Kuramlar ve Kuramcılar: Çağdaş Düşüncede Antik Edebiyat [2 ed.]

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

LOUlSE A. HlTCHCOCK • Kuramlar ve Kuramcılar

LOUISE A. HITCHCOCK Melboume Üniversitesi Antik Edebiyat ve Arkeoloji Mer­ kezi'nde öğretim üyesidir. Atina'daki Amerikan Antik Çalışmalar Okulu'nda misafir akademisyen, Kıbrıs Fulbright kıdemli üyesi, ECA ve Kudüs Albright Enstitüsü'nde misafir öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. Bronz Çağı mimarisi ve arkeolojisine kuramsal yaklaşımlar üzerine kapsamlı çalışmalan bulunmaktadır.

Theory for Classics. A Student's Guide © 2008 Louise A. Hitchcock Bu kitabın yayın haklan Akcalı Telif Haklan Ajansı aracılığıyla bir Taylor & Francis Group kuruluşu olan Routledge'dan alınmıştır.

tletişim Yayınlan 1851 •Başvuru Dizisi 92 ISBN-13: 978-975-05-1 148-6 © 2013 tletişim Yayıncılık A. Ş. l. BASKI 2013, İstanbul 2. BASKI 2015, İstanbul EDlTôR Levent Cantek - Ekrem Buğra Büte

KAPAK Suat Aysu UYGULAMA Hüsnü Abbas DÜZELTi Ulaş Dayı

BASKI ve CiLT Sena Ofset . SERTiFiKA Nü. 12064 Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi B Blok 6. Kat No. 4NB 7-9-1 1 Topkapı 34010 İstanbul Tel: 2 12.613 38 46 İletişim Yayınlan. SERTiFiKA NO.

10721

Binbirdirek Meydanı Sokak, tletişim Han 3, Fatih 34122 İstanbul Tel: 212.516 22 60-61-62 • Faks: 2 12.516 12 58 e-mail: [email protected] •web: www.iletisim.com.tr

LOUISE A. HITCHCOCK

Kuramlar ve Kuramcılar Çağdaş Düşüncede Antik Edebiyat Theory for Classics A Student's Guide ÇEVlREN Seda Pekşen

�'"',

-

.

iletişim

Brian Thomas O'Neill için

içindekiler

TEŞEKKÜR....

. . .... ....... 9

GiRiŞ

Antik Edebiyat ve Kurama Kimin ihtiyacı Var? .

............

11

BiRiNCi BÖLÜM

Öncüler

1 2 3 4

SIGMUND FREUD.

. . . . . . ............ . .

.. . .

.

...... ...... .

.. .

KARL MARX

.

.

. . . .. . . . . . . . . . . . . .

. 21

........... ... .......

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . .... . . . . .

. . ....

. . . ...

.

. ....... . ... ... . . .. . .... . .. ..39

.....

. .. . .

.

. ..

. .

. ...

FRIEDRICH NIETZSCHE

....

.

FERDINAND DE SAUSSURE ..

23

. 51 .

........ ... .... .. . .... .... ..................... .......... 63

.

iKiNCi BÖLÜM

Kuramcılar .........................................

5 6 7 8 9 1Ü 11

.. ... ....71

.

THEODOR W. ADORNO... .

.. .... ... . .. .... ...... . .. ........ ........ ...........73

.

Louıs ALTHUSSER....

.... . ....... .................................................. .... ...... 83

MIKHAIL BAKHTIN .

.93

ROLAND BARTHES

. ..

GEORGES BATAILLL

. .

JEAN BAUDRILLARD.... WALTER BENJAMIN .

. .

.

.

........ ... ...... .................................... . . . . ............ .....

.

..

.

. .

..

.

.. .. ........................

. .

. .

.

...............

...

.

. . ....

103

.

115

.. . . . ......

. ......................... ......127

.

. .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.135

12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30

PIERRE BOURDIEU ......

.. ..147

.

JUDITH BUTLER ....

. . . .... .......159

HELENE Cıxous

. . 167

GILLES DELEUZE - FEux GUAT TARL

173

JACQUES DERRIDA...

.......183

MICHEL FOUCAULL.

. . ....... ....... ..... .. .....199

HANS-GEORG GADAMER .

... ....213

.

MARTIN HEIDEGGER

... ..221

LUCE IRIGARAY

233

JULIA KRISTEVA..

..... .241

JACQUES lACAN

. ........... ............ ..... .... .... ... ,, ...... ... ... .....249

HENRI LEFEBVRL EMMANUEL LEVINAS

. .........261

..

.........................269

JEAN-FRANÇOIS l YOTARD

.

··· ······················ ····

MAURICE MERLEAU-PONT Y

. .

279

. . .. . ......289

EDWARD W. SAiD..

. ......297

GAYATRI (HAKRAVORTY SPIVAK. .

.

. .............................. ..309

HAYDEN WHITE.. RAYMOND WILLIAMS

.

.

. .. ............... . . . . ...................

. . ..... ...317

.............

...325

TEŞEKKÜR

Bu projeye yardımları ve desteklerinden dolayı pek çok mes­ lektaşıma, arkadaşıma ve öğrencime minnettarım. Öncelikle yıllar boyu bana akıl hocalığı yaptığı ve sarsılmaz güveni için Donald Preziosi'ye teşekkür etmek isterim. İkinci olarak Rout­ ledge'daki William Germano, Richard Stoneman ve Amy Lau­ rens'a bana antik edebiyat serisindeki ana metni yeniden dü­ zenleme fırsatını verdikleri, beni yönlendirip destekledikleri için teşekkür borçluyum. Dört kıtada, yalnızca yardım etmekle kalmayıp kurama ve kuramın geçmişle ilişkisine olan ilgimi ak­ tif olarak destekleyen birçok arkadaşım, meslektaşım ve öğren­ cim var: Melbourne Üniversitesi'nden K. O. Chong-Gossard, Barbara Creed, ]oy Damousi, jeanette Hoorn ve Tony Sagona; antik edebiyat disiplininden james I. Porter, Nancy Sorkin Ra­ binowitz, Paul Rehak, Alan Shapiro ve john Younger. Bu kitap, Kudüs'teki Albright Arkeolojik Araştırma Enstitü­ sü'nde misafir öğretim üyesi olarak görev yaptığım sırada yazıl­ dı. Personele, yönetim kurulu üyelerine, misafir üyelere ve Alb­ right burs komitesine huzurlu, destekleyici ve dostane bir or­ tamda çalışma olanağı sağladıkları için müteşekkirim. Özellik­ le Müdür Sy Gitin ile başkan yardımcısı ve burs komitesi baş­ kam joan Branham'e minnettarım. Chicago Üniversitesi'nden 9

Ed Silver'a coşkusu, bu çalışmayı şekillendiren anlayışlı geri­ bildirimleri ve pek çok olumlu yorumuyla önerileri için teşek­ kür etmek isterim. Ayrıca öğrencim Erin McGowan'a da met­ nin düzelti okumasını yaptığı için müteşekkirim. Veriler ya da yorumlarla ilgili her türlü kusurdan yalnızca ben sorumluyum. Bu kitap, yapmış olduğum ve yapacağım her şeye koşulsuz des­ tek verme görevini annem Anne Morris Hitchcock'un bıraktığı yerden devralan eşim Brian O'Neill'a adanmıştır.

10

GiRiŞ

ANTiK EDEBiYAT VE KU RAMA KiMiN IHTIYACI VAR?

Kuram nedir ve antik edebiyat çalışmaları açısından neden önemlidir? İngilizcedeki pek çok sözcük gibi kuram [theory] da Yunan­ cadan, "görüş" ya da "manzara" anlamına gelen ve bir bakış yo­ lu [a way of seeing] sunan theoria kelimesinden gelir. Dolayısıy­ la kuram, baktığınız şeyi bir çerçeveye oturtup odaklanmamza yarayan bir kavram gözlüğü vazifesi görür. Kavrama, deşifre et­ me ve anlamlandırma aracı olarak kullanılabilir. Bunun yam sı­ ra kuram, mevcut durumun eleştirisini yapabilmek için bir ba­ kış açısı da sağlayabilir. Antik edebiyatla ilgili akademik çalışmalarda tartışılan önemli bir konu "Antik edebiyat nedir? " sorusudur. Bu soruya verilen cevaplar çeşitlidir. Kimilerine göre antik diller, özellik­ le de Yunanca ve Latince metinler üzerine çalışılması anlamı­ na gelir. Büyük İskender'in fetihleri ve ardından Roma İmpara­ torluğu, antik dünyanın coğrafi sınırlarım genişletmiştir. Yakın geçmişte, Michael Ventris'in 1952'de yaptığı ve artık oldukça meşhur olan radyo anonsunda, Linear B yazısıyla yazılmış Mi­ ken Tabletleri'nin Yunancanın eski bir formu olduğunu söyle­ mesi ve 20. yüzyılın başlarında Hitit dilinin bir Hint-Avrupa di­ li olduğunun keşfedilmesiyle, antik dillerle Hint-Avrupa diya11

lekti çalışmaları Bronz Çağı'na kadar yayıldı. Hem antik yazıt­ ların içeriğine hem de Miken Yunanların atalarına duyulan ilgi, antik edebiyatın sınırlarım arkeoloji, tarih öncesi bilim ve sanat tarihine kadar genişletmiştir. Sanat tarihi de bir disiplin olarak gelişimini büyük oranda klasik arkeolojiye borçludur. Buna ek olarak antik edebiyat, felsefe, karşılaştırmalı edebiyat, tarih, sa­ nat tarihi ve antropolojiyle de disipliner bağlantılarım sürdür­ mektedir. Bu bağlantılar özellikle, Yunanistan'daki Amerikan Antik Çalışmalar Okulu tarafından akademik olarak temsil edi­ len Birleşik Devletler'de açıkça görülebilir. Atina'da araştırma enstitüleri ya da arkeoloji okulları bulunan Kanada ve Avus­ tralya'nın dışında Avrupa ülkeleri içinse durum bunun tersi­ dir. Dolayısıyla bazı üniversitelerde antik edebiyat, sanat tarihi ve arkeoloji arasında katı bir ayrım varken, bazılarında bu sı­ nır net değildir. Nietzsche 1 869'da yaptığı "Homeros ve Antik Filoloji" adlı konuşmasında, geçmişin çalışılmasında filoloji­ nin multi-disipliner doğasından kapsamlı bir şekilde bahseder­ ken, daha yakın bir zamandajames Porter ("What is 'Classical' About Classical Antiquity?" [ 2005; "Klasik Antikite'de 'Kla­ sik' Olan Nedir?"] adlı çalışmasının 27. sayfasında ve muhtelif yerlerinde) "'Klasik Antikite' istikrarlı bir şekilde klasik değil­ dir," gözlemini paylaşmıştır. Antik edebiyatın gelişmekte olan bir disiplin olduğunu ve antik dünyayı araştırmakta kullanılan kavramsal araçlar açısından yöntemlerinin daima kuramsal ol­ duğunu söylemek yerinde olur. Son iki yüzyılda antik edebiyatla ilgili akademik çalışmalar­ da antik olan her şeye odaklanan birleştirici bir büyük kuram olmadığı giderek açıklık kazanmaktadır. Böyle bir kuram hiç­ bir zaman da olmayacaktır. Gitgide çeşitlilik kazanan bir konu olan antik edebiyatta, her kuram birtakım şeyleri bir çerçeve içine koymamızı ya da odak noktası bulmamızı sağlarken, bir yandan da başka şeyleri bu çerçevenin ya da odağın dışında bı­ rakır. Farklı araştırma konulan ve farklı türden metinler ya da veri bütünleri farklı kuramlarla yaklaşımları gerektirir. Antik dönem uzmanları disiplinin sınırlarım genişlettikçe ya da zorladıkça, antik dünyayı yorumlamak için yeni veya fark12

lı bir kuramsal perspektif arayışı da giderek büyüyen bir akıma dönüşmekte. Geçmişte çoğu kişinin aşina olmadığı kültür, ta­ rih, dil, cinsiyet ve diğer kimlik biçimleriyle ilgili kuramlar gü­ nümüzde antik edebiyatı yeni bir çerçeveye nasıl oturtacağımı­ zı ve üzerine yeniden nasıl eğileceğimizi belirliyor. Bunun bir sonucu olarak antik dönemle ilgili akademik çalışmalarda mev­ cut olan kuram ve yöntemler listesi hem büyük ölçüde değişi­ me uğramış hem de genişletilmiştir. Bu durum antik çalışma­ lar disiplinini, heyecanı ve coşkusu artmakta olan bir alan hali­ ne getirirken, bir yandan da bu alanda çalışan öğretmen ve öğ­ rencilerin önüne ciddi zorluklar çıkarmakta. Yaratıcı sorular sormayı ve geçmişi araştırıp yorumlamak için özgün olanaklar bulmayı mümkün kılan yeni kuramsal yaklaşımlar kadar eski­ leri de anlamak genellikle güçtür. Çıkış noktası açık değildir. Kuramlar ve Kuramcılar, hem antik edebiyat alanından hem de bu alan dışından eserlerinin kendi alanlan için önemi ya kanıt­ lanmış ya da önemli olabileceği düşünülen, tanınmış pek çok uzmanın kuramlarına özet bir giriş yapıyor. Özgün metinlere dayanılarak hazırlanmış bu kitap, üç okur tipi göz önüne alınarak yazıldı. Kitap ilk olarak antik edebiyat ve antik medeniyetler üzerine kuram ve yöntem dersleri alan lisans öğrencileri içindir. Her ne kadar antik metinlere yönelik Arethusa adlı dergide yayımlanan pek çok kuramsal yaklaşım, (Nietzsche, Bakhtin ve Lacan gibi) önemli klasikçiler tarafın­ dan kaleme alınmış, antik edebiyata dair sağlam akademik do­ nanıma sahip belli bazı kuramcıların konuyla ilgisine değinen sayısız cilt ve kuram çalışmalarına giriş niteliği taşıyan pek çok mükemmel eser bulunsa da, özellikle antik dönemi çalışmaya yönelik bir kuramsal giriş kitabı mevcut değil. Kitap ikinci olarak lisansüstü öğrencileri içindir. Yüksek li­ sans ya da doktora öğrencilerinin tez araştırmalarını kuramsal bir çerçeveye oturtmalarına yardımcı olmakla kalmayacak, ay­ nca öğretim kariyerine hazırlanmalarında da faydalı olacaktır. Son olarak Kuramlar ve Kuramcılar, çağdaş kuramsal pers­ pektifleri öğrencilere açıklamalarında yardımcı olacak bir kay­ nak arayan ve kendileri de bu perspektiflerin antik edebiyat ça13

lışmalarında ne kadar etkili olduğuyla ilgilenen öğretmenler ve akademisyenler dikkate alınarak yazılmıştır.

