Zihnin Arkeolojisi: İnsan Duygularının Nöroevrimsel Kökeni [1 ed.]
 9786254493256

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Zihnin Arkeolojisi © 2015, ALFA Dasını Yayım Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti.

Archaeology of Mind © 2012,Jaak Panksepp aııd Lucy Diveıı

Tüm hakları saklıdır. Amerika Birleşik Devletleri'nde basılmıştır. Birinci basını

Yayıncı ve Genel Yayın Yönetmeni Genel Müdür Vedat

M. Faruk Bayrak

Bayrak

Yayın Yönetmeni Mustafa

Küpüşoğlu Kerem Cankoçak Redaksiyon Mehmet Ata Arslan Çeviren Çiğdem Çalkılıç Taylor Kapak Tasarımı Füsun Turcan Elmasoğlu Sayfa Tasarımı Müriivet Durna Dizi Editörü

ISBN 978-625-449-325-6 1. Basım: Mayıs 2021

Baskı ve Cilt Melisa Matbaacılık

ÇiftehavuzlarYolu Acar Sanayi Sitesi No: 8 Bayrampaşa-İstanbul Tel: 0(212) 674 97 23 Faks: 0(212) 674 97 29 Sertifika no: 45099

Alfa Basım Yayım Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti.

Alemdar Mahallesi Ticarethane Sokak No: 15 3411O Cağaloğlu-İstanbul Tel: 0(212) 511 53 03 (pbx) Faks: 0(212) 519 33 00 www.alfakitap.com - [email protected] Sertifika no: 43949

JAAt\ PANt\SEPP LUCY BIVEN

İnsan

Duygularının

Nöroevrimsel Kökeni

ZiHNiN A�l\EOLOJİSİ •



1 1 \

\'

Çeviren Çiğdem Çalkılıç Taylor

ALFA

\ I

;@: /1

Tiina Alexandra Panksepp'in anısına (1975-1991)

iÇiNDEKiLER

Giriş ve Teşekkür, 7 Önsöz, 27

Bölüm 1

Atalardan Gelen Tutkular, 33

Bölüm 2

Afektif Bilincin Evrimi: Diğer Hayvanların Duygusal Hislerini Araştırmak, 94

Bölüm 3

ARAYIŞ Sistemi: Hevesle Beklemek, Arzu, Öfori ve Her Şeyi Araştırmanın Beyindeki Kaynakları, 156

Bölüm

4

Bölüm 5 Bölüm 6 Bölüm

7

Bölüm 8 Bölüm 9

Bölüm 10 Bölüm 11 Bölüm 12

Bölüm 13

ÖFKE'nin Atalardan Gelen Kökleri, 218 KORKU'nun Atalardan Gelen Kökleri, 255 İçgüdülerin Ötesinde: Öğrenme ve Belleğin Afektif Temelleri, 291 Z ihnin ARZU'lu Tutkuları: Üreme İtkisinden Romantik Aşka, 344 Besleyici Sevgi: BAKIM Sistemi, 392 Ağlamak İçin Doğmuşuz: PANİK/YAS Sistemi ve Yaşamı Sürdürmemizi Sağlayan Sosyal Bağların Doğuşu,428 Beynin OYUN'cu ve Rüyamsı Devreleri: Sosyal Neşe ve Kahkahanın Atalardan Gelen Kaynakları, 478 Ruhun Nörobiyolojisine Doğru: Çekirdek KENDİLİK ve Birincil Süreç Hislerin Doğuşu, 526 Beynin Duygusal Sistemleri ve Akıl Hayatının Afektif Nitelikleri: Hayvan Duygulanımlarından İnsan Psikoterapilerine, 572 Felsefi Derin Düşünceler ve Yakınmalar: Fareden İnsana Sonra İnsandan Fareye Dönüşebilir miyiz?, 638 Kaynakça, 672 Dizin, 735

5

GIRl·Ş VE TEŞEKKÜR

HEPİMİZ zaman zaman kızarız, özellikle de çıkarlarımız görmez­ den gelindiğinde veya engellendiğinde; peki, geleneksel beyin bi­ limi bize bu duygunun nasıl oluştuğunu açıkladı mı? Henüz değil. Hepimiz zaman zaman yalnızlık çeker ve üzüntü duyarız. Modern nörobilim doğamızın bu yönlerini netleştirmeye çalıştı mı? Bazı alanlarda büyük gelişme kaydedilmiş olsa da bu tür şeyleri daha yeni yeni konuşmaya başladık. Çoğumuz başkalarıyla neşeli bir etkileşim kurmaktan büyük sevinç duyar; bazılarıysa bu sevin­ ci hissetmez, özellikle de depresyondaysalar. Nörobilim neşenin doğası konusunda büyük ölçüde sessiz kalırken, psikoloji alanı neşenin bilişsel türevi olan mutluluk konusunda devrimsel bir çalışma ve tartışmaya sahne olmuş, ancak neşenin nöral doğası konusunda pek az içgörü ortaya koymuştur. Hepsi de beynimizin işlevlerinden kaynaklanan zihnimizin di­ ğer pek çok duygusal gücünde olduğu gibi, duygulanım· adını verdiğimiz yoğun duygusal hislerin beynin faaliyetlerinden ne şekilde ortaya çıktığını açıklama konusunda geleneksel nörobilim bize görece olarak pek az şey söyleyebilmektedir. Bunun nedeni duyguların öznel olarak deneyimlenmesidir; bazıları da bilimin geleneksel üçüncü şahıs ölçümlemelerinin (yani olayın dışarıdan gözlemlenmesinin) birinci şahıs deneyimlerini etkili bir şekilde açıklayamayacağını savunmaktadır. Diğer memelilerin beyin sis­ temleri evrimsel olarak ne kadar birbirleriyle bağlantılıysa biz de bu düşünceye o kadar karşı çıkıyoruz. Modern nörobilim memeli

İng. affect. Afektif Nörobilimin kurucularından olan yazarın Alfa Bilim Dizisinden çıkmış aynı isimli kitabı vardır. Çeviride affect teriminin karşılığı olarak duygulanım kullanılıyor -yn .

7

Z i H N i N A R KEO L OJ i S i

beyninin dünya olaylarıyla ilgili afektif değerlendirmeleri sözel olmayan duygu durumları olarak (ya da bazı Rönesans bilginleri­ nin ifade edeceği şekilde, zihnin tutkuları olarak) ne şekilde üret­ tiğini netleştirmeye hazır durumdadır. Bu kitap en güçlü duygusal hislerimizin (yani birincil duygu­ sal duygulanımların) neokortikal "düşünme şapkamızın" altındaki beyin bölgelerinde bulunan nöral ağlardan nasıl ortaya çıktığını anlamaya çalışan afektif nörobilim adı verilen yeni bir bilimsel disiplinden söz etmektedir. Neokorteks hem karmaşık bilişsel yetenekleri hem de kültürü oluşturmakta olup karmaşık algılar, öğrenme ve biliş için kesinlikle önemlidir. Gerçekte insanoğlunun ulaşmayı başardığı mihenk taşlarının hemen hepsinden neokor­ teks sorumludur. Nörobilim bize korteksteki tüm psikolojik özel­ leşmelerin öğrenilmiş olduğu yönündeki önemli mesajı da vermiş­ tir. Bunların hiçbirinin yaradılıştan gelen ve evrimin şart koştuğu bir "modül" olduğu deneysel olarak kanıtlanmamıştır. Buna kar­ şın, beyin daha derinindeki evrimleşmiş temel zihin olmaksızın hiçbir şeyi başaramazdı. Neokorteksin altındaki eski nöral böl­ geler atalarımızdan getirdiğimiz zihnimizi, yani evrimsel olarak özelleşen ve pek çok başka hayvanla paylaştığımız afektif zihni oluşturur. Afektif zihin en güçlü duygularımızın bazılarının kay­ nağını oluşturduğu için bizim "arkeolojik hazinemiz"dir. Bu eski subkortikal beyin sistemleri bildiğimiz ve yaşamımız boyunca deneyimleyeceğimiz tüm temel değerlerin köklerini anlamak iste­ yen herkes için değerli ve çok renkli "mücevherlerdir." Hayatın gü­ zelliği ve çirkinliği gibi kavramlar duygulanımların oluşturduğu temelin üzerine kuruludur. Ve duygulanımlar deneyimle birlikte değişime uğramakta, ancak bu değişim nitel değil, daha çok nicel olmaktadır. Bu kitap Affective Neuroscience: The Foundations of Human

and Animal Emotions (Afektif Nörobilim: insan ve Hayvan Duy­ gulannın Temelleri (Panksepp, 1998a)) adlı önceki ders kitabının bir güncellemesi ve popülerleştirme çabasıdır. Bu metin duygusal zihin bilimine büyük ve yeni bir yaklaşım olarak büyük dikkat toplamış ve kendilerine başvuran kişilerin temel hislerini anla­ mak isteyen klinisyenler için bir kaynak kitap haline gelmiştir. Akraba hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar afektif nörobilimin gelişiminde hayati öneme sahip olsa da Jaak Panksepp çalışma-

8

GİR İ Ş VE TE Ş E K KÜ R

sına temelde insan duygulan ve duyguların özellikle de klinik bozukluklardaki sorunlarına eğilerek başlamıştır. Panksepp çok geçmeden uygun hayvan modelleri olmaksızın derin bir nöro­ bilimsel anlayışın geliştirilemeyeceğini fark etmiştir. Bu durum her ne kadar modern beyin görüntüleme yöntemlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte biraz değişmiş olsa da beynin evrimleşmiş işlevsel ağlarını gerçekten anlamak isteyen biri için, bu gelişme çok büyük bir fark yaratmamıştır. Hareket etmenize izin vermeyen beyin tarama cihazlarıyla ölçüm yapılırken yatar durumda yoğun duygular yaşamak epey zordur. Yine de bu görülmeye değer insan beyni görüntüleme teknolojileri duygunun bilişsel yönlerini epey aydınlatmış, ancak bu tür hislerin beyindeki kaynaklarıyla ilgili çok az bilgi vermiştir. Birincil süreç duygularının hepsi hareket­ lerle ilişkilidir ve elimizdeki kanıtlar artık ham duygusal hislerin içgüdüsel duygu dünyamızı denetleyen aynı eski beyin ağlarından kaynaklandığını göstermekte. Bu alanda ortaya konan pek çok ku­ rama rağmen, eldeki gerçekler bu ham duygusal hislerin beynin duygusal eylem ağlarından kaynaklandığına işaret etmekte. Duygu konusu genel olarak, uç noktalara gelmiş insan duy­ gularıyla ilgilenen psikiyatristlerden, yaptıklarımızı ve bu dün­ yada kim olduğumuzu büyük ölçüde yöneten bu güçlü durumları merak edenlere varıncaya kadar hemen herkes için büyük bir ilgi odağıdır. Bu başlıklar altında keşfedileceklerin pek çoklarına hem kendilerini ve başkalarını hem de hayvan kardeşlerini anlama ve tüm memelilerin dünyaya verdikleri duygusal tepkilerin ne kadar ortak olduğunu fark etme yolculuğunda önemli bir destek olması­ nı umuyoruz. Farklı gruplardan pek çok insanın bu bakış açısını özellikle faydalı bulacağını zannediyoruz.

NEDEN PSİKİYATRİSTLER, DOKTORLAR VE PSİKOTERAPİSTLER YEDİ TEMEL A FEKTİF SİSTEMİ ANLAMA LIDIR? Memeli beyinlerinin eski subkortikal bölgelerinde en az yedi temel afektif sistem olduğunu bulduk. Burada bu sistemlerden ARAYIŞ (beklenti), KORKU (kaygı), ÖFKE (kızgınlık), ARZU (cinsel heyecan), BAKIM (besleme), PANİK/YAS (üzüntü) ve OYUN (sosyal neşe) ola­ rak söz edeceğiz. (Bu sistemleri adlandırırken neden büyük harf

9

Z i HNiN A R K E O L OJ i S i

kullandığımızı daha ileriki sayfalarda açıklayacağız; şimdilik, bu sistemlerin beynimizin evrimsel olarak çok eski bölgelerindeki birtakım işlevsel ağları tanımladıklarını söylemekle yetinelim.) Bu kitap psikiyatristler ve diğer akıl sağlığı uzmanlarının yanı sıra afektif, davranışsa! ve bilişsel nörobilim öğrencilerini özellik­ le ilgilendirecektir. (Bu uzmanların her biri duygu araştırmaları ve tartışmaları konusunda birbirinden farklı yaklaşımlara sahip­ tir.) Burada odaklanacağımız bu sistemlerin birincil süreç özelliği olacaktır ancak diğer araştırmacıların çoğunun üzerinde çalıştığı ikincil süreci (doğuştan gelen duygusal öğrenme mekanizmaları) ve üçüncül süreci de (insan deneyiminde çok belirgin olan duygu­ sal düşünceler ve kafa yormaları da) ihmal etmeyeceğiz. Nörobilimcilerin (evrimleşmiş) birincil süreç duygusal organi­ zasyon seviyesini deneysel yaklaşımla ele almadaki başarısızlığı, halihazırda duygu çalışmalarında farklı yaklaşımların tutarlı bir sentezini yapmak mümkün olsa da bu sentezi yapmanın önün­ de bir engel olarak durmaktadır. Kişi beyin ve zihnin evrimsel katmanlarında yükseldikçe, duygusal yaşamı tasavvur etmenin farklı farklı yollan ortaya çıkar. Buna karşın, memeli beyinleri­ nin temel afektif sistemlerinin, dünyayı tanırken bireysel afek­ tif deneyimleri kategoriler halinde değerlendirme imkanı sunan memeli zihinlerinin eski evrensel değer yapıları olduğuna işaret eden sayısız kanıt vardır. İnsan BeyinZihin karmaşıklığında ne kadar yukarı çıkarsa (birincil seviyeden üçüncül seviyelere doğ­ ru), genel denklem de o denli değişken ve karmaşık olur. Düşünen zihinden, üzerine çoğu zaman psikologların odaklandığı sayısız çeşitlilikte (gurur, utanç, güven, suçluluk, kıskançlık, itimat, iğ­ renme, egemenlik ve bunun gibi olası yüzlerce farklı şekli olan) daha yüksek duygular meydana getiren birden çok duygusal akış geçebilir. Öte yandan, birincil süreçleri net bir şekilde görmeden, daha yüksek düzeydeki süreçler üzerinde yapılacak önemli çalış­ malar hayli eksik kalacaktır. Yaşamak için evrimsel araçlar ola­ rak miras aldığımız temel duygusal hisleri güvenilir bir şekilde anlayamadan, güvenilir bir zihin kuramı geliştiremeyiz. Sosyal olarak inşa edilmiş daha yüksek hislerin hepsini belli şekilde his­ setmek için evrimleşmiş kapasitelerimizin büyük olasılıkla bel­ li dizilimleri gereklidir. Zihinsel yaşamın bütün yönleri birincil süreç hislerimizden etkilenebilir ve daha aşağıdaki ZihinBeyin'in

10

G i R iŞ VE TEŞE K KÜ R

genel afektif spektrumu daha yüksekteki akıl sağlığı meseleleri için temel teşkil eder. Zihnin daha aşağıdaki güçlerinin, ortaya çıkan daha yüksekteki işlevlerce ne derece yoğrulacağı konusu gelecekte yapılacak çalışmaların ilgi odağı olacaktır. Daha yüksek zihin süreçlerinin duyguları hızla azaltabildikleri gibi aynı sürat­ te uyandırabildiğini de zaten biliyoruz. Bütün bunlar gelecekte uzunca bir süre afektif nörobilimin en ilgi çekici konuları olmaya devam edecektir. Zihin-beden etkileşimi konusuna yeni içgörüler kattıkları için hekimler, özellikle de psikiyatristler, bu afektif sistemler hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Bu karşılıklı etkileşimlerin bazıları zaten biliniyor. Örneğin, süregelen anksiyetenin yarattığı mutsuzluğu KORKU sisteminin bir ifadesi olarak düşünün. KORKU sisteminin uyarılması nihayetinde aşın kortizol üretimine yol açar. Uygun koşullar altında bir hayvan korktuğunda, kortizolün salgılanma­ sı glikozu harekete geçirir ki, eğer oradan kaçmaya karar verirse iskelet kaslarına enerji sağlansın. Bu durumda, kortizol salgısı faydalıdır. Ancak, yükselmenin çok uzun sürmesi halinde aşırı salgılama vücuda hasar vermeye başlayabilir. Normalde kortizol salınıp kan dolaşımıyla yeniden beyne döndüğünde, hipotalamu­

sun paraventriküler çekirdeği (PVN) kortizolün daha fazla salı­

nımını durduran bir inhibitör etki yaratır. Buna karşın, eğer bir kişi veya hayvan aşın strese maruz kalırsa (kronik olarak kork­

tuklarında veya anksiyete yaşadıklarında) PVN kortizol üretimini

durduramayabilir. Her ne kadar kortizolün duygusal etkilerinin yoğunluğu ve za­ mansal örüntüsü insandan insana büyük farklılık gösterebiliyor olsa da bağışıklık sisteminin yanı sıra bütün iç organlar ve bey­ nin pek çok alanı uzun süreli aşın kortizol salınımından olumsuz etkilenebilir. Sonuçta beyin ve vücutta oluşacak stresin tetikle­ diği art arda gelişen birçok durum bu olumsuz etkilere katkıda bulunur. Uzun süreli yüksek kortizol seviyeleri bazı psikiyatrik sendromlarda, özellikle de despresyonda sık görülür. Aşırı korti­ zol salgılanmasının klinik depresyonu nasıl ilerlettiği tam olarak bilinmiyor. Ancak BKNF (Beyin Kaynaklı Nörotropik Faktör) gibi belli büyüme faktörlerinin normal üretiminde kesintiler oluştu­ ğu anlaşılıyor. OYUN kısmen bu tip kimyasal ilişkiler aracılığıyla

(bkz. 1 0. Bölüm) olumlu etki yaratma eğilimindedir. Bu durum zih11

Z İ H NiN A R KEOLOJiS İ

nin afektif ekonomisi içinde pozitif ve negatif hislerin birbirinin etkisini yok ettiğini savunan sağduyu ilkesine de kanıt teşkil eder. Buna ek olarak, insanlar ağır depresyondayken çoğunlukla hipokampal hasardan mustariptirler çünkü aşırı kortizol hipo­ kampal hücrelerin büzüşmesine ve hatta bazen de ölmesine yol açabilir. Belki kimilerine şaşırtıcı gelebilir ama, fareleri sadece gıdıklayıp "gülmelerini" sağlamak bile hipokampusta yeni nöron­ ların filiz vermesine kapı açabiliyor (bkz. I.0 Bölüm). Hipokampus bildirimsel ve epizodik belleklerin, bilgi ve deneyimlerin bilinç­ li belleklerinin yaratılmasında mutlak rolü olan beyin yapısıdır (bkz. 6. Bölüm) . Beynin bu bölümü olmasa, insan geçmişte yaşa­ dığı olaylan hiçbir şekilde hatırlamadan, sürekli olarak şimdiyi yaşardı. Bu nedenle, aşırı kortizol salınımı bellek yitimi de dahil birçok ciddi zihinsel hastalıkta pay sahibi olabilir. Benzer şekilde, küçük dozlarda, opiatlar da duygu durumunu yükselterek sosyal dayanışmayı artırır. Büyük dozlarda zehirlen­ melere yol açarlar. Aslına bakılırsa, uygun miktarda endojen opi­ oidlerin tıbbi açıdan faydalı etkileri olabilir. Örneğin, hastaların sahte ilaçlara olumlu yanıt verdiği plasebo etkisi bu duygusal kimya bağlamında açıklanabilir. Eğer hasta ihtiyaçlarının dikkate alınıp karşılandığını hissederse, kendisine iyi bakılıyor olmasının yarattığı olumlu hislerin beraberinde, beyinde, YAS/PANİK siste­ miyle ilişkilendirilen hisleri azaltan sakinleştirici opioidlerin sa­ lınımı meydana gelir. İyi duygusal hisler yaratmanın yanı sıra opioidler stres kay­ naklı uyarılmayı, gerek fiziksel gerekse psikolojik ağrı hissini azaltabilir ve bağışıklığa ilişkin çeşitli faydalar sağlayabilir. Bu sayede hastalar kendilerini rahatlamış hissederler ve tıbben hiç kimsenin kendilerini umursamadığını düşündüklerinde hissede­ ceklerinden çok daha iyidirler. Plasebo etkisinin temelde beynin opioid sistemlerinin aktivasyonu üzerinden işleyen gerçek bir ilaç

oldu�nu biliyoruz. Nitekim, nalokson ve naltrekson gibi opioid­

lerin etkilerini bloke eden ilaçlarla bu iyileşme eğilimleri azaltı­ labilir ve hatta tamamen ortadan kaldırılabilir. Geçmişte, görünürde sağlıklı bir insan ajite bir haldeyse ve birtakım fiziksel belirtilerden şikayetçiyse, doktorlar bu belirti­ lerin ("her şey kafada" mantığıyla) psikosomatik olduğuna ve bu yüzden de fiziksel veya "gerçek" olmadığına inanma eğilimindey-

12

GiRiŞ VE TEŞEKKÜ R

di. Artık psikosomatik hastalıklara bu gözle bakılmıyor. Duygula­ nımların beyin veya vücudun çalışması üzerinde bir etki yarata­ bilecek beyin kimyasalları tarafından harekete geçirilen duygusal sistemlerden doğduğu gerçeğini kabul ettiğimiz andan itibaren, duygusal ve fiziksel rahatsızlıklar arasındaki aynın da yok olma noktasına gelecek kadar daralıyor. Her ne kadar zihin daha tin­ selken beyin fiziksel olduğundan, zihin ve beyin farklı oluşumlar­ mış gibi gözükse de aslında ikisi de tek ve aynı şeydir. ZihinBeyin (veya BeyinZihin) bedenle arasında hiçbir sınır olmayan yekvücut bir varlıktır ve bir bütün olarak fiziksel sistemle entegredir. Beyin duygusal sistemlerinin ve bunların oluşturabileceği psiko­ lojik ve bedensel belirtilerin anlaşılması artık sadece genel manada tıp için önemli olmanın da ötesinde çağdaş psikiyatri için de yepye­

ni bir bakış açısı sunuyor. Afektif nörobilim, akıl rahatsızlıklarının nörobilim öncesine ait sınıflandırmaları ile bugüne ulaşmış otizm, depresyon ve şizofreni gibi hastalıkların sınıflandırılması gibi so­ yutlamalardan çok, duygusal dengesizliklerin gerçek ve özgün belir­ tilerinin, BeyinZihin'in doğal endofenotiplerinin tedavi yollarına ışık tutar. Bu tanısal kavramlara ortalama klinik sunumlardan hareketle ulaşılmıştır. Ama bunların hepsinin son derece belirsiz olduğunun da farkındayız. Her tanısal kategori birbiriyle örtüşen ZihinBeyin sorunlarını kavramsal bir şemsiye altında topluyor. Örneğin, fareler doğuştan bir avcının kokusundan korkar. Aynı şekilde iyi aydınlatılmış açık alanlara karşı da içten gelen bir korku duyarlar ve bu nedenle de karanlık ve saklı köşelerde kalmayı ter­ cih ederler. Bilmedikleri bir kafese yerleştirildiklerinde korku belir­ tileri gösterirler (bu çoğunlukla donakalma, kan basıncında artma ve defekasyon sıklığında artışla ölçülebilir) . Benzodiazepinler gibi yaygın anksiyete giderici ilaçlar açık alan veya yeni kafes korku­ sunu yatıştırır. Ama fareler yine de avcı kokusundan korkmaya de­ vam eder ki, bu da bunun bir şekilde farklı bir tip korku olduğuna işaret eder. Şaşırtıcı bir şekilde, ayrılma stresini de azaltmakta son derece etkili olan morfin, bir farenin avcıların kokusuna verdiği korku dolu tepkileri de azaltabilmektedir. Genellikle, değişik kor­ ku tiplerini tek bir kategori altında birleştiriveriyoruz, ama afektif beyin araştırmaları birbirinden farklı korku ve kaygı tipleri için nöral modeller olduğunu ortaya koyuyor. Eğer durum böyleyse her bir tipi tedavi etmek için spesifik ilaçlar geliştirebilmemiz gerekir.

13

ZiH NiN AR K E O LOJi S İ

İleride bir bölüm altında detaylı bir şekilde ele alacağımız gibi, fi­ ziksel tehlikeyle ilişkilendirilen titreme yaratan korkuyla (KORKU sistemi) ayrılma kaygısı ile ilişkilendirilen panik benzeri korku tipi (YAS/PANİK sistemi) arasında ikna edici farklılıklar vardır. Psikiyatrik tıbbın gelişimi uzunca bir süre, beyin araştırma­ larından ziyade, karmaşık semptomatolojiden beslenen insan yapımı kavramlar tarafından engellenmiş oldu. Eğer psikiyatrik araştırmalar daha ziyade ZihinBeyin'in asıl duygusal belirtileriy­ le ve işlevsel nörobilimle daha üretken bir biçimde ilişkilendiri­ lebilseydi, çok daha hızlı bir yol katedebilirdik. Örneğin asabiyet ve öfke için kolaylıkla bunlara özgü ilaçlar geliştirebilirdik. Ha­ lihazırda bunu başarmak zor çünkü aşın öfke için (belki Inter­ mittent Explosive Disorder/ Aralıklı Taşkınlık Bozukluğu hariç) resmi tanısal kategoriler tanımlanmış değildir. Öte yandan bir bütün olarak toplum ve özellikle de çocuklar sıklıkla aşın ÖFKE kurbanı oluyor. Elimizde zaten P Maddesi alıcı antagonistleri ve aprepitant (halen bulantı tedavisinde kullanılan bir ilaç) gibi bazı ilaçlar var. Eğer hayvan verilerinden hareketle genelleme yapabi­ lirsek, bu ilaçların öfke iritabilitesini de azaltması gerekir (bkz. 4. Bölüm) . Günümüzde, bu türden duygusal endofenotiplerin daha iyi anlaşılabilmesi amacını güden hummalı çalışmalar yürütülü­ yor. Bu sayede tanısal araçlarımızın köklü biçimde gözden geçi­ rilmesi ve daha iyi ilaçların geliştirilmesi mümkün olabilecektir. Yedi temel duygusal sistemin bilinmesi psikoterapi pratiğinde adeta devrim yarattı diyebiliriz çünkü bildiklerimiz bize birincil süreç duyguların halihazırda mevcut olan en kapsamlı, veri taban­ lı beyin taksonomisini sunuyor. Bu sistemler hakkında bilinenler ayrıca insan duygularının nasıl işlediği konusunda da daha ay­ dınlatıcı bir bakış açısı sağlıyor. Duygusal yaşamın temellerini tartışabilmek içim veri tabanlı bir taksonomi oluşturmaya yardım ediyoruz ve afektif yaşamda belirli beyin fonksiyonlarının önemini gösteren pek çok örnek sunuyoruz, örneğin endojen opioidlerin ve oksitosinin destekleyici sosyal ilişkilerdeki olumlu güçlü rolü gibi. Bu durum, sağlıklı duygusal gelişimin ağırlıklı olarak destekleyici insan etkileşiminin sürdürülmesine bağlı olduğu yönündeki görü­ şü nörobiyolojik açıdan da destekliyor. Sıkıntılı koşullar altında, bu tip beyin kimyalarını destekleyen güvenilir ilaçların reçete edil­ mesi psikoterapi pratiğine de katkı sunup güç kazandırabilir.

14

Gi RiŞ VE TEŞEKKÜR

Sadece psikoterapinin temel kavramsal meselelerine yaklaşı­ mımızın altını çizmek için, mevcut görüşün klasik psikanalitik düşüncenin bazı ilkeleriyle nasıl çeliştiğini göz önünde bulundu­ ralım. Bunu söz konusu alanın kuramsal inceliklerine entelektüel bir hayranlıkla yapıyoruz, ama temelde burada birincil afektif sü­ reçlere, görüşleri nörobilimsel araştırmadan çok klinik içgörüler­ le şekillenen psikanalitik kuramcılardan nasıl farklı baktığımıza odaklanıyoruz. Her ne kadar psikoterapi son yanın yüzyılda pek çok farklı yolda ilerlemiş olsa da birçok terapist temel duygulanımlar ko­ nusunda bilgi sahibi olmak için psikanalitik kuramlara yaslan­ maya devam ediyor. Dahası duygu konusunda yüksek ve düşük uyarımla çeşitlendirilen pozitif ve negatif değerler biçilen basit çift kutuplu şematiğin çeşitli varyasyonlarını sunan mevcut po­ püler görüşler, psikanaliz ağacının çok da uzağına düşmemiştir. Freud insan dürtülerinin fizyolojik ihtiyaçlarımızdan doğduğunu savundu ve bu dürtüleri sadece iki kategori altında grupladı: li­ bido ve agresyon. Dürtüler arzulu düşüncelerle, yani afektif ola­ rak renklenmiş düşüncelerle psişik bir ifade kazanırlar. Freud'un kuramına göre iki ana duygulanım, cinsel istek ve agresif itkilere ilişkin arzularla alakalıdır. Freud dürtü ifadesinin farklı türleri olduğunu, bunların her birinin libidinal gelişimin farklı dönemlerden kaynaklandığını ileri sürdü: oral, anal, fallik ve ödipal. Agresif dürtü de benzer şekilde bu gelişim aşamalarına bölünmüştü. Bu durum, birbiriy­ le etkileşim içindeki bu iki dürtüye ve nihayetinde yarattıkları afektif isteklere daha geniş bir kapsam kazandırdı. Her durumda, bu ayrık duygulanımların çeşitliliği, sonraları yapılan nörobilim araştırmalarında ortaya çıkartılan yedi afektif sistemin ürettiği çeşitliliğe göre çok daha kısıtlıydı. ARAYIŞ sisteminin Freud'un libidinal dürtüsüne {Freud'un libidoyu sadece dar bir cinsel çer­ çevede değil de genel anlamda isteklilikle ilintili bir güç olarak gördüğünden hareketle) ilginç bir paralellik gösterdiğinin mem­ nuniyetle altını çizelim. öte yandan, titizlikle yürütülen nörobi­ limsel araştırmalardan elde ettiğimiz bilgiler ışığında, Freud'un anksiyete konusundaki ve bunun yanı sıra bağlanma ve şefkat bağlarına ilişkin ortaya koyduğu şehvetle ilgili görüşlerine ve bu

�ağlamda söylediği pek çok şeye katılmak zor. 15

Zİ H N i N AR K E OLOJ i S i

Terapiye yönelik çoğu modern psikanalitik ve bilişsel davra­ nışsa! yaklaşım ARAYIŞ'ı net bir şekilde temel bir duygusal itki olarak tanımlamakta başarısız olmuştur. Bazı araştırmacılar anksiyeteyi tek yönlü görüp, KORKU ve PANİK/YAS'ı birbirine ka­ rıştırma eğilimindedir. Aynı şekilde, birçok psikanalitik kuramda sosyal etkileşimin öneminin yeterince altı çizilmez. Freud takipçi­ leri sosyal etkileşimi cinsel ve agresif itkileri tatmin eden bir ara­ cı olarak görür. Sosyal ihtiyaçlar kimi anlarda birincil içgüdüsel itkiler düzeyinde bile, önem sırasında cinsellik ve agresyonun ye­ rini alabilecek temel dürtüler olarak görülmez. Gerçi nesne ilişki­ leri kuramcıları kişilerarası ilişkilerin önemine vurgu yapar ama onlar da aile içindeki erken dönem ilişkilere, özellikle de anne/ çocuk arasındaki bağa odaklanma eğilimindedir. Bugün OYUN'un önemi konusunda örneğin artık sosyal baskınlığın temel psikolo­ jisinin bu alanla ilişkilendirilmesi gibi daha çok bilgi sahibiyiz. Aynı zamanda, burada sunacaklanmızın her psikoterapistin uğraştığı insan akıl hayatının biricik özgün yönlerine ilişkin çok az şey söylediğini de belirtmeliyiz. Gerçek hayatta duyguların et­ kileşeceği daha yüksek düzey, üçüncül süreç bilişsel işlevler var. Ama duygusal stres altındaki insanlara yardımcı olmaya çalışır­ ken göz önünde bulundurulması gereken birincil zihinsel güçlere netlik kazandırmak, psikoterapistin üçüncül süreç görevlerini kolaylaştırabilir. Nasıl mı? Bunun yanıtı bambaşka bir kitabın konusu olabilir. Belki şimdilik şöyle bir içgörü tek başına yeterli olabilir: Alt-beyin herhangi bir anda sadece tek bir birincil afektif durumun hakim olacağı şekilde düzenlenmiş gibidir. Bu "mono­ mani" (bunu anlatacak daha iyi bir kelime bulunmadığından) hali, bilişsel düzeneği de içine alarak bilişsel düzeneğin takıntılı şekil­ de kendi kendine hizmet eden ruminasyonlan "takip etmesini" de sağlar. Terapinin hedefi daha yüksek zihinsel düzeneği harekete geçirerek, daha karmaşık bir bakış açısının elde edilmesine yar­ dımcı olmaktır, yani Aristoteles'in phronesis adını verdiği ve kişi­ nin"düşük zihinli" yönlerini anlayar�k kendi tutkularının efendisi olma durumuna yükselmesini olanaklı kılmaktır. Belki klasik psikanalizin klinik pratiğine ilişkin bu temel so­ run afektif nörobilimle çözüme kavuşturulabilir. Bize göre, klasik psikanalizin aslında olabileceğinden daha az etkin olmasının ana sebebi, konuşma terapisinin temel bileşeni olan yorumun uzun

16

G i R İŞ VE TEŞEKKÜR

yıllar 'Joyu asıl psikoterapötik araç olarak kabul edilmesinde yatıyor. Psikanalistler afektif durumlarla onlara karşılık gelen bilişsel dışavurumlar arasındaki ilişkiye konsantre olma eğili­ mindeydiler. Uzun bir zaman birbiriyle ilişkili düşünce ve fikirleri yorumlamakla, bunların çocukluktaki orijinlerini su yüzüne çıka­ rıp ilkel duygusal anlamlarını açıklamakla hastanın iyileşeceğini düşündüler. Peki ama bunun pek çok insanın hayatındaki duygu­ sal "düğümleri" çözebileceğini nerden biliyoruz? Çocukluğu boyunca babasının fiziksel ve duygusal istismarına maruz kalan bir erkek çocuğunu düşünelim. Erişkinliğinde bizzat bu adam da kendisinden zayıf olanlara karşı zorbalık yapma eği­ liminde olsun. Bir psikoterapist bu adamın erişkin kişiliğindeki sorunlu alanları, yani başkalarına karşı zorbalık etme, hatta is­ tismarda bulunma eğilimini fark etmesi yönünde yardımcı ola­ cak, ancak sonrasında bu yönelimlerin çocukluğa uzanan izlerini sürmeye çalışacaktır. Terapist belki bu adamın, kendinden zayıf olanlara zorbalıkla yaklaşıp, hassas kişileri istismar etmesinin., kendisinden intikam alınamayacak bir yolla babasına karşı olan öfkesini çıkarmak olduğu yorumunu yapabilir. Başka yorumlarda da adamın erkeklik özgüvenini yeniden inşa etmek için başkala­ rına zorbalık ediyor olma ihtimali üzerinde durulabilir. Bu veya buna benzer yorumların sonucunda, hasta muhtemelen tedavi edilmiş olacak ya da en azından daha mutlu bir hayata adım ata­ caktır. Bu görüşte bilişsel meseleler duygusal sorunları çözmenin bir yolu olarak kabul edilir. Psikanalitik geleneğin ardından davranışçılık dönemi geldi ve bu akım yoğun bir şekilde "davranış değiştirme terapilerine" odaklandı. Terapistler bilişsel ve duygusal meseleleri bir tarafa bıraktı ve pekiştirmeleri düzenleyerek uyumsuz davranış örün­ tülerini şekillendirmeye çalıştı. Bilişsel devrimle birlikte odak özellikle fobi gibi belli bozukluklarda oldukça etkili olan "bilişsel davranışçı terapilere" (BDT) doğru kaydı (Beck, 1 976). Şimdilerde duygusal gelgitlerin psikiyatrik rahatsızlıkların özünde yattığı­ nın anlaşılmasıyla rüzgar yeniden yön değiştiriyor. BeyinZihin evriminde duygulanımın çok önemli olması, bize te­ rapilerin insan afektif hayatına berrak bir bakışının olması gerek­ tiğini göstermiştir. Terapistler ancak bu yolla psikiyatrik problem­ leri en uygun şekilde anlayıp yardım sunabilirler. Aslına bakılırsa

17

ZiHNiN A R K E OLOJiSi

bu tip aşağıdan yukarıya görüşler, psikoloji ve felsefede yer alan bilişsel "yorumlayıcı" tür duygu kuramcılığını da tam tersine çevi­ rebilir. Her ne kadar bilişsel meselelerin üçüncül süreç duygularda büyük bir ağırlığı olsa da birincil süreç duygular kendi koşullan içinde ele alınmalıdır. Geleneksel terapi yöntemlerinin {psikanaliz veya BDT) duygusal fırtınaları yatıştırmayı başaramaması halinde muhtemelen ilaç tedavisine başvurulur. Psikiyatristler duygus al beynin anatomisi ve kimyası hakkında yeterince bilgi s ahibi olma­ dığından halihazırda bu ilaçların büyük çoğunluğu üretilmemiştir. Bu kitabın bu tür ilaçların yaratılmasına kapı açacak daha derin araştırmalar için bir itici güç olacağını umuyoruz. Bir anlamda ih­ tiyacımız olan şey dinamik, yani psikanalizden tutun da bu kitabın ana odağını teşkil eden yeni nesil afektif denge terapilerine varana kadar bütün terapötik geleneklerin daha güçlü bir şekilde bütün­ leştirilmesidir (bkz. 12. Bölüm). örneğin, yukarıda ele aldığımız örnekten hareketle, çocuklukta maruz kalınan istismar sonucunda ortaya çıkan duygulanımların yatıştırılmasında zorlanılan bir durumu veya böyle bir durumun KORKU ve ÖFKE sistemlerini kaçınılmaz biçimde hassaslaştırdı­ ğını varsayın. Terapist hastayı problemlerinin kökeni konusunda ikna etmeyi başarsa ve hasta da b aşkalarına karşı haksızlık ettiği­ ni ve adaletsizce davrandığının gayet açıkça farkına varsa bile, bu durum herhangi bir iyileşme etkisi yaratmakta yetersiz kalabilir çünkü hasta hala yoğun bir iritabilite yaşamaya devam e debilir ve yaşadığı bu sıkıntı zorbalık etme isteği olarak su yüzüne çıkabilir. Nörobilim şu vars ayımı destekliyor. İki bin yıl önce P lutark şöyle demişti: "devamlı ve sık sık yaşanan öfke nöbetleri ruhta öf­ keli olma eğilimi yaratır: bu durum çoğu zaman asabiyet, hoşnut­ suzluk ve huysuzluğa yol açar, sonucunda da zihin ülserleşir, hır­ çın ve memnuniyetsiz bir hale bürünür ve en ufak bir olayda yara alır." Anlaşılan o ki, Plutark haksız değildir. Bugün artık, beyindeki ÖFKE devrelerinin fazlasıyla duyarlılaşacağı ve aşın tepkisel hale gelebileceğini biliyoruz. Nitekim, hasta öfkesinin kaynağını çok iyi bilse ve bu öfkeyi denetlemek için aşın çab a s arf etse bile bu onun kronik asabiyetini değiştirmeyebilir ve duygusal açıdan terapiden önceki durumuna benzer şekilde hala aynı sorunu yaşamaya de­ vam edebilir. Ç evresindeki insanlar hastanın öfkesinin yıkıcı etki­ lerini hiç hissetmese de o bundan dolayı daha da fazla acı çekmeye

18

Gİ R iŞ VE TEŞE K KÜR

devam edebilir çünkü daha önce duygularını denetleyemediği için hiç değilse bir rahatlama fırsatı bulmaktaydı. Özetle düşünceler her zaman duygulanımlardan daha güçlü değildir. Bu yüzden de bilişsel yorumlar çoğu zaman ciddi psiko­ p atalojilerde p ek yararlı olmaz. Hatta terapistin "açıkça" gördüğü karmaşıklıklar hastaların kafasını karıştırabilir. D uygulanımlar b askın geldiğinde, konuşma terapisi baş arısızlığa mahkumdur çünkü p s ikoterapötik araçların en önemlisi olan yorumlama yön­ temi çoğu zaman birincil tutkularımız karşısında son derece etki­ sizdir. Belki de bu yüzden bizzat Freud bile dürtüler üzerinde doğ­ rudan bir kimyasal etki yaratmanın mümkün olabileceği günleri iple çekiyordu. Ama bu elbette farmakoterapinin psikoterapinin yerine geçmesi gerektiği anlamına gelmez. Afektif nörobilim araş­ tırmaları klinisyenlerin insanlara nörokimyas al çuvallar veya "kavanozdaki b eyin" muamelesi yapmaması gerektiğinin altını çizer. Afektif hisler bu denklemin bir p arçasıdır ve p sikiyatrist­ ler bir yandan s orunlar için yeni tedavi arayışındayken göz ardı edilemezler. Ayrıca, memeli b eyni birincil süreç düzeyinde bile temelde s osyal bir beyindir ve buna göre tedavi edilmelidir. Nite­ kim bütün zihin ilaç müdahalelerinin hemen hepsi uygun bir psi­ kososyal destekle tamamlanmalıdır. Sadece (belki de ömür boyu süren) temel duygus al dengesizliklerin ikincil ve üçüncül süreç türevlerinin izini sürüp çözümlemek yetmez, arzu edilen şey aynı zamanda birincil süreç duygulanımlara da rehberlik etmek, or­ taya çıkmalarını kolaylaştırmak ve bunları harekete geçirmektir. Olumlu duy gulanımlar p ek çok duygus al problem için uzun süreli faydalı etkiler yaratabilecek p sikolojik s ağlamlığı uyandırabilir. Afektif nörobilim uzun süreli gelişmelerin en üst düzeye çıkartıla­ bilmesi için gelecekteki bütün terapötik düşünce okullarında sos­ yal duyguların rolünün odakta kalması gerektiğine vurgu yap ar.

DİGER OKURLAR Anne b ab alardan eğitimcilere kadar insan duygusu hakkında bilgi s ahibi olmak isteyen herkes hislerin beynin içinde nasıl ya­ ratıldığını anlamak isteyecektir. Bu afektif sistemler fels efeden ekonomiye, s anattan s osyal bilimlere varana kadar ins anoğlunu inceleyen çoğu akademik disiplin için önemli ipuçları sunar. 19

ZiH N i N A R K E OLO J i Si

ANNE VE BABALAR Anne ve babalar çocuklarındaki normal gelişimi takip etmek için bu sistemleri tanımak isteyecektir. Eğer ebeveyn bütün sistemler­ de uv:ı mlu bir denge olduğunu görüyorsa, bu çocukların duygus al olarak sağlıklı bir gelişim gösterdiğine işaret eder. Ancak b elli bir sistem aşırı veya çok az uyarılıyorsa, bu da bir sorun olduğuna işaret ediyor olabilir. Ö rneğin aşırı çalışkan veya çok ciddi bir ço­ cukta OYUN sisteminin olması gerektiğinden daha az aktif olduğu düşünülebilir. OYUN sistemi çocuğun sosyal davranış kuralları­ nı öğrenmesini sağlar, örneğin ne zaman işbirliği yapacağını ne zaman rekabet edeceğini ve bazı zamanlarda da darılma gücen­ me olmadan kendini geri çekip başka birisinin kazanmasına izin vereceğini öğrenmesine yardım eder. Hayvanlar alt alta üst üste oynadığı zaman, oyunların %70'inden fazlasını aynı hayvan kaza­ nıyorsa, yenik düşen hayvan artık oyundan zevk almamaya b aşlar ve bu tip bir etkileşime girmeyi tamamen bırakabilir. B enzer bir şekilde, çocuklar da oyun oynadıklarında karşılıklılığın önemi ve gerektiğinde de pes etmeyi bilmek gibi birtakım kıymetli s osyal becerileri öğrenirler. Çocuklar bu becerileri öğrenir, çünkü öğren­ mezlerse, oyun arkadaşları onları dışlamaya başlayabilir. Anne ve babalar çocuklarında, özellikle de onlar çok küçük­ ken, olumlu duygulanımları uygun bir dengede tutmanın ne kadar önemli olduğunu iyi anlamalıdır. Subkortikal duygusal sistemler deneyimle duyarlı hale gelirler. Nörobilimciler tıpkı vücudumuzu dinamik olarak taşıyan kas ve kemiklerin zaman içinde gelişip güç­ lenmesi gibi duygusal beyin sistemlerinin yaş am deneyimleriyle çoğu zaman kalıcı olarak nasıl şekillendiğini öğrenmeye başlıyor. Ö yle ki bu değişimler hangi genlerin harekete geçeceği ve kimi du­ rumlarda ömür boyu süren afektif güçlülük ve zayıflık örüntüle­ rine yol açacağı durumlara kadar ilerleyebilir. Gen ifadelerindeki bu epigenetik (çevresel kaynaklı) uzun süreli değişiklikleri ve bu sayede de BeyinZihin'in çoğu zaman ömür boyu devam eden güçlü yönlerini ve zayıflıklarını anlamak duygu araştırmalarının gele­ cekte sunacağı en heyecan verici konu başlıklarından b iri olacaktır. Bu nedenle zamanında manevi anlamda bolca doyurucu BA­ KIM alan çocuklar s on derece şanslıdır. Çünkü PANİK/YAS siste­ minin düşük aktivitesiyle kolaylaşan pozitif bağlanmayla kişide 20

GiRiŞ VE TEŞEKKÜR

güven uyandıran s osyal bağların oluşmasını BAK IM sağlar. Eğer çocuğun bol bol neşeli oyunlar oynama şansı olmuşsa ve merakı uyandırılmış s a , bu kap asiteleri destekleyen nöral devreler hayatı b oyunca daha s ağlıklı olur. Fakat çocuk Ö FKE sistemini harekete geçiren birçok engelleme yaş adıysa veya yüksek düzeyde KORKU ya da PANİ K/YAS'la b oğuştuysa, bu durum olumsuz hislere iliş ­ kin kap asitesini genişletir. Ancak bu, anne b abaların çocuklarını olumsuz duygulardan koruması gerektiği anlamına gelmez. Bütün çocuklar olumsuz duygularla başa çıkmayı öğrenmek zorundadır çünkü bunlar h ayatın doğal bir p arçasıdır. Bütün olumsuz duy­ guların küçük ve yönetilebilir dozlar halinde yaşanmasına olanak tanınması depresyona yol açabilecek daha uzun süreli hayal kı­ rıklıklarının altından kalkmaya yardımcı olacak kalıcı psikolojik s ağlamlığı inşa e der ve b öyle düşünmek akla uygundur.

ÖGRETMENLER Şüphesiz öğretmenler yedi temel afektif sistem hakkında bilgi edinmenin faydasını görecektir. Ö ğrenmeyi sadece kuru kuruya ezb erlemekten çıkarıp heyecan verici bir deneyime dönüştüren bütün iyi öğretmenler ARAYIŞ sistemini uyarır. Ancak bu kadar çok öğrenmenin de b azı s ıkıcı yanları olduğu göz önünde bulun­ durulurs a , öğretmenlerin de birtakım s osyal yaptırımlar uygula­ ması kaçınılmazdır. Vic danlı ve dürüst öğrenci övgüyle ö düllen­ dirilir bu da BAKIM ve YAS/PAN İK sistemlerinin olumlu s osyal bağ kuran kollarından kaynaklanan tatmin his sini uyandırır. Ö te yandan dik kafalı çocuk çoğu z aman, Ö FKE ve KORKU s an­ cıları bir yana, b ir de yukarıda b ahsedilen sosyal duygulanım sistemlerinin olumsuz yanının harekete geçmesiyle ve dahası onaylanmama tehdidiyle karşı karşıyadır. Durum bu olduğunda, onu daha b üyük b aş arılara taşıyabilecek olan olumlu duygular­ dan ziyade, çocuğun hayatını olumsuz duygulanım ve endişeler kaplar. Aşırı olumsuz duygulanım içindeki çocuğa ins af edilerek tanınacak ikinci bir ş ans harika bir yaş ams al deneyim olabilir. Her durumda, iyi yönetilen s o syal sınırlamalar çocuğun hayal kırıklığıyla b a ş a çıkma b ecerisini güçlendirir ve onu erişkin ya­ ş amında kaçınılmaz olarak karşısına çıkacak engellerin üstesin­ den gelmeye hazırlar. 21

Z i H N i N AR K E OLOJ i S i

Bolca fiziksel oyunun dürtüselliği ve Dikkat Eksikliği ile Hipe­ raktivite bozukluğu (DEHB) gibi problemleri nasıl azaltabileceğine de değineceğiz. Çocuklar doğalarında var olan fiziksel olarak oy­ nama dürtülerini tatmin etmişlerse, sınıfta düzgünce oturmaya ve dikkatlerini toplamaya daha hazır hale gelir. Oyunun yeniden dev­ reye sokulmasının en iyi yolu okulda her günün ilk dersini teneffüs yapmak olabilir. Aslına bakılırsa, çocukların okula yürüyerek gel­ diği ve ders saati başlamadan evvel arkadaşlarıyla oynamak üzere bir araya geldikleri o eski zamanlarda bu ihtiyaç karşılanıyordu.

YÖNETİC İ VE SÜPERVİZÖ RLER Belirli duygular bazı rol ve çevreler için oldukça işlevseldir. Her yönetici çalışanlarının saygısını ve güvenini kazanmak ister. Ç a­ lışanlar yöneticilerinin işteki sorunlarına yardımcı olacağını his­ setmelidir ve yöneticiler de çalışanlarının sorumluluklarını yeri­ ne getireceğinden emin olmalıdır. Bu üstü kapalı sosyal s özleşme BAKIM sisteminin karşılıklılığı üzerine inşa edilmiştir. Her iki ta­ rafın da kendisini güvende his setmesi ve başarılı olabilmesi için karşı tarafa gerekeni vermesi gerekmektedir. Yöneticiler ayrıca ekip uyumunun önemini de çok iyi bilirler. Ekip olmak gerektiği günlerde bu süreç bir OYUN ruhu yaratılarak b eslenebilir. B öyle­ ce geniş bir çalışma grubunun üyeieri daha samimi ve rahat or­ tamlarda birbirleriyle etkileşim içinde olma fırsatını paylaşır. Bu tür oyunlu etkileşimler işgücünün dayanışması için büyük öneme sahip olan sosyal bağlan pekiştirir.

HAYVAN DAVRANI Ş LAR IN I İNCELEYENLER Hayvanlarla çalışan insanlar bu kitapta hayvan davranışını kont­ rol eden duygular hakkında birçok faydalı bilgi bulacaktır. Hatta ABD'nin en hassas ve dolayısıyla önde gelen hayvan davranışı üzerine uzmanlaşmış bilim insanlarından otizmli ve son derecede başarılı bir kişi olan Temple Grandin büyük ilgi uyandıran A n i­ mals Make Us Human (Hayvanlar Bizi İnsan Yapar} [2009] b aşlık­ lı kitabında bu tür bilgilere yer vermiştir. Bu kitap uzun süredir var olan hayvanların gerçekten duygusal hisleri olduğu inancının teyit edilmesine yardımcı olmuştur. Dahası akademik disip linle22

G İ R İŞ VE TEŞE K KÜ R

rin dışında diğer hayvanların duygularının varlığını kabul edip bunlara değer verme yönünde giderek büyüyen bir hareketten söz edilebilir. Ancak bu hareket sırtını düzgünce bir araya getirilmiş bilimsel verilerden çok ağırlıklı olarak makul bir çerçeveye otur­ tulmuş inançlara ve bazı enteresan anekdotlara yaslıyor. Kitabımızda özetlenen kanıtlar, memeli türünün duygus al zihninin nasıl olduğu konusundaki izlenimlere dayanmaktan çok deneysel görüşler sunmayı amaçlamaktadır. Halihazırdaki kanıta dayalı görüşe göre b ütün diğer memeliler duygus al tutkuyla, yani duygulanımlarl a dopdoludur. Göreceğimiz gibi, artık bu görüş son derece kaps amlı (birçoğu Panksepp, 1 998a'da ve kısmen de burada ayrıntılı b içimde ele alınan) deneysel kanıtlarla destekle­ nen bir çıkanındır. İnkar etmekte ısrar edenler eskiden kalma bir şüphecilikten besleniyor. Böyle yaparak modern afektif nörobilim araştırmalarını kendi düşünme biçimleriyle bütünleştiremiyor­ lar. Belki diğer memeliler bizlerin yaptığı gibi afektif hayatları hakkında düşünemiyor olabilirler (onların üçüncül süreçleri çok farklı olabiliyor) , ama tüm birincil süreç duygulanımların hepsini deneyimledikleri yönünde s on derece güçlü kanıtlar var. Afektif nörobilim konusunda bilgi sahibi olmaktan b aşka kim­ lerin fayda göreceğini saymaya devam edebiliriz: felsefeciler, siya­ s etçiler, s anatçılar ve dünyayı daha güzel bir yer yapmak isteyen diğer kültür liderleri. Ama hepsinden önce, herkesin Doğa Ananın b eyinlerimize b ahşettiği yaşam için gereken bu temel araçlar hak­ kında b elli bir dereceye kadar bilgi s ahibi olmak isteyebileceğini düşünüyoruz.

TEŞEKKÜRLER İ kimizin de teşekkürlerini sunacağı o kadar çok kişi var ki. Jaak, bütün metni okuyup düzeltmesini yapan eşi Anesa Mil­ ler'a verdiği bütün destek ve fikirler için özellikle müteşekkir. Ane­ sa, lenfoma tedavisi altındayken bu ağır işi yüklendi. Aynı dönemde Jaak da daha farklı bir lenfoma türüyle savaşıyordu (çok şükür şu anda ikisi de tam gerileme sürecindeler) . Jaak Washington State Üniversitesi Veterinerlik Fakültesine bağlı Veterinerlikte Karşı­ laştırmalı Anatomi, Farmakoloji ve Fizyoloji Bölümünde yer alan Hayvan Sağlığı Ç alışmaları Merkezinin bir üyesi. Kendisi bilim23

Zi H N i N ARK E O L O JiS İ

sel çalışmaları yeniden zevkli hale getiren bütün meslektaşlarına teşekkürlerini sunuyor. Jaak'ın laboratuvar yöneticisi Sheri Six, modern bilimin içinden geçtiği şu dönemde yorucu bir iş olması­ na rağmen, Jaak'ın bu süre zarfında laboratuvarını elinde tutabil­ mesi için gereken bütün ayrıntılara paha biçilmez bir dikkat sarf etti. Sheri aynca aynntılan gözden kaçırmayan titiz gözleriyle ve araştırmalarda hayvanların hassasiyetle kullanılmasına adanmış beyniyle kitabımızı okudu. Geçtiğimiz yıl içinde, çok sevdiğimiz ve saygı duyduğumuz bir meslektaşımız olan Mark Solms da her bir başlık için büyük bir hevesle, son derece faydalı bazı katkılar sundu. Yayına doğru giden bu uzatmalı yolculuğumuzun en so­ nunda, eskiden öğrencimiz olan ama öğrencimiz olmanın çok daha ötesine geçen Tim Lyons, 20 1 0 yazının son haftalarında kitaba son rötuşları atmak üzere aramıza döndü ve metinde kalan ufak tefek pek çok pürüzü düzeltti. Lyons'un profesyonel hayatının büyük bir kısmında avukatlık yaptıktan sonra klinik/danışmanlık alanında ikinci bir kariyer yapmak üzere aldığı eğitimin kendisine kazan­ dırdığı enerji ve adanmışlık hissi kitabı büyük ölçüde geliştirdi. Yol boyunca bize yardımcı olan herkese teşekkür ediyoruz. Jaak, Washington State Üniversitesindeki ilgili bilim depart­ manlarında ve Idaho Üniversitesi Beşeri Bilimler Bölümünde ça­ lışan bütün meslektaşlarına bu üçüncü akademik kariyerinin altı senesi boyunca bize sundukları dostluk ve samimi destek için te­ şekkürlerini sunuyor. Jaak 1 969 senesinde Massachusetts Üniver­ sitesinde doktorasını tamamladıktan sonra Sussex Üniversitesinde ve Worcester Deneysel Biyoloji Vakfında doktora sonrası çalışma­ lar yürüttü. Jaak'ın memeli beyninde birincil süreç duygus allık alanındaki görüşleri doçent olarak girip ordinaryüs profesörlüğe yükseldiği, ona sonsuz imkanlar sunan Bowling Green State Üni­ versitesinde (BGSU) çalıştığı 30 sene boyunca olgunlaştı. Jaak kıs­ men tıbbi sebeplerle ve kısmen de kızı Tiina'nın vakitsiz ölümüyle hızlı bir karar alıp erkenden emekli olduktan sonra, Joe Moskal, Roger Kroes ve Jeff Burgdorf'un kendisine uzattığı dostluk elinin ve entelektüel ve araştırma desteğinin verdiği güçle, genetik b ilim ve afektif zihin üzerine araştırmalar yürütmek üzere Northwestern Üniversitesi Faik Moleküler Tedavi Bilimi Merkezinde çalışmaya başladı. Jaak halen memeli duygusallığını yöneten yeni nörokimya­ s al yolaklar saptamak amacıyla, özellikle genetik bilim ve duygus al

24

GİR İ Ş VE T E Ş E K KÜR

beyin üzerine araştırma yapan pek çok eski meslektaşıyla işbirliği yapmaya devam ediyor. Başta 20 1 0 yılında bilimsel çalışmalarını onurlandırmak üzere hazırlanan bir yazı seçkisi (büyük bir kısmı Nörobilim ve Biyodavranış Makaleleri dergisinin özel sayısında yer almaktadır) hazırlayan Vern Bingman ve C asey Cromwell olmak üzere B GSU'deki p ek çok meslektaşına teşekkür ediyor. Jaak ayrıca depresyon sorunu konusundaki entelektüel katkı­ lan ve s on b irkaç s enedir s ağladıkları verimli etkileşim için Dep ­ resyon Araştırmaları için Umut Vakfından (HDRF) Audrey Gruss' a ve diğer arkadaş ve meslektaşlarına teşekkürlerini iletiyor. Halen HDRF'de araştırma eş yöneticisi olarak görev alan Jaak'ın sür­ mekte olan çalışması büyük ölçüde depresyonun anlaşılabilmesi ve tedavisi için yeni hayvan modelleri geliştirilmesi amacını gü­ düyor. Bugüne kadar p ek çok ö dül ve takdir belges i almış olan Jaak alanında devrim yaratan (kimilerine göre de radikal) bir bi­ lim insanı olarak kabul edilmektedir. Ç alışmaları yansı biyoloji arşivlerinde yer alan, kalan yansı da s osyal bilimlere hizmet eden 400'ü aşkın bilimsel yayında özetlenmiştir. Lucy B iven, İngiltere'nin Liecestershire kentindeki Ulusal Sağ­ lık Hizmetleri kurumunun bir p arçası olan Çocuk ve Erişkin Akıl Sağlığı Hizmetlerinde Psikoterapi Departmanının eski başkanıdır. 20 sene evvel, Michigan Yüksek Mahkemesi bir velayet transferi protokolü geliştirmek ve uygulamak üzere kendisini yetkili tayin ettiğinde nörobilime ilgi duymaya b aşladı. Söz konusu davada 2,5 yaşındaki bir kız çocuğunun ailesi olarak bildiği ins anların evin­ den alınıp b iyolojik anne-babasının evine gitmesi gerekiyordu. Birçok meslektaşı gibi Lucy de küçük kızın psikolojik gelişimi ko­ nusunda endişelenmişti ama çocuk çok iyi bir ilerleme kaydetti ve artık duygusal anlamda sağlıklı bir genç kadın oldu. Peki işler na­ sıl rayına oturdu? Bunun yanıtını s adece nörobilim verebiliyordu. B öylece nörobilime s arsılmaz bir ilgi duymaya b aşladı. Hatta yıllar b oyu çok kaps amlı bir şekilde okumalar yapmasına rağmen yine de tatmin olmuyordu, çünkü araştırmaların çoğu duygudan ziyade algı, öğrenme ve hafıza üzerinde duruyordu. Nörobilim duygulardan b ahs ettiği zamanlarda da konu genellikle korku ve bunun koşullu öğrenme üzerine etkisi oluyordu. Nörobilim ç alış­ maları bütün duygu spektrumuna veya bizzat duygunun kendisi­ ne odaklanmıyordu. 25

Z i H N i N A R K E O LO J i S i

Sonra, 2000 yılında Londra'da Uluslararası Nöropsikanaliz Derneğinin düzenlediği ve Mark Solms b aşkanlığında toplanan bir sempozyuma katıldı. Ana konuşmacılardan biri de Jaak Pank­ sepp'ti. Jaak doğrudan duygusal beyne odaklanan ilk ve tek nöro­ bilimciydi. Sempozyumun ardından Jaak ve Lucy elektı:onik p o s ta yoluyla uzun uzun yazıştı ve bilgi alışverişinde bulundular. B u ya­ zışmalar en nihayetinde bu kitabın yayınlanmasının yolunu açtı. Jaak'ın düşünce dolu araştırmaları Lucy'nin klinik çalışmala­ rına zenginlik kattı ama kendisine yaptı.klan yardımlar ve verdik­ leri fikirler için teşekkür etmek istediği b aşkaları da var. Bunlar­ dan ilki kendisi de bir psikanalist olan babası Charles B renner. Net görüşleri ve erişilebilir yazılarıyla Brenner her z am an Lucy için bir örnek olmuştur. Lucy bugün bile, eğitim gördüğü yıll arda Londra'daki Hampstead Kliniğini yönetmekte olan ve o dönemde halen entelektüel açıdan gayet dinç olan Anna Freud'dan daha ye­ tenekli bir klinisyen tanımadığını düşünüyor. Aynı ş ekilde, henüz öğrenciyken tanıştığı Vann Spruiell klinik ve duygus al dürüstlü­ ğüyle Lucy'nin psikanalizin sadece bir entelektüel çaba değil aynı zamanda da canlı bir ilgi alanı olabileceğini ve olması gerektiğini görmesini s ağladı. Bu yolculuk b oyunca Lucy'nin aralarında Jo­ sephine Klein, Anne Alvarez ve Thelma Hillaby'nin yer aldığı ken­ disini etkileyen başka harika meslektaşları da oldu. Lucy bir başka parlak klinisyen olan Dr. Humb erto Nagera'nın ilham verici yönetimi altında, Michigan Üniversitesinde Kıdemli Ar aştırma Görevlisi olarak çalıştı. Michigan Psikanaliz Enstitü­ sünün öğretim kadrosundaydı ve 1 985'te yazdığı bir klinik makale ile Ira Miller ödülünü kazandı. Uluslararası Psikanaliz D ergisi ve yılda dört sayı olarak çıkanla:q. Psikanaliz dergisinde okur- editör olarak görev yaptı. Nörobilim ve nörobilimin psikoterapi ve psikiyatriyle ilişkileri hakkında pek çok makalesi olan Lucy ABD, İngiltere, Güney Afrika ve Meksika'da pek çok üniversitede dersler verdi. Son olarak, Lucy gerek profesyonel gerekse özel yaşamındaki en önemli kişi olan eşi B arrie'ye bütün kalbiyle teşekkür ediyor. �miz de bu çalışmayı hayata geçiren, b aşta b u kitabın yazıl­ ması konusunda bize cesaret veren ve rehberlik eden editörümüz Deb orah Malmud olmak üzere W.W. Norton'ın bütün ç alış anları­ na teşekkür ederiz. 26

ÖN S Ö Z

D R . DANIEL J. S IE GEL

Zihnin A rkeolojisi bizi çıkardığı derin yolculukta, kendi öznel ha­

yatımızı ve b aşkalarıyla olan b a ğlantılarımızı derinlemesine ve faydalı bir biçimde aydınlatıyor. Nörobilimci Jaak Panksepp ve p s ikoterapist Lucy Biven, nöral yapılanmamızı, s osyal ilişkileri­ mizi, zihin dünyamızı ve bunların birbirleriyle nasıl iç içe geçtiği­ ni araştırarak ins an yaşamının eski çağl ardan gelen kökenlerine ayrıntılı bir b akış geliştirmiştir. Bu önemli s entezin en can alıcı noktası, "temel" deneyimlerimizin, yani öznel yaşantımızı ş ekil­ lendiren, davranışlarımızı etkileyen ve ilişkilerimize yön veren duygu ve motivasyonların ana alt yapısını subkortikal devreleri­ mizin oluşturduğu düşüncesidir. Panksepp ve Biven daha yüksek neokortikal b ölgelerin duygusal tepki üretmeyi öğrenme şekli­ mizde önemli ancak b elirgin olarak "ikincil" bir rol oynadığını, öte yandan, en eski memeli ve sürüngen devrelerimizde halen var olmaya devam eden daha derindeki subkortikal kovukların gün­ delik zihinsel deneyimlerin doğasındaki dokuya biçim verdiğini ileri sürmektedir. Jaak Panksepp akademik hayatını bu devrelerin doğasını araş­ tırarak geçirmiştir ve görüşleri bu ç alışmanın esas çekirdeğini oluşturmaktadır. İn s an dışındaki hayvanların hem s aygı göste­ rilmesi hem de anlaşılması gereken duygusal iç dünyaya s ahip olduğunu s avunmaya adanmış bir meslek hayatının s onrasında, afektif nörobilim alanının bu önemli lideri, dikkatini bu kez bu yeni içgörüleri eski donanımlar üzerinde kullanan insanlara yar­ dım etmeye yoğunlaştırmıştır. Panksepp hayvan krallığının tüm fertlerinin s evecenlikle anlaşılması gerektiğini açıkça s avunmuş­ tur. Yaptığı ç alışmaların s onucunda, öznel yaşamın iç çekirdeğine 27

Zi H N i N A R K E O L OJiS i

hak ettiği s aygınlığı teslim etmenin ve bu bilgiyi tüm yaş amlara destek olacak şekilde uygulamanın önemini anlıyoruz. İster klinisyen, eğitimci ya da araştırmacı isterse bu konuyla ilgilenen bir okuyucu olun, bu s ayfalarda duygularımızı biçim­ lendiren ve motivasyonlarımıza yön veren yedi ana devre olan ARAYIŞ , ÖFKE, KORKU, ARZU, BAKIM, PANİK/YAS VE OYUN alan­ larına ilişkin hayranlık uyandırıcı tartışmalar arasında faydalı ve ayrıntılı bilgiler bulacaksınız. Bu subkortikal sistemlerin daha yüksek neokorteksle olan etkileşimi insan olma deneyimimizde doğal olarak asli öneme sahipse de bu kitapta afektif özümüzün daha eskilerden gelen kökenlerine inme olanağı buluyoruz. P siko­ terapinin ve zihinsel eğitimin zaman içinde neokorteks için p ek çok açıdan önemli birer öğrenme aracı olarak görev yaptığını ve duygusal beyinlerimizin çeşitli özelliklerini değiştirebildiğini b i­ liyoruz (faydalı bir tartışma için bkz. D avidson & B egley, 2 0 1 2 ) . Ö rneğin, bilinçli farkındalık meditasyonunun duygu, dikkat, em­ pati ve kendini anlamayı düzenleyen önemli b ölgelerdeki korti­ kal b ağlantıları değiştirdiği gösterilmiştir. B ağlanma ilişkileri de (bkz. Schore, 20 1 2; Cozolino, 20 1 0) birbirinden çok ayrılmış üst ve alt nöral alanlarımızı b ağlayan p refrontal kortikal b ölgeleri şe­ killendirebilmektedir (bkz. Siegel, 20 1 2a, 20 1 2b), yani neokorteks deneyimlerden öğrenmektedir. Doğal olarak, bir terapist, öğretmen, ebeveyn ya da öğrenme ­ nin zihin ve beynimizi nasıl b içimlendirdiğini merak eden kişi­ ler bu nöroplastisiteyi ömrümüz içinde gösterdiğimiz değişimin önemli bir boyutu olarak göreceklerdir (kortikal nöroplasti siteye genel bir b akış için bkz. Doidge, 2007) . Peki, o z aman biz daha doğmadan, rahim dışı öğrenme b aşlamadan bile önc e oluşmuş olabilecek daha "temel" veya "öncül" sinir alanlarını daha iyi anlamak için neden uğraş alım ki? Yanıt gayet b asit: Korteksin altındaki bu alanlar hem korteksin farklı b içimlerde gelişimi için (bkz. Trevarthen, 1 990; McGilchrist, 2009) hem de i çimi z de an b e an yaş anan öznel deneyimi, yani zihinsel h ayatımızı de­ neyimleyiş b içimimiz için bir altyapı görevi görmektedir. B unun da ötesinde, bu derin yapılara yöneltilecek bilimsel bir b akış an­ cak kendimizle ilgili algımızı genişletmeye yarayacak ve b elki de yaş amlarımızı geliştirebilecek ve bize güç verebilecek i çgörüler s ağlayac aktır. 28

ÖNSÖZ

Bu kitapta kendi kişisel yaşamınızla ilgili b i r şeyi aydınl ata­ bilecek depresyon, kaygı, acı ve korku gibi konularla ilg Ji d �rin incelemeler bulacaksınız. Aynı zamanda, deneyimin hafıza ve duygu devrelerini şekillendirerek içimizde yaşadığımız haya tın sinir s istemine ilişkin temellerini oluşturması ve afektif tepkilı !ri ayarlama kapasitemizi değiştirmesi konusunda faydalı incelemı�­ ler de göreceksiniz. Bu tartışmalar klinisyene hastalarının dene­ yimlerinin doğası ve bu yeni bilgiyi empati dolu bir anlayış ve klinik girişim kabiliyetini geliştirmek için nasıl kullanacakları konusunda önemli bir b akış açısı sunmaktadır. İnsanların otizm gibi s osyal zorluklar, dikkat eksikliği durumu gibi öğrenme S O ·· runları ve duygu durum bozuklukları gibi duygu ayarlama so­ runları karşısında yaş adıkları zorlanmalar bu çalışmada ortaya konan b akış açılarıyla yeni bir b oyut kazanmaktadır. Bu kitap aynı zamanda öğretmenlere eğitim deneyiminin kalbindeki mo­ tivasyon, duygu ve öğrenmenin derin devrelerini anlamaları için eşsiz bir fırs at sunmaktadır. Ö ğretmen-öğrenci ilişkilerinin gü­ vene dayalı olduğunu fark ettiğimizde, bu subkortikal devrelerin etkili bir öğrenme ilişkisine zemin hazırladığını görüyoruz. Aka­ demik bir araştırmacıysanız, bu kitap bu alanı anlamaya yönelik yeni fikirleri tetikleyebilecek ve belki de sizin kendi projelerinizi doğrudan b ilgiyle besleyebilecek akıcı bir anlatı içerisinde size afektif nörobilimin subkortikal yanıyla ilgili geniş ve ayrıntılı bir inceleme sunacaktır. Hem araştırma hem de klinik eğitim almış biri olarak, bu kitabı bilimin çoğu kez göz ardı edilmiş bir alanının hayranlık verici keşfi ve terapötik anlayışa uygulanışı olarak görüyorum. Bir eğitimci ve Norton .Kişilerarası Nörobiyoloji Dizisinin (Norton Series on Interpersonal Neurobiology) kurucu editörü olarak, bu bilgiye s ahip olmanın çalışmalarımız ve dünyamız için daha etkili tedaviler ve eğitsel içgörüler geliştirmede bize yardımcı olacağına inanıyorum. İ zin verirs eniz, ileriki s ayfaların derinliklerine dalma s üreci­ nizde faydalı olabilecek bir önerim olacak. Bir bilim insanıysanız, metin b oyunca verilen çok sayıdaki ve bol ayrıntılı akademik baş­ vuru kaynağı büyük olasılıkla ilginizi çok çekecektir. Ö te yandan, b ir klinisyen, eğitimci veya genel okursanız, okurken farklı bir yaklaşım tarzı b enimsemeniz bu çalışmayı sizin için daha eğlen29

Zİ H N İ N A R K E OLOJiS i

celi hale getirebilir. Burada erişilebilir ve hayranlık uyandırıcı bir biçimde kaleme alınmış sayısız bilgi bulunuyor ve nöral devreler, ileticiler ile bu konulardaki bilgilerimizi aydınlatan çalışmalara ait ayrıntılı tartışmalar yapılıyor. B enim önerim şöyle olacak: B u çalışmayı kurgu olmayan sürükleyici bir öykü gibi okuyun. Bir romanı nasıl ezberlemiyorsanız, araştırma çalışmalarının tüm ayrıntılarını hatırlama stresine de girmeyin. Okuduklarınızı ne kadar iyi ezberlediğinizi test edecek bir sınava girmeyeceksiniz ! Böylesi rahat bir ruh hali içinde okuduğunuzda zihninizin zaman içinde doğal olarak ortaya çıkan bilgi modellerini fark ettiğini gö­ receksiniz. İlk başta tanıdık gelmeyen terimler daha tanıdık gel­ meye başlayacak, alışılmadık isimleri görmek ve s öylemek daha rahat gelecek ve bu daha az tanıdık terimler size giderek daha çok evinizde gibi hissettirmeye başlayacaktır. Popüler b asının amigdala ve hipokampus gibi tüm o eski subkortikal favorileri bu kitapta mevcut. Ama bunların yanı sıra duygusal yaş antımızın bu arkeolojik öyküsünde önemli rollere s ahip olan p eriakuaduktal gri (PAG) madde ve nükleus akumbens gibi daha az b ilinen nöral bölgelerle de tanışacaksınız. Dopamin ve serotonine epey aşina olabilirsiniz, ancak burada prolaktin ve oksitosinle ilgili ayrıntılı tartışmalarda okuyacaksınız. Gevşeyin ve yalnızca akıp giden bu müthiş öyküyü dinleyin. Okuduğunuz her ş eyi ezberlemeye çalışa­ cak olsanız ortaya çıkacak olan o eski (çocukluğunuzdan ve okul­ dan kalma) KORKU ve PANİK tepkilerini bırakın gitsinler. Onların yerine, OYUNCU olmayı seçin ve bu yolu adımlarken anlamlı gelen şeylerin ARAYIŞ'ında olun. Jaak Panksepp'in tutkulu zihnini ve nöral kökenlerimize ilişkin düşünce biçimini deneyimlemek üze­ resiniz. Jaak ile birlikte bu yolculuğun tadını çıkarın; bir ömür boyu s everek ve öğrenerek yapılan bir işi kucaklayın!

30

Zi h n i n Arkeo loj i s i

Bölüm 1

ATA LA R D A N G E L E N T U T K U L A R . . . zihnin belirli durumlarının ifadesi olarak gördüğümüz bazı davranışlar, sinir sisteminin yapısının doğrudan so­ nuçlandır ve iradeden, geniş anlamıyla alışkanlıktan ilk bağımsızlaşanlardır. .. Konumuz çok belirsiz fakat önemli olduğundan uzun uzadıya tartışılmalıdır ve bilgisizliğimi­ zi a çık bir şekilde kabul etmemiz her zaman tavsiye edilir bir şeydir. -Charles Darwin (1 8 72)

Bu kitap, bizi memeli beyninin derinliklerine, duygusal zihnimi­ zin atalarımıza ait kaynaklarına doğru derin bir kazıya götürüyor. Bildiğimiz kadarıyla, tüm memeli beyinlerinin temel biyolojik de­ ğerleri, insanlarda hayli gelişmiş olan neokorteks, yani 'düşünme şapkasının' çok altında, subkortikal bölgelerde yoğunlaştığını ve aynı temel plan üzerine inşa edildiğini göstermektedir. Bu yapı ol­ maksızın zihinsel hayat mümkün olamazdı. İç dünyamızda bizi iyi veya kötü hissettiren, başka memelilerle ortak atalarımızdan miras olarak aldığımız ağ örgülerinin oluşturduğu yaklaşık 80-90 gramlık beyin dokusu duygus al hayatımızın temel yapıtaşıdır. Bizler olgun­ laşıp kendimizi ve içinde yaşadığımız dünyayı daha iyi öğrendikçe, bu sistemler, daha ileri düzeydeki zihinsel gelişimimiz için sağlam bir alt yapı oluştururlar. Bu subkortikal ağ örgüleri, bütün meme­ lilerde birbirine çok benzerdir, fakat birbirlerinin tıpatıp aynısı de­ ğildir. Bu b enzerlik, kuşların b azı çeşitlerine kadar uzanır; örneğin kuşlarda da bulunan, bu kitapta sıklıkla YAS sistemi olarak adlan­ dıracağımız ve ayrılık acısı yaşatan PANİK ağlan, bizim ve onların beyinlerindeki psik o lojik acının asıl kaynaklarıdır (bkz. 9. Bölüm) . Biz memeliler ve kuşlar b aşka temel duygus al sistemleri de p aylaşıyoruz, hatta öyle görünüyor ki bu sistemlerden b azıları, s oğukkanlı sürüngenlerde de bulunuyor, ama bunlar hakkındaki bilgimiz henüz yetersizdir. Pek çok sıcakkanlı ve omurgalı can33

Zi H N i N A R K E OLOJ i S i

lı türündeki temel duygus al a ğ çeşidi, anatomik olarak b eynin aynı bölgelerinde bulunmakta ve bu ağlar önemli ölçüde b enzer işlevlere hizmet etmekte. Bu kitapta başka hayvanlar (bundan böyle s adece 'hayvanlar' olarak adlandıracağız) üzerinde yapılan araştırmaların ortaya çıkardığı beyin sistemlerinin doğasını ele alacağız. Bu da bizi insan doğasının daha derin yönlerinden ha­ berdar ederek zihnin kökenleriyle ilgili bilimsel bir b akış açısı s ağlayacaktır. Giriş kısmında kısaca anılan memeli beyninin, en eski sub­ kortikal bölgeleri, en az yedi duygus al veya afektif sistemi içerir: ARAYIŞ (beklenti), KORKU (kaygı) , Ö FKE (kızgınlık) , ARZU (cins el uyanlma) , BAKIM (fiziksel ve duygusal olarak beslemek) , PANİK/ YAS (üzüntü) ve OYUN (sosyal haz) . Bu sistemlerin her biri örtüş en birçok fizyolojik değişimle birlikte, b ağımsız fakat özgül d avranış şekillerini yönetmektedir. Bildiğimiz kadarıyla, bu sistemler aynı zamanda afektif bilincin farklı türlerini de oluşturur, bu konuyla ilgili en ilgi çekici veriler insanlarla yapılan araştırmalardan elde edilmiştir (Panksepp, 1 985) . Kitabın ilerleyen bölümlerinde göre­ ceğimiz gibi, insan beynindeki bu sistemler uyarıldığında, yoğun duygusal hisler her zaman ortaya çıkar. İnsanların yaş adıkları gündelik yaşantılar bu sistemleri harekete geçirdiğinde p ek çok anı ve düşünce de ortaya çıkar. Bu bölümün devamında üzerinde durulacak olan afektif nöro­ bilimin üçgenleyici yaklaşımı bu sistemlerin etkilerini göstermek için gerekli kanıtları bir araya toplama şansı verir. Verimli bir şekilde ilerleyebilmemiz için beynin duygusal sistemlerini be­ timleyen ve daha yenilerde anlamaya başladığımız birincil s üreç p sikolojik güçlere karşılık gelen yeni bir dile ihtiyacımız vardır. Bundan dolayı, afektif sistemleri büyük harflerle yazdık. Sağdu­ yuya dayalı halk p sikolojisinden devşirilmiş gündelik dilin kulla ­ nılması zihnin b u birincil süreç merkezlerini yanlış anlamamıza sebep olabilir. Büyük harflerle yazma tercihi, memelilerin b eyin­ lerinde çeşitli duygulara ait gerçek anlamda fiziks el ve b elirgin ağ örgülerinin bulunduğunu anlatmak içindir. Sağ s erebral yarım kürenin medial görüntüsünde, koyu tonda gösterildiği üzere, (Şekil 1 . 1 ) bu duygu üreten b eyin b ölgeleri, en eski medial (orta kesit) ve ventral (alt-beyin) bölgeleridir; özellikle 34

ATA L A R D A N G E LEN T U T K UL A R

orta b eyinden (i) Periakuaduktal Gri Madde (PGM) veya eskiden kullanılan adıyla gri madde adındaki b ölgeden başlayarak (ii) hipotalamus veya medial talamus, amigdala, bazal gangliyonlar, s ingulat korteks , insular korteks , hip okampus, septal bölgeleri de içeren ve geleneksel olarak 'limbik sistem' diye adlandınlan sistem (iii) üst-beyin b ölgeleriyle yoğun bir ş ekilde bağlantılıdır (Şekil l .2 'de, Şekil 1 . l 'deki b ölgeye bitişik sol yanın küre içinde gizlenmiş devreler gösterilmiştir) . Bunlarla birlikte, örneğin orbi­ tofrontal korteks gibi duygusal tepkilerin oluşmasıyla ilgili ileri derecede kontrolleri s ağlayan çeşitli (iv) medial frontal kortikal ve ventral ön b eyin b ölgeleri de belirtilmiştir. Her ne kadar subkor­ tikal "liınbik sistem" kavramı uzun süreden beri tartışma konusu olsa da, duyguları (örneğin James-Lange Kuramı gibi) üst-beyin bölgelerine yerleştiren önceki görüşlerle karşılaştırıldığında, bu kavram herkesin kabul etmek durumunda olduğu büyük bir ge­ lişmedir. Bildiğimiz kadarıyla, ilkel duygusal sistemler tüm memeli türlerinde dikkat çekici derecede b enzerlik gösteren nöroana­ tomi ve nörokimyadan oluşurlar. Bu da bize bu sistemlerin çok uzun zaman önce evrimleştiğini ve temel duygus al, motivasyo ­ nel düzeyde tüm memelilerin farklılıktan ç o k b enzerliğe sahip olduğunu göstermektedir. B eyinlerimizin en eski afektif kovuk­ larının derinliklerine indiğimizde evrims el olarak hepimizin aynı s oydan geldiğini anlıyoruz. Zaten bu durum beden yapıla­ rımızdan ve biyokimyamızdan uzun süredir açıkça belliydi. Bu yı :di duyguyu oluşturan ve idare eden sistemleri uyaran benzer tipteki sinir yalakları ve b eyin kimyasalları birçok memelide bu­ lunmuştur. Güncel bulgular, bu sistemler harekete geçirildiğinde hem ins anlar hem de diğer memelilerin b enzer duygular yaş a­ dığını ortaya koymuştur. Bu duygular tabii ki birbirine tıpatıp b enzemeyecektir ve b öyle olmasını da beklememeliyiz. Evrim or­ tak ilkelere her zaman çeşitlilik getirir ve bu evrims el çeşitliliğe rağmen genel ilkeler önemli meselelerin bir canlıdan p ek çok b aşka canlıya uygulanabilmesi için köprü görevi görür. Modern tıptaki p ek çok keşif aynı neden s onuç ilişkisi kurularak hayvan modellerine dayandırılmıştır.

35

Z i H N i N A R K E OLOJ İ S i

-�---'\,

ı an/S omatos ens orı e l Kort� Rs

Alın Kor­ teksi Alt b ölgeleri

.

Ş akak Uç Korteksi(Amigdala & Hipokampus)

Şekil

1 . 1 . İnsan beyninin (sağ yanküresindeki) bazı önemli b ölgeleri gös­

teren, medial görüntü. Önden arkaya doğru kısaltmalar ş öyledir: DMPF C : Dorsomedial prefrontal cortex; SAC C : superior anterior cingulate c ortex (üst ön singulat korteks); VMPFC : ventromedial prefrontal cortex (ön orta prefrontal korteks); PAC C : perigenual anterior cingulate cortex (perigenial ön singulat korteks); MOPF C : medial orbito-prefrontal cortex (medial orb i ­ to-prefrontal korteks); C C : corpus colassum (korpus kallozum); M T : Medial Thalamus (Medial Talamus); Hyp: hypothalamus (Hipotalamus ) ; VTA: vent­ ral tegmental area (Ventral Tegmental Alan) (bazal gangliyonlar ve m e dial prefrontal bölgeleri sinir sistemine b ağlayan mezolimbik dop amin siste­ minin kaynağıdır;

3.

B ölümü okuyunuz); P : pineal gland (Pineal B ez/Epifiz

Bezi); sc: superior colliculus (üst kollikulus); ic: inferior colliculus (alt kol­ likulus); PAG: p eriaquaductal grey (Periakuaduktal Gri Madde); Ra: Raphe dorsalis (Raphe çekirdeği) (limbik sistemi canlandıran s erotonin sisteminin kaynağıdır); LC : Locus C eruleus (Lokus S eruleus) (tüm önbeyni b esleyen, yukarıya doğru çıkan dorsal epinefrin yolaklarının muazzam kaynağıdır); NTS : Nucleus of the Tractus Solitarius (Traktus S olitarius Ç ekirdeği) (vagus siniri vasıtasıyla iç organlardan gelen sinyallerin algılandığı , içsel alıcı s i s ­ temin bulunduğu yerdir); C b : cerebellum (beyincik) . (B eynin b u görüntüsü­ nü kullanmamıza izin verdiği için Georg Northoff' a teşekkür ederi z . )

36

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

Ş ekil 1 . 2 . Kesik kesik çizgilerle b elirtilmiş olan Papez dolaşımıyla birlikte !imbik sistemin ş eması. F C : frontal cortex (frontal korteks); C G : cingulate gyrus (singulat girus); O B : olfactory bulbs (koku duyusuna ait s oğancıklar); BN: Bed Nucleus (Stri a Terminalisteki çekirdek yatağı); AH: Anterior Hypo­ thalamus (ön hipotalamus); VAFp : ventral amygdalofugal pathway (ventral amigdalofugal yolak); A: amygdala (amigdala); H C : hippocampus (hipokam­ pus); Fx: fornix (forniks); AT: Anterior Thalamus (ön talamus); MB : mammil­ lary b o dies (mememsi cisimler); MTT: mamillo-thalmic tract (mememsi tal­ mik b ölge); Hab: hab enula(habenula); FR: fasciculus retroflexus (faskikulus retrofleksus); ip : interpeduncular nucleus (interpedünküler çekirdek); ST: S tria Terminalis (Panksepp, 1 998a; Oxford Üniversitesinin izniyle yeniden b asılmıştır) .

Ö nsözde b elirttiğimiz gibi, bu afektif alt yapılar, afektif yaşan­ tılar için gerekli olan kap asitemizi bünyesinde b arındıran zihnin ' arkeolojik hazineleri' çok yönlü 'mücevherleridir' ve biz bu mü­ cevherleri hayvan kuzenlerimizle p aylaşmaktayız. Bununla birlik­ te ins an olarak kendi doğamızla ilgili derinlemesine düşünmemi­ zi s ağlayan gelişmiş üst-beyin bölgelerimiz de vardır. B u bizlerin daha yaratıcı, kültürel ve daha fazla düşünerek yaşamamızı s ağ­ lar. Kızgın olduğumuzda, durumu daha kötü hale getirmemek için dilimizi tutarız. Fakat p ek çoğumuz ' dilini tutmamayı' tercih e der.

37

Z İ H N i N A R KEO LOJ İ S i

Ö nceki cümlede tırnak iş areti kullandık çünkü p ek çok insan duy­ gularının, yüksek zihinlerinin iradi kontrolü altında olmadığını düşünür. Alt zihnimizin ve erken çocukluktaki yetiştirilme b içimi ­ mizin neokorteks işlevlerimizi büyük ölçüde p rogramlayarak ya mutlu ve huzurlu (Narvaez ve arkadaşları, 2 0 1 2 ; Szalavitz & Perry, 20 1 0) ya da mutsuz bir hayat yaşamamıza yol açtığına inanmak için yeterli nedenlere sahibiz. Bizler üst-beyin gelişimlerimiz sayesinde, hayatı b aşka h ay­ vanların hayal bile edemeyeceği bilişsel düzeylerde yaş arı z . S e ­ çeneklerimiz üzerinde incelikli b i r ş ekilde düşünebilmek gibi pek çoğu öğrenme yoluyla inşa edilen bu duygular bizi daha da incelikli duygulara yönlendirir. Şu koca evren ve dünya içindeki benzersiz zihinlerimiz üst neokortotikal genişlemenin s ağla dığı biliş sel zenginlikler sayesinde ortaya çıkmıştır. Fakat üst s evi­ yedeki zihinlerimiz çok uzun zamandır atalarımız dan gelen geç­ mişimizle köklenmiş olarak varlığını sürdürmektedir. Pek çok kişinin, afektif hayatlarımızı tamamıyla biliş s el b e cerilerimizle iç içe düşünmeyi arzu etmesi anlaşılabilir bir ş ey olmakla b era­ ber, nöroevrimsel bakış açısından d oğru değildir. Her n e kadar, pek çok bilişsel bilim insanı ve felsefeci s a dece özgün, b eyne ait yeteneklerimiz hakkında düşünmeyi tercih ets e de bu tercihle­ ri zihnin kökenlerini anlamamız a hiçbir ş ekilde hizmet etm e z . Yine d e zihinlerimizin b u üçüncül yönleri üzerinde düşünmek­ ten kendimizi alamayabiliriz. Üçüncül s eviyede, tüm s eviyeleri birbiriyle etkileşime geçiren, varoluşsal korkularımız ve ölüm­ lü olmamızla ilgili duygu ve düşüncelerimiz hatta arınma gibi hisleri yaşamamızı s ağlayan tam bir karmaşa vardır (Hoffman, 2 0 1 1 ) . B aşka hayvanların kendi zihinlerini b öylesi bir nöro afek­ tif endişe ve derinlikle deneyimlemeleri olası değildir. Ama hiç şüphesiz, ilkel duyguları ve kesinlikle anlaması daha güç o l an b aşka s eviyeleri de deneyimlemektedirler. Buradaki amacımız , insan zihninin e n derin köklerine, b aşka canlıların zihinlerini anlayarak inmektir. Nörobilimciler uzun zamandır beyinlerimizin en eski duygu­ s al devreleri hakkında pek ço k ş ey biliyor ols alar da henüz çok yenilerde bu devrelerin duygularımızla kesin bir ş ekilde b a ğl antı­ lı oldukları gösterilmiştir. Bu bilgi duygulanımların nöral alt kat­ manlarını, yani içsel olarak üretilen temel duygularımızın yabanıl 38

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

koleksiyonunu, nörobilimcilerin derin bir ş ekilde araştırmasına olanak tanır. Hangi b eyin sistemleri bize neşe verir? Neden bazı zamanlar üzgün hissederiz? Neden bazı insanlar hep üzgündür? C oşkuyu nasıl yaşarız? Bizlere arzu, öfke, korku ve sevecenlik ya­ ş atan nedir? Geleneksel davranışçı ve biliş sel bilimler bu kadar . derin ve temel konu lara tatminkar cevaplar veremezler (bunun seb ebi araştırmacıların bu tip sorulan sormayı becerememiş ol­ ması değildir) . Afektif nörobilim, bizlerin özgün ins ani yetilerini gözden düşürmeden, aş ağıdan yukarıya doğru ilerleyerek yepyeni bir başlangıç yapmıştır ve hem zihinsel kökenlere yeni bir görüş açısı getirmiş hem de bu varsayımları destekleyecek yeni veriler sunmuştur. Afektif nörobilim, afektif zihni hayvan beyniyle iliş­ kilendirme, yani (i) zihnin öznel durumları (insanlarda en kolay çalışma yapılmış alandır) , (ii) b eyin fonksiyonları (hayvanlarda daha kolay çalışma yapılmış alandır) , (iii) tüm genç memelilerin, yaşamlarının ilk dönemlerinde hayatta · kalabilmek için s ergile­ meleri gereken doğal (içgüdüsel) duygusal davranışlar arasında üçgen bir ilişki kurma peşindedir. Bu üçgen ilişki , insan zihninin en eski zemin planını ve değerlerimizin sinirsel kaynaklarını, yani ilkel duygus al hislerimizi zihnimizde canlandırmamızı sağlar. Bu bilgi, duygusal bozukluk.lan başka bir ifadeyle hem insan­ larda hem de hayvanlarda zihinsel bir karmaşaya sebep olan çe­ şitli p sikiyatrik sendromları anlamamız için araştırmamız gereken beyin fonksiyonlarına işaret eder. Olgunlaşma deneyimleri kısa bir sürede bu evrimleşmiş araçlara öğrenilenleri ve çok sayıda düşün­ ceyi ekleyerek tüm tabloyu epeyce karmaşık hale getirir. Yine de analizlerimizde olabildiğince birincil süreçler seviyesinde kalmayı planlıyoruz. Bunun tek sebebi birincil süreçlerin psikoloji, felsefe ve diğer s osyal bilimlerle (edebiyat, tarih, s anat vb) ilgili çalışma­ lar yap an ins anlar tarafından ihmal edilmesi değildir. Bilinçdışı ikincil süreçlerle ilgili analizler halihazırda, davranış çı nörobili­ min kuvvetli ve rüştünü ispat etmiş bir dalıdır (5 ve özellikle 6 . Bölümde üzerinde duracağımız korku şartlamasını bir düşünün) . İ nsan zihninin daha üst seviyedeki özelliklerinin (üçüncül süreç­ lerin) üzerinde durmayacağız, ama zihnimizin tüm bu lükslerinin, ancak zemindeki kurucu ve temel meseleleri kaps amlı bir ş ekilde anladığımızda daha iyi değerlendirileceğini iddia ediyoruz. B unu 39

Z i H N İ N A R K E O LO J i S İ

henüz anlayamamış olmamızın sebebi, b u konunun ancak hayvan beyni araştırmalarıyla tam olarak açıklığa kavuşturulabilecek ol­ masıdır. Yüz yıldır zihnin hayvan beyninde nasıl oluştuğu konu­ sunda çok az araştırma yapılmış ve bu konu çok az irdelenmiştir. Birçok araştırmacı hala, insanlarda açık bir şekilde kendilik his ­ sine yol açan BeyinZihin organizasyonuna, hayvanların hiçbir ş e­ kilde sahip olmadıklarını, yani hayvanların zihinden yoksun birer zombi olduklarını iddia etmektedir (Bölüm 2). Yukarıdaki stratejiyi kabul etmeyen pek çok akademisyen el­ bette vardır. Sonu gelmeyen anlaşılmaz akademik tartışmal ardan uzak durmaya çalışacağız. Ama aynı alanda çalışan diğer yetkin akademisyenlerin bizim duruşumuzu nasıl karşıladığı konusunda da size bir fikir vermek isteriz. Bunu özellikle hayatta olan kişileri hedef göstermeden ve isim vermeden yapmaya özen göstereceğiz. Bu alanın çeşitli b akış açılarının detaylarını merak e denleriniz, uzun yıllardır bu konularla yakından ilgilenen Jaak Panksepp 'in diğer yayınlarına başvurabilirler. Mükemmel bir ek okuma olarak, The Nature of Emotion (Duygunun Doğası, E ditörler: E kman & Davidson, 1 994) adlı kitap, alandaki çeşitli bakış açılarını aydın­ latmaktadır. Günümüzde, psikoloji alanında, temel duyguların olduğuna inananlar ile duygusal hayatın çok katmanlı olduğu görüşünü tercih edenler arasında bir çekişme vardır. Zachar ve Ellis (20 1 2) tarafından derlenen ve piyas aya yakında çıkacak olan s e çki bu tartışmayı net bir şekilde anlamamız açısından faydalı olabilir: Panksepp'in görüşlerinin tamamıyla ele alındığı bu hacimli kitap ­ ta duygusal hayatın çok katmanlı b akış açısını destekleyenlerin lideri Boston C ollege'dan Prof. James Rus sell'ın da görüşlerinin tamamı ortaya konmuştur. Ç ok b oyutlu görüş duygus al doğamı­ zın esas temelinin, çekirdek duygulanım diye a dlandırılan b ir b eyin süreci olduğu düşüncesini s avunur. Bu görüşe göre tekil (olumlu ya da olumsuz) , yani çift değerli (üst ve alt uyarılma s e­ viyesi olan) çekirdek duygulanım süreci duygu hayatımızın teme­ ' lidir. Bu tartışma, çeşitli yorumcuların b akış açılarıyla destek­ lenmiştir. Bu çok b oyutluluk görüşü yakın zamanda h ayvanların nasıl olup da karmaşık duygulanımlarla ilintili bili ş s el s e çimler yaptıklarını araştıran incelikli araştırmalar da dahil olmak üze-

40

ATALAR D A N GEL E N T U T K ULAR

re, p ek çok hassas araştırmanın yapılmasına yol açmıştır (Mendl ve arkadaşları, 20 1 0) . Bulgular BeyinZihin'deki nöroevrims el de­ netim katmanlarıyla ilişkilendirilerek, bu yaklaşım artık afektif nörobilim stratejileriyle desteklenebilir (bkz. Panksepp'in Mendl ve arkadaşlarıyla ilgili yorumu, 2 0 1 0a) . ZihinBeyin'in tüm karma­ şıklığını anlama yolunda adım atabilmek için b öylesi bir melez yaklaşıma ihtiyaç vardır. Bu iki terimi, yani zihin ve b eyni b aş harflerini büyük yazarak ve s ıralarını değiştirerek kullanıyoruz çünkü afektif nörobilim yaklaşımının, süregelen ikicil bakış açılarıyla bir bağının olmadı­ ğını ve tamamıyla tekçi olduğunu belirtmiş oluyoruz. 'BeyinZihin' terimini, aşağıdan yukarıya doğru olan meseleleri anlattığımızda, 'ZihinBeyin' terimini de yukarıdan aşağıya olanı aktarırken daha sıklıkla kullanıyoruz. Her ilcisi de b eynin evrims el katmanları içerisinde ' döngüsel nedensellikleri' anlayabilmemiz için gerek­ lidir. Kelimelerin ilk harflerini büyük yazmak ve araya hiç boşluk koymamak b azılarının 'zihin eti' diye adlandırmaktan hoşlandığı b eynin aslında bütüncül bir organ olduğunu göstermek içindir. Bu seçimimizin altındaki diğer neden de bir entelektüel gelenek olarak b eyni ve zihni ayrı ayn varlıklar ş eklinde düşünen ikicil bakış açısının kalıntısının dahi bizim yaklaşımımızda bulunma­ dığını göstermektir (bkz 2. Bölüm) . Bu terimin her iki yazılış şekli, aynı zamanda, şunları göstermektedir; (i) bazı beyin özellikleri Be­ yinZihin'deki zihinsel içeriklerin türlerine bağlı olarak doğuştan gelmektedir öte yandan (ii) ZihinBeyin b eynin yukarı b ölgelerinde öğrenme ve düşünceler yoluyla genellikle kültürel ve toplumsal etkilerin rehberliğinde, hayvan araştırmalarının açıklığa kavuş­ turamayacağı karmaşıklıklar üretir. Şu halde elimizde, bugünlerde daha çok s ayısal-bilişsel zihin olarak tasavvur edilen üst s eviyedeki beyin işlevleri ve bunlardan ayırt edilmesi gereken daha evrensel afektif zihin vardır. Zihnin, bu afektif ve bili ş s el özelliklerini ayırt etmek p ek p opüler olmas a da p ek çok yönden desteklenebilir (Şekil 1 .3 ) . Psikoterapileri, afek­ tif s üreçlerle ilgili bilgilerimizin üzerine inş a etmek ve b öylelikle h angi bilişsel b akış açılarının daha etkili ve yararlı bir ş ekilde kullanılabileceğini anlamak önemlidir (Panksepp, 20 1 0b) .

41

Zi H N i N AR K E OLO J i S i

Bilincin Türleri





AFEKTİF

BİLİŞ SEL

• Daha çok _neokorteksle ilişkili • Daha çok sayısal • Daha çok dijital • Davranmaya dönük niyetler • Hareket yerine Algı Nöro-iletici Kodlar (Glutamat, vb)

Daha çok subkortikal • Daha az sayısal Daha çok Analog Davranış sırasında niyetler • Algı yerine Hareket Nöromodülatör Kodlar (Nöropeptitler) •









Psikoterapinin en büyük hedefi afektif süreçlerin bilişsel kontrollerini geliştirmektir. Şekil

1 .3 . Beyinde afektif ve bilişsel süreçler arasında aracılık görevi gören

beyin sistemlerinin arasındaki belli başlı farklılıkların bir özeti .

Antonio Damasio'ya ( 1 994) göre b eyin ve zihnin birbirinden ayrı varlıklar olduğu varsayımı Rene Descartes'ın en büyük hata­ sıydı. Onun bu ünlü sözünü ödünç alarak, D amasio'nun en b üyük hatası da hayvanların insan zihnini oluşturan 'ruhani incelikli şeye' sahip olmadıkları için bilinçten ve yaş antılardan yoksun ol­ duklarını düşünmesiydi diyebiliriz.

Bu görüş, hayvanların duygus al tepkileriyle ilgili düşünme­ dikleri, hatta hissederek tepki vermedikleri inancında varlığını devam ettirir. Hayvan beynini araştıran kişilerin p ek çoğu, hala hayvan zihinleri, özellikle de duygusal hisleri hakkında ne ş ekilde konuşacaklarını öğrenmemiştir. Oysa bu kişiler öğrenilmiş dav­ ranışlarla ilgili çok daha sistematik ve fevkalade ş ekilde konuşa­ bilmektedirler. Hayvanların ilkel duygulan 'ancak doğal duygus al eğilimleri takip edilerek, yani hayvan davranış bilimleri yoluyla çalışılabilir. Bizim görüşümüze göre, artık zaman o zor yolculuğa çıkma zamanıdır çünkü bu yolculuk bize zihinlerimizin en eski temelleriyle ilgili daha önce ortaya atılmış tüm yaklaşımlardan çok daha fazla şey anlatabilir.

42

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

Her ne kadar b eyin ve zihin tiplerini birbirinden mutlaka ayırt etmemiz gerekse de büyük ölçüde hayvan araştırmalarından derlenen modern nörobilimin ayrıntılı bilgisi zihin ve bedeni bir­ birinden ayırmanın artık bir faydasının olmadığım ortaya koy­ muştur: Psikolog ve fel sefecilerin çoğunlukla düşünceler yoluyla anlamaya çalıştıkları afektif duygular aslında beynin işlevleridir. İns anlarda nöral mekanizmaları (örneğin sinirsel bir sistemin gerçekte nasıl çalıştığını) ortaya çıkartacak araştırmaları yapmak etik olarak neredeyse imkansızdır. Hayvanlarda yapılacak bu tür araştırmaların etik olup olmadığı da tartışma konusudur. Her du­ rumda b aşka hayvanların afektif tecrübeler yaşadıklarını göste­ ren kanıtlar kesindir ve bu sistemleri anlamak, biyolojik psikiyatri için olduğu kadar psikoterapi uygulamaları için de çok önemlidir. Dolayısıyla, ister insan ister hayvanlar için olsun, beynin hangi yönü üzerinde durmak istediğimize b ağlı olarak ZihinBeyin ya da B eyinZihin'e atıfta bulunmakta özgür hissediyoruz. Tabii ki bu­ rada bizi daha çok ilgilendiren ş ey hayvan araştmnalarının da ortaya koyduğu ZihinBeyin'in birincil süreç duygularıdır. Lütfen daha da ilerlemeden, ek olarak vereceğimiz terminolo­ jik açıklamayı dikkate alınız: Bu kitapta her şeyden önce, Doğanın beyinlerimize işlemiş olduğu, ham afektif duygular yaratan iç­ güdü s el, duygus al tepkilerle ilgileniyoruz ve bunlara, birincil sü­ reç p sikolojik deneyimler diyoruz (bunlar B eyinZihin'in evrims el "doğuştan" gelen özellikleridir) . İkinci olarak, 'içgüdüsel' zeminin üzerinde p ek çok öğrenme ve hafıza mekanizması vardır ki biz bunları b eynin ikincil süreçleri olarak görüyoruz; özellikle korku şartlamasıyla ilgili çalışan kişiler bu süreçleri çok iyi araştırmış­ lardır (bkz. 5 ve 6 . Bölüm) . Arada kalan bu ikincil beyin süreçleri­ nin derinlikli olarak bilinçdışı olduğuna inanıyoruz. Ü çüncü ola­ rak, b eynin en üst kısmında deneyimlerimizden öğrendiklerimiz üzerinde düşünmemizi sağlayan farklı biliş ve düşünceler, çeşitli üst s eviye zihinsel s üreçler yer almaktadır. Biz bunları üçüncül süreçler olarak adlandırıyoruz. D enetim s eviyelerini bu ş ekilde ayırt etmek, ZihinBeyin'in tüm karmaşıklığım anlamamıza büyük oranda katkı s ağlar. (Şekil 1 .4) .

43

Zİ H N i N A R K E OLOJ i S i

Beyindeki Duygusal-Afektif Denetim Seviyeleri

Durum Denetimleri (#1 ) ve Bilgi İ ş lem (#2 & #3)

ı.

Birincil Süreç, Temel En eski ve İlkel Duygula nımla r

(sub -neo­

kortikal)

Duygusal Duygul anımlar (Duygu Hareket Sistemleri; Hare­ ketlerin içindeki niyetler) il) Homeostatik Duygulanımlar (Beyin-beden intero s eptörleri; il

Açlık, susuzluk vb.)

ili) Duyusal Duygulanımlar

(Eksteroseptif-Duyusal Duygula­

nımlar, haz veren ve hoşa gitmeyen/tiksinme duygularıyla tetiklenirler)

2.

İkincil Süreç Duygular (Bazal Gangliyonlar yoluyla Öğrenme) i l Klasik Şartlama (örneğin, bazolateral & merkezi amigdala yoluyla KORKU)

il) Araçsal

&

İşlemsel

Şartlama (Akumb ens çekirdeği yoluyla

ARAYIŞ)

ili) Davranışsa! & Duygusal Alışkanlıklar

(Dorsal Striatum-Ge­

niş ölçüde bilinçdışı)

3.

Üçüncül Duygulanımlar ve Neokortikal 'Farkındalık' İşlevleri il Bilişsel-Yönetici işlevler: Düşünceler & Planlama (Frontal Korteks)

il) Duygusal Tekrarlar ( Gözden Geçirmeler) & Ayarlama l ar (Orta Frontal Bölgeler)

ili) 'Özgür İrade' etme niyeti)

(Yüksek Seviye işler B ellek işlevleri-Hareket

Ş ekil 1 .4. B eynin içindeki genel denetim seviyelerinin özeti: ( 1 ) üç genel duygulanım türü, (2) üç temel öğrenme mekanizması, (3) Neokorteksin üç temsili farkındalık işlevi (ki bunların hepsi b azal gangliyonlardan talamus a doğru inen döngülerle tekrar neokortekse geri dönen ve b öylelikle neokor­ teksin düşünce ve davranışları tam anlamıyla ve incelikli o larak işleyebil­ mesini mümkün kılan döngülere dayanır) .

Elimizdeki bulguları ciddi bir şekilde gözden geçirmeye b aşla­ dığımızda, zihnin zemin katında, temel duygus al hislerin bulun­ duğuna ilişkin p ek şüphemiz kalmaz (Panksepp, 1 998a) . Duygus al hayatı 'temel' alan bu b akış açısı, insan yüzünün ifadeleriyle ilgili çalışmalar yapan kişiler tarafından uzun yıllardır s avunulmuştur 44

ATA L A R D A N GE L E N T U T K U L A R

(Darwin, 1 872; Ekman & Davidson, 1 994; Izard, 2007 ) . Gerçekten de, insan b eyni görüntülemesinin en yeni 'meta- analizleri' konuya ilişkin yapılan araştırmaların çoğuyla aynı sonuca varmıştır (örn. Vytal & Hamann, 20 1 0) . B u alanla ilgili b irçok tartışma ortaya atılmıştır (örneğin, Ek­ man, 1 994; Rus s ell, 1 9 94) çünkü insanlarla yapılan tüm çalışma­ lar üçüncül ve ikincil analiz düzeyinde olduğundan, aslında insan zihninin b irincil duygus al süreçlerini net bir şekilde betimleye­ mezler. B irincil s üreç duyguların p sikolojik güçleri olduğundan, yüz ifa deleriyle çalış an araştırmacılar temel duyguların ışıltısını ve doğamıza ilişkin asli ş eyler olduklarını pek çok kişiyi inandı­ racak netlikte görmüşlerdir. Bu araştırmacılar önceki yıllarda asli şeyin ne olduğunu gösterecek araçlardan yoksundular. Yine de hayvan araştırmalarından elde ettiğimiz bilgilere dayanarak tüm memelilerde birçok birincil süreç duygus al ve afektif (duyusal ve homeostatik Ş ekil 1 .4.) sistemin bulunduğunu gönül rahatlığıyla s öyleyebiliyorduk. Bu sistemler üst-beyin işlevlerimizle karşılıklı bir ilişki içinde olmalarına rağmen neokortekste yoğunlaşmamış­ lardır (Şekil 1 . 5 . ) . Tü m memelilerin p aylaştığı , birincil süreç duygusal mekaniz­ maların b eyinde nasıl oluştuğunu araştıran az s ayıda nörobilimci ve daha da az s ayıda psikolog vardır. Hemen hiçbiri duygulanım b oyutunu çalışmaz. Bu durum, duygulanımların beyinlerde nasıl üretildiğiyle ilgili yüz yıllık sessizliği açıklamaya yeterlidir. Buna karşın duyma ve görme gibi algısal işlevler üzerinde çalışan bir s ürü b ilim insanı bulunmaktadır (alt-beynin algısal yetenekle­ riyle ilgili detaylı özetler için bkz. Merker, 2007). Beynin birincil süreç afektif ağlarının neredeyse evrensel olarak ihmal edilmesi, felsefeci ve s osyal bilimciler bir kenara, ins an psikolojisi alanın­ da ç alışan akademisyenlerin de yakın disiplinlerdeki meslektaş­ larının söz etmediği konuları göz ardı etmesine neden olmaktadır. B eyinZihin'deki evrimsel düzeyleri ayırt ederken, beynin uz­ manlaşmış işlev alanlarıyla ilgili bir konu son derece önemlidir: Doğduğumuzda, ZihinB eyin'imizin neokortikal ' düşünme ş apkası' geniş ölçüde boş bir s ayfa gibidir ve yaşantı bir sürü yetenek ve beceriyi ' doğal olarak' bunun üzerine nakş eder. Bu izler b eynin doğuştan var olan yapısal işlevleri gibi gözüken duyma ve görme gibi karmaşık becerilerimizi de kaps ar. Bu b eceriler neokortikal 45

Z İ H N i N A R K E OLOJ i S i

seviyede bazı katı genetik yaptırımlara bağlı olarak değil yaş am deneyimleriyle yapılanırlar. Bir sürü ciddi bulgu arasında en ikna edici olanı şudur: Görs el işleme alanı olacak bölgeyi, doğum dan önce ortadan kaldırırsak kortekste o b ölgeye bitişik diğer alanda gayet güzel çalışan görsel işlevler ortaya çıkar (Sur & Rubinstein, 2005) . Belki doğrudan lateral genikulat çekirdeğin (LGÇ) görsel izdüşümlerinden ya da belki korteksin kendi kimyasal gradyan­ larından gelen subkortikal (örn. talamik) etkiler, s erebral yüzeyin görsel bir beceri geliştirmesi için yeterlidir. Ek olarak incelikli ge­ lişmiş işitme duyusunun BeyinZihin evriminde görme duyusuna göre çok daha eskiden geliştiğinden emin olabiliriz . Bunun s ebebi orta beyin seviyesinde işitsel işlemenin Büyük Merkezi İ s ta syo­ nunun (BMİ) (medial genikulat çekirdeğe (MGÇ) yansıyan tala­ mustaki alt kollikuli) Alt Genikulat Ç ekirdeğe (AGÇ) yansıyan orta beyindeki görsel işleme merkezinden (üst kollikuli) daha altlarda olmasıdır (kaudal olması da daha eski olduğuna iş aret etmekte­ dir) . Bu evrimsel olarak dokunma duyusundan ortaya çıkan duyu­ sal duygu, görmeyle karşılaştırıldığında neden daha duygu yüklü bir duyu olduğunu açıklamaya da yardım eder. B eyin sistemleri­ nin kabaca tarihlerini saptamakla ilgili bu ilke, günümüzde temel kural olmakla birlikte, istisnalar mevcuttur. Ö rneğin, neokorteks­ ten gelen daha modern ve aş ağıya doğru inen etkiler, b eynin p ek çok eski katmanının içine işler. B elki de en etkileyici örnek b eyin­ deki en uzun yolak olan kortikotalamik yoldur. Bu yol, b eynin ön bölgelerindeki motor korteksten ta omuriliğe kadar inerek b ütün müzik aletlerini ve piyanoyu incelikİi olarak çalabilme, dans ede­ bilme ve kitap yazarken ayak ve el p armaklarımızı i stemli olarak hareket ettirebilme becerilerini mümkün kılar. Duygulan araştıran nörobilimci meslektaşlarımız dahil olmak üzere pek çok araştırmacı, duygulanım ve duyguyu keskin bir ş e ­ kilde ayırır ve duyguyu afektif deneyimlerden yoksun, tamamen davranışsa! ve fizyolojik tepkiler olarak görür. Duygus al uyarıl­ mayı neredeyse duyguyla alakalı davranışları ve çeşitli viseral, yani iç organlarla ilgili (hormonal/otonomik) tepkileri de içeren bir dizi fizyolojik tepki olarak görürler. B u kişilerin b ilimsel gö­ rüşlerine göre, hayvanlar gerçekten bir ş eyi deneyimlemeksizin yoğun davranışsa! duygusal tepkiler verebilirler, b irçok araştır­ macı, diğer hayvanların duygus al uyarılmayı his setm ediklerine

46

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U LAR

inanmaktadır. Biz bu görüşe katılmıyoruz. Bazıları b ahs edeceği­ miz sistemlerin, bizim birincil süreç BeyinZihin diye adlandırdı­ ğımız, yaş antının atalardan gelen tiyatro sahnesinde hiçbir şey olmadan, derinlemesine bilinçdışı olduğunu iddia ederler. Biz bulguların, aksi yönde ses verdiğine inanıyoruz. İnsana Benzetmekten Kaçınmak ( Örneğin; 'kaygıya benzer davranış' )

Dünyanın Hakiki Doğası

(Hayvanlar i Duygusal Hisleri

Dünyayla

İlgili Yargılar

,--

Hayvanların Hiç Duygusal Hisleri Yoktur

1 Deneyimlerler

---- �>-- - -

! H ayvanlar

1 Duygu.s a l Hisleri � en�yım� er� er . l,..

1,

ı

a ı

Benzetme _

'.,

_

Hayvanların Hiç Duygusal Hisleri Yoktur

- Tip -----�:an ; ��-----ı

- - - - - -· -

Geçe rli İnsa na

'

Tip II Hatadan Kaçının

Geçerli İnsana B enzetmenin

��an

_

Şekil

__ _ _

i

j

1 . 5 . Hayvanların olası duygulanım doğası hakkında nasıl düşünme­

miz gerektiğiyle ilgili gerçek bir şema. Yirminci yüzyılın büyük bir bölümü, Tip I hataya düşmemek, yani bilimsel olarak doğru olmayan bir şeyi gerçek olarak kabul etmemek için, şemanın sağ alt köşesinin felsefi olarak duru­ lacak doğru bir yer olduğuna inanmakla geçirildi. Bu, hayvanlarda gerçek korku yerine, 'kaygı benzeri' davranışlara ilişkin tartışmalara sebep oldu. Bu kitap, kendilerini şemanın sol üst çeyreğinde konumlandıracak kadar bilge bilim insanlarının veri tabanı sonuçlarına dayandırılmıştır, ancak bu yolla yanlış inançlarımızı veya fenomenin varlığını değerlendirebilecek uy­ gun yöntemlerimiz olmadığı için gerçek fenomeni saptamayı kaçırdığımız Tip II hatalardan kaçınabiliriz.

Birçok nörobilimci, bir sürü fizyolojik ve duygus al davranış s a! tepkinin b eynin derinlerinde yer alan subkortikal yapılarda baş­ ladığını kabul etmeye isteklidir, fakat aynı yapıların ham afektif duyg ular üretebileceğini tipik olarak ya inkar eder ya da görmez­ den gelirler. Bu kişilerin görüşlerine göre, eğer bir hayvan teh­ likeyle karşılaşırsa, b eynin derinlerindeki yapılar (kalp atışının 47

Z i H N i N A RK E O L OJ i S i

hızlanması, evrensel stres hormonu olan kortizolün salgılanma­ sı ve kan akışına dahil olması gibi) viseral tepkilerin yanı sıra (donup kalmak ya da kaçmak gibi) otomatik davranışları üretir. Tepkilerin sadece fizyolojik, yani eşlik eden hiçbir duygulanım olmadan salt duygusal davranış olduğuna inanırlar. Bu akade­ misyenlerin hepsi insana özgü psikolojik süreçleri diğer hayvan­ lara atfetmenin, yani antrop omorfizmin temelde yanlış olduğunu iddia etmeye hazırdırlar (bu konuların iyi bir şekilde işlendiği Daston & Mitman, 2005e bakınız) . Pek çok başka akademisyen­ se bu tip konularla ilgili, daha temkinli, bilinemezci bir duruşu tercih ederek sessiz kalır. Afektif nörobilimsel yöntemlerle ortaya konmuş olan tüm memelilere ilişkin verileri okuma, yorumlama şeklimiz, insan ve hayvan zihinlerinin, genetik olarak b enzer -ev­ rimsel olarak bağlantılı- ve yüks ek zihins el aktiviteler için ge­ rekli pek çok benzer biyolojik 'değer yapısını' b arındıran afektif sistem üzerine inşa edildiği yönündedir (konuyla ilgili herkesin düşüncelerine rehberlik etmesi gereken gerçeklik ş eması için b kz. Şekil 1 .5). Açıkça görünen o ki, b azı sistemler b irbiriyle epeyce karşılaştınlabilir, öte yandan diğerleri ve özellikle de s osyal duy­ gular evrimsel farklılıklar için gerekli seçici baskılardan dolayı daha az benzerdir. İ lkel duygular olgun ins anların hemen her gün yaşayacağı duy­ gular değildir ancak çoğu yumruklarını sıkıp öfkeden kıpkırmızı olduğunu, inanılmaz derecede korktuğunu ve hem derin bir üzün­ tü hem de sevinç hissettiğini hatırlayacaktır. Bizim buradaki asli görevimiz zihinsel hayatımızın böylesi birincil süreç mekanizma­ larıyla ilgili olan ve pek çoğu hayvanlarla yapılan çalışmalardan elde edilen kanıtlan paylaşmaktır. B öyle hisler b ilincin enerjik biçimlerini, yani afektif yoğunlukla yüklü olan biçimini oluşturur ki biz bunu afektif bilinç olarak adlandıracağız. İ lkel duygular aslen p arlak ve zeki değillerdir ama dünyayla gerektiğinde hemen başa çıkmada ve bize sunduğu potansiyeli öğrenmede son derece yararlı oldukları için b eynimize inşa edilmişlerdir. İ lkel duygula­ nımlar hayatta kalmamızı s ağlamış olan atalardan gelen anılar­ dır. Atalardan gelen bu b eyin ağ örgülerinin çoğu duyguyu, yani bizim bazen çekirdek duygusal duygulanımlar ve ham d uygusal hisler diye adlandırdığımız deneyimleri p ek çok yol dan yaş atır. Hangi terimi kullanırs ak kullanalım aynı şeyden b ahsediyoruz. 48

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

İns. 'n üzerinde çalışan biliş s el bilim insanları, duygus al his­ lerin insan b eyninin bazı en üst bölgelerinden yükseldiğini iddia etme eğilimindedirler. İnsan psikolojisiyle bizim kadar ilgilenen pek çok bilim ins anı, bir insan veya hayvanın duygularının perifer fizyolojisindeki değişimden bilişsel anlam çıkardığında duygula­ nımların üretildiğini s avunur. Diğer bir deyişle, duygulanımlar yapısal olarak b eyinden gelmekten çok bedensel tepkilerle ilgili bilişsel düşüncelerden türer ve bunlarla tanımlanır. Bu görüşe göre, bir insanın midesi bozuksa veya yumruklan sıkılıysa, üst bilişsel b eyin (neokorteks) bu ilkel fizyolojik tepkileri, duyusal si­ nirler yoluyla b eyne girdiklerinde yorumlar ve bu hisleri duygu olarak tanımlar. Ve tahminen ancak o zaman, insan kaygılı veya kızgın olma duygusunun öznel deneyimine sahip olur. Bu yüz yıldan uzun bir zaman önce öne sürülen ünlü James-Lange duy­ gular kuramıdır (bkz. 2 . Bölüm) . B eynin kendisinin tipik olarak, duyguların da eşlik ettiği bedensel uyarılmaları başlattığını ar­ tık biliyoruz. Buna rağmen, bazı meslektaşlar daha ileri giderek, duygulanımların biz ancak onları söze dökebildiğimizde ortaya çıktıklarını, yani duyguların zihinlerimizin bilinçdışı güçlerini kavrams allaştırma becerimizden ortaya çıktığını ileri sürerler. Neokorteks b eynimizin dış kabuğu olduğundan, bilişselliğin ve dil yetisinin b eşiğidir. Bu bilişsel/dil kuramlarına göre, neokor­ teks b eynin içindeki duyguların fizyolojik denetimlerini "okudu­ ğunda" duygulanımlar oluşurlar. Bu kuramlara göre, bizim üze­ rinde duracağımız, b eynin derin bölgeleri herhangi bir deneyim üretemezler. Biz kanıtların aksi yönde olduğuna inanıyoruz. Okuma kuramlarında ima edilen şey bilincin biliş sellikle eş tu­ tulmasıdır; yani duygularımızla ilgili bilinçli farkındalığımız ile bunlara eşlik e den düşüncelerimizin bir tutulmasıdır. Ve eğer kişi, bilincin her zaman bilişsel olduğuna inanırsa, duygulanımlar bir ş ekilde bilişs el olmak durumundadır. Okuma kuramlarına göre, afektif bilinç duyguların fizyolojik değişimlerini ve içgüdüsel davranışları oluşturan derin beyin işlevlerinden kaynaklanamaz çünkü bu derin b eyin katmanları bilişsel değildir ve bu yüzden bilinçdışıdır. Duygulanımlar ancak tüm yüksek bilişs el faaliyet­ lerimiz için temel teşkil eden, b eynimizin en üst kısmı neokortek­ simize ağırlıklı olarak dayanan, bilinçli düşünme becerimizden kaynaklanabilir. Buna rağmen, birçok hayvan araştırması ve p ek 49

Z i H N i N AR K E O L O J i S i

çok klinik gözlem, bilincin bilişsellikle e ş tutulmasına karşı g elir. Eğer kişi, afektif duyguların, bilincin temel ş ekillerinden birisi olduğunu kabul ederse, bu zihin durumlarını, insan akılcılığının temeli olan bilişsel bilinci oluşturan b ilgi işleme türlerinden ayırt etmenin bir sürü yolu vardır (bkz. Şekil 1 .3 ) . Bir u ç örnek verecek olursak: Aslında b eyin yarı küreleri olma­ dan doğan ve dolayısıyla temelde neokorteksleri olmayan insan yavruları, entelektüel olarak gelişemezler ama eğer s osyal olarak onları içine alan çevrelerde iyi bakım görürlerse afektif anlam­ da canlı çocuklar olarak büyüyebilirler (Shewmon vd, 1999; bu durumdaki bir çocuğun fotoğrafları için bkz. Ş ekil 1 3 . 2 ) . D aha sonra göreceğimiz gibi, laboratuvar hayvanları üzerinde p ek çok dekortikasyon deneyi yapılmıştır. Eğitimsiz bir gözle b akıldığın­ da bu hayvanlar normal hayvanlardan ayırt edilemezler. As lında bu hayvanlar normalden daha duygusaldır. Bu çocuklar ve h ay­ vanların çok az miktarda neokorteksi olduğundan, afektif yete­ nekleri beynin daha derin bölgelerinden geliyor olmalıdır. Ç ok sayıda olası yorumla sınırlandırılmış çıkarımların olduğu bir b i ­ l im ortamında elde edilebilecek kanıt ancak bu olabilir. D evrimci nörologlar ve nöropsikologlar, artık yüksek bilişs el zihinlerimizin bile bu süreçlere izin veren alt subkortikal sistemler olmadan ça­ lışamayacağına işaret ediyorlar (örneğin Damasio, 20 1 0; Koziol & Budding, 2009). Bizim görüşümüze göre zihnimizin en e ski afektif temelleri pek çok yüksek zihinsel aktivite için vazgeçilmezdir. Kı­ saca, zihnin tümünü anlamak için, b eynin evriminde ilk olarak o r­ taya çıkan ve zihnin atalardan gelen türlerine s aygı göstermeliyiz. Konuşma veya hatta genellikle sol neokortikal has ara b ağlı olarak gelişen kelimelerle düşünme b ecerisini kaybetmiş afazik felç kurbanlarının da afektif kapasitelerini sürdürdüklerini s öy­ lemeye gerek yoktur ki bu durum bize afektif b ilincin dilden b a­ ğımsız olduğunu gösterir. Dolayısıyla, klinik gözlem n e bili ş s el becerinin ne de kelimelerle düşünme becerisinin afektif b ilinç için gerekli bir ş art olmadığını ortaya koyar. Hissedilen deneyim, anoetik olabilir, yani düşünce ürünü olmayan, düşünmeyen b irin­ cil süreç zihnimizle deneyimlenen zihin durumu olabilir ki b u b i ­ zim öğrenme v e bilgi temelli noetik bilinç olarak adlandırdığımız dünyayı bilişsel olarak anlamamızla ilgili olan ikincil süreç zihni­ mizden önce gelir. S aygın nöropsikolog Ende! Tulving'in (200 2 ,

50

ATAL A R D A N GE L E N T U T K U L A R

2005) s özleriyle devam edersek, otonoetik üçüncül süreç, düşünce yüklü bilincimizle zihnimizin içinde ileriye geriye bakmamıza ve zaman yolculuğuna çıkmamıza olanak sağlar. B u b akış açısı, birincil süreç çekirdek duygulanımların anoetik, afektif formda, ancak yoğun bir şekilde deneyimlenen bir bilinç olduğu ve yapısal olarak düşünce yüklü olmayan beyin 'bilgisine' dayandığına ilişkin köklü bir iddia içerir. Afektif durumumuzu hissederken, neleri duyumsadığımızı bilmeye ihtiyacımız yoktur. Diğer bir deyişle, birincil süreç duygus al hisler, en azından üst s eviyedeki bilişsel zihinlerimizin görüşüne dayanarak kimi za­ man p ek akıllıca olmayan bir şekilde önemli kararlan bizler için otomatik olarak hızla veren ham duygulanımlardır. Medeni bir toplumda, görgü kurallarından dolayı, duygusal eyleme dökme genellikle olumlu karşılanmaz. Yine de, böyle afe�tif hisleri üret­ me kap asitesi b eyin evrimi sırasında daha yüksek bilinç formları­ nın doğmasına yol açmış kritik bir olaydır. Kuşkusuz, tam olarak bilinçli farkındalığa sahip olmamız için düşünme, çalışma, karar verme ve o tonoetik becerileri mümkün kılan beynin ön bölgelerin­ deki s erebral korteksin yeterince oluşmasını b eklememiz gerekti. Fakat tüm o has s as düzenekler duygularımızdan yine de yoğun bir ş ekilde etkilenir. Afektif hislerin üst-beyne aktardığı içsel de­ ğerlendirmeler, ins an ve hayvanlara hayatta kalma konusunda ne kadar başarılı olduklarını anlatır. Ancak afektif hisler bazen b aşımızı düpedüz b elaya s okarlar. Eğer bu durum sürekli bir hale gelirse , çoğunlukla p sikoterapinin desteğine ihtiyaç duyarız. Zihnin bu evrimsel katmanlarını görselleştirmenin bir başka yararlı yolu da Şekil 1 .6'da özetlenmiştir. Solda gelişimin ilk dö­ nemlerindeki katmanların 'genişliğini' görüyoruz; bebek ilk baş­ ta neredeyse s adece birincil süreç bilincine s ahipken olgunlaşıp yetişkinliğe doğru ilerledikçe, üst-beyin bilgi ve fikirlerle doldu­ ğundan atalardan gelen değerler 'görünürde' küçülür (şeklin s ağ tarafı) . Psikologların çoğu bir yandan zihnin üst seviyelerini ince­ lerken bir yandan da temel öğrenme ve bellek süreçlerini inceleye­ rek orta s eviyeleri de araştırırlar (Bölüm 6). Nörobilimciler zihnin düzeneklerini, yani kendimizi ve dünyayı deneyimlemeye nasıl B ilinçsiz ya da istem dışı; sinir sisteminin otomatik tepki sine ilişkin süreçler -yn.

