146 34 24MB
Turkish Pages 416 Year 2008
Eduard Zeller
GREK FELSEFESİ TARİHİ Çeviren: Ahmet Aydoğan
ı
j
9IY
İstanbul
GREK FELSEFESİ TARİHİ
Eduard Zeller (d. 1814, Württenberg, Kleinbottwar - ö. 1908, Stuttgart) Alman filozof. Eğitimini Hegel'in tesiri altında, Tübingen Üniver sitesi'nde yapb. 1840'da Tübingen'de teoloji Privadozent'i, 1847'de Bem'de teoloji profesörü, 1862'de Heidelberg'de felsefe profesörü ol du. 1872'de Berlin'e geçti, 1895'te çekildi. En önemli eseri Philosophie
der Griechen'dir (1844-1852). Zeller aynı zamanda teolojiyle alakalı ya yınlar da yapb ve üç cilt tutan felsefi denemeler yayınladı. Eduard Zeller, David Strauss ve Christian Baur'un tarihsel metodunun des tekçisi olarak büyük önem kazanmış olan Theologische Jahrbucher'in kurucularından biridir. Çağdaşlarının çoğu gibi o da Hegelcilikle baş lamış, fakat daha sonra Iot terimi
bu dönemde mevcut olmakla birlikte bµnlar için kullanılmıyor du. Bu tabirin teknik anlamıyla ilk defa Sokrates ve Platon çev resinde kullanıldığı ve ancak bundan sonra genel bir yaygınlık kazandığı anlaşılmaktadır.* Teorik dünya bilgisiyle pratik ya• Oldukça genel olarak qıucnKoi; Ksenophon, Fr. 2, 12, croqıirı; Herod. iV, 95, Ksen. mem. 1, 1, 1 1 . İsokr. 15, 268; croıpıonıç; Herod. 1, 30 q>LAOCJoq>ElV; ilk kez
Herakleitos, Fr. 35'te qıt"-oooqıoç (bkz. Willamowitz, Gött, Nachr. 1 898, s.
219, 1). Gorg. He/. 13 qıt"-oooqırov J..öyov ciµıJJ.a . ı; Plat., Prot. 335 DE. 342 AD q>lA.o croqıia: "eğitime susuzluk". Bununla beraber yeni bir anlamda Phaidr. 278 D. O itibarla bunu Pythagoras'a atfetmek (Diog. L. J, 12) neredeyse imkansızdır. İsokrates de hala genel eğitimine qıt"-ocroqıla demekteydi.
51
Eduard Zeller • Grek Felsefesi Tarihi şam bilgeliğini birleştirmek İ onik crocpoç'un ayırt edici bir özel liğiydi. Bu nedenle, pratik ihtiyaçların ve ilgilerin bu İonik fel sefede önemli bir etkendir. Denizci d enizdeki güzergahı için her zaman yıldızların gözlemine güvenmek zorundaydı. Bu durum sistematik gök gözlemini teşvik etmiş olabilir, o kadar ki, daha sonraki yazarların Thales' e "denizcilik astrolojisini" atfetınesin de aşağılayıcı bir taraf hissedilmiyordu. Ondan hemen sonra benzeri insanlar düşüncelerini yazmaya başladılar. Eserleri baş langıçta az sayıdaki dostlar arasında biliniyordu, ancak daha sonra kamuya mal oldu. Eserlerinin sürekli olarak yinelenen başlığı muhtemelen "Doğa Üzerine" (m:pi cpucn:roç) idi.* Bunla rın
dolaşımlarının küçük bir zümreyle sınırlı olduğu düşünül
memeli; Herakleitos'un eserleri Elea ve Atina'da biliniyordu, Anaksagoras'ınkiler ise kitapçı dükkanlarından satın alınabili yordu.*" En eski Grek filozofları arasında kişisel ilişkilerin oldu ğuna şüphe yoktur. Bunların bir okul oluşturacak şekilde, ne öl çüde birleştikleri o kadar açık değildir. Meseleye ilişkin daha sonraki kanıtlar, Helenistik felsefede geçmişle daha sonra kuru lan ilişkileri yansıttıkları yolundaki makul şüpheyi davet et mektedir. Bununla beraber, Pythagorasçılar arasında böyle bir okulun varlığı kesindir ve aynı fenomene ilişkin başka yerlerde de bazı izlere rastlamaktayız. Nitekim Platon (Soph. 224 D) Ele alılar arasınd a da böyle bir loncanın olduğunu kabul ehnekte ve "Efeslilerden"
(Thei!!t ., 1 79 C), "Anaksagorasçı"lardan (Crat. 409
B) bahsehnektedir; Simplikios ise (Theophrastos'u takip ederek) Anaksagoras'ı, "Anaksimenes felsefesinin mensubu" olarak ni telendirirken, Anaksimenes'in onu şahsen tanıması mümkün olmadığından, öyle görünüyor ki bu, filozofun okulunun Mi let'teki devamına işaret etmektedir.*** Grek felsefesinin bu en eski dönemine hakim vasfını kazan dıran şey, felsefe ve bilimin iç içe geçmesidir. Bu dönemde spe külasyon ve deneysel araşhrrna arasında yapılmış herhangi tür den bir aynına henüz rastlanmaz. Doğa bilgisinin bütün dalla• Bu türün ilk yazılannın başlığı yokhı, fakat Alkmaion Fr. l'deki gibi bir şey le başlıyordu: AA.ıqmieı.ıv Kpoteı.ıvtatrıç ta& E:Af:Çe ıctA.. •• Platon, Ap. 26 D.E. -. Simi., Phys. 27, 2. Diels, Vors. 4, 46 A. 41 . ·
52
Birinci Dönem: Pre-Sokratik Felsefe
rının yanı sıra astronomi ve matematik, hatta başlangıçta hp, bütün bunların hepsi felsefenin alanına dahildi; son zikredilen bilim pratik bir 'l'EXVfl olarak ilk kez müstakil bir hüviyet kazan mıştır. Sadece, İonyalı logograflar ve Herodotos tarafından an laşılıp uygulandığı şekliyle, tarih ve coğrafyadan müteşekkil olan icnopirı ayn tutulmaktaydı, hatta burada da ayrım çizgisi her zaman yeterince keskin çizilmemiştir. İlk temsilcileriyle İo nik felsefe, metodolojik bakış açısından mütalaa edilecek olursa, saf dogmatizmdir. Beşeri bilginin mümküniyetine yönelik hiç bir sorgulamada bulunmaksızın doğrudan doğruya evrenin kö kenine ilişkin nihai problemlere saldırmışlardır. Felsefelerinin, temel araşhrma objelerine izafeten "doğa felsefesi" olarak ad landırılması bu bakımdan yerindedir. Öncelikle, üç Miletli'nin üçünün de farklı cevaplar verdiği her şeyin temelini teşkil eden temel cevher (töz) meselesini ortaya attılar. Bu tek tip temel cev her varsayımından doğal olarak, değişim problemi ve bununla birlikte varlık ve yokluk, oluş ve bozuluş, hareket ve sükunet meselesi ortaya çıkh. Doğa sözcüğünün q>ooı.ç etimolojik anlamı onu tam ve olmuş bitmiş bir şey olarak değil, hala oluşmakta ve gelişmekte olan bir şey, bir süreç olarak görmeye sevk etmesi nedeniyle bu problemin Greklerde ortaya çıkması çok daha ola sıydı. Bu problemi çözmek üzere Herakleitos ve Parmenides'in birbirine taban tabana zıt iki girişimini Empedokles, Anaksago ras ve Atomculann birbiriyle uyumlu üç sistemi takip etti. Bun ların hepsi de mutlak bir oluş ve bozuluşu reddetti, birçok ölümsüz ve değişmez temel cevher (unsur) ortaya attılar. Dola yısıyla oluş ve bozuluş problemini de bu unsurların birleşip ay rılmasına bağlı olarak çözmeye çalıştılar. Bu izah tarzı da kaçı nılmaz olarak üçüncü bir probleme yol açh: Duyu algılarının güvenilirliği ve onun düşünceyle irtibah meselesi. Bir bilgi te orisinin ilk temellerini işte burada bulmaktayız. Pre-Sokratiklerin temsil ettiği felsefi temayüle, Anaksago ras' ın sistemi bir tarafa bırakılarak, maddecilik ismi verilmiştir. Bununla beraber doğa ve aklın birbirinden ayrılığının ilk başlar daki, saf Grek düşüncesine bütünüyle yabancı olduğunun akıl dan çıkarılmaması gerekir. Grekler doğayı her zaman canlı ola53
Eduard Zeller • Grek Felsefesi Tarihi
rak tasavvur etmişlerdir. Mitik düzlemde, her şey, toprak ve de niz, dağlar ve ırmaklar, ağaçlar ve çalılıklar onlara göre tanrısal varlıklarla d oluydu; felsefi düzlemde her nevi maddeyi, hatta bir güç geliştirdiklerinden dolayı taşları bile bir kenara ayırmak sızın, canlı olarak düşünüyorlardı. Dolayısıyla hylozoizm veya panfizikizmden bahsetmek daha doğru olacaktır. Hayat ve akıl problemi bu düşünürlerde mevcut değildir, çünkü her şey can lıdır ve değişik derecelerde de olsa, akıldan pay almıştır. Yaşam sal ilkeden y oksun bir doğa Grekler için, yabancı tesirlerden ba ğımsız olarak kendi düşünce eğilimlerini takip ettikleri sürece, tasavvur edilemezdir. Hatta Anaksagoras'ın "nous"u bile konu munu Kozmos'un, dışında değil, içinde bulur. Onunla birlikte şüphesiz bir başka problem baş göterir: Dünyanın yapısında ve dünya tarihinin istikametinde hareket ve nizamın ilk sebebinin ne olduğu meselesi. Mamafih bu, aklın da doğaya ait olduğu fikrini, o kadar ki, sadece Pre-Sokra tikler için değil Stoacılar ve Epikürosçular için de psikoloji ve teolojinin henüz fiziğin bir parçasını oluşturduğu anlayışını değiştirmedi. Bununla beraber _ madde ve aklı, beden ve ruhu, Tann ve dünyayı birbirinden ayı ran düalizm Pythagorasçılığın Orpheusçuluğu bir bilim kılığı içinde teşhir ettiği bu erken dönemde bile Grek felsefesinde bir yer edinmişti. Empedokles ve Platon üzerindeki tesiriyle bu okul daha sonraki felsefenin gelişimi için hayati öneme sahip ol muştur. İlk kez ahlak ve toplum teorisiyle ilgili konuları felsefi araştırmanın konusu yapan da, Pythagorasçılann hayatın fiili ve ameli tanzimine yönelik bu ciddi ilgisiydi. Antropolojinin ilk işaretleri Ksenophanes ve Herakleitos' a kadar geri gider ve bu meselelere dönük ilgi bu dönemin sonunda İonik ' icrtopirı'nin inşa etmiş olduğu olgulardan felsefi sonuçlar çıkaran Demokri tos'ta ve Sofistlerde daha da yoğunlaşmıştır. Sofizmde de Kuş kuculuğa yönelik artan ilgi doğa felsefesinin gücünün tükendi ğini göstermektedir. Sofistler eğitim teorisinin temellerinin a tıl masında önemli bir hizmet üslenmişlerdir, fakat nesnel bilgiyi reddetmeleri ve yerleşmiş ahlaki inançları sarsmalanyla Grek doğasında zaten gizil halde mevcut olan bireyciliği teşvik etmiş54
Birinci Dönem: Pre-Sokratik Felsefe ler ve böylelikle Sokratik felsefe formunda güçlü bir tepkiyi tah rik etmişlerdir. Demek oluyor ki, Pre-Sokratik felsefe meyvelerini daha son ra verecek olan her türlü gelişmenin tohumlarını bünyesinde barındırmaktaydı.
. MİLETI.İLER
TilALES Solon ve Kroisos'un çağdaşı olan Miletli Thales, Karialı bir baba nın ve Yunanlı bir annenin çocuğuydu. Onu İran'a karşı düzen lediği seferde Lidya kralının maiyetindeki yüksek görevlilerden biri olarak görüyoruz; bu sefer esnasında -tavsiyesi doğrultu sunda nehrin yönü değiştirilerek- Halys'in [Halai, Kızılırmak nehrinin yakınından geçtiği tuzlalar, Strob., 24, 12) geçilmesini sağlamış ve Kroisos'un yenilgisinden sonra da Pers tehlikesi korkusuna karşı İonyalılara yakın bir siyasi birliğe dahil olmala nru salık vermiştir (Herodötos 1, 75, 140). Daha uzak seyahatler onu, gölgelerinin uzunluğundan ehramların yüksekliğini hesap ladığı ve hiç kuşkusuz (Julien takvimine göre) İÖ 585 yılının 28 Mayıs'ında meydana gelen güneş tutulmasını önceden tahmin etmesini mümkün kılan (18 yılda 11 günlük) Babil Saros-peri yoduyla (Babil'de eski zamanlardan beri güneş tutulmalannı kaydeden bir nevi kronik] tanıştırdığı Mısıı'a götürdü. Keza yanlış olmakla birlikte Nil' in taşmasına dair bir izah getirdi (He rodotos, il, 20, Athen., il, 87 A). Milet' te, denizde görülen gemi lerin uzaklığını hesaplamak için bir alet geliştirdi ve denizcilere kuzey yönünü tayin etmek için en güvenilir rehber olarak Kü çük Ayı'yı izlemelerini tavsiye etti. Aynı zamanda birkaç temel geometrik önerme de ona izafe edilir. Şeylerin nihai temelini mi tolojinin dışında başka bir temel üzerinde açıklama teşebbüsün de bu matematik araşhrmalann ve bunlann uyandırdığı bilim sel duygunun, onun üzerinde hiç şüphesiz kayda değer bir etki si olmuştur. Diğer taraftan fiziğinin ilk temellerinin ötesine hiç geçmemesi Grek matematiğinin elemanter karakteriyle de uyum içindedir. Suyu her şeyin vücut bulduğu -ve ihtiva ettiği55
Eduard Zeller • Grek Felsefesi Tarihi cevher olarak açıkladı. Bundan başka, yeryüzü suyun üzerinde tıpkı bir tahta parçası gibi yüzmekteydi ki bu, dünyanın merke zinde yeryüzünün sabit konumunu anlaşılabilir kılan bir varsa yımdı. Aristo teles'in, Thales'in yazıları elinde bulunmadığı gibi, şüphesiz ortada böyle bir eser de olmadığından, ancak bu hipo tezin gerekçesini tahmin etmesi mümkündür. Daha sonraki ya zarlar tarafından zikredilenlerle birlikte, bunların ihtiva ettikleri doktrinleri uydurma olarak kabul etmek gerekir. Thales şeylerin sudan yaratılma vetiresine dair daha tefenuatlı bir izah verme miş görünmektedir. Muhtemelen müteharrik gücü madde ile doğrudan doğruya bağıntılı ve dolayısıyla eski tabiat dininin ru huyla uyum içimde insan ruhuna benzer bir şey olarak olarak düşünüyordu . Bunu, her şeyin Tanrıyla dolu olduğu, demiri çekmesi nedeniyle mıknatısın ruhunun (yani canlı) bulunduğu şeklindeki deyişler de (Aristoteles,
De anima, l, 5, 411, a, 7 405a
19) doğrulamaktadır. Cevheri hayata ve ruha sahip olarak düşü nüyordu ki bu, takipçilerinde tekrar tekrar ortaya çıkacak olan bir görüştür ve yerinde olarak hylozoizm veya hylofizikizm ola rak adlandırılmıştır. Madde ve Tanrı veya akıl yahut dünya ru hu olarak yaratıcı gücü açık biçimde ayırt ettiğini varsaymak için yeterli nedenlere sahip değiliz. Bu ilk fiziksel teorinin temel leri ne kadar zayıf ve yetersiz görünürse görünsün, böyle bir te ori için bir temelin atılmış olması ve dünyanın birliğine ilişkin büyük düşüncenin kavranmış olması önemli bir şeydir.
ANAKSİMANDROS Bu mühim ve müessir düşünür Thales'in yurttaşı ve yaşça on dan daha genç
(İÖ 610-545
c.) çağdaşıydı. Seçkin bir aileden ol
duğunu bir Milet kolonisini Karadeniz kıyısındaki Apollonia'ya götürmesi göstermektedir. Astronomi ve coğrafya bilgisiyle dö neminde dikkatleri üzerinde toplayan Anaksimandros, Tha les'in uyandırdığı kozmolojik incelemeleri bağımsız araşbrmay la sürdürdü. Ulaştığı sonuçlan, erken bir tarihte kaybolmuş ol
sa da, bir eser haline getirdi. Dolayısıyla o en eski Grek nesirci si ve ilk felsefe yazandır. Bu eserden aşağıdaki cümle günümü ze kadar gelmiştir: ''Varolanın temeli, ilkesi
lpov'dur (sınırsız) fakat meydana gelen, 56
(apxiı> T6 po8itrı, ·Apµovirı,
vrı).
87
Eduard Zeller • Grek Felsefesi Tarihi yasını periyodik olarak asli ateşten çıkarıp sonra tekrar ona dal dırması gibi, Empedokles de sonsuz bir değişim sürecinde b u unsurların Sevgi tarafından birleştirildiğini sonra da Nefret ta rafından ayrıştırıldığını varsaymıştır. Bu durumların ilkinde dünya bütün tözlerin ve formların tam bir karışımı, tüm Nefret ondan uzaklaştırıldığından sükun içerisinde bahtiyar bir Tanrı olarak tanımlanan biİ: küredir. Unsurların bütünüyle birbirin den ayrılması zıt kutuptur. Tikel varlıkların meydana geldiği v e göçüp gittiği dünya durumları b u aşırı uçlar arasında yer alır. Şimdiki dünyanın oluşumuyla, başlangıçta merkezde yer tutan Sevgi, tözlerle Nefret'ten ayrılmış, tözlerin kendisine yavaş ya vaş çekildiği bir çember (vortex) oluşturmuştur; bu karışımdan döngüsel hareketle ilk ayrılan cether (esir) ya da hava olup, gök kubbeyi oluşturmuştur; bundan sonra konumca hemen havanın altında bulunan ateş; topraktan, su döngüsel hareketle sıkışmış ve sudan hava tekrar (yani daha aşağıdaki atmosferik hava) bu harlaşmıştır. Gökler biri alev alev yanan ateş, diğeri ateş parça cıklarının saçıldığı karanlık olmak üzere iki yarımdan oluşur; bunlardan ilki t,-ün, ikincisi gece göğüdür. Pythagorasçılarla bir likte Empedokles güneşi, ayın güneşinkini yaptığı gibi göksel ateşin ışınlarını toplayan ve yansıtan bir ayna olarak tasavvur etmiştir. Yeryüzü ve ay, halihazırdaki konumlarında kendilerini sürdürmelerini, dönme hızına borçludurlar.
··
Empedokles' e göre bitkiler ve hayvanlar topraktan meydana gelmişlerdir. Fakat nasıl ki, tözlerin birleşmesi ancak yavaş ya vaş Sevgi vasıtasıyla olmuşsa, canlı varlıkların meydana gelişin de de, Empedokles daha kusursuz varlıklara doğru tedrici bir ilerleme tasarlamıştır. Başlangıçta topraktan yalnızca tek tek uzuvlar çıkmış, sonra bunlar birbirleriyle karşılaştıklarında de vasa biçimler meydana getirmişlerdir; ve şimdiki hayvanlar ve insanlar da, teşekkül ettikleri anda, hiçbir şeye benzemeyen bi çimsiz kütleler olup ancak zamanla şimdiki yapılarına kavuş muşlardır. Empedokles'in organizmaların etkin [kulla
• ..