Çıkış noktası Ortaçağ ve Rönesans'tan günümüze kadar (Chartreslı Bemard, lsaac Newton, Nietzsche ve başka pek çok kişi tarafından) sık­ ça kullanılmış, meşhur bir alıntıya yeniden başvurmak gerekir­ se, bu kitap orijinal olarak Routledge'ın "Theory 4" dizisinde yer alan kitapların "omuzlan üzerinde yükselmekte" , her ko­ nuyu bu kitaplar üzerinden yeniden ele almakta ve umuyorum ki onlara katkılar da yapmaktadır. Kitabın itici gücü William E. Deal ve Timothy K. Beal'ın kaleme aldığı Theory for Religi­ ous Studies (Dini Çalışmalarda Kuram) adlı ana metindir ve te­ melleri bu konuda verilen derslerde atılmıştır. Bu metnin yeni­ den ele alınışına katkımda aynı zamanda Jae Emerling'in The­ ory for Art History (Sanat Tarihinde Kuram) adlı kitabının da büyük payı olmuştur. Böylelikle kitap antik edebiyat, onunla il­ gili disiplinler ve söylemlerle benim şahsi kuramsal uğraşları­ mın bir etkileşimini ortaya koymaktadır. Kendilerini antik ede­ biyat disiplinine adayan öğrenciler dil hakimiyeti, diyalekt ça­ lışması ve arkeolojik kalıntıların belgelenmesini kapsayan ge­ lenekselleşmiş yöntemlerle çevrelenmiş olduklarım fark eder­ ler. Her ne kadar ana malzemeyi deneysel çalışmalar yoluyla öğrenmek öğrencinin, disiplinin yöntemlerini ya da disiplin dı­ şı araştırmaları sorgulamasına çok az vakit bıraksa da, bazı öğ­ renciler Batı düşüncesinin büyük bölümünde işlevsel olan ikili karşıtlıklar yoluyla ifade edilen yapısalcılığın temel prensipleri­ ne de aşinadırlar; örneğin düzen-kargaşa, umumi-özel, kutsal­ dünyevi, ben-öteki, erkek-kadın, toplum-doğa vb. Sıklıkla "post-modern", "post-yapısalcı" ya da "yapısöküm" tabirleriyle bağdaştırılan, daha az kural ve sağduyu gerektiren kuramlarla bakış açılarım sunmak ise başka bir konudur. Hali­ hazırda ağır bir yük olan ana verilerin anlaşılmasıyla kıyaslan­ dığında kullanılabilirliği henüz kesin değilken ve yıllar boyu ya da belki onyıllarca netleşmeyebilecekken bu zor metinleri, ku14

ramlan ve bakış açılarını anlamak için çok büyük bir zamana ve çabaya ihtiyaç duyulabilir. Çağdaş kuramın sunduğu fikir­ lerin çoğu çağdaş toplumun geleneksel mantığını hiçe sayıyor­ muş gibi görünürler; hatta daha da kötüsü bu fikirler antik dil­ lerin ve medeniyetlerin anlaşılmasıyla bağlantılı konulara doğ­ rudan hitap etmezler. Çoğu öğrencinin aşina olmadığı ve ilk bakışta antik edebiyatla pek ilgisi yokmuş gibi görünen söylem, temsil, cinsiyet, ideoloji, somutlaşma, öznellik, yapısöküm ve özünde var olma [originary) gibi pek çok yeni ve zor terim ile kavram kullanılmaktadır. Sık duyulan bir şikayet, bu terimle­ rin çoğunun standart bir sözlükte bulunmadığı ve dolayısıyla "gerçek" sözcükler olmadıklarıdır. Bu kitapta yer alan kuramların şu anki akademik modanın (modem bir metnin tarihi, kullanılan terimler ve örnekler vası­ tasıyla çoğu zaman belirlenebilir) bir parçası olmalarından baş­ ka antik edebiyat öğrencilerine sundukları nelerdir? Kitapta özetlenen kuramlar okuru geleneksel antik edebiyat yaklaşımlarının ötesine taşıyan türlü bakış açılan sunmaktadır. Bireyleri ve kurumlan veya siyasi ve dini gücü çalışmanın, geç­ mişe anlam yüklemenin ve sınıra itilmiş kanıtlan araştırmanın ne anlama geldiğine dair konulan ele almakta ve bunlarla ilgi­ li sorular ortaya atmaktadırlar. Bu kuramlar aynca geçmişi yal­ nızca birbirindan bağımsız metinler, olaylar ya da nesne ve anıt kategorileri olarak değil, geçmişte ve günümüzde hem toplum hayatından etkilenen hem de onu etkileyen birbiriyle bağlantılı kültür özellikleri olarak görmemizi mümkün kılarlar. Bir zamanlar "disiplinlerin kraliçesi" olma mücadelesi vermiş olsa da, antik edebiyat günümüzde insani bilimler alanındaki di­ ğer disiplinlerle birlikte pek çok farklı mecrada meşruiyetini is­ patlama ve mevcudiyetini haklı çıkarma çabasındadır. Birçok bü­ yük ülkenin çokkültürlü yapısının sonucu olarak Afrika, Mek­ sika, İslam, yerellik, kültür ve modem dil çalışmaları gibi antik edebiyatla rekabet eden ve antik edebiyat çalışmalarının eskiden müfredatta sahip olduğu ayrıcalıklı konumu sarsarak daha geçer­ li kabul edilen bir dizi yeni insani bilimler disiplini ortaya çıkmış­ tır. Ancak bir bütün olarak insani bilimlere karşı en büyük teh15

dit, yatınmlanna karşılık hemen maddi getiri bekleyen, üniver­ sitenin asıl amacı olan öğrenme ve bunun soyut fakat son derece uzun vadeli faydalan yerine pazarlamaya daha fazla kaynak ak­ taran pek çok üniversite yönetiminde giderek artan ileriyi göre­ meme hali ve bürokratikleşme sonucu sürekli olarak bu bilimle­ rin değerinin düşürülmesidir. Düşünmeyi, yazmayı, okumayı ve ileri görüşlülüğü bilmek en pazarlanabilir yeteneklerdir. Bu ko­ nudaki en büyük ironi, neredeyse yansı ya (klasik ve/veya lncil'e ait) antik dilleri öğrenmiş ya da (kimi zaman farklı düzeyde ba­ şarılar göstererek) antik metinlerle uğraşmış veya her ikisini de yapmış Thomas Jefferson gibi devlet adamlarından, bu kitapta bahsi geçen pek çok kuramcıya kadar (örneğin Nietzsche bir filo­ loji profesörüydü, Freud ise arkeolojik kalıntıları ve Homeros şi­ irleri gibi klasik metinleri insan bilincinin kalıbını çıkarmak için kullanmıştı) antik edebiyat çalışmaları yapanların çağdaş toplu­ mun şekillenmesinde oynadıkları kilit roldür. Her ne kadar an­ tik edebiyat alanında çalışan birçok kişi kuramı görmezden gel­ miş olsa da, Miriam Leonard'ın birçok Fransız kuramcının antik edebiyata olan ilgisini ele aldığı son çalışmasında (Athens in Pa­ ris Paris'teki Atina) detaylı olarak açıkladığı gibi kuramcılar an­ tik edebiyatı görmezden gelmemişlerdir. Şayet düşünme eylemi için kuramın faydalı olduğu herkesçe bilinen bir gerçekse antik edebiyatın da kuram açısından faydalı olduğu söylenebilir. Dola­ yısıyla, eğer antik dönem geçmişimizle bağlarımızı koparır ya da bu geçmişi bilinçli bir şekilde değil de, tarihsel bir hafıza kaybıy­ la incelemeye kalkarsak geleceğe dair tahayyülümüzü nasıl oluş­ turacağımızı anlamak mümkün değildir. -

Tartışmalar Bu kitap yalnızca kuramın 1960'lardan bu yana akademik antik edebiyat çalışmalarını nasıl değiştirdiğini anlatan bir rehber de­ ğil, aynı zamanda kuramsal duruşunuzdan bağımsız olarak tar­ tışmaya katılmanız için bir davettir. Bu kitapta ele alınan çağdaş görüşler, Zeus'un kafasından şe­ killenen Athena gibi, yazarlarının zihinlerinden bağımsız olarak 16

mucizevi şekilde bir bütün olarak ortaya çıkmamışlardır. Çoğu yukarıda da bahsedildiği gibi yazarlarının antik dönem ve İncil ile alakalarından büyük ölçüde etkilenmiş ve hepsi kendilerin­ den önce gelen yazarlarla kurdukları etkileşim sonucu gelişmiş­ tir. Bu anlamda dört kuramsal öncü özellikle önem taşır: Sig­ mund Freud, Karl Marx, Friedrich Nietzsche ve Ferdinand de Saussure. Bu dördü bir araya geldiğinde 20. yüzyıl ortalarından itibaren kuramsal söylem için ortak bir bağlam oluştururlar. Gerçekten de kullandıkları kavramlar ve sordukları sorular çağ­ daş kuramın gündemini belirlemeye devam etmektedir. Bu kişi­ lere katılsanız da katılmasanız da yaptıkları katkılan genel çer­ çevesiyle bilmek durumundasınız. O nedenle bu kitap çağdaş kuramın bu dört öncüsüne ayrılmış bir bölümle başlamaktadır. Tıpkı bu kitapta tanıtılan kuramcıların kendi kuramsal ön­ cüleriyle diyalog halinde olmaları gibi, günümüz antik edebiyat öğrencileri de burada anlatılan kuramlar ve kuramcılarla tartış­ maya girmeye teşvik edilmektedir. Sonuç olarak kişi kendine ister yapısökümcü ister yapısalcı, feminist, Foucaultcu , Nietzs­ checi, Bakhtinci veya Derridacı desin ya da kuramı toptan red­ detsin, bu düşünürlerin ortaya attıkları sorulan dikkate alması ve bunlara açık fikirlilikle yaklaşması önemlidir. Örneğin, dilin doğasını sorguladığımızda antik metinlere, anıtlara ya da an­ tik dinlere bakışımız nasıl değişir? Dil, sözcükle harici bir gön­ derge (kırmızı figür bir çömlek ya da bir halk şiiri) arasındaki doğal uyumu mu temsil eder; yoksa yapısalcıların öne sürece­ ği gibi, dilbilimsel göstergenin hem rastlantısal olduğu hem de farklılığa dayandığı semiyotik bir (gösterge) sistem(i) midir? Önemli olan bu eleştirel sorgulama türlerinin, antik edebiya­ tı geleneksel uygulamada hesaba katılmayan açılardan görebil­ memize olanak tanımalarıdır.

Bu kitap nasıl okunmalı? Bu kitap faydalı bir kaynak olması amacıyla tasarlandı. Çoğu okurun kitabı baştan sona okumayacağı; fakat belli kuramcı­ lar ve kuramlar için kitaba başvuracağı düşünülmektedir. Açı17

lış kısmında tanıtılan dört öncü de ana kısımdaki yirmi altı ku­ ramcı da soyadlarına göre alfabetik sırayla düzenlenmiştir. Ki­ taptaki her bölümün üç ana parçası bulunmaktadır: temel kav­ ramlar listesi, ana metin ve konuyla ilgili okuma önerileri için oluşturulmuş bir bölüm. Her bölümün başlangıcında okurun anlaması açısından özel­ likle önemli oldukları tespit edilmiş, kısa, maddelendirilmiş bir temel kavramlar listesi bulunmaktadır. Bu kavramlar ana me­ tinde bahsedilme sıralarına göre listelenmişlerdir. Her bölümün ana metni kısa bir biyografiyle başlamaktadır. Bunu takip eden kısımda kitaba dahil edilmiş diğer düşünürlerin isimleri vurgulanmıştır. Temel kavramlar ayrıntılı olarak açık­ landıkları kısımlarda bold karakterlerle vurgulanmışlardır; böy­ lelikle belli bir kavramla ilgilenen okur, bölümü hızlıca tarayıp bu kavramın tartışıldığı kısmı bulabilir. Aynca her bölümde an­ tik edebiyat ve/veya klasik arkeolojiye dair muhtemel çıkarımlar da tartışılmaktadır. Tamamen ayn bir metnin odak noktası ola­ bileceğinden ve felsefe öğrencilerinin normal müfredatın bir par­ çası olarak çağdaş kuram çalıştıkları varsayıldığından, antik fel­ sefe bilinçli bir şekilde kitaba dahil edilmemiştir. Antik edebiyat­ la ilgili kuramların muhtemel tüm çıkarımlarını burada ele al­ mak mümkün değildir, fakat belli bir düşünürün eserlerinin na­ sıl kullanıldığına ve gelecekte nasıl kullanılabileceğine dair öne­ rilerde bulunulmaktadır. Örnekler temel olarak mitoloji, edebi­ yat, antik tarih, tarih yazımı ve arkeolojiden alınmıştır. Okurun burada sunulan fikirleri araştırmaya devam edip bu fikirlerin uy­ gulanmaları konusunda yeni yollar keşfedeceğini umuyoruz. Son olarak, her bölümde iki alt kısma aynlan okuma öneri­ leri bölümü bulunmaktadır: llki belli bir düşünürün tam anla­ mıyla anlaşılabilmesi için gerekli olan ana metinleri listeleyen "Yazarın Eserleri" kısmı; ikincisi hem kuramcı hakkındaki me­ tinleri hem de kuramcıyla ya da kuramcının fikirlerinin uygu­ lanmasıyla ilgili önemli tartışmaları içeren antik edebiyat ve/ve­ ya klasik arkeoloji hakkındaki metinleri listeleyen "Yazar Üze­ rine Eserler" kısmı. Özellikle yararlı olduğu düşünülen metin­ ler yıldızla (*) işaretlenmiştir. Bazı durumlarda bu uygulama18

lar dahili bir biçimde yapılmıştır. Her bölümün ana metnin­ de bir kuramcının belli bir metninden bahsedildiğinde paran­ tez içinde verilen tarih o eserin ilk basım yılım göstermektedir. Kaynakça kapsamlı değildir ve kapsamlı bir şekilde alıntı yapıl­ mamıştır, yalnızca konuya giriş niteliği taşıması amaçlanmıştır. Kuramlar ve Kuramcılar, antik edebiyat çalışmalarını anla­ mak için çok çeşitli yollar önermektedir. Bundan sonra oku­ run yapması gereken biraz çaba gösterip bölümleri okumanın dışında burada sunulanlar üzerine çalışmayı sürdürmek ve ku­ ram konusunda daha yetkin bir hale gelmektir. Amaç, burada araştırılan eserlere ilk teması sağlamak, bu eserlerin temel kav­ ramlanm açıklamak ve sonrasında yapılacak çalışmalar için bir yön tayin etmektir. Okurun bu giriş metinlerinden ana metin­ lere geçmesiyle kuramın antik edebiyat çalışmalan için gerek­ liliğine dair daha karmaşık ve daha sağlam bir fikir sahibi ola­ cağını umuyorum.

