşulur. Kanton, güneyde Santis’in hâkim olduğu doğu İsviçre önalplerindeki vâdiler üzerinde uzanır. Dağları orta yükseklikte, top rakları fakir, havası nemli ve serin, yazları fırtınalı bir bölgedir. Tabiî şartlar tarıma pek elverişli değildir. XVIII. yy. da Appenzell, kendi halkını zorlukla besleyebiliyordu. Sankt-Gallen’in etkisiyle XIX. yy. da sanayi gelişti, evlerde ve'ya küçük atelyelerde işle mecilik ilerledi. XIX yy. ın ikinci yarısında bir bolluk devri geçirdikten sonra, bu sanat geriledi. Hep buhran içinde yaşayan bölge, Nikolas APPERT süt hayvancılığı, işlemecilikten kalan faa liyetler ve biraz da dokuma sanayii ile an cak geçinmektedir, innerrhoden’de buna saat çilik de eklenir. Göç yüzünden nüfus azal makta, halk ovadaki, özellikle Sankt- Gallen’deki fabrikalarda çalışmağa gitmektedir. — Kanton, iki yarım kantona bölünmüştür: en önemlisi Ausserrhoden’dir; 240 km2; (L) 50 300 nüf. Merkezi Trogen ve Herisau; In- APPİUS CLAUDİUS. Bk. claudİus . nerrhoden (170 km2; 13 500 nüf.; merkezi APPLEGARTH (Robert), İngiliz sendikacısı Appenzell). [l] (Sheffield 1834-?, 1925). 1860-1925 Arasında. APPENZELL, İsviçre’de şehir. Appenzell- Trade-Union’ları (işçi sendikaları) merkezî leştirmek ve gelirlerini arttırmak maksadıyle Innerrhoden yarım kantonunun merkezi Sankt-Gallen Önalplerinde, Sitter suyu kena yeniden teşkilâtlandıran böylece yeni sendi rında; 5 300 nüf. XVI. yy. dan kalma Bele ka hareketlerine büyük bir etkinlik kazandı ran «cunta» nın öncüsüdür, (l) diye binası ve şatosu. Dantel ve işleme, (l) APPERT (Felix Antoine), fransız generali APPLETON, A.B.D.’de (Wisconsin) şehir, (Marne’da Saint-Remy-sur-Bussy 1817-Paris Green Bay’in güney batısında, Fox River kı 1891). İsly’de (1844), Kırım’da ve Cham- yısında; .59 000. nüf. Kerestecilik, kâğıtçılık, pigny’de (1870) savaştı. 1883’ten 1886’ya ka makine yapımı. Gıda maddeleri sanayii, (l) dar Rusya’da büyükelçilik yaptı, (l) APPLETON (Daniel), amerikalı yayımcı APPERT (Nicolas), fransız rnucidi (Châ- (Haverhill, Massachusetts, 1785-New York lons-sur-Marne, 1749 veya 1752-Massy, S.- 1849). Dinî denemeler gençler için kitaplar et-O., 1841). Bir otelcinin oğludur; iki kar ve Güney Amerika için İspanyolca eserler ya deşiyle birlikte Châlons’da bir birahane aç yımladı. — Oğlu vvİllîam (Brookiyn 1845tı. Sonra Zweibrücken dükü Christian IV’ün New York 1924), onun yerine geçti ve gezici ve prenses Forbach’m mutfak hizmetine gir kitaplıklar fikrini ortaya attı. (L) di. 1780’e doğru Paris’te şekerlemecilik yap APPLETON (sir Edvvard Victor), İngiliz fi tı ve yiyecek maddelerinin muhafazası me zikçisi (Bradford 1892-Edinburg 1965). Bir selesiyle ilgilendi. Bir yiyecek maddesinin, ka değirmen işçisinin oğlu. Cambridge’de İlmî sir Edward V. APPLETON palı kapta kaynatılınca bozulmayacağını he incelemeler yaptı, Cavendish laboratuvarında saplayarak deneylere girişti; 1790’dan itiba Rutherford’un asistanı oldu (1919); Londra’ ren, denemeleri ona yeni bir ticaret alanı aç daki King’s kolejinde (1924), sonra Cam tı: şişelerde konserve yiyecek satışı (et, süt, bridge’de (1936) kendisine kürsü verildi, 1939’sebze, meyve ve meyve suları). 1809’da, da İlmî araştırma bakanlığına getirildi. ElekFransa içişleri bakanı, usulünü açıklaması tsomagnetik dalgaların yansıması teorisinden lanma yeteneksizliği (hasta her eşyayı tanır, şartıyle, ona on iki bin franklık bir mükâfat sonra iyonosferi inceledi; 1924’ten itibaren, ne olduğunu bilir, fakat nasıl kullanılacağını teklif etti. Appert teklifi kabul etti ve 1810’- çok kısa dalgaların yansımasıyle bu taba unutmuştur); yapıcılık apraksisi, somut ger Foto. Keystonc (LAROVSSE)
APS çekleştirmede veya şekilleri, uzayda grafik olarak canlandırmada görülen bozuklukların tümü, hasta karmaşık bir şeyi, meselâ bir bi sikleti doğru dürüst çizemez, yani bisiklet parçalarını yerli yerine oturtamaz. (l ) APRAKSİN (Fiodor Matveyeviç, kont), rtıs amirali (1671-1728), Büyük Petro’nun yakın yardımcılarından, 1713’te iki yüz gemi ile Helsingfors’u ve Abo’yu aldı, sonra Hango önünde İsveç donanmasını bozguna uğrattı. 1718’de Stockholm yakınlarında, İsveç sa hillerini tahrip ederek Nystadt barış antlaş masında Ruslara bir koz kazandırmış oldu (1721). —-Torunu feldmareşal, kont stefan f İodorovİ ç (1702-1758), Yedi Yıl savaşma katıldı, ihanetle suçlandırıldı, davası görü lürken öldü, (l) APRE i. (fr. appret). Tekst. Daha sonra gö recekleri işlemlere hazırlamak üzere veya sa tışı kolaylaştıracak yeni özellikler kazandır mak amacıyle, bazı sanayi mamulleri üzerin de yapılan teknik işlemler. (Bk. ansİk l .) Apre kaldırma, fazla miktarda aprelenmiş pamuk kumaşları, özel makinelerden geçi rerek normal aprelenmiş hale getirme işle mi. || Apre maddeleri, bu işlemlerde kulla nılan kimyevî maddeler. j| Apre makineleri, bu işlemlerde kullanılan makineler. ; Apre vermek, bir kumaşa, bir deriye v.b. apre vermek. || Kürk haline getirmek için derileri tabaklamak. — Boyacılık. Ara tabaka olarak kullanılan madde (boyanacak şeyin dış yüzünü doldur mak için boya gibi sürülür): Karoseri boya sında aprelerin çok önemli bir rolii vardır. — Cilt. Apre işleri yeya bitirme işleri, cilt leme işinden önceki işlemlerin bütünü: okur ken kalınan yeri göstermek üzere konulan kurdele veya şeridin ve şirazenin yerleştiril mesi, çift yapraklı kâğıtların, mukavvaların hazırlanması, kitap kabının çirişlenmesi (zamklanması) ve cilâlanması. — Deric. Deri apresi, içinde albümin, zamk ve boyar madde bulunan sıvı. Bu sıvı fırça veya basınçlı hava ile işleyen bir tabancayle deriye püskürtülür ve perdah makinesinde parlatılır. ; Seliilozik apre, nitroselüloz ile organik eriticilerden meydana gelen eriyik. || Pigmentli apre, içinde erimez boya veya pigment bulunan apre. — G. santl. Cam boyamasında, özellikle de XVI. yy. ortalarından itibaren vitray sana tında kullanılan renkli eriyebilir madde (mi ne de denir). — Kürkçülük. Apreleme veya tabaklamada kullanılan karışım veya eriyik. — ansİkl . Tekst. Apre işlemlerinin amacı, kumaşın en mükemmel, zevke ve modaya uygun bir hale getirilmesidir. Bu işlemler sonunda kumaşlar, bazı özellikler de kaza nabilir. Bu işlemlerin tümü apre sanayiini meydana getirir ve başlıca şu gruplara ay rılır. 1. Kumaşları temiz'eme işlemleri. Ham ku maşlardaki imalât bozukluklarının, daha sonraki terbiye işlemlerini engellememesi için, bu kumaşların temizlenmesi ve düzeltil mesi. özellikle pamuklu kumaşların basma ya hazırlanması için havlarının yakılması veya her cins kumaşın ham örgü ve cımbız işlemleri ve kısmen makaslama işleri (hav tıraşlama) bu gruba girer; 2. Kumaş görünüşlerini ve tutumlarını, kul lanış yerlerine göre, değiştirmeyi ön gören işlemler: yün kumaşlarda yüzey keçeleşmeyi sağlayan dink işlemi; kumaş yüzlerindeki hav’ı kaldırarak onları daha tüylü ve sıcak bir hale sokan şar don işlemi; yine bazı ku maşlarda şardonlama işlemi ile kaldırılan hav’ın belirli bir yöne fırçalanması veya kısa makaslanarak kadife haline sokulması veya mekanik usullerle kumaş yüzeyinde bukle, frize gibi değişik şekillere sokulması (ratin işlemi). 3. Bitirici işlemler: dekatisaj, yüıi kumaşları şişiren ve onlara tutum veren ve kullanılış larında çekmemelerini sağlayan işlem; ütü leme, kumaşların yüzeylerini düzelten ve bu ruşukluklarını gideren mekanik işlem; par latma, yün ve özellikle pamuk kumaşların sıcak ve basınçlı silindirlerden geçirilerek yüzeylerinin istenilen derecede parlatılması, pamuk kumaşlara hareli veya gofreli bir gö rünüş veren işlemler; ram, kumaşların, yaş apre işlemleri sonunda onları kurutan ve enlerini normale getiren işlem; kimyevi ap re, kumaşlar üzerine tjazı kimyevî maddele
rin çökertilmesi yoluyle onlara ağırlık, tu tum ve parlaklık veren işlemler (bu sonuncu lar Fular adı verilen makinelerle yapılır ve kimyevî madde olarak da fekül, amidon veya dekstrin kullanılır. Bilindiği gibi, bu madde ler ölü maddelerdir ve kumaşa sadece kaygan lık, sertlik ve dolgunluk sağlar). 4. Kumaşlara mekanik özellikler veren iş lemler, meselâ buruşmazlık (bu işlem formol-üre kökünden sentetik reçinelerin sıcak ta kumaş üzerinde polimerleşmesiyle elde edilir). 5. Son ve basit işlemler, kumaşların ölçülme si, sarılması, katlanması, top yapılması, tar tılması, işaretlenmesi ve etiketlenmesi, (l) APREMİDİ i. (fr. apres-midi). Günün öğle ile akşam arasındaki bölümü, ( l) APR e S DE MANNEVİLLETTE (Jean-Bap tiste d’), fransız denizcisi (Le Havre 1707-Lorient 1780). Doğu Hindistan kumpanyasında gemi kaptanı, tanınmış haritacı ve hidrograf,
41
Angkor Vat tapınağındaki Apsaras'lar kabartmasından detay (Guîmet müzesi, Fransa)
(t)
Apres-m idi d’un Faune ( l’) [«Bir K ır Tan rısının Öğleden Sonrası»], Stephane Mallarmd’nin 1876’da yayımlanan şiiri. Hayal ile rüyanın sınırlarında dolaşan bu mısralar, kır tanrısının biri zalim, öteki çekingen iki gü zel (gül, kuğu veya superisi) karşısındaki ar zularını ve kararsızlıklarını anlatır. Claude Debussy, Prelüde â l’Apres-midi d’un Faune adlı, bir izlenimci müzik şaheseri olan ese rinin tema’lannı bu şiirden almıştır (ilk ça lmışı 22 aralık 1894). V. Nijinski’nin Mallarme’nin şiiri ve Debussy’nin müziğine da yanarak hazırladığı koreografi 29 mayıs 1912’de Châtelet’de Sergey Diyagilev’in rus baleleri kumpanyası tarafından oynandı. (Bakst’ın dekor ve kostümleriyle.) [l] APRIN ÇOR TİGİN, Orta Asya’lı eski bir türk şairi. Islâmiyetten önce Uygur Tiirkşesiyle ve Mannesçilik inanışıyle İlâhiler, aşk ve tabiat şiirleri söyledi. Turfan kazısında ele geçen metinlerde şiirlerine rastlanmıştır. Bunlar, dörtlük ve üçlüklerle söylenmiş, ka fiyeli ve nakaratlı şiirlerdir. (-> Bibliyo.) [m] APRİES, Kutsal Kitap’ta Hophra, Sais ha nedanından dördüncü kralın adı. Saltanatı nın başlangıcında Kudüs Babilliler tarafından zaptedildi ve «kölelik devri» başladı. Babillilerin istilâ tehlikesini uzaklaştırmak için Apries 13 yıl süreyle Tyr’i (Babil’in müttefiği) kuşattı. İlk yahudi kolonilerini Mı sır’a kabul etti. Rakibi Ahmosis tarafından esir edilerek boğduruldu, (l) A PRİO Ri sıf. (lat. k., «önce gelen şeyden hareket ederek»). Deneyden önce gelen ve rilere dayanılarak kabul edilen şey için söy lenir: Fizik bilimleri salt kavramlar üzerine «a priori» olarak kurulamaz, tersine bu bilim ler için olguların gözlemi gereklidir. || Sen tetik «a priori» yargı, Kant’ta, yüklemin, öz neye yeni bir fikir kattığı yargı çeşidi. || A priori kavramlar, Kant’ın felsefesinde: 1. zaman ve mekân kavramları; 2. yargıya for mu veren kategorilerin kapsadığı kavramlar; 3. aklın idea’ları (cevher, evren, Tanrı). — Karşıtı, a posteriori, deneyden sonra, ol gulara dayanılarak. ♦ A priorici (fransızcası apriorisıe). Sıf. ve i. A priori olarak düşünen [kimse]. (Eşanl. ÖNSELCİ.)
♦ Aprioricilik i. (fransızcası apriorisme). Mant. A priori düşünme yöntemi. |i Duygu aprioriciliği, filozof Max Scheler’in kendi teorisini adlandırmak için kullandığı terim. Bu teoriye göre a priori, yalnızca akla has bir şey değil, aynı zamanda bizim duygu haya tımızda da, yani sevme, nefret etme ve her çeşit duygulanma yeteneğimizde de geçerlidir. (Scheler, bu duygu aprioriciliği ile Kant’m akıl aprioriciliğine karşı çıkar ve bu tutumuyle Husserl’in fenomenolojisine yaklaşır.) Apriorilik i. (fransızcası aprioriti). Her hangi bir deneyden önce gelen şeyin nite liği. (Eşanl. önsellik .) [l] APRONİUS (Lucius), romalı general. M.S. 8’de konsül. Pannonia’da sivrildi. 20’de, Af rika konsül vekili sıfatıyle Tacfarinas isya nını bastırdı. — 39’da Caligula ile beraber konsül olan oğlu Lucius Apronius Caesianus, Nümidyalıları kovalayarak çöle sürdü. (L) APROS. Esk. coğ. Trakya’da şehir, Ainos (bugün Enez} ile Gelibolu yarımadasına gi den yolların kesiştiği yerde, imparator Claudius. burada Colonia Claudia Aprensis adlı
Foto. Giraııdon, Holler - Karoly (LAROVSSE)
\
bir koloni kurdu. Sonradan imparator Theodosios II şerefine şehir, Theodosiopolis adı nı aldı. Bugünkü İnecik yakınlarında bu lunması muhtemeldir. (M) APROSEKSİ i. (a, bulzl. eki ve yun. proseksis dikkat’ten fr. aprosexie). Tıp. Bilinçli ve belli bir noktaya yönelmiş dikkatin azalmasıyle belirlenen sendrom. — ansİkl. Zihin karışıklıklarının sonucu olarak ele alınan aproseksi, bugün daha çok, bilinçli ve aklıbaşmda hastalarda görülen dikkat bozukluklarını belirtmek-için kulla nılır. Bu, çoğu zaman bunamaların ilk işa retlerinden biridir, (l) APROTİK sıf. (fr. apıotigue). Kim. İçlerin de proton olmayan veya bunları yapamayan ortam veya eritenlere denir. — ansİkl. İçlerinde hidrojen bulunmayan eritenler (CCk, CS2), hiç şüphesiz aprotik’tir. Fakat bazı hidrojenli eritenler (hekzan, benzen, eter) proton yapamaz ve aprotik olarak nitelendirilir. Buna karşılık baş ka eritenler (asitler, fenoller, su, alkoller, üçüncül olmayan aminler ve diketonlar) bu işi az çok kolaylıkla yapar, (l) APSARAS, hint mitolojisinde, ikinci derc^ ceden tanrıçalar. Süt denizinin çalkanmasından doğmuşlardır. Su perilerinin özel liklerini taşırlar. Candharva’larla birleşmiş Albert APPONYİ lerdir. Dansçı veya çalgıcı olarak canlandı rılırlar. Bütün Asya sanatçıları bu konuyu işlemiştir; Apsaras’ların en ünlüleri Khmer ülkesindeki Angkor Vat tapınağındadır. (XII. yy. ın ilk yarısı.) [l] APSE i. (lat. abscessus, tıp dilinde bozıılma’dan fr. abces). Patol. Bir doku içinde, o do kunun sınırlı kangrenle bozulmasından mey dana gelen boşluk. — ansİkl. Patol. Bir apse’nin çeperi, dokusu bozuk ve yangılı, içi ise irinlidir. İrin, özel likle çok çekirdekli akyuvarlar ile yutarhücrelerden ve kangren ürünlerinden meyda na gelir. Apseler sıcak ve soğuk olmak üze re ikiye ayrılır. • Sıcak apseler her zaman bir mikroptan ileri gelir; önce flegmonlu, yangılı bir dö nem baş gösterir, bölgede ağrı, ateş, kır mızılık ve şişlik olur, irin toplandığı zaman tümör kırmızıdır, sancı yapar. Çevresi sert, ortası oynak ve yumuşaktır. Apse derinde olduğu zaman teşhis imkânsız denebilecek kadar güçtür. Araştırıcı bir fonksiyon için Rudolf APPONYİ şırıngaya baş vurmak gerekir. Tedavi durdu rucu veya iyileştirici olabilir. Durdurucu te davi, apsesi henüz oluşmamış flegmona uy gulanır, sıcak kompresler veya banyolar ya pılır; mikrop öldürücü ilâçlar da bu dönem de iyileştirici olabilir. İyileştirici tedavi, iri nin toplandığı cebi açıp temizlemektir. Apse bir bisturi ile açılır, temiz bir kauçuk tüp veya iyodoformlu bir gazlıbezle irin alınır. Ba zen irinin akımını kolaylaştırmak için ikinci bir ameliyata ihtiyaç olabilir, gene irin te mizlenir. İrinlenme az çok temizlendikten sonra, hidrofil pamukla örtülü gazlı bezle pansuman yapılır. • Soğuk apseler, kemik, eklem veya bezde, Koch basilinden ileri gelen bir bozulma ile
APS
142
başlar, önce, deride ateşsiz. renk değişikli ğine yol açmayan, ağrısız bir tümör belirir. Bir zaman sonra orta noktada bir yumuşama başlar, tümör gevşer, deri morlaşır, hafif bir ağrı duyulur. Cerrahî müdahale yapılmamış sa apse kendi kendine açılır. Başlıca tedavi yolu, irinin akıtılması, irin yuvasının temiz lenmesi, iltihap önleyici ve antibiyotik ilâç ların şırıngasıdır. Yerel tedaviye genel ve antibiyotik tedavinin eklenmesi gerekir, (l) APSENT i. Bk. absent. APSEUDES i. (yun. k.. «aldatmasız»), Bir çeşit tespihböceği. Az çok ince uzun ve arka kısmı dar bir vücudu ve yandan basık genişçe bîr başı vardır, (l) APSİD i. (fr. cipside). Astron. Apsidler çiz gisi, bir gezegenin eliptik yörüngesinin bü yük ekseni, (l) APSİDAL sıf. (fr. cipside, cıpsidcıiden). Geo metride bir yüzeyden aşağıdaki tarzda çıka rılan bir başka yüzey: Herhangi bir O nok tasından bir P kesen düzlemi, bu düzlemde de kesidin C eğrisine S yüzeyini A’da kesen OA normali çizilir; sonra, kesen düzleme O noktasından çıkılan dikme üzerinde OA nor maline eşit bir OM uzunluğu alınır. M nok tasının geometrik yeri, verilen yüzeyin O noktasına göre apsidal yüzeyidir. (Çiftkırıcı Louis Claude d'AQU i N Desroehers'in gravürü bir ortamda ışık dalgalarının yüzeyi bir elip soidin merkezine göre bu elipsoidin apsidal yüzeyidir; tor [silindirik halka], uzayın her hangi bir noktasına göre kürenin apsidal yü zeyidir v.b.) [t] APSİNES Gadara’lı, yunanlı hatip (M.S. III. yy.); Atina’da hitabet sanatı dersi ver di. Bir Retorik kitabı yazdı, (l) APSİS i. (lal. cıbscisscı lineti, kesik çizgi’den fr. abscisse). Mat. Düzlemde bir noktayı ta yine yarayan iki koordinattan biri; diğerine ordinat denir. (Bk. KOORDİNAT.) |[ Yönlii bir eksen üzerinde bir noktanın apsisi, başlangıcı eksenin sabit bir noktası, bitimi ise gözöniine alınan nokta olan vektör. || Yönlii bir yay üzerinde bir noktanın eğrisel apsisi, bu nok tayı yay’ın başlangıcı olarak alınan bir nok opus tadan ayıran yay parçasının uzunluğunu öl çen cebirsel sayı, (l) APSİYEN sıf. ve i. (Vaucluse’deki Apt şehrinden fr. Aptien). Aşağı Kretase’de Barremiyen ve Albiyen arasındaki kat (taba nına Beduliyen, tavanına Gargasiyen de nir. [l] APSU, Sümerlerde evrenin erkek ilkesi: her şeyin üzerinde durduğu tatlı sular okya nusudur. (Karşıt ilkeye Tiamaı0 denir.) [l] APSUT i. Mah. Tatar arabasında tekerlek parmaklarının takılmış olduğu kavis veya kağnıda, değirmi tekerin ağaç kısmı. Apsut parçaları dalak, göbek ve teker gözüdür. . (Tosya, Safranbolu.) Bazı yerlerde espit (Bo’ lu, Kırşehir) veya ispit (Kayseri) de denir, ( m) AQU İLA, Santa Maria di APSYRTOS. Yun. mit. Medeia’nın erkek Collemaggio kilisesinin kardeşi. iason ile kaçan kardeşinin peşine anakapısı (XIII. yy.) düştü. Medeia onu Öldürdü, vücudunun
parçalarını kendisini takip edenleri durdur pılmış heykellerine denir; meselâ Atina Akmak için yola serpti, (l) ropolis’indeki Apteros zaferi. Bu aslında
Athena Nike’dir. Atina’dan uçup gitmesin diye kanatları kesilmiştir, (l) APTERYKS i. Kivi*nin İlmî adı. (l) APTES veya APTEST i. Bk. abdest. APTİNUS i. Zool. Ağulu böcek; siyah ve kızıl sarı rengi vardır. Avrupa’nın güneyin de, Afrika’da ve Hindistan’da yaşar. (Kın kanatlılardan Carabidae familyası.) [ l] APTİYALİZM i. (a, bulzl. eki ve yun. ptyalon, tükürük’ten fr. aptyalisnıe). Tıp. Tükü rük salgısının az veya çok azalması (ihti yarlarda tükürük bezlerinin körelmeye uğ raması veya kireçlenmesi) gibi tabiî sebep lerden olabildiği gibi daha çok hastalıklar dan, güçten düşürücü nevrasteniden, melan koliden, zehirlenmelerden, ilâçlardan (çok fazla belladon kullanılması) ileri gelir, ( l) APTYCHUS i. (a, bulzl. eki ve yun. ptyx, ptykhos, çift olan şey). Kireç veya boynuz yapılı cisimler; ammonitli arazide veya ammonitlerin içinde rastlanır; bunların mid ye gibi kabuklu deniz hayvanlarının solungaç kapakları olduğu sanılır, (l) APUCARANA, Brezilya’da (Parana) şehir, Londrina’nın güneybatısında; 5 800 nüf. (l) APUHTİN (Aleksey Nikolayeviç), rus şairi (Orel eyaletinde Bolşov 1841 - Petersburg 1893). Hayal kırıklığını dile getiren şiirleri pek önemli sayılmaz. Bunların birçoğunu Çaykovski bestelemiştir, (l) APUL APUL zf. Mah. Kazların iki tarafına sallanarak ağır ağır yürüyüşü ve tombul çocukların bacaklarını açarak badi badi yü rümesi için kullanılır (İsparta, Manisa. Ça nakkale): Apul apul gidiyor. — Dil bil. Anadolu halk ağızlarında bu zar fın abal abal, abıl abıl, apul apul... şekilleri de kullanılmaktadır. ♦ Sıf. Şişman, hantal: Manifaturacı Yervant, apul apul karısı, Yvonne de Carlo’ya benzeyen kızlan ellerinde mayolar önümüz den geçtiler (H. Taner), [m] Apuleia (lex). Rom. huk. Tarihi belirsiz, fakat Roma’da VI. yy. da çıktığı sanılan bıı kanun, bir borçlunun sponsore ile fideipromissore’leri arasında bir ortaklık kuruyordu. Bunlardan hangisi borcun tamamını öderse, ötekilere karşı riicu hakkını kazanırdı, (l) APULEİUS (Lucius), lakabı Platonicus, IV. yy. da yaşamış latin tabiat bilimleri uz manı. Herbarium denilen ve bitkileri anlatan bir kitabın yazarıdır, (l) APULEİUS (Lucius), latin yazarı (Constantine eyaletinde Madaura 125-Kartaca 180’e doğr.). Seyahatlere, felsefeye, ilme ve hattâ büyüye meraklıydı. Eflâtun’un tilmizi olmuş, yunan ve doğu dinlerine merak sarmıştı. Ay nı zamanda doğuştan hikâyeciydi (.MetaAPTALLAŞMAK edilg. f. Zekâsını işlete morphoseon libri*). İlim konularında da mez hale gelmek, ahmaklaşmak: Kaymakam eser veren parlak bir konferansçıydı (Floridd). Büyücülükle suçlandırılınca, kendini sa serseme döndü. Aptallaştı (Yaşar Kemal). vunmak için bir Apologia yazdı, ( l) ♦ Aptallaştırm ak ettrg. f. Ahmaklaştır mak, bir şeyi anlayamaz, bilemez hale getir APULEİUS SATURNİNUS (Lucius). romamek: — Bırak insanı aptallaştıran şu kitap lı halk temsilcisi (öl. M.ö. 100). Bir ihma ları, dedim hayata bak, gez, toz... (Ö. Sey linden dolayı 104 yılında idare âmirliğinden feddin). [m] çıkarıldı, iktidarı ele geçirmek için Marius Aptal oyunu. Folk. Genellikle Güney Ana ile birleşti. Halk temsilciliğine seçilince (101), bir tarım kanunu, çeşitli demagojik tedbir dolu’da davul zurna eşliğinde bir halk dan sı olarak oynanan Abdal havasın ın Orta ler ve senatörleri imparatora bağlılık ye minine zorlayan bir kanun teklif etti: CaeAnadolu’da, tiyatro niteliğinde oynanan bir çeşidi. Bu oyunda, bir ceketin kollarına a- cilius Metellus, bunu kabul etmediği için sürüldü. Asillerin konsül adayı öldürülün ğaç geçirilir, kollara sokulan bu ağaca dikey olarak başka bir ağaç bağlanıp üzerine bir ce, Marius, konsül sıfatıyle, halk temsilci şapka giydirilir. Böylece korkuluk biçiminde lerine karşı harekete geçmeğe çağırıldı. O bir insan meydana getirilir. Oyuncu bu yap da, Capitolium’da temsilcileri kuşattı. Sama insanın karşısına geçip onunla konuşur. turninus ve arkadaşları, bu ar^da Servilius Başka bir oyuncu ise öküz olur. Aralarında Glaucia teslim olmak zorunda kaldılar ve kavga çıkar ve büyür. .Şahıslar boğuşmağa hemen öldürüldüler. Marius, tutumunu de başlarlar. Ağaç, ceket ve şapkadan meydana ğiştirdiği halde, Metellus’un muzaffer dönü gelen uydurma adam bozulunca oyun biter. şü üzerine Roma’dan ayrıldı, (l) APULİA, Güney İtalya’daki Puglia’nın es (M) ki ve tarihî adı. Başlangıçta Apulia’ljlar, APTERA çoğl. i. Zool. Böcek takımı. Ar Daunia’lılar, İapygia’lılar ile Peucetia’lıların tık kullanılmayan bir terimdir. Eski tabiat oturduğu Apulia, batıda Lucania ve Calabbilginleri bu terimi kanadı olmayan böcek ria ile sınırlanmıştı. Yunanlılar, burada, aler, yani thysanura, sıçrar kuyruklular, kürk ralarında Taranto’nun da bulunduğu birtakım yiyenler ve bitler için kullanırlardı, (l) koloniler kurdular. Pyrrhos’a ve Samnitlere APTERA, Eski Girit’in güney kıyısında, he- karşı girişilen savaşlardan sonra Romalıların lenistik devirde gelişmiş şehir, özellikle sağ eline geçti. Augustus’un bölmesine göre İtal lam surlardan meydana gelme önemli hara ya’nın II. bölgesi oluyordu: coğrafî bakım beler. Bugün Paleocastro. ( l) dan, Monte Gargano’nun dolaylarında son APTEROS i. (a, bulzl. eki ve yun. pteron, bulan ilk Apulia’dan daha genişti. kanat). Bazı tanrıların kanatsız olarak ya — G. santl. Apulia vazoları, M .ö. IV. yüzAPŞERON yarım adası, S.S.C.B.’de. Hazar denizinin batı kenarında, Baku’nun doğusun da yarımada. Kafkas dağlarının uzantısındadır. Bakû petrol yatağının önemli kısmı bu rada bulunur. Apşeron, Kafkas arızası önünde yer almış üçüncü zaman kıvrımları aîanıdır. Kilometrelerce kalınlıkta petrollii tortulların çökeldiği bir sürekli alçalma (sübsidans) alanı içinde yer alır. Burada birta kım brakiantiklinal yaylar seçilir. Her biri, yirmi, otuz metreden (eski kuyular bugün kurumuştur) 5 000 m’ye kadar derinlikte işletilen petrol havzaları meydana getirir. Petrol, yarımada kıyısının ötesinde kıyı plat formunda deniz altından çıkarılır, ( l) APT, Güneydoğu Fransa’da Vauclııse idari çevresinin merkezi; Luberon dağı eteğinde. Apt havzasında; 7 800 nüf. Roman üslûbun da Saint-Anr.e katedrali (zengin hazine); düş künler yurdunda XVIII. yy. ecza çanakları koleksiyonu. Kil yatakları. Eski bir Galya şehri olan Apt, roma devrinde Apicı Jıılicı kolonisi olmuştu, (l) Apt [el yazmasi], İlâhi ve âyin parçalan derlemesi. Üslûbu, Quattrocento İtalyan oku lunu çok etkiledi. Avignon katedrali rahipler meclisi kütüphanesinde saklıdır, (l) APTAL sıf. ve i. (ar. bedel, bedit>ubdaYdan aptal). Zekâsı fazla gelişmemiş, alık, bön: İn sanın aptalından nasıl hoşlanmazsam hayva nın akıllısından da öyle hoşlanmam (N. Ataç). Akıllısı da yapıyor aptalı da (B. Felek). jj Ünl. Küçümseme, hakaret v.b. teklifsiz bir hitap: Aptal, henı bilmiyor, hem, gezdiği yerde söylüyor! (M. §. Esendal). — dey. Aptal yerine koymak (konmak), bir şeyi anlamaz bilmez zannetmek (zannedil mek): «Beni aptal yerine koyuyor ha» diye ellerini kalçalarına dayadı... (ö. Seyfeddin). Altınları kaybettiğime yanmıyorum. Aptal yerine konduğuma kızıyorum (R. H. Karay). ♦ Aptal aptal zf. Çok bön bir tavırla: ... hem karşımda öyle saygısız saygısız sırıtır sın! Aptal aptal suratıma bakarsın (A. H. Tanpınar). ♦ Aptalca zf. Bönce, aptal gibi, ahmakça: Kimbilir Recep bu hareketimi ne kadar ap talca bulacak (S. Kocagöz). ♦ A ptallık i. Aptal olma hali, bönlük: De lilik şüphesiz aptallıktan iyidir (P. Safa). Da ha olmazsa kendi kendime: Feride aptallı ğın lüzumu yok. Biraz gayret (R. N. Güntekin). — çeş . dey. Aptallık etmek, aptalca hareket etmek: Sakın aptallık edeyim deme, hiç te reddüt etme, hepsini bir çuvala koy (P. Safa). Aptallığa vurmak, bir şeyi anlamazmış, bilmezmiş gibi görünmek: ... sersem karı? Aptallığa vurma (S. F. Abasıyanık). [m]
Foto. Ali miri-Girimden (LARO U 88E)