51

Zİ H NiN ARK E O L O J i S i

başladığımızı bilerek açıklığa kavuşturabilecek yegane bilim in­ sanı kabilesidir. Maalesef şimdiye kadar ancak birkaçı, insanın duygusal problemlerini ve psikiyatrik b ozukluklarını anlamak açısından önemli olabilecek, zihnin afektif hisler yönünü aydın­ latmaya çabalamıştır. Buradaki en temel amacımız, beynin zihinsel araçları için ge­ reken ana dayanaklar olan birincil duygus al süreçlerin doğasını anlamaya çalışmaktır. Hayatın başlarında b ebeklerin yaptıklarına ve hissettiklerine birincil süreçler rehberlik ederler. Yetişkinlik­ te ise artık gelişmiş olan üst-beyin işlevlerinin tam bir denetim kurduğu görülür. Ama psikoterapistlerin tümü b öyle bir gelişim sürecinin nadiren gerçekleştiğini de bilir. Biz yüks ek duygus al ve bilişsel süreçlere kısaca temas edeceğiz, ancak bu üst-beyin iş ­ levlerinin üzerine inşa edildikleri s ağlam afektif/evrimsel temel olmadan çökeceğini de söylemeden geçmemeliyiz. Bu hiyerarşik plan alandaki bazı geleneksel çelişkileri ele almamıza kolaylık­ la izin verir. Ö rneğin, insanlara neden korku filmlerine gitmek­ ten hoşlandıkları sorusu sıkça s orulur. C evap basittir: En yük­ sek üçüncül seviyelerdeki zihinsel fa aliyetle örneğin otonoetik bilinçle aslında güvende olduğumuz durumlarda, birincil süreç sistemleri kullanarak muhteşem bir şekilde eğlenebiliriz. B izler gök gürültülü bir fırtınadan keyif alabiliriz; ancak hayvanların çoğu korkudan titrer. Daha yüksek seviye süreçler olmas a, biz in­ s anlar olumsuz duygulanımları tetikleyen algılarla , yani KORKU gibi duygulanımlarla kendimizi 'gönüllü olarak' karşı karşıya bı­ rakmazdık. Düşüncelerimizin çoğunlukla duygularımızı takip et­ tiğinden de emin olabiliriz. Buna ilişkin ilk yapılan çalışmalardan birinde durumu ortaya koymak oldukça b asitti: İns anlar mutlu veya üzgün olduklarına ikna edildiklerinde, düşünceleri duygu­ larını takip etme eğilimindeydi (Teasdale vd, 1 980) . Bu evrensel bir gözlemdir. Ama bu mutluluğu ve üzüntüyü anlatan his lerin üst-beynimizden geldiği anlamına gelmez. Bu tür ilkel hislerin neokorteks tarafından "okunduğunu" gösteren bir kanıt yoktur, ancak bu tür inançlar varlıklarını ısrarla devam ettirmektedir. Okuma kuramları duyumların sadece duygus al fizyolojiyi yo­ rumlayacak kadar zeki hayvanlarda ya da dile s ahip olan hayvan­ larda ortaya çıkabileceğini ima e der. Bu s adece insanların b elki de diğer primatların afektif yaratıklar olduğu anlamına gelir.

52

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

Duygusal Süreç S eviyeleri Arasındaki İlişki Düşünce & Biliş sel Gelişim

Yüksek Biliş sel Süreçler Erişkinlikte BÜYÜK

S osyal Kültürel D eneyimler

E rken Gelişim Döneminde BÜYÜK

Gelişim ve Olgunlaşmayla İlgili Duyguların Profili Şekil

1 . 6 . B ebeğin B eyinZihin'indeki birincil süreç duygusal tepkilerinin

b elirgin ama zihinsel kontrol seviyelerinin gelişmemiş olduğunu özetleyen grafik. Bu yetişkinlerdeki yüksek akıl süreçlerinin (üçüncül süreçler) iyi ge­ liştiği fakat b irincil süreçlerin engellendiği ve birincil süreçlerin zihinsel hayata sadece az bir miktarda etkide bulunduğu veya iyi yetiştirilmiş birey­ lerde yüksek zihinsel regülasyonlann altında halci etkili durumda olduğunu gösteren ZihinBeyin organizasyonuyla karşılaş tırılabilir.

Büyük olasılıkla bu bakış açısına göre daha az zeki olan me­ meliler arzu olmadan çiftleşmekte, öfke olmadan saldırmakta, korku olmadan sinmekte ve şefkat olmadan b akım vermektedir­ ler. Sosyal kaybın acısını, yani p sişik acıyı his sedemezler. Şu anda b askın olan görüşün keskin bir açıklaması olabilir ama bu görüş hayvanlarla gerçekten beyin araştırması yap an ve bundan dolayı büyük olasılıkla bu konularla derinden ilgilenmesi gereken kişile­ re de çok uzak s ayılmaz . Günümüzün geçerli görüşüne rağmen (hayvan haklan hare­ ketlerinden hayvan duygulanımına ilişkin popüler kitaplara ka­ dar) ya da b elki bu geçerli görüşten dolayı pek çok nörobilimci çalıştıkları hayvanlardaki duygulanımlar konusunda kararlı bir ş ekilde bilinemezci bir duruş sergilemektedirler. Birçok kişi eğer duygulanımı doğrudan ölçemiyors anız, o zaman bunu tar­ tışmamalısınız diyor. Ama çekirdek duygulanımları ölçebiliyoruz.

53

Z İ H N i N A R KEOLOJ İ S i

Ç ekirdek duygulanımları ölçebilmek için s adece b eynin e n eski bazı sistemlerine ait b elirli b ölgelerin yapay olarak uyarılması­ nı gerçekleştirmek, bu çekirdek duygulanımların çeşitli öğrenme görevlerinde 'ödül' veya 'ceza' olarak hizmet verip vermediğini belirlemek gibi dolaylı yaklaşımları seçmemiz gerekiyor. Aslında hayvanların belirgin duygusal deneyimleri tecrübe ettiklerine ilişkin en inandırıcı kanıt şudur; doğrudan beyin manipülasyo­ nuyla içgüdüsel, duygus al davranış örgüleri uyarıldığında h ay­ vanların yapay olarak uyarılan bu içsel durumlara 'yaklaşma ve kaçma' şeklinde ödül ve ceza muamelesi yapmasıdır ve bu konu bu kitap boyunca üzerinde durulacak genel ilkelerden birisidir. Bu tip bir kanıt diğer hayvanlarda da afektif zihin yapılarının ol­ duğunu çok güçlü bir şekilde destekler. Bu aynı zamanda bize bu hislerin, nöral ağlar yoluyla nasıl oluştuğunu anlamadan önce, hangi beyin bölgelerini daha ayrıntılı bir şekilde anlamamız ge­ rektiğini göstermektedir. Beyin bilimciler bu tip kanıtları etkili bir ş ekilde kullanmayı dünyanın doğasını şimdiye dek çok ayrıntılı bir ş ekilde inceleyen kişiler gibi öğrenmelidirler. Eğer fizikçiler kafayı kuma gömüp do­ ğanın görece gizli yönlerini görmezden gelselerdi, trajik b oyutlara varacak tartışmalara yol açan kuantum devrimini es geçebilirdik. Bilim insanları arasında hayvanların ham duygusal hislerinin an­ laşılması bu denli hararetli tartışmalara yol açmasa da ins anın doğasını ve çeşitli psikiyatrik bozukluklarını tartışma biçimlerini değiştirecektir. Bu anlayış zihnin evrimini kafamızda canlandı­ rış biçimimizi nihayetinde yukardan aşağıya doğru kontrole izin veren ama açıkça aşağıdan yukarıya doğru olan bir süreç olarak değiştirebilir (Şekil 1 . 6) . Ama bir kuşak davranış çı nörobilimci in­ celedikleri hayvanların içsel afektif durumlarım açık bir ş ekilde ifade etmeyi öğrenmek zorundadır. Geleneksel olarak kaçınılan bu tür konulara ilişkin kaps amlı bir tartışmaya geçmek konusunda hala büyük bir direnç söz konusudur.

DUYGULANIMLAR BİRİNCİL DENEYİMLERDİR İlerleyen bölümlerde, (i) ilkel duygus al hisler (ii) içgüdüsel duygu­ s al davranışlar ve (iii) bunlarla b eraber gelişen vis eral tepkilerin hep sinin birb irinden 'göreceli olarak' farklılaşmış en az yedi s u54

ATA L AR D A N GE L E N T U T K U L AR

bkortikal sistemden b ahsedeceğiz; bu sistemler ARAYIŞ, KORKU, ÖFKE , ARZU, BAKIM, PAN İ K/YAS VE OYUN'dur ve bunlann var olduğuna inanmanın şu anda en geçerli şey olduğunu iddia ede­ ceğiz. Göreceli olarak diyoruz çünkü bu sistemlerin pek çoğunun birbiriyle örtüşen denetimleri vardır, örneğin: as etilkolin, norepi­ nefrin ve s erotonin adlı ünlü nöro-ileticiler aracılığıyla yönlendi­ rilen genel amaçlı uyarılma/dikkat üreten sistemler beyin sapı­ nın derinliklerinde yoğunluklu olarak biriken hücre gövdeleridir. (Bkz. Şekil 1 . 1 , ins an beynindeki birkaç önemli grubun yaklaşık yerleşimini gösterir) . Aynı z amanda "göreceli" ifadesinin de altını çizmeliyiz, çünkü ARAYIŞ gibi en büyük sistemler diğer duygus al sistemlerin ça­ lışması için çok önemlidir. Bu sistem farklı şekillerde öngörülü öğrenmeye [anticipatory leaming) rehberlik ettiği için pek çok ş eyi aranz ve bunu farklı yollardan yapanz. Bildiğimiz kadanyla, ARAYIŞ sistemi ve diğer tüm duygus al sistemler incelenmiş olan tüm memelilerde dikkat çekici derecede benzerdir. Diğer hayvan­ ların hisleri, insanların gündelik konuşmalannda kullandıkları ve tipik olarak b elirli hayat olaylarına b ağlı olan kızgınlık, kaygı vb. gündelik dilde kullandıkları ifadelere elbette özdeş değildir. Ama bunlar birbirlerine b enzemek durumundadırlar çünkü hisler aynı b eyin b ölgelerinin aynı nöro-ileticilerin ve diğer beyin kimyala­ rının ürünleridir. Bundan dolayı başka hayvanlarda da olduğunu ileri süreceğimiz çekirdek duygusal duygulanımlar, ins anların deneyimledikleri duygus al hislere karşılık gelmek durumundadır. Duygus al olarak adlandırmadığımız b aşka tip duygulanımlar da vardır (AÇLIK ve SUSUZLUK gibi çeşitli ilkel b edensel durum­ ların b eyin temsillerini içeren, gündelik hayatta küçük ve büyük tuvalet olarak adlandırdığımız mecburi ihtiyaçlan da kapsayan homeostatik duyg ulanımlar) . Ek olarak, dışardan tetiklenen du­ yuların yol açtığı zevkler ve acılar vardır (örneğin tatlılık ve acılık, İGRENME gibi pek çok farklı türdeki acı çeşidini de içine alan d uyusal duygulanımlar) . Bu kitapta bu homeostatik ve duyusal d uygulanımlardan ayrıntılı olarak b ahsetmeyeceğiz. Bu konula­ rın davranış s al yönleri, nörobilimciler tarafından hatırı s ayılır s ayıda araştırmaya konu edilmiş olsa da hemen hiçbirinde afek­ tif durumların davranışlara eşlik edebileceğinden söz edilme­ mektedir. Temelde duygus al hislerin çok ilginç olduğu gerçeğini 55

Z i H Ni N A R K E O L O J i S İ

bir kenara bırakacak olurs ak bunların üzerinde neden bu kadar duruyoruz? Çünkü bu tip duygulanımları açıklamak ins anın p si­ kiyatrik bozukluklarını anlamamız açısından çok önemlidir ve bunu yapmak aynı zamanda insanların duygusal problemlerinin etkili, ('klinik öncesi') hayvan araştırma modellerini tasarlama­ mıza olanak sağlar. Eğer hayvanlardaki hislerden ve bu hislerin beyinde nasıl yönetildiğinden hiç söz etmeden, sadece hayvanlar­ daki davranışsa! değişimlerden bahsedersek b öylesi bir gelişim kaydedemeyiz. Ö zetle, duygulanımların yalnızca çok az s ayıda türe ait b ilişs el ardıl düşünceler olmayıp tüm memelilerde duygus al ifa denin bü­ tünleyici parçalan olduğunu kabul edecek kadar sağduyuluyuz. Hayvanların bizlerle tam olarak aynı şeyleri his s ettiğini mi s öy­ lüyoruz? Elbette değil! Evrimin kanunu çeşitliliktir. Hiç kuşkusuz, tüm beynin ve beden süreçlerinin ince ayrıntıları her türde be­ lirgin bir şeklide farklılaşmış durumdadır. Doğrus u tek yumurta ikizleri bile sinir sistemlerinin ince yapılarına b akıldığında aynı değillerdir. İlkel hislerimiz, yüksek s eviyedeki zihins el yetenekle­ rimizle karıştığında daha ileriye doğru pek çok çeşitleme ve di­ zilim kaçınılmaz olarak ortaya çıkar. Bunlar haset, suçluluk, kıs­ kançlık, utançla birlikte hayranlık, umut, mizah hatta yücelme ve arınmayı deneyimleme kapasitesi gibi karmaşık sosyal duyguları yaratır (Hoffman, 20 1 1 ) . Bilimsel olarak hayvanların b öyle duygu­ lar hissedip hissetmediğini asla bilemeyiz çünkü bunun için dü­ şüncelerini bilmemiz gerekir ve biz henüz bunu onların duygusal hislerini okuyabildiğimiz kadar güvenle yap amıyoruz. Hiç kuşku­ suz b azı yüksek duygular özellikle bizler gibi varoluşlarıyla ilgili derinlemesine düşünmek ve konuşmak için gerekli b eyin gücüne sahip farklı ve karmaşık yaratıklara özgüdür. Hayatın normal akışı içinde ve özellikle de çocuklukta duy­ gulanımlar, yüksek bilişsel yeteneklerin gelişimiyle iç i ç e geçer. Bunun s ebebi, bizim de üzerinde duracağımız ilkel afektif alt yapı ile olgunlaşma sürecinde olan neokorteks arasındaki etkileşimdir. Neokorteks b oyut ve karmaşıklık açısından bir memeli türünden diğerine çarpıcı bir biçimde değişiklik gösterir; bu da b irbirinden farklı düzey ve tiplerde bilişs el yetenek ve zekalara yol açar. Şim­ diye kadar b elirtildiği gibi yüksek s eviye duygular, farklı memeli türlerinde mecburi olarak çok büyük ölçüde çeşitlenmiştir. Kar56

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

maşık duyguların p ek çoğu henüz nörobilimsel analizlere detay­ lı bir ş ekilde konu edilmemişlerdir; bu duygulara örnek olarak, ins anlarda yaygın görülen ve sosyal olarak yapılanmış , biliş sel olarak incelikle detaylanmış utanç ve hor görme gibi "karışık duy­ gular" dan söz edebiliriz. Kıskançlık gibi duygular üzerinde bir miktar ilerleme kaydedilmiş olsa da (Panksepp, 201 0c), haset ve suçluluk için gerçekçi laboratuvar modelleri yoktur. Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntülemesiyle (fMRI) elde edilen beyin taramaları gibi teknolojik ilerlemeler s ayesinde insan ZihinBe­ yin'indeki kolayca fark edilemeyen yüksek akıl süreçlerini artık görüntüleyebiliyoruz. Kıskançlık dişi ve eril beyinlerde farklı re­ simler vermektedir (Takahashi vd, 2006) , erkek kıskançlığı daha çok alt duygus al b eyin bölgelerinden yükselirken, kadın kıskanç­ lığı üst kortikal b ölgelerden ortaya çıkmaktadır. Bu da belki ka­ dın kıskançlığının ekonomik olarak ne kadar kayıp yaşanacağıyla ilgili değerlendirmelere dayanan ve daha çok bilişsel bir tepki olduğunu gösterir. E rkekler daha çok cinsel konularla meşgul­ dürler. Kıskançlığın b eyinde görüntülenmesine yönelik olarak "alt" p rimatlarl a (rhesus makaklarıyla) yapılan araştırmalarda b askın erkek makak, kendisine eşlik eden dişilerle, itaatkar erkek makakların cinsel ilişkiye girmelerini seyrederken ortaya çıkan beyin uyarılmaları, daha önce anılan ins an çalışmasında (Ril­ ling vd, 2004) gözlenmiş olana dikkat çekecek derecede benzerdir. Erkek kıskançlığını, ARAYIŞ, ARZU, KORKU ve giderek tırmanan YAS (Panksepp, 1 982, 2 0 1 0c) hislerinin bir karışımı olarak görmek epeyce kolaydır ama bu halihazırda sadece kuramsal bir girişim olacaktır. Kendi zeki türümüzde karmaşık fikirler duygulanımlarla iç içe geçmiş durumdadır. B aşka hayvanların farklılaşan bilişsel becerileri hiç şüphesiz farklı yüksek zihinsel manzaralar yaratır. Bl�na rağmen subkortikal beynin derinlerinde yatan aynı türden afektif yapılar, neokorteksten anatomik ve nörokimyasal olarak ayırt edilebilir ve tüm memelilerde çok benzerdir. Bu olgular tüm memeli türlerinde b enzer olan ve birçok birincil süreç afektif de­ neyim üreten sistemlerin varlığına iş aret eder. Birçok karmaşık s osyal duyg� olasılıkla daha ilkel afektif dinamiklerin bilişsel tutumlarla harmanlanmasından yola çıkarak öğrenme süreciyle oluşur. Kuşkusuz birincil süreç duygulanımlar ikincil süreç öğ57

Z İ H N i N A R K E O L OJ İ S İ

renme mekanizmalarını yönetir ve b u ikisi daha s onra daha üst bilişlerle birleşerek, birçok psikoloğun üzerinde durduğu üçüncül süreç zihinsel manzaralara dönüşür. Günümüzde araştırma konu­ su olarak karmaşık öğrenmeye hatta b aşka hayvanlarda yüksek zihins el becerilere karşı bile fazla ilgi gösterilmektedir fakat çok ilginç olan bu çalışmaların çok azı b eyin araştırmalarıyla b ağ­ lantılıdır. Çünkü biz insanlar ileriye doğru bakabilen geriye dönük hatır­ layabilen otonoetik bilincimizin içinde, duygulanımların karma­ şık fikirler ve kişisel deneyimlerle harmanlanarak ortaya çıktıkları yüksek zihinsel bağlamlardan bağımsız olarak var olabilecekleri­ ni düşünebilmekte çoğu zaman zorlanırız. Bizler aynı z amanda hisleri en saf halleriyle kavramsallaştırmakta da güçlük çekeriz. Hisleri hayatlarımızın detaylı bilişsel b ağlamlarında görmek çok daha kolaydır. Belirli bir kişinin bizi kızdırdığını veya korkutucu bir deneyimin korkuyu yaş amamıza sebep olduğunu düşünürüz. (Felsefe terimleriyle konuşmak gerekirs e bu durum duygulanım­ ların amaçlı ve her zaman "bir şey hakkında" ol duğu anlamına gelir. Bunlar, "duygusal değerlendirmelerden" doğan "önermeli tutumlardır" ve bu konu sadece burada geçtiği kadarıyla üzer:inde duracağımız bir konudur.) Çünkü b eyin kendi içinde birb iriyle o kadar bağlantılıdır ki biz fikirleri ve duygulanımları tamamıyla birbirinin içine geçmiş şekilde deneyimleriz ve fazlaca bili ş s el yaratıklar olduğumuz için düşünce ve algıların duygulanımları yarattığını varsayarak bilişselliği birincil olarak görme eğilimin­ de oluruz. Hala hayat deneyimleri olmadan afektif kapasitemizin olamayacağını, hayat deneyimlerinin bize duygulanımlara s ahip olmayı öğrettiğini öne süren p sikologlar vardır. Tehlikeli veya acı verici durumlarla daha önce hiç karşılaşmamış kişilerin korkma hissini yaşayamayacaklarını iddia ederler. Bu tip kuramcılar için duygular büyük ölçüde öğrenilmiş tepkilerdir. Fakat birincil süreç seviyesinde duygular bireys el öğrenme meselesi değildir. Beynin içine evrim yoluyla inş a edilmişlerdir: Onlar atalardan gelen "anılardır." Bildiğimiz kadarıyla, donanımı tüm memeli b eyinlerinin subkortikal ağlarında yerleşik olan yedi temel duygunun tam olarak tamamlanması için gerekli doğuştan gelen nöral kapasiteyle dünyaya geliyoruz. Bizler bunu b elirli be­ yin b ölgelerinin uyarılma tekniklerini kullanan hayvan araştır-

58

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

malarında açık b i r şekilde görüyoruz. ö rneğin, kişi KORKU üreten sistemi (amigdaladan orta b eynin merkezine doğru giden uzun bir yol, 5. Bölümde tarif edilen periakuaduktal gri madde PAG) , elekt­ riksel veya kimyasal ş ekilde yapay olarak uyardığında deneyimsiz ve genç hayvanlar bile sinecek ve eğer uyanın yeterince güçlüyse dehşet içinde kaçışacaklardır. Aynı zamanda bu tip beyin uyarıl­ malarını durdurmayı hızla öğrenir ve bu tip deneyimleri yaşadık­ ları yerlerden kaçınırlar. Yine de yapay uyarılmalar çevreyle ilgili herhangi bir bilgi s ağlamazlar. Bundan dolayı, tüm diğer temel duygulanımlar gibi KORKU'yu deneyimleme kapasitesi de çevre ­ s el yaş antılardan bağımsızdır. Bir anlamda duygulanımları hisse­ debilme geniş ölçüde 'nesnesizdir' . İlk başta çok az sayıda uyaran b öyle B eyinZihin durumlarını etkinleştirebilir, fakat bu uyaran yelp azesi öğrenme yoluyla hızla genişler (bkz. Bölüm 6) . KORKU, memeli b eyninin doğuştan gelen bir kapasitesidir. Bununla birlikte, KORKU tüm diğer temel duygular gibi öğrenme yoluyla ayarlanmaya başladıkça bilinçli zihinlerimize kodlanarak dünyaya ilişkin düşünce ve niyetlerle (daha önce belirttiğimiz üzere b unlar, fels efecilerin ' amaçlı tutumlar' diye adlandırdıkları tutumlardır) hızla iç içe geçer. Bunun sonucunda, dünyayla ilgili değerlendirmelerimiz hislerimizi oluşturabilmektedir. En temel duygularımızın doğar doğmaz ifade edilmeye ihtiyaç­ ları yoktur. BAKIM, ARZU ve OYUN'un içinde bulunduğu bazıları (ki bunlar türden türe göre çok değişkenlik gösterirler) ARAYIŞ, Ö FKE ve KORKU gibi diğerlerinden çok sonra devreye girerler. Fakat bu duyguların tümü genetik donanımımızda var olan nö­ ral alt yapılardır. B azı memelilerde PANİ K/YAS tepkisi yaş amın erken döneminde aktif hale gelir (belirgin derecede olgunlaşmış veya erken gelişmiş olarak dünyaya gelen otoburlarda olduğu gibi); diğerlerindeys e daha geç aktifleşir (pek çok etobur veya ba­ kıma muhtaç yavruda olduğu gibi) . Laboratuvarda yüzlerce nesil b oyunca üreyen sıçanlarda olduğu gibi, evrimsel seçicilik b askı­ sında çok büyük bir rahatlama olduğu için (aslında bunların b elki sadece davranışsa! ifadeleri) b elirli duygusal sistemler dumura uğramıştır. Ö rneğin sıçan ve farelerde diğer birçok memelide olduğu gibi güçlü bir ayrılık çağrısı yoktur; bunun nedeni b elki de tek b aşlarına barındırıldıklarında çok fazla stres yaşamayan hayvanların kazara seçilmiş olmasıdır. Bunların en sıradan çağ59

Z i H N i N A R K E O LOJ i S İ

rıları soğuğu hissetmek gibi b edensel stres üreticiler tarafından ortaya çıkarılan yoğun stres çağrılarıdır. Birincil süreç duyguları genlerimiz kontrol ettiği için, farklı türlerin duygus al mizaçları arasında geniş çeşitlilik görülebilir, aynı ş ekilde araştırma için yetiştirilen ve binlerce çeşidi olan sıçanlar gibi, p ek çoğunun be­ lirgin kişilikleri bulunmakla b eraber b azılarının mizaçları yapay olarak üretilmiştir (Crawley, 2007) ve farklı laboratuvar cinsleri­ nin mizaçları arasında da büyük çeşitlilikler görülebilir. Duygulanımları deneyimleme yeteneği beynin içine inşa edil­ �iş olmasına rağmen insanlar ve hayvanlar doğduklarında s adece birkaç belirli uyarana karşı koşulsuz veya içgüdüsel afektif tepki­ lere sahiplerdir. Hayvanların hemen hepsi yüksek s esten ve acıdan korkarlar. İnsan yavruları sıkıca kucaklanmadıklarında veya dü­ şürüldüklerinde ağlarlar. Hemen hemen tüm küçük yaştaki meme­ liler anneleri tarafından yalnız bırakıldıklarında, hemen ağlarlar; ancak bu tepkinin olgunlaşması köpekler ve insanlar da dahil ol­ mak üzere birçok türde biraz zaman alır. Duyusal farklılaşmala:r­ dan dolayı belirli bir türe özgü bazı içgüdüsel afektif eğilimler de vardır. örneğin, sıçanlar doğaları gereği kendilerini avlayan kedi veya yaban gelinciği gibi hayvanların kokularından korkarlar. Tüm yaş amını kafeste geçirmiş bir sıçanın, kafesine avcının tüylerinden birazcık koyduğunuzda, dalı � önce hiçbir avcıyla karşılaşmamış

olsa bile ürkecek ve korkacaktır. Bu vakada koku b elirli bir i çgü­ düsel tetikleyicidir veya davranışçı dilde korkmanın Şartsız Tep­ kisini (ŞT) uyandıran Şartsız Uyarandır (veya Uyaranlardır, ŞzUr) , (Yiyeceğin geleceğini haber veren metronom sesine s alya akıtan köpeklerle yapılan ünlü İvan Pavlov deneyinde olduğu gibi Şartlı Uyaranlar [ŞU] herhangi bir nötr ipucuyla eşleştirildiğinde, klasik şartlanmaya [KŞJ, yani Şartlı Tepkilere [ŞT'ler] yol açar) . D avranış­ çılar avcının kokusu veya elektrik şoku gibi caydırıcı ŞzUr'ların p ek çok öğrenme görevinde "ceza" görevi gördüğünü kabul etmekle birlikte, korku dolu olmak gibi Şartsız Tepkilerin [ŞzT'lerin] aynı zamanda anlamlı bulmadıkları için içsel bir duygusunun da oldu­ ğunu da görmezden gelebilirler. Diğer ŞzUr'lar uzaklaşma davra­ nışından çok yakınlaşma davranışını destekleyerek "ödül" görevi görürler. Buna rağmen hayvanlarda davranışsa! öğrenmenin altın­ da yatan mantığa karşılık gelen herhangi bir duyguyla ilgili çok az tartışma yapılagelmiştir. Elbette ö dül ve cezalar büyük olasılıkla

60

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

beyinde afektif hisler ürettikleri için öğrenmeye aracılık r:tm�kte gayet başarılıdırlar. Pekiştirmenin tuhaf süreci hislerin beyi.zıde nasıl işlediğini b elki gösterebilir. İnsan ve hayvanlar gündelik hayatın sıradan gidişatı içerisi n­ de, ş artl anm a ve diğer öğrenme deneyimlerine maruz kaldıkları: ı­ da ş artlı uyaranları gösteren bu kısa liste çok geçmeden katlanc.­ rak uzar. Ö rneğin , ş artlanma deneyimleri hayvanların daha önce kendilerine nötr gelen bir uyarana karşı duygusal bir tepki geliş­ tirmelerine yol açar. Buna örnek vermek gerekirse bir kedinin b oy­ nuna çıngırak asılıysa ve sıçan bu kediyle karşılaşırs a, sıçan çok kıs a bir s üre içinde çıngırağın sesini duyduğunda korkmayı ve kaçmayı öğrenecektir. Daha zeki hayvanlar seb ep sonuç ilişkisini ve ayrıca zamanın geçişini bilişsel olarak (3. Bölümde göreceğimiz gibi p ek çok yanlışlık yaparak olsa da) algılama yeteneğine sahip­ tirler. İnsanlar bir yandan refahlarını artırmak ve yaş am-kalım­ larını garantilemek öte yandan ise memnuniyetsizliklerini ölme olasılıklarını azaltabilmek için (3 . Bölümde göreceğimiz gibi bu bilgiyle ilgili de pek çok yanlışlık vardır) geçmiş öğrenme dene­ yimlerini hatırlayarak davranışlarını düzenleyebilirler. Ö rnek olarak, ins anlar dağ yürüyüşüne çıkacakları zaman sıklıkla pek çok değişik güvenlik donanımını, yani yeterince su, yedek kaban, güneş kremi, suya dayanıklı kibrit vd, yanlarında götürmeyi öğre­ neceklerdir çünkü çeşitli olası değişikliklerin tehlikeli olabilecek s onuçlarını öngörüp değerlendirebilecek kadar zekidirler. Afektif tepkilerin yanı sıra gözle görebildiğimiz bu tepkilere eşlik eden b elirgin duygus al davranışlar da genel olarak nörobi­ lim alanında beynin p ek de iyi araştırılmamış yönleridir. Duygu­ lanımlar çok çeşitli birtakım yollarla bize iyi veya kötü hisset­ tirirler. ARZU kap asitemizden yükselen cinsel doyumun yarattığı iyi his setme hali alt alta üst üste oynanan OYUN'un yarattığı keyiften ya da kişinin bebeğine BAKMA'sının yaratacağı duyarlı ve engin mutluluktan oldukça farklıdır. KORKU engellenmenin ya­ rattığı Ö FKE den tamamıyla farklı bir duygusal "acı"dır her ikisi de s osyal izolasyonun yarattığı PANİK'in çaresizliğinden farklı­ dır. Dünya üzerinde aradığımız şey ister güvenlik ister kuruye­ miş i sterse bilgi olsun, ARAYIŞ bize özel, enerji dolu, hatta b azı zamanlarda öforik bir his verir, ama bu aynı zamanda pek çok olumsuz olaya da s ebep olabilir. 61

Z İ H N i N A R K E O LO J i S i

Ç ok geniş bir çeşitlilik gösteren b u olumlu ve olumsuz duy­ gulanımların her biri evrimin gidişatı içinde hayatta kalmayı destekleyecek avantajlar sunarak yaş amımıza rehb erlik ederler. Duygulanımlar hayatta kalma ve üreme oyununu ne kadar etkili oynayacağımızı bize gösteren ve atalardan gelen anılarımızdır; bu anılar genetik şifremizin ortak ve zihin dışı "bilgeliğiyle" sonraki kuş aklara aktarılırlar. Yiyecek, su, eş, çocuk veya oyuncu arkadaş­ larla bir araya gelmek gibi çeşitli hoş duygulanımlar uyandıran etkileşimler hayvanların yaşam-kalımını ve üremesine destekler. Avcılar, rakipler, hava durumunun kötü olması vd, gibi acı dolu duygulanımlar uyandıran hayat deneyimleri yaşamı ve üreme ka­ pasitesini tehlikeye atarlar. B öylelikle ilkel duygulanımlar onlar olmadan hayatta kalama­ yacağımız yaklaşma ve kaçınma gibi en temel içgüdüsel davranış örüntülerimizin gerekli alt yapısını s ağlarlar. İnsanlar ve diğer hayvanlar hoş duygulanım uyandıran şeylere yaklaşır, kötü his­ settiren şeylerden de kaçınırlar. Her ne kadar davranış çılar pekiş­ tirmeyle ilgili beyin süreçleri hakkında pek bir şey öğrenememiş ols alar da afektif değişiklikler yeni davranış örüntülerini tam da bu sayede pekiştirirler. (Pekiştirme terimi az önce b elirttiğimiz gibi duygulanımların öğrenme b ağlamında nasıl işlediği bilgisin­ den biraz daha ileri bir anlam taşır ve sadece temel birincil süreç duygulanım anlamında kullanılmamaktadır.) Hayvanlar ne bu hisleri "bilir" ne de bunlarla uğraşır, yani bu hisler pek çok türde enikonu ilkel anoetik deneyimler olabilir. Buna rağmen ins anların hiç kuşkusuz kişisel deneyimlerine iliş ­ ki n pek çok düşünce v e tefekkürleri vardır v e bunlar duygulanım­ ları zenginleştirerek duygusal deneyimlerin noetik (olgusal b ilme) ve otonoetik (otobiyografik zaman seyahati) formlarını ortaya çı­ karırlar (özet için, b kz. Vandekerkhove & Panksepp, 2009) . Hayli zeki insansı büyük maymunların ve etoburların pek çoğunun dahil olduğu diğer memelilerin yüks ek s eviyede bilişsel , düşün­ meyle dolu, kendi düşünceleri üzerinde düşünebilen bir bilince ne derece s ahip oldukları s orusu tüm memelilerdeki ilkel afektif duygus al deneyimlerin varlığı konusunda bizim çözmeye ç alıştı­ ğımız s orundan kuşkusuz daha zordur.

62

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

BEYİN, ZİHİN VE DAVRANIŞ ÇALIŞMALARININ ÜÇ GENLENME Sİ Hayvan duygulanımları, ins an sağlığını anlamak için neden bu kadar önemlidir? Ç ünkü onları anlamak kendi temel değer sis­ temlerimizle, yani bizleri içsel olarak iyi ve kötü his settiren ha­ yatın yönleriyle ilgili b ilgiyi s ağlar. Bu tür süreçleri insan bey­ ninin ince nöral s eviyelerinde araştıramayız. Memeli türlerinde duygulanımları anlayabilmemiz için (i) memelilerin beyni (ii) b aşka hayvanların içgüdüsel duygus al davranışları ve (iii) ins an zihninin öznel durumları üzerinde eşit derecede yoğunlaşan üç­ gen araştırma yöntemini kullanmak s on derece yararlı olacaktır. Böyle üçgenlemeler kendi türümüzün olduğu kadar başka hay­ vanların afektif hayatlarının da nöral dayanaklarım araştırabil­ memizin b aşlıca araçlarıdır (Panksepp, 1 998a) . Bu yöntem genel olarak afektif araştırma temelli anlayışın biyolojik psikiyatri ve özellikle de p sikoterapi uygulamalarının geliştirilmesine büyük bir katkıda bulunabilir. Aynı zamanda diğer hayvanların bazı de­ neyimlerini ilk kez bilimsel olarak anlamamızın yolunu da açar. B u üçgenleme yönteminin ilk bileşeni beyin sistemleri ve iş­ levleridir. Nörobilimsel araştırmanın en öncelikli bileşeni her zaman için fiziksel somut b eyin olmalıdır. Hayvan ve insan dav­ ranışları ve akıl s üreçleriyle ilgili derin bir anlayışa ancak beynin nasıl çalıştığını öğrendiğimizde erişebiliriz. Bununa birlikte bu kitabın genel kaps amı içinde altta yatan nörolojik nörokimyasal ve nörogenetik konulara mesleki bilimsel bir toplantıda olduğu kadar derinlemesine girmeyeceğiz (tüm bu ayrıntılar için bkz. Panksepp, 1 998a). İ kinci bileşen ise hayvan davranışlarının özellikle de doğal (iç­ güdüsel) davranış eğilimlerinin, yani ş artsız tepkilerin (ŞzTlerin) dikkatle incelenmesidir. Şimdilerde pek çok kanıt aslında afektif yaşantıların (yani bilinçli, öğrenme görevlerinde "ödüller" ve "ce­ zalar" olarak hizmet eden, beynin içindeki şartsız süreçlerin) şart­ sız duygusal d avranışlar üreten beyin ağlarına eşlik ettiğini gös ­ termektedir. Dolayısıyla hayvanlarda doğal duygus al davranışları ortaya çıkaran b eyin manipülasyonunun aynı zamanda eşlik eden afektif durumları da b aşlattığı sonucuna varabiliriz. B eyin tabii ki b a şka yollarla yapılanmış olabilir. İ lkel duygusal duygulanımlar 63

Z İ H N İ N A R K E O LO J i S İ

ile içgüdüsel davranışsa! ifadeler arasındaki henüz yeni keşfedil­ miş olan bu karşılıklılık, memelilerin tümünde ve büyük olasılıkla omurgalıların çoğunda afektif yaş antının duygus al uyarılmanın ayrılmaz bir parçası olduğunu layıkıyla göstermiştir. Ü çüncü bileşen temelde ins anın kendi afektif deneyimleriyle ilgili olarak yaptığı sözlü bildirimlere dayanan p s ikolojik analiz­ dir. İns anlar kendi hisleriyle ilgili uzun uzadıya konuşabilirler. Dolayısıyla, eğer b elirli bir b eyin manipülasyonu hayvanda bir duygusal davranışı oluşturuyors a ve ins anlar da b enzer b eyin bölgeleri uyarıldığında b enzer afektif yaşantıları tarif ediyor­ lars a, o zaman bu hayvan gözlemleriyle uyumludur. Ayrıca hay­ vanların sinir sistemlerinin b elirli durumlarını devam ettirmek veya kaçınmak eğilimlerini kullanarak bir ş eyi his s e dip his set­ mediklerini s aptamanın p ek çok yolu bulunduğundan hayvan­ ların hiç değilse gerçekten arzu ettikleri veya etmedikleri zihin­ sel yaşantıları olduğundan emin olabiliriz. Ö rneğin hayvanlar birtakım b eyin manipülasyonlarını elde etmek için uğraş acaklar mı yoksa bu manipülasyonlardan uzak mı duracaklar veya b öy­ le b eyin uyarılarını deneyimledikleri yerlere geri mi dönecekler yoksa o yerlerden uzaklaşacaklar mı, hayvanların b eyin b ölgele­ rini elektrikle uyarıp bu soruları onlara deneysel olarak "s ora­ biliriz." Hayvanların tepkileri ö zellikle b enzer durumlarda olan insanların sözlü bildirimleriyle karşılaştırıldığında aradığımız cevapları bize verir. Ö zetle halihazırda duygusal hisler ve diğer duygulanımların memelilerin b eyninde nasıl düzenlendiğine ilişkin en ikna edici bilgi , b elirli b eyin sistemlerinin doğrudan manipülasyonuyla elde edilmektedir. Her ne kadar deney hayvanlarına yaş antılarının tam olarak niteliğini s oramas ak da deneysel olarak uyarılmış duygus al davranışları b elirginse ve insanlar da aynı ş ekilde uyarıldıkların­ da b elirgin duygusal yaşantıları bildiriyors a pek çok p sikoloğun s avunduğu b asit genel "pozitif' ve "negatif' duygulanımlardan çok b eyinde daha kararlı bir afektif altyapı için prima facie [ilk bakış, ilk izlenime b ağlı] bir kanıtımız var demektir. Ayrıca hayvanların

bazı hisleri ayırt edip etmediklerini tespit etmek için (örn. Stutz vd, 1 974) hayvanlarda ayrımsama testleri de tas arlayabiliriz ama bu araştırma alanı henüz pek bir gelişme kaydetmemiştir. 64

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

Nörokimyas al Manipülasyonların Kritik Önemleri B eynin bölgesel olarak elektrikle uyarılmasına ek olarak belir­ li duygus al davranışları oluşturmak için hayvanların beyinlerinin farklı bölgelerine belirli kimyasallar uygulanabilir. Ö rneğin korti­ kotropin s algılatıcı hormon (CRF) , yani beyin-beden stres tepkisi­ ni b aşlatan yönetici sistem (donup kalmak ve kaçmak gibi) KOR­ KU tiplerini meydana getirir ve C RF sosyal ayrılık yaşandığında ağlamayı önemli ölçüde artırdığından diğer memeli ve kuşlarda PAN İ K/YAS'ın olduğuna inanmak için iyi bir nedenimiz vardır. Eğer hayvanın duygus al davranışlarındaki değişikliklerin hay­ vanın afektif durumunu gösterdiği hükmümüzde haklıysak insan beyninin b enzer bir şekilde manipülasyonunun aynı afektif deği­ şiklikleri ortaya çıkartacağını da varsayabiliriz. İnsan beyninin belirli bölgelerinin kimyasal yolla uyarılmasına ilişkin çalışmalar çok azdır ama hayvanlarla bol miktarda yapılmıştır ve bu bize insan beyninde birincil süreç duygulanımların nasıl üretildiğiy­ le ilgili birçok çıkarım sunar. Gerçekten de biyolojik psikiyatride ayrılık acısı sistemini engelleyen maddeler yeni antidepresanla­ rın geliştirilmesi açısından en ön sıralardadır (eksiksiz bir genel değerlendirme için bkz. Watt & Panksepp 2009) . B eyin kimyalarını b elirli ş ekillerde etkileyen ve periferal olarak uygulanan madde­ lerle ilgili muazzam çalışmalar yapılmıştır. Hayvan ve insan veri­ leri dikkat çekecek derecede uyumludur. Ö rneğin tüm memeliler tipik olarak aynı maddelere bağımlılık geliştirmektedirler. Bu bil­ ginin uygulamada büyük bir değeri vardır çünkü insan ve hayvan afektif deneyimleri arasında doğrudan nörofarmakolojik benzet­ meler yapmaya olanak s ağlar. Burada b eynin kapsamlı nöroanatomi ve nörokimyalarının üzerinde derinlemesine durmayacağız ama en azından günümüz düşünme b içiminin kısa bir taslağını sizlerle p aylaşacağız. Ö rnek vermek gerekirs e tüm memeli beyinlerinde, (morfin ve eroin gibi işlevsel olarak b ağımlılık yaratan maddelere benzeyen) "opioid" adı verilen doğal opiat benzeri iletici kimyasallar sinir hücreleri arasında "bilgiyi" ya da daha iyi bir ifa deyle "var olmanın hal­ lerini" iletirler. Ö rneğin beta-endorfin beynin belirli subkortikal b ölgelerinde bulunan sinir hücrelerinin sinaptik yüzeylerinde yo­ ğunlaşmış mu-reseptörleri adı verilen "dinleyen" büyük molekül65

Z i H N i N A R K E O LOJ İ S i

lere bağlanarak arkadaşlık veya keyif veren tatlar ve dokunuşlar gibi çeşitli arzu edilir içsel durumlar üretir. Doğal opioide duyarlı mu-reseptörleri acı hislerini ortadan kaldırarak b eyne tatmin edi­ ci güzel hisler yollar. 8 ve 9 . B ölümde özetlediğimiz gibi opioid tarafından denetlendiği keşfedilen ilk duygus al tatmin bizim için önemli olan insanların yanındayken, yani güvende ve s osyal olarak tatmin hisleriyle doluyken yaşadığımız b ağımlılık yaratan s evgi­ dir (Panksepp, 1 98 l a) . Yenilerde bu tip kimyaların şekerlemelere karşı geliştirdiğimiz b ağımlılığa da aracılık ettiği bulunmuştur (Avena vd, 2008) . Bu kitapta bahsedeceğimiz başka pek çok afektif örnek bulunmaktadır. Aslında doğal yollarla elde ettiğimiz tatmin madde b ağımlılığını önleyebilir. En kayda değer bulgulardan bi­ risi anne olmanın kokainin etkilerine benzer ş ekilde subkortikal beyin bölgelerini "ışıklandırmasıdır," yani annelik b ağımlılığa yol açan maddeler kadar cezbedicidir (Ferris vd, 2005 ) . İleticilerin b elirli reseptörlere b ağlanmaları "anahtar v e anah­ tar deliği" şeklinde olur, göreceli olarak küçük iletici moleküller anahtar ve daha büyük moleküller de anahtar deliği olarak nö­ ral ateşlemeyi yöneten "kilitlere" hizmet ederler. B eynin duygusal bölgelerinde böyle moleküller hislerimizin kilidini açabilirler. Pek de şiirsel olmayan bir ifadeyle b elirli anahtar b enzeri moleküller birçok sinapstan, yani nöronlar arasındaki bilgi alışveriş aralı­ ğından geçerek belirli reseptör moleküllere b ağlanırlar ve birkaç farklı duygus al uyarılma tipiyle s onuçlanan karmaşık kimyas al bas amakları ba şlatırlar. Bu duygusal kimyalann p ek çoğunun , beyinde geniş çaplı olarak hareket ettiğini kaydetmek önemlidir. Bunlar farklı ağ örgülerinin işlevlerini tek bir duygusal orkestra şefinin yönetiminde toplamak için b eynin p ek çok yerinden s algı­ lanır. Ö yle görünüyor ki daha büyük ileticilerden b azıları amino­ asit zincirleriyle, yani nöropeptitlerden yapılandırılmıştır. Bun­ lar deneyimleyebildiğimiz belirgin duygus al eğilimler ve hislere önemli ölçüde özgünlük sağlarlar. Nörobilimciler nörokimyas al sistemin hareketleriyle duygus al ifadeler arasındaki nörolojik adımların hepsinin haritasını henüz çıkartm amışlardır. Bu uzun bir zaman alacaktır. Fakat artık özel­ likle nöropeptitler gibi b elirli b eyin kimyas allarının büyük oran­ da öngörülebilir duygus al tepkiler üretebildikleri net bir şekilde ortadadır. Ö rneğin, yavru kuşl arın b eyninde ayrılık acısını yan-

66

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

sıtan ağlamayı b aşlatan (3 1 aminoasitten oluşan iletici molekül) kortikotropin salgılatıcı hormonun gücünü görmek için 9. Bölüm­ deki Şekil 9 . 3 ' e b akınız. 9. B ölümde kaps amlı olarak tartışacağımız üzere az miktarda opioid, mu-reseptörlerine bağlandığında da buna zıt olan his or­ taya çıkar. Bu duygusal olarak tatminli doygun tepkileri üreten kimyas al adımlan b aşlatır. Hayvanlar mutlu ve rahatlamış şekil­ de kendilerinden pek memnun görünürler. Tek başlarına kalsa­ lar da ağlamaya hiçbir heves etmezler ve hiçbir şekilde uykulu görünmezler; aslında duygusal kaygılarını yatıştırmak için çok az dozlara ihtiyaç duyarlar ve bu hayvanlar sıklıkla daha hare­ ketlidirler. Daha çok oyun oynarlar. Eğer doz fazlaysa hayvanlar uykulu hale gelirler. Yüksek "farmakolojik" ve düşük "fizyolojik" dozlarda katatoni, neredeyse koma hali sergilerler. Ama ağlama­ yı azaltan düşük dozlar, sinir sistemleri gelişmemiş olduğu için b eyinlerinde çok büyük etkilerde bulunur. Fetüs biçiminde "pre­ matüre" doğan b azı fareler dışında az önce bahsedilen tipte etki­ ler göstermezler. Eğer az dozda opioid uygulamasının ardından oluş an tatmin olma halinin, hayvanlarda tatmin olma hislerinin bir yansıması olarak vars ayars ak memeli türleri boyunca subkor­ tikal ağ örgüleri ve işlevlerin benzer olduğunu göz önünde tutarak insanların da b enzer tepkiler vereceğini varsayabiliriz. Gerçekten insanlarda da bu tip tepkiler vardır. Bu tüm b ağımlılık yapan opi­ oidler açısından çok iyi b ilinmektedir. İnsanlar opioidlerin etkisi altındayken s akinlemiş ve rahatlamış hissettiklerini söylerler. B .ınun s eb ebi PANİK/YAS sistemlerinin daha az çalışmasıdır. Sos­ yal izolasyon yaş ayan yalnız ins anların neden bu tip maddelere daha fazla b ağımlılık geliştirmeye eğilimli olduklarını açıklaya­ bilir. Aslında bu kadar bağımlılık yapmas alar opioidler neredeyse mükemmel antidepresanlar olabilirlerdi. Şimdilerde daha güvenli ve daha az bağımlılık yap an (buprenorfin gibi) opioidler vardır. Bunlar diğer terapilere dirençli depresyonları tedavi etmek için kullanılabilirler (Bodkin vd, 1 995). Birçok hayvan araştırması ya­ pılmış olduğundan çeşitli duygusal durumları yöneten muazzam s ayıdaki nöropeptitler ve küçük iletici moleküller için bile karşı­ laştırmalı fikirleri artık üretebiliriz. Bu tip moleküllerden birisi tek bir aminoasit tirosinden sen­ tezlenen dopamindir. Bu küçük iletici molekül hayvanları yaşa-

67

Z i H N i N A R K E O LO J i S i

dıkları çevreyi hevesle araştırmalarına teşvik eder (bkz. B ölüm 3). B öyle afektif ve davranış sa} uyarılmalar "p siko uyarıcılar" adı verilen ve beyindeki dop amin s algısını artıran maddelerin uygu­ lanmasıyla da elde edilebilirler. Dopamin bu durumda dop amin reseptör anahtar deliklerini kap atan anahtar görevini görür (B elli başlı beş adet dopamin reseptörü vardır ve her birinin birbirin­ den çok az farklı işlevleri bulunmaktadır) . Amfetamin ve kokain gibi sinapslarda dopamin aktivitesini artıran pek çok uyarıcı mo­ lekül memelilerde yoğun b ağımlılığa yol açar ve opiyatlara göre farklı hisler uyandırır. B eyin dopamin s algısında artış olduğunda hayvanlar b elirgin şekilde ve daha çok uyarılır. D aha istekli ve merakla araştıran bir halde olurlar. 3. B ölümde detaylandırıldığı gibi hayvanlar dopa­ min s algılamasında artış olduğunda çevredeki tüm ilgi uyandı­ racak olayların b eklentisiyle ARAYIŞ davranışı s ergilerler. Hay­ vanlar b öyle bir uyanıklık halindeyken lateral hipotalamus (LH) uyarılan bir b eyin yapısıdır. Uyarılanlar arasında b eynin yukarı­ sındaki akumbens çekirdeği ve daha da yukarda olan medial fron­ tal korteks de vardır. Bütün bu b eyin bölgeleri medial frontal b ağ (MFB) adıyla bilinen son derece geniş yolaklarla birbirine b ağlı­ dır. Bu bağ bazıları dopaminle çalışan birbirinden farklı birçok nörokimyasal ağ örgüsüne sahiptir ve b eynin aş ağı ve yukarı b öl­ gelerini de birbirine bağlar. MFB b oyunca her b ölgenin doğrudan elektrik uyarımı da bu tip uyarılmış tepkileri üretir. Hayvanlar bu tip elektrot b ölgelerini kendi kendilerine harekete geçirmeyi severler ve hızla kendi beyinlerini takıntılı ve b ağımlılık yaratan ş ekilde uyarmaya b aşlarlar. Beyindeki dop amin sistemlerinin memelilerin tüm doğal iş­ tahlarına aracılık ettiği gibi hemen hemen bütün madde b ağım­ lılığı çeşitlerine de aracılık ettiği artık bir sürpriz değildir. MFB dopamin veya elektrik akımıyla uyarıldığında ins anlar heyecan, ilgi ve b eklenti gibi öforik hisler bildirir. Manik hale gelebilirler. Hayvanlar hızla bu tecrübeleri yaş adıkları yerlere dönerler. İ n­ sanların öznel bildirileri hayvanların da b enzer duygulanımlar yaş adıklarını tahmin etmemize olanak s ağlar. Bu b eyin sistemin­ deki aktivite azaldığında hayvanlar daha depresif görünür, ins an­ lar i s e psikolojik olarak uyuşuk halde olduklarını ve hiçbir ş eye heveslerinin kalmamış olduğunu ifade eder. 68

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

Reseptör anahtar deliklerine giren ama alıcı nöronların ateş­ leme hızında bir değişikliğe sebep olmayan, onları s adece bir sü­ reliğine etkisiz hale getiren ve (vücuda dış arıdan verilen) harici kimyas al anahtarlara reseptör blokerler (engelleyiciler) veya an ­ tagonistler denir. Ö rneğin, nalokson ve naltrekson gibi kimyasal­ lar, mu-reseptörlerini bloke eder. Nalokson ve naltrekson, morfin ve eroin gibi dıştan alınan opiyatların etkilerini engellediği gibi b eynin ürettiği opiyata b enzer kimyas alları, yani içsel opioidleri de engeller. Mu-reseptörleriyle b ağlandıklarından dolayı beynin ürettiği opioidler engellendiğinde hayvanlar daha çok huzursuz görünür ve bunun psikolojik etkilerinden hoşlanmadıkları belli olur. İns anlar da buna b enzer hoş olmayan duygulanımlar bildi­ rirler ama genellikle bu tür değişimler hemen olmaz ve yüksek dozların uzun süreli uygulanması gerekir. Aynı şekilde dop aminin etkilerini engelleyen anahtar moleküller hem insanlarda hem de hayvanlarda uykulu hal ve depresyona neden olur. Şimdiye kadar geliştirilmiş olan çok s ayıdaki sinaptik res eptör antagonistler, özellikle b eynin ürettiği çeşitli sinaptik nörokimyasallann psiko­ lojik etkilerini araştırmak açısından yararlı olmuştur. Diğer yandan harici temsilci, bir reseptörle b ağlanır ve beynin ürettiği kimyasalla aynı s onucu ortaya çıkartırsa bu harici tem­ silciye agonist adı verilir. Belirli afyon bitkilerinde (Papaver som­ niferum) bulunan opioidler beynin ürettiği, yani içsel opioidlerin yarattığına b enzer afektif hisler yaratırlar. Her ikisi de duygus al olarak rahatlatıcıdır. Demek ki opiyatlar b eynin ürettiği opioidler üzerinde agonist şekilde etkide bulunurlar. Beynin ürettiği birçok kimyas alın etkisini artıran b aşka p ek çok reseptör agonist mad­ de vardır. Ö rneğin hem kokain hem metamfetamin sinapslardaki dop aminin varlığını artırarak dopamin aktivitesine olanak sağlar. Tüm memelilerde etkili olan ve nörobilimcilere duygusal du­ rumların nöral, zihinsel ve davranışsa! analizini üçgenlemek için olağanüstü araçlar s erisi veren nöro-ileticileri hızla s entezleyen veya gerileten p ek çok madde vardır. Tüm bu maddeler hayvan çalışmalarında, yani ·hayvan beyninde lokal olarak kullanılabilir. H ayvanlar duygusal şekilde hareket ederken büyük oranda s a­ lınan nöro kimyasal doğrudan ölçülebilir. Böyle çalışmalardan hayvanı davranışsa! olarak uyaran hemen her koşulun dop amin s algılanmasına yol açtığını biliyoruz. Diğer maddeler b aşka nöro69

Z i H N i N ARKEOLOJİSi

kimyasal sistemler üzerinde etkide bulunarak belirgin b içimde farklı davranışs a! etkiler ve hisler üretir. D aha da ilerlemeden önce pek çok okurun merak edeceği bir konunun üzerinde duralım. Omurgasızlar gibi "alt seviyedeki" hay­ vanlar dahi afektif hislere sahip midir? Memelilerde b ağımlılık ya­ pan maddelerin peşinden onlar da gider mi? Pek çoğu böyle mad­ delerin peşinden gider. Kerevitin, kendisine psiko uyarıcılar veya opioidlerin verilmiş olduğu yerleri seçme davranışını geliştirdiğini

artık biliyoruz (Panksepp & Huber, 2004; Nathaniel vd, 2009) . Bu bize afektif deneyimlerin, B eyinZihin evriminde memelilerden çok daha geriye gittiğini gösterir. Ama bununla ilgili b aşka açıklama­ lar da olabilir; omurgasızların çok farklı olan sinir sistemleri dav­ ranışları, beyin mekanizmaları ve zihinsel hisleri arasında diğer memelilerle yapabildiğimiz gibi kolaylıkla üçgenleme yapmamıza b elki de olanak tanımıyordur. Ancak bu kitapta böyle ilginç konu­ ların üzerinde durmayacağız. Bu konular deneysel olarak tasarlan­ madığından akla yakın olasılıklara her zaman açık olmalıyız.

Üst ve Alt-Beyin İşlevlerinin Çağdaş Beyin Görüntülemesi Türler arası üçgenleme yöntemi için nöroanatomik ve nöro­ kimyasal analizler vazgeçilmez olsa da hayvan davranışlarının özellikle de hayvanların kendiliğinden s ergiledikleri doğal duygu­ s al davranışların detaylı olarak araştırılması halihazırda afektif nörobilimin çok önemli bir bileşenidir. B elki gelecekte insan b ey­ ni görüntülemesinin (pozitron emisyon tomografi [PET] ve fMRI gibi) modern cihazlarını kullanarak elde edeceğimiz "resimlere" b akarak afektif deneyimi kolaylıkla öngörebilecek kadar b eyin işlevlerini biliyor olacağız. Bunu henüz ne insan ne de hayvanlar i çin yapabiliyoruz. Fakat biraz ilerleme kaydettiğimizi de s öyle­ yebiliriz. Örnek vermek gerekirse bol miktarda dop amin iletileri alan akumbens çekirdeği ile b eynin b aşka bir bölgesi olan ve iğ­ renme hislerine aracılık eden insula gibi b eyin b ölgelerini karşı­ laştıran araştırmacılar, insanların alışveriş sırasında akumbens çekirdeklerini "ışıklandıran" şeyleri almaya karar vereceklerini buna karşın insulayı harekete geçiren bir ş eyi s atın alma arzula­

rının p ek olmayacağını ispatlamışlardır (Knutson & Greer, 2008) .

70

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

Ne yazık k i fMRI gibi bazı yöntemlerde insan ve hayvanların tamamıyla hareketsiz kalmaları gerekir ve bu da yoğun duygus al uyarılmayla davranış s al açıdan uyumsuz bir şeydir. PET daha ko­ laylıkla kullanılabilir; araştırmacılar hayvanı beyin görüntüleme cihazına almadan önce p ozitron yayan görüntüleme moleküllerini enjekte edebilirler. PET maymunlarda "kıskançlık" sırasında be­ yindeki değişiklikleri görüntülemek için kullanılmıştır (Rilling vd, 2004) ama bu teknik rutin hayvan araştırması için epeyce pahalı bir yöntemdir. fMRI giderek artan oranda hayvan araştırmaların­ da etkili bir ş ekilde kullanılmakla beraber işe yarar bir görüntü elde etmek için hayvanların yine de tamamıyla hareketsiz kalması gerekmektedir. İnsan nöro-görüntüleme çalışmalarının pek çoğu beynin daha yukardaki neokortikal b ölümlerini daha iyi görüntüler çünkü te­ mel olarak b eynin bu b ölgeleri en eski subkortikal yapılardan çok daha büyüktür ve aynı zamanda metabolik olarak daha aktiftir. Hücrelerin daha yavaş ateşlendiği ya da (örn. 3 . Bölümde anlatılan dop amin nöronlan gibi) sadece ateşlenme öıiintülerini değiştirdik­ leri subkortikal bölgeleri görmek genellikle zordur. Aynı zamanda, birbirine yakın pek çok sistem birbiriyle çelişen ve yoğun olarak ör­ tüşen iletiler üretebilir. Bunun ötesinde, subkortikal bölgelerin gö­ rülmesi mümkün olduğunda bile neler olup bittiğine ilişkin nöral detaylann net resminin verilmesi mümkün olmaz çünkü nöro-gö­ rüntüleme yöntemleri bölgesel beyin aktivitesini genel olarak gö­ rüntüler (örneğin, kan akışı ya da şeker kullanımı gibi) . Bunun altında yatan vars ayım, beyin işlevinin, oksijen ara­ cılığıyla taşınan (aerobik) metabolizma formunda enerji gerek­ tirmesidir; bundan dolayı, bölgesel kan akışı veya oksijenlenme ya da glukoz s eviyelerindeki değişim, bölgesel beyin aktivitesini yansıtır. Bununla birlikte, enerji harcaması ve kan akışı, uyarıl­ ma kadar nörona! inhibitör sinyallerin bir yansıması da olabilir­ aş ağı yöndeki sinapslarda inhibisyonu ortaya çıkaran nörona! ateşleme üretimi de enerji harcaması gerektirir. Bundan dolayı, insan b eyninde yandığı görülen pek çok "ışığın" uyarılmayı mı (artan ateşleme) inhibisyonu mu (aş ağıya doğru ateşlemenin azalması) yansıttığını kesin olarak bilmemiz bile mümkün değil­ dir. Buna ek olarak, gözlemlenen etkilerin gücünün yanlış bir iz­ lenime yol açmasıyla sonuçlanabilecek, burada üzerinde durula71

Zİ H N İ N A R K E O LOJ i S i

mayacak kadar karmaşık bir sürü is tatistiksel güçlük mevcuttur (örn. Vut vd, 2009) . Konunun yab ancısı olan biri için en kötüsü, beyinde çok küçük miktarda ama düzenli olan değişikliklerin, monitörde gelişigüzel yoğun renklere dönüştürülmesidir ki bu deneyimsiz birini, bu değişikliklerin gerçekteki hallerinden daha büyük olduğuna kolaylıkla inandırır. Afektif nörobilimcile­ rin b akış açısından en sorunlu durum i s e bu tekniklerin b eynin en eski b ölgelerini görmek için iyi ş ekilde tas arlanmamış olma­ larıdır. Çünkü b eynin en eski b ölgeleri nörokimyaların gücünün tüm nöral ateşleme değişimlerinden daha etkili olduğu yerlerdir. Yine de ins an b eyni görüntülemesinden elde edilen veriler ol­ dukça çarpıcıdır. Hayvan gözlemi, gelişmiş nöro-görüntüleme teknikleriyle kar­ şılaştırıldığında basit görünse de hayvan davranışı kayda değer şekilde iyi ve yararlı veriler s ağlar çünkü bir hayvanın birincil süreç (içgüdüsel) duygusal davranışları, büyük olasılıkla birincil süreç afektif deneyiminin doğru bir yansımasıdır. İnsan b eyin görüntülemesi de insanların birincil süreç duygularını aydın­ latmakta zayıf kalmaktadır. İnsanlar duygulanımları hakkında düşünebilirler ve duygus al davranışlarını kesinlikle durdurabi­ lirler çünkü çok zekidirler. Genel olarak, üst kortikal katmanlar alttan gelen afektif uyarılmaları çoğunlukla durdurur ve ayarlar­ ken, bilişsellikleri yöneten yüzey kortikal b ölgeleri, b eynin derin bölgelerini uyarır. Fevkalade büyük neokorteksleri olan ins anlar duygusal uyarılmanın b erab erinde gelen davranışları çoğunluk­ la durdurabilirler. Ö rneğin korkmuş ins anlar çoğunlukla s akin bir görüntü s ergilerler. Aslında insan sosyal hayatının çoğu b elli ölçüde afektif inhibisyon ve gizlemeyi içerir. İ stediğimiz ş eyleri kapmayız, zafer ve yenilgi hislerini hafifletme eğilimindeyiz, ra­ hatsız olsak bile arkadaşça görünmeye çalışırız. Genelde hayvan­ ların bu ş ekilde, duygusal tepkilerini durduracak veya gizleyecek kendi ürettikleri becerileri yoktur. Bir sıçan veya maymun bir duygulanım yaşadığında, davranışı genellikle nasıl hiss e diyors a onu yansıtır. Bu yüzden hiçbir mo dern b eyin görüntülemesi, duy­ gusal davranışlar ve afektif hislerin b eyinde nasıl yaratıl dığına ilişkin araştırmamızda, hayva � davranışının incelikli olarak çalı­ şılmasının yerini asla alamayacaktır. 72

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

DUYGULANIMLAR BAŞKA HİÇBİR ŞEYE BENZEMEZ Eğer duygulanımlar, bedenin değişen fizyolojisinin bilişsel oku­ maları değils e ve eğer b eynin bilişsel olmayan derin bölümlerin­ den yayılıyors a o zaman duygulanımlar hangi hislere benzerler? Duygulanımların b aşka hiçbir şeye benzemediğini iddia ediyoruz. Bunlar, duygus al uyarılma sırasında, kaçınılmaz olarak belirgin pek çok bedensel his oluşsa da sadece bedene eşlik eden değişim­ lerin diliyle yeterli şekilde açıklanamayan asli fenomenal dene­ yimlerdir. Duygusal his ve fizyolojik uyarılmaların birbiriyle iç içe geçmesinin nedeni, iç organlara ilişkin viseral aktivitelerimizi, hormonlara ilişkin s algılamalarımızı ve dikkat ile hareket kapa­ sitelerimizi düzenleyen, yoğunluk derecesini ve yönünü ayarlayan birincil s üreç duygus al sistemlerle aynı beyin bölgelerinde ko­ numlanmış olmalarındandır. Hiç kuşkusuz, b edensel tepkiler de duygusal uyarılmayı etki­ leyebilirler. Ö rneğin, yüks ek tansiyon her zaman kızgınlığa eşlik eder. Tansiyonu yükselten herhangi bir kimyasal ajanın bir insanı kızgın hale ya da bir hayvanı öfkeden kudurmuş hale getirmesin­ de olduğu gibi tansiyonun duygulanım üzerinde bir etkisi vardır. Bunun nedeni, damarlardaki basınç reseptörlerinin, en eski vise­ ral b eyin b ölgelerindeki diğer bir deyişle iç organlarımızı temsil eden b eyin b ölgelerindeki Ö FKE devrelerini doğrudan harekete geçirmes idir. Buna rağmen, tansiyonun yapay bir şekilde yüksel­ tilmesi, o sırada sinirlenmemiş bir kişide veya hayvanda kızgın­ lığa yol açmaz. Ö yle ki, duygulanımlar, sadece periferde duygusal fizyolojiyi yansıtıyor gibi görünmüyor. Duygulanımlar daha önce de ifade ettiğimiz gibi, b eynin hayatta kalmayı sağlamlaştıracak ya da zayıflatacak hızlı ani kararları sezgisel olarak alabilmesini kolaylaştıran değer biçme şifrelemesi için gereken en eski beyin süreçleridir. Bununla birlikte dili , duygulanımın ayırt edici özelliği olarak . görm eyi sürdürenler hedeften daha da uzaktır. Kelimeler en çok etrafımızdaki dünyada olup bitenleri açıklamaya yarar. Kelime­ ler, George Washington Köprüsünün, New York ve New Jersey'i b ağladığını açıklayabilir. Kelimeler bir keki nasıl yap acağınızı da anlatır. Fakat kelimeler birincil deneyimleri açıklayamaz. Kelime­ ler kırmızı rengi görmenin birincil algısal deneyimini bile açık73

Z i H N i N A R K E O LO J i S i

layamaz. Kızıl, kıpkırmızı, yakut kırmızısı kelimeleri hiçbir şeyi tarif etmez. Bunlar, kırmızının değişik tonlarını görmeye ilişkin kesinlikle öznel beyin işlevleri olup, sıradan deneyimlerin sadece etiket ve sembolleridir. Kişi kırmızıyı görme deneyimi için sözlü olmayan da dahil olmak üzere herhangi bir sembol kullanabilir. Kırmızının içe yönelik hakiki bir anlamı yoktur ama kırmızılık deneyiminin vardır; bir meyvenin olgunluğundan, cinsellik arzu­ suna ve saçılmış kana kadar, hayat hakkında bazı heyecan verici şeylere işaret eder. Kelimeler, kör birine kırmızı rengi görme dene­ yimini tarif edemez. Kelimeler duygulanımları da tarif edemezler. Kişi kızgın, kork­ muş, arzu dolu, şefkatli, yalnız, oyunbaz veya heyecanlı olmanın nasıl hissettirdiğini, metaforlar dışında açıklayamaz. Kelimeler sadece hepimizin hep sahip olduğu, evrensel olarak kabul ettiği­ miz birincil afektif deneyimlerin etiketleridir. Beyinlerimizin en eski dil öncesi kapasitelerinden doğup zihinlerimizde gizlendikle­ ri için onlar hakkında tutarlı olarak konuşma yolunu bulamadık. Bu sistemlerin, nasıl olup da insanların yüksek bilinç yetenek­ leriyle bağlandıklarına ilişkin bilim hala büyük ölçüde geleceğe kalmış bir görevdir. Buna rağmen, bu sistemler klinik psikiyatrik fenomenler için çok önemli olduğundan, bu yüksek bilişsel yön­ lerden "yedi büyük" duygusal duygulanıma ayrılan bölümlerde kısaca söz edeceğiz.

A FEKTİF SINIFLANDIRMA : YEDİ TEMEL A FEKTİF SİSTEM Şimdiye kadar, üçgenleme yöntemi, tüm memeli türleri boyunca benzer yedi temel sistemin varlığını ortaya çıkartmıştır. Hayvan­ ların ne zamandan beri afektif deneyimler yaşamaya başladığını bilemiyoruz ama güncel araştırma, memeli olmayan omurgalı­ larda bazı duygulanımların halihazırda bulunduğuna işaret edi­ yor. Örneğin, yalnız kalan küçük kuşlar, ayrılık acısını neredeyse küçük memelilere benzer şekilde yaşarlar (bkz. 9 . Bölüm) . Aynca daha önceki kerevit örneğinde kısaca anlatıldığı gibi bazı omur­ gasızların da afektif deneyimleri olduğuyla ilgili fikir veren ka­ nıtlar vardır.

74

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

Bütünüyle tamamlanmış yedi temel duygusal sistemin, en basit halinin, memelilerin ortaya çıkmasından önce gelişmiş ol­ duğuna inanmak akla yakındır. Bunun sebebi, kuşların açık ve b elirgin duygusal doğalarıdır. Tfun memeli ve kuş türlerinde, bu sistemleri, benzer kimyasallar uyarır veya durdurur; en güncel bilgimize göre, her sistem farklı bir afektif deneyim üretir. Fakat bu sistemler arasında birbiriyle örtüşen pek çok yön vardır; örne­ ğin, ARAYIŞ sistemi diğer birçok sisteme eşlik eder ve tüm sistem­ ler, s erotonin, norepinefrin ve asetilkolin gibi genel amaçlı beyin uyarılma regülatörleri tarafından yönlendirilirler. Bunlar, bizi, tam da kelimelerimizin karmaşık ve birbiriyle örtüşen anlamlar yaratmasına b enzer şekilde kaçınamayacağımız, karmaşıklıklarla yüz yüze bırakır. Dil, özellikle de kısıtlı bir çevre tarafından bilinen teknik dil, duygulanımları yeterince tarif edemez. Bundan dolayı, sıradan günlük dile ait terimleri-basit kelimeleri- yedi duygusal sistemin ifadeleri olarak kullanacağız. Karışıklıktan kaçınmak için (daha önce de belirttiğimiz gibi) farklı duygulanım ve duyguları üreten belli b aşlı b eyin sistemlerinden b ahsettiğimizi belirtmek için ta­ mamıyla büyük harf kullanacağız; b öylelikle sadece, genelde bu kelimelerin ifade ettiği alışılmış hislerden bahsetmiyor olacağız. Afektif nörobilimin üçgenlemesiyle elde ettiğimiz bilginin, gerçek hayat içerisinde cereyan ettiği şekliyle tüm duygusal dene­ yimlerin karmaşıklığını, açıklamadığını netleştirmemiz önemli­ dir. B iliş s el nörobilimin büyük bir bölümünde, kısmi ve bütünüyle karışıklıklar yaygın olduğu halde (Bennett & Hacker, 2003) burada bunlardan s akınmayı umut ediyoruz. Yaşamlarımızın psikolojik bütünlerinin, tamamlayıcı parçalarından, belirli nöral sistem­ lerden b ahsediyoruz ki bunlar önemlidir. Duygudan, eksiksiz bir bütün oluşum olarak bahsettiğimizi iddia etmiyoruz. Bilim feno­ menlerin p arçalarını araştırmakla sınırlıdır. S adece kuramsal anlatılar fenomenlerin parçalarını anlaşıla­ b ilir bir ş ekilde bir araya getirmeyi başarabilir. Ö rneğin D arwin fosil biriktirdi ve deği şik adalardaki hayatı gözlemledi. Gözlem­ lediği verilerin kap s amlı öğeleri, sonuç olarak evrimin bütüns el kuramını (doğal seçilimi) bulmasına yardım eden bilimsel par­ çalardı. Henüz üst ve alt-beyin işlevlerini nöral ve psikolojik de­ taylarıyla anlayabileceğimiz şekilde b irbiriyle bağlantılandıran 75

Z İ H N İ N A R KE O L O J İ S i

tamamıyla bütünleşmiş bir duygulanım kuramımız yoktur. B öyle bir ilerlemeyi mümkün kılmak için daha birçok veri toplamak ge­ rekir. Fakat hangi çeşit veriler en bilgi verici olanlardır? B elki en önemlileri, b elirli duygusal davranışların nöral mekanizmaları ve bunların ö düllendirici ve cezalandırıcı etkileridir. Bu sırada, modern nörobilimin en büyük başarısı giderek artan s ayıda şık analitik araçlar üretmiş olmasıdır. Bunlar nöral aktivitenin daha incelikli yönlerine b akabilecek araçlar olmakla birlikte sıklıkla geniş çaplı psikolojik sorulara aydınlatıcı yanıtlar s ağlayacak araçlar değildir . Ama nöral mekanizmalar ve işlevleri hakkında bol miktarda bilgimiz bulunmaktadır; bu biraz olağandışı olmak ­ la b eraber entelektüel olarak ufuk açıcı b i r durumdur. Ö rneğin "sessiz sinap sların" işlevleri nelerdir? Ö ğrenmenin uygun nöral ş artlarını hazırda beklemek midir? (Bkz. 6. B ölüm.) Bu teknolojik zenginliklerin bir de olumsuz tarafı vardır. Nöral mekanizmala­ rın incelenmesinin önemli olup bunların ürettiği deneyimlerin önemli olmadığı "pervasız bir indirgemeciliği" teşvik eder. Biz bu kitapta zihnin böylesi bir ihmalini desteklemiyoruz. Bu kitapta, sağlam deneysel ve kurams al gelişmeler üzerinde yoğunlaşacağız. Bu gelişmeler güvenilir bir ş ekilde belirgin duy­ gusal davranışları üreten ve çalışmalara dahil olan tüm memeli­ lerde afektif deneyimler üretmiş olan b eynin yedi duygusal alt ya­ pısını ortaya çıkartan araştırmalara dayanır. Bu yedilinin eksiksiz bir liste olduğu iddiasında değiliz. D aha fazlası keşfedilebilir. Bunun da ötesinde, bu sistemleri veya bu sistemlerin p arçalarını idare eden farklı kimyasallar hakkında öğrenilecek daha çok ş ey vardır. Duygulanımların ve diğer zihinsel süreçlerin gerçekten nasıl olup da b eynin incelikli karmaşıklığından doğduğunu da henüz kesin olarak anlamış değiliz. Bizim yaklaşımımız, her ş eye rağmen, b öyle zorlu nörobilimsel ve olgu bilime ilişkin konuların yeni yollarla araştırılmasını teşvik e der. Artık temel b eyin b ölge­ leri ve süreçleri, özellikle de anahtar nörokimyaların b azıları hak­ kında epeyce şey bildiğimiz için, bu gerçekleştirilebilir. B u kitabın sonuna doğru, duygulanımların üretimiyle ilgili alışılmamış, belki de devrimsel bir vars ayımda bulunacağız. Bu vars ayım temel duygusal hisleri oluşturan duygulanımların b e ­ yin faaliyetlerinden ortaya çıktığıdır. Bunun için "çekirdek KEN­ D İ LİK" kavramını zihnimizde canlandırmamız gerekir ki "ruhun" 76

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

bu e n eski nörobiyolojisini ( 1 1 . B ölüm) düşünmeye ces aretimiz ol­ sun. B u vars ayım " çekirdek kendiliği" bir çekim merkezi olarak gö­ rür ve en ilkel duygus al hislerin b eyin faaliyetlerinden nasıl olup da ortaya çıktığını, bunların duygus al davranış/hareket ağlarında nasıl hazırlandığını ortaya koyar. B u kitapta b azı etkileyici veri­ lerl e desteklenen kuram, nörobilimsel araçlarla yeterince araştı­ rılmış olan, zihnin görece s oyut yönlerini kavrar. Bununla birlikte memelilerde duygul anım üretilmesi için yedi duygusal sistemden birinin ya da daha fazlasının uyarılması gereklidir. B unun vazge­ çilmez bir ş art olduğuna emin olabiliriz. Gelecekte araştırmacıla­ rın, duygulanımın b eyinde gerçekten nasıl oluştuğuyla ilgili bir sürü ayrıntıyı ve b eynin düzgün çalışması için bu tip b eyin işlev­ lerinin b edenin geri kalan kısmıyla nasıl sinerji içinde olduğunu ortaya çıkartmaları gerekecektir.

Şekil 1 .7. Birincil süreç duygusal sistemler ve bunların çeşitli ikincil ve üçüncül s üreç s onuçlarının resimsel bir taslağı. Bu ş ekil, Sandra Paulsen tarafından, b u kitap için incelikle çizilmiş olan bir s anat es erinden uyarlan­ mış ve kendisinin izniyle kullanılmıştır.

77

Z i H N i N A R K E O LOJ i S i

Her ne kadar kelimeler yedi temel duygulanımı tam olarak ta­ rif edemese de anlamlarını kitabi olarak ayrıntısıyla verebilmek için bazen bu duygulanımların fizyolojik karşılıklarına b aşvura­ rak elimizden gelenin en iyisini yap acağız. Bu b ölümde "büyük yedili" için bir özet veriyoruz. Bu temel duygus al sistemlerin, b azı yüksek duygusal karmaşıklıklarıyla beraber eğlenceli tasviri için bkz. Şekil 1 . 7.

1 . ARAYIŞ veya beklenti sistemi (3 . Bölümde işlenmiştir) sürek­ li araştırmacı bir merak durumuyla karakterize olmuştur. Bu sistem, hayvanın kendi türünün karakteristiğine uygun olan yollarla, çevresinde ilginç yerlerin tüm ayrıntılarını araştırdı­ ğı aktif, ileriye doğru bir harekete, yani dünyaya yaklaşma ve çevreyle meşgul olmaya yol açar. Bu sistem, duygusal sistem­ ler içinde önemli bir yere sahiptir çünkü b elirli bir dereceye kadar diğer tüm duygular için dinamik destekleyici bir rolü üstlenir. Olumlu duyguların hizmetindeyken, ARAYIŞ siste­ mi, ilgiden öforiye kadar değişen hislerin eşliğinde b elirli bir amaca hizmet etmeye yol açar. Örneğin, bir anne yavrusuyla ilgilenmesi gerektiğini hissederse, ARAYIŞ sistemi bu b akımı verebilmesi için, yiyecek ve b arınak bulmaya doğru onu motive edecektir. ARAYIŞ sistemi, aynı zamanda olumsuz duygularda da rol oynar, örneğin, korkmuş olan bir hayvanın, güvenliği bulmaya teşvik eden itici gücün bir kısmını s ağlar. Bu sistemin olumsuz duyguların b azı davranışlarını üretmeye s adece yar­ dım mı ettiği yoksa doğrudan olumsuz hislere katkıda mı bu­ lunduğu henüz net değildir. Şimdilik, biz büyük ölçüde ilkinin geçerli olduğunu varsayıyoruz ama aynı zamanda ARAYIŞ sis­ teminin sağladığı olumlu p sikolojik enerji, KORKU dolu kaçma ve PANİK/YAS'ın ilk s afhasındaki ajitasyon sırasında ortaya çıkan olumsuz hislerle mücadeleye doğru yönelir. Bundan do­ layı, hayvanlar gerçekten de kaçmayı, kısmi ş ekilde olumlu bir aktivite olarak yaşarlar çünkü kaçmak hayatta kalmanın en doğrudan ama kısıtlı yoludur. 2 . ARAYIŞ sisteminin zıt yönünde çalışan ÖFKE sistemi (Bkz. 4. B ölüm) , hayvanların b edenlerini, karşı koyan nesnelere doğru yönlendirmelerine s eb ep olur. Bu durumdaki hayvanlar ısırır, el ve ayaklarıyla tırmalar ve vururlar. Öfke özünde olumsuz

78

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

3.

4.

5.

b i r duygulanımdır fakat kişinin rakipleri karşısında galibiyet yaş aması veya denetimi ve hükmü altına aldığı kişilere kendi isteklerini b enimsetmesi gibi bilişsel örüntülerle etkileşime geçtiğinde olumlu bir hale gelir. Saf Ô FKE 'nin kendisi, böylesi bilişsel öğeleri içermez fakat olgunlaşmış çok katmanlı meme­ lilerin b eyninde (Şekil 1 .4.) hiç şüphesiz içerir. KORKU sistemi (Bkz. 5 . Bölüm) tüm insan ve hayvanların kaç­ mak istediği olumsuz afektif durumlar üretir. Bedende geri­ lim ve daha hafif uyarılma seviyelerinde tüyler ürperten bir hareketsizlik yaratır. Zarar görmekten kaçınmak için giderek yoğunlaşarak kaotik ileriye doğru itici bir hareketle dinamik kaçma örüntüsüne dönüşür. Eğer durum yukarda tahmin et­ tiğimiz gibiyse, kaçış, KORKU sistemi, ARAYIŞ sistemini uyar­ dığında tetiklenir. Birincil süreç KORKU'nun caydırıcı nitelik­ leri, kaçmayı araştırmak yerine hareketsizlik "donup kalma" tepkileri ve diğer davranışsal inhibisyon şekilleri ile azalmış olumlu duygulanımı çalışarak en iyi şekilde araştırılabilir. Hayvanlar ARZU sisteminin sancısını yaşarken (bkz. 7. Bölüm) , bol miktarda "kur yapma" aktivitesi s ergilerler sonunda kaçınıl­ maz olarak kabul eden bir eşle birleşmeye doğru hareket eder­ ler (Şekil 7. 1 .) ve böylelikle hayatın canlılara sunması gereken en etkileyici olumlu afektif deneyimlerden birisi olan orgazm hazzı tipik olarak doruğa çıkar. Eşin yokluğunda tatmin uzak­ lardayken, cinsel olarak uyarılmış canlı varlıklar (belki ARAYIŞ sisteminin birlikte uyarılmasından dolayı) olumlu yönde geli­ ş en şiddetli bir istekle gerilim hali yaşarlar. Bu şiddetli istek hali, tatmin mümkün değilse afektif olarak olumsuz stres yük­ leyici olarak kendini belli edebilir. ARZU sevgi kaynaklarından biridir. İ nsanlar ve hayvanlar BAKIM sistemi tarafından uyarıldık­ larında ( b kz 8. Bölüm) sevdikleri kişileri yumuşak dokunuş­ larla sarıp s armalamak ve sevecen bir şekilde özen göstermek itkisine s ahip olurlar. Bu sistem olmadan küçüklere bakmak bir yük olurdu. Bunun yerine, bakım vermek, değer verilen, olumlu, gevşemiş bir afektif durum ve büyük bir ödül olabilir. BAKIM s evginin bir diğer kaynağıdır. C anlı varlık PANİK/YAS sistemiyle (aynı zamanda sıklıkla "ay­ rılık acısı" olarak adlandırılır) dolup taştığında (bkz. 9 . Bölüm) .

6.

79

Z İ H N i N A R K E O LOJ İ S i

hiçbir belirgin fiziks el sebep olmadan acının içsel p s ikolojik deneyimini, psişik derin yaralanmayı yaşar. Bu sistem memeli yavrularında davranış s a! olarak ısrarlı ağlama, b akım veren­ leri çoğunlukla anneleriyle acilen bir araya gelme denemele­ rinde bulunmaları şeklinde kendini gösterir. Eğer bir araya gelme gerçekleşmediyse, b ebek veya küçük çocuk giderek, panikten kalıcı depresyona doğru giden b eyin kaskatını yan­ sıtan, kederli ve umutsuz bedensel duruşları s ergiler. PAN İ K/ YAS sistemi olumlu s osyal b ağın kurulmasına yardımcı olur (bu durum, bu sistemin ikincil dış avurumudur) çünkü s osyal bağlar, bu p sişik acıyı azaltır ve bu acının yerine, rahatlama, ait olma his sini getirir (BAKIM'la dolu hisler) . Bu s ebepten do­ layı, çocuklar kendilerine b akan büyükleri s ever ve değer verir. İnsanlar ve hayvanlar, güvenli ve şefkat dolu b ağların keyfini çıkartırlarken, gevşemiş halde bir memnuniyet s ergilerler. Bu hislerdeki iniş çıkışlar s evginin yine ayrı bir kaynağıdır. 7 . OYUN sistemi (bkz. 1 0 . Bölüm) hareketlerdeki canlılık ve ke­ yifli bir yerinde duramama haliyle ifade edilir. Katılımcılar çoğunlukla hızla değişen örgülerle birbirlerini dürter veya it­ tirirler. B azı zamanlarda OYUN, özellikle de güreşme ş eklini aldığında saldırganlığı andırır. Fakat bu davranış yakından incelendiğinde, alt alta üst üste OYUN'un yetişkin s aldırgan­ lık şekillerinden farklı olduğu ortaya çıkar. B unun da ötesinde katılımcılar bu faaliyetten zevk alırlar. Ç ocuklar ve hayvanlar oyun oynarken, baskın olan ve b oyun eğen rollerini çoğunlukla sırayla üstlenirler. Kontrollü deneylerle, bir hayvanın (başka bir ifadeyle baskın köpek olmak için) diğerini adım adım yen­ diğini fakat kaybeden tarafın bu zaman sürecinde belirli oran­ da kazanma ş ansı buldukça oyunun devam ettiğini fark ettik. Hem b askın ve hem b oyun eğen köpek b öyle bir engeli kabul ettiklerinde katılımcılar eğlenmeye ve bu s osyal faaliyetten keyif almaya devam ederler. Eğer b askın köpek her zaman ka­ z anm ak isters e davranış zorb alığa döner. 1 0 . Bölümde görece­ ğimiz üzere sıçanlar bile oyun faaliyetinde nerede olduklarını çıkardıkları duygus al s eslerle açık bir ş ekilde b elli e derler. Kazanma ş ansları engellendiğinde mutlu kahkaha tipindeki s esleri s on bulur ve duygus al yakınma sesleri b aş lar. OYUN sistemi arkadaşlığın b aşlıca kaynaklarından biridir.

80

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

Tek ·ar vurgularsak bu yedi sistem duygus al sistemler olarak nitelendirilir çünkü hangisi uyarılırs a uyarıl sın kuvvetli vis eral [bedenin içinden gelen, iç organlarla ilgili] davranış s a! ve afektif tepkiler ortaya çıkar. Örneğin oksitosin hormonu başka kimyasal­ larla b eraber BAKIM sisteminde annelik davranışlarının ortaya çıkmasında çok önemli bir rol oynar ve bir yandan da PANİK/YAS sisteminin ayrılık acısını azaltır. Normal şartlar altında yüklü miktarda bir oksitosin kokteyli hamileliğin s onunda içsel ola­ rak üretilir. D o ğum sırasında rahim kasılmalarına neden olur ve doğum s onrasında da sütün gelmesini destekler. Bu iki tepki de BAKIM sistemi uyarıldığında ortaya çıkan vis eral bileş enlerdir. B ununla birlikte b eynin p s ikolojik bir ö dülü olur. Hayvanlar be­ yinleri oksito sinle yıkandığında hem daha az saldırgan hem de güvenli ve ş efkatli olurlar. Eğer cinsel olarak faaliyeti olmamış bir fareye oksito sin enj ek­ te e dilirs e , başka birtakım fi zyolojik değişiklikler meydana gelir. BAKIM davranışları ve hislerine ilişkin uyarılma s ergiler. B akmak üzere yavrular arar, onlar için yuva yapmaya b aşlar, onları ısıtmak için etraflarında gezinir, Üzerl erine kap anır ve başıboş dolaşmaya başladıklarında da onları bir araya toplar. B ütün bunlar, doğum s onras ı anne sıçanlarda görülen BAKIM davranışlarıdır. Doğum s onrası, b eyinleri b en zer bir oksitosin hormonu s algılayan insan annelerin s özel anlatımlarından bildiğimiz , onların da b ebekleri­ ne karşı ş efkat ve kuvvetli koruma itkileri his settikleridir. B unlar BAKIM sistemi uyarıldığında ortaya çıkan afektif tepkilerdir. Aca­ ba oksito sin hormonu b eb ek emzirildiğinden mi s algıl anıyor yok­ s a b aşka stres faktörl erinden dolayı mı yükseliyor, gerçek s ebep n edir? İnsan araştırması bu s o ruyu ancak zihnin, üçüncül süreç s eviyesinde çözebilir. B irincil süreç s eviyesinde hayvan araştır­ ması, ilkel afektif ilkeler hakkında hassas bir netlik s ağlamaya yardım eder mi? Gelin bu olasılığı detaylı olarak ele alalım.

OKSİTOSİN VE SOSYAL DUYGULAR: SEVGİ VEYA KENDİNE GÜVEN H ayvanlara oksitosin enj ekte edilerek yapılan araştırmalar ne­ redey s e otuz yıldır gerçekleştirilmektedir. B u araştırmaların ko­ nuları iyi annelik b akımı ve annelerin b eb eklerine olan b ağlan-

81

Z i H N i N A R K E O L OJ i S i

masından (Kendrick, 2000) bebeklerin annelerine b ağlanmasına (Nelson & Panksepp, 1 996) kadar değiş en konulardadır. Bu yön­ deki araştırmalar, doğrudan ins anlarla ilgili bir sürü çalışmaya yol açmıştır. Halihazırda, insanlarda burun içi oksitosinin etkileri hak­ kındaki büyüleyici bulgular, giderek artan bir hızda ortaya çık­ maktadır ve 20 1 0 yılı ağustos ayında tamamlanan kitabımız, en son gelişmeleri yansıtmayacaktır. Tüm bu ilgiden dolayı, halkın hayal gücünde, oksitosin neredeyse "sevgi molekülüyle" eş değer bir hale gelmiştir. İnternette, "oksitosin s evgi" diye Google tara­ ması yaptığımızda, 205 .000 çıktıya ulaştık, her ne kadar bu tür vars ayımlan destekleyen bilimsel araştırmalar artsa da pek çoğu önemsiz yutturmaca reklam veya pazarlamadır. Bugüne kadar oksitosinin, b ağımlılık yaratan pek çok molekülün yaptığı şekil­ de olumlu duygu durumlarını kuvvetli şekilde artırdığına ilişkin inandıncı bir kanıt, gerçekten de bulunamamıştır. Oksitosin s ev­ giye aracılık ediyor olsaydı bu bulunmaz mıydı? Hayvanları güçlü bir şekilde ödüllendirdiğine ilişkin güvenilir bir kanıt bulunma­ maktadır. Aslında, belirli ş artlar altında tutarlı olarak olumlu duygu durumlannı artırdığı bulunsaydı, bu etkinin, b eyin deki oksitosini artıran opioid faaliyetine b ağlı olduğu tahmininde bile bulunulabilirdi (Kovacs vd, 1 998) ve b eynin opioid aracılı s üreci olan arkadaşça s evgiyi de kaps ayarak (Panksepp, 1 98 l a, 1 998a} iyi bir şekilde desteklenen s osyal b ağlanma kuramıyla uyumlu bir çizgiye yerleştirilebilirdi. Pek çok araştırma sonucuna göre oksitosin, insanlar ve hay­ vanlarda s osyal olmaya yönelik davranış ve tavırlan artınr. İ n­ sanların birbirleriyle ekonomik alışve rişleri sırasında b a şkaları­ na güvenme isteklerini de artınr (bkz. Meyer-Lindenberg, 2008). Ç iftler b azı konularda konuşurlarken ve aralarında fikir aynlıkla­ rı varken olumlu etkileşimlerin oranı (göz kontağı, ilgi, duygus al olarak kendini ifade, değer verme, şefkat, s özsüz olumlu davra­ nış} olumsuz olanlarl a (eleştiri, küçümseme, s avunmacılı olmak, b askıcı davranış , kavgacılık, engelleme, sözsüz olumsuz davra­ nış , durdurma} karşılaştınldığında anlamlı ş ekilde yükselmiştir (Ditzen vd, 2009) diğer araştırni.a s orulannda da durum b öyledir (Heinrich & Domes , 2008) . Bir diğer deyişle doğru ş artlar altında (halihazırda s evdiğimiz birisiyle b eraberken} oksitosin bizi s osyal 82

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

olmaya yönelik daha h o ş görülü ve arkadaş canlısı bir hale geti­ rir. Bununla birlikte, oksitosin sistemlerinin hepsinin aşağıda en eski b eyinde, derinlikli olarak subkortikal olduklannı hatırlama­ lıyız, yani şu açıktır ki, bu sistemlerin başlıca işlevi romantik aşk ve b aşkalannın güvenilirliğini hesap etmek gibi yüksek bilişsel aktiviteleri denetlemek değildir. Bundan dolayı etkiler, öncelikle b ir kısım birincil süreç beyin mekanizmalarındaki değişikliklerle açıklanmalıdır. Anahtar soru şudur, sosyal olmaya yönelik arka­ daşça hisler, oksitosin uygulanmasından sonra mı artmaktadır yoksa insanlar bir araya geldiklerinde zaman zaman ortaya çıkan stres dolu kaygı benzeri hislerde azalma mı olmaktadır? Elimiz­ deki, en kuvvetli ve en tekrarlanabilir klinik öncesi görülen etkiler aynlık acısının azalmasıdır (Panksepp, 1 992) . Bir örneklem için bakınız Şekil 1 .8. (Bu sonuç, bu ölçüde toplamış ol duğumuz veri­ lerin, %5'ini oluşturmaktadır) . Bu noktadan baktığımızda, normal oksitosin s algılaması olmadığında annelerin doğum sonrası dep­ resyona yatkın hale geleceği tahmininde bulunabiliriz ve tam da bu kitabı b asım öncesinde kopyalayıp düzeltileri yap arken, yakı ı:ı zamanda yapılan bir araştırma böylesi bir ilişkinin olduğunu ileri sürmüştür (Skrundz vd, 20 1 1 ) . Son zamanlarda yapılmış olan bir dizi araştırmada b u soru, s osyal olmaya yönelik daha akılcı bir s onuç ortaya koymuştur. Ö rneğin, kişinin (bilgisayar temelli) hayali bir rakibe karşı kaza­ nıp kaybettiği ekonomik oyunlarda, yanşmacılardan biri kaybe­ derse oksitosin o kişinin kötü niyetli olmasını artıracaktır. Eğer s anal rakip, sizden daha fazla puan kazanırs a bu durum hasedi artırır (Shamay-Tsoory vd, 2009) . Şimdi bu pek de sosyal olmaya yönelmek demek değildir, yani annelik davranışını geliştiren bu peptitin çapraşık bir yanı vardır. Diğerlerinin, insanlarla yaptığı deneylerde, özgeciliğin sergilenebileceği ortamlarda hisler karı­ şıktır. Grup olmak insanlarda grup içindeki arkadaşlara yardım­ laşmalı dostça hisleri artırırken, grup dışındaki yabancılara karşı bunun tam tersi bir etkide bulunur ve savunmacı saldırganlığı yüks eltir (De Dreu vd, 20 1 0) . Bunlar, sosyal olmaya _ yönelik sevgi molekülünden pek de b ekleyeceğimiz etkiler değildir. Peki gerçekte olan nedir? B öyle kapsamlı sonuçlara öncülük edebilen, b eyindeki gerçek afektif değişim nedir? Oksitosinin ile­ tici yolaklan epeyce kısıtlıdır ve doğrudan üçüncül süreç seviye83

Z İ H N İ N A R K E O LO J i S i

sinde böyle değişimleri nasıl yaratabildiğiyle ilgili hiçbir bulgu yoktur. Acab a, tüm bunları ve ins an araştırmalarına ilişkin kafa karıştırıcı sonuçları, açıklayabilecek tek tip birincil süreç afek­ tif değişim olabilir miydi? B elki olabilir ama henüz hiç kimse inandırıcı bir tas arıyla ortaya çıkmamıştır. B aşka bir p aradok­ s a bakalım; Sınır Kişilik Bozukluğu (SKB) olan kişilere oksitosin verildiğinde, güven ve işbirliği içinde olma tepkilerinin azaldığı bulunmuştur (B artz vd, 20 1 0) . Kuşlarda gözlediğimiz oksitosin etkilerine dayanarak, bütün bu birbiriyle uyumsuz sonuçları bir araya getirmek üzere bir çözüm önerisinde bulunmayı isterdik. Ayrılık Kaygısı Üzerinde İntraventriküler Oksitosin ve Prolaktinin Süreci

� 't:l

o

..... Vi

700

,....

iti

600

s iti ca ...., 5 0 0 ı..

o ı::ı 4 0 0

:sı:r:ı Q)

@

ı::ı 200 �

@ı >< iti



.

100

7

�/•

Oksit; s i

10.2

300

:a

ı:r:ı Q) rn

-



-

-·,��-�----�-� -�-- - ----- ·� �.z. .·1�;�F �'\

........ . . .....

_ -.� ··· . ··-· . . · '"" o -�--· liı....·� ·� � -:-= · ·� �-r:-;--! --ir . . ı ı o 2 3 4 5 6 7 8 9

Birbirini

ı 10

.... ı 11

İzleyen 10 dakikalık Test Süresi

ı 12

Şekil 1 .8. İntraventriküler oksitosin ve prolaktinin 2 s aatlik sürelerle kendi sürülerinden sosyal olarak izole edilen 5-6 günlük yavruların ayrılık acısı çağrılan üzerindeki etkileri. Ağlama üzerindeki bu b elirgin etkiler, görünür­ de bir yatıştırma olmadan aynen mu-reseptörlerini s timüle edecek kadar düşük dozda opioidle oluşturulana b enzer ş ekilde meydana gelir.

Keklik türünde, özellikl e yabancı erkekler birbirlerine karşı hoşgörüsüzdür. B irbirlerinin kafalarını diğeri vazgeçene ve b o ­ yun eğene kadar gagalamaya devam ederler. B öylelikle b as kın olan hayvan b aş arılı olmaya devam ettikçe, keklikler gagalama s ıralamasında nerede yer aldıklarını s onsuza kadar bilirler. Bun­ dan dolayı kesinlikle b irincil süreçlerle hareket eden yaşı çok

84

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

küçük kuşların, beyinlerine doğrudan (hayvan araştırmalarında çoğunlukla kullanıldığı şekliyle serebrospinal sıvı içine) oksitosin verildiğinde, neler olduğunu merak ettik. Evcil yavru civcivlerle yaptığımız araştırmada, kendi sürülerinin güvenliğinden ayrıl­ dıklarında görünen etki hemen hiç ağlamamalarıydı (Şekil 1 .8). Bunun ötesinde, daha fazla esneme davranışı sergilediler. Baş­ larını daha çok s alladılar ve daha çok kanat çırptılar (Panksepp, 1 992). Grup olarak ölçüm yapıldığında, oksitosin enjekte edilmiş hayvanların tek b aşlarına ölçüm yapılmışlara oranla daha çok ka­ nat çırptıkları görüldü. Araştırmada gözlendiği üzere civcivlerin göğüsleri kabardığında bu genel olarak kendilerinden daha emin olduklarına ilişkin bir iş arettir. (esneme ve kafa sallama davra­ nışları sosyalleşmeyle birlikte ortaya çıkmaz) . Oksitosin b enzeri bir destek aldığında kekliğin sosyal baskın­ lığına ne olacağını merak ettik. Şaşırarak gördük ki bu desteği alan keklikler diğerlerine kafalarını gerçekten de gagalattılar. Belki daha b oyun eğen bir haldeydiler fakat diğer bir açıdan da b elki s adece diğer hayvanların "kötü davranışlarına" karşı daha hoşgörülüydüler. Bu tarzda bir kafa gagalama normal bir kek­ liğe yapılırsa, aşırı b oyun eğen biri olur. Ama ertesi gün tıpatıp aynı çiftleri incelediğimizde aşırı b oyun eğen bir keklik olarak görünen, çete b aşı haline gelmiş ve kazanan olmuştur (Riters ve Panksepp, 1 997). Durumların bu şekilde tersine dönmesi, normal keklikte neredeyse asla olmaz. Bir kere kaybeden olduğunda hep o pozisyonu devam ettirirsin, yani neden ilk günde, baskın olma po­ zisyonunu kaybedip boyun eğen kuş , oksitosin benzeri bir destek­ le ertesi gün kazanan olsun? Kuş bunu sadece unutmuş mudur? Eğer durum bu olsaydı, çok daha iyi bir eşleşme olurdu. Gerçek­ ten de kaybetmiş olan keklik, daha kuvvetli olarak geri gelmiştir. Bu bize bir önceki gün s adece sakin olduğunu ama hala kendisini kuvvetli hissettiğini göstermektedir. Buna "güvenli" diyebilir mi­ yiz? Bu kesinlikle akla uygun bir varsayımdır. Peki, hayvanlarda böylesi incelikli afektif yapılan nasıl araş­ tırabiliriz? Ö rneğin bir grup yavru kuşu (evcil civcivlerle yapmış olduğumuz henüz b asılmamış çalışmamızdaki gibi) geniş bir oda­ da bir kovanın içine, bu yeni odayı araştırmak için birbirlerinden ne kadar uzağa gittiklerini görmek üzere bir araya koys ak nasıl olur? Normal yavru kuşlar gerçekten de bir arada durmaya meyil85

Z i H N i N A R K E O LOJ İ S i

lidir ve sıkı sıkıya birbirlerinin yanında durarak hareket ederler. Ama b eyinlerine oksitosini verdiğimizde, sanki daha az s osyalliğe yönelimlilermiş veya azalan kaygıyla b eraber kendilerine daha "güvenlilermiş" gibi birbirlerinden uzaklaşarak dağılırlar. Biz, bu molekülün kuşlarda ayrılık acısını azaltmakta çok etkili olduğu­ nu 1 980'lerin ortalarından b eri biliyoruz (Şekil 1 .8 ) . Belki oksitosin, hayvanlarda kendine güveni artırmaktadır. Bu insanlardaki araştırmaları açıklar mı? Kendinize güvendiğinizde ekonomik işlemleri daha güvenle yapacağınızı düşünmek makul görünmektedir. Eşinizle, birbiriyle çatışan fikirleriniz den dolayı tartıştığınızda daha arkadaş ça ve hoşgörülü- daha az s avunma cı­ olmaya yatkın olmaz mısınız? Tanımadığınız birisi b ahiste sizden daha az p ara kazansa, kendinizi daha güvenli hiss ettiğiniz için b öbürlenmeyi istemez misiniz? Eğer siz az kazans anız, zihninizin en yüksek yerlerinde biraz haset hissettiğinizi kabul etmeye ve bunu ifade etmeye daha istekli olmaz mısınız? E ğer sizde Sınır Kişilik Bozukluğunun kronik güvensizliği varsa kronik b a ğımlılık ihtiyaçlarınızın p ençesi altında kalmanın tersine güven artıran dozda oksitosinin b ağımsızlık hissinizi artıracağını ve fikirleri­ nizi ortaya koyma konusunda sizi daha istekli yapacağını düşün­ mek akılcı olmaz mı? Bundan dolayı, kendine güveni ölçen iyi bir psikolojik teste ihtiyaç duymaktayız. Bunun yanı sıra oksitosinin sosyal kaygı b ozukluklarını azalttığına ilişkin makul veriler bu­ l unm aktadır (Guastella vd, 2009) . İnsanlarla yapılan araştırmalarda s osyal yaş amın en temel yönlerine ilişkin kafa karıştırıcı s onuçlar afektif odakta yapıla­ cak küçük bir değişiklikle birdenbire anlam kazanmaya b aşlar. Hiç kuşkusuz yetkin b ir annelik için kendine güven çok önemli bir özelliktir, kişisel sorumlulukların önemli ölçüde arttığı bir zamanda ''ben bunun altından kalkarım" tavrı annelere iyi gelen bir tavırdır. Eğer bu yorum geçerliyse bir sürü insanın yaş a dığı ve gayet iyi bilinen bir olgu olan toplum önünde konuşmaktan çekinmekle ilgili bir tahminimiz var. E ğer oksitosin s osyal güveni artırıyors a, p erformans kaygısını da düşürüyor olmalıdır. Hayvan b eyinlerindeki birincil süreç sistemleri ve oksitosin devrelerini araştırarak, insanlarda olmasını b eklediğimiz p sikoloj ik değişim­ lerle ilgili b azı kayda değer tahminlerde bulunab iliriz. Ö rneğin oksitosin, diğer insanın gözlerini inceleme eğilimimizi artırmalı-

86

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

dır, daha güvenli hissettiğimiz için diğerlerinin zihinlerini okuma çab ası içinde oluruz. Gerçekten de özellikle depresyondays anız b öyle bir etki oluşur, burundan alınan tek doz oksitosin bile an­ lamlı bir biçimde depresif belirtilerin daha da ilerlemesine engel olur (Pincus vd, 20 1 0) . Oksitosin, şizofreninin bazı belirtilerini bile ortadan kaldırmıştır (Rubin vd, 20 1 0) . Bu tip moleküllerin evrimsel süreleri de çok uzundur. Beynine bu çeşit molekül zerk edilen b alık bile monogam çiftleşme davranışı dahil bir sürü sos­ yal etkiyi s ergiler (Oldfield & Hofmann, 20 1 1 ) . O z aman, oksitosin bir sevgi molekülü mü yoksa kaygıyı azaltıp kendine güveni artıran bir molekül müdür? Bahiste ikinci seçenek daha ş anslıdır. B elki, sevgi konusunda güvenli olduğunuzda, daha çok s eks yapıp daha çok çocuk s ahibi oluyorsunuzdur.

DUYGULANIMLAR VE EVRİM Evrim hakkında düşündüğümüzde, çoğunlukla hayvan türlerinin, asırlar b oyunca fiziksel olarak hangi yollarla değişip, geliştiğine atıfta bulunuruz. Ama duygulanımlardan bahs ettiğimizde, yaygın olarak fiziksel bir varlık olmadığı düşünülen zihne çoğunlukla atıfta bulunuruz ki bu bir s açmalıktır. Zihin s adece bazı beyin durumlannın öznel hisleri olduğunu belirtir ve yüksek iradi dav­ ranışlar için harekette-niyetlerin temelini, hareket etme niyetleri diye adlandırabileceğimiz, bir çeşit uyumsal işleve hizmet eder (Şekil 1 .4) . Dolayısıyla, duygulanımları fiziksel beynin işlevleri olarak görürsek, o zaman birincil süreç duygulanımların evrims el bir olgu olduğundan b ahsetmemiz anlamlı olur. Türler boyun­ ca duygulanımlarda görülen benzerlikler, afektif kapasitelerin, b eynin en eski işlevleri olduklanna işaret eder. Pek çok uyumsal evrim gelişmelerinde olduğu gibi, hayvanlar evrim geçirdikçe, bi­ yolojik olarak b aş arılı afektif kapasiteleri destekleyen beyin sis­ temleri, kalıcı hale gelmiştir. Bu şekilde kalıcı hale gelen b aşka evrimsel gelişimler, DNA kopyalaması, sindirim, solunum ve ener­ jinin hücresel üretimi gibi metabolizmaya ilişkin işlevlerdir. Eğer, bir hayvanda Krebs döngüsünün nasıl işlediğini anlarsanız, tüm hayvanlarda nasıl işlediğiyle ilgili çok iyi bir fikriniz olur. Evrimin mantığı, doğal seçilimle ortaya çıkan çeşitli türlerin b eyin işlevlerinin, bu türlere yaşamak ve üremekle ilgili elverişli 87

Z İ H N i N A R K E O LOJİSİ

yollar sunduğu için bu afektif kapasitelerin, kalıcı hale geldiğini ileri sürer. Bu b eyin işlevleri, evrens el olarak, gelecekteki hayat­ ta kalma ihtiyaçlarını kesinlikle öngördüğünden seçilim avantajı sağlar. Bu kapasiteleri olan hayvanlar, b aş arıyla hayatta kalmış ve yavrulamışlardır. Bu b akış açısından duygulanımlar, b eynin ayrılmaz bir p arçası olan nörop sikolojik öngörü mekanizmaları­ dır. Acının hayatta kalmanız için ne kadar yararlı olduğunu bir hayal edin. Duygulanımlar, yaş am için değişken bir rehber sunarlar. Duy­ guların evriminden önce, hayvanlar herhalde daha çok basmaka­ lıp bir şekilde hareket ediyorlardı. Ö rneğin, ilkel deniz yaratıkları­ nın denizde ilerlerken, tekdüze hareketlerle dalgalanmak dışında b aşka seçenekleri yoktu. Göreceli olarak esnek olmayan davranış da epeyce karmaşık olabilir. B alarıları da büyük olasılıkla afektif b oyutları olan çeşitli içgüdüsel işlevleri yerine getirirler. Ö rne­ ğin araştırmacılar b al arılarına aşırı tatlı ş ekerden daha az tatlı olana doğru şeker verdiklerinde arılar engellenmenin yarattığı duyguyla tepki verir ve büyük olasılıkla bu durumdan p ek hoşlan­ mazlar (Wiegmann vd, 2003). Fakat gelişmiş afektif kapa siteler, memelilerin yaş amın şimdi ve burada deneyimlenen zorluklarıyla esn�k bir şekilde baş etmesine olanak tanır. Ö rneğin, eğer b i� sıçan bir tarlanın b elirli bir köşesinde b e s ­ lenmeye alıştıysa v e b i r yab an gelinciği d e yakınlarda bir yere yerleşirse, sıçan yaban gelinciği orada bulunmasa da onun ko­ kusunu alacaktır. Bu avcının kokusu sıçandaki KORKU sistemini koşulsuz olarak uyarır. Bu uyarılma, kötü his settiren korku dolu duygulanımları tetikler. Sıçan, korku duygusundan kaçınmak için yaban gelinciğinin kokusundan kaçınır. Korku duygusundan ka­ çınmak için sıçan b esleneceği b aşka bir alan bulur. Duygulanım­ lar bu yolla hayvanların olayları öngörmelerine imkan tanırlar. Fakat lütfen bu öngörmenin bilişsel bir işlev olmadığına dikkat edin. Bu kendiliğinden olan ve hayvanın korku dolu hislerden ka­ çınmasına yardımcı olacak bilinçdışı öğrenme mekanizmalarına öncülük eden afektif bir tepkidir. Sıçanın davranışı bize her ne kadar yaban gelinciğinin bir şe­ kilde nerde bulunabileceğinin farkında olduğunu b elirtse de du­ rum ille de b öyle olmayabilir. Sıçanın mütevazı biliş sel kap asite­ leri her ne kadar gelecekle ilgili fikirleri kavrams allaştırmaya (bu

88

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

açık b i r biçimde B eyinZihin'in üçüncül yönüdür) muktedir olmas a da KORKU tek b aşına gelecekteki olaylan öngörmenin güvenli bir yoludur. KORKU sistemi tarafından üretilen s avunmacı duygula­ nımlar kişinin hayatta kalmasını gözetirken şefkatli duygul anım BAKIM b aşkalarının (özellikle BAKIM veren kişinin genlerinin bir kısmını taşıyan b a şkalarının) hayatta kalmasını gözetir. ARZU b enzer ş ekilde türün ayakta kalmasını gözetir. İşin özü, içsel afek­ tif kap asiteler, şimdi ve burada ve kuşaklar b oyunca hayatta kal­ m anın yolları konusunda hayvan davranışına rehb erlik eder. Bir yandan afektif sistemler subkortikal b eynin derinliklerin­ de b ulunurken öte yandan bilişsel b eynin en dış katmanından ve evrimsel o larak en yeni b ölümü olan neokorteksten yükselir. B u durum afektif deneyim için gereken kap asitenin, karmaşık çevresel durumlarda hayvanların yollarını bulmalarını s ağlayan karmaşık bili ş s el yeteneklerden çok daha önce evrimleştiğini gös­ terir. Afektif sistemlerin b eynin derinlerindeki evrimsel konum­ l arı , yani onların daha az zarar görecekleri bölgelerde yer alması ayrıc a dikkate değerdir. Bu, aynı z amanda, bu sistemlerin bilişsel sistemlerden çok daha eski, hayatta kalma işlevleri oldukları ger­ çeğini öne çıkarır. D uygulanımların, hiçbir ş eye b enzemeyen, katıksız zihinsel unsurlar o lduklarından dolayı, b irincil süreç deneyimler olduk­ l arını s öylemiştik. Fakat duygul anımlar, hissedilen deneyimlerin, b eynin içinde olu ş an ilk kaynakları olabilirler ve bu duygulanım­ l arın, bilincin asli formları olduğunu düşünmemizi de doğrulaya­ bilir. Ama bunların değişik çeşitleri vardır, duygusal, homeostatik ve duyusal (Şekil 1 .4) . Ham duygulanımlar, anoetik bilincin, yani bir anlama süreci olmadan yaşanan b irincil s üreç deneyimlerin en eski kaynağı olabilirler. Ö z etle, B eyinZihin'in evrimiyle ilgili kafamızda canlandırdığı­ mız çeşitli katmanlaşma, bizi önce en eski s eviyeye odaklanmak ve bu bilgiyi kullanarak, ilkel duygusal işlevlerin algılarla iç içe geçerek ş artlı ö ğrenmeye olanak tanıdığı, ikincil süreçleri aydın­ lığa kavuşturmak yönünde ikna etmiştir. Örneğin, bir kedinin çın­ gırağının s esinden korkmaya başlayan sıçan, aynen kedinin çanı­ nı duyar duymaz hemen kendi korunaklı evine koşmayı öğrenen sıçan gibi, gelişmemiş bilişsel stratejiler olarak ikincil duygus al süreci kullanır. B u , hayvanlara dünya hakkında olgu s al bilgi -bi-

89

Z i H N i N A R K E O LOJ i S i

lincin e n ilkel noetik veya bilme formunu- s ağlar. Fakat sıçanlar da bilinci düşünürler mi? Bir ş ey yaşadıklarının 'farkında' mıdır­ lar? Tek kelimeyle bilmiyoruz. Kimse de bu açmazı çözecek bir yol önermemiştir. Zihnin ilk iki s eviyesi daha karmaşık bilişs el yetenekleri üret­ meye başladığında ortaya çıkan, bir hafta s onu doğa yürüyüşü hazırlığını planlamak veya kişinin gelecekteki profesyonel hedef­ lerini planlaması gibi daha yüks ek duygus al işlevler için üçüncül seviye işlemlemeye b aşvuruyoruz. Ü çüncül işlemleme, kişinin, geçmiş ve gelecek çerçevesi içinde, otonoetik bilinçte, dünya ve kendisi hakkında akıllı, derin düşünmelere imkan tanır. Hayvan­ larda bu s eviye zihinsel aktiviteyle ilgili çalışma yapmak önemli derecede zorluk arz eder. Ü çüncül s eviye, insanlarda ve iyi düşü­ nebilen az s ayıda hayvanda büyük miktarda bulunan, neokortek­ sin yakın zamanda gelişmiş olan b ölgeleri olan frontal korteks ve p arietal korteks işlevleriyle kuvvetli bir şekilde b ağlantılıdır.

ÖZET Hepimiz kendi zihinlerimizin içinde ve tanıdıklarımızın zihinle­ rinde ki bunların arasında vahşi hayvanların zihinleri ve hayat­ larımıza pek çok zenginlik getiren çeşitli ehlileşmiş evcil ve evde beslediğimiz hayvanların zihinlerinde neler olup bittiğini bilmek isteriz. Afektif nörobilim, bizim en derin afektif değerlerimizin, atalara ilişkin kaynaklarına bir pencere açarak, duygus al Zihin­ Beyin işlevinin doğası hakkında yeni ve özgün, kanıta dayalı bir bakış açısı getirir. Sonraki b ölümde, duygulanımın nörobilimsel çalışma konusu olarak neden marjinalize edildiğinin bilimsel ve tarihi s eb eplerin­ den bazılarını inceleyeceğiz. Başka hayvanlarda duygulanımların varlığını destekleyen araştırmanın kıs a bir özetini de vereceğiz . Bu konuyla ilgili kesin kanıtlan s ağlayan aynı araştırmayı, ARAYIŞ sisteminden bahsettiğimizde daha kaps amlı olarak inceleyeceğiz. Birincil süreç duygusal sistemlerin her biri ayrı b ölümlerde ele alınmıştır. Ö ğrenme alanında bir sürü araştırma KORKU sistemi üzerine o daklandığından, bu bölümden s onra, b eynin ikincil sü­ reç b azı öğrenme mekanizmalarını özetlemek için duraklayacağız. Ö zellikle, b a z ı insanların biliş s el bir işlev olarak gördüğü ş artlan-

90

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

manın, o çeşit bir şey olmadığını göstereceğiz. Bu, gerçekleşmesi için hiçbir neokortikal katılımın gerekmediği, beynin otomatik bir tepkisidir. Ö yle görünüyor ki bu seviyedeki bir BeyinZihin enteg­ rasyonu, zihnin birincil süreçlerinin aksine derin bir şekilde bi­ linçdışıdır fakat bize noetik bilinç için bir temel sağlar. Nasıl olup da duygus al içgüdülerin, yani şartsız afektif ağların, hayvanlarda öğrenmenin, özellikle, korku şartlamasının beyin mekanizmala­ rını araştıranlar tarafından çoğunlukla göz ardı edildiğinin ve öğrenmeye 'kapılan açma' bakımından bunların ne kadar önemli olduklarının altını çizeceğiz. Yol b oyunca, karmaşık üçüncül süreçlere ve duygusal olarak b elir�n düşüncelere odaklanan, insana ilişkin klinik konulara olduğu kadar, regülasyon [ayarlama] ve disregülasyona da [ayar­ l ama b ozukluğuna] dönüş yapacağız. Bu alanda, duygusal mese­ leler üzerinde giderek yoğunlaşan çeşitli modern psikoterapötik düşünce okulları tarafından halihazırda yapılan çalışma ve ge­ lişme için p ek çok yönde insan araştırması yapmak gereklidir. (Bkz. 1 2 . B ölüm, Panksepp'in afektif nörobilim bakış açısından, p sikoterapinin geleceğiyle ilgili b azı görüşlerini ayrıntılandırdığı bölüm) . Yol b oyunca, aynı zamanda kendiliğin doğası ve yaşama s aygı duymanın yeni bir olasılığı üzerinde bizi düşünmeye teşvik eden b eyin sistemlerini inceleyeceğiz. Genel olarak, bizim bakış açımız, duygulanımları anlamanın insan doğasını anlamak için çok önemli olduğu yönündedir. Sa­ dece kişilik yapılarımız duygulanımdan köklenmiş değildir (Davis vd, 2003; D avis ve Panksepp, 20 1 1 ) dikkate değer şekilde toplum­ sal yönden önemli olan insani meselelere de bilişsel yönden oldu­ ğu kadar afektif b akış açısından yaklaşmak gereklidir. İ çgörülü modern p sikoterapistlerin uzun zamandır bildiği üzere, psikote­ rapinin hedefi duygulanım regülasyonudur. Her ne kadar psiko­ terapi, hastalar belli bir yere kadar kelimelerle iletişim kurduğu için düşünceler üzerine yoğunlaşıyor gibi görünse de, tedavinin amacı hastanın afektif deneyimini olumlu yönde değiştirebilmek­ tir. Bu kaçınılmaz olarak onun düşünme şeklinde değişikliklere sebep olacaktır ama psikoterapinin amacı sadece bilişsel stili ve içeriği değiştirmek değildir. Tam aksine, pek çok psikiyatrik ilaç duyguları, bilişsel müdahaleler olmadan doğrudan değiştirir fa­ kat çoğunlukla daha iyi ayarlanmış duygulanımların izini takiben 91

Z İ H N i N A R K E O LO J i S i

güçlü bilişsel değişimler olur. Gerçekten d e zihinsel sorunların tedavisinde çevresel, kişilerarası ve ilaçla ilgili yaklaşımların b e­ raberce kullanılmasının bu yaklaşımların herhangi birini teker teker kullanmaktan daha çok fazla işe yaradığı giderek b elirgin hale gelmiştir. Bu kitabın s onuna doğru Panks epp duygulanımları daha doğrudan hedef alabilecek alternatif terapilerin olası yönle­ ri üzerinde duracaktır. Sonuç olarak, duygulanımlar p sikolojik varlığımızın temelidir. Duygulanımlar tatmin ediciyken, hayat bir şölendir. Alt üst olduk­ larında ise hayat cehenneme dönebilir. İ skoç adası Bute da yaş a­ mış olan ş air John Sterling'in ( 1 806- 1 844) b elirttiği gibi "kendine dönen [tıkanıp kalan] , düşünce ve davranış a yol açmayan duygu, deliliğin bileşenidir." 1 1 . Bölümde, sonuç kısmı için, ham afektif hislerin zihinsel aygıtın en eski, temel yapısında yer aldıklarını, bunların çekirdek KEND İ LİGİN ilk psikolojik katmanları oldukla­ rını, belki de ruh kavramının nöral dayanağı olduklarını bir me­ sele olarak ele alacağız. Şimdilerde organizmaya ait ahenk için gerekli olan evrens el, çekirdek KEND İLİK tipindeki yapının, birincil süreç duygusal sistemlerin bulunduğu, b eynin en eski b ölgelerinin derinliklerin­ de olduğuna ilişkin çıkarıma dayalı kanıt vardır. B eyinlerimizin evrimsel olarak "verili" çeşitli duygusal araçlarının tümü, haliha­ zırda haklarında az şey bildiğimiz, incelikli hale gelmiş p ek çok evrimsel farkla beraber tüm memelilerin deneyimlediği ham duy­ gusal hislerin çeşitli tiplerinin üretilmesi, bu ilkel b e den temsil­ lerinin kaps amlı katmanına dayanıyor olabilir. Bunun aksine -suçlamadan utanca ve kıs kançlık hislerinden empati ve sevecenliğe- yüksek duygusal görüşlerimizin p ek çoğu, bilişsel aygıtımızla derinlemes ine bir ş ekilde iç içe geçmiş tir. Yük­ sek bilişs el aygıtımız, aynı anda hem yönetme arzularından uzak­ laşmamız hem de kendimizi kabule veya "farkındalığa" bırakma­ mız da dahil olmak üzere, olağanüstü s ayıda duygus al seçeneği bizler için mümkün kılar. Hal§. zihnin s adece bilgisayımsal kuramına dayanan bilişsel bilim, akademisyenlerin, insan düşüncelerinin afektif hislerden ne kadar derinlemesine etkilendiğini fark etmesiyle tep e taklak olmuş olabilir (Davies, 20 1 1 ) . Duyguların, öğrenilmiş b akış açı­ larımızı ve deneyimlerimizin yeniden işlenmesini nasıl yönettik-

92

ATA L A R D A N G E L E N T U T K U L A R

leriyle ilgili s o n tablo, halihazırda sahip olduğumuz geçici irr.ge­ lemlerden çok b aşka olabilir. (Bkz. B ölüm 6.) Bir ins anm ba0ka bir ins anın duygusal dengesini bulması için, psikoterapiler i.n, işbirliğine dayanan kullanımı ve zihin-ilaçlarıyla nasıl yardım ettiğine ilişkin terapötik girişimin, duygulanımları daha iyi anla­ makla birlikte, daha incelikli nörobilimsel bakış açısına dayana:ı bir yöne doğru ilerleyeceği düşünülebilir. İ lkel tutkuları anlamak ins anların Aristotelesçi basiretin pe­ şinden (bkz. 4. B ölümdeki epigraf) gitmelerini daha kolaylaştıra­ bilir. Bu, kişinin, zihinlerimizin atalara ilişkin güçlerinin direngen pençesinde, sürekli tekrar eden algısal bir çatışma içinde yaşayan ş anssız bir kurban olmasının tersine, bilgeliğini kullanarak, duy­ gularıyla, bilişsel bir şekilde nasıl uğraşacağını, biliyor olması­ dır. Bu güçlerin, diğer tüm memelilerin hayatlarına rehberlik eden güçlerle aynı olduklarının fark edilmesi gerekmektedir. Sonuç ola­ rak, zihins el doğamızı daha derinlemesine anlamanın yolu hay­ vanların nöral doğasını daha derinlemesine anlamakla olacaktır. O halde ne b ekliyoruz? İ zninizle karşılıklı konuşma b aşlasın.