Okuma Önerileri Branham, R. Bracht, Glenn W. Most, Ralph Hexter, Giula Sissa, Dani­ el Selden, Page duBois ve W. R. Johnson, "Panel Discussion: Classics and Comparative Literature: Agenda for the, 90s", Classical Philology, 92.2 ( 1 997), s. 1 53-188. Gold, Barbara K., "Teaching Classics: The jesuit Way versus the Big Busi­ ness Approach", The Classical ]ournal, 84.3 (1989), s. 253-259. Leonard, Miriam, Athens in Paris: Ancient Greece and the Political in Post­ War French Thought. Classical Presences, Oxford University Press, Ox­ ford ve New York, 2005. Newman, J . K., "Text vs. Author", The Classical journal, 84.3 ( 1989), s. 232-238. Payne, M. (der.), A Dictionary of Cultural and Critical Theory, Blackwell Publishers Ltd., Oxford, 1996. Porter, James 1., "What is 'Classical' About Classical Antiquity? Eight Pro­ positions", Arion, 13.1 (2005), s. 27-6 1 . Schnapp, Alain, The Discovery of the Past, çev. lan Kinnes v e Gillian Vam­ dell, Harry N. Abrams, New York, 1997.

19

BiRiNCi BÖLÜM

Öncüler

1 SIGM U N D fREUD

Temel Kavramlar •

bilinçaltı bastırma Oidipus Kompleksi psikanaliz yüceleştirme yanılsama patografi (duyguyazısı) •











Akademik bir disiplin olan psikanalizin kurucusu Sigmund Freud ( 1 856-1 939) , Pribor'un Moravyalı bir kasabasında (gü­ nümüzde Çek Cumhuriyeti) , asimile olmuş, seküler bir Yahu­ di ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Ne var ki Freud'un ge­ lişimini en çok etkileyen yer, 1 88l'de üniversitesinden tıp de­ recesini de aldığı, 19. yüzyıl sonu Viyanası'dır. Mütevazı bir tıp bursu kazanmasının ardından, Paris'teki Salpetriere Hastane­ si'nde jean-Martin Charcot ( 1 825- 1 893) ile birlikte 1 885'ten 1 886'ya dek sürecek çalışmalarına başladı. Freud, Charcot'nun bir hastalık olarak tanımlayıp hipnoz yöntemiyle tedavi etti­ ği histeri üzerine yaptığı çalışmalardan etkilendi. 1 886'da Vi­ yana'da doktorluk yapmaya başladığında sinir rahatsızlıkları­ na odaklandı. Hastaları hipnotize etmek yerine deneyimleri­ ni serbestçe anlatmaya teşvik etmek suretiyle kendi metodu­ nu Charcot'nunkinden ayırdı. 1 900'de yayımlanmasıyla bir dö23

nüm noktası oluşturan The Interpretation of Dreams'de ortaya koyduğu psikanalitik söylemini ilk olarak Viyana'da tasarladı ve geliştirdi. Freud, güçlenmekte olan Nazilerden kaçmak üze­ re 1938'de londra'ya gitti ve 1939'da orada hayatını kaybetti. Freud'un çalışmalarının insani bilimlere, özellikle de ede­ biyat, sanat tarihi ve felsefeye yaptığı entelektüel ve kuram­ sal katkının modernlik geleneği içinde en önemlilerinden bi­ risi olduğu tartışılmaktadır. Bilinçaltını ortaya koyuşunun ya­ nı sıra düşlerin altında psikanalitik bir yorumlama yöntemiy­ le ortaya çıkarılabilir bir mantık olduğu tezi, Batı kültürü söy­ leminin merkezindeki konumunu korumaktadır. l 922'de ge­ nel okuyucu kitlesine hitaben yazdığı bir denemede Freud psi­ kanalizin üç tanımını yapar: (1) bilinçaltını araştırmaya yöne­ lik bir disiplin; (2) sinir rahatsızlıklarını tedavi etmek için bir tedavi yöntemi ve (3) araştırmaları için deneysel bir kaynak oluşturan, giderek gelişmekte olan bir veri bütünü. Bu üç ta­ nım bir araya geldiğinde Freud'un yaklaşımına faydalı bir gi­ riş sağlamaktadır. Freud'un psikanalizinin amacı, bilinçaltının analizi yoluyla erişilemeyen zihin süreçlerini araştırmaktı. Bilinçaltı ve bastır­ ma gibi Freudcu terimler sıradanlaşmakla birlikte, günümüz­ deki kullanımlarında Freud'un çalışmalarında taşıdıkları esas anlamları büyük ölçüde kaybolmuştur. Bu iki terim Freudcu psikanalizin yapısını tam anlamıyla tanımlayan dinamik bir sis­ tem oluştururlar. Bilinçaltı, en basit ifadeyle zihnin bilinçli ol­ mayan kısmıdır. Bu şekliyle, bilinçli düşünceyi ve davranışı et­ kiler, ancak yoruma doğrudan açık değildir. Freud şunu savu­ nur: "Bastırma sürecinin özünün, bir içgüdüyü temsil eden bir fikri sonlandırmakta, yok etmekte değil, bu fikrin bilinç düze­ yine u laşmasına engel olmakta yattığını psikanalizden öğren­ dik. (. . . ) Bastırılmış olan, bilinçaltının bir parçasıdır. (. . . ) Bilin­ çaltı hakkında nasıl bilgi sahibi olacağız? Elbette ki bunu an­ cak bir değişim ya da tercüme yoluyla bilinç düzeyine geldiğin­ de anlayabiliriz" ("The Unconscious", s. 573). Psikanalistin çözmesi gereken, hastasının anlattıklarıyla açıklık kazanan çeşitli uzlaşma oluşumlarıdır [compromise for24

mations] - bilinçaltındaki arzularla bastırmaların zıtlıklarından kaynaklanan çarpıklıklardır. Freud, araştırmalarını dil sürç­ melerinin, şakaların ve en önemlisi zihnin bilinçaltına uzanan "kral yolu" diye adlandırdığı rüyaların analizi yoluyla sürdür­ müştür. Freud, rüyaların toplumsal tabu olmaları ya da benli­ ğin bütünlüğüne tehdit oluşturmaları nedeniyle bilinçli zihin tarafından sansürlenen bilinçdışı istek ve arzuların gerçekleşti­ rilmesini temsil ettiklerine inanmıştır. Freud'a göre bilinçaltı­ nın içeriği temel olarak kişinin bilinç düzeyine erişemeyen ve dolayısıyla bastırma mekanizmalarıyla bilinçten uzaklaştırılan itkilerden oluşur. Bunlar "ilk sahne"ye (çocuğun ebeveynleri­ ni cinsel ilişkiye girerken gördüğünü hatırlaması) bağlı itki ve hatıraları olduğu gibi, Oidipus Kompleksi'ne bağlı tabu arzula­ rı da içerir. Her ne kadar bastırılmış olsalar da, nihayetinde rü­ yalarda, "Freudcu dil sürçmeleri"nde ve başka ifade biçimlerin­ de tekrar ortaya çıkarlar. Freud'a göre bilinçaltı (id - ilk içgüdüler) sabit değildir. Bir­ çok karmaşık mekanizmada üstbenliğe (süper-ego), yani ak­ la uygun düşünceye, mantığa ya da kişinin vicdanına bağlıdır ("The Uncanny" , s. 21 1 ) . Çatışma, gerginlik ve uzlaşmanın ye­ ri ego'dur (das leh) . Bilinçaltındaki arzulan çarpıtan ya da mas­ keleyen, bu etkiler arasındaki dinamik gerginlik ya da etkile­ şimdir. Psikanalistin görevi bu uzlaşma oluşumlarını tespit ve deşifre etmektir. Freud şöyle der: Hemen her yerde çarpıcı atlamalar, rahatsız edici tekrarlar, aşikar zıtlıklar, iletimi asla kasıtlı olmayan sinyaller buluna­ bilir. (... ) Artık bu anlamda kullanılmasa da insan "çarpıtma" sözcüğüne hak ettiği çifte anlamı vermek isteyebilir. Yalnızca "bir şeyin görünüşünü değiştirmek" değil, aynı zamanda "çe­ kip ayırmak", "başka yere koymak" anlamına da gelmelidir

(Moses and Monotheism, s. 52). Öyleyse Freud'un çalışmalarını olağanüstü kılan, bilinçaltı­ na ulaşıp yorumlamak adına sistemli bir yöntem geliştirme ça­ basıdır. Yukarıda alıntılanan metinde açık bir biçimde ruhsal faaliyetlerin yerine (Midrash'ın yorumlamalı Yahudi stratejile25

rinden etkilenerek) metinsel yorumlan koyar ve böylece kişi­ nin bilinçli yaşamını, egonun hayat hikayesini, "baskılanmış ve yadsınmış unsurlarla" darmadağın edilmiş bir metne, yani bir başka kaynağın izlerine dönüştürür (a.g.e.) . Oidipus Kompleksi Freud'un özellikle insan bilincini ve si­ nir rahatsızlıklarını algılamasında belirli bir önem taşır. Oidi­ pus'un trajedisi her ne kadar bilmeden babasını öldürmesinin ve annesiyle evlenmesinin utancından kaynaklanıyor olsa da, Oidipus Kompleksi'nin daha geniş olan Freudcu anlamı, çocu­ ğun karşı cinsten ebeveynine duyduğu ilgi ve kendisiyle aynı cinsten ebeveyni kıskanmasıyla alakalıdır. Kızların ve erkekle­ rin bu ilgiyi tecrübe edişleri ve bu kompleksi aşmaları farklılık gösterse de, çözüme aynı cinsten olan ebeveyne karşı duyulan kıskançlıktan, o ebeveynle özdeşleşmeye geçiş yoluyla ulaşılır. Freud, Oidipus Kompleksi'nin evrensel bir durum olduğuna ve bunu başarılı bir şekilde aşamamanın sinir rahatsızlıklarının te­ mel nedeni olduğuna inanır. Bu ve diğer mitlerin önemi, altla­ rında yatan evrensel anlamın, ya Oidipus'un ebeveynleriyle il­ gili gerilimini çözmek ya da Elektra'nın öyküsündeki kargaşa durumundan yeni bir düzen kurmak anlamında, her yeni nesil tarafından kavranmasında yatmaktadır. Freud'un sinir rahatsızlıklarını tedavi etmek için bir terapi yöntemi şeklinde yaptığı ikinci psikanaliz tanımı, "bu gizli et­ kileri ortaya çıkarmakla alakalı olan" bir yorumlama eylemini içerir; bu, Freud'un başından beri bilim seviyesine ulaştırma­ yı arzulayıp "yansız bir araç" diye adlandırdığı eylemdir ("The Uncanny", s. 220) . Freud, hastalarının yaşam öykülerini araş­ tırarak, "Zihinde bir kez oluşan bir şey asla yok olamaz. Her şey bir şekilde muhafaza edilir ve uygun koşullarda (. .. ) tekrar gün ışığına çıkarılabilir," yönündeki iddiasını nesnel bir şekil­ de gözler önüne sermeyi amaçlamıştır (Civilization and its Dis­ contents, s. 1 6) . Bu "gizli etkiler"in varlığı özel isimleri unut­ mak, önemsiz tavırlar, dil sürçmeleri (yani Freudcu sürçmeler ya da parapraksiler) , beceriksizlikler ve en önemlisi rüyalar gi­ bi gündelik olaylarla açıklık kazanır. Toplu olarak bu unsurla­ rın hepsi Freud'un tanımlayıp yorumlamak istediği psikopato26

lojiyi oluşturur. Freud, psikanalistin görevinin, hastanın nev­ roza neden olan bastırılmış deneyimleri hakkında bilgi sahi­ bi olmasına yardımcı olabilmek adına, bu sürçmeleri, acizlik­ leri, konuşma esnasında söylenmeden geçilenleri saptamak ol­ duğunu savunur. Elbette psikanalizin bizlerin dikkatini cezbetmesi, esas ola­ rak Freud'un rüyaların belirleyici unsurlarını, kendi tabiriy­ le rüya çalışmasını tanımlamasıyla olmuştur. Freud rüyaların, -toplumsal tabu, zevksiz ya da benliğin (ego) bütünlüğüne teh­ dit olmaları sebebiyle- bilinçli zihnin sansürlediği bilinçdışı ar­ zuların gerçekleştirilmesini temsil ettiğine inanmıştır. Bastırıl­ mış olanlar rüya imgeleminde ortaya çıkar. Bu durum yalnız­ ca, bastırılmış olan unsurlar yoğunlaştırma, yer değiştirme, re­ simsel düzenlemeler ve ikinci bir düzeltme yoluyla çarpıtıldık­ tan [Entstehung] sonra gerçekleşir. Yoğunlaştırma, bir grup in­ sanın, olayların ya da anlamların bir araya getirilip rüyada tek bir imgeye indirgendiği süreçtir. Yer değiştirme ise bir kişi ya da olayın, kulağa benzer gelen bir çalışma ya da simgesel bir ikame olarak birbiriyle bağlantılı birçok çağrışıma yayılması sürecidir. Geriye kalan resimsel düzenleme ve ikinci düzeltme unsurları rüyayı tamamlayan araçlardır; hepsi birlikte rüyanın içeriğini öyle bir düzene sokarlar ki ortaya çıkan içerik (rüya görenin deneyimlediği haliyle rüya, yani rüyanın hakiki met­ ni) üstü örtülü içeriği (bastırılmış olan bilinçaltı unsurlarını) tam olarak gizlemez. lşte Freud'un müdahalesine olanak tanı­ yan da rüya çalışmasının bunlar haricinde kusursuz olan yapı­ sındaki bu açıklıktır. Freud'un sinir rahatsızlıklarım tedavi eden bir yöntem olan müdahalesi, ilk hastalarından birinin deyimiyle "konuşma te­ rapisi", hastanın hayat hikayesini anlatmasını gerektirir. Hasta kanepeye uzanıp arkasında oturan ve nevroz belirtisi olabile­ cek bilinçaltı süreçlerinin kolay göze çarpmayacak belirtilerini bulabilmek için kendisini dinlemekte olan psikanalist tarafın­ dan sözü nadiren kesilerek hayat hikayesini anlatır. Freud'un (On Beginning the Treatment'da) vurguladığı "Hasta ne zaman başlayacağına karar vermekte özgür olmalıdır," fikrinin, Ho27