.,;lı] ya
pısını ancak hayat için uygun olan şanslı varlıkların ayakta: ka labileceği yönündeki bir teoriyle açıklaması kendi başına müın kün görünmediği gibi, Aristoteles tarafından da teyid edilme mektedir. Empedokles'in bütün bu söylediklerinden canlı var-
88
Birinci Dönem: Pre-Sokratik Felsefe
lıklar hakkında derin bir araştırma yapmış olduğu anlaşılmak tadır. Üremeleri ve gelişmeleri, kemik ve dokularının temel olu şumları, (kısmen deri vasıtasıyla meydana geldiğini varsaydığı) nefes alma ve benzeri diğer fenomenler hakkında kestirimlerde bulunmuştur. Duyuların aktivitesini gözenek-kanallar ve atık çıkıntılar doktriniyle* açıklamaya çalışmışhr; görme örneğinde göze doğru hareket eden ışık, gözdeki ateş ve su ile karşılanır. Genel bir algılama ilkesi, her bir unsurun bizdeki kendi benzeri tarafından tanınacağını** (arzuyu bizde ona benzer olan, nefre ti istikrah hissi duyulan şey uyandırır) ve bundan dolayı düşün cenin mahiyetine bedenin, hususiyle düşüncenin merkezi konu mundaki kanın muhteviyatının hakim olduğunu vazetmiştir. Fakat bu maddeciliğin onu duyuyu, algıyı akla tabi kılmaktan, her ne kadar Parmenides gibi bunları keskin bir zıtlık içerisine yerleştirmemişse de, alıkoymasına izin vermemiştir. Empedokles bu madde dünyasının üzerinde ikinci ve daha yüksek bir bahtiyar ruhlar (ômµow:ç) dünyasının var olduğuna inanıyordu. Bu inancıyla Empedokles profanlaşhrmakla suçlan dığı (Diog. L.,VIII, 35) Orphik-Pythagorik ruhgöçü doktriniyle hemfikirdir. Bu ruhlar. ölümsüzdürler ve kendilerini günahla, yeminli yalancı tanıklıkla, yahut kanlı bir sunuda bulunarak kirletenler kovulmuşlarsa da, bunlar orada; mesut ve tanrısal bir topluluk içerisinde yaşarlar. Kovulmuş ruhlar ise, "etten ya bancı gömleklere" bürünerek "30.000 Horce" bitki, hayvan ve insan bedenleri içinde dolaşmak zorundadırlar (Fr. 1 26). Dolayı sıyla bunlar organik bedenlerde yaşarlar ve madde ve ruh dün yasını birbirine bağlayan bağ vazifesini görürler. Fakat dünyevi varoluş bir ceza olduğundan, ruhların yeryüzüne düşüşü, 'bu umutsuzluk yahut çaresizlik durumu', en canlı renklerle betim lenir (Fr. 118-124, 139). Düşük hayat formları içinde defne ağacı ve aslan ruh için en iyi sükna yerleridir (Fr. 127). En yüksek aşa mayı ise rahip, hekim ve prenslerin bedenleri oluşturur (Fr.146). Bu öğretinin etli yiyeceklerin ve yerini kurban amacıyla hazırla nan hayvan biçiminde hamurda n yapılma şekillerin aldığı (Di og. L., VIII, 53) kanlı sunuların (Fr. 1 36, 1 39) yasaklanmasına ka• Empedokles bu porlar doktrinini Krotonlu Alkhmaion'dan almı ş olabilir. •• yairı µi:v yap yat'av 6ıı:cl>naµEv,
vs.,
Fr. 109.
89
Eduard Zeller
•
Grek Felsefesi Tarihi
dar gitmesi doğaldı, diğer yandan bakliyat gıdaları ve defne ta neleri de yasaklanmışhr (Fr. 140) . Bu sistem aynı zamanda bir nefret mahsulü olarak gördüğü savaşı da reddetmiş gibidir; en azından Sevgi'nin Tanrıça olduğu alhn çağ savaş hakkında en küçük bir şey bilmiyordu (Fr. 1 28). Bunlar ruhların kötülükten
(KaKO'tTJÇ Fr. 1 1 4, 1 45)
kurtulmasının şartlarıdır ve diğer ölüm
süzlerin kalplerini ve sofralarını tekrar paylaşması ancak bu şe kilde mümkündür (Fr. 147). Empedokles'in felsefi sisteminde kelimenin tam anlamında bir düalizmle karşı karşıyayız; bir taraftan ruhlar, diğer taraftan unsurlardan müteşekkil doğa dünyası, bunların her ikisi de or ganik doğada bir araya gelmiştir. Gerçek hayat madde dünyası nın üzerine yükselmiş olan tanrısal varoluştur. Dünyevi varoluş bir cezadır. Fakat her şeye rağmen, Kozmos, araştırmak için zih nin bütün enerjisini sarf etmeyE değecek kadar ilgi çekicidir, an cak bunda hiç şüphesiz daha yüksek güçlerin yardımına muh taçhr, çünkü insanın bilme yetileri sınırlıdır (Fr. 2, 132). Empe dokles'in ruhun, özellikle insanda, düşünce güçleriyle -ki daha önce ifade edildiği gibi ona göre kanda bulunurlar- ilişkisini na sıl tasavvur ettiği pek açık değildir. Her halükarda ona göre dü şünce, tıpkı d uyu algısı gibi unsurlardan teşekkül etmiş olan vücudun bir fonksiyonundan ibarettir. Dolayısıyla bir ruh
('lf\JXTJ)
faraziyesi onun için lüzumsuzdu... Onun yerini bir
d�mon almışhr; fakat o arz dünyasında yabancı bir misafirdir. Empedokles, bu ruhun daha önceki hayatını ve evvelki beden lenmelerini hahrlamasının mümkün olduğunu varsaymış olma lıdır. Bu gücü sadece yüksek derecede Pythagoras' a atfetmeyip
(Fr. 129), aynı zamanda kendisi hakkında da böyle bir iddiada bulunmuştur (Fr. 1 1 7). Belki de,
ruh,
dünyevi varoluşunda en
yüksek aşamaya ulaşhğında ve tanrısal kökeni.iı.e tekrar yaklaş hğmda bu gücü tekrar elde edecektir. Empedokles'in dünyasın da yaygın inancın tanrıları için bu "karanlık çılgınlık"a yer yok tur (Fr. 132). Tıpkı Ksenophanes gibi, inandığı tanrının her tür lü beşeri form ve ideanın üzerine çıkartılması gerektiğini düşü nüyordu.
O,
düşüncesiyle dünyayı istila eden, yasasıyla tüm
• Empedokles hiçbir yerde lj/\)Xfı sözcüğünü kullanmaz. 90
Birinci Dönem: Pre-Sokratik Felsefe Bütüne hakim olan kutsal bir ruhtur
(Fr. 132-35).
Buradan öyle
anlaşılıyor ki, neredeyse Tanrısal olanın 'Sphairos'la özdeş oldu ğuna inanır gibidir (krş.
Fr. 26-29
ile 134).
Empedokles'in sonraki dönemlere muazzam tesiri olmuştur. Maddi dünyayı sınırlı sayıdaki unsurlara ve onların sabit mate matiksel nispetlerdeki terkibine indirgemesiyle modem kfmya nın kurucusu olmuşhır; elementler teorisi ise on sekizinci yüz yılın başlangıcına kadar kabul edilegelmiştir. Organik varlıkla rın meydana gelişini mekanik bir temele dayandırarak açıklama teşebbüsü Anaksimandros'la birlikte onu Darwin'in öncüleri arasına yerleştirmiştir. Bir mistik olarak, Grek düalistlerinin en ilginç ve en önemli kişiliklerinden biridir ve şiirsel düşünceye güçlü bir tesir icra etmeyi sürdürmektedir. Öğrencisi Gorgias güçlü anlatım meziyetini ondan tevarüs etmiş ve Attik retorik"' nesrin kurucusu olmuştur.
ANAKSAGORAS Yukarıda zikredilen uzlaşmacı sistemlerin ikincisi Klazomenaili Anaksagoras (İÖ
500-428)
tarafından ortaya konmuştur. Fakat
Empedokles'in fiziği bütün mistik sisteminin, önemli olmakla beraber, tek bir parçasını teşkil etmesine ve bir bütün olarak ev reni birlikte oluşturan iki dünyadan yalnızca birisini açıklama teşebbüsü olarak kalmasına karşın, her türlü mistisizm emare sinden uzak olan Anaksagoras eski İonya fizikçilerinin rasyonel yolunu takip etmiştir."'* Seleflerinin büyük bölümünden soylu ve zengin bir aileye mensubiyetiyle de farklı olan Anaksagoras, siyasi hayattan uzak durmuş ve hatta kendisini araştırmaya bütünüyle verebilmek için sahip olduğu malikanelerin yönetimini de ihmal etmiştir. Bilinçli ve belirgin bir biçimde, dünya hakkındaki bilgiyi hayatın ödevi ve amacı olarak gören ve onun arızi nitelikteki ahlaki neticelerinden bütünüyle emin olan saf kontemplatif düşünür tipinin ilkiydi. Do ğası ona spekülasyon gücüyle tecrübe ve gözleme dayalı bilgi • Retorik: Sözbilgisi. Dili başkalarını ikna etmek ya da etkilemek için kullanma
sanatı ... (Ed. n.) " KOlVCl)vf)aaç tiıc;; i\va�ı.µi:vouç ıpV..Ooqı O iaç Simph. Pbys. 27, 2'de Theophrast., (Diels' I, 46A 41).
91
Eduard Zeller
•
Grek Felsefesi Tarihi
edinme yeteneğinin mutlu bir bileşkesini bağışlamıştı. Doğduğu ülkeyi terk etmesine karar verdiren şeyin ne olduğunu bilmiyo ruz; fakat hiç şüphesiz bunun karakterindeki felsefesiyle yakın dan bağlantılı olan bir özellik olduğunu çıkartabiliriz salt tarihsel hale gelmiş olan formların sınırlamalarının üzerine çıkma uğraşı. İonya felsefesini, Perikles ve onun yetenekli kansı Aspasia ile ya kın ilişki içerisinde yaklaşık otuz yıl ( İÖ 460-430 c.) yaşadığı Ati na'ya götüren oydu. Buraya Milet'ten Euripides ve şehrin seçkin insanlarıyla b irlikte gelmişti. Atina bu sırada, Perslere karşı elde ettiği zaferden sonra Grek dünyasının entelektüel merkezi olma ya namzet hale gelmişti. Yüksek çevrelerin felsefeye karşı göster diği ilgiden farklı olarak, halk kitlesi meselenin yabancısı kaldı ve yeni İonik aydınlanma ruhuna karşı şüpheler beslemeye devam etti. Nihayet İÖ 432' de Apollon tapınağının rahibi Diopeithes meclise "dini kabul etmeyen ve astronomiyle ilgili doktrinleri ya yanlar hakkında dava açılmalı" (Plutark.,
Per. 32) şeklinde bir çö
züm önerisi getirdi. Peleponnes Savaşı'nın başlamasından kısa bir süre önce Perikles'e karşı olan muhalifler iktidara geldiklerinde, Anaksagoras b u yasanın kurbanlarından biri oldu. Atina'yı terk etmek zorunda kaldı ve birkaç yıl sonra büyük bir şöhretle öldü ğü Lampsakos' a [Lapseki] gitti. Nesir olarak yazılmış ve Atina' da bir drahmiye satın alınabilecek
m:pi Cj)OOECOÇ
isimli eserinden
önemli parçalar elimize ulaşmıştır. Anaksagoras kelimenin tam anlamında bir meydana gelme ve yok olma, dolayısıyla şeylerin her türlü niteliksel anlamdaki değişiminin tasavvurunun mümkün olmadığında Empedok les'le uzlaşmaktadır. Bu itibarla her türlü meydana geliş sadece daha önceden mevcut olan unsurların bir terkibinden ve her türlü yok oluş yine bu unsurların ayrışmasından ibarettir* ve ni teliğin her oir değişimi maddi kompozisyonun bir değişimine dayanır. Bununla b eraber böyle bir vasfa sahip cevherden yola çıkarak, vasıtasıyla birleşme ve ayrılmanın meydana geldiği de-
• Fr. 17 (Simi . Phys. 1 63, 20): t6 fıi: yiVEcrBat Kai Cııt6.U.uo9m otK 6p8coç vo µiÇoumv oi . EAA.TJVEÇ. OUOEV yılp XPTJl.10 yivE:'tm oiıôi: ılıtAAUJQl, {ı)..X cmo EOV"tuy6vta tv EKcivoıç CJKom;iv tcİlv 6vtoov tfıv CıAfı9Eıav (şeylerin gerçek varlığı) yani 7tpciyµata, yerine A.Oyoı, 6vta yerine CıAfıBt:ıa tci:ıv 6vtrov. -------
155 -------
Eduard Zeller
•
Grek Felsefesi Tarihi
leceği�i düşünür. Bir şeyin kavramı ancak onun çeşitli yönlerini ve niteliklerini gözlemleyerek, göriinürdeki çelişkileri gidererek, değişip durandan kalıcı olanı ayırt ederek, tek kelimeyle, Sokra tes'in felsefeye kattığı ve Platon ve Aristoteles'in genişletip zen ginleştirdiği yapıcı eleştiriyle elde edilir. Önceki filozoflar bunla rın
neliklerini, yalın belirgin özelliklerden hareket ederek şeylere
ilişkin tek yanlı bir görüşle belirlemeye çalışmışlardır. Şimdi her hangi bir yargıya varılmazdan önce, bir objenin bütün özellikleri dikkate alınarak her bir taraftan tartılmaktadır. Dolayısıyla ispat yöntemini eski felsefenin yerine ikame eden teemmül-refleksiyon yeni felsefeyle devingen bir güç olarak sahneye çıkmaktadır; şey lerin göriinebileceği çok değişik yönler bir araya getirilmekte ve birbirleriyle ilişkilendirilmektedir; fakat olumsuz sonuca vanp onunla yetinmek ve karşıt belirlenimler içerdiklerinden ötürü gö rüşlerimizin doğru olamayacaklarını kabul etmek yerine, yeni fel sefenin hedefi bu karşıtları birde birleştirmek ve gerçek bilimin çelişkiden etkilenmeyeceğini, çünkü onun sadece kendinde zıtla n birleştirenden söz ettiğini ve her türlü çelişkinin üzerinde bu lunduğunu göstermekti. Bu bilgi ve kavram ilişkisi Sokrates, Pla ton ve Aristoteles felsefesinin ortak özeliliği olduğu gibi, küçük Sokratik okullar için de, daha sonra göriileceği üzere, herhangi bir istisna oluşturmamaktadır. Şayet kavramlar doğru bilgiyi sağlayabiliyorsa, buradan ger çek varlığın sadece kavramlar vasıtasıyla bilinene, bir başka ifa deyle, şeylerin özüne -bu öz düşünce ile kavranıldığı sürece- ait olacağı sonucu çıkar. Bununla beraber bu asli varlık, maddede araşhnlmamalıdır. Maddenin ancak ruh vasıtasıyla bir dünyaya dönüşebileceği Anaksagoras tarafından gösterilmişti ve eski maddeci fizik Sofistlerin saldınlanyla genel olarak itibardan düşmüştü. Maddi olmayan parçayı ilk sıraya yerleştirmek sure tiyle onlara ait olan kavramları belirlemek ve ona göriin üşün al bnda yatan hakiki bir gerçeklik izafe etmek için şeylerin form ve amacını incelemekten başka bir çıkar yol kalmarruşh. Bu suretle Sokratik felsefe manhki biçimde idealizme doğru ilerledi. Hatta Sokrates'in kendisinde bile bu idealizmin izleri görülebi lir. Doğa araşhrmalanna karşı kayıtsızlığı, bunun yerine ahlaki
sorgulamalan
tercih etmesi iç d ünyaya dış dünyadan çok daha
------ 156
------
İkinci Dönem: Attik Felsefe yüksek bir değer atfettiğini yeterince tatmin edici biçimde göster mektedir. Kanaatine göre, bir nesnenin meydana geldiği şeyin maddi değil, ona biçim veren, her şeyi ne ise o yapan ve dolayısıy la onun gerçek doğasını temsil edenin kavram olduğunu görmek için doğaya uyguladığı nihai-gai* sebepler teorisini, meydana gel diği metafizik unsurlara ayrıştırmamız yeterlidir. Megara Oku lu'nda bu idealizm daha sarih ve açık biçimde ortaya çıkar; Pla ton' da, hemen yanı başında bir Pre-Sokratik öğretiler dalgasıyla birlikte onun felsefesinin bühin parçalarına baştan başa hakimdir. Hatta Aristoteles bile bu görüşe bağlılığını büsbütün terk etmez. Platon'un idealarının müstakil varlığını reddetmekle birlikte yine de gerçek olanı oluşturan şeyin madde değil form ve en yüksek gerçekliğin maddeden bağımsız ruh olduğunu ileri sürer. O itibar la fiziği, nihai-gai sebebi maddi olanın üzerine yerleştirmek bakı mından seleflerininkiyle uyuşur, dolayısıyla Pre-Sokratik dönemin doğa filozoflarıyla karşılaştırıldığında Aristoteles' e gerçek anlam da bir idealist demek gerekir. Demek oluyor ki, Sokrates döneminden önce felsefe doğa düşüncesinden hareket etmiş ve esas itibariyle harici şeylerin doğa ve nedeninin, öncelikle maddi özelliklerine eğilerek, araş tırılmasıyla meşgul olmuştur. Temelleri Sokrates tarafından atı lan felsefede bütünüyle farklı bir karakter gözlemlenir. Yola do ğayı gözlemleyerek başlamak yerine, bu felsefe "ben" üzerinde, fizik yerine etik üzer.inde yoğunlaşır. Görüngüleri her şeyden önce kavramlarla açıklamayı hedefler ve bu noktada fiziğe an cak ikincil bir yer atfeder. Dogmatik hükümler yerine araştırıcı sorgulayıcı bir tavn, materyalizm yerine idealizmi ikame eder. Doğanın karşısına yerleştirilen ruhun, maddenin karşısına ko nulan kavram yahut formun şimdi ilk sırayı işgal ettiği görülür; doğa felsefesi yerini bir kavramlar felsefesine bırakır. Bununla beraber, felsefeyi münhasıran kavramlarla ilgilen meye hasretmekle, o hiçbir surette insan aklının hakikatin ölçü sü ve bilimin ereği olduğunu kabule yanaşmaz. Fichte'nin° • Ereksel .. . (Erek sebebin içerdiği son.) (Ed. n.) .. Johann Gottlieb Fichte (1762-1814): Alman düşünürü ... Öznel düşüncecidir
ve bu anlayışın bütün yanılgılanru taşır. Bilginin bütün biçimlerini öznel dü şünceci ben' den çıkarmaya çalışmıştır. . (Ed. n.) .
