el-İkdü'l-Ferid: Kültürel İnciler II [2, 1 ed.]
 9786057596758, 9786057596772, 0542382741

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

İbn Abdirabbih (ö. 328/940)

Kurtuba'da doğdu ve orada tahsil hayatına başladı. Eğitim almak isteyen herkese bol imkanların su­ nulduğu Kurtuba'da fıkıh, tefsir, hadis, şiir ve ede­ biyat derslerini aldı. Sadece Endülüs'ün değil, İs­ lam dünyasının en önemli şair ve edipleri arasında yer aldı. Endülüs yöneticilerinin yanında önemli bir mevkie sahipti. Aşk ve şarkıyla alakalı olarak yazdığı şiirlerine karşılık e/-Mumah hasô t (Arındı­ rılmış Şiirler) adlı bir şiir kitabı telif etmiştir. İbn Abdirabbih şiirden çok İslami edebiyatı içine aldığı e/-İkdü 'l-Ferfd adlı eserine çok önem ver­ miştir. Kendisi kitabına e/-İkd (Gerdanlık) ismini koymuştur. Mütenebbl (ö. 354/965) onun hak­ kında şöyle der: "Ey İbn Abdirabbih! Hiç kuşkusuz Irak sana emekleyerek gelecektir." İbn Abdirabbih bütün hayatını doğduğu şehir olan Kurtuba'da ge­ çirmiştir. Ancak yazdığı kitap sayesinde ünü tüm Endülüs ve İslam dünyasına yayıldı. Nihayet öm­ rünün sonlarına doğru felç geçirdi ve Kurtuba'da vefat etti. Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ

1954 yılında Mardin-Tuhup'ta doğdu. İlkokulu Mardin'de, İmam-Hatip Lisesini Diyarbakır'da bi­ tirdi. Bir buçuk yıl Kur'an Kursu Öğreticiliği yaptı. 1974 yılında kaydolduğu Erzurum Atatürk Üni­ versitesi İslami İlimler Fakültesinden, 1979'da mezun oldu. Aynı fakülteye bağlı olarak Tabressi

ve Tabôtabô f'de İm a m iye Tefsiri adlı teziyle 1986 yılında doktor oldu. Diyanet İşleri Başkanlığının taşra teşkilatlarında Kur'an Kursu öğreticiliği ve müftülük yaptı. 1988'de doçent oldu. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunda 4 yıl süreyle görev yap­ tı. 1993 yılında HRÜ İlahiyat Fakültesine atandı. 1996 yılında profesör oldu. 1996-1998 yılları ara­ sında 2,5 yıl süreyle İlahiyat Fakültesi Dekanlığını yaptı. Halen Gaziantep İslam Bilim ve Teknoloji Üniversitesi Rektör yardımcılığı ve İslami İlimler· Fakültesi Dekanlığı görevlerine devam etmektedir.

Ankara Okulu Yayınları: 3 5 1/2

İslam Klasikleri: 25/2 Bu Proje T.C. Kültü r ve Turizm Baka nlığı Teli f H a kları Genel M ü d ü rlüğü Ta ra fında n D esteklenmektedir

© Ankara Okulu Basım Yay. San. ve Tic. Ltd. Şti.

E d i tör: Mehmet Azimli Son oku ma: Kasım Gezen D izgi, kapak: Ankara Dizgi Evi Baskı, cilt, kapak baskısı: TDV Yayın M atbaacılık ve Tica ret İşletmes i B i ri n c i baskı: Ocak 2 0 2 1

Tk. N o : 9 7 8 - 6 0 5 - 7 5 9 6 - 7 5 - 8 IS B N : 9 7 8 - 6 0 5 - 7 5 9 6 - 7 7 - 2

Ankara Okulu Yayınları

Şehit M e hmet Baydar Sokak 2/A M altepe/ANKARA Tel: (03 1 2) 3 4 1 0 6 90 GSM: 0 5 4 2 3 8 2 74 1 2

weh: www.ankaraokulu.net

e-mail: ankaraokulu@a nka raokulu.net [email protected]

ü'-Fer1J Kültürel İnciler 2 -

-

İBN ABDİRABBİH

Çeviren

P rof. Dr.

Musa Kazım YILMAZ

Ankara Okulu Ankara 2021

İÇİNDEKİLER

EDİTÖRDEN

.................................................................................................................

MERCANLAR KİTABI

............................................................................................

(Hükümdarlarla Konuşmak)

.

............................ ...................... ............................

Anlama ve Anlatma (Beyan) Sultanı Tazim ve Yüceltmek

11 12

....................................................

16

..........................................................

16

...............................................................................

19

Hatadan Dönmek ve Özür Dilemek Acındırmak ve İtiraf

..........................................................

26

...............................................................................

28

.........................................................................................

Sultanların Ayıplamaları Hatırlatmaları

32

.................................................

53

.....................................................................

54

............................................................................................................

74

Sultandan Güzellikle Kurtuluş Affı Teşvik

11

..........................................................................

Sultana Tam Yerinde Söz Söylemek.

Abdülmelik ve İbn Şihab

11

.........................................................................

El Öpmeyi Uygun Görmeyen Sultanlar Sultana Övgü ve Yakınlık

9

Hükümdarların Yazışmaları YAKUT KiTABi

.

.

........................... ........................ ....................

85

........................................................................................................

91

(İlim ve Edebiyat)

..

.......

.

................................................... .......................................

92

İlmin Çeşitleri .

....

...... . . ..........................................................................

92

İlim Talebine Teşvik

.........................................................................................

93

...

...........

İlmin Fazileti

.

. . .

. ... ..

101 103

ve

. .

.

. .

.. ...... .. .. ..... ... . . .. . ...... .. .

.

Kullanma

Cahilin Alime Haksızlığı

.

..............................................................................

..

.

105 105 106

...... ....................................................................................

106

.

.

..................................................................................... ................

Allah Dışında Bir Şey İçin İlim Talebi Ulema ve Edipler

104

......................... .......................

...............................

Müşkül Meseleler

.

. . ........... ............................

..............................................................................

Alimlerin Yüceltilmesi

.

.. ... .... . . .

108

. . . .....

108

.... .. ....................................................................................

109

............... .............

..

.

. .

Kur'an'la İlgilenenler Hakkındaki Sözler Akıl

. . ...

.............

.

İlmin Kaldırılması ve Bu Konudaki Sözler

Yanlış Yazım

100

............................ .................................. ....................................

. ... ..

İlmi Tutma

96

.

...... .......................... ....................................

İlmin İntihali . . . ... .... . ...... ... . ..... . İlmin Şartları

.

............................................................... .......................................

İlmin Araştırılması ve Kaydı

.

.

.

. .

........ ..... ..... ..... .. ...............

118

.......................................................................................................................

119

Hikmet



.......................................... ..................................................................... .

Hikmetli Sözler

................................................................................................

132 132

Belagat ve Vasıfları ........................................................................................ 137 Belagatin Çeşitleri Belagat Fasılları

............................................................ ..............................

141

..............................................................................................

143

el- İkdü '/-Ferfd

6 Belagatin Afetleri

........................................

Hilm, Kötülüğü İyilikle Savma

................................................... 150 .

.

...................... ............................ .............

150

Hilmin Özellikleri ...........................................................................................

152

Seyitlik (Efendilik)

160

.

................................. ......................................................

Seyitlik Kişiye Bağlıdır Mürüvvet.

....................................................... .........................

165

...........................................................................................................

166

Halk Yığınları

.

.

....................................................................................... ..........

Kaba Kimseler

.................................................................................................

İsimlerle Fal Bakmak (Tefeül) Uğursuzluk

174

.......................................................................................................

176

.

............................................. ..............................................

Kınama ve Sevginin Baki Kalması.

..........................................................

Dostluğun Akrabalıktan Üstünlüğü

..................... ..................................

181 183

Sevginin Vasıfları

............................................................................................

184

Babana Yapılan İyiliğe Karşı İyilik

.........................................................

....................................................................................................................

Akraba Kıskançlığı

.

194 196

..................................................................................................................

199

Zamanı Kötülemek

. 201

................................................................................. .

........................................................................................

Dostların Bozulması..

.

203

.................................................. .................................

208

..................................................... ................................................................

213

Nimetle Hoşgörü, Musibetle Tezellül... Tevazu

.............. .... .. . ............ ............

216

................................. ..............................................................................

.

. ..

.

217

.

Şefkat ve Sabır

.

................................................................................ ................

Kişinin Huzuru ve Sırrı

...............................................................................

Bakıştan Kalptekini Anlamak Kalpten Kalbe Yol Bulmak Zanda İsabet Etmek

...................................................................

.

.

...................... ............................. .....................

Aşiretin Fazileti

219 219 220 221

..................................................................................... 222

Akrabalığı Önemsemek, İrfanı Üstün Tutmak Borç

186 192

...................... ...........................................

Kötüleri İdare Etmek

.

185

..................................................................................

Söz Taşımak ve Zulüm Gıybet

.

.................................................................. .................. ...

Benzerlik ve Arkadaşı Tanıma

Kibir

.

178 180

...................................................................

İnsanlara Sevgiyle Yaklaşmak

Haset

169

.............................................. ...................

Dostlar Edinmek

.

169

...................................

.

222

.................................... ..........................................................

224

......................................................................................................................

224

Sözde Durmamak ve Yalan

.

.............................. .........................................

Çirkin Söz Söylemekten ve Dinlemekten Uzak Durmak

226

..................................................................................................

227

...................................................................................................................

232

Dinde Aşırılık Kader

. 225

................

Ahmaklığın ve Cehaletin Kötülenmesi Dostların Çeşitleri

..................................................

244

..........................................................................................

244

Dostluk, Sevgi ve Yumuşak Söz

................................................................

247

İçindekiler

7

Haricilerin Haberleri Harici Fırkaları

...................................................................................

.

............................................................. ..................................

Hevalarına Uyanlar Rafizilik.

.

253

............................................ ...........................................

265

..............................................................................................................

266

Ulemanın Şia Hakkındaki Görüşü Kelamcıların Sözleri Haya Babı

........................................................ 272

...

.

. .

.

.

................. .. ................. .................... ................... ......

.

.

.

...................................... ......... ..................................... ....................

T üm Edepler

....................... ............................. ..................................... ...... 277

Hükema ve Ulema Adabı Edebin İnceliği

.

.

.

.............. ...... .......

Oturmadaki Edep

.

..

. ... ..

Küçüklerin Terbiyesi

.

. . 278

........................ ................ .

.

.

.

.

. .. .............. 280

.......................... .......................................... 284 .. ..

.

.

.

. . .

..

...... ........ . .. . ....... ...... ............... ... .. ... . ......

...

Selam ve İzin . .. . Çocuk Sevme

.

..

.

....... . . .......... ......

Birlikte Yürüme Adabı . .

.

.......... .. .... .............. ... .. ............ .... .

Hadiste Edep ve Dinlemek

.

286

... .............................. ............. 287

.

.. ....... ...

. . .. ..... .................................................................. 289

... . ..

. . . . . .. .

.... ...

.. . .

.... .......................................................... 291

. ..

. . . .

.

.. .

.

.

....... .... .. .. .. . ........ . .. .................. ...........................

.

.

.

.

.

.

.

.

293

. 295

.... ............................ ...... ........... ........ ...... . .......... ......... ..... ..

Çocuğun Desteği

.

.

....................... ............................ ........................................

Tecrübeler ve Zamanla Edeplenme Veda Günleri Sohbeti

.......................................................

298 299

......................... ................................................... 299

........

Kötü Sözlerden Korunnıa Hapşırma Adabı Öpme İzni

273 274

......

Hz. Peygamber'in (sav) Ümmetine Adabı

..........................................................................

301

............. ................................................................................

302

.

............................................................................................... 302

..........

Hasta Ziyareti

...................................................................................................

Kucaklaşma Adabı

..........................................................................................

Maişetin Islah Edilmesi Yemek Yeme

........................................... . . .... . .............................

.....................................................................................................

Hükümdarların Adabı Kinaye ve İma

......................................................................... .........

.

............................... .................................................................

Yalan ve Küfrün Kinayesi Övgüyle Kinayeli Yalan

.

304 310 311 311 314 316

.................................................................. .........

319

................................................................................

321

Şakayla Kinaye ve İma . Sükut

250

. ............ ...... ..... ......................................................

322

...................................................................................................................

325

Konuşmak. Fesahat

.

.

.

.

.

.

.

.

...

.

..................................... .... ........ ........... ................. .......................

.

....... ....... ............................... . . ......... ....... . . ............. .............. ..............

Konuşmanın Afetleri İrap ve Lahn (Hata) Lahn ve Tashif Nadir Sözler

.

.

.

327 328

. ............................................................ 328

........ ... ......... ..

.................................. . . . ...................................... 331

...........

. .. .................................................................... 334

........................ ..

.

.. . . .

.

.

.

... 335 ;

.. ........................ ... . .. .. .. ......... ..................... ............. .........

Nadir Yazımlar................................................................................................. 336 Garip Kelimelerle Derinleşmek. . Mizacında Olmayanı Yapmak .. . .

.

.

..... ............. ...... ........... .........................

341

................ ..... ........................................ 343

. ..

e/-İkdü 'l-Ferid

8

Mücadele ve Tartışmayı Terk Terbiyesizlik

............................. .....................................

345

....................................................................................................

.

345

Genç l erin Eğitilmesi . . . . .......................... ........................................................ 35 1

Hareket ve Sakinlik Rızık Arama Fazla

............................................ ..........................................

361

.....................................................................................................

365

Mal ........................................................................................................... 367

Malın Çeşitleri..

.

.................................... ...........................................................

Malın Yönetilmesi Malın Az Olması Dilencilik

.

.

372

............................................ ..................................................

373

.

.

..... . . ......................................................................... ..........................

Dilencinin Dilenciden İstemesi Beyaz Kıllar ve Yaşlılık Gençlik ve Sağlık Saç-Sakal Boyama

377

.... ............................................................

379

.................................................................................

379

.

383

.................................................... ........................................

.

.

.......... ................. .............................................................

Beyaz Kılların Fazileti

...................................................................................

Yaşın Büyüklüğü .

. ...........................................................................................

Yaşıtı Olmayanla Arkadaşlık Kur'an Hakkında Sözler DİZİN

371

............ ........ ....................................................................

.....................................................................

.

386 388 390 394

.............................................. ................................

397

..........................................................................................................................

399

E D İ TÖRDEN

Ankara Okulu Yayınları " İslam-Klasikleri" proj esi üst başlığı kapsamında yayımlanan serinin yirmi beşinci (25.) kitabı olarak İslam kültür tarihinin ansiklopedi türü bir eseriyle karşınızdayız. Tematik olarak hazırlanan ve İslam tarihinin ilk dönemlerin­ deki kültürel hayattan örfe, siyasetten mal iyeye kadar her konu­ y a ait ö rnekler üzerinden meseleyi izah eden ve b una ilave ettiği edebi aktarımlarla mesaj ını vermeye çalışan bir kültürel ansik­ lopedi formatındaki İbn Abdirabbih'in el-İkdü 'l-Ferfd adlı eseri, Arap kültü r tarihinin köşe taşlarından biridir. İ l k dönem algısını güzellikleriyle, olu msuzluklarıyla olduğu gibi önün üze sermeye devam ediyoruz. Birçok eserde buluna­ mayan nadir örneklerle ilk dönemi panoramik olarak gözlemle­ mek üzere sizi İbn Abdirabbih'in el-İkdü 'l-Ferfd adlı eseriyle baş başa bırakıyoruz . . . H ayırlara vesile olması dileğiyle . . . M ehmet Azi mli· Çorum-2021

*

H i tit Ü n iversitesi İlah iyat Fakültesi

M E RCANLAR KİTABI ( H Ü KÜMDARLARLA KO NUŞMAK)

M E RCANLAR KİTABININ AÇI L I M I

Ebu Ömer Ahmed b. Muhammed b. Abdirabbih şöyl e dedi : [2/3] Elçi olarak yöneticilerin yanına giden erkek ve kadın heyetlerin Peygamber (sav.), halifeler ve hükümdarlar huzurundaki du­ rumla rıyla ilgili sözümüzü aktardık. Şimdi Allah'ın tevfiki, deste ği ve inayetiyle hükümdarla konuşmak v e onlara, ruha letafet katan ve nefse incelik veren sihirli ifadelerle dalkavukluk yapmak hakkı nda, konuşacağız. Şüphe yok ki yumuşak sözler kalplerin avcısıdır. Yumuşak sözlerin öylesi var ki öfkeli kişinin öfkesini ve kindar insanın kinini merhamet ve şefkate çevirir. O kadar ki ö f­ kesinin kor ateşini söndürür ve kin definesini darmadağın eder. Öylesi de var ki kötü insanın kalbini kendine çeker, iyi insanın da kulağı nı ve gözünü alır. N itekim Allah Teala yumuşak sözleri, kendisiyle kulları arasında bir vesile ve makbul bir şefaatçi kıl­ mıştı r. Allah şöyle buyurdu : "Bu n u n üzerine Ji.dem 'e Rabbinden bazı sözler ulaştı [o da bunla rla tövbe etti]; Rabbi de on un tövbe­ sin i kab u l buyurdu Şüph esiz o tövbeleri kabul buyuran ve rah meti sonsuz olandır. " 1

İ nşallah b u kitabım ızda, güzel b i r şekilde sıkıntıdan sıyrılmak, latif bir il etişim ku rmak, yumuşak bir şekilde cevap vermek ve gönül almakla helak düğümünden ve ölüm tuzaklarından kurtu­ lanlardan, suçları iyi liklere dönüşen ve ceza yerine mükafat alan insanlardan söz edeceğiz. B u kitapta yer alan hususların koru n­ ması, insa noğl u için hays iyetin i korumaktan ve bedenini ayakta tutmaktan daha önemlidir. Anlama ve Anlatma (Beyan) Beyanın Hakikati

Senin için gizli mananın perdesini kaldıran, anlamaya ve ak­ lın kabulüne vesile olan her şey b eyandır. Allah, beyanı kitabında zikrederek onu kulları için bir nimet olarak kabul etmiştir. Allah 1

Bakara, 2 / 3 7 .

[2/4]

el-İkdü 'l- Ferfd

12

şöyle buyurdu: "Kur'a n 'ı Rah m a n öğretti. İnsanı O yara ttı. Ona a n lama ve anlatmayı öğretti. "2

Peygamber'e (sav.) : "Güzellik nerededir?" diye soruldu. Pey­ gamber (sav.) : "Dildedir," buyurdu. O bununla anlamayı ve an­ latmayı (beyanı) kastediyordu. Yine Peygamber (sav.) : " B eyanın öylesi var ki sihir gibidir," buyurdu.3 Araplar şöyle dedi: Fasih bir söz, oktan daha etkilidir. er- Raciz şöyle dedi: Sen in sih irbaz olmandan korkuyorum; Bazen şiir nakleden, bazen de şair oluyorsun.

Sehl b. Harun şöyle dedi: Akıl ruhun rehberidir. İlim de aklın rehberidir. İ fade etmek ise ilmin tercümanıdır. Dediler ki: Nasıl ki ilim, görmek ve cehalet kö rlük ise aynı şe­ kilde ifade edebilmek, görmektir; ifade edememek ise kö rlüktür. İfade etmek, ilmin bir sonucudur. İ fade edememek de cehaletin bir sonucudur. Dediler ki: Başının üstündeki kemiği göğe değdi r­ se bile, ifade etmesi eksik olanın bir değeri yoktur. Mantığın sahibi şöyle dedi: " Konuşan ve kendisini ifade ede­ bilen canl ı," insanın tanı mıdır. Yine dedi ki : Ruh bedenin direği, ilim ruhun direği, ifade etmek ise ilmin direğidir. Sultanı Tazim ve Yüceltmek

Peygamber (sav.) şöyle buyu rdu: "Bir kavm in efendisi size [2/5) geldiğinde ona ikramda bulunun." Alimler şöyle dedi : Bi r yetki­ linin evi nde ona imamlık yapıl maz; o izin vermeden sofrasına oturulmaz.4 Ziyad b. Ebih şöyle dedi: M üminlerin Emlri nin hu­ zurunda olan birisine selam veri lmez. Yahya b. Halid b. Bermek şöyl e dedi: Hükümdarların hal ha­ tırları nı sormak ahmak cahillerin ka rakterindendir. Ö rneği n: 2 3 4

Rahman, 5 5 / 1 -4. Hadisin Arapçası (ı_,,.._J .:ı�ı j' .:ıı) şeklindedir (çev.). M üellif bu sözü ulemaya nispet etmişti r. Başka bir yerde ise hadis ola rak zikretmiştir (Bkz. e/-İkdü'l-Ferfd, 11/ 2 5 7 ] . Gerçekten bu söz hadis-i şerif olup az farkla M üslim' de yer al maktadır. � 'lj, �ı.ıJ.;. ,_} ._P.-jı �jı .'._,.;_}, '1�) ....;��'>!...,_.fa).....:.;; _J) [Bkz. M üslim, Sah ih, M esacid, 390 ] (çev.).

e/-İkdü '/-Ferfd

13

" E m i r nasıl sabahladı?" demek istediğin zaman: "Allah, Emiri ni­ met ve kerametle sabaha kavuşturmuştur," de. Eğer emir hasta olup da onun halini sormak istersen: "Allah emirin üzeri ne şi fa ve rahmet indirsin," de . Çünkü hükümdarların h ali sorulmaz; hapşırdı kları zaman onlara "Yerhamukellah" denilmez ve hal hatı rları sorulmaz. Sonra şu beyitleri söyledi: Hükü m darlara hitap edilmez; Ve sıkıldıklarında kı nanmaz/ar. Ta rtışılmaz onlarla, kon uşma esnasın da; Hapşırdıklarında, onlara: Yerha m u kellah, denilmez. Kon uşma esnasında hal hatırları sorulmaz; Sadece övülür ve yüceltilir/er. A n la tavsiyelerimi ve deli olma.

İbn Sabih ve Hasta Olan el-Fazı b. Yahya

B i r gün el-Faz! b. Yahya hastalandı. Katip olan İsmail b. Sabih onu ziyarete geldiğinde, sadece ona selam verir, dua eder ve az otururdu. Sonra onun kapıcısına gider ve hal hatırı nı, yemesi­ ni, içmesini ve uykusunu sorardı. Onun dışındaki ziyaretçiler ise çok otururlardı. Hastalığı ndan iyileştiği nde: "Bu hastalığımda İsmail b. Sabih dışında hiç kimse ziyareti me gelmed i," dedi. M uaviye ve Arkadaşları

B i r gün Muaviye'nin arkadaşları ona: "Çoğu zaman senin ya­ nında, arzunun çok üzerinde uzun oturuyoruz. Fazla uzun otur­ duğumuzu bize ifade edecek bir işaret yapmanı istiyo ruz," de­ diler. M uaviye : "Uzun oturduğunuza işaret, (� b!) ' İ stediği niz zaman' şekli ndeki sözüm olsun," dedi. B u durum Yezid b. M ua­ viye'ye söylendiğinde Yezid : "Benim işaretim, 'Allah'ın bereketi üzerine,' şeklindeki sözüm olsu n," dedi. Bu durum Abdülmelik b. M e rvan'a söylendiğinde Abdülmelik: " H ayzeranı5 elime aldığım zaman o benim işaretim olsun," dedi. H ü kümdara Hizmet

H ü kümdara hizmetin m ü kemmel olabilmesi için hizmetçi hükümdarın ayakkabısını ona yaklaştırır, böylece hükümda­ rın ayakkabılarına doğru yürümesine fırsat vermez. Ayrıca sağ 5

Bambu ağacı ndan ya pılan bir tür asa (çev.).

[2/6)

e/-İkdü '/-Ferfd

14

ayakkabıyı sağ ayağının, sol ayakkabıyı da sol ayağının hizasına koyar. Tamir edilmeye muhtaç bir yastık gördüğü zaman, em­ red ilmeden onu tamir eder. B u hususta onun emrini beklemez. Yine hükümdar kendisine emir vermeden kalemi ara r, bulur. Ayrıca kalemi hükümdara getirdiğinde üzerindeki tozu siler. Bir kağıdın hükümdarın önünden uzaklaştığını gördüğünde, onu hemen yaklaştırır ve katlanmış haliyle önüne koyar. el-Haccac ve eş-Şa'bi

eş-Şa'bi, el-Haccac'ın yanına girdi. el-Haccac ona: " M aaşın ne kadardır?" demek isterken nahiv kuralına aykı rı bir şekilde Cf-5 �il;.�) dedi. Bunun üzerine eş-Şa'bi de nahiv kurallarına aykırı bir şekilde (�İ) " İ ki bindir" dedi. el-Haccac onun bu cevabının yanlış olduğunu fark ederek bu kez doğru bir şekilde, (�iJ;� f-5) dedi. Bunun üzerine eş-Şa'bi de doğru soruya doğru cevap ve­ rerek (.:ıl..i..Iİ ) "İki bindir" dedi. el-H accac: "Senin gibilerin yanlış ifade etmediği bir şeyi neden (�İ) diyerek yanlış ifade etti n ?" dedi. eş-Şa'bi: "Emir yanlış ifade etti, ben de yanlış ifade etti m. Sonra emir doğrusunu söyledi, ben de doğru telaffuz etti m. Kuş­ kusuz emir yanlış ifade ettiğinde ona karşı doğruyu ifade edecek, böylece yanlışından dolayı onu aza rlayacak ve ondan önce fuzuli konuşacak değildi m," dedi. el-Haccac, eş-Şa'bi'nin bu tavrı nı çok beğendi ve ona çok miktarda mal bağışladı. EL ÖPMEK

Abdurrahman b. Ebu Leyla, Abdullah b. Ömer'in yanında şöy­ le dedi: Biz Peygamber'in (sav.) elini öperdik. Veki' b. Süfyan şöy­ le dedi: Ebu Ubeyde, Ömer b. el-H attab'ın elini öptü. eş-Şa'bi'den nakledilen bir hadise göre Peygamber (sav.) Ca'fer b. Ebu Tal ib'le karşı laştı ve iki gözünün arasını öptü. İyas b. Dağfel şöyle dedi: Ebu Nadre'nin, H üseyi n b. Ali'nin yanakları nı öptüğünü gördüm. eş-Şeybani, Ebü'l- Hasan'dan, o da Mus'ab'dan rivayetle dedi ki : M escitte bulunan Ali b. H üseyi n' in yanına giren bir adamın onun ellerini öpüp iki gözü arasına koyduğunu gördüm. Ali b. H üseyin, onu bu hareketinden alıkoymadı. (2/7]

el-Utbi şöyle dedi: Bir adam Abdülmelik b. Mervan'ın yanına girdi ve elini öptü. " Ey M ü minlerin E miri ! Senin elin öpülmeye en

el-İkdü '/-Ferid

15

fazla layıktır. Çünkü cömertlikte yücedir ve günahlardan temiz­ lenmiştir. Ayrıca sen kınamayı azaltıyor ve suçları affediyorsun. Kim sana karşı kötülük murat ederse Allah onu senin kılıcına biçilmiş bir ürün ve korkundan kaçmış bir sürgün yapsın," dedi. el-Mansur ve E b u Bekir el-H eceri

el-Asmai şöyle dedi: Ebu Bekir el-H eceri, el-Mansur'un yanı­ na girdi ve : "Ey Müm inlerin E miri ! Ağzımda diş kalmadı. Siz de bereketli Ehl-i beyttensiniz. İzin versen de başını öpsem; belki Cenab-ı Allah kalan dişlerimi ağzımda tutar," dedi. el-Mansur: " H ediyeyle başımı öpmek arasında bir tercih yap," dedi. Bunun üzeri ne Ebu Bekir el-Heceri: " Ey M ü m inlerin Emiri ! H ediyenin gitmesi ndense ağzımda tek bir dişin bile kal maması benim için daha iyidir," dedi. Bunun üzerine el-Mansur güldü ve ona bir he­ diye verdi. Süleyman ve Ca'fer b. Yahya

B ir gün Ca'fer b. Yahya [el- Bermeki] , tebdil-i kıyafet Beytül­ hikme'nin sahibi Süleyman'ın yanına girdi. Yanında Temmame b. Eşres de vardı. Temmame: " B u Ebü'l -Fazl'dır [Ca'fer b. Yahya] ," dedi. Süleyman, hemen ayağa kalktı, elini öptü ve şöyle dedi: "Ba­ bam sana feda olsun; neden kulunu, şükrünü eda edemeyeceği ve hakkından gelemeyeceği böyle bir lütfun içine koydunuz?" Abdullah b. Abbas ve Zeyd b. Sabit

eş-Şa'bi şöyle dedi: Zeyd b. Sabit atına bindi; Abdullah b. Ab­ bas onun üzengisini tuttu. Bunun üzerine Zeyd b. Sabit: "Yapma, ey Resulullah'ın (sav.) amcas ının oğl u ! " dedi. Abdullah b. Abbas: "Alimlerim ize ka rş ı böyle davranmamız bize emredildi," dedi. Zeyd ona: "Elini bana göster," dedi. İ b n Abbas elini çıkardı. Zeyd b. Sabit hemen onun elini tuttu ve öptü. Sonra: "Resulullah (sav.), Ehl-i beytine karşı böyle davranmamızı bize emretti," dedi. Öpmenin Çeşitleri

Dediler ki : İmamın eli öpülür; babanın başı öpülür; erkek kar­ deşin yanakları, kız kardeşin göğsü öpülür. Eşin de ağzı öpülür.

[2/8]

el-İkdü 'l-Ferid

16

E l Öpmeyi Uygun Görmeyen Sultanlar H işam'ın Elini Öpen Adam

el-Utbl şöyle dedi: B ir adam H işam b. Abdülmelik'in yanına girdi ve elini öptü. Bunun üzerine H işam: "Öf be! Araplar sadece korkudan el öperler; Acemler de sadece zillet için öperler," dedi. Bir adam el-Me'mun'un elini öpmek için izin istedi. el-Me'mun ona: "Hiç şüphesiz müminin el öpmesi zillettir. Zimminin el öp­ mesi aldatmadır. Ne senin zelil olmaya ne benim aldanmaya ih­ tiyacım vardır," dedi. el-Mehdi ve Ebu Dülame

Şair Ebu Dülame, el-M ehdl'nin elini öpmek için izin istedi. Bunun üzerine el-M ehdi: " E l öpmeye gelince onu bırak," dedi. Ebu Dülame: "Çoluk çocuğumu rızıktan menetmen, beni bundan menetmenden, benim için daha kolay olu rdu," dedi. Sultana Tam Yerinde Söz S öylemek Harun er-Reşid ve Ma'n b. Zaide6

Bir gün Harun er- Reşid, M a'n b. Zfüde'ye: "Ey Ma' n ! Zamanın nasıl geçiyor?" dedi. Ma'n b. Zfüde: "Zaman sensin, ey M üminle­ rin Emlri ! Eğer sen düzgün olursan zaman da düzgün olur. Eğer sen bozulursan zaman da bozulur," dedi. er-Reşid ve İbn Selm

Bu söz, Said b. Selm'in er- Reşid'e söylediğine benziyo r. Bir gün Müminlerin Emlri er- Reşid : "Cahiliye döneminde Kays ka­ bilesinin en şerefli evi hangisiydi?" dedi. Said : "Ey Müminlerin E mlri ! Beni Fezare'yd i" dedi. er-Reşid : "Peki, onların İslam dö­ nemi ndeki en şerefli evleri ki mindir?" dedi. Said : "Ey M ü m i n ­ lerin Emlri ! Şerif, senin şereflendirdiğin kimsedir," d e d i . Harun er- Reşid : "Doğru söyledin; şerif s e n v e senin kavm indir," dedi. [2/9]

el- Mansur ve Ma'n b. Zaide7

B ir gün Ma'n b. Zfüde, Ebu Ca'fer el- Mansur'un yanına girdi. el-Mansur ona: "Yaşlanmışsın ey M a' n ! " dedi. Ma'n b. Zfüde: "Se6 7

Bu başlık çevi rmen ta ra fından eklenmiştir. B u başlık çevi rmen tarafından eklenmişti r.

e/-İkdü 'l-Ferid

17

nin itaatinde yaşlandım ey M ü minlerin Emlri ! " dedi. el-Mansur: "Sen güçlü-kuvvetlisin," dedi. Ma' n : "Senin düşmanlarına karşı ey M ü minlerin Emlri ! " dedi. el-Mansur: "Sende hala bir kalın­ tı var," dedi. Ma'n: "O senindir ey M ü minlerin Emlri ! " dedi. el­ Mansur: " Hangi devleti daha çok seviyors un? Bizim devleti mizi mi yoksa Beni Ümeyye'nin devleti ni mi?" dedi. Ma'n b. Zfüde: " B u s a n a bağlıdır ey M üminlerin Emlri ! Eğer senin iyiliğin onların iyiliğini geçerse senin devletin bana daha sevi mli olur; onların iyiliği senin iyiliğinden fazla olursa onların devleti bana daha se­ vimli olur," dedi. Mansur: " Doğru söyledin," dedi. Bir gün Harun er- Reşid, Abdülmelik b. Salih'e: "Burası senin evi n mi?" dedi. Abdülmelik b. Sal ih : " Ev, Müminlerin Emlri'nin­ dir; sahibi odur," dedi. Haru n : "Suyu nasıldır?" dedi. Abdülmelik: " E n güzel sudur," dedi. Harun: " H avası nasıldır?" dedi. Abdülme­ lik: " E n sıhhatli havadır," dedi. Bir gün Ebu Ca'fer el-Mansur, Cerir b. Yezld'e: "Ben bir iş için seni aradım," dedi. Cerir b. Yezid: " Ey M üminlerin Emlri ! Allah bende, senin itaatine bağl ı bir kalp, nasihatine bitişik bir görüş ve senin düşmanlarına karşı çekilmiş bir kılıç hazırlamıştır. İ ste­ diğin zaman, buyu r söyle," dedi. el-Me'mun, Tahir b. H üseyi n'e: "Oğlun Abdullah'ı bana anlat," dedi. Tahir: "Ey Müminlerin Emlri ! Eğer onu översem ayı plamış olurum, zemmedersem gıybet etmiş olurum. Lakin o, bir dövüş gününde, mü nevver bir avucun içi nde, Müminlerin Emlri'nin hizmetinde çakmaya hazır bir çakmaktır," dedi. Halifelerden birisi bir adama bir iş emretti. Adam : "Ben senin için cübbeden daha itaatkar, ayakkabıdan daha fazla boyun eğen biriyim," dedi. Bir başkası : " Ben, elinden sana daha çok itaatka r ve ayakkabılarından daha çok sana boyun eğmiş bi riyim,'' dedi. B u sözü, Hasan b. Vehb, M uhammed b. Abdülmelik ez-Zeyyat'a söylemişti. el-Mansur, Müslim b. Kuteybe'ye : "Ebu Müslim'in öldürül­ mesi konusunda ne diyorsun?" dedi. M üslim b. Kuteybe : "Eğer

el-İkdü 'l-Ferfd

18

yerde ve gökte iki ilah olsaydı yer ve gök fesada giderdi"8 dedi.

el-Mansur: "Bu yeterlidir ey Ebu Ümeyye ! " dedi. el-Me'mun, Yezid b. M ezid'e: " Rebia kabilesinde ne de çok ha­ life vardır!" dedi. Yezid : " Doğru, fakat minberleri hurma kütük­ leridir," dedi. (2/1 01

el-Mansur, İshak b. M üslim'e: " Beni Ümeyye'ye vefa gösterme konusunda ifrat ettin," dedi. İ shak b. Müslim: " Ey M ü m inlerin E mlri ! Hak etmeyene vefa gösteren bir kimse, hak edene daha çok vefalı davranır," dedi. Harun er-Reşid ve İbn Salih

Bir gün Harun er- Reşid, Abdülmelik b. Salih'e: "Bana M enbic'i anlat," dedi. Abdülmelik b. Salih: " Havası yumuşak, döşeği rahat­ tır," dedi. Harun: "Oradaki evini bana anlat," dedi. Abdülmelik: "Akrabalarımın evlerinin gerisinde, ama Menbic ahalisinin evle­ ri nin üstündedir," dedi. Ha ru n: " Peki, neden senin değerin onla­ rı n değerinin üstündedir?" dedi. Abdülmelik b. Salih: " Bu, Mü­ mi nlerin Emlri'nin ahlakıdır; ben de ona uyuyo r, onun izini takip ediyor ve onu örnek alıyorum," dedi. el-Me'mun ve Divandaki Bir Çocuk

Bir gün el-Me'mun, D ivana girdi. Orada kulağı nın arkas ın­ da bir kalem olan güzel bir çocuk gördü. Ona: "Sen kimsin ey çocuk?" dedi. Çocuk: "Ben devleti nde yetişmiş olan, ni meti nin içinde yüzen ve hizmeti ne hazır olan H asan b. Reca'yı m," dedi. el-M e'm un: "Güzel hazırcevaplığınla akılları aştın. Bu çocuğu bu­ lunduğu derecenin üzerine çıkarı n," dedi. el-Mütevekkil ve İbn Cehm

Ali b. Yahya şöyle dedi: Elçi, İshak b. İsmfül'in başını geti rdi­ ğinde el-M ütevekkil'in ya nındaydım. Ali b. Cehm kalktı; halifenin huzurunda böbürlenerek yürüdü ve şöyle dedi: Hoş gelm iş, safalar getirm iş senin g i b i b i r elçi; Göğüslerdeki kin i söndüren bir şey getirdin. İsm a il b. İshô.k'ın başın ı getirdin.

8

Enbiya, 2 1 ; 2 2 .

el-İkdü 'l-Ferfd

19

Bunun üzerine el-Mütevekki l: " Kalkın, zayi olmaması için b u cevheri alın," dedi. Bir gün AkkaJ b. Şebbeh, el-M ehdi'nin katibi Ebu Ubeydul­ lah'ın yanına girdi. Ebu Ubeydullah: " Ey Akka! ! Seni çoktan gör­ medim" dedi. Akka!: "Vallahi ben iştiyakla seninle buluşuyor, bir daha kavuşmak ümidiyle senden ayrı lıyo rum," dedi. Bir gün Abdülaziz b. Me rvan, birlikte içki içmeyi kastederek (2/1 1 ] N usayb b. Rebah'a -esmerdi-: " Ey N u sayb ! Sohbetin meyve ver­ mesine var mısı n?" dedi. N usayb şöyle dedi: "Allah, Emiri ıslah etsin; renk kurşunid ir; saç kıvırcıktır; üstelik senin yanında ne şerif bir ırk olarak ne de güzel manzaralı biri olarak oturdum. Benim sadece aklım ve lisanım vard ır. Eğer uygun görürsen b u ikisinin arasını ayırmazsan iyi olur." el-M e'mun, Medinetü's-Selam'dan çıkan Hasan b. Sehl ile ve­ dalaşırken ona : "Ey Ebu Muhammed! Yerine getirmemi istediğin bir ihtiyacın var mı?" dedi. Hasan b. Sehl: "Evet, Ey Müminlerin E miri ! Ancak senin sayende muhafaza edebildiğim hususlarda beni kalpten koru manı istiyorum" dedi. B ir gün Said b. M üslim b. Kuteybe, M e'mun'a şöyle dedi : "Şa­ yet M ü m inlerin Emiri'nin benimle ko nuşmak istemesi ve gözüy­ le bana işarette bulunması dışında hiçbir şey için Allah'a şük­ retmeseydim, bu bile ni meti n gerekti rd iği ve iyi liğin farz kıld ığı en büyük bir şükür vesilesi olurdu." Bunun üzerine el-Me'mun: "Vallahi öyledir; çünkü sen ko nuştuğu nda Emir, başkasının ya­ nında bulamadığı güzel bir anlatma yeteneği ni sende bul uyor. Yi ne sana bir şey söylendiği zaman güzel anladığını görüyo r," ded i. Sultana Övgü ve Yakınlık

Acemlerin kitaplarında geçtiğine göre, Erdeşir b. Yezdicerd devletin başına geldiği zaman insanları topladı ve onlara bir hitabede bulundu. H itabesinde özellikle onların itaat etmeleri ve dost kalmaları üzerinde durdu. Ayrıca onları isyan etme ve cemaatten ayrılma konusunda uyardı Konuşmasında ins anl arı dört kısma ayı rdı. Konuşmadan sonra hepsi ona secde ettiler ve temsilcileri şöyle dedi: Ey Hükümdar! Allah her zaman zafer .

el-İkdü 'l-Ferfd

20

gücünü, emellerine kavuşmayı, devamlı afiyet içinde olmayı, ni­ metin tamamını ve nimetin güzel bir şekilde arttırılmasını sana ihsan etsin. Ayrılıp gitmesinden emin olunan ve parlaklığı kesin­ tiye uğramayan sonuca, yan i Allah'ın senin gibi kendisine yakın olanlar için hazırladığı ahiret yurduna ulaşı ncaya kadar her za­ man cömertlikler senin yanında birbirini izlesi n ve kötülükler şifa bulsun. Yeryüzünün bütün toprakları senin saltanatı nda ve emrinin altına girinceye kadar devletin ve saltanatın güneş ve ay kadar baki kalsın; nehirlerin ve denizlerin artışı gibi genişle­ sin. H iç şüphesiz senin yüzün ü n nuru, sabah aydınlığı gibi biz(2/ 1 2] leri aydınlatmıştır. Senin büyük merhametin, tıpkı meltem gibi nefislerimize ulaşmış bulunmaktadır. Sabahladığında baktın ki, Allah ayrılmış olan elleri bir araya getirmiş, birbirine kinlenen kalpleri dost yapmış, düşmanlık ateşi aramızda alevlendikten sonra bizden kin ve düşmanlıkları kaldırmıştır. Bütün bunlar, tavsi f edilmeyen ve anlatılması imkansız olan faziletin sayesinde olmuştur. Bunun üzerine Erdeşir: " N e mutlu övülen kişiye ! Övgüye müstahak biri bulunduğu zaman . . . Ve ne mutlu davet edene! Da­ vete icabet edecek ehil birisi olduğu zaman ..." dedi. B ir gün Hassan b. Sabit, el-Haris el-Cufnl'nin yanına girdiğin­ de şöyle dedi: "Hayırlı sabahlar ey hükümdar! Sema senin örtün, yer senin döşeğin; annem-babam da sana feda olsun. el- M ü n zir9 n ereden sana yetişir ki ! Vallahi senin ensen onun yüzü nden daha güzel, annen onun babasından daha güzel, gölgen onun şahsın­ dan daha hayırlıdır. Senin suskunluğun onun konuşmasından daha etkileyici, solun onun sağından daha hayırlıdır." Sonra şu b eyitleri okudu: B a n a haber verildiğine göre Eb u Münzir, Büyük abdest kon usunda sen inle den k olduğunu söylüyor. Ensen güzeldir onun yüzünden, Ve annen el-Münzir'den dah a h ayırlıdır. Zora düştüğünde sen in sol elin, Onun sağ eli gibidir, kuşkuya düşme.

9

B u el-Münzir b. Mfü's-Sema el-Lahmi'd ir.

el-İkdü 'l-Ferfd

21

Ömer b . Abdülaziz hilafete geldiği zaman Halid b . Abdullah el- Kasri onun yanına girdi ve : " Ey M ü m i nlerin Emiri ! H ilafet bi­ rilerini güzelleştirmişse sen hilafeti güzelleştirdin. H i lafet kimi şerefli yapmışsa sen hilafeti şerefli hale getirdin. Sen şairin dedi­ ği gibisi n," dedi ve şu beyti okudu: İni:i bazı yüzleri güzelleştirdiği za man, Senin yüzünün güzelliği inciyi g üzelleştirmiştir.

Bunun üzerine Ömer b. Abdülaziz: '1\rkadaşınıza güzel söz verilmiş ama makul söz verilmemiştir," dedi. Bağdat'a Giren el-Me'mun'u Öven Adam

İbn Tahir'in anlattığına göre bir gün el-Me'mı1n Bağdat'a girdi. Bağdat'ın ileri gelenleri onu karşıladılar. Onlardan bir adam şöyle dedi: "Ey Müminlerin E miri ! Allah senin gel işini mübarek [2/1 3] eylesin; nimetini ve raiyeti nin sana teşekkürünü arttırsın. Senden öncekileri geçtin, senden sonra gelenleri kendine tabi kıldın. Senin gibilerin görülmesi konusunda [bizleri] umutsuz kıldın. Geçmişte, senin gibi birisini bilmiyoruz; gelecekte de olacağı nı tahmin etm iyoruz. H epimiz sana dua ediyor, seni övüyoruz. Senin yanın bizim için bereketli, suyun tatl ı, sana bakmak güzel ve güç-kuvvetin şerefli olmuştur. Fakirlerin yaraları nı sardın, esirleri özgürlüklerine kavuşturdun. Ey Müminlerin Emiri ! Sen öncekilerin dediği gibisin: Sen hep atiyyeler verdin, Bir suçtan dolayı esir olan la rı serbest bıraktı n. O kadar ki suçsuzlar temenni ettiler, Sen in yanında bukağıda ve kayı t içinde esir olmayı.

Halid b. Abdullah el-Kasri

B ir adam. Halid b. Abdullah el-Kasri'nin yanına girdi ve şöyle dedi: Ey Emir! Sen büyük hediyeler veriyor, hastaların yarasını sarıyor ve azı çoğaltıyorsun. Doğrusu senin fazlın güzel ve görü­ şün b üyüktür. Bi r adam Hasan b. Sehl'e: "Ben öyle bir hale geldim ki senin ço­ ğunu çok görmüyor, azını da az görmüyorum," dedi. Hasan b. Sehl: "Bu nasıl oluyor?" dedi. Adam: "Çünkü sen, verdiğin çoktan daha çoksun; senin azın da başkalarının çoğundan daha çoktur," dedi.

el-İkdü '/-Ferid

22

H alid b. Safvan, yanına girdiği bir val iye şöyle dedi : Sen gel­ din ve nazarı ndan, meclisinden, iyiliklerinden ve düşmanlıkla­ rından herkese adilce verdin. O kadar ki sanki sen herkestensin veya sanki hiç kimseden değilsin. Harun er- Reşid bazı şairlere: "Bizim hakkımızda bir şey yaz­ dın mı?" dedi. Şair: " Ey M ü m inlerin Emlri ! Bütün övgüler senin değerinin çok gerisindedir. Senin hakkında şiir yazmak benim değerimin çok üstündedir. Fakat ben el-Attabl'nin şu sözünü gü­ zel buluyorum," dedi ve şu iki beyti okudu: Bir methiyeci ne diye sen i över ki Vahiyde sen i temize çıkara n bir n ida varken . . . Gücü kalmam ıştır, övenin; faka t dillerim iz, Gön üllerin sakladıkla rın ı dile getirmektedir.

Halid b. Safvan'ın Bir Adamı Övmesi

H alid b. Safvan bir adamı övdü ve şöyle dedi: Seçkin bir ko[2/1 4] nuşması vardır. Lafızları beliğd ir. Lisanı Arapçadır. H areketleri az, işaretleri güzel, ahlakı tatl ı ve çok zariftir. Çok suskun ve çok söyleyen biridir. Kusurları örter, yarayı tedavi eder, şakayı az ya­ par, ayrılanı birleştirir. M ürüvveti nde insafsız değildir, boş yere de konuşmaz. Kendisine tabi olunur ama o tabi olmaz. Sanki ba­ şında ateş bulunan bir alem gibidir. Harun er-Reşid ve Sehl b. Harun

Sehl b. Harun, Harun er-Reşld'in yanına gi rdi Baktı ki oğlu el­ Me'mun ile gülüşüyorlar. Sehl şöyl e dedi: "Allah'ım! Her günü dü­ nünden daha fazla, yarını ndan daha az oluncaya dek onun iyilik­ lerini arttı r ve bereketini çoğalt." Bunun üzerine er- Reşid şöyle dedi: " Ey Sehl ! Şiirin en güzel ini, hadisin en sah ihini ve en beliğ (belagatli) olanını, beyanın en fasihini ve en açığı nı kim rivayet etmişti r? Şöyle ki : Beyan sahibi söylemek istediği nde hiçbir şey onu acze düşürmesin." Sehl: " Ey M ü minlerin Emlri! Benden önce kimsenin bu manaya ulaştığını tahmin etm iyorum," dedi. er­ Reşid : "Aksine A'şa Hemdan bu manaya ulaşmış ki şöyle diyor," dedi ve şu iki beyti okudu: .

D ü n seni Beni Lüey'in e n iyisi olarak buldum; Ve bugün dünkü halinden dah a iyisin.

e/-İkdü '/-Ferid

23

Ve sen ya rın, iyiliğini kat ka t a rttı rı rsın; Ayn ı şekilde, Abdişems'in büyü kleri de arttırırlar.

el-Me'mfin ve Sehl b. Harfin

el-M e'mun, Sehl b. Harun'dan rahatsız olmaya başla mıştı. B i r gün Sehl onun yanına girdi; ya nında insanlar da vard ı. el­ Me'mun bir konuşma yaptı; konuşması nda her ko nuya değindi. el-Me'mun konuşmas ını bitirince Sehl b. H arun topluma yöneldi ve şöyle dedi: "Sizlere ne oluyor ki dinliyorsunuz ama kavram ı ­ yorsunuz; anlıyor ama beğenmiyorsunuz; beğeniyor ama anlat­ mıyorsunuz? Vallahi Beni Ümeyye'nin uzun zamanda söyleyip yaptığını o kısa bir günde söylüyor ve yapıyor. Sizin Araplarınız onların Acemleri gibidirler. Onların Acemleri, Beni Temlm'in Arapları gibidi rler. Fakat hastalığı bilmeyen nasıl tedavi edebi­ lir ki?" [Ravi] dedi ki : el-Me'mun onun hakkı ndaki ilk görüşüne döndü. el-Haccac ve Ziyad el -Ateki

H accac b. Yusuf, Ziyad b. Amr el-Atekl'den hoşlanmıyordu. Abdülmelik b. Mervan'ın ya nı ndaki heyet el- Haccac'ı övmeye başlayınca Ziyad el-Atekl: " Ey M ü m i nlerin Emlri ! el-Haccac se­ n i n kaybetmeyen kılıcın, hedefi şaşırmayan okun, hiç kimsenin kına masından korkmayan hizmetkarındır," dedi. O gü nden son­ ra el-H accac' ın yanında hiç kimse onun kadar sevi mli ve cana ya kın olmadı. İ b n Şeybe ve Salih b. el-Mansur

eş-Şeyban! anlattı; dedi ki : el-Mansı1r oğlu Salih'i çağırdı. Sa­ lih bir iş hakkında güzel bir konuşma yaptı. Bunun üzeri ne Şebib b. Şeybe şöyle dedi: "Vallahi onu bugünkü gibi anlatım yönü nden açık, dil bakımından fasih, yeterince dinlenmiş ve yol açısından güzel görmedim. Babası el- M ansur, kardeşi el-M ehdi olan birisi­ nin Züheyr' in dediği gibi olması h aktır, doğrusu. [Züheyr şöyle dedi:] O asalet sahibi bir cöm erttir; eğer zorluklarına rağm en, Yetişirse koşuda onlara, o n u n gibiler yetişir do.ijrusu. Ya da onlar geçer onu, ilerlem iş olmasına rağmen; Salih gibisin i öne çıkara n la r onu geçm iş sayılırlar.

[2/1 5]

e/-İkdü 'l-Ferid

24

İbn Şeybe ve Hilafet

B i r gü n Şeblh b. Şeybe hilafet merkezi nden çıktı. Kendisine: " İ nsanları nasıl buldun?" denildi. Şebib : "Girenleri umutlu, çı­ kanları memnun gördüm," dedi. Bazı Halifeler ve İbn Şeybe

Bazı halifelere: "Şüphesiz Şebib b. Şeybe sözü güzel kullanı­ yor ve onun için hazırlanıyor. B i r gün onu ani bir şekilde min­ bere çıkarırsan rezil rüsva olur," denildi. Bunun üzerine halife hemen bir elçiye emir verdi. Elçi, Şeblb'in elinden tutup minbere çıkardı. Şebib önce Allah'a hamd ve sena etti; Peygamber'e (sav.) salat ve selam getirdi. Sonra ş öyle dedi: "Herkes şunu bilsin ki M ü minlerin Emiri'nin dört tane benzeri vardır. İ nindeki aslan, kabaran deniz, on dördündeki ay ve güzel bahar. 1 0 M ü minlerin [2/1 6] E miri, saldırısı ve hızı bakı mından ini ndeki aslana benziyor. Cö­ mertliği ve vermesi yönünden kabaran denize benziyor. Yüzün­ deki nuru ve ziyası bakımından on dördündeki aya benziyor. Gü­ zelliği ve ihtişamı bakımından da parlak olan bahara benziyor." Sonra minberden indi. Abdülmelik ve İhtiyaç Sahibi

Abdülmelik b. Mervan yanına giren bir adama: "İhtiyacını söyle," dedi. Adam: " Ey M ü m i n lerin Emiri ! Aşırı yorgu nluk ve hilafetin heybeti beni bundan menediyor," dedi. Abd ü l m elik: "Yavaş ol; biz yüze yapılan övgüyü ve kavuşma esnas ındaki tez­ kiyeyi sevmeyiz," dedi. Ada m : " Ey M ü minlerin Emiri ! Ben seni methetmiyorum fakat seni bize nimet olarak verdiği için Allah'a hamdediyorum," dedi. Abdülmelik: "Bu yeterli, belagatli konuş­ tun," dedi. Bir adam el-Mansur'un yanına girdi. el-Mansur ona, "İhtiya­ cını söyle" dedi. Adam: " Ey M ü minlerin Emiri ! Allah seni bağış­ lasın," dedi. el- Mansur: " İ h tiyacını söyle; sen her zaman b u gibi makamlara ulaşamazsın," dedi. Adam şöyle dedi: "Vallahi Ey Mü­ minlerin Emiri ! Senin ecelinin kısa olduğunu düşünmüyor, cim­ riliğinden korkmuyor ve malını alıp gitmek istemiyorum. Kuş10

Arapçası şöyledir: _:,....;uı &Jı_, ;..-uı _;...A.Jı_, J.>-1)1 ;.-Jı_, ;,wı l..�ı (çev.).

e/-İkdü 'l-Ferfd

25

kusuz senin vermen bir şeref, senden b i r şey istemek b i r süstür. Yüzünü sana çevi ren kimsenin ne bir noksanlığı ne de bir ayıbı olur." Bunun üzerine el-Mansur gö revl iye : "Ona güzel bi r hediye ver ve ona ikramda bulun" dedi. el-Me'mfin ve el-Ummani

İ b rahim b. es-Sindi anlattı; dedi ki: Bir gün el-Umman!, el­ Me'mı1n'un yanına girdi. Üzerinde uzun bir başlık ve ayaklarında basit bir mest vardı. el-Me'mun ona: " Eğer bana şiir okursan sana taylasanı uzun bir sarık ve iki güzel mest vereceğim," dedi. Dedi ki : E rtesi gün el-Ummanı bedevilerin kıyafetiyle yanına girdi ve ona şiir okudu. Sonra halifeye yaklaştı, elini öptü ve şöyle dedi: "Vallahi ey Müminlerin Emlri ! Ben Yezid b. el-Velid'e ve İbrahim b. el-Velid'e şiir okudum. Onların yüzlerini gördüm; ellerini öptüm ve hediyelerini aldım. Yine Mervan'a şiir okudum, elini öptüm ve hediyesini aldım. el-Mansı1r'a da şiir okuyup elini öptüm ve hediyesini aldım. Yine el-M ehdi'ye de şiir okudum, yüzünü gördüm, elin i öptüm ve hediyesini aldım. Daha bunlar gi bi p ek çok halifeye, büyük devlet adamlarına ve reislere şiir okuyup he­ diyelerini aldım. Vallahi e y M üminlerin Emlri ! Onların arasında senin kadar parlak manzaralı, güzel yüzlü, senin kadar eli açık [2/1 7] ve senin kadar cömert birisini görmedim." Dedi ki: el-M e'mı1n okuduğu şiir için ona büyük bir hediye verdi. Ayrıca yaptığı ko­ nuşmadan dolayı ona iki katını daha verdi; bütün neşesiyle ona yö neldi ve onu mutlu etti. O kadar ki onun huzurundaki herkes el-Ummanl'nin yerinde olmayı arzu etti. Ömer b. Abdülaziz, Irak H eyeti ve Muhammed b. Ka'b el-Kurazi

el-Utbl, Süfyan b. Uyeyne'den rivayetle anlattı; dedi ki : l rak'tan bir heyet Ömer b. Abdülazlz'in yanına geldi. Ömer b. Abdülaziz, iç­ lerinden bir gencin konuşmak için hazırlık yaptığını gördü. Bunun üzerine: "Büyük birisine konuşma yaptırın, büyük birisine," dedi. O genç: "Ey Müminlerin E mlri ! Konuşma yaşla değildir. Eğer her şey yaşla olsaydı, Müslümanların içinde senden daha yaşlı olanlar da var," dedi. Bunun üzerine Ömer b. Abdülaziz: "Doğru dedin, Al­ lah sana merhamet etsin; konuş," dedi. Bunun üzerine genç şöyle

el-İkdü 'l-Ferfd

26

dedi: "Ey Müminlerin Emiri ! Bizler senden bir isteği miz olduğu veya korktuğumuz için yanına gelmiş değiliz. İsteğe gelince zaten memleketimize gelmiş ve evlerimizin içine girmiştir. Korkuya ge­ lince Allah, senin adaletinle bizleri senin zulmünden korumuştur." Ömer b. Abdülaziz: "Siz kimsiniz?" dedi. Genç: "Biz şükür heye­ tiyiz," dedi. [Ravi] dedi ki: Muham med b. Ka'b el- Kurazi, Ömer b. Abdülaziz'in yüzüne baktı; yüzü sevinçle parlıyordu. Şöyle dedi : " Ey Müminlerin Emiri ! B u insanların seni tanımaması, senin ken­ di nefsini tanımana galebe etmesin. Zira övgü, bir kısım insanları aldatmış, insanların onlara teşekkürleri onları mağrur etmiş, so­ nuçta helak olmuşlardır. O nlardan olman konusunda Allah'a sı­ ğınırım." Bunun üzerine Ömer b. Abdülaziz başını Muhammed b. Ka'b el-Kurazi'nin göğsüne koydu. Hatadan Dönmek ve Özür Dilemek

Peygamber (sav.) şöyle bu y urd u : "Doğru ya da yalan, hata­ sından döndüğünü itiraf eden birisinin özrünü kabul etmeyen, Kevser Havuzunda benimle birlikte olamaz." Yine şöyle b uyur­ d u : "Günahını (suçunu) itiraf eden kimse hiç günah işlememiş gibidir." Yine "Günahı itira f etmek günah işlemiş olmayı yıkar," buyurdu. Şair şöyle ded i : Bir kişi günah ından tövbe etm iş olarak gelirse sana, Eğer onu af/etmezsen bu kez günah senindir.

[2/1 8]

Bir adam İbrahim b. el-Mehdi' den özür diledi. İbrah i m : "Seni affettim ama özür beyan ettiğin için değil; çü nkü mazeretlerin içine yalan karışır." Bir adam Ca'fer b. Yahya' dan özür diledi. Ca'fer b. Yahya : Allah özürle seni özür beyan etmekte n, bizi de hüsn üniyetle suizanda bulun maktan korudu. İ brahim el-Mevsıli şöyle dedi: Ca'fer b. Yahya' nın, söz verdi­ ği halde ihtiyacını geciktirdiği için bir adamdan özür dilediği ni işitti m. Ona şöyle diyordu : Mahkemelerin yoğunl uğu sebebiyl e kendimi savunuyor ve iyi n iyetle senden özür diliyorum. Bir adam hükümdarlardan birisine şöyle dedi : Ben nefsini sana karşı savunmayan, işlediği suç sebebiyle seni yanıltmayan,

e/-İkdü '/-Ferfd

27

ancak senin affınla rızanı arayan, sadece suçunu itiraf ederek senden merhamet dileyen ve yaptığı yanlışı itiraf ederek seni razı etmeye çalışanlarda nım. Hasan b. Vehb şöyle ded i : Elinde güç olanın affetmesi n e kadar g üzeldir! Özellikle yardımcısı olmayan ı affetmek . . . Eğer benim bir suçum olsaydı k i suçum yoktur; Onu affedecek biri olmazdı senden başka. Sığ ı n ıyorum, aram ızdaki sevgiye, İlk olanın sonradan gelenle bozulm a m ası için.

Hasan b. Vehb, Muhammed b. Abdülmelik ez-Zeyyat'a ş öyle yazd ı : Ey Ebii Ca'fer! Her türlü af n e kadar g üzeldir! Özellikle mazereti olmayan sözün sah ibin den . . .

B ir diğeri şöyle dedi: Kabul et, gelip sana özür beya n eden lerin özrün ü, Yan ı n da doğru da söylese, yala n da. Sa na itaat etm iştir, dış görün üşü sen i razı etmek istiyorsa, Sen i yüceltm iştir, gizliden sana isyan eden kimse. Orta kları n en hayırlısı, arkadaşı na tah a m m ü l edendir, Ona galip gelir, eğer ona ga lip gelmek isterse.

H ü kema şöyle dedi : Çabucak kı namak adaletten deği ldir. el-Ahnef b. Kays şöyle dedi: Kınanan nice şahısların hiç suçu yoktu r. B ir başkası şöyle dedi: Belki de onun bir mazereti vard ır ve [2/1 9] sen onu kınıyorsun. Şair Habib şöyle dedi: Sen dendir, bana yapılan iyilik; görm ezden gel, Mazeretim sa na geldiğinde; ne kabul ettin ne de kınadın. Hakkı mda bilgi sahibi oldun, benim için bir mazeret oldu yan ı n da; Suçlanmayan adil bir şah idin yerinde . . .

B i r diğeri şöyle dedi: Can i özür beyan ettiğinde, siler ö z ü r o n u n suçunu; Suçludur, özür kabul etmeyen her şah ıs.

B u konuda bizim de şöyle bir beytimiz vardır:

el-İkdü 'l-Ferid

28

Ey benden özür dileyen ! Uzu n ağlamaktandır kederin acısı; Bir mazeret yoktur, özür kab u l etm eyen için.

Bir başkası şöyle dedi: Kö tü kabul e t ben i, tıpkı zalim dediğin kişi gibi; Güzel şekilde affet, ta ki fazilet senin olsun. Eğer sana geldiğim şekilde affa ehil değilsem, Kuşkusuz sen affa eh i/sin.

Bazı insanlar da özür beyan etmeyi hoş görmezler ve şöyle derler: Özür gerektiren davranıştan sakının! Yine dediler ki : Bir suçlu özür beyan ettikçe daha çok suç işlemeye başlar. Şair Mahmud el-Varrak şöyle dedi: Özrün yüzü açık seçik değilse Özrü reddetmek, özür beya n ından daha hayırlıdır.

Abdülmelik ve İbn Şihab

İbn Şihab ez-Zühri dedi ki : Bir gün Medine halkından bir he­ yetl e Abdülmelik'in yanına girdim. H eyetin içinde en genç olarak beni gördü. Bana: "Kimsin sen?" dedi. Ben kendimi tanıttı m. Bu­ nun üzeri ne, Abdülmelik: "Senin baban ve amcan İbnü'l- Eş'as'ın fitnesinde insanları tahrik ediyorlardı," dedi. Ben kend isine: " Ey [2/20] Müminlerin Emlri ! Senin gibiler affettiği zaman başa kakmaz, bağışladığı zaman da azarlamaz,'' dedim. ' ' Bu söz hoşuna gitti­ ği nden: "Sen nerede yeti şti n?" dedi. Ben: " Medine'de yeti şti m," dedim. Abdülmelik: "Kimin yanında okudun?" dedi. Ben : "Said b. el-Müseyyeb, Süleyman b. Yesar ve Kabisa b. Züeyb' in yan ı nda," dedim. Abdül melik: " Peki, U rve b. Zübeyr ile aran nasıl? O, kova­ ların bulandı rmadığı bir denizdir," dedi. Bunun üzeri ne Abdül­ mel ik'in yanından ayrılı nca U rve vefat edinceye kadar yanından ayrılmadım. Muhammed b. Süleyman ve İbnü's-Semmak

İ b nü's-Semmak, Muhammed b. Süleyman b. Ali'n i n yanına girdi. Muhammed b. Süleyman'ı n ona yüz vermediğin i gördü. Bunun üzerine: "Sanki emirin beni kınadığını görüyorum, doğru 11

Bunun Arapçası şöyledir: ( ._,, _:,.:,, � � ı;t.ı - >.i..., �

w.

ı;ı ..!il.:.. .JJ) .

el-İkdü 'l-Ferfd

29

mu acaba?" dedi. Muhammed: "Senden bana ulaşan ve hoşuma gitmeyen bir şeyden dolayı," dedi. İbnü's-Semmak: "O zaman önemsemem," dedi. Muhammed b. Süleyman: "N eden'?" dedi. İbnü's-Semmak: "Çünkü o şey, senin affettiğin bir hataydı. Eğer asılsız ise zaten kabul etmezdi n," dedi. el-Mansur ve Cerir b. Abdullah

Cerir b. Abdullah, Ebu Ca'fer el-Ma nsur'un yanına girdi. el­ Mansur ona kızgı ndı. Ona: "Delilini söyle bakalım," dedi. Cerir: "Eğer suçum olsaydı özür beyan ederdim. Ancak Müminlerin E miri'nin affı, berat etmemden daha önemlidir benim için," dedi. el- Hadi ve Bir Suçlu

M usa el-Hadi'ye suçlu bir adam geti rildi. el-Hadi suçunu onun yüzüne vurmaya başladı. Bunun üzerine adam: "Ey M üminlerin E miri ! Yüzüme vurduğun suçlardan özür dilemek sana karşı bir cevap olur. Suçu itiraf etmem ise işlemediğim bir suçun altına girmemi gerekti rir. Fakat ben şöyle diyorum," dedi ve şu beyti okudu: Eğer ceza vermek kon usunda bir rah a t u m uyorsan, o halde sağlık selamette, ücret kon usunda zahid davranma.

el- Me'mun ve İbnü'l-Farisi

Abdülmelik b. el-Farisi'yle birlikte el-Me'mun'un ya nına gi­ dildi. el-Me'mun ona şöyle dedi: "Gerçek adalet, Ebü'l-Abbas'ın düzenlediği adaletti r. Ebü'l-Abbas seni gerektiği gibi anlatmıştı. Sonra bana bunun tersi haberler geldi." Bunun üzerine İbnü'l-Fa­ risi: " Ey M üminlerin Emlri ! Sana gelen haber bana yapılan bir iftiradır. Eğer böyle olsaydı, ' Evet, sana geldiği gibidir,' derdim. Doğrusu ben Allah'ın bana verdiği doğruluk payını aldım, M ü­ mi nlerin Emlri'nin geniş affına ve fazlına tevekkül ettim,'' dedi. el-Me'mun: "Doğru söyledin,'' dedi. el-Me'mun ve İbn Yusuf

M uhammed b. el-Kasım el-Haşimi Ebü'l-Ayna dedi ki : Katip Ahmed b. Yusuf, Basra zekatın ı toplamakla görevlendirilmişti. İbn Yusuf, zekat konusunda haksızlık ve zulüm yaptı. Bu yüzden

[2/2 1 ]

el-İkdü 'l- Ferfd

30

ondan şikayet eden ve ondan davacı olan çoğaldı. Konuyla ilgili olarak Basra'nın ileri gelenlerinden yaklaşık 5 0 kadar adam, Mü­ minlerin Em'iri'nin kapısına d aya ndı Bunun üzeri ne e l - M e ' m u n, Ahmed b. Yusuf'u görevden aldı. Basra'dan gelenler için özel bir meclis oluşturdu; onlarla münazara etmesi için Ahmed b. Yu­ suf'u da meclise getird i. Ahmed b. Yusuf' un nakledilen sözlerine göre o şöyle dedi: .

Ey M ü minlerin Em iri ! Eğer zekatı toplamakla görevlendirilen bir kişi kurtulmuş olsaydı, Peygamber (sav.) kurtulurdu. Allah şöyle buyurdu: "İçlerinden sadakalar kon usunda san a dil uza ta n ­ lar d a var. Kendilerine ondan b i r pay verilirse hoşn u t olurlar; eğer kendilerine ondan bir pay verilmezse hemen kızarla r.'' 1 2

el-Me'mun, İbn Yı1suf'un cevabını beğendi, konuşmasını çok fasih buldu ve onu serbest bıraktı. M uhammed b. el-Kasım e l - H aşimi Ebü'l-Ayna ded i : Ebu Ab­ dullah Ahmed b. Ebu Davud bana şöyle dedi : el-Vasik'ın yanına girdim. el-Vasik bana: " Bazı kimseler sürekli seni eleşti ri p kötü­ lüyo r," dedi. Bunun üzerine şöyl e dedi m : " Ey Mümi nlerin E m'iri ! On ların her biri işlediği g ü n a h ı yüklen ecektir. İçlerinden g ü n a h ı n b üyüğünü üstlenen için ise b üyük b i r azap va rdı r. 1 3 Allah, ver­

d iği cezanın sahibidir. M ü m i nlerin Emlri'nin vereceği ceza da arkasından gel ir. Senin ya rd ı mcı olduğun bir kimse zelil ol maz, koruma altına aldığın bir şahıs zayi ol maz. Sen onlara ne dedin ey Mü m inlerin Em'iri?" el-Vasik: Ey Ebu Abd ullah, ş u beyti oku­ dum: Bir grup kadın bana taşıdı, Azze 'n in ayıbını, Allah onların yanakları n ı, ayakkabı yapsın kendilerin e.

Ebü'l-Ayna şöyl e ded i : Ben Ahmed b. Ebu Davud'a: " B i r grup insan bana ka rş ı b i rleşmiş, beni eziyorlar," dedim. Ahmed b. Ebu Davud: "Allah 'ı n eli onları n elleri üzerin dedir, " 1 4 dedi. "On­ lar çoktur, ben bir kişiyi m," dedim. Ahmed b. Ebu Davu d : "Nice az birlik vardı r ki A lla h 'ı n izn iyle sayıca çok ola n birliği yen m iş1 2 Tevbe, 1 0/58. 13 N u r, 24/ 1 1 . 1 4 Fetih, 48/ 1 0 .

e/-İkdü 'l-Ferid

31

lerdir, " 1 s dedi. "Onlar çok hilekardırlar," dedim. Ahmed : " Kötü­ lük tuza kla rı a n cak tuzağı ku ra n ların ayağ ına dolaşı r, " 1 6 dedi.

Ebü'l-Ayna dedi ki : Ben bu hadisi katip Ahmed b. Yusuf'a an­ lattım. Ahmed b. Yusuf: " İ b n Ebu Davud, adeta Ku r'an'ın kendi üzerine indiğini düşünüyor," dedi. Kuteybe b. Müslim ve Nehar b. Tevsia

Dedi ki: Nehar b. Tevsia, Kuteybe b. M üslim'i hicvetti. Kutey­ be, Yezid b. Mühelleb'den sonra Ho rasan valisi olmuştu. N ehar şöyle demişti: Yezid oradayken topraktı, Horasa n, Ve açıktı, tüm hayırla rın kapısı. Ondan sonra bir maym un getirildi yerin e; Sa n ki onun yüzü sirkeyle ıs/a tılmıştı r.

Kuteybe b. Müslim bu hiciv sebebiyle onu arayıp yakalamak istedi, fakat Nehar kaçtı. Sonra bir gün annesinin mektubuyla Kuteybe'nin yanına girdi. Kuteybe ona: "Yazıklar olsun sana, ne yüzle yanıma geliyorsun?" dedi. N ehar: " Rabbimle buluşacağım yüzümle. Üstelik O'na ka rşı işlediğim suçlar, sana karşı işled ik­ lerimden çok daha fazladır," dedi. Kuteybe bunun üzerine onu kendine yakın tuttu, ona iyilikte bulu ndu, hediyeler verdi. el- Mansur ve İ b n Fedale

Bir gün el-Mansur bineğinin üzerindeyd i. el-Farac b. Fedale de altın kapının yanında oturuyord u . İ nsanlar halifeyi görün­ ce ayağa kalktılar, fakat İbn Fedale ayağa kalkmad ı. el-Mansur öfke ve kinle kabard ı ve onu çağı rd ı. Ona: "Beni gördüğün za­ man bana kıya m etmekten seni alıkoya n nedir?" dedi. İbn Feda­ le: "Allah'ın bana, 'Neden ona kıyam etti n'?' demesinden, sana da, ' N eden onun kıyam etmesine razı oldu n?' demesinden endişe et­ ti m . Üstelik Peyga mber kıyam etmeyi hoş karşılamamıştır," dedi. B u n u n üzerine el-Mans ur'un öfkesi gitti. İbn Fedale'yi ken d i n e yakın tuttu v e ihtiyaçlarını karşıladı.

ıs

16

Bakara, 2/249. Fatır, 3 5 /43.

(2/22]

e/-İkdü 'l-Ferid

32

el-Me'mfin ve İbn Eksem

Yahya b. Eksem dedi ki : el-M e'mı1n'un yanı ndaydım. Bir gün kendisine bir adam getirildi. Adamın elleri ayakları tir tir titri­ yordu. el-Me'mı1n'un önünde durunca el-Me'mı1n ona: "Verdiği m ni metleri inkar etti n ve yaptığım iyiliklere teşekkü r etmedin," dedi. Adam: "Ey Mü m i nlerin E mlri ! Benim teşekkürüm, Allah'ın senin vasıtanla bana verdiği nimetlere karşılık gelir mi?" dedi. Sonra bana baktı ve şu şiirle misal getirdi: Eğer şükürden m üstağ n i olsaydı bir şerefli insan, Malın çokluğu veya m a ka m ı n yüksekliği sebebiyle, Allah kullarına şükrü em retmezdi ve: Bana şükredin ey cin ler ve insa n la r, demezdi.

[2/23]

Sonra el-Me'mı1n adama döndü ve: "Neden Asra m b. Hum eyd'in dediği gibi demedin?" dedi ve şu beyitleri okudu: Sızdırdın hamdimi; o kadar ki Bütün varlığım la, sen deki övg üyle meşgulüm. Lütfettin şükrümü, bir nimet lütfettikçe Bana /ü t/ettiklerine köledir, şükrü m ü n secdeye kapanması.

Acmdırmak ve İtiraf el- Mehdi ve İbn Davud

el-Mehdi, Ya'kı1b b. Davı1d'a öfkelenince ona: " Ey Ya'kı1b ! " dedi. Ya'kı1b : "Buyur E y M ü m i n lerin Emlri ! Senin ötkelenmenden dolayı dertlenen birisin i n buyu rmasıyla . . ." dedi. el-M ehdi şöyle ded i : "Sen düşük bir seviyedeyken senin değerini yüceltmedim mi? Tanınmayan birisi olduğun halde senin adını uzaklara gö­ türmedim mi? Teşekkür edecek bir durumda olmadığın halde n i m etimi sana vermedim mi? Allah'ın sana nasıl galip geldiğini ve elindekileri senden nasıl aldığını gö rüyor musu n?" Ya'kı1b b. Davud: "Ey M üminlerin E miri ! Eğer senin bilgin dah ilindeyse bu, pişmanlık duyan bir itira fçının doğrulamasıdır. Eğer zalimlerin ortaya çıkardığı bir şeyse senin fazlına sığınıyorum," dedi. Bu­ nun üzerine el-M ehdi: "Vallahi daha önceki geçmişin sebebiyle kanın konusunda yem in im i bozacak olmasaydım, kanından sana öyle bir gömlek giydirird i m ki üzerinde bir düğme iliklemezdin," dedi. Sonra onun hapse atılmasını emretti. Ya'kı1b dönüp gitti-

el- İkdü 'l-Ferfd

33

ğind e: " Kerem ey M üminlerin Emiri ! Sevgi ve merhamet . . . Sen bunlara layıksın," diyordu. Şairler: " ... kanından sana öyle bir gömlek giydirirdim ki üze­ rinde bir düğme iliklemezdin," 1 7 kısmın manasını aldılar. M ualla et-Tal şöyle dedi: Boyn una geçirdi bir kılıç, zeki birisinin geçirmesiyle, Düğmeyi kapatamazdı onun üzerin e.

Habib şöyle dedi: Boyn una geçirdi kılıcı, helak olm uş birisin in geçirmesiyle, Müstağni kıldı, kendi eliyle o n u n boyn una geçirm ekten.

Yine şöyle dedi: Geçirdi kılıcı boyn una, kın ı n da n çekerek O n u n boyn unda olabilecek en son geçirmeyle.

[2/24]

Yezid b. Mezid, Harun er-Reşid'in Önünde

er- Reşid, Yezid b. Mezld'den razı olunca yanına girmesine izin verdi. Yezid onun huzurunda durunca şöyle dedi: Sana ka­ vuşmakla keremin yolunu bana kolaylaştıran ve benden razı ol­ manla nimeti bana geri döndüren Allah'a hamdolsun. Ey M ü m i n ­ lerin Emlri ! Allah öfke halinde s e n i , başkasına iyilik yapanların m ü kafatıyla hoşnut olduğun zaman da seni, bol nimet verenlerin mükafatıyla mükafatlandırsın. Hamdolsun Allah'a ki seni, öfke zamanında olumsuz davranışlardan kaçı nır ve çokça nimetler veri r hale geti rmiştir. Ayrıca işleri yaparken fazlından affederek iyi liğin devam etmesini istiyorsun. el- Me'mün ve İbrahim b. el-Mehdi

el-M e'mun, kendisine " İb n Şikle" denilen İbrahim b. el- M eh ­ dl'yi mağlup edince yanına getirilmesini emretti . İbrahim, el­ Me'mı1n'un huzurunda durunca şöyle dedi: " İ ntikam sahibi, kısas yapma hakkına sahiptir. Affetmek takvaya daha yakı ndır. Kud ret kini götürür. Kendisinden özür dilenen bir kimse, kayıp­ lara karşı sabretmek konusunda duyarlı olur. Kuşkusuz Allah 17

B u n u n Arapçası (ljj � şeklindedir.

.ı..:.;

'J �

...:...

..!.l;_J ':ı , ..!..LJ �..ı.A:;

L...

&> ..,i �ı 'J} .ıı ı _, )

el-İkdü 'l-Ferfd

34

bütün suçları senin a ffın ın gerisine koymuştur. Eğer bağışlarsan o senin keremindendir; [başımı] alırsan o senin hakkı ndır." Bunun üzerine el-Me'mun: "Seni öldürmek konusunda Ebu İ shak ve Abbas ile istişarede bulundum. Seni öldürmemi işa­ ret ettiler," dedi. Bunun üzerine İbrahim b. el-M ehdi şöyle dedi: " Kuşkusuz onlar devleti n değeri nin yüceliği ve siyaset gelene­ ğinin gereği olarak sana nasihatte bulunmuşlar ve yapmışlar. Fakat sen, Allah'ın seni alıştırdığı yer dışında yardım almayı red­ detmiştin." Sonra gözyaşı dökerek ağlamaya başladı. el-Me'mun: "Seni ağlatan nedir?" dedi. İbrahim b. el-Mehdi: "Sevinçten ağlıyorum; zira bu vasıflarla muttasıf birisine kar­ şı suç işlemiş bi riyi m," dedi. Sonra : "Ey Mümi nlerin E miri ! Her ne kadar benim suçum kanımı akıtacak bir düzeye ulaşmışsa da Mümi nlerin Emiri'nin güzel ahlakı ve fazlı, beni onun affına ulaştırır. Af ve fazlından sonra suçumu itiraf etmekle şefaat hak­ kını, babadan sonraki babanın [amcanın] hürmet hakkı nı elde ederi m," dedi. [2/25]

Bunun üzerine el- M e ' m u n : " Eğer neseple ilgili hakkın hususun da, hatanı affettirecek bir şey olmasaydı bile güzel iletişim kurman ve nazikçe değişimin seni affa ulaştırı rd ı," dedi. Aslında İbrahim b. el-M ehdi'nin Ebu İshak ve Abbas'ın gö rüş­ lerini tasvip etmesi, af talebi ve kötülüğü nefsinden savma hu­ susunda onların görüşlerini ya nlış kabul etmekten daha nazikçe olm uştur. el-Me'mun ve İshak b. Abbas

Bir gün el-Me'm un, İshak b. Abbas'a: "İbnü'l-M ühelleb'le bir­ likte hareket ettiği nden, onun görüşünü desteklediğinden ve onun ateşini yaktığı ndan gafil olduğumu sanma," dedi. İ shak b. Abbas şöyle ded i: "Vallahi Ey Müminlerin Emlri ! Ku reyş'in Peygamber'e (sav.) karşı işledikleri cürümler, benim sana karşı işlediklerimden daha b üyüktü. Benim sana akrabalığım onla­ rınkinden daha yakı ndır. Oysa Peygamber (sav.) tıpkı Yusuf'un kardeşlerine dediği g i h i Kureyş' e : "Bııgün yap tıkların ızyiizii n iize vurulmayacak, Allah sizi affetsin. O merhametlilerin en m erh a-

el- İkdü 'l-Ferfd

35

metlisidir, "1 8 demişti. Sen i s e e y Mü m in lerin Emlri ! Bu lütfun e n

haklı varislerindensin, o n u en iyi temsil edecek olansın." el- M e'mun: "Heyhat . . . Bunlar Cahiliye dönemine ait suçlardı ve İslam onları affetmişti. Suçun, senin M üslümanl ığın dönemin­ de ve hilafet merkezinde işlenen bir suçtur," dedi. Bunun üzerine İshak b. Abbas şöyle dedi : "Ey M ü m i nlerin E mlri ! Vallahi bir Müslüman, hatanın bağışlanması ve yanlışın affı hususunda bir kafirden daha çok layıktır. İşte Allah'ı n kita­ bı aramızda hakem olsun. Allah ş öyle buyuruyor: 'Rabbin izin bağışına, gen işliği göklerle yer a rası kadar olan ve Allah 'a karşı gelmekten sakınanlar için h azırlan m ış bulunan cennete koşun. Onlar bollukta ve darlıkta A llah yolu n da harcayan lar, öfkelerin i yenen ler, insanları affeden /erdir. Allah, iyilik edenleri sever. '1 9 Ey

M üm i nlerin Emlri ! Bu, insanlar için sün net olmuştur. Buna hem M üslüman hem kafir, hem şerif olan hem olmayan dahildir." el -M e'mı1n : "Doğru söyledin. Otur; ateşim seninle güçlendi. Benim ateşim, senin ailenden geçmiş olan senin gibilerle yan­ madı hiç," dedi. Mervan b. Muhammed ve Muaviye b. Ömer20

el-Utbl babasından naklederek anlattı; dedi ki : M e rva n b. Muh ammed, Mu aviye b . Ömer b. Utbe'den el- Fir­ san'daki21 malını aldı ve şöyle d e d i : «Şüphesiz ki ben amcanın babana, " Ben sana bosta n ı m ı verdim," şeklindeki beyanıyla ve rd iği arazi parçasını buldum. B ostan ise ancak mamur b i r a razi olur. Oysa b e n s a n a çorak v e verimsiz bir araziyi tesl i m ediyor, senden mamur bir arazi alıyoru m.» Bunun üzerine M u aviye b. Ömer şöyle dedi: " Ey M ü m inlerin Emlri ! Senin salih olan geçmişlerin bizim bu meclisimizde hazır olsalardı, b e n i m dava ettiğim şeylere ş a h i t olurlar v e talep etti kleri m h u s u s u n ­ da şefaatçi olurlardı. Ayrıca geçmişlerimin s e n i n geçmişlerine yaptıkları iyil iğin karşıl ığı olara k senin bana yapacağı n iyi liği 18 ı9

Yfıs ı ı f, 1 2 / 9 2 .

A l - i İ m ran, 2 / 1 3 3 - 1 34. 2 0 Bu başlık, çevirmen ta ra fından eklenmişti r. 2 1 I s fahan'a bağlı bir köydü r.

[2/26]

e/-İkdü 'l-Ferfd

36

senden isterlerdi. O halde ölüleri bize şefaatçi kıl, akrabalığı­ mızı muhafaza et, b u meclisini öyle bir meclis yap ki bizden so n ra ona ka rşı ş ükra n hissi duyulsun." Bunun üzerine M e rvan b. M uhammed: " H ayır vallahi, ancak bu benden sana b i r yemlik o l u r, amcanı n babana verdiği b i r a razi değil," dedi. M u aviye b. Ömer: "Tamam, ben bunu kabul etti m," dedi. Mervan da bunu yerine geti rdi. Abdülmelik, İbn Utbe v e Halid b. Yezid

el-Utbi dedi ki : Abdülmelik b. Me rvan, Halid b. Yezid b. M ua­ viye'ye duyduğu öfke sebebiyle Ebu Süfyan ailesinin erzak ve hediyelerinin kesilmesini e m retti. Bunun üzerine A mr b. Utbe, Abdülmelik'in yanına girdi ve şöyle dedi: Ey M üminleri n E miri ! Senin en az hakkın bile yorucudur; bir kısmı da bizim için çok ağırdır. Ayrıca senin bizim üzerimizde hakkın olduğu gibi, geç­ mişimizin senin geçmişine ikramda bulunmasıyla bizim de se­ nin üzerinde hakkı mız vard ı r. O halde bize, geçmişimizin senin geçmişlerine baktıkları gözle bak, akrabalığın seni koyduğu yere bizi de koy. Bunun üzerine Abdülmelik: "Benim atiyyemi, ancak onu al­ mayı arzu edenler hak eder. Kendi kendine yeterli olduğunu zan­ neden kişiye gelince biz onu kendi nefsine ısmarlarız," dedi ve ona bir atiyye verilmesini em retti. Bu durum Halid b. Yezid'e ulaştı. Halid: "Ebü'l- H i rman (Yok­ sulluğun babası) beni tehdit ediyor. Allah'ın eli onun elinin üs­ tünde açıktır ve Allah'ı n vermesi, onunkinden daha boldur. Am r'a gelince, nefsi için aldığından daha fazlasını vermiştir" dedi. Süleyman b. A l i v e M üsevvide'nin İmamı İ b n Utbe

el-Utbi şöyle dedi: Tarık b. el-M übarek bize Amr b. Utbe'den [2/27] şöyle dediğini anlattı : el-Müsevvide Devleti22 geldiğinde genç yaşta, çoluk çocuğu fazla, malı dağınık biriydim. Ben hangi Arap kabilesine misafir oluyorsam meşhur oluyordum. Durumumun gizlenecek gibi olmadığını görünce Süleyman b. Al i'nin yanına geldim. Akşama yakın b i r vakitte yanına girmek için izin istedi m. 2 2 Abbasilerin alemi siyah bayrak olduğu için b u isimle anılmışlard ı r (ed.).

el-İkdü 'l-Ferfd

37

B a n a i z i n verildi, Süleyman b e n i tanımıyordu. Yanına varınca: "Allah seni ıslah etsin; ülkeler beni senin yanına fırlattı ve [şöh­ retli] faziletin seni bana gösterdi. Ya kazançlı olarak beni kabul edeceksin ya da beni sağ salim reddedeceksi n," dedim. Süleyman b. Al i : "Sen kimsin?" dedi. Kendimi tanıttı m; beni tanıdı ve : "Merhaba. Otur; kazançlı ve sağ salim olarak konuş," dedi. Ben şöyle dedim : "Allah seni ıslah etsin; senin kendilerine en yakın akraba olduğun ve bizden sonra herkesten daha çok sahip çıkacağın hanımlar bizim yanımızdadır. Bizim korkumuz sebebiyle korkmuşlar. Kim korkarsa onun için korkulur." [ Ravi] dedi ki: Süleyman iki eline dayandı, gözyaşları yanaklarına ak­ maya başladı. Sonra bana dönerek: "Yeğenim, Allah senin kanını akıtmayacak, sana merhamet edecek ve senin malını muhafa­ za edecektir inşallah. Eğer bütün kavmini bu şekilde muhafaza etme imkanım olsaydı yapardım," dedi. Ben Süleyman'ın ko ru­ ması altında hep güvende kaldım. Süleyman ayrıca Müminlerin E mlri Ebü'l-Abbas'a bir mektup yazdı. M ektubunda şöyle diyordu : "Allah'a hamd ve Resulü se­ lamdan sonra. Ey Müminlerin Emlri ! Hiç şüphesiz bizler, akra­ ba hukukuna riayet etmedikleri için Beni Ümeyye ile savaştık, akrabalarıyla savaşmadık. Onlardan, eline hiç silah almamış ve h i çbi r araya gel memiş bazı gruplar yanıma gelmiş bulunuyorlar. Allah sana ihsanda bulunmuş, sen de iyi lik yap. Eğer Müminlerin E mlri onlar için bir aman yazmayı arzu eder ve amanın yerine geti rilmesini emrederse çok iyi olur." Bunun üzerine Ebü'l-Abbas onlara b i r mektup gönderdi, B eni Ü m eyye'den yanına iltica edecek h erkes için Süleyman b. Ali'ye aman verme yetkisini verd i. Bu yüzden Ebu Müslim, Süleyman i çin : " Kaçanların mağarası" ismini vermişti. Harun er- Reşid ve Abdülmelik b. Salih

Bir gün Abdülmelik b. Salih, H arun er-Reşld'in yanına girdi. Fazla oturmamıştı ki Harun er-Reşid döndü ve şu beyti okudu: Ben o n u n haya tı nı istiyorum, o ise ka t/imi; Murad kabilesinden dostun u arıyorum, senden özür dileyen.

el-İkdü 'l-Ferfd

38

[2/28]

Sonra şöyle ded i : "Allah'a kasem ediyorum; şiddetli sağanak yağmurunun yağmaya başladığına ve bulutunun [şimşekten] dolayı parlad ığına bakıyor gibiyim. Tehdidin va ki o l d uğunu gö rüyo r gibiyi m. Pa rmak boğumlarını kol bileği nden, kellele­ ri gı rtlaktan söküp atacak b i r tehdit . . . Yavaş olun, yavaş olun . . . Vallahi benimle dağ bayır sizin için düzlük olacak, bulanık su­ lar berraklaşacak ve işler sizin elinize geçecekti r. Ell erle yere düşüren ve ayaklarla tep in e n bir musibet gelmeden ö n ce ö n ­ lem alın.'' Abdülmelik: " S e n i n kon uştukların tek baş ı n a m ı yok­ sa ikiz mi olacak ey M ü minlerin E mlri?" dedi. Harun er- Reşid : "Tek başına," dedi. Dedi ki: "Akrabaların ve Allah'ın sana emanet ettiği raiyetin konusunda Allah'tan kork. Ne nankörlüğü şükrün yeri ne koy, ne de ceza vermeyi m ü kafatın yerine koy. Sana nasihati samimi olarak söyledim; itaati yerin e getirdim; senin devleti n i n kulpla­ rını, Yelemlem23 Dağı n ı n iki tarafı ndan daha sağlam bir şekilde bağladım ve düşmanlarını, ayakların ezdiği bir yolda bıraktım. Akrabalarınla olan ilişkilerini iyileştirdikten sonra, onlarla iliş­ kiyi kesme ko nusunda Allah'tan ko rk. Kuşkusuz o mektup, bir hainin dedikodusu ve bir zalim in zulmüdür; eti parçalar ve kanı yalamaya başlar. Seninle ilgili olarak nice gecelerin sıkıntısını karşıladım, nice dar makamları rahatlığa kavuşturdum.'' Sonra : "Ben Beni Kilab'ın kardeşi şairin ded iği gibiyi m," dedi ve şu beyitl eri okudu: Ve raha tlığa ka vuşturdum, d a r makamları, Dilim le, makamım ve m ü cadelem le. Eğer fil veya filin sa hibi olsaydı orada, Kayardı ayağı, benim gibi/erin makamından ve uzaklaşırdı.

Bunun üzerine ondan razı oldu; onunla merhabalaştı ve : "Ate­ şim seninle yandı," dedi. Harun er-Reşid v e Abdülmelik b. Salih

Bir gün Harun er- Reşid, Abdülmelik b. Salih'e döndü ve : " Bu, nimete karşı bir nankörl ü k, imama karşı bir h ıyanet mi yoksa?" [2/29] dedi. Abdülmelik b. Salih şöyle dedi: "O takdirde pişmanl ık yük2 3 Tfüf'te bir dağın adıdır.

el- İkdü 'l- Ferfd

39

}erini itiraf etmiş, intikam alınması için uğraşmış olurum. Ey M ü ­ minl erin Emiri ! Bu, velayeti v e akrabalık hakkını ö n e çıkardığım için beni senden kıskanan bir zal im in zu lmüdür. Hiç şüphesiz sen, Peygamber'in ümmeti için Allah ve Resulü'nün halifesi ve ra iyeti nin eminisin. Bu hususta ü m m etin sana itaat etmesi ve nasihat etmesi gereki r. Senin de ü m m etin olaylarını araştırman ve hüküm veri rken adil olman gerekir." Bunun üzerine Harun ona şöyle dedi: "Sen dilinle bana kar­ şı mütevazı davranıyor fakat ruhunu bana karşı yüceltiyorsun. O kadar ki Allah bana karşı seni muhafaza ediyor. İ şte bu senin katibin Kumame'dir; senin yaptıkları n ı bana haber veriyor." Abdülmelik: "Doğru mu bu, ey Kumame?" dedi. Kumame: " Evet; gerçekten sen Mümi nlerin E miri'ne karşı hıyanette bulun­ d u n" dedi. Bunun üzerine Abdülmelik: "Yüzüme karşı bana i fti ra atan birisi, arkamdan nasıl yalan söylemesin ki?" dedi. Harun er- Reşid : "İşte oğlun! O da senin aleyhine şahitlik yapar," dedi. Abdül melik: " Ey Müminlerin E mi'ri ! Bu ya [hafiyelik yapan] bi r memurdur ya da babasına isya n eden birisidir. Eğer memursa o mazur sayılır; babasına isyan eden birisiyse zaten onun bundan daha fazla bana isyan etmesini beklem iyorum," dedi. Bir gün Harun er- Reşid, kırgı n olduğu Abdülmelik b. Salih'e: " Rakka'da tahtaku rusu size musallat oluyor mu?" dedi. Abdül­ melik: " Evet, pireler de bize musallat ol uyor," dedi. Bunun üze­ rine Harun er- Reşid : " Ey zinacı kadı n ı n oğlu! Ben sana bir şey soruyorum, sen bana iki konuda cevap veriyorsun. Seni buna sevk eden nedir?" dedi ve hapse atılması için emir verdi. H arun er- Reşi'd'in oğlu el-Emin onu serbest bırakıncaya kadar Abdül­ melik b. Salih hapi ste kaldı. Abdülmelik b . Salih'in Hapisten Sonraki Durumu

İ b rahim es-Sindi' şöyle dedi: Abdülmelik b. Salih'ten, hapisten çıkarıldıkta n sonra Harun er-Reşid ve kendisine yaptıkları ndan söz ederek şöyle dediğini işittim : Vallahi devlet öyle bir şeydir ki n e ona niyetlendim ne o n u arzu ettim, ne onu gaye edindim ne de istedim. Vallahi devleti isteseydim, suyun akıntıya kapıl-

40

el-İkdü '/-Ferfd

masından, ateşin kurumuş el-arfec' 4 bitkisine ulaşması ndan daha hızlı bir şekilde bana koşup gelirdi. Kuşkusuz ben, işleme­ diğim bir suçtan dolayı tutuklandım ve tanımadığım bir şeyden sorumlu tutuldum. Fakat [ H arun er-Reşid], benim devlet için li­ yakatli, hilafet için önemli bir kişi olduğumu; ayrıca uzatıldığın[2/30) da devlete ulaşan bir elimin olduğunu, devleti olgunlaştıran ve yaptıklarıyla onun hakkı ndan gelen bir kişiliğimin bulunduğunu görünce ... -Her ne kadar bu hasletleri işlememiş, işleri yapma­ mış, gizliden gizliye bu işlere aday olmamış ve açıktan da işa­ rette bulunmamış olsam bile- Devletin de, tıpkı aşkla çocuğunu arayan bir anne gibi beni kucakladığını ve cilveli bir kad ı n gibi bana yöneldiğini görünce . . . Ayrıca devletin de, rağbet edilecek en hayırlı birisine rağbet etmesinden ve en veri mli b i risine yö­ nelmesinden korkunca, gece gündüz devleti talep eden ve bütün çabasıyla devletin peşinde koşan birisini cezalandırır gibi beni cezalandırdı. Eğer devlet bana, ben devlete uygun; o bana, ben de ona layık birisiyim diye beni cezalandırmak istemişse kuşku­ suz bu işled iğim bir suç değildir ki ondan pişmanlık duyayım; ayrıca cüretle kalkıştığım bir iş değildir ki ondan vazgeçeyi m. Eğer Harun er- Reşid ancak ilim, güzel ahlak ve kararlılık sınırın­ dan çıkmam halinde onun azabından kurtulacağımı söylüyorsa israfçı birisinin ıslahatçı olması mümkün olmadığı gibi, akıllı bir insanın cah il olması da mümkün değildir. İ ster ilmim ve güzel ahlakımdan dolayı, ister nesebim ve yaşımdan dolayı, ister ya­ kışıklılığım sebebiyle, isterse insanların bana olan sevgilerinden dolayı beni cezalandırs ı n fark etmez. Eğer devleti isteseydi m, onun için düşünme zamanı bırakmazdım, onu tedbir almaktan alıkoyardım ve bu hususta çok az problem olurdu. İbn Müslim ve Reca b. Ebü'd- Dahhak

İbrahim es-Sindi dedi ki : Ben Sa'd b. Selm'e eşlik edip onun­ la birlikte yürüyordum. N ihayet kendisine: "Mümi nlerin E mlri, Reca b. Ebü'd- Dahhak'a ö fkelenmiş, malının elinden alınmasını emretmiştir," denildi. Sa'd bu yüzden korktu ve sıkıntı duymaya başladı. Kendisine: "Seni korkutan nedir? Vallahi Allah seninle 24

el-Arfec, çabuk alevlenen b i r bitkidir.

e/-İkdü 'l-Ferid

41

Reca arasına ne bir bağ [nesep] . ne de bir sebep koymuştur," de­ nildi. Bunun üzerine Sa'd: " Evet; nimet, e hli arasında bir bağdır. Kulluk yapmak da evl iya arasında güçlü bir sebeptir," dedi. Bir hükümdar, ötke duyduğu bir adamın gel mesi için haber yolladı. Adam huzura getirildiği zama n : "Ey Emir! Kuşkusuz ötke bir şeytandır. Af suçlu için, bağışlama da kötülük yapan için ya­ ratılm ıştır. Güzel ahlakın ve bağışlaman ile raiyetinde geniş tut­ tuğu n yolu daraltma," dedi. Bunun üzerine hükümdar onu affetti ve serbest bıraktı. Bir ara Kuteybe b. Müslim, bazı işler dolayısıyla Ebu M ücliz'i itham etmeye başlayınca Ebu M ücliz: "Allah, Emlri ıslah ets i n; ben Allah'tan mağfiret ve af diliyorum," dedi. Kuteybe b. M üslim de: "Seni affettik," dedi. Bir hükümdar cezalandırmak istediği bir adama haber yol ladı. Adam huzura getirilince şöyle d e d i : "Öyle birisine sığınıyo- [2/31 ) rum k i sen onun huzurunda, benim senin huzurunda bulundu­ ğum zilletten daha fazla zillet içindesin. O seni cezalandırmaya, senin beni cezalandırmandan daha çok muktedirdir. Lütfen, kendisine sağlığım hastal ığı mdan, beratını suçluluğumdan daha sevi ml i olan bir kişinin gözüyle işlerime bak." B ir gün Halid b. Abd ullah, kendisine ötkelenen Süleyman b. Abdülmelik'e şöyle dedi: " Ey M ü m i nlerin Emlri ! Kudret ötkeyi yok eder. Sen cezalandırmaktan yücesin. B iz de suçumuzu itiraf etmiş bulunuyoruz. Eğer beni affedersen sen buna layıksın; ce­ zalandırırsan ben zaten bunu hak etmiş biriyim." M uaviye b. Ebu Süfyan, Ravh b. Zinba'ın cezalandırılmasını em retti. Ravh ona şöyle dedi: ''.Allah aşkına ey Müminlerin E mlri ! Lütfe n benden kaldırdığın rezilliğimi ortaya dökme! Güçlü hale geti rdiğin ipimi koparma ! Senin perişan ettiğin düşmanımı se­ vindirme! Cehaletime, hatalarıma karşılık sadece senin affı n ve keremin gelsin ! " Bunun üzerin e M u aviye: "Onu serbest bırakı n ; Allah bir iş irade ettiği zaman o n u kolaylaştırır," dedi. Abdülmelik b. Mervan bir adama kızdı, sert davrandı ve onu kovdu. Sonra bir şey sormak için o n u çağırdı. Adam geldiğinde

el-İkdü 'l-Ferfd

42

onu solgun ve zayı f gördü. Abdülmelik: "Ne za mandan beri has­ tasın?" dedi. Adam şu beyti s öyledi: Hastalanmış değilim fakat ben, Nefsime kaba davrandı m, Em ir kaba da vranınca.

Sonra: "M üminlerin E mlri beni affetmeyinceye kadar nefsimi affetmeyeceğime yem in etti m," dedi. Bunun üzerine Abdülmelik b. Mervan onu affetti . Bir gün el-Hasan b. Sehl oturmuş, Nuaym b. Hazim'i bekli­ yordu. Nuaym yaka paça açık, yalın ayak yanına geldi ve : "Su­ çum gökten büyüktür; suçum yerden büyüktür," diyordu. Bunun üzerine el- Hasan ona şöyle dedi: "Yavaş ol ey ada m ! Üzülme, bir sorun yok. Daha önce itaatin geçmiş ve tövben olmuştur. İ kisi arasındaki suçun bir yeri yoktur. Yeri olsa bile senin suçlar ara­ sındaki suçun, Müminlerin Emlri'nin bağışlamalar arası ndaki bağışlamasından daha büyük değildir." el-Me'mün ve Suç İşleyen Bir Haşimi

Beni Haşim'den bir adam el - M e'mun'a karşı bir suç işledi. el- Me'mun suçtan dolayı onu kınadı. Bunun üzerine adam: " Ey Müm inlerin Emlri ! Benim gibi cüret gösteren, saygınlığım gibi bir elbiseye bürünen, akrabalığım gibi bir akrabalığa sahip olan kimsenin, benim hatamın çok üstünde olan hatası bile affedilir," [2/32] dedi. el-Me'mun: "Doğru söyledin amca oğlu," dedi ve onu affetti. Bir adam işlediği bir suçta n dolayı, el-Me'mı1n'a özür beya­ nında bulundu ve şöyle dedi: Ey M üminlerin Emlri ! H er ne kadar suçum saygı nlığımı kuşatmış olsa da senin faziletin suçumu ku­ şatmıştır; keremin onun üzerinde durmuştur. Şair Sari' el-Gavanl bu sözü alıp şiirleştirmiş ve şöyle demişti r: Eğer suçum saygınlığ ı m ı kuşa tm ış olsa da, Kuşat suçumu, um u lan affı n la.

el-Mansur ve Yezid b. Hübeyre

Bir gün Yezid b. Ömer b. H übeyre, kendisi için bir aman yazıl­ dıktan sonra Ebu Ca'fer e l - Mansı1r'un yanına girdi ve şöyle dedi: " Ey Müminlerin Emlri! Kuşkusuz emlrliğiniz taze ve devleti niz yenidir. Devletinizin tadını insanlara tattırın ve acısını onlardan

e/-İkdü 'l- Ferfd

43

uzak tutu n. O takd irde itaatiniz onların kalbine hafif gelir ve muhabbetiniz onların nefsine yerleş iverir. Ben bu daveti hep ge­ cikmiş buldum." Kalkıp gideceği zaman, Ebu Ca'fer: "Bu adamın öldürülmesini emreden herkese hayret ederim doğrusu," dedi. Daha sonra el-Mansur pusu kurarak onu öldürdü. Abdullah b. Ali'nin Hezimetinden Sonra el-Mansur

H eysem b. Adi şöyle dedi: Abdullah b. Ali, Şam'da hezimete uğrayınca onlardan bir heyet el-Mansur'un yanına geldi. H eyet o n u n yanında konuşmaya başladı. Sonra el-Haris kalkıp şöyle dedi: " Ey Mümi nlerin Emlri ! Bizler bir gurur heyeti değiliz. B iz­ ler a n cak bir tövbe heyetiyiz. Öyle bir fitn enin içine gi rdik ki ke­ rim olanlarımızı ciddiyetten uzaklaştırdı; ahlaklı olanlarımızı da endişeye sevk etti. Bizler yaptıklarımızı itiraf ediyor ve bizden sadır olanlardan dolayı özür diliyoruz. Biz suç işledik. Eğer bizi affedersen kuşkusuz kötülük yapanlarımıza iyilik yapmış olur­ sun." Bunun üzerine el-Mansur koruma görevlisine: "Bu onların hatibidir," dedi ve el-Guta'da kalmasını mallarının kendisine iade edilmesini emretti. M u'tasım'ın Huzurunda Temim b. Cemil'in Söyledikleri

Ahmed b. Ebu Davud şöyle dedi: Te mim b. Cemli dışı nda, ölümle burun buruna gelip de ölüm korkusu, onu yapması ge­ rekenlerden alıkoymayan hiç kimse görmedik. Temim b. Ce mil, Fı rat kenarında zafer elde etmişti. Elçi onu, Müminlerin E miri [2/33] Mu 'tasım'ın halkı kabul ettiği bir günde ona ulaştırdı. Halifenin huzuruna çıkınca Mu'tas ım kılıç ve [idam mahkumlarının altına serilen] sergiyi istedi. İkisi de getiri ldi. Temim olanlara bakıp bir şey söylemiyordu. Mu'tas ı m da bakışlarını ona doğrultmuş, onu göz hapsine almıştı. Temim, iri yarı ve güzel yüzlü bir adamdı. M u 'tasım onu ko nuşturmak ve ruh halini öğrenmek istiyo rd u. Bu a maçla: "Ey Temim ! Eğer bir mazeretin varsa onu söyle; bir delilin va rsa onu geti r," dedi. Bunun üzerine Temim şöyle dedi: " M adem Mümi nlerin E mlri ko nuşmama izin verdi şunu söyleyeceğim : Hamd, yarattığı her şeyi güzel yaratan Allah'a mahsustur. O Allah ki insanı ya ratma­ ya çamurdan başladı. Sonra onun neslini bir öz sudan, değersiz

44

el-İkdü 'l-Ferfd

bir sudan yarattı. Ey M ü m i nlerin Emlri ! Suçlar insanı dilsizleşti­ rir, kalpleri çatlatır. Suç büyümüş, günah irileşmiştir ve zan, sui­ zanna dönüşmüştür. Gerideyse sadece senin affın veya intikamın kalmıştır. Umarım bu ikisinden sana en yakın ve en h ızlı olanı, senin lütfuna en layık olan, senin güzel huyu na en çok benzeyen olur." Sonra şu beyitleri söyledi: Kılıçla sergi arasında gizli olduğ u n u görüyorum ölü m ü n; Gözetliyor beni, hangi tarafa dönersem. Zan nımın en büyüğü, sen ka tilimsin şeklindedir bugün, Hangi şahıs kurtulm uştur, A llah 'ı n h ükm ünden ? Kim bir mazeret beyan eder veya bir delil getirebilir? Ölüm kılıcı gözlerinin ö n ü n de çekilmiş olduğu halde . . . e/-Evs b . Tağlib 'e b i r m a ka m veriliyor da, Aynı yerde bana bir kılıç çekiliyor ve susuyorum. Derdim, ölmemle ilg ili değildir kuşkusuz, Ölümün geçici bir şey olduğ u n u biliyorum. Faka t arkamda bir kız çocuğ u var; bıraktım on ları, Ve paramparça oluyor ciğerleri hasretten. Onları görür gibiyim, ölüm haberim on lara verildiği zam a n, Tırm alıyorlar yüzlerini ve bağırıyorlar. . . Yaşarsam eğer, onlar d a yaşarlar imrenerekten; Savarım on lardan h elak olmayı; onlar da ölüdürler, eğer ölürsem. Nice söz söyleyen var ki Allah uzaklaştırmaz onun ruh u n u; Bir başkası da var ki sevin ç için de, sevindirilir ve sevin ir.

Dedi ki: Mu'tasım tebess ü m etti ve : "Vallahi ey Temim ! Az daha iş işten geçiyo rdu. Git bakalım; cehaletini affetti m ve seni küçük kıza bağışladım," dedi. [2/34]

el-Mehdi ve Ebu Ubeydullah

Anlatıldığına göre M ü m i nl erin E mlri el-Mehdi, Ebu Ubeydul­ lah'ın oğlunu öldürünce ona şöyle dedi: " H iç şüphesiz eğer yaptı­ ğın iyi hizmet ve belirlediğimiz itaati n konusunda, senin oğlunu affetmeyi gerekti recek bir vefa olsaydı, Müminlerin E mlri bu işi başkasına bırakmazdı. Fakat oğlun geri döndü ve Rabbini i nkar etti." Bunun üzerine Ebu Ubeydullah şöyle dedi: " N efsimize rıza göstermemiz ve ona ö fke duymamız, senin rızana ve öfkene bağ­ lıdır. Bizler senin nimeti n i n hizmetkarlarıyız. İyilik yaptığı mızda bizi mükafatlandırırsın, biz buna teşekkür ederiz. Kötülük yaptı­ ğımızda da bizi cezalandırırsın, biz sabrederiz."

e/- İkdü '/-Ferfd

45

el- Mansur ve Ca'fer b. Muhammed

Ebü'l- Hasan el-Medfünl şöyle dedi: el- Mansur hac ibad eti için yola çıktığında Medine'ye uğradı. H acibi (perdedarı) er- Rebl'a: "Adağı m olsun, eğer Ca'fer b. M uham med'i öldürmezsem Al lah ca nımı alsı n," dedi. Huzura gel mesi bir müddet gecikti; sonra ıs­ ra rla üzerinde duruldu ve huzura getirildi. Aradaki perde kaldı­ rıldığında Ca'fer b. Muhammed huzurunda durdu. İ kisi karşı kar­ şıya gelince Ca'fer b. Muhammed dudaklarıyla mırıldandı. Sonra yaklaştı ve selam verdi. el-Mansur: "Allah selamet vermesin sana ey Allah'ın düşmanı ! Benim devletimde, benim aleyhimde boz­ gunculuk yapıyorsun, öyle mi? Eğer seni öldürmezsem Allah canı mı alsın," dedi. Bunun üzerine Ca'fer b. Muhammed : " Ey M ü­ mi nlerin Emlri ! Hz. Süleyman'a, (Allah'ın selamı Muhammed'e ve onun üzerine olsun) mülk verildi, ş ükretti. Hz. Eyyub'a bela verildi, sabretti. Hz. Yusuf zulme uğradı, affetti. Sen de onların varislerindensin ve onları örnek almak konusunda herkesten daha çok önceliklisin," dedi. Bunun üzerine Ebu Ca'fer el-Mansur başını bir müddet eğd i. Ca'fer b. M uham med ayaktaydı. Sonra başını kald ırdı ve şöyle dedi: "Yanıma gel ey Ebu Abdullah ! Sen akrabalıkta yakınımsın, en girift akrabalarımdansın. Mensup ol­ duğu tarafı sağlam, kötülüğü az olan bir yakı nımsın." Sonra sağ eliyle onunla tokalaştı, sol eliyl e onunla kucaklaşıp döşeği nin bir kıs mını ona ayı rıp onu üzerine oturttu. Yüzüyle ona yöneldi ve onunla sohbet etmeye haşladı. Ardı ndan "Ey Rebi' ! E h u Abdullah için giysilerini, hediye ve izin durumunu acele hazırla," dedi. er- Rebi' şöyle dedi: Benimle el-M ansur arasına perde girin­ ce Ca'fer b. Muhammed'in elbisesinden tuttum. Bunun üzerine bana: " Ey Rebi', tutuklanacağız herhalde," dedi. Ben: "Hayır, sana bir şey yok. Bu elbisenden tutma işi bendendir, ondan değil," dedi. Ca'fer b. Muhammed : " İyi, b u daha kolay; söyle bakalım ne istiyorsun?" dedi. Ben o n a : " B e n ü ç günden beri s e ni savunuyor ve seni idare etmeye çalışıyorum. Sen içeri girdiğinde dudakla- [2/35] rınla bir şeyler mırıldandığı n ı gördüm. Sonra baktım ki işler senin lehine dönmeye başladı. B e n bir h ü kümdarın hizmetkarıyı m, beni ondan koruyacak bir şey yoktur. Okuduğun o duayı bana öğretmeni istiyorum," dedim. Ca'fer b. Muhammed: "Tamam,"

el- İkdü 'l-Ferfd

46

dedi ve şu duayı söyledi: «Allah'ım! Uyumayan gözünle beni koru. Engellenemeyen hıfzınla beni muhafaza eyle. Sen benim um udum olduğun sürece helak olmam. Bana nice nimetler ver­ din de şükrünü az yaptığı m halde beni o ni metlerden mahrum bırakmadın. N ice belalara uğradım da onlara sabretmediğim halde beni perişan etmedin. Onun beni boğazlamasından Sana sığınıyorum. Onun şerrinden Senin hayrına sığınıyorum. Şüphe­ siz Sen her şeye kadirsin. Allah'ın salat ve selamı M uham med'e ve onun aline olsun.» Süleyman b. Abdülmelik ve Yezid b. Raşid

el-M edfüni şöyle dedi: Bir gün, Süleyman b. Abdülmelik ye­ rine hilafete Abdülaziz b. el-Velid'in geti rilmesi için çaba göste­ renlerin içinde bulunan Yezid b. Raşid ayağa kalkıp bir ko nuşma yaptı. Süleyman bunun üzerine onun dilinin kesilmesini adadı. H ilafet kendisine verilince bir gün Yezid b. Raşid, Süleyman b. Abdülmelik'in yanına girdi ve serginin bir kenarına otu rdu. Son­ ra şöyle dedi: "Ey M ü m i nlerin E miri ! Sen de Allah'ın elçisi gibi ol. Başına bela geldi, sabretti. Kendisine ni met verildi, şü kretti. Eline güç geçti, affedici oldu." Süleyman b. Abd ülmelik: "Kimsin sen?" dedi. Adam: "Ben Yezid b. Raşid'im," dedi. Süleyman b. Ab­ dülmelik onu affetti. er- Reşid ve Hapse Koyduğu Bir Adam

Harun er- Reşid bir adamı hapse koydu. Uzun süre hapiste ka­ lınca er- Reşid'e: " Kuşkusuz sende refah içinde geçip giden her gün, bende de darlık içinde geçip gid iyo r. Vakit yakın, hüküm ise Allah'ındır," şekl inde bir mektup yazdı. er- Reşid onu affetti. Esed el- Kasri ve H a p iste İşkence Gören Köy Ağası

Bir gün Horasan Valisi Esed b. Abd ullah el-Kasrl, haraç evle­ rinden birinin yanından geçti. Bir köy ağası da (dih kii n ) hapisha­ nesi nde işkence görüyord u. Esed'in etrafında da ondan yardı m bekleyen fakirler vardı. Esed, evlerinin aralarında bölüştürül­ mesi için emir verdi. Bunun üzerine dihkiin şöyle dedi : " Ey Esed ! Eğer sen merhamet edilmesi gerekenl ere vereceksen, zulme uğ­ rayanlara da merhamet et. Çünkü gökler, mazlumun bedduası için dağılır. Ey Esed ! Allah'ta n başka ya rdımcısı olmayanlardan

el-İkdü '/-Ferfd

47

sakın. Ayrıca Allah'a sığı nmaktan başka zırhı olmayanlardan [2/36] kork. Kuşkusuz zulmün yıkılışı çok korku nçtur. İstediği zaman yard ıma cevap verebilen bir zatın yardımının gecikmesine al­ danma. Şüphesiz, daha fazla günah işlesinler diye bazı kavimlere mühlet vermiştir." Esed b. Abdullah ondan vazgeçi lmesini em retti. el-Me'mun ve Maiyetinden Bir Adam

Bir gün el-Me'mun maiyeti nde çalışan bir adamı kınadı. Adam : " Ey Müminlerin Emiri ! Şüphesiz eski saygı nlık ve yeni tövbe, aralarındaki kötül üğü siler," de di. Bunun üzerine el­ Me'mun: "Doğru söyledin" dedi ve onu affetti. Fars Hükümdarlarından Biri ve Aşçısı

Fars hükümdarlarından biris inin ü l kesi büyük ve cezası şid­ detliydi. Onun bir aşçısı vardı. Bir gün yemeği ni önüne yaklaştı­ rı rken yemekten bir damla hükü m darın eline düştü. H ükümdar bunun için hemen kaşlarını çattı. Aşçı, hükümdarın onu öldüre­ ceği ni anladı ve tabağı ters çevirip hükümdarın ellerinin üzerine boşalttı. H ükümdar: "Onu bana getiri n," dedi. Yanına geti rildi­ ği nde hükümdar ona: "Yemekten b i r damlanın elime düşmesi, bir hata sonucu elinden çıktığı nı biliyordum. Peki, bu ikinci ha­ reketi nde mazeretin nedir?" dedi. Aşçı : "Doğrusu hükümdarın, benim yaşımda ve saygınl ığı eski olan birisini bir damla yemek yüzünden öldürecek olmasından haya ettim. Suçumu ağırlaştı­ rıp katlimin daha güzel olmasını a rzu etti m," dedi. Bunun üzeri­ ne h ükümdar ona: "Eğer mazeretin letafeti seni ölümden kurtar­ . dıysa da seni cezadan ku rtaracak değil. Ona yüz sopa vurun ve onu serbest bırakın," dedi. el-Me'mun ve Muhammed b. Abdülmelik

eş-Şeyban! şöyle ded i : Bir gün, M uhammed b. Abdülmelik b. Salih, el-Me'mı1n'un yanına geldi. O sırada el-Me'mun onların arazilerini alıyordu. Muhammed: " Ey Müminlerin Emiri ! Devle­ tin i n üvey evladı, nimetinin çekilmiş kılıcı ve soyağacının dalla­ rın d a n h i r dalı ol an M u h a m m ed h . A h d ü lmel i k senin h u z u ru n ­ dadır. Konuşması için ona izin verir misin?" dedi. el-Me'mfın: " Evet," dedi. Muhammed b. Abdülmelik şöyle dedi: "Senin hila-

el-İkdü 'l-Ferfd

48

fette kalmanla dinimizin ve dünyamızın muhafazasını, böylece en yakınımızın, en uzağımızın gözetilmesini Allah'tan istiyoruz. Ö m ürlerimizden senin ö m rüne, eserleri mizden senin eserlerine koymasını, gözlerimiz ve kulaklarımızla seni eziyetten koruma­ sını Allah'tan istiyoruz. B u rası, senin faziletine sığınan, kaçıp himayene ve gölgene gelen, merhametine ve adaleti ne muhtaç olanların makamıdır." Sonra ihtiyaçları için konuştu. el-Me'mfın onun ihtiyaçlarını yeri ne geti rdi. (2/37]

Ubeyd b. Eyyub ve el-Haccac

el-Haccac, işlediği bir cinayet sebebiyle Ubeyd b. Eyyfıb'u arıyordu. Ubeyd, el-Haccac' dan kaçtı ve ona şöyle bir mektup yazd ı: Ta ttır bana uykun u n tadın ı y a d a araştır beni gerçekten, Eğer suç sabit ise ayır birbirinden parmak uçlarımı. Söktün kalbimi, korku ve endişe içinde kaldı, Ve çölde insanlar birbirlerine onu atar oldular.