meros'un Odysseia'nın başında llham Perisi'ni "Nereden ister­ sen oradan başla," diyerek çağırmasından etkilendiği düşünül­ mektedir (Nobus, "Polymetis Freud'', s. 262). Hastanın bu ne­ redeyse kesintisiz serbest çağrışımında dil olduğu gibi kabul edilmez. Freud'un üstlendiği görev, daha ziyade bilinçli zihnin dili arasında bilinçaltının izlerini, yani üstü örtülü ya da bastı­ rılmış bir içeriğe işaret eden izleri aramaktır. Kişi, hayat hika­ yesini anlatırken belli birtakım unsurlar psikanalistin merakı­ nı uyandırır: Tuhaf bir üslup, yersiz bir imge, belli bir kelime­ nin tekrarı, sinirsel bir tik ve buna benzer diğerleri . . . Bu unsur­ lar benliğin yapılandırılmasındaki hatalı alanlara işaret eder, ki bu da bastırılmış olanın orada olmayan varlığını gösterir: Tu­ tup çektiğinizde tüm kurguyu çözecek olan küçük bir ipucu. Bu yüzden ego, kişinin bilincinde olduğu -aşikar ve çelişkisiz olduğunu varsaydığınız- benliği aslında kurmacadır. Psikanalizde, konuşmakta olan hastaya bölünmüş bir özne olarak; tek, tamamlanmış, bütünlüğü olan bir benlik oluştur­ mayan, bilinç ve bilinçaltı itkileri arasındaki bir çatışma alanı olarak yaklaşılır. Dolayısıyla dildeki "Ben" ifadeleri tereddüt­ süz kabul edilmemelidir; zira bunlar çoğunlukla egonun maze­ retlerini temsil ederler. Freud'un bulmak istediği şey kaynağın izleridir: Mazeret (gerçek anlamıyla, başka yerde olan) . Freud'un üçüncü psikanaliz tanımı gelişmekte olan bir bi­ limsel araştırma bütünüdür ve vaka incelemelerini, zihin ve be­ yin üzerine araştırma verileri ile kültürün başka özelliklerinin ve işleyişlerinin yorumlanmasını kapsar. Aslında Freud ken­ dini insan öznelerin bireysel analizini yapmakla sınırlı tutma­ mış, doğa bilimleri ve insani bilimlerin farklı alanlarındaki aka­ demik çalışmaları da göz ardı etmemiştir. Tam tersine, kültürü arkeoloji, antropoloji, dilbilim, edebiyat ve din üzerinden yak­ laşmak suretiyle üretken bir biçimde yorumlamıştır. Ruhsal korunma modeli, geçmişin mevcut zamandaki varlı­ ğı, Freud'un Schliemann'ın Truva'yı keşfinden Antik Roma'ya kadar çeşitli kaynaklardan esinlenerek arkeolojiden ödünç al­ dığı bir modeldir. Freud, Civilization and its Discontents'de ( 1 930) ruhsal korunma ve arkeolojik bir model olan Roma ara28

sında bir karşılaştırma yapar. Roma'nın topografyasının na­ sıl geçmişin harabeleri ve kalıntılarıyla dolu olduğunu açık­ lar; bunlar "Rönesans'tan itibaren son birkaç yüzyılda gelişmiş olan büyük metropolün karmaşasına eklenmiş halde" bulunur­ lar (s. 17). Freud arkeolojik bir alanı, birbirini takip eden ha­ rabe katmanları çerçevesinde model alıp insan bilincini açık­ lamakta kullanır; çünkü geçmiş, şimdiki zamanda böyle mu­ hafaza edilmektedir. Bu, her yerde var olmanın bir örneğidir. Freud, bir şehrin geçmişini zihnin geçmişiyle kıyaslamamız ge­ rektiğini savunur. "Roma'nın bir insan yerleşimi değil de ben­ zer uzunlukta ve anlamlı bir geçmişe sahip ruhsal bir mevcudi­ yet olduğunu" varsaymamızı ister (a.g.e.). Her iki modelde de Freud'un yaptığı, bir parşömenin, Wunderblock'ta dile getirdiği tabula rasa'ya* yazılan her şeyin yazıldığı yerde muhafaza edil­ mekte olduğuna dair meşhur açıklamasını hatırlatan, görünge­ sel [spectral) yeniden yazımıdır. Bu her yerde var olma mode­ li önemlidir; zira geçmişin mevcut zamandaki izlerini ya da ge­ ride bıraktığı etkilerini görmeye yarayan mekansal bir eğretile­ me vazifesi görür. Dahası, Freud'un bilinçdışı bir arzuyu bastır­ mada sürekli eylem gerektiği konusundaki ısrarını anlamamı­ za yardımcı olur. Freud, "Yaşayan bir varlığın, öldürüldüğün­ de o andan itibaren ölü olması gibi, sonuçları kalıcı olan bastır­ ma sürecinin yalnızca bir kez vuku bulan bir olay olarak değer­ lendirilmemesi gerekir; bastırma, ısrarlı bir güç sarfiyatı gerek­ tirir. (. . . ) Bastırmanın sürdürülmesi kesintisiz bir güç sarfiyatı­ nı içerir," derken son derece kararlıdır ("Repression", s. 572). Freud'un ilk büyük çalışması The Interpretation of Dre­ ams 'den ( 1 900) Totem and Taboo ( 1 9 1 3) gibi dinle ilgili ve hat­ ta Civilization and its Discontents gibi daha sonraki çalışmaları­ na kadar genel bir insan mefhumu sunulmaktadır. Buna göre insanlar iki temel içgüdüyle hareket ederler: kendini koruma ve libidinal tatmin. Bu içgüdüler, tatmin dışında norm kabul edilen hiçbir toplumsal kurala riayet etmezler. Bu tatmin olma itkisi yıkıcı bir güçtür. Kontrolsüz bırakıldığında, arsızca ben­ cil isteklerimizi gerçekleştirme yolunun varacağı tek yer şiddet (*)

"Boş levha"

-

ç.n. 29

ve ölüm olacaktır. Freud, böylelikle bu içgüdüleri bastırmak için uygarlığa ve toplumsal düzene ihtiyaç olduğunu savunur; böyle bir uygarlığı mümkün kılabilmek için bu içgüdüler irde­ lenmelidir. Bunu yapmanın, Freud'un tanımladığı ana yolların­ dan biri yüceleştirmedir. Freud, yüceleştirmede bastırılan unsurun daha büyük bir şe­ ye "terfi" ettirildiğini ya da "soylu" bir şey kılığına sokulduğu­ nu savunur. Örneğin cinsel dürtüler, yoğun dini deneyimler ya da özlemlerle veya sanat ve edebiyat üretimiyle yüceleştiril­ miş bir ifadeye büründürülebilirler; böylece yüceleştirme aslın­ da katartik bir faaliyet göstermiş olur (bkz. Kristeva). "İçgüdü­ nün yüceleştirilmesi," der Freud, "Kültürel gelişimin en dikkat çekici özelliğidir; bilimsel, sanatsal ya da ideolojik, üst düzey ruhsal eylemlerin medeni yaşamda böylesine önemli bir rol oy­ namasını mümkün kılan da budur" (Civilization and its Discon­ tents, s. 44). lkame tatminler, gerçeğe tezat yanılsamalardır; zi­ ra tatmin olmayı arzularız fakat "bunun gerçekleştirilmesi ke­ sinlikle mümkün değildir; evrenin tüm kuralları buna karşı­ dır" (a.g.e. , s. 23). Böylece hayali, ikincil oluşumlardan zevk al­ mak durumunda kalırız. Ne var ki yüceleştirme, Freud'a bastı­ rılmış unsurların bilinçli yaşam üzerinde belirleyici bir etki ya­ ratmaya nasıl devam ettiklerini, ilk içgüdülerin nasıl ve neden sürekli varlıklarını koruyup daimi olarak bir egemenlik tehdi­ di oluşturduklarını daha kapsamlı araştırma olanağı sunar. Bu bayağılaştırma potansiyeli yalnızca bireysel düzeyde değil, ko­ lektif düzeyde de mevcuttur; zira din ve sanat gibi yüceleştirme girişimleri toplumsal yanılsamalardır. Yüceleştirmenin, mitle­ rin yorumlanmasına ve klasiklerin tarihinin bir disiplin olarak anlaşılmasına, başlıca bazı figürlerin -Winckelmann'ın eşcin­ selliği ya da Schliemann'ın psikopatik eğilimleri gibi- motivas­ yonlarının araştırılması ve analizi yoluyla önemli katkılan olur. Freud'un yüceleştirmeye ve bayağılaştırmaya -ruhsal fante­ zinin sansürsüz telaffuzuna- olan ilgisi "hazzın estetik getiri­ si" ile birlikte onun edebiyat, din ve sanatla meşguliyetini orta­ ya koyar. Freud, kariyeri boyunca psikanalitik yöntemi geliştir­ mesinde yardımcı olabilmeleri için dikkatini istikrarlı bir biçim30

de bunlara yöneltmiştir. Bu çalışma alanlan onun yorumlama ve yorumlamanın nihai amaçlan hakkındaki düşüncelerini büyük ölçüde etkilemiştir. Freudcu düşüncenin edebiyat ve sanat tari­ hi çalışmalarındaki önemi azımsanmamalıdır. Bu düşünce şek­ li bizim kültürel ürünlerle kurduğumuz bağlan, onları okuyup yorumlama biçimimizi temelden değiştirmiştir. Burada sıklık­ la gözden kaçırılan, Freud'un modelinde üstü kapalı olan poli­ tikadır. Freud, sosyo-politik yaşamın ancak basunlmış olan un­ surların (hem bireysel hem de kolektif alanlarda) kitleler ha­ linde sistemli olarak ele alınmalarıyla gelişebileceğini savunur. Önemli olan mit, edebiyat ve sanatın "bütün milletlerin fantezi­ lerini", onların "seküler rüya lan"nı ("Creative Writers and Day­ Dreaming", s. 44 2) teşhis etme olanağı sağlamalarıdır; böyle­ likle antik edebiyatçıların eline, geçmişte ve günümüzde kent­ sel ve etnik kimlik oluşumunda mit ile edebiyatın rolünü ince­ lemek suretiyle kültürel normları araştırma fırsatı verilmiş olur. Tatmin ve arzunun önemini incelemenin bir diğer yoluysa Freud'un (ilk basımı 1 9 1 3'te, Almanya'da yapılan) Totem and Taboo'da yer verdiği yasaklamalardır. Freud, burada ilkel top­ lumun psikolojik kökenlerinin yeniden yapılandırılmasına da­ yanan bir din kuramı geliştirir. Döneminin diğer sofularının izinden giden Freud, pek çok kabile kültüründe ortak olan iki yasak ya da tabu olduğunu fark eder: ensest ve kabilenin totem hayvanının yenmesi. Ne var ki diğerlerinin aksine Freud, şayet bunları gerçekleştirmek için arzu duyuluyor olmasaydı, bu ey­ lemlerin yasaklanmış olmayacağı konusunda ısrar eder. Freud bu yasaklamaları, oğullarının kabile reisinin eşlerine/kendi an­ nelerine sahip olabilmek için kabile reisini öldürüp sonra da öl­ dürülen babayı bir totem figürüne dönüştürdükleri bir kabile sahnesi hayal ederek Oidipus Kompleksi'ne bağlasa da, yasak­ lanan şeylerin incelenmesi yoluyla toplumsal normları tanım­ lamanın çok daha geniş anlamlan vardır. Örneğin, Eski Ahit'te­ ki puta tapma yasağı bu pagan uygulamaların o dönemde halen devam etmekte olduğunu gösterirken, Antik Atina'daki aforoz uygulaması politik nedenlerle birleşmiş belli seviyede bir statü endişesine işaret eder. 31

Freud'un sanat üzerine çalışmalarının klasik arkeoloji çalış­ maları açısından büyük bir önemi vardır. Freud'un hırslı bir es­ ki eser koleksiyoncusu olduğu iyi bilinir. Bu merakı, aynı za­ manda The Interpretation of Dreams'i tamamlama arzusunu da kamçılayan bir hadise olan babasının ölümü üzerine artmıştır. Freud'un sanat koleksiyonu, babasının vefatının ve psikanali­ zin oluşumunda rolü bulunan Batı kültürünün somut mevcu­ diyetinin işareti olmuştur: Bir bireyin unutulmuş geçmişini or­ taya çıkarma yöntemi, geleceğe şeklini veren yöntemin ta ken­ disi. J ohn Forrester, "'Mille e tre': Freud and Collecting" (1994) adlı makalesinde, "Freud'un eski eser koleksiyonu ve psikana­ liz fikrinin ta kendisi (. . . ) Freud'un uygarlık anlayışının, gün­ delik yaşamdaki -yine de analitik yöntemin ölçütleriyle tartı­ lıp değerlendirilebilir olan bir dünyadaki- yayılma ve parçalan­ masına zıt bir özetidir" der (s. 242). Hiç şüphe yok ki Freud'un koleksiyonu aynı zamanda başarısının bir sembolüydü. Tıpkı Akropolis'i ziyaret ettiğinde hissettiği yabancılaşmada olduğu gibi, Freud için bunlar gençliğinin sefaletinde erişilmez gördü­ ğü bir yerin sembolleriydiler. Freud'un eski eser koleksiyonu sayesinde, bariz içerik ile üstü örtülü olan içeriği, başkalarının keyif alması için yapılmış şahsi olmayan bir çalışma ile tam ter­ sine otobiyografik olan bir çalışmayı birbirinden ayırma zorlu­ ğu açıkça gözler önüne serilir. Ne var ki Freud'un çalışmaları­ nın gelecekte sanat tarihi ve klasik söylem üzerinde yaratacağı etki tam da bu zorluktur. Dolayısıyla geçmiş hakkında yazmak ya da geçmişi çalışmak, asla etkisiz ya da tarafsız bir uygulama değildir; fakat kişinin kimlik oluşumuna bağlıdır ve onunla bir arada yapılanır. Antik dönemin edebiyatı da Freud'un bilinçaltı kuramın­ da önemli bir rol oynamaktadır. Edebiyatın en harika on ese­ ri listesinin başında Homeros yer alır. Dany Nobus, "Polymetis Freud" adlı çalışmasında Freud'un ergenlik çağından itibaren Homeros'la tanışık olduğunu, bazen orijinal dili Yunancayı ve tüm bir metni kullanarak Homeros'tan pek çok farklı bağlam­ da alıntılar yaptığını ve Freud'un çalışmaları üzerinde özellik­ le Odyssei a nın etkisini anlatır. The Interpretation of Dreams'ten '