Bölüm 2

A F EKTI F BiLiNCiN E VR i M i Diğer Hayvanların Duygusal Hislerini Araştırmak

Diğer insanlann deneyimlere sahip olduklarından kesinlik­ le emin olamazken diğer hayvanlann deneyimlerinin olma­ sı mümkün değildir ('diğer zihinler' problemi). Fakat evrim kuramına dayanarak bilincin formlannın, onları bünyesin­ de banndıran biyolojik formlann beraberinde evrimleştik­ lerini varsaymak akla uygun görünmektedir. Ama annın görd'flğü nedir? Ve güve veya yunus balığı neler işitir? -Max Velmans (2009, s. 1 92)

MAX VELMANS 'IN G Ö RÜ ŞLERİ B İ Z İ M ikilemimizi VUR GULAR. Felsefecilerin fenomenal bilinç diye isimlendirdikl eri ham tec­ rübeler nasıl oluyor da beyin aktivitelerinden ortaya çıkıyor? Bu s adece bilinç çalışmalarının değil genel olarak nörobilimin "zor problemidir." Gerçekten de b aşka h ayvanların b eyinlerinin duyus al girdileri nasıl deneyimlediklerini çözmek temel duygu­ s al hislerin afektif niteliklerini çözmekten b elki de çok daha zor olacaktır. Neden? (il Çünkü hayvan b eyinlerinin b elirli b ölgelerini uyararak farklı duygus al hareket örüntülerini ortaya çıkarabili­ yoruz, (ii) çünkü ortaya çıkan birincil süreç duyguların her b irine, dilbilimsel kendi kendine rapor etmeye ihtiyaç olmadan, çeşitli öğrenme görevleriyle nesn el olarak izlenebilen olumlu veya olum­ . suz afektif durumlar eşlik ederler. B öylelikle, b eyindeki nöral dev­ relerin duygus al "ödül" ve "cezalan" nasıl olup da ürettiğini, algı­ lardan daha kolay bir ş ekilde b elirleyebiliriz. Hayvanların suni bir ş ekilde b aşlatılan çeşitli formdaki duygus al uyanlmaların 94

AFEKTIF B İ L i N C i N EVR İ M i

hiçbirine karşı nötr olmadıklarından emin olabiliriz. Elimizdeki çeşitli öğrenme ve tercih ölçümlerinden biliyoruz ki çalışma yapı­ lan tüm hayvanlar ( Ö FKE, KORKU ve PAN İK/YAS) gibi bazı beyin uyanlmalanndan hiç hoşlanmazken (ARAYIŞ, ARZU, BAKIM ve OYUN) gibilerinden hoşlanırlar. Bununla birlikte bu olumlu duygulann her birinin ARAYIŞ itki­ sini bir ölçüde paylaşıyor olabileceğinin altını çizmeliyiz (KORKU içindeyken güvenliği aramak ve YAS sırasında da anne BAKIM mı aramak gibi olumsuz duygulann uyanlmasında da bu paylaşım olabilir) . Bu afektif değerlendirme kabiliyeti çalışılmış olan tüm memelilerde ortak olarak paylaşılır-biz bu kadannı bilimsel bir gü­ venle biliyoruz. Bu tip pek çok beyin devresi başka omurgalılarda da bulunm aktadır. Hatta bazı omurgasızlarda ilgili beyin kimyaları duygulanıma aracılık ediyor olabilir. Bazı türler (örn. kerevit) in­ s anları esir alan morfin ve amfetamin gibi bağımlılık yaratan mad­ deleri b elirgin bir şekilde tercih ederler (Huber vd, 201 1 ) . B aşka memelilerin, olumlu v e olumsuz birincil süreç duygu­ larının deneyimlenme nitelikleri hakkında daha fazla bir sonuca varabilir miyiz? B elki. Bu çeşitli his durumlarının her birinin içsel dinamikleri, bunlara karşılık gelen duygunun, dışardan içgüdüsel görüntüsünün gelip geçen benzerliğinin ötesinde bir şeyler taşı­ yor olabilir. Hissedilen duyguların her biri, daha aş ağı seviyedeki hayvanlarda özellikle açık bir şekilde görülür ipuçlarıyla ARA­ YIŞ'tan YAS ' a kadar değişen görüntülerde davranışsa! olarak ifa­ de edilir. Yetişkin insanlar hislerinin bir bakıma derine inmesine izin vererek dışavurumlarını kolayca engelleyebilirler (gerçekten de neokorteks, bu tür ilkel duygular ayarlandığında, yani kontrol altına alındığında daha iyi şekilde işlevsel hale gelir) . Ama çocuk­ larımızdaki duygu uyarılmalarının en yoğun biçimlerinin genel niteliklerini böylesi bedensel dinamikler ortaya koyar. Ô FKE'nin ısrarlı vuruşlarını, KORKU'nun titremelerini, OYUN'un ins anı ha­ fifleten taşkınlığını, BAKIM'ın sevgi dolu yumuşak okş ayışını ve diğerlerinden daha çok üzerinde duracağımız ARAYIŞ'ın çevreyi hevesli bir şekilde arama ve taramalarını bir düşünün. Bu çeşit davranışlar, aynı zamanda beynin belirli bölgelerini uyararak ortaya çıkartılabilen türden davranışlardır. Bu doğal duygusal ifadeler, yani duygusal davranışlar, büyük olasılıkla gelip geçici duygus al hislerin kendisinden daha fazla bir şeyi ifade eder. Kilit 95

Z İ H N İ N A R K E O LOJ i S i

noktası şudur: Duygusal hisler ve bunların kendiliğinden oluşan davranışsa! ifadeleri en eski zamandan kalma aynı nöral sistem­ den ortaya çıkar. S onuç olarak, biz şimdi temel yapılanma diğer bir ifadeyle duygus al hislerin nöral mekanizmaları için nereye bakacağımızı biliyoruz. Ama çeşitli olumlu ve olumsuz hislerin, ilkel tipte bir iyi veya bir kötü hiss in yalın değişkeleriyle karşılaştırıldıklarında gerçek­ ten de b elirgin bir ş ekilde farklı olduklarını nereden bilebiliriz? Hayvanların olumlu duygulanımlar arasından (nöropeptitler ve p sikofarmakotikler gibi) çeşitli nörokimyasalla o rtaya çıkan farklı duygusal durumları veya beynin doğrudan uyarılmasıyla ortaya çıkan çeşitli ödüllendirme ve cezalandırma formlarını birb irin­ den ayırt edip etmediğini b elirleyebiliriz. Aslında, hayvanların, beynin belirli ve farklı "ödül" bölgelerinin olumlu hislerini (Stutz vd, 1 974) , morfin gibi bağımlılık yaratan opioidler ve kokain gibi psikostimulantlar tarafından meydana getirilmiş içsel durum­ ları da (Overton, 1 99 1 ) ayırt edip etmediklerini bilmiyoruz yine de bunlar tüm memeliler için yüksek s eviyede ö düllendiricidir (Tzschentke, 2007) . Kaps amlı duygus al hisleri oluşturan , b elirgin temel duygulanımların gerçek s ayısını ve b eyin mekanizmalarını bilmemiz için b enzer şekilde daha p ek çok araştırma yapılması gerekmektedir. Temel duygusal durumları yaşayan hayvanlar aynı z amanda, genellikle bizlerin çıkardığı duygusal seslerden çok da farklı ol­ mayan karakteristik s esler çıkartırlar. Acının haykırışını, öfkenin homurtusunu, gülmenin tekrar eden cıvıltılarını bir düşünün. Bu sesler primatlarda, b elirgin b eyin ağlarında üretilir (Jürgens , 2002) . Aynı zamanda her ses çeşidi , Üzerlerinde çalışmalar yapıl­ mış olan tüm memeli türlerinde temel olarak aynı b eyin b ölgele­ rinde üretilir (özetler için, bkz. B rudzynski, 2007; Brudzynski vd, 2 0 1 0; Newınan, 1 988). Duygusal duygulanımların ortaya çıktığı subkortikal beyin sistemleri tüm memeli krallığında dikkat çe­ kecek şekilde b enzerdir. İns anlarda temel duygusal hislerin, neo­ korteksin üst b ölgelerinden ziyade daha alt s eviyedeki bu b enzer b eyin sistemlerinden ortaya çıktığına ilişkin de çok kanıt vardır (Damasio vd, 2000, Northoff vd, 2009, Vytal & Hamann, 2 0 1 0) . Hayvanlardaki birincil süreç duygus al hislerin, b izimkilere b enzeme olasılığı b öylelikle s adece pek çok kanıta dayanmakla 96

A F E K T İ F B i L i N C İ N EVR İ M İ

kalmayıp, birincil süreç duygusal doğamızın türler arasındaki s omut evrims el sürekliliğine dayanmaktadır (Darwin, 1 872/ 1 998; Panksepp, 1 998a) . Yapılan araştırmalarla beynin temel duygusal öğrenme mekanizmalarındaki benzerlikler çarpıcı bir şekilde gösterilmiştir (LeDoux, 1 996) . Ama bu kavranılan üçüncül süreç seviyes indeki zihinsel karmaşıklığa kolaylıkla genelleyemeyiz. Ö yle görünüyor ki diğer hayvanlar huşu veya annma hislerini yaşamıyor. Ortada güvenilir bir kanıtın olmaması böyle bir ola­ sılığı dahi düşünmemize engeldir. Şempanzeler, hır gür etmele­ rinin arkasından açıkça b arışma davranışları gösteriyorlarsa da (de Waal, 2009) herhalde bizlerin yaşadığı şekilde bağışlamanın erdemini deneyimlemiyorlar. Şimdiki yöntemlerle yüksek seviye hisleri çalışmak düpedüz olanaksızdır. Dolayısıyla başka hayvan­ ların mutluluğun anlamı veya utanç, suçluluk ve ayıbın acısını hissedecek yeterli öz yansıtmaya s ahip olduklanna ilişkin hiçbir deneys el kanıt yoktur. Belki birisi tarafından kötü muamele edil­ diklerinde kin besliyorlardır (insanlar tarafından sürekli olarak kötü davranıldıklannda s aldıran fillerin hikayelerini düşünün) . Fakat onların düşüncelerini duyguları gibi etkin bir şekilde ince­ leyemeyiz. İnsan ilişkileri için hatın s ayılır derecede önemli olan hırstan semp atiye kadar üstü kapalı, üçüncül süreç duygularla ilgili s o rular b aşka hayvanlarda nörobilimsel detayıyla hiçbir zaman irdelenemeyebilir. Ö zenli davranışsa! gözlemlerden bazı olasılıkların çıkars aması yapılsa da (Bekoff, 2007; Grandin & Jo­ hns on, 2009) , b aşka hayvanlarda böyle karmaşık üçüncül süreç duyguları çalışmak için bilimsel olarak sağlam bir model yoktur. Yine de s onuç olarak temel duygusal hisler deneys el olarak çalı­ şılabilir ve bu bilginin kendi doğamızın derinliklerini, diğer hay­ vanlarl a akrabalığımızı anlamak için temel çıkarımları olabilir. · Bun dan dolayı insanların görüşleri her ne kadar sistema­ tik olarak toplansa da (Morris vd, 2008) hayvanlardaki pek çok yüksek s eviye (empati, mizah, kıskançlık, utanç ve bunun gibi) duyguların davranışsa! göstergeleri beyinde evrimleşmiş nöral denetimleri olan birincil süreç duyguların tersine belirsiz ve tar­ tışmalı kalmaya mahkumdur. Bilimsel seviyede varlıkları şimdi­ lik hikayelere dayalı durumdadır. En azından diğer hayvanların p ek çoğunun yüksek seviye duygulara sahip oldukları fikrine açık olanlara göre, bu hikayelerin çoğalması şüphesiz veri olabilir (Be97

Z İ H N i N A R K E O LO J İ S i

koff, 2007) . Bir sürü yüksek s eviye primatın karmaşık s osyal duy­ gular sergilediklerine ilişkin p ek çok davranışs a! kanıt vardır (de Waal, 2009). Sıçanlar bile (korkudan donup kalma ve kalp atışının değişmesi gibi) davranışs al ve otonom değişimler gösterirler ki bu empatinin bir göstergesi olabilir (Chen, vd, 2009) . Bu incelikli, yüksek s eviye duygusal süreçler, insan b eyni gö­ rüntülemesiyle tabii ki irdelenebilir (Decety & Icke s , 2009; Iacobo­ ni, 2009a, 2009b ) . Araştırma araçları, bu kitapta üzerinde durdu­ ğumuz subneokortikal duygus al ağlarda 1 ortaya çıkan değişimleri düzenli bir biçimde gösterecek ş ekilde (b elki daha kuvvetli man­ yetik alanlar ve çok daha ileri i statistiksel teknikler kullanarak) yeterli derecede rafine edildiğinde olağanüstü harika ve incelikli hislerin diğer bir ifadeyle yüksek s eviye insan duygularının tüm afektif güçlerinin, memelilerin birincil süreç duygulanımlarının ortaya çıktığı yer olan, en eski nöral bölge üzerine inş a edildikle­ rini bulabiliriz. Birincil süreçler ortaya çıkan b öylesi bir çeşitlilik için s ağlam evrims el bir zemin olmaya devam edebilir. Gerçekten de bunun için giderek artan kanıt mevcuttur. B eyin görüntüleme aygıtlarındaki afektif değişiklik, neokortikalden daha çok subkor­ tikal uyarılmalarla olumlu şekilde korelasyon içindedir; kortikal uyarılma, hislerin yoğunluğunun, azalmasını yansıtma eğilimin­ dedir. Bundan dolayı zihinlerimiz duygus al hislerle dolu olduğun­ da kortikal uyarılma çoğunlukla düşük bir noktada olur ve hisle­ rin yoğunluğu az olduğunda da kortikal uyarılma yüks ektir. Bu bize korteksi alınmış hayvanların aşırı duygu s allaşması olarak Duygusal bölgelerdeki subkortikal nöronların tipik olarak, talamus ve neokorteksin yüksek duyu sal-algıs al b ölgelerindekine göre çok daha ya­ vaş ateşlendiğini hatırlamalıyız. Pek çok sistemde, nöral ateşlemenin kümelenmesi, bunların yüksek örüntülenme oranlarına karşılık daha önemlidir. Sıklıkla, belirli afektif-vis eral nörokimyas alların (örn. nöro­ p ep titler) gücü ve devam eden hareketleri, duygus al hislerin örüntülen­ mesi ve tepkileri üzerinde, PET ve fMRI gibi tekniklerle görüntülenen nöral ateşlenme oranlarının yüks elmesi ve s onuç olarak kan akışının artmasından daha önemlidir. Bundan dolayı bu teknikler, daha derinde­ ki afektif b eyin fonksiyonlarına, daha yüksek bili ş s el b eyin fonksiyonla­ rına olduğu kadar duyarlı değildir ve duygulan çalışmak üzere bu tek­ niklerin kullanılması, arzu edilmeyen bir yanlılığı açığa vurur: Bunlar afektif alt yapıdan ziyade duygulara eşlik eden bilişsel ve düşünce dolu b ağlantılara daha duyarlıdırlar.

98

A F E K T I F B İ L İ N C i N EV R i M i

uzun zaman öncesinde gösterilmiş olduğu gibi üst-beyin aktivite­ sinin, daha aşağıdaki beyin bölgelerinden yükselen hisleri dizgin­ leme eğiliminde olduğunu gösterir (Northoff vd, 2009) . Bununla beraber, ins anlar beyin görüntüleme aletlerinin içerisindeyken kendi duyguları üzerinde düşündüklerinde, bu kendileriyle yoğun şekilde uğraşma durumları, tipik olarak beynin medial frontal b ölgelerini harekete geçirir (Northoff vd, 20 1 1 ) . "Bilinçli farkın­ dalık geliştirme," yani bulunduğun an içerisinde huzurlu olmayı öğrenme gibi meditasyona yönelik manevralar, yoğun düşünme­ ye yönelten duygusal uyarılmayı azaltma konusunda, geleneksel psikoterapötik yaklaşımlara göre sıklıkla daha etkili olabilirler (Siegel, 2007) . Şu olasılık hala varlığını sürdürmektedir; sadece in s anlar ve benzer primatlar (belki filler, balina ve yunuslar da dahil olmak üzere) zengin ve karmaşık aile yaşantıları ve geniş çaplı erken bilişsel gelişimleri s ayesinde, diğer hayvanlardan daha karmaşık sosyal duygulan deneyimleyebilirler. Fakat bunlar, belki günümü­ zün geçerli bilimsel araştırinasının dışında kalmalarından dolayı hal§. üzerinde çalışılmamış meseleler olmaya devam etmekte­ dirler. İns anlarda temel duyguların ve karmaşık bilişselliklerin beraberce sürmeleri, kişinin duygusal hayatı üzerinde bazen iyi ama çoğunlukla da daha kötü yönde kaçınılmaz olarak derin et­ kiler bırakır. Bizler yüksek bilişsel süreçlerimizin gücüyle duygu­ larımızı filtrelemeye devam etme becerimizden dolayı duygusal bozukluklara, kesinlikle diğer hayvanlardan daha yatkınız. İn­ s anlar sorunlarıyla ilgili uzun uzadıya düşünüp uğraştıklarında bu, özgün duygusal çalkantıları körükleyip, sürdürebilir. Bununla birlikte, burada, insanın daha yüksek duygularıyla ilgili pek bir şey s öylemeyeceğiz. Görevimiz, diğer hayvanları, birincil süreç duygulanımları deneyimleyenlerin çevresine dahil etmek üzere verimli görüşler geliştirmektir ve bunu nesnel ve nörobilims el olarak yapmaya gayret edeceğiz. İnsanlarda ve hayvanlarda birincil süreç duygulanımları kav­ ramanın, ZihinBeyin'in nasıl işlediğini anlamak için çok önemli olduğunu s öylemiştik. B ilincin nöral kodlarını çözmek ve yaşamın p sikiyatrik olarak belirgin problemlerine yeni ve daha iyi tedaviler sunmak için bu alanın, araştırmanın başlıca kilit alanı olduğuna inanıyoruz. Türler arası bilims el çalışmaların yenilerde mümkün 99

Z i H N i N A R K E O LO J i S İ

kıldığı nöral, davranışsal ve zihinsel analizler arasındaki bilimsel üçgenlemeler, şimdiye kadar yapılmadığı biçimde h ayvan ve in­ sanın ortak duygularını incelikli olarak anlamayı s ağlıyor. Fakat bunu iyi yapmak için psikoloji biliminin ve nörobilimin, hayvan­ ların zihinsel hayatı ve özelinde afektif hayatıyla ilgili çalışmayı, en azından çok yakın bir zaman öncesine kadar (Panksepp, 1 998a) neden dışlama eğiliminde olduğunun b azı tarihi sebeplerini de incelemeliyiz. Bundan s onra ham duygulanımların, zihinlerimizin atalara ilişkin hislerinin, nasıl olup da şu dünyanın p ek çok diğer canlısıyla ortak olarak p aylaştığımız subneokortikal sistemler­ den ortaya çıktığını gösteren nörobilimsel kanıtları ö zetleyeceğiz. Sonraki bölümlerde üzerinde duracağımız birincil süreç duygusal sistemlere teker teker geçmeden önce duygu çalışmaları özellikle de duygusal hislerle ilgili çalışmaların tarihini, bu b akış açısın­ daki alanı hala etkileyen çeşitli karşıt akımları da ekleyerek p ayla­ şacağız. Bu tarihi güçler üzerinde düşünmeyi arzu etmeyenleriniz, ARAYIŞ sistemini ele alan sonraki bölüme özgürce geçebilirler.

BEYNİN VE AKLİ AYGITIN EVLİLİGİ: TARİHÇE Yakın zaman kadar pek çok felsefeci, hatta b azı bilim ins anları zihinsel hayatı pozitif biyolojik bilimlerin asla ele alamayacağı bir konu olarak maddi olmayan, tinsel ve epifenomenal ş ekilde görme eğilimindeydiler. Nörobilim, tüm diğer p ozitif b ilimler gibi fizyolojik ve davranış s a! olguların nesnel gözlemlerine dayanma­ lıdır. Pek çok meslektaş hala hayvan deneyimlerinin (temel bilin­ cin) ölçülemeyeceğini ileri sürerler. Bu tartışılamazmı ş . Ne eni ne b oyu olabilirmiş; s özel geribildirimlerin kendine özgü ve yanıltıcı olabildiği insanlarda bile, hiçbir yolla kesin bir ş ekilde takip edi­ lemezmiş, temel bilinç sadece b elirsiz nörodinamik bir derinlik­ ten ib aretmi ş . Sağ hemisferi etkileyen bir felç geçiren ins anların, konuşma hemisferlerini derinlikli afektif rehberlikten yoksun bırakan konfabulasyonları bir düşünün. Bu insanlar sıklıkla göz göre göre ortada olan felçli sol taraflarını sözel olarak yetenekli sol hemisferleri tarafından üretilen, kendi kendine hizmet eden, gerçek dışı hikayelerle b azen psikanalitik görüşmelerin ortasın­ da kaybolan konfabulasyonlarla inkar ederler (Kaplan-Solms & Solms, 2000). Ö rneğin, b öyle insanlar s anki hiçbir b ozuklukları 1 00

A F E KT I F B i L İ N C i N E V R İ M i

yokmuş çasına uzun uzadıya konuşur, s adece sosyal maskelerini çıkardıkl annda aniden hastalıklannı ve korkulannı kabullenir, hayatlarını "mahveden" bu tür engellerin anlamını özgürce konuş ­ m aya b aş larlar. Nörobiyolojik yönelimli p ek çok bilim ins anı , zihinsel hayat h akkında derin anlamı olan hiçbir şey söyleyemeyeceğimizi öne sürer tabii ki diğer hayvanlar için de durum aynıdır, hatta onlara göre bilincin gerçek olduğunu bile iddia e demeyiz. Bu demektir ki bilinç h ayal ürünü olmaktan öte bir şey değildir. 1 992 yılında, ta­ nınmış evrimsel biyolog George Christopher Williams ( 1 992, s. 4) ş öyle yazmış , [zihinsel gerçekliği] biyolojik açıklamadan, neredey­ se s ilme eğilimindeyim çünkü tamamıyla özel bir fenomen ve bi­ yol oji açıkça kanıtlanabilir olanla uğraşmalıdır. Birçok meslektaş Willams ile hemfikir. Biz değiliz . E ğer yoğun üzüntü ve acıyl a dolu ins anların gerçek duygulannı ele almaz ve derin, genellikle olum­ suz hislerini bilimsel olarak anlamaya çalışmazsak, onları duygu­ sal olarak gerçekten neyin s ıkıntıya soktuğunu da hiçbir zaman anlayamayız. Bu anlamanın büyük bir kısmı hayvan dostlarımızla yapılan ç alışmalardan gelmek zorundadır. D epresyon gibi zihin­ s el rahatsızlıkların, olumsuz duygulanımlarla dolup taşan zihin­ lerin, olumlu duygulanımları kullanma bilgisiyle yeniden dengeye kavuşturularak tedavi edildikleri günü hayalimizde canlandırabi­ liriz. Tabii ki, bunun için aynı zamanda bizler yeni ve daha etkili p s ikoterapi uygulamaları geliştirene kadar sinerjiye dayalı ins an etkileşimi gerekecektir (örn. bkz. bu kitabın son bölümleri) . Ö zetle, i ddiamız ş udur; hayvanların beyinleri ve zihinleriyle ilgili uygun ve kuram güdümlü ç alışmalar olmadan, duygulanımları biyolojik yönden anlamamız mümkün olamaz. Bu birçok kişiyi ş aşırtabilir. Ama ilgili bilim s el ve etik mes eleleri etraflıca düşündüğümüzde gerçekten de olması gereken budur. H angi olguyla alakalı olurs a olsun, B eyinZihin'i çalıştığımız­ da, s adece b eyin devreleri ve moleküllerle değil zihinsel hayatı üretmeye yarayan bu nörofiziksel alt yapılarda üretilen hislerin, karmaşık dokularıyla karşı karşıya kalırız. Çeşitli p sikiyatrik bozuklukları anlayabilmek için afektif deneyimin doğasıyla bi­

limsel olarak yüzleşmeliyiz. D epresyon neden acı verir? (Solms &

Panksepp, 20 1 0; Panks epp & Watt, 20 1 1 ) sorusunu ve daha doğru ş ekliyle

101

Z i H N İ N A R K E O L OJ İ S i

B u n e çeşit bir acıdJr? (Watt & Panksepp, 2009) sorusunu s or­ madıkça, bu nöro-zihinsel fenomenin, yani depresyonun tanıs al tanımından, tamamıyla b eyin-merkezli anlayış a geçemeyiz. Zihni beyinden silme eğiliminin uzun bir tarihi ve bunun da iki ana akımı vardır. Birinci akım düalizm, iki ontolojik gerçek­ liğin, maddi olanın b eraberinde tinsel olanın varlığına inançtır. Dualizm, antik Yunanların düşünce yapılarının ayrılmaz bir p ar­ çasıydı. Geçmişte dört yüzyıl b oyunca bu akımın en ünlü s avu­ nucusu, yakın zamana kadar p ek çok takipçisi olan, filozof Rene Descartes 'tı ( 1 597- 1 650) . Tarihin ikinci ilgili akımı on dokuzuncu yüzyılın son kısmında bilim insanlarının sinir sistemiyle ilgili pek bir şey bilmediği, uzun zaman önce tıp müfredatını çağdaş­ laştırmaya kendini adamış devrimci Alman doktorlar arasından çıkmış bilimsel bir hareketten ileri gelir. İ sterseniz bu iddiaları teker teker inceleyelim. Diğer Hayvanlar Duygusal Hislerini Nasıl Kayb ettiler?

Dualizm, Descartes 'ın yazılarından önce, yüzyıllar b oyun­ ca pek çok bilim ins anı tarafından kabul edilmişti. Tipik o larak tinsel gerçekliği maddi gerçeklikten daha önemli olarak gören antik Yunanlar arasında düşünmenin vazgeçilmez bir p arçasıy­ dı. Platon (M Ö 424-348) "formların" fiziksel olmayan kavrams al gerçekliklerin maddi gerçekliğin özünü kavradığına inanıyordu. Ö rneğin, kişi tek tek nesnelerde güzelliği görebilir ama güzelliğin özünü anlaması için güzelliği bir "form" olarak, tek tek güzellik örneklerinin ötesinde ve üzerinde var olan bir kavram olarak an­ lamalıdır. Bun dan dolayı Platon i çin fiziksel gerçeklik, en yüksek s eviyede tins el gerçekliğin s a dece bir yansımasıydı: ideal fo rmla­ rın gerçekliği (C opleston, 1 962a; Plato, 1 94 1 ) . E ski zamanların e n ünlü biyoloğu Aristoteles (M Ö 3 84-322) tüm canlı varlıkların bir ruhla dolu olduklarını, bu ruhu kişisel bir ruh olmaktan öte doğanın fiziksel olmayan bir gücü olarak gördü­ ğünü ve bunun fiziksel dünyanın değişimleriyle açıklandığını öne sürdü. Ö rneğin, bir fidenin ruhu, bir ağaca dönüşme potansiyeli olarak düşünülebilirdi (McKeon, 1 94 1 ) . Şimdi bizler bu sonuçların genetik mirastan kaynaklandığını kabul e diyoruz. Hıristiyanlığın en etkili eski düşünürlerinden biri olan Aziz Augustinus ( 3 50-43 0), 1 02

AFEKTİF B i L i N C İ N EVR İ M İ

b u doğrultuda ruhu, bedeni yönetmeye yardım eden akıl ve muha­ keme ile donatılmış özel bir varlık olarak tarif etmişti. Descartes, Aziz Augustinus tarafından yayılan Aristoteles'in fikirlerine, bü­ yük olasılıkla ve kısmi olarak politik seb eplerle özellikle dini bir yorum getirmiştir. {Kilise tarafından Galileo'ya yapıldığı gibi san­ sürlenmeye hiç istekli olmadığı için işkence tehdidi karşısında bu durum oldukça anlamlıdır.) Tanrı'nın ruhunun insan zihnindeki ifadesi olarak açıkladığı tinsel güçleri kişisel bilinç açısından dü­ şündü. B öylelikle , Tanrı'nın fiziksel olmayan ruhu, insan davranı­ şını b elirliyordu {C opleston, 1 9 62b) . Descartes'ın hayvanlara bakış açısı farklıydı. Onları bilinçli varlıklar olarak görmüyordu çünkü Tann'nın ilahi ruhunu böyle aşağı hayat formlarında ortaya koyacağına inanmıyordu. Hayvan­ ları yaş ayan makinelerden hiçbir farkları olmayan ilahi kıvılcım­ dan yoksun yaratıklar olarak düşündü. Bu bakış açısı, hayvanlar üzerinde {örn. anestezi yapmadan canlı canlı kesip incelemek gibi) insanlık dışı araştırmaların yapılmasına s eb ep oldu; karşı çıkma sesleri ve kaçma çabalan, herhangi bir bilinçli deneyimden yoksun irade dışı tepkiler olarak görüldü. Sadece insan bilinçli bir varlıktı ve ins anın bilinci Tanrının ilahi gerçekliğinin bir par­ çasıydı. Bu sıfatla ins anın bilinci hareketlerini b elirliyordu. Bu zoraki fikrin işleyebilmesi için Aristotelesçi ruhun ve Descartesçı ilahi ins an zihninin aynı zamanda fiziksel dünyanın tüm hareket­ lerini de b elirleyen tinsel, yani fiziksel olmayan güçler tarafından kontrol e diliyor gibi görülmesi gerekliydi. Aristoteles'in kuramı tüm yaş ayan ş eylerdeki değişimler için açıklama getirdi, Descar­ tes'ın kuramıys a özellikle insan davranışını açıkladı. Tinsel, varoluşsal gerçeklik inancı aynı zamanda, vitalizm inancını destekleyen eski Hipokrat Tıbbında da vardır. Vitalizm fiziksel dünyada değişimlere neden olan Aristocu tinsel güç inan­ cını takip etti. Hipokrat' a göre yaşamsal güçler hastalık ve s ağlığı yarattı {Smith, 1 979) . Hipokrat (M Ô 470-370) tıbbın bab ası olarak b ilinir çünkü hastalıkları mistik güçlere atfetmek yerine b edenin durumlarına dayandırmıştır. Tıp için tamamıyla mistik bir teme­ li reddetmiş olmasına rağmen yine de düalistti; fiziksel olmayan yaş amsal güçlere sıkı sıkıya inanıyordu. Dört adet bedensel salgı veya sıvının (sarı s afra, siyah safra, balgam ve kan) sağlığımızın mükemmel veya kötü olmasını b elirlediğini ve bunların da yaş am1 03

Z i H N i N A R K E O LOJ İ S i

s a l güçlerin fiziksel ifadeleri olduğunu öne sürdü. B u b akış açı­ sında, s algıların tutarlı dengesi, s ağlığın iyi olmasıyla s onuçla­ nırken tüm hastalıklar da denges izlik durumlarının s onuçlarıydı. Ortaçağda bu düşünme şekli kolerik (kızgın) , melankolik (üzgün) , flegmatik (serinkanlı ve korkak) ve kanlı canlı (mutlu) kişilikler kavramlarıyla, duygusal mizacı da içine alacak ş ekilde genişledi. Modern öncesi Avrup a döneminde tıbbi müdahaleler, büyük ölçüde s algıları yeniden dengelemek için tasarlanmıştı ve bu da dolayısıyla, b edeni ve zihni yöneten fiziksel olmayan yaş amsal güçlerin tekrar dengelenmesi anlamına geliyordu (Smith, 1 979). Ö rneğin ş arabın kan seviyes ini ve mutluluğu artırdığı için s arı s afra fazlalığına iyi geldiğine inanılırdı. Turunçgillerin b algamı azalttığı düşünülüyordu ve bu kurallar b öyle sürdürülüyordu. En kötü ihtimalle Hipokrat kuranarına uyan doktorlar hastalarını kanatıyorlar veya karacaot zehri vererek kusma ve i shali tetikli­ yorlardı. Olası yararlı plasebo etkileri dışında bu tür müdahaleler hastalara zarar veriyor ya da hiçbir faydası dokunmuyordu .

On Dokuzuncu Yüzyıl Tıp Biliminden Davranışçılığa Hipokrat'ın z amanında tıp bilimi baskılanmış bir araçtı çünkü özellikle otopsiler yönetim tarafından yasaklanmıştı. Hipokrat'ın bedenin dahili işleyişleri hakkında çok az bilgisi vardı. Yine de tıp iki bin yıldan fazla bir süre Hipokrat kurallarının etkis i altında kaldı. Rönesanstan s onra bilimsel gelişmeler Hipokrat kuramına olan güveni s arsmaya b aşladı. Mikroskop gibi modern buluşlar bilim insanlarının b azı hastalıkların ka'Yn ağının s algılardaki dengesizlikten ziyade mikro organizmalar olduğunu öğrenmele­ rine olanak tanıdı. Ama değişim her z am an yavaştır ve hoş karşı­ l anm az. Ancak on dokuzuncu yüzyıl ortalarında bir grup Avrup alı doktor, (C ari Ludwig [ 1 8 1 6- 1 895], Emil du Bois-Reymond [ 1 8 1 81 896], Hermann von Helmholtz [ 1 82 1 - 1 894] ve Ernst von B rücke [ 1 8 1 9- 1 892] gibi bir yere kadar b eyinle ilgilenmiş olan aydınların açtığı yolda) kendini deneys el tıbba adadı ve b enzer düşüncede olan diğer tıp -bilim ins anlarıyla birlikte s onradan B erlin B iyo ­ fizik Kulübü olarak adlandırılacak grubu kurdu (Greenspan & Baars, 2005). Hastalıklarla ilgili modern fiziksel b ulgularla uyuş­ mayan Hipokrat'ın dört s algıya ilişkin fikirlerini reddettiler.

1 04

A F E KT I F B İL i N C i N E V R i M İ

B erlin Biyofizik Kulübü genel olarak vitalizmi de reddetti. B ed enlerin işleyişini yönettikleri vars ayılan tüm acayip hayali güçlerin varlığını reddettiler. Bu seçkin bilim ins anları b ilimsel araştırmaların fiziksel olmayan güçleri ele alamayacağını dola­ yısıyl a fiziksel olmayan güçler hakkındaki iddiaların doğru olup olmadığını veya bunların gerçekten var olup olmadığını kişinin bilemeyec eğini s avundular. Onlara göre bilim s adece fiziksel dün­ yanın araştırılmasıyla sınırlı kalmalıydı. Bu devrimci hekimler, fiziksel beden üzerinde deneyler yap ­ mak ve gözlemlerine dayanarak mekanistik kuramlar geliştirmek­ le yetiniyorlardı. Ama kuramlarını baskın, fiziksel olmayan bir gerçek olarak görmüyorlardı. Bilimsel kuram s adece eldeki kanıt­ ların en iyi açıklaması olarak görülüyordu. Olgular kuramlardan daha önemliydi. İlke olarak kuramlar her zaman zıt düşen kanıt­ lar karşısında değiştirilebilirdi. B u devrimsel hareket hızla s ağlam bilimsel bir temelin üzerine oturan yeni özenli bir tıp müfredatının baş arıyla oluşturulmasını s ağladı. Bu kulübün z aferi günümüze kadar tıp eğitiminin temeli olarak devam e degelen tıpta kanıta dayalı yaklaşıma yol açtı. Ama p sikolojide vitalizm karşıtlığı özel bir ş ekil aldı. Zihin biyofiziksel b akış açısıyla nasıl araştırılabilirdi? Yirminci yüzyılın son çey­ reğine kadar akademik çevrede baskın olan davranışçı hareketin ileri sürdüğü nörobilim öncesi duraklama sırasındaki çözüm, bi­ lincin önemli olmadığıydı ki bu özellikle davranış s a! nörobilim b aşta olmak üzere nörobilimde hala bitmiş değildir. D avranışçılar b eyin fonksiyonlarının s adece dış ardan gözlemlenebilen b oyutla­ rını araştırmayı s eçti (yani davranışlar ve "uyaranlar" ki davra­ nışlar "tepkilerdir") . D avranış çıların en önemli araçları ş artsız uyaranlar (ŞU) ve ş artsız Tepkilerdir (ŞTler) . Bunlar donup kalma d avranış ıyla s onuçlanan elektrik ş oklar gibi ş eylerdir (bkz. 5 ve

6. B ölüm) ve b u tip ş eyler hayvanları hızla öğrenilmiş b a ş a çıkm a stratejileri kullanmaya yönlendirmiştir. Bu ş ekilde davranış çılar, b eynin dolayısıyla da zihnin "kara kutusuna" uğrama dan yolları­ na d evam e debiliyorlardı (Skinner, 1 938) . Gözlemlenebilir davra­ nışlardan diğer bilimsel verilere kadar herhangi bir zihins el güce ilişkin çıkars ama yapmayı, gözden düşmüş vitalistik güçler inan­ cıyla yanıltıcı bir ş ekilde eş gördüler. Buna bağlı olarak zihnin gerçek doğasını bilimsel yoldan araştırmak için b aşka hiçbir yol

1 05

Z i H N İ N AR K E O L O J İ S İ

bulmadılar ve en azından yirminci yüzyılı D: bilimsel p s ikolojisi içindeki pek çok araştırmacı için özellikle de hayvan araştırmala­ rı b ağlamında tartışıldığında zihin yok oldu. Felsefedeki pozitivist hareket s ağlam bir b ilim inş a etmenin tek yolunu tüm kavramlar için katı tanımlamalar yapmak (po ­ zitivizm) olarak gördü. Ünlü dil fels efecisi Ludwig Wittgenstein ( 1 922/1 98 1 ) , Tractatus kitabında zihnin araştırılmasındaki aman­ sız materyalist zorluklar için "kesin" destekleyici önermeler sunmuştur. Ünlü önermesi, "ce­ vap kelimelere dökülemiyors a, s oru da dökülemez" ( Ö nerme 6 . 5) dikkate alındığında zihinsel nitelikler net operasyonel bir b ilim­ sel dile dökülemeyeceği için ş öyle bir açmazla karşı karşıya kalı­ yoruz: Tüm olası bilimsel sorular açıklansa bile hayat problemi hiç dokunulmadan öylece durur. Elb ette böylelikle hiçbir s oru kalmayacaktır ve bu, cevabın ta kendisidir (Wittgenstein, 1 98 1 , Ö nerme 6.52). Wittgenstein'ın şüpheci rehberliğinin devamı i çin 1 3 . B ölü­ mün s onuna b akabilirsiniz. İkinci Dünya S avaşının insanlık tra­ jedisinin hemen ertesinde neredeyse hayatı b oyunca duygus al olarak acı çekmiş bir kişi olan Wittgenstein'ın Felsefi Soruştur­ malar adlı kitabında zihinsel hayatın araştırılmasıyla ilgili daha hoşgörülü bir görüşü öne sürmesi dokunaklıdır. Bu görüş göreceli kelime oyunlarımızın yerine geçerek p s ikolojide günümüze kadar geliş erek devam edegelen kuvvetli bir s osyal yapıs alcı harekete öncülük etmiştir. Şüphesiz vitalizm ve akılcılık birbirinden ciddi ş ekilde farklı­ dır. Vitalizm temeli fiziks el olmayan tins el bir gerçekliğin varlığı­ nı ileri sürer. Vitalistik güçlerin herhangi bir fiziks el temeli veya biyolojik öncülleri olduğu düşünülmüyordu. Tam tersine bunların fiziksel b edenin sağlığını belirleyen görünmeyen güçler olduğuna inanılıyordu. Diğer yandan akılcılığın b elirgin biyolojik öncülleri vardı ve akıl tartışılmaz bir ş ekilde fiziksel b eynin mülkiyetin­ deydi. Akıl doğanın bedensiz bir gücü değildi. B eynin bir fonksi­ yonuydu ve bundan dolayı b aşka herhangi bir biyolojik olgu gibi normal bilims el yollarla incelenebilirdi. Tüm yapm amız gereken ş ey, afektif nörobilim alanındaki araştırmacıların amaçladığı gibi bu zor işe koyulmaktı (Panksepp, 1 998a). Nörobilimdeki ilerleme­ ler s ayesinde b u nihayet yapılabilir bir p roje haline geldi.

1 06

A F E K T I F B i L İ N C i N EVR İ M İ

Maalesef b u ayrımlar Berlin Biyofizik Kulübünün merkezden uzak b azı üyeleri arasında kayboldu. Fizyolog Jacques Loeb ( 1 8591 924) ilk olarak Bryn Mawr Kolejinde sonra Chicago Üniversitesin­ de son olarak da Rockefeller Üniversitesinde (o tarihte "enstitüy­ dü") olmak üzere Amerika Birleşik Devletlerinde çalıştı. Chicago Üniversitesindeyken, sonunda "davranışçılığın babası olacak John B. Watson'ı ( 1 878- 1 958) etkisi altında bıraktı. B. F. Skinner ( 1 9041 990) Harvard'dayken Loeb'un fikirlerine ikna olmuştu. Watson ve Skinner birlikte, Loeb'dan esinlenerek metodolojik olarak titiz ve en nihayetinde doktrinci radikal davranışçılığı tasarladılar. "Zihni" müfredattan çıkartmış olsalar da pek çok psikolog için b irer kahramandılar. Modern b ilimin derin bir şüpheciliği barın­ dıran Kartezyen temellerinden dolayı bir dereceye kadar başarılı da oldular. Descartes'ın felsefe yapmaya her şeyden şüphelenmek­ le b aşladığını hep birlikte hatırlayalım. Çevresindeki dünyanın bir rüya veya halüsinasyondan biraz daha fazla bir şey olduğunu kolayca farz etti. Günahkar şeytanlann aklını ve muhakemesini yönetebileceklerine inandığı için, mantık ve matematiğin gerçek­ liğinden şüphe etmekte hiçbir problem görmedi. Şüphe edemeye­ ceği tek şeyin şüphe ettiği olması s onsuz bir şüpheden kurtul­ masına yol açtı: Tartışmasız olan tek kanıt parçası cogito ergo sum düşünüyorum öyleyse varımdı. Böylelikle şüphecilik bilimsel gerçekliğin geçer akçesi oldu. Yirminci yüzyıl biliminde matema­ tiksel ve mantıksal olan dışında hiçbir bilimsel kanıtın olmadığı apaçık ortada olsa da "bunu bana kanıtla" bir slogan haline geldi. Doğasından dolayı bilim kanıtların ağırlığına dayanmalıydı. Bu b akış açısından b akıldığında elinizdeki kitabın başlıca iddiaları bilimsel kurallara uyanlar için iyi bir haber olmalıdır: Bu kitap diğer memelilerin de duygusal deneyimler yaş adığını ve hepimi­ zin birincil süreç duygusallığımızın çok benzer nöral temelleri olduğunu birçok olgu ile göstermektedir. Ama pek çok nörobilimci için bu tek ve çok önemli öğe, yani şüphecilikle olan aşk ilişkile­ ri hal§. akla uygun kanıtlann ağırlığından önde gelir. Bu öyle bir noktaya kadar vanr ki bu tip soruları en ileri deneysel çözümlere götürecek en iyi araçlara sahip olan davranışsa! nörobilimciler bile bu konuları hemen hiç tartışmazlar. Buradan hareketle psikoloji bilimi içinde herhangi bir zihin­ sel yapıya ihtiyaca, aşırı derecede şüpheci bakan davranışçılığın 1 07

Z i H N İ N A R K E O LO J i S i

b abaları psikoloji alanında uzun z amandır eksik kalan titizliği s ağlayarak davranış analizine incelikli yeni bir s eviye getirmiş­ lerdir. Onlar kazanılmış davranış değişikliğinin s eb ebini analiz etmek üzere bize ilk umut vaat eden yolu, diğer bir deyişle öğ­ renmeyi gösterdiler. Bilim insanlarına laboratuvarda güvenilir bir şekilde davranış değişikliği üretebilecek araçları sun dular. Ama bunu başarmak için içsel duygus al ve motivasyonel süreçle­ re ilişkin tüm atıfları reddetmeleri gerektiğini hissettiler. Watson ( 1 929) ilk b aşta duygulara ilgi gösterdi ama entelektüel kapasi­ telerin yaradılıştan gelen herhangi bir huyla alakalı konulardan b ağımsız olduklarını ve bunların doğuştan gelen fonksiyonlardan pek etkilenmeden öğrenildiğini düşündü. Ünlü i ddiası ş uydu "Be­ nim b elirlenmiş dünyamda büyütmek üzere bir düzine s ağlıklı iyi gelişmiş b eb ek verin, rastlantısal olarak b elirlediğim bir be­ b eği doktor, avukat, s anatçı, tüccar, ş ef ve evet hatta dilenci ve hırsız olmak üzere seçeceğim alanda yeteneği, yönelimi, eğilimi, becerisi, uğraşısı ve atalarına ait s oyuna b akmaksızın herhangi bir çeşit uzman haline getirmek üzere eğiteceğimin garantisini veririm. " Skinner daha da ileri gitti. Bu yeni davranış biliminde, duygusal kavramları daha en b aşta reddetti ve şu ünlü iddiasını dile getirdi: "Duygular çoğunlukla davranışlara atfettiğimiz uy­ durma s ebeplere, mükemmel örneklerdir" (Skinner, 1 95 3 ) . İ lginç bir biçimde bu bilim ins anlarının hiçbiri b eyin araştırmasıyla meşgul olmanın psikolojinin bütünlüklü bir bilim olması için ge­ rekli olduğunu düşünmedi ama bu nörobilimin organizmaların ne yaptıklarını anlamayla ilgili en önemli bilim disiplini o larak olgunlaşmasından çok önceydi. Bundan dolayı bu radikal davranış çılar için bilinçli deneyimin özelinde afektif deneyimin bir anlamı yoktu. D arwin'in hayvan davranışlarının onların afektif durumlarıyla ilgili bir gösterge s ağ­ ladığına ilişkin önerisini ve William James'in duygus al hislerin, duygusal hareketlerin öncesinde uyarılmadıkları bilakis ifadeleri takip ettikleri (ya da bunlarla eş oldukları) inancını dikkate alma­ mışlardır. Bir anlamda bu, elinizdeki kitabın mesajıdır fakat afek­ tif mesajları, periferal bedenin duygusal hareketlerinin değil de b eynin tamamen duygusal davranış sistemlerinin taşıdığını kabul eder. Bu, b asit bir ayrım değildir, duygusal hislerin, b enzeri korti­ kal imgelemine kanmış olan D amasio ( 1 994) için bile değildir.

1 08

A F E KT I F B i L i N C İ N E V R İ M İ

B u tür düşünmeler davranışçılar için s adece "boş konuşmaydı." D avranış çılar h ayvanlarda öğrenmeyi sistematik olarak araştıran ilk p s ikologlardan biri olan E dward Thorndike'ın ( 1 874- 1 949) ileri sürdüğü "Etki Kanunu" adlı özgün, ünlü ifadeyi de göz ardı et­ tiler. Thomdike'ın özgün yorumu şöyleydi; hayvanlar, kendilerini yalnızca tercih etme ve kaçınma davranışları s ergilemeye mecbur b ırakan "tatmin olma" ve "rahatsızlık" gibi hisleri deneyimlemekle kalmazlar, b u hisler onlara öğrenmede rehberlik ederler. Özgün "Etki Kanunu" aslında "duygulanım kanunuydu." Davranışçılar bu yönü reddettiler. Thorndike'ın tam olarak ileri sürdüğü şekliyle: Aynı durum karşısında, hayvanın arzusunun ta tmin olmasıyla [buraya vurgu yapılmış) birlikte ya da bu tatmini yakından takip e den çeşitli tepkiler, o durumla daha sıkı sıkıya bağlantılıdır ve bundan dolayı da diğer ş eylerin eşit kalması şartıyla, tekrarlan­ maları daha olasıdır; hayvanın arzusunun tatmin olmamasıyla, tatminsizlikle [buraya vurgu yapılmış) birlikte ya da bunu ya­ kından takip eden tepkilerle, o durum arasındaki b ağlantılar di­ ğer ş eylerin eşit kalması şartıyla zayıflar, yani o durum yeniden olduğunda o tepkilerin tekrarlanma olasılığı daha azalır. Tat­ min ve Tatminsizlik [buraya vurgu yapılmış) ne kadar büyükse bu b ağlantının kuvvetlenme veya zayıflaması da o derece büyük olur (Thorndike, 1 9 1 1 , s. 244) .

D avranışçılar, tatmin ve tatminsizlik gibi hissi bir tona eşlik eden gerekçeli, motive edilmiş bir zihinsel durumu belirten, öznel kelimeleri kullanmak yerine, dışardan gözlemlenebilen durumlara istinaden: ödül ve cezalar (veya öğrenme b ağlamında kullanıldığın­ da pekiştireçler) gibi daha nesnel kelimeleri kullanmışlardır. Tüm davranışların, ö dül ve cezaların p sikolojik olarak tanımlanamayan yönlerinden temel alarak öğrenilmiş olduklarını düşündüler. Be­ yindeki duygulanım değişimlerinin ödüllendirici ve cezalandırıcı olaylara davranışı kontrol etme gücünü verebileceği olasılığını açık b ir ş ekilde inkar etmeyi seçtiler. Ö dül ve cezaların b eyinde deneyimler üreterek işlerlik sağlamalarına ilişkin olasılığa kapıyı açık bırakmak yerine p ekiştireçler s adece op erasyonel terimlerle, dünyadaki nesnelerin, davranış değişimlerini şu veya bu yönde "pekiştirme" becerisine dayanan terimlerle tanımlandılar. Bugün bile "p ekiştirecin" özel bir çeşit afektif olmayan beyin fonksiyonu 109

Z İ H N i N A R K E O L OJ İ S İ

mu yoks a sistematik olarak hayvanların hislerini kontrol eden be­ yin sistemlerini manipüle e derek eğitmemizi tarif etmek için kul­ landığımız b asit bir kelime mi olduğunu bilmiyoruz. Kesin olan tek şey, hayvanların ö dül almak için güvenilir bir şekilde çalıştıkları ve cezalardan kaçındıklarıdır. İ ns anlar da aynı şeyi yaparlar. D avranış çıların b ilimsel olarak araştırılabilir do­ layıs ıyla güvenilir olduğunu kabul etmedikleri ş ey insan ve hay­ vanların bu işleri b enzer bir ş ekilde yapmalarının "sebeplerinin" duygulanımla ilgili olabileceğidir ve bu önyargı günümüzdeki davranış bilimcilere de devredilmiştir. Pek azı bu varsayımları sorgulamayı s eçmiştir. Açlık ve susuzluk gibi afektif ve motivas­ yona ilişkin durumlara atıf kabul edilmediği ve dolayısıyla izin verilmediği için bu tür kavramlar p ek çok psikolojik s öylemin söz:. lüğünden kayboldu. Ü çüncü ş ahıs nesnel dil yeni d avranı ş çı kral­ lığın geçer akçesiydi; b irinci tekil ş ahıs öznel dil b ilimsel s öylem­ den kelimenin tam anlamıyla yas aklandı. Bu durum hem h ayvan hem ins anlarla ilgili tartışmalar için geçerliydi. Ama şimdi çok şükür ki aydınlanmış çağımızda bu yas ak kaldırılmıştır. Ö yle mi? Aslında, 1 970'lerin b aşındaki bilişsel devrimden s onra d avranışçı ön.yargı büyük oranda korundu ama çoğunluk tarafından i çten içe devam ettirildi. Bu görüş, hayvan davranışını araştıranlar ara­ sında halci hüküm sürmekte olan bir görüştür. Ö yle görünüyor ki eğitimli halk da bu gerçeğin farkında değildir. Umarız elinizde­ ki kitap bunu değiştirir ve davranışçı köktenciliğin kalıntılarını açığa çıkarır çünkü davranış çı köktencilik özgün bir anlam ifade eden bir şey değil s adece b elirli b ir gelenek içinde eğitim görmüş olan ins anlara bir anlam ifade e den bir anakronizmdir ve halci psikolojik olanla alakalı zengin s öylemleri hayvan b eyinleriyle in­ s an zihinlerinin özellikle de afektif fonksiyonlarla ilgili olanlarını engellemektedir. İ lginç biçimde B erlin Biyofizik Kulübü üyelerinin hislerin veya bilincin s a dece kolay araştırılabilecek b e densel süreçler olma­ malarından dolayı bu alandaki araştırmalara karşı çıkacakla­ rına ilişkin hiçbir iş aret yoktur. Bir hasta ağrıdan yakındığında on dokuzuncu yüzyılın modern doktorları kuşkusuz hastanın bu iddiasını ciddiye alıp ağrının fizyolojik nedenlerini değiştirmeye çalıştılar. Oys a ağrı deneyimi s adece b ilinçdışı fiziks el bir ş ey değildir. Ö znel ama gerçektir b eynin fizyolojik bir sürecidir. Ağrı-

110

AFEKTIF B i L İ N C İ N EVR İ M i

nın nedenleri ve etkileri vardır. Hayatta kalmamıza yardım eder. D emek ki öznel olsa da hem insan hem hayvanlardaki fiziksel ya­ ralanmaları ve hastalıkları teşhis ederken bilimsel olarak yine de göz önünde bulundurmaya değerdir. Belki de en önemli gerçek, ağrının s adece bedensel fonksiyon bozukluklarından değil aynı zamanda b eyindeki nöral aktivitelerden (gerçekten de üretilip ya da oluşt�rulup) kaynaklandığıdır. Her ne kadar ağrı bedenin be­ lirli bir p arçasında lokalize olsa da deneyim ilk başladığı yerle sınırlı kalmaz ve bazı fels efeciler öyle düşünmese de ağrı psiko­ lojik olarak da var görünmektedir. Gerçekten de halihazırdaki en geçerli bilgiye göre b eyin bedenin temsil edildiği nöral alana ağrı hissini yansıtır. Bazen ağrı (örneğin nörop atik ağrı) geniş ölçüde sinir dokusunun içsel ve aşırı duyarlılıklarına bağlıdır. Her du­ rumda ağrı b eynin b ir özelliğidir ve beynin dışında sadece beden­ de deneyimlenen bir ş ey değildir. E ski uygarlıklar b eynin zihinsel olaylarının bir alt katmanı olup olmadığından emin değillerdi. Platon ve Hipokrat öyle ol­ duğunu düşünüyorlardı fakat Aristoteles duyguların kalpten kay­ naklandığına inandı. Buna rağmen Berlin Biyofizik kulübünün Tıp b ilimini yenilemesinden çok önce bazı araştırmacılar fiziksel beyni araştırmayı zihnin işleyişini daha iyi anlamak için çoktan kucaklamışlardı. Modern görüşlere s ahip büyük tarihi öncüler arasından (l 664'deki kitabı Cerebri anatomi de tarif ettiği gibi) beyni ayrıntılı olarak kesip inceleyen İngiliz Doktor Thomas Wil­ lis ( 1 62 1 - 1 675) sonrasında b eynin p atolojisiyle ilgili bir bilims el inceleme ve s ağlık p sikolojisiyle ilgili de başka bir bilimsel eser ortaya koymuştur: Yabanilerin Ruhuyla İlgili İki Bilimsel İncele­ me 'de ( 1 672) Willis zihinsel değişimlerin beyin fonksiyonlarıyla nasıl bir şekilde ilişkili olduğunu tarif etmeye uğraşırken duy­ gusal mizacı kontrol eden klasik beden sıvıları görüşünü de terk etmedi. On dokuzuncu yüzyılın başlangıcında frenolojist Franz Jos eph Gali ( 1 758- 1 828) ve onun öğrencisi olan Johann Gaspar Spurzheim'ın ( 1 776- 1 832) daha da incelikli beyin dis eksiyonları her ne kadar Gali ve Spurzheim'in kişiliği pratik bir yöntem olarak kafatası oluşumuna (kafatasındaki "yumrulara") b ağlamaları bir yanılgı olsa da zihnin beyin aktivitelerinden kaynaklandığı fikri­ nin genel olarak kabul görmesine yol açtı. Hatalı olarak kafatası biçiminin altta yatan b eyin bölgelerinin veya "zihinsel organların" 111

Z i H N i N A R K E O LO J i S i

büyüklüğünü doğru şekilde yansıttığı düşünüldü ama bu varsayı­ mın kötü bir basite indirgeme olduğunu fark etmek biraz z aman aldı.2 Her durumda on dokuzuncu yüzyılın ortalarında sinir s iste­ minin bilginleri aynen tıbbi batıl inançlardan kurtulmaya ve tıp bilimini çağdaşlaştırmaya hazır birçok doktor gibi düalizmden vazgeçmeye ve beyni zihnin organı olarak görmeye hazırlardı. Berlin merkezli deneysel tıp topluluğu üyelerinin ç oğunluğu her ne kadar duygularla ilgilenmemiş olsa da (refleksleri ş artlamak için sistematik bir yol geliştiren Rus) Ivan Pavlov'un, C arl Ludwig'in ya­ nında (psikoterapinin babası Viyanalı) Sigmund Freud'un da Ernst von Brücke'nin yanında çalışmış olması kayda değerdir. Pavlov kö­ peklerde otonom refleksleri araştırırken duygulanımları asla dışla­ mamıştı. Ö zellikle Neva Nehri laboratuvarını s el b askınına uğratıp neredeyse köpekleri boğulacakken duyguların gücünü fark etmişti. Sonrasında yavruların birçoğu bugün Travma S onrası Stres B ozuk­ luğu (TSSB) olarak adlandırdığımız hastalığı s ergilediler. Freud ta­ bii ki duygulanımı merkezi bir yere koydu çünkü psikanaliz adını verdiği bilimsel bir derinlik psikolojisi yaratmak istiyordu. Fakat beyin bilimi yeterince olgunlaşmamış olduğu için bu zamanından önce ortaya çıkmış bir arzuydu. Freud zamanla b eyin b ilimini terk etmiş ve duygu temelli p sikanalitik metapsikolojiyi geliştirmiştir. Am:::. bunun "bilimin sağlam mührüne" s ahip olmadığını da kabul etmiştir (Freud, 1 895/ 1 968). Berlin Biyofizik Kulübü üyeleri büyük olasılıkla köklerini be­ yin biliminden alan duygus al b ir zihin kuramını kabul ederlerdi. Aslında on dokuzunc u yüzyılda duygular ve bilinç hakkında ol­ dukça çağdaş görüşlere s ahip (Darwin 1 87 2 / 1 998; James, 1 892) Charles Darwin ve William Güncel beyin görüntüleme alanı, her ne kadar daha incelikli beyin akti­ vite ölçümlerine (kan akışı ve metabolik değişimlere) dayansa da zihin­ sel durumları üreten, altta yatan beyin aktivitelerini doğru bir şekilde yansıtmayan beyin fonksiyonlarının görüntüleri bala ortaya çıkmakta­ dır. Bunlar bize sadece ZihinBeyin'in nasıl düzenlendiğini anlamamız için hangi beyin bölgelerinin araştırılmasının önemli olduğu konusun­ da daha doğru bir tahmin sağlarlar. Uygulamacıların birçoğunun bildi­ ği üzere bu yeni "frenolojinin yüzleşmesi gereken hala pek çok zorluk ve beyin aktivitesini zihni süreçlere herhangi bir çevirme deneme sinde de can sıkıcı hatalar mevcuttur.

1 12

A F E K T I F B İ L İ N C İ N EV R İ M i

James ( 1 842- 1 9 1 0) gibi bilim insanları vardı . B u büyük düşü­ nürlerden hiçbirisi bugünkü modern beyin biliminin s ağladığı olanaklara s ahip değillerdi . Aslında günümüze kadar duygulara ilişkin yapılan p s ikolojik araştırmaların çoğu altta yatan birincil süreç nöral detaylara p ek az ilgi göstermiştir. Her ne kadar mo­ dern b eyin görüntülemesiyle ilgili alanları ve aralarındaki etki­ leşimleri tahmin edebiliyor olsak da üçüncül süreç detaylar hali­ hazırda elde e dilmesi imkansız olanlardır. Psikanaliz gibi "s adece klasik p s ikoloji" kuramlarını takip edenlerin aksine günümüzde içlerinde nöropsikanalizin de (bkz. www. npsa- org) yer aldığı b irka ç yeni h areket vardır ki bunlar zihinsel ve nöral analizlerin m akul bir karışımını s unarlar. B ununla birlikte p ek az kişi 1 949 yılında Nobel Ö dülü alan Walter Hess ( 1 88 1 - 1 973) gibi öncüleri takip etmişlerdir. Hess hipotalamusun belirli b ölgelerini elektrik­ le uyararak kedilerde uygun otonom tepkilerl e b erab er tamamen birincil süreç öfke davranışlarının ortaya çıkarılabildiğini göste­ ren ilk kişidir (tam bir özet için bkz. Hess , 1 957) . B e lki Hess 'in p sikolojide az s ayıda takipçisi vardı çünkü uya­ rılma başlattığı hayvanların duygusal hisleri hakkında konuş­ maktan kaçındı. Onun döneminde yaşamış olan diğerleri gibi bu tip elektrikle indüklenen öfke görüntülerini sahte öfke diye ad­ landırm ayı s e çti. E mekliliğinde önceden ileri sürmüş olduğu gö­ rüş lerinin aksine hayvanlarının aslında gerçek öfkeyi hissetmiş olduklarını ifade etmekte çok çekingen davrandığını ve bundan dolayı pişmanlık duyduğunu kabul etti. B öyle davranmasının se­ b ebinin bu tür bir konuşmanın daha s omut bilimsel buluşlarını da dışlayabilecek Amerikalı güçlü davranışçıların s aldırılarından korkm a s ı olduğunu itiraf etti .

Zihnin Biyolojisi ( 1 964) adlı son kitabında "hatalarını makul ölçüde düzeltmeye çalıştı fakat bu es erinin pek az bir etkisi oldu. B ununla birlikte hiç değil s e psikolojiye nörofizyolojik temelleri s ağlayabilecek verileri temin etti ve bu hem William James hem de C h arles D arwin'in fazlasıyla hayran olacağı bir ş eydi. D avranış çılık akademik p sikolojiye 50 yıl kadar hükmetti ve ancak bilişsel devrim zihnin bilimsel meşruiyetini yirminci yüz ­ yılın s o n otuz yılında yeniden canlandırdıktan s onra yavaş ya­ vaş etkis ini yitirdi. Bilgisayarların geliştirilmesinden e sinlenen bili ş s el bilim ins anları zihnin yaş ayan bir bilgisayar gibi oldu1 13

Z İ H N i N A R K E O L OJ İ S i

ğunu, insan ve hayvanların olasılıkları hes aplayıp davranışlarını yönlendirecek kararları almalarına olanak s ağladığı görüşünü � avundular. Böylelikle zihnin Bilgisayımsal Kuramı doğmuş oldu. B eyin araştırmaları olmadığından bu da muhtemelen anlaşılabi­ lecek bir şeydir. Tıpkı Noam C homsky'nin ( 1 968) ins an yavrula­ rının tüm dillerde ortak olan temel gramer yapısına ilişkin içkin bilgiyle doğduğu vars ayımında olduğu gibi dikkate değer ş eyler bilinçdışı veya doğuştan gelen b iliş sel kap asitelerdi. Biliş sel bi­ lim çoğunlukla yaş ayan zihnin endojen, yani iç kaynaklı ve üretici özelliklerinden ziyade bilgi işlemenin algı ve öğrenme gibi meka­ nik süreçleriyle ilgilendi. Bilişsel devrim esas olarak zihins el ak­ tivitenin bilgisayar yazılımını andıran yönleri, yani zihnin "bilgi işleme" bölümleri üzerinde yoğunlaştı. Bundan dolayı çok yakın zamana kadar duygulanım veya motivasyon ve duyguyla ilgili so­ rulan irdelemedi (Gardner, 1 985; Panks epp, 1 988) . D aha önceden de belirtildiği gibi bilişsel devrim ins anlarda büyük oranda biliş­ le ilgilendi ve bu nedenle hayvan araştırması alanınd a davranış­ çılık egemenliğini yine devam ettirdi. S adece Harvard'd a D onald Griffin (200 1 ) gibi az s ayıdaki b ilim ins anı hayvan araştırması alanının düşünme açısından daha ö zgürleşmesi için çaba harcadı ama büyük oranda duygularla karşılaştırıldığınd a nörobilimsel olarak daha zor bir problem olan bilişsel alana o daklandı. Davranışçılara karşı adil olmak gerekirse amaçları (öğrenil­ miş davranışları öngörülebilir istikametlere yönlendirmek için gerekli çevres el ş artları b elirtirken yaygın olarak kullanılan ifa­ de) "davranış kontrolü" için araştırmacıların değişkenleri ifade edebilecekleri yüks ek oranda tekrarlanabilir bir bilim yaratmak­ tı. Bunların büyük bir kısmı hayvan davranışını düzenleyen te­ mel mekanizmaları anlama arayışında olduklarını gerçekten de hiç iddia etmemişlerdi. Sınırlı çalışma alanlarında, hayvanların, kendilerini doğada buldukları gerçek dünyadan ziyade ki bu eto­ loglann uzmanlık dalıydı. Onlar iyi düzenlenmiş ç evrelerde hay­ vanların nasıl davranacaklarını s a dece b elirtmek ve öngörmek iste diler. Bundan dolayı hayvanın dış çevresindeki her durumun kontrol altına alınabildiği ve sistematik olarak yönetilebildi­ ği yapay alanlar (Skinner kutulan) inşa ettiler. D avranış çılar bu organizmaların içinde süregelen gözlemlenemeyen olaylarla ilgi­ lenmediler ve davranışın bilimsel yönden anlaşılmasına katkıda

1 14

A F E KT I F B İ L i N C i N E V R i M i

bulunabileceklerine hiç inanmadılar. Trajedi nörobilim olgunla­ şır olgunlaşmaz bu durumların pek çoğunun, afektif olanların bile, bilimsel olarak araştırılabilir hale gelmesidir. Ama davranış bilimciler geniş oranda bunları araştırmaya ilgisiz ve aslında dirençlidirler. Duyguların birincil süreç doğası gibi beyin fonk­ siyonlarının psikolojik açıdan temel yönleri bu sefer çözülebilir bilimsel problemler haline geldikleri halde ihmal edildi ve kasten yok s ayıldı. Dolayısıyla nörobilimcilerin duygusal hisler konusu­ nu çözmeye çalışmadaki başarısızlıkları doğrudan davranışçılı­ ğın donduran etkisi yüzündendi. Bu durum hayvan araştırmasın­ da aslında değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Duyguların Modern Nörobilimi

Mo dern nörobilimsel devrim bundan 40 küsur yıl önce beynin işleyişini araştırmak için geliştirilmiş yeni ve harika yöntemlerle b aşladı. Araştırmacıların insanlar bir yandan çeşitli faaliyetler yaparken beyinlerinin içinde neler olup bittiğini gözlemlemele­ rine (yaş ayan organizma içinde) in vivo gözlem yapabilmelerine imkan veren nöro-görüntüleme aletleriyle günümüzde doruğa yükseldi. Bu yeni ve harika teknolojiden büyülenenlerin pek çoğu davranış çı ve bilişsel gelenekler içinde eğitim görmüştü. Bah­ s edilenlerin ilki, yani davranış çılar duygusal hisleri, araştırma programlarının bir parçası olarak kabul etmezler. Bilişsel gelenek içindekiler afektif hisleri bilişsel süreçlerin bir alt kümesi ola­ rak görmeye· meyillidirler. En azından buradaki ana meselemiz olan b eynin b irincil süreç organizasyonu seviyesinde bu büyük bir hatadır. B ilişler, algılar ve öğrenme üst-beyin fonksiyonları tarafından üretilir. İlkel duygulanımlar "daha alttaki" bölgeler­ de çeşitli b eyin fonksiyonlarına devreler tahsis etmiş yaşamın atalara ilişkin araçlarıdır. Her ne kadar insanlarda bilişsel zihin fonksiyonları şimdilerde genel olarak kabul görüyor olsa da hay­ van araştırmasıyla uğraşan pek çok araştırmacı hala davranışçı doktrinlere tutunur ve hayvanlarda herhangi bir afektif hayatın varlığını yok s ayar, inkar eder ya da agnostik olmaya devam eder. Daha önce söz edildiği üzere, bilişsel etoloji bayrağı altın­ daki hayvan davranışçıları hayvanların zihinsel kap asitelerini sorgulamaya yenilerde başladı (Griffin, 200 1 ) . Ama genel olarak 1 15

Z i H N İ N A R K E O L OJ i S i

çoğu duygus al mes eleleri tartışmaktan kaçındı. B u o z am anların düşünme mecrasıydı ve modern nörobilimde b aşka h ayvanlarda duygulanımların varlığını ve dolayısıyla bunlar hakkında siste­ matik bilimsel araştırma yapılabileceğini reddetme eğilimine yol açtı. Bu ilk düşünme mecrası zihins el olanın vitalistik olduğu inancına bağlı çok eski ve yanlış bir inançtı, yani zihinsel olan b ilimsel olarak incelenemeyecek b ağımsız, m addi olmayan, tins el bir güçtü. D aha önce b elirtildiği gibi bilinçle vitalizmi eş tutan denklem yanlıştır. Birincil süreç akıl, yapısal ve evrimsel değerle­ rin deneyimlenmesi b eynin b ir fonksiyonudur ve b aşka b iyolojik fonksiyonlardaki yollarla aynı şekilde bilimsel olarak (aslında, fizikteki kuantum p arçacıklarının hareketliliği veya yer çekimi gibi doğadaki süreçlerin ve b aşka çıkarımı yapılan fonksiyonların araştırılmasındaki yollarla aynı şekilde) analiz edilebilir. Nörobilimcileri diğer hayvanlarda duygulanım s orus unu red­ detme veya yok s aymaya yönelten b aşka bir düşünme mecrası köklerini, on dokuzuncu yüzyılın ikinci kısmında William James ve C arı Lange'ın ( 1 834- 1 900) birbirlerinden b ağımsız ve neredeys e eşzamanlı olarak duygulanımın periferik geri bildirim kuramını geliştirmelerinden aldı. Duygus al davranışı korkutucu bir du­ rumdan kaçmak gibi otomatik duygulanımdan yoksun refleksle ilgili bedensel bir tepki olarak gördüler. Bu b edensel tepkilerle ilgili bilginin hemen sonrasında beynin düşünen ve gözleyen p ar­ çasına, yani neokortekse geri beslemede bulunduğu neokorteksin duyguyu bilişsel olarak deneyimlediğini öne sürdüler. B öylece üst-beyin fonksiyonunun afektif deneyimi ürettiği düşünüldü (Damasio , 1 9 94; James , 1 884/ 1 968; Lange, 1 885; LeDoux, 1 996), yani size bıçak çeken bir hırsızdan kaçmanızın s eb eb i ondan korkmanız değildir; bilakis kaçtığınız için korkuyorsunuz ve bu bütün bedensel değişimleri üreterek üst-beyin fonksiyonlarının bunları "okumasına" s eb ep oluyor. Doğrusu, psikoloji bilimi içinde zihnin büyük s avunucularından olan William James aynı z aman­ da (burada bizim de s avunduğumuz gibi) tüm içgüdülerin kendi­ lerine ait hislerinin de olduğunu his ve duygus al tepkinin aynı anda oluştuğunu b elirtmiştir. Şimdilerde duygus al davranışların s ahnelenme sinin afektif hislerde z ayıf değişimler yarattığına (Clynes , 1 977; S chnall & La­ ird, 2003; Stepper & Strack, 1 993) ve b öyle etkilerin ins an zihninde

1 16

A F E K T İ F B İ L i N C i N EVR i M i

duygus al hareketi hayalde canlandırma yoluyla d a elde edilebile­

ceğine (Panksepp & Gordon, 2003) ilişkin bilimsel kanıt olmasına rağmen duygus al hareketler sırasındaki yoğun afektif hislerin b edenin p eriferinden beyne doğru geribildirime ihtiyaç duydu­ ğunu b elirten çok az k anıt bulunur veya hiçbir kanıt bulunmaz. Tam tersine bir sürü kanıt ham duygusal hislerin doğrudan beyin dokuları tarafından üretildiğini göstermektedir ve aslında bunlar içgüdüsel duygusal hareketi ortaya çıkaran devreler tarafından üretilmektedirler. Bu b edenden gelen girdilerin hiçbir etkisi ol­ m adığı anlamına gelmez . B eyinde meydana gelen hisleri kesin­ likle yoğunlaştırır veya z ayıflatırlar. Ama duygusal olarak belirli bir ş ekilde his s e dişimizi üretmekle ilgili belirleyici değillerdir. Her durumda, 1 20 yıl önce ortaya atılan James-Lange kuramının klasik yorumu b eynin s ubkortikal b ölgeleri hakkında az bilgiye s ahip kişiler t arafından haHi duyguların nasıl üretildiği konusun­ da yeğlenen bir kuramdır. B ugüne kadar, James -Lange kuramının klasik yorumunu des­ tekleyen s ağlam deneysel bir kanıt silsilesi ortaya çıkmamıştır. Oys aki veriler William James 'in birincil s üreç duygularla, yani iç­ güdüsel hareketlerin his bileşenine s ahip olmasıyla ilgili alterna­ tif vars ayımını destekler. Bir yandan da onun geleneksel kortikal "okuma" kuramı b eynin kendi duygularını nasıl anladığını anla­ mamıza yardım edebilir. Halihazırdaki en iyi bilgimize göre beyin duygulanımları iki yolla üretir: B eynin aş ağıdaki bölümleri belirli afektif hisleri üretebilir ve bunlar hem bedenin ihtiyaçları (home­ ostatik ve duyu s al duygulanım) hem de beynin ihtiyaçları (duy­ gusal duygulanımlar) için doğru sinyali verir. S onra üst-beynimiz zihnin bu güçleriyle kendine has çok çeşitli bilişsel yollarla baş etmeye ç alışır ki bu "ins anlık komedisine" bir çeşni olarak katkı s ağlar. Buna ek olarak çoğunlukla p ek çok farklı hisle p aylaşılan tüm hislerin uyarılma yoğunluğu boyutu vardır. Ama b eyin ve bedenin b aşlıca stres ekseni de (hipofiz-adrenal sistem) dahil olmak üzere p ek çok uyarılma sistemi olduğunu ve birisi bunları gerçek bir duygu uyarılması olmadan harekete ge­ çirirs e o z aman ins anların o uyarılmayı çevrenin ortaya çıkarttığı duygus al s enaryosu üzerinden yorumlamaya meyledeceklerini

bilmeliyiz (Scahcter & Singer, 1 962). Genel uyarılmanın kendisi duygu değildir. Kişinin aynı zamanda çok çeşitli yollarla ve farklı

1 17

Z İ H N i N A R K E O LOJiSi

içgüdüsel eyleme dökme itkilerine karşılık gelecek ş ekilde iyi veya kötü his setmesi de gerekir. Bir kişi kızgın olduğunda birine vur­ mak isteyebilir. Birine vurma itkisine subkortikal b irincil süreç seviyesinde eşzamanlı olarak kızgın duygus al bir his eşlik eder. Bu şimdiye kadar verilerin i ş aret ettiği ş eydir. Ama her bilimsel olgunun her zaman gerçekten de çoklu açıklamaları olacağını b elirtmeye ihtiyacımız vardır. Bilimin görevi bu farklı yorumları iyice inceleyip elemektir. Dekortikasyon deneyleri yukardaki (ne­ okortikal) beyin bölgelerine büyük zarar vermesine rağmen duy­ gus al hislerin varlığını sürdürdüğünü gösterdiğinden dolayı çok önemlidir. Eğer James -Lange'ın duygunun "bedensel geribil dirimi" açık­ lamalarına ilişkin görüşlerimizin yukardaki özeti yeterli geldiyse Antonio D amasio'nun itib arlı görüşlerine ayrılmış diğer bölüme atlayabilirsiniz. Eğer daha detaylı bir tartışma ilginizi çekiyorsa lütfen okumaya devam ediniz. Her ne kadar James-Lange'ın geribildirim kuramını (veya onun yeni nesil "okuma" kuramını) geçerli bulmuyorsak da James'i takdir ediyoruz. Daha önce de belirtildiği gibi üst-beyin b ölgelerinde be­ densel hareketliliğin yarattığı hislerin p eriferik okunması kavramı James'in duygularla ilgili ilk kuramsal gözlemi değildi. Her içgüdü­ sel duygus al tepkiye karakteristik bir his sin eşlik ettiğini de ortaya atmıştı ve bizim değerlendirmemize göre bu daha isab etli olarak dile getirdiği bir şeydi . Böyle duygusal tepkilerin birbirinden farklı beyin bölgeleri tarafından üretildiğini b iliyor ols aydı her ne kadar hislerimizle uğraşma, hatta bilinçli farkındalık kap asitemizle onla­ rı değiştirme eğilimimiz kesinlikle yüksek biliş sel donanımımızın bir parçası da olsa duygusal hislere s ahip olmak için bili ş s el "oku­ ma" diye bir ş eyi varsaymaya gerek olmadığı kanısına varabilirdi. Bu yüzden günümüzde duygusal ayarlama p sikolojide tercih edilen bir konudur ve aynı zamanda psikoterapi için de büyük önemi var­ dır (Gross, 2009) . Her durumda bu kitap boyunca iddia edeceğimiz üzere ham duygusal hisler, aynı zamanda duygusal davranışa ha­ zırlığı üreten duygusal subneokortikal devrenin bir p arçasıdırlar. Düşünsel tarihin büyük ağırlığından dolayı (radikal davranışçılık vakıasını bir düşünün) James 'in duygus al hisleri anlamayla ilgili alternatif yaklaşımı yakın zamana kadar tam olarak geliş ememiştir (Panksepp, 1 982, 1 998a, 2005a) .

1 18

AFEKTIF B i L İ N C i N EVRİ M İ

Biz bugün genel olarak bedenden gelen geribildirimin hislerin üretilmesi için bir ana kaynak olamayacağını biliyoruz. Omuri­ liklerinin büyük hasar görmesinden dolayı bu seviyenin altında hiçbir somatik uyaran alamayan iki eli ve iki ayağı felçli olan in­ sanlar özünde normal duygusal hislere sahiptirler (Borod, 2000) . Omurilik hasarı olmasına rağmen vagus gibi otonom sinirlerin fonksiyonları ve değişik beyin bölgelerini etkileyen kandaki en­ dokrin faktörlerin dolaşımı elbette ki işler vaziyettedir. Bundan dolayı, s adece gözleriyle ve beyin dalgalarıyla hareket edebilen (ve iletişim kuran) "içeride kilitli kalma" sendromu tipinde bir üst omurilik trans seksiyonu veya beyin sapı hasarı olan insanlar be­ denden gelen duyusal girdiler epey çarpıcı şekilde azalmış olsa da hala duygusal hislere s ahiptir (Bauby, 1 997; Birbaumer, 2006; Laureys vd, 2005) . Periferik otonom sinir sistemini araştıran Harvardlı fizyolog Walter C annon ( 1 87 1 - 1 945) James-Lange'ın duygularla ilgili gö­ rüşüne karşı gelen p ek çok başka ikna edici kanıt ortaya koydu. Duygus allığın beynin doğuştan gelen içsel bir fonksiyonu oldu­ ğunu s avundu. C annon pek çok otonom tepkinin gelişmesi için zamana ihtiyaç olduğunu ve ani afektif tepki üretmeye yetecek kadar hızla b eyne geri bildirim yapılamayacağını belirtti (Can- . non, 1 927). Duygulanımların geri bildirim meselesi olmadıklarına ve beynin kendisi tarafından ortaya çıkarıldıklarına hükmetti. Bu görüşü insan b eynindeki temel sosyal duygulardan sorumlu olan "!imbik sistemle" ilişkili eski memeli katmanı kavramını üreterek daha büyük bir evrimsel detayla geliştiren ilk kişi doktor Paul MacLean ( 1 9 1 3 -2007) olmuştur. MacLean 1 950'lerde ve 1 960'larda epilep si hastalarındaki duygusal değişimler hakkında yoğun be­ yin analizleri yapmıştır ve sonrasında cinsel davranışlar ve başka çeşitli s osyal görünümlerle ilgili hayvan modelleri geliştirmiştir ( 1 970'ler ve 1 980'ler) . MacLean ( 1 990) dikkate değer bir hayal gü­ cüyle, afektif deneyim de dahil olmak üzere duygusallığın limbik sistemdeki çeşitli ilkel yapılarla nasıl bağlantılı olduğunu zihnin­ de canlandırdı. MacLean'in tüm detaylar hakkında isabetli olma­ dığı ortaya çıktı (ki kim o kadar isabetli?) ve bundan dolayı çeşit çeşit "Jön Türk" tarafından haksız yere ağır biçimde eleştirildi (bu eleştirilerin çürütülmesi için, bkz. Panksepp, 2002) . Ö rneğin Mac­ Lean hipokampusun en önemli duygusal beyin yapılarından biri 1 19

ZİHHİH ARKEOLOJİSİ

olduğunu düşündü ama b u doğru değil. Bölüm 6 'da göreceğimiz üzere hipokampus b ellek oluşumunda çok önemlidir: otobiyogra­ fik anıların kodlanması ve mekansal çevrelerimizin haritalarının çıkarılması açısından önemlidir. Korku dolu olayların cereyan ettiği yerleri öğrenmeyi kolayla ştırır ve hipokampusun ventral bölümü yer şartlanması gibi özellikle mekanla alakalı konularda duygusal öğrenmede çok önemlidir. Bununla birlikte, araştırmacı belirli kuvvetli duygulan da uyandırabilir, örneğin hipokampusa lokal infüzyonla oksitosin vererek sıçanlarda kolaylıkla ereksiyon yaratılabilir (Melis vd, 1 986). Ancak b azı araştırmacıların, subkortikal !imbik sistemin ham afektif deneyim ürettiği fikrini reddetmelerinin asıl s ebebi kanıt eksikliği değildi. Bazı araştırmacılar (!imbik sistem vb) memeli "duygusal beyni" kavramının anatomik yönden kesin olmayışından son derece hoşnutsuzluk duydular ve b azıları da duygusal dene­ yimlerin doğrudan subkortikal sistemlerin aktivitesinden ortaya çıktığı fikrini reddettiler. Gerçekten de duygu bilginlerinin büyük çoğunluğu hala duyumların üst kortikal beyin b ölgelerinden orta­ ya çıktığını ve neokorteksin bu duygusal davranışı yorumladığıyla/ okuduğuyla ilgili James-Lange'ın düşüncesini tercih ederler. Modern "okuma" kuramları geliştirilirken, bu kitabın yaşça büyük yazan daha önceki kitabında detaylandırdığı üzere bu ku­ ramlarla eşzamanlı olarak evrimsel temelli türler b oyu "afektif nörobilim" kavramını geliştiriyordu (Panksepp, 1 998a) . Panksepp kariyerinin başlangıcında afektif nörobilimi geliştirmeye başlamış­ ken MacLean kariyerinin sonlarına doğru giderek daha çok hayvan nörobilim mo dellerine doğru yaklaştı ama MacLean ve Panksepp 'in yaklaşım.lan büyük oranda bir noktada buluştu. Eşzamanlı ve ba­ ğım.sız olarak özellikle aynlık acısı, s osyal b ağlanma ve oyunbazlık olmak üzere beynin sosyal duygusal ağlarını anlamak her ikisinin de ilgisini çekti. Her ikisi de C annon ve Darwin'i takip ediyordu çünkü duygus al hislerin periferik geribildirim veya üst-b eyin oku­ masından ziyade belirgin beyin ağlarının tayin edilebilir aktivite­ lerinin doğrudan yansım.alan olduğunu fark ettiler. Giderek azınlık konumunu alan bu alternatif görüş en eski afektif beynin, hayatı zora s okan olaylan öğrenilmiş davranışlar ve düşünmeye rehber­ lik için yardım eden şartsız afektif tepkileriyle berab er içsel olarak öngörmek üzere tasarlandığını öner sürer.

1 20

A F E K T I F B İ L İ N C İ N EVR i M İ

Her n e kadar yeni okuma kuramları birçok ayrıntıyla ilgili Ja­ mes-Lange'ın modelinden farklı olsa da ilke aynıdır: Beynin duy­ gusal durumları, üst-beynin tepkileri ya alt-beynin yansıması ya da bedensel süreçlerdir. Diğer memelilerle paylaştığımız benzer en eski subkortikal beyin bölgelerinin içsel afektif özelliklere sa­ hip olmadıkları, seçkin nörobilimciler tarafından kuvvetli bir şe­ kilde iddia ediliyordu (Damasio, 1 999, LeDoux, 1 996, Rolls, 2005). Laf arasında şunu da belirtelim, bu kitap baskıya verilirken, Da­ masio (20 1 0) her ne kadar duygusal hisleri hala üst kortikal böl­ gelerde tasavvur etse de, 1 80 derecelik bir dönüş yaparak zihinle­ rin yapısında subkortikal fonksiyonların önemini açık bir şekilde kabul etti. Bu tasavvur çok yaygındır ve çağdaş nörobilim yöne­ limli okuma kuramcıları, duygulanımlara ilgi duyduklarını ifade ettiklerinde -ki bu az rastlanan bir şeydir- afektif deneyimlerin, s adece b ilinçdışı duygus al bilgi b eynin bilişsel düşünen kısım­ lan (özellikle neokorteks) tarafından okunduğunda ortaya çıktığı sonucuna varma eğilimindedirler. Bu durum duygusal hislerin ve doğal olaylara ilişkin diğer bilinç formlarının sadece üst biliş­ sel süreçlerin değişik biçimleri olduğu şeklindeki yaygın güncel görüşe yol açmıştır. Bizim terminolojimiz açısından bakarsak duygus al hislerin beynin üçüncül süreçleri olduğu görüşü bilişsel bilimciler arasında geçerli olan görüş haline gelmiştir. Bazıları hala tüm duyguların s onuçta üst kavramsal eylemleri yansıttığını temel duyguların olmadığını söyleyecek kadar ileriye gidiyorlar (Barrett, 2006) . Her ne kadar bu üçüncül süreç duygularla alaka­ lı olarak doğru olsa da bu tip görüşler insanlardan elde edilen büyük miktardaki geçerli davranışsa! kanıtları (Izard, 2007) ve tüm memelilerde birincil duygular için türler arası nöral kanıtla­ n (Panksepp, 2007d, 2008a) ihmal ederler. (Emotion Reviews adlı yeni dergi ve yakın zamanda çıkan monograf [Zachar & Ellis 20 1 2) , bu konuda kaps amlı bir tartışmaya ayrılmıştır.) Son 20-30 yılda, psikolojide ortaya çıkan duygu kuramlarının çoğunu geçeceğiz çünkü çok azı beyni anlamak üzerine yapılandı­ rılmıştır. Yine de Darwin'in duyguların bedensel ifadeleriyle ilgili ufuk açıcı çalışması İnsanda ve Hayvanda Duyguların İfadeleri s onunda Paul Ekman ve C arl Izard adlı araştırmacılar tarafından 1 970 ve 1 980'lerde çağdaş bilime yeniden tanıtılmıştır. Onlar in­ s anın doğuştan gelen içsel duygusal davranış örüntülerini kendi121

Z İ H N İ N A R K E O LOJ İ S i

!eriyle birlikte araş tırmak üzere ikna olan hocaları klinik p s ikolog Silvan Tomkins 'in önderliğinde temel duygu kuramı geleneği için­ de çalıştılar. Bu içsel duygus al davranış örüntüleri , özelliklede canlının yüzünde ifade bulduğu ş ekliyle gelişim b oyunca ve kül­ türler arasında tekrar edilebilir durumdadır. R o s s Buck ve Robert Plutchik gibi diğerleri temel duygu kuramını özellikle yeni içe bakış ve klinik ölçü formülasyonlarıyla farklı yönlere doğru ge­ liştirdiler. Bu dönem b oyunca s adece çok az s ayıdaki p sikoloğun temel duygus al süreçlerin doğasını konuşmaya is tekli olduğunu söylemek doğru olur. Bu "isyancılar" arasında öne çıkanlar daha önce adı anılan Silvan Tomkins ( 1 9 6 2 , 1 9 63) ve daha yakınlarda da s osyal p sikolog Ross Buck'tır ( 1 999) . Psikoterapistler duygusal hislerin önemini uzun zamandır fark etmiş olmalarına rağmen daha yenilerde giderek artan s ayıda klinik uzman afektif es enliği s ağlamaya yardımcı olmak için duygular üzerine yeni yollarla yo ­ ğunlaşıyorlar (örn. Fosha vd, 2009a; Greenb erg, 2002) . B u önemli psikoterapistler düşüncelerini altta yatan b eyin mekanizmalarını anlamak üzere yoğunlaştırmadıklarından onlardan detaylı olarak bahs etmeyeceğiz fakat psikoterapistlerin yeni duygu dinamik terapilerinin gelişimi üzerindeki etkileri 1 2 . B ö lümde Panksepp tarafından kavrams allaştırılacaktır (bu kitabın yaş ç a daha genç olan yazarı bu görüşlerle ilişkilendirilmeyi istememiştir) . Şimdi ünlü nörobilimciler Antonio D amasio ( 1 9 94, 1 99 9 ) , Jo­ seph LeDoux ( 1 996) ve E dmund Rolls ( 1 9 9 9 , 2005) tarafından o rta­ ya atılan üç yeni okuma kuramını kıs ac a tarif edeceğiz. Kendile­ rinin duygulanımın temeliyle ilgili düşüncelerine katılmamamıza rağmen etkileyici deneys el katkılarına h ayranlık duyuyoruz . Açık­ ça b ellidir ki biraz s onra anlatacağımız kab ataslak tariflerle on­ ların yaptıkları harika deneysel çalışmalara ayrıntılarıyla hak ettikleri yeri veremeyiz ama her biri yukarda belirtilen kitap ölçü­ lerindeki monograflarında bu baş arılarını zaten kap s amlı olarak yazmışlardır. Bu kitabı yaz arken Panksepp tarafından otuz yıldır s avunulan b akış açısına çok uyumlu olarak duygus al hislere ve bilince büyük oranda subkortikal katkıları kabul ettiğinden do­ layı Damasio'nun görüşleriyle ilgili aş ağıda yazdıklarımızın bir ş ekilde eskimiş olduğunun da altını çizmeyi isteriz. Bununla bir� likte dikkatli bir okuma bize Damasio'nun haıa duygus al hislerin geniş ölçüde üst duyusal süreçler tarafından yapılandırıldığını

1 22

A F E K T İ F B İ L i N C i N EVR i M i

düşündüğünü gösterir. Buradaki amacımız Damasio 'nun en etkili şekilde destekleyenleri arasında olduğu egemen tarihi bakış açı­ sını s adece ortaya koymak olduğu için vakitlice olan bu gelişme­ ·nin ışığında anlatacaklarımızı değiştirmedik (Damasio, 20 10). Bu bilim insanlannın birincil süreç duygusal hislerle ilgili dü­ şüncelerinin yeterince iyi geliştirilmemiş olduğunu düşünüyoruz. Gerçekten de p ek azı b eynin ve zihnin evrimsel katmanları üze­ rinde durmuştur. Dolayısıyla bize göre afektif deneyimlerle ilgili iddialan özellikle de b aşka hayvanlara ilişkin alanlan çoğunlukla hedeften çok uzak görünmektedir. Ama birbirimizle geçmişi konuş­ mayı da arzu etmedik. Bu değerli meslektaşlarımızın öğrenmeye dayalı ikincil süreç duygulara (LeDoux ve Rolls) ve temel duygular­ la bilişsellikler karmaşık durumları ortaya çıkardığında yükselen üçüncül hislere {Damasio) atıfta bulunmuş olabileceklerinden şüpheleniyoruz. Bu araştırmacılar evrimleşmiş birincil süreç duy­ gulanımlarının var olma olasılığını hemen hiç dikkate almamışlar­ dır. Bu kitap b oyunca işimiz temel olarak insan duygusallığının alt yapısını oluşturan en eski hislerin doğasıdır. Şimdi alanın güncel kabataslak durumunu göstermek için ileri gelen çağdaş duygu araştırmacılarının "klasik" yaklaşımlarını özetleyeceğiz.

ANTONIO DAMASIO'NUN NÖROPSİKOLOJİK GÖRÜŞLERİ İnsan b eyninin afektif süreçleriyle ilgili olağanüstü görüntüle­ meleri yapmış olan D amasio (Damasio vd, 2000) duygulanımların oluşması öncesinde James-Lange tipinde bir durum sıralaması olduğunu ileri sürer. İki adet birincil haritanın olduğunu bun­ lardan birinin {protokendilik) bedenin durumuyla ilgili bilgiyi depoladığını öne sürer. Ö teki birincil harita çevreyle ilgili du­ yusal bilgiyi depolar. Ü çüncü haritalama süreci {çekirdek bilinç) birincil haritalardan gelen bilgiyi birbiriyle bağlayarak çevredeki b azı durumların bedendeki bazı değişikliklerle kesiştiğini ortaya çıkartır. Bu çevresel nesneyi bilme hissini yaratır. Bu bilme hissi bilinçli bir deneyimdir, bir "içsel duyu" dur; "ne olduğunu hiss et­ medir" ama bu bir duygulanım değildir. Damasio bu bilme hissi­ ne somatik imleyici olarak atıfta bulunur çünkü protokendilik'in bedensel cevapları, çevredeki duyus al uyarıları imler {değerlen1 23

Z i H N İ N A R K E O L OJ İ S i

dirir) . Ç ekirdek bilinç b u uyarı ve cevapları birbirine b ağlar ve afektif olmayan nesneyi bilme his s ini ortaya çıkartır. Damasio çekirdek bilincin anlık kıs a süren bir fenomen ol­ duğunu birbiriyle b ağlantılı olmayan süregelen eğilimlerle ifa­ de edildiğini savunur. Kişi belleğin neokortikal kap asitesini ve incelikli bilişs elliğini bu karışıma eklediğinde çekirdek bilincin eğilimleri hatırlanabilir ve bundan bir anlam çıkarabilir. Bilinç zamana yayılır ve otobiyografik olur çünkü kişi kendi hayatında­ ki olaylan hatırlayabilir. Bu, nesnelerle ilgili hislerimiz üzerinde akıllıca düşünme yeteneğine duygulanımları üreten sürece izin verir. Bundan dolayı duygulanımın kişisel olarak anlamlı ş ekilde üretimi neokortikal bir baş arıdır. Damasio s adece çok az sayıda primatın b öyle yayılmış ve oto­ biyografik bilinci üretmeye muktedir olduğuna inanır. Dolayısıyla sadece ins anlar ve yakın memeli kuzenlerimizden birkaçı duy­ gulanımları tam olarak deneyimleyebilen hayvanlardır. Damasio

(2003) son kitabından bir önceki Spinoza 'yı A rarken adlı kita­ bında daha da ileri giderek pek çok kez "biz insanların duygusal hisleri varken hayvanların duygusal davranışları vardır" s avını devam ettirmiştir. Damasio'nun klasik kuramı temelde James ve Lange'ın "okuma" veya "geribildirim" kuramlarının bir çeşididir fakat kendi kuramı , bu kuramları yaratıcı yönlerde geliştirir. O kadar ki bedenin durumları hakkında bilgi depolaya n protoken­ dilik haritalarından bahsederken en azından (her ne kadar bunla­ ra "sözde" duygul anımlar dese de ve tüm duygus al hisleri b eynin epeyce yukarısına yerleştirs e de) beynin kendis inin duygul anım­ ları üretmeye muktedir olduğunu kabul eder. Bununla birlikte

(20 1 0) yakın zamandaki yazılarında açık bir ş ekilde hayvanların duygusal hisleri olduğunu ve beynin subkortikal b ölgelerinin de­ neyimlenen hislere ve dolayısıyla bilince katkıda bulunacak uy­ gun hammaddeye s ahip olduğunu kabul etti . Panks epp i s e kırk yıldır bu görüşü savunmaktadır.

JOSEPH LEDOUX'NUN BİLİ Ş SEL NÖROBİLİM GÖRÜŞÜ Sıçanlarda b eynin korku ş artlaması mekanizmalarıyla ilgili en in­ celikli çalışmalardan b azılarını yap an LeDoux duygu ve duygul a­ nım arasında bir ayrım yap ar ve duygunun, duygulanımdan uzak, 1 24

AFEKTİF BiLİNCİN EVRi M i

saf fizyolojik bir tepki olduğunu savunur. Ona göre duygulanım duygus al fizyoloji ve çalışma belleğini destekleyen prefrontal kor­ teksin bölümleri tarafından okunduktan sonra ortaya çıkan son­ radan akla gelen duygus al düşünce gibi bir şeydir. İ şler belleğin alt katmanları beynin en akıllı en azından en düşünceli kısımlan olan prefrontal korteksin dorsolateral bölümlerinde bulunur. İ ş ­ ler belleği halihazırdaki bilgi hakkında iyice düşünmek için ge­ rekli zihinsel çalışma alanı olarak görebiliriz (6. Bölümde detaylı olarak görebilirsiniz) . Ö rneğin bu paragrafı okurken bazı dikkat çeken fikirleri aklınızda tutarken bir yandan da belki geçen hafta okuduğunuz ilgili makaleyi hatırlıyorsunuz. Tüm bu fikirler ça­ lışma b elleğinizin öğeleridir. Dolayısıyla çalışma belleği dışardan gelen bilgiden anlam çıkartabilen beynin epeyce akıllı bir işlevi­ dir. Kişi bir ş eyleri anlamlandırabildiğinde birçok bilgi parçasını birbiriyle uyumlu olarak birleştirir ve bir kavram haline getirir. LeDoux çalışma belleğinin çok çeşitli bilişsel ödevleri uyguladı­ ğını b elirtir ki bunlardan birisi duygulanımların üretilmesidir. LeDoux'ya göre (davranışsa!, viseral ve alt seviye bilinçdışı beyin tepkileri) duyguların fizyolojisi, beynin bilişsel bölgelerinde afek­ tif his durumuna dönüştürülür. LeDoux'nun araştırmasının neredeys e yalnızca KORKU üzeri­ ne yoğunlaştığını ve korkunun duygusal-davranışsa! ve otonom (ama afektif olmayan) alt katmanı olarak en eski subneokorti­ kal b ölgelere iş aret ettiğine dikkat etmek önemlidir. Araştırması uzun z amandır korkmakla ilişkili olarak gösterilen subneokorti­ kal yapı , amigdalanın hislerin üretiminde değil ama korku şart­ lanmasının üretiminde oynadığı merkezi rolü ortaya çıkartmış ­ tır. Amigdala h e r biri b i r şekilde farklı işlevleri yerine getiren birkaç düzineden daha fazla sayıda özelleşmiş hücre grupların­ dan ya da çekirdeklerden oluşur. Amigdalanın merkezi çekirdeği his s edilmeyen KORKU tepkilerinin aşağı doğru üretiminde temel bir rol oynar. Afektif nörobilimcilerin bakış açısından amigda­ la (özellikle p eriakuaduktal gri gibi) daha derin diğer yapılarla birlikte KORKU sisteminin bir parçasını oluşturur. Amigdalada birkaç b aşka lateral çekirdek KORKU'nun kendisinin üretiminde değil ama ş artlı öğrenmede rol oynarlar (KORKU sistemiyle ilgili olarak daha fazla ayrıntı için bakınız Panks epp, 1 9 9 1 ve bu kita­ bın 5 ve 6. B ölümü). 1 25

Z i H N i N A R K E O LOJ İ S i

LeDoux'nun 1 9 96'daki kitabının ardından bir şekilde amigda­ layı tüm korkunun hatta tüm duyguların kaynağı olarak görmek popüler bir halk bilgisi haline geldi ama ne yazık ki bu c ahilce bir görüştür. Amigdalası (doğuştan Urb ach-Wiethe hastalığı olan ki­ şilerde amigdalanın adım adım kalsifikasyonu ve yıkımı olur) ta­ mamıyla hasar görmüş kişiler kaygı, korku ve p ek çok b aşka duy­ guyu deneyimleyebilirler. Bununla b eraber, OYUN, YAS, BAKIM, ARAYIŞ uyarılmaları b elirgin bir ş ekilde amigdalayı gerektirmez. Aslında amigdalanın s adece bir adet alt çekirdekler grubu olan merkezi çekirdek, yüks ek s eviye öğrenme süreçlerini evrimsel olarak s ağlanmış KORKU durumlarıyla birleştirmeye yardım eden birincil süreç duygus al sistemin bir p arçasıdır (ki bu da ikincil duygulara yol açar) . Buna zıt olarak LeDoux ve diğer korku- ş art­ landırma kuramcıları amigdalanın merkezi ç ekirdeğinin (donup kalma, kalbin hızlanması, kan b as ıncının artması, korkudan dola­ yı dışkılama veya idrara çıkma ve diğer bir sürü stres tepkisi gibi) çeşitli korku tepkileri için s adece bir "çıktı sistemi" olduğunu dü­ şünüyorlar. LeDoux ve diğer korku-ş artlamacıları amigdalayı bir sürü aşağıya doğru inen ve yüks elen bileş eniyle b eraber b eynin pek çok başka bölgesine bağlayan bir bütünleyici KORKU sistemi­

nin korku dolu olmanın ham hislerini üretmeye yeterli o lduğunu henüz açık bir şekilde hesaba katmamışlardır. Duygus al hislerin neokorteksin üst b ölgelerinden ortaya çıktığı vars ayımını tercih ederler (LeDoux hayvanların afektif süreçlerinden ziyade insanla­ rın duygus al hisleriyle ilgilendiğini iddia etmiştir) . Biz buna ka­ tılmıyoruz çünkü hayvan dostlarımızınkileri anlamadan ins anın duygusal hislerini anlayamayacağımıza inanıyoruz.

EDMUND ROLLS'UN DAVRANIŞSAL NÖROBİLİM GÖRÜŞÜ Rolls'un hayvanlardaki duyguların çeşitli uyaranl arın afektif ol­ mayan değerlendirmesi olduğunu ve hislerin s a dece çeşitli b e den­ s el duyumların dil gibi s embolik işlevleri detaylandıran üçüncül sıradaki (örn. neokorteks) b eyin süreçleriyle yeni den yorumlandı­ ğında ortaya çıktığını iddia ettiğini anlıyoruz . Mükemmel araştır­ ması duyusal süreçleme özellikle de tat duyusu üzerine o d aklan­ mıştır. Afektif olmayan duygus al tepkilerin subkortikal yapılarda oluştuğunu, hatta erken dönem formülasyonlarda b eynin neokor-

1 26

AFEKTIF B İ L İ N C İ N EVRİ M İ

teksten a z önce evrimleşmiş bazı daha eski kortikal b ölgelerini içeren subkortikal yapılarda oluştuğunu ileri sürer. Genel olarak

duygusal hislerin b eyinde daha üst kortikal b ölgelerde oluştuğu­ na ilişkin vars ayım ödül ve cez aları incelikle işleyebilen duygusal sistemlerin b eynin daha derin b ölgelerinde bulunduğunu göste­ ren kanıtla tutarsızlık içindedir. Bize göre durum daha çok derin yapıların eski kortikal yapıları değerlendirmeleri nasıl oluştura­ caklarına ilişkin programladıkları (veya öğrettikleri) yönündedir. Örneğin korku ş artlamasında amigdalada şartlamanın oluşması­ na yol açan KORKU sisteminin uyarılmasıdır (yani şartsız tepki) . B aşka bir ifadeyle daha yeni kortikal yapıların değerlendirmeler yaptığıyla ilgili s af olgusal gerçek ikincil değerlendirmelerin üzerlerine inş a e dildiği ilkel ham duyguları üreten beynin daha derin b ö lgelerinin köklü katılımı olasılığını b ertaraf etmez. Yine de bir süreliğine Rolls'un b eynin alt b ölgelerinde üretilen afektif olmayan ç evresel uyaranların nasıl fenomenal deneyimle­ re dönüştürülebildiğiyle ilgili formülasyonunun üzerinde duraca­ ğız . B eyin s ap ının yukarılarında (talamus ve hip otalamusta) dü­ zenlenen s ö z de afektif olmayan bu bilgi iki yönde gönderilebilir. Bir yönde gönderilen b ilgi bazal gangliaya ulaşır; yemek yeme ve dışkılama , cinsel, s aldırgan vb durumlarda içine girdiğimiz be­ lirli b e den duruşlarını içeren hissedilmeden yapılan içgüdüsel · d avranışları kontrol eden ön b eynin derinlerindeki yapılara ula­ şır. B öylelikle (Rolls ' a göre) örneğin bir sıçan peynir bulurs a daha eski b eyin b ölgeleri yiyeceğin tat ve dokusunu değerlendirir. Bu değerlendirme afektif değildir ve üretilen bu bilgi sıçanın b azal gangliasına ulaş arak sıçanın p eyniri yemeye devam etmesi emri­ ni verir. D aha eski b eyin bölgelerinde üretilen deneyimlenmemiş bilgi b aşka bir yolla neokortekse kadar (bu durumda gerçekten de göz yuvalarının hemen üzerinde yer alan orbitokorteks diye adlandırılan daha eski kortikal b ölge yoluyla) gönderilebilir. Bu­ nunla birlikte duygus al hisler hakkındaki forınülasyonunda daha aş ağıdaki afektif olmayan b eyin değerlendirmeleri için s embolik yorumlama oluşturma ihtiyacı açısından p ek çok insanın s ahip olduğu gibi daha geniş ve karmaşık bir korteks gerekmektedir. Bu s emb olik yorum kelimelerle ifade bulur. Bu semb olik ve sözel dö­ nüşümler afektif deneyimi yaratır ki buna (pek çok öncü filozofun p e ş i s ıra) Rolls da "qualia" der. Sıçanlarda olduğu gibi hayvan127

ZİHNiN ARKEOLOJiSi

ların daha mütevazı neokortikal yetenekleriyle, s özümona hiçbir duygulanım duygusal davranışlara eşlik etmez. Bunun s ebebi duygulanımları üretmek için gerekli olduğu vars ayılan duygusal değerlendirmelerin s embolik kavramları oluşturacak uygun tipte üst-beyinlerinin küçük olmasıdır. Bundan dolayı Roll s , 'zeki ol­ mayan' türlerin hiç duyguları olmadığı dolayısıyla laboratuvar­ larda rutin olarak çalışma yapılan sıçan gibi hayvanların kesin­ likle afektif olmayan varlıklar olduğu s onucuna varmıştır. Özetle Rolls'a göre bilincin genel yapısı, gurme bir şef tarafın­ dan yapılmış olan bir kaşık dolusu peynirli kek tadacaksanız, (or­ bitofrontal korteks dahil) beynin daha eski b ölgelerindeki çı;:şitli yapıların kekin tat ve dokusu hakkındaki afektif olmayan bilgiyi de­ ğerlendirmesi şeklinde olacaktır. Bu bilgi bazal ganglianıza gönde­ rilir ve bu da sizi kekin kalanını yemeye yönlendirir. Buna ek olarak eski korteksiniz bu bilgiyi sembolize etme yeteneği olan neokortek­ sinize yollar böylelikle bu güzel tatlıyı yemenin verdiği nefis afektif deneyim hakkında konuş abilirsiniz. Dolayısıyla Rolls için değerlen­ dirmeleri söze dölane ya da en azından kavramsallaştırma afektif deneyim için gerekli koşuldur. Onun görüşüne göre az s ayıdaki akıl­

lı türlerle birlikte sadece insanlar afektif deneyimlere sahiptir. Belki de Rolls' un formülasyonuyla ilgili en b üyük sorun duy­ gusal duygulanımları ele alırken duyus al duygulanımları kullan­ masıdır ve bu, tahminimize göre bir sınıflama hatasıdır. Aynı za­ manda duygular üzerine yazdığı ilk kitabından b eri yiyeceklerin tat ve dokularına ve hoş dokunmalara tepki olarak gelişen hazza ilişkin değerin üretilme.sinde orbitofrontal medial korteksin (eski bir kortikal bölgenin) nasıl katkıda bulunduğunu gösteren insan beyni görüntüleme verilerini b olca tedarik etmiştir (Rolls , 2005) . Kısaca çalışmaları burada üzerinde durduğumuz duygus al devre tiplerinden ziyade duyusal deneyimlerden yükselen duygulanım­ lar için uygundur.

KLA SİK A FEKTİF NÖROBİLİM GÖRÜŞLERİ Bu görüş kitap boyunca özetlendiği için çok kıs a bir ş ekilde anla­ tırs ak klasik afektif nörobilim b akış açısı, en eski duygus al devre­ lerin b eynin en ilkel bölgelerinde yoğunlaşmış olduğunu ama daha yukardaki beyin bölgeleriyle bol miktarda b ağlantılar bulunduğu-

1 28

A F E K T I F B İ L i N C i N EVR İ M i

nu tas avvur e der. Duygus al sistemler bu devrelerin özellikleriyle ilgili olarak tanımlanır ve Şekil 2 . 1 'de özetlendiği gibi en az yedi özelliğe sahiptir, (il b aşlangıçta duygulan harekete geçirebilecek az s ayıda ş artsız uyaran (ii) tetikleyen kapsamlı otonom bedensel değişimlerle b eraber bu hareketleri destekleyecek belirgin şartsız davranış s a! tepkiler (iii) kısmen (ödülün etkisini kontrol etmek gibi) temel öğrenme mekanizmaları yoluyla aynı anda gelen uyaranlara geçit verme/vermeme ve değer biçme becerisi (iv) şartsız uyaranın varlığını aşacak b ir pozitif geribildirim (v) üst seviyedeki üçüncül süreç bilişsel işlevlerin ayarlanması ve (vi) üst seviyedeki zihinsel süreçleri kuvvetle etkileyen duygusal sistemler (vii) tüm bu sistem b elirgin afektif hisler üretir, hisleri oluşturan en önemli üretici yerler (Şekil 2 . 2 'de gösterildiği gibi) subkortikal emir devrelerinin içindedir. Birincil süreç duygular için bilimsel olarak uygun sözlü bir tanımlamamızın hiç olmayabileceği üzerinde duracağız; böyle tanımlar, giderek daha çok biriken tekrar edilebilir kanıtlar, başa­ rıyla geliştirilen nöral devre ölçütleri üzerine oturtulmalıdır. Tabii ki her b irincil süreç duygusal sistemin (ARAYIŞ, ÖFKE, KORKU, ARZU, BAKIM, PANİK/YAS ve OYUN) kendine özgü alt ya­

pısı vardır ve bu alt yapı hem engelleyici, yani inhibe edici hem de sinerjik ilişkilerle diğer duygusal sistemlerle etkileşime geçer. Aynı z amanda tüm omurgalılarda nöronların lokalize olduğu aynı en eski b eyin-s ap ı bölgelerinde, örneğin geniş bir şekilde dağıtılan asetilkolin, norepinefrin, dopamin ve serotonin sistemleriyle kont­ rol e dilen genel uyarılma işlevlerine de ev sahipliği yap ar (genel b enzerlikler i çin bkz. Ş ekil 1 . 1 ) . H e r sistem b eynin daha aş ağıdaki orta beyin bölgelerinden üst m e di al frontal kortikal bölgelerine uzanarak boylamasına bir şe­ kilde düzenlenmiştir. Tüm duygusal sistemlerin orta çizgiye yakın b ir ş ekilde konumlanmaları b eynin en eski zamanlarına ilişkin ne kadar önemli bir yerleri olduğunu gösterir. Şekil 2 . 2 . ARAYIŞ sis­ teminin ve bu sistemin çeşitli işlevsel bağlantılarının (anatomik b ağlantılar için bkz. Ş ekil 3 . 1 ) resimsel özet taslağını sunar. Bir s onraki b ö lümde bu son derece önemli duygusal sistem derinle­ mesine ele alınacaktır. Bu muazzam duygusal sistemin kalbinde p ratikte organizmaların her yaptığını kontrol eden dop amin bulu­ nur. Diğer b eyin b ölgeleriyle etkileşimleri o kadar kaps amlıdır ki diğer tüm duygus al itkilerin rahatlamasına yardım eder. 129

Z i H N i N A R K E O LO J İ S İ

"-.____....

İçsel Uyaranlar 7

L - - -&

---- --

l

-

Fizyoloj ve Davranışsa olarak Eşgüdümlü Ç ıktılar

Duygulanımlar Bu Tür Sistemlerin Tamamıyla Ç alışmasını Yansıtır

i

nlIIl �ı�����) · r_al _ _o �T_a� �N l e_r_in � st_e_m _s_a_ı_s_i_ _g_u _y _u �������D

Ş ekil 2. 1 . Temel İçgüdüsel duygusal sistemlerin tanımlayıcı ö zelliklerinin ş ematik özeti. Hepsinin biraz ( 1 ) davranışçıların Şartsız Uyaran (ŞTZU) olarak adlandırdığı, içsel uyaranlar; (2) davranışçıların Şartsız Tepkiler (ŞTler} olarak adlandırdıkları çeşitli içgüdüsel davranışlar ve bedensel özellikle de otonom-viseral tepkiler; (3) üst-beyin b ölgelerine, eğer duy­ gusal sistemler tarafından kontrol edilen ödül ve cezal arı öngörebiliyor­ sa (bazı insanların "pekiş tirme özelliği" diye adlandırdığı) başka çeşitl i uyaranların girdisi; (4) duygular, sis temleri h arekete geçiren uyaranlardan daha uzun süre dayanır, -bunlar dışsal (ŞTZU) veya daha üst b ölgelerden yükselen içsel ruminasyonlar olabilir-; (5) üst kortikal b ölgeler, özellikle de duygulan gemleyen veya harekete geçiren bölgeler; (6) duygus a l s i s ­ temlerin açık bir şekilde üst-beyin işlevlerini kontrol e d e n veya değiştiren bir gücü vardır. Bir duygunun afektif hissi, büyük ölçüde 4 s ayısıyla atıf yapılan yerde özetlenen içsel beyin süreciyle üretilir. 7. atıfta b elirtildiği üzere, sistemin tüm diğer durumları duygusal tepkilerin yoğunluğunu, sü­ resini ve örüntüsünü değiştirip ayarlayabilir. Bundan dolayı, s o n duygul a ­ n ı m , h e r bir ilkel duygusal a ğ ı tanımlayan, tüm B eyinZihin özelliklerinin etkil eşiminin bir sonucu dur.

Aynı şekilde (hücreler beynin çok daha aşağısında olduğundan dolayı) daha da eski bir sistem olan norepinefrin, tüm duygusal uyanlmalar sırasında dikkati sağlar ama daha ağırlıklı o larak öfori hisleri için geçerlidir. As etilkolin de aynı ş eyi yapar ama daha sıklıkla olumsuz duygular için geçerlidir. Art arda gelen bölümlerde üzerinde duracağımız b öylesi genel amaçlı karmaşık

1 30

A F E KT İ F B İ L İ N C İ N E V R i M i

düzenekler tüm birincil süreç " duygusal emir" sistemleri için zi­ hinde tutulmalıdır. Duygusal tepkilerin özgüllüğü büyük oranda nöropeptitlerin ev sahipliğiyle beraber (bkz. Şekil 1 3 . 1 aminoasit zincirleri) belirli beyin devrelerinde bir sürü duygu için özgüllük üretmek üzere belirli tiplerdeki glutamaterik (uyarıcı aminoasit) etkiler sayesinde elde edilir. Afektif nörobilim yaklaşımı her ne kadar BeyinZihin'in o böl­ gelerinde yaygın ve kalıcı etkileşimler olsa da bazı duygusal his­ lerin daha yüksek bilişsel b eyin işlevlerince "okunduğunu" düşün­ mez. Afektif durumlar her bir duygusal işletici sistemin parçası ve takımıdır. Bununla beraber bu durum yüksek bilişsel mekaniz­ maların eski güçlerle etkileşime geçmediği ya da bunlar üzerine yansıtma yapmadığı anlamına gelmez. Sadece birincil duygusal sistemler yüksek bilişsel aktiviteleri motive etmek ve ayarlamak­ la kalmaz aynı zamanda daha yüksek seviye zihinsel donanım üzerinde hiç şüphesiz etkide bulunur. Bu durum çocukların na­ sıl yetiştirildiğine bağlı olarak sıklıkla kafa karıştırıcı görünebi­ lir. Ö rneğin yetişkinlere ilişkin gelişimsel duygusal bir problem olan sınır kişilik bozukluğu (SKB) tanısı alan insanların PAN İK/ YAS sisteminin ayarlanmamış hisleri gibi duygusal güvensizlik­ lerden kaynaklanan genellikle fırtınalı sosyal ilişkileri vardır. Bu hisler "terk edilmekten kaçınmak üzere çok ciddi denemelere" yol açabilir ve bunlar sıklıkla çelişkili bir biçimde "önemli/anlamlı ilişkiler kurmuş olmaları beklenen kişileri cezalandırmaya yö­ nelik saldırganca hareketlere ve/veya yakınlığın ne kadar önemli ol• ıuğunu küçümseme çab alarına eşlik ederek. . . ilişkileri belirgin Şf:,kilde tekrarlanan ayrılıklar, sık tartışmalar ve genel bir duygu­ sal gelgeç/uçucu hale" sürükler. Bununla birlikte diğer kişilerle "yardımlaşmayı devam ettirmekte güçlük" yaşanır (bkz. Bartz vd, 20 1 0, s. 556) . Açık bir ş ekilde üst-beyin alt-beyinle "savaşabilir." Yukardaki vakada aşırı aktif olan PANİK/YAS sistemi insanların kendilik­ lerine zarar veren yollarla kendilik değerlerini korumaya çalış­ malarına yol açar. Oksitosinin bu insanların güven duygularını artırarak rahatlatacağı düşünülebilir ama daha önce ismi anılan makalede B artz vd, bulduğu üzere, aslında güven ve yardımlaşma hislerini azaltmıştır.

131

Z i H N i N A R K E O L OJ i S i

Şekil. 2.2. ARAYIŞ sisteminin beyinde nasıl görünebileceğiyle ilgili (yazann izniyle Panksepp, 1 9 8 I 'den uyarlanmış) başlıca etkileşime geçen işlevlerin anatomik tahmini b enzetimini kullanarak hazırlanan yan gerçekçi ş em atik kavramsal tarif.

Daha rasyonel olan üst-beyin daha aş ağıdaki b eynin değişen afektif bölgeleriyle baş etmeye çalıştığında bu tür ç elişkili s o ­ nuçlar hiç d e sıra dışı olmaz ve b u tür b eklenmeyen sonuçl ardan nasıl bir anlam çıkarılacağını henüz kimse b ilmemektedir. B elki de bu pek çoğumuzun gerçek hislerimizin yoğunluğundan biraz utanç duyduğumuzu yansıtıyordur ve bunu gizlemeye çalışıyo­ ruzdur ve b azen artık hiç hissetmeyeceğimiz yere kadar b as tırı­ yoruzdur (bu durum aleksitiminin, yani duyguları anlayamama s endromunun anlaşılmasına katkıda bulunabilir) . B öyle kişilerin uzmanlarca yürütülen psikoterap ötik yardımla oksitosinin daha fazla s osyalliğe yönelten hislerini öne çıkartabilmesini (bkz. 7 ve 9. B ölüm) , afektif zihni sıklıkla aşan kendine ait bir işleyişi/bi r zihni olan bu hislerin afektif zihnin biliş s el b akış açılarıyla si­ nerjiye geçmesine yardımcı olmasını b ekleriz. B u nedenle yüksek bili şsel zihnin daha aş ağıdaki afektif zihinde neler olup b ittiğini doğru okumak veya farkına varmakla ilgili bir i s teği olmadığı görünmektedir.

1 32

AFEKTIF B i L İ N C i N EVRi M İ

Duyguların "Okunmasına" İlişkin Kuramların Problemleri Biyolojik olmayan alanlarla ilgili çalışmalar yapan, Profesör Edmund Rolls ve daha bir sürü araştırmacı kelimeleri kavranılan üretmek için kullandığımızı ve böylelikle duygulanımların seman­ tik ve kavramsal yapılara dönüştüğünü iddia eder (örn. Barret, 2006) . Yüksek zihnin köklü bir şekilde daha aşağıdaki afektif alanı etkileyebileceğini kim inkar edebilir? Buna rağmen keskin tartış­ malara yol açabilecek problemin büyük bölümü aşın-karmaşık hiyerarşik olarak düzenlenmiş bir seri ZihinBeyin sisteminde, sadece farklı kuramcıların farklı seviyedeki analizleri tartıştığı olgusunu yansıtıyor olabilir. Tüm memelilerin bazı temel birincil süreç duygusal sistemleri paylaştığı inkar edilemez görünmekte­ dir. Halihazırdaki en doğru bilgimize göre ikincil süreç öğrenme mekanizmaları (örn. klasik ve edimsel şartlanma) tüm memeliler boyunca dikkat çekecek şekilde benzerdir. Buna rağmen üst kor­ tikal bilişsel bölgeler türler boyunca evrimleştiği ve çeşitlendiği için muazzam duygu ve bilişsel etkileşimlere doğru bir kapı orta­ ya çıkmıştır. Bu kapı farklı varlıklar için birbirinden çok değişik olabilir. En büyük bilimsel açmazların olduğu yer zihin gelişimi­ nin bu s on alanlarıdır. (Kendi zihinsel hayatlarının büyük kısmı­ nı, BeyinZihin süreçlerinin yüksek kavramsal alanında geçirmiş olan) birçok kuramcının bugüne kadar baştan çıktığı şey psiko­ lojik deneyimlerin hepsini zihnin üst bölgelerine yerleştirmektir. Bu da alt-beyin işlevlerinin kesin bir şekilde bilinçdışı olduğuna ilişkin haksız varsayıma yol açmıştır. Fakat bu sonuç açık bir şe­ kilde bulgularla örtüşmemektedir (Merker, 2007; Penksepp, 1 998a; Shewmon vd, 1 999). B elli ki bilim insanlarının, afektif ağların nerde konumlandığı hakkında bir s onuca varmadan önce deneyimi sürdürmeye yeterli derecede karmaşık duygusal süreçleme seviyelerinin hepsini dik­ kate almaya ihtiyaçları vardır. İ ç içe geçmiş hiyerarşiler açısından (Şekil 2 . 3 ) değişik seviyedeki beyin organizasyonlarının duygusal deneyimin tamamına nasıl katkıda bulunduğunu çlüşünmenin daha iyi olacağını his sediyoruz. Bu görüşe göre daha aşağıdaki BeyinZihin işlevleri üst-beyin işlevleriyle iç içe geçmiştir ve yeni­ den temsil edilir ki b öylelikle bu görüş duygusallığın sadece gele1 33

Z İ H N i N A R K E O LOJ İ S İ

neksel alttan yukarıya kontrollerini değil aynı zamanda yukardan aş ağıya regülasyonlarını da kabul eder. Bu kontrol için "döngüsel nedenselliğin" formları olarak görülebilecek iki yönlü bir yol s ağ­ lar ve b eyni çarpıcı intra p sişik çatışmaları olan tamamıyla bü­ tünleşmiş bir o rgan olarak görür. Bazen bizim de bu görüşe itibar etmediğimiz görüntüsü oluşabilir bunun sebebi tamamen bili­ min, karmaşık mekanizmaların ve süreçlerin detaylarını anlamak için şeyleri ayırmayı amaçlayan düşünsel bir disiplin olmasıdır. Bütünü p arçalarına ayırmadan detaylı anlamanın mümkün olma­ dığı fakat bütünü parçalarından yeniden kurmak için gerekenlere genel olarak sahip olunmayan bir bilgi kuramıdır. İçten yanmalı bir motorun nasıl çalıştığını görmek için söken herkes garajı iyice dağıtma pahasına bütün o parçaları çalışır bir makine halinde yeniden bir araya getirmenin ne kadar zor bir iş olduğunu bilir. S osyal yapısalcıların tipik olarak beyni incelikli biçimde çalışma şansları yoktur ama duygusal kavramsal "bütü:ı;ıl erle" ilgili tanım­ lamalarının beynin gerçekten nasıl çalıştığını anlam ayı isteyen­ lerle aynı meseleleri ele aldığına inanır görünmektedirler. Adilane konuş acak olursak geleneks el biçimde zihinsel ha­ yatın daha çok sosyal yapısalcı görüşlerinden yana olan s osyal ve kişilik psikologları yakın zamanda duygulanımlar için kav­ ram öncesi yapıları varsaymaya başladılar. Duygular hakkındaki bakış açılarını boyutsal görüşlerle sınırlayan bazıları (birleşim değeri/valans) olumludan olumsuza uzanan aralıkta ilkel, b a ş ­ langıçtan beri var olan tüm diğer duygusal hisleri yapılandıran temel bir süreç olarak bfr çeşit "çekirdek duygulanım" olduğunu ileri sürdüler (Russell, 2003) . Görüşlerinin bu yönü heyecan verici ve iyi karşılanan bir şeydir. Gerçi türler arası afektif nörobilim araştırmalarından elde edilen halihazırdaki kanıtları genellikle yeterince dikkate almadıkları da bir vakıadır (Konuyla ilgili ya­ yımlanmış tartışmaları yorumlarıyla birlikte okumak için bkz. Zachar & Ellis, 20 1 2) . S osyal yapısalcılar geleneksel b i r ş ekilde kavramları v e dili , duygulanımların nitelikleri olarak görmeyi sürdürmüşlerdir ve birçoğu hala bunu devam e,ttirmektedir. Eğer bir hayvan kav­ ramsallaştıramıyorsa duygulanımları deneyimleyemez. Kavram genellikle deneyimlerin çeşitliliğinden derlenen bir s oyutlamadır. Örneğin sandalye kavramı farklı bir sürü sandalyeyi görerek olu ş 1 34

A F E K T I F B i L i N C İ N EVR i M İ

turulur v e sandalye kelimesi genel olarak tüm sandalye kategori­ lerini temsil eder. İlk defa bir s andalye gördüğünüzde ne olduğu­ nu anlamamanız dinlenmek için iyi bir yer olduğunu anlatacak bir kavrama şüphesiz s ahip olmamanızdandır. Teker teker her bir sandalyenin daha geniş bir gurubu oluşturan elemanlar olduğunu öğrenmeniz , s andalyeyi kavramsallaştırmanız gerekir. Çift Görünümlü veya "Döngüsel" Nedensellik

Yukarıdan­ Aşağıy a B i l işse l Regülasyon

Yukarıdan­ Aşağıya Şartlı

Tepkiler

� Üçüncül süreç Büyük Ölçüde � Neokortikal t Aşağıdan-Yukanya Derin Düşünmeler ve Düşünceler İkincil-Süreç Büyük Ölçüde Üst Limbik Öğrenme t -'.'şağıdan-Yukarıya Oğrenm e ve Gelişim

Birincil Süreç Derinlemesine Subkorti kal Ham Duygulanımlar ve Duygular

İç İçe Geçmi ş BeyinZihin Hiyerarş ileri

Şekil 2.3. Beynin her birincil süreç duygusal sistemini yöneten hiyerarşik, aşağıdan -yukarıya ve yukarı dan-aş ağıya (döngüsel) nedens elliğin bir özeti. Bu şema, yüksek ZihinBeyin işlevlerinin çalışabilmesi için alt seviyedeki BeyinZihin i ş l evleriyle bütünleşmesi gerektiğini özetlemektedir. Ş emada birincil s üreçler kareler ş eklinde, öğrenme süreçleri y;ıvarlaklar ve en üstte de üçüncül süreçler dikdörtgenler ş eklinde resmedilmiştir. BeyinZihin'in deği şik s eviyelerini bütünleştiren, birbiri içine geçmiş hiyerarşi leri haya­ linizde daha iyi canlandırab ilmeniz için, her s embolün farklı renk kodl arı olduğunu düşünün (Northo ff vd, tarafından uyarlanmıştır, 201 1 ) .