Bu hususta, Nabiga ez-Zibyanl'nin, Nu'man b. el-M ünzir'e söylediği şiirden daha güzelini hiç kimse söylememiştir. O şöyle der: Korunasın ayıplardan, bana gelen habere göre öjkelen m işsin bana, Tedirgin liğe sürükledi beni, kula kla rı sağır eden bu şayialar. Akşam/adım ama san ki saldırm ıştı bana, Dişlerinden zeh ir dam layan, alacalı zayıf bir yılan . . . Beni başka birin in suçuyla suçlayıp o n u serbest m i bırakıyorsun ? Tıpkı yaralı deve gibi, o o tla rken başkası dağlanıyor. 25 Ey Nu 'man! Sen kaçışı olmayan gece gibisin, Kaybolsam ve uzaklaşsam bile yakınım, senin geniş m ü lkü ne.

Yine Nabiga, Nu'man b. el-M ünzir hakkında şöyle ded i : Ey Ayıpsız Adamlar! Bırakm azsın kendin için bir dost; Eğer toplam azsan, dostu n u n dağınık tarafların ı . . . 2 6 Eğer mazlum isem efen disinin zulmettiği bir köleyim anca k, Eğer sen rıza sahibiysen, sen in gibi zatlar razı olurlar zaten. Şiirde ()Jı LŞ.15) "Boğazı n da yara çıkan deve gibi" ifadesi geçiyo r. Bazen b i r devenin boğazı n d a uzun s ü re iyileş meyen bir yara çıkardı, o n u tedavi etmek için sağlam bir deve n i n boğazını dağlarlardı . Şair: "As ı l suçluyu b ı rakıp benim gibi m a s u m olan birisini mi suçl uyorsun?" d e m e k i stiyor (çev.). 2 6 Nabiga bu beyitte, ayı psız dost arayanların dostsuz kalacaklarını anlatmak istiyor. Çünkü kemal ve kusursuzluk sadece Allah'a mahsustur (çev.). 25

el-İkdü 'l-Ferfd

49

Yemin ettim Allah 'a ve bir kuşku bıra kmadım senin için, Allah 'a yeminden son ra, gidilecek bir yol olmaz kişi için. Eğer benden bir cinayet haberi ulaşt ı rı l m ışsa sana, Şun u bil: Bu fesatlığı yapan kişi [asık ve yalancıdır. Görm üyor m usun, Allah sana öyle bir m akam vermiş ki, Senin dışındaki h ükümdar/a rı n maka m ı sallanıp duruyor. Zira sen güneşsin, diğer h üküm darlar birer yıldız, Güneş doğduğu zaman, görü n m ez yı ldızlardan hiçbiri.

İbnü't-Tasriyye şöyle ded i : Ku tla öyle bir şahsı ki ya bilirsin o n u n m asum olduğunu, Ya da kötülük yapmış da kı n a n m ış ve tövbe etm iştir. Sen hastalığı için tabip arayan g ibisin, Tabip bulamayınca kendisi tabip oluverir.

el-Mümezzak el-Abdi, Amr b. H ind'e şöyle dedi: Sabahlıyor ve akşamlıyorsun d a çözülmez onun kuşağı, Uza k dur, İbn Ma ü 'l-Müzn 'den ve İbn ü 'l- Muhrik'ten.27 Sen gerçekten mi ayıplarda n korundu n ? Bizim İbn Müzn 'im iz, tükürük boğazı n da kalan birisi. Eğer yen ileceksem, sen en hayırlı yiyici ol, Değilse yetiş bana, ben parçala n madan. Sen insan ların direğisin, ne zaman söylersen biz de söyleriz, A rdı na düşülmez, bir batılı iptal etmek istediğin zaman.

Hz. Osman kuşatıldığı zaman, Ali b. Ebu Talib'e yazdığı mektubunda bu beyitleri yazmıştı. el-Mütevekkil'in Merhamete Gelmesini İsteyen İbnü'z-Zeyyat'ın Beyitleri

el-M ütevekkil'in hapishanesinde olan Muhammed b. Abdül­ melik ez-Zeyyat, öleceğini hissettiğinde el-M ütevekkil'e bir kağıt gönderdi. İçinde şunlar yazılıyd ı : O yoldur, günden güne, Sa nki uyku göze girmemiş gibidir. Ya vaş ol, acele etme, O kavim den ka vme geçen bir devlettir. Sevinçle sabahlasan bile gerçek şu ki, ölüm, Dön üp dolaşır etrafında, hem de n asıl dolaşma.

27

İ b n ü ' l - M üzn'den maksat, İ mruülkays ' ı n oğlu Maü's-Sema'dır. Muhrik ise el - Haris b. Amr b. Adi'dir (çev.).

(2/38]

e/-İkdü 'l-Ferfd

50

Kağıt el-M ütevekkil'e ulaşıp da onu okuduğunda serbest bı­ rakılmasını emretti. Ancak İbn ü 'z-Zeyyat'ı vefat etmiş buldular. Bir adamın cezala ndırılmasını isteyen Amr b. Muaviye b. Amr b. Utbe, el-Mansur'a şöyle dedi: Ey M ü minlerin Emlri ! İ ntikam adalettir. Haddi aşmak fazilettir. Fazilet sahibi, insaflı nın sınırı­ nı aşmıştır. Bizler M ü minlerin E mlri'nin, en yüksek derecelere ulaşmadan, kendisi için iki kısmetin en kötüsünü seçmesine razı değiliz. Ebu Müslim ve Bazı Komutanları

Daveti n sahibi (Abbasi davetçilerinden) Ebu Müslim ile Şeh­ ram adındaki bir komutanı arasında bir konuşma geçmişti. Ko[2/39] mutanı ona, sert ifadeler içeren bir söz söylemişti. Sonra yaptı­ ğına pişmanlık duydu. B u amaçla Ebu M üslim'e yalvarıyor ve on­ dan özür diliyordu. Bunun üzerine Ebu Müslim ona şöyl e dedi: Sana bir şey yoktur; geçmiş olan bir söz ve hata eden bi r hayal; hepsi bu. Öfke şeytandandır. Seni bana karşı cesaretlendiren, uzun zamandan beri sana tahammül etmemdir. Eğer bilerek suç işlem işsen ben seni suça o rtak yaparım. Eğer mağlup isen özür senin için yeterl idir. Biz her halükarda affettik. Bunun üzerine komuta n : "Allah, Emlri ıslah etsin. Şüphesiz se nin gibilerin affı bir gurur vesi lesi değildir," dedi. Ebu M ü slim: " Doğru," dedi. Komutan: " Kuşkusuz suçun büyüklüğü, kalbi mi n saki nleşmesi ne engel oluyor," d e d i ve özür dilemede ısrarcı ol­ maya devam etti. B u n u n üzerine Ebu Müslim ona: "Hayret sana doğrusu, sen kötülük yaptın, ben iyilik yaptım. Sen iyilik yapaca­ ğın zaman ben kötülük yapacağı m," dedi. el-Me'mun ve Kendisinden Razı Olduğu Ebu Dülef

Bir gün Ebu Dülef, el-M e'm un'un yanına girdi. el-Me'mun bir ara onu kınamış sonra ondan razı olmuştu. Meclisinde kimse kalmayınca el-Me'mun: "Söyle ey Ebu Dülef! Doğrusu M ümin­ lerin E mlri senden razı olup yaptı kla rı nı affettiği halde ne diye konuşacaksın?" dedi. B u n u n üzerine E b u D ü l e f şöyle d e d i :

el-İkdü 'l-Ferfd

51

Ya klaşıyor gece oturuşum san a, m üjdeyle, Ve yüzü nden gülücükler dam lıyor. Kim getirecek bana, o gözleri ki Bir keresinde bana bakm ıştı eskiden. 28

el- M e'mun: "Samimi ortama dönmen ve itaate yönelmen için o gözle sana baktım," dedi. Sonra Ebu Dülef eskiden olduğu gibi hayatı na devam etti. el- Me'mfin ve Ebu Dülef

Bir gün el-M e'mun, Ebu Dülef'e: " Bunu söyleyen sen misin?" dedi ve şu beyti okudu: B e n Kisra gibi iş çeviren b i r kişiyim, Dağla rı tavsif eder ve kışı lrak 'ta geçiririm.

Sonra: "Doğrusu sen in bir hakka itaat ettiği ni ve doğru dü­ rüst bir saygı görevini yeri ne getirdiğin i görmedi m," dedi. Bunun üzerine Ebu Dülef: "Ey M ü minlerin E mlri ! Bu olanlar senin ni­ metindir; biz ancak burada senin hizmetkarınız. Benim ka nı m ın akıtıl ması da ancak senin için gerekli olanın bir kısmıdır," dedi. B i r gün Ebu Dülef, el-M e'mun'un ya nına girdi. el - M e'mun ona: "Şu beyitleri söyleyen sen misin?" dedi ve aşağıdaki beyit­ leri okudu: Dünya ancak Ebu Dülef'ten ibarettir, Çöl haya tıyla yerleşik hayatı arası n da . . . Geçip gittiği za man Eb u Dülef, Dünya da izinden geçip gider.

Bunun üzerine Ebu Dülef: " Ey M ü m i nlerin Emlri ! Bu bir yalan şahitliğidir, şairin yalanıdır ve hediye peşinde koşanın bir hilesi­ dir. Fakat ben öyle birisiyim ki kardeşinin oğlu kendisi hakkı nda şöyle demiştir," dedi ve şu beyti oku d u : Bırak beni, zengin lik yolunda dolaşayım dünyayı, Ne Kerh vardır dünyada, n e de insa n lar Kasım 'dır.

Kerh, Ebu Dülef'in evinin bulunduğu semtin adıdır. Ebu Dü­ l ef' in adı da Kasım b. Abdullah'tı.

28

Bu şiir Ebü'l-Atahiye'nindir (çev.).

[2/40]

el-İkdü 'l-Ferfd

52

el-Mansur ve Ma'n b. Zaide

Bir gün el-Mansur, Ma'n b. Zfüde'ye: "Senin Yemen halkına zulmettiğin, adil davranmadığın yol unda söylenenlerin hak ol­ duğunu sanıyorum," dedi. Ma'n: " N asıl yani ey Müminlerin E m\'­ ri?" dedi. el-Mansur: "Bana gelen habere göre sen bir beyit söy­ leyen bir şaire bin dinar vermişsin," dedi ve ona şu beyti o kudu: Ma 'n b . Zaide öyle birisi ki Ziyade olm uş şafaktan şafağa, o n u n sayesinde Benf Şeyban.

B unun üzerine Ma'n b. Zaide: "Evet, ey M ü minlerin E m\'ri ! Ona bin dinar verdim; fakat şu sözü üzerine," dedi ve şu iki beyti okudu: Sürekli kılıç vardı elinde, Haşimiyye g ü n ünde, Savaşıyordun, Rahman 'ı n h a lifesin in uğruna. Korudun m ülkünü ve sen korudun o n u, Her türlü keskin kılıcın ve okun yarasından . . .

Dedi ki: el-Mansur başını önüne eğdi ve bastonla yeri eşme­ ye başladı. Sonra başını kaldırd ı ve : "Buyur otur ey Ebü'l-Vel\'d ! " dedi. Abdülmelik ve Hırsızlık Yapan Bir Bedevi

B i r gün hırsızlık yapan bir bedevi Abdülmelik'in yanına geti­ rildi. Abdülmelik hemen elinin kesilmesini emretti. Bedevi adam şöyle demeye başladı : Elim, ey Mü minlerin Em fri! Lekelenecek bir yere a tılm a m ası için affına sığınıyorum. Yoktur dünyada hayır, sevimli olsa da, Sol elimden ayrılacaksa sağ elim.

Abdülmelik, elinin kesilmesi dışında her öneriyi reddetti. Bunun üzerine bedevinin annes i : " Ey Müminlerin Em\'ri ! Biricik [2/41 ] oğlum ve tek çalışanımdır," dedi. Abdülmelik: "Ne kötü bir çalı­ şanın varmış! Bu, Allah'ın hadlerinden birisidir," dedi. Bedevi nin annesi: "Ey Müminlerin E m\'ri ! Oğlumu, Allah'tan affını istediğin günahlarının yerine koy," dedi. Bunun üzerine Abdülmelik onu affetti.

e/-İkdü 'l-Ferfd

53

Sultanların Ayıplamaları Hatı rlatmaları el-M e'mun ve İbn Eşras

H i lafet el-Me'mun'a geçi nce bir g ü n Sümame b. Eşres ona: "Benim iki emelim vardı. Birisi seninle ilgilidir, diğeri de senin sayendedir. Seninle ilgili olan emelime kavuştum. Senin sayende gerçekleşecek olan emelime gelince onun hakkında ne yapaca­ ğını bilmiyo rum," dedi. el- Me'mun : "Senin umduğunun ve arzu ettiğinin en iyisi olacaktır," dedi. Sonra onu sohbet arkadaşların­ dan ve özel maiyetinden biri yaptı. Yezid b. Abdülmelik ve Ebreş

el-Asma! şöyle dedi : Yezid b. Abdülmelik vefat edip de hilafet H işam b. Abdülmelik'e geçince, Ebreş el-Kelbl dışındaki bütün ashabı secdeye kapandılar. Bunun üzerine Hişam: "Ey Ebreş ! On­ ların yaptığı gibi seni secde etmekten alıkoyan nedir?" dedi. Eb­ reş : "Çünkü sen bizi bırakıp gittin ve bizi terk ettin," dedi. Hişam: " Peki, eğer seni de kendimle götürsem?" dedi. Ebreş : "Yapar mı­ sın ey M ü minlerin Emlri?" dedi. Hişa m : "Yaparım," dedi. Ebreş : "Şimdi secde hoş oldu," dedi ve secdeye kapandı. Ebu Ca'fer el-Mansur ve Halifeliğini Tebrik Eden Dostlarından Bir Adam

H ilafet Ebu Ca'fer'e geçince dostlarından bir adam ona şu be­ yitleri yazdı : Biz senin ilk aile çevren iz, Bize de sıkıntı verir, sana sıkın tı veren. Görülürüz, düşmanlıkla, Ve uzaklıkla bilin iriz, senin uzak durduklarından. Geceleriz, bir korkudan dolayı, san a gözcü olarak, Ve sakin dir geceler. . . D a h a önce senden sadır olan sözlerin, Yerin e getirilmesi zaman ıdır, şimdi.

Ebu Ca'fer el-Mansur b u beyitlerin her birisinin üzerine [2/42) " Doğru . . . Doğru," diye i mza attı. Sonra onu çağırdı ve onu özel maiyetine kattı. Şair Habib bu manada şöyle dedi : Dostlardan en öncelikli ola n ı, sıkın tıda seni gözetendir. Sen in de onu sevinç za manında gözetmen gerekir.

el-İkdü 'l-Ferfd

54

Şüphesiz kerim insanla r, rah a tlığa kavuştukla rında, Hatırlar/ar, darlıkta ken dilerine dostluk gösterenleri.

Sultandan Güzellikle Kurtuluş Abbas b. Sehl ve Osman b. H ayyan

Ebü'l-Hasan el-Medfüni şöyle dedi: Abbas b. Sehl, Abdullah b. ez-Zübeyr' in M edine valisiyd i. İ nsanlar Abdülmelik b. M e rvan'a biat ettiklerinde Osman b. H ayyan el-Murri'yi Medine'ye vali yaptı ve şüpheli insanlara karşı sert davranmasını ona emretti. Bir gün yanında fitneden ve fitne ehlinden söz edildi; oradaki­ lerden birisi : " İşte Abbas b. Sehl . . . Hilla eski halinde duruyor. Ab­ dullah b. ez-Zübeyr'in taraftarı ve onun valisiydi," dedi. Bunun üzerine Osman b. Hayyan : "Yazıklar olsun bana! Vallahi onu öl­ düreceği m," dedi. Abbas b. Sehl dedi ki : Onun bu sözü bana ulaştı. Hemen or­ tadan kayboldum; o kadar ki kaybolmak bana zarar vermeye başladı. Bir gün valinin yanında oturanlardan bazı insanların ya­ nına gittim ve onlara: "Abdülmelik b. Mervan bana aman verdiği hillde ne diye korkuyorum?" dedim. Onlar: "Vallahi seni andıkça sana karşı öfkeleniyor. Ancak yemek üzerinde bir suç hakkı nda kendisiyle konuşulunca mutlaka yumuşayıverir. Sen tan ı nmaya­ cak şekilde onun akşa m yemeği nde hazır bulunsan ve onunla konuşsan iyi olur," dediler. Dedi ki: Denilenleri yaptı m ve akşam yemeğinde hazır bu­ lundum. Kendisi ne, b üyük b i r sahanın üzerinde tirit ve et ge­ tirilm işti. Ben şöyl e dedi m : " Vallahi sa nki Hayya n b. M a'bed'in sahanına bakıyo r gibiyi m. İ n sanlar etrafında izdihamla otu­ ru rken o da maiyeti n i dolaşıyor, ihtiyaçlarını araştı rıyo r, ipek elbiseleri çekip çıkarıyo rdu. Hatta bir diken ona takı l ır ve onu uzaklaştıramazdı. Sonra d ö rt ki ş i n i n aras ında taşıdığı bi r sa­ han getirilirdi. O dört kişi sahanı zorla taşırlard ı . Tabi bu, in­ sanlar yemeklerini bitirip s o fradan uzaklaştı kları zaman o l u ­ yordu. Bu kez, onun ailesinden o rada olanlar, kavm i n d e n o l u p (2/43] so nradan gelen a s i l insanlar gelirdi. Onların çoğunun yiyeceğe ihtiyaçları da yoktu. Amaç, sadece onun sofrasına ya kın olmak ve ona iştirak etmekti."

e/-İkdü 'l-Ferid

55

Osman b. Hayyan : "Dur bakalım, se n bu anlattıklarını gör­ dün mü?" dedi. "Evet, vallahi görd ü m," dedim. Osman b. H ay­ yan : " Kimsin sen?" dedi. "Güvencede miyim'! " dedim. Osman b. H ayyan: " Evet, güvencedesin," dedi. "Abbas b. Sehl b. Sa'd el­ Ensarl'yim" dedim. Osman b. Hayyan : " M erhaba sana, hoş gel­ din. Şeref ve hak ehlisi n," dedi. Abbas b. Sehl: "Vallahi bundan sonra, M edine' de onun yanında benim kadar mevki sahibi kimse görmedim," dedi. Bu olaydan sonra kendisine: "Sen Hayyan b. Ma'bed'in ipek elbiseleri çekip çıkardığını, insanların onun sof­ rasında izdihamla oturduklarını gördün, öyle m i ?" denildi. Ab­ bas: "Vallahi ben onu gördü m ve biz şu suya varmıştık. Zekvanl bir abayı kendimize ve ona örtmüştük. Biz çalınmasın diye onu yüklerimizden uzaklaştı rı rdık," dedi. M uhtar ve Süraka

Ebu Hatem dedi ki: Bize Ebu Ubeyde şunu anlattı : Cebale­ tü's-Subey' gününde Süraka b. M i rdas el-Barık! esir edil mişti. Esirler arasında Muhtar'a getirildi. S ü raka şöyle dedi: İyilik yap bana ey Maad kabilesin in en hayırlısı! Ve hacca giden in, namaz kılıp secde edenin en hayı rlısı . . .

M u htar onu affetti ve serbest bıraktı. Daha sonra İshak b. el­ Eş'as ile birlikte huruç etti . Yine esir olarak Muhtar'a getirildi. M uhtar ona: " B e n s a n a iy i l i k ya p ı p s e n i a ffet m e d i m m i ? Vallahi seni öldüreceği m," dedi. Süraka : " H ayır val lahi sen yapmazsın i nşal lah," d e d i . Muhtar: " N edenmiş o ?" d e d i . Süraka: "Çünkü ba­ bam senin Şam'ı fethedeceğini, hatta Dı maşk'ta taş üstüne taş bırakmayacağı nı, b e n i m seninle birlikte olacağı mı bana haber verd i," dedi. Sonra şu beyitleri oku du : Hey! Bildirin Eb u İsh ôk'a, bizler, Üzerimizde borç olan bir yükün altı n a girdik. Çıktık yola, görmeyiz içim izde zayıfı, Bizim h u rucum uz, bir şımarıklık ve bir h elaktir. Görü rsün onları saflarında az olara k, Karşılaştığım ızda ise çekirgeler gibidir onlar. Affet, m uktedir olduğunda, eğer m uktedir olursak, Hükum ete karşı çıkar ve saldırırız. Kabul et, benden bir tövbeyi, ç ü n kü ben, Teşekkü r edeceğim, nakde çevirirsen borcu.

[2/44]

el-İkdü 'l-Ferid

56

[ Ravi] dedi ki : Muhtar yine onu serbest bıraktı. Daha sonra İshak b. el-Eş'as yine h u ru ç etti; Süraka yine onunla birlikteydi . Esir olarak yakalandı ve M uhtar'a getirildi. Muhtar onu görünce: "Sana karşı bana fırsat veren Allah'a hamdolsun, ey Allah'ın düş­ manı! Bu üçüncü kezdir," dedi. Süraka : "Bu beni yakalayanlara gelince ... Nerede onlar Allah aşkına? Onları göremiyorum. Biz karşı karşıya geldiğimizde, Üzerlerinde beyaz elbiseler olan, alt­ larında da alacalı atlar bulunan, yerle gök arasında uçuşan bazı adamlar gördük," dedi. Bunun üzerine M uhtar: "Onu serbest bı­ rakın, bunu insanlara anlatsın," dedi. Daha sonra Süraka, M uhtar'a karşı savaşmak için insanlara çağrıda bulunarak şöyle dedi: Hey! Kim benden Muh tar'a haber götürecek? A lacalı a tlar, siyah tı, başka ren kleri yoktu diye . . . Gözlerime gösterildi, senin göremediklerin, Biliriz ikimiz de boş ve a n la msız sözleri. İnkar ettim vahyin izi ve bir adak adadım, Sizinle savaşmayı ta ölün ceye kada r. . .

M a'n b . Zaide ve Bazı Esirler

M a'n b. Zfüde, esirlerden bir grubun öldürülmesini emretmiş­ ti. Bunun üzerine kavmin en küçüğü ona doğru kalktı ve şöyle dedi: "Ey Ma'n! Sen susamış esirleri mi öldüreceksin?" Hemen onlara su verilmesi için emir verildi. Kendilerine su verili nce adam: "Ey Ma'n! Sen misafirleri ni mi öldüreceksin?" dedi. M a'n, hemen esirlerin serbest b ı rakılmalarını emretti. Ömer b. el-Hattii b ve Hürmüzan

H ü rmüzan esir olarak Ömer b. el-Hattab'a getirilince Ömer onu İ slam'a davet etti. H ü rmüzan İslam'a girmeyi reddetti. Bu[2/45] nun üzerine Ömer onun öldürülmesini emretti. Kılıç kendisine gösterilince Hürmüzan : " Ey Müminlerin Emlri ! Bana bir yudum su verseydin! Bu, susamış bir şekilde öldürülmemden daha ha­ yırlıdır," dedi. Ömer, hemen su verilmesi için emir verdi. Su kabı eline geçince H ürmüzan : "Suyu içinceye kadar güvencede mi­ yim?" dedi. Ömer: "Evet, güvencedesin," dedi. H ürmüzan hemen kabı elinden attı ve: "Vefa istiyorum ey M üminlerin E mlri ! Bu

el-İkdü 'l-Ferid

57

parlayan b i r nurdur," dedi. Ö m e r : " S e n i n hakkında karar verince­ ye kadar duracaksın. Kaldırın ondan kılıçları." Kılıç kaldırılınca H ü rmüzan: "Şimdi Allah'ın bir olduğuna, ortağının bulunmadığı­ na, M uhammed'in de onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ede­ ri m," dedi. Bunun üzerine Ömer: "Yazık sana! En hayı rl ı şekilde Müslüman oldun. Seni geciktiren neydi?" dedi. Hürmüzan: " Ey M ü minlerin Emiri ! Müslümanlığım ın ölüm korkusundan oldu­ ğu nun söylenmesinden korktum," dedi. Bunun üzerine Ö mer: "Fars bölgesinde, devleti hak eden akıllı adamlar vardır," dedi. Sonra Ömer, Fars toprağı na askerin sevki konusunda onunla is­ tişare eder ve onun görüşüne göre amel ederdi. el-Haccac ve İbnü'l-Eş'as ile Birlikte Esir Almanlar

İ b n ü'l- Eş'as ile birlikte huruç eden esirler, el-H accac'a geti­ rildiklerinde onların öldürülmesini emretti. Bir adam : "Allah, E miri ıslah etsin, benim bir saygı nlığım vardır," dedi. el-Haccac: " N eymiş o?" dedi. Adam şöyle dedi: « İ bnü'l-Eş'as'ın ordusu için­ de senden söz açıldı; sana ve anne babana küfredildi. Ben anne babanı savu ndum ve : "Hayır, val lahi onun nesebinde sövülecek kimse yoktur. Onun hakkı nda konuşun ama bırakı n onun ne­ sebini," dedim.» el- Haccac: "Senin bu anlattığı nı kim biliyor?" dedi. Adam dedi ki: « Bana en yakı n olan esire döndüm ve : " B u o konuşmamı biliyor," dedim.» el- Haccac o esire: "Bunun dedik­ leri hakkında ne diyorsun?" dedi. Esir: "Allah, Emlri ıslah etsin, doğru söyledi ve saygılı davrandı," dedi. el-H accac: "B unu, yar­ d ı m ettiği için; bunu da şahitliği ni m uhafaza ettiği için serbest bırakı n," dedi. Ravh b. Hatem ve Bazı Yankesiciler

Amr b. Bahr el-Cahiz şöyle dedi : er-Rekkak yolunda yankesi­ cilik yapan bir adam Ravh b. H atem'e getirildi. Ravh hemen öldü­ rülmesini emretti. Yankesici : "Allah, emiri ıslah etsin, benim için senin yanında beyaz bir el vardı r," dedi. Ravh : "Neymiş o?" dedi. Yan kesici şöyle dedi: "Bir gün sen kabilemiz Beni Neşhel'in top­ luluğuna geldin. Meclis çok kalabalıktı. Kimse yerinden kımılda­ madı. Ben hemen yerimden kalktım ve sen oraya oturdun. Eğer sırf senin keremin, şerefin ve zekan için olmasaydı, bunun gibi-

el-İkdü 'l-Ferfd

58

sini sana, şunun gibilerin yan ı nda anlatmazdım." Ravh: " Doğru söyledi," dedi ve serbest bırakılmasını emretti. Ayrıca onu o böl­ geye tayin edip bö!genin sorumluluğunu ona verdi. [2/46]

el-M e'mun, dağlarda yol kesen Ebu Dülef'i yakalayınca boynunun vurulmasını emretti . Bunun üzerine Ebu Dülef: " Ey M ü ­ mi nlerin Emlri ! Beni bırak da i k i rekat namaz kılayı m," dedi. el­ Me'mun: "Kıl bakayı m," dedi. Ebu Dülef hemen rükua vardı ve birkaç beyit üretti. Sonra Ha life'nin huzurunda durdu ve şöyle dedi: Sa t ben imle insanları, çünkü ben, Sa ttıklarının arkasından gelenim. Yap beni, kendine bir zı rh, Ta ki uzaklaşsın ondan zırh lar. At beni, her düşmanın üzerine, Hızlı bir ok gibiyim ben.

el-Me'mun onu serbest bıraktı ve o bölgeye tayin etti. Ebu Dü­ lef orayı ıslah etti. Muaviye ve Iraklı Bir Esir

Sıffin günü Muaviye'nin yanına I raklı bir esir geti rildi. M uavi­ ye : "Senin hakkında bana fı rsat veren Allah'a hamdolsu n," dedi. Adam : "Böyle söyleme ey Mu aviye ! Bu bir musibettir" dedi. M ua­ viye : "Bir saat içinde arkadaşlarımdan onlarcasını öldüren bir adamı öldürme fı rsatından daha büyük ne ni met olabilir? Vu r boynunu ey çocuk!" dedi. Esir adam: "Allah'ım şahit o l ! M uaviye beni Senin için ya da Sen katl ime razı olduğun için öldürm üyor. O sadece şu dünya malını elde etmek için beni öldü rüyor. Eğer beni öldürürse Sen ona m üstahak olduğu şeyi yap. Eğer beni öldü rmezse Sen ona ehil olduğun şeyi yap," dedi. Muaviye ona: "Yazık sana, sövdün ve belagatl e konuştun. Dua etti n, en güzel duayı yaptın. Onu serbest b ı rakı n," dedi. M us'ab b. ez-Zübeyr ve M uhtar'ın Ashabından Bir Adam

M us'ab b. ez-Zübeyr, M u htar'ın adamlarından birisinin boy­ nunun vurulmasını emretti. Bunun üzerine adam şöyl e dedi: « Ey E mir! Senin için ne kadar kötü olacak. Kıyamet günü senin bu güzel suretine, nur veren güzel yüzüne bakıp sonra elinden ve

e/-İkdü 'l-Ferfd

59

kolundan tutarak, "Rabbim, sor buna, acaba ne diye beni öldür­ dü," d iyeyim ! » Mus'ab: "Onu serbest bı rakın," dedi. Adam: "Bana bağışladığın hayatımı bir rahatlığa koy," dedi. Mus'ab: "Ona yüz bin di rhem verin," dedi. Esir: "Anam babam sana feda olsun, [2/47] şahitlik yaparım ki bu paranın elli bini Kays er-Rukiyyat'ındır," dedi. M us'ab: "N iye?" dedi. Esir: "Senin hakkında şu beyitleri söylediği için," dedi ve aşağıdaki beyitleri okudu: Mus'ab ancak Allah 'tan gelen b i r parlak yıldızdır, Karan lıklar tecelli etm iş, o n u n yüzünden. Bir rahmet devletidir, onun devleti, Yoktur içinde korkulacak bir ceberu t ya da bir büyüklük. Korkar Allah 'tan Mus 'ab, işler konusunda, Kurtulm uştur kuşkusuz, himm eti takva olan kişi.

Bunun üzerine Mus'ab güldü ve : " İ ş yapma konusunda sende bir kabiliyet görüyoru m," dedi. Sonra yanında kalmasını em retti ve ona iyilikte bulundu. M us'ab öldürülü nceye kadar da adam onun yanındaydı. Abdülmelik ve Katledilmesi İçin Emir Verdiği Bir Adam

Abdülmelik bir adamın katledilmesi için emir verd i. Ada m : " Ey M ü m inlerin Em'iri ! Sen Allah'a muhtaç olduğun şeylerden daha azizsi n," dedi. Abd ülmelik onu affetti. el-Haccac ve Haricilerden Bazı Esirler

el-H accac'a Haridlerden bazı esirler geti rildi. Hemen bo­ yunların ın vurulması nı emretti . Önce bir genç geti rildi. Genç: "Vallahi ey el- Haccac! Eğer biz suçta kötülük yap mışsak sen de af ko nusunda iyi lik yapmadın," dedi. B u n u n üzeri ne el-H accac: "Yazıklar olsun bu pisl iğe. Onların içinde bunun gibisini söyle­ yen yoktu," dedi ve onları öldürmekten vazgeçti. Yine el-H accac'a bazı esirler getirildi. Hemen öldürülmele­ rini e m retti. Onlardan bir adam el-Haccac'a şöyle ded i : "Allah seni sünnet konusunda hayırla mükafatlandırmasın ey el- H ac­ cac! Çünkü Allah Teala şöyle b uyuruyor: 'Savaşta inkôr eden lerle karşı laştığınız za man boyunları n ı vurun. Nihayet on la rı çökertip etkisiz hôle getirdiğin izde bağı sıkı bağlayı n, sağ kalanları n ı esir alın. A rtık bundan sonra esirleri ya karşılıksız ya da fidye karşılı-

e/-İkdü 'l-Ferfd

60

ğında salıverin, '29 buyuruyor. B u Allah'ın Kur'an'daki sözüdür. Bir

de sizin şairiniz, kavmi n i n güzel ahlakını anlatırken şöyle diyor," dedi ve şu beyti okudu: Biz öldürmeyiz esirleri, faka t on ları serbest bırakırız, Gerdanlıkların taşın m ası boyun lara ağırlık yaptığı za man . . .

B unu n üzerine el-Haccac: "Yazık size, bu münafığın bana ha­ ber verdiğini siz haber vermekten aciz miydiniz?" dedi ve diğer­ lerini öldürmekten vazgeçti. (2/48)

el- Haccac ve Harôri ( Harici) Bir Kadın

Heysem b. Adi şöyle dedi: Bir Haruri kadın, el-H accac'ı n ya­ nına getirildi. el-Haccac ashabın a : " B u kadın hakkında ne diyor­ sunuz?" dedi. Onlar: "Onu öldür, başkalarına ibret olsun," dedi­ ler. Haruri kadın tebessüm etti. el-Haccac ona: " N iye tebessüm ettin ?" dedi. Kadın : "Kardeşin Firavu n'un vezirleri senin vezir­ lerinden daha hayırlıydılar ey Haccac! Firavun M usa'n ı n katli hakkında onlarla istişarede bulundu. Onlar, 'Onu ve kardeşin i bir süreliğine beklet ve on lar hakkın da işlem yapma, '3 0 dediler. Bun­ lar ise beni öldürmen için acele ediyorlar," dedi. Bunun üzerine el-Haccac güldü ve onu serbest bıraktı. Muaviye, Yu nus es-Seka fı'ye : "Allah'tan kork! Seni öyle bir uçu rurum ki yere düşmen gecikir," dedi. Yunus: " İ kimizin de dö­ nüşü Allah'a değil mi?" dedi. M uaviye : "Evet," dedi. Yu nus: "Ben Allah'tan mağfi ret diliyoru m," dedi. Bir gün Beni Mahzum'dan, Abdullah b. ez-Zübeyr taraftarı bir adam Abdülmelik b. M e rvan'ın yanına girdi. Abdülmelik ona: "Allah seni gerisin geriye döndürmedi mi?" dedi. Adam: " Ey M ü­ minlerin Emiri ! Kim sana geri dönerse o gerisin geri döndürül­ müştür," dedi. Bunun üzerine Abdülmelik hata ettiğini anladı ve sustu. Bir gün Yezid b. Ebu M üslim, Süleyman b. Abdülmelik' i n ya­ nına girdi. Süleyman ona: "Seni emir yapan, seni cesaretlendi­ ren, ümmetin üzerine musallat kılan kişiye Allah lanet etsin. 2 9 M u hammed, 47 /4. 3 0 A'raf, 7 / 1 1 1 .

el-İkdü 'l-Ferfd

61

Sen el-Haccac'ın cehennemin en dip tabakasında olduğunu mu düşünüyorsun, yoksa cehennemin içine düştüğünü mü?" dedi. Yezid : " Ey Müminlerin Emiri ! el-Haccac kıyamet günü senin ba­ ban ve kardeşin arasında gelecektir. O zaman onu cehennemde istediğin yere koy," dedi. Ubeydullah b. Ziyad, Kays b. Abbad'a: " Benim ve Hüseyin [b. Ali] hakkında ne düşünüyorsun?" dedi. Kays: " Bağışla beni, Allah seni bağışlasın," dedi. Ubeydullah: " H ayır, mutlaka cevap verme­ lisin," dedi. Bunun üzerine Kays : " Kıyamet günü onun babası ge­ lip ona şefaat edecek senin baban da gelip sana şefaat edecek," dedi. Ubeydullah b. Ziyad: "Senin aldatıcı özelliğini ve pisliğini biliyordum doğrusu. Eğer bir gün benden ayrılacak olursan seni kıl gibi paramparça yapacağı m," dedi. el-Haccac, İbn Ya'mur v e H üseyin

el-Asma! şöyle dedi: Bir gün H accac, Yahya b. Ya'mur'a haber yolladı. Sonra ona, "H üseyin b. Ali'nin Resulullah'ın (sav.) amca- [2/49) sının oğlu ve Peygamber'in oğlu olduğunu söyleyen sen misin? Vallahi ya söylediğinden bir çıkış yolu bulacaksın ya da senin boyn unu vuracağım," dedi. Bunun üzerine İbn Ya'mur: " Eğer çıkış yolu bulursam ben güvencede o lacak mıyım?" dedi. el-Haccac: " Evet, güvencede olacaksı n," dedi. İbn Ya'mur şöyle dedi: "Al­ lah'ın şu ayetlerini oku : 'İşte ka vmine karşı İbrahim 'e verdiğimiz delillerim iz. Biz dilediğimiz kimsen in derecelerin i yükse/tiriz. Şüp­ h esiz ki Rabbin h ükü m ve hikm et sah ibidir, hakkıyla bilendir. Biz on a İshak'ı ve Yakub 'u arm ağan ettik. Hepsini hidayete erdirdik. Daha önce Nüh 'u da hidayete erdirm iştik. Zürriyetinden Davud'u, Süleyman 'ı, Eyyub 'u, Yusuf'u, Musa yı ve Harun 'u da. İyilik yapan ları işte böyle m ükafatla n dırırız. Zekeriya yı, Yahya yı, İsa yı, İl­ yas 'ı doğru yola erdirmiştik. Bun/a rm h epsi salih kimselerden di.'3 1

Şimdi İsa mı İbrahim'den daha uzaktır yoksa Hüseyin m i M u ­ hammed'den (sav.) daha uzaktır? Ü stelik Hüseyin o n u n kızının oğludur." Bunun üzerine el-Haccac: "Vallahi sanki bu ayetleri hiç okumamış gibiyim," dedi ve onu memleketine kadı olarak tayin etti . Adam vefat edinceye kadar orada ka d ı l ı k yaptı . 31

E n'am, 6/83-85.

el-İkdü 'l-Ferid

62

el- Haccac ve İbn Ebu Leyl3.

Ebu Bekir b. Şeybe isnadıyla şöyle dedi: Bir gün Abdu rrah­ man b. Ebu Leyla, el-H accac'ın yan ı na gi rdi. el-H accac hemen Ab­ du rrahman'ı kastederek yan ı nda oturanlara : " Eğer M ü m inleri n Emiri Osman b. Affan'a söven birisini görmek istiyorsanız işte o yan ı nızdadır," dedi. B u n u n üzerine Abdurrahman şöyle dedi: " Ey E mir! M üminlerin Emiri'ne sövmekten Allah'a sığınırım. Kuşku­ suz Allah'ın kitabındaki ü ç ayet beni böyle bir şey yapmaktan m eneder. Allah şöyle buyurd u : 'Bu mallar özellikle, Allah 'tan bir lü tuf ve hoşn utluk ararken ve A llah 'ın din ine ve peygamberine yardım ederken yurtlarından ve mallarından uzaklaştı rılan fa­ kir m uhacirlerindir. İşte onlar doğru kimselerin ta ken dileridir.'32

Osman onlardan biriyd i. Yine Allah şöyle buyurdu: ' On lardan (Muhacirlerden) önce o yurda (Medine 'ye) yerleşm iş ve ima n ı da gönüllerine yerleştirm iş ola n lar, h icret eden leri severler. On lara verilen lerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazla r. Ken di­ leri son derece ih tiyaç içinde bulunsalar bile onları ken dilerine tercih ederler. Kim nefsin in cim riliğin den, hırsından korun u rsa, işte onlar kurtuluşa eren lerin ta ken dileridir. '33 Benim babam on­

lardandı. Sonra şöyle buyu rd u : 'Onlardan son ra gelen lerse şöyle derler: Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman eden kardeşlerim izi bağışla. Kalplerim izde, iman edenlere karşı hiçbir kin tu ttu rm a ! Ey Rabbim iz! Şüphesiz Sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin .'M

Ben de onlardanım." Bunun üzerine el-Haccac: "Doğru söyledin," dedi. [2/50]

el- Haccac ve Asım b. Ebu Vail

Ebu Avane, Asım b. Ebu Vail' in şöyle dediğini nakletti : B i r gün el-Haccac bana haber yolladı. Yanına gitti m. Bana: "Ad ı n nedir?" dedi. "Emir bana haber yolladığına göre ismimi bilmiyor mu?" dedim. el-Haccac: "Bu memlekete n e zaman geld in?" dedi. " M em­ leketin ahalisi geldiği zaman" dedim. el-Haccac: " Kur'an'dan ne okursun?" dedi. "Tabi olduğumda bana yetecek kadarı n ı okuyo­ rum," dedim. el-Haccac: " B e n işimde senden yardım almak is3 2 Haşr, 59 /8. 3 3 Haşr, 59/9. 3 4 Haşr, 59 / 1 0.

el-İkdü 'l-Ferfd

63

tiyorum," dedi. "Eğer benden yard ı m almak istersen kötülüğün yardımcılarından korkan, akılsız ve zayıf bir yaşlıdan yardı m is­ temiş ol ursun. Eğer beni b ıra kırsan bu benim için daha iyi olur. Beni zorlarsan zorlanırı m," dedim. el-H accac: " Eğer senden baş­ kasını bulamazsam seni zorları m. Senden başkasını bulursam seni zorlamayacağım," dedi. " D iğer bir şey de şudur: Allah, E mire ikramda bulunsun; şüphesiz insanların senden korktukları ka­ dar hiçbir emirden korktukları nı bilmiyorum. Vallahi, senin bah­ si n geçtiğinde sabaha kadar uykusuz kaldığımı biliyorum. Üste­ lik senin herhangi bir işinde çalışmıyorum," dedim. el-H accac: "Bir dakika, bir dakika ... Ne dedin sen?" dedi. Ben söylediklerim i ona tekrarladım. el-Haccac: "Vallahi yeryüzünde benim kadar kan akıtma konusunda cesur olan bir mahluk bilmiyorum. Çekil git ! " dedi. Ben hemen kalktım ve görülmeyeyim diye yoldan sap­ tı m. Bunun üzeri ne el-Haccac: "Yaşlı adama yol gösterin," dedi. el-Haccac ve el-Cemacim Esirleri

el-Cemacim esirleri el-Haccac'ın yanına getirildikleri nde, iç­ lerinde Amir eş-Şa'bi, Mutarrif b. Abdullah eş-Şihhlr ve Said b. Cü beyr de vardı. eş-Şa'bi ve M utarrif, takiyye yapmayı caiz gö­ rüyo rlard ı; ancak Said b. Cübeyr caiz görmüyordu. Abdülmelik b. Mervan'ın el -Cemacim esirleri hakkında, onları kılıçtan geçir­ mesiyl e ilgili mektubu daha önce el-H accac'a ulaşmıştı. Mektu­ ba göre, huruç edenlerin ka fi r olduğunu ikrar edenler serbest bırakılacak, ancak bunların mümin oldukları nı söyl eyen olursa boynu vurulacaktı. el-H accac, eş-Şa'bl'ye : "Sen de İ bnü'l- Eş'as ile birlikte bize karşı huruç edenlerdensin değil mi? Hemen kafir ol­ duğunu söyle," dedi. eş-Şa'bi şöyle dedi: ''Allah, Emiri ıslah etsin, evlerimiz uzaktı; yön bizi kederlendirmişti; ko rku benliğimizi kaplam ıştı; gözümüze uyku girmezdi; bir fitne bizi silkelemi şti ki içinde ne takva sahibi iyiler vardı, ne de güç sahibi kötüler var­ dı," dedi. el-Haccac: "Babana rahmet! Gerçekten doğru söyledin. B ize karşı huruç etmekle sevap ve iyilik yapmadınız, güçlenme­ diniz de. Serbest bırakın yaşlıyı," dedi. Sonra Mutarrif'a döndü ve : "Sen k a fi r olduğunu ikrar ediyor [2/5 1 ] musun?" dedi. Mutarrif: ''Allah, E miri ıslah etsin, asayı bölen,

el-İkdü 'l-Ferfd

64

kan döken, biatten dönen, cemaatten ayrılan ve Müslümanları korkutan kimseler küfre layıktırlar," dedi. el-H accac hemen onu serbest bıraktı. Sonra Said b. Cübeyr'e : "Sen kafi r olduğunu ikrar ediyor mu­ sun?" dedi. Said : "Allah'a iman ettiğim günden beri kü fre girme­ dim," dedi. el-Haccac hemen boynunu vurdu. Sonra esirleri tek tek sorguladı. Kafir olduğunu ikrar edenle­ ri serbest bıraktı. Kabul etmeyenleri öldürdü. Nihayet bir yaşlı adamla bir genç kendisine getirildi. el-Haccac genç adama : "Sen kafi r misin?" dedi. Genç adam: "Evet," dedi. el-Haccac: " Fakat yaşlı adam küfrü kabul etmez," dedi. Bunun üzerine yaşlı adam: "Sen beni mi kandırıyorsun ey el-H accac? Vallahi eğer küfürden daha büyük bir şey olsaydı onu bile derdim," dedi. el-H accac gül­ dü ve onu serbest bıraktı. Dedi ki: el-Haccac vefat edip de Süleyman halife olunca Ferez­ dak şöyle dedi: Eğer nefret ettirm işse e/-Haccac'ı, Mua tteb ailesi, O zaman mağlubiyet almış bir devlete konm uşlar demektir. Zelil olm uş, onların haya tta olanları, A teştedir ölm üş olanla rı, bıyıkları ça tılm ış olarak. Onlar hep başkasında görü rlerdi belaları, Bu kez dönüp onların başın a geldi azap. Gönder beni Çin 'de olan ların yan ı n a ya da Üzerinde tah talı yelken lerle Hin t ü lkesine . . . Gelin İslam 'a, adalet bizim ya n ı m ızdadır. Öldü kuşkusuz, Irak halkı n ı n bozguncusu . . .

Süleyman b. Abdülmelik v e İbnü'r-Rekka

Süleyman b. Abdülmelik halife olunca Ürdün' deki valisine bir mektup yazdı: "Adi b. er-Rika"nın ellerini boyn una bağla, semer­ siz ve şiltesiz bir şekilde [merkep üzerinde] onu bana gönder. Ayrıca onu mahmuzlayacak birisini görevlendir." Vali de aynısını yaptı. Adam Süleyman b. Abdülmelik'in yanına varınca cansız bir şekilde Süleyman'ın önüne atıldı. Onu o halde bıraktı; niha­ yet kendine geldi. Sonra ona: "Sen başına geleni hak eden bir adamsın. Sen Velid hakkında şunu diyen değil misin?" dedi ve şu beyti okudu:

el-İkdü 'l-Ferfd

65

A llah 'ım Sana sığınırım kalmaktan ve o n u kaybetmekten, Ve ondan sonra bir çobana tebaa olm a kta n . . .

Ada m : "Hayır vallahi ey M üminlerin Emiri ! Ben böyle deme­ dim; ben ancak şöyle dedim," dedi ve şu beyti okudu: A llah 'ı m sana sığınırım, onları kaybedip ka lmaktan, Ve o n lardan sonra bir çobana tebaa olmaktan . . .

Bunun üzerine Süleyman ona baktı ve gül meye çalıştı. Sonra ona bir hediye verilmesini emretti ve onu serbest bıraktı. Kadı Şerik, er- Rebi' ve el-Mehdi

el-Utbi şöyle dedi: Kadı Şerik ile el-Mehdi'nin perdedarı er- Rebi' arasında bir zıtlaşma vardı. er- Rebi' sürekli el-Mehdi'yi Şerik'e karşı kışkırtıyordu, ancak Şerik ona iltifat etmezdi. N iha­ yet el-Mehdi bir gece Kadı Şerik'i rüyasında gördü; Şerik ondan yüzünü çevirmişti. el-M ehdi uykusundan uyanınca er- Rebi' i ça­ ğırdı ve rüyasını ona anlattı. er- Rebi': " Ey Müminlerin Emiri ! Hiç şüphesiz Şerik size muhalif birisidir; o halis bir Fatımi'dir," dedi. el-M ehdi: " Ben ona gösteriri m," dedi. Şerik, el-M ehdi'nin yanına girince el-M ehdi ona: "Bana gelen habere göre sen Fatı mis in," dedi. Şerik ona: "Senin Fatımi olmamandan Allah'a sığınırım ey Mümi nlerin Emiri ! Ancak Fatı ma'nın Kisra'nın kızı olduğunu kastediyorsan o ayrı," dedi. el-Mehdi: " H ayır, ben Fatıma bt. M u ­ hammed'i (sav.) kastediyorum," d e d i . Şerik: " S e n o n u lanetliyor musun ey M üminlerin Emiri?" dedi. el-M ehdi: "Allah'a sığınırım," dedi. Şerik: "Peki, onu lanetleyenler hakkında ne diyorsun?" dedi. el-Mehdi: "Allah'ın laneti ona olsu n," dedi. Şerik, er- Rebi'i kastederek: "O halde bu adama lanet et. Çünkü o Fatıma'ya lanet okuyor," dedi. er- Rebi' : "Hayır, vallahi ey Müminlerin Emiri ! Ben ona lanet okumuyorum," dedi. Şerik ona: "Ey utanmaz ! Peki, er­ kekler meclisinde dünya kadınları n ı n efendisi ve Peygamberler efendisinin kızından söz etmen neyin nesi?" dedi. el-Mehdi: "Sen bunu [Şerik'i] bana bırak; ben rüyamda sanki yüzünün benden çevrilmiş olduğunu, ensenin bana dönük olduğunu gördüm. Bu rüya, ancak senin bana muhalif olduğunu gösterir. Bir de rüyam­ da, sanki bir zındık öldürüyor gibiydim," dedi. Şerik şöyle dedi: " Kuşkusuz ey M üminlerin E mlri ! Senin rüyan Hz. Yusuf'un (O'na

[2/52]

el-İkdü 'l-Ferid

66

ve M uhammed'e salat ve selam olsun) rüyası gibi gerçek değildir. Ayrıca kanlar rüyalarla helal kıl ı nmaz. Bir de zındıklık alameti bellidir." el-Mehdi: " N ed i r o ? " dedi. Şerik: " İçki içmek, hükü m ­ d e rüşvet almak v e fa hişelerden ücret almaktır," dedi. el - M ehdi: " Doğru söyledin. Vallahi ey Ebu Abdullah ! Sen, beni senin aleyhi­ n e kışkırtan adam dan daha hayırlısın," dedi. Bir gün Kadı Şerik el-Mehdi'nin yanına girdi. er- Rebi' ona: "Sen Allah'ın malına da M ü minlerin Emiri'nin malına da hıyanet etti n," dedi. Şerik: " Eğer böyle olsaydı, payın sana gelirdi," dedi. [2/53]

el-Haccac ve Cami' el-Muharibi

el-Utbi şöyle dedi : Bir gün Cami' el-Muharibi, el-Haccac'ın yanına girdi. Cami', salih, hatip, akıllı ve sultanlara karşı cesur bir yaşlıydı. N itekim el-H accac, Vasıt kentini inşa ettiği zaman Cami' ona: "Bu kenti, memleketin olmayan bir yerde inşa etti n ve senin çocukların olmayanlar buna varis olacaklar,'' demişti. el-Haccac, I rak halkının itaatsizliklerinden ve kötü yolda oluşla­ rından hep şikayet ederdi. Bunun üzerine Cami' ona şöyl e dedi : "Vallahi eğer onlar seni sevselerdi sana itaat ederlerdi. Kal dı ki onlar ne senin nesebinden dolayı senden nefret ediyorlar, ne m e m leketi nden ne de şahsından dolayı. Onları senden uzaklaş­ tı ran şeyl eri bırak, onları sana yaklaştıracak şeylere bak. Senden aşağı olanlar için afiyet iste. O zaman senden yukarıda olanlara da verilir. Her zaman ve receğin ceza, tehdidinden sonra olsun. Tehdidin de vaatleri nden sonra olsun." el-H accac: "Kötü kadının çocuklarını itaatime getirecek kılıçta n başka bir şey düşünmü­ yoru m," dedi. Cami': " Ey E mir! Kılıç kılıçla karşılaştığı zaman ar­ tı k tercih hakkı kalmaz," dedi. el-Haccac: "Böyle bir günde tercih Allah'ındır," dedi. Cami': " D oğru; fakat Allah'ın onu ki me nasip edeceğini bil emezsi n," dedi. el-Haccac: "Be adam, sen M u harib kabil esindensin," dedi. Cami' şöyle dedi: Harp ten alın mış adı m ız v e biz Muhô.ribiz, Mızraklar ya radan kıpkırmızı oldukları za man . . .

Bunun üzerine el-Haccac: "Vallahi, az daha dilini koparıp yü­ z ü n e çarpacaktım" dedi. Cami': " Eğer sana doğruyu söylersek seni ötkelendiririz; seni kandırırsak Allah'ı gazaba getiririz. An-

el-İkdü 'l-Ferfd

67

cak em'irin öfkesi bizim için Allah'ın gazabından daha hafiftir," dedi. el-Haccac: "Doğru," dedi ve sakinleşti. el-H accac bazı işler­ le meşgul olmaya başladı. Cami' de yavaşça ayrıldı; Şam halkı­ nın safları arasından geçip I rak halkın ın saflarına ulaştı. Orada I rak' ın Bekir, Kays, Teym ve Ezd kabilelerinden oluşan bir grup gördü. Onu gördüklerinde ona doğru yöneldiler ve ona: " N e var yanı nda, Allah seni affetsin," dediler. Cami' onlara şöyle dedi: "Yazık size; onun görevden alınmasını yayın, tıpkı size olan düş­ manlığını yaydığı gibi. O size düşmanlık yaptıkça siz birbirini­ ze düşman olmayı bırakı n. Ona karşı zafer elde ettiğiniz zaman geri döner, tekrar birbirinize düşmanlık yaparsınız. Ey Temim l i adam ! O sana, Ezdliden d a h a ç o k düşmandır. Ey Kayslı adam ! O sana, Tağlibliden daha fazla düşmandır. Sizden ona muhalefet edenlerin zafer elde etmesi, ancak sizden onun yanında kalan ki şilerle mümkün olabilir." Cami' bu olaydan sonra Şam'a kaç­ tı ve Züfer b. el-Haris'ten koruma talep etti. Züfer ona koruma sağladı. [2/54]

er- Reşid, Müslim b. el-Velid ve İbn Ebü'ş-Şeyh

el-Utbi şöyle dedi: Harun er- Reşid, Fatıma'nın çocuklarını ve ta­ raftarlarını öldürüyordu. er- Reşid'in yanında, Müslim b. el-Velid'in [Sarf'u 'l-Gavani'ninps Şii olduğu anlatıldı. Hemen aranmasını em­ retti. Bunun üzerine Müslim b. el -Velid, er- Reşld'den kaçmaya başladı. Sonra er- Reşid, Beramike'nin katiplerinden olan Enes b. Şeyh' in aranmasını istedi. O da ondan kaçmaya başladı. Sonra o ve M üslim b. el-Velid, Bağdat'ta bir cariyenin yanında yakalandı­ lar. Onlar geti rildiklerinde er- Reşid'e: "Ey Müminlerin Em'iri ! İ ki adam getirildi," denildi. er-Reşid : " Ha ngi iki adam?" dedi. "Enes b. Ebu Şeyh ve Müslim b. el-Velid," denildi. Bunun üzerine er- Reşid : "B u nları elime geçiren Allah'a hamdolsun. Onları getir ey çocuk! " dedi. İ kisi er- Reşid'in yanına girdiklerinde Müslim'e baktı. M üs­ lim'in rengi değişmişti. er-Reşid ona acıdı ve : "Eee, ey Müslim! Sen şöyle diyensin, değil mi?" dedi ve şu beyti okudu: 3 5 Abbasi dönemi şairlerinden olan M ü s l i m b. el -Velid'e "Sari'u'l-Gavani" (gü­ z e l ler i n m a ktu l ü ) la k;ıhı verilm i şti . Ken d i s i n e : " N eden s a n a bıı lak;ıp veril­ miş?" diye sorulduğunda şöyle demiştir: (l.., r" ._,;ıy.ıı __,; ..ıJ _,::S ; . . ,_,..G..J ı , J _, .:ıı y,..:.ı ı �\ıı_,) " Kırmızı yanaklar ve karagözler, güzellerin yanında beni ölü b ı rakmıştı r". [B kz. Hasan Ahmed el-Ben na, Dfvanu Sarf'u 'l-Gavanf] ( ç e v ) .

.

.

.

el-İkdü 'l-Ferfd

68

A lıştı sevgi, Ali'nin çocuklarına ve iç azalarına, Ben i Abbôs 'tan hoşla n madığ ı n ı görüyorum.

Müslim b. el-Velid : " H ayır, ey M ü minlerin Emlri ! Ben şöyle diyenim," dedi ve şu iki beyti okudu: Alıştı sevgi amca çocukları n a, i ç organlarda, Diğer insanlardan nefret ederek, Faziletler olgun laştığı zam a n sizler, Buna daha ev/asın ız, ey Abbiis'ı n çocukları.

Dedi ki : Harun onun sürat-i intikaline hayret etti. Yanında oturan bazı adamlar ona: "Onu hayatta bırak ey M ümi nlerin E mlri ! O insanların en şair olanıdır. Onu imtihan yap; çok aca­ yiplikler görürsün," dediler. Bunun üzerine Harun er-Reşid ona: "E nes b. Ebu Şeyh hakkında bir şey söyle," dedi. Müsl i m : " Ey M ü ­ m i nlerin Emlri ! Korkum u gider, A l l a h ihtiyaç gününde s e n i n kor­ kunu gidersin. Ben bugüne kadar hiçbir halifenin yanına girmiş değilim," dedi. Sonra şöyle dedi: Zevk aldı kılıç şevkinden, Enes 'e doğru, Bakıyor ölüm göz ucuyla ve kısmetler beklemekte. Onu umutlan dıran bir şey ulaşacak değildir, Halife 'den, Görüşün, onun hakkın da kadere dan ışın caya kadar. Affetmesi ku rtarır ölümden, kudretli olduğunda, Faka t ölüm için çare yoktur, m uktedir olduğunda.

Dedi ki: Harun, Enes'i öldürme işini bitirinceye kadar onu arkasında oturttu. Ta ki başına gelen sıkıntıyı görmesin. Sonra ona: "En güzel şiirlerinden birisini bana oku," dedi. M üslim b. el[2/55] Velid, bir kas ideyi bitirdikçe Harun ona: "Bir daha," derdi. N iha­ yet ona: "İ çinde el-vahi (çamur) geçen şiirini oku. Ben küçükken o nu duymuştum," dedi. Bunun üzerine baş tarafı aşağı daki beyit olan şiirini ona okudu: Ba na doğru getirin şarabı v e içm eyin benden önce, Ve istemeyin in tika m ı m ı, ka tilim olan kadından.

Nihayet şu beyte varıncaya kadar: Şarap, bizden birisin in başı n ı aldığında, Yürümeye başlar, çam u ra sapla n m ış birin in yürüyüşüyle.

H arun bunun üzerine güld ü ve : "Yazık sana ey Müsli m ! Ça­ murda yürümesi için onu bağlamana razı değil misin?" dedi. Sonra ona bir hediye verilmesini emretti ve onu serbest bıraktı.

el-İkdü 'l-Ferfd

69

Felhez'in Katlindan Sonra Kisra ile Yuşet Arasmda Geçenler

Kisra, şarkıcı Yuşet'e -o sırada öğrencisi Felhez'i öldürmüş­ tü- : "Ben onun ayağına giderek senden kurtulup rahat bir nefes alıyordum; senin yanına gelerek de ondan rahatlıyordum. Senin hasedin ve göğsündeki ki nin, zevkimin önemli bir kısmını yok etm iştir," dedi ve fillerin ayakları altına atılmasını emretti. Bu­ nun üzerine Yuşet şöyle dedi: " Ey H ükümdar! Eğer ben senin zevkinin önemli bir kısmını yok etmişsem, diğer kısmını da sen yok etmişsen, senin nefsine olan cinayetin benim senin nefsine olan cinayetim gibi değil m i ?" dedi. Kisra : "Onu bırakın; onu bu konuşmaya sevk eden, onun için takdir edilen uzun yaşama sü­ residir," dedi. er- Reşid ve Ya'kub b. Salih

Ya'kub b. Salih b. Ali b. Abdullah b. Abbas şöyle dedi : Bir gün Müminlerin Emlri er- Reşld'in yanına girdim. er- Reşid öfkel i ve gergi ndi; yanına girdiğime pişman oldum. Ben onun öfkeli olu­ şunu yüzünden anlardım. Ona selam verdim; selamımı almadı. Ben [kendi kendime] : "Gelen bir felaket var," dedim. Sonra işaret ederek oturmamı isted i. Ardından bana döndü ve: "Allah, Abdul­ lah b. M uaviye b. Abd ullah b. Ca'fer b. Ebu Talib'e rahmet etsin. O ne güzel söylemiş," dedi ve şu beyti okudu: Ey akılsızca m izacımı sorg ulayan kişi! Bilerek isya n ettim, kuşkuyla engelleyenin kon um una. Kısa kes! Sen öyle bir kavimdensin ki kö tülüktedir asılları, O halde iftih ar et on larla istediğin kada r ya da karşılıklı övün ün. Süslen dirir şiir bazı ağızları, şiir söylediği zaman, Ve şiir küçük düşürür bazen, bir kısı m ağızla rı. Kişi rızıklandırılır ama fazla bir h ileye sahip olduğundan değil, Zira bazen de a/ıkonur rızık, dah i ve h ile sahibi kişilerden. Hayret ettim, kökenleri olm ayan bir kavme, Servet sahibi olm uşlar ama yoktur benzerl�ri, zengin de olsalar. Ban a bir zengin lik ya da yokluk gelmemiştir ki, Mu tlaka Elh amdülil/ah 'tır o n u n için söylediğim.

Ben: "Ey Müminlerin E mlri ! Acaba kim senin gibi yücelebilir ya da seviyene kim yaklaşabilir?" dedim. er-Reşid : " M uhtemelen senin babanın veya annenin soyundan birisi olabilir," dedi.

[2/56]

el- İkdü '/-Ferid

70

Mesleme'nin Hişam ve Kümeyt'in Arasına Girmesi

Kümeyt b. Zeyd, Beni Haşim'i öven ve Beni Ümeyye'ye dil uza­ tan bir şairdi. Bu yüzden H işam [b. Abdülmelik] onu arayıp ele geçirmek istedi; fakat Kümeyt, 20 yıl Hişam'dan kaçtı. H işam'ın korkusundan bir yerde karar kılmıyordu. Mesleme b. Abdülme­ lik de her gün ihtiyacı için H işam'ın yanına gider, Hişam onun ihtiyacı nı giderir ve red detmezdi. Bir gün Mesleme, bazı avcıları­ nın yanına çıktığında insanlar gelip ona selam vermeye başladı­ lar. Gelenlerin içinde Küm eyt b . Zeyd de vard ı. Kümeyt: "Allah'ın selamı, rahmet ve bereketi üzerine olsun ey Emir! Selamdan sonra ... " dedi ve şu beyti okudu: D u r memlekette, bir ziya retçinin duruşu kadar, Ve sabret, çünkü sen hakir birisi değilsin.

Nihayet şu beyitleri de söyledi: Ey Mesleme b . Ebi 'l-Velfd, İstersen eğer, diriltirsin bir ölüyü. Takıldı, ipim senin ipine, Koruya n bir komşu nun zim metiyle . . . Ş u a n vardım Beni Ümeyye ye, Ve işler olacağına varı r. Ve ş u an b e n öyle b i r şeye uğradım ki Tıpkı dün hidayet bulm uş şaşkın adam gibiyim.

Bunun üzeri ne Mesleme şöyle ded i : "Süphanallah ! Kim bu H i ntli yaşlı adam? İnsanların arkasından geldi; selamla başladı, sonra 'Selamdan sonra' dedi, sonra şiire başlad ı." Ona: "Bu Kü­ meyt b. Zeyd'dir" denildi. Mesleme onun fesahat ve belagati ne hayran kaldı. Sonra onun d u ru munu, neden bu kadar uzun za­ man ortalıkta görünmediğini sordu. Kü meyt, M üminlerin E ml­ ri H işam'ın kend isine öfkelendiğini Mesleme'ye anlattı. Bunun üzerine Mesleme, güvence ko nusu nda ona garanti verdi . Sonra onu alıp H işam'ın yanına götürdü. H işam onu tanımıyordu. Kü ­ m eyt: "Allah'ın selamı, rah m et ve bereketi üzerine olsun, ey M ü ­ m i nlerin Emlri ! Allah'a hamdolsun," dedi. H işam: "Evet, Allah'a hamdolsun beyefendi," dedi. Kümeyt şöyle dedi: "Hamdi baş­ latan ve onu var eden, hamdi ne fsine tahsis eden, meleklerine emreden, kitabına başlangıç yapan, şükrüne nihai nokta yapan,

el-İkdü 'l-Ferfd

71

cennet ehlinin kelamı haline geti ren O'dur. Kesin olarak bilen, açıkça gören birisinin hamdiyle O'na hamdederim. O'nun kendi zatı için adaletle şahitlik yaptığı gibi O'na şahitlik ederi m. O tek­ tir, o rtağı yoktur. Muhammed'in de onun Arap bir ku lu ve ü m mi bir elçisi olduğuna şahitlik ederim. İ nsanlar şaşkınl ık, kapkaran­ lık bir zul met ve büyük bir sapkınlık içindeyken onu elçi olarak gönderdi. O da, Allah ta rafından emredileni insanlara tebliğ etti; ü m metine nasihatte bulundu; onun yolu nda cihat yaptı; nihayet vefat edinceye kadar Rabbine ibadet etti. Allah'ın salat ve selamı onun üzerine olsun." " Ey M üminlerin Emlri ! Ben şaşkınlık içinde yolumu kaybettim ve sarhoşluk içinde yolumu şaşırdım. Yolun tehlikesi önümü ka­ rarttı; çağrıcılar beni çağırdı ve yolun sapkınları bana cevap verdi. Bu yüzden dalalete yaklaştım; hakka karşı şaşkın bir şekilde ve doğru söylemeyerek cehalet içinde yol aldım. Burası sığınma yeri, tövbekarı n konuşma yeri, körü körü ne sözden sonra hidayet üze­ re görülen bir makamdır. Sonra ey M üminlerin Emlri ! N ice ayağı kayanları affetmiş, nice suçluların suçlarını bağışlamışsınız!" Hişam onu Kümeyt olduğunu anlayınca: "Yazık sana, seni kim sapkın yola koydu ve ka ranl ığa davet etti?" dedi. Kü meyt şöy­ le dedi: " Babam Adem'i cennetten çıkaran beni saptırdı. Adem un uttu; Allah da onda bir ka ra rlılık görmedi. M ü minlerin E ml­ ri, değişik bulutları harekete geçfren bir rahmet rüzgarı gibid ir. B öylece bulutlar birbirine ulaşır, nihayet birleşir ve muhkem bir hal alırlar. Sonra onun yıld ırımı gürler, şimşeği parlar, yağmu r (2/58] ye re iner. Yer suya kanar, nemlenir ve yeşillenir. Bulutlardan su verilir, susamışlar suya kanar. Biz seni böyle biliriz, ey M ü m i n ­ lerin Emlri ! Allah zifiri karanlığı s e n i n l e aydınlattı ve s e n i n ko r­ ku nla kalpleri tasalanmış bir kavmi n kanlarını muhafaza etti. Onlar, senin kararlılığın ve basiretinden dolayı ağlıyorlar. Çünkü onlar senin savaşçı oğl u savaşçı bir zat olduğunu biliyorlar. Göz bebeği kırmızı olup da miğferler başı ısırınca cesaretin büyür ve soğukkanlılığını korursun. M ü m i nlerin Emlri, savaş ateşini yaka n, savaş narasını atan, cömert ve düşmanı gören bir yiğitti r. O, şiddetli emirlerle atları coşturan, akıl sahiplerinin aklına değil, zeki bir deha ile kendi isabetli aklına güvenen biridir. Allah,

72

el-İkdü 'l-Ferfd

M ü minlerin Emiri'nin ömrünü uzatsın, nimetleri n i onun için ta­ mamlasın, düşmanlarını defetsin." Hişam ondan razı oldu ve ona hediye verilmesini em retti. İbn Hübeyre'nin Halid el-Kasri'den Kurtulması

el-Utbi şöyle ded i : İbn Hübeyre, Irak valisi Halid b. Abdullah el-Kasri'ye getirildiğinde, zincire bağlı, ayakları kayıtlı ve bir aba­ nın içindeydi. Halid'in huzuruna getirildiğinde adamlar onu yere attılar. İbn Hübeyre şöyle dedi: " Ey Val i ! Sana bu n i m eti sağlayan insanlar, senden öncekilere de bu nimetleri sağlamışlardı. Allah aşkına, senden sonra gelecek olanların sana uygulayacakları bir muameleyi bana reva görm e ! " H alid onu hapse attı. İbn H übeyre çocuklarına emir verdi; onun için bir tünel kazdılar. Tünel onun yatağının altına varınca geceleyin hapisten çıktı. Dışarıda onun için atlar hazırlanmıştı. N ihayet M esleme b. Abdülmelik'in yanı­ na geldi ve ondan koruma talep etti . Mesleme ona koruma sağla­ dı. Sonra Mesleme, H işam'ın onu bağışlamasını istedi; H işam da onu bağışladı. Halid b. Abdullah el-Kasri, H işam'ın ya nına geldiği nde İbn H übeyre'yi onun yanında görünce ona: "Köle kaçmıştır,'' dedi. İbn Hübeyre de: "Cariye gibi uyuduğun zaman kaçtı," dedi. Bu­ nun üzerine Ferezdak bu hususla ilgili şöyle ded i :

[2/59]

Gördüğün de, yerin üstü n ü n kapan dığını, Kalmadı senin için, yerin altından başka çıkış yolu. Çağırdı n, Yun us Peygamberin çağırdığı zatı, Üç ka ranlıkta kara r kıldıktan son ra, erdi kurtuluşa. Kaldı n yerin altın da, bir gece boyun ca, Hiçbir kimse yürüyem ez bu şekilde gece kararı nca, Çıktın ve hiç kimseden gelm edi sana bir şefaat, A'vec36 adlı atın adımlarını sıklaştırıp hızlı yürümesinden başka.

H işam b. Abdülmelik İbn H übeyre'ye güvence verdikten sonra insanlar tebrik etmek ve görüşlerini övmek için yanına girdi­ ler. Bunun üzerine İbn Hübeyre m isal getirerek şöyle dedi: 3 6 Meşhur bir a t manasında o l a n bu keli m e meti n d e (;:�i) "A'cevc" şekl i n d e geçtiği halde, Ferezdak'ın divanınd a (c__yi) "A'vec" şeklinde geçmektedir. Doğrusunun böyle olduğuna i n a n ıyoruz (Bkz. Ali Fa ı1 r, Şerh u Dfvan i'l-Fe­ rezdak, Beyrut, 1 987, s. 1 1 0] .

el-İkdü 'l-Ferfd

73

Hayra ka vuşan birisinin, işini överler insan lar, Kim ki kötülüğe saparsa mahru m kalmaz kınayanlardan.

Sonra onlara: "Siz ne düşünürsünüz, kaçarken görülseydi m ya da yolda bana yetişilseydi ?" dedi. B u sözün bir benzeri Kutami'nin şu sözüdür: Hayra kavuşan için, hoşuna giden şeyler söylerler, insanlar, Faka t hep kınanır dururlar, h a ta yapa n aptallar.

İ b n Hübeyre'nnin Kurtulması Konusunda, Hadımın Anlattıkları

Abdullah b. Sevvar şöyle dedi: B i r gün Hacib er- Rebi' bana: "İbn H übeyre'nin Mesleme'yle olan hadisesini dinlemek ister mi si n?" dedi. "Evet, dinlemek isteri m," dedim. Dedi ki : M esle­ me'ye abdest almasında yardım eden hadım bir kölesi vardı. er- Rebi' ona haber yolladı; o da gel di. Ona: "Bize Mesleme ile İ b n H ü b eyre'nin olayı nı anlat," dedi. Hadım şöyle dedi: "Mesleme b. Abdülmelik geceleyin kalkar, abdest alır ve sabaha kadar nafile namaz kılardı. Müminlerin Emiri'nin yanına girdi. Mesleme ge­ cenin geç saatlerinde abdest alır, ben de ellerine su dökerdim. Birden birisi revakların arkasından yüksek sesle: "Allah'a ve Emire sığındım," dedi. Mesleme: " B u İbn H übeyre'nin sesidir, çık yanına," dedi. Ben de yanına çıktım, sonra dönüp ona haber ver­ dim. M esleme bana: "Onu içeri al," dedi. Adam içeri girdi. B i r de ne göreyi m; bir adam uyku lu bir halde sallanıp du ruyor. Sonra : "Allah'a ve Emire sığındım," dedi. M esleme: " B e n de Allah'a s ı ­ ğı n ı rım, s e n d e Allah'a sığın," dedi. Sonra yi ne "Allah'a v e E mire sığındı m," dedi. Mesleme de: "Ben de Allah'a sığınırım, sen de Allah'a sığı n," dedi. Ada m bunu üç kere tekrarladı. Sonra : "Ben Allah'a sığındım," dedi. Mesleme sustu. Sonra bana: "Onu al gö­ tür, abdest aldır, namaz kılsın. Sonra en sevdiği yemeklerden ona ver. Sonra onu getir -kadınların evleri arasındaki- şu sofa­ da yatağını ser. Kendisi kalkmayan a kadar sakın onu kaldırma," dedi. Ben onu alıp götürdüm. Adam abdest aldı, namaz kıldı. Ona yemek verdim. Adam bana: "Bir bardak sevik (kavrulmuş [2/60] un) şurubu getir," dedi. İ çtikten sonra, yatağını serdim ve uyudu. Ben M esleme'ye geldim ve durumu ona bildirdim. Sonra M esle-

e/-İkdü 'l-Ferid

74

me sabahleyi n Hişam'ın yanına gitti. İbn Hübeyre'nin uykudan uyanacağı zamana kadar: " Ey M ü m inlerin Emlri ! B i r ihtiyacım vardır," dedi. H işam: " İ b n H übeyre hakkında olmadığı takdirde ihtiyacın giderilmiştir," dedi. M esleme: "Razı oldum ey M ü m inle­ rin Emlri ! " dedi ve kalkıp oradan ayrı ldı. Nihayet eyvandan çık­ mak üzereyken geri döndü ve şöyl e dedi: "Ey Müminlerin Emlri ! İhtiyaçlarım konusunda istisna yapmaya beni alıştırmış değilsin. Doğrusu insanların, senin bana istisna yaptığı n konusunda ko­ nuşmalarını arzu etmiyorum." Hişam: "Tamam, sana istisna yap­ mayacağı m," dedi. Mesleme: "O ihtiyacım İbn H übeyre'yd i," dedi. Bunun üzerine Hişam onu affetti. Affı Teşvik el- Me'môn ve Abdestiyle Görevli Hizmetçi

el-Me'mun'un bir hizmetçisi vardı. Abdest konusunda ona yar­ dım ediyordu. Bir ara ellerine su dökerken birden kap elinden dü­ şüverdi. Bunun üzerine el-Me'mun ona öfkelendi. Hizmetçi : " Ey Müminlerin Emlri ! Allah . . . ve öfkelerin i yenenler, '17 buyuruyor," dedi. el-Me'mun: "Sana karşı olan öfkemi yendim," dedi. Hizmet­ çi: "Allah, . . . ve insanları affedenler, ' buyuruyor," dedi. el-Me'mun: "Seni affettim," dedi. Hizmetçi: "Allah : 'Allah iyilik yapanları se­ ver, '38 buyuruyor," dedi. el-M e'mun : "Git, sen özgürsün," dedi. '

'

İbn Havye ve Ömer b. Abdülaziz

Ömer b. Abdülaziz bir adamın cezalandırılması için emir v e r di. Bunun üzerine Reca b. Hayve: " Ey Müminlerin Emlri ! Allah senin arzu ettiğin yakalamayı nasip etti ; sen de Allah' ı n sevdiği affı gerçekl eştir," dedi. Abdullah b. Ali ve Abdullah b. Hasan

el-Asma! şöyle dedi: Abdullah b. Ali, Hicaz'daki Beni Ümey­ ye' nin öldürülmesi ko nusunda karar aldı. Bunun üzerine Abdul­ lah b. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebu Talib (ra.) şöyle dedi : Eğer maiyetindeki insanları aceleyle öldürürsen, kime karşı devleti n­ le övünürsün? Affet, Allah da seni affetsin. 3 7 AI-i İ m ran, 3 / 1 34. 3 8 AI-i İ m ran, 3 / 1 34.

e/-İkdü 'l-Ferfd

75

İbn Hureym ve el-Mehdi

Bir gün İbn Hureym, el-M ehdl'n in yanına girdi. el-M ehdi Şam halkından bazılarını kı namış ve onların üzerine bir ordu gön­ dermek istemişti. İbn Hureym şöyle dedi: E y Mümi nlerin Emiri ! Sen suçu affetmeli ve kötülüğü bağışlamalısın. Arapların sevgiy­ le sana itaat etmesi, korkudan sana itaat etmelerinden daha ha­ yırlıdır. el-Mehdi ve İbnü's-Semmak

el- M ehdi bir adam ın boyn unun vurulmasını emretmişti. B u n u n üzerine İ bnü's-Semmak ayağa kalkarak: "Ey M ü m i n le­ rin E miri ! Bu adam için boyn u n vurulması vacip değildir," dedi. el-M ehdi: "Peki, onun için ne vaciptir?" dedi. İbnü's-Semmak: "Onu affedeceksin; eğer sevapsa o sevap senindir, benim değildir. Eğer günah ise o günah bana ait olur, sana değil," dedi. el-M ehdi on u serbest bıraktı. eş-Şa'bi ve İbn Hübeyre

eş-Şa'bi, İbn Hübeyre'nin hapse attığı bazı adamlar için onun­ la konuştu ve şöyle dedi: Eğer onları haksız yere hapse atmışsan hak onları sal ıverecektir. Eğer hak etti kleri için onları hapse koy­ muşsan af onları kuşatı r. Ebu Süfyan ve Kureyş'ten İki Kabile

el-Utbi şöyle dedi: Ku reyş'ten iki kabile arasında bir kan da­ vası meydana gelmişti. Ebu Süfyan geldi; barışma ko nusunda kim görüş beyan ettiyse Ebu Süfyan hepsini reddetti. Sonra : " Ey Ku reyş topluluğu ! Siz hakkı m ı istiyorsunuz yoksa haktan daha üstü n bi r şey mi istiyorsunuz?" dedi. Onlar: "Haktan daha üstün bir şey var mı?" dediler. Ebu Süfya n : " Evet, affetmek," dedi. Bu­ nun üzerine kavim saki nl eşti ve barıştılar. Yezid b. A tike, Yezid b. el- M ü helleb'i yakaladıktan sonra H ü ­ zeym b. E b u Tamha o n a : " H i ç kimse n e senin kadar zulüm yaptı ne de senin kadar yardım etti . Bu konumunu üçüncü bir merha­ leye taşımak ister misin?" dedi. Yezid b. Atike : "N edir o?" dedi. H üzeym : "Ne de hiç ki mse senin affı n kadar affetti," dedi.

(2/6 1 )

el-İkdü 'l-Ferfd

76

[2/62]

Ebu Ca'fer [el-Mansur] ve İbn Fadale

Mübarek b. Fadale şöyle dedi: Bir gün Ebu Ca'fer'in yanında sofrada oturuyordum. B i r adamın öldürülmesini em retti. Ben hemen: "Ey Müminlerin E mlri ! Peygamber (sav.), 'Kıyamet günü olunca bir çağırıcı Allah'ın huzurunda seslenir, der ki : Ki min Al­ lah'ın yanında bir iyiliği [alacağı] varsa öne çıksın. Bir suçluyu affeden kişi dışında hiç kimse öne çıkmaz,' buyurdu," dedim. Ebu Ca'fer hemen adamın serbest bırakılmasını emretti. el-Ahnef b. Kays şöyle dedi: İ nsanlar içinde affetmesi gere­ kenler, cezalandırmaya en çok muktedir olanlardır. Peygamber (sav.) : " İ nsanın Allah'ın gazabına en yakın olduğu zaman, öfke­ lendiği zamandır," buyurdu. Arap atasözünde şöyle deniyor: Sahip oldunsa yumuşak dav­ ran. Merhamet et ki merhamet bulasın. Nasıl cezalandırı rsan, öyle de ceza görürsün. Bir gün iyilik yapana mutlaka iyilik yapı lır. H immetin (Kararlılığın) Büyüklüğü ve Karakterin Yüksekliği

Bir gün Nafi' b. Cübeyr b. M ut'im, el -Velid' in yanına girdi. Üze­ rinde kaba bir aba, ayağında da sert mestler vardı. Selam verip oturdu. el-Velid onu tanımadı. Hemen yanındaki hizmetçiye : "Sor bu yaşlı adama, kimmiş," dedi. Hizmetçi sordu; N a fi' ona: "Çekil git başımdan,'' dedi. Hizmetçi, el-Velld'in yanına geldi ve d u ru m u ona haber verdi. el -Velid: "Tekrar yanına git ve kim ol­ duğunu sor," dedi. Hizmetçi yine onun yanına gitti ve aynı soruyu sordu. Nafi' ona ayn ı şeyi söyledi. Bunun üzeri ne el-Velid güldü ve : "Kimsin sen?" dedi. Ada m : " N a fi' b. Cübeyr b. Mut'im," dedi. Ziyad b. Zebyan bir gün oğlu Ubeydullah'a: "Seni emir Ziyad'a tavsiye edeyim mi?" dedi. " B abacığım, eğer diri için sadece ölü­ nün vasiyeti gerekiyorsa o diri de ölü sayılır," dedi. Bir gün Muaviye [henüz çocuk olan] Amr b. Said'e: " B aban seni kime vasiyet etti?" dedi. Amr şöyle dedi: " Babam bana vasi­ yet etti, fakat beni kimseye vasiyet etmedi," dedi. Muaviye : " Peki, sana neyi vasiyet etti?" dedi. Amr: " Dostlarının, onun yüzü dışın­ da hiçbir şeyi ni kaybetmemelerini," dedi.

el-İkdü '/- Ferid

77

M a l i k b. Misma', Ubeydullah b. Ziyad b. Zebyan'a: " O k kubu­ rumda, senden daha fazla kendisine güveneceğim bir ok yoktu r," dedi. U beydullah: "Ben senin ok ku burundayım. Vallahi eğer ok kuburunda ayakta olsam, onu uzatı rı m . Eğer oturuyor olsam, onu yı rtarım," dedi. Malik: "Allah senin gibilerini toplumda ço­ ğaltsın," dedi. Ubeydullah: "Sen Allah'tan aşırı bir şey istedin," dedi. Yezid b. el-Mühelleb şöyle dedi : Ferezdak gibi karakteri yük- (2/63] sek birisini görmedim. Ben valiyken beni hicvetti; sıradan bir adam olduğumda da beni övdü. B i r gün Ubeydullah b. Ziyad b. Zebyan, Attab b. Verka er­ Riyahl'nin yanına geldi. Attab, Horasan valisiydi. Attab ona yir­ mi bin dirhem verdi. Ubeydullah ona: "Vallahi sen iyilik yapmış olmadın ki sana teşekkür edeyim . Kötülük de yapmadın ki seni kınayayım. Kuşkusuz sen uzak olanların en yakını, öfkeyi hak edenlerin de en sevimlisisi n," dedi. İşte bu Ubeydullah b. Ziyad b. Zebyan şöyle diyendir: Valla­ hi Abdülmelik b. Mervan için duyduğum pişmanlık kadar hiçbir şeyden pişmanlık duymadım. Bir zaman ona Mus'ab b. Zübeyr' in ka fasını götü rdüm. Abdülmelik hemen secdeye kapandı. Eğer onun da kafasını kesmiş olsaydım, iki Arap hükümdarının kafa­ sı nı bir günde kesm iş olurdum. Kes mediğime pişman oldum. İbn Ullefe'nin Himmeti

H i m met bakı mından insanların en şeriflerinden birisi Akil b. Ullefe el-Murrl'dir. Kendisi bedevi olup çölde yaşıyordu. Ha­ lifeler onunla akraba olmak istiyorlardı. Abdülmelik b. Mervan onun kızlarından birisini oğluna istemişti. Akil ona: "Oğlunun Arap olmayan annelerini benden uzak tut," dedi. Ömer b. Abdülaziz ve Akil b. Ullefe

Bir gün Ömer b. Abdülaziz, Beni M urra'da dayıları olan Beni Ümeyye'den bir adama: ''.Allah, Beni M urra'ya çekmiş olmanın be­ lasını versin," dedi. Bu söz Akil b. Ullefe'nin kulağına gitti. Hemen Ömer b. Abdülazlz'in yanına geldi. Ona selam vermeden: "Bana gelen habere göre ey Müminlerin E mlri ! Beni Murra'da dayıları

el-İkdü 'l-Ferfd

78

olan amca çocuklarından bir adama kızmış ve: 'Allah, Beni M ur­ ra'ya çekmiş olmanın belasını versin,' demişsin. Ben de: 'A llah iki tarafın analarının belasını versin,' derim," dedi ve çekildi gitti. Bunun üzerine Ömer b. Abdülaziz : "H içbir ihtiyacı olmadığı halde, sadece sövmek için çölden buraya kadar gelen, sonra dö­ nen bu yaşlı adamdan daha garip birisini gören var mı?" dedi. Beni Murra'dan bir adam : "Vallahi ey Müminlerin E mlri ! O adam sana değil, ancak kendisine sövmüştür. Vallahi iki tarafı n anası biziz,'' dedi. Akil b. Ullefe'nin Kıskançlığı

Ebu Hatim es-Sicistani, M uhammed b. el-Utbi b. Abdullah'tan şöyle dediği ni nakletti : Ben babamdan işittim; Ebu Amr el-M ur­ rl'den şunu naklediyord u : Beni Akli b. Ullefe b. Murra b. Gatafan, göçmendiler ve yağm urun suladığı yerlerdeki otlakları dolaşı­ yorlardı. Akli b. Ullefe, kızla! ından birisinin güldüğünü, sonun­ da kahkaha attığı nı iş itti. Hemen kı lıcını çekip ona doğru hamle yaptı ve şöyle diyordu: Korktum, çünkü ben korkak bir adamım, Sonunda kahkaha olan bir g ülüşten . . .

Akli da şöyle dedi: Her ne kadar bana mehir getirilm iş olsa da, Pa ralar, köleler ve onlarca dişi develer, Yine de kabirdir, bana en sevimli dünür/erim.

el-Asmai şöyle dedi: Akil b. Ullefe el-Murri kıskanç bir adam­ dı. Halifeler onunla akrabalık kurmak istiyorlardı. Ticaret için yola çıktığı nda, uyuz olan kızıyla çıkardı. [Ravi] dedi ki: B i r gün Şam'da "Deyrü's-Sa'd" denilen bir kilisede ko nakladılar. Kalkıp gittiklerinde Akli şöyle dedi: Giderdiler develer ih tiyaçlarını, çoğu zaman, Tos/aşır/ardı kafalarıyla, yem lerin üzerinde.

Sonra oğluna: " Ey Ameles ! Sen de bir beyit söyle," dedi. Ameles şöyle dedi : Su bulı luılılur kı r/arıla, sa rık/u n eğilm iş gen çleri taşıya rak, Sarhoşlardı adeta, gece yürüyüşün den.

el-İkdü '/-Ferid

79

Sonra kızı na: "Ey Uyuz! Sen de bir beyit söyle," dedi. Kızı ş öyle ded i : San ki içirm işti on lara uyku hali, Sarhad şarabını, Yürüdüler, sırtların ve uzun ayakların üzerinde.

Akil kızı na: "Kim sana şarabın vasıflarını anlattı ki?" dedi ve kılıcı alarak ona doğru hamle yapmaya başladı. Kız, kardeşi Ameles'ten yardım istedi. Ameles ikisinin arasına girdi. Akil b u kez oğlunu vurmak istedi. [ Ravi] d e d i ki : Bunun üzerine Ameles ona bir ok attı. Ok, Akil'in i ki dizine isabet etti ve yere çöktü. [2/65] Ameles ve yanındakiler yola devam edip onu orada bıraktılar. N ihayet bedevilere ait bir suya ulaştılar. Onlara : "Biz bazı develer kaybettik. Yanınıza su alarak onlara yetişin," dediler. Onlar da denileni yaparak yola çıktılar. B ir de ne görsünler; Akil yere çökmüş ve şöyle diyor: Örttüler beni çocukla rım, kanla, A hzem 'den bilirim, bunlardaki tabiatı.3" Kim yetişirse yiğit adamlara, kon uşulur elbette.

Şinşine, tabiat demektir. A hzem ise bilinen bir koçtur. B u Arapların b i r darbımeselidir. Evs ve Hazrec

İ nsanların nefis bakım ından en azizi ve kararlılık bakı m ında en şereflisi Ensardı. Onlar da Kayle'nin oğulları Evs ve Hazrec idi. Cahiliye döneminde onlar herhangi bir hükümdara asla top­ rak vergisi ödemediler. Ye men hükümdarı Tübba' onlara mektup yazarak kendisine itaat etm elerini istedi; yapmadıkları takdi rde onları tehdit etti. Evs ve Hazrec ise Tübba'a şunu yazdılar: Köle Tübbii ; n ice zamandır bizim le sa vaşmak ister, Onun kon u m u zillet içinde bir kon u m du r. 3 9 Arapça aslı Cr )-i :.,.. 4-i ;.i �) şeklindedir. Bu bir deyimdir. Genellikle "Ben sendeki zekayı ondan biliri m," anlamında kullanılmaktad ır. Ahzem adında, babasına isyan eden bir adam vard ı . Ancak Ahzem, arkasında erkek çocuk­ lar bı rakarak genç yaşta vefat etti. Bu çocuklar dedelerine isyan ed iyorlar, o n u dövüp kanlar içinde b ı rakıyorlardı. Adam bunun üzerine: "Ahzem'den ta nıdığım birer et parçası bunlar" dedi ve b u darbımesel oldu. Akil çocuk­ ları için bu ifadeyi kullanırke n : "Babanın zekasını ev aklını sende gö rüyo­ ru m ; aynı köktensiniz," demek istemiştir [Fazla bilgi için bkz. Lisô n u 'l-Arab (_:,:..:. ) maddesi] (çev.).

el-İkdü 'l-Ferfd

80

Biz öyle insanlarız ki ya tılmaz toprağım ızda, Her zaman gelen elçi, o n u gönderenin anasının bızırını ısırır.

Bunun üzerine Tübba' Ebu Keri h onlara karşı savaş ilan etti. Evs ve Hazrec gündüz onunla savaşıyorlardı, gece de ona ziyafet i kram ediyorlardı. N ihayet Tübba' onlarla savaşmaktan bıktı ve ülkelerinden çıktı. Bir gün Ferezdak, Süleyman b. Abdülmelik'in yanına girdi. Sü­ leyman ona: "Kimsin sen?" dedi ve yüzünü asarak onu tanımıyor­ muş gibi yaptı. Ferezdak ona: "Beni tanımıyor musun ey M üminle­ rin Emiri?" dedi. Süleyman: "Hayır, tanımıyorum," dedi. Ferezdak: "Ben öyle bir kavimdenim ki Arapların en vefalısı, en efendisi, en cömerdi, en akıllısı, en iyi ata bineni, en şairi o kavimdendir;' dedi. Süleyman: "Vallahi ya dediğini açıklarsın ya da sırtını acıtır ve evini yıkarım;' dedi. Ferezdak şöyle dedi: "Tamam ey Müminlerin Emi­ ri ! Arapların en vefalısına gelince o, yayını bütün Arapların yeri­ ne rehin bırakan, sözünde duran Hacib b. Zürare'dir. Arapların en efendisine gelince o, bir heyetin başında Peygamber'in (sav.) yanı[2/661 na gittiğinde Peygamber'in onun için yere ridasını serdiği ve 'Bu, Arapların efendisidir; dediği Kays b. Asım'dır. Arapların en akıllı­ sına gelince o, Attab b. Verka er-Riyahi'dir. Arapların en iyi ata bi­ nenine gelince o, Hariş b. H ilal es-Sa'di'dir. Arapların en şairine ge­ lince işte o, senin huzurunda duran benim ey Müminlerin Emiri !" Bunun üzerine Süleyman, övündüğü şeylerden dolayı üzül­ dü ve bir şey de söyleyemedi. Sonra Ferezdak'a: "Gerisin geriye dön! B izim yanımızda senin için hayı rlı bir şey yoktur," dedi. Fe­ rezdak da geri döndü ve şöyle dedi: Sa na geldik, ne sana olan bir ih tiyacım ızdan, Ne de Müdışi ' kabilesinde yiyecek azlığından . . .

Ferezdak övünme konusunda şöyle dedi: Görürsün kavmim Beni Diirim 'in peştamal yerlerini, Kenarlık/arı güzel, nalınla rı ise çok in ce . . . Çekiyorlar sarkık püsküllerini, sanki onlar, Tıpkı pasları üzer/erinden tem izlenen kılıçlar gibi. . .

Arapların övünme hakkı nda söylediği en güzel beyitleri, el-Ahvas'ın söylediği şu beyitlerdir:

el-İkdü 'l-Ferfd

81

Başım a gelen hiçbir m usibet yoktur ki Ben i şereflendirmesin ve şan ı m ı yüceltmesin. Sorsan cömertliği, bulursun beni, Güneş gibi saklanamaz h içbir yerde.

Muharrak40 Türü İki Hırka ve Amir b. Uhaymir

E b u Ubeyde şöyle dedi: Arap heyetleri Nu'man b . el-Münzir'in yanında toplandılar. Nu'man onlara iki Muharrak hırka çıkardı ve : "Arapların en şerefli iki kabilesi ayağa kalksın, bunları giysin," dedi. H emen Amir b. Uhaymir es-Sa'di ayağa kalktı, hırkalardan birisini kendine etek yaptı, diğerini de omzuna aldı. Bunun üze­ ri ne N u'man ona: "Sen neyinle Arapların en şereflisisin?" dedi. Amir şöyle dedi : "Araplarda sayı ve şeref Maad kabilesindedir. Sonra N i zar'da, sonra Teym'de, sonra Sa'd'da, sonra Ka'b'da, Son­ ra Avf'ta, sonra Behdele'dedir. Araplardan kim bunu inkar eder­ se gelsin nesep konusunda benimle övünsün." İ nsanlar sustular. Sonra Nu'man şöyle ded i : "Bu, senin kavm indeki durumun­ dur. Peki, senin nefsin ve ailenin durumu nasıldır?" dedi. Amir: "B en o n kişinin babası, on kişinin amcası ve on kişinin dayıs ıyım. Kendi nefsime gelince, bu benim şahidimdir," dedi ve ayağı nı yerin üzerine koydu. Sonra : "Kim ayağımı yerinden kaldırabilirse (2/67] ona yüz deve vereceğim," dedi. H i ç kimse ayağa kalkmadı. Bunun üzerine iki hı rkayl a gitti . Ferezdak onun hakkı nda şöyle dedi: Bir genç bulunmaz n e Sa 'd'da, Malik a ilesin de, Beh dele mahallesine yerleşm edi, den ildiği zaman. On lara hediye etm işti Nu 'm an, Muharrak hırkasını, Maad kabilesin in ve meydan a gelen n eslin şerefiyle . . .

Sa'dı Menat ve Evs'in Onlar Hakkındaki Şiiri

Cahiliye döneminde Sa'd kabilesi, Sa'd b. Zeydi Menat şeklin­ d e bilinirdi. Onlardan birisi de B eni Safvan'dır. Evs b. Mağra es­ Sa'dl onlar hakkında şöyle demiştir: Ta n ı tımda ikamet etmiyorlar yerlerin de, Safvan ailesin i sa vuşturun, den ilinceye kadar. Güneş ancak ilkim izin yan ı n da doğar, Ve a n cak sonuncumuzun yan ı n da kaybolur. 40

Muharrak, Bahreyn'de bir vilayettir. Orta Çağda hırkalarıyla ünlüdür (çev.).

el-İkdü '/-Ferfd

82

Ferezdak bu manada şöyle dedi: Görü rsün insanları, arka m ızda yürürler, biz yürüdükçe Ve dururlar, eğer işaret verirsek insan lara.

Övünme Konusunda Hüneyde'nin Sözleri

H üneyde bt. Sa'saa, Ferezdak'ın halasıydı. Şöyle derd i : "Arap kadınlardan kim benim gibi dört erkek geti ri r de yanlarında ör­ tüs ünü çıkarması onun için helal olursa bu develerim [ 1 0 - 3 0 deve] onun olsun: Babam Sa'sa'a, kardeşim Galib, dayım el-Akra b. Habis ve kocam ez-Zebrekan b. Bedr'dir," Bu yüzden kendisine "örtü sahibi" (Zatü '/-Himar) denilirdi. Şerefli bir insan olup karakteri yüksek olan insanlardan birisi de Tahir b. Hüseyin el-Horasanl'dir. Şöyle ki: Tahir, [el- M e'mun'un kardeşi] M uhammed b. Zübeyde'yi öldürüp de el-Me'mun onun kendisine hıyanet edebileceğinden korkunca onu Horasan'da kalmaya mecbur etti ve görevden alındığını da açıklamadı. D i 'bel b. Ali el-H uza.I, Tahir'in M uhammed b. Zübeyde'yi öl­ dürmesiyle övünüyordu. Çünkü D i'bel, Huzaa kabilesinin mevla­ sıydı. Deniliyor ki Huzaa kabilesindendi: Di'bel şöyle dedi : (2/68)

el-Me 'mün, bir acizin işin i mi bana isna t ediyor? Ya da görmedi mi dün, Muhammed'in kellesin i? Yükselmeye çalışıyor, mahlukatın başı üzerin de, Tıpkı dağların, tepelerin üzerine yükseldiği gibi . . . Kuşkusuz ben öyle bir ka vimden i m k i onlar, evet onlar, Öldürdüler senin kardeşin i ve seni bir makama getirdiler. Yücelttiler senin yerin i, uzun bir uyuşuklukta n son ra, Ve ku rtardılar sen i, derin çukurlarda n.

Tahir b. Hüseyin de şöyle dedi: Öfkelendim dünyaya v e gasbettim için dekilerin i, Son ra onu razı ettim ken dimden, n efsi helak eden bir şeyle. Öldürdüm Müminlerin Em fri 'n i, ancak ben ondan son ra, Halifelere zorluk çıkarmak için haya tta kaldım. Ve bir konakta ikamet ediyor oldu m, gördüğün gibi, Sa n ki burada beylik h üküm da r/arı n dan biriyim ben. Ve kaldı kuşkusuz ben im kafa m da bir öldürme, Bu da ya bir irşat için ya da bir m u h alifgörüş için olacak.

M uhammed b. Yezid b. M esleme ona şöyle cevap verd i :

el-İkdü 'l-Ferfd

83

Kın a m ışsın dünyayı, razı değilsin bu yüzden, Dünya kı nanmaz, nefsi helak eden bir şey dışında. Kimsin sen yu ılu nesin sen, ey m a n ta r gibi zelil aılam ? Eğer bizden isen yapışmam ışsın bir ya rdı m cıya. Bizler kendi ellerimizle a kı ttık kan larım ızı, Tıpkı izdiham esnasında ölü m e giden develer gibi. Bileceksin işlediğin suçu ve ellerinin işlediği cinayeti, Övünme, halifeleri öldürmekle. Sen in kafanda kalm ıştır bir öldürm e, Çıkaracağız kafandan onu, esmer bir b u runla.

Abdullah b. Tahir de şöyle ded i : Bağlan m ıştır sabra düşkün olan kişi, Ve bıkmış usanm ıştır, kınamaya devam eden. Yorg u n dur, kılıcın borçlusu; Kılıcın alacaklısı ise bekletilm iştir. İki yüzün kardeşi, hevesiyle n ereye a tarsa atsın, O kuşkulu bir durumdadır. Vazgeç, arzuladığın şeyden, Sen den boş kalmak bile m eşguliyettir. Ey beni soran kişi! Kimden sorarsı n beni? Bazen hayırla cevap verir, sorulan kişi. Öyle biriyim ki ben, biliniyor n esebi, Şerefli büyük insa nlardır, benim seleflerim. Sor onları, sana haber verir, Kah raman lıkları ve parla tılmış kılıçlar. Kan içirilm iştir, her kılıca, Ve körelm iştir, kılıcın keskin tarafı. Benim ceddimdir, Beni Haşim 'in lideri Mus 'ab, Ve iş, bu şekilde yoğrulm uştur. Hüseyin 'dir, davetlerin in başı, ondan son ra, Ve hak kabul edilmiştir. Ve karşı çıktılar, kifayetsiz ola n lar, Söyleyin bakalım, kim onun şerefiyle yarışabilir? Görüşü ortaya çıkan görüş sah ipleri, Bir şeyler ortaya koyan kavimdir. Onlar şerefte zirveye çıktılar, Gerisinde izzet ve şeref vardır. Kon uşur onları haberler, fesaha tle, Bir m eçh ul, haberleri susturduğ u zam a n . . . Sor ona, heder olanları, A tlar ve kalabalıklar etrafı n da biriktiği gün . . .

(2/69)

el-İkdü '/-Ferid

84

Saç ayırımına vardığı zam a n elleri, Asılır ona, parla tılm ış bir kılıç. Gizler göğsünü, görevden alınan kişi, Etrafında da dedikodular va rdır. Helak olup gider, topraktır o n u n düştüğü yer; A lıp götürür mülkünü onda n, bir felaket. Bir orduya kom u tanlık yaptı, Babil tarafında, Daraldı o ordudan, hem uzunluk hem de genişlik. Bağışladılar nefislerin i A llah 'a, Hiçbiri geride kalmadan, n e silahsız n e de korkak. Bolluk için de bir h üküm dar, Zamana m u h taçtır, o n u n saldırısı ve meclisi. Sökülm üştür ondan nazar boncukları, O hem korkulan hem ü m it bağlan a n birisi. Koşulur ona doğru, in tika m ı n ı almak için, Ve akıtılmıştır, onun kastettiği kan.

[2/70)

Bunun üzerine Muhammed b. Yezid b. Mesleme ona cevap verdi. M uhammed onun ashabındandı ve onların yanında tercih edilen birisiydi. Sonra ondan özür diledi. Onun: "Söyleyin baka­ l ı m, kim onun şerefiyle yarışabilir?" sözü olmasaydı kendisine cevap vermeyeceğini söyledi. Bunun üzerine Ona yüz bin dir­ hem verilmesini emretti ve yanındaki makamı daha da yüceldi. M uhammed b. Yezid b. M esleme'nin cevabı şudur: Sen i korku tmasın dedikodular, Bir saptırmadır, sana ulaşan her şey. Senden başkasının arzusuna u laşacak, Bildiğim bir arzum yoktur benim. Verdiği söze h ıya net eder m i, g ü venilir bir kişi? Hıya net etmez, sevgisi aşk derecesin de olan kişi. Sürükledin beni, her tü rlü azara, Ve yüklen ilm iştir, bana yüklediğin her şey. İstediğini h ükmet ve otura klı ol! Kuşkusuz haramım, h elal kılm aktır senin için. Var mı yerini dolduracak biri, benim için ? Yoktur dolduracak birisi, sen in yerin i. Bir viranedir evim, senin açında n, Kalbim ise sana çok yakındır. Çıktı ortaya, veda günü bizim için zarifbir kız, Tıpkı güneş gibi güzel ve etkileyici . . . Meşg uldü, peştamalını çözm ekle,

e/-İkdü '/-Ferid

85

Ve çözülm üştü, belindeki kuşak. Birleşmişti ayrılığımız o zaman, Ve sımsıkıydı, ayrılık kanatları. Son ra döndü, bizim le vedalaşmak için, Yı ka n m ıştı sürmeleri gözyaşlarıyla. Ey çölde yaşaya n kişi! Yoktur, hatalarını ortaya koymak. Te 'vil etm işsin, bir cihetle, Ve yazık ki bizim için de te 'vil etmek vardır. Senin iki rehberin, ertesi g ü n, A n ı n da kayıptır/ar. Öldürülm üştür, görevden alınanın ka tili, Ve ka tilin kan ı boşa akıtılm ıştır. Bazen h ıyanet eder mızrak, sah ibine, Ve m ızrağın ucu, par/a tılm ıştır. Ulaşır in tikama, onun talibi, Ortalık sakinleştikten son ra . . . Ey görevden alınanın kardeşi! Uzadı elin, Ve yoktu ku/acında, bir uzunluk. Ve nankörlük yapılan iyilikleriyle, Dolaştı, ebabil gibi atlar. Ve şefka ti olmayan bir çoban la, İşlendi, bütün bu fiiller. Ey a teşi yakanın kızının oğlu! Ayakkabısı ve şalvarı olmayan ada m ! Kim dir Hüseyin, kimdir Hüseyin 'in babası v e Mus 'ab kimdir? Helak etti on ları, bir felaket. En hayırlı söz, en doğru olandır kuşkusuz, Söylen tiler çoğaldığı za man . . .

Hükümdarların Yazışmaları

el-Utbi babasından naklen şöyle dedi: Yemen hükümdarı M e kke halkına on deve gönderdi ve : " Kureyş kabilesinin en şe­ refl i şahsı bunları boğazlasın," diye emretti. Develer M ekke'ye getirildi; Ebu Süfyan da tam o sırada H ind bt. Utbe ile zifafa gir­ mişti. H ind ona: "Ey ada m ! Sakın kadınlar, senden geçebilecek olan b u şerefli işi yapmaktan alıkoymasın," dedi. Bunun üzerine Ebu Süfyan ona: "Ey kadın ! Sen kocanı bırak, onu kendi haline terk et. Vallahi benden başka kimse o develeri boğazlayamaya­ caktır," dedi. Ebu Süfyan evliliğinin yedinci gününde çıkıp onları b oğazlayana kadar Hind geli nliğinin içindeydi, [zifafa girmedi] .

[2/7 1 ]

el-İkdü 'l-Ferfd

86

Kayser ile Muaviye Arasındaki Yazışma

Züheyr, Ebü'l-Cüveyriye el-Cerml'den şöyle dediğini nakletti : Kayser, Muaviye'ye şöyle bir mektup yazdı: "Bana kıblesi olma­ yan şeyden, babası ve aşireti olmayan şahıstan bir de kabri ken­ disini gezdiren kişiden haber ver. Ayrıca, herhangi bir rah imde ya ratılmayan üç şeyden, ayrıca bir şeyden, bir şeyi n yarısından ve hiçbir şey olmayan nesneden haber ver. Ayrıca her şeyin to­ humunu bu şişeye koy ve bana gönder." Bunun üzerine Muaviye mektubu ve şişeyi İbn Abbas'a gön­ derdi. İbn Abbas şöyle dedi: " Kıblesi olmayan şey Kabe'di r. Baba­ sı olamayan kişi Hz. İ sa'd ı r. Aşi reti olmayan şahıs Hz. Adem'dir. Kabri kendisini gezdiren kişi ise Hz. Yunus'tur. Herhangi bir ra­ himde yaratılmayan üç şeye gelince, Hz. İbrahim'e gönderilen koç, Semfıd'un devesi ve Hz. M usa'n ın yılanıdır. Bir şeye gel ince, akl ıyla amel eden bir adamdır. B i r şeyin yarısı, bir adamdır; aklı [2/72] olduğu halde başka akıl sahiplerin in aklıyla hareket eder. H iç­ bir şey olmayan nesne bir adamdır; ne amel edecek kendi aklı vardır ne de başkasının aklından ya rdım ister. İbn Abbas şişeyi su ile doldurup: "Bu her şeyi n tohumudur," dedi ve M uaviye'ye gön derdi. Muaviye de o n u Kayser'e gönderdi. Mektup ve şişe Kayser'e ulaşınca Kayser: "Bu düşünce ancak bir peygamberlik ailesinden çıkabilir," dedi. Hint Hükümdarından Ömer b. Abdülaziz'e Mektup

Nuaym b. Hammad şöyle dedi: H int hükümdarı, Ömer b. Ab­ dülazlz'e şöyle bir mektu p gönderd i : Bu, hükümdarların hükümdarından bir mektuptur. O hüküm­ dar, bin hükümdarın oğlu olup emri altında bin hükümdar var­ dır. Ayrıca ağılında bin fil bulunmaktadır. Onun iki nehri olup bu nehirler ud bitkisi, öd ağacı, ceviz ve kafur yetişti rir. Ayrıca on iki mil ötesinden kokusu duyu l ma ktadır. Bu mektubu, Allah'a ortak koşmayan Arapların hükümdarına göndermektedir. Sadece ge­ lince; bil ki ben sana bir hediye gönderdim. Fakat bu bir hediye değil, bir selamdır. Bana İ s l a m' ı öğretecek ve anlatacak bi r adam göndermeni arzu etti m ve's-Selam. H int hükümdarının hediyeden m aksadı mektu ptu.

e/-İkdü 'l-Ferfd

87

Şam Kilisesinin Yıkılması Konusunda Rum Hükümdarıyla el-Velid Arasındaki Mektuplaşma

er- Reyyaşi şöyle dedi: el -Velid, Şam Kilisesini yıkınca Rum hü kü mdarı ona şöyle bir mektu p yazdı : Sen, babanın kendi haline bıraktığı kiliseyi yıkmışsın. Eğer sen doğru yapmışsan demek ki baban hata etmiştir. Eğer senin yaptığın hata ise mazereti n nedir? el-Velid ona şöyle yazdı : "Davud ile Süleyman 'ı da h a tı rla. Ha n i bir ekin tarlası hakkın da h ü kü m veriyorlardı. Çün kü h a lkın koyunları o ekine girm işti. Biz de h ü kü m lerine şahit olm uştuk. Biz h üküm vermeyi Süleyman 'a kavra tm ıştık. Zaten her birine h ü ­ kü m ra n lık ve ilim vermiştik."41

Rum hükümdarı, Abdülmelik b. Mervan'a şöyle bir mektup [2/73] yazdı: Babanın binip Medine'den kaçtığı devenin etini yemişsin. Vallahi iki yüz bin kişilik bir orduyla üzerine geleceğim. Bunun üzerine Abdülmelik b. M e rvan, Haccac'a mektup gön­ dererek Abdullah b. Hasan'a haber göndermesini, ona vaatte bu­ lunmasını ve [konuyla ilgili] diyeceklerini kendisine yazmasını istedi. O da denileni yaptı. Abdullah b. Hasan şöyle dedi : "Allah'ın Levh-i Mahfüz defteri vardır. Allah günde üç yüz defa ona bakı­ yor. Baktığı her lahzada muhakkak hayat verdiği, öldürdüğü, iz­ zet sahibi kıldığı ve zel il kıld ığı kimseler vardır. Allah istediğini yapmaktadır. Umarım Allah, o lahzalardan birisiyle benim inti­ ka mımı senden alır." el- H accac bunları Abdülmelik b. Mervan'a gönderdi. Abdül­ melik b. Mervan da onu Rum hükümdarına gönderdi. Rum hü­ kümdarı bu mektubu okuyu nca: " B u sözler ancak peygamberlik evi nden çıkabilir," dedi. Hint Hükümdarının Harun er-Reşid'e Gönderdiği Hediyeler42

H int hükümdarı, Harun er- Reşid'e birkaç tane Kalaiyye kılıç, birkaç Sı1yuriyye köpek ve bazı H i nt elbiselerini gönderdi. Elçi41 42

Enbiya, 2 0/78-79. Bu başlık, çevi rmen tarafından eklenmiştir.

88

el-İkdü 'l-Ferfd

ler hediyeleri getirince er-Reşid, dizilmeleri için Türklere emir verdi. Türkler iki saf halinde dizildiler ve demir zırhları giydiler. O ka d a r ki sadece göz bebekleri görünüyordu. Ondan sonra el­ çilerin girmelerine izin verildi. er- Reşid onlara: "Ne getirdi niz?" dedi. Elçiler: "Bunlar bizim memleketi n en değerli elbiseleridir," dediler. er- Reşid hemen b ir kesiciye, o elbiselerden çok sayıda peçe ve atları için semer ö rtüsü kesmelerini emretti. Bunun üze­ rine elçiler yüzlerini astılar, utanıp sıkıldılar ve başlarını önleri­ ne eğdiler. Sonra hacib onlara : "Yanınızda bundan başka hediye yok mu?" dedi. Elçiler: " Bunlar da benzersiz Kalaiyye kılıçlar­ dır," dediler. Bunun üzerine Harun, Amr b. Ma'dikerib'in kılıcı es-Samsame'yi istedi. Elçilerin getirdiği kılıçlar Harun'un huzu­ runda, tıpkı turp kesildiği gibi bir bir es-Samsame ile parampar­ ça edildiler. Üstelik kılıcın kenarı bükülmedi. Sonra Harun kılıcı onlara gösterdi bir de ne görs ünler, kılıçta herhangi bir çentik bile olmamıştır. Bunun üzerine elçiler yüzlerini astılar. Sonra onlara: "Yanınızda bundan başka hediye var m ı ?" dedi. Elçiler: " Bunlar Suyuriyye köpekler olup karşılaştıkları her yır­ tıcıyı boğazlar," dediler. Bunun üzerine Harun onlara: "Yanımda bir yırtıcı vardır. Eğer köpek onu boğazlayabilirse durum dedi­ ğiniz gibidir," dedi ve aslanın getirilmesini emretti. Aslan onların yanına çıkarıldı. Elçiler ona bakınca aslan onları korkuttu. Elçi­ ler: " Bizim ülkemizde böyle bir yırtıcı yoktur," dediler. Bunun üzerine Harun onlara : "Bu bizim ülkemizin yırtıcısıdır," dedi. Onlar: "O halde bu köpekleri ona gönderelim," dediler. Köpekler üç taneydi. Aslanın üzerine gönderildiler. Köpekler aslanı par­ çaladılar. Harun hayretler içinde kaldı ve onlara: "Bu köpekler karşılığında, ülkemizin güzellikl erinden ne isterseniz alı n," dedi. [2/74] O n lar: " Kılıçlarımızı onunla kestiğin kılıç dışında bir şey istemi­ yoruz;' dediler. Harun onlara: "Size silah hediye etmek dinimize aykırıdır. Eğer bu husus olmasaydı bunun için cimrilik yapmaz­ dı k. Fakat bunun dışında ne isterseniz isteyin," dedi. Elçiler: "Biz sadece onu isteriz," dediler. Sonra Harun, onlara çok sayıda güzel hediye hazırlanmasını emretti.

el-İkdü 'l-Ferid

89

el-Me'mfin ve Tahir b. Hüseyin Arasındaki Mektuplaşma

Ebu Ca'fer el-Bağdadi şöyle dedi: H o rasan Valisi Tahir b. H ü­ seyin [siyasi yönden] tedbirini a l ıp el-M e'mun'dan uzaklaşınca el- M e'mun ona gönderilmek üzere bir hizmetçi eğitti. el-Me'mun hizmetçiyi en iyi şekilde eğiterek ona çeşitli ilimler öğretti. Son­ ra onu, I rak bölgesinin birçok nadide armağan ıyla birlikte Tahi r b. Hüseyin'e hediye olarak gönderdi. el-Me'mun ayrıca, Tahi r b. H üseyin'i zehirlemesi için hizmetçiyle bir mutabakata varıp b u işin karşılığında kendisine ç o k mallar vereceğini vadetti. H iz­ metçi H o rasan'a varıp hediyeleri Tahir b. Hüseyin'e ulaştırdığın­ da, Tahir b. Hüseyin hediyeleri aldı ancak hizmetçinin bir evde ağırlanmasını istedi. Tahir, hizmetçinin o evde en iyi şekilde ağırlanması için emir verdi ve onu bir ay boyunca orada bıraktı. Hizmetçi evde sıkılmaya başlayı nca Tahir b. Hüseyin'e şu beyti yazıp gönderd i : Ey efendim! Eğer beni kabul edeceksen kabul et, Kabul etmeyeceksen ben i Müminlerin Em iri 'ne geri gönder.