AR yıldan kalma siyah zemin üstüne kırmızı şe AQUİLA (Pietro). İtalyan ressamı ve grakillerle süslenmiş, beyaz tonlarla canlandırıl vürcüsü (Palermo 1650-Alcamo 1692). Fanmış yunan üslûbunda vazolar, (özellikleri tetti ile beraber, Raffaello’nun eserlerini bir amfora biçiminde ve uzun kulplu olmaları araya getirerek Vatikan’ın Odaları adlı bir dır.) gravür hazırladı. Ayrıca, Annibale Carrac— Leng. Apıılia lehçesi, Puglia bölgesinde ci’nin Farnese sarayındaki süslemelerinden konuşulan Güney İtalya lehçesi. Bk. ansİkl. de gravürler yaptı, (l) — ansİkl. Leng. Emilio Consiglio’nun (1841- AQUİLARİA i. Ağaç veya ağaççık cinsi. 1905) ve Enrico Bozzi’nin (doğ. 1874) şiir Güney ve Doğu Asya’da, Malezya ve Borve komedileri Apulia lehçesini bir edebiyat neo’nun tropik bölgelerinde yetişir. (Hin lehçesi durumuna yükseltmiştir. XV. Yüzyıl distan’da yetişen yalancı öd ağacından dan az önce, Apulia lehçesinde ses değiştir [Aquilaria agallocha] bayrak direği yapılır. meden ileri gelen ünlü harf iki sesli olmuş A. malaccensis’den sarısabır denilen reçi (cöre, İtalyanca, cuore), bunların çoğu gü neli ve kokulu bir kereste elde edilir. Thynümüzde sadeleşmiştir (lekıı, İtalyanca luogo). meleaceae familyasından.) [l] a’nın çok açık a’ya, hattâ e’ye (yazılışı a) AQUİLEGİA i. Bot. Hasekiküpesi0 nin İl [aka, İtalyanca ago] kayması, Apennin’in do mî adı. (Çiçekleri genellikle mavi veya me ğusunda konuşulan lehçelerde görülen olduk nekşe rengindedir, ama pembe ve beyaz ça yaygın bir eğilimdir. Latincedeki aıı ıki- olanlarına da rastlanır. Ormanlarda, kaya seslisi de İtalya’nın bütün güneyinde kal lıklar arasında yetişir. Düğünçiçeğigillermıştır. Proparoksiton’larda. vurgudan sonra den.) [l] titreşimsiz kapantılıların seslenmesi genellik le bir çiftlemeyle karşılaşmıştır: (pabbere, AQUİLEİA, İtalya’da şehir. M.ö. 181 yılın İtalyanca papera). Apulia lehçesi, kelime bi da kuruldu. Hukuken latin kolonisi, Adri çimi bakımından ele alınınca, tonsuz şahıs yatik kıyısında liman, İtalya ve lllyria ara zamirlerinin, latincenin dativus halinde kal sında ticaret antreposu, askerî konaklama dıkları görülür (tia, İtalyanca ti, latince tibi). yeri ve imparatorluk merkezi. Barbarlara Sözdiziminde çoğu zaman mastarın yerini karsı yapılan savunmada büyük bir rol oy tamamlayıcı bir cümlecik almıştır: (volin cıı nadı. 452’de Attila tarafından yıkıldı ve şehir halkının toptan göç etmesi Veneessu, İtalyanca voglio essere). [l] dik’in kurulmasında rol oynadı. Bugün Udi APURE, Güney Amerika’da (Venezuela) bir ne ilinin bir komünüdür (3 600 nüf.). Yapı çay; Orinoco ırmağına soldan karışır, kav lan kazılarda, Romalılardan kalma hara şağından 500 km’ye kadar gemiciliğe elve beler meydana çıkmıştır. Arkeoloji müze rişlidir; aşağı yukarı 800 km. —Apure eya si. (L) leti (Venezuela federasyonunda). 76 500 km*. 230000-nüf.; başkent San Fernando de Apu Aquilia (lex). Rom. huk. Tribün Aquillius’un isteği üzerine, M.Ö. III. yy. başla re. (L) rında yapılan plebisit; amacı, damnum inAPURİMAC, Güney Amerika’nın Peru top juria datum veya sadece damnum denilen raklarında bir çay; Ucayali’nin iki anakolun- suçtan doğan zararın karşılanmasıdır. Aqııdan en önemlisi; uzunluğu 885 km. — Apu- ilcı kanunu üç temel maddeden meydana rimac j/i’nin nüfusu 337 900. Başkent Aban- gelmiştir. Birinci madde, başkasının köle cay. (l) sini veya sürüsündeki dört ayaklı bir hay APUS i. (a, bulzl. eki ve yun. pus, ayak’tan vanı haklı bir sebep olmaksızın öldürmek fr. apus). Vücudu, sırtta âdeta bir kalkan le (injuria) ilgiliydi, ikinci madde, bir söz meydana getiren bir kabukla kaplı hayvan. leşmenin taraflarından birine veya onun mi 40-60 Çift ayağı vardır. (Durgun tatlı sular rasçılarına, hile yoluna sapan ortaklarını dava etme yetkisi veriyordu, üçüncüsü de, da yaşar. Solungaçayaklılardan.) [l] Aq (lat. aqua, su’dan). Kim. özellikle bil köleleri ve sürüdeki bir hayvanı yaralama, herhangi bir hayvanı öldürme veya yarala lûrlaştırma suyunda, bir su molekülünü gös ma, herhangi bir eşyayı kırma veya boz teren kısaltma, (i.) ma hallerini öngörüyordu. (L) AQUAE. Esk. coğ. Lat. «su» anlamına gelir ve ılıcaları olan birçok eski şehrin AQUİLİUS (Manius), -M.Ö. 129’da Roma adına eklenmiştir: aquae borbonîs (Bour- konsülü. Anadolu’nun birçok şehrini hük bonne-les-Bains [Fransa], aquae granİ (Aach- mü altına aldı, Pontos kralı Mithridates, en [Almanya]), aquae sulIs (Bath [İngilte Frigya’yı ona bıraktı. Eyaleti teslim etmek. le suçlandırıldı, fakat beraat etti, ( l) re]) v.b. (L) AQUAE CALİDAE. Esk. coğ. Anadolu’da AQUİLİUS GALLUS (Caius), M.Ö. I. yy. da Kappadokia bölgesinde, Toros dağlarında yaşamış romalı hukuk bilgini. Pompeius’un bir yer. Bugünkü Ilıca’nın (Çiftehan) batı- konsüllüğü sırasında tribün, sonra arkadaşı Cicero ile birlikte praetor oldu. Meşhur De sındadır. (m) AQUAEDUCTUS i. (lat. k.. su kemeri). Ke dolo malo formülünü yaratmıştır. mikler içinde veya yumuşak kısımlarda bu • Aquilius sözleşmesi. Rom. huk. Aquilius lunan bazı kanallara verilen ad: Aquaeduc- Gallus’un koyduğu akit yenileme usulü. He tus Fallopia (Fallopia kanalı), [l] sap görme amacıyle yapılan bu usulde, bir AQUAE SARAVENAE veya ARAVENAE. kişi, bir başkasına karşı sahip bulunduğu Esk. coğ. Anadolu’da Kappadokia bölge bütün haklar yerine bir sözlü akdi kabul sinde Tavium (Büyük Nefesköy) ile Kayse eder, bu akit de acceptilatio yoluyle ortadan ri arasındaki yol üzerinde, yeri kesin olarak kalkardı, (l) bilinmeyen şehir, (m) AQUİLİUS NEPOS, Roma konsülü, MaAQUARİUS, Kova° takımyıldızının latince rius’un arkadaşı (M.Ö. 101). SicilyalI esir lerin isyanını bastırdı. Aldığı yaraları gösadı. (l) zimmetine para geçirmekten mah AQUİLA, Kartal0 takımyıldızının latince termeseydi kûm olacaktı. Asya prokonsülü iken esir adı. (l) düştü: Mithridates, Romalıların paraya aşırı AQUİLA (l’), İtalya’da şehir. Atyruzzi’de, düşkünlüğünü onun şahsında cezalandırmak Atemo kıyısında il merkezi; 65 9ÖÖ nüf. Ti için ağzına eritilmiş altın akıttırdı, (l) caret merkezi. Şehir, XIII. yy. da imparator AQUİLONiA. Esk. coğ. İtalya’nın SamFriedrich II tarafından kuruldu. Cephesi nium bölgesinde şehir. Diktatörün oğlu L. mermer kakmalı Santa Maria di Colle- Papirius Cursor, Orius Paccius’un samnit’lemaggio kilisesi (1288). San-Bernardino ki rini burada bozguna uğrattı (M.Ö. 193). [l] lisesi (1452). Tekstil sanayii. — Aquila ili’nin nüfusu 301500’dtlr. Dağlık olduğu için ge AQUİN (Louis Claude d’), fransız org çim imkânları azdır; göçenlerin sayısı yük cusu ve bestecisi (Paris 1694-ay.y. 1772). Altı yaşında kral Louis XIV’ün huzurunda sektir. (L) klavsen çaldı; on iki yaşında Sainte-ChapelAQUİLA, Musa dinini seçen payen. Sinop’ le’de Marin de la Guerre’in yerine geçti ve ta doğdu, kendisini Kudüs mabedini tek rar kurmakla görevlendiren imparator Had- Petit-Saint-Antoine’da orgcu oldu. 1727’de kilisesi orgculuğu için açılan ya rianus’un akrabasıydı. Hıristiyan oldu, son Saint-Paul ra tekrar yahudiliğe döndü ve II. yy. ba rışmada Rameau’yu bastırdı; Cordeliers’de Louis Marchand’ın, Krallık kilisesinde Andşında eski Ahit’i, aslına çok bağlı kalarak rieu’nün, Notre-Dame’da (1755) Calviere’in İbranî dilinden Yunanca’ya çevirdi. Bu ter halefi oldu. Parlak bir virtüöz, bil cümeden sadece bazı parçalar kalmıştır, (l) mez bir besteci, XVIII. yy. yorulmak zevksizliğine AQUİLA, Luther taraftarı ilâhiyatçı Kas- karşı koyan nadir orgculardan biriydi. Ba par Adler’in latince adı (Augsburg 1488- sılmış eserleri azdır: bir küçük kantat, La Saalfeld 1568). Seçkin bir İbranî dili uzma Rose (Gül); bir klavsen parçaları Derlenıydı, Eski-Ahit’in tercümesinde Luther’e me’si; çoğu keman, flüt ve obua ile de çayardım etti, (l) lınabilen klavsen ve org için yeni Noel Potu. Goldner {LAROVSSE)
Şarkıları. Elyazmaları çoktur: iki âyin, bir Te Deıim, büyük koro ve orkestra için birçok latince İlâhi (Beatus vir), trio şeklin de bir Miserere, senfonili birçok kantat (Circe, J.J. Rousseau’nun bir metni üzerine), divertimento’lar, bir Amphion, O Filii üzeri ne org için çeşitlemeler, (l) AQUİNAS THOMAS. Bk.
tommaso d’aqu-
İNO.
AQUİNCUM, özerk şehir, sonra Roma ko lonisi ve nihayet aşağı Pannonia valisinin oturduğu yer. Tuna’nın sağ kıyısında, bu günkü Buda’nin yerindeydi ve o bölgenin sa vunmasında roma tahkimatının kilit nokta sıydı. Kazılarda iki amfiteatr, iki Mithra tapınağı ve birçok kaplıca bulundu. De ğerli eşya, taşlar v.b. orada kurulan bir müzeye yerleştirildi: M.S. I. ve II. yy. dan kalma mezar taşları; III. ve IV. yy. lahitleri; çömlekler, bronz mücevherler, iki mum ya (III-IV. yüzyıllar) ve M.S. 228 yılından kalma, dört işletme düğmeli bir org’un par çaları. (l) AQUİNO, İtalya’da şehir. Lazio'da (Frosinone eyaleti); 3 700 nüf. Juvenalis ve aziz Tommaso d’Aqııino’nun vatanı, ( l) AQUINO’LU TOMMASO. Bk. tommaso d’AQUİNO.
AQU1TAİNE (bassIn d’). Bk. akİtanya havzası. AQUİTANİA («Sular ülkesi»). Esk. coğ. Romalılar zamanında Galya’nın üç büyük bölümünden biri. Galyâ’nın güney kısmını içine alan Aquitania, Pirenelerden ve At lantik’ten Loire’a kadar uzanırdı. — Leng. Aquitania dili, Sezar ve Strabon. Pireneler, Garonne ve Atlas okyanusuyle sınırlanan bölgede konuşulan Aquitania di linin, Galya’daki diğer kavimlerin dillerin den farklı olduğunu söylerler. Bu dilin ör neklerine TardetN^ıAşağı Pireneler), Airesur-l’Adour (Landes), Auch (Gers), SaintGirons (Ariege) ve Aran vâdisiyle çevrelenen kesimde bilinen tanrı adlarında ve bulunan latince yazıtlarda rastlanmıştır. Bu kelime lerin çoğu, bask dilinde bir anlam taşı dığına göre, Aquitania dilinin, Bask’canın eski bir şekli olduğu söylenebilir. (Bk. eskuara.) [l]
AR veya ÂR i. (ar. câr). Utanç, hicap: ... muhteris bir insanlığa mensııb olmak ûnnı biraz unutturan sizin cesaretinizdir (Ahmed Hâşim). || Utanma, haya: Tükürün: Belki biraz duygu gelir ânınıza (M. A. Ersoy). — çeş. dey. Ar belâsı, namus ve şerefine başkaları bir söz eder korkusu. (Eşanl. na mus BELÂSI.) || [Alnının] Ar damarı çatla mak, utanma hissi kalmamak, utanılacak şeyleri kolayca yapmak, yırtık ve yüzsüz olmak. || Âr etmek (etmemek), utanmak (utanma mak): Kendin icat ettiğin yalanları gerçek gibi söylemekten âr etmiyorsun (Namık Ke mal). || A r namus, utanç hissi. [| Ar namus tertemiz, utanması olmayan, ayıp şeyleri ko laylıkla yapan kimseler için kullanılan bir deyim. || Arı satmış, namusu kiraya vermiş, utanma ve namus duygularından mahrum birinden bahsederken kullanılır. || Arma do kunmak (gitmek), gücüne gitmek, haysiyeti ne dokunmak: ... hele meydanı has unları ma bırakmak ârıma dokunuyor (R. H. Ka ray). Dün sevdiklerini bugün sevmemek ârlarına gitmemiş mi? (N. Ataç), [m] — AR ve — ER ek. Dil bil. Üleştirme sayı sözü eki: bir-er, üç-er, dokuz-ar, on-ar. İki, altı, yirmi gibi ünlü ile biten sayılarda ek, beşer’e, altışar’a benzeşme yoluyle -şer, -şar, şeklinde eklenir: iki-yer, altı-yar, yirmi-yer. Bu ek sayı sıfatlarının yanında yine miktarla ilgili az, kaç, tek gibi sözlere de gelir: az-ar, kaç-ar, tek-er. (M ) — AR ve — ER ek. Dil bil. Fiil çekiminde geniş zaman (muzari, aorist) eki. Bugün Türkiye Türkçesinde tek heceli fiillerin ço ğuna bu ek getirilir: aç-ar, bık-ar, tut-ar, iç er, yüz-er. Ekin Azerî Türkçesinde kullanı lışı daha yaygındır, (m) — AR — ve — ER — ek. Dil bil. Fiilden fiil yapma eklerinden ettirgen (faktitif) eki. -r-, -t-, -dır-, -dir-, -dur-, -dür-, -tır-, -tir-, -tur-, -tür- gibi işlek faktitif eklerine naza ran nispeten daha az örneği vardır: çıkmak’tan, çık-ar-mak, kopmak’tan, kop-ar-mak, gitmek’ttn gid-er-mek gibi, (m)
43
üstte «Kuruçeşme», yanda «Sahilbent» adlı a ra b a v a p u ru
İsimden fiil yapma eki. Daha çok renk ad larından fiil yapmakta kullanılır: ak’tan ağar-mak, kara’dan kar-ar-mak, mor’dan morar-mak, gök’ten, göğ-er-mek gibi. Renk adlarıyle yapılanların yanında baş-ar-mak, ondr-mak. yaş-ar-mak. ev-er-mek gibi benzer fiiller de vardır, (r/1 değişmesi ile halk ağızlarmda karatmak, moralmak şeklinde de rastlanır.) [m] / Ar, organik bileşiklerin formüllerinde, bir aril kökü belirten sembol, (l)
AR i. (lat. area, yüzey’den fr. are). Tarım alanları için ölçü birimi (sembolü «a» dır): Bir ar, yiiz metrekaredir. — ansİkl. Ar, kenarı 10 m olan bir kare veya bir dekametrekare değerindedir. Baş lıca katları hektar veya hektometrekare, askatları ise santiar veya metrekaredir, (l) AR (Ahmet Cezmi), tiirk fotoğraf -yönet meni (İstanbul 1898). Fuat Uzkınay’dan son ra ilk türk fotoğraf yönetmeni olan Ar, 1922’de Kemal Film yapımevinde; 1928’de İpek Film yapımevinde Muhsin Ertuğrul’un he men bütün filimlerinde çalışarak sessiz filim dönemindeki türk sinemasının büyük çoğun luğuna fotoğraf yönetmeni olarak damgasını vurmuştur. İstanbul’da bir Facia-i Aşk (1922) ile mesleğe giren Ar’ın çalışmaları arasında ilk sesli türk filmi İstanbul Sokaklarında (1931), «Gevacolor» işlemiyle ilk renkli Topkapt Sarayı müzesi türk ftffni Halıcı K ız (1953) gibi dönüm nok a r a b a dairesinde taları da bulunmaktadır, (m) Abdülaziz devri saltanat ARA i. ik i yeri veya nesneyi birbirinden arabalarından biri ayıran uzaklık, mesafe, açıklık: Evimle mek
tebin arası nihayet beş dakikalık bir yer (R. N. Güntekin). Lakırdılarının arasında birden kızarışları vardır, sebebi bilinmez (H. Z. Uşaklıgil). Zaman farkı: Yarım saat arayle geldiler. j| Perde arası fasılası, antrakt, il Şahısların birbiriyle olan ilgileri: Bu izdivaç hakkında yeğenine pek serbest fi kirlerini söyledikten sonra aralarımı bir ne vi yabancılık girmiş idi (H. Ziya Uşaklıgil). il Yaş farkı: Biraderle iiç yaş aramız var. || Toplu halde bulunan nesnelerin veya insan kalabalığının içi: İkinci mevki yolcuları arasında birer yer bulup otururlar (H. R. Gür pınar). Mehmet bey elini, yavaşça saçları arasından geçiriyordu (Vâ-Nû). |[ Çevre, ya kın, yan: ...büyüklerin arasında durmağa cesaret edemez, çocukların arasında kalmak tan utanır (H. Z. Uşaklıgil). j| Mec. Dost luk samimiyet: Gediklinin karakolla arası yok mu (K. Tahir). — çeş . dey . Ara açmak (bozmak), iki kişi veya iki taraf arasındaki dostluğu, münase beti bozmak. || Ara ayı, Şeker bayramı ile Kurban bayramı arasındaki on birinci ay Zilkadeye verilen ad. || Ara bulmak, iki kişi veya tarafı birbirine ısındırmak, dost olma larını sağlamak. ]| Ara nağme, konuşma sı rasında konuyle ilgili olmadan araya yersiz olarak konulan söz. || Ara sıra (arada sıra da), bazen, zaman zaman: Arada sırada köy de gezinirken görürdüm (Ahmed Rasim). Yeri, sırası geldikçe: Beşir ara sıra bir söz söylemek hevesiyle Nihal’e bakıyor... (H. Z. Uşaklıgil). ü Ara vermek, duraklamak, fasıla vermek, bir işi tekrar başlatmak üzere kes mek: Birkaç gün yağmur ara verdi (Yaşar Kemal). || Ara yerden kaldırmak, ortadan kaldırmak, yok etmek: Muhabbeti uru yerden kaldırdı (Köroğlu). || Arada bir, seyrek ola rak, bazı bazı: Fakat yolda arada bir rast geldikleri insanlardan, karşılarında oturan tellallardan sakınırlar (R. N. Güntekin). || Arada kalmak, ezilmek, bunalmak, zor du ruma düşmek: İki komşu arasında kaldım, ne yapacağımı bilemiyorum.\\Aradan, geç miş zamandan bahsederken kullanılır: Ara dan yıllar geçti, hatırlayamıyorum. |j Ara dan çekilmek (çıkmak), bir daha görünme mek, ilgisini kesmek: ... hattâ fotoğrafta bi le insanın aradan çekildiği iddia edilemez (M. Ş. îpşiroğlu). [| Aradan çıkarmak, diğer leriyle daha iyi uğraşabilmek için elde bu lunan işlerden birini önceden bitirmek. || Aralarına almak, bir çevreye kabul etmek: Yaptıkları gezilerde beni de aralarına alsa lar diye can atıyordum. || Aralarına kara çalı gibi girmek (veya aralarında kara ça lı gibi bitmek), iki kişinin arasına girip dostluklarını bozmak. || Aralarına karışmak, büyümek, yetişmek: Senin oğlan artık bü yüklerin arasına karışmağa başlamış. || Ara larında dağlar .kadar fark var, iki şeyi kı yaslarken aralarında çok fark olduğunu, be lirtmek için söylenir. || Aralarında kan ol mak, arada bir kan davası bulunmak. || Ara larında karlı dağlar var, birbirinden çok uzak kimseler veya şeyler için kullanılır. || Aralarında (bir) sır olmak, yalnız ikisinin bildiği ortak meseleleri olmak. || Aralarından kara kedi geçmek, kavga, münakaşa etmiş olmak. || Aralarından su sızmamak, pek sa mimî dost olmak: Ne vakit gitsem, Bilâl, Ha nımefendinin burnunun dibinde, aralarından su sızmıyor (H. E. AdiVar). || Aralarını aç mak, iki kimseyi veya tarafı birbirine düşür mek. || Aralarını düzeltmek, iki tarafı barış-' tırmak, kırgınlığı ortadan kaldırmak. || Aralarını bulmak, uzlaştırmak, anlaşmazlığı halletmek. || Arası (araları) açık olmak (bo zuk), dostlukları bozulmak, birbirine gücen mek: Halkla aram bir uçurum gibi açıldı (S.F. Abasıyanık).||Aral'ı geçmeden (uzama dan, soğumadan), araya çok zaman girme den, vakit geçmeden: Gitti fakat arası geç meden gelecektir (F. N. Çamlıbel). Arası iyi (hoş) olmak, dost olmak, dostluğu, mü nasebeti bozmamak. || Arası olmamak, bir şeyden hoşlanmamak, zevk almamak. || Arası soğumak, aradan zaman geçince önemini kaybetmek: İşin arası soğumadan, birleşip görüşmeyi lüzumlu buluyorlardı (H. R. Gür pınar). || Arası şeker renk olmak, dostlukları sarsılmış olmak. || Arasını bulmak, (yap mak), iki tarafı birbiriyle uyuşturmak, anlaş malarını sağlamak, barıştırmak. |i Araya almak, bir çevreye kabul etmek. Çevirmek, etrafını kuşatmak. || Araya girmek, iki kişi veya taraf arasında olan bir işe karışmak: Sen sen ol karı koca arasına girme (R. N. Güntekin). Bir iş yapılırken o işi geciktire
cek başka şeyler çıkmak. Müdahale etmek: Polisin araya girmesine hacet bırakmaksı zın... (Y. K. Karaosmanoğlu). Konuşan iki kişinin arasına bir üçüncüsünün girip mâni olması: Santral araya girmeseydi daha ko nuşacaktık. || Araya gitmek (kaynamak), harcanmak, kaybolmak. Değeri anlaşılma mak. || Araya karışmak, kalabalıkta kaybol mak, belli olmamak. || Araya laf (lakırdı, söz) karışmak, bir konuda konuşulurken, o konu ile ilgisi olmayan söz söylemek, konuyu dağıtmak: Avukatım Florina’nın rengi hak kında malumat vermeden araya laf karış mıştı (R. H. Karay). || Araya soğukluk girmek, tarafların birbirinden hoşlanmamağa baş laması. || Araya sokmak (koymak), bir me selede sözü geçer bir kimseyi aracı yapmak: Zekeriya Hoca, Seringel’i araya sokarak Os man ağadan biraz Bayram bahşişi istemiş (K. Tahir). Bir kalabalığa bir kimseyi veya şeyi usulsüz olarak sokmak. || Arayalı, yolculuk larda gecelenen konak yeri. İstanbul’dan İz mit'e yaylı arabada yahut katır sırtında iki arayalı ile gittiğimiz günlerde (R. N. Gün tekin). || Arayı doğrultmak (bulmak), sami miyet kurmak, münasebeti düzeltmek: Ye ni kaymakam ile hemen arayı doğrultmuşlar (Sabahattin Ali). || Arayı soğutmak (aç mak), vakit geçmek, eski yakınlık, hararet kalmamak. || Bir ara, vakit bulunca, fırsat olunca: Onlara bir ara uğrayıver. J| Bir ara da, beraber, birlikte: Sizi bir arada görmek beni memnun ediyor. || Bu ara, (bu arada), bu esnada, tam bu zamanda || İki arada kal mak, iki şey arasında tereddüt etmek. || İki arada bir derede, iki şey veya kimse arasında şaşırıp kalmak. — Astron. Ara çizgisi, Ay kursunun aydın lanmış kısımlarıyle karanlık kalan kısımla rını ayıran çizgi. — Binic. Ara sırığı, binicilikte kullanılan direklere denir. (At, özel bir yular ve iplerle bu direklere bağlanarak engel aşma hare ketlerine alıştırılır.) — Biyol. Ara kalıtım, bir özelliğin tamamıyIe ağır basmadığı ve melezin, çekinik özel likle baskın özellik arasında bir ara özellik gösterdiği kalıtım biçimi: bir kırmızı «gece sefası» çiçeği beyaz bir çiçekle çaprazlamrsa, ara kalıtım yoluyle pembe bir melez mey dana gelir. (Ara kalıtım hallerinde heterozigot melezler kolayca fark edilir.) — Ciltc. Ara dikişi, ipliği, kitabın sol kena rındaki boşluktan geçirerek, ayrık yaprak ları dikme tarzı. — Denize. Ara güverte, eskiden güverteler arasına yerleştirilen, önceleri kaldırılabilen, sonraları gemiye tespit edilen ara güverte ler. (Günümüzde zırh güverte veya ana gü verte altındaki güvertelere ara alt güverte de nir. Kömür, maden v.b. gibi ağır dökme yükleri taşımak için yapılan gemiler dışın da yük gemilerinde üst güverte altında bir, hattâ bazı büyük şileplerde iki ara alt güverte vardır. Bugün, daha çok, kaldırılabilir güverteli gemiler yapılır. Bu güverteler alaban dalara doğru toplanarak hem dökme, hem de sandık, torba veya denk halinde çeşitli yük taşımayı sağlar.) [Palavra güvertesi de denir.] || Ara liman, ana limanlar arasında kalan ve bazı mecburiyetlerle uğranılan ikin ci derece limanlar. — Ed. Ara mısralar, şarkı olarak söylemek için yazılan şiirlerde, nakarat gibi birkaç de fa tekrarlanan mısralar. — Fiz. Ara ışınlar, mor ötesinin sınırı ile en yumuşak X ışınları arasında bağlantı ku ran elektromagnetik ışınımlar. (Bu ışınlar her türlü içe geçme gücünden yoksundur ve en az bir milimetre kalınlığındaki bir hava ta bakası tarafından tamamen soğurulur; bu ışınları fransız bilgin Holıveck incelemiştir.) — Fizyol. Sinir ara istasyonu, oynatma, duy gu ve duyu yollarını meydana getiren nö ronların eklemleştiği yerler. Tatamus, duy gu yollarının bir ara istasyonudur. — Histol. Ara doku, organların parankima hücreleri arasındaki boşlukları dolduran hüc re oluşmalarına denir. (Ara doku çok za man destek dokusudur, testisler gibi karışık salgıları olan bezlerde belirli bir ödevi olan bez hücreleri ara dokuyu meydana getirirler.) — Huk. Ara kanunu, (Cz. huk.) bir fiilin işlendiği tarihte yürürlükte olan kanundan sonra kabul edilen ve kendinden evvel yü rürlükte olanlar kendinden sonra kabul edile cek daha yeni kanuna göre sanık yararına Foto. Nurettin E rkılıç (M EYD AN )
ARABA hüküm taşıyan ve uygulanması gereken ka nun. |! Ara karar, ceza ve hukuk mahke melerinde verilen bir yargıyı sona erdirme den davanın yürüyüşünü kolaylaştıran veya sonucu hazırlayan ve geçici olarak alınması gereken bir tedbiri zorunlu kılan kararlara denir. Bu kararlara karsı tek başına kanun yoluna bas vurulamaz; bunlar ancak esas kararla birlikte temyiz edilebilir. (Msl. ilk itiraz üzerine verilen kararlar için bilirkişiye havale edilmesi, çabuk bozulacak eşyanın korunması, dava konusu gayrimenkulün keşfi, bir kimseye yemin ettirilmesi, ölünün mua yenesi, yargıcın reddi ile ilgili kararlar ara kararlardır.) || Ara yerme, çalışmaların bir süre ertelenmesi. Bk. ansİkl. || Aralı işler, nitelikleri bakımından devamlı olarak yapılamayıp, zaman zaman yapılabilen işler. — tn§. Ara duvarı, iki saha veya oda ara sında bulunan duvar. (Buna duvar ara böl mesi de denir.) || Ara kapı, iki oda, iki daire veya iki bölme arasına açılan kapı. — İşi. Ara danteli, bir çamaşır veya elbisenin ayrı iki parçasını birleştirmede araya diki len, iki tarafı düz, şerit şeklindeki dantel. — Kim. Ara yüzeyi, birbirine karıştırılamaz iki evreyi ayıran yüzey. — Mad. oc. Ara kat, bir katın bölümü. (Bir ara katı sınırlayan yatay galeriler maden ku yusuna doğrudan doğruya değil, kat galerile riyle bağlantısı olan meyilli galeriler veya iç maden kuyuları aracılığıyle bağlanır. (Tali kat da denir.) — Mat. Ara doğru, yer eksenine dik olan ve aynı noktanın iki izdüşümünü birleştiren doğru. || Araya koyma. Bk. ansİkl. — Müz. Ara müziği, edebî veya lirik bir tem silin perde aralarında, «intermezzo» olarak kullanılmak için bestelenmiş orkestra müziği. (Tiyatro oyunlarında, bir eserin sahnelerini birbirine bağlayıcı unsur olarak orkestradan yararlanma geleneği çok eski zamanlara da yanır: meselâ, Moliere’in komedileri için Lully, Voltaire’in Semiramis’i için J. F. Agricola, Egmont için Beethoven veya l’Arlesienne için Bizet ara müziği yazmışlardır. Bunun yanı sıra, operalar da ara müziği usu lünü benimsediler. Yüzyıla yakın bir zaman dan beri operakomik veya opera yazarları, kendi eserleri için, ara müzikleri besteledi ler: A. Thomas, Mignon’un, Mascagni’nin Cavalleria Rusticana’nın ara müziklerini yaz dılar.) [Bk. İNTERLUDE, İNTERMEZZO Ve SAHNE MÜZtCt.] — Radyotek. Ara frekans, frekans değiştiri ciyi izleyen amplifikatör devrelerinin ayar edildiği frekans. — Res. ve grav. Ara renk, ne tam ışıkta, ne tam gölgede olan kısım; açık gölge: Ara renkler gölgeden ışığa geçişi sağlar. — Sine. Ara görüntü. Bk. İnsert. — Spor. Ara pası, karşı takımın iki veya daha çok sayıdaki oyuncusu arasından to pu geçirtip kendi takım arkadaşına iletme. — Teknol. Ara rondelası, bir inşaatta veya bir arabada iki eleman arasına yerleştirilmiş bağlantı parçası. Direnci ve sertliği arttırır veya bu iki eleman arasında aynı açıklığı muhafaza eder. — Tic. Ara bilanço, kanunen veya teamülen tayin edilen devrelerde bilanço tanzim eden işletmelerde bu devreler arasında işletme nin belirli zamanlardaki durumunu belirtmek için yapılan bilançoya denir. — Tiyat. Bir tiyatronun herhangi bir sebep dolayısıyle (oyuncuların hastalanması, pro va, yıllık tatil v.b.) temsillerini geçici bir süre için ertelemesi. |j Ara muhaveresi, Karagöz’de, fasıl başlamadan önce Hacivat ile Karagöz konuşurlarken araya başka şahıslar da girer; Karagöz’iin Hacivat’tan başka şa hıs veya şahıslarla konuşmasına ara muhave resi denir.' (Bunlardan bazıları bir çeşit fa sıl şeklini alır. Meselâ cambazlar oyununda cincilik muhaveresi.) || Ara oyunu, çoğu za man dans ve şarkılarla birlikte oynanan ve perde aralarında seyircileri oyalamağa ya rayan gösteri. Küçük topluluklarda oynan mak üzere yazılan ufak tiyatro oyunu. — Zır. Ara ürünü, toprağı organik mad de ve azotça zenginleştirmek için, ürün alın dıktan sonra yeni ekime kadar geçecek za manda veya bir ürünle birlikte ekilen tarım bitkisi. || Zenginleşmek maksadıyla yetiştiri Foto. MBYDAK
45
Lykia araba kabartması
M.Ö. V. yy. Ksanthos akropolisi «G binasısndan Britısh museum, Londra
len ürün j| Araya ekmek, bir larlaya ekilen asıl bitkilerin arasına çabuk yetişen başka bitkiler ekmek: Lahanaların arasına marul ekmek. — ansİkl. Huk. T.B.M.M. çalışmalarında, Millet meclisi veya Cumhuriyet senatosu nun çalışmasını kısa sürelerle ertelemesine ara verme denir. — Mat. Verilen iki a ve b sayısı arasına m fark ortalaması veya aritmetik ortalama koyma, uç sayıları a ve b olan ve (»1+ 2) terimini içine alan, aritmetik dizi diye de adlandırılan farkla dizi meydana getir me. || Verilen a ve b gibi iki sayı arasına m tane orantılı veya geometrik ortalama koy ma, uç sayıları a ve b olan ve (»ı+2) terimi içine alan, geometrik dizi diye de adlandı rılan bölümle dizi kurma. • m aritmetik ortalama koyma problemi, di zinin ortak farkını bulmak demektir; son b terimi (m-j-2) nci terim olmalıdır; şu halde ondan önce (» ı+ l) terim bulunmalıdır; böylece ortak fark r ise & =a+ (»ı+l) r’dir. Bu denklem ortak fark olarak: b—a
kında ârâya müracaat olundu (Cenab Şaha-
beddin). Döküldü ortaya ârâ-yı encümen bir
bir (M. A. Ersoy). — çeş . dey. Esk. Ârâ-yı umumiye, genel oy lar (Eşanl. referandum, plebİsİt , genel oy. halkoyu.): Halkın ârâ-yı umumiyesiyle vali
tayini teklifi... (Atatürk). Türkistan halkının ârâ-yı umıımiyesine müracaat olunmasını... (Namık Kemal). || îttifak-ı ârâ, oy birliği: İttifak-ı ârâ ile karar verilmiş imiş (Ahmed Rasim). [m] ARÂ i. (ar. türyân, çıplak olmak’tan tara). Esk. Çıplaklık. || Bozkır, çıplak arazi, (m) ARA, Güney yarımküresinde bulunan Su nak* takımyıldızının latince adı. (L) ARA i. Çok iri gövdeli papağan. Renk renk parlak tüyleri, kıvrık ve hacimli bir gagası, uzun katmerli kuyruğu vardır. (Ara, tropikal Amerika ormanlarında yaşar ve çok defa ka feslerde yetiştirilmek üzere yakalanır. Pa pağangiller.) [l ]
Ara (Entr’acte). fransız filmi. 1924’te Rene Clair tarafından, İsveç balelerinde perde arasında gösterilmek üzere çevrildi. Temaları Francis Picabia’dan alınan filimde art arda m+ 1 gelen planlar bağlantısız ve mantık dışıdır. verir. • m geometrik ortalama koyma problemi, Bu eserde «görevi, anlatmak olan görüntü, ortak bölümünü belirlemek demektir. Yuka somut bir varlık halinde oluşarak kendi başı na bir anlam kazanır» (Rene Clair). Gerçek rıdaki açıklamaya dayanarak üstücü sinemanın başta gelen eserlerinden b — aq'“-1 biri sayılan bu filim için Erik Satie aynı an yazabiliriz. Bu denklem q için: layışta bir partisyon yazmıştı, ( l)
verir. || Araya yerleştirme. Bir dizinin iki terimi arasına orta terimler yerleştirmek, uç terimleri verilen iki terim olan daha sık bir dizi meydana getirmek. ♦ Arasız zf. Devamlı, sürekli olarak, ara vermeden, (ml) — ARA sıf. (fars, ârâsten, süslemek’ten -ârâ veya -ârây). Esk. Süsleyen, donatan, güzel leştiren. — Klas. dil. Farsça ârâsten, süslemek fiili nin ismi fail anlamına geniş zaman emir kökü olan -ârâ veya -ârây, Osmanlıcada arapça ve farsça kelimelerin sonlarına gelip birleşik sıfatlar yapmıştır: Dil-ârâ, gönlü süsleyen: Cam diyarını dil-ârâ âbâd kılsam ayb imiş (Fuzulî); hafıza-ârâ, hafızayı süs leyen: Avni Bey merhumun hafıza-ârâ-yı tebcil olan meşhur bir kasidesi (A. H. Müftüoğlu); sihr-ârâ büyüleyici: Devletinde be nim ol şair-i sihr-ârâ kim (Namık Kemal) v.b. (m) ÂRÂ çoğl. i. (ar. rey, fikir, kanaat, görüş’ten ara). Esk. Oylar, reyler, fikirler: Mecliste mevki-i münazaraya vaz edilerek mesele hak
ARAB i. Bk. arap. ARABA i. İnsan ve eşya taşımağa yarayan tekerlekli-kara taşıtı: tik arabayı yapan Ka nıklı Bey'dir. Türkler arabalarla seyahat et meğe ta tskitler devrinde başlamışlardı. (Z. Gökalp). Atlı araba. El arabası. || [Dar anlamıyle] Atlı araba: Geçiyordu araba yola benzer bir sııdan (F. N. Çamlıbel). || [Bugün] Otomobil: Senin araba eski fordlardan değil mi? (S. F. Abasıyanık). Her genç bir araba sahibi olmak ister. || Teşm. yol. Bir taşıtın (atlı araba, kamyon v.b.) yükü: Bir araba taş çıktı. — çeş . DEY. Araba kullanmak, otomobil sür mesini bilmek: Kaç yıldır araba kullanıyor
sunuz?. || Arabanın tekerine taş koymak,
bir işi zora sokmak, güçlük çıkarmak. || Ara bayı (arabasını) düze çıkartmak, işin güç tarafını-atlatmak, selâmete çıkmak. || Araba yı koşmak, hangi hayvan (hayvanlar) çeki yorsa onu (onları) arabaya usulünce bağla mak. || Bir araba, çok miktarda, bir yığın, bir dolu: Bir araba, portakal bu., kim yiye cek? || Hususi araba, özel otom obil. ]| Argo. Çek arabanı, defol, çekil git. || Taş arabası, budala, sersem, ağır kanlı kim se.