Eduard Zeller • Grek Felsefesi Tarihi sübjektif idealizmine.. -ki muhtemelen ancak modem dönemle re özgü olabilecek bir idealizmdir- yaklaşması bir tarafa, bu dö nemin felsefesinin, spekülasyon alanının ahlaki endişelerle da raldığı Aristoteles sonrası dönemin okullarınınki kadar bile öz nel olduğu söylenemez. Bu sonraki okullarda, bilgi erdem ve mutluluk için bir araçtan ibaret görülmekteydi; halbuki söz ko nusu dönemin büyük filozofları bilimin müstakil değerini tam olarak kabul etmekteydiler. Onlar için bilgi ereği kendinde olan bir şeydi, spekülasyon hayatı en yüce ve en mukaddes hayattı, bilgi pratik hayatın hedeflerine değil, eylem bilgiye bağımlı kı lınmıştı. Kuralın yegane istisnası, Sokrates'in, genel eğilimle il gili olarak hiçbir varlık gösterememekle birlikte, tek-yanlı takip çilerinden ibarettir. Bütün bunlardan anlaşılmış olması gerekir ki, Aristoteles sonrası okullarda eksikliği hissedilen, bilgir.in mümkineyetine ilişkin inanç burada bütün yalınlığıyla karşımızdadır. Sofistlerin genel şüpheleri çürütülmüştü, fakat filozof bunlarla boğuşma ih tiyacı hissetmiyordu. Araşhrma konusu, doğru bilginin nasıl el de edilebileceği, hangi tür kavramlarda araşhnlması gerektiği ve kavramının nasıl belirleneceği meselesiydi. Bilginin gerçekten mümkün olduğundan asla şüphe edilmiyordu. Daha sonraki okulların temel meselesi olan bir kıstas yahut ölçütle ilgili sorun bu dönemin insanlarının hissiyatına bütünüyle yabancıydı ..... Onlar meseleyi, Epikürosçular yahut Stoacılar gibi, bir kıstasın mümkün olduğunu söyleyerek geçiştirmiyorlardı; Kuşkucular gi-. bi bilgiden ümitsiz değillerdi; Yeni-Platoncular gibi daha yüksek bilgi vasıtaları olarak ilhama-revelasyona başvurmuyorlardı, ha kikatin kaynağını ayaklan yere basan, sağlıklı düşünceye yerleş tirmek onlar için yeterliydi. Hatta sonraki yazarlar tarafından
• Sübjektif idealizm: Öznel düşüncecilik. Nesnel varlığı insansal bilincin ürünü sayan düşüncecilik anlayışı. Antikçağda, şüpheciliği yöntem olarak kullanan bütün Yunan düşünürleri, öznel düşünceciliğe düşmekten kaçınamamışlar dır. Bunun nedeni de, bütün şüphecilerin, duyumlann, nesnelerin niteliklerini yansıthğı olgusunu yadsırnalandır.. . (Ed. n.) .. Thaitetos'ta bilgi kavramıyla, tman'ııırı ö, Ti non: nınaVEt öv, ilgili olarak ortaya çıkan sorunu alın sözgelimi (Thaitetos, 145, E); bir kıstas araştırmasın da karşılaşılan. yahut bilginin gerçekten mümkün olup olmadtğıyla ilgili şüp heden oldukça farklıdır. ·
İkinci Dönem: Attik Felsefe müstakilen araşhnlması ihmal edilmiş olan doğabilimi, bu dö nemde başarıyla etüt edilmiştir. Sokrates ve takipçilerinin büyük çoğunluğu onu ihmal etmiş olabilir, fakat Platon ondan vazgeçe memiştir ve Aristoteles'in bu araştırma dalındaki çalışmaları ne redeyse iki bin yıl boyunca alanın belirleyici ölçütlerini oluştur muştur. Aristoteles sonrası Etik'i, kısmen dünya-çapında bir ya yılma ve siyasetten kopmuş olma, kısmen, ahlaki şuurun dış dünyadan kendi içine çekilmesi ve kısmen de budalaca bir tesli miyetçilik ve asık suratlı, ketum bir çilecilik gibi çok değişik ne derılerden ötürü, kadim Grek ahlakıyla bağlarını kopardığında geçmiş ve hal arasındaki farklılık, Sokrates'in neşeli hayat coşku suyla birlikte, çok yanlı sempatileri ve ülkesine bağlılığının ya da Platon'un devletle, Aristoteles'in erdem ve toplum ile ilgili öğre tisinin ya da Kirenelilerin Epikürosçu mutluluk görüşüyle ilişki sinin hahrlanmasıyla kolaylıkla anlaşılabilecektir. Hiç kuşkusuz ahlak alanında d a örf ve adetin sınırlarını aş maya yönelik girişimlerde bulunulmuştur. Gelenek kalıbı bir etik teorisi, bir bilinçli eylem teorisiyle desteklenmiştir. Maddi fiil ile niyet-kasıt arasında geleneksel görüştekinden daha açık bir aynm yapılmıştı. İnsanların duyumsal hayatın üzerine, ide al olana yükselmeleri isteniyordu. Ahlaki vicdanın anlamı ve motifleri vuzuha kavuşturulmuştu. Devlet adına sürdürülen et kinlikte kaybolmayan evrensel bir insani erdem vazediliyordu; bunun doğal bir sonucu olarak devlet erdem ve mutluluğun gerçekleşmesi için bir araç olarak görülüyor, dolayısıyla onun refahı ahlaki eylemin nihai ereği olarak düşünülmüyordu. Fakat yine de bu dönem Stoacıların apatheiasından,"' Kuşkucuların ka yıtsızlığından, Yeni-Platonculann çileciliğinden oldukça uzaktı. İnsanın ahlaki etkinliğinin bağlarını doğadan koparmış, fakat yine de Aristoteles'le birlikte erdemi doğal bir yeteneğin mü kemmeliyeti olarak görmüş ya da Platon'la birlikte duyumsal olarak güzel olanın sevgisinden ahlaki olarak güzel olanın sev gisine ilerlemiştir. Filozoftan hemcinsleri için çalışmasını talep etmiştir. Ancak yine de sınırlan bütün dünyayı içine alan bir in• Apatheia: Eski Yunanca'da olumsuzluk bildiren -a önekiyle "duygulanım, et kilenim, tutku anlamındaki pathos'tan türetilmiştir. Duygulara kapılmama, et kilenmeme anlamında ... (Ed. n.)
Eduard Zeller
• Grek Felsefesi Tarihi
san toplumunu kucaklamadığı gibi, ulusal hislere ve siyasi ha yata kayıtsız kalmanuştır. Hatta bu bakımdan da, dış dünyaya kendini körü körüne terk etme ile ondan bağnazca çekilme ara sında orta yolu takip etmiştir. Pre-Sokratik dönem ile karşılaşhnldığında Sokrates çağının belirleyici özelliği insanın dışındaki doğadan yüz çevirerek dü şünceye ya da idealara yönelmesidir. Benzer şekilde takip eden dönemle karşılaştırıldığında, bu sonraki dönem düşüncesinin objektif karakteriyle değil, düşünürü kendisi ve bilme ediminin kesinliği-güvenilirliği yerine kendi başına gerçek ve doğru ola nın bilgisine ulaşmakla ilgilenmeye zorlamasıyla tanınır. Ona bilimsel karakterini kazandıran bir kavramlar bilgisi teorisidir. Bu teorinin zorunlu sonuçlan olarak şunların sayılması gerekir: benzer şekilde hem Pre-Sokratik doğabiliminin tek-yanlılığının, hem de Aristoteles sonrası okulların ahlaki tek-yanlılıklarının ötesine geçen kuşahcı ve kucaklayıcı bir görüş, daha önceki ve sonraki dogmatizmden farklı olarak yapıcı eleştiri, onu büsbü tün yok etmese de, dış dünyanın bütün yönlerini aşan idealizm. Bu teori, kurucuları birbirini takip eden üç nesle mensup olan ve birbirlerine kişisel olarak hoca ve öğrenci ilişkisiyle bağ
lı olan üç felsefi okul tarafından basit ve doğal bir düzen içeri sinde geliştirildi. Bunların ilki, insan düşüncesinin ve eyleminin ölçütünün bir kavramlar bilgisinde bulunduğunu ileri süren, Sokrates'ti ve takipçilerine bu bilginin kavramlara eleştirel bir şekilde eğilerek elde edileceğini öğretti. Platon aynı zamanda gerçek olanların sadece objektif kavramlar olduğu sonucuna varmış ve bunun doğal sonucu olarak diğer şeylere de ancak tü revsel bir gerçeklik atfetmiştir. Bu görüşü daha araştırmacı bir çözümleme ile kabul etmiş ve bunu bir sistem haline getirmiştir. Son olarak Aristoteles, kavramların şeylerde
mevcut olduğu
ve
onların gerçek özlerini ve hareket nedenini oluşturduğu sonu cuna ulaşmışhr. Bilimsel yönteme dayanan ayrıntılı bir çözüm lemeyle kavramların ne şekilde oluşturulması gerektiğini ve şeylere nasıl uygulanacağını göstermiş ve evrenin çok çeşitli bö lümlerine yönelik kapsamlı bir araştırmayla kavramların yasa
larını ve bağınhsıru, gerçekten m evcut olan her şeyi belirleyen düşünceleri tetkik etmiştir. Sokrates'in bir sistemi yoktu. Ancak
İkinci Dönem: Attik Felsefe kavramları elde ederek gerçek bilgiye ulaşılabileceğini, gerçek erdemin kavramlara göre hareket etmeye dayandığını, hatta dünyanın bile belirli kavramlara göre teşekkül ettiğini ve o ne denle bir düzen ve intizama sahip olduğunu düşünüyordu. Herhangi verili bir durumda, hazır kavramları-görüşleri eleşti rel bir tutumla elden geçirerek ilgilenmek zorunda olduğu nes nenin bir kavramına ulaşmaya çalışıyor ve her türlü ilgi ve uğ raşı bir tarafa bırakarak bütün enerjisini buna sarf ediyordu. Fa kat bu metodik tetkikin ötesine asla geçmedi. Öğretisi genel ge reksinimler ve koşullarla sınırlıydı. Felsefe tarihindeki önemi, şeyler hakkındaki yeni görüşünden değil yeni bilgi görüşünden kaynaklanmaktadır. Keza bu, görüşü ortaya koyuş tarzına, bi lim uğraşını ve yöntemini anlama tarzına, felsefi yeteneğinin gücüne ve felsefi hayahnın yalınlığına dayanmaktadır. Sokratik kavram araşhrması, Platon' da bunların tespitine, bunlara sahip olmanın ve seyretmenin kesinliğine doğru gelişim gösterdi. Ona göre gerçek şeyler objektif düşünceler yahut ide alardan ibarettir. Duyu objeleri ve madde bu hüviyetiyle sadece yokluktur; her şey kısmen varolandan ve kısmen varolmayan dan meydana geldiğinden ancak ideada bulundukları parça nis petinde [ya da ona iştirak ettikleri ölçüde] gerçektirler. Bu teori de Sokratik görüşün ileri götürülmesi bakımından birçok şey mevcut ise de, esas itibariyle Sokratik görüşün manhki uzanhla nndan ibarettir. Aristoteles' in onları doğru biçimde anladığı gi bi, Platon'un ideaları Sokrates'in peşine düştüğü görüngü dün yasından ayn ve müstakil genel kavramlardır. Bunlar aynı za manda Aristoteles' in spekülasyonlarının da odak noktasıdırlar; ona göre, asli ve hakiki olan şeyi oluşturan tek başına kavram ya da formdur ve o, deyiş yerindeyse, şeylerin ruhudur; maddesiz form, kendini düşünen yalın ruh, mutlak gerçektir ve düşünce insan için en yoğun gerçekliktir ve o nedenledir ki, hayattaki en yoğun hazdır. Yegane farklılık şudur; Platon kavramı görüngü dünyasından ayırıp onu müstakilen -i&a- tanırken, Aristoteles onu şeylerin içine yerleştirir. Fakat bu yargı bile formun virtüel durumdan aktüel hale gelmek.. [kuvveden fiile çıkmak] için • Virtüel: Gizil.
Güç olarak saklı olup sonradan meydana çıkanı; aktüel: Gerçek leşen. Güç halinde olandan edim haline geçmiş olanı dile getirir... (Ed. n.)
Eduard Zeller • Grek Felsefesi Tarihi
maddeye ihtiyaç duyduğunu ima etmez, çünkü o bizzat, kendi başına aktüeldir. Aristoteles'in ideayı görüngü dünyasından çı kartmasının nedeni, ayrılık dunımunda onun tekil şeyler arasın da bağlayıcı bir bağ vazifesi göremeyeceği gibi, şeylerin nedeni ve tözünü de oluşturamayacağıdır. Demek oluyor ki, bu teori esas itibariyle bir ve aynıdır, fakat Sokrates, Platon ve Aristote les'te gelişmesinin farklı aşamalarını yaşamıştır. Sokrates'te he nüz tam olarak gelişmemiş olmakla birlikte, daha önceki felsefe nin kabuğunu kırmış vaziyette dipdiridir, Platon' da saf ve ba ğımsız bir varlığa erişmiştir; ve Aristoteles'te sürekli bir çabayla kendisini tüketerek ve daha sonraki sistemlerden mükemmel bir dönüşüm bekleyerek bütün bir varlık ve bilinç dünyasına yayıl mışta. Deyiş yerinde ise, Sokrates, Grek felsefesinin, kabuğunu çatlatmaya hazır tohumu, Platon zengin bir çiçeklenme, Aristo teles, tarihsel gelişiminin doruğundaki olgun meyvesidir. Tam olarak bu tarihsel içerik içerisine yerleştirilemeyen fakat Grek düşüncesinin sürekliliğini kırmaya bir tehdit oluşturan sa dece bir gelişme vardır; Megara, Kinik ve Kirene okullarında te sadüf edilen, Sokratik ilkeleri yaymaya yönelik eksik-kusurlu girişimler. Bununla beraber yine de bu okullarda felsefi bilincin, felsefeyi sübjektif düşünce formuna ve karakter eğitimine has retmek suretiyle kaydedilen gerçek ve esaslı bir gelişmesine te sadüf edilir; daha Sokrates döneminde felsefenin hedefi olarak ancak sistematik bir tarzda elde edilebilecek objektif bilgi kabul edilmeye başlanmış olsa bile. Ve başka bakımlardan da bunların bü�üyle önemsiz oldukları söylenemez, çünkü daha sonraki dönemde bunlar Stoaalar, Epikürosçular ve Kuşkucular için ha reket noktası olmakla kalmamış, fakat aynı zamanda bağımsız olarak, birçok bilimsel araştırmanın -ki bu suretle Platon ve Aristoteles üzerinde inkar edilmez bir etki bırakmışlardır- teş vikçisi olmuşlardır. Aynı dunıma başka bakımlardan da sık sık tesadüf edilir ve her ikisi de felsefenin gelişmesi üzerinde ba ğımsız bir tesire sahip olmamakla birlikte tarihi bakımdan bütü nüyle göz ardı edilemeyecek olan eski Akademia ve Peripatetik Okul' da kısa süre sonra cereyan etmiştir. Bütün bu örnekler için söylerunesi gereken şey bir ve aynıdır. Bunlar önemlerini, bir il keyi içsel olarak genişletmiş olmalarından ziyade, onun gelişti-
İkinci Dönem: Attik Felsefe
rilmesine dışsal olarak katkıda bulunmuş olmalarına, başkaları na eski kültür formlarını sunmalarına, şurada burada bunları geliştirip genişletmelerine ve filozofun düşüncesini, sayesinde sonraki sistemlerin öncekileri kucaklayabildiği bir çok-yönlü ufuk genişliğine çakılı tutmalarına borçludurlar. Bunun sonucu olarak, felsefe daha genel bir eğilim benimse yinceye kadar, Grek dünyasında kalıcı bir etkisi olmuş olan fel sefi okul vücut bulmamışhr. Bunlar ilk kez Sokrates ve Platon'la birlikte ortaya çıkarlar. Bütün Pre-Sokratik okulları hülasa ede rek Platon bu okulların varlığına son vermiş ve onun zamanın dan itibaren, Yeni-Platonculuk Grek felsefesine son taşı koyun caya ve bütün daha önceki sistemleri kucaklamak suretiyle büs bütün ortadan kaldırıncaya kadar kendisini bir okul konumuna yükseltebilecek hiçbir ilke ortaya atılmamıştır. Bununla beraber daha sonraki dönemlerde, yan yana birçok felsefi eğilim varlığı nı sürdürmüştür; ne var ki, bunlardan ancak birkaçı kendine mahsus bir yaşam çizgisine sahiptir. Geri kalanlar bir tür gele neksel bağlılıkla önceki görüşleri muhafaza etmişlerdir. Dolayı sıyla dönemin kendine özgü felsefi karakteri değerlendirilirken bunların daha ayrıntılı olarak ele alınmasına lüzum yoktur. Ta rihçi tarafından geçerken zikredilmeleri yeterlidir. Bu irdeleme küçük Sokratik felsefi okullar için geçerlidir. Öğretileri ilkesel olarak ilerleme addedilemeyeceğinden ve Sokratik felsefeyi an cak kısmen ve kusurlu biçimde temsil ettiklerinden dolayı an cak üstünkörü ve Sokrates'in öğretileriyle bağlantı içerisinde ele alınabilirler.
AITİK FELSEFE: SOKRATES VE SOKRATİKLER, PLATON ARİSTOTELES FELSEFENİN YENİ KONUMU İLE PROBLEMİ VE SOKRATİK SİSTEMİN GELİŞMESİ Her ne kadar Attika bu zamana kadar dikkat çekici özgünlüğe sa hip filozof yetiştirememişse de Atina, Pers savaşında oynadığı öncü rolüyle, artan refahıyla ve daha önemlisi, entelektüel haya hnı daha önce asla erişilmemiş yüksekliklere taşıyan şairleriyle
Eduard Zeller • Grek Felsefesi Tarihi
Grek dünyasının entelektüel merkezi halirle gelmişti."" Her kim olursa olsun, bir düşünür olarak ünlü olmak isteyen, Atina'da imtihandan geçmek zorundaydı. Ancak zevkçe harici form bakı mından bütün incelınişliklerine karşın, Atina'nın ve genelde He lenlerin hayatında, giderek daha da belirgin hale gelmeye başla mış olan uçurumlar vardı. Bütün dünyanın nimetleri Atina yurt taşının emrine amadeydi."""" Yeni Tanrı kaideleri, en iyi sanatçıla rın ölümsüz eserleri ihtişam ve debdebe içinde birbiri ardınca yükseliyordu. Halk Dionysos festivalinde tragedyanın tumturak lı sözlerini ve şarkılarını dinliyor ve komedyanın kıvılcımlar sa çan nüktesi ve şamatacı maskarılıklannın tadını çıkartıyordu. Halk, güzel dilin çekici kılıfına büründürülmüş yeni bilgelikleri ni anlatırlarken Sofistlerin ders salonlarını dolduruyor ve gençler onların öğrencileri olmak için can atıyordu. Demos, Pnyks'te"""""" ve mahkemelerde otururken dingin bir şuurla ku4retinin tadını çı karıyordu. Bütün bunlar güzeldi, fakat Atinalılar için bütün bu ihtişam ve qebdebenin iyi bir şey olmadığı kanaatinde olan in sanlar vardı. İnsanlar tembel, avare, geveze ve kıskanç hale gel . . Aslına bakılırsa bir şey eksikti; insanlar ahlaki eğitim mişti.,..,...,. den yoksundu. Helenlere doğruluğun yolunu kim gösterecek, değişik iyilerin değerlerini ayırt etmeyi kim öğretecek, hayatın anlam ve amaanın nerde saklı olduğunu kim anlatacaktı? Din neredeyse bütünüyle rifuelden ibaretti; kutsal kitapları yoktu ve ahlaki davranışa ilişkin ancak çok belirsiz düsturlar sağlayabili yordu.,..,..,..,..,.. Halkın gerçek öğretmenleri ve eğiticileri, bu dönem de halen görevlerinin bilincinde olan şairleriydi..,.,..,.,.. .,.. Homeros hepsinden daha çok bu maksatla kullanılmaktaydı.""""""**""* Fakat • Thuk. II, 41, ı:
Tİl; "Elllıôoç nat&uoı.ç. (Yunanistan'ın okulu, eğitim tıiç · EUciôoç alrı:o ı-6 Jtpuı-avciov
merkezi [Ed. n.J) Platon, Prot. 3370:
tıiç aoq>taç.
.. Thuk. Il, 38.
(Yunanistan'ın bilgelik ateşinin yandığı yer. [Ed. n.])
••• Klasik Atina agorasının güney batısında, halk meclisinin özel yeri olan,
yanm da �e şeklinde tiyatro sahnesine benzeyen toplantı yeri. Agoranın dışında bır yere gereksinim duyulduğunda toplanılan bifyerdi ... (Ed. n.) .... Platon, Gorg., 515 E .
..... Sözde aypacpot
voµot (yazılı olmayan yasalar [Ed. n)) Thuk. il, 37, 3; krş.
mesela, Eur. Fr. 853 . ...... Aristophanes, Kurbağalar, 1008ff., 1 054ff. --
Platon, Devlet, X, 606 E.
