Kapitalizm ve Şizofreni I [1, 1 ed.]
 9757696102, 9757696110

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

KAPİTALİZM VE ŞİZOFRENİ 1 G Ö Ç E B E B İ Lİ M İ İNCELEMESİ: SAVAŞ MAKİNASI GILLES DELEUZE

FELIX GUATTARI

• • ••• •• •• • •• • •• • • • •• • •• • •• • •• • •• • •• • •• • •• • ••••••••••••••••• ••••••••••••••••• ••••••••••••••••• ••••••••••••••••• ••••••••••••••••• ••••••••••••••••• ••••••••••••••••• ARAŞTIRMA (l\ ••••••••••••• ���···· · ········

.

.

.

.

KAPiTALiZM VE ŞiZOFRENi 1 BİN YAYLA G ÖÇE B E B İ Lİ Mİ İNCELEMESİ: SAVAŞ MAKİNASI GILLES DELEUZE

Türkçesi

Q)

:

Ali Akay

BAGLAM

FELIX GUATTARI

Bağlam Yayınları / 29 inceleme -Araştınna / 9 Birinci Basım: Temmuz 1990

ISBN: 975- 7696- 10- 2 975 - 7696- 11- o

Capitalisrne et Schizoprenie Mille Plateaux'dan 'Traite de Nomadologie' adlı bölümün çevirisi. (Edition de Mlnult, 1980)

Kapak : Siyah Kalem, Göçebe Kampı'ndan detay

Dizgi : Ayyıldız Matbaası Baskı:

Erenler Matbaası

BA�LAM VAVINCILIK Ankara Cd. 13/1 3441 0 Cağaloğlu - IST. T�

:

513 59 68

ÇEVİRENİN ÖNSÖZÜ Gilles Deleuze'ün, Felix Guattari ile yaptığı Kapitalizm ve Şizofreni çalışmasının bir bölümünü Türkçeye çevirmek istedik. Deleuze'ün gö­ çebe zihniyetinin, örneklerle sunulduğu bu çalışmada, devletlerle sa­ Savaş makinası adının vaş makinası arasındaki ilişki gösterilmiştir. belirttiği gibi savaşı değil, •savaşmamayı• içerir. Önemli gibi duran savaş makinasının merkezkaç kuvveti ve hız ile olan ilişkisidir: •Ağır· Irk merkezi,

gravltas,

devletin

tözüdür.•

Bu

devletin

hızı bilme­

diğinden dolayı değil, ama onun hareketin en hızlısının pürtüklü olan bu mekanda bir noktadan başka bir noktaya giderek, görece bir •deri değiştirmesi• karakteri haline gelmek için, kaygan mekanı işgal eden devingenin saltık durumunda

olmaktan çıkmasına

ihtiyacı olduğun­

dandır.• Celeritas savaş makinasının kaygan mekanı katetmesidir. Dev­ letlerin ise pürtüklO mekanlar kurdukları doğrudur. Deleuze ve Guattari için kaygan mekan go oyunudur. Taşlar ara­ sında bir hiyerarşi yoktur. Halbuki satranç oyununda her piyonun ye­ ri ve oyun biçimi belli olduğu gibi, vezirin, atın yönleri de önceden lirlenmiştir. Devletler savaş makinasının

dışarısındadır ve

kendilerine çekerler. Ondan bir ordu, polis,

be­

savaş maklnasını

asker, işçi oluşturmaya

çalışırlar. Göçebebilimi adını verdikleri bilim göçebelerin buluşudur va dev­ letler bunları kullanmışlardır. Tıpkı göçebe düşünürleri olan bilim adam­ larının devlet memuru konumuna indirilip devletin amaçları için ça­ lıştırılmaları gibi bir şeydir bu:

.. (ş gücünü yerleşikleştirmek, sapta­

mak, iş akımının devinimini kurallaştırmak,

ona kanal ve su yolları

ayırmak, örgüt anlamında loncalar oluşturmak ve gerisi için, zoraki, emek gücünü çağırmak bu yerlerde (angarya) veya yoksulların içinden (yardımseverlik atölyelerinde) işe almak· bu daima bedenin göçebeli­ ğini ve çete serserilerini yenmeyi kendine hedef edinen devletin ilk işlerinden biri olmuştur.•