32

çarpıcı bir örnek vermek gerekirse, Freud bilinçdışı düş arzu­ larının ısrarcı özelliği ile Odysseia'nın 1 1 . kitabındaki Ölüler Krallığı'nın hayaletleri arasında bir kıyaslama yapar (s. 255) . Armstrong'un son Freud çalışması (A Compulsion for Antiquity, 2005), Freud'un antik edebiyatın pek çok başka metniyle haşır neşir oluşunu incelemektedir. Ünlü makalesi "Leonardo da Vinci and a Memory of His Childhood"da ( 1 9 1 0) Freud "patografi" terimini kullanır. Bu terim, geniş anlamıyla sanatçının biyografisine dayanan bir yo­ rumlama yöntemi demektir. Ne var ki Freud'un kelime seçimi daha açıktır. Kastettiği sanatçının patolojisinin, bilinçdışı tek­ rarlarının ve endişelerinin üretilmiş olan esere yazılış [grap­ lıia] biçimidir. Yaşam öyküsünün çoğunlukla travmatik dene­ yiınler, bastırılmış arzular ve diğer belirtileriyle ilgili kısımla­ rı ndan seçmelerin tercümesidir. Freud'un, sanatçının niyeti­ nin, aynı anda bu niyetin Nachleben'ının (ölümden sonraki ha­ yatının) başlangıcını da belirleyen, ölümünü (ki bu eserin okur tarafından kabulüyle tekrar tekrar temsil edilir) gerçek kılmak için "küçük ayrıntıların önemi"nin yorumlanmasına dikkat çekmesinden faydalanmak mümkün müdür? Eserlerin Nachle­ bcn'ı hem klasik arkeologların hem de sanat tarihçilerinin ala­ nına girer. Ne var ki izleyiciyi tekrar sanat eserine ya da yapıta, nesnenin kendine döndürebilmek için (ister tarihsel ister for­ malist ya da kuramsal olsun) söylem yoluyla işlemeli ve dolayı­ sıyla anti-biyografik olmalıdır. Aynı şekilde klasik arkeologlar da yapıtları belli bir sanatçı­ ya, ekole ya da atölyeye bağlayabilmek için heykeller ve vazo resimlerindeki tasvirlerin minik detaylarında tekrar eden mo­ tifleri ararlar; daha geniş anlamda yapıtların tanzimindeki mo­ tiflere toplumsal anlamlar yükleyebilmek ve bunları yorumla­ yabilmek için bakarlar. Carlo Ginzburg, "Clues and Scientific Method" adlı çalışmasında Sigmund Freud'un, Giovanni Mo­ relli'nin sanat eserlerine önemsiz ayrıntıların tasvirine dayalı anlamlar yüklenmesi konusundaki makalelerinden etkilendi­ ğini öne sürmüştür. Her ikisi de ufak belirtilerin, hastalıkların değerlendirilmesinde önemli olduğu konusunda eğitilmiş dok33

torlardır. Freud'un aynca ruhsal rahatsızlıkları, bunların ipuç­ ları olan göze batmayan özelliklerin ya da ufak tefek tavırların yakından gözlenmesiyle ortaya koyan, yani detayların daha de­ rin gerçeklikler için anahtar olduğu psikanaliz tekniklerini ge­ liştirirken de Morelli'den etkilendiği ileri sürülmüştür. Antik edebiyatla ilgili çalışmalarda bu yaklaşım Sir John Beazley ta­ rafından, klasik Yunan vazolarını belli sanatçılara ya da atölye­ lere bağlamak için kullanılıp geliştirilmiştir. Her ne kadar Be­ azley, yöntemini hiçbir zaman açıkça dile getirmiş olmasa da, James Whitley ("Beazley as Theorist"te) Freud ve Morelli'nin yöntemlerinin sonradan Beazley tarafından nasıl kullanıldığını göstermiştir. Daha sonra Mary Beard da ("Mrs. Arthur Strong, Morelli, and the Troopers of Cortes"de) Morellici yaklaşımı klasik sanat çalışmalarına Eugenie Sellers Strong'un çok daha önceden kazandırmış olduğunu iddia etmiştir. Önemli olan ise bu pozitivist yöntemin antik edebiyat disiplininin şekillenme­ sinde etkili oluşu ve ne doğal ne de etkisiz ama belli tarihi ko­ şulların ürünü olmasıdır. Freud'un en iyi bilinen ve en yaratıcı çalışması, din üzerine yazdığı Moses and Monotheism'dir (1934 ile 1938 arasında ya­ zılmıştır). Freud burada, Yahudi lncili'ndeki hicret öyküsünün analizi yoluyla antik Yahudi dininin kökenlerini yeniden oluş­ turur. tddiasına göre Musa, Akhenaten'in tektanrıcı öğretileri­ ne inanan ve Yahudi köleleri kendine mürit yaparak vahşi do­ ğaya kaçan bir Mısır prensidir. Çok az sayıda Musevilik tarihçi­ si Freud'un bu yeniden yazımına ikna olsa da, Jan Assmann'ın (Moses the Egyptian) mnemohistory ya da hatırlanan tarih -geç­ mişin gerçekten olduğu gibi değil, hatırlandığı şekliyle önemi­ diye adlandırdığı fikrin açıklığa kavuşturulabilmesi açısından önemlidir. Assmann'ın çalışmasında geçmişin pozitivist bir an­ latımına odaklanmak yerine, kültürel hafıza ile bunun etkileri ve güdülemelerine ayrıcalık tanınır. Assmann'ın Freud'dan ve hatırlanan tarih fikrinden ilham alan Moses the Egyptian çalış­ ması, Homeros'un şiirleri ve Hesiodos'un Teogoni'si gibi edebi­ yat, mitoloji ve arkeolojik kalıntılar üzerine çalışmalar açısın­ dan oldukça önemlidir. Bunları ve eski dönemlerin kutsal ka34

lıntılanm kültürel hafıza perspektifinden incelemek, Yunanla­ rın geçmişlerini nasıl gördüklerini ve bugünü hatırlanan geç­ mişe göre nasıl şekillendirdiklerini incelememize olanak sağ­ lar. Tarihin akademik çevrede ayrıcalık göstermeyi tercih et­ tiğimiz alanlan, bizim geçmişle olan ilişkimiz hakkında da bir şeyler söylemektedir. Pek çok antik edebiyatçı, yazarların, tarihi kişilerin, metin­ lerin, sanat eserlerinin, anıtların ve disiplinin önde gelen şah­ siyetlerinin bilinç düzeyindeki anlamlarına odaklanmayı tercih etse de psikanaliz, tarih alanının hatlarım -kişi bu alanın tara­ fında olsun ya da olmasın- belirleyebilir. Bu ilişki, hem antik kalıntıların hem de klasik metinlerin Freud'un çalışmalarının pek çok kısmının gelişiminde etkili olmasından anlaşılabilece­ ği üzere çift taraflıdır.

Okuma Önerileri Freud

Moses and Monotheism, çev. Katherine jones, Vintage Books, New York, 1939 (Hz. Musa ve Tektanncılık, çev. Kamuran Şipal, Bağlam Yayıncı­ lık, İstanbul, 1987 ] .

The lnterpretation of Dreams, The Standard Edition of the Complete Psycho­ logical Works of Sigmund Freud, james Strachey (der.) , cilt 4, Hogarth Press, Londra, 1953-1974 [Rüyalann Yorumu, çev. Ihsan Kırımlı, Al­ ter Yayıncılık, Ankara, 201 1 ] . On

Beginning the Treatment (Further Recommendations on the Technique of Psycho-Analysis I), The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, James Strachey (der.), cilt 1 2, Hogarth Press, Londra, 1953- 1974.

lntroductory Lectures on Psycho-Analysis, The Standard Edition of the Comp­ lete Psychological Works of Sigmund Freud, james Strachey (der.), cilt 15-16, Hogarth Press, Londra, 1953-1974 [Psikanalize Giriş Dersleri, çev. Selçuk Budak, Öteki Yayınlan, Ankara, 2006] .

Totem and Taboo: Some Points of Agreement between the Mental Lives of Sa­ vages and Neurotics, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, James Strachey (der.), cilt 13, Hogarth Press, Londra, 1953-1974 [Totem ve Tabu, çev. Hasan Ihsan, Alter Yayıncı­ lık, Ankara, 2008] . 35

Civilization and its Discontents, çev. James Strachey, W. W. Norton and Company, New York, 1962 [ Uygarlığın Huzursuzluğu, çev. Haluk Ba­ rışcan, Metis Yayınları, İstanbul, 201 1 ] . "Two Encyclopedia Articles", The Standard Edition of the Complete Psyc­ hological Works of Sigmund Freud, James Strachey (der.), cilt 18, Ho­ garth Press, Londra, 1953-1974. "The Future of an Illusion", The Standard Edition of the Complete Psycholo­ gical Works of Sigmund Freud,James Strachey (der.), cilt 2 1 , Hogarth Press, Londra, 1953-1974 [Bir Yanılsamanın Geleceği, çev. Hasan il­ han, Alter Yayıncılık, Ankara, 201 1 ) . " A Disturbance o f Memory o n the Acropolis", The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, James Strachey (der.), cilt 22, Hogarth Press, Londra, 1953-1974. "The Unconscious", "Repression", "Creative Writers and Day-Dreaming" ve "Leonardo da Vinci and a Memory of His Childhood", The Freud Reader, Peter Gay (der.) , W. W. Norton and Company, New York, 1989. "The 'Uncanny'" ve "The Moses of Michelangelo", Writings on Art and Li­ terature, Stanford University Press, Stanford, 1997 [Sanat ve Edebiyat, çev. Dr. Emre Kapkın ve Ayşen Tekşen Kapkın, Paye! Yayınları, Is­ tanbul, 1999) . Freud Hakkında Armstrong, Richard H., A Compulsion for Antiquity: Freud and the Ancient World, Comell University Press, Comell, 2005. Assmann, Jan, Moses the Egyptian: The Memory of Egypt in Westem Mono­ theism, Harvard University Press, Cambridge, 1997. Beard, Mary, "Mrs .. ft.rthur Strong, Morelli, and the Troopers of Cortes", Ancient Art and its Historiography, A. A. Donohue ve Mark A. Fuller­ ton (der.), Cambridge University Press, Cambridge, 2003. Bowie, Malcolm, "Freud and Art, or What Will Michelangelo's Moses Do Next?", Psychoanalysis and the Future of Theory, Blackwell, Oxford, 1993. Forrester, John, "'Mille e tre': Freud and Collecting", The Cultures of Col­ lecting, John Elsner ve Roger Cardinal (der.), Harvard University Press, Cambridge, 1994. *

Gay, Peter, Freud: A Life for Our Times, W. W. Norton, New York, 1988.

Ginzburg, Carlo, "Morelli, Freud, and Sherlock Holmes: Clues and Sci­ entific Method", The Sign of Three: Dupin, Holmes, Pierce, Umberto 36

Eco ve Thomas A. Sebeok (der.), lndiana University Press, Bloomin­ gton, 1983. Hertz, Neil, "Foreword"; Sigmund Freud, Writings on Art and Literature, Stanford University Press, Stanford, 1997 [Sanat ve Edebiyat, çev. Ay­ şen Tekşen Kapkın ve Emre Kapkın, Paye! Yayınlan, İstanbul, 1999 ] . Lloydjones, Hugh, "Psychoanalysis and the Study o f the Ancient World",

Greek Comedy, Hellenistic Literature, Greek: Religion and Miscellanea, Oxford University Press, Oxford, 1990. Meisel, Perry (der.), Freud: A Collection of Critical Essays, Prentice-Hall, New jersey, 1981. *

Nobus, Dany, "Polymetis Freud: Some Reflections on the Psychoanaly­ tic Significance of Homer's Odyssey", Comparative Literature Studies, 43.6 (2006), s. 252-268.

Ricoeur, Paul, Freud and Philosophy: An Essay on Interpretation, çev. De­ nis Savage, Yale University Press, New Haven, 1970 [ Yoruma Dair Freud ve Felsefe, çev. Necmiye Alpay, Metis Yayınları, İstanbul, 2007] . Spitz, Ellen Handler, Image and Insight: Essays in Psychoanalysis and the Arts, Columbia University Press, New York, 199 1 . Whitley, James, "Beazley as Theorist", Antiquity, 71.271 ( 1997), s . 40-47. Wollheim, Richard, Sigmund Freud, Viking Press, New York, 1971. Wollheim, Richard, "Freud and the Understanding of Art", Sigmund Freud, Harold Bloom (der.) , Chelsea House, New York, 1985.

37

2 KARL MARX

Temel Kavramlar tarihsel materyalizm diyalektik üretim biçimleri (ilişkiler ve güçler) proletarya, kapitalistler, burjuvazi altyapı/üstyapı ideoloji yabancılaşma meta fetişizmi •













Karl Marx ( 1 8 1 8- 1 883) , Alman bir siyaset felsefecisiydi. Al­ manya, Trier'de doğmuş; babasının hukuk kariyerinde ilerle­ yebilmesi uğruna Protestanlığa geçmiş, liberal ve Yahudi bir ai­ lenin oğluydu. Marx, Bonn Üniversitesi'nde bir yıl geçirdikten sonra 1 836'da felsefe üzerine çalışmaya başladığı Berlin Üni­ versitesi'ne girdi. Hegelci düşünceden fazlasıyla etkilenmiş olan Marx, Hegel'in The Phenomenology of the Spirit'inin ( 1 807) radikal ve ateist bir versiyonunu benimsemiş Genç Hegelciler diye bilinen bir öğrenci grubuna üyeydi. Marx'ın Yunan felsefesi üzerine yazdığı doktora tezi 184 l'de kabul edildi. Üniversitede iş bulamayınca liberal bir gazete olan Rhenish Ga zette de çalışmaya başladı. Özellikle siyasi ve top­ lumsal konulara değinen çok çeşitli konularda makaleler yazdı ve başka şeylerin yanı sıra işçilerin koşullan hakkındaki maka'

39

leleri nedeniyle Prusya hükümeti tarafından sansürlenmeden önce kısa bir süre gazetenin editörlüğünü yaptı. 1 843'te henüz yeni evli olan Marx, German-French Annals adlı yeni bir yayının yardımcı editörü olmak üzere Paris'e ta­ şındı. Bu dergi, komünist fikirleri ele aldı, ancak Fransız oku­ run ilgisini çekmekte başarısız oldu. Yayının bölücü olduğunu düşünen Prusya hükümeti dergiye el koydu ve editörlerini tu­ tuklamaya çalıştı. Bir kez daha işsiz kalan ve artık Almanya'ya dönme şansı olmayan Marx, enerjisini sosyalist görüşlerini an­ latacağı bir siyaset felsefesi çalışmasını yazmaya adadı. Aynı ta­ rihte (1844) Alman bir sanayicinin oğlu olan ve hayat boyu or­ tağı ve destekçisi olacak Friedrich Engels ( 1820- 1 895) ile ar­ kadaş oldu. Prusya hükümetinin ısrarları sonucu Fransa, Marx'ı ve diğer Alman komünistleri sınır dışı etti. Engels'ten maddi destek alan Marx, Brüksel'e taşındı. Her ikisi de 1847'de Londra'daki En­ temasyonal'e katıldılar. Marx, komünist devrimin nasıl yapıla­ cağına dair görüşlerini işte orada ortaya koydu. Bunu takiben Marx ve Engels, birliğin çalışma ilkelerini ifade etmekle görev­ lendirildiler ve bu da 1848'de Komünist Manifesto'nun (Alman­ ca olarak) yayımlanmasıyla sonuçlandı. 1 848 Fransız Devrimi'nden sonra Marx önce Paris'e, ardın­ dan Köln'e, sonra muhafazakar gruplar Almanya'da kontrolü yeniden ele geçirince tekrar Paris'e ve sonra da 1 849 yazının sonlarına doğru hayatının geri kalanını geçireceği Londra'ya taşındı. Marx, bir süre fakir bir hayat yaşadı, fakat Engels'in desteği ve kendi ailesinden kalan mirasla nihayetinde ailesiy­ le Londra'da rahat bir hayat tarzının keyfini çıkardı. Toplumsal hareketleri organize etmeye ve yazmaya devam etti. 1852'de ve onu takip eden on yıl boyunca New York Tribune'a düzenli ola­ rak katkıda bulundu. Marx, kapitalist ekonominin bir eleştiri­ si olan Das Kapital'in ilk cildini 1867'de Almanya'da yayımla­ dı. Das Kapital, bir kez daha Marx'ın fikirlerine dikkat çekti ve 1871'de ikinci basımı yayımlandı. Kitap, kısa bir süre içerisin­ de farklı dillere çevrilse de İngilizce çevirisi Marx'ın ölümün­ den sonrasına dek yapılmadı. Das Kapital'in sonraki iki cildi 40