---�---- 1 64 ------
İkinci Dönem: Attik Felsefe
bunlar da sırası düştükçe ipuçlan vermekten, insanın kaderi hak kında etkileyici öyküleriyle dinleyicilerinin kalplerini ürpertmek ten ve onlan durup düşün�eye sevk etmekten daha fazlasını ya pamıyordu. İonyalı doğabilimcilerinin ve Sofistlerin saldırıları karşısında geleneksel dinin tükenmeye yüz tutmuş olan o.toritesi bu manevi eğitim eksikliğini bütün insanlar için çok daha ciddi hale getirmişti. Eskinin yerine bütünüyle yeni bir yapının inşası zorunluy du. İlk Atinalı filozof Sokrates bütün etkinliğini işte bu noksan lığa, yurttaşlarının ahlaki eğitimine vakfetti. Fakat bu da sıra sında iyi ve kötü hakkında bir bilgiyi gerekli kılıyordu; onun bu bilgiye erişme yönündeki çaba ve gayretleri bu fikirlerin keşfi için zemin hazırlamaktan başka, sadece ahlak için değil genel olarak bilgi için de yeni ve daha güvenli bir temel sağla mıştır. Küçük Sokratik okullarda onun öğretilerinin farklı yanları ön plana çıkarılarak geliştirilmiş ve eski teorilerle birleştiril miştir. Platon üstadının çalışmasını daha büyük bir kapsam dahilinde ve daha derin bir anlayışla sürdürmüştür. Fakat Sok rates, bütünüyle bu dünyaya ilişkin şeylerle uğraşması bakı mından, İonyalı monistlere benziyor ve Grek halkının temel niteliklerini yansıtıyor olmasına karşın, felsefesi Platon'la bir likte Eleatik unsurların eklenmesiyle güçlenmiş ve Orphiklerin ve Pythagorasçıların düalizmiyle bağdaştırılmıştır. Dahası, idealistik karakteri haiz yeni bir sistem vasfına bürünerek, za manla Grek felsefesinin sonraki dönemlerine bu düalistik eği limi bulaştırmıştır. Aristoteles'le birlikte bu felsefe, Sokrates ve Platon' un öyle veya böyle küçümsediği doğabilimi lehine tep kide bulunmuştur. Platon'un kaba düalizmini eleştirmiş fakat gerçeğin bütününü kavrama peşindeki yeni bir form içinde ol sa da, onun temel fikirlerine bağlı kalmış, dolayısıyla felsefesi Sokratik ve Platonik idealar felsefesinin en yoğun formunu temsil eder hale gelmiştir. Bundan başka Aristoteles Pre-Sokra tik d oğabilimcilerin değindiği meselelerin birçoğuna geri dön müş ve gerek Sokrates ve gerekse Platon tarafından değinil meksizin geçilmiş olan akli bilimlerin birçok sorununu ele al mıştır.
Eduard Zeller • Grek Felsefesi Tarihi
SOKRATES HAYATI VE KİŞİLİGİ Sokrates İÖ 470 yılında (herhalde Thargelion'un 6'sında) veya olsa olsa ertesi yılın ilk ayında doğmuştur.* Babası Sophroniskos bir heykeltraş, annesi Phainarete bir ebeydi.** İlk eğitimi o dönemde geçerli olan eğitimden gerek uzunluk, gerekse tarz bakımından farklı değildi. Babasının sanatını öğrendi; Akropolis'in girişindeki üç Grek Tanrıçasını [Üç Güzeller] temsil eden kaideler kümesi ona mal ediliyordu.*** Bir filozof olarak kendi kendini yetiştirmişti**** ve onu eski filozoflarla bir münasebet (&laooxfı) tesis etmek için Arkhelaos'un öğrencisi olarak gösteren ancak sonraki yazarlardı. Bir müddet doğa felsefesiyle uğraşmış olmalıdır, çünkü bu araştır mayı terk etmeye zorlayan ondan duyduğu tatminsizlikti.***** So fistlerle de ilişkisi vardı, onların konferanslarına katılıyor, hatta ara sıra öğrencilerine tavsiye ettiği de oluyordu;****** hayattaki vazife sinin yurttaşlarını düşüncesizlikten uyandınnak ve onlan hayatın anlamı ve kendileri için en iyi olan üzerine düşünmeye sevk etmek olduğu sonucuna varmıştı. Onu buna tanrısal olarak gördüğü ta içinden gelen bir ses zorlamış ve Delphoi kahininin bir cevabıyla da teşvik edilmişti. İnsanı sağlıklı bir içsel huzursuzlukla baş başa bırakmak; ona öyle geliyordu ki, vazifesi, felsefesi ve "tannsal hiz meti" buydu.••••••• Aristophanes onun bu etkinliğini İÖ 423'e ka dar geri götürürken, Platon Peleponnes Savaşı'nın başlangıcını işa•
Bir taraftan otoritelerimizin onun ölüm ve mahkumiyetinin
zamanı
ile il
gili ifadelerinden (Diog., il, 44; Diodor., XIX, 37, 6; Ksenoph., Mem., iV, 8,
2; Platon, Phaid. 590) diğer taraftan ölüm zamanında onun yaşında olan
lardan (Platon, Apol., 1 70; Krit., 52E) anlaşılacağı gibi. Delos seferi daha
önce saruldığınl!l tersine Thaıgelion'a (Mayıs-Haziran) değil Anthesteri on' a (Şubat-Mart) rastladığından müdafaa konuşması Şubat'ın ortasında
�
yapılmış, d� ayısıyla o zaman en azından yetmiş yaşında olan Sokrates'in . erınihayet 10 469 yılının başında, muhtemelen ancak İÖ 470 veya İÖ 471 'de doğmuş olması gerekir.
••
Theait. 149 Aff. Bununla beraber belki de bu bir şakadan ibarettir.
••• Paus., 1, 22, 8; IX, 35, 7. .-•.
Ksen., Symp. 1,
ı, 5: amoı.ıpy6ç
TI'lÇ ıpı.A.ooe>p6vııcnç, tTI:ıcriu..uı, 7tm&ia)
ya da felsefeye
borçluyuz. O bize hayatın iyisinden nasıl faydalanmamız gerek
tiğini, kendimizi mutluluğu bozup dağıtan kuruntu ve tutkular dan nasıl koruyacağımızı, iyiliğimiz için her şeyden en uygun şekilde nasıl yararlanacağımızı gösterir. Dolayısıyla o her türlü mutluluğun ilk şartıdır. Aristippos bu ilkelerle uyum içerisinde, bütün hayat kuralla rında ve şahsi tavrında, hayattan mümkün olduğu kadar çok tat almayı, fakat her türlü şart altında kendisinin ve çevresinin efen-
• Prot., 35600. j.IE:[pTJTlıcfı -rtxvrı.
------ 184
------'--�---
İkinci Dönem: Attik Felsefe disi kalmayı hedefi yapmıştır.• O sadece, zevk verici araçlar keş fetmek bir mesele olduğunda durumunu meşru veya tersi yoldan yahut uygun ve nükteli bir üslupla savunup asla kaybetmeyen, usta ve maharetli bir dünya adamı değil, kendisini her duruma nasıl uyduracağını, "bayram giysileri içinde olduğu kadar yırtık pırtık elbiseler içerisinde de görünmesini"** her şeyin iyi tarafını bulup çıkarmasını ve arzulannı sınırlayarak, bilgelik ve nefs ha kimiyetiyle neşesini ve mutluluğunu korumasını bilen üstün bir dimağdı....... Başka insanlara karşı nazik ve iyiliksever bir tavırla mukabelede bulunmuş ve bunu hep muhafaza etmiştir. Sonraki hayatında, kendi kendine yeterliliğine zarar vermemek için uy gar hayattan çekilmiş görünmektedir. Büyük üstadı için en sıcak saygı hislerini daima muhafaza etmiştir. Gerçekten de Sokratik ruh su götürmez biçimde, onun bilgeliğe atfettiği değerde ve onu koruyan iç özgürlük ve neşede varlığını hissettirir. Fakat baştan başa bütün haz teorisi, tıpkı pozitif bilgiden kuşkucu umutsuzlu ğunun üstadının araştırmak için hayatını adadığı gayenin bir in
kan olması gibi, esas itibariyle bu ruhun bir tekzibidir. Kirene Okulu'nun unsurlarındaki bu çelişki, ifadesini, Aristippos öğretilerinin üçüncü yüzyılın başında maruz kal dığı değişimlerde de bulmuştur. Her türlü Tanrı inancını red detmekteki şöhreti nedeniyle "Ateist" lakabıyla anılan, genç Aristippos'un öğrencisi Theodoros, okulun doktrinlerini ku caklayıp, hipotezlerini fütursuz bir mantıkla götürülebilecek son noktaya kadar götürmüştür. Fakat akıllı insanın .uıutıulu ğunu her türlü harici şartlardan bağımsız hale getirmek için, onu tatmin peşinde koşan münferit eylemlerde d eğil, bilgeliğin hakim olduğu zihnin halinden memnun eğiliminde V amcnov. .. Diog . L., il, 67. ••• Hor., Epist., I. ı, 18. 1, 17, 23.
Eduard Zeller
•
Grek Felsefesi Tarihi
Son olarak Hegesias, hayatın sefaletine dair öylesine canlı ve diri bir hisse sahipti ki, zevk verici müspet uğraşla memnuniyet ve hoşnutluğa erişme hususunda tamamen müteredditti, o ne denle mutluluğun erişilmez olduğunu ileri sürdü. Kötümser bir filozoftu.
A1tOKapn:pwv
isimli eserinde açlıkla gönüllü ölüm
den arkadaşları tarafından döndürülmüş bir adam hayatın zor luklarını ve meşakketlerin i sayar. İskenderiye'deki dersleri o ka dar çok intihara yol açmış ki, "ölüm tavsiyecisi"
(1tElcrı0ava'tOÇ)
lakabını almış ve Ptolemaious il derslerini sürdürmesini yasak lamıştı. Ulaşhğı bu sonuçla hedonizm kendi kendini çürütmüş tür. Kinikliğin Stoacılıktaki akıbetine benzer şekilde Hedonizm de Epikürosçulukta kaçınılmaz sınırlamalara tabi tutulmuştur. Çoğu kez Tanrıtanımaz Theodoros'la birlikte anılan Make donya Kralı Kassenderos'un (İÖ 31 7-397) arkadaşı Euhemeros'un Kirene Okulu'yla bir bağlantısının olup olmadığı açığa kavuşma mıştır. Ütopik bir hikayede dile getirilmiş olan din felsefesi, tan rıların başlarda büyük yetenek ve güce sahip -tanrılara mahsus bir saygıyı talep ve kabul eden- insanlar olduklarına inanıyordu. Dinin menşei hakkındaki bu özel teoriye ne kadarıyla Mısır gele neklerinin, ne kadarıyla sofistik teorilerin katkıda bulunduğunu tam olarak tespit etmek mümkün değildir.
PLATON VE AKADEMİA
PLATON'UN HAYATI Sokrates'in en yetenekli öğrencisi Atinalı Ariston ve Perikti one'nin oğlu Platon'du (İÖ 427-347). Hem ana hem de baba ta rafından Atina'nın soylu ailelerine mensuptu; babasının soyu Kodros'a, annesininki Solon'un bir akrabasına kadar geri gidi yordu. Anne tarafından, d iyaloglarında tekrar tekrar görünen ve ikisine isminlerini verdiği Kharmides ve Kritias' la yakından .. akrabaydı. D.olayısıyla çocukluğu ve gençliği aristokratik bir or " tamda, .edebiyat ve felsefeye ilginin geleneksel bir mahiyet arz ettiği bir evde geçti. Zengin bir ailenin çocuğu olarak muhteme len süvari birliğinde hizmet etmiş olmalıdır. Grek ananesine gö re
jimnastikle uğraşh ve daha önceleri büyükbabasırun ismine
---- 186 ---
İkinci Dönem: Attik Felsefe
izafeten Aristokles ismini taşıyorken, göğsünün genişliğinden ötürü olsa gerek, Platon lakabını almıştır. Genç yaşlarında lirik ve dramatik şiirler yazmış olan bu yüksek yeteneklere sahip genç adamdan parlak bir şiirsel ve siyasi gelecek bekleniyordu. Devlet'teki (VI, 493C-494E) yakınlannın teşviklerine karşı koyan ve ona teklif ettikleri mesleği kendisini bütünüyle felsefeye ada mak için reddeden zengin ve seçkin bir çevrede yetişmiş yete nekli genç adam betimlemesi kuşku yok ki otobiyografiktir. Platon için hayatının dönüm noktası yirmi yaşları civarına rast layan ve onu hazırlık aşamalarını tamamladığı tragedyalarını ateşe a tmaya sevk eden Sokrates'le tanışmasıydı. Bundan önce eski filozofların eserlerini incelemiş ve Herakleitosçu Kraty los'un kişisel öğretiminden geçmişti. Bu yozlaşmış Herakleitos çuluğun çürük zemininden kurtaran ve onu sağlam bir ortama taşıyan Sokrates'le yakınlığıydı. Ondan dikkatini ahlaka sarf et meyi öğrendi ve burada da, Kritias'ın büyük kuzeni için lüzu mu olduğu kadarıyla ve çare olarak halk yönetiminin yeminli düşmanlarıyla karşılaştırıldığında Sokrates'in şüphesiz tama men farklı tedbirler, yani siy:ı.si liderlerin teknik yeterlilikleri ve halkın ahlaken eğitimini düşündüğü Atina demokrasisinin ku sur ve noksanhklannı öğrendi. Platon'u ruhunun derinliklerine kadar tutuşturup alevlendiren ikinci deneyimi, sevgili üstadının ölüm hükmünün infazıydı; o zamana kadar yaşamış olduklary la birlikte, hasta ve aciz devlete anayasa yahut rejim değişimin den ibaret bir ıslah girişiminin bundan böyle hiçbir faydasının dokunmayacağı; halkın ahlaken eğitimi anlamında bütünüyle yeni bir siyasi anlayış olmadıkça hiçbir iyileşme ve düzelmenin hasıl olamayacağı gerçeğine gözlerini açan bir hadise. Dolayı sıyla bu düşünce, kendisi tıpkı Solon ve Lykurgos gibi halkının ahlak ve toplum reformcusu oluncaya kadar, içinde yavaş yavaş olgunlaştı.* Sokrates'in ölüm hükmünün infazı ilk başta onu Megara'ya Eukleides'in yanına sürükledi.** Atina'ya dönüşün den sonra yaklaşık on yıl vaktini bütünüyle henüz Sokratik dü şünce hathnda ilerleyen felsefi eserlerinin yazımına hasretti. • Ap., 31 A: Ka&iıSovm; ÔLQ't'eAOLT av
Ei
µfı nva ci"J.J...o v
ô &6ç uµLV tm-
7tQlljlELE KTJCJOJJEVOÇ iırıvrov. Dev., V, 473D. Vl, 499B Ep., Vll, 325B-326B. •• Bkz. s. 1 76. ------
187
-------
Eduard Zeller • Grek Felsefesi Tarihi Öğretmen olarak, başlangıçta kuşkusuz küçük bir çevrede faali yetine başlaması muhtemelen bu döneme rastlar. Bir askeri ha rekatına katıldığı Korinthos Savaşı -ki Dipylon'un önündeki Deksileos abidesiyle hatırası bugün hala yaşamaktadır- bu fa aliyetini kesintiye uğratmış görünmektedir. Daha sonra, çepe çevre dünya hakkındaki gözlem ve müşahedeyle deneyimini genişletme ve düşüncesini derinleştirme ihtiyacını duymuş ol malıdır. Geniş çapta yaygın olan, fakat tamamen inandırıcı ol mayan bir geleneğe göre, tıpkı kendinden önceki Solon, Thales ve Demokritos, Hekataios ve Herodotos gibi, kadim Mısırın harikalar diyarını görmesini, Kirene' deki meşhur matematikçi Theodoros ve hiç kuşkusuz Tarentumlu Pythagorasçılarla ta nışmasını sağlayan seyahatlere çıkmıştır. Burada muhtemelen Philolaos'la ve kuşkusuz felsefe, bilim ve siyasetin ideal bir ter kibini bulduğu Arkhytas'la tanışmış olmalıdır. Platon'un son raki Pythagorasçılarla birlikteliğinden elde ettiği izlenimler da ha sonraki gelişimi için büyük önemi haizdi ve felsefi düşünce sinde bir dönüm noktası teşkil etmektedir. O dönemde Aiskhi nes ve Aristippos gibi Sokratiklerin sıklıkla göründüğü Diony sios I'in sarayına takdimini sağlamış olan, Syrakusalı Arkhy tas'la yakın ilişkisiydi. Bu prens üzerinde elde edeceği nüfuz sa yesinde siyasi fikirlerini hayata geçirmeyi ummuş olabilir. Fa kat, insafsız aksiyon adamının ahlakçı idealistle bağdaşamaya cağı çok çabuk açığa çıktı. Bununla beraber Platon, Dionysi os'un kansının kardeşiyle onun şiddetli ölümüne kadar aynı şe kilde devam etmiş olan yakın bir ilişki kurdu. Sicilya'ya karika türleştirme yeteneğinin gelişmesine katkıda bulunmuş olması gereken Sophron'un farslanru ve Epikhannos'un komedilerini görmek ve hakkında bilgi edinmek için gelmiştir. Seyahatten dönüşünde Atina ile savaş halinde olan Aigina' da karaya çıkmış ve akabinden esir alınarak köle p azarına çıkarılmıştır; fakat dos tu Kireneli Annikeris tarafından fidyesi ödenerek serbest bıra kılmıştır. Daha sonra Annikeris fidye parasını almayı reddetmiş ve Platon bu parayla kahraman Akademos'un sığınağ ı yanında (İÖ 387)
bir bahçe satın almış ve burada okulunu, Akademia'yı
�?I'ıştır. Sicilya'da kralın değişiminden sonra Platon adaya, ilki
10 367'de yeni Kral Dionysios II'ye fikirlerini aşılamak umu-
İkinci Dönem: Attik Felsefe duyla, ancak yine sukı1tu hayalle neticelenmiş olan bir girişim olarak, iki ziyaret daha yapmıştır. Bu herhalde, Platon'un son eseriyle birleştirdiği Yasalar' a mukaddimeleri
(Ttpo6µıa) yazdığı
dönemdi. Son yolculuğu ise dostluk uğruna yapılmıştır. Bu ara da saraydan sürülmüş olan Dion'un geri dönme çağrısını elde etmeyi ve Dionysios'la uzlaşmasını sağlamayı amaçlamıştı. Bundan ve Dion'un katlinden sonra daha da fazla, Platon siyasi tasarılarını hayata geçirmeye ilişkin bütün umudunu kaybetmiş ve seksen yaşında ölümüne kadar sadece öğretmek ve yazmak için yaşamıştır.