Bunun üzerine Tahir ona haber yolladı ve onu kendisine yakınlaştırdı. Hizmetçi, Tahir b. H üseyin'in bulunduğu mecli­ sin kapısına geldiğinde onun kapının yanı başında oturmasını emretti. Tahir b. Hüseyin beyaz bir keçenin üzerinde oturmuş, başını kazıtmış, önünde açık bir mushaf ve kınından çıkarılmış bir kılıç vardı. Tahir b. Hüseyi n : "Senin dışında Müminlerin E mi­ ri'nin gönderdiği hediyeleri kabul ettik. Biz seni kabul etmiyor ve Müminlerin Emiri'ne geri gönderiyoruz. Doğrusu, senin gör­ müş olduğun bu vaziyetim dışında ona gönderecek bir cevabım yoktur. Müminlerin Emlri'ne selam s öyle ve gördüğün şu halimi ona bildir." H izmetçi el-M e'mun'un yanına gelip de gördükleri ni ona an­ latı nca bu konuda vezirleriyle istişarede bulundu ve hizmetçinin gördüklerinin manasını onlara sordu. Vezirlerden hiçbirisi ona bi r açıklama yapmadı. Bunun üzerine el-Me'mun şöyle dedi: " Fa­ kat ben o durumun manasını anladım. Tahir b. H üseyin'in başını kazıtmış olarak beyaz bir keçenin üzerinde oturmasıyla, zelil bir kul olduğunu bize anlatmak istiyor. Açık mushafla, ona verdiği-

el-İkdü '/-Ferid

90

miz ahitleri bize hatırlatma k istiyor. Kınından çıkarılmış kı lıçla da ahitler bozulduğu takdirde aramızda hakem olarak sadece bu kılıcın kalacağını anlatmaya çalışıyor. Lütfen Tahir b. H üseyin'le ilgili kapıyı kapatın, ondan bir daha söz etmeyin ve içinde bulun­ duğu durum sebebiyle onu tedi rgin etmeyin." N iteki m el-Me'mun, Tah ir b. H üseyin vefat edinceye kadar onu tedirgin etmedi. Oğlu Abdullah b. Tahir onun yerine geçti. Abdullah, el-Me'mun açısından insanların en hafifiydi. Bir gün Tahir b. H üseyin İbnü's-Sindi'nin hapisten çıkarı­ lıp serbest bırakılması için el-Me'mun'a bir mektup yazdı. İb­ nü's-Sindl, el-Me'mun'un M ı s ı r valisiydi. el-Me'mun onu valilik­ ten azledip hapse atmıştı. M e ktup üzerine el-Me'mun onu ser­ best bıraktı ve Tahir b. Hüseyin'e şu beyitleri yazdı : Sen benim kardeşim ve dostumsun, Senin razı olduğuna ben de razı olurum. A rzu ettiğin bir işi, Ben de arzu ederim. Sana söz veriyorum bu h ususta, Söz veriyoru m, söz veriyorum. * * *

e/-İkdü 'l-Ferfd

91

YAKUT KİTABI ( İ L İ M VE EDEBİYAT) YAKUT KİTABiNiN AÇI L I M I

Ebu Ömer Ahmed b. Muhammed b. Abdirabbih şöyle dedi: H ükümdarlarla konuşmak, onların yanında kalmak, onların çe­ şitli bi lgi alanlarında uzmanlaştıkları güzel hikmetleri, onlara ka rşı iyi davranmak ve anlamlı bir şekilde yaklaşmak, onların güzel ko nuşmaları ve farkl ı görüşleri hakkındaki sözümüz geçti. Şimdi ise Allah'ın hamd ve tevfikiyle ilim ve edebiyat hakkın­ da söz söyleyeceğiz. Bunlar, din ve dü nyanın bağlı olduğu i k i ek­ sendir. İ nsan ve sair hayvanlar, melek tabiatıyla hayvan tabiatı arasındaki fark da bunlardır. İ l i m ve edebiyat aklın maddesi, bedenin aydınlatıcı lambası, kalbin nuru ve ruhun direğidir. Allah Teala, latif olan kudreti ve azim olan saltanatıyla bazı şeyleri bazısı için bir sütun haline getirmiş, bazısını da bazısından doğu rmuştur. Duyuların idrak ettiği ko nularda hayali canlı tutmak, insanı hatırlamaya ve çağ­ rıştırmaya götü rür. Hatırlama, insanı düşünüp taşınmaya sevk eder. Düşünüp taşınmaysa insanı iradenin saklı yerlerine götü­ rür. İ nsan iradesi, işin sebeplerine hükmeder. Buna göre akılda canlanan ve hayalde temsil edilen her şey bir hatırlamadır, son­ ra fi kirdir, sonra iradedir, sonra iştir. Akıl, ilim için kab iliyetlidir; bunun dışı nda bir şey yapmaz. İ lim, yüklenilen ilim ve kullanılan ilim olmak üzere iki kısımdır. Yüklenilen ilim zarar verir; ama kullanılan ilim faydalıdır. Gözün görmek için, kulağın da işitmek için yetenekli oldukları gibi ak­ lın da sadece ilim için yetenekli olduğunun delili şudur: Akıllı bir insana bir şey öğretilmediği zaman tıp kı akılsız biri gibidir. Keza küçük bir çocuğa bir terbiye verilmez ve ona bir kitap öğretilmez­ se en budala bir hayvan ve en aptal bir canlıya benzer. Eğer biri­ si çıkıp: "Biz ilmi az olan çok akıllı insan görüyoruz," derse ona şu cevabı veririz: O akıllı insan, aklını az bir ilimde kullanıyor. Bu sebeple aklı az olduğu ha.Jde, görüş bakımından en doğru görüş­ lü, zeka bakımından en uyanık, ilmin kaynakları bakımından en güzel kaynak sahibi birisi olur. B u konudaki delilimiz, daha önce

(2/76)

el-İkdü 'l-Ferfd

92

(2/77] zikrettiğimiz ilmin yüklenilmesi ve kullanılmasıyla ilgili husustur. İlmi az olduğu halde aklını kullanan bir kimse, ilmi çok olduğu halde kalbiyle ilmi muhafaza edenden daha hayırlıdır. el-M ühelleb'e: "Neyle b u seviyeye ulaştın?" denildi. el-M ühel­ leb: " İlimle," dedi. Kendisine: "Senin dışındakiler, senin bildiğin­ den çok daha fazla şey biliyorlar ama senin seviyene ulaşama­ dılar," denildi. el-Mühelleb : "Şu yüklenilen ilim, bu da kullanılan ilimdir," dedi. Hükema şöyle dedi: İlim komutandır, akıl sürücüdür, nefisse ko ruyucudur. Komutanı olup sürücüsü olmayan bir nefis h elak olur. Sürücüsü olup kom utan ı olmayan bir nefis sağa sola yal­ palar. Komutan ve sürücü bir araya gelince nefis ister istemez onlara olumlu cevap verir. İlmin Çeşitleri

Bir gün el-Me'mun'un yan ı nda olan Sehl b. Harun şöyle dedi: "İlmin öyle türleri var ki onlarla meşgul olmak M üslümanlara yakışmaz. Nitekim bazı helallerden vazgeçildiği gibi bazı ilim­ lerden de vazgeçilmiştir." Bunun üzerine el-Me'mun şöyle dedi: " İ nsanlar bazı şeylere 'ilim' diyorlar; oysa ilim değildir. Eğer sen bunu kastetmiş isen durum dediğin gibidir. Eğer sen, 'İlmin di­ bine ulaşılmaz, derinlemesine araştırılmaz, zirvesine varıl maz, kökleri ne kadar incelenmez ve tüm parçaları zapturapt altına alınmaz,' diyorsan yine doğru söyledin. Eğer durum buysa o hal­ de en önemli ve en sağlam olanlarından başla; nafileden önce farzı yeri ne getir. O takdirde bu dengeli ve düzenli bir yol ve gü­ zel bir gidiş olur." Hükemadan bazısı şöyle dedi: " Kuşkusuz zirvesine ulaşmak ve son noktasına varmak için ilim talep etmedim. Fakat asıl ama­ cım, bil memekten mazeret sahibi olamayacağım şeyleri elde et­ mekti." Bu, benim biraz önce zikrettiğimin bir başka şeklidir. Başka birileri şöyle dedi: H ükümdarların ilmi, nesep ve ha­ berdir. Savaş ehlinin ilmi, tarih ve siyer kitaplarını öğrenmektir. Tüccarın ilmi yazı ve hesaptır. Eğer bir şeye ilim deniliyo rsa ve (2/78] kişi, bundan daha faydalı başka bir ilim öğrenmeden bundan vazgeçiyorsa bu doğru olmaz.

el-i kdü '/-Ferid

93

M uhammed b. İdris [eş-Şafii] (ra.) şöyle dedi : " Bedenlerin ilmi ve di nlerin ilmi olmak üzere ilim, iki kısımdır." Abdullah b. Müslim b. Kuteybe: "Alim olmak isteyen kişi bir tek ilim dalında ihtisas yapsın. Ama edebiyatçı olmak isteyen kişi birçok ilim tah­ sil ets in," dedi. Ebfı Yusuf el- Kadl şöyle dedi: " Üç kişi var ki üç şeyden kur­ tulamazlar. Felsefe yoluyla din öğrenmek isteyen zındıkhktan kurtulamaz. Kimya yoluyla mal elde etmek isteyen fakirlikten kurtulamaz. Aynı şekilde, garip hadisleri araştıran bir kimse ya­ landan kurtulamaz. İbn Slrln (rahimehullah) şöyle dedi: İ l im, kuşatılmayacak ka­ dar çoktur. Siz her şeyin en güzelini, en iyisini alın. İbn Abbas (ra.) şöyle dedi : Din ilmi olarak bilmemenden mazeret sahibi olamayacağın şeyleri bilmek senin için yeterlidir. Edebiyat ilmi olarak da şahit ve misalleri rivayet etmek senin için yeterlidir. Şair şöyle dedi: Hiçbir yazar yoktur k i kalmasın yazısı, İki eli çü rüyüp gitse bile. Yazma o halde elin le, Kıya mette görmesi sen i sevin dirm eyecek şeyleri.

el-Asma! şöyle dedi: Güzel sözlerle belli bir seviyeye ulaştım ve ga rip şeylerle belli bir yere vardım. Alimler şöyle dedi: Çok nahiv okuyan ahmaklaşır; çok şiir söyleyen müptezel olur; çok fı kıh öğrenen ise şerefli olur. Ebfı N uvas el- Hasan b. Hani şöyle dedi: Benim yanımda nice güzel sözler vardır senin için, Sevindirecekti seni, eğer gönderseydim sana. Ra vilerin seçip aldığı seçkin sözlerden; Tıpkı boyn un etrafını süsleyen in ciler gibi . . . A raştı rırı m ô.lim leri ve yaza rı m onla rdan, Ta ki karşılaştıklarımla kon uşayı m da gülsünler.

İlim Talebine Teşvik

Peygamber (sav.) şöyle b uyurdu : " Kişi ilim talep ettiği sürece alimdir. Eğer artık bildiğini zannederse o cahilleşir." Peygamber (sav.) şöyle buyurdu: " İnsanlar alimdirler ve öğrencidirler. Geri

[2/79]

e/-İkdü 'l-Ferid

94

kalanlar ayaktakımı olanlardır." Yine Peygamber (sav.) şöyle bu­ yurdu : " Melekler, talep ettiğine saygıdan dolayı ilim sahipleri için kanatlarını indirirler. Alimlerin kalemlerinden dökülen mü­ rekkep, Allah yolunda şehit olanların kanından daha hayı rlıdır." Davud (as.) oğlu Süleyman'a (as.) şöyle ded i : İlmi boğazının etrafına dola ve onu kalbinin sayfalarına yaz. Yine Davud (as.) şöyle dedi: İlmi malın yap; edebi de süsün yap. Ali b. Ebu Talib (ra.) şöyle dedi: Her insanın kıymeti, iyi yap­ tığı şeyle ölçülür. Ebu Amr el-Ala'ya: "Öğrenmek yaşlı i nsana yakışır mı?" denildi. Ebu Amr: " Eğer yaşamak ona yakışıyorsa öğrenmek de ona yakışır" dedi. Urve b. ez-Zübeyr (rahimehullah) çocuklarına şöyle ded i : Çocuklarım! İ l m i talep edin. Eğer bir kavmin, size ihtiyaç duyul­ mayan küçükleri olsanız bile, sizden vazgeçil meyecek kadar kıy­ metli olduğunuz başka bir kavmin büyükleri olabilirsi n iz. Bir Hint hükümdarı nın kırk kadar çocukları vardı. Bir gün on­ lara şöyle dedi: Çocukları m ! Çokça kitap okuyun ve her gün bir harf arttırın. Üç tip insan vard ır ki gurbette asla yalnızlık çek­ mezler: Bilge olan fakih, cesur olan kahraman ve görüşleri çok olan tatl ı dilli adam. el-M ühelleb çocuklarına: "Sakın, bir kitapçı nın ya da bir zırh ustasının yanında olmadan çarşılarda oturmayın," dedi. Zırh us­ tasıyla harp sanatını, kitapçıyl a da ilmi kastetti. Şair şöyle dedi: N e güzel arkadaştır kitap, ya lnız kaldığın za man, Vakit geçirirsin onun la, dostla r h ıyanet ettikleri za man. Sırrını ifşa etmez, emanet ettiğ in zaman, Ve hikmetle doğrulu k istifade edilir ondan.

[2/80)

B ir diğer şair şöyle dedi: Her lezzet isteyen için b i r gezin ti vardır m u tlaka, Faka t kitaplarındadır, alim in en lezzetli gezin tisi.

B ir adam, Abdullah b. Abdü laziz b. Abdullah b. Ömer'in ya­ n ı ndan geçti. O sırada bir mezarlıkta oturmuş, elinde de bir kitap vardı. Adam ona: "Seni burada oturtan nedir?" dedi. Abdullah:

el-İkdü 'l-Ferfd

95

" Kuşkusuz kabirden daha iyi bir vaiz, bir kitaptan daha faydalı bir şey yoktur," dedi. Rü'be b. el -Accac şöyle dedi: Bir gün en-Nessabetü'l-Bekrl bana: " Ey Rü'be! Sanırım sen öyle bir kavi mdensin ki eğer susar­ sa m bana bir şey sormazlar; onlarla ko nuşursam beni anlamaz­ lar," dedi. "Böyle olmamayı umuyoru m," dedim. O bana: " Peki, il­ min afeti, talihsizl iği ve ayıbı nelerdi r?" dedi. Ben ona: "Sen bana haber ver," dedim O bana: " İ l m i n afeti unutkanlıktır; talihsizliği yalan söylemekti r; ayıbıysa onu ehil olmayanların yanında neş­ retmekti r," dedi. Abdullah b. Abbas (ra.) şöyle dedi: İ ki hırslı insan var ki doy­ mak bil mezler. İlim talep eden bir de d ünya malını talep eden. Yine Abdullah b. Abbas şöyle dedi: İlim talep ederken sıkıntı çek­ tim, sabrettim; ama aranan bir kişi olarak ilimle şeref kazandım. B i r adam Ebu Hü reyre'ye : "Ben ilim talep etmek istiyorum ancak onu kaybetmekten ko rkuyo rum," dedi. Ebu H üreyre : " İ l m i talep etmemek, i l m i zayi etmek olarak s e n i n için yeterlidir," dedi. Abdullah b. Mes'ud şöyle dedi: " Kişi alim olarak dünyaya gel­ m ez. İ l i m ancak öğrenmekle elde edilir." Şair bu sözü alarak şöy­ le dedi: Öğren, kişi doğmaz alim olara k; Kuşkusuz cahil gibi değildir, ilmin sah ibi.

B i r başkası şöyle dedi: Öğren, kişi ya ratılmaz alim olarak, Bir işi bilen, onu bilmeyen gibi değildir.

B i r d iğeri şöyle dedi: Görm edim uzayan bir dalı, kökü nden ayrı olarak, Ve görmedim ilmin başla ngıcını, öğre n m e olmadan.

B i r başkası şöyle dedi: Ölü lerin kalplerini diriltir ilim; Tıpkı yağmur dokun duğu zam a n toprakların dirilmesi gibi . . . İlim ka ldı rır körlüğü, sahibinin kalbin den, Tıpkı ayın kaldırması gibi, ka ranlık perdesin i.

[2/8 1 ]

el-İkdü '/-Ferfd

96

Bazı hükema şöyle dedi: İ l i m çeşitlerinden, nefsinin en çok hoşuna gidenine ve kalbine en hafif gelenine yönel. Çünkü ilim­ de ilerlemen, arzuna ve sana kolay gel mesine bağlıdır. İlmin Fazileti Ali b. Ebu Talib

Bize Eyyub b. Süleyman şöyle dediğini anlattı : Bize Amir b. M uaviye, Ahmed b. İ mran el-Ahnes'ten, o el -Velid b. Salih el-Ha­ şimi'den, o Abdullah b. Abdurrahman el-Kufi'den, o Ebu Mih­ nef'ten, o da Kümeyi en-Nehai'den şöyle dediğini anlattı : Ali b. Ebu Talib (Keremellahu vechehu) elimden tuttu ve beni el-Ceb­ bane (mezarlık) tarafına götürdü. Sah raya ulaşınca yokuşun ba­ şı nda nefeslendi; sonra şöyle dedi : " Ey Kümeyi ! Bu kalpler birer kap gibidir. En hayırl ıları içinde­ kilerini en iyi koruyanlardır. Sana söyleyeceklerimi aklında tut. İ nsanlar, Allah için ilim tahsil edenler, kurtuluş yolunda ilim öğ­ renenler ve ayaktakım ı insanlar olmak üzere üç kısımdır. Bunlar, bilmeden her bağıranın arkasından giden ve her rüzgara kapılıp giden bayağı insanlardır. Bunlar, ne ilmin nu ruyla aydınlanmış ne de güvenilir bir dayanağa sığınm ışlardır." " Ey Kümeyi ! İlim maldan daha hayırlıdır. Çünkü ilim seni ko rur; ama malı sen koru mak zorundasın. Ayrıca vermek malı azalttığı halde, ilim vermekle artar. Malın sahipleri, malın gitme­ siyl e kaybolup giderl er." " Ey Kümeyi ! İlim sevgisi, adeta insanı Allah'a götüren bi r dine benzer. İnsan hayattayken itaati, vefatından sonra da iyilikle anıl mayı ilim sayesinde elde eder. İlim hakimdir ama mal hüküm altındadır ve mağluptur." " Ey Kümeyi ! Malları hazinel erde birikti renler hayatta olduk­ ları halde ölmüşlerdir. Alimlerse dünya durdukça hayatta kala­ caklardır. Vücutları kaybolup gitmiştir ama eserleri ve görüntü­ leri kalplerde mevcutturlar. - E l iyle göğsüne işaret ederek- Şu­ rada var ya, şurada, öylesine büyük bir ilim vardır ki, ne olurdu bunu anlayacak birisi buluns ayd ı ! Evet, sürat-ı intikale sahip fakat güvenilir ol mayan birilerini buluyorum. Bunlar dini dün-

el-İkdü 'l-Ferfd

97

yaya alet edebilir, Allah'ın delilleriyle o n u n dostlarına karşı, A l - [2/82] lah' ı n nimetleriyle de kullarına karş ı üstünlük taslayabilirler. Ya da gerçeğin taşıyıcısına boyun eğen fakat önüne arkasına dikkat etmeyen, basireti açık olmayan, daha başlangıçta şüpheye düşüp kalben tereddüde düşen birisini bulabiliyorum. Bunlar ne hak yolda yü rüyenlerin ne de batıl yolda yü rüyenlerin tarafındadırlar. Ya da aşırı derecede dünya lezzetlerine düşkün olan, şehvet konusunda kolay yönetilebilen yahut mal-mülk toplamaya hırslı olan birisini buluyorum. Halbuki bu iki grup insan da hiçbir hu­ susta dine riayet edenlerden değillerdir. Bunlar ancak otlaklarda karın doyuran hayvanlara benzerler. İ şte ilim, ilim ehlinin ölü­ müyle ölüp gider." "Allah' ı m ! Evet, yeryüzü Allah için delil olan ve onun adına kai m olan birisinden boş kalmaz. O kişi, ilmi ve dini ayakta tutar. Ama ya bilinen ve tanınan birisi olur ya da Allah'ın apaçık hüc­ cetlerinin batıl olmaması için bir hikmete mebni olarak ko rkar görünür, gizlenir. Ama bu nereye, ne zamana kadar böyle sürüp gider? Vallahi onlar sayı ca azdırlar, Allah'ın ya nında dereceleri yüksekti r. Allah hüccetlerini, onlara benzeyen insanlara emanet edinceye, kendileri gibi insanların kalplerine bırakıncaya kadar onların vasıtasıyla korur. Allah onların kalp gözleri ni açar, bilgiyi onlara sunar, onlar da gerçek imanla kuvvetlenir ve zorlukları kolay görürler. Bilgisizlerin hoş görmedikleri şeyler onlara hoş görü n ü r. Onların ru hları yüceler yücesi olan yakı nlık durakla­ rı nda olduğu halde bedenleriyle dü nya ehlinden görünürler ve onlarla görüşüp konuşurlar." " Ey Kümeyi ! İşte bunlardır Allah'ın yarattığı yeryüzündeki halifeleridir ve halkı Allah'ın dinine çağıranlar onlardır. Ah ! Ah! N e kadar da özlerim onları görmeyi ! Ey Kümeyi ! İstersen sen dön, git artık." el-Halli b. Ahmed'e: "Mal mı daha iyi, ilim mi?" diye soruldu. el-H alli : "İlim daha iyidir," dedi. Yine kendisine: "Peki, o halde neden ulema hükümdarların kapısında izdiham oluşturuyorlar da hükümdarlar ulema kapsında izdiham oluşturmuyorlar?" denildi. el-Halli b. Ahmed: "Bu durum, ulemanın hükümdarların

el-İkdü 'l-Ferid

98

hakkını bilmelerinden ve h ü kü mdarların ulemanın hakkın ı bil­ memelerindendir," dedi. Peygamber (sav.) şöyle buyurdu: " İ lmin fazil eti ibadetin fazi­ letinden daha hayırlıdır." Peygamber (sav.) şöyle buyu rd u : " İ l i m ­ le birlikte a z amel ç o k sayılır; aynı şekilde cehaletle bi rlikte çok ibadet az sayılır." Peygamber (sav.) şöyle buyurdu : "Bu ilmi, her nesilden adil olanlar yüklenirler. Bunlar, ilmi tarif etmek isteyenlerin sözleri­ ni, geveze yalancıların intihallerini ve cahillerin te'villerini için­ den çıkarıp atarlar." el-Ahnef b. Kays şöyle dedi: Alimler neredeyse insanl ığın efendileri olacaklardı. İ limle teyit edilmeyen bir şeref, zillet ol­ [2/83] maya mahkumdur. Ebü'l- Esved ed-Düell şöyle dedi: H ü kümdar­ lar dünyaya hakimdirler. Alimlerse hükümdarların hakimleridir. Ebu Kılabe şöyle dedi: Yeryüzündeki alimler, gökyüzündeki yıldızlara benzerler. Onları terk eden yolunu kaybeder; uzun za­ man onlardan uzak kalan yol unu şaşırır. Süfyan b. Uyeyne şöyle dedi: Atim lamba gibidir. Yanına ge­ len onun ilminden istifade eder ve ondan bir şey eksilmez; tıpkı lambanın ya nına gelenin nurundan bir şey azaltmadığı gibi. Bazı hadislerde rivayet edildiğine gö re Allah, takva sahibi olan bir ali­ mi açlıkta n öldürmez. el-Hasan b. Ebü'l- H asan el- Basri'ye: "Ne sebeple sanat, ilimle ili ntili oldu da servet cehaletle ilintili oldu?" diye soruldu. O şöyle dedi: "Durum sizin dediğiniz gibi değildir. Fakat siz az olanı, az olan bir grubun içinde aradınız ve bu durum sizi aciz bıraktı. Az olan malı, az olan ilim ehli içinde aradınız. Eğer sanatla uğraşan cahille­ re dikkatle bakarsanız, onların daha çok olduklarını görürsü nüz." Allah şöyle buyu rd u : "Kulları için den ancak alim ler, A llah 'ı n büyüklüğü karşısında h eyecan duyarlar."43 "İşte Biz insa n lara bu m isalleri anlatıyoruz, a n cak b u n la rın hikmetin i, alim lerden baş­ kası kavrayamamaktadır. "44 43 Fatır, 3 5/28. 44 Ankebfıt, 29/43.

el-İkdü '/-Ferid

99

Denildi ki: İlim ehlini ilimden menetmeyi n; aksi takdirde on­ lara zulmedersi niz. İ lmi, ehli olmaya nlara da vermeyi n, yoksa onlara da zulmedersiniz. Bazı şairler şöyle ded i: Kim h ikmeti, erbabından menederse, Zalim olur, ona karşı hükü mde. Hikmeti, hikmet ehlinin dışın dakilere bırakan, Zalim olur h ükümde, hikmete karşı. Bir g ü n bir mesel işittim, dillerde dolaşa n, Ben n azmettim onu, şiirde. Kişide hayır yoktur, sabah /adığın da, Eğer ne alim ne de ilim talep ediyorsa.

Bazı ulemaya: "İlmi nasıl gördün?" denildi. Ulema: "Kederlen­ diğimde beni teselli etti; teselli bulduğumda da bana lezzet verdi;' dedi. Sabık el-Berberi şöyle ded i : İlim bir süs ve bir şereftir, sah ibi için; Cehalet ve ahm aklık ise birlikte yol alıyorlar.

B i r başkası şöyle dedi: İlim talep ettiğin za man, bil k i ilim, Bir yü ktür; neyi om uzladığını görmeye çalış. İlmin faziletli bir şey olduğ u n u bildiğin zam an, Daha faziletli bir şeyle meşg u l et kalbin i o zaman.

el-Asma) şöyle dedi: İlmin başlangıcı susmaktı r. İkinci adı­ mı dinlemektir. Üçüncü adımı akılda tutmaktır. Dördüncü adım onunla amel etmektir. Beşinci adım onu neşretmektir. Deniliyor ki alim ve öğrenci ortaktırlar. Geri kalanlar, ayaktakımı insanlardır. Şöyle bir beyit söylenmiştir: İlim, kasavetli bir kalbe fayda verm ez ebediyen; Nitekim taş yum uşamaz, o n u çiğnemek isteyen için.

M uaz b. Cebel şöyle dedi : İ l i m öğrenin; çünkü onun öğrenil­ mesi bir hasenedir. Onu talep etmek ibadettir. İ lmi, ehline ver­ mek Allah'a yakı nlığa vesiledir. İ l i m, cennet ehlinin yolunu ay­ d ı n latan bir lambadır. Yalnızlıkta cana yakın ı.losttuı: G u rb e tte arkadaştır. Tek başına olduğun zaman seninle konuşandır. Se-

[2/84]

el-İkdü 'l-Ferfd

100

vinç ve keder zamanlarında rehberdir. Dostların yanında süstür. Düşmanlara karşı silahtır. Allah, ilimle bazı kavimleri yükseltir de onları lider konumuna getirir. Onların izleri takip edilir, yap­ tıkları örnek alınır. İ l i m, kalbi cehaletten kurtaran bir hayattır. Gözleri karanlıktan ku rtaran bir lambadır. Bedenleri zafiyetten kurtaran bir güçtü r. Kişiyi iyi lerin makamları na, dünya ve ahi­ rette yüksek mertebelere ulaştırır. İ l imde tefekkür etmek, oruç tutmaya denktir. İlmi müzakere etmek, gece namazları gibidir. İlimle sılayırahim yapılır; helal ve haram onunla bilinir. İ bn Tabataba el-Alevi şöyle dedi: Hasuttur, kalbi hastadır, saklar in iltisin i, Ve kalbi kederli olur, h üzünlü olur yanımda. Kı nar beni, ilim talep ettim diye, Topladığım için, ada m la rı n yan ı n da n ilimlerini; Sahip olurum, kelam ları n ilkine ve bakire o/anlarına, Ve tu tarım aklımda, istifa de ettiğim gözde olanlarını. Den ilir ki ilim zengin yapm az kişiyi; Ve h üsn üzan besler cehalete, kötü olan kişi. Bırak beni, ey kınayan kişi, kıymetimle değer/eneyim; Herkesin kıymeti, güzel yap tığı şeyledir.

(2/85]

İlmin Araştırılması ve Kaydı

Muhammed b. Abdullah b. Ömer'e: "Onunla insanlardan uzaklaştığın bu ilim neyin nesi?" denildi. M uhammed : "Ben bir kitap aldığım zaman onu cübbe yaparım," dedi. Rakaba b. Mas­ kala'ya: "En çok kuşkulandığın şey nedir?" diye soruldu. Rakaba: " Kesin bilgiyi savunmaktır," dedi. Şu'be, Eyyı1b es-Sicistani'ye bir hadis sordu. Ada m : "Onda kuşkuluyum," dedi. Şu'be: "Senin ku şkun, benim kesin bilgimden daha sevimlidir bana," dedi. Eyyı1b şöyle dedi: Arkadaşlarımdan öylesi vardır ki duasının bereketli olduğuna umut bağlanır, fakat ben onun hadisini kabul etmem. H ükema şöyle dedi: İlmini cahil olanlara öğret ve bilen­ den ilim öğren. Bunu yaptığın takdirde, öğrendiğini aklında tu­ tar ve bilmediğini bilmiş olursun. İ brahim en-Nehal, bir meseleyi Amir eş-Şa'bl'ye sordu. Amir: "Bilmiyorum," dedi. Bunun üzerine İbrah im: "Vallahi bu adam

e/-İkdü '/-Ferfd

101

alimdir; bilmediği b i r şey kendisine soruldu adam, 'Bilmiyorum,' diyebiliyor," dedi. Malik b. Enes şöyle dedi: Alim bir insan "Bilmi­ yorum,'' sözünü terk ettiği zaman nefsini Allah'ın gazabına ma­ ruz b ı rakır. Abdullah b. Amr b. el-As şöyle dedi: Kendisine bilmediği bir şey sorulan bir kimse eğer "Bilmiyorum" derse o kimse ilmin ya­ rısını elde etmiştir. Dediler ki : İlim, m üsned bir hadis, muhkem bir ayet ve "Ben bilmiyorum," sözü olmak üzere üç kısımdır. İ l i m ehli, eğer doğru ise "Bilmiyorum," sözünü ilimden saymışlardır. el-Halil b. Ahmed şöyle ded i : "Sen başkasının yanında otur­ madıkça öğretmeninin hatasını öğrenemezsin." el-Halil b. Ah­ med, Eyyub'un meclisinde oturuncaya kadar, Haricilerin İbazıy­ ye koluna takılırdı. Dediler ki : Sıkıntıların sonu güzeldir. Dediler ki : H ayrın tamamı, nefislerin zorland ıkları şeylerdedir. İlmin İntihali

Bazı hükema şöyle dedi : İlmi intihal etmek hiç kimse için doğru bir hareket değildir. Allah şöyle buyurdu: "Size pek az bil­ gi verilm iştir."45 "Her ilim sah ibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır."4 6

M usa b. İmran'dan (as.) rivayet edildiğine göre Allah onun­ la ko nuşup da Tevrat'ı okuyup hıfz edince kendi kendine: "Allah benden daha iyi bilen bir mahluk yaratmamıştır," şeklinde dü­ şünmeye başladı. Bunun üzeri ne Allah ona Hızır'ı göndererek nefsini basitleştirdi. M u katil b. Süleyman'ın nefsine, ilimden dolayı kibir girmiş­ ti. Bir gün çevresindekilere : "Arştan yerin en dip tabakasına kadar bana neyi sorarsanız sorun," dedi. Orada bulunanlardan bir adam ayağa kalkarak: "Sana ne arşın altından ne de yerin al­ tından soracağız. Fakat yerde olup Allah'ın kendi kitabında zik­ rettiği bir şeyi sana soracağız. Bana Ashab-ı Kehf'in köpeğinden haber ver; rengi neydi?" dedi. B öylece onu susturdu.

4 5 İsra, 17 /85. 46 Yusuf, 1 2 /76.

[2/86]

el-İkdü 'l-Ferfd

102

Katade şöyle ded i : "Ben asla, ne duyduğum bir şeyi ne de hıf­ zettiğim bir şeyi unuttum," dedikten sonra: "Ey çocuk ayakka­ bıını getiı�" dedi. Çocuk: ''Ayakkabıların ayağında efendim," dedi. B öylece Allah onu mahcup etmişti. Ebu Amr b. el-Ala bu hususta şu beyti söyledi: Kim kendisinde bulu n m ayan b i r şeyle süslen irse, Onu mahcup eder, im tih a n ı n şahitleri.

Ayrıca bu manada şöyle söylenmiştir: Kendisinde bulunmayan bir şeyle süslenen kimse, Bozar elindekiler, iddia ettiklerin i. Azalttığı zaman iddialar, içindekilerin i, Onda olmayanları, ona isn a t ederler. İnsan lara görünür bir g ü n, kişinin kon u m u, Sürekli bir şekilde, ne kadar g izlese de. Başkasının iddia ettiğine göre kendisi, Alim birisidir, uydurm asıyla.

[2/87]

Şebib b. Şeybe, Devs kabilesinden bir adama şöyle dedi: Kendinden üstün olanlarla tartışma. Sadece ilimle konuş. Tecrübe etmediğin bir şeyi başkasına verme. Dilin, kalbindekine muhale­ fet etmesin. Sözün de davranışına aykı rı olmasın. Sana yöneldiği zaman işi isteme. İş sırtını çevi rip gittiği zaman da onu arama. Katade şöyle dedi : Kimsenin hıfzetmed iği ni hıfzetti m. Kimse­ nin unutmadığı nı da un uttu m. Kur'an-ı Kerim'i yedi ayda hıfzet­ tim. Bir gün sakalımı avucuma aldım. Amacım, elimin altındakini kes mekti; fakat üstündekini kesti m. B i r gün eş-Şa'bi, es-Süddi'nin yanından geçti; Kur'an tefsir ediyordu. eş-Şa'bl şöyle dedi: Şimdi bu adam sarhoş olup tok­ makla kalçasına vursaydı onun için daha güzel değil miydi? İ ntihalcilerin bazıları şöyle dediler: Cahil sayıyor ka vmim beni, oysa peştamalımın düğümün de, Darbımesel/er istiyorlar ken dileri için, muhkem ilimden. Göstermedi bana, ilm in kapalı yerlerinden biryer, Öm ür boyu, mutlaka o n u a n lardım ben.

Adi b. er- Rika' şöyle dedi:

e/-İkdü 'l- Ferfd

103

Bildim, o kadar ki, hiçbir alime soru sorm a dım; Bir ilimden . . . İlm imi arttı rmak için.

İlmin Şartları

Dediler ki : Bir kişide üç haslet olmadıkça o kişi a l i m olamaz. Kendisinden aşağı olanları tahkir etmemek, üstü nde olanları kıska n mamak ve ilmin ka rşılığında para al mamak . . . Dediler ki : İlmin başı Allah'tan korkmaktı r. eş-Şa'bl'ye : " Ey alim adam, bana bir fetva ver," denildi. eş-Şa'bl: "Gerçek alim Al­ lah'a isyan etmekten korkandır," dedi. el-Hasan şöyle dedi : Adam bazen alim olur ama abid olmaz; abid olur ama akıllı olmaz. M üslim b. Yesar hem alim, hem abid, hem de akıllıydı. Dediler ki : [2/88] Akıllılığın ilimle bi rlikteliğinden ve gücü yettiği halde affetmekten daha güzel hiçbir şeyi n bir şeyle birlikteliği yoktur. Dediler ki : Alim bir insanın heybetli olması, meclisinin ciddi ol­ ması, vakur ve suskun olması, sağa sola geç bakması, işaretlerinin az olması ve hareketlerinin sakin olması, bağırmaması ve öfkelen­ memesi, konuşurken kendini yormaması ve konuşurken sık sık sakalını ellememesi ... Bütün bunlar alim olmanın şartlarındandır. Çünkü bunların tümü, derdini ifade edememenin afetleridir. Şair şöyle dedi: Doludur hayatı yo rgunlukla, sağa sola dönmek ve öksü rükle, Sa kalını ellemek ve parmakla rın ı çı tla tm akla . . .

Halid b. Safvan bir adamı övdü ve şöyle dedi: Konuşması çok güzeldi; lafızları anlaşılır, dili Arapçayd ı. Hareketleri az, işaret­ leri güzel, ahlakı tatlı, çok zarif, sakin ve vakurdu. Uyuzla mer­ habalaşır, sırtı tedavi eder, kabal ığı azaltır, arayı kapatırdı. M ü ­ rüvvet bakımı ndan n e çok kötüydü ne de konuşmasında geveze bi riyd i. Tabi olunurdu; kendisi tabi olmazdı. Sanki başında ateş olan bir alem gibiydi. Abdullah b. el-M übarek, Malik b. Enes hakkında şöyle dedi : Cevap verirdi heybetle, sözü evirip çevirm ezdi; Çen elerini aşağı in dirirlerdi, soru sora n lar. Vakurdu, takva sultanının şerefiydi; O devlet sah ibi olmadığı halde h eybetliydi.

el-İkdü 'l-Ferid

1 04

Yine Abdullah b. el-Mübarek İ mam Malik hakkında şöyle dedi: Suskundu, suskunluk o n u n a ilesini süslediğinde, Fakat bakir kelamlar için m üh ü rlü ağızları açan dı. Topladı, Kur'an 'ın topladığı her h ikmeti, Karıştırıldı onun için ada b ı m uaşeret, et ve ka nla.

[2/89]

Abdülmelik ve Bir Adam

Bir adam Abdülmelik b. M e rvan'ın yanına girdi. Abdülmelik adama ne soruyorsa m utlaka konuyla ilgili onda bir ilim bulu­ yordu. Bu yüzden ona: "Bunu nereden elde ettin?" dedi. Adam şöyle dedi: "Ey Müminlerin E miri ! Ben ifade edebileceğim hiçbir ilimden sakınmadım, istifade edebileceğim hiçbir ilimi küçüm­ semedim. Ben bir adamla karşılaştığım zaman hem ona verir hem ondan alırdım." Dediler ki : Şayet ilim ehli ili mlerini koruyabilselerdi dünya insanlarına efendi olurlardı. Fakat ilim ehli ilimlerini konulma­ yacak yere koydular. B öylece dünya insanları onların hakkı nı ödemekte geri kaldı. İlmi Tutma ve Kullanma

Abdullah b. Mes'üd (ra.) şöyle dedi: İlim öğrenin; öğrend iği­ niz zaman da onunla amel edin. Malik b. Dinar şöyle dedi: Alim olan kişi, ilmiyle amel etmediği zaman, su granit kayadan akıp gittiği gibi, onun mevizeleri de kalpten kayıp gider. Dediler ki : Eğer ilimle amel olmasayd ı, ilim tahsil edilmezdi. Eğer ilim olmasaydı, amel de istenil mezdi. et-Tfıl şöyle dedi: Övgüyle söz etmediler, ilm iyle amel etmeyen alimden, Övgüyle söz etmediler, alim olmadığı halde amel edenden.

Ömer b. el-Hattab (ra.) şöyle dedi : Ey İnsanlar! Allah'ın kita­ bını öğrenin; onunla tanınırsınız. O nunla amel edin, onun ehlin­ den olursunuz. Dediler ki: B ir kelime kalpten çıktığı zaman kal­ be girer. Dilden çıktığı zaman kulakları aşmaz. Ziyad, Malik'in şöyle dediğini rivayet etti: Ya alim ol, ya öğren­ ci ol, ya da dinleyici. Sakın dördüncüsü olma! Çünkü dördüncüsü helak olmaktır. Sakın ilminle amel etmeden atim olma ! Takva sa­ hibi olmadan mümin de olma!

el-İkdü 'l-Ferid

1 05

Ebü'l-Hasan şöyle dedi : Veki' b. el-Cerra h her gün üç hadis ezberlerdi. eş-Şa'bi ve ez-Zühri şöyle derlerdi: "Tekrarını istedi­ ğimiz hiçbir hadis ondan işitmedik." İlmin Kaldırılması ve Bu Konudaki Sözler

Abdullah b. M es'ı1d (ra.) şöyle d ed i: İlim kaldırılmadan ilmi öğrenin. Peygamber (sav.) şöyle buyu rd u : "Allah, ilmi insanlardan çe­ kip almak suretiyle kaldırmaz. Fakat alim insanların ruhların ı kabzede rek ilmi kaldırır." Zeyd b. Sabit kabrine konulduğu zaman Abdullah b. Abbas (ra.) şöyle dedi: "Kim ilmin nasıl kaldırıldığını görmek istiyorsa işte böyle kaldırılıyor."47 Cahilin Alime Haksızhğı

Peygamber (sav.) şöyle buyurd u : " İ ş i bilmeyen birisi nin elin­ den çekeceği şeyler yüzünden işi bilenin vay haline . . ."48 Dediler ki : Bir alimi mat etmek istediğin zaman onu bir cahi­ lin yanına geti r. Dediler ki : Bir cahille, bir dikkafalıyla tartışmaya girme. Çün­ kü cahil tartışmayı, teşekkürsüz bir öğrenme vasıtası yapar. Peyga mber (sav.) şöyle buyu rd u : "Zillet içine düşen şere fl i insana merhamet edin. Fakirleşen bir zengine merhamet e di n. C a hi ller arasında kaybolan alime merhamet edin." Keysan, el-H alil b. Ah med'in yan ı na geldi; ona bir şey sora­ caktı. el-H alil cevap vermek için düşündü. Konuşmaya başlayın­ ca adam: " N e dediğini bilmiyorum," dedi. el-Halil şöyle demeye başla d ı : Eğer ne dediğimi bilseydin, affederdin beni, Ya da ben sen in ne dediğin i bilmeseydim, ayıplardım sen i. Faka t sen sözüm ü anlamadın ve kınadın beni, Ben senin cahil olduğunu anladım da affettim sen i. 47

İ b n Abbas, Zeyd b. Sabit gibi b i l ge b i r insanın vefatıyl a i l m i n de kaldı r ı l m ı ş olduğunu ifade etmek istiyor (çev.). 48 Yani, bir işin cahili karşısında yer alan i ş i n alimi olan kişiye Allah yardımcı olsun ( çev.).

[2/90]

e/-İkdü 'l-Ferfd

1 06

Şair Habib şöyle dedi : Bir ayıplayıcı vardır, azarladım o n u, ayıpladığı için, O ca hil olduğumu san dı, kendisi gibi; A ldanmam ıştır hiçbir şah ıs, a klı kadar, Kim bir gün sana kardeş olur, gün boyunca. [2/9 1 )

Alimlerin Yüceltilmesi Zeyd b. Sabit ve İbn Abbas

eş-Şa'bi şöyle ded i : Zeyd b. Sabit hayvanına bindi; Abdullah b. Abbas onun üzengisi n i tuttu. Zeyd b. Sabit: "Lütfen yapma, ey Resulullah'ın amcasın ın oğlu," dedi. Abdullah b. Abbas: "Ali mle­ ri mize karşı böyle davranmamız bize emredildi," dedi. Zeyd b. Sabit: "Göster bana elin i," dedi. Abdullah b. Abbas elini çıkarınca Zeyd onun elini öptü ve : " Peygamberim izin amcasının oğluna böyle davranmamız bize emredildi," dedi. Dediler ki : Alime hizmet etmek ibadettir. Ali b. Ebu Talib (ra.) şöyle dedi: Alim olan kişinin senin üzerin­ deki haklarından birisi, yanına vardığı n zaman özel olarak ona, genel olarak da cemaate selam vermendir. Sonra onun önünde oturursun; elinle işarette bulun maz ve göz kırpmazsın. Sonra : "Filancası senin dediğin gibi demiyor," demeyeceksin. Ayrıca el­ bisesinden tutmaz ve soru sorma konusunda ısrarcı olmazsın. Kuşkusuz alim, tıpkı meyveleri olgunlaşmış bir hurma ağacına benzer. Sürekli ondan sana bir şey düşebilir. Dediler ki : Alimin yan ı nda oturduğun zaman öğrenmek için soru sor; adamı sıkıntıya sokmak için değil. Müşkül Meseleler

el- Evzfü, Abdullah b. Sa'd'dan, o es-Sunnabeci'den, o M uaviye b. Ebu Süfyan'dan şöyle dediğini nakletti : "Peygamber (sav.), bil­ mece türü şeylerden nehyetti." el- Evzal dedi ki : Zor meseleleri kastediyor. İbn Sirin, içinde bilmece bulunan bir soru kendisine soruldu­ ğu zaman soran kişiye : " Ka rdeşin İblis'e soruncaya kadar yanın­ da tut bu soruyu," derdi.

el-İkdü 'l-Ferid

107

A m r b. Kays, Malik b . Enes'e, b i r tilki nin köpek dişlerini söken ihramlı bir kişinin durumunu sordu. İ mam Malik ona hiç cevap vermedi. B ir gün Ömer b. el-Hattab (ra.), Ali b. Ebu Talib'e (ra.) : "Anne- [2/92] si başka adamın yanında olan adam hakkında ne dersin?" diye sordu. Al i : "Ondan uzak duracak," dedi. Aslında Ömer: "Adam vefat etm iş; annesi de başka bir adamın yanındadır," şeklinde bir meseleyi kastetmişti. Al i: "Ondan uzak du racak," sözüyle: " M i ras açısından temizleninceye kadar vefat edenin annesinden uzak duracak," demek istemişti. Bir adam Ömer b. Kays'a: " Elbisesi nde, mestlerinde ve alnın­ da mescidin kumlarını bulan bir ki mse ne yapmalıdır?" şeklinde bir soru sordu. Ömer: "Onları at," dedi. Adam: "Ama dedikleri­ ne göre mescide geri götürülünceye kadar ötüyorlarmış," dedi. Ömer: "Bırak, boğazı yırtılıncaya kadar ötsün," dedi. Bunun üze­ rine adam: " Fesüphanal lah ! Kumların boğazı var mı?" Ömer: "Ya nereden ötüyor?" dedi. Bir adam Malik b. Enes'e: "Ra h m a n olan Allah arşa istiva et­ m iştir, "49 ayeti ni sorarak: "Bu istiva nasıl olmuştur?" dedi. İ mam Malik: " İ stiva anlaşılır (makul) bir şeydir; keyfiyet ise meçhul­ dür. Sanırım sen kötü bir adamsın," dedi. Malik b. Enes Peygambcr'in (sav.) şöyle buyurduğunu rivayet etm iştir: "Sizden birisi uykusundan uyand ığında elini yıkama­ dan tabağın içine koymas ın. Zira sizden birisi elinin nerede ge­ celediğini bilemez." Bunun üzerine bir adam ona: "Peki, el - M i h ­ ras'ı50 ne yapacağız ey E b u Abdullah?" dedi. İmam Malik: " İ l i m Allah'tandır; tebliğ etmek Resulü'ne aittir; bize düşen i s e teslim olmaktır. Peygamber'in hadisini olduğu gibi kabul edin." İ bn Abbas'a: "Semanın yıldızları sayısınca hanımını boşaya n bir adam hakkında ne dersin?" denildi. İbn Abbas: "Karısını bo­ şaması için ikizler burcu onun için yeterliydi," dedi.

49 Ta ha, 2 0 ; 5 . 5 0 e l - M i h ras, insanların Mekke'de, i ç i n d e abdest aldıkları b i r havuzd u r.

1 08

el-İkdü 'l-Ferid

Ali b. Ebu Talib'e (ra.) : " Rabbimiz gökleri ve yeri yaratmadan önce neredeydi," diye soruldu. Ali (ra.) : "Mekanı da nereden çı­ karıyorsun. Allah varken mekan yoktu," dedi. [2/93)

Yanhş Yazım

el-Asmal, tashif (yanlış yazma) yapan bir adamdan söz eder­ ken şöyle dedi: "Dinliyor ama, işitmediklerini kavrıyo r, kavrama­ dığını yazıyor ve kitapta olmayanları okuyordu." Bir başkası tashi f yapan bir adamdan söz ederken şöyle ded i : Kitabı iki kez yazdığı zaman Süryanice oluyordu. Allah Dışında Bir Ş e y İ ç i n İlim Talebi

Peygamber (sav.) şöyle buyurdu: "İlim insanlara verilip de amelden menedildiklerinde, dilleriyle sevip kalben birbirine buğzedip sılayırahmi kestiklerinde Allah onlara lanet etsin, on­ ları sağırlaştı rsın ve gözlerini kör etsin." Yine Peygamber (sav.) şöyl e buyurdu: "Hey! İnsanların en kö­ tüsünü size haber vereyim mi?" dedi. Oradakiler: " Evet, ya Re­ sulellah ! " dediler. Peyga mber (sav.) : " Bozulan alimler," buyurdu. el- Fudayl b. İyaz şöyle dedi: Alimler insanların ilkbaharı gi­ biydi. Hasta olan birisi onları gördüğü zaman iyileşmek istemez­ di. Fakir olan birisi onlara baktığı zaman zengin olmak istemezdi. Ancak bugün alimler insanlar için fitne olmuşlardır. İsa b. Meryem (as.) şöyle buyurd u : Ahir zamanda bazı alimler dünyayı terk eder görün ürler fakat terk etmezler. Ahirete düş­ kün görünürler fakat düşkü n olmazlar. Hükü mdarların yanına gitmekten nehyederler fakat kendileri gitmekten vazgeçmezler. Zenginlere yakın, fakirlerden uzak dururlar. Büyüklerin yanında yayılırlar fakat fakirlerin yanında büzülürler. Böyleleri şeytanın kardeşleri ve Rahman'ın düşmanlarıdırlar. Muhammed b. Vasi' şöyle dedi: Ahireti istediğinin en kötü şeyle dünyayı talep etmen, ahireti istediğin en güzel şeyiyle dün­ yayı talep etmenden daha h ayırlıdır. el-Hasan şöyle dedi: İ l i m iki kısımdır. Birisi kalptedir; bu fay­ dalı olan ilimdir. Birisi de dildedir; bu Allah'ın, kulları aleyhinde­ ki hüccetidir.

el-İkdü 'l-Ferfd

1 09

Peygamber (sav.) şöyle buyurd u : "Şeytanlar faki hlerin ve [2/94] Kur'an hafızlarının yanına gittikleri zaman onlara, 'Bizden uzak durun, putlara tapanlara gidin," derler. B u kez Allah'a şikayette bulunurlar. Allah şöyle buyurur: " H i ç şüphesiz bilen, bilmeyen gibi değildir." Malik b. Dinar şöyle ded i : Kendi nefsi için ilim talep edenlere az bir ilim kafidir. Ama insanlar için ilim talep edenlere gelince, elbette ki insanları n ihtiyaçları çoktur. İbn Şübrüme şöyle ded i : İl im gitti ; sadece beddualarda kalan bazı kal ıntılar kaldı. Peygamber (sav.) şöyle buyurd u : " Dört şey için ilim talep eden kimse ateşe girer. Al iml ere karşı ilimle övünmek isteyenler, ilimle sefıhlere karşı mücadele etmek isteyenler, ilimle insanla­ rın nazarlarını kendine çekmek isteyenler veya ilimle hüküm­ dardan bir şeyler kapmak isteyenler." Bir gün Malik b. Dinar bir ko nuşma yaptı ve arkadaşlarını ağ­ lattı. Sonra mushafını aradı; bulamadı. Baktı ki bütün arkadaş­ ları ağlıyo r. Malik onlara : "Yazık size, hepiniz ağl ıyorsunuz. Peki, mushafı kim aldı?" dedi. Ahmed b. Ebü'l-Havva ri şöyle dedi: Bir gün Ebu Süleyman hac yolunda bana şöyle dedi: " Ey Ahmed ! Allah, Musa b. İ m ran'a, ' Beni İ s rail'in zalimlerine söyle; beni zikretmesinler. Çünkü ben onlardan birisini, susuncaya kadar ancak lanetle zikrederim' dedi. Yazık sana ey Ahmed ! Bana gelen habere göre, haram bir malla hacca giden bir adam telbiye getirdiği zaman Allah, 'Elin­ deki haram malı ödemeyi nceye kadar sana /ebbeyk ve sa 'deyk olması n,' der. Bize böyle denilmeyeceğinin garantisi var mıdır?" Ulema ve Edipler

Ebu Abdullah Muhammed b. Abdüsselam el-Haşeni'nin yaz­ d ığına göre Abdullah b. Abbas'a Hz. Ebu Bekir (ra.) soruldu. Abdullah : "Vallahi, içinde bulunduğu gerginliğe rağmen her hali hayırdı onun," dedi. Çevresi ndekiler: "Bize Ömer'den haber ver," dediler. Abdullah: "Vallahi Ömer, kendisine tuzak kurulan ve içine düşmekten korkan tedirgin b ir kuş gibiydi," dedi. Onlar:

el-ikdü '/-Ferid

1 10

" B ize Os man'dan haber ver," dediler. Abdullah: "Vallahi Osman, [2/95] çok oruç tutar ve geceleyin çok ibadet ederdi," dedi. Onlar: " Bize Ali b. Ebu Tal ib' den haber ve r," dediler. Abdullah: "Vallahi o hem ilmi hem de güzel ahlakı barındıranlardandı. Bir adam düşü nün, mazisi onu şereflendirmiş, Peygamber'e (sav.) olan yakınl ığı onu öne çıkarmıştır. Bu yüzden o neyi n üzerine gitseydi onu mutlaka elde ederdi," dedi. Onlar: " U fkunun dar olduğu söyleniyor," dedi­ ler. Abdullah b. Abbas: "Onu siz söylüyorsunuz," dedi. el- Hasan el-Basri ve Ali b. Ebu Talib

Anlattıklarına göre bir adam el-Hasan'ın yanına geldi ve: "Ey Ebu Said ! Bazıları senin Ali'e buğzettiğini söylüyorlar," dedi. el-Ha­ san, sakalı ıslanıncaya kadar ağladı. Sonra şöyle dedi: "Ali b. Ebu Talib Allah'ın, düşmanları üzerine attığı ve onlara isabet eden ok­ larından birisiydi. Ta baştan beri yararlılıkları olan, fazilet sahibi ve Peygamber'in (sav.) akrabası olan Ali, bu ümmetin rabbanisiy­ di. Ali, ne Allah'ın itaati nden gafil, ne Allah'ın hakkı konusunda bıkkın, ne de Beytülmalin hırsızıydı. Bütün kararlılığıyla kendini Kur'an'a vermiş; ondan güzel ve zarif bir bahçe ve apaçık işaretler elde etmiştir. İşte Ali b. Ebu Talib böyle birisidir, ahmak ada m ! " H a l i d b . Safvan'a el-Hasan el-Basri soruldu. H a l i d şöyle ded i : el-Hasan, insanlar içinde a ç ı k h a l i gizli haline v e gizli h a l i de açık haline en çok benzeyen birisiyd i. Yine o, insanlara em rettiğini en fazla kendi nefsi için prensip edinen birisiydi. Onun kadar, in­ san ların eli ndeki dünyadan müstağni old uğu ve insanların onun elindeki dinlerine mu htaç oldukları bir kimse görmedim. Urve b. ez-Zübeyr, Abdülmelik b. Mervan'a ait bir bostana girdi. Urve : "Bu ne güzel bostan böyle!" dedi. Bunun üzerine Abdülme­ lik ona: "Vallahi sen ondan daha güzelsin. Çünkü bostan yılda bir ke re meyvesini veriyo r; oysa sen her gün meyve veriyorsun," dedi. M uhammed b. Şihab ez-Züh rl şöyle dedi : Medine halkından bazı adamlarla birlikte Abdülmelik b. Mervan'ın yanına girdim. O nların en genci ben olduğumu gördü. Bana: "Kimsin sen?" dedi. Kendimi tanıttım. Bana: "Senin baban ve amcan İbnü'z-Zü­ beyr'in fitnesinde ötüp duruyorlard ı," dedi. Bunun üzerine ona: " Ey Müminlerin Emiri ! Senin gibilerin misali şudur: Affettiği za-

e/-İkdü '/-Ferfd

111

man bir daha husumete geri dönmez; 5 ı yüz çevirdiği zaman da bir daha kınamaz," dedim. Abdülmelik b. Mervan: "Sen nerede yetişti n?" dedi. Ben: "Medine' de," dedim. Abd ülmelik: "Kimin ya­ nında okudun?" dedi. Ben: " İ b n Yesar, İbn Ebu Züeyb ve Said b. [2/96) el-Müseyyeb'in yanında," dedim. Abdülmelik: "Fakat sen nerede, Urve b. ez-Zübeyr nerede ! O öyle bir denizdir ki kovalar onu bu­ landırmaz," dedi. el-H asan el-Basrl'nin yanında sahabeden söz edildi. el-Hasan : "Allah o nlara rahmet etsin. Onlar ortaya çıktılar, biz kaybolduk. Onlar b ildiler, biz cehalette kaldık. Onların birleştikleri mesele­ lere tabi olduk, ihtilaf ettikleri meselelerde durduk," dedi. Ca'fer b. Süleyman şöyle dedi: Abdurrahman b. el-Mehdl'nin şöyle dediğini işittim: "Şu'be kadar zühd sahibi, Süfyan kadar iba­ det eden ve İbnü'l-Mübarek kadar hafız olan bir kimse görmedim." Yi ne şöyle demiştir: Üç adam kadar [değerl i] hiç kimse gör­ medim. Mekke'de Ata b. Ebu Rebah, Irak'ta Muhammed b. Slrln ve Şam'da Reca b. Hayve . . ." Mekke halkına : "Sizdeki Ata b. Ebu Rebah'ı nasıl bilirsin iz?" denildi. Onlar: "O, ancak kaybolduğu zaman değeri bilinen sıh­ hat gibiydi," dediler. Ata b. Ebu Rebah siyah, tek gözl ü, basık burunlu, felçli, sakat bir adamdı. Sonra iki gözünden kör oldu. Onun annesi de "Ber­ ke" adında siyahi bir kadındı. el-Ahnef b. Kays de tek gözlü ve sakat bir adamdı; fakat ko­ nuşmaya başladığı zaman kendisini aşardı. eş-Şa'bl şöyle dedi : "Eğer rahim içinde itiş kakış yaşamamış olsayd ım, hiç kimse benimle baş edemezdi." eş-Şa'bl'nin ikizi va rd ı. Tavus'a: "Bu, Katade'dir; senin yanına gelmek istiyor;' denildi. Tavus : "Geldiğinde kalkacak m ıyım?" dedi. Ona: "O fakih birisidir;' 51

Çevirisini yaptığımız nüshada bu ibare n i n Arapçası (l;.., � Wo b) �) şek­ lindedir. Bu yüzden bu şekilde tercüme ettik. Fakat başka nüshalarda (� l;.., Wo bl) şeklindedir. Bunu: "'Senin gibilerin misali şudur: Affettiği zaman kabul eder," şekl inde çevirmek mümkündür (çev.).

e/-İkdü 'l-Ferfd

112

denildi. Tavus şöyle dedi: " İ blis ondan daha fakihtir. Çünkü İblis: 'Rabbim! Benim sapmama imkan verdiğin için yemin olsun ki ben de yeryüz ünde olanlara [günahları] şirin göstereceğim,'"2 demişti."

eş-Şa'bi şöyle dedi: " Kadılar dört kişidir. Ömer, Ali, Ebu M usa ve Abdullah [b. Mes'ud] ." el-Hasan şöyle dedi: Üç kişi var ki Peygamber'in (sav.) arka­ daşı olmuşlar. Baba, oğul ve dede . . . Abdurrahman b. Ebu Bekir b. Ebu Kuhafe, Ma'n b. Yezid b. el-Ahnes es-Sülemi . . . [2/97]

Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. M es'ud hem fakih h e m şair birisiydi. O, Medine'nin yedi fakihinden birisiydi. ez-Zührl şöyle dedi : Ben Ubeydullah b. Abdullah'la karşılaştı­ ğım zaman sanki bir denizle karşılaşıyordum. Ömer b. Abdülaziz şöyle dedi: Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. M es'ud'un hiçbir sohbetini kaçırmamayı çok isterdim. Bi r gün Said b. el-Müseyyeb, Ubeydullah b. Abdullah'la karşı­ laştı ve ona: "Sen hem fakih hem şairsin, öyle mi?" dedi. O: " Kuş­ kusuz kalbi hasta olanın nefes alması gerekir," dedi. Ubeydullah b. Abdullah'ın hoşuna gitmeyen bir şey, Ömer b. Abdülaziz'den ona ulaşmıştı. Ubeydullah şöyle dedi: Ey Ebı1 Hafs! Bir söz ulaştı, senden bana, Kırıldım ona ve sıkıntı çektim cevap vermekte. Ey Ebı1 Hafs! Bilm iyorum, beni zorlamak mı istiyorsun yaptığın la, Yoksa kınamak m ı ? Eğer kın ıyorsan, kınarız biz d e değilse, Ne işim olur, kaybolan bir çobanla ? Ve ayrıldım, musibet yön ünden senden daha büyük o/an lardan, Ve örttüm dostları, toprakta. Ve onlar değer verdiler bana ve ita a t ettiler birlikte, Ben de giydim elbisem i, on larda n sonra.

Halid b. Yezid b. Muaviye Ebu Haşim, çok kitap okuyan bir alimdi. Bazen de şiir söylerdi. Şiirlerinden birisi şudur: Sen h iç faydalandın mı ilm inden ? Ki fayda verir ilim. Ve din ledin mi? 52

Hicr, 1 5/39.

el-İkdü 'l-Ferfd

113

Sa na doğruyu gösteren birisin i ? Bir h avuzdu r ölüm, gezin ti yoktur içinde, Herkes dalıcıdır, o ha vuzun içine. Ve sen takva ek, birazcık. Çünkü sen ektiğini biçersin ancak.

Ömer b . Abdülaziz: "Ümeyyeoğulları, Halid b . Yezid gibi biri­ sini d ünyaya getirmedi," dedi. Ömer b. Abdülaziz bunu söylerken ne Osman'ı istisna etti ne de başkasını. el-Hasan, bağırıp çağıran kadınların bulunduğu bir cenaze- [2/98] deydi. Yanında Said b. Cübeyr de vardı. Said oradan ayrılmak istedi. Bunun üzerine el-Hasan ona: " Bak kardeşim, eğer her çir­ kinlik gördüğünde onun için bir güzellik (e/-hasan) 53 bırakacaksan, bu çabucak senin dinine de sirayet edecek," dedi. I sa b. İsmail'den, o da İbn Aişe'den, o da İbnü'l-M übarek'ten şöyle dediğini nakletti : "Süfyan es-Sevri hadis kısaltmayı bana öğretti." el-Asma) şöyle dedi: Bize, Şu'be şöyle dediğini anlattı : " M edi­ ne'ye girdim; baktı m ki Malik'in bir ders halkası var. Nafi' de bir yıl önce vefat etmişti. Bu, 1 1 8 yılındaydı." Ebü'l- Hasan b. Muhammed şöyle dedi: Allah Teala, Yahya b. M aln'den daha iyi hadis bilen bir kimse yaratmamıştır. Bazen kendisi ne, birbirine karıştı rılmış, altüst edilmiş hadisler geti ri­ lirdi. Yahya b. Main : "Bu hadis buraya aittir; bu da şuraya aittir," derdi. Aynen dediği gibi çıkardı. Şerik şöyle dedi: Ben bazen bir kelime duyarım ve rengim de­ ğişir. İbnü'l-Mübarek şöyle dedi: Kim bana anlatılmışsa on kişinin anlatılanın gerisinde olduğun u gördüm. Hayve b. Şüreyh ve Ebu Avn bundan müstesnadır. H ayve b. Şüreyh insanlara ders vermek için otururdu. Annesi ona: " Kalk ey Hayve! Tavuklara arpa ver," derdi, Hayve hemen kalkardı. 53

el-Hasan, bu sözüyle h e m kendisini kastetm iş, h e m de isminin "güzel" a n ­ lamında olduğunu söylemek istemiş (çev.).

114

el-İkdü 'l-Ferfd

Ebü'l-Hasan şöyle dedi : Süleyman et-Teymi, Süfyan es-Sev­ ri'den üç bin hadis işitmiştir. Yahya b. el-Yeman, oğlu Davud ile birlikte her görüşle ilgile­ nirdi. Bir gün ona şöyle dedi: " İ l k olarak Peygamber (sav.) vardı. Ondan sonra Abdullah [b. Mes'ud] vardı. Sonra Alkame, sonra İbrahim, sonra el-Mansur, sonra Süfyan, daha sonra Veki' vardı. Kalk ey Davud [artık sıra sende] ! " Demek istedi ki artık Davud imamet için ehil olmuştur. Davud 204 yılında vefat etti. el- Hasan şöyle dedi: Bana babam anlatıp dedi ki : H accac, Araplar dışında hiç kimsenin Kufe'de imamlık yapmamasını em­ retti. Yahya b. Vessab da kendi kavmi olan Beni Esed'e imamlık yapardı. Yahya onların mevlas ıydı. [el-Haccac'ın bu emri üzerine (2/99) ] kavmi ona: "İ mametten ayrıl," dediler. Yahya : "el-Haccac benim gibiler için yasak koymadı; çünkü ben Araplardan sayılırım," dedi. Ancak onlar kabul etmediler. Bunun üzerine Yahya, el-Hac­ cac'ın yanına geldi ve orada Ku r'an okudu. el-Haccac: "Kim bu?" dedi. Oradakiler: "Yahya b. Vessab'dır," dediler. el-Haccac: " N esi var?" dedi. Oradakiler: "Sen Araplar dışında kimsenin imam­ lık yapmamasını emrettin; bunun üzerine kavmi onu görevden uzaklaştırdı," dediler. el-Haccac: "Ben bunun gibisi için yasak koymadım. Namaz kıldırsı n," dedi. [ Ravi] dedi ki : Yahya sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazını onlara kıldırdı. Sonra: "Kendinize başka bir im a m bu l u n . Amacım beni küçük düşür­ memenizdi. Eğer iş bana kalırsa ben size imamlık yapar mıyım? H ayır, vallahi asla," dedi. el- Hasan şöyle dedi: Yahya b. el-Yeman kavmine namaz kıl­ dırırdı. Ancak onlardan bir grup ona karşı taassup göstermeye başladılar ve : "Sen bize namaz kıldırma; senden razı değiliz. Eğer öne geçersen senden uzaklaşırız," dediler. Bunun üzerine Yahya dört parmak kadar kınından çıkarılmış kılıçla geldi ve kı­ lıcı mihraba koydu. Sonra: "Bana yaklaşan olursa kılıcı üzerine koyarım," dedi. Bunun üzerine onlar: "Seninle bizim aramızda Şerik hakem olsun," dediler ve onu alıp Şerik'in yanına götür­ düler ve Şerik'e: " B u adam bize namaz k ı l d ı rıyo rd u ama biz onu istemedik," dediler. Bunun üzerine Şerik onlara: "Kim bu adam?"

el-İkdü '/-Ferfd

115

dedi. O nlar: " O Yahya b . el-Yeman'dır," dediler. Şerik: "Ey Allah'ın düşmanları ! Kfife'de Yahya'ya [ilim bakımından] denk birisi var mı? Ondan başkası size namaz kıldırmayacaktı r,'' dedi. Yahya b. el-Yeman vefat döşeğindeyken oğlu Davud'a: "Oğlum, az daha bu adamlar yüzü nden dinim gidiyordu. Eğer benden sonra sana mecbur kalırlarsa sakın onlara namaz kıldı rma,'' dedi. Yahya b. el-Yeman şöyle dedi: Davud'un annesiyle evlendim. Düğün gecesi yanımda bir kavundan başka bir şey yoktu. Yarı­ sını ben yedim, diğer yarısını da o yedi. Sonra Davud'u dünyaya getirdi. Bu kez yanımızda onu saracak bir şey yoktu. Bunun üze­ ri ne [inciden] iki boncukla bir elbise aldık da onu içine sardık. el-Hasan b. Muhammed şöyle dedi: Ali'nin de İbn Mes'ud'un da ikişer örükleri vardı. Bir gün Abdülmelik b. Mervan, Ravh'ı anlattı; onun hakkında şöyle dedi: Ebu Zur'a'ya verilenler hiç kimseye verilmemiştir. H i ­ c a z ehlinin fıkhı, Irak halkının dehası v e Şam ehlinin itaati o n a verilm iştir. Rivayet edildiğine göre Malik b. Enes; Ali, Osman, Talha ve ez-Zübeyr' den söz eder ve şöyle derd i : "Vallahi onlar ancak eti bol tirit için savaştılar.'' Muhammed b. Yezid bu görüşü el-Kamil'de zikretmiştir. [Ravi] dedi ki : Ebu Said, el-Hasan el-Basri'ye gelince o hükumeti beğenmez, onlar gibi düşünmezdi. Kendisi sohbet [2/ 1 00] için oturduğu zaman, Osman'dan söz eder; ona üç kez rahmet okur, üç kez de onu öldürenlere lanet ederdi. Sonra Ali'den söz eder ve : "Ali, Hakem Olayı na kadar da hep muzaffer oldu ve Allah tarafından nimetlerle desteklendi" derdi. Daha sonra: "Sen haklı olduğun halde neden tahkime gidiyorsun? N eden yoluna devam etm edin, babasız kalasıca?" derdi. el-Hasan'ın: "Babasız kalasıca" sözü sert olmakla birlikte, Araplar çoğu zaman bu sözü övgü makamında kullanırlar. Me­ sela: "Emrinin altındakilere dikkat etsene, babasız kalasıca," der. Bir bedevi şöyle dedi : Ey Kulların Rabbi! Ne bize ne de san a, Bize su verirdin daha önce, san a zahir olm uştu r; Bize yağdırsa na, babasız ka/asıca!

el-İkdü 'l-Ferfd

1 16

İ b n Ebü'l-Havari şöyle dedi: Ben Süfyan'a şöyle dedim : " Bana gelen habere göre Allah'ı n 'Al/ah 'a temiz bir kalple gelenler dı­ şmda . . '5 4 sözünden maksat, kalbinde Allah'tan başka bir kimse bulunmadığı halde Allah'a kavuşandır." [Ravi] dedi ki : Süfyan ağ­ ladı ve şöyle dedi: "Otuz yıldan beri bundan daha güzel bir söz duymadım." .

İ b nü'l-Mübarek şöyle dedi: B ir gün M uhammed b. en-Nadr el-Harisi ile birlikte bir gemideydim. Kendi kendime: "Acaba onu nasıl konuşturabilirim," diye düşünüyordum. Sonra ona: "Sen se­ ferde oruç için ne diyorsun?" dedim. O : "Yeğenim, sefer ancak bir hızlı varıştır," dedi. Vallahi adam, İ brahim ve eş-Şa'bi'nin fetvala­ rı dışında bana fetvalar verdi. el-Fudayl b. İyaz şöyle dedi: B ir gün M uhammed b. Vasi' ve Malik b. Dinar bir mecliste bir araya geldiler. Malik b. Dinar: "Ha­ yat iki şeyden birisidir: ya Allah'a itaattir ya da ateştir," dedi. Bu­ nun üzeri ne Muhammed b. Vasi' yanındakilere: "Bizse hayat ya Allah'ın affıdır ya ateştir, derdik," dedi. Malik b. Dinar: " Doğrusu bir insanı doyuracak kadar azığı nın olması beni hayrete düşü­ rür," dedi. Bunun üzerine M uhammed b. Vasi': "Doğru, mesele ancak şöyle demene benzer: B ir adamın azıksız sabahlaması, yemeksiz akşamlaması ve bu haliyle Allah'tan razı olması beni [2/1 0 1 ] hayrete düşürmez." Bunun üzerine Malik: "Senin gibilerin bana vaaz vermesine ihtiyacım yoktur," dedi. Süfyan'ın yanına çok tefekkür eden ve uzun zaman başını önüne eğen bir genç gelip otururdu. Bir gün Süfyan onu hareke­ te getirmek istedi ve: "Ey delikanlı ! Bizi kabul edenler güzel atlar üzerinde geçip gittiler. Biz ise geriden giden merkepler üzerinde kaldık," dedi. Genç: "Ey Ebu Abdullah ! Eğer biz doğru yoldaysak, onlara yetişmemizi hızlandıracak nedir?" dedi. el-Asma! Şu'be'den rivayetle şöyle dedi: Size tanıdık veya ta­ nımadık kimden söz edersem, m utlaka Eyyub, Yunus, İbn Avn ve Süleyman onlardan daha hayırlıdır. el-Asma! şöyle dedi : Bana Selam b. Ebu M uti' anlatıp dedi ki: " Eyyı1b onların en fakih iydi. Süleyman et-Teymi onlar içinde en 54

Şu'ara, 2 6/89.

el-İkdü 'l-Ferfd

1 17

fazla ibadet edendi. Para söz konusu olduğunda onların içinde en zahid olan Yfmus'tu. İbn Avn ise konuşma konusunda en fazla kendisini zapt edebilendi." el-Asma! şöyle dedi: Bana Nafi' b. Ebu Naim, Rebia b. Ebu Ab­ durrahman'dan şöyle dediğini nakletti : Bin kişinin bin kişiden rivayeti, bir kişinin bir kişiden yaptığı rivayetten daha hayırlıdır. Filanca filancadan rivayet ediyor ve Sünneti elinizden çekip alıyor. İbrahim en-Nehal bir yolda yürüyordu. el-A'meş onunla kar­ şılaştı ve birlikte döndüler. el-A'meş ona şöyle dedi: " Ey İbrahi m ! İ nsanlar bizi gördüklerinde: 'Bi ri gece körü, biri tek gözlü' diyor­ lar." Bunun üzerine İbrahim: "Onların günahkar olmalarını bizim de s evap kazanmamızı istemez m is in ?" dedi. el-A'meş: " Peki, on­ ların rahat, bizim de rahat olmamızı istemez misin?" dedi. İbrahim en-Nehai ve İbn Cübeyr

Süfyan es-Sevrl, Vasıl el-Ahdeb'den rivayetle dedi ki: Bir gün İbrahim'e şöyle dedim: Said b. Cübeyr: " Evleneceğim her kad ı n boştur," sözünün b i r anlam i fa d e etmediğini söylüyor. Bunun üzerine İbrahim: "Ona söyle, kalçasını soğuk suya koysun," dedi. Ben de İbrahim'in bana emrettiğin i ona söyledim. Bunun üze­ ri ne Said : "Ona söyle, eğer ahmaklar vadisinden geçerse oraya yerleşsin," dedi. M uhammed b. Münazir şöyle dedi: Kim vasiyet talep ederse ben im yan ı m da, Hem yaşlılara hem de gençlere vasiyet vardır. Al ilm i, Ma/ik'ten ve İbn Avn 'dan, Ve sakın rivayet etmeyin İbn Dab 'ın55 rivayetlerini.

Bi r başkası şöyle dedi: Ey ilm i talep eden kişi! Zeyd b. Hammad'ı getir. Al ondan, ilm i ve h ilmi, Son ra da yaz onu, bir deftere.

Ebu N üvas'a: "Ebu Ubeyde ve el-Asmal'yi bir araya getirmek için onlara haber yollamışlar," denildi. Ebu Nüvas şöyle dedi: 55

İbn Dab, şairlerin ziyaret ettiği isa b. Yezid'dir. Kendisi Medine'de hadis uydururdu.

[2/1 02)

el-İkdü '/-Ferfd

1 18

"Ebu Ubeyde'ye gel ince eğer kit;:ıplarını bulabilirse onlara ilkle­ rin masallarını okuyacaktır. el-Asma! ise kafesteki bülbül gibidir; ıslıklarıyla onları coşturur." el-Mansur'un yanında M uhammed b. İ shak ve I sa b. De'eb'den söz edildi. el-Mansur şöyle dedi: "İbn İ shak'a geli nce o insanlar içinde en çok siyeri bilen birisidir. İbn De'eb ise eğer onu Dahis ve el-Gabra' dan çıkarırsan hiçbir şey beceremez." el-Me'mun (rahimehullah) : "Kim sıkıntısız bir eğlence isterse el-Hasan et-Talibl'nin sözlerine kulak versin," dedi. el-Attabl'ye el-Hasan et-Talibi soruldu. el-Attabl: Arkadaşlığı­ nın güzelliğinden dolayı onun yanında otu ranlar, nağme işiten develerden, şarkı dinleyen sarhoştan daha coşkundur. Kur'an'la İlgilenenler Hakkındaki Sözler

Bir adam İbrahim e n - N ehal'ye : " H er üç günde bir Ku r'an'ı hatmediyorum," dedi. İ brah i m : "Bir ay boyunca her gece onu hatmet; peki ne okuduğunu biliyor musun?" dedi. Peygamber (sav.) (2/1 03]

el-Haris el-A'ver dedi ki : Bana Ali b. Ebu Talib şöyle dediği anlattı : Peygamber'den (sav.) işittim şöyle diyordu: " Fitneden çıkış yolu Allah'ın kitabıdır.56 Onda, sizden öncekileri n ve sizden sonrakilerin haberi ve aran ızdaki hüküm va rdır. O, hak ile batılı ayıran bir sözdür; hiçbir zaman şaka değildir. O öyle bir kitaptır ki ona tabi olan doğru yoldan çıkmaz; alimler ondan müstağni kalamaz. Çok fazla tekrar edilmesinden dolayı eskiyip usanç ver­ mez, acayiplikleri bitmez. Allah, onu terk eden zal imleri yerle bir eder. Kim onun dışında hidayet yolunu arasa Allah onu saptırır. O Allah'ın kopmaz ipi, büyük zikir kitabı ve sırat-ı müstaki midir." Sonra Ali bana : "Bunu al işte, ey A'ver," dedi. Peygamber'e: "Erken beyazlandın, Ey Allah'ın Elçisi ! " denildi. Peygamber (sav.) : "Beni Hud Suresi ve benzeri sureler ihtiyar­ lattı," dedi. S6

B u hadi s i n h a ş ı şöyledir: (.:ı.,..l&-ı 'y\,). ve 'tutukluluk yap"' � madan' (� 'lj) kısmını anladık da yardım isteme (�k.;.\ 'lj) ne demektir?" dediler. el-Attabl: " Konuşmacının her sözünün biti­ şinde, 'Beni duyuyor musun? Beni anlıyor musun?' demesi, saka­ lını sıvazlaması, parmaklarını eğip bükmesi, gereksiz bir şekilde sağa sola dön mesi, öksürüğü olmadığı halde öksürmesi, ko nuş­ ması nda yorgu nluk eseri göstermesidir," dedi. Şair şöyle dedi: Doludur yorgunlukla, sağa sola dön m ekle v e öksürü kle, Sakalını sı vazlamak ve parm a kları n ı eğip bükmekle . . .

Bunların tümü, konuşma güçlülüğündendir. Bir gün Ebruvlz katibine şöyle dedi: "Bilmiş ol ki sözlerin te­ meli dört şeydir. Beşinci bir temel aransa bul unamaz. Eğer bu temellerden bir tanesi eksik o l u ş a s öz tamamlanmış sayı lmaz. Onlar da şudur: Bir şeyi istemen, bir şeyi sorman, bir şeyi em ret­ men ve bir şeyi haber vermendir. Bir şey istediğin zaman güzel bir şekilde iste. Bir şeyi sorduğun zaman açıkça sor. Emrettiğin zaman hükmet ve haber verdiğin zaman araştır. Çok şeyleri, az sözlerle istediklerinin içine koy." Yani harfleri az fakat manaları çok olan bir konuşmayı kastediyor.

el-İkdü 'l-Ferfd

143

Reblatu'r-Re'y şöyle ded i : Ben sade ve süslü olmayan sözler işitirim de onları süslerim. Ona küpe takarım ve söz güzelleşir. O söze bir şey ilave ederim de manasında bir değişiklik yapmam. (2/1 27] Dediler ki: Kelamın en hayı rlısı, ondan sonra bir söze ihtiyaç duyulmayan kelamdır. Yahya şöyle dedi: Kelam çeşit çeşittir. En hayırlısı, konuşanı onda muvaffak olan ve dinleyeni de ondan istifade edendir. Hasan b. Ca'fer şöyle ded i : Hayret ettim, kon uşma güçlüğü çekenin ken di nefsin i beğen m esine; Ve h a kkı bilen kişinin susmasına. Susmakta, kon uşma güçlüğü çekeni örtm ek vardır, Şu var ki kişinin aklının sayfası, anca k kon uşmasıdır.

Bi r bedevi, belagatli bir adamdan söz ederken şöyle dedi: Sanki diller evcilleştirilmiş de ancak sevdiğinde düğümleniyor ve sadece beyanı konuşuyor. Ebü'l -Veclh, bir adamın belagatini anlatırken şöyle dedi: Val­ lahi adam, tıpkı kızışan devenin kuyruğu nu kaldırması gibi dilini kaldırıyor ve yılan gibi araya sokuştu ruyordu. Veciz lafızlar ve latif manalar bakım ından Arapların çok güzel fasılları vardır. Onları anlatacağız inşallah. Belagat Fasılları

Kuteybe b. Müslim vali olarak Horasan'a geldi. Kuteybe şöyle dedi: "Kimin elinde Abdullah b. Hazim'e ait bir mal varsa onu uzaklaştırsın. Kimin ağzında varsa onu fı rlatı p atsın. Kimin göğ­ sündeyse hemen tükürsün." İ nsanlar onun güzel söz söylemesi­ ne hayra n kaldılar. M uaviye zamanında İbnü's-Semmal el-Esedl'ye : "İ nsanla­ rı nasıl bıraktın?" denildi. Ada m : "Onları, intikamını alamayan mazl umlar ve zulümlerini biti rmeyen zalimler arasında bırak­ tım," dedi. er- Reşld'in (rahimehullah) kapısının yanında Şebib b. Şey­ be'ye : " İ nsanları nasıl gördün?" denildi. Şebib : "Gireni um utlu, çıkanı razı gördüm," dedi.

1 44 [2/ 1 28)

el-İkdü 'l- Ferfd

H assan b. Sabit, Abdullah b. Abbas hakkında şöyle dedi: Kon uştuğunda, kimseye bırakmaz söylenecek bir söz; Toplama sözlerle kon uşur ki bir fasıla göremezsin aralarında. Kifayet edici ve şifa vericidir, n eftslerdekine, Bırakmaz umut sahipleri için, ne saçma bir söz ne de bir kırı n tı.

el-H üseyi n b. Ali (ra.), I rak'a gidişinde şair Ferezdak'la karşı­ laştı ve ona insanları sordu. Ferezdak: "Kalpler seninle beraber, kılıçlar aleyhinde, zafer ise göktedir," dedi. M ücaşi' en-Nehşell şöyle dedi: "Hak ağırdır; ona ulaşan kimse iktifa eder. Onu aşan kimseyse haddini aşmış olur." Müminlerin Emiri Ali b. Ebu Talib'e (as.) : "Doğuyla batı arası ne kadardır?" diye soruldu. Ali : "Güneşin bir gün aldığı mesafe kadardır," dedi. Kendisine: "Yerle gök arası ne kadardır?" diye soruldu. Ali : "Kabul edilen bir dua için bir anlık mesafedir," dedi. Bir bedeviye : "Şuradan şuraya mesafe ne kadardır?" diye so­ ruldu. Bedevi : "Bir günün beyazlığıyla bir gecenin siyahlığı ka­ dardır," dedi. Bir grup insan Mesih'e (as.) günahlarından şikayetçi oldular. Mesih (as.) : "Onları bırakın, affedilirsiniz," dedi. Ali b. Ebu Talib (ra.) şöyle dedi: Her insanın kıymeti, güzel yaptığı şeyler kadard ır. Halid b. Yezid b. Muaviye'ye : " İ nsana en yakın şey nedir?" diye soruldu. Halid: "Eceldir," dedi. Ona: " Peki, en uzak şey nedir?" diye soruldu. Halid: "Emeldir," dedi. Yine kendisine: "En ürkütü­ cü şey nedir?" diye soruldu. Halid: "Ölüdür," dedi. Yine " Peki, en çok ünsiyet verici olan nedir?" d iye soruldu. Halid: "İtaat eden [kafa dengi] arkadaştı r," dedi. Amr b. Ubeyd, eli kesilmekte olan bir hırsızın yanından geçti. Bunun üzerine: "Gizli eşyanın hırsızı, açık eşyanın hırsızını kes­ ti," dedi. el-Halil b. Ahmed'e: "Sana n e o luyor, şiir rivayet ediyorsun ama şiir söylemiyorsun?" denildi. el-Halil : "Çünkü ben b ileği taşı gibiyim. Keskinleştiririm ama kes mem" dedi.

e/-İkdü '/-Ferid

145

Akli b. Ullefe'ye : "Sana ne oluyor, hicvi hiç uzatmıyorsun?" de­ nildi. Akil : "Boğazının etrafını çeviren bir şey, gerdanlık olarak sana yeter," dedi. Halid b. Safvan, halifenin astığı bir adamın yanından geçti. Halid: " İ taat onu bitirdi; isyan da onu hasat etti," dedi. Bir bedevi, hükümdarın astığı bir adamın yanından geçti. Be- [2/1 29] devi : " Kim dünyayı boşarsa ahiret onun eşi olur. Kim ki haktan ayrılırsa o zaman asılmak onun bineği olur," dedi. Nu'man ve Adi b. Zeyd

D elalet yoluyla konuşmanın bir örneği de, Abbas b. el-Farac er-Reyyaşl'nin konuştuğu şeylerd ir. Dedi ki: N u'man b. el-Mün­ zir, yanında Adi b. Zeyd el-Abbad) olduğu halde yaprakları bol bir ağacın altına indi. Nu'man orada biraz eğlenmek istiyordu. Adi ona: " Ey ayıplardan korunmuş zat! B u ağacın ne dediğini bi­ liyor musun?" dedi. Nu'man: "Ne d iyor?" dedi. Adi: "Şöyle diyor," dedi ve şu iki beyti söyledi: Nice şarapçılar vardır k i tünemişler çevrem izde, Ka tıyorlar şarabı, tertemiz suyun için e. Son ra biçiveriyor erkenden, zaman on ları. İşte böyledir zaman; önce bir hal, son ra bir başka hal . . .

Nu'man bu durumdan kederlendi. İ b nü'l-A'rabl şöyle dedi: "Ben Fazl'a, 'Sana göre sözün veciz olması nedir?' dedim." Faz]: " Fazlalıkları hazfetmek ve uzağı ya­ kınlaştırmaktır," dedi. Bir adam Halid b. Safvan'a : "Sen çok fazla konuşuyorsun," dedi. Halid: " Evet, iki şey için çok konuşuyorum: Bazı yerlerde az konuşmak yeterli olmadığı için; bir de lisanın alışması için. Çünkü dili hapsetmek, konuşma güçlülüğüne yol açar," dedi. Halid b. Safvan şöyle derd i : Karanlık bir gecede, kavminin meclisinde konuştuğun bir dille, önemli bir ihtiyaç için siyahi ca­ riyenle konuşmadıkça beliğ bir insan olamazsın. Dil bir organdır kuşkusuz. Onu alıştırdığın zaman alışır. Onu terk ettiğin zaman da ifade güçlüğü çeker. Tıpkı çalışmaya sertleştirdiğin el, taş ve benzeri şeyleri kaldırm"kla alıştırdığın beden gibi. Keza ayak, yürümeye alıştırıldığı zaman yürür.

el-İkdü 'l-Ferfd

1 46

Nevfel ve Karısı

N evfel b. Müsahık, karısının yanına girdiği zaman susardı. Ya­ nından çıkınca da konuşmaya başlardı. Bir gün karısı ona: "Sen yanımdayken susuyor, insanların yanında olduğun zaman konu­ şuyorsun?" dedi. Bunun üzeri ne N evfel: "Ben senin ufak tefek hatalarına göz yumuyorum, fakat sen benim yüksek hall eri mden habersiz olarak ufak tefek hatalarımla ilgileniyorsun," dedi. [2/1 30]

Bir gün Şebib b. Şeybe, Halid b. Safvan'dan söz ederken şöyle dedi: "Gizlide onun bir dostu olmadığı gibi, açıkta da düşmanı yoktur," dedi. Bu öyle bir sözdür ki bunun kıymetini ancak bu sanatın ehli olanlar bilir. Bir adam bir diğer adamı anlattı ve şöyle dedi: Adamın yanı­ na vardık; dilini çıkardı, sanki oynayan bir mendil gibiydi. M a'n b. Zaide, el- Mansur'un yanına girdi; ona yakınlaşmak istiyordu. el-Mansur ona: "Sen yaşlanmışsın," dedi. Ma' n : "Senin itaatinde yaşlandım," dedi. el- Mansur: "Sen zor adamsın," dedi. M a' n : "Senin düşmanlarına karşı," dedi. el-Mansur: "Sende bir bakiye görüyorum," dedi. M a' n : "O senindir," dedi. Abdullah b. Abbas belagatli bir adamdı. Muaviye onun hakkında şöyle dedi: Söylediğinde, ne bir söz bırakır n e d e durur, Bir tutukluluk için ... Ve dili dola n m az çirkin bir söze. Sözle çevirir lisa nı, söylemeye n iyetlendiği za man, Ve bakar sağına solun a, tıpkı şa hinin bakışı gibi.

Sa'saa b. Suhan, Muaviye'nin yan ında konuştu ve terlemeye başladı. Bunun üzeri ne Muaviye: "Söz yordu seni," dedi. Adam : "Atlar koşarken çok terler," dedi. İ b n Seyyabe, Amr b. Bane'ye şöyle bir mektup yazdı : Kuşku­ suz zaman suratı nı asmış ve yaralamıştır. Tamah olmuş, huysuz­ laşmış ve düzgün olan şeyleri bozmuştur. Eğer yardı m etmezsen rezil rüsva olur. Tay kabilesinden bir adam b i r adamın kon u ş m a s ı n ı anlatı r­ ken şöyle dedi: "Bu kelamın baş tara fıyla iktifa edilir ve sonu kıs­ mıyla da şifa bulunur," dedi.

el- İkdü 'l-Ferfd

147

Bi r bedevi bir adamı anlatırken şöyle dedi: Senin yard ı m ı n yerindedir. İyiliğin açıktır. Menetm en de rahatlatıcıdır. İyas b. M uaviye, Şam'a girdi; henüz çocuk yaşlardaydı . Bir has m ı n ı Abdülmelik'in kadısına şikayet etti. Onun hasmı yaşlı bir adamdı. Kadı efendi İyas'a: "Sen yaşlı bir adamı mı şikayet ediyo rsun?" dedi. İyas, kad ıya : "Hak ondan daha büyüktür," dedi. (2/1 3 1 ] B u n u n üzerine kadı : "Sus ! " dedi. İyas: " Peki, k i m benim delilimi dile getirecek?" dedi. Kad ı : " Kalkacağın zamana kadar hak bir söz söyleyeceği ni sanmıyorum," dedi. Bunun üzerine İyas: "Al­ lah'tan başka hak mabut bulunmadığına şehadet ederim," dedi. Bunun üzerine kadı ayağa kalktı; Abdülmelik'in yanına girdi ve durumu ona haber verdi. Abdülmelik: " H emen ihtiyacını karşıla; kimsenin fikrini bozmadan onu Şam'dan çıkar," dedi. Seci kabilinden olan konuşmalardan birisi de İbnü'l-Kırey­ ye'nin konuşmasıdır. Bir konuşma yapmak üzere davet edilmişti; ancak uzun süre konuşamad ı. Bunun üzerine şöyle dedi: "Uzadı gece sohbeti ve kamer battı. Yağmur da şiddetlendi; hala ne bek­ leniyor?" Abdülkays'tan bir genç ona şöyle cevap verdi: "Uzadı uykusuzluk ve şafak söktü. O halde konuşsun konuşacak kişi." Amr b. Mes'ade'nin el-Me'mun'a Yazdığı Mektup

Ahmed b. Yusuf el-Katib şöyle dedi: Bir gün el-Me'mı1n'un ya­ nına girdim; elinde Amr b. Mes'ade' nin mektubu vard ı. Sürekli avlusunda gidip geliyor, bir oturuyor, bir ayağa kalkıyordu. Bunu defalarca yaptı. Sonra bana dönerek: "Gördüklerini değerlendir­ mek senin için yeterli mi?" dedi. " Evet, Allah (cc.) Mümi nlerin E miri'ni her türlü kötülüklerden muhafaza etsin," dedim. el­ Me'mı1n şöyle dedi: "Kötülük değildir, fakat ben tıpkı er- Reşid'in bana verdiği habere benzer bir söz okudum. er- Reşid'den işit­ ti m : ' B elagat, uzak manaları yakınlaştırmak, fuzuli kelamdan uzaklaşmak ve az bir sözle çok manaya delalet etmektir,' diyor­ du. D oğrusu bu mektubu okuyuncaya kadar, er-Reşid'in sözünün bu manada olacağına hiç ihtimal vermiyordum. Mektup, ordu için merhamet ricasında bulunuyordu. Şöyleydi : " M ü minlerin Emiri'ne mektubumdur. Allah ona güç kuvvet versin. Benden taraf şu ki itaatin en üst seviyesinde olan M ü -

e/-İkdü 'l-Ferfd

1 48

minlerin Emiri'nin asker ve kom utanlarının erzakı gecikmiş ve durumları bozulmuştur." Bunun üzerine el- Me'mfın onlara sekiz aylık erzak gönderdi. Ca'fer el-Bermeki katiplerine: " Eğer mektuplarınızı i mzalaya­ biliyorsanız yapın," şeklinde bir mektup gönderdi. H arun er- Reşid, Ca'fer el-Bermekl'ye emrederek kardeşi Fazl'ı, nazik bir şekilde mühür taşıma görevinden azletmesini is­ tedi. Bunun üzerine Ca'fer kardeşine: "Müminlerin Emiri, senin hilafet mührünü sağ elinden sol eline nakletmek istiyor," şeklin­ de bir mektup yazdı. Bunun üzerine kardeşi Fazl, Müminlerin Emiri'ne: "Ne benden sana bir nimet intikal eder ne de bensiz sana özel bir nimet olur," şeklinde bir mektup yazdı. Ca'fer [el-Bermeki] . bir suçtan kurtulmaya çalışan bir adama [2/1 32) ait bez parçasına şunu yazdı: Senin bir itaatin geçti, seninle ilgili bir samimiyet ortaya çıktı. Ancak bu ikisi arasında bir kabalık vardı. Kuşkusuz bir kötülük, iki iyiliği mağlup edemez. Fazı b. Yahya babasına: " B ize ne oluyor, insanlara iyilikte bulu­ nuyoruz; başkalarının iyil ikleriyle dönüp gittiklerinde yüzlerin­ de gördüğümüz sevinci, biz im iyiliklerimizle dönüp gittiklerinde yüzlerinde görmüyoruz?" Yahya ona şöyle dedi: "Kuşkusuz in­ sanların bizdeki emelleri, başkalarında olan emellerinden daha uzundur. Bir insan, ancak emeline kavuştuğu zaman sevinir." Yahya'ya : "Kerem nedir?" diye soruldu. Yahya şöyle dedi: «Bir miskinin kıyafetine giren bir h ükümdara: "Zalim ve zorba ne­ dir?" diye sorulduğunda hükümdar: " İ frit gücünde bir miskin," demiş. Kendisine: "Cömertl ik nedir?" diye sorulduğunda hü­ kümdar: "Muktedir olduktan sonra affetmektir," demiş.» el-Me'mun'un Belagati

Kendisine had vurulması gereken bir adam el-Me'mfın'a getirildi. Adam darp edilirken : "Öldürdün beni ey Müminlerin E mlri ! " dedi. el-Me'mfın: "Hak seni öldürdü," dedi. Adam : "Bana m erhamet et," dedi. el-Me'mfın: "Sana haddi vacip kılandan daha merhametli olamam," dedi.

el-İkdü '/-Ferfd

1 49

el-M e'mun, Abdullah b. Tahir' den bir şey istedi. Abdullah ge­ ti rmek için acele etti. Bunun üzeri ne el-Me'mun ona şöyle dedi: " H i ç şüphesiz Allah aceleci adama, temkinli davranma imkanını vermekle özrünün önüne geçmiştir. Tedirgin adama sabrın fa­ zileti n i göstermekle de hücceti ona vacip kılmıştır." Abdullah b. Tahir: " Ey Müminlerin Emlri ! Bunu yazmama izin verir misin?" dedi. el-Me'mun: "Evet," dedi. İzin verince o sözü yazdı. el-Me'mun ve İbrahim b. el-Mehdi

İ brahim b. el-Mehdi şöyle ded i : Bir gün el-Me'mun bana: "Sen siyah halifesin," dedi. Ben ona: " Ey M ü m i nlerin Emlri ! Sen beni affetmekle bana minnet ettin. N itekim Benü'l-Heshas'ın kölesi şöyle dedi," dedim ve şu iki beyti okudum: Ben ü 'l-Hesh as'ın kölesinin şiirleri, iftihar etme zamanında; Ayağa kalktılar onun için, kök ve yapra k makamında . . . Eğer köleysem nefsim özgür olsun, cömertlik eseri olarak, Eğer siyah deriliysem, kuşkusuz beyaz a h laklıyım ben.

Bunun üzerine el-Me'mun: "Şaka seni ciddiyete taşımıştır," dedi. Sonra şu beyitleri okudu: Ayıp/an maz siyahi adam, asil adam sebebiyle; Edepli ve akıllı delikanlı sebebiyle de ayıp/anmaz. Eğer senin siyahlıkta bir nasibin varsa, Sen deki beyaz ahlak benim nasibim olsun.

el- M e'mun şöyle dedi : H ükemanın sözlerinden şu söz, güzel kabul edilmiştir: Cömertlik, var olandan vermektir. Cimrilik ise Allah'a (cc.) karşı nankörlüktür. Zübeyde'nin Belagati

Bir gün Ümmü Ca'fer Zübeyde bt. Ca'fer, oğlunun öldürülmesin­ den sonra el-Me'mun'un yanına girince ona şöyle dedi: "Çocuğumu benden aldığında seni benim için zahire (azık) yapan Allah'a ham­ dolsun. Şüphesiz, yerine geçtiğin bir çocuğu kaybetmiş sayılmam." Zübeyde çıkınca el-Me'mun, Ahmed b. Ebu H alid'e: "Kadınların böyle bir sabır üzerinde yaratıldıklarını sanmazdım;· dedi. Ebu Ca'fer, Amr b. Ubeyd'e: 'J\rkadaşlarınla bana yardı m et ey Ebu Osman ! " dedi. Amr: " Hakkın b ayrağın ı kaldır; hakkın ehli sana tabi olur," dedi.

(2/1 33]

el-İkdü 'l-Ferfd

150

Belagatin Afetleri Ebu Davud el-İyadi

İ brahim'in katibi M uhammed b. Mansur hem şairdi hem şiir rivayet ederdi. Ayrıca nahiv ilminde allame sayılırdı. M uhammed b. Mansur dedi ki: H i tabelerden ve kelamın iyisiyle kötüsünün birbirinden ayrılmasından söz edildi. Ebu Davud el- İyadl'den işittim; şöyle dedi: Manaların özetlenmesi nezakettir. Garib la­ fızlardan yardım almak acizli ktir. Badiye ehli dışında, ağzı eğip bükmek kusurdur. İ nsanların ayıplarına takılmak, konuşma güç­ l üğü çekmektir. Sakalı ellemek ölümdür. Kelamın konusu dışına çıkmak sözü uzatmaktır.

[2/1 34]

M uhammed b. Mansur dedi ki: Ebu Davud el- İyadl'den işit­ ti m ; şöyle diyordu: H itabetin başı karakterdir. Sütunu tecrübe­ dir. İ ki kanadı ise kelamı rivayet etmektir. Eşi, iraptır. Değeri, lafızların seçimidir. Sevgi ise sevmemenin illetiyle birlikted i r. Bir de el-İyad'ın hatipleri hakkında şu beyti okudu: İ m a ediyorlar gizli lafızla, bazen de, Kon trol eden in ilhamı, rakiplerin korkusundan . . .

Fazl'ın Veciz Sözler Hakkındaki Sözleri

İbnü'l-A'rabi şöyle dedi : Fazl 'a: "Sana göre veciz söz söylemek nedir?" dedim. Fazl : " Fazlalıkların hazfedil mesi, uzak manaların yakın laştırılmasıdır,'' dedi. Bir gün İbnü's-Semmak ko nuşuyordu. Onun bir cariyesi de onu dinliyordu. Yanına girince hemen ca riyesine: "Konuşmamı nasıl buldun?" dedi. Cariye : " Eğer çok fazla tekrar etmeseydin ne güzel olurdu ! " dedi. İbn ü's-Sem mak: "Anlamayanlar anlasın­ lar diye tekrar ediyorum,'' dedi. Cariye : "Anlamayan anlayıncaya kadar tekrar edilirse bu kez anlayanları bıktırır,'' dedi. H ilm, Kötülüğü İyilikl e Savma

Allah şöyle buyurdu: " İyilikle kötülük bir olm az. Kötülüğ ü en g üzel bir şekilde sav. Bir de bakarsm ki seninle arasında düşm a n ­ l ı k b u l u n a n kimse san ki sıcak b ir dost oluverm iştir. Bu g üzel dav­ ran ışa ancak sabreden ler kavuştu rulur. Buna ancak (hayırdan ve olg u n luktan) büyük payı ola n la r kavuşturulur." 68 68

Fussilet, 4 1 /34- 3 5 .

e/-İkdü 'l-Ferfd

ısı

B i r adam Amr b . el-As'a: "Vallahi sana hesap soracağım," dedi. Amr: " O zaman işin içine girm iş olursun," dedi. Adam: "Sanki beni tehdit ediyor gibisin. Val lahi bana bir tek söz söyleyecek olursan sana on söz söyleyeceğim," dedi. Amr: "Vallahi bana on söz söylersen sana bir tek söz bile söylemeyeceği m," dedi. Bir adam Ebu Bekir'e (ra.) : "Vallahi sana öyle bir söveceğim ki o sövgü seninle birlikte kabre girecek," dedi. Ebu Bekir: "O senin­ le beraber girecek benimle değil," dedi. Amr b. Ubeyd'e: "Bugün Ebu Eyyub es-Sihtiyani o kadar senin aleyhinde konuştu ki sana acımaya başladık," denildi. Amr: "Ona acıyı n," dedi. Bir adam eş-Şa'bi'ye sövdü. eş-Şa'bi ona: "Eğer sen doğru söy- [2/1 35] lüyorsan Allah beni affetsin. Eğer yalan söylüyorsan Allah seni affetsin," dedi. B i r adam Ebu Zer'e sövdü. Ebu Zer şöyle dedi : Ey adam ! Bize sövme işinde boğulma ve barış için bir yer bırak. Şüphesiz biz, bizim yüzümüzden Allah'a isyan edenleri, Allah'a itaat ettiğimiz­ den daha fazla ödüllendirecek değiliz. Mesih b. Meryem (as.) Yahudilerden bir kavmin yanından geçti. Onlar ona kötü sözler söylediler. Hz. Mesih ise güzel söz­ ler söyledi. Kendisine: "Onlar kötü sözler söylüyorlar, sen güzel sözler söyl üyo rsun," denildi. Hz. M esih : "Her insan, yanında b u ­ l unandan harcar," dedi. Şair şöyle dedi: A m r kötü ledi beni, ben de o n u; Günahkar oldu, hem kötüleyen hem kö tülenen. Ben ona hayırlı şeyler söyledim, o ise kö tülük; Herkes sahibine yalan söylüyor.

Diğer bir şair şöyle dedi: Bir a krabam vardı, kestim kin inin tı rnaklarını, Ona karşı olan sabrımla, o n u n sabrı olmadığı za man. Ondan istediğimde, akrabalık sılayıra h m in i korumayı, O kesilm esin i istedi, şu ,q ünahı işleyerek. Onu idare ettim sabırla ve kişi kadirdir, Payı na, avucunda pay olduğ u sürece . . .

el-İkdü 'l-Ferfd

152

Hz. Peygamber'in (sav.) şöyle b uyurduğu rivayet edildi: Bir kul dünyada, güzel ahlakla geri çevirerek bir öfke yudumunu ya da sabrederek bir musibet yudumunu yudumlamasından, Al­ lah'a daha sevimli bir şey yudumlamamıştır. Bir adam, bir dostunun kendisi aleyhinde konuştuğunu duy­ du. Ona şöyle bir beyit yazıp gönderdi: Eğer bana bir kötülük yaptığın beni üzm üş ise Kuşkusuz, senin hatırına gelmiş olmam da beni sevindirm iştir.

Tahir b. Abdülaziz şöyle ded i : Benim dostum kö tülük yap tığı zam a n bir kez, Ve bundan önce bana karşı iyiliksever idiyse, Tahammül ederim onu işlediği suça, Çün kü sonraki fiil, öncekin i ifsat etmemiştir. [2/1 36)

Hilmin Özellikleri el-Ahnef'in Hilmi

el-Ahnef b. Kays'a: " H ilmi kimden öğrendin?" diye soruldu. el-Ahnef şöyle dedi: " H il m i, Kays b. Asım el-Minkarl'den öğ­ rendim. Bir gün evi nin bahçesinde oturduğunu gördüm. Kılıcı­ nın askılığını göğe doğru dikip kavmine konuşuyordu. N i h ayet kendisine bukağılı bir adamla öldürülmüş bir adam getirildi ve kendisine: "Bu senin yeğenindir; senin oğlunu öldürdü,'' denil­ di. Vallahi ne üstündeki elbiseleri çıkardı ne sözünü kesti. Sonra yeğenine döndü ve : "Yeğenim, Rabbine karşı günahkar oldun. Okunu kendine attın ve a mca oğlunu öldürdün,'' dedi. Sonra di­ ğer oğluna: "Oğlum, kardeşini defnet, amca oğlunun bukağısını çöz ve oğlunun diyeti olarak annesine yüz deve sevk et; o kadın yabancıdır,'' dedi. Sonra şu beyitleri okudu: Öyle bir kişiyim k i karışmaz h asebime, Ne onu ayıplayacak bir kir, ne de bir kusur. Minkar kabilesinden im, bir şeref ve cömertlik evinden; Ve dal yetişir, kabilen in etrafı nda, dal. Ha tiptir/er, sözcüleri kon uştukları zaman, Beyaz yüzlüdürler ve iffetli olup fasih tirler. Önemsemez/er, komşu ları n ı n ayıbını, Ve onlar komşularını korum akta dikkatlidirler.

el-İkdü '/-Ferid

153

Bi r a d a m el-Ahnef b. Kays'a: " Ey Ebu Bahr! Bana hilm öğret," dedi. el-Ahnef: "O zillettir, ey kardeşimin oğl u ! Sen ona sabrede­ bilir misin'? " dedi. Kendisine: "Kim daha halimdir; sen mi yoksa Muaviye mi?" denildi. el-Ahnef: "Vallahi sizden daha cahil kimse görmedim. Muaviye, muktedirdir ve halimdir. Ben halimim ama muktedir değilim. Bu durumda onunla nasıl m u kayese edilirim ya da nasıl ona yaklaşırım?" dedi. H işam b. Abdülmelik, Halid b. Safvan'a: " İçinizde el-Ahnef neyle bu seviyeye ulaştı?" dedi. Halid: " Eğer istersen sana bir meziyetini, istersen iki, istersen üç meziyetini haber vereyim," dedi. H işam b. Abdülmelik: "Nedir o bir meziyeti?" dedi. Halid: "İnsanlar içinde [2/1 37] nefsine en fazla galip gelen kişidir" dedi. Hişam: "Peki, iki meziyeti nedir?" dedi. Halid: "el-Ahnef şerden sakınan ve hayrı telkin edendir," dedi. Abdülmelik: "Peki, üç meziyet nedir?" dedi. Halid: "Cahillik yapmaz, zalimlik yapmaz, cimrilik yapmazdı," dedi. Kays b. Asım'a: "Hilm nedir?" diye soruldu. Kays : "Seninle ilişkiyi koparana sılayırahimde bulunmak, seni mahrum edene vermek ve sana zulmedeni affetmekti r," dedi. Dediler ki : Hiçbir şey hilm ve ilim, bir de muktedirlik ve af kadar birbirine güzel yakışmamıştır. Lokman Hekim şöyle ded i : Üç şey vardır ki onları ancak üç şeyde tanırsın. Halim insanı ancak ö fke halinde tanırsın. Cesur adamı ancak savaş esnasında tanırsın. Dostunu da ancak ona muhtaç olduğun zaman tanırsın. Şair şöyle dedi: Hilm rıza halinde değildir; Hilm, ancak öfke anında belli olur.

Hadiste şöyle buyrulmuştur: " İ nsanın Allah'ın gazabına en yakın olduğu zaman, öfkelendiği zamandır." el-Hasan şöyle dedi : "Mümin halimdir; kendisine cahillik ya­ pılsa bile o cahillik yapmaz." Sonra şu ayeti okudu: "Rah m ô n 'ın kulları, yeryüzün de vakar ve tevazuyla yürüyen kimselerdir. Cah il­ ler o n lara laf a ttıkları zaman: 'Selam ! ' der (geçer)ler." 6 9 69

Furkan, 2 5/63.

el-İkdü 'l-Ferid

1 54

M uaviye şöyle dedi: B ir günahın affımdan daha büyük olması, bir cahilliğim benim hilmimden daha büyük olması ya da örtü m­ le örtemeyeceğim bir avretin (ayıbın) olması halinde Rabbim­ den haya ederim. Müerrik el-İ ci! şöyle dedi: Rıza halinde pişmanlık duyacağım hiçbir sözü, öfke halinde söylemedim. Yezid b. Ebu Habib şöyle dedi: Benim öfkem ayakkabılarım­ dadır. Hoşuma gitmeyen bir söz işittiğimde hemen ayakkabıları­ mı alır ve çıkar giderim . Dediler k i : Kişi öfkelendiği zaman sırtüstü yere yatsın. Ko­ nuşma güçlüğü çektiğindeyse ayaklarını rahatlatsın. el-Ahnef'e: "Hilm nedir?" diye soruldu. el-Ahnef: "Fiil olmadı­ ğında konuşmak, söz zarar verdiğinde de susmaktır," dedi. [2/ 1 38]

Ali b. Ebu Talib (ra.) şöyle ded i : Sözü yumuşak olanın muhabbeti vacip olur. Yine Ali şöyle dedi: Senin sefih insanlara karşı göstereceğin hilm, ona karşı yardımcılarını çoğaltır." el-Ahnef şöyle dedi: Kim bir kelimeye sabredemezse birkaç kel ime işitmiş olur. Yine el-Ahnef şöyl e dedi: "Daha şiddetlisinden korktuğum için birçok öfkeyi yudumladım." Sonra şu beyti okudu: Zilletin bir kısm ına razı oldum, h epsinden korktuğum için, Böyledir işte; bazı şerler bazısından ehvendir.

Bir adam, Ömer b. Abdülaziz'in hoşuna gitmeyecek bazı söz­ leri ona işittirdi. Ömer şöyle dedi: Sana kızmıyorum. Aslında sen hükümdarlık gücüyl e şeytana aldanmamam gerektiğini söyle­ mek istedin. Yarın benden sana dokunacak olan şey, bugün sen­ den bana dokundu. İstediğin zaman gidebilirsin. Şair bu anlamda şöyle dedi: Cömert bile olsalar şerefe u laşamaz insan lar, Zillet göstermedik/eri sürece insan lara karşı güçlü olsalar bile . . . Kendilerine söviiliir, ren klerin değiştiğini görü rsün; Bir acizlik zilleti değil, bir h ilm zil/etidir bu.

e/- İkdü '/-Ferfd

155

B i r başkası şöyle dedi: Söylediğinde ayıplar, utanmaya başlar, Zilletsiz bir zillettir bu, galip gelir eğer isterse.

H i l m konusunda söylenmiş en güzel beyitlerden birisi de Ka'b b. Züheyr'in şu beytidir: Eğer cah illikten v e kötülükten y ü z çevirmezsen, Ya bir halimle karşılaşırsın ya da bir cah il sana isabet eder.

el-Ahnef şöyle dedi: Hilmin afeti zillettir. Yan ı nda bir sefih (ahmak-ölçüsüz) adamı olmayanın hilmi olamaz.70 Yine el-Ahnef şöyle ded i : Bir kavmi n sefihleri az olursa mutlaka zelil olmuşlardır. Sonra şu beyitleri okudu: Seyitlik için mutlaka mızrak gerekir, Ve kılıcı kınından çıkaracak ada m la r. . . Onun gerisinde, savunurlar o n u şarapla, Bir de sefih ler de gerekir, sürekli h avlayan.

N abiga el-Ca'di şöyle dedi: Bir h ilmde hayır yoktur şayet, Saflığının bu/anmasına engel olacak h a taları olmazsa . . . Bir ceha lette hayır yoktur şayet, Bir işi kararlaştırmak için, halim bir ada m ı olmazsa . . .

B u iki beyti Hz. Peygamber'e (sav.) okuduğunda Peygamber (sav.) : "Allah sağl ık versin senin o ağzına," buyu rdu. Adam 1 7 0 yaşında vefat etti d e bir tek dişi bile dökülmemişti. Dediler ki: H ilm ancak zafer kazanmakla ortaya çıkar; tıpkı affı n, ancak iktidarla ortaya çıkması gibi. el-Asmai şöyle dedi: Bir bedeviden işittim; o şöyle diyordu: "Sinan b. Ebu Harise kuş yavrusundan daha halimdi." "Kuş yav­ rusunun halimliği nedir?" dedim. Bedevi: "O bir dağın başında yumurtadan çıkar; tüyleri çıkıp uçuş için güçlü hale gelinceye kadar hareket etmez," dedi. 7 0 Yan i b i r yere gittiği niz zaman, ahmak saldırganları sizden savacak, saldı­ ra nların ayarında onlara cevap verecek b i r adamınız yoksa sizin hilmini­ z i n b i r anlamı olmaz (çev.).

(2/1 39]

el-İkdü 'l-Ferfd

1 56

Eşnendan\' şöyle dedi. Yum uşak davranmakta zaaf, h uysuzlukta heybet vardır. Bindirilir korkulmayan kişi, h uysuz bir merkebin üzerine. Kuşkusuz fakirlik dah a hayırlıdır, a lçaklık içinde zenginlikten, Elbette ki ölüm daha hayı rlıdır, zillet içindeki haya ttan. Her za man h ilm fayda vermez ehline, Ve her zaman savulmaz cah illik, sabırla. Neden kaba olacağım ki bana yum uşak davranan a ? Faka t ben kaba ve kibirliyim, cebir v e şiddete karşı.

Başka birisi hilmi överken şöyle dedi: Ben görüyorum k i övülür h ilmin son u çları, Cah illik ise götürür insa nlardan bazılarını.

Sabık şöyle dedi:

[2/1 40)

Görmez misin ki h ilm, sah ibi için siyah landırılm ış bir süstür, Cah illiğin de kişi için bir yüz ka rası olduğun u ? Sen h ilm ile cah illiği defnet, kurtulursun cahillikten; Çünkü h ilm, cahilliği defnedicidir.

Başka birisi şöyle ded i : Hey! Herkes bilsin k i e n büyük bağdır kişinin h ilmi, Yücelir onunla övünme sırasında, kerim olarak.

Bazı hükema şöyle dedi: Yanımda, yudumlayacağı m ö fkeden daha tatlı bir şey yoktur. Bazıları şöyle ded i : Hilmde, sefih kişileri eziyetten alıkoyacak korku vardı r. Cah illikteyse bir teşvik vardır; sakın olma cahillerden. Yoksa pişm an olursun ve p işm a n lık fayda vermez o zaman, Uzaklaştıktan son ra, alda n m ış kişin in pişman olması g ibi . . .

A l i (as.) şöyle dedi: H a l i m insanın hilminden dolayı e l d e ettiği ilk destek, bütün insanların cahile karşı ona yardımcı olmaları­ dır. Kisra Enlışirvan'a: " H al i m olmanın değeri nedir?" diye sorul­ du. Enlışirvan: "Hiç kimsenin kemal noktasını göremediği hilmin değerini nasıl tanıyabilirsin?" dedi. M uaviye, Halid b. el-M uammer'e: "Ali'ye ( as. ) olan sevgin na­ sıldır?" dedi. Halid: "Ben Ali'yi üç haslet için seviyorum. Ö fkelen-

e/-İkdü '/-Ferid

157

diği zaman halim oluşu, söylediği zaman doğru söylemesi v e söz verdiği zaman sözünde durması," dedi. Şöyle denilirdi: Bir kimsede üç şey varsa onun imanı kamildir. Öfkelendiğinde öfkesi kendisini haktan çıkarmayan kimse, razı ol­ duğunda rızası kendisini zulme ve batıla sevk etmeyen kimse ve muktedir olduğunda hakkı olmayan şeye tevessül etmeyen kimse. Ömer b. el-Hattab (ra.) şöyle dedi: Sana eziyet veren bir söz işittiği n zaman, seni aşıp gidinceye dek başını önüne eğ. el-H asan şöyle dedi: "Hilm ancak ö fke anında bilinebilir. Sen öfkelenmezsen halim olamazsın." Şair şöyle dedi: Hi/m tamamlan maz kişi için, razıyken, Öfke anında halim davranmadıkça. Nitekim cömertlik tamamlan maz kişi için, zengin ken, Fakirlik halinde tahammül etm ediği sürece . . .

H ü kemanın bazısı şöyle dedi : Senin görülebileceğin en fazi­ letli vadi, hilm vadisidir. Eğer hali m değilsen halim olmaya çalış. Zira bir adam bir kavme benzedikçe mutlaka onlardan olur. Bazıları şöyle dedi: H ilm, sefih insanlara karşı bir donanım­ dır. Çünkü sefihten yüz çevirerek ve onun fiillerini küçümseye­ rek mutlaka onu zillete düşürürsün. Denilir ki: Halim kişi, zulme uğrayıp da hilm gösteren, sonra muktedir olduğunda intikam alan değildir. Fakat halim kişi, zul­ me uğrayan ve sabreden, sonra muktedir olduğunda affedendir. el-Ahnef veya başka birisi aşağıdaki beyitleri söylemiştir: Gülüyor çoğu za man, halim adam eziyetten, Kalbiyse inliyor, eziyetin sıcaklığından. Engelliyor çoğu zaman halim adam, dilin i kon uşmaktan, Cevap vermemek için . . . Oysa o belaga tli biridir.

Denilmiştir ki : İ ki kişi küfürleştiğinde mutlaka en kötüleri ga­ lip geli r. el-Ahnef şöyle dedi: H ilmin, benim için adamlardan daha faz­ la yardımcı olduğunu gördüm. Bazıları şöyle dedi: Gazabın izzetinden sakı n ! Çünkü bu, seni özür dileme zilletine götürür.

[2/1 4 1 )

el-İkdü 'l-Ferfd

158

Denildi ki: Kim halim olursa efendi olur. Kim anlamaya çalı­ şırsa ilmi artar. el-Ahnef şöyle dedi : Birisi benimle tartıştığı zaman mutlaka üç şeyden birisini elime alırım. Eğer benden yukarıdaysa onun değerini tanırım. Eğer altımdaysa nefsimi ondan daha şerefli tu­ tarım. Eğer benim seviyemdeyse ona iyilikte bulunurum. Bu manayı alıp nazmeden şair ne güzel söylenmiştir! [2/1 42]

Eğer benden gerideyse ceha letine bulaştığım kişi, Engel oldum, nefsimin cehaletle kapışmasına. Eğer benim seviyemde olup bir yanlışlık yapm ışsa Hoşlandım, affımın adalete vesile olmasından. Eğer makam ve değer bakı m ı n da n o n u n gerisindeysem, Tan ıdım onun için, öne geçme h a kkını ve faziletli olmayı.

Bunun benzeri manada şair şöyle dedi: Afla ilzam ederim nefsim i, h e r suçluya ka rşı, Ne kadar çok bile olsa, ondan bana cürüm ler. A n cak üç türden biridir insa n la r, Şerefli olanlar, olmayanlar v e benzer seviyede olanlar. Benim üstümde olana gelin ce, tan ı rı m onun kadrin i, Ve hakka tabi olurum o n u n la ilg ili olarak, hak ayaktadır. Eğer benden gerideyse kon uştuğu zam a n, Kın ayan olsa bile, sakınırı m n efsim i ona cevap vermekten. Benim seviyemde olana gelince eğer bir hata işlerse, Affederim onu; zira hür insan için gereklidir affetmek.