5

Deleuze ve Guattari devletlerin • ideolojileriyle karıştırılmaması gereken nooloji'yi sunarlar. Nooloji düşüncenin imgesine verilen addır. Düşüncenin tarihi olarak araştırılmasıdır. Nooloji'nin hızı ve çabukluğu· na karşı ideoloji ağır ve merkezid i r. Düşünürler arasından en hareket· !ilerinden Nietzsche karşı düşüncelerini sunan filozoftur. Deleuze ve Guattari'nin ilk olarak 1 972'de yayımlanan L'Anti-Oedipe (Anti·Oidipus) kitabı, 1 968 sonrasının Marx, ıFreud ikilisinin (Marcuse) yeniden düzenlenmesi olmuştur. Ama Deleuze bu kitapta ne Marx'ı Marx, ne de Freud'ü Freud olarak ele alır. Aralarına b i r göçebe düşü· nürü katar: Nietzsche. Marx ve Freud, Nietzsche'nin bakış açısından okunmaya girişilir. Ve zaten Guattari, Lacan ile kopan psikanalistlerden biridir, Deleı.ize ise 1 962'den beri N i etzsche'ci bir düşünürdür (G. De· leuze, Nietzsche et la p hil o sophie P.U.F., Paris 1 962) . Yaptığımız çeviri, birinci cildinin adı Anti-Oidipus olan Kapitalizm ve Şizofre ni' nin ikinci cildi olan Mille Plateaux (Bin yayla) kitabından bir bölümü içerir: Göçebebilimi incelemesi. Kapitalizm ve Şizofreni arasındaki bağ şudur: Psikanaliz de Kapi· talizm de bunalımların sistemidir. Bunal ımlar sayesinde yaşarlar. Luc· rece'in demiş olduğu gibi, •İktidarların hastalıklı kişilere ihtiyaçları vardır ki, bunlar hastalıklarını sağlıklı kişilere geçirebilsinler• söylemi Kapitalizm için de Psikanaliz için de geçerlidir. Yani Kapitalizm buna· lımları ve çelişkileri sonucu yıkılacaktır tezi burada bir duvara toslar (kar yüzdelerinin düşüş eğilimi). Asla kimse çelişkiden ölmedi. Deleuze ve Guattari için kapitalizm çelişkilerinden yıkılmaz, tersine çelişki ve bunalımları sayesinde kendini yeniler ve aşar. Bunalımlar sayesinde yaşamını sürdürür. Tıı;ıkı psikanalizin de bunalımlı insanlara gereksini· mi olması gibidir bu. Sistemin dışında kalan ise şizofrenidir. Deleuze ve Guattari · Göçebebi lmi incelemes i • bölümünde göçebe· bilminin evrimsel olmadığını, epistemolojik olarak (Clastres) gösterir· ler. Bu Kuhn'un paradigmaları veya Foucault'nun episteme'sine benze· tilebilir. Aralarında hiyerarşi yoktur, ne de evrimsellik vardır .Clastres'· dan yola çıkarak devletin savaş makinasının dışında o lduğu epistemo­ lojik olarak gösterilir. • Savaş makinası göçebelerin buluşudur• ve askeri kurumlardan farkl ıdır. Bu tarihi olarak sorunlaştırılı r ve ince­ lenir. Savaş makinası ·bir göçebe varl ığını gerektirir ve göçebelerin nu­ marasal bir örgütlenme biçimi vardır. Sayılayıcı sayı göçebelerin ör· gütlenme biçimidir. Bu fethedilen kaygan mekanın doğasından kaynaklanır. Böylece •sayı özne haline gelir.• ·Sayı ne hesap­ lama, ne de ölçme aracıdır, o bir yer değiştirme aracıdır. Dev­ letlerin geometrileri vardır. Bu geometri kulelerle, kalelerle pürtüklü ,

6

mekanı ortaya çıkarır. Onlar, yüzler ve binler sisteminin, onbaşı, yüzba· şı, binbaşısı göçebelerin buluşudur.» Bozkırlarda Cengiz Han kendi bü­ yük bileşimini oluşturduğu zaman, soydaşlarını numaralayarak örgüt­ ler ve soydaş grubun savaşçıları şifrelerle ve şeflere tabii tutulurlar (onluklar, yüzlükler, binlikler) . Devletin sayıları, sayılayıcı sayı değil· dir; onların ritimleri resmi geçit ritimleridir. Göçebebiliminin yersiz· yurdsuzlaşmalarının eylemine karşı devletlerin yerineyurduna sokma, kodlama mekanizmaları vardır. En özgün, çağdaş filozoflardan biri olarak tanınan G. Deleuze'ün Türk diline aktarılmasında bazı zorluklar ortaya çıkmaktadır. Foucault gibi Deleuze ve Guattar,i de dilbiliminin ve sözdiziminin baskıcı etkisin· den uzaklaşan • şizofrenik• bir yazıyı ortaya atarlar: çünkü şizofrenler kapitalist sistemin dışında duran ve sisteme boyun eğmeyenlerdlr; bu­ radan şizofrenlerin devrimci oldukları gibi bir şey algılanmamalıdır, çünkü onlar da belirli çizgileri izleyebilirler. Şizofrenlerin göçebebilimi ve kaygan mekanlarla bağları, yaratıcı olduklarında ortaya çıkabilecek­ tir. Ayrıca Deleuze'ün dostu, F. Chatelet'nin anısına 1 987'de College lnternational de Philosophie'de yaptığı konuşmanın metni d e bu yıl ( 1 988) Minuit Yayınlarınca yayımlandı. Bu metnin Türkçesi ni de ortaya çıkarıp, göçebebilimiyle birleştirdik. Çünkü bu kadar kısa ve özgün bir ınetnin tek başına yayınlanma zorluğu başgösterecekti . Böylece yuka­ rıdaki metinle göçebebiliminin ilgisini de göstermek istedik. İki metin de aynı düşüncenin (Tekil düşüncenin) yansıtılmasıdır. Ve ikisi de gö­ çebe düşüncesinin fikridir. Chatelet de Deleuze ile aynı Üniversitede derslerint verdi ve foucault ile birlikte Paris Vlll Vincennes Üniversi­ tesinin Felsefe bölümünün kuruluşunda ön planda rol aldı. Foucault'nun daha sonra Paris Vl lf'i bırakmasına karşın Deleuze ve .Chatelet bu Üni· versiteyJ hiç bir zaman terk etmediler (*). Ali Akay, Paris, ·27 Kasım 1 988