kia araba kobartması
Ö. V. yy. anthos akropolisi >binasından itish museum, Londra
ARABA
Serveti Fonun dergisinde yayıınlar.an Araba Sevdası ad' ı romanın resimlerinden
— Arabacılık. Araba çatalı, kağnı ve benzeri arabaların oku. Araba falakası, çift atlı arabalarda okun dibinde ve yanlarında bulu nan, uçlarına koşum kayışları bağlanan tahta çubuk. |i Araba körüğü, bazı arabaların is tendiği zaman üzerini örtmek için kullanılan bez veya deri örtü. |! Araba kösteği, arabanın durması yürümemesi için arka tekerlekle rin birine konan köstek. A.raba oku, hay vanların arabaya koşulduğu, boyunduruk v.b. âletlerin takıldığı uzun ağaç. (Ge nellikle arabanın gidiş yönünü de sağlar.) Araba parmağı, hayvanlar tarafından çeki len tasıma vasıtalarının tekerleklerinde mer kez ile çember arasına çakılan sert ağaç, i! A t arabası, atların çektiği çeşitli arabaların genel adı. Bk. Al. Çekçek arabası. Bk. çekçek, jj Çöp arabası. Bk. çöp. El arabası, taş. toprak v.b. gibi şeyleri taşımağa yara yan ve insan gücüyle çalışan tek tekerlekli araba. Bk. el. || Esek arabası, tek eşeğin çek tiği iki tekerlekli küçük araba. || Hasta ara bası, hastahanelerde hastayı bir yerden bir yete taşıyan dört tekerlekli araba. || imdat arabası. Bk. cankurtaran. |j Muhacir ara bası Bk. muhacİr . || öküz arabası. Bk. ka Sn i . t, Tatar arabası. Bk. tatar. — Din. Buddha dini. Büyük araba (tnahayana), küçük araba (hinayana). Bk. mahaYANA ve HİNAYANA.
•
•
— D>. Aktarma arabası, vagon ve lokomo tifleri demiryollarına dikey hareket ettirme ve bir hattan komşu hatta aktarma işinde kullanılan araba. II Bagai tayıma arabası, tren istasyonlarında eşya ve bagajları taşı mağa yarayan .küçük taşıt. — Mad. oc. Ocakta madenin taşındığı araç, vagonet. Bk. ansîkl. Araba çevirme sacı, dar yerlerde arabaları çevirmek için kuyu diplerine konulan tesis. (Bu tesiste daire bi çiminde bir saç vardır: arabaların tekerlek lerine temas eder ve çekildiği zaman araba nın yön değiştirmesini sağlar.) || Araba şey tanı, eğik düzlemdeki vinç veya varagel nak liyatında arabanın arkasına takılan ve yer de sürüklenen demir kanca. (Arabanın ha latı koptuğunda yere saplanarak devrilme sini ve varagel dibine kadar düşmesini ön1er.) — Matbaae. Matbaalarda forma çemberini pres makinesinin altına götürüp getiren, dişli tekerlekler veya rulmanlar (bazılarında kı zak ayaklar) üstünde hareket eden özel taşıt. — Saraçl. Araba döşemeciliği, taşıtların takım parçaları ve donatımını yapma sanatı. Bk. ansİkl. Araba koh: kavisi, araba kollarını
-abacı tokımy ıldızı
Paris operası sanatç darından Claude Bessy'nin bir arabesk figürü
veya araba oklarını tutmağa yarayan koşum takımı parçası. — Temş. Araba kuklası, oynatıcısı araba içine gizlenmiş ve kuklaları buradan oyna tan kukla tiyatrosu. (Levnî’nin resimlediği 1720’deki şenliği gösteren Sûrnante’de bu nun resmi vardır. Araba kuklasına bugün Anadolu’da, özellikle Çankırı’da rastlamak mümkündür.) — ansİkl. Araba’mn ilk yurdu Asya’dır. Hayvanların evcilleştirilmesi ve tekerleğin icadı ilkin bu topraklarda gelişmiş, araba da bu iki olaya bağlı olarak meydana gelmiştir. Çin kaynaklarına göre M.ö. 2000 yılından çok önce Asya Türkleri arabayı biliyordu. İlk arabaların yük taşımağa mahsus, öküz ler tarafından çekilen ilkel taşıma vasıtaları olması mümkündür. At, arabaya öküzden sonra koşulmuştur. Savaş arabaları bu yük arabalarından sonra yapılmış ve yine çin kaynaklarına göre M.ö. 1450 yıllarında Türkler tarafından Kuzey Çin’e sokulmuştur. Türk'lerin kullandığı binek arabalarına Çin liler «keçe arabası» diyorlardı. Bu araba, dört tekerlek üzerine oturtulmuş bir çadır dan ibaretti. Türkler savaşlarda atlı birlikle rini tercih ettiklerinden savaş arabalarını geliştirmek Çinlilere düştü. Bir savaşçı, bir sürücü, bir de yardımcının bindiği bu savaş arabaları Çinliler için iktidar ölçüşüydü. Gerek Asya Türklerinde, gerek Çinlilerde arabanm kutsal bir anlamı vardı. Çinliler için araba göğün temsilcisiydi; üzerindeki körük göğü, alt kısmı yeri temsil ediyor; gök gü rültüsü de, gök tanrısının' arabasından çı kan ses olarak kabul ediliyordu.
Ön Asya’da ise M.Ö. 3000’den beri araba biliniyordu. Hititlerin Kappadokia tablet leri üzerindeki mühürlerde görülen araba res mi vardır. Boğazköy kazılarında bulunan ta rihî metinlerde sık sık savaş arabalarından bahsedilir. Mitannilerle Mısırlılar arasında yapılan savaşlarda savaş arabaları kullanıl mıştır. III. binyılın küçük adak tasvirlerinde görülen iki tekerlekli arkası açık arabalar Sümer, Mısır, Asur ve Eski Yunan’daki sa vaş ve^av arabalarının ilk örnekleridir; klasik eskiçağ bunları iki atlı ve dört atlı yarış ve zafer alayı arabaları olarak kullanırdı. O çağdan kalma sayısız tasvire rağmen, bu arabalarııı ne gibi değişiklikler geçirdiği, hat tâ nasıl kullanıldığı iyi bilinmiyor. Daha sonra resim veya tasvirlerine seyrek rastla nan ve günlük işlerde kullanılan arabaların çeşitli türleri hakkında ise hemen hiç bir kesin bilgimiz yoktur: Kelt mezarlarından çıkarılan dört tekerlekli arabaların parçala rı büyük bir dikkatle bir araya getirilmişse de (Kopenhag, Como), bu konuda esaslı açıklamalar yapılmasını sağlayamamıştır. An cak eski çağlarda da araba isimlerinin mo dern arabalara verilen isimler gibi kaypak an lamlı olduğunu söyleyebiliriz. Bu adlandır malar, kullanılışlara, teknik ayrıntılara, usullere göre değişik biçimlere bürünür ve durmaksızın değişikliklere uğrar. Doğu kavimlerinin akınları batıya büyük teknik ilerlemeler, özellikle atların göğüslük veya omuz kayışıyle koşulması usulünü ge tirdi (VIII.-1X. yy. a doğr.). Bu yeni koşum usulleri, eskilerin bildikleri tek usul olan bo yun tasmasına oranla çok daha iyi sonuçlar
Granada'da Elhamra sarayındaki arabesk süslemelerden bir friz parçası (İslâm sanatı)
sağladı. Ama iki tekerlekli küçük arabalar ve dört tekerlekli yük arabaları, en basit ro ma modellerine uygun kaldı; dingiller üzeri ne oturtulmuş kasa; yolcuyu nispeten rahat ettiren saman ve yastıklar: İngilizcede bu tür arabalara whirlicote «yürüyen yatak» denme si bu yüzdendir. Bu arabanın çatı örtüsü, genellikle, kemer haline getirilmiş eğri tahta lardan yapılır, sonra bunların üzerine deri veya kumaş döşenirdi. Bunlardan elde kal mış tek örnek olan Oslo’daki döşemesiz ara ba çok eskidir (IX. yüzyıl): güzel dekoru ve yuvarlak yapısı büyük bir teknik ustalığı gös terir; ancak, uzmanlar tarafından aslına ben zetilmek için sonradan eklenen döner ön kı sım pek eğreti kalmıştır. Yaklaşık olarak 1475’ten kalma ve hayranlık verici bir başka parça da Graz müzesindedir. Daha o devir de arabalarda süspansiyon’un kullanılmasıyla çok önemli bir ilerleme oldu: kasa, dingille rin üstüne doğrudan doğruya oturtulacağına tekerlek takımının dört köşesine dikilen di reklere zincirler, ipler veya şahmerdan deni len dört destekli kayışlarla asıldı. Bu «salın tılı arabalar» yanlış olarak «koçu» arabasıyle bir tutulmuş ve bu çeşit arabaların XV. yüzyılda ortaya çıktığı ileri sürülmüştür. Oysa koçu arabalarının XIV. yüzyıl ortala rında kullanılmağa başlandığı, Zürich’te bu lunan o zamandan kalma bir minyatür üze rinde açıkça görülür, iki tekerlekli araba ların askılı hale getirilmesi ise çok sonrala rı, XVIII. yüzyılda başarılmıştır. Bununla birlikte, süspansiyonsuz arabalar, uzun bir süre daha kullanıldı: yalnız köy arabalarmda değil, içinde Henri IV’ün öldü rüldüğü arabada bile süspansiyon yoktu. Bu süre içinde, teknik ve toplumsal evrim, hem arabaları hem de araba tiplerini çoğalttı: Fransa kralı François I, arabasını Clouet’ye resimlerle süslenirmiş, Henri III, ilk yolcu arabalarını ortaya çıkarmıştı. XVI. yüzyıl sonunda genellikle kullanılmakta olan «dö ner ön kısım» ın hangi tarihte icat edildiği ni bilmek mümkün değildir. Gene XVI. yüz yıl sonunda dört,veya sekiz desteğe dayanan ve manzarayı kapamayan araba çatıları yay gın hale geldi; daha sonra, yarı silindir bi çimindeki araba çatılarının yerini enine ve boyuna bombeli «emperyal» aldı; deriden «körükler» arabayı örtmeğe yarıyor ve kö rüğe yerleştirilen küçük camlardan içeriye biraz ışık girebiliyordu; XVI. yüzyıl sonla rında İtalya’da arabalara büyük camlar ta kılmağa başlandı. Macar yapısı arabalar daha Ortaçağda büyük bir ün kazanmıştı; Fakat Koszi şehrinin adından gelen ve XVI. yy. da ortaya çıkan koçu kelimesinin kesin anlamı çıkarılamamıştır. Daha sonra bu ad Fransa ve İngiltere’de, kamu hizmetleri ara balarına verildi. XVII. yy. da fransız saray arabaları Avrupa saraylarına örnek oluyor du. Aynı zamanda teknik yenilikler de ya pılmıştı. «Büyük çember» veya «beşinci te kerlek» ve «kuğu boynu» arabanın ön kıs mının hareketini kolaylaştırıyor; «kıskaç yaylan» denilen «düz yaylar» sıkı kayışların sağladığı esnekliğe kendi esnekliklerini ka tıyor, kapılar, sürgülü pencereler, storlu per deler arabayı tamamen açıp kapamağa im kân veriyordu. İngiliz maden işçiliği demirden çifte okları
Futa. K ürettin E r k th ç W B Y D A X )
; tM » , tinreon (L A R O V SkE )
ortaya çıkardı ve yayları mükemmelleştirdi. XIX. yy. da süspansiyonu kaldırmayı sağ layan düz veya kıskaçlı yayları da ingilizler buldular ve kasalar dingiller üzerine yaylar aracılığıyle kondu. OsmanlIlarda, arabaya binme hakkı padi şahtan başka yalnız şeyhülislâma ve kazas kere tanınmıştı. Bir de Avrupaya gönderilen elçilerin yanına devletin şerefiyle ilgili iki mükellef araba verilirdi. Bu arabalardan bi rincisinde elçi, hükümdarın mektubunu gö türür, ikinci araba ise hediyeleri taşırdı. Tan zimat’a kadar böylece süren bu usul kaldırıl dı ve Tanzimat’tan sonra vezir, vüzera ve seç kinlerin arabaları oldu. Fakat gene de er kekler ata binmeyi tercih ediyor, arabayı ge nellikle kadınlara bırakıyor, içinde kadın olan arabanın sürücüsü yaya gidiyordu. Meş rutiyet inkılâbına kadar İstanbul’da evli olsa lar bile bir kadınla bir erkeğin aynı arabaya binmeleri yasaklanmıştı. Bizdeki saltanat arabaları tamamen Avrupa' daki benzerleri örnek alınarak yapılıyordu. Şehirler arası taşıma vasıtası olarak ilk kira arabaları Mahmud II zamanında kullanılma ğa başlandı. Tarih-i Lûtfî 1834 yılındaki olay ları anlatırken Mahmut H’nin Kartal’da ya pılan posta yolunun açılış merasiminde fay tona bindiği ve bu münasebetle vüzeranın binmesine de izin verdiği yazılıdır. Fayton İstanbul’da koçu arabalarından sonra kulla nılan ilk araba çeşididir. Koçu arabaları öküzle çekilirdi, üstü örtülü, etrafı açık, yan ları oymalarla ve nakışlarla süslüydü. İçi şil teler ve yastıklarla beslenir, kadınlar ve ço cuklar uzun yolculukları bu arabalarla ya parlardı. Rumeli göçmenlerinin Türkiye’ye getirdiği muhacir arabası (tatar arabası da denir) daha çok yük taşımak için kullanılı yordu. Paris’ten getirilen ilk fayton arabasın dan sonra, kupa arabaları, berlin veya landon denilen kapalı binek arabası İstanbul’a ya yıldı. Kendiliğinden hareket eden araba, yani oto mobil, İngiliz sanayiince bir tarafa bırakıldık sa da, Fransa ve Almanya’da sürekli bir araştırma konusu oldu, XIX. yüzyılın son on yılında büyük ilerlemeler göstererek yaygın laştı: Almanya’da yapılan dört zamanlı mo torlar 1891’de fransız sanayicileri tarafından kullanılmağa başlayınca buhar ve elektriğin yerini benzin aldı. Petrolle işleyen ilk araba lar, at arabaları biçimindeydi: faytonlar, break’ler, berlin’ler v.b. 1910’a doğru süratin artması, yeni bir estetiğin doğmasına yol aç tı: yatay doğrular önce «torpedo» larda or taya çıktı. 1914-1918 Savaşından sonra sa nayileşen ve şasi ile aynı zamanda düşünüle rek gerçekleştirilen karoseri, özelliğine kavuş tu ve at arabalarının taklidi olmaktan çıktı. 1933-1934’te basık şasiler ve aerodinamizm. kendinden büyük sürat ve yola intibak bekle nen otomobilin özelliğini daha kesin çizgiler le ortaya koydu. Bugün İstanbul’da ve Tür kiye’nin birçok büyük şehrinde fayton, lan don v.b. arabalar hemen de hiç kullanılma maktadır. Ancak bazı yazlıklarda eski bir geleneğin sürdürülmesi için bırakılan çeşitli arabalar vardır, özellikle İstanbul’un ünlü Adalarında motörlü taşıt araçları kullanmak yasaklanmış, ada içi yolculuklar sadece arabalara bırakılmıştır, (ml) — Mad. oc. Eskiden 400-600 litrelik küçük arabalar kullanılırdı. Bugün modern ocak larda 2 000-6 000 ve hattâ 12 000 litrelik bü yük arabalar çalıştırılır. Büyük arabaların süspansiyon yaylısı, yaylı tampon bağlantısı ve bazen otomatik çift bağlaması vardır. Ge nellikle bir arabanın konik makaralı yatak üzerinde hareket eden dört tekerleği vardır. Çok büyük arabalarda 4 buji veya yan buji halinde toparlanmış 8 tekerlek bulunur. — Saraçl. Araba döşemeciliği, arkalıkların, yastıkların, oturacak yerlerin, dirsekliklerin, kapıların, açılır kapanır sandalyelerin, örtü lerin yapımını kapsar. ♦ Arabacı i. Arabayı süren kimse: ...bayıraşağı olduğundan arabacı hayvanları zaptedenıecli... (C. S. Tarancı). || Araba yapan veya satan kimse. ♦ Arabacılık i. Araba sürücülüğü ve araba yapımı mesleği. ♦ Arabalık i. Araba konulan yer. Garaj. | Araba doldüracak miktar: Biz zaten iki arabalıkız, sonradan gelenler nereye binecek? ♦ Arabat çoğl. i. Esk. Arabalar, ( m) ARABACI, Kuzey yarımküresinde takımyılFoto. Nurettin Erktlıç. (M EYD AN)
diz. En parlak yıldızı Kapella’ dır. Takım yıldızda, M 36, M 37 ve M 38 diye adlan dırılan üç yıldız kümesi görülür. Arabacı nın bütünü bir beşgen şeklindedir; bu beş genin en alt ucunda bulunan El Nath yıl dızı Boğa takımyıldızına girer ( Tauri). [Bk. GÖK.] Değişken yıldız (3,3 ile 4,1) olan Aurigae üstdevler’dendir ve çapı. Güneş çapının 2 000 katma eşittir. (W ARABAN, Gaziantep ilinde ilçe merkezi (14 275 lüf.). öteki adı: Altıntaş. Fırat’a sağ dan katılan Karasu yakınında kurulmuştur: yüksl. 610 m. İl merkezinin 57 km kuzeyde ğusunda, G’aziantep-Besni yolu üstündedir. — 1957’de kurulmuş olan Araban ilçesi (696 km2, 36 773 nüf.) basık yayla ve ovalardan meydana gelmiştir. Halk tarım ve hayvancı lıkla geçinir, ilçenin 35 köyü vardır, (m) ARABAN i. (fr. arabanne). Kim. Birçok akasya çeşidinden elde edilen bitkisel zamk ların esas maddesi (kireç ve potasyumla bir leşmiş olarak arap zamkında bulunduğu gi bi, kitre zamkında da rastlanır; bu sonun cunun suda çözünen kısmıdır. Renksiz, ko kusuz ve saydamdır; turnusolu kırmızıya bo yar). [Eşanl. ARAP ASİDİ.] (l) Araban i. Mus. Türk musikisinde şimdi kul lanılmayan bir makam. Bu makamdan eli mizde 20 parça vardır. Genellikle şeddi0 araban makamının bir tiz sekizlide (nevâ-re) kalan şekli gibidir. Fakat dügâh (la) perde sinde de kalır, (m) Arabankürdî blş. i. Mus. Türk musikisinde şimdi kullanılmayan bir mürekkep makam. (Bayatİ-Araban-kiirdî, Şevk-i Cedid, Zevk-u Tarab da denir.) Bu makamdan elimizde 17 parça vardır. İsmail Dede Efendi tarafın dan terkip edilmiştir. Bayatî-Araban maka mına bir kürdî dörtlüsü eklenmesiyle yapıl mıştır. Dügâh (la) perdesinde kalır, (m) Araba Sevdası, Recaizade Mahmud Ekrem’ in romanı (yazılışı 1886, yayımı 1895). Ala frangalık modasının türk hayatında yaptığı tahribatı hikâye eden Tanzimat romanlarındandır. Frenkçe kelimeler kullanmak, Frenkler gibi giyinmek ve onlar gibi görünmek iste yen bir gencin, Çamlıca’da arabalarla gezildiği bir devirde karşılaştığı uygunsuz bir ka dını, kibar aileden bir kız zannederek ona vuruluşu ve bu aşkın uğradığı hayal kırıklığı alaylı bir dille ve yer yer realist tasvirler ve sosyal tenkitlerle anlatılr. (-> Bibliyo.) [m] ARABAT-EL-MEDFUNE («Gömülü Ara bat»), Eski Mısır’daki antik Abydos’un şim diki adı. (l) ARABA vadisi, Yakındoğu’da geçici bir akarsu yatağı, ürdün-Israil sınırından geçer; 160 km. Lût gölü ile Akabe körfezi çukurları arasında tektonik bir çöküntüdedir. Lût gö lüne en yakın olan bölümünde potas yatak ları vardır, ( l) ARABAVAPURU blş. i. Denize. Çeşitli ka ra taşıt araçlarını bir kıyıdan öbürüne ge çirmek üzere düzenlenmiş gemi. — ansİkl. iki kıyı arasında bir. köprü ku rulamadığı zaman, bağlantıyı sağlamak için arabavapurundan yararlanılır. Arabavapurları, otomobil ve vagon taşımak üzere iki cinstir. Vagon taşımak için kullanılan arabavapurları, bir ucu bir kıyıda, öteki ucu karşı kıyıda bulunan bir demiryolunun devamlılı ğını sağlar. Bu çeşit arabavapurlarının dö şemesine bir veya birkaç demiryolu yerleşti rilmiştir. Bu rayların uçları, karadaki raylar la birleşebilecek şekilde ayarlanır. Yolcu ve yük vagonlarının bir karadan öteki karaya deniz yoluyle nakli, yolcu ve yüklerin akta rılmasını, dolayısıyle zaman kaybını ve çe şitli zayiatı önler. Vapur seferdeyken, sallan tıdan zarar görmemeleri için vagonlar sıkıca bağlanır; modern arabavapurlarında, vagon lardan başka, otomobil nakli için de özel bir güverte yapılmıştır. Amerika’da, 8 000 toni latoluk yüz vagon alabilen vapurlar vardır. Danimarka’da, 1939 yılında, Demiryollarının 30 arabavapuru vardı ve yılda 150 000 vagon taşınırdı. Arabavapuru fikri ilk olarak Türkiye’de doğ du. Bu fikrin ışığı altında zamanın «Şirketi Hayriye» yöneticileri tarafından hazırlanan projenin gerçekleştirilmesi için bir yönetici ve bir teknisyen İngiltere’ye gönderildi. O devirde Londra’da dahi bu iş için karşıdan karşıya halat veya zincirlerle çekilen sallar kullanılmaktaydı. 1869 yılında Ingiltere’ye ısmarlanan iki ara ba vapuru da («Suhulet» 1870, «Sahilbent»
saydam zar beyin ü ç Monro çukuru hipotalamus hipofiz
bağlarrhs-ı^ hipofiz ORTADAN DİKİNİ
KLSiT beyin üçgeni
3 . k a r ın c ık
ARABEYİN ip o ta la m u s
1871) İstanbul'a gelerek servise girdi. Şirketi arabeyin Hayriye geleneklerine uyularak «Suhulet» e 26, «Sahilbent» e 27 nu. verildi. Her iki ge mi yandan çarklıydı, diagonal silindirli ve alçak basınçlı istim makinesiyle yürütülmek te idi; süratleri 8 mildi. Şirketi Hayriye’nin 1944 yılında lağvı ile Devlet Denizyolları ve Limanları işletmesi Genel müdürlüğüne devredilişine kadar başka araba vapuru yaptırılmadı. (Bk. DENİZCİLİK bankasi.) 1946 Yılında bu yeni idare elinde bulunan dört çıkarma gemisinden ikisi, «Mu danya» ve «Çardak» baş ve kıç kapaklarında tadilât yapılmak suretiyle araba vapuru filo suna katıldı. Bu arada Fransa’ya dört yeni ve büyük arabavapuru ısmarlandı. Böylece 1951-1952 yılları içinde, 80 senelik bir ara lıktan sonra, Kasımpaşa, Kız kulesi, Kadı köy ve Kuruçeşme vapurları servise kondu. Devlet Denizyolları ve Limanları işletmesi nin özel bir kanunla Denizcilik Bankası Ge nel müdürlüğü haline konulduğu 1952 yılın da bu yeni kuruluşun kadrosunda «Araba va puru» bulunmaktaydı. Kabataş-Üsküdar ve Sirkeci-üsküdar hattından başka Sirkeci-Kadıköy, Kartal-Yalova arasında yeni hatlar kurulmuştu. Bugün Denizcilik bankası elinde 14 parça arabavapuru bulunmaktadır, ( l l ’i yerli, 3’ü fransız yapısı.) Fransa’da yapılanlardan dör düncüsü olan Karaköy ile birlikte Çardak ve Mudanya vapurları Çanakkale ile Eceabat arasında çalışmaktadır. Bu hat Denizyol ları işletmesine bağlıdır. Bunun dışında ka lan Kabataş-Üsküdar, Istinye-Paşabahçe, Sirkeci-Harem, Kartal-Yalova hatları şehir bal ları tarafından işletilmektedir, (ml) ARABELLA i. Çokkıllı ve gezici halkalı solucan türü. \m
Masıra
_BâydSÇ^'R^Su
b
yaylası
^Port Sudan
Ras Mazraka ■jt Kunfiı
.Samnan
Huriya Murîya
Farsan aı lu p a yya ,
Kamscan s-
Sayfıut
Hüdeyde
^ ş ih r M utatla Yol
jAfAbyan.