Roll s , aynı z amanda afektif olmayan değerlendirmelerin de bir ş ekilde k avramlar haline geldiğini ve kavramları kelimelere döktüğünüz d e duygulanımların üretildiğini ileri sürdü. Bunu s a­ dece akıllı h ayvanlar yap abilir ve s adece onların duygulanımları deneyimleyebildiklerine inanması da bundandır. Bunun evrimsel olarak anlamlı olmadığından ş üpheleniyoruz çünkü insanlar acı 1 35

Z i H N i N A R K E O LOJ i S i

kavramından önce acıyı hissederler. Burada üzerinde durduğu­ muz tüm birincil süreç duygular için bu böyledir. Fakat b azı kelimeler kavramları temsil eder ama b azıları et­ mez. D aha önceki bölümde ileri sürdüğümüz gibi, kırmızı rengini ilk kez gördüğünüzde doğrudan bu renkle ilgili her ş eyi hızla bi­ lirsiniz. Görsel deneyiminiz görsel sisteminizin gelişim süreciniz b oyunca giderek ilerleyen şekilde yapılanması haricinde diğer deneyimlerinizden soyutlanarak ortaya çıkmamıştır. Kırmızıyı (ya da s arı veya kahverengiyi) görmek bir kavram değildir. Dil formunda p ek çok sembolü işleyecek kadar akıllı olduğunuz için kırmızı, lal, kızıl ve yakut kelimelerini deneyimlerinizin incelikli farklarını ayrımlaştırmak ve tanımlamak için kullanabilirsiniz fakat kırmızıyı görmenin ham deneyimi için akıllı kavramlara ihtiyacınız yoktur. Bundan dolayı sandalye gibi kelimeler akıllı kavramları temsil ederken kırmızı gibi diğer kelimeler akıl ge­ rektirmeyen birincil deneyimleri, eğer deneyiminizi tanımlamak istiyorsanız, temsil ederler. Temel duygulanımların renk görmek gibi birincil deneyimler kategorisinde olduğunu ve dilin böyle deneyimleri s a dece ta­ nımladığı ve temsil ettiğini ileri sürüyoruz. Fakat kırmızı rengi görmek gibi afektif deneyimlerin kendisinin kavrams al z ekaya ihtiyacı yoktur. İnsanlar duygulanımlarını tanımlamak için keli­ meler kullanabilirler ama bunları deneyimlemek için kelimelere ihtiyaç duymazlar. Dolayısıyla bizim kelimeleri kullanmamız di­ ğer hayvanların duygulanımları deneyimlemeleri için ille de s ö zlü kavramlar konusunda yetkin olmaları gerektiği anlamına gelmez. İlkel duygulanımlar şüphesiz dil öncesi deneyimlerdir tüm me­ meli ve b elki de memeli olmayan diğer hayvanlar için de geçerli ortak deneyimlerdir (Huber vd, 20 1 1 ) . Damasio'nun ( 1 999) alt seviyedeki bilinçdışı s üreçler i l e b e­ yinde epeyce üst s eviyede olan yüksek bilinç süreçleri arasına bir çizgi çektiği afektif bilinç hakkındaki sofistike görüşü deneysel kanıtlarla güçlendirilmeyi beklemektedir; kendi kuramıyla ilgili ciddi sınamaların neye benzeyeceği konusunda şimdiye kadar p ek net olmamıştır. Her ne kadar somatik imleyici vars ayımı, yani b e ­ denden gelen bilginin davranışlara yön veren hislere dönüştüğü olgusu bu yöndeki deneysel ilgiyi uyandırmış ve üzerine çekmiş olsa da (şimdiye kadar birbiriyle uyuşmayan yollarla kaydedilmiş 136

A F E K T I F B i L i N C i N EV R i M i

olan) çalışmaların yapıldığı insan deneklerde, belirli bir zaman süreci boyunca afektif değişimleri gerçekten takip eden çok az deney vardır. Nörobilimcilerin ne Damasio'nun varsaydığı biri bedendeki değişimler için diğeri de dış dünyadaki değişimler için kullanılan iki adet b irincil haritanın detayları hakkında ne de bu haritaların çekirdek bilinç diye adlandırdığı daha yüksek seviye haritalamayla s entezlenip s entezlenmediği hakkında net bir fikir­ leri vardır. Bunun ötesinde çekirdek bilincin beden ve çevre hak­ kındaki h aritalardan bilgiyi s entezleyerek neler olduğuna ilişkin içsel duygus al hisleri ürettiği fikrini sınayacak araştırmalara ihtiyaç vardır. S adece yeterince detaylı olarak anlatılmadığı için değil, biz 1 999'daki görüşüne katılmıyoruz. Yine de bu kitap ba­ sıldıktan s onra D amasio'nun (20 1 0) görüşlerinde köklü değişim­ ler yapmasından memnuniyet duyduk: Kendisi artık subkortikal yapıların çeşitli tipteki afektif deneyimlere katkıda bulunduğunu kabul ediyor. Bu görüşe ilişkin güvenilir deneysel destek neredey­ se yarım yüzyıldır mevcuttur. LeDoux duygulanımların işler belleği destekleyen neokor­ teks bölümlerinden: dorsolateral frontal bölgelerden doğduğunu iddia eder. Ama LeDoux ve diğerlerinin işler bellek katmanları olarak tanımla dığı insan beyninin dorsolateral frontal bölgele­ rin yoğun duygus al durumlar sırasında bilakis azalmış uyarılma sergilediğini gösteren bolca kanıt vardır (Goel & Dolan, 2003; Li­ otti & Panksepp, 2004b; Northoff vd, 2009) . Aksine bu dorsolate­ ral frontal b ölgeler en çok insanlar bilişsel ve duygusal olmayan işlerle meşgulken uyarılırlar. Bu bölge duygus al olaylar sırasın­ da göreceli olarak s akinse dorsolateral frontal korteks afektif deneyimin kaynağı nasıl olur? Biz insanların duygusal tecrübe ­ lerimizi bili ş s el yolla yansıtmak için düşündüğümüzde gereken en temel b ölgenin burası olduğunda hemfikiriz. Fakat duygusal olarak sorunlarımız ve diğer duygularımızla ilgili uzun uzadıya üzerinde durduğumuz ve uğraştığımızda en eski medial frontal beyin b ölgelerini kullanıyor olmamız daha muhtemeldir. Depre­ sif ins anlarda b eynin medial bölümü ortak olarak aşırı aktiftir (Northoff vd, 20 1 1 ) . Okuma kuramlarını kabul edenler genellikle duygulanım­ ların biliş sel yapılar olduğunu iddia ederler. Halihazırdaki en iyi bilgimize göre (beynin başlıca bilişsel yapısı) neokorteks tek 137

Z i H N i N A R K E O L OJ i S i

b a şına hareket ettiğinde duygulanımları üretemez. Yukarda tar­ tışılan üç araştırmacı da bir uyaranı algılamanın ve b edensel tepkinin afektif olmadığı konusunda hem fikirdir. Ama afektif olmayan bilgi nasıl olur da kendi başlarına duygulanım ürete­ meyen neokortikal sistemler tarafından yorumlanarak bilinçli afektif deneyim yaratır? Okuma kuramları problemler ve çeliş­ kilerle delik deşik olmuştur. Güncel kuramların her b iri klasik formlarında b aşka hayvanları tılsımlı "duygulanım topluluğu­ nun" hevesle b eklemek, öfke, kaygı, cinsel hisler, annelik ş efkati, ayrılmanın verdiği p sişik acı ya da oyunbaz sosyal neşe gibi his­ leri deneyimleme ve tepki verme kapasitesi dışında bırakmayı s eçer. Bolca kanıtın tam aksi yönü desteklediğini göstereceği z . Rene Descartes 'ın R uhun Tutkuları adlı kitabını dikkatle oku­ yan kişi için düalizmin babasının bile b aşka hayvanların b azı kab a hisleri olduğunu büyük olasılıkla kabul ettiği açıktır; h ayvanların sadece birincil süreç zihins el durumları hakkında dikkatli bir şekilde yansıtma yapacakları, "res extens a" (zihinsel yetenekleri) bulunmamaktadır. Eğer bu p ek çok kanaat lideri ta­ rafından fark edilip de üzerinde durulan bir görüş ols aydı b elki de hayvan zihinlerinin afektif yönüyle ilgili araştırmalar artar­ dı. Keşke James-Lange kuramı çok çekici olmakla b erab er bu kadar s ağduyuya aykırı olmasaydı yaratıcı zihinler için muaz­ zam derecede uyarıcı bir kuram olmakla b erab er şimdiye kadar yeterli derecede (nedene dayalı) bilimsel desteğe ulaşmamıştır. Eğer doğru olsaydı diğer h ayvanlar duygus al hislerini şimdiye kadar aktarmazlar mıydı (ümit ederiz ki bu görüş daha çok dav­ ranı ş s a! nörobilimciler için geçerlidir yoksa halk genel o larak b öylesi "beyinsizlerle" ne yapacağını bilemeyen akademisyenler karşısında dehşete düş erek, kıs kıs güler)? Eğer d avranış çılık duyguların inkarı konusunda bu kadar ukala olm a s aydı duy­ gulanımların sa dece daha yüks ek zihinsel yeteneklerin çeşitleri olduğu yanlış inancıyla oyalanmanın aksine büyük olasılıkla ins an duygul arı hakkında şimdi çok daha zengin bir k avrayışa s ahip olurduk. B izim yüks ek (neokortikal) zihinsel i şlevlerimiz duygularımızdan s anatı v e deliliği yaratabiliyor ama kendi baş­ larına hisleri üretemiyorlar. Uzun süredir elde edilen bulgular kuvvetle buna işaret etmektedir. 138

A F E K T I F B i L İ N C i N EV R İ M i

BAŞKA HAYVANLARDA DUYGUSAL DUYGULANIMLARIN OLDUGUNA DAİR SAGLAM KANITLAR Diğer kuramcıların durumlanyla ilgili zayıflıklardan b ahsetmek · iyi ve yerindedir. D avranışçılığın çeşitli sorunlarını ve okuma kuramlarının kusurlarını açıkl ayabiliriz. Ama bu eleştirilerden hiçbiri duygulanımların birincil bilişsel olmayan söz öncesi dene­ yimler olduğunu s öylememize hak tanımaz. Bilim retorik değildir. Dikkatli p s ikolojik deneylerin eşliğinde yalnızca b eyin araştırma. sı b öyle bir iddiada bulunmamıza olanak tanıyabilir. Birazdan anl atılacak olan bu ş ekilde elde edilmiş bazı sağlam kanıtların Herdeki b ölümlerde tamamıyla detaylandıracağımız ufak taslağı­ dır. ilk olarak ARAYIŞ sistemini sonra da sırasıyla ÖFKE , KORKU, ARZU, B AKIM, PANİK/YAS ve OYUN sistemlerini ele alacağız. Bu sağlam kanıt b aşka hayvanların gerçekten de afektif varlıklar ol­ duğu s onucuna varmamızı ve bir azınlık görüşü olarak eğer onla­ rın duygusal hislerini anlayabilseydik kendi hayatlarımız ait bu B eyinZihin güçlerinin atalardan gelen kaynaklarıyla ilgili s ağlam bir bilime s ahip olabileceğimizi savunmamızı mümkün kılar. Bu tartışmalar geçerliyse o zaman davranış bilim araştırmacı­ ları anl amak istedikleri organizmalarla ilgili çalışmalardan duy­ gusal hisleri çıkartarak büyük bir hata yaptılar. Aslında hayvan­ ları eğitirken kullanılan davranış değişikliklerini "pekiştiren ö dül ve cezalar" gibi temel kavramlar öğrenilmiş ve hayvan beyinle­ rinde büyük ölçüde b ilinmeyen afektif ilkelerden dolayı başarıy­ la işlemiş olabilir. Bizler vars ayımda bulunmanın aksine bunun büyük olasılıkla nörobilimsel bir olgu olduğunu kabul eder etmez ins an duygularını ve bunlara ilişkin pek çok hastalığı anlamakla ilgili klinik öncesi h ayvan modellerinin sağladığı bilgiyi kullanma yolund a d evrims e l bir dönüşüme s ahip olabiliriz. üstelik bunla­ rın hiçbiri h ayvan hislerini konuşmaya tahammül edemeyen pek çok davranış s a! nörobilimci tarafından beynin davranışs a! nöro­ fizyolojik ve ııörokimyas al mekanizmalarıyla ilgili elde edilen mü­ kemmel bilgileri bir yana atmamızı gerektirmez. O z am an bizlerin hayvanl arın duygusal hisleri olduğu s o ­ nucuna varmamızı s ağlayan olgular karşısında neden fizyolojik p sikologlar "tökezlerler"? Geçen yüzyılın ortalarında James Olds 1 39

Z i H N İ N A R K E O LO J i S i

v e meslektaşı Peter Milner fevkalade bir keşifte bulundular. Tüm hayvanların en azından kendi test ettikleri tüm hayvanların (ve o zamana kadar test edilmiş olan hayvanların hep sinin) Jim Olds tarafından ( 1 977, ölümünden sonra basılmıştır) başarıyla tarif edilmiş olan medial ön beyin demetine, lateral hip otalamik böl­ geye (MFB -LH) elektriksel uyarı alabilmek için yorgunluktan tü­ kenene kadar yoğun bir şekilde çabaladıklarını ortaya çıkardılar. Şekil 2.4 sıçan beyninde bu sistemin en eski ve gerçekçi b etim­ lemeleridir. Bu sistem alt, orta ve üst-beyin bölgelerini b irbirine b ağlar. Hem davranışsa! hem de psikolojik bütünlük için en önem­ li b eyin sistemlerinden birisi budur.

Şekil 2.4. O rta-beynin merkezi bölgelerini üst-beyin bölgelerine bağlayan medial ön-beyin demetinin (MÔD) şem atik özeti. MÔD l ateral hip otalamus (LH) boyunca, geriye kalan anatomik i simlerle beraber ilerler ki bunlar ara­ sında öne çıkanlar, olfaktör bulbus (OB), olfaktör pedünkül (KP), p araolfak­ tör bölge (PBJ, olfaktör trakt (OT), Broca'nın diyagonal b andı (DBJ, anteriyor komisür (A), eskiden hipopsis diye adlandınlan (Hyp) hip ofiz bezi, mememsi cisimler (M) , optik kiazmanın(OK) sol ve sağında ve tam üzerinde bulunu r. O rta b eyinde MÖD'nin aş ağı doğru inen dallarının bir kısmı, p eriakuaduk­ tal gri gibi medial b ölgelere yansır. B u klasik şekil, Le Gros C l ark ve diğer­ leri tarafından ( 1 938) uyarlanmıştır.

Geçmişe b aktığımızda bu karmaşık ağın uyarılmasının ö dül­ lendirici olması şaşırtıcı değildir. Fakat bu 1 954'te p s ikoloj i ala­ nını büyük bir yangın gibi s aran olağanüstü bir keşif oldu. H ay­ vanların çoğunlukla bir levyeyi itme görevini yerine getirerek bu s istemi uyarmak için inatla uğraşmaya eğilimli olmasına kendi

1 40

AFEKTIF B i L i N C i N EVR İ M i

kendini uyarma denirdi. B u keşif tamamıyla mutlu bir tesadüftü. Olds ve Milner beyni uyararak öğrenmeyi geliştirmenin yollarını araştırıyorlardı. Fakat dikkatlerinin yönünü değiştirerek yoğun bir şekilde bu yeni fenomenin ne olduğunu (hiç şüphesiz, kendi ARAYIŞ sistemlerini kullanarak) araştıracak kadar akıllıydılar. Açıkça belli ki bu çeşit bir uyarımda hayli ödüllendirici bir şey vardır. Yoksa neden hayvanlar bu kadar uğraşsınlar? Bu araştır­ macıların beynin "ödül sistemini" bulduklarını varsaymaları on­ lara çok mantıklı göründü ve bu haddini aşan "kesin, koşulsuz" kavram günümüze kadar varlığını devam ettirdi. Beyinde bir sürü ödül sistemi olmasına rağmen hayvanın hayatta kalması için dün­ yada keşfetmesi gereken şeyleri temelde duyusal ve homeostatik ödüller dahil diğer ödüllerin hepsini gayretli bir şekilde arama­ sına yönlendiren tek bir sistem vardır. Bundan dolayı biz bu sis­ teme uzun zaman öncesinden beridir daha uygun ama daha sıra dışı duygus al bir ad olarak önce BEKLENTİ şimdilerde ARAYIŞ sistemi ismini verdik (Panksepp, 1 9 8 lb, 1 982) . _ Sonraki bölümde ARAYIŞ sistemini detaylı olarak incelediği­ mizde bu sistemin merkezinin ventral tegmental alan (VTA) ve lateral hipotalamus (LH) dahil beynin alt bölgelerinden yükselen nöral ağlarda bulunduğunu göreceğiz. O bölümde ARAYIŞ siste­ minin gayretle araştırma ve ihtiyaç peşinde koşmayı üretmenin yanı sıra ö dül veya zevkten ziyade öngörmeli beklentiye dayalı isteklilik hislerinden olan öforik uyarılmayı ve daha bilişsel sevi­ yede ihtiyatlı beklentiler diye adlandırılabilecek duygulanımları ürettiğini açıklayacağız. Hayvanlar için dünyadaki bu hayli gay­ retli öforik arama bulma uğraşları çok ödüllendiricidir. Bu duygu­ lar bazılarının neşeli canlılık diye adlandırdığı durumun kalbinde yer alır. Geçen yüzyılın ortalarında ARAYIŞ sistemi bilinmiyordu; bi­ lim insanlarının b ildiği çeşit ödüller sadece homeostasisi yerine getirmekle ilgili olanlardı, yani yiyecek, su, sıcaklık, cinsellik vd, (dürtü azaltma kuramcılarının anahtar düşüncesi olan) bedende­ ki homeostasisi s ağladıkları için ödüllendirici deneyimler olarak görülürlerdi. Skinner gibi köklü davranışçılar bile homeostasisi (dürtü azalması) ödüllendirici bir şey olarak gördüler. Ö rneğin dü­

şük kan ş ekeri veya kan seviyesi bakımından davranışsa! olarak yiyecek ve su tüketimi şeklinde ortaya çıkan açlık ve susuzluğu 141

Z i H N i N A R K E O L OJ i S i

yaratan homeostatik dengesizliğin etkileri, bilimsel ve fizyolojik yollarla ölçülebilir. Bunların hepsi açlık veya susuzluk gibi afektif veya motivasyonel durumlara hiç atıfta bulunmadan yapılabilir , (Skinner, 1 953). Düşük kan şekeri gibi homeostatik dengesizliklerin bir hayva­ nı yiyecek için daha çok çaba harcamaya meyilli hale getirdiğini davranış çılar gözlemlediler. Ancak pek çok davranışçı araştırmacı zaman içinde ödüllerin duyusal özelliklerinin, nitelik, nicelik ve ödüllerin gecikmesi gibi teşvik edici özellikleri.n öğrenmeyi kont­ rol etmekte bedenin homeostatik değişimlerinden daha önemli olduklannı buldular. Başka bir ifadeyle duyusal ödüller ne kadar iyiyse hayvanlar o kadar hızlı öğrenirler. Dürtü azalması kendi başına etkili değildir. Örneğin her ne kadar aç hayvanlar lezzetli yiyecekler için çaba harcamayı hemen öğrenseler de midelerine doğrudan yiyecek enjekte etmelerini öğrenmeleri uzun z am an alır ve uzun süren bir eğitimle zaman içinde bunu da öğrenirler (Mook, 1 989).

ARAYIŞ SİSTEMİNİN TARİHÇESİ ARAYIŞ sistemi, "beynin ödül sistemi" b aşlığı altında anılmış olsa bile üzerinde en kapsamlı çalışma yapılan (Panksepp, 1 98 I b, 1 998a dahil) pek çok kaynakta büyük ölçüde detaylı olarak bulu­ nabilen bir duygusal sistem olduğundan bilimsel referanslar ver­ meden gelecek bölümde de yap acağımız gibi kısaca özelliklerinin üzerinde duralım. Hem bilim insanlan hem de ilgili okuyucular için anlaması belki de en zor sistem olduğu için bu sistemi tanıt­ maya burada başlıyoruz. Çünkü bu sistem diğer duygus al sistem­ lerin tümünün düzgün şekilde işleyebilmesi için çok önemlidir. Dolayısıyla bu kısa taslak kitabın takip eden bölümlerinin büyük kısmında karşılaşacaklannızın habercisidir. Ödülleri sadece davranış terimleriyle düşünen davranış çıların aksine nörobilimciler b eyin işlevleriyle ilgilenmişlerdir. Bundan dolayı Olds ve Milner hayvanlann MÖD-LH uyarımı almak i çin gayretle çalıştıklannı keşfettiklerinde bu haber p s ikoloji alanın­ da hızla yayıldı. Pek çok fizyolojik p sikolog (o günlerde b öyle ad­ landınlıyorlardı) homeostatik ve duyusal ödüllerin tüm çeşitleri için MÖD-LH'nin ortak alt yapı olduğunu varsaymaya başladı . 1 42

AF EKTİ F B i L i N C i N EVR i M İ

Zihninde bu düşünce olan Panksepp gibi bilim ins anları b u feno ­ meni araştırmaya b aşladı . ilk b aşta MÔD -LH'nin elektriksel veya farmakolojik uyanmlannın ö düllendirici olduğu vars ayıldı çünkü tüketime d ayalı ö düllerin tüm çeşitlerine karşılık geliyordu. Diğer bir ifadeyle M Ô D-LH'nin bir bölümü elektriksel olarak uyarıldı­ ğında h ayvanın b eyni güzel bir yemek yediği zaman ortaya çıkan tepkiye b enzer b ir tepki verir. MÖD-LH'nin b aşka bir bölümü hay­ vanın susuzluğu giderildiğinde verdiği tepkiyi verir. MÔD-LH'nin b aşka bir b ölgesi de hayvanın ö düllendirici cinsel aktivitelerle meşgul olduğu z amanki tepkiyi verir. Ancak deneysel kanıt b eklenen örüntüye uymadı. Hayvan ne zaman ihtiyaç duyduğu kaynaklan bulur, yemek, içmek veya cin­ sel aktivitede bulunmak gibi tüketimse! davranışlarla meşgul olursa , M Ö D-LH b oyunca nöron ateşlemeleri geçici bir süre için ama köklü bir ş ekilde yavaşlar (Hamburg, 1 9 7 1 ) . MÔD-LH simü­ lasyonuyla elde e dilen ö dülün homeostasisin yeniden dengelen­ m eye b aşlamasından önce aktif olduğunu ortaya koyar. Gerçekten de M Ô D-LH en çok insanlar ve hayvanlar homeostatik ihtiyaç ha­ lindeyken ve ç evrede de iyi hisler elde edileceğine ilişkin fırs atlar varken aktiftir. Öyleyse M Ô D -LH uyarımıyla gerçekten ne çeşit bir ödül elde e diliyor olabilir? Her ne kadar sistem bu olaylara tepki vers e de kesinlikle s a dece homeostatik veya duyusal bir ö dül değildir. Bel­ ki d e h ayvanların b öyle b eyin uyanını aldıklarında s ergiledikleri ş artsız d avranışlardan doğrudan bir ip ucu toplanabilir. Sıçanlar kendilerini uyarırken olağanüstü ş ekilde heyecanlanırlar. Eğer birisi s a dece MÔD-LH'lerine hiç çalışmadan "bedavadan" elektrik şokları verirse sıçanlar oraya buraya hareket eder boş bir kutu gibi monoton bir ortamda olsalar da gayretli bir ş ekilde çevreleri­ ni araştırırlar. S anki bir ş ey arıyorlarmış gibi tüm çevrelerini keş­ fe çıkarlar. Bununla birlikte sıçanların kendi kendilerine MÖD -LH b ö lgelerini uyararak tüm "ödülleri" almak için neden yapmaları gerekenden daha fazla levyeye bastıkları da her zaman bir bilme­ c e olmuştur. Bunu s adece aşın heyecanlı oldukları için yapıyor g örünüyorlar çünkü bu bir ö dülü tüketirken yaşanan zevkle aynı olmayan bi r durumdur. M Ö D-LH h ayvanların kendilerini uyaracakları tek b eyin b ölü­ mü değildir. Ö rneğin hayvanlar septumlannı kendileri uyarmak 143

Z i H N İ N A R K E O LOJ İ S i

için levyelere bas arlar. Bunu daha çok metotlu bir ş ekilde her bir elektrik ş ok için gerekenden çok basmak yerine bir kez levyeye bas arlar. B aşka bir ifadeyle MÔD-LH uyanmıyla ilgili bir ş ey he­ yecana sebep olmaktadır. Aslında hayvanlar s eptal ve MÔD-LH uyanını arasındaki farkı ayırt etmeyi keşfedebilirler (Stutz vd, 1 974). Açık bir şekilde bu iki uyanın konumu b elirgin derecede farklı deneyimler üretirler. insan beyninde septum uyarıldığında insanlar çoğunlukla cinsel hisler bildirirler. MÔD-LH'leri uyarıl­ dığında heyecan ve beklenti, yani söze dökmesi zor olan hisleri b eyan ederler. Septal uyanın cinsel aktivitenin tüketimle alakalı orgazmik ö dülüne katkıda bulunurken MÔD-LH'nin ARAYIŞ sis­ . temi tüm diğer ödüllerin beklentisiyle b eraber cinselliğin iştah kabartıcı beklenti safhasını detaylandırır. S onuç kaçınılmazdır. Bilişsel seviyede, MÖD-LH ilk başta zi­ hinde açık seçik bir hedef olmadan genel bir öforik beklenti duru­ mu halinde afektif bir ödül sağlar. MÔD-LH'nin uyanını kesinlikle bedensel dengesizliklerimiz homeostasis yönünde yeniden yerine geldiğinde (örn. tatmin hisleri) hissettiklerimize karşılık gelen beyin durumlarını üretmez. Hayvanlar tatmin olduklarında uyku­ ya dalma eğilimindedirler. MÔD-LH uyanını onları uyanık tutar. MÔD-LH uyarımıyla hayvanlar coşmuş görünürler ve çevrelerini keşfetmeye hevesli olurlar. B enzer ş ekilde insanlar dünyaya karşı daha ilgili hissederler ve gelecek planları yap arlar. Bu açık bir ş ekilde neşeli bir beklenti durumudur. Kimse ö rneğin harika bir tat gibi duyusal bir zevk aldığına ilişkin b elirgin bir his b eyan et­ mez. MÖD-LH uyarılması herhangi bir duyusal b edensel z evkten ziyade öforiye daha yakın bir ödül üretir. D aha da ötesi eğer bir hayvan dekortike edilirs e -ameliyatla neokorteksi alınırs a- MÔD­ LH uyanını almak için yorgunluktan bitene kadar çalışacaktır. Dolayısıyla ödüllendirici duygulanım neokorteksten çıkıyor ola­ maz çünkü bu hayvanların neokorteksi yoktur. B u afektif ö dülleri subneoko rtikal yapıların öforik afektif bilinç ş eklinde ürettiğini s öylemek mecburiyetindeyiz. Hayvan ve insanlar çok arzuladık­ ları bu öznel his durumunu öforik afektif bilinci elde etmek için yorgunluktan bitap düşene kadar çalışırlar. Gündelik hayatta hayvanlar homeostatik açıdan dengesizken MÖD-LH ARAYIŞ sisteminin geri kalanıyla beraber tipik olarak daha uyarılmış haldedir ama sistemi gerçekten harekete geçire144

A F E KT İ F B i L i N C i N E V R İ M i

cek ş ey (bilim ins anlannın "güdüleyici uyaran" diye adlandırdığı) dünyad a elde e dilebilecek ilgi çekici şeylerin varlığıdır. B edenin büyük homeostatik dengesizliklerinin nahoş bir his yarattığını herkes b ilir. Buna karşılık ö dülleri tüketmekle ilgili hoş hisleri uyandıran güdüleyici uyaranla etkileşime geçmek sadece homeos­ tasisin yenileneceği öngörüsünü vermekle kalmaz aynı z amanda z evk deneyimini de tetikler ( C ab anac, 1 992). Fakat "ödül sistemi" bunu bizler için yapmaz. Diğeri kadar önemli başka bir ş ey ya­ par, ö dülleri bir tarzla takip etmemize olanak tanır. Bu sistem için çok daha iyi bir isim olan ARAYIŞ hayvanları ve ins anları ihtiyaç duydukları k aynakları araştırmaya yönlendiren öforik b eklen­ tinin b a skın gelen hissini üretir. Bu sistem hayvanların sadece b edensel ihtiyaçlarını tatmin etmeye katkıda bulunmakla kalmaz şimdilerde bildiğimiz üzere p aradan, müzik ve diğer estetik dene­ yimlerle ilgili bilgi arzusuna kadar değişen değerde p ek çok yük­ sek sınıf duygusal ihtiyaca da yardım eder. Diğer altı duygus al sistem bedensel ihtiyaçları tatmin etmekle yakından b ağlantılı olmadıkları için kendilerini bu tip homeosta­ tik bir a çıklamaya ö dünç vermezler. Diğer duygular BeyinZihin'in içe ilişkin yönleriyle daha kesin bir şekilde ilgilidir ama hep­ si çevredeki kaynakları araştırmak için tek bir tanesine ihtiyaç duyarlar. D ol ayısıyla b elli bir yere kadar bütün diğer duygular ARAYIŞ itkisinin p s ikodavranış s al dürtmesine dayanırlar. Bir anlamda ARAYIŞ tüm duygusal sistemlerin "dedesidir." Kişinin ARZU'yu tatmin etmesi için ilişkileri araması gerekir. Şefkatli s evgi dolu BAKIMI his s etmesi için y.ardıma ihtiyacı olanları özel­ likle b eb ekleri araması gerekir. ÖFKE 'yi yoğun olarak hissetmesi için k aynakla rı elinden · alacaklara zarar vermeyi göze alması ve arama s ı gerekir. KORKU'ya iyi bir şekilde tepki verebilmesi için, güvenlik araması gerekir. PANİK/YAS'ın sizin açınızdan bir fay­ da s ağlaması i çin ihtiyaçlarınızı destekleyecek kişileri aramanız gerekir. B üyük bir keyifle OYUN oynayabilmeniz için arkadaşlar bulmanız gerekir. ARAYIŞ si steminin yapay yollarla uyarılmasının yarattığı duy­ gulanım açıkça ön b eynin şiddetli bir biçimde hasara uğrama­ sından s onra kendi kendini uyarmanın devam etmesi konusunda vurgulandığı üzere subneokortikal b ölgelerde ortaya çıkar (Hus­

ton & B orbely, 1 97 3 , 1 974; Valenstein, 1 9 6 6) . Okuma kuramcıları1 45

Z i H N i N A R K E O LO J i S i

nın afektif deneyimin neokortikal bir kazanım olduğu i ddialarının doğruluğu uzun zamandır sorgulanıyordu. Ama bu doğru değildir. Elbette ki neokorteks kendi başına çok ilginç nörobilimsel bir konu olan daha ilkel afektif fenomenlerden (üçüncül süreç duy­ gular gibi) karmaşık duyguların yapılanmasına kadar katkıda bu­ lunuyordur ama halihazırda bunların nasıl meydana geldiği hak­ kında az şey biliyoruz. Yukardaki analizin hayvan araştırmasında uzun süredir devam e den başka hayvanların afektif varlıklar ol­ madığı ş eklindeki davranışçı önyargıya bir son vermesi gerekir. B aşka sistemler arasında en çok ARAYIŞ sistemiyle bağlantılı veriler olmasına rağmen diğer birincil süreç duygusal sistemle­ rin her biriyle yapılan bir araştırma aynı genel s onucu destekler. Ham duygusal hisler beynin subneokortikal ağlarından yüks elir ve bu da içgüdüsel duygusal davranışı üretir. Diğer tüm meme­ liler de aynen bizler gibi afektif olarak canlıdırlar. Am a onların hislerinin bizlerle tıpatıp aynı olduğunu iddia etmemeliyiz. Evrim her zaman değişkenlikleri incelikli hale getirir yine de hepimiz genel kategorilerdeki ilkel hislere s ahibiz. B azı türlerde b azı his­ ler diğerlerine göre daha kuvvetli veya zayıf olabilir ama b elli bir yere kadar hepsi mevcuttur. Zihinlerimizin temelinde bulunurlar. Durum böyleyse bu sistemleri dostumuz olan hayvanlar üzerinde ayrıntılı olarak araştırırs ak kendi duygusallığımızın genel ilke­ leri ve kaynaklarını anlayabiliriz. Sıçan ve sıçanlar bu tip ara ş ­ tırma için oldukça uygundur. B öyle b i r çalışma, hayvanlara p ek sıkıntı vermeden yapılabilir. İçgüdüsel duygusal sistemlerin p ek çoğu anestezi altındaki hayvanlarda araştırılabilir (Panks epp, S a ­ cks vd, l 99 1 ; Rossi & Panksepp, 1 992). Gerçekten de neokorteksi alınmış hayvanlar, yedi adet birincil süreç duygusal davranışın hepsini sergilerler (Kolb & Tees, 1 990; Panksepp vd, 1 994) .

HAYVANLARDAKİ DUYGULANIMLARI DAHA DA FAZLA DESTEKLEYEN KANITLAR Üzerinde araştırma yapılan tüm hayvanlar bu kitapta anlatılan duygusal sistemlerin yapay olarak aktive edilmesiyle üretilen afektif hislerden açık bir şekilde ya hoşlandı ya da hoşlanmadı. Bu öğrenmede çeşitli ŞZU'larrn [Ş artsız Uyaranların] s eb ep olduğu ŞT'lerin [Şartsız Tepkilerin] ne kadar önemli olduğunu anlamamı-

1 46

A F E K T İ F B i L i N C İ N EVR İ M İ

z a yardımcı olur. Aynen hayvanların yemek yemek, s u i çmek veya cinsellikle meşgul oldukları sırada ortaya çıkanlar gib i olumlu daha önceden teşvik eden deneyimlere sahip oldukları yerlerin çekimine kapılmaları (şartlı alan tercihleri sergilemeleri) gibi bu davranışları o rtaya çıkartan devrelerin yapay yolla uyarılmasın­ da d a ç evreyle ilgili b enzer ş ekilde tercihlerde bulunurlar. Bunun karşılığında nahoş afektif deneyimler yaş adıkları yerlerden ka­ çınırlar (ş artlı alan kaçınması s ergilerler) . Daha önce korkmuş veya canlarının yanmış oldukları yerlerden uzak dururlar; bu tip afektif d avranışları üreten b eyin sisteminin çevre olaylarınca mı yok s a yap ay aktivasyonla mı ortaya çıktığının bir önemi yoktur. Konuyla ilgili diğer araştırmalar duygulanımların memeli b eyninin subneokortikal bölgelerinde oluştuğuna işaret ederler. Örneğin h ayvanlar bağımlılık yapan maddeleri aldıkları yerleri s e ç erle r ve b u m addeler subneokortikal olarak konumlanmıştır. İns anlardaki b ağımlılıkların b eynin afektif sistemlerini etkile­ mesinden dolayı b eyin mekanizmalarını anlamak için hayvan araştırmasında bağımlılık yap an maddeleri kullanabiliriz. Pek çok araş tırmacının üstü kapalı olarak varsaydığı hayvanların s a dece " ö düller" hakkında bir ş eyler öğrenmelerinden çok b en­ zer afektif n edenlerle bu maddeleri aradıklarıdır ama bu ender olarak kabul e dilir (istisnalar için bkz. Kassel, 20 10). Günümüzde artık bu m a ddelerin b eyinlerimizde b elirli tipte hisler uyandıran nörokimya s alları taklit ederek bu etkileri yarattıklarını biliyoruz. Hayvanlarda farklı olması pek olası değildir. Bununla beraber b ağımlılığın ek bir ö zelliği vardır. Bu maddeler sistemden atıl ­ dığında geriye karşıt bir süreç, yani karanlık afektif bir b oşluk kalır. Amfetamin, kokain ve opiatlar gibi b elirli maddelerin tüke­ timi arttıkça korkunç art etkiler de giderek büyür. Bağımlılığın oluşmasında bu olumsuz hislerden kurtulmak başlangıçta b elirli maddeleri n yarattığı olumlu hislerden daha önemli olabilir (Koob & Le Moal, 2 00 1 ) . B a ğımlılık yap an maddeler iki kategoriye ayrılır; farmakolojik o larak ARAYIŞ sistemini uyaranlar, PANİK/YAS sistemini b astıran nörokimya sallarla b eraber s osyal b ağlanmanın sıcak hislerini meydana getiren duyus al zevklere aracılık edenler. Kokain ve am­ fetamin gibi m addeler temelde dop aminin etkisini artırarak ARA­ YIŞ sistemini uyarır bu da LH'nin elektrik uyarımlarıyla oluştu1 47

Z i H N i N A R K E O LO J i S i

rulan coşkulu bekleyişle aynı hissi uyandırır. Morfin v e eroin gibi opiatlar duyusal zevklere aracılık eden ve olumlu sosyal ilişkileri oluşturan endojen beyin kimyasallarıyla kimyevi olarak b enzer­ dir (Panksepp, 1 98 l a, 1 998a). Bundan dolayı tımar m aymunlarda ö düllendiricidir (Keverne vd, 1 989) ve sevdiğimiz iyi arkadaşlarla b eraber olmak bizlerde güven ve rahatlama hisleri uyandırır. B ö ­ lüm 1 0 da göreceğimiz gibi opiatlar beyne doğrudan uygulandı­ ğında olumlu sosyal bağlar sırasında yaşanan duygus al hislere b enzer hisleri afektif olarak arzulanan diğer p ek çok teşvik edi­ ciyle b eraber uyarırlar. Oksitosine b ağlı olanlar gibi diğer b eyin sistemlerinin de benzer etkilerde bulunduğu yakın z amanda o rta­ ya çıkarılmıştır. Opioid sistemler beynin her yerindedir. B öylesi iyi hislerin s adece neokorteksin altında yer alan beyin sistemleri tarafından üretildiğine niye inanalım? Beynin belirli bölgelerine opiat enjekte edilerek yapılan hayvan araştırmasıyla bu tür s orular doğrudan değerlendirilebilir. Hayvanlar periakuaduktal gri (PAG) ve Ventral Tegmental Alan (VTA) gibi ki bunlar MÔD-LH b oyunca yalaklar gönderen beyin bölgeleridir morfin zerk edilmesini s eçtiklerini gösteren şekilde davranışlar sergilerler fakat daha üst-beyin b öl­ gelerine ki bu bölgelerin hepsinde b olca opiat res eptörleri vardır, bu tip bir infüzyonu seçtiklerine ilişkin davranışlar s ergilemezler (Olmstead & Franklin, 1 997) . Hayvanların derin s ubneokortikal b ölgelerine zerk edilen bu maddeye özel alan tercihi s ergilemeleri gerçeği hayvanların deneyimlemeyi s evdikleri ö düllendirici duy­ gulanımları bu derin yapıların ürettiğine işaret eder. Aynı miktar­ da morfin korteks dahil beynin üst b ölgelerine zerk e dildiğinde hayvanların bir tercih sergilememesi bu bölgelerin diğerleriyle karşılaştırıldığında büyük olasılıkla yüks ek derecede ö düllendiri­ ci afektif hisler yaratmak kapasitelerinin olmadığına iş aret eder. Hayvanlar opiatlar için alan tercihleri sergilemelerine ek ola­ rak ARAYIŞ sistemlerinin bulunduğu derin medial subkortikal yerlere morfin ve kokain dozları almak i çin çalışmaya gönüllü olduklarını sergilerler (Ikemoto, 20 1 0) , yani b eynin kimyasal ve elektriksel uyarım tespitleri birbiriyle uyumludur. D iğer duygus al sistemlere uygulanan b aşka maddelerle de benzer etkiler gözlen­ miştir. ARAYIŞ itkisine aracılık e den nöral ağlardan diğer duy­ gular için olanlara kadar genel olarak tüm verilerin toplamında 148

AFEKTIF B i L i N C İ N EVRi M İ

azalma olur. B u çelişkili bir kanıt yansıtmaz; sadece daha bir sürü araştırmanın yapılması gerektiğini gösterir. Hayvanlar, çıkardıkları seslerle de hoşlandıklarını veya hoş­ lanmadıklarını (tercihlerini) yansıtırlar. Hepimiz evcil hayvanla­ rımızla ilgili gözlemlerimizden biliriz ki hayvanın çıkardığı sesler spesifik zevklere ve hoşnutsuzluklara işaret eder. İ şten eve dön­ düğümüzde aile köpeğimizin neşe dolu yüksek sesli havlamala­ rını ve yakınlarda yabancı biri olduğunda kızgınlıkla hırlayarak havlamalarını fark ederiz. Kedimizi okşadığımızda çıkardığı do­ yumlu tor tor sesiyle kuyruğuna yanlışlıkla bastığımızda çıkar­ dığı canhıraş tiz sesi birbirinden kolayca ayırt edebiliriz. Köpe­ ğimizi b arınağa bıraktığımızda acıklı ağlamalarını ve kızgın bir kedinin tıslamasını yorumlamak bizim için hiç sorun olmaz. Tüm bu seslendirmeler beynin subneokortikal bölgelerinden yükselir ve türler boyunca birbirine çok benzer anatomi ve nörokimyasal­ larla zenginleşir (Burgdorf vd, 2007; Brudzyrıski, 20 1 0; Jürgens, 2002; ilk çalışmalarla ilgili kapsamlı özetler için Newman, 1 988) . Duygus al seslendirmelerle ilgili güncel araştırmaların çoğun­ luğu sıçanlarla yapılmıştır. Ö rneğin sıçanlar birbirleriyle oyna­ dıklarında veya gıdıklandıklarında 50 kilo hertzlik (kHz) çok tiz (ultras onik) bir cıvıldama sesi çıkartırlar. Buna benzer bir seslen­ dirme hem dişi hem erkek sıçanlardan cinsellik veya diğer hoş yi­ yecek içecek vb çeşitlerden herhangi biriyle ilgili bir beklenti için­ delerken yayılır (Knutson vd, 2002; Panksepp, Knutson vd, 2002) . Bununla uyumlu olarak, 50 kHz'lik çağrılar elektriksel beyin uya­ rımlarıyla yap ay olarak beynin neresinde indükleniyorsa sıçanlar da o elektrot yerlerini kendi kendilerine uyarırlar (Burgdorf vd, 2007) . Buna karşılık sıçanlar sosyal olarak bozguna uğradıkla­ rında ya da etrafta bir tehlike varsa (örneğin yakınlarda bir kedi varsa) 2 2-kHz'lik uzun "şikayet" veya "alarm çağrıları" sergilerler. Bu özellikle korku şartlama çalışmalarında arka arkaya ayak şok­ ları verildiğinde ve acı gelmeyeceğini işaret eden güvenlik sinyali verildiğinde kolayca görülür sıçanlar bir oh çekerler (Soltysik & Jelen, 2005) . Erkek sıçanlar şaşırtıcı bir şekilde cinsel birleşme­ yi takiben de 22-kHz'lik bir ses yayarlar. Belki ama sadece belki bu dişiye erkek sıçanın artık daha fazla sosyalleşme durumunda olmadığını bilmesine izin veren sesli bir uyarıdır. Alternatif ola­ rak b elki de hayvan diğer erkekleri tuzağa düşürmek için s ahte 1 49

Z i H N i N A R K E O LO J i S i

b i r "alarm sinyali" gönderiyor olabilir (sıçanlar rast gele cinsel ilişkide bulunurlar) ve böylelikle (elbette bununla ilgili hiç düşün­ meden) dişinin doğacak diğer "bebeklerinin" babası olma ş ansını artırır. Kendi kendini stimüle etmeyle ilgili olgular yer tercihi duy­ gusal s eslendirmelerle ilgili devreler ve diğer içgüdüsel duygusal davranışlar, ham duygusal deneyimleri üretmek için b eynin hangi bölgelerinin en önemli olduğuyla ilgili bir s onuca varmamıza ola­ nak tanır. B u tip kanıt duyusal, homeostatik ve duygus al hangi durum olursa olsun tüm birincil süreç afektif durumların b eyinde nasıl olup da üretildiğine ilişkin gerçeklere dayalı bir anlama için önemlidir.

DUYUSAL HOMEOSTATİK VE DUYGUSAL DUYGULANIMLAR Acaba hayvanlar diğer temel duygusal deneyimlerden ziya de birincil süreç duygulanımları mı deneyimliyorlar? S onunda be­ denin dengesizliklerinden kaynaklanan (açlık ve susuzluk gibi homeostatik duygulanımlarla) b eraber duyusal hazların ve hoş­ nutsuzlukların doğasıyla ilgili (tat almadan alınan zevk ve acının verdiği sıkıntı gibi duyusal duygulanımlarla) ilgili yeterli kanıt mevcuttur. Ama bu kitapta hayvanla rın bu duygulanımları yoğun bir şekilde hiss ettiklerini düşünsek de duyus al ve homeostatik duygulanımlar üzerinde kap samlı olarak durmayacağız. Neden mi? Çünkü bu duygulanımlarla ilgili veri tabanı duy­ gusal olanlarla ilgili veri tab anıyla karşılaştınldığında b üyük öl­ çüde daha az kapsamlıdır ve bu sistemler bilinç için asli temeller olmayabilirler. Bilim insanları bağıntılı beyin b ölgelerinin lokali­ ze edilmiş elektriks el ve kimyasal stimülasyolarıyla ilgili incelikli uygulamalara sahip değillerdir. B u uyarımlar hayvanlarda a çık bir ş ekilde b öylesi 'durumları uyandırır ve b öylece bu durumların afektif nitelikl eri üzerinde nedensel deneyler yapılır. Mevcut ka­ nıtların p ek çoğu nedensel veya temel teşkil edecek şekilde kuru­ cu alanda olmaktan ziyade korelasyona dayalıdır. Bundan dolayı hayvana potansiyel olarak zevk verici uyaranlar sunulduğunda n e çeşit b eyin v e davranışsa! değişimlerin oluştuğunu biliyoruz fa­ kat bu değişimlerden hangilerinin gerçekten b u b ağlantılı duygu-

1 50

A F E KT I F B İ L İ N C İ N EVR i M i

lanımlara s ebep olduğunu bilmiyoruz. Böyle verilerin yokluğunda kişi korelasyona dayalı gözlemler temeli üzerinde nedensel bağ­ lantıları tartışmak gibi mantıksal bir açmazla karşı karşıya kalır. Her durumda ö zellikle insan beyninin görüntülenmesiyle top ­ lanan homeostatik duygulanımlarla ilgili sağlam bilimsel litera­ tür giderek gelişmektedir. İns anlardan elde edilen beyin görün­ tülemesi susuzluk, açlık ve diğer tüm "bedensel-vis eral" hislerin hayvanlarda b enzer süreçleri ayarlayan derin subkortikal yapılar tarafından incelikle işlendiğini göstermektedir (Denton, 2006) . Aynı b içimde tat almanın elektrofizyolojik bağıntıları hakkındaki çok ilginç literatür (Rolls, 2005) büyük ustalıkla duyusal duygula­ nımların doğasını aydınlatır. Henüz duyu s al duygulanımların nerede başladığından emin değiliz. Sinir sisteminde p ek çok seviyede belki neokortekste bile üretildikleri en olası yanıttır. En iyi anlaşılmış olan sistemlerin bazıları tat almaya aracılık edenlerdir (Berridge, 2000, 2004; Stei­ ner vd, 2 00 1 ) . Bu sistem üzerinde yapılan araştırmalara müteşek­ kiriz çünkü bu s ayede laboratuvar sıçanlarının tatlılık gibi tat al­ manın olumlu nitelikleri için belli bir yere kadar bazal ön-beyinde ve globus p allidus etrafında derin b eyin sapı yapılarının aracılık ettiğini açık bir ş ekilde biliyoruz. Michigan Üniversitesinden Kent Berridge ve Susana Pecina şekerli tatların nöral süreçlerinin can alıcı noktas ı olarak b azal önbeynin belirli bölgelerini (ventral pal­ lidum) tanımladılar (Pecina vd, 2006) . Bazen araştırmacılar böyle subkortikal bölgelerin sadece tatma duyusuyla ilgili bilgiyi işle­ diğini iğrenme hislerinde önemli olduğu açıkça belli olan insula gibi b eynin üst s eviyelerinde bir yerde lezzet hislerine dönüştü­ rüldüğünü ima e derler (Craig, 2003a, 2003b). Dışardan geleni al­ gılayan p ek çok duyusal sistemin uyaranların afektif yönlerinin çeşitli subkortikal sistemlere ayrıldığı talamusa vardığında ikiye ayrıldığı geniş olarak kabul görür. Bunun yanı sıra değişik duyu­ ları dikkatlice ayırt etmemizi s ağlayan daha bilişsel olan bilgi ne­ okortekse doğru ilerler (tat alma için Sewards 'a bakınız ama acı, dokunma ve diğerleri için de aynı ilkeler geçerlidir) . Araştırma yaptıkları ham afektif tat deneyimleri için alt-beyin bölgelerinin kendi b aşlarına yeterli olduğunu zannediyoruz. Şimdiki durumda p ek çok duyusal afektif deneyim için gerekli alt-beyin katman­ larının hangileri olduğu problemini çözümlemek birincil süreç 151

Z İ H N i N A R K E O L OJ İ S i

duygusal duygulanımlar için gerekli beyin alt katmanlarının han­ gileri olduğu problemini çözümlemek kadar kolay değildir.

BEYİNZİHİN EVRİMİ VE YÜKSEK HİSLER Beyin evrimleştikçe yeni yapılar eski yapıların işlevlerine (Şekil 2.3) eklendi bu da gelişimle birlikte değişen hiyerarşik kontrollere (Şekil 1 .4 ve 1 . 6) öncülük etti. Öyle görünüyor ki evrimsel tarih­ çenin ilk zamanlarında duygulanımlar duygusal, homeostatik ve beynin kesin surette derin subneokortikal bölgelerde oluşan du­ yusal deneyimleriyle bağlantılıydılar ve beyin evrimiyle birlikte çok yenilerde eklenen beyin ağlan tarafından incelikle işlenmeye başlandılar. Belki bazı duygulanımların üretimi daha yukardaki neokortikal bölgelerce "devralındı" ama böyle varsayımlarla b elir­ sizlik karanlık içinde çalışırız. Ancak şu olgudan emin olabiliriz erken bebeklik dönemlerinde tüm hayvanlar üst-b eyin yapıların­ dan çok alttaki beyin işlevlerine tabidirler (Chugani, 1 998) . Olgunlaşma sırasında beynin daha derinlerdeki b ölümleri ya daha yüzeysel yapıların nasıl işlev göreceklerini programlayabili­ yor ya da öğretiyor (Şekil 2.3). Belirli birincil süreç duygulanımla­ rın başlangıçta subneokortikal olarak incelikle işlendikleri ve bu işlevlerin bireysel gelişimler boyunca rafine edildikleri ve b elki de bazı vakalarda yeni gelişmiş üst-beyin bölgelerince devralındık­ lan olasılık dahilindedir. Eğer böyleyse duygulanımların büyük bölümü beynin daha yenilerde evrimleşmiş olan işlevlerinin kuv­ vetli etkisi altındadır. Bu şüphesiz özellikle bilişsel işlevlerin ara­ cılığıyla oluşturulan belirli duyusal duygulanımlar için geçerlidir (örn. uzman şarap tadımcılığı için geliştirilmiş olan işlevler) . Ama duyguların hassaslığı (örn. birincil süreç hislerin bili ş s el regü­ lasyon işlevleri tarafından artırılmak yerine azaltılması gibi) ge­ nellikle duyguların yoğunluğundaki değişim p ahasınadır. Ama bu meseleyle ilgili tamamıyla spekülasyon s ahasında bulunmaktayız. Bunun tam tersine duygusal hisler b eynin üst yerlerinden zi­ yade daha aş ağıdaki alanlarda daha yoğundur bunun s eb eb i şu­ dur: İns anlar dahil çalışılan her memelide elektriksel uyarım b ey­ nin daha alttaki bölgelerinde az bir akıml a daha kuvvetli hisler indükler. Bundan dolayı ins anlarda ve diğer hayvanlarda amigda­ lanın uyarımı orta-beynin merkezinde yer alan ve b eynin en eski

1 52

A F E K T I F B i L i N C i N EVR i M İ

bölgelerinden b iri olan PAG gibi beyin sapı bölgelerinin uyanını sırasında lıis s e dilenden daha az duygusal hisler üretir. Şimdiye kadar b elirtildiği gibi gelişimin erken dönemlerinde neokorteksi olmayan veya alınan insan ve hayvanlar birincil süreç duygusal­ lıklarını inhibe edecek daha yukardaki beyin bölgelerine sahip olanlara göre daha dışa dönük duygusal varlıklar olarak büyür­ ler. Neokorteksi (özellikle frontal bölgeleri) olmayan hayvanlarda duygus al göstergeleri uyarmak tam bir beyne sahip olanlara göre daha kolaydır. Bu olgusal gerçekler duygusal duygulanımları bilimsel ola­ rak anlamamız için bir lütuftur. Ham duygulanımları üreten nöral devrelerle içgüdüsel duygusal ifadelerin göstergeleri ara­ sındaki sıkı b ağ bizlerin doğrudan göremediğimiz bir şey olan duygulanımların görebildiğimiz temsilcilerini , yani duygusal davranışları kullanarak çalışmamızı olanaklı kılar. Neden bu içgörü nöral ve p sikolojik bilimlerde eksik kalmıştır? Belki bu­ nun s ebebi bizlerin motor işlevleri organizmanın tamamı için bütünleyici süreçler olarak görmemizdense "mutlak çıktılar" olarak görmeye çok alışkın olmamızdır. Hayvanlar beyinlerin­ de karmaşık aksiyon şeması bulunmadıkça temel duygular gibi kolay kolay var olma ş ansları yoktur. Böyle karmaşık "hareki" b eyin işlevlerinin duygusal hisleri oluşturabilme olgusu dünya­ da yaşamın doğasını düşünmeye başladığınızda zorlu görünür ve güncel olarak elde edilen veriler beynin duygusal hareket ve duygus al his sistemleri arasındaki ahengi etkileyici bir şekilde kanıtlamaktadır. Bu hayvan b eyni araştırmasını temel alan test edilebilir bir yığın tahminde bulunulmasını özellikle de hayvan duygulanımları ve insan deneyimlerine benzer bir şekilde uygu­ lanabilen nörokimya sal faktörlere ilişkin araştırmaları olanaklı kılar. D erlenen bu bilgi biyolojik p sikiyatri ve psikoterapi bilim­ leri için ciddi derecede önemlidir. Açıkça görünen o ki duygus al duygul anımların ruh s ağlığı ve hastalıkları için güçlü çıkarım­ ları vardır. ÖFKE 'nin regülasyonu sıcak sosyal bağlar kurarak PANİK/YAS' ın etkisini giderebilme kapasitesini geliştirmek KORKU'yu uyumsal olarak aşmak, OYUN kap asitesiyle mutlu olmak, ARZU dolu mücadeleleri incelikle tatmin etmek ve hayata olumlu b eklentiler, merhamet ve b ağışlamayla yaklaşmak, iyi bir ruh s ağlığı için asli unsurlardır. 1 53

Z İ H N i N ARKEOLOJiSi

Duygusal sistemlerin bozulması çok da z o r değildir afektif re­ gülasyonun bozulması ve büyük olasılıkla bunun hep b öyle ola gelmiş olması yaygın bir insan deneyimidir. Psikolo gların yoğun bir şekilde olumlu duygularla ilgilenmesi daha yenilerdedir (gün­ cel ve tam bir özet için bkz. Sheldon vd, 2 0 1 1 ) ve nörobilimciler ile p sikiyatristler bile beynin s adece "ödül sisteminin" ötesinde (ki bu daha önce de gördüğümüz gibi yanlış bir isimdir ama yine de sonraki bölümde bu konuyu detaylandıracağız) olumlu duy­ gulann yüzeyini kazımaya başlamışlardır (Burgdorf & Panksepp, 2006; Vaillant, 2008) . Birincil süreç duygul anımların nöral doğası açıklığa kavuşana kadar psikiyatri ve psikoloj i özenli ve anla şılır bilimsel bir temel yapıdan yoksun kalacaktır. Bu açmazla uğraş an ve genel olarak kabul gören bir strateji hala yoktur. Fakat (dav­ ranışsa!, nöral ve psikolojik kanıt dizileri arasında) türler ara sı üçgenleme yaklaşımına ait afektif nörobilim, en temel duygusal hislerimizin kaynakl arını beynimizin derinliklerinden gün ışığına çıkartarak kabul edilen bir performans sunar. insan duygusal hislerinin mekanizmalannın artık bir sır ola­ rak kalması gerekmiyor. Eğer insan duygusal dl1ygulanımlarının doğasını anlama çabalarımız için hayvan modellerinden derledi­ ğimiz kavrayışları devreye sokarsak belki halihazırda oldukça geniş olan deneysel boşluğu doldurmaya başlayabiliriz. Şimdiye kadar ruh sağlığı uzmanları birbirinden ap ayrı l;>ütünsel veya tam anlamıyla geçerli olmayan kuramlara itibar ettiler. P sikiyatri, beyin bilimleri veya duygusal beyin anlayışımızla çok a z alaka­ sı olan tanısal kategorilere dayanır; bunlar büyük ölçüde s özlü olarak bildirilen dıştan görünen bilişsel iş aretler ve b elirtilerin tariflerinden elde edilmektedir. Psikiyatrik ilaçlar büyük ölçüde şans eseri başka· hastalıklar için kullanılan ilaçların yan etkile­ rinin beklenmedik şekilde duygusal deği şimlere faydalı geldi­ ği bulunduğunda keşfedilmiştir. Son 40 yılda herhangi bir yeni tip p sikiyatrik ilaç keşfedilmemiştir. Afektif beyi D; lerin daha net nörobilimsel vizyonlarıyla yeni tıbbi buluşlar daha hızlı bir ş ekil­ de ortaya çıkmalıdır (bkz. Burgdorf vd, 2 0 1 1 ) . Deneysel ve kuramsal kavramamızdaki e n büyük adımın b irin­ . cil süreç duygusal hareket sistemlerini tüm memeli b eyinlerinde öngörülebilir ş ekilde organize olmuş yapılar olarak ciddiye alma­ ya başladığımızda atılacağına inanıyoruz. Ancak bunun ardından 1 54

A F E K T İ F B i L İ N C i N EVR İ M İ

bölük pörçük ve ş ans es eri olmayan bütünsel bir kuramsal çerçe­ ve üzerine oturan yeni ilaçları ve terapileri geliştirebiliriz. B aşka bir deyişle p sikiyatrik b ozukluklar için beynin belirgin afektif sis­ temlerini manipüle edip diğer afektif sistemlerin nasıl değiştiğini takip ettiğimiz klinik öncesi (hayvan) modellerini kullanabiliriz (depresyon modellemesi için, bkz. Panksepp & Watt, 20 1 1 ) . Kısaca b eyin mekanizmalarının altındaki duygusal duygu­ lanımları kaps amlı olarak kavramamız çağdaş psikiyatri için gerekli bir p roje olarak görünmektedir. Böylesi bir bilgi p siko­ terapi s anatı için de daha sağlam bir temel sağlar. B ölüm 1 2'de Panksepp, psikoterapötik uygulama için duyguların ve duygusal anıların nöral temellerini anlamayla ortaya çıkan değişik görüş örneklerini inceleyecektir. B azıları tamamıyla beklenmedik bul­ gulardı. Rekonsolidasyonun (Bölüm 6) keşfi bize eski ve sıkıntılı anılan alıp afektif olarak daha az rahatsız eden bir yarı gölgeyle değiştirebildiğimizi gösterdi. Memeli b eyninin birincil süreç afektif süreçlerinin nörobilim­ sel araştırması fenomenal bilince ait Pandora'nın Kutusunu aça­ bilir, yani b eyinde ham duygusal deneyimler gerçekten de nasıl yapılanmıştır bunu anlamamıza yardımcı olabilir. Bu konudaki nörobilims el çalışma insanlar ve diğer pek çok hayvan için eşza­ manlı olarak yapılabilir. Diğer hayvanlarda bu süreçleri ne kadar iyi bilirsek kendimizi de o kadar iyi anlayacağız.

Bölüm 3

A RAY I Ş S i S T E M i Hevesle Beklemek, Arzu, Öfori ve Her Şeyi Araştırmanın Beyindeki Kaynakları

Hayvanlar bilgilerinin pek çok bölümünü gözlem yapara k öğreniyorlarsa başka b i r sürü bölümünü de doğanın özg ü n eliyle elde ediyorlar. . . Biz buna içg üdü diyoruz v e b u olağa­ nüstü şeye hayranlık duymaya çok meyilliyiz. . . tüm hayatın işleyişinin bağlı olduğu ... ateşten kaçınm ayı insana öğreten budur; bir bu kadar da bir kuşa dakik bir şekilde kuluçka sanatını ve bakım vermenin tüm düzen ve ekonom isini öğ­ reten de budur. -David

Hume, insanın A nlam a Yetisi Üzeri n e B i r Soruşturma (1 74811 91 0)

Beynin içgüdüsel duygusal sistemleri içinde EN ÖNEMLİLERİN­ DEN BİRİ, hayvanların hayatta kalmaları için gereken tüm kay­ naklan arama, bulma ve elde etmelerine olanak sağlayandır. ARA­ YIŞ sisteminin harekete geçmesi her çeşit yaklaşma davranışını üretir ama aynı zamanda özel bir şekilde de iyi hissettirir. Güzel bir yemeği yerken deneyimlediğimiz türdeki zevke veya yedikten sonra hissettiğimiz doygunluğa benzemez.. Daha çok yemek yeme­ yi b eklerken ki uyanık, öforik bekleyiş halidir. Mutfaktan gelen ne­ fis kokuların burnunuza ulaşmasıyla yaşadığınız tatlı tatlı açlık sancılarını hiç hissetmediniz mi? Aynı şekilde kişinin s evdiğinden tekrar bir araya gelmenin mutluluğunu yaşayana kadar b ir süre­ liğine ayrı kalmasının özel bir cazibesinin olması gibi. Cinselliği beklemek sıklıkla cinselliği yaşamanın verdiği heyecandan daha fazla uyarılma yaratır. Özellikle soğuk havanın ürpertisi kişinin üzerindeyken sıcak bir banyonun b eklentisi bile hayalde canlan156

A R AY I Ş S i S T E M i

dırılmış özel b i r keyif olabilir. Sonra kumar oynama, keşfötmmin verdiği heyecan gibi bir dolu estetik mutluluktan bahsetr ıiyo . :um bile. Bu b eklentili hevesin olumlu hisleri (öfori?) , bu ARAYIŞ itkisi doygunluğa ermenin zevkli rahatlamasından tamamıyla farklıı lır. Bu his memeli b eyninin belirli subkortikal ağlarında beyin dü n­ yayla (yukanda tarif edildiği gibi) canlı nesne ilişkileri geliştirene kadar duygu olarak mevcuttur. Bu sadece amaçsız bir teşvik olma halidir. Önceki b ölümde anlatıldığı gibi bu ARAYIŞ sistemi geleneksel olarak "Beynin Ö dül Sistemi" diye adlandırıldı çünkü Jim Olds ve Peter Milner ( 1 9 54) sıçanların yorgunluktan bitap düşene kadar kendi kendilerini aşırı şekilde uyardıklarını keşfettiler. Sıçanlar, kompulsif olarak sanki dünyada daha önemli başka bir şey yok­ muşçasına b eynin bu b ölgesine elektrik şokları verdiler. Şekil 2.4 bu sistemin ilk dönemlere ait bir resmini gösterir ve bu sistem anatomik olarak medial ön beyin demeti (MÖD) olarak adlandırı­ lır. Lateral hipotalamus boyunca ilerleyerek daha aşağıdaki beyin sapının bir sürü bölgesiyle orta beyni, medial frontal kortekse ka­ dar daha yukarıdaki b eyin bölgeleriyle bağlantılı hale getirir. Bu muazzam sistem b eynin pek çok bölgesine bağlantılar yollar bu demektir ki eğer b eynin her iki tarafındaki bu sistem hasarlanırsa hayvanlar kendilerine b akacak durumda olamazlar. Ç ok yoğun bir şekilde depresyona girmiş görünürler (belki bu araştırmacıların olguyu fark etmedikleri ilk hayvan depresyonu modelidir); böyle hayvanların yoğun b akım almadıklarında ölmeleri olağandır. Davranış nörobilimcileri hayatta kalmak için vazgeçilmez olan bu ağa hayvanlarda bir niyetlilik derecesini ima ettiği için ARA­ YIŞ ismini vermeye alışık değildiler çünkü birincil süreç duygusal güçlerin kendilerine ait basit akıllarının olabileceğini düşünme­ diler; bu, h ayvanları doğal ortamları içinde aktif özneler haline getiren ilkel bir zihindir. Atalardan gelen bu beyin sistemleri "ha­ reket içindeki niyetlere" otomatik olarak aracılık ederek insanlar için daha s onra gelecek "hareket etmeye niyetler" için vazgeçilmez öncüller olabilirler. Davranışsa! yönelimli psikolojik gelenek buna iştah kabartıcı "Yaklaşma Motivasyon Sistemi" adını verdiler ve bu itkiyi ve eşdeğer karşıtı oları "kaçınmayı" ya da "Kaçınma Mo­ tivasyon Sistemini" ölçmek için kişilik testleri bile tasarladılar (Elliot, 2008). 1 57

ZiHNİN AR KEOLOJİSi

İngiltere'deki büyük kişilik kuramcısı Hans Eysenck b u b o ­ yutl arı dışadönüklük v e içedönüklük/nevrotiklik için kavrams al­ laştırdı. Öğrencisi Jeffrey Gray daha çok nörobilims el bir ş evkle Davranışsa! Aktivasyon Sistemi ve Davranışsa! İnhibisyon Siste­ mi için kendi kişilik testlerini geliştirdi (genel bir değerlendirme için bkz. Larsen & Augustine, 2008) . Kısa süre sonra bu testleri pozitif duygulanım ve negatif duygulanım ölçekleri gibi b aşka testler takip etti (meşhur PANAS; Watson vd, 1 988) . B ilim ins an­ larının çok yönlü bir sürecin sadece iki yönü üzerinde yoğunlaş­ mak üzere tas arladıkları terimlerle temelde aynı ş eyi farklı keli­ melerle söylediklerini görmek şaşırtıcıdır. Bu testlerin hiçbirinin temel duygusal mizaçları değerlendirmediğinin fark edilmesiyle Panksepp ve meslektaşları istatistiksel olarak birbirinden farklı ARAYIŞ, BAKIM ve OYUN ölçeklerinin birlikte pozitif duygulanım süper faktöre ve KORKU, ÖFKE ve YAS/ÜZÜNTÜ ölçeklerinin de negatif duygulanım süper faktöre yüklendiği afektif nörobilim ki­ şilik ölçeğini geliştirmeye başladılar (Davis vd, 2003). Yani bu sistem, (i) genel davranış s a! aktivasyonu; (ii) "uyara­ nı" yöneten "istekli olmak" halini (B erridge & Robinson, 1 998); (iii) davranışın "devamlılığını" (Salamone vd, 2009); (iv) davranış s a! takımlar arasındaki değişimi (O ades , 1 985; Redgrave vd, 1 999); (v) basit yaklaşma davranışını (Ikemoto, 20 1 0) ve (vi) daha ilerde kap­ samlı olarak üzerinde duracağımız aslen öğrenme kuramlarıyla mest olmuşların belki de sihirli şekilde "ödül öngörm e hatasını" kapsar (Schultz & Dickinson, 2000; S chultz 20 1 0) . N e yazık ki bu terimler ARAYIŞ sisteminin gelişmesine yardım eden türlü türlü iştah açıcı davranışları bildirmez ve bu sistemin geliştirdiği b e­ lirli pozitif özellikler öngörücü öfori tüketimin verdiği h erhangi bir "zevk" karşısında hiçbir şey söylemez. ARAYIŞ isminin bu birincil süreç sistem için genel olarak en iyi ad olduğuna inanıyoruz. Bu sistemin sıçanlarda çok büyük s a ­ yıda davranışa katkıda bulunduğu tespit edildi v e b azı b ulgular insanlara kadar uzandı (Knutson & C ooper, 2005) . Her durumd a burada kullandığımız pek çok örnek nörobilimciler tarafından gerçekten araştırılmadı, yani bunlar bizim kuramsal görüşleri­ mizi kristal berraklığına kavuştursunlar diye sunulmuş bulguya dayalı vars ayımlardır. Tarif ettiğimiz tüm d avranışlar araştırıldı­ ğında meşgul olduğumuz her pozitif iştah kabartıcı d avranışta 1 58

A R AY I Ş S i S T E M i

ARAYIŞ siteminin rolü olduğunu birbiri ardına teyit edeceğimizi öngörüyoruz. Afektif b akış açısından bakarsak, alanda sü.rüp giden bir aç­ maz da bu tip p roblemlere ilgi duyan bir sürü bilim insanının {ki belki de en dikkat çekeni Damasio'dur, 1 994, 1 999) tüm iyi hislere duyularımızın aracılık ettiğine inanıyor görünmeleridir. Belki bi­ zim en eski b eyin içi içgüdüsel duygusal hareket sistemlerimizin aynı z amanda zihnimizin afektif niteliklerini detaylandırabile­ ceklerini göz ardı ettiler. Bu önemli mesaj afektif hislerin bilim­ sel analizlerinin birçoğunda eksik görünmektedir. Her durumda bulgular duygusal aksiyon sistemlerinin her ne kadar her biri­ nin b elirli tetiklenme noktası olsa da {örneğin acının KORKU'yu uyandırması gibi) beynin tamamıyla içinden tetiklenebilen hisleri ürettiğine iş aret etmektedir. Öğrenme sonrasında bu sistemler ti­ pik olarak b aşka bir sürü olayla da uyarılır hale gelirler. Her ne kadar b eynin kendi kendini uyarmayla ortaya çıkan ödüllerin bulunduğu bölgelerinin içine doğru bir sürü duyusal girdi olsa da her hayvanın temel duygularının ve dolayısıyla çekirdek b enliklerinin (bkz. Panksepp, 1 998b) motor koordinat­ larda sergilenip düzenlendiğini dikkate almaya ihtiyacımız var. Bu olasılık ARAYIŞ'ın uyarılmasına eşlik eden isteklilik ve öfori deneyimlerinin b eden ve dış dünyadan gelen çeşitli duyusal geri bildirimleri bütünleştirmesini imkansız kılmaz; bu sadece or­ ganizmaya ait bütünlüğün, beyin sapında bulunan ilkel hareket aygıtında ç ekirdek BENLİK yapılarımızın kalbinde yer alan içsel "harekette niyete" demir attığını ortaya koyar (bkz. Bölüm 1 1 ). Her durumda ARAYIŞ sistemi pratik olarak yaptığımız her enerjik ha­ reketli işi motive etmek için yardım eder.

MODERN DÜNYADA ARAYIŞIN GÖSTERGELERİ ARAYIŞ sistemi uyarıldığında hayvanlar dünyaya karşı yoğun coş­ kulu bir merak sergiler. örneğin sıçanlar amaçlı bir hisle etrafı dinamik bir ş ekilde koklar, köşe bucağı ve kuytuları araştırmak için dururlar. Sıçanlar sıklıkla özel bir ekipman olmadan duyama­ yacağımız küçük heyecanlı sesler çıkarırlar: 50-kHz'lik cınltılar özellikle eğlendiklerinde süreklilik kazanır (bkz. OYUN hakkındaki B ölüm 1 0) . Bunlar sıçanların güzel yiyecekleri tüketirken sergile159

ZİHNİN ARKEOLOJİSİ

dikleri davranışlardan çok, ödülleri aradıklarında sergiledikleri davranışlardır. İnsanlar hevesli bir beklenti içinde olduklarını ve dünyada bir şeyleri yapabilecek etkili özneler olduklarını daha çok duyumsadıklarını bildirmişlerdir. He ne kadar aşırıya kaçabilse de insan ve hayvanlar açıkça bu histen hoşlanırlar. Bıkıp usanmadan yorgunluktan tükenene kadar (günde sadece bir kez yemek yeme­ lerine izin verilen ve aynı zamanda beynin "öfori sistemini" ken­ di kendilerine uyarmalarına izin verilen laboratuvar sıçanlannda olduğu gibi ölene kadar) çalışırlar. Hayvanlar bu devrenin elekt­ riksel ve kimyasal uyanını için çok çaba harcarlar (lkemoto, 20 1 0) . Bu önemli motivasyon sistemine ARAYIŞ , BEKLENTİ sistemi veya kısaca ARAYIŞ sistemi adını verdik. Bu b elirleme bu sistemin genel olarak işlevi için klasik "ödül sistemi" kavramından daha anlamlı­ dır. Beyinde birçok afektif ödül sistemi vardır. Davranış bilimciler tüketici ve iştah kabartıcı davranışlar ara­ sında burada yapmış olduğumuz aynını geleneksel olarak yaptı­ lar. Hayvanlar ödülleri tüketmeden önce iştah kabartıcı s afhayı yaşamak durumundalar: ihtiyaç duydukları kaynaklan aramak, bulmak ve sahiplenmek mecburiyetindeler. Bu sadece arayış a iliş­ kin tüketici kaynaklar için geçerli değildir. Birazdan anlatılacaklar, nörobiliınsel olarak araştırılmamış olsa da ARAYIŞ sistemi büyük olasılıkla tüm diğer duygusal sistemlerin iştah kabartıcı dönem­ lerini kapsar. Örneğin bir kız çocuğunun arkadaşlarıyla dışarda yüzme havuzunda oynamaya gitmeden önce hevesle mayos unu giymesi sırasında ARAYIŞ sistemi bu hazırlıklarıyla ilgili olarak ona yardım eder. Bizi sinir edenlerden intikam almak için komplo kurduğumuzda şüphesiz ARAYIŞ sistemi bu planlan geliştirmemi­ zi hızlandırır. Bundan dolayı bazı zorbalar kavga için hevesle ölüp biterler. Umut dolu sevgililer önemli buluşmalar için mükemmel restoranları seçerlerken ARAYIŞ sistemleri romantik bir karşılaş­ manın yolunu açıyor olabilir. Sevdiğiniz insanlar için bir kek pişir­ diğinizde ARAYIŞ sistemi onların şaşırma ve mutluluğunu tahmin etmeye yardım eder. Korktuğunuzda güvenliğinizi aramak zorun­ dasınız. Böyle deneyimlerde bir sürü bilişsel ayrım vardır ama tüm bu aktivitelerde beklentiye dayalı b askının ortak olarak p aylaşılan pozitif bir "yapmak istiyorum ve yapabilirim" durumu da vardır. ARAYIŞ'ın uyarılması bizim zor ve ciddi zamanlarda aç, su­ suz, soğukta veya yalnızken hayata devam etmemizi s ağlar. B unun 1 60

A R AY I Ş S İ S TE M i

ne deni ARAYIŞ sistemimizin bir noktaya kadar -ki genellikle bu noktayı o rtak bir ş ekilde umutsuzluk olarak adlandınrız- böyle olumsuz hislerle mücadele etmek üzere pozitif ve coşkulu duy­ gulanım s ağlıyor olmasıdır. Bir hayvanın aç olduğunu vars ayın. Açlık kötü hissettirir ama ARAYIŞ sisteminin uyarılmasından kaynaklanan cesaretlendirici bir amaç hissi hayvanın hala çev­ resini merakla yoklamasına ve dikkatli, canlı bir şekilde yiyecek arayışıyla uğraşmasına yetecek derecede iyimser hale gelmesine sebep olur. Başka bir deyişle yiyeceği bulmanın "zevkli beklentisi" ve bunu yap abilmenin verdiği olumlu his, umut dolu beklemeyi mümkün kılar ve bu da açlığın olumsuz hislerini azaltarak şansın da yaver gitmesiyle açlığı ortadan kaldırır. Bununla birlikte tüm planlar baş arısız olursa umutsuzluk zamanla yerleşir ve bu da depresyona götüren yoldur. Homeostatik dengesizliğin hoşa gitmeyen tüm durumları otomatik olarak ARAYIŞ sistemini ödüllere (ve ödülleri öngören ipuçlarına) karşı daha duyarlı hale getirir. Beynin en eski medial bölgelerinde ve diğer bedensel organlarda bulunan interosep­ törler (veya "ihtiyaç dedektörleri" olarak) bilinen sinir hücreleri, bedensel ihtiyaçların açlık ve diğer afektif sinyallerine öncülük eden homeostatik dengesizlikleri ölçer. Örneğin, hücresel dehid­ ratasyon veya kan hacmindeki azalmaya bağlı olarak kan ve su konsantrasyonu kaybolduğunda spesifik tipte interoseptörler buna karşılık verir ve susuzluk hisleri uyanır. Şeker ve beden yağ s eviyes i düştüğünde diğerleri devreye girerek açlık hissini artı­ rır. Diğer sistemler uyku haline ve uykunun ortasında dopamin kaynaklı ARAYIŞ itkisi tarafından canlandınlan rüyalara önayak olurlar. Hayvanlar da ARAYIŞ rüyalarına sahip midir? Sinekkuş ­ lan her gün b o l miktarda yemek yemek mecburiyetindeler yoksa ölürler; evrim onlara sabahki nektar arayışlarında ciddi şekilde ihtiyaç duydukları enerjiyi korumaları için her akş am mini hi­ bernasyon yapmalarını öğretmiştir. Ama bizimkiler gibi umut ve korkuyla dinamikleşen rüyaları var mıdır bilmiyoruz ve bunu öğ­ renecek bir yolumuz da yoktur. B azı içsel duyular cinsel hormonlara ilişkin değişimleri ayar­ larlar bu da ARZU dolu hisleri artırabilir. Yine başka duyular çekir­ dek ,b edenin ısısını takip eder. Hepsiyle ilgili mekanizmaları henüz tamı tamına bilmememize rağmen nörobilimciler çok ilerleme kay-

161

Z İ H N i N A R K E O L OJ i S i

detmişler ve nöropeptitlerin davranışsa! aktivasyonu desteklemek üzere ARAYIŞ sistemine b öyle spesifik homeostatik mesajları na­ sıl gönderdiklerini öğrenmeye başlamışlardır. Öyleyse ARAYIŞ'ın uyarılması hayvanları ihtiyaç duydukları çeşitli tipteki kaynaklan hevesle araştırmaya teşvik eder. Hayvanlar aç, susuz veya üşümüş­ s e özellikle de çevrede elde edilecek kaynaklar olduğuna ilişkin sinyaller varsa ARAYIŞ sistemleri yiyecek su ve b arınak ararken çok hızlı çalışır. Benzer şekilde ne zaman s osyal ihtiyaçları olurs a arkadaş arar veya çok küçüklerse annelerini ararlar. ARAYIŞ sistemi homeostatik dengesizliklere karşılık vermeye ek olarak hayvanların daha karmaşık sosyal ihtiyaçlarıyla ilişkili yaş adıkları olumsuz duygulanım deneyimleri sırasında da uya­ rılır. Bu sosyal ihtiyaçlar basit homeostatik ihtiyaçları ayarlayan interoseptör çeşitleri tarafından takip edilmezler. Yine de diğer bölümlerde öğreneceğimiz üzere arkadaşlık veya oyun oynama ihtiyacı gibi doyurulmamış sosyal ihtiyaçlar afektif baskıya yol açarlar. ARAYIŞ sistemini hangi nahoş duygulanımların uyardığı­ na ilişkin kesin mekanizmayı bilmiyoruz ama araştırma bize yine bir sürü nöropeptitin işin içinde olduğunu gösteriyor. Örneğin psikolojik acı ve yalnızlık hisleri stresi artıran kortikotropin s al­ gılama faktörünün (KSF) üst-beyin seviyeleri ve b eynin kendisinin ürettiği endojen sakinleştirici opioid nöropeptitler olan endorfin­ lerin eksikliği ile oluşuyor. İns an (ve hayvanların) b eyinlerinde b ol miktarda endojen opioid olduğunda iyi bir arkadaşın veya s evgi­ linin yanında hissettiklerine çok b enzer çeşit p ozitif duygulanım ve rahatlama his sederler. Bu kimyasallar az olduğunda ve KSF yukarı seviyeye tırmandıysa insanlar ve hayvanlar yalnız stresli ve sıklıkla çok kötü hissederler. Acı veren duygulanımlar bir ya­ kınlık bulduklarında azalır, bunun s eb ebi kısmen b eyinlerindeki endoj en opioidlerin salınmasıdır ama aynı zamanda oksitosin ve prolaktinin aktivitelerindeki artış ve daha henüz b elirlenmemiş moleküller de seb eptir. ARAYIŞ'ı desteklediği yakın zamanda o r­ taya çıkarılan diğer bir molekülse insülin b enzeri gelişim faktörü l 'dir (IGF- 1 ; B urgdorf vd, 20 1 0) . Endoj en opioidlerin eksikliği kendi b aşına ARAYIŞ'ı uyarıyor olabilir ve s onrasında ins an ve h ayvanları daha iyi his setmeleri için gereken s osyal arkadaşlığı bulmalarına s evk e diyordur; b u tip meselelerle ilgili s ağlam kanıt günümüzde az bulunmaktadır. 1 62

ARAYIŞ SiSTEMi

Görünüşte p aradoksal olsa da dop amin hücrelerine bitişik olan bölgeye doğrudan verilen azıcık doz opioidler ARAYIŞ aktivitesi­ ni kuvvetlendirebilir ve bu dozlar isteği ve tahrik edici iştahlan canlandınr. B elki de az dozdaki opioidler gerçekten de yakınlar­ daki GABA nöronlarını inhibe ederek ARAYIŞ'ı teşvik eder. GABA nöronları normalde ARAYIŞ itkisini fr� nleyen nöronlardır (Ikemo­ to , 20 1 0) . B aşka olasılıklar da vardır. ARAYIŞ sistemi KORKU gibi diğer olumsuz duygulan yatıştırmaya katkıda bulunur (Salamone, 1 994; Blackburn vd, 1 992). İnsanlar ve hayvanlar tehlikedeyken ARAYIŞ sistemi onları güvenli bir sığınak bulmaya yönlendirir. ARAYIŞ sistemi ihtiyaca cevap verdiği kadar doyumsuzluğa da cevap verir. İlk başta eldeki her ödüle ve tüm ödüllere hassas bir şekilde duyarlıdır (S chultz vd, 1 993) . Bazen son derece acımasız olan s osyal dünyamızın gulag takım adalan ve konsantrasyon kamplarındaki bir sürü mahkümun keşfettiği gibi eğer insan çok açsa kuru bir ekmek kabuğu dahi mutluluk verebilir. Fakat be­ densel ihtiyaçlar doyurulsa bile hayvanlar ve insanlar cazip uya­ ranlara kapılırlar. Örneğin eğer bir maymun tıka basa doysa da hoş bir yiyeceği muz ya da sevdiği başka bir yiyeceği gördüğünde heyecanlanır. Ö te yandan bizler aç olduğumuzda hoş yiyeceklere daha da fazla kapılınz. Biz memeliler her çeşit baştan çıkartan arzuya yatkınız . B ir dilim fazla keke veya sevilen bir yiyeceğe kim karşı koyabilir? Sıra alkol, kokain ve eroin gibi maddelere gel­ diğinde bağımlılıkla ilgili isteklerimizi kuvvetlendiren ARAYIŞ sistemidir. Hayvanlar ins anların bağımlı oldukları maddelerin tamamen aynısına b ağımlılık geliştirirler. Bazı araştırmacılar hayvanların b ağımlılıkla ilgili hiç hisleri olmadan bağımlılık ge­ liştirdiğine inanır. Aslında hayvanların hislerini örneğin duygu­ sal seslendirmeler aracılığıyla takip edecek yollan geliştirdikçe bu seslerin kendiliğinden hayvanın nasıl hissettiğini altta yatan b ağımlılık itkilerinin afektif doğasını aydınlatarak gösterdiğini buluruz (Browning vd, 201 1 ; Burgdorf vd, 200 1 ; Panksepp, Burg­ dorf vd, 2002; Panks epp, Knutson vd, 2002) . Vahş i doğadaki hayvanlarda ARAYIŞ sistemini hareket halinde görmek daha kolaydır. Kaynaklar hazırda olmadığından hayvan­ ların hayatta kalmak için sürekli olarak onları araması gerekmek­ tedir. Yiyecek için avlanmaları veya arayıp bulmaları, su aramala­ rı, b arınacakları yuvalan yapmak için ince dallar bulmaları veya

1 63

Z i H N i N A R K E O L OJ i S i

çukur kazmaları gerekir. ARAYIŞ sistemi hayvanların yavrularını besleyip bakmalarını, cinsel p artner aramalarını ve sosyal toplu­ luklar halinde yaşadıklarında cins el olmayan yakınlıklar kurma­ larını, arkadaşlık ilişkisi ve s osyal birlik geliştirmelerini teşvik eder. Bununla beraber ARAYIŞ sisteminin rolü gelişmiş ülkelerde belirgin bir şekilde modern insan hayatının konforlu ortamların­ da o kadar da görünür değildir. Bizler süper market koridorl arın­ da yavaş yavaş "avlanırız." Suyu eğer musluktan akıyo rs a uzun zamandır aktif olarak aramıyoruz. Sıcak rahat evlere erişimimiz kolay. Planlanmış toplantılarda arkadaş ve sevgili de buluyoruz. Fakat bu sistem bedensel ihtiyaçlar giderilmiş olsa da cazip olasılıklara karşı tetiktedir. Bundan dolayı bu sistemin m o dern toplumlarda bir sürü baştan çıkarıcı öneriyle sundukları çeşitli aşırı aktiviteyi nasıl meydana getirdiğini anlamak kolaydır. Aşırı yemeye, akıllıca olmasa da sigara içmeye ve aşırı içki tüketmeye eğilimliyiz. Pek çoğumuz işkoliğiz. Madde bağımlılığı yaygındır. E-postalarımızı kontrol etmeye, kumar oynamaya ve ihtiyatsız cin­ sel aktivitelere karşı fazla meraklıyız. Kısaca ARAYIŞ sistemlerimi­ zin hepsi ne yaptığımızı şöyle bir durup dikkatle düşünmeden ge­ niş bir yelpazedeki aktivitelere kolaylıkla teslim olmamız a yol açar. Her ne kadar bu sistem homeostatik ihtiyaçlara duygusal i s ­ teklere ve b aştan çıkarıcı ayartmalara dinamik b i r ş ekild e tepki verse de arka planda az ya da çok süreklilik arz eden ş ekilde ça­ lışır fakat ins anlar ve hayvanlar b elirli bir kaynağa ihtiyaç duy­ muyorlarsa veya acilen çözümlenmesi gereken bir problemle b o ­ ğuşmuyorlarsa daha a z seviyelerde çalışır. B u sistem hayvanları çevrelerini sürekli olarak araştırma halinde tutar ki kaynakların nerede olduğunu hatırlayabilsinler. Böylelikle yiyecek, su, yakın­ lık ve güvenlik ihtiyaçları olduğunda hareket etmeye hazır hal­ de olurlar. ARAYIŞ sistemi insanlar için de az ya da çok süreğen bir işlerliktedir. Düzenli olarak çevremizi yoklarız, camekanlara b akarız, dergi ve katalogları gözden geçiririz, internette gez er, e-postalarımızı yanıtlarız. Her zaman ihtiyaç duyabileceğimiz veya isteyebileceğimiz şeylerin ya da s adece bizi ilgilendiren ve merakımızı tatmin eden şeylerin peşindeyiz. ARAYIŞ sistemleri­ miz genel olarak bizleri dünyayla meşgul halde tutar. Entelektüel olarak bizim kadar p arlak olmayan h ayvanlarda ARAYIŞ sistemi ins anlara özel karakteristikler olan önceden dü1 64

ARAYIŞ S İ S T E M i

şünme, stratejik planlamanın katkısı olmadan çalışır. İnsanlarda stratejik düşünme ARAYIŞ'ın uyanlmasında önemli bir rol oynar çünkü bu sistemin diğer tüm duygulanmız gibi bilişsel ZihinBe­ yin'in en gelişmiş p arçası olan frontal neokorteksle bol miktarda b ağlantıları vardır. ARAYIŞ sistemi insan neokorteksini uyardı­ ğında bir çeşit s anal dünya olan düşünme süreçlerini aktif hale getirir ve bu da içgüdüsel olmayan hatta içgüdü karşıtı olabilen öğrenilmiş karmaşık davranışlara sebep olur. Bir yangının o rtasında mücadele eden itfaiyecileri düşünün. Durum tehlikelidir ve ARAYIŞ sistemlerini otomatik olarak uya­ racak derecede bir korku hissedeceklerdir. Sıradan şartlar altında . KORKU sistemiyle ortak aktivasyon halinde ARAYIŞ'ın uyanlması itfaiyecilerin bir kaçış yolu bulmasına sebep olur. Buna rağmen başkalanna yardım etmek ve yangını söndürmek için eğitim almış olduklanndan dolayı ARAYIŞ'ın uyanlması bu öğrenilmiş bece­ rileri neokortikal düşünme ve planlama yeteneklerinin harekete geçmesiyle canlandınr. Hayvanlann aç olduklannda ARAYIŞ sis­ temlerinin hevesle yiyecek aramalan için bir itki yarattığını belirt­ miştik. Fakat itfaiyecinin ARAYIŞ sistemi uyanldığında bu durum korkusuyla mücadele etmesini kolaylaştınr ve işini odaklanmış bir zindelikle yapmasına izin verir. Tüm eğitim deneyim ve yeteneği, bilişsel ve fiziksel güçlerinin hepsiyle yangını söndürmek ve insan­ ların kaçmasına yardım etmenin yollannı bulmak için azmeder. İtfaiyecinin uğraştığı türden pratik stratejik düşünmeyi teşvik etmesine ek olarak ARAYIŞ sistemi neokorteksin tamamen ente­ lektüel kapasitesini de uyarır. Örneğin bu kitabı herhalde beynin afektif deneyimi hangi yollarla yarattığını öğrenmekle ilgili ente­ lektüel merakınız dan dolayı satın aldınız. Şimdiye kadar neokor­ teksin kendi motivasyonunu sağlamadığını saptadık; neokorteks subkortikal duygus al sistemler tarafından harekete geçiriliyor. N eokorteksinizin, yani aklınızın harekete geçmesine yardım eden ve eğer ilgi çekiciyse bu kitabı satın alarak aynı zamanda kitap ­ lardan öğrenmek gibi ş eylere yönlendiren de subkortikal ARAYIŞ sisteminizdir. B enzer bir şekilde mimar, yazar, sanatçı, politikacı ve bilim ins anlarının ARAYIŞ sistemleri problemleri çözmek ve kendilerini ifade etmekle ilgili yeni ve daha iyi yollar keşfetmeye teşvik eder. Bu sistem tüm insan yaratıcılığını harekete geçirir, tüm medeniyetler için zihinsel bir motordur.

1 65

Z i H N İ N A R K E O LO J i S i

Bu önemsiz bir konu değildir. Pek çok yolla neokorteksin, insan aklının kaynağı, yani duygusal sistemimizin hizmetkarı olduğu gerçeğinin altını çizer. ARAYIŞ sistemi neokorteksi ihtiyaçlarımızı ve arzularımızı doyurması için tarlaları ekip biçmek, hayvanları beslemek, konforlu barınaklar inşa etmek, koruyucu giysiler do­ kumak gibi yolları bulmaya yönlendirir. ARAYIŞ sistemi neokor­ teksin, bizleri önemli ve kaderimizin kontrolü elimizde şeklinde hissettirmesi için yönlendirir; sosyal bağlan kendimizi daha etki­ li ve güçlü hiss etmek için manipüle etmeye çalışırız. Kendimize ve tanrılarımıza anıtlar dikiyoruz ve kendimizi sanatsal uğraşlarla ifade ediyoruz. ARAYIŞ sistemi bizleri yenilikleri sevme ihtiyacı­ mızı doyurmaya yöneltir. Doğanın gizlerini açığa çıkarmak için bilimsel araştırmayla uğraşırız. ARAYIŞ sistemi aynı zamanda neokorteksi her bir arzumuzu tek tek tatmin etmek üzere yollar bulmaya da sevk eder. Sadece tarla sürüp inek s ağmayız; çikolata da yaparız. Giysilerimiz sadece korunmak için değil aynı zaman­ da güzellik ve cins el cazibe içindir. İnsan türünün büyük ve özgün başarılan müthiş neokortekslerimizin ürünleridir ve bu sistem yoluyla sağlanan psişik enerjinin içinde kuvvetle kök s almıştır. ARAYIŞ-BEKLENTİ sisteminin söz gelişi, fındık fıstıktan bil­ giye, dünyada var olan tüm kaynakları elde etmeye yarayan genel amaçlı bir sistem olduğu bellidir. Kısaca tüketim öncesinde işta­ ha dayanan tüm davranışlara eşlik eder; çevredeki tüm "meyve­ leri" veya tek tek her birini arama itkisini üretir; lezzetli yiyec ek­ ten, cinsel imkanlara oradan da politik güce kadar olan olumlu deneyimleri sağlayacak dinamik bir hevesli olma halini harekete geçirir. Tehlikeleri aşmak için insan ve hayvanları koruyucu bir şekilde sanp sarmalar ve böylelikle ya tehlikelerle mücadele eder ya da güvenli bir yere kaçarlar; insanları canlandırır, uygarlık­ ları yaratmanın muazzam göreviyle uğraşmamızı sağlar. Fakat ilk başta, doğum sırasında, dünyayla dolayısıyla bilgiyle meşgul olmamızın kapılarını açan "amaçsız bir itkidir" (Panksepp, 1 9 7 1 ) . ARAYIŞ beynin dopaminiyle yönetilir ama b u sadece harekete geçiren bir nöro-iletici üretiminden çok daha fazla bir ş eydir. Bu karmaşık bir bilgi, inanç üreten bir makinedir. h8.la "beynin ödül sistemi" diye adlandırılmasına ş aşmamak gere­ kir. Gerçekten de bizleri ve diğer tüm hayvanları dünyadaki b ütün ödülleri toplamaya yönelten en eski beyin sistemidir. Dünyayı b ir 1 66

A R AY I Ş S İ S T E M İ

yüzyıl içinde ikinci bir ekonomik kırılmaya daha geniş insani ve toplumsal kaygılan geride bırakan bencil bir açgözlülükle oluşan 2008'in ekonomik kırılmasına sokan da büyük olasılıkla yine aynı sistemdir. Görünen o ki insan trajedilerinin azalması için bu sis­ temin iyice eğitilmesi gerekmektedir. İçsel ahlaki değerleri yoktur. Sadece süper etkili ayağa kalk ve al getir sistemidir. İnsanın hem iyi hem de kötü bilişsel istek ve özlemleri bu muazzam afektif "enerjiden" ortaya çıkar.

ARAYIŞ SİSTEMİNİN ANATOMİSİ Anatomik olarak ARAYIŞ sisteminin yörüngesi ventral tegmen­ tal b ölgeden {VTA) üç temel varış noktasına kadar devam eder: {il medial prefrontal demet ve lateral hipotolamustan {MÖD-LH) , (ii) akumbens çekirdeğine ve (iii) medial prefrontal korteks yo­ luyla mezolimbik ve mezokortikal dopamin yolaklarına kadar uzanır. Anatominin genel özeti Şekil 3 . l 'dedir. Bu sistemin bazı temel nöronları VTA'da bulunan dopamin nöronları beynin diğer bölümlerinden bol miktarda girdi alırlar. Daha önce de bahsetti­ ğimiz gibi bu sistem aynı zamanda beynin daha yukardaki böl­ gelerine ve ö zellikle de hevesle öğrenmenin büyük yol merkezi olan akumbens çekirdeği büyük çapta çıktısı olur. Sıçanlar gibi bazı "alt s eviye" memeliler bu sistemi harekete geçiren yükselen dopamin yolaklan, frontal kortikal bölgelerin ötesine yansımaz. Ama bu sistem insanlarda çok daha ilerilere beynin arkasında yoğunlaşmış olan duyusal algıs al kortekslerin içine kadar ulaşır. Bu insanlardaki ARAYIŞ'ın bilişsel fonksiyonları uyarmasıyla uyumlu bir olgudur ve diğer hayvanlarda açıkça görülen homo­ loglan yoktur. Memelilerde akumbens çekirdeği istekli bir şekilde gerçekleşen temel öğrenmeyi {ve bağımlılıkları) oluşturmak için medial frontal korteksle etkileşime geçer. Çünkü ARAYIŞ siste­ mi frontal neokortikal bölgeleri yaşamın hediyelerini elde etmek ve tehlikelerinden kaçmak için stratejiler geliştirmemize ve ani duygus al ihtiyaçlarımıza yoğunlaşan özellikle de medial alanlan harekete geçirir. Yaşantılarımız olağanüstü bir şekilde zevk ve­ riyorsa onları hatırlarız ve bu b ağımlılık ihtimallerinin temelini teşkil e der. D aha önce b elirtildiği gibi, bu sistemin dop amin kısmı b aşka hayvanlardakine nazaran insanlarda tüm korteksin ilerisi1 67

Z İ H N İ N A R K E O LOJ i S i

n e uzanır. Elbette b u sistem diğer p ek çok beyin b ölgesiyle (Şekil 3 . 1 B, C, Dl as etilkolinin GABA ve glutamatın aracılık ettiği daha spesifik beyin dikkat işlevleri de dahil olmak üzere (global olarak norepinefrin ve s erotonin sistemleriyle işleyen) genel uyarılma­ yı kontrol edenlerle ilişkili olarak çalışır. Çünkü ARAYIŞ sistemi bu kitapta üzerinde duracağımız diğer tüm duyguların canlandı­ rılmasına katkıda bulunur, bu karmaşık durumları her bölümde tekrar etmeyeceğiz ama okurun her sistemin açıklamasının yer­ leşmiş olduğu daha geniş beyin karmaşıklığından s oyutlandığını anlayacağını düşünüyoruz. Hiçbir duygus al sistem b eynin geri kalanının yardımı olmadan pek bir şey yap amaz.

c

Mezoliınbik/Mezokortikal Dopamin Sistemi

DA Hücreleri Beynin geri kalan Yerlerinde Bir Sürü Bilgiyi Dinler

,,..,

Aferentlerden Nükleus Akumbense

D

Aferentlerden Ventral Tegmental Bölgeye

Eferentlerden Nükleus Akumbense

Ş ekil 3 . 1 Sıçan beyninin ş ematik diyagramları. A. Nükleus Akumbens s epti (AÇ S), mezolimbik DA sistemi ve mezokortikal DA sistemi de dahil olmak üzere !imbik bölgeleri içine alan VTA'da bulunan A I O'da (Dopamin) nöron­ larının yükselen projeksiyonları. B . AÇ S'den b aşlıca eferent projeksiyonlar. C. AÇS'de aferent projeksiyolar. D. VTA'da aferent projeksiyonlar. Kısaltma­ lar-AMY, amigdala; STY, stria terminalisin çekirdek yatağı; K, kaudat puta­ men; KK, korpus kalozum; DB, Broca'nın diyagonal b andı; DÇ, dentat çekir­

dek; RÇ, Raphe çekirdeği; E Ç , entop endiküler çekirdek; FK, frontal korteks; H, hipokampus; İK, inferior kolikulus; LH, lateral hipotalamus; LPB, lateral preoptik bölge; MRÇ , mezopontin retiküler çekirdek; OB, olfaktör bulbus; PAG, periakuaduktal gri; PFK, prefrontal korteks; PÇ, p arabrakial çekirdek; SK. superior kollikuli; Sİ, substansiya inominata [isimsiz cisim); SN, subs­ tansiya nigra [siyah madde]; T, talamus; VP, ventral pali dum; VTA , ventral tegmental alan (Ikemoto & Panks epp'ten uyarlanmıştır, 1 999).

1 68

A R AY I Ş S İ S T E M i

ARAYIŞ SİSTEMİNİN KİMYASI ARAYIŞ sistemi kuvvetli bir şekilde belki de temel olarak Dopa­ min (DA} nöro-ileticilerinden gücünü alır. Bu sistemi stimüle eden DA en çok ve en kapsamlı olarak araştınlandır ama bu sistemin yaptığı diğer işlevleri gerçekleştirebilmek için başka anahtar kimyas allar vardır. Nörobilim dopaminin çalışmasıyla ilgili mo­ leküler ayrıntı hakkında ortalama bir okurun başını döndürecek kadar çok büyük bir zenginliğe sahiptir. Kokain ve amfetaminler gibi kötüye kullanılan maddeler bağımlılık yaparlar çünkü bu maddeler dopaminin etkilerini hemen doğrudan artırarak ARAYIŞ itkisini uyanr. Aşın uyarılırsa hayvanın davranışları basmakalıp hale gelir ve insanlar en sıradan şeylerle yoğun bir şekilde ilgilen­ meye başlarlar. Örneğin kadınlar çantalarını sil baştan defalarca düzenlemeyle uğraşabilir çantaların içinden bir şeyleri çıkarıp sonra yeniden içine koymakla hiç bitmeyecekmiş sanki büyü­ lenmişler gibi görünen şekilde uğraşır. Eğer bu tip bir uyarılma çok u zun sürerse kişiler şüpheci hale gelir ve pek çoğu paranoid eğilimler geliştirir. İlerde göreceğimiz gibi bu sistemin aşın ha­ reketlenmesi p aranoid şizofreni gibi psikiyatrik bozuklukların gelişmesine katkıda bulunurlar. Diğer b eyin kimyasalları beynin en temel uyarıcı nöro-iletici­ leri en kayda değeri olan glutamat (Heidbreder vd, 1 992; Yeomans vd, 1 99 3 ) ARAYIŞ sisteminin sonradan kazanılan (öğrenme gibi) işlevleri üzerinde büyük bir rol oynarlar. İştah açıcı öğrenme büyük ölçüde ARAYIŞ sisteminin alttaki bölgelerinden yükselen duygusal enerjilerle medial prefrontal korteksten aşağıya doğru alçalan bili ş s el etkilerin nükleus akumbens tarafından bütünleş­ tirilmesiyle gerçekleşir (Kelley, 1 99 9,2004) . Glutamat bütün diğer duygus al sistemlere enerji verdiği gibi iştaha dayalı öğrenme sü­ reçlerine de güç veren bir temel beyin kimyasalıdır. Dop amin ve glutamata ek olarak çeşitli nöropeptitler de ARA­ YIŞ sistemini ayarlayan açık kimyasal katılımcılardır. Örneğin nöropeptit orexin (KORKU sistemi gibi) diğer duygusal sistem­ lerle b eraber ARAYIŞ sistemini uyarmak için hoemostatik denge­ sizlikleri mümkün kılar. Tipik olarak hayvanlar ARAYIŞ sistemini aktive e den nörotensin gibi nöropeptitleri alma konusunda heves­ lidirler ve çoğunlukla bu sistemi hareketsiz hale getiren dinorfin 1 69

Z i H N i N A R K E O L OJ İ S i

gibi kimyas allardan hoşlanmazlar. Bu insan v e hayvanların ARA­ YIŞ'ın uyarılması hissinden hoşlandıklarını ve sistemin giderek iyice yavaşlamasından hoşlanmadıkları gerçeğini vurgular. Bu sistem b ozulduğunda dinorfinin yarattığı rahatsız edici hislerin ortaya çıktığı ve ins anların depresyona girdiklerini his s ettikleri artık açıkça ortadadır. Halihazırda araştırmacılar bu yolak üze­ rinde çok fazla dinorfin bulunmasının yarattığı b erbat hisleri azaltabilecek yeni antidepresan maddeleri geliştirmektedirler (Bruchas vd, 20 1 0) .

ARAYIŞ SİSTEMİNİ KENDİLİGİNDEN CANLANDIRAN UYARANLAR Pek çok duygusal sistemi kendiliğinden (koşulsuz olarak) can­ landıran çok az sayıda uyaran olduğunu daha önce b elirtmiştik. Bir sıçanın onu avlayacakların kokusuna, ışıl ışıl aydınlık açık alanlara vd, karşı olan korkusu içsel, kendiliğindendir. B ununla berab er ARAYIŞ sistemi de tüm ilginç olaylarla b eraber kıs a süre­ liğine uyarılır, yani bu sistem çevredeki bir sürü değişiklikle b ir­ likte kısa bir süre uyarılır. Bir uyaranın ilginçliği kaybolduğunda (hayvan buna alıştığında) ARAYIŞ sistemi artık cevap vermez olur. Bu fenomen habituasyon, "alışma" diye bilinir. Sistem yemek ge­ tirilmesi gibi beklenmeyen ödüllendirici uyarana da kendiliğin­ den tepki verir (Schultz, 2006) . E ğer ödüller gelişigüzel veya çok seyrek gelmeye devam ederse sistem sürekli olarak tepki vermeye devam eder, yani kalıcı bir beklentisel itki (ya da kronik b ir tutku) geliştirir. Bu bazı hayvanlarda avlayacağı hayvanın kokusu ya da kırmızı olgun bir meyvenin görüntüsünü de kaps ayabilir. Halihazırdaki bu geniş uyaranlar rep ertuvarı öğrenmeyle genişler. Bir b eb eğin beşiğinin üzerine asılmış hareketli ve p ar­ lak bir cisimden heyecanlandığını vars ayın. İlgi çekici görüntü hareket ettikçe cismin parçaları birbirine çarp ar ve şıngırdama sesi çıkartır. Belki sıcak bir yaz öğleden s onrası bebek mutfak­ taki mama sandalyesinde öğle yemeğini az önce b itirmiştir. An­ nesi kendisine bir buzlu çay hazırlar ve b eb ek buzun b ardakta çıkarttığı sesi duyar ve heyecanlanır. B eb ek bu hareketli cismi ilk gördüğünde ARAYIŞ sistemini uyaran ilginç bir uyarandır. Şim­

di alıştıktan sonra bebeğin ARAYIŞ sistemi bir ş ekilde alışkanlık 170

A R AY I Ş S İ S T E M i

kazanmıştır. Yine d e şıngırtı sesi beb eğin ARAYIŞ sistemini uya­ rabilir ama ilk gördüğü sefer ki kadar değil. Şimdi bebeğe o cismi hatırlatacak annesinin bardağındaki buzun çıkardığı ses veya o sesi h ayal etmesi gibi şeyler bile ARAYIŞ sistemini canlandıra­ caktır. Fakat ins anlarda bu konulan gerçekten araştıramayız. Her gözlenen davranış için her zaman başka bir alternatif vardır. Ör­ neğin b elki buzun çıkardığı ses hareketli cisimle ilgili bazı hatı­ raları canlandırdığı için değil ilginç bir ses olduğu için ARAYIŞ sistemini uyarıyordur. Her durumda yaşam boyunca yüksek derecede kişiselleşmiş uyarılma örgülerine yol açan bu tür çağrışım çeşitleri olacaktır. Hayvan araştırmaları gerçekten de sebep sonuç etkilerinin adım adım izlerini s ürebilir ve insan beyin görüntülemesi benzer sü­ reçlerle ilgili daha az incelikli kanıt sağlar, yani takıntılı kumar oynamak ve takıntılı cinsel itkilerin ARAYIŞ sisteminin seçkin kışkırtıcıları olduklarına inanmak için yeterince sağlam neden­ lerimiz vardır. Akumbens çekirdeği heyecan arttıkça daha çok ateşlenir. Öyle görünüyor ki hayatta arzulanan tüm heyecanlar bu sistemi uyarır. Fakat b azı yollar aşırılıklara yöneltir ve diğerleri ins anları s ağlam hayat baş arılarına götürür. Hangi hayat seçenek­ lerini s e çip devam edeceği iyi eğitilmiş bir neokortekse kalmıştır. Eğer ş artlandırma yeterince kuvvetliyse genellikle üst zihin alt zihnin yaşamak istediği baştan çıkarıcı arzulara direnemez.

Hayal Kırıklığı ve Öfkeyle İlişkili Olarak ARAYIŞ ARAYIŞ sistemi arzulanan şeyler tüketildikçe sakinler ama tatmin kalıcı değils e yatışması uzun süreli olmaz. Aç bir hayvan yiyecek avına çıktığında ARAYIŞ sistemi uyarılır ama yemek ye­ meye başladığın � a ARAYIŞ sistemi durgunlaşır. Yine de sistem çok hoş özel bir yiyecek olasılığı belirdiğinde aniden canlanır. Bunun yanı sıra sistem belki de başka bir yaratık o yiyeceği al­ dığı için engellenirse kızgınlık alevlenebilir. Kendi üstüne düşen işi yapm ayan otomatlara p ara koyduğunuzdaki engellenme hissi­ ni bir düşünün. Bazen insanlar bu makineleri sarsıp tekmelerler. Nörofizyolojik anlamda ARAYIŞ sistemi tüketimin faydaları (hoş yiyecek) olmadan akamete uğrar ve bu sonradan ÖFKE sistemini uyarır. 171

Z l H N l N A R K E O LO J i S i

ARAYIŞ SİSTEMİNİN PATOLOJİLERİ Fiziksel ve duygusal s ağlık için iyi işleyen bir ARAYIŞ sistemi gereklidir. Bununla birlikte eğer sistem gerekenden az veya fazla uyarıldıysa depresyondan p sikoza kadar olan aralıkta duygusal bozukluklara s ebep olabilir. Uyanışlar ( 1 973) adlı kitabında, Oli­ ver Sacks Parkinson hastalığından kaynaklanan dop amin tüken­ mesine bağlı olarak ARAYIŞ sistemleri olması gerekenden çok az çalışan hastaların mustarip olduğu yıkıcı depresyonu yazmış tır. L-dopa ilacıyla bu kimyasal dengesizlik telafi edildiğinde bir süre için etkileyici sonuçlar olmuştur. Sacks hastası Leonard L ile il­ gili şu ifadeleri aktarmıştır, "Kurtarılmış hissettim . . . ölümden geri gelmiş, yeniden doğmuş. Tanrıya şükran duyacak bir s ağlık hissi içindeyim ... Sanki aşık bir adam gibiyim. B eni s evgiden kop aran engelleri yıkıp geçtim." Üzücü şekilde dop amin b olluğu da zaman içinde bu hastaların ARAYIŞ sistemlerini aşın uyararak aşırı de­ rece istekli olma krizlerine, arzulara, gerçek dışı bir kader algı­ sına, yani tek ifadeyle psikotik belirtilere s eb ep olmuş tur. İlerde göreceğimiz üzere böyle bir zihne sahip kişi olaylar arasında s an­ rılı bağlantılar kurmaya başlar; hayvanlar da b enzer tipte yanlış atıflarda bulunurlar. Daha önce de belirtilmiş olduğu gibi ARAYIŞ sistemi kronik şe­ kilde olması gerekenden çok daha az aktifse depresif hisler ortaya çıkar. örneğin tekrar eden hayal kırıklıkları veya amfetamin ve ko­ kain bağımlılığının bırakma devresinde olduğu gibi. Diğer yanda şizofreni, mani ve p sikotik sanrılar, ARAYIŞ sistemi s �ektrumu­ nun diğer ucunda meydana gelen sistemin dopaminle aşırı de­ recede uyarılmasının yansıttığı aşın psikolojik eğilimlerdir (Gra­ ce, 1 99 1 ) . Amfetamin ve kokain gibi kötüye kullanılan maddeler, ARAYIŞ sisteminin çok etkili uyancılandır çünkü nöronlar arası iletişim kanalları olan sinaptik aralıkta dopaminin b ulunma ola­ sılığını artırırlar. Bu maddeler kolaylıkla kötüye kullanılabilir ve ARAYIŞ itkilerini aşın duyarlı hale getirerek ins anları b a ğımlılık yap an maddelere daha çok tepki verir hale getirirler. Hayvanlar da lezzetli yiyeceklerden cinsel ilişkilere kadar diğer k eyif verici yiyecek veya faaliyetlere daha fazla duyarlı hale gelirler (Nocj ar/ Panksepp, 2002). Psikiyatristler bu tip maddelerin uzun süre ve yüksek dozda kullanıldığında zaman içinde herkeste p sikotik b e 1 72

A R AY I Ş S i S T E M i

lirtilere yol açtığını gayet iyi bilirler. B azılan hızlıca kapılır gider diğerleri daha yavaş kötüye gider. Ama bu maddelerden çok fazla kullanan herkes en s onunda psikotik, paranoid düşünmeye doğru geriler (Snyder, 1 97 2 ) . Sonra madde yoksunluğunda depresyonun hükmü b aş l ar. ARAYIŞ sisteminin özellikle medial frontal korteksin bilişsel alanlarını etkilediğinden b ahs etmiştik. Neokorteksin işlevlerin­ den biri sebep ve s onuç kavramlarını üretme yeteneğidir. Aşın uyarılırs a "çalışma b elleğini" detaylı olarak çalıştıran (bkz. Bölüm

6) frontal korteks yaş amın nasıl düzenlendiğiyle ilgili bir sürü yeni düşünceye kapılır. Sadece korelasyonların olduğu veya hiçbir anlamlı b ağlantının olmadığı durumda kişi sıklıkla nedensel ve b aşka anlamlı b ağlantılar görmeye başlar. Bu olduğunda düşün­ me alır b a ş ını gider ve çoğunlukla taşkın ve yanlış değerlendir­ melerle s onuçlanır. Artık zihin s anrıların filizlendiği verimli bir topraktır. ARAYIŞ uyarılmasında tipik olan abartılı kendilik hissi p sikotik b üyüklük s anrıları gibi gerçek dışı ölçülere de varabilir. Örneğin ş i zofreni hastası sevdiği bir aynayı kırmak gibi dav­ ranışlarının dünya ç apında önemli bir olaya örneğin

ıı

Eylülde

Dünya Ticaret Merkezi kulelerinin bomb alanması gibi bir olaya sebep olduğuna ilişkin s annlı bir inanç besleyebilir. Bu s ebep ve s o nuçta s anrılı inancı oluşturacaktır çünkü hastanın kişisel davranışları geniş dünya s ahnesinde herhangi bir şeye sebep olmamıştır. Bunda b üyüklük s anrısının başka bir unsuru daha vardır çünkü hasta bu önemli olaylara sebep olacak kadar güçlü olduğuna inanır. ARAYIŞ sisteminin aşın uyarılmasıyla üç tipte p s ikotik düşlem oluşur. Stresin frontal kortekste dopamin aktivi­ tesini artırdığını fark etmek ilginçtir. Bu ciddi stresin nasıl olup da p aranoi d , şizofrenik düşünme örüntüsünü oluşturduğunu açıklayabilir. Gerçekten de b azıları bu tip düşünme durumları ve rüyalar arasında bir ilişki olabileceğini tas avvur etmiştir (Pank­ . sepp, 1 9 9 8 a; S olms , 2002) ve güncel araştırmayla REM uykusun­ d a ARAYIŞ sistemindeki dop amin nöronlarının çok üst seviyede ateşlendiği tespit e dilmiştir (Dahan vd, 2007) . Bundan dolayı be­ yinde dopamin aktivitesi çokluğunun rüyalarda ve şizofrenide gö­ rüldüğü s onucuna varmak mantıklıdır (Lena vd, 2005; Panksepp, 1 998a; Solms, 2000) . 1 73

Z İ H N İ N A R K E O L OJ i S i

Antipsikotik İlaçlar Dopamin ARAYIŞ sistemini uyaran temel kimyas aldır. Her ne kadar tek kimyasal olmasa da hakkında en çok şey bildiğimiz ke­ sinlikle budur. Dopamin bu sistemi sinap slardan global ş ekilde salınarak ve alıcı nöronlarda reseptörler olarak isimlendirilen mo­ leküllerle birleşerek uyarır. İki aile grubuna ayrılan beş temel tipte resep_tör vardır, adlan Dl ve D2. Burada sadece birinin üzerinde duracağız: özellikle şizofreni gibi psikiyatrik b ozukluklarda önemli olan D2 reseptörü. Birleşme anahtar ve anahtar deliği biçiminde gerçekleşir. Dopamin anahtar, reseptör de anahtar deliğidir. Do­ p amine ek olarak (nöropeptit ve diğer nöro-ileticiler gibi) bir grup kimyasal da kendi spesifik reseptörleri için anahtar görevi göre­ bilir. Genel olarak her beyin iletici kimyasalının bağlandığı b elirli sayıda farklı res eptör vardır. Her kimyasalın "iletişim kurabildiği" birden fazla reseptör vardır. Diğer yandan reseptörler tipik olarak daha özeldir; onlar "dinleyebilir" ve s adece b elirli bir iletici kimya­ salıyla bağlantı kurar. Reseptör anahtar deliğine "uyan" ama onu açamayan (ya da harekete geçiremeyen) kimyas al bir anahtardır ve reseptör blokeri olarak adlandırılır. Reseptör bloke edildiğin­ de normalde o reseptöre bağlanan kimyasal b ağlanamaz ve dola­ yısıyla bu beyin kimyas alının aktivitesi azalır, yani biri dopamin blokeri uygularsa (ki böyle ilaçların bir kısmı antipsikotiklerdir) sinapslardan salınan dopamin artık ARAYIŞ sisteminin reseptörle­ rine bağlanamaz ve sistem gerekenden daha az uyarılır hale gelir ve yukarda tarif edildiği gibi depresyon belirtileri ortaya çıkar. Araştırmacılar D2 adındaki tipte reseptörlerde dop amin akti­ vitesi aşırılığının bazı şizofrenik b elirtilere sebep (en azından bir korelasyon) olduğunu keşfettiler. S anrı ve halüsinasyonlar gibi şi­ zofrenik b elirtileri yatıştırmak için kullanılan hemen hemen tüm ilaçlar D2 res eptörlerindeki dop amin aktivitesini bloke e derler. Yukarıda konusu geçen aynayı kıran hasta antipsikotik D 2 bloker tedavisi görseydi s anrılarının bilişsel yönleri tamamıyla o rtadan kalkmayacaktı ama s anrıların motive etme gücünde b elirgin bir azalma olacaktı. Hala felaketlere kendisinin s eb ep olduğunu dü­ şünebilecek ama bu fikirlere inanma kuvveti aynı olmayacaktı. B aşka bir deyişle antipsikotik ilaçlar genellikle s anrıların gücünü azaltırlar ama içeriğini değiştiremezler. B u hastaların s anrılı b i 1 74

ARAYIŞ SiSTEM i

lişs elliklerini yeniden ş ekillendinnelerine aynı zamanda yardımcı olan konuşma terapilerinin neden b azen yararlı olduğunun yanı­ tıdır. B u hastanın özelinde eğer bu sann aşın öfkeden ortaya çık­ tıysa onu ilk b aşta bu kadar öfkeye sevk eden şeyin ne olduğunu anlamak yardımcı olabilir. Dopamin sinyallerini durduran antip­ sikotik ilaçlar hayvanların da çevrelerini araştırma eğilimlerini bastırır b öylelikle yeni bilgiyi almaları da b astırılmış olur. Araş ­ tırma eğilimi ARAYIŞ sisteminin normal b i r ifadesidir. S anrılar ARAYIŞ sürecinin p atolojik uzak ucunda bulunur.

Törensel Birleşik Davranışların Tuhaf Vakaları ARAYIŞ sistemi daha az bir kuvvetle aşırı uyarıldığında ge­ nellikle görünürde b elirgin bir şeye hizmet etmeyen kompulsif b irleşik d avranışlar üretir. Kişi laboratuvar ş artlarında birleşik davranışları örneğin aç hayvanlara düzenli aralıklarla az miktar­ da yiyecek verildiğinde görür. Az miktarda aldıkları yiyecek onları doyurmaz ve daha fazla tedarik etmek için kendilerinin yap abi­ leceği hiçbir ş ey yoktur. .Bu hayvanlar sürekli bir açlık halinde oldukları i çin ARAYIŞ sistemleri sürekli olarak çok aşırı derede uyarılmış durumdadır. Az miktardaki diğer yiyeceğin verilmesi­ ni b eklerken bu h ayvanlar sıklıkla birleşik davranışlarla meşgul olurlar. Örneğin aç bir lab oratuvar sıçanı koşu çemberinde aşırı ş ekilde k o ş ab ilir. Diğer sıçan kağıt didikler, tahta kemirir veya bol miktarda s u içeb ilir. B u davranışlar bedensel ihtiyaçlanyla alaka­ lı değildir bundan dolayı da birleşik olarak adlandırılırlar. Gün­ delik h ayatta da birleşik davranışları görürüz. Ç ok aç olan insan­ lar volta atmaya meylederler. Volta atmak b irleşik bir davranıştır çünkü b edeni besleme veya yiyecek s ağlamayla bir alakası yoktur. Aslında kıt olan enerjiyi harcıyorsa kazançlı bir şey değildir. Birleşik davranışlar çoğunlukla tekrarlayan ve törensel görü­ nen d avranışlardır. D avranışçılığın kuruculanndan biri olan B.F. Skinner a ç güvercinlerin birkaç lokmalık yiyecek aldıkları dönem­ lerin arasındaki uzun boşluklarda tekrarlayan öngörülebilir bir davranış olarak kasıla kasıla yürüdüklerini ve kanat çırpma "dan­ sıyla" meşgul olduklarını kaydetmiştir. Bu kuşlar bir lokma yiyecek aldıktan hemen s onra ve test edilmedikleri sırada dans etmediler. Güvercinler bir s onraki lokmayı b eklerken genellikle aşırı aç ARA1 75

Z i H N İ N A R K E O LOJ İ S İ

YIŞ sistemini koşulsuz olarak uyaran bir haldeyken dans ettiler. Güvercinlerin dans ederek aniden yiyeceğin ortaya çıkmasını s ağ­ ladıklarını "düşündüklerini" ileri sürmüyoruz. Daha çok görünen o ki ARAYIŞ sistemi haddinden fazla uyarıldığında tekrarlayan tö­ rensel davranışlara otomatik olarak yol açar. Bu birleşik davranış­ lar dop amin blokerlerinin yanı sıra ARAYIŞ sistemini çalışmaz hale getiren veya harap eden manipülasyonlar ve lateral hipotalamusta­ ki lezyonlar tarafından belirgin şekilde azaltılır (Wayner vd, 1 98 1 ) . Anlaması daha zor olan şey neden bir hayvanın diğeri yerine öteki tipte tekrarlayan birleşik davranışı seçtiğidir. Örneğin neden aç bir adam volta atarken diğeri ıslık çalar hatta bir başkası avuç ­ larını sıkar? Hayvanlarla yapılan çalışmada sergilenen davranışın çalışılan hayvana özgü bir nitelik olduğu görünmektedir, yani bu davre.nış hayvanın karakterinin bir özelliğidir. Dolayısıyla daha uysal tabiatlı kişi ıslık çalarken daha saldırgan kişiliği olan adam avuçlarını sıkabilir. Bundan farklı olarak birleşik davranışlar daha amaçlı görünebilir tipik olarak ödülleri öngören uyaranlara yönlendirilirler. örneğin belirli aralıklarla bir p arça yemek verilen aç •açanlar yiyecek verilme sıklığını en ufak bir ş ekilde etkileme­ mesine rağmen yiyeceğin verildiği kutuyu kemirmeye başlarlar. Sanki belirli tipteki davranışlar hayvana neredeyse o daklanmış bir amaç hissi verir gibi görünür. Başka bir deyişle tören haline gelmiş birleşik davranışlar öyle olmamasına rağmen hayvanın üretken bir şey yaptığını hissetmesini sağlayacak tarzda ş ekillenir. B enzer şekilde insanlar ve hayvanlar her ikisi de ARAYIŞ sistemini kuv­ vetle uyaran yüksek dozda amfetamin ve kokain aldıklarında hiç bitmeyecekmiş gibi görünen tekrarlayan davranışlar s ergilerl er. Daha önce de belirtildiği gibi insanlar böyle kuvvetli bir uyarıcı aldıklarında çanta karıştırmak gibi sıradan şeylerin aniden çok ilginç hale geldiğini bildirmişlerdir. B elli böyle tekrarlayan törensel davranışları sergileme eğilimi­ nin uyumla alakalı bir değeri vardır. Yeni bir beceriyi öğrenmek tek­ rar gerektirir, bu tekrar bazen tören haline gelme noktasına kadar varabilir. Bir jimnastikçi, çift p erendeyi nasıl atacağını öğrenirken büyük olasılıkla dört adım atacak başını karakteristik bir ş ekilde eğecek ve her zaman aynı ayakla sıçrayacak vb. gibi. Hepimizin tekrar ve tören içeren bir sürü alışkanlığı vardır. Anahtarlarımızı her akşam aynı çengele takarız ve kıyafetlerimizi aynı ş ekilde kat176

A R AY I Ş S İ S T E M İ

l anz. D u ş aldığımızda b ile farklı beden bölgelerini belli bir düzen­ de yıkama eğilimindeyiz. Öyle görünüyor ki ARAYIŞ'ın uyanması bu tür alışkanlıkların oluşmasına yardımcı olur. Bununla beraber davranış alışkanlık haline geldiğinde VT/\ya lateral olan uyanını nigrostriyatal dopamin sistemi tarafından kontrol edilen nükleus akumbensin tam üzerinde (örn. kaudat çekirdeği) dorsal striatum gibi dopamin-kontrollü beyin bölgelerinde s aklı tutulur. Bu b eyin bölgelerinin uyarılması daha az ödüllendiricidir çünkü alışkanlık sadece alışkanlıktır. Pek çoğu bilinçdışı olarak yapılır. Böyle du­ rumda, kişinin artık duygusal olarak uyarılmaya ihtiyacı yoktur. Önceden ARAYIŞ itkisi tarafından oluşturulan heyecan verici dav­ ranışlar artık rutin hale gelmiştir. Bundan dolayı, hayvanların daha güncel dop amin sistemlerini harekete geçirmek için kendi kendile­ rini stimüle etme davranışını sergilememesi şaşırtıcı olmamalıdır.