HOCA VE MÜELLİF OLARAK PLATON Felsefesi hakkındaki b\lgimizin kaynağı olması hasebiyle diya logları, her zaman Platon'un etkinliğinin en önemli parçası ola rak görmek gibi bir yanlışa sevk ediliriz. Fakat o bizzat yazdık larıyla, kendisi için yazarlığın ancak tali öneme sahip, hoş bir oyundan, soylu bir eğlenceden
(Ttayıov), görünmez (a6pfrtov), her şeyi kabul eden (7taVÔEX,EÇ) olarak, olmuş olanın anası, sığınağı ('TOU yeyov6'TOÇ µfı•rıP Kai uwoox.Jı) ve besleyicisi (oiov n0fıvrı) olarak, bütün doğanın temelini teşkil eden ve ona dahil olan her şeyle biçimlenen ve hareketlenen "plastik" yığın (EKµa yEiov)** olarak tasvir edilir. Nihayet "bir tür mekan" (ytvoç 'Tiıç x_wpaç) ve oluşun meydana geldiği şey ('TO E:v co yiyvE'Tat) ola rak betimlenir. Fakat bu Platon'un madde anlayışıyla mutlak mekanı kastettiği anlamına gelmez. Tersine, mekanı dolduran, neredeyse bütünüyle biçimsiz ve niteliklerden yoksun olan ya yılmış cevherdir. Onu her türlü varlık (6ooia) formundan yok sun bırakır, fakat mevcudiyeti hakkında aynı tavrı takınmadığı gibi, onu boş bir mekan gibi bir hiçlik olarak betimlemez. Sade ce onu sürekli değişen vasfıyla ideaların daimi değişmeyen var lığıyla karşılaşhnnakla yetinir. Dünyanın oluşumundan önceki madde bir düzensiz hareket durumundadır. Doğal bir zorunlu• Madde hakkında özellikle bkz. Tim., bl. 18-19, s. 48E-53C. •• Theait., 191C'de bilinçte izlenimlerin kabulü için psikolojik bir anlamda (EV
TaLÇ ljll);(aLÇ i)µiöv KfıptVOV bT6 xroov) takip ederek onların bileşenleri nin bir karışımından yapar... Kendisi görünmezdir, fakat düşün ceye ve ölümsüz ideaların uyumuna iştirak eder..... İdealarla maddi dünya arasında bir orta konumu işgal eder ve bu ikisini birbirine bağlar ve kendi hareketiyle dünyayt hareket ettirir. De miourgos idealar dünyasının kalıplarına (7tapa&:iyµaTa) göre bu maddeden bütün dünyanın yapısını çatar....... Bütün organik dünya, her türlü sayı ve ölçü ilişkileri ve onun varoluşundaki tüm düzenlilik onun eseridir. Canlı varlıklara onların amaçlan • Tim., 34Bff. - Tmı., 36E. 37A. - rmı., ısc. ------ 220
------
İkinci Dönem: Attik Felsefe
için en uygun olan biçimi vermiştir. Evren ve tikeldeki bütün akıl ve bilgi kökenini onda bulur. Görünür dünyanın asli mahiyeti onun "formlar ve sayılar vasıtasıyla" teşekkül etmesine dayanır.* Bunu Platon'un dört unsur izahında görmekteyiz. Doshı Theaitetos tarafından kuru lan stereometri bilimini uygulayarak temel formlar olarak beş düzenli cismi dört temel unsura bağlar. Küp toprağa karşılık ge lir, piramit ateşe, oktahedron [sekiz yüzlü cisim, sekizgen] hava ya, ikosahedron [yirmi yüzlü cisim] suya denk düşer. Beşincisi küreye en yakın duran şekil dodekahedron [on iki yüzlü cisim] bir bütün olarak evreni tasarlamakta kullanılır.** Bu stereomet rik figürler daha sonra yüzeylere, yüzeyler doğrulara, doğrular da noktalara yahut atom-doğrulara indirgenir.*** Atomlann kü çük geometrik figürlere bu şekilde dönüştürülmesiyle unsurla nn birinden diğerine geçişi mümkün hale gelir. Birleşme ve ay rılma, seyrelme ve yoğunlaşma, ısınma ve soğuma süreçleriyle bu yasaya-tabi mekanizm "ortak-tali nedenlerle" (cruvaina) bir likte dünyanın yaradılışında rol alırlar, gerçek yarahcı güç ise bir amaca doğru hareket eden akıldır. Platon bu teleolojik doğa anlayışıyla Demokritos tarafından ortaya konulan mihaniki dünya izahından bütünüyle ayrılır. Timaios'ta da Platon ruhgö çü öğretisinden ilginç bir biçimde faydalanır. Kadının erkekten, en yükseğinden en aşağısına çeşitli hayvan türlerinin insan cin sinden hasıl olduğu sürekli olarak yozlaşan, bozulan bir yarat ma silsilesi kabul eder. İnsan bedenini ele alırken Platon hekim likle ilgili zengin bir aynnh yığınını diyaloğa dahil eder. Bu onun Krotonlu Alkmaion gibi Pythagorasçı hekimlerle tanışhğını ve Dionysios Il'nin sarayında yaşamış olan Lokroili Philistion'un mensup olduğu Hippokrates ve Sicilya Hekimlik Okullarıyla ilişki kurduğunu ele vermektedir. En yüksek canlı varlık form ları, küreleri sferik evrenin merkezinde hareketsiz duran yerkü renin etrafında dönen yıldızlar, özellikle gezegenlerdir. Bütün yıldızlar tekrar ilk konumlarına geri döndüklerinde 1 0.000 yıllık • Tim., 53B: &iSooiTt Kai lıpıOµoıç. •• Tim., 53Cff. ; krş. SSC. Tim. Lokr., Il&pi ljl\JXQÇ Kooµw 98E. ••• Platon gerçekte bu ifadeyi diyaloglarında kullanmaz, fakat derslerinde kul landığı sanılmaktadır. Yasalar, X, 894A'da v 9ECı>pT)ttıcı'ı (yani
tmcmiµT)). A. ı, s. 982a, 4: EJtEi ÔE taU"trıv tfıv tmcm'J.lrıv Crıtouµrıv s. 1026a, 24: iı ıtpCımJ q>tl..oaoıpia.
Ktl... E. ı,
İkinci Dönem: Attik Felsefe
xcüç Af:yoµE:vwv isminde (yani çeşitli anlamlarda kullanılan ifa deler hakkında) bir eser olarak görünmektedir. Bu bölümün ka lan sekiz kitabından A daha önceki teorilerin tarihsel bir tetkikiy le birlikte ilkeler teorisinin genel dayanağını vermektedir;
B, ki
misi r de cevaplanmış on beş tane soru ortaya atan problemler
kitabıdır. E "ilk felsefe"yi [felsefe-i ula] diğer bilimlerden ayır maktadır, buna karşılık ilk bölüm daha eski girişe (A-Eı) aittir; E2-4 bölümleri bununla, daha sonraki bir tarihte dahil edilmiş olan ve metafiziğin nüvesini teşkil eden
ze
kitapları arasındaki
bağlanhyı oluşturmaktadır. Bunlar bir ve çok ve zıtlık tartışması için l'daki kalkış noktalannı sağlayan cevher teorilerini
(ZH),
kuvve halinde bulunma ve gerçekleşme hakkındaki tezleri ele almaktadırlar. Kı-8 BrE'nin muhteviyatının kısalhlmış bir tekra ndır; hareket ve sonsuzla ilgili olan 9-1 2 . bölümler fiziğin çeşitli kitaplarından (muhtemelen Aristoteles'in kendisi tarafından de ğil) bir alıntıdır. il., Homeros'tan alıntıyla birlikte eleştirel ve te olojik neticesi Akademia mensuplarının düalizmini hedefleyen başlı başına bir ders, "nüve" halinde bir metafiziktir. M ve N, Akademia'nın idealar ve sayılar teorisine saldınr, M4-5 Pla ton'un en önemli dogmasına A9'da yapılmış (bkz. s. 205 ) eleşti riyi tekrarlar, Mg ise Mı'in bir tekrarından ibarettir. Metafizik' in
eski ve yeni parçalan arasındaki belli başlı farklılık, ilkinde me tafizik duyumüstüne ilişkin teori görünümündeyken, ikincisin de alanını genişletme çabası içerisinde olup, onu duyumsal algı nınki de dahil bütün dünyayı kapsayan bir varlık teorisine dö nüştürmeyi hedeflemesinden ibarettir.
3. Doğabilimiyle İlgili Eserler: Bunların içinde en önemlisi sekiz kitaptan ibaret
Fizik'tir (qıooıKfı 6.Kp6amç, aynı zamanda q>OOlKO ya da ta m:pi q>OOEWÇ), bunların yedincisi Aristoteles' in notlarından çıkmış görünmekle birlikte sonradan yapılan bir ilavedir. Kitaplar hareket problemine eğilmektedir. Bunlardan Q -ki bizzat
Physika' dan iktibasta bulunur- köken itibariyle daha Metafizik'e yaklaşır. A ve B Platon'un
sonraki döneme aittir ve
ölümünden kısa bir süre sonra yazılmıştır (bkz. s. 234). Dört ki taptan ibaret,
CTEpi o\ıpovou Physika ile yakın 'bir ilişki içerisin
dedir. Göksel cisimlerin biçim ve hareketini, evrenin başsız ve
Eduard Zeller • Grek Felsefesi Tarihi
CTEpi yEvf:crEwc;; Kai qı0opaç mutlak varoluş ve bozuluşla ilgilidir. Metereoloji bir hay sonsuzluğunu ele alır. İki kitaptan ibaret,
li sonradır ve dört kitaptan müteşekkildir ve bunlardan sonun cusu müstakil bir inceleme, belki de Lampsakoslu Straton'un ilk dönem eserlerinden biridir.
CTEPi Kooµou isimli
eser belirleyici
özellikleri bakımından Stoiktir ve Aristoteles tarafından yazıl mamıştır. Bu döneme, en önemlisi "Canlıların Tarihi" CTEpi Ç(J)(ı)V ' ıcnopiat olarak bilineni ve on kitaptan ibaret bir karşılaş hrmalı anatomi ve fizyoloji olan zoolojik eserler de dahildir. Bu on kitaptan sonuncusu Aristoteles sonrası bir döneme aittir ve galiba Straton'a atfedilmelidir. Benzer bir muhtevaya sahip ye di kitaptan müteşekkil ve çizimlerle açıklanmış A vaToµia is mindeki bir eser kaybolmuştur.
CTEpl Ç(J)(ı)V µopiov' a
(dört ki
tap) giriş Akademia'da Speusippos ve Platon tarafından benim senmiş mekanik tasnif usullerini eleştirir. ve
CTEpi Ç(J)(ı)V 7topEiaç
CTEpi Ç(l)(ı)v Kl.VfıcrEoç da (her biri bir kitap) b u döneme aittir.
Bunlardan sonuncusu hayvan hareketlerinin mekaniğini araştı rır ve onu evrendeki hareket problemiyle irtibatlandınr, CTEpi Ç(J)(ı)V YEWCJECı)Ç (beş kitap) ise soya çekim meselesini tarhşır. Beş kitaptan ibaret flEpi \VUXiıç sadece insan ruhuyla ilgilenmekle
kalmaz, araştırma alanına insan, hayvan, bitki alemi de dahil bütün organik dünyayı dahil eder. Araştırmaya hakim olan yön tem de spekülatif değil, deneyseldir. Genellikle
Parva Naturalia
ortak başlığı altında anılan bir dizi küçük inceleme, "Ruh üzeri ne" olan bu eserle birlikte tasnif edilmelidir. Bunlar algılama ve
algılan, uyku ve uyanmayı, uykuda rüyalar ve kehanetsel güç leri, uzun ve kısa ömrü, ölümü, hayatı ve nefes alıp vermeyi
(CTEpi civa7tvoiıç) ele alırlar. öte yandan CTEpı 1tVEUµa•oç isimli inceleme açık bir biçimde Koslu hekim Praksagoras'ın okulu nun ve onun büyük öğrencisi Erasistratos'un (İÖ 111. yüzyıl) et kisini sergilemektedir, son (dokuzuncu). bdüm ise Stoacı Khrysippos'a çok şey borçludur.
CTpo�A.iıµaTa
hiç kuşkusuz
rlaya çıkmışhr, bununla bera
Aristoteles'in özgün notlarından o
ber okulun çeşitli genç üyeleriri.in eseridir. Aşağıdaki eserler sahtedirler: ooıoyv6µıKa, CTEpi
0auµacriwv :Ô.Koucrµa•rov, CTE-
---- 238 -----
İkinci Dönem: Attik Felsefe
pi Q>UTÔlV (iki kitap), flepi XjJWµCLTCüV, Ilepi CLTOµWV ypa.µµCÜV ve MrıxavıKa. 4. Ahlak ve Siyaset Üzerine Eserler: Aristoteles ismi altında Etik'in üç farklı versiyonu günümüze intikal ehniştir. Bunlardan Eudemos'a Etik Assos'ta kaldığı döneme aittir. Aslında üç eserin en kısası olmakla birlikte "Büyük Etik" olarak anılanı, anlaşıldığı ka darıyla, başlarda Platon'u yakından takip eden, daha sonra bir öğ rencisi tarafından üzerinde değişiklikler yapılmış bir derse dayan maktadır. Bu versiyona Aristoteles' in kendisinin, daha sonraki bir düzenleme tarihini gösteren, çeşitli ilaveler yapmış olması muhte meldir. Bu alandaki en önemli eser son döneme ait olan Nikomak
hos' a Etik' tir. On kitaptan müteşekkildir ve ismini muhtemelen Aristoteles'in ölümünden sonra neşrinin oğlu Nikomakhos tara fından hazırlanmasına borçludur. Bu ilk yayına göre Aristoteles'in pedegojik eserleri arasında özel bir yer işgal etmektedir. Politi ka'nm ikinci, üçüncü, yedinci ve sekizinci kitapları Assos' tayken yazılmış, dördüncü-altıncı kitaplar ise, Makedonyalı Philip pos'un öldürülmesinden bahsetmesinin de göstereceği üzere, Ati na'da ikinci kez kaldığı döneme atfedilmelidir. Atina'nınki 1891 yılında bulunan bir papirüsle bize ulaşmış olan yüzellisekiz fark lı devletin siyasi yapılanma biçimleri toplaması, monarşik olma yan devlet biçimlerinin varoluşunun mahiyeti ve şartlarını incele yen Politika'nın ana gövdesi için bir hazırlık olarak tasarlanmıştır. Bu eser muhtemelen İÖ 329-328 ve İÖ 327-326 yılları arasında ha zırlanmış olmalıdır.* Bu döneme ait olan siyasi mahiyeti haiz ka lan yegane eser İskendeı' e ithaf edilmiş, J\Af:Çavôpoç � U1tEP
U1tOlKWV diyalog formundaki kayıp yazıdır. İki kitaptan ibaret Oi KovoµtKa Aristoteles'e ait değildir. 5. Estetik, Tarih ve Edebiyat Üzerine Eserler: Retorik (üç ki tap) ve Poetika bunlar arasında sayılmaldır. Son eser yazık ki tam değildir ve erken bir tarihte başına bir diyalog, 1tEpi 1touı TCÜV yerleştirilmiştir. Bunlardan başka Aristoteles'in politika ve Et.'in sonunda (X, 10, s. 1181b, 15ff) bu toplamaya bir atıf vardır: Etta EK Tcİ:ıV uuvrıyµkv(J)V JtOALTEl.cİ:ıV (m:LJtaeci:ıµEv), 0t:copT)CJaL, TQ JtOLQ ueııt;EL Kai qı0t:ipEL TQÇ ıt6A.Eı.ç Kai TQ JtOLQ EKQUTQÇ TcİlV JtOALTElcİlV, Kai ôta Ti.vaç ai•iaç ai µf;v KaA.cilç ai ôi: wuvavTiov noA.nEl'.ıoVTaL.
• Nik.
Eduard Zeller • Grek Felsefesi Tarihi
edebiyat tarihleri için kronolojik bir temel sağlamaya çalıştığı antik araştırmalar zikredilmelidir. Bunlar Didaskalia toplamala rını, Atina'daki dramatik gösterilerin kayıtlarını, Olimpia ve Pythia spor müsabakalarındaki başarı kazananların listesinin derlemesini içermektedir. İÖ 335-334 yılları civarına yerleştiril mesi gereken Delphoi' de ele geçirilen bir kitabe bu çalışmadan dolayı Aristoteles ve kuzenine şükranlarını dile getirmektedir. Aristoteles şimdi öğrencilerinin yardımıyla çeşitli bilimlerin ta rihlerinin temelini oluşturmaya girişmiştir. Nezareti altında Theophrastos doğa felsefesi (q>OOtKCÖv 86Çaı), Rodoslu Eude mos matematik ve astronomi ve Menon hekimliğin ClatptKÖ.) tarihini yazmışlardır. Knidos, Kos hp okullarıyla ve daha önem lisi merkezi Sicilya'daki Philistion ve Diokles' in okullan olan hekimlikteki "pneumati.k" eğilimin temsilcileriyle sürekli temas halindeydi. Nihayet Homerik problem ve bir N6µıµa j3apj3apı
Ka toplaması üzerine bir eserle ve nepi TOOV T07t(ı)V OtKat(ı)µa Ta . 7t6A.ı::wv yani d evletlerin toprak haklarıyla ilgili bir incele meyle uğraşırken görüyoruz ki bu, bize onun etkinliklerinin çe şitliliği ·ve alanı hakkında bilgi vermektedir. Aristoteles'i en ge niş anlamıyla filolojinin, daha sonra Phaleroslu Demetrios'un İskenderiye'deki yeni merkezine taşıdığı bir araşhrma alanının kurucusu olarak görüyoruz. Bu deneysel ve tarihsel araşhrma türüyle Aristoteles başlangıç noktasından ve üstadı Platon'dan oldukça büyük bir mesafe katetmiş ve Platon'un şiddetle muha lif olduğu Sofistlerin işlediği malzemeleri d erli toplu şekilde bir araya getirmiştir. Evrensel genişlikteki dimağı spekülatif ve de neysel felsefeyi aynı güçle kucaklamışhr. Bizim anladığımız an lamda felsefenin kurucusu ve dönemindeki en büyük temsilci sidir o.
ARİSTOTELES FELSEFESİ Giriş Yerine Tarihsel olarak ifade etmek gerekirse, Aristoteles Platon vasıta sıyla Sokrates'in ikinci kuşak talebesidir. Fakat Sokrates-Platon Aristoteles zinciri arasındaki ilişki sözgelimi, Zenon-Kleanthes Khrysippos silsilesi arasındakinden esaslı bir biçimde farklıdır. ------- 240 -------
İkinci Dönem: Attik Felsefe Bu sonraki örnekte okulun kurucusunun öğretileri pek önemli olmayan birkaç değişiklikle birlikte takipçilerde de görülür. Halbuki ilk durumda, üç orijinal deha ile karşı karşıyayızdır ve bunların her biri kendi felsefesini oluşturduğundan, hocadan devralınanlar öğrencinin kendi yaratıcı fikirleriyle gölgelenmiş tir. Söz konusu karşıtlık Aristoteles ve Platon arasında en belir gin haliyle aşikardır; bir tarafta Pythagorasçıların tesiriyle mis tisizme eğilimli, şair yaratılışlı, hayal gücü zengin, spekülatif bir dimağ, bir Atinalı; diğer yanda deneysel verilere güvenen, mu tedil bir mizaca sahip bir Stagiroslu, güçlü bir bilim örgütleyici si. Dolayısıyla Aristoteles Platon'dan ayrılmakla birlikte onunla ve Sokrates'le birlikte, tikelden geneli çıkarmaksızın, yani kav ramların teşekkülünden bağımsız olarak bilmenin mümküniye tinden şüphe eder, ancak yine de Platonik felsefenin temel fikri -duyu dünyasından ayrı ve kendisinde tek hak.iki gerçekleri ba rındıran bir idealar dünyası inancı- ile bağını bütünüyle kopa rır.
Bu Platonik düalizmdir. Platon duyumsal dünyaya gerçeklik
atfetmemişti. Oysa Aristoteles' e göre bu gerçek araştırma obje sidir. Çok daha yüksek bir değer izafe ettiği duyumsal algıyla birlikte kavramsal düşünce bu dünya hakkında bilgi edinebile ceğimiz yegane araçtır. Düşüncesi analitik, kalkış noktası en son kökenine varmaya çalıştığı verili gerçektir. Dolayısıyla Pla ton' dan form (dôoç) kavramını almakla birlikte, onu oldukça farklı bir biçimde kullanmıştır: Ona göre form şeylerde içkindir, onlarda kendisini dışa vuran ve onlara biçimlerini kazandıran
(evuA.ov dooç) nedendir. Aynı zamanda hem kavram hem şey, hem gerçek hem de ideal nedendir. Haddi zatında felsefesi tıp kı Sokrates ve Platon'unki gibi kavramsal bir bilim olmayı amaçlar; tikel genel kavramlara kadar geri götürülmeli ve bu kavramlardan dedüksiyonla [talil] açıklanmalıdır. Aristoteles bu yöntemi hem diyalektik-indüktif [istikrai, tümevanmsal] yö nü, hem de lojik--demonstratif tarafıyla en yüksek mükemmeli yetine ulaştırmıştır. Bu yöntemi, ilk eserlerinde Platon'u taklit ederek kullanmaktan geri durmadığı şiirsel ve mitik süslemele ri bir tarafa bırakarak katı bir bilimsel keskinlikle uygulamıştır. Ortaya koyuş tarzı bakımından da ifadesinin özlülüğü ve açık lığıyla ve felsefi terminolojisinin zenginliğiyle dikkat çekicidir.
Eduard Zeller • Grek Felsefesi Tarihi Bu bakımdan eseri Platon'unkileri gölgede bırakır, sanatsal ma haret ve yarahcılık bakımından ise, en azından günümüze inti kal etmiş olan eserleriyle, geride kalır. Ancak formları kendi başlarına ve şeylerden ayn olarak var olan değil, tikel şeylerin içsel doğası olarak düşünebilen filozof bu ideal felsefeyi, ken dinden öncekilerin, belki Demokritos dışında, hiçbirinde bula mayacağımız türden en kapsamlı deneysel bilginin zorunlulu ğunun sarih ve kati bir tahakkukuyla birleştirmiştir. Sadece bir "araşhrmacı" değil aynı zamanda birinci sınıf bir gözlemciydi. Özellikle daha önceki filozofların eserleri hakkında, tarihsel bil gisinin genişliği ve çeşitliliği, doğal dünya hakkındaki bilgisinin kapsamıyla ve, bu sahada· elde ettiği başarılan hiç kuşkusuz modem yöntemlerin ve araçların yardımıyla ulaşılan sonuçlar la kıyaslanamaz nitelikteyse de, eğildiği konuların künhüne nü fuz eden araşhrmalarının boyutlarıyla müsaviydi. Dolayısıyla Aristoteles, düşüncesinin analitik karakterine karşın ve sistem tabiri ona henüz yabancı olmakla birlikte, araş tırmalarının evrenselliği dolayısıyla bir "sistematik" olarak gö rünmektedir. Felsefesinin tam haliyle, bir sistem olarak düşü nülmedikçe, bütünlüğü içerisinde ortaya konulması neredeyse imkansızdır. Bununla beraber eserlerinin muhtevasına göre Aristoteles'in kendi fikirlerine felsefenin bölümlerini uygula mak güçtür. Üç bilim ayırmışhr: teorik, pratik ve poetik; bundan başka ilki kendi içinde fizik, matematik ve teoloji de denilen "ilk felsefe" ye
(Metafizik,
krş. s. 236) ayrılır; pratik felsefe ise, her ne
kadar bütününe Politik ismini verse de, iki başlık altında topla nır: ahlak ve siyaset. Aristoteles felsefesi hakkındaki açıklama mız için lojik, metafizik, fizik ve etik ayrımını temel kabul etmek
ve bu bölümlere zorunlu ilaveleri sona bırakmak bize en pratik yol gibi görünmektedir.