*Ahvar
'Şeyh Osman ADEN
P a tik a
Sokotora
P i p e lin e D e m ir y o l u E sk i d e m i r y o l u
^ • mendcb b o ğ . A D E ,V k ö r f e z i
ARABİSTAN haritası
le mısır sanatının etkisiyle, arabesk'e benzer bir süsleme sık sık uygulanırdı. VII. ve VIII. yüzyıl merovenj ve İrlanda sanatları, aynı devredeki İslâm sanatı gibi, eski stepier sa natının birer dalı olarak kabııl edilebilir. Ortak özellikleri, antropomorfik yunan, latin sanatını unutmuş olmaları veya küçüm semeleriydi. Pompeii ressamları ve heykel tıraşları, salonların panolarını ve kapılarını, dörtköşe direklerini arabesklerle işlemişlerdi. Bu süslemeler Rönesans ile birlikte İtalya’da canlandı ve kazılar sırasında ortaya çıkan mağaralarda bulunduğu için de grotesk (fr. grottesque, sonra grotesque, mağarasal) diye adlandırıldı. Resmedilen veya çok alçak ka bartmalarla oyulan bu süs, genellikle tek bir düzlem ve çıplak bir fon üzerinde yer alır. Çoğunlukla, dengeyi bozacak hacimler mey dana getirmeden, süsleme alanındaki unsur ları biribirine bağlayan sürekli çizgiler halin dedir. Nesneleri bağlayan veya çevreleyen sürekli eğrilerin rolü göz önünde bulunduru larak, arabesk terimi teşmil yoluyle, resme dilen nesne ne olursa olsun, bir tabloyu mey dana getiren ana çizgileri belirtmek için de kullanılır. Bu bakımdan Watteau’nun Cythere’e Yolculuk veya tngres’in Homeros’ım Yü
celtilmesi tablolarındaki arabesklerden söz edilebilir. İslâm süsleme sanatının hemen her örneğinde arabeskin nitelikleri görülür: çok alçak ka bartmalar şeklinde işlenmiş tabiat dışı unsur lar, kesintisiz sular, girişik süsler ve yazı sa natının büyük rolü. — Koreografi. Arabesk, doğu danslarındaki poz ve motiflerden esinlenerek XIII. yy. da baleye sokulduğu zannedilir. O çağın dans nazariyecileri, dansın bazı basit tabiî poz larına arabesk adını verirlerdi. Arabesk, akademik lügate kesin olarak Carlo Blasis za manında girdi; şiirli ve hissî bir hamleyi, en anlamlı bir şekilde yansıtan poz durumuna romantik bale sırasında geldi ve asıl anlamı nı o zaman buldu. Arabesk, kaldırılan ba cağa göre efase (effacee) veya çapraz (croisee); yere basan bacağa göre, fondü ve ya gergin; yükselmeli, dönerken sıçramalı, uzanık veya eğik olabilir, (lm) ARABEYİN blş. i. Anat. Tümbeyinin altın da, üçüncü beyinciğin yakınında bulunan be yin bölgesi. (Bitkisel ve ruhsal hayatın birçok merkezi buradadır. Beyin kabuğundan art-
kafa bölgesine giden ve gelen sinirlerin geçit yeridir.) — ansİkjl. Arabeyin'in bozmadde çekirdek leri merkezdeki boz çekirdeklerin bir kısmı dır: Talamus («görsel yatak» da denir) duyu sinirlerinin son bulduğu yerdir (röle merke zi). Talamusun yanında, uçbeyinden çıkan çizgili cisimler bulunur. Çizgili cisimler hare ket sinirlerinin başlangıç noktasıdır ve oto matik hareketlerin yapımına katılır. Talamusla çizgili cisimlerin mercimeksi çekirdek leri arasında, piramidal iplik demetlerinden yapılmış akmadde kütlesi vardır, tçkapsül denen bu kısım istemli hareket sinirlerinin geçit yeridir. Talamusaltı da denilen arabeyinin alt kısmı hipofizle ilişkilidir. Sümüksü bağla hipofize bağlanır. Talamusaltmda, bir çok bitkisel hayat merkezi, özellikle uyku merkezi bulunur; hipofiz salgısını düzenler, kendisi de hipofiz salgısının etkisinde kalır. Epifiz, arabeyinin arka kısmıdır, (l) ARAB FAKİH (Abdülkadir bin Salim bin Osman Şıhabeddin), arap tarihçisi (XVI. yy.). Harar imamı Ahmed Gran’ın hıristiyan Habeşlere karşı 1543’te yaptığı sa vaşın tarihini yazdı. Kitabın adı Tuhfet-iiz-
ARABİSTAN
ARABİSTAN yarımadasında Kuveyt'te petrol kuyusu; Kuzey ARABİS TAN çölünde, Basra körfezi yanında yaylayı sınırlayan dik bayırların hâkim olduğu bir dere; Bahreyn adasının başlıca şehri Manama'da bir sokak, burada Arabistan'ın geleneksel yönleriyle modern hayatın özellikleri bir aradadır.
M Zaman (Zamanın Hediyeleri) veya Fiitûh-ülHabeşe’dir (Habeşistan Fetihleri). Kitap, 1mam Ahmed gibi olayları yaşamış kimsele rin ifadelerine dayanır, Somali sahillerinde hüküm süren Saadeddin ailesinden kısaca bahsedildikten sonra 1528’den başlayarak olaylar anlatılır. Eser, R. Basset tarafından arapça metin, fransızca tercüme ve notları ile birlikte basılmıştır (Paris 1897-1901). A. d’Abbadie ve Th. Paulitschke tarafından ya pılan diğer bir tercümesi daha vardır (Paris 1898). [m] ARABİ i. ve sıf. Bk. arapça ve arap. Arabian Am erican Oil coınpany (kısalt ması Aramco), Suudî Arabistan’da kurulu Ortadoğu petrol şirketi. Bu şirket, 1946’da Standard Oil of New Jersey (A.B.D.) ve Socony-Vacuum’un (A.B.D.) şubeleriyle birle şen Arabian Oil company’nin yerini aldı, (l) Arabian Oil com pany, petrol şirketi. Bu şirket Arabian American Oil company’nin (Aramco) 1946’da yerini aldığı ve 1933’te Suudî Arabistan’da kurulmuş olan Caltex şir ketinin (A.B.D.) bir şubesidir, (l) ARABİDOPSİS i. İnce uzun bitki. Daruzun yapraklan, küçük mavi çiçekleri vardır. Kumlu topraklarda sık rastlanır. (Turpgil lerden.) [l] ARABİNOZ i. (fr. arabinose). Kim. Maya lanmayan, CHeOH—(CHOH)s—CHO formü lünde bir şeker (aldopentoz). — ansIkl. Bu madde, üç izomer halinde bu lunur: kiraz ağacı zamkının hidroliziyle elde edilen ve 160°C’de eriyen l-arabinoz (levojir); glikozun enerji kaybı sonucunda elde edilen d-arabinoz (dekstrojir); bunların bir karışımı olan ve pentosüri vakalarında insan idrarın da rastlanan rasemık arabinoz. Arabinozlar, indirgemeyle arabitleri, oksitlenmeyle de arabonik asitleri verir, (l) ARABİ PAŞA (Ahmed) [Arabi el-M ısrî de denir], mısırlı siyaset adamı ve devrimci (?, 1839-Kahire 1911). Hıdiv Said Paşa zamanın da alaydan yetişerek subay oldu; 1875’te suistimal zannıyle ve suçu ispat edilemediği hal de emekliye ayrıldı. Bunun verdiği kırgın lıkla Mısır’da türk ve çerkes subaylara karşı kurulan gizli cemiyete girdi; aynı zamanda Ezher’deki derslere devam etti. Tasarruf için ordudan çıkarılan subayların katılmasıyle kuvvetlenen «Subaylar cemiyeti», bu sırada ortaya çıkan «Mısır Mısırlılarındır» sloga nının yayılmasına hizmet ediyordu. Arabî Paşa kuvvetli bir hatipti ve tesadüflerin de yardımıyle bu akıma önder oldu ve EUMısrı unvanını aldı. Bu hareket, 1879’da Nubar Paşa kabinesinin düşmesine sebep olarak ilk
başarısını kazandı; Arabî Paşa, önceleri ya bancı denetlemesinden kurtulmak isteyen hıdiv İsmail Paşanın âleti durumundaydı; az son ra İsmail Paşa onu alay kumandanlığına getirdi. Sonra, kabinede «Cihadiye nazırlığı» müsteşarı oldu. 1882’de de Cihadiye nazırı yapıldı. Arabî Paşa ve Mahmud Sami Paşa, orduda kendi partileri lehine ıslahat yap mak istediler; Hıdivi değiştirmeyi de düşün düler; aynı zamanda İngiliz ve fransız kon solosları da her ikisinin Kahire’den uzaklaş tırılmasını ve yeni bir kabinenin teşkilini is tediler. Kabine istifa etmiş, fakat Hıdiv, Ara bî Paşayı yeni kurulan kabinede de Cihadi ye nazırlığında bırakmak zorunda kalmıştı; ama yeni kabine kurulamadı ve Arabî Paşa hükümeti tek başına temsil ederek yabancı mü dahalesine karşı tedbirler almağa başladı, bu da İngilizlerin protestoları ile karşılandı. İs tanbul’dan evvelce istendiği için gelen tahkik heyeti, Ragıp Paşa idaresinde bir kabinenin kurulmasını sağladı ve Arabî Paşayı aynı nazırlıkta bıraktı. Osmanlı devleti İskende riye istihkâmlarına top konmasını yasakladığı halde bu iş durdurulamamış ve İngiliz ami rali buna itiraz etmişti. İstihkâmların teslimi teklifini Nazırlar heyeti reddedince istihkâm ları îngilizler topa tuttular ve 1882’de şehre girdiler. İngilizlerin Hıdiv’e yaptıkları baskı ile Arabî Paşa azledildi. Buna karşılık Ara bî Paşa da Hıdiv’i vatana ihanet ile suçladı; askerini Teli ül-Kebir’de topladı; fakat İngi lizlerle yapılan çarpışmada (13 eylül) yenildi ve teslim oldu. Cezaları sürgüne çevrildi. 1901’de hıdiv Abbas Hilmi Paşa tarafından affedilerek Mısır’a döndü ve 1911’de Kahi re’de öldü. (M)
Hintliler ve İranlIlar gelir: çoğu sünnı müslüman olmakla birlikte, Yemen’de Zeydîler. Bahreyn’de Şiîler ile İsmailîler de vardır. Coğrafya
• Fizikî coğrafya. Arabistan, çok geniş bir yayladır. Mezopotamya ve Suriye ovalarıyle, İran körfezinin alçak kıyılarından baş layarak birbirini izleyen basamaklar halinde Kızıldeniz’e doğru yükselir. Necid ve Hicaz sınırlarındaki kireçli hamada alabildiğine düzdür: yalnız Suriye çölüne veya aşağı Fırat vâdisine doğru yönelen kuru vâdilerle yarıl mıştır. Kuzey-Güney doğrultulu bazı kısa, kıvrımlı dağ sıracıkJarı petrol antiklinallerinin varlığını gösterir. Daha ötede Sudayr. Arama ve Biyad’da geniş eğimli düzlükler gü neye ve doğuya doğru yükselir: bunlar, Sina’ dan Hadramut’a kadar, yarı daire şekilli, dik liği dışarıya doğru yönelmiş, kireçli ve kumtaşlı yaylalardır. Buradaki diklikler birtakım kuru vâdilerle kesilmiştir: Şattülarap çuku runa yönelen vâdi Rıımnıa, Katar yarımadasıyle Umman denizi kıyısı arasında Basra körfezine yaklaşan vâdi Sahba ve vâdi Devasir. Batıya doğru yönelmiş Jura kalkerin den meydana gelen son diklik (Cebel Tuveyk). 800 km’den daha uzun bir mesafede, Afri ka platformunun en kuzey kısmım meyda na getiren billûrî yapıda bir «ön ülke» üzerin de yükselir. Granit yc gnayslar kütlesi içinde bir sürü yayla, dağ sıracıkları ve tepeler yer almıştır. Kuvarsit, riyolit veya porfir kütlele rinden dağ adacıkları meydana gelmiştir. Bunların bütünü, çoğu zaman, uzaktan se çilebilen, siyah renkli geniş bazalt tabaka(«/ırarlar) örtülüdür. Bu bazalt, ye ARABİS i Tiyatr. Tuluat tiyatrolarında do larıyle rinden oynamış kaya blokları arasındaki çat ğu kıyafetleriyle yapılan dans, (m) laklardan çıkar. ARABİS i. Beyaz, pembe, mor veya mavi çiçekli bitki. (Genellikle kayalıklarda yetişir. Merdiven basamağı biçiminde sarp yer kırık Arabis Caucasia, süs bitkisi olarak yetiştiri ları Arabistan yaylasını keser ve Kızıldeniz boyunca, daha kesik olarak da Hint okyanu lir.) [l] su kıyısı boyunca uzanan dar bir kıyı ova ARABİSTAN, arapçası Ceziret-üI-Arab, sına, Tihame’ye doğru dik basamaklarla alça Asya’nın güneybatısında Kızıldehiz- ile İran lır. Bu dağ kenarı, Asîr’de 2 000 m’yi bu körfezi arasında yarımada; yüzölçümü 3 lan, Yemen’de ise 3 000 m’yi geçen (Cebelü milyon km2 ye yaklaşıktır. Arabistan, bölge-' Hazur Nebi Şuayb’da 3 760 m) gerçek bir nin büyük kısmını kaplayan Suudî Arabistan, duvar meydana getirir. Yarımadanın güney Yemen, Güney Arabistan federasyonu ve Hi doğusunda Ras el-Hadd’dan Ras Madraka’ya maye idaresi. Umman ve Maskat sultanlığı, kadar, billûrlu ve volkanik dağlar ortadan Umman denizi kıyısındaki prenslikler, Ka kalkar, bunların yerini, Umman denizi bo tar, Bahreyn, Kuveyt, Vafra ve Ukuba taraf yunca, kıvrımlı kireç ve kumtaşından mey sız bölgelerini kapsar. Suudî Arabistan, Um dana gelen, Cebel Ahdar’da 3 020 m’ye va man ve Katar arasındaki sınırlar- kesinlikle ran, yer yer kırıklarla kesilmiş bir genç dağ belli değildir. Arabistan’ın nüfusu hakkında sırası alır. Bu engebeler gerçekte İran yay yapılan tahminler birbirini tutmaz ve 7 ilâ lasını güneyden sınırlayan dağlık arazinin bir 11 milyon arasında oynar (Araplar çoğunluk parçasıdır. Buna karşılık Umman, Hadratadır. sonra afrikalı Zenciler, limanlarda da mut ve Asîr’in güneyini Lahsa’nın güneyine
Foto. Fox-Phot.. Air Frnncc, Popper-Atlns Photo, Atlas iLAROVSUE)
B.B.A. I —
39 - B
i
Basra körfezinden bir tip
Basra körfezinden peçeli kadın
ürdün'lü çoban
ARABİSTAN
Mekke ve Kâbe'nin birleştiren çizgi arasındaki kalkerli yaylalar genel görünüşü geniş bir iç çukura doğru alçalır: Arabis tan’ın en ıssız çölü olan Rubülhali bura dadır. Bu çöl, güneyde, diklikler önündeki çukurları kaplayan Nufud Dehna’nın paralel ergleri ve Hicaz’ın Büyük Nufud’u ile devam eder. Arabistan’ın gerçek dağ engelleriyle iyice sı nırlanmış olan batı ve güney yüzü üzerinde denizin pek az etkisi vardır. İran körfezi ve Kızıldeniz, girintisi çıkıntısı az, dar de nizlerdir. Bu denizler, Arap yarımadasının dört köşe kütlesini sınırlar, fakat derin ya rıklar açmaz. Arabistan, Afrika ve Orta As ya çöllerini birbirine bağlayan bir çöldür. Isı gündüz bazen 60°C’ye kadar yükselir. Ha va şartlarının düzenli olduğu alçak basınçlı bir devre olan mayıs sonu ile eylül sonu arasmda sıcaklık boğucudur (ortalama ola rak Cidde ve Aden’de 31,5°C); gerçekte, ısı gölgede çoğu zaman 50°C’yi bulur. Kışın ha va sürekli olarak açık ve durgun geçer ama soğuktur; çünkü Asya’nın yüksek basınçla rı Arabistan’ın soğuk ve kuru olan hava küt lesini destekler ve sahra basınçlarıyle birleşerek bir «sırt» meydana getirir. Buna rağ men sonbaharla ilkbahar arasında, Arabistan büsbütün susuz kalmaz: Akdeniz’den gelen alçak basınçlar yarımadayı sınırlayan deniz geçitlerinden Arabistan’a sokulabilir. Bunla rın geçişi, kuyu yataklarını besleyen ve step bitkilerinin yetişmesini sağlayan yağmuru ge• tirir. • Beşerî ve İktisadî coğrafya. Arabistan’ın en büyük kısmında bedevi kabileleri yaşar. Sık sık yer değiştiren ve çok dağınık olan bu halk, genellikle birbirine düşman bağımsız bir arap kervanı topluluklara bölünmüştür. Kışın, kabileler XIV. yy. minyatürü nispeten toplu halde yaşar ve küçük bir alan(Sibliotheque da yer değiştirirler: buna sebep, aralıklı ve nationule, Paris) az verimli otlakların sonbaharda yeniden ye
şermesi ve bu kavimlerin beslediği deve ve koyun sürülerine yetmesidir. Ama kuraklık, ilkbahar bitmeden çöl bedevilerini göçe zor lar. Tihame’den yüksek yaylalara veya yay lalardan doğu kıyısına doğru yer değiştirir, sürülerini beslemek için uzaklara yayılırlar. Umman’da göçler daha çok Rubülhali sınırlarından veya kıyıdaki ovalardan dağ lara doğru, hayvan sürülerini otlatmak için yapılır. Zufar’m dikenli stepleri, yazın, mürrüsafi ve günlük toplayan kabilelerin uğrak yeridir. Bununla birlikte, Arabistan’da toprağa sıkı sıkıya bağlı köylüler de vardır. Bunlar, eskilerin Mutlu Arabistan dedikleri Yemen ye Asır dağlarında, az çok elverişli iklim şart larından faydalandıkları Umman’da yerleş mişlerdir. Yaz ve kış muson yağmurları (600 ilâ 1 000 mm) volkanik asıllı topraklara ve rimlilik sağlar, tikel barajlar ve kanallar, dağ yamaçlarında açılan sekileri sular. Moka’ya şöhretini sağlayan kahve, hint darısı, üzüm, tropikal meyve ağaçları, pamuk ve yaprak larında uyarıcı özellik bulunan kat yetiştirilir. Vâdiler boyunca veya çukurlarda, bazı sulak yerlerde, kuyu yatağı yüzeye çıkar, hattâ Cabrin bölgesinde, bazen bataklıklar bile meydana getirir; bazıları Hassa kiyısıyle Bah reyn arasında deniz altından kaynayan sular araziden de yer yer fışkırır. Daha derindeki yeraltı sularına kuyularla erişilir veya bu sular dan falac’larla faydalanılır. Yerleşik halkın büyük bir kısmı suyun eksik olmadığı bu böl gelerdeki güzel vahalarda yaşar. Buraları, yoğun tarım, zanaat ve ticaret merkezleridir. Hurma ve meyve ağaçlan arasında tahıl (ba zen Sudan’a kadar ihraç edilen buğday, pi rinç ve hint dansı), şekerkamışı ve biraz da pamuk yetişir. Hurma, başta gelen tarım ürünüdür; en iyileri Medine, Bişa, Elharc ve Hufuf hurmalarıdır. Arap zanaatçılarının geleneksel ustalığı ve zevki kuyumculukta, do kumacılıkta ve deri işlerinde görünür. Bede viler, vahalarda yün ve hayvan postu satar, karşılığında bornoz, çadır örtü ve kumaş ları, tahıl ve hurma alırlar. Hufuf ile Hail, Riyad ile Mekke, iç şehirlerle limanlar arasın da kervanlar gidip gelir. Limanların sayısı bol, fakat ulaşım alanları dardır. Bunlar, ge mi yapı tezgâhları ve balıkçılık üsleridir; İran körfezi kıyısındaki üslerde özellikle inci istiridyeleri avlanır. Bu limanlarda nüfus çok karışıktır: köleler, tüccarlar, indonezya, Hin distan, Pakistan veya Afrika’dan gelmiş ha cılar. Sınaî iktisat, Arabistan’da sadece petrol çı karımına ve rafinajına yönelmiştir. Petrol imtiyazları, amerikan ve İngiliz şirketleri ara sında paylaşılmıştır. Üç amerikan şirketinin kurduğu Aramco, Suudî Arabistan’ın petro lünü, İran körfezi boyunca Abkayk, Ebu Hadriya, Katif, Dammam, Ayn Dar, Osmani ye ve Safaniye’de işletmektedir. British Petroleum’un Kuveyt, Bahreyn, Katar ve Um man’da şubeleri vardır. Petrol rafinerileri Ras Tannura, Bahreyn ve Aden’de toplanmıştır.