(*) Bu üniversitenin tarihinde bir yıkım ve bir göç söz konusudur. İlk olarak 1968 sonrası Vincennes Ormanlarında kurulan üniversite 1 980 yıJında Paris Belediye Başkanı J. Chirac'ın arzusuyla belediyenin alanı olarak hukuki bir konuma sahip olduğundan, buldozerlerle ve balyoz darbeleriyle bir kaç saatte yıkıldı. Üniversite Salnt-Denis banliyösüne göç etmek zorunda kaldı. Bu • uzun yürüyüş» üniversitenin konumunu ve ismini de değiştirdi. Buna rağmen eski Vincennes'liler hala ona Sa­ lnt-Denis'deki Vincennes Üniversitesi adını vermekteler.

7

Kapakta niçin 'Siyah Kalem'? Deleuze ve Guattari'nin ortak olarak yazdıkları kitaplarda önemli olan 'yazar'ın ortadan kaldırılması,

anonimanın ön plana çıkmasıdır.

Kimin neyi yazdığı belli olmadan, özne, yazar olmadan, birey olmadan bir •Öznelsellik sürecine• girebilmek, bu işte M.Ş. lpşiroğlu'nun •Siyah Kalem ressamları• adını verdiği •kimliği belli olmayan• bir sanatçılar grubunu belirtmesinden gelmektedir. Göçebe kampının göçebebilimiyle bir münasebeti olduğu kadar, •Siyah Kalem ressamlarının• anonimliği de Deleuze ve

Guattari'nin

düşüncesine tam oturmaktadır.

Deleuze

ve Guattarl'nln kendilerine 'üstad' diyemeyecekleri, her türlü iktidar­ dan kaçmaları gibi siyah kalemlerin de •kendilerine 'üstacf diyecekleri düşünülemez.• ( 1 ) •Üstad Mehmet Siyah Kalem• adının da •bu eserle­ ri yapanın imzasını• taşımaktan çok, •tek bir ustanın eserleri olmadı­ ğını• da belirtir lpşiroijlu. Deleuze ve Guattarl de Proust'un •anlatan kişi• olarak yazarlıktan kurtulduğunu belirtirler,; Proust'un kitabında da. zaman unsuru önemliyse, bu, her gerçeğin aslında bir zaman gerçeği olmasından dolayıdır. işte burada Proust "filozof! ile bir ilişkiye gi­ rer."

(2)

Yazının bir hızı olduğu gibi dilbiliminin ve sözdlzlminin bir ideo­ lojisi vardır. önemli olan dili bozmak, •dili mayınlamak•, ·kendi dilinde yabancı olmaksa•, biz de Türkçemizin bozukluğunun ya da •mahvol­ muşluğunun• tartışmalarına girmektense, hızlı bir şekilde dilimizi kat­ edip, ondan yabancı bir dil oluşturmaya çalıştığımızda ancak dilin al­ tında, onun aşkınlığı altında ezilmeden kendi içkinlik planlanmızı oluş­ turabiliriz. Ali Akay

(1)

M.Ş. lpşiroğlu, lslamda Resim, Türkiye iş Bankası Kültür Vay., Sa­

14, 1973, s. 63. (2) G. Deleuze, Proust et les signes P.U.F. 1964, s. ni Geçmiş Zaman Peşinde. nat dizisi:

8

115,

Araştırma. ya­

Chatelet'nin anısına : Perikles'den Verdi'ye François Chatelet'nin felsefesi. c•ı G. Deleuze