Marx öldüğünde henüz bitmemişti ama daha sonra Engels ta­ rafından tamamlandı. Marksizm ya da Marksist kuram, Marx ve Engels'in sanayi kapitalizminin bir eleştirisi olarak geliştirdikleri fikirlere da­ yanmaktadır. Dikkat çektiği nokta özellikle sınıf mücadelesi açısından siyasal ekonomiyle ilişkili olarak toplumsal tarihtir. Marksist bakış açısına göre tarih, fikirler, değerler ya da kapsa­ yıcı bir ruhla şekillenmez. Tarih daha ziyade maddi varoluşun temelinde yatan yiyecek, barınma, emeğin ürünleri ve üretim araçları üzerinde egemenlik kurma mücadelesinin belgelenme­ sidir. Marx'ın bir bakıma Marksizmin çeşitli şekillerde yorum­ lanması ve ayrıntılanması sonucu yayılmış olan fikirleri, 20. yüzyıl siyasetinde olduğu kadar toplumsal kuram, edebi ku­ ram, kültür araştırmaları, felsefe, sosyoloji, arkeoloji, antropo­ loji ve güzel sanatlarda da büyük bir etki yaratmıştır. Marksist kuramı en az iki şekilde algılayabiliriz. Birincisine göre Marksist kuram kapitalist toplumun devrim niteliğinde bir eleştirisidir. Marx, 19. yüzyıl sanayi kapitalizminin neden olduğu adaletsizlikle baskıyı ve bundan kaynaklanan ekono­ mik ilişkileri görünce toplumsal değişimin gerekliliğine bizzat inanmıştı. Sanayi kapitalizminin işleyişi ve nasıl bir baskı unsu­ ru haline geldiğine dair saptamaları bu sistemi değiştirmeye ve böylece insanlarda neden olduğu ıstıraba son vermeye yönelik­ ti. İkinci ve bizim için daha önemli olan şekliyle Marksist ku­ ram sadece ekonomik ilişkileri (Marx'ın tabiriyle altyapı) değil, aynı zamanda sanayi kapitalizmi tarafından yaratılıp din, ede­ biyat ve diğer kültür ürünleri (üstyapı) gibi siyasi olmayan giri­ şimleri görünüşte etkileyen değerler ile bakış açılarını da araş­ tırma yöntemidir. Bu tür araştırmalar sanayileşme öncesi fakat sınıflara ayrılmış toplumlara uygulanabilir ve uygulanmıştır da. Ayrıca Marksist kuram her türlü insani girişimin ideolojik do­ ğasını vurgulayarak idari ve ekonomik belgeleri, siyasi ve dini metinleri, edebiyatı, halk sanatını ve evdeki üretimi yorumla­ mak için dinamik bir araç sağlamaktadır. Marksist düşüncenin merkezinde tarihsel materyalizm diye bilinen ve tarihsel değişimin Tanrı eliyle ya da başka bir insan 41

dışı güçle değil, insanların maddi dünyadaki eylemleri sonucu olduğunu savunan bir tarih felsefesi bulunmaktadır. Fikirleri, evrenin manevi doğasını ve tarihsel teleolojiyi vurgulayan He­ gelci düşünce idealizmini eleştiren Ludwig Feuerbach, Marx'ın materyalist tarih görüşünde etkili olmuştur. Marx'a göre tari­ hi ileri doğru sürükleyen toplumsal sınıflar arasındaki, ekono­ mik ve diğer çatışmalarla ifade edilen diyalektik ilişkidir. Hegel de, değişim tezden anti-teze ve senteze uzanan bir dizi hareket­ le ortaya çıktığından tarihi diyalektik olarak düşünmüştür. Ne var ki Hegel bunu kutsallıktan ilham alan insan ruhunun tarihi olarak görürken, Marx'a göre bu insanın metalar, onlann üreti­ mi ve üretim araçları üzerine mücadelesinin tarihidir. Bu yüz­ den M arx'ın Hegel'e farklı bir açıdan yaklaştığı söylenir: Maddi koşullar fikirleri şekillendirir ama tersi olmaz. Marksizm farklı üretim biçimlerinin tarihsel gelişimini açık­ lar. Bu, toplumların metaların üretimine olanak sağlamak için ekonomik ilişkileri düzenlemesi anlamına gelen bir kavramdır. Kapitalizmi baskıcı, sömürücü, emek ve üretimin düzenlen­ mesinde adaletsiz bir sistem olarak değerlendiren Marksist dü­ şünce, toplumsal ilişkilerin ve metaların üretiminde kullanılan araçların incelenmesine odaklanır. Emek tek başına değil, daha geniş insan ağlan içinde gerçekleştirilen bir eylemdir. Ekono­ mik örgütlenmenin insan unsurları ya da üretim ilişkileri, in­ san emeği ve örgütlenmesi ya da üretim güçleri ile etkileşim ha­ lindedir. Dolayısıyla bir işçinin kendi emeğinin ürünlerinden uzmanlık ve işbölümü yoluyla ayrılması insanlığın kendinden -kendi toplumsal varlığından- mahrum bırakılmasının ve bu­ nun yabancılaşma ile sonuçlanmasının nedenidir. llk defa dile getirildiğinden bu yana Marksizm zaten hep siyasal ve ontolo­ jik bir söylem olarak sunulmaktadır. Her ne kadar üretim şekilleri tarih boyunca farklılık göster­ miş olsa da, Marksist kültürel çözümleme özellikle toplumsal ve ekonomik eşitsizliğe dayanan ve bunu teşvik eden, dolayı­ sıyla da adaletsiz bir üretim şekli olan bir ekonomik sistem ola­ rak görülen sanayi kapitalizmine odaklanmaktadır. Marx'ın ka­ pitalist toplumda sınıf mücadelesi tartışması, ekonomik büyü42

menin ilkelden feodale ve kapitaliste doğru gelişme gösterdi­ ğini ve sınıf mücadelesinin her toplumun baskın üretim şekli­ ne karşılık geldiğini varsaymaktadır. Marx, kontrol edilenler­ le kontrol edenler arasında kaçınılmaz olarak zıtlıkların var ol­ duğunu ve bunun da sınıf çatışmasıyla sonuçlandığını savu­ nur. Yeni bir toplum yaratan, işte sınıfların bu karşı karşıya ge­ lişi ve mücadele diyalektiğidir. Tarihsel değişim ancak sınıflar arası diyalektik çatışmalar bağlamında mümkündür. Sınıf ayn­ lıkları ve mücadeleleri ancak sosyalist bir üretim şeklinin evri­ miyle son bulup yerini sınıfsız, sosyalist bir devlete bırakabilir. Kapitalist üretim biçiminde üretim ilişkileri öyle ayarlanmış­ tır ki işçilerin emeği hammaddeyi işlenmiş mallara (metalara) dönüştürmekte kullanılırken, bu ürünlerin satış ve dağıtımını kontrol eden işveren de artı-değeri toplamaktadır. Marx, böyle bir sistemin kaçınılmaz olarak proletaryanın -yaşamlarını sür­ dürebilmek için ücret karşılığı emeklerini satan işçilerin- üre­ tim araçlarına (yani doğal kaynaklara, fabrikalara, makinelere ve diğer malzemelere) sahip olan ve bunları kontrol eden ka­ pitalistlerin işçiler üzerinden kar etmesine olanak sağlayan bir sınıf eşitsizliğine yol açacağını savunur. Üçüncü bir sınıf olan burjuvazi ne işveren ne de işçilerden oluşur. Bunlar doktorlar ya da öğretmenler gibi hizmet sağlayıcılardır. Her iki sınıfa hiz­ met sağlıyor olsalar da, genellikle kapitalistlerle aynı sınıf çı­ karlarına sahip oldukları kabul edilir. Marx'a göre üretim araçlarının ekonomik düzenlemesi top­ lumun diğer özelliklerini de şekillendirir. Altyapı ve üstyapı kavranılan bu ilişkiyi açıklar. Altyapı bir toplumun üstyapısını, yani siyasi, toplumsal, dini, ahlaki, bilimsel ve diğer kültürel kurumlarını belirleyen ekonomik üretim şekli (örneğin endüs­ tri) anlamına gelmektedir. Bu açıdan bakıldığında sanat, din ve edebiyat bağımsız ya da özerk insan eylemleri değil, toplumun üretim şeklinin ve bundan kaynaklanan (ekonomik ve toplum­ sal) ilişkilerin yapılandırdığı ve belirlediği eylemlerdir. Mark­ sizm, sanatsal üretimi ve inanç sistemlerini toplumun üniver­ siteleri ve müzeleri de içine alan üstyapısının bir parçası olarak gören materyalist bir kuramdır. 43

Ekonomik altyapı kendisini haklı çıkaran bir üstyapı tarafın­ dan desteklenmektedir. Bu üstyapının hedefi, sınıf farklılıkla­ rının insanların değiştirmesinin mümkün olmadığı ya da böyle bir arzu duymadıkları kapsayıcı bir gerçeklik olarak benimsen­ mesidir. Bu kültürel farklılıkların sanat ve (dini ile siyasi) inanç sistemleri yoluyla benimsetilmesi ideoloji olarak bilinir. Böyle bir sistem Marksist düşünürler tarafından temelde istismarcı ve ancak sınıflar arasında diyalektik bir mücadele yoluyla değişti­ rilebilir bir sistem olarak görülmektedir. Mücadele söz konu­ sudur; çünkü eşitsizliğin olduğu bir sistemdeki haksızlıklar ve zıtlıklar sömürülen sınıflar sınıf bilincine ulaştıkça açıklık ka­ zanır. Marksist felsefe, diyalektik mücadelenin önünde sonun­ da kapitalizmi yok edeceğini, bunun yerine sınıfsız ve sosyalist bir toplum kurulacağını öngörür. Böyle bir olay tarihin sonuna işaret edecektir; çünkü diyalektik mücadeleyi ateşleyen adalet­ siz sınıf ilişkileri ortadan kalktığından artık ekonomik değişim­ ler söz konusu olmayacaktır. Marksizm özellikle toplumun farklı sınıflara ayrılmasından, alt sınıfların ürettiği mallara üst sınıfların ayrıcalıklı erişimin­ den kaynaklanan yabancılaşma süreçlerine dikkat çeker. Ya­ bancılaşma iki şekilde gerçekleşir. llkinde kapitalist üretim bi­ çimi işçilerin ürettiği mallardan sadece kapitalist işverenin kar ettiği bir sistemdir. Bu, bölünmüş ve dolayısıyla kendi çabala­ rının meyvelerine yabancılaşmış işgücüdür. !kincisinde kapita­ list sistemde işçiler kendilerine yabancılaşırlar. Marx'a göre bu­ nun nedeni işçilerin tıpkı diğer mallar gibi kendi yabancılaşmış işgüçlerini de pazarda satmak zorunda kaldıklarında birer me­ taya dönüşmeleridir. Böylece işçiler kendilerinin ve başkaları­ nın insanlıklarına yabancılaşırlar. lşte bu nedenledir ki Marx, sınıfsız ve komünist bir toplum hedefini " Özel mülkün insanın kendine yabancılaşması şeklinde olumlu anlamda değiştirilme­ si [Aujhebung) ve dolayısıyla insanın özüne insan aracılığıyla ve insan için haklı el konması; bu insanın toplumsal, yani insani bir varlık olarak tamamıyla kendine gelmesi, bilinçli hale gel­ miş ve önceki gelişme dönemlerinin tüm zenginliği içinde ger­ çekleşen bir yenilenmedir," diye açıklar ("Private Property and 44