Birçok petrol borusu (pipe-lines) petrol ya taklarını ihracat limanlarına (Kuveyt’te Mina el-Ahmedî, Suudî Arabistan’da Ras Tannura ve Dammam, Katar’da Ümmü Said, Bah reyn’de Manama) bağlar. Aramco tarafından yaptırılan Tapline, Abkayk’ta başlar, çölü geçer ve Sayda’mn hemen yanında Zahareym’de Akdeniz’e ulaşır. Petrol işletmesi, Dahran gibi yeni şehirlerin kurulmasına yoi açmıştır. Arabistan kralına ödenen vadeli petrol borçlarının bir kısmı tarımın gelişti rilmesine ve sulama işlerine ayrılır. Ulaştırma ve taşıt konusu ele alınmışsa da mübadele işlerinde kabotaj hâlâ önemli bir yer tutar. Hicaz’ın eski demiryolu gibi, Dammam-Riyad demiryolu da İktisadî dengeyi değiştirme miştir ama kervanların yerini artık kamyon lar almakta ve eski yollarda büyük ameri kan arabaları görülmektedir. Gerek bu yenilikler, gerek Birleşik Amerika ile İngiltere’nin siyasî veya İktisadî etkisi, peygamber sülâlesi, kabile reisleri ve büyük din adamları yararına sıkı bir hiyerarşik dü zen içindeki bu geleneksel toplumda büyük değişiklikler yaratmamıştır. Bedeviler, hâlâ bazı bölgelerde yağmacılığı bırakmadıkların dan yarımadanın her tarafında güvenlik sağ lanmıştır denemez. Modernleştirilmiş eski şe hirler pek azdır ve bunlara sadece kıyı böl gelerinde rastlanır (Aden, Cidde ve Kuveyt). Maskat’ta, Yemen’in başkenti Sana’da, Suudî Arabistan’ın yönetim merkezi Riyad’da, bir değişiklik olmamıştır. Müslümanlığın büyük şehirlerine, Medine ve özellikle Mekke’ye müslüman olmayanlar giremez. Her tarafı baştan başa keşfedilmemiş olan Arabistan, dünyanın en kapalı ülkelerinden biridir. • Ülkenin kesfi. Eskiçağ insanları Arabis tan’ı bilirlerdi; ama ne ilkçağın, ne de Or taçağın, ülkenin iç bölgeleri Hakkında en ufak bir fikri vardı. Modern keşifler 1762'de Carsten Niebuhr’un Yemen’e gidişiyle başla dı. J. Burcköhartd 1814’te Mekke’ye uğradı. A. Von Wrede 1843’te Hadramut’u, İngiliz Doughty ise 1875’te Kuzey Arabistan’ı gezdi. J. Halevy, Glaser, H. Burckhardt, 1875-1909 arasında, Arabistan’ın tanınmasına büyük öl çüde yardım ettiler. J.B. Philby de Birinci Dünya savaşında yaptığı incelemelerle Ara bistan ile ilgili bilgileri tamamladı. Tarih • İslâmlıktan önceki Arabistan. M.Ö. I. binyıla kadar, yarımada ile ilgili hiç bir bilgiye rastlanmaz. Çivi yazısı veya hiyeroglifle ya zılı belgelerde çok eskiden oturulan merkez ler hakkında kesin olmayan bilgiler vardır, tik samî alfabelerinin bulunması, devenin evcilleştirilmesi ve verimli bölge kabileleri nin Arabistan’a göç etmeleri, M.Ö. II. bin yıla rastlar. Süleyman peygamberin kervan larının Arabistan’a altın ve günlük arama ğa gittiği bilinirse de, işlek bir ticaret mer kezi olduğu söylenen efsane ve masal şehri Ofir’in bulunduğu yer hakkında bilgimiz yoktur. Arabistan’ın kuzeyinde oturan halk topluluklarının birçok defa Asur, Babil, son ra da Pers tarihinde rolü olmuştur. M.Ö. ki yüzyıllarda, Arabistan’da birtakım devletler kurulmuştu. Fakat bunlar düzensiz bir ülkenin ortasında birtakım adacıklar ha lindeydi. Sabiîler veya Saba ülkesi ile Hadramut ülkesi (başkent Şabva), Afrika’nın do ğu kıyısı ve Habeşistan, Hindistan, Mı sır ile batıdaki Yunan ve İran ülkeleriyle sıkı ticaret ilişkileri kurmuştu. Kervanlar, ku zeyden, yunan ve roma sanatının etkisinde kalan güneye kadar bütün yarımadayı aşar dı. Kalıntıları geniş alanlara yayılan putpe rest tapınakları, yeni bulunmuş olan Tamud (Egrada’daki eski bir kabile) yazıtları, kav gacı fakat büyük bir tarihi olmayan bu gö çebe .çobanlar ülkesinin, İslâmlıktan önceki yaşayışı hakkında daha kesin ve tamamla yıcı bilgiler edinilmesine yol açmıştır. Kuzeyde Petra’nın araphalkı Nabatîler, çalış kan ve zengin tüccarlardı; Suriye’yi etkileri altına almışlardı; ama daha M.Ö. 60 yılında Roma’nın bağımlısı oldular. Mısır valisi Aelıus Gallus, onların yardımıyle Saba’ya doğru pek başarılı olmayan bir sefere çıktı (M.Ö. 24). 105’te Nabatî devleti aleyhine Arabia Roma eyaleti kuruldu. Aila yoluyie de niz ticareti desteklendi ve bir limes ülkeyi bedevî baskınlarından korudu. Başka bir kervan ticaret merkezi olan Tedmir, 272’de kraliçe Zeynep (Zenobia) zamanında impa rator Aurelius tarafından ele geçirildi. GüFotu. Almusy (LAUOl’HHK)
ARABİSTAN neyde. Yemen’de Mineenlerin yerini alan Sa ba krallığı, önce mııkarrib adını taşıyan bü yük rahipler, sonra da krallar tarafından yö netildi. Bu krallık, Petra’nın geliştiği çağda, iyiden iyiye çökmeğe başlamıştı. Bunun se bebi, Hindistan’a varmak için muson'dan fay dalanmayı öğrenen batılı denizcilerin gittikçe artan rekabetiydi. Himyer krallığı. Saba kral lığının yerini aldı. Coğrafî durumu Roraa'nın egemenliği altına girmesini öniediyse de, sonradan Perslerle BizanslIlar arasındaki kavgaya karışmak zorunda kaldı. Ülkede Ya hudilikle Hıristiyanlık gelişti ve Necran hıristiyan topluluğu hiç değilse halife Ömer’e kadar sürdü. Arabistan’da Hıristiyanlık, özellikle nasturîlik ve monofizitlik tarikatları yoluyle bir hayli yayıldı. Yahudi bir himyer prensi, Yemen Hıristiyanlarını çok eziyordu; bu durum, Habeşistan’daki hıristiyan kralları nın işe karışmasına ve ülkeyi işgal etmesine yol açtı (VI. yy. m başı). VI. yüzyılın so nunda, Sasanîler de buraya gelip yerleştiler. Roma’nın çöküş döneminde (IV.-V. yy.), şe hir ve ticaret uygarlığı geriledi ve göçebe çobanlık yeniden yayıldı. Arap yarımadası nın iç bölgelerini işletmenin biricik yolu buy du. Aşırı derecede bireyci, çok sağlam yapılı olan Bedeviler, şeyhlerin yönettiği kabileler halinde teşkilâtlanmışlardı. Kabileler arasın da sık sık çatışmalar oluyordu. Her toplu luğun kendine has tanrıları ve fetişleri (mese lâ kabilenin belli zamanlarda çevresinde top landığı kutsal taşlar) vardı. Daha Hz. Muhammed’in ortaya çıkmasından çok önce bu tanrılar arasında yüce bir tanrı özel bir yer tutuyordu: Allah. Sasanîler ve bizans imparatorları da toprak larını göçebe Bedevilerden korumağa çalışı yorlardı. Siyasetleri, Bedevilerden bazılarının yardımını sağlamak amacını güdüyordu. Böylece, Suriye sınırında Gassanî Araplarının (başkent Basra), İran tarafında da Lahmîlerin (başkent el-Hira) birer küçük tampon devlet kurmasını desteklediler. Gassanî hü kümdarlardan £1 Haris, Justinianus tarafın dan soyluluk payesi aldı ve kabile başkanlı ğına getirildi; ama Arapların Bizans’a bağlı lığı sürekli olmuyordu. Monofizit hıristiyan Gassanîler, bazen Doğu imparatorluğunun din kavgalarına büyük bir hırsla katıldılar. Lahmîler oldukça güçlüydü. Bir lahmî olan İmr-ül-Kays «bütün arapların kralı» olduğu nu söylüyordu. Ondan sonrakiler, bu unvana «dağların ve ovaların» sözünü eklediler. Baş kentleri, iyi sulanan ve verimli bir bölgede bulunan bayındır bir şehirdi. Hicaz ise oldukça kenarda kalmış, çorak bir ülkedir, özellikle konaklama merkezi olan başkenti Mekke, Persler ile BizanslIlar ara sında bitip tükenmek bilmeyen savaşlar yü zünden Kuzey Arabistan ticaretinin tehlikeye düşmesi üzerine önem kazanmağa başladı. Din hayatı, Kâbe’deki «haremi şerif»in çev resinde toplanmıştı: Cebrail tarafından gök ten getirildiği söylenen ve Kureyşîler tarafın dan korunan Karataş (Haceri Esved) burada saklanıyordu. Mekke sık sık ziyaret edilen bir hac yeriydi. Hz. Muhammed 570’te orada doğdu. 612’de vahiylerini Mekkelilere yay mağa başladı. Mekkeliler önceleri bunları pek önemsemediler. İlk müsliiman topluluğu Mekke'nin kuzeyindeki Medine’ye göç etti. Bu göç hicretin başlangıcı oldu (622).• • İslâmlık ve Ortaçağ Arabistanı. Hz. Mu hammed ilk İslâm devletini kurdu. Bu devletin başkenti Yesrib, sonradan Medine (Medinetül-Nebi) adını aldı. Hz. Muhammed, dar ka bile çerçevesini kırdı, göçebelerle yerleşik halklar. Putperestler ve Yahudiler gibi kar maşık unsurları bir araya getirdi. Kur'an, yalnız Araplara değil bütün dünyaya sesle nen, soy sop ayrılığı gütmeyen bir. vahiy kita bıydı; ama aynı zamanda, o ana kadar kabi leler veya önemsiz devletler halinde dağınık yaşayan Arapları birleşmeye çağıran bir işa retti. Hz. Muhammed 630’da Mekke’yi aldı ve onu eski putlardan temizledi. Bu, hicretin do kuzuncu yılında (630-631) bütün Arabistan ka bilelerinin din bakımından birleşmesiydi. Bir kaç sahte peygambere ve dönmelere rağmen Arapların hemen hepsi müslüman oldu. Peygam berin halifeleri fetihlere giriştiler. Ebıibekir (632-634). ordularını Umman, Yemen, Bahreyn ve Hadramut’a gönderdi: Arabistan, geçici olmakla birlikte, hemen tamamıyle birleşmiş oldu. Bundan sonra, dış fetihler baş ladı. Yahudilerle Hıristiyanların yarımada dan atılmasını emreden ikinci halife Ömer (634-644), fetihlere devam etti. Mekke, her
taraftan getirilen ganimetlerle zenginleşti. Daha Osman’ın halifeliği zamanında (644656) İslâmlığın ilk günlerindeki titiz sofuluk kaybolmağa yüz tutmuştu. Sonra Ali’ye, Muaviye karşı çıktı. Bir ara parçalanan İslâm bir liği yeniden onun zamanında kuruldu. Yezid ile Ibn Zübeyr arasındaki kavgalardan son ra halifelik Abdülmelik ile Emevîlere geçti (692-750). Bunlar, Mekke ve Medine’ye va liler tayin ettiler. Bu barış döneminde, kutsal şehirler ünlerini ve bayındırlıkla rını arttırdılar. Abbasîler devrinde (750879) halifelik'makamı Bağdat’a aktarıldığı için Basra başkentin limanı oldu ve böylece Basra körfezi ile onun Arabistan kıyıları iş lek bir deniz ticaret bölgesi haline geldi; ama yavaş yavaş Abbasî devleti parçalandı, sayı sız bölge emirlikleri türedi. Haricîlerin bir kısmı Umman’da bağımsız bir imamlık kur du. İktidarda durmadan hak iddia eden Ali ta raftarları Abbasîlerin başına büyük işler açtı lar. Bunlar kutsal şehirlerde kendilerine ta raftar buluyor ve bu şehirlere Şam ve Bağ dat’tan başkentliği geri almak ümidini veri yorlardı. Yemen’de, Muhammed adında bir vali Ziyadîler sülâlesini kurdu. Hadramut. türlü mahallî beylerin hâkimiyeti altında bağımsızlığa kavuştu.. Hüseynî olduğunu ileri süren Ali tbn ’ Muhammed, Doğu daki göçebe kabileleri birbirine düşürdükten sonra Güney Irak’m zenci kölelerini ayaklan dırdı. Uzun süren bu ayaklanma hareketi (868-883) Abbasîler için çok ağır bir darbe oldu. İsmailîler de boş durmuyorlardı: Bas ra körfezi kıyısında ve Yemen’de öğretilerini ve liderlerini benimsetmeğe çalışyorlardı. ismailî Karmatlar, Doğu Arabistan'da aşağı yukarı 900’den itibaren güçlü bir devlet kur dular. 930’da. Mekke'de baş gösteren bir ayaklanmada Haceri Esved’i ele geçirdiler ve birkaç yıl ellerinde tuttular. Çok geçmeden Umman'ı fethettiler. Hükümdarları El-Hasan, Şam'ı aldı ve hattâ Mısır’a da saldırdı. Son radan bir çöküş dönemi başladı. X. yy. da Mekke’ye (Muhanna sülâlesinden) Şerifler yerleşti. XI. yy. da Selçuk Tiirkleri Arabistanda göründü: bunlardan Kara Arslan, Um man! ele geçirdi. Selçuklular Bağdat’a yer leştiler ve Melikşab zamanında güçlerinin en yüksek noktasına eriştiler. XI. ve XII. yy. da Aden'e Zurayî’ler, Yemen’e Necahî’ler gibi birçok mahallî sülâle yerleşti. Eyyubîler, Mı sır’daki Fatimîlerin yerine geçince (1171) Sün nîlik, Arabistan’da ve Mısr’da Şiîliğe üstün geldi. Seîâhaddin Eyyubî. Mekke’de hüküm dar olarak tanındı ve Hicaz bölgesi uzun süre Mısır'ın metbuluğunda kaldı. Yemen, XIII. yy. da Resulîlerin eline geçmeden, sü lâlenin yan kollarından birinin egemenliği altına girdi ve Hadramut ele geçirildi. Bu dö nem, Haçlı seferleri dönemiydi. Eyyubîler Su riye'de çok güç durumda kalmışlardı. Reriaud de C'natillon, Kızıldeniz’e gemiler gönderdi, hattâ Mekke’ye saldırmayı bile düşündü. Son abbasî hükümdarı 1258’de Bağdat’ta, moğol Hülâgu Han tarafından öldürülünce, Yemen hükümdarı Yusuf boş kalan İslâm halifeliğini ele geçirdi. Resulîlerin elinde bulunan Ye men bu tarihlerde bolluk içindeydi. İlim ve sanata büyük önem veriliyordu. Çin’den ve daha birçok uzak ülkeden heyetler geliyor du. Hâli’ye kadar Kızıldeniz’in bütün kıyı larını ele geçiren Yemenliler (XV. yy. ın başı) deniz ticaretinde Mısırlılara rakip ol dular. • Bugünkü Arabistan'nı kuruluşu. XVI. yy. da. Vasco de Gama. Ümit burnu yolunu bul du, avrupalı tüccarlar da Arabistan’ı çevre leyen denizlerde görünmeğe başladılar. Por tekizliler Umman körfezinin bazı limanlarını ele geçirdiler. Alfonso de Albuquerque Mek ke’yi almağa kalkıştı. Kanunî Sultan Süley man bütün Arabistan’ı hâkimiyeti altına alırken, Türklerle Portekizliler kıyı bölgele rinde savaşıyorlardı. Habeşistan’dan kahve gelmesi ve geniş ölçüde tütün kullanılması da XVI. yy. a rastlar; ama Hindistan ile Batı arasındaki kara ticareti yollarının ke silmesi, yarımada kuzeyinin İktisadî bakım dan zayıflamasına yol açtı. Türkl'er avrupalı düşmanlarıyle ve İranlIlarla savaşıyorlardı. Kanunî Sultan Süleyman’dan sonra yavaş yavaş gerileme dönemine girdiler. XVII. yy. da, Hindistan şirketine bağlı İngiliz tüccar ları ile HollandalIlar, Portekizlilerin yerini aldılar. Bedevi başkanlarından El-Hümayd. Al-Hasa’daki Osmanlı valisini devirdikten sonra Doğu Arabistan 1663’te bedevi kabile lerinin eline geçti. Başlangıcı XIV. yy. a çıkan devrimci veh-
Foto. Almamı, Dalman, ambassadc de la R.A .U . ( i ROVH8B)
habî hareketi. XVIII. yy. da Arabistan’ı iyi ce sarstı ve memleketin çehresini değiştirdi. Yeniliklerden vaz geçilmesini, gerçek Müslü manlığa dönülmesini isteyen Vehhabîler, Necid’i merkez yaparak Osmanlı devletine bağlı olmayan yeni bir İslâm devleti kurdular. Bu devlet, Suudîlerin idaresinde çabucak geniş ledi. İ803’te, uzun süren bir savaştan sonra Mekke’yi ele geçirdiler ve Suriye ile Irak’ı tehdide başladılar. Osmanlı devleti, Mısır va lisi Mehmed Ali Paşaya baş vurdu: Mehmed Ali Paşa, Suudîleri yenilgiye uğrattı (El Der’iyye’nin alınışı, 1818). Askerî müdahalede bulu nan Ingilizler Aden’e girdiler, nüfuz alanlarını kıyıları boyunca Maskat’a doğru genişlettiler ve Umman imamlığını himayeleri altına aldı lar (1891). Suud devleti ise, başkentini El Riyad'da kuran Turki Ibn Abdullah ile yeni den canlandı, Abdülaziz zamanında yeni bir güç kazandı (1902). Bununla birlikte, Os manlIlar Yemen’i yeniden ele geçirdiler ve Süveyş kanalının açılmasından sonra Hicaz üzerinde daha sıkı bir kontrol kurdular. 1908’de Şam-Medine demiryolunun açılması na rağmen OsmanlIlar Arabistan’da uzun sü re tutunamadılar. 1916’da Mekke’de ayaklan ma oldu. Birinci Dünya savaşında Abdülaziz, OsmanlIlara karşı İngilizlerle birleşti, böyle ce, OsmanlIlar Arabistan’ı kaybetti. Hicaz, İngiltere ve Fransa’nın müttefiki olan Mekke şerifleri sayesinde bağımsızlığını kazandı. Fiilen bağımsız durumda olan Yemen Zeydî imamlığı, şeklen de bağımsızlığa kavuştu. Necid, Hâil’in başkenti Cebel Şammar prens liği ile Vehhabîlerin imamı Ibn Suud ara sında paylaşıldı. Ibn Suud Hicaz kralı ilân olundu, sonradan Suudî Arabistan'ı kurdu. Arabistan’ın güney ve doğu kıyılarındaki prenslikler Hadramut, Katar, Bahreyn adası, Kuveyt, Aden’i elinde bulunduran İngiltere' nin egemenliği altına girdi. Fransa ise Babiil-Mendeb boğazında bulunan Şeyhsait üs tündeki haklarından vaz geçti ve burası Ye men tarafından işgal olundu. (Bk. Suudî arabİstan , Güney Arabistan.) [l] ARABİSTAN (güney — federasyonu), ar. İttihad el-Cenub el Arabi, Güney Yemen federasyonunun kurulmasından (1968) önce, 1962’de, Büyük Britanya’nın desteği ile Ara bistan’ın güneyinde meydana gelen federas yon; 1966’da Güney Arabistan himaye ida resinin 20 devletinden 16’sını içine almak taydı; yaklş. 771 000 nüf; başşehir, El-lttihad. Bu siyasî birlik, 1959'da altı güney müslüman devletinin bir araya gelmesiyle kuruldu, 1962’de Güney Arabistan federasyonu oldu; 1963’te Aden sömürgesi, 1962 ile 1966 arasın da da 10 emîrlik federasyona katıldı. 1964’ten itibaren, Ingilizler Aden’i de himayeleri altındaki devletlerle aynı statüye bağlamağa, daha demokratik bir anayasa hazırlamağa ve 1968 ocak ayında federasyonu bağımsız lığa kavuşturmağa karar verdiler. Bu fede rasyonda yürütme yetkisi Yüksek Meclis’in elindedir; her ay sırayle bir Meclis üyesi ba şa geçer; yasama yetkisi ise bir federal ku rula verilmiştir; kurul, üye devletlerin tem silcilerinden kurulur; temsilci sayısı, her dev letin önemine göre değişir (Aden için 24, diğerleri için genellikle 6). Bu federasyonun kurulması, bir yandan İktisadî (ulaşım vası talarının hemen hiç bulunmaması), öte yan dan siyasî güçlüklerle karşılaştı; dört devlet federasyona katılmayı reddediyordu; Aden devlet idarecileri, kendilerine karşı ve fede-
S u u d î A R A B İS T A N 'm
Kızıldeniz'deki limanı Cidde'ye gelen kervanlar
Suudî A R A BİS T A N kralı Emîr Faysal
ARABİSTAN rasyon lehine, İngiliz sömürge kuvvetleriyle sultanlar arasında bir birlik kurulmasından korkuyorlardı. 1965 Temmuzunda, Ademde şiddet hareketleri baş gösterdi ve sol kuru luşlar 1966 ocak ayında FLOSY’yi (Front jor the Liberation of Occupied South Yemen [İşgal Altındaki Güney Yemen Kurtuluş cephesi]) kurmak için birleştiler: ama Millî Kurtuluş cephesi (National Front Liberation [NFL]) bu birliğe girmedi ve 1967’de Güney Arabistan devletlerinin çoğunu kontrolü altı na aldı. Bu iki hareket temsilcileri birçok çar pışmadan sonra, eylül ayında Kahire’de top landı ve 1968'de İngilizleraen iktidarı devrala cak geçici bir merkezî hükümet kurmak için anlaşmaya vardı. Fakat her iki kuruluş da, orta yolu seçen Güney Arabistan birliğinin mukavemetiyle karşılaşmaktadır, ( l ) ARABİSTAN (güney — himaye İdaresİ), Arap yarımadasının güneydoğu kısmın da kurulu Britanya himaye idaresi (290 000 km- ye yaklaşık, 1 100 000 nüf.); arap sultan ve emîrler tarafından yönetilen yirmi küçük müslüman devletinden meydana gelir. Eski den burada Doğu ve Batı Aden himaye ida releri vardı. Bu küçük devletlerden on altısı. Aden ile birlikte Güney Arabistan federasyo nuna katıldı. (Bk. Güney ARABİSTAN fede rasyonu.) Federasyona katılmamış diğer ■***»« ac ri, HÜKMİ dört devlet ise Kayti. Kaşirî. Kişn ve Yafi el-Ulya’dır. (l) ^ c . î j - p r , m » t>. * ]?■»‘ •• > ARABİSTAN (suudî), Arabistan’da bir devlet: Arabistan yarımadasının büyük bir kısmını kaplar; 1 840 000 km-; yaklaşık ola rak 7 milyon nüf. Başkenti Riyad. • Coğrafya..Bk. Arabistan. • Kuruluş. Suudî Arabistan devleti, 18 eylül Arabuluculuk akdi 1932 tarihli kararnameyle kuruldu. Devlete kendi adını veren Abdülaziz ibn Suud, da (19 ;ubat 1803) ha önce, ocak 1926’da kendini Hicaz kralı olarak ilân etmişti. Bütün yetkiler hüküm darlık hükümetinin elindedir. 1953 Yılında kurulan bakanlar kurulu sadece krala karşı sorumludur. 1926 Yılında yayımlanan Ana yasa, birçok hükümet kurulunu öngörür: Mekke’de bir yasama meclisi, Mekke, Medine ve Cidde’de belediye meclisleri ve eyaletlerde köy ve kabile kurulları. Bu kurulların üye leri, her bölgenin ileri gelenleri ve geleneksel önderleridir; bunları tayin eden veya kabul eden kraldır. Her yerde şeriat uygulanır, suç lar ve cinayetler dinî mahkemelerde yargı lanır. • Tarih. Necid emîri ve 1902’den itibaren Vebhabîlerin imamı olan Abdülaziz İbn Suud. 1913’te Türklerden Lahsa’yı, 1921’de Hâil'i, 1924’te Mekke’yi, 1925’te Cidde’yi, 1926’da Asîr'i alarak ülkesini genişletti. 1926’da Hicaz kralı oldu, 1932’de de, yukarı da adı geçen ülkelerin bir araya gelmesiyle meydana çıkan Suudî Arabistan devletinin kralı olarak ilân edildi. Devlete başkent ola rak Necid'de. Riyad'ı seçti: 1902’de yeniden ele geçirdiği bu şehirde ataları hüküm sür müştü. Ürdün’den (Akabe, Maan, Petra veya Al-Batra) ve Yemen’den (Vâdi Akim) top rak isteklerinde bulundu; fakat Yemen’den toprak ilhakından caydı ve 1948’de, Hüseynî hanedamyle geleneksel bir husumet içinde bu lunmasına rağmen Ürdün kralı Abdullah ile 1948’de barıştı. Yanbu toplantısında da Mı sır ile bir ittifak kurdu (22 temmuz 1945), Arap birliğine katıldı ve Buraymı vahası meselesinde bir anlaşmazlık olduğu halde Ingiltere ile de arasını bozmadı. Abdülaziz 9 kasım 1953’te ölünce yerine oğlu Suud geçti. İbn Suud. Necid'de ataerkil ve teokratik bir idare sekli kurmuştu; fakat Hicaz’ın yöne timini üzerine alan oğlu Faysal, eyaleti bir danışma kuruluna dayanarak yönetiyordu. Fakat ibn Suud. ölümünden az önce, bir bakanlar kurulu toplamayı düşünmüş, bu kurulun statüsü 1954 martında düzenlenmiş ti. ikinci Dünya savaşından sonra Suudî Arabistan’da görülen en önemli olay, petrol ve maden yataklarının amerikan şirketleri tarafından işletilmesi ve amerikan yardımı nın ve dolayısıyle etkisinin artması oldu. Bu yüzden tbn Suud, alb3y Nâ'sır’a rağmen arap dünyasının önderliğini elden kaçırma mak için Batı düşmanı panarabizm teorilerini savunurken, bir yandan da amerikalı ve avrupalı devletlerle dostluk ilişkilerini sür dürmekten geri kalmadı. Bir yandan düzenli bir maliye ve para sis teminin yokluğu, bir yandan da kral Suud’un masrafları yüzünden Suudî Arabistan ekono misi gerilemeğe devam etti. Kral, 22 mart
52
1958'de, o sırada Meclis başkanı bulunan kardeşi Faysal’a iktidarı bırakmak ve yeni bir bakanlar kurulu statüsü ilân etmek zo runda kaldı. Bu statü, Meclis üyelerinin bir kaç hükümet görevini birden üzerlerine al malarını yasaklamakta, özellikle malî ba kımdan kendi görevlerini arttırmakta ve kra lın harcama yetkisini elinden almaktaydı (4 mayıs 1958). Faysal, o zaman bir sıkılık ve deflasyon re jimini uygulamağa başladı. Bu rejimin amacı, hesap dengesini kurmak (kambiyo kontrolü, ithalâtın kontenjana bağlanması, gelir vergi sinin arttırılması ve ocak 1960’ta riyal’de yüzde 20 oranında bir devalüasyonun yapıl ması). hastahaneler, okullar, hava alanları, yollar (6 000 km) yaptırmak ve telefon şe-' bekeleri kurmaktı. Bu siyaset, krallık aile sinde olduğu kadar, tüccarlar arasında da hoşnutsuzluk yarattı: özel sermaye yabancı ülkelere doğru akmağa başladı. Bu durumu fırsat bilen kral, kardeşi Faysal'ı azletti ve hükümet yönetimini tekrar üzerine aldı (22 aralık 1960). Suudî Arabistan tarihinde ilk defa olarak bakanlıkların çoğunluğuna kendi ailesinden kimseleri değil de burjuvaları ge tirdi. Bu tedbir, rejimin meşrutî monarşiye geçebileceğini gösteren bir aşamaydı. Gerçekteyse Suud, bundan yararlanarak, kendi mutlak otoritesini kurdu ve Mısır ile çekişmeğe başladı; maksadı, arap âleminin önderliğini ele geçirmekti. (Kahire’nin önayak olmasıyle 1953’te kurulan İslâm kongresinin yerini almak için mayıs 1962’de Dünya İs lâm birliğinin kurulması.) Nâsır'm desteğin den yararlanan isyan halindeki Yemen cum huriyetçilerine karşı Suud’un imam Muhammed el-Bedr’i tutmasıyle anlaşmazlık arttı. Bunun üzerine Nâsır, Suud’un, kendi karde şi prens Tallâl de dahil olmak üzere bütün hasımlarını desteklemeğe başladı. İçeride ol duğu kadar dışarıda da sert bir muhalefetle karşılaşması Suud’u, önce kısıtlı yetkilerle Faysal’ı hükümetin başına çağırmak zorun da bıraktı (17 ekim 1962). Faysal’ın otorite si, Mısır ile siyasî ilişkileri kesecek (6 kasım 1962) yemenli kral taraftarlarını destekleye cek, bir yandan da kalkınma ve modernleşme siyasetini yürütecek (1963’te köleliğin kaldı rılması) kadar kuvvetliydi. Mart 1964’te kral tarafından kendisine tam yetki verilen Fay sal, bir yıl sonra, 2 kasımda, Bakanlar ku rulu ve Yasama kurulu tarafından tahttan indirilen kralın yerine geçti. Sonra da, ken dine vâris olarak kardeşi prens Halit’i seçti (29 mart 1965). Yeni kralın reformcu eğilimi, özellikle ya bancı işletmelerin her türlü petrol yatağı im tiyazına karşılık memlekette yeni bir maden veya sanayi işletmesi kurmak zorunda bırakıimasıyle kendini gösterdi. Bununla bera ber, memleketin modernleşmesi çok ağır iler lemektedir; buna sebep Aramco* tara fından ödenen petrol gelirlerinin (bütçenin yüzde 90’ı) artık yararlı işlere harcanmasına rağmen sermaye sıkıntısı çekilmesidir. Ortadoğu’nun «sosyalist» ülkeleri karşısında İslâm dünyasının muhafazakâr gücünü tem sil eden Suudî Arabistan, ordusunu takviye ye çalışmaktadır. Haziran 1967’de Faysal I, İsrail ile savaşan diğer devletlere katılmış, fakat birliklerini doğrudan doğruya savaşa sokmamıştı. Ayrıca, işçi hareketlerinden do layı petrol ihracatını da durdurmak (haziran 1967) zorunda kaldı. 13 Haziranda ihracatın yeniden başlamasını kabul etti ve Hartum konferansında (20 ağustos-1 eylül 1967) Nâsır ile Yemen’e müdahaleyi önleyen bir antlaşma imzaladı, (t) ARABİSTAN çayı blş. i. Arabistan ve Ha beşistan’da yetişen uyarıcı bitki. Yaprakları ya çay gibi haşlanarak suyu içilir veya ağız da çiğnenir. (Celastraceae familyasından.) [İlmî adı: Catha edıtlis.] (l) ARABİSTAN d efnesi blş. i. Bot. Almaşık yapraklı ağaççık. Çiçekleri sapların ucunda talkım durumundadır. (Defnegillerden.) [İl mî adı: Daphne gnidium.] — ansİkl . Arabistan defnesi, Asya ve Afri ka’nın sıcak bölgelerinde ve en çok Ümit burnu’nda yetişir. Tatlı yeşil ve dayanıklı yap rakları vardır. Çiçeklerinin kokusu, siğilotu çiçeklerinin güzel kokusunu andırır. Yaprak ları ve çiçekleri için ılık limonluklarda ye tiştirilir. Kabuğu hekimlikte kullanılır, ( lm) ARABİSTAN yasem in i blş. i. Ağaççık şek linde yasemin türü. Dalları dört köşeli, yap rakları karşılıklı, oval veya uzuncadır. Çi çekleri dalların ucunda ve yanında şemsiye
halinde durur. (Zeytingillerden.) [İlmî adı: Nyctanthes.] — ansİkl . Arabistan yasemini’nin çiçekleri akşam üstü açılır, sabahleyin kapanır. Nefis bir kokusu vardır. Sarımtırak beyaz çiçekli yasemin (Nyctanthes arbortristis), Hindistan’ da ve Avrupa’da limonluklarda yetiştirilir; güzelliğinden çok, hoş kokusu için aranır. Çelikleme usulüyle üretilir. ( L ) ARABİT veya ARABİTOL i. (fr. Ârabite ve Arabitol). Formülü CHn OH— (CHOH)3—CHıOH olan pentitol. Arabinozlarııı indirgenmesiyle elde edilen üç şekli vardır: sağ, sol ve rasemik. (l) ARAB İZZET. Bk. ahmed İzzet paşa . Âbidzade, Holo. ARABONİK sıf. (fr. arabonique). Arabinozların bromlu su ile oksitlenmesi sonucunda meydana selen stereo-izomer asitlere verilen ad. (l) ARABULUCU blş. i. ve sıf. Şahıslar veya devletler arasındaki anlaşmazlıkları ortadan kaldıran, uzlaşmayı sağlayan [kimse]: Bu meselenin hallinde arabulucunun faydası çok oldu. Arabulucu bir tavır takındı. — Devi. huk. Milletlerarasındaki bir anlaş mazlıkta ara bulmağa çalışan milletlerarası veya özel kişi. — İş huk. İşveren ve işçi grupları tarafından iş konusunda, işçi çoğunluğunu ilgilendiren bir anlaşmazlığı düzeltmek amacıyle seçilen kimse. > Arabuluculuk blş. i. Devi. huk. Anlaş mazlıkları gidermek için baş vurulan barışçı ve ihtiyarî çözüm yolu: devletlerarası bir uyuşmazlıkta üçüncü şahısların (devlet, dev letlerarası teşkilât, hattâ özel kişi) araya girmesiyle olur; üçüncü kişiler basit bir ara cılıkla yetinmez, çatışan taraflara, zorlayıcı bir hüküm taşımayan, fakat uyuşmazlığın çö zülmesine temel olabilecek çözüm yollan da teklif ederler. (Arabuluculuk birkaç devletçe de yapılabilir; 1936’da Bolivya ile Paraguay arasında çıkan Chaco anlaşmazlığnda or tak arabuluculuk kurulmuştu. B. M. de İs rail ile komşuları arasındaki anlaşmazlıkta arabuluculuk yapmıştır.) [l] Arabuluculuk akdi. Napolyon Bonapart’ın İsviçre cumhuriyetini yeniden düzenlediği 19 şubat 1803 tarihli Anayasa akdi. Paris’te top lanan Fransız-isviçre’li bir «danışmanlar kurulu» tarafından hazırlanan akit, 1798’den önceki duruma kısmen dönerek, federalistlerle birlikçiler arasında sürüp gelen kavgaya son verdi. Aracılık akdi 29 aralık 1813’e ka dar yürürlükte kaldı, müttefiklerin Basel’e girmesiyle bozuldu. (L) ARABÜLOZ i. Kim. Bk. pentoz . Arabzadeler, XVII., XVIII. ve XIX. yüz yıllarda yaşayan ve Osmanlı devletinin «ilmi ye» sınıfı arasında şeyhülislâmlığa kadar yükselen bazı şahısların içinde bulunduğu bü yük bir ailenin adı. İlk kurucu, Arab Abdurrahman olarak biliniyor. Kara Halilzade. Halil Hamid Paşazade ve Tepedelenli Ali Paşa torunları ile akrabalıkları vardır. Bu aileden Abdurrahman Bahir Efendi (öl. 1746), Mehnıed Sadık Efendi (öl. 1786). Sadullah Efendi (öl. 1843), Melımed Ham dullah Efendi (öl. 1853), Mehmed Zeki Efen di (öl. 1866), Mehmed Âmir Efendi (öl. 1871), Atâullah Mehmed Efendi (öl. 1878) ve Mehmed Erib Efendi’ler (öl. 11 aralık 1878), Rumeli kazaskerliğine kadar yüksel mişlerdir. Ayrıca, Arabzade Arif* Mehmed ve Atâullah* Efendi (Şeyhülislâm), [l ] ARACAJU, Brezilya’da liman şehri; Sergipe eyaletinin merkezi; Cotinguiba ırmağı ağzında; 300 000 nüf. Dokuma sanayii. Sa bunculuk ve şekercilik. Şeker, pamuk ve ke reste ihracatı. (I>) ARACENA, Ispanya’da kasaba, Andalucia bölgesinde (Huelva. ili), Sierra de Aracena’nın yüksek bir vâdisinde, Odiel suyu kay nakları yakınında; 7 600 niif. Muvahhidîlere ait bir kale kalıntısı; XII. ve XIII. yy.’dan kalma mağaralar. XVI. yy.dan kalma Asııncion kilisesi. Tarım (zeytin, üzüm bağ ları, meyve ağaçları). Domuz yetiştiriciliği. Tarım ürünleri işlemeciliği. Süt ve sütten elde edilen ürünler. (L) ARACHNANTHE i. Orkide cinsi. Malezya’da ve Himalaya’da yetişen altı türü vardır. \Arachnanthe Cathcartii ve A. Lovvii sıcak limon luklarda yetiştirilir.) [l] Foto. LAROUHFE
ARA
ARACI i. Araya giren kinişe veya şey; vası ta, mutavassıt, uzlaştırıcı: Aracılar, diiğiin, dernek edelim, bu ini tez bitirelim diye telâ şa düştüler (N. Araz). — Eczc. Bir formülün unsuru: kendi bayla rına homojen bir karıyım meydana getireme yen iki veya daha çok maddeyi birleştirme ğe yarar (yağ ve reçineleri su ile karışabilir hale getiren yumurta sarısı veya arap zamkı gibi). — Fels. Eflâtun’un felsefesinde hem duyulabilen, hem de kavranılabilen. Bk. ansİkl . Biçimlendirici aracı, İngiliz filozofu Cudvvorth’un (1617-1688) madde ile Tanrı ilişki lerini açıklamak için ileri sürdüğü varsayım. (Bu varsayım. Yeni Eflâtunculann zihin ile duyulan âlem arasında aracılık eden evren sel ruh teorilerini ve Van Helmont’un. Sealigeri’nin, Henri Morus’un benzer teorilerini andırır.) — Fizyol. Kimyevî aracı, sinirlerin çalışması sırasında uçlarda meydana çıkan ve siniri alan organa uyarmayı aktaran madde. Bk. ANSİKL.
— Huk. Bir akdin tarafları arasına bir hu kukî muameleyle giren. Bk. komİsyoncu, SİMSAR, TELLÂL.