Yine Esram b. Kays -denild iğine göre bu beyitler Ali'ye (as.) aittir- şöyle dedi: Sağırım, kin üreten sözlere ka rşı, Ve halim davranırım; h ilm bana dah a çokyakışır. Ve ben birçok sözü söylem ekten vazgeçerim, Ta ki hoşlanmayacağım sözlerle bana cevap verilmesin. Sefih kişinin ca hilliğini üzerime çekersem eğer, O zaman ben ondan daha fazla sefihim demektir. Aldanma, adam ların zahir görün tüsüne, Ve sa na süsledikleri ya da senden g izledikleri şeylere! Nice delikanlılar var ki h ayrette bırakır bakan ları, Faka t onun birkaç dili ve birkaç yüzü vardır. Uyur, güzel ah laklılar geldiğinde, A lçaklığın olduğu yerde uyan dı rır uykudan insa nları.

e/- İkdü 'l-Ferfd

1 59

el-Hasan b. Reca şöyle dedi: Severim, g üzel ah lakla ilgili çabamı, Hoşla nmam cevap verm ekten ve bana cevap verilmesinden. Affederim insanların sövme/erin i, halim olarak, Sövmekten hoşlanan/ardır, insa n la rın en kötüsü. Saygı duyarlar, adamlara saygı duyan la ra, Saygı n olamazlar, adamları küçümseyenler. İnsa n ların kendisine hak tan ıdıkları bir kişi, Doğru yapmış olmaz, eğer h a k tanım azsa.

M uhammed b. Ali (ra.) şöyle dedi: Halim olan, haysiyetini [2/1 43] korur. Avucu cömert olanın övgüsü çok olur. Malını yerinde kul­ lanan, muhtaç olmaz. Kötülüğe tahammül edenin iyilikleri çok olur. Sabreden kişinin işi övülür. Öfkesini yenen kişinin iyilikleri yayılır. Kim suçları affederse desteği çok olur. Kim Allah'tan kor­ karsa önemsediği şey onun için yeterl idir. Ali b. Ebu Talib ve Fars Halkından Büyük Bir Adam

Bir gün Mümi nlerin Emiri Ali (as.) Fars büyüklerinden bir adama: "Hükümdarlarınıza gösterdiğiniz en makbul şeyiniz hangisidir?" şeklinde bir soru sordu. Adam: "Erdeşir'in ülke için­ de bir öncelikli fazileti vard ı. Ancak hükümdarların en fazla övgü hak edeni Enuşirvan'dır," dedi. Ali: " Peki, ona en fazla galip olan ahlakı hangisidir?" dedi. Adam : "Halim olmak ve sabırlı olmak," dedi. Ali: "Bunlar ikizdirler; bunları netice veren ulvi bir himmet sahibi olmaktır," dedi. Mahmud b. el-Hasan el-Varrak şöyle dedi: Bağışladım ben, zalim ime zulm ü m ü, Ve bilerek bunu affettim o n u n için. Ve benim için bir iyilik eli olarak daha doğru olduğunu gördü m. Ortaya çıkardığı za man, ceh aletiyle benim hilmimi. Ona gön derdim kötülüğünü, Ve iyiliğimi ken dime; ka t ka t ganimettir bu. Ve sabahladım, ecir ve övg ü sahibi biri olarak, Ve o sabah ladı, zulm ü ve günahı kazan a ra k. Sanki iyilik onunmuş, Ve ben h ü kümde ona, kötülük yapm ışım gibi. O h ep zulm eder bana ve ben acırım ona, O kada r ki ağı t yaktım ona, zulümden dolayı.

e/-İkdü 'l-Ferid

1 60

M uhammed b. Ziyad bu şiirinde halim insanları anlatıyor: Sağır sanırız on ları insan lar için de, kötülükten, Uzak/aştıklarında dilsiz san ı rız onla rı, kötü sözlerden. Haya ve iffetten dolayı h asta san ı rız, kendileriyle karşılaşıldığında, Faka t vefa anında, tıpkı h eybetli asla n la r gibidirler. Sanki bir ayıpları va rm ış da korkuyorlar onun açığa çıkmasından, Bu durumları, sadece ayıplardan korunmak içindir. [2/1 44)

Yine şöyle demiştir: Üstün tu tarım nefsim i bazı n efislerden, ama çoğu zaman, Zillet gösteririm, bazı n efislere ikram için. Eğer taşlarsa ben i bir gün, cehaletiyle alçağın biri, A llah etmesin, bir alçağın arz e tm esine rıza göstermemi.

Vehb şöyle dedi: İ ncil'de şöyle yazılmıştır: "Zalim olması bir imama yakışmaz. Ondan adaletli olması beklenir. Sefih olması da uygun değildir. Ondan hilm alınır." Bazıları şöyle demiştir: Sevdiğin biri seninle istişarede bulunduğunda ona de ki: Ona uy, halim adam seni alıkoyduğu zaman bir şeyden. Bilm iş ol ki sen seyit olamazsın ve sen, Doğru yolu bulamazsın, hevesine uyduğun zaman.

D iğer biri şöyle dedi: Hilm in maden i o l ve affet eziyeti, Çün kü sen görüyorsun, bildiğini ve işittiğini. Yakın laştı rıcı bir sevgiyle sev, sevdiğin zaman, Çün kü bilemezsin, ne zam a n ayrılacağını. Ayırıcı bir şekilde kızma, kızdığın zam a n, Çün kü bilemezsin, ne zam a n döneceğini.

Seyitlik (Efendilik)

Adi b. Hatem'e: "Seyitli k nedir?" diye soruldu. Adi: "Seyit, malı konusunda ahmak, haysiyet konusunda zelil ve kinini atan kişi­ dir," dedi. Kays b. Asım'a: " Kavmin n eyle seni kendilerine seyit yaptı­ lar?" denildi. Kays: "Eziyeti defetmek, cömert davranmak ve kö­ lelere yardım etmekle," dedi. Bir adam el-Ahnef b. Kays'a: "Sen kavminin en şerefli ailesin­ den olmadığın halde kavmi n seni neyle kendilerine seyit yaptı-

el-İkdü 'l-Ferid

161

lar?" d e d i . el-Ahnef: "Sende olmayan şeylerle ey kardeşim," dedi. Adam : " N edir onlar?" dedi. el-Ahnef: "Seni ilgilendirmeyen bana [2/1 45] ait işlerin seni ilgilendirmesi gibi beni ilgilendirmeyen sana ait işleri terk etmemdir," dedi. Ömer b. el-H attab (ra.) bir adama: " Kavminin efendisi kim­ dir?" dedi. Adam : "Benim," dedi. Ömer: "Yalan söyledin; eğer kavminin efendisi olsaydın söylemezdin," dedi. Nu'man'ın Huzurunda Evs ve H atem

İbnü'l-Kelbl şöyle dedi: Evs b. Harise b. Laim et-Tal ve H atem b. Abdullah et-Tal, N u'man b. el- M ü nzir'in yanına geldiler. N u'man, İyas b. Kablsa et-Tfü'ye : " B u adamlardan hangis i daha faziletl i ?" dedi. İyas: "Her türlü kötülükten uzak olasın ey h ü ­ kümdar! Ben onlardan birisindenim. Fakat bizzat kendileri­ ne so r; onlar sana haber verirler," dedi. Önce Evs yanına girdi. N u ' m a n : "Sen mi daha faziletlisin, yoksa Hatem mi?" dedi. Bu­ nun üzerine Evs: "Her türlü kötül ü kten uzak olasın, H atem'i n en aşağı derecedeki çocuğu benden daha faziletlidir. Eğer ben, çocuklarım ve malım Hatem' i n olsaydık, bizi bir tek günde bağış olarak verirdi," dedi. Sonra H atem onun yanına girdi. Nu'man ona: "Sen mi daha fa­ ziletlisin yoksa Evs mi?" dedi. Bunun üzerine Hatem: "Her türlü kötülükten uzak kalasın, Evs'in en aşağı derecedeki bir çocuğu benden daha faziletlidir," dedi. Bunun üzerine Nu'man: "Vallahi işte seyitlik budur," dedi ve her birisine yüzer deve verilmesini emretti. Bir gün Abdülmelik b. Mervan, Ravh b. Zinba'a Malik b. M is­ ma'ı sordu. Ravh : "Eğer Malik ö fkelenirse onunla birlikte yüz bin kılıç öfkelenir. Onlardan hiçbirisi, 'Sen niye öfkelendin?' diye sormaz," dedi. Bunun üzeri ne Abdülmelik: " İşte vallahi bu seyit­ liktir," dedi. Ebô Süfyan ve Yemen H ükümdarının Develeri

Ebu H atem şöyle dedi: O da el-Utbl'den naklen dedi ki : Yemen hükümdarı yedi deveyi Mekke'ye hediye olarak gönderdi. Ayrı­ ca, M e kke'deki en şerefli Kureyşlinin b unları kesmesini vas iyet

el-İkdü 'l-Ferfd

162

etti. Develer Mekke'ye geldi. Tam o sırada Ebu Süfyan, Hind ile zifaftaydı. Hind ona: " Ey ada m ! Kadınlar seni bu şereften mah­ rum etmesin. Belki bununla öne geçersin," dedi. Ebu Süfyan ona: " Ey kadı n ! Sen kocanı ve nefsi için tercih ettiği şeyi bırak. Vallahi, o develeri kesen adamı keserim," dedi. Ebu Süfyan, Hind'in zifaf odasındaydı. N ihayet yedinci gün gidip o develeri kesti. H ind'in, Oğlu Muaviye H akkındaki Sözleri

[2/1 46)

Bir adam Muaviye'ye baktı. O henüz küçük bir çocuktu. Ada m : "Tahminime göre bu çocuk kavminin efendisi olacaktır," dedi. Muaviye'nin annesi H i nd bu sözü işitti : "Onu kaybederim, eğer kavminin başına geçmezse," dedi. H eysem b. Adi şöyle ded i : Şöyle diyorlardı: Eğer çocuğun perçemi akıcıysa sünnet edilecek eti uzun ve önündeki elbisesi sürekli kirliyse böyle bir çocuğun seyit olacağından kuşku du­ yulmaz. Bir gün Damre b. Damre, N u'man b. el-Münzir'in yanına girdi. Damre oldukça çi rki n bi risiydi. N u'man ona yöneldi ve (� ol; .:ıi .y � ._s��) " M uaydi'yi işitmiş olman, onu görmenden daha hayırl ıdır," dedi.7 ı Bunun üzerine Damre: "Ey hükümdar! İ nsan iki küçük organıyla insandır; kalbi ve diliyle ... Eğer söy­ lerse beyanla söyler; savaşırsa şefkatle savaşır," dedi. Bunun üzeri ne Nu'man: "Doğru söyledin ve kavm in seni hakkıyla seyit yapmıştır," dedi. Arabetü'l- Evsi'ye: "Kavmin seni neyle kendisine seyit yap­ tı?" denildi. O: "Dört hasletle; malımı onların önüne koyuyorum, haysiyetini onlara ezdi rmiyorum; küçükleri ni hakir görmüyo r ve büyükleri ni kıskanmıyorum," dedi. Şemmah b. Dırar, Arabetü'l- Evsi hakkında şöyle diyor: 71

B u Araplarda b i r deyi mdir. M u aydi a d ı n d a ç o k cömert bir a d a m vard ı . Arapların h ü kümdarları ndan b i r i s i o n u n cömertliği ni duyunca onu gör­ mek istediğini, ona ödüller vermek istediğini ve mutlaka ya nına geti rilme­ sini istedi. N ihayet kendisine haber verildi ve h ü kümdarın huzuruna gird i . A n c a k Muaydi, ç o k cömert o l m a s ı n a rağmen kısa boyl u v e o l rl ıı kça ç i r k i n yüzlü bir insandı. Onu gören hükümdar (.ı_,:; .:ıi J' _r-> c,S�L �) " M uay­ di'yi işitmen, onu görmenden daha hayırlıdır," dedi ve bu söz Araplarda darbımesel oldu (çev.).

el-İkdü 'l- Ferfd

163

Gördüm Arôbetü 'l- Evsf'yi, yüceliyordu, İyiliklere doğru; dostlarından kopma pahası na. Şeref i�·in yüceldi[Ji zanıa ıı, bir buyru k, A rôbe alı verir onu hemen sağ elin e.

Dediler ki : İ nsan dört şeyle seyit olur: Akl ıyla, edebiyle, ilmiy­ le ve malıyla. Selm b. N evfel, Kinane kabilesin i n seyidiydi. Bir adam onun oğluna ve yeğenine saldırarak onları yaraladı. Adam kendisine geti rildi. Selm ona: "Seni benim i ntikamımdan emin kılan ne­ dir?" dedi. Adam: "Eğer öfkeni yudumlamayacaksan cahilleri affetmeyeceksen; kötülüklere tahammül etmeyeceksen, ne d iye seni seyit yaptık?" dedi. Selm onu serbest bıraktı. Şair bu konuda şöyle ded i : Seyit olur bazı kavim ler a m a seyit değ ildir; Asıl seyit, büyük olan Selm b. Nevfel'dir.

İ bnü'l-Kelb\' şöyle dedi: Halid el-Anber\' bana: "Siz seyitleri ne [2/1 47] sanıyorsunuz?" dedi. Ben ona: "Cahiliye döneminde seyitlik reislikti. İ slam' da ise adilce yönetmektir. B u ikisinden daha hayırlısı takvadır," dedim. Halid şöyle dedi: « D oğru söyledin. Babam şöyle derd i : " İ lkler ancak akılla şerefe ulaştılar. Sonradan gelenler de ancak ilklerin ulaştıkları şeylerle ulaştılar."» "Baban doğru söy­ lemiş. Kuşkusuz el-Ah nef b. Kays ancak hilmiyle seyit olm uştur. Malik b. M isma', aşiretinin onu çok sevmesiyle seyit olmuştur. Kuteybe b. Müslim dehasıyla reis olmuştur. M ü helleb ise bu has­ letlerin tümüyle seyit olmuştur," dedim. el-Asma\' şöyle dedi : Münteci' b. N ebhan adı ndaki bir bedevi­ ye : "Seyitlik nedir?" denildi. Bedevi : "Seyit, omuzlarını eğendir," dedi. Ömer b. el-Hattab'ın hilafeti döneminde, kendisi için evde bir döşek serilirdi. Onun üzeri ne sadece Abbas b. Abdülmuttalib ve Ebu Süfyan b. Harb otururdu. Peygamber (sav.) Ebu Süfyan'a: (l_;JI J� J �\ J5) "Avın tamamı yaban eşeğinin karnındadır," dedi.72 Bu, "Vah şet hakı72

B u bir darbı meseldir. Üç arkadaş ava çıkmışlar. Biri tavşan, biri ceylan, biri de yaban eşeği avlamıştı. Yaban eşeği avlayan kişi arkadaşları n a : "Si-

1 64

e/-İkdü '/-Ferid

mından, insanlar arasında yaban eşeği gibi adamlar da vardır," anlamındadır. Amr b. el-As'ın Kardeşi Hişam Hakkındaki Görüşü

Amr b. el-As, Mekke'ye girdi. Kureyş'ten bir topluluğun halka halinde oturduklarını gördü. Onu gördüklerinde gözleri ni ona diktiler. Bunun üzerine Amr onlara yönelerek: "Sanıyorum ben­ den söz ediyordunuz," dedi. Onlar: " Evet, ikinizden hangisi daha faziletlidir diye seni ve kardeşin H i şam'ı karşılaştırıyorduk," de­ diler. Bunun üzerine Amr: " H işam'ın benden dört üstün hasleti vardır. Annesi, Hişam b. el-Muglre'nin kızıdır. Benim annem ise sizin tan ıdığınız biridir. Babam onu benden daha fazla seviyor­ du. Siz babanın evladını ne kadar tanıdığını bilirsiniz. Benden önce M üslüman oldu. Üstelik o şehit oldu ben hayatta kaldım," dedi. Kays b. Asım vefat döşeğindeyken çocuklarına şöyle dedi : Dinleyin ben i ! Hiç kimse benim kadar size güzel nasihatte bu­ lunamaz. Ben öldüğüm zaman büyüklerinizi lider yapın. Küçük­ lerinizi lider yapmayın. Aksi takdirde insanlar, büyüklerinize hakaret ederler. el-Ahnefb. Kays şöyle dedi: Seyitlik halkla beraberliktir (.).) j-11 .)1_,...J � ) . [ 2/1 48]

Bu mana iki tür tefsire muhtemeldir. Birisi, el-Ahnef (.)1_,...J l ) kelimesiyle siyah saçı kastetmiş olabilir. Demek istiyor ki: "Genç­ liğinde seyit olmayan yaşlılığında s eyit olamaz." Diğeri de (.)1_,....l l ) kelimesiyle insanları kastetmiş olabilir. Demek istiyor ki : "Seyit­ liği halkın dilinde yaygın olarak bilinmeyen bir kişiye, özel bazı kesimlerin dilinde olması ona fayda vermez." zin avladıkları nızın tümü yaban eşeğin i n karnına girer," anlamında (JS ı_,AJı ....; -"'° ..} .ı.,...a.1 1 ) dedi. Resulullah (sav.) M ekke'yi fethedince daha önce Hz.

Peygamb-er'i (sav.) ağır ifadelerle h i cveden, amcasının oğlu Ebu Süfyan b. el-Haris b. Abdülmuttalib onun yanına gelmek için izin isted i. Fakat hemen hemen herkesi ondan önce kabu l etti. Sonunda sıra ona geldi. Ebu Süfyan: " N e redeyse iki vad inin taşlarını bile benden önce yanına alacaks ı n ya Re­ s u lellah," dedi. Peygamber (sav.) : "Öyledir ey Ebu Süfya n , senin d u ru m u n i l klerin (ı_,A.lı ....; -"'° ..} .ı.,...a.1 1 JS ) şeklinde dediklerine benzer" buyurdu [Hadis için bkz. Ebu Abd Üllah Muhammed ez-Zerkani, Şerhü 'z-Zerkiin i Ale'l-Mevii­ h ibi'l-Ledüniyye, Darü'l-Kütübi'l- İ l m iyye, Beyrut, 1 996, V. 3 1 4] (çev.).

el-İkdü 'l-Ferfd

165

Eban b. Mesleme şöyle dedi : Bizler, genç yaşta seyit olanla r gibi değiliz, Görülür malları, faka t görülmez fiilleri. Evlerine mahsustur onların mesa ileri, Bizim m esaim iz ise Zübyfin kabilesinin tüm aile fertleriyledir.

Arkadaşlarını Kaybeden İbn Uyeyne'nin Sözleri

H eysem b. Adi şöyle dedi : Süfya n b. Uyeyne yalnız kalı p da alim arkadaşları vefat edince insanlar yanına çok gidip gelmeye başladılar. Bunun üzerine Süfyan şu beyti okudu: Boşaldı memleket d e b e n seyit oldum, seyit yapılmadan, Şeka vettendir kuşkusuz, büyüklerden yalnız kalmış olmam.

Seyitlik Kişiye Bağlıdır

Hz. Peygamber (sav.) şöyle buyurd u : "Kimin ameli fazlaysa soyunun şerefi onu geride bırakmaz. Kimin ameli eksikse soyu­ nun şerefi onu kurtarmaz." Kus b. Saide şöyle dedi: Kendisine ait bir şerefi olmayan kişi için, babasının şerefi yeterli olmaz. Dediler ki : İ nsanlar ancak bedenleriyle ayaktadırlar. Şair şöyle dedi: İsam 'ı n nefsi, yüceltmiştir İsam 'ı, Ve sa vaşta öğretmiştir ona, hamle yapmayı.

Abdullah b. Muaviye şöyle dedi: Dayanacak değiliz soy şerefine, Babalarım ız, her ne kadar şerefli olsa da. Babala rımızın yaptıkları gibi bina ediyoruz, Ve o n ların yaptıkları gibi yapıyoruz.

Kus b. Saide şöyle dedi: Araplar arasında öyle bir hüküm ve- [2/1 49] receğim ki ne benden önce böyle bir hüküm veren olmuştur ne de benden sonra kimse bu hükmü reddeder. Herhangi bir adam bir adamı kınar da gerisinde bir cömertlik varsa o adama bir kı­ nama yoktur. Yine herhangi bir adam bir cömertlik iddia eder de gerisinde bir ayıp varsa o kişinin cömertliği yoktur. Aişe (ra.) şöyle dedi: " Kötülük, ardında kötülük bulunan her cömertli kten daha fazla öne çıkar. Cö mertlik de ardında cömert-

e/-İkdü 'l-Ferfd

166

li k bulunan her kötülükten daha fazla öne çıkar." Hz. Aişe şunu demek istiyor: İnsana en fazla gerekli olan, nefsinin güzel haslet­ leridir. Eğer kendisi cömert fa kat babaları cimri olsalar, bu du­ rum ona zarar vermez. Eğer kendisi cimri olup babaları cömert olsalar, bu ona bir fayda sağlamaz. Amir b. et-Tufeyl el-Amiri şöyle dedi: Ben, h e r ne kadar seyit olan Ben f Am ir'in oğlu, Ve her birlikte, kabilen in en m eşhur süvarisi olsam da, Yüceltmiş değildir beni verasetle, Amir kabilesi, Nasip etmesin Allah, bir baba veya dedeyle yükseltm eyi. Faka t koruyorum Amir kabilesini ve sakınıyorum ezasından, Ve ona a tanlara a tıyorum [okum u] om uzlarımla.

Bir gün bir adam Abdülmelik b. Mervan'ın yanında, her tür­ lü görüşü barındıran bir konuşma yaptı. Abdülmelik onun ko­ nuşmasına hayret etti ve ona: "Sen kimin oğlusun?" dedi. Adam: "Ben nefsimin oğluyum e y M ü m i nlerin Emlri ! Onunla s ana ulaş­ tım," dedi. Abdülmelik: "Doğru söyledin," dedi. Şair bu manayı alıp şöyle dedi: A klım malımdır ben im, himm etim d e nesebim; Ben ne mevlayım ne de A rap. Bir kişi kendisini biryere n ispet ederse, Ben edebime mensub um kuşkusuz.

Yeni yetme bazı şairler şöyle ded i : Gördüm, Ben f Dalik 'in adamlarını, Hü kümdar olm ıışla r, ticaretleri sayesin de. Ve Berberi/erimiz duvarla rı n ı n ya n ı n da, Ölülerinin bahsine dalıyorlar. Kıışkıısıız insanlar ancak beden leriyle vardırlar, Ve n esepleri, anlarının şeyin dedir. 7J [2/1 50]

M ürüvvet

Hz. Peygamber (sav.) şöyle b uyurd u : "Mürüvvetsiz din olmaz." Reblatu'r- Re'y şöyle dedi: M ürüvvet altı haslettir. Üçü yolcu­ luk dışında, üçü de yolculuktadır. Yolculukta olan hasletler, azığı esirgememek, güzel ahlak ve yol arkadaşıyla şakalaşrnaktır. Yol7 3 Yani anneler, evlatlarının neseplerini d a h a iyi biliyorlar.

e/-İkdü 'l-Ferid

1 67

culuk dışındaki hasletlere gelince Kur'an tilaveti, mescitlere de­ vam etmek ve iffetini korumaktır. Ömer b. el-Hattab (ra.) şöyle dedi: Mürüvvet iki kısımdır: Birisi zahiri mürüvvet, diğeri de batın! mürüvvettir. Zahiri mü­ rüvvet, zenginlik ve dünya ziynetidir. Batıni mürüvvetse iffetli olmaktır. B ir heyet M uaviye'nin ya nına geldi. M uaviye onlara: "Size göre m ürüvvet ne demektir?" dedi. Onlardan birisi: " İ ffetli ol­ mak ve maişeti ni tedarik etmektir," dedi. Muaviye [oğluna döne­ rek] : " D uy bunu, ey Yezid ! " dedi. Ebu H ü reyre'ye : "Mürüvvet nedir?" diye soruldu. Ebu H ürey­ re : "Allah'tan korkmak ve mal mülk aramaktır," dedi. el-Ahnef b. Kays'a: "Mürüvvet nedi r?" diye soruldu. el-Ahnef: " İ ffetli olmak ve sanatkar olmaktır," dedi. Abdullah b. Ömer (ra.) şöyle ded i : Biz Ku reyşliler hilm ve cö­ mertliği seyitlikten (büyüklükten) saymayız. Fakat iffetli olmayı ve mal tedarikini mürüvvetten sayarız. el-Ahnef b. Kays şöyle ded i : Ya lancının mü rüvveti yoktur. Cimrinin seyitl iği de olamaz. Kötü ahlaklının takvası da yoktur. Peyga mber (sav.) şöyle buyurd u : " M ürüvvet sahiplerinin ha­ taların ı affedin. Nefsim elinde olan Allah'a kasem ederim ki on­ lardan birisi hata yapar da, yine de eli Allah'ın elinde olur." el-Utbi, babasından naklen şöyle dedi: Bir adamın mü rüvveti ancak beş şeyle tamamlanır. Kişi alim, doğru, akıllı, fesahat sahi­ bi ve insanlardan müstağni olması gerekir. Şair şöyle ded i : Kişi, n efsin i koyduğu yere göre değer alır, O ha lde iyi işlerin içine koy n efsin i.

Abdülmelik b. Mervan'a: " M us'ab b. ez-Zübeyr içki içer m iy­ di?" denildi. Abdülmelik: "Mus'ab eğer s uyun, mürüvvetine zarar vereceğini bilseydi onu dahi içmezdi," dedi. Dediler ki : Kim horozdan üç, kargadan da üç şey alırsa onunla [2/1 5 1 ] edebi v e mürüvveti tamamlanmış olur. Horozdan cömertliği, ce-

el-İkdü '/-Ferfd

168

sareti ve gayreti; kargadan da rızkı erken aramayı, çok dikkatli olmayı ve eşiyle gizlice birleşmeyi alırsa . . . Adamların Tabakaları

Halid b. Safvan şöyle dedi : İ nsanlar üç tabakadır: Alimler ta­ bakası, hatipler tabakası ve edipler tabakası. Bir de bunların ara­ sında akılsızlar vardır. Bunlar fiyatları yükseltir, çarşı pazarları daraltır ve suları bulandırırlar. el-Hasan şöyle dedi: Adamlar ü ç kısımdır: Bir adam var ki gıda gibidir; onsuz olmaz. Bir adam var ki ilaç gibidir. Zaman zaman ona ihtiyaç duyulur. Bir adam da var ki hastalık gibidir. H içbir zaman ona ihtiyaç duyulmaz. M utarrif b. Abdullah eş-Şihhir şöyle dedi: İ nsanlar üçtür. İ nsan olanlar, maymun olanlar ve insan suyuna daldırılmış olanlar.74 el-Halil b. Ahmed şöyle ded i : Adamlar dört kısımdır: Bi risi bi­ liyor ve bildiğini de biliyor; bunlar alim insanlardır, onlara soru sorun. Birisi biliyor, ancak bildiği n i bilmiyor; bunlar unutkan insanlardır, onlara hatırlatın. B irisi bilmiyor, bilmediğini biliyor; bu cahildir, ona öğretin. Birisi de var ki bilmiyor, bilmediğini de bilmiyor; bu ahmaktır, ondan uzak durun. Şair şöyle dedi : Beladan değil midir, senin cah il oluşu n ? Ve sen bilmediğini de bilm iyorsun . . . Eğer bilm iyorsan ve bilen gibi d e değilsen, O zaman nasıl bileceksin, bilmediğ in i ?

Bir başka şair şöyle dedi : Hastalık, ancak bir cah ile öğretmektir, Bir cahil ki senden daha bilgili olduğ u n u sanıyor. [2/1 52]

Ali b. Ebu Talib (ra.) şöyle dedi: İ nsanlar üç kısımdır: Rabbani olan alim, kurtuluş yolunda olan öğrenci bir de barbar ve ayak­ takı mı insanlar. Bunlar her rüzgara kapılırlar. H ü kema şöyle dedi : Dostlar ü ç kısımdır: Bir dost vardı r, sa­ mimi bir şekilde seni sever, sana yardım eder, senin önemli olan 7 4 Bunun orij inal Arapçası şöyledir: (..rUI �LA ._.; ı� ._;L_, ._;t:...:.; _, ._;L : ;.;� ._;uı. ) (çev.). •

el-İkdü 'l-Ferfd

1 69

işlerine zaman ayı rır. Bir dost var ki sana karşı iyi niyetlidir, fakat sana yardımı dokunmaz. Bir dost da var ki diliyle sana dalkavuk­ luk yapar, fakat dikkatini senden başka tarafa çevirir, sana bol bol yalan söyler ve yemin eder. eş-Şa'bl şöyle dedi : Bir adam Abdullah b. Mes'ı1d'un yanından geçti. Abdullah arkadaşlarına: " Bakı nız, bu adam bilmiyor, bil­ mediğini bilmiyor ve bilenden de öğrenm iyor," dedi. Peygamber (sav.) : "Ya alim ol ya da öğrenci; üçüncüsü olma; helak olursun." Halk Yığınları

(�L&. _,.;JI) kelimesi küçük çekirgelere verilen bir isimdir. İ nsan kalabalıkları bunlara benzetilerek onlara da bu isim verilmiştir. Abdullah b. Abbas'ın yanında insan kalabalıklarından söz edildi; şöyle dedi: "Onlar bir araya geldiklerinde mutlaka zarar verirler. Birbirinden ayrıldıklarında da mutlaka fayda verirler." Abdullah b. Abbas'a: "Onların bir araya geldiklerinde nasıl zarar verdi klerini biliyoruz. Peki, ayrılmalarının faydası nedir?" denil­ di. Abdullah b. Abbas: " Hacamatçı dükkanına, demirci körüğüne ve her sanatkar sanatının başına gider," dedi. Bi r gün Ömer b. el-Hattab (ra.), şüpheli olarak yakalanan bir adamın arkas ından giden bir toplul uğa baktı ve : "Sadece şerde görülen bu yüzlere merhabalar olması n," dedi. Habib b. Evs et-Ta! şöyle dedi: Eğer za nnının efendi olmasını istiyorsan, Onu şu büyük kalabalıkların içine koy.

Di'bel şöyle dedi İnsan ların çoğu; hayır, aksine insan la rı n az bir kısm ı, A llah bilir ya, yanlış bir şey söylemedim. Gözlerimi açtığım da, birçoklarına açarı m, Faka t görmem bir tek kişiyi.

Kaba Kimseler

Aişe (ra.) : "Ey im an eden ler! Peygam ber'in evine size yemek için izin verilmediği vakit sakın girm eyin. Fakat çağrıldığın ızda girin; yem eğin izi yiyince hemen dağılın; söze dalıp oturmayın. Bu

[2/1 53]

e/- İkdü '/-Ferid

170

davranışınız Peygamber'i rah a tsız ediyor. O size söylemeye çeki­ n iyor. Oysa Allah hak ola n ı açıklamaktan çekin mez, "75 ayeti kaba

adamlar hakkında nazil oldu. eş-Şa'bl şöyle dedi : Sabah ın iki rekatı nı kaçıran kimse sakil adamlara lanet etsin. Calinos'a: "Sakil adam neyle ağır yükten daha ağır hale geldi?" diye soruldu. Şöyle dedi: "Çünkü sakil adamın ağırlığı orga nla­ rı nda değil, kalbindedir. Ağır yükte kalp, organlara yardı m eder." Sehl b. Harun şöyle dedi: Kim nefsiyle sana ağır gelir ve is­ tekleriyle seni gamlandırırsa ona sağır bir kulak ve kör bir göz verin. Ebu Hüreyre bir adamdan i stiskal edince: "Allah'ı m! Onu affet ve bizi ondan kurtar," diye dua ederdi. Sakil bir adam el-A'meş'in meclisine geldiği zaman şu beyti söylerd i : Ölü bir fili taşımaktan daha zordur, Meclisim izde oturan bazılarını taşımak . . .

Ebu Hanife, el-A'meş'i hasta yatağında ziyaret etm işti. Ona: " Eğer sana ağır gelmeseydim ey Ebu Muhammed, her gün iki kere seni ziyaret ederdim," dedi. Bunun üzerine el-A'meş: "Val­ lahi ey yeğenim! Sen evinde olduğun halde bana bu kadar ağır geliyorsun; bir de her gün iki kere gelseydin nasıl olurdu acaba?" dedi. Bir adam, zaman zaman yanında oturan bir sakili hatırladı ve şöyle dedi: Vallahi o adam yanımda oturduğu zaman, onun sadece bir tarafına buğzediyo rum. Bir adam yüzüğünün kaşına: "Sıktın, kalk," yazdırdı. Bir sakil adam yanına oturduğu zaman yüzüğünün kaşını ona gösterir ve : "Şu yüzüğün üzeri ndekini oku ! " derdi. Hammad b. Seleme istiskal ettiği bir adam gördüğü zaman: "Rabbimiz, üzerim izden azabı kaldır; biz artık in anmaktayız, "7 6

ayetin i okurdu. 7 5 Ahzab, 3 3 / 5 3 . 76 Duhan, 44/ 1 2.

e/-İkdü '/-Ferfd

171

Beşşar el-Ukayli, Ebu İmran adı ndaki sakil bir adam hakkı n- [2/1 54) da şöyle dedi: Mizan ı n kefesinde hafif olsa bile, Çoğ u zaman sakil o/ur, ya nında oturan. Şöyle dem iştim: Sakil bir adam, Seh /ôn Dağından ağır olur, bir ka vme m usallat olursa. Nasıl olur da emaneti yüklen m ek istem ez, Bir yer ki taşıyor üstünde Ebu İm rôn 'ı ?

Başka biri şöyle dedi: Sen ey adam, saki/sin, Saki/sin, sakil . . . İnsansın görün üşte, Faka t m izanda bir fil . . .

el-Hasan b. Hani sakil bir adam hakkında şöyle dedi : Ağır bir adam, yakın yerden bize gelir, Sevindirir onu, burnumun rağmına bir elem. Söylerim ona, ortaya çıktığında: Çıkmaz olaydı, Keşke taşımasaydı onu bize, ayaklar. Kaybettim hayalin i, körlükten değil; Ve kelamının sesini, sağırlıktan değil.

Yine el-Hasan b. Hani bir sakil hakkında şöyle dedi: San m ıyoru m, develerin beni senden kurtaracağını, Ne de gemi ku rta rır ey adam! Eğer binseydim Burôk'a, yetişirdi sen den, F:vinin uzaklığına ra/jm en, yetişirdi bana bir a/jırlık. Va r m ısın, tüm malımı alırsın, h ibe olarak, Ve b uradan yüklenip gidersin, ne dersin h a ?

Yine el-Hasan b. Hani şöyl e ded i : Ey o turan lara fi tık afeti gibi ağır ola n ! Tıpkı boğazı tırmalamaya benzer kon uşman. Va r m ısın, ne kadar malım varsa Ve iki elimin sah ip olduğu, irili ufaklı her şeyi, Benden al; bu bir fidye olsun ben den, Ve çekil git, toz olup uzaklara . . . Ey dem irlenmiş ve yerinden ayrı lmayan, İğren çlik dağı! Çok düşü ndürdün beni, Bilm iyoru m, ne işe yaradığını,

[2/1 55)

e/-İkdü 'l-Ferfd

172

Ne hicvedilebilirsin, Ne de methedilebilirsin.

Sakil adamlardan birisi zarif adamlardan birisine bir deve hediye etmişti. Sonra her akşam evine gelmeye başladı; nihayet onu bıktırdı. Bunun üzerine adam şöyle dedi: Ey bir deve hediye edip sıkan ada m ! A l iki bin deveyi v e çekil git, lütfen. Dedi: Yükleri ne olacak? Dedim: Zeytinyağı ve bal. Dedi: Onları kim yönetecek? Dedim: İki bin adam olacak. Dedi: Kim sevk edecek? Dedim: İki bin kahraman. Dedi: Elbiseleri nasıl olacak? Dedim: Güzel elbiseler olacak. Dedi: Silahları ne olacak? Dedim: Kılıçlar ve m ızraklar. Dedi: Kölelerim olacak mı o zam a n ? Dedim: Evet, sonra cariyelerin d e olacak. Dedi: Bunu böylece yazın. O zaman, yanın ızda bir kayıt defterim olacak. Ona dedim: Bin defter olsun, Sadece ver bize, kalkıp gitme garan tisini. Dedi: Usandırdım sizi, Dedim: Doğru, gerçekten de usa ndırdın. Dedi: Sizi bıktırdım. Dedim: İş çok büyüktür. Dedi: Size ağır geldim. Dedim: Ağırlıktan da ö te. Dedi: Ben yüklenip gidiyorum. Dedim: Acele et, lütfen acele. Ey Uğ ursuz yıldız! Kim Zühal'den daha uğursuz olur? Ey Dağdan olan dağ gibi ada m ! Dağın üzerindeki b i r dağın içinde . . .

Hamdfıni, sevimsiz ve iğrenç bir adam hakkında şöyle dedi:

[2/1 56]

Eğer sevimsiz adamın v e kadı n ı n oğlu! Ve iğrençlik konusunda kendisin e yetişilmeyen kişi! Soracağım sana, Allah aşkına doğru söyle, A n cak sen doğru söylemezsin, bildiğim kadarıyla.

el-İkdü 'l-Ferfd

173

Sen çirkefliğinden dolayı nefsine kızıyor m usun ? Kızmıyorsun eğer, ahmaksın o zaman.

Yine H amdfıni şöyle dedi: Sen insa n ların bulunduğu yerde, İnsanlardan sayılırsın. Ban a gelen habere göre, İblis görünce sen i, kaçıyorm uş.

H abib et-Tal iğrenç bir adam hakkında şöyle dedi: Ey doğ u m uyla dünya usanmış olan ada m ! Tıpkı kazan ların külden usandıkları g ibi . . . Kibirli b i r şekilde yürüyünce yeryüzünde, Ciğerim in üzerinde yürüyor san ı rı m, iğren çliğinden dolayı. Eğer yerde bir parça olsaydı, o n u n çirkinliğinden, Hürmeten gelmezdi, hiç kimsenin üzerine.

el-Hasan b. Hani, Faz! er-Rakkaşi hakkında şöyle dedi : Gördüm, Rakkiişf'yi bir yerde, Ban a iğren ç ve çirkefgeliyordu. Ban a, ne istiyorsan iste, dedi. Ben, sana karşı susmayı arzu ettim, dedim.

eş-Şa'bi bana şu beyitleri okudu: Sın a n dım, aptal bir toplulukla, En h afifleri bile sakildi. A h m a k adamlar. . . Yanlarında oturduğum da, Paslan ı r akıllar, yakınlıklarından. Sözlerini bana anlatamazlar, Ve a n laşılmaz olur, on lara söylediklerim. Onla r çokturlar, bana göre, Nasıl ki ben azınlıktayım, onların yakı n ı n da.

el-Utbi şöyle dedi: Kissal, Rakkaşi'ye şu nları yazdı : Sen delilerin izi şikayet ettin bize, Ben de sana şikayet ediyorum de/ilerim izi. Bir de kirli adamların ızı anla tmaya başladın; Pis kok ve kirlen, yanım ızda bulunan larla. Eğer selamet olmasaydı, biz de onlar g ibi olurduk, Eğer bela olmasaydı, onlar da bizim gibi olurlardı.

H abib et-Tal şöyle dedi:

[2/1 57]

el-İkdü '/-Ferfd

1 74

Bir arkadaşım var, bıktım o n u n sohbetinden, Kaybettirsin Allah, onun şahsın ı bana acilen. Onun bıça/jını ve yüzüğ ü n ü ça ldım, Kesecektim aram ızdaki bağı, kesmediler.

Habib şöyle dedi: Ey ortaya çıktığında, yüzü nde Karun hazineleri kadar nefret o lan kişi! Eğer bir şey, kendi şeklinden kaçacak olsaydı, Kaçacaktı senin bir kısm ın, bir kısm ından. Bizi birden yeryüzüne indiren Adem babam ızın, Sulbünde olman, ne felaket bir şey!

Ebu H atem şöyle dedi: N evadir'in sahibi Ebu Zeyd el-Ensarl en-Nahvi bana şu beyti okudu: Yahya 'nın yüzü, o n a tükürm eye davet ediyor, Ancak ben ondan esirgiyorum, tükürüğümü.

Ebu Hatem dedi ki : Bana el-Utbl şu beyti okudu: EbU Ümeyye 'n in göm leği, bildiğiniz gibidir. Ondan daha kirlidir, Ebu Ümeyye 'n in cildi.

İsimlerle Fal Bakmak (Tefeül)

Ömer b. el-Hattab (ra.), iş arayan bir adama ismini ve babası ­ n ı n ismini sordu. Adam: "Zal i m b. Sü raka," dedi. Ömer: " S e n za­ limsin, baban da hırsızlık yapıyor, öyle mi?" dedi ve ona h içbir iş vermedi. Bir adam Ömer b . el-H attab'a (ra.) doğru geldi. Ömer ona: "Senin adın ne?" dedi. Ada m : "Şihab b. Hu rka (Tutuşman ı n oğlu Ateş parçası)," dedi. Ömer: " Kimlerdensin?" dedi. Adam: " H ar­ retü'n-Nar (Ateşin sıcaklığı) kabilesinden im," dedi. Ömer: " Evin nerede?" dedi. Adam: "Zat-i Lezza (Alev sah ibi) denilen yerde," dedi. Bunun üzerine Ömer ona: " Kalk git, senin ailen yanıyor," dedi. Aynen Ömer'in (ra.) dediği olmuştu. Ömer b. el-Hattab (ra.), M esruk b. el-Ecda' ile karşılaştı. [2/1 58] Ö mer ona "Kimsin sen?" dedi. Adam : "Mesruk b. el-Ecda'," dedi. Ömer şöyle ded i : " Resulullah'tan (sav.) işitti m : ' Ecda' şeyta n­ d ı r,' diyordu."

e/-İkdü '/-Ferid

175

H z . Peygamber'in (sav.) Postayla İ lgili Tefeülü

Süfyan, Hişam ed-Destüval'den, o da Yahya b. Ebu Kesir'den rivayetle şöyle dedi ki : Resulullah (sav.) valilerine şöyle bir mek­ tup yazdı: "Güzel yüzlü ve güzel isimli olmayan hiç kimseyi posta işinde görevlendirmeyin ." el-Haccac ve Mühelleb'in Elçisi

M ühelleb b. Ebu Sufra, Ezarikanın [Haricilerin] savaşını bi­ tirince el-Haccac'a fetih müj desini vermek üzere Malik b. Beşir adında bir adam gönderdi. Adam el-H accac'ın yanına girdiğinde, el-Haccac ona: " İ smin nedir?" dedi. Ada m : "Malik b. Beşir" dedi. el-Haccac: "Mülk ve müjdedir," dedi. Şair şöyle dedi: Bir kö tülükten kurtulduğum zaman, Bir kere Es/em diye, bir kere de Reba h diye çağırırım.

Demek istiyor ki, selamette kalmak için "Eslem" diyorum; kar (ribh) elde etmek için de " Rebah" diyorum. Resulullah'ın (sav.) Tefeüllerinden

Reyyaşi, el-Asmai'den naklen dedi ki : Resulullah (sav.) Medi­ ne'ye geldiğinde Ensardan bir adamın evine misafir oldu. Adam kölelerine: "Ey Salim! Ey Yesar! " şeklinde seslendi. Bunun üzerine Resulullah (sav.) : "Ev bizim için kolayl ıkla selamet oldu," buyurdu. Resulullah (sav.) ve Hazn b. Ebu Vehb

Said b. el-M üseyyeb b. Hazn b. Ebu Vehb el-Mahzumi şöyle dedi: Dedem Hazn b. Ebu Vehb Resulullah'ın yanına gel di. Re­ s ulullah (sav.) ona: ''Adın nası l ?" dedi. Dedem: " Hazn ! " dedi. Re­ sulullah (sav.) ona: "Hayır, Sehl'dir," buyurdu. Dedem: "Annemin ve rd iği bir ismi terk edecek değili m," dedi. Said dedi ki : "Biz bugün bile ailemizin ahlakında bu sertliği ve kasaveti görüyoruz." (2/1 59) Araplar ve Karga

Araplar gurbet için kargayı ( '-:"'l}JI) uğursuz sayarlar. Çünkü kargan ı n ismi gurbetten türemiştir. Ebü'ş-Şeys şöyle dedi: Sen i m u tlu eder mi, gece karan lığın da, Ban ağacının dalında acı acı bağıra n bir karga ?

el-İkdü 'l-Ferfd

1 76

Bir gurbet vardır, karganın çığlıklarında, Ban ağacında da ayrılık kargası vardır, yakınlaştırması uzak olan.

Başka birisi ayva (J::- _,A-l l) hakkında şöyle dedi: Bir ayva hediye etti ona, uğu rsuz saydı onu, Kalakaldı, düşünceli ve yorum yapıcı olarak. Ayrılık korkusundan; çünkü kelimenin yarısı seferdir (yolculuktur). Ve hakkı vardır, onu uğu rsuz kabul etmeye.

Bir diğeri zambak (.:r-_,_ll) hakkında şöyle dedi : Ey zam bağı bize hediye eden kişi! İyilik yapmadın, onu h ediye etmekle. Kelimenin yarısı kötülüktür (sev'}, kötü yaptın beni, Keşke görmeseydim zam bağı (sevsen).

Bir diğeri ağaç kavun u

CcfJI) hakkında şöyle dedi

Hediye etti dostu ona, bir ağaç ka vun u, Ağladı ve tefeül kuşu n u n kovulması n dan korktu.77 Meyvedeki değişiklikten ve ren klilikten korktu, İki rengi vardır, meyven in, içi başka, dışı başka.

et-Tal güverci n

(rk>JI) hakkında şöyle dedi:

Onlar "e/-hamam "dırlar; eğer başta kini kesre yaparsan, Kuşkusuz onlar ecel anla m ı n a gelen "h imam "dırlar.

Eş'ab, Medine'de bir cariyenin yanına gidip geliyordu. Bir gün yanından çıktığında, onu hatırlasın diye, elindeki altın yüzüğü kendisine vermesini istedi. Cariye şöyle dedi: "Kuşkusuz yüzük altındır ('-:--"' ) ); fakat senin gitmenden korkuyorum (�l; .:ıi) . Fakat sen şu odunu (.:._,....i l ) al, belki onunla bir daha dönersin (.:.yY .:ıi)". Uğursuzluk

(2/1 60]

Peygamber (sav.) şöyle buyurd u : "Üç şey vardır ki hiç kim­ se bunlardan kurtulamaz; uğursuzluk, zan ve haset." Kendisine: "Bunlardan çıkış yolu nedir, ya Resulellah?" denildi. Resulullah (sav.) : "Uğursuz bulduğun şeye geri dönme; zannettiğin zaman gerçekleştirmek için peşine düşme; haset ettiğin zaman da dışa yansıtma," buyurdu. 77

Araplar, kuşları uçurarak tefeülde b u l u n uyorlardı. Fakat uğursuzluk geti ­ ren, örneğin sola veya arka tarafa uçan b i r kuş kovulurdu. Şair b u rada, ağaç kavununun uğursuzluk getireceğinden böylece uğursuzluk getiren kuşun durumuna düşmekten korkmuştur (çev.).

el-İkdü 'l-Ferfd

177

Ebu Hatim şöyle dedi : Uğurlu olan, s a ğ tarafında sana gelen­ dir. Uğursuz olan ise solundan sana gelendir. Senin alnına karşı olan da karşıdan sana doğru gelendir. M uhafız, arkandan sana gelendir. Peygamber (sav.) şöyle buyurd u : " H astalığın bulaşması ve uğursuzluk yoktur." Yine şöyle buyurdu: "Uğursuzluğa inanan bizden değildir." Yine şöyle buyurdu: "Sizden birisi bir kuş gördüğü zaman, 'A llah'ım ! Kuş ancak senin mahlukundur. Senin hayrından başka hayır yoktur. Senden başka ilah yoktur,' şeklinde dua ederse ona zarar vermez." Araplar uğursuzluğa inanırlardı. B u inanış şiirlerinde de gel­ miştir. Onlardan bazısı şöyle dedi: Kuş doğrulamadı seni, bizimle karşılaştığı gün, Bizden sana yol gösteren de haberdar değildi.

Hassan (ra.) şöyle ded i : Ah keşke! Keşke kuş haber verseydi bana, Ali ile İbn Affan arasında ne olduğ u n u. İşitirdin yakında, onların yurdun da, Ey Osm an 'a saldıranlar, Al/a h u Ekber sesin i . . .

el-Hasan b. Hani şöyle ded i : Em ir kıyam etti, Allah 'ın em riyle insa n lıkta, Ve devlet karşıladı, meyvenin geleceğinde. Kuş h aber verdi ve kuş doğrudur, haberin de, Güzel bir hayat ve uzun bir ömür haber verdi.

Kuteybe ve Uğursuzluğu

eş-Şeyban! şöyle dedi: Kuteybe b. M üslim vali olarak H o rasan'a gel ince hitap etti. Hitap ederken baston elinden düştü. Ho- [2/1 6 1 ] rasan halkı b u n u kendileri i ç i n bir uğursuzluk saydılar. B u n u n üzerine Kuteybe: "Ey İ nsanlar! D u r u m zannettiğiniz gibi değildir. Fakat şairin dediği gibidir," dedi ve ş u beyti okudu: A ttı asasın ı v e istikrar buldu o n u n la uzaklık, Tıpkı aydı n lan dığı gibi eve dön üşle, yolcunun gözü . . .

el-İkdü 'l-Ferfd

1 78

Dostlar Edinmek

Evzai, Yahya b. Ebu Kesir'den rivayetle şöyle dedi ki: Davud (as.) oğlu Süleyman'a şöyle dedi: Ey Oğlum! Bir düşmanı az gör­ me ve binlerce dost edinme. Ayrıca sana karşı istikametli olduğu sürece eski bir dostu yen i bir dostla değişme. M erfü hadiste: " Kişi, kardeşiyle (dostuyla) çok sayılır," buy­ rulmuştur. Şebib b. Şeybe şöyle ded i : Sadakat ve dürüstlüğün dostları, dünyanın kazancından daha h ayırlıdır. Onlar bollukta ziynet, sı­ kıntı zamanında hazırlık ve düşmana karşı yardımcıdırlar. İbnü'l-A'rabi şöyle ded i : Kasem olsun ömrüne, kişinin m a lı bir azık sayılmaz, Faka t dürüstlüğün dostları bir azık sayılır.

el-Ahnef b. Kays şöyle dedi: Dostların en hayırlısı, ona ihti­ yacın olmadığı zaman, sana olan sevgilerini arttırmayanlardır. Keza ona muhtaç olduğunda sana olan sevgisini azaltmayanlar­ dır. Eğer malın çoğalırsa seni destekler; eğer ondan yardım ister­ sen sana yardım eder. Sonra şu beyti okudu: Gerçek dostun, onu bir ih tiyaç için çağırdığında, Cevap verir sana; eğer sa rılsan kılıca, o da sarılır.

Bir başkası şöyle dedi : Dostu na saygılı ol! Çünkü dostsuz olan kişi, Sa vaş meydanına çıkmış gibidir, silahsız olarak. Kişinin amcasının oğlu, kan adıdır kuşkusuz, Kartal hiç yükselebilir mi kan a tsız bir şekilde ?

Dostlar için gerekli olan şeylerden birisi de birbirlerine ka r­ şı samimi gayretleridir. Dediler ki: Kişinin dostu onun aynasıdır. Ona, hem iyiliklerini hem de kötül üklerini gösterir. [2/1 62]

Dediler ki : Gerçek dost, sevgisinde sana karşı doğru olan ve ya rdımını esirgemeyendir. Dediler ki : Dostların en hayırlısı, zaman sana arkasını dönüp gittiğinde o sana yönelendir.78 78 el-İkdü 'l-Ferid' i n elim i zdeki nüshasında (....; _,..,; '> :�) .ı:.. 'iı ....; _,.:; '> �) :ı_,Jli_, �ıy:-\ıı '> J . . lk;JIJ ..i>-\ıl � '> ! .:r---\ı l 'j_, �I � '> ! �I '> _, ,._,.,_:r..J ı � '> ) tG,...:j l .

e/-İkdü '/-Ferid

179

Şair şöyle dedi: En b üyük dost, sevinç anında o n u n la bera ber olduğu zaman, Sıkın tı zamanında seni destek/eyendir. Cömert insanlar, rahatlık zamanları n da h atırlar/a r, Sıkın tı lı yerlerde, kendilerine dostluk elin i uza tan ları . . .

Bi r diğeri şöyle dedi: Sabır, insan tabia tının cömertliğinden dir; Min net ise bozar yapılan iyiliği. Dosta verilen sözü yerine getirmemek, Bir çağırıcı olur, dostluğun sona erdirilm esine.

M uhammed b. Yezid el- Müberrid, Abdüssamed b. el-Muazzel için, el-Hasan b. İbrahim hakkında şöyle dedi: Ey n efsin i benim nefsime feda eden ! Ve ey korktuğundan ve kendisin i korku tan şeyden korunan kişi! Ulaştı r dostuna, her ne kadar onu ziyaret etm ek uzak olsa bile Ve ben, her ne kadar karşılaşmasa m bile, karşılaşacağım onunla. Ve benim gözlerim onu görm eye bağla n m ışla r kuşkusuz. Her ne kada r onun yeri benim yerimden uzak da olsa. A llah bilir ya, ha tıra getirm iyorum o n u, Nasıl h a tırla r ki onu asla u n u tm ayan. Koşacağım, hiç iyi olur m u, iyilik barındırm ayan ? Ve faydası, faydasından ayrılan bir genç olur m u ? Za m a n fa ni olur a m a fani olmaz, zam a n ı n iyilikleri, Da m la sayılır ama sayılamaz verdiği iyilikler.

Bazı Yöneticilerin Dostlar Hakkmdaki Görüşleri

Bazı yöneticilere : "Kaç dostun vard ır?" denildi. Yönetici: " B il­ miyorum; dünya bana yönelmiş durumdadır; bütün insanlar da benim dostumdur. Ben dostları mı, ancak dü nya sırtı nı çevi rip gi ttiği zaman anları m," dedi. H i lafet el-Mansı1r'a geçince onun dostlarından birisi ona bir mektup yazdı. Mektubun içinde şu beyitler yer alıyordu: Biz senin ilk aile çevren iz, Bize de sıkı n tı verir, sana sıkı n tı veren.

-.,.-;ıpı

_ı.;j, >'l) paragrafı yer almamıştır. Çevirisi şöyledir: "Dediler ki : D ö rt şey a n ca k dört şeyl e ta n ı n ı r. C e s u r adam a n cak savaş meydanında tan ı n ı r. Halim insan ancak öfke anında tan ı n ı r. E min olan insan, ancak alışveriş­ te tan ı n ı r. Dostlar da ancak musibet zamanında tanı nı r:· [Bu paragraf için bkz. alwarraq.com] (çev.).

[2/1 63]

el-İkdü 'l-Ferfd

180

Görülürüz, düşmanlıkla, Ve uzaklıkla bilin iriz, sen in uzak durduklarından. Geceleriz, bir korkudan dolayı, sa na giizcii olarak, Ve sakin dir geceler. . . 79

Beyitler Ebu Ca'fer'e ulaşınca her beytin üzerine (sadakte) " Doğru söyledin," diye imza atar. Sonra onu çağırır ve yakın dost­ larına iltihak eder. Kınama ve Sevginin Baki Kalması

Hükema şöyle dedi : Dostun dosta karşı sorumluklarından birisi, küçük hatalarını görmezlikten gelmek ve kötülüklerini affetmektir. Eğer hatasından ve yaptığı kötülüklerden dönüp kendi nefsini kınarsa ne ala! Eğer dönmezse fazla üzerine gitme­ den onu kınarsın. Çünkü aşırı şekilde kınama, dostluğun sona ermesine vesile olur. Ali b. Ebu Talib (ra.) şöyle dedi: Bir kuşku üzerine dostunla alakanı kesme, onu kınamadan onu terk etme! Ebü'd-Derda şöyle dedi: Kim bütün benliğiyle sana kardeş olur ki? Dediler ki: Nerede, o terbiyeli ve hatasız adamlar? Beşşar el-Ukayll şöyle ded i : Eğer acıdır diye, içm ezsen suyu, Susarsın; hangi insanların içme suları arıdır ki?

Dediler ki : Dostu kınamak, onu kaybetmekten daha hayırl ıdır. Şair şöyle dedi: Kınama giderse sevgi olmaz artık, Kınama kaldıkça, sevgi de kalır.

M uhammed b. Eban şöyle dedi : (2/1 64]

Bir dostun bir suçuna, sabretm ediğim takdirde, Ve ben onu affetmediğim zam a n, fazilet nerede kalır? Bir eklem beni etkileyip de onu kestiğim zaman, Kalırım yerde ve artık m afsal/arım olmaz, ayağa kalkmak için. 79

Daha önce de bu rivayet geçmişti. Orada şu beyit de vard ı : D a h a önce senden sadır olan sözlerin, Yerine getirilmesi zamanıdır, şimdi (çev.).

el-İkdü 'l-Ferfd

181

Faka t tedavi ederim onu; eğer iyileşirse sevindirir beni. Eğer tedavi olmazsa, onda bir haksızlık var; demektir.

el-Ahnef şöyle dedi: Dost o l a n kişinin üç şeye tahammül et­ mesi gerekir: Birer zulüm gibi görünen öfkeye, naza ve hata yap­ maya. Abdullah b. Muaviye şöyle dedi : Helak edecek değilim arkadaşımı, bir h a tayla, Ve ifşa edecek değilim sırını, öfkelendiği zaman. Ayrılma g ü ven ilir dostlardan; çünkü onlar; Azdırlar; diğer arkadaşlıkların bir yan a, on larla dost ol. Asıl sırdaş, sevgisi berraklaşan kimsedir senin için, Bir de sana karşı samimi olandır; sen in g ıyabında.

Dostl uğun Akrabalıktan Üstünlüğü

Büzürcmihr'e: "Sana en sevimli olan kimdir; kardeşin mi yok­ sa dostun mu?" diye soruldu. O : " Kardeşim bana dost olmadığı sürece onu asla sevmem," dedi. Eksem b. Sayfi şöyle dedi: Akrabalık sevgiye muhtaçtır. Fakat sevgi akrabalığa muhtaç değildir. Abdullah b. Abbas şöyle dedi : Akrabalık inkıtaa uğrar, iyilik de i n kar edilir. Fakat kalplerin akrabalığı (yakınlığı) gibi bir şey görmedim. Dediler ki : Kalplerinizin ikrah ettiği kimselerden sakının. Çü nkü kalpler kalpleri affeder. Abdullah b. Tahir el-Horasani şöyle dedi: Meylediyorum yum uşaklıkla, annemin oğluna, Ve tercih ediyorum dostu, öz kardeşe. Eğer beni itaat edilen bir h ükümdar o lara k bulursan, Sen dostumun kölesi olarak beni bulursun. Fark koyarım iyiliğimle m innetimin arasın a, Malım ı ve h u kuku bir araya getiririm.

H abib et-Tfü şöyle dedi: Çok araştırdım insanları, sonra denedim onları, Ve sınadım, anlattıkları sebepleri. Baktım ki akrabalık, kesilmiş bir ilişkiyi yaklaştırmıyor. Ve baktım ki sevgi, neseplerin en yakınıdır.

[2/ 1 65]

el-İkdü '/-Ferfd

182

Müberrid şöyle dedi : Yakınlık, ancak sevgisi sağlam ola n lar içindir, Ve h ıyu net etmesin sa nu; yakı n lık n esebe mahsus değildir. Nice yakınlar vardır, hasta kalpli ve kindar; Nice uzak olanlar var ki kalbi sıh h a tli ve akraba değil.

H ükema şöyle dedi: Çok kardeşlerin var ki annen doğurmuş değildir onlar gibisini. Dediler ki : Yakın olan, menfaati sana yakın olandır. Dediler ki: Nice uzak olanlar var ki yakın olandan daha ya­ kındır. Başka birisi şöyle dedi : Çok garip var ki cepledir samimiyeti, Ve çok babanın oğlu vardır ki ith a m edilir gıyabında. Bazı hallerimle sevinen, g ü ven ilir bir dost, Ona yakın akrabalığım olm asa bile, İki bin yakından daha çok sevim lidir bana, Kalpleri bana karşı kuşkuyla geceleyen akrabadan.

Bir diğeri şöyle dedi: Birleştir uzak olanın ipini, birleştirmek isterse eğer, Ve uzak tu t yakını, eğer ipi kesmek isterse. Bazen malı yemeyecek olan, topla r m a lı, Ve malı toplamayan kişi, yer o malı. O halde zaman ne getirirse sana, ona razı ol, Kim ki gözü aydınlanırsa maişetiy/e, ona fayda verir.

Yine şöyle dedi: Kederlerin verdiği her da rlı/jın bir gen işliği vardır, Gece de sabah da, öylece kala kalmaz. Hakir görme fakiri, bir g ü n gelir sen eğilirsin de, Ve zaman yüceltir onu.

[2/1 66)

İbn H erme şöyle dedi : Bir delikanlı ki el-Bakf' g ü n ü, za m a n ı n hadiseleri, Sarsm ıştır onu, ne güzel delika n lıdır of Sevinçle karşılar onları, elçiler kapısına geldiğinde, Kolay görüşülür kendisiyle, h izmetçileri eğitilmişlerdir. Onun dostunu ve öz kardeşini gördüğün za man, Bilemezsin hangisi, o n u n kan kardeşidir.

e/-İkdü 'l-Ferid

183

İnsanlara Sevgiyle Yaklaşmak

M erfü hadiste şöyle buyrulmuştur: " İ nsanlar içinde Allah'a en sevi mli olanlar, kendilerini onlara en çok sevdirenlerdir." Yine merfü hadiste şöyle buyrulm uştur: "Allah bir kulunu sevdiği zaman, onu insanlara sevdirir." Bu ma nada, bizim sözlerimizden bazıları şunlardır: Bir y ü z k i üzerinde huzur vardır, hayadan dolayı, Ve bir sevgi; nefeslerle beraber akan bir sevgi . . . Bir g ü n Allah kulun u sevecek olursa, A tar o n u n kalbine, insanlara karşı bir sevgi.

Ömer b. el-Hattab (ra.), Sa'd b. Ebl Vakkas'a şunu yazdı: Allah bir kulu sevdiği zaman, onu mahlukatına sevdirir. Sen Allah'ın yanındaki makamını, insanlar nezdindeki makamına göre de­ ğerlendir. Bil ki senin Allah'ın yanındaki konumun, insanların senin yanındaki konumun kadardır. Ebu Dühman, Said b. Müslim'in kapısında durdu. Uzun müd­ det kendisine görüşme imkanı vermedi. Sonra ona izin verildi. Ebu Dühman onun huzuruna çıkınca şöyle dedi: Kuşkusuz dö­ nüp dolaşıp sana gelen ve şu anda senin elinde olan bu iş, daha önce başkasının elindeydi. Vallahi şimdi o bir sözden ibaret oldu. Sevmek, insanı Allah sevgisine ulaştırır. İnsanlara buğzetmek Allah'ın buğzetmesine sebep olur. Şayet hayırlı biriyse hayırla yad edilir. Kötü bi riyse kötü lükle yad edilir. Sen, güler yüz, kapı­ da fazla bekletmemek ve güzel bir muameleyle kendini Allah'ın kullarına sevdir. Çünkü insanlar, Allah'ın mahlukatı üzeri ndeki şah itleri ve yoldan sapanların üzeri ndeki gözcüleridir. Carud şöyle dedi: Si rke balı bozduğu gibi, kötü ahlak da ameli bozar. M u aviye'ye : " İ nsanlar içinde sana en sevimli olanlar ki mler- [2/1 67] dir?" denildi. M uaviye: "Yanımda güzel bir eli (iyiliği) olanlardır," dedi. Kendisine: "Sonra kimlerdir?" denildi. Muaviye : "Kendisi yanında güzel bir elim (iyiliğim) olanlardır," dedi. M u hammed b. Yezid en-Nahvi şöyle dedi: "el-Halil'in yanı­ n a geldim; küçük bir kadife halı üzerinde oturduğunu gördüm.

e/-İkdü 'l-Ferfd

1 84

Benim için yer açtı; fakat yerin i daraltmak istemedim ve kendi halimde kaldım. Bunun üzerine el-Halil kolumdan tuttu ve beni kendisine yaklaştırdı. Sonra : "Vallahi iğnenin deliği bile iki dost için dar değildir. Dünya da b i rbirini sevmeyen iki insan için çok geniş değildir," dedi. Bizim bu konudaki sözleri mizden bazısı şöyledir: Ayrılma sevdiğinden, n e kada r açıkça kınasa bile, En g üzel haya t, iki dost arasındaki beraberliktir. Kes, güvenmediğin sırdaşın iplerini; Çoğu zaman dünya dar gelir iki kişiye.

Sevginin Vasıfları İbn Tahir'in el-Me'môn'a Olan Sevgisini Anlatması

Ebu Bekir el-Varrak şöyle dedi: el-Me'mı1n, Abdullah b. Tahir'e: "Sevgi nedir?" diye sordu. Abdullah şöyle dedi: "Ey Müminlerin Emiri ! Birbirinden ayrı nefislerin cevherleri, benzerlik ipiyle bağ­ landığı zaman ondan, organların iç kısmını aydınlatan bir ışık çı­ kar. Onun aydınlanmasıyla da hayatın tabii kökleri hareket etme­ ye başlar. Buradan, nefis hatıralarıyla hemhal olan nefsin bir ar­ kadaşının teşekkül etmesi tasavvur edilir. İşte buna 'sevgi' denir." Hammad er- Raviye'ye : "Sevgi nedir?" diye soruldu. Hammad şöyle dedi: Sevgi bir ağaçtır; onun aslı düşüncedir; kökleri ha­ tırlamaktır; dalları gece uyumamaktır; yaprakları hastalıklardır; meyvesi ise ölümdür. M uaz b. Sehl şöyle dedi : Sevgi, binilenlerin en zorudur; içi­ lenlerin en sarhoş edicisidir; karşılaşılanların en korkuncudur; insanın hoşuna gidenlerin en tatlısıdır; içteki hastalıkların en acı vereni ve açıkta olanların en iştahlı olanıdır. Sevgi, şairin dediği gibidir: (2/1 68]

Afetleri vardır sevgin in, ortaya çıkınca o afetler, Bazı alametler ortaya çıkar ki sarı ışıkları olur. İçi hastalıktır sevginin, dışı abayı yakmak, İlk tarafı hatırlamaktır, son u da fikir.

Dediler ki: Sevgin aşk derecesinde, öfken de aşırı derecede olmasın.

el-İkdü 'l-Ferfd

185

Beşşar el-Ukayll şöyle dedi : Ey sevg ili! Sevginin arkasında, sen i yakın laştıracak, Bir m enzil bilir misin ? Sevgi beni uzaklaştı rdı doğrusu.

Başkası şöyle dedi: Sen i öyle seviyorum k i sevgili, eğer sevseydin bu kadar, Ba n a olan aşkından dolayı, delilik sende peyda olurdu. Sevecen olur, iç organlarla; gündüz ise Gözyaşla rıdır işi, gecesi ise in iltidir o n u n.

Babana Yapılan İyiliğe Karşı İyilik

İ b n Ebu Şeybe'nin Resulullah'tan (sav.) naklettiği hadiste şöy­ le buyrulur: Babanın dostu olanlarla ilişkini kesme. Aksi takdir­ de b u hareketinle onun nurunu söndürü rsün. Zira senin sevgin baban ı n sevgisidir. Abdullah b. Mes'ud şöyle dedi : D i rinin ölüye yapacağı iyilik­ lerden birisi, onun babasına iyilik yapanlara iyilik yapmaktır. Ebu Bekir şöyle dedi: Sevgi ve ö fke, m iras bırakılır. Bu manada Arapların darbı mesellerinden birisi şudur: Kötü köpekten yavru alma ! Şair şöyle dedi: Um u t bağlarsın çocuğa, oysa babası yorm uştu sen i, Babadan sonra boşunadır, oğluna bağladığın u m u t.

Temim b. M ü rr ve Bekir b. Vail kabileleri, Arap hükümdar­ ları ndan birinin yanında bir araya geldiler. İ ki kabile arası n da tartışma v e övünme yarışı oldu. Sonra hükümdara şöyle dediler: " Ey Hükü mdar! Bize bire r kılıç ver; hangimizin daha kah raman olduğunu bilinceye kadar huzurunda çarpışalım," dediler. H ü kümdar hemen emretti ve her birisine tahtadan [2/ 1 69] bir kıl ı ç verildi. Gün boyu çarpışmaya başladılar. Bekir b. Vai l : " Eğer kılıçlarımız demir olsaydı kes e rlerdi," dedi. Sonra Temim b. M ürr: "Ya da kayadan bir taş parçası olsaydı, yarardı," dedi. S onra h ü kü mdar aralarına gird i . B u n u n üzerine Temim b. M ürr, Bekir b . Vail'e: " Hayatta kaldığımız s ü rece sana b u düşmanlığı sürdüreceğim," dedi. Bekir: " Eğer ö lürsek çocuklarımıza m i ras b ı rakırız," dedi.

el-İkdü 'l-Ferfd

186

Denildiğine göre Bekir ve Temim kabilelerinin düşmanlıkları ta o günden dolayıdır. Bekir ve Temim'in Düşmanlığı ve İbn Hillize'nin Şiiri

Ebu Zeyd dedi ki : Ebu Ubeyde şöyle dedi: Sicistan'da bir dük­ kan inşa edildi. Bunu Bekir b. Vail inşa etmişti. Ancak Temim ka­ bilesi onu yıktı. Daha sonra Temim onu inşa etti ; bu kez Bekir onu yıktı . Bu yüzden iki kabile arasında yirmi dört vaka meyda­ na geldi. İbn Hillize el-Yeşküri, bu konuda şöyle dedi: Yazık sana ey gamsız ada m, yaklaştır zırhımı, Başladı, bizimle Tem fm 'in savaşı. Bazı dostlar ki üzerim ize a ttılar suçları, kuruş kuruş; Zamanlarında ve çok eskiden yapılan bir kon uşmadan dolayı. Barışmak istediler bizim le, faka t nerede barış zamanı! Onların talep ettiği şey, yıldızla rın da üstün dedir.

[2/1 70]

Haset

Ali (ra.) şöyle dedi: H asut adam için rahat yoktur; bezgin için dostluk yoktur ve kötü ahlaklıyı da seven yoktur. el-Hasan şöyle dedi : Hasut adam dışında, mazluma benzeyen b i r zalim görmedim. Onda sürekli nefes nefese kalma, ayrı lma­ yan bir hüzün ve tükenmeyen bir keder vardır. Resulullah (sav.) şöyle buyurd u : "Neredeyse haset kaderi mağlup edecekti." Muaviye şöyle dedi : Bir nimete haset eden adam dışında her insanı razı edebilirim. Hasut adamı, ni metin zevali dışında hiçbir şey razı edemez. Şair şöyle dedi : Hasetten dolayı sa na düşman ola n ı n düşman lığı dışın da, Her düşm an lığın yok edilmesi u m ulur.

Abdullah b. Mes'ud şöyle dedi: "Allah'ın nimetlerine düşmanlık yapmayın." Kendisine: "Kim Allah'ın nimetlerine düşmanlık ya­ par?" denildi. İbn Mes'ud şöyle dedi : "Allah'ın insanlara fazlından verdiği nimetlere haset edenlerdir. Allah bazı kitaplarda, ' Hasut in­ san, benim nimetimin düşmanıdır; Benim kazama karşı kızgınlık içindedir ve Benim verdiğim kısmete razı değildir,' buyurmuştur."

e/-İkdü 'l- Ferfd

187

Deni l ir ki yerde de gökte de ilk olarak Allah'a isyan edilen gü­ nah hasettir. Gökteki isyan, İblis'in Hz. Adem'e (as.) haset etme­ sidir. Yerdeyse Ka bil'in Habil'e haset etmesidir. Bazı müfessirler, "(Ateşe giren) inkarcılar şöyle derler: Rabbi­ m iz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster de onları ayaklarım ızın altına alalım ki en aşağılık/ardan o/sun/ar,"8 0 aye­

tiyle ilgili olarak şöyle dediler: Allah ayette geçen cinlerle İblis'i, insanlarla da Kabil'i kastetmiştir. Çünkü ilk olarak küfrü sünnet haline getiren İblis'tir. Katli de ilk olarak sünnet haline getiren Ka­ bil' '°"'

_;A.11 � � _,..J ı ...; L>- � J

el-İkdü 'l- Ferfd

219

Ey dünyayla ve dünyanın ziynetiyle şereflenen kişi! Şereflen mek, çamuru çamurla kaldırma k değildir. Bütün insanların en şereflisi olmak istediğin zaman, Bir m iskin kılığındaki h ükümdara bak! Budur işte, h immeti insanlar için büyük olan, Ve böylesi yararlı işler yapar, din ve dünya için.

Şefkat ve Sabır

Peygamber (sav.) şöyle buyurd u : " Kime şefkat verilmişse kuşkusuz ona dünya ve ahiret hayrı verilmiştir" H ükema şöyle dedi : Şiddetle elde dilemeyen şeyler şefkatle elde edilir. Görmüyor musun ki yumuşaklığına rağmen su, sert olduğu halde taŞı deliyor. Eşca' b. Amr es-Süleml, Ca'fer b. Yahya b. Halid'e şöyle dedi : Yum uşaklıkla ve şefka tle elde edilen ler, Mal ve adamlarla, asla elde edilem ez.

en-Nabiga şöyle dedi: Yum uşaklık berekettir, sabır saadettir; Sabret yum uşaklık içinde, kazanırsın.

Dediler ki: Acele, ayak kaymaların ı n postasıdır. el- Katanı! et-Tağl ibl bu manayı alarak şöyle dedi: Sabırlı adam elde eder, bir kısım ih tiyaçla rın ı, Bazen de acelecinin ayağı, kaydıkça kaya r.

Adi b. Zeyd şöyle dedi: Ya vaş hareket eden, elde eder nasibini, Bazen de ölüm, aşar hırslının çabasın ı.

Kişinin Huzuru ve Sırrı

Araplar şöyle der: Sana kalbimdeki n i anlattım; seni dertleri­ me ve ayıplanma muttali kıldım. Eğer bedenimde bir kellik ol­ saydı saklamazdım onu. Allah (cc.) şöyle buyurdu: "Her h a berin b i r gerçekleşme süreci vardır. Zam a n gelecek, bunu siz de öğreneceksin iz.'' 8 7

H ü kema şöyle dedi: Her sırrın emanet edildiği bir yer vardır. 87

En'am, 6/67.

(2/203]

e/-İkdü '/-Ferfd

220

Yine şöyle dediler: E n yakın iki insandan [ebeveynden] sır saklamak, onlara karşı açık bir isyandır. Şair şöyle dedi : İfşa ettim Amr'a, göğsümde bulunanlardan bazılarını, Ve yudu m/attım ona, yudu m ladığım acılardan. Gereklidir bir şikayet, sır saklayan birisine, Bir nefsin sırları, ortaya çımaya yüz tu ttuğu zaman . . .

Habib şöyle dedi: Şikayet ettim k i şikayet benim gibi/erin adeti değildir, Ne var ki nefis, dolduğu zam a n akmaya başlar.

Ebü'l-Hasan Muhammed el-Basri şöyle dedi: Oynadı aşk, bildiklerim v e karakterim le, Ve sağ olarak defnedildim, keder/erim in külü altında. Ve şikayet ettim derdim i, daraldığım zaman, Daraldığı bir derdin i şikayet eden kimse, kınanmaz elbet.

Bir diğeri şöyle dedi :

[2/204)

Şikayete başvururum, sabra gücüm olmadığı za man, Ve seslenirim gece karan lığın da, u m u tsuzca ve gizlice. Ve yağdırdım yanaklara, ağlamakta n bir yağmur; Alevlenen bir ciğer üzerine, serin /ensin diye, serin len medi.

Bakıştan Kalptekini Anlamak

H ükema şöyle ded i : Göz kalbin kapısıdır. Kalpte olanlar, göz­ de ortaya çıkar. Osman b. İbrahim'in Görüşü

Ebu Hatim, el-Asmal'den, o Yunus b. Mus'ab'dan, o da Osman b. İbrahim b. Muhammed'den rivayetle dedi ki : Göz tanıdığı za­ man ben onu bilirim; tanımadığını da bilirim. Tanıma veya tanı­ mama söz konusu olmadığı zaman da bilirim. Şöyle ki: Göz ta­ nıdığı zaman, daralmaya başlar. Tanımadığı zaman, göz bebeği büyü meye başlar. Tanıma veya tanımama söz konusu olmadığı zaman ise sakindir. Sari' el-Gavanl şöyle dedi : Belirledik aram ızda, sevginin alametlerini, Sih irden daha gizli olan, bir bakışın tuzakları . . .

el-İkdü 'l-Ferfd

221

Dostluğ u tanırım gözde, yum uşak bakışın da, Ve ayrılığı bilirim, gözün arkasıyla bakışında.

Mahmud el-Vam'lk şöyle dedi : Kuşkusuz gözler, kalplere şahittir, Sen den kızan kalp de bellidir, sana dost olan da. Gözler bakıştığı zaman, bildirir ve kon uşur, Kalplerin, içlerinde gizlediklerini ... Ağızlar suskunken, konuşur gözler, San a gizli kalmaz, gözlerin masum ola n ı ve kuşkucu olanı.

İbn Ebu Hazim şöyle dedi: A l yaşayıştan, sana yetecek kadar, Ve zam a n dan sana h uzur verecek olanı. Seninle bir araya gelmek istemeyen in gözleri, San a karşı kabalık ortaya koyar.

B u manadaki sözlerimiz şöyledir: Sevgi kon usunda doğru söyleyen, yalanlanır, Fa ka t şevk ve iştiyak için dökülür gözyaşla rı. Kişinin göğüs tah tasının barındırdığı her şey, Evet, orada barınanın tüm ü, iki gözde yazılm ıştır.

el- Hasan b. Hani şöyle dedi: Bir gözün bir gözle uğursuz olmasına engelim ben; Neredeyse gizli kalmaz bana, hiçbir kalp.

Kalpten Kalbe Yol Bulmak

B i r filozof b i r filozofa şöyle yazdı: Benim yanındaki sevgini anlamak istediğin zaman elini göğsünün üzerine koy. Beni nasıl bulursan ben de seni öylece bulurum. Dediler ki: Kalplerinizin nefret ettiği kimselerden sakının; zira kal pler, kalpleri cezalandırır. Zü'l - İsba' şöyle dedi: Kalplerin dekin i sormam insan lara, Çü n kü on larla ilgili kalbimde olan yeterlidir bana.

Mahmud el-Varrak şöyle dedi: Sormayın kişiye, yanındakin i, Ve o n u n kalbinden kalbine geleni anlamaya çalış. Eğer öfkeyse sende de var onun kadarı, Eğer sevgiyse senin sevgini kaza n m ış demektir.

[2/205]

el-İkdü 'l-Ferfd

222

Zanda İsabet Etmek

Amr b. el-As'a: "Akıl nedir?" diye soruldu. Amr: "Zanda isabet etmek ve olanlardan, olacakları bilmektir," dedi. Ömer b. el-Hattab (ra.) şöyle dedi: Zannı kendisine fayda sağ­ lamayan bir kimseye, yakini de fayda vermez. [2/206]

Ali b. Ebu Talib (ra.) şöyle dedi: Allah, İbn Abbas'ın hayrını versin; adeta gayba, incecik bir perdenin arkasından bakıyordu. Şair şöyle dedi : Çok az, kötü şeyler sahibi için sürpriz olur, Nihayet, kötülüğe sebepler bulun caya kadar. . .

Allah'ın, hayvanlara değil de sadece insanlara akıl vermesi­ nin hikmeti, zahirden batına gidebilmesi ve az veriyle çok şeyi kavramasıdır. Bu man adaki sözü m üz şöyledir: Ey sadece iyiliklerini gören gafil! A n lasaydı eğer, sadece kötülüklerin i görürdü. Bak dünya nın batınına! Zira tüm h ayvan lar, Sadece dünyanın zah irin e göz gezdirir.

Akrabalığı Önemsemek, İrfanı Üstün Tutmak

eş-Şeyban! şöyle dedi : İl k defa akrabaları ve dostları tercih eden Osman b. Affan (ra.) idi. eş-Şeyban! şöyl e dedi: Ömer, Allah rızası için akrabalarını [devletten] uzaklaştı rıyordu. Bu konuda Ömer'den daha faziletlisi görülmez. Osman, Peygambcr'in (sav.) kovduğu adamı [Medine'ye] alınca : " İ nsanların bana düşmanlı­ ğı, sadece sılayırahimde bulunmam ve bir amca oğlunu kendime yakınlaştırmamdır," dedi. M u aviye b. Ebu Süfyan'a : "Seninle gö­ rüşmek için izin isteyenin kültür seviyesi ve dostları, insanların eşrafına ve ileri gelenlerine takd i m ediliyor; öyle mi?" diye sorul­ du . M uaviye: "Yazık size; marifet, yırtıcı köpeğe ve dişlek deveye bile fayda sağlar. Dindar, kerem ve şeref sahibi bir adama nasıl faydalı ol masın?" dedi. Bir adam Ziyad'a: 'J\llah, E miri ıslah etsin; bu adam, senden kaynaklandığını iddia ettiği bir kon u mla övünüyor," dedi. Ziyad şöyle dedi: "Doğru; ben sana bu durumun ona sağladığı faydayı

el-İkdü 'l-Ferfd

223

da h aber vereyi m. Eğer o n u n s e n de hakkı varsa o sebeple seni kıskıvrak yakalarım; senin onun üzerinde hakkın varsa hakkını ondan alırım." Şair şöyle dedi: Ba na ka vgalı geldiğinde, şun u derim komşuma: Sen in hasm ın ha kla mı övünüyor, yoksa batılla m ı ? Komşum olduğun halde, iyiliğim sana ulaşm adığı zaman, Kö tülüğ ü m asla sana ulaşm ayacaktır.

Basra Kadısı Abdullah el-Kasri

el-Utbl şöyle dedi : Abdullah b. Halid b. Abdullah el- Kasrı Bas­ ra kadılığına atandı. Abdullah, sevdiklerine iltimasta bulunuyor­ du. Ona: " N e iyi adam olurdun, eğer taraf tutmasaydın ! " denildi. Kadı Abdullah: "Eğer bir dost, dostu için dininden bir parça ko­ parmazsa ne hayrı vardır?" dedi. İ bn Şübrüme, istemediği halde Basra kadılığına tayin edildi. Kadılık görevini güzelce yürüttü. Görevden alınınca onun seven­ leri ve yakınları yanında toplandılar. İ b n Şübrüme onlara: "Valla­ hi ben istemediğim halde bu göreve atandım. İstemediğim halde de görevden alındım. Benim tek endişem, bu değerli insanların başına, onların hakkı nı ifa edemeyecek birisinin atanmasıdır," dedi; sonra şairin şu sözüyle misal getird i : N e h apis ağla ttı beni n e de kelepçe zayıfla ttı; Ne de ölüm korkusundan bağırıp çağı rıyorum. Hvet, bazı insanlar var ki korkuyoru m onlar için; Öldüğ ü m de, bana verilm eyen lerin on la ra verilmesinden.

Halk şöyle der: Hükü mdarın muhabbeti, senin şahitleri nden daha fazla cezayı engelleyicidir. Şair şöyl e dedi: Eğer Em ir senin düşm anın ise Kabul etm eyecek sen den şa hitleri.

Ziyad şöyle dedi: Valil iği üç şey için seviyorum: Dostlarıma fayda sağlamak; düşmanlara zarar vermek ve eşyayı ucuzlatmak için seviyorum. Valiliği üç şey için de sevmiyorum: Postanın kor­ kus undan, azledilme endişesinden ve düşmanların sevinmesin­ den.

[2/207]

el-İkdü 'l-Ferfd

224

Hükema şöyle ded i : Senin nimetine ortak olmayı en fazla hak edenler, senin musibetine ortak olanlardır. Şair bu manayı alarak şöyle dedi: (2/208]

Dostlardan e n öncelikli ola n ı, sıkın tıda sen i gözeten dir. Senin de onu sevinç zam a n ı n da gözetm en gerekir. Şüph esiz kerim insanlar, raha tlığa ka vuştukla rın da, Hatırlarlar, darlıkta kendilerine dostluk gösterenleri.

Habib şöyle dedi: Sakınılmayan düşman lığın Allah belasın ı versin ! Ve menfaate yol açmayan sevginin de . . .

Aşiretin Fazileti

Ali b. Ebu Talib (ra.) şöyle dedi: Aşiretin kişiye faydası, kişi­ nin aşiretine faydasından daha fazladır. Aşiretin sevgisi, koruyu­ culuğu ve yardımı bir yana, kişi bir elin aşirete zarar vermesini engellerse aşiret birçok elin ona zarar vermesini engeller. Bir adam, bir başka adama öfkelenir; onu sadece nesebiyle tanır. Ben size bu konuda, Allah'ın kitabından ayetler okuyacağı m : Allah (cc.), Lı1t'tan hikayeyle şöyle der: "Keşke benim size karşı koyacak bir gücüm olsaydı veya g ü çlü bir desteğe dayanabilsey­ dim !"88 Buradaki destekten maksat aşi rettir. Lı1t'un bir aşireti

yoktu. Nefsim elinde olana kasem ederim ki Allah, Lı1t'tan sonra hiçbir peygamber göndermemiştir ki kavmi içinde bir servete ve aşireti içinde bir güce sahip olmasın. Sonra Allah, Şuayb'ı zikret­ miştir. Hani kavmi ona şöyle demişti : "Ey Şuayb! Eğer kabilen ol­ m asaydı, sen i mutlaka taşlayarak ö ldürürdük."89 Şuayb'ın gözleri görmüyordu. Vallahi onlar sadece onun aşireti nden korktular. Büzürcmihr'e: "Kişinin amcasının oğlu için ne dersin?" de­ nildiğinde: "O, senin düşmanın ve düşmanının da düşmanıdır," dedi. Borç

Hz. Aişe'nin Resulullah'tan (sav.) rivayetine göre o şöyle bu­ yurdu: "Borç, şeref sahibinin şerefini azaltır." 88 89

H ud, 1 1 /80. Hud, 1 1 /9 1 .

el-İkdü 'l-Ferfd

225

Ömer şöyle dedi: Hey! Herkes şunu bilsin ki, Cüheyne kabi­ lesinden olan Useyfi',90 "Hacıları geçti," denili nce dinine ve ema­ netine razıdır. Herkes şunu bilsin ki bu adam bazı mallar borç­ lanmıştır ve borçlarını ödeyemez hale gelmiştir. Yanında alacağı olan varsa sabahleyin yanımıza gelsin. Onun malını alacaklıları [2/209] arasında dağıtalım. Sonra sakın borçlanmayı n. Çünkü borcun ilk zamanı keder, sonu da hüzündür. Kudaa'nın mevlası şöyle dedi : Eğer Kays Ay/ôn 'ın mevlası olsaydı m, Ben im üzerimde, bir insana ait bir dirh em bulamazdın. Faka t ben tüm Kudô.a 'nın mevlasıyım, Borçla n m a k benim umurumda olmaz.

Başka birisi şöyle dedi: Borcu borç ile ödediğin zaman, bu ödeme değildir. Faka t b u, sadece borç üstüne borçtur.

Süfyan es-Sevrl şöyle dedi: Borç geceleyin keder, gündüzleyi n zillettir. Allah bir kulunu zillet içinde bırakmak istediği zaman, boynuna borç gerdanlığını koyar. Ömer b. el-Hattab (ra.) peçe takan bir adam gördü. Ona şöyle dedi: " Lokman Hekim: "Peçe geceleyin kuşku, gündüzleyi n zillet­ tir," derdi. Adam Ömer'e: "Lokman H ekim'in borcu yoktu," dedi. el-M ukanne'u'l-Kindl şöyle ded i : Ben i kı n ıyor kavm im, borç kon usunda; Oysa borçlandığım bazı şeyler, onlara övgü getiriyor. Benim etim i yedikleri za man, onların etini çoğaltıyorum; Ben im şerefimi yıktıkları zaman, on lara şeref bina ediyorum.

Sözde Durmamak ve Yalan

Hz. Peygamber (sav.) şöyle buyurd u : "Yalan imanın uzağı n­ dadır." H ü kema şöyle dedi: Kezzabın insafı yoktur. Dediler ki : Yalan söylemekle bilinen bir kimsenin doğru söy­ lediğine i nanılmaz [imkan haricidir) . 90

Useyfi' denilen zat Cüheyne kabilesinden b i r adamdı. Develeri pahalı satın alır ve onlara biner koşardı. Hacıları geçer ve iflas ederdi. Sonra durumu Ömer'in yanına götürülür ve orada m uhakeme olurdu (mhk.) .

el-İkdü 'l- Ferfd

226

Resulullah (sav.) şöyle buyurd u : "Ne ciddi ne de şaka olarak yalan söylemek caiz değildir." Yine şöyle buyu rdu: "Mümin asla kezzap olamaz." Abdullah b. Ömer şöyle dedi : Sözünde durmamak, nifakın üçte biridir. Habib et-Tal, Ayyaş hakkı nda şöyle dedi: ty çoğu yerine getirilm eyen ç o k söz sahibi!

[2/21 0]

Ve çoğu yalan olan, insan ların en çok kon uşanı!

Bizim bu manadaki sözümüz şöyledir: Fô.n i olm uş bir sayfa . . . Keşke o n u n başlığı, Um u tsuz Olduğunda Um u tlun u n Huzuru olsaydı! Bir vaa t ki bir fısıltısı vardır kalpte; Usan m ış göğsü mdeki organlar, uzun süre kirli bırakılması ndan. Vaa tler ki alda ttı ben i ışığın parıltısı, O kadar ki almak için avucu uza ttım ona. Bir taşa ça rptım ki eğer sen vursaydı n ona, Musa 'n ın asasıyla, cim riliğinden fışkırm ayacaktı. Adam sanki cim rilikten ve ya la ndan yapılm ış gibi; Biri onun ruhu gibi, diğeri de n efesi . . .

Çirkin Söz Söylemekten ve Dinlemekten Uzak Durmak

Bil ki dinleyen söyleyenin ortağıdır. Allah şöyle buyu rdu: "On­ lar hep yalana kulak veren ve durmadan haram yiyen kimselerdi."'ı ı

el-Utbl şöyle dedi: Bana babam, Sa'd el-Kasr'dan rivayetle dedi ki : Bir gün Amr b. Utbe bana baktı; tam o sırada benim ya­ nımda bir adam bir adama sövüp sayıyordu. Amr bana: "Yazık sana ! " dedi. Daha önce bana böyle bir şey söylememişti . Sonra devamla: "D ilini çirkin sözlerden m uhafaza ettiğin gibi kulağı nı da çirkin sözlerden temiz tut. Hiç şüphe yok ki dinleyen, söyle­ yenin ortağıdır. Söyleyen kişi, kab ındaki kötü lükleri senin kabı­ na boşaltmak istiyo r. Eğer bir cahilin bir kel imesi ağzından geri döndürül ürse onu geri döndüren mesut olur; tıpkı onu söyleyen kişinin isyankar olacağı gibi."

91

Maide, 5/42.

el- İkdü 'l-Ferfd

227

Dinde Aşırılık

Ömer b. Zer'in zamanında, çok günah işleyen ve tuğyanda haddi aşan bir adam vefat etti. İ nsanlar onun cenazesinden uzak durdular. Ancak Ömer b. Zer cenazesinde hazır oldu ve namazını kı ldırdı. Adam kabrine indirilince Ömer ona şöyle dedi: "Allah sana rahmet etsin, ey Ebu Fülan! Ö m rünü tevhidde geçirdin ve Allah için çok secde ettin. Eğer senin için 'Günahkardır ve hata sahibidir,' derlerse acaba bizden ki m günahkar ve hata sahibi de­ ğildir?" dedi. Ebu H ü reyre'nin rivayet ettiği bir hadiste Peygamber (sav.) [2/2 1 1 ] şöyle buyurdu: "Allah, peygamberlere emrettiğini müminlere emretmiştir. Peygamberlere: 'Ey Peygamberler! Temiz n imetler­ den yiyin, için ve güzel işler yapın, '92 buyurmuştur. Mümi nlere de: 'Ey ima n edenler! Size verdiğim iz rızıkları n tem iz olanından yiyin ve Allah 'a şükredin, '93 buyurmuştur." Sonra Resulullah (sav.) saçı

başı dağı nık adamı anlattı : "Yediği haram, içtiği haram, giyd iği haram olduğu halde, 'Ya Rabbi . . . Ya Rabbi . . .' der. Nereden ona cevap verilsin ki?" Hz. Peygamber (sav.) şöyle buyurd u : "Allah beni hoşgö rülü olan Hanif diniyle gönderdi. Sonradan uydurulan ruhbanlıkla göndermedi. Benim sünnetim namaz ve uykudur; iftar ve oruç­ tur. Benim sün netimden yüz çevi ren benden değildir." Yine Peygamber (sav.) şöyle buyurdu: "Şüphesiz bu din me­ ti ndir; yava�lıkla onun içine dal ! Şüphesiz istirahat etmeden yol yürüyen bir kimse, ne yürümekle yer bitirebilir ne de bineğini dinlend irir." Ali b. Ebu Talib (ra.) şöyle dedi : Burada bu ümmeti n en ha­ yırlısı o rta olan tarzdır. Önden aşırı giden onlara döner, arkada kalan da onlara yetişir. Mutarrif b. Abdullah eş-Şihhlr, ibadete düşkün olan oğluna şöyle dedi: Ey Oğlum! İyil ik iki kötülük arasındadır. Yani din, i frat ile tefrit arasındadır. İşlerin en hayırlı olanı orta olanıdır. Yolcu­ luğun en kötüsü, hızlı ve hayvanı yoran yolculuktur. 92 93

M ü ' m i n fı n, 2 3 / 5 1 . Baka ra, 2 / 1 7 2 .

228

el-İkdü '/-Ferid

Selman el-Farisi şöyle dedi: Sen her bineği geçen asil bir at olsan bile, ibadette niyet ve süreklilik esastır. Dediler ki: İyilik yapan kişi yemek yiyene benzer. Eğer nor­ mal gıdasını alırsa onu korur; eğer yemekte israf ederse karnını şişirir. [2/2 1 2]

Bazı hadislerde şöyle buyrulmuştur: Bir gün İsa b. M e ryem (as.) bir adamla karşılaştı ve ona: "Ne iş yapıyorsun?" dedi. Adam: "İbadet ediyorum" dedi. İsa (as.) : "Kim sana hizmet edi­ yor?" dedi. Adam: "Kardeşim," dedi. İsa (as.) : "O senden daha çok ibadet ediyor," dedi. Bunun bir benzeri de şudur: Eş'arilerden bir grup yolculuk yap ıyorlardı. Geldiklerinde Resulullah'a (sav.) : "Senden sonra filan şahıstan daha faziletlisini görmedik ey Allah'ın elçisi ! Gün­ d üzleri oruç tutar; bir yere konakladığımızda geceleyi n kalkar ve biz yola düşünceye kadar ibadet ederdi," dediler. Resulullah (sav.) : " Peki, kim onun yeri ne çal ışıyor ve işlerini kim üstleniyor­ du?" dedi. Onlar: "Hepimiz," dediler. Resulullah (sav.) : " Hepiniz ondan daha faziletlisin iz," buyurdu. ez-Zührl'ye: "Dünyada zahid olmak nedir?" denildi. ez-Zührl: "Zühd, saçın dağınıklığı ve kıyafeti n pejmürde olmasıyla değil­ dir; fakat asıl zühd, nefsi şehvetten alıkoymaktır" dedi. Ali b. Asım; Ebu İshak'tan, o da eş-Şeyban!' den rivayetle dedi ki: " M uhammed b. el-Hanefiyye'yi, Arafat'ta bir beygi r üzerinde vakfe yaparken gö rdüm. Üzerinde de ipek karışımı sarı bir elbise vardı. es-Süddl, İbn Cüreyc'den, o da Osman b. Ebu Süleyman'dan rivayetle dedi ki : İbn Abbas, bin dirheme aldığı bir cübbe giyerdi. İ smail b. Abdullah b. Ca'fer babasından rivayetle dedi ki : Re­ sulullah'ı gördüm; üzerinde safranla boyanmış iki elbise, bir cübbe ve bir sarık vardı. Ma'mer şöyle dedi: Eyyı1b es-Sihtiyanl'nin gömleğini gördüm, neredeyse yere temas ediyordu. B u durumu ona sorduğumda şöyle dedi: Eskiden şöhret gömleği uzatmaktayd ı; şimdi katla­ maktadır.

e/-İkdü '/-Ferfd

229

Ebu H atim el-Asma!' den rivayet etti; dedi ki : İbn Avn bir bor­ noz satın aldı. Muaze el-Adeviye'nin yan ından geçti. Muaze: "Se­ nin gibiler mi bunu giyer?" dedi. Bunu İbn Slrin'e anlattı m. İbn Sirin: "Temim ed- Dari'nin bin dirheme bir hülle aldığını ve onun içinde namaz kıldığını ona haber vermedin m i ?" dedi. H a m mad b. Seleme, Basra'ya döndü. Ferkad es-Sebahl yanı­ na geldi. Üzerinde yünden bir elbise vardı. Hammad ona: " B ı ­ rak bu H ristiyanlığı," dedi. Ferkad ona şöyle d e d i : " Biz İ brahi m'e [en - N ehal'ye] bakardık. Üzeri nde aspur otuyla boyanmış bir el­ bise olduğu halde yanımıza çıkardı. Buna rağmen biz ölü etin i n o n a helal olduğunu [açlığının zaruret derecesinde olduğunu] görüyorduk." Ebü'l- Hasan el-Medfüni şöyle dedi: " Muhammed b. Vasi', üze- (2/21 3] rinde yünden bir aba olduğu halde, H o rasan Valisi Kuteybe b. M üslim'in yanına girdi. Kuteybe ona: " S e n i bu elbiseyi giymeye sevk eden nedir?" dedi. Adam sustu. Bunun üzerine Kuteybe ona: "Seninle konuşuyorum ama sen bana cevap vermiyorsun," dedi. Adam şöyle dedi: Zühdden söz edip nefsimi tezkiye etmek iste­ medim ya da fakirliğimden söz edip halimi Allah'a şikayet etmek istemedim. Dolayısıyla sana vereceği m cevap ancak sükuttur. İbnü's-Semmak yün elbise giyenlere şöyle dedi: Vallahi eğer elbiseniz gizli hallerinize uygun olsaydı, insanların gizli halleri­ nize muttali olmalarını arzu ederdiniz. Eğer elbiseleriniz gizli hallerinize muhalif ise helak oldunuz dem ektir. el-Kasım b. Muhammed ipekle karışık bir elbise giyerdi. Sa­ lim b. Abdullah ise yünden elbise giyerdi. Her ikisi de Medine mescidinde otururlardı. Ne el-Kasım b. M uhammed, Salim'e kar­ şı çıkardı ne de Salim ona karşı çıkardı. B ir adam M uhammed b. el-Mükendir'in yanına girdi; kat kat döşeklerin üstünde oturmuş, bir cariyenin de ona koku sürdü­ ğünü gördü. Adam ona: "Allah sana merhamet etsin! Sana bir şey sormaya geldim; seni bu süslü halde gördüm," dedi. Muhammed b. el-Mükendir: "Ben insanları bu şekilde gördüm," dedi. el-A'meş bir kavmin mescidinde namaz kıldı. İ mam namazı uzattı. N amazı bitirince el-A'meş ona: "Be adam! Namazını uzat-

e/-İkdü 'l- Ferfd

230

ma! Çünkü arkanda ihtiyaç sahipleri, yaşlılar ve zayıf olanlar olabilir," dedi. İmam: "Sabır ve n a mazla Allah 'tan yardım isteyin. Şüphesiz bunlar, Allah 'a h uşuyla boyun eğenlerden başkasına ağır gelir,"94 dedi. Bunun üzerine el-A'meş: "Ben huşuyla boyu n eğen­

lerin sana gelen elçisiyim. Onlar senin bu yaptığı na muhtaç de­ ğiller," dedi. er- Rebi' b. Ziyad ve Ali b. Ebu Talib

el-Utbl şöyle dedi: Bir ok er- Rebi' b. Ziyad'ın alnına isabet et­ mişti. Bu durum, onu her yıl zayıflatıyordu. Bir gün Ali b. Ebu Talib onu ziyarete geldi ve : " Kendini nasıl hissediyorsun ey Ebu Abdurrahman?" dedi. er- Rebi' şöyle dedi: "Şöyle hissediyorum: Bu derdimin gitmesiyle gözlerim gidecekse ona razı olacağı m," dedi. Ali : "Gözlerinin senin yanındaki değeri nedir?" dedi. er-Re­ bi' : " Eğer dünya benim olsaydı, o nların karşılığında veri rdi m," dedi. Ali şöyle dedi : " H i ç kuşkusuz, senin olduğu takdirde Allah [2/21 4] yolunda infak edeceği n için Allah dü nya kadar sana [sevap] ve­ recektir. Çünkü Allah, acı ve musibet kadar insana sevap verir. Daha sonra onun yanında bunun kat kat fazlası vard ır." er-Rebi' ona şöyle dedi : " Ey Mümi nlerin Emlri ! Ben sana Asım b. Ziyad'ı şikayet ediyoru m." Ali: "Onun nesi var?" dedi. er- Rebi' : "Yünden aba giyiyor, üzerine çarşaf al mayı terk etmiş, ailesini gamlandırmış ve çocuklarını hüzünlendirmiştir.'' dedi. Al i: "Bana Asım'ı çağırın," dedi. Asım yanına gelince yüzünü buruşturdu ve : "Yazık sana ey Ası m ! Allah' ı n sana lezzetleri helal kıldığını ve o nları senden geri almak istemediğini mi sanıyorsun? Sen Allah için bundan daha hakirsin. Allah'ın 'O, birbirine ka vuşm ak üze­ re iki den izi salı verdi . . . On lardan inci ve mercan çıkar, '95 dediği­ ni duymadın mı? Vallahi, Allah'ın n imetlerinden istifadeyi fi ilen terk etmek, onlardan istifadeyi laf ile terk etmekten bana daha çok sevimlidir. Ben Allah'tan işittim : Şöyle diyordu: 'Rabbin in n imetlerini şükranla an/'9 6 ' De ki: A llah 'ın kulla rı için yara ttığı •••

süsü, tem iz ve iyi rızıkları kim h a ra m kıldı ?"'97 94 Bakara, 2/45. 9 5 Ra h m a n , 5 5 / 1 9 - 2 2 . 96 Du ha, 9 3 / 1 ı . 9 7 A'raf, 7 / 3 2 .

el-İkdü 'l-Ferfd

231

Asım şöyle dedi: Ey Müminlerin E mlri ! S e n sadece sert elbise giymek ve kuru ekmek yemek üzerinde ne diye durdun? Ali şöyle dedi : Allah, adil imamların nefislerini sıradan halk­ la kıyaslamalarını farz kılmıştır. Ta ki fakir insan fakirliğini çok görmesin. [Ravi] dedi ki: Bunun üzerine Asım, çarşaf giyip abayı terk etmeden oradan çıkmadı. Peygamber (sav.) ve Abdullah b. Amr

M uhammed b. Hatıb el-Cumml dedi ki : Bana, Amr b. Şu­ ayb'den işitenler anlattılar. Ben ve babam da ondan işitmiştik; o dedi ki: Bana, Amr b. Şuayb anlattı. O babası ndan, o dedesinden, o da Abdullah b. Mes'ı1d'dan rivayetle dedi ki : Bir gün Abdullah b. Amr b. el-As'ın annesi Resulullah'ın (sav.) yanına geldi. Amr [2/21 5] b. el-As'ın eşi, Resulullah'la (sav.) ko nuşur, ona karşı nazik dav­ ranırdı. Bir gün Resulullah (sav.) ona: " Ey Abdullah'ın annesi, nasılsın?" dedi. Kadın şöyle dedi: "Abdullah dünyayı terk ettiği halde ben nasıl olabilirim ki ya Resulellah ! " Resulullah (sav.) ona: " N asıl yani?" dedi. Kadın: "Uykuyu kendisine haram kılmış; uyu muyor. Sürekli oruç tutuyor. Eti ağzına koymuyor. Ailesine de hakkı nı ödemiyor," dedi. Resulullah (sav.) : "O nerede?" dedi. Annes i : " Dışarı çıktı; bir saate kadar dönebilir," dedi. Resulullah (sav.) : "Döndüğü zaman onu ya nıma gönder," dedi. Resulullah (sav.) çıktı; arkas ından Abdullah b. Amr geldi. Resulullah (sav.) geri döndü ve ona: " Ey Abdullah b. Amr! Uyu­ madığına dair bana ulaşan haber neyin nesi?" dedi. Abd ullah : " N e demek bu ya Resulellah?" dedi. Resulullah (sav.) : "Bana ge­ len habere göre sen uyu muyor ve sürekli oruç tutuyormuşsu n," dedi. Abdullah: "Bununla, en büyük dehşet gününden emin ol­ mak istedim ya Resulellah ! " dedi. Resulullah (sav.) : "Bana gelen habere göre eti ağzına koymuyormuşsun," dedi. Abdullah: "Bu­ nunla, cennette daha iyi bir makamı elde etmek istedim ya Re­ sulellah ! " dedi. Resulullah (sav.) : "Bana gelen habere göre sen ailenin h akkını ödemiyormuşsun," dedi. Abdullah: "Bununla, bu kadınlardan daha hayırlı olan kadınları elde etmek istedim," dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav.) şöyle dedi: "Ey Abdullah b.

el-İkdü 'l-Ferid

232

Amr! Senin için Allah'ın elçisinde güzel bir örnek vardır. Allah'ın elçisi oruç tutuyor, tutmadığı zaman da oluyor ve et yiyor. Ayrı­ ca ailesine haklarını ödüyor. Ey Abdullah b. Amr! Allah'ın senin üzerinde hakkı vardır. Senin vücudunun da senin üzerinde hakkı vardır. Ailenin de senin üzerinde hakkı vardır." Abdullah: "Ya Re­ sulellah ! Beş gün oruç tutup beş gün tutmasam ne buyurursun?" dedi. Resulullah (sav.) : " H ayır, olmaz," dedi. Abdullah : " Peki, dört gün tutsam, dört gün tutmasam?" dedi. Resulullah (sav.) : "Hayır," dedi. Abdullah: "Peki, ü ç gün oruç tutsam, üç gün tutmasam?" dedi. Resulullah (sav.) : " H ayır," dedi. Abdullah: "Peki, iki gün oruç tutsam, iki gün tutmasam?" dedi. Resulullah (sav.) : " H ayır," dedi. Abdullah : "Peki, bir gün tutsam bir gün tutmasam?" dedi. Resulullah (sav.) : "Bu, kardeşim Davud'un orucudur. Ey Ab­ dullah b. Amr! Ne yaparsın, bir gün sözlerini tutmayan ve vaatle­ rini yerine getirmeyen birtakı m rezil adamların arasında kalsan ve onlar şöyle olsalar -parmakların ı birbirinden ayırdı-?" dedi. Abdullah: "Bana ne emredersin ya Resulellah?" dedi. Resulul­ lah (sav.) : "Tanıdığını alır, tanımadığını bırakır, yüreği nin se­ siyl e [sağduyunla] hareket eder, insanları ve insanların sıradan işlerini terk edersin," buyurdu. [ Ravi] dedi ki : Sonra Abdullah b. Amr'ın elinden tuttu; elini babasının eline koyuncaya kadar onunla birlikte yürüdü. Sonra ona: " B abana itaat et! " dedi. Sıffın günü olduğunda babası Amr b. el-As ona: "Ey Abdul­ lah ! Çık ve savaş," dedi. Abdullah : " Babacığım, ben Resulullah'tan [2/21 6] işittiği mi işittiğim halde, bana verdiği görevi verdiği halde, çı­ kıp savaşmamı bana nasıl emrediyorsun?" dedi. Babası: "Allah aşkına! Elinden tutup elini benim elime koyduktan sonra sana söyl ediği son sözü 'Babana itaat et,' değil miydi?" dedi. Abdul­ lah: "Allah için evet,'' dedi. Amr: "Ben sana emrediyorum; çıkıp savaşmalısın," dedi. [Ravi] dedi ki : Abdullah iki kılıç kuşanarak çıkıp savaştı. Kader Muhammed b. el-Mükendir'in G örüşü

Kaderiye mezhebine mensup bir grup insan Muhammed b. el-Mükendir'in yanına geldi. Ona şöyle dediler: ''.Allah; insanları,

el-İkdü 'l-Ferfd

233

takdir ettiğine göre cezalandıracaktır diyorsun, öyle mi?" Muham­ med yüzünü onlardan çevirdi ve onlara cevap vermedi. Onlar ona: ''Allah seni ıslah etsin; eğer bize cevap vermeyeceksen bari bizi duandan mahrum bırakma," dediler. Bunun üzerine Muhammed: ''Allah' ım! Bizi azabınla mahvetme! Güçlü olan tedbirin ve tasallu­ tunla bizi perişan etme! Kusurlarımıza bakıp bizi rızandan ayırma! Az amellerimizi kabul et ve büyük hatalarımızı affet Allah'ım! Sen öyle bir ilahsın ki Senden önce hiçbir şey yoktu. Senden sonra da hiçbir şey olmayacaktır. Eşyanın sahibi Sensin; istediğini hidayetle yüceltirsin. Ne iyilik yapan Senin yardımından müstağni kalır, ne kötülük yapan seni mağlup edebilir. H içbir şey, Senin kudretinden ve hükumetinden kurtulamaz. Senden başka sığınılacak bir yer yoktur. M ağfiret sadece senin elinde olduğu halde, biz nasıl sen­ den af dilemeyeceğiz? Rahmet ancak Senin yanında olduğu halde, nasıl Senden rahmet istemeyeceğiz? Allah unutmayan bir hafizdir. Asla eskimeyen bir kadimdir. Ölmeyen bir hayyü'l-kayyumdur. Senin vasıtanla Seni tanıdık ve Seninle Sana hidayet bulduk. Sen olmasaydın, Senin kim olduğunu bilemezdik. Sen her türlü nok­ sanlıktan münezzeh ve yücesin." Oradakiler: "Vallahi adam haber verd i ve eksik bırakmadı," dediler. [Ravi] dedi ki : el-Hasan el- Basrl'nin meclisinde kaderden söz edildi. el- Hasan şöyle dedi : Hiç şüphesiz Allah mahlukatı sına­ mak için yarattı. İ nsanlar zorla O'na itaat etmedi ler; O'na galip geldikleri için de O'na isyan etmediler. Mülk konusunda onları ihmal etmez. Allah, insanların kad ir olmadıkları şeye muktedir­ dir. Onlara verdiği mülkün sahibi Allah'tır. Eğer kullar Allah'ı n itaatine yönelirlerse onların amelini azaltacak değildir. Aksine hidayetlerine hidayet katar ve takvalarına takva ilave eder. Eğer kullar Allah'ın masiyetine yönelirlerse kuşkusuz Allah onları masiyetten çevirmeye muktedirdir. Fakat Allah onlarla masiyet arasına girerse daha sonra özür ve uyarın ın ne anlamı kalacak? Gaylan ve Rebia

M e rvan b. Musa şöyle dedi: B ize, Ebu Danıre anlattı : Gaylan bir söz söyledi ve onu bir kalıba soktu. N ihayet Rebla'nın kapı-

(2/2 1 7]

e/-İkdü 'l-Ferid

234

sında durdu ve ona: "Allah kendisine isyan edilmekten hoşlanır, diyen sen misin?" dedi. Rebia ona: "Allah'a zorla isyan ediliyor, d iyen sen misin?" dedi. Rebia bu sözüyle, sanki ona bir taş fı rlat­ mış oldu. Tavus'a: "Katade burada; senin yanına gelmek istiyor," denildi. Tavus: "Eğer gel irse ben kalkar gideri m," dedi. Kendisine: "O alim bir adamdır," denildi. Tavus : "Şeytan daha alimdir. Rab b i ne, 'Rabbim benim sapmama im ka n verdiğin için yemin olsun ki ben de o n lara yeryüzünde şirin görün eceğim ve günahları şirin göste­ receğim, '9 8 demişti," dedi.

eş-Şa'bi'ye : "Katade'yi gördün mü?" denildi. eş-Şa'bi: " Evet, iki tuvalet arasında bir süpürge gördüm. Kader ilmin ta kendisidir. Kader kitaptır, kelimedir, izindir ve ilahi iradedir," dedi. el-Asma! şöyle dedi: Bir bedeviye : "Filan kabilenin filan kabi­ leye göre üstün olan fazileti nedi r?" diye sordum. Bedevi : "Kitap­ tır," dedi. Bedevi kaderi kastediyordu. Allah şöyle buyurdu: "Şüph esiz Biz h e r şeyi bir ölçüye göre yara ttık. "99 "Hepsi apaçık bir kitap ta vardır. " 1 00 "A nda/sun ki elçi olarak gönderdiğim iz kulla rı m ıza geçmişte söz vermiştik." 1 0 1 Bu

ayetlerde Allah kaderi kastediyor. Bir de şöyle buyu ruyor: "Eğer Rabbin tarafından daha önce söylen m iş bir söz ve belirlen m iş bir vade olmasaydı hemen yakaların a yapışılırdı. " 1 02 el-Huşeni, el-A'şa ve Lebid

el-H uşeni Ebu Abdullah M uhammed b. Abdüsselam şöyle dedi: Cahiliye döneminin en büyük iki şairi; onlardan b i risi bir beyti nde Mutezile mezhebini benimsiyor, diğeri Cebriye mez­ hebini benimsiyor. M utezile mezhebini benimseyen el-A'şa Be­ kir' d ir. O şöyle der: [2/21 8]

Allah vefayı ve adaleti kendine m ahsus kılm ış, Kınamayı da adama. 98 99 100 101 102

Hicr, 1 5 /39. Ka mer, 54/49. Hud, 1 1 /6. Saffat, 3 7 / 1 7 1 . Taha, 2 0 ; 1 29.

el- İkdü 'l-Ferfd

235

Cebriye mezhebini benimseyen ise Lebld b. Rebla'dır. O şöyle der: E n h ayırlı bağıştır, Rabbimizin takvası, Ve Allah 'ın izn iyledir gecikm e ve acele. O kim i, hayır yolla rı na götürürse h idayet bulur, Gönlü h oşn u t olur; kimi de isterse dalalete a tar.

İyas b. Muaviye'nin Sözleri

İyas b. Muaviye şöyle dedi: Aklımın bir kısmıyla bütün fırka­ larla tartıştım. Ama Kaderiye (M utezile) fırkasıyla bütün aklımla tartıştı m. Kaderiyeciye şunu ded i m : "Sana ait olmayan bir şeye girmen senden bir zulüm müdür?" Kaderiyeci : "Evet," dedi. Ben ona: " Kuşkusuz bütün işler Allah'a aittir," dedim. Allah'ın kaderle ilgili bazı buyrukları şöyledir: " D e ki: Kesin delil a n cak A llah 'ındır. Allah dileseydi elbette hepiniz doğru yola iletirdi. " 1 0 ı "Müslüman olmaları n ı [boyun eğm elerini}, sana bir iyi­ lik yapm ış gibi gösteriyorlar. On lara şöyle söyle: Teslim olman ızı, bana yapılmış bir iyilik saymayın; eğer dürüst o/acaksanız ." 1 04 . .

İ bn Şihab şöyle dedi: Allah peyga mberine Kaderiye mezhebi hakkında bir ayet indirmiştir. O da şudur: "Onlar oturup kardeş­ leri hakkın da, 'Bizi din leselerdi öldürülmez/erdi,' diyenlerdir. De ki: Eğer sözün üzde doğru isen iz, ölü m ü başın ızda n savın ." 1 05 Bir

de şu ayet va rdır: " D e ki: Eğer evlerin izde dah i olsaydın ız, yin e de hakla rın da ölüm yazılanlar ölüp düşecekleri yere geleceklerdi. " 1 06

M uhammed b. Slrln şöyle dedi: Kaderiyenin inka r ettiği şey, Allah' ın mahlukatı hakkı nda bir bi lgiye sahip olması ve bunu on­ lar hakkında yazmış olmasıdır. Bir adam Ali b. Ebu Taiib'e (ra.) : "Sen kader hakkı nda ne di­ yorsun?" dedi. Ali: "Yazık sana ! Bana Allah'ın rahmetinden haber ver; acaba insanların itaati nden önce de var mıydı?" dedi. Adam: " Evet, vardı," dedi. Al i : "Arkadaşınız [yeni] M üslüman ol du; daha önce kafirdi," dedi. Bu kez adam Ali'ye şöyle dedi: '/\yağa kal k1 o::ı E n ' il m , 6/ 1 49 .