Communism" , 1844, s. 212). Marx'ın felsefesi geçmişin müca­ deleleriyle ve eşitsizlikleriyle bilgilenmiş olarak ilerlemeyi ve diyalektik bir şekilde kapitalist üretim biçiminin üstesinden gelmeyi savunur. İnsanlık ancak diyalektik mücadele yoluyla yabancılaşmaktan ve buna bağlı ideolojiden kurtulabilir. Marx, ideolojinin toplumsal ve materyal gerçekliği çarpıtan, dolayısıyla da insanların kapitalist sistemdeki yerlerini bilmele­ ri için var olan yanlış bir bilinç olduğunu ileri sürer. Bu çarpıt­ ma, insanların üretim ilişkilerini gerçekte olduğu gibi görme­ lerine engel olur. Dolayısıyla ideoloji üstyapının bir parçasıdır: Ekonomik altyapı tarafından üretilmiştir ve bu altyapıyı meş­ rulaştırma işlevi görür. İdeolojiler siyaset, din ve toplumsal iliş­ kilerle ilgili inançları teşvik ederler. Ne var ki ideolojiler özerk değildir; Marx bunların hakim olan ekonomik üretim şekline bağımlı olduklarını ve bu üretim şeklinin varlığını sürdürmesi­ ni haklı çıkarmaya yaradıklarını söyler. Bu Marksist düşünceler ışığında üstyapı unsurları olan an­ tik edebiyatın ve onunla ilgili klasik arkeoloji ve müzeciliğin öğretilmesi masum çabalar olmadıkları gibi, daha geniş siya­ si ve ekonomik süreçlere ideolojik olarak dahil edilmişlerdir. Örneğin, geçmişte İngiltere'de Yunanca ve Latince öğrenimi­ nin üst sınıfların eğitimiyle özdeşleştirildiği gayet iyi bilinmek­ tedir. Günümüzde artık durum böyle değildir ve disiplinin var­ lığını haklı çıkarmak için farklı nedenler arayan antik edebi­ yatçılar, dikkatleri cinsiyet çalışmaları, yerleşme arkeolojisi, et­ nik köken, sömürgecilik, fenomenoloji (görüngübilim) ve so­ mutlaşma gibi diğer yaklaşımlara çekerek yeniden canlandır­ maktadırlar. Eski çağ tarihi ve arkeolojide metinlerin, imgelerin ve itibar­ lı mallar [prestige goods economy] ekonomisinin manipülasyo­ nunun antik toplumlarda meşrulaştırma aracı olarak kullanıl­ masının altında yatan ideolojiyi öne çıkarmaya çalışan oldukça yeni bir Marksist düşünce geleneği bulunmaktadır. Antik dö­ nem ekonomisi üzerine çalışmalarla para öncesi ekonomi ve ev ekonomisi çalışmalarının ilham kaynağı, toplum tarihçisi olan ve bir komünist olarak kara listeye alınınca Cambridge'de ken45

di eski çağ tarihi okulunu kuran Moses Finley'in eserlerine da­ yanmaktadır. Finley, toplumsal ve kurumsal yapıların, özellik­ le de eski çağ ekonomisinin çalışılmasıyla ilgilenirken tarihsel kaynaklan olduğu gibi okumakla cevaplandırılamayacak soru­ lar üzerinde duruyordu. Metinleri ve arkeolojik kalıntıları iki çeşit tarihi kanıt olarak değerlendirerek eski çağ tarihi uygula­ malarında nicel analiz kullanımım teşvik etmiş ve tarih yazımı­ nı bir ideoloji türü olarak görmüştür. Marksist düşüncenin geçmişe yönelik diğer uygulamala­ rı, toplumsal ve insani kökenleri ve kültürel üretimin önemi­ ni ön plana çıkarmıştır. Marksist yaklaşımlar aynı zamanda Ke­ ith Hopkins'in çalışmasında öncülüğünü yaptığı kölelik gibi ku­ rumsallaşmış eşitsizliklere de değinir. Daha az başarılı ve daha kabataslak olarak Marksistler kitlesel kapitalist sömürünün mo­ dem kavramlarım Chourmouziadis'in (Neolithic Dimini, 1979) Dimini'deki Neolitik yerleşim üzerine yorumlarında olduğu gi­ bi tarih öncesi dönemlere yansıtmışlardır. Peter Rose (Sons of the Gods, Children of the Earth), Marx'ın düşüncelerini belirli sınıf çıkarlarına hizmet etmedeki rollerini incelemek amacıyla Homeros'tan Pindar'a çeşitli edebi çalışmalara uygulamıştır. Ro­ se aynca "Divorcing Ideology from Marxism and Marxism from Ideology" adlı çalışmasında Marksist ve Althusserci arkeoloji kavramlarım antik edebiyata uygulama konusundaki çeşitli gi­ rişimler üzerine faydalı bir araştırma sunmuştur. Kapitalist sistemin çağdaş değerleri, günümüzde antik sana­ tın ve eserlerin tuhaf bir konuma geldiği bir durum yaratmış­ tır. Kapitalizmin egemenliği altında artık insanlar arasında iliş­ kiler mevcut değildir. Toplumsal alan, yalnızca "ürünler ara­ sında toplumsal ilişkilerin olduğu" meta fetişizmi ile tanımlan­ maktadır (Das Kapital, s. 43) . Ürünler metaya dönüşür; çünkü değişim değerini ve toplumsal etkileşim kalıntılarım semboli­ ze eden özelliklerle donatılmışlardır. Bir meta, başka bir ekono­ minin varlığım ortaya koyabilmek için deşifre edilmesi gereken merak uyandırıcı bir "toplumsal hiyeroglif'tir: Eşyaya karşılık kişiler arasında toplumsal ilişkilerin yokluğu (a.g.e. , s. 45). An­ tik dönem nesneleri yalnızca toplumsal işlevi olan geçmişe ait 46

önemli belgeler olarak değerlendirilmektense, meta olarak ka­ çınılmaz bir statü edinmişlerdir. Bunun sonucu antik alanların yağmalanmasına ve tahribatına, sahteciliğe ve kimi zaman ori­ jinalliği şüpheli koleksiyonlar sanat müzelerine bağışlandığın­ da yapılan yasa dışı vergi indirimlerine kadar varmaktadır. Öyleyse Marksist bir açıdan bakıldığında, antik dönemde­ ki dini, ekonomik ve siyasi yapılar (ki bunlar bazen tek bir ya­ pıda birleşebilirler) ancak metinlerin, ritüellerin, sanatın, tica­ retin, işbölümünün ve toplumsal ilişkilerin, bir kültürün mad­ di koşullarına, özellikle de hakim olan ekonomik üretim şekli­ ne nasıl yerleştirildiğini göz önüne aldığımızda yeterince açık­ lık kazanabilir.

Okuma Önerileri Marx

Grundrisse, David McLellan (der. ve çev.) Harper and Row, New York, 1972 [Grundrisse: Ekonomi Politiğin Eleştirisi için On Çalışma, çev. Se­ van Nişanyan, Birikim Yayınlan, İstanbul, 2008) .

Marx and Engels on Literature and Art: A Selection of Writings, Lee Baxan­ dall ve Stefan Morawski (der.) , International General, New York, 1973 [ Yazın ve Sanat Üzerine, çev. Murat Belge, Birikim Yayınlan, İs­ tanbul, 200 l ) .

The Marx-Engels Reader, Robert C . Tucker (der.), 2 . baskı, W . W . Norton and Company, New York, 1978. *

Kari Marx: A Reader, John Elstter (der.), Cambridge University Press, Cambridge, 1986.

Early Writings, Rodney Livingstone ve Gregor Benton (der.), Penguin, Londra, 1992.

The Communist Manifesto: A Modern Edition, Verso, New York, 1998 [Ko­ münist Manifesto, çev. Celal Üster ve Nur Deriş, Can Yayınlan, İstan­ bul, 2009 ) .

Capital: An Abridged Edition, David McLellan (der.), Oxford University Press, Oxford, 1999 [Kapital, çev. Nail Satlıgan ve Mehmet Selik, Yor­ dam Kitap, İstanbul, 201 1 ) . "Private Property and Communism" , The Continental Aesthetics Reader, Clive Cazeaux (der.), Routledge, Londra, 2000.

47

Marx Hakkında Althusser, Louis, For Marx, çev. Ben Brewster, Pantheon, New York, 1969 [Marx lçin, çev. Işık Ergüden, lthaki Yayınlan, İstanbul, 2002] . Baxandall, Lee, Marxism and Aesthetics: A Selected Annotated Bibliography, Humanities Press, New York, 1968. Carver, Terrell (der.), The Cambridge Companion to Marx, Cambridge University Press, Cambridge, 1992. Chourmouziadis, George H., To Neolithiko Dimini, Etairia Thessalikon Erevnon, Volos, 1979. Derrida, jacques, Specters of Marx: The State of Debt, the Work of Mour­ ning, and the New Intemational, çev. Peggy Kamuf, Routledge, Lond­ ra ve New York, 1994 [Marx'ın Hayaletleri: Borç Durumu, Yas Çalış­ ması ve Yeni Enternasyonal, çev. Alp Tümertekin, Aynntı Yayınlan, İs­ tanbul, 2001 ] . Elster, Jon, Making Sense of Marx, Cambridge University Press, Cambri­ dge, 1985 [Marx'ı Anlamak, çev. Semih Lim, Liberte Yayınları, Anka­ ra, 2004] . *

Finley, Moses I., The Ancient Economy, University of California Press, Berkeley, 1973 [Antik Çağ Ekonomisi, çev. Hatice Palaz Erdemir, Ar­ keoloji ve Sanat Yayınlan, İstanbul, 2007) .

Finley, Moses I., Ancient Slavery and Modem Ideology, Chatto and Win­ dus, Londra, 1 980. Finley, Moses I., Economy and Society in Ancient Greece, Chatto and Win­ dus, Londra, 198 1 . Hopkins, Keith, Conquerors and Slaves, Cambridge University Press, Cambridge ve New York, 1978. Lukacs, Georg, Studies in European Realism, çev. Edith Bone, Grosset and Dunlap, New York, 1964 [Avrupa Gerçekçiliği, çev. Mehmet H. Do­ gan, Paye! Yayınları, İstanbul, 1977 ] . McGuire, Randall H , A Marxist Archeology, Academic Press, New York, 1992. Macherey, Pierre, A Theory of Literary Production, çev. Geoffrey Wall, Routledge, Londra ve New York, 1978. *

McLellan, David, Kari Marx: His Life and Thought, Harper and Row, New York, 1973.

* Miller, Daniel ve Christopher Tilley, "Ideology, power, and prehis­

tory: an introduction", Ideology, Power, and Prehistory, Daniel Mil­ ler ve Christopher Tilley (der.), Cambridge University Press, Camb­ ridge, 1984. 48

Negri, Antonio, Marx Beyond Marx, çev. Harry Cleaver, Michael Ryan ve Maurizio Viano, Bergin and Garvey, South Hadley, 1 984 [Marx ôte­ si Marx, çev. Münevver Çelik, Otonom Yayıncılık, İstanbul, 2005] . Rose, Peter W., Sons of the Gods, C1ıildren of the Earth: Ideology and Li­ terary Form in Ancient Greece, Cornell University Press, New York, 1992. Singer, Peter, Marx: A Very Short Introduction, Oxford University Press, Oxford, 2000. Wolff, Jonathan, Why Read Marx Today ?, Oxford University Press, Ox­ ford, 2002.

49

3 FRIEDRICH N I ETZSCH E

Temel Kavramlar Dionysoscu ve Apolloncu estetikbilim Tanrı'nın ölümü üstinsan güç istenci trajik kültür iyi, kötü ve şer köle ahlakı

















Friedrich Wilhelm Nietzsche ( 1 844- 1900), Röcken, Prusya'da dünyaya geldi. Üç çocuğun en büyüğüydü. Babası ve her iki de­ desi de Luteryen papazdılar ve kendisi de küçük yaştan itibaren papaz olmaya yazgılı gibi görünüyordu (kardeşleri ona "küçük papaz" diyorlardı) . Babası 36 yaşında, Friedrich henüz 5 yaşın­ dayken öldü. Yaklaşık beş ay sonra küçük kardeşijoseph de öl­ dü ve babasının yanına gömüldü. Nietzsche, Yunanca ve Latince öğrenmeye 185 1'de başlayıp çok iyi bir eğitim aldı. 14 yaşından 19 yaşına kadar seçkin bir yatılı okul olan Schulpforta'da antik edebiyat çalıştı. 1 864'te ilahiyat ve filoloji okumak üzere Bonn Üniversitesi'ne girdi, fa­ kat bir yıl sonra yalnızca filolojiye ve klasik diller çalışmalarına odaklanmak üzere Leipzig Üniversitesi'ne geçti. 1867'de Prus­ ya ordusunda topçu subayı olarak bir yıl hizmet etmek için ça­ lışmalarına ara verdi. 1869'da, 24 yaşındayken akıl hocası pro51

fesör Friedrich Ritschl'in tavsiyesi üzerine Basel Üniversite­ si'nde antik edebiyat filolojisi hocalığına atandı. Açılış dersini 28 Mayıs 1869'da "Homeros ve Klasik Filoloji" üzerine verdi. Atandığı sırada henüz sınavlarını ve tezini tamamlamamıştı, fa­ kat Leipzig Üniversitesi onu bu koşullardan muaf tuttu ve dok­ tora derecesini verdi. 1870'de Fransa-Prusya savaşında sıhhiye eri olmak üzere üniversiteden izin aldı, fakat hastalığı nedeniy­ le birkaç ay içinde terhis edildi. Sağlığı kötüye giden Nietzsche, 1876'da üniversitedeki gö­ revinden izin aldı ve ardından 1879'da istifa etti. İsviçre vatan­ daşlığını almadan Prusya vatandaşlığından çıktığı için hayatı­ nın geri kalanında "devletsiz" oldu. Sonraki on yılda seyahatle­ ri, Avrupa ve diğer yerlerdeki arkadaşlarını ziyaretleri sırasında verimli bir şekilde yazdı. Ocak 1889'da Turin'deyken bir daha asla üstesinden geleme­ yeceği bir sinir krizi geçirdi. Uydurma bir hikayeye göre ara­ bacı tarafından vahşice kırbaçlanan bir atın boynuna kollarını doladıktan sonra çökmüştü. Jena'daki bir sanatoryumda bir yıl geçirdikten sonra annesinin 1897'deki ölümüne kadar onunla yaşadı ve ardından son yıllarını The Will to Power'ı (1880'ler­ de tuttuğu defterlerden) yayımlatan ve daha sonra çalışmaları­ nı Hitler ve Mussolini'nin de aralarında olduğu etkili faşistle­ rin dikkatine sunan sadık bir Yahudi düşmanı olan kız karde­ şi Elizabeth'in gözetiminde geçirdi. Yazılarında Nazilerin Ya­ hudi karşıtı ideolojisini destekleyen belli bazı parçalar bulun­ masına rağmen, Nietzsche Alman milliyetçiliğine karşı çıkmış ve Yahudi düşmanlığı nedeniyle kız kardeşinden uzaklaşmıştır. Nietzsche, çalışmalarını "çekiçle" felsefe yapmak olarak ta­ nımlamıştır. Klasik filoloji eğitimi almış olsa da, daha çok ha­ kim olan Batı Avrupa kültürel değerlerinin eleştirmeni ve felse­ fecisi olarak bilinir. Yine de klasik filoloji onun referans nokta­ sı olarak kalmıştır ve felsefesi ile filolojisini birbirinden ayırma­ ya çalışmak nafiledir. Nietzsche'nin çalışmaları özellikle Avru­ pa değerlerinin Hıristiyan temellerini sorgulamıştır. Ne var ki felsefesi çoğu zaman bu şekilde yanlış okunsa da sadece olum­ suz ve yıkıcı değildir. Aksine Batı medeniyetine eleştirel bir 52

gözle bakması hayatın kaynağından ne anladığını doğrulama arzusundan kaynaklanmıştır. Ona göre hayatın kaynağı, man­ tığın ve ahlakın iyi ya da kötü diye sınıflandırılmasının ötesin­ de bir tür ilkel, yaratıcı enerjidir. Nietzsche, Batı medeniyetinin düşüşte olduğunu, çünkü bu yaşam kaynağını boşaltıp güç ve otoriteyi bu kaynaktan korkanlara teslim ettiğini savunmuştur. Nietzsche'nin ilk kitabı The Birth of Tragedy ( 1 872'de Al­ manca olarak yayımlanmıştır) bu yaratıcı, ilkel yaşam kayna­ ğını, antik dönemin esnek cinsiyet rollerine sahip şarap tanrı­ sı Dionysos'un karnavallarından, şiddetinden ve alemlerinden esinlenerek Dionysoscu diye tanımlar. Antik Yunan'ı Diony­ soscu aşırılıkları Doğu'ya nakletmiş soylu bir uyum ve mantık düzeni dünyası olarak ayrıcalıklı bulan hakim görüşün aksine Nietzsche, Yunan kültürünün iki zıt güç arasındaki gerilimin ortasında varlığını sürdürdüğünü savunur: Bir tarafta ahlak dışı arzuların, sezgisel ve yaratıcı coşkunluğun ve sarhoşluğun ver­ diği keyifli mutluluğun kaynağı olan Dionysoscu güçler; diğer tarafta ise ahlak düzeninin ve ayık bir akılcılık halinin kayna­ ğı olan Apolloncu güçler. Apolloncu güç düzendir; Dionysos­ cu güç ise medeniyet düzeninden önce var olmuş ve medeniye­ tin yaratıcı kaynağı konumundaki kaotik yaşam gücüdür. Ni­ etzsche, Antik Yunan'dan bu yana yüzyıllar içinde Batı medeni­ yetinin yavaş yavaş Dionysoscu gücü bastırıp modern toplumu yaratıcı enerjiden yoksun ve sağlıksız koşullar içinde ağırlık­ lı olarak Apolloncu bir toplum haline getirdiğine inanır. James Porter, "Homer: The Very Idea"da (s. 60) Nietzsche'nin moder­ nitenin antik dünyayı toprağa gömülmüş ideal bir dünya ola­ rak görmek olduğunu düşündüğünü söyler. Nietzsche'nin ile­ ri sürdüğüne göre "modern insan sözde doğaya ait olan kültü­ rel yanılsamaların tamamının bir taklidinden başka bir şey de­ ğildir" (The Birth of Tragedy, s. 62) . Nietzsche bu durumun dü­ zeltilmesi için Sokrates öncesi Atina tragedyasının esasen hem Apolloncu hem de Dionysoscu olduğunu açıklar; dolayısıyla modern (özellikle de 19. yüzyıl Batı Avrupa) toplum için yaz­ dığı reçete Alman Romantizmi'nin sanat ve müziği yoluyla Di­ onysosculuğun yeniden canlandırılmasıdır. 53