"Kendi Kendini Şekillendirmenin" Tuhaf Vakası­ Korelasyonlar Neden Değildir, Ama . . . Kendi kendini ş ekillendirme hayvan çok açken (yani ARAYIŞ sistemi çok uyarılmış durumdayken) ve dış ardan gelen kıs a süreli bir uyarana m aruz kaldığında örneğin bir parça yemek gelme­ den hemen önce yemek tepsisinin üzerindeki bir anahtarın ışık s açmasıyla yavaş yavaş ortaya çıkan bir laboratuvar fenome­ nidir (Brown & Jenkins , 1 968) . Önceden haber veren bu uyaran hayvana yiyeceği almasıyla arasında nedene dayalı bir bağlantı varmış gibi görünür. Serinkanlı bir felsefeci çok heveslenmeden tamamıyl a b eklentiye kapılmadan ve dolayısıyla yiyeceği öngören uyaranla etkileşime girmeye başlayarak her seferinde yiyeceğin verilmesini s ab ırla b ekleyemeye karar verebilir. 1 B öyle davranışHalihazırda ö dülleri öngören uyaranlarla özellikle ilgilenen v e etkile­ şime geçen "iş aret takipçileri" diye adlandırabileceğimiz hayvanlara ve en çok gelecek yiyeceğe o daklanan "hedef takipçileri" denen hayvanlara ilgi giderek a rtmaktadır. ilk adı geçenler ödüllerin kendisinden ziyade öngörülen uyaranlara tepki olarak daha çok beyin dopamin uyarılma­ sı s ergilerken ikinci anılanlar hem öngörülen hem de hedef uyaranlara daha makul uyarılma s ergilemeye devam ederler. Bu altta yatan ARA­ YIŞ s i steminin doğuştan gelen özelliğini yansıtır. İşaret takipçilerinin, hedef takipçilerine göre kokain gibi maddelere b ağımlılık geliştirmesi daha muhtemeldir (Flagel vd,vd, 20 1 1 ) .

1 77

Z i H N i N A R K E O LOJ i S i

lar hiçbir ş ekilde açlığı ortadan kaldırmaz; yine d e hayvanlar b u uyaranlarla etkileşime geçmeye b aşlarlar neredeyse b öyle etki­ leşimlerin ödülü sağlayacak olduğuna inanırlar. Bu eşleşmelere defalarca maruz kaldıktan sonra hayvan, bahsi geçen durumda güvercin, yiyecek gelmeden önce ışık veren anahtan gagalamaya başlar. Güvercinler araştırmacı yemek vermeyi kestikten çok s on­ raya kadar gagalama hiçbir işe yaramas a bile bu aktiviteyi ısrarla yapmaya devam ederler. Kendi kendine şekillendirme araştırma yapılan tüm memeli türlerinde gözlenmektedir. Bu açıkça ARAYIŞ davranışıdır çünkü dopamin kendi kendini ş ekillendirm e etkile­ rini durdurur (Philips vd, 1 98 1 ) . Bu durum hayvanların duygus al olmaktan ziyade akla uygun şekilde davranacaklarını düşünenle­ ri biraz zora sokmuştur. Bizim sebep s onuç yönünden düşünen akıllı zihinlerimiz ken­ di kendini şekillendirmiş güvercinin anahtan gagalamak ve yi­ yeceğin gelmesi arasında işe yarar s anrılı bir b ağlantı kurduğu izlenimini edinir. Belki de öyledir. Ama pek çok araştırmacı gü­ vercinlerin böyle zihinsel sıçramalar yap acak kadar z eki olmala­ rından şüphe duyarlar. Ö yleys e bu davranışı nasıl açıklarız? Bu sadece kör bir öğrenme de olabilir. B elki de güvercin Skinner'ın dans eden güvercinlerinin danslannın yiyeceğin gelmesine s e b ep olduğu "düşüncesinden" de öte aslında güvercinler bir ş ey "dü­ şünmemektedir," yani anahtan gagalamasının yiyeceği getirdiğini "düşünmemektedir." Elbette diğer memelilerin ve s öylemeye bile gerek yok, kuşların düşüncelerine erişimimiz olmadığı için duy­ gularını ölçebildiğimiz kadar net bir ş ekilde bunu asla bileme­ yeceğiz (ama bkz. Clayton vd, 2003) . O halde bu davranış ı nasıl anlayacağız? Güvercin neden anahtarı gagalar? B elki a şırı duy­ gusal bir ş ekilde ş artlandığı için veya aksi halde çok sıkıcı olan bir ortamda zamanı geçirmenin iyi bir yolu olarak b atıl inançlar geliştirdiği içindir. Ö zellikle de araştırmacı bir i şaretle tutarlı olarak öngörülecek ş ekilde arada sırada bir lokma yemek vererek bunu kışkırtıyorsa hu davranışlar ortaya çıkar. Arayış sistemi uyanldığında hayvanlar çevrelerine karşı daha uyanık hale gelirler. Ö yle görünüyor ki aç güvercin ışığı yanan anahtarı gördüğünde merakı uyanır ve gagalayarak hunu keşfe ­ der. B aşka b i r deyişle ARAYIŞ'ın uyarılması ins an ve hayvanların dünyayı anlamlandırmalarına yardım e decek her uyaranı dene178

A R AY I Ş S İ S T E M İ

mek üzere dikkate almalanna s ebep olur. Hayvanların dı şardan gelen uyaranlarla yiyecek gelişinin arasında nedene dayalı bir ilişki olabileceğini "düşünmesi" gerekmemektedir. Şartlı ARA­ YIŞ'ın uyarılması ç evrelerini örüntülü yollarla merak ettiklerini kesinleştirir. Bu meraklı olma hali uyums aldır çünkü bazen dışar­ dan gelen b öyle uyaranlar kaynaklann iş aretleridir. Gerçekten de dünyada b öyle "içgörüler" işe yaramadıklan kadar işe de yaraya­ bilir. Örneğin p arktaki aç bir güvercin yerde p arlak bir kağıdı fark e dip araştırdığında lezzetli p atates kızartması artıklarını bulabi­ lir. Bundan s o nra her p arlak kağıt yiyeceği haber veren bir iş aret görevi görür ve kağıdın görüntüsü güvercinin ARAYIŞ sistemini b öyle uyaranlara daha odaklanmış bir yaklaşım geliştirmesini ve bu uyaranl arla etkileşime geçmesini sağlar. Kendi kendine ş ekillendirme ve birleşik davranışlar birbirin­ den ayrı olarak sıkı laboratuvar şartlarında meydana gelir. Fakat gerçek hayatta kendi kendine şekillendirme ve birleşik davranış ­ lar sıklıkla el ele ilerlerler. Hayvanlar çoğunlukla birleşik davra­ nışı sergileyecekleri dıştan gelen bir nesneyi, yani şartlı uyaranı kullanarak tekrarlayan birleşik davranışlarla uğraşırlar. örneğin kendi kendine ş ekillendirme deneyindeki güvercin anahtarı tek­ rarlayan ş ekilde gagaladı ve p arktaki güvercin de büyük olasılıkla p atates cip s inin p aketini tekrarlayan şekilde gagaladı . İnsanlar da b irle ş ik davranış ve kendi kendini şekillendirmenin kombinas­ yonlarını s ergilerler. Patronunuzun buyurgan ve haksızca davra­ narak ÖFKE sisteminizi uyardığını düşünelim. Bunu onunla gö­ . rüş erek halletmeyi düşündünüz ama p atronunuz sonraki haftaya kadar b u görüşmeyi geciktirdi ve öfkeniz sürüncemede kaldı . O akş am yemekten sonra sizi huzursuz eden şeyden uzaklaşmak, dikkatinizi dağıtmak umuduyla gazetenizi okurken daha önce genellikle ilgilenmediğiniz bulmacayı fark ettiniz ve alışılmadık ş ekilde dalgın olup her z amanki yatma zamanınızı bile geçirdiniz . Bulmac ayı yaparken kendinizi daha iyi hissedip b u aktiviteden memnun olabilirsiniz . Buna rağmen gazeteyi bir kenara koydu­ ğunuzda p atronunuzu yeniden düşünüp kızgın hissedebilirsiniz . Nörobilim terimleriyle p atronunuz s i z e z o r b i r zaman yaş at­ tığı için ÖFKE s iteminiz uyanldı. Bildiğimiz kadarıyla her çeşit duygus al uyarılmaya ilk olarak biraz ARAYIŞ uyanlması da eşlik eder bu vakada p atronunuza nasıl yaklaşacağınızla ilgili strate1 79

Z İ H N i N A R K E O L OJ i S i

jiler geliştirmenizi teşvik edebilir. Buna rağmen p atronunuza eri­ şemediğiniz için bu zor durumunuz kendi kendine ş ekillendirme deneyindeki güvercine benzer. Güvercin açlığını doyurmak için yemek yemek ister siz de ÔFKE'nizi p atronunuza iki çift laf ede­ rek tatmin etmeyi istersiniz. Her ikinizin de yapmak istediğinizi gerçekleştirme yolu yoktur, yani sizin ve güvercinin ARAYIŞ siste­ mi yararlı bir aktivite ihtimali olmadan uyarılmış olur. B u ş artlar altında siz ve güvercin dıştan gelen uyaranlara karşı birleşik dav­ ranış s ergilersiniz. Güvercin anahtarı gagalar siz de hevesle bul­ maca çözersiniz. B elki bu yazdıklarımızla konuyu biraz uzattık ama konunun artık net olduğunu umuyoruz. Olayı bir eş ve onun karşısında sıkıcı bir bulmaca şeklinde düşünürs ek durum daha dokunaklı ve klinik olarak da daha uygun olurdu. Bunun dışında öyle olmasa bile dünyayı kontrol ettiğimizi düşünmek hoşumuza gider. Pek çok insanın dua etmesinin bir s ebebi de bu olab ilir mi? Ya da dua eden o "masum tanıkların" bu tip duygularını rahatlat­ tıkları şekilde bu etkiler neden kaybolup giderler? Bu bölümün ilerleyen kısımlarında şartlı öğrenme üzerinde durduğumuzda öğrenmenin olabilmesi için gereken koşullan s ağ­ lamakta kendi kendini şekillendirme ve birleşik davranışların ne kadar önemli olduğuna tekrar bakacağız. Kendi kendine ş ekillenme eğilimi ins an ve hayvanların nedene dayalı olarak ilintili görünen dışardan gelen uyarana dikkatini vermesini s ağlar. Bu ş artlı öğren­ me için gerekli bir ön koşuldur. Birleşik davranışlara eğilim, tipik olarak hayvanların ş artlandıkları zaman ortaya çıkan, etkili tekrar­ layan davranışları, ins an ve hayvanların nasıl uygulayacaklarını öğrenmelerine sebep olur. Kendi kendini ş ekillendirme ve birleşik davranışların ikisi de ARAYIŞ'ın uyarılmasının göstergeleridir ve her ikisi belki de gerçek hayattaki şartlı öğrenme için temel nite­ liktedir. Tümevanmın sınanabilir vars ayımlar üretmekteki rolü bi­ lim için merkezi bir niteliktir. Tümevarım mantığı bağıntılı olaylar arasındaki ilişkileri görmekten daha fazla bir ş eydir. B öyle b a ğın­ tıların nedenselliğe işaret ettiği "iç görüsünden" de daha fazla bir şeydir. Elbette bu kritik şekilde birb iriyle ilişkili olan değişkenlerin aralarında kanıtlanabilir nedene dayalı ilişkilerin olup olmadığını görmek için b ağımsız olarak manipüle edildiği deneylere yol a çar. Bu yolla b ağıntıları nedenselliğin kaynağı olarak görmek gibi ken­ di kendini şekillendirmenin temel aldığı pek çok olası kusurlardan

1 80

A R AY I Ş S İ S T E M İ

kaçınılır. Öngörüler v e sınanabilir olmak bilimi tümevarımın gö­ türeceği bir sürü yanlış yoldan örneğin dünyanın evrenin merkezi olduğunu i ddia eden gözlemlerden muhtemelen dünyadaki fiziksel olaylan değiştirmek için kullanılan dua gücüne kadar kurtarır. Bu eleştirel düşünme durumu bilimi sıklıkla insanoğlunun düşünme ve dolayısıyla kültürünü nitelendiren görünürde s onsuz yanlış inançlar döngüsü ve dış görünüşe ilişkin yüzeysel gözlemlerle ge­ liştirilen eleştirel olmayan kabullerden kurtarır.

ARAYIŞ SİSTEMİ VE İNANÇ ARAYIŞ uyarılmasının öngörülebilir ödüller arasında ortaya çı­ kan güvercinlerin dansı veya kendi kendine şekillendirilen anah­ tar gagalaması gibi kalıcı törensel davranışları ürettiğini gördük. ARAYIŞ sistemi kişisel meseleleri düşünmez ama neokorteks dü­ ş ünür. Ö zellikle de bu sistemin bağlantılı olduğu medial frontal korteks düşünür. İnsanlar derin derin düşünürken genellikle ateş­ l enen b eyin b ölgesi burasıdır (Northoff vd, 2010). İnsanlar geniş neokortekslere s ahiptir ve neokorteksin olaylardan sebep sonuç çerçevesinde anlam çıkarma ve yorum yapma kapasitesi vardır. Kısıtlı bilimsel bilginin olduğu bir dönemde kıtlıktan mustarip ka­ bile ins anlarını hayal edin. Hayal kınklıklan içindeki bu ins anlar törensel ve birleşik duygusal davranışlarla meşgul olabilirlerdi. Sürekli olarak gezinip b azen tekme ve çığlık atarak kurak toprağı aynen güvercinlerin dansına b enzer biçimde tekmeleyebilirlerdi. Sonrasında elbette er ya da geç yağmur yağardı. Birleşik enerjik davranışları ve yağmurun gelişi arasındaki korelasyonu fark ede­ rek nedene d ayalı bir ilişki olduğuna inanır hale gelebilirlerdi ki bu da ileride yağmurlan hızlandıracağı umuduyla yağmur dansının yaratılması için gereken motivasyonu sağlar. Bunun ardından sü­ rekli bir biçimde bir dua şekli bu dans törenini yağmur yağdırmak için kültürel yönden tasvip e dilen bir çaba olarak kullanırlardı. Mo dern B atılı dünyada pek çoğumuz bunu s anrılı düşünme olduğuna inanırı z . Ama p ek çoğumuz sıkıntılı zamanlarda dua ederiz. B azı insanlar bir işe yarayacağına gerçekten inanmadan dua e derler. B un a rağmen öyle görünüyor ki bu daha iyi hissetme­ lerine neden olur çünkü bir ş ekilde harekete geçmiş olurlar. Genel ol a rak ins anlar geleceklerini kontrol e demeyecekleri zamanları

181

Z i H N İ N A R K E O LOJ İ S i

anlayacak kadar akıllı olduklarından b u hareket sıklıkla kaderi kontrol e den daha büyük bir güce, Tanrı'ya yönelen sözel yakarma formunda olur. Öyle görünüyor ki birleşik davranışlar insan ve hayvanları iyi hiss ettirir çünkü etkili aracılar olduğu illüzyonunu sağlarlar ki bu da ARAYIŞ uyanlmasının bir özelliğidir. B azılan açık bir ş ekilde Tanrının gücünü yardıma çağırır örneğin görü­ nürde hiç yer olmamasına rağmen park yeri bulmak için bunu ya­ p arlar ve bazen bu "iş e yarar" ! Bu acab a özellikle zor zamanlarda dua etmenin neden böylesine yaygın bir aktivite olduğunu kısmen açıklar mı? Dua etmek de insanlann bir ş ekilde geleceklerini si­ hirli olarak değiştirmeye muktedir olduklan illüzyonunu veren birleşik bir davranış olabilir mi? Dini sembollerin yaratılmasında kendi kendini ş ekillendirme­ nin ne derece işin içine karıştığını düşünülebilir. Kıtlık dönemin­ de bir kabile şefinin bir tahta parçası üzerine amaçsızca bir ş ey­ ler yonttuğunu varsayalım. Diyelim yağmurlar yağdığınd a b irisi rastgele yapılmış olan bu yontunun bir kurdun yüzüne b enzedi ­ ğini fark etti. B u tahta parçası aynen parlayan diskin güvercinin ilgisini çektiği şekilde kabile büyüklerinin de ilgisini çekebilirdi. Bu yontu ARAYIŞ sistemlerinin odaklandığı ilginç ve anlamlı bir nesne olurdu. Geniş neokorteksleri sebep sonuç yönünden düşün­ meye ve hikaye tasarlamaya muktedir olduğu için kurtların doğa üstü bir şekilde yağmur yağdırma güçleri olduğunu düşünebilir­ ler. Sonra tahtaya kurt suratlan oyar sıkıntılı z amanlar için dua edebilecekleri dinsel semb oller olarak kullanabilirler. Elbette biz burada sadece böyle durumları hayalimizde canlandırıyoruz. Ama eğer dua etmek birleşik bir davranış s a ve eğer kendi kendini ş e ­ killendirmenin dini sembollerin üretilmesinde rolü varsa ARAYIŞ sistemi dini inancın nöral kökleri hakkında çok ş ey açıklayabilir. Bununla bağlantılı olarak b elki de psikotik hastalıkların p ek ço­ ğunda dindarlığın çekirdek özellik olması bir rastlantı değildir. Fakat afektif hayatın dini geleneklerin derinine inen daha b a ş ­ k a b i r sürü yönü vardır. Thandeka'yla (2009) fikir b irliği içinde olarak dinlerin arkasındaki itici gücün afektif doğamız, ö zellik­ le de bakım ve anlaşılmaya olan müthiş ihtiyacımız, toplum va­ sıtasıyla yasın etkisini azaltmak ve genellikle daha iyiyi arama ihtiyacı olduğuna inanıyoruz. Bu devrimsel ana fikri , PANİK/YAS sistemine ilişkin bölümde yeniden işleyeceğiz.

1 82

A R AY I Ş S i S T E M i

ARAYIŞ SİSTEMİYLE İLGİLİ İKİ NESİL B OYUNCA SÜRE GELEN YANLIŞ ANLAMALAR Şimdiye kadar b ahsedildiği üzere ARAYIŞ sistemi ilk kez 1 953 yı­ lınd a her n e kadar bu adı koymamış olsalar da Olds ve Milner tarafından Kanada McGill Üniversitesinde araştırılmıştır. B aşka ş eylere b akarken (örn. yapay olarak oluşturulan beyin uyarılma­ sının/dikkatin ö ğrenmeyi nasıl kolaylaştırabileceği gibi) hayvan­ ların b eyinlerinin b elirli bir bölgesine verilecek azıcık elektrik ş oku için çalıştıkları fenomenine rastladılar. O vakitler Jim Olds ( 1 9 2 2 - 1 976) buna "zevk sistemi" adını vermişti . Ama diğer araştır­ macılar, en azından 1 980'lere kadar kendi kendini uyarma araştır­ masının görkemli dönemi sona erene kadar daha dar görüşlüydü ve pek çok araştırmacı bu karmaşık sistemin dop amin unsurları üzerine o daklanmaya başladılar. Bundan sonra hemen herkes bu sistemi "b eynin ödül sistemi" veya "pekiştirme sistemi" olarak adlandırıyordu. Ama son kitabını yazmadan önce birisi (Olds, 1 977) şüphelenmiş olmalı ki bu sistemin zevk üretiminden daha fazla ş eyleri barındırdığını fark etti. İştah artırıcı itkilerin klasik şartlamasını aç sıçanlar için bir sesle yiyecek alımını eşleştirip b eyindeki nöron aktivitelerini takip ederek araştırmaya başladı. Gelecek yiyeceği öngörmeyi öğrenen pek çok ama pek çok beyin bölgesi olduğunu ama en hızlı nöron şartlamasının ve hayvanın yiyeceğin geleceğini öngördüğüne işaret eden en erken sinyalle­ rin bizim burad a ARAYIŞ sistemi diye adlandırdığımız MFD-LH koridoru b oyunca bulunan nöronlardan geldiğini keşfetti. Hücre­ lerin ateş l enmesi gelecek ö dülü hemen hemen öngörmüştü ama öyle görünüyor ki Olds gerçekten keşfettiği sistemin ödülleri tü­ ketmeyle oluşan zevki s adece kaydetmekle mi yoksa istekli bir ş ekilde ö dülleri öngörmekle mi ilgili olduğu konusunda hiçbir zaman k ararını veremedi. Olds 'un zamansız vefatından birkaç yıl önce Pank s ep p kendisiyle Avrup a'ya uçarken BEKLENTİ/ARAYIŞ varsayımını öne s ürdü ve Olds elektrofizyolojik çalışmas ının bu fikirle nasıl d a tutarlı olduğunu belirterek ilgi gösterdi. Olds ve Milner tarafından "b eyin ödülünün" keşfedilmesi kuşkusuz yir­ minci yüzyılın en önemli nörobilimsel buluşuydu ve zaman içinde öğrenm e ve b a ğımlılığın altındaki nöral temelleri ortaya çıkartan çalışmalara yol gösterdi. Hayvanlar MFD-LH uyarımıyla resmi

1 83

Z İ H N İ N A R K E O L OJ i S i

olarak adlan edimsel v e araçsal şartlama olan çeşitleri levyeye basmaktan labirentin b elirli bir yolunda koşmaya kadar her türlü ş eyi öğrenirler. Etkiye kendi kendini uyarma dediler çünkü hay­ vanlar "zevkli" elektrik ş okları almak için (çalışıyorlar) aktif bir rol oynuyorlardı. Bir çeşit zihinsel mastürbasyon keşfettiklerini de ileri sürebiliriz. Hayvanlar evrimsel olarak diğer güzel yiyecek ve keyifleri almak üzere tas arlanmış beyin b ölgelerini gıdıkladı. En nihayetinde mastürb asyon yap an kişinin aradığı erotik bir ilişkidir ama çeşitli s ebeplerden dolayı sadece kendi doyumuyl a ilgilenmeyle sonuçlanır ki bu yakın bir ş ekilde b ağımlılığa b enzer (Zellner vd, 201 1 ) . Artık bu genel amaçlı ARAYIŞ sisteminin kokain ve morfin gibi maddelerden alkol, nikotin, hatta cinsel b ağımlı­ lıklara kadar tüm bağımlılık çeşitleri için çok önemli olduğunu biliyoruz (Wise & Rompre, 1 989; Robinson & B erridge, 1 993). Bu sistem aynı zamanda tüm yaratıcı aktivitelerin arkasındaki güçtür (Reuter vd, 2005) . Devam eden büyük bir sorun vardır. B u etkileyici beyin sistemi çalışmasını, "miras olarak s ahiplenmiş" genç araştırmacıların büyük bir bölümü önceki kuş aklardan dev­ raldıkları "ö dül" ve "p ekiştirme" gibi birbirini tamamlayan , b ölün­ mez fenomenleri, sanki gerçekten bölünmezlermiş gibi hemen hiç sorgulamamalarıdır. Aslında, "pekiştirme" kavramı, b ilgisizliği­ mizi özetleyen bir terim olabilir. B elki de bu, davranış b iliminin "flojistonudur;"2 yani bu hayvanları eğitmek için s adece elverişli bir yö n tem di Buna rağmen, bir beyin süreci olarak, bilgisizlik tepesini gizlemek (ve s aklamaktan) fazla bir ş ey yapmamıştır. Yol b oyunca, "beyin ödül sistemi" araştırmacıları, ARAYIŞ sistemi ya­ p ay olarak uyarıldığında, hayvanların kendiliğinden s ergile dikle­ ri karakteristik araştırmacı aktiviteleri, gerçek "doğal" davranış .

örüntülerinin üzerinde durmayı baş aramamıştır. Hayvanlar beynin p ek çok b ölgesini uyarırlar ana b ölgeler yüks elen dopamin sistemini kap s ayan MFD b oyunc a s ep tum ve LH'dir ama aynı zamanda b aşka bir sürü nöral ağı da uyarırlar. B u Flojiston" eski dönem fizikçilerin, kolayca tutuşan m alzemeler içerdiği için yanan ve hayali olarak (kuramsal olarak varsayıl an) bir m a ddeye verdikleri isimdi. Küllenene kadar yaktıktan s onra, bu maddel erin "def­ lojistine" olduklarını düşünüyorlardı. Tabii bu gerçekte olmayan bir var­ lığa ad vermek demekti; daha öncesinde hiç olmayan bir anlama hissini yaratmak üzere kullanılıyordu.

1 84

A R AY I Ş S i S T E M i

yol üzerindeki iki ayn alanı ayırt etmekte zorlandıklan için hay­ vanlar MFD-LH alanlan boyunca benzer hissetmelerine rağmen MFD-LH ve septal b ölgeyi kendi kendine uyarmanın hayvanlar tarafından oldukça farklı şekilde deneyimlendiğini zaten biliyo­ ruz (Stutz vd, 1 974) . Daha önce yapılmış olana benzer ayırt edici çalışma çok az olduğundan kendi kendine uyanma aracılık eden diğer p ek çok beyin bölgesinin aynı zamanda birbirinden farklı çeşitte ö düller ürettiğini varsaymalıyız. Her durumda b eyin bir sürü ö dül sistemini kapsar. MFD-LH uyanmıyla oluşturulan ödül hakkında birkaç kuşak boyunca bilimsel "sorumluluğu başkasına yükleme" durumu ya­ ş anmıştır ve her ne kadar bunu gayet iyi bilen kişiler tarafından bu terim kullanılmaya devam ediliyorsa da "beyin ödül sistemi" adlı global kavram son kullanma tarihini doldurmuştur ve artık bü­ yük olasılıkla bunu tekrar etmek zorunda kalmayacağız (Hab er & Knutson, 20 1 0) . Bu tarif bu şekildeki beyin uyanmının hayvanlarda uyandırdığı doğal davranış örüntülerini yansıtmıyor ve elektrofiz­ yoloji tutarlı olarak sistemin öncelikle yeni bulunan ödülle ilgili is­ teğe kapılmak ve sonra daha fazlası gelecek mi diye hızla öngörmek için tasarlandığına işaret ediyor. Sonuç olarak MFD-LH ödülü alan hayvanlar kısaca sanki mutluluk verici bir şeyi tüketiyorlarmış ve duyusal afektif bir ödül deneyimliyorlarmış gibi davranmıyorlar. Septal b ölgenin uyanını da buna yakın davranışlar üretir. Hayvanlar MFD-LH'yi uyardıklarında bunu çok heyecanlı bir şekilde yap arlar. Sanki neredeyse levyenin arkasında ne olduğunu görmeye keşfetmeye çab alıyorlarmış gibi, "hızlı hızlı" koklayarak levyelere çılgın gib i basarlar ve tüm "ödüllendirici" elektrik şok­ larını alabilmek için tipik olarak gerekenden çok daha fazla çalı­ şırlar. Bunun tersine septal bölgeyi kendi kendilerine uyaran hay­ vanlann çok değişik bir davranışsa! "tutumu" vardır ajite olmadan levyeye sıklıkla her şoktan önce bir kez bas arak sistemli bir hızla çalışırlar. Ç eşitli ölçümler yoluyla görünen o ki septum uyanını LH uyarımından daha az keyif verici değildir ve insanların kendi bildirimlerine göre de septal bölge uyanını gerçekten de keyifli hisler uyandırır (Heath, 1 996). Peki o zaman neden hayvanlar LH uyarımı elde etmek için bu kadar aşırı çalışıyorlar? Akla en yakın varsayım ARAYIŞ sisteminin güçlü şekilde zihinsel ve davranışsa! bir yaş am enerjisi yaratmasıdır öyle ki hayvanlann bir çeşit öfo1 85

Z İ H N i N A R K E O LO J i S i

rik gayret yaşarken gelecek ödülleri almadan önce s ergiledikleri tipte bir uyarılmadır. Aç bir köpeğin mama kabını getirirken ba­ zen daireler çizerek bir ileri bir geri gitmesini düşünün. Her nasılsa kendi kendini uyarmanın keşfedildiği ilk günlerin ertesinde davranışsa} kavramlar hayvan davranışlarını irdele­ menin tek anlamlı bilimsel yolu olarak hüküm sürdü . Hayvan­ ların doğal davranışlarını vahşi tabiatta incelemeyi tercih eden etologlar bile analizlerini hiçbir zihinsel yapıya ilişkin bir ipucu olmadan davranışın doğru tarifiyle sınırlandırdılar ve duygus al meseleler çok ender irdelendi. Nobel Ö düllü Niko Tinb erger, "hay­ vanlarda öznel fenomen, nesnel olarak gözlenemediğinden, varlı­ ğını iddia veya inkar etmek aptallık olacaktır" diye yazdı ( 1 9 5 1 , s . 5 ) . Beynin öznel yönleri hakkında konuşmakla ilgili bir tabu vardı (Wallace, 2000) . Dolayısıyla Donald Griffin ( 1 984, 2 00 1 ) hayvan bi­ lincinin varlığıyla ilgili olasılığı güçlü bir ş ekilde yeniden konuş­ maya başlayana kadar hayvan zihninin bilim insanları tarafından geniş ölçüde ihmal edilmesi şaşırtıcı değildir. On dokuzuncu yüz­ yılda, popüler olan özellikle de Darwin'in varislerinden George Romanes ( 1 882) tarafından yaygınlaştırılan, b elki daha çok moda olmuş bir denemeydi. Olds ve Milner, kendi kendini uyarma fenomenini keşfettikle­ rinde, davranışçılık en görkemli günlerini yaşıyordu . D avranışçı akımın en büyük başarısı hayvanların, b elirli yollarla, genellikle yiyecek ve içecek olan ödüllerin b elirli zamanlarda (örn. "pekiştir­ me çizelgesi" olarak adlandırılan çeşitli ödül verme yönteml erine göre) verildiği, büyük ölçüde öngörülebilir ş ekilde çalışmaya yön­ lendirildiklerini keşfetmeleriydi (hayvanlar edims el ve araçs al davranışlar sergiliyorlardı) . Ö rneğin, bir program uygulanırken, s abit s ayıda tepkinin ardından yiyecek verildiyse (tahtayı kesmek gibi bir ş eyin sabit oran çizelgeleri) , hayvanlar bir l evyeye, b as a­ bildikleri kadar hızlı basıyorlar, yiyeceği yiyip, bir diğer en hızlı e dimsel davranışların telaşına kapılmadan önce b iraz dinleniyor­ lar. Ö düller öngörülemez ş ekilde verildiğinde- değişken s ayıdaki edimsel levye b asmalarının ardından (değişken oran çizelgeleri) bir ş ekilde daha yavaş ama daha tutarlı b ir hızda çalışıyorl ar. Ö düller, düzenli z aman aralıklarıyla verildiğinde, e dimsel d avra­ mşların s ayısına b akmaksızın (sabit- aralıklı çizelgeler) h ayvanlar, ö dülü aldıktan s onra yavaşça levyeye b asıyorlar ve ö dülün tekrar

1 86

ARAYIŞ S İ S T E M İ

verilmesine yakın giderek artan b i r hızla basıyorlar (giderek artan b eklenti eğri s i gibi görünüyor) . E ğer ödüller, hayvanların kaç kez levyeye b a s tıklanna b akılmaksızın, (değişken aralıklı çizelgeler) öngörülemez değişken zamanlarda veriliyorsa, hayvanlar göreceli olarak daha yavaş ama daha düzenli olarak çalışırlar. Bu s özel tarifl eri hayalde c anlandırmak zorsa hayvanlar bu değişken çi­ zelgelerle çalışıyorkenki tepkilerin "kümülatif kayıtları" için bkz. Şekil 3 . 2 (Panksepp, 1 998a, s. 22) .

Şekil 3 . 2 . Yarım s aniye b oyunca b eyinlerinin lateral hipotalamik elektrik­ sel uyarı mıyl a ( BEUJ s erbest ö düllendirici alan sıçanların, onlarda pozitif duygulanım göstergesi olan 50-kHz'lik ultrasonik seslendirmelerinin spon­ tane oluşumu. B EU, her 2 0 s aniyede bir uyarım olmak üzere, sabit aralıklı çizelgeyle veriliyor. Bu s erb est-beyin ödülleri örüntüsüne makul miktarda maruz b ırakı ldıktan s onra, h ayvanlar beklenti eğrisi sergilemeye b aşlar. Bu durum, sabit aralıklı "pekiştirme çizelgesi" temelinde yiyecek gibi olağan ödüller için çalışan hayvanların bir özelliğidir. Altta yatan ARAYIŞ sistemi­ nin aracılık ettiği içgüdüsel keşif tepkisini yansıtan koklama davranışının ölçümleri için d e spontane olarak çok benzer örüntüler elde e dildi (veriler Burgdorf vd, 2000'den uyarlandı, Ş ekil l, s . 3 2 1 ) .

1 87

Z i H N İ N A R K E O LOJ i S i

Pekiştirme Çizelgeleri ve "Beyin Ödülünün" Tuhaf Etkileri Yukarda tarif edilenlerden çok daha karmaşık p ekiştirme veya ödül çizelgeleri kullanımı insanlar dahil araştırmaya dahil olan tüm hayvanlarda epeyce karakteristik ve öngörülebilir davranış örüntülerine yol açtı. Bu tutarlılık davranışçı bilim ins anlarına basit öğrenme ortamlarında insan ve hayvanların ö düllere tep ­ ki verme yollarının kanunlarını ortaya çıkarttıklarına ilişkin bir güven verdi. Elbette, kökten davranışçılar duyguların ve motiva s ­ yonun daha derin nöral doğası i l e ilgilenmediler. Bunun yerine s a ­ dece ödüllerle cezalarla v e "pekiştirme" diye adlandırdıkları güya hepsini bir araya toplayan süreçle bağlantılı uyaranlar ve tepkile­ rin üzerinde durdular. Ödül uyaranı sıklıkla b elirli aralıklarla ve­ rilen yiyecek ve suydu. Tepki ise hayvanın örüntülü davranışıydı. Bununla birlikte yiyecek tek ödül değildi, erkekler cinsel faaliyete ann e ler de yavru sıçanlarına erişim için çaba sarf ediyordu ve bu böyle sürüyordu. Böyle davranışsa! keşifler koştur koştur kumarhane tas arla­ yan insanların gözünden kaçmadı. Müşterilerinin zar zor kazan­ dıkları paralan eninde s onunda en etkili ş ekilde harcattıracak örüntülerde nakit para veren tek kollu canavarları (kumar maki­ nelerini) tas arladılar! Elbette uzun vadede her daim kumarhane kazandı. Gerçekten de b öyle p ara-kapanı aktiviteler ve zihniyetler b eyin görüntülemeyle takip edildiklerinde b eynin "ödül merkezle­ rini" ateşlemede çok etkililer (Knutson & C o op er, 2005) . Olds ve Milner, LH uyarımı yukarıda tarif edilen çizelgelerle yiyecek verilmesini taklit eden (örn. sabit oranlı, değişken oran­ lı) çizelgelerde uygulandığında, hayvanların, yiyecek almak için çalıştıkları zaman gösterdikleriyle neredeyse aynı ş ekilde öngö­ rülebilir örüntüler s ergilemeleri olgusuyla ş aşıp kaldılar. Fark bu hayvanların aç olup da yiyecek ö dülleri için çalış an h ayvanlar ka­ dar tutarlı bir şekilde LH uyarım ödülü için çalışmıyor olmalarıy­ dı. Örneğin sabit-oran çizelgesinde sıçanlar bir p arça yiyecek için rahatlıkla yüzlerce kez levyeye b a sabilirler ama b eyin ö dülü için o s eviyelerin yüzde onunu geçtikleri nadirdir. Araştırmacı l evye­ ye basmak karşılığında LH uyarım vermeyi durdururs a l evyeye b asmak da hızla git gide azalarak durur. Genellikle h ayvan rahat 1 88

A R AY I Ş S İ S T E M i

bir şekilde tımar gibi kendi kendine bakım aktiviteleriyle meş­ gul olmaya devam e der. Kendi kendini tımar hayvanların yemek yedikten veya cinsel aktiviteleri bittikten s onra güçlü bir biçim­ de ARAYIŞ sistemi göreceli olarak sakinken yaptıkları bir ş eydir, yani araştırmacı b eyin ödülünü hayvana vermeyi durdurduğunda ARAYIŞ sistemi göreceli olarak hızla hareketsiz hale geçer. Ama kişi aç bir hayvana yiyecek tabletlerini vermeyi durdururs a hay­ van levyeye çok daha uzun bir süre basmaya devam eder. Bunun s eb ebi hayvanın homeostatik bir dengesizlik içinde olması ve bu durumun otomatik olarak ARAYIŞ sistemini duyarlı hale getirerek hayvanın çılgın gibi levyeye basmaya devam etmesine yol açma­ sıdır. Pank s ep p (doğrudan ağızlarına verilen çikolatalı süt gibi) son derecede özendirici yiyecekler için çalışan aşın aç bırakılma­ mış h ayvanların çoğunlukla kendi kendini uyaran hayvanlar gibi davrandıklarını bulduğu bir araştırma yayınlamıştı (Panksepp & Trowill, 1 96 7 a, 1 9 67b ) . Bu, herhangi bir bedensel ihtiyaç eksik­ liğinin olmamasının kendi kendini uyaran hayvanların sıra dışı davranışlarıyla bir alakası olduğuna iş aret eder. ·

Elbette Olds ve Milner kendi kendini uyarma fenomenini za­ manın davranış çılarının kullandığı kısıtlı bir seri kavramla dü­ şünmek zorund aydı. Keşif yeterince heyecan vericiydi ve belki yirminci yüzyılın en önemli psikolojik bulgusuydu ama ARAYIŞ BEKLENTİ s istemi gibi köklü fikirlerin özendirici bir yanı yoktu. Zamanla araştırmacılar kendi kendini uyaran hayvanlarla olağan ö düller için çalı ş an hayvanlar arasındaki farklara daha az dikkat eder o l dular. Bir sürü araştırmacı kendi kendini uyarmanın sade­ ce olağan ö düllerden ve belki de aynı zamanda hayvanı ödülleri aramaya yönlendiren homeostatik dengesizliklerden ortaya çıkan zevkleri yansıttığına inandı. Homeostasisi yeniden toparlamanın (yemek, içmek ve MFD-LH'yi uyararak ortaya çıkartılan pek çok davranış gibi) bir sürü farklı yolu olduğundan değişik araştır­ macılar LH'nin aynı zamanda her türlü tüketime dönük aktivite için ayrı bir alt sistem içerdiğini vars aydılar. Bir alt sistem, b elki yemek yiyerek doyurulan anlık açlık hislerini oluşturarak, yemek yemeyi h arekete geçiriyor; diğeri su içmeyi bir b aşkası da cinsel aktiviteyi, harekete geçiriyor ve diğerleri de bunları takip ediyor­ du . Ne var ki bir dizi deney bu vars ayımların doğru olmadığını gö s terdi. 1 89

Z i H N i N A R K E O L OJ i S i

Eğer L H b eynin tüketimin yarattığı zevki algılayan bölgesi olsaydı o vakit bu bölge hayvanların dünyanın nimetlerini tüke­ tirken yaş adıkları keyif sırasında uyarılırdı. Oradaki nöronlar hayvanlar yerken içerken cinsel birleşme yaşarken ve bunun gibi aktiviteler sırasında ateşlenirdi . Ama deneysel veriler de b u görü­ şü desteklememektedir. LH deki nöronlar tipik olarak h ayvanlar yiyecek ararken aktif haldedir ama yiyecek bulup da yemeye b a ş ­ ladıkları anda hemen devre dışı kalırlar (Hamburg, 1 97 1 ) . Diğer araştırmalar LH'nin bağlı olduğu beyin yapılarının (ARAYIŞ siste­ minin diğer bölümlerini oluşturan yapıların) ödüllerin kendisine tepki vermektense (Blackburn vd, 1 992; Fibiger & Phillip s , 1 986; Schultz & Romo, 1 990) kuvvetli bir ş ekilde ö dülleri öngörm eye tepki verdiklerini gösteren b enzer sonuçlar ortaya koydu. B undan dolayı gerçek dünyada, yani beyin yap ay olarak uyarılmıyorken tam da hayvanların ödülleri tükettiği o anlarda ARAYIŞ sistemi özellikle aktif görünmez. Bunun yerine ARAYIŞ sistemi en çok hayvanların bekledikleri ödülleri almadan hemen önce uyarılır. Aslında daha önce de belirttiğimiz gibi MFD-LH'deki nöronlar hayvanlar yemek yemeye başladıklarında ateşlemeyi durdururlar. Tüketim fazı sırasında yine de bir miktar dop amin s alınır b azı araştırmacılar, bunun LH uyarılmasının yemek yemek, i çmek ve diğer aktivitelerin zevkleri için nöral s onucu ol duğunu ileri sür­ düler. Ama bu olgunun çok daha makul bir açıklaması var. Dopa­ min salınımı b elki de bir şeyi yediğimizde b eklenti ve tüketimin birbiriyle çok iç içe bir örüntüsü olması gerçeğinden kaynaklan­ maktadır. Eğer açs anız ve b ir hamburger yemek i çin oturduysa­ nız ilk lokmanızı çiğnemeye başladığınızda LH'deki nöronlarınız ateşlemeyi durdurur. Ama yuttuğunuzda diğer lokmayı b eklemeye başlarsınız. O kıs a bekleme döneminde ARAYIŞ sisteminizdeki nöronlar yeniden ateşlemeye başlar ve dop amin s alınır. D oy duk­ tan s onra bile LH'deki hücreler bir miktar dondurmalı elmalı tur­ ta düşüncesiyle yeniden ateşleyebilir. Dolayısıyla nefis bir yiyeceği tüketmenin tam ortasında olsa­ nız bile dopamin s alınımı ve LH uyarılmasının döngüsel örüntüde oluştuğunu vars aymak akla yakındır. Yine de genel bir kural olarak ARAYIŞ sistemini oluşturan LH ve bağlantılı yapılarda p ek çok si­ nir hücresi tipik olarak tüketim esnasında değil tüketimden önce daha güçlü bir ş ekilde ateşlerler. Veriler ARAYIŞ sisteminizin haı:n1 90

ARAYIŞ SiSTE M i

burgerinizi doyma hissiyle berab er gerçekten çiğnediğinizde değil de onu b eklerken daha çok dopamin salgıladığı olasılığıyla tutar­ lıdır. Ek olarak dop aminin ARAYIŞ sistemini oluşturan karmaşık nöral ağın s adece bir b ölümü olduğunu aklımızda tutmalıyız.

Ve " Beyin Ö dülü" Etkileri Giderek Daha Tuhaf Bir Hale Geldi Ama a çıklanması gereken kafa karıştırıcı başka gözlemler mevcuttu. Neden (çalışmadan) s erbestçe verilen bu çeşit b eyin uyarımı yemek yemek, içmek, tahta kemirmek, çiftleşmek vb. gibi her çeşit tüketim davranışını üretiyordu? Eğer beyin uyarımı veya b öyle davranışlardan elde edilen ödül tatmini sağlıyors a bu daha çok kafa karıştıran bir davranıştı. Ama bu yaygın olarak gözlenmiş olan olgu diğer bir makul önseziye yol açtı: MFD-LH tek tek her çeşit tüketim aktivitesine karşılık gelen b elirli nöral alt devreleri i çeriyor olabilirdi . Fakat sınandığında bu önsezinin doğru olmadığı ortaya çıktı . Eğer LH tüm bu çeşitli alt sistemlere s ahip o l s aydı o z aman kişi aynı hayvanda LH'nin etrafına elekt­ rotu, (örn. s eyyar uyarım çubuğuyla) hareket ettirdiğinde farklı alt sistemlerin uyarılması ve hayvanın da önce bir tipte tüketim davranış ı s ergilemesi gerekirdi . Belki önce içmek ve çubuk bi­ raz daha a ş ağıya indiğinde hayvanın yemek veya çiftleşmek gibi b aşka bir davranışı s ergilemes i gerekirdi. Ama öyle olmadı (Wise, 1 9 7 1 ) . B öyle s eyyar bir elektrot kullanıldığında hayvan ilk ser­ gilediği d avranış ı sonuna kadar sürdürür ve ardından elektrotu "aktif alanda" nereye koyars anız koyun aynı davranışı sergileme­ ye devam eder. Eğer hayvan yemek yiyors a elektrot LH boyun­ ca h areket ettirilse de yemeye devam eder. Bunun da ötesinde h ayvanlar b az en tüketim davranış ı olmayan b azı aktiviteleri de devam ettirirler. B azen tahta kemirir, kuyruklarını kovalar, yav­ rularını bir araya toplar, dışkılarını takıntılı bir şekilde dişlerler vb. Hayvanlar tüm bu b eyin alanlarını çok b enzer yollarla kendi kendilerine uyarırlar. Bundan dolayı araştırmacılar adım adım LH'nin "ö dül devresinin" b aşka pek çok tüketim aktivitesininkin­ den ayrı nöral devreleri olmadığını lçeşfettiler. Bu sistem daha çok h ayatta kalmayı sürdüren aktivitelerin hemen hepsine tepki vermeye hazırdı.

191

Z İ H N i N A R K E O LO J i S i

B u sistemin bir çeşit genel davranış s a! işleve hizmet ettiği s o ­ nucuna varan en önemli çalışmalar Elliot Valenstein ve diğerl eri­ ninkilerdi. Bu sistem uyarıldığında hayvanların s ergilediği çeşitli iştaha dayalı davranışlarla ilgili kayda değer özellikleri keşfeden de aynı kişiydi. Davranışlar çok esnek ve kendi aralarında değiş ­ kendi. Eğer hayvan bir şey içmek veya orada bulunan tahta blok­ ları kemirmek yerine tercihen dinamik bir şekilde yemek yediyse ve sonra (orijinal olarak tercih ettiği "hedef nesnesi") herhangi bir yiyeceğe erişimi olmadan o gece sürekli olarak uyarıldıys a ertesi sabah hayvanlar aynen bir gün önce hevesle yemek yedikleri gibi ya bir şey içiyorlar ya da tahta kemiriyorlardı (Valenstein, C ox, vd, 1 970) . Daha da ş aşırtıcı olanı Valenstein ve çalışma arkadaş­ ları yeniden yiyecek vermeye başlasalar bile hayvanlar yeni edin­ dikleri bu davranışlara takılı kalıyorlardı . Daha b aşka bir sürü kafa karıştırıcı davranış örüntüleri buldular. Örneğin h ayvanlar eğer beyin uyarılması sırasında kamıştan su içmeye başladılar­ sa ve araştırmacılar da suyu tabağa koyduys a hayvanlar hemen erişilebilir su kaynağına gitmektense daha çok yemek yemeye veya tahta kemirmeye başlıyorlardı. Aynı oranda şaşırtıcı daha başka davranış örnekleri vardı (bkz. Panksepp, 1 998a, s. 1 53 - 1 55) . Araştırmacılar bu dikkate değer bulgular üzerinde kafa yordular MFD-LH'nin sadece oldukça esnek bir öğrenme sistemi olduğu sonucuna vardılar. Genel olarak aynı zaman dilimi içerisinde Panks epp de b en­ zer örüntüler buluyordu ama av davranışını ortaya çıkartmayla ilgili beyin uyarımını kullanıyordu (Panksepp, 1 97 1 ) . Val enstein bu bulguları kendi sonuçlarını destekleyecek bulgular olarak gör­ dü ama Panksepp daha farklı kurams al bir görüş geliştirdi: , yani tüm bunları MFD-LH'de bulunan birleşik duygus al bir sistem için kanıt olarak gördü. Öyle ki bu sistem genel amaçlı i ştaha d ayalı isteklilik ve yiyecek arama davranışlarına aracılık eden sistemdi. Bu sistem tüm ödüllerin ARAYIŞ'ı için ve adım a dım öğrenmeyle birlikte tüm ö düllerin beklentisi için kullanılan s ab it bir hedefi olmayan bir dürtme sistemiydi. D aha davranış çı terimlerle genel amaçlı teşvik edici motivasyona, iştaha dayalı davranış sistemiy­ di. Bu tip bir sistem defalarca uyarıldığında hayvanlar sonunda eski el altındaki iştaha dayalı tepkiyi uygulamaya b aşlar ve de­ vam ettirir. Bu s adece ödül sistemi değil duygus al b ir s istemdi. 1 92

A R AY I Ş S i S T E M İ

Z ahmetli Tanımlayıcı Deneyler Yıllar sonra Valenstein LH uyarılmasının pek çok tüketim çe­ şidini keyifli hale getiren genelleştirilmiş spesifik olmayan bir zevki gösterip göstermediğini merak etmeye başladı. Bu fikir aynı

z amanda alandaki b ir diğer önder Ray Wise ( 1 982) tarafından da geliştirilmişti. Wis e ilk başta kanıtın MFD-LH boyunca işleyen bir sürü tüketim alt sisteminin varlığını desteklediğini düşünmüştü. Bu vars ayımı sınamak için, Valenstein, Michigan Üniversitesin­ den, fakülteli genç araştırmacı arkadaşı Kent Berridge'den ciddi bir deney yapmasını istedi. B erridge, çoktan doktorasını bitirmiş ­ ti . Etkileyici b ir fenomen üzerine hazırladığı doktorası, sıçanların yüzleri, ö zellikle de ş ekerli su doğrudan ağızlarına verildiğinden dil h areketleriyle neler yaptıkları, dikkatle incelendiğinde, şeker­ li s uyun keyifli tadının seviyesinin ölçülebileceği hakkındaydı. B erridge ş eker yoğunluğunu artırdıkça, hayvanlar ağızlarını daha büyük bir güçle yalıyorlardı öyle ki bunu yaparken dillerini nere­ deyse çizgi film kahramanı Gufi gibi iyice dışarıya sarkıtıyorlar­ dı. Öz etle zevk ("tatlılık" duyusal duygulanım) ne kadar büyükse sıçanlar daha yoğun bir şekilde ağızlarını yaladılar. Valenstein ve B erridge, sudaki şeker yoğunluğunu artırmak yerine (ki bu, ins an için keyif veren tatlılığa karşılık gelir) , genel olarak bir z evk alt katmanı olan LH yi, ek olarak elektrik uyarı­ mıyla b asitçe uyarmanın zevki artırabileceğini düşündüler. Başka bir deyişle B erridge'in takip etmekte usta olduğu, elektrik şoku­ nun tüketici "beğeni" tepkisini yoğunlaştırması gerekirdi. Bu tip b eyin uyarımının, küçük "sıçramaları" sırasında sıçanların aynen ağızlarına doğrudan akıtılan makul miktarda şekerli tatlıyla ol­ duğu gibi ağızlarını aşırı şekilde yalamaları gerekirdi. Deney çok iyi yapılmıştı (Berridge & Valenstein, 1 99 1 ) . Ne yazık ki, Valenste­ in'ın kuramı için B erridge tam da aksi yönde sonuçlar elde etti. LH uyarımı uygulandığında, ağız yalaması artmadı; bilakis köklü

bir ş ekilde azaldı. Açık bir şekilde, LH uyarımı, sıçanların tüketi­ ci z evk tepkisini artırmıyordu. O halde tepki b aşka çeşit ö dülden kaynaklanıyor olmalıydı. Panks epp ve arkadaşları, bu s onuçlardan memnun kalmışlardı çünkü LH uyarımının, tipik olarak, hayvanlar tüketecek zevkli b ir ş ey bulmadan önce ortaya çıkan yiyecek için yoğun arama tara1 93

Z i H N i N A R K E O L OJ i S i

mayı yansıtan ARAYIŞ itkilerini uyardığını çoktan fark etmiş lerdi. Aslında, Berridge'in kendisi de temel olarak aynı sonuca vardı ve ARAYIŞ-BEKLENTİ vars ayımının kendi versiyonunu geliştirmeye devam etti. Sistemin "b eğenmekten" ziyade "istemeye" aracılık ettiğini ileri sürdü (Berridge, 1 99 6 ) . Epeyce uzun bir zaman meslektaşlarını bu görüşe ikna etmekte zorlandı. Bugüne kadar, kendi kendini-uyarma duygus al sisteminin "b eyin ödül sistemi" olduğu en yaygın olarak devam edegelen görüştür ve daha yenilerde, entelektüel kökleri bilişsel psikolojiye dayanan insan beyin görüntüleme uzmanlarının birçoğu tarafından, bu yanlış isim yeniden kullanılmaya başlandı. Sistemin ana terminal bölgeleri olan akumbens çekirdeğinin (bkz. Şekil 3 . 2) - dokunaklı bir müzikten iyi bir şakaya kadar- ins anların arzuladığı ve key­ fini çıkardığı her şeye tepki olarak Noel ağacı gibi ışıldadığını sürekli olarak buluyorlar (Knutson & C ooper, 2005) . Bir keresinde Panksepp, Brian Knutson'a neden bunu ARAYIŞ sistemi diye ad­ landırmadığını sordu ve Knutson, eğer b öyle köklü bir ismi kul ­ lanırsa çalışmasının yayınlanmasıyla ilgili sorun çıkabileceğini belirtti. Başka bir ifadeyle, apetetif öğrenmenin araştırmacıları, hayvanlarını, öforik bir şekilde ihtiyaçlarını gidermek üzere dün­ yayla ilişkiye geçen beyin sistemlerine sahip aktif organizmalar olarak görmek yerine, 'teşvik etme ö zelliğini' artıran, edilgen duyusal bilgi toplayıcıları olarak görmeyi tercih ederler. Bunlar organizmaların evrim kazanı i çerisinde nasıl yapılandırıldıkları­ na ilişkin köklü olarak birbirinden farklı görme biçimleridir. Yol boyunca başka kuramlar olmuştur ama bunların üzerinde de­ taylı olarak durulmayacaktır (güncel bir özet için bkz. Panksepp & Moskal, 2008) . Hiçbir kuram ARAYIŞ sistemi vars ayımı kadar

kapsayıcı etolojik ve duygusal değildir. Her kim, hala b u sistemin güzel bir yemek veya harika bir cinsel faaliyetle ortaya çıkan sa­ dece iyi hislere aracılık ettiğine inanıyorsa tüm kanıtlara yete­ ri kadar odaklanmamış demektir. En çarpıcı gözlemse , alandaki araştırmacıların çoğunun hala bu tip bir beyin stimülasyonu veri­ len hayvanların karşılaştıkları tüm yeni uyaranlara dikkat e derek çevrelerini çılgın gibi araştırmaya başlamalarına odaklanma­ malarıdır. Gerçekten de çevreyi belirli bir ş ekilde düzenlemeyle, uyarılmış hayvanlar hemen her şeyi toplayan toplayıcılar haline geliyorlar. Uyarım verildiğinde her türlü nesneyi alıp toplayan

1 94

A R AY I Ş S i S T E M İ

ve uyarım b ittiğinde d e b u nesneleri bırakan bir durumda olu­ yorl ar. Bundan dolayı deney kutusunun yarısını (şişe mantarları, kap akları vd,) çer çöp diye adlandırdığımız maddelerle istiflesek s onrasında hayvanlar o bölüme girdiklerinde ARAYIŞ uyarımını b a şlatsak h ayvanlar oradaki tüm malzemeyi deney kutusunun di­ ğer yansına taşıyacak ve b eyin uyarımı durduğunda onları öylece orda bırakacaktır. İşte b aşka bir takıntılı birleşik davranış ! Kıs a ca L H uyarımı belirgin bedensel homeostatik ihtiyaçların hislerini üretmez, yani açlık ve susuzluğu üretmez . Daha çok ken­ di kendini ş ekillendirme ve birleşik davranışlara olanak s ağlayan duygus al bir "enerji" ortaya çıkartır. Yiyecek ve içecek birleşik itkilerin hedefleri haline gelir ve bu durum elde yeterince ilginç ne vars a onunla etkileşime geçme ve çılgın gibi tüketmeye yön­ lendirir. B öylelikle LH uyarımının aynı zamanda hevesle yiyecek ve su tüketimine yol açması gerçeği (homeostatik duygulanımlar gibi) herhangi bir bedensel ihtiyacın belirli bir hissinin üretilmiş olduğuna iş aret etmez. D aha çok kişinin dünyasını keşfetmesi ve çevredeki ilginç seçenekleri kovalamasını da içine alan bir sürü ihtiyaca tepki verebilmek için bir alt katmandır. Bu çalışmaların büyük ç oğunluğu b eynin dopamin ödül ağları görülmeden yapıl­ mıştı .

DOPAMİN/ ARAYIŞ SİSTEMİ SADECE DAVRANIŞ I MI DENETLİYOR YOKSA DUYGULANIMI DA DENETLİYOR MU? 1 g 70'li yılların b aşlarında tüm bu deneyler yapılıyorken Urban Ungerstedt ( 1 97 1 ) yukarıya doğru VTA'dan iletileri MFD-LH üze­ rinden aktaran ve frontal korteksin tüm medial bölgelerine doğ­ ru tırmanarak nükleus akumbense yükselen bir dopamin sistemi keşfetti (Şekil 3 . l A) . B aşka bir deyişle orta beyinden neokortekse kadar uzanan kocaman ve karmaşık MFD-LH devresinin büyük bir lus mını dopamin yolaklarının teşkil ettiği açıkça ortadaydı. Bu devre ilgili p ek çok nöral yolaklarla birlikte mezolimbik dopamin ve mezokortikal dopamin yalakları olarak adlandırıldı. Biz şim­ dilerde b unların ö düllendirici doğalarıyla ilgili epeyce fazla şey biliyoruz (Ikemoto, 2007, 2 0 1 0) . Ama bu yolakların canlılara genel olarak neler yaptıklarıyla ilgili ve hayvanları ve insanları kendili1 95

Z İ H N i N A R K E O L OJ İ S i

ğinden "aktif' hale getiren beynin genel duygusal işlevleri hakkın­ da nasıl konuşacağımızla ilgili olarak fikir birliğinde değiliz. 1 970'lerde Panksepp bu yolakların ARAYIŞ-BEKLENTİ sis­ temini nasıl meydana getirdiğiyle ilgili fikri formüle ediyordu. Onun kuramı LH'yi bir çeşit homeostatik veya genellenmiş zevk ödül üreten alt katman olarak gören önceki kuramlardan farklı olarak bunu, beklenti davranışları ve hayvanı doğanın hediyeleri­ ni ele geçirmek veya tehlikelerinden kaçmakl a ilgili olarak teşvik eden öforik, hevesli duygulanımları üreten duygus al bir b eyin sis­ temi olarak kavrams allaştırdı. Bu görüşte birleşik davranışlar ve kendi kendini şekillendirme ARAYIŞIN aşırı uyarılmasının doğal sonuçlarıydı. MFD-LH kendi kendini uyarma ö dülünü nitelendi­ ren çılgın aktiviteler için bu alternatif açıklama geleneksel davra­ nışçı "ödül" kavramının bu sistemin işlevlerini b elirsiz bir j enerik etiket altına gizlediğini ortaya çıkarttı. Anlaşılan o ki kişi "ödül" kavramını kabul ettiğinde alandaki tüm p aradoksları düşünmek mecburiyetinde kalmayacaktı. Benzer şekilde Berridge bu sistemin tüketici bir doyum hissi ("beğenmek") üretmediği ama ödüllendirici tipte bir iştahlı "iste­ mek" ürettiği sonucuna vardı (Berridge & Valenstein, 1 99 1 ; Robin­ son & Berridge, 1 993). O ve meslektaşları bu yükselen dopamin sisteminin özünde çevredeki uyaranların ne derecede dikkat çekici oldukları anlamına gelen biraz belirsiz bir kavram olan "teşvik etme özelliği" diye adlandırılan bir şeyi artırdığını iddia etmeye başladılar. Aslında bu pek çok duygusal sistemin özelliğidir, yani bunların hepsi duyusal ve bilişsel bilginin b eyine girişine yardım­ cı olurlar (bkz. Şekil 2 . 1 ) . Dolayısıyla bu fikir ARAYIŞ-BEKLENTİ kavramının sadece bir anahtar yönüyle benzerlik gösterir. Bu gö­ rüş memelilerin cazip uyaranlara ulaşıp almak ve tehditkar uya­ ranlardan da kaçmak itkisinin doğuştan geldiğini s avunur. Yine de "istemek" terminolojisi hayvanın dünyayı nasıl gördüğü üzeri­ ne odaklanma eğilimindedir halbuki ARAYIŞ vars ayımı hayvanın dünya üzerinde etkin bir özne olarak nasıl tas arlandığını da kap­ sar hayvan edilgen bir bilgi işleyicinin aksine etkin bir öznedir. Panksepp ve Berridge'in vars ayımları arasında ciddi bir aynın daha vardır. B erridge "istemek" ve "beğenmek" terimlerini bunların sadece metafor olduklarını göstermek için tırnak içinde kullandı. LH-dopamin (ARAYIŞ "isteID:ek") sisteminin aktivitesinin s onucu 1 96

ARAYIŞ S İ S T E M i

olarak ortaya çıkan herhangi bir gerçek içsel duygusal deneyimi kabul etmedi. D aha çok ödüllerin duyusal niteliklerinin ("teşvik etme") kuvveti/yoğunluğu ve ödülleri öngören uyaranlar üzerine o daklandı. Bundan dolayı Berridge bir süre boyunca "beğenmek" sürecinin insan b eyninin yukanlanndaki neokortikal alanlarda p s ikolojik deneyimleri etkileyebilecek içsel süreçler olarak ya­ ş anmadığını ileri sürdü (bu başka bir "okuma" vars ayımıydı) . Bu görüşten b akıldığında hayvanların neden kendi kendilerini sti­ müle ettiklerini kavramak belki de bu sisteme ilişkin bir şeyin iyi donanımlı ins an beyinlerinin yukarıdaki bölgelerinde hisler yaratmaya yardımcı olması haricinde zordur. Ama elbette bu ne­ okorteksleri olmayan hayvanların neden beyin uyarımın ı "ödül­ lendirici" bulduklannı, yani kendi kendilerini gayet güzel stimüle ettiklerini açıklamaz (Huston & Borbely, 1 973). B erridge sıç anlarda "beğenmeyi" ins anın afektif deneyiminin . bilinçdışı öncülü olarak düşünmeyi tercih etti . Öyle görünüyor ki bu yolla diğer hayvanlarda zihinsel süreçler ve deneyimlerin nasıl var olduğu p robleminin etrafından dolandı. Onun yorumu doğ­ ruysa B erridge "okuma" kuramcılannın en sofistike olanıdır (bkz. B ölüm 2 ) . LH "ödül" sisteminin özellikle de dopaminerjik bölümü­ nün uyarılması ins an neokorteksinden yükselen bilinçli "istemek" deneyiminin öncülüdür. Eğer arzunun kendisi yerine uzak gele­ cekteki b elirli nesneler ve estetik deneyimlerin öngörüsü üçüncül zihinsel s üreçler üzerinde yoğunlaş saydık bu uygun olabilirdi . Diğer yandan Panksepp Berridge'den çok daha önce coşturul­ muş h evesin, yani öforik öngörünün gelişmiş saf hissinin ham afektif deneyiminin tüm memelilerde bulunan subkortikal yapı­ lardan doğrudan yükseldiğini ileri sürdü. Başka bir ifadeyle, diğer h ayvanların ARAYIŞ itkilerini coşkulu bir şekilde deneyimleyebi­ len tam olarak afektif varlıklar olduklarını ileri sürdü. Hayvanlar LH'yi olağanüstü bir yemeğin keyif vermesi gibi zevk hissi veriyor olmasından değil s adece kaynaklan araştırma davranışını üret­ mekle kalmayıp aynı zamanda biz ins anları dünyadaki iyi şeylerin p ozitif heyecanla dolu hale getirdiği zaman hissettiğimiz gibi çok özel içsel b ir ARAYIŞ durumunu oluşturduğu için stimüle ederler. Fakat sistem ilk başta ne istediğini bilmez bu da "istemek" kav­ ramını yeterince afektif değil daha çok bilişsel yap ar. Her neyse p ratikte her araştırmacı üstü kapalı olarak bu sistemin b eyindeki 1 97

Z İ H N i N A R K E O LO J İ S i

b i r çeşit olumlu hisse aracılık ettiği konusunda hemfikirdir ama

halihazırda bu hissin neye benzediği hakkında az bir mutab akat veya tartışma var. Önemli bir temel problem bir topluluk olarak davranışsa! nörobilimcilerin hayvanl arın duygusal deneyimleri olduğunu kabul etmeye henüz hazır olmamalarıdır. Gerçekten de çoğu hayvanlarda duygus al hislerin doğasını açık bir ş ekil de tar­ tışmaya istekli değildir. Söylemeye bile gerek yok ama yine de bu durumun diğer hayvanları yok ettiğine ve dolayısıyla entelektüel bütünlüğümüzü azalttığına inanıyoruz.

ARAYIŞ SİSTEMİ, ŞARTLI Ö GRENME VE "ÖDÜL ÖNGÖRME HATASI" Bugün nörobilimcilerin çoğu hayvanların sahip olabileceği afektif hislerle çok ilgilenmez. Pek azı başka hayvanların ilgili afektif b eyin mekanizmaları hakkında çalışmanın kendi temel afektif hislerimizi anlamanın tek berrak bilimsel yolu ol duğunu kabul eder. Araştır­ macıların çoğu bu "ödül" sisteminin, bizim ARAYIŞ sistemi olarak adlandırmayı tercih ettiğimiz sistemin hayvan b eyinlerinin öğren­ mesine nasıl yardım ettiğiy\e daha yoğun olarak ilgilenir. Ç ünkü nörobilimciler beyni araştırır davranışçıların yaptığı gibi çevre­ deki harici uyaranların ödüllendirici ve pekiştirici etkileri üzerine odaklanın.azlar. Bunun yerine dikkatlerini b eyin bölgeleri devreleri, ödül ve pekiştiricilere aracılık edebilecek nörokimyas allara ç evi­ rirler. En nihayetinde öğrenme mekanizmalarının neler olduğuyla ilgilenmiş olan davranışçılan bezdirmiş olduğunu zannettiğimiz sorulara nörobilimsel cevaplar ararlar. Ama nörobilimcilerin çoğu afektif deneyim mekanizmalarının, yani duygusal şartsız tepkiler kadar şartsız uyaranl ar tarafından canlandırılan hislerin nöral mekanizmalarını � beyinlerin öğrenmesine izin veren "pekiş tirme" süreçlerinin ayrılmaz parçalan olduklarını anlamazlar. Günümüzde çoğu davranış nörobilimcisi bu sistemin ana kim­ yası dop aminin ş artlı öğrenmenin temel alt katmanı olduğunda anlaşırlar. Nörobilimsel devrimden önce davranı şçı p s ikologlar şartlanmanın nasıl olduğunu açıklamak için bir ö dül/pekiştir­ me mo deli önerdiler. Klasik deneylerde yiyec ek veya içecek gibi ödüller hayvanların levyeye b asmaları gibi edimsel davranışl arı yapmalarından hemen s onra verilir. Pekiştirme yöntemlerinin

1 98

ARAYIŞ SiSTEMi

(harici b i r ö dülü takip eden tepki gibi) gerçekten d e çok iyi bir ş ekilde işe yaradığını bilmelerine rağmen pekiştirme s ürecinin aslında ne olduğuyla ilgili hiçbir fikirleri yoktu . Süreç sorusu açıkça b eyin araş tırması gerektiriyordu ve 1 970'li yılların b a ş ­ larınd a kendi kendini stimüle etme, "ödülü" anlamanın e n bariz .

giri ş i gibi göründü . Bununla birlikte "beyin ödülü" keşfinden önce ödül/pekiştir­ me öğrenme kuramının doğasında her zaman büyük bir problem vardı : hiç kimse beyin aktiviteleri anlamında ödül veya p ekiştir­ menin ne olduğunu öğrenmeye teşvik etmeleri dışında anl amlı bir ş ekilde açıklayamıyordu. Davranışçılar ödülü hayvanın uğruna çalışacağı yiyecek veya içecek olarak tanımladılar. Fakat hayvan neden yiyecek ve içecek için çalışır? Çünkü onlar Ö düllendirici­ dir! Pekiştirme de aynı döngüsel yolla tanımlandı. Yiyecek gibi bir uyaran öğrenmeyi pekiştirir. Peki bunu nasıl yap ar? Sadece hayvanların ö dül elde etmek için davranış örüntüleri öğrenecek­ lerini s öylemek yeterli olmayacaktır. Bu türden tartışmalar bize aleni olandan öte bir şey söylemez. En nihayetinde "beyin ödülü" keşfedildiğinde pek çok davranışçıya nöral mekanizmalarla ilgili çalışmalar yapmak cazip hale geldi ama eski terminolojilerini de­ vam ettirmeye çabaladılar. Zorlu olan duygular kavramını duygu­ ların ö ğrenmeyle, yani pekiştirme olasılığıyla üretilen oluşumlar olduğunu ele almak için ileri sürdüler ki ( Gray, 1 990 vd) bu da bir miktar tartı şmaya neden oldu: Panks epp 'in savunduğu alternatif görüş p ekiştirmelerin duygusal hisler ve diğer duygulanımların öğrenmeyi desteklemek için beyinde birlikte çalıştıkları yollar ol­ duklarıydı (Panks epp, 1 990a) . N e z aman ki çiçeği burnunda nörodavranışçılar öğrenmeyle il­ gili beyin devreleri ve nörokimyasallar bakımından yeni yollarla düşünmeye başladılar o zaman ödül ve pekiştirmenin geleneksel kuramına doğasına ilişkin tüm belirsizliklerle birlikte tutunmaya devam ettiler. Pek çoğu LH dop amin sisteminde temel öğrenme alt katmanını bulduklarına inandı çünkÜ hayvanlar şartlandıklannda dopamin nöronları ilginç örüntülerle beraber her zaman aktiftir. D avranış çı akımdaki en modern kuram bir seri dopamin öğ­ renme kuramından ortaya çıkarılan halihazırda ingiltere'deki C ambridge Üniversitesinde İsviçreli elektrofizyolog Wolfram Sc­ hultz tarafından ileri s ürülen "ödül öngörme hatası" vars ayımıdır. 199

Z i H N i N A R K E O L OJ i S i

Schultz sinyali gönderilmiş yiyeceğin verilişini öngören aç may­ munların beyinlerindeki dop amin nöronlarının ateşleme örün­ tülerini üstün bir beceriyle derinlemesine inceledi, yani örneğin yanan ışık sevilen yiyeceğin verilmesini işaret etmiş s e maymun ilk kez ışığa -ardından yiyeceğin verilmesine- maruz kaldığında Schultz dopamin aktivitesini takip edebiliyordu ve en nihayetinde ışık yiyeceği öngördüğünde ve aynı zamanda ışığın geldiği ama maymunun hiçbir şey almadığı (hiç şüphesiz hayal kınklığına uğ­ radığı) zamanlan da takip edebiliyordu . Schultz maymunun beynindeki dop amin nöronlarının ilk ola­ rak öngörülmemiş yiyecek verilişine tepki verdiğini gözledi ama maymun ışığın yanması gibi bir ipucunu yiyeceğin verilmesiyle b ağdaştırmaya başladıkça dop amin hücreleri yiyecek verilmesine ateşlemeyi yavaş yavaş kestiler ve bunun yerine ışığa b aşka bir ifadeyle gelecek yiyeceği öngören ipucuna ateşlediler. B ununla berab er eğer ışık yandığında yiyecek gelmediys e dop amin hücre­ leri ateşlemesinde hafif bir azalma oldu. Güya bu da öğrenmeyi geliştiren "ödülü öngörme hatasına" işaret ediyordu. Davranışçıların yiyecek ve içecek gibi ödüllendirici uyaranla­ rın öğrenmeyi pekiştirdiğini ileri sürdüklerini hatırlayın. S chultz nörobilimsel bir bakış açısından ödüllerin ilk b aşta dop amin nöronlarının hızlı ateşlemesi formunda olduklarını ileri sürdü. B u hızlı ateşleme öğrenmeyi pekiştirir, yani dopamin ateşleme hızla­ n maymuna ışığın yiyecek için bir iş aret olduğunu öğretir. Yiyecek verilmediğinde dopamin ateşlemesindeki azalma ö düllendirici değil ileride öğrenmeyi rafine eden bir cezadır. Eğer araştırma­ cı ışık yandığında artık hiç yiyecek vermezse dop amin nöronları daha yavaş ateşler ve böylelikle maymun ışığın artık yiyecek için tutarlı bir sinyal olmadığını öğrenir. Bu yolla S chultz dop amin hücrelerinin bizim ARAYIŞ sistemi dediğimiz ş eyin " öğretme sin­ yali" oluşturduğu sonucuna vardı . Fakat meraklı ve h evesli may­ munların "sıralarında" oturmaları için sınırl andınldıklarını aksi halde eğer serbest ols alardı sergileyebilecekleri pek çok d avranışı yap amadıklarını da belirtmemiz önemlidir. Bu hayvanların içsel itkilerden ziyade çevrenin davranışı nasıl kontrol ettiğini göste­ ren davranışçı bir görüştü. S chultz dop aminin ö ğrenmeyi p ekiştirdiğini vars aydı çünkü dop amin aktivitesindeki değişim her zaman öğrenme s ürecine 200

ARAYIŞ S i STE M İ

eşlik ediyordu. Buna rağmen bilimin en büyük derslerinden bi­ risi korelasyonların s eb eplerle aynı şey olmamasıydı . Araştırma­ cı dop amin nöron ateşlemesiyle belirli öğrenilmiş davranışlar arasında bağlantı kurarak sebeplere değil ancak birbiriyle ilgi­ si olan ş eylere b akar. Schultz hayvanlar koşullandıkça dopamin ateşlemesinde sistematik değişimler olduğunu gözlemlediğinde bu nöronların öğrenme sürecini b aşlatmakta çok önemli rolleri olduğunu z annetti. B eynin herhangi başka bir yerinde meydana gelen öğrenmeyi s adece takip ediyor olmaları da eşit oranda doğ­ ru olab ilirdi. B unun onun düzgün verilerinin daha doğru bir yo­ rumu olduğuna inanıyoruz. Gerçekten de Schultz'un kuramlaştır­ malarının meydana gelmesine yol açan bir dizi varsayımla tutarlı olmayan b a şka b azı s eri kanıtlar mevcuttur (bazıları yukarıda, kendi kendini ş ekillendirme ve birleşik davranışlarla ilgili bahis­ lerimizde ve E lliot Valenstein'ın grubunun fevkalade çalışmasıyla ilgili olarak anlatıldı) .

Öğrenme Duygusal Uyarılmanın Ayak İzlerini Hızla Takip E der D avranışçının b aşlıca ilgisi "öğrenmenin beyinde nasıl meyda­ na geldiğiydi." Bu önemli konuda epeyce ilerleme kaydedildi. Ör­ neğin, 5 . ve 6 . Bölümde özetlenen yakın zamanda KORKU sistemi ve korku ş artlanmasıyla ilgili yapılan araştırma (LeDoux, 2000) öğrenmenin yoğun bir şekilde glutamat ileticisine b ağlı olduğu­ nu ortaya çıkardı. Glutamat nötr (ş artlı) uyaran hakkında bilginin KORKU sistemine erişimi için daha önce olmadığı şekilde bir gi­

riş kapısı s ağlar. Vars ayalım ki bir sıçan ayağının altına acı verici elektrik ş oklar yemesinden az önce çalan zile defalarca maruz kalsın. Ş okun acısı KORKU sistemini şartsız olarak uyarır. Buna rağmen şartlanmaa öncesinde zilin çalması ne kaygı ne üzüntü b elirgin bir duygu uyandırmaz s adece dikkatli yönelen bir tepki vardır. Ş a rtlanmadan s onra sıçan ne zaman zil çalsa kakasını ve çişini kaçırması kuvvetle muhtemel olarak açık bir şekilde korkar hale gelir ve (kalp atışı, kan b a sıncı gibi) otonom göstergeler de yüksek s eviyeye çıkar. B u araştırmalar ş artlanmadan önce çalan zil hakkında bilgi taşıyan nöral yolağın korku davranışlarına erişiminin olmadığını

201

Z i H N i N A R K E O LOJ i S İ

göstermiştir. Şartlanma sonrasında b u yolak çeşitli korku dolu tepkiye erişimi s ağlar. Erişim belirli bir moleküler öğrenme meka­ nizması tarafından sağlanır. Bu da davranışsa! ve otonom çıktıya kısaca "korku" kelimesiyle tarif edilen şeye ş artlı bir giriş kapısı­ dır. Şartlı sıçanın zil çaldığında korku dolu tepkiler vermesinin de sebebi budur. Bu moleküler mekanizma ş artlı ö ğrenmenin en önemli nöral noktasıdır (LeDoux, 2000) . Bu şemalarda KORKU dolu hislere kesinlikle hiç yer ayırılmamıştır. Bunun n edeni her­ halde bizlerin hayvanların deneyimleri, yani zihinlerinin olma olasılığıyla ilgili şüpheye sürekli olarak kapılmamızdır. Fakat ya beynin duygusal aktivitelerinin deneyimsel yönleri pek çok öğ­ renme süreci için önemliyse? Dopamin sisteminin en önemli "ö dül" iletilerini, yani ARAYIŞ itkilerini gönderdikleri nükleus akumb enste glutamat aracılığıyla gerçekleşen benzer bir öğrenme mekanizması vardır (Kell ey, 1 999, 2004) . Genel olarak Schultz'un topladığı kanıtların çoğu şu sade ve dolambaçsız olasılıkl a uyum içindedir; aç hayvanlara yiyecek için öngörülebilir bir erişim verildiğinde ş artlanan ipuçları ARAYIŞ devresine erişimi sağlarlar. "Ödül öngörme hatası" b aşka bir ş eyi söylemek için karmaşık bir yoldur, yani hayvanlar ö dülleri tutarlı olarak öngören ipuçlarıyla öngörmeyenleri birbirinden ayırt ede­ bilirler. Halihazırdaki en iyi bilgiye göre bu ayrım S chultz'un do­ pamin nöron ateşlemesi kaydettiği aş ağıdaki s eviyelerden ziyade beynin daha yukarılarındaki bölgelerde olur. Ama b u yukardaki bölgelerin pek çoğu b aşka yerlerde neler olup bittiğini dop amin nöronlarına iletir (bkz. Şekil 3 . I D) . Eğer dopamin aktivitesi ş arlanmış duygusal öğrenmeyi "pe­ kiştirmezse" o vakit neden bu kadar yakından b ağlantılılar? Bu­ nun kıs a cevabı daha önce de belirtildiği gibi b eynin b aşka b ölge­ lerinde meydana gelen öğrenmeyle ilgili bilgiyi alıyor olmalarıdır. Ö ğrenme ARAYIŞ sistemini harekete geçirir ya da ö dül gelmediği z amanlarda heyecanı engeller. Bu dop amin aktivitesindeki de­ ğişimin öğrenme sürecinin kendisine doğrudan aracılık etmekle yakından alakalı olduğu anlamına gelmez ama b u dopamin ak­ s anları özellikle de nükleus akumbens gibi terminal alanlarda

doğrudan değerlendir� lmesi gereken akla yakın bir vars ayımdır.

Bununla birlikte dop amin aktivitesi duygus al b ir müzik dinlemek kumar oynamak ve beynin yukarı bölümlerindeki diğer gündelik 202

A R AY I Ş S İ S T E M i

"bağ İmlılıklar" gibi p sikolojik olarak arzulanan yüksek s eviye du­ rumları takiben de ortaya çıkar. Bunlar başlangıçta dopaminin örüntülü s alınımıyla yapılandırılmış bilişsel ol arak aracılık edi­ len b eklentisel durumlardır. Buna ek olarak hayvanlara yiyecek ilk kez iştaha dayalı bir öğ­ renme ortamındayken verildiğinde dopaminin harekete geçirdiği ARAYIŞ itkisinin ilk uyarılışı hayvanların ş artlı uyaranları fark ettiklerini kesinleştirir. İştah açıcı şartlanma sırasında ARAYIŞ sistemi her z aman uyarılmış durumdadır çünkü şartlanma için her ş eyden önce hayvanların duygusal olarak uyarılmış olması gerekir (Bu tip şa rtsız tepkiler olmazs a öğrenme de olmaz) . Tipik deneysel koşular altında duygusal uyarılma şartsız uyaran tara­ fından h arekete geçirilir (örn. acı KORKUYU güzel bir yiyecek vb ARAYIŞI uyarır) ve bu şartsız tepkilerin beynin hemen her yerinde öğrenmenin kapılarını açabilmesi kesinlikle mümkündür. Eğer bu doğruy s a h ayvan örneklemlerinde çalışılan bir sürü öğrenme tipi için duygus a l uyarılmanın nasıl önemli olduğunun altını çizer (bkz. 6. B ölüm) . B u genel amaçlı ARAYIŞ tepkisi sadece hayvanların doğal bir ş ekilde ihtiyaç duydukları kaynaklan şans ve beceriyle arayıp bulmalarına yardım etmekle kalmayıp sonuç olarak kaçmayı öğ­ renmeleri gereken tehlikeden kaçıp kurtulma yolları bulmalarına da yardım eder. Tüm bunlar etrafa bakınma ve çevreyi keşfetmeyi gerekli kılar, yani eğer irrite olmuş bir şekilde öfkeli durumday­ s anız ARAY IŞ sisteminiz uyarılmış hale gelir. Daha az medeni toplumlarda bunu çok daha olumsuz yollarla dışarı vurabilirsi­ niz. Eğer müdürünüz yoğun iş yükünüze rağmen daha fazla gö­ rev yükle diys e doğal olarak ona bağırmayı ve "içinizden geçeni açıkça duyurmayı" arzu edebilirsiniz ama ne olurs a olsun ses çıkartmazsınız. Umut ederiz ki sizi zora sokan şeyin ne olduğu­ nu s ö zel olarak p aylaşmanın nazik bir yolunu bulabilirsiniz ama şüphesiz ki bu öz disiplin gerektirir, öz disiplin de tipik olarak geçmiş duygusal derslerle geliştirilen bir şeydir. Buna karşın ge­ nellikle h ayvanlarda araştırılan b asit öğrenme, ÖFKE ve ARAYIŞ sistemini harekete geçiren b eyin mekanizmalarının karmaşıklık­ l arını tüm bu durumlarda otomatik olarak takip eder. Bu duygu­ s al mekanizmalar "ödül öngörme hatası" varsayımının tasavvur ettiği a lttaki b eyin sistemlerinden farklı olabilir. Her bir birin203

ZiHNiN A RKEOLOJiSi

cil duygusal sürecin uyarılmasının ilgili uyaranları kendi ağına "çeken" büyük öl çekli nöro dinamiğin gerçekte yaratılmasında ç ok önemli olduğunu düşünüyoruz (bkz. 6 . B ölüm) . Başka bir deyişle duygusal öğrenmede ş artsız uyaranlara karşı şartsız tepkiler öğ­ renme sürecini düzenlemek için p ek çok araştırmacının ö zellikle ve titizlikle seçtiği şartsız uyaranlar kadar önemlidir. B eyinde te­ mel afektif duygusal deneyimlerin ilgili çevresel olaylarl a birlikte çalışan ş artsız duygusal tepki sistemlerinin uyarılmasından or­ taya çıktığını hatırlayınız. Her ne kadar bu iştaha dayalı ö ğrenme mekanizmaları çok detaylı bir şekilde çalışılmamış olsa da epeyce bir gelişim kaydedilmiştir (Alcaro vd, 2007; Kelley, 2004) . Yiyecek "ödülleri" için gerçek duygusal öğrenme mekanizma­ l arının halihazırda çözümlenmiş olan c aydırıcı "cezalarla" b enzer olduğunu zannediyoruz. Örneğin son yıllarda KORKU ş artlama­ sıyla ilgili nörobilimsel araştırmada (detaylar için bkz. 6 . Bölüm) KORKU sitemine erişimi sağlayan (örn. ayağa şok verilme den zi­ lin çalması gibi) şartlı uyaranlara ilişkin moleküler mekanizma­ ların öğrenme mekanizması için çok önemli olduğu bulundu ve bunun olabilmesi için glutamat iletiminde değişiklik gerekir ve böylelikle korkuyu öngören sinyaller p ek çoğunun ifade ettiği gibi "korku çıktılarına" erişim s ağlayabilirler. Biz buna "KORKU devre sistemf' denmesini istiyoruz. Birinci görüşte, "çıktı mekanizmala­ rına" gerçekten de çok az bir merak mevcuttur. Buna karşıh afektif nörobilim görüşünde KORKU sisteminin kendisi ş artlı olduğun­ dan temel duygusal öğrenmeyi anlamak için kişi KORKU sistemi­ nin kendisini doğrudan incelemeyle yakından ilgilenir (Panks epp, 1 998a; Panksepp vd, 201 1 ) . B aşka bir ifadeyle ş artlanma meka­ nizmalarının KORKU sisteminin kendisinin ş artsız uyarılmasıyla önemli bir şekilde bağlantılı olma olasılığı vardır. B öyle bir bilginin Schultz'un araştırdığı tipteki iştaha d aya­ lı ö ğrenmeyle ilgili çevirisini yapabilirsek daha alt s eviye isteğe bağlı "öğretme" süreçlerini ("ödül öngörme hatası" gibi) b iliş s el terimlerden ziyade afektif duygus al sistemlere ilişkin terimlerle kavramsallaştırmak daha akıllıc a olur. ARAYIŞ sistemi b akış açı­ s ının öforik kendi kendini uyarma ö dülüne aracılık e den b eynin daha aş ağısındaki b ölgelerinin nasıl organize olduğuyla ilgili daha ahenkli genel bir görüş olduğunu düşünüyoruz. Araştırma­ cıların birçoğu hala afektif duygusal işlevlerden b ağımsız olarak 204

ARAYIŞ SiSTEMİ

pekiştirme etiketini hak eden bir beyin sürecinin peşinde ama b eynin güçlü otomatik öğrenme süreçleri arasında ama bu süreç henüz kesin bir ş ekilde bulunmuş değildir. B elki de basit klasik ş artlamaya b akmanın daha iyi bir yolu b eynin derin bir şekilde afektif olan, ş artsız uyaran ve ş artsız tepki eğiliminin nasıl dış­ s al b ilgiyi kendi yörüngelerine çektiği ve b öylelikle daha önce­ den nötr olan bir uyaranın uyuma dönük duygusal tepkileri her z amankinden de çok örüntülenmiş ve iyi yapılandınlmış yollarla tetiklemeye b aşladığıdır. Ham afektif deneyimlerin nöral mekanizmalannı gerçekten an­ lamaya başladığımızda hareket halindeki hayvanın öğrenmesini · görünce neden b ahsettiğimizi genel olarak daha iyi anlayacağımızı öngörüyoruz. D avranış çılar s adece uyaran ve tepki terimleriyle ko­ nuştular. Görünürde olmayan nöropsikolojk süreçleri düşünmeye hazırlıklı değillerdi . Ama beyinde çeşitli birincil süreç afektif sü­ reçler mevcuttur biz bunlan uygun şekilde kavramsallaştırmazsak organizmalar ö ğrenirken gerçekten neler olduğunu anlayamaya­ cağız. D aha s ağduyulu olan bu görüşe göre öğrenme ortamlarında hayvanl ann b eyinlerinden duygulanımları silebilirsek onlan nasıl ö düllendirip cezalandırdığımızın bir anlamı kalmaz çünkü öğren­ mezler. Kulağa neredeyse çok b asit geliyor fakat duygulanımlann hakiki nöral doğasını anlamak elbette ki bu kadar basit değildir. Anahtar olgu bütün temel duygusal sistemlerin öğrenmenin ger­ çekleştiği b eynin b azal gangliya bölgelerine nöronlar sağladığıdır. H ayvanlarda öğrenmenin p ek çok cinsini daha doğru anlamak mecburi o larak b eynin afektif mekanizmalarını anlamaktan geçer. Afektif olmayan "pekiştirme" mekanizmasını arayan davranışçı nörobilimciler kuvvetle muhtemel var olmayan bir canlıyı [ta­ mamıyla h ayali bir varlık olan) "köpanı" p ekala anyor olabilirler. Ö ğrenmeyi anlamak i çin "ödül" ve "cezanın" beyinde ne anlama geldiğini daha iyi anlamaya ve öğrenmeyi s ağlayan nöral meka­ nizmaları s aptamaya ihtiyacımız var. Bu strateji bu sorulara gele­ neksel olarak nasıl yaklaşıldığının neredeyse ayna yansımasıdır. Ö ğrenmeyi s ağlamak için sadece ö dül ve cezaları "kullanmak" ye­ rine nesne ve olayları ö dül ve cezalara dönüştüren beyin mekaniz­ malarını anlamaya ihtiyaç duyuyoruz. Bu bizi doğrudan b eynin afektif doğasına götürür ve bunun bize b eynin öğrenme mekaniz­ malarını anlamak için önemli anahtarlar vereceğini vars ayıyoruz. 205

Z i H N i N A R K E O LOJİSi

Elbette beyinde tek b i r ödül v e ceza süreci yoktur; bu süreç ­ lerin pek çok çeşidi vardır. Ama genel ilke b elki de aynıdır: Ö ğ­ renmeden düşüncelere doğru daha ilkel b eyin mekanizmaları ke­ sinlikle daha yukardaki beyin işlevleriyle ilgili işlemleri denetler

(bkz. Şekil 2.3). Ne yazık ki buna ili şkin bilimsel alanın tarihinden dolayı bu s on derece ilginç alternatif olasılıkların üzerinde hemen hiç durulmamıştır. ARAYIŞ uyarılması ve öğrenme birbirleriyle çok yakın bir bi­ çimde pek çok yolla iç içe geçmiştir. ARAYIŞ uyarılmas ı h ayvanla­ rın öğrenmeye uygun yeni yerlere gitmelerini teşvik e der. ARAYIŞ uyarılması aynı zamanda dışsal uyaranlara dikkat etmelerini s ağ­ lar ki bu da şartlı öğrenmenin çoğu zaman gerekli koşularından biridir. Ama bu yön tamamıyla bilinçdışı gerçekleş ebilir. ARAYIŞ sistemi sonunda artık şartlı öğrenmenin rehberlik ettiği ş evkin eş­ liğinde tekrarlayan davranış örüntüleri de üretir. Yine d e ARAYIŞ uyarılması ve öğrenmeyle bu çok yakın ilişki dop amin aktivitesi­ nin afektif olarak nötr bir "öğretme sinyali" olduğunu göstermez; afektif olarak zengin nöral durum öğrenmenin gerçekleşmesine olanak sağlar. Bundan dolayı küçük yaştakilerin beyinlerinde bol miktarda bulunan sessiz sinapsların (örn. aktif sinaps haline ge­ lerek) yeniden yapılanması ve azalıp çoğalarak değişim g ö steren glutamaterik iletim yoluyla beynin belirli bölgelerinde öğrenmeyi sağlamasına ilişkin afektif devrelerin nörobiyolojisiyle ilgili öl­ çülemeyen bazı yönlerin daha olacağını öngörüyoruz (bkz. B ölüm

6). Yine pekiştirme sinyallerini aramak yerine b elki buradaki en üretken görüş açısı birincil süreç afektif devrelerin b a ğlantılı bilgisel olaylan kendi "yörüngelerine" çekmeleri ve daha önce ol­ madığı kadar yapılandırılmış etkili duygusal aksiyon sistemlerini meydana getirmeleridir. Ama bu aynı zamanda mani b elirtileri, p aranoid şizofreninin çekirdek b elirtisi olan s anrıların kendi ken­ dini şekillendirmesi gibi çeşitli birleşik davranışa s eb ep olabilir. Bu sistemin süreğen ş ekilde az çalışması da kesinlikle depresyo­ na katkıda bulunur. Öyle görünüyor ki Schultz gibi nöro bilimciler hala beyni dop amin aktivitesinde iniş çıkışları oluşturan uyaran­ larla ilintili altta yatan b azı tip p ekiştirme ilkelerine göre öğrenen bir organ olarak düşünüyorlar. S onra ö ğrendiği ş eyi temel alan beyin organizmalara çevreyle ilişkilenme veya ilişkilenmemeye yönelik talimat veriyor. Bu b eynin ilk önce ö ğrenen s onra s a dece 206

A R AY I Ş S İ S T E M i

ikincil olarak hareket üreten bir organ olduğu şeklindeki edilgen görüştür. ARAYIŞ sistemi hayvanların aktif ve meraklı bir şekilde b ağlantılı öğrenme mekanizmalarının bilgi yapılan geliştirme­ lerine olanak tanıyan (yapısal olarak var olan) evrimsel aksiyon araçlarına rehb erlik eden ve hayatta kalmalarını sağlayan daha fazla yapılar, yani yüksek zihinsel süreçler meydana getiren ken­ diliğinden ş artsız davranışı da üretir. B öylelikle farklı bir görüşle dopaminle harekete geçirilen ARAYIŞ sistemini sadece bir öğrenme sistemi olarak değil doğası gereği insan ve hayvanların öğrenmesini sağlayacak yollarla dünyada bir yerlere ulaşıp çabalamalarına sebep olan bir sistem olarak görüyoruz. B azen bu çabalama doğru bir öğrenmeye olanak s ağlar b az en de s ağlamaz. Herkes Schultz' a öğrenmenin beynin en temel işlevi olduğu konusunda katılacaktır. Bu işlev etkileşime geçen diğer p ek çok işlevi de yansıtır. Bununla birlikte biz beyni organizmalan ş artlama meselesinden önce dünyayla meraklı bir .

,

şekilde ilişkilenmeye yönelten ve doğası gereği de daha aktif olan bir organ olarak görüyoruz. Nihayetinde hepimiz ·dünyayla öğ­ rendiklerimiz temelinde ilişkilenmeye başlarız ama ilişkilenmeye doğru ilk eğilim b eb eklerde olduğu gibi temel olarak bireysel öğ­ renme den b ağımsız ş artsız duygusal afektif bir tepkidir. Bu öğ­ renmenin meydana gelmesini s ağlayan "atalara ilişkin bellektir." ARAYIŞ sistemi beynimizin içinde inş a edilmiş olan atalara ilişkin b öylesi önemli bir öğrenmeyi yansıtır. Diğer bir ifadeyle bizlerin b irincil süreç atalara ilişkin duygusal araçlarımız gen­ lerimize ko dlanmış ve beynimizin içinde yaşamamız için gerekli araçları yapılandıran b elleklerdir. Dolayısıyla afektif nörobilimin vizyonu tüm memelilerin dünyayla çeşitli yollarla ilişkilenme it­ kisiyle doğduğu ve bunun da ARAYIŞ sisteminin nörobilim masa­ sına getirdiği en köklü katkı olduğu şeklindedir. Dünyada kişisel değeri olmayan hiçbir şey bu sistem olmadan ilerlemeyecektir. Ebeveyn ve eğitim sistemlerinin zihnin bu gücünü daha etkin bir ş ekilde kullanabilmelerine ihtiyaç vardır. S chultz'un takip ettiği klasik davranışçı görüşe göre memeli b eyni temelde bir öğrenme organıdır ve onun kendiliğinden hare­ ki, doğası gereği afektif olması ve diğer psikolojik eğilimler ikincil olarak görünmektedir. Bizim görüşümüze göre memeli b eyni (duy­ guya özgü) çeşitli ve b elirgin yollarla bizleri dünyayla aktif bir 207

Z i H N İ N A R K E O LOJiSi

şekilde etkileşime geçmemiz için teşvik eden biçimde doğuştan hazırdır. Bu atalara ilişkin anılar (temel duygular) deneyimlerle rafine edilirler ama deneyimlerden yaratılmamışlardır. Dolayısıy­ la bu öğrenmeyle eşit önemde olan bir şeydir bunu küçük yaşta­ kilerin ve hayvanların ilk başta çevreyle ilişkilenmesinin en temel sebebi olarak görmüyoruz. Öğrenme daha ziyade zihinlerimiz ol­ gunlaştıkça dünyayla giderek daha incelikli yollarla ilişkilenme eğilimimizi geliştiren ve rafine eden otomatik bilinçdışı bir süreç­ tir. Diğer yandan duygulanım asla bilinçdışı değildir. Duygulanım b aşlangıçta anoetik, yani bilginin olmadığı bir haldedir; ama hız­ la noetik hale gelir, yani bilginin b aşlangıcını oluşturan ç evrese l olanaklılığın izleri yerleşir. ARAYIŞ uyarılması görünürde öğrenme için sonsuz imkanlar sağlayan doğanın öngörüye dayalı bir hediyesidir; yüksek zihins el süreçlerin gelişims el/epijenetik yolla ortaya çıkma sıyla mantık­ lı beklentileri, işler vars ayımları bilimle uğraşırken olduğu gibi adım adım incelikli olarak ayarlar. Bu güç algılanan bir ayrım değildir. Ama Schultz'un dopamin nöronlarının inişli çıkıŞlı ateş­ leme örüntüleriyle ilgili düzgün nörofizyolojik verisini, birincil süreç ARAYIŞ sistemi için doğrudan bir destek olarak düşünmek bakış açısında sadece küçük bir değişiklik yapmaya ihtiyaç vardır.

ARAYI Ş SİSTEMİ VE ZAMAN ALGISI Yine de ARAYIŞ sisteminin kendiliğinden doğal olarak ö ğrendiği bir tek özel yol vardır. Konuştuğumuz geleneksel ş artlı ö ğrenme çeşidi değildir ve düşünmeyi kapsamadığı görülür. D ah a çok bu sistemin zamanın geçmesini ölçebilme yolunu yansıtır. B u sistem özellikle hayli öngörülebilir olan ödüllendirici durumlar dahil çe­ şitli durumları kendiliğinden öngörmeyi öğrenebilir. D avranış çı deneylerde yaygın olarak kullanılan klasik "pekiştirme çizelge­ lerinin" üzerinde durduğumuz vakit halihazırdaki tartışmanın özellikle ilgi alanına giren bir çizelgeden bahsetmiştik. B unlar hayvanların levyeye bas arak ö dül elde etmelerine b urunlarını (bu arama taramaları yap arken otomatik olarak kaydeden fotoselleri olan) deliklere s okmalarına veya s abit z aman aralığıyla yapılan diğer herhangi çeşit görevlere izin veren s abit aralıklı deneyler­ dir. Hayvanlar çeşitli "edimsel düğmelere" b a s arlar, levye b asma208

ARAYIŞ SİSTEMİ

lar, bt m u oraya buraya sokmalar sabit aralık çizelgesinde ödülü aldıktan hemen s onra yavaşlar ama zaman aralığının ikinci yan­ sına levyeyi olabildiğince artan bir frekansta basana kadar adım adım hızlanır. Bu edimsel davranış örüntüleri bir grafik üzerinde gösterilirse deniz tarağı şeklinde bariz şekilde yukarıya doğru tırmanan bir b eklenti eğrisi oluşturur. Ve bu kendiliğinden olur. H ayvanlar b öyle bir eğri tepkiyi kendi kendilerini uyarma ö dülü için çalıştıklarında gösterirler. Ödüller serbest bir şekilde verildiğinde de hayvanların beyinlerinde ve bedenlerinde, bu tip bir örüntü kendiliğinden ortaya çıkar. Bir sıçana diyelim her 20 s aniyede bir her bir ödülü alması için hiçbir şey yapmayacağı be­ lirli ve s abit zaman aralıklarıyla tamamen serb est LH uyarılması veril diğini vars ayalım. Bu deneyde sıçana edimsel davranışlar gösterm esi için bir levye veya herhangi başka bir alet verilmez . Tüm ö düller s erbesttir. Hayvanın "bir salatalık kadar" serin ol­ m asına ve felsefeci gibi oturup dinlenmesine olanak sağlayan seçenek mevcuttur. Yine de sabit aralıklı beyin "ödülü" aynı örün­ tüdeki eğride kendiliğinden koklama davranışını üretir (Clarke & Trowill, 1 9 7 1 ; Panksepp, 1 98 l a) . Gerçekten de sıçanlarda uyarıl­ mış koklama ARAYIŞ sisteminin en esaslı şartsız iş aretlerinden biridir (Ikemoto & Panks epp, 1 994; Rossi & Panksepp , 1 992) , yani öyle görünüyor ki koklama davranışının adım adım deniz tarağı ş eklindeki örüntüsünü üreten bir hayli periyodik ARAYIŞ uyarıl­ ması sırasında bir çeşit içsel öğrenme meydana gelir. Aynı sürecin kendiliğinden ortaya çıkan başka bir belirteci olarak yakın dönemde sıçanların 50-kHz'lik ultrasonik seslendir­ meler s ergilediklerini bulduk (Burgdorf vd, 2000) bunlar küçük sıçanların oynarken çıkardıkları heyecanlı cırıldama sesleridir

(bkz. 1 0. B ölüm) . Bu seslerin aynen canlı araştırıcı koklamada ol­ duğu gibi ARAYIŞ sisteminin dop aminle harekete geçirilen şartsız tepkileri olduğu biliniyor (Burgdorf vd, 200 1 ) . B aşka bir ifadeyle bir süreliğine s abit aralıklı serbest ödül programını deneyimle­ miş sıçanlarda b eyin uyarımından hemen sonra çok az koklama ve cırıldama vardır; ama sabit aralıklı program devam ettiğinde koklama ve cırıldama oranları hiç olmadığı kadar hızlı bir oranda sistematik olarak artar, ta ki diğer beyin sitümülasyonu gelene kadar (bkz. Ş ekil 3 . 2 ) . Sonrasında ölçümler yeniden en aş ağı se­ viyeye düşer. B aşka bir ifadeyle sistem görünürde hiçbir şey "� e209

Z İ H N i N A R K E O LO J i S İ

kiştirilmeden" otomatik olarak beklentiye dayalı b i r eğri biı;imini alır. Açıkça b eyin geleceği kendiliğinden öngörmek üzere tas ar­ lanmış bir organdır b elki de bunun sebebi bu sistemin bu b ölü­ mün sonunda tarif edilen "psikolojik zamana" aracılık etmesidir. Ç ünkü uyarılmış ARAYIŞ sistemi hem koklama. hem cınlda­ manın b irlikte artmasına yol açar ve bu doğal olarak b eklentiye dayalı örüntüyü biçimlendirir sonra öyle görünüyor ki ARAYIŞ sistemi bir şekilde içsel olarak ödüllendirici duygulanımların zamanlamasına karşı duyarlıdır. Ö dülün gelişi yaklaştığında en yüksek derecede uyarılmış halini alır. ARAYIŞ sistemi z amanın geçişini nasıl ölçüyor olabilir? Bunu kims enin bilmediğine eminiz ama pek çok nöronun kendi ürettiği ateşleme örüntüleri olduğu gayet iyi biliniyor. Her ne kadar bazı nöronlar sadece dış etkiyle uyarıldıklarında ateşleseler de diğer nöronlar bir çeşit "içsel bir zaman ayarlayıcısı" diğer bir deyişle saat mekanizması tarafın­ dan oluşturulan bir miktar arka plan aktivitesine s ahiptirler. ARAYIŞ sisteminin dopamin içeren nöronları özellikle de hay­ vanda herhangi özel bir şey olmazken bir saatin tik takları gibi normal olarak süreğen ve monoton bir oranda ateşlemeye devam eden böyle endojen zaman ayarlayıcıları vardır. Bu nöronlar h ay­ vanlar uykudayken bile ateşlemeye devam e derler ama dop amin salınımı arka plan aktivitesine genellikle eşlik etmez . ARAYIŞ sistemindeki dopamin nöronları öyle görünüyor ki neredeyse bir saatin saniye ibresi gibi sistemli olarak makul ölçüde doğru olan bir zihin zamanını işaret eder şekilde çalışır. S istem bu yolla çalışmaya devam ederken s akin ama bilgilendirici durumdadır. Bununla birlikte sistem uyarıldığında dopamin nöronları "p atla­ maya" başlar peş peşe birkaç kez ateşlerken hızla dop amin s alar. Şimdi hayvan uyanık hale gelmiştir ve çevresini araştırmaya b a ş ­ lar. Ya d a hayvan uykudaysa rüya görmeye b aşlar en azından REM örüntüsü gösterir (Dahan vd, 2007; Solms , 2000) . Her ne kadar daha araştırma yapılması gerekliyse de bu tip nöron p atlaması dopamin s alınımı s abit aralıklı deneylerde tam da koklama ve cırıldamanın kendiliğinden artmaya b aşladığı zamanda ortaya çıkar. E ğer bu sistemin hayvanların tabiri caiz­ s e kaynaklan elde edecek ilk canlı olmak i çin hevesli b eklemeyi s ergileyecekleri z amanı öngörebilmelerine yardım e den i ç s el bir zamanlama mekanizması varsa organizmaların hem b asit davra210

A R AY I Ş S İ S T E M İ

nışını hem d e p sikolojisini anlamak için çok ciddi bir önemi var­ dır. Herhalde hayvanlar sabit aralıklı programlarla yiyecek için ç alışmalan b eklendiğinde ARAYIŞ sistemindeki bu içsel aktivite biçimlenmesi istiridye şeklindeki davranış örüntüsünü açıkla­ maya yardım eder. B elki bu aynı süreç zihinlerimizdeki psikolojik z amanın geçişi üzerinde iş aretler saklayandır. 'B öylelikle ARAYIŞ sistemi uyarıldığında dop amin nöronları ­ nın sıradan ateşlemeleri daha hızlı patlayan örüntülerle yer de­ ğiştirerek hayvanın içsel zaman algısının hızlanmasına da sebep olabilir. Hepimiz keyifliyken zamanın uçup gittiği deyişini duy­ muşuzdur şimdi bu deneysel olarak ispat edilmiş oldu (Droit-Vo­ let & Meck, 2007) . Mutlu bir şekilde bir aktiviteyle meşgulken özellikle de arzulanan hedef için iyi bir kazanç sağlamak üzere çalışıyorken, yani öyle görünüyor ki sıkılma engeli olmadan za­ man s erbestçe akar. B elki de bunun nedeni ARAYIŞ sistemimizin uyarıldığı ve dopamin nöronlarının patlamalı örüntüyü üstlendi­ ği z amanlarda öznel zaman deneyimimizin hızlanımasıdır. Zaman daha hızlı ve zihinsel bir rahatlıkla akar görünür ve bunu dene­ yimlemek bir mutluluktur. Aynı ş ekilde dopamin nöronları bazı rahatsız edici olaylara re­ ferans çizgis inin inhibisyonuyla tepki verir (Schultz, 2006) ama bu ateşleme çeşitli olumsuz duygular uyarıldığında ARAYIŞ itkileri­ nin uyarılmasıyla tutarlı olarak çeşitli rahatsız edici olaylarla da artırılabilir (Ungless, 2004) . Gerçekten de eğer bir hayvan afektif olarak olumsuz durumlara maruz kalıyorsa dopaminin terminal alanlarınd a plastisite göstermeye eğilimli olur. Bu sistem Kent B erridge ve meslektaşlarının belirttiği gibi "hem arzu hem de kor­ kuya" aracılık edebildiğinden buralarda olumsuz duygulanımları taşımaya güçleri olur (Faure vd, 2008, 20 1 0) . Kötü zamanlar beyin­ deki olumsuz afektif devreleri güçlendirir. Acı içindeysek veya üzüntülerle kuş atıldıysak, yani kötü za­ manlar geçiriyorsak z aman algımızın kendisi yavaşlama eğilimi gösterir. Aynı ş ekilde dopamin nöronları dejenere olan Parkin s on hastalarının değişmiş bir zaman algıları vardır. Dopamin iletimi­ ni kolaylaştırac ak ilaçlar olmadan bu ins anlar uyanık bir "uyku" halinde olurlar kendilerini zaman içinde donmuş ve görünürde olaysız b ir s ıkıntı evreninde bıkkın ve psikolojik bir boşluk içeri­ sinde his s ederler (Sacks , 1 973). 211

ZiHNiN ARKEOLOJİSi

Dopamin ateşleme örüntüleriyle ilgili b u önemli gözlemlerin ötesinde dopamin nöronlarının ateşlemesinin zaman algısını na­ sıl hesapladığını bilmiyoruz. İlaveten bu zaman algısının ARAYIŞ sistemini sabit aralıklı programın ilk yarısında göreceli olarak durgun hale getirip sonrasında, yani programın ikinci yarısında giderek daha aktif olmasına yol açarak ayarlamasını nasıl yaptı­ ğını da bilmiyoruz. Bu fikirlerin pek çok yönü resmi olarak sınan­ mak üzere beklese de giderek artan veriler sıçanların zaman algı­ sının aynen insanlardaki gibi dopamin tarafından denetlendiğini göstermektedir (Meck vd, 2008) . Organizmaların sabit aralıklı ödül verilişi sırasında olağanüstü bir şekilde beklentili hale gelmelerinin nedenlerini zamanın akışı­ nın algılanmasıyla ARAYIŞ sistemimizin ürettiği beklentiye dayalı hevesin uyarılması arasındaki derin farkı açıklığa kavuşturarak anlamaya başlıyoruz. Şimdilik zamanın geçmesi hissimizin çevrede değişen olaylan öngörmemize olanak tanıyan psikolojik bir işlev olduğundan emin olabiliriz. Zamanın evrenin temel özelliklerinden biri olup olmadığı da tartışılır (Barbour, 2000) ama evrimleşmiş zihinsel süreçlerimiz olmadan evrenin doğası veya onun içindeki yerimizi mantıklı bir şekilde tartışamayacağımız açıktır.

MANTIGIN UÇURUMUNDA: İNSANIN BÜYÜK AMAÇLARI VE HAYAL KIRIKLIKLARINDA ARAYIŞIN DİGER YÖNLERİ Bu etkileyici sistemin sadece bazı özellikleriyle ilgilendik. Öğ­ renecek daha çok şey var. Örneğin rüya görülen uyku olan REM uykusunun ARAYIŞ sisteminin aşın uyarılmasından dolayı duy­ gusallık ve heyecanla dolu halüsinasyonlu olaylar geçidi ürettiği ileri sürülmüştü (Panks epp, 1 998a; Solms, 2000) . Aslında yakın zamanda dopamin hücrelerinin sakin uyanıklık haline nazaran REM uykusu sırasında daha çok p atlama sergilediği ve daha çok dopamin salgıladığı gösterilmiştir (Dahan vd, 2007; Lena vd, 2005) . Öyle görünüyor ki rüyalarımızın duygus al zihin manzarala­

rı yaşamın iştaha dayalı heyecanlarıyla aynı kimyalar tarafından harekete geçiriliyorlar. Bu bize rüya görmenin işlevinin karşıla­ şacağımız duygusal zorlukları öngörmek ve baş etmekte yardım­ cı olduğunu gösterir. Büyük bir ilerleme kaydedilmiş olsa da bu 212

A R AY I Ş S i S T E M i

sistemle ilgili bir sürü giz psikotik sanrılara, halüsinasyonlara, rüyalar ve geleceği öngörmeye kesin olarak katılımda bulunma yollan da dahil olmak üzere ortaya çıkartılmamıştır. Bu sınırlamalara rağmen bu sisteme ilişkin gelişmiş olan kav­ rayışımız insan doğasının bazı esrarengiz yönleri hakkında işe yarar b ir ş ekilde kafa yormamıza olanak tanır. Örneğin "duyumsa­ ma arayışı" olarak bilinen psikolojik nitelik (Daitzman & Zucker­ man, 1 980; Zukerman & Kuhlman, 2000) . Neden ins anlar tehlikeli işlerle ve sporlarla uğraşmaktan zevk alırlar? Dağ tırmanıcıları b öyle deneyimleri bildirirler. Tehlikede ols alar da tutunacakları bir s onraki yeri bulma işiyle meşgul olurlar, bedenleri için en iyi pozi syonu bulmaya çalışarak bu tehlikeli dik bölgede yukarıya doğru ilerlerler. Öyle görünüyor ki ARAYIŞ sisteminin mutluluk­ ları onları c anlı tutar ve yaptıkları sporun tehlikesinden akılarını uzaklaştırır. İtfaiyecileri düşünün. Birçoğu, kendilerini düzenli ve gönüllü olarak tehlikeye maruz bıraksa da bu işi sever. Korku çok olumsuz bir duygulanımdır ve insan itfaiyecilerin işe gitmekten korkması­ nı b ekleyebilir. Elbette itfaiyeciler topluma çok değerli bir hizmet sunarlar ve bu da günlük bazda korkuyla yüzleşmenin baskısı­ nı azaltan açıkça üçüncül süreç bir duygu olan gururun kaynağı olabilir. İtfaiyeciler meslektaşlarıyla kıymetli bir işbirliği payla­ şımında bulunurlar. Bu da kronik korku derdini telafi edecek sos­ yal b ağlan oluşturabilir.

ı1

Eylülde başkalarına yardım ederken

hayatlarını kaybe den yüzlerce kahramanı ve her gün yangın ve diğer felaketlerin mağdurlarını kurtarmak için hayatlarını riske atanları s aygıyla anacağız. B azı yaratıcı ps.ikoterapistler itfaiyecilerin çocukluk korkuları­ nı alt etmeye çalıştıklarını ve bu bunu yapabilmenin verdiği zevk­ le de işlerini s evdiklerini söyleyebilir. Bu tip görüşlerin bir değeri olmalı; itfaiyecilerin duygulan üzerinde bilişsel hakimiyetlerinin olması, yaralanma ve ölüm korkularını aşmalarına yardım ediyor olabilir. Fakat itfaiyecinin meslek sevgisini ARAYIŞ sisteminin, kor­ kunun kemiren b askısına karşı gelen hatta bitmesine yol açan öfori duygulanımıyla ilgili olarak da anlamaya çalışabiliriz. Dahası stra­ tejiler çözümler bulmak için teşvik eden ARAYIŞ sistemi neokortek­ si uyardığı için itfaiyecinin öfori duygulanımı tehlikeli işlerinin de- . taylarında uzun süreli bıktırıcı ve tekrar eden rutinlere karışarak 213

Z i H N i N A R K E O L OJ İ S İ

kolaylıkla bloke olabilir. Buna rağmen itfaiyeciler tehlikeli alevlerle güçlü bir şekilde mücadele ederken kaçınılmaz olarak uyarılacağı üzere ARAYIŞ sistemleri uyarıldığından yoğun bir ş ekilde yangın söndürmek ve yanan binalardan insanları kurtarmak işiyle meş­ gul olurlar. Bu çeşit güçlü ve odaklanmış meşguliyet itfaiyecilerin kendilerini şu dünyada etkili ve kayda değer birileri olarak hisset­ melerini artırır ve heyecanlı bir macera tadı s ağlar. Bunlar ARAYIŞ sisteminin sağladığı olumlu duygulardır. Fakat aynı zamanda bu deneyimlerinin zihinlerinin belirli olumsuz afektif devrelerini ne derece kuvvetlendirdiğini de merak etmeliyiz. İnsan psikiyatrik mes elelerle kurulabilecek başka birçok bağ­ lantıyı kuramsal olarak düşünebilir. Örneğin ARAYIŞ uyarı lması­ nın "narsisistik" yakınmalara bir katkısının olup olmadığını merak ediyoruz. Narsisizm kişilerin kendileriyle ilgili hissetme ş ekline atıfta bulunur. Narsisizm gündelik kullanımda genellikle küçük dü­ şürücü anlamlara sahiptir: Kişinin aşırı derecede kendisiyle meş­ gul olduğu anlamına gelir. Buna rağmen narsisizm kişinin kendine saygısı gerçekçi bir şekilde olumlu olduğu sürece duygus al olarak sağlıklı bir şey olabilir. Patolojik narsisizm tipik olarak çocukluk dönemindeki yaşam deneyimleri kişinin değerli olma his s ini ha­ sara uğrattığında ortaya çıkar. Bu insanlar şu veya bu ş ekilde aşırı telafi ve kendine aşırı değer verme yolu yla kendilerini daha iyi his­ setmek için çabalarlar. Ebeveyninden ve öğretmenlerinden gerçekçi olmayan takdirleri bol bol işiten çocuklar da narsistik olabilir. ARAYIŞ uyarılmasının göstergelerinden b irisi kişinin kendisi­ ni dünya üzerinde etkili bir özne olarak his sedişindeki artıştır. Sosyal dünyada bu önemli, çekici, baş arılı ve üstün hiss etmeyi beraberinde getirir. Dopamin benlik değerini artırır; bu, narsisis­ tik yakınmaları anlamak için nörokimyasal bir anahtar olabilir ve narsisistik problemlerin tedavisinin neden bu kadar zor olduğunu açıklamaya da yardım edebilir. Eğer narsisizm yineleme zorlantı­ sına sebep olan ve yüksek derecede bağımlılık yapan b eyin kimya­ salı dopaminle körükleniyorsa narsisistik b elirtiler ö zellikle do­ yum s ağlayıcı olup bunları bırakması da zordur. Narsisizm aynı zamanda, s ahte bir kendine güven ve baskınlığı destekleyebilir ki bu da oyun kağıtlarından yapılmış evler gibi yerle bir olabilir ve devamında özellikle çetin bir depresyonun yolunu açar çünkü bu depresyon tam da kişinin b enlik değerinin bulunduğu yeri vurur. 214

ARAYIŞ SiSTEMi

B azı narsisistik hastaların yıldız yarışmacılardan olduklarını hayal ettikleri maraton yarışmalarını kazanmakla ilgili fantezi­ lerle uğraşmaya eğilimli olmaları da ilginçtir. Bu ergenlik döne­ minde çok b elirgindir ve muhtemelen de normaldir. Bu hastalar sıklıkla yoğun bir şekilde bunlarla meşgul olduklarında zamanın nasıl geçtiğini anlamadıklarını söylerler. Aşırı uyarılan ARAYIŞ sistemi zamanın uçup gitmesi hissini açıklayabilir. Eğer hem aşın narsisizm hem de zamanın hızla geçmesi ARAYIŞ uyarılmasının göstergeleriyse o vakit bu anekdot halindeki bildirimler yeni bir anlamı ortaya çıkartır. Eğer bu fikirler doğruysa narsisistik hastalarla psikoterapi b elirli ş artlar altında hafif dozlarda antip sikotik ilaçlar verile­ rek kolaylaştırılabilir. Bu ilaçlar dopaminin coşturucu zevklerini frenleyerek hastanın problemlerine gerçek hayatta çözümler bul­ ması için daha açık hale getirebilir. Elbette etkili ilacın miktarı mantıklı bir ş ekilde ölçülmeli çünkü dopamin aktivitesinin çok az olması da depresyona sebep olabilir.

ÖZET ARAYIŞ-BEKLENTİ sistemi hakkında bir kitap yazabilirdik. Bu­ nun yerine bu kitabın en uzun bölümünde bu olağanüstü beyin sistemini tarif eden b azı belli başlı hatları aktarmaya çalıştık. · Bu sisteme ilişkin işlevin uzun yıllardır yanlış anlaşıldığına ina­ nıyoruz. Öğrenmeyi edilgen "bilgi-işleme" terimleriyle tasavvur eden davranış bilimcileri hala yanlış anlamaya devam etmekte­ dir. Onlar tüm memelilerin, kuşların, sürüngenlerin ve karmaşık omurgasızların doğal hayatlarını yaşarken bedensel ihtiyaçlarını p ro aktif bir ş ekilde karşılamaları gerektiği gerçek hayatta aktif "bilgi arayışı" çerçevesine odaklanmak yerine hayvanları, hapis­ hanedeki gibi kısıtlı bir yere kapatarak araştırma yapılan de­ netimli deneylere odaklanırlar. Ödül ARAYIŞ sistemi

I 950'lerde

keşfedilmesinden s onraki b irkaç on yılda tüketici/homeostatik ö dülün alt yapısı olarak görüldü. Son yıllarda da öğrenmeyi pe­ kiştirme sistemi olarak görülüyor. Biz bu ikisine de inanmıyoruz. Bu sistem tehlike ve tehdit­ lerden uzak durmamızı s ağladığı kadar gelişmemiz için ihtiyaç duyduğumuz kaynaklan bulmak üzere dünyayla aktif, proaktif 215

Z i H N i N A R K E O L OJ i S İ

bir şekilde meşgul olmaya doğru bizi teşvik eder. Otomatik olarak iştaha dayalı öğrenmeyi üretir bunu da sıklıkla (kendi kendini şe­ killendirme gibi) sanrılı yollarla yapar. En b asit itkilerden s oyut düşünmemizin en yüksek noktalarına kadar tüm yeteneklerimizi harekete geçirir. Bu sebepten dolayı ARAYIŞ sistemi, insanlar da­ hil tüm hayvanların sağlığı ve iyiliği için birinci derecede önemli bir şeydir. Bununla birlikte, bu sistemin b ozuklukları, sistemin kronik olarak normal aktivitesinin altında çalıştığı a şırı depres­ yondan, aşırı çalıştığı sanrılı mani ve paranoid şizofreniye kadar patolojik durumlarla sonuçlanabilir. Ö zel durumlarda olumsuz duygulanımları bile artırabilir. Bu sistem daha süreğen olan b aşka kötü z amanlardan kur­ tulmak ve belirli cezalardan kaçmak kadar tüm diğer olumlu duyguların iştaha dayalı dönemlerinde temel bir rol oynar. Ba­ ğımlılık yap an maddelerin kompulsif davranış örüntülerinin bir sebebi de budur. Örneğin b ağımlılık yap an maddeleri b ırakma sırasında deneyimlenen depresyona b enzeyen durum disfori, eksikliği hissedilen madde yeniden yerine konul duğund a or­ tadan kalkabilir (daha anlaşılır afektif kavram "rahatlamayı" kullanmak yerine, davranış çıların "olumsuz p ekiştirme" diye adlandırdıkları fenomen, yani cezaların kal dırılmasıdır) . B aşka bir ifadeyle madde bağımlılığının tedavisinin çok zor olmasının l:iir sebebi de yoksunluk etkilerinin yoğun bir ş ekilde olumsuz olmasıdır bundan dolayı da ins anlar kendi kendilerine m adde almayı öğrenirler. Herhangi bir şeyi b eklediğimizde bir ş ey için çalıştığımızda ve bir ş eyden çılgın gibi kaçmaya çalıştığımızda ARAYIŞ sistemi davranış ve tavırlarımızı harekete geçirir. İştah açıcı davranışla­ rın merkezinde olmaya ek olarak edimsel ş artlama dahil ö ğren­ menin p ek çok formu için gereken ş artları da yaratır çünkü bizi yeni fiziksel ve entelektüel alanları keşfetmemiz için teşvik e der çünkü duygusal bir kargaş anın ortasında olsak bile sıradan bir aktiviteyi heyecanlı bir uğraşı haline dönüştürür. Bu sistem aynı zamanda nihayetinde öğrenilmiş öngörüsel ş artlı tepkilerle b irle­ şecek davranış örüntülerini düzenler. Hayvanlarda yeni alıştırma yöntemleri "tık sesi alıştırmasında" [clicker training] olduğu gibi, hayvanların bir ş eyleri yapmak gibi kendi kontrollerinde g örünen doğal eğilimlerinden faydalanırlar (Pryor, 2005) . Ö zellikle de he-

216

A R AY I Ş S İ S T E M i

vesle b eklemenin temel bileşeni olan psikolojik zamanın geçişini dop amin sisteminin ölçmesi etkileyicidir. Her ne kadar h8.18. yaygın bir şekilde "ödül sistemi" olarak atıf­ ta bulunulan ARAYIŞ sistemi son yıllarda ortaya çıkan nöroeko­ nomi alanının kabul edilemeyen sevgilisi haline gelmiş olsa da (Knutson & C ooper, 2005) insanların bir eşyayı ne zaman almayı seçeceklerini veya ne zaman almayacaklannı frontal ve temporal loblann arasında ve altında gizlenmiş doku adası olan insuladaki ARAYIŞ sisteminin analizi ve iğrenme tepkisi öngörebilir (Gro­ s enick vd, 2008) . Eğer insuladaki iğrenme sistemi ışıldarsa kişi s atın almayacak; bunun aksine nükleus akumbensin ARAYIŞ it­ kileri ışıldars a kişinin eli cüzdanına uzanacaktır. Mezolimbik do­ p amin sisteminin aynı terminal bölgesi duygusal olarak etkileyici bir müzik dinlerken uyarılır (Blood & Zatorre , 200 1 ) . Bu sistem rüyalarımızı (S olms , 2002) ve diğer pek çok psikolojik zevkleri­ mizi b azı zamanlarda da dehşeti harekete geçirir. Diğer bölümde göreceğimiz ü zere bu sistem cinsel açıdan takıntılı takip gibi av davranışlan için de çok önemlidir. Kuşkusuz internet bağımlılığı­ mız da h areket halindeki ARAYIŞ sistemimizin bir yansımasıdır. Gelecekteki araştırma herhangi bir şeyi ve her şeyi ARAYIŞ için tas arlanmış bu genel amaçlı etkileyici sistemin başka birçok öz­ gün b ecerisini muhtemelen ortaya çıkaracaktır.

Böiüm 4

Ö F K E ' N I N ATA LA R D A N G E L E N K Ö K L E R i

Herkes öfkelenebilir, bu kolay bir şeydir; fakat doğru kişi­ ye, doğru oranda, doğru zamanda, doğru amaçla ve doğru şekilde kızmak herkesin elinde değildir, bu kolay bir şey de değildir.