ARİSTOTELES MANTIGI Sokrates ve Platon' un bu doğrultudaki çalışmaları Aristoteles'in manhğının temelini oluşhırur. Aristoteles onu, sorgulama sana tına giriş anlamına "Analitikler" dediği müstakil bir bilim hali
ne getirdi ve onu bilimsel bir metodoloji olarak kabul etti. Bilim sel bilgi dar anlamda en genel ilkele re ilişkin dolayımsız, doğrudan ve dolayısıyla hatadan masun bir bilgi gücünü kabul eder. Aristoteles bu ilkelerin salt şekli mi yoksa belirli muhtevalı ideaların mı (Tanrı hakkındaki gibi) bu şekilde bilinebileceği problemini söz konusu etmemiştir. Bütün düşüncelerin en yükseğine ve en tartışmasız olanına çelişkili önerme der. Bunu, gerek mantıksal gerekse m etafizik uygula-
İkinci Dönem: Attik Felsefe
masıyla* çeşitli şekillerde ifade eder. Fakat bu kanaatlere bilim sel bir dayanak sağlamak için de, bu durumd a kanıt, sınandığı bütün özel durumlarda fiilen geçerli olduğunu göstererek genel bir hükmü teyit eden tümevarımla
(bmywy'fı) değiştirilir. Fakat
bütün özel durumlara ilişkin eksiksiz bir gözlem Aristoteles'in de kendisinden gizleyemediği gibi imkansızdır. Bir dolaylı yön tem basitleştirmesi arayışı içindedir ve onu Sokrates'in takip et tiği usulde bulur. İndüksiyonunun temeli olarak, dayanakları nın sayısından yahut geçerliliğinden çıkarılmış olduğu intibamı veren hipotezleri deneyden (EvôoÇa) alır ve diyalektik karşılaş tırma ve bu hipotezlerin sınanması suretiyle doğru belirlemele re ulaşmaya çalışır. Bu yöntemi, girişmiş olduğu herhangi bir araştırmanın genellikle temelini teşkil eden "aporai" ile ustaca tatbik eder. Her ne kadar gözlemi kesinlik ve tamlıktan mahrum ve başkalarının verilerine karşı tutumu bugün gerekliliğine alış kın olduğumuz eleştiriden yoksun ise de, d öneminin bilimsel araştırma durumu ve kaynaklan göz önünde tutulacak olursa, bu bakımdan da makul sınırlar içerisinde kendisinden beklene bileceklerin hepsine ulaşmıştır. Tanım
(6pıcrµ6ç) kısmen kanıta ve kısmen de indüksiyonla
teyidi mümkün dolayımsız bilgiye dayanır. Bütün kavramları mız genel bir şeyi, belli bir sınıfa mensup şeylerin zorunlu ve sürekli bir niteliğini gösterir. Daha dar, bir tanımın objesi oldu ğu anlamda, kavram şeylerin doğasına,** cevherlerinden ayrı olarak formlarına, onları ne ise o yapan şeye işaret eder. Eğer böyle bir kavram farklı türden birçok nesneye müşterek olan şe• Klasik örneği G, 1005b, 19'dur: t6 yap alıto aµa U1tap)'.ElV tE Kai µfı umip
)'.ElV aôuvatOV t(İ) aut(İ) Kai Kata tO aıJt6. Doğrudan doğruya Öncekinden türetilen çıkanlmış orta önermeyi Aristoteles aşağıdaki gibi ifade eder; aynı yer.: 6uôt µttaÇu avnqıacmoç tvôt)'.ttat tivm oiıôtv, aJ.J.. . 6.vanrı q>6.vm
ıi aıtoq>Qvaı tv ı..rınıc6ç, ilk kez Aphrodisiaslı Alexander tarafından bu lunmuşsa da sonuncusuna bizzat kendisi voüç ıtaOrınıc6ç ismini vermiştir, de an., 88, 24 (BRUNS).
Eduard Zeller • Grek Felsefesi Tarihi
ortaya çıkıp onunla yok olduğunu, etkin olanın ise bizzat doğası gereği ölümsüz olduğunu varsaymaktadır (ilki cp0apt6ç, sonun cusu 6.iöıOÇ). Bununla beraber düşüncemiz bireysel bir şey olarak, her iki etkenin birlikte etkinliğinin sonucudur; voüç'umuzun da ha önceki varoluşuna ilişkin hiçbir hatıraya sahip olmadığımız gi bi, ancak voüç.. ve ruhtan müteşekkil varlıkların belirleyici özelli ği olan etkinliklerin herhangi birisini de, şimdiki hayattan önce veya sonra, bedenden aynlmış akla izafe edemeyiz. Aristoteles'te, edilgin akıl ve onun etkin olan ile ilişkisinin mahiyeti hakkında daha kesin bir izah boşuna aranacaktır. Şüphesiz düşünürün on da voüç ve hayvani ruhu birbirine bağlayan bağı bulmayı umdu ğunu anlıyoruz; fakat ona atfettiği farklı niteliklerin çelişkisiz bir şekilde nasıl birleştirilebileceğini göstermemektedir; bunu yap madıktan başka, insan kişiliğinin nerede bulunduğu, bedenden ayrılmış voüç'un hahradan yoksun olarak nasıl kişisel bir hayat sürebileceği vs., öte yandan ben şuurunun ve onun dışavurumu olan hayatın kişisel bütünlüğünün voüç'la hayvani ruhun, ölüm süz olanla geçici olanın birlikteliğinden nasıl hasıl olacağı ya da ikisinden müteşekkil doğanın nasıl onların öznesi olabileceği hu susunda sorular da sormaz. İnsanı hayvanların üzerine çıkaran düşünsel etkinlikler, ak lın ruhun daha aşağı fonksiyonlarıyla bu birlikteliğine bağlıdır. En yüksek hakikatlerin her doğrudan kavranılışİ (bkz. s. 244) - voüç'un salt kendi etkinliğidir. Platon'la birlikte Aristoteles bun dan dolaylı bilgiyi (ôuivom ya da f:mcrtfıµn) ve bundan da zo runlu olmayanla ilgili sanıyı (ô6Ça) ayınr; bununla beraber her ikisi hakkında da daha ayrıntılı psikolojik izah vermez. Şayet ar zuya akıl kılavuzluk ederse irade $olıA.ncrıç) haline gelir. Aris toteles, bir problem olarak görmeksizin hayli indi bir şekilde, irade özgürlüğünü varsayar ve onu erdemin iradi olması ve ey lemlerimizden evrensel olarak sorumlu tutulmamızla ispatla maya çalışır. Bundan başka eylemletjmizin hedef ve amaçlarını irademizin mahiyetinin belirlediğini (ahlaki değer hakkında en genel yargılar) ileri sürer; hedeflerimizın d oğruluğu erdeme •
ôLavoELCJ6aL, cpıM:v, J.ILOEv, ı.ıvrı.ıoVEiıELv, değil KOLv6V'un ıta9r(sidir.
ki De an., I,
408b, 25ff. göre volıç'un
İkinci Dönem: Attik Felsefe bağlıdır (Eth. N. VI, 11 44a, 6, vs.). Bununla beraber, hedeflerimi zin gerçekleşmesi için en iyi aracın hangisi olduğuna iç düşün meyle [reflexion-teemmül] karar verilmelidir. Akıl bu görevi ye rine getirdiği sürece, gelişmesiyle basiretin (cppovrıcrıç) teşekkül ettiği reflektif yahut pratik akıl (E7tlCT'tTlµOVtK6v' dan farklı ola rak voüç ya da A.6yoç 7tpaKnK6ç, Oıavoıa 7tpaınııpOV'JlOl.Ç ile
11, 5-7). Her sanat bu yönlerden herhangi birisi için kullanılabiPhys., ıı, 8, s.199a, lSf.:öA.cı>ç öt ıi tf:xvıı ta ı.ıtv tmtt:AE:l, a ı; cpixnı; ciôu vattl Cııu:pyciCt:allaı, Ta ôt µıµE\taL .. Poet., 9, s. 1451a, 36ff.: qıaVEp6v ... on oiı t6 tt'ı YEV4ıEva AEyElV, tOUtO ıt01.ETTtOÜ tpyov i:cmv, aU' oia av yi:voıto, ıcai ta ôuvaTci KaTci Tô EiKoç rı TÔ Cıvayıcaiov . ... Poet., 9, s. 1451b, 5: ıpt}..ooocpCim:pov ıcal crnouôaı6Tepov 7toirıcnç lcnopiaç tcnıv.
•
İkinci Dönem: Attik Felsefe
lir, fakat salt eğlence onların nihai amacı olamaz. Bununla bera ber diğer üç etki ancak sanat eseri genel geçerliği haiz özel ku rallarla işlendiği ve gösterildiği zaman hasıl olur. Hatta annma, tragedyanın meşhur tarifinde geçtiği şekliyle, onun etkisi oldu ğu söylenen* acı ve korku duygularının yatıştırılması, etik ve es tetik bir anlamda, yani rahatlamaya bir haz duygusu eşlik ettiği zaman, bu duyguların tatmin edilerek sakinleştirilmesi anla mında anlaşılmalıdır. Aristoteles'in sanat teorisine tatbik ettiği katharsis fikrini çağdaş hekimlikten aldığı açıktır. Aynı zamanda, şiir düşüncesinin Sofistlere, özellikle retorik çağrışım (\jfU;(ayro yia) teorisiyle Gorgias'a çok şey borçlu olduğu tartışmasızdır. Aristoteles'in sanat teorisine katkısı Platon'dan kıyas kabul et mez surette daha müspettir. Aynı şey o zamana kadar bütünüy le felsefenin alanı dışında tutulmuş olan bir bilim için de geçer lidir. Bu etnoloji ile birlikte tarihti (icJ"topia). Platon fırsat düştü ğünde yabancı halkların bilge insanlar yetiştirip yetiştirmediği ni araştırmalıyız düşüncesini dile getirmiştir. Bunun için göster diği gerekçenin temelinde bir tarih tecessüsünden ziyade araştı rılmamış hakikate erişme imkanlarını sonuna kadar sınama ar zusu yatıyordu. Halbuki Aristoteles barbarların adetlerine (v6vlµa P Tfıv' aü-tou aixrtaoıv Kai Tfıv -raı'.ıTTlÇ aı.ıvdlirıcnç.
--�------
3o6
-------
Üçüncü Dönem: Helenistik Felsefe hepsi de hazzın kendi başına bir değeri olduğunu reddetmişler dir. O nedenle, erdemli insanın daha ziyade rahatsız edici dışsal koşullardan özgür olmasındaki, sükü.netindeki, içsel bağımsızlı ğı yahut kendine yeterliliğindeki gerçek mutluluğunun peşinde olmuşlardır. İnsan için ancak erdem iyi olduğundan ona ulaşma çabası onun doğasının genel yasasıdır. Bu yasa ve ödev kavra mına Stoacılar ilk ahlakçılardan daha büyük bir önem vermiş lerdir. Bununla beraber içimizde akli olanın yanı sıra aynı zaman da akıldışı ve kontrolsüz dürtüler yahut duygulanımlar* da (ki Zenon bunları en önemli dört duyguya indirmiştir: haz, tutku [arzu], endişe ve korku) barındırdığımızdan Stoacı erdem esas itabariyle duygulanımlarla bir mücadeledir. Bunlar kimi za man akıl ve itidale lerinde
(appcootfıµa-ra ve alışkanlık haline geldik
v6crot \jfUXiıUcrı.v ljll.IX'lÇ ıcivııaı.ç ya da 6pµft ıtl..Eovc'ıÇoooa yani "taşkın dürtü" ve zaman zaman da yanlış bir Kpicnç ya da 66Ça olarak tanımlanmışhr.
Eduard Zeller
•
Grek Felsefesi Tarihi
Khrysippos'tan sonra bunu, insani ve tannsal şeylerin bilimi olarak bilgelikte (ooıpi.a) görmek mutat hale gelmiştir. Bundan, en önemlisi olan derin tefekkürün (ıppôvrıoı.ç) kendi içinde cesa ret, kendine haklın olma (orocwoo\ıvrı) ve adalet olmak üzere üç alt ayrıma bölünmesiyle, dört temel erdem çıkartılrnışhr. Bu nunla beraber Kleanthes q>pOVEcnç'i dayanıklılıkla
(typcin:ıa)
değiştirmiştir. Ariston' a (nihayet Kleanthes' e de) göre farklı er demler, kendileriİı.i dışa vurdukları konularla birbirinden ayrıl maktaydı; Khrysippos ve daha sonraki yazarlar ise bunlar ara sında niteliksel farklılıkların olduğunu savunmuşlardır. Mama fih bunların hepsinin bir ve aynı karakterin dışavurumlan ola rak aynşhnlmaz biçimde birbiriyle irtibatlı olduğu, öyle ki bir erdemin olduğu yerde hepsinin, benzer şekilde, bir zaafın oldu
ğu yerde de hepsinin olması gerektiği ilkesine bağlı kalmışlar dır. O nedenledir ki, değer bakımından bütün erdemler birbiri ne eşittir ve benzer şekilde her türlü zaafın, birbirinden ayırt edilmeksizin, kınanması gerekir. Ancak karakter nazarı itibara alınır. Tek başına o ödev davranışı
(Ka-rôp9coµa)
('tÔ Ka0f)Kov)
mahiyetindeki erdemli
gerçekleştirir; kendisini ifade ettiği bi
çim bakımından gayn maddidir. Stoacılar bu karakterin ya bü tünüyle mevcut olabileceğine ya da bütünüyle yok olacağına inanıyorlardı. Fazilet ve zaaf seviye farklılığı (sadece ğil
füa0Eoeıç)
tÇeı.ç
de
kabul etmeyen asli niteliklerdir. Dolayısıyla onlar
arasında orta yol yoktur, onlara kısmen sahip olmamız müm kün değildir; onlar bizde ya vardır ya yoktur. Ya erdemli olabi
liriz yahut ondan büsbütün yoksun, ahlaksız oluruz; ya akıllı bilgili bir insan ya da bir ahmak yahut budalayızdır; budalalık tan bilgeliğe geçiş anidir, henüz emekleme yahut ilerleme halin de olanlar (7tpoKÔ1t'tovu:ç) hala budalalar zümresine dahildir.
Akıllı insan her türlü kusursuzluğun idealidir ve bu mutlulu ğun yegane şarh olduğundan her türlü mutluluğun da idealidir; budala ise her türlü ahlaksızlık ve bedbahtlığın timsalidir. İlki kendi başına özgür, (Stoacıların deklamatorik bir ruhla ifade et tikleri gibi), kendi başına güzel, zengin, mutludur vs. Bütün er demlere ve her türlü bilgiye sahiptir; her şeyde kendi başına doğru davranır; yegane gerçek kral, devlet adamı, şair, kahin,
------- 308 -------
Üçüncü Dönem: Helenistik Felsefe kaptandır vs. Gereksinimlerden ve elemden bütünüyle uzaktır ve tanrıların yegane dostudur. Erdemi asla yitiremeyeceği, yok sun kalamayacağı bir şeydir (Khrysippos akıl hastalıkları duru munu bir istisna addetmektedir); mutluluğu Zeus'unkine eşittir ve sürdüğü zaman müddetiyle ziyadeleşmesi mümkün d eği ldir. Budalaya gelince, o bütünüyle kötü ve bedbahttır, bir köle, bir dilenci, bir cahildir; ondan hiçbir iyiliğin meydana gelmesi yahut yanlış olmayan herhangi bir şey yapması mümkün d eği ldir; bütün budalalar akıllarıyla zoru olan kişilerdir (7taç Cızularak, popüfer felsefi diatribe, diğer taraftan hayatın çok çeşitli yönlerini mizahının konusu olarak seçen bir tür parodik
şiir yahut yergi almıştır.
Bu yeni ve sözde hedonistik Kini.kliğin ilk temsilcisi Karade niz' de Borysthenesli Bion' du. Özgür bir adamın . oğlu olmakla
beraber kendisi bir retorik hocasının kölesiydi; onu mirasçısı yapmış ve böylelikle Atina' daki çeşitli felsefi eğilimlerle, Aka
demia, Peripatetikler, Kinikli.k ve Kirene Okulu'yla tanışma im
kanı bulmuştu. Bunlardan üzerinde en büyük tesiri bırakmış
olan S?ri ikisiydi.
İki sistem arasındaki farklılıkları uzlaşbnnayı
başarmış, böylelikle Antigonos Gonatas'ın
(İÖ 24.1-240) sarayın
da uzun bir süre kalmakta bir beis görmemiştir. Öfke, kölelik,
defin töreni vs. · üzerine parlak nüktelerle örülü, kıvılcımlar sa çan
bir üslupla
ince alaylı diatribeler yazmıştır. Bunlarda kul-
Üçüncü Dönem: Helenistik Felsefe
landığı üslup, hakkında felsefeyi hetaera"" kılığına büründürdü ğü suçlamasına yol açmıştır..... Felsefesi ve yazım tarzı hakkında en iyi şekild e Stoboios'ta korunmuş Teles d iatribelerinden bir fi kir edinmek mümkündür. Teles İÖ 240 civarında Megara' da ders veriyordu ve Aristippos ve Stilpon, Diogenes ve Krates'in yanı sıra Bion'dan da faydalanmışhr. Sözü edilen diatribeler gö rünüş ve gerçeklik, kendine yeterlilik, sefalet ve zenginlik, sür günlük, zevk, hayatın ilişkileri ve duyguların kontrolü gibi ko nularla ilgilidirler. Gadaralı Menippos (İÖ 250 c.) ciddi ve miza hi tarzı birbirine karıştırarak Bion' dan bir adım daha ileri gitti. O da sonradan özgürlüğünü elde etmiş bir köleydi ve Metrok les'in (bkz. s. 1 82) öğrencisiydi. Felsefenin sistematik tarafını ih mal ederek büsbütün bir satirist olmuştu, şu ifade onun için kul lanılmıştır: "gülerken ısıran sinsi köpek" ....... Komedi, fars ve es ki dramadan esinlenerek adıyla anılan, Saturae Menippeae' sın da"""".. Varro'nun, Apocolocyntosis'inde•"""""""" Seneca'nın ve özel likle birçok eserinde Lukianos'un taklit ettiği yergi türünün (sa tura) yaratıcısı olmuştur. Çeşitli formlarda, (Hades'e iniş, haya let kovma, vasiyetler, tanrılara mektuplar vs.) insan hayatını, Tanrı inancını, onu savunmaya yönelik girişimleri ve aynı za manda felsefi okulların öğretilerini en keskin bir tarzda eleştir miştir. Felsefenin müspet muhtevası, nihayet uyum sağlama ve hayatı terk etmeden"""""""""""" başka bir yol önermeyinceye dek geri ledikçe gerilemiştir. Kinik Menedemos'un daha ciddi ve ağır başlı bir karaktere sahip olduğu anlaşılmaktadır. Şiddetli bir edebi münakaşaya giriştiği Epikürosçu Kolotes'in ilk öğrencile rindendi. Kinikliğin bu son şekli gnomolojik şiirin yeniden canlanma sına yol açmıştır. İhtiyar, dilenci şair Efesli Hipponaks'ı taklit • Grekçede "kadın arkadaş" anlamına gelen ve ayru zamanda kurtizanlar için kullanılan bir sözcük. (Çev.) 0 Diog. L., iV, 52; Strabon; 1, 2, 2. 0• Lukianos, Bis. acc., 33. ••u Menippos tarzında satirler. . . İlk kez, Kinik Menippos tarafından kullarulnuş tır. Şiirleri ve diyaloglan da banndıran bir düzyazı şeklindedir... (Ed. n.) ..... Apocalocyntosis divi daudii: İlahi Claudius'un Ahmaklandınlması ... Claudius'un tannsallaşbnlması yerilir. . . ( Ed . n.) •••••• Luk. Nek., 21: t6 7tapôv &1J 94ı&voç.