— Leng. Aracı dil, ana dili ayrı olan halk ların ortak anlaşma dili. — ansİ kl . Fels. Aracı kavramı, eski filozof
larda, karma ve şefaatçi kavramlarına ol dukça yakındır. Eflâtun’a göre aracı kavram lar hem idea’larla. hem de duygun âlemle il gisi olan kavramlardır ve madde âleminden ruh âlemine bir geçişi veya karma bir ger çeği gösterebilirler. Eflâtun felsefesinde en üstün aracı aşktır. — Fizyol. Sinir uyarmalarının aktarılmasını sağlayan kimyevî aracıların varlığı. 1921'de Loewi tarafından ortaya çıkarıldı. Akciğer ve mide sinirinin uyarılmasıyle durdurulan tecrit edilmiş bir kalbe verilen sıvı (perfüzyon) başka bir kalbe verildiği zaman, o kal bin atışını yavaşlatmak veya durdurmak özelliğini gösterir. Demek ki, sinirin uyarıl ması, sıvı verilen kalbi etkileyici bir madde yi serbest bırakır. Kimyevî aracılar, bütün parasempatik sistem sinirleri ile sempatik sisteminin ganglion ünü ipliklerince (kolinerjik iplikler) salınan asetilkolin ve yine sem patik sistemin ganglion sonrası ipliklerince salınan (adrenerjik iplikler) adrenalinik bir maddeden (adrenalin veya noradrenalin) mey dana gelir. Asetilkolinin beyin omurilik siste mi sinir iletiminde rol oynadığı da kabul edilmektedir. Birçok dokuda bulunan histamin, mide salgısını uyarır ve kan kılcal da marların genişlemesinde yerel etken olarak iş görür. Bu da bir kimyevî aracı sayılabilir. + Aracılık i. Aracının yaptığı iş, tavas sut: Aracılığı bir belediye kavası yapıyor (Kemal Tahir). — DEY. Aracılık etmek, arada vasıta olmak, bir işin hallinde arada çalışarak yardım et mek: Böyle pazarlıkta■aracılık eden niçin asıl günahkârdan ziyade utansın (H. R. Gür pınar). — Fels. iki nesne arasında var olan bağ. — Huk. Bir akdin tarafları arasına bir hu kukî muameleyle girme. Bk. . — Psikol. Düşüncenin, duyu verilerini ge nelleştirmesi ve duyusal bilgiden (dolaysız a c e n t a
bilgi) soyut ve zihni bir bilgiye (dolaylı bil caret merkezi olan şehir Sidon'lular tarafın dan kuruldu ve uzun süre yerli hükümdarla gi) varması, (ml) A racoeli (santa marîa İn ), Roma’da Capi- rın elinde kaldı. Fenike, Suriye ve Mısır
tolium tepesinde, eski kalenin yerine 574 yı lında inşa edilen kilise. 1250’den sonra Fransiskenler tarafından yeniden yapılan kilisede payen âbidelerinden alınma sütunlar, yaldızlı ve zengin oymalı bir tavan (1575), Aziz Bernardino’nun hayatını gösteren bir fresk (Pinturicchio’nun eseri) [1845] yer alır. (L) ARACÜMLECİK blş. i. Leng. Genellikle pek uzun olmayan ve bir cümlenin içinde yer alan cümlecik. Cümlenin ya akışını keser, veya cümlenin sonuna konur. Bir başkası nın sözlerini nakletmek veya bir çeşit ta mamlayıcı bilgi vermek maksadıyle kulla nılır: Para, diyordu filozof, insanı mutlu kıl maz. — Müz. İçinde yer aldığı bütüne az çok bağlı olduğu halde gene de belirli bir bağım sızlığı olan bir ritim veya melodi parçası, ( )
arasında paylaşılınca. Arad’m yerli prensle ri atılarak burası cumhuriyet oldu (M.Ö. 259). Arad, kaybetmiş olduğu toprakları M.Ö. 90’dan sonra yeniden kazandıysa da Antoniuş tarafından ele geçirildi (M.Ö. 38) ve Arad’a bağlı şehirler bağımsızlığa kavuştu, önemini kaybeden Arad yerine Antarados şehri önem kazandı, (m) ARAD, güney Tunus’ta, Gabes’in güneydo ğusunda, Gabes körfezi kıyısı ile Dahar yay lası arasında uzanan ova. (l) ARAD, Romanya’da (Banat bölgesi) şehir; 115 500 nüf. Transilvanya ile macar ovala rının birleştiği yerde, Mureş çayı üzerinde. Eski kale. Çeşitli sanayi: vagon, makineler. (e)
ARAD, İsrail devletinde yeni kurulmuş şe hir. Negev bölgesinde, Lût gölünün yukarı ARAÇ i. (ara-cı’dan kural dışı yeni k.). Bir sında. önemli tabiî gaz ve fosfat yatakları bulunan bir bölgededir, ( l) işi yapmak için kullanılması lâzım gelen âlet: Bu arada işin içine bugünkü harbin tank, Arada, Behçet Necatigil’in şiir kitabı (1958). uçak, gibi araçları da karışacak (N. Ataç). Evli, çoluk çocuk babası, fakir bir adamın Vasıta: Para bir araçtır yalnızca (G. Dil günlük sıkıntılarını anlatan şiirlerden derle men). ...şüphe hakikate ulaşmak için bir a- me. Bazıları basit denilecek kadar sade, ba raçtır. zıları orijinal hayal ve telmihlerle dolu bir — dey. Taşıma (taşıt) aracı. Bk. taşit. •üslûpta yazılmıştır. Şairin en güzel şiirlerin — Huk. Kendi tesiri olsun veya olmasın, so den birisi olan ve bedbaht bir ailenin haya nucun meydana gelmesinde fiile dahil olan tını anlatan Kilim şiiri bu kitaptadır, (m) şey. Esk. Vasıta. ARADENİZ blş. i. Karalar arasında bulu François ARAGO nan deniz. (L) ♦ A raçlı sıf. Araçla yapılan, vasıtalı. (Bibliotheque nationale, Paris) — Mant. Araçlı tümdengelim, Aristoteles ARADESE. Esk. coğ. Harşit nehrinin kena tarafından ortaya konulan, Ortaçağda Hıris rındaki bugünkü Torul şehri. BizanslIlar za tiyanlık ve Müslümanlık tarafından benim manında piskoposluk merkeziydi, (m) senen akıl yürütme metodu. Bk. kiyas . ARADİYOKROİZM i. (fr. aradiochroisme). ♦ Araçsız sıf. Bir vasıta kullanmadan, doğ Fiz. ve tıp. Bazı cisimlerde görülen, ayrı tür rudan doğruya, vasıtasız. den ışınları eşit olarak emme niteliği, (l) — Mant. Araçsız tümdengelim, evirme ve ARADÖLLENME blş. i. Biyol. Döllenmemiş karşıolum. (M) bir yumurtanın yabancı bir spermatozoitle ARAÇ, Batı Karadeniz bölümünde Kasta kaynaşarak, üreyip çoğalabilecek ergin bir monu ilinde bir ilçe merkezi (2 820 nüf.). canlıyı oluşturmağa elverişli bir zigot mey Kastamonu-Safranbolu yolu üstünde, il mer dana getirmesi, (l) kezinin 50 km güneybatısında, 650 m yük ARAE FLAVİAE, Yukarı Neckar vâdisinseltide, kendi adını taşıyan akarsuyun ku de ordugâh; Ren ve Tuna nehirleri arasın zey kenarındadır. — Araç ilçesinin (1 880 daki limes’in kilit noktası. 89 Yılında Domikm-, 47 889 nüf.) Araç, Boyalı, İğdir, İh- tianus tarafından, agri decumates’in işgalin sangazi bucakları içinde 144 köyü vardır. İl den sonra kurulmuştur. Bugün Ruttweil (Al çe topraklarında tahıl, çeşitli sebze ve mey manya). [l] veler yetişir; küçükbaş hayvan beslenir, (m) ARAEOCERUS i. Tanelerle, özellikle kahve ARAÇATUBA, Brezilya’da (Sao Paulo dev ile ılıman bölgelere taşınan böcek. (İlmî aletinin kuzeybatı kesimi) şehir: 53 000 nüf. dı: Araeocerus coffeae. Kınkanatlılardan.) Ticaret merkezi, (l) [L ] ARAÇKIN i. Kıyf. Keçeden yapılmış bir çe ARAEŞEYLİ sıf. i. Biyol. Gelişimine asıl şit takke. Üzerine sarık sarılırdı. || Eski cinsiyeti ile başlayan, sonunda karşıt cinsi den gelinlerin başına giydirerek, üzerine du yetle ortaya çıkan [varlık] (R.B. Goldschvak geçirdikleri gümüşten taç gibi başlık. (M) midt). Louis ARAGON ARAÇ suyu, İlgaz dağlarının kuzey ya ♦ A raeşeylilik i. Biyol. Erkek durumu ile maçlarından ve Kastamonu batısındaki te dişi durumu arasındaki ara durumlar veya pelerden çıkan derelerin birleşmesiyle mey bir cinsiyetten öteki cinsiyete geçme durumu. dana gelir. Araç, ilçe merkezi önünden ge çerek batıya doğru akar, Karabük şehri köp — ansİkl. Bir canlı varlık belli bir cinsiye rüsü önünde Soğanlı çayı ile birleşip Filyos tin gonadlarıyle gelişmeğe başlar ve yavaş ya vaş karşı cinsiyetin niteliklerini alarak geliş ırmağını meydana getirir; 119 km. (m) devam ederse bu gibi ara durumlar ÂRÂD i. (fars. ârâd). Esk. İranlIlarda her mesine ortaya çıkar. Araeşeyliliğe, dişi erkekliğe güneş ayının yirmi beşinci günü. || O gün ya doğru geliştiğinde «dişi araeşeylilik», er pılan işlerden sorumlu olduğu farz olunan kek dişiliğe doğru geliştiğinde «erkek ara meleğin adı. (m) eşeylilik» denir. R.B. Goldschmidt, kelebek ARAD (yun. Arados). Esk. coğ. Fenike’de lerde, Witschi ise kurbağagillerde araeşeylibugün Arvad adını taşıyan adada şehir. Ti liği incelemiştir. Araeşeylilik örnekleri, cin-
Foto. Zerkmcîtz (Itpavııa turizm nen el ntii'Iürü), İzin (LAROVSSB)
l
siyetin tayininde heterokromozomların rolü nü biraz azaltır ve asalaklığa bağlı araeşeyIilik örneklerinde olduğu gibi diğer etkenlere, özellikle metabolizmaya yer vermek gerekti ğini gösterir, (l) A ’BÂF çoğl. i. (ar. ’-urf, yüksekçe kum tepesi’nden a u V
)
1
)
r
r
YY Y
\
V
1 \ ww V V
4
5
♦ Aratmak ettrg. f. Arama işini başkasına yaptırmak. || Arzu ettirmek, istetmek: Hiç olmazsa eski günlerin arkadaşlığım aratma yacak bir şekilde davranıyordu (S. Kocagöz). ♦ Arattırmak ettrg: f. [Aramak fiilinden ikinci defa ettirgen yapılmıştır]. Buldurtmak: Senin için başka miirebbiye arattırayım mı Nihal (H. Z. Uşaklıgil). | özleyiş uyandır mak, arzu ettirmek: Doğrusu kendisini arat tırıyor. ♦ A rayıcı i. Aramayı kendine iş edinen kimse: Gümrük arayıcılarından Faik Efen di... (M. Ş. Esendal). || Sıf. Bir şeyi bulmak için dönüp dolaşan: Gözleri arayıcı birer ışık gibi (H. E. Adıvar). — Ask. Arayıcı fişeği, işaret fişeği. — Astron. Kısa odaklı ve geniş alanlı kü çük dürbün. Bir teleskop veya bir astronomi dürbününe takılır ve âletin rasat edilmek istenen noktaya rahatlıkla yöneltilmesini sağ lar. || Arayıcı kevkeb. Esk. Gökte akarak giden ışık, şihâb-ı sakıb. — Elektr. Eşanl. . — Sil. Arayıcı baş, bir merminin veya özel silâhın ön kısmı. (Bu kısma yerleştirilen elektronik bir düzenek mermi yolunu vurula cak hedefin yoluna denk düşürür.) — Telekom. Çağrı arayıcısı, arayan bir hat tı yakalamak için hatlar grubunu yoklayan rotatif komütatör. — Teşk. tar. Arayıcı esnafı. Bk. ansİki,.
la m e d
1
m em
m
nun
n
sam ek
s
ayn
f
pe
f-p
■sade
s
kof
k
re s
r
p r o j e k t ö r
— İ . Teşk. tar. İstanbul’da evleri veya, hanları dolaşarak çöpleri almak suretiyle te mizlik işlerini yapan ve bunların içinden çı kanları satarak geçinen bir esnaf sınıfı. Ay kaf k ta v rıca bu iş için şehrin molozlarını, yangın yer lerini de dolaşırlardı. XVII. yy. da sayıları 500 kadar olan bu esnaf, çöplük subaşısı de nilen bir başkana bağlı idi. İstanbul’un fet hinden 1868’e kadar şehrin temizlik işlerini aramı alfabesi ha masraflıdır; pek zor çalısına şartları için görmüşlerdir. de kullanılan çok güçlü araçlara, platform ♦ A rayış i. Arama işi: Bu arayış Hocu Alâveya gemilere ihtiyaç gösterir, (lm) eddin Erdebili’yi buluncaya kadar sürdü (N. ARAMAK geçi. f. Birini veya bir şeyi bul Araz), [ ] mak için harekete geçmek: Sivil polisler, inzi batlar aramağa başladılar (Y. Z. Ortaç). Cep ARAMBOURG (Camille), fransız paleonto lerini aradı. Bir daha aradı. Bir daha aradı loji bilgini (Paris 1885). Paris Tabiî İlimler (B. Felek). j | özlemek: ...yavaş yavaş kendi müzesinde profesör. Balıklar, memeli hay gençliğinde olan zamanları aramağa koyulur vanlar ve özellikle Kuzey Afrika’daki insan (A. Ş. Hisar). Seni çok arıyorum Ziya’çığım fosilleri üstüne pekçok incelemesi vardır. (L) (C. S. Tarancı). || Ziyaret etmek, hatır sor mak, meşgul olmak: Komşularım da beni ar ARAMBURU (Pedro E.), ariantınli general tık eskisi gibi aramıyorlar (R. N. Güntekin). ve siyaset adamı (Cordoba’da Kio Cuarto, Onu herkes sever herkes arardı (H. Z. Uşaklı- 1903). Ordu genelkurmay başkanı, general gil). || İstemek: Aradıklarını bende bula Peron’u deviren askerî hükümet darbesinden mamıştı (B. Necatigil). || Bir yere, herhangi (kasım 1955) sonra geçici olarak Arjantin bir şeyi bulmak için gitmek, araştırıp sor cumhurbaşkanı. İhtilâli bastırdıktan sonra mak: Doktor aramağa gitti. || Hatırlamağa yeni kurumlan işleyecek hale getirdi ve 1958 çalışmak: Sabahtan beri sokağın adını arı mayısında, yerini Arturo Frondizi’ye bıraka yorum. || Yoklamak, karıştırmak. || Mec. rak çekildi, (l) Bir şeyin olması için çalışmak: Siz galiba ARAMCA i. Batı samî lehçeleri bütünü. kavga arıyorsunuz. || [.Ye aramak şeklinde] — ANSİKL. Aramca, fenike diliyle İbranî dili Bulunmak: Madem ortak değilsin, sen bura nin yakın akrabası olan bir samî dildir. da ne arıyorsun (Ömer Seyfeddin). Arapçayı hatırlatan birtakım özellikler gös — çeş . dey . Arama!, «yok, bulunmaz» anla terir Başlangıçta, M .ö. XIV. yy.da Tcll-Elmında: Geceleri uyku mııykıı arama (K. Ta- Amarna arşivindeki bir mektupta ve bir asur hir). i| Aramakla bulunmaz, çok nadir olan metninde Ahlama adiyle anılan ve Dicle ile şeyleri tarif ederken kullanılan bir deyim. || Fırat vâdilcrinin sınırlarında rastlandığı söy Arayıp da bulamamak, çok değerli olmak: lenen göçebe kabilelerin diliydi. Yüzyılları Balıkçı olman, kayıkçı olman, arayıp da bu kaplayan uzun tarihi boyunca yayıldığı coğ lamadığım şey (S. F. Abasıyanık). || Arayıp rafî alanın genişlemesi ve oluşturduğu sayı sormamak, hiç alâkalanmamak, ilgiyi kes sız lehçe dolayısıyle Aramca, bir tek dilden mek: Hiç arayıp sormadınız da jıkarayı (Or çok, samî dilin büyük kollarından birini be han Kemal). || Arayıp taramak, dikkatlice, lirtir. Tevrat, İbranî diliyle karşılaştırıldığın ince ince araştırmak: ... arayıp tarayıp sar da Aramcanın çok daha belirgin bir evrimin hoşu bir kahvede yakalamışlar (N. Araz). || izlerini taşıdığı anlaşılır. Ünlü ve ünsüz sis Hakkını aramak. Bk. HAK. teminin zayıflamış olması bakımından da, ♦ Aranılm ak edilg. f. Bir eşyanın veya bir ibran! dilinde birkaç kalıntısı bulunan isim çe kimsenin başkası tarafından aranması. || Ar kimlerini tamamen kaybetmiş olması bakı zu edilmek, istenmek. || Bahis konusu olmak, mından da çok açık aşınma belirtileri göste hesabı edilmek: Arkadaş arasında hiç böy rir. Ayrıca, kelime hâzinesi daha zengin, sözle şey aranılır mı? dizimi daha esnek, edatları daha boldur; do ♦ Aranm ak dönşl. ve edilg. f. Kaybolan bir laylamak bir fiil çekimi geliştirmiş ve başeyi bulma ümidiyle dört bir tarafa bakın ğımlamaya daha sık baş vurmuştur. mak: Lokantada biraz arandıktan sonra bi Aramcanın tarihini başlıca iki döneme ayı zimkini buldum (B. Felek). Hiç birisi arandık rabiliriz: IX. yy. başlarından Büyük İskender’ ları yerde bulunmazlar (A. H. Tanpınar). || in ölümüne kadar (M.ö. 323) uzanan, lehçe Çok istenmek, revaçta olmak: Yeni getirtti lere bölünmesinden önceki dönem, yani Or ğimiz dergiler herkes tarafından aranıyor. || tak Aramca dönemi ve İskender’in ölümün Yok olan bir şeyin eksikliğini duymak: İyi den günümüze kadar gelen, çeşitli lehçelerin bir dost işte böyle günlerde aranıyor. || Bir ortaya çıktığı ve çoğunun bir edebiyat dili şeyi bulmak için kendi üzerini aramak veya niteliği kazandığı dönem. Ortak Aramca dö başkası tarafından yoklanmak: Despino’nun nemi de birçok çağa ayrılır. Eski Aramca, aklına koynundaki mektup gelip de aran özellikle M.ö. IX. ve VIII. yy. larm yazıt mağa cesaret bulmasın diye... (Ahmed Mtd- dilidir: Bar-Hadad’m Melgart’a ithafı (IX. hat). yy.), Aslantaş (840 doğr.), Zakir yazıtı (IX.
yod
y
A
ı»
Y
s in
s
a n s
k l
»
m l
yy. sonu). Hamat’ta bulunan tuğla yazıtları (İX. ve VIII. yy.), Sefire-Sucin dikme taş ları (750 doğr.) ve aram siyasî dünyasının büyük merkezlerinde (Guzana, Samal. Arpad, Şam) rastlanan başka metinler. Bu yazıtlarda Fenike alfabesi kullanılmıştır: aradaki fark, bazı boğazsılarla yarı-ünlülerin bazen ünlüleri göstermesidir. VII. yy. da Asur ve Babil’in fethiyle Aramca yayıldı ve diplomasi dili olarak Akkadcanın yerini al-; dı. Akkadcanın etkilediği bu dil, Neirab dik me taşlarındaki, Tell-Halaf tabletlerindeki, Asur-Aram ostrakon* undaki, Nemrut yazıtla rındaki Klasik Aramca’dn. Keyhüsrev’in 539’da Babil’i ele geçirmesi ve Nil’den tndus’a kadar uzanan bir Pers imparatorluğu nun kurulması üzerine Aramca, Susa şehrin den koskoca bir siyasî birliği idare eden güç lü bir yönetimin resmî dili oldu. Ticaret, siyaset ve kültür alışverişlerine aracılık etti, çeşitli satraplıklarda konuşulan dillerin yanı sıra kullanılmağa başlandı, hem birliğini her bakımdan korudu, hem de öbür dilleri orta dan kaldırmadı; bu, İmparatorluk Aramcası'dır. Gerçekten de, Akamanış döneminden kalma çok sayıda aramca belge, doğuda Af ganistan’dan Hindistan’a, Batı’da da Mısır’a kadar Pers imparatorluğunun bütün eyalet lerinde bulunmuştur. Bunların en ünlüleri. V. yy. dan kalan ve Nil’in birinci şelâlesinin çıkışındaki granit bir adacığa yerleşmiş olan muhtar bir yahudi asker kolonisinden gelen Yeb (Elephantin) papirüsleridir, imparator luk Aramcası ses ve gramer bakımından bir çok evrim belirtisi gösterir, İran dilinden idarî ve askerî terimler alır; ama Pers im paratorluğunun merkeziyetçi yapısı, impara torluk Aramcasının Eski ve Klasik Aramcalara tamamen benzer kalmasını sağlar. Pere lerin pehlevice olarak yazdıkları kitaplarda Arsakid’ler çağının başlarına kadar (M.Ö. 247) İmparatorluk Aramcasının birçok un suruna rastlanır; bunlar iranca metin içinde bir çeşit «ideogram» seklinde kalıplaşırlar (metin okunurken aramca kelimenin yerine hemen pehlevice karşılığı getirilirdi). İsken der Doğuyu ele geçirince resmî dil olarak Aramcanın yerini Yunanca aldı. Bunun üze rine dayanaksız kalan Aramca çeşitli lehçe lere bölündü; Ortak Aramca, bu şekilde kay bolurken yazı da ayrımlaştı. VII. yy. dan iti baren fenike alfabesinden oluşan aram yazısı yeni yeni biçimler göstermeğe başladı: dörtköşeli yazı (İbranî dili tarafından benimsene cektir), Nabat, Tedmür (Palmyra), Siiryan, Mailde yazıları. Aramca başlıca iki kola bölünür: Batı Aramcası’m meydana getiren lehçeler ve Doğu Aramcası"m meydana getiren lehçeler. Bi rinci öbeğin özelliği, bitmemiş zamanın iiçüncü îekil-eriî şahsında y önoluşturucusunu, ikinci öbeğin özelliği ise, aynı şahıs ve aynı zamanda n önoluşturucusunu kullanmasıdır. Doğu Aramcasmda, «abartma hali» ni be lirten ve sona eklenen tanım edatı her türlü belirleme değerini dc kaybetmiştir. Aşağıdaki lehçeler Batı Aramcasına bağ lanır: 1. Kutsa! Kitap Aramcası (M.ö. III. ve II. yy.), yanlış olarak bazen «kaide» dili diye adlandırılır; Ezra (Nehemya Tarih lerin ekidir) kitabının aram ‘hikâyeleri ve daha yakın bir tarihte (M .ö. 167 veya 166) Danyal kitabının yarısı bu dilde yazılmıştır; henüz imparatorluk Aramcasına çok yakın olmakla birlikte, Kutsal Kitap Aramcası böl gesel bir Aramca, bir Filistin Aramcasıdır: 2. Tedmür lehçesi; 3. Nabat* lehçesi; 4. Ba lı Yuda Aramcası; 5. Samarra* lehçesi; 6. Filistin Hıristiyan lehçesi; 7. Yeni Aram lehçesi. D3ha Selefkiler çağında M.ö. IV. yy. dan itibaren Babil’de kullanıldığı Varka (eski Uruk) büyü tabletinden anlaşılan Doğu Aramcasına şu diller bağlanır: 1. Süryanca; 2. Doğu Yuda Aramcası; 3. Mande* Aramcası; 4. Modern Doğu Aram ağızları. Batı Aramca gibi Doğu Aramca da Arapça kar şısında gerilemektedir. Aramca konuşan topu topu üç küçük topluluk kalmıştır: a) Dicle’ nin yukarı bölgesinde Tur-Abdin lehçesi (Aramcamn eski yapısı bu lehçede adamakıllı bozulmuş, ortaçtan çıkarılan yeni fiil şekil leri geçmiş zaman ile bitmemiş geçmiş za manın yerini almıştır; tanım edatı cinsliğe ve sayıya göre değişir); b) Yeni Siiryanca; c) Tur-Abdin ve Urmia lehçeleri arasında yer alan Musul lehçesi (eski Ninova’tıın karsı sında). [l]
ARA Aramco. Bk. arabian amerİcan oil company. ARAMÎLER, samî ırktan bir kavim; önce leri göçebeydiler, sonra Mezopotamya’da bir çok devlet kurdular. Hz. İbrahim devrinde, Yukarı Mezopotamya’da oturduklarını belir ten Incil’in dışında, Aramîlerden (Ahlamu) söz eden en eski metin XIV. yüzyıldan kalma dır. Aramîler, bu devirde Fırat nehrini geç miş, 1320 yılına doğru Asur sınırlarına da yanmış ve 1100 yılına kadar Asur'dan Hitit krallığına ve Filistin’e giden yollan tehdit et mişlerdir. 1000 Yılına doğru, Fırat nehri üs tünde, Til Barsip dolaylarında, Bît Adini krallığını ve özellikle Habur vâdisinde birçok devlet kurdular. Suriye’de Arpad ve Halep bölgesine yerleştiler, Amanos dağlarında Sam’al (Gaziantep’de Zincirli mevkii) krallı ğını kurdular, muhtemel olarak Hama’yı da ele geçirdiler. Incil’de, Suriye Aramîlerine, özellikle Şam’daki Aramı krallığına yapılan seferler anlatılır. Zincirli çevresindeki kazı lardan sonra Sam’ai devletinin tarihi biraz daha aydınlanmıştır. Bu devletin kralları olan Panammu ve Bar Rekub, Tiglatpileser 111 ile Salmanassar V ’in boyunduruğuna girmiş lerdi. Aramîlerin önemi, dillerini bütün eski Doğu’ya yaymayı başarmış olmalarından ileri gelir, (l) Aramis, Alexandre Dumas Pöre’in Üç Si lâhşorlar, Yirmi Yıl Sonra, Bragelonne Vi kontu adlı romanlarının başlıca kahraman larından biri. Başlangıçta rahipliğe heves et miş, bir düellodan sonra silâhşor olmuştur; fakat, davranışlarında kilisenin etkisi daima görülür. Zaten sonunda kiliseye döner, (l) ARAMİT i. Zır. Kene, güve, uyuzböceği gibi böcek türlerine karşı kullanılan, koyu kahverenginde, kükürtlü bileşiklerden sıvı tarım savaş ilâcı. (M) ARAMi Tireli, Tekke şairi (XVI. yy.), Mevlâna’nın dergâhına intisap ettiği ve mürettep divanı olduğu söylenir. Bazı şiirleri ne mecmualarda rastlanır, (m) ARAMON (Gabriel de luİtz, baron d’), iles d’Or markisi (Fransa’nın güneyi XV. yy. so nuna doğr. - 1553’ten sonra). Kanunî Sultan Süleyman devrinde İstanbul’da bulunan tran sız elçisi (1546-1553). François I, Henri I. II zamanında Fransa’yı temsil etti. Kanunî Sü leyman ile bir antlaşma yaparak denizden Kari V’e karşı yardım sağladı. 1548’de Ka nunî ile İran’a gitti. Elçiliğinden başka, si yasî, İlmî ve edebî çalışmalar da yaptı. Ya nında bulundurduğu bilgin ve kâtipler, Osman l I memleketlerinde yapılan geziler hakkında sefaretname ve seyahatnameler yazdılar. Bun ların en önemlisi, Chesneau’nun yazdığı ve H. Schefer’in notlar ile yayımladığı Voyages de M. d’Aramon en Turquie (M. d’Aramon’un Türkiye Gezileri) adlı kitaptır ve Osmanlı im paratorluğu hakkında önemli bilgi verir, (ml) ARAMUS i. Amerika’nın tropikal bölgele rindeki bataklıklarda yaşayan bir kuş. Be yaz benekli, zeytinimsi siyah renktedir. (Ara nı us vociferus, turna kuşu ile yelve kuşu ara sı bir hayvandır, ötüşü inlemeyi andırır. Sutavuğugiller takımının aramidae familyasını meydana getirir.) [l] ARAN i. Ozon’un alotropu. oksijenli bile şik. (l) ARAN i. Mah. Tütün dizmek, kurutmak ve işlemek için kullanılan üstü kapalı sergi. [Bafra, Çarşamba]: Tütiin aranalarının önünde başları kızıl-, ak, sarı yağlıklarla bağ lı kadınlar görünüyorlardı (Cengiz Dağcı). [M]
ARAN (Mehmet Sadık), türk pedagogu ve yazarı (Azerbaycan’da Karabağ 1895). Ba ku Yüksek Pedagoji enstitüsünde. İstanbul Üniversitesi Edebiyat fakültesinde okudu, öğretmen ve gazeteci olarak çalıştı. Azer baycan’ın bağımsızlığı için mücadele etti (1917-1918), orada milletvekilliğine seçildi. 1920’den sonra Millî İstiklâl komitesinin (yeraltı faaliyeti) kurucularındandır. İçtihad, Yeni Kafkasya, Bozkurt v.b. dergilerde şiir ve makaleleri yayımlandı. Telif ve tercüme eserleri: İlmî ve Fenni Planörcülük (tercü me, 1935), İran Tiirkleri (1942), Tiirkiin Al.tın Kitabı (Kutadgu Bilig’in Yorumu); der gileri Azerî Türk (1927-1931), Yeni Turan (Finlandiya 1931-1933) v.d. (M) ARANA. Esk. coğ. Anadolu’da Küçük Er menistan miııor bölgesinde bir şehir. Sebasteia’dan (Sivas) Melitene’ye (Malatya) giden yol üzerinde konak. Bugünkü Alacahan ol Foto. Violet, X , Trantoul (LARO U 8SE)
ması muhtemel olan Arana’nuradı, yakının daki bir kitabeden tespit edilmiştir. (M) ARANA-GOİRİ (Sabino DE), Bask siyaset adamı ve yazar (Biscaye’de Abando 1865Biscaye’de Pedernales 1903). Bask millî ha reketinin öncüsü; İspanyolca ve bask diliyle eserler yazdı, (l) Aranağme veya aranağm esi blş. i. Mus. Türk musikisinde şarkı, türkü, köçekçe gibi küçük güfteli formlarda, güftenin sonuna, bazen başına ve iki kıtası arasına gelen saz kısmı, ( m ) ARANDA DE D U E R ^ Ispanya’da şehir (Eski Castilla. Burgos eyaleti). Duero üze rinde: 13 400 nüf. XV. yy. dan kalma ki lise. ( l) ARANDA k o n tu (Pcdro Pablo abarca y bolea), İspanyol diplomat ve devlet adamı (Huesca 1719-Epila 1798). Polonya’da elçi olarak bulundu, Valencia eyaletinde genel va li, sonra Castilla Meclisine başkan oldu (1765). Carlos IIl’ün yenilik hareketlerine katıldı, cizvitleri yurtdışına sürdü, yöne tim alanında yenilikler yaptı. Fransa’ya bü yükelçi olarak gönderildi, Amerika Birleşik devletlerinin bağımsızlığını tanıyan Paris antlaşmasını imzaladı (1783). [l] ARANDİZİT i. (fr. arandisite). Miner. Ye şil renkte tabiî kalay hidrosilikatı. (L) ARANGi LOMBARDi (Giannia), İtalyan kadın ses sanatçısı. (Napoli yakınında Margliano 1891-Milano 1951). Mesleğe 1920’de Roma’da başladı ve devrinin en büyük İtalyan dramatik sopranosu oldu. Engin ve kıvrak bir sesi vardı. Verdi’nin operaların da çok başarı sağladı. Salzburg operasında da çalıştı. (Don Giovunni, 1935.) [l] Aranı i. Folk. Bk. harranİ. ARANJMAN i. (fr. arrangeınent). Nesneleri belli bir düzene göre yerleştirme eylemi. — Mat. m harfin (eşyanın) p’şer p’şer aranj manı, verilen m harf arasından p harf olarak, her grup kendini meydana getiren harflerin gerek türü, gerekse sırası bakımından birbi rinden ayrılmak üzere, kurulabilen grupla rın cümlesi, m harfin p’şer p’şer aranjmanı, A£, sembolüyle gösterilir.Am — m (m — 1) (m — 2) ... (m — p + 1) bağıntısının var olduğu ispat edilir. (Variyasyon da denir.) — Muz. Belirli sesler, çalgılar veya topluluk lar için yazılmış bir eserin, başka sesler, çal gılar veya topluluklar tarafından söylenip ça lınabilmesi için o eserde yapılan değişiklik: meselâ, bir orkestra eserinin piyano’da çalınabilecek şekilde düzenlenmesi. (Avrupa mü ziğinde, daha Ortaçağda, çok sesli şarkıların lavta veya org’a göre aranjmanı yapılıyordu. Vivaldi’nin keman konçertolarını Bach piyano’ya göre düzenledi; Liszt, Tausig v.d., Bach’m org parçalarını piyano’ya göre yaz dılar. || Caz müziğinde, doğaçtan çalışın ye rine işlenmiş bir çalışı getirmek isteyenlerin savunduğu yaratma usulü. || Müzik aranjma nı, bir veya birçok bestenin bir tiyatro, filim veya revü sahnesinin gereklerine göre düzen lenmesi. (l) ARANJUEZ, Ispanya'da (Yeni Castilla, Madrid eyaleti) şehir; Jarama ileTajo ırmak’larının kavşağında; 36000. nüf. Felipe II tarafından yaptırılan, sonra XVIII. yy. da Felipe 111 devrinde değişikliğe uğrayan kral lık sarayı. Küçük, yeni bir klasik saray olan La Casita del Labrador, mimar Isidoro Gonzalez Velazquez tarafından yapılmıştır. Fran sız tarzındaki bahçeleri güzel bir bütün meydana getirir, önemli bir demiryolu mer kezi olan Aranjuez sınaî kalkınma yolunda dır (fotoğraf malzemesi, eczacılık madde leri). [l] Aranjuez antlaşm ası, 21 mart 1801 antlaş ması. Bu antlaşma ile Toscana, Ispanyol hü kümdarlarının yeğeni Parma dükünün oğ luna bırakılarak Etruria krallığı haline geti rildi. (l) Aranjuez ayaklanm ası, 17-18 mart 1808 gecesi, Godoy’u devirmek için patlak veren ayaklanma. Ayaklanma, Carlos IV’ün oğlu Femando VII lehine tahtı bırakması ve Napolyon I’in Ispanya’ya doğrudan doğruya müdahalesiyle sonuçlandı (15 haziran - 7 temmuz Bayonne görüşmesi), [l] ARANTİUS. Bk. aranzİ.