-Aristoteles (MÔ 320)

İNSANLARIN sevgiye KARŞI GÖRÜNÜRDE S ONSUZ DERE C E ih­ tirasları vardır. Eğer biri bu "duygusal hazinemizi" çalars a kıs­ kançlık ve nefrete de dönüş ebilen aynı oranda bitimsiz yas ve yalnızlık ve ham öfke (ÖFKE 'mizi) keşfederiz. B öyle tutkuların kontrolündeyken birine ulaşıp vurmak için yoğun bir i stek du­ yarız, bu herhangi birine değil öfkemizi salıvermekten sorumlu olduğuna inandığımız kişiye karşıdır. Düşüncelerimize kadar sıçrayan yaş adığımız bu ÖFKE korunmamıza yardım etmiş olan ve hal§. korunmamıza yardım eden atalardan gelen hazinemiz dir. Fakat birincil süreç ÖFKE kap asitemizin kasıtlı olarak bir nefret nesnesine ihtiyacı yoktur; bu saf bir histir. Elbette (ikincil süreç duygu olan) kızgınlığımızın her zaman ÖFKE'nin s eb eb i olarak gördüğümüz bir nesnesi vardır. Düşünceye ayrılan bol miktardaki serebral alanımızla birlikte öç almak için çeşitli entrikalarla dolu olarak zihinlerimiz yüksek alanlarında nefretleri kuluçkaya yatı­ rırız. Bazen düşmanlarımızı cezalandırmak için planlar yap arız. Ama daha sıklıkla bunu kalıcı bir tatmine ulaşmayarak ve sıklıkla zihinlerimizi z ehirleyerek hayallerimizde yaparız . Zihinl erimizin daha çoklukla üçüncül süreçleriyle ilgilenen p sikologlar kızgınlığın birçok nü ansını neredeyse bir bili ş s el tu­ tum halinde yok olma noktasına varana kadar tek tek s aymakta 218

Ö F K E ' N I N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R İ

zorluk çekmezler. Dolayısıyla b u duygu genellikle tanıml anmıştır. Jim Averill'in tanımı (201 0) şöyledir, "kızgınlık, hem yanlış olarak algılanan şeylere karşı suç yüklemeyi hem de bunu düzeltme veya bir daha olmaması için önleme itkisini kapsayan bir duy­ gusal duruma işaret eder; saldırganlık bir kişiyi, kendi iyiliği

için olmayan şekilde kendi iradesine rağmen bazı aksiyonlan uygulamak veya kaçınmak için zorlamaya teşebbüs etmektir" (s. 4 vurgulamalar orijinaline aittir) . Averill s onra çok az kişinin sorduğu 1 0 sorudan bahsediyor. Bu sorular, "Bir köpek kızabilir mi" den, "kızgınlığınızı dışa vurur­ ken, neyi dışa vuruyorsunuz"a kadar okunmayı hak eden sorular­ dır. Kıs aca ilk olarak "köpeğimin kemiğini almaya çalışırsam bana hırlar ve ısırabilir; ama kızgınlık kavramını ve dilini bilmediği için kızgın değildir. Yine de köpeğim bir şey yaşıyor; bir otomat değil ve saldırgan davranışı kızgınlığı anıms atır. Kızgınlık olmasa da bunu nasıl isimlendirebiliriz? " (s. 8) Averill bu kitapta öneri­ len türde bir analiz seviyesini bilgece kullanmaya devam eder ve köpeğin öfkesini "ikincil süreç" öğrenilmiş kızgınlık kategorisine koyar, biz insanların (yukarıda anlatıldığı gibi) açıkça üçüncül sü­ reç kızgınlığı vardır. Ortaya attığı diğer soru için, "karşı çıkacağım hiçbir ş ey yok. Yine de katarsis sırasın da bir şeyler değişir. . . hiçbir ş eyin kaybolması gerekmez ve daha çok şey kazanılır, yani şeyle­ rin nasıl olduğuyla ilgili yeni içgörüler kazanılır, belki mutlak bir şekilde değil ama potansiyel olarak böyle olur. Eğer bu katarsi­ sin doğru bir yorumuysa, aynı zamanda duyguya yeni bir bakışı, duyguların yaratıcı değişim olasılıklarına açık olduğu bir bakışı b elirtir ( s . 20) . Bu temel olarak, psikoterapinin en büyük hedefini ifade eder- duygularınızı açık bir şekilde gönnek ve hayatlarımızı daha iyi hale getirmek için onları kullanmayı öğrenmek. Ama köpeğin "kızgınlığının" biliş sel yönleri hakkında herhangi bir ş eyi nasıl biliriz? Diğer hayvanların da rakiplerinin yenilmesi ve ölümüyle ilgili düşlemleri var mıdır? Hayvanlar da insanlar gibi nefreti deneyimlerler mi? Bilmiyoruz. Ama büyük beyinli şemp an­ ze ve fillerin zihinlerinin kızgınlık barındırmaması sürpriz olur. Gerçekten ne düşündüklerini hiçbir zaman bilemeyecek olsak bile "intikam alma" eğilimleriyle ilgili bol miktarda anekdot kanıt var­ dır. B ilimsel olarak yüksek zihinsel aktivitelerinden ziyade birincil süreç hislerini anlamak daha kolaydır. Güvenilir verilere dayana219

Z i H N i N A R K E O LOJ i S i

rak başka hayvanların da Ö FKE nitelemesini hak edecek epeyce sinirli davranışlar ve olumsuz duygusal hisler üreten b eyin sis­ temlerine sahip olduklarından emin olabiliriz. Averill'in fark ettiği üzere, buna yerel c;l.ille "kızgınlık" demek, kolayca çözümleyemeye­ ceğimiz karışıklıklara yönlendirir. Ama, hayvan Ö FKE'sinin meka­ nizmalarının, insan kızgınlığına ilişkin hisleri harekete geçirdiğini öngörebiliriz ve şimdi ana akım bilimin içindeyiz; fikirlerimizin aksi kanıtlanabilir. Belki de desteklenebilir. Ö rneğin, beyin opioid­ leri ÖFKE devrelerini frenler ve aleni olanı öngörebiliriz: Opioidler, insan kızgınlığını azaltmada çok etkilidir ve dolayısıyla nefret ve öç alma hislerini de ortadan kaldırmalıdırlar. Ama bu bölümde nefret ve öç almak için yapılan planlar ve öfke dolu düşünceler üzerinde durmuyoruz. Nefret ve öç almak hatalarla ilgili düşünebilme ve intikam almak için ayrıntılı plan­ lar yapma kapasitemizi yansıtan üçüncül süreçlerdendir. B elki de diğer memelilerin pek çoğunun böyle derin düşüncelere dalmak için bilişsel kapasiteleri yoktur. Ne olurs a olsun onlar da Ö FKE ifade ederler ama bu ÖFKE cezalandırmak için tasarlanmamıştır ve daha çok canlının (evrimsel şekilde) içinden gelen isteklerle, diğerlerini bir an önce hizaya getirmek için ortaya çıkan bir Ö F­ KE'dir. Halihazırdaki en iyi bilgimize göre, tüm memeliler, kay­ naklar için yanşan diğerlerine karşı Ö FKE hissederler. Kızgınlık ve nefret, ÔF·KE'nin bilişsel yollarla ortaya çıkma şekli olduğu için, gündelik hayatımızda birbiriyle etkileşim halindeki bu kav­ ramları ayn tutabilmek zordur. Bu tüm birincil süreç duygular için önemli bir noktaya işaret eder ki bu önemli nokta temel duy­ gularımızın nöral enerjilerinden çıkan ve bunların üzerine inşa edilmiş olan bilişsel detaylandırmalara ilişkin p ek çok duygusal terimimiz olduğudur. Bu söylemin genel önermesi, birinci süreç afektif uyanlmaların her zaman yüksek duygus al süreçlerimizin kaps amlı deneyimlerine eşlik ettikleridir fakat henüz kimsenin tutkularımızın bilişsel dönüştürme yolunu yansıtan zihinsel in­ celikleri araştırmakla ilgili iyi bir bilimsel metot geliştirmemiş olduğunda anlaşabiliriz. İnsan kızgınlığı hayal kırıklıklarının çok olduğu zor zamanlar­ da ekonomik gerileme dönemlerinde veya benzinden işe oradan da sevgi dolu hislere kadar görünürde çok önemli b azı kaynaklar sınırlıysa her zaman artar. Sinirler bolluktan ziyade kıtlık zaman220

Ö F K E ' N I N ATA L A R D A N G E L E N KÖ K L E R i

larında alevlenmeye meyillidir. Bilişsel seviyede sinir edid a:ılaş­ mazlıklar gündelik hayatın meselesidir. İntikam hisleri özel likle birbirl eriyle hiç arkadaşlık etmeyip zorbalık yapmış gençler ıra­ sında kolaylıkla alevlenir. Tüm bu ins ana ilişkin meseleler Pal tla­ van'da (20 1 0) iyice ele alınmıştır. Fakat birine ulaşıp ona vura ak itkimizin, sözel veya fiziksel beyin kaynaklan nerededir? Hayv;m b eyni araştırması bize bu konu hakkında bir şeyler söyler mi? Ce­ vabımız nitelikli bir evettir. Kızgınlık ve nefretle alakalı yüksek biliş s el süreçlerimizin birçoğu özellikle de ins anların kızgınlık tutkularını s esleriyle, hayal kırıklığı ve uzlaştırıcı tondan suçla­ ma ve bilişsel b anş sağlayıcı tona kadar yüks eltip azaltabildiği için nörobilimsel olarak irdelenemez durumdadır. Ama hayvan b eyin araştırmasında ÖFKE 'nin ham hali tüm detaylarıyla hemen anlaşılır (Panksepp, 1 998a; Siegel, 2005) . Dolayısıyla, hayvan beyin araştırması bize, terbiye edilmiş insan değerlerinin üstü kap alı yönlerini-hayvani içgüdülerimize karşı koyabilen varlık olma yollarını anlamamıza izin vermeye­ cektir. Ö rneğin türler arası afektif nörobilim uyanmış ÔFKE'yi s akinleştirecek yatıştırma jestleri ve affetmenin niteliği hakkın­ da bize bir ş ey s öyleyemez. Affetme becerisi vicdan azabı duyma becerisi gibi beceriler birçok hayvanın sahip olamayacağı kar­ maşık biliş s el süreçler üzerine inşa edilmiştir. Bununla beraber hayvan araştırması beynin içinde ÖFKE'nin alevlenmesinin ne anlama geldiğini açıklığa kavuşturabilir. Bu birincil süreç his ins anlar arasında elbette bir sürü ayıplanacak kırıcı davranışa yol a çabilir; bu davranışların çelişkili yollarla ins anın kendine zarar vermesine neden olduğu da bir gerçektir. Öyle görünüyor ki olumsuz duygular insan zihninin yüks ek bilişsel bölgelerinden geri tep erler. S aldırganlığın aynı zamanda bir sürü yüzü vardır. İnsanoğ­ lunun arasında yalnızca avcılıkla ilgilenen ve kimleri incittikle­ ri umurl arında olmayan ben-merkezci, narsisistik, sosyopat ve p s ikop atlar vardır. Daha da kötüsü insanlara aktif bir şekilde acı vermek isteyen ve bunu yapmaktan keyif alan insanlar da vardır. Bu b ölümde içerik olarak daha çok kızgınlık kap asitesinin atalara ilişkin köklerini ele almakla beraber böylesi avlama itkilerini de inceleyeceğiz. Köklere ilişkin bilgimiz memeli beyninin b irincil s üreç ÖFKE sisteminin detaylarını anlamaktan gelir. İns an kızgın221

Z i H N İ N A R K E O LO J i S İ

lığının köklerini anlamak için konuyla ilgili hayvan modellerinde bu kuvvetli duygus al sistemi çok detaylı olarak araştırmalıyız. Ne yazık ki s on yıllarda bu sistem üzerindeki b eyin araş tır­ ma 3ı nörobilim alanından neredeyse kaybolmuştur. Neden ÖFKE araştırması bir kenara bırakılmıştır? Bunun cevabı b elli bir yere kadar p olitiktir. 1 990' ların başlarında vahşetin b iyolojik köken­ leri hakkında bir konferans organize eden (Birleşik D evletler'de ) Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsünün idari işler yöneticisinin ortaya attığı duyarsız ve politik olarak yanlış bir telkin olmuştur. B elki de meseleleri iyice düşünmeden şehir içi gettolarının ormanla­ ra benzediğini ve hayvan araştırmalarının bu gettoların kültürel problemlerini anlamamıza yardımcı olacağını ifade etti . Üstü ka­ palı ş ekilde şehir içinde yaşayan ins anların aşırı saldırgan pri­ matlarla karşılaştırıldığı yorumlardan birisiydi. Bu çıkarım hem mütecaviz hem de ırkçı olarak görüldü. Konferans ip tal edildi. B u yaygara saldırganlığın nörobiyolojik araştırmasına gölge düşür­ dü ve bu, günümüzde de devam etmektedir. Saldırganlık araştırmasının bitmesinin bir diğer nedeni genel­ likle öfke araş tırmalarının bir laboratuvar hayvanının diğerine saldırmasıyla sonuçlanmasından dolayı birçok insana anlaşılır şekilde sakıncalı gelmesidir. Dolayısıyla horoz ve köp ek dövüşleri pek çok eyalette ve ülkede olması gerektiği gibi yas aklanmıştır ve bilimsel araştırma önlemleri de bir hayvanın diğerini ciddi dere­ cede yaralamaması için alınmalıdır. Dizginlenemeyen kızgınlık ins anların b azı alt grupları hatta herhangi bir memeli türüyle sınırlı değildir. Şimdilerd.e tüm me­ meli b eyinlerinde ÖFKE sisteminin var olduğunu güvenle i ddia edecek kadar yeterli bilgiye sahibiz. Devrelerin nerede b ulundu­ ğunu biliyoruz ve saldırganlık duyarlılığını uyaran veya frenleyen kimyasallar hakkında da bir şeyler biliyoruz. Böyle hislerin insan zihinlerinin üst serebral alanlarında kesin olarak nasıl tükendi­ ği meselesiyle birlikte daha öğrenecek çok ş ey var. E ğer deneyler özen ve duyarlılıkla tas arlanırs a nörobilimcinin bizimkiler dahil tüm memeli b eyninin içinde yapılanmış olan ÖFKE p otansiyelini ihmal etmesi için bir s ebep bulunmaz. Bu devrelerin nörobiyoloji­ sini daha çok anladıkça aile ve daha geniş olarak toplum h ayatın­ da bir sürü kaosa yol açabilen yaşam için çok önemli olan b u do­ ğal aracı anlayacağız. B elki de p sikiyatrik olarak dikkat edilmesi 222

Ö F K E ' N I N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R i

gereken bir problem haline gelen öfke hislerinin çözülmesine yar­ dımcı olacak ve b öyle tutkuları denetleyecek ilaçlarla ilgili yeni fikirler üretebiliriz. İns anlar uygun olmayan şekilde kızgın hale geldiklerinde yaygın nasihat "bir ilaç al" dır. Fakat henüz böyle bir ilaç yoktur ama b öyle bir ilerleme için onaylanmayan psikiyatrik bir gösterge olduğundan şimdiye kadar ihmal edilmiş bu tıbbi ge­ lişime ilişkin gelecek vaat eden ipuçları vardır.

ZİHNİN ÖFKE DOLU HIRSLARI Ç eşitli koşullar şartsız olarak ÖFKE'yi uyarır: fiziksel aktivitenin sınırlandırılması veya bedenin yüzeyindeki duyusal hoşnutsuz­ luklar kolaylıkla bu hissi kışkırtır. İkincil seviyede eğer ARAYIŞ sisteminin istekleri engellenirse örneğin öngörülen ödüller ani­ den geri çekilirs e ins anlar da hayvanlar da kızgın hissederler. Ön­ ceki b ölümde sıradan ve yaygın olan bir otomat makinesi istenen yiyecek veya içeceği vermediğinde beklentinin nasıl da hızla en­ gellendiği örneğinden bahs etmiştik. Bu tür hayal kırıklıkları göre­ celi olarak hafiftir ve kızgınlık kısa sürede yok olur. Fakat hayalle­ rinizdeki ev için bir teklif verdikten sonra bu evin daha yüksek bir teklifte bulunan kişi tarafından kapıldığını öğrenirseniz üstelik bu kişi hiç de hoşlanmadığınız birisiyse hayal kırıklığınız daha da aşırı olur ve bir s üreliğine karamsar ve kırgın olamaya devam edersiniz. Tipik olarak bu kızgınlık diye adlandırılsa da kanıtlar öyle gösteriyor ki canlanan bu his bu bölümde üzerinde duraca­ ğımız ÖFKE devresi tarafından üretilir. En uç nokta olarak ço­ cuklukta kötü muamele ve ihmal varsa bunlar kızgınlığın yaşam b oyu devam etmesine sebep olabilir. ÖFKE savaş zamanlarında ve s osyal çalkantı dönemlerinde çarpıcı bir şekilde alevlenebilir. Ama çiftlerin ufak ş eylerle ilgili bitip tükenmek bilmeyen didiş­ meleri de fazlasıyla olağandır ve belki de küçük çocuklar kendi evlerinde bu s aldırganlığa ve beraberindeki haksızlıklara şahit oluyorlardır. Yiyec ek yoksunluğundan kaynaklanan açlık gibi homeostatik dengesizlikler de ÖFKE itkisini duyarlı hale getirebilirler. Bölüm 3 'te aşırı ARAYIŞ uyarılmasının işe yaramayan törensel davranış ­ lar olan birleşik davranışların ortaya çıkmasıyla sonuçlanacağını b elirtmiştik. Öyle görünüyor ki birleşik davranışlar da kısmi ola223

Z i H N i N A R K E O LOJ i S i

rak engellenmeyle ortaya çıkan Ö FKE 'yle uyarılır. önceki b ölümde anlattığımız üzere birleşik davranışlar laboratuvarda hayvanlar çok açsa ve açlıklarını kolayca gideremiyorlars a ortaya çıkar. Buna karşın hayvanlar bir p arça yemekle " geçiştirilir" ve b u onları devamlı ARAYIŞ durumunda tutar. B aşka bir ifadeyle ins anlar ve hayvanlar aşın aç susuz ve cins el engellenme halindeyken ve bu doyumlara hızla ulaşacak yolları yoksa büyük olasılıkla öflce orta­ ya çıkar. ARAYIŞ sistemi hala uyarılma halinde olsa da ve ARAYIŞ uyarılması olumlu duygulanımları üretse de engellenmeye b ağ­ lı olarak ÖFKE sistemi de eşzamanlı uyarılır ve iki tutku sinerji oluşturur. ÖFKE 'nin kendisi bilişsel (örn. bilgi işlemeyle üretilmiş bir zihinsel durum) olmasa da öğrenme yoluyla oluşan bilişsel et­ kilerle i ç içe geçmesi kaderidir. örneğin sevgi kaybı gibi incelikli hallerin nörobilims el olarak araştırılması kolay değildir ama sosyal arzularımız engellendi­ ğinde ortaya çıkan ÖFKE dolu olma durumu hemen görünür hale gelir. Bunun belki de en yaygın örneği kardeş yarışmasıdır. B üyük çocuk yeni doğan bebeğin anne b abasının s evgis ini çalacağından endişe ediyorsa yeni gelen kardeş inden nefret etmeye b aşlayabilir. Bazen büyük çocuğun bebeğin hastaneye ne zaman iade edileceği­ ni sorması ya da onu tuvaletin sifonuyla b eraber göndermenin iyi bir fikir olabileceğini söylemesi olasıdır. Bu çeşit s inirli bili ş s el tepkiler kızgınlık ve nefret için b ereketli topraklar s a dece küçük çocuklarla sınırlı değildir. Cinsel p artneri olan yetişkin m emeli­ nin kızgın s aldırganlığını kışkırtmanın en kolay yollarından biri egemenlik alanına b aşka bir erkeği katmaktır. Yetişkin ins anlarda kıskançlık çağlar boyunca b azen cinayetle s onuçlanan şiddet ha­ reketlerinin yüks elmesine yol açmıştır. En mutlu h ayatlarda b ile önüne geçilemez değişimlerin ol duğunu düşünürs ek Ö FKE dolu uyarılma anlarının neden gündelik hayatın kaçınılmaz ö zellikleri olduğunu görmemiz kolaylaşır. Ne kadar iyi huylu olurs a olsun hiç kims enin bu afektif deneyime b ağışıklığı yoktur. Atalardan gelen mirasımızın bir p arçasıdır. Bununla b erab er Aristotelesçi duygus al bilgelik (phronesis) kime ne yoğunlukta ne süreyle kı­ zacağımızı seçmemize olanak tanıyarak nihayetinde kızgınlığı dengeli bir araç haline dönüştürür. Uzun vadede anlamak ve uz­ laşmaya varmayı i stemek en iyi seçeneklerdir.

224

Ö F K E ' N I N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R İ

ÖFKENİN NÖRAL KAYNAKLARI S al dırganlığın nöroanatomisi, Alan Siegel tarafından incelikli ola­ rak araştırılmıştır (2005). ÖFKE sistemi amigdal anın medial alan­ larından stria terminalisin oylumlu yolu boyunca aş ağıya doğru medial hipotalamus ve periakuaduktal grinin belirli bölgelerine gider (PAG) (bkz. Şekil 4. 1 ) . Şimdiye kadar Üzerlerinde araştırma yapılmış tüm h ayvanlarda ÖFKE beynin bu bölgelerinin elektrik­ s el uyanmıyla uyarılmıştır. Akım verildiğinde hayvanlar çoğun­ lukla önlerine çıkan nesneleri ısırarak anında saldırıya geçerler. Akımın gücü artırılırsa saldın daha da yoğunlaşır. Bu çeşit beyin uyanını yöntemleri insanlara uygulandığında ins anlar, çeneleri­ ni sıkma eğilimine kapıldıkları ve yoğun kızgınlık hissettiklerini bildirirler (King, 1 9 6 1 ; Mark vd, 1 972; Hitchcock & Cairns , 1 973).

--�

AMİGDALA

PAG ve Hipotalamus a B ağlı Tepki

HİPOTALAMUS

Üst-beyin Alanlarına Bağlı Olmayan Tepki

PAG'a Bağlı Ama Amigdalaya Bağlı Olmayan Tepki Ş ekil 4. 1 . B eyinde ÖFKE kontrolünün hiyerarşisi. Yuvarlaklar lokalize be­ yin uyarımıyla uyarılmış ÖFKE'nin en önemli beyin bölgelerine iş aret eder. X'ler lezyonları gösterir ki (örn. amigdala gibi) üst bölgelerin hasarlanması­ nın (hipotalamus ve periakuaduktal gri [PAGJ gibi) daha aşağıdaki alanların uyardığı tepkileri yok etmediği belirtilmiş olur. Aynı zamanda üst yerlerdeki hasarların işlevleri daha alttaki alanlar tarafından kaps anır. Hipotalamus has a rı amigdalanın tepkilerini bertaraf eder ama PAG'ınkileri etmez ve PAG'daki lezyonlar üst-beyin bölgeleri tarafından uyarılmış ÖFKE tepkile­ rini önemli derecede azaltır (Oxford Üniversitesi Yayınlarının izniyle Pank­ s epp l 9 9 8a'dan yeniden bas ılmıştır) .

225

Z I H tl İ N A R K E O L O J İ S İ

Fakat denekler neden kızgın hale geldiklerini anlamazlar ortada hücum eden gerçekçi bir nesne olmadığından bu hisleri için akılcı sebepler bulmaları da zordur. İns anlar bu deneyimi şaşırtıcı ve huzursuz edici bulurlar çünkü normal ş artlar altında ins anın ÔF­ KE'sini tahrik eden bir nesnesi veya olayı vardır ve bu his otoma­ tik olarak kızgınlık ve nefretin neokortikal üçüncül süreçleriyle incelikli hale gelir ve bununla tutarlı olarak kimin suçlanacağıyla ilgili belirli gücenme ve düşünceler de eşlik ederler. Ama bu dış s al tetikleyici olay ve düşünceler her zaman eşlik etmezler. D aha önce b elirtildiği gibi ÖFKE tepkisi açlık gibi b elirli b edensel değişim­ lerle de alevlendirilebilir. Kan basıncının artması da ÖFKE sistemini duyarlı hale geti­ rir (Mancia & Zanchetti, 1 98 1 ) . İlgili devreyi etkileyen tümörler­ de olduğu gibi beyin p atolojileri ÖFKE sistemini olumsuz yönde etkileyebilir. Böylelikle insanlar ve hayvanların kendiliğinden görünürde amaçsız saldırgan davranışlar gösterm es ini a rtırır (Blumer, 2000) . ÖFKE devresi hiyerarşik olarak ayarlanmıştır. Saldırganca hare­ ketlerin gerçekten üretilmesinde beynin daha yukarılarında bulu­ nan alanlardan ziyade derindeki yapılar ciddi derecede öneme s a­ hiptir. PAG'dan uyarılmış ÖF:KE medial hipotalamus veya amigdala gibi üst-beyin bölgelerinden biri veya diğerinin hasarlanmasıyla yok olmaz (DeMolina & Hunsperger, 1 962) . PAG veya medial hipo­ talamusun hasarlanması amigdaladan uyarılmış öfkeyi tamamıyla ortadan kaldırabilir. İnsanın tam da bekleyeceği gibi hipotalamus­ ta, yani sistemin ortasında oluş an bir hasar amigdaladan gelen ÖFKE'yi bloke eder ama PAG'dan geleni etmez. Dolayısıyla PAG'ın bu duygu için ciddi derecede önemli olduğunu söylemek akla ya­ kındır. Bu içgüdüsel duygusal tepkinin üretiminde medial hipota­ lamusun önemli ama çok da önemli olmayan bir yerinin olduğunu medial amigdalanınsa çok daha az önemli olduğunu söyleyebiliriz. Fakat amigdala daha çok ÖFKE'yi kışkırtan bilişsel b a ğlantıları oluşturmakla alakalıdır. Bu bilişsel b ağlantıların pek çoğu kindar derin düşünmeleri detaylandıran üst-b eyin bölgelerinden medial amigdaladan akar. Ama tüm duygusal tepkiler için PAG ve medial hipotalamik bölgeler ciddi derecede önemli olmaya devam ederler. Bu hiyerarşik düzenleme tüm temel duygus al sistemler için genel bir kuralın altım çizer. Her duygusal sistemin daha eski ve 226

Ö F K E ' N İ N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R i

alttaki özellikleri üst-beyin bölgelerinden ziyade ürettikleri bü­ tünlüklü duygusal tepkiler için bam ÖFKE hisleri de dahil olmak üzere çok daha ciddi bir öneme sahiptir. Hiyerarşik kontrolün bu s eviyeleri tüm duygus al ağlarda belirgindir. Ne yazık ki bu kont­ rol s eviyeleri tüm duygus al sistemler için iyice araştırılmamıştır ama ARAYIŞ ve KORKU sistemleriyle ilgili birbirini teyit eden iyi çalışmalar yapılmıştır. Örneğin uzun zamandır daha aş ağılarda­ ki b eyin b ölgelerindeki lezyonların yukarıdaki beyin bölgeleriyle k Cl: rşılaştırıldığında kendi kendini stimüle etme üzerinde daha çok etkide bulunduğu biliniyordu (Huston & Borbely, 1 974; Va­ lenstein, 1 966). Tahminen açlık ve bormonal/cinsel engellenmeler gibi fizyolo­ jik "kızgınlıklar" ÖFKE sistemine bipotalamus gibi bedenin home­ ostasisini takip eden diğer beyin bölgeleri yoluyla dahil olurlar. Örneğin aç hayvanlar iyi beslenenlere göre her zaman daha hızlı halde kavga hazırdırlar. Açlığın ÖFKE 'yle nasıl bağlantı kurduğu konus u şimdiye kadar nörobilimsel ilgiyi çekmemiştir. Bir sürü kaynağın b eynin özellikle "işlevleri aramaya" dönük mekanizma­ larını bulmak için harcanması acıklıdır. Bunların hiçbiri gündelik hayattaki kızgınlıklar için yüksek kontrollerin önemli olmadığı ş eklinde anlaşılmamalıdır. Elbet­ te önemlidirler bilişsel olarak oluşturulan kızgınlıktan bir kişi­ ye yönelik s üregelen nefrete kadar özellikle de öğrenilmiş ÖFKE tepkileri için önemlidirler. Üst bölgelerden gelen bir sürü bilişsel b ilgi orta b eynin PAG'ında detaylandırılan kab a ve hazır duygu­ s al orkestrasyona incelikli düzeltmeler getirerek ÖFKE sistemini besleyebilir. Örneğin korteks tarafından algılanan çeşitli çevresel rahatsızlıklar sisteme kısmi olarak ÖFKE sisteminin en tep esinde bulunan medial amigdala bölgelerine neokortikal/ bilişsel gir­ diler yoluyla iletilir. İns anlar ve tahminen bazı hayvanlar ÖFKE hislerini denetlemek için daha yüksek kontrolleri kullanabilirler. Yeniden Aristoteles'in bu bölümün başındaki epigrafında altını çizdiği gibi kiş in in kendi kızgınlığı üzerinde makul bir denetim elde etmesi bilgeliğin bir yönüne erişmesi demektir. B azen psiko­ terapi kişinin duygularının kölesi değil efendisi haline gelmesi bu olgunluğa erişmesi için büyük bir rehberdir.

227

Z i H N i N ARKEOLOJiSi

SAHTE ÖFKE? Eski araştırmacıların bazıları bu sistemin elektriksel uyarımının herhangi bir çeşit gerçek kızgınlık duygusunu üretmediğine s a­ dece sahte öfke (uygun öznel duygulanım olmadan öfkenin dav­ ranışsa! tezahürleri) ürettiğine inanıyorlardı. Hayvanların küçük bir alt grubu okş anma sırasında hırlayıp tısladıkları için bu akla yakın göründü (Masserman, 1 94 1 ) . Bu alt grupta stimüle edilen elektriksel bölgelerin b eyin s ap ının epeyce aşağılarında olduğu görülür, yani motor göstergelerin gerçek en son ortak yolakları­ ııın omurilikten ayrıldığı yerde ya da ısırma gücünü denetleyen (kranial sinir V diye de adlandırılan) trigeminal sinirin motor çe­ kirdeği civarında olduğu görülür. Bu afektif Ö FKE tepkisinin tam olarak neden harekete geçmediğini bize anlatabilir. B eynin afektif olarak böyle amaçsız yerlerine Ö FKE devresinin üst b ölgelerinde nadiren rastlanır. Ö FKE ağ sisteminin orta beynin içinde ve ü zerindeki işletici parçalarda (PAG'ın içinde) birçok elektrot yerleştirmesinin ham insan kızgınlığına çok benzeyen bir merkezi afektif durumu uyan­ dırması daha olası görünmektedir. İnsanlar normal olarak bir çeşit ihlal algısıyla bir kişiye karşı kızgın his s ederler bu olgunun dışarda kalması kaydıyla yukarıda açıklanan olasılık dahilinde görünmektedir. Böyle bilişsel bileşenlerin yanı sıra elektriksel olarak yaratılan ÖFKE 'nin elektrik durdurulduktan s onra uzun süre devam ettirilememesi de b aşka bir farklılıktır. Muhtemelen bu hissi devam ettirecek hiçbir düşünce olmadığından veya si­ tümülasyon durduğundan aniden gelişen rahatlama veya ARAYIŞ devresinin dengeli aktivitesinin geri gelmesi gibi karşıt sürecin1 aniden ortaya çıkmasından kaynaklanan sebeplerle elektriksel olarak yaratılan Ö FKE devam etmez. 1 930'larııı ortalarında kedi beyninde Ö FKE sistemini keşfe­ den ( 1 949'da çalışmalarından dolayı Nobel Ö dülü alan) Walter Hes s 'in hipotalamusa lokalize olmuş uyarımı kull an arak ortaya Karşıt süreç kendisinden önce gelen ve tetikleyen sürecin etkilerini doğ­ rudan azaltma eğilimindeki süreçtir. Örneğin belirli b ağımlılık yap ıcı maddelerin yarattığı olumlu duygulanıma karşı b eynin içinde biriken olumsuz afektif hisler içsel olarak karşıt harekete geçer ve bu da madde yoksunluğu baskısına sebep olur.

228

Ö F K E ' N İ N ATA L A R D A N G E L E N KÖ K L E R İ

çıkan davranış a "s ahte öfke" diye adlandıran ilk kişi olduğunu b elirtmek önemlidir. Emekliliğinden sonra basılan (Bölüm 2'de b elirtildiği gibi, örn. Zihnin Biyolojisi nde [ 1 964]) hayvanların gerçekten kızgınlığı deneyimlediklerine her zaman inandığını itiraf etti. Kendisinin inanmadığı fikirleri düşünceleri paylaşmış olduğunu kabule etti. Neden? Düp edüz o vakitler baskın olan ve duygulardan b ahsetmeye tahammülü olmayan davranışçıların çalışmalarını ötekileştirmesini istemiyordu. Sonuç olarak hala ÖFKE sisteminin beynin diğer biliş sel ve afektif sistemleriyle na­ sıl etkileşime geçtiği hakkında pek bir şey bilmiyoruz. B u b ağlamda ÖFKE sisteminin (ventral lateral ve bitişikteki b az al hipotalamusta yoğunlaşmış olan) hipotalamus kısmının (dorsolateral b ölgelerde yoğunlaşmış olan) ARAYIŞ devresine ol­ duğu kadar (ventromedial b ölgelerde yoğunlaşmış olan) KORKU devresine de oldukça yakın olduğunu belirtmeliyiz. Bu nedenle, b azı elektrot b ölgelerinin ÖFKE 'yi uyarırken aynı zamanda bu bölgelerden birini de birlikte uyarması muhtemeldir. Eğer bu doğ­ ruys a o z aman ARAYIŞ itkisinden gelen olumlu duygular ÖFKE tepkisi tarafından üretilen olumsuz duygulanımı etkisizleştire­ cektir. Bu b azı hayvanların bazen neden ÖFKE benzeri saldırgan­ lığı uyarabilecek bölgeleri kendi kendilerini stimüle ettiklerini açıklayabilir. Tersine ÖFKE ve (gelecek bölümde detaylandırılan) yakın daki KORKU sitemini eşzamanlı olarak stimüle etmek daha çok s avunmacı bir durumu üretir ve s adece ÖFKE'nin uyarıldığı duruml ardakinden daha fazla iğrenmeye sebep olur. Gerçekten de işler bu tip karışımlarla daha da kafa karıştırıcı hale gelebilir ve aş ağıda üzerinde duracağımız konu avlama saldırganlığının ARA­ YIŞ sisteminin uyarılmasıyla desteklendiğini bildiğimizden şimdi buna inanmak için özellikle çok iyi nedenlerimiz vardır. Birçok sistemin birbirine bitişik olarak bulunduğu ve çoğun­ lukla davranış silsilesi denetiminde etkileşime geçtiği beynin elektriks el uyarımını kullanan kişinin böyle mes eleleri zihninde tutması önemlidir. Sadece bir sistemin kendisi tarafından stimüle edilmesi nadirdir. Birleşik ağ örgülerinin uyarımlarındaki bu zor­ luklar b elki yenilerde gelişen nörobilimsel teknolojiler tarafından çözümlenebilir. Örneğin (nöronları ışığa duyarlı hale getiren) ro­ dopsin üretici moleküllerin belirli beyin b ölgelerine viral olarak yerleştirilmesi öyle bir konumlandırılabilir ki kişi birbiriyle örtü'

229

Z i H N i N A R K E O L OJ i S İ

ş en bir sürü a ğ örgüsünün yanında b eynin s adece bir nörokimya­ sal ağ örgüsünü belirli ışık dalgalarıyla seçerek aktive e debilir. Bu sayede artık beynin uygun yerlerine yerleştirilen optik fiberlerle sadece bir beyin sistemini daha da seçici olarak stimüle edebiliriz (Airan vd, 2009) . Aynı ş ekilde belirli nörokimyas allar kullanarak yapılan beynin lokal uyarımı b elirli sistemlerin s e çici uyarımları­ nın yapılabilmesini elektriksel uyarımla mümkün olmayan oran­ da s ağlar (Ikemoto, 20 1 0) . Bu ilerlemeler temel afektif sistemlerin işlevsel detaylarıyla ilgili b ilgimizde çok önemli düzeltme ve ge­ lişmelere yol açmalıdır.

ÖFKENİN NÖROKİMYALARI Nörobilimciler ÖFKE'yi etkileyen beyin kimyas allarını epeyce bi­ lirler (Guerra vd, 20 1 0; Siegel, 2005) . ÔFKE 'yi uyandıran kimyasal­ lar sıklıkla da diğer destekleyici uyaranlarla birlikte testosteron, P maddesi, norepinefrin (NE), glutamat, asetilkolin ve nitrik oksit bireşimleridir. Bu etkilerin birçoğu ilaçlarla durdurulabilir. Ö r­ neğin beyin norepinefrini kızgınlığı kolaylaştırdığı için (beta-NE reseptörlerini bloke eden) propranolol iritabiliteyi yok edebilir bu diğer çeşit uyarılmalar için de geçerlidir. Ö FKE 'yi yok e den di­ . ğ�r nörokimyasallar özellikle {serotonin agonisti b azen serenic madde diye de adlandınlan ve s erotoninin etkil erini artıran) el­ toprazinle vurgulanmış olan serotonindir ama bu etki yine ö zgün değildir. Serotonin tüm duygus al uyarılma formlarını azaltma eğilimindedir. ÖFKE inhibitörlerinin listesi uzar gider. B elki en tanınmış olanı gamına aminobutirik asit {GABA) b eynin genel inhibitör ileticileridir. GABA ÖFKE aktivitesini az altır ama geniş oranda beyin aktivitelerinde nöral ateşleme miktarlarını da azal­ tır. Başka bir ifadeyle GABA her duyguyu ses siz hale getirmeye meyillidir epileptik nöbetleri durdurur ve uyku oluşumund a çok etkilidir. Bundan dolayı aynen s erotonin gibi s adece ÖFKE siste­ mine özgü değildir. B u kimyas alları listelememizin sebebi s adece her b eyin sis­ teminin çoklu kimyas allarla denetlendiğini vurgulamak içindir. Fakat ilerde göreceğimiz üzere nörop eptit P maddesi gibi nöro ­ kimyas alların b azıları (her n e kadar b eynin daha alt b ölgelerinde, mide bulantısı gibi epeyce farklı b eyin işlevlerini o rtaya çıkart-

230

Ö F K E ' N I N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R i

salar da) b eynin ü s t bölgelerinde ÖFKE'yi daha spesifik olarak aktive eder görünürler. Endojen opioidler (ki bunlar beyin morfin taklitleridir) gibi diğer nöropeptitler (sosyal rahatlık ve güven inş a edici diğer bir b eyin kimyasalı olan) oksitosin oldukça et­ kili bir b içimde ÔFKE'yi yatıştınr. Ama yine bunlar da beyinde b aşka bir sürü işi yap arlar. Bütün bunlar belirli duyguların nöro ­ kimyas al olarak denetlenmelerinin tek tek her bir beyin devresi s eviyesinde epeyce doğru olabileceğini ama bunların diğer beyin sistemlerinde de farklı etkileri olabileceğine iş aret eder. Bu psi­ kiyatrik uygulamalar için daha hassas "zihin ilaçlan" düzenleme zorluğunun bir sebebi olabilir. Kısmen her hayvan karakteristik nörokimyasal kuvvetler ve zayıflıklar gösterdiğinden duygusal mizaçlar türler boyunca ol­ duğu kadar kişiler arasında da geniş ölçüde farklılıklar göster­ mek durumundadır. insan mizacını ortaya çıkartmak üzere duy­ gu temelli kişilik skalalan geliştirilmiştir (Davies vd, 2003) ama bunu h ayvanlar için düzenlemek çok zor olur. Bununla birlikte hayvanlarda duygusal karakter farklılıkları yaratmak için genel­ likle seçici çiftleştirmeyle (örn. "davranış genetiğini" tekniklerini uygulayarak) çok kolay gerçekleştirebiliyoruz. E rkek ve dişilerin neredeyse tüm duygusal sistemler için farklı duyarlılıklara s ahip olduklarını da biliyoruz. Bol miktarda hay­ van araştırması genel olarak dişilerin kızgınlığa erkeklere göre daha az meyilli olduklarını gösteriyor. Cinsel hormonların dola­ şımındaki farklılıklar insanlarda bile böyle cinsiyet ayrımlarının hiç değilse kısmi sebebidir. Testosteron açık bir şekilde erkekleri dişilere göre daha girişken ve saldırgan yapar. Gerçekten de dişi ins anlara testosteron verildiğinde kısa sürede daha saldırgan ve diğerlerine karşı daha az toleranslı olurlar (Hermans vd, 2008) . Testosteron erkekte baskınlık eğilimleri yarattığından öyle görü­ nüyor ki s aldırganlığın birbirinden farklı çeşitli formlarını olum­ lu olarak etkiler. Elbette testosteron/saldırganlık bağlantısı sadece fiziksel sal­ dırganlıkla ilgilidir. Hiddetli olmanın pek çok başka yolu olduğu gibi incitmenin de b aşka yolları vardır bunların en b eteri sosyal izolasyon olabilir (MacDonald & Jensen-Campbell, 20 1 1 ) . ins an ve hayvanlar s evgi ve kabulden yoksun kaldıklarında hiçe s ayılıp çok az bir hakka s ahip olarak ve daha da az keyif yaş ayacakları 231

Z İ H N İ N AR K E O L O J İ S İ

sosyal hiyerarşinin aş ağı bas amaklarına inmeye mecbur bıra­ kıldıklarında genel olarak duygusal hasar meydana gelir. Sosyal dışlanma hemen fiziks el bir incinme yaratmaz ama uzun vadede psikolojik hasarın aynı ölçüde zararlı olmadığını kim s öyleyebi­ lir? Ne de olsa stres öldürücü olab ilir ve s osyal dışlanma b üyük stres yaratır. Öyle görünüyor ki türlerin dişileri ve şüphesiz insan türünün dişileri diğerlerini bu çeşit duygusal ve sosyal yaralara maruz bırakmaktan da çoğuna sebep olabilirler. D o l ayısıyla her ne kadar fiziksel yaralanma genel olarak erkeklerin etki alanı gibi görünse de dişiler b edenden ziyade psişe'ye, açıkça görünmeyen ve fiziksel yaralarla karşılaştınlabilecek derecede olumsuz s ağlık durumlarına sebep olan yaralar açmakta b ecerikli �irler (Knack vd, 20 1 1 ) . Küçük kızların saldırganca niyetlerinden şüphe duyan her kimse sınıftaki kızlar arası sosyal politikayı araştırmaları gerekmektedir. Anahtar soru bu eğilimin altta yatan b irincil sü­ reç duygusal sistemlerle ilgili farklılıkları mı yoks a ö ğrenme ve kültürden etkilenmeye daha açık olan yüksek bili ş s el süreçleri mi yansıttığıdır. Bu tür meselelerle ilgili çok az araştırma vardır ama bunun birincil süreçlerden ziyade üçüncül s üreçlerle alakalı olduğunu umuyoruz ki bunun da anlamı aşın s aldırganlığın p ek çok vakasında sosyal ve kültürel müdahalelerin b iyolojik olanlara göre daha önemli olduğudur.

CEVAPLANMAYAN PEK Ç OK SORUYLA BERABER, BEYİNDEKİ Ç OKLU ÖFKE KONTROLLERİ ÖFKE diğer temel duygular gibi p ek çok p s ikolojik s üreç ve p ek çok b eyin b ölgesiyle ayarlanır. Kafa karıştırıcı olmasına karşın b azı çarpıcı s onuçları her duygus al sistemin ne kadar karmaşık olduğunu esasen vurgulamak ve öğrenilecek daha ne kadar çok olduğunu göstermek için özetleyeceğiz. Örneğin ÖFKE sistemi içinde olmayan b eynin b azı b ö lümle­ rindeki b elirli sınırlanmış lezyonlar çarpıcı b içimde s aldırganlığı artınrlar. Ventromedial hipotalamik (VMH) lezyonlar (ki b unlar hayvanları çok ciddi derecede obez haline getirecek kadar aşın yemesine s eb ep olur ve dişi cinsel davranış ını köreltir) hayvan­ l arı aynı zamanda kronik olarak asabi adeta yab ani hale getirir ve neredeys e korunmalı giysiler olmadan dokunulamaz durumda

232

Ö F K E ' N İ N ATA L A R D A N G E L E N KÖ K L E R i

olurlar. B u değişim kalıcıdır takip eden yumuşak dokunuşlarla da yok olmaz. Bu lezyonların neden ÖFKE 'yi azdırdığını bilmiyoruz ama b elki böyle bir beyin has arının yara dokusu bitişikteki ÖFKE sistemini kronik olarak rahatsız ediyor ediyordur. İnsanlarda me­ dial amigdalada ÖFKE devrelerine yakın epileptik odaklar vardır burada da b enzer bir kronik rahatsızlık hali görürüz (Mirsky & Siegel, 1 9 94) . Aynı zamanda beynin geri kalan b ölgelerine b eden­ sel doygunluk iletileri gönderen hipotalamusun tam da medial temelinde, yakındaki arkuat çekirdeğinin nöral ağ örgüleri bede­ nin enerji kaynaklan bol olduğunda saldırganlığı inhibe ederek s aldırganlık devrelerini doğrudan ayarlıyor olabilir. Diğer yanda hayvanlardaki kızgın asabiyetler, lateral sep­ tumdakiler gibi belirli üst devreleri uyararak ıslah edilebilir. Bu araştırmacıların lateral septumun ÖFKE sistemini yumuşatabile­ ceği ve durdurabileceğine ilişkin sp ekülasyonda bulmalarına yol açmıştır (Brayley &Albert, 1 977) . Bu etkileyici "septal öfke" feno­ menini açıklayabilir. Saldırganlık bu orta hat beyin bölgesindeki lezyonlar vasıtasıyla önemli ölçüde ve birkaç haftayı bulabilen uzunlukta artar. Bu lezyonları olan hayvanlar dokunmaya ve di­ ğer bir sürü uyarana aşın derece duyarlıdır. Bu iritabilite amig­ daladaki ÖFKE ve b elki de KORKU devrelerinde ilave lezyonlar oluşturarak derhal azaltılabilir (Jonason vd, 1 973). Benzer şekilde zaman ve çokça yumuş ak dokunmayla septal olarak lezyonlu bu hayvanlar adım adım uys al ve kendi kendine kaldıklarında saldır­ gan olmayan hale hatta sonunda normalden çok daha fazla sos­ yal olmaya istekli hale gelirler. Septal has arın peşi sıra tehditkar olmayan hayat deneyimleriyle beraber zamanın yalın bir şekilde ilerlemesi aşırı aktif ÖFKE tepkisini yumuş atabilir. VHM lezyon­ ları olan hayvanlarda karşılaştırılabilir bir iyileşme söz konusu değildir. S eptal bölge birçok önemli bilişsel ve duygusal sis temin kavş ağında bulunur ve bu bize bu bölgenin yüksek bilişsel sis­ temlerle alttaki duygus al sistemler arasındaki etkileşimde özel­ likle önemli olduğunu gösterir. Gerçekten de bu bölge daha önce gördüğümüz ARAYIŞ sistemi için nükleus akumb enste olduğu gibi ya da daha s onra KORKU sistemi üzerinde dururken göreceğimiz amigdalanın lateral bölgelerinde olduğu gibi b eyindeki bir diğer b aşlıca duygus al/bilişsel kavşaktır. Dolayısıyla s eptum hasarlan­ dığında kortikal inhibisyon azalır ve en azından bir süreliğine 233

Z İ H N İ N A R K E O LO J i S i

daha çok duygusal olarak dışa vurmayla s onuçlanır. S eptal olarak has arlı hayvanların sonunda önceki durumlarına göre daha se­ rinkanlı ve sosyal hale gelmeleri hiçbir ş ekilde net değildir. Ama görünürde sosyal ö düllere daha duyarlı hale gelirler. D aha önce de b elirttiğimiz gibi neokorteksin çıkartılması ö zel­ likle de frontal iş letici b ölgelerin alınması duygus allığı artırabilir ve bu tip fenomenlerin ilki frontal kortikal b ölgeleri ameliyatla alınan kedi ve köpekler çok asabi hale gelmeleri "dekortike öfke" olarak keşfedildi. Ek olarak kızgınlık bir zamanlar s a dece hare­ ketlerimizin düzgün eş güdümünü kontrol ettiği zannedilen b eyin s apına b ağlı "b eyincik" s erebellum tarafından da denetlenir. B e­ yinciğin en derindeki ve en eski çekirdekleri, fastigial ve terpo­

situs çekirdekleri elektrikle stimüle edildiklerinde s aldırganca davranışlar üretebilir. B azıları daha ölçülü davranışsa! ve p siko­ lojik tepkiler için neokorteksin duyguları durdurduğu ya da dü­ zenlediği gibi serebellumun dış kenarı olan s ereb ellar korteksin de s al dırganca davranış eğilimini düzenlediğini düşündüler. Ger­ çekten de durum bu olabilir. Ö rneğin (özellikle l 950'lerdeki) b eyin cerrahisi döneminde insan beyni üzerinde duygularla ilgili p ek çok çalışma yapmış olan b eyin cerrahı Robert Heath s aldırgan insanların serebellar kortikal b ölgelerini uyararak saldırganlığı durdurabileceğini düşünmüştü. Bu yöntemin gerçekten de kayda değer şekilde etkili olduğu bildirildi (Heath vd, 1 980). Ama yaygın bir uygulama olarak, b elki de ins an b eynine doğrudan bu tip tek­ nolojik manipülasyonların yapılmasının ahlaki bulunmamasın­ dan dolayı hiçbir zaman b enimsenmedi. Günümüze kadar p atolojik şiddeti kontrol edecek çok etkili yollara aşırı sedasyon s ağlayan ilaçlar dışında s ahip olamadık. S aldırganlıkla ilgili onca araştırmaya rağmen p sikiyatri direngen öfke/kızgınlığı uygun ş ekilde yatıştıracak uygulanabilir ilaç teda­ visini henüz geliştirmemiştir. Bu yüzden toplum zihins el ve duy­ gusal iritabilitenin çürütücü b oyunduruğunda yaş ayan tehlikeli insanlara karşı s avunmasız durumda kalmaya devam etmektedir. P m addesi, kedilerde ÖFKE'yi yoğunlaştırdığından dolayı (Gregg & Siegel, 2003; Siegel, 2005) uzun zamandır (şimdilerde bulantıyı tedavisi i çin tıbbi olarak onaylanmış olan) aprepitant gibi P mad­ desi antagonistlerinin s aldırganlık karşıtı iritabilite karşıtı aracı­ lar olarak oldukça etkili olabileceğini s avunduk. B ununla b irlikte 234

Ö F K E ' N I N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R i

bu öneri ins anlar için değerlendirilmelidir. Yine de giderek artan orandaki araştırmalar hayvanlarda kızgınlık tipindeki s aldır­ ganlığı b öyle aracıların tutarlı olarak azalttığını gösterir (Halasz vd, 2008) . B u sistemdeki reseptör değişkeleri insanlarda saldır­ ganca eğilimlere ve intihar eğilimlerine işaret etmiştir (Giegling vd, 2007) . Bu bağlamda beyindeki bir sürü nörokimyasalın farklı değişkeleri vardır. Örneğin P maddesi vakasında NK l , NK2 , NK3 res eptörleri vardır (NK, P maddesinin ait olduğu nöropeptit aile­ sinden nörokininin iş aretidir) . Sadece NKl res eptörü saldırgan­ lık üretir. Bu b akımdan sinir sistemine salıverilen herhangi bir nörokimyas alın karşılık gelen spesifik tipteki reseptör müsaitse s adece b elirli bir etkisi olacağını söylemek yeterlidir. Bu, zihinde tutulması gereken önemli bir nokta olmakla beraber, bu kitapta detaylara girmeyeceğiz çünkü kitabın uzman olmayan okuyucular için erişilebilir olmasını amaçladık. P sikiyatristlerin sadece aşırı çalışan ÖFKE sistemini durdu­ rarak akıl s ağlığına ulaşılamayacağını anlamaya ihtiyaçları var. ÖFKE normal olarak sosyal sonuçları anlaşılarak ve olumlu sos­ yal ilişkiler uyarılarak yatıştırılır. Aşırı ÖFKE için farınakolojik "tedaviler" eğer bir gün bulunurs a ve bulunduğu zamanda bu tip ilaç tedavilerine hastanın aile ve arkadaşlarla arasındaki olumlu b ağlarla mutlu olma yetisini artıran psikoterap ötik müdahaleler eşlik etmelidir. B aşka bir ifadeyle psikiyatristler farınakolojik tedavileri bulmaya çalışırken ÖFKE'yi istenmeyen bir davranış çeşidi olarak kökten yok etmeye çalışmamalıdırlar. Bu genel bir kuraldır: Psikiyatristler farklı duygusal asal faktörlerin afektif etkileşiminin farkına varmalıdırlar ve sosyal uyum ve mutluluğu yüks elten b ereketli olumlu duygulanımlarla vasıflandırılmış iyi­ leşmenin yollarını artırmaya bakmalıdırlar. Açıkçası sosyal poli­ tikalar d a bu s onuca varmak için etkili araçlardır.

BEYİN GÖRÜNTÜLEMESİ VE ÖFKE B eynin doğuştan var olan duygusal sistemleri hakkındaki bilgimizi tamamlamaktan henüz çok uzağız. Şimdi insanlarla araştırma ya­ p an b eyin görüntülemecileri bile ÖFKE sistemi ve diğer birincil sü­ reç duygusal sistemlerin çalışma yollarını henüz zihinlerinde can­ landıramadılar. Bunun sebebi kısmen bu eski duygusal sistemler 235

ZiH N i N A R K E O L O J i S i

üzerinde nedene dayalı çalışma yapmak için gerekli rutin deneysel metotlara sahip olmamalarıdır. Fonksiyonel manyetik rezonans görüntülemesi (fMRI) alttaki afektif olanlardan ziyade yukardaki beyin işlevlerini çok daha iyi görüntülemektedir çünkü ikincisin­ deki nöral aktivitelerin oranı duygularımızı denetleyen b eynin eski ağ örgülerindekinden çok daha fazladır. Bu kısıtlamalar, en modern beyin görüntülemesiyle bile alevlenerek harekete geçtiklerinde Ö FKE ağ örgülerinin yoğunluğunu görüntüleyemeyeceğimiz anla­ mına gelir. İnsan beyninde s algılanan kızgınlık üreten kimyas alla­ ölçüsünü de henüz takip edebilecek durumda değiliz . Bunun ötesinde insan beyni görüntülemesi teknolojilerinin sunduğu ortamda yoğun Ö FKE yaratmak oldukça güçtür. Nöral

rın

aktivitenin arttığı alanlara daha çok kan gideceği vars ayımıyla

fMRI taramaları b eyinde kan akışının izini sürerler. Ama fMRI taramalarında deneklerden kafalarını hareket ettirmemeleri iste­ nir. Böylelikle eğer kuvvetli hisler kışkırtılırs a ve eğer b u teknoloji düzgün bir şekilde çalışıyors a ins an denekler bunları ifade etme itkisini aktif olarak durdurmaya (içgüdüsel aksiyonları b askıla­ maya) ihtiyaç duyacaklar. Bu nedenden dolayı ins anlarda daha altta yer alan Ö FKE sistemini anlamak için beyin işlevlerinin kim­ ya·s al PET görüntülemesi daha etkilidir. Yine de öfkeyi görüntüleyen birkaç iyi çalışma var. B u ça­ lışmalardan ilkinde öfke hisleri orta hattaki çeşitli s ubkortikal bölgelerde uyarılmaya yol açtı fakat uyarılmalar özellikle b eynin sol tarafındaki özellikle frontal kortikal b ölgelerde ap açık gö­ rünüyordu. Bu beyin bölgeleri ins anlar endişe his s ettiklerinde de ep eyce "ışıldadı." Nöral aktivitenin inhibisyonu (kan akışının azalması) bilişselliğe aracılık eden ve b eynin s ağ tarafındaki çeşitli üst-beyin bölgelerinde daha belirgindi. İn s anlar endişe­ liyken b eynin frontal kortikal alanlan inhib e olmuştu. İns anlar kızgınken beynin gerilerindeki bölgeler beden yüz eyini haritala­ yan p arietal b ölgeler inhib e olmuştu (Kimbrell vd, 1 999) . Diğer araştırmacılar kızgınlık ve üzüntü ifadeleri sırasında ön ve arka s ingulat bölgelerinde amigdalada üzüntüye özgün bazı tepkilerle birlikte kızgınlığa değişik afektif hisleri öncülleyen tam göz çu­ kurlarının üzerindeki kortekste orbitofrontal kortekste karşılaş­ tırılabilir s eviyelerde uyarılma gözlemlemiştir (B erlin vd, 2 004; Blair vd, 1 999). Bu uyanlmalann kaçı duyusal ve homeostatik

236

Ö F K E ' N I N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R i

duygulanımlara karşılık duyguların birincil süreç göstergeleri­ dir? Bu tartışılır. Kaçı ikincil ve üçüncül regülasyon süreçleriyle alakalıdır? B öyle araştırmalarla Bu cevaplan bulmak imkansızdır. Aslında b eyin görüntüleme araştırmaları yap an kişilerin birçoğu b öyle önemli ayrımlarla kendilerini meşgul etmez. Beyindeki bu değişimlerin listelerinin özellikle ortalama okuru aydınlatması­ nı b eklemiyoruz çünkü beyin görüntüleme araştırmaları yap an kişilerin kendileri için bile bu taramaların nasıl yorumlanması gerektiği hiçbir ş ekilde net değildir. Görüntülenen verilerin belirsizliğine güzel bir örnek olarak kızgınlık hisleri esnasında görüntüleme çalışmalarında ışıldayan orbitofrontal korteks büyük olasılıkla kızgınlığı coşturmak yerine inhibe etmeye meyillidir çünkü bu bölgede oluşan hasar ins anlar­ da iritabiliteyi ve itkiselliği artırır (Berlin vd, 2004) . Aynı zamanda yakındaki medial beyin bölgelerinde beynin biraz daha gerideki ARAYIŞ sisteminin bir parçası olan ventral striatum gibi alanla­ rında bir hasar olduğunda ins anlar diğer kişilerin kızgın olduğu­ nu anlamakta büyük zorluk yaşarlar (C alder vd, 2004) . Durumun hala net olmamasının sebebi budur yine de bu ARAYIŞ sisteminin ne kadar çok duygunun ayarlanmasına katkıda bulunduğunun da bir göstergesi olabilir. Eğer birisi bir diğerine saldıracaksa ARA­ YIŞ sisteminin b azı kısımları mecburi olarak uyarılır. Eğer durum b öyleys e, bu sistemin has arlanmasının kişinin kızgınlıkla oluşan uyarılmayı algılamada zorlukları olacağını düşünülebilir. Ama o z aman neden insan beyin taramalarında kızgınlığı yakalama­ ya çabalayan diğer çalışmalarda ARAYIŞ sistemi uyarılmamıştı? B elki de eğer içinde değişimler saptanacaks a nöronal ateşleme­ nin çarpıcı biçimde değişmek durumunda kalması gibi fMRI tek­ nolojisindeki kısıtlılıklardan dolayıdır. Elbette fMRI tarayıcısı sınırları içindeki deneysel şartlar düpedüz kuvvetli duyguların deneyimlenmesine olanak sağlamaz. Duygulara aracılık eden pek çok subkortikal b ölgelerdeki nöronların algı ve bilişselliğe aracı­ lık ettiğinden dolayı inanılmaz derecede hızla ateşleyen talamus ve noekorteks gibi üst-beyin bölgeleriyle karşılaştırıldığında ol­ dukça yavaş ateşlediğini yeniden hatırlamamız gerekir. Bundan dolayı, özellikle de subkortikal duygusal bölgelerdeki küçük de­ ğişimlerin fMRI ile tespit edilmesi zordur. Çok daha uzun maruz kalma süreleriyle görüntüler çeken positron emisyon tomografi 237

Z i H N İ N A R K E O L OJ i S i

(PET) görüntülemesi gibi farklı teknolojiler, daha incelikli deney­ sel yaklaşımlarla birlikte duygus al süreçleri yeterli düzeyde gö­ rüntüleme çab aları için gerekli olabilir. Gerçekten de, b azı araştırmacılar, b eyin görüntülemesi için (örn. PET taraması gibi) alternatif teknolojiler kullanarak, çok alt­ taki b eyin bölgelerinde, kan akışında (nöral uyarılmaları b elirten) kuvvetli değişimler gözlemlemişlerdir. D amasio vd, (2000) öfke esnasında, duygus allığın can alıcı noktası olan PAG'ın bulundu­ ğu medial b eyin s apı derinliklerinde ve genel b eyin uyarılmasını denetleyen !okus korulus gibi bitişikteki bazı b eyin alanlarında kuvvetle artan kan akışı buldu. Bu mükemmel PET ç alışması, kızgınlık ve (korku, mutluluk ve üzüntü gibi) diğer birçok birin­ cil süreç duygu uyarıldığında, üst kortikal b ölgelerin çalışmasını durdurduğunu vurgular. Bu, kuvvetli duygusal hislerin, b iliş s el süreçleri bozduğu veya kısıtladığını gösterir ve zihni araştıran bilim insanlarının uzun süredir farkında olduğu bir fenomendir. Neokorteksin pek çok alanı, duygular yoğun bir ş ekil de deneyim­ lendiğinde, çalışmayı durdurur bu bir kere daha b eyinde duygu­ larımızı en yoğun hiss ettiğimiz yerde, diğer h ayvanlarla p aylaştı­ ğımız, subkortikal duygus al ağ örgülerini öne çıkarır. Memeli b eynindeki ÖFKE ağ örgülerinin yerleri h akkındaki bilgimizin, ins anlardan elde edilen s adece b irkaç ilgili veriyle beraber, çoğunun hayvan araştırmalarıyla toplandığının üzerinde durmak önemlidir. Dolayısıyla, ins an beyinlerinde gündelik kız­ gınlık ve hınç sırasında, tam olarak neler olduğuyla ilgili s onuca varmak için erkendir. Bununla b eraber, ins anların, eğer b eyinle ­ rinde ÖFKE sistemleri olmasaydı, nefretle dolu bir sinirlilik hali­ ni zor yaşayacaklarını tahmin ediyoruz.

ÖFKE VE SAVAŞ İns an öfkesinin s avaş b aşlatma motivasyonuna katkıd a b ulundu­ ğuna inanmak çok caziptir ama bu kab a bir genelleme olur. Bir s a ­ vaşın e n yoğun zamanında göğüs göğüse çarpışmanın o rtas ında b öyle tutkular "hiç kuşkusuz meydana çıks a bile taktiksel açıdan etkili olan askerler çoğunlukla kızgın değillerdir. Açıkça p ek çok s ayıda sosyolojik, p olitik ve tarihsel etmenler s avaş açmakta rol oynar. B üyük olasılıkla açgözlülük ve b askın olmak gibi yüks ek 238

Ö F K E ' N İ N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R İ

duygus al itkilerden yansıyan ARAYIŞ sistemi insan savaşlarında b irincil süreç ÖFKE devrelerinden daha etkilidir. Bunun ötesinde eğer kızgınlık kapasitemiz tüm savaşları açıklasaydı o zaman di­ ğer türlerin daha toplu çatışmaya girmelerini görmeyi beklerdik; buna rağmen az s ayıda diğer hayvan böyle grup saldırganlığı ser­ gilerler. Ş empanzeler gibi akrab a türler nadiren topluluk olarak diğer gruplarla çatışmalara girerler (Goodall, 1 986) ama gençlik veya daha ileri yaş serseri çeteleriyle olan benzeşimler savaş ben­ z eri ç atışmalardan daha uygun olabilir. Her durumda çeşitli grup saldırganlığı formlarına avlanma dürtüleri karşılığında ÖFKE itkilerinin ne kadar katkıda bulunduğunu günümüzde söylemek imkansızdır. B elki belirli tipteki öfke sadece hayvanlar saldırgan­ lığın tutkulu s ancılarıyla gerçekten uğraştıklarında birincil duy­ gular kızışıp ve çok hızlı değiştiğinde alevleniyordur. Dolayısıyla burada söylediğimiz şeylerin çok azı insan türün­ deki s avaşların nedenlerini aydınlatabilir. Elb ette ins anlardaki s avaş b enzeri eğilimlere sonuç olarak para hırsı kin gütmek ve z afer kazanmak da dahil olmak üzere nefret dolu pek çok duygu eşlik e diyordur. Aynen kıskançlıklarımız sinirlenmelerimiz ve nef­ retlerimiz gibi bu karmaşık hislerin birçoğu memeli beyninin en eski duygus al p arçasının birincil süreç içgüdüsel potansiyeli de­ ·ğil dir. Muhtemelen gelişimsel ve sosyal öğrenme yoluyla beynin daha yukarısındaki bölgelerinden yükselir. Diğer hayvanlar bizle­ rin s ahip o lduğu neokortikal sofistikasyonlara muktedir değildir. Sonuç o larak diğer hayvanların pek çoğunun bizim yaptığımız ş ekilde b öyle meselelerle ilgili karmaşık his ve düşüncelere sahip olma b ecerileri düpedüz yoktur. Fakat bu daha basit bir zihinle kızgınlığın ilk ve ham halini, yani proto-öfke, proto-kıskançlık ve p roto-nefret çeşitlerini yaşamaya muktedir olmadıkları anlamına gelmez. Yine de s af duygular olan KORKU ve ÖFKE kuşkusuz her s avaş meydanında alevlenir ve bu duygulanımlar köklerini diğer tüm h ayvanlarla p aylaştığımız duygusal sistemlerden alır.

ÖFKENİN YÜKSEK NÖRAL REGÜLASYONU Önceki b ölümlerde genel olarak neokorteksin kendisini uyaran duygusal sistemleri inhib e ettiğinin üzerinde durmuştuk. Aynı z amanda neokorteksin ve özellikle de (stratejik düşünebilme be239

Z i H N i N A R K E O L OJ i S i

cerisi) çalışma b elleğini destekleyen dorsolateral b ölgelerin duy­ gulan tetikleyebildiğinin ve sürdürebildiğinin üzerinde de dur­ duk (daha derin tartışmalar için bkz. B ölüm 6). ÖFKE bu ilkeleri özel bir berraklıkla ortaya koyar. Nörobilims el olarak bilgili ünlü psikanalist John Gedo ( 1 997) "bütün ayrıntılarıyla ve her ş ey" a dlı otobiyografisinde Chicago Psikanaliz Enstitüsünde vereceği yeni dersin onaylanmadığını ve müfredat komitesinin "böyle bir onu­ ra s ahip olmak i çin yeterince olgun olmadığına" karar verdiğini kendisine ileten süpervizörüne nasıl tepki verdiğini anlatır. Göz­ lem ve çıkarımlarına göre (ki bunların hepsi bili ş s el/neokortikal işlevlerdir) Geda süpervizörünün daha önceden b irlikte verdikleri bir ders hakkındaki yakınmasından dolayı "bu s onucu ş ahsi ola­ rak tasarladığına" kani olmuş. Bu düşünceler Gedo'nun Ô FKE 'sini tetiklemiş ve kendini salıvermiş . Kendi ifadesiyle "onu daha faz­ la memnun etme ihtiyacından kurtulmuş olarak enstitünün her yerinden duyulacak bir sesle kahrolası dersini kıçına s okabile­ ceğini söyledim" (s. 1 07) . İnsan zihninin uzmanları bile ara sıra hayvani içgüdülerini dışa vurmaya ihtiyaç duyarlar. Am a katarsis sizin için iyi bir şey mi? Kuşkusuz bu size istediğinizi s ağlayıp sağlamamasına bağlıdır ve uzun vadede en çok istemeniz gereken şeyler düşünceli olmak ve akıllılıktır. /'.çıkça görünen o ki olağanüstü z eki insanlarda bile oldukça küçük bilişsel tetiklemeler b azı zamanlarda havadan sudan se­ bepler ÖFKE ataklarına zemin hazırlayabiliyor. B elki Geda hidde­ tini bu patlamasıyla yaş adı; yine de ins an nefret ettiği süp ervizö­ rünü aşağılamak için olası gerçek planlar yapmak ve hınç almak üzere çeşitli olanakları düşünmek için bir süreliğine sinirini devam ettirdiğini hayalde canlandırabilir. B öylelikle neokorteksi (düşünceleri) kızgınlığını canlı tutacak ve ÖFKE sisteminin uya­ rılmasını devam ettirecekti . Buna rağmen eğer ş artlar farklı ol­ s aydı Gedo'nun neokorteksi kızgınlığını kontrol altında tutmaya teşvik ederdi. S ahip olmayı istemediğiniz hislerle aranız a mes afe koymanın yolları var, kendinize hakim olmayı s ağlayacak iki bü­ yük yoldan birisi birkaç derin nefes almak diğeriyse kim olmak istediğiniz üzerinde düşünmektir. N eokorteks her zaman nelerin,

ödülleri ve hayat doyumunu artıracağına ve cezaların e senliği nasıl azaltacağına ilişkin fikirlerle ilgilenir. Geda kızgınlığını s alıverdi çünkü zaten cezalandırılmıştı ve kayb edecek bir ş eyi 240

Ö F K E ' N İ N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R İ

yoktu. Süpervizörünün tüm karşı çıkmalarına rağmen Chicago Enstitüsündeki tecrübeli meslektaşlarından bazılarının dersini onaylamış olduğunu vars ayalım. Gedo süpervizörüne hala sinir olabilirdi ama hiddetini göstermesinin kendisinin yanında yer alan meslektaşlarını uzaklaştıracağını düşünebilirdi . Bundan do­ l ayı da eğer öyle arzu ediyorsa çenesini tutabilirdi ve neokorteksi · de ÖFKE sistemini durdurabilirdi . Bu çeşit neokortikal hesaplamalar diğer hayvanların gerçek hayat etkileşimleri üzerinde de ilkel ÖFKE'nin sönme yollarıyla ilgili etkide bulunurlar. Örneğin eğer kişi maymunlar gibi daha karmaşık ve bilişsel olarak daha sofistike canlıların ÖFKE sistem­ l erini elektriksel olarak uyarırsa uyarılmış hayvanlar öfkelerini genellikle daha uysal hayvanlar üzerine boşaltma eğilimine girer daha b askın olanlarla karşı karşıya gelmekten kaçınırlar. Bununla birlikte b elki de neokorteks öfkelenen hayvanların uzun vadede sosyal statü kazandıkları gerçeğini dikkate alıyordur. Gerçekten de maymun kolonilerinde eğer birisi devam eden zaman aralıklarıyla b elirli bir maymunun ÖFKE sistemini defalarca uyarırsa hayvan halihazırdaki b askın hiyerarşide kademesi yükselebilir (Delgado, 1 9 69; Alexander & Perachio, 1 973). Belki de süreğen irrite edilebilir duygu durumu hayvanın yerleşik olan baskınlık ilişkilerini aşma­ sına yardım ediyordur. Bununla birlikte doğada algılanan gücün en tepesine güçlü gösterişli erkeklerden hangisinin yüks elmesi­ ne izin verileceğini seçen çoğunlukla kadınlardır. Eğer böyle bir erkek, kadınların birçoğunun beğenisini yitirirse yakın zamanda tetikte bekleyen bir sürü talip tarafından yenilecektir.

ÖFKENİN AFEKTİF BİLEŞENLERİ Öfkenin nahoş bir duygulanım olduğunu biliyoruz sadece insan­ lar öyle s öylüyor diye değil aynı zamanda hem hayvan hem de ins anların bu sistemin elektriksel olarak uyarımındın kaçınıyor olmas ından biliyoruz. Uyarım kaçınılmaz olduğunda hayvanlar bu afektif deneyimi sonlandırmak istediklerini gösterir şekilde kaçma davranışı s ergiler. Bununla berab er bazı ins anlar ÖFKE 'ye karşı bir iştah s ergiler ve sanki kızgınlık hissinden keyif alırlar. Büyük olasılıkla hayvanlar ve insanlar eğer kaçınılmaz olarak on­ l ara başarı (zafer} ve kişiler arası yakınlaşmalar s ağlıyorsa b azen 24 1

Z İ H N İ N A R K E O L OJ İ S İ

ÔFKE 'den keyif alabilirler. İnsan kolaylıkla ringdeki b oksörün kızgınlığını uyaracak zarar veren birkaç darb eden dolayı acı çe­ keceğini ve ardından rakibini nakavt etmekten tamamıyla keyif duyacağını hayalinde canlandırab ilir. B aşka bir ifa deyle kızgınlık sergilemelerinin pek çok ikincil kazancı olabilir. B enzer ş ekilde insanlar eğer sinemada güvende olduklarını biliyorlars a KORKU deneyimi yaşamaktan veya b aşka türlü koşullarda o l s a yoğun olumsuz duygulanım yaratacak ş ekilde bedenin o raya buraya s av­ rulduğu ş enliklerde kurulan makinelerden birinde s allanmaktan keyif alabilirler. Kızgınlık eğer s avunmacı bir şekilde kullanılıyo rs a bir rahat­ lama da sağlayabilir. Tüm savunmalar b iraz keyif verir en azın­ dan acı ve b askı hissini azaltırlar. Örneğin terk eden s evgiliye kızmak s evginin reddedilmesinin yaş attığı s ancıları çaresizce sürdürmekten daha iyi hissettirir. Fakat çoğunlukla s af Ö FKE kötü hiss ettirir ve bu psikoterapistlerin ve danışmanların ha­ tırlaması gereken önemli bir değerlendirm edir. Sıklıkla ilk b aşta kızgın hiss etmekten keyif alıyor gibi görünen insanların kalıcı öfkeden mus tarip olduklarını görürüz. Ama bunun s eb eb i muh­ t_e melen ins anın kızgınlığın yarattığı coşkulu tutumu yanlışlıkla hevesli olmakla karıştırmasıdır (kızgınlık epizo dunu anl atırken ARAYIŞ hali gerçekten de uyarılabilir) . İns anlar, kızgın olmaktan keyif alıyor görünebilirler çünkü düpedüz aktif olara k b el a arar­ l ar ve haksız yere mantıksız tartışmaları kışkırtırlar bunun nede­ ni muhtemelen sadece kendilerinin anladığı (örn. gücü hiss etmek gibi) s ebeplerle ikincil kazançlar elde ettikleri içindir. B elki hid­ det dolu zafer anlarında keyif alırlar ama hiçbir insan ve h ayvan süreğen ÖFKE deneyiminden keyif almaz çünkü bu afektif olarak hoş bir his değildir. Vakaların b üyük bir çoğunluğunda kronik olarak kızgın olan ins anlar öfkelerini kolaylıkla kontrol edemez­ ler; b azıları kavgadan uzak duramıyor görünür b elki yaş amları­ nın bir evresinde bir şey veya bir kişi onları çaresizce kızgın hale getirmiştir. Pek nadir görülen tıbbi durumlar altında örneğin ÖFKE devrelerini uyaran b eyin tümörl eri gibi insanların meşru bir dış s eb ep olmadığı halde kronik olarak rahatsız o ldukları da hatırlanmalıdır. Terapistler kızgınlığın temelde nahoş bir duygu olduğunu bil­ melidirler. Kronik olarak kızgın olan kişiler s orunlu ve mutsuzdur. 242

Ö F K E ' N İ N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R İ

Tü m hayatları b oyunca kızgın olmuş olabilirler ve bir anlaşmazlı­ ğı çözümlemenin iç huzurunu hiç bilmiyor olabilirler. Ç oğunlukla doyum s ağlamayan duygusal çıkmazlarla son bulan tartışmalar etrafında döner dururlar. Eğer kızgınlığın çok kötü hissettirdiğini b ilir ve bunu hastalara iletirs ek bu katlan bile bir rahatlama sağ­ layabilir çünkü kızgın insanların genellikle bir sebepten dolayı kızgın oldukları olasılığını dikkate almazlar. Sıklıkla düpedüz do­ ğuştan kızgın dolayısıyla da kötü olduklarını düşünürler. Yıllar önce August Aichorn ( 1 925) suça eğilimli genç hasta­ nın, terapistinin her zaman kendi tarafında olduğunu bilmeli ­ dir diye yazmıştır. Klasik nötr duruş (eğer gerçekten de uygun bir duruş s a ki bu b aşka bir tartışma konusudur) bu tip gençler için uygun değildir. N örobilim terap ötik ilişkileri kurmak için gerekli anahtarı s ağlayabilir çünkü bize ÖFKE uyarılmasının kötü his s ettirdiğini anlatır. Eğer hasta kronik kızgınlıktan mus ­ tarip s e terapist dürüstçe kendisine kızgınlığı doyurmanın bazen iyi hiss ettirebilmesine rağmen genel olarak bunun hissedişin çok mutsuz eden bir yolu olduğunu ve hiç kims enin kızgın his­ s etmeyi s e çm ediğini anlatabilir, yani hasta çoğu zaman kızgın hissediyors a bunun bir nedeni olmalıdır. Bir şey veya bir kişi bu kızgınlığı tetiklemiştir. Kızgın olmayı kötü bir insan olduğu i çin s e çmemiştir. Bu nörobilimsel içgörülerin dürüst tedavi iş­ birliğini oluşturmaya yardım etmesinin bir yoludur. Afektif ha­ yatın doğasının anlaşılmasını sağlayabilir. Bu anlama hastanın his leri ve zihin durumunun emp atiye dayanan güvenilir keşfinin temellerine hizmet edebilir. Aynı zamanda saldırganlığın ÖFKE sisteminin hareket eden hali olmadığının üzerinde durulmalıdır. Avlanma saldırganlığı diye adlandırılan saldırganlık formunun geniş ölçüde ARAYIŞ sisteminden yükseldiği olgusuna ve ins anların kolaylıkla saldır­ ganlıkla kızgınlığı birbiriyle karıştırdığına odaklanmak özellikle önemlidir. Gerçekten de nörobilimciler hayvanların "sakin ısırma" ş eklindeki avlanma hücumunun aynen bizim avlanma dürtümüz­ de olduğu gibi ÖFKE sisteminden ziyade ARAYIŞ sisteminin psi­ şik enerjisinden ortaya çıktığını kabul etmekte zorlandılar. B ir an­ lamda alelacele av kovalamacası olsun veya ins anların çekişmeli bir tartışmayı kazanma arzuları olsun ARAYIŞ sistemi her zaman tatmin edici bitiş noktalarını arar. 243

Z i H N İ N A R K E O LO J i S i

AVLANMA SALDIRGANLIGI ÖFKEDEN KAYNAKLANMAZ Hayvanlarda ÖFKE sisteminin saf göstergeleri olmayan b aşlıca iki tip saldırganlık davranışı vardır. Bu avlanma saldırganlığının ilki hayvan yiyecek için avlandığında ortaya çıkar. Yiyecek avcı­ nın öldürdüğü diğer hayvanlar formunda olur ve genel olarak öl­ dürmenin saldırganca bir hareket olduğunu düşünürüz. B ununla b irlikte halihazırdaki nörobilimsel kanıt avlanma s aldırganlığı­ nın ARAYIŞ itkisinin bir göstergesi olduğuna iş aret eder. Avlanan hayvanlar takip edip öldürdüklerinde ÔFKE 'nin s ert dikenlerin­ den ziyade beklentiye dayanan bir z evki deneyimler g örünürler. E lb ette eğer av hayvanı canhıraş şekilde karşı koyars a veya ola ki kaçmışsa avcı olan hayvan haklı olarak engellenmiş ve rahatsız hissedecektir ama bunun nedeni ARAYIŞ sisteminin homeostatik doyum, yani güzel bir yemeğe erişemeden engellenmiş olmasıdır. Mo dern toplum ins an türü için az s ayıda avlanma saldırgan­ lığı örneği sunar çünkü en azından gelişmiş ülkelerde yiyecek boldur, yani avlanmamıza gerek yoktur. Süpermarketleri yağma­ lamak çoğunlukla yeterli olur. Modern toplumlarda avl anmaya dönük cinsel saldırganlık hala yaygındır. Ö rneğin tecavüzün b azı tiplerinin kaps amlarının ÖFKE enerjilerinden çok ARAYIŞ tara­ fından yönlendirilmesi mecburen ihtilaf yaratır fakat şu anki bil­ gimize göre bu bilimsel olarak b elirlenemez. Etoburların çoğu yiyecek için avlanır ve nörobilimciler kedi ile köpekler üzerinde ÖFKE ve avlanma s al dırganlığı aras ında kesin farklılıkları gösteren birkaç araştırma gerçekleştirdiler. Neredeyse bütün kediler av için soğuk kanlı takip öldürme veya avı sistemli olarak ısırma davranışı olmasa da s akin ısırma av­ lanma davranışıyla meşgul oldular (Bandler, 1 998; Flynn, 1 976; Siegel, 2005). Avı takip ve sakin ısırma ARAYIŞ sisteminin k albin­ de bulunan lateral hip otalamik b ölgenin medial ön b eyin demeti elektriksel olarak uyarıldığında ortaya çıkar. Öte yandan kedinin Ö FKE sis teminin uyarılması önemli ölçüde değişik davranışları üretir. Öfkeli kediler hırıldar ve tıslar. Tüyleri diken diken olur ve (hızlı kalp atışı, kan b asıncının artması, kaslara yoğun kan akışı, beden ısısının artması gibi) otonom uyarılmalar s ergilerler. Ke­ dilerin avlarını takip etme ve yakalama yolu b u değildir. Kediler 244

Ö F K E ' N I H ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R İ

hakkındaki bu veriler avlanma saldırganlığının ÖFKE değil, ARA­ YIŞ itkileri tarafından idare edildiğini gösterir. Daha fazla kanıt birçoğu vahşi sıçanlar gibi kuvvetli avlan­ ma eğilimleri göstermeyen lab oratuvar sıçanlarında görülebilir. B elki bu eğilimler laboratuvar popülasyonlannın soylan arasın­ da kayb olmuştur. Buna rağmen yeterli oranda laboratuvar sıçanı avcıyken (küçük hayvanlara hızla saldırırken) diğerleri neredeyse avcıdır (sıçan gibi potansiyel avlara çok ilgi gösterirler ama ısır­ mazlar) . Nörobilimciler neredeyse tam avcı olan hayvanlann ARA­ YIŞ sistemleri uyarılarak sakin ısırgan haline dönüşebileceklerini buldular. Bu yine avlanma saldırganlığının açık bir şekilde ÖFKE değil, uyarılmış ARAYIŞ sisteminin yansıması olduğunu göste­ rir. Gerçekten de bu hayvanlar, fareye karşı tam avlanma tipinde hücumu sergileyecek noktaya kadar ARAYIŞ sistemlerini kendi kendilerine stimüle ederler. Başka bir ifadeyle hayvanlar kendile­ rini fare katili avlanıcılar haline getirecek motivasyon noktasına kadar ARAYIŞ itkilerini yükselttiler. Bu bir bütün olarak tamam­ lanmış davranış örüntüsü, ilaveten bu durum kendi kendilerini m aruz b ıraktıkları ARAYIŞ sisteminin yapay uyarılması olmadan gözlemlenmedi (Panksepp, 1 97 1 ) . Sıçanlar ARAYIŞ ve ÖFKE 'yi birbirinden ayırt eden başka bir davranış farklılığı sergilerler. ARAYIŞ uyarılmasının ürettiği s akin ısırmalı avlanma hücumunu gösterdiklerinde hem canlı hem ölü fareyi ısırırlar. Buna karşılık ÖFKE sistemleri uyarıldı­ ğında sıçanlar s adece canlı hayvanlara saldırırlar. Ölü fareninse üzerinden öylece yürür geçerler (Panksepp, 1 97 1 ) . Görünen o ki hayvanlar kızgın olduklarında öfkelerini dış a vuracakları canlı bir hedefe ihtiyaç duyarlar. Öfkeli hayvanlar (aynı cinsten olan diğerlerine) türdeşlerine de saldırırlar ama onlara av muamelesi yapmazlar (örn. türdeşler tipik olarak av aktiviteleri için uygun hedefler değildir) . B u ebeveyn ve terapistlerin akılda tutacakları ilginç bir nok­ ta olabilir. Ç ocuklar kızgın olduklarında bazen öfkelerini yastık veya kum torbaları gibi cansız nesnelere yönlendirmeyi isterler. Ama bu etkili olmayan bir terapidir çünkü ÖFKE sadece canlı he­ deflere yönelik görünmektedir; cansız bir nesneden hıncını almak engellenme hissini daha da artırabilir. Belki çocuk yastığın, örne­ ğin nefret ettiği kardeşi olduğunu hayal etmek için çab a s arf ets e 245

Z i H N i N A R K E O L OJ i S i

b u s aldırganlığın daha doğru b i r ifadesi olur. Fakat bu yaklaşım sakıncalıdır. Tüm duygusal sistemler aşırı uyarıldıklarında du­ yarlı hale gelir demiştik. Kişi eğer ÖFKE sistemini yapay olarak uyarmak için böyle manevraları kullanırsa büyük olasılıkla s onuç duygusal boş almaya yol açmaz. Halihazırda kırılgan bir ş ekilde aşırı uyarılmış sistemi duyarlı hale getirmesi muhtemeldir. B u ol­ guların vahşi televizyon ş ovları ve bilgisayar oyunları üzerinde de çıkarımları vardır. Yine de terap ötik bir ortamda kızgınlığın s ami­ mi ifadesi terapötik diyaloğu kurmak için faydalı olabilir ve aynı zamanda kızgınlık itkilerini bir yastığı boğmakta olduğu gibi kısa aralıklarla sanal olarak davranışa dökmek terapötik rehberlikle b irlikte bastırılmış du:ygusal dürtünün afektif çözümüne doğru ilerlemek için etkili bir şekilde kullanılabilir. Davranış farklılıklarına ilaveten ÖFKE anatomik ve farmako­ lojik yollar bakımından avlanma saldırganlığından ayrılır. Araş­ tırmacı beynin farklı alanlarını uyarma yoluyla avlanma hücumu veya afektif hücumu seçici olarak değiş tirebilir (Siegel, 2005) . Hafif sakinleştirici ilaçlar ÖFKE 'yi azaltır ve s akin ı sırma hücu­ munun oluşma şansını artırır. Diğer yandan amfetaminler (psi­ kostimulantlar) avlanma hücumlarına az bir etkide bulunurken ÖFKE 'yi artırabilir. Daha önce de ifade edildiği gibi P maddesi ÖFKE 'ye yol açar, az dozdaki opioidler (örn. nörotensin, oksitosin ve- oreksin gibi diğer nöropeptitlerin de yaptığı gibi) ARAYIŞ'ı or­ taya çıkartırken ölçülü dozdaki opioidler ÖFKE'yi durdurur. Yine Glutamat ve GABA gibi diğer epeyce genel eksitatör ve inhibitör kontroller tüm diğer birincil süreç duygusal sistemler gibi her iki sisteme hem yardım eder hem de onları durdurur. Nörokimyasal etkileşimin çeşitli saldırganlık tiplerine tesirleri o kadar karma­ şıktır ki keşfedilen muazzam miktardaki bilgiyi anlatmak i çin çok büyük bir yer gerekir (Miczek, 1 987; Siegel, 2005) . En önemli olgu hayvanların sakin ısırma hücumlarını b aşla­ tan ARAYIŞ sisteminin elektrik uyarımını elde etmek için (örn. bir levyeye b asmak gibi) kendi kendilerini uyarmaya hevesli olmala­

rı olgusudur. Bu hayvanların avlanmayı ortaya çıkartan ARAYIŞ sistemi uyarılmasının ürettiği afektif hislerden hoşlandıklanna iş aret eder. E ğer araştırmacı saf ÖFKE indükleyen b eyin alan­ larını uyarırs a hayvanlar hiç değişmeyen kaçma davranışlarını s ergilerler. Dolayısıyla ARAYIŞ iyi his settirirken ÖFKE nah o ş bir 246

Ö F K E ' N I N ATA L A R D A N G E L E N KÖ K L E R i

duygulanım üretir, yani avcı hayvanlar öldürmeye gitmekten hoş­ lanırl ar. Ama Ö FKE sisteminin aşın uyanlmasının beraberinde gelen hislerden hoşlanmazlar. Elbette tüm bunlar içinde daha çok bili ş sel niyetli zihinlere sahip insanlar arzu ettiklerinden daha fazla itkisel davranabilirler örneğin el tabancası veya diğer si­ l ahlara b irden uzanıvermek bu davranışların çoğu yaygın olarak s onradan pişman olunan şeylere yol açar. Ö z etle tüm bu deneysel bulgular Ö FKE ve diğer avlanma sal­ dırganlığının farklı fizyolojik tepkiler, davranış ve duygulanımlar ürettiğini gösterir. Davranış nöroanatomisi, beyin kimyası, psiko­ farm akoloji ve afektif deneyimlerdeki farklılıklarla ilgili elde edi­ len bir sürü veri avlanma saldırganlığının Ö FKE 'nin ifadesinden ziyade ARAYIŞ sisteminin bir işlevi olduğunu iş aret ettiğinin üze­ rinde yeniden durmak önemlidir (Panksepp, 1 97 1 ) . İns anlardaki avlanma dürtüsü sıklıkla en anti sosyal yollarla ifade edilir. örne­ ğin daha önce de bahs ettiğimiz üzere cinsel yönden asılma takip etme gibi uygunsuz davranışlann bilişsel olarak zayıf bir şekilde yönlendirilmiş ARAYIŞ itkisiyle harekete geçirildiğini varsaymak çok da ab artılı olmaz ama böyle tartışmalı fikirleri burada geliş­ tirmeyeceğiz (ama yine de bkz. Panksepp & Zellner, 2004) .

YAVRU ÖLDÜRMEK VE ARAYIŞ SİSTEMİ S aldırganlık literatüründe duygu türlerini sınıflandırmanın zor olduğu muazzam sayıda gözlem vardır. Bunlardan birisi doğada çok yaygın ve bizim türümüzde pek de az rastlanmayan yavru ö ldürme vakası özellikle etkileyicidir. Vahşi doğada araştırılmış hemen hemen her türde (ins anlarda her zaman rastlanmasa da) erkekler, dişilerden çok daha fazla yavru öldürürler. Bu dav­ ranışta sıklıkla üremeyle ilgili bir çıkar vardır: Emziren dişiler yumurtlamama eğilimindedirler ve yavrularını öldürmek hızla cinsel alıcılıklarını toparlar. Yeni erkek aslanlar dişi kaplanlann yüks ek mevkiinde b a s ­ kınlığı e l e geçirirlerse ilk işleri b i r önceki erkeklerin yavrulannı "öldürmek" olur; bu, dişilerin istekliliğini hızla yenileyerek yeni erkeğin kendi neslinin devamını garantiler. ARZU bölümünde b ah s edeceğimiz gibi saf cinsel davranış yavru öldürmeye meyilli erkek sıçanın, sıçan yavrul arım öldürme isteğini azaltır (Mennel247

Z i H N i N A R K E O L OJ i S i

l a & Moltz , 1 988). B u öldürme dürtüsü sıçanın kendi yavrularının doğma vakti yaklaştıkça sistematik olarak yok olur. Bu durum iyi denetlenen laboratuvar koşullarında araştırılmış gerçekten de et­ kileyici bir olgudur ve bu durum erkek sıçan çiftleşmiş olduğu di­ şinin yanında bulunmasa da gerçekleşir. Bu git gide artan s akin­ leme eğiliminin bir çeşit uzun dönemli deneyime b ağlı epigenetik bir etki aracılığıyla belki de beyinlerindeki oksitosin iletiminin artmasıyla oluştuğunu tahmin e diyoruz ama bunun henüz kesin bir cevabı yoktur. Bu b ağlamdaki fikir erkeklerde yavru öldürme­ nin yine ARAYIŞ sisteminin bir ifadesi olarak görünmesidir. Yav­ ru öldüren erkekler bunu dişilerle çiftleşmek için yap arlar yeri gelmişken erkeklerin diğer erkeklere karşı s aldırgan olmalarının s eb eplerinden birinin bu olduğunu söylemeliyiz . Bunlardan herhangi birinin insan davranı şıyl a alakası olup olmadığından emin değiliz. Büyük olasılıkla bir ilgisi vardır. Aile­ lerde öz babaların biyolojik çocuklarını taciz etme ve öl dürmeleri üvey babalara göre çok azdır (Daly & Wilson, 2 00 1 ) . B elki b u kalıcı sosyal bağlanma olmadığından yabancı erkeklerin yeni partner­ lerinin eski çocuklarından rahatsız olmaya daha yatkın hale gel­ melerine sebep oluyordur ve yükselen s aldırganlık oranı d a utanç verici davranışlara yol açar. Aslında bunu tam olarak bilmiyoruz. Her durumda hayvanlarda yavru öldürme erkekler aras ı s aldır­ ganlık gibi baskınlık hiyerarşisine s eb ep olur ve ÖFKE sistemin­ den ziyade ARAYIŞ sisteminin bir ifadesi olarak görünür. B eyinde bağımsız bir BASKINLIK sistemi olması da muhtemeldir ama b a s ­ kınlığın ARAYIŞ, ÖFKE , KORKU v e OYUN gibi diğer b irincil süreç duygus al sistemlerin himayesi altında öğrenmeyle ortaya ç ıkması da aynı oranda mümkündür.

BELİRSİZ BİR VAKA OLARAK SO SYAL BASKINLIK Birçok türde yaygın olan bu iyi anlaşılmamış psikodavranı ş s al süreci birlikte düşünelim. Avlanma s aldırganlığına ve yavru öl­ dürmeye ilaveten s af ÖFKE sisteminin göstergesi olmayan b a ş ­ ka tip s aldırgan/girişken b i r davranış vardır. Bu sosyal baskınlık dürtüsüdür. Bu dürtünün en yaygın ifadesi özellikle d e etki alanı haklan ve birbirlerine karşı cins el üstünlük için mücadele olarak erkekler arasında görülür. B azıları b askın olmanın b eynin belirli

248

Ö F K E' N I N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R İ

tipte s aldırganlık devresinin ifadesi ve varlığını bildiğimiz ÔF­ KE' nin de bunun başlıca sistemi olduğuna inanırlar. ÖFKE genel olarak sosyal baskınlığın bilhas sa da erkekler arası saldırgan­ lığın hizmetinde kullanılsa da baskınlık dürtüsünün doğrudan ÖFKE sisteminin bir ifadesi olduğunu vars aymamalıyız. Her ne kadar "mülkiyet" hakları diyebileceğimiz -tüketilebilir kaynaklan s ahiplenme veya dişilere cinsel olarak erişim için yapılan- erkek­ ler arası saldırgan "yarışmaların" ortasında ÖFKE elbette ortaya çıkıyorsa da erkekler arası saldırganlığın ve b askın gelme dür­ tüsünün ÖFKE'den epeyce farklı olduğunu gösteren kanıt vardır. E rkekler arası saldırganlığı düzenleyen (örneğin ön beyindeki medial amigdala ve PAG gibi) bazı beyin bölgelerinin aynı zaman­ da ÖFKE itkilerini ortaya koyanlarla aynıdır fakat (hip otalamusun arkasındaki preoptik bölge, lateral septum, nükleus akumb ens ve Raphe çekirdeği dahil olmak üzere) diğer bölgelerin has arlanması erkekler arası saldırganlığı yok eder ama ÖFKE'yi artırır. Erkekler arası s al dırganlık ve ÖFKE aynı zamanda kimyasal olarak da ayırt e dilebilir. Erkekler arası saldırganlığı destekleyen beyin alanla­ rının çoğunun yüksek seviyede testosteron reseptörleri vardır ve testosteronsuz erkekler çok daha az baskınlık dürtüsü sergilerler. ÖFKE 'nin nahoş bir duygulanım olduğunu belirtmiştik ama gün­ cel kanıt insanlarda testosteronun plaseboya göre daha iyi his ­ settirdiğini gösterir ama aynı zamanda bu erkekler daha güvensiz ve daha çok şüphecidir (Van Honk vd, 20 1 0) , yani öyle görünüyor ki Ö FKE kötü hissettirir ve testosteron yüklü erkekler arası sal­ dırganlık dürtüsü iyi hissettirir. Öyleyse ÖFKE ve erkekler ara­ sı saldırganlık birbiriyle yüksek seviyede etkileşim halindeyken testosteronun ÖFKE sistemini (oluşumuna bir miktar katkısı olsa bile) uyarmada ciddi olarak önemli olması büyük olasılıkla müm­ kün değildir. B aşkaları bu kadar çok hayvanda baskınlık eğiliminin olma­ sını memeli beyninde evrimsel olarak sağlanan BASKINLIK siste­ minin varlığın gösterdiğini öne sürerler (Ellis & Toronchuk, 2005) . Ama s adece kavramsal olan analizin lüksünü kabul etmiyoruz. B askınlık dürtüsünün tek bir duygusal sistemden doğduğu sonu­ cuna varmamız için yeterli kanıtımız yoktur. Muhtemelen sosyal b askınlık birtakım temel duygusal sistemler uyarıldığında oluşan öğrenmeyi yansıtır. Diğer bir ifadeyle bazı birincil süreç b iyolojik 249

Z i H N İ N A R K E O LO J İ S İ

eğilim faktörleriyle birlikte bunun geniş b ölümü ikincil duygus al süreçlerdir. Katkıda bulunan diğer faktörler KORKU'yla birlikte ARAYIŞ ve ÖFKE ve kesinlikle erken dönem alt alta üst üste b o ğu­ ş arak oynanan OYUN sistemi deneyimleridir. Örneğin alt alta üst üste oynanan oyunlar s ırasında genç sı­ çanlar yetişkinlerde görülen tüm s osyal b askınlık ilişkilerini gös­ terir (bkz. B ölüm 1 1 ) . Fakat h ayvanlar oynadıklarında aktiviteler hiç değilse ilk b aşlarda olumlu duygulanım b ağlamında yürütü­ lür. İnsan yavruları da alt alta üst üste oyunlar oynarken b enzer b askınlık eğilimleri gösterirler ("Dağların Kralı" oyununu düşü­ nün) . Aslında yarışma sırasında geyik gibi türlerde yetişkin erkek geyikler aynen oyun oynama iştahı kab aran taylar gibi birbirleri­ ne sokulurlar. Tabii ki erkek geyikler erkek üstünlüğünü yerleştir­ mek için dalaşırlar. Fakat benzer davranışları düşünürs ek ins anın aklına yetişkin dalaşmasının da ins anlarda "profesyonel güreş" ve h�lihazırda pek çokları için popüler bir eğlence olan diğer s avaş s anatları gibi OYUN'un yetişkin versiyonu olup olmadığı geliyor. Ne yazık ki böyle yetişkin davranış örüntülerinin nörolojisi hakkında çok az şey biliyoruz. Bilhassa birincil süreç duyguların varlığını kabul için altın standardımız olan ö dül ve ceza nitelik­ leri gibi lokalize edilmiş beyin uyarımı tarafından uyandırılan uyumlu duygus al örüntüleri gösterecek gerekli verilerimiz yoktur. Yine de böyle sistemlerle ilgili b azı anlamlı kanıtları p aylaş­ mak uğruna alternatif tartışmaları sürdürelim. Erkekler arası s aldırganlığın artmasını sağlayan kimyas al iz testosteronla baş­ layan art arda sıralı moleküler bir dizimi kap s ar. B u moleküler dizim erkeklerde saldırganlığı ve cinselliği artıran vasopresin gibi bir nöropeptiti üreten genlerin aktivasyonunun kalıtsal ifadesini oluşturur (Peders en, 2004; Veenema & Neumann, 2008} . N ormal değerinin yarı seviyesinde vasopresini olan kısırlaştırılmış erkek sıçanlar normal s eviyede vasopresini olan sıçanlara göre çok daha s aldırgan ve cinsel olarak çok daha az aktiftir. Hipotalamusun pre­ optik bölgelerine testosteron enjeksiyonu sıçanların s aldırganlık ve cins ellikle ilgili normal seviyelere gelmelerini s ağlar. Bu enjek­ siyonlar aynı z amanda ödüllendiıicidir çünkü hayvanlar testoste­ ron enjeksiyonu oldukları bölgede olmayı tercih etmektedirler. E ski bir deyiş vardır "p ara p arayı çeker" bu testos teron s istemi için de geçerli görünmektedir (güreş veya tenis maçı kazanmaktan, 250

Ö F K E ' N I N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R i

hukuk fakültesinden mezun olmaya kadar) zafer dolu deneyimler, testosteron salgılanmasında artışa sebep olur ve bunu erkek gi­ rişkenliği ve cinselliği takip eder (Gleason vd, 2009; Strüber vd, 2008), yani b eynin nörona! temelli b askınlık tipinde saldırganlık dü rtüsüne s ahip olduğu şüphe götürmez; tahminimiz öyle göste­ riyor ki bu, kitapta üzerinde durduğumuz tipte duygusal bir "asal­ dan" değil b eynin birtakım birincil süreç duygusal sistemlerinin erişiminden ortaya çıkar. Yine de testosteronun rolü özellikle de genç erkeklerde kesin ve etkileyicidir (Lumia & McGinnis , 20 1 0; van Honk vd, 20 1 0) . Dişilik hormonlarının (oksitosin kadar östro­ j en ve p rogesteronun da) s aldırganlığı genellikle durdurduğunu b elirtmek önemlidir. Bundan dolayı genel olarak doğalan gere­ ği erkeklerin daha kavgacı ve dişilerin daha banşçıl olduklanna inanmak caziptir. Buna rağmen yukarda belirttiğimiz gibi dişiler fiziksel hücumlar olmadan da örneğin rakibini sosyal dışlanmaya maruz bırakarak hiddetli olabilirler. Dişilerin sosyal baskınlıkla­ nnı fiziksel yerine daha sosyal yollarla ortaya koyduklarına inan­ mak akla yakındır. Bununla birlikte testosteron verildiğinde dişi kişilikler erkeksi tipte spektruma doğru değişmeye eğilim gösterir (agresyon, şüphecilik ve cins elliğin artması) . Bölüm 7 'de göreceği­ miz üzere dişi cinsel hevesi ve zevki tahminen normal olarak ad­ renal testosteron üretimiyle elde edilen "erkeklik" hormonlanyla birlikte kuvvetli testosteron aracılığıyla denetlenen bir bileşkene s ahiptir (Tuiten vd, 2000) . Geçici olarak şu s onuca varabiliriz: Testosteron açık bir şekil­ de bunu o rtaya koysa da kadınlarda baskın davranışları ortaya çıkartan b elirli bir beyin mekanizmasını kanıtlayacak birincil süreç güçler o lup olmadığına ilişkin bir bilgimiz yoktur. Bu b azı türlerde epeyce ortadadır. Testosteron seviyeleri sıra dışı şekilde yüksek olan b enekli dişi sırtlanları bir düşünün (Bölüm 7 'de daha da detaylı olarak üzerinde durulacaktır) . Dişi sırtlarlar erkeklere göre daha s aldırgandır ve p enis benzeri genişleyebilen klitorisle­ rini özellikle de b askınlık gösterileri için öncelikle sosyoseksüel iletişim için kullanırlar. Dişilerde yüksek testosteron seviyeleri s al dırgan ve b askın davranışlarını açıklar görünür. Belki yüksek testosteron s eviyeleri çoğunlukla ikiz olan yeni doğan sırtlanlar­ da da b enzer s aldırgan baskın davranışları teşvik eder. Kavga eder bir duygu durumunda doğarlar ve her ikisi de gençliğin arkadaş25 1

Z i H N i N A R K E O LOJ i S i

ç a dalaşma oyunuyla karakterize olan daha yumu ş ak a ş amasına girmeden önce ölürler. Aynı zamanda bu s al dırgan d avranışın Ö FKE sisteminin göstergesi olması da mümkündür ama b askın olma dürtüsünün erken dönem ifadesini yansıttığı olasılığına açık kapı bırakmalıyız. Açıkça çeşitli s aldırganlık formlarının si­ nir sisteminde nasıl oluştuğunun yolu hakkınd a öğrenecek daha çok ş eyimiz var.

İnsan ÖFKE'sinin Etkileşimi, Avlanma Saldırganlığı ve S osyal B a skınlık Ô FKE'nin avlan m a saldırganlığı ve s osyal b as kınlıkla insan zihninin üçüncül süreç s eviyesinde nasıl birbirine geçtiğini ha­ yalde canlandırmak zor değildir. Yılın büyük bir b ölümü b oyunca, birlikte maçtan maça s eyahat eden, profesyonel tenis oyuncuları­ nı düşünün. Birbirlerini iyi tanıyacaklardır. B azıları arkadaş ola­ cak diğerleri belki o kadar olmayacak-ama bunlar öyle ya da b öyle kortlarda rakipler. Arkadaşlar birbirlerine karşı oynadıklarında (veya Serena ve Venüs Williams gibi kardeş olma durumunda bile) bir çeşit sosyal baskınlık için mücadele e diyorlar. B elki de rakip av rolünü dolduruyor olabilir ki bu da ARAYIŞ'ın b öyle karşılaş­ malardaki rolünü gösterir. Elbette diğer hayvanlar iyi bir yemeğin keyfini çıkartmak için avı öldürmeye heveslidirl er öbür taraftan ' sporcular da sosyal bir zaferin keyfini çıkartmak için rakiplerini yenmek hevesi içindedirler. Ne olurs a olsun her iki durumda da ARAYIŞ sistemi uyarılır. Belki tırmanan bir s avaşın ateşi içinde, insan rakibi, arkadaş veya kardeşi bile olsa, ona karşı Ö FKE anlan yaş ayabilir. Spor­ cuların genelde "öldürme içgüdüsünden" b ahsettiğini duyarsınız işte bu kazanmak için gereklidir. Bir dereceye kadar öldürme iç­ güdüsü özelikle engellenme ve de an meselesi olan z afer için Ö F­ KE'nin bir ifadesidir. Bununla birlikte öldürme içgüdü s ü büyük olasılıkla s osyal b askınlığın öğrenilmiş dürtüs ü ve bili ş s el ara­ cılıkla ortaya çıkan alfa oyuncusu olma arzusu avlanma s aldır­ ganlığından türer. Biyolojik olarak düzenlenen b u ü ç s aldırganlık formunun Ö FKE avlanma s aldırganlığı ve so syal b askınlık üçün­ cül s eviye yüksek zihinde birbirleriyle nasıl iç içe geçer hale gele­ bildiklerini_ görmek kolaydır. B elki de bütün bu hisleri farklı temel 252

Ö F K E ' N I N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R i

duygusal kavramlar olarak anlamamız b u yüzden zordur. Birincil s üreç duygusal kavramlara güvenmek bu kavramlar s adece zen­ gin nörobilimsel s ağlam kanıtla desteklenirse bilimsel olarak ge­ çerlidir. Güncel araştırma ÔFKE'nin avlanma saldırganlığının ve s osyal b askınlık dürtüsünün bir yere kadar nörobiyolojik olarak b irbirinden b ağımsız olduğuna işaret ediyors a da bunlardan sa­ dece ilki s aldırganlığın birincil süreç formuna tahsis edilmiş ayn bir duygusal sistem olarak görülür.

ÖZET ÖFKE sistemini anatomik ve kimyasal yönden tanımladık. ÔFKE 'li davranışların insan ve hayvanlardaki göstergelerini de tarif ettik. En önemli olgu Ö FKE sisteminin ilk başta rakibi yenmenin an­ lık bir hazzı olsa bile nahoş duygulanımlar yaratmasıdır. Bu ruh s ağlığı alanında çalışan tüm profesyonellerin zihninde tutması gereken bir noktadır. Her ne kadar erkekler dişilere göre daha s al dırgan ols alar da bu sadece fiziksel s aldırganlıkla ilgilidir. Di­ şilerin bolca meşgul olduğu psikososyal s al dırganlığın ustalıklı yönlerini çok az anlıyoruz. ÖFKE'yi her ikisi de ARAYIŞ sisteminin göstergeleri olan av­ l anma saldırganlığı yavru öldürmekten ayırt ettik. Nöral temelle­ ri tamamıyla açık olmayan sosyal baskınlık dürtüsünü tartıştık. B ununla birlikte s osyal baskınlık dürtüsünün tekil bir birincil süreç sistemini yansıttığını düşünmüyoruz. Baskınlık davranış ­ l arı muhtemelen birtakım duygusal sistemler uyarıldığında orta­ ya çıkan öğrenmenin s onuçlandır. Çocuklar oynarken baskınlık davranışları kesinlikle ortaya çıkar ve atalara ilişkin çevreleri­ mizde avcı toplayıcılar genişlemiş ailelerden oluşmaya başladık­ ça, gençler arasında bu tip aktiviteler yetişkinliğe kadar devam ederek kolaylıkla doğal bir baskınlık hiyerarşisine yol açmıştır. E rkekler arası b askınlığın testosteron ve bunu ARZU ya b ağlayan vasopresinle ileriye doğru itildiği ayrı bir düşünme konusudur. Bir ş ey b ariz şekilde nettir. Vahşi suç mamut ölçülerinde bir s osyal problemdir ve bu ÔFKE'yi bastıran ilaç tedavilerine ihti­ yacın altını çizer (şimdilerde, aprepitant gibi P maddesi antago­ nistlerinin ins anda değerlendirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır) . Bununla birlikte p sikoterapistlerin ve p sikiyatristlerin duygus al

253

Z İ H N i N A R K E O LOJ i S İ

sistemlerin birbirleriyle etkileşimlerini akıllarında tutmaları ve insanlar özellikle de çocuklar taciz ve ihmale maruz kalırlarken Ö FKE'nin duyarlı hale geldiğini anlamaları gerekmektedir. Pato­ lojik Ö FKE 'den kurtulmak ve iyileşmenin anahtarı kişinin kapasi­ tesini, sıcak güvenil�r ilişkiler kurmak veya bu ilişkileri yeniden inşa etmek ve devam ettirmek için kullanmasıdır. Tutarlı olan arkadaşça ve olumlu etkileşimler kızgın insanlarda harikulade yatıştırıcı etkilere s ahip olabilir (zamanla ve pro s o syal deneyim­ . lerle ehlileşen, septal lezyonları olan hayvanları hatırlayın). B en­ zer ş ekilde terap ötik ortamlardaki olumlu duygus al deneyimler muhtemelen çok çeşitli sorunlarla dolu bir sürü b elleğin keskinli­ ğini yumuş atmak için yararlı olabilir. Psikoterapi hastaların ken­ dilerini aksi halde olumsuz ve rahatsız edici derin düşünmelerle çürüyecek meselelerden kurtarmasına yadım eder. William Blake ( 1 793) bunu derin bir ş ekild.e tutkulu ve hümanis t ş iirinde b elirt­ miştir; örneğin Zehir Ağacında ş öyle der: Arkadaşıma kızgındım Kızgınlığımı söyledim, kızgınlığım bitti Rakibime kızgındım: Söylemedim kızgınlığım arttı. Bu bugün için de doğrudur zihnimizin görünürde evrens el in­ s ani bir deneyim olan Ö FKE'nin birincil süreç p otansiyelleriyle nasıl etkileşime girdiğini yansıtır.

254

K O R K U ' N U N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R i Mağaradaki kısacık hayatında asla onu koku tacak bir şeyle hiç karşılaşmadı. Yine de korku içindeydi. Korku uzak ata­ lardan binlerce hayatı aşıp ona ulaşmıştı. Ona doğrudan kalan bir mirastı . . . önceki tüm kurt soylarından kalan. Kor­ k u ! . . . hiçbir hayvanın kaçamadığı yabanın vasiyeti, yani gri kurt yavrusu korkunun hammaddesini bilmese de kor­ kuyu b iliyord u.

-Jack London, Beyaz Diş (s. 52)

Bu bölümde KORKU'nun doğası üzerinde duracağız. Başkan Franklin D. Roosevelt 4 Mart 1 933 teki ünlü ulusa seslenişinde vurguladığı ilkel korkuyla ilgili şunu öğütledi: "korkmamız ge­ reken tek şey korkunun kendisidir, gerilemeleri ilerlemeye dö­ nüştürmek için ihtiyaç duyulan çabalan paralize eden isimsiz, nedensiz, haksız dehş ettir" Bu is abetli kelimeler, Amerika Büyük Ç öküşten yeni yeni çıkmaya başlamışken dile getirildi. . .ve o yıl Adolf Hitler'in Almanya'da iktidara geldiği (milyonları derin bir korku ve acı içinde bırakan) yıldı. E ğer dehşet dolu deneyimleri sürdürürsek, korkunun kendi­ sinden ürkmeyi öğreniriz. Tarihin tüm savaşları boyunca, genç s avaşçılar ölüm kokusunu etraflarında hiss ettiler. Bu ne kadar uzun sürerse korku beynin sinap slanna o kadar derin iz bırakır. Bu bazen onları anlamsızca acı verici şekilde ve sürekli her şey­ den korkar hale-b aşka bir deyişle ortada hiçbir şey yokken korkar hale getirir. Sonra nesnesiz korku kronik anksiyete halihazırdaki durumun fiili gerçekliğinden değil doğrudan aşırı aktif birin­ cil süreç KORKU sisteminden yüks elir. Bir çoğumuz için böyle "nesnesiz" bir korkuyu anlamak zordur ama bu KORKU sistemi­ nin üretebildiği tipte bir serbest kronik anksiyetedir. Tüm diğer duygusal sistemler gibi bu sistem bedenlerimizin kas kirişleri ve kasları gibi hareket ederler. Ne kadar çok kullanılırlars a o kadar 255

Z i H N İ N A R K E O LO J İ S i

güçlü hale gelirler; n e kadar az kullanılırl ars a o kadar z ayıf hale gelirler. Yirminci yüzyılın büyük s avaşlarında birçok asker "savaş bunalımı" şimdiki adıyla Post Travmatik Stres B ozukluğu (PTSB) yaş adı. Bu durum korkunun b ellek yüzeyine kazınan dehşet verici bir sürü görüntüsüyle birlikte kişinin iç dünyas ına a dım adım nü­ fuz ederek sürekli bir kızgınlık hali yaratmasıdır. Tüm memelile r PTSB'den etkilenirler çünkü hepimizin birbirine çok b enzer, du­ yarlı hale gelebilen, çekirdek afektif bilincimizin bili ş s el karan­ lıklarında dehşetle dolu olan KORKU sistemleri vardır. ·

Epeyce kötü bir ş ekilde veya yeterince uzun s üreyle korku­

tulursak Korku sistemi aşın duyarlı hale gelir. Doğduğumuz dan itib aren bu serbest korku kap asitesi beyinlerimizde inşa olmuş­ tur; başlangıçta sadece "şartsız uyaranlar" harekete geçer ama de­ neyim korku dolu bellekleri yaratır bundan itib aren korku daha önce hayatın nötr olaylarından bile tetiklenir. Diğer duygus al sistemler gibi KORKU'da esasen "nesnesiz" olarak doğar ve Be­ yinZihin'in tüm diğer duygusal sistemleri gibi öğrenmeyle gerçek dünyaya bağlanır. Açıkça bir farenin s a dece korku hiss edebilmesi yeterli değildir. Belirli nesne ve durumlardan korkmayı öğrenme­ si gerekir. Bizler de öyle. Evrim beyinde korkma kapa s itesini ya­ ratmıştır ama korkmamız ve kaçınmamız gereken ş eylerin hep si hakkında bilgi vermez (veremez) . Pratik olarak bunların hepsinin öğrenilmesi gerekir. Biz ins anlar çok zeki olduğumuz için geçmiş­ ten ve gelecekten küçük bir fareninkinden çok daha fazla ş eyden korkmayı öğreniriz (Rob ert Burns'ün fareler ve ins anlar korku­ lanndaki farkları dokunaklı bir biçimde tasvir ettiği bir sonraki bölümün epigrafına bakınız). Biz ins anlar pek çok anlamda şu dünya yüzeyinin en korkak canlılarıyız . Kendimiz için b aşka tür­ lerin hayal edebileceğinin ötesinde korkular üretiriz. Neokortikal kapasitelerimizden dolayı zihnin asılsız hayaletlerinden korkar hale geliriz. Ama bu çeşit içsel öğrenmenin nasıl o lduğunu tam olarak bilmiyoruz. Ö nümüzdeki bölümde tartı ş acağımız üzere korku öğrenmesinin en basit formlarının b eyinde nasıl oluştuğu hakkın da epeyce şey biliyoruz. Ö zellikle küçüklüğümüzden korkuyla dolduğumuz anlan bul­ mak için uzun uzun düşünmeye ihtiyacımız yoktur. Yüks ek bilişsel zihinlerimiz bize hiçbir gerçek tehditle karşı karşıya olmadığımız konusunda kolayca ikna etse de sıklıkla b öyle durumları yaşarız.

25 6

K O R K U ' N U N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R İ

Kaygılı hale geleceğiz diye bile kaygılanabiliriz. Diğer hayvanla­ rın bir çeşit ikincil seri kendi kendinin ürettiği beklentiye daya­ lı anksiyeteyi yaratma becerilerinin olup olmadığını bilmiyoruz. Fakat KORKU sistemleri bizimkiler gibi gelecekteki kötü şeyleri öngörmek için tas arlanmıştır ve eğer defalarca travmaya maruz kalırlarsa çeşitli göz korkutucu durumlarda kesinlikle duyarlı ve fazla aktif hale gelirler. B aşka bir ifadeyle tüm memeli türlerinde b eynin KORKU ağ örgülerinin b eynin tüm diğer temel duygusal süreçlerinde olduğu gibi aşın duyarlı hale gelebileceğini biliyoruz. Bir ormanda gecenin karanlığında yalnız başınıza kayb oldu­ ğunuzu hayalinizde canlandırın (bkz. Şekil 5 . 1 ) . Bir yürüyüş sıra­ sında dikkatsizlikle yolunuzu kaybettiniz ve yolunuzu bulma be­ cerinize çok az bir güveniniz var. Buz gibi esen rüzgarın ardından hızla geçen bulutların arasından ay süzülüyor. Yukardaki dallar ürkütücü ş ekilde s allanıyor. B öyle bir ortamda hayal gücünüz coşar ve yırtıcı hayvanlardan rüyalarınızın hortlaklarına kadar tüm korku öğelerini canlandırır. Bu görüntüler ışıkların kesildi­ ği zamanlarda yatağınızda güvende olsanız bile ortaya çıkan ço­ cukluk düşlemlerinizin manzarasındaki canavarlar kadar dehşet vericidir. Ama çoğunlukla tek başınayken bunlar olur (diğer tüm primatlar anneleriyle uyus alar da biz insanlarda anneyle uyumak moda olmaktan çıkmıştır) . Aniden bir dal kırılır ve arkanıza dü­ şer. Arka b ahçenizin güvenli ortamında bu sesi duysanız sadece h afif bir ş aşkınlıkla arkanıza dönüp bakarsınız. Ama ormanda kaybolduğunuzdan dolayı zaten korku içinde olduğunuzdan şid­ detli bir irkilme yaş arsınız. Bir süre tamamıyla sessiz bir şekilde durur zihniniz dehşetle dolarken bir pozisyonda donar kalırsınız. Sesin olası kaynaklarını hızla analiz ederken tüm duyularınız se­ sin geldiği noktaya kilitlenir. Yoksa bir dağ aslanı mı saldırmak üzeredir? Başınızın üzerine yarasalar mı doluştu? Korku dolu de­ liryumunuzda mitolojik bir kurt adam bile görebilirsiniz. Ani bir tehlike hissediyors anız kuvvetli bir kaçma örüntüsüne girebilir bacaklarınızın sizi hiç öylesine hızla taşıyacağını düşünmediğiniz kadar hızla koşarsınız. Güvenli bir yer bulacak kadar şanslıysa­ nız (b elki de ormanda terkedilmiş küçük bir kulübe) kalbiniz hızlı hızlı çarparken oraya s aklanırsınız (sadece fiziksel gücünüzden dolayı değil; uyarılmış otonom s inir sistemi her zaman KORKU' ya eşlik eder) . 257

Z i H N i N A R K E O LOJ i S i

Şekil 5 . 1 . Prototipik · KORKU dizgesinin resims el taslağı: Gecenin karan­ lığında ormanda kayb olmuşken insan ani sesler karşısında donup kalma eğilimindedir. Hayal gücünün gulyabanileri kaçmaya yol açan bir sürü korkutucu olasılık üretirler. Terk edilmiş bir kulübe gibi güvenli bir cennet bile kişinin endişeyle uyanlmış halde olmasının önüne geçemez. Takip eden b irçok gecede rüyalarda tekrarlar (bu resimsel taslak orijinalinde, bu kitap için Sandra Paulsen tarafından çizildi ve Lonnie Ros enb erg tarafından da incelikle uyarlandı).

Altınızı ıslatabilirsiniz ya da daha da kötüsü yol b oyunca ıs­ latmış olabilirsiniz. Soğuk ter içinde her yeni s es i ve tehlike arz edebilecek her gölgeyi dikkatli bir şekilde değerlendirm eye çalı­ şırken tetikte beklersiniz. Neyse ki gün doğarken yolunuzu bulursunuz. Gelecek s efer­ lerde yolunuzu kayb etmemek için çok daha dikkatli olursunuz. Aslında bir dağ aslanı veya kurt adama rastlamadınız ama korku dolu davranışlarınız uyumla alakalı olab ilir. E ğer gözü dönmüş çılgın gibi özellikle de ellerinizi s ağa sola sallayarak oraya buraya kaçıp çığlık ats aydınız hayvanları da korkutabilirdiniz. Ç etin sı­ navınızı takib en saf KORKU ve çeşitli b ağlantılı düşünceler b elki de yıllar boyunca psişik dünyanızın nöral katmanlarında planlan­ mıştır. Hatta sizde PTSB 'nin orta halli bir durumu bile gelişebilir. Bu duygular aşırı duyarlı hale geldiklerinde biliş s el olarak güven­ de olduğunuz his sets eniz bile "KORKU'nun kendisinin" z ayıflatan acısını deneyimlersiniz. Her formunda korku acı verir. Ani bir dehş etle kıstırılmak korkunç bir şeydir. Sizi yiyip bitiren anksiyete hisleri tarafından sürekli tüketilmek bu dünyadaki güven hissinizi tahrip e den feci bir ş eydir. B öyle hisler p eriakuaduktal gri den (PAG) amigdalaya s onra da yeniden geriye do·ğru ilerleyen birb iriyle uyumlu çalışan temel b eyin süreçleri tarafından üretilir. Bu s istem aniden uya-

258

K O R K U ' N U N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R İ

rılırsa dehşet uyandırır ve daha hafif süreğen uyarılmaya karşı kronik anksiyeteyi yaratır. Korku uyanları uzakta olsa da medial frontal korteks ve amigdala gibi beynin yüksek bilişsel parçalan da uyarılır. B öyle bir durumda saklanıp hareketsiz durabilirsiniz. Ama arkanızda yırtıcı bir hayvan varken o zaman KORKU'nun daha aş ağıdaki bölgeleri ö zellikle de orta beynin altındaki PAG devreye girer (Mobs vd, 2007) . Bu şartsız korku devreleri sizi mut­ laka kaçmak zorunda bırakır.

BEYNİN YAPISAL KORKU SİSTEMİ Ç oğu kişi hala korku kapasitesinin öğrenilen bir şey olduğuna ve hem insanların hem de hayvanların tehlikeyi öngörerek korkma­ yı öğrendiklerine inanırlar. Bu doğru olsaydı doğduğumuz anda hiçbir ş eyden korkmazdık. Ancak bir şekilde canımız yandıktan sonra korkmanın ne demek olduğunu öğrenirdik. Hayvanlar hiç acı ve tehlike yaşamasalar da korku için doğuştan bir kap asite s ergilerler. Bunu biliyoruz çünkü beynin belirli bölgelerinin elekt­ riks el sitümülasyonu diğer bölümde tarif edileceği gibi tamamıy­ la güvende yetiştirilmiş hayvanlarda korku tepkisinin tüm spekt­ rumunu yaratabilir. Elektriksel uyarım çevredeki tehlikeyle veya fiziksel olarak acı verici bir iğnelemeyle ilgili bir bilgi taşımaz. Doğrudan sitümülasyon KORKU sistemin yapısal afektif potansi­ yelini uyarır, yani korkunun kendisini uyarır. Bu nokta, araştırmacıların yarım yüzyıl önce 1 950 ve 1 960'lar­ da beyinde ilk olarak sadece hayvanların kendi kendilerini stimü­ le edecekleri bölgeleri değil (Bölüm 3) uyarımın psikolojik olarak s anki veb adan kaçar gibi kaçma davranışına sebep olduğu alanda öğrenilmiş kaçma davranışını motive eden bölgeleri buldukla­ rında, değerlendirme yapmalarını gerektirmiş olan bir noktadır (Delgado vd, 1 954) . Araştırmacılar çalışma sırasında hayvanların kendi kendilerini stimüle ettikleri birçok beyin bölgesinin güzerga. hının yakınlarında temel KORKU sistemine rastladılar. Bu KORKU yapılan yanlışlıkla stimüle edildiğinde hayvanlar elektrik akımı hafifs e donup kalma artınldığındaysa hızla kaçma davranışı gibi çeşitli korku dolu davranışlar sergilediler. B öylelikle KORKU siste­ mi resmi olarak kavramsallaştırılmadan çok önce (Panksepp, 1 982) lab oratuvar sıçanlarının doğuştan KORKU sistemleri olduğu. göz 259

ZiHNİN ARKEOLOJiSi

önünde bulundurularak tahmin e dilebilirdi. Bu ortadaydı çünkü fareler yaygın olarak kullanılan ayağa elektrik ş oku gibi itici çevre­ sel olaylarla ilgili hiçbir öğrenme olmadan da b elirli tip teki b eyin uyanmından korkuyorlardı. Bu bölgeleri stimüle edilen tüm me­ meliler korkuyla davrandılar. Açıkça bu sistem h ayvanlann hayat deneyimlerinden ziyade evrim tarafından oluşturulmuştur. Uzun zaman önce erken dönem omurgalı b eyninin oluşumu sırasında bazı tehlikeli uyaranlarla karşı karşıya kalınması sü­ rekli olarak acı veren veya tehlikeyi önceden hab er veren b elirli uyaranlara karşı doğuştan gelen korkuyu oluşturarak atalarımı ­ zın b eynini inş a eden DNA'larına kodlanmasına s eb ep oldu. Örne­ ğin sıçanlar, kediler, dağ gelincikleri ve tilkiler gibi b elirli yırtıcı hayvanların kokularından doğuştan korkarlar. İlk b aşta bu yırtıcı hayvanların görünüşlerinden korkmazlar s adece kokularının be­ lirli yönlerinden korkarlar. Eğer bu canlıların tüylerini, kontrollü laboratuvar ortamlarının güvenliğinde büyümüş h ayatl arında hiçbir yırtıcı hayvanla karşılaşmamış sı çan veya farelerin ka­ feslerine koyars anız yine de KORKU tepkileri sergilerler. B irçok hayvan düpedüz donup kalır, diğerleri genel b ir dikkat s ergiler (araştırmacılar böyle duyguların bilişsel kaygı tipindeki yönleri için artan "risk değerlendirmesi" etiketini vermişlerdir) . Bu kor­ kutucu kokular ortadan kaldırıldıktan s onra bile sıçan ve fareler beyinlerinde salgılanan korku dolu nörokimyaların s enfonisinden dolayı uzun süre çekingen olmaya devam ederler. Sı çanların sos­ yal aktiviteleri uzun süre durur ve oyun, beslenme , tımar, cinsellik ve diğer olumlu davranışlarla daha az meşgul olurlar (b azı ilgili veriler için bkz. sonraki bölümdeki Şekil 6 . 1 ) . Eğer h ayvanlar bu tip stres üreticilere uzun süre maruz kalırl ars a depresif b elirtiler s ergilemeye b aşlarlar. Bu doğuştan gelen yırtıcı h ayvanların ko­ kularına karşı korku kapasitesi hayatta kalmayı s ağlar ç ünkü ka­ lıtsal miras olarak devraldıkları KORKU sistemi h ayvanları b öyle yırtıcı hayvanlar yakınlarda bir yerlerdeyse donup kalmalarını ve s aklanmalarını eğer çok yakma gelirlerse de kaçmalarını motive e der. B öyle yırtıcı bir hayvanla tek bir kez bile korkusuzca karşı­ laşmak evrims el b akış açısına göre bir kereden çok daha fazladır. Yırtıcı hayvanların kokularından korku, hayvanların b u avcı yırtıcı hayvanların yakında olduğu sinyalini vermekten ziyade bunların yaş a dıkları yerlerden kaçınmalarına yardım e der. Bu s o260

K O R K U ' N U N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R i

nuca vanyoruz çünkü yırtıcı hayvan kokuları sürüngen b eynine, göreceli olarak uzaktaki tabiri caizse "havada asılı olan" kokulan algılayan temel olfaktör yumruları aracılığıyla değil geniş uçucu olmayan molekülleri algılayan vomeronazal organ yoluyla girer (Panksepp & Crepeau, 1 990) . Farelerde de durum aynıdır. Bu sal­ dırgan kokunun moleküler kanşımı, yakın zamanda kedi s alyasın­ da tanımlanmıştır; Feld 4 (Papes, vd, 20 1 0) olarak bilinen b aşlıca üriner protein ailesinden tek bir molekül aynı araştırma grubu tarafından daha önce de erkek fareler arasındaki kavganın yo­ ğunluğunu artıran molekül olarak tanımlanmıştı. Fareler yaban­ cılarla hemen kavga ederler çünkü tahminen ve kısmen taşıdıklan kokular hayvanları birbirlerine karşı ürkek hissettiriyordur. Yırtıcı hayvanların kokusundan ve acıdan korkmaya ilaveten sıçanlar tabiatları gereği iyi aydınlatılmış açık alanlardan, ani hareket ve yüksek seslerden korkarlar. Tüm bu uyaranlar olası tehlikeye işaret ederler ve evrimsel bellek olarak (örn. kalıtsal temelli duyusal girdilerin KORKU sistemine girmesiyle) aktanl­ mışlardır çünkü sıçanların tüm bunlardan doğuştan korkması uyumsaldır [adaptive] . Tüm memeli türlerinde yapısal KORKU'yu uyaran birkaç uyaran var. Acı evrensel bir kışkırtmadır. Hayvanla­ rın çoğu yüksek ses duyduğunda korkar. İnsan yavruları güvenle kucaklanmadıklarında endişelenebilirler ve büyüdükçe karanlık­ ta yalnız başına bırakılan pek çok bebek ağlamaya meyleder. Bu olumsuz hislerin KORKU'dan olduğu kadar sosyal PANİK/YAS sis­ teminden de yükselmesi muhtemeldir (Bölüm 9). Gerçekten de be­ yin araştırması olmadan bu "anksiyete" sistemlerinin hangisinin daha aktif olduğunu ayırt etmek zor olabilir. Eşzamanlı aktif olma olasılıklan vardır ama bu meselelerin nörobilimciler tarafından araştınlması gerekmektedir. Bu bölümde s adece KORKU sistem­ leri üzerinde duracağız. Bütün diğer birincil süreç duygusal sis­ temler gibi KORKU sistemi de göreceli "nesnesiz" olarak ortaya çıkmıştır ama memeliler KORKU uyandıran şartlan öngören pek çok uyarana hızla tepki vermeyi öğrenirler. Tüm küçük yaştaki hayvanlar ilk b aşta KORKU sistemlerinde en iyi anlaşılmış olan acıyla birlikte sadece birkaç yapısal girdi­ ye s ahiptirler. Acı doğrudan PAG'a girer ve bunun sonucu olarak orda acıyı durduran mekanizmalar da vardır. PAG'ın içinde doğru yer stimüle e dildiğinde endojen opioidler s algılandığından (Ho 261

Z i H N i N A R K E O LOJ i S i

s obuchi vd, 1 979; Herman & Panksepp, 1 98 1 ) insanlardaki ep eyce ciddi ağrılar dindirilebilir (Mayer vd, 1 97 1 ; Richardson & Akil, 1 9 77). Bununla beraber eğer birisi PAG'ın korku tarafını etkilerse hayvanlar tam bir KORKU tepkisi verirler. B u korku hali büyük olasılıkla öğrenmeyi teşvik ediyordur ve büyük olasılıkla hayvan­ lar bu yolla hızlı bir şekilde yırtıcı avcı hayvanların görs el ve işit­ sel uyaranlarına karşı edinilmiş korku tepkilerini geliştiriyorlar (korku öğrenmesi ve belleğe ayrılan sonraki bölüme b akınız) . Kor­ ku sistemi bu yolla hem (ikincil süreç) b asit öğrenmeyle hem de (üçüncül süreç) daha karmaşık biliş s el s eviyede büyük miktardaki hayat olaylarının kontrolü altına geçer. İnsan ve hayvanların s erbest anksiyete s ergilemeleri olgusu KORKU deneyimi için doğuştan bir kapasiteleri olduğuna i ş aret eder. B aşka bir ifadeyle kaygılı olma kapasitesi b eynin evrimleş ­ mi ş duygusal alet çantasının bir parçasıdır. Daha önce de b ah­ settiğimiz üzere bunun kanıtı s adece b eynin b elirli b ölgelerinin elektriksel ve kimyasal uyarımıyla bütünüyle bir dizi d avranış s a! ve fizyolojk KORKU tepkisini kolaylıkla uyandırabiliyor olmanızın yalın olgusudur. Böyle tepkiler üzerinde araş tırma yapılmış tüm memeliler arasında yaygındır. Pratikte uygulanan tüm ö lçümle­ re göre hayvanlar böyle hislerden hoşlanmazlar, yani uyarımdan kaçmaya, bu tip uyarımların olduğu yerlerden uzak durmaya ça­ lışırlar ve buna benzer şeyler yap arlar. Elbette öğrenme KORKU sistemine pek çok şey ekleyebilir (s onraki b ölüme b akınız) ama anahtar fikrimiz öğrenmenin kendisinin bu korku k ap a s itesinin sebebi olmadığıdır. Bu temel kap asite b eyindeki yapısal duygus al sistem tarafından s ağlanır. Bu korku kap asitesi sadece KORKU sisteminin kendisi s af dışı edilirs e veya zayıflatılırs a veya sisteme gelen duyusal girdi­ ler bir ş ekilde engellenirse yok edilebilir. Bu ya yaralanma ya da hastalıkla olabilir. Örneğin (örn. kedilerde yaygın olarak bulunan toksoplazma gondii) gibi parazitler kemirgenin KORKU sistemine hücum eder ve sıçanları kedilerden daha az korkar hale getirir (Vyas vd, 2 007) . Bu kedigillerin avlanmasını kolayla ştırır. Kediler her zamanki gibi hızla kaçıp s aklanmadıkları için sıçanları daha çok yerler, yani enfekte olmuş kemirgenler kedilerin midelerine girebilirler. Ve kedilerin mideleri protozoaların üreme döngülerini tamamlamaları için mükemmel bir ortamdır.