Chatelet daima kendini bir usçu olarak· tanımla­ mıştır, ama hangi usçuluk? Marx'a, Hegel'e ve Platon'a başvururdurur. Her şeyden önce, ve buna rağmen Cha­ telet Aristo'cudur. Öy leyse onu bir Aziz Thomas'dan ayıran nedir? Şüphesiz tanrıyı itme biçimi, ve her tür­ lü aşkınlık. Bütün aşkınlıklar, öbür dünyaya duyulan bütün inançlar, o bunlara cişe burnunu sokanlar» adı­ m verir. Ondan daha önce böyle sakin bir tanrıtanı­ maz olmadı, tabii ki Nietzsche hariç. Sakin tanrıtanı­ mazlıktan, Tanrı'nın bir sorun olmamasını, Tann'nın varlığını veya, hatta onun ölümünün sorun olmadığını sanmayalım, tersine kazanılmış koşulların hakiki so­ runları doğurduğunu anlayalım. Bundan başka alçak gönüllülük yoktur. Asla felsefe böyle salt içkin bir ala­ na daha kuvvetle yerleşmedi. Bizim felsefe jargonumuzda, her türlü açıklamanın kaynağı ve üstün bir gerçek olarak konulan bir il(*) Bu metin F. Chatelet'nin anısına yapılan bir kollokyumu kapatan konuşmanın metnidir. (Ç.N.) . 9

keye aşkınlık deriz. Sözcük hoş ve gündelik. Başkası­ nın işine burnunu sokanlar, küçük veya büyük bir gru­ bun liderinden Amerika Birleşik Devletleri'nin Cum­ hurbaşkanına kadar, psikiyatristten genel müdüre ka­ dar, bunlar aşkınlık darbeleriyle

işgörürler, tıpkı bir

sokak şarapçısının kırmızı şarap darbeleriyle iş görme­ si gibi bir şey. Ortaçağ Tanrı"sı derin bilimsel başlığın­ dan ve gücünden bir şey kaybetmeden dağıldı: Bilim, İşçi sınıfı, vatan, ilerleme, sağlık, emniyet, demokrasi, sosyalizm - liste çok uzayabilir. Bunlar hep o Tann'dan arta k alanlardır. Bu aşkınlıklar (Orada halihazırda beklediğini

onun yerini

aldılar.

söylemek yeterlidir).

Onlar mahvetme ve örgütleme görevlerini çiğ bir vah­ şetle yürütürler (Les annees de demolition, s. 263)

CF.

Chatelet'nin yıkım yılları kitabı). İçkinlik, içkinlik alanı, Eylem-Kuvvet ilişkisinde lirir.

be­

Bu iki kavram yalnızca beraber varolabilirler,

birbirlerinden ayrılamazlar. Chatelet, işte bu nedenden dolayı Aristo'cudur. Ve öncelikle kuvvet için bir hay­ ranlık duyar: İnsan kuvvetlidir, İnsan maddedir ... «Politik iktidar beni kesinlikle çekmemiştir. Karşı­ iktidar iktidarın karşısı, benim gözümde tuzaktır. Be­ ni ilgilendiren kuvvettir, iktidarı da iktidar yapan za­ ten budur. Halbuki kuvvet, kesinlikle söylemek gere­ kirse, her birisidir. Yapabildiğimi yapmaktan - «haber aldığım» burada ve burada kuvvetin kapılması meka­ nizmalarını anlamak ve maskesini indirmek için, kuv­ vetimi belli etmekten haz duyarım. Belki de kuvvet tadımı geliştirmek, bunu benim için de canlı kılmak ve etrafımda bir kuvveti uyandırmak ve uyanık tutmak için. Kuvvet, buna özgürlük de denir.» CChronique des

idees perdues, s. Güncesi). �n , -

218)

CF. Chatelet, Kaybolan Yılların

Na-sıl eyleme geçmek ve bu kuvvetin eylemi han­ gisidir? Eylem akıldır. Anlayalım ki, akıl bir yeti değil­ dir, ama bir süreçtir ve bir maddeyi biçimlendirmeyi veya kuvveti güçlendirmeyi içerir. Aklın bir çoğullu­ ğu vardır; çünkü maddeyi düşünmek için hiç bir mo­ tifimiz yoktur, ne de tek olan eylemimiz vardır. Her­ hangi bir çoklukta, bir bütünde, her seferinde belli bir maddede insani ilişkileri kurduğumuzda bir usçu­ luk süreci yaratır ve tanımlarız. Eylemin kendisi, iliş­ ki olarak daima siyasidir. Bu sitede olabilir, ama be­ nim içimde, başka gruplarda,

küçük

gruplarda da

olabilir, sadece benim içimde de. Psikoloji veya tek ka­ bul edilebilinen psikoloji bir siyasettir, çünkü kendim­ le insani ilişkiler, her zaman, lazımdır. Psikoloji değil, ben'in bir siyaseti vardır. Metafizik değil, varlığın si­ yaseti vardır. Bilim değil maddenin siyaseti, çünkü in­ sanın kendisi maddeyle doludur.