1 0 4 Hucurat, 49/ 1 7. 1 0 5 AI-i İ m ran, 3 / 1 68. 1 0 6 AI-i İ m ran, 3 / 1 54.

e/-İkdü 'l-Ferfd

236

[2/21 9] marn ve oturmam, elimi açıp kapatmam, Allah'ın beni yarattığı ilk irademle değil midir?" diye sordu. Ali ona şöyle dedi : "Sen irade konusunda yanlış düşünüyorsun. Ben şimdi sana üç şey soracağım : Eğer o soruların birisine 'Hayır' dersen küfre girer­ sin. Eğer 'Evet' dersen sen gerçekten müminsin." İ nsanlar, ne diyeceği ni duymak için boyunlarını uzattılar. Ali ona: " Kendin­ den haber ver: Allah seni, senin istediğin gibi mi yarattı, yoksa kendi istediği gibi mi yarattı?" dedi. Adam: "Allah Kendi istediği gibi yarattı," dedi. Ali: "Allah seni, senin istediğin bir maksat için mi yarattı, yoksa kendi istediği bir maksat için mi yarattı?" dedi. Adam : " Kendi istediği bir maksat için," dedi. Ali: "Peki, kıyamet günü sen istediğin şekilde mi Allah'a geleceksin, yoksa Allah'ın istediği şekilde mi?" dedi. Ada m : "Allah'ın istediği şekilde ona geleceği m," dedi. Ali : "O halde kalk, senin iraden yoktur," dedi. H işam, Gayıan ve el- Evzai

H işam b. Muhammed b. es-Sfüb el-Kelbi şöyle dedi: H işam b. Abdülmelik, Gaylan'ın kader hakkında konuşmasını yasakla­ mış ve bu konuda ona sert uyanlarda bulunmuştu. H işam, ona söyled iği bazı tehditkar sözlerinde şöyle demişti: "Ömer b. Ab­ dülaziz'in sana yaptığı beddua sana gelmeden vazgeçeceğini sanmıyorum. Hani Ömer b. Abdülaziz Allah'ın iradesi hakkında, 'Sizler ancak, Rabbinizin bunu dilem esi sayesin de dileyebilirsi­ n iz, ' 1 07 ayetini okumuştu da, sen, 'Ben bu ayeti önemsemiyo rum,'

dem iştin. Bu kez Ömer şöyle demişti: 'A llah'ım! Eğer bu adam yalan söylüyorsa onun ellerini ve ayaklarını kes.' Ey Gaylan! Bu işten vazgeç, bu senin için daha hayırlıdır. Zararı faydasından daha yakın olan bir işi bırak!" Bunun üzerine Gaylan, sıkıntısı ve şanssızlığı sebebiyle H işam'a şöyle dedi: "Ey Müminlerin E miri ! Benimle konuşacak ve bana delil getirecek birisini bana gönder. Eğer benim delillerim onu s usturursa vazgeçersin ve artık be­ nimle ilgilenmezsin; onun delilleri beni susturursa Ömer b. Ab­ dülaziz'in bana yaptığı bedduayı hakkımda infaz etmeni, sana hilafeti ihsan edenden istiyorum,'' dedi. Onun bu sözü H işam'ı kızdırdı. 107 İ nsan, 76/30.

e/- İkdü 'l-Ferfd

237

Hemen el- Evzfü'ye haber yolladı [onu getirtti] . Sonra Gaylan'a söyledikleriyle Gaylan'ın kendisine söylediklerini ona aktardı. el- Evzfü, Gaylan'a döndü ve: "Sana üç şey m i sorayım yoksa beş şey mi?" dedi. Gaylan: "Üç şey sor;" dedi. el- Evzfü şöyle dedi: "Allah'ın, haram kıldığı bir şey konusunda yardım ettiği ni biliyor musun?" dedi. Gaylan: "Hayır bilmiyorum ve bu, Allah'ın yanında büyük bir şeydir," dedi. el- Evzfü: "Peki, Allah'ın, nehyettiği bir şey aleyhinde hüküm verdiğini biliyor musun?" dedi. Gaylan: "Bu daha büyük bir şey; bu konuda bilgim yoktur," dedi. el-Evzfü: "Allah'ın, emrettiğini engellediğini biliyor musun?" dedi. Gaylan: "Emrettiğini engelle­ mek ... Bilmiyorum," dedi. el-Evzfü: "Bu, sapıklardan kuşkucu bir adamdır," dedi. Bunun üzerine H işam, el ve ayaklarının kesilme­ sini emretti. Sonra onu çöplüğe attı. İ nsanlar etrafında toplanarak Allah'ın onun başına getirdiği felakete hayret ediyorlardı. Sonra kader hakkında konuşan ve çok defa onun görüşlerine karşı çıkan bir adam geldi. İ nsanları yara yara Gaylan'ın [2/220] yanına ulaştı ve ona: "Ey Gaylan! Ömer'in bedduasını hatırl a ! " d e d i . B u n u n üzerine Gaylan şöyle d e d i : "O vakit Hişam kurtulur. Eğer başıma gelen Ömer'in bedduası veya daha önce verilmiş bir kaza ise o zaman H işam'ın verdiği emirden ötürü bir suçu yoktur." Gaylan'ın bu sözü Hişam'ın kulağı na gitti. Hemen, Ömer'in bedduasının gerçekleşmesi için dilinin kesilip boynunun vurul­ masını emretti. Sonra Hişam, el- Evzfü'ye dönerek ona: "Ey Ebu Amr bu söylediklerini açıkla," dedi. el- Evzfü şöyle dedi: " Evet, Allah ağaçtan yemeyi Adem için yasakladı. Sonra ağaçtan yediği için aleyhine hüküm verdi. Adem'e secde etmesi için İblis'e emir verdi; ama onun bunu yapmasını engelledi. Ölü etini yemeyi ya­ sakladı, fakat zaruret halindekilerin ondan yemesi için [yasağı kaldırarak] ona yardım etti." İbn Ebu Arfibe ve Katade

er- Reyyaşi, Said b. A.mir'den, o C üveyriye'den, o da Said b. Ebu Arube'den rivayetle dedi ki : Ben kader hakkında Katade'ye soru sorduğumda şöyle dedi: "Sen b u konuda Arapların görü­ şünü mü yoksa Acemlerin görüşünü mü istiyorsun ?" dedi. Ben: " H ayır, Arapların görüşünü istiyorum" dedim. Katade: "Araplar-

el-İkdü 'l- Ferid

238

dan hiçbirisi yoktur ki kaderin varl ığına inanmasın," dedi ve şu beyti okudu: Benim korkum, h e r vahşi çölü ka tetmek değildir; A n cak daha önce yazılmış bir yazı olsa o ayrıdı r.

Arap olan biri şöyle ded i : Allah' ın kaderine bakan, güneş gö­ züne bakan gibidir; ışığını tanır fakat ona sınır çizemez. Ka'b b. Züheyr şöyle dedi : Eğer hayret etseydim bir şeye, beni h ayrette bırakırdı, Kişinin çabası; kader o n u n için saklı tu tulduğu halde . . . Kişi anlamadığı bazı şeyler için çaba sarf eder; Nefis birdir ama kaygı çeşit çeşittir. Kişi yaşadığı sürece, uzundur o n u n emeli, Göz sona ermez, eser sona ermedikçe.

Başka biri şöyle dedi : Talih daha çok ayağa kaldırır kişiyi, aklından; Olaylarda talihle ayağa kalk ya da dağ ı t işleri. Eşyayı yakın laştırmaz kader, o n u sevk ettiği zaman, Ne de uzaklaştırır, takdir edilm ediği za man.

[2/22 1 ]

Hz. Peygamber (sav.) ve Bir Kaderiyeci

Abdurrahman el- Kasir şöyle dedi : Bize, Yunus b. Bilal, Yezid b. Ebu Habib'den naklen şöyle ded i : Bir adam Hz. Peygamber'e (sav.) : "Ey Allah'ın Elçisi ! Allah şerri benim için takdir ediyo r da sonra o şer sebebiyl e bana azap mı verecek?" dedi. Resulullah (sav.) : "Evet, sen daha zalimsi n," dedi. Bana Ebu Abdurrahman el- M u kri anlattı. Bu hadisi Ebu Hü­ reyre'den, o Ömer b. el-Hattab'dan, o da Resulullah'tan rivayet etti : Resulullah (sav.) şöyle buyurdu " Kader ehlinin yanında oturmayın ve onlarla bu konuda konuşmayın." Abdullah b. Mes'ud bir hadiste şöyle diyor: Nübüvvetten sonra, kaderi tekzip etmek dışında hiçbir küfür asla söz konusu olmaz. el-Me'mun'un Huzurunda Ebü'l-Atahiye ve İbn Eşres

Sümame b. Eşres şöyle dedi: Ebü'l-Atahiye, I rak'a geldiği za­ man el-Me'mun'un yanına gel d i . e l - M e'mfın ona mal verilme­ sini emretti. Ebü'l-Atahiye zaman zaman onunla konuşuyordu.

el-İkdü '/-Ferfd

239

Bir gün ona: " İ nsanlar arasında Kaderiyecilerden daha cah il kimse yoktur," dedi. el-Me'mfın ona: "Sen kendi sanatını daha iyi bilen birisin; bunu başka şeylerle karıştırma istersen," dedi. Ebü'l-Atah iye : "Ey Müminlerin Emlri ! Beni, onlardan istediğin birisiyle bir araya geti r," dedi. el-Me'mfın bana haber gönderdi. Yanına girdim. el-Me'mfın: " B u adam, senin ve ashabının delil­ siz olduklarınızı söylüyor," dedi. Ben: " İstediği şeyi bana sorsun," dedim. E bü'l-Atahiye elini hareket ettirdi ve: "Bunu hareket et­ tiren kimdir?" dedi. Bu kez ben: " Kim bunun anasını becerdi?" dedim. Ebü'l-Atahiye: "Ey Müminlerin E miri ! Bana sövdü," dedi. Ben ona: "Sen aslını inkar ettin ey anasının bızırını emen adam," dedim. B u n u n üzerine el-Me'mfın güldü. Ben ona: "Ey cahil! Eli­ ni hareket ettirdin sonra, 'Kim bunu hareket ettirdi?' diyorsun. Eğer Allah onu hareket etti rd iyse ben sana sövmüş olmam. Eğer sen kendin bunu hareket ettirmiş sen, o benim sözümdür," de­ dim. el- M e'mfın ona: "Bu meselenin daha fazlası var sende," dedi. el-Kindi, Tevhid'in dokuzuncu bölümünde şöyle dedi: Bilmiş ol ki bütün alem kaza ve kaderle idare edilmektedir. -Kazadan maksadım, tüm a.Jemin yapılmasında daha uygun, daha muhkem ve daha sağlam olandan her illetl i şeye taksim edilendir.- Çünkü Allah, kudretin tamamıyla, zorunlu ve m uhtar olan her şeyi ya­ rattı. M u htar olan şeyler, hikmet bakımından tamam ol mayınca -Çünkü tü münü yoktan var eden zatı n tüm hikmeti, eğe r mutlak ve serbest bırakıl saydı, o takdirde tü münün fesadı söz konusu olan b i rçok şeyi tercih ederdi.- Allah, hepsine uygun muhkem [2/222] bir yapı takdir etti. Böylece bazısını bazısı için fı rsatlar ha.J i n e geti rd i. Allah irade ve meşietiyle v e zorlanmadan, hepsinin ya­ pılmasında en güzel ve en muhkem olanını tercih ed iyor. İ şte b u fırsatların ta kdiri kaderdir. Allah, yoktan var ettiği h e r şeyi kaza ve kaderle idare ediyor. Bu öyle muhkem ve sağlam bir idare şeklidir ki bir hata veya bir eksiklik ona girmez. O zaman ortaya çıkıyo r ki illetli olan her şey, Rabbinin onun için takdir ettiği hallerin dışında değildir. Yine ortaya çıkıyor ki bunların bazısı ihtiyari bazısı da zorunludur. Ayrıca, ihtiyari olanları kaderi nin fırsatlarından ve iradesiyle tercih etmiştir, kendisinden zorunlu olarak yapmamıştır.

el-İkdü 'l-Ferfd

240

Bir bedevi adama kader soruldu. Adam: Bu öyle bir ilimdir ki zayıf adamlar onda kavga etmişler, ihtilaf edenler çoğalmıştır. Bize düşen, Allah'ın problem olara k görünen hükmünü, önceden var olan ilmine göndermektir. Bir Mecusiyle bir Kaderiyeci bir yolculukta beraber oldular. Kaderiyeci, Mecusiye : "Neden selam vermiyorsun?" dedi. Me­ cusi: " Eğer Allah ezelde buna izin vermiş olsaydı olurdu," dedi. Kaderiyeci : "Allah izin vermiştir; fakat şeytan seni bırakmıyor," dedi. Bunun üzerine Mecusi : "O halde ben bu ikisinin en güçlü olanıyla beraberim," dedi. Bir adam Hişam b. el-Hakem'e: "Senin iddiana göre Allah faz­ lı, keremi ve adaletiyle yeri ne getiremeyeceğimiz şeylerle bizi mü kellef kılmış, sonra bizi bununla tazip edecektir; öyle mi?" dedi. H işam şöyle dedi: " Evet, vallahi yapm ıştır Allah. Fakat ko­ nuşamıyoruz," dedi. Amr b. Ubeyd ve İbn M iskin

Amr b. Ubeyd bir gün el- H aris b. Miskin ile Mi na'da bir araya geldi. el-Haris b. Miskin ona şöyle dedi: "Benim ve senin gibi­ ler böyle bir yerde, bir araya gel ip faydasız bir şekilde buradan ayrılmazlar. Eğer istersen sen kon uş, istersen ben konuşayım," dedi. Amr ona: "Sen konuş," dedi. el-H aris şöyle dedi: "Allah'tan daha fazla özür kabul eden bir ki mse bilir misin?" dedi. Amr: " H ayır," dedi. el-Haris : "Acaba 'Yapamıyorum' diyen -senin de yapamayacağı nı bildiğin- bir kimsenin özründen daha açık bir özür bilir misi n?" dedi. Amr b. Ubeyd : "Peki, herkesten daha çok özür kabul eden zat neden, en açık bir özre sahip olan kimsenin özrünü kabul etmiyor?" dedi. Bunun üzerine el-H aris b. Miskin sustu ve bir cevap veremedi. [2/223]

el-Me'mün'un Mülhitlere Cevabı

el-Me'mı1n, yanında konuşan es-Seneviyye [alemde iki Tan­ rı olduğuna inanan] fırkasına mensup olan adama şöyle dedi: "Sana iki harf soracağım ; daha fazla sormayacağım: Hi ç kötülük yapan kişi, yaptığı kötülükten dolayı pişman olur mu?" Ada m : " Evet, pişman olur," dedi. el- M e'mı1n: "Peki, kötülüğe pişman ol­ mak kötülük mü yoksa iyilik mi?" dedi. Adam: "Elbette iyiliktir"

e/-İkdü 'l-Ferfd

241

dedi. el- M e'mı1n: "Peki, pişman olan kişi, kötülük yapanın ken­ disi mi yoksa başka birisi mi?" de di. Adam: " Pişmanlık duyan kötülük yapandır," dedi. el-Me'mı1n: " B u durumda, hayır sahibi­ nin kötülük sahibi olduğunu görüyorum," dedi. Adam şöyle ded i : "Bana göre pişman olan kötülük yapanın kendisi değildir," dedi. el- Me'mı1n: " Peki, o pişmanlık duyan şahıs, kendisinden sadır olan bir kötülüğe mi yoksa başkasından sadır olan bir kötülüğe mi pişman olmuştur?" dedi. Bunun üzerine adam sustu. Yine el-Me'mı1n ona: " İki Tanrı hakkındaki görüşlerini anlat bakal ı m : Acaba o tanrılardan birisi, arkadaşından yardım iste­ meden bir şey yaratabiliyor mu?" dedi. Adam : "Evet, yaratabilir," dedi. el-Me'mı1n: "O zaman ne yapacaksın ikisine? Senin için her şeyi yaratan birisi daha hayırlı ve daha doğrudur," dedi. el-M e'mı1n, kendi vasıtasıyla M üslüman olan Horasanlı bir adamı beraberinde l rak'a getirdi. Fakat daha sonra o adam İs­ lam'dan döndü. el-Me'mı1n ona şöyle dedi: "Anlat bakalım, dini­ mizle dostane bir ilişki içindeyken seni uzaklaştıran nedir? Val­ lahi seni bir gerekçeyle hayatta bırakmak, bir gerekçeyle öldür­ mekten benim için daha sevimlidir. Üstelik sen önceleri kafirken Müslüman oldun. Sonra M üslüman olduktan sonra küfre geri döndün. Eğer yanımızda, seni tedavi edecek derdine bir deva bulursan, -şifa hatalı olup dert tekra r nüksetse bile- o takd ir­ de sen nefsinde özrü beyan etmiş ve çabanda kusur işlememiş olursun. Eğer seni öldürecek olursak şeriat gereği seni öldür­ müş olacağız. Sen de nefsinde hakikati görmeye başlar; yakine döner ve kararlı bir şekilde girişte ifrat etmiş olmazsın." M ü rted şöyle dedi: "Beni sizden uzaklaştıran dininizde gördüğüm ihtila­ fı nızdır," dedi. el-Me'mı1n şöyle ded i : " B izim iki türlü ihtilafımız vardır. Onlardan birisi ezanda, cenaze tekbirinde, bayram na­ mazında, teşehhütte, namazda selam vermede, kıraatlerin vacip oluşunda, fetvaların değişikliği nde ve buna benzer şeylerdedir. Bu bir ihtilaf değildir. O ancak bir tercih, bir genişletme ve sün­ netin hafifleştirilmesidir. Mesela ezanı ve kameti i ki kez tekrar eden gü nahkar olmaz. Dört kere söyleyen de günahkar olmaz. Diğer i htilafa gelince bu, Kur'an'ın aslı üzerinde icma ettiğimiz ve sünneti ittifakla kabul ettiğimiz halde, Allah'ın kitabındaki bir

el-İkdü '/-Ferid

242

ayeti ve Peygamberimizden gelen bir sünneti te'vil edişimizdir. Eğer bu durum seni uzaklaştı rmışsa o zaman Tevrat ve İ ncil'in [2/224) te'viline ve indirilişine ittifak edilmesi ve Yahudi lerle H ristiyan­ lar arasında hiçbir te'vil konusunda ihtilaf edilmemesi gerekir. Eğer Allah kitaplarını apaçık indirmek ve peygamberleri nin söz­ lerinin te'vilinde ihtilaf edilmemesini isteseydi yapardı. Ancak din ve dünya işlerinden hiçbirisinin, uzun araştı rma, tahsil ve tefekkü r olmadan bize geldiğini görmüyoruz. Eğer durum böyle olsaydı, o zaman imtihan ve sıkıntı ortadan kalkar, faziletli ol­ mak ve birbirine aykırılık olmazdı. Ayrıca kara rlı insan aciz in­ sandan, cah il kişi alim kişiden fark edil mezdi. Ancak dünya bu­ nun üzerine kurulmamıştır." Bunun üzerine mürted: "Allah'tan başka ilahın olmadığına, O'nun bir olduğuna ve ortağının bulun­ madığına, İsa'nın Allah'ın kulu olduğuna, Muhammed'in doğru sözlü olduğuna ve senin de M ü m inl erin Emlri olduğuna şehadet ederi m," dedi. el-Me'mfın ve Ali b. M usa

Bir gün el-Me'mfın, Ali b. M fısa er-Rıda'ya şöyle dedi: " N eye dayanarak hilafet iddiasında bulunuyorsunuz?" dedi. Ali b. M fısa: "Ali'nin ve Fatıma'nın Resulul lah'a (sav.) olan akrabal ığı sebebiyle," dedi. el-Me'mfın ona şöyle dedi: "Eğer burada akra­ balıktan başka bir şey yoksa Resulullah'ın (sav.) arkasında, onun Ehl-i beyti nden olan ve nesebine Ali'den daha yakın olan birisi kalmıştır. Eğer iş Fatı ma'nın Resulullah'a olan akrabalığındaysa hak Fatı ma' dan sonra Hasan ve H üseyin'indir. Onlar hayattayken Ali'nin hilafette hiçbir hakkı olmazdı. Durum böyleyse o zaman Ali, onlar hayattayken onların haklarını ellerinden almış ve ken­ di hakkı ol mayan bir şeyi elde etmeye yeltenmiştir." Ali b. Musa ona hiçbir cevap veremedi. Vasıl ve Amr b. Ubeyd

Vasıl b. Ata el-Gazzal, Amr b. Ubeyd'e bir mektup yazdı: Sadede gelince; kulun nimetini elinden almak Allah'ın elin­ dedir. Cezayı acilleştirmek Allah'ın elindedir. Bu ne vakit olursa günahların kemal bulmasıyla ve kişi ile kalbi arasına giren mü­ cadelenin komşuluğu ile olur. Daha önce, biz Hasan b. Ebü'l-Ha-

el-İkdü 'l-Ferfd

243

san'ın (ra.) yanı başında olduğumuz sıralarda, senin mezhebinin çirkinliğini ortaya koymak için üzerine atılanları ve sana nispet edilenleri biliyorsun. Hasan'dan ders alan ve onu can kulağıyla dinleyen bizler, senin tanıdığın bütün dostlarımız, maşallah ne [2/225] güzel bir cemaat, ne güzel dinleyiciler, ne güzel ezberleyicilerdir! Ne yumuşak tabiatlar, ne ağırbaşlı meclisler, ne apaçık zühd, ne doğru sözlülüktür bu! Onlar vallahi geçip giden yıldızlara uydular ve onların hidayetlerini aldılar. Vallahi benim ve ashabımın Hasan ile tanışmamız Resulullah'ın mescidinin doğu taraflarında olmuştu. Bize en son anlattığı hadiste, ölümden ve görülecek dehşetten bahsetmişti. Hasan nefsi için üzüldü ve günahlarını itiraf etti; sonra ağlayarak ve gözyaşı dökerek sağına soluna döndü. Sel gibi akan terleri alnından sildiğini görür gibiyim. Sonra şöyle dedi: "Al­ lah'ım! Ben devemin kolanını çok sıktım ve yolculuk hazırlıklarımı kabir yerine, toprağa götürdüm. Benden sonra bana isnat ede­ cekleri şeylerle beni muaheze etme Allah'ım. Allah'ım! Şüphesiz ben Senin resulünden bana geleni tebliğ ettim ve onun hadisinin tasdik ettiği kadar Senin muhkem ayetlerini tefsir ettim." Herkes şunu bilsin ki ben Amr' dan korkuyoru m ! Herkes şunu bilsin ki ben Amr'den korkuyorum ! Açıkça onu Rabbine şikayet ediyorum. Üstelik sen, Ebu H uzeyfe'nin sağından, bizden ona daha yakındın. Kuşkusuz Kur'an'ın tefsiri ve te'vili konusunda, onun senin nefsine yükledikleri nin ve boynuna taktıklarının bü­ yük bir kısmı bana geldi. Sonra senin kitaplarına ve rivayetl erinin bize ilettiği eksik manalara ve birbirinden ayrılmış ko numlara baktı m. Hasan'ın senden şikayeti, gerçekten de ortaya koyduğun bi datlere ve yüklendiğin büyük hatalara delalet etmektedir. Ey kardeş i m ! Etrafındakilerin tedbirleri, senin gücünü büyütmeleri ve saygıdan ötürü gözleri ni senin yanında indirmeleri seni aldat­ mas ı n ! Vallahi kendini beğenmişlik ve övünme geçip gidecek ve her nefis, gösterdiği çabayla ceza veya m ükafat görecekti r. Sana yazdığım mektup ve sana seslenmem, sadece sana Hasan'ın (ra.) hadisini hatırlatmak içindir. Onun bize anlattığı son hadis buy­ du. İ şitileni yerine ulaştır, farz olanını söyle, uygun olmayan bir tarzda hadisleri te'vil etmeyi bırak ve Allah'tan kork O takdirde işler yoluna girer.

el-İkdü 'l-Ferfd

244

Ahmaklığın ve Cehaletin Kötülenmesi

Peygamber (sav.) şöyle buyurd u : "Cahil kişi, kendisiyle ortak­ l ı k yapana zulmeder, [güç bakımından] kendisinden aşağı olan­ lara saldırır, kendisinin üstünde olanlara yetişmeye çalışır ve ayırım yapmadan konuşur. B ir güzellik görürse ondan yüz çevi­ rir. Eğer bir fitne ortaya çıkarsa tedbirsiz bir şekilde içine dalar." [2/226]

Ebü'd-Derda şöyle dedi: Cahilin alameti üçtür: Kendini be­ ğen mişlik, çok konuşma ve bir şeyi yasakladığı halde onu yap­ ması. E rdeşir şöyle dedi: Bütün insanların cahilden nefret etmesi ve cahilliğin kendilerine isnat edilmesinden öfkelenmeleri, cahil kişinin ayıbını size göstermesi bakımından yeterlidir. Şöyle denilirdi: Cahille akrabalık, kardeşlik veya dostluk seni aldatmasın. Çünkü ateşte en fazla yanmayı hak eden, ateşe en yakın olanlardır. Şöyle denilmiştir: İ ki haslet var ki seni ahmak insana yakın­ laştırır: Çokça sağa sola bakmak ve acele cevap vermek. Yine şöyle denilmiştir: Cahille arkadaşlık yapma ! Çünkü o sana menfaat vermeye çalışırken sana zarar verir. Bazıları şöyle dedi : Her hastalığı iyileştirecek bir ilacı vardır; Ahmaklık hariç; yorar o n u tedavi edeni.

Ebü'l-Atahiye şöyle dedi: A h m a k adamla arkadaşlı k yapm aktan sakın; Çün kü ahmak eski elbise gibidir. Bir taraftan yamaladıkça o n u, Bir gün sarsar onu rüzgar ve yırtılır. Ya da bir camın, kötü biçimde parça lanması gibidir; Hiç parçalanan camın bir araya geldiğini gördün m ü ? Sakınsın diye o n u kınadığı n zam a n, A rtar kötülüğü ve ahmaklığa devam eder.

D ostların Çeşitleri

el-Attabi şöyle dedi : D ostlar, kökünden ayrılmış bir dal, dalı­ na bitişik bir kök ve kökü olmayan bir dal olmak üzere üç kısım-

el-İkdü 'l-Ferfd

245

dır. Kökünden ayrılmış dala gelince bu, sevgi üzerine kurulmuş bir dostluktur; daha sonra kesi ntiye uğramış ve sadece sohbete münhasır kalmıştır. Dalına bitişik olan köke gelince bu, aslı ke­ rem olan bir dostluktur; dalları da takvadır. Kökü olmayan dala gelince bu, dışı süslü olan fakat içi boş olan bir dostluktur. Peygamber (sav.) şöyle buyurdu: "Arkadaş, senin elbisendeki bir yamadır. Kiminle yamaladığına dikkat et! " Dediler ki : Dostluğun alametlerinden birisi, dostun dostuna da dost, düşmanına da düşman olmaktır. Dihyetü'l- Kelbi, elçi olarak Ali'nin (ra.) yanına gitti. Oturur- (2/227] ken sürekli Muaviye'yi anlattı ve o n u övdü. Bunun üzerine Ali (as.) şöyle dedi: Düşm a n ı m ı n dostu, dah ildir düşma n lığ ı m a; Ben, dostum u seveni severim kuşkusuz. Yaklaşma bana, sen onun dostuyken, Çü nkü uzaktı r, kalplerin arasında olan.

Bu manada el-Attabi'nin de şu beyitleri vardır: D üşm a n ı m ı seversin sonra da, Dostu m olduğunu söylersin; kuşkusuz yalandır görüşün. Kardeşim değildir, beni gördüğünde seven; Faka t asıl kardeşim, gıyabımda beni sevendir.

Başka birisi şöyle dedi : Dost şu de,ğildir, eğer bir gün arkadaşı n ı n ayağı kaysa Affedilmez bulur, onun suçu n u. Eğer hakkın ı zayi etse de kınasa o kon uda onu, Zengin leştirilmiş mazeretlerle gelir yan ı na. Gerçek dost odur ki savunur beni, A rkadaşının mazur olmadığı kon ularda bile . . .

Başka birisi şöyle dedi : Nice kardeşlerin var ki babandan değillerdir; Bir de babanız ayn ı olduğu halde, san a kaba davranan kardeşler. . . Sıcak ol kerim insanlara, eğer istersen dostlukların ı, Bilm iş ol ki sadaka tin kardeşidir, sen in kardeşin. İnsan lara m u h taç olmadığın sürece, onla rın kardeşisin, Reddederler sen i, onlara m u h taç olduğ u n zaman.

Bazıları şöyle dedi:

e/-İkdü 'l-Ferfd

246

Gerçek kardeşin odur ki eğer kılıçla ve bilerek onu Öldürmeye kalksan, sevgide samimi olmadığını düşünmez. Eğer ortaya çıkarmak için, avucu n u arzu etsen, Hemen çıkarıverir, sana saygıdan dolayı. Düşün ü r ki sevgi kon usunda taksira tı vardır; Sevgiyi arttırmak için çaba sarf ettiği halde . . .

Bir diğeri şöyle dedi:

(2/228]

Eğer bir dost tu tacak olursan, Kılı kırk yar ve dostu ten kit et. Sana karşı insaflı olmayan, sevgide; Sa t o n u, başka birin i bul o n u n yerin e. Ve çoğu kez görürsün kötüyü, Seninle boy ölçüşmeden gelmez sana.

el-Atavl şöyle dedi : Koru sevgiyi, kerim insa n ların dışın da; Ve dostluklarıyla şeref buldukların dışında . . . Aldanma dost geçinenlere; Sa na karşı süslenme/erine veya tezyin etmelerine . . . Nice sevgisi açık olan dostlar v a r ki Kokm uştur, kalbindeki sevgisi. Onu dostluk kon usunda kınadığı n zam a n, Bilmez olursun, onun hakkında bildiklerini.

el-Abbas b. Cerir, el-Hasan b. M ahled'e şu beyitleri yazdı: Dostluğa riayet et, ey Eb u Muha m m ed! Saf olanın dostluğunu . . . Ve koru dostluğu. Cömertlik konusunda bir yarışmacı gördüğün za man, Sen o yarışmacı ol! Gerçek dost odur ki Gıyabında sen i koruyor. Ortaya koyduğun zaman o n u n dostluğ u n u, Övgülü sözler söylersin, keşfettiğin şeyler için. Tıpkı kılıç gibi, sadaka t sahibi dost çektiği zaman, Ona hain lik etmez.

Başka birisi şöyle dedi : Dostları nın en hayırlısı acına iştirak edendir, A m a nerede acıya ortak olan dost, n erede? Öyle bir dost ki ya nın dayken dostluğ u n u arttırı r; Ayrıldığın za man senin gözün kulağ ı n olur.

e/-İkdü 'l-Ferid

247

Başka birisi şöyle dedi: Be/adandır, cinayeti bize, Gan im e ti başkasına ait olan dost . . .

Başka birisi şöyle dedi: Bir kayma gördüğüm zaman, g ü ven ilir b i r dosttan, Bütün gen işliğiyle daralır, va tan/arım bana. Yüz ü m ü ona çevirdiğimde, o n u ödüllendirmek için, Gözlerim öfkelidir, ama kalbim öfkeli değil.

Bazıları M uhammed b. Beşşar'a şu beyitleri yazdı : İsteme, sen i istemeyenleri! Ondan istifade etmeyen biri gibi davran. Uzaklaş, senden uzaklaşan dostundan! Bir karış yaklaşırsa, sen daha çok yaklaş. Sen in n ice kardeşlerin vardır, ey İbn Beşşar! Ve a n a n doğurmamıştır on ları. Sana kötülük yapar, dostluk kardeşinin ayıbı, Faka t yokluğunu hissetmezsin onun.

M uhammed b. Beşşar ona cevaben şöyle dedi. Sözü n de yan lış olan delikanlı, Sen i aramaya ndır; sen de onu arama. Dostlarla yarışa n kimse, Ne kınama yapar, ne de kabul eder. Kın a dostu n u, hata yaptığı za m a n, Sevgin le kucakla ve ona ya rdım et. Ayıbıyla sana geldiği za man, fitneci olarak, Söyle, ona itim a t etmediğin i.

Dostluk, Sevgi ve Yumuşak Söz

Ali (ra.) şöyle dedi: Sözü yumuşak olanın muhabbeti vaciptir. Şöyl e denilm iştir: Nası l sabah /adın, nasıl akşa m/adın, sözleri, Kerim insanın kalbinde, sevgiyi filizlen diren sözlerdir.

Dost için gerekli olan, sadece dostunun hoşuna gidecek şekil­ de onunla karşılaşmasıdır. Ayrıca dostunun yanında oturanlara eziyet vermemesi, dostunun ayıplayacağı şeyleri yapmaması ve dostunun tarzını ayıplamaması gerekir. el-M ütevekkil, el-Leys! şöyle dedi :

[2/229]

el-İkdü 'l-Ferid

248

Onun benzerini yaptığın halde, menetme bir h uydan, Yaptığın za man bu engellemeyi, büyük ayıp olur senin için.

Ömer b. el-H attab şöyle dedi : Üç şey vardır ki senin sevgi ni kardeşinin göğsünde sabit kılar. Ön ce senin ona selam vermen, mecl iste ona yer vermen ve onun en çok hoşuna giden ismiyle onu çağırman. Ömer ayrıca şöyle ded i : Ne hayırda ne de şerde, hiçbir şey arkadaş gibi etkileyici değildir. Şair şöyle dedi : Eğer kişiyi ya da kişinin aslın ı a rzu/uyarsan, Ve hazır olmayandan haber veren bir şah it istiyorsan, Yeri, benzerleriyle değerlendir; Keza a rkadaşı da arkadaşla değerlen dir.

Adi b. Zeyd şöyle dedi: Sorm a kişiyi, arkadaşın ı a raştır; Zira her arkadaş, arkadaşına uya r.

Amr b. Cemil et-Tağlibi şöyle dedi: Sabrederim dostuma, eğer kaba davranırsa bana, Dayan ı rım, hakaret dışın daki her kabalığına. Hür insan m ü tevazıdır, ten hada, Cemaatin yanındaysa büyüklen ir, haka ret edilmekten.

M uti' ile Hatıb Arasmdaki Sevgi

Bir adam Muti' b. İyas'a şöyle dedi: "Senin sevgini istemek [onunla evlenmek] üzere yanına geldim." Muti' b. İyas: "Benim hakkımda insanların sözlerini dinlememeyi onun mehri olarak kabul etmen şartıyla seni onunla evlendirdim," dedi. Darbımeselde şöyle denilmiştir: Tahammül edemeyenin dostu çok olmaz. İ b rahim b. Abbas ne güzel s öylemiştir! Ey sevgimi verdiğim, Ve o n u kalbime kon u k yaptığım dostum ! Eziyet verdiğin göz, İçindeki ezaya rağmen, koru m aktadır seni. San a yoktur ih tiyacı onun, Lakin o göz bağlıdır, vefa ipiyle . . .

e/-İkdü 'l-Ferid

249

İ b n Ebu H azim şöyle dedi:

(2/231 ]

Sevg isin e razı ol, kişinin; Dışı n ı n sa na ilettiği kadarıyla . . . İnsan ları keşfetmeye çalışan, bulamaz h i ç kimsen in, Gizli tarafının ona doğru meyilli olduğ u n u. Her h a tasın da, ondan nefret ettiğin dostun, Neredeyse ta mamlanmaz, sen inle olan m ü n asebeti. Tah a m m ü l ederim, eğer bana kötülük yaparsa arkadaşım, Eğer sevin dirse ona teşekkür eden kardeşiyim ben. Affederim suçu n u, eğer özür beyan etmek isterse Kuşkusuz, o n u n özrünü kabul ederim ben.

Başka birisi şöyle dedi: Hiç şüphesiz, sana gelmek için geciktiğim zaman, Mu tlaka engel olan zamanın hadisleri vardır. Olm uştur n efsim sana karşı, öz kardeş gibi, Ve benim gibiler şefka tlidirler, vefa ehline karşı. Sevin eceğin şeylere, ben de sevin irim; Şüphesiz korunan bir dostluğa, layığı m ben. Düşm a n dır sana düşmanlık yapa na; barıştır, barış taraftarıdır; Dosttur, sana muhabbet besleyen herkese.

Ebu Abdullah b. Urfe şöyle ded i : Ada m la rın meramı, birçok iştedir; Ve benim dünyadan meramın, yardımcı bir dosttur. Bir ruh gibi olsun, iki beden arasında bölünm üş; Beden leri ikidir, ama ruhları birdir.

H ü kemadan bazıları şöyle ded i : Dostluk ince bir cevherdir. Eğer o nu korumaz ve muhafaza etmezsen afetlere maruz kalır. O halde dostluğun sınırlarını aşma ki onun yakınlığına ulaşabile­ sin. Sabret ki sana zulmedenler senden özür dileyebilsinler. Rıza gözüyle bak; ta ki nefsinden fedakarlığı fazla bulup dostunun da taksi ratını görmeyesin. Mahmud el-Varrak şöyle dedi : Bir yardımdan daha büyük iyilik yoktur, Yardım ı için teşekkür et kardeşine. Ha ta söylediği zaman, hoş gör h a tasın ı; Ta ki dostluğa dönsün, eskiden olduğu gibi. Sen i yorsa bile dostun yan lışları n ı affetmek, Daha h ayırlıdır, ona düşmanlı k yapm aktan.

(2/232]

e/-İkdü 'l-Ferfd

250

Abdüssamed b. el-Muazzel şöyle dedi: Seni istemeyen, senin d e istemediğin kişi, Su nu [uydu vermez, sen de ona vermezsin. Yakınlaştır dostun u, sen den uzaklaştıkça; Ve arttır yakınlaşm ayı, onda n da b u n u bekle. Eğer gevşerse güven ilir bir dosttan tem eller, Onu sıkı sıkıya bağla.

Haricilerin Haberleri Hariciler ve Ali b. Ebu Talib

Hakem Olayı meydana gelmesinden ve Amr b. el-As'ın Ebu M usa el-Eş'ari'yi kandırmasından sonra, Ali'nin ashabından olan Hariciler, Ali b. Ebu Talib'e (ra.) karşı huruç edince: "4iıı "Y! � "Y H üküm sadece Allah'ındır," dediler. Ali (ra.) onların bağrışlarını duyunca: "Batıl kastedilen hak bir sözdür. Onların mezhebi her­ hangi bir emirin olmamasıdır. Oysa iyi ve kötü mutlaka bir emir gereklidir," dedi. Onlar Ali'ye : "Sen işinde kuşkuya düştün ve düşmanını kendi nefsine hakem yaptın," dediler. Sonra Harura denilen yere çekildiler. Ali (ra.) onların yanına gitti . Yayına daya­ narak onlara şöyle dedi : =

"Burası öyle bir makamdır ki burada yardım eden kıyamet günü yardım edilir. Allah aşkınıza, benden daha fazla hükumet etmeyi istemeyen var mıydı?" "Allah için, hayı r," dediler. Al i : " H ükumeti kabul edene kadar b e n i zorladığınızı biliyor musu­ nuz?" dedi. "Allah için, evet," dediler. Al i : "O halde ne diye bana muhalefet ediyor ve beni terk ediyorsunuz?" dedi. Bunun üzeri­ ne onlar: "Bizler büyük bir günah işledik ve bundan tövbe ettik. Sen de o günahtan tövbe et ve istiğfarda bulun, sana dönelim," dediler. Ali : "Ben her türlü günahtan Allah'tan af diliyo rum," dedi. Bunun üzerine onlar Ali ile beraber döndüler. Onlar altı bin kişiydiler. Kfıfe'ye vardıklarında, Ali'n i n tahkimden vazgeçtiğini, tah­ kimden tövbe ettiğini ve onu dalalet olarak kabul ettiği ni yay­ dılar. Bunun üzerine el-Eş'as b. Kays, Ali'nin (ra.) yanına geld i [2/233] v e o na : " Ey Müminlerin E mlri ! İ nsanlar senin hükumeti dalalet olarak gördüğünü, hükumette olmanın küfür olduğunu ve bun-

el-İkdü '/- Ferfd

251

d a n tövbe ettiğini konuşuyorlar," dedi. A l i insanlara hitap ede­ rek şöyle ded i : "Benim hükumetten döndüğü mü söyleyen, yalan söylem iştir. Onun dalalet olduğunu gören, ondan daha çok dala­ let içindedir." Bunun üzeri ne Hariciler mescitten çıkıp "la h ükme illa /illah " sözüyle diyerek tahkimde (Allah'ın hakemliği talebi) bulundular. Bunun üzeri ne Ali'ye : "Onlar sana karşı huruç etti ­ ler," denildi. Ali : "Onlar benimle savaşmadan onlarla savaşmaya­ cağım ve onlar savaşacaklar," dedi. Sonra Abdullah b. Abbas'ı onlara yönlendirdi. Abdullah onla­ rın yanına varınca onu hoş karşıladılar, ona ikramda bulundu­ lar. Abdullah b. Abbas onların bazılarında, uzun secdeden ötürü nasırlaşmış alınlar, deve dizi gibi eller, Üzerlerinde de yıkanmış gömlekler gördü. Onlar paçalarını sıvam ışlardı. Onlar: "Seni bu­ raya getiren nedir ey İbn Abbas?" dediler. Abdullah b. Abbas: " Resulullah'ın damadı ve amcasının oğlu, hepimizden daha faz­ la Rabbini ve Peygamberinin sünneti n i tanıyan birisinin yanın­ dan, M uhacirlerin ve Ensarın yanından size geldi m," dedi. Onlar: " Kuşkusuz biz adamları hakem yapınca büyük bir günah işledik. Eğer bizim tövbe ettiği miz gibi [Ali de] tövbe eder ve düşman­ larımızla savaşmak için ayağa kalkarsa döneriz," dediler. Bunun üzerine İbn Abbas: "Allah aşkına, nefsin ize karşı doğru söyleyi n; Allah'ın, Harem'de avlanan ve bir dirhemin dörtte biri kadar bir değeri olan bir tavşan için bir erkekle bir kadının ihtilafında tah­ kimi em rettiği ni bilmez misiniz?" dedi. "Allah için, evet," dediler. İbn Abbas : "Allah aşkına, Resulullah'ın (sav.), ke ndisiyle H udey­ biye ehli arasında antlaşma sağlamak için savaştan vazgeçtiği­ ni bilmez misiniz?" dedi. "Evet, fakat Ali nefsini Müslümanların hilafetinden sild i," dediler. İbn Abbas şöyle dedi: "Onun bu yap­ tığı onu h ilafetten silmez. N itekim Resulullah (sav.) da ismini peyga mberlikten sil miştir. [Hudeybiye Antlaşması esnasında] Süheyl b. Amr: 'Eğer senin Allah'ın elçisi olduğunu bilseydim seninle savaşmazdım,' demişti. Bunun üzerine Resulullah (sav.) katibe: ' M uhammed b. Abdullah yaz,' dedi. Üstelik Ali, zulmetme­ yeceklerine dair iki hakemden söz aldı. Eğer zulmedecek olur­ larsa Ali elbette ki Muaviye'den ve diğerleri nden daha çok hak sahibidir." Onlar: "M uaviye tıpkı Ali'nin dava ettiği şeyi dava edi-

252

e/-İkdü '/-Ferid

yor," dediler. İbn Abbas: "Siz onlardan hangisini daha fazla hak sahibi görürseniz onu tayin edersiniz," dedi. "Doğru söyledi n," dediler. İbn Abbas : " İ ki hakem ne zaman zulmetmeye başlar­ larsa onlara itaat edilmeyecek ve sözleri kabul edilmeyecektir;· dedi. İbn Abbas'ın konuşması üzerine onlardan iki bin kişi ona tab i oldular; dört bin kişi de kaldı. İ bnü'l-Keva onlara namaz kıldırdı ve: "Bir savaş olduğu za­ man reisiniz Şebs b. Rib'I er- Reyyahl'dir," dedi. Nihayet Abdullah [2/234) b. Vehb er- Rasibl'ye biat edene kadar bu şekilde kaldılar. Abdul­ lah b. Vehb er-Rasibl onları Nehrevan'a götürdü. Ali b. Ebu Talib o nların üzerine gitti. Onlardan iki bin sekiz yüz kişiyi öldürdü. O nların sayısı altı bindi. Ancak Kufe'de, onlardan oldukları halde kendilerini gizleyen yaklaşık iki bin kişi daha vardı. Ali o nlara : "Dönün ve Abdullah b. H abbab'ın katilini bize verin," dediği za­ man onlardan bir adam çıktı. Sonra hepsi: "H epimiz onu öldür­ dük ve kanında ortağız," dediler. Bu olay şöyle olmuştu : H ariciler, Nehrevan'a gittiklerinde bir Müslüman ve bir Hristiyanla karşılaştılar. Müslümanı öldürdüler ve : " Peygamberinizin zimmetini muhafaza edin," diyerek H risti­ yana hayır tavsiye ettiler. Bu arada Abdullah b. Habbab'a rastladı­ lar; boynunda mushafı vard ı. Yanında da hamile olan karısı vardı. Onlar: "Bu senin boynundaki, bize seni öldürmemizi emrediyor," dediler. Abdullah b. Habbab onlara : " Kur'an'ın sağ bıraktığı nı sağ bırakın, öldürdüğünü de öldürün," dedi. Onlar: "Bize babandan söz et," dediler. Abdullah şöyle dedi: Babam bana anlattı ve dedi ki: Resulullah (sav.) şöyle buyurdu: "Bir zaman gelecek bir fitne olacaktır. O fitnede adamın bedeni gibi kalbi de ölür. M ümin ola­ rak akşamlar, kafir olarak sabahlar. Sen maktul olan Abdullah ol, katil olan Abdullah olma." Onlar: "Ebu Bekir ve Ömer hakkı nda ne düşünüyorsun?" dediler. Abdullah onlardan övgüyle söz etti. Onlar: " Peki, hükumet ve tahkim hakkında ne düşünüyorsun?" dediler. Abdullah: "Derim ki Ali sizden daha çok Allah'ı bilir, dini­ ni daha çok korur ve sizden daha uzak görüşlüdür," dedi. Onlar: "Sen hidayete tabi değilsin, aksine sen isimlerine göre adamlara tabisin" dediler. Sonra onu deniz kıyısına yaklaştırıp onu boğaz­ ladılar. Abdullah'ın kanı doğru bir çizgi üzerinde aktı. Sonra Ha-

el-İkdü 'l-Ferfd

253

ridler hurma ağacını almak i ç i n H ristiyan bir adamla pazarlık ettiler. H ristiyan adam: "Bu size bağış ım olsun," dedi. Onlar: "Ha­ yır, biz ancak bunu parayla alırız," dediler. H ristiyan adam: "Ne acayip bir şey! Abdullah b. Habbab gibi birisini öldürüyorsunuz da, bizden bir ağacın meyvesini ancak parasıyla alıyorsunuz ! " Harici Fırkaları

Sonra H ariciler dört fırkaya ayrıldılar: İbazıyye : Bunlar Ab­ dullah b. İbaz'ın ashabıdırlar. Sufriyye : Alimler isimlerinde ih­ tilaf ettiler. Bazıları: "Bunlar İ bnü's-Saffar ile adlandırıldılar," dediler. Bazıları da: "İbadet onları takatsiz bıraktığı için yüzleri sararmıştı; bu yüzden bu ismi aldılar," dediler. Onlardan bir fırka da Beyhesiyyedir. Bunlar İbn Beyhes'in ashabıdırlar. Onlardan birisi de Ezarikadır. Onlar Nafi' b. el-Ezrak el- Hanefi'nin asha­ bıdırlar. Ha riciler daha önce bir tek görüşe sahi ptiler; ancak şaz olan bir görüşte ihtilaf ederlerdi. Hariciler v e İbnü'z-Zübeyr

M üslim b. Ukbe'nin Medine'ye çıktığı, Harre halkını öldürdü­ ğü ve Mekke'ye doğru ilerlediği haberi onlara ulaştı. Hariciler: "Allah' ın haremine girmelerini engellememiz ve İbnü'z-Zübeyr'i imtihan etmemiz gerekir. Eğer bizim görüşümüzdeyse ona tabi olu ruz," dediler. Onlar İbnü'z-Zübeyr'in yanına vardıkları nda kendilerini tanıttılar ve ne maksatla geldiklerini ona söylediler. İbn ü'z-Zübeyr, zahiren onların görüşünde olduklarını onlara söyledi. N ihayet Müslim b. Ukbe ve Şam halkı yanlarına geldi. Yezid b. M uaviye'nin görüşü gelinceye kadar Abdullah b. ez-Zü­ beyr' i savu ndular ve Yezld'e tabi olmadılar. Sonra kendi araların­ da münazara yaptılar; dediler ki: "Bu adamın [İbnü'z-Zübeyr'in) yanına gi receğiz ve bakacağız. Eğer Ebu Bekir'i ve Ömer'i öne geçirip Osman'dan ve Ali'den teberri etse, ayrıca babas ını ve Talha'yı da tekfir etse ona biat ederiz. Eğer başka düşüncede olduğunu anlarsak onun yanındaki fikir bizim için ortaya çıkar; onun verdiği görevle kendimizi meşgul ederiz." Yanına girdiler; o sırada İbnü'z-Zübeyr korunmuş ha.Jde değildi; ashabı dağılmış­ lardı. Ona şöyle dediler: " B ize görüşü n ü bildirmen için yanına geldik. Eğer sen doğru yoldaysan sana biat ederiz. Eğer sen hi-

[2/235]

254

e/-İkdü 'l-Ferfd

laf-ı hak bir davada isen seni hakka davet ederiz. Sen şeyhayn [Ebu Bekir ve Ömer] hakkında ne düşünüyorsun?" Abdullah b. ez-Zübeyr: "Hayır ve güzellik düşünüyoru m," dedi. Onlar şöyle dediler: " Peki Resulullah'a muhalefet eden, 1 08 sürgünleri geri ge­ tiren, Mısır halkına bir şey ortaya koyup onun tersini yazan, Beni Muayt ailesini halkın ensesine bindiren ve onları Müslümanların ga nimetiyle semirten Osman hakkı nda ne düşünüyo rsun? Bir de Allah'ın dininde adamları hakem yapan, tövbe etmeden ve piş­ manlık duymadan bu m i nval üzere devam eden adam hakkında ne düşünüyorsun? Bir de baban ve onun arkadaşı hakkı nda ne düşünüyorsun? Ali adil bir imam olup kendisinden küfür sadır olmadığı ha.Jde baban ve arkadaşı ona biat ettiler sonra da bi­ atlerini kırdılar ve Aişe'yi çıkarıp onu savaştırdılar. Oysa Allah, Aişe'ye ve arkadaşlarına evlerinde kalmalarını emretm işti. Bu hususta seni tövbeye davet eden bir husus da vard ır. Eğer bütün bu anlattıklarımızı kabul edersen senin için Allah ya nı nda yakın­ lık vardır ve zafer bizim elimizle olacaktır inşallah. Biz Allah'tan muvaffakıyet istiyoruz. Eğer dediklerimizi reddedersen Allah seni perişan edecek ve bizi sana galip kılacaktır." Bunun üzerine Abdullah b. ez-Zübeyr onlara şöyle ded i : Şüp­ hesiz ki Allah (cc.) en büyük kafirle ve asi insanla konuşurken bu sözünüzden daha yumuşak bir söz söylemeyi emretm iştir. Şöy­ le buyurdu: " Yine de ona söyleyeceklerin izi yum uşak bir üslupla söyleyin. Ola ki aklını başı na toplar veya için e bir korku düşer. " 109

[2/236] Resulullah (sav.) da: " Ölülere söverek sağları incitmeyin, " buyur­ muştur. Oğlu İkrime'nin hatırı için Ebu Cehil'e sövmekten neh­ yetm iştir. Oysa Ebu Cehil, Allah'ın ve Resulü'nün düşmanı ve şirk üzerindeydi. Ayrıca hi cretten önce Resulullah'la (sav.) savaşmayı teşvik eden, hicretten sonra da onunla savaşan birisiydi. Zaten şi rk, günah olarak ona yeterliydi. Babamın ve Talha'nın adını zikrettiği niz sözü söylememeniz gerektiğini gösteren en büyük delil : "Şu iki zalimden teberri ediyor musun?" şeklindeki sözü­ nüzdür. Eğer onlar zali mlerdense insanların cahilleri arasında 1 0 8 Osman'ın Resulullah'a muhalefetiyle, Osman'ın, Resulullah'ın (..ıı 'J ) �� 'J ..!_,..... ) _, ) " Koruluk ancak Allah ve O'nun resulü için va rdır," hadisine muha­ lefet ettiğini kastediyor (mhk.) . 1 09 Taha, 2 0 /44.

el-İkdü 'l-Ferfd

255

girdiler demektir. Eğer onlardan deği llerse neden beni babama ve arkadaşına sövmekle sorumlu tutuyorsunuz? Oysa siz biliyor­ sunuz ki Allah: "Eğer anne baban, hakkın da bilgin bulunmaya n bir şeyi Ban a ortak koşman için sen i zorlarlarsa bu durumda onla ­ ra uym a, ama yin e d e bu dünyada iyi da vran, " 1 1 0 buyuruyor. Yine "İnsan lara g üzel söz söyleyin, " " ' buyuruyor. Sizin bu davet etti­ ği niz durum, devamı olan bir iştir. Üstelik durmak [durup size uymak] ve açıkça söylemek dışında hiçbir şey sizi ikna etmiyor. Ömrüme kasem olsun bu tutum, hüccetlerin keskinliği açısından daha etkili, hak yol için daha açık ve herkesin arkadaşını düşma­ nından ayırması için daha uygun bir yoldur. Akşam yanıma geli n, üzerinde bulunduğum yolu size göstereceğim inşaallahu Teala. İbnü'z-Zübeyr'in Hariciler İçindeki Hitabesi

Akşam olunca yanına gittiler. İbnü'z-Zübeyr, silahını kuşa­ narak onların yanına çıktı. Necde [el-Harici] onu görünce: "B u, sizinle savaşacak olan bir adamın çıkışıdır," dedi. İbnü'z-Zübeyr yerden biraz yüksek bir yerde oturdu. Önce Allah'a hamd ve sena etti; Resulü'ne de salat ve selam getirdi. Sonra Ebı.1 Bekir ve Ö mer'i en güzel şekilde andı. Sonra hilafeti nin ilk yıllarında Osman'ı andı. Sonra o yılları, gidişatı nı beğenmedikleri diğer yıl­ larla birleştirerek onları maziden sayd ı. Sonra Osman'ın, el-Ha­ kem b. Ebü'l-As'ı Resulu llah'ın (sav.) izniyle Medin e'ye aldığını, koruluğu ve faydalarını anlattı . Sonra insanların Osman'ı bazı işler ko nusunda kınadıkları nı, Osman'ın onları isabetli olarak ya pamadığını, daha sonra iyi liksever olarak o insanları kı nadı­ ğını ifade etti . Mısır halkı bir mektu pla Osman'ın ya nına gel dik­ lerinde, o n lar için razı olmayı garantiledikten sonra mektubun kendisinden geldiğini, sonra bu mektubun onları öldürmek için yazıldığını anlattılar ve mektubu Osman'a verdiler. Bunun üzerine Osman, Allah'a yemin ederek bu mektubu yazmadığı n ı ve [2/237] yazmas ı n ı emretmediğini söyledi. Allah Teala da geçmişinde ya lan olmayan birisinden yem inin kabul edilmesini emretmişti r. Üstel ik o Resulullah'ın damadıdır, onun halifesidir ve ağaç altı nda yapılan Rıdvan Biati onun için yapılmıştır. Osman öyle 110 Lokman, 3 1 / 1 5 . 1 1 1 Bakara, 2 / 8 3 .

e/-İkdü 'l-Ferid

256

bir adamdır ki yemin etmesi gerekiyordu. Eğer yemin etseydi doğru bir yemin ederdi. Ama yüz bin dirhem feda ederek yine de yemin etmedi. Resulullah (sav.) : " Kim Allah'a yemin ederse doğru yemin etsin. Kim Allah'a yemin ederse yemini kabul edil­ sin," buyurdu. " M ü minlerin Emlri Osman diğer iki arkadaşı gibidir. Ben onun dostlarının dostu ve düşmanlarının düşmanıyım. Benim babam ve arkadaşı [Talha], Resulullah'ın (sav.) arkadaşıdırlar. Uhud günü Talha'nın parmağı koptuğunda, Resulullah (sav.) Al­ lah'tan naklen: "Parmağını cennete gönderdi m," buyurdu. Yine Resulullah (sav.) Talha için "Cenneti hak etti," buyu rdu. Uhud günü anlatılınca Ebfı Bekir es-Sıddlk: "Bu öyle bir gündür ki o günün tümü Talha'nındır," derdi. Zübeyr de Resulullah'ın (sav.) havarisi ve en samimi dostudur. Resulullah (sav.) onun cennet­ te olduğunu anlattı. Allah (cc.) şöyle buyurdu: "O ağacın altı n da san a bağlılık sözü verdikleri sırada, o m ü m inlerden A llah razı ol­ m uştur. " 1 1 2 Resulullah (sav.) daha sonra onlara kızdığını bize ha­

ber vermemiştir. Eğer sahabenin yaptıkları hak ise onlar da hak ehlidirler. Eğer bu onlar için bir hataysa onun ilmi Allah'ın affın­ da ve daha önce peygamberleriyle geçirdiklerindedir. Siz n e za­ man Talha ve Zübeyr' den söz ederseniz hemen anneniz Aişe' den başlıyorsunuz. Eğer herhangi birisi, Aişe'nin kendi annesi oldu­ ğunu inkar ederse kuşkusuz iman ismi ondan ayrılır. N itekim Allah (cc.) şöyle buyurdu : "Peygam ber m ü minlere ken dilerinden dah a yakın dır. Eşleri de onların a n n elerdir." ' ı :ı İ bnü'z-Zübeyr' in konuşmasından sonra birbirlerine bakıp yanı ndan ayrıldılar. İbnü'l-Ezrak'ın İbnü'z-Zübeyr'e M ektubu

Daha sonra Nafi' b. el-Ezrak, Abdullah b. ez-Zübeyr'e bir mek­ tup yazdı. M ektubunda onu ken di işine davet ediyordu. M ek­ tup şudur: "Sadede gelince; herkesin yaptığı iyiliği de işlediği kötülüğü de önüne konmuş olarak bulacağı gün, insan ister ki kendisiyle kötülükleri arasında uzun bir mesafe bulunsun. Al­ lah kendisi hakkında sizi uyarıyor. Allah'tan korkma konusunda 1 1 2 Fetih, 48/ 1 7 . 1 1 3 Ahzab, 3 3 /6.

e/-İkdü 'l-Ferfd

257

s e n i uyarıyorum. Rabbin olan Allah'tan kork! Çünkü Allah şöyle buyu ruyor: "Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlar­ dandır." 1 1 4 Yine şöyle buyuruyor: "Müm inler m üminleri bırakıp da kafirleri dost edin mesin. Kim b u n u yaparsa artık Allah 'la olan bağını kopa rm ış demektir." 1 1 5 Kuşkusuz Osman'ın öldürüldüğü

gün oradaydım. Ömrüme kasem olsun ki eğer mazlum olarak öldürüldüyse onun katilleri ve onu yüzüstü bırakanlar kafir ol­ muşlar demektir. Eğer onun katilleri hidayette iseler, o zaman [2/238] onu d estekleyenler ve ona yardım edenler kafir Ôlmuşlardır. Sen de bilirsin ki senin baban, Talha ve Ali, Osman'a en fazla sert dav­ ranan insanlardı. Onlar Osman'ın işi konusunda, onu öldürenle onu yüzüstü bırakanlar arasındaydılar. Ve sen babanı, Talha'yı ve Osman'ı destekliyorsun. Taammüden bir katilin ve bir maktulün yanında yer alanlar nasıl tek dinde olabilirler? Şüphesiz Ali ondan sonra halife oldu; şüpheli şeyleri yok etti, hadleri uyguladı, ahkamı mecrasına koydu, lehinde ve aleyhinde olan her işe hakkını verdi. Talha ve senin baban ona biat ettiler. Daha sonra ona zulmederek biatlerini kırdılar. Doğrusu senin hakkındaki ve onlar hakkındaki söz, İbn Abbas'ın ded iği gibidir. O şöyle dedi: " Eğer sizin karşı gelmeniz ve savaşmanız esnasında Ali mümin ise, siz mümi nl erle ve adalet imamlarıyla savaştığınız için kafir oldunuz. Eğer sizin söylediğini gibi Ali kafir ve hükmünde zalim ise o zaman siz, çarpışma günü firar ettiğiniz için Allah'ın gaza­ bıyla döndünüz demektir." Kuşkusuz sen, Ali'nin düşmanıydın ve gidişatını ayıplıyordun. Vefat ettikten sonra nasıl onu destekli­ yorsun? Harici Liderlerden Necde ve İbnü'l- Ezrak

Sufriyye fı rkasından olan Necde, İbnü'l- Ezrak'ın önüne gelen insanları öldürdüğünü, çocukları katlettiğini ve emaneti mubah kıldığı nı duyunca ona şöyle bir mektup yazdı : Bismillahirrahmanirrahlm . . . Sadede gelince: Seninle tanıştı­ ğı mda sen yetimlere karşı şefkatli bir baba ve zayıflara karşı iyi­ lik yapan bir dosttun. Allah konusunda bir kınayıcının kınaması 1 1 4 Maide, 5 / 5 1 . 1 1 5 A l - i İmran, 3 / 2 8 .

el- İkdü 'l-Ferfd

258

seni etkilemez ve bir zalime yardım etmeyi düşünmezdin. Sen ve ashabın böyleydiniz. Şu sözünü hatırlamıyor musun? " Eğer adil olan imamın sevabının, raiyetin tüm fertlerinin sevabı ka­ dar olduğunu bilmeseydim, M üslümanlardan iki kişinin başına geçmezdim." Sen Allah rızası için nefsini Rabbinin itaati ne feda edince, hakkın tam ortasına isabet edip hakkın acıl ığını tadınca, şeytan sana musallat oldu. Daha önce senden ve senin ashabın­ dan daha fazla şeytana baskı yapan hiç kimse yoktu. Ama seni kendi tarafına çekti ve seni aldattı. Sen de aldandın ve Allah'ın, kendi kitabında mazeret sahibi kabul ettiği Müslümanların evde oturmak zorunda olan güçsüzlerini (ka'adesini) ve zayıf zümre­ sini tekfir ettin. Sözü doğru ve vaadi hak olan Allah (cc.) şöyle buyurmuştur: "Güçsüzler, h astalar ve harcama yapma imka n ı olmayan lar için -Allah 'a v e O 'n u n peygam berin e sadık kaldıkları sü rece- sorumlulukyoktur." 1 1 6 Sonra Allah onlara en güzel isimle [2/239] isi mlendirerek: "İyi n iyet sah iplerin i sorumlu tu tmak olm az" 1 1 7

buyurdu. Sen çocukların öldürülmesini mubah kıldın oysa Resu­ lullah (sav.) onların öldürülmesini yasaklamıştı. Allah şöyle bu­ yurd u: "Hiçbir günahka r başkasın ı n günahını yüklenmez. [Taşıdı­ ğı, sadece kendi günah yüküdür.] " 1 1 8 Resulullah (sav.) savaştan geri kalan güçsüzleri hayırla yad etm iştir. Allah, cihad eden leri onlardan üstün kılmıştır. Amel eden insanların ekserinin konu­ mu, kend ilerinden daha aşağı olanların ko nu mlarını işlevsiz kıl­ maz. Ancak bir tek asılda müşterek oldukları zaman o başkadır. Allah'ın ( c c . ) : " Müminlerden özür sah ipleri olanlar dışın da oturup kalan lar, malları ve canlarıyla A llah yolunda cihad etmekte ola n ­ la ra eşit olam azlar:: ı 1 9 Allah onları müm inlerden saym ış ve ci­

had edenleri, amellerinden dolayı onlardan üstün tutmuştur. Ay­ rıca Allah emaneti ehline vermeyi em rettiği halde, sana muhalif olanlara emaneti iade etmemeyi öngörmüşsün. Allah'tan kork ve nefsine bak! "Hiçbir baba n ı n evladı n dan fayda göremeyece/ji, ev­ ladın da babasından hiçbir yarar sağlayamayacağı bir g ü n den " 1 20 116 1 17 ı 18 1 19 120

Tevbe, 9/9 1 . Tevbe, 9 /9 1 . Fatır, 3 5 / 1 8. N isa, 4/9 5. Lokman, 3 1 / 3 3 .

el-İkdü 'l-Ferfd

259

kork! Çünkü Allah gözetleyicidir. Onun hükmü adildir. Sözü, hak ile batılı ayı randır. Ve's-Selam ..." Nafi' b. el- Ezrak'ın Necde'ye Cevabı

Bismillahirrahmani rrahlm . . . Sadede gelince: Şüphesiz ki mektubun bana geldi. Mektubunda bana vaaz veriyo r, hatı rlat­ mada bulunuyor, nasihat ediyo r. ve beni azarlıyorsun. Ayrıca üzeri nde bulund uğun hakkı anlatıyo r ve ayaklar altına aldığım doğrulardan söz ediyorsun. Allah'tan, beni sözü dinleyip en gü­ zeline tabi olanlardan kıl masını istiyorum. Oturup kalanlar hak­ kında verdiğim hükümden, çocukları öldürmekten ve emaneti mubah kılmaktan dolayı beni ayıplamışsın. B unları neden yaptı­ ğımı sana açıklayacağım inşallah. Şu oturup kalanlara gelince, onlar, Resul ullah'ın dönemindeki oturanlar senin belirttiğin gibi değildirler. Çünkü onlar M ekke'de oturuyor, mağlup ve kuşatılmış halde bulunuyorlardı. Kaçış için ve Müslümanlara ulaşmak için bir yol bulamıyorlardı. Bunlar dinde ilim sahibi olmuşlar ve Kur'an okumuşlardı. Onlar için açık bir yol vard ı. Allah'ın onlar hakkında ne söylediğini biliyorsun. Şöyl e buyurmuştur: "Kendilerine yazık etmekte iken, haya tla rın ı sona erdirdikleri kimselere m elekler, 'Ne işteydiniz?' dediler. Onlar: 'Yerde zayıf görünenlerden dik' cevabını verdiler. Meleklerse 'A llah 'ın arzı geniş değil m iydi, h icret etseydin iz ya! ' dediler. İşte onların barına,ğı cehennem dir." 1 2 1 Yine şöyle buyu r-

d u: "Allah Resulü 'n ü n çağrısına uymaya rak seferden geri kala n l a r, yerlerinden ayrılm amış olmaktan sevinç duydular." 1 2 2 Yine şöyl e buyurmuştur: "Bedevilerden m azeret ileri süren ler, ken di­ lerine izin verilm esi için geldiler. A llah ve Resulü 'ne inanmayan la r [21240] da (m ü n afıklar) oturup kaldılar. On lardan in kôrcı olanlara elem veren bir azap gelecektir." 1 23 Şimdi bak o nların isimlerine ve ala­

metlerine. Çocukların durumuna gel ince: Ey N ecde! Allah'ın peygamberi Nuh (as.) benden ve senden daha fazla Allah'ı bilirdi. Şöyle dedi : 1 2 1 N isa, 4/97. 1 2 2 Tevbe, 9/8 1 . 1 2 3 Tevbe, 9/90.

el-İkdü 'l-Ferid

260

"Rabbim, Sen on ları bırakırsan kulların ı sap tırırlar; günahkar ve n a n kör nesillerden başkasın ı da yetiştirmezler." 1 24 Onlar çocuk

oldukları ve doğmadıkları halde Nuh (as.) onları "kafir" olarak adlandırmıştır. Bu durum Nuh kavmi için caiz oluyor da neden bizim için caiz olmuyor? Üstel ik Allah şöyle buyuruyor: "Şimdi söyleyin bakalım ey putperestler! Sizin inkarcı/arınız şu an ıla n lar­ da n daha m ı iyi, yoksa sizin için kitaplarda bir kurtuluş h ü km ü m ü var?" 1 25

Bize muhalif olanlara emaneti iade etmeye gel ince: Allah on­ ların kanlarını bize helal kıldığı gibi mallarını bizim için helal kıl­ mıştır. Onların kanları mutlak helaldir; malları da Müslümanlar için ganimettir. Allah'tan kork ve nefsine dön ! Senin için tövbe dışında hiçbir mazeret yoktur. Bizi yüzüstü bırakmak, geride du rmak ve sana gösterdiğimiz yolumuzu ve sözlerimizi terk et­ mek sana uygun düşmez. Selam, hakkı ikrar edip onunla amel edenlere olsun. Mirdas ve İbn Ziyad

M i rdas Ebu Bilal, Haridlerdendi. Mirdas saklanıyordu. İbn Ziyad'ın Haricilerin öldürülmesi ve onların hapse atılması hak­ kındaki ciddiyetini görünce ashabına şöyle dedi: "Vallahi biz bu zalimlerin arasında kalamayız. Adaletten uzak ve akıl dışı hü­ kü mler bize uygulanmaktadır. Vallahi bu işe sabretmek büyük bir şeydir. Kılıcı kınından çıkarıp yolu korkutmak da büyük bir iştir. Ancak biz onlara başlamayacağız ve kılıcımızı kınından çı­ karmayacağız. Biz ancak bizimle savaşanlarla savaşırız." Otuz kişiden oluşan arkadaşları toplandılar. H ureys b. Hacel'i kendi­ lerine emir yapmak istediler. Ancak o bunu kabul etmedi. B u kez yetkilerini Mirdas Ebu Bilat'e verdiler. Bir gün ashabıyla giderken Abdullah b. Rebah el-Ensarl ile karşılaştı. Mirdas onun dostuydu. M i rdas ona: "Ey Kardeşim ! " dedi. Abdullah: "Evet, dinliyorum seni," dedi. Mirdas : "Ben dinim­ le ve ashabımın diniyle b u zalim insanlardan kaçmak istiyorum," [2/241 ] dedi. Bunun üzerine Abdullah ona: " Kimse sizi biliyor mu?" dedi. 1 2 4 N fı h, 7 1 /2 7 . 1 2 5 Kamer, 54/43.

el-İkdü 'l-Ferfd

261

Mirdas : " H ayır, kimse bilmiyor," dedi. Abdullah: "Dön," dedi. M ir­ das: "Benim hakkımda bir kötülükten mi korkuyorsun?" dedi. Abdullah: " Evet, sana bir kötülük gelmesi nden korkuyorum," dedi. M i rdas: "Korkma ! Ben kılıcı kın ı ndan çıkarmayacağım; kimseyi korkutmayacağını v e ancak benimle savaşanlarla sava­ şacağım," dedi. Sonra yola devam etti. Nihayet H o rasan'ın berisinde olan Asek denilen yere geldi. İbn Ziyad için taşınan bir mal yanından geçti. O sırada ashabı kırk kişiye ulaşmıştı. H emen bu malı in­ dirdiler; kendi payını ve ashabının paylarını aldılar. Gerisini de taşıyana iade ettiler. Ayrıca "Adamınıza söyleyin; biz ancak atiy­ yelerimizi aldık," dediler. Bazı arkadaşları : "Biz ne diye gerisini onlara bıraktık?" dediler. Mirdas: "Onlar namaz kıldıkları gibi b u ganimeti taksim ediyorlar. Onlarla savaşm ıyoruz," dedi. M i rdas Ebu Bilal'in huru çla ilgili şu beyitleri vardır: Nezahet ve takva sahibi İbn Veh b 'den son ra mı? Ve şu teh likeli savaşlara dalan yiğitten son ra ? Beka istiyorum veya sela mette kalmayı u m uyorum; Üstelik öldürmüşlerdi, Zeyd'i ve İbn Malik'i. Ey Rabbim ! Sağlam kıl niyetim i ve basiretimi, Ve kalmayı bana nasip eyle, on lara yetişene kadar.

Dediler ki: Ziyad'ın ashabından bir adam şöyle dedi : Bir or­ dudan ayrılıp Horasan'a gitmek istiyorduk. Asek'ten geçtik. Bir de ne görelim : Kırk kişiden oluşan M i rdas ve ashabı oradadırlar. M irdas: " B izimle savaşmaya mı geldiniz?" dedi. Biz: "Hayır, biz sadece H orasan'a gitmek istiyoruz," dedik. Mirdas şöyle dedi : " Karşılaştığınız insanlara, bizim yeryüzünde fesat çıkarmak ve kimseyi korkutmak için çıkmadığımızı söyleyi n. Biz sadece za­ rar görmekten kaçtık. Bizimle savaşmayanlarla savaşacak de­ ğiliz. Ganimetten de ancak atiyyelerimizi alırız." Sonra: "Acaba kimse bize gönderilmek üzere görevlendirilmiş midir?" dedi. Biz de: " Evet, Eslem b. Zur'a el-Kilabi görevlendirildi," dedik. Mi rdas: " N e zaman bize yetişeceğini düşünürsünüz?" dedi. Ona: "Şu ve şu günde yetişir," dedik. Bunun üzerine Ebu Bilal: "Allah bize kô ­ fidir; o n e g üzel vekildirf" 1 26 dedi. 1 2 6 Al-i İ m ran, 3 / 1 7 3 .

262

el-İkdü 'l-Ferfd

Ubeydullah b. Ziyad, Eslem b. Zur'a el-Kilabi'yi görevlendirdi. İki bin kişilik bir orduyla onu onlara yönlendirdi. Onlara yetişin­ ce Ebu Bilal ona: "Allah'tan kork, ey Eslem! Biz savaş istemiyor ve hiçbir mala da haciz koymuyoruz. Siz ne istiyorsunuz?" dedi. Eslem : "Sizi İbn Ziyad'a geri götürmek istiyorum," dedi. Mirdas: "O zaman Ziyad bizi öldürür," dedi. Eslem : "Sizi öldürse bile gö­ türeceğiz," dedi. Mirdas : "Onu kanımıza ortak mı yapacaksın?" dedi. Eslem : "Evet, o hak yoldadır, sizlerse batıl yoldasınız," dedi. (2/242] Ebu Bilal: "O günahkar ve zalimlere yardımcı olduğu halde nasıl hak yolda oluyor?" dedi. Sonra bir tek adamın hamlesi gibi ona hamle yaptılar. Eslem ve ashabı hezimete uğradılar. Eslem, İbn Ziyad'ın yanına vardı­ ğında İbn Ziyad, ona şiddetle ö fkelenerek: "Sen iki bin kişilik bir ordunun başında olduğun halde kırk kişiye mağlup oldun, öyle mi?" dedi. Bunun üzerine Eslem, İbn Ziyad'a: "Vallahi beni diri olarak zemmetmen, benim açımdan öldüğümü övmenden daha sevimlidir," dedi. Bu hezimet sebebiyle Eslem çarşıya gittiği ve çocukların yanı ndan geçtiği zaman çocuklar ona: "Bak arkanda Ebu Bilal var ha!" diyorlardı. N ihayet durumu İbn Ziyad'a şikayet etti. İbn Ziyad, insanların ondan vazgeçmeleri için emn iyet teş­ kilatına talimat verdi.

Ömer b. Abdülaziz'in (ra.) Şevzeb el-Harici'ye Cevabı H eysem b. Adi dedi ki : Avane b. el- Hakem bana M uhammed b. ez-Zübeyr' den haber verdi ve dedi ki : Ömer b. Abdülaziz beni, Avn b. Abdullah b. Mes'ud ile birlikte el-Cezlre'ye çıkan Şevzeb el-Harici ve ashabın yanına gönderdi. Bir de ona yazılmış bir mektubu bize verdi. Biz yanlarına vard ık ve mektubu onlara ver­ dik. Beni Şeyban' dan bir adamı ve Habeşliliği ağır basan Şevzeb adında birisini bizimle gönderdiler. Onlar bizimle birlikte H una­ sıra'da bulunan Ömer b. Abdülaziz'i n yanına geldiler. Yanına çıktık. Ömer bir odadaydı, yanında da oğlu Abdülmelik ve haci­ bi (özel kalemi) Müzahim vardı. Ona iki H aricinin bulundukları yeri haber verdik. Ömer şöyle dedi: " Onları ciddi kontrol edin; yanlarında bir demir bulunmasın; sonra onları yanıma gönde­ rin," dedi.

e/-İkdü '/-Ferid

263

İ ki Harici yanına girince: "es-Selamu aleyküm," deyip oturdu­ lar. Ömer onlara: "Bana haber verin bakayım, sizi bu hükmüm­ den çıkaran nedir, ne zulüm gördün üz'?" dedi. Onlardan siyahi olan konuştu ve şöyle dedi: "Vallahi biz senin gidişatına ve hali­ fe olduğun insanlara dağıttığın adalet ve ihsana karşı çıkmadık. Ancak seninle bizim aramızda tek bir iş vard ır. Eğer onu bize ve­ rirsen senden oluruz, sen de bizden olursun. Eğer bize vermez­ sen biz senden değiliz sen de bizden değilsin." Ömer: "Nedir o?" dedi. Ada m : "Seni gördük; ailene muhalefet ettin, onların yap­ tıklarına 'mezalim' dedin ve onların gittiği yolda gitmedin. Eğer sen hidayet ü zere olduğunu, onların da dalalet üzere oldukları­ . nı söylüyorsan onları lanetle ve onlardan teberri et. İ şte bizi bir araya getirecek olan ve bizi ayıracak olan budur," dedi. Bu kez Ömer konuşmaya başladı. Önce Allah'a hamdetti ve O'nu övdü. Sonra şöyle dedi: " Ben biliyordum yahut zannediyordum ki siz, dünya metaını talep etmek için buralara çıkmamış- [2/243) sınız. Fakat ahireti istiyor da yolunu şaşırmışsınız diye düşünü­ yordum. Ben size bir şey soracağım : Allah aşkına bildiğiniz ka­ darıyla bana doğru söyler misin iz?" Onlar: " Evet," dediler. Ömer b. Abdülaziz : "Ebu Bekir ve Ömer'den bana haber verin; onlar sizin selefleriniz değiller mi? Onları desteklediğiniz ve kurtu­ luşlarına şahitlik yaptığı nız kimseler değiller mi?" dedi. Onlar: "Allah için, evet," dediler. Ömer b. Abdülaziz : " Resulullah (sav.) vefat ettiğinde Arapların irtidat ettiği ni, Ebu Bekir'in onlarla sa­ vaştığını, kan akıttığı nı, malları nı aldığını ve çol uk-çocuklarını esir aldığını bilir misiniz?" dedi. Onlar: "Allah için, evet," dediler. Ömer b. Abdülaziz : "Ömer halife olunca bu esirleri aşiretlerine geri gönderdiğini biliyor musunuz?" dedi. Onlar: "Evet," dediler. Ömer b. Abdülaziz : "Peki, Ömer h iç E bu Bekir'den teberri etti mi veya sizler onlardan birinden teberri ediyor musu nuz?" dedi. Onlar: " H ayır," dediler. Ö mer: "Şimdi bana Nehrevan ehlinden haber verin: Onlar si­ zin selefleriniz ve kurtuluşlarına şahitlik yaptığınız kimseler de­ ğiller mi?" dedi. Onlar: "Evet," dediler. Ömer: " KCıfe halkı huruç ettiği zaman ellerini silahtan çekip kan akıtmadıklarını, kimse­ yi korkutmadıklarını ve hiçbir mal almadıklarını bilir misiniz?"

264

e/-İkdü '/-Ferfd

dedi. Onlar: " Evet," dediler. Ömer: " Basra halkının Mis'ar b. Fü­ deyk ile birlikte huruç ettiklerinde insanları rastgele öldürdük­ lerini, Resulullah'ın ashabı Habbab b. E ret' in oğlu Abdullah'ı ve cariyesini öldürdüklerini, sonra kadı nları ve çocukları öldürdük­ lerini, hatta onları kaynar haldeki keş çorbası kazanına attıkları­ nı bilir misiniz?" dedi. "Evet, öyle olmuştu," dediler. Ömer: " Peki, Küfe halkı Basra halkından teberri etti mi?" dedi. "Hayır," dediler. Ö mer: "Peki siz onlardan birisinden teberri ediyor musunuz?" dedi. "H ayır," dediler. Ömer: "Siz dini nasıl düşünüyorsunuz; tek bir din mi vardır, yoksa iki din mi vardır?" dedi. "Hayır, tek din vardır," dediler. Ömer: " Peki, dinden size uygun olup da beni ra­ hatsız eden bir şey var mı?" dedi. " H ayır;· dediler. Ömer: " Peki, sizin Ebu Bekir ve Ömer'i desteklemeniz, onların her birisinin arkadaşını desteklemesi, sizin Kfıfe ve Basra halkını destekle­ meniz ve onlar, kanların dökülmesi, ırzların paymal edilmesi ve malların alınması gibi birçok konuda ihtilaf ettikleri halde birbirlerini desteklemeleri sizin vicdanınıza sığıyor da, neden ailemden teberri etmek ve onları lanetlemek dışında bir seçene­ ği m olmasın veya günahkar insanları lanetlemeyi gerekli bir farz göreyim? Eğer böyle ise Firavun 'Ben sizin en yüce Rabbin izim ' dediği halde, Firavun'a en son ne zaman lanet ettin?" dedi. Adam: "Ona lanet ettiğimi hatırlamıyorum," dedi. Ömer şöyle dedi: "Yazık sana, mahlukatın en habisi olan Firavun'a lanet oku­ mamayı hoşgörüyle karşılıyorsun da, aileme lanet okumamayı ve onlardan teberri etmemeyi neden hoş görmeyeyim? Yazık size, siz cahil bir kavimsiniz. Bir iş yapmak istediniz fakat hata yaptı nız. Resulullah'ın insanlardan kabul ettiğini siz reddedi­ yorsunuz. Onlar puta tapanlar oldukları halde Allah, Resulü'nü (2/244] onlara gönderdi. Resulullah (sav.) o nları putları terk etmeye, Al­ lah'tan başka mabudun bulunmadığına, M uhammed'in de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmeye davet etti. Bunu ikrar eden kanını durdurdu, mallarını koruma altına aldı, hürmeti vacip oldu ve Resulullah'ın (sav.) yanında güvence içinde kaldı. Resulullah (sav.) Müslümanların örneğiydi. Onun hesabı Allah'a aitti. Siz değil misiniz ki putları reddeden, İslam'dan başka din­ leri kabul etmeyen, Allah'tan başka mabudun bulunmadığına,

el-İkdü 'l-Ferid

265

Muhammed'in de O'nun elçisi olduğuna şehadet eden adamlarla karşılaştığınızda onların kanlarını ve mallarını helal kı lıyor ve yanınızda lanetleniyorlar? Diğer tarattan, bu şehadeti terk eden ve kabul etmeyen Yahudi ve H ristiyanları ve diğer din sahipleri­ nin kanlarını ve mallarını koruyor ve onlar yanı nızda güvencede kalıyorlar." Bunun üzerine siyahi adam: "Bugün gibi delili bu kadar açık ve kaynağı bu kadar yakın bir kimse işitmedim. Ben şahsen se­ nin hak üzere olduğuna şehadet ederim . Ayrıca senden beri olan herkesten beriyim," dedi. Ömer onun arkadaşına: "Ey Beni Şey­ banlı kardeş ! Sen ne diyorsun?" dedi. Adam: "Söylediklerin ve anlattıkların ne güzel ! Ancak ben insanların yanına gitmeden ve onların h üccetlerinin ne olduğunu bilmeden kesin bir şey söyle­ yemem," dedi. Ömer: "Sen bilirsin," dedi. H abeşli adam Ömer'le beraber kalktı; Ömer ona atiyye verilmesini emretti. Ancak fazla geçmeden vefat etti . Şeyban kabilesine mensup olan adam asha­ bına geri döndü ve Ömer b. Abdülazlz'i n vefatından sonra asha­ bıyla beraber öldürüldü. H evalarma Uyanlar

Resulullah'ın (sav.) yanında bir adamdan söz edildi. Adamlar onun faziletinden ve ibadete olan düşkünlüğünden söz ettiler. Onlar ondan söz ederlerken adam ya nlarında beli riverdi. Ora­ dakiler: " Ey Allah'ın elçisi! O adam budur," dediler. Resulullah (sav.) : "Ben şahsen onun iki gözü arasında şeytandan bir leke görüyo rum," buyu rdu. Adam geldi, durdu ve onlara selam verdi. Peygamber ona: "Sen bize göründüğün zaman senin nefsin sana: ' Bu kavmin içinde senden daha güzel birisi yoktur,' dedi mi?" buyurdu. Adam: "Evet," dedi. Sonra mescide gitti; yerine yerleş­ ti ve namaz kılmaya başladı. Peygamber (sav.) : "Hanginiz kalkıp onu öldürebilir?" dedi. Ebu Bekir: "Ben ya Resulellah ! " dedi. Ebu Bekir onu öldürmek için kalktı; namaz kıldığını görünce ondan ürktü ve geri döndü. Resulullah (sav.) : "Ne yaptın?" dedi. Ebı1 Bekir: "Namaz kıldı­ ğını gördüm; ondan korktum," dedi. Resulullah (sav.) : "Hanginiz kalkıp onu öldürebilir?" dedi. Ömer: "Ben ya Resulellah ! " dedi.

e/- İkdü 'l-Ferfd

266

Ömer onu öldürmek için kalktı; namaz kıldığını görünce ondan [2/245] ko rktu ve geri döndü. Ömer: " N amaz kıldığını gördüm; ondan ürktüm ya Resulellah," dedi. Resulullah (sav.) : "Hanginiz kalkıp onu öldürebilir?" dedi. Ali : "Ben ya Resulellah ! " dedi. Resulullah (sav.) : "Seni göreyi m, eğer yetişirsen ona," dedi. Ali ona doğru gitti ; onun döndüğünü gördü. Peygamber (sav.) : "Bu, ümmetim­ de ortaya çıkan ilk bidattı r. Eğer onu öldürseydiniz, ondan sonra iki kişi asla ihtilaf etmezdi. Kuşkusuz İsrailoğulları 7 2 fırkaya ay­ rıldı. Bu ümmet ise 73 fı rkaya ayrılacak. B irisi hariç hepsi ateşte­ dirler. O da cemaattir." Rafizilik

Onlar Ebu Bekir ve Ömer'i terk ettikleri için kendilerine " Ra­ fida/Rafizl" (Terk eden) denilmiştir. B unlar dışında kalan dalalet fırkalarından hiçbirisi Ebu Bekir ve Ö mer'i terk etmemiştir. Şia da onların gerisindedirler. Şia, Ali'yi Osman'a tafdil eden, Ebu Bekir ve Ömer'e de arka dönen bir fı rkadır. Rafizllerin, Ali hak­ kında şiddetli bir aşırılıkları vardır. Onlardan bazısı, H ristiyan­ ların Mesih hakkında aşırı gittikleri gibi aşırı gitm işlerdir. Onlar, Abdullah b. Sebe'nin ashabı olan Sebeiyye fı rkasıdır. Allah'ı n la­ neti onların üzerine olsun. es-Seyyid el-Himyerl onlar hakkı nda şöyle der: Bir kavim ki Ali hakkında aşı rı gittiler, babasız ka lasıcalar, Yüklediler, onun sevgisi kon usunda, bazı nefislere yorgunluk. Şa nı yiice olan Ali, bizim ya ra tıcım ız, dediler, Yücedir o, bir oğlu olmakta n veya bir babası olma ktan.

Ali (ra.), onları ateşle yakm ıştır. el-Mugire b. Sa'd ve el-A'meş

Rafizllerden birisi de Büceyle'nin mevlası el-Muglre b. Sa'd'dır. el-A'meş şöyle dedi : Bir gün el-M uglre b. Sa'd'ın yanına girip Ali'nin faziletlerini ona sordum. Adam: "Sen ona tahammül edemezsin," dedi. Ben: " Evet, tahammül ederim," dedim. Adam Adem'i anlattı; sonra: "Al i ondan daha hayırlıdır," dedi. Sonra di­ ğer peygamberleri anlattı ve : 'l\li onların tümünden daha hayır[2/246] lıdır," dedi. Nihayet Muhammed'e (sav.) kadar geldi ve : "Ali de onun gibidir," dedi. Ben ona: "Yalan söyledin, Allah sana lanet

e/-İkdü 'l- Ferfd

267

etsi n," dedim. Adam : "Ben sana tahammül edemeyeceği ni bildir­ miştim," dedi. Rafizilerden bazılarına göre Ali, bulutlardadır. Bir bulut on­ ların başı üzerinde gölge yaptığı zaman : "Selam olsun sana, ey Ebü'l - H asan ! " derler. Şair onlardan söz ederek şöyle demiştir: Berlyin Haricilerden, onlardan değilim, e/- Gazza/'dan ve İbn Bab 'dan . . . Ve beriyim b i r kavimden ki, Ali'yi andıkla rında, Bulu tlara sela m verirler. Faka t seviyoru m ben, bütün ben liğim le, Ve b u n u n doğru olduğuna inanıyoru m, Resulullah 'ı ve Sıddfk'i seviyorum gerçekten, Bu sevgimle u m uyorum yarın, g üzel bir sevabı.

Rafizilerden bazısına de "el-Mansuriyye" denilirdi. Onlar Ebu Mansur el- Kisf'in ashabıydılar. Bu adam: " Gökten bir kü tlenin (kisfen) düşmekte olduğunu görseler, yine de 'Bunlar üst üste yı­ ğılm ış bulutlar' derler" ' 27 ayetini te'vil ederek ayette geçen kisf

(kütle) kelimesinin Ali olduğunu, yani bulut olduğunu iddia et­ miştir. Bu yüzden ona kisf denilmiştir. el-M uglre b. Sa'd, Ali'nin (ra.) yaktığı Sebeiyye kolundandı. O şöyle derdi: " Eğer Ali isteseyd i Ad'ı, Semud'u ve onlardan sonra gelen birçok asrın insanlarını diriltirdi." Halid b. Abdullah'a karşı huruç etti; Halid onu öldürdü ve cesedini Vasıt'ta, onuncu keme­ rin yanında astı. Şair Küseyyir Azze de Rafizilerdendir. Vefat edeceği sırada kardeşinin kızını çağırdı ve ona: " Ey kardeşimin kız ı ! Amcan bu adamı -Ali b. Ebu Talib'i (ra.) kasted iyo r- seviyo rdu, sen de onu sev," dedi. Kız: " Ey Amca ! Nasihatin sana geri gönderilmiştir. Val­ lahi ben onu seviyorum, ama senin sevdiğin tarzda değil," dedi. Bunun üzerine Küseyyir: "Senden beriyim (uzağım)," dedi ve şu beyitleri oku d u : Allah 'a yön elip berf oldum İbn Erva 'dan, Ve Haricilerin tüm sözlerinden . . . Ve Ömer'den beriyim ve Ebu Bekir'den, Mümin lerin Em fri diye çağrıldı kları sabah . . . 1 2 7 Tu r, 5 2 /44.

el-İkdü 'l-Ferfd

268

İ b n Erva'dan kastı Osman'dır. [2/247]

Rafizllerin tümü ric'at fikri ne inanıyorlar. Onlar: Mehdi çıkmadan kıyamet kopmaz. Mehdi de M uhammed b. Ali'dir. Yeryü­ zü zulümle dolmuşken M ehdi onu adaletle dolduracaktır. Ölen yakınları Allah tarafında diriltilecek; böylece dünyaya geri dö­ necekler. İ nsanlar bir tek ü m met olacaktır. Şair bu konuda şöyle der: Herkes bilsin k i İmamlar Kureyş 'ten dir, A dil imamlar dörttür ve eşittir. Ali'dir ve evladından dört kişidir. Onlar da torun /ardır, bunda gizlilik yoktur. Bir torun, iman ve iyilik torun udur, Bir torunu da, Kerbelô gizlem iştir.

Üç torundan maksadı H asan, H üseyin ve Muhammed b. el-Ha­ nefiyye'dir. O, ahir zamanda çıkacak olan Mehdidir. Rafizllerden birisi de es-Seyyid el-Himyerl'dir. Kfıfe'de onun için yastıklar atılır ve o üzerine otururdu. Bu adam ric'at fikrine inanırdı. Bu konuda şöyle diyor: Kişi genç olunca kafasının arkasında kıllar vardır; Ve taraklar boyayla rahatsız ederler, o kılları. Gitti güler yüzlülüğü ve öldü; Kalk ayağa babanla ve ağla gen ce. Geri gelecek değil, ondan giden, Hiç kimseye; kıyamete kadar. . . Bir g ü n e kadar k i geri döner o g ü n insa n lar, Hesaptan önce dünyalarına, geri dönerler. İnanırım, bunun hak olduğuna, Ben im dirilme konusunda kuşku m yoktur. Çü n kü Allah haber verm iştir, bazı adam lardan, Dirilecekler diye, toprağa göm ü ldükten sonra.

Yine es-Seyyid el- Himyer! kardeşine mersiye yazmış; şöyle diyor: Ey annemin oğlu! Feda olsun n efsim ve malım, Sen benim temelim, g ü vencem ve cem alimdin. Kasem olsun, eğer sen i ölü olara k bıra km ışsam, Bir kabirde ve üzerine toprak örtülm üş bir şekilde, Yakın da sen i diri olarak a tacaktır, İşiterek ve görerek, en iyi halde;

e/-İkdü 'l-Ferid

269

Diri/ti/diniz kabirlerden ve döndün üz, Kem ikler çürüdükten sonra . . . Veya Musa ile birlikte gelen yetm iş kişi gibi, Gördüler, korkunç hôl/erden bazıları n ı. Ha tta pislik yerlerinde istediler, Allah 'ın rü yetin i; A m a n erede, o m ü tea/ olanın rü yeti! Bir yıldırım a ttı onlara, yaktı on ları; Son ra azabı şiddetli olan diriltti onları.

el-Me'mun ve Hisbaniyyeden Bir Adam

H isbaniyye fırkasına mensup bir adam el-Me'mı1n'un yanı­ na girdi. el-Me'mı1n, Sümame b. Eşres'e: " Konuş onunla," dedi. Sümame ona: "Ne diyorsun, mezhebin nedir?" dedi. Adam şöy­ le dedi : "Ben diyorum ki eşyanın tüm ü vehmidir ve tahminidir. İ nsanlar ancak akıllarına göre eşyayı idrak ederler. Hakikatte eşya yoktur." Sümame hemen yanına gitti ve yüzüne bir yumruk vurdu; yüzü kapkara oldu. Adam: " Ey M üminlerin Emlri ! Bunun gibiler senin meclisinde bana böyle yaparlar," dedi. Bunun üzeri­ ne Sümame: " Ben sana ne yaptı m?" dedi. Adam: "Beni yu mruk­ ladı n," dedi. Sümame: "Hayır, belki de sana ban yağını sürdü m," dedi. Sümame sonra şu beyitleri söyledi: Belki d e anamızdı r, Adem, Ve h esapta babamız Havvô 'dır. Belki de gördüğün kuş yumu rtası, Ta kendisidir, karganın. Belki de o turduğunda kalkıyor, Ve geldiğinde de gidiyorsun. Belki de menekşe zambaktır, Belki de sedef bitkisidir, papatya. Ve belki de pisliğinden yiyorsun, Ve kebap sa n ıyorsun onu.

İbn Abbas ve Bir Rafızi

İ b n Ebu Şeybe'nin hadisinden anlaşıldığına göre Abdullah b. Şeddad şöyle dedi: Abdullah b. Abbas bana dedi ki : Bak sana en acayip bir şeyi haber vereyim. Bir gün öğle vakti, istirahat için soyunduğum bir zamanda bir adam kapıyı çaldı. Ben kendi ken­ dime: ' B u vakitte bunu buraya getiren önemli bir iş olmalı,' de­ dim. İ çeri girer girmez: "Ne zaman gön derilecek bu adam?" dedi.

[2/248]

el-İkdü 'l-Ferid

270

"Hangi adam?" dedim. Adam: 'J\l i b. Ebu Talib," dedi. " Kıyamete kadar o artık gönderilmez," dedim. Adam: "Sen de bu cah il in­ sanların sözünü mü söylüyorsun'?" dedi. "Onu yanımdan çıkarın, Allah ona lanet etsin," dedim. [2/249]

Rafızllerden birisi de Keysaniyye fırkasıdır. Onlar Muhtar b. Ebu Ubeyd'in ashabıdırlar. Onlar: "Onun ismi Keysan'dır;' diyorlar. Rafızi'lerden birisi de Hüseyn iyyedir. Onlar İbrahim el-Eş­ ter'in ashabıdırlar. Onlar geceleyin Küfe sokaklarını dolaşır ve : "Ey H üseyin'in intikamı," diye bağırıyorlardı. Onlara H üseyniyye denilirdi. Rafızllerden bir fırka da Gurab iyyedir. Onlar: "Ali, karganın kargaya benzemesinden daha fazla Resulullah'a benziyor," de­ dikleri için bu isimle anılm ışlardır. Rafızllerden bir fırka da Zeydiyyedir. Onlar Horasan'da öldü­ rülen Zeyd b. Ali'nin ashabıdırlar. Rafızller içinde en az aşırıl ığa sahip olanlar bunlardır. Ne var ki bunlar her çıkışa karşı huruç etmeyi öngörüyorlar. Rafıziler ve eş-Şa'bi

Malik b. Muaviye şöyle dedi : Bir gün eş-Şa'bl ile birlikte Rafızi'­ lerden söz ettik. eş-Şa'bl bana şöyle dedi: Ey Malik! Ali hakkı nda bir tek ya lan uydurmam için onların hepsinin köle olmalarını ve evi mi de altınla doldurmaları nı şart koşsam kabul ederler. Fakat ben vallahi onunla ilgili asla yalan söylemem. Ey Malik! Ben bü­ tün dalalet fı rkalarını araştırdım. Rafızllerden daha ahmak olan hiçbir fı rka görmedim. Eğer bir hayvan türü olsalardı, eşek olur­ lardı. Eğer kuş türü olsalardı M ısır akbabası olurlardı. Sonra şöyle dedi: Dalalete sevk eden dalalet fı rka ları ko nu­ sunda seni uya rıyorum. Onların en kötüleri Rafızi'lerdir. Onlar bu üm metin Yahudileridir. Tıpkı Yahudilerin Hristiyanlıktan hoşlan­ madıkları gibi İslam'dan hoşlanmıyorlar. Onlar İslam'a Allah'tan korktukları için ya da İslam'ı içten arzuladıkları için girmediler. Fakat M üslümanlara kötülük yapmak ve onlara saldırılarda bu­ l u nmak için İ slam'a girdiler. N itekim Ali b. Ebu Talib (ra.) onları ateşle yakmış ve onları değişik beldelere sürmüştür. Onlardan

el-İkdü '/-Ferfd

271

birisi Abdullah b . Sebe'dir. A l i o n u Sabat'a sürmüştür. Birisi d e Abdullah b. Sebab'dır. O n u d a el-Cazer'e [Nehrevan'a yakın bir köye] sürmüştür. Onlardan b i r i s i d e E b ü ' l - Kerus'tür. O n ların sınavı tıpkı Yah udilerin sın avına benzer. Yahudiler: " D evlet ancak Davud'un ailesinde olmalıdır," dediler. Rafizil er de: " D evlet ancak Ali b. Ebu Talib' i n ailesinde olmalıdır," dediler. Yah udiler: "B eklenen mesih gel medikçe, gökten bir çağrıcı seslenmedikçe Allah yolunda cihad olmaz," dediler. Rafizller (2/250] d e: " M eh d i çıkmadan ve gökten b i r i p in meden Allah yolunda cihad olmaz," diyorlar. Yahudiler, yıldızlar birbirine kenetleninceye kadar akşam namazı nı teh i r ederler. Rafizller de aynı s ı nı yap ıyo rlar. Yahudiler üç talakı önemsemiyorlar. Rafizller de ayn ı şeki l de düşünürler. Yahudiler kad ı nların iddetini kabul et­ mezler. Rafizll er de ayn ı düşünüyorlar. Yahudiler her Müslümanı n kan ı n ı helal kabul ederler. Rafizil er de aynıdırlar. Yahudiler Tevrat'ı tahrif ettiler. Rafizller de Kur'an'ı tahrif etti ler. Yah u diler Cebrail'e kızıp : "O b i z i m düşma n ı m ızdır," derler. Rafizil er de: "Cebrail yanlışlıkla Ali b. Ebu Talib'i bırakıp vahyi Muham­ med'e geti rmiştir," diyorlar. Yahudiler develerin eti ni yemezler; Rafiziler de yemez. Yahudi ve H ristiyanların Rafizil erden daha üstün iki hasletle­ ri va rdır. Yahudilere: "Sizin milletinizin en hayı rl ısı kimlerdir?" diye soruldu. Yahudiler: "M usa'nın ashabıdır," dediler. Hristiyan­ lara da aynı soru soruldu; onlar da: " İ sa' nın ashabıdır," dediler. Fakat Rafizilere: "Sizin milletinizin en kötüleri kimlerdi r?" diye soruldu. Onlar: "M uhammed'in ashabıdır," dediler. Allah, ashap için istiğfarda bulunmalarını emrettiği halde Rafiziler onlara sövüyo rlar. Kıyamete kadar kılıç onlara karşı çekilmiş olacak­ tır. Onlar hiçbir zaman sabitkadem olmayacaklar, bir bayrakla­ rı olmayacak ve sözleri bir ol mayacaktır. Davetleri reddedilm iş, sözleri i htilaflı ve toplulukları dağınıktır. N e zaman savaş ateş ini tutuşturmuşlarsa Allah onu söndürmüştür. Rafizller eş-Şa'bi'nin yanında zikredildi; eş-Şa'bi: "Adamlar Ali b. Ebfı Talib'in hadisinden uzak d u rmamıza sebep oldular," dedi.

el-İkdü 'l-Ferfd

272

eş-Şa'bl şöyle dedi: Rafizllerin Kur'an'la ilgili te'villeri, M ekke halkından Beni Mahzum kabilesine mensup hasta ruhlu bir ada­ mın te'villerine benzemektedir. Bir gün onun Kabe'nin avlusun­ da oturduğunu gördüm. Bana: " Ey Şa'bl! Bu Beyt'in te'vili konu­ sunda senin yanında ne var? Çünkü Beni Temim Kabe hakkı nda yanlış düşünüyorlar. Kabe'nin onlardan bir adam hakkında şu beyitte söylendiği gibi bir şey olduğunu söylüyorlar," dedi ve şu beyti okudu: Bir Beyt k i Zürare avlusunda yetişti; Ve Mücaşi ' ve Nehşel Ebü '/-Fevaris . . .

Ben ona: "Peki, Kabe hakkında sen ne biliyorsun?" dedim. Adam: "Beyt, bu beyttir -Eliyle Kabe'yi işaret etti.- Zürare, bu H acerülesved'dir. Kabe'nin içinde bir düğme gibi duruyor," dedi. Ben ona: " Peki, ya M ücaşi' nerede?" dedim. Adam: "Mücaşi', Zem­ zemdir. Suya tamah etmiştir," dedi. Ona: "Peki, Ebü'l-Fevaris?" dedim. Adam: "O Mekke'nin dağı Ebu Kubeys'tir," dedi. Ben: "Ya Nehşel neresi?" dedim. Adam bir müddet düşündükten sonra: "Buldu m; Nehşel Kabe'nin lambasıdır. Uzun ve siyahtır. O da en-N ehşel'dir," dedi. [2/251 ]

Ulemanın Şia Hakkındaki Görüşü

Ebu Osman b. Bahr el-Cahiz şöyle dedi: Bana tüccarların başı olan adamlardan birisi haber verdi ve dedi ki: Bizimle birlikte gem ide, kötü ahlaklı yaşlı bir adam vardı. Uzun süre başı önü­ ne eğikti. Yanı nda Şiadan söz edilince öfkelenir, saldırgan olur ve kaşlarını çatardı. Bir gün ona: "Allah sana merhamet etsin; neden Şiadan bu kadar hoşlanmıyorsun? Şiadan söz edildiği zaman öfkelenip kasılıyorsun," dedim. Adam şöyle dedi: "Doğ­ rusu sadece isimlerinin başındaki bu "şin" harfinden dolayı on­ lara kızıyorum. Çünkü "şin" harfini, sadece her kötülüğün (şer) , her uğursuzluğun (şu 'm), her şeytan ı n, her fitnenin (şağab), her bedbahtlığın (şeka vet), her ayıbın (şen a r) , her kıvılcımın (şerer) , her kusurun (şeyn) , her dikenin (şevk) , her şikayetin, her şek­ vanın, her sövmenin (şetim) ve her cimriliğin (şuh) başında gö­ rebiliyorum." Ebu Osman dedi ki : Bir Şii için bu şekilde bir liste ortaya çıkmış değildir.

el-İkdü 'l-Ferfd

273

Kelamcıların Sözleri

el-Mubez, H işam b. el-H akem'in yanına girdi. el-M ubez, Fars­ ların alimiydi. H işam'a: "Ey H işam! Dü nyanın etrafında bir şey var mı?" dedi. H işam: "Hayır" dedi. Ada m : " Eğer elimi çıkarır­ sam, onu iten bir şey var mı?" dedi. H işam: " Hayır, onu itecek bir şey yoktu r ve elini ona doğru çıkaracağın bir şey de yoktur," dedi. Adam : " Peki, bunu nasıl bileceğim?" dedi. H işam ona şöyle ded i : " Ey M ubez! Seninle ikimiz dünyanın bir tarafındayız. B e n sana, ' Ey M ubez! Ben bir şey görmüyorum,' dedim. Sen ise bana: ' N e­ den görmüyorsun?' dedin. Ben: 'Burada görmeme engel olacak bir karanlık yoktur' dedim. Sen bana: ' Ey H işam ! Ben bir şey gör­ müyorum,' dedin. Ben sana: ' Neden görmüyorsun?' dedim. Sen: 'Bakacağım bir ışık yok,' dedin. Şimdi acaba çelişkide iki millet (kavim/din) eşit midir?" M ubez: " Evet, eşittir,'' dedi. Hişam: "Çe­ lişkide eşit olduklarına göre, bir şey yoktur şeklinde iptal etmek konusunda eşit değillerdir," dedi. Bunun üzerine Mubez eliyle işaret ederek "Doğru söyledin," dedi. Bir adam, Beni Abbas'ın bazı yöneticilerine: "H işam b. el- Ha­ kem'i, 'A li (ra.) zalimdir,' demesi için ayarlayabilirim," dedi. Yö­ netici : " Eğer bunu yaparsa şunlar şunlar senindir,'' dedi. Sonra H işam getirildi. Ona: "Allah aşkına ey Ebu M uhammed ! Al i'nin Ebu Bekir'in yanı nda Abbas ile tartıştığı nı bil miyor musun?" dedi. H işam: "Evet," dedi. Adam: "Onlardan hangisi zalim sen- (2/252) ce?" dedi. H işam, halifenin hışmına uğramamak için "Abbas za­ limdi," demek istemedi. Yine aslını eksiltmek istemediği için "Ali zalimd i," demek istemedi. Bu yüzden: " Onlardan hiçbirisi zal im değildi," dedi. Adam: "Nasıl olur da bir konuda iki kişi tartışır ve onlardan birisi zalim olmaz. Bu m ü m kün mü?" dedi. Hişam: " İ ki melek Davud'un (as.) yanında tartıştılar; onlardan hiçbirisi de zalim değildi. Fakat onlar Davud'u hata konusunda uyarmak isted iler. Bunlar da öyle; Ebu Bekir'i hatası konusunda uyar­ mak istedi," dedi. Bunun üzerine adam sustu. Abbasi halifesi de H işam'a b üyük bir ödül verilmesini emretti. İbrahim en-Nazzam, Ebü'l- Hüzeyl el-Allaf'ın yanına girdi. Ebü'l-Hüzeyl yaşlıydı ve çoktan beri münazarada bulunmuyordu.

e/-İkdü '/-Ferfd

274

İbrahim ise gençti. İbrahim: " Bana, bir şeyin cisim olma korku­ sundan cevher olması yönündeki kararınızdan haber verin. Siz, bir şeyin araz olma korkusundan cevher olduğu yönünde karar verdiniz mi? Üstelik araz cevherden daha zayı ft ır." 1 28 Ebü'l-H üzeyl, İbrahim'in yüzüne tükürdü. İbrahim ona: ''Allah senin gibi yaşlıla­ rın belasını versin. Ne kadar sağlıksız ve ne kadar ahmaksın," dedi. [ Ravi] dedi ki: Cehm, Yunanlı bir adamla karşılaştı. Yu nanlı ona: "Şu senin mabudun hakkı nda konuşmamıza ne dersin? Onu hiç gördün mü?" dedi. Cehm: " H ayır, görmedim," dedi. Yunanl ı : "Ona dokundun mu?" dedi. C e h m : " H ayır," dedi. Yunanlı: " O n u hiç tattın mı?" dedi. Cehm: " H ayır," d e d i . Yunanlı: "Peki, onu beş duyu organından birisiyle idrak etmediğin halde onu nereden tanıyorsun? Oysa senin aklın, ancak kendisine ulaşan malumat­ lara göre idrak edebilir," dedi. Cehm bir an tereddüt etti; sonra durumu kavrayıp konuyu tersinden ona sormaya başladı: "Bir ruhun olduğunu kabul ediyor musu n?" dedi. Yunanlı: "Evet," dedi. Cehm: "Onu gördün mü, d uydu n mu, kokladın mı, tattın mı ya da ona dokundun mu?" dedi. Yu nanlı : "Hayır," dedi. Ceh m : "O halde bir ruh sahibi olduğunu nereden anladın?" dedi. Yunanlı onu haklı buldu. H aya Babı

Peyga mber (sav.) şöyle buyurd u : "Hayanın tümü hayı rdır. Haya imandan bir bölümdür." 1 2 8 Ari sto felsefesinde cevher teri m i hem b i r mantık katego risidir hem de metafizik bir kavramdır. Onun ta n ı m ı n a göre hakiki, ilk ve en belirgin an­ lamıyla cevher "Ne bir ko nunun yüklemi olan ne de bir ko nuda bulunan şey"d ir. Mesela bir insan veya at fe rdi b i r cevherdir. Mesela fert olarak in­ san insan türüne, insan türü canlı cinsine aittir ve bu sıralamada tek tek insanlar ilk cevherler, tür ve cinsler ise ikinci cevherler durumundadır. Zaman, mekan, nitel i k, nicelik ve diğer kategoriler arazlard ır ve cevher ol­ madan kendi başlarına var olamazlar. C evher ise hiçbir şeye dayan maya n, bütün arazların kendisine yüklendiği temel kategorid i r [Bkz. TDV İslam A nsiklopedisi (cevher) maddesi] . İslam fi lozofları genellikle cevherin zıddı saydıkları arazı kısaca, "bir ko­ nuda bulunan durum" şeklinde tarif etmişlerdir. Kindi' de arazın en geniş ve açık tarifi şöyledir: "Cevherin zıddı olup bizzat var ol mayan, ancak her­ hangi bir konuya (mevzu) daya nan ve onu nla birlikte va r olabilen, onun yok olmasıyla ortadan kalkan şeyd i r." [ B kz. TDV İslam Ansiklopedisi (Araz) maddesi] (çev.).

e/-İkdü '/-Ferid

275

Resulullah (sav.) şöyle buyurdu: "Allah (cc.), haya sahibi, ha­ lim ve iffetli insanları sever. Çirkin kon uşan, çok isteyen ve ısrar­ cı olanları sevmez." Avn b . Abdullah dedi ki : Haya, hilm ve sükut imandandır. İ bn Ömer şöyle dedi: Haya ve iman hep birliktedirler. Birisi [2/253] kalktığı zaman diğeri de kalkar. Tevrat'ta şöyle yazılmıştır: Utanmadığın zaman istediğini yap. Bir bedevi utangaç bir adamı şöyle anlattı : Sen ona daha çok muhtaç bir durumda olsan bile ömrü boyu nca onu, sana ihtiya­ cı olmadığı bir halde görürsün. Ona karşı bir suç işlersen sanki kendisi suçluymuş gibi affeder. Ona b i r kötülük yaparsan sanki kendisi kötülük yapmış gibi sana iyilikte bulunur. Leyla el-Uhayliyye şöyle dedi : Bir delikan lı, u tangaç bir genç kızdan dah a u tangaçtır; Ve ağaçlı k yerdeki aslandan daha cesurdur.

İ b n Kays da şöyle diyor: Hilmden dolayı sağır sanırsın on ları, çirkin sözlere karşı, Ve dilsiz sanırsın kö tülüklere ka rşı, uza klaşma esnası nda. Karşılaşıldığında hasta sa nırsın iffet ve h ayadan dolayı.

eş-Şa'bl şöyle dedi: İ nsanlar bir zamanlar, din ve takvayla va­ kit geçi riyorlardı. Daha sonra bu kalktı, artık haya ve utan makla vakit geçirdiler. Sonra bu da kalktı, i nsanlar artık ya korku ya da a rzuyla vakit geçiriyorlar. Bundan daha kötüsü de gelecekti r. Denildi ki : Haya şeref ve itibarı arttırır. Bazıları şöyle dedi: Kasem olsun babana, hayır yoktu r yaşayışta; Dünyada da hayır yoktur, haya gittiği za man.

Başka birisi şöyle dedi: Hayasız bir yüz verildiği za man kişiye, İstediği gibi debelenir, işlerin için de. Bir fayda yoktur, ne ilaçta Ne de tedavide kullandığın başka bir şeyde. Çok çirkin lik vardır ki onu işlememe engel olan Hayadan başka bir şey değildir.

[2/254]

el-İkdü 'l-Ferfd

276

Ali b. Ebu Talib (ra.) şöyle dedi: Başarısızlık itibarla haya ise mahrumiyetle arkadaştır. Denildi ki: Kaldır hayi'ın ı, elde etmek istediğinde, Çü n kü haylı mahrumiyetle arkadaştır.

Darbımeselde denilmiştir: Çok fazla haya iktidarsızlıktandır. el-H asan şöyle dedi: H ayayla örtünen kişi, cehalet gömleğini giyer. O halde haya gömleğini parçalayı n. Çünkü yüzü ince olanın ilmi de incedir. B ir adam, el-Ahnef'in yanında hayayı tarif etti ve dedi ki : H aya, belli bir ölçü dahilinde olmalıdır. Bundan fazla olana ne isim verirsen ver. Bazıları şöyle dedi: Haylı mahrumiyetle arkadaştır, Müminlerin Emfri Ali de böyle söyledi. Bil ki iktidarsızlıktandır, h ayi'ın ı n fazlası, O hi'ılde kaldır onu, ih tiyaçları n ı talep ederken.

eş-Şemmah şöyle dedi: Güzel b ulurum bazı insanları, h ayi'ıdan dolayı, Bir de görürüm ki kalpleri hastalıklıdır.

İ b n Ebu H azim şöyle dedi: Kuşkusuz alıkoyar beni, cehaletten, çirkin işlerden, Ve akrabalara sövüp saymaktan, dört ah lak: Haylı, İslam, takva ve benim kerim insa n olmam. Zarar ve menfaat verir, benim g ib iler.