262

KO R K U ' N U N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R İ

KORKU SİSTEMİNİN BEYİN YÖRÜNGE Sİ Yapısal bir KORKU sisteminin varlığı en çok beynin doğrudan elektrikle stimüle edildiği deneyler yoluyla desteklenir (güncel bir inceleme için bkz. Panksepp vd, 201 1 ) . Memeli beyninin belirli b ölümlerine tüm memelilerde ortak olarak var olan derin subkor­ tikal b ölgelere elektrik uyarımı uygulandığında hayvanlar çevre­ de korkutucu bir uyaran olmasa da içsel KORKU sistemi tepkileri s ergilerler. Farklı seviyedeki elektrik sitümülasyonu farklı seviye­ de korku tepkisi üretir. Hafif elektrik uyarımı, ürkek bastırılmış aktivite, arada sırada kafeslerine kedi tüyü konulan sıçanların sergilediğine b enzer türde donup kalma nöbetleriyle beraber in­ hibe davranış üretir, bu davranışlar avcı yırtıcı hayvanlar henüz uzaktayken yaygındır. Eğer aynı beyin alanına verilen akım daha da artırılırsa aynen kedinin çok yakına gelip de hücum etmeye hazır olduğunda sıçanların yaptığı gibi hayvanlar kaçarlar (Pank­ sepp, 1 9 9 1 ) . Akımdaki artışlarla nöral uyarılmanın bas amakları korkunun ( donup kalma, endişe gibi) hafif formlarından (kaçmak, dehşet gibi) daha yoğun formlarına doğru ilerler. İns anlarda korkuyla dolu olma hislerinin artması KORKU sis­ temi içsel fiziksel uyaranlar tarafından uyarıldığında bu ağ örgü­ lerinin bulunduğu limbik sistem bölümlerindeki epileptik aktivi­ te gibi gözlemlenir. Epilepsi beyindeki elektriksel bir fırtınadır. Bu fırtına KORKU sistemine sokulursa kişi (veya hayvan) ,b elki de PTSB'ye b enzer şekilde hissettiren içsel yoğun bir korku sergi ­ ler (Adamec, 200 1 ; Pincus, 1 98 1 , 200 1 ) . Epileptik nöbetin yol aç­ tığı elektriksel akım laboratuvarda KORKU devresinin doğrudan elektriksel uyarımına çok benzer bir yolla hareket eder. Elektriksel uyarım deneyleri, içsel KORKU sisteminin, amigdala­ nın merkezi bölgelerinden ön ve medial hipotalamusa üçüncü vent­ rikülün etrafını sarmalayarak ve oradan orta beynin içindeki PAG'ın (dorsal olarak konumlanmış) belirli bölgelerine kadar ilerleyen iki yönlü bir sistem olduğunu ortaya çıkartmıştır (bkz. Şekil 5.2) . Korku sistemi korkunun fiziksel belirtilerini denetleyen (terli avuçlar, hızlı kalp atışları, donup kalmak ve kaçmak gibi) belirli otonom ve dav­ ranışsal çıktıları kapsar. Bu sistem boyunca aktivitenin farmakolo­ jik ve cerrahi yolla durdurulması hem hayvanları hem de insanları durgunlaştırabilir. Sözün kısası. KORKU'nun pek çok şartsız içgüsü­ del ifadesi doğrudan bu nöral sistemden ortaya çıkar. 263

Z i H N İ N A R K E O LO J İ S İ

Trans Hipotalamik KORKU Sisteminin Yörünge si

Girdile

{

Şartsız Uyaranlar Acı, Gürültü, vd, Avcı Yırtıcı Hayvanlar Açık Alanlar Ani Hareketler Ş artlı Girdiler Tüm Dışsal Duyular

Çıktıla r

{

Artan Kalp Atışı S alyanın Azalması Mide üls erleri Solunumla ilgili Değişimler Gözden Geçirme ve Canlılık İrkilmede Artış Dışkılam a ve Donup Kalma

Şekil. 5.2. KORKU sisteminin yörüngesinin ş ematik ö zeti ve bu duygusal sistemin uyanmıyla indüklenen çeşitli belirtiler. (Panks epp, l 990b'den uyarlanmıştır; anatomik tayinler için aslına b akınız.) B eyin b ölgelerinin koyu rengi, beyindeki asetilkolin s eviyelerinin yoğunluğunu gösterir.

Bir sürü deney hayvanların bu b eyin uyarılmasından ne kadar nefret ettiğini ortaya koymuştur. B öyle bir uyarımı bir levyeye b a­ sarak veya bu tip bir uyarımın hiç verilmediği b ö lümlere giderek durdurabilme olanağı verildiğinde hemen durdurm ayı ö ğrenirler (Panksepp, 1 9 9 1 ) . Aynı zamanda ş artlı alan kaçınması s ergilerler, yani uyarımın verildiği yerlere gitmekten kaçınırlar (Rob erts & C ox, 1 987) . Eğer hayvanlar b öyle b eyin uyarımlarının olduğu çev­ relere maruz kalırlars a seçme olanağı verildiği takdirde, bu yerle­ re tekrar gitmekten kaçınırlar. Ama b öyle yerlerin yakınlarındaki güvenli bölgelerde ols alar bile hala gergin görünürler çoğunlukla donup kalırlar ve normalden daha fazla dışkılarlar, korkunun dav­ ranış sal ve otonom belirtilerini hala sergilerler (Panks epp, 1 9 9 1 ) . Dolayısıyla b öyle bir uyarımın ürettiği KORKU dolu afektif du­ rumun

gözle görülen nesnel b ağıntısı donup kalmak ve kaçmak­

tır. Bir kez daha b eyin uyarımıyla uyarılan göz önündeki davra­ nış nesnel bir eşdeğerdir; kolay kolay gözlemleyeme diğimiz zihni durumun dış s al bir göstergesidir. Bununla birlikte nörobilimsel 264

K O R K U ' N U N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R İ

stratejilerle uyumlu olarak karşılaştırılabilir beyin uyanmıyla in­ s anlarda uyarılmış duygusal durumun sözel göstergelerini kendi­ liğinden uyandırmalıdır. Aslında bu tutarlı olarak gözlemlenmiştir. Bu b eyin b ölgeleri sürekli olarak uyarılan ins anlar korku ve endiş enin aniden içlerini kapladığını bildirmişlerdir. örneğin PAG'ın uyanını başladığında ilginç bir denek "ölecek kadar kork­ tum" demiştir (Nashold vd, 1 969) . İnsanlarda periventriküler gri­ nin elektriksel uyarımı (Amano vd, 1 979) sonrasındaki psikolojik değişimleri inceleyen b aşka bir araştırmada hastalar "sanki uzun karanlık bir tünele dalmış gibi ani bir belirsizlik hissi," "her taraf­ tan gelen dalgalarla berab er deniz kenarında olma hissi" ve "biri b eni kovalıyor ondan kaçmam lazım" hissini bildirmiştir. KORKU sisteminin uyarılması hızla kortekste b elki geçmişte gerçekten ol­ muş olaylardan ya da sadece hatırlanan hikayelerle oluşan endişe dolu senaryoları tetiklemiştir. Bu etkileşimin hızı bazı insanla­ rın neden hislerin kortekste üretildiklerini düşündüklerini bu tip s enaryoları canlandırabilme becerisinin bu hislere sahip olmak için gerekli olduğunu anlamayı kolaylaştırır. Ama siz yine de şunu hatırlayın; korku his si ilk olarak derin duygus al sistemin uyarıl­ masından ortaya çıkar ve bu sistem bilişsel yetenekleri ne olurs a olsun tüm memelilerin ortak olarak p aylaştığı bir sistemdir.

ACI VE KORKU SİSTEMİ Acı her z aman bir dereceye kadar KORKU sistemini uyarır ama tersi doğru değildir. Korku dolu olmak acı algısını gerçekten de ortadan kaldırır (Miczek, 1 99 1 ) . KORKU sistemi insan beyninde elektriksel olarak uyarıldığında insanlar acı değil korku bildirir­ l er. B u sistem hayvanlarda elektriksel olarak stimüle edildiğinde hayvanlar korku sergilerler ama gerçekten yaralandıklanndaki gibi acıyla inlemek veya ciyaklamayı nadiren sergilerler. Buna rağmen kuvvetli korku çoğunlukla acı deneyimini engeller çün­ kü korku dolu durumlarda beyin acı hissini geçici olarak azaltan kendinden gelen opioidler gibi analjezik beyin kimyalarını salgılar (Miczek, 1 99 1 ) . Bu yaralı hayvanların acıyı göz ardı edebilmeleri için gereken yırtıcı avcı hayvanlardan kaçmalarının olasılığının artmasına izin veren uyumsal bir mekanizmadır. Bununla b irlikte PTSB'ye eşlik eden hissizliğe de seb ep olabilir. Bu tip opioidle265

Z i H N i N A R K E O LO J i S i

rin bloke edilmesinin b u hissizleşme ve p s ikolojik ayrıksılaşma­ yı gerçekten de azalttığına ilişkin bazı kanıtlar bulunmaktadır. Bu sınır durumu kişilik b ozukluğu olan ins anların p sikoterapiye daha olumlu yanıt vermelerine yardım eder (Bohus vd, 1 999). Ay­ nısı PTSB içinde geçerlidir (Pitman vd, 1 9 90) . Her ne kadar ani acı KORKU sistemini uyaracak çeşitteki bir uyaran olsa da az önce gördüğümüz gibi bu sistem fiziksel acıya s eb ep olmayan uyaranlar tarafından da kolayca uyarılabilir. Yırtı­ cı avcı hayvanın kokusu sıçanda fiziksel bir acıya s e b ep olmaz. İyi aydınlatılmış açık alanlar bedensel olarak hiçbir acıya yol açmaz. B enzer ş ekilde eğer insan yavrusu fiziksel olarak iyice kucaklan­ madıys a sonunda düşüp canı yanabilir ama bu desteğin eksikliği korkuyu fiziksel acı deneyiminin olmasından çok önce uyarılır. Yüksek sesler nahoş olabilir ama nadiren acıya yol açarlar. Yine de beb ekler ve hayvanların birçoğu gök gürültüsü gibi seslerden ve çok tiz seslerden korkarlar çünkü bu "irkilme" uyaranları pek çok memeli türünde evrimsel tarih boyunca tehlikeli olayların ha­ bercisi olmuştur. Hayvanlar halihazırda endiş eliyse gerçekten de irkilme tepkisi artar. Uzun zamandır endişeli olma halinin doğuş­ tan gelen özelliği davranış s a! genetik s eçilim yöntemleri kullanı­ larak hayvanlarda oluşturulabilir (Harro, 2 0 1 0; Harro vd, 2 0 1 l ; Kanarik vd, 20 1 0; Singewald, 2007) . Fiziksel acı çoğunlukla korku ş artlanması deneylerinde kul­ lanılır çünkü laboratuvar hayvanlarına yaygın haliyle elektrik ş oklar vererek uygulanması çok kolaydır. Korku ş artlanmasında hayvanlar işitsel bir ses tonu veya ışık gibi (daha önce nötr olan) uyaranlardan korkmaya şartlandırılırlar bu sunum elektrik şoku gibi şartsız bir uyaranla eşleştirildiğinde bu her z aman h ayvanın KORKU sistemini insanlarda olduğu gibi uyarır. H ayvanlar ş okla birlikte verilmes eler bile ses tonu ve ışıktan korkmayı oldukça hızlı bir ş ekilde öğrenirler. B aşka bir ifadeyle, acı veren olayları öngö;ren ipuçları her zaman üzerinde alışma yapılan tüm hayvan­ l arda yaygın olarak korku dolu tepkileri üretir. Ş artl andırılmış uyaranlara karşı b öyle hızlı korku tepkilerinin gelişme s i b a şarılı korku ş artlanmasının göstergesidir (bkz. sonraki b ölüm) . B öyle çalışmalar yap an davranış nörobilimcilerinin p ek azı kendi s ahip oldukları evcil hayvanların herhangi bir kötü ş eyi de­ neyimleyip deneyimlemediklerini kabul etmeye isteklidirler. Hatta

266

K O R K U ' N U N ATA L A R D A N G E L E N KÖ K L E R İ

bunun hakkında konuşmaya dahi istekli değillerdir. Kuşkusuz ba­ zen fırsatçı bir şekilde bu içsel hisler dıştan gözlenemeyeceği için bilimsel tartışmaların dışında tutulması gerektiğini iddia ederler. B u b asiretsizliktir. Eğer hayvanların beyinlerinin davranışsa! ola­ rak' korku dolu hale gelebilmesi için itici hisler çok önemli neden­ lerse bilim ins anları çok ilgilendikleri korku şartlanmasının nasıl işlediğini asla anlayamayacaklar demektir. Bilim insanlarının "kanıt çokluğunu" takip etmeleri gerekir ama bu arenada bilim in­ s anının bu standart değeri ihmal ediliyor gibidir. Hayvanlardaki duygusal hisleri ins anlar için somut psikolojik öngörülere çevi­ rebilme gücüne s ahip olan Çift görünümlü monizm stratejisini vurgulamamızın nedeni budur (Panksepp, 2005b,. 2007a) . Fareler şartlandırılmış uyarana karşı korkar hale gelmelerine ek olarak şartlanma deneyimleri sırasında tesadüfen hazır bu­ lunan çeşitli (dışsal) çevreye bağlı ş artlandırılmış uyaranlardan kolayca korkar hale gelirler. Örneğin sıçanlar şoklarla eşleştirilen s e s tonlarından korkar hale gelmeyi öğrenirler ama aynı zamanda ş artlama kutularının duvarlarından ve belki de bu deney kafesle­ rinde kullanılan talaşın özgün kokusundan korkmayı öğrenirler. Sıçanlar, kendilerini deney kafesine yerleştiren araştırmacının görüntü ses ve kokusundan da korkar hale gelirler. Bunlar sis­ tematik korku şartlaması deneyleri sırasında bulunan çevresel uyaranlardır.

KORKU DENEYLERİNİN ÇEŞİTLERİ VE KORKUNUN KİMYASI Araştırmacılar daha çok psikiyatrik sebeplerle KORKU'nun kim­ yasını öğrenmeye meraklı olmuşlardır. Örneğin PTSB 'den musta­ rip p ek çok kişiye onları tüketen korku hislerinden kurtulmala­ rına ilaç tedavisiyle yardımcı olunabilir. KORKU'nun kimyasını araştırmak üzere dört genel tip araştırma kullanılmıştır. Her b iri korkuyu indükleme ve belirli ilaçlara tepki olarak korku dolu dav­ ranış ların azalmasını ölçme yolunu kullanmıştır. Hayvanlarda

latensi (süreyi) veya korku tepkilerinin yoğunluğunu yok e den ila­ cın insanda da korku dolu duygulanımı azaltacağı varsayılır. Bu 267

Z I H N I N A R K E O LO J i S i

deneysel çalışma benzodiazepinlerin 1 (BZ) bir s ürü korku çeşidini ortadan kaldırdığını açığa çıkardı. Burada, hayvanlarda korku araştırmaları düzenlemek için kullanılan muhtelif deney yöntemlerini detaylı olarak inceleme­ yeceğiz. Eğer okuyucular ilgilenirlerse, bu meseleleri kap s ayan, elinizdeki yoğun ve kıs a olan versiyonun inşa ü zerine e dilmiş ol­ duğu, daha önceki detaylı yayına b aşvurabilirler (bkz. Panks epp,

1 998a, s. 209-2 1 2) . Bu yöntemleri anlamak, genel okuyuculardan ziyade alanda çalı ş an ins anlar için daha önemlidir. Buna rağmen bazı okuyucular şartlı duygusal tepkileri (ŞDT) , dozu a rtınlmış ir­

kilme tepkilerini ve yükseltilmiş labirentler gibi doğası itibariyle korkutucu ortamları kaps ayan deneyler sırasında çeşitli ilaçların korkunun etkilerini iyileştirmekteki detaylarını takip etmeyi arzu edebilirler. ö rneğin araştırmacı sıçanın kafesine elektriks el bir şok verecek test çubuğu yerleştirebilir. Er ya da geç çevreyi yoklamaları esna­ sında sıçan test çubuğuna çoğunlukla da burnuyla dokunacak ve nahoş bir şok yaşayacaktır. Tipik olarak sıçan kafesini test çubuğu­ nu örtmek üzere talaş tozu veya b aşka dolgu maddeleriyle doldu­ racaktır (Bunun içgüdüsel s avunmacı bir davranış mı yoksa daha önceki öğrenmeleri üzerinde temellenen bir ş ey mi olduğu henüz net değildir) . İlaç tedavisine b ağlı olarak eğer sıçanın tehlike arz eden test çubuğunun etrafına bariyer kurması uzun z aman alırs a ilaç tedavisinin sıçanın korkusu üzerinde işe yaradığı düşünülür. Yine BZ'ler gibi anksiyete ajanları, bunları ve başka birçok s avun­ macı davranışları yok etmekte etkilidirler. Bununla birlikte, göre­ ceğimiz üzere, ayrılık PANİK tepkilerini azaltmakta ö zellikle etkili değillerdir. Bu, söz konusu sistemin farklı bir "anksiyete" çeşidini uyandıran, b ağımsız bir olumsuz duygusal sistem olduğunu göste­ ren pek çok kanıt dizisinden s adece biridir (bkz. B ölüm 9 ) . İ laçla bağlantılı deneys el araştırmaların kaps amlı bir incele­ mesine girmeyeceğiz ama iki konunun üzerinde b ir miktar detay vererek durmayı istiyoruz. İ lki, KORKU sisteminin irkilme tepkiB enzodiazepinler, hafif trankilizanlar veya anksiyete ajanları olarak da adlandırılanlardan, ilk ortaya çıkanlar (marka adlan librium ve valium olan) klordiazepoksit ve diazepamdır. Şimdilerde , b azıları uyku haplan veya kas gevşeticiler olarak da s atılan bir sürü b aşka çeşit hafif tranki­ lizan vardır.

268

K O R K U ' N U N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R İ

sini etkileme ş eklidir. Tü m hayvanlar yüksek seslerle irkilirler. Bu tepkinin kuvveti yine de değişebilir. Eğer KORKU sistemi haliha­ zırda uyarılmışsa, irkilmem refleksi çok kuvvetli olur. Örneğin, deneysel olarak ç aylak bir sıçan yüksek sese maruz bırakılırsa sıçan büyük ihtimalle, ş artsız uyaran karşısında o rta derecede irkilecektir. Bununla birlikte farenin daha öncesinde ayağa şok­ la ı şığı birlikte şartladığınızı varsayın. Hayvan ışıktan korkma­ yı öğrenecektir. Eğer ş artlanmış sıçana ışık verirseniz KORKU sisteminin arka planındaki uyarılmayı uyarırsınız ve bunun az s onrasında da sıçanı aynı yüksek sese maruz bırakırsanız irkilme tepkisi, ışıktan korkacak şekilde eğitilmemiş halinden çok daha fazla olacaktır. Bu dozu artınlmış irkilme nin ortaya çıkmasının s ebebidir veya aynen korku filmi izleyen birinin yanına usulca ya­ naşınca ortaya çıkan aşın bir reaksiyondur. Bu "p otansiyalizasyonun" nörolojik detaylan araştırılmıştır. Temelde, irkilme refleksinin kendisi, sinir sisteminin çok aş ağı­ larında, KORKU devre sisteminin epeyce aşağısında kurulmuştur ve çok hızlı harekete geçen bir reflekstir. KORKU devre sisteminin çıktılarının, o kadar aşağı inmesine rağmen ve eğer KORKU uya­ rılmı ş s a, b eyin sapındaki en eski refleksin yoğunluğunu hafifletir. Bu, KORKU sisteminin belirli bir refleksi potansiyalizasyon etme ş eklini görmenin mükemmel bir yoludur. Benzer yöntemler, insan­ larda korkuyla potansiyalizasyon edilmiş göz kırpma tepkisini göze püskürtülen azıcık havayla uyandırır (Davis & Lang, 2003) . Üzerinde kısaca duracağımız ikinci konu bazı ilaç deneyleriy­ le b ağlantılı olarak birtakım kavramsal ve yönteme dayalı prob­ lemlerin üzerinde durur. Bu problemler belirli ilaçların etkililiği hakkında kafa karışıklıkları doğurdu. Herhangi bir kimyasalın görünürde korku dolu davranışı azaltma becerisinin olması ille de korku dolu duygulanımı azaltabileceği anlamına gelmez ve buna inanmak bir hatadır. Hayvan kafesindeki levyenin acı ve­ rici bir elektrik şok verdiğini varsayın. Birinci veya ikinci şokta s onra hayvan levyeye dokunmaktan kaçınacaktır. Eğer hayvana amnezi oluşturan bir ilaç verirseniz kolun acı verdiğini unutmuş olacağı için kaçınmayı bırakacaktır, yani bu ilaç cezalandırılan davranışı artırır ama bunu her ş oktan s onra hayvanın afektif acı­ sını azaltarak yapmaz. Bu hayvanın cezalandırılan davranışlarla meşgul olmaya hevesli olduğunu gösteren tek bir oluşumdur ama '

269

Z İ H N i N A R K E O LOJ i S İ

b u korkunun azaldığını göstermez . Diğer ilaçlar belki hayvanların sadece inhibisyonlarını azaltır dolayısıyla daha aktif ve pek çok şeyi yapmaya istekli olurlar. Bu ilaçlar aynı zamanda rastlantısal olarak levyeye b asmayı da artırabilir. Araştırmacı hayvanın ceza­ landırılan davranışlarla meşgul olma isteğini artıran b elirli bir ilacı sınadığında, ilacın anksiyeteyi azaltmaktan b aşka b eyin sü­ reçlerini de etkilediğini her zaman dikkate almaya ihtiyaç duyar. Bu nitelikler diğer tüm duygusal sistemlerle ilgili çalışmalar için de geçerlidir. Bunlar afektif hislerin bilimsel söylem ve araştır­ madan dışlanmasının tehlikeleridir. Genel inhibisyonun korkunun hafiflemesiyle kanştınldığı alan serotonin araştırmasıdır. Bazı bilim ins anları 1 950'ler ile ı 970'ler arasında beyinde artan serotonin aktivitesinin anksiye­ tenin sebebi olduğuna ikna olmuşlardı . Böyle bir s onuca varıldı çünkü, beyinde serotonin aktivitesini azaltan serotonin res eptör antagonistleri ayak şokunu öngören şartlı duygusal tepki (ŞDT) uyaranı verildiğinde hayvanların yiyecek veren kola b asmak gibi cezalandırılan davranışlarla daha çok meşgul olmalarını s ağladı. Bundan dolayı araştırmacılar serotonindeki düşüşün kesinlikle anksiyeteyi azalttığına inandılar ve yüksek s eviyedeki s erotoni­ nin hayvan ve insanların kaygılı hissetmelerine sebep olduğu so­ nucuna vardılar. Artık berrak olarak görünen o ki b eyinde s erotonin azalma­ sı hayvanları genel olarak daha manik ve itkisel hale getiriyor. Serotonin beynin büyük kısmında hareket halindedir. Serotonini azalmış hayvanlar geniş bir yelpazedeki koşullar altında engel­ lenmeme ve kaygılarındaki gerçek bir azalmadan dolayı değil itki­ sel olduklarından kaygı yaratan durumlara olağandan fazla tepki gösterme eğilimindedirler. Gerçekten de serotonin tükenmesi ya­ şayan hayvanlar kaygılı olmaya normallerden daha yatkındırlar ve tüm alanlarda genel olarak hiper duygus allardır; örneğin nor­ malden çok daha fazla s aldırganlık gösterme eğiliminde olup ço­ ğunlukla hiper seksüeldirler. Bu yüz den cezalandınlmayla karşı karşıyayken davranıştaki bu artma kaygılı hislerin azalması değil düpe düz genel bir serbest bırakmadır veya aktif davranış s a! eği­ limlerin engellenmemesidir. Her ne kadar serotonin kaygının yoğunluğunu ayarla s a da bunu diğer olumsuz duygulan ayarladığından daha çok yapmaz . 270

KO R K U ' N U N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R i

S erotonin t ü m duyguların yoğunluğunu ayarlar. Serotonin azlığı korku dahil duygulan uyarırken artan beyin serotonin aktivitesi genel olarak korku dahil duyguları engeller, yani serotonin yok­ sunluğu yaş ayan hayvanlar cezalandırılan davranışlarda artış sergiliyorsa bunun sebebi tüm duyguların uyarılması ve aşın aktif olmalarıdır. Halihazırda beyinde serotonin aktivitesindeki artışın kaygı ve korku deneyimlerini yaratmakta önemli rollerinin olduğuna inanmak için az bir deneysel sebep vardır. Güncel ola­ rak elde olan verilerin pek çoğu farklı olan sonuçla tutarlıdır, yani nöronlar arası sinapslarda serotonin aktivitesindeki genel artış kaygıyı azaltır ve rahatlama hissini yaratır, serotonin beyindeki her duygusal ve motivasyona dayalı dürtüyü azaltır. Sinap slarda serotonin varlığın artıran serotonin yeniden tutulum inhibitörü (SSRI) tipindeki antidepresanlar aşırı stresli insanları s akinleş­ tirmekte ve daha az huzursuzluk hissetmelerinde epeyce etkilidir (Knuts on, Wolkowitz vd, 1 998) . B ununla birlikte geçmiş birkaç on yılda bir sürü serotonin re­ s eptör tipi tanımlandı (halihazırda 1 5 adedi bilinmektedir) ve öyle görünüyor ki bu reseptörlerden en az bir veya ikisi aslında bir çe­ şit olumsuz duyguyu da yaratıyor. Yine de farklı serotonin resep ­ törlerinin nasıl olup da hem olumsuz duygulanımı üretmeye hem de rahatlamaya katkıda bulunduğu asla iyice anlaşılmış değildir. Ö rneğin kaygıyı azaltan (marka adı BuSpar olan) göreceli olarak yeni bir ilaç buspironun b eyin serotonin aktivitesini azaltan ve artıran s erotonin reseptörlerini reseptörlerin sinapslardaki yer­ leşimlerine b ağlı olarak idare ettiği biliniyor. İlk başlarda buspi­ ronun presinaptik terminallerden serotonin salınımını azaltarak kaygıyı düşürdüğü düşünülüyordu ama şimdi öyle görünüyor ki bunu bir tipteki p ostsinaptik reseptörde serotonin aktivitesini artırarak yapıyor olması daha muhtemeldir (detaylar için bkz. Panksepp, 2004, s. 50 1 ) . Her ne kadar serotonin aktivitesinin genel olarak artması kaygıyı azaltsa da serotoninin tek tek reseptörler üzerindeki etkileri hakkında öğrenecek çok şeyimiz var. Ö z etle hayvanlarda korku dolu olmayı takip etmek için "açık alanlar" diye adlandırılan daha geniş sınama arenalarındaki çe­ kingen davranışlardan "sosyal etkileşim testleri," "yükseltilmiş artı labirentler," "çevreye b ağlı donup kalmaya" kadar p ek çok yol vardır. B u çevre ve davranışların nasıl olup da KORKU sistemine 27 1

Z i H N i N A R K E O L OJ i S i

bağlandığı bala belirsizdir. Halihazırda (s onraki b ölümde anlatıl­ dığı gibi) korku öğrenmesiyle ilgili genel ol arak çok fazla s ayıda çalışma yapılmış olsa da beynin evrimsel olarak o rtaya çıkarttı­ ğı KORKU devresiyle ilgili az çalışma vardır, yani nörobilimciler ş artlı uyaranların KORKU sistemine erişimine izin veren (örn. glu­ tamat sinapları gibi) nörokimyalar hakkında çok ş ey bilirler ama buna karşın KORKU sisteminin kendisinin nasıl çalıştığıyla ilgili daha az bilgiye sahiptirler. Yine de geçmiş birkaç on yılda B rezil­ ya'daki birkaç grup savunmacı davranışları düzenleyen PAG'daki çeşitli nörokimyaları bizim terminolojimizle KORKU sistemini yo­ ğun bir şekilde araştırmaktadırlar (örn. Brandao, vd, 2003, 2008; Del-Ben & Graeff, 2009) . Bu detayların bazılarını baş arıyla özet­ lemek çok zordur ama okuyucuların bu sistemin nörokimyalarını anlamanın tıbbi gelişimlere pek çok olanak sunacağından emin olmaları gerekir. Bu gelişimler bir çeşit kaygıya aracılık eden dev­ relerde yangılı temel manevra basamakları b elki de b ağımlılığı takiben morfin yoksunluğunun ortaya çıkarttığı (bölüm 8 'deki) sosyal ayrılık acısına benzer hisleri kapsar (örn. Hao vd, 2 0 1 0) .

ORTA BEYİNDEKİ KAYGI ÇEŞİTLERİ Kaygının her formu KORKU sisteminden ortaya çıkmaz. "Kaygı anksiyete" kelimesini farklı şekillerde birkaç b ağlamda kullanı­ yoruz ama "ayrılık acısı" bu bölümde şimdiye kadar anlattığımız çeşitli duygusal heyecanlardan çok daha farklı bir b eyin süreci­ dir. Psikoterapistlerin ve bilimsel psikiyatri uzmanlarının b eyin­ de birkaç farklı olumsuz duygu sistemi olduğunu ve aynı anda birden fazlasının uyarıldığını bilmeleri önemlidir. Bu sistemlerin birbirleriyle nasıl etkileşime geçtikleri henüz bilinmemektedir. Bununla beraber terapinin başarısı her hastada hangi sistemin baskın olduğunu anlamaya dayandırılabilir. Örneğin 9 . B ölümde detaylandırılan PANİK/YAS sistemi s osyal olmayan korkutucu olaylar karşısında oluş an öngörüye dayalı kaygıdan ziyade insan­ lar "panik atak" yaş adıklarında muhtemelen sıklıkla ortaya çıkan yoğun sosyal güvensizlik ve kayıp hisleri için daha çok önemlidir. PANİK/YAS sistemine bir b ölüm ayıracağız ama daha önce yapılan bir yorumu daha genişletmek için PANİK/YAS sistemini KORKU sisteminden ayırt etmenin iki iyi s ebebi o lduğunu b elir272

KO R K U ' N U N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R İ

telim. Birinci sebep bunların farklı beyin sistemleri tarafından desteklenmesi ve bundan dolayı anatomik olarak birbirinden farklı olmalarıdır. İkincisi KORKU ve PANİK/YAS sistemleri belir­ li dereceye kadar farklı b eyin kimyaları tarafından denetlenirler ve ilaçlara farklı reaksiyonlar verirler. Daha önce gördüğümüz gibi BZ'ler genel olarak KORKU'yu yatıştırmakta etkililer ama yavru hayvanların anne b ab alarından ayrıldıklarında ortaya çı­ kan kaygı dolu ağlamalarını yok etmekte çok az bir etkileri vardır. Orijinal BZ'ler (Librium ve Valium), alprazolam gibi bazı yüksek etkili modern B z'ler epeyce etkili olsalar bile insanlarda panik atakları sö ndürmekte çok az bir etkiye s ahiptirler. Öte yandan orijinal trisiklik antidepresan imipramin az dozda panik bozuk­ luğu iyileştirmekte etkili olur. Aslında imipramin açıkça p anik karşıtı etkileri olduğu keşfedilen ilk ilaçtır ve aynı zamanda hay­ vanlarda ayrılık acısı ağlamalarını da azaltır (Klein & Rabkin, 1 98 1 ; Scott, 1 974) . İnsan PANİK/YAS ve KORKU'yu klinik alanda birbirinden ayırt edebilir çünkü farklı otonom tepkileri harekete geçirirler. Sempatik kısım hayvanı aktif tepkiye hazırlar. Örneğin s empatik sinir sistemi kalp atışı ve solunumu hızlandırır böylelikle kaç­ mak için gerekli olan yükselen kan şekerini yakmak için oksijen s ağlar. Aynı şekilde göz bebeklerini büyütmek için uyanık olma halini artırabilir. Öte yandan parasempatik kısım hayvanlar daha p asif bir durumdayken idareyi ele alır. Parasempatik sinir siste­ minin etkisi altında kalp atışı yavaşlar solunum düzenlidir ve göz b eb ekleri genişlememiş durumdadır. Parasempatik sinir sistemi duygusal değişimlere de duyarlıdır ve göz yaşı, salya ve cinsel uyarılma üretir. Ö ngörmeli anksiyete (şartlı KORKU) otonom sinir sisteminin s empatik kolundan yükselen çeşitli belirtilere doğru giden bir eğilimle birlikte genellenmiş önsezili bir gerginlik olarak nitelen­ dirilir. Hızlı kalp atışı, terleme, gastrointestinal b ozukluklar ve artan kas gerginliği gibi b elirtiler KORKU'yu nitelendirir. Bunun­ la b erab er PANİK/YAS göstergeleri sıklıkla boğazda bir yumru ve göğüste sıkışmayla birlikte kuvvetli bir ağlama isteği gibi p ara­ s empatik tabiatlı daha otonom b elirtilerle b eraber güçsüzlük ve depresif bitkinlik hislerine eşlik ederler. KORKU ins anın kaygıyı yoğunlaştıran durumlardan kaçmasını iş aret eder. PANİK/YAS yi-, 273

Z i H N i N A R K E O l OJ I S I

tirilmiş sevgi nesneleriyle ilgili düşünceleri akla getirir v e insanı sevdikleriyle birlikte olmaya yöneltir. Her ne kadar bunlar birbirlerinden farklı duygu sistemleri ol­ salar da her biri belirli duygulanım ve davranışlarla nitelendirilir ve sıklıkla karmaşık yollarla birbirleriyle etkileşirler. PANİK/YAS sisteminin göstergeleri olarak b ağlanma bozukluklarıyla ilgili muazzam bir psikoterap ötik literatür vardır. Ağır b ağlanma bo­ zuklukları olan çocuklar güvenemezler kendilerinde b ağımlı olma hissini reddederler ve başkalarıyla empati kuramazlar. Bu kişiler ihtiyaçlı, açgözlü ve uygun olmayan şekilde talepkar olup ergenlik ve yetişkinliklerinde opiyatlar ve alkol gibi madde kullanımına sıklıkla meylederler. Bağlanma bozuklukları olan insanlar sıklıkla çocukluk döne­ minin taciz ve ihmal deneyimlerinden yükselen direngen korkular da yaşarlar. Yaşça küçüklerin tutulduğu cezai kurumlardaki genç insanların hikayelerinde bu karmaşık tablo sıklıkla görülür. Bu çocuklar çok saldırgan ve çoğunlukla da antisosyal olarak büyür­ ler. Aynı zamanda sıklıkla kendileriyle ilgili çaresizlik hislerin­ den mustariptirler. Açıkça birkaç çeşit duygusal sistemle ilgili problemleri bulunm aktadır. Duygusal ihtiyaç ve sınırlılıklarının karmaşıklığı rehabilite edilmelerini de güçleştirir. Bu talihsiz genç insanlardaki hem direngen korkulan hem de bağlanma bo­ zukluklarını tedavi etmek için gerekli psikoterapi tekniklerini ve etkili ilaç tedavilerini geliştirmek bakımından bu davranışlarla ilgili olan beyin sistemlerinin tam olarak anlaşılması son derece önemlidir. Travma sonrası stres bozuklukları (TSSB) birkaç farklı duygu sistemini kap sayan başka bir karmaşık durumdur. KORKU ve PA­ NİK/YAS sistemlerinin kronik olarak fazla aktif göstergelerine ek PTSB bu bölümün girişindeki kısa öyküde b ahs etmiş olduğumuz gibi (aynen askerlerin s avaşlarda yaşadığına benzer) muhtemelen tekrar eden travma sonrasında ortaya çıkan öfkenin de sıklıkla eşlik ettiği bir dehşet durumudur. PTSB 'nin bir yönü, PANİK/ YAS ve KORKU'nun özgün hallerinden b ağımsız olarak ne p anik atak ne de b eklentiye dayalı anksiyeteye tutarlı olarak etki etme­ yen karbamazepin gibi nöbet önleyici ilaç tedavileriyle ortadan kaldırılabilmesi olgusuna dayanmaktadır (B erlin, 2007) . Bu bize PTSB 'nin tam olarak oluşumu için birkaç olumsuz duyguyu ince274

K O R K U ' N U N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R i

likle işleyen v e e k olarak nöbetsel tipte bir sürecin daha olduğunu gösteriyor (Agrawal vd, 2006). PTSB, KORKU veya PANİK/YAS gibi duygusal anksiyete tipinde bir sistemle net olmayan şekilde he­ nüz ilişkilendirilmemiştir. Öyle görünüyor ki , PTSB, muhtemelen hem KORKU hem PANİK/YAS hem de ÖFKE sistemi gibi birkaç duygus al sistemin katılımıyla oluşur ve beynin travmatize edil­ mesinin farklı bir yoludur. Aslında hayattaki değişimler her ne olursa olsun her birimizi çok çeşitli duygusal zorlukların bomb ardımanı altında tutar her­ hangi bir duygus al b ozukluğun basit bir şekilde tek bir duygusal sistemden kaynaklandığını ispat etmek tek bir kimyasal denge­ sizlikten demeye dilim varmıyor bile imkansızdır. İnsanların çoğu birden fazla duygusal dengesizlik yaşıyor olabilir bu da psikiyat­ ride neden "komorbidite" kavramının bu kadar yaygın olduğunu açıklar. B unun anlamı, temelde aynı anda birden çok psikiyatrik s endromun olmasıdır. Depresyonu ele alalım yaşama ilişkin baş­ ka ilgi alanlarını arama ve sürdürmenin kaybolmasıyla beraber genellikle psikolojik olarak aşırı derecede bir acı, anksiyete, kız­ gın bir iritabilite s ıklıkla eşlik eder. Aslında "depresyon" terimi epeyce b elirsiz bir terimdir ve genel bir keyifsizliği ve hastalığı ima eder. D aha doğru tarifin, bu tabloyu oluşturan duygusal sis­ temlere ve bunların fazla veya az uyarılmalarının klinik belirtilere katkılarının neler olduğuna, pek çok hastalığı nitelendiren yangılı bas amaklar dizisinin depresyondaki hastalarda fazla aktif oldu­ ğunun artan ihtimaliyle birlikte atıfta bulunması gerekmektedir (D antzer vd, 2008) . Beynin dengesiz duygusal sistemlerinin daha iyi tarif edilmesi b ağlamında duygusal problemleri ve afektif acı­ ya yol açabilen bir s ürü nörokimyasal değişimi anlamaya başla­ dıkça bilims el psikiyatristlerin gelecekteki bir zamanda şu anda kullanılan teşhis kategorilerine çok az ihtiyaç duyacaklarından şüpheleniyoruz. Altta yatan nöroanatomi ve nörokimyasalların muazzam kar­ maşıklığını daha yeni yeni anlamaya başlıyoruz. Gelecekteki biyo­ lojik p sikiyatri daha spesifik afektif psikoterapötik müdahalelerle birlikte iyi çalış arak bilgiyi hastaların gerçek duygusal deneyim­ leriyle doğrudan bağlantılı bir şekilde inşa edecektir. Bunun ge­ rektiği kadar hızlı olamamasının (belki de özellikle olmamasının) bir nedeni birçok araştırmacının hala psikolojinin hafif bir bilim 275 .

Z i H N i N A R K E O L OJ i S i

olduğuna ve psikiyatrik tanısal kategorileri araya duygusal analiz­ leri hiç katmadan doğrudan beynin olgularıyla ilişkilendirmenin daha iyi olacağına inanmasıdır. Beyinde belirli duygusal sistemle­ rin varlığı şimdikinden daha kapsamlı bir psikobiyolojik yaklaşıma olanak tanıyacaktır (Panksepp, 2004, 2006a, 2009a, 2009b).

BeyinZihin'deki Korku Kimyasalları Geçen yüzyılın ortalarına kadar korku tedavisi için elde var olan ilaçlar sadece opioidler, alkol, barbitüratlar ve meprob amat­ tı (sonuncusu Miltown olarak bilinirdi ve bir dönem çok popüler­ di fakat bunu kullanan insanlarda intihara yatkınlık olduğu için tedavi pratiğinden tamamıyla çıkartıldı) . Bu ilk dönem ilaçlarının pek çok mahzurları vardı , en kötüsü zayıf bir güvenlik sınırları olup yaygın bir şekilde kazara doz aşımları veya intiharlara s ebep olmalarıydı. Anksiyeteye kalp atışının ve kan basıncının artması gibi oto­ nom uyanlmalar sıklıkla eşlik ettiğinden işe yarar bir strateji ilaç­ lan endojen katebolaminler olarak bilinen epinefrin (adrenalin) ve özellikle de norepinefrin (noradrenalin) gibi beyin ve bedensel uya­ rılma kimyalarının hareketini tedavi etmek için kullanmaktı. Toplu olarak biyojenik aminler diye adlandırılan bu beyin kimyas alları yoğun duygusal uyarılma sırasında hiper yola, omuriliğe giden beynin "savaş" ya da "kaç" tepkilerini ÖFKE ve KO RKU mekanizma­ larıyla bir araya getiren sempatik sinir sistemini harekete geçirir­ ler. Her durumda bunların hareketini durdurmak s akinleştirici bir etkide bulunur. Tek tip norepinefrin reseptörünü inhibe eden, b eta blokerler anksiyetenin çarpıntı ve terleme gibi belirtilerinin tedavi­ sine yardımcı olurlar. Aslında propranolol gibi uzun süredir kabul gören ilaçlar bazen topluluk karşısında sunum veya p erformanslar sırasındaki anksiyeteyi engellemesi için kullanılırlar. Performans sanatçıları ve topluluğa konuşma yapan kişiler arasında en tepe­ deki p erformansları aksatabilecek "sinirleri" sakinleştirmek için bu ajanı kullanmak hiç de az rastlanan bir şey değildir. Anksiyetenin daha spesifik tedavisinde klordiyazepoksitin (CDP) hoş bir. rastlantıyla keşfedilmesi devrim yaratmıştı. CDP'nin etkililiği Hoffman-LaRoche laboratuvarlarında BZ'ler ü zerin­ de yapılan göreceli olarak verimsiz b ir araştırma programının 276

K O R K U ' N U N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R i

planlanmış bitişinden hemen önce araştırmanın son safbasında 1 96 0'larda ortaya çıkartılmıştı. Neredeyse son çare olarak BZ moleküllerinden birinin CDP'nin yakındaki hayvanat bahçesinde vahşi hayvanların ehlileştirilmesinde çok etkili olduğu bulundu. CDP çok geçmeden marka adı Librium olarak satışa sunuldu ve p ek çok anksiyete b ozukluğunu kontrol etmekte büyük haşan elde etti. Öldürücü dozun yüzde birinden çok daha az dozda anksiye­ teyi durduruyordu. Peşi sıra diyazepam (Valium) gibi bir sürü BZ etkili ilaca erişilir hale geldi ardından daha birçoğu takip etti. Bunlar onlarca yıldır çok s atanlardan oldu. B Z tedavilerinin b aşlangıcında yaygın olarak gözlenen hafif s akinleştirici etkiler azalmaya meyilliyken anksiyeteye olan etki­ leri uzun süreli kullanımda devam ediyordu. İlk başta görünen oydu ki bu ilaçlar arada sırada kullanıldıklarında açıkça görünen hiçbir b ağımlılığa sebep olmuyorlardı. Buna rağmen anksiyete hastalarının uzun sürelerle giderek artan dozlarda BZ'ler almala­ rı yaygın bir uygulama haline geldi. Bu ilaçlara bağımlı hale gelen hastalarda bu ilaçların yoksunluğu deliryum tremensi (DT) an­ dıran bir s endromu ortaya çıkartabiliyordu. Bu sendrom sıklıkla alkolü bırakmanın eşlik ettiği ajite, halüsinasyonlu kafa bulanık­ lığı durumuydu. Bundan dolayı b azı BZ'ler Tıp camiasında gözden düştü. Bununla b eraber alkolü bırakmak isteyenler arasında da çok yararlı bir tedavi haline geldiler. Uzun bir süre nörobilimci ve psikiyatristler BZ'lerin neden anksiyete tedavisinde etkili olduğunu bilmediler. 1 9 79'da BZ re­ s eptörlerinin keşfedilmesinin ardından bunun araştırması ya­ pılabildi. Genellikle BZ'ler gibi dışs al ajanlar beyin üzerinde bir etki yaratırlar insan, b eynin buna benzer ürettiği endojen beyin kimyas allarının doğal olarak salgılamasını bekliyor. Örneğin PA­ NİK/YAS sistemi opiyatların uygulanmasıyla s akinleştirilebilir ve b eyin endojen opioidler formunda b enzer kimyas allar üretir. N örobilimciler bu rahatlatıcı etkiyi yaratan ve beynin BZ resep­ törleriyle b ağlanan B Z b enzeri endojen kimyas al ürettiğini varsay­ dılar. Ama durumun hiç de o kadar doğrudan olmadığı görülüyor. Araştırmacılar BZ resptör antagonsti uyguladığında anksiyetenin artacağını zannettiler fakat bu olmadı . BZ antagonistlerinin ne anksiyeteyi artıran ne de azaltan bir etkisi vardı. Temelde p siko­ lojik olarak nötrdüler. 277

Z i H N i N A R K E O L OJ İ S İ

Bunun peşi sıra araştınnacılar BZ'lerin b ağımsız olarak ank­ siyeteyi azaltmadıklarını keşfettiler. BZ'ler KORKU sistemini sakinleştirmek için tek başlarına çalışmak yerine ateşleme ora­ nını azaltarak nöron aktivitesini engelleyen nöro-iletici gamına aminobutirik asitin (GABA) etkilerini artırarak harekete g eçerler. BZ'lerin GABA için A tipi reseptörde kendi bağlanma alanı vardır. GABA'yla kombinasyon halinde BZ'ler (diğer çeşitli afektif sis­ temle beraber) KORKU sisteminin aktivitesini yavaşlatırlar. GABA iletiminin bu artan etkisi BZ'lerle tedavinin bir ö zelliği olan insan ve hayvanların durgun sakinlik durumunu devam ettiren ş eydir. Araştırmacılar bunun ertesinde alkol ve b arbituratlar gibi diğer eski anksiyete karşıtı ajanların da anksiyeteyi b eyinde GABA ara­ cılığıyla meydana gelen engellemeyle azalttıklarını keşfettiler. Gerçekte GABA res eptörü çoklu anahtar deliğine sahip ve bir sürü anahtarın eşzamanlı şekilde sokulabildiği bir kilit ol arak zihin­ de canlandırılabilir. Her eklenen anahtar ana anahtar GABA'nın etkisini artırır. İç rahatlığını alkolün yoğunlaştırılmış engelleyici özellikli etkilerinde ve GABA reseptörlerinin diğer ilaçlarında bu­ lan birçok kişi ne yazık ki bu pazarlıkta hayatlarını kaybettiler. Bu birleşim bir sürü bedensel işlevi de yavaşlatabilir. BZ reseptörleri merkezi amigdaladan PAG' a doğru aşağıya hatta daha da aşağılara korkunun irkilme refleksini ayarladığı yere retikularis çekirdeği pontis kaudali'e kadar giden KORKU sistemi yörüngesi boyunca yoğunlaşmıştır (M. Davi s , 1 992). BZ reseptörleri neokorteksin başka birçok alanında da bulunur ve rahatsız edici düşünmelerin azalmasındaki etkisinin nedeni de budur, yani BZ'ler irkilme tepkisinden rahatsız edici düşüncelere kadar korku dolu anksiyetenin tüm seviyelerinin aktivitesini yok etmekte etkilidirler. Her ne kadar nörobilimciler BZ'lerin GABA s algılanmasıyla birlikte nasıl çalıştığını keşfetmiş olsalar da endoj en BZ molekülü arayışı kolay olmamıştır. Araştırmacılar henüz aynı işlevi gören bir b eyin kimyasalını kesin olarak tanımlamayı b eceremediler ama bunun için daha önce de şimdi de p ek çok aday vardır. Bu­ nun ötesinde araştınnacıların çoğu, BZ reseptörlerini b ağlayan endojen bir kimyas al varsa muhtemelen BZ'lerle aynı rolü üst­ lenmediği GABA'nın engelleyici etkilerini artırmadığı konusunda hemfikirdir. Ç oğu araştınnacılar bu endoj en kimyasal B Z bağlan278

K O R K U ' N U N ATA L A R O A H G E L E N KÖ K L E R i

ma alanlarında daha çok ters agonist olarak hareket ettiğine GA­ BA'nın engelleyici etkilerini artırmak yerine azalttığına inanırlar. GABA engellemesinin azalması hayvanları daha da tedirgin eden KORKU sisteminin aktivitesinin artmasına sebep olur. BZ resep­ törlerinin, endojen karşıt agonist rolü için anahtar aday GABA reseptörlerinde BZ bağlanma alanlarına bağlandığında anksiyete yarattığı görülen nörop eptit diazepam bağlayıcı inhibitör (DBİ) olmuştur. Fakat yıllardır yapılan çalışmaya rağmen DBİ'nin ger­ çekten de b eyinde anksiyete üreten emredici ile tici olduğuna iliş­ kin hala kesin bir kanıt yoktur (Möhler, 20 1 1 ) . Kortikotropin salgı­ layıcı faktör (KSF) gibi nöropeptitlerin beyinde anksiyete ve stres yaratan güçlü sistemler ol duğuyla ilgili daha çok kanıt mevcuttur. Günümüzde çeşitli nöropeptitler anksiyetenin alt gruplarının belirli farmakolojik kontrolleri için gelecek vaat eden hedeflerdir. Birtakım nöropeptit beyne verildiğinde KORKU sistemini uyarır. Örneğin KSF b eslenme, cinsellik, tımar, oyun ve bunun gibi birçok olumlu ş ekilde motive edilen davranışı azaltırken ajite bir uyarıl­ ma haline s eb ep olur. Hayvanlar daha önce KSF verilen yerlerde donup kalma eğilimi gösterirler bu da bize bu yerlerin hayvanın daha önceden korkmayı öğrendiği birtakım çevresel uyaranı kap ­ sadığını gösterir. Diğer taraftan ayağa uygulanan şokla indükte e dilmiş olan donup kalma KSF antagonistleriyle yok edilir. Bu­ nunla b eraber p atolojik korkuyu tedavi etmek için KSF antagonis­ ti kullanmak makul olmayabilir çünkü KSF aynı zamanda beden ve b eynin stres ve tehlikeye etkili bir şekilde tepki vermesine yol açan kan akışıyla dolaşan yararlı bir hormondur. Örneğin böyle ilaçlar b ağışıklık sistemini yok edebilir ve huzursuz barsak s end­ romu gibi b edensel b ozuklukları daha da kötüye götürebilir (Sten­ gel & Tache, 20 1 0) . Her durumda günümüzde KSF antagonistleri temelde depresyonun potansiyel tedavileri olarak hedeflenmek­ tedirler. D epresyon halihazırda var olan antidepresanlarla eşit oranda ve düzgün olarak denetlenemeyen bir bozukluktur. Her ne kadar KSF antagonistleri klinik olarak etkili olsalar da karaciğer zehirlenmesi gibi sorunlu yan etkiler gözlemlenmiştir. ilaveten KSF ve diğer nöropeptitlerden katekolamin KORKU sistemini harekete geçirebilir. Alfa MSH nörop eptiti , pek çok b alık ve sürüngende kamuflaj tipi pigment değişikliklerini orta­ ya çıkarır. Bu hayvanlar korktuklarında ciltleri siyaha dönmeye 279

Z i H N İ N A R K E O LO J i S i

meyleder. Her n e kadar b u peptit daha ü s t s eviye omurgalılarda pigment değişikliklerini yönetmese de bu p eptitin b eyne uygulan­ ması civcivlerde güçlü donup kalma/saklanma örüntüleri uyan­ dırılabilir. Alfa MSH'yi üreten genin aynı s egmentinden gelen adrenokortikotropik hormonun da (ACTH) b enzer etkileri vardır. ACTH enjeksiyonu sıçanlarda ve diğer hayvanlarda donup kalma davranışının yanı sıra güçlü bir kaçma davranışına da neden olur. Özellikle üzerinde iyi çalışılmış peptit kolekistokinin ( C C K) hem KORKU hem de PANİK/YAS sisteminden kaynaklanan geniş bir çeşitlilikteki anksiyete belirtilerinin çıkmasına zemin hazırlaya­ bilir. Nöropeptit Y de (NPY) KORKU sistemini sakinleştirir görün­ mektedir çünkü NPY antagonistleri hayvan modellerinde anksi­ yete uyandırır (Panksepp & Harro , 2004) . Eğer bu bulgular daha sonraki araştırmalarla desteklenirse ayrıcalıklı olarak faydalı bir ilaç kategorisi ortaya çıkabilir. Beyin KORKU'yu harekete geçiren birtakım b aşka kimyasal­ ları da kapsar. Uyarıcı bir nöro-iletici olan glutamat sıçanların kedilerin kokusuna karşı doğuştan duygus al bir iğrenmeye sa­ hip olmaları gibi şartsız KORKU sinyallerinin iletimi için bir anahtardır. Glutamat aynı zamanda ş artsız KORKU tepkisini denetler. Eğer kişi KORKU devrelerinin yoğunlaştığı medial b e­ yin sapı bölgelerine glutamat agonistleri uygulars a hayvanlar (çoğunlukla yarı büzülmüş halde) spontane bir ş ekilde e şlik eden gözle görülür psişik bir acıyla beraber kaçma nöbetl eri s ergile­ meye başlarlar. Kuşlar gibi görsel yönelimli hayvanlar yoğun bir dehşeti gösterir şekilde kafalarıyla etrafı tarama h areketi ı srarlı vokalizasyon ve gözlerin yerlerinden uğraması durumunu s ergi­ lerler. Bu epizodlar glutamat resptör antagonistlerle engellene­ bilir. Bununla birlikte öğrenmeyi ve yüksek bilişsel zihinlerimizi denetleyen glutamat reseptörleri beyinde yaygın o lduğundan glutamat reseptörlerinin doğrudan psikofarmakolojik m anipü ­ lasyonun anksiyeteyi yok eden b i r aj an olması p ek muhtemel de­ ğildir. Yine de glutamat reseptörleri üzerinde "yan b oğum" glisin reseptörü vasıtasıyla daha hafif bir uyarım hem anks iyete hem de depresyon için çok güvenli ve faydalı bir tedavi olabilir. B öy­ le ilaçlar halihazırda klinik testlere tabii tutulup geliştiriliyor (Burgdorf vd, 20 1 1 ) . 280

K O R K U ' N U N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R İ

KORKU V E AMİGDALAYLA İLGİLİ VARSAYIMA DAYALI BİRKAÇ GELİŞİMSEL DÜŞÜNCE 1 93 9 'dan beri temporal lobun geniş çaplı olarak hasarlanmasının Kluver-Bucy s endromu olarak tanınan belirgin korku bozukluk­ ları ortaya çıkarttığı biliniyordu. Bunu temporal bölgenin mer­ kezinde bulunan amigdalanın (Şekil 1 . 1 ) pek çok bozukluğunu lokalize etme çalışmaları takip etti (Rosvold vd, 1 954) . Bundan dolayı yaygın o larak amigdalanın KORKU sisteminin merkezinde olduğuna inanılır. Amigdalanın bir düzine kadar çekirdeği veya bölümü vardır bunlardan birkaçı bazolateral amigdaloid (BLA) olarak bilinen bir kompleks korku ş artlanmasında rol oynar (Le­ Doux, 2000; M. D avi s , 1 992; Maren & Quirk, 2004) . Anksiyete veya olumsuz duygularla (ve nadiren de olumlu duygularla) ilgili ola­ rak yapılan hemen hemen her b eyin görüntüleme çalışmasında amigdala uyarılması görüldüğü için bu düşünce pekişmiştir. Öğ­ renme ve b elleğe ayrılan sonraki bölümde daha ayrıntılı olarak üzerinde durmamız gerekeceği gibi BLA amigdalanın merkez çe­ kirdeğindeki korku ipuçlarına dayanarak ileti hattı görevi görür (LeDoux, 2 000) . Merkez çekirdek içsel primordiyal KORKU siste­ minin en tep esindedir fakat BLA'daki çekirdekler bu birincil süreç duygus al sistemin bir parçası değildir. Dolayısıyla her ne kadar amigdalanın içindeki BLA çekirdekleri klasik şartlamada vazge­ çilmez bir rol oynasa da bu rolün önemi kendi başlarına korku üretme b e cerisinden ziyade KORKU sistemine bilgi iletme bece­ risinde yatar. Diğer bir ifadeyle amigdalanın merkez çekirdekleri ş artsız (içgüdüs el) KORKU sisteminin bir parçası olsa da diğer çekirdekleri değildir. Peki amigdalanın merkez çekirdeği KORKU sisteminin kal­ binde midir? KORKU sisteminin aynı zamanda amigdaladan çok daha önce evrimleşmiş daha derin p ek çok yapıyı da içerdiğini düşünürsek merkez çekirdeğin bu sistemin en önemli parçası ol­ ması p ek olası değildir. Gerçekten de beynin her iki tarafındaki amigdaloid çekirdekleri n bir kısmının özellikle bazolateral komp­ _ leksin yavaş yavaş tamamıyla dejenere olduğu Urb ach-Wiethe hastalığı o larak bilinen durumdaki insanların yine de bol mik­ tarda endişeleri ve zengin duygusal hayatları vardır. Amigdoloid çekirdeklerle ilgili bozuklukları olan insanların beyin görüntü281

Z i H N i N A R K E O L OJ i S İ

leme deneylerinde yaygın olarak kullanılan statik korku ifadeli yüzleri tanımakta yetersiz kaldıkları genellikle bildirilmiş olsa da araştırmacılar korku bozukluklarını daha yakından inceledikçe sonuçların daha önceki araştırmalar kadar net olmadığını belirt­ tiler (örn. Talmi vd, 20 1 0; Wiest vd, 2006). B enzer bir ş ekilde PTSB olan kişilerle yapılan beyin görüntülemesinde öğrenilmiş tipte bir korkunun sıklıkla normal amigdala uyarılmasından daha kuvvetli olduğu ama bazen de olmadığı görülmüştür (Lanius vd, 2005). Bu korkunun amigdaladan başka beyin bölgelerinden de yayıldığını gösterir. Başka bir olgu daha var ki o da bölgeyi b oylu b oyunca kateden fiber yolakları çalışır halde bırakarak amigdala nöron­ larının tamamı ameliyatla alınan yavru hayvanların büyük olası­ lıkla KORKU sistemindeki daha derin yapılar tarafından üretilen korku ve heyecan hisleri sergileyebilme becerilerine hala s ahip olmalarıdır (Amara vd, 1 992; Kalin vd, 200 1 ) . Dolayısıyla gelişim sırasında üst-beynin pek çok bölgesinin korku dolu olma kapasi­ teleri büyük olasılıkla alt-beynin bölgeleri tarafından p rogram­ lanmaktadır. Araştırmacıların üst-beyin bölgelerinde korku programlanma­ sıyla ilgili olarak yaşamın ilk dönemlerinde amigdala ve ilişkili temp_oral lob yapılarının bile KORKU sistemi içindeki PAG ve hi­ potalamus gibi daha derin yapılar tarafından programlanmaları gerektiğini düşünmeleri gerekir. Ancak bu programlamadan s onra üst-beyin sistemleri korku dolu uyaranları ve durumları daha iyi değerlendirebilir. Aynı şekilde yetişkin hayvanlardaki öğrenilmiş anksiyeteler önemli ölçüde alttaki yapıların etkileri üzerine daya­ nıyor olabilir örneğin amigdalanın frontal ve singulat korteksleri etkilemesi gibi. Bununla birlikte halihazırda bu olasılıklar geniş ölçüde spekülatiftirler. Her durumda korku öğrenmesi üzerinde çalışan bilim ins an­ ları tarafından desteklenen bol miktardaki b asın haberlerinin aksine amigdala anksiyöz hislerin üretilmesi için mutlaka gerekli değildir. Aksine PAG ve hipotalamus kesinlikle gerekli dir. B unun sebebi KORKU sisteminin aynen ÖFKE sistemi gibi (Şekil 4. 1 ) hi­ yerarşik olarak düzenlenmiş olmasıdır. Amigdalanın merkezinden yayılanlar gibi yüks ek duygusal faaliyeti, (örn. duygusal i şlevle­ ri, PAG'ın bütününe bağımlı olan hipotalamus gibi) tamamıyla alt-beynin işlevlerine bağımlıdır. 282

K O R K U ' N U N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R İ

Eğer korku amigdaladan daha derindeki yapılar tarafından üretilebilseydi ve eğer amigdala çok küçük yaştakilerde KOR­ KU'nun içgüdüsel üretimi için gerekli olmasaydı o vakit amig­ dalanın bile korku üreten kapasitelerinin çoğunun KORKU sis te­ mindeki daha alt yapılar tarafından programlanması (eğitilmesi) gerekiyor olacaktı. Amigdala gibi üst-beyin bölgelerinin alttaki beyin yapıları tarafından bu ş ekilde programlanması diğer duy­ gusal sistemlerde ve özellikle ARAYIŞ sisteminde giderek artan ve s ağlam bir ş ekilde b elirlenmiştir. Bu temel ilgi alanı korku ş artlaması araştırmacıları arasında uzun zamandır ihmal edildi­ ği için s onraki b ölümde bunun üzerinde duracağız. Öğrenmenin aşağıdan yukarıya kontrolü bu meselelerle ilgili henüz daha ye­ terli bollukta veri olmasa da muhtemelen korteksteki duygusal öğrenme için de geçerlidir. Her durumda buradaki sav duygusal beynin derindeki bölümlerinin kortikal yapılara duygu ayarlama­ sıyla ilgili çeşitli bilişsel stratejileri uygulamayı öğrettiğidir. Biliş sel algısal alanda bu tip programlamanın meşhur bir örneği Nobel ödüllü David Hubel ve Tersten Weisel ( 1 979) tara­ fından aydınlığa kavuşturulmuştur. Bu araştırmacılar görsel korteksteki nöronların çizgiler ve köşelerin yönelimleri ve belirli yönlerdeki hareketleri gibi belirli tipteki görsel bilgiyi ayırt etmek için retina tarafından programlandıklarını ilk kez ispatlayan ki­ şilerdir. Neokorteks tarafından gelişimsel olarak programlanmış ve öğrenilmiş olması gereken bu çok incelikli olarak ayarlanmış duyarlılıkların görmenin temel nörona! gramerini oluşturduğu düşünülür. Gerçekten de görsel korteksin genler tarafından doğa­ s ı gereği programlanmadığı daha ziyade talamik görsel yolaklann görsel korteks haline gelecek üst-beyin bölgelerine tipik projeksi­ yonuyla programlandığı artık biliniyor. Eğer doğumdan önce fe­ tüs halindeki farede korteksin bu bölgesi zarar görürse bu fareler normal o larak dokunma s ürecine hizmet edecek olan yakındaki neokortikal b ölgelerde iyi bir görsel korteks geliştirirler (Sur & Rubinstein, 2005). Hatta eğer normal yetişkin insanların bir hafta boyunca görmelerine izin verilmezse ve Braille alfabesiyle oku­ ma öğretilirse onların görsel sistemleri de dokunmanın incelikli olarak ayırt edilmesinde yeniden uzmanlaşır (Elb ert & Rockstroh, 2004) . Bu p ek çok kortikal işlevin hayat boyunca esnek kalmaya devam ettiği sıklıkla hizmet edilenlere artık ihtiyaç duyulmadı283

Z i H N i N A R K E O L OJ i S i

ğında diğer incelikli işlevlere uyum sağlayabildiği anlamına gelir. Dolayısıyla neokorteksin tüm bölgeleri erken dönemdeki şart­ lanmayla işlevlerini sahiplenme eğilimindedir bu üst-beyin böl­ gelerindeki duygulann üçüncül sürece katılımının geniş ölçüde öğrenmeyle incelikle işlendiğinin kabul edilmesinin yanı sıra yine eğitimin önemini vurgular. Her ne kadar konuyla ilgili çok az deneysel çalışma olduğundan bu, şüphesiz hayli tartışmalı bir kavram olsa da insan yavrularında olumlu duygus al alışkanlık­ lann erken yaşlarda yerleştiğine ve bunun zihinleri için de daha iyi olacağına ilişkin bir görüş de olabilir. Ama B eyinZihin'in ya­ şam boyunca esnek olduğunu gösteren artan b oyuttaki araştırma hacmi erken öğrenmenin sadece spesifik durumlarda b elirleyici olduğuna ilişkin umutlanmızı k e sinlikle giderek artırıyor. H aya­ tın p ek çok yönünde öğrenme ve uyuma ilişkin süreçlerle oluşan sağlıklı olgunlaşma özellikle de zorluklar karşısında kayda değer şekilde esnek ve dirençli kalabilen çocuklarda olmak üzere b elki de her yaşta geçerli olabilir. Bununla birlikte belirli beyin sistemleri insanoğlunda normal olarak görmeyi umduğumuz işlevlerin erken dönemlerdeki tam çalışma kapasitesini hızla yitirir. Yine en iyi çalışılmış örnek ol­ duğu için görsel sistemi ele alırsak görsel korteksi p rogramlamak için fırsat penceresi vardır. Bu programlama hayatın ilk dönem­ lerinde olmalıdır. Eğer görsel korteks bu p encere kapanmadan programlanmazsa bir daha asla normal ş ekilde i şlev göremez ve hayvanlar hayatlannın geriye kalan kısmında görsel olarak harap durumda hatta kör kalabilirler. Biyolojik fırsat p encereleri yüksek nöroduygusal süreçlerin gelişimi için de ender bir durum değil­ dir. Bu süreçlerden bazılannı manipüle etmeyi öğrendik. Örneğin koyun gibi sürü hayvanlarının dişileri doğum son­ rasında yavrulanyla bağlanmak için kıs a bir fırs at p enceresine s ahiptirler. E ğer anne kuzusuna doğum ertesinde 2-4 s a at erişe­ mezse yavruyu reddedecektir. Ç oğunlukla b ağlanma p enceresi sırasında anne kendi kuzusunun kokusunu tanımayı ve b aşka ku­ zulann arasından onu seçip ayrıcalıklı olarak ilgilenmeyi öğrenir. Ama eğer b ağlanma p enceresi kaçarsa pencere bir kez daha kıs a b i r süre için b eyin kimyasının manipülasyonuyla y a ( ö rn . b eyne oksitosin zerk ederek) annelik nörokimyas allarının doğrudan uygulanmasıyla ya da arzu edilen b enzer kimyasal ve duygusal 284

K O R K U ' N U N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R İ

s onuçları elde etmek için fiziksel ve/veya sosyal müdaLale.l erle açılabilir (bu konularla, B ölüm 8 de BAKIM sistemine geBiğil'ıize daha detaylı olarak ilgileneceğiz) . Duygusal öğrenme, uyum �ağ­ lamak ve olgunlaşmak alanında önemli bir soru da daha ilerd�ki b ölümlerde ilgileneceğimiz üzere temel sosyal süreçlere (ARl.'.U, BAKIM, PANİK/YAS ve OYUN) adanmı ştır ki insan beyninin üst b ölgelerindeki s osyalliğe yönelik ağ örgülerinin gelişimini des­ tekleyecek s osyal yapılan geliştirebilelim. İnsan bu olumlu sosyal kuvvetlerin KORKU sisteminin etkilerini alt etmekte büyük ölçüde başarılı olacağını düşünebilir.

Ç O CUKTA KLİNİK DURUMLARDA KORKU ÖRNEKLERİ Gerçek h ayat duruml arında sıklıkla birincil afektif ve üçüncül bilişsel süreçlerin görünürde kusursuz bir etki ve karşı etki kat­ m anlarıyla nasıl harmanlandığını görürüz. KORKU durumunda ifadeler incelikli ve b üyük miktarda olabilir. Gelişimlerine reh­ b erlik eden bir sürü afektif gücü birleştirmeye gayret ettikleri için özellikle de ç ocukların zihinlerinde neler olup bittiğini çözmek çok zordur. Klinik o rtamlarda özellikle anne babalar, çocuklarının hiçbir şeyden korkmadıklarını, hiç düşünmeden kendilerini tehlikeli du­ rumlara soktuklarını bildirdiklerinde insan korku ifadesiyle ilgili ikilemlere düşebilir ve bu durum dikkate değerdir. Bazen anne ba­ b alar çocuklarının gerçekten de hiç korku yaşamadığını vars ayar; ama PAG, hipotalamus ve amigdala devre sistemlerinin bütün bir şekilde tamamlanmasıyla beyinleri sağlam bir şekilde çalışan ço­ cuklar için bu p ek olası değildir. Bu kitabın önceki alt bölümünde sunulmuş güncel beyin araştırmalarına dayanan kanıtların bir kısmı b eynin KORKU sisteminin ancak aş ağıdaki çekirdeğinde oluşan has arın insanı "korkusuz" yaptığını öne sürer, yani korku­ suz görünen çocuklar gerçekte alttaki beyin bölgelerinde epeyce korkuyla dolu olabilirler ama olgunlaşmakta olan yüksek beyin bölgeleri bu mesajları henüz daha bütünleştirmemiş olabilir ve neokorteks alttaki b eyin işlevleri üzerinde engelleme kontrolü için çabalayabilir. Ç ocuklukta zihnin en üst ve en alt bölümünün, yani üçüncül ve birincil B eyinZihin süreçlerinin beraberce iyi ça­ lış acağı önceden belirlenmemiştir. 285

Z i H N İ N A R K E O L OJ i S i

Aslında görünürde korkusuz çocuklar çoğunlukla içsel anksi­ yetelerle baş etmeye ve böyle olumsuz hislerden kaçınmaya ça­ lışırlar. Kısa bir süre önce Jaws filmini görmüş olan 6 yaşında korkusuz bir erkek çocuk dişleri geriye doğru büyüyen köpek ba­ lıkları ve "kolu" geriye doğru büyüyebilen deniz yıldızı hakkında konuştu. Sesli bir şekilde gülerek ins anların da bunu yapabile­ ceklerini söyledi ve eline bir sulu boya fırçası alarak görünmez bir düşmana karşı bir kılıç tutuyormuşçasına s alladı. Bu hayali düello sırasında bir ya da iki kez "senden korkmuyorum" dedi. Beyninin belli bir seviyesinde gerçekten de çok korktuğu ama isteyerek gerçekleştirdiği saldırganlık gösterilerinin onu biraz daha iyi hissettirdiği kuvvetle muhtemeldir. Elbette çocuklar bazen kendilerini yüksek merdivenlere tır­ manmak veya sağa sola bakmadan kalabalık sokaklarda karşıdan karşıya koşmak gibi tehlikeli durumlara sokarlar. Bunun sıklıkla sebebi henüz daha bu değişik tehlikeyi gerçekten de anlamamış olmalarıdır. Bazı çocuklar anne babalarını korkutmak ve ceza vermek için kasten kendilerini tehlikeye atarlar. Bu vakalarda çalışmayan KORKU sistemi değildir. Bunun yerine b aşka bir duy­ gusal sistem belki de ÖFKE egemen durumdadır. Tersine ihmal­ den mustarip çocuklar başka yolla alamadıkları s evgi ve dikkati kazanabilme çabası içinde kendilerini tehlikeye atıyorlardır. Daha da kötüsü çocuklar tacize uğradıklarında b azen tehlikeli aktivite­ lerle meşgul olurlar çünkü yaramaz oldukları ve cezalandırılmayı hak ettikleri sonucuna varmışlardır. Bir anlamda anne b abala­ rının kendilerini cezalandırabilecekleri yollarla kendi kendileri cezalandırırlar. Bu görünürde korkusuz davranışlar gerçekten de bütünleme ve belki de tacizkar anne b ab alarının taleplerini kabul edip b öylelikle sevgilerini kazanma çabalarıdır. Bu da PANİK/YAS sisteminin s aptırılmış bir ifadesi olabilir. İnsan psikolojisinde karşılaşılan ÖFKE ve KORKU arasında yakın bir ilişki de vardır. S avaş ve kaç tepkilerinin yakından uyu­ munu açıklayan bu iki sistem yakın şekilde iç içe geçmiştir. Bu iki sistem anatomik ve kimyas al olarak iç içe geçmiştir fakat aynı zamanda ayrılardır, böylelikle çoğunlukla ardışık çalışırlar. Bir sistemin diğerine üstünlüğü çevredeki tehlikenin türüne b ağlıdır. Örneğin eğer tehlikeden kaçınmak olasıysa KORKU hüküm süre­ bilir ve hayvan fakına varılmayacağı umuduyla donup kalır. Aksi 286

K O R K U ' N U N ATA L A R D A N G E L E N KÖ K L E R İ

halde, eğer tehlike çok yakındaysa gerçekleşmesi a n meselesiyse hayvan canını kurtarmak için kaçacaktır. Eğer avcı hayvan çok güçlü değilse (ona baş arıyla saldınlabilirse) veya eğer kaçmak hiç mümkün değilse ÖFKE sistemi öne geçecektir. O zaman müstakbel av, yaralamak umuduyla veya kendisine kaçma olanağı sağlaya ­ cak bir ş aşırtmaca üreterek kendisine saldırana hücum eder. Bu iki sistemi klinik ortamda özellikle dünyayı büyüklere göre çok daha farklı gören ve çok çeşitli yollarla dünyayla ilişkiye ge­ çen küçük çocuklarla çalışırken ayırmak çoğunlukla çok zordur. Ç o cuk öfke nöbeti geçirdiğinde kızgınlıktan gözü dönmüş olabi­ lir. Bundan farklı olarak çok korkmuş da olabilir. Eğer büyük ve tehlikeli avcı bir hayvanla karşılaşma örneğini dehşete düşmüş ş ekilde çığlığınızın ve oraya buraya kaçmanızın hayvanı korkut­ muş olabileceğini tekrar düşünürseniz bu durumu daha iyi anla­ yabilirsiniz . Korku davranışları genellikle öfke davranışlarından çok da farklı değildir. Öfkeli olduğunuzda bağırırsınız, yumruk­ larınızı s allarsınız belki oraya buraya yürürsünüz. Eğer dehşe­ te düşerseniz hafifçe farklı ama eşit oranda enerjik bir şekilde davranış a dökme hareketleri [acting out behaviours] sergilemeye eğilimli olursunuz. Yetişkinler nadiren dehşete düşerler. Ama bir çocuğun hayatı duygusal olarak o kadar da sakin değildir. Çoğun­ lukla bir çocuğun ne zaman kızgın ne zaman korkmuş olduğunu s öylemek güçtür. Ancak çocuk kendi duygularını anlatacak kadar s akinlediğinde gerçek ortaya çıkartılabilir ama bunun için sabır ve anlayışla dolu iletişim gereklidir. Terapi o dasına girmekle ilgili alışılmadık bir şekilde tereddüt gösteren 4 yaşındaki kız çocuğu vakasını ele alalım. Odaya girer girmez oyuncakları oraya buraya fırlatmaya ve sebepsiz yere iti­ raz kelimeleri haykırmaya ve terapiste kötü davranmaya başlasın. B üyük bir öfkeyi ifade eder görünse de bu davranışlarının nede­ ni açık değildir. Sonunda terapist durumunu açıklaması için onu ikna eder. Aslında konu bir gece önceyle ilgilidir, kızın ergen abisi anne b ab aları yokken ona bakmış ve korkutucu bir video oyunu oynamasına izin vermiştir. Video oyununda yüzünü iyice kapla­ yan siyah güneş gözlüğü takan bir kötü adam baş roldedir. Terapi görüşmesinin tam öncesinde terap ist küçük hastası ve annesiyle otoparkta karşılaşmıştır. Güneşli bir gündür ve terapist de nasıl olduys a bir gece önceki kötü adamın güneş gözlüklerine benzeyen 287

ZiHNiN ARKEOLOJiSi

bir gözlük takıyordur. Küçük kız yeniden korkmuş v e korkusu o kadar kontrolden çıkmıştır ki öfke nöbeti geçirmiştir. B üyük ola­ sılıkla öfke nöbeti hem öfkeyi hem de korkuyu ifade eder. Terapis­ te kızgındır çünkü kendisine yardım etme sözü vermiş olan kişi onu korkutmuştur. Bununla birlikte yüzeyde sadece öfke görünse de hakim olan duygulanım korkudur. Halbuki saldırı en iyi s avunmadır derler. ÖFKE ifadelerinin ayarlandıklarında bazen çocukların korkularını alt etmelerine olanak tanıyan olumlu etkileri olabilir. 2 yaşındaki kız çocuğu gürültücü ve taşkın bir köpek yavrusundan korktu ve s onrasın­ da da tüm köpeklerden özellikle de gece uyumaya hazırlanırken havlayan köp ekleri duyduğunda onlardan korkar hale geldi. B a ­ b ası olumsuz duygularını aşması için OYUN'u kullanarak koku­ s uyla baş etmesine yardım etti. Bir gece köpekler h avl adığında yanında durdu, o sırada elini küçümseyici bir ş ekilde s allayarak uköpekçikler aptaldır" dedi ve yüksek sesle ekledi "Sus b akalım aptal köpekçik! Seni sevmiyoruz" Sonra kızına köp ekçiklerin çok aptal olduklarını çünkü denileni anlamadıkları için havl amaya devam ettiklerini anlatarak maks atlı bir ş ekilde güldü. Kafasını hayır manasında sallayarak "Bu köpekçikler umurumuz d a mı? " diye sordu. Kız da başını salladı. B ab a "köp ekçikler hakkında ne düşündüğümü biliyor musun? " diye s ordu. Küçük kızı b aşı­ nı s alladı. Baba ağzıyla pırt sesi çıkarttı ve bu kızının art arda kahkahalar p atlatmasına sebep oldu. Bir süre s onra küçük kız da köpekçiklerin aptal olduğunu ve "sessiz olmal arı" gerektiği­ ni s öyleyerek ve ağzıyla kendi pırt seslerini çıkartarak oyuna katıldı. B abasıyla birkaç gün daha bu oyunu oynadıktan son­ ra b eb ek yatağında kendi b aşına bu oyunu oynamaya b aşladı. Havlamayı duyduğunda "Susun aptal köpekçikler" diye b ağırdı. Bunun ardından hiddetli şekilde ağzıyla p ırt sesi çıkarttı . B u oyunu b abasıyla oynadığında, ç o k daha neşeli b i r aktiviteydi ve eğlenmek için bir sebepti. Ama gece tek b aşına b ağırdığında sa ­ mimi olarak kızgın görünüyordu. İlk b aşta bu her gece yapılan bir tören gibiydi ama birkaç hafta sonra seyrekleşti s onunda kayb oldu. B u yolla ölçülü bir öfke ifadesi kullanarak korkusunu yenmeyi ö ğrendi. Takip eden dönemde köpek korkusu kayb oldu ve hiçbir kaygı iş areti göstermeden komşunun köpeğini okş aya­ bilir hale geldi. 288

K O R K U ' N U N ATA L A R D A N G E L E N K Ö K L E R i

Elbette nörobilim verisini b u yolla kullanmak tamamıyla klinik önsezilere dayanır. Ç ocuklann beyinlerinde hangi sistemin aktif ol­ duğunu gerçekten bilmenin, içgüdüsel göstergeleri doğru bir şekil­ de okumanın haricinde hiçbir yolu yoktur. Bu, şunu demeye vanr, ins an s adece çocuklann birincil süreç duygusal sistemlerinin faa­ liyetlerini tahmin edebilir. Yetişkinlerde temel duygusal sistemleri anlamak giderek daha zor hale gelir.

ÖZET B eynin ilkel b ölümlerindeki devrelerin korku dolu durumlan ürettiğini işaret eden bol kanıt vardır. Bu durumlar daha ince­ likli bilişsel becerilerimizden çok önce evrimleşmiştir. Her ne kadar korku şartlanmasının, herhangi bir dünyevi olayla korku dolu olmanın öğrenilmiş bağlantısının üretimi hakkında çok şey öğrendiysek de (bkz. sonraki bölüm) Anglo-Aınerikan araştırma geleneğinde ÖFKE sisteminin kendisinin araştırılması kısmen ih­ mal edilmiştir fakat dünyanın başka laboratuvarlarında, özellikle de Sao Paulo ve B rezilya'da böyle değildir (örn. Brandao vd, 2008). Dolayısıyla bunun ve diğer ilkel duygusal sistemlerin tümünün tamamlanmış bir resmini elde etmek için çok büyük miktarda incelikli afektif nörobilim çalışmasının yapılması gerekmektedir. Yine de çağlar boyunca birçok düşünceli gözlemci bu ilkel korku dolu durumun varlığını kabul etmiştir. Bundan dolayı bu b ölümün epigrafını Jack London'ın Beyaz Diş'inden seçtik. Küçük kurt asla onu "kokutacak" bir şeyle hiç karşılaşmadı. Yine de kor­ ku içindeydi. Uzak atalardan binlerce hayatı aşıp ona ulaşmıştı. Ona doğrudan kalan bir mirastı . . . önceki tüm kurt soylarından ka­ lan . . . ( s. 52) . Bu kurgusal tasvir, insanoğlu için de az bir gerçeklik p ayından fazlasını b arındınr. Bu çeşit "KORKU'nun kendisini" bilimsel olarak daha etraflıca anladığımızda, insan ruhunun kronik anksiyete bozuklukların­ dan, PTSB 'ye kadar içsel, öğrenilmiş sıkıntılarını tersine çevirebi­ leceğiz . Atalara ilişkin böyle duyguları paylaştığımız için hayvan b eyin araştırması, sonunda kendi anksiyetelerimizin derin doğa­ sını ve dünyayla ilişkilerimizde korkuyu nasıl deneyimlediğimizi netleştirmeye yardım edebilir. S onraki bölüm beyinlerin ürettiği çeşitli duygusal b elleklerin nörobilimini basit subkortikal öğ289

Z i H N i N A R K E O LOJ i S i

renmeden başlayıp yüksek kortikal katılımlara doğru ilerleyerek derinlemesine araştıracaktır. KORKU sistemini dönüşebileceği dinamik esnek dehşetle kalıplamanın pek çok yolu vardır. Görmüş olduğumuz gibi sistemin birincil süreç afektif enerjileri üzerinde psikofarmakolojik etkilerden akla uygun sosyalliği geliştiren ve psikoterapötik müdahalelerle artınlabilen üçüncül süreç bilişsel regülasyonlara kadar ehlileştirmek için de pek çok yol vardır. Baş­ kan Roosevelt çok etkili bir biçimde "Korkmamız gereken tek şey korkunun kendisidir" diye ifade etmiştir, yani sonunda KORKU sistemini bilimsel olarak anladığımızda neden b ahsettiğini tam olarak bileceğiz.

Bölüm 6

i Ç G Ü D Ü L E R i N ÖTES i N D E

Öğrenme ve Belleğin Afektif Temelleri

Gerçekten üzgünüm insanın egemenliği Bozdu doğanın sosyal birliğin i Ve s e n i benden, şu zavallı, dünyalı yoldaşından Şu fani arkadaşından irkilten o uğursuz fikri meşrulaştırdı! Yine de hünerin benimkinden kutsaldır A n, sadece sana dokunur Ama Ah! Ben geçmişin kasvetli manzaralannda Göz gezdirip, geleceği göremesem de Korkuyu sezerim. -Robert Burns , "Fareye [To a Mouse)" ( 1 785)

SEKİZ KITALIK ŞİİRİNDE (ikinci ve s onuncu kıtalar yukarıda pay­ laşılmıştır) İskoç şair Robert Burns korkunun fareler ve insanlar ar J.sındaki sürekliliğini vurguladı. Fare KORKU'yu belirli çevresel zorluklara bir tepki olarak genellikle anda deneyimlerken bizler zihnimizin gözünde ileriye ve geriye bakabilme kapasitemizle hayal gücünün hayaletlerini üretebiliriz (Şekil 5 . 1 ) . Otobiyogra­ fik b elleklerimizle bizler ve belki bazı başka hayvanlar kişisel anlamlarla z enginleşen afektif olarak yüklü anılar örgüsünde öz­ nel z aman s eyahati kapasitesine sahibiz. Deniz salyangozlarında korku tipi öğrenmenin (acının klasik şartlanmasının) nörolojisini araştıran Nobel ö düllü Eric Kandel'in de belirttiği gibi, "açık bel­ lek hepimizin mekan ve zamanda sıçramalar yapmamızı ve geç­ mişte kaybolan ama hala bir şekilde zihinlerimizde canlı kalan duygus al durum ve olayları sihirli bir şekilde oradan çıkarmamızı olanaklı hale getirir" (2007, s. 28 1 ) . Fakat bellekler her zaman açık 291

Z i H N İ N A R K E O L OJ İ S i

değildir. Bazıları örtük, bilişsel olarak bilinçdışı kalsa da afektif olarak davranışı etkilemeye devam eder. İnsanlardaki birçok duygusal anı kesinlikle s eb epleri fa rkı­ na varılmadan ortaya çıkar ama bu eşlik eden duygulanımların yaşanmadıkları anlamına gelmez. Aslında her ne kadar değişen hisler için bilişsel nedenler genellikle bilinçdış ı olsa da (belki psikanalizle yeniden erişilebilir olsa da) hislerin kendileri değil­ dir. Duygulanım fenomenal bilincin bir fonnu olduğundan her ne kadar nedenlere biliş sel olarak nüfuz edilebilir olsa da yaşanmış hislerin bilinçdışı olduğu varsayılmamalıdır. Bu afektif bellekle­ rin çok büyük bir psikiyatrik öneme sahip olmasının nedenlerin­ den sadece biridir. Neden öyle hiss ettiğimizi bilmek istiyoruz ve sıklıkla bunun kaynakları ruh s ağlığı uzmanlarının yardımıyla en iyi şekilde ortaya çıkartılıyor. Çünkü duygus al duygulanımlar hayatlarımızın başlıca güçleridir, psikiyatristler ve bizler zihinsel donanımımızın, afektif yaşantıların, dünyanın p ek çok zorluk ve değişimleriyle ilişkilenme yoluyla oluştuğundan emin olabiliriz (Davidson vd, 2003) . Bu bölümde duygusal belleğimizin, yani ikincil süreç duygula­ rımızın nasıl oluştuğunu giderek daha fazla anlamamız üzerinde odaklanacağız. Çoğu korku şartlaması çalışmasından doğan bu geniş araştırma alanının b eynin birincil süreç KORKU devreleri­ nin ham duygulanım üreten, beynin şartsız duygus al tepki sis­ teminin korku dolu anılan üretmekte çok ciddi bir öneme s ahip olduğunu nadiren hesab a katmasına şaşıyoruz. Bir sürü araştır­ macı, böyle birincil süreç duygusal bütünleyici süreçleri, öğrenme süreçlerinin sadece önemsiz "çıktıları" olarak ele alır. Bu davra­ nışçı bilim ins anlarının hayvan duygusal yaş antılarının memeli, özellikle de ins an BeyinZihin işlevlerini tamamıyla anlamamız için ortaya çıkmasının ikilemlerinden kaçmalarının bir yoludur. Duygusal anıların doğasını ele alırken bol miktarda ve iyi bir şekilde geliştirilen hayvanlarda KORKU öğrenmes i araştırma ge­ leneğinin üzerinde fazlasıyla duracağız. Burada bu büyük harfli terimi tereddütle kullandık çünkü afektif değişim korku öğren­ mesi ve bellekler üzerinde çalışan çağdaş bilim ins anlarınca çoğunlukla ele alınmamıştır. Buna rağmen Steve M aren (aşağıya bakınız) tarafından vurgulanan iletişimdeki dar boğazdan dolayı duygulardan çok öğrenmeyle ilgilenen bilim insanlarının göz ardı 292

iÇGÜDÜLERiN ÖTESiNDE

ettiği bilgideki çeşitli boşlukları dol durmaya çalışacağız, yani birincil süreç duygusal meselelerden, bu sistemin şartsız tepki ­ lerinden b ahsederken "KORKU"yu kullanacağız ve korku şartlama çalışmalarını anlatırken de küçük harfli formunu kullanacağız. En yaygın model E ric Kandel'in deniz salyangozlarında kul­ landığı Pavlovcu uygulamalara benzer sıçan ve farelerdeki klasik korku ş artlamasıdır. Kemirgen modellerde (ş artlı ipuçları olan) ses tonları ve ışıklan takiben hemen hayvanların ayaklarına elektrik ş oklar verilir. Birkaç eşleşmeden sonra hayvanlar sadece ses tonlarına ve ışıklara karşı yoğun korku sergilemeye başlarlar. Hayvanlarla bu yolla çalışmış az sayıda kişinin de belirttiği gibi hayvanlar acı ve korku hissederler. Bazıları hayvan zihinlerinin b öyle öznel yönlerinin deneysel olarak çalışılamayacağını söyler (LeDoux, 1 9 96). Ama biz bunun yanlış olduğunu düşünüyoruz, çünkü b eyin uyanmıyla KORKU'nun ve diğer duygusal sistem­ lerin doğrudan uyarılmasının çeşitli öğrenme görevlerinde ceza olarak hizmet edebildiğini biliyoruz (Panksepp, 1 9 9 1 ) . Bu belirli tipteki b eyin aktivitelerinin gerçekten de hayvanlar tarafından deneyimlendiğinin altın standardıdır. Halihazırdaki kanıt duy­ gusal hislerin beynin içinde şartsız (içgüdüsel) tiksinme de üre­ ten KORKU nöral ağlarından yükseldiğine işaret ettiğinden böyle afektif durumların nörolojisinin öğrenmeye nasıl katkıda bulun­ duğunu dikkate alacak bir bilgeliğe s ahip olmamız iyi olur. Hem insan hem de hayvanlara caydırıcı gelen anksiyete uyandıran anıların KORKU devre sistemine , yani aş ağıya doğru bir erişimi olduğuna inanmak için b olca neden vardır. Bu durum hayvanların böyle hisler uyandıran olayların üzerinde bilişsel şekilde durdu­ ğuna işaret etmez. Elb ette laboratuvar sıçanları ve fareleri ins an­ larla karşılaştırıldıklarında KORKU'nun ancak kısıtlı bir üçüncül s üreçlemesine s ahiptirler. Bunun tersine bu bölümün başındaki şiirin vurguladığı gibi ins anlardaki kronik, travmatik derecede korku dolu düşünceler BeyinZihin'in ruhsallık içi dinamiklerin­ den ortaya çıkıyor olabilir ve bunlar sadece hatırlanan geçmişin üzerinde değil aynı zamanda sıklıkla kendilerine ait birincil süreç afektif zihinlerle duyarlı hale gelmiş KORKU sis teminden ortaya çıkan öngörülen gelecekle ilgili endişelerin üzerinde de dururlar. KORKU durumunda travmatik olayların anıları kronik anksiye­ te ve sinirlilikten mustarip olmamıza yol açabilir buna yaygın ola293

Z i H N i N A R K E O LOJ İ S i

rak takıntılı derin düşünmeler eşlik eder ve b u frontal loblarımızın medial bölgelerinde oluşuyor olabilir (Northoff vd, 20 1 0) . Bunun tersine mutlu duygular etrafındaki anılar kalıcı neşe hali yarata­ bilir ve bunlar çoğunlukla olumlu fikirler, umutlar ve amaçları be­ raberinde getirir. Kendini adamış, eğlenceyi seven anne b abalarla ilgili anılar, ömür boyu sürecek olumlu bir iz bı rakabilirler ve bu gelecekteki zorlukların yaratacağı şiddetli fırtınalar sırasında iler­ leyebilmek için paha biçilmez bir psikolojik kaynaktır. Böyle gü­ venli erken dönem duygusal bağlar kişinin hayatının geriye kalan kısımlan için kalıcı afektif bir hediyedir (bkz. Bölüm 9). Bellek geçmişteki başarıları gelecekteki hareketlerin pusulası olarak kullanan, gelecekteki olayları öngörmek ve baş etmekle ilgili elbette işe yarar bir araçtır. Çünkü ham duygulanımlar hayvanların da deneyimledikleri atalara ilişkin anılardır. Bunların işlevlerini benzer şekilde anlayabiliriz. İçsel afektif durumlar h ayatta kalma meselelerini öngörerek davranışa hızla rehberlik ederler. Bu hisler öğrenme yoluyla dünya olaylarına bağlantılıdır. Eğer durum huy­ sa, o zaman hayvanların bellek deneylerinde yeniden canlandırılan duyguların pek çok yönünü deneyimledikleri s onucuna varabiliriz. Dolayısıyla içgüdüsel duygusal sezgilerimizle ve dış h ayat olayla­ rıyla bağlantılı anılan harmanlayarak dünyanın p ek çok nötr yönü­ nü afektif bir şekilde deneyimlemeye başlıyoruz. Öğrenme ve bel­ leğin engin karmaşıklıklannı düşündüğümüzde bunun olması için bir sürü yol vardır ve bunlardan bazılarının hala deneysel olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Burada, bu alandaki sadece en sağlam öğrenme araştırması bulgularına odaklanmakla kalmayıp aynı zamanda hayvanların şartsız duygusal tepki devrelerinden yükselen duygusal afektif doğasını nadiren düşünen araştırmacı­ lar tarafından göz ardı edilen afektif olarak yönlendirilen öğrenme­ nin olası yollarına da odaklanacağız. Tam da içgüdüsel KORKU ile ilgili bölümün ardından ö ğrenme/ bellek araştınnacılannın dikkate değer baş arıları üzerinde iyice düşünmek için burada biraz ara verelim. Deniz salyangozları gibi daha b asit canlıları araştırmakla elde edilen büyük nörobilimsel atılımlar (Kandel ve diğerlerinin çalışmaları) şimdi sıçanlarla yapılan araştırmalarla daha iyi bir ş ekilde tekrarlamyor (Davis vd, 2 0 1 0; LeDoux, 2000; Fanselow & Poulos , 2005; Maren & Quirk, 2004) . Şu anda ortaya çıkarılan genel ilkelerin çoğunun b o l mik294

i Ç G Ü D Ü L E R i N ÖTES İ N D E

tarda ayrıntı çeşitlemeleri olmasına rağmen duygusal öğrenme­ nin diğer formları için de geçerli olacağı kuvvetle muhtemeldir. Ne yazık ki şu anda korku öğrenmesini araştıran kişiler hayvanla­ rının korkuyu deneyimlediklerini açık bir ş ekilde kabul etmezler. Neden bu tip araştırmacıların birçoğu deney hayvanlarının korku dolu yaşantılara ya da bağdaşık birincil süreç KORKU sistemle­ rine s ahip olduklarını düşünmekle ilgili bu kadar kararsızdırlar? Şartlı anksiyeteyle ilgili mükemmel inceleme makalesinin (Ma­ ren & Quirk, 2004) ortaya çıkmasının ardından, Panksepp hayran olduğu genç meslektaşı Michigan Üniversitesinden Steve Maren'e elektronik ortamda şu soruyu sordu: "Neden korku öğrenme araş­ tırmacıları merkezi amigdala ve periakuaduktal gri (PAG) arasın­ daki güzergahta bir KORKU sisteminin varlığından bahsetmez veya kabul etmezler? Kendisi nezaketle çok net bir tepki verdi: Alandaki araştırmacıların genel olarak (ŞzU'nun [şartsız uyara­ nın] her seviyede kullandığı tepkilerin belirli nitelikleri farklı olabilse del caydırıcı uyaranların amigdala ve PAG seviyesinde ş artsız korku tepkilerini kullanabileceğini takdir ettiğini dü­ şünüyorum, yani bu anlamda sistem göz ardı edilmiş değildir. Buna rağmen korku şartlaması dünyasına öncelikle duyguların nasıl işlediğiyle ilgilenen (sizin bağlı olduğunuzu zannettiğim gruba dahil) insanlardan ziyade (ben dahil) korku şartlamasını bir model olarak kullanarak öncelikle belleğin nasıl işlediğiyle ilgilenen ins anlar yön veriyorlar. Bu nedenle sorunuza yanıt ola­ rak şunu söyleyebilirim alanda iki kültür olduğunu düşünüyo­ rum, bunlardan ilki bellek ve şartlama diğeriyse motivasyon ve duygus al sistemler etrafında inşa olmuştur ve bu iki kültür aynı problemlere bir şekilde farklı yaklaşırlar. Elbette bu yaklaşım­ lar birbirinden ayn olarak çalışmamalıdırlar ve özellikle de in­ san nöro-görüntüleme deneyleri bu karışıma eklendiğinden beri daha bütüncül çalışmalar ortaya çıkıyor gibi görünmektedir.

Bu, hayvanl arın duygularına ikinci sınıf statüsü verilen alan­ daki ayrılmayı net bir ş ekilde açıklamaya yarar. Aynı zamanda şu tip garip ifadeleri de açıklar "Çok da uzun olmayan bir zaman öncesine kadar [örn. "amigdala"J beynin, bilimsel açıdan göreceli olarak çok az ilgi gören sıradan bir bölgesiydi" (Le Doux, 2007, s . R868) . Aslında beynin duygusal yönüne odaklanan mo dern 295

Z İ H N i N A R K E O L OJ İ S İ

araştırmanın kökleri, beynin b u bölgesine s onradan "Klüver-Bucy ( 1 939) sendromu" olarak adlandırılacak s endromun keşfine kadar uzanır. Bu sendrom amigdalayı, hip okampusu ve çevreleyen tem­ p oral korteksin bir kısmını içine alan temporal bölge lezyonlannı takiben vahşi hayvanların ehlileşmesini belirtir (bkz. Ş ekil 1 . 1 ) . Bundan yarım yüzyıl öncesine kadar, yani çok uzun b i r zamandır şu açıktı, "esas olarak amigdala ile sınırlı lezyonlar vahşi hay­ vanlarda uysallık yaratır." Bu sonuç maymunlarda evcil kedilerde hatta çok vahşi vaş akta bile gözlemlenmiştir. Örneğin ağlar ve ko­ ruyucu eldivenler olmadan ellenemeyen çok yırtıcı vahşi kediler amigdalanın ilgili parçasının ameliyatla çift taraflı alınmasından sonra güvenle okş anabilirler (McCleary & Moore, 1 96 5 , s. 1 2 1 ) . Bu­ nun ötesinde bazı gözde çalışmalar şunu göstermiştir maymunlar bu yolla ehlileş tirildikten sonra her zamanki kafes arkadaşlarının yanına konulduklarında gruptaki sosyal ilişkiler değişime uğrar. Deney hayvanları sosyal ölçekte daha alt seviyeye düşerler (a.g.e. s . 1 2 1 , Roswold vd, 1 954 teki çalışmasını anlatırken) . Amigdalanın rolü üzerinde ortaklaşa büyük bir çalışma 40 yıl önce ortaya çık­ mıştı (Eleftheriou, 1 972) ve bunun hemen ertesinde amigdalanın merkezi çekirdeğinin KORKU tepkisinin kendisi için son derece önemli olduğu açık bir hale gelmişti. Nörobilimsel yöntemlerin daha incelikli hale gelmesiyle birlikte yenilerde analiz artık 20 yıl öncesinde yapılabilenden çok daha incelikli devre s eviyesine odaklanmıştır. Yakın zamandaki çalışmalar öğrenmeyle ilgilenen­ lerin korku şartlamasının detaylarına ilişkin daha kesin bir anla­ yışa sahip olmalarına elbette seb ep oldu fakat çok yaygın b eyin fenomeni olan gerçek duyguların denklemin dışında kalmasına yol açtı. Bu, b eynin duygusal olarak uyarıldığında ne yaptığıy­ la ilgili daha ziyade dar bir görüşe sebep olur. Bu b ölüm s a dece korku şartlanmasının nöral mekanizmaları üzerinden elde e dilen mükemmel verilerin kabul edilmesini değil aynı zamanda korku şartlamasının dar, davranışçı ve afektif olmayan görüşle yapılan p otansiyel hatalarını anlatır. Korku şartlamasıyla uğraş an araştırmacılar tarafından topla­ nan olgular etkileyicidir ama bir anahtar mesele ihmal e dilmeye devam eder b eynin birincil süreç nöroafektif süreçleri korku öğ­ renmesinin oluşmasında ciddi aracılar olabilirler. Asıl araştırma alanımız olmamakla beraber b eynin afektif ş artsız KORKU alt 296

İ Ç G Ü D Ü L E R İ N ÖT E S İ N D E

katmanının amigdalada korku şartlaması süreçlerinin kurulma­ sında ciddi bir rol oynadığını öngörmeyi arzu ediyoruz. Aslında bunu b irçok ikincil süreç duygusal öğrenmenin meydana geldiği beynin tüm b azal ganglia bölgeleri (örn. amigdala, nükleus akum­ bens, stria terminalisin yatak çekirdeği vd,) için arzu ediyoruz. Bunun nasıl olabileceği biraz detay verilerek sonra tartışılacak­ tır. Fakat önce gelin hikayenin daha mutlu kısmına dikkatimizi verelim. Korku dolu anılar konsolidasyon sürecini kendine karşı akıllıca kullanan "terapötik" manevralarla silinebilir ya da etki­ sizleştirilebilir. "Konsolidasyon" uçup giden yaşantılan önce kısa süreli b elleğe ve yaş antının birkaç kez tekranyla da uzun süreli belleğe dönüştüren karmaşık beyin süreçlerinin adıdır. Bununla beraber acı dolu anılar yeniden hatırlandığında "yeniden işlene­ bilirler" ve sonra o kadar da meşakkatli olmayan yollarla "yeniden konsolide" edilirler.

BELLEK ARTIK BİR DAG KADAR SABİT DEGİLDİR Çok da uzun olmayan bir zaman önce bellek araştırmacılan kalıcı duygus al anılan b eynin değişmez elemanları olarak düşündüler. Bir kez oluştuklannda asla susturulamayacaklan varsayılırdı. Bunların dağ kadar katı olduklan metaforu vardı. O bakış açısı artık kabul edilemez . Duygusal anılar sonsuza kadar değişebilir durumdadır yeniden konsolidasyon adında bir fenomen vası­ tasıyla gelecekteki olaylann etkilerine maruz kalırlar (Nader & Hardt, 2009) . Bu bilgi etkili bir psikoterapi için özellikle önemli­ dir. E ğer duygus al olarak acı veren anıların iğnesini onları farklı afektif b ağlamlarda yeniden hatırlatarak yumuş atabilirsek, yani zihnin gözünde onları farklı yollarla dönüştürebilirsek o zaman terapötik olarak olumlu duygulanımların olumsuz duygulanımla­ rı yeneceği şeklindeki yalın olgudan yararlanabiliriz. Eski ve acı veren anıların bir dağ gibi suskun olmadıklarını anlamak ilaçlar olmadan terapötik değişimleri mümkün kılar (yine de b azı ilaç tedavileri b öyle değişimleri hızlandırabilir) . Göreceğimiz üzere bu, yeni geliştirilen modern psikoterapi biliminde büyük bir konu haline gelmiştir (bkz. Bölüm 1 2) . Terapistler daha iyi tekniklerle hastalarına, acı veren hayat de­ neyimlerinden uzak olumlu bir ruhsal duruma doğru daha etkili 297

Z i H N İ N A R K E O L OJ i S i

bir şekilde rehberlik edebilmelidirler. Birçok sıkıntılı anının inci­ ten yönleri o kadar da acı verici olmayacak şekilde yeni olumlu ba­ kış açılannın yan gölgesiyle birlikte yeniden konsolide e dilebilir. Aslında belki de istenmeyen afektif anılann halihazırdaki ilaçların hepsinden çok daha etkili bir biçimde epeyce spesifik ş ekilde far­ makolojik olarak yumuşatıldıklan günler de gelecektir. Gelecekte böyle terapiler örneğin acı veren yaşantılann konsolidasyonunu azaltan propranolol gibi (NE reseptörlerinin bir tipi için antago­ nistler) betablokerlerle, beyinde anksiyeteyi artıran norepinefrini (NE) azaltarak yapılabilirler (McGaugh & Roozendaal, 2009). Bu spesifik ilaç daha önceki bölümde belirtildiği üzere ins anların be­ ceri veya bilgilerini en uygun biçimde göstermelerini aksatabilen "performans anksiyetesinde" yaygın olan bedensel uyarılmanın azaltılması için kullanılır. Yeniden konsolidasyon için de kullanıla­ bilir. Günümüzde başka bir ilaç vardır d-cycloserine bu ilaç p siko­ terapi sırasında doğrudan yeniden konsolidasyon süreçlerini teş­ vik ederek akıldan çıkmayan itici anılan daha hayatla b arışık bir şekilde terapötik olarak yeniden konsolide etmek için kullanmak üzere glutamat iletimini yumuşak bir şekilde destekler. Bu fikir ha­ lihazırda patentlidir (Amaral & Roesler, 2008) . Kısaca şimdi anıların terapi yoluyla yeniden modellendiği yaygın bir biçimde kabullenilmiştir. Gelecekte anılar silinebilirler bile (Schiller vd, 20 1 0) . Bununla beraber beynimizin geçmiş olay­ ları nasıl hatırladığı ve yeniden düzenlediğine ilişkin muazzam bilgi miktarına rağmen şimdi bütün bunların duygus al uyarılma­ lanmızın (örn. şartsız uyaranlar tarafından uyandırılan ş artsız tepkilerin) nasıl olup da beyindeki öğrenme süreçlerini düzenle­ diğini daha iyi anlamaya ihtiyaç vardır. Bu nedenle KORKU öğ­ renmesi/bellek araştırmasındaki bazı kavrams al mes eleleri gelin berab er sınıflayalım.

UYARILAR: ÖGRENME VE BELLE GİN BİRİNCİL SÜRE Ç DUYGUSAL KONTROLÜ Tüm temel duygusal sistemler b eyinde büyük miktarda ö ğrenme ve b elleği teşvik ederler ve bu bölümde bu s ürecin nasıl olduğu­ na ilişkin bazı yolları (ikincil süreç yolları) ö ğrenme ve b elleğin doğuştan gelen birincil süreç duygusal kap asitelerimizi nasıl ge298

i Ç G Ü D Ü L E R İ N ÖT E S i N D E

nişletip incelikle işlediğini tarif edeceğiz. Her n e kadar KORKU öğrenmesi üzerine odaklanacaksak da bu bilginin pek çoğunun diğer duygus al sistemlere de uygulanabileceğini zannediyoruz. Bununla b eraber ARAYIŞ hariç diğer tüm duygusal ağ örgülerinin detayları KORKU'daki kadar iyi çözümlenmemiştir. Bu çalışma­ nın özellikle klinik anlamdaki uygunluğuyla il � ilendiğimiz için b erraklaşması gereken pek çok belirsizliğin de üzerinde duraca­ ğız. Tekrarlars ak "KORKU'nun kendisi" olarak deneyimlediğimiz şartsız · b eyin mekanizmal arının korkuların öğrenilmesini büyük ölçüde etkilediğine inanıyoruz (Panksepp vd, 20 1 1 ) . Çok az sayıda korku ş artlaması araştırmacısı bu olasılığı (örn. şartsız KORKU tepkilerini [ŞşT] daha iyi anlamanın, beyinde korku dolu öğren­ menin nasıl olduğunu gerçekten anlayabilmek için ciddi öneme sahip olduğu olasılığını) dikkate almıştır. İkincil duygulanımlar için b elki b eynin şartsız tepkileri (ŞşT) çok daha önemlidir ama duygusal öğrenmeyi düşündüğümüzde duygusal hislerin beynin duygus al aksiyon sistemlerine (KORKU ŞşT) bütünsel olarak bağlı olduklarını hatırlamaya ihtiyacımız vardır. Bu nedenle, ayağa ve­ rilen elektrik ş oku, doğrudan PAG'a ulaşır ve arda donup kalma ve kaçma gib i şartsız KORKU tepkilerinin üretimine yardım eder. B aşka bir ifadeyle, bu alanda ufuk açıcı araştırma, tipik ola­ rak öğrenmenin geleneksel kavramlarına (örn. klasik ve edimsel şartlamada, hayvanların olayları öngörmesini sağlayan, kestirim­ ci ipuçlarına) o daklansa da birincil süreç duygusal sistemlerin -ŞşT'lerin doğasının-, yani verilerin bu şemal arı daha açıkça des­ teklediğine inanıyoruz. Geçmişte bunun yapılmamasının sebebi nörobilimcilerin ŞşT'leri, entegre olmuş duygusal sistemlerden ziyade b eynin s af "çıktıları" olarak görmeleriydi. Dolayısıyla ş artlanma elde etmek için kullanmaya mecbur oldukları beynin içinde var olan afektif dürtüleri anlamaya az çab a harcadılar. Bu­ nun yerine, öğrenmenin (klasik bir görüşle) sadece "düşüncelerin" birleşmesi olarak yeterli düzeyde zihinde canlandırılabileceğine inanmış göründüler. Bunun için yalnızca şartlı tepkilerin nasıl olup da dış ardaki ş artlı uyaranların eşleşmesinden ortaya çıktı­ ğını anlamaya ihtiyaç vardı (öngören ışıklar ve ses tonları gibi Ş şT'ler ve ayak şokları gibi itici ŞzU'lar) . Am a biri çıkıp da korku ş artlamasındaki Ş şT'leri cezalandı­ rıcı olumsuz hisleriyle b eraber içgüdüsel KORKU davranışlarını 299

Z İ H N i N A R K E O LOJ İ S i

meydana getiren şartsız duygusal tepki sistemlerine bütünleşmiş olarak hayalinde canlandırır canlandırmaz genel tablo es aslı bir şekil d e değişir. Evrimsel bakış açımızdan duygulanımın böyle temel beyin mekanizmaları, duygusal öğrenmenin gerçekleşme­ sinde kuşkusuz "edimseldir." Başka bir ifadeyle, çevresel olayla­ ra karşı şarlanmamış duygusal tepkiler beynin içinde hissedilen "ödüller" ve "cezalardır." Eğer böyleyse, KORKU'nun kendisi, korku şartlamasında en büyük öneme s ahip olabilir. Buna zıt olarak kla­ sik davranışçı öğrenme görüşleri geniş ölçüde tartışmaları afek­ tif açıdan nötr "pekiştirme" süreçleriyle sınırl arlar. B öyle hayali mekanizmalara odaklanarak kişiler kendilerini ö dül ve cezaların deneyimlendiği ve dolayısıyla duygulanımların nöral "temsilleri­ nin" "pekiştirilmiş" davranış değişikliklerinin gücüne önemli de­ recede katkıda bulunduğu açık olgusu karşısında kör e debilirler (biz bunu "afektif nörobilim modeli" diye adlandıracağız) . Bu daha yaygın olarak kabul gören davranışçı görüşü, kökten terk ediştir. Davranışçı yaklaşım, (öznel deneyim hesaba katılmadığından) ilk ilkelerde BeyinZihin'in çeşitli olumlu ve olumsuz afektif sü­ reçlerinin nasıl olup da öğrenmeye katkıda bulunduğuna ilişkin düşünceyi açıkça belli etmeyi kabul etmez. Geleneksel korku şartlamasının, öğrenme ve belleğin nöral mekanizmalarını etkili bir şekilde araştırmak için nasıl kulla­ nıldığının nörobilimsel detaylarını incelemeye geçmeden önce, beraberce bu muazzam öğrenme ve bellek araştırma alanındaki diğer pek çok kavramsal meselenin birazını aydınlatmaya çalışa­ lım. Bu biraz zaman alacak ama nihayetinde, duygulanımın bir öneminin olmadığı geleneksek korku-ş artlamasına olduğu kadar duygulanımın önemli olduğu korku ş artlamasının doğası hakkın­ da yukarıda geliştirilmiş yeni fikirlere de tekrar döneceğiz. S ah­ neyi kurmak için, öncelikle berab erce öğrenme ve b ellekle ilgili üç yaygın, kavram yanılgısına odaklanalım sonra afektif nörobilim modeline tekrar dönmeden önce, karmaşık belleklerin pek çok tip ve süreçlerinin geniş çaplı özetiyle devam edeceğiz. Birincisi, bilim insanı olmayan kişilerin, genellikle öğrenme ve belleği yönelimsel süreçler olarak düşünmeleridir. Elbette, in­ sanlar sınıfta veya hayatın daha geniş tiyatro sahnesinde bir şeyi iyice öğrenmek istedikleri için çalıştıklarında yönelimsel öğrenme meydana gelir. Bir çocuk olarak, çarpım tablosunu ve (tümü genel 300

iÇGÜDÜLERiN ÖTESiNDE

olarak semantik bellekler diye adlandırılan) olaylara ilişkin diğer bellekleri öğrenmek ve hatırlamak için kendinizi bilinçli olarak tekrar eden çabalara adamak zorundaydınız. Gerçekten, belki de korteksin genellikle sıkıcı materyalleri öğrenmesi için tek yol zora koşulmasıdır. Halihazırdaki en iyi bilgimize göre, diğer hayvanlar­ daki öğrenmenin bir çoğu, yoğun duygular devredeyken meydana gelir. Bizler de hayvanlar gibiyiz. Öğrenme en iyi şekilde ilgilerimiz -ARAYIŞ sistemimiz- uyarıldığında gerçekleşir. Bütün diğer duy­ gusal uyarılmalar da kendi öğrenme formlarını yaratırlar! İns anlar ve hayvanlar en önemli şeyleri genelde otomatik ola­ rak öğrenir ve hatırlarlar. Örneğin, korku dolu faremizin, atas ö­ zümüzdeki gibi kedinin boynundaki çandan korkmaktan başka ş ansı yoktur. Benzer bir şekilde, Başkan Kennedy vurulduğunda veya dünyayı değiştiren 1 1 Eylül vahşeti yaşandığında, insanla­ rın çoğu, nerede olduklarını hatırlarlar. Bu olguları öğrenmek ve hatırlamak için hiç çaba harcamadılar. Bunu yapmak veya yap­ mamak ellerinde değildi. Duygusal "flaş bellekler" beyin ağ örgü­ lerimizin içinde otomatik şekilde konsolide olurlar çünkü bizim iddiamıza göre, bunun sebebi, afektif uyarılmalara eşlik eden nörokimyasalların gücüdür. Gerçekten de insanlar için, kuvvetli duygus al olayların psikolojik hengamesi sırasında, geniş ölçüde hayal dünyamızda inşa edilmiş olan şeyleri öğrenebileceğimizi de dikkate almalıyız. İkincisi, öğrenme ve belleğin her zaman, bilincin "farkında­ lığında" deneyimlenen, bilişsel işlevleri kapsadığını düşünmeye eğilimli olmamızdır. Öğrenirken, bilinçli olarak bir şeyi bulduğu­ muzu ve bunun da bizim öğrenmemize sebep olduğunu düşünü­ yoruz. Bu nadiren olan bir şeydir. örneğin, insanlar ve hayvanlar, bilişsel içgörülerden ziyade sadece egzersiz yapmayı kapsayan bir b ellek formu olan, işlemsel öğrenme yoluyla bisiklete binmek gibi fiziksel beceriler edinir ve saklarlar. Her ne kadar işlemsel öğrenme, çoğunlukla deneyimlenmiş bilişselliği içeren belli bir seviyede yönergeyi kapsasa da bir beceriyi yerine getirmek için "hatırladığımızda" o yönergeleri teker teker gözden geçirmeyiz. Aktif imgeleme, p erformansı hızlandırıp incelikli hale getirebilir fakat bunu sorunsuz işleyen, motor-alışkanlık donanımımızın bir p arçası haline giderek artan bir şekilde getiren şey, işlemsel bir silsilenin egzersiz edilmiş icrasıdır. Tipik olarak, yeni b ecerile301

Z İ H N i N A R K E O LO J i S i

rin icrasını onlar hakkında düşünmeden rafine hale getiriyoruz. Gerçekte kişinin yaptığı şeyi düşünmesi performansını aks atır. İnsanlar, işlemsel olarak öğrenilmiş motor silsileleri, ses tonları, mimik, jest, beden duruşları ve genel afektif karakterleriyle ortaya koydukları bu yolla, duygusal alışkanlıklar bile edinirler. Yüksek bilişsel deneyimler, duygusal öğrenme ve b ellekle so­ nuçlanan, beyin-şartlama mekanizmalarının b aş arıya ulaşmasın­ da da hiçbir temel role sahip değillerdir. Üzerinde duracağımız gibi öğrenmenin pek çoğu, neokorteksin hiçbir yardımı olmadan gerçekleşir. Duygusal öğrenme, daha önce nötr deneyime karşı duygusal bir tepki edinmeyi içerir. Duygus al b ellek, bu tepkinin bir süre zarfında unutulmamasıdır. Öğrenilmiş duygusal deği­ şimleri uyandıran ipuçları , genellikle fark edilmez- tamamıyla bi­ linçdışı olabilirler. Bununla birlikte, bunun örneğin ses tonu veya ışıkla eşleştirilen ayak şoku gibi duygusal öğrenmenin en çarpıcı formlarını uyandıran şartsız uyaranlar için geçerli olduğunu dü­ şünmüyoruz. Ayak şokunun acısı ve s onucundaki KORKU şüphesiz neokorteksi olmayan hayvanlar tarafından da deneyimlenir. Bu hayvanlar, aslında tüm acı belirticilerini şiddetli bir ş ekilde gös­ terirler. Bu, öğrenmenin her zaman afektif deneyimler gerektirdi­ ğini söylemekle aynı şey değildir. Ö zellikle de sıklıkla ezb erden tekrarlamayı gerektiren (örn. 7 kere 7 = 49 gibi) sıkı sıkıya bilişsel, "bildirimsel öğrenme" formları için afektif deneyimler gerekmez. Ama genellikle gerçek hayat anılarını ("anısal" b ellekleri) kaps ar­ lar. Her durumda, burada üzerinde duracağımız türdeki duygusal öğrenme için (pek çok tipi vardır) , yeni bir tepkinin e dinilmesi otomatik ve istemsizdir ve tüm temel devre sistemi neokorteksin altında yer alır. Bu b ağlamda, çeşitli birincil süreç duyguların ham deneyimlerinin de neokorteks altında üretildiğini hatırla­ mak önemlidir; bunlar b eynin şartsız tepkilerinin yönleridir. Üçüncüsü, p ek çok ins anın sadece tek tipte bir öğrenme ve b ellek olduğunu düşünmeleridir. Bu doğru değildir. B ilim insan­ ları, bu bileşik karmaşıklığı, (birbirinden her zaman da b ağımsız olmayan fikirler ortaya çıkartarak) alt kavramlar halinde p ek çok ama p ek çok yolla canlandırır. Örneğin, yukarıda değindiğimiz, işlemsel anılar ve (daha kişisel, afektif açıdan zengin, epizo dik ve otobiyografik b elleklerin yapılandığı) semantik, bildirime ilişkin olgulara dayalı anılar. Burası, bu karmaşıklıkları tartışmanın yeri 302

i Ç G Ü D Ü L E R i N ÖT E S i N D E

değildir. En iyi nörobilim çalışmasının, duygusal belleklerin en yalın tipiyle, yani Pavlovcu klasik şartlama ilkelerini kullanarak (en azından dış ardan gözle görülecek şekilde) çalışılabilen olgu­ s al b elleklerle yapılmış olduğunun üzerinde basit bir şekilde du­ racağız. B öyle bir öğrenmenin hafifçe daha karmaşık tipi, Şekil 6. 1 'de dikkat çekildiği gibi hayvanların, kendilerini avlayabilecek diğer hayvanların kokularını aldıkları alanlardan, korkmayı öğ­ rendikleri, b ağlamsal korku-ş artlamasıdır. Böyle araştırmalar yo ­ luyla öğrendiğimiz önemli derslerin, kişisel ve klinik anlamdaki diğer p ek çok öğrenmeler üzerinde geçerli olabilecek büyük bir değerinin olması gerekmez. Özetle, her ne kadar öğrenme ve belleği, bilinçli yönelim ve yüksek seviye bilişlerle tanımlamaya meyilli olsak da, öğrenme ve b elleğin p ek çok yönü ne bilinçli ne de muhakkak bilişseldir. Bu b ellekler, epizodik otobiyografik hatırlamalara sahip olma beceri­ mizin olgunlaşmasından çok önce meydana gelirler-hayatlarımı­ zın, pek çoğ\).nun derin afektif anlamıyla birlikte çeşitli olaylarını yeniden hatırlayabilmemizden önce oluşurlar. Erken dönem ço­ cukluk travmalarının tedavisini güçleştiren de genellikle budur. İns anlar her ne kadar yetişkin hayatlarında olup bitenlerle ilgili çok yoğun hisler duysalar da uzun süreli açık otobiyografik bel­ lek kapasitesine sahip olmadan önce, erken yaşta konsolide olmuş hislerinin sebeplerini bilmenin bir yolu genellikle yoktur. Bunlar "konuşma tedavisiyle" halletmekte en zorlanılan duygusal anılar­ dır. Kitabın sondan bir önceki bölümünde, Panksepp, böyle erken dönem duygusal anılara hitap edebilecek alternatif terapilerin üzerinde duracaktır. B öyle incelikli mes eleleri, bilimsel bir şekilde ele almadan önce büyük oranda nörobilimsel çalışmalar yapılması gerekmek­ tedir. Şimdiye kadarki, deneysel çalışmanın çoğu, bir sürü geçmiş yaş am deneyiminin görünürde serbest dolaşımlı afektif kalıntı­ larından ziyade, klasik-şartlama yoluyla araştırılabilecek yakın zamanda edinilmiş çok b asit duygus al- davranışsa! anılarla ya­ pıldı. Yine de, son birkaç yılın büyük keşfi, bir şeyi her hatırladığı­ mızda, duygusal yeniden konsolidasyonun oluşmasının üzerinde ne kadar dursak azdır (Hardt vd, 20 1 0) . Unutulmuş anıların bile rahatsız e dici duygusal etkilerini yumuşatmak için basiretli yeni müdahaleler tasarlanabilir. Alan, böyle anıların yeniden nasıl iş303

Z i H N i N A R K E O L OJ i S i

leneceğiyle ilgili yeni fikirlerle zengin durumdadır (örn. bkz. Fos ­ ha v d , 2 0 0 9 a v e Bölüm 1 2) ama literatür halihazırdaki bu bölümde kap sanamayacak kadar geniş ve önemlidir.