Hatta hastalık bile,

yenilemediği vakit, «yönetilmesi» gereken bir şeydir ve zorunlu olarak insani ilişkileri buna yerleştirmek la­ zımdır. Ya da sesli bir madde : Gam veya bir gam (mü­ zikte) bu madde öyle ki, kuvvetini güncelleştirsin ve kendisi insani olsun diye, insani ilişkileri içeren bir us­ çuluk sürecidir. Marx bu anlamda duyu organlarım çözümlemekteydi ve onlarca

insan-doğa

içkinliğini

göste:·mekteydi : kulak, sesli nesne müzikal olduğu za­ man insanileşir. Kılgılan ve kılgıyı,

insanın eylemini

veya duşunu içeren birçok usçuluk sürecinin bütünü­ dür bu. Bu açıdan bir jenerik veya tarihi bakış açısın­ ca, bir insani bütünlük var mı yok mu bilemiyoruz.

Sah bir kuvvetin, eylemden ayn olduğu bizi hay­ ran l::ırakacak insani bir madde var mıdır? Bizde, bu­ nun tersi olmadan, özgürlük olamaz : Demin Chatelet «kopma,,dan bahsetmekteydi. Herhalde, bu, kuvvetin kapalı bir eylemi. onu gerçekleştirmeye kabil olan ey-

11

leme karşıt olmalı. Aklın tersi olmaktan çok onun bir «öbüryüzü», bir kısıtlama, bir yabancılaşma, ama insa­

ni ilişki yokmuşcasına sanki, insani ilişkinin kendisine içkin veya içeriden bir ilişki, insana ait bir insansız­ lık : İnsanın insanı yenmeye veya insana yenilmeye çalıştığı bir güç olan özgürlük. Kuvvet pathos'tur, yani edilgenliktir, algılamadır, ama algılama öncelikle dar­ be alma, darbe vurma kuvvetidir : tuhaf bir dayanık­ lılık. Şüphesiz her seferinde efendilerin eylemi olan ha­ kimiyet sistemlerinin tarihi yapılabilir; ama bu yedik­ leri tekmeler adına tekme atmak iştahı olmadan bir hiçtir. Spinoza'nın söylemiş olduğu gibi insanlar s anki özgürlük için mücadele edermişcesine hizmetkarlıkla­ rı için mücadele etmektedirler. Öyle ki, tekme atılsın veya yenilsin, iktidar insanın doğal varlığının edilgen­ liği olmadan insanın sosyal varlığının eylemi olamaz. Chatelet'nin Claude Simon'da izlerini bulduğu toprak ve savruı bütünlüğü. Yahut Marksizm ki, o asla tarihi insanın eylemini, onun çifti

olmadan doğal varlığın

edilgenliğinden ayırmamıştır : «Akıl ve ussuzluğu, bu Marx'ın temasının kendisi olduğu gibi, bizimkidir de ... İnsanlığın toprağına bağlı, effektif edilgenliğin eleştirisinin bilimi olmak ister. İn­ san ölümlü olduğu için ölmez Cyalancı olduğundan do­ layı da yalan söylemez) ne de «Sevgi» olduğu için aşık olur: İnsan ölür, çünkü hayvan yerine konulur; çün­ kü öldürülür. Tarihi

materyalizm bu

olguları

bize

anım satır ve Marx Kapital'de belli bir dönemde -aynca

çok belirgin bir dönemde- edilgenliğin olgusunu veren

bir

dönemde yönden çözümleme mekanizmalarını sağ­

layan yöntemin belli ana hatlarını ortaya çıkarmış­ tır,, CQuestions, Objections, s. 1 15) ve İtirazlar).