Başka birisi şöyle dedi:

[2/255]

Kişi mahrum olduğu zaman hayi'ıdan, kuşkusuz o, Hazırdır, ondan çıkacak tüm çirkin liklere. Her işin içine sokar, n efsin i, Ve sırrı m ubah tır; faydası kabalık ve g u rurdur. Övgü sanır sövüp saymayı, alçaklığı da yücelik; Nefret vardır, ondan vaaz işitildiği zam a n. Rah a tlat kişiyi, hayi'ılı olduğu sürece, Çün kü o, tövbe edenin en hayırlı duru m una dönüyor.

el-İkdü '/-Ferid

277

Tüm Edepler Allah'ın, Peygamber'ine (sav.) Öğütlediği Edepler İbn Abdirabbih'in Sözleri

Ebu Ömer Ahmed b. Muhammed şöyle dedi : İlk başlayacağı­ mız edep, Resulullah'ın (sav.) edebidir. Sonra onun ümmetine öğütlediği edeplerdir. Sonra hükema ve ulemanın öğütledikleri edeplerdir. Allah, peygamberini en güzel edeple eğitmiştir: "Eli sıkı olma; ölçüsüzce eli açık da olma. Son ra kın a n a cak ve kendi kendine h a ­ yıflanacak duruma düşersin, " 1 29 ayetiyle onu cimrilikten ve israf­

tan menetmiştir. İkisi arasında bir halde olmasını emretmiştir. Şöyle b uyuruyor: " Yine o iyi kullar, h a rcama yaptıkları zaman n e saçıp savururlar ne d e cim rilik ederler. Harcamaları, bu ikisi ara ­ sın da maku l b i r düzeyde olur." 1 30

Allah (cc.) Peygamber'i (sav.) ıçın edebi, "ceviimi'ü 'l-kelim " (birkaç manayı en kısa ifadelerle anlatmayı) türü bir ifadeyle ki­ tabında zikretmiş ve onun için güzel ahlakı tanzim etmiştir. Bü­ tün bunları üç kelimede ifade etmiştir. "Bağışlama yolun u tu t, iyi ola n ı emret ve cah illere aldırma. " 1 3 1 "Bağışlama yolunu tut" ifade­ siyle, kendisiyle ilişkiyi koparanlara sılayırahimde bulunmasını emretmiş ve kendisine zulmedenleri bağışlamasını istemiştir. "İyi ola n ı emret" sözüyle takvayı, gözü haramdan sakınmayı ve dili yalandan korumayı emretmiştir. " Cah illere aldırma" sözüyle de sefih ve dikkafalı insanlarla tartışmaktan nefsini uzak tutma­ sını emretmiştir. Sonra Allah (cc.) mizacında yumuşak olmasını ve ümmetine karşı rıfk ile muamele etmesini öğütlemiştir. Allah şöyle buyu­ ruyor: "Sana uyan müminlere kol kan a t ger."132 "Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, h iç şüphesiz etrafı n da n dağılıp giderlerdi. " 133 "İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğ ü en g üzel olan davran ışla sa v. [2/256] 129 130 131 132 133

İs ra, 1 7 / 29. Furkan, 2 5 /67. A' raf, 7 / 1 99. Şu'ara, 2 8 / 2 1 5 . Al-i İ m ran, 3 / 1 59.

el-İkdü 'l-Ferfd

278

O zam a n bir de göreceksin ki sen inle ara n ızda düşmanlık bulunan kimse, kesinlikle sıcak bir dost oluverm iş. Bu sonuca, ancak sa bırlı ulu n /u r ulaşubilir. Yine buna, a n cak erdem lerde büyük pay sa hibi ola n lar ulaşabilir. " rn

Peygamber (sav.) b u edepleri Rabbinden dinleyince Allah şöyle buyurdu: "Anda/sun, size ken di için izden öyle bir peygam ber gelm iştir ki sizin sıkın tıya düşm eniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, m ü m inlere karşı da çok şefka tli ve merham etlidir. Eğer yüz çevirirlerse de ki: Ban a A llah yeter. O 'ndan başka h içbir ilah yoktu r. Ben ancak O 'na tevekkül ettim. O, yüce Arşın sahibidir." 135 Hz. Peygamber'in (sav) Ümmetine Adabı

Peygamber (sav.) güzel ahlak, güzel muamele, barış içinde ya­ şamak ve sılayırahim gibi konularda ümmetine adabımuaşereti öğretmiş ve şöyle buyurmuştu r: " Rabbim bana dokuz şey tavsiye etti. Ben de size onları tavsiye ediyorum. Gizli ve açık her yerde ihlaslı olmamı, öfke ve rıza anında adaletle hükmetmemi, fakir­ likte de zenginlikte de iktisat yapmamı, bana zulmedenleri affet­ memi, bana vermeyenlere vermemi, benimle ilişkiyi kesenlere sılayı rahimde bulunmamı, suskunluğumun tefekkür olmasını, konuşmamın zikir ve bakışımın ibret bakışı olmasını tavsiye etti.'' Resulullah (sav.) şöyle buyurd u : "Sizi dedikodudan, malı israf etmekten ve çok soru sormaktan menettim." Resulullah (sav.) şöyle buyurd u : "Yol üzerinde oturmayın. Eğer mecbur kalırsanız gözlerinizi kapatın, selamı yayın, yolunu kaybedenlere yol gösterin ve zayıfa yardım edin." Resulullah (sav.) şöyle buyurd u : "Su kırbalarınızın ağzını bağlayın; yemek kaplarınızı ters çevirin; kapılarınızı kil itleyi n ve lambalarınızı söndürün. Çünkü şeytan kilitli kapıyı açamaz, bağlanmışı çözemez ve yemek kaplarının ağzını açamaz." [2/257]

Resulullah (sav.) şöyle b uyurdu: " H ey! İ nsanların en kötüsü­ nü size haber vereyim mi?" Yanındakiler: "Evet, ya Resulellah," 1 3 4 Fussi let, 4 1 /34-35. 1 3 5 Tevbe, 9 / 1 2 8 - 1 29.

el-İkdü 'l-Ferfd

279

dediler. Resulullah (sav.) : "Tek başına yiyen, hediyesini esirge­ yen ve kölesine dayak atan," buyurdu. Sonra Resulullah (sav.) şöyle buyu rdu: " H ey! Bundan daha kötüsünü size haber vereyim m i ?" Yan ındakiler: "Evet, ya Resu­ lellah," dediler. Resulullah (sav.) : " İ nsan lara kızan, insanların da ona kızdığı kimse," buyurdu. Resulullah (sav.) şöyle buyurdu: " M allarınızı zekatla koruma altına alın. H astalarınızı sadakayla tedavi edin. Belayı da, duayla karşılayın." Resulullah (sav.) şöyle buyurdu: "Az ve yeterli olan, çok ve in­ sanı meşgul edenden daha hayırlıdır." Resulullah (sav.) şöyle buyurdu: " M üslümanların kanı eşittir. Onları kötüleyen onların en alçaklarıdır. Onlar birbirlerine güç verirler." Resulullah (sav.) şöyle buyu rdu: "Veren el alan elden üstün­ dür ve i htiyaç sahibine daha erken yard ı m etmeye başlar." Resulullah (sav.) şöyle buyurdu: "Sağ elin sol eline karşı cina­ yet işlemesin. Bir mümin, bir delikten iki kez ısırılmaz." Resulullah (sav.) şöyle buyurdu: " Kişi kardeşiyle [dostuyla] çoktur." Resulullah (sav.) şöyle buyurdu: " Konuşmalarınızı istiğfarla kesin. İhtiyaçlarınızı gizli bir şekilde tem in edin." Resulullah (sav.) şöyle buyurdu: " Dostların en hayı rl ısı, on­ dan söz ettiğin zaman sana ya rdım edendir. Sen onu unuttuğun zaman seni hatı rlayandır." Resulullah (sav.) şöyle buyurd u : " B i r yetkilinin evinde ona imamlık yapılmaz; o izin vermeden sofrasına oturulmaz.'' 136 Resulullah (sav.) şöyle buyurdu: "Ademoğlu, 'Benim malım . . . Benim malım . . .' der. Oysa onun malı sadece yiyip tükettiği, giyip eskittiği veya bağışlayıp gittiğidir." 1 3 6 M üellif bu sözü burada hadis olarak zikretmiştir. Oysa başka yerlerde ule­ manın sözü olarak zikretm işti r (Bkz. el-İkdü 'l-Ferfd, il. 5, 2 9 2 ) . Gerçekten bu söz hadis-i şerif olup az farkla M ü s l i m' de yer almaktadır. (j.;.. ;.ıı _/ � ') _, ..;;� '11 .:; _,5:; j&. ..:.;; ..) - � ') _, , ..; ll..L.;, ._) - '-*.J.i ı) [ B kz. M üslim, Sahih, M esacid, 3 9 ÖJ (çev.).

el-İkdü 'l-Ferfd

280

Resulullah (sav.) şöyle b uyurdu: "Siz halifelik konusunda çok hırs göstereceksiniz; dünyada emzirenin durumu ne güzeldir! Sütten kesenin akıbeti ahirette ne kadar kötüdür!" Resulullah (sav.) şöyle buyurdu: " Hakim öfkeli olduğu zaman iki kişi arasında hüküm veremez." Resulullah (sav.) şöyle buyurdu: " Eğer ayıplarınız birbirinize görünseydi, birbirinizden bir şey gizleyemezdiniz." [2/258]

Resulullah (sav.) şöyle buyurd u : " İ nsanlar yüz develik bir kervana benzer. Neredeyse bazen b i r binek hayvanı bulamazsın. Tüm insanlar, tarak dişleri gibi eşittir." Resulullah (sav.) şöyle buyu rd u : "Allah hayır söyleyip kaza­ nan ya da sükut edip güvende kalan kula rahmet etsin.'' Resulullah (sav.) şöyle buyurdu: " E n hayırlı mal, aşılı ve çok doğurgan develerdir. Malın en hayırlısı, uyuyan bir göze bekçilik yapan uyumayan bir gözdür.'' Resulullah (sav.) dişi atlar hakkı nda: " Karnı hazinedir, sırt da korunaklı yerdir," buyurdu. Resulullah (sav.) şöyle b uyurd u : "Doğru bir tüccar fakirleş­ mez ve içinde sirke bulunan bir ev çoraklaşmaz.'' Resulullah (sav.) şöyle buyurdu: "İlmi yazıyla kayıt altına alın." Resulullah (sav.) şöyle buyurd u : "Ara sıra ziyarette bulun; sevgiyi arttırırsın.'' Resulullah (sav.) şöyle buyurdu: " Kırbacını, ev ahalisinin gö­ rebileceği yere as." Hükema ve Ulema Adabı Edebin Fazileti

Bazı hükema çocuklarına şu tavsiyelerde bulundu: Edep, ta­ biatı en kerim, kıymeti en yüksek olan cevherlerdendir. E dep, şeref bakımından düşük olan aileleri yüceltir; yüce arzuları ifa­ de eder; kişinin aşireti olmadığı halde onu şerefli kılar ve zarar vermeden dostları çoğaltır. Edebi hulle olarak giyinip kendinize süs yapın. Edep, vahşette size arkadaş olur, farklı kalpleri sizin için bir araya getirir.

el-İkdü 'l-Ferid

281

Rivayet edildiğine göre Al i (as.) şöyle dedi: Halim olan seyit olur; seyit olan istifade eder. Utangaç olan mahrum kalır. Korkan zarar eder. Riyaseti isteyen, siyasete sabretmelidir. Kendi nefsi- [2/259] nin ayıplarını gören, başkasının ayıplarını görme konusunda kör olur. H aksız yere kılıç çeken kimse, o kılıçla öldürülür. Kardeşi için kuyu kazan kişi, o kuyuya düşer. Kendi hatalarını unutan, başka­ larının hatalarını büyütür. Kim başkasının perdelerini yırtarsa kendi evinin perdeleri de yırtılır. İşler konusunda inatlaşan kimse, zarar eder. Dalgaların içine dalan, boğulur. Kendi görüşünü be­ ğenen kimse, dalalete düşer. Aklının kendisine yeterli olduğunu düşünen, yanlışlık yapar. İnsanlara zorbalık yapan, zillete düşer. Kim bir işe çok dalarsa sıkılır. Rezil insanlarla arkadaşlık yapan, hakir olur. Alimlerin yanında oturan, vakar sahibi olur. Kötü yerlere giren kimse, itham edilir. Kimin ahlakı güzel ise yollan açık olur. Sözleri güzel olanın, saygı önünde olur. Allah'tan korkan, kazanır. Cehalete rehberlik yapan kişi, adaletin yolunu terk etmiş olur. Ecelini tanıyan kimsenin emeli kısa olur. Sonra şöyle dedi: Ört, dostu n u n ayıplarını, Ört ve perde çek günahlarına. Sabret, sefihin yalanlarına, Ve zam a n la onun belalarına . . . Bırak cevabı, sen den bir fazilet olara k. Ve zalimi, o n u n hesabını görecek olan A llah 'a havale et!

Şebib b. Şeybe şöyle dedi: Edebin peşine düşün; çünkü o aklın maddesi, mürüvvetin delili, gurbette arkadaşın, vahşette dostun, meclislerde süsündür ve farklı kalpleri sizin için bir araya getirir. Abdülmelik b. Mervan, oğullarına şöyle dedi: Edebin peşine düşün; çünkü sizler ona muhtaç olursanız sizin için mal olur. Ona muhtaç olmazsanız sizin için cemal olur. Bazı hükema şöyle dedi: Şunu b il ki malla gelen şeref, mal seninle birlikte olduğu sürece seninle birlikte olur. Ama edeple gelen bir şeref asla seni terk etmez. İbnü'l-Mukaffa' şöyle dedi : İ nsanlar mal için veya yetki için sana i kramda bulunurlarsa bu seni şaşırtmasın. Çünkü keramet, mal veya yetkinin ayrılmasıyla ayrılır. Fakat dinin ve edebin için sana i kramda bulundukları zaman bundan hoşlanabilirsin.

282

(2/260]

e/-İkdü 'l-Ferfd

el-Ahnef b. Kays şöyle ded i : Edebin başı konuşmadır. Arkasınd a eylem olmayan hiçbir sözde, cömertl ik yapılmayan malda, ve­ fasız dostta, takva olmadan fıkıhta ve niyet olmadan doğrulukta hayır yoktur. Maskale ez-Zübeyr! şöyle dedi: Edepli insan üç şeyden ve iki şeyden müstağni kalamaz. Üç şey ş unlardır: Belagat, fesahat ve güzelce ifade edebilmek. İ ki şey de şudur: Eser bırakarak ilim yapmak bir de hayrı korumaktır. Dediler ki : Hasep edebe muhtaçtır; marifet de tecrübeye muhtaçtır. Büzürcmihr şöyle ded i : Babalar evlatlarına, edepten daha ha­ yırlı hiçbir şey miras bırakmamışlardır. Çünkü edeple malı elde ediyorlar; cehaletle de itlaf ediyorlar. el- Fudayl b. İyaz şöyle ded i : Edebin başı, kişinin kendi değe­ rini bilmesidir. Dediler ki : Güzel ahlak en iyi arkadaştır. Edep, en iyi mirastı r. Tevfik da en iyi rehberdir. Süfyan es-Sevri şöyle dedi : " İ nsanların söyledikleri şeyler, nefsini tanıyan kimseye zarar vermez." Enlışirvan, Farsçayı iyi bilen el-M ubez'e: "Eşyan ın en güzel i ha ngis idir?" dedi. Mı1bez şöyle dedi: "Temiz olan tabiattır. Böy­ le bir tabiat, edebin kokusuyla ve ilimden işaretle ikti fa eder. Tohum, tuzlu arazide öldüğü gibi, tabiatın ölümüyle hikmet de ölür." Enuşirvan: "Doğru söyledin. Biz bunun için seni görevl en­ dirdik zaten," dedi. Erdeşir'e: "Edep mi baskındır, yoksa tabiat mı?" diye soruldu. Erdeşir: "Edep, akılda bir fazlalıktır; görüşte bir parlaklıktır ve doğruyu elde etme vesilesidir. Tabiat daha fazla etkileyicidir. Çün­ kü itikat, ferasetin gelişmesi ve gıdanın tamamlanması tabiatladır." Bazı hükemaya : "Tabiattan sonra akla en fazla yardım eden şey nedir?" denildi. Onlar: " Kazanılan bir edeptir," dediler.

[2/26 1 ]

Dediler ki : Edep, tabii olan edep ve rivayetle elde edilen edep olmak üzere iki kısımdır. Tabii olan edep asıldır, köktür; rivayet yo-

el- İkdü 'l-Ferfd

283

luyla kazanılan edep daldır. Bir şey ancak kökünden dal budak olur. Kök, ancak maddeye (toprağa) bitişik olmasıyla nema gösterir. Şair şöyle dedi: Görmedim uzayan bir dalı, kökü olmadan; İlm in başlangıcı da ancak öğrenm ekledir.

Habib şöyle dedi: Kılıç a n ca k b i r dem ir parçasıdı r, eğer bıra ksan onu, İlk h a linde, kesmeyecektir.

Başka birisi şöyle dedi: Allah bir kişiye bağışlamaz bir bağışı, Daha g üzel olsun, aklından ve edebinden. Bu ikisi kişin in haya tıdır, eğer kaybolu rlarsa, Kuşkusuz, haya tın kaybı bundan dah a g üzel olur.

İbn Abbas şöyle dedi: Dini ilim olarak, bilmemekten mazeret sahibi olmayacağın şeyleri [dinin zaruriyeti ni] bilmek senin için yeterlidir. Edebiyat ilmi olarak da şahit ve misalleri rivayet et­ mek senin için yeterlidir. İ b n Kuteybe şöyle dedi: Edebiyatçı olmak istediğin zaman ilimlerde derinleş. H ükema şöyle dedi: Adamın elbiseleri temizse, adabı çok ve gittiği yol güzelse bütün ailesi ve çocukları onun edebiyl e edep­ lenir ve onun salih olmasıyla salih olurlar. Şair şöyle dedi: Kişinin sa/ih olması, ailesin i d e sa/ih yaptığını gördüm; Fasit olduğ u zaman kişi, ailesini de ifsat eder. Yüceltilir dünyada, salih olmanın faziletiyle, Ve koru n u r ailesi ve çocukları, vefa t ettikten sonra.

Deyu Canis'e: "Hangi haslet sonuç bakımından daha güzel­ di r?" diye soruldu. Adam : "Allah'a iman, anne-babaya iyilik yap­ mak, ali mleri sevmek ve edebi kabul etmektir," dedi. Rivayet edildiğine göre Resulullah (sav.) şöyle buyurdu: "Aklı olmayanın edebi de yoktur." Dediler ki: Edep, aklı fazilet ve zeka yönünden arttırır ve ona incelik ve zarafet verir.

e/-İkdü 'l-Ferfd

284

[2/262)

Edebin İnceliği

Ebu Bekir b. Ebu Şeybe şöyle dedi: Abbas b. Abdülmuttalib'e: "Sen mi büyüksün, yoksa Resulullah mı?" denildi. Abbas: "O ben­ den büyüktür, ama ben ondan yaşlıyım," dedi. Ebu Vfül'e: "Hanginiz daha büyük, sen mi yoksa er-Rebi' b. H useym mi?" denildi. Ebu Vail: "Ben ondan yaşça büyüğü m, ama o benden akılca büyüktür," dedi. Eban b. Osman, Tuveys el-M uğanni'ye : "Ben mi büyüğü m, sen mi?" dedi. Tuveys : "Kurban olayım sana, ben senin mübarek an­ nenin düğününü gördüm," dedi. Ömer b. Zer'e: "Oğlunun sana karşı saygısı nasıldır?" denildi. Ömer: "Gündüzleri ne kadar yürü müşsem muhakkak arkamda olur; geceleyin yürüdüğümde mutlaka önümde olur. H içbir za­ man altında olacağım bir yüksekliğe çıkmadı," dedi. Yapılan rivayete göre Hz. Aişe'den şöyle dedi: " Resulullah (sav.) amcası Abbas'a değer verdiği kadar hiç kimseye bu kadar değer vermemiştir." Ömer ve Osman, Abbas'la karşılaştıkları zaman ona hürme­ ten bi neklerinden inerlerdi. er-Reyyaşl, el-Asmai'den naklen şöyle dedi: Harun er- Reşid, Abdülmelik b. Salih'e: "Senin yeri n burası mı?" dedi. Bu haber: "H ükümdarlarla Konuşmak" bölümünde geçmiştir. Yine el-Haccac'ın eş-Şa'bi'ye : "Atiyyen ne kadar?" diye sorması da orada geçti. Edebin inceliği konusundaki bir b eytimiz: S u gibi bir şeydir edep, eğer dökersen onu bir gün, Tıpkı suyun akıp gittiği gibi, a kıp gidecektir edep.

Ali b. Yahya'nın Edebi

Ahmed b. Ebu Tahir şöyle dedi: Ben Ali b. Yahya'ya : "Senden [2/263) daha mükemmel edebe sahip bir insan görmedim," dedim. Ali b. Yahya : "Ya bir de İshak b. İ b rahim'i görseydin ! " dedi. Ben bu durumu İshak b. İbrahim'e söyledim. O : "Ya bir de İbrahim b.

el-İkdü 'l-Ferfd

285

el-Mehdi'yi görseydin ! " dedi. Bunu İb rahim'e anlattım. İbrahi m : "Ya bir de Ca'fer b. Yahya'yı görseydin ! " dedi. Abdülaziz b. Ömer b. Abdülaziz şöyle dedi: Reca b. Hayve bana şöyle dedi: Senin baban kadar edebi güzel ve geçimi hoş bir insan görmedim. Bir gece onun yanında geceledim. Biz bu durumdayken bir de ne göreyim; lambanın ışığı azaldı ve hiz­ metçi yattı. Ben ona: "Ey Müminlerin E mlri ! Lambanın ışığı gitti ve hizmetçi yattı. İzin verirsen bu lambayı düzelteyim," dedim. Ömer b. Abdülaziz : "Misafirine hizmet yaptırmak kişinin mürüv­ veti nden değildir," dedi. Sonra cübbesini omzundan indirip yağ­ danlığın yanına gitti. Lambaya biraz yağ koydu ve fitili düzeltti. Sonra döndü, cübbesini aldı ve : "Ayağa kalktım Ömer'dim; dön­ düm yine Ö mer'im," dedi. Ömer b. el-Hattab ve Mescitte Yellenen Bir Adam

el-Utbl babasından naklen şöyle dedi: Bir adam mescit­ te, Ö mer b. el-Hattab'ın yanında yellendi. Namaz vakti olunca Ömer: "Bu işi kim yaptıysa kalkıp abdest alması gerekir," dedi. Ancak kimse kalkmadı. Bunun üzerine Cerir b. Abdullah: " Hepi­ mize em ret, kalkıp abdest alalım," dedi. Ömer: "Doğru söyledin. Ben seni, Cahiliye döneminde seyit, İslami dönemde de fakih bir insan olarak gördüm. Kalkın abdest alı n," dedi. eş-Şehham v e el- Hasan

er- Reyyaşl el-Asmal'den naklen şöyle dedi: Bana Osman eş-Şehham anlattı ve dedi ki: el-Hasan'a: " Ey Ebu Said ! " dedim. O : " Lebbeyk," dedi. Ben ona: "Sen bana Lebbeyk mi diyorsun?" dedim. el- H asan: "Ben hizmetçi me de böyle diyorum," dedi. Şair şöyle dedi : Ah ne g üzel oluyor! Akşam rüzgar serin len diğinde, Eşey Vadisinde . . . Ve orada zayıf olan gençler vardı r. Hizmet ediliyorlar, şeref sahibidirler m eclislerinde, Yolculukta onlarla arkadaş olduğun zam a n, h izmet ederler. Bir ka vimle arkadaşlık yaptığımda, o n ları h a tırlarım; Mu tlaka sevgileri bende artar.

[2/264]

e/-İkdü '/-Ferfd

286

Hadiste Edep ve Dinlemek

H ükema şöyle dedi: Edebin başı güzel anlamak, anlamaya ça­ lışmak ve konuşanı can kulağıyla d i nlemektir. eş-Şa'bl bir kavimden söz etti ve şöyle dedi: Onlar gibi sırayla meclise gelen ve güzel anlayan bir muhaddis görmedim. eş-Şa'bl, Abdülmelik b. Mervan'ı anlatırken şöyle dedi: Vallahi onun üç şeyi alıp üç şeyi terk ettiğini gördüm. Konuştuğu zaman en güzel şekilde konuşurdu. Kendisine anlatıldığı zaman da en güzel şekilde dinlerdi. Kendisine muhalefet edildiği zaman en kolay şekilde sıkıntıyı gideri rdi. Kötü insanlara cevap vermez, sefih insanlarla mücadele etmez ve dikkafalı kişilerle tartışmaz­ dı. Bazı filozoflar oğluna şöyle dedi: Güzel konuşmayı öğrendiğin gibi güzel dinlemeyi de öğren. İ nsanlar, konuşmaktan çok, din­ lemeye daha çok hırslı olduğunu bilsinler. Eylemde bulunman gereken konuda çabucak konuşmaya heveslenme. Ta ki insanlar, yapmadığın şeyleri söylemekten, söylemediğin şeyl eri yapmaya daha yakın olduğunu bilsinler. Dediler ki : Konuşan bir kimseyi susturmamak edeptendir. Başkasına sorulan soruya cevap verm e ! Birisi bir şey anlattığı zaman, o konuda onunla tartışma ve izinsiz bir şekilde konuş­ masına atılma! Ayrıca bir şey öğrettiğini ona hissettirme! Arka­ daşınla konuştuğunda, geti rd iğin delil onu susturduysa güzel bir şekilde buradan çıkışı ara; ona karşı zafer kazandığını his­ settirme! Güzel konuşmayı öğrendiğin gibi güzelce dinlemeyi de öğre n ! el- Hasan el-Basri şöyle d e d i : İ nsanlar yüzleriyl e s i z e yö nel­ dikleri sürece onlarla konuşun. Ebu Abbad el-Katib şöyle dedi: Konuşan kişi dinleyenin göz[2/265] !erini hoş görmüyorsa konuşmasının bölümlerini ve neden din­ lemek istemediğini ona sorsun. Eğer hak üzerinde durduğunu görürse konuşmasını tamamlar. Aksi takdirde konuşmayı keser ve o n u nla arkadaşl ığı sona e rd i r i r. Ayrıca, kötü dinlemekteki i n ­ safsızlığı v e faydadan mahrumiyeti o n a anlatır.

e/-İkdü 'l-Ferid

287

Oturmadaki Edep Resulullah'ın (sav.) Sözleri

Ebfı Bekir b. Ebu Şeybe'nin hadisinde Peygamber (sav.) şöyle buyurd u : " M ecliste olan bir adam, gelenin önünden kalkmasın, fakat ona yer açsın." Abdullah b. Ömer bir meclise girdiği zaman eğer bir adam ona yer ve rmek için ayağa kalkarsa o rada oturmazdı. Abdullah b. Ömer şöyle derdi: Adam oturduğu yerden kalkmasın, fakat yer açın, Allah da size yer açsın. Ebfı Ümame şöyle dedi: " Resulullah (sav.) yanımıza geldi; biz ayağa kalktık. Bunun üzerine: "Acemlerin büyükleri için ayağa kalktıkları gibi ayağa kalkmayın," buyurdu. Bundan sonra bizden birisi bir daha ayağa kalkmadı. İbn Ömer'in rivayet ettiği hadiste Peygamber (sav.) şöyle bu­ yurd u : "Siz otururken yanınıza geldiğimde sizden birisi benim için ayağa kalkmasın. Ben kalkarsam durumunuzu bozmayı n. Eğer oturursam durumunuzu bozmayı n. Ayağa kalkmak müş­ riklerin ahlakındandır." Resulullah (sav.) şöyle buyurdu: "Kişi; hayvanı, meclisi ve yata­ ğı konusunda daha çok hak sahibidir. Bir kişi, bulunduğu meclis­ ten kalkar da geri dönerse o, eski yeri için daha çok hak sahibidir." Resulullah (sav.) şöyle buyurdu: " Birisi yanına gelip oturduğu zaman, ondan izin almadan ka lkma." Bir adam Hasan b. Ali'nin (ra.) yanına oturdu. Hasan : "Sen ya nım ıza oturdun, ama biz de kalkmak istiyoruz. İzin verir mi­ sin iz?" dedi. Said b. el-As şöyle dedi: Hiçbir zaman oturan birisinin yanında ayağı mı uzatmadım. Yanımda oturan kalmadan ben kalkmadım. İ brahim en-N ehal şöyle ded i: Sizden birisi bir eve girdiği za- [2/266] man, ev sahibinin oturttuğu yere otursun. Ebfı Kılabe, bir mecliste oturan adama bir yastık attı. Adam kabul etmedi. Ebu Kılabe şöyle dedi : " Kardeşinin yaptığı ikramı reddetme," diye hadis duymadın mı?

el-İkdü 'l-Ferfd

288

Ali b. Ebu Talib (ra.) şöyle dedi: İ kramı ancak eşek kabul etmez. Said b. el-As şöyle dedi : Yanımda oturanın bende üç hakkı vardır. Yaklaştığı zaman onunla merhabalaşırım. Oturduğu za­ man ona yer açarım. Konuştuğu zaman ona yönelirim. Yine şöyle dedi. Onu rahatsız eder endişesiyle, yanımda otu­ ranın yanından sineğin geçmesini istemem. Muaviye ve el-Ahnef

H eysem b. Adi, Amir eş-Şa'bl'den naklen dedi ki : el-Ahnef b. Kays, M u aviye'nin yanına girdi. M u aviye ona bir minder göster­ di; ancak el-Ahnef üzerine oturmadı. Bunun üzerine Muaviye : " Ey el-Ahnef! Minderin üzerinde oturmana engel olan nedir?" dedi. el-Ahnef şöyle dedi: " Ey M ü m inlerin Emlri ! Kays b. Asım'ın çocuğuna yaptığı tavsiyelerden birisi de şuydu: "Sultanın yanına sık sık gitme; ta ki senden bıkmasın. Onunla ilişiğini de kesme, ta ki seni unutmasın. Sultanın minderi veya döşeği üzeri nde de oturma. Seninle sultan arasında bir veya iki kişilik bir yer bırak." el-Hasan şöyle dedi: Bir adamın yanında oturulduğu zaman onun ismi veya babasının ismi sorulmuyorsa o meclis aptalların meclisidir. Şebib b. Şeybe tavafta Ebu Ca'fer ile karşılaştı. Şebib onu tanı­ mıyordu. Ancak onun güzel şekli ve görünüşü Şeblb'in çok hoşu­ na gitti ve dedi ki : "Allah seni ıslah etsin, ben tanışmayı severim fakat soru so rmakla seni rahatsız etmek istemiyorum," dedi. Ebu Ca'fer: " Ben filanın oğlu filanı m," dedi. Ziyad şöyle dedi: Bir mecliste bulunduğum zaman, orada oturduğum takdirde bana ait olan bazı şeyleri mutlaka orada bı­ rakmışımdır. Bana ait olan bir şeyi bırakmak, bana ait olmayan bi r şeyi almaktan daha çok sevimlidir. [2/267)

Yine şöyle dedi : Meclisin sahibi seni oraya oturtsa bile sakın m eclislerin baş tarafında oturma! Çünkü buralar, oturanları sık sık değişen meclislerdir. eş-Şa'bl şöyle dedi: [ Meclislerde] uzak bir yerden yakın bir yere davet edilmem, benim için yakın bir yerden uzak bir yere gönderilmekten daha sevimlidir.

el-İkdü '/-Ferid

289

İbn Tahir ve Ebü's-Semra

Anlattıklarına göre bir gün Ebü's-Semra, Abdullah b. Tahir'in yanındayd ı. Yanında İ shak b. İbrahim de vardı. Abdullah, İ shak'ı yakınına çağırdı ve ona gizli bir şey söyledi. Ancak bu durum uzun sürdü. Ebü's-Semra dedi ki: Onların bu durumları devem ederken oturmaya devam etmek veya kalkmak konusunda te­ reddüt geçirdim. Nihayet gizli konuşmaları bitti ve İ shak yerine geldi. Sonra Abdullah bana baktı ve şöyle dedi: Ey Ebü's-Semra ı Gizli kon uşan iki kişi, işlerin i senden g izledik/erinde, Çek kulağını, işitmezden gel dediklerin i. Ve on lara baskı uygulama, Yakın m ecliste, korkuyla gizli kon uştuk/arı için . . .

Ebü's-Semra dedi ki: Onun kadar cömert ve edepli birisini görmedim. Yaptığım hatalar sebebiyle hiçbir zaman bir emir edasıyla soruşturmadı. Bir dost edasıyla da beni terbiye etti. Resulullah (sav.) şöyle buyurdu: "Sizden birisi ancak kardeşi­ nin aynasıdır. Üzerinde bir pislik gördüğü zaman onu kaldırsın. Sizden birisi kardeşinden bir şey aldığı zaman, 'Kötülük sana do­ ku nmasın; Allah senden kötülüğü defetsi n,' desin." Dediler ki : İ ki hürmet bir araya geldiği zaman, büyük küçüğü düşürür. e l-Mühelleb b. Ebu Sufra şöyle ded i : Hayatın tü mü, senin meclisinde oturan faydalı insanlardan ibarettir. Birlikte Yürüme Adabı

H işam b. Abdülmelik oğlunu es-Sfü fe'ye gönderdi. Onunla bir­ likte yeğenini de gönderdi. Her birisine, arkadaşına karşı saygılı olmasını emretti. Yanına geldiği zaman yeğenine: "Amca oğlunu nasıl buldun?" dedi. Yeğeni: " Eğer arzu edersen özetleyeyim ; [2/268] arzu edersen de açıklayayım," dedi. H işam: "Özetle," dedi. Yeğen: "Aramızda asil bir at vardı. Her birisi onu arkadaşına bıraktı. Böylece senin yanına gelinceye kadar hiçbirimiz binmedik," dedi. Yahya b. Eksem şöyle dedi : Günlerden bir gün Munise bt. el-Meh di'nin bostanına doğru gitmek üzere el-Me'mı1n ile bir­ likte yürüdüm. Ben, el-Me'mı1n'u güneşten koruyan taraftaydım.

el-İkdü 'l-Ferid

290

Yolculuğumuz bitip de dönüşe başlayınca ben yine el-Me'mun'u güneşten koruyacak tarafa geçmek istedim. el-Me'mun: "Yapma! Ancak sen beni güneşten koruduğun gibi, bu kez ben seni güneş­ ten korumam için olduğun gibi kal," dedi. Bunun üzeri ne ona: " Ey Müminlerin Emlri ! Güneşten korumak da bir şey mi? Seni ateşten koruyabilseydim koru rdu m," dedim. el-Me'mun: "Doğru­ su bu arkadaşlığın güzelliğinden değildir," dedi ve ben onu gü­ neşten koruduğum gibi o da beni güneşten koruyarak yürüdü. Ömer b. Zer'e: "Oğlunun sana karşı saygısı nasıldır?" denildi. Ömer: "Gündüzleri ne kadar yürümüşsem muhakkak arkamda olur; geceleyi n yürüdüğümde mutlaka önümde olur. H içbir za­ man altında olacağım bir satha çıkmad ı," dedi. Ziyad'a: "Sen Harise b. Zeyd'e çok değer veriyorsun; oysa o içkicilerle birliktedir," denildi. Ziyad şöyle dedi: Ben ona nasıl de­ ğer vermeyeyim! Bugüne kadar ona ne sormuşsam, mu hakkak o şeyle ilgili onda bir ilim buldum; ona emanet ettiğim hiçbir sırrı zayi etmemiştir; beraber bindiğimizde de hiçbir zaman dizi be­ nim dizime değmiş değildir. el- Hadi ve İbn Zeyd

M uhammed b. Yezid b. Ö mer b. Abdülaziz şöyle dedi: Mü­ mi nlerin Emlri Musa el-H adi ile birlikte Cürcan'dan yola çıktım. M usa el-Hadi bana : "Ya ben seni taşıyacağım ya da sen beni ta­ şıyacaksı n," dedi. Ne demek istediğini anladım ve ona İ b n Sır­ me'nin şu beyitlerini okudum: İlk olarak, Allah 'tan korkm ayı sa na vasiyet ediyorum, Şereflerin izi ve ön celikle Allah için iyilik yapmayı . . . E_ğ er lider olsalar ka vmin iz, haset etm eyin onları, Eğer lider iseniz adil davranın. Fakirleşirseniz eğer, iffetli davra n ı n, Fazla malın varsa eğer, sadaka ola ra k verin. Eğer m usibetlerden birisi ka vm in ize gelirse Önce nefsin izi değil, aşiretin izi düşün ü n. Eğer örf talep ederlerse sizden, o n la rı mahrum bırakmayın. Ve yü klenin, size yük/edikleri sıkın tıla rı.

[2/269]

Dedi ki : M usa el-Hadi, bana yirmi bin dirhem verilmesini emretti.

el-İkdü '/-Ferid

291

el-Hadi, İbn Selm ve Abdullah b. Malik

Denildiğine göre Said b. Selm, Musa el-Hadl'nın yanında bi­ neğinin üzerindeydi. Küçük bir kılıç da Abdullah b. Malik'in elin­ deydi . Rüzgar toprak kaldırıyordu. Abdullah, Mfısa'nın kendi hizasında yürümemesi için bir şeyler ayarlamaya çalışıyordu. Çünkü onun hizasında yürüdüğü takdirde, ona çok toprak gider­ di. B u duru m uzun müddet devam edince Said b. Selm'e yöneldi ve : "Bu hainden neler çektiğim izi görmüyor m usun?" dedi. Said : "Vallahi ey Müminlerin Emiri ! İ çtihadında kusur etmemiştir, fa­ kat m uvaffak olmaktan mahrum kal dı," dedi. Selam ve İzin

Peygamber (sav.) şöyle buyurd u : "Sözleri güzel söyleyin; sela­ m ı yayın; yeti mlere yedirin ve insanlar uykudayken gece kalkıp namaz kılın." Yi ne Peygamber (sav.) şöyl e buyu rd u : " İ nsanların en cimrisi, selam verme konusunda cimri davranandır." Bir adam Hz. Peygamber'e (sav.) geldi ve ona: "Aleykesselam ya Resulellah," dedi. Peygamber (sav.) şöyl e buyurdu: "Aley­ ke deme; çünkü bu, ölülere verilen selamdır. Aksine es-Selamu aleyküm de." Ömer b. Abdülaziz ve Ona Selam Verenler

Ömer b. Abdülazlz'in emniyet teşkilatının başındaki adam şöyle dedi: Bir bayram günü Ömer b. Abdülaziz evden çıktı. Üze­ ri nde ketenden bir gömlek, başında da takkenin etrafını kuşatan bir sarık vardı. Ben ona kıyam etti m ve ona selam verdim. Ömer: "Susun! Ben bir kişiyi m, sizler bir cemaatsi niz. Selam bana dü­ şer, selam ı almak da size düşer," dedi. Sonra kendisi selam verdi; bizde selamı aldık. Sonra yürümeye başladı; biz de onunla bir­ likte yürüdük. Peygamber (sav.) şöyle buyurdu : "Yürüyen oturana, binen [2/270] yaya olana, büyük küçüğe selam verir." Bi r adam Peygamher'in (sav.) yanına girdi ve ona: "Babam sana selam söylüyor," dedi. Peygamber (sav.) şöyle buyurdu: "S a na ve se n in babana selam olsun."

el-İkdü 'l-Ferfd

292

İbn Mes'ud, İbnü'l-Hattab ve el-Esved

İbrahim el-Esved'den naklen şöyle dedi: Abdullah b. Mes'ud: "Ömer'le karşılaştığın zaman ona selam söyle," dedi. [ Ravi] dedi ki : Ben onunla karşılaştığımda selamını söyledim. Ömer: "Sana ve ona selam olsun," dedi. Süleyman b. Hişam ve İ b n Mihran

M eymun b. Mihran, el-Cezire Valisi Süleyman b. H işam'ın ya­ nına girdi ve ona: "es-Selam u aleyküm,'' dedi. Süleyman: "Seni emirlik selamı vermekten alıkoyan nedir?" dedi. M eymun b. M ihra n : "Valinin yanında insanlar varsa ancak o zaman emirlik selamı verilir,'' dedi. el-Hasan ve İbrahim b. Mihra n

Ebu Bekir b. Ebu Şeybe şöyle dedi: el-Hasan, İbrahim b. Mih­ ran ve M eymun b. M ihran, adamların kendilerine "es-Selamu aleyküm," demeden: "Hayyôkellah (Allah seni sevindirsin)," de­ melerinden hoşlanmıyorlardı. Abdullah b. Ömer'e: "Mescide veya kimsenin bulunmadığı bir eve giren kimse ne demelidir?" diye soruldu. Abdullah b. Ömer: "es-Selôm u aleynô ve ala ebôdilla h i 's-sô/ihin, (Selam üzerimize ve Allah'ın salih kullarının üzerine olsun) diyecektir,'' dedi. Bir adam Peygamber'in (sav.) yanı ndan geçti. O sırada Pey­ gamber (sav.) bevlediyordu. Adam Peygamber'e selam verdi, fa­ kat Peygamber selamını almadı. Bir adam Aişe'ye : "Nasıl sabahladın?" dedi. Aişe: "Allah'tan bir n i metle,'' dedi. Bir adam Şüreyh'e: "Nasıl sabahladın?" dedi. Şüreyh : " Emelim uzun, ömrüm kısa ve amelim kötü olarak sabahladı m," dedi. [2/271 ]

Süfyan es-Sevrl'ye : " Nasıl sabahladın?" denildi. Süfyan: "Yol göstericilerin hayret ettiği bir evde sabahladım," dedi. Beni Amir'den bir adam Peygamber'in (sav.) yanına girmek için izin istedi. Peygamber o s ırada bir evdeydi. Adam: "Gireyi m

el-İkdü 'l-Ferfd

293

mi?" 137 dedi. Peygamber (sav.) hizmetçisine: "Bu adama git, ona nasıl izin istendiğini öğret. Ona: 'es-Selamu aleyküm, girebilir miyim?' demesini söyle," dedi. Cabir b. Abdullah şöyle ded i : " Resulullah'ın (sav.) yanına gir­ mek için izin istedim. Resulullah (sav.) : " Kimsin?" dedi. Ben: "Be­ nim," dedim. Resulullah: "Benim ... Benim ... " dedi. Peygamber (sav.) şöyle buyurdu: "İzin istemek üç kezdir. Eğer sana izin verilirse gir; verilmezse geri dön." Ali b. Ebu Talib (ra.) şöyle ded i : Birincisi izindir; ikincisi gö­ rüşmedir, üçüncüsü kararlılıktır. Ya kendilerine izin verilir ya da reddedilirler. Küçüklerin Terbiyesi

H ü kema şöyle dedi : Küçükken çocuğunu terbiye eden büyü­ yünce onunla sevinç duyar. Dediler ki: En kolay şekle giren çamur, yaş olandır. En uzun ömürlü odun da yumuşak olandır. Dediler ki : Çocuğunu terb iye edenin hasetçisi kederlenir. İ bn Abbas şöyle dedi: Çocuklukta istemediği kadar oturma­ yan, büyük yaşta istediği kadar oturamaz. Şair şöyl e dedi: Mürü vvet genç yaşta, yorarsa kişiyi, Şiddetli olur yaşlılıkta ondan istediği.

Dediler ki: Büyüğün alışkanlığından kesilmesi ne kadar çeti n ve yaşlıyı eğitmek ne kadar zordur! (2/272]

Şair şöyle dedi. Eğitiyorsun hanımını, yaşlandıktan son ra; Zorluklarda n biridir, yaşlıyı eğitmek. 1 3 7 Bu adam "Gireyim mi?" anlamında (�C:Jl) kelimesini kullanmıştı. Oysa bir odaya girmek için izin isteyen kimse b u kelimeyi kullanmaz. Bunun yeri­ n e (j;c;\) kelimesini kullanmalıydı. Çünkü CC:L.-dj) fiili, ağzı dar olan b i r yerden girmek, başka h i r deyişle, g i r i ş i zor olan bir yerden girmek i ç i n kullanılmaktadır. Oysa evlere girmek için (j>-..ı.., j>->) fiili kullanılmalıdır. N itekim Peygamber (sav.) adama, (�j;c;i) " G i reyim mi?" demesini emret­ miştir (çev.). -

el-İkdü '/-Ferfd

294

Şüreyh, çocuğunun öğretmenine şunları yazdı: Terk etti namazı, gezdiği birkaç ka ncık yüzünden, Dalaşmak ister, pislik azgın/a rla birlikte. Getirecek sana yarın, bir sayfa, Yazılmış onun için, tıpkı e/-Mültemis 'in sayfası gibi. 1 3 8 Sa na geldiğinde ısır onu, aza rlayarak, Ona nasihat et, akıllı bir eğitimcinin nasiha tiyle. Dövm ek istediğin zaman onu, kı rbaçla döv, Hapse koy, sa na karşı hatası üç olursa. Şun u bil ki senin yaptığın her şeye rağ m en onun nefsi, Bana yap tıklarına rağmen, bana en aziz n efistir.

Salih b. Abdülkuddus şöyle dedi: Çocuklukta eğittiğin kişi, Dikildiğinde su verilen bir fidana benzer. Nihayet onu yaprak/andığını ve parladığını görürsün, Kupkuru oluşunu gördükten son ra . . . Ve bırakmaz yaşlı insan, ahlakını, Kabrinin toprağına göm ülene kada r. [Ha tasından] geri döndüğünde, cehaleti ona geri gelir; Hastalıklı kişinin hastalığının n ü ksetm esi gibi . . . Düşm an kö tülük yapamaz cah il kişiye, Cahil kişinin nefsine yaptığı kadar. . .

Amr b. Utbe, çocuğunun öğretmenine şöyle dedi : Çocuğuma vereceği n ilk eğitim, kendi nefsini ıslah etmek olsun. Çü nkü ço­ cukların gözleri senin gözüne bağlanmıştır. Onlara göre iyi lik, senin yaptığındır. Onlara göre çi rki nlik de senin terk ettiğindir. Onlara Allah'ın kitabını öğret; ama bıkmamaları için onları zor­ lama. Onları Allah'ın kitabından tamamen uzak tutma ki onu terk etmesinler. Hadisin en eşrefini ve şiirin en iffetli olanını onlara rivayet et. Bir ilimde uzmanlaşmadan onları diğer bir ilme inti(2/273] kal ettirme. Çünkü kelamın kalpte izdihamı, anlamaya engeldir. Hükemanın mesleklerini onlara öğret, ancak onları kadınların 1 3 8 e l - M ü ltemis'in sayfası bir darbımesel d i r. Rivayete göre Amr b. el- M ü nzir, el-M ültemis ve Tarfe b. el-Abd'e birer mektup vererek valilerinden b i risine gönderdi. M ektupta, mektubu getirenlerin öldürülmelerini emrediyordu. Ancak el·· M ültemis planı fark etti ve mektubu val iye götürm edi ; ku rtu ldu. Tarfe ise validen alacağı hediyeye tamah ederek yola devam etti ve öldü­ rüldü. O zamandan beri, ö l ü m ü n ü emreden bir mektubu taşıyanlar için "el-M ültemis'in sayfası" şeklinde b i r ifade kullanılır (mhk.) .

e/-İkdü 'l-Ferid

295

konuşmasından uzak tut. Benden sana yönelik doğacak bir ma­ zerete bel bağlama. Zira sen kendi yeterliliğine bel bağlamalısın. Çocuk Sevme

Muaviye, el-Ahnefb. Kays'a haber yolladı ve ona: "Ey Ebu Bahr! Çocuk hakkında ne diyorsun?" dedi. el-Ahnef: "Onlar kalplerimi­ zin meyveleri, sırtımızı dayadığımız sütunlardır. Bizler onlar için zillet içinde bir toprak, gölge yapan bir semayız. İsterlerse onlara ver; öfkelenirlerse onları razı et; sevgilerini sana verirler ve ça­ balarını sana sevdirirler. Onların üzerinde ağırlaşma ki senin ha­ yatından bıkıp ölümünü istemesinler." Bunun üzerine Muaviye: "Allah senin hayrını versin ey el-Ahnef! Sen yanıma girdiğinde Yezid'e karşı öfke doluydum. O öfkeyi kalbimden attım," dedi. el-Ahnef, Muaviye'nin yanından çıkınca Yezid'e iki yüz bin dirhem ve iki yüz elbise gönderdi. Yezid de el-Ahnef'e yüz bin dirhemle yüz elbise gönderdi. Abdullah b. Ömer, oğlu Salim'le çok ilgilenirdi. Nihayet insan­ lar onu kınadılar. Abdullah b. Ömer şöyle dedi : Stilim kon usunda kınıyorlar ben i, ben de on ları, Göz ile burun arasındaki deridir, Stilim.

Yine şöyle dedi: Benim oğlum Salim, Allah'ı öyle seviyor ki on­ dan korkmazsa bile ona isyan etmez. 1 19 Yahya b. el-Yeman çocuğu Davud'la çok ilgilenirdi. N ihayet in­ sanlar bir gün ona: "Hadis imamları dört kişidir. Abdullah, sonra Alkame, sonra İbrahim bir de sensin ey Davud," dediler. Yahya b. el-Yeman dedi ki : Davud'un annesiyle evlendim. Ya­ n ı mızda, Davud'u saracak bir şey yoktu. Nihayet ona bir dirhe­ min altıda bi riyle [bir danikle] bir giysi aldım. Zeyd b. Ali oğluna şöyle dedi: Ey Oğl u m! Allah benim için seni seçmemiş, fakat beni [bana iyilik yapmanı] sana vasiyet etm iş­ tir. Allah senin için beni seçmiş; ancak beni senden [senin fit­ nenden] sakındırmıştır. Bilmiş ol ki evlatları için en hayırlı baba, 1 3 9 B u s öz, Hz. Peygamber'in (sav.) Suhayb-ı Rumi için söylediği şu hadi sten a l ı n mıştır: (� rJ .lıı � ı>-1 _;.! � l;;.i ı �) "Suhayb ne güzel bir kuldur! Eğer Allah'tan korkmasaydı bile ona isyan etmezdi." (çev.). ,

el-İkdü 'l-Ferid

296

(2/274) evlat sevgisi aşırıya gitmeyendir. Babalar için de en hayırlı evlat, taksiratı, onu ebeveyne isyana götürmeyendir. M erfü hadiste şöyle varit olmuştur: " Evlat kokusu cennet ko­ kusundandır." Yine merfü hadiste şöyle gelmiştir: " Evlat Allah'ın kokusun­ dandır." Hz. Peygamber (sav.) Fatıma ile müj delendiği zaman: "Kokla­ yacağım bir kokudur; rızkı da Allah'a aittir," buyurdu. Amr b. el-As, Muaviye'nin yanına girdi; yanında da kızı Aişe vardı. Amr: "Kim bu kız?" dedi. Muaviye: "Kalbin elmasıdır," dedi. Bunun üzerine Amr: 'l\t onu kucağından; vallahi bunlar düşman doğurur, uzakları yakı nlaştırır ve kindarları bize varis kılarlar," dedi. M uaviye ise şöyle dedi. " Ey Amr! Böyle söyleme! Vallahi onlar gibi hastaya bakan, onlar gibi ölüye ağıt yakan ve hüzünle­ re yardım eden yoktur. Nice kız kardeşin oğlu, dayısına yardım etmiştir." H attan b. el-Mualla et-Tal şöyle dedi: Bağırtlak kuşunun hen üz uça m aya n ya vruları gibi, Oradan oraya konan kızcağızla r olmasaydı, Yeryüzünde, enine boyuna, Büyük bir sıkıntı olurdu, benim için, A ram ızda olan evlatlarım ız, Ciğerlerim izdir, yeryüzünde yü rüyen.

Ubeydullah b. Ebu Bekre şöyle dedi: Çocuğun ölümü, ciğerde asla iyileşmeyen ciddi bir yarıktı r. Ömer b. el-Hattab (ra.), b oyn u n d a bir çocuk taş ıya n bir ada­ ma baktı ve ona: "Senin neyi n oluyor bu?" dedi. Adam: "Oğlum­ d u r, ey M ü m i nlerin Emiri ! " dedi. Ömer: " N e var ki eğer yaşar­ sa senin için sı nav olacak; vefat e derse seni hüzünlendirecek," dedi. Resulullah'ın (sav.) kızı Fatıma, H üseyin b. Ali'yi oynatıyor ve : " Babama kasem olsun, Peygamber'e benziyor; Ali'ye değil," di­ yordu. (2/275)

ez-Zübeyr de, oğlu Urve'yi oynatıyor ve şöyle diyordu:

el-İkdü 'l-Ferid

297

A tik a ilesinden daha beyazdır, Mübarektir, Sıddik'in evladındandır. Hoşla n ı rı m o n dan, Tükürüğü m den hoşlandığım gibi.

Bi r bedevi adam çocuğunu oynatıyor ve şöyle diyordu: Cim rin in m a l ı n ı sevdiği gibi seviyoru m o n u, Fakirliği tadıp sonra malına kavuşa n cim ri gibi . . . Ma lı n ı vermek istediği zaman, ortaya çıka r onun için.

Bir diğeri çocuğunu oynatırken şöyle dedi: Az uyuklam asından bilirim onu, Ve başım da olduğu gibi, başının hafifliğinden . . .

Tay kabilesinden yankesici bir adam vardı. Vefat etti ve arka­ sında s üt emen küçük bir oğlan bıra ktı. Annesi onu oynatırken şöyle d iyordu: A h ! Keşke yan kesicilikyapsaydı da, Ve a rkadaş edinmeseydi işinde, Ve korku turdu geniş yolları ve dar boğazları, Çok nadirdir, oralardan korktuğ u.

Abdülmelik b. Mervan şöyle dedi: Velid'i çok sevmemiz bize zarar verdi; biz onu eğitemedik de sanki Velid bizi eğitti. H arun er- Reşid oğlu el-Mu'tasım'a: " Filanca hizmetçin ne yaptı?" dedi. el-Mu'tasım: "Öldü ve öğretmenlerden kurtuldu," dedi. H arun er- Reşid : "Demek öğretmenler seni bu dereceye ulaştırdılar, öyle mi? Vallahi bir daha öğretmene gitmeyeceksin," dedi. Sonra onu badiyeye gönderdi; o rada fasih Arapçayı öğrendi. el-Mu'tasım ümmiydi. O "İbnü'l-Maride," adıyla bilinirdi. İbrahim (as.) ve Ölüm Meleği

Bazı hadislerde rivayet edildiğine göre İ brahim (as.) insanlar içinde haysiyetine en düşkün insanlardan birisiydi. Vefat edeceği sırada, ölüm meleği tanımadığı bir adam şeklinde yanına girdi. İb­ rahim ona: "Seni kim evime soktu?" dedi. Ölüm meleği : "Seni bun­ ca yıldır burada oturtan beni soktu," dedi. İbrahim: "Peki, sen kim­ sin?" dedi. Adam: "Ben ölüm meleğiyim ; ruhunu kabzetmek için geldim," dedi. İbrahim: "Oğlum İshak'la vedalaşmam için müsaade eder misin?" dedi. Ölüm meleği : "Evet, müsaade ederim," dedi. İb-

e/-İkdü 'l-Ferid

298

[2/276] rahim hemen İshak'a haber yolladı. İ shak yanına gelince durumu ona haber verdi. Bunun üzerine İ shak hemen babasına yapıştı ve onun için ağlamaya başladı. Bunu gören ölüm meleği yanlarından çıktı ve : "Allah'ım! Senin zebih in İ shak, haliline yapışmış,'' dedi. Al­ lah ölüm meleğine: "Ona mühlet verdiğimi söyle,'' dedi. Ölüm me­ leği durumu onlara bildirdi. İ shak da babasını bıraktı. Bu arada İ brahim yattığı eve geldi. Ölüm meleği, uykuda onun canını aldı. Çocuğun Desteği

Allah (cc.), kulu Zekeriya'dan ve onun evladı hakkındaki du­ asından söz ederken şöyle buyurdu : "Zekeriya yı da an! Han i o Rabbine şöyle yalvarm ıştı: Rabbim! Geride kalan ların en hayırlısı Sensin, yine de Sen beni yalnız [çocuksuz] bırakma!" 1 40 Yine şöy­ le buyurdu: "Doğrusu ben, a rka m da n iş başına geçecek olan ya ­ kın ları m dan endişe ediyorum. Karım da kısırdır. Tarafında n bana yerim i alacak bir halef ver. O, Yakub hanedanına varis olsun; Rab­ bim, o n u rızana erdir. " 1 4 1

Ayette geçen "yakınlar" dan maksat amca çocuklandır. Şair şöyle dedi : Yetişir zulüm lerine, destek sahibi olan kişi, Desteği olmayandır, asıl zelil olan kişi. Iskalanır eli, yardımcıları az olunca, Ve uzaklaştırır zulmü, sayısı çoğalı n ca.

el-Utbl şöyle dedi: Ebu Bera Amir b. Maiik yaşlanmıştı. Onu koruyacak çocukları da yoktu. Yeğenleri onu zayıflatıp aklını yitirmiş olduğunu iddia ettiklerinde şöyle demeye başladı : Sa vdı m başımdan sizi, ancak b u rah a tlık veren bir sav olmaz, Tırn aklardan yardım istem ediğin zam a n . . . Zayıfla tıyor beni hilmim v e hakkım da çok cahil oluşun uz, Ve benim bir cahile karşı saldırıya geçmemem . . .

Başka birisi şöyle dedi: Saldı rır kurtlar, köpekleri olmayan la rı n üzerine, Ve korur, hazırlıklı ve koruyucu ola n ı n ham lesi. 1 4 0 Enbiya, 2 1 /89. 1 4 1 Meryem, 1 9/5.

el-İkdü 'l- Ferfd

299

Tecrübeler ve Zamanla Edeplenme

(2/277]

H ükema şöyle dedi: Terbiye edici olarak tecrübeler yeterl idir. Öğüt olarak günlerin dönmesi yeterlidir. Dediler ki : Terb iye edici olarak zaman, irşat edici olarak da akıl yeterlidir. H abib şöyle dedi: Mürşidimi m i öğrenmek istiyorsun ? A klımdır m ü rşidim; Yoksa terbiyem i mi sorguluyorsun ? Zam a n ı m terbiyecimdir.

İ brahim b. Şekle şöyle dedi : Ebeveynin terbiye etmediği kişiyi, Gece ve g ü n düz terbiye eder. Düşürm üşler zillete, nice ka vm in şerifini! Gelmemiştir ona, onlardan bir yardı m. Zam a n ı n elinin ulaşmadığı, niceleri var! Ya ken disiyle kimsen in m u tmain olm adığı n iceleri! Hepsi de yum m uş gözlerini, hadiselerden, Ve o n u n yanında, zamandan in tika m alma vardı r.

Bir diğeri şöyle dedi: Gün ler bıra kmaz bir mazeret, senin için, Ve ibret alır gün lerle, akıllı adam.

Dediler ki: Zaman, geçm işle gelecekten haber veren olarak yeterlidir. Dediler ki : Akıl sahipleri için tecrübe ettikleri şeyl er muhbir olarak yeterlidir. M e ryem oğl u İsa'ya (as.) : "Kim seni terb iye etti?" denildi . İsa (as.) : " Kimse terbiye etmedi. Cehaletin çirkinliğini gördüm ve uzak durdum; o kadar," dedi. Veda Günleri Sohbeti

H ükema şöyle dedi: Vedalaşarak günlerle sohbet et; zamanla yarışa girme, yoksa tökezlenirsin. Şair şöyle dedi: Za m a n la yarışa giren, öyle b i r tökezlenir k i Za m a n ı n adımından a z olm az, bu tökezlen m e.

(2/278]

e/-İkdü 'l- Ferfd

300

Zaman adım attıkça, sen d e o n u n la adım at, Zamanın akıp gitmesi gibi, sen de a kıp git!

Beşşar el-Ukayll şöyle ded i : Kınıyorum, zorluk bitecek ileride, Ve yara tılm ış olacak, yarında n itiba ren bir raha tlık. Ben ancak zaman gibiyim, uyan ırım uyandığında; Ahmak/aşırsa zaman, ben de a h m a k/aşı rım.

Başka birisi şöyle ded i : Ahmak/aş, ahmaklarla karşılaştığın zaman, Ve tıpkı cah illerin işi gibi, cah ilce davran. Karıştır sen de bir karıştırıcıyla karşılaşırsan bir gün, Doğru bir sözü saçma bir söze karıştırdığı zaman . . . Gördüm kişiyi, aklıyla sıkın tıya g irm iş, Tıpkı bir gün önce aklıyla m u tlu olduğu gibi . . .

Diğer bir şair şöyle dedi : Ölçüler yardımcı olduğu zam a n, ilhak ettirir, aciz kişiyi ka rarlı kişiye.

Bir diğeri şöyle dedi: A kıllı insanın hazzıdır, engelleyici sebep, Öyle biri ki cah ilin hazzın ı ortaya çıkarır.

Arapların bu konudaki darbımesellerinden birisi: "Boyun eğ zamana, ilerletir seni," şeklindedir. Bizim bu manadaki sözlerimizden birisi şudur: Boyun eğ zaman, affeder sen i, Eğer Zelildir, deseler sen: Evet, zelilim, de.

H abib şöyle dedi:

[2/279]



Kara sevdalıydı kadın, son ra sakin leşti, Böyledir işte, her akıcının duracağı bir yer vardır. Za manın sana gösterdiği zilletleri, A t, zamanının yaramaz kötüleri için.

Başka birisi şöyle ded i : Bir vaziyette kalmaz zaman, Ya gelir m u tlaka ya da g ider. Eğer karşılaşı rsa senin le, kötülü kleriyle, Sen sabret, zira zaman sabretm ez. Sabret, sana dokunan bir zam a n üzerine,

el-İkdü 'l-Ferfd

30 1

Hep böyle geçm iş, çünkü zamanlar. Bir kez sevinç bir kere de h üzün, A m a ne sevin ç devam eder ne de h üzün.

Başka birisi şöyle dedi : Kederi bir yapanı Allah affetsin, Ve belaların döndüğüne inanan kişiyi . . . Gidiyor dünya bizim için, geldiği şekliyle değil, Ve olaylar çıkıyor, olaylardan son ra. Cereyan ediyor geceler, toplanmalar ve ayrılıklarla, Yıldızlar doğuyor o gecelerde ve ba tıyor. Ve u m a rsın, sevincin ehlinde kalması n ı, Ve bu imka nsızdır, sevincin deva m etmesi.

Başka birisi şöyle diyor: Sen in le ilgili günlere bakıyorum, u m a rı m Daha g üzel olan dostluğa dönerler.

Kötü Sözlerden Korunma

H ükema şöyle dedi: [Yarın] özür dilenecek bir şeyden sakı n ! Y i n e dediler k i : Nefsini töhmete maruz bırakan kişi, suizandan emin olamaz. Yine şöyle dediler: Kötü şeyleri di nlemen, kötülük olarak sana yeter. Yine dediler ki : Batıl bile olsa ayıp olarak söz yeterlidir. Şair şöyle dedi : İnsa n ları, kendin i kö tülemeye davet eden kişiyi, Hak ile de batıl ile de kötülerler. Kö tü söz, sah ibine doğru, Yuka rıdan aşağıya akan sudan daha h ızlı a kar.

Başka birisi şöyle dedi: Hak olsun, batıl olsun, b u söz söylendi artı k, Mazeretin olmaz bir sözden, söylen diği zaman.

Aristoteles, İskender'e şöyle dedi: Kuşkusuz insanlar, söyle­ yebildikleri zaman yapmaya da muktedirdiler. Söyleyeceklerin­ den sakın, yapacaklarından emin olursun. İ mruülkays şöyle dedi: Dilin açtığı yara, tıpkı elin açtığı yara gibidir.

[2/2801

e/-İkdü 'l-Ferid

302

el-Ahta! şöyle dedi: Söz, iğnenin geçmediği yerden d e geçer.

Ya'kub el-Hamduni şöyle dedi: Um ulur, kılıcın açtığı yara için iyileşm e, Faka t yoktur iyileşme, dilin açtığı yara için.

Başka birisi şöyle dedi: Kazanan ben olurdum, eğer doğru olsaydı söyledikleri, Söylediğimi tasdik, onlarınkini tekzip edecek kim var?

Hapşırma Adabı Peygamber (sav.)

Ebu Bekir b. Ebu Şeybe'nin hadisinde Peygamber (sav.) şöyle buyurdu: " Hapşıran kişi 'el-Ha m dulillah (hamd Allah'a mahsus­ tur) ' diyene kadar ona, ' Yerh a m u kellah (Allah sana rahmet et­ sin)' deme! O hamdetmezse sen de ona dua etme ! " Yi ne Peygamber (sav.) şöyle buyurdu : "Sizden birisi hapşırır ve Allah'a hamdederse sizde ona ' Yerham ukel/ah' deyi n. Eğer hamdetmezse ona dua etmeyi n ." [2/28 1 ]

Ali (ra.) şöyle dedi: "Hapşıran kişiye üç kez ' Yerhamukel/a h ' denilir. Eğer üçten fazla olursa o, başından çıkan bir hastal ıktı r." Bir gün İbn Ömer hapşırdı; etrafı ndakiler ona, ' Yerham ukel/ah' dediler. Bunun üzeri ne İbn Ömer şöyle dedi: Yehdikümüllah ve yuslih bô/eküm (Allah sizi hidayet etsin ve kalbinizi ıslah etsin). Ömer b. el-Hattab şöyle dedi: Sizden birisi hapşırdığı zaman üç kez ona " Yerhamukellah, " deyi n. Eğer üçten fazla hapşırırsa ona: "Sen sıkıntıdasın," deyin. Bazıları şöyle dedi: Hapşırana " Yerh a m u kel/ah" demek bir ke­ redir. Öpme İzni

Abdurrahman b. Ebu Leyla, Abdullah b. Ömer'den rivayetle şöyle dedi : Biz Resulullah'ı n (sav.) elini öpüyorduk. Veki', Sü fyan'dan rivayetle şöyle dedi : Ebu Ubeyde, Ömer b. el-H attab'ın elini öptü.

el-İkdü 'l-Ferfd

303

eş-Şa'bi'nin naklettiği hadise göre, bir gün Resulullah (sav.) Ca'fer b. Ebfı Talib'le karşılaştı; onunla kucaklaştı ve iki gözünün a ra s ı n ı öptü. İyas b. Dağfel şöyle dedi : Ebfı Nadre'nin, el-Hasan'ın yanağını öptüğünü gördüm. eş-Şeybani, Ebü'l-H asan'dan, o da Mus'ab'dan rivayetle şöy­ le ded i : M escitte Ali b. el-Hüseyin'in (ra.) yanına giren bir adam gördüm. Adam onun elini öpüp başının üzerine koydu. Ali b. el- Hüseyin ona engel olmadı. el-Utbi şöyle dedi: Bir adam Hişam b. Abdülmelik'in yanına girdi ve elini öptü. Hişam şöyle dedi : Ona yazıklar olsun. Arap­ lardan ancak korkak olanlar, Acemlerden de ancak alçak olanlar el öperler. Bir adam, el-Me'mun'un elini öpmek için izin istedi. el­ Me'mfın şöyle dedi: Mümin için el öpmek zilletti r. Zimminin el öpmesi aldatmadır. Senin zillet içine düş mene, bizim de aldan­ maya ihtiyacımız yoktur. Ebu Dülame, el-Mehdi'nin elini öpmek için izin istedi; fakat el-M ehdi izin vermedi. Bunun üzerine Ebu Dülame şöyle dedi : Benim için çoluk çocuğumu rızıktan menetmen, beni bundan menetmenden daha kolay olurdu. Ebu Bekir el-Heceri ve el-Mansur

el-Asma! şöyl e dedi: Bir gün Ebu Bekir el-Hecerl, el-Mansur'un yanına girdi ve : "Ey Mümi nlerin E mlri ! [Dişlerim döküldüğü için) ağzım çekilmez hale gelmiştir. Sizler bereket evinin ehlisi­ niz. M üsaade etsen de başını öpsem, belki Allah kalan dişlerimi benim için muhafaza eder," dedi. el-Mansur: "Başımı öpmekle hed iyeyi almaktan birisini seç," dedi. Bunun üzerine adam: "Bir tek dirhem alıp gidecek olsam, ağzı mda bir tek dişin kalmasın­ dan bile benim için daha iyidir," dedi. 142 el-Mansur güldü ve ona bir hediye verilmesini emretti. 142 M üellif bu kon uyu bu cildin 7. sayfas ında da zikretmektedir. Oradaki me­ tinle b u radaki metin arasında az b i r fark vard ı r. 7. sayfadaki metin (_,...,,i :Jli ;_s.L> .._.,.; ..} � 'J İ ;;G,.Jı ._,.,ı.,.; :_,.. �) şeklindedir. Buradaki metin ise (01 :Jli �L> .._.,.; ._,; � '11 ;;G,.Jı j-". � J, ._,.., � ; :_,.. � 0rİ) şeklindedir. Metnin başındaki (0!) hatalı olarak metne girmiştir (çev.).

[2/282]

el-İkdü 'l-Ferfd

304

Dediler ki : Liderin eli öpülür. Baba, çocuğun başını öper. Er­ kek kardeşler yanak öperler. E rkek, kız kardeşinin göğsünü öper. Koca, karısının ağzını öper. H asta Ziyareti

Ebu Amr b. el-Ala hastalandı. Onun ashabından bir adam ya­ nına girdi ve ona: "Bu gece sabaha kadar senin yanında kalmak istiyorum," dedi. Ebu Amr ona şöyle dedi: "Sen sağlıklısın, bense hastayım. Sıhhat, uykusuz kalmana engel olur. Hastalık da uyu­ mama engel olur. Sağlıklı insanlara şükür bağışlamasını ve has­ talıklı insanlara da sabır vermesini Allah'tan istiyorum." Abdülaziz b. Mervan hastayken Küseyyir Azze onun yanına girdi ve şöyle dedi: " Eğer senin sevincin iyileşmen, benim de hastalanmamla mümkün olsaydı, hastalığını bana vermesi için Allah'a yalvarırdım. Fakat ey Vali, Allah'tan senin için sıhhat afi­ yet diliyorum ve benim için de senin yanı başında nimet istiyo­ rum." Abdülaziz güldü ve ona bir hediye verilmesini emretti. Kü­ seyyir Azze çıkarken şöyle diyo rdu: Bizim v e başkasının efendisin i ziyare t ettik; Acı çekmek, ziyaretçilerle son b ulsaydı keşke! Eğer fidye kabul etseydi hastalık, Verirdim, malımın ve m iras aldığımın seçkin kısm ını.

Edebiyat ehlinden bir adam bir hastaya şu nları yazdı :

[2/283]

Hasta olduğun haber verildi bana, on lara dedim ki Nefsim fedadır ona, her teh likeye karşı. Keşke hastalığı bende olsaydı da, Hasta sevabı onun olsaydı da ben sevapsız kalsaydım.

Başka birisi bir hastaya şunu yazdı: Koruduk sen i, eğer verilseydi sana aşk v e ölüm, Şekva bizde olurdu ve ücret senin olurdu.

Yahya b. Halid ve Bir Şair

Bir şair, Yahya b. Halid b. Bermek'in yanına gidip gelir ve onu överdi. Bir hastalık sebebiyle birkaç gün gelemedi. Yahya onu aramadı ve soruşturmadı. Adam h astalığından iyileşince ona şunları yazdı:

el-İkdü 'l-Ferfd

305

Ey Em fr! A llah sana ikramda bulunsun, Ve bıra ksın sen i benim için, uzun zaman. A llah ıslah etsin sen i, güzel görür m üsün ? Ben im de g üzel gördükleri mi? San a uğramadım, uzun zaman, Ban a bir elçi, hiç göndermedin. Bir suçum mu vardı ? Bilm iyoru m doğrusu, Verdiğin h ediyelere karşı şükürden başka bir suçumu . . . Yoksa bıktın m ı benden ? Bilm iyorum senin gibi birisinin, Zam a n ı koruyan benim gibisinden bıkacağını . . . Allah bolluk verdi; inkar etmedim, Verdiğim ahitleri, az bir kısm ı dışı nda ... Ve keklik yedim o da gıdadır; Bunun üzerine hastalığım geçip gitti. San ki yarın senin tarafına gelecek gibiyim, Eğer sana yol bulabilirsem.

Bunun üzerine vezir ona şunu yazdı: Sa vsın Allah senden, zamanın m usibetini, Ve h asta olmak, senden uzak olsun. Allah 'ı şahit tutarım ki bilm iyordum; Sen deki bu hastalığın etkili olduğ u n u . . . Ziyaret ederdim kuşkusuz, bilseydim eğer, Bir ay boyun ca; bu bile az olurdu. Bari mazerete yapışmam için bana bir yol ver, Eğer ken dime bir yol bulamazsam, Eskiden beri fazilet sahibi fazilet getirir; Ve dost her za man dosta karşı hoşgörülü davranır.

el-Mu'tasım, Abdullah b. Tahir'e şunu yazdı: Ağı r gelir b a n a seni hasta görmem, Ya da h astalığın sana m isafir olduğ u n u . . . Sevin irim, sağlığıma sahip biri olara k, Sağlığımı, sabah akşam sana emaneten vermeye . . . Böylece sağlığına kavuşm uş olursun, benim sağlığımla, Ve ben sana emaneten bir bedel sağlam ış olurum. Bu kardeşindir sen in, senin şikayetin i dile getirir, Dost da böyledir, dostunu sevdiği zaman.

Yahya b. Halid hastalandı. Onun katibi İ s mail b. Sabih, ziyaret için yanına gittiğinde başının ucunda oturur ve ona dua ederdi. Sonra çıkar ve kapıcıya, yiyecek ve içeceğini sorardı. İyileşince

[2/284]

el-İkdü 'l-Ferfd

306

Yahya b. H alid şöyle dedi: Benim bu hastalığımda İsmail b. Sa­ blh'ten başka kimse ziyaretime gelmedi. 143 Şair şöyle dedi: Hasta ziyareti, iki gün arasında b i r g ü ndür; Ve bir oturuştur, tıpkı bir lahza göz bakışı gibi; Bıktırma hastayı, soru lar sorara k, Bu h ususta iki harfle sormak, kafidir sen in için.

Bekir b. Abdullah, hastalığında kendisini ziyaret eden ve uzun oturan bir gruba şöyle dedi: Hastaya hasta ziyareti yapılır, sağla­ ma da ziyaret yapılır. Süfyan es-Sevrl şöyle dedi: Kurranın (hocaların) ahmaklığı, hastalar için hastalıklarından daha ağır geliyor; vakitsiz gelirler ve çok otururlar. Bir adam, Ömer b. Abdülazlz'i hastalığında ziyaret etti. Ona hastalığını sordu. Ömer durumu ona haber verince adam: "Fi­ lan ve filanca adamlar bu hastalıktan vefat ettiler," dedi. Bunun üzerine Ömer: "Hastayı ziyaret ettiğin zaman ölüm haberlerini duyurma; yanımızdan çı ktı ktan sonra da bir daha bizi ziyaret etme!" dedi. İbn Abbas şöyle dedi: Ölüm döşeğinde olan bir adamın yanına girdiğiniz zaman onu imanla müjdeleyin. Ta ki hüsnüzanla Rab­ bine kavuşsun. Şehadet kelimesini ona telkin edin, onu sıkmayın. el-A'meş hastalandı. İ nsanlar halini sora sora onu bıktırdılar. Bunun üzerine hikayesini bir mektuba yazarak başının ucuna koydu. Bir kimse ona sorduğu zaman el-A'meş: "Hikaye senin ya­ nında, mektubun içinde; onu oku," derdi. [2/285]

Bazıları şöyle dedi : Dostum hastalan dı, ziyaret ettim; Ona yakınma mdan ötürü, hasta landım. Ve bana geldi, hasta ziyareti için, İyileştim hem en, ona bakmamdan dolayı.

M uhammed b. Abdullah b. Tah i r h astalandı. Kardeşi Ubey­ dullah b. Abdullah'a şunları yazdı: 1 4 3 Ya ni o n u n kadar ziyareti hakkıyla ya pan olmadı.

e/-İkdü 'l-Ferid

307

Buldum, senin kabalığından dolayı, Sen in fiillerine bir şahit buldum. Ben hastalandım ve bulamadım, Sen in elçin dışında ziyaret edeni, Eğer hasta/ansan da Sa na ya rdım edecek bir yol bulam azsam, Gözlerim h issederlerdi uykuyu, Ta ki ziyaretine geleydim, uyumuş ola rak,

Kardeşi de ona şu cevabı verdi: Sürme/endi gözüm, geven diken iyle, Ta tmadım bir an, uyku tadın ı. Ey bol sevgi veren kardeşim! Ve ey göz bebeğim yerinde olan kardeşim ! Engelledi beni sana karşı, kalbimin inceliği, Ziyaretçilerin içinde, senin yanına girmekten . . . Duym uş olsaydım iki kulağım la, senden bir inilti, Parçalan ı rdı kalbim, in iltiyle birlikte.

M uhammed b. Yezid şöyle ded i : Ey h asta ! Feda ederim sana hastalık acısı n ı, Benim için yol var mı kavuşmaya ? Eğer girecek olsa perde aram ıza, Koymaz a raya perde, sendeki halsizlik ve m ide ağrısı.

M uhammed b. Yezid iki beyit okudu, dedi ki : Ebu Dühman bunları bana okudu. Bir ara hastalanan bazı amirleri ziyaret ederken şöyle demişti: Sadece kendim izle, malım ızla veya m iras aldığım ızla değil, Koruyacağız sen i, gizlediğin veya izha r ettiğin hastalıktan. Hastalık, hasta ziyaret eden topluluğ u m uzdadır, sende değil, Eğer yalnız iken, söylediklerimden çekin iyor/arsa . . .

Ebu Temmam et-Tat, Malik b. Tavk'a şikayet amacıyla şöyle yazdı: Nice gamlar vardır cömertlik için, Ham d için n ice tedirgin lik/er vardır, senin tedirgin liğinden. Giydirsin A llah yanından sana, afiyet elbisesin i, A ra sıra gelen uykun ve uykusuzluğ u n için . . . Çı ka rı rsın hastalı/jı vücudundan, Tıpkı kötü fiilleri ahlakından çıkarır gibi . . .

(2/286]

el-İkdü '/-Ferid

308

M uhammed b. Abdullah, el-Mütevekkil'in hastalığında ziyaret için yanına girdi ve şöyle dedi: Kaldırsın Allah bizim için, ima m ı n nefsinden, Za ten h epim iz, ölüm için h edefiz. A h ! Keşke ona peyda olan hastalık, Onda değil, ziyaretçilerinde olsaydı! Başkalarının yerini dolçlurur imam, bizim için, Faka t dolduramaz başkası, ima n ı n yerini bizim için. Tasa/an m a m, onun nefsi sağlam olduğ u nda, A llah 'ı n tü m kulları helak olup kırılsalar da . . .

Başka birisi bazı amirler hakkında şöyle dedi: Hastalandı v e tüm dünya h astalandı, o n u n hastalanmasıyla, Hastalandı; cömertlik ve güç de h asta la n dı onunla. Rah a tladığında parladı şeref, ayrıldı o n dan, Sis, h üzünler ve hastalık . . .

Beni Amir'in mecnunu Kays'a, Leyla'nın I rak'ta hastalandığı haberi ulaştı. Kays şöyle dedi: Diyorlar k i Jrak'ta hastadır, Leyla, Onun dostu olduğun halde, nasıl uzak kalabiliyorsun ? Allah Jrak'taki hastaya şifa versin, Kuşkusuz lrak'ta hastalıktan şikayetçi olan herkese merhametliyim.

M uhammed b. Abdullah b. Tahir şöyle dedi: A llah yan ı ndan giydirsin sana, afiyet elbisesin i, Kurtarsın sen i duamdan ve senin sabrı n dan. Sen in rahatsızlığın, bir hastalıktan dolayı çıkmadı ortaya; A ksin e gözlerin in hastalığı, vücuduna yansıdı. Ey gözleri hasta olan! İhya et bir genci ki Onu gözlerinle öldürm üşsün, ellerinle değil.

Başka birisi şöyle dedi: Ey Emelim ! Eleminle aran nasıldır? Ve şikayet ettiğin hastalığın nasıl? Bunlar iki gündür, kendim için hazırlıyorum on ları, Gülüşün ü n şimşekleri bana parlamadığı günden beri . . . [2/287]

Kıskandım sı tmanı, onun hakkında, Sı tma seni öpm üş dudaklarında n, den ildiğinde.

Benü'l- H eshas'ın kölesi Suheym şöyle dedi :

el-İkdü 'l-Ferid

309

Toplandı fa rklı yerlerden, üç ve dört kişi, Bir yerden de bir kişi, nihayet buldu sekizi. Ve en uzak çadırlardan geldiler, ben i ziyaret için, Herkes bilsin ki hastadır, bazı ziyaretçiler.

Abbas b. el-Ahnef şöyle dedi: Hastayım dedi kadın; ziyaret ettim, sıkıldı. Sağla m olan kadındır; asıl hasta olan ziya retçidir. Valla h i eğer tüm kalpler onun kalbi gibi ka tı olsaydı, Kalbi incelm ezdi baban ın, zayıfyavrusu için.

el-Vasik şöyle dedi: Hastalık sende değildi, bendeydi. Ken dimde, annem ve babamda . . . Bana: Sen ya ralanm ışsın, denildi, Önemsemedi kulağım, başım dönene kadar.

M uhammed b. Yezid, Uleyye bt. el-Mehdi için şu beyitleri söylemiştir. Heyecan duyayım diye, hastalandın yalandan, Öldürmek istiyorsun beni, galip gelirsin b u n u n la. Ve ziyaretçilere: Nasıl görüyorsunuz o n u ? şeklin deki sözün, On lar: Öldürülm üş, dediler; ben: En h a kir ölü, dedim. Eğer bana kötülük yapman, ben i rah a tsız etse bile Senin h a tı rına geldim diye, sevin direcek beni.

Bizim bu manada söyledikleri mizden bazı beyitler şunlardır: Hastadır cömertliğin ruh u, yücelik elbiseleri arasında, Şeref için peyda oluyor, hastalıklı bir cesette. Sadece sana giydirilmem iş, solgunluk ve bitkin lik elbisesi, A ksine h epimiz seninle, bitkin ve solg u n uz. Ey aza m e tinden dolayı üzerinde perde ola n ! Eğer b i r g ü n sana görünse perdesiz olara k . . . A tacak senin üstüne bir el, hastalığı kaldıran, Allah 'ı n Peygamberi Eyüb 'ün hastalığ ı n ı kaldıran el. . .

Bunun benzeri, yine sözlerimizden bazıları şunlardır: Zararı yok, eğer hastalık ve zarar sen i bulm uşsa Bazen g ü n eş de kapanır, ha tta bazen kamer de. Ey parlaklığını koruyan ayın beyazlığı! Feda olsun senin nuruna, benden göz ve kulak. Eğer cism in öğü tülmüş olsa bir sıtm ayla, Ayn ı şekilde bunaltılır, katil olan aslan la r.

[2/288]

el-İkdü 'l-Ferfd

310

Keskin kılıca gelince eğer kesiyorsa darbeleri, Ondan ön ce, kesmiyordu keskin kılıç. Şereften bir ruh gibi, m u h terem bir vücu tta, San ki fışkırıyor sabah, iki yan ağından. Eğer p usu ku rsaydı vücudun a, kaderden başka bir şey, Önemserdim bunu; faka t kader pusu kurm uştur ona.

Yine bu manadaki sözlerimizden birisi şudur: Zararı yok, eğer hastalık istediğini b u lm uşsa senden, Bazen on dördündeki ay da kapanır, m ü kemmel olunca. Zaman için de bir tek hastalıkta n şikôyet ettiğinde, Mu tlaka cömertlik de şikôyet eder, yakalandığı hastalıkta n.

Kucaklaşma Adabı Süfyan b. Uyeyne ve Malik

Ebu Bekir b. Muhammed şöyle dedi: Bize Said b. İshak, İbn Yunus el-M edini'den naklen dedi ki : Ben Enes b. Malik'in yanın­ da oturuyordum. Baktım Süfyan es-Sevri kapıda; girmek için izin istiyor. M alik: "Bu salih bir adam olup Sünnetin sahibidir; onu içeri alın," dedi. Süfyan girdi: "es-Se/am u aleykü m ve ra hm etul­ /ah i ve berekatuhu, " diyerek selamı uzattı. Malik selamını aldı. Bunun üzerine Süfyan: "Özel ve genel bütün selamlar ve Allah'ın rahmeti senin üzerine olsun ey Ebu Abdullah," dedi. Malik: "Se­ lam ve Allah'ın rahmeti senin üzerine de olsun ey Ebu M uham­ med," dedi. Sonra Malik onunla tokalaştı. Sonra : " Ey Ebu Muhammed ! Eğer bidat olmasayd ı seninle kucaklaş ırdık," dedi. Süfyan: " Bizden daha hayı rlı olan Resulul­ lah (sav.) kucaklaşmış,'' dedi. Malik: " Ca'fer'le mi?" dedi. Süfyan: " Evet, Ca'fer'le," dedi. B u n u n üzerin e Ma l ik: "Ey Eb u M uham­ med! Bu özel bir hadistir, genel değildir," dedi. Süfyan: "Ca'fer için genel olan bizi de kapsar. Onun için özel olan bizim için de özel olur, eğer salihsek. Senin meclisinde hadis nakletmeme müsaade eder misin?" dedi. Malik: " Evet, ey Ebu Muhammed ! " (2/289] dedi. Süfyan şöyle dedi : Bana Abdullah b. Tavus, babasından, o da Abdullah b. Abbas'tan şöyle dediğini nakletti : Ca'fer, H abeş toprağından geldiği zaman Peygamber (sav.) onunla kucaklaştı ve iki gözünün arasını öptü. Sonra, "Ahlak olarak ve yaratılış ba­ kımından i nsanlar içinde en çok bana benzeyen Ca'fer'dir," dedi.

e/-İkdü 'l-Ferfd

311

Maişetin Islah Edilmesi

Dediler ki : Toprağını çalışarak doyuran kimsenin evi ekmekle doyurulur. Dediler ki: Elbise, sahibine: " İ çeride bana ikramda bulun ki ben de sana dışarıda ikramda bulunayı m," der. Aişe şöyle dedi: Kadının elindeki kirmen, Allah yolunda cihad edenin elindeki mızraktan daha güzeldir. Ö mer b. el-Hattab şöyle dedi: Yerin yüzeyini yormayın. Çünkü onun yağı yüzündedir. Yine şöyle dedi : [Malınızı] ölümden uzaklaştırın ve bir başı iki baş yapın. 144 Yine şöyle dedi: Hamura sahip çıkın. Çünkü o iki gelir kayna­ ğından birisidir. Ebu Bekir, elbise satan bir kölesine şöyle dedi: Elbise uzun olduğu zaman ayaktayken onu yay. Elbise kısa olduğu zaman ise otururken onu yay. Satmak, bir üstün gelme yarışıdır. Abdülmelik b. Mervan şöyle dedi: Eline bir şey alan kimse, onu ıslah etsin. Bir zaman olacak, eğer ihtiyacı olursa (o şey) ödenecek olan onun borcu yerine geçer. Yemek Yeme

Peygamber (sav.) şöyle buyurd u : "Sizden birisi yemek yiye­ ceği zaman sağ eliyle yes in ve sağ eliyle içsin. Çünkü şeytan sol eliyle yiyip içiyor." Bilal ve el-Carud

M uhammed b. Selam el-Cumahl dedi ki : Basra'da emir olan Bilal b. Ebu Bürde, el-Carud b. Ebu Sebre el-Hüzell'ye şöyle dedi: "Sen mi bu yaşlının yemeği ni hazırl ıyorsun?" Abdüla'la b. Abdullah b. Amir'i kastediyor. el-Carud: "Evet," dedi. Bilal: "Onu bana [2/290) anlat," dedi. el-Carud şöyle dedi : Geliyoruz, onu yatıyor buluyo144 Hz. Ömer'in bu sözünün orij inali şöyledir: (.:r.--i _, _,,.İ )I ı_,.ı...,,.- ı _, L,WI .:,,:; l_,.i:-,>) Ya ni b i r hayvan aldığınız zaman fazla para verm eyi n. Bir hayva n fiyatı na iki hayvan alın. Böylece ölümü malınızdan uzaklaştırmış olursunuz. Birisi ölse bile diğer hayvan elinizde kalmış o l u r [Bkz. İbn Kuteybe ed-Dineveri, Üyu n u 'l-Ahbii r, Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut M. 1 9 7 1 , 1. 3 5 8] (çev.).

el-İkdü 'l-Ferfd

312

ruz. Uyanıncaya kadar oturuyoruz. İzin veriyor, onunla konuşu­ yoruz. Eğer onunla konuşursak güzel dinliyor. Bize konuşursa güzel konuşuyor. Sonra sofrasının gelmesini ister. Daha önce, ca­ riyelerine ve cariyelerin çocuklarına, sofra konulduğunda bir tek lafız söylememelerini emretmiş. Sonra fırıncısı gelir ve önünde durur. Ona: "Senin yanında ne var?" d iye sorar. Fırıncı da: "Şun­ lar ve şunlar vardır," der ve yanı ndaki malzemeleri hazırlar. Bunu yapmakla, her adamın kendisini, yapacağı yemek için iyice hazırlamasını istiyor. Oradan buradan çeşit çeşit yiyecekler ge­ tirilir ve sofraya konulur. Sonra kırçıl dişi keçi etinden yapılmış biberli, bol zeytinyağlı ve nohutlu, i ki tarafında et olan kemikli tirit getirilir. Sonra tek başına yemeye başlar. N ihayet insanların neredeyse doymuş olduklarını tahmin eder; bu kez dizleri üzeri­ ne çöker ve onlarla birlikte yeniden yemeye başlar. İbn Ebu Bürde şöyle dedi : Abd üla'la'nın yaptığı çok garip; canı, dişlerin çiğnemesine ne kadar da sabrediyor? B i r bedevi, H işam b. Abdülmelik' i n sofrasında hazır bulundu. Onunla birlikte yemek yerken bir de ne görsün, bir kıl bedevinin lokmasına yapışmış. Bunun üzerine H işam ona: "Ey bedevi ! Se­ n i n lokmanda bir kıl var," dedi. Bedevi : " Demek ki lokmamdaki bir kılı bile görebilecek kadar bana d ikkatle bakıyorsun, öyle mi? Vallahi hayatımda bir daha senin yanında yemeyeceği m" dedi. Sonra çıktı; çıkarken şöyle diyordu: Ölüm da ha hayırlıdır kuşkusuz, bir cimrin in ziyaretinden, Lokmaların etrafına, bilerek ve dikka tle bakıyor.

el- Mansur ve Bir Çoban

M uhammed b. Zeyd şöyle dedi. el-Mansur'un bir çobanı bir gün onunla birlikte yemek yedi. Sofrada el-Mansur'un oğulla­ rı el-Mehdi ve Salih de vardı. Bir ara çoban çocukların önündeki tiritten yerken ağzından biraz yemek tabağa düştü. el-Mehdi ve kardeşi, adeta artık onunla yemek istemediler. Bunun üzerine Ebu [2/291 ) Ca'fer el-Mansur adamın ağzından düşen yemeyi alıp ağzına koy­ du. Adam el-Mansur'a döndü ve şöyle dedi: "Ey Müminlerin E mlri ! D ünyaya gelince onu senin için terk etmeme değmeyecek kadar az bir şeydir. Vallahi senin için dünya ve ahireti terk edeceğim:'

e/-İkdü '/-Ferfd

313

el-Mansur, Bir Haşimi ve Perdedarı er-Rebi'

İbrahim es-Sindi anlattı ve dedi ki : Beni Haşim' den bir delikanlı sürekli el-Mansur'un yanına girer, uzaktan selam verir ve dönerdi. Bir gün yanına geldi; el-Mansur onu yakınlaştırdı; sonra yemeğe davet etti. Haşimi genç: "Yemek yedim," dedi. el-Mansur'un per­ dedarı er-Rebi', hatayı anlamadığını zannetsin diye gence mühlet verdi. [Çünkü halifenin davetine icabet etmemek hatadır.] Genç dönüp perdenin arkasına geçince er-Rebi' onu ensesinden itti. Genç, perdedarın bunu kendisine yaptığını görünce, durumunu ve perdedarın kendisine yaptığını amcalarına şikayet etti. Gencin akrabaları ertesi gün sabahtan Ebu Ca'fer el-Mansur'un yanına geldiler ve: "Bu genç, perdedardan şu eziyeti gördü," diye şikayet­ te bulundular. Bunun üzerine el-Mansur onlara şöyle dedi: "Bakın, er-Rebi' gibi bir adam, elinde bir hüccet olmadan bunun gibi genç­ lerin üzerine gitmez. Arzu ederseniz bu işten vazgeçip görmezden gelelim; isterseniz de er-Rebi'e sorup durumu size de duyuralım." Onlar: "H ayır, Müminlerin Emiri, er-Rebl'e sorsun, biz de dinle­ yeli m," dediler. el-Mansur perdedarını çağırdı ve ona sordu. Per­ dedar er-Rebi' şöyle dedi: "Bu genç eskiden gelir, uzaktan selam verir ve dönerdi. Dün Müminlerin E miri onu yakınlaştırdı. Hatta yakından selam verdi. Onu yemeğe davet etti. Genç, Müminlerin Emiri'nin onu koyduğu mertebenin hakkıyla: 'Ben yemek yedim,' diyecek kadar cahilleşti. Bir de ne görelim : Müminlerin Emiri'yle yemek yiyecek ve onun sofrasına o rtak olacak böyle bir kimse­ nin yanında, sadece açlığını bastıracak yiyecekten başka bir şey yoktur. B öylelerini söz değil, ancak fiil doğru yola getirir." Kavim bunun üzerine sustu ve ayrıldılar. Bekir b. Abdullah şöyle dedi : İ nsanlar içinde en fazla yum­ ruğu hak eden, çağrılmadığı yemeye gelen kimsedir. İ ki yumru­ ğu hak eden, ev sahibinin kendisine: "Şurada otur," dediği halde o : "Yo k l:>en şurada oturayım" d iyen kimsedir. Üç yumruğu hak eden ise bir yemeğe çağrıldığında ev sahibine: " Evin sahibesini de çağır, bizimle yesin," diyen kimsedir. Ebu Osman Amr b. Bahr el-Cahiz şöyle ded i : Bir delikanlı m u ­ kah h il, m ukabbib, mükevkib, şükiimid, h u rii m id ve tükö.mid olma-

e/-İkdü 'l-Ferid

314

malıdır." Sonra el-Cahiz bu kelimeleri şöyle açıkladı : "Muka hhil: Kemiği o kadar sıyırıyor ki sanki sürmelenmiş bir fildişine ben­ ziyor. Mukabbib: Ö nünde etleri o kadar biriktiriyor ki adeta bir (2/292] kubbe haline getiriyor. Mükevkib : Önündeki leğene o kadar tü­ kürüyor ve balgam atıyor ki attığı tükürükler adeta yıldızlar gibi parlıyor. Huram id: Öğle yemeğiyle akşam yemeği vakitlerinde gelir ve : 'Ne yiyorsunuz?' der. O n da n hoşlanmayanlar da: 'Zehir yiyoruz,' derler. Adam elini içine koyar ve: 'Sizden sonra yaşama­ nın anasının ... içine ! ' der. Şüka m id: H enüz ağzına aldığı lokmayı yutmadan diğerini ağzına alır ve boğulacak olur. Sonra bir fare yutan horoz gibi yutkunmaya başlar. Tükii.m id: Yemeği önüne ko­ yar ve başkasının önünden yer." Yemek sahibinin, yemekten önce ellerini yıkaması, yemeğin adabındandır. Sonra misafirlerine: "İsteyen elini yıkasın," der. Yemekten sonra, önce onların ellerini yıkamalarını sağlar; ken­ disi en son yıkar. Hükümdarların Adabı

Ulema şöyle dedi: Bir yetkilinin evinde ona imamlık yapıl­ maz; o izin vermeden sofrasına oturulmaz. 1 45 Ziyad şöyle dedi : Müminlerin E mlri'nin huzuruna gelen biri­ sine selam verilmez. Abdullah b. Abbas, Muaviye'nin yanına girdi; Ziyad da onun ya nındaydı. Muaviye onunla merhabalaştı ve yanı başında onun için yer açtı. M uaviye ona yönelerek onunla konuşuyor ve ona sorular soruyordu. Ziyad da susuyo rdu. İbn Abbas ona: "Sen na­ sılsın ey Ebü'l-M uglre? Sanki aramıza bir soğukluk koymak ister gibisi n," dedi. Ziyad: "Hayır; fakat M üminlerin Emlri'nin yanına gelene selam verilmez," dedi. İbn Abbas : " İ nsanlara yetiştiğim kadarıyla emirlerinin huzurunda kardeşleriyle selamlaşıyorlar," dedi. M uaviye: "Vazgeç ondan ey İbn Abbas! Sen ne yaparsan yap, mutlaka mağlup olursun," dedi. 1 4 5 M üellif bu sözü burada v e b u c i l d i n 5 . sayfasında ulemaya nispet etmiş­ tir. Başka bir yerdeyse hadis olarak zi kretmiştir [Bkz. İkdü '/-Ferfd, i l . 2 5 7] Gerçekten bu söz hadis-i şerif olup az fa rkla M üslim' de yer almakta d ı r. ('lJ .;;k 'l ! c;.� � � ..) 4 'lj , .;lhi..;. ..) - �.Jl ı � .Jlı ,j.:�) . [Bkz. Müslim, Sah ih, M esacid, 390] (çev.) .

e/-İkdü 'l-Ferfd

315

eş-Şeyban! şöyle dedi : Abdülmelik b. M e rvan tükürdü; ancak fazla uzağa atamadı ve tükürüğü halının kenarına düştü. Hemen meclisten bir adam kalktı ve elbisesi n i n koluyla o tükürüğü sildi. Bunun üzerine Abdülmelik: " Dört kişinin hizmeti nden utanıl­ maz: Hükümdar, alim, baba ve zayı f." Yahya b. Halid şöyle dedi : Hükümdarların halini sormak, ah­ makların selamlamasındandır. Sen: " E mir nasıl sabahladı?" de­ mek isted iğin zaman, onun yerine: "Allah emiri ni met ve kera­ metle sabahlatsın" de. Eğer hükümdar hasta ve sen onun halini sormak istiyorsan: "Allah emire şifa ve rah met indirsin;' de. Dediler ki: H ükümdar sana ikramını arttırdığı zaman sen de [2/293] onu yüceltmeyi arttır. Seni kul kabul ettiği zaman, sen onu sahip kabul et. Sürekli ona bakma ! Her kelimede ona çok duada bulunma! Sana kızdığı veya senden hoşnut olduğu zaman renk verme! Ayrıca onun yanında yemin etme! Dediler ki: Hükümdarlara soru sorul maz; hapşırdıkları za­ man onlara " Yerhamukellah" (Allah sana rahmet etsin) denilmez ve "Sen nasılsın efendim?" denilmez. Şair şöyle dedi: Hüküm darlar muhatap alınm azlar, Ve bıktıkla rı za man kınanm az/a r. Sözleri tartışı lmaz, Hapşı rdıklarında: Yerh amukellah, denilm ez. Kon uşulduğunda: Nasılsı nız? denilmez. Sadece övülür ve tebcil edilirler. A n la ta vsiyem i, mecn un olmazsın.

Dediler ki : H ü kümdarlara hizmeti n gereklerinden b i risi, ayakkabıları n ı n önüne konulmas ı d ı r. O nlara doğru yürü mesi engellenir. Ayakkabıları koya rken sağı sağ ayağın hizasına, solu da sol ayağın hizasına koya r. Tamire muhtaç bir koltuk bulduğu zaman onu t.ımir eder. B u konuda h ü kü mdarın emrini bekle­ mez. H ü kümdar emretmeden mürekkep hokkasını arar. O nu hükümdara yaklaştı rdığında üzerindeki tozları alır. Önünden uzaklaşan bir k a ğ ı t görd ü ğü z a m a n o n a ya k ı n l a ştırır v e m a s a ­ ya koyar.

e/-İkdü 'l-Ferfd

316

Muaviye'nin ashabı ona şöyle dediler: "Bizler çoğu zaman se­ nin arzu etmediğin kadar yanında oturuyoruz. Sen kalkmamızı emretmekle [belli ki] bizi küçük düşü rtmek istemiyorsun; biz de fazla oturup sana ağır gelmek iste miyoruz. Bu konuda bize bir alamet koy da, kalkacağımızı anlayalım.'' Muaviye : "Bunun ala­ meti benim 'Siz bilirsiniz' sözümdür," dedi. Bunun benzeri Yezid b. M uaviye'ye söylendi. Yezid : "Ben 'A l­ lah'ın bereketiyle' dediğim zaman," dedi. Bunun benzeri Abdülmelik b. M e rvan'a söylendi. Abdülmelik: "Hayzeran ı (asayı) yere koyduğum zaman," dedi. B ugüne kadar, hükümdarlara soru sorma konusunda, Şebib b. Şeybe'nin Ebu Ca'fer'e söylediği gibi latif bir mana, mükemmel bir edep, güzel bir tarz işitmedim. Şöyle demişti : "Allah seni ıslah etsin; ben tanışmayı severim fakat sormakla seni rahatsız etmek istemiyorum." Bunun üzerine Ebu Ca'fer: "Ben Filanın oğlu Fila­ nım," dedi. [2/294]

Kinaye ve İma

Açıkça söylenmesi çirkin olan latif kinayelerin en güzellerin­ den birisi Ömer b. Abdülaziz'in söylediğidir. Bir ara husyelerinin altında bir çıban çıkmıştı. Kendisine: "Bu çıban senin nerende çıkmış?" denildi. Ömer: " Kalçanın altı ile testis torbası arasında," dedi. Bir adamda, koltuk altında bir çıban çıkmıştı. Kend isine: "Bu çıban senin nerende çıktı?" denildi. Adam: "Omuzlarımın altı n­ da," dedi. Allah Kur'an'da kinaye yoluyla cimadan söz etmiş ve " m u la­ m ese" (karşılıklı dokunma) ifadesini zikretmiştir. Yine, abdest bozmayı, "el-gait" (tabii ihtiyacı karşılama) ile ifade etmiştir. Al­ lah şöyle buyurdu: "Şayet hasta veya yolculuk halinde veya için iz­ den biri ayakyolundan gelirse yah u t kadın larla cinsel ilişkide b u ­ lun u rsa, bu hallerde su bulamadığı n ız takdirde temiz b i r toprağa yönelin ve teyemmüm alın ."146 Ayette geçen "el-gait" kelimesi düz

1 46 Mfüde, 5/6.

el-İkdü 'l-Ferfd

317

ve geniş yer anlamında olup çoğulu "g itan "dır. 14 7 Yine şöyle bu­ yurd u : "İn ka r edenler dediler ki: Bu n asıl peygamber! Yemekyiyor ve çarşılarda dolaşıyor. " 1 4n Onlar " Yemekyiyor" sözleriyle aslında "abdestini bozuyor" imasını yapmışlardı. Allah yine şöyle buyur­ du: "Şimdi de elini koyn una sok. Bir h astalık yüzünden olmaksızın, bir başka m ucize olarak bembeyaz çıkacaktı r. " 1 49 Allah "min gayri suin" ifadesiyle kelliği ima etmiştir. er- Rebi' b. Ziyad, en-Nu'man b. el-Münzir'in yanına girdi. er-Rebl'de beyazlık hastalığı vardı. N u'man ona: "Sendeki bu be­ yazlık nedir?" dedi. er-Rebi': "Allah kılıcını parlatmış," dedi. Harise b. Bedr, Ziyad'ın yanına girdi; [şarap içtiğinden dolayı] yüzünde bir iz vardı. Ziyad: "Yüzündeki bu iz nedir?" dedi. Harise: "Kumral atıma bindim; beni tökezletti," dedi. Ziyad: "Eğer boz ata binseydi n bu böyle olmazdı," dedi. Aslında Harise: "Kumral" keli­ mesiyle şarabı ima emişti. Ziyad da "Boz at" ile sütü kastetmişti. M u aviye, el-Ahnef b. Kays'a: "Bana şairin şu sözünden haber ver," dedi ve şu beyitleri okudu: Tem fm 'den birisi öldüğü zaman, Ve yaşam ası sen i sevindiriyorsa azık getir. Ekm ekle, h u rm ayla veya yağla, Veya çizgili elbiseye sarılı şeyle, Görü rsün, etrafta dolaştığını, hırsta n, Yem ek için, Lokman b. Ad'ın kafası n ı.

M uaviye : "Bu çizgili elbiseye sarılı şey" nedi r?" dedi. el-Ahnef: "Sıcak yemektir (es-sahine) , ey M ü minlerin E mlri," dedi. Muavi­ ye: "Biri diğeriyle açıklandı, ama ortaya çıkan daha karanlık," dedi. es-Sah ine, Kureyş' in undan yaptığı bir yemektir. O el-hariredir

ve çizgili elbisenin içinde dökülürdü. H assan b. Sabit onun hak­ kında şöyle der: 1 4 7 Genellikle insanlar abdestleri ni bozmak için el-gait denilen d ü z v e geniş yerlere geldikleri için, bir müddet sonra b u kelime tabi i i htiyacı karşılama­ n ı n ismi haline gelmiştir [Geniş bilgi için bkz. Lisa n ü 'l-Arab (J, �) maddesi] (çev.). 1 4 8 Furkan, 2 5 / 7 . 1 49 Taha, 2 0 ; 2 2 .

[2/295]

el-İkdü 'l-Ferid

318

Sah in e, Rabbini mağlup edeceğini sandı, Galiplerin galibi galip gelecektir kuşkusuz.

Başka birisi şöyle demiştir: Har/relerinden yediler ve uyudular.

Osman b. Affan, Amr b. el-As'ı M ısır valiliğinden azledip yeri­ ne İbn Ebu Serh'i tayin edince Amr, Osman'ın yanına girdi. Üze­ rinde dolgulu bir cübbe vardı. Osman ona: "Cübbenin dolgusu nedir ey Amr?" dedi. Amr: " Dolgusu benim," dedi. Osrrian : "Senin içinde olduğunu biliyorum," dedi. Sonra Amr'a: "Senden sonra sağmal hayvanların sütlerinin bollaştığını biliyor musun?" dedi. Amr: "Çünkü siz onların yavrularını aç bıraktınız," dedi. Osman, e/-likah (sağmal hayvan) ifadesiyle Mısır'ın haracını kastetmişti. Amr da e/-i'cô.f(aç bırakma) ifadesiyle şunu ima etmiş­ ti : Kendisinden sonraki vali zulmediyor, maaş sahiplerine maaşla­ rını vermiyor; onları aç bırakarak bu maaşları sultana gönderiyor. Medine' de Ca'de adında bir adam vardı. Saçını tarar ve bekar kadınların peşine düşerdi. Bunun üzerine gazada bulunan En­ sardan bir adam Ömer b. el-Hattab'a (ra.) şu beyitleri yazdı :

[2/296)

Hey! Ulaştırın Eb a Hafs 'a bir elçi, Feda olsun sana, güven ilir bir dostta n izarım. Dişi deve/erim ize dikkatli ol, Alla h h idayet etsin sen i, Biz ya nın ızda değiliz, kuşa tm a zam a n ı n da. Çelme a tıyor onlara, pin ti ve genç bir deve, Onlarca deveye çelme taka n sütannenin kocası ne kötüdü r'

Adam "develer" kelimesiyle kadınları kastetmişti. Ayrıca "Ca'de" denilen bir adamı ima ediyordu. Ömer o adamı sordu; ona gösterdiler. Ömer hemen saçını tıraş etti ve onu Medine'nin dışına sürgün etti. Ömer b. el-Hattab, bir kadın ın tavafta şöyle dediği ni işitti : Kadı nlardan bazıları tatlı ve serin bir suyla sulanır, Arı bir suyla ... İşte o kadın lar, o vakit m u tlu olurlar. Bazıları da rengi bozulm uş yeşil bir suyla . . . A cı bir s u . . . Allah korkusu olmasaydı, kaçardı o kadınlar.

Ömer ka d ı n ı n şikayetini anladı. Ko c a s ı n a haber gönderdi; baktı ağzı kötü kokuyor. Ömer onun, 5 0 0 dirhemle karısını boşa-

el-İkdü 'l-Ferid

3 19

mak arasında tercih yapmasını istedi. Adam 5 0 0 dirhemi tercih etti. Ö mer ona 5 0 0 dirhem verdi; adam karısını boşadı. Basra eşrafından bir adam Ziyad'ın yanına girdi. Ziyad ona: "Evin Basra'nın neresinde?" dedi. Ada m : "Ortasında," dedi. Ziyad: " Kaç çocuğun var?" dedi. Adam: "Dokuz," dedi. Adam Ziyad'ın ya nından çıkınca kendisine: "Ona sorduğun sorulara verdiği ce­ vapların hiçbiri doğru değildi. Onun bir tek çocuğundan başka çocuğu yoktur; ayrıca o Basra' nın kenar mahallesinde oturuyor," denildi. Adam Ziyad'ın yanına geri geldiğinde Ziyad bunu kendi­ sine sordu. Adam şöyle dedi: "Sana yalan söylemedim. Dokuz ço­ cuğum vardır. Sekizini, azık olsun diye kendim için gönderdim; bir tek çocuğum kaldı. Onun benim için mi yoksa aleyhimde mi olacağını bilmiyorum. Evim de şehir ile cebbane (mezarlık) ara­ sındadır. Ben ölülerle diriler arasındayım. Yani evim Basra'nın ortasındadır." Ziyad: "Doğru söyledin" dedi. Yalan v e Küfrün Kinayesi

el-Haccac, Abdurrahman b. el-Eş'as'ı hezimete uğratıp da onun ashabının bir kısmını öldürüp bir kısmını esir ald ığı zaman Abdülmelik b. Mervan, Haccac'a esirleri kılıçla karşı karşıya bı­ rakmasını, küfrü ikrar edenleri serbest bırakmasını, küfrü inkar edenleri öldürmesini emreden bir mektup gönderdi. Esirlerden A mir eş -Şa'bl, Mutarrif b. Abdullah b. eş-Şi hhlr ve Said b. Cübeyr [2/297] geti ri ldiler. eş-Şa'bl ve el-M utarrif ima ve kinaye yoluna gidip küfrü açıkça ifade etmediler. Onların sözleri kabul edildi ve affe­ dildiler. Said b. Cübeyr ise bunu reddetti ve öldürüldü. eş-Şa'b\" nin ima yoluyla söylediği şuydu: "Allah, Emlri ıslah etsin; ev hüzün vermeye başladı ve bizden yüz çevirdi; ortalık bize karşı yalnızlaştı ve ko rku hissetmeye başladık; geceleri uyu maz olduk ve belayla yüz yüze kaldık. Bir fitne bizi kuşattı ki içinde ne takva sahibi iyi ler olduk ne de güçlü kötüler olabildi k." el-Haccac: " Doğru söyledi; vallahi bize karşı huruç etmekle ne sevap kazandılar ne de güçlendiler; onu serbest bırakın," dedi. Sonra M utarrif b. Abdullah ona getirildi. el-Haccac ona: "Sen nef­ sin için küfrü ikrar ediyor musun?" dedi. M utarrif: "Ku�kusuz M üslü manları bölen, kan döken, biatini kıran ve M üslümanları

e/-İkdü 'l-Ferid

320

korkutan kimse küfre layıktır," dedi. el-Haccac: "Bunu serbest bı­ rakın," dedi. Sonra Said b. Cübeyr yanına getirildi. el-Haccac ona: " N e fsin için küfrü ikrar ediyo r mus un?" d e d i . Said b . C ü b ey r : '�llah'a iman ettiğim günden beri Allah'a karşı küfre girmedim," dedi. el- H accac: "Vurun boynu nu," dedi. el-Vasik halife olduğunda Kur'an'ın mahluk olmasıyla ilgili bir sıkıntı hakkında, insanlar için otursun diye Ahmed b. Ebu Davud'a emredildi ve fakihler onun yanına çağrıldı. Onlardan el-H aris b. Miskin getirildi ve kendisine: " Kur'an'ın mahluk oldu­ ğuna şahitlik yap," denildi. el-Haris: "Tevrat'ın, İ ncil'in, Zebur'un ve Kur'an'ın; bu dördünün mahluk olduklarına şahitlik ederim," dedi ve dört parmağını uzattı. Amacı, dört parmağının mahluk olduğunu, Kur'an'ın mahluk olmadığını kinaye yoluyla ima et­ mekti. Böylece öldürülmekten kurtuldu. Bağdat fakihi Ahmed b. Nasr, kinaye yoluyla ifade vermekten aciz kaldı ve reddetti; sonuçta öldürülüp vücudu asıldı. İbadete düşkün bazı adamlar, bazı halifelerin yanına girdiler. Halife onu yemeğe davet etti. Adam : "Oruçlu biri, Müminlerin Emlri ile yemek yemez. Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Ama Allah istediğini temize çıkarır," dedi. Asıl mesele, halifenin yeme­ ğini beğenmemesiydi. İbn İrbad ve Hariciler

el-Asmal, I sa b. Ömer' den naklen şöyle dedi: Bir ara İbn İ rbad karn ını öne çıkararak yürürken Haricilerin kılıçlarıyla insanla­ rı sıraladığını gördü. İbn İ rbad: "Sizde Yahudilerden bir şey var mı?" dedi. Onlar: "Hayır," dediler. İ b n İ rbad: "O halde doğru bir şekilde yolunuza devam edin," dedi. Onlar da yollarına devam edip ondan vazgeçtiler. Şeytanüttak, Haricilerden, elinde kılıç olan bir adamla karşı[2/298) !aştı. Harici adam ona: "Vallahi ya Ali'den teberri edeceksin ya da seni öldüreceğim," dedi. Ada m : "Ben Ali'den ve Osman'dan beriyim," dedi. Demek istedi ki : Ben Ali'denim ve Osman'dan beriyim. Ebu Bekir b. Ebu Şeybe şöyle dedi: Bir gün el-Velid b. U kbe, Kufe m i nberi üzerinde şöyle dedi: "Yemin ediyorum ki beni 'Gö-

e/-İkdü 'l-Ferfd

321

ğüs kılları bol' diye isimlendiren kişi m utlaka ayağa kalksın" dedi. Bunun üzerine Küfe ehlinden bir adam ayağa kalktı ve: "Sana karşı ayağa kalkıp: 'Seni, göğüs kılları çok diye isimlendi­ ren benim' diyecek olan bu adam kim acaba?" dedi. Halbuki onu böyle isimlendiren kendisiydi. M uaviye, Sa'saa b. Suhan'a : " M inbere çık ve Ali'ye lanet oku," dedi. Adam bundan kaçındı ve : "Beni affedecek misin?" dedi. Muaviye : " H ayır, affetmeyeceğim," dedi. Bunun üzerine minbere çıktı. Allah'a hamd ve sena yaptıktan sonra : " Ey insanlar! M uavi­ ye, Ali'ye lanet okumamı emretti. Ona lanet edin; Allah ona lanet etsi n," dedi. Övgüyle Kinayeli Yalan İbnü'l-Heysem ve Sarhoş Genç

el-Meda.ini dedi ki : el-üryan b. el-Heysem'e sarhoş bir genç getirildi. İbnü'l-Heysem ona: "Sen kimsin ?" dedi. Genç şöyle dedi : Ben öyle birisin in oğluyum ki tenceresi in m ez yıl boyu. Eğer bir g ü n inecek olsa, geri döner hemen. İnsa n la rın [eve [eve ateşin in ışığına geldiklerini görürsün. Bazıla rı ayaktalar ateşinin yanında, bazıları oturm uştu r.

İbnü'l- H eysem onu eşraftan bazılarının çocuğu zannetti ve hemen tahliye edilmesini emretti. Ortaya çıkınca kendisine: "O bakla satan adamın oğludur," denildi. isa b. Musa ve İbn Şübrüme

Bir adam I sa b. Musa'nın yanına girdi. Yanında Kadı İbn Şüb­ rüme vardı. I sa b. Musa kadıya: "Bu adamı tanıyor musun?" dedi. O, I sa'nın yanında bir şeyle suçlanıyordu. Kadı : "Onun bir evi, ce­ sareti (kadem) ve bir şerefi (şeref) vardır" dedi. I sa b. Musa onu serbest bıraktı. İbn Şübrüme ayrılınca ashabı ona: "Sen gerçekten o adamı tanır mıydın?" dedi. İbn Şübrüme: " Hayır, fakat onun kal­ dığı bir evinin olduğunu biliyordum. Üzerinde yürüdüğü ayakları [Kadem, hem ayak hem cesaret anlamına geliyor] olduğunu bili­ yordum. Onun şerefinden maksadım, onun kulakları ve omuzla­ rıydı. [Şeref, hem asalet hem yüksek yer anlamına geliyor] .

el-İkdü 'l-Ferfd

322

[2/299]

Kedi Satıcısına Kız İsteyen Adam

Bir adam, bir adam adına bir kavmin kızını istedi. Ona: "Ada­ mın sanatı nedir?" dediler. Adam: " Hayvan (devvab) mahmuzlu­ yor;' dedi. Bunun üzerine adamlar kızlarını ona verdiler. Durum ortaya çıkınca adamın kedi satıcısı olduğunu gördüler. Bu konuda onu sıkıştırdıklarında adam: "Ben size hiç yalan söylemedim. Kedi de hayvan değil mi?" dedi. [Devvab kelimesi canlı hayvan manası­ na gelse de aslında binek hayvanları için daha çok kullanılır.] M ualla et-Ta!, hasta olan İbnü's-Seri'yi ziyarete gitti. O rada bir şiir söyledi. Şiirde şöyl e diyord u : Yem in ederim eğer ilah sıhhat verirse, Ve Serf b. Serf şifa bulursa Devem le bir ay hacca gideceğim, Ve şükür olarak da Salim 'i ve Safa yı aza t edeceğim.

Hastanın yanından çıkınca ashabı ona: "Vallahi senin Salim ve Safa adlarında kölel erin olduğunu bilmiyorduk. Kimi azat ede­ ceksin?" dediler. Mualla et-Ta!: "Onlar iki kedimdir. Hac da farz­ dır. İ nşallah, sözlerim sebebiyle boynumda bir şey kalmaz," dedi. Şakayla Kinaye ve İma

İbn Slrin'e bir adam sorul du. İbn Sirin : "Dün vefat etti," dedi. Soru soran kişinin üzüldüğünü görünce : "Allah ölüm vakitleri geldiğinde insan ları vefa t ettirir. Ölm eyen leri de uykuların da öl­ m üş gibi yapar," ı so ayetini okudu. Ardı ndan da "Vefattan maksa­

d ı m uykudur," dedi. Ziyad hastalandı. Kadı Şüreyh ziyaret için yanına girdi. Çıkın­ ca M esruk b. el- Ecda ona haber yollayıp: "E miri nasıl bıraktın?" dedi. Kadı Şüreyh : "Onu emrediyor, yasakl ıyor olarak bıraktı m," dedi. M esruk: "Şüreyh imalı konuşur; ona sorun," dedi. Ona sor­ d ular. Kadı Şüreyh : "Onu bıra ktığımda vasiyetini emrediyor ve ağlamayı yasaklıyordu," dedi. Bir gün Sinan b. M ükemmil en- N ümeyri, bir katır üzerinde Ömer b. Hübeyre el-Fezari'nin yanına gidiyordu. İbn Hübeyre ona: "Katı rının yularını kısalt," dedi. Sinan : "Allah, Emlri ıslah etsin, o 1 5 0 Zümer, 39/42.

e/-İkdü 'l-Ferfd

323

örtülüdür;" dedi. İbn Hübeyre (� .:.ı � � ).1) sözüyle, Sinan'ın [2/300] kabilesi olan Nümeyr'in geçtiği] Cerir'in şu sözünü kastetmişti : Kapat gözünü sen Nümeyr kabilesindensin; Ne Ka 'b'a u laşırsın ne de Kilab 'a . . .

Sinan da (�_,.:5:.. �!) sözüyle, İbn H übeyre'nin mensup olduğu Fezare kabilesinin adının geçtiği] şairin şu sözünü kastetmişti : Güven m e, genç deven için Fezôre 'ye mensup birine, Ört devenin üzerini sırımlarla; baş başa kaldığında.

B eni Nümeyr kabilesinden bir adam, elinde bir şahin olan Beni Temim kabilesine mensup bir adamın yanından geçti. Temimli adam N ümeyrli adama: " B u şahin mi?" dedi. Nümey­ rli adam: " Evet, o bağırtlak kuşunu avlar," dedi. Temimli adam Cerir'i n şu şiirini ima ediyordu: Ben Nümeyr'e yukarıdan bakan şahin im, İndim h a vadan onların üzerine inerek.

N ümeylli adam da et-Tirmah'ın şu sözünü ima etm işti : Tem im, kö tülükle, bağırtlak kuşunda n dah a doğru yoldadır. Yoldan çıkar, eğer cömertlerin yoluna giderse.

İbn Yezid el-H ilali ve Muharibli Adam

Beni Muharib'den bir adam, Ermen iye Valisi Abdullah b. Yezid el-Hilali'nin ya nına girdi. Ona yakın bir yerde, içinde kurbağalar bulunan bir göl vardı. Abdullah b. Yezid : " M uharib'in yaşlıları akşam bizi uyutmadılar," dedi. Bunun üzerine Muharibi: 'J\llah, Emiri ıslah etsin, bunun sebebini biliyor musun?" dedi. Abdul­ lah: "Sebebi nedir?" dedi. M uharibl i : "Çünkü peçelerini kaybet­ mişlerdi," dedi. Abdullah: 'J\llah seni ve senin getirdiğini kahret­ si n," dedi. Abdullah b. Yezid el- H i lali " Bizi uyutmadılar" sözüyle el-Ahtal'ın şu şiirini ima ediyordu: Va kvaklıyorlar sebepsiz, Muharib 'in yaşlıları, San m ıyorum oklara kanat takıp sivrilttik/erin i. Tıpkı gece karan lığında bağrışan kurbağalar gibi; Ve sesleri, den iz yılanına yerlerin i gösterir sadece.

M uharibli adam da "Peçelerini kaybetmişler" sözüyle şairin şu sözünü ima etmiştir:

el-İkdü 'l-Ferfd

324

Her Hilalf'nin bir peçesi vardı r, cim rilikten, İbn Hi/ô/ 'in ise hem peçesi hem göm leği vardır.

Muaviye, Abdurrahman b. el-Hakem'e: "Bu iki atı bana anlat," [2/30 1 ] dedi. Abdurrahman: "Onlardan birisi sert kişniyor; diğeri yıldı­ rım gibi ses çıkarıyor," dedi. O bu sözüyle en-N ecaşl'nin şu sözü­ nü ima ediyordu: Kurtardı Hind'in oğlunu, çıngıra klı yüzen bir at, Yıldırım gibi sert kişneyen; yan ı n da h a kir kalır mızraklar.