Eduard Zeller
•
Grek Felsefesi Tarihi
ederek, Kolophonlu Phoiniks
(İÖ III.
yüzyıl)
kholiambos formu
nu yeniden diriltmiş ve onu Kinik öğretilerin anlahm aracı hali ne getirmiştir. Bunlardan başka burada, Poliybios (il, 48ff.) tara fından zikredilen Megalopolisli devlet adamı ve general Kerki das, Pellalı epigram yazan Poseidippos, Tarentumlu Leonidas
(İÖ III.
yüzyıl) ve hemşerisi Menippos'u taklit eden Gadaralı
Meleageı'in
(İÖ 1.
yüzyıl) anılması gerekir.
EPİKÜROS FELSEFESİ
EPİKÜROS VE OKULU Stoa Okulu'nun rakip kardeşi, onunla sürekli münakaşa içinde bulunmakla birlikte, bu okulla birçok ortak noktalan paylaşan Epikürosçuluktu. Kun,ıcusu Epiküros'tur
(İÖ
341-270). Attikalı
bir "kleroukh"un oğlu olarak Samos'ta doğan Epiküros genç yaşlarında Teos'ta Demokritosçu Nausiphanes'i dinlemiş, "ep hemos" yılını
İÖ
323'te Atina'da geçirmiş, sonra da kendisini
Kolophon' da on iki yıl süren araşhnnalarına vermiştir. Bu, ken di kendini yetiştirdiği iddiasını* açıklar. 3 1 0 yılında Mitylene'de bir okul kurmuş, daha· sonra bu okulu, önce Lamsakos'a ve ni hayet
İÖ 306' da
Atina'ya taşımışhr. Burada, daha sonra vasiye
tinde okula bağışlayacağı evi ve bahçesi okulunun daimi mer kezi olmuştur. Bu, kadınlan ve köleleri de içeren takipçilerinin anılacağı ismin -"bahçe filozofları"
(oi a1t6 TcİlV KiJTwv)- kö
kenini teşkil eder. Uzakta olan dostlarıyla, gerek kişiler gerekse bütün felsefi okullarla yaygın bir yazışma faaliyeti · içerisinde bulunmuştur. Okulun önderi olarak hayah boyunca muazzam bir sevgi ve saygı gösterisiyle karşılaşmış, ölümüaden sonra da neredeyse tanrılara layık bir hürmet görmüştür. Bu, temel öğre tilerinin takip eden yüzyıllarda, münferit hususlarda çıkan ateş li münakaşalara rağmen, takipçilerinin üzerind e neden dogma
tik bir otorite oluşturduğunu açıklar. Bu durum, belli başlı teori lerinin
(Kiıplaı
&)Çm) erken bir tarihte, ezbere öğretilmek ama
ayla hazırlanmış veciz deyişler toplamalarında bir araya getiril • Fr., 123 CUsener).
Üçüncü Dönem: Helenistik Felsefe
miş olmasıyla daha da fazla desteklenmiştir. Epiküros felsefeyi
ruh için bir ilaç olarak görüyordu. Bilgi tahsil etmenin nedeni sadece bilmekten ibaret değil hayatın pratik olarak tanzimidir; özel bilimlere küçümseyici bir gözle bakmasının nedeni buydu. Epiküros'un ismi haksız yere bir zevk ve haz hayatıyla birlikte anılır olmuşhır. Onu tanıyanlar, ölümünden kısa bir süre önce öğrencisi Idomeneos'a yazdığı (Diog. L., X, 22) son mekhıbunun tanıklık ettiği nitelikler olan, kanaatkarlığını, müşfikliğini ve iyi liğini övmüşlerdir. Epiküros'un 300 cilt kadar tuthığu söylenen yazılarından çok azı korunabilmiştir. En önemlisi Diogenes Laertios'un onuncu kitabındaki Herodotos, Pythokles ve Menoikos'a yazılmış üç di daktik mekhıbudur. Bunlardan bir ve üçüncüsü fizik ve etiğin kısa bir hülasasını ihtiva etmektedir ve Epiküros tarafından ya zılmış olduğuna şüphe yoktur, muhtemelen bir öğrencisinin ese ri olan ikincisi ise Epiküros'un eserlerinden güvenilir bir alıntı dır ve_ meteoroloji ile ilgilidir. Epiküros'un başyapıh durumun daki
Doğa Üzerine' den (Tiı;:pi cpooEOÇ, otuz yedi kitap), Epiküros
çu Piso'nun (muhtemelen konsül L. Piso
İÖ 58) kütüphanesinin
bir parçasını oluşturan ve Herculaneum ruloları olarak bilinen papirüslerde fragmanlar muhafaza edilmiştir. Bilgi teorisini
non (Kavwv) ismini taşıyan bir kitapta
Ka
açıklamıştır. Diğer birçok
eserinden, etik konulara dair en önemli üç tanesi,
En Yüksek İyi Üzerine a.V'taan
Kaİ. tm.PoA.cıi Tiıç füavoicıç) hakkında da aynı izah yapılır. An cak bu son durumda ruh, objeleri artık mevcut olmayan yahut muhtelif "idola"nın karışımından ya da atomların yeni terkiple rinden sadece havada teşekkül etmiş olan imgelerle temas eder. İmgelerin nüfuzu neticesinde ruhta husule gelen devinimlerle ruhun daha önceki devinimleri canlanır ya da süreç betimlenir ken dikkatimizi sürekli olarak bizi kuşatan bu imgelere benzer mahiyetteki sayısız 'idola'ya çevirmek zorunda kalırız ve bu ha brlamayı oluşturur. Bir algıyla bir hafıza-imgesinin terkibinden kanaat ve bununla yanılma ihtimali hasıl olur (krş. s. 322). Algı lanandan akıl yürütmelerle (yani mümküniyeti açıklanmaksızın kalan düşüncenin müstakil bir ameliyesiyle) gizli olanı bilme• 'O
0civatoç oi>SEv 1tp6ç ı'paç. Diog. L., X, 125, 139: Lucr., III, 828ff. Krş. Ps.
PlaL Aksiokhos, s. 3698. -------
325 ------
Eduard Zeller • Grek Felsefesi Tarihi miz mümkün olur. İrade ruhta tasarımlarla meydana gelen de vinimlere dayanır ve onunla bedene taşınır. Epiküros, ılunlı bir indeterminizm anlamında, irade özgürlüğünü güçlü bir biçim de savunmuştur ve o ölçüde de Stoacı fatalizme ve elbette keha netle uğraşanlara ateşli biçimde kar�ı çıkmıştır. Epiküros- bu fizikle ölüm ve tanrılara duyulan korkuyu ebe diyen uzaklaştırdığını umut etmiştir. Bununla beraber tanrılara inanca, kısmen bu inancın evrenselliğinin onun gerçek bir dene yime dayandığını gösterdiği ihtimaline, ortaya çıkışını sadece kendisinin izah edebileceği imgelerin hiç olmazsa kısmen ger çek varlıklardan kaynaklandığı ve bu nedenle bunların algılar olup salt hayal edilen imgeler olmadığına binaen; kısmen de bizzat kendisi mutluluk tasavvurunun tannlarda gerçekleştiği ni gösterme zorunluluğunu hissetmiş olduğundan dolayı her hangi bir saldırıda bulunmamıştır. Mamafih tanrılar hakkında geçerli olan kanaatleri ancak kısmen kabul edebilmiştir, çünkü yaygın düşüncelere dünya ile ilişkileri dolayısıyla belirgin bi çimde karşıydı. Haddi zatında bir tanrılar çokluğunu kabul edi yordu, hatta doğrusunu söylemek gerekirse ona göre �ayılan bi le belirsizdir; hayal edilebilecek en güzel forma, insani forma sa· hip olmaları keyfiyetinin kendiliğinden aşikar olduğunu düşü nür. Onlara altı özellik, yiyip-içme ihtiy�cı ve dil, hatta Grek di li izafe eder. Fakat tanrılar. hakkındaki tasa"vvurumin iki temel etkeni durumundaki, tanrıların mutluluğu ve ölümsüzlüğü gö rüşüne göre, orıların cisl.mlerinin bedenlerimizin kaba maddesi yerine latif ışıktan teşekkül etmesini ve dünyalar arasında yaşa malarını gerektiriyordu, çünkü aksi halde, yaşadıkları dünyala rın çöküşünden etkilenecek ve mutlulukları bu kaçınılmaz so nun endişesiyle bozulacaktı. Keza onların mutlulukları, kendi lerinden iyi şeyler bekleyip takdirlerine güvenen dünya ve dün ya insanlarının kaygı ve endişelerini yü:denmemelerini de ge rektirmektedir. Bu varsayım, yüksek güçlerin dünyanın gidişa tına müdahale ettiğine inanmayı en tehlikeli düşmanları olarak gören insanların sükı1netleri için daha da vazgeçilmezdir. O ita barla Epiküros hangi biçimde olursa olsun bu inanan en önde gelen düşmanıdır. Popüler dinin kökeni ona göre ancak belirsiz lik endişesinde ve her şeyden önce korkuda bulunabilirdi. Stoik
Üçüncü Dönem: Helenistik Felsefe
tanrısal kayra ve kader öğretisinin, sadece dünyanın aktüel ya pısıyla çelişmekle kalmayıp, mitolojinin saçmalıklarından bile daha anlamsız ve huzursuz edici olduğuna inanıyordu. Hay ranları tarafından, Lucr. I, 62 gibi, insanlığı bu yanılsamadan, tanrıların baskıcı korkusundan kurtarması Epiküros'un ölüm süz hizmeti olarak göklere çıkarılmış, am ve açık, güneşli havaya (&ooia) benzetilmiştir. Epiküros idealiyle uyum içerisinde, bireyi önyargıdan kurta rarak ve arzularını sınırlayarak, onun için kendi kendine yeter li bir memnuniyet ve dış dünyadan bağımsızlık gibi meziyetle ri elde etme hedefini bünyesinde barındıran hayat için düstur lar formüle eder. Kendisi görülmedik derecede mutedil ve me sut bir hayat yaşamış ve mutluluk incili vazetmiştir. Hatta doğal arzulardan bile ancak bir bölümü zorunlu olana yöneltilmiş, bu-
·
Üçüncü Dönem: Helenistik Felsefe na karşılık arzuların çok daha büyük bir bölümü gayrı tabii ve beyhude görülmüştür. Bu sonuncular arasında Epiküros özel likle şan ve şöhret susuzluğunu saymışhr. Bununla beraber du yusal dürtülerin baskı altına alınmasını önermediği gibi, çok çe şitli hayat zevklerini de yasaklamamıştır. Ancak bu gibi şeylere bağımlı olmamamız gerektiği hususunda ısrar etmiştir. Önemli olan az faydalanmak değil, az ihtiyaç duymaktır. İnsan kendisi
ni hayata bile kayıtsız şartsız bağlamamalıdır. Epiküros, böyle bir durumun nadiren baş göstereceğine inanmakla birlikte, ta hammül sınırlarını aşan ıstırap dolayısıyla hayata son vermeye izin vermiştir. Dolayısıyla Sokrates'in öğrettiği akıllı insanın ba ğımsızlığı ve kendine yeterliliğine bağlı kalmışhr... Bu hipotezlerle Epiküros'un insan için toplumsal hayahn ge rekliliği ve anlamını tesis etmesi daha da zorlaşmıştır. Sistemi tek bir açık kapı bırakmıştır: insanların birbirleriyle birlikteliğinden elde edeceği faydalar mülahazası. Bu faydalan bile, keder ve ta sadan uzaklığı en yüksek iyi olarak gören filozof daha ziyade, ahlaki toplumun bireye sağlayacağı herhangi bir müspet fayda da bulunması muhtemel zarardan korunmada aramıştır. Bu özellikle devletin sağlayacağı iyi için doğrudur. Bütün yasaların amacı toplumu adaletsizliğe karşı korumaktır. Zararsız olana ilişkin bilgileriyle ancak akıllı kimseler haksız davranışlardan uzak dururlar, insanların çoğunluğunu ise cezalandırılma tehdi di bundan alıkoyar. Dolayısıyla Sofistlikte olduğu gibi yasa ve devletin kökeni toplumsal bir sözleşmeye dayandınlmışhr (Di og. L., X, 150). Devlet adamının kaçınılmaz olarak maruz olduğu tehlike ve meşakkatle rahatsız edilmeksizin bu güvenlikten · ya rarlanmak filozofumuza en arzuya şayan şey gibi görünmekte dir.
O nedenle de, yasalara itaati tavsiye eder, çünkü bunlara te
cavüz ettiğimiz zaman cezalandırılma korkusundan asla yaka mızı kurtaramayız; fakat özel koşulla r farklı bir tutum gerektir medikçe, kamu hayahndan uzak durmayı en iyi hal çaresi olarak görmektedir. En gözde düsturu Aiı0E
J3ıcooaç'h (Fr., 551).""* Evli
lik ve aile. hayab hususunda da şüphe izhar etmiştir. Öte yandan okulu keskin bir dostluk anlayışına sahipti. Bu ilişkinin değerini, • Fr., 476: at'.rrcipKı:ta 7tl..oıxneı>taTov 7tcİVTWV. •• "Münzeviyane yaşa!" yani "Dünyadan elini eteğini çek!" -------
329 -------
Eduard Zeller • Grek Felsefesi Tarihi
ondan meydana gelen karşılıklı destek ve güvenlik hissine bağ larken doğrusunu söylemek gerekirse yeterince ciddiye alınma ya değmez görunür, fakat gerçekte bu varsayımın sırurlannın çok öteSine geçer. Epikürosçu dostluklar Pythagorasçılar arasın dakiler kadar ünlenmiştir; Pythagorasçılar arasındaki mefruz mal ortaklaşacılığı dostlar arasında böyle bir kurumun lüzum suz olduğu gerekçesiyle Epiküros tarafından ao bir biçimde eleştirilmiştir. Ancak yardımseverliğini kişisel dost zümresiyle sınırlamış olsaydı ilkeleriyle çelişmiş olacaktı. Aslına bakılırsa gerek kendisi gerekse okulundan başka birçok kişi yardımsever liği ve insancıllığıyla tanınmıştır. Kendi dunımunda bu, bir ih sanda bulunmak onu kabul etmekten daha iyidir vecizesiyle di le getirilmiştir. Epiküros felsefesinin ve etiğinin en belirgin karakteristikleri fiziğinde materyalizm olarak ifadesini bulan ve etiğinde ilgiyi, maddi tarafına özel bir vurguyla halihazır hayat üzerinde top layan güçlü gerçeklik duygusudur. Her zaman için göz önünde bulundurduğu, bireyin mutluluğudur ve dolayısıyla, deyiş ye rinde ise, bir yaşama sanah ve bir ruh dietetiğidir. İlkesel olarak bireyci ve sekincidir (quietist). Stoacılık gibi Epikürosçuluk da, ahlakının fiziki temeli için Pre-Sokratik felsefeye kadar geri gi den tutarlı bir monizmdir, buna karşılık uygarlık teorisi kısmen, akılcılığını her türlü dini çılgınlığa karşı savaşla sürdüren Sofist lerinkine dayanır.
ŞÜPHECİLER PYRRHON VE PYRRHONCULAR Pyrrhon Okulu, Stoa ve Epiküros okullarından oldukça erken bir tarihte kurulmuştur. Pratik hedefi bakımından bu okullara çok benzemekle birlikte, bu amaca belli bir bilimsel kanaatle değil, tam tersine bilimi bütünüyle bir tarafa bırakarak ulaşmaya çalış mışlardır. Elisli Pyrrhon, İskendeı'in doğu seferi sırasında Anak sarkos'a (bkz. s. 102) refakat ederken, muhtemelen Elis-Megara okullannın öğretileriyle tanışmış olmalıdır. Aynı kaynaktan De mokritos'un duyu nitelikleri hakkındaki teorisini (bkz. s. 100101) ve Metrodoros'un şüpheciliğini (s. 102) öğrenmiş olması
------- 330 -------
Üçüncü Dönem: Helenistik Felsefe
mümkündür. Septisizmin habercileri olarak görülebilecek Proto garas'ın ve Aristippos'un sübjektivizminden (s. 116 vd., 1 85) ha berdar olması da muhtemeldir. Daha sonra, doğduğu ve imkan sızlıklar içinde yaşamını sürdürdüğü, ama muazzam bir saygı gördüğü şehirde kendi okulunu kurmuştur. Bununla beraber bu okul büyük bir yaygınlık kazanmamışhr. Neredeyse doksan ya şına kadar yaşamış ve anlaşılan İÖ 275 civarında ölmüştür. An tik dönemde bile öğretileri ancak öğrencisininkiler, daha sonra Atina' da yaşamını sürdürmüş ve burada İÖ 230 civarında dok san yaşında ölmüş olan Philioslu Timon'unkiler vasıtasıyla bili niyordu. Timon Hades' e yolculuk maskesi alhnda dogmatik filo zofları acımasız bir eleştiriye tabi tuttuğu "sillografi" türüne - ki ilk defa Ksenophanes tarafından kullanılmıştır- kıvrak ve nükte li bir form içinde yeniden canlılık kazandırmıştır. Bunun yanı sı ra elegia vezninde "Kesitler" (lvôaA.µoi) başlığını taşıyan didak tik bir şiir kaleme almıştır. Mutlu yaşamak için, Tımon'a göre, bir insanın üç şeyde açık olması gerekir: şeylerin mahiyeti, bunlara karşı alınması gereken tavır ve bu tavrın bize sağlayacağı fayda. İlk iki soruyla ilgili verebileceğimiz yegane cevap, şeylerin mahiyetinin bizim için bütünüyle meçhul olduğudur; çünkü al gı bize onları oldukları gibi değil, ancak bize göründükleri gibi gösterir ve dolayısıyla kanaatlerimiz bütünüyle özneldir. Hiçbir surette herhangi bir kestirimde (ouôtv 6piCEtV) bulunamayız; asla, "Bu böyledir" diyemeyiz, fakat daima, "Bu bana şöyle gö rünüyor" diyebiliriz ve dolayısıyla şeyler karşısında takınılacak yegane doğru tavır yargıda bulunmaktan kaçınmakhr (E1tOX.iı,
6.qıo.cria, 6.KataA.rıwia). Eğer bu tavrı muhafaza edersek, o za man, Timon'un inandığı gibi, yalnızca bununla, ataraxia veya apathia'ya ulaşırız. Çünkü her kim ki şeylere dair her türlü bilgi ihtimalinden yüz çevirirse, onun bir şeye diğerinden daha bü yük değer atfetmesi mümkün değildir. Böylelikle o, herhangi bir şeyin bizatihi kendisi itibariyle iyi veya kötü olduğuna inan mayacak, tersine bu düşünceleri yasa yahut geleneğe bağlaya caktır. Başka her şeye karşı kayıtsız kalacaktır, yegane hedefi doğru bir ruh haline yahut erdeme erişmek olacak ve böylelikle mutluluğu dinginlikte bulacaktır. Mamafih eyleme zorlandığı takdirde olasılık, doğa ve geleneği takip edecektir. Bu öğretiler
Eduard Zeller
•
Grek Felsefesi Tarihi
için Pyrrhon bilimsel bir temel inşa etmek üzere daha esaslı bir girişimde bulunmamıştır. Daha sonra ona izafe edilmiş ol� n on septik tropos (mecaz) kuşku yok ki, Ainesidemos' a aittir. Uçün cü yüzyılın ortasından sonra şüphecilik yerini Akademik septi sizme bırakmışhr.