12

CF. Chatelet, Soru

Chatelet'de daimi olarak, en azından dünyanın bir ümitsizliği için, müthiş nezaket dolu Pathos'a ait de­ ğerler yok mudur? Eğer insanlar kendi aralarında bir­ birlerini yıkıma uğratıyorlarsa, beliti de kendi kendisi­ nin kuyusunu kazmak yeğlenebilir; hem de romanesk ve hatta güzel koşullarda. Fitzgerald «Tüm yaşam ta­ bii ki bir yıkım sürecidir» diyordu . Bu «tabii ki» bir içkinlik belirtisidir: İnsanın kendisinin

insanlık

dışı

olan bir ilişkisi. Chatelet'nin tek romanı olan 'Yıkım Yıllan' lLes annees

de demolitionl Fitzgeraldiyan bir

ilhama, felaketin bir zerafetine eşlik eder. Ölünse bile, müzik gibi muhteşem bir öğede ölümün denemesini, arzunun yerine, yatırıma koymak niye yapılmasın? Bu psikanalizin değil, ama siyasetin uğraşıdır. Bir kimseyi veya bir topluluğu

katedebilen bu yıkım

kayda almak gerekir, Atina

vektörünü

veya Perikles. Perikles,

Chatelet'nin ilk kitabı olmuştur. Chatelet'ye göre Pe­ rikles bir kahramanın veya büyük bir adamın imgesi olarak kalmıştır : «Edilgenliğinde» bile, veya demok­ rasinin yokolması olan Perikles'in kaybında ve hatta bu şüp4e verici vektörü takip ettiğinde bile .. . Pathos'un ikinci bir değeri

daha vardır, nezaket.

Başından beri aklın bir eyleminin başlangıcı, insanlar arası ilişkilerin bir eskizi olan

gerçekte olan Yunan

nezaketi. İnsan ilişkileri bir ölçüyle, siteyi değerlendi­ ren mekanın örgütüyle

başlar,

insanlar arasındaki

geometrik olan, hiyerarşik olmayan tam bir mesafenin kurulması sanatı, darbe

vurmamak veya almamak

için, ne çok yakın ne de çok uzak olmak. İnsanların birbirleriyle karşılaşmalarından bir rit, işin içinde bi­ raz şizofreni de olsa bir içkinlik riti yapmak. Vernant'­ ın ve Genet'nin bize hatırlatmış oldukları, Eski Yu­ nanlıların bize öğretmiş oldukları gibi, kurulu bir mer­ keze çivilenip kalmamak ve özgür insanlarca gerçek-

13

leştirilen değiş tokuş edilebilen ve simetrik ilişkiler ki­ milerini örgütleyebilmek için insanın kendisiyle birlik­ te bir merkezi taşıyabilme

kabiliyetine sahip olmak.

Belki de dünyanın ümitsiz durumundan kurtulmanın yeterli yolu budur: Gitgide nazik insan sayısı azalmak­ tadır, halbuki en az iki nazik insan lazımdır ki bir iliş­ ki kurulabilsin. F. Chatelet'nin aşın

nezaketi de pat­

hos'un üçüncü bir değeri için bir maskeydi ve buna sı­ cak bir iyi dileklilik adı verilebilir. Buna rağmen, hat­ ta bu değer, bu kalite Chatelet'ye atfedilse bile, bu ad da uygun değildir : Ama bir kalite veya bir değerden çok buna düşüncenin düzenlenmesi, eylemi denilebilir. Bu şunu içerir : Birinin kendinde veya kendisinin dı­ şında, usçuluk sürecini yerleştirmeye nasıl kabil ola­ cağını bilmemek. Şüphesiz neye ihtiyacı vardır, yıkım­ dan çıkmak için hangi yönteme başvurmalıdır? Büyük bir ihtimalle hepimiz bir yıkım süreci içinde doğuyo­ ruz, ama hiç bir şansı kaçırmamalıyız. Mutlak akıl di­ ye bir şey veya tamamen lere gruplara,

bir

dönemlere,

usçuluk yoktur. Kişi­

yerlere

göre

çok deği­

şik, ayrışık usçuluk süreçleri vardır. Bunlar ölü doğ­ makta, kaymakta, çıkmazlara saplanmaktadırlar, ama başka yerlerde yeniden ortaya

çıkarlar ve buralarda

yeni ölçülerle, yeni ritimlerle ve tavırlarla işlerler. Us­ çuluk süreçlerinin çokluğu gerek epistemolojik CKoyre, Bachelard, Canguilhem)

gerekse

sosyo-politik CMax

Weber) çözümlemelerin nesnesi oldular. Ve Foucault son kitaplarında bu çokluğu yeni bir etik projesini oluş­ turacak olan insan ilişkilerinin çözümlemesine doğru yönlendirdi. Foucault, buna «öznelsellik süreçleri» adı­ nı vermekteydi: insan kendi kendisiyle kurduğu ilişki­ lerde yabancılaşma veya

özgürleşme

konumlannda

duran bir aklın tarihi kırıklığını. yol değiştirmelerini, sapmalarını gösteriyordu. Ve bunun için daimi bir ak�

lın mucizesini, her türlü sefil

mucizeyi bulmak

için

değil, ama sadece başkalarının bambaşka tarzlarda ve koşullarda onları izleyecekleri bir sürü usçulaşma sü­ reçlerinin belki de birincisini

oluşturan

diagnostiği

yapmak için, Foucault eski Yunanlılara kadar uzan­ mak zorunda kaldı. Foucault, Yunan sitesini yeni bir mek anın örgütlemesi olarak değil, ama özgür insanlar veya vatandaşlar arası rakip olarak tanımlanabilecek insani ilişkiler olarak belirtiyordu gibi, sevgide, jimnastikte, hukukta . . J