Bunun üzerine Muaviye: "Ancak onun sahibi her şeye rağmen kardeşinin karısına kur yapmazdı," dedi. Abdurrahman b. el-Ha­ kem, kardeşinin karısıyla dedikodusu yapılırdı. Ziyad bir kadınla evlenme konusunda, güvendiği adamların­ dan birisiyle istişarede bulundu. Adam: "Senin için o kadında hayı r yoktur. Bir adamın onu öptüğünü gördüm," dedi. Bunun üzerine Ziyad onu bıraktı. Ancak Ziyad'ın danıştığı adam kadının yanına gidip gelmeye başladı ve onu nla evlendi. Adamın evlilik haberi Ziyad'a ulaşınca ona haber yolladı ve ona: "Sen bana, bir adamın onu öptüğünü gördüm, demedin mi?" dedi. Adam: " Evet, babasının onu öptüğünü gördüm," dedi. B ir bedevi Ömer b. el-Hattab'a : " Ey Müminlerin Emiri ! Beni ve Suheym'i bir deveye bindir," dedi. Ö mer: "Allah aşkına ey be­ devi ! Suhaym dediğin bu tulum olmasın," dedi. Bedevi : " Evet, odur," dedi. Sonra dedi ki: "Zannı kendisine faydalı olmayanın kesi n bilgisi kendisine faydalı olmaz." B ir adam kızdığı bir adamla vedalaştı. Vedalaşı rken ona: 'J\1lah'ın muhafaza ettiği kimsenin sırrında ve onun korumasının perdesinde git," dedi. Adam durumu fark etti ve şöyle dedi: "Al­ lah senin mekanını yüceltsin, sırtını güçlendirsin ve seni bakılan kimse yapsı n," dedi. eş-Şeyban! şöyle dedi: İbn Ebu Atik şakacı bir adamdı. Adı Abdullah b. M uhammed b. Ebu Bekir es-Sıddik (ra.) idi. O nun, Kureyş eşrafından bir karısı vardı. Kadının bazı cariyeleri vardı; düğün ve matemlerde şarkı söylüyorlardı. Kadın, cariyelerinden birisinden, kocası hakkında söylediği bir şiiri seslendirmesi n i is-

el-İkdü '/-Ferid

325

tedi. B u n u n üzerine cariye şarkıyı okumaya başladı. İ b n E b u Atik de dinliyordu : Götürdü ilah, senin yaşadıkların ı, Ve galip geldi aklın, ama ne galibiyet! İnfak ettin malını, gösterişsiz bir şekilde, Her zina eden kadında ve içkide . . .

İbn Ebu Atik cariyeye: "Bu şiir kimindir?" dedi. Cariye: "Hanım [2/302] efendimindir," dedi. Hemen bir kağıt aldı ve çıktı. Yolda Abdullah b. Ömer b. el-Hattab ile karşılaştı. Ona: " Ey Ebu Abdurrahman! Az dur, sana bir şey söyleyeceğim," dedi. Abdullah b. Ömer durdu. İbn Ebu Atik: "Beni bu şiirle hicveden hakkında ne düşünürsün?" dedi ve iki beyti ona okudu. Abdullah b. Ömer: "Affedip bağışlamanı dü­ şünürüm;· dedi. İbn Ebu Atik: "Vallahi onunla karşılaşırsam onu becerecem," dedi. Bunun üzerine İbn Ömer onu azarladı ve: "Allah kahretsin sen i!" dedi. Birkaç gün sonra yine onunla karşılaştı. İbn Ömer onu görür görmez ondan yüzünü çevirdi. Ancak İbn Ebu Atik onun karşısına geçti ve ona şöyle dedi: "Şu kabir ve kabrin içinde yatan zatın hakkı için benden iki harf dinlemeni istiyorum," dedi. İbn Ömer başını çevirip onu dinledi. İbn Ebu Atik: "Ey Ebu Abdurrahman! Ben o şiiri söyleyeni buldum ve onu becerdim," dedi. İbn Ömer [böyle çirkin bir sözü işittiği için] dehşet içinde kalıp yere yığıldı. İbn Ebu Atik, onun bu halini görünce kulağına yaklaştı ve : "Allah, seni ıslah etsin, o benim karımdı," dedi. Bunun üzerine İbn Ömer ayağa kalktı ve gözlerinin arasını öptü. Sükut

Lokman Hekim, bir şeyl er almak için Davud'un (as.) yanına otu rurdu. Lokman siyahi bir köleydi. B ir gün Davud'un demir­ den bir zırh yaptığını gördü ve hayret etti. Lokman daha önce zırh görmem işti. Lokman ne yaptığını ona sormadı. Davud da ona haber vermedi. Nihayet bir yıl sonra zırh bitti. Davud onu kendi bedenine ölçtü ve (L;ij i r.J t;U, .)j�) "Savaş günü için sağlam bir zırhtır," dedi. Bunun üzerine Lokman: "Susmak hikmettir; fa­ kat yapanı azdır," dedi. el-Mehdl'nin katibi Ebu Ubeydullah şöyle dedi: Konuşarak haz aramaktan çok, susarak haz aramaya hırslı ol. Çünkü bela, konuşmaya bağlıdır.

el-İkdü 'l-Ferfd

326

Ebü'd-Derda şöyle dedi: Kulakları n ı ağzından korumaya çal ış. Çünkü Allah sana iki kulak ve bir ağız vermiştir ki konuşmaktan çok dinleyesin. İbn Avf, el-Hasan'dan naklen dedi ki: İ nsanlar Muaviye'nin yanında oturup konuştular. el-Ahnef sustu. Muaviye ona: " Ey Ebu Bahr! Sen neden konuşmuyorsun?" dedi. el-Ahnef: " Doğru söylersem senden korkarım, yalan söylersem Allah'tan korka­ rı m," dedi. [2/303]

el-Mühelleb b. Ebu Sufra şöyle dedi: Bir adamın aklının lisa­ nından fazla olduğunu görmem, lisanının aklından fazla olduğu­ nu görmemden benim için daha sevimlidir. Salim b. Abdülmelik şöyle dedi: Aklın lisandan fazla olması mürüvvettir. Lisanın akıldan fazla olması bidattir. Dediler ki: Göğsü dar olanın lisanı genişler. Konuşması çok olanın hataları da çok olur. Ahlakı kötü olanın dostları az olur. H erim b. Hayyan şöyle dedi: Konuşmanın sahibi iki menzil arasındadır. Eğer kısa keserse mağlup olur; uzatı rsa günahkar olur. Şebib b. Şeybe şöyle dedi: H oşlanmadığı bir sözü işitip de ona cevap vermeyen kimseden, o sözün zararı kesilir. Eksem b. Sayfı şöyle dedi: Adamın ölümü iki dudağı arasın­ dadır. Ca'fer b. Muhammed b. Ali b. el-H üseyin b. Ali b. Ebu Talib (ra.) şöyle dedi: İnsan, lisan ıyla yaptığı kaymadan dolayı ölür, Kişi ölmez, ayak kaymasından. Ağzıyla kaym ası, başına vurur, Ayağıyla kayması, iyileşir bir m ü ddet sonra.

Şair şöyle dedi: Hilm süstür, sükut selamettir, Çok kon uşma, kon uştuğunda. Bir kez sükr1tuma pişm an olm uşsam, Defalarca kon uşm am için pişma n olm uşum.

el- H asan b. Hani şöyle dedi :

e/- İkdü '/-Ferid

327

Boş bırak iki yanını atışı m için, Ve geç git benden, selametle.

Süku t h astalığıyla öl,

Daha hayı rlıdır, kon uşma hastalığıyla ölmenden. Çok lafız var ki Sevk eder, on larca insanın ecellerin i. Güvende olan kişi, Ağzı n ı bir gemle gemleyendir.

H ü kemanın bazısı şöyle dedi: Benim sükuttan hazzım bana- [2/304] dır. M e nfaati sadece benimdir. Konuşmamdan hazzım başkası­ nadır. Vebali ise bana döner. Dediler ki : Konuşmayı beğendiğin zaman sus. Bir adam Ömer b. Abdülaziz'e: "Ne zaman konuşayım?" dedi. Ömer: "Susmak istediğin zaman," dedi. Adam : "Ne zaman susa­ yım?" dedi. Ömer: "Konuşmak istediğin zaman," dedi. Peygamber (sav.) şöyle buyurdu: "Bir kula, lisanın serbestliği kadar kötü bir şey verilmemiştir." Abdullah b. el-Ehtem konuş urken hata yapan bir adamı işitti. Bunun üzerine ona: "Senin konuşman sayesinde, sükut muhab­ betle rızıklandırılmıştır," dedi. Konuşmak

Konuş mayı tercih edenler şöyl e dediler: Peygamberler ko­ nuşmak için gönderilmişlerdir; sükut etmek için değil. Sükutun fazil eti, ancak konuşmakla anlatılabilir; söz, sükut ile anlatılma­ mıştır. Ancak konuşmakla iyilik emredilir ve kötülükten sakın­ dırılır; Allah tesbih edilir ve O'na hamdedilir. Konuşmanın bir bölümü olan beyan Allah'ın, kulları için nimet olarak kabul ettiği bir şeyd ir. Şöyle buyurdu: "Ona anla m a ve a n latm ayı öğretti:• ı s ı Ancak lisan, bütün ilimleri kalplere aktarır. Dolayısıyla konuş­ manın faydası, hem söyleyene hem de dinleyenedir. Ama süku­ tun faydası sadece sükı1t edenedir. Konuşmak ve susmak hakkında s öylenen en dengeli söz şu­ dur: H ayırda konuşmanın tümü, susmaktan daha faziletlidir. Şer konusunda susmanın tümü, konuşmaktan daha faziletlidir. 1 5 1 Ra hman, 5 5 / 2 - 3 .

el-İkdü '/-Ferid

328

er-Rakiiik' in sahibi Abdullah b . el-Mübarek, Malik b. Enes

el-M edenl'ye mersiye söylerken şöyle dedi : Susm ak ailesini süslediğin de, h ep susardı. Ama m ü h ü rlen miş kelam ı n kapağ ı n ı en iyi açan biriydi. 1 5 2 Ka vradı Kur'an 'ın anla ttığı b ü tü n h ikmetleri, Ve o n u n sorum luluğuna verildi adap, et ve ka n ile.

Ömer b. el-Hattab: Hareketi terk etmek gaflettir, dedi. Bekir b. Abdullah el-Müzeni: Susmak tutulmadır, dedi. Dediler ki : Susmak uyku halidir; konuşmak ise uyanıklık halidir. Dediler ki : Bir şey ikiye katlandığında mutlaka kısalır. Konuşma bunun dışındadır. İ kiye katlandıkça uzar. Şair şöyle dedi: On u n h uyudur susmak, Eğer bir söz söylerse fasih olur. Susmaya başladı; eğer kon uşursa, Bıra kmaz sözde bir fazlalık.

Fe s ahat

M uhammed b. Slrln şöyle dedi: Bir kadının üzerinde yağdan daha güzel, bir erkeği n üzeri nde de fesahatten daha güzel bir şey görmedim. Allah (cc.), elçisi M usa'nın fasih konuşamadığını hikaye eder­ ken şöyle buyurdu: "Kardeşim Harun benden daha açık ve düz­ gün kon uşur. Onu da, beni onaylayan biryardımcı o/arakyan ı m da gönder. " 1 53 Konuşmanın Afetleri

Bir gün İbnü's-Semmak kon uşuyordu. Onun bir cariyesi de onu dinliyordu. Yanına girince h e me n cariyesine: " Konuşmamı nasıl buldun?" dedi. Cariye: " Eğer çok fazla tekrar etmeseydin ne güzel olurdu ! " dedi. İbnü's-Semmak: "Anlamayanlar anlasınlar diye tekrar ediyorum," dedi. Cariye : " Eğer anlamayan anlayınca­ ya kadar tekrar edilirse b u kez anlayanları bıktırır," dedi. 152 Yan i belagatle konuşmaya m u kted i r birisiydi. 153 Kasas, 2 8/34.

el-İkdü 'l-Ferfd

329

el-Asma) şöyle dedi : Bir gün M u aviye yanında oturanlara : "H angi insanlar daha fasihtir?" dedi. Sofrada bulunan b i r adam şöyle dedi: " Ey M üminlerin E mlri ! En fasih insanlar lrak'ın pel­ tekliğinden yüce olan, Bekir kabilesinin hışırdamasından kur­ tulan, Tağl ib kabilesinin mizacından uzak duran, kendilerinde Kudaa kabilesinin homurtusu ve H i myer kabilesinin kabalığı bu­ lunmayan insanlardır." Muaviye: "Onlar kimlerdir?" dedi. Adam: "Senin kavmin Kureyş, ey M üminlerin Emlri ! " dedi. Muaviye : " Doğru söyledin; peki, sen kimsin," dedi. Ada m : "Cerm kabilesin­ den," dedi. el-Asma) dedi ki: "Cerm, insanların en fasihleridir." Bu söz, Kureyş'in faziletleri babında zikredil miştir. Burası da (2/3061 yeri olunca zikrettik. Ebü'l-Abbas M uhammed b. Yezid e n -Na hvi şöyle dedi : Ko­ nuşmada et-Tü m tüme, "te" harfini tekrar demekti r. el- Ukla, ko nuşma esnasında dili burkmaktı r. el-Hubse, konuşma yap ­ mak isterken tutulmaktır. el- Lefef, b ir harfi bir harfin i çi ne koymaktır. et-Ta m tama, konuşmanın, Acemlerin konuşmasına benzemes idir. el- Lükne ise ko nuşma esnasında Acemlerin lü­ gati nden bazı kel imelerin ortaya ko nul masıdır. -Bu deyi mleri ve bunlar hakkında söylenenleri teker teker açıklayacağız in­ şallah.- el-Lüsga, bir harfin yeri ne başka b ir harfin konulması­ dır. el- G u n n e, ha rfin söylenişi esnasında burundan ses çıkarıl­ mas ı d ı r. el-Hu n n e ise el- Gunne'den daha şiddetl idir. et-Terh im, kelamın sonunun hazfedilmesidir. el-Fe 'fe 'e, " fe" harfini tekrar etmektir. Ra culün fe 'fe 'ü n (.1..i lı � J) denildiği zaman, (fô 'ô/ün) "Çok 'fe' kullanan," demektir. Bunun benzeri sôbôt ve hôtôm'dır. er-Raciz şöyle dedi: Ey Mayy, yı rtık çoraplı kadın! Haksız yere aldın yüzüklerimi.

Başka birisi şöyle dedi : [Kon uşma] fe 'fô. ' ve tamam ile değildir, Yoktur, kon uşm anın hatalarını seven.

er-Rütec vezninde olan er-Rü tet, konuşmanın başlangıcında tereddüt etmektir. Ondan bir şey geldiğinde hemen ona yapışır. e/-Gamgama, sesi işitirsin ama harflerin mahreçleri senin için

el-İkdü '/-Ferid

330

açık ol maz. er-Rütet, çoğu zaman insanın yapısıyla alakalıdır. er-Raciz şöyle dedi : t..y karıştıran ve tereddüt gösteren kişi!

Denilir ki bu tereddütlü konuşma şekli eşrafta çok olur. Gam ­ gama, bazen konuşmanın dışında bir şeyde olabilir. Çünkü bu, harflerinin mahreci anlaşılmayan bir sestir. Antere şöyle dedi: Ve b i r arkadaş, çağırdım o n u; gamg a m a yaptı, Buyur demek istedi, ama kon uşam a dı. Kon uşmanın korkusundan kon uşmaz hale geldi.

Temim'in keşkeşe sine geli n ce, Beni Amr b. Temim müennesin "kef"ini zikrettikleri zaman üzerinde vakfederler ve "kef"i "şin" yaparlar. Çünkü "şin" harfi, mahreç itibarıyla "kef"e yakı ndır. Onların recezleri, (

..�.l

..i;İJ

•.

� .:ı i �

Jo>··· lUı J ı...ş"-" .ill ı pB

�) "Ne dersesin ey kadın ! Sen bana ben de sana menfaat vere­ yim

***

Ve koyarsın yan ımdakini, senin yanındakine" yerine (J'>

�İJ "='"" "-�; .:ıi J-1 ... ,,_;.;..;. lUı J ı...ş"-" .ill ı p..8) der. (2/307]

Bekir'in keskese'sine gelince, onlardan bir kavim, Temim kabilesinin yaptığı gibi, "kef" harfi n i "sin" harfiyle değiştiri rler. Himyer' in tümtemaniye'sine gelince, Antere bu hususta şöyle der: Gelir ona doğru deve kuşları tıpkı, Yemenli cim rinin, acemi olan tı m tıma yönelmesi gibi.

Suheyb Ebu Yahya, Rum aksanıyla konuşurdu. Resulullah (sav.) : "Suheyb, Rumların öncüsüdür," buyurdu. Ubeydullah b. Ziyad, kayınvalidesi Şireveyh el-Esvari'den do­ layı Farsça aksanıyla konuşurdu. Abdülkays kabilesinden Ziyad el-A'cem, Acemi bir aksanla konuşurdu. el-M ühelleb onu överken şöyle dedi: Bir delikan lı k i Sultan onu fazla övm üştür, Sultan her dostu değiştirdiği zam a n . . .

(�UJ..:.ı ı ) kelimesini, Farsça aksan ıyl a (�\.:.L:J ı ) şekl i n d e te l a ffu z etmiştir. Çünkü burada, mahreçleri itibarıyla ( ..:.ı ) harfiyle ( ..b) harfi arasında bir bağ bulunmaktadır.

el-İkdü 'l-Ferid

331

Gun n eye gelince, en iyi yapan genç cariyelerdir. İbnü'r- Rika,

dişi ceylan hakkında şöyle dedi: Teşvik ediyor ve burnundan söylüyor; sanki boynuz iğnesi, Tıpkı divitten m ü rekkep alan kalem e benziyor.

İbnü'l- M u kaffa' şöyle dedi: Dilin çevri mi çoğal ınca kenarları incelir ve tatlılığı yumuşar. el-Attabl şöyle dedi : "Dil, kullanılmaktan alıkonulduğu za­ man, harflerin mahreçlerini çıkarmak onun için zorlaşır." er- Ra­ ciz şöyle dedi: Kon uştuğ u n da sanki Lefef " 4 vardı r on da, Dili uzun süre alıkoymaktan, üzün tüden ve uykusuzluktan . . .

İ rap v e Lahn (Hata)

Ebu Ubeyde şöyle dedi: eş-Şa'bl, nahiv ilmini müzakere eden bir kavmi n yanından geçti. Onlara: " Eğer ıslah ederseniz, onu ilk ifsat eden siz olursunuz," dedi. Ebu Ubeyde şöyle dedi : " Keşke eş-Şa'bl, Safvan, Halid b. Safvan, Hakan, el- Feth b. Hakan ve el-Velid b. Abdülmelik'in ha- [2/308] talarını (la h n ) görseyd i ! " Abdülmelik b. Mervan şöyle d e d i : S ö z d e lahn, elbisedeki s ö ­ kükten v e yüzdeki çiçek hastalığı ndan d a h a çi rki ndir. Kend isine: "Yaşlılık sana erken gelmiş ey Müminl erin Emlri ! " denildi. Abdülmelik: "Mi nberlere tırmanma ve lahn yapma endi­ şesi beni yaşlandırdı," ded i . el-H accac, İbn Ya'mer'e: "Lahn yaptığı mı işitti n mi?" dedi. Adam : " Bazen lisan ından çıktığı oluyor," dedi. el-Haccac: "Lahn olduğu zaman bana bildir," dedi. el-M e'mun, " Ebu Ya'la el-Minkarl" olarak bilinen Ebu Ali'ye: "Ü mmi olduğun, şiir bilmediğin ve kon uşmanda lahn yaptığın bana ulaştı," dedi. Adam şöyle dedi. " Ey M üminlerin Emlri ! Lah­ ne gelince, bazen dilimden çıktığı oluyor. Ümmi olmak ve şiir bil­ memeye gelince, Peygamber (sav.) de ümmiydi ve şiir okumasını hilmezdi," dedi. el-Me'mun: "Sende bulunan üç ayıbı sordum; 1 5 4 Lefef, b i r harfi diğer bir ha rfin içine koymak.

el-İkdü 'l-Ferfd

332

sen bunlara dördüncüsünü ilave ettin; o da cehalettir. Ey cahil ! Bu, Peygamber'de bir faziletti; ama sende ve senin gibilerde bir eksikliktir. Peygamber' i n (sav.) ondan menedilmiş olmasının hikmeti, zannı ondan uzak tutmaktır. Yoksa yazı ve şiir bilmenin ayıp olması değildir. Üstelik Allah (cc.) : "Sen bundan önce n e bir kitap okuyabiliyor ne de o n u ken di eliyle yaza biliyordun. Öyle ol­ saydı, gerçeği çürütmeye çalışa n la r kuşkuya düşer/erdi." 1 55

Abdülmelik b. Mervan şöyle dedi: İ rap, düşük seviyeli insan­ lar için bir cemaldir. Lahn ise, şerif in sanlar için bir kusurdur. Yine şöyle dedi: Sünnetleri ve fa rzları öğrendiğiniz gibi, söz dizimini (nahvi) de öğrenin. Bir adam el-Hasan'a : "Bizim bir imamımız var; konuşmasında lahn yapıyor;' dedi. el- H asan : "Onu uzaklaştırın," dedi. Şair şöyle dedi :

[2/309)

Nah iv, kon uşmasını beceremeyenin diline genişlik verir, Kişi lah n yapmadığı zaman, ona ikra m da bulunursun. İlim lerden en yücesini istediğin zam a n, İlim lerin en yücesi, dili doğru tutandır.

Başka birisi şöyle dedi : Şiir zordur ve merdiveni uzundur; Şiiri bilmeyen ona tırman dığı zaman . . . Ayağı onu, çukura çeker; İrap yapmak isteyip de beceremediği zaman . . .

Bir adam el- Hasan'a: "Ya Eba Said ! " diyeceği yerde: "Ya Ebu Said" dedi. Bunun üzerine el-Hasan: "Sanırım para pul seni, 'Ya Eba Said ! ' demekten alıkoymuştur," dedi. Bir gün Ömer b. Abdülaziz, el-Velid b. Abdülmelik'in yanında oturuyordu. el-Velid de çok lahn yapan birisiydi. el-Velid köle­ sine, (WL> J t: ı •f ')\i. � ) d iyeceği yerde, Ce1 L> J t: ı 'i ')\i. �) " Bana Salih'i çağır" dedi. Köle de, CC:JL> �) d iyeceği yerde, (WL>�) "Ey Salih ! " dedi. Bunun üzerine el-Velid: "Elifi kıs," dedi. Ömer b. Ab­ dülaziz de: "Sen de elifi arttır, ey M ü m inlerin Emlri ! " dedi.

155 Ankebfıt, 2 9/48.

el-İkdü 'l-Ferfd

333

Kureyş'in eşrafından bir adam el-Velid b. Abdülmelik'in yanı­ na girdi. el-Velid ona, (� .)) "Damadın kim?" diyeceği yerde (..'..L.::..>- .j-) " S e n i ki m s ü n n e t e t t i ? " d e d i . Kureyş l i a d a m : "Filanca Yahudi," dedi. el-Velid : "Sen ne diyorsun böyle?" dedi. Kureyşli adam: " Ey Müminlerin Emlri ! Galiba sen damadımı soruyorsun; o filanın oğlu filandır," dedi. Abdülmelik b. Mervan şöyle dedi: el-Velid'i çok sevmemiz ona zarar verdi; [dil öğrenmesi için] onu badiyeye göndermedik. Şu var ki bazı sözlerde lahn hafif geldiği gibi, bazı sözlerde de irap ağır gelir. Malik b. Esma b. Harice el- Fezarl şöyle dedi: Muh teşem b i r kon uşma, bazen d e lah n yapıyor, Sözü n en hayırlısı bazen için de lah n ola n dır.

Şöyle ki: M esela bir adam güldürücü bir fıkra anlatacak olsa ve tüm harflerine gerekli olan irap hakkın ı verse sözün güzelliği kaybolur ve onu ölçüsünden çıkarır. B ilmez misin ki, Müzeyyid el-M edeni bir gün tıka basa yemek yedi. Kendisine: "Kusmaz mısın?" denildi. Adam, (1 ..i... ..:.,�_; ) .J.ıl.b ._;y,. �&}> �J � � � Jİ L. J 4.:.is\1 \?) " N e d iye kusacağım? Temiz bir ekmek ve taze bir et . . . Karım b o ş olsun, eğer bu yemeği kusuntu bulsaydım yine yer- [2/31 0] dim," dedi. Dedi ki : Yerinde ol mayan bir irap da çi rki ndir. Tıpkı Isa b. Ömer'den çirkin kabul edildiği gibi . . . İbn Hübeyre [emanet ettiği elbiseleri geri alamayınca] onu kamçıyla döverken Isa b. Ömer şöyle dedi: (!.lJJ� � ..b�\ J 4�\ ')/ ) .:...; \.5 .:.>! �I J ) "Vallahi onlar küçük bir sandıkta olan küçücük elbiselerdi ve senin tahsildar­ ların o nları aldı." Lah n ı çok yapan bazı insanlardan h ikaye edildiğine göre ada­ mın birisinin cariyesi ona şu şarkıyı s öylüyordu : �) 4}

.

r _,ı.ıı � Lo b) ... -s_;,.>i

,

.:r

C�J �11 (J" J>-�

Onda kınamayı duyduğum zaman, onu reddettim, Bir kulaktan giriyor, diğerinden çıkıyordu.

,

Bunu dinleyen cariyenin efendisi : " Ey kötü kadın ! (L,?}-i �) desene ! ((J") h arf-i cerrinin mecrı'.l.r yaptığını sana öğretmedim

el-İkdü 'l-Ferfd

334

mi?" dedi. [Oysa harf-i cer, sonu elifle biten böyle bir kelimeyi mecrur yapmaz.] Bir adam Şüreyh' e ( � i _, o� i !J;_, c.) _,; � J c.) J _,z L.. ) "Vefat eden ve arkasında babasını ve kardeşini bırakan bir kimse hakkında ne dersin?" dedi. Kadı Şüreyh : "(ol.>İ_, o�İ) demelisin," dedi. Bu kez ada m : "(�ol>-İ_, o�� r-5) babasına ve kardeşine ne düşer?" dedi. Kadı Şüreyh : " ( �İ_, ""::-!� ) demelisi n," dedi. Bu kez adam: "Bunu bana öğreten sensin; ben ne yapayı m?" dedi. Fasih konuşmayı adet haline getiren Hafs adında bir adam, bir şairin şiirinde bazı lahnlar tespit etm işti. Hafs'ın gözünde bi­ raz sıkıntı ve yüzünde de biraz çirkinlik vardı. Şair onun hakkın­ da şöyle dedi: Ey Hafs! Sıkın tı senin gözlerin de, Ve tıpkı dağ gibi bir burun, peşinde koştuğ un; Lahn peşinde koşarsın, süslenmiş bir kelamdan, Ve sen in tüm yaratılışın /ah n üzerine bina edilm iş zaten; Gözlerin ikvô, 1 56 burn u n ikfô 'dı r, 1 5 7 Yüzün d e ftô 'dır; 1 50 sende geride yam a n acak ne kaldı ki?

Lalın ve Tashif

(Yanlış Okuma ve Yazma) Ebu Hanife

Ebu Hanife, dikkatl i oluşu ve fetvası bakımından zamanının [2/31 1 ] tek şahsiyeti olmasına rağm en çok lahn yapan birisiydi. Adamın biri ona: "Bir kaya alıp bir adamın kafasına vurarak onu öldüren kişi hakkında ne diyorsun? Onu kaya parçasıyla kısas yapar mı­ sı n?" dedi. Ebu Hanife, Cv-J ıs. � �_,.;, )_,) diyeceği yerde (._,_,.;, ) _ı vJ L�) "Onu Ebu Kubeys Da ğıyla vurmuş olsa bil e," dedi. Bişr el-M erlsl yanında oturanlara, C:,,.....,.. i � � ı_,.,.Jı � :uı ı ._,..a.i �i _, o _;. )1) diyeceği yerde ( L,.,?i _, �.;.. ) 1 � i � � ı_,.,.J ı � :uı ı �) "Allah en iyi ve en mutlu şekilde ihtiyaçlarınızı yerine geti rsi n," diyo rdu. Bunun üzerine Kası m et-Temmar bazı adamların gül1 5 6 İ kva, ş i i rde kafiye nin harfi d ir. 1 5 7 Kafiyeler arasındaki zıtl ı k. 1 5 8 Kafiyeyi lafız ve mana itibarıyla tekra r etmek.

el- İkdü '/- Ferfd

335

düklerini gördü. Kasım: "Bu, şairin dediği gibidir," dedi v e şu beyti okudu: ı..._;K:

iiJıJ � .5; . ı...J)?- j lS ı.. ·.İ) denilir. Ebu Ubeyde şöyle dedi : (�.f..W i ) kelimesi, manzarası olup da anlamı olmayan şeye denilir. Gözle görülen şeye (�\) denilir. Yerden çıkan suya (�1) denilir. Ebu Ubeyde şöyle dedi: Rü'be'nin (�) 'Wİ) "Ben başlangıcım," dediğini işittim. Yani (�jll � J..;_r- ) "Ben başlangıçtayım," demek istiyordu. el-Asma! şöyle dedi: Ebu Amr b. el-Ala, Isa b. Ömer ile kar­ şılaştı. Ona (...:U;. ) �) "Yükün nasıl?" dedi. Isa b. Ömer (;)b; L.. ;J \!.. ')!!) "Güzellikten başka bir şey artmıyor," dedi. Ebu Amr, (W .fa:) .şı ı .ıJ�I • .i.,,. ) "Bu koşan merkep nedir?" dedi. Evet, mer­ kep manasına gelen el-Ayr'ın cemi (•IJr.---4 ) gelir. Şeyh'in cemi (.\.>. � ) gel ir. Abd'in cemi de (.b _ı-:-Ü) gelir. el -Asma! şöyle dedi: "Ona selam söyle, CrJUI � i )1) denil mesinin sebebi şudur," dedi ve şu beyti okudu: .) .) .f fa ;_,_, ..::..-;1J l.i}J � '"'.c"'L0ı � � i_,;ı ...

Oku (söyle) gençlik çağına bir selam, Bir oyunla karşılaştığın za man, yeterlidir benim için oyun.

Ferezdak şöyle dedi : ,.ı)L,.:.

,;,Jj . ı.,.i,,

� flJ

...

...w:

� .f µı ..;,...:.

ı..J

Kayslı adam, aklının zafiyetinden azgın/aşmamıştır, Faka t Hô.lid'in zekerinin derisi, su üzerinde ortaya çıktı.

Şair ( .. Wı �) diyeceği yerde ( .. l.Js.) demiştir ve hazfedilmiştir. B u konu, Slbeveyh'in kitabının sonudur.

[2/31 51

Bazı sahaflar şöyle dediler: Gördüm ey Ha mmad a vda, Elle yakalanan tavşan ları; Na hivcilerin öyle nefisleri var ki

el-İkdü 'l-Ferfd

339

Hile ve plan yapmakla bilin irler. Vu ruyor Abdullah, Zeyd'e; Peki, n e ister A b dullah, Zeyd 'den ?

Ebu Zeyd el-Ensarl şöyle dedi: Ey Kurt, Huyey 'in kurdu! Merak etmem sizi, Ey Kurt! Korkuyorum sizin için; tedirginim. Onlara: Hicvedin Temfm 'i, dedin iz, babasız kalasıcalar! Bu toprak ve taş, söyleyenin ağzındadır. O işitm iş olduğun Temfm 'in beyti, Öyle bir beyit ki onun şerefinde Mudar başı çekm iştir.

h � _,.) � � .:.ı�) beytinde yer alan (_,.)) ifadesi, (-şlll) ma­ nasındadır. Bütün irap hallerinde durumu değişmiyor. Bu Tay lügatidir. Onlar (_,.)) 'yu (-şlll) yerine kullanırlar. el-H asan b. H ani şöyle dedi: İşitmiş olduğun şarapçılık sevgisi, (-u ._::._... J:, �ı..i...'.Jı ...:.).,,:. Bende bırakmadı, başkasına bir üstü n lü k.

Arapların bazısı (..!..ll 4i 'J) yerine (!l4i 'J) ifadesini kullanırlar ve izafe yaparlar. Bu yüzden "el if" sabit kalıyor. Eğer mu'rab163 ol­ masaydı, "elif" ol madan (..!..ll ..:.,İ 'J) diyecektin. İzafede, buna ben­ zeyen bir şey yoktur. Çünkü muzaf ile muzafün ileyh arasında "hfü"dir. Bazı Şairlerin Sözleri

Şair şöyle dedi: Mu tlaka karşılaşacağım; ölümle m i ? Ben i korku tuyorsun, babasız kalasıca. (�L İ 'Y)

Başka birisi şöyle dedi : Şem m a h öldü, kuşkusuz Müzerred de öldü, Hangi kerim insan ebedf kalır, babasız kalasıca ? (�L İ 'Y)

el- Ferra, İbn Malik el-Ukayll için ş u beyti söyledi: B e n sa na g ü venmediğim za man Ve senin kavuşman, ancak geriden olursa . . (ıı..JJ ıı..JJ v- 'Yj �jw .:):,·�J) .

1 6 3 Arapçada kelimeler sonlarındaki hareke bakımından mu'rab ve mebni ol­ mak üzere iki kısımdır. Mu'rab, cümlenin başında yer alan amile göre sonu her zaman ü ç halden biri olur. Ya m e rfO., ya mansub ya da mecrur olur. M ebni ise amile göre sonu asla değişm eyen kelim elerdir (çev.).

e/-İkdü 'l-Ferfd

340

Bu beyitte geçen U1JJ �1JJ) tıpkı Arapların (� �) şeklindeki sözleri gibidir. [2/31 6]

Mahmud el-Varrak şöyle dedi: Uza k durmak, karıştırdı o kadın la ra kavuşmayı, Bu, iki iş arasında bir iş gibiydi. (.::,.;: .::,.;: (_,.i .:.ıısJ)

Ferezdak şöyle dedi: Ada m lar Yezfd'i gördüklerinde, (r+= f_, .i;_;: ıJ i.J J �_;fi fj!J) Boyunları eğik ve gözleri aşağı baka r şekilde on ları gördün.

Ebü'l-Abbas Muhammed b. Yezid en-Nahvi şöyle dedi : " Fe­ rezdak'ın bu beytinde, nahiv ehline göre garip bir durum vardır. Şöyle ki: ( j&- t;) kipi, ( j&- 1}) vezninde cem yapılmıştır. Bu duruma göre, müzekker ile müennes arasında bir fark olmaz. Çünkü sen (�)_,....; J �JW) diyebilirsin. M üzekkerler için ( j&- 1}) vezni sadece iki yerde kullanılır. O da Arapların (._,... ) }) ve (�1_,.... ) vezinleridir. Fakat şiirde buna mecbur olmuş ve onu aslından çıkarmıştır. Şiir zarureti olmasaydı bu caiz olmazdı. Ebu Ubeyde'nin "Demmaz" adıyla bilinen talebesi Ebu Gas­ san Refi' b. Seleme, Ebu Osman en-Nahvl'ye hitap ederken şöyle dedi: Tefekkü r ettim nahivde, bıkın caya kadar; Yordu m onun için nefsim i ve beden im i . . . Bekir'i v e ashabını da yordum, Her fen de meseleleri uzatmakla . . . Ş u var k i bir b a b vardı, af vardı "fe " için, Keşke o da olmasaydı. Nahvin zah irin in iilim iydim ben, Bii tı n ıyla ilgili olarak da zekii sahibiydim. Viiv için kö tülükten bir bab vardır, yan tarafın da, Lanetlen m iştir, en g üzel olanı. Sen : Gelin, neden (JU,j den iliyor? dediğin zaman, Ne ben sana gelirim ne de sen bana gel. Cevap verin, neden bu mansubtur? den ildiğin de, Çün kü burada nasbedici (30 gizlidir, dediler. Görürsen bir şey için bir yer, Bil ki o ancak (J b ile söylenir. Ey Bekir! Neredeyse delireceğ im, (J O 'nin durumu hakkında fazla düşün mekten,

el-İkdü 'l-Ferfd

341

Garip Kelimelerle Derinleşmek

Ebfı Alkame, Tabip A'yun'un yanına girdi ve şöyle ded i : "Şu güvercinlerin etlerinden biraz yedim. M i dem bir bozuldu ki, sor- [2/3 1 7] ma. Omuz başlarıyla boynun yanındaki omurga kemiklerime bir ağrı girdi. Sürekli bir şekilde artarak devam etti; nihayet ağrı, ciğer ve kalp arasındaki perdeye ve eğe kemiklerinin baş tara­ fındaki yumuşaklığa bile karıştı. Senin yanında bir ilaç var m ı ?" Tabip şöyle dedi: "Biraz karacaottan, Tihame dikeninden, biraz da hurma ağacı dikeninden al ve bunları dans ettirir gibi karıştır. Sonra halis bal suyuyla iç." Bunun üzerine Ebfı Alkame ona: "Senden bir şey anlamadım," dedi. Tabip: " Bana anlattığın gibi sana anlattım," dedi. Bir defasında da ona: "Ben vücudumda bir m a 'maa (�) ve bir karkara (•} j) hissediyorum," demişti. Tabip: " Karkaranın ne olduğunu bilmiyorum. Fakat ma 'maa, olgunlaşmamış yellenme­ dir," dedi. Ebü'l-Esved ed-Düeli, Ebfı Alkame'ye : "Oğlunun durumu na­ sıldır?" dedi. Ebfı Alkame: "Sıtmaya tutuldu. Ben de onu pişirdik­ çe pişirdim; kırdıkça kırdım, zayıflattıkça zayı flattım ve onu yav­ ru olarak bıraktım," dedi. Ebü'l- Esve d: "Onunla kavga eden, ona hırlayan, onunla mücadele eden ve onu ısıran hanımı ne yaptı?" dedi. Ebfı Alkame: "Onu boşadı. Kadın ondan sonra evlendi; iti­ barlı oldu ve toplu oldu ( � _, � )," dedi. Ebü'l-Esved: "(-.:..# ) kelimesini anladım da ( � ) nedi r?" dedi. Ebfı Alkame: "Bu, he­ nüz sana ulaşmamış garipten bir harftir," dedi. Bunun üzerine Ebü'l- Esved: "Yeğenim! Amcanın bilmediği her harfi ört; tıpkı kedinin pisliğini örttüğü gibi;' dedi. Ebu Alkame ve Hacamatçı

Ebfı Alkame, hacamat yapması için bir hacamatçı çağırdı ve ona şöyle dedi: " Hacamat aletlerinin yıkama işlemini temiz yap. M alzemelerin dal-budaklarını iyi b ağla. Neşterlerin uçlarını kes ­ kinleştir. Çabuk yerleştir v e aceleyle çek. Neşterini batır v e eme­ rek çek. Gelirken tereddüt etme; dönerken hoşnutsuzluk duyma." Bunun üzerine hacamatçı malzemelerini çantasına koydu [2/3 1 8] ve geri döndü.

el-İkdü 'l-Ferfd

342

Ebü'l- Mekn(ın ve Bir Bedevi

Bir bedevi, Ebü'l-Meknun en-Nahvi'nin halkasında yağmur duası için şöyle dediğini işitti : " Ey Allah'ım! Ey Rabbimiz, İ lahı­ mız ve M evlamız! Peygamberimiz M uhammed'e salat ve selam eyle. Allah'ım ! Gerdanlığın çocukların boğazına dolandığı gibi, bize kötülük yapmak isteyenin boyn una bu kötülüğü dola. Sonra ateşte pişirilmiş taşları fil ashabının başına indirdiğin gibi, onun da başının üzerine indir. Allah' ı m ! B ize hayat kurtaran, içe sinen, bol yağan, faydalı, her tarafı kaplayan, her tarafa akıp giden, yağ­ mur dolu bulutlarla her tarafı s ulayan, hepimize faydalı, bir kıs­ mımıza zararlı olmayan bir yağmur ver." Bunun üzerine bedevi adam: " Ey Nuh'un halifes i ! Kabe'nin Rabbine kasem olsun tufan oluyor. Bırak beni de, beni sudan koruyacak bir dağa tırmana­ yı m," dedi. Başka bir gün, yine onu işitti; soğuk bir günde şöyle diyordu: "B u gün yağışlı, şiddetli ve ağır bir gündür." Bunun üzerine be­ devi adam titredi ve : "Vallahi bu sözler, beni daha fazla üşüttü," dedi. Ebu Bekir el-M enkur bir hitabede bulundu. H itabesinde garip kelimeler ve derin ifadeler kullandı. M i nberin dibinde de Haneş adı nda Kufeli bir adam vardı. H aneş, yanındaki bir adama: "Doğ­ rusu, fasih ve beliğ konuşup garip kelimeler kullanan hatipten hoşlanmam," dedi. H itap eden Ebu Bekir el-M enkur onu duydu. Ona şöyle dedi: Ey Haneş ! Ne dersin; yuvarlak, bükülmüş, vur­ ması yumuşak, sarsıntısı hafif, kenarları büyük, boyun kökün­ den kuyruk sokumuna kadar tutan bir kamçıya ne dersin ha? Vuruldukça hoplar ve neşesiz dansların çoğalmaya başlar onun için . . . [2/31 9]

H abib et-Tal şöyle dedi: Garip kelim elere yoktur, sah ipliğin; Faka t g arip, sana garipten verir. Eğer ceh aletin ilme dönüşseydi, O zaman gayb ilim lerin de derin leşirdin.

Güzel konuşan ve kolay telaffuz eden bir adamı övmemiz hakkındaki sözlerimizden birisi şudur:

e/- İkdü 'l-Ferid

343

Bir söz; san ki o n u n benzeri, Sih ir g ibidir, a kıllının zih n inde; Usa ndırmaz, dilin üzerinde, Ve şaz olmaz, kalplerde. Aşırı olmaz, kötü lügatlerde, 6a riple de yabancılık çekmez. Kuşa nılmış bir kılıçtır, onun benzeri, Bir dalın, dal üzerine sarılması gibi. Bu n u n la kesilir boyunlar, Ve şun un la kesilir, meseleler.

M izacında Olmayanı Yapmak

Dediler ki: Fıkıh, kendini fakih göstermek değildir. Fesahat de kendini fasih göstermek değildir. Çünkü bir kimse, nefsinde hissettiği bir eksiklikten dolayı sözlerine ilavelerde bulunur. Arapların ve Acemlerin üzerinde ittifa k ettikleri şey şudur: M i ­ zaç d a h a doğrudur. Hafs b. en-N u'man şöyle dedi: Kişi nefsini yapar. Ne zaman sınamaya başlarsa kökenine iner. el -Ard şöyle dedi : Ey m izacı dışındaki şeylerle süslenen kişi! Değişiklik ve temellük yapmak, özelliğinden olan kişi! Dön, alışkan lığı bilinen m izacına! Çü n kü yapmacık m izaç, mizacın gerisindedir.

Başka birisi şöyle dedi : Nefsinin tabiatından olmaya n bir şeyi ica t eden, On u bırakır ve galip gelir ona nefsin ta bia tı. Başka birisi şöyle dedi: Her şah ıs, dön ecektir bir gün m izacın a; Her ne kada r bir m üddet, suni ahlaklar ben imsese de.

el-H uzeyml şöyle dedi: Kın a n ıyor Ebü 'l-Fazl, cömertliğinden dolayı, Mümkün m ü, den izin da lga/anmaması ?

Başka birisi şöyle dedi: Ve b i r kın ayıcı kadın, ey Feyz, sen i kın a m ıştır; Ben ona: Kı nama den ize za rar verebilir m i ? dedim. O kadın Feyz 'i cömertlikten alıkoyma k istedi, Bulutları dam lamaktan kim alıkoyabilir?

[2/320]

el-İkdü 'l-Ferfd

344

Habib şöyle dedi: Adet haline getirmiş elin i açmayı; o kadar ki Kap a tm a k istese avucu n u, uymaz b u n a parmak uçla rı.

Başka birisi şöyle dedi: On u n kapanması, kapa ttı çevrelerini, Kırılır, eğer açılmasın ı isteseler.

Dediler ki: Fars hükümdarlarından birinin tecrübeli ve ka­ rarlı bir veziri vardı. Her zaman görüşünü bildirir ve meşveret­ te doğru olanı gösterirdi. Sonra o hü kümdar vefat etti ve yerine oğlu geçti. Bu genç hükümdar kendini beğenmiş, müstebit bir insandı. Vezir ise hiçbir zaman onun odasına gitmedi ve onun görüşüne göre hareket etmedi. H ü kü mdara: "Senin baban o ve­ zire danışmadan bir iş yapmazdı," denildi. Hükümdar: "Babam hata yapmıştır. Ben onu imtihan edeceğim," dedi. Hemen vezire haber yolladı ve ona: "Hangisi kişiye galip gelir: Eğitim mi yoksa mizaç mı?" dedi. Vezir: " M izaç daha çok galip gelir. Çünkü mizaç asıl, eğitim ise daldır. Her dal aslına döner," dedi. Bunun üzerine hükümdar sofrasına çağı rdı. Sofra kurulunca bazı kediler gelip elleriyle mum tutup sofranın etrafında durdu­ lar. H ükümdar vezire: "Hatan ı gör; görüşün zayıftır. Bu kedilerin babası ne zaman mum işiyle uğraştılar?" dedi. Vezir sesini çıkar­ madı ve : "Cevap vermek üzere yarın geceye kadar bana mühlet ver," dedi. Hükümdar: "Hay hay," dedi. Vezir dışarı çıktı; bir köle­ sini çağırdı ve ona: " Bana bir fare bul; onu bir elyafın içine koy ve bana getir," dedi. Köle fareyi vezire getirdi. Vezir fareyi mendilin içine koyup koluna yerleştirdi. E rtesi gün hükümdarın yanına gitti. Sofrası hazır olunca yine kediler mumlan getirip sofranın etrafını çevirdiler. Vezir hemen fa reyi mendilinden çıkarıp kedi(2/321 ] lere doğru attı. Kediler hemen mumu atıp farenin peşine düştü­ ler. Az daha ev yanıyordu. Vezir: "Mizacın eğitime galip gelişini ve dalın aslına dönüşünü nasıl gördün?" dedi. Hükümdar: "Doğ­ ru söyledin," dedi. Bunun üzerine vezirle olan ilişkisi, babası nı n veziriyle olan ilişkisi düzeyine döndü. Kuşkusuz her şeyin odak noktası, tabiatındadır. Yapmacık şeyler her açıdan kötülenmiştir. Allah elçisine şöyle buyurdu:

e/-İkdü '/-Ferfd

345

"Resulüm de ki: Sizden, görevim le ilgili bir karşılık istemiyorum ve ben, olduğ un da n başka türlü görünen lerden de değilim" 1 6 4

Dediler ki: Kim mizacından farklı bir mizaca bürünmeye çalı­ şırsa adet onu asıl mizacına getirinceye dek çeker. Tıpkı suyu ısı­ tıp kendi haline bıraktığın zaman serin haline dönmesi gibi. Aynı şekilde, acı ağacı balla sıvasan bile acı m eyveden başka meyve vermesi imkansızdır. Mücadele ve Tartışmayı Terk

es-Sfüb b. Sayfi, Resulullah'ın (sav.) yanına girdi ve: "Beni ta­ nıyor musun ya Resulellah?" dedi. Peygamber (sav.) : "Benimle ne mücadele ne münakaşa eden Cahiliye dönemindeki ortağım ı nasıl tanımam?" dedi. İbnü'l-Mukaffa' şöyle dedi: M ücadele ve münakaşa, eski dost­ luğu i fsat eder ve güvenilir düğümü çözer. Bunların en kolay yanı, yarışa ve müsabakaya vesile olmalarıdır. Abdurrahman b. Ebu Leyla şöyle dedi: Kardeşinle münakaşa etme; ya onu kızdırır ya da onu yalanlarsın. Şair şöyle dedi : Sakın, sakın tartışma! Çünkü tartışma, Sövmeye bir vesile ve ilişkinin kesilm esine davettir.

Abdullah b. Ebu Abbas şöyle dedi: N e fakihle ne de sefihle tar­ tış. Çünkü fakih sana galip gelir; sefih de sana eziyet verir. Peygamber (sav.) şöyle buyurdu: " M ümine sövmek füsıklık, onunla savaşmak küfürdür." Terbiyesizlik

Urve b. M es'ud es-Sekafi Peygamber'in (sav.) yanına girdi. Urve onunla konuşuyor, eliyle ona işaret veriyor; o kadar ki eli onun sakalına temas ediyordu. el-Mugire b. Şu'be de elinde kı­ lıçla Resulullah'ın (sav.) yanı başında duruyordu. Ona: "Elin sana geri d ö nmeden, Resulullah'ın (sav.) sakalından elini çek!" dedi. Bunun üzerine Urve elini çekti.

1 6 4 Sad, 38/86.

(2/322]

el-İkdü 'l-Ferfd

346

Bu U rve, iki kentin büyüğüydü. Kureyş onun hakkında şöyle demişti : "Bu Kur'an şu iki şeh irden b üyük bir kişiye indirilseydi ya ?" ı 6 s

Peygamber (sav.) ve Temim H eyeti

Temim heyeti Peygamber'in (sav.) yanına geldiği zaman on­ lardan bir adam duvarların ardından: " Ey Muhammed ! Yanım ıza çık! " diye ona seslendi. Bunun üzerine Allah: "Odaların dışın da n san a seslenen lerden çoğu kuşkusuz düşünemiyor/ar, " 166 ayetini indirdi. İbn Mes'ı1d'un kıraatinde: "Benf Tem im 'in çoğu düşüne­ m iyor/ar, " ifadesi yer almaktadır. Sonra Allah bu hususta şu ayeti indird i : "Resulün çağrısın ı ara n ızda, birinizin diğerin i çağırm ası gibi görmeyin ." 1 67 Ebu Bekir ve Elbise Satıcısı

Ebu Bekir (ra.) elbise satan bir adama baktı ve ona: " Elbise mi satıyorsun?" dedi. Adam: "(:uıı .!,\\.jlç. J ,')') Hayır, Allah sana afiyet versin," diyeceği yerde "Allah sana a fiyet vermesin," anlamına ge­ len (:uıı .!,\\.jLç. ')') dedi. Ebu Bekir: "Biliyorsunuz; eğer öğrene bilsen (:uıı .!,\\.jlç.J l') de," dedi. ,

el-Hasan bir kan davası için konuştu. Kanın sahibi olan zat ona cevap olarak: "Bu kanı Allah için ve sizin hatırınız için bırak­ tım," dedi. Bunun üzerine el-H asan şöyle dedi: "Bu kanı sadece Allah rızası için bıraktı m," diyemez miydin? Bir bedevi, terbiyesiz bir adamdan söz ederken şöyle dedi: Eğer onunla konuşursan bu konuşmada senin önüne geçer. Eğer terk edersen boş işlere girişir. [2/323]

Bazı raviler el- Mehdl'nin yanına girdi. el-Mehdi birisine: "Bana Züheyr'in 'Hicr Dağınrn zirvesindeki harabeler kim in ?' mısraıyla başlayan kasidesini oku," dedi. Adam baştan sona ka­ dar okudu. Bunun üzerine el-M eh di: "Bunu söyleyen adam gitti vallahi," dedi. Adam: "Tıpkı içinde ' O n u cahil buldu ve onu ahmak buldu' denilen kişinin gittiği gibi," dedi. 1 6 5 Zuhruf, 4 3 / 3 1 . 1 66 H ucurat, 49/4. 1 6 7 N u r, 24/63.

el-İkdü '/-Ferfd

347

el-Me'mun ve Kutrub

Kutrub en-Nahvi Kur'an hakkı nda yazdığı kitabını el­ Me'mı1n'a arz edince ona bir hediye verilmesini emretti ve gir­ mesine izin verdi. Yanına girince: " M ü minlerin Emlri'nin vaadi, hediyesinden daha büyüktü," dedi. el-Me'mı1n bu söze kızdı ve ona bir kötülük yapmak istedi. Bunun üzerine Sehl b. Harun ona: " Ey Müminlerin Emlri ! O adam bunu içten söylemedi; ak­ sine maksadını aşan bir ifadede bulundu. Al nının terlediğini ve parmaklarını çatlattığını görmüyor musun?" dedi. el-Me'mı1n'ın öfkesi dindi; durumu onun cahilliğine ve ahmaklığına verdi . Bir gece el-Hasan el-Lü'lül, Rakka'da el-Me'mı1n'un yanında, onunla sohbet ediyordu. Bir ara el-Hasan onunla konuşurken el-Me'mı1n uyukladı. el-Hasan ona: " Uyukladın ey Müminlerin Emlri ! Uyan," dedi. el-Me'mı1n: "Kabe'nin Rabbine kasem olsun bu adam zırcahildir. Ey çocuk! Tut bunun elinden," dedi. Ebü'n-Necm, ürcı1zesini okuyarak H işam b. Abdülmelik' in yanı­ na girdi. Ürcı1zenin baş tarafı : "Hamd, bağışlayan ve veren Allah 'a mahsustur," şeklindeydi. Bu, onun en güzel şiirlerinden birisiydi. Nihayet " Ve güneş havada tıpkı Ahvel'in (tek gözlünün) gözü gibiydi" beytine geldiğinde Hişam öfkelendi. Çünkü kendisi ahveldi. Hemen kafasının tartaklanmasını ve dışarıya çıkarılmasını emretti. Küseyyir Azze, Yezid b. Abdülmelik'in yanına girdi. Bir ara onunla konuşurken: "Ey Mümi nlerin Emlri ! Şemmah'ın şu sözü­ nün manası nedi r?" dedi ve şu beyti okudu: Çöl a,ğacı Ertı'i gölgesine ve g ü n batı m ı n a yas/an dığında, Gen iş gözlü olur, öküz ve ceylan ların kumlu yanakları.

Bunun üzerine Yezid b. Abdülmelik: " N eden Müminlerin Eınlri olan birisi, senin gibi kaba olan o bedevinin ne dediğini anlamı­ yor?" dedi. Onu ahmak kabul etti ve dışarıya çıkarılmasını emretti. Küseyyir Azze, Abdülaziz b. Mervan'ı n yanına girdi ve onun için yazdığı methiyesini okumaya başladı. Şöyle dedi : Ve sen yok olmazsın, her zaman bir ima m olur sizden, Sela mlanara k, Kôbe'ye örtü lm üş bir örtii n ii n için de. Daha asi/sin, her hullen in içinde gelenlerden; Yürüyorla r, ren kli elbiseler içinde salına salına.

[2/324]

el-İkdü 'l-Ferfd

348

Etekleri vardır onları n; kırm ızıdır kenarları, Basıyorlar onlara, Hadra m u t'tan gelen dilde tatlı nalın /arla.

Abdülaziz b. Mervan onun okuyuşunu beğendi ve ona: "Söy­ le ihtiyacını," dedi. Küseyyir: " Katibin İbn Rümmane'nin yerine beni tayin edesin," dedi. Abdülaziz b. Mervan ona: "Yazık sana; bu adam katip, sen ise şairsin. Nasıl onun makamına geçer ve onun yerini doldurursun?" dedi. Abdülaziz b. Mervan'ın yanın­ dan çıkınca pişman oldu ve şöyle dedi: Hayret ettim, acizlik yön tem ine yapışmama, Abdülazfz'den kabul edilmesi, ortaya çıktıktan sonra . . . Eğer dönerse Abdülaziz bana, b u n u n benzeri bir teklifle, Ve bana fırsat verirse eğer, söylemem o n u bir daha. Eğer m ü racaat edersem sana, bunda n daha güzel bir sözle, Sen döner m isin bana ve verir m isin h ediyeyi?

Bir gün el-Ahnef b. Kays ve M uhammed b. el- Eş'as, M uavi­ ye'nin kapısında durdular. Ö nce el-Ahnef'e, sonra M uhammed b. el-Eş'as'a izin verildi. M uhammed b. el-Eş'as hızlı yürüyerek el-Ahnef'ten önce içeri girdi. M uaviye onu görünce el-Ahnef'e şöyle dedi: Vallahi ben, senden önce ona izin vermedim ve senin ondan önce girmeni istiyordum. Biz sizin işlerinizi yönettiğimiz gibi edebinizi de yönetiyoruz. [ H a kkı olmadığı halde] fazladan bir şey yapmak isteyen bir kişi, ancak nefsinde bulduğu bir ek­ siklikten dolayı bunu yapar. [2/325)

Abdülmelik b. Mervan şöyle dedi: Üç tip insan vardır ki akıllı bir adam onları hafife almamalıdır: Alimler, hükümdar ve dostlar. Alimleri hafife alan dinini ifsat eder. H ükümdarı hafife alan, dün­ yasını ifsat eder. Dostları hafife alan da mürüvvetini ifsat eder. Ömer b. Abdülaziz ve Katibi Ebü'z-Zenad

Ebü'z-Zenad şöyle ded i : Ben Ömer b. Abdülazlz'in katibiydim. Yapılan zulümler hakkında, Medine' deki valisi Abdülhamld'e bir mektup yazıyordu. Mektup şöyleydi : "Bana öyle geliyor ki eğer sana: 'Bir adama bir dişi koyun ver,' diye yazarsam, sen bana: 'Er­ kek koyun mu yoksa keçi mi?' d iye yazacaksın. Eğer bunlardan birisini sana yazarsam bu kez: 'Dişi m i olsun yoksa erkek mi?' diye yazacaksın. Eğer bunlardan birisini yazarsam sen bana: 'Kü­ çük mü olsun büyük mü olsun,' diye yazacaksın. Bundan böyle,

el-İkdü '/-Ferfd

349

bir haksızlık konusunda sana bir şey yazdığım zaman sen bana müracaat edip mektup yazma!" E b u Ca'fer v e İbn Kuteybe

Ebu Ca'fer, Salim b. Kuteybe'ye bir mektup yazdı. Mektupta, İbrahim b. Abdullah ile birlikte huruç edenlerin evlerini yıkma­ yı ve hurma ağaçlarını kesmeyi ona emrediyordu. Salim yazdığı cevabi mektupta : "Hangisinden başlayalım? Önce evleri mi yıka­ lım yoksa hurmaları mı keselim?" diye yazdı. Ebu Ca'fer ona şunu yazdı: " Eğer ben sana hurmalarının ifsat edilmesini emretseydim, sen bana: 'Hangi tür hurmadan başlayalım? Önce es-Sayhani'den mi yoksa el-Berni'den mi başlayalım?' diye yazacaktın." Ebu Ca'fer onu azletti ve yerine Muhammed b. Süleyman'ı tayin etti. Mahmud el-Varrak şöyle dedi: Nice kö tülük görm üşsün, Tamah ediyor ya da sevin iyordun. Çoğu za man kişi kardeşi için, Menfaat ister de zarar verir ona.

Adi b. Ertat, Kadı Şüreyh'in yanına girdi ve ona: "Neredesin, Allah seni ıslah etsin?" dedi. Kadı Şüreyh : "Seninle duvar ara­ sındayım," dedi. Adi: "Dinle beni," dedi. Şüreyh : "Dinleyel im," dedi. Adi: "Ben Şam halkından bir adamım," dedi. Şüreyh : "Uzak bir yerdir," dedi. Adi: "Sizin yanı nızda evlendim," dedi. Şüreyh : "M utlu ol ve oğlanların olsun," dedi. Adi: "Ona bir çeyiz yapmak istiyorum," dedi. Şüreyh : " Kişi ailesi hakkı nda daha çok söz sahi­ bidir," dedi. Adi: "Ben ona bir ev sözü vermiştim," dedi. Şüreyh : "Şart, daha fazla haklı kılar," dedi. Adi: "Şimdi aramızda hüküm ver," dedi. Şüreyh : "H üküm verdim," dedi. Adi: "Kimin aleyhine [2/326] hüküm verdin?" dedi. Şüreyh : "Senin ananın oğlunun aleyhine," dedi. Adi: "Kimin şahitliğiyle?" dedi. Şüreyh : "Teyzenin kız kar­ deşi nin oğlunun şahitliğiyle," dedi. Kadı Şüreyh, Adi b. Ertat'ın şartı söylemekle nefsi aleyhine ikrarda bulunduğunu ifade etmiş oluyor. Kadı Şüreyh imalı ko­ nuşan zor bir adamdı. Şerik b. Abdullah, kuru odun ticaretini yapan İsmail'in yanı­ na girdi. H izmetçiye : "Ebu Abdullah'a bir odun [Arapçası üd'dur]

el-İkdü 'l-Ferfd

350

getir," dedi. H izmetçi de bir müzik aleti olan ud'u getirdi. İsmail ona: " Kır bunu," dedi. Sonra Şerik b. Abdullah'a: "Dün akşam bekçiler bir adam yakala mışlar; ya n ı n d a bu ud varmış," dedi. Bazı şairler, meramını ifade edemeyen hizmetçi hakkında şöyle dediler: N e za man çağırsam onu, b i r bardak su için, Bir tabak kuru üzüm le gelir.

Habib, bir şiirinde el-Cezire halkından Beni Tağlib'den söz ediyor. Onların kabalık ve az edebe sahip olmakla beraber gu­ rurlu bir nefse sahip olduklarını anlatır: Onları doyuran, güzel yeşilliğin yum uşaklığı değildir, Ve uzaklaştılar, bedevilerin zekası n dan. On ları keşfettiğinde, görürsün onlarda, Gururlu bir nefis ve edebin azlığ ı n ı . . .

Bir genç, eş-Şa'bi'nin yanına g idip sohbetine katılıyordu. Fa­ kat genç adam çok saki ndi. Bir gün eş-Şa'bi'ye döndü ve ona: "Ben kafamda bir kaşıntı hissediyorum. Bana hacamat yapmayı emrediyor musun?" dedi. eş-Şa'bi: " B izi fıkıhtan hacamata dön­ düren Allah'a hamdolsun," dedi. Dedi ki : Bir gün bazı şikayetçiler Ahmed b. el-Hasib'in yanına geldiler. Ahmed ayağını üzengiden çıkarıp tekmelemeye başladı. Şair bu konuda şunu söyledi : Söyle Halife ye, Ey Muha m m ed 'in a m casının oğlu! Sı nırla vezirini, çünkü o tekmecidir.

Tüccardan bir adam, eşraftan bir adamın yanında olan mal ı n ı istemek üzere vekilini gönderdi. Vekil dövülmüş olarak döndü. Tüccar ona: "Yazık, ne oldu sana?" dedi. Vekil : "Sana sövdü; ben de ona sövdüm; o da beni dövdü," dedi. Tüccar: "Sana nasıl söv­ dü?" deyince vekil : "Eşeğin şeyini, seni gönderenin anasının fer[2/327] cine koy," dedi. Tüccar: "Bırak onun bana ifti rasını ve sövmesini de sen bana şunu söyle: Neden eşeğin zekerine duyduğu n say­ gıyı, seni gönderenin anasına göstermiyorsun? 'Eşeğin zekerini, senin gönderenin anasının şeyine koy,' diyemez miydin?" dedi.168 1 68 Ya ni olayı bana aktarırken; " N eden ki nayeli bir şekilde 'şeyi ne' demedin de, kaba bir şekilde 'fercine' kelimesini kulla narak saygısızl ık yaptın." ( ed.)

e/-İkdü 'l-Ferid

351

Gençlerin Eğitilmesi

Ömer b. el-Hattab'a: "Filanca kişi şerri bilmiyor," den ildi. Ömer: "Adam şerrin içine düşmeye daha layıktı r," dedi. Süfyan es-Sevri şöyle dedi: Gençliğini güzel yaşamayan kıra­ ati güzel yapamaz. Amr b. el-As şöyle dedi : Akıllı adam, h ayrı şerden ayıran değildir. Asıl akıllı adam, iki şerrin en hayı rl ısını tanıyan kimsedir. Bunun benzeri şairin şu sözüdür: Zilletin bir kısm ına razı oldum, tüm ü n ü n korkusundan, Böyledir işte; bazı şerler daha eh vendir bazısı ndan.

el-Mugire b. Şu'be'ye Ömer b. el-Hattab soruldu. Şöyle dedi: Vallahi onu al datmaktan alıkoyan bir fazileti ve aldanmaktan alı­ koya n bir aklı va rdı. İyas şöyle dedi: Ben sahtekar değilim; sahtekar da beni kan­ dıramaz. İyas ve el- H asan tartıştılar. el-H asan'a gö re, bir hatası ortaya çıkmad ıkça veya aleyhine şehadet edilen kişi onu cerh etme­ dikçe M üslüman olan herkesin şahitliği kabul edilebilir. Ancak İyas böyle düşünmüyordu. Bir adam e l - H asan'ın yanına geld i v e o na: " Ey Ebu Said ! İyas b e n i m şahitliğimi reddetti," dedi. Bunun üzerine el- Hasan onunla birlikte İyas'ın ya nına gitti ve ona şöyl e d e d i : " Ey Ebu Va ile ! N eden bu M üslümanın şah itliği ni ka bul etme d i n ? Oysa Resu l u llah (sav.) : 'Kim namazımızı kılsa ve kıbl emize dönse o Müslümandır. Bizim lehimize olan şey­ ler o n u n da lehinedir. Bizim sorumlu olduğumuz şeyl erden o da sorumludur,' buyurdu." İyas şöyle d e d i : " Ey Ebu Said ! Allah: 'Şahitlerden iki erkek olm azsa rıza göstereceğiniz şa hitlerden bir erkekle iki de kadın olsu n la r, ' 1 6 9 b uyu ruyor. Bu, bizim razı

o l madığımızdandır." Amir b. Abdullah ve Maaşının Çalınması

Amir b. Abdullah b. ez-Zübeyr dindar ve faziletli bir insandı. Kendisi kötülük nedir bilmezdi. Bir gün mescitte oturu rken ken1 6 9 Bakara, 2 / 2 8 2 .

el-İkdü 'l-Ferfd

352

disine maaşı getirildi. Kalkıp evine gitti ve maaşını orada unuttu. Evine ulaşınca hatırladı ve hizmetçisine: " Mescide git ve maa­ şımı bana getir," dedi. Hizmetçi ona: "Biz onu nerede bulacağız artık?" dedi. Amir b. Abdullah: "Fesüphanallah ! Acaba kendisine ait olmayanı götürecek kimse kaldı mı ki?" dedi. [2/3281

Ebu Eyyub şöyle dedi: Ashabımdan öylesi vardır ki onun bana dua etmesini beklediğim halde şahitliğini kabul etmiyorum. Ömer b. Abdülaziz'in yanında Fatıma bt. Ali'den (as.) söz edildi. Ömer b. Abdülaziz, Fatıma'ya çok saygı duyardı. Orada: " Fatıma kötülüğün ne olduğunu bilmezdi," denildi. Ömer: "Onun kötülüğü bilmemesi, onu kötülükten uzak tutmuştur," dedi. Selef- i salihin, delikanlılar için tecrübeyi, yeni yetme gençler için de cehaleti hoş görürlerdi. Zamanı gelmeden yaşlanmayı hoş görmezlerdi. Bunu, olgu nlaşmadan meyvenin kurumasına benzetirlerdi. Kuşkusuz erken olgunlaşma, ancak meyvede bir zarardan dolayı olur. Meclis bakımından dostların e n faydalısı, işret bakımından en kerim olanları, hüner bakımından en güçlü olanları, nefis ba­ kımından en uyanık olanları; saldırgan ve düzenbaz olmayan, ibadet için dünyayı terk etmeyen, ölçüsüz derecede şakacı ol­ mayan ve ibadet için inzivaya çekil meyen kişilerdir. Fakat şairin dediği gibi olmalıdırlar: Ey Hind! Ne dersin, her zaman delikan lı olan biryaşlı için ? Bazen de genç olup delikan lı olmaya nlar için . . .

Başka birisi şöyle ded i : Elli yaşını geçm iş bir delikan lı, Gencecik bir çocuğun elbisesin de ka rşılar sen i.

B i r başkası şöyle demiş: Bir yan ı m vardır ibadet için, kaybe tm em onu, Ta til ve eğlence için de bir yan ı m vardır.

H abib şöyle ded i: Sabrın yaşlısı, hiddetin delikanlısıydı; Sa vaşa girince aslan gibi bir şerif oluyordu.

Bizim bu konudaki sözümüzden birisi şudur:

e/-İkdü 'l-Ferfd

353

Delikan lı bulursun, gençlerle oturduğ u n da; Ve yaşlı bulursun onu, yaş/ı insan larla oturduğunda.

Bunun benzeri İbn Hittan'ın şu sözüdür: Bir g ü n Yemen /iyim, Yemenli birisiyle karşılaştığımda, Maad'dan birisiyle karşılaşırsam Adn a n fyim ben.

İ m ran b. H ittan'ın bu sözü bu manaya gelmeyebilir de. Fakat [2/329] onun bu sözüne en yakın ve en fazla benzeyen mana budur. Çünkü o, Yemenli ile birlikte Yemenli, Adnan) ile birlikte Adnan) ol­ duğunu anlatmak istiyor. Bu duruş, ya onun korkmasından ya da yardı m etmek istediğindendir. Bütün bunlar eğitim, tecrübe ve hünere dahil oluyor. Dediler ki: Teselli bulmak için iyi insanlarla arkadaşlık yap. Tecrübe kazanmak için de kötülerle arkadaşlık yap. Dediler ki: İyi ve kötü insanlarla arkadaşlık yapmayan, darlık ve bolluğun tedip etmediği ve gölgeden güneşe çıkmamış kişiye umut bağlama. Arapların şu sözü de o kabildendir: Bir şahıs, zamanın iyi ve kötü tarafını anladığı zaman Araplar onun için: "Filan adam zamanın iki memesini de sağmış ve yağmurunu içmiştir," der­ ler. Böyle birisi zengin olduğu zaman kıymeti ni bilir ve gurura kapılmaz. Başına bir bela geldiği zaman da sabreder ve acayip karşılamaz. Hüdbe el-Üzrl şöyle dedi : Sevinç içinde olmam, zaman beni sevin dirdiğin de, Ne de bağırıp çağıracak biriyim, evirip çevirm esinde. Kötülüğ ü temenni etmem, kötülük beni bırakm ışken, Faka t tah a m m ü l ederim, ne zaman yük/ensem kö tülüğe.

Abdülaziz b. Zürare bu manada şöyle dedi: Yaşadım zam a n içinde, birkaç devre, değişik yollarda, Yum uşak olanına da, korkunç olanına da rastladım. Tan ıdım tüm ü n ü; ne nimetler azdırdı beni, Belaları n a karşı da sesimi kısarak bağ ırıp çağırmadım. İş vaki olmadan, doldurmaz göğsü m ü, İş gelip çatın ca da dara itmam göğsüm ü.

Başka birisi şöyle dedi:

el-İkdü 'l-Ferfd

354

Eğer zulümle evimi yıkarsanız, kuşkusuz o ev, Belalardan korkmayan, kerim birisinin m irasıdır. Bir işe n iyetlendiğinde, kararlılığı belirir, iki gözün arasında, Ve vazgeçer, belaları anla tm aktan. Ve işinde, nefsinden başka kimseyle istişare etmez; Arkadaş olarak da ancak kılıcını kuşan m ış birisine razı olur. Kılıçla yıkayacağım, kendimden ayıbı; Allah 'ı n belasını davet ederek ve bela gelmeyecek.

H i nd'e Muaviye soruldu. Şöyle dedi: Vallahi eğer Kureyş çev­ (2/330) reden toplansaydı sonra M uaviye onların ortasına atılsaydı, o istediği yeri nden çıkardı. Bu tıpkı şairin şu sözüne benzer: Allah 'a sığındım, arkadaşlıkyapacağ ı m h e r arkadaştan, Sadece Arak b. Nail bunları n dışında. İki öğü n arasında, onun hakkı nda bildiğim şey, On un hak veya bti tıl bir şekilde kurtulacağıdır.

Bir başkası şöyle dedi : Eğer ben hilme m u h taç isem, kuşkusuz ben, Bazı zaman larda ceh alete da ha çok m u h tacım. Ceh alete razı olacak değilim, arkadaş veya dost diye, Faka t ben razı olacağım, zorlandığ ı m zaman. E/jer bir ka vim: Bunda hoşgörü vardır, deseler Doğru söylerler; ancak zillet, daha çirkin dir hür insanda. Ben de hi/m den bir at vardır, hilm le gem len m iş; Ben de ceha letten bir at vardır, ceh aletle semerlen miş. Ben i düzeltmek isteyen varsa ben düzelti im işim; Ben i e/jmek isteyen varsa ben eğilm işim zaten.

Mu aviye b. Süfyan b. Avf el-Gamidl şöyle dedi: Bu öyl e biri ki aceleden dolayı zapt edilmiyor; geç hareket ettiği için sırtı ndan itilmiyor ve iş konusunda geç hareket eden deveye vurulduğu gibi ona vurulmuyor. el-H asan b. H ani şöyle ded i : Koşuda, genç atlara meydan uzun g eldiğin de, Beş yaşına girmelerine kim engel olabilir? Zillete düşürmez fakirlik, övülen insan ı; Ve nimetler de onu gurura sevk etm ez. 170 1 7 0 Fazla bilgi için bkz. Dfvan u Ebf Nu vas, nşr. Ali Fa G r, Darü'l- Kütübi'l- İ l m iyye, Beyrut 1 9 7 1, s. 142 (çev.) .

el-İkdü 'l-Ferfd

355

Cerir şöyle dedi : Genç deve, sıkın tıya geldiği za man, Büyük develerin saldırısına karşı koyamaz.

Menfaat ve Zarar Veren

Bir adam işini biliyor, dostlarına faydalı ve düşmanlarına karşı zararlı ise onun için: "O adam çok çıkan ve çok dolaşan, çok ça­ buk değişen ve çok becerikli olan biridir," denilir. Böyle ol madığı zaman onu için: "Ne tatlandırır ne acı yapar; ne kervanda ne top­ lulukta vardır. Onda ne umulan bir hayır ne de sakınılan bir şer vardır," denilir. Bazıları şöyle dedi: Akıllı kişi, ya hayırda ya da şerde lider olmaktan başka bir şeye razı olmaz. Şair şöyle dedi: Menfaat vermediğin takdirde, zarar ver! Menfa a t veya zarar verdiği için insan a u m u t bağlanır.

Habib şöyle dedi: Menfa a t d e görmem, zarar verm eyen in ya n ı n da; Za ra r da görm em, menfaat verm eyen in ya n ı n da.

Bir bedevi, bir adamın şöyle dediğini işitti : "Filanca kişi, asla bir gün bir hayır geti rmedi." Bunun üzerine bedevi : "Eğer bir gün hayır getirmemişse bir gün bir şer geti ri r," dedi. Şair şöyle dedi: Yapmadı, Benf Zebyan bir hayır, Ve Ben i Zebyan bir şer de yapmadı.

Başka birisi şöyle dedi: Sakı n ı lm ayan düşman lığın Allah belası n ı versin; Ve fayda vermeyen akrabalığın da . . .

Bir adam övündü ve şöyle dedi : " B abam, hükümdarları öldü­ ren ve minberleri gasbeden birisidir. Şöyle yaptı ve böyle yaptı." B i r adam ona: "Ne var ki esir alındı; öldürüldü ve asıld ı," dedi. Bunun üzerine adam : "Bırak esirliğini, öldürülmesini ve asılma­ sını; senin baban hiç bunlardan birisini yaptı mı?" dedi. B eni Şeyban bir adamın develerine saldırıda bulundu. Kav­ minden yardım istedi, ancak kavmi yardımda bulunmadı. Onlar­ da bir akıl zafiyeti vardı. O da kavmini kötüleyerek şöyle dedi:

(2/331 ]

el-İkdü 'l-Ferfd

356

[2/332]

Eğer Mazin 'den olsaydım, m ubah kılmazdı develerim i, Züh l b. Şeyban 'dan Ben ü 'l-Lekita . . . O za man sert bir topluluk gelirdi yardı m ı m a, Öfke anında . . . Eğer aklından zoru olan yum uşasaydı; Onlara seslendik/eri zaman, m usibet zaman larında, Dediklerine bir burhan sormazlar, kardeşlerine. Bir ka vim ki kötülük azı dişlerin i on la ra gösterdiğinde, Uçarlar ona doğru; gruplar h a lin de ve yalnız olarak. Faka t ben im kavm im, her ne kadar çok olsalar da Kö tülükte yokturlar, basit bile olsa. Zulüm ehlinin zulümlerin i affederek m ükafat/andırırlar; Ve kötülük eh lin in kötülüklerine iyilikle karşılık verirler. San ki Rabbin yara tmamış onla rdan başkasını, Bütün insan lardan, insan olarak . . . Keşke onların yerine bir ka vmim olsaydı, Bindiklerin de, saldırsalardı yayalar ve süvariler olarak.

Şairin kavmini, hilmle veya Allah'tan korkmakla tavsif ettiği söylenemez. Aksine bu şiiriyle zillet ve acizliklerini murat et­ miştir. Tıpkı en-N ecaşl'nin, Temim b. M ukbil'in heyeti hakkında söylediği gibi : On u n kabilesi, gözetmezler dostluğu, Ve zulüm yapmazlar insanlara, hardal tan esi kadar. Suya, ancak akşam vakti gelirler; Suya gelen ler, her kaynaktan gittikleri za man . . .

Bir şeyde faydalı olan herkes, mutlaka bir şeyde zararlı olur. Eşca' b. Amr'ın sözü de şöyledir: Bazı boyunları avlar kılıcıyla; Bazılarını da kurtarır kölelikten.

el-H asan b. Hani şöyle dedi: Um u tlanır ve korkar insanlar, iki h ô.linden Sanki sen, cen net ve cehennemsin.

Bu manadaki sözlerimizden birisi şudur:

[2/333]

Kime u m u t bağlanır ve kimden korkulur sen den başka ? Senin iki elinde, cömertlik ve g ü ç va rken . . . Sen yaşadıkça, insanlar nimet için de yaşar; Eğer ölürsen, insanlar da seninle birlikte ölür.

Başka birisi şöyle dedi:

e/-İkdü '/-Ferid

357

Gençlerin delikan lısı sabah ve akşam, İçki içmek için, sabah gidip akşam gelen değildir. Faka t gen çlerin delika nlısı, bir düşm a n a zarar verm ek, Ya da bir dosta fayda vermek için gidip gelendir.

Arzularm Peşinde Borçlanma

H i ntl ilere ait bir kitapta şöyle denilmiştir: Tehlikelere binme­ yen, arzu ettiklerini elde edemez. İ htiyacını elde etmesi muh­ temel olan bir şeyi, kendisini korumak amacıyla terk eden bir kimse, önemli bir iş elde edemez. M ü rüvvet sahibi bir adam fazla önemsenmez, makamı düşük olur. Onun m ürüvveti, yükselmek ve yücelmek dışındaki her şeye engel olur. Tıpkı ateşten bir şule gibi, şulenin sahibi onu korur, yükselmek dışında her şeyine en­ gel olur. Fazilet sahibi bir insanın fazileti, gizlemeye çalışsa bile gizlenmez. Tıpkı kapağı kapatılan mis kutusu gibi, kapağının ka­ patılmış olması, güzel kokusunun dışa vurulmasına ve yayılma­ sına engel olamaz. B u manadaki sözlerimizden bazıları şunlardır: Kapa tıldı m is ku tusu, Engel olamadı, kokunun yayılmasına. Gizlen m ez fazilet/inin fazileti, İftirayla ya da yalanla. Fazilette ileri giden kimse, Muhtaç değildir neşrediciye. Çoğu za m a n ramazan hilali, bulutla perdelenir, Yevm ü 'ş-şek den ilen bir gecede; Son ra aydınla tır nur, onun yüzünü, Ve aydı n la tı r, bütün karanlık/arı. Kuşkusuz den izin sırtına, Gem isiz binem ezsin. Ve in cileri dizen adam, İpliksiz dizem ez onları. Parlak altı n, saf hale gelmez, A n cak kalıba döküldükten son ra . . . Bunlar birer darbımeseldir/er, İsteyen rivayet etsin onları. İp tal eden b u n lardır, Her Yemenliyi, Şamlıyı ve Mekkeliyi . . . Bunlar benim gözümün kalıbından değildir; Ne de ben im sıkıcı havamın dokumasında n dı r.

[2/334]

el-İkdü 'l-Ferfd

358

Dediler ki: Akıllı bir kimsenin, mutlaka iki menzilden birisin­ de olması gerekir. Ya son derece dünyaya talip olacak ya da son derece dünyayı terk edecek. Keza akıllı bir kimsenin, mutlaka iki mekandan birinde görülmesi gerekir. Ya hükümdarla birlikte olup kendisine ikramda bulunulacak ya da ibadet edenlerle birlikte olup zühd ve takva sahibi olacak. Kazanca yol açan borç, borç de­ ğildir. Aynı şekilde, borçlanmaya yol açan kazanç, kazanç değildir. Sıffin Gününde Muaviye ve Ali'nin Ordusu

Sıffin günü Muaviye, Ali'nin (ra.) ordusuna baktı ve şöyle ded i : Büyük bir şeyi talep eden kimse -başına işaret ederek-bü­ yük organını tehlikeye atar. H abib et-Ta! şöyle dedi : Ey beni eleştiren kişi! Binek olarak gece, ne kadar serttir! Ve ondan da sert olanı, sıkıntılarda ona binen dir. Beni ve zamanın korkularını baş başa bırak, karşılaştırayım; En büyük korkula rının ardı ndan, a rzu edilen şeyler geliyor.

Ka'b b. Züheyr şöyle dedi: Korkuya binen kimse için, yoktur b i r talep; Ve yoktu r, A llah 'ın indirdiği bir yükün taşıyıcısı. Yüz çevirmezsen eğer, ceh alet ve kö tülükten; Bir halim le karşılaşırsın ya da bir cahil seninle karşılaşır.

eş-Şemmah şöyle dedi: Bir delikanlı ki razı değildir en e d n a b i r ma işete; Ve sağların evinde girm iş değildir. · Ceviz kab ı nı dolduran ve okları n ı sulayan bir genç, Ve vurur tepeden tırnağa silahlı kah ramanın başın ı.

[2/335]

İ mruülkays şöyle dedi: Edn a b i r maişet için çalışsaydım eğer, yeterliydi bana, Az bir mal . . . Ve talep etmezdim dah a fazlası nı. Faka t ben derin bir şeref için uğraşıyorum; Ve bazen u laşır yüksek bir şerefe benim gibiler.

Başka birisi şöyle dedi: Eğer haset sahibi düşm anların sevin ci olm asaydı, Ya da bana u m u t bağlayan lara fayda m olmasaydı,

el-İkdü 'l-Ferfd

359

A ra mazdım dünyadan arzu edilenleri; Ve verm ezdim b u uğ urda, ırzı m ı ve din imi. Lakin düşm a n la rla ya rı�� sevk etti ben i, Bazı işlere . . . ve görüyorum bu işlerin beni m a h vedeceklerini. Nasıl olur ki ben bir makama razı olayım da, Ne dinim va r yanımda ne de güç veren bir dünya.

el- H utay'e, Zibrekan b. Bedr'i hicvederken şöyle dedi: Bıra k g üzel a h lakı! O n u talep etmek için yola düşme! Ve otur! Çün kü sen, yiyen ve içensin.

Bunun üzerine Zibrekan, Ömer b. el-Hattab'dan yardım istedi ve şiiri ona dinletti. Ömer: "Bu şiirde bir sakınca görmüyorum;· dedi. Zibrekan: "Vallahi ey Müminlerin Emiri ! H içbir insan bundan daha şiddetli bir beyitle hicvedilmemiştir;' dedi. Ömer, Hassan'a haber gönderdi ve: "Onu hicvetmiş sayılıyor mu?" diye durumu ona sor­ du. Hassan: "Onu hicvetmemiş ama üzerine pislemiştir," dedi. Yeni Yetme Şairler

Bazı yeni yetme şairler, el-H utay'e'den bu manayı alarak şöy­ le dedi: Ben g üzel ah laktan, size yetecek kadarını b uldu m: İpek elbiseleri giym eniz ve doyu nca yemeniz ... Sizin bulunduğ u n uz mecliste, Bir kez g üzel ahlak anılırsa hemen gizlenirsin iz.

Dediler ki : Korkulara binmeyen kimse, arzu edilen şeyleri elde edemez. Büyük şeyleri talep eden kimse, büyük organını [baş ını) tehlikeye atar. Yezid b. el-Mühelleb'in kafası geti rilip de orada oturanların bazıları onu kötüledikleri zaman Yezid b. Abdülmelik şöyle dedi: Kuşkusuz Yezid büyük bir şeye bindi; büyük bir şey talep etti ve kerim olarak vefat etti . Bazı Şairler

Bazı şairler şöyle dedi: Kan a a t etme, talep etmen m ü m kün olursa E/jer talepler zora girerse o zaman kan a a t et.

H ü r ve kerim insanın yaratılış özelliklerinden birisi de ken­ disine açılan dünya ve ahiretle ilgili şereflere kanaat etmeme-

[2/336]

el-İkdü 'J-Ferfd

360

si, daha kıymetli derecelere ve daha yüksek makamlara ulaş­ ma emelinde olmasıdır. Bu yüzden Ömer b. Abdülaziz, D ükeyn er-Raciz'e şöyle demiştir: "Uzun emellere sahip olan bir nefsim vardır. Benim bu makamlarım ı n en eşrefine kavuştuğum habe­ ri sana ulaşırsa [yanıma gel], seni bu gözle görmeliyim." Ömer b. Abdülaziz bu sözü ona söylediğinde, Süleyman b. Abdülme­ lik'in M edine valisiydi. H ilafet ona verilince Dükeyn yanına geldi. Ömer b. Abdülaziz ona şöyle ded i : "Sana bildirdiğim gibi, uzun emellere sahip bir nefsim vardır. N e fsim, dünyanın en eşref ma­ kamlarını arzuladı. Ona kavuşunca baktım ki bu kez nefsim, ahi­ retin en eşref menzillerini arzuluyor." Bu manaya şahit olan olaylardan birisi şudur: Allah, Hz. Musa (as.) ile konuşunca, Musa Allah'a görmek istedi. Eğer Musa ona ulaşabilseydi bu makam, elde edebileceği makamların en eşre­ fiydi. M u sa'nın emeli, elde edilmesi imkansız olan bir yola açıl­ dı. Ta ki hür ve kerim olan bir kişinin, daha yüksek bir makam gördüğü zaman, bulunduğu makama kanaat etmesinin m ümkün olmadığına delil olsun. Bu manadaki sözlerimizden bazıları şunlardır: Hür olan bir kişi, şerefli bir m a ka m la iktifa etmez. Öyle ki, arkasında helak olan bir m a ka m ı talep eder. Bir emel alır götürür onu, önü nde ecel olan bir yere, Eğer bir korku ona engel olursa, bir arzu onu davet eder. Bu yüzden Musa Rabbine: Ken dini bana göster, Sana bakayım, dedi. Sorm asın da acayiplik vardır. Musa, elde ettiği keremden fazlasın ı istiyor; O, öyle ku rtulm uş birisi ki yan ı n da vah iy ve kitap vardır.

Teebbeta Şerran, korkulara binip mal harcayan amca oğlunu anlatırken şöyle dedi:

[2/337)

Kuşkusuz övmek istiyorum b u n u n la, Sadık bir amca oğlu olan Şems b. Malik'i kastediyorum. Sallıyorum bu övgüyle, bir tarafı n ı, kab ilenin toplan tısında, Onun salladığı gibi bir tarafı m ı, erak yiyen beyaz develerle. İsabet eden sıkın tılardan az şikayetçi olur; Uzak h edefleri vardır; hevesi ve yolları dağınıktır. Gündüzü çölde geçirir, başka yerde a kşa m lar, Tek başına . . . Ve biner, açık olan teh likelere.

e/-İkdü '/-Ferfd

361

Geçer h ızlı rüzgarı, kastettiği yerden, Hızlı ve peş peşe olan koşmasıyla . . . Gözlerine uyku girdiğin de, çıkar ortaya b i r sa vunan, İşin i ciddiye alan, dikkatli bir adamın kalbinden . . . Gözlerini kalbinin gözcüsü yapar; Keskin kılıcın kınından çıkarılması ve çekilm esi için . . . Salladığı za man onu düşmanın kem iğine, ortaya çıkar, Gülen ölü m ü n ağzındaki azı dişler. 1 7 1

Başka şairler -belki de Teebbeta Şerran'ın kendisi- şöyle dedi: Kişi çaresiz kalıp da durumu son derece ciddi olduğu zaman, Kaybeder, işi bükülür ve o arkasın ı döner. Faka t başın a iş gelmemiş kararlı olan kişi, Mu tlaka çözüme yönelmek için bir çare görür. İşte b u, zam a n ı n tecrübe ettiği kişi olup yaşadıkça görür; Ondan bir delik kapandığında, coşar yen i bir delik.

Hareket ve Sakinlik

Vehb b. M ünebbih şöyle dedi: Tevrat'ta şu yazılıdır: "Ey Ade­ moğl u ! Sen hareket için hareketten yaratıldın. Hareket et; ben seninle beraberim." Bazı kitaplarda şu vardır: "Ey Ademoğl u ! Herhangi bir iş için elini uzat; sana bir rızık kapısı açayım." Utbe b. Rebia, çayır talebi konusunda, kardeşi Şeybe b. Rebia ile istişarede bulu ndu. Bunun üzeri ne dedi ki : " Ben kuraklaştım. Kurak olan da çayır arar." Bu söz darbımesel oldu. Şeybe ona şöyle dedi: " Kendini zillete maruz bırakman, izzetten değildir." Bu da darbımesel oldu. Bunun üzerine Utbe şöyle dedi : "Aslan, (2/338] dizleri üzerine çökmüş ceylan yavrusuna saldırmaz." Bu da dar­ bımesel oldu. Habib bunu aldı ve şöyle dedi: Halim selim olduğu halde, servete sah ip olm a k istedi; Oysa asla n saldırmaz, çökm üş ceylan yavrusuna.

el-A'şa, Bekir'e: "Bu otlak arama ve gurbette kalma ne zama­ na kadar? Sen geniş bir yaşayışa ve rahatlığa razı olmaz mısın?" denildi. el-A'şa şöyle dedi: "Güneş sürekli üzerinizde olsaydı on­ dan bıkardınız," dedi. Habib bu sözü alarak şöyle dedi : 1 7 1 Fazla bilgi için bkz. Dfviinu Teebbeta Şerran, Darü'l-Garbi'l-İsliimi, Beyrut, 1 9 84, s. 1 5 0- 1 5 5 (çev.).

e/-İkdü 'l-Ferid

362

Yıpra tır iki yanağını, kişinin uzun zam a n kabilede kalması; O hô.lde gurbete çık ki yeni/en esin. Ben insan ların güneşi çok sevdiklerin i g ö rdüm; Sürekli üzer/erinde olmadığı için . . .

Ebu Said Ahmed b. Abdullah el-Mekkl şöyle dedi: İ mam Şa­ fü'den işitti m: "İki beyit şiir söyledim" dedi ve bize şu beyitleri okudu: Ben n efsimin Mısı r'ı arzuladığ ı n ı görüyorum; Gerisin de çöllere ve ıssız yerlere dalmak vardır. Vallah i bilmiyorum bolluğa ve rah a tlığa doğru m u ? Yoksa kabrime doğru m u, sevk olu n uyoru m ?

Bu iki beyitten sonra Mısır'a girdi ve orada vefat etti. Musa b. İmran (as.) şöyle dedi: "Yolculuğu kötülemeyin. Ben yolculukta, kimsenin ulaşamadığı şeylere ulaştım." Demek isti­ yor ki Allah yolculuk esnasında kendisiyle konuşmuştur. el-Me'mun şöyle dedi: Kifayet içindeki bir yolculuktan daha lezzetli bir şey yoktur. Çünkü her gün, bulunmadığın bir yerde bulunuyor ve görüşmediğin insanlarla görüşüyorsun. Şair şöyle dedi:

(2/339]

Rah a t v e bolluk içinde yaşa m a k sen i alıkoymasın, Va ta n değiştirip başka vatana gitmekten . . . Kalacağın her mem lekette karşılaşırsın, Akrabalarla ve dostlarla . . . Kaldı k i tek bir yerde ikamet etmek bıkkınlık getirir.

Peygamber (sav.) şöyle buyurd u : yaret et, sevgiyi arttırırsın."

(� �.)) « � jj») "Arada bir zi­

H ükema şöyle dedi: Yorgu nluk olmadan rahata kavuşulmaz. Sıkıntı çekmeden de bolluğa ulaşılmaz. H abib şöyle dedi: Büyük raha tlığa bakarsan ona ulaşmayı göremezsin; Yorg u n luk köprüsünden geçmeden . . .

Yine şöyle dedi: Derli toplu b i r bolluğa sah ip olmasam da Kazandım o n u, ancak aşırı bir çaba son ucu.

Lezzet alacağım sakinleştirici bir uykuyu, Vermedi bana günler, bir sığ ı n tının uykusu dışında.

e/-İkdü 'l-Ferfd

363

Yine şöyle dedi: Ve geceleyin inerler, mızrakların kenarla rı gibi bir kervan, Benzerlerin üzerin e . . . Gece de baskın yapa r, kara n lıkla rıyla.

Başla ngıçları n ı tamamlamak için aldıkları bir em irden dolayı, Onlar son u çları n ı tamamlamak zoru nda değ iller.

Bir de şu var ki acaba bir ekinin tohumsuz hasat edilmesi, ağaç dikmeden meyvesinin toplanması, taş olmadan bir çakma­ ğın ateş alması veya bir talep olmadan bir malın kar etmesi tah­ min edilebilir mi? Bu durum akla sığar m ı veya kıyası mümkün mu· · 7. Bu yüzden el-Halil şöyle dedi: " M u htaç olmadığın şeyler üze­ rinde durmadan, muhtaç olduğun şeye ulaşamazsın." Bunun üzerine kelamcı Ebu Şemr ona şöyle dedi: " Eğer ihtiyaç duy­ duklarına ulaşmak için ihtiyaç duymadıklarına bağı mlıysan, o zaman ihtiyaç duymadıklarına muhtaç olmuşsun demekti r." el­ Halil şöyle dedi: "Yazık sana ! Keskin kılıç, vurmadan keser mi? Asil at, koşturul madan koşar mı? Çaba göstermeden ve yorul­ madan bir sonuca ulaşıl ır mı? Bazen çabaya rağmen fakirlik olur. İtibara rağmen de başarısızlık olur." Şair şöyle dedi: Hep ka tettim memleketlerin toprakları n ı, Doğ u mem leketlerinden ba tıya kadar. . . Ve saklıyorum korkuyu, üm idin altına; Ve arkadaş edin irim, oğlak ve ku tup yı ldızla rın ı. Diirerim ve n eşrederim kederlerin elbisesin i; Huneyn 'in iki mestiyle dönene kada r. . . 1 7 2 1 7 2 Bu bir darbımeseldir. H u neyn adında b i r adam, b i r bedeviye mestlerini satmak istedi. Fakat pazarlı kta anlaşamadılar. Bedevi mestleri ucuza almak istiyo rd u . H u neyn de ve rmek istemedi. Bedevi yo luna devam etti. H u n eyn ona bir tuzak kurdu. Onun geçeceği yolun üzeri ne mestin teki ni, görülebilecek bir yere koydu. Diğer teki n i de b i raz geride ve yol u n dışına b ı raktı. Bedevi mestin teki ne rastladı ve : " B u H u neyn' i n mesti değil m i ?" d iyerek devesinden inip onu aldı. Fa kat tek b i r mestten ne ç ı ka rd ı ? Bedevi ke n d i ken d i n e : " Diğer teki de buralarda olmalı," dedi ve gerisin geriye d ö n ü p diğer teki de aramaya başladı. S on un d a diğer teki n i de yolun dışında b i r yerde buldu ve çok sevi ndi. H un ey n ise b i r tepe n i n arkasından onu izliyord u . Bedevi, ikinci mesti almak üzere d eveden uzaklaş ır uzaklaşmaz hemen deve n i n yularından tutup yüküyle birlikte deveyi götürd ü. E l i n d e iki mestle devesi n i n bulunduğu yere dönen bedevi onu yeri nde bulamadı. Epey aradı fakat nafile ... Sonunda elinde H u neyn' i n iki mestiyle yaya

[2/340]

e/-İkdü 'l-Ferfd

364

Ta ki bir hal üzerinde olayım, Malı az ve eli boş olayım. Dost bakı m ından fakir, düşman bakı m ı n dan zengin; t:beveyn den de zenginliği az . . .

Bunun benzeri, çokluk içinde azlıktır. Kuşkusuz ancak genelle ve galip olanla hükmedilir. Araştırmak taleple olur; mahrumiyet, acizliğe daha çok yakışır. H abib bu manayı şerh ederek şöyle dedi: İnsa n ı n yerdeki himmeti, zengin liğin dallarıdır; Dikilm iştir, ama her zaman yapra k verecek değildir.

İsmail b. İbrahim el-Hamdı1nl, el-Meta/ib'de şöyle dedi:

[2/34 1 ]

Göz ucuyla bakışın, kalp hastalık/arın v e nazın vardır; Faka t göz onlardan daha zayıftı r. İki parlak gül görüyorum, iki yanağ ı n ı; Çünkü bir çiğ gelm iş ona gözyaşla rım dan. Lafızları ta tlıdır; yalan ham lesi o n u ayıpla masaydı, Sapı tırdı bir iyilikle. Ben i o n u n dışındakilerden vazgeçiren şerefim, Çokluğu ben im için azdır. Senin gölgenin gölgesinde oldu m h ep, Son u n da, tehlikeler için bir gölge oluştu benim üstümde. Senden ilk istediğim şey bir talebim dir, Bir talep ki onun olduğu yerde korku b üyük olm az. Meskenim ve kılıcım kesmezler, Mızrağım ise çen tiklenmiş ola n ı keser. Ve m ızrağım, tıpkı h üzün bahçesi gibi On u güldürdü, sürekli yağan yağ m u r. Ve çenem arasındaki delilim, yükselmektedir, Her güçlü ve mağrur olanın üzerine; o n u zillete düşürür. Kandıran acizlik şa rabından gelen sarhoşluk, Ondan sonra benim için bir şurup gibidir. Eğer yakın lığın benim yan ı n da önemliyse, Kararlılığın en azı ondan daha önemlidir. Yaşlı bir erkek, yaşlı bir kadın la arkadaşlık mı edecek? Benimle olan her dostluk, yoksulluğ u m u bozandır. Yazık sana, bir aslan bir asla n ı çıkara m az, olarak evine döndü. Dostları ona: " N e kazandın bu yolculuktan?" dediler. Bedevi : " H uneyn'in iki mestiyle d ö n d ü m," dedi. Bu söz, başarısızl ı k için bir darbımesel oldu [Bkz. Ebü'l- Fazl Ahmed el-Meydani, Mecma 'u 'l-Emsô./, Beyrut, 1 9 7 1, 1. 296] (çev.).

el-İkdü 'l-Ferfd

365

Orm a n lık yerinden, heybetsiz olduğu h a lde . . . Bıra k azarlam ayı v e kınamayı terk et; Geçim sıkın tısında, gözün büyük kovadır. O bir kılıçtır; kın ı, iki hırkasıdır; Çekildiği zaman, kararlılık onu kın ı n da n çeker. Kurt o n u gördüğü zaman, şüphe etm ez, Onun sah rada, sırt/an la kurdun melezi olduğ u n u. İki elbisesi arasında, kararlılıkları n kardeşi vardır; On u, şiddetli olaylar korur. Ortaya çıkmaz ben im le, adamlar ve çöl; Kuşkusuz kapımda bir menzil ve yer vardır. Azalt, azarlamanın bir kısm ını; Göremez, zamanın gittikçe azaldığını. Yaşayışın çab ucak gitmesi, rızkın ürün vermesidir; On u toplar, uzun ve h ızlı adamlar. Çen tik a tm a kınamayla, kararlılığımın sınırına; Çün kü ben kararlı lığın ve bereketin dostuyum. Delika n lı kişi, kayınpederin i korumayandır, Bir g ü n gelir ayağını kaydıracağını tam a h ederek . . . Bir delikan lı k i bir terslik o n a sıkı n tı verdiği zaman, Ona karşı bir sabrı vardır, ona gölge yapan. Gen ç geceye arkadaşlık yapar, Ta gece yaşlanın caya kadar; usanmadan . . . Bakar k i yolculuk ondan bir et parçası alır, çiğner durur; Faka t kokmaz o et parçası. Gece karanlığında çemrenir elbiseleri; Elbisesi boldur üzerinde, gen iştir. Kaybedeceğim uykuyu, beni nerede görürse Ve benim kaybım, büyüktür benim için yücedir. Şerefin inşa edilmesi, maharetlerin yıkılmasıdır; Fakirliğin kaldırılması yolculukla ve kon m ak/adır.

Rızık Arama

Peygamber (sav.) şöyle buyurdu: "Ailesinin ve çocukları nın geçimiyle ilgilenen bir kimse, Allah yolunda sınır bekleyen mü­ cahit gibidir." Yine Peygamber (sav.) şöyle buyurd u : "Veren el, alan elden üstündür. Yoksu l olandan başla." Ömer b. el-Hattab şöyle dedi: "Sizden birisi rızkı talep etmek­ ten geri kalıp 'Allah'ım, bana rızık ver,' demesin. Kuşkusuz ma-

[2/342]

el-İkdü 'l-Ferfd

366

Jumdur ki gök, altın veya gümüş yağdırmıyor. Allah Teala ancak i nsanları, birbirinin rızkı na vesile yapar." Sonra şu ayeti okudu : "Namaz kılındı m ı artık yeryüzü ne da/J ılın

ve

A llah 'ı n /ii tfu n da n

n asip a rayın. Allah 'ı çok anın k i kurtuluşa eresin iz." 1 73

M uhammed b. İdris eş-Şafii şöyle dedi : Sana faydalı olana hırs göster ve insanlarla ko nuşmayı bırak. Çünkü insanların dilinden, selamete giden bir yol yoktur. Bunun benzeri Malik b. Dinar' ı n sözüdür: Nefsini tanıyan kimseye, insanların onun hakkında söyledikleri zarar vermez. Tahir b. Abdülaziz şöyle dedi: B ize Ali b. Abdülaziz haber ver­ di ve dedi ki : Ebfı Ubeyd el-Kasım b. Sellam şu beyti bize okudu: [2/343]

Ka m il insanın kemalini eksiltm ez, A ilesine sevk ettiği hayırlar.

Ömer b. el-Hattab şöyle dedi: Ey Kurra topluluğu ! Rızık ara­ yın ve insanlara yük olmayın . Eksem b. Sayfı şöyle d e d i : Azığı n ı zayi eden kimse, başkasının azığına bağlanır. Peygamber (sav.) şöyle buyurd u : "Sizin en hayırlı nız, ne ahi­ reti için dünyasını ne de dünyası için ahireti ni terk edendir." Amr b. el-As şöyle dedi: Dünya n için, ebedi kalacak bir kimse gibi çalış. Ahireti ne de yarın ölecek bir kimse gibi çal ış. Peygamber'in (sav.) Abid Hakkındaki Hadisi

Pcygamber'in yanı nda bir ada m ın ibadete düşkünlüğünden [ahiret için) çok çalıştığından söz edildi. Dediler ki : "Bir yolcu­ lukta onunla birlikteydik. Senden sonra onun kadar ibadet eden birisini görmedik. Ne nafile bir namaz bırakır ne de oruçsuz ge­ çen bir günü vardır." Resulullah (sav.) : "Peki, onun yeri ne kim çalışıyo r ve işlerini kim üstleniyo rdu ?" dedi. Onlar: "Hepimiz," dediler. Resulullah (sav.) : " Hepiniz ondan daha çok ibadet edi­ yo rsunuz," buyurdu. M esih (as.) İsrailoğullarından bir adamın yanından geçti; iba­ det ediyordu. Mesih : "Ne yapıyorsun?" dedi. Adam: " İbadet edi­ yo rum," dedi. M esih : "Senin işlerini kim görüyor?" dedi. Ada m : 1 7 3 Cum'a, 6 2 / 1 0 .

el-İkdü 'l-Ferfd

367

" Kardeşim görüyor," dedi. Mesih : " Kardeşin senden daha çok ibadet ediyor," dedi. Kuşkusuz Allah rızık talep etmeyi insanlara, cinlere, kuşlara, böceklere, hasılı bütün mahlukat üzerine farz kılmıştır. Bazıla­ rı eğitimle rızkını arar, bazısı da ilhamla arar. Tahsil ve tefekkür ehli insanlar rızıklarını, tasarruf ve korumanın en iyi şekliyle ararlar. Aciz ve tembel insanlar ise nzıklannı, dilencilik, tevek­ kül ve hilenin en kötü biçimiyle ararlar. Fazla Mal

Allah şöyle buyurdu: "Servet ve oğullar dünya haya tın ı n süsü­ dür. Kaltcı olan iyi davranışlar ise Rabbinin n ezdinde hem sevapça dah a h ayırlı hem de ümit bağlamaya dah a layıktır." 1 74

Peygamber (sav.) el-Mücaşii'ye şöyle buyurdu: "Eğer bir ma­ lın varsa senin bir şerefin vardır. Eğer güzel ahlakın varsa senin mürüvvetin vardır. Eğer dinin varsa senin keremin vardır." el-Cahiz'in Kitabü 'l-Edeb'inde şöyle denilmiştir: Bilmiş ol ki malın çoğaltılması asil davranışlara vesile, dine bir yardım ve dostlar için bir birleştirmedir. Malını kaybeden kimseye rağbet etmek de, ondan korkmak da azalı r. Kendisinden korkulmayan ve rağbet edilmeyen kimseyi insanlar hafife alır. O halde, sana rağbet etmek veya senden korkmak konusunda kalplerin sana bağla nması için bütün çabanla çalış." Bir filozof oğluna şöyle dedi: Ey Oğl u m ! Mal elde etmeye çalış. Eğer mal sadece senin kalbine bir izzet, düşmanın kalbine de bir zillet veriyorsa bu bile [malın gerekliliği için] yeterli bir sebeptir. Abdullah b. Abbas şöyle dedi: Dünya a fiyettir. Gençlik sıhhat­ tir. M ürüvvet sabırdır. Kerem takvadır. Saygınlık sermayedir. Sa'd b. Ubade şöyle derdi: Allah'ım, bana çalışmayı ve şerefi rızık olarak ver. Kuşkusuz hareketsiz şeref olmaz. Malsız da ha­ reket olmaz. H ü kema şöyle dedi: Haysiyetini korumak, m ürüvveti ni hima­ ye etmek ve sılayırahimde bulunmak için mal toplamayan kişide hayır yoktur. 1 74 Kehf, 1 8/46.

[2/344]

el-İkdü 'l-Ferfd

368

Abdurrahman b. Avf şöyle dedi: Mal ne kadar da güzel bir şey­ dir! Onunla haysiyetimi koruyor ve Rabbime yakınlaşıyorum. Süfyan es-Sevr'i şöyle ded i : Mal, bu zamanda müminin silahı­ dır. [2/345]

Peygamber (sav.) şöyle buyurd u : "Allah'ın itaati ne en iyi yar­ dım, zenginliktir. Allah'ın itaatine en iyi merdiven, zenginlikti r." Sonra şu ayeti okudu: "Şayet o n la r Tevra t'ı ve İncil'i ve Rab/eri tarafından kendilerine indirileni doğru dürüst uygulamış olsalar­ dı, göğ ü n ve yerin türlü türlü nimetlerinden yarar/anırlardı." 1 75 "Dedim ki: Rabbinizden bağışlan m ayı dileyin; O çok bağışlayıcı­ dır. Dileyin ki üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin. Mallar ve oğullar vererek sizi desteklesin; size bahçeler versin ve sizin için ırm a klar akı tsın ." 176

Halid b. Safvan oğluna şöyle ded i : Ey Oğlum! Sana iki şey va­ siyet edeceğim. Onlara yapıştığın sürece hayırdan ayrılmazsın: Geçimin için dirhemin ve ahiretin için dinin. Urve b. el-Verd şöyle ded i : Bıra k beni, zenginlik için çalışayım, çünkü ben, İnsa n ların en kötülerin in, fakirler olduğ u n u gördüm. Evet, en hakir/eri ve en önemsiz/eridir, on ların ya nında, Her n e kadar onun bir keremi ve şerefi olsa bile . . . Yakın ları uzaklaştırır fakiri, karısı d a horlar onu; Ve ailede küçükler onu azarlar. Zenginle karşılaşırsın ki bir azameti vardır; Varlık sah ibinin kalbi, neredeyse uçaca k oluyor. Suçu azdır ama günahı çoktur; Faka t zenginin affedici bir Rabbi vardı r.

Başka bir şair şöyle dedi: Bir mal kazanacağım y a d a öleceğim b i r beldede, Orada az olur, kabrimin üzerinde gözyaşları.

Bir başkası şöyle dedi : Hızlı koşturacağım devemi, ta ki alıkoysun beni bir gün, Malın çokluğundan veya gece g ü n düzün zengin liğinden . . . Kuşkusuz k i ölüm, daha hayırlıdır b i r haya ttan ki 1 7 5 Mfüd e, 5/66. 1 76 Nuh, 7 0 / 1 0 - 1 2 .

el-İkdü 'l-Ferfd

369

Kişinin üzerinde görülür, malın azlığı ve zillet alameti. Güzel sözleri din lenmiyor, kon uştuğu za man; Hiç kon uşm azsa: Beyan yoksuludur, derler. Sanki zenginlik, ehli arasında ku tlan ıyor, Kon uşan bir dil olmadan.

[2/346]

er- Reyyaşl dedi ki: Ebu Bekir b. Ayyaş bize şu beyitleri okudu : Şaşkın adam, din ve ahlakı olmayan bir a da m ı n, Malı ken disine sevk ettiğini bilir. Eğer o tuz bin adama sevk ettiğim otuz bin kese olmasaydı, Tam a m en daralırdı yollar. Kim bana: İnsan ların en saygın olan ları kimdir, diye sorarsa Bilsin ki insan ların en saygın olanları, parası olanlardır.

Başka birisi şöyle dedi : Zengin olduğ u nda, seni yüceltirler birileri, Bütün zenginlik/er gözlerde yücedir. Eğer fakirsen ve servet sana verilmem işse Zelil olursun o n ların yanında; evet, fakir zelildir.

Mahmud el-Varrak şöyle dedi: Her m a l sahibin in, malıyla iy i sayıldığı n ı görüyorum; Her ne kada r burada bir asalet veya bir sınıfyoksa da Şerefli gör m a l sah iplerini, nerede karşılaşırsan, Çünkü sözleri söz, fiilleri de fiildir.

Ebu Muhallim, Talibe b. Kays b. Asım'ın soyundan olan bir adama şöyle dedi: Bir hası m la kavga ettiğim de, yüzüstü yıkardım o n u; Nihayet dirhemler benimle kavga edinceye kadar. . . Husumeti ilerlettiğim izde mağlup oldum; Son ra bana: Kalk, sen zalimsin, dediler.

er- Reyyaşl bana şu beyitleri okudu: Kalmadı, zengin lik arama kon usunda bir şey; Ölüm lere maruz kalmak dışı nda . . . A tacağım kuşkusuz canımı, Mızraklarla kılıçlar arasına . . . Ve arayacağım; Velev ki ölü m ü n saflar arasında parladığ ı n ı görsem bile.

U hayha b. el-Cüllah'ın ez-Zevra denilen yerde üç yüz devesi vardı. Kendisine ait bir bostana girdi . Yerde bulunan bir hur- (2/347]

el-İkdü 'l-Ferfd

370

manın yanından geçerken onu aldı. Bunu yaptığı için kınandı. Bunun üzeri ne: "Bir hurma bir hurmaya ilave edilince hurmalar o l u r. Bir deve bir deveye ilave edilince de sürü haline gelir;· dedi. Sonra şöyle söylemeye başladı: Ben ez-Zevrô 'da kalıyorum; i m a r ediyorum onu; Dostlar için kerim olan kişi, m a l sa h ibi olandır. Sakın a krabalar ve nesep sah ipleri sen i aldatmasın! Amca oğlu, amca ve dayı . . . Her imdat çağrım, yüzüstü bıraktı beni, çağırdığımda; Ey Malı m ! diye çağırmam hariç lakin . . .

Bizim bu konudaki sözleri m izden bazıları şöyledir: Bıra k da yüzsuyum u koruyayım, hakir olmaktan; Her ne kadar ailemden ve çocukları m da n ayrı kalsam da . . . Dediler ki: Dostlardan uzaklaştı n. Dedim k i on lara Elim in bana verdiği dışında, dostum yoktur benim.

er-Rumahis b. Hafsa b. Kays ve onun Rebia b. el-Verd adındaki amcasının oğlu Ürdün'de yaşıyorlardı. Rebia b. el-Verd zengi ndi. er-Rumahis ise fakirdi ve çoğu zaman ona ihtiyacını arz ederdi. Rebia da ona biraz yardımda bulunurdu. İhtiyacı için ona sık sık müracaat edince Rebia ona şöyle yazdı: Kişi n efsi için bir geçim talep etm ediği za man, Fakirlikten yakınır veya dostların ı çok kı namaya başlar. Ve yük olmaya başlar akrabala rın üzerinde, Ve inkôr eder, akrabaya yapılan sılayı rah m i. Yü rü Allah 'ın ülkesinde ve zenginlik talep et; Ya zengin yaşarsın ya da ölürsün m azeret sahibi olarak. İh tiyaçları n talipleri, talep edilen m a lı elde edemez; Anca k ciddi olanlar ve çalışan la r dışı n da . . . Razı olma, düşük seviyedeki b i ryaşayışa v e uyuma! Nasıl geceleyin uyur ki yoksul olan birisi.

Bazı hükema şöyle dedi : Mal, alçak olan bir insanı itibarlı yapar; fakirlik de değerl i olan birisini zillete düşürür. Şöyle denilmiştir:

[2/348)

Görürüm insanlar için de zengini, dolaşırlar etrafında; Bir söz söylediği zaman ona tôb i olur ve onu tasdik ederler. Bu, insa n ların zeng in hakkı ndaki gelenekleridir; Ayrılırla r ondan, eğer bir g ü n m a lı giderse.

el-İkdü 'l-Ferfd

371

Yine şöyle denilmiştir: İnsan lar, anca k dünya v e dünyaya sa h ip olanlarla yaşarlar. Altüst olduğ u zaman dünyası, onlar da dön ü verir/er: Yüceltirler dünya dostun u, eğer bir g ü n ona sa ldırılırsa Hoşa gitm eyen bir şeyle . . . onlar da saldırırlar.

Malın Çeşitleri

Muaviye, Sa'saa b. Sı1han'a şöyle dedi: "Sen, içinden geleni dilinle söyleyen bir adamsın. Sözün eğriliğine ve doğruluğu­ na bakma. Eğer sen buna bakacaksan, bana malın en iyisinden haber ver." Bunun üzerine şöyle dedi: "Vallahi ey Müminlerin Emiri ! Söz göğsümde mayalanıncaya kadar bırakırım. Tefekkür etmeden söz söylemem; eğri tarafları nı d üzeltmeden ve metnini tashih etmeden derinliğine inmem. Malın en tercih edileni, kızıl topraktaki kum ral buğdaydır. Ya da yeşil bir bahçe içindeki sarı koyunlardır. Veya yumuşak bir topraktaki yarık bir çeşmedir." Muaviye : "Allah sana hayrını versin; altın ve gümüşe ne oldu?" dedi. Ada m : "Sikke haline getirilmiş iki taş . . . Onlara yönelirsen biterler; yerlerinde bırakırsan artmazlar," dedi. Bedevi bir kadına: "Yüz keçi için ne dersi n?" denildi. Kad ın: "Bir kazançtı r," dedi. Yine kendisine: "Ya yüz koyuna ne dersin?" denildi. Kadı n : "Zenginliktir," dedi. Yine kendisine: "Peki, yüz de­ veye ne dersin?" denildi. Kadın: "Arzu edilen bir şeydir," dedi. Abdullah b. el -Hasan şöyle dedi: Evlerin geliri sorundur; hur­ manın geliri ki fayettir; tahılın geli riyse mülktür. Hadiste varit olduğuna göre Peygamber (sav.) şöyle buyurdu: En efdal malınız: Hamile bir a t v e onun yedeğinde de b i r tane atla uyuyan uyanık bir gözdür. Farac b. Selam bazı I raklılar için ş u beyitleri okudu: Bazen b i r perdedara bir söz söylerim, nasih a t olarak: Bırak geçici eşyaları ve toprak satın al. Çü nkü toprağın faydasının devam ettiğ in i gördüm; Mala gelince birbirin i yer. San a sevgi gösterisinde bulunan insa n la rdan sakı n ! Ki onların hem kalpleri hem gözleri h astadır. Nih ayet ellerine bir fırsa t geçtiği zam a n, Aldatmayı bırakırlar ve buğzetm eye başlarla r.

[2/349]

el-İkdü 'l-Ferfd

372

Maim Yönetilmesi

Dediler ki: Ahmağın malı yoktur. Islah edicinin fakirliği olmaz. Malın en hayırlısı sana yedi rendir; senin ona yedirdiğin değil. Kelfle ve Dimne 'nin sahibi şöyle dedi : Mal sahibi mal ını üç

yerde harcasın. Eğer ahireti istiyorsa sadakada infak etsin. Eğer anılmak istiyorsa hükümdarın dalkavukluğunda harcasın. Eğer hayatın zevkini istiyorsa kadınlara harcasın. Dedi ki: D ü nya malının sahibi ü ç şey ister. Ne var ki b u üç şeye ancak dördüncü bir şeyle ulaşabilir. İ stediği üç şey şun­ lardır: Geçiminde genişlik, insanların yan ı nda makam sahibi olmak ve ahiret hayatında azık. B u üçünü gerçekleştiren dör­ d ü ncüye gelince: Malı en güzel şekilde kazanmak, onu güzel şekilde yönetmek, onu arttı rmak, s o n ra o malı, geçimini en iyi şekilde yapacak, aileyi ve dostları memnun edecek ve ahiret­ te de kendisine faydası olacak şekilde infak etmektir. Eğer bu dördüncüyü zayi ederse bu ü ç şeyde n hiçbirisini elde edemez. Eğer kazanmazsa geçimini sağlayacak bir malı olmaz. Parası ve kazanımı varsa ve bunu yö netmek için iyi bir şey yapmazsa muhtemelen malı biter ve parasız kalır. Eğer malını harcıyor ama arttırmıyorsa, az az harcaması, süratli olarak malının bit­ mesine engel olmaz. Tıpkı b ir tutam toz kadar sürmedanl ığa ko nulan sürme gibi; bu azlığa rağme n sürme çabuk biter. Eğer kişi malı kazanıyor, güzel yö netiyor ve arttırıyor, fakat yerin ­ de harcam ıyorsa o k i ş i m a l ı olmayan bir fakir konumundadır. O n u n bu durumu, malının onu b ı rakıp gitmesine ve ona faydası [2/350] olmayacak bir yere gitmesine engel olmaz. Tıpkı suların aktığı bir yerde havuzda su biriktiren kişi gibi; eğer havuza giren su kadar havuzdan su çıkmazsa iş bozulur ve su havuzun sağına soluna dökülür. Böylece s u zayi olur. Bu, Allah'ın şu sözü gibidir: " Yin e o iyi kullar harcama yaptık­ ları zam a n, ne saçıp savururlar ne de cimrilik ederler. Harcamala­ rı, b u ikisi arasında makul bir dengeye göre olur." 1 77 Yine Allah'ı n

(cc.), Peygamber'ine (sav.) söylediği ş u s ö z gib i : "Eli sıkı olma; ı 7 7 Furkan, 2 5 /67.

el-İkdü '/-Ferid

373

ölçüsüzce eli açık d a olma. Sonra kma n a ca k v e kendi kendine ha­ yıflan a cak duru m a düşersin." 1 78

Abdullah b. Abbas bir adamın elindeki bir dirheme baktı ve ona şöyle dedi : "O senin elinden çıkmadıkça senin değildir." De­ mek istiyor ki kişi elindeki parayı infak edip başkasının istifade­ sine sunmadıkça istifade edemez. el-H utay'e şöyle dedi: Faydalı v e m üsriftir; ondan istediğinde, Neşelenir ve keskin kılıç gibi sallanmaya başlar.