YENİ AKADEMİA Akademia'yı bu yeni yola sürükleyen adam Krates'in halefi
(bkz. s. 227) Aiolia'da Pitaneli Arkesilaos'tur (İÖ 315/214 241 /240). Öğretileri hakkında ancak eksik ve kusurlu bir malu mata sahibiz ve hiçbir şey yazmadığından eskiler tarafından bi le ancak üçüncü elden biliniyorlardı. Sokratik bilgi yadsıması, Platoncu idealizmin bir neticesi olan maddi dünyanın gerçekli ğine duyulan inancın sarsılması ve Megara Okulu'nun episte molojisi onu Pyrrhoncu şüpheciliğe kapılan açmaya zorlamış olmalıdır. Hakkında Stoacı bir hasmı tarafından yapılmış olan karakter tasviri bunu her halde doğrulamaktadır. Cicero'ya göre
(De Or., III, 67) herhangi bir şey hakkında du
yular yahut idrakle (sensibus aut animo) bilgi edinmenin müm küniyetine karşı çıkmıştır. Bununla beraber saldırılarının esas konusu Zenon'un kavramsal tasanın teorisi (bkz. s. 300) olmuş tur.
Şekli mahiyetteki kimi eleştirileri bir tarafa bırakılacak olur
sa, esas itiraz konusu hakikatin
belli bir ayırt edici işaretini taşı
yan fikirlerin olmadığıydı. Bunu çeşitli aplikasyonlarla göster meye çalışmışhr. Stoa fiziğine ve teolojisine de karşı çıktığı anla şılmaktadır. Dolayısıyla Pyrrhon ile birlikte, bizim için yargıda bulunmadan
(futoxfı)
kaçınmaktan başka çıkar yolun olmadığı
düşüncesini savunmuştur. Kendisi bu bakış açısına o kadar ka b bir biçimde bağlıydı ki, rivayete göre bu ilkenin bir bilgi par
çası olduğunu ileri sürmekten bile imtina etmiştir. Bu, otoritele rimizin kimisinin bunun Platoncu dogmatizm için sadece bir hazırlık olarak hizmet etmesi amacıyla hazırlandığı yönündeki tanıklığını daha da fazla güvenilmez hale getirmektedir. Tersine bu şüphecilikle Platon'un erken dönem diyaloglarında yansıbl dığı şekilde Sokratik diyalektiğin ruhuna sadık kalınacağına ka ni olmuş gibi göriinmektedir. Bununla beraber, bilgiyle makul eylemin olabilirliğinin terk edilmesi gerektiğini ileri sürmemiş-
Üçüncü Dönem: Helenistik Felsefe tir; çünkü, tasanın, ona bilgi nazanyla bakmadığımız zaman bi le iradeyi harekete geçirir ve akli şekilde davranmak için, pratik hayat için en yüksek kıstası oluşturan olasılığı
('to EtxpA.oyov)
takip etmemiz yeterlidir. Arkesilaos'un takipçileri öğretilerine sadık kaldılar. Şüpheci lik Kireneli Kameades'le (İÖ 214-1 29) birlikte yeni bir merhale ye ulaştı. Belagatinin ikna edici gücüyla kayda değer olan bu ze ki ve bilgili adam, muhtemelen Atina'ya filozof elçiler lleyetiyle birlikte geldiği (bkz. s. 296) İÖ 156/ ISS'ten önce okulun önder liğini üstlenmiş olmalıdır. Bu görevi büyük bir şöhret ve muvaf fakiyetle İÖ 1 37 yılına kadar sürdürmüştür. Öğretileri öğrencile rinin, özellikle Klitomakhos'un (İÖ 1 87-109) eserlerinde açıklan mış, arkasında hiçbir eser bırakmamıştır. Kameades'in öğretisi Akademik septisizmin zirvesini işaret etmektedir. Arkesilaos Stoacı kıstas öğretisini saldınlannın ana konusu haline getirmiş, Kameades de Stoacılan, dönemin bu en tesirli dogmatistlerini en önde gelen hasmı olarak görmüştür. Bununla beraber, daha genel bir düzlemde bilginin mümküniyeti meselesini sorgula mış ve çeşitli filozoflann görüşlerini seleflerinden daha kapsam lı ve daha kuşatıcı bir eleştiriye tabi tutmuştur ve aynı zamanda ihtimaliyatın derece ve şartlannı daha kesin bir biçimde tanım lamıştır. Öncelikle genel olarak bilginin mümkün olup olmadı ğı meselesini ortaya atmış ve bunun reddedilmesi gerektiğine inanmıştır, çünkü (aynntılı biçimde açıkladığı üzere) bizi yanılt mayan kanaat, yanlışlarına ayırt edilmez biçimde benzemeyen doğru tasarım yoktur. Dolayısıyla Stoacılann "kavramsal tasan
mı" anlamında hakikatin miyan yoktur. O nedenle de mümkün her türlü kanıtlama yöntemini, kısmen, bunun ancak kanıtla mayla yani bir tın
petitio principisle• yapılabileceği, kısmen de kanı infinitum••
öncüllerinin de ispatı gerektireceği ve bu böyle ad
devam edeceği gerekçesiyle reddetmiştir. Felsefi sistemlerin muhteviyatını da ayrıntılı bir tetkike tabi tutmuş ve özellikle Stoa teolojisine her yönden karşı çıkmıştır. Stoacılar tannnın . mevcudiyetini evrenin yapısındaki finaliteden çıkanruşlardı.
prindpis: Yarulhlı uslamlama biçimi. Bu tür uslamlamalarda sonuç, farkında olmadan öncül olarak kullarulır. (Ed. n.) •• Ad infinitum: Sonsuza dek (Ed. n.) • Petitio
..
...
------- 333
-------
Eduard Zeller
•
Grek Felsefesi Tarihi
Karneades dünyadaki birçok kötülüğün mevcudiyetine işaret ederek hem bu çı�PEmç) olarak değil, sadece bir eğilim (6.yroyfı) olarak ad landıran bu son Grek Kuşkucularının okulu, kendilerinin Aka demicilerden ziyade Pyrrhonculuğun mirasçısı olduğunu iddia etmekteydiler. Akademiciler III. yüzyılda bütünüyle ortadan kaybolduktan sonra okul, Knossos' ta doğup İskenderiye' de eği tim görmüş olan Ainesidemos tarafından (Euseb.,
PrOOECOÇ* isimli eserinden anlaşılmaktadır. Bu en azından Peri patetikler arasında Pythagorasçıhğı benimseme eğiliminin gös tergesidir. Fakat Pythagorasçı bilimi diriltmeye ve onu daha sonraki teorilerle genişletmeye ve zenginleştirmeye yönelik İÖ il. yüzyılın sonunda yahut 1. yüzyılın başında ve muhtemelen İskenderiye' de bir girişimde bulunulmuştur. Alexander Poly historius'un (İÖ 72 c.) Diog. L., VIII, 24ffde bulunan (bkz. s. 93) Pythagorasçı öğretilere ilişkin açıklamasını daha önce zikret
miştik. Açıklaması Helenistik ve özellikle Stoa felsefesiyle ve Ye ni-Pythagorasçılıkta birbirinden ayrılması gereken iki eğilimi, Platoncu düalizm ve Stoacı monizmi eklektik bir tarzda birleş tirmeye çalışmış olan Photios'ta ilginç Anonymus (cod. 249) ile kuşkuya yer bırakmayacak kadar açık bir tanışıklık sergilemek tedir. Pythagorasçılığı yenilenmiş biçimiyle popülerleştirmenin • Evrenin doğası üstüne... (Ed. n.)
Dördüncü Dönem: Roma İmparatorluğu'nun Felsefesi
gözde araçlarından birisi okulun eski mensuplarının ismini kul lanarak yapılan edebi düzmecilikti. Bunlara örnek olarak Cice ro tarafından iktibas edilen (De leg., il, 14f.) Zaleucus ve Charan das'ın yasalarına girişler zikredilebilir. Daha sonraki dönemlere ait bu nevi bir yığın sözde eski Pythagorasçı fakat gerçekte Ye ni-Pythagorasçı eseri (elliden fazla yazar tarafından yaklaşık doksan kadar) isimleriyle bilmekteyiz ve bu eserlerden, içlerin de Arkhytas'ınkilerin sayı ve önemce baskın olduğu birçok frag man günümüze ulaşmışhr. Yeni-Pythagorasçı okulun ismini bil diğimiz ilk mensubu, Tanrılar Üzerine isimli yüksek araşhrma ürünü eserin yazan, Cicero'nun dostu, büyük bilgin Publius Ni gidius Figulus'tur (ölümü, İÖ 45). Onu P. Vatinius takip etmiş tir. Sextiosçuların okulu da Yeni-Pythagorasçılarla bağlanhlıydı (bkz. s. 347). Bunların varlıklarının ve öğretilerinin belirgin izle rine Augustus döneminde Arius Didymus'ta ve Kral Juba II'nin Pythagorasçı kitaplara düşkünlüğünde rastlanmaktadır. Altın Mısralar (Xpooa bnı) olarak bilinen manzum eser yaklaşık ola rak bu dönemde yazılmışhr, çünkü düzmece Phokylides tara fından bilinmekteydi. Gadesli Moderatus ve Tyanalı Apollonios İS 1. yüzyılın ikinci yansında yaşamışhr. Apollonios büyücü ro lüyle ve kuşkusuz efsaneleşmiş şöhretiyle Roma İmparatorlu ğu'nun altını üstüne getirmişti. İS 1 50 civarında Gerasalı Niko makhos'un, içlerinden Apı0µrrnKiı eicraycoyfı"" ve EYX&lpiöıov µoooııcıl;'e*"" sahip olduğumuz hacimli eserleri yazmış olduğu anlaşilmaktadır. Numenios (bkz. "Orta Dönem Platonculuk) bi raz daha sonra Antonines döneminde yaşamış olmalıdır ve Philostratos üçüncü yüzyılın ilk çeyreğine aittir. Bu yeni Pythagorasçılann tarikatlarının ahlaki ve dini ilkeleri ni oluşturmak için araştırdıkları öğretilerde, eski Pythagorasçı te oriler ve Platon'dan, eski Akademia ve özellikle Ksenokrates'ten çıkarılmış daha güvenilir öğretiler, Peripatetik ve Stoik okullar dan alınmış unsurlarla birleştirilmiştir; çünkü bu felsefe çağdaş Akademicilerinki gibi eklektik bir muhtevaya sahiptir. Ancak bu ortak yanlarına karşın, aynnhlara inildiğinde birçok farklılıkla karşılaşıyoruz. Birlik ve dyad'ırı (ôooç ci6plcrtOÇ) nihai dayanak• Aritmetiğe Giriş . (&l. n.) " Harmoni elkitabı. . . (&l. n.) . .
-------
373 -------
Eduard Z eller
•
Grek Felsefesi Tarihi
lar olduğu ifade edilmiş; bunlardan birlik form ile, dyad madde ile özdeşleştirilmiştir; fakat Pythagorasçılann bir kısmı birliğin aynı zamanda hareket ettirici.neden yahut Tann olduğunu savu nurken, diğerleri bu ikisini birbirinden ayırmış ve Tann'yı kıs men, madde ve formu bir araya getiren hareket ettirici neden
maios' taki
gibi, krş. s.
218
(Ti
vd.), kısmen de kendisinden birlik ve
dyad'ın kaynaklandığı Bir olarak tasavvur etmişlerdir. Bu sonun cusu Stoa monizmiyle Platon-Aristoteles düalizmini birleştiren ve böylelikle Yeni-Platonculuğun yolunu hazırlamış olan bir te oriydi. Aynı zıtlık Tann'nın dünya karşısındaki konumuyla ilgili ifadelerde de tekrarlanmıştır. Kimisi tanrılığı akıldan daha yük sek olarak tasavvur etmiş ve maddi olan hiçbir şeyle doğrudan temas edemeyecek kadar -sınırlı olan- her şeyin üzerine yerleş tirmiştir; diğerleri Tanrı'yı dünyanın her tarafına yayılan ruh ola rak temsil etmişler ve ruhu sıcaklık yahut
pneuma
olarak tarif
ederlerken Stoacılan takip etmişlerdir. Biçimsel ilkenin bütün sa yılan kuşattığı, ideaların ise sayılarla özdeş olduğu düşünülmüş tür. Okulda tekil sayıların anlamı hususunda birçok fantastik spekülasyon mevcuttu; fakat bilimsel matematik de ciddi ve yo ğun bir inceleme konusuydu. Yeni-Pythagorasçılar Platonik öğre tileri, sayılan yahut ideaları Tanrı'nın düşünceleri haline getire rek ve böylelikle onları şeylerin cevherleri olarak değil şeylerin kopyaları olduğu asli kalıplardan ibaret görerek önemli ölçüde değişime tabi tutmuşlardır; çünkü ideaların çokluğunu evren ne deninin birliğiyle birleştirmeyi ancak bu şekilde mümkün gör müşlerdir. Platon'un madde hakkındaki izahları kelimesi kelime sine alınmıştır; evren-ruhu Platon' da işgal ettiği konuma yani madde ve idealar arasında bir yere (bkz. s.
220 vd.,
yerleştirilmiş
ve Lokroili sözde Timaios, Platon' un ruhun mahiyetiyle ilgili an layışını benimsemiştir. Bununla beraber metafizikten başka felse fenin diğer bütün dallan Yeni-Pythagorasçı eserlerde ele alınmış tır. Birçok aynnhda ondan ayrılmakla beraber, esas itibariyle Aristoteles' e bağlı kalarak kategoriler teorisini ele alan sözde Arkhytean inceleme
Evren Üzerine okulun mantıksal etkinlikleri
ne bir gösterge teşkil eder. Fiziklerinde Yeni-Pythagorasçılar, bünyesinde barındırdığı kötülükle bile zarar vermeyen dünyanın güzelliğini ve ku�uğunu överek ve özellikle yıldızlara gö-
Dördüncü Dönem: Roma İmparatorluğu'nun Felsefesi
rünür tanrılar nazarıyla bakarak, daha çok Platon ve Stoacıları ta kip etmişlerdir. Ocellus'tan sonra okul tarafından savunulmuş olan dünyanın ve insan ırkının başsız-sonsuzluğu fikrini Aristo teles' ten almışlardır. Biri değişmez ve ölümsüz diğeri değişken -semavi ve arzi- dünyalar zıtlığıyla ilgili yargılarında da Aristo . teles'i takip ehnişlerdir. Platon ve eski Pythagorasçılar gibi onlar da mekanın büyüklüğünü sayılardan, unsurları muntazam ci simlerden çıkarmışlardır; öte yandan Ocellus'ta Aristotelesçi un surlar teorisine rastlıyoruz. Okulun antropolojisi Platoniktir; sa dece Pythagorasçı Alexander (bkz. s. 104, 372) kendisini Stoa maddeciliğine yakın hisseder. Ksenokratesle birlikte ruh kendili ğinden hareket eden ve aynı zamanda diğer matematik sembol lerle gösterilen sayı olarak görülür; ruhun kısımlan, yaratılma mışlığı ve ölümsüzlüğüyle ilgili Platonik teori tekrar edilir. Bu nunla birlikte ruhgöçü öğretisi yeterince tuhaf olsa da bildiğimiz kadarıyla Yeni-Pythagorasçılarla birlikte geri plana itilir; buna karşılık daimonlara inanca büyük önem atfedilir. Oldukça erken bir zamanda, Nikomakhos'un döneminde, daimonlar Yahudili ğin melekleriyle irtibatlandırılmışlardır. "Pythagorasçılar"ın gü nümüze kalan ahlaki ve siyasi eserlerinden fragmanlar, görece birkaç Stoik unsur ilavesiyle birlikte Platonik, dahası Peripatetik öğretilerin renksiz tekrarından ibaret bir görüntü arz eder. Yeni Pythagorasçı okulun özgünlüğü dini öğretilerinde daha güçlü bi çimde belirgindir. Bir taraftan daha yüksek bir Tanrı fikriyle ve en yüksek iyiye atıfla salt spiritüel ibadet talebi, diğer taraftan popü ler dinin yaygın tapınma formları şart koşulur ve kehanete yük sek bir değer atfedilir. Kapsamını Pythagorasçı gizemlerde yay gın olan düsturların ve uzak durulması gereken şeylerin teşkil et tiği saf, temiz bir yaşantıya aşın derecede önem vermişlerdir. Bu unsur Pythagoras ve Tyanalı Apollonios'u Yeni-Pythagorasçı fel sefenin ideali olarak gösteren anlatılarda, Apollonios, Moderatus ve Nikomakhos tarafından yazılmış olan Pythagoras biyografile rinde ve Philostratos tarafından kaleme alınmış (220 c.) olan Apollonios'Wl hayatında karşılaşılan açıklamalarda daha da güç lü bir biçimd e işlenmiştir. Burada felsefe hakiki din olarak, filozof da Tann'nın peygamberi ve hizmetçisi olarak görünür. İnsanın en büyük problemi ve ruhu bedenin ve duyumsal dünyanın bağla-
Eduard Zeller • Grek Felsefesi Tarihi nndan kurtarmanın yegane yolu, saf ve temiz bir hayat sürmek, Tann'ya dosdoğru ibadet etmektir. Kuşkusuz bu kısmen Tann hakkında soylu düşüncelere sahip olmaya ve hemcinslerimizin iyiliğine hasredilmiş erdemli bir hayata dayanır; fakat riyazetkar lık da bunun esaslı bir parçasıdır. Bu tam açılımıyla et ve.şarap tan uzak durmak, evlenmemek, rahipler için keten bezinden di kilmiş elbiseler, her türlü yemin ve kanlı sunu yasağı, riyazi ve felsefi topluluklarda mal ortaklığı ve efsanelerin eski Pythagoras çılara atfettiği diğer müesseselerden oluşmaktadır. Bu zahidane hayatın en aşikar ödülü kanıtlan Pythagoras ve Apollonios'un bi yografilerinde mebzul miktarda bulunan mucizeler gösterme gü cü ve neredeyse her şeyi bilme gücünü andıran kehanetvari bilgi den ibarettir. Küçük Asya' da bulunan İS I. yüzyıla ait bir kitabe Prodikos mitosundan (bkz. s. 118) bilinen iki yol benzetmesini, sı radan insanın sürdüğü haz peşinde koşan hayatla karşıtlık içinde yeni Pythagorasçı riyazetçiliğe yakıştırmaktadır.
ORTA DÖNEM PLATONCULUK Askalonlu Antiokhos (bki. s. 342) Akademia'nın, Peripatetikle .rin ve Stoacılığın temel öğretilerinin uzlaştığını ileri sürdükten sonra Akadernia, her zaman Epikürosçuluğu safdışı etmişse de ek]ektisizmin en ·önde gelen merkezi olmuştur. Okulun kurucu sunun dogmatik eserlerinin olmaması -çünkü Platon diyalogla rı bunun için yeterli bir dayanak sunmaz- bu eklektik eğilim için özellikle elverişiydi; içsel olarak da, gündemde kalacaklarsa Aristoteles mantığı ve Stoa psikolojisi ve ahlakı (etik iyiler ve duygular teorisi) gibi Platon sonrası felsefi okulların temel teori lerini hesaba katma zorunluluğu bu hareketi teşyik etmiştir. An cak bu y�lu takip ederlerken.de.diğer felsefi görüşleri benimse meye ve eski Platonculuğu muhafaza eden o dönemde yaygın laşmış ortadoks bir tepki göstermeye fazlasıyla hazır olduklarını gösterdiler. Bu orta dönem Platonculuk çifte özellik arz eder: bir taraftan Platonik öğretilerin yorumu ve aralarında Timaios'un özel bir şöhrete ve saygınlığa sahip olduğu diyalogların açıklan masıyla meşgul olunarak son Peripatetikler gibi yoruma dayalı etkinliklere ağırlik veriliyor; diğer taraftan Platoncu teorileri sis tematik biçimde geliştirmeye çalışıyorlardı. Bu etkinliklerde Ye-
Dördüncü Dönem: Roma İmparatorluğu'nun Felsefesi ni-Pythagorasçılann etkisine açık kaldıklan durumda, ondan ay n olarak tamamen anlaşılamayacak Yeni-Platonculuğun yolu nun hazırlanmasında kayda değer bir öneme sahiptiler. İS ilk iki yüzyıl itibariyle belli başlı temsilcileri aşağıdakilerdir. İskenderiyeli Eudoros (İÖ 25 c.) Platoncu, Pythagorasçı ve Sto aa düşünceleri birleştirmiştir. Stoacılık.tan esinlenerek Platonculuk için o dönemden itibaren etkisini iyiden iyiye hissetiren bir teleolo jik ilke formüle etmiştir. Bu ilkeyi Theaitetos'tan (176B) çıkarmıştır: 6µoi