. Ve anlatım daha biçimsel değildir, fakat yerinde çizgilerden de ayrılamamakta­ dır C43) . İkinci olarak, göçebenin yolu istediği kadar koşu yerini veya geleneksel yollan izlemiş olsun, o, kısımla­ nn iletişiminin kurallarını kurarak, herkese payını da­

ğıtarak, insanlara kapalı bir mekanı dağıtan yerleşik insanın yolunun işlevine sahip değildir. Göçebenin yo­ lu tam tersidir, açık tanımlanmamış, iletişimsiz bir me­ kanda insanları (yahut hayvanları) dağıtır. Öncelikle onun dağıtımı, dağıtım biçimi olduğundan dolayı,

mos sonunda kanunu belirler.

no­

Ama bu dağıtım çok

özeldir, paylaşılmayan mekanda ne sınır vardır ne de bu mekan çitle çevrilir.

Nomos

buğulu bir bütünün

k avramıdır : Bu anlamda tıpkı bir ülkenin arkası, bir dağın yamacı veya bir şehrin etrafındaki belirsiz bir açık alan gibi kanuna ve kente karşı çıkar C «ya ya da

(43)

nomos, polis Ckent) " ) C44) Öyleyse üçüncü yerde çok bü-

Bkz. W. M Watt, Mahomet a Medine .

(Medine'de Muhammed),

Payot Yayınevi, s. 1 07, 293.

(44) E. Laroche, Histoire de la racine (Kökün Tarihi) • Nem• eski Yu­ nanda, Klincksieck. •Nem• kökü iki sözcük birbirlerine bağlı olsa da ıbölüşümO değ i l , dağıtımı belirler. Kırsal anlamında hayvanların dağıtı­ m ı s ı n ırsız bir mekanda yap ı l ı r ve toprağın bölüşümünü içermez: • Ço­ banl ı k mesleği, Homer devrinde toprağ ın bölüşülmesiyle ilgili değ ildir; Solon devrinde tarım sorunu ön plana çıktığında bambaşka bir kelime hazinesiyle ifade edilir.• Otlamak (Nemo) bölüşmeye gönderimde bu­ lunmaz, ama orada veya burada yerleştirmek, hayvanları ül eştirmek anSavaş Makinası

-

F.

6

81

yük bir mekan farkı vardır : Yerleşiklerin mekanı du­ varlarla,

çitlerle,

çitler arasındaki yollarla çevrilidir,

mekanı pürtüklüdür, halbuki göçebenin mekanı yalnız­ ca çizgilerle işaretlenmiş kaygan mekandır. Çölün şe­ ritleri bile taklit edilemeyen bir ses çıkarıp, birbirleri üzerinden kayarlar. Göçebenin dağıtım yaptığı yer kay­ gan mekandır, göçebe işgal eder, oturur,

bu mekanı

tutar ve göçebenin sadece bu şekilde bir yurd mevhu­ mu vardır. Göçebeyi, aynca, hareket ile tanımlamak da yanlış mı olacaktır. Toynbee göçebenin kımıldamaz biri olduğunu önerdiğinde aslında haklıdır. Bunun ya­ ıunda göçmen

şekilsizleşmiş ve nankör

ortamı terk

eder, göçebe gitmeyendir, gitmek istemeyendir, orma­ nın geriye doğru çekildiği, istepin veya çölün kesiştiği

bu kaygan mekana yapışır ve bu meydan okumaya ya­ nıt olarak göçebeliği bulur

dar,

ama o oturmuştur,

(45) . Tabii ki göçebe kımü­ kımıldadığı zamanki kadar

oturmamıştır CBedevi dört nala, eğerinin üstünde di:l":­

leri üzerine, tabanları yukarı bir şekilde çöker, «den­ ge yiğitliği marifeti» ) . Göçebenin sonsuz bir sabn var­ dır ve beklemesini bilir. Kımıldamazlık ve hız, katatoni (katılıp kalma)

ve acelecilik, «durağan süreç .. , süreç

olarak durak, bu Kleist'ın çizgileri tamamen göçebe­ ninkilerdir. Aynca hız ve hareketi de birbirinden ayır-

lamını taşır. Ve Solon'dan itibaren Nomos hukuk ve yasa i l keleri.ıi be· l i rl emeye başlayacaktır. (Thesmoi ve Dike) , sonra yasalarla özleşecek­ tir. Daha önce, nomos'un yeri olarak etraf ve kanunlarla yönetilen şe­ h i r veya polis arasında bir ai maş ık vardır. Bu lbn Haldun'da görülen almaşığa benzer: Hadara yani şehirl i i l e nomos olarak Badiya arasın­ da (bu şehir değil, ama kasaba, bozkır, yayla, dağ veya çöl anlamını taşır).