Arantius karıncıkları, beynin dördüncü karıncığının tabanındaki olukçuk’un (Çalamus scriptorius) huni biçimindeki alt ucu. (L) Arantius toplardamar kanalı, ceninde, ka raciğerin alt yüzünde bulunan kanal. Gö
ARANJUEZ krallık sarayı ve saray avlusu
bek toplardamarıyle alt toplardamarı bir leştirir. (l)
Arantius tüberkülleri veya ncdülleri, ana atardamarın sigmoid kapakçıklarının ser best kenarlarının orta kısmında bulunan kü çük ve fibröz yapıda oluşumlar, (l) ARAN vâdisi, Katalancada Vali d’Aran, Castilla dilinde V alle de Aran, İspanyol Pirenelerinde (Katalonya, Lerida ili) yüksek va di. Fransa sınırında. Orta Pirenelerin mer kezinde Garonne ırmağının kaynakları bu radadır. ( l) ARANY (Jânos), macar şairi (Nagyazalonla 1817-Budapeşte 1882). Yoksul bir ailenin oğ ludur; hayatını gezgin oyuncu, öğretmen ve belediyede küçük bir memur olarak kazandı ve sonunda kendini şiire verdi. Az Elveszetı Alkotmany (Kaybedilen Anayasa, 1843) ad lı eseriyle yazarlık mesleğine girdi, dört yıi sonra Toldi adlı üç bölümlük destanının bi rinci kısmiyle Kisfaludy derneği ödülünü ka zandı. 1848’de kurtuluş savaşına katıldı. 1851’den sonra Nagykörös lisesinde öğret men, 1859’da Macar İlimler akademisi üyesi ve 1865’te genel sekreteri oldu. Bugün ma car edebiyatının ana eserlerinden biri sayı lan Toldi destanını 1879’da bitirdi. Deyiş Jânos ARANY ve öz bakımdan kusursuz olan baladlarından (Balladak, 1853-1877) dolayı kendisine «Ba ladlar Shakespeare’i» adı verildi. Ayrıca Shakespeare ve Aristophancs’ten yaptığı çe virilerden başka, Bolond Istok (Deli îstok. 1850-1873) ve Buda Halala (Buda’nın ölümü, 1864). — Oğlu lazslo (Nagyszalonta 1844-Budapeşte 1898), şiirler ve halk hikâyeleri yazdı, ( l) ARANZİ, ARANZİO veya ARANTİUS (Giulio Cesare), İtalyan anatomi bilgini (Bologna 1530-ay.y. 1589). Cenin ve plasentanın yapısını açıkladı; beyin karıncıklarını, ana atardamarla akciğer atardamarlarının kapak çıklarını, ayrıca o güne kadar iyi açık lanmamış olan birçok kası tanımladı, (l) ARAO, Japonya’da şehir. Kyushu adasında (Kumamoto eyaleti), Ariakenoumi üzerinde: 64 200 nüf. Kömür ocakları, (l) ARAOYUN blş. i. Tiyat. Ek gösteri: eski den, Avrupa tiyatrosunda, esas oyunun per de aralarında sahnede yer alan koro, bale, dans, müzik veya tiyatro gösterisi. ARAN vadisi
ARAP
62
— El. santl. Arap gipür danteli, Fransa’nın bazı bölgelerinde tığla örülen bir dantel çe şidi. (Bazı arap dantelleri Rönesans dantel lerinin taklididir.) || Arap yolu, osmanlı el sanatlarında «arabesk» karşılığı kullanılan terim. Bk. . İğne işi arap danteli, iğne şekilli dantel. (Bu, Tunus ve Cezayir’ de «Şbeka», Fas’ta, «Ujda dantelası» diye bilinir.) [Arabistan’da köşe yastıkları ve ter likler, deri üzerine maden teller ve ince deri şeritlerle kabartma olarak işlenir. Cezayir iş lemelerinde, motifler canlı renklerle ve iplik ler eğik atılarak işlenir, kenarları siyahla çerçevelenir.] || Makram veya arap danteli, bazen gerçek dantel havası veren elde dü ğümlenmiş saçak. (Akdeniz havzasında yapı lır.) — Kim. Bk. İ . — Mat. Arap rakamları, Arapların hint ra kamları diyerek menşeini belirttikleri yazılı sayım işaretleri: 0, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9. — Tar. Arap büroları, Cezayir’de Fransızların hâkimiyeti altındaki topraklarda yerlilerin yönetimiyle görevlendirilen teşkilât. Bk. a r a b e s k
Tarihi Fethi Yemen adlı kitapta arap mimarî sanatını gösteren minyatürler (Üniversite kütüphanesi, İstanbul)
a n s
— ansİkl. Tiyat. Ortaçağ tiyatrosunda, mister (mystüre) denilen dinî oyunların uzunluğu yüzünden seyircilerin canı sıkılmasın diye araya bazen Davut’un mezmurları gibi dinî şarkılar, bazen de şeytan’m veya ilâhların araya girdiği sahneler sokuşturulurdu. Bunlar ilk araoyunlardır. Daha sonra, Moli&re, ko medilerinden bazılarına araoyun olarak ba leler koydu (Hastalık Hastası, Kibarlık Bu dalası). Araoyun’u diye, bir de, gene eski Avrupa tiyatrosunda, esas oyundan önce ve ya sonra,- bazen de iki perde arasında oyna nan bir perdelik küçük, neşeli piyeslere denir di. İtalyan tiyatrosu (intermezzi) ve İspanyol tiyatrosu (entremeses) bu bakımdan çok zen gindir. (l) ARAP veya ARAB i. ve sıf. (ar. carab). Arabistan halkından veya bu halkın soyundan olan [kimse]: Arap, tıpkı İngiliz gibi kendi, lisanının bir başka insan tarafından bilinme mesini aklına getiremez (F. R. Atay). || Bü tün Arabistan halkı: Tiirklerin Acem ve Arapla bir arada yaşadıkları zamandan kalma birçok kelimeler silindiler (Yahya Kemal). |j [Yanlış olarak] Zenci, derisi siyah olan kimse. || Çocukları korkutmak için uydurulan mev hum bir varlık. || Halk dili. Fotoğrafın nega tifi. || Sıf. Araplara ve Arabistan halkına mahsus: Arap mimarisinin ilk modelleri Bi zans mimarisidir (Z. Gökalp). Akşam üzeri arap raksları yapılan bir tiyatroya girdiler (Vâ-Nû). || Rengi esmer olan. — çeş. dey. Arap araba yüzün karadır demiş, kendi kusurlarını görmeyip, başkala rının kusurlarını bulmağa çalışan kimseler için söylenir. || Arap bacı, zenci hizmetçi ve mürebbiyeler için kullanılır. || Arap çakma ğı, sürterek ateş alan kav çakmak. || Arap çorap, değerli değersiz, gelişigüzel kimseler: Arap çorap, halayık, baltacı ... falan filan (Ali Ekrem), jj Arap dilini çıkartmış gibi, çok parlak, göze çarpıcı kırmızı. || Arap harfleri, Türkiye’de Islâmiyetin kabulünden 1928’e kadar kullanılan arap alfabesi. Bk. A R A P Ç A . || [Aniadımsa] Arap olayım. Bk. A N L A M A K . || Arap saçı, içinden çıkılmaz, çok karışık iş: İşi son derece muğlak, karmakarışık, arap saçı gibi dolaşıktı (VâNû). || Arap saçına dönmek, karışmak, içinden çıkılmaz hale gelmek: Başkalarınız ba ri işe karışmayın da cümleler arap saçına dön mesin (B. Felek). || Arap tefi, zilsiz tef. || Arap üzengi (Arap ü Zengî), masallarda geçen ve «bir dudağı yerde bir dudağı gökte» diye ta rif edilen korkunç dev. |, Arap uşağı, Güney ve Güneydoğu Anadolu’da arap asıllı fellâhlar için kullanılır. |{ Ne Şamın şekeri, ne arabın yüzü, faydası olsa bile istenmeyen kimseler için söylenir. || Esk. Arab-ı arbiye (aribe), hakikî, saf arap. || Arab-ı müsta’ribe (mütearribe), Arapların arasında kay naşmış yabancı kavimler. || Zamk-ı arabi, arap zamkı. Bk. ansİkl. — Bot. Arap dansı, sert buğday. Bk. BFüDAY. |! Arap inciri. Bk. H İN T İN C İR İ — Denize. Arap alayı, yelken devrinde bir filoyu teşkil eden gemilerin dağınık olarak seyretmeleri. || Arap ateşi, eski zamanda de nizcilikte kullanılan ve suya değdiği zaman bile yanan özel yapım bir yanıcı madde (Rum ateşi de denir). || Arap bocisi, bidon, fıçı v.b. eşyayı herhangi bir araca kaldırmak veya bir araçtan indirmek için kullanılan tertibat. Bk. ansİkl. || Arap' cevizi, halat kollarını yeteri kadar açarak bedeni üzerine yatırdıktan son ra her kolun kendinden sonraki iki kolun al tından yukarı doğru alınarak çekilip sıkış tırılması suretiyle meydana getirilen ceviz. — Dokumc. Arap dudağı, siyah beyaz iplik ten dokunan alaca kumaş (Erzincan).
k l
a n
s
İk
l
.
Denize. Arap bocisi kullanılırken, araçla eşyanın bulunduğu farklı düzeyler arasına sağlam kalaslar dayayarak eğik bir dü zey meydana getirilir. Bu kalaslar üzerine fı çının boyu ile orantılı aralıklarda iki halat serilerek yüksek taraftaki uçları kalasların dayalı bulunduğu yere bağlanır. F ıçı bu ha latlar üzerine yan yatırılarak serbest uçları etrafından dolaştırılır. Bu suretle yukarıya alınan bu uçlara kuvvet uygulanarak fıçı yu karıya alınır veya koyverilerek aşağı indiri lir. — Kim. Arap zamkı, (Arabistan zamkı da denir.) Afrika’da yetişen akasya ağaç larından (acacia vera) elde edilen, kahverenkli, şeffaf, yapışkan madde. Vaktiy le arap hekimleri tarafından kullanıldığı için bu adla tanınmıştır. En iyisi, büyük ta neli, şeffaf, kordofan zamkıdır. Bugün, A. Senegalensis’ten elde edilen bir çeşidi onun yerini almıştır. Arap zamkı, yuvarlak taneli ve yumuşaktır, suda eriyerek yapışkan bir madde haline gelir. Çabuk erimemesi için içine asit salisilik ve kâfuru katılır. Yapıştı rıcı bir eriyiktir. Alkol ve benzinde erimez. Krom tuzlarıyle karıştırılarak ışığa karşı hassas kopya tabakaları elde edildiği için, foto-litografi ve ofset çinko kalıbı hazırlan masında kullanılır. Işık gören zamklı krom tabakası yapışkanlığını ve soğuk suda eri me özelliğini kaybeder, fakat yumuşama özel liğini kaybetmez. Böyle kopyadan ve baskı dan sonra yıkanarak temizlenebilir. Arap zamkı, litografi taşlan hazırlanmasında, zamklı kâğıt yapımında, basmacılıkta, ku maş aprelemekte, suluboya, likör, mürek kep ve yapıştırıcı madde yapımında ve altın varakların tezhip, minyatür v.b. sanatlarda fırça ile sürülür hale getirilmesinde kullanı lır. Bk. akasya. — Tar. Bunlar 1844’te Bugeaud tarafından kurulmuştu; teşkilâtlanışlarıyle görev ve yet kileri 21 mart 1867 tarihli bir esas sirküler ile düzenlenmişti. Sivil arazinin genişlemesi so nucu olarak bunların rolü derece derece kı sıtlandı. önceleri adı yeriilere ait işler, son ra müslüman işleri servisi olan ve Cezayir’de 1945’e kadar görev yapan teşkilâtın menşei, bu arap bürolarıdır. || Arap ve acem defter darlığı, Yavuz Sultan Selim tarafından Do ğu Anadolu ve Suriye’nin fethi üzerine mer kezi Halep olarak kurulan defterdarlık. A ra p ta rih i Tarih çağlarının başlangıcından beri, Aşağı Mezopotamya’da Sümerlerin arasında yaşa yan Samîler, muhtemel olarak Arabistan çö lünden gelmişlerdi. Bunlar Akkad medeniye ti içinde eridiler ve yüzyıllar boyunca Fırat vâdisine sızan ve dalga dalga gelen yeni arap göçmenleriyle savaşmak zorunda kaldılar. Tiglatpileser III (M. ö. 732’ye doğr.) ken disine altın, gümüş, güzel kokulu bitkiler (ıt riyat), develer getiren Araplarla ticarî ilişki ler kurdu; Sanherib, kuzeydeki bazı arap ka bileleri üzerinde egemenlik kurmayı başardı. Herodotos kendisine, «Arapların ve Asurluların kralı» adını verdiğine göre, anlaşılan Arabistan’da etkisi oldukça büyüktü. Asurbanipal, ordusunu Nabatîlerin ülkesine ka dar sürerek, Arabistan üzerine birçok sefer yaptı. Araplar, Kambiz’in (Kambuziya) yar dımcısı olarak, İranlIların Mısır’ı fethetme lerini kolaylaştırdılar; Kserkses’in ordusunda —
a n s
İ
k l
.
develeriyle yer aldıklarını biliyoruz; Dareios da, kendisine haraç verenler arasında Arap ları anar. Bunlara, Tevrat’ta Araplar hakkın da yapılan tek tük açıklamalar da katılırsa, bu konuda baş vurulabilecek bütün kaynaklar gözden geçirilmiş olur. Bugün ise, Arabistan’ da yapılan İlmî araştırmalar, bize, önceden bildiklerimizi tamamlamak imkânını vermiş tir. M .ö. I. binyılda, Arabistan birçok kral lığa bölünmüştü: Kuzey Yemen’de Maan ve Saba krallığının varlığı, anlaşılan XII. yüz yıla kadar sürmüştür. Musevîlik ve Hıristi yanlığın Arabistan’a girmesi, birtakım savaş lara yol açtı; bunların sonucu olarak VI. yüzyılın başında bu ülke hıristiyan Habeşlerin istilâsına uğradı. Habeş egemenliği İran saldırısı karşısında yıkıldı (575). Arap ya rımadasının kuzeyinde de Petra civarında kurulmuş olan Nabat krallığı, daha Milâdın I. yüzyılından itibaren Roma’mn egemenli ği altına girdi. Hicaz’da küçük Lihyanlar krallığı bir süre daha devam etmişe benzer. Tedmür ancak 272’de kesin olarak fethedilebildi ve arap adı hemen bütün İslâm toplumlarına verildi: o zamandan itibaren, Arapla rın tarihini, İslâm tarihinden ve bu dinin, eski dünyanın bir kısmı üzerinde yayılış ta rihinden ayırmak mümkün değildir. Arap yayılışında üç dönem ayırt edilebilir. Birin ci dönem, Hz. Muhammed zamanında, asıl Arabistan’ın ele geçirilmesi olaylarını içine alır. İkinci dönemde, Peygamber’in ölümün den sonra Yarımada Arapları, Arabistan’ın kuzey ve doğusundaki bölgeleri fethetmeğe başladılar. Batı yönünde de Afrika’ya sokul dular. Suriye, Mezopotamya, İran ve Mısır ilk iki- halife zamanında fethedildi; üçüncü halife devrinde Kuzey Afrika’nın fethine gi rişildi. Emevîler zamanında Bizans ve Iran imparatorluklarının yerine geçmiş bulunan İslâm devleti, Kuzey Afrika, İspanya, Maveraünnehir, Indus, Ermenistan ve Kafkasya’ ya kadar yayıldı. Bu, 717’de doğuda, İstan bul önünde, 732’de de batıda, Poitiers önün de durdurulan arap yayılışlarının üçüncü dö nemidir. Aynı zamanda Islâm, millî bir dinî öğretiden, fethedilen ülkeler ahalisinin çoğun lukla benimsediği evrensel bir dine dönüştü; arap dili ise, millî dilleri ortadan kaldırma makla birlikte, yavaş yavaş, İslâmlaştırılmış olsun olmasın, bütün tabi milletler arasında ortak bir medeniyet dili haline geldi; böylece de, bir İslâm medeniyeti doğdu. Emevîler devrinde ve abbasî devrinin başlangıcında bir bütün meydana getiren Arap imparator luğu parçalanmakta gecikmedi. Abbasîlerin iktidara gelmesinden az sonra, Ispanya’da ayrı bir emevî emîrliği kuruldu ve X. yüzyı lın başında halifelik oldu. IX. yüzyılda, Magrıp’ta bağımsız krallıklar kuruldu (Fas’ta İdrisîler, Tahert’te Rüstemıler). Ifrikiya’da (Tunus) Aglebîler hanedanının Bağdat hali feliğine tabiliği yalnız sözde kaldı. Mısır’ın da IX. ve X. yüzyıllarda halifelikle olan bağlarını gevşetti (Tulunoğulları, Ihşidîler) ve Fatimîler, X. yy. dan XII. yy. a kadar Mısır’da bir karşı-halifelik kurdular. Doğu da da yarı bağımsız hanedanlar ortaya çıktı: Tahirîler, Saffarîler, İran’da Samanîler, Su riye ve Mezopotamya’da Hamdanîler, Irak ve İran’da Büveyhoğulları. Selçuk Türkleri nin gelmesi, daha X. yüzyıldan beri her tür lü gerçek iktidardan yoksun kalmış olan Bağ dat halifesinin rolünü sadece dinî bir makam niteliğine indirdi. XIII. yüzyılda Moğollar arap halifeliğini ortadan kaldırdılar. Araplar, ancak ilk halifeler ve Emevîler dev rinde önemli bir rol oynadılar. O devirlerde, egemenlikleri altındaki halklara hâkim bir aristokrasi durumundaydılar. Abbasî impa ratorluğu kurulur kurulmaz rolleri sınırlandı. Gerçi imparatorluk arap ve kureyşî aslından halifeler tarafından idare edilmekteydi, fa kat bunlar alışkanlıkları bakımından iyiden iyiye iranlılaşmışlardı; eyalet valileri arasın da Araplara pek seyrek olarak rastlanır; or du da, Arapları çıkarmış, yerlerine iranlı, türk v.b. almıştı. Gerçek anlamda halis bir arap medeniyeti yoktur; meğer ki arap me deniyeti adı «çöl medeniyeti» dedikleri, arap dünyasındaki Bedevilerin medeniyetine veril miş olsun. Çoğu, asılları bakımından arap olmayan, fakat iyiden iyiye araplaşmış yazar, bügin, hekim, filozof, hukukçu, ilâhiyatçı ve sanatçılar tarafından büyük üne kavuştu rulan arap medeniyeti, Arapların, eski kül tür ülkeleri olan Suriye, Mezopotamya, Mı sır, İran ve Ispanya ile ilişkiler kurmasından doğmuş ve Ortaçağın uzun bir devresinde, dünyanın en parlak medeniyeti olmuştur. Bu medeniyet, batıyı çok etkilediğinden, Araplar Foto. N urettin Er k ıt iç (M EYD AN )
ARAP .yani, anlatım aracı arap dili ve dinî temeli Müslümanlık olan bir kültürün temsilcileri, Ortaçağda batının eğiticileri sayılmışlardır. Bütün alanlarda, tarımda, sanayide ve tica rette Batılılar teknik bilgileri onlardan al dılar. Yunan, hattâ hint felsefesinin, hekim liğinin ve ilminin mirasçısı olan Araplar, bu mirası batıya aktararak Ortaçağ medeniyet tarihinde çök önemli bir rol oynadılar. Arap ça konuşan toplulukların bundan sonra bir gerileme dönemine girdikleri görülür. Bu ge rileme. XIX. yy. da ortaya çıkan kültür rönesansıyle son bulmuş, bu uyanışı da XX. yy. da, bağımsız arap devletlerinin kurulma sına yol açan siyasî bir Rönesans izlemiştir. Bk. a r a p birliği ve çeşitli arap devletleri.