Nietzsche'nin "estetikbilim"i yeniden tanımlamasının altın­ da iki önemli felsefi görüş yatmaktadır (The Birth of Tragedy, s. 33) . llkinde Nietzsche, lmmanuel Kant ve Arthur Schopenhau­ er'in çalışmalarından esinlenerek görünenle gerçek arasındaki zıtlığın basit olmadığını savunur. Dünyanın daha ziyade temsil yoluyla yapılandırılmış olduğunda ısrar eder. Diğer bir deyişle özbilinç gerçekliği şekillendirdiği için hiçbir şey kendiliğinden temsil edilmez. Nietzsche, insanların dile bağımlı oldukları için eğretilemelerden oluşan bir hayata ve sonsuza dek imgeleri dü­ şünmeye mahkum olduklarım iddia eder. Bu durum "tıpkı nes­ nelerin ebedi özü, nesnenin kendisi ile dış görünüşleri arasında olduğu gibi, doğanın gerçekliği [Dionysoscu] ile sanki tek ger­ çeklik kendisiymiş gibi duran kültürün yalanı [ Apolloncu] ara­ sında" bir köprü kurmanın imkansız olduğu insan-merkezli bir varoluşla tanımlanır (The Birth of Tragedy, s. 6 1 ) . Nietzsche, ilkini tam manası ile anlamamızı sağlayan ikinci felsefi görüşünde Kantçı estetikbilimi baş aşağı etmek ister. On the Genealogy of Morals ( 1 887) adlı çalışmasında şunu önerir: Kant, güzelliğin esasları arasında bilginin saygınlığını orta­ ya koyan kişiler üstü olma haline ve evrenselliğe vurgu yapıp bunları ön plana çıkararak sanatı şereflendirdiğini düşünmüş­ tü. Bunun esasen bir hata olup olmadığını sorgulamanın yeri burası değildir; altını çizmek istediğim tek nokta, Kant'ın diğer tüm felsefeciler gibi, estetik sorununu sanatçının (yaratıcının) bakış açısından görmek yerine, sanatı ve güzel olanı yalnızca "izleyici"nin bakış açısından ele alması ve bilinçsiz bir şekilde "izleyici" kavramını "güzel" kavramının içine ilk kez yerleştir­ miş olmasıdır. ( ... ) Kant, "Güzel olan, menfaati olmadan zevk verendir," demiştir. (s. 104-105)

Burada yaratıcı ve izleyici kutupların Dionysoscu ve Apol­ loncu kutuplara karşılık geldiğini kolayca görebiliriz. Dahası, bu Kantçı estetiği baş aşağı etme isteği, Nietzsche'nin Apollon­ culuğun ve Dionysosculuğun birbirine içkin olduğu görüşü­ nün bir uzantısıdır. Nietzsche'nin sanat tanımı yalnızca ikinci­ sini ilkiyle değiştirmeyi önermektense Apollonculuğun baskı54

cı, ilgisiz ve gerçeği gizlqen gU,çlerl ile Dionysosculuğun sar­ hoş edici (bireyin kolektif alana çözünmesi) , sezgiye dayalı ve insan olan özneyi sınırlayan güçleri arasında sürekli değişen dinamik ilişkiye bağlıdır. Sanatçı, "dünyanın başlangıçtan beri var olan sanatçısıyla" ilişkisini sürdürür ve bu ilişki içinde sa­ natçı "aynı anda şair, oyuncu ve izleyici olarak hem özne hem de nesne olduğunu gösterir" (The Birth of Tragedy, s. 52) . Ni­ etzsche, dış "gerçekliğin" ancak estetik bir fenomen (görün­ gü) olarak geçerli olabileceğine inandığından, estetik deneyimi soyutlanmış, ayrıcalıklı bir varoluş alanında olan bitenler ola­ rak değil, birincil yaşam deneyimi olarak tanımlar. Yaşam an­ cak sanatın içinde ve sanat yoluyla bu şekilde deneyimlenebilir. Bu düşünce sistemi ilginçtir; çünkü Nietzsche bu zıt ku­ tupların birbirlerine bağımlı olduklarını varsaymaktadır. Öz­ neyle nesneyi, görünenle hakikati, Apolloncuyla Dionysoscu­ yu ayıran uçurum, Nietzsche'nin "estetik bir ilişki" [ein iisthe­ tisches Verhalten] ("On Truth and Lie in an Extra-Moral Sen­ se" ( 1 873), s. 58) diye tanımladığı kavramla aşılır. Apollon ve Dionysos alanları arasında gidip gelen sanattır; "sürekli yeni­ den doğumları" mümkün kılan sanattır (The Birth of Tragedy, s. 66) . Bunun olmasını sağlayan, dış dünyayı kendi koşulları­ na göre anlamayı kabul etmeyen estetikbiliminin suskunluğu­ dur. Nietzsche'ye göre estetik alan izleyicinin aksine dış görü­ nüm dünyasının ve özbilincin ötesinde bir şeylerin var oldu­ ğu sezgisini inkar etmeyi reddeden sanatçının, yani "gerçek sa­ natçının" , Dionysoscu dürtüleriyle belirlenir. Estetikbiliminin nesnenin kendisini temsil etmesi mümkün olmasa da "nesne­ nin kendisinin gizemli x'i" ile bir ilişki kurması mümkündür ("On Truth and Lie in an Extra-Moral Sense" , s. 55). Bu "gi­ zemli x", erişilmez ve temsil edilemez kalmak zorundadır ama sanat yoluyla varlığını hissettirerek Batı medeniyetinin Platon­ cu idealizmden aldığı deneyim kavramını da çürütmüş olur. Bu durum, Nietzsche'nin Apolloncu ile Dionysoscu arasında­ ki estetik ilişkiyi "yanılsamalar içinde günahlardan arınma" et­ kisi yaratabilen bir ilişki olarak sunmasına olanak veren nihi­ list bir "ciddiyetle oynama" durumudur ("On Truth . . . " , s. 6 1 ; 55

The Birth of Tragedy, s. 6 1 ) . Tıpkı dünyanın bir sanatçı tarafın­ dan yaratılmış olması gibi, Nietzsche sanatı "düşler dünyası ka­ dar renkli, düzensiz, sonuçtan ve ahenkten yoksun, büyüleyici ve sonsuza dek yeni kalsın diye insanları uyandırmaya çalışan dünyanın şeklini değiştirmek için duyulan coşkulu arzuyu sü­ rekli olarak dışavuran" bir itki, bir güç ya da ritim olarak yeni­ den tanımlar ("On Truth . . . ", s. 59). Basit bir dille söylemek ge­ rekirse, görünen ile hakikat arasında basit bir ikili karşıtlık ol­ madığı sürece Nietzsche'nin çalışmalarında metafizik olan es­ tetiktir. Hakikat, önsezi ve dilin, müzik ve imgenin ritmi aracı­ lığıyla ortaya çıkar. Nietzsche'nin müziği plastik sanatların üzerinde tuttuğu­ nu belirtmek gerekir. Ona göre metafiziğe en yakın şey mü­ ziktir; müzik "simgesel imgenin en yüce şekliyle ortaya çıkma­ sına olanak sağlar" (The Birth of Tragedy, s. 103). Ancak, tıp­ kı Dionysoscunun Apolloncuya ihtiyacı olduğu gibi, müziğin de plastik sanatlara ihtiyacı vardır. Kültürel üretimin iki kut­ bunun içkinliği bu iki alan arasında yapılan tercümeyle orta­ ya çıkar. Aslında fenomenlerin temsili olarak plastik sanatlar Nietzsche'nin sistemi için elzemdir; çünkü o bir organizmanın dıştan gelen uyarımları imgeye çevirdiğine inanmaktadır. Bu da imgenin dıştan gelen uyarımların (algılar gibi) anında tercü­ mesi olduğu anlamına gelir. Bu nokta Nietzsche'nin temel çıkış noktalarını neden ancak The Birth of Tragedy'nin sonuna doğ­ ru dile getirdiğine açıklık kazandırmaktadır: "Temelde birbi­ rinden ayrı sanat güçleri olan Apollonculuk ve Dionysosculuk aynı anda harekete geçtiğinde ne tür estetik etkiler yaratır? Ya da kısaca: müziğin imge ve kavramla bağlantısı nedir? " (a.g.e. , s. 101). Sezgi (müzik) ve imge (plastik sanatlar) arasındaki ya­ kınlık Nietzsche'ye "Sanat hakikatten daha değerlidir," ve "Ha­ kikati ortadan kaldırmayalım diye sanatı elimizde tutarız," deme fırsatı sunar (The Will to Power, s. 453, 435). Nietzsche'nin çalışmaları klasik arkeoloji için çok değerlidir; çünkü ısrarla bir sanat eserinin kabulünün biçimci-dilbilimsel kavramlara ya da sadece "güzel" olanın takdirine indirgeneme­ yeceğini söylemektedir. İzleyicinin bir sanat eserini duyumsal 56

olarak algıladığı (aisthesis) çıkmaz sokakta ilerlemektense Ni­ etzsche'nin çalışması Kant'tan radikal bir biçimde ayrılmakta­ dır. Giorgio Agamben'in The Man Without Content'te ( 1 994) açıkladığı gibi: Sanattaki sorun bu haliyle Nietzsche'nin düşüncelerinde orta­ ya çıkmaz; çünkü onun tüm düşünceleri sanatla ilgilidir. Ni­ etzsche'nin estetiği diye bir şey yoktur; çünkü Nietzsche, sa­ natın çıkış noktasını hiçbir zaman izleyicinin duyumsal algı­ sı olarak düşünmemiştir. Fakat Nietzsche, yine de estetik sa­ nat fikrinin yaratıcı-biçimsel bir ilke olarak metafizik güzerga­ hın en uzak noktasına ulaştığını düşünmektedir. (A.g.e. , s. 85)

Nietzsche dikkatin izleyiciden ve sanat eserinin algılanma­ sından sanatçıya ve sanat eserinin çalışılmasına kaydırılması gerektiğini söyler; çünkü (yalnızca reddetme isteğini, metanet­ li bir vazgeçişi dile getiren) Kantçı estetikbilimin yerine felsefe­ nin özü olan yaşama isteğini gösteren "estetik bir ilişki"yi koy­ mak istemektedir. Nietzsche'ye göre sanat çalışması sınıflandırma ya da takdir­ le ilgili olmaktan çok, sanatın bireyler ve kolektif deneyimler için hayati olduğunu gösterme yollarını açığa çıkarmakla ilgi­ lidir. (Burada bir güçlük ortaya çıkar; çünkü bu "gerçek sanat" kategorisini değerlendirmek ya da anlamak için gerekli olan ölçütler henüz belirlenmiş değildir.) Nietzsche'ye göre sanat Apollon ve Dionysos'un cereyanında, yani tragedyanın alanın­ da varlığını sürdürür. Nietzsche'nin estetikbiliminin yaratıcılık ve temsil hakkın­ daki gözlemlerinin önemine rağmen, Nietzsche deyince pek çok kişinin aklına ilk gelen elbette ki The Gay Science'da (1882; bölüm 125) ve Thus Spoke Zarathustra'nın (Böyle Söyledi Zer­ düşt) giriş bölümünde ( 1 983-1985) Tanrı'nın ölümünü beyan etmesidir. Nietzsche'nin kastettiği şey genellikle yanlış anlaşıl­ maktadır; çünkü o Tann'nın ölümünü ne istemekte ne de kut­ lamaktadır. Onun yaptığı, modern Batı medeniyetinin bir ger­ çeği olarak gördüğü durumu, yani bu medeniyetin ahlak yasa­ larının nihai yazan ve teminatçısı olan, insanların yüreğini gö57

rüp onları buna göre yargılaypc" k olr . �:'.k bir "Tanrı' ya artık inanmadıklarını anlatmaktır. Nietzsclle i.çin Tanrı'nın ölümüy­ le ilgili en önemli husus, onunla birlikte ölecek olanlar, yani insanların günahkarlığı, düşüşleri ve borçlulukları gibi Hıris­ tiyanca kavramlardır. Nietzsche'nin bu açıklamayı yapmakta­ ki amacı, insanları hayatın gelecekte bir zamanda öbür dünya­ da ödüllendirilme ümidiyle yaşandığına inandıran ahlak anla­ .

yışının köleliliğinden kurtarmaktır. Bunu felsefi bir şiir, alego­ ri ve kurgu çalışması olan Thus Spoke Zaratlıustra'nın giriş bö­ lümünde muhtemelen daha açık bir şekilde görebiliriz. Burada hayat dolu özgürlüğün kahramanı ve yeryüzündeki yaşamın te­ yidi olan Zerdüşt (Zerdüştçülüğü kuran peygamber) ormanda bir azizle karşılaşır. Zerdüşt yeryüzünü ve insanları severken, aziz insanlardan vazgeçmiş ve kendini yalnızca Tanrı sevgisine adamıştır. Aziz ayrılırken Zerdüşt kendi krn