Müslim b. el-Velid şöyle dedi: Malı tan ı maz; ancak infak eden b i r m irasçıdır; Ya da topladığı gün, onu yağma ve israf için topla r.

Bir diğeri şöyle dedi : Malı faydalı kullanan ve malı helak eden . . .

Süfyan es-Sevrl şöyle dedi : Bir kimsenin elinde bir şey varsa onu ıslah etsin. Çünkü bir zaman geli r, mala m uhtaç olursa ilk kurtaracağı dini olur. el-M ütelemmis şöyle dedi: Malın h apsedilm esi israfından daha kolaydır, Ve azıksız bir şekilde ülkelerde dolaşmaktan . . . A z m a lı ıslah etmek, malı arttırır. Çok mal kalm az, israf ile birlikte.

Sa'du'l- Kaslr şöyle dedi: Utbe, beni H i caz'daki mallarının ba- [2/35 1 ) şına koydu. B e n onunla vedalaşınca bana şöyle dedi : " Ey Sa'd! Malımın azını koru ki çoğalsın. Çoğunu zayi etme k i küçülmesin. Çünkü malımın çok olması, beni az kısmını ıslah etmekten alı koymadı. Elimdeki az mal, bana gelecek olan çok mal üzerinde sabretmekten beni engellemedi." Dedi ki : Ben Medine'ye geldim. Onun bana söylediklerini Kureyş'in adamlarına söyledim. Bu sözleri m ektuplara yazıp vekillere dağıttılar. Malın Az Olması

Aristoteles şöyle dedi. Zenginlik gurbette vatandır. Malı az olan kimse, ailesinde bile gariptir. 1 78 İ s ra, 1 7 / 29.

el-İkdü 'l-Ferfd

374

Şair bu sözü alıp şöyle dedi: Kasem olsun ömrüne garip, uzakta o l a n değildir; Fa ka t asıl ga rip, malı az olan kimscdiı� Kişi fakir olduğu zaman, daralır ih tiyacın ı karşılamak için; Ve yakın ı olanlar da onu uzaklaştırırlar.

İbrahim eş-Şeyban! şöyle dedi: Beytülmakdis'in duvarlarının biri üzerinde, şu iki beytin altın harflerle yazıldığını gördüm: Malı a z olan her kişi, bir ih tiyaç için çıktığı zaman, Suçludur, karşılaşacağı her insana karşı. Amca oğullarım bana: Merh aba, diyorlardı; Ben i fa kir olarak gördüklerinde: Merhaba, öldü.

Bizim bu manada söylediğimiz beyitlerden birkaç tanesi şun­ lardır: Aza rlıyorum, acı ttın diye; yazık san a kına beni; Allah 'a şirk koşmak, bir fakirin suçu n a yetişmiş değildir. Senin üzerindeki hakkımı düşürdü, aşkım; Tıpkı iflasın, borçlunun hakkını düşü rdüğü gibi; Gözleri ağlamaktan kan çanağına çevirenin en mazur olanı, Dünyayı, cimri adamın avucuyla gören cöm ert bir adam . . . Her ahmak insanın, zengin likle m u tlu olduğ u n u görüyorum; Asalet sah ibiyse onunla kimse karşılaşmaz, fakirden başka.

el-Hasan b. Hani şöyle dedi:

(2/352)

Allah 'a çok şükür k i ben im çok malım yoktu r Sırtımı hafifyapm ış ve çocukları m berıi bı ktırm ış. Kim in gözleri bana bakarsa, Ellerimin sa hip olduğu hakkın da ilim sa h ibi olur.

Şair Ebü'ş-Şemakmak, edip, ilgi çekici, fakir, çok yoksul ve bıkkı n bir adamdı. Eski püskü elbiseler içinde evinde oturmaya başladı. Birisi onun kapısını çaldığında kapıya gel ir ve kapı deli­ ğinden bakardı. Eğer kapıda duran kişi hoşuna giderse ona kapı­ yı açardı; değilse sesini çıkarmazdı. B ir gün bazı dostları yanına girdiler. D ostlarından birisi onun kötü durumunu gördüğünde: " M üj deler olsun sana ey Ebü'ş-Şemakmak! Biz bazı hadisler ri­ vayet ettik; şöyle deniliyor: B u dünyada çıplak olanlar ahirette elbiseler içinde olacaklar," dedi. Ebü'ş-Şemakmak: "Vallahi eğer senin dediğin gerçekse ben ahiret gününde kumaş tüccarı olu­ rum," dedi ve sonra şu beyitleri oku du :

e/-İkdü 'l-Ferfd

375

Ben öyle bir h ôldeyim ki Rabbim olan Allah bilir ne hôldir. Öyle zayıfladı m ki Son u n da g ü n eş hayalim i mahvetti. Muhôl bir şey gören kimse, Ben m u hôlin ta kendisiyim. Bu kim indir? denildiğinde: Bu ben imdir, Diyecek bir şeyim yoktur benim. İflas ettim ben, Ha tta yiyeceğim, çoluk çocuğum için oldu. Hep birlikte, insan ların ba ttan iyesinde; Kadınlar ve erkekler olarak . . . Eğer görseydim insanlarda, asil bir insan, Olm azdım, ben bu durumda.

Yine şöyle ded i : Beni görür m üsün ki bir gün zamandan bir g ü n görsem; O g ü n, ayakları m dan başka bineğim va rdı r. Ben ne vakit bir toplulukta olsam: Yük için yaklaşın, dediler. Ben nalınla rı n ı yaklaştırdım. Bir yük a rka m da bırakmadığım için, Ben i gören, beni ve yükümü birlikte görm üş oluyor.

Yine şöyle dedi : Eğer görseydin ya tağını, acırdın bana, Allah bilir ya, üzerine serilecek bir şey yoktu r. A llah bilir ya, ben im için onda yoktur bir döşek; Sadece hasır, eski elbiseler ve çalılar.

Yine şöyle dedi: Evlerden v e kubbelerden çıktı m; Zor gelm edi kimseye beni örtmek. Evim, fezadır; evimin tavanı, A llah 'ın sem ası ya da bir parça buluttur. Sen istersen eğer, evime girebilirsin, Ban a sela m vererek kapısız bir şekilde. Çün kü bula m adı m bir kapı ka nadını, Bulutla rdan toprağa kadar. . . Ve yer yarılmaz, b i r karyolanın tah tasın da n, Ki o n u n la elbisem i bağlamayı umayım. Köle/erim in kaçmalarından da korkm adım; Hayvan la rı m ı n h elak olmasından da korkmadım. Bir kôhyan ı n h esabını da yapmadım bir g ü n;

[2/353]

376

el-İkdü '1-Ferfd

Muhasebesin i yapmadım ki onda h a ta edeyim. Böyle bir vaziyette, vicdanın raha tlığı ve boş kalması vardır; Zamanın ôdeti böyledir, benim de ôdetim böyle.

Hintlilere ait bir kitapta şöyle yazılmıştır: Çevredeki insanlar, dostlar, aile, arkadaşlar, yardımcılar ve akrabaların tümü mal ile be­ raber vardırlar. Gördüğüm kadarıyla mürüvveti ortaya çıkaran da maldır. Hatta görüş ve güç de ancak mal iledir. Gördüğüm kadarıyla malı olmayan bir insan, bir iş yapmak istediği zaman fakirlik aya­ ğından tutar ve onu oturtur. Böylece o işten geri kalır. Tıpkı vadiler­ de kalan yazdan kalma yağmur suyu gibi; bu su ne bir nehre ne de bir denize ulaşır. Aksine yer onu eminceye kadar yerinde kalır. Yine gördüğüm kadarıyla dostları olmayanın ailesi, akrabası da yoktur. Çocuğu olmayanın adı anılmaz. Aklı olmayanın ne dünyası ne ahireti vardır. Malı olmayanın hiçbir şeyi yoktur. Çünkü kişi fa­ kirleştiği zaman dostları onu terk eder ve yakın akrabaları onunla sılayırahmi keserler. Çoğu zaman kendi nefsi ve çoluk çocuğu için rızık peşinde koşarken dünyasına ve dinine zarar verecek işler yapmak zorunda kalır. Bir de bakarsın adam, hem dünyasını hem de ahiretini kaybetmiştir. Bu yüzden fakirlikten daha kötü bir şey yoktur. Yol üstünde biten ve gelip geçen herkesin yediği bir meyve ağacı, insanların elindekine muhtaç olan fakir için en güzel misal­ dir. Fakirlik sahibini, insanlardan nefret etmelerine sebep olur. Ay­ rıca aklı ve mürüvveti yok eden, ilmi ve edebi de silip süpürendir. D iğer taraftan fakirlik, töhmeti n madenidir ve belaları top­ layandır. Yine gördüğüm kadarıyla, bir adam fakirleştiği zaman ona güvenen insanlar bile ona karşı suizanda bulunur. Hasılı, zenginde övgü ve süse vesile olan ne kadar haslet varsa bunlar fakir için bir kötüleme ve çirkinlik vesilesidir. Söz gelimi eğer [2/354] adam cesur ise fakirleştiği zaman ahmaktır, denilir. Eğer cömert ise müfsittir, denilir. Eğer halim ise aklından zoru var, denilir. Eğer vakur ise aptaldır, denilir. Eğer suskun ise, kendini ifade edemiyor, denilir. Eğer belagat sahibi ise boş konuşuyor, deni­ lir. Yani ölüm, sahibini dilenmeye mecbur bırakan, özellikle de cimrilerden istemeye mecbur eden fakirlikten daha rahattır. Ke­ rim insan için, elini yılanın ağzına koyarak zehir çıkarıp yutması, cimri ve kötü adamdan bir şey istemesinden daha hafiftir.

el-İkdü 'l-Ferfd

377

Dilencilik

Peygamber (sav.) şöyle buyurdu: "Sizden birisi iplerini alıp onunla sırtına odun yüklemesi, Allah'ı n kendi fazlından verdiği bir adam gelip, verir veya vermez, ondan bir şey istemesinden daha kolaydır." Dediler ki: Kim kendi nefsi için dilencilikten bir kapı açarsa Allah da ona yetm iş tane fakirlik kapısı açar. Eksem b. Sayfi şöyle dedi: Ne kadar az da olsa her istemek, ne kadar büyük de olsa her kazançtan daha çoktur. Ali (ra.), Arafat'ta bir adamın dilencilik yaptığını gördü. Ona bir kamçı yapıştırdı ve ona: "Yazık sana! B öyle bir günde Al­ lah'tan başkasından mı istiyorsun?" dedi. Abdullah b. Abbas şöyle dedi: M iskin insanlar bir hastayı zi­ yaret etmez, cenazede hazır olmaz ve bir cumaya gelmezler. İn­ sanlar, Allah'ın fazlından istemek üzere bayramlarında ve mes­ citlerinde bir araya geldiklerinde, miskinler o raya gelip insanla­ rın elindekinden isterler. Nu'man b. el-M ünzir şöyle dedi: Kim hakkından fazlasını is­ terse mahrumiyeti hak eder. Kim istemesinde ısrarcı olursa geç verilmeyi hak eder. Sevecenlik, bolluk ve berekettir. Beceriksiz­ lik, uğursuzlu ktur. En hayırlı cömertlik, ihtiyaca cevap vermek­ tir. E n hayı rlı af, muktedirken yapılan bağışlamadır. Şüreyh şöyle dedi: Kim ihtiyacının karşılanmasını isterse nefsi­ ni köleliğe arz etmiş sayılır. Eğer istenilen kişi, ihtiyacını karşılarsa isteyeni köle edinmiş olur. Eğer reddederse her ikisi de zelil olur. Birisi cimrilik zilletine, diğeri de reddedilme zilletine düşer. Habib şöyle dedi: İstemenin h e r türlüsü, boğazda bir düğ ü m dür; Önünde boğaza kaçmak, arkasında da tükü rüğü yutmak vardır. Cömertçe davransın veya cimrilik yapsın, Sen in avucunun suyu, yüzsuyumun karşılığı değ ildir.

el-Huşeni şöyle dedi : Ebu Gassan dedi ki : Bana Ebu Zeyd'in şöyle dediğini haber verdi: Bir adam, öğle vakti Kufe Mescidinde dilencilik yaptı; kendisine bir şey verilmedi. Bunun üzerine şöyle

[2/355]

el-İkdü 'l-Ferfd

378

dua etti : "Allah'ım! Sen benim ihtiyacımı bilensin; Sana öğretilmez. Senin verdiğine nail olan, Seni fakirleştirmez. İ stemesinde ısrar­ cı

o l a n S e n i rahatsız etmez. Söz s öyl eye n i n h i çb i ri, Seni öve m e z .

Senden sabrıcemil, yakın bir ferahlama, hidayeti görmek ve Senin sevdiğin ve razı olduğun şeyde bir güç istiyorum." Bunun üzerine insanlar ona doğru koşup bir şeyler vermek istediler. Adam şöyle dedi: "Vallahi bu gece sizi bir felakete duçar kılmayacağım ve ben ihtiyacımı Allah'a arz ettim." Sonra dışarı çıktı ve şöyle diyordu: Yüzsuyunu döken, elde edemez istemesiyle bir karşılık; Her ne kadar istemekle zengin bile olsa . . . Eğer kazan çla birlikte istemeyi m iza n ı n kefesine koyarsan, İstemek ağır gelir ve hafifgelir her türlü kazanç.

Müslim b. el-Velid şöyle dedi : İste insan lardan, ama ben sadece A llah 'tan isterim; Ve böylece haysiyetim i koruyorum, şundan ve şundan.

Ubeyd b. el-Ebras şöyle ded i : İnsa nlardan isteyen i mahrum bırakırlar, Ve h içbir zaman zarar etmez A llah 'tan isteyen.

İbn Ebu Hazim şöyle dedi: Bir gün düzle iki gece boyunca yere yapışıp kalmak, Ve iki tane eski püskü elbise giymeyi, [Utancımdan ] gözlerimi kapadığım, Bir ka vmin minnetin den, benim için daha g üzeldir. Ben her ne kadar çoluk çocuk sahibiysem de Malım az ve borcum çok ise de İh tiyaçlarım benimle Allah arasına g irince Hamdediyorum Allah 'a.

B u manada söylediğimiz bir beyit şöyledir: [2/356)

İnsan larda n istemek, hazır bir anah ta rdı r, Fakirlik kapısı için . . . O halde yok et istemeyi.

Eş'ab et-Tanıma', Abdullah b. Ö m er'den Resulullah'ın (sav.) şöyle dediğini rivayet etti : " Kıyamet günü Allah bazı kavimleri hasredecek; yüzleri çıplak olacaktır. Çok istemek, onların yüzle­ rindeki hayayı götürmüştür."

el-İkdü 'l-Ferfd

379

Dilencinin Dilenciden İstemesi

Mervan b. Ebu Hafsa, Ebü'ş-Şemakmak'ı övdü. Bunun üzerine Ebü'ş-Şemakmak şöyle dedi: Sen şairsin ben de şairim. Her biri­ mizin gayesi de istemektir. Bir bedevi bir adamın dilenciliğinden söz etti ve dedi ki: O iki asalı adamdan daha çok dilencidir. H abib şöyle dedi: Rah m a n yara tm adı daha ahmak birisin i, Bir dilenciden zenginlik dilenenden . . .

el-Asma!, I sa b. Ömer en-Nahvi' den naklen dedi ki : Bir yolcu­ luktan döndüm ve şair Zürrumme'nin yanına girdim. Ona bir şey vermeyi tekli f ettim. Zürrumme: "Asla olmaz; ben ve sen alırız, fakat vermeyiz," dedi. Beyaz Kıllar ve Yaşlılık

Kays b. Asım şöyle dedi: Yaşlıl ık, ölümün burnunun ucudur. Başkası şöyle dedi : Yaşlılık, ölümün uyarıcısıdır. en-Nümeyrl şöyle dedi: Yaşlılık büyüklüğün unvanıdır. el-M u'temir b. Süleyman şöyle dedi: Yaşlılık, kılların ölümüdür. Kılların ölümüyse beşerin ölüm hastalığıdır. Bir bedevi şöyle dedi: Eskiden beyaz [kıllar) dan hoşlanmaz­ dım; şimdi siyahından hoşlanmıyoru m. Ey değişenin en hayırlısı ve ey yerine gelenin en kötüsü! Peygamber'e (sav.) : "Yaşlılık sana erken gel miş ey Allah'ın el­ çisi ! " denildi. Resul ullah (sav.) : "(�ı_,.,:-i_, � }> ,,,/:'. ;·) Beni Hud Sure­ si ve kardeşleri ihtiyarlattı," dedi. Abdülmelik b. Mervan'a: "Yaşlılık sana erken gelmiş ey Mü- (2/357] minlerin E mlri ! " denildi. Abdülmelik: " M inberlere tırmanmak ve lahn end işesi beni ihtiyarlattı," dedi. Şairlerden bir adama: "Yaşlılık sana erken gelmiş," denildi. Şair şöyle dedi: Nasıl erken gelmesin; kalbimi öyle bir işte sıkı­ yorum ki ne sevabı umuluyor ne de azabından emin olunuyor. H abib et-Tal şöyle dedi:

el-İkdü 'l-Ferfd

380

Geldi beyaz kıllar, planını kurarak iki şakağımda, Nefsi helak etme yolu, apaçıktır on lardan. O ziya retçidir nefret ettiriyor, işretler de seviliyor, Dostluklar istenmez oluyor ve yeni, yam a la n ıyor. Gözle görünen bir manzarası vardır, bembeyazdır; Faka t o kalpte, simsiyahtır kuşkusuz.

Mahmud el-Varrak şöyle dedi: Ecelin yakın lığına ağladım, Ve giden emelin uzaklığına . . . Yaşlılığın elçisi, hep birlikte, Gidicidir, gençlikten sonra. Bir gençlik ki sanki olmamış gibi, Ve bir yaşlılık ki gitmeyecek gibi. Beka m üjdecisi a tladı sen i, Ve ecelin m üjdecisi geldi.

Yine şöyle dedi :

[2/358]

Bir eser arama gözle! Yaşlılık, iki ölüden biridir. Ortaya koydu, her çirkinliğin çirkin liğini, Ve yok etti, her güzelliğin g üzelliğin i. Şarkıcı kızları gördüğün zaman, Sen i, ayrılığı haber veren bir karga şeklinde görürler; Oysa eskiden, senin için yarışa g irm işlerdi, Ve iki elin h izmetindeydiler. Gen çliğinin baharında olduğun za man, Ve yan akların dümdüzken . . . Nihayet yaşlılık inince Ve sen iki sarık arasına girince, Simsiyah ve kapka ra, Gümüş gibi beyaz olan kıllar. . . Engelledi yüz çevirmek, on lara kavuşmayı, Böylece iki iş arasında bir iş oldular. Ve sabrettiler, siyah sabrettiği sürece, Rüşvet ve borç üzerine . . . Nihayet kuşa ttı yaşlılık, İki kaşın bölgesin i ... Takip ettiler, kötü bir takiple; Senden aldılar, en g üzel iki şeyi. Hayaya yapış ve teselli et nefsini; Ku tup yıldızı ve arkadaşına seslen. Eğer talihsizlikler isabet ederse san a,

e/-İkdü '/-Ferfd

381

Her türlü sıkın tı ve çirkinlikle, O zam a n sen g ü vendesin, Bir nazarın sa na isabet etmesinden.

H abib et-Ta! şöyle dedi: Sevgisi beni öldürme fırsa tın ı yakaladığ ı n da, Denk görmeyenin gözüyle baktı bana. Saç lülemde beyazlığı gördüğünde, yüz çevirdi; Uzaklaşan bir çilekeşin yüz çevirmesiyle . . . Ben n ezaketle ona ka vuşmayı istemeye başladım; Yaşlılık da: Sakın yapma! diye ona göz kırpıyordu.

Başka birisi şöyle dedi. Yüz çevirdi Üma m e benden, onu ziyaret ettiğimde; Öyle bir gözle ki ba tmıştır göz bebeği. Ve onu korkuttu, beyaz saçlar; ona dedim ki: Böyledir işte; yeşerdikten sonra sararır yapra kla r.

M uhammed b. Ü meyye şöyle dedi: Güzel kızla r, beyazlığın şakaklarımı par/a ttığ ı n ı gördüler; Yüz çevirdiler benden, beyaz yanaklarla. Onlar beni gördüklerinde ya da işittiklerinde, Yaklaşıp pencereleri gözlerle yamalıyor/ardı.

el-Alevi şöyle dedi: Nevvar ayıpladı beni, başımın beyazlığıyla; Ey a m ca m ı n kızı! Yaşlılıkta ayıp yoktur. Asıl ayıp, sa vaş m eyda nından firar etm ektir; Nerede, n erede firar eden ler? den ildiği zam a n . . .

Bizim yaşlılık konusundaki sözleri mizden bazıları: Yaşlılığın parlaklığı ortaya çıktı şakağımda; Hiç g ü n düzü olmayan bir gece olur m u ? Verdim siyah ları ve aldım bu beyazları; Sarığı, başörtüsüyle değiştim. Ve akıl bana yen i bir elbise giydirdi; Ve soydu benden ayıplanan elbiseyi. Sa tm adım aşkı, şa rtlı bir satışla; Ve sa tışım a m u h ayyerliği de koymadım.

Yine yaşlılık hakkında sözlerimizden: Dediler ki: Gençliğim yüz çevirdi; onlara dedim ki: İki yen in in tekrar etmesinde, yen i olur m u ? Kın a m a gösterse bile, kavuş sevdiğine;

[2/359)

el-İkdü 'l-Ferfd

382

İki dost arasındaki kavuşmadır, en g üzel hayat. Kes, uyum sağlamadığın dostun iplerini; Çoğu zaman dünya, iki kişiye dar ,qe/ir.

Yine yaşlılıkla ilgili sözlerimizden: Zulmetti başıma yaşlılık, o n u değiştirdi; Yöneticiler bizde bazen zulmettiklerinden dolayı . . . Sanki gece kararmıştı, saçın ayırım ı n da; Alıkoydu onu gün ışığı, sabahın beyazlığından.

Yine o konudaki sözlerimizden: Her n e kadar bitmeye doğru g idiyorsa da Geceler bitirir, kişinin siyah lığ ı n ı; Dön üşür beyaza, siyahları; Ve beyazları da siyaha . . .

Yine sözlerimizden bazıları şunlardır: Oyu n u n temelleri, güçlendirm iş metruk evin i; Kalmadı ondan bir şey, a teş ocakları n da n başka. Bu saç ayırım ların, şahit olm uş durum dalar; Senin faniliğİfle; dünya ise on la rı tezkiye ediyor. Yaşlılık bir çektir, yardım vardır onda; Kalma m ış ölüme bir şey, onu örtmekten başka.

[2/360]

Yine sözlerimizden bazıları şunlardır: Saç ayırı m larında, batmayan yıldızla r, Ve ortaya çıkm ıyor orada, dönen bir felek. Ka ran lıktır sanki saç lülelerinin siyah lığı; Saldırmış yaşlılıktan oraya, bir n u r. Hey! Beyaz kıllar, doğru tehditlerdir bizim için; Eğer beyaz kıllar bizi uyarıyorsa . . . Ölü m ü n uyarıcısı, o n u gön derdi bize; Faka t tekzip ettik, uyarıcının getirdiğini. Ve dedik n efislere: Belki de ömrü m üz uzar; Oysa en uzun ömür bile kısadır. Ne zaman vaa tleri yalan olsa ve h ıya net etse İlki de, son uncusu da aldanmadı r. Az daha şevkimi öldürüyordu teselli; Faka t çok az olur, büyüklerin alışkan lı ktan kesilmesi. Sanki h iç uyumadım, hatta beni uyu tm a dı, Çevremdeki güneşler veya aylar. . . Ve b e n ölümle karşılaşmadım, oyu n gölgesin de; Bulutla rı perdeler olan bazı aylarla . . .

el-İkdü '/-Ferid

383

Başka birisi şöyle dedi : Beyaz kıllar, gençliğin kederlendirilmesidir. O halde gen çlikte yerine getir ih tiyaçla rı n ı.

İbn Abbas şöyle dedi: Dünya, sağlık ve gençlikti r. Bazıları şöyle dedi: Her gün b i r beyazın doğduğunu görüyorum; Sanki göz bebeğimde doğuyor. Eğer bakışla rı m ı nasıl makasladığımı a n la tı rsam sa na, Derdim i ve fikrimi sana anla tmamış olurum.

İbnü'l- Mu'tez şöyle dedi : Geldi yaşlılık, h iç üzülmedim onun için; Ve gitti gen çlik, h iç ağlamadım onun için.

Yine şöyle dedi: N e istersiniz cah illiğimden ey kızlar! Ki geçm iş gençliğim in yılları ve işte yaşlılık ortaya çıkm ıştı r. Akılsızca alıyorum beyaz kılla rı toplayarak; Böylece beyaz kıllar, siyah kılları toplam ış oluyor. İlerde beni yoracaktır, terk ederim kuşkusuz; Uzu n zam a n m a kas ve tarağı çalıştıracağım.

Gençlik ve Sağlık

Ebu Amr b. el-Ala şöyle dedi: Araplar, gençlik için ağladıkları kadar hiçbir şeye ağlamamışlardır. Bununla beraber ağlamada, gençliğin hak ettiği bir seviyeye ulaşmış değillerdir. el-Asma! şöyle ded i : Şiirin en güzel üslubu, mersiyeler ve gençlik üzerine ağlamaktır. Küseyyir Azze'ye : "Neden şiir yazm ıyo rsu n ?" denildi. Küsey­ yir: "Gençlik gitti, artık coşmuyorum; Abdülaziz de vefat etti; ar­ tık kimseyi arzulamıyorum," dedi. Abdullah b. Abbas şöyle dedi: Dünya afiyettir; gençl ik de sağ­ lıktır. Mahmud el-Varrak şöyle ded i: Acayip değil m idir k i insan, Elin de olan bazı şeylerle isabet alıyor. Acıklı bir şekilde onun için ağlayan la,

[2/361 ]

el-İkdü '/-Ferid

384

Ve ona h ızlıca yaklaşıp alda tan arası n da ... Beyaz kıllar alır ondan, gençliğin ilk za manlarını, Ve h iç kimse ona taziye vermez bu sebeple.

İbn Ebu Hazim şöyle dedi: Gençlik dön üp gitti, bırak gözyaşla rı akıtılsın! Gençliğin kaybı, ru hun kaybıyla bitişiktir çünkü. Yalan lama sakın! Dünya bütü n yön leriyle Gençliğin bir gününe ancak karşılık gelebilir.

Cerir şöyle dedi: Gitti gençlik, güzel günleriyle beraber; A h ! Keşke bu geri gelse veya satın a lınabilseydi!

Sari' el-Gavanl şöyle dedi: Ah, gençliğin günlerine v e zam a n ı n a a h ! Keşke b i r gün mekana uğrasaydı azıcık! Gün leri geçmiş olan bir asır yaşayışa sor! Acaba bir yol bulabilir m i, geri dön m ek için ?

(2/362]

el-H asan b. Hani şöyle dedi : Ben i gösterdi; o zaman cehlin itaa tin deyken, Üstüm de gençlikten emirler vardı. Çarşafım la yaşı t bir haya t gibi; etek fazlasıyla, Başım da kadın saçı gibi uzun örük/er vardı. Gençlikten yepyeni bir örtüyle, Yamalamamış onu kadınlar, boyam a kla. Yaşlılığın, şakalarımı giydirm esinden önce; Siyah sarığım çürümeden önce . . .

Bir bedevi şöyle dedi: Allah için, ne güzeldi gençlik g ü n leri v e çağı! Emaneten alınmaz ki emanet alınsın yen isi! Gençliğ in gecesi ve gündüzü ne kadar da kısaydı ! Evet, sevinç günleri hep böyle kısadır.

Bizim gençlikle ilgili sözlerimizden: Gençlik dön üp gitti de sen onun gölg esinde kalıyorsun; Bak bakalım nefsine, hangi gölgede kalıyorsun ? Yasakladı yaşlılık gençliği; keşke yaşlılık Kime telkinde bulunduğu n u, h üccetiyle getirseydi!

Yine gençlik hakkındaki sözlerimizden:

el-İkdü 'l-Ferfd

385

Dediler ki: Gitti gençliğinin haya t günleri. Dedim ki: Evet, gün lerim geçti. A llah için, ne g üzel n im etti gen çlik!

Eğer ona, sürekli ulaşılabilseydi! Yaşlılık, örtüsünü kaldırırdı yüzünden; Ve uyan dı la r kınayıcı/ar, uzun bir kınamadan son ra. San ki bir bulutu n gölgesiydi bu haya t; Ve san ki bu oyun, biraz uykudan ibaretti.

Yine gençlik hakkındaki sözlerimizden : Eğer isteseydim gençlik ve aşk üzerine bahse girerdim; Ve lezzetleri icra ederdim iki yüzden. Ve soyu n u rdum gençlik elbisesinden; Ve vardır üzerimde gençliğin, iki tarafı süslü bir cübbesi.

Başka birisi şöyle dedi : Gençliğin ilk yılları ve siyah saçlar, Eğer zor olmasaydı delilik olurdu.

Başka birisi şöyle dedi: O kadın : Sen i deli gördüm, dedi; b e n o n a : Gençlik deliliktir; şifası d a yaşlılıktır, dedim.

Bizim gençlik hakkındaki sözlerimizden: Ben gençliğin dostuydum, vedalaştı ben im le; Hem de bir daha dönmeyen birin in vedalaşmasıyla . . . Oyun gün lerim, tıpkı misvak ağacının gölgesi gibi; Ve gençliğim, tıpkı ezilmemiş bir çim enlik gibi . . .

Gençlik hakkındaki sözlerimizden: Ey gençliğim! Nasıl bitişe doğru gittim ? Ve siyah /arım beyazla değiştirildi! Hadiseler bırakm adı senden bir şey, sadece Kamerden kalan son üç gün gibi . . . Ayrılığın, h üzünleri tanıttı kalbime Ve ayırdı göz kapaklarımı uykudan. Ah! O g üzel h aya tın dön üp gitmesi ah! Ve a h ! O kaza n ı lm ış h üzünlerden in tikam alma arzusu ah! San ki sen in le h içbir evim olmadı; San ki o evde en tatlı m uradım ı yerine getirmedim ! Suladı bu toprağı, Süreyya yağmuru; Çıkardı bitkilerini, sabah yağmuru. Nice öfkelerim var ki endişeliyim onda;

[2/363]

el- İkdü '/-Ferid

386

Nice ferya t/arım var ki ortaya çıkıyorum açıkça. Bir zaman ki doğruluk sapkı n lıktı o n da; Ve sapkınlık. onda do/jruluk sayılırdı. Öpüyor beni, kabulden bir nazla; Mutlu ediyor beni, Suad'a ka vuşturma kla. Ondan uzak/aşıyorum, veriyor bana bir yular; Ben i uzaklaştırıyor, ben ona yuları m ı veriyorum.

Saç-Sakal Boyama

Peygamber (sav.) şöyl e buyurd u : "Değiştirin şu beyazları ve siyahları uzaklaştırın." Ebu Bekir kına ve çivit otuyla boyanırdı. [2/364]

Malik b. Esma b. Harice cariyesine: " Kalk, saçımı ve sakalımı boya," dedi. Cariye: "Bırak beni; seni yamalamakla ayıplandım," dedi. Bunun üzerine Malik b. Esma şöyle dedi : Yenisin i çürü ttüğün bir eskiyle ayıpladın ben i; Acaba h iç eskimeyen bir yen i gördün m ü ?

Ebü'l-Esved ed-Düeli, Muaviye'nin yanına girdi; Ebü'l- Esved boyanm ıştı. Muaviye ona: "Sen güzelleşmişsin ey Ebü'l- Esved ! B i r nazar bocuğu taksan ! " dedi. B u n u n üzerine Ebü'l-Esved şu beyitleri söyledi: Güzelliğinden ayrıldığım gen çliği bitirdi; İki yen i şeyin geçip gitmesi: Gelecekte serbest olmak . . . Uzun zaman gidip gelmelerinden b i r şey bırakmadılar bana, Gözbebeğin in acısından korkulan bir şey. . .

el-Asmai'den rivayet edildiğine gö re şöyle dedi: Bazı Arap­ lardan fesahat [sahibi bir adamın geldiği] haberi bana ulaştı. Ona vard ım; boyandığını gördüm. Bana: " Ey yeğen im! Seni bana getiren nedi r?" dedi. Ben: "Seninle sohbet etmek ve hadisini dinlemek," dedim. Adam: "Ey yeğe n i m ! Sen bana geldin ve ben boyanıyo ru m. Boyanmak da zafiyetin mukaddimelerindendir. Kuşkusuz uzun zaman vahşi hayvanları ü rküttü m; ordulara ko­ mutanlık yaptım; kılıç kuşandım, misafir ağırladım; ko mşu ko­ rudum; ayıbı engelledim; şarap içtim; güzellerin yanında otur­ dum; beylere düşmanlık yaptım ve hasımları yendim. Bugün ise ey yeğenim, yaşlılık ve gözün zayıflığı, sefadan sonra keder bı­ raktılar bana," dedi ve şu beyitleri okudu:

e/-İkdü 'l-Ferfd

387

Hastalık kabul ettiğimiz beyaz kıllar; sevinelim diye verilmiş. Tıpkı bir elbisenin bir beze sarılması gibi . . . Rir da l gibiydim; kalbin raha tladığı bir dal, Şimdi bir oduna döndüm; ne suyu var ne de yaprağı. Sabret zamana! Çünkü değişkendir zam a n, Ve za m a n ı n insan ları, sefayla keder arasındadırlar.

Muaviye, İbn Ca'fer'i ziyaret etmek üzere yanına girdi. Onu uyanıkken buldu; yanında da ud da çalan bir kadın kölesi vardı. Muaviye : " N edir bu, ey İbn Ca'fer?" dedi. İbn Ca'fer: "Bu bir ca­ riyedir. İ nce şiirleri ona okutuyorum; onun nağmeleriyle şiirler daha da güzelleşiyorlar," dedi. Muaviye : "Söylesin bakalım," dedi. Cariye udunu çalmaya başladı ve şarkı s öyledi. Muaviye saçını boyamıştı. Cariyenin okuduğu beyitler şunlard ı : Çıkan ilk tüyleri, ku mral renge çeviren şeye, Sen in yan ı n da yok m u bir teşekkür? Zam a n ı n belalarının geçip gitmesin in, Eskittiği şeyi, sende yen ileyene yok mu bir teşekkü r?

Bunun üzerine Muaviye ayaklarını hareket ettirdi. İbn Ca'fer ona: " N eden ayaklarını hareket ettirdin, ey M ü minlerin Emlri?" dedi. M uaviye : "Kerim olan herkes coşar," dedi. Mahmud el-Varrak boyama hakkı nda şöyle dedi: Ağırla n m a k v e hakkını bilmek, m isafirin hakkıdır; Beyaz saç da senin misafirindir; boyam a kla o n u ağırla. En yalancı şah itle çıkageldi; çoğu za m a n da Yaşlılık, en kezzap bir şahitle çıkagelir. Boyam a k suretiyle boz, sen in aleyh in deki şahitliğini! Böylece kuşkucudan kurtarırsın, ona yapılan suizanlar. Yaşlılık vakti geldiği za man onu ve beyaz kılları serbest bırak; Beyaz kı lla r, onda her türlü yola giderler.

Başka birisi şöyle dedi: Söylüyor bir kadın; üstelik görüyor ben i, Şakaklarım ı beyaz kıllarda n kurtarm aya çalıştığ ı m ı . . . Sen çivit o tu getir bana; belki d e yaklaşı rsın, Göğ üsleri siyah olan beyaz kıllara . . . Ben ona: Yaşlılık, ömrümün uyarıcısıdır, dedim. Ben uyarıcı n ı n yüzünü kara yapacak de/jilim.

Başka birisi şöyle dedi :

[2/365]

el-İkdü '1-Ferfd

388

Bir şey ki düzeltilmesi boyam a kladır; Bu, azapla görevli olan bir azaptır. Kasem olsun gençliğin hakkı n a ! E,ijer beyazlı,ijın aşkı olmasaydı, Ve memelerin tiksinmesi olmasaydı, Raha tlatırdım yanak/arımı, çivit o tu n u n kirinden, Ve ilan ederdim, gençliğin sona erdiğini . . .

Başka birisi şöyle ded i :

[2/366]

Erkenden geldi kadın, boya işin in g üzel olduğunu söylüyor, Adeta ben i gençliğime geri çevirm iş gibi; Çürüm eye başlamış yüzün derisi; Güzel boyamanın ona faydası olmam ış. Senin gördüğünün siyah lığı san a fayda verir; Faka t seni razı edenin tam tersi, elbisemin altındadır. Beyaz kılla r ve on ları boyamak, benim yanımda sadece, Tıpkı bulutlarla örtülen bir g ü n eşe benzer. Bir m ü ddet gizlenir sonra o n u ortaya çıkarır saba, Böylece örtüldüğü şey, onun gitmesine yaram ıştır.

Bu manadaki sözlerimiz: Sapkın lığa yapışıp kalmış m ı, yoksa dön m üş m ü onda n ? Ve başın beyazlığı bitirmiş gen çliği. Boyam a bozulduğu zaman üzerine ağladı, Ve güldü, boyama güzel olduğ u zaman. Sa n ki beyaz bir güvercin gibi; Saç ayırım ları için kavga ediyor bir kargayla.

Beyaz Kılların Fazileti

Peygamber (sav.) şöyl e buyurdu: "Kim İslam dairesinde be­ yaz kıllara bürünürse kıyamet gününde onun için bir nur vardır." İ b n Ebu Şeybe dedi ki : Resulullah (sav.) beyaz kılların çekil­ mesini yasakladı ve şöyle buyurdu: " O müminlerin nurudur." Dediler ki : İlk defa başında beyaz kılları gören, Allah'ın dos­ tu İ brahim (as.) idi. İbrahim: "Bu ne, ya Rabbi?" dedi. Allah ona: "Bu müminin vakarıdır," buyurdu. İ b rahim: "Allah'ım! Vakarımı arttı r," dedi. Ebu N üvas şöyle dedi: Beyaz kıllar için: Sah ibinin vaka rıdır, derler; Benim beyaz/arım, Allah 'a şükür, vakar değildir.

e/-İkdü '/-Ferfd

389

Başka birisi şöyle dedi: Hiç o tuzdan son ra oyun olur m u ? derler; Ben: Otuzdan önce oyun olur mu acaba ? dedim. Beyazlığın kadri yücedir, kuşkusuz; Beyaz bir kıl çıktıkça bir bin ek oyundan kurulm uş olur.

Ebu Dülef ve el-Me'môn

Ebu Dülef, Me'mun'un yanına girdi; yanında bir cariyesi vardı. Ebu Dülef saç boyanmayı bıraktı. el-Me'mun cariyeye gözle bir işa- [2/367] ret verdi. Cariye: "Yaşlanmışsın ey Ebu Dülef! Senden uzak olsun, in na fil/ah ve in na ileyhi raci'un, " dedi. Ebu Dülef sustu. Bunun üzerine el-Me'mun: "Ona cevap versene ey Ebu Dülef! " dedi. Ebu Dülef bir müddet başını önüne eğdi; sonra başını kaldırdı ve şöyle dedi: Beyaz saçı m ı görünce alay etti benim le; ona dedim ki: Alay etm e, uzun bir ömür kendisiyle yaşlan a n birisiyle! Erkeklerin beyazlığı süstür onlar için ve bir şereftir; Siz kadın la rı n yaşlılığı bir beladır, kederlen şim diden. Yaşlılık olsa da bizden size karşı bir ih tiyacı m ız olur; Lakin yaşlandıktan sonra sizden bize bir ih tiyaç olmaz artık.

Mahmud el-Vardık şöyle dedi: Bir ayıplaya n ayıpladı beni, beyaz kıl/a rım dan dolayı; Vaktini aşmaz kuşkusuz, hazır olduğ u n da. Ben i beyazla rı m la ayıp/ayana dedim ki: Ey beyaz kılla rı ayıplayan! Yetişmeyesin beyaz kıllara inşallah.

Dostların öğretmeni Ebu Abdullah el-İskenderan\' bana şu beyitleri okumuştu : Kederimi a rttıran şeylerden birisi de Ben de peyda olan iki beyazlıktır: Birine gelin ce makasa koştum onu gördüğ ü m de; Gençlikteki cahilliği sevdiğimden dolayı . . . Diğerin e gelin ce affettim onu, Ta ki şahitlik etsin boyamadan kurtulduğ u m a.

Mahmud b. Menazir şöyle dedi: Selam olmasın gençliğe; Allah yaşa tm asın, bilinen gençliği. Giydim, her şeyin yenisini; En kötü yen in in, gençlik olduğunu gördüm.

el-İkdü 'l-Ferid

390

Bir a rkadaş ki sürekli ayıba çağırır; Onu davet eden olmaz, doğru yolda olan birisine. En g üzel tevzi eden ve dön üş yapandır yaşlılık; En faydalı zamandır istifade etmek isteyen için.

Yaşın Büyüklüğü

Yaşı büyümüş olan bir bedeviye : " Nasıl sabahladın?" denildi. [2/368] Bedevi şöyle dedi: [Başımdaki] kıllar beni kayıt altına al ıyor ve hayvan tersiyle kayıyorum. Ben zamanın yanaklarındaki eğrilik­ leri düzelttikten sonra, zaman da şimdi yanaklarımdaki eğrilik­ leri düzeltti. Başka bir bedevi şöyle dedi: Eskiden [kılların] beyazı ndan hoşlanmazdım; şimdi siyahından h oşlanmıyorum. Ey değişenin [siyahın] en hayırlısı ve ey yerine gelenin [beyazın] en kötüsü! Muaviye v e el-Müstevgır

el-Müstevgı r b. Rebia, M uaviye b. Ebu Süfyan'ın yanına girdi. O sırada el-Müstevgır üç yüz yaşındaydı. M uaviye : "Kendini nasıl hissediyorsun ey M üstevgır?" dedi. el- M üstevgır şöyle ded i : " Ey M üminlerin Emlri ! Bende sert olmasını arzu ettiğim şeyin yu­ muşadığını görüyorum; yu muşak kalmasını isted iğim şeyin de sertleştiğini görüyorum. Siyah olmasını istediğim şeyin beyazla­ dığını ve beyaz olmasını isted iğim şeyin de siyahlaştığı nı görü­ yorum." Sonra şu beyitleri okudu: Sor bana, haber vereyim sana yaşlılığ ı n alametlerini; Akşam uykusu ve gece öksü rüğü . . . Ve azı cık uyku, gece ilerlediği zaman; Ve azıcık yem ek, sofra hazırlan dığı za m a n . . . Ve çabuk bakıştır v e gözlerin ufalm ası; Ve g üzel kadın larla birleşmeyi terk etmendir. Ve insanlar çürüyor, tıpkı ağacın çürü m esi gibi . . .

Bir bedevi şöyle dedi: Dizimin ağrısını şikayet ediyorum san a; Ve dah a önce yürüyüşümde olmayan titremeyi . . . Tıpkı deve kuşu yavrularının, annelerinin arkasından koşmaları gibi . . .

Başka bir bedevi şöyle dedi: Yaşlı için dört zafiyet vardır: İki diz, siya tik ve boyun damarı . . .

el-İkdü 'l-Ferfd

391

Cerir şöyle dedi : İnliyor, titreyen kem ikler çürümekten; Ve yoktu r, dizlerin hastalığı için bir tabip.

Bir bedevi bir kadın hakkı nda şöyle dedi: Ey Ha vva annemizin ilk çocuğu! Ve ey ülkelerdeki en eski alem! Ömrün uzun olacak toplanma gününe kadar; O halde bize Ji.d'ın haberlerini söyle. Kazık sahibi Firavun 'un başlangıcını; Ve dağlara selin nasıl geldiğini anlat.

Başka birisi şöyle dedi: İnsan yetm iş yıl yaşayınca Sevinç ve gen çlik kaybolur gider.

Gatafün kabilesinde Nasr b. Dühman adında bir adam vardı. Ahmaklaşıncaya kadar Gatafün kabilesinin başındaydı. Adam 1 9 0 yıl yaşadı. N ihayet saçı [yeniden] siyahlaştı, dişleri çıkmaya başladı ve gençleşti. Araplarda onun benzeri acayip bir şey görülmemiştir. M uhammed b. Münazir, uzun ömür geçiren birisi hakkında şöyle dedi: Muaz b . Müslim öyle bir adamdır ki Sıkı lm ış ebediyet, onun uzun ömründen. Za m a n ı n başı beyaz oldu ve yaşla ndı; Ama o n u n ömrünün elbiseleri yepyen idir. Ey Lokm a n 'ın akbabası, daha ne kadar yaşayaca ksın ? Ne kada r çekeceksin haya tı n eteğin i, ey Lokman 'ı n son akbabası ! Adem 'in evi yıkılı verdi; Sen için desin adeta bir kazık gibi . . . Sorarsın kargalarını, sekerek yürüdükleri zam a n, Baş ağ rısı ve gözdeki duman nasıl olurm uş diye.

Abdülmelik ve eş-Şa'bi

Bir gün eş-Şa'bl, Abdülmelik b. M e rvan'ı n yanına girdi. Onu gamlı ve kederli gördü. eş-Şa'bl: " M ü m i nlerin Emlri'nin neyi var?" dedi. Abdülmelik: "Ey Şa'bl! Züheyr'i n şu sözünü hatırla­ dım," dedi ve şu beyitleri okudu: Ben san ki yetm iş yaşımı geçm iş gibiyim; Alaşağı ettim o n u n la sarkan gem imi.

[2/369]

el-İkdü 'l-Ferid

392

[2/370)

A ttılar bana zamanın hadiseleri; görmediğim bir tarzda; A tıcı olmadığı halde, kendisin e a tıla n ı n durumu nicedir acaba? Eğer görebildiğim bir ok bana a tılsaydı, sorun yoktu; Faka t ok olmadan bana darbeler a tılıyor. Bazen iki ayak üzerin de, bazen de asaya dayanarak Kalkm aya çalışıyorum üç kere, ondan son ra kalkışım oluyor.

eş-Şa'bi ona şöyle dedi: " Öyle değildir, ey Müminlerin Emiri ! Fakat Lebid b. Rebia'nın dediği gibidir. Kendisi yetmiş yaşına ulaştığında şöyle demişti : San ki ben yetmiş yaşımı geçm iş gibiyim; A ttım o n un la cübbem i om uzları m dan. Yetm iş yedi yaşına gelince şöyle dedi: Şikayet etti bana nefis ağlayara k; Üstelik yetmiş yedi yıl, taşıdım sen i. Eğer üç daha arttırsan, kavuşursun emeline; Çün kü üç yıl sonra seksen tam a m la n ıyor.

Yüz yaşına geldiğinde şöyle dedi: Bıktım kuşkusuz, haya ttan v e uzunluğ u n dan, Bu insanların: Lebid nasıldır? demelerinden.

Yüz on yaşına geldiğinde şöyle dedi: Bir ada m ı n yaşadığı yüz yıldan son ra, On yıl ila veyle ömrü kemale ermez m i ?

Yüz otuz yaşına gelince şöyle dedi: İki kızım temenni ettiler, babaları n ı n yaşam asını, Ben ancak Rebia veya Mudar'danım. Kalkın ve bildiğinizi söyleyin; Ne bir yüz tırmalayın ne de bir saç kesin. Ve deyin ki: O öyle bir adamdı r ki Ne dostu n u satar, ne h ıyanet eder, n e de zulmeder. Bir daha ki senede görüşmek üzere, selam olsu n size, Bir yıl boyunca ağlayan m azur sayılır.

eş-Şa'bi dedi ki: "Abdülmelik'in yüzünde, o yaşa gelebilecek bir sevinç umudu gördüm." Lebid yine şöyle dedi: Eğer ölü m ü m gecikirse yok m udur ö n ü m de, Asaya dayanmak? Parma klar üzerine eğilecekler, asanın. Haber vereceğim, geçm iş asırların haberlerini,

el-İkdü 'l-Ferid

393

Hareket edeceğim, ama her kalktığımda rükuda olacağım. Dem ircinin eski olmasının, kınını eskittiği bir kılıç gibi oldum; A m a tem ren [kılıcın ağzı] h a la kesiyor.

Deniliyor ki Zebur' da şu yazılıdır: " Kim yetmiş yaşına ulaşırsa hasta olmadan şikayetçi olur." M uhammed b. Hassan en-Nabtl şöyle dedi: Nefsinin geçen sene sana ne verdiğini bu yıl ona sorma. M u aviye yaşlandığı zaman şöyle dedi: Yaşlandığımda, süt ve güzel söz dışında hala gençliğimdeki gibi lezzet aldığım başka bir şey yoktur. Dırar b. Amr, on üç tane erkek çocuğu olana kadar yaşadı. Bu­ nun üzerine: "Kim oğullarıyla sevinirse nefsi ona kötülük yapar," dedi. İbn Ebu Feten şöyle dedi: Kim [uzun] yaşarsa günler onun ciddiliğini eskitir; Güvendiği iki dostu olan göz ve kulağı ona h ıyanet eder. Kadın bana: Sen i deli gördüm, dedi; ben ona: Gen çlik deliliktir, şifası da yaşlılıktır, dedim.

Ebu Ubeyde şöyle dedi : Yaşlı bir adama: "Senden ne kaldı ge­ riye?" denildi. Adam şöyle dedi: Önümdekiler beni geçiyorlar; arkamdakiler de bana yetişiyorlar. Eskiyi hatırlıyorum ama ye­ niyi unutuyorum. Toplulukta uyuyor, yalnız kaldığımda uykusuz kal ıyorum. Ayağa kalktığım zaman yer bana yakın oluyor. Otur­ duğum zaman yer benden uzaklaşıyor. H u meyd b. N u r el-H ilali şöyle ded i : Gözüm ün, sıh h a tten sonra beni kuşkuya düşürdüğ ü n ü görüyorum; Sıh h a t ve selam ette olman, hastalık olara k sana yeterlidir.

Başkası şöyle dedi: Nefsim yum uşa m ıyordu, bir gamzeli bakış için; Yum uşa ttı o n u, sabahlamak ve akşamlamak. Dua ettim Rabbime, bana sıhhat versin diye; Bir de baktım ki selamet hastalığın ta ken disidir.

Ebü'l-Atahiye -el-Katanı! için de rivayet edilir- şöyl e ded i : Kişi mükemmelleşirse noksana doğru hızla gider.

[2/37 1 ]

el-İkdü 'l-Ferfd

394

Hükema şöyle dedi: Bir şey artarsa mutlaka azalır. Bir şey kal­ karsa mutlaka eğilir. (2/372]

Bazı yeni yetme şairler şöyle dediler: Bilm ez m isin k i zaman, dürüp ka tlam ıştır beni; Tüm a klımı değiştirip beni bitkin hale getirdiğini? Uzuv uzuv beni eksiltmiş ve bıra km a m ış ben de, İsmim ve lisanım dışında hiçbir şeyi . . . Eğer isim lere çürüme girmiş olsaydı, O vakit za manım uzadığı için, ismim de çürürdü. A caba n eden yetmiş yaşında çürü m üyorum ki? A rtı yedi yıl ve onlardan son ra iki yıl dah a . . . Bir şey kon usunda güçsüz kaldığımda, hayal eder artık, Bir sis gibi veya bir duman gibi . . .

el-Gazzal şöyle dedi: Sabahladım vallahi, övülm üş olarak, b i r sürelik haya t için, Kısa ve uzun olmayan bir süre . . . Hatta A llah 'ın hamdiyle toru n la rım a rası nda kaldım; Onların a rasında, sanki tek başıma bir vahşet içindeyim. Bugün kim inle veda/aşıyorsam, vedalaştığım da, A rtık son vedalaşmam olarak h esap ediyorum.

Başka birisi şöyle dedi: A h, b i ryaşlının haline k i eti zayıflayıp azalm ıştır; Üç farklı renkteki sarıkları çürü tm üştür. Biri çürüm üş, simsiyah ve nakışlı bir elbise, Bundan son ra yeniden seçkin bir ren k a ldı. Geceler adımlarını kısalttı, yaklaştılar birbirlerine; Eğildi sırtının direği, bükülüp iki ka t oldu. Muhtelif vakitlerde arkadaşlık yap tı za m a n a; Zama ndan şiddet de gördü, yum uşaklık da. Ve ölüm, b ü tün bunlarda n son ra gelir. Sanki b u n u n la, bizden başkasına kastetm iş gibi . . .

Süfyan es-Sevrl yaşlılığını överken şöyle dedi: Her n e kadar yaş/anmışsam da Gördüğ ü n üz şu büyük yaşım ı . . . Biliyoru m, benden ayrılmadan önce, Oku m u n düşeceği yeri . . . Ve ok, yayın içinde . . .

Yaşıtı Olmayanla Arkadaşhk

Harise b. Bedr el-Guddani, Beni Temim'in süvarilerindendi. Kendisi şair, edip ve zarafet sahibi bir adamdı. Bununla birlikte (2/373] şarap içer ve Ziyad'la arkadaşlık yapardı. Bir gün Ziyad'a: "Sen

el- İkdü 'l- Ferfd

395

bu adamla arkadaşlık yapıyorsun ama senin dengin değildir. Kendisi i çki içiyor," denildi. Bunun üzerine Ziyad şöyle dedi: "Na­ sıl o nunla arkadaşlık ya p m ayay ı m ki? B e n ona ne sorarsam, o konuyla ilgili yanında bir ilim buluyorum. H i çbir zaman önümde yürümedi ki ona seslenmeye mecbur kalayı m. Hiç arkamda da yürümedi ki, ona dönmeye mecbur kalayı m. Benimle yan yana binip de dizi benim dizime de değmedi." Ziyad vefat edince Hari­ se b. Bedr onun hakkında şöyle dedi: Ey e/-Mug fre 'n in babası! Dünya alda tıcıdır; Kuşkusuz dünyaya aldanan, aldanmıştı r. Sen in yan ı n da iyiliği tanıma ahlakı vardı; Senin ya n ı n da cehalete karşı bir tepki vardı. Eğer şeref ve İslam, kadem sahibi birin i ebedileştirseydi, O zam a n İsla m ve şeref seni ebedf/eştirirdi.

Ziyad, meclisinde kimseyle şakalaşmaz ve gülmezdi. Bir gün Beni Rasıb kabilesi ile Benü't-Tafüve kabilesi bir köle hakkında tartıştılar. Her biri köle için: "Benimdir," diyordu. Harise b. Bedr, Ziyad'a: "Allah, E mire ikramda bulunsun; benim yanımda bu köle hakkı nda bir durum vardır. Eğer izin verirse onun hakkında ko­ nuşmak istiyorum," dedi. Ziyad: "Bunun hakkında sende ne va r?" dedi. Harise: "Bence bu köle Dicle Nehrine atılsın. Eğer suya ba­ tarsa o Beni Rasib'indir [Rasıb, batan anlamı ndadır] . Eğer su üzeri nde kalırsa o, Benü't-Ta füve'nindir [ Tafa, su üzerinde kaldı anlamındadır] ," dedi. Ziyad bunun üzerine tebessüm etti ; ayak­ kabıları n ı alıp özel odasına girdi. Sonra çıktı ve Harise'ye : "Seni benim meclisimde şaka yapmaya sevk eden neydi?" dedi. Ha­ rise: " Ruhuma gelen hoş bir andı. Allah, Emiri ıslah etsin; beni kovma ndan korktum," dedi. Ziyad: " B i r daha bunun gibi bir şeye dönme," dedi. İbn Ziyad, Harise v e Ebü'l- Esved

Ubeydullah b. Ziyad, babasının vefatından sonra valil iğe ta­ yin edilince Harise b. Bedr'i sohbetlerinden uzaklaştırdı ve ona karşı kaba davrandı. Bir gün Harise ona: " Neden babanın koy­ duğu ko numa beni koymuyorsun? Sen ondan daha faziletli veya daha akıllı olduğunu mu iddia ediyorsun?" dedi. U b ey d u l l a h b . Ziyad ona: "Benim babam, fazilette çok ileri gitmişti; dolayısıyla

el-İkdü 'l-Ferfd

396

senin gibiler onun faziletine zarar vermezdi. Ama ben gencim; beni ateşinle yakmandan korkuyorum. Eğer arzu edersen şarap içmeyi bırak; o zaman sen benim yanıma ilk giren ve son çıkan olursun," dedi. Harise: "Vallahi ben şarabı Allah için bırakmadım; nasıl senin için bırakayım ki?" dedi. Bunun üzerine Ubeydullah b. Ziyad: "Bir belde seç; seni o raya tayin edeyim," dedi. Harise, [2/374) I rak topraklarında bulunan "Surraka" denilen bir beldeyi seçti. Ubeydullah onu oraya tayin etti. Bunun üzerine, Harise'nin dos­ tu olan Ebü'l-Esved ed-Düeli ona şu beyitleri yazdı: Ey Harise b . Bedri Bir vilayete tayin edilmişsin, Bir fare ol; h ıyanet edip hırsızlık yapa rsın artık. Ve h a tıra getir Tem fm 'i, zenginlikle; Zenginliğin öyle bir dili var ki korkak adam bile kon uşur onunla. İnsa n lar iki kısımdır/ar: Ya yalancıdır; A rzu ettiğini söyler ya da doğru söyler. Söylerler bazı sözleri ve onu m uh kem yapmazlar; Bir g ü n onlara: Gerçekleştirin, den ilse gerçekleştiremezler. Sen bırak on ların dediklerini, kederlen m e onlardan dolayı; Senin lrakeyn [Küfe ve Basra] malında n h issen, Surraka 'dır.

Ebü'l- Esved mektubunun sonunda da: "Doğruluk senden uzak değildir," şeklinde bir not düştü. İbnü'l-Velid el- Heceli ve İbn Bid

İbnü'l-Velid el-Beceli -Bu zat, Halid b. Abdullah el-Kasri'nin kız kardeşinin oğludur- İ sfahan'a tayin edildi. İbnü'l-Velid iba­ dete düşkün ve salih bir insandı. Bir gün Hamza b. Bid b. Avf onun sohbetine geldi. İbnü'l-Velid'e: " Hamza, senin gibilerle soh­ bet etmez. Çünkü o köpek besleyen ve oyun seven bir adamdır," denildi. Bunun üzerine hemen ona ü ç bin dirhem gönderip geri dönmesini istedi. Hamza şöyle dedi: Ey bahşişi um ulan İbn ü 'l-Velfd! Ey kapkaranlık olayı aydın latan kişi! Senin iyiliğinin ben deki yolu, bir h a tı r üzerin edir; Benim seninle ne hatırım vardır? Gömleğimin pamuğu, ağarm ış bir şairdir; Cöm ertlik, senin gömleğinin p a m uğ u oluverm iş. İnsanlar, ben imle sohbetin için kın ıyorlar sen i; Doğrusu, bazen misk de bir katkıya [pa rfüme] arkadaş olur. Eğer sen a n cak kendin gibi bir insanla sohbet edeceksen,

el-İkdü 'l-Ferfd

397

Şun u bil ki senin gibi birisi sana gelm eyecek. Tu t ki ben gelip h idayet istiyorum; O zam a n İsla m 'ınla cömert ol, benim cehaletim e.

Bunun üzerine İ bnü'l-Velid ona: " Doğru söyledin," dedi; onu kendisine yakınlaştırdı ve yanındaki ko numu güzel oldu. Emir Abdurrahman b. el-H akem, arkadaşlarını kınamıştı. Bu yüzden, yard ımcısı olan Nasr'a emrederek, onları maaş def- [2/375] terinden silmelerini ve yerlerine kimseyi koymamasını istedi. Birkaç gün geçtikten sonra onlardan ötürü yalnızlık hissetti ve Nasr'a şöyle dedi: "Biz arkadaşları mızın yokluğundan yalnızlık hissetmeye başladık." Nasr ona: " Doğrusu Emirin öfkesinden alacakları edebi aldılar. Eğer onlara haber göndermemi isterse haber göndereyim," dedi. Emir: "Haber yolla," dedi. Arkadaşları geldiler; fakat üzerlerinde öfkenin üzüntüsü vardı. Yerlerini al­ dılar; ancak açılmadılar, eskiden olduğu gibi derin konuşmalara dalmadılar. Bunun üzerine Emir, N asr'a: " B unları açılmaktan alıkoyan nedir?" dedi. Nasr: "Allah, Emiri hayatta bıraksın, Üzer­ lerinde öfkenin üzüntüsü vardır," dedi. E mir: "Onlara söyle; biz onları affettik; artık açılsınlar," dedi. Dedi ki: Onların içinden şair olan Abdurrahman b. eş-Şemr el-Müteneccim kalktı ve Emirin huzurunda dizi üzerine oturdu. Sonra ona bir şiir okudu. Şiirinde bazı arkadaşlarına sövüp saydı. Ancak şiirini iki güzel beyitle sonlandırmıştı. O iki beyit şunlardır: Ey A llah 'ı n mah luka tındaki Allah 'ın ra h m e ti! Ey cöm ertliği ebedi olarak dökülen zat! Eğer suç sah iplerin in sohbetin i affettinse O zam a n sohbet edeceğin insanlar azalır.

Bu manada söylenmiş en güzel söz, Nabiga'nın şu sözüdür: Ey Ayıpsız Adamlar! Bırakmazsın kendin için bir dost; Eğer topla mazsan, dostunun dağınık tarafla rın ı . . . 1 79

Kur'an Hakkında Sözler

el-Müreysi, Ebu Yahya Mansur b. M uhammed'e şunu yazdı: "Kur'an yaratıcı mıdır yoksa yaratılmış mıdır?" Ona cevaben 1 7 9 Nabiga bu beyitte, ayıpsız d o s t arayanların dostsuz kalacaklarını anlatmak istiyor. Ç ü n kü kemal ve kusursuzluk sadece Allah'a mahsustur (çev.).

el-İkdü 'l-Ferfd

398

şunu yazdı: Allah bizleri ve seni her türlü fitneden muhafaza et­ sin; bizi ve seni Sünnet ehlinden ve nefsiyle cemaatten uzaklaş­ mayanlardan k ı l s ı n . Ku ş k u s u z e ğ e r b u n u y a p a r s a n , b u n e b üy ü k bir nimetti r! Eğer yapmazsan bu helak demektir. Biz şöyle diyo­ ruz : Kur'an hakkında konuşmak bidattir. Cevap veren, bilmediği bir konuda cevap vermeye zorlanır. Soran da bilmediği bir şeyi sormuş olur. Biz yaratıcı olarak Allah'tan başka kimse bilmiyo­ ruz. Allah'ın dışında kalan her şey mahluktur. Kur'an, Allah'ın kelamıdır. Sen kendi nefsini, Allah'ın Kendisini adlandırdığı isimlerine götür; hidayete erenlerden olursun. Kendi yanından Kur'an'a bir isim verme; dalal ete düşenlerden olursun. Allah bizi ve seni, yalnız oldukları zaman Allah'tan ve kıyamet gününden korkanlardan eylesin. İKİNCİ CİLDİN SONU

DİZİN

A

Abbas 3 4, 2 8 4 Abbas b. Abd ü l m uttalib 1 6 3, 284 Abbas b. Sehl 5 4, 55 Abd u l l a h b. Abbas 1 5, 9 5 , 1 0 5, 1 0 6, 1 09, 1 1 0, 1 2 1 , 1 44, 1 46, 1 69, 1 8 1 , 2 5 1 , 2 69, 3 1 0, 3 1 4, 3 6 7, 3 7 3 , 3 7 7, 3 8 3 Abd ullah b. Ali 4 3 , 74 Abd ullah b. A m r 1 0 1 , 2 3 1 , 232 Abdu l l a h b. E b u Abbas 345 Abd ullah b. el- Ehtem 2 1 3, 3 2 7 Abd ullah b. e l - M übarek 1 0 3, 3 2 8 Abd ullah b. ez-Zübeyr 5 4 , 6 0 , 2 5 3 , 2 5 4, 2 5 6 Abd u l l a h b. Habbab 2 5 2, 2 5 3 Abd u l l a h b. H as a n 7 4 , 87 Abdu l l a h b. M es'ud 9 5 , 1 04, 1 0 5 , 1 1 2 , 1 1 4, 1 1 9, 1 69, 1 8 5, 1 8 6, 2 3 1 , 2 3 8, 2 6 2 , 2 9 2 Abd u l l a h b. M uaviye 6 9 , 1 6 5, 1 8 1 Abdullah b . M u h a m med 1 2 8, 1 2 9, 324 Abd ullah b . M ü s l i m b . Kuteybe 9 3 Abd ullah b . Ö m e r 1 4, 1 6 7, 2 2 6, 2 8 7, 292, 295, 302, 325 Abd u l l a h b . Sebe 2 6 6, 2 7 1 Abd u l l a h b . Ta h i r 8 3 , 90, 1 49, 1 8 1 , 1 8 4, 2 8 9 , 3 0 5 Abd u l l a h b. Tav u s 3 1 0 Abdurra h m a n b . Ebu Leyla 1 4, 62, 3 0 2 , 345 Abdurrahman b. e l - Hakem 3 2 4, 397 Abd üla'la b. Abdullah b. Amir 3 1 1 Abd ü l aziz b . M e rvan 1 9, 3 04, 3 4 7, 348 Abd ü l aziz b. Ö m e r b. Abdülaziz 2 8 5 Abd ülaziz b. Züra re 2 1 7, 3 5 3 Abd ü l kays 1 47, 3 3 0 Abd ü l m e l i k 5 2 , 5 3 , 77, 1 1 1 , 1 4 7, 1 5 3 , 1 6 1 , 1 9 7, 3 9 2 Abd ü l m e l i k b. e l - Fa ri si 2 9 Abd ü l m e l i k b. Ku reyb 3 3 6 Abd ü l m e l i k b. M e rvan 1 3 , 1 4, 2 3 , 2 4, 2 8 , 3 6 , 4 1 , 42, 5 4 , 6 0 , 6 3 , 7 7, 87, 1 04, 1 1 0, 1 1 1 , 1 1 5,

1 6 1 , 1 6 6, 1 6 7, 1 9 0, 204, 2 1 5, 2 1 7, 2 8 1 , 2 86, 297, 3 1 1 , 3 1 5, 3 1 6, 3 1 9, 3 3 1 , 3 3 2, 3 3 3 , 348, 3 79, 3 9 1 Abd ü l m e l i k b . Salih 1 7, 1 8, 3 7 , 38, 39, 284 Abd ü l m uttal i b 1 9 4 Abdüssamed b. el-M uazzel 1 79, 2 5 0 Ace m l e r 1 9, 2 3 7, 3 0 3, 3 2 9 , 3 4 3 Ad 2 6 7, 3 9 1 Adem 7 1 , 86, 1 2 4, 1 74, 1 8 7, 1 89, 2 3 7, 2 66, 2 69, 3 9 1 Adi b. er-Rika' 64, 1 0 2 Adi b. Zeyd 1 45 , 2 1 9, 248 ahmak 1 2, 1 1 0, 1 2 5, 2 1 4, 244, 2 7 0 , 3 3 5, 3 4 6, 347, 3 74, 3 7 9 A h m e d b. E b u Davud 30, 43, 3 2 0 A h m e d b. Yusuf 3 0, 3 1 , 1 4 7 A h n e f 2 7, 76, 98, 1 1 1 , 1 2 4, 1 5 2 , 1 5 3 , 1 5 4, 1 5 7, 1 5 8, 1 60, 1 6 1 , 1 6 3, 1 64, 1 6 7, 1 7 8, 1 8 1 , 1 88, 1 98, 202, 2 7 6, 2 8 2 , 2 8 8, 2 9 5 , 3 1 7, 3 2 6, 3 4 8 Ahta! 3 0 2 , 3 2 3 Aişe 1 1 9, 1 6 5 , 1 69, 1 88, 2 0 3 , 2 04, 2 2 4, 2 5 4, 2 5 6, 2 84, 2 9 2 , 3 1 1 akıl 7 1 , 86, 9 2 , 1 1 9, 1 2 2 , 1 2 3, 1 2 4, 1 2 5 , 1 2 7, 1 2 8, 1 2 9, 1 3 1 , 1 3 3, 2 1 6, 2 2 2 , 2 8 2 , 2 99, 3 5 5 , 3 8 1 Akli b. U l l c fe 7 7 , 1 4 5 A l i 6 8 , 1 1 2 , 1 1 5, 1 5 9, 1 7 7, 1 8 6, 2 4 2 , 2 4 7 , 2 5 2 , 2 5 3, 2 5 7, 2 66, 2 8 1 , 2 9 6, 3 2 0, 3 5 8, 3 7 7 Ali b. C e h m 1 8, 2 1 7 Ali b . Ebu Tal i b 49, 94, 96, 1 0 6, 1 0 7, 1 0 8, 1 1 0, 1 1 8, 1 1 9, 1 2 1 , 1 3 0, 1 44, 1 68, 1 80, 2 1 7, 2 2 2, 2 2 4, 2 2 7, 2 3 0, 2 3 5 , 2 5 0, 2 5 2 , 2 7 0, 2 7 1 , 2 7 6, 288, 2 9 3 A l i b. H ü seyi n 1 4, 3 0 3 A l i b. Yahya 1 8, 2 8 4 A m e l e s 78, 79 A'meş 1 1 7, 1 70, 2 2 9, 2 3 0, 266, 306 A m i r 1 3 3, 1 3 4, 1 3 5 A m i r b . Abd u l l a h 3 5 1 , 3 5 2 A m i r eş-Şa'bl 1 0 0, 2 8 8 , 3 1 9

el-İkdü 'l-Ferid

400 Amr b. Bahr el-Cahiz 5 7, 2 0 6 A m r b. el-As ı 2 0, 1 2 ı . ı 3 5, ı s ı . 1 64, 2 2 2, 2 3 2 , 2 5 0, 2 9 6, 3 1 8, 3 S ı . 3 6 6 Amr b. Ubeyd 1 3 7, ı 44, 1 49, 1 5 1 , 2 o ı . 240, 242 Amr b. Utbe 3 6, 2 2 6, 294 Arafat 2 2 8, 3 7 7 Arak b . N a il 3 5 4 Araplar 7 5 , 8 0 , 86, 1 1 4, 1 1 5, ı 4 ı , 1 4 3 , 1 6 5 , ı 8 5 , 2 3 7, 2 6 3 , 3 0 3, 3 3 6, 3 3 7, 3 3 9, 3 4 0 , 3 4 3 , 3 5 3, 386, 3 9 ı Aristoteles 3 0 1 , 3 7 3 Ashab-ı K e h f 1 0 1 Asmai 1 5, 5 3 , 6 ı , 74, 78, 9 3 , 9 9 , 1 0 8, 1 1 3 , 1 1 6, 1 1 7, ı ı 8, 1 2 1 , ı s s. 163, ı 7 5 , ı 92, 2 2 0, 2 2 9, 2 3 4, 2 84, 2 8 5 , 3 0 3 , 3 2 0, 3 2 9, 3 3 6, 3 3 8, 3 79, 3 8 3 , 3 8 6 Asram b. H u m eyd 3 2 A'şa B e k i r ı 2 2 , 2 3 4, 3 6 ı atiyye 3 6 Attab b. Verka er- Riyahi 7 7 , 8 0 Attabi 2 2 , 1 1 8, ı 3 9, 1 4 2 , ı 9 6 , 2 44, 245, 3 3 1 Avn b . Abdullah 2 6 2 , 2 7 5

Beşşar el- U kayli 1 8 0, 1 8 5 , 3 0 0 B eyhes iyye 2 5 3 Beytülhikme ı s Bilal b. E b u B ü rd e ı 9 7 , 3 ı ı B i ş r el- M e risi 3 3 4, 3 3 5 Büzürcm ihr 1 2 7, ı 3 6, ı 8 ı , 2 o ı , 2 2 4, 2 8 2

C- Ç

Ca'fer b. Ebu Talib ı 4, 3 0 3 Ca'fer b. M u hammed 4 5 , 1 40, 3 2 6 Ca'fer b. Yahya 1 5, 2 6, 2 1 9, 2 8 5 Ca'fer el- Bermeki ı 48 Cah iliye 8 1 , 1 6 3, 1 9 ı , 2 3 4, 3 4 5 Cahiz 367 Cali nos 1 7 0 Cami' 6 6 , 6 7 C ebrail ı 2 4, 2 7 1 Cebriye 2 3 4 Cehm 274 Cerir 2 9 , 2 8 5, 3 2 3, 3 5 5, 384, 3 9 ı Cerm kabilesi 3 2 9 Cessame b. Kays 1 3 0 Cezire 2 6 2 , 2 9 2 , 3 5 0 c i h a d 2 5 8, 2 7 1 , 3 1 1 C ü rcan 2 9 0 Cüveyriye 2 3 7 Ç i n 64

B

Babil 84 Bağdat 2 ı , 6 7 Bağdat Köprüsü 2 ı s Ban Abbas 1 89 Basra 3 0 , ı 9 2 , 2 1 4, 2 2 3 , 2 2 9, 264, 3 1 1 , 3 ı 9, 3 3 5 Behdele 8 1 Bekir b . Abdullah 2 ı 8, 3 06, 3 ı 3, 3 2 8 Beki r b. Vail 1 8 5 , 1 8 6 Beki r kabilesi 1 8 6, 3 2 9 B e n i Abbas 6 8 , 2 7 3 Beni A m i r 1 66, 2 9 2, 3 0 8 Beni A m r b. Temim 3 3 0 Beni H a ş i m 4 2 , 7 0 , 83, 3 ı 3 Beni M u harib 3 2 3 Beni M u rra 77, 78 Beni N ü m eyr kabilesi 3 2 3 Beni Rasıb kabilesi 3 9 5 B e n i Şeyban 5 2 , 2 6 2 , 2 6 5 , 3 5 5 B e ni Temim 2 3 , 2 7 2, 3 2 3, 3 9 4 B e n i Ü meyye ı 7, ı 8, 2 3 , 3 7, 70, 74 Benü'l - H eshas ı 49, 308

D

Dahis ı 1 8 D a m re b. Damre ı 6 2 Davud 94, ı 78, 2 3 2 , 2 7 1 , 2 7 3 , 3 2 5 D evs kabilesi 1 0 2 Deyrü's-Sa'd 78 D eyu Canis 2 8 3 D ı maşk 5 5, ı 9 7 D ı ra r b. Amr 3 9 3 Di'bel 8 2 , ı 69, ı 9 9 , 2 0 2 D i cle N e h ri 3 9 5 D i hyetü'l- Kelbi 2 4 5 D iva n ı 8 D ü keyn er- Raciz 3 6 0 E

Ebu A m r 1 2 3, 1 9 7 E b u A m r b. el-Ala 94, 1 0 2 . ı 3 6, 3 3 8, 383 E b u Bekir 1 0 9, ı s ı . ı s s. 2 5 2 , 2 5 3, 2 5 4, 2 5 5 , 2 6 3 , 2 64, 2 6 5 , 2 66, 2 6 7, 2 7 3 , 3 ı ı , 3 3 8, 346, 3 8 6

40 1

Dizin E b u Bekir b. Ebu Şeybe 2 84, 2 8 7, 292, 302, 3 2 0 Ebu Bekir el- H eceri ı s . 3 0 3 E b u Bera A m i r b. M ali k 2 9 8 E b u Ca'fe r 2 7, 4 3 , S 3 , 7 6 , ı 49, 1 80, 2 04, 2 ı 7, 2 8 8 , 3 ı 2 , 3 1 6, 3 49 Ebu Ca'fe r e l - B ağdadi 89 Ebu Ca' fer e l - M a n s u r ı 7, 29, 42, 4S, S 3, 3 1 2, 3 ı 3 Ebu Ceh i l 2 S 4 E b u Davud el- İyadi ı s o Ebu D ü h m a n ı 8 3, 3 0 7 E b u D ü l a m e ı 6, 3 0 3 E b u Dülef s o . s ı . S 8, 3 8 9 E b u Gassan 3 4 0 , 3 7 7 E b u H a nife 1 70, 3 3 4 E b u H atem s s . ı 6 ı , ı 7 4 E b u H a t i m 7 8 , ı 3 3 , ı 3 8, ı 77, 2 2 0, 337 Ebu H ü reyre 9 S , 1 67, 1 7 0, 2 3 8 E b u i s h a k 3 4, s s E b u Kılabe 9 8 , 2 8 7 E b u M u sa 1 1 2 . ı 9 0 , ı 9 2 , 2 s o Ebu M ü s l i m ı 7, 3 7, s o . 2 0 3 Ebu N a d re ı 4, 3 0 3 E b u N üvas 1 1 7, 3 8 8 E b u Osman b. B a h r 2 7 2 , 3 1 3 Ebu S a l i h 2 ı ı . 2 ı 2 Ebu S ü fyan 3 6, 7 S , 8 S , ı 6 2, 1 6 3 E b u U b eyde s s . 8 1 , ı 1 7, ı 2 3, ı 3 3, 1 8 6, ı 8 7, 3 0 2 , 3 3 ı , 3 3 8, 340, 3 9 3 E b u U b eyd el- Kas ım b. Sellam 3 6 6 E b u Ubeydulla h 1 9, 4 4 , 3 2 S Ebu Yu suf el- Kadi 9 3 Ebu Zer ı s ı Ebu Zeyd 1 74, 1 86, 3 3 6, 3 3 7, 3 3 9, 377 Ebü'd-Derda ı 8o, 2 0 8, 244, 3 2 6 Ebü'l-Abbas 2 9 , 3 7, 1 9 3, ı 94, 3 2 9, 340 Ebü'l-Atah iye s ı . 1 8 7, 2 0 9 , 2 1 8, 2 3 8, 2 3 9, 2 44, 3 9 3 Ebü'l-Cüveyriye el-Cermi 8 6 Ebü'l- Esved 3 3 7, 3 4 ı , 3 8 6, 3 9 6 E b ü ' I - Fazl ı s. 3 4 3 Ebü'l- H asan 1 4, 4 S , S 4 , l O S, ı ı 3, 1 1 4, 2 2 9, 2 6 7, 3 0 3 Ebü' l - H üzeyl el-Allaf 2 0 2, 2 7 3 E b ü ' l - M e k n u n e n - N ahvi 3 4 2 Ebü'ş-Şemakmak 3 74, 3 79

edep 2 8 2 Ehl-i beyt ı s. 2 4 2 Eksem b. Sayfi 1 8 ı , ı 92, 3 2 6, 3 6 6, 377

el- H a s a n 1 68, 1 8 6, 1 89, 2 1 4, 2 1 8, 2 7 6, 2 8 8 , 2 9 2 , 3 0 3 , 3 2 6, 3 3 2 , 346, 3 S 1 Enes b . Ebu Şeyh 67, 68 Ensar ı 7S, 2 S ı , 3 ı 8 E n u ş i rvan ı s 6, ı s 9, 2 8 2 E rdeşir ı 9, 2 0 , ı S 9, 244, 2 8 2 E s e d b. Abdullah 4 6 , 47 Eslem b. Zur'a el- Kilabi 2 6 ı , 2 6 2 Esram b. Kays ı s 8 Eş'ariler 2 2 8 Eşca' b . A m r 2 ı 9 , 3 S 6 Eş'ab ı 7 6 , 3 7 8 Evs 7 9 , ı 6 ı Evzai 1 0 6, 2 3 7 Eyyub ı o ı , 1 1 6, ı 9 6 Eyyub es-Sicistani 1 00, 2 o ı F

Farac b. Selam ı 9 3 , 2 0 S, 3 7 ı Fars S 7 , 1 9 ı Fatıma 6 S , 6 7 , 2 4 2 , 296, 3 S 2 Fatımi 6 S Fazl ı 4 S, ı 4 8 Fazı b. Yahya ı 3 , ı 4 8 Fazı er- Rakkaşi ı 7 3 Felhez 69 felsefe 9 3 , 1 3 S Ferezdak 64, 7 2 , 77, 80, 8 1 , 82, 1 44, 3 3 7, 3 3 8, 3 4 0 Fczarc kabilesi 3 2 3 Fırat 4 3 Firavun 6 0 , 2 64, 3 9 1 Firsan 3 S fitne ehli S 4 Fudayl b . İyaz 1 0 8, ı ı 6, 2 8 2 G

Gabra 1 1 8 Gatafün 1 8 7, 3 9 ı Gayta n 2 3 3, 2 3 6, 2 3 7 Gazzal 2 6 7, 3 9 4 G u rabiyye 2 7 0 Guta 43 güzel a h l a k 3 4 , 4 0 , 4 ı , 6 0 , 1 ı o, 1 3 3 , 1 S 2, 1 S 8, 1 66, 2 78, 2 8 2 , 3 S 9

el- İkdü '/-Ferfd

402 H

H a bbab b. E ret 264 Habib 2 7, 33, 5 3 , 1 0 6, 142, 1 74, 1 94, 2 2 4, 2 8 3 , 2 9 9 , 3 0 0 , 3 44, 3 5 0, 3 5 2, 3 5 5, 3 6 1 , 3 6 2 , 3 64, 3 7 9 Habil 1 8 7 H a ccac b. Yusuf 2 3 , 5 7, 5 9 , 60, 6 1 , 6 2 , 6 3 , 64, 66, 87, 1 1 4, 1 9 0 , 2 1 5, 2 8 4 H acerülesved 2 7 2 H akem Olayı 1 1 5, 2 5 0 H a kim 1 4 1 H alid b . Abd ullah 2 1 , 4 1 , 7 2 , 2 6 7 , 396 H alid b. el- M uammer 1 5 6 H alid b. Safvan 2 2 , 1 0 3 , 1 1 0, 1 3 0, 1 3 8, 1 4 5 , 1 46, 1 5 3 , 1 68 , 1 9 3, 2 0 2 , 3 3 1, 3 6 8 H a l i d b. Yezid 3 6, 1 1 2, 1 1 3, 1 4 4 H alid el-Anber) 1 6 3 Halil 3 6 3 Halil b. Ahmed 9 7 , 1 0 1 , 1 0 5, 1 44, 1 68, 3 3 6 H a m d fı nl 1 7 2 , 1 7 3 H a mmad b . Seleme 1 7 0, 2 2 9 H a m mad er- Raviye 1 84 H a mza b. Bld b. Avf 3 9 6 H a rem 2 5 1 Hariciler 5 9 , 1 0 1 , 2 5 1 , 2 5 2 , 2 6 0 , 267 H a ris b. M i skin 2 40, 3 2 0 H a rise b . B e d r 3 1 7, 3 94, 3 9 5 , 3 9 6 H a rise b. Kudame es-Sa'dl 1 88 H a r lı n e r - Reşid 1 6, 1 7, 1 8, 2 1 , 2 2 , 3 3, 3 8, 3 9 , 4 0 , 4 6 , 6 7 , 8 7 , 1 48, 2 84, 2 9 7 H a r ü ra 2 5 0 Hasan 1 0 3 , 1 0 8, 1 1 0, 1 1 2 , 1 1 4, 1 1 9, 1 2 6, 1 3 3 , 153, 1 5 7, 2 4 2 , 2 6 8 H a s a n b. Ali 2 8 7 Hasan b. Ca'fer 1 43 Hasan b. Ebü'l-Hasan 98, 2 4 2 H a s a n b . H ani 9 3 , 1 7 1 , 1 7 3, 1 7 7, 2 1 7, 2 2 1 , 3 2 6, 3 3 9, 3 5 4, 3 5 6, 3 74, 384 Hasan b. Reca 1 8, 1 5 9 Hasan b. Sehl 1 9, 2 1 , 4 2 , 1 2 1 Hasan b . Vehb 1 7, 2 7 Hasan el- Basri 1 1 0, 1 1 5, 1 1 9, 1 2 3, 1 3 7, 2 0 1 , 2 3 3 , 2 8 6

Hassan 1 77, 3 5 9 Hassan b. Sabit 2 0 , 1 44, 3 1 7 H avva 2 69, 3 9 1 haya 4 7 , 1 2 4, 1 3 1 , 1 5 4, 1 60, 2 0 6, . 2 74, 2 7 5 , 2 7 6 H ayve b. Şü reyh 1 1 3 H ayya n b . Ma'bed 54, 5 5 H azn b. Ebü Vehb 1 7 5 H evze b. Ali el- Hanefi 1 2 2, 1 2 3 H eysem b . Adi 4 3 , 6 0 , 1 6 2 , 1 6 5 , 262, 288 H ız ı r 1 0 1 H i caz 74, 1 1 5, 3 7 3 H i n d 1 6 2 , 3 2 4, 3 5 4 H i n d b t . Utbe 8 5 H i n tliler 2 09, 3 5 7, 3 7 6 H i şam 7 2 , 7 4 H işam b. Abdülmelik 1 6, 5 3 , 70, 7 2 , 1 5 3, 2 3 6, 289, 3 0 3 , 3 1 2 , 3 4 7 H i ş a m b. el- H akem 2 4 0 , 2 7 3 H o rasan 3 1 , 4 6 , 77, 8 2 , 89, 1 4 3 , 1 7 7, 2 2 9, 2 6 1 , 2 7 0 H o rasan halkı 1 7 7 H ri stiya nlar 2 4 2 H u d eyb iye Antlaşması 2 5 1 H u meme 1 3 3 , 1 3 4, 1 3 5 H u m eyd b . N ü r el- Hilali 3 9 3 H u nasıra 2 6 2 H u reys b . Hace! 2 6 0 H uşenl 2 0 8 , 2 3 4, 3 7 7 H u tay'e 3 5 9, 3 7 3 H ü rmüzan 5 6, 5 7 H üsey i n 6 1 , 8 5 , 2 4 2 , 2 6 8 H ü seyi n b. Ali 1 4, 6 1 , 1 44, 2 9 6 , 3 2 6

ı-i

Irak 2 5, 5 1 , 6 4 , 67, 72, 89, 1 1 1 , 1 1 5 , 1 44, 2 1 4, 2 3 8, 2 4 1 , 3 08, 3 2 9 l rakeyn 3 9 6 Isa b. İ s m a i l 1 1 3 Isa b . M üsa 2 1 7, 3 2 1 Isa b. Ömer 3 2 0, 3 3 3 , 3 3 8, 3 7 9 İ bazıyye 1 0 1 , 2 5 3 İ b l is 1 0 6, 1 7 3, 1 8 7, 1 89, 2 3 7 İ b n Abbas 1 5, 86, 9 3 , 1 0 6, 1 0 7, 1 89, 2 0 1 , 222, 2 2 8, 2 5 1 , 2 5 2 , 2 5 7, 2 69, 2 8 3 , 2 9 3 , 3 0 6, 3 1 4, 3 8 3 İ b n Avn 1 1 6, 1 1 7, 2 2 9 İ b n Ebü Atik 3 2 4, 3 2 5 İ b n E b ü H azim 2 1 0, 2 1 1 , 2 7 6, 3 7 8 , 384

403

Dizin İbn Ebu S e r h 3 1 8 İ b n Ebu Şeybe 1 8 5 , 2 69, 388 İ b n Ebu Züeyb ı ı ı İ b n E b ü ' d - D ü nya 1 8 9 İ b n Ebü'l - H ava ri 1 1 6 İ b n E rva 2 6 7, 2 6 8 İ b n Fedale 3 1 İ b n H e rme 1 8 2 İ b n H i l l i ze 1 86 İ b n H i ttan 3 5 3 İ b n H u reym 7 5 İ b n H übeyre 7 2 , 7 3 , 74, 7 5 , 3 2 2, 3 2 3, 3 3 3 İ b n Mes'ud 1 1 5, 2 0 5 İ b n Ö m e r 2 7 5 , 2 8 7, 3 0 2 , 3 2 5 İ b n Rüm m a n e 3 4 8 İ b n Seyyabe 1 4 6 İbn Sırme 290 İbn Sinan 2 1 2 İ b n Sirin 9 3 , 1 0 6, 1 99, 200, 2 2 9, 322 İ b n Şihab 28, 2 3 5 İ b n Şübrüme 1 09, 2 2 3, 3 2 1 İ b n Tabataba el-Alevi 1 0 0 İ b n Tah i r 2 1 , 1 84, 2 8 9 İ b n ü ' I -A' rabi 1 4 5, 1 5 0, ı 7 8 İ b n ü'l- Eş'as 2 8 , 5 7, 6 3 İ b n ü 'l- Ezrak 2 5 6, 2 5 7 İ bn ü ' l - Kelbi 1 6 1 İ b n ü ' I - Keva 2 5 2 İ b nü'l- M u ka ffa' 2 8 1 , 3 3 1 , 345 İ b n ü 'l-M übarek 1 1 1 , 1 1 3, 1 8 8 İ b n ü ' l - M ühelleb 3 4 İ b n ü 'l-Velid 3 9 6 , 3 9 7 İ b n ü ' r-Rika 3 3 1 İ bnü's-Semmak 2 8 , 29, 75, 1 5 0, 2 1 7, 2 2 9, 3 2 8 İ b n ü 'z-Zübeyr 2 5 3 , 2 5 5, 2 5 6 İ b n Z iyad 2 6 0 , 2 6 1 , 2 6 2 İ b ra h i m 6 1 , 8 6 , 2 9 7, 298, 388 İ b ra h i m 1 1 4, 1 1 6, 1 1 7 İ b rah i m b. el- M ehdi 2 6, 3 3 , 34, 1 49, 284 İ b ra h i m b. es-Sindi 2 5 , 3 9 , 4 0 , 3 1 3 İ b ra h i m e n - N ehai 1 0 0, 1 1 7, 1 1 8 İkrime 2 5 4 İ m a m M a l i k 1 04, 1 0 7 İ mran b. H i ttan 3 5 3 İ ın ruülkays 1 9 5, 3 0 1 , 3 5 8 İ n cil 1 6 0, 2 4 2 irade 2 3 9

İsa 1 0 8, 2 1 8, 2 2 8, 2 4 2 , 2 7 1 , 299 İ s fa h a n 3 9 6 İshak 2 9 7 İshak b. Abbas 3 4, 3 5 İshak b. el- Eş'as 5 5 , 5 6 İshak b. İ b ra h i m 2 1 4, 2 84, 289 İ sken d e r 1 9 8, 3 0 1 İ s mail b . Sabih 1 3 , 3 0 5 İyas b . Dağfel 1 4, 3 0 3 K

Ka'b 8 1 , 2 0 5 , 3 2 3 Ka'b b . Züheyr 1 5 5, 2 3 8, 3 5 8 Kabe 8 6 , ı 9 3 , 2 7 2 , 3 4 7 Kabil 1 8 7 Kabisa b. Züeyb 2 8 kader 6 8 , 1 3 6, 1 86, 2 1 1 , 2 3 3 , 2 3 4, 2 3 5, 2 3 6, 2 3 7, 2 3 8, 2 3 9 Kaderiye 2 3 2 , 2 3 5 Kaderiyeci 2 4 0 K a d ı Şerik 6 5 , 6 6 Kad ı Şu reyh 3 2 2 , 3 3 4, 3 4 9 Kamil ı ı s Kas ı m b . M u hammed 2 2 9 Kasım et-Temmar 3 3 4, 3 3 5 Katade 1 0 2 , ı 1 ı , 2 3 4, 2 3 7 Katami 2 1 9, 3 9 3 Kays Aylan 2 2 5 Kays b . Abbad 6 1 Kays b . Asım 8 0 , 1 5 2, 1 5 3, 1 60, 1 64, 2 8 8 , 3 79 Kays b. Züheyr 1 8 7 Kayse r 8 6 kaza v e kader 2 3 9 Kerh 5 1 Kesir b . H e rase 2 0 2 Kevser H avuzu 2 6 Keysan 1 0 5 Keys a n iyye 2 7 0 Kilab 3 2 3 , 3 3 6 Kinane kabilesi 1 6 3, 1 9 3 K i n di 2 3 9 Kisra s ı , 6 5 , 6 9 , 1 2 2 , 1 3 6, 2 1 7 Kissfü 1 7 3 Kudaa 2 2 5, 3 2 9 Kufe 1 1 4, 1 1 5, 2 5 0 , 2 5 2 , 268, 2 7 0 Ku fe M escidi 3 7 7 Ku m a m e 3 9 Ku reyş 3 4 , 7 5 , 8 5 , 1 64, 1 8 8, 1 9 3 , 3 1 7, 3 2 9, 346, 3 5 4, 3 7 3 K u s b. Saide 1 3 2, 1 6 5

404 Kutami 7 3 Kuteybe b . M üs l i m 3 1 , 4 1 , 1 4 3 , 1 6 3 , 1 7 7, 1 9 9 , 2 2 9 K u t r ı ı h e n - N a hvi 3 4 7 Kümeyi 96, 9 7 Kü m eyt 70, 7 1 Küseyyir Azze 2 67, 3 04, 3 4 7 , 3 8 3 L

Lebid 2 0 3 , 2 04, 2 3 S , 3 9 2 Leyla e l - U h ayl iyye 2 7 S Leys b. Sa'd 1 89 Leysi 2 4 7 Lokman ı S 3 , 2 2 S, 3 2 S, 3 9 ı Lokman b. Ad 3 ı 7 Lut 2 2 4 Lüey b. G a l i b ı 9 3 M

Maad S S , 8 1 , 1 2 3, 3 S 3 M a'bed b. Züra re 2 1 S M a h m u d b . M enazir 389 M a h m u d el -Va rrak 28, ı 2 1 , 1 S 9, 2 1 6, 2 2 ı , 249, 340, 349, 3 69, 3 8 0 , 3 8 3 , 3 8 7, 3 8 9 Ma'kıl ed- Dabbi 2 0 S M a l i k ı o4, 1 1 7 M a l i k b . Dinar 1 04, 1 09, 1 1 6, 3 6 6 M a l i k b . e l - M ü nzir 1 9 2 M a l i k b. E n e s ı o ı . ı o 3 , 1 0 7, l l S , 328 M a l i k b. Esma b . Harice 3 3 3 M a l i k b. M isma' 7 7, ı 6 ı , ı 6 3 M a l i k b. M u aviye 2 7 0 M a l i k b. Tavk 3 0 7 Ma'mer 2 2 8 Ma'mer b . e l - M üsenna ı 8 7 M a ' n b . Z a i d e ı 6, 1 7, S 2 , 5 6 , ı 4 6 M a n s u r ı s. 1 7, 1 8, 2 3 , 2 5 , 3 1 , 4 3 , 45, 5 0 , 5 2 , 1 1 4, 1 1 8, 1 46, 1 7 9, ı 9 0, 3 0 3 , 3 1 2 , 3 1 3 M a n s u riyye 2 6 7 manzum ı 4 0 M askale ez-Zübeyr! 2 8 2 Mazin 3 5 6 M a z i ni 3 3 7 M ecusi 2 4 0 M ed d i ni 4 6 , 3 2 1 M e d i n e 2 8, 4 5 , 54, 5 5, 87, 1 1 2 , 1 1 3 , ı 7 5 , ı 76, 2 08, 2 2 9, 2 5 3 , 2 5 5, 3 1 8, 348, 360, 3 7 3

e/-İkdü '1-Ferfd M e d i n e halkı 2 8, ı 1 0 M eh d i 2 68, 2 7 ı M e h di 1 6, 1 9, 2 3 , 2 5, 3 2 , 44, 6 5 , 66, 7 S , 1 1 1 , 3 0 3 , 3 1 2, 3 2 S , 3 4 6 M e kke ı ı ı , 1 6 1 , ı 64, 2 5 3, 2 5 9, 2 7 2 M e kke halkı 8 S , ı ı ı M e ' m u n 1 6, 1 8 , ı 9, 2 1 , 2 2 , 2 9 , 3 0 , 3 2, 3 3 , 3 4, 3 S , 4 2 , 47, S ı . s 8, 8 2 , 89, 90, 9 2 , 1 1 8, ı 4 7, ı 48, ı 49, 1 84, ı97, 198, 2 3 8, 2 40, 2 4 1 , 2 69, 2 89, 3 0 3, 3 4 7, 3 6 2 , 389 M en b i c 1 8 M e rva n 2 S M e rva n b . Ebu Hafsa 3 3 6 M e rvan b . M u hammed 3 S , 3 6 M e rva n b. M usa 2 3 3 M e rve 2 ı s M esih 1 44, ı 5 ı , 2 1 8, 2 66, 3 66, 3 6 7 M esih b. M e ryem ı s ı M es l e m e 70, 7 3 , 74 M esleme b . Abdülmelik 70, 72, 7 3 , 129 M esruk b . el- Ecda ı 74, 3 2 2 M ey m u n b . M i h ran 2 9 2 M ı s ı r 3 ı 8, 3 6 2 M i h ras 1 0 7 M i na 2 4 0 M i rbed ı 3 6 M i rdas 2 6 2 M i rdas Ebu B i l a l 2 6 0, 2 6 ı M i s' ar b. Füdeyk 2 64 M ua ı ı a b. el- Carud el-Abdi 2 1 8 M u a l l a et-Tal 3 3 , 3 2 2 M u aviye 1 3 , S 8 , 60, 7 6 , 8 6 , 1 2 1 , 1 3 8, ı 4 3, 1 46, ı s 3 , ı s 4, ı s 6, 1 6 2, ı 6 7, 1 8 3 , ı 8 6, ı 9 2 , 2 4 S , 2S ı, 2 8 8, 2 9 S , 2 9 6, 3 1 4, 3 1 6, 3 1 7, 3 2 ı , 3 2 4, 3 2 6, 3 2 9, 3 S 4, 3 S 8, 3 7 ı , 3 8 6, 387, 3 9 3 M u aviye h . Ehfı S ü fy a n 1 1 , 1 0 6 , 2 2 2 , 390 M uaviye b . Ö m e r 3 5 , 3 6 M u ' aydi ı 6 2 M u aydi ı 6 2 M u a z b. Cebel 9 9 M u a z b. M ü s l i m 3 9 ı M uaz b . S e h l 1 8 4 M uaze el-Ad eviye 2 2 9 M ubez 2 8 2

405

Dizin M udar 3 3 9, 3 9 2 Mufaddal e d - Dabbi 3 3 6 M u gire b . Şu'be 1 2 0, 1 2 1 , 345, 3 5 1 M u h a c i rl e ı· 2 5 1 M u hammed b . Abdullah b. Tahir 1 2 1 , 3 0 6, 3 0 8 M uhammed b . Abdülmelik 1 7, 27, 47 M u hammed b. Abdülmelik ez-Zeyyat 1 1. 2 1. 49 M u h a m med b. Abdüsselam 2 0 8 M u hammed b. A l i 1 5 9, 268 Muhammed b. Beşşar 247 M uhammed b. Eban 180 M uhammed b. e l - Eş'as 348 M uhammed b. el-Gaz 1 2 0 M u h a m m e d b. el- Hanefiyye 2 2 8, 268 M u hammed b. e l - M ü kendir 2 2 9, 232 M uhammed b . es-Semmak 2 0 0 M uhammed b. H assan en-Nabti 3 9 3 M uhammed b. H a t ı b el-Cummi 2 3 1 M u hammed b . İ d ris eş-Şafii 9 3 , 3 6 6 M u hammed b. İshak 1 1 8 M uhammed b . Ka'b el-Kurazi 2 5 , 2 6 M u ham med b . Mansur 1 5 0 M uhammed b. M ü nazir 1 1 7, 1 2 2, 191, 391 M u hammed b . M üslim et-Taifi 2 0 0 M u ham med b. Sirin 1 1 1 , 1 9 9, 2 3 5, 328 M u h a m m ed b . Süleyman 2 8 , 349 M u ham med b. Şihab ez-Zü hri 1 1 0 M u hammed b. Üm eyye 3 8 1 M u h a m m ed b. Vas i ' 1 0 8, 1 1 6, 2 2 9 M u ham med b. Yezid 1 1 5, 1 3 1 , 3 0 7, 309 M u hammed b. Yezid en-N ahvi 1 8 3 M u h ri z 2 1 5 M u h tar 5 5 , 5 6, 5 8 M ukan ne'u' l - Ki n di 2 2 5

M u lötil b. Misma' 2 1 4

M u katil b. Sü leyman 1 0 1 M u nise bt. e l - M ehdi 289 M u ra d kabilesi 3 7 M usa 60, 6 1 , 86, 2 1 2 , 2 7 1 , 3 2 8, 3 6 0 M usa b. İ mra n 1 0 1 , 1 09, 2 0 2 , 3 6 2 M usa e l - Hadi 2 9 , 290, 2 9 1 M us'ab 59, 3 0 3 M us'ab b. ez-Zübeyr 5 8 , 7 7 , 1 6 7, 198 M utarri f 6 3 , 3 1 9

M utarri f b. Abdullah eş-Şihhir 6 3 , 1 68, 2 2 7 M u'ta s ı m 44, 2 9 7, 3 0 5 M u 'te m i r b . Süleyman 3 79 M utezile 2 3 4 M u ti' b. İyas 2 4 8 M übarek b. Fadale 76 M überrid 1 8 2 M ücaşi' e n - N ehşeli 1 44 M ü caşii 3 6 7 M ücaşi' kabilesi 8 0 M üe m m i l b. Said 2 1 3 M üerrik e l - İ cli 1 5 4 M ühelleb 9 2 , 94, 1 6 3 M ühelleb b. E b u Sufra 1 7 5, 2 8 9, 326 M ümezzak el-Abdi 49 M ü ' m i n b. Said 2 0 5 M ü nteci' b. Nebhan 1 6 3 M ü reysi 3 9 7 M ü rted 2 4 1 M üsevvide D evleti 3 6 M üs l i m b. el -Velid 6 7 , 6 8 , 3 7 3 , 3 7 8 M ü s l i m b. Kuteybe 1 7 M ütel e m m i s 3 7 3 M ü tevekkil 1 8, 1 9, 4 9 , 24 7, 3 0 8 M üzahim 2 6 2 M ü zeyyid e l - M edeni 3 3 3 N

N abiga 2 1 9, 3 9 7 Nab iga el-Ca'di 1 5 5 Nab iga ez-Z ibyani 48 N afi' 1 1 3 N a fi' b. Cü beyr b. M ut' im 7 6 N a fi' b. el- Ezrak 2 5 3 , 2 5 6 Nasr 397 N a s r b. D ü h m a n 3 9 1 N asr b. Seyya r 1 9 0 N e caşi 3 2 4, 3 5 6 Necde 2 5 5, 2 5 7, 2 5 9 Nenle e l - H il ri d 2 5 5 Nehar 3 1 N e h reva n 2 5 2 , 2 7 1 N e h reva n e h l i 2 6 3 nesir 1 4 0 N essabetü ' l - Bekri 9 5 N evad i r 1 7 4 N evfel b. M ü s a h ı k 1 46 N izar 8 1 N u aym b . H a m mad 86

el-İkdü 'l-Ferid

406 N uaym b. H az i m 42 Nuh 2 5 9 N u 'man b. e l - M ü nzir 48, 8 1 , 1 4 5 , 1 6 1 , 1 6 2, 3 1 7, 3 7 7 N usayb b. Rebah 1 9 N usaybi n 2 1 0 N ü m eyrl 3 79 N ü m eyr kabilesi 3 2 3

0-Ö

Osman 49, 1 1 0, 1 1 5, 222, 253, 2 5 4, 2 5 5 , 2 5 7, 2 6 6, 284 Osman b. Ebu Sü leyman 2 2 8 Osman b. H ayya n 54, 5 5 O s m a n b. İ b rahim b. M uhammed 220 Osman eş-Şehham 2 8 5 Ömer b. Abdülaziz 2 1 , 2 5 , 2 6, 7 7 , 78, 8 6 , 1 1 2, 1 1 3, 1 3 0, 1 5 4, 2 3 6, 2 6 2 , 263, 265, 2 8 5 , 2 9 1 , 3 0 6, 3 1 6, 3 2 7, 3 3 2 , 348, 3 5 2, 3 6 0 Ömer b. e l - H a ttab 1 4, 56, 1 04, 1 0 7, 1 2 0, 1 2 1 , 1 2 5, 1 2 6, 1 3 5, 1 3 6, 1 5 7, 1 6 1 , 1 63, 1 6 7, 1 69, 1 74, 1 8 3, 192, 2 1 4, 2 1 8, 2 2 2 , 225, 2 3 8, 248, 2 8 5 , 2 9 6, 302, 3 1 1 , 3 1 8, 3 2 4, 3 2 8, 3 5 1 , 3 5 9, 3 6 5 , 3 6 6 Ö m e r b. Z e r 1 89, 2 2 7, 2 84, 2 9 0 R

Raciz 1 2, 3 2 9, 3 3 0, 3 3 1 , 3 3 5 Rafiziler 2 66, 2 6 7, 268, 2 7 0 , 2 7 1 , 272 Rakaba b. M as kala 1 0 0, 1 9 9 Rakka 3 9 , 3 4 7 Rakkaşi 1 7 3 , 2 0 1 Ravh 1 1 5 Ravh b. H atem 5 7 Ravh b . Zinba' 4 1 , 1 6 1 Rehi' 66, n o . 3 1 3 Rebia 2 3 4, 3 9 2 Rebia b. el -Verd 3 7 0 Rebiatu'r- Re'y 1 3 8, 1 43, 1 66 Rebi' b. H u s eym 284 Rebi' b. Ziyad 2 3 0, 3 1 7 Reca b . Ebü'd- Dahhak 40 Reca b. H ayve 7 4, 1 1 1 , 2 8 5 Re mle 1 9 0 Reşid 69, 1 4 7

Reyyaşi 87, 1 7 5, 2 08, 2 3 7, 2 84, 3 3 8, 3 69 Rıdvan Biati 2 5 5 ric'at 2 6 8

Riyyahi 1 3 6 Ru mahis b. H a fsa b . Kays 3 7 0 Rü'be 9 5 , 3 3 8

S-Ş

sabat 2 7 1 Sabık 1 5 6 Sabık e l - B e rberi 99 Sa'd b. Ebi Vakkas 183, 2 0 0, 2 1 3 Sa'd b . Selm 40 Sa'd b. Ubade 3 6 7 S a ' d b . Zeyd i M e n a t 8 1 S a ' d e l - Kasr 2 2 6 S a ' d kabilesi 8 1 Sa' d u ' l - Kasir 3 7 3 Safa 2 1 5 Safvan 3 3 1 Safvan b . Ümeyye 1 2 6 Siiib b. Sayfi 3 4 5 Said b. A m i r 2 3 7 Said b. C übeyr 6 3 , 64, 1 1 3, 1 1 7, 3 1 9, 3 2 0 Said b. E b u Arube 2 3 7 Said b. e l -As 2 8 7 , 2 8 8 Said b. e l - M üseyyeb 2 8 , 1 1 1 , 1 1 2, 175 Said b. İ shak 3 1 O Said b. M ü s l i m 1 9, 1 8 3 Said b. S e l m 1 6, 2 9 1 Siiife 2 8 9 Sal i h b. Abdülkuddus 2 0 3 , 2 9 4 S a l i h b. C e n a h 1 2 9 Salim 295 S a l i m b. Abdullah 2 2 9 S a l i m b. Abd ülmelik 3 2 6 S a l i m b. Kuteybe 3 49 Sari' e l - G ava ni 42, 2 2 0, 384 S ;ı ' s a a

b . S fı h fı n 1 4 6, 3 2 1 , 3 7 1

Seci 1 4 7 Sehl 2 2, 1 7 5 Sehl b . H a ru n 1 2 , 2 2 , 2 3 , 9 2 , 1 7 0, 202, 347 S e l a m b. E b u M uti' 1 1 6 S e l m a n e l - Farisi 2 2 8 S e l m b . N evfel 1 6 3 S e m u d 8 6, 2 6 7 S e neviyye 2 4 0

Dizin Seri b. Seri 3 2 2 Seyyid el- H i myer! 2 66, 2 6 8 S ı ffin günü 5 8 , 2 3 2 , 3 5 8 Sibeveyh 3 3 8 Si cistan 1 8 6, 2 1 4 S i n a n b . E b u H a rise 1 5 5 Sinan b . M ü ke m m i l en-Nümeyri 322 Sufriyye 2 5 3 , 2 5 7 Suhar el-Abdi 1 3 8 S u h eyb E b u Yahya 3 3 0 Suheym 3 0 8 Su rraka 3 9 6 Südd'i 1 0 2 , 2 2 8 Süfya n 1 1 4, 1 1 6, 1 7 5, 3 0 2 Süfya n b. Uyeyne 9 8 , 1 6 5 S ü fya n es-Sevr'i 1 1 3 , 1 1 4, 1 1 7, 2 2 5, 2 8 2 , 2 9 2 , 3 0 6, 3 1 0, 3 5 1 , 3 68, 3 7 3 , 3 9 4 Süheyl b. Amr 2 5 1 Süleyman 80, 1 1 6, 1 7 8 Süleyman b. Abdülmelik 4 1 , 46, 60, 64, 80, 1 2 0, 3 6 0 Süleyman b. A l i 3 6 , 3 7 Süleyman b. Davud 1 9 6 Süleyman b. H işam 2 9 2 Süleyman b. Yesar 2 8 Süleyman et-Teymi 1 1 4, 1 1 6, 1 8 8 S ü m a m e b. Eşres 5 3 , 2 3 8, 2 69 Süra ka 5 6 S ü ra ka b. M i rdas el-Barıki 5 5 Ş� bi 1 � 1 5, 6 3 , 7 5 , 1 0 0, 1 0 2 , 1 0 3 , 1 0 5 , 1 0 6, 1 1 1 , 1 1 2, 1 1 6, 1 5 1 , 1 69, 1 7 0, 1 7 3, 2 3 4, 2 7 0, 2 7 1 , 2 7 2 , 2 7 5, 2 84, 28 6, 288, 3 0 3 , 3 1 9, 3 3 1 , 3 5 0, 3 9 1 , 3 9 2 şam 362 Ş a m 4 3 , 5 5 , 78, 1 1 1 , 1 4 7 Şam ehli 1 1 5 Şam halkı 67, 7 5 , 2 5 3 , 349 Şam Kilisesi 87 Ş ebib h . Ş eyh e 2 3 , 2 1 , 1 0 2 , 1 3 0,

1 4 3 , 1 46, 1 78, 202, 2 8 1 , 3 1 6, 3 2 6, 3 3 5 Şebs b . Rib''i er- Reyyahi 2 5 2 Şehram 5 0 Şemmah 1 6 2 , 2 7 6, 3 4 7, 3 5 8 Şems b. M a l i k 3 6 0 Şerik 6 5 , 1 1 3 , 1 1 4 Şerik b. Abdullah 349, 3 5 0 Şevzeb e l - H arici 2 6 2

407 Şeyban! 1 4, 23, 47, 1 7 7, ı 9 3 , 2 0 4, 2 2 2, 2 2 8, 3 0 3 , 3 1 5, 3 2 4, 3 7 4 Şeyba n kab ilesi 2 6 5 Şeybe b. Rebia 3 6 1 şeyta n 4 1 , 1 08, 1 09, 1 5 4, 1 74, 1 9 0, 2 1 3 , 2 3 4, 240, 2 5 8, 2 7 8, 3 1 1 Şeytan ü ttak 3 2 0 Şia 2 6 6, 2 7 2 Şii 6 7 Ş'ireveyh el-Esvar'i 3 3 0 Şuayb 2 2 4 Şu'be 1 0 0, 1 1 1 , 1 1 3, 1 1 6, 1 2 0 Şü reyh 2 9 4, 3 3 4, 3 7 7 T

Tağlib kabilesi 3 2 9 Tah i r b. Abd ülaziz 1 5 2, 3 6 6 Tah i r b. H üseyin 8 2 , 8 9 , 90, 2 0 5 tah kim 1 1 5 , 2 5 0 Tal 1 04, 1 7 6 takiyye 6 3 takva 5 9, 6 3 , 9 8 , 1 0 3 , 1 1 3, 1 3 3 , 2 3 3 , 2 6 1 , 2 7 5, 2 7 6, 2 8 2 , 3 1 9, 3 5 8 Tal h a 1 1 5, 2 0 0, 2 5 3, 2 5 4, 2 5 6, 2 5 7 Tal h a v e Zübeyr 2 5 6 Tal i b e b. Kays b. Asım 369 Tarık b. e l - M übarek 3 6 Tavus 1 1 1 , 2 3 4 Tay 3 3 9 Tay kabilesi 1 46, 2 9 7 Teebbeta Şerran 3 60, 3 6 1 Te mim 1 8 6, 3 1 7, 3 3 9, 3 9 6 Te mim b. Cemil 4 3 Temim b. M u kb i l 3 5 6 Te mim b . M ü rr 1 8 5 Temim ed-Dari 2 2 9 Temim 1 8 6, 3 4 6 Tem m a m e b. Eşres 1 5 Tevrat 1 0 1 , 2 4 2 , 2 7 1 , 3 6 1 Teym 67, 8 1 Tirmah 3 2 3 Tııveys e l - M ı ı ğ ; m n 'i 2 8 4 Tübba' 79, 8 0 Türkle r 8 8

U-Ü

Ubeyd b. el- Ebras 3 7 8 Ubeyd b. Eyyub 4 8 Ubeyd u l l a h b. Abdullah 1 1 2 , 3 0 6 Ubeyd u l l a h b. Ebu Bekre 2 9 6 Ubeyd u l l a h b . Zebyan 2 1 4

e/-İkdü '/-Ferfd

408 Ubeydullah b. Ziyad 6 1 , 77, 2 6 2 , 3 3 0, 3 9 5 , 3 9 6 Uhayha b. el-Cüllah 3 6 9 U l ı u c.l gü n ü 2 5 6 Ul eyye b t . e l - M ehdi 3 0 9 U m m a n! 2 5 U rve b. el -Verd 3 6 8 U rve b. M es'ud es-Sekafi 345 U rve b. Zü beyr 28, 94, 1 1 0, 1 1 1 , 208 U rya n b. el- H eysem 3 2 1 Utbe 3 7 3 Utbe b. Rebia 3 6 1 Utbi 1 4, 1 6, 2 5 , 3 5 , 3 6 , 6 5 , 66, 6 7, 7 2 , 7 5 , 8 5 , 1 6 1 , 1 6 7, 1 7 3 , 1 74, 2 0 2 , 2 1 0, 2 1 5, 2 2 3 , 2 2 6, 2 3 0, 2 8 5 , 298, 3 0 3 Uyeyne b. H ıs n 2 1 4 Ü meyye b. Ebi'l- Esker 1 9 3 Ü m eyyeoğulları 1 1 3 Ü m m ü Ca'fe r Zübeyde bt. Ca'fer 1 49 Ürdün 64, 3 7 0 v

va n b. Ebu H a fsa 3 7 9 Vas ı l b. Ata el- Gazzal 242 Vas ı l el-Ahdeb 1 1 7 Vasıt 2 6 7 Vas i k 3 0 9 , 3 2 0 Ve hb 1 6 0 Ve hb b . M ü nebbih 3 6 1 Veki' 1 1 4, 3 0 2 Ve ki' b . el-Cerrah 1 0 5 Veki' b. S ü fya n 1 4 Velid b. Abdülmelik 1 9 7 , 3 3 1 , 3 3 2 , 333 Velid b. Sal i h e l - H aşimi 9 6 Velid b. U kbe 3 2 0

Ya'kub b. Davud 3 2 Ya'kub b. S a l i h b. A l i 6 9 Ya'kub e l - H amduni 3 0 2 Ye lemlem Dağı 3 8 Yem e n halkı 5 2 Yezid 2 9 5 Yezid b. Abdülmelik 5 3 , 3 4 7 , 3 5 9 Yezid b. Ati ke 7 5 Yezid b. Ebu Habib 1 5 4, 2 3 8 Yezid b. Ebu Müslim 6 0 Yezid b. el -Velid 2 5 Yezid b. H übeyre 4 2 Yezid b. M ezid 3 3 Yezid b. Muaviye 1 3 , 2 5 3, 3 1 6 Yezid b . M ühelleb 3 1 , 7 5 , 77, 3 5 9 Yezid b. Ö m e r b. H übeyre 42 Yezid b. Raşid 46 Yu n u s 1 1 6, 1 1 7 Yu nus b . Bilal 2 3 8 Yu nus b. M us'ab 2 2 0 Yu nus es-Sekafi 60 Yus u f 3 4 Yusu f b. Ya'kub b. İ shak 2 1 4 Yuşet 69 z

Yah u d i l e r 1 5 1 , 242, 2 7 1 , 3 2 0 Yahya 1 4 3 , 1 48

Z a l i m b. Süraka 1 74 Zebreka n b. Bedr 82 Zebur 3 2 0, 3 9 3 zekat 2 9 Zeke riya 2 9 8 Zevra 3 69, 3 7 0 Zeyd b. Ali 2 7 0, 2 9 5 Zeyd b. Hammad 1 1 7 Zeyd b. Sabit 1 5, 1 0 5, 1 0 6 Zeyd iyye 2 7 0 Zibrekan b. Bedr 3 5 9 Ziyad 1 04, 1 2 0, 1 3 2 , 2 2 2 , 2 88, 2 9 0 , 3 1 4, 3 1 9, 3 2 4, 394, 3 9 5 Ziyad b. A m r el -Ateki 2 3 Ziyad b. Zebyan 7 6

Ycı hya h. E h fı Kesir 1 7 5 , 1 7 8

Ziy5 d e l - J\' c e m 3 3 0

Yahya b. Eksem 3 2 , 289 Yahya b. e l -Yeman 1 1 4, 1 1 5, 295 Yahya b. Halid 1 2 , 1 2 9, 3 04, 3 0 5 , 3 0 6, 3 1 5 Yahya b . H ayyan 2 1 3, 2 1 6 Yahya b . Main 1 1 3 Yahya b . Said 1 9 2 , 1 9 3 Yahya b. Vessab 1 1 4 Yahya b. Ya' m u r 6 1

Zübeyr 1 1 5, 2 0 0 , 2 5 6 Zübyan kabilesi 1 6 5 Züfe r 6 7 Züheyr 86, 1 2 0, 346, 3 9 1 Z ü h l b. Şeyban 3 5 6 Zühri 1 0 5, 1 1 2, 2 2 8 Z ü ' l - İ sba' 1 9 4, 2 2 1 Zü'r- Riyaseteyn 1 9 8 Z ü r r u m m e 3 79

y