(45)

Toynbee, L'Histoire (Tarih), Gallimard, ss. 1 85-2 1 0 : KSınırlarr aş­

mak için değil, ama orada sabitleşmek ve kendisini iyi hissetmek için istepe atı lırlar.•

82

mak gerekir : Hareket çabuk olabilir, bu onun hız ol­ duğunu göstermez; hız yavaş olabilir veya kımıldamaz olabilir, ama buna rağmen o hızdır. Hareket genişle­ yendir, hız şiddetlendiricidir. Hareket «tek» olarak ka­ bul edilen bir bedenin görece karakterini belirler, ve bir noktadan diğer bir noktaya gider; tersine hız in­ dirgenmez kısımlarının ( atomların) çevrintisel Ckasır­ gamsı) bir kaygan mekanı dolduran veya işgal eden ve herhangi bir noktadan ortaya çıkabilen bir bedenin mutlak karakterini oluşturur. ama yerinde

şiddet dolu

bir

CGöreceli hareketsiz, şekilde yapılan tinsel

yolculukları andırabilmesi şaşırtıcı olmamalıdır : Bun­

lar göçebeliğin içindedirler) .

Kısaca,

anlaşma

ola­

rak sadece göçebenin bir mutlak hareketi, yani bir hı­ zı olduğu söylenecektir; çevrintisel veya dönüm hare­

keti özellikle onun savaş makinasına aittir. Bu yönde göçebenin bir noktası, yolu olmadığı gi­ bi tabii ki bir alanı olsa da toprağı yoktur. Eğer göçe­ beye yersizyurdsuz denilirse, yeniden yerineyurduna dönmenin göçmende olduğu gibi sonradan veya yer­ leşikte olduğu gibi başka bir yer üzerine yapılmadı­ ğın.dandır Cgerçekte yerleşiğin Devlet aygıtı, mülk re­ jimi gibi bir şeyle oluşan toprakla bir bağı vardır . . . ) Göçebe için, tersine, toprakla olan ilişki yersizyurdsuz­ Iuktan geçer,

öyle ki,

onun yeniden

yeriniyurdunu

bulması bile yersizyurdsuzluğu üzerinde yapılmakta­ dır.

Burada toprağın kendisi yersizyurdsuzlaşır,

ki, göçebe orada toprağını bulur.

öyle

Toprak toprak ol­

maktan çıkar ve sadece bir dayanak, basit bir yer ha­ line girer. Toprak görece ve tümel hareketinde yersiz­ yurdsuzlaşmaz,

ama belli yerlerde yersizyurdsuzlaşır,

ormanın çekildiği ve istepin ve çölün ilerlediği yerde bile. Hubac göçebeliğin iklimlerin evrensel değişken­ likleri ile açıklanmayacağını Cbu göçmenliğe gönderim83

de bulunur) . .. :yerel iklimlerin yatağından çıkmalarıy­ la» açıklanacağını söylediğinde haklıdır (46) . Toprağın üzerinde oluşan,

her sefer kemiren ve

her yöne doğru büyümeye yatkın kaygan mekan ne­ redeyse, göçebe de oradadır. Göçebe buralarda yaşar, göçebenin

çölü oluşturmasından çok

çölün göçebeyi

oluşturduğu anlamda, göçebe bu yerleri genişletir. Gö­ çebe yersizyurdsuzlaşmanın bir vektörüdür. Yönü ve yönlendirilmesi sürekli değişip duran yerel işlemlerin serileriyle çölü çöle, bozkırı da bozkıra katar

(47) . Kum

çölü sabit yerlerde olduğu gibi sadece vahalara sahip olmakla kalmaz, yerel yağmurların durumunu inceler ve bu yolun yönlendirilmesindeki değişiklikleri b elirle­ yen hareketli ve geçici köksapsal

Crhizomatique) bit­

kilere sahip olur (48) . Kum çölleri buzullarla aynı te­ rimlerde betimlenir : Hiç bir çizgi yeri ve göğü birbi­ rinden ayıramaz; ara-mesafe olmadığı gibi ne bir pers­ pektif, ne de çevre vardır, görüş sahası kısıtlıdır ve buna rağmen

nesnelerin veya noktaların

üzerlerine

dayanmayan, ama varlıkların ve ilişki bütünlükleri­ nin üzerlerine dayanan muhteşem bir topoloji vardır.