cak, sadece daha yeni fıkralar eklemekle Aquino’lu Tommaso’nun, LuUas’ın ve büyük Albertus’ıın hücumuna uğradı ve kilise tara yetineceklerdir. X. yüzyılda resmî bir öğretimin kurulmasın fından mahkûm edildi. İtalya’da XIV., XV. dan sonra, nesirde orijinal eser verimi hisse ve XVI. yy. larda Padova okulu aracılığıyle dilir derecede düştü. Artık sadece el kitap yayıldı (Pietro d’Abano, Nifo, Cardanus, ları, seçme yazıları bir araya toplayan der Vanini. Cremonini, -Vicomercato). Böylelikle giler, önceden yazılmış dinî veya dindışı arap felsefesi yalnız Ortaçağı değil, en atak eserlerin şerh ve tefsiri, tefsirler üstüne tef fikirleri bakımından Rönesansı da etkilemiş sirler yapıldı. Buna karşılık, devlet kalem oluyordu, tbn Rüşd, bütün Batıda tercüme lerinde çalışan kâtipler, kafiyeli (secili) nesre edildi, öte yandan, arap felsefesinin yahuyeni bir hız kazandırdılar ve bu tür nesir di felsefesine etkisi (İshak el-isra’ilî, Sa’adbüyük ölçüde gelişti. Bunun üzerine Bedi-üz- yâ el-Feyyûmî, Süleyman ibn Gabirol, İbn Zaman Hemedanî tarafından yeni bir tür Meymûn, Hasday Gescas, İbranî Leon) (Makamat) yaratıldı; fakat bütün çaba yal XVIII. yy. da Spinoza felsefesinin bazı çok nız biçime yöneldiği için Harirî ve başkala önemli görüşlerinde ortaya çıkar (natüralizm, rının eserleriyle ifade süslemeciliğine düş panteizm, hür düşünce). Şu halde denilebilir ki arap felsefesi en seçkin düşünürleriyle. Or mekte gecikilmedi. Arap edebiyatı Abbasîler iktidardan düşmeden önce başla taçağ düşüncesinin bağrında modern düşün yan çöküş, sonradan daha da hızlandı. Arap cenin yolunu açmıştır. Tarih ve sosyoloji bile • Şiir. Elimize geçen en eski edebî eserler, âleminde Batıdan açıkça etkilenmiş modern tbn Haldûn ile (1332-1406) yeni ve modern arasında Muallâka fin da bulunduğu İslâm bir edebiyatın gelişmesi, Napolvon'un Mısır bir görünüş kazandı; Mukaddimemi ilk tarih lık öncesi şiirleridir. Bunlar, VIII. yüzyıl seferinden sonra ve arap basınında görülen felsefelerinden biridir ve akılcılığı, genel ka da, baştan başa uydurulmadıyse de bir hayli ilerleme hareketinin de elverişliliğiyle müm nunlara varma çabası bütün Avrupa’da «Adüzeltildi ve daha sonraki şiirlere örnek ol kün oldu. Roman, küçük hikâye ve tiyatro raplarm Montesquieu’sü» diye anılmasını du. İmr-ül-Kays, Antere, Lebid adlarını oyunlarını kapsayan bu akım, kesin bir ka sağlamıştır. ve daha başkalarını hiç unutmayan Araplar rarla geçmişe sırt çevirdi; fakat bugüne kadar A r a p sanatı için bu şiir haklı bir iftihar vesilesidir. Da pek az şaheser verdi ve batı etkisinden ko ha o devirde aruz vezni yerleşti; bu vezin, lay kolay sıyrılamadığından henüz Araplığa İslâmlığın doğduğu sıralarda (M.S. VII. yy.) kısa ve uzun hecelerin birbiri ardından gel özgü bir nitelik kazanamadı. Arapların bit edebiyat dili, vezinleri, yazıları mesi ve bütün bir şiir boyunca değişmeyen vardı fakat plastik sanat alanında bir var Arap felsefesi tek kafiye esasına dayanır. Bu veznin kural lık gösterememişlerdi. Daha doğrusu elimize ları ancak VIII. yüzyılda ortaya konuldu ve Eskiçağın sonundan Rönesansa kadar, do bu alanda hiç bir belge geçmemiştir. Bazı başlıca on altı vezin kalıbı belirlendi. (Bk. ğu felsefesi ve özellikle arap felsefesi, Batı metinlerdeki tasvirlerden anlaşıldığına göre, ARUZ.) yı derinden etkilemiş ve antik düşünceyle Hz. Muhammcd’in Medine’deki evi mimarî Şiir, İslâmlığın ilk zamanlarında hafif bir modern düşünce arasında âdeta verimli bir bakımdan ilkel bir eser sayılabilir. Büyük gerileme gösterdikten sonra, topluluğun ha geçit vazifesi gören, son derece önemli bir kısmı göçebe olan Arapların kendilerine has yatında eski yerini almakta gecikmedi; E- düşünce akımı meydana getirmiştir. M.S..1V. bir sanat yaratamamalarını tabiî karşhama mevî devrinin büyük şairleri, Cerir El-Feraz- yüzyılda Afrika’da. Tagaste'de (bugün Suk- ildir. «Arap sanatı» sözü aslında hiç bir an dak, El-Ahtal, İslâmlık öncesi şiirinden ör Ahras) doğan Aziz Augustinus (345-430), lam taşımaz. Bununla birlikte, İslâmlığı yay nek alarak kasideler düzenlediler. Bununia İskenderiye okulunda yeni Platonculuk ha makla Araplar eski dünyayı yeni bir sanata birlikte, VIII. yüzyılda, Ebu Nuvas’ın tem line gelen Platon felsefesiyle Hıristiyanlık a- kavuşturmuş oldular. Bu müslüman sanatı sil ettiği ve saf araplara karşı yönelen bir rasmdaki çatışmaları ortadan kaldırmağa ça aslında çok çeşitlidir, sonradan İslâm olan hareket, eski kalıplar ve temalar yerine «mo- lışıyordu. Bundan, bazı yönleriyle Descartes milletlerin geleneklerine göre değişik özellik dernci» ve yeni konular işleyen bir şiir ya felsefesini haber veren orijinal bir felsefe çı ler kazanmıştır. Anıtların, orta kısım avlu ratmağa çalıştı; bu konular arasında, sefa kardı. Fakat daha sonraki arap filozoflarının biçiminde boş bırakılarak düzenlenmesi bü hat tasvirleri başlıca yeri tutar; ama daha çoğu Aristoteles ile ilgilendiler. Yunanlı fi yük bir ihtimalle bedevî çadırlarının etkisine IX. yy. da bir karşı hareket, Ebu Temmam, lozofun eserleri Edessa (bugün Urfa) oku bağlanabilir ve belki de Arapların mimarîye Bulıturî ve daha sonra Mütenebbi’nin eser lunda (431-489) ve Suriye manastırlarında. kattıkları tek özelliktir. Bu bakımdan, arap leriyle, eski şiir geleneklerine yeniden değer Yunancadan Süryaniceye ve daha sonra IX. sanatını. İslâmlığa has bir medeniyetin ürü kazandıran neo-klasik bir şiir yarattı. Abba- yy. da (832’den sonra) Bağdat’ta, Yunan nü olarak incelemek daha yerinde olur. (Bk. sîlerin iktidardan düştüğü tarihe kadar az cadan veya Süryaniceden Arapçaya çevrildi. İSLÂM sanalı.) çok verimli olarak devam eden arap şiiri, Çoğunlukla yeni Platonculuğun izlerini ta A rap m u sikisi bu tarihten sonra, koruyucu büyüklerin yok şıyan (bazen yanlış olarak Aristoteles’e mal luğu yüzünden geriledi. XIX. yüzyılda yep edilen Plotinos’un Enneades’lerinin etkisi) Arap musikisi, çeşitli halk geleneklerinin bir yeni bir şekil olarak biraz güçlendi; ama tercümelerden itibaren, gerek mistik, gerek bütün halinde toplanmasından meydana ge günümüzde nesir, şiirle yarış halindedir ve şiir, se açıktan açığa natüralist ve hattâ maddeci lir. Bu gelenekler, islâmların fethettikleri ül edebiyatta artık eski yerini koruyamamakta çeşitli felsefe sistemleri gelişti. El-Kindî (öl. kelerden (Suriye. İran, Kuzey Afrika, İspan 872) özellikle mantık ve matematikle ilgilen ya) önce sözlü olarak derlendi, sonra eski yu dır. • Nesir. Kur’atı, nesir halindeki ilk yazılı di: kanıtlamanın ve tanımlamanın özünü nan teorisinin etkisiyle öğretici eserlerde aeserdir; Kur’an’m üslûbu İslâmlıktan önceki çözümlemeğe çalıştı. El-Eş’arî (876-935) ba çıklandı ve kurallara bağlandı. Bu musikide devirde de bilinen «secili» nesirdir. Kur’an, zen Epikuros’unkine benzetilen bir atomcu iki eğilim görülür; biri doğu, biri batı eğilimi. ele aldığı incelemeler ve düşünceye verdiği luğa yer veren teoloji sistemini ortaya koy Kimin olduğu bilinmeyen eski eserlerin, hiç hareketle edebiyatı derinden etkiledi; fakat du. Fârâbî (öl. 951’e doğr.), Aristoteles, Pla bir notalama sistemi olmadığı için, yalnw: edebî değeri bakımından da manevî değeri ton ve Plotinos’tan esinlenen mistik bir koz sözlü gelenekte yeri vardır. Doğulu arap moloji yarattı. Evrensel bir zekâ olan İbn musikişinası, seçtiği eseri, herhangi bir magibi tek kaldı. Sînâ hem matematikçi, hem filozof, hem he kam’ın gerektirdiği belirli kurallara uymakla Nesir, en yüksek noktasına IX. ve X. yy. kim, hem bilgindi (980-1037). Hekimliğin beraber, keyfince çalar ve değiştirir. Batılı larda ulaştı. Gelenekçiler, arastırmalarıyle, Kanunu adlı kitabı, XVII. yy. a kadar Av arap musikişinası ise klasik repertuvardan dinî ve dindışı geleneklerden çok zengin rupa’da temel kaynak oldu. Felsefesinde A- çıkmamak ve asıl nağmeyi bozmamak zo derlemeler yaptılar. Bunlar. Haîiid’in eser ristotelesçilikten hareket ediyor, fakat tabi rundadır. Arap musikisi, başlangıçta Pythalerinde yer aldı ve daha VIII. yüzyılda tarih at ilmine yönelebilmek için mistisizmi ve te goras gamına dayanırdı; sonra ondan ayrıl türü ortaya çıktı. Arap tarihçiliği son dere olojiyi bir kenara bırakıyordu El-Hâzin dı, ortaya birbirine benzeyen atlamalı iki ce zengin ve tarihçileri pekçoktur: Belâzurî, (965-1039) bir fizikçi ve psikolog olarak gör tetrakort çıktı. Bu tetrakortların her birinde Taberî, Mesudî, İbn-ül-Esîr ve İbn Haldun me algısını, optiği ve klasik kanunlarını ne majör ne de minör olan, bir yarım diyez (XIV. yy.) bunların en ünlüleri arasında yer koyduğu kırılma olayını inceledi. veya yarım bemol ile notalandırılan nötr bir alırlar..Merkezî bir idarenin ve at arabalarıy- XI yy. da El-Gazzâlî (1058-1111), mistisizme üçüncü vardır; üç majör ve dört minör per le işleyen bir posta teşkilâtının kurulması, döndü, Aristotelesçiliğe karşı cephe aldı. Bu de bulunur. Sonradan bu gamdan yaklaşık önceleri faydaya, sonraları da ilme yönelen nunla birlikte duyuların kesinsizliği ve bilgi çeyrek perdelere varıldı, özellikle Mısır’ın coğrafya araştırmalarının gelişmesini sağla üzerine yaptığı tenkit, onu bir çeşit septisiz temsil ettiği modern okul, J. S. Bach’m İyi dı (veriler, Ptolemaios’tan alınmıştır). Coğ me götürdü. XII. yy. da Ispanya’daki Arap- ayarlanmış Klavsen'inde ortaya koyduğu ga rafya, zamanla edebî bir kimlik kazandı; islâm medeniyeti çok üstün felsefî eserler ma oranlanabilecek bir ayarlı doğu gamı kur Mukaddesi, tdrisî. Bekri haklı olarak ün verdi. ibn Bâcce (öl. 1139), kişinin kav mak çabasındadır. Ayrıca arap musikisi Pytkazandılar. Hacca gitme mecburiyeti de ay ranabilir şekillere kadar yükseldiği. Platon- hagoras’ın tanımladığı biçimde majör ve mirıca seyahat hatıraları yazılmasına yol açtı: culıığu andıran bir çeşit mistik tecrübeyi an nörüçlüleri ve istisnaî olarak batı gamını kul bunlar arasında, batılı ibn Cübeyr ve İbn lattı. ibn Tufeyl (1100-1185), İbn Bâcce'nin lanır, makamın belirli derecelerine dayanan Batuta’nınkiler çok ilgi çekicidir. kine oldukça yakın bir felsefe sistemi ortaya yunan usul ve tarz anlayışına bağlı kalır. Gerçekten edebî olan tek dalı, Bin-bir Gece koydu. Fakat arap felsefesi büyük gelişimini Usul, bedevî türkülerine yeterli olan bir tetMasalları ve hâlâ halk arasında yaygın olan ve dünyadaki derin etkilerini İbn Rıişd’e rakorda tekabül eder; tarz ise, usulün iki tetkahramanlık hikâyeleri değil, İran asıllı bir borçludur (1126-1198). Aristoteles tercüme rakorda yayılmasıdır. Araplar eski Yunanlı tür olan Adab temsil eder:>bu tür başlangıçta lerini yeni bir anlayışla ele alan ibn Rüşd, lardaki usul çeşitlerini (diatonik, kromatik, şehzadeleri, büyük adamları ve çeşitli de bu felsefeyi yeni bir açıdan yorumlayarak anarmonik) son ikisinde yaptıkları ufak te recelerdeki memurları yetiştirmek ve eğitmek Aristoteles sisteminden akla ve zekâya da fek değişiklikler hariç, aynen muhafaza et amacını güttü; IX. yüzyıldan itibaren Ca- yanan ve dinî dogmalara karşı gelen bir ta tiler. Arap musikisi on altı usulün kendi ahiz, eski Arap dil ve edebiyatının dökü biat felsefesi çıkardı, çifte gerçek teorisin ralarmda birleşmeleriyle yüz yirmiye yakın münü yaparak bu türe daha edebî bir yön de akıl ile dini karşı karşıya koydu. Bu atak tarza ulaşır; bunlar, nağme ve beste kalıp verdi. Cahiz'den sonra onun açtığı yolda iler ve pervasız düşünce, İslâm dininin ve hıris- landır. Batı arap musikisinde tarzlar bu ka leyen Kuteybe, arap ve fars edebiyatının un tiyan kilisesinin itirazlarıyle karşılaştı, fakat dar karışık değildir. Tunus’tan Fas’a kadar surlarını bir senteze bağladı; bu unsurlar, tbn Rüşdçülük yayılmaktan geri kalmadı. yayılan bu musikiye Endülüs musikisi denir arap kültürünün temeli olacaktır. Bu çağdan Paris üniversitesinde XIII. yy. da en ünlüle ve yirmi dört tarzlık bir sisteme bağlanır. Bu sonra dikkate değer hiç bir ilerleme olmaya ri Siger de Grabant olan pekçok ibn Rüşdçü tarzlar, büyük ses ve çalgı süit’leri sayılabi cak ve yazarlar mevcut kaynaktan yararlana düşünür vardı. Fransa’da tbn Rüşdçülük lecek yirmi dört fasıl doğurmuştur. GünüFoto. Kürettin E rk ılir (MEYDAK)
83
Tarihi Fethi Yemen adlı kitapta Araplarla bir cenk sahnesi gösteren bir minyatür {Üniversite kütüphanesi, İstanbul)
ARAP miizde bu musikinin repertuvarı dört büyük bölgeye ayrılmıştır. Bu Magrıp okullarının başlıca merkezleri: Tunus. Cezayir, Telem sen, Fas ve Tatvan’dır. Doğu musikisinde birkaç saat süren bu fasıllara tekabül eden bir tarz görülmez. Kahire, Şam ve İstanbul musikişinasları daha kısa, fakat daha zevkli usullerde büyük üstünlük gösterirler: taksim, peşrev ve daha kısa parçalar olan semai ile tahmile. Ses usulleri, Endülüs (mupaşşaka, mavvâl) veya Arabistan’dan (kaside) gelir. Ritim (îkâ) alanında Doğu aynı karmaşıklık. Batı aynı nispî sadelik içindedir. Eski Araplar yalnız beş ritim bilirlerdi: hezec, remel, sakiyi evvel, sakiyi sarti, mahurî; bunlar ölçü değil, şiir vezninin gereklerine göre birbirini izleyen üçlü veya ikili, kuvvetli veya zayıf vurgu gruplarıdır. Çağdaş musikiciler bu ritim meselesini daha da karmaşık bir şekle soktular. Eski sisteme bağlı kalanlar sadece Kuzey Afrikalılardır. • Başlıca çalgılar şunlardır: ut (nağme için), def (ritim için). Ortaçağın sonunda önce İtal ya’ya, sonra bütün Avrupa’ya yayılan ve lav ta diye adlandırılan ut’da perdeleri belirt mek için eskiden bağlar vardı; bu bağlar la iki, üç, dört veya beş tel üstünde, yerine göre değişebilecek aralıklar belirlenirdi. Def, uzun yankılanmalar (diim) ve kesik sesler (tek) verir; bunlar da ritmin kuvvetli ve ha fif zamanlarına tekabül eder. Her klasik saz topluluğunda birçok ut, bir santur, bir kanun, bir kenieııçe (günümüzde yerini Av rupa kemanı almıştır) bulunur. Magrıplılar buna bir rebah, bir darbuka, bir gasba katar lar. Halk musikisinin de kendine göre çalgı ları vardır: ney, gayda, çalkara, Berberîlerde betidir. • Arap musikisinin tarihî gelişmesi, İslâm bir arop minyatürü fetihlerinin merhalelerini izler. Bedeviler dev Güzel San atlar müzesi, rinde (661’e kadar) şarkı ve şiir birbirine sı Boston) kı sıkıya bağlıdır; nağme gelişmemiştir, ri tim basittir: hida (devecinin türküsü), habab (süvarinin türküsü). Emevîlerin Şam’a yer leşmesinden (661) Abbasî hanedanının en parlak devrine kadar geçen süre içinde ritim ler ayrıldı, nağme BizanslIların ve İranlIla rın etkisiyle yayıldı, ibn Muhriz, Mapsılî. Zalzal, bedevi türküsünü fethedilen ülkelerin folkloruyle birleştirerek gerçek bir sanat ha line getirdiler. Musiki âletleri gelişti. Araplar İranlIların barbat’mı alıp ut ve tahbur yaptılar. 822’den ve Abbasîlerin gerilemesin den sonra musikide uzun bir dağılma dönemi başladı: Kurtuba Emevîleri, sanatçıları kendi çevrelerine topladılar. Ziry.âb, Bağdat’tan ayrıldı ve Ispanya’ya giderek Endülüs oku lunu kurdu. O sırada doğuda Farabî, İbn Sînâ arap musikisinin ve nağme sisteminin te mellerini kurdular. Bu temeller Endülüs oku lu tarafından yenilendikten sonra (muvaşşuka ve zecel'in yeni biçimleri) artık gelişme di, notalama ve çok seslilikten habersiz kal dı; ama batıyla ilişkiler kuran Endülüs, halk tan gelen yeni şiir biçimlerini benimseyerek XI. yy. dan itibaren musikiye yeni bir üslûp getirdi. Kahire kongresinde (1934) arap mu sikisi, imkânlarının bir dökümünü çıkardı ve Avrupa etkisinde kendini yenilemeyi de nedi. Bu eğilim günümüzde caz’a, İspanyol ve Güney Amerika ritimlerine karşı göste rilen bir düşkünlük şeklinde belirir. A rap ilm i Araplar, Ortaçağda, ilim tarihinde başlıca rolü oynadılar. Avrupa medeniyetinin henüz eskiçağ ilmini sindirmeğe ve sürdürmeğe ye tersiz olduğu bir çağda, onu unutulmaktan kurtaran, yayan ve verimlendiren Araplardır. VIII. yy. dan XII. yy. a kadar arap ilmi gerçekten yunan ilminin mirasçısı oldu. Ba tı ilminin daha sonraki ilerleyişi, arap ilmi nin, Bağdat ve Kurtuba’daki ünlü üniversi teler aracılığıyle Yunan’m büyük İlmî eser lerini Batıya geçirmesi sayesindedir. Araplar, egemenlikleri altına aldıkları ülkelerde, eski çağın İlmî eserlerini keşfederek bunları ince lemek merakına düştüler. Bu konuda, ElMansıtr (762’de Bağdat’ın kurucusu) ve ElMe’tnûn başta olmak üzere, halifeler tara fından teşvik gördüler. Yalnız Arkhimedes’in, Eukleides’in. Ptolemaios’un, Heron’un, Galinus’un eserlerini Arapçaya tercüme et mekle kalmadılar, Hintlilerin astronomi ve matematik metinlerini de çevirdiler («Arap rakamları» adı verilen rakamların ye sıfırın 830’da, sinüs ve kosinüs’ün de daha sonra arap ilmine nakledilmesi). Bundan sonra ori jinal eser veren zekâlar geldi: cebirin temel lerini koyan El-Hâriznû (820’ye doğr.) ve
Ömer Hayyam (öl. 1124), geometriyle uğraş mış olan ibn Sina (980-1437) ve Ebülvefâ (940-997). El-Hârizmi ayrıca sinüs ve kosiniis cetvellerini düzenledi; Ebülvefâ bunlara öte ki trigonometrik çizgileri ekledi ve bunları küre trigonometrisine uyguladı. Trigonometrinin gelişmesi astronominin de büyük bir hızla gelişmesini sağladı. Bağdat’ta ve Şam’da rasathaneler kuruldu. El-Bettânî (858-929) bu rasathanelerde gece gündüz eşitliğinin bahar devinmelerini inceledi; Ebül vefâ orada yaptığı gözlemlerle ayın değişi mini keşfetti. El-Sûfi (903-986) bir yıldızlar katalogu düzenledi (946). Güneşe, aya, ge zegenlere ait cetveller önce 1007’de İbn Yû nus (979-1009), sonra tbnuzzerkaie (10291087) tarafından yayımlandı. Haritacılık, büyük coğrafyacı El-ldrîsİ (1100-1166), sta tik (terazinin kullanılması), Birûni (973-1048) ve El-Hâzini (XII. yy.), optik, yansıma ve kırılma üzerine deneyler yapan El-Hâzin (965-1039), akustik, El-Kindi (800'e doğr.873) ve İbn Sinâ tarafından parlak bir şekil de temsil edildi. Simya’nın başlangıçlarında Câbir bin Hayyân (721-776) vardır; gelişmesine de ünlü he kim El-Râzi (yaklaşık olarak 850-923) ve İbn Sinâ hizmet ettiler. Arap hekimliğinin deney ciliğe yöneldiğini söylerken, arap düşünce sinin son zamanlarını temsil edenlerin de iki hekim olduğunu ayrıca belirtelim: İbn Riişd (1126-1198) ve İbn Meymûn (1135-1204). Ni hayet botanikçi ve ziraatçı İbn Vahşiye’yi de (X. yy.) anmak gerekir. ♦ A’râb çoğl. i. Çölde yaşayan Araplar. be deviler. ♦ A ’râbî sıf. Göçebe arap, bedevi. ♦ Arabi sıf. Araplara, arap ırkına mahsus: ... biitiin arabi ve farisî kelimeleri değil... (Z. Gökalp). |J 1. Arapça, Arapların dili: İslamcılar mekteplerde fârisî, bilhassa arabinin daha mükemmel okutulmasını istedik leri halde... (P. Safa). — dey. Arabi aylar. Bk. ay . ♦ Arabiyat i. Arap dili ve edebiyatı. ♦ A rabiye sıf. Araplarla ilgili. — dey. Esk. Şuhur-ı arabive, arabi aylar. Bk. AY. ♦ Arabiyet i. Arapça ile, arap dili ile ilgili fikir, eser v.d. || Arap edebiyatı. (-» Bibliyo.) [LM] ARAP (bİrleşIk — cumhurİyetİ), başkan Nasır, 1958’de Birleşik Arap cumhuriyetini kurarken, iki eyaletin (Suriye ve Mısır) tapı mânâsıyle kaynaşmasını istiyordu. Amacı, Mısır’a kabul ettirilen İktisadî ve malî ted birleri Suriye’ye de yaymak ve iki ülke ara sındaki siyasî bağları yavaş yavaş daha çok sıklaştırmaktı. Eylül 1958’de Suriye’deki toprak reformunun şartlarını belirlemek için çıkarılan kanun büyük bir tepkiyle karşılan dı. Irak’ta krallığın devrilmesinden cesaret bulan komünistler, bu birleşmeye karşı düş manlıklarını göstermek fırsatını buldular. Nâsır, buna, komünistlere karşı yönetilen bir taarruzla karşılık verdi (ocak 1959), fakat bir yandan da S.S.C.B. ile olan ilişkilerini bozmamağa çalıştı. Nâsır’m Birleşik Arap cumhuriyetinde sosyalizmi yerleştirmek için dayandığı ve Mısır’ın tek siyasî partisi olan Millî Birlik Hareketinin başına güvenilir bir yönetici kadrosu geçti (haziran 1960). Suriye siyasetinin Mısır tarafından kontro lü, iki «eyalet» için tek bir hükümetin kurulmasıyle arttı. Bu hükümette Suriyelilere, otuz dokuz bakanlıktan (ağustos 1961’de) on dör dü verildi. Nihayet aynı yıl, Suriye’de birçok özel te şebbüs ve ortaklığın millileştirilmesi, Suriye ile Mısır arasındaki gerginliği arttırdı. Şam’ da askerî bir hükümet darbesi oldu (28 ey lül 1961), Suriye’nin bütünü buna katıldı ve Nâsır’ın bu eyaletteki temsilcisi general Amr ihtilâli bastıramadı. Yüksek ihtilâl komu tanlığı Kuzbarî’yi yeni bir hükümet kurmak la görevlendirdi ve bu hükümet hemen Ür dün ile Türkiye tarafından tanındı. Nâsır fe derasyonun dağılmasını kabul etmek zorun da kaldı (5 ekim). Bununla beraber, Yemen ile bağlarını kopardıktan (aralık 1961) son ra, Mısır, Birleşik Arap cumhuriyeti adını resmen muhafaza etti, (L) Arap, Karagöz ve Ortaoyunu taklitlerinden, iki türlü olur: Ak Arap, çoğunlukla Suriye, Şam, Beyrut, Akabe, Yafa, Halep, Bağdat, Basra’dan gelir. Mekke kınası tüccarlığı, kahve dövücülüğü, kestane, fıstık satıcılığı, kökçülük, devecilik yapar. Adı çok defa Ha
cı Fitil veya Hacı Kandil olur, elini şakağına koyup maval okur. Anlayışı kıttır. Türkçeyi arap ağzıyle konuşur. İkincisi Zenci Arap, işi çok defa halayıklık, lalalık olur. Oyun argosunda buna kayarto denilir. Bunlara ek olarak kabak çalan arap ile susam satan Hoşkadem’i katabiliriz, (m) Ara Pacis A.ugustae, «Augustus’un Barış sunağı». Augustus’un kurduğu barışı kutla mak için Senato tarafından M .ö. 13'te Augustus adına yapılan anıt. Roma’da Mars meydanındaydı: eski yerinde yeniden inşa edilmiştir. Esas sunağı çerçeveleyen hemen hemen dörtgen şeklinde (10,50 m x 11,50 m) çok yüksek mermerlerle kuşatılmıştır; iki ka pısı vardır. Mermer üzerine oyma dekorun mükemmelliği, «Augustus yüzyılı» sanatının en belirli klasikleşme örneğidir. Sunağın Augustus’a adanmasını kutlayan muhteşem alay, imparatorluk ailesi üyelerinin gerçek portrelerinden ve bütün Roma halkını tem sil eden bir topluluktan meydana gelmiştir. (Bir parçası Louvre [Paris] müzesindedir.) [l ]
ARAPAHO’LAR, vaktiyle büyük amerikan göllerinin batısında yaşayan ve Büyük ova larda göçebe halinde avcılık yapan yerliler. Sonradan Wyoming ve Oklahoma’ya yerleşti rildiler. ( l ) ARAPAİMA i. (Brezilya yerli dillerinden); Zool. Kemikli, pek iri tatlı su balığı. (İlmî adı: Arapaima gigas. Kemiklidilligillerden.)
— ansİkl . Arapaima, Brezilya ve Guyana’
nın kuzeyindeki büyük akarsularda yaşar. Uzunluğu 5 m’ye, ağırlığı 200 kg’a ulaşa bilir. Ağzı kocaman ve dişlidir. Sırtı geniş ve yassıdır. Sırt yüzgeci iyice geride, kuyruk yüzgecinin yanındadır. Eti çok lezzetlidir, ( l) ARAP atı blş. i. Zootekn. Arap ırkı atlara denir. (Arap atı, çok kudretli, çok dayanık lı, çok iyi oluşmuş bir binek atıdır; melez leştirme ile birçok ırkın elde edilmesinde kullanılmıştır: safkan İngiliz ve özellikle ingiliz-arap atları.) [ l] Arap birliği, 1945’te Mısır’ın öncülüğü ile Suudî Arabistan, Irak, Ürdün, Lübnan, Su riye Ye Yemen’i içine almak üzere kurul muş birlik. Libya 1953’te, Fas ve Tunus 1958’de, Cezayir 1962’de bu birliğe katıldı. İskenderiye protokolü (25 eylül 1945), birli ğin amaçlarını ortaya koydu ve 22 mart 1945’te Kahire’de imzalanan -Arap birliği paktı, üye devletlerin hürriyet ve egemen liklerini' korumak için çabalarını birleştir mek zorunda olduklarını belirtti; bu devlet lerden her birinin birlik çerçevesinde bir oyu vardır; birliğin merkezi Kahire’dedir ve bir meclisi (yılda iki toplantı dönemi, başkanların oybirliğiyle seçimi), altı daimî komis yonu ve bir daimî genel sekreterliği vardır. Bir tecavüz halinde ön görülen İktisadî ve askerî tedbirler ancak oybirliğiyle alınabile ceği için pek etkili sayılamaz. Birlik, profe sör ve öğrenci değiş tokuşunu destekleyerek ve kültür, dayanışma teşkilâtları kurarak arap âlemini daha güçlü bir birliğe kavuştur mak istedi: arapça el yazmalarının basımı için bir enstitü, Arap Medeniyetini incele me enstitüsü've İktisadî işbirliği teşkilâtları: Arap Posta birliği, Arap Telgraf, Telefon, Radyo Ulaştırma birliği (9 nisan 1953) [bun lardan elle tutulur bir sonuç alınamamıştır]. Siyasî alanda birlik, Libya’nın bağımsızlığa kavuşmasını (24 aralık 1952) kolaylaştırdı, fakat ne İsrail devletinin kurulmasını (19 temmuz 1948) önleyebildi, ne de Süveyş me selesinde üyeleri arasında ortak bir davra nış sağlayabildi (1956). Zaten, Bağdat pak tının imzalanmasıyle birlik sarsıntıya uğra mıştı; buna sebep, pakt üyelerinden biri olan Irak’ın (1955-1958) aynı zamanda Arap bir liğinde yer almasıydı (1955). Bu tarihten sonra birliğin roiii azaldı; Filistin mültecile ri meselesini, İsrail’in boykot edilmesini ve ya Cezayir meselesini (1956’da Cezayir halkı nı toptan destekleme vaadi) tazelemekle ye tindi. Birleşik Arap cumhuriyetinin (MısırSuriye) 1958’de kurulması, birlik üyelerinin iki düşman kampa ayrılmasına yol açtı; baş kan Nâsır’m, devlet başkanlarım bir yana bırakarak, arap milletlerinin kültür ve din
Foto. N urettin ErlctUç (M EYDAN) : Anilenen - Girimdim (LAROVHKE)
ARAPÇA kardeşliğine seslenerek birliği canlandırma ğa çalışması, bu ikiliği gideremedi. Sömürgelikten kurtulma hareketinin bütün Kuzey Afrika’ya yayılması ve birbiri ardın dan Libya’nın (1953), Sudan’ın (1956), Fas ve Tunus’un (1958), Kuveyt’in (1961) ve ni hayet Cezayir’in (1962) birliğe katılmaları, birliğin ağırlık merkezini yavaş yavaş batıya doğru kaydırdı ve onu Afrika devletleri ara sındaki gruplaşmaların başlıcalarından biri haline soktu. Buna rağmen birlik, her şeyden önce, arap ülkeleri arasında bir dayanışma antlaşmasıdır. 1959’da bir Arap Kalkınma bankası, bir Arap Denizcilik bankası ve bir Arap Pipe-line kumpanyasının kurulması da bunu gösterir. Bununla beraber, üye devlet leri arasındaki geçimsizlikler, uzun zaman birliğin çalışmasını engelledi. 1958’de Tunus, sonra da Irak (1959), Birleşik Arap cumhu riyetini, birliğe dayanarak kendi hegemonya sını kurmağa kalkışmakla suçladılar. 1962’de Suriye (B.A.C.’den daha önce çekilmişti) ile Mısır arasındaki anlaşmazlık, birlik kon seyi oturumunun ertelenmesine sebep oldu. 1963’ten itibaren ve özellikle Irak’ta Kasım rejiminin devrilmesinden sonra iç anlaşmaz lıklar yatıştı. İsrail’in boykotu, birliğin üze rinde durduğu konuların başında yer aldı. Filistin Kurtuluş teşkilâtı'nm kuruluşu, bu tarihten sonra Filistin Araplarının da birlik içinde temsil edilmelerine imkân verdi. As kerî alanda, Ortadoğu Arap Devletleri ko mutanlığı, Suriye, Lübnan ve Ürdün’ün sa vunma potansiyelini güçlendirecek şekilde birleştirildi. Birlik, 1965’te bir Arap Ortak pa zarını kurmağa ve Afrika-Asya işbirliği me selesini ele almağa çalıştı. Fakat AraplararaSı bağları kuvvetlendirmiş olan (eylül 1965) Kazablanka konferansından (III. arap zirve konferansı) sonra Nasır, Suudî Arabistan kralı Faysal’ı kendisine karşı İslâm ülkeleri arasında askerî ve siyasî bir ittifak kurmak la suçlayınca, bütün bağlar tekrar çözüldü (1966). Filistin Kurtuluş teşkilâtı ile Ürdün ve Suriye ile Ürdün (aralık 1965-şubat 1966) arasındaki anlaşmazlıklar, Nâsır’ın isteğiyle IV. arap zirve toplantısının ertelenmesi (tem muz 1966) ve Tunus-Mısır ilişkilerinin ke silmesi (ekiıiı 1966) Arap birliğini zayıflattı. Bunun üzerine üyeİer, ne pahasına olursa ol sun arap dünyasının bütünlüğünü korumak için Siyonizm ve emperyalizme karşı savaşı sürdürmeğe karar verdiler, (l) ARAP bülbülü blş. i. Zool. Küçük veya or ta boy bir kuş türü. Yumuşak tüyleri bazen yeşil olur; ama çoğu zaman sarı, kırmızı, si yah veya beyaz benekli esmer renktedir. (Arap bülbülügillerden.) — I . Arap bülbülü, toplu yaşama alış kanlığı olan bir kuştur. Ağaçlarda yaşar, meyve ve böceklerle beslenir, ötüşü çoğu za man uzuncadır. Eski Dünya’nın sıcak bölge lerinde yaşar. Bir türü (pycnonotııs barbatus) Kuzey Afrika’da yaygındır, (l) Arap cam ii, İstanbul’da Galata semtinde. Büyüklüğü sebebiyle Cami-i Kebir de de nir. Emevî ordu kumandanlarından Müslime bin Abdülmelik’in İstanbul’u kuşattığı sı rada yaptırdığı sanılmaktadır (717). Bi zanslIlar şehri ellerine geçirince bazı ilâve lerle camiyi kiliseye çevirdiler. Dördüncü Haçlı seferi sırasında da Latinler İstanbul’u alınca cami, St. Hyacinthus ve Dominicus ra hiplerine verilmişti (1232). Cenevizliler bina ya Saint-Dominicus derlerdi; yapı, saf müsİüman sanatı özellikleri taşımaz. Roma ve gotik tarzında pencere ve sütun başlıkları vardır. Ortaçağdaki çan kulelerine benze yen ve içinde çan iskelesinin konulduğu de likler bulunan minare, Şam’daki Emevîye camiinin minarelerini andırır; pencere sütun başlıklarındaki put ve kapı silmeleri, mina renin üst kısmını Bizans ve Latinlerin yap tığını gösterir. Mihrabın gotik kemer ve pen cereleri latin devrine aittir. Türklere has kı sım, sadece şahın ile yanlardır. Bayezid II zamanında Ispanya’daki Benî Ahmer devletinin yıkılması ile İstanbul'a gelen Araplar, yapıyı Dominikenlerden ala rak yenilediler ve Arap camii adını verdiler. Camiyi Mahmud Il’nin annesi tamir ettirdi (1808). Daha sonraki bir tamirde döşeme den çıkan latin mezar taşlan müzeye taşın dı (1913). Mihrap kısmından da freskler çık tı. ( M ) ARAPÇA i. Samî dillerin güney öbeğine giren Arapça, Kur’an ve İslâmlık sayesinde büyük bir gelişme ve yayılma göstererek, İs a n s
k l
Foto. Oültekin Çizgen {M EYDAS)
lâm âleminin dinî dili. Asya ve Afrika’da j?bniş alanları kaplayan birçok toplumun da edebî dili oldu. «Klâsik» Arapça. İslâmlık tan önce Arabistan’da konuşulan lehçelerden ve özellikle de lehçe sınırlarını aşan bir çe şit ortak şiir dilinden türedi. Bu lehçeler, İs lâm fetihleriyle Arabistan dışına yayıldı ve bugün Irak, Çat ve Fas’ta konuşulan lehçe lerin temeli oldu. Çeşitli etkiler (özellikle sübstra etkileri) altında kalan söz konusu lehçeler, hem kelime hâzinesi, hem de ses ler bakımından ayrılıklar gösterir. Hiçbiri de edebî dil seviyesine yükselememiştir. Bu na karşılık, klâsik Arapça tek şekillidir. Çünkü dinî, hattâ İlâhî niteliği ve yalnızca yazı dili olarak kullanılması, onu. konuşma dillerinin uğradığı değişikliklerden korumuş tur. Temel kelimeler, morfoloji ve sözdizimi bütünü bakımından Kur’an’daki gibidir: ama bu pek geniş sözlüğün bir kısmı za manla eskiyerek kullanılmaz oldu, buna kar şılık birtakım yeni kelimeler ortaya çıktı. Hele Araplar Batı’ya yöneldikten sonra, bu kelimelerin sayısı bir kat daha arttı. Böylece klâsik Arapçadan farklı modern bir Arapça doğdu. Arapçanm ses sistemi, ikisi çınlamalı yirmi sekiz ünsüzle, hem kısa hem uzun olarak kullanılabilen üç ünlüden (a, i, u) meydana gelir. İmlâda ünsüzler ve yalnız uzun ün lüler gösterilir, doğru okumayı sağlamak için bazen kısa ünsüzleri gösteren birtakım işaretler de (hareke) kullanılır. Kelimelerin kökleri ünsüzlerden oluşur (genellikle üç ünsüzden). Köklerin önüne, içine ve sonuna çekim ve yapım ekleri getirilerek çeşitli fiil ve isim gövdeleri meydana getirilir. Kökler deki bu değişiklik, belli kalıplara göre, ünlü leri uzatmak, iki ünsüzü yan yana getirmek veya tekrarlamak yoluyle yapılır. Üç kökü gösteren kalıp / (._» ), ayın ( £ ) ve lâm ( J )’dan oluşan şekil j ’al ( J«i )’dir. öbür bütün kalıplar bundan türetilir. Değişik an lamlar elde etmek için de bu kalıplardan yararlanılır. Çünkü çok d,efa kalıbın değiş mesiyle anlam da değişir. Arapçada, fiilin en basit şekli olarak «görü len geçmiş» zamanın (mâzi), eril (müzekker), tekil (müfred) üçüncü şahıs şekli kabul edilir. Meselâ, kelebe «yazdı», calime «bildi». hasune «güzel oldu». Fiilin bu hali kelime nin kökü gibidir ve ounu ifade etmek için de her biri herhangi bir fiilin harflerini kar şılamak üzere (f-a-l [ J«i ]) birtakım kalıp lar düşünülmüştür. Ketebe fiili fe