Oyun Talepleri

� lO

';:;

60

T l

50

G ala nin [Bellek! m NYP [Beslenme. Açlık! 1C9 CRF [Slıes. Panik. Kaygı) 9lJI Dinorfin [Olumsuz Duygulanım! .:I:» DSIP [Uyku. S lıes) El O- Endorfin [Acı. Zevk. Sosyal His le r ) � M e t & Leu E n keph a l in !Acı & Zevk) EJt Nörotensin [Uyarılma. Arayış! .a Bombesin [Tokluk. Bellek! .:I:» LH-RH [Dişilerin Cinsel Uyarılmaları) E1:J VIP IGunün 24 saatlik ritmi! 1(9 TRH [Uya rılma. Oyunbazlık! IIIJ Prolaktin [Annelik Motivasyonu. Sosyal Hisleri El CCK [ To kl u k . Panik. Cinsellik! El 0 - Li p o t ropin IOpioid Öncülü) lf;:9 Bradikinin [Acıl � Alfa-MSH IDikkati Gizlenme) l[JI Vasopresin !Erkek Cinsel Uyarılması. Baskınlık. Sosyal Bellek) El İnsülin [Beslenme. Enerji De ng e sini n Ayarlanması) IEa ACTH !Stres Dikkati! l(JI Oksitosin !Sosyal Süreç. Dişi Cinselliği. Orgazm. Annelik Davranışı Sosyl B ellek) � Anjiyotensin [Susuzluk) .:ilD P Maddesi (Acı & Öfke) Davra n ı ş ı n n ö ro p eptit­ lerle Kontrolü n e İlişkin B i l g i n i n Gelişimi

- - . - - -

. - . - - - - - .

1935 1945 1952

. . _

__.____..__ __.___....__._ı__ ___..___

1960

1965 1970 Keşfedilme Yılı

1975

1980

1985

Ş ekil 1 3 . l . Çeşitli duygusal, motivasyonel süreçler ve davranışların yöne­

tilmes iyle alakalı olan çeşitli beyin işlevlerine ilişkin başlıca nöropeptit­ lerin keşfinin zaman çizelgesi. ilk başlarda yavaş bir ilerleme hızı vardı

(bkz. noktalarla belirtilen hat) ama 1 970'ler civarında çok hızlandı . Şekil­

deki s ayılar her bir nöropeptitteki aminoasit sayısını belirtiyor (Panksepp, 1 98 8a 'dan alındı; Oxford Üniversitesinin izniyle uyarlandı) .

Gerçi düşüncelere ilişkin düşünceler erişkin insanlarda iyi ge­ lişmiş olan önermeli dil aracılığıyla ifade edilir ve elbette b aşka hayvanlarda böyle bir dil bulunmaz. Bu tip olasılıkları eleyecek bir yönteme de s ahip değiliz. Diğer memelilerin içsel algısal im­ gelerle düşünmeleri ihtimal dahilindedir ve bu olasılık hayvan b elleği ve düşüncesinin atalara ilişkin formlarını daha iyi ifade edebilir ( Grandin, 2005). Bunu yapabilmenin yolu bütünsel beyin görüntülemesinin (örn. PET taraması) korelatlarını kullanmaktır ve bu yolun dışında değerlendirme yapmak çok zordur. Bu alanda

655

Z İ H N İ N A R K E O L OJ i S i

s ağlam bir nedensel araştırma yapmak halihazırda imkansızdır. Dolayısıyla insan ve hayvan bilişlerinin üçüncül süreç s eviyesin­ deki benzerliklerine ilişkin s ağlam s onuçlara tutunmamız gerekir. Diğer taraftan ş artlı davranışların altındaki temel ikincil süreç öğrenme mekanizmaları ki bunlar büyük ölçüde bilinçdışı nöral mekanizmalardır, türler arası çok etkili çeviriler yap maya olanak tanırlar (LeDoux, 1 996, 2007) . B ununla birlikte, böylesi şartlı kontroller hayvanların dene­ yimlediği afektif his tiplerinin çeşitliliğine neler kattığına ilişkin bir kanıt bulunmamaktadır. Çünkü öğrenme duyguların yoğun­ luğuyla birlikte zamansal ve mekans al ifadelerini de değiştirir. Ö rneğin, ş artlı tepkilerin ş artsız tepkilerin yerine geçmeye baş­ l amasıyla (ŞzT'ler) duygulanımların azalmasını b ekleri z . B eynin çok önemli SzT mekanizmaları sadece duygulanım üretmek için değil, şartlı uyaranlar şartlı tepkiyi uyandırırken gereken "yapış­ kanı," ya:pi "pekiştirmeyi" sağlaması açısından da gereklidir (bkz. Bölüm 6). Aynı biçimde, birincil süreç duygulanımları ve bunlara b ağ­ lı şartlanma süreçlerini anlamamız kendi üçüncül süreçlerimiz, kendi düşünce ve duygularımız üzerine düşünebilme eğilimimiz için ciddi bir önem arz etmektedir. Ama halihazırda elimizde bu­ nun nasıl olduğuyla ilgili herhangi bir bilim s el veri yoktur. B elli ki yüksek seviye zihinsel karmaşıklığımız, dile dayalı b irçok s em­ bolik anıyı bunun yanı sıra geçmiş ve geleceğe ilişkin muazzam olasılık örüntülerini de zihnimizde tutmamızı gerektiriyor. Bu yüksek zihinsel karmaşıklıklar bilimsel araştırma yapmak dışın­ da felsefe, psikanaliz ve sanatı da içermektedir. Bunlarla karşı­ laştırılabilecek s erebral becerilere s ahip herhangi bir h ayvan olduğunu z annetmiyoruz ama pek çok hayvanın kendi doğası ge­ reği çok akıllı olduğunu biliyoruz (Romanes , 1 88 1 , Griffin, 2 0 0 1 ) . Hayvanlar hiç kuşkusuz hayat dolu afektif varlıklardır. B u gerçek, araştırmalarımızı yapma şeklimizle ve tüm hayvanların h ayatla­ rıyla ilgili bizlere özel sorumluluklar yükler. Bu b ilginin h ayvan hakları ve refahına ilişkin meseleler açısından çıkarımları çok fazladır (B ekoff, 2000; Grandin, 2005; McMillan, 2005) .

656

FİNAL

GÜN fjMÜZDE BİLİŞSEL OLARAK DEGERLENDİRİLSE DE HER DAİM AFEKTİF OLAN ETKİLEŞİMLER Ç ok yüksek seviyede ayrışmış olan algısal bilişsel zihinsel düze­ neklerimiz üzerinde özellikle durmadık. Bunu yaparken geniş bir alana yayılmış ve bizi insan yapan özgün bilincimizin önemini inkar etmiyoruz. Amacımız, ins an arzularının atalara ilişkin kay­ naklan hakkında gerçekçi etkili bilimsel bir meydan okumaya entelektüel bir alan açmaktı. Bunu diğer hayvanların duygus al hayatlarına tam olarak saygı gösteren bir görüşün filizlerini eke­ rek yaptık. Arzum hayvanların her bir türü ve her özgün insan arasındaki birçok önemli farklılığı azaltmak değildir. İnsan mede­ niyeti bizlerin zihinsel varoluşumuzun zengin sofrasına çok şey­ ler katar. Öncelikle bizleri hala birbirimize bağlayan zihnin genel ilkelerini araştırmak istedim. Aynen atalarına ilişkin ortak hazi­ neleri gözden geçirmeleri gereken geniş bir aile gibi. Günümüz­ de öne sürmüş olduğum görüşleri destekleyen deneysel sonuçlar mevcuttur ve daha da fazlası ortaya çıkartılacaktır. İnsan ve hayvan zihinlerinin tüm karmaşıklığının çerçevesi içinde her ne kadar sinir siteminin iyi veya kötü birçok birleşim değeri olan hislerinin her daim bilişlerle (imgelem, öğrenme, bel­ lek, düşüncelerle) etkileşim halinde olduklarını kabul etsem de duygulanımların, bilişlerin bir değişkesi olmaktan ib aret oldu­ ğuna ilişkin yaygın iddia b ana bir kelime oyunundan ib aret gibi geliyor. Aynı ş ey dikkat ve temel motivasyon (örn. susuzluk ve aç­ lık) ve aslında zihnin atalara ilişkin bütün güçleri için aynı şey s öylenebilir. Aynen bedenin tüm organlan gibi içimizdeki her şey etkileşim halindedir. Nörobilimde öğrendiğim ilk ders göze giren strobo skopik görsel sinyallerin frekansa özgü dalgalanmaları­ nın b eynin hemen hemen her köşesinden ölçülebilir olduğuydu. Görmeyi anlamakla ilgili gerçek bir ilerleme kaydetmek, görsel sistemleri işitselden veya beynin duyus al sistemlerinden ayırt etmememiz anlamına gelmiyor. Duygulanımların ve bilişlerin insan ZihinBeyin'inde tamamıy­ la b irleştiğinde ısrar eden ve günümüzde büyük olasılıkla birçok p s ikolog ve felsefeciyi kap s ayan bu kişilerin iddialarını sadece kendi b akış açılarıyla değil burada anlatılan şekilde dipten yu­ karıya doğru düşünmelerini de öneriyorum. zihinsel hayata yu-

657

Z İ H N İ N A R K E O LO J İ S İ

kardan aşağıya doğru kortikal biliş s el b i r kural dan b aktığımızda evet, her şey birbiriyle etkileşim halindedir. Ama bili ş lerin sıklık­ la "beslemeler" veya duygulanımların özel temsilcileri olduklarını anlars ak böyle bir birleşmenin olmadığını fark ederi z . Şimdiye kadar anlamlı bir ş ekilde "hesaplanamayan" olumlu duygular, in­ sanlar olumsuz his lerle kuş atıldıklarında aşağıdan yukarıya doğ­ ru olumlu afektif homeo stasisi veya iyi ayarlanmış akıl dengesi­ nin onarımını doğrudan hızlandırabilir. Yukardan a ş ağıya bilişsel beceriler aynı zamanda etkili bir ş ekilde olumsuz hislerl e b a ş et­ mek için çok çeşitli olumlu duygulanımı aramaya hizmet ederler. Dolayısıyla önemli soru şudur; Bilişler ve duygulanımlar aynı nörona! ilkelere göre ve beynin aynı bölgelerinde mi i ş lerlik gös­ terirler? Burada tercih edilen evrimsel ve aş ağıdan yukarıya doğ­ ru olan görüş, genellikle biliş kavramıyla sınıflandırılan b eyin süreçlerinden ziyade birincil süreç duygulanımların, ZihinB eyin evriminde çok daha gerilere giden b ağımsız varlıklarını tanır. Bu görüş bize üç s ağlam neden verir: ı.

Hayvan ve ins anların duygusal afektif varlıkları, b eyinle­ rindeki en temel biliş sel bölgelerini örneğin erken yaşta neokortekslerini kaybetseler bile devam eder.

2. Yukardaki soruya başka bir soru daha ekleyebiliriz. Ta­ lamik neokortikal eksen gibi "biliş s el süreçlemenin" asıl alanlarıyla subkortikal ve kortikal orta-hat sistemler veya (subkortikal medial sistemler S C MS gibi duygusal afektif

süreçlemede güçlenmiş [bkz. Northoff & Panksepp, 2 008]

sistemler ki geleneksel olarak bunlara genişlemiş limbik sistemler adı verilir arasında büyük nörofizyolojik farklı­ lıklar var mıdır? C evap evet tir. Nöronların ateş l enme ora­ nını ele alırs ak bilişs el somatik alanlar h ayli fazla nöro ­ nun ateşlendiği bir alandır (öm. s aniyede yüzlerce aksiyon potansiyeli) . Ö te yandan afektif vis eral olanlar çok yavaş ateşlenen nöronlara s ahiptir (saniyede on kereden fazla ateşleneni bulmak zordur) . 3 . Normal neokorteks veya talamusta b eynin lokal b öl gesini uyarıp da düzenli olarak aynı biliş veya düş üncenin tekrar tekrar elde edildiği hiçbir yer yoktur (Ama Penfield limbik sistemin sınırında b elirli temporal lob bölgelerinin uyarıl-

658

F İNAL

dığında stereotipik algısal fenomen elde ettiğini gösterdi). Bunun tersine SCMS'de aynı beyin bölgesini tekrar tekrar uyararak aynı afektif durumları elde edeceğiniz yerleri bul­ mak kolaydır. Duygusal duygulanımlar için en eski ZihinBeyin katmanları s adece davranışlarımızı idare etmez aynı zamanda so syal haya­ tımızda yolumuzu bulmaya çalışırken yaşamlarımızdaki karma­ şıklıklarla baş etmemizi sağlarlar. Her şeyden önemlisi duygula­ nımlar ve bilişler arasındaki ayrım, beynin ayrılmaz bir bütünlük içinde olduğu yerlerde iç içe geçer ve bu durum b aşka hayvanların da aynen bizler gibi doğuştan var olan yaş am-kalım değerlerinin tüm renklerine sahip olduklarını kabul etmemizi sağlar. Bu yaşa­ ma kalım değerleri sinir sisteminin afektif olarak deneyimlenen durumlarıdır ve bizimkinden pek de farklı sayılmaz. Bu gerçeği bilmemiz araştırmalarımızı yaparken çok daha du­ yarlı olma so rumluluğunu almamızı gerektirir. B öyle bilgileri elde etmek için kurban ettiğimiz hayvanlara karşı derin bir saygı ve hassasiyet içinde olmalıyız (McMillan, 2005) . Ne yazık ki insan olma durumunu ve var olmanın duygusal sancılarını tam olarak anlamamız için hayvanlardaki benzer beyin sistemleri hakkında bilimsel araştırma yapmamız gerekmektedir. Bu sonuç hayvanla­ rın de hisli varlıklar olduğu ve afektif kapasitelerinin bizlerdeki­ ne b enzer nöral alanlarda ortaya çıktığı gerçeğini ortadan kaldır­ maz. İnsanlar çok daha "mantıklı" ve zihinsel durumları hakkında daha çok " düşünebilen" varlıklar olabilir ama memelilerin hepsi duyguları afektif şekilde deneyimlerler. Merker (2007) , Shewmon ve diğerlerinin ( 1 999) klinik çalışması böylesi duyguların hem insan hem de hayvan beyinlerinde çok derin bölgelerden yüksel­ diğini ortaya çıkartmıştır (Şekil 1 3.2). Elbette bizler herhangi bir türe göre :Q.ayatlarımızın kendi varoluşsal yönleri üzerinde daha düşünürüz. Ne de olsa bizler sembolik olarak düşünebiliyor ve konuşabiliyoruz. Fakat bu ham afektif deneyime erişim açısından bizi daha ayrıcalıklı yapmaz. Eğer bizler hayatın sık dokunmuş gi­ rift kumaşı içinde tek bilinçli varlıklarsak ne kadar boş ve yalnız bir dünyada yaşıyor olurduk. Hayvan dostlarımızın dünya üze­ rinde dolaştığı her yerde bu bilincin varlığını sürdürdüğünü fark etmemizle birlikte aslında ne kadar huzurlu yaş ayabiliriz.

659

Zi H N i N A R K E O L OJ i S i

Şekil 1 3 .2. Anensefalik bir çocuğun kucağına bir b ebek verildiğinde göster­ diği duygusal tepki (üstteki). Bu durumda olan çocukların b eyin disj enezi çeşidi (alttaki) . (Veriler Merker 2007 'den; Bjö rn Merker' e fotoğrafları kullan­ ma izni verdiği için teş ekkür ederim. Radyografilerin bu kitapta yeniden ba­ sılması Anıerikan Radyoloji Kolejinin izniyle gerçekleşmiştir (AC R Öğrenme Dosyası, Nöroradyoloji, 2 . B asım, 2004) . Bu m ateryalin yeniden kullanılması yukarıda andığımız Anıerikan Radyoloji Kolejinin yazılı iznine b ağlıdır.

YİRMİNCİ YÜZYILDA "ANLAMIN" KAYBI Yirminci yüzyılın başlarında davranışçı bilim, akıl aygıtımı­ zın doğuştan gelen değerleriyle b ağlantısını kop ardı. Yirminci yüzyılda fizik, astronomi, kimya ve beyin bilimlerinde elde e dilen kayda değer gelişmelerin yanı sıra, insan varoluşuyla ilgili geçerli bilims el görüş de doğa bilimlerinin maddi dünya için teyit ettiği gibi , değerleri olmayan veya özü itib ariyle anlamsız niteliktedir. Birçok p s'ikolog özellikle de davranışçılar hem sıçan hem de ins an üzerinde çalışabilmemizin tek doğru yolunun araştırm alarda b u yönde ilerlemek olduğunu vars aydı. Sinir sisteminin ö znel olarak deneyimlenen durumları bilimsel tartışmalardan ihraç e dilmiş ama entelektüel ortamlarda konuşulmuştur. D o l ayısıyla aka­ demik psikoloji afektif hislere yab ancılaşmıştır. Tek önemli ş ey

660

FiNAL

hayvan bedenleri v e davranışlarından elde edilen buz gibi serin s ağlam verilerdir. B u durum belirli bir dereceye kadar entelektüel hayata yansı­ dı. Geleneksel "varoluşçu" görüşe göre her bireyin doğuştan sahip olduğu ancak çok az bir miktar "öz" ve içsel değer vardır. Bundan dolayı insanların hayatlarında her gün sil baştan ye­ niden anlamı üretmeleri gerekir. Hayat doğası itib ariyle saçmadır ve ins anların kendi varoluşları içinde kurguladıklarından daha fazla bir anlama sahip değildir. Bu bir yandan nihilizmi doğur­ du; diğer yandan bütün "anlamın" her birey tarafından yaratıldığı görüşünü teşvik etti. Bu belki zihnin üçüncül süreç yönleri için doğru olabilir. Belki ayna nöronlar, empati ve dostluk hisleri, kül­ tür, eğitim, öğrenme ve kişisel gelişim yoluyla neokortikal mat­ rislere sızmıştır. Fakat bu evrimin akıl aygıtımızın daha aşağıdaki bölgelerinde inşa ettiği afektif araçları iyi bir şekilde açıklamaz (Panksepp & Northoff, 2009) . D avranışın ve zihnin bilimsel analizlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte, ö ğrenme ve bellek hakkında araştırma yapmanın son de­ rece b asit ve etkili yollan geliştirilmiştir. Herhangi bir nötr sinyal örneğin bir ses, bir ışık çakması, omza dokunma gibi ŞT'ler (ş artlı tepkilerin) ardından elektrik şok ya da aynı derece güçlü SzT'ler (şartsız tepki veya tepkiler) verdiğinizde birkaç deneme sonrasın­ da hayvanla! kaçmak ve donmak davranışı göstererek kakalarını yaparl ar. S adece ŞT'lerin gösterilmesi dahi kalplerini patır kü­ tür attırırken tansiyonları da artar. Bütün bunlar sadece birçok ŞzU çok çeşitli ŞzT yaratmaya muktedir olduğu için işledi. Bun­ lar sinir sisteminin çok temel, önemli içgüdüsel işlevleridir. Aynı Ş zU'lar "operant ş artlama" yoluyla hayvanlara çok çeşitli şeyleri yaptırabilmek için kullanılabilir (örneğin labirentte koşmak) ya da o perant yöntemler (levyeye basmak) . Hepsi saat gibi tıkır tıkır işliyordu fakat bunun nedeni hayvanların "sadece" birer makina­ dan ibaret olmaları mıydı? Yoksa bütün bunlar evrimin beynimi­ zin birçok ŞzU ve ŞzT ağ örgülerinin nöral matrisleri içinde inşa ettiği temel afektif deneyimlerden mi kaynaklanıyor? Bilim in­ s anları h ayvanları hiss etmeyen, hisleri olmayan makinalar olarak gördüler. 1 Korku sistemleri gibi ş artsız tepkilerin çoğu ki bunlar Bilgisayar devrimi, derin bir ş ekilde biyolojik zihinlerin silikon plat-

661

Z İ H N i N A R K E O LO J i S i

e n azından duygu aleminde korku ş artlamasının etkili ş ekilde yaratılması için en gerekli oluşumlardır büyük ölçüde araştırıl­ mamış olarak kaldı. Genelde unutulan bir tarihsel gerçekse şartlanmanın tüm çev­ resel parametreleri ve nihayetinde duygusal şartlanmanın b eyin mekanizmaları üzerinde çalışmış olan bilim ins anları deneysel öznelerinin ŞzT'lerinin doğasını yoğun bir ş ekilde araştırmak için vakit ayırmışlardır. Elbette bunu davranış çılığın en geçerli olduğu dönemde yapmaları çok zor olurdu çünkü bunu yapm ak için sinir sistemiyle ilgili çok detaylı bilgi sahibi olmak ve yoğun ş ekilde be­ yin araştırması yapmak gereklidir. Aynca bilim insanlarının ŞzT'le­ rin afektif birincil süreç değişimler yoluyla B eyinZihin'in içinde temel ve yerleşik bir varlıklarının olabileceği ihtimalini akıllarında tutmaları gerekir. Bilim insanlarının hayvanlarını "ödül ve ceza" kurallarıyla ş artlandırdıklan ŞzU'lann çeşitli ZihinB eyin tepkileri, belki de evrimin sinir sisteminin içine yerleştirdiği ham afektif du­ rumlardır ve bu türden bir kavramsallaştırılma hiç yapılamamış­ tır. Thorndike'ın Duygulanım Kanunu, Etki Kanununa dönüştükten sonra (örn. dünyada yaşanan "tatminler" ve "sıkıntılar," "ö düller" ve "cezalar" şeklinde dönüştürüldü; bkz. Bölüm 2) hayvanlardaki duy­ gusal hislere ilişkin bilimsel tartışma neredeyse durdu. Deneys el hayvan psikolojisinde kullanılan ş artsız uyaranların büyük çoğunluğunun s adece nesnel davranış s a! değişimleri orta­ ya çıkartma gücü olmayıp aynı zamanda (örn . b eynin içinde çeşitli tipte duygus al afektif ŞzT'ler gibi) b eyinde öznel olarak deneyim­ lenen afektif değişimlere de yol açtığını bildiğimiz e göre b akış açımızı daha netleştirerek beynin birçok afektif "içgüdüsünün" doğasını ortaya çıkartabilmek için afektif alan a o daklanan araş­ tırma programlan geliştirmemiz s on derece önemlidir. Günümüz­ de bunu gerçekleştirmek olması gerekenden çok daha zordur. Ult­ ra pozitivizm döneminde içgüdü kelimesi bile itibarsızlaşmıştır. Aynı zamanda günümüz bilim ins anlarının araş tırma öncelik­ lerini değiştirmesi için özellikle de cömert araştırma fonları gibi "pekiştirme koş ullan.n da" toplumsal dönüşüm olması gerekiyor.

formlara aktarılabileceği görüşünü destekledi. Bu görüş yeni bilişsel bilimlerde geçerli hale geldi ve akademinin p ek çok yerinde b u görüş canlı ve gayet iyi konumdadır.

662

FİNAL

Ulusal S ağlık Enstitüsü v e Ulu sal Bilim Vakfı gibi kurumların h ayvan duygularına ilişkin daha farklı nöropsikolojik araştırma­ ları ö zellikle de hayvan beyinlerinin birçok afektif ŞzT'leriyle ilgi ­ li çalışmaları desteklemeleri gerekir. Eğer bunu yapmazsak insan duygularının nasıl evrimleştiğini asla öğrenemeyeceğiz. Bunun gerçekleşmesini hala bekliyoruz. Ç ok az bilim ins anı diğer can­ lıların da deneyimlediği afektif durumlardan açık bir şekilde ve kanıta dayalı yöntemlerle ilişkili olarak konuşuyor. Eğer bu temel duygulan anlasaydık organizmaya ilişkin hareketlerin psikolojik ve motor b ütünlüğünü kavramsallaştırmanın daha iyi yollarını bulabilirdik. B öylelikle çekirdek BENLİGİN beynin tamamıyla na­ sıl bir birlik içinde çalıştığını daha iyi anlardık. Tüm derinliği ve enginliğiyle insan bilinci, genişlemiş beyin­ lerimiz ve kültürümüzün entelektüel potansiyelleri vasıtasıyla sınırsızca gelişmiş olsa da bizler zihinlerimizin içindeki anlamın temelini teşkil e den en eski biyolojik değerlerin mirasçılarıyız. Ne yazık ki bu afektif anlamın dayanakları hakkında konuşmak çok zordur. Bundan dolayı en son kavuştuğumuz hediye olan dil hem bir nimet hem de bir l anettir. Bizlere çok güzel şarkılar, şiirler ve diğer edebi eserleri kazandıran dil, aynı zamanda anlaşmazlıkla­ rın, geçimsizliklerin ve diğer ins anların ötekileştirilmesinin to­ humlarını ekmek için tasarlanmıştır. Zihnin birincil yönleri sade­ c e dil kullanımıyla anlaşılamaz. Bu türden bir anlama çabası en eski b eyin işlevlerinin zihinsel özelliklerini dış arda bırakmayan nörobilimsel araştırmaları gerektirir. Yirminci yüzyıl felsefesi, en nihayetinde aklın dinamiklerini anlamak üzere gerçekleştirilme­ si gereken nörobilimsel ilerleme için gereken kültürel dirençleri aşmak konusunda p ek bir varlık gösterememiştir. Ludwig Wit­ tgenstein'ın etkileyici felsefesi insanların ve özellikle de diğer hayvanların zihinsel hayatlarını anlamak konusundaki ilerlemeyi engelleyen ikileme bir p encere açar.

WITTGENSTEIN'IN ISTIRABI: İNSANIN ANLAM ARAYIŞI G e ç en yüzyıl b oyunca birçok kişi anlamı dilde aradı. Şairler ve b e stekarlar en derin özlemlerimizi, neşe ve umutsuzluklarımızı s anat yoluyla ne kadar iyi temsil edebileceğimizi gösterirlerken

663

ZİHNİN ARKEOLOJİSi

diğerleri, varlığımızın temeli ve anlamını dilin mantığı i çerisinde aradılar. Ludwig Wittgenstein ( 1 889- 1 9 5 1 ) dilin temel m antığını ararken bu yolda ilerledi. Tractatus Logico-Philosophicus a dlı eserinde dil ve dünyanın yapısının nasıl ilişkili olduğu konusun­ da nihai bir bildiri sunmak istedi. Bu manifestonun birçok alt önermesiyle birlikte, yedi temel önermesi vardır. Duygular konusundaki tartışmamızla en ilişkili olanı Ö nerme 6.5: C evaplar kelimelerle ifade edilemediğinde, Soru da kelimelere dökülemez. O vakit ortada bir bilmece de yoktur. Eğer bir soru çerçevelendirilebiliyorsa Büyük olasılıkla onu cevaplamak da mümkün olacaktır. Eğer bu kuralı bu kitapta işlediğimiz afektif konularla ilişki­ lendirirsek şöyle bir soru sorabiliriz: Duygusal hislerimizin do­ ğasıyla ilgili güvenilir bilimsel bir cevap bulabilir miyiz? Nihayet bu cevabın elde edilebileceğine inanıyorum ama bu ancak yakın zamanda nörobilim alanında gerçekleştirilen ilerlemelerle başa­ nlacaktır. Artık zihnin, bedensel durumlar ve çevresel ş a rtlarla yakından bağlantılı olarak inşa edilen nöro dinamiklerden nasıl ortaya çıktığını kavramak için olağanüstü b eynimizin karmaşık­ lıklanna ilişkin yeterli bilgiye s ahibiz. Bir alt önermede ( 6 . 5 2 ) , Wittgenstein şunu iddia eder: Ö yle hissediyorum ki bütün olası bilimsel s o rular c evaplansa bile yaş amın sorunları el değmeden öylece duracaktır. Elb ette du­ rum b öyleyse o vakit hiçbir soru kalmayacaktır ve cevap d a budur. Duygulann bilgi kuramına göre bu iddi anın, afektif b ilinç gibi doğanın en derin yönlerini irdeleme olasılığına ilişkin yoğun bir şüpheciliği b anndırdığını öne sürebiliriz. Aslında temel değerleri­ mizin kaynaklannı bilimsel olarak araştırmamızın imkansız oldu­ ğuna inanan bilim ins anla� vardır. Ama b eyin bilimleri D arwin'in zamanında, Wittgenstein'ın dönemi de dahil şimdi bildiklerimizle karşılaştınldığında çok gerideydi. Wittgenstein'ın hisleri kabul et­ meye en yaklaştığı yer 6.522'de zihinsel s avlann ö rtük özetidir: Aslında kelimelere dökülemeyen ş eyler vardır. Onlar kendileri­

ni görünür kılarlar. Onlar giz emli olanlardır. Kısacası dile ilişkin mantığı afektif s ırlarla b aş edemez. Wit­ tgenstein Tractatus'un hem önsözündeki yorumlannda h em de

664

F I N Al

es erin ·sonundaki b ağımsız yedinci önermede görüşlerini özetle­ miştir: "Söze dökülebilmiş olan net olarak söylenebilir ve konu­ şamadığımız şeylerle ilgili de sessizliğimizi korumalıyız. " Onun zamanında, p sikoloji davranışçılık dönemindeydi ve duygusal his ler, dünyanın "gizemli" yönleri önermeli mantık krallığının, kelimelerin dışında kalıyordu, yani bilimle nüfuz edilebilecek du­ rumda değildiler. Zihnin böyle tuhaf yönleri sonsuza dek tutarlı b ilimsel analizlerin dışında kalacak gibi görünüyordu. Bugüne kadar bu tip bilimsel bir anlama biçiminin artık mümkün olduğu veya bu türden çalışmaların duygusal hislerimizi ve değerlerimizi yaratan b eyin süreçlerini b elirlemekle ciddi şekilde bağlantılı ol­ malan gerektiği çoğunlukla fark edilmemiştir (Panksepp, 1 9 98b; Rus s ell, 2003) . Wittgenstein bilginin dile dayalı temellerine ilişkin "nihai" açıklamasını bitirir bitirmez, kendi dünya sisteminin derin bir ş ekilde kusurlu olduğunun farkına vardı. Eziyetli duygusal haya­ tının geri kalanını anlamın, muazzam bir esneklik ve değişken­ likle kelimeleri kullanma şeklimizden nasıl ortaya çıktığını irde­ l emekle geçirdi. üzerinde 20 yıl emek harcadığı, ölümünden 2 yıl s onra b asılmış olan ikinci meşhur kitabı Felsefi Soruşturmalar'da ( 1 953/1 967) Tractatus'taki sert tavrından neredeyse 1 80 derece dönüş ya­ p a rak "dil oyunlarının" sonsuz çeşitliliğinden nasıl anlamı yarat­ tığımızı irdelemeye başlamıştır. Wittgenstein'ın entelektüel mirası, bizlere zihinsel hayatımıza ilişkin bir görüş bırakmasıdır ki, bu görüşü şöyle ifade edebiliriz; anlam kelimelerle nasıl oynadığımızın değişken bir dışavuru­ mudur. Bu görüş p ostmodern kültürün başlıca göstergelerinden biri olarak aynı zamanda sosyal bilimlerde duygu araştırmasının yörüngelerinde yer etti. S osyal bilimlerde duygu araştırması keli­ meleri nasıl kullandığımız ve duygulan semantik olarak nasıl ya­ pılandırdığımıza ilişkin çalışmalardır. Bu gelenek içinde yer al an b ilim insanları sadece son zamanlarda duygusal hislerin derin bir nörobiyolojik gerçekliğinin olduğu hiç değilse beynin içinde olumlu ve olumsuz duygulanım boyutlarına ait doğal mekaniz­ maların olduğu fikrini düşünmeye b aşladılar (Russell, 2003 ) . Bu bir gelişmedir ama birincil süreç duygusal sistemlere gelince he­ defe ulaşmaya yeterli değildir. Belki de üçüncül süreç seviyesinde 665

Z i H N İ N A R K E O LOJ i S i

en iyi işleyen duygunun b oyuts al kuramlarıdır ve bu. s eviyede, afektif hayatların çeşitlilikleri, araştırmayı kolaylaştıracak b a s it­

leştirilmiş duygusal kavramlara çevrilirler (Zachar & Ellis , 2 0 1 2;

Jim Russ ell ve meslektaşlarının "temel" duygu kuramcılarının b ahs ettiklerini daha iyi anlamak için D uygu İn celemesi 'nin (20 1 1 ] özel sayısını okuyunuz) . Her durumda temel duygu ve duyguların boyutsal görüşleri eğer ZihinB eyin organizasyonunun farklı s evi­ yelerini yansıtırlars a birbiriyle uyumlu durlar (Panks epp, 2007d) . Daha önce belirtildiği gibi modern insan b eyni görüntülemesiyle temel duygulara ilişkin çok zengin kanıtlarımız mevcuttur (Vytal & Hamann, 20 1 0) .

Kişi ins an doğası hakkında düşündüğünde ş öyle b i r tablo or­ taya çıkıyor nihayetinde b eyin bilimlerindeki ins anların hemen hepsi natüralizmin siren sesinin cazibesine kapılmıştır. Wittgenstein bile az önce bahs ettiğimiz ikinci kitabında "in­ san bedeni insan ruhunun en iyi suretidir" (Bölüm II, s . 1 78 ) diye yazmıştı. Beynin içindeki bedene odaklanan bu b akış açısı, birin­ cil süreç duygusal sistemlerin memeli b eyinlerinde nasıl olup da hisleri ürettiğini anlamak için başlı b aşına aradığımız, p eşinde olduğumuz bir şeydi (Panksepp, 1 99 8b) . Damasio 'nun vars ayımları , hislerimizin kortikal kaynakla­ rından adım adım uzaklaş arak duygus al afektif süreçlerin derin subkortikal bölgelerden yükseldiğine ilişkin kabule doğru ilerle­ mektedir. Bu kitabı tamamlarken Damasio'nun (20 1 0) görüşlerinin daha öncede belirttiğim gibi benim görüşlerime daha yaklaştığını görmek beni ziyadesiyle memnun etti. Pek çok bilim ins anının bu bilge adamı takip edeceğine inanıyorum. Kendilik Zihne Geldiğin­ de adlı kitabında evrim süreciyle ilkel zihnin ilkel KEND İ L İ K'ten (veya KEND İLİKLE birlikte) yükseldiği b eynin çeşitli subkortikal afektif ağ örgülerini kabul eder. En eski duygusal, homeostatik ve duyusal duygulanımların beynin doğuştan gelen işlevleri dir ve çeşitli b e dens el girdilerle tetiklenirler (Denton, 2006) . Fakat bi­ limsel p sikiyatri için s adece duygus al duygulanımların çok temel bir önemi vardır. Umuyorum ki bu klinik alanda çal i ş anların p si­ koterapiyle erişmeleri gereken hedefi daha iyi kavrams allaştırma olanağı s ağlar. Wittgenstein'ın kişisel olarak çok yakın ama entelektüel olarak çok uzak olduğu söz öncesi zihniyeti anlamak, en e ski B eyinZihin

666

FiNAL

gerçekliklerine ulamasına da engel olmuştur. Bunu ikinci kitabına s eçtiği dokunaklı epigraftan anlayabiliyoruz . Aziz Augustinus'un İti rafl ar ında (B ölüm 1 .8; bu b ölümün başına bakınız) dil kısmi olarak çocuğun s osyal hayatla afektif olarak içli dışlı olmasından ortaya çıkar. Wittgenstein'ın zihnin temel doğası hakkındaki kafa karışıklıkları ve bizlerin nörobilim yoluyla neleri anlayıp anlaya­ mayacağımızın dışında kendisi fazlasıyla göreceli insan doğası ve ins an etkileşimlerine ilişkin, insan ZihinB eyin'inin üçüncül süreç b ölgeleriyle alakalı oldukça yerinde bir görüş peşinde olmuştur. Ama bu eksik görüş halihazırda psikolojinin akıl hayatının gerçek evrimsel desteğini tam olarak anlayan bütünlüklü bir bilim olma­ sına engel olmaktadır. Belki de bu durum, konuşmayı öğrenmek gibi zorlu ve uzun bir sürece geri dönmek gibidir. Dilin gelişmesi için çok önemli bir girişim olan insanın kişiler arası uyumlu öznelliği sözel olmayan ritmik sosyal sinyallerdir, yani doğal b eden dilidir. Beden dili, dünyevi nesneleri "aramak, elde etmek, reddetmek veya kaçınmakla" ilgilidir ki bu nesneler aynı z amanda "arzularımızın" hedefleri haline de gelirler. Her ne kadar duyus al bağlantılar nihayetinde aklımızın doğasını tama­ mıyla doldurup neredeyse bunların dışında çok az şeyi fark ede­ cek noktalara doğru götürse de insan varoluşu sadece duyusal b ağlantılarla ilgili değildir. Genişlemiş neokorteks Wittgenstein'ın düşündüğü gibi göre­ celi bir organ çeşidi olsa da diğer memelilerle paylaştığımız su­ bkortikal alan değildir. Neokorteksimizin geniş hesaplama yapan alanları doğduğumuzda psikolojik içerik bakımından epeyce boş­ tur ve s onuç olarak zaman içinde bilinen her şey, Ende! Tulving'in adlandırmasıyla -noetik ve otonoetik bilinç-, öğrenilmiştir (bkz. Vandekerckhove & Panksepp, 2009) . Neokorteksin altında anoetik bilincimizin anlaşılmadan öylece durduğu bölgeler için durum aynı değildir. Atalarımızdan gelen beyin bölgelerimiz, genetik bir miras üzerine inşa edilmiş özel tipte bir anlamı barındırır. Ham hislere ilişkin olanaklar, b edenin içgüdüsel (örn. kalıtsal) nöral hareket donanımında yapılanmıştır. Bu hislerin p ek çok çeşidi vardır. Ba­ zıları dışardan gelen (duyumdan elde edilen zevk ve rahatsızlık, hoşnutsuzluk gibi) duyusal girdilerle yakından İlişkilidir. Diğer'

667

Z i H N İ N A R K E O LO J İ S i

leri be denin i ç yapısının b eyne yolladığı {açlık, susuzluk v e bunla­ rın tatmin edilmeleri gibi) duyumlarla alakalıdır. B unların dışın­ da hareket dinamiklerini yansıtanlar en azından ham h alleriyle evrimsel olarak beyne inş a edilmişlerdir. Bu yaş am araçlarının tamamı belirli bir dereceye kadar biçim verilebilir durumdadırlar. Bunlar deneyimlerle, s ağlamlaştırılabilir veya z ayıflatılabilirler. Bu ham hisler b elirli yollarl a dünyaya ulaşmamız ve karşılaştı­ ğımız arketipik zorluklar karşısındaki tepkilerimize ilişkin içsel dürtülerimizle yakından ilişkilidir. Bunların {örn. "bir niyetin ar­ dından harekete geçmek" gibi) yüks ek seviye niyetlilikleri yoktur ama yaradılıştan gelen bir niyetlilikleri ( "niyetin h areketi"; bkz. Panksepp, 2003a, Şekil 1 .4. ve 1 . 8) . Bizi aktif organizmalar hali­ ne getiren hislerdir yoksa s adece edilgen bilgi işleme makinaları olurduk. Birçok kişi ins an iletişiminin en eski köklerinin duygusal his ­ ler olduğu konusunda fikir birliğine varabilir. Ama b irço ğu da duygusal hisleri motor süreçlerden ziyade duyus al değişkenler olarak kabul ediyor, yani bunları etken (örn. Allah izin verirse ben bunu yapacağım! birincil süreç b akış açısı) yerine daha edilgen (örn. neler olduğuyla ilgili bir his büyük olasılıkla üçüncül sü­ reç bakış açısıdır) süreçler olarak değerlendirirler. Gerçekten de duygusal hisler ve bilinç duyusal algıs al süreçlerden çok motor hareki süreçlere dayanıyor olabilir (bkz. B ölüm 1 2) . Algıl�yan zi­ hinlerimiz ve atalara ilişkin afektif zihinlerimiz öyle görünüyor ki birbirlerine hareki koordinatlarla b ağlanmıştır. Bunlar memeli türleri b oyunca kolaylıkla fark edebileceğimiz ç eşitli i çgüdüsel hareketlerdir. Duygusal hisler ve bilincin ç özümlenmesinde ha­ reket donanımının merkezi rolü geleneks el olarak önemsizleşti­ rilmiştir. Karmaşık bir bütünleştirme süreci

olarak değerlendiril­

mektens e genellikle sinir sisteminin bir "çıktısı" olarak görülür. D arwin'in önerdiği gibi duygus al olarak dış avurumcu hareketler temel duygus al doğamızın ahenkli imgelerini s ağlarlar. Dünyayla ilk uğraşlarımız kendiliğinden aktiftir. Herhangi bir b eb eği, çocu­ ğu düşünün ya da herhangi bir küçük omurgalıyı, b ütün tutkula­ rının temelinde ARAYIŞ yatar.

668

FiNAL

AFEKTİF SEÇENEKLER VE FİKİRLER Yalıp. bir s eçimle baş başayız. Ya biz ve diğer hayvanlar, beyin­ lerimizin afektif olanaklarını temsil eden çeşitli içsel değerlore s ahip olduğumuzu kabul edeceğiz ya da bir makinenin parçalc n o larak araştırılabilecek hisleri olmayan zombiler olarak kabul edeceğiz. Hangisini tercih edeceğiz? Nörobilim içinde bu soru ya vereceğimiz yanıt hangi çeşit bilgi ve belki de ne çeşit bir kültür yaratacağımızı b elirleyecektir. Karşı karşıya olduğumuz bilims el problemin büyüklüğünü azıms am amalıyız. Hayvan ve insan beyninde bilincin tüm yönle·· ri alabildiğine yaygın nöronal ağ örgülerinin etkileşimleri sonu­ cunda ortaya çıkar. Ö nemli kavuşma noktalan olmasına rağmen bilincin tek bir devresi veya "merkezi" yoktur (Sukhotinsky vd, 2007 ) . Uzun süredir iddia ettiğim gibi PAG belki de beyindeki en

önemli yerdir çünkü b eynin hem üst hem alt kısımlanyla sıkı sıkı­ ya b ağlantılıdır. Afektif hayatımızın Büyük Merkezi İstasyonudur ve kaps amlı duygus al deneyimlerimizin birincil bütünleştirmesi için vazgeçilmezdir. Uzantılarını beynin en alt ve en üst bölgeleri­ ne yollar. B eyindeki bu çeşit "karanlık enerjinin" çoğu modern be­ yin görüntüleme teknolojileriyle kolayca görüntülenemez (Zhang & Raichle, 2 0 1 0) ama doğru işlerle kayda değer görüntüler elde

edilebilir (Mobbs vd, 2009) . PAG ve ilgili b eyin kökü ağ örgüleri yüksek seviye zihnin yapı­

landırılması için önemlidir. Pek çok evrimsel psikoloğun varsay­ dığı gibi bu b ölgelerde beynin yayılmış ama özelleşmiş ağ örgü modelleri büyük oranda önceden belirlenmiş modüler özelleşme­ l erden daha gerçekçidir. Milyarlarca nöron ve nöronal ağ örgüleriyle birlikte görünür­ de s anki s onsuz s ayıda olan nörokimyalar, birbirlerinden ve ken­ dilerinden b eslenerek halihazırda ölçülmesi imkansız kap s amlı bütüncül alan dinamikleri üretirler. Bu sonsuz sayıdaki nöron ve nörona! ağ örgüleri birbirlerini çoklu ve yeniden girişli döngü­ l erle etkilerler. Başlangıçta B eyinZihin'in gerçekten nasıl ayrıntılı olarak çalıştığını deşifre etme ödevinin karmaşıklığı karşısında aciz kaldığımızı his s ettik. Fakat kendimizi bilmeyi istiyorsak bu yolda a dım adım ilerlemeliyiz . Beynin temel duygusal hisleri na-

669

Z İ H N i N A R K E O LO J i S i

sıl ürettiğini anlamak bilinç araştırmalarında en "b a sit" çözümle­ nebilir problemdir. Bilinç hiç şüphesiz hareket halindeki b eynin tek global ö zelliği değildir. Hareket halindeki beynin, yaş am-kalım için çok önemli olan beyin ve beden durumlarını deşifre eden en eski s i stemle­ re doğru giden uzun evrimsel bir tarihi vardır. Psikolojik açıdan "genlerin atalara ilişkin sesleri" çeşitli içsel b eyin sistemlerinin nörodinamiklerinden yükselerek ilkel hisler ya da ilkel afektif du­ rumlar olarak deneyimlenirler. Diğer h ayvanlara (ve b azı kuşlara; bkz. Bernroider ve Panks epp, 20 1 1 ) odaklanmamızın nedeni nöro­ anatomik ve nörokimyas al benzerliklerin oldukça ç arpıcı olması ve türler arası genellemelere izin vermesidir. Omurgasız türler arasındaki bilinç meselesiys e daha çetrefil­ lidir zira nöral benzerlikler giderek azalmaktadır. Fakat daha önce bahsetmiş olduğumuz üzere aslında büyük bir b öcek türü olan kerevit bile insanların kötüye kullandıkları ve diğer memeli türle­ rinin ödül olarak deneyimledikleri maddeler için ş artlı yer tercih­ leri sergiler (Huber vd, 2 0 1 1 ; Nathaniel vd, 2 0 0 9 , 2 0 1 0; Panks epp ve Huber, 2004) . Dolayısıyla "alt" türlerdeki bu mes elelerle ilgili açık zihinli olmak ve öngörülerin bizleri nereye götüreceğine bak­ mak daha akıllıca olur. Ama nörobilimde esaslı bir ikilem vardır. Zihin biliminde bizler geniş ölçekli ·süreçleri "bütünleri" anlamayı istiyoruz ama nörobilim küçük ayrık fenomenleri veya "bütünle­ rin" "parçalarını" anlamanın en iyi yoludur. Bu eğilimden dolayı ikisini karıştırmaya ve parçalarla bütünlere ilişkin karm a şıklığa, yani mereolojiye çok müs ait durumdayız (B ennett & Hacker, 2003) . Günümüzde nörobilim birçok p arçayı, b irçok b eyin mekaniz­ masını vermektedir ama bunların zihinde hangi işlevleri gerçek­ leştirdiğini çözümlemek "bütünü" anlamak zordur. Bilim insanları dünyayı anlamak isterler ama kullandıkla­ rı tekniklerin daha çok doğanın birleşik bütünlerinden ziyade p arçalarını araştırmak için elverişli olduğunu da bilirler. Farklı ins anların bu ikilem için farklı çözümleri vardır. Tam amen mec­ buriyetten bilim ins anlarının yaygın olarak tercih ettikleri , sı­ nırlı meselelere odaklanmaktır. B öylelikle ağaçtaki her yaprağı daha net görmeye b aşlarız ama çoğunlukla bu ağaçları ve ormanı görmemizi engeller. Ç oğu Rene Descartes 'ın ( 1 5 9 6 - 1 650) Yöntem

Üzerine Konuşma a dlı es erindeki bilimin üçüncü kuralına önem

670

F i N AL

verir: " Gerçeği ararken düşünceleri sıralı bir düzen içerisinde en temel ve anlaşılması en kolay olandan başlayıp yavaş yavaş, de­ recelendirerek, sıralı bir düzende olmayanlan dahi sanki öyley­ mişçesine ele alarak daha karmaşık bilgiye doğru ilerlemek" veya Einstein'ın s öylediği farz edilen meşhur sözü "Sadeleştir ama ge­ rektiğinden daha fazla değil" (vurgu eklenmiştir) . İnsanlarda afek­ tif b ilinci anlama girişimimizde seçmiş olduğumuz yol budur. Yaş ayan b eyinler, yaş ayan bedenlerin içinde ve bu bedenler için gerekli geniş ölçüde birbirleriyle etkileşim halindeki nöral devreler arasında, dünyanın zorluklarına zararlı olan şeylerden kaçınıp arzulanan durumları yaratarak tepki veren ağ örgüleri s eviyesindeki nörobiyolojik işlevlerin, görünmez tezahürleri, yani zihinleriyle b eraber henüz anlaşılamayan hassas bir dengeyi yan­ sıtırlar. D uygus al hisler böyle etkileşimlerin deneyimlenen afektif göstergeleridir; onlar nihayetinde başka canlılarda ayrıntılı ve sistematik olarak araştınlabilen zihnin öznel nitelikleridir. Böy­ l elikle kendi zihinlerimizi nörobilimsel olarak anlamaya başlaya­ biliriz. Bu çeşit bir anlama başka hayvanlardaki ilgili süreçleri çalışmadan elde edebileceğimiz bir şey değildir. Bu anlama, tıp­ taki gelişimi müjdeleyen biyolojik bilimdeki diğer başarı öyküleri gibi h ayvan araştırmaları bulgularının adım adım yol gösterdiği bir süreçtir. C harles Darwin'in farkına vardığı ve kabul ettiği gibi buralardan elde ettiğimiz bilginin insanın durumunu anlamak açısından çok etkili çıkarımları olacaktır. Tür olarak kendimiz hakkında öğrenecek çok şeyimiz var. Daha ne bekliyoruz?

671

KAY N A K Ç A

Abbass, A. A., Hancock, J. T. , Henderson, J. , & Kisely, S . (2006) . Short­ term psychodynamic psychotherapies for common mental disor­ ders . Cochrane Database of Systematic Reviews, 4, CD004687. Adamec, R, (200 1 ) . Does long term potentiation in periacqueductal gray (PAG) mediate lasting changes in rodent anxiety-like behavior (ALB) produced by predator stress? Effects of low frequency stimulation (LFS) of PAG on place preference and changes in ALB produced by predator stress . Behavioural Brain Research, 1 20(2), 1 1 1 - 1 3 5 . Adamec, R . , Blundell, J. , & Burton, P. (2005) . Neural circuit changes me­ diating lasting brain and behavioral response to predator stress. Neuroscience & Bio-behavioral Reviews, 29, 1 225-1 24 1 . Adamec, R. E., & Young, B. (2000) . Neuroplasticity in specific limbic system circuits may mediate specific kindling induced changes in animal affect-implications for understanding anxiety associated with epilepsy. Neuroscience & Bio-behavioral Reviews, 24, 705-723. Adkins-Regan, E. (2009) . Neuroendocrinology of social behavior. Insti­

tute for Laboratory Animal Research Joumal, 50, 5-1 4. Adolphs, R., Tranel, D. ve Damasio, A. R. (2003). Dissociable neural sys­ tems for recognizing emotions. Brain and Cognition, 52, 6 1 -69. Agrawal, A., Timothy, J. , Pandit, L . , & Manju, M. (2006) . Post-traumatic epilepsy: An overview. Clinical Neurology and Neurosurgery, 1 08,

433-439.

Ahern, T. H., & Young, L. J. (2009) . The impact of early life family stru­ cture on adult social attachment, alloparental behavior, and the neuropeptide systems regulating affiliative behaviors in the mono­ gamous prairie vole (microtus ochrogaster) . Frontiers in Behavioral

Neuroscience, 3, 1 7 . Aichhorn, A . ( 1 925). Waywardyouth. London:Imago Publishing. Ainsworth, M. D. ( 1 982). Attachment: Retrosp ect and prospect. C. M. Parkes and J. Stevenson-Hinde (ed.) The place of attachment in hu­ man behaviour. Landon: Tavistock içinde. Ainsworth, M. D., & Bostan, M. ( 1 952). Psychodiagnostic assessments of a child after prolonged separation in early childhood. British Jour­

nal of Medical Psychology, 25, 1 69-20 1 .

672

K AY N A KÇA Airan, R.

D., Thomp son, K. R . , Fenno, L. E . , Bernstein, H . , & Deiss eroth, K .

(2009) . Temp orally preci se i n vivo control of intracellular signaling. Nature, 458, 1 025-1 029. Al-Azz awi, F. , B itzer, J. , B randenburg, U. , C a s telo-Branco, C . , Graziottin, A . , Kenemans, P. & Zahradnik, H. P. (20 1 0) . Therapeutic options for p o stmenop aus al female sexual dysfunction. Climateric, 1 3 , 1 03- 1 20. Alcaro , A . , Huber, R . , & Panksepp, J . (2007) . Behavioral functions of the m e so limbic dop aminergic system: An affective neuroethological p ersp ective . Brain Research Reviews, 56, 283-32 1 . Alcaro, A . , Panksepp, J., Witczak, J. , Hayes, D . J. , & Northoff, G. (20 1 0) . Is subcortical- cortical midline activity in depression medi ated by glu­ tamate and GABA? A cros s-species translational appro ach. Neuros­

cience

& Biobehavioral Reviews, 34(4) , 592-605.

Aldi s , O. ( 1 9 7 5 ) .

Play fighting. New York, NY: Academic

Press.

Alexander, M., & Perachi o , A.A. ( 1 97 3 ) . The influence of target sex and dominance on evoked attack in rhesus monkeys . American Jo umal

of Physical Anthropology, 38, 543-547. Amano, K . , Notani, M., !seki, H., Kawab atake, H . , Tanikawa, T. , Kawamu­ ra, H . , & Kitamura, K. ( 1 979). Homovanillic acid concentrations of the third ventricular CSF b efore and after electrical stimulation of the p e riventricular gray in humans. E . R. Hitchcock, H. T. Ballan tine, Jr. and B . A. Meyerson (ed.), Modem concepts in psychia tric surgery içinde ( s . 6 5-76) . Amsterdam: Els evier. Amaral,

D. G., Price, J. L . , Pitkanen, A.,

& C armichael, T. ( 1 992). Ana t o ­

mical organization of the p rimate amygdaloid complex. J. Aggleton ( E d . ) , The a myg dala: Neurobiological aspects of emotion, memory,

and mental dysfunction içinde ( s . 1 -66) . New York, NY: Wiley-Liss. & Roesler, R. (2008 ) . Targeting the NMDA receptor for

Amaral, O. B.,

fe ar-related disorders . Recent Patents CNS Drug Discovery, 3 , 1 66-

178. Americ a n C ollege o f Radiology. (2004) . ACR Leaming File: Neuroradio­

logy, ikinci

B askı.; ACR: Reston, VA, USA.

Antelman, S . M., Szechtman, H., C hin, P. , & Fisher, A. E . ( 1 975) . Tail pin­ ch-indu c e d eating, gnawing and licking b ehavior in rats : D ependen­ c e on the nigro striatal dop amine system. Brain Research, 99(975) ,

3 1 9-3 3 7 . Austin, J . H . ( 1 998). Zen a n d the brain. C ambridge, MA: MIT Yayınları . Austin, J. (2006). Zen-brain reflections. C ambridge, MA: MIT Yayınları . Avena, N. M . , Rada, P. ,

& Hoebel, B. G. (2008). Evidence for sugar addicti-

on: B ehavioral and neurochemical effects of intermittent, excessive sugar intake. Neuroscience and Biobehavioral Reviews, 3 2 , 20-3 9 . Averill, J . R. (20 1 0) . Ten questions about anger that you may never have

673

Z i H N İ N A R K EOLOJ i S İ

thought to ask. F. Pahlavan (ed.), Multiple facets of anger: Getting mad or restoring justice ? içinde (s. 1-25). New York, NY: Nova Scien­ ce. Baddeley, A. D., & Hitch, G. J. ( 1 974) . Working memory. G. A. B ower (Ed.),

The psychology of learning and motivation: advances in research and theory içinde (8. Cilt, s . 47-89). New York, NY: Academic Press. Bagemihl, B. (1 999). Biological exuberance: Animal homosexuality and natural diversity. New York, NY: St. Martin's Press . Bailey, P., & Davis, E . W. ( 1 942). Effects o f lesions o f the p eriaqueductal gray matter in the cat. Proceedings of the Society for Experimental Biology and Medicine, 35 1 , 305-306. Bailey, P. ve Davis, E. W. (1 943) Effects of lesions of the p eriaqueduc­ tal gray matter on the Macaca Mulatta. Joumal of Neuropathology and Experimental Neurology, 3, 69-72 Balthazart, J. , Tlemçani O., & Ball, G. F. ( 1 996). Do s ex differences in the brain explain sex differences in the hormona} induction of repro­ ductive behavior? What 25 years of research on the Japanese quail tells us, Hormones & Behavior, 30, 627-66 1 . Bandler, R . ( 1 988). Brain mechanisms of aggression as revealed by ele­ ctrical and chemical stimulation: Suggestion of a central role for the midbrain periaqueductal gray region. A. N. Ep stein & A. R. Mor­ rison (Eds.), Progress in psychobiology and physiological psycho­ logy içinde ( 1 3 . Cilt, s. 67-1 54) . San Diego: Academic Press . Barbour, J. (2000) . The end of time . New York: Oxford Üniversitesi Ya­ yınlan. Barrett, L. F. (2006). Emotions as natura! kinds? Perspectives on Psycho­

logical Science, 1 , 28-58. Barrett, P., & Bateson, P. (1 978). The development of play in c ats . Beha­

viour, 66, 1 05-1 20. Bartz, J. A. , & Hollander, E. (2008) . Oxytocin and experimental thera­ peutics in autism spectrum dis orders . Progress in Brain Research,

1 70, 45 1 -462. Bartz, J. , Simeon, D., Hamil ton, H., Kim, S., Crystal, S., Braun, A., Vicens, V. , & Hollander, E. (20 10, Nov 29) . Oxytocin can hinder trust and co­ operation in borderline personality disorder. Social Cognitive and Affective Neuroscience. (Baskı öncesi e-yayın] . Bauby, J-D. (1 997) . The diving bell and the butterjly. New York, NY: AA Knopf. Beatty, W. W. , C ostello, K. B., & Berry, S. L. ( 1 984) . Suppression of play fighting by amphetamine: Effects of catecholamine antagonists, agonists and synthesis inhibitors. Pharmacology Biochemistry and

Behavior, 20, 747-755.

674

K AY N AKÇA B eatty, W . W. , D o dge, A . M . , Dodge, L. J. , Whike, K . , & Panksepp, J. ( 1 982). Psychomotor stimulants, social deprivation and play in juvenile

r a t s . Pharmacology Biochemistry and Behavior, 1 6, 4 1 7-422. B eeb e , B . , & L a chmann, E . M. ( 1 988) . The contribution of m o ther-infant mutual influence to the origins of self and object relations . Psycho­

analyti c Psychology, 5 , 305-337 . B ejj ani, B . P. , D amier, P. , Arnulf, I . , Thivard, L . , Bonnet, A. M . , D onnont, D . , C ornu, P. , Pidoux, B . , Samsan, Y. , & Agid, Y. ( 1 999). Transient acute depression induced by high-frequency deep-brain stimulation. New

England Journal ofMedicine, 340 , 1 476-1480. _ B ekkedal. M . Y. , Rossi, J. , 3rd, & Panksepp, J. (20 1 1 ) . Human brain EEG indic e s o f emotions : Delineating responses to affective vocaliza­ tions by measuring frontal theta event-related synchronization.

Neuroscience & Biobehavioral Reviews, 3 5 (9) , 1 959- 1 970. B ekoff, M . (2000) . The smile of a dolphin: Remarkable accounts of ani­

mal emotions. New York, NY: Random House/Discovery Books . B ekoff, M. (2007) . The emotional lives of animals. Novato, CA: New Wor­ ld Library B e lenky, G. , M artin, J. A., & Marcy, S. C. ( 1 996) . "After-Action critical in­ cident s tre s s debriefings and b attle reconstructions following com­ b at." J. M artin,

L.

Sp aracino, & G. Belenky (ed.), The Gulf War and

mental health:

A

comprehensive guide içinde (s. 1 05-1 1 4). West­

p o rt, C T: Praeger Publishers . B enedek , T.,

& Rubenstein, B. B. ( 1 942) . The sexual cycle in women. Was ­

hington, D C : N ational Research Council. B ennett, M . R . , & Hacker, P. M . S. (2003). Philosophical foundations of

neuroscience. Malden, MA: Blackwell. B entham, J. ( 1 7 7 9/ 1 879). Introduction to the principles of morals and

leg islation. Oxford: C larendon Press. B erlin, H . A. (2007) . Antiepileptic drugs for the treatment of post-trau­ matic stre s s disorder. Current Psychiatry Reports, 9, 2 9 1 -300. B erlin, H . A., Rolls, E.

T. , & Kischka, U. (2004) . Impulsivity, time percep­

tion, emotion and reinforcement sensitivity in p atients with orbi­ tofrontal c o rtex lesi ons. Brain, 1 27 , 1 1 08-1 1 26 . B ernatzky, G., Presch, M . , Anders on, M., & Panksepp, J . (20 1 1 ) . Emotional foundations o f music as a non-pharmacological p ain management tool in m odern medicine. Neuroscience & Biobehavioral Reviews,

3 5 , 1 98 9- 1 9 9 9 . B ernro i der, G. , & Panksepp, J. (20 1 1 , March 3). Mirrors and feelings : H ave you s een the actors outside? Neuroscience & Biobehavioral

Reviews, 3 5 , 2 00 9-20 1 6 . .

675

Z İ H N i N A R K E O L OJ i S İ

Berridge, K . C . ( 1 996) . Food reward: Brain substrates o f wanting and liking. Neuroscience and Biobehavioral Reviews, 20, 1 -2 6 . Berridge, K . C. (2000) . Measuring hedonic impact i n animals a n d infants : Micro- structure of affective taste reactivity p atterns. Neuroscience and Biobehavioral Reviews, 24, 1 73-1 9 8 . Berridge, K. C. (2004) . Pleasures, unfelt affect, a n d irrational desire. A. S. R. Manstead, N. Frijda, & A. Fischer (ed.) , Feelings and emotions: The Amsterdam Symposium içinde (pp. 243-262). C ambridge, UK: Cambridge Üniversitesi Yayınlan. Berridge, K. C., & Robinson, T. E . ( 1 998). What is the role of dop amine in reward: Hedonic impact, reward learning, or incentive s alience? Brain Research Reviews, 28, 309-369. Berridge, K. C ., Robinson, T. E . , & Aldridge, J. W. (2009) . Dissecting com­ ponents of reward: 'liking', 'wanting', and learning. Current Opini­ on in Pharmacology, 9, 65-73. Berridge, K. C . , & Valenstein, E. S. ( 1 99 1 ) . What p sychological process mediates feeding evoked by electrical stimulation of the lateral hy­ pothalamus? Behavioral Neuroscience, 1 05 , 2-14. Berta, :P, Hawkins, J. R., Sinclair, A. H., Taylar, A., Griffiths , B. L. & Good­ fellow, P. N. ( 1 990) . Genetic evidence equating SRY and testis-deter­ mining factor. Nature, 348, 488-450. Birbaumer, N. (2006) . Breaking the silence: Brain-computer interfaces (BCI) for communication and motor control. Psychophysiology, 43 , 5 1 7-532. Black, D. ( 1 982). Pathological laughter: A review of the literature. Jour­ nal ofNervous and Mental Disorders, 1 70, 67-7 1 . Blackburn, J. R., Pfaus, J. G. , & Phillips , A. G. ( 1 992). Dopamine functions in appetitive and defensive behaviours . Progress in Neurobiology, 39, 247-279. Blair, R. J. , Morris, J. S., Frith, C. D., Perrett, D. I., & Dolan, R. J. ( 1 999) Dissociable neural responses to facia! expressions of s adness and anger. Brain, 1 22, 883-893. Blakemore, S. J. (2003). Deluding the motor system. Consciousness and Cognition, 1 2 , 647-655. Blakemore, S.-J. , Wolpert, D., & Frith, C.D. (2000) . Why can't you tickle yourself? NeuroReport, 1 1 , Rl 1 -R l 6 . Bliss, T. , & Lomo, T. ( 1 973). Long lasting potentiation o f synaptic trans ­ mission in the dentate area of the perforant unanesthesized rabbit following stimulation of the perforant pPath. Joumal of Physiology, 232, 357-374. Blood, A. J. , & Zatorre, R. J. (200 1 ) . Intensely pleasurable responses to music correlate with activity in brain regions implicated in reward

676

KAY N A K Ç A and emotion. Proceedings of the National Academy of Sciences, 9 8 ,

1 1 8 1 8- 1 1 82 3 . B lum.er, D. (2000) . Dysphoric dis orders and paroxysmal affects: Recog­ nition and treatment of epilepsy-related p sychiatric disorders . Har­

vard Review of Psychiatry, 8 , 8-1 7 . B o dkin, J. A . , Zornb erg , G . L . , Lukas, S . E , & C ole, J. O . ( 1 995) . Bupre­ n o rphine treatment of refractory depression. Joumal of Clinical

Psychophannacology, l , 49-5 7 . B ohus , M. J. , Lanwbremeyer, G . B . , Stiglmayr, C . E . , Limberger, M. F. , B o ­ hme, R . , & Schmahl , C . G . ( 1 999). Naltrexone i n the treatment of dis ­ sociative symptoms in p atients with borderline personality disor­ der: An op en-label trial. Joumal of Clin ical Psychiatry, 60, 598-603. B ol drini , M., Underwood, M . D., Hen, R., Ros oklija, G. B., Dwork, A. J. ,

John M ann, J. , & Arango ,V. (2009). Antidepres s ants increase neural progenitor cells in the human hippo campu s . Neuropsychopharma­

cology, 34, 2 3 7 6-238 9 . B o lwerk,

E . L . M . , & Swanson, H . H. ( 1 984) . D o e s oxytocin play a role in

the onset of maternal behavior in the rat? Journal of Endocrino­

logy, 1 0 1 , 3 53-3 5 7 . B orod, J. C . ( E d . ) (2000). The neuropsychology of emotion . NewYork, NY: Oxford Üniversitesi Yayınlan. B o s , P. A., Herman s ,

E.

J.

& van

Honk, J. (20 1 0) . Testosterone decreases

trust in s ocially naive humans . Proceedings of the National Aca­

demy of Sciences, 1 07 , 999 1-9995. B o s , P. A . , Panksepp, J., Blutbe, R. M, & Honk, J. V. (20 1 1 ) . Acute effects of steroid hormones and neuropeptides on human social- emotional b ehavior: A Review of single administration studies . Frontiers in

Neuroendocrin ology. B ouvard, M. P. , Leb oyer, M . , Launay, J.-M., Racasens, C . , Plumet, M . -H . , Waller-Perotte, D., Tabuteau, F. , Bondoux, D., Dugas, M . , Lensing, P.,

&

Panks epp, J. ( 1 9 9 5 ) . Low dose naltrexone effects on plasma che­

mistries and clinical symptoms in autism: A double-blind place­ b o - controlle d study. Psychiatry Research, 58, 1 9 1-20 1 . B owlby, J. ( 1 9 5 3 ) . Childcare a n d the growth of love. London: Penguin Books. B owlby, J . ( 1 960). Sep aration anxiety. International Jo urnal of Psycho­

analysis, 4 1 , 89-1 1 3 . B owlby, J. ( 1 980). A ttachment and loss, 3 . Cilt Loss: Sadness and dep ­

ressio n . New York, NY: Basic Books . B rammer, R. ( 20 1 1 ) . Diversity in co unseling: Exploring ethnic and gen­

der issues (2. B askı) . Pacific Grove, CA: Brooks/C ole . Brandao, M. L . , B orelli,

K.

G. , Nobre, M. J. , Santo s , J. M . , Albrechet- Sou-

677

ZiHNiN ARKEOLOJiSi

za, L . , Oliveira, A . R . , & Martinez, R . C . (2005). Gabaergic regulation of the neural organization of fear in the midbrain tectum. Neuros­ cience & Biobehavioral Reviews, 29, 1 299-1 3 1 1 . Brandao, M. L., Tronscoso, A. C . , Silva, M. A. S . , & Huston, J. P. (2003) . The relevance of neuronal substrates of defense in the midbrain tectum to anxiety and stress: Empirical and conceptual considerations . European Joumal ofPharmacology, 463, 225-233 . Brandao, M . L . , Zanoveli, J. M . , Ruiz-Martinez, R . C . , Oliveira, L. C . , & Landeira- Fernandez, J. (2008). Different p atterns of freezing beha­ vior organized in the periaqueductal gray of rats : Association with different types of anxiety. Behavioral Brain Research, 1 88, 1 - 1 3 . Brayley, K . N. , & Albert, D . J. ( 1 977). Suppression of VMH-lesion-induced reactivity and aggressiveness in the rat by stimulation of lateral septum, but not medial septum or cingulate cortex. Jou rnal of Com­ parative and Physiological Psychology, 9 1 , 290-299. Breedlove, S. M . ( 1 992) . Sexual differentiation of the brain an d b ehavior. J. B. Becker, S. M. Breedlove, & D. C rews (ed.) içinde, Behavioral en­ docrinology. Cambridge, MA: MIT Yayınları. Brown, P. L., & Jenkins, H. M. ( 1 968) . Autoshaping of the pigeon's key peck. Joumal of the Experimental A nalysis of Behavior, 1 1 , 1-8. Browning, J. R. , Browning, D. A. , Maxwell, A. O., Dong, Y. , Jansen, H. T. , Panksepp, J. , & Sorg, B. A. (20 1 1 ) . Positive affective vocalizations during cocaine and sucrose self-administration: A model for spon­ taneous drug desire in rats , Neuropharmacology, 6 1 , 268- 275. Bruchas, M. R., Land. B . B., & Chavkin, C . (20 1 0) . The dynorphin/kappa opioid system as a modulator of stress-induced and pro-addictive behaviors. Brain Research, 1 3 1 4, 44-55 . Brudzynski, S . M . (2007) . Ultrasonic calls o f rats as indicator variables of negative or positive states: Acetylcholine-dopamine interaction and acoustic coding. Behavioural Brain Research, 1 82(2), 2 6 1 -273. Brudzynski, S. M. (Ed.). (20 1 0) . Handbook of mammalian vocalization. Oxford, UK: Academic Press. Brudzynski, S. M, & Holland, G. (2005). Acoustic characteristic of air puff-induced 22-kHz alarm calls in direct recordings . Neuroscience & Biobehavioral Reviews, 29, 1 1 69-1 1 80. B rudzynski, S. M., Silkstone, M., Komadoski, M., Skullion, K. , Duffus, S., Burgdorf, J. , Kroes, R. A., Moskal, J. R . , & Panksepp, J. (20 1 0) . Effects o f intra-accumbens amphetamine o n production o f 50-kHz vocalizations in three lines of selectively bred Long-Evans rats . Be­ havioural Brain Research, 2 1 7 ( 1 ) , 32-40. Buck, R. ( 1 999). The biological affects : A typology. Psychological Review, 1 06(2), 3 0 1 -336.

678

K AY N AKÇA B urgdorf, J. , Knuts on, B . , & Panksepp, J. (2000) . Anticipation of rewar­ ding elec- trical brain stimulation evokes ultrasonic vocalizations in rats . Behavioral Neuroscience, 1 1 4, 320-327. Burgdorf, J. , Knuts on, B., Panksepp, J. , & Ikemoto , S. (200 1 ) . Nucleus a ccumbens amphetamine microinjections unconditionally elicit 5 0-kHz ultras onic vocalizations in rats . Psychopharmacology, 1 55, 3 5-42. B urgdorf, J. , Kroe s , R . A . , B einfeld, M. C., Panksepp, J. , & Moskal , J. R. (20 1 0) . Uncovering the molecular hasis of p ositive affect using rou­ gh- and-tumble p l ay in rats: A role for insulin-like growth factor I.

Neuroscience, 1 63 , 769-7 7 7 . B urgdorf, J. , Kro e s , R. A. , Moksal, J. R . , Pfaus , J. G. , Brudzynski, S . M . , & Panksepp, J. (2008). Ultras onic vocalizations of rats (rattus norvegi­ cus} during mating, play, and aggression: Behavioral concomitants , relationship to reward, and self- administration of playb ack. Jour­

nal of Comparative Psychology, 1 22, 357-367. B urgdorf, J. , & Panksepp, J. (2006) . The neurobiology of positive emoti­ ons . Neuroscience and Biobehavioral Reviews, 30, 1 73-187. B u rgdorf, J. , Panksepp, J. , Beinfeld, M. C . , Kro es, R. A . , & Moskal, J. R. (2006) . Regional hrain cholecystokinin changes as a function of .rough-and-tumble play behavior in adolescent rats. Peptides, 27,

1 72-1 77. Burgdorf, J. , Panks epp, J. , Brudzynski, S . M., Beinfeld, M. C . , Cromwell, H. C . , Kroe s , R. A . , & Moskal, J. R. (2009) . The effects of selective breeding far differential rates of 50-kHz ultrasonic vocalizations on emotional b ehavior in rats . Developmental Psychobiology, 5 1 , 34-46 . Burgdorf, J. , Panks epp, J. , Brudzynski, S. M . , & Moskal, J. R. (2005) . Bre­ eding far 50-kHz p o sitive affective vocalizations in rats. Behavior Genetics, 3 5 , 6 7-72. Burgdorf, J., Panksepp, J. , & Moskal, J. R. (20 1 1 ) . Frequency-mo dulated 5 0kHz ultras onic vocalizations : A tool for uncovering the molecu­

lar sub s trates of p ositive affect. Neuroscience & Biobehavioral Re­

views, 3 5 , 1 83 1 - 1 836. Burgdorf, J. , Wood, P. L . , Kroes, R. A., Moskal, J. R . , & Panks epp, J. (2007) . Neuro- biology of 5 0-kHz ultrasonic vocalizations in rats : Electrode mapping, lesion, and pharmacology studies . Behavioral Brain Rese­

arch, 1 82(2), 2 74-2 8 3 . Burghardt, G. M. ( 2 0 0 5 ) . The genesis of animal play: Testing the limits. C ambridge, MA: MIT Yayınlan. Busnel, M. C . , Granier-Deferre, C . , & Lecanuet, J. P. ( 1 992) . Fetal audition.

Annals of the New York Academy of Sciences, 662, 1 1 8-1 34.

679

Z İ H N i N A R K E O L OJ i S i

Byers , J. A. ( 1 997). American pronghom: Social adaptations and the ghosts ofpredators past. Chicago: C hicago Üniversitesi Yayınlan. Byets, J. A., and Walker, C. B. ( 1 995) . Refining the motor training hypo­ thesis for the evolution of play. A merican Naturalist, 1 46 , 2 5-40. Cabanac, M. ( 1 992) . Pleasure: The common currency. Joumal ofTheore­

tical Biology, 1 55, 1 73-200. C.Cacioppo, J. , & Patrick, W. (2008). Loneliness: Human nature and the need for social connection. N ew York: W. W. N orton. Caggiula, A. R. ( 1 970) . Analysis of the copulation-reward properties of posterior hypothalamic stimulation in male rats . Joumal of Com­

parative and Physiological Psychology, 70, 399-41 2 .

Caggiula, A . R . , & Eibergen, R . ( 1 969). C opulation o f virgin male rats ' evoked by painful peripheral stimulation. Joumal of Comparative

and Physiological Psychology, 69, 414-4 1 9 . Calder, A. J. , Keane, J. , Lawrence, A . D. , & Manes, F. (2004) . Impaired re­ cognition of anger following damage to the ventral striatum. Brain,

1 27, 1 958-1 969. Caldwell, J. D. (2002) . A sexual arous ability model involving steroid effects at the plasma membrane. Neuroscience and Biobehavioral

Reviews, 26, 1 3-30. Campeau, S., & Davis, M. (1 995). Involvement of subcortical and cortical afferents to the lateral nucleus of the amygdala in fear conditioning measured with fear-potentiated startle in rats trained concurrently with auditory and visual conditioned stimuli . Journal of Neuros­

cience, 1 5 , 23 1 2-2327. Cannon, W. B. ( 1 927). The James-Lange theory of emotions : A critical examination and an alternative theory. A merican Joumal of Psy­

chology, 39, 106-1 24. Carter, C. S. ( 1 998). Neuroendocrine perspectives on s o cial attachments . and love. Psychoneuroendocrinology, 23, 77 9-8 1 8 . C arter, C . S . (2007). Sex differences i n oxytocin and vasopressin: Impli­ cations for autism spectrum disorders? Behavioural Brain Resear­

ch, 1 76, 1 70-1 86. Carter, S. C . , DeVries, A. C . , & Gets, L. L. ( 1 995). Physiological substra­ tes of mammalian monogamy: The prairie vole model. Neuroscience

and Biobehavioral Reviews, 1 9, 303-3 14. C astellanos, F. X., & Tannock, R. (2002). Neuroscience of attention-defi­ cit/ hyperactivity disorder: The search for endophenotype s . Nature

Reviews Neuroscience, 3, 6 1 7-628. Chalmove, A. S. ( 1 978) . Therapy of isolate rhesus: Different p artners and social behavior. Child Development, 49, 43-50. Champ agne, F. , Francis, D. D., Mar, A. , & Meaney, M. J. (2003) . Variations

680

K AY N A K Ç A

in m aternal c are in the rat as a mediating influence for the effects of environment on development. Physiology & Behavior, 79, 3 59-3 7 1 .

Chase, T. N. , & Frie dhoff, A. J. (ed.). ( 1 982) . Gilles de la Tourette syndro­

me. N ew York, NY: Raven Press . Chen, O . , Panksepp, J. B . , & Lahvis, G . P. (2009) . Empathy is moderated by genetic b ackground in mice. PlosOne, 4, e4387. Chen, R . C., & Forster, F. M . ( 1 97 3 ) . Cursive epilepsy and gelastic epi­ lep sy. Neurology, 23, 1 0 1 9-1 029. C hiron, C., Jamb aque, I . , Nabbout, R., Lounes, R., Syrota, A., & Dulac, O. ( 19 9 7 ) . The right brain hemisphere is dominant in human infants .

Brain, 1 20 , 1 057- 1 0 6 5 . C h o msky, N. ( 1 968) . Language and mind. New York, NY: Harcourt, Bra­ c e & Jovanovich. Chugani, H. T. ( 1 996). Neuroimaging of developmental nonlinearity and developmental p athologies. R. W. Thatcher, G. Reid Lyon , J. Rumsey,

& N. Krasnegor (ed.) , Developmental neuroimaging: Mapping the developmental ofbrain and behavior içinde (s. 1 87- 1 98) . San Diego: Academic Pres s . Chugani, H. T . ( 1 998) . A critical period o f brain development: Studies of cerebral glucose utilization with PET. Preventive Medicine, 27, 1 84- 1 8 8 . C ibrian-Llanderal T. , Tecamachaltzi-Silvaran, M . , Tri a na D el Rio, R . , -

Pfa u s , J . G . , Manzo, J., & C oria-Avila, G . A . (20 1 0) . Clitoral stimulati­ on m odulates app etitive sexual behavior and facilitates reproducti­

on in rats . Physiology & Behavior, 1 00, 148- 1 5 3 .

C i o cchi, S . , Herry, C . , Grenier, F. , Wolff, S. B., Letzkus, J . J. , Vlachos, I . Ehrlich, I., Sprengel, R . , Deisseroth, K., Stadler, M. B., Müller, C . , & Lüthi. A. (20 1 0) . Encoding of conditioned fear in central amygdala inhibitory circuits . Nature, 468, 277-282. Cirulli, F. , Francia , N. , B erry, A . , Aloe; L., Alleva, E., & Suomi, S. J. (2009). E arly life stress as a risk factor for mental health: Role of neurot­ ' ' rophins from rodents to non-human primates. Neuroscience and

Biobehavioral Reviews, 3 3 , 573-585. C lancy, S . (2009). The trauma myth: The truth about the sexual abuse of

children-an d i ts aftermath. New York: Basic Books . C l arke, S . , & Trowill, J. A. ( 1 97 1 ) . Sniffing and motivated behavior in the rat. Physiology & Behavior, 6, 49-52. C l ayton, N. S., B u s s ey, J. T. , & Dickenson, A. (2003). Can animals recall the p a s t and plan the future? Nature Reviews Neuroscience, 4, 685-69 1 . C l ayton, N. S . , & Russell, J. (2009) . Looking for episodic memory in ani­ mals and young ehildren: Prospects for a new minimalism. Neurops­ ychologia, 47, 2 3 3 0-2340.

681

Z i H N i N A R K E O L OJ i S İ

Clynes, M . ( 1 977). Sentics: The touch o f emotions. New York, NY: Doub­ leday Code, D. (2009) . To raise happy kids, put your marriage first. New York, NY: Crossroad. Coenen, V. A. , Schlaepfer, T. E., Maedler, B., & Panksepp, J. (20 1 1 ) . Cross-species affective functions o f the medial forebrain bund­ le-Implications for the treatment of affective p ain and depression in humans. Neuroscience & Biobehavioral Reviews, 35, 1 97 1- 1 9 8 1 . Colonnello, V. , Iacobucci, P. , Fuchs, T. , Newberry, R . C . , & Panksepp, J. (201 1 ) . Octodon degus . A us eful animal mo del for s ocial-affective neuroscience re- search: Basic description of s eparation distress, social attachments and play. Neuroscience & Biobehavioral Re­

views, 35, 1 854-1 863. C omings, D. E . , C omings, B. G. , Muhleman, D., Dietz, G. , Shahb ahrami, B., Tast, D. & Flanagan, S. D. (1 9 9 1 ) . The dopamine D2 receptor locus as a modifying gene in neuropsychiatric disorders . Joumal of the

American Medical Association, 266, 1 793-1 800. Conrad, C. D. (2008). Chronic stress-induced hippocamp al vulnerability: The glucocorticoid vulnerability hypothesis. Reviews of Neuros­

cience, 19, 395-41 1 . Conway, A. R. A., Kane, M. J. , & Engle, R . W. (2003 ) . Working memory capacity and its relation to general intelligence. Trends in Cognitive

Sciences, 7, 547-552. Copleston, F. (1 962a) . A History of Philosophy. l . C ilt: Greece and Rome, I. Bölüm. Garden City, NY: Image Books. Copleston, F. ( 1 962b). A History of Philosophy. 4. C ilt: Mod ern Philosop­ hy: Descartes to Leibniz. Garden City, NY: Image Books . Cousins, N. ( 1 983). The healing heart: Antidotes t o panic a n d helpless­ ness. New York, NY: W. W. Norton. Cozolino, L. (2002). The neuroscience of psychotherapy: Building and rebuilding the human brain. New York, NY:W.W.Norton . C ozolino, L. (201 0) . The neuroscience ofpsychotherapy: Healing the So­ cial Brain. 2. Baskı. New York, NY: W. W. Norton. Craig, A. D. (2002). How do you feel? Interoception: The s ense of the physiological condition of the body. Nature Reviews Neuroscience,

3, 655-666. Craig, A. D. (2003a). Interoception: The sense of the physiological con­ dition of the body. Current Opinion in Neurobiology, 1 3 , 500-505. Craig, A. D. (2003b). Pain mechanisms: Labeled lines versus convergence in central processing. Annual Review of Neuroscience, 2 6 , 1 -30. Craig AD (2009) . How do you feel-now? The anterior insula and human awarenes s . Nature Reviews Neuroscience, 1 0 , 59-70. Crawley, J . N . (2007). What's Wrong with My Mouse? B eh avioral Pheno-

682

KAY N A K Ç A typing of Transgenic and Knockout Mi c e ( 2 . Baskı) . New York, NY: Wiley & Sons. C romwell , H.C. & Panks epp, J. (20 1 1 ) . Rethinking the cognitive revoluti­ on from a neural perspective: How overuse/misuse of the term 'cog­ nition' and the neglect of affective controls in behavioral neuros­ cience could b e delaying progress in understanding the BrainMind,

Neuroscience and Biobehavioral Reviews, 35, 2026-2035 . D ah an, L . , Astier, B . , Vautrelle, N., Urbain, N . , Kocsis , B., & Cbouvet, G. (2007). Prominent burst firing of dopaminergic neurons in the vent­ ral tegmental area during paradoxical sleep. Neuropsychopharma­

cology, 3 2 , 1 23 2- 1 24 1 . D aitzman, R., & Zuckerman, M. ( 1 980) . Disinhibitory sens ation seeking, p ers onality and gonadal hormones. Personality and Individual Dif­

feren ces,

l , 1 03-1 1 0 .

D a ly, M . , & Wils on, M. (200 1 ) . Risk-taking, intrasexual competition and homicide. Nebraska Symposium on Motivation, 47 , 1-36. Damasio, A. R. ( 1 9 94) . Descartes' error: Emotion, reason, and the hu­

man· b rain. N ew York, NY: Avon Books . Damasio, A. R. ( 1 9 9 9 ) . The feeling of what happens: Body and emotion

in the making of consciousness. New York, NY: Harcourt Brace. Damasio, A. R. (2003). Looking for Spinoza: Joy, sorrow and the feeling

b rain. Orlando: Harcourt. Damasio, A. R. (20 1 0) . Self comes to mind: Constructing the conscious

b rain. New York, NY: Pantheon Books . Damasio, A. R . , Grabowski, T. J. , Bechara, A., D amasio, H., Fonta, L. L. B., Parvizi, J. , & Hichwa, R. D. (2000). Subcortical and cortical bra­ in activity during the feeling of self-generated emotions. Nature

Neuroscience, 3, 1 049- 1 056. D amoiseaux, J. S . , Rombouts, S. A., Barkhof, F. , Scheltens, P. , Stam, C. J. , Smith, S. M., & Beckmann, C. F. (2006). Consistent resting state networks acro s s healthy subjects. Proceedings of the National Aca­

d emy of Sciences U. S.A., 1 03, 1 3 848-1 3853. D antzer, R . , B luthe, R. M . , Koob, G. F. , &Le Moal, M. ( 1 987) . Modulation of s o cial memory in male rats by neurohypophyseal peptides. Psy­

chopharmacology, 9 1 , 363-368. Dantzer, R . , Koob, G. F. , Bluthe, R. M. , & Le Moal, M. ( 1 988) . Septal va­ s o p re s s in modulates social memory in male rats . Brain Research, 4 5 7 , 143-147. D antzer, R . , O ' C onnor, J. C . , Freund, G. G., Johns on, R. W. , & Kelley, K. W. (2008). From inflammation ta sickness and depression: When the immune system subjugates the brain. Nature Reviews Neuroscien­

ce, 6, 46-57 .

683

Z İ H N i N A R K E O L OJ İ S i

Darwin, C . ( 1 87 1 ) . The descent of man, and selection i n relation to sex. Princeton, NJ: Princeton Üniversitesi Yayınları. Darwin, C. ( 1 872) . The expression of the emotions in man and animals. Landon, UK: John Murray. Darwin, C. ( 1 872/1 998) . The expression of emotion in man and animals (3. Baskı) . New York, NY: Oxford Üniversitesi Yayınları . Daston, L., & Mitman, G . (2005) . Thinking with animals: New perspec­ tives on anthropomorphism. New York, NY: C olumbia Üniversitesi Yayınları. Davanloo, H. (2005) . Intensive short-terın dynamic p sychotherapy. H. Kaplan and B. Sadock (ed.) , Comprehensive textbook of psychiatry içinde (8. Baskı . , 2. Cilt, s. 2628-2652). Philadelphia: Lippincott Wil � liams & Wilkins. Davidson, R. J. (2004). Well-being and affective style: Neural substrates and biobehavioral correlates. Philosophical Transactions of the Ro­

yal Society of Landon, B, 359, 1 3 95-141 1 . Davidson, R. J. , Scherer, K. R., & Goldsmith, H. H . (2003) . Handbook of affective sciences. New York, NY: Oxford Üniversitesi Yayınları. Davies, P. S. (201 1 ). Ancestral voices in the mammalian mind: Philo­ sophical implications of Jaak Panksepp's affective neuroscience.

Neuroscience and Bio- behavioral Reviews, 35, 2036-2044. Davis, K. L., Panksepp, J. , & Norınansell, L. (2003) . The affective neuros­ cience persoıiality scales: Norınative data and implications .

NeuroPsychoanalysis, 5, 2 1-29. Davis, K. L., & Panksepp, J. (201 1 ) . The brain's emotional foundations of human personality and the Affective Neuroscience Personality Scales. Neuroscience and Biobehavioral Reviews, 3 5 , 1 946-1 958. Davis, M. (1 992). The role of the amygdala in fear and anxiety. Annual

Reviews Neuroscience, 1 5, 353-375. Davis, M., Campeau, S., Kim, M., & Falls, W. A . ( 1 995). N eural systems of emotion: The amygdala's role in fear and anxiety. J. L. McGaugh, N. M. Weinberger, & G. Lynch (ed.) , Brain and memory: Modulation and mediation of neuroplasticity içinde (s. 3-40) . New York: Oxford Üniversitesi Yayınları. Davis, M., & Lang, P. J. (2003) . Emotion. M. Gallagher, R. J. Nelson, & I. B. Weiner (ed.), Handbook of psychology: 3. C ilt Biological psychology içinde (s. 405-440 ). Hoboken, NJ: John Wiley & Sons. Davis, M., Ressler, K . , Rothb aum, B. O . , & Richardson R. (2006). Effects of D-cycloserine on extinction: Translation from preclinical to clini­ cal work. Biological Psychiatry, 60, 369-375. D avis, M ., Walker, D. L . , Miles, L., & Grillon, C . (20 1 0) . Phasic vs. sustai­ ned fear in rats and humans: Role of the extended amygdala in fear

684

K AY N A KÇA vs anxiety. Neuro- psychophamıacology Reviews, 35, 1 05-1 3 5 . Decety, J. , & Ickes , W. (Eds.) (2009) . The social neuroscience of empathy. C ambridge, MA: MIT Yayınlan. D e Dreu, C . K., Greer, L. L., Handgraaf, M. J. , Shalvi, S., Van Kleef, G. A., B a a s , M., Ten Velden, F. S., Van Dijk, E., & Feith, S. W. (20 1 0) . The neuropeptide oxytocin regulates parochial altruism in intergroup c onflict among humans. Science, 328, 1408- 1 4 1 1 . d e Jong, T. R . , Chauke, M., Harris, B. N., & Saltzman, W. (2009) . From here to p aternity: Neural correlates of the onset of paternal behavior in

C alifornia mice (Peromyscus californicus) . Hormones & Behavior, 5 6 , 2 2 0-23 1 .

Del-B en, C . M . , & Graeff, F. G. (2009). Panic disorder: Is the PAG invol­ ved? Neural Plasticity, 1-9 . doi: l 0 . 1 1 55/2009/ 1 08 1 35 . Delgado, J . M. R. ( 1 969). Physical control of the mind: Toward a psy­

cho-civilized society. New York,

NY: Harper and Row.

Delgad o , J. M. R., Roberts , W. W. , & Miller, N. E. ( 1 954) . Learning moti­ vated by electrical stimulation of the brain. A merican Joumal of

Physiology, 1 79 , 587-593 . DeMo lina A. F. , & Hunsperger, R . W. ( 1 962). Organization o f the sub­ cortical system governing defense and flight reactions in the cat.

Jo urnal of Physiology (Landon) , 1 60, 200-2 1 3 . D e nton, D. (2006). The primordial emotions: The dawning of conscious­ ness. New York, NY: Oxford Üniversitesi Yayınlan. D e s c artes , R. ( 1 960). Discourse on Method (L. Lafleur, Çev.). New York; M acmillan. D e Vries, G. J. , & Panzica, G. C. (2006) . Sexual di fferentiation of central vasopress in and vasotocin systems in vertebrates: different mecha­ nisms, similar endpoints. Neuroscience, 1 38, 947-55. de Waal, F. (2009) . Primates and philosophers: How morality evolved. Prince- ton, NJ: Princeton Üniversitesi Yayınları. Diamond, M. (2004). S ex, gender, and identity over the years : A changing perspective. Ghild and A dolescent Psychiatric Glinics ofNorth Ame­

rica, 1 3 , 5 9 1 -607. D i s s anayake, E. (2003). The core of art: Making special. Joumal of the

Ganadian Association for Gurriculum Studies, 1, 1 3-3 8. Ditzen, B., Schaer, M., Gabriel, B., Bodenmann, G. , Ehlert, U., & Heinri­ chs, M. (2009). Intranasal oxytocin increases positive communica­ tion and reduces cortisol levels during couple conflict. Biological Psychi atry, 65, 728-73 1 . Doidge, N. (2007). The brain that changes itself. New York: Penguin. D onaldson, Z. R . , & Young, L. J. (2008). Oxytocin, vasopressin, and the neurogenetics of sociality. Science, 322, 900-904.

685

Z i H N i N A R K E O LO J i S i

Doron, N. N. , & LeDoux, J. E . ( 1 999). Organization o f projections t o the lateral amygdala from auditory and visual areas of the thalamus in the rat. Joumal of Comparative Neurology, 4 1 2 , 383-409. Droit-Volet, S. , & Meck, W. H. (2007). How emotions colour our p ercepti­ on of time . Trends in Cognitive Sciences, 1 1 , 504-5 1 3 . Ehrhardt, A . A., Meyer-Bahlburg, H . F. L . , Rosen, L . R . , Feldman, J. F. , Veridiano, N. P. , Zimmerman, I., & McEwen, B. S. ( 1 985) . S exual orien­ tation after prenatal exposure to exogenous estrogen. A rchives of

Sexual Behavior, 1 4, 57-78. Ehrlich, I., Humeau, Y., Grenier, F., Ciocchi, S . , Herry, C . , & Lüthi, A. (2009) . Amygdala inhibitory circuits and the control of fear memory.

Neuron, 62, 757-77 1 . Ehrsson, H . H., Spence, C . , & Passingham, R . E . (2004). That's my handı Activity in premotor cortex reflects feeling of ownership of a limb.

Science, 305, 875-877. Eibl-Eibesfeldt, I. (1 989). Human ethology. New York, NY: Aldine de Gruyter. Eickhoff, F. W. (2006). On Nachtriiglichkeit: The mo dernity of an old con­ cept. Intemational Joumal of Psychoanalysis, 87 (Pt 6), 1 453-1469. Einon, D. , & Potegal, M. ( 1 99 1 ) . Enhanced defense in adult rats deprived of play- fighting experience as juveniles . Aggressive Behavior, 1 7 ,

27-40. Eisenberger, N. (201 0) . The neuronal hasis of s ocial p ain: Findings and implications. G. MacDonald & L.A. Jensen-C ampbell (ed.), Social

pain: Neuropsy- chological and health implications of loss and exclusion içinde (s. 53-78) . Washington, D C : American Psychologi­ cal Association. Ekman, P. (1 994). Strong evidence for universals in facial expressions: A reply to Russell's mistake critique. Psychological B ulletin, 1 1 5,

263-287. Ekman, P. , & Davidson, R. J. (ed.) . ( 1 994). The nature of emotion: Fun­ damental questions. New York, NY: Oxford üniversitesi Yayınları. Elbert, T. , & Rockstroh, B. (2004). Reorganization of the human cerebral cortex: The range of changes following use and injury. Neuroscien­

tist, 1 0, 1 29-14 1 . Eleftheriou, B. E . (Ed.). ( 1 972). The neurobiology of the amygdala. New York, NY: Plenum. Elliot, A. (Ed.). (2008). Handbook of approach and avoidance motivati­ on. New York, NY: Taylar & Francis. Elliott, R . , Watson, J. C . , Goldman, R. N., & Greenberg, L. S. (2004) . Lear­ ning emotion-focused therapy. Washington, D C ; American P sycho­ logical Association.

686

KAY N AKÇA Elli s , G. F . R . , & Toronchuk, J . A. (2005). Neural development: Affective and immune system influences . R. D. Ellis & N. Newton (ed. ) , Cons­

cio usness and emotion: Agency, conscious choice, and selective perception içinde ( s . 8 1 -1 1 9) . Amsterdam: John Benjamins. Elsinger, P. J. , Grattan, L. M . , Damasio, H . , & Damasio , A. R. ( 1 992) . De­ velopmental consequences of childhood frontal lobe damage. Archi­

ves ofNeurology, 49, 764-769. E p stein, M . ( 1 993). Postcommunist postmodernism. Common Knowle­

dge, 2 ( 3 ) , 1 1 0-1 1 1 . Evan s , C . S . ( 1 967). Methods of rearing and social interaction in Macaca nerrıestrina. Animal Behaviour, 1 5 , 263-266. Everitt, B. J. ( 1 990). Sexual motivation: A neural and behavioural analysis of the mechanisms underlying appetitive and copulatory responses of male rats . Neuroscience and Biobehavioral Reviews, 14, 2 1 7-23 2 .

Fagen, R . ( 1 9 8 1 ) . Animal play behavior. New York, NY : Oxford Üniversi­ tesi Yayınlan.

Fairrıb erg, H. (2007 ) . A plea far a broader concept of Nachtriiglichkeit.

Psychoanalytic Quarterly, 76, 1 22 1 - 1 240. Fanselow, M. S., & Poulos , A. M. (2005) . The neuroscience of mammalian a s s ociative learning. Annual Review of Psychology, 56, 207-234. Faure, A . , Richard, J. M . , & B erridge, K. C. (20 1 0) . Desire and dread from the nucleus accumbens : Cortical glutamate and subcortical GABA differentially generate motivation and hedonic impact in the rat.

PLoS One, 5(6), e l 1 22 3 . Faure, A . , Reynolds, S. M . , Richard, J . M., & Berridge K. C . (2008). Mes o­ limbic dopamine in desire and dread: Enabling motivation to be ge­ nerated by localized glutamate disruptions in nucleus accumbens.

Joumal of Neuroscience, 28, 7 1 84-7 1 92. Fearon, R . P. , B akermans-Kranenburg, M. J. , van Ijzendoorn, M. H., Lapsley, A. M., & Roisman, G. I. (20 1 0) . The significance of insecure attachment and dis organization in the development of children's externalizing b ehavior: A meta- analytic study. Child Development, 8 1 ' 435-45 6 . Feifel, D. , Macdonald, K., Nguyen, A., C obb, P. , Warlan, H . , Galangue, B . , M in a s sian, A., Becker, O., Cooper, J. , Perry, W. , Lefebvre, M . , Gon­ zales, J. , & Hadley, A. (20 1 0). Adjunctive intranasal oxytocin redu­ c e s symptoms in s chizophrenia patients . Biological Psychiatry, 68, 678-680. Fel dman, R . , Gordon, I., Schneiderman, I., Weisman, O., & Zagoory-Sha­ ron, O. (20 1 0) . Natura} variations in maternal and paternal care are a s s o ciated with systematic changes in oxytocin following pa-

687

Z İ H N i N A R K E O lOJ I S I

rent-infant contact. Psychoneuroendocrinology, 3 5 , 1 1 33-1 1 4 1 . Ferris, C . F. , Kulkami , P. , Sullivan, J. M . Jr. , Harder, J. A . , Mess enger, T. L., & Febo, M. (200 5 ) . Pup suckling is more rewarding than cocai­ ne: Evidence from fMRI and 3D computational analysis. Joumal of

Neuroscience, 2 5 , 1 49- 1 5 6 . Fibiger, H. C . , & Phillips, A. G. ( 1 986). Reward, motivation, cognition: Ps­ ychobiology of mesotelencephalic dop amine systems . Handbook of physiology, 4. Cilt içinde. The nervous system, Intrinsic regulatory systems of the brain (s. 647-6 7 5 ) . Bethesda, MD: American Physio­ logical Society. Flagel, S. B., Clark, J. J. , Robinson, T. E . , Mayo , L . , Cz uj , A. , Willuhn, I., Akers , C. A., Clinton, S. M., Phillips, P. E., & Akil, H . ( 2 0 1 l a) . A sele­ ctive role for dopamine in stimulus-reward learning. Nature, 469, 5 3-5 7 .

Flagel, S. B., C ameron, C. M . , Pickup, K . N. , Watson, S . J. , Akil, H ., & Ro­ binson, T. E . (20 1 lb). A food predictive cue must b e attributed with incentive salience for it to induce c-fos mRNA expression in corti­ co-striatal-thalamic brain regions. Neuroscience, 1 9 6 , 8 0-9 6 . Fleming, A . S . , & Rosenblatt, J. S . ( 1 974) . Olfactory regulation o f mater­ nal behavior in rats: I. Effects of olfactory bulb removal in expe­ rienced and inexperienced lactating and cycling females. Joumal of

Comparative and Physiological Psychology, 8 6 , 2 2 1 -23 2 . Fleming, A. S., O'Day, D. H . , & Kraemer, G. W. ( 1 9 9 9 ) . Neurobiology of I!!other-infant interactions: Experience and central n ervous system plasticity across development and generations . Neuroscience and

Biobehavioral Reviews, 23, 6 7 3-6 8 5 . Flynn, J . P. ( 1 976) . Neural hasis of threat and attack. R . G. Grenell & S. G. Abau (ed.), Biological foundations ofpsychiatry içinde (s. 2 7 5-2 9 5 ) . New York, NY: Raven Press . Foa, E . B., & Kozak, M. J. ( 1 998). Clinical applications of bioinforma­ tional theory: Understanding anxiety and its treatment. Behavior

Therapy, 2 9 , 675-690. Fogelin, R. J. (200 3 ) . Walking the tightrope ofreason: The precarious life of a rational animal. New York, NY: Oxford Üniversitesi Yayınları. Fosha, D. (2000). The transforming power of affect: A model for accele­ rated change. New York, NY: Basic Books . Fosha, D., Siegel, D., & Solomon, M. (ed.). (2009 a ) . The e ni bodied mind: Integration of the body, brain and mind in clinical practice. New York, NY: W. W. Norton Fosha, D., Siegel, D. J. , & Solomon, M. F. (ed. ) . (2009b) . The healing power

of emotion: Affective neuroscience, development and clinical pra­ ctice. New York, NY: W. W. Norton.

688

KAY H A K Ç A Fox, M. D . , and Raichle, M. E . (2007) . Spontaneous fluctuations i n brain activity ob s erved with functional magnetic resonance imaging. Na­

ture Reviews Neuro-science, 8, 700-7 1 1 . Frans s on, P. (2006) . How default is the default mode of brain function? Further evidence from intrinsic B OLD signal fluctuations. Neurops­

ychologia, 44, 2836-2845 .

Freed, P. J. , & Mann, J. J. (2007) . Sadness and loss: Toward a neurobi­ opsychosocial model. A merican Joumal of Psychiatry, 1 64, 28-34. Freed, P. J. , Yan agihara, T. K., Hirsch, J. , & Mann , J. J. (2009) . Neural mec­ hanisms of grief regulation. Biological Psychiatry, 66, 33-40. Freud , S . ( 1 895/1 968) . Project for a scientific psychology. In The origins

of psycho-A n alysis. SE I. London: Hogarth Press. ( Orijinal çalışma­ nın b asım t arihi 1 895) Freud, S . ( 1 9 0 5 a/ 1 968) . Jokes and their relation to the unconscious. Standard E dition 8 . London: Hogarth Press . (Orijinal çalışmanın b asım tarihi 1 905) Freud, S . ( 1 905b/ 1 968). Three essays on the theory ofsexuality. Standart B asım 7 . Landon: Hogarth Pres s, 1 968. (Orijinal çalışmanın basım tarihi 1 9 05) Freud, S . ( 1 93711 968). Constructions in analysis. Standart Basım 23. Landon: Hogarth Press . (Orijinal çalışmanın basım tarihi l 937) Galens on, E . , & Roiphe, H. ( 1 974) . The emergence of genital awareness during the s econd year of life. R. C. Friedman, R. M. Richard & R. L. van Wiele (ed.), Sex differences in behavior içinde (s. 223-23 1 ) . New York, NY: Wiley. Gallagher, S. (2000) . Philosophical conceptions of the self: Implications for cogn itive s cience. Trends in Cognitive Sciences, 4, 1 4-2 1 . Gallagher, H . L . , & Frith, C . D . (2003). Functional imaging o f "theory of mind." Trends in Cogn itive Sciences, 7 , 77-83. Gallagher, S., & Shear, J. (Eds . ) . ( 1 999). Models of the self. Exeter, UK: Imprint Academic. Ganasen, K. A., Ips er, J. C., & Stein, D. J. (20 1 0) . Augmentation of cogniti­ ve b eh avioral therapy with pharmacotherapy. Psychiatric Clinics of North America, 3 3 , 6 87-699. Gardner, H. ( 1 9 8 5 ) . The mind's new science: A history of the cognitive revolution . New York, NY: B asic Books. Gavrilets , S., & Rice, W. R. (2006). Genetic models of homosexuality: Ge­ n erating testable predictions . Proceedings of the Royal Society B, 2 7 3 , 3 03 1-3038 . Gedo, J . ( 1 997). Spleen and nostalgia: A life a n d work in psychoanaly­

sis. New York, NY: Jason Aronson. Georgiadis, J. R., Farrell, M. J. , Boessen, R., Denton, D. A., Gavrilescu, M . ,

689

Z i H N i N A R K E O LO J i S i

Kortekaas, R . , Rertken, R . J. , Hoogduin, J. M . , & Egan, G . F. (20 1 0) . Dy­ namic subcortical blood flow during male sexual activity with eco­ logical validity: A perfusion fMRI study. Neuroimage, 50, 208-2 1 6. Georgiadis, J. R . , Kortekaas, R., Kuipers, R . , Nieuwenburg, A., Pruim, J. , Reinders , A. A., & Holstege, G. (2006). Regional cerebral blood flow changes associated with clitorally induced orgasm in healthy wo­ men. European Joumal of Neuro- science, 24, 3 305-3 3 1 6 . Georgiadis , J. R . , Reinders , A . A. , Paans, A. M . , Renken, R . , & Kortekaas, R. (2009) . Men versus women on sexual brain function: Prominent differences during tactile genital stimulation, but not during or­ gasm. Human Brain Mapping, 30, 3089-3 1 0 1 . Giegling, 1 . Rujescu, D., Mandelli, L., Schneider, B., Hartmann, A . M., Schnabel, A., Maurer, K., De Ronchi, D., Möller, H. J. , & S erretti, A. (2007). Tachykinin receptor 1 variants associated with aggression in suicidal behavior. American Joumal of Medical Genetics Part B:

Neuropsychiatric Genetics, 144B(6), 757-76 1 . Gleason, E . D., Fuxjager, M . J. , Oyegbile, T. O., & Marler, C . A . (2009). Testosterone release and social context: When it occurs and why.

Frontiers in Neuroendocrinology, 30, 460-469 . Goel, V. , & Dolan, R . J. (2003) . Reciprocal neural response within lateral and ventral medial prefrontal cortex during hot and cold reasoning.

Neuroimage, 20, 2314-232 1 . Goldman-Rakic, P. S. ( 1 998) . The cortical dopamine system: Role in me­ mory and cognition. Advances in Pharmacology, 42 , 707-7 1 1 . Goldstein, J. M. (2006). Sex, hormones and affective arousal circuitry dysfunction in schizophrenia. Hormones & Behavior, 50, 6 1 2-622. Goleman, D. (2006). Social intelligence: The new science of human rela­ tionships. New York, NY: Arrow. Goodall, J. (1 986). The chimpanzees of Gombe. C ambridge, MA: Harvard Üniversitesi Yayınlan. Goods on, J. L., & Bass, A. H. (200 1 ) . Social behavior functions and rela­ ted anatomical characteristics of vasotocin/vasopressin systems in vertebrates . Brain Research Reviews, 35, 246-26 5. Gooren, L. (2006). The biology o f human psychos exual differentiation.

Hormones and Behavior, 50, 589-60 1 . Gordon, N. S., Burke, S., Akil, H., Watson, S . , & Panksepp, J. (2003) . So­ cially-induced brain "fertilization": Play promotes brain derived neurotrophic factor transcription in the amygdala and dorsolateral frontal cortex in juvenile rats. Neuroscience Letters, 341 , 1 7-20. Gordon, N . S . , Kollack-Walker, S . , Akil, H ., & Panksepp, J . (2002). Exp­ ression of c- fos gene activation during rough and tumble play in juvenile rats. Brain Research Bulletin, 57, 6 5 1-659.

690

K AY N A K Ç A

Gorski, R. A. ( 1 988). Sexual differentiation o f the brain: Mechanisms a n d implications for neuroscience. S. S. Easter Jr. , K. F. Barald ve B.

M. C arlson (ed.) , From message to mind: Direction in developmen­ tal neurobiology i çinde (s. 2 5 6-27 1 ) . Sunderland, MA: Sinauer. Gottesman, I. I., & Gould, T. D. (2003). The endophenotype concept in p sychiatry: E tymology and strategic intentions . American Joumal

of Psychiatry, 1 60, 636-645. Grac e , A. A. ( 1 9 9 1 ) . Phasic versus tonic dopamine release and modulati­ on of dopamine system responsivity: A hypothesis for the etiology o f s chizophrenia . Neuroscience, 4 1 , 1 -24. Graeff, F. G. (2004) . Serotonin, the periaqueductal gray and panic.

Neuroscience & Biobehavioral Reviews, 28, 239-259. Grandin, T. (2005). Animals in translation. New York, NY : Scribner. Grandin, T. & Johnson, C. (2009) . Animals make us human. Orlando, FL: Houghton Mifflin Harcourt Publishing Company. Gray, J. ( 1 9 9 0 ) . Brain systems that mediate both emotion and cognition.

Cognition and Emotion, 4, 269-288. Gray, J. ( 1 9 9 2 ) . Men are from Mars and women from Venus. New York, NY: Harp er C ollins .

Gray, L . , Miller, L. W. , Philipp, B. L., & Blass, E. M. (2002) . Breastfeeding is analgesic in healthy newborns. Pediatrics, 1 09, 590-593. Green, J. J. , & Hollander, E . (20 1 0) . Autism and oxytocin: new develop­ ments in translational approaches to therapeutics. Neurotherapeu­

tics, 7, 2 50-25 7 . Greenberg, L. (2002). Emotion-focused therapy: Coaching clients to

work through feelings. Washington, DC: American Psychological A s s o c i ation. Greenb erg, L., & Watson, J. (2005) . Emotion-focused therapy of depres­

sion. Washington, D C : American Psychological Association. Green s p an, R. J. , & B a ars , B. J. (2005) . Consciousness eclipsed: Jacqu­ es Loeb, Ivan P. Pavlov, and the rise of reductionistic biology after 1 90 0 . Consciousness and Cognition, 14, 2 1 9-230. Gregg, T. , & Siegel, A. (2003) . D ifferential effects of NK l receptors in the mid-brain periaqueductal gray upon defensive rage and predatory attack in the c at. Brain Research, 994, 55-66. Griffin, D. R. ( 1 9 8 4) . A nimal thinking. C ambridge, MA: Harvard Üniver­ sitesi Yayınları. Griffin, D. R. (200 1 ) . Animal minds: Beyond cognition to conscious­ ness. Chicago: Chicago Üniversitesi Yayınl an. Grimm, S., B eck, J. , S chuepbach, D., Hell, D., Boesiger P. , Bermpohl, F. , Niehaus, L . , B oeker, H., & Northoff G. (2008) . Imb alance between left a n d right dors o - ateral prefrontal cortex in major depression is lin-

69 1

Z İ H N İ N A R K E O LO J i S i

ked t o negative emotional judgment: An fMRI study i n s evere major depressive disorder. Biological Psychiatry, 63, 369-376. Grimm, S., Boesiger P. , Beck, J. , Schuepbach, D . , B ermpohl, F. , Walter, M, Ernst, J. , Hell, D., & Northoff, G. (2009) . Altered negative B OLD responses in the de- fault-mode network during emotion processing in depressed subjects . Neuropsychopharmacology, 34, 932-943 . Grippo, A. J, Trahanas, D. M., Zimmerman, R. R. 2nd, Porges , S. W. , & C arter, C. S. (2009) . Oxytocin protects against negative b ehavioral and autonomic consequences of long-term social isolation. Psycho­

neuroendocrinology, 34, 1 542-1 553. Groos, K. ( 1 898). The play of animals (E.L. B aldwin, Trans . ) . New York, NY: Appleton. Groos, K. ( 1 90 1 ). The play of man (Çev. E .L. Baldwin. ) . New York, NY: Appleton. Grosenick, L., Greer, S., & Knutson, B. (2008). Interpretable classifiers for FMRI improve prediction of purchas es. IEEE Transactions on

Neural Systems and Rehabilitation Engineering, 1 6 , 539-548. Gross, J. J. (2008). Emotion regulation. M. Lewis, J. M. Haviland-Jones, and L.F. Barrett (ed.), Handbook of emotions içinde (3 . B askı, s . 4975 1 2). New York, NY: Guilford. Gross, J. J. (E d.). (2009) . Handbook of emotion regulation. New York, NY: Guilford. Gross-Isseroff, R., Biegon, A., voet, H., & Wezman, A. ( 1 998) . The suicide brain: A review of postmortem receptor/transporter binding stu­ dies. Neuroscience & Biobehavioral Reviews, 22, 653-66 1 . Guastella, A. J. , Howard, A. L., Dadds , M. R., Mitchell, P. , & G ars on, D. S. (2009) . A randomized controlled trial of intranasal oxytocin as an adjunct to exposure therapy for social anxiety disorder. Psycho­

neuroendocrinology, 34, 91 7-923. Guerra, D. J. , C olonnello, V. , & Panksepp, J. (20 1 0) . The neurobiology of rage and anger and p sychiatric implications with a focus on dep­ ression. F. Pahlavan (ed.) , Multiple facets of anger: Getting mad or restoring justice? içinde (s. 81-103). New York, NY: N ova Science. Gur, R.C., Mozley, L.H., Mozley, P. D., Resnick, S. M., Karp, J. S., Alavi, A., Arnold, S. E . , & Gur, R. E . ( 1 995). Sex differences in regional cerebral glucose metabolism during a resting state. Science, 267, 528-53 1 . Gurian, M. (2004) . What could he be thinking ? How a man 's mind really works. New York, NY: St. Martin's Griffin. Haber, S. N. , & Knutson, B. (20 1 0) . The reward circuit: Linking primate anatomy and human imaging. Neuropsychopharmacology Reviews,

35, 4-26. Halasz, J., Toth, M., Mikics, E., Hrabovszky, E., B arsy, B . , B arsvari, B . , &

692

K AY N AKÇA Haller, J . (2008) . The effect o f neurokinin 1 receptor blockade o n ter­ ritorial aggres sion and in a model of violent aggression. Biological

Psychiatry, 63, 27 1-278. H amburg, M. D . ( 1 97 1 ) . Hypothalamic unit activity and eating behavior.

American Joumal of Physiology, 220, 980-985. Hansen, S., & Kohler, C . ( 1 984) . The importance of the perip eduncular nucleus in the neuroendocrine control of sexual behavior and milk ejection in the rat. Neuroendocrinolology, 39, 563-572. H a o , S . , Liu, S., Zheng, X., Zheng, W. , Ouyang, H., Mata, M., & Fink, D. J.

(20 1 0) . The role of TNF? in the periaqueductal gray during nalaxo­ ne-precipi ated morphine withdrawal in rats . Neuropsychophanna­

cology, 36, 664-676. Hardt, o . Einarsson. E . O . , & Nader, K . (20 10). A bridge over troubled .

water: Re- consolidation as a link between cognitive and neuros­ cientific memory research traditions. Annual Review of Psycho­

logy, 6 1 , 141-1 67. Harl ow, H. F. ( 1 958). The nature of love. American Psychology, 1 3 , 673-

6 8 5 . Harman, K. M., Cromwell, H. C., Burgdorf, J. , Moskal, J. R. , Bru­ dzynski , S. M., Kroes, R. A., & Panksepp, J. (2008) . Rats selectively bred for low levels of 50 kHz ultrasonic vocalizations exhibit al­ terations in early social motivation. Developmental Psychobiology, 50, 3 2 2-2 3 1 . Harmon-Jones, E . , & Winkielman, P. (2007). Social neuroscience: Integ­ rating b iological and psychological explanations ofsocial behavior. N ew York: Guilford. Harro, J. (20 1 0) . Inter-individual differences in neurobiology as vulne­ rability factors for affective disorders : Implication for psychophar­ macology. Pharmacological Therapeutics, 125, 402-422. Harro , J. , & Oreland, L. (200 1 ) . Depression as a spreading adjustment disorder of monoaminergic neurons: A case for primary implication of the locus coeruleus. Brain Research Reviews, 38, 79-1 28. H arro , J. , Kanarik, M., Matrov, D., & Panksepp, J. (20 1 1 ) . Mapping pat­ terns of depres sion-related brain regions with cytochrome oxidase histochemistry: Relevance of animal affective systems to human di­ s o rders , with a focus on resilience to adverse events. Neuroscience

& Biobehavioral Reviews, 3 5 , 1 87,6-1 889.

Hart, S. L., & Legerstee, M. (Eds .). (20 1 0) . Handbook of jealousy: Theo­

ries, principles, and multidisciplinary approaches. New York, NY: Wiley-Blackwell. Hartman, S. (20 1 1 ) . Go again within (the biology of spirit). www.eonw­ riter.com. Haubens ak, W. , Kunwar, P. S., C ai, H . , Ciocchi, S . , Wall, N. R., Ponnus amy,

693

Z i H N i N A R K E O L OJ i S i

R., Biag, J. , Dong, H . W. , Deisseroth, K . , C allaway, E . M . , Fanselow, M. S., Lüthi, A., & Anderson. D. J. (20 1 0). Genetic dissection of an amyg­ dala microcircuit that gates conditioned fear. Nature, 468, 2 70-276. Heath, R. ( 1 996). Exploring the mind-body relationship. B aton Rouge, LA: Meran Printing. Heath, R. G., Llewellyn, R. C . , & Rouchell, A. ( 1 980). The cerebellar pace­ maker for intractable behavioral disorders and epilepsy: Follow-up report. Biological Psychiatry, 1 5, 254-256. Hebb, D . O. ( 1 949). The organization of behavior. N e w York, NY: John Wiley. Heidbreder, C ., Gewiss, M., DeMot, B . , Mertens , ! . , & D e Witte, P. ( 1 992). Balance of glutamate and dopamine in the nucleus accumbens mo­ dulates self- stimulation behaviour after injection of cholecystoki­ nin and neurotensin in the rat brain. Peptides, 1 3, 441-44 9 . Heim, C . , & Nemeroff, C . B. ( 1 999). The imp act of early advers e experien­ ces on brain systems involved in the pathophysiology of anxiety and affective disorders. Biological Psychiatry, 4, 1 509-1 522. Heim, C., Plotsky, P. M. , & Nemeroff, C . B . (2004) . Importance of studying the contributions of early adverse experience to neurobiological findings in depression. Neuropsychopharmacology, 2 9 , 641 -648. Heim, C ., Shugart, M., Craighead, W. E . , & Nemeroff, C . B. (20 1 0 ) . Neuro­ biological and psychiatric consequences of chil d abuse and neglect.

Developmental Psychobiology, 52, 6 7 1 -690. Hein, G. , & Singer, T. (2008) . I feel how you feel but not always : The em­ pathic brain and its modulation. Current Opinions in Neurobiology,

18, 1 53-1 58. Heinrichs, M., & Domes , G. (2008). Neuropeptides and social b ehaviour: Effects of oxytocin and vasopressin in human s . Progress in Brain

Research, 1 70, 337-350. Heinrichs, M. , von Dawans, B., & Domes , G. (2009) . Oxytocin, vasopres­ sin, and human social behavior. Frontiers in Neuroendocrinology,

30, 548-557. Heresco-Levy, U. , Ermilov, M., Shimoni, J. , Shapiro , B., S ilip o , G. & Ja­ vitt, D. C. (2002). Placebo-controlled trial of D-cycloserine added to conventional neuroleptics, olanzapine and risperidone in s chizoph­ renia, A merican Joumal of Psychiatry, 1 59, 480-482 . Herman, B . H., & Panksepp, J. ( 1 978). Effects o f morphine a n d naloxo­ ne on sep aration distress and approach attachment: evidence for opiate mediation of social affect. Pharmacol Biochem Behav, 9 (2),

2 1 3-220. Herman, B. H., and Panksepp, J. ( 1 98 1 ) . Ascending endorphin inhibition of distress vocalization. Science, 2 1 1 , 1 060-1 062.

694

K AY N AKÇA Hennan s , E . J. , Ramsey, N. F. , & van Honk, J . (2008) Exogenous tes­ tosterone enhances responsiveness to social threat in the neural circuitry of s ocial aggression in humans. Biological Psychiatry, 63

,

263-270. Hes s , W. R . ( 1 954). Diencephalon: Autonomic and extrapyramidal fun­

ctions. New York: Grune and Stratton. Hes s , W. R. ( 1 9 57 ) . The functional organization of the diencephalon. New York, NY: Grune and Statton. Hes s , W. R. ( 1 964) . The biology of mind. Chicago: Chicago Üniversitesi Yayınları. Hitchcock, E . , & C airns , V. ( 1 973). Amygdalotomy. Postgraduate Medici­

ne, 4 9 , 894-904 . Hoffman, R. (E d.). (20 1 1 ) . The sublime. New York, NY: Oxford Ünivers i­ tesi Yayınları . Hofmann, S. G., Pollack, M. H., & Otto, M. W. (2006). Augmentation tre­ atment of psychotherapy for anxiety disorders with D-cycloserine.

CNS Drug Reviews, 1 2 208-2 1 7 . ,

Hole, G . J. , & Einon, D . F. ( 1 984) . Play i n rodents. P. K . Smith (ed.), Play

in animals and humans i çinde (s. 95-1 17). New York, NY: Basil Bla­ ckwell. Holsboer, F. , & Ising M. (2008) . C entral CRH system in depression and anxiety evidence from clinical studies with CRH l receptor antago­ nis ts. European Joumal of Pharmacology, 583, 350-357. Holstege, G., Georgiadis, J. R., Paans, A. M., Meiners , L. C., van der Graaf, F. H . , & Reinders , A.A. (2003) . Brain activation during human male ej aculation. Joumal of Neuroscience, 23, 9 1 85-9 1 93. Holstege, G. R., & S aper, C . B. (2005). Special issue: The anatomy of the soul. Joumal of Comparative Neurology, 493, 1-176. Holt, R. R . ( 1 9 8 9 ) . Freud Reappraised. New York, NY: The Guilford Press. Holtzheimer, P. E . III, & Nemeroff, C. B. (2006). Advances in the tre­ atment of depression. Joumal of the American Society for Experi­ mental NeuroTherapeutics, 3, 42-56 . Hosobuchi, Y. , Rossier, J. , Bloom, F. E . , & Guillemin, R. ( 1 979) . Stimulati­ on of human p eriaqueductal gray for pain relief increases immuno­ reactive b eta- endorphin in ventricular fluid. Science, 203, 279-28 1 . Hoyenga, K . B . , & Hoyenga, K . T. ( 1 993). Gender-related differences: Ori­

gins and outcomes. B aston, MA: Allyn & Bacan. Hrdy, S. (2009). Mothers and others: The evolutionary origins of mutual understanding . Cambridge, MA: Harvard Üniversitesi Yayınları. Hubel, D . , & Wiesel, T. ( 1 979) . Brain mechanisms of vision. Scientific

American, 241 , 1 50-1 62. Huber, R., Panksepp, J. B . , Nathaniel, T. , Alcaro, A. and Panksepp, J.

695

Z İ H N İ N A R K E O L OJ İ S İ

(20 1 1 ) . Drug-sensitive reward in crayfish: a n inv.ertebrate model system for the study of SEEKING, reward, addiction, and withd­ rawal, Neuroscience & Biobehavioral Reviews, 3 5 , 1 847-1 8 5 3 . Huber, D. , Veinante, P. , & Stoop, R. (2005) . Vasopressin a n d oxytocin ex­ cite distinct neuronal populations in the central amygdala. Science, 308, 245-247. Hughes, D. A. (2006). Building the bonds of attachment: Awakening love in deeply troubled children (2. B askı . ) . Lanham, MD: Jason Aronson. Hughes, D. A . (2007) . Attachment-focused family therapy. New York, NY: W. W. N orton. Hume, D. ( 1 739). A treatise of human nature: Being an attemp t to int­

roduce the experimental method of reasoning into moral subjects. New York, NY: Penguin Classic. Hume, D. ( 1 748/ 1 9 1 0) . An enquiry conceming human understanding. Harvard Classics 37. Cilt New York, NY: P. F. C ollier & Son. Huston, J. P. , & Borbely, A. A . (1 973) . Operant conditioning in forebrain ablated rats by use of rewarding hypothalamic stimulation. Brain Research, 50, 467-472. Huston, J. P. , & Borbely, A. A. ( 1 974) . The thalamic rat: General b ehavior, operant learning with rewarding hypothalamic stimulation, and ef­ fects of amphetamine. Physiology & Behavior, 1 2 , 43 3-44 8 . Hyman, S . E . (2007) . Can neuroscience be integrated into the D SM-V? Nature Reviews Neuroscience, 8, 725-7 3 2 . Iacoboni, M . (2009a) . Imitation, empathy and mirror neuron s . Annual Review of Psychology, 60, 1 9 . 1-1 9 . 1 8 . Iacoboni, M. (2009b). Mirroring people: The new science of how we con­ nect with others. New York, NY: Farrar, Straus, and Giroux. Ikemoto, S. (2007). Dopamine reward circuitry: Tuvo proj ection systems from the ventral midbrain to the nucleus accumbens-olfactory tu­ bercle complex. Brain Research Review, 56, 27-7 8 . Ikemoto, S. (20 1 0) . Brain reward circuitry beyond the mesolimbic dopa­ mine system: A neurobiological theory. Neuroscience & Biobehavio­ ral Reviews, 35, 1 29-1 50. doi: 1 0 . 1 0 1 6/j.neubiorev. 2 0 1 0 . 0 2 . 00 1 Ikemoto, S., & Panksepp, J. ( 1 992). The effects of early s ocial isolation on the motivation for social play in juvenile rats. Developmental Psychobiology, 25, 2 6 1 -2 74. Ikemoto, S., and Panks epp, J. ( 1 994) . The relationship b etween self-sti­ mulation and sniffing in rats : Does a common brain system mediate these behaviors? Behavioral Brain Research, 6 1 , 1 43- 1 62. Ikemoto, S., and Panksepp, J. ( 1 999). The role of nucleus accumb ens do­ famine in motivated b ehavior: A unifying interpretation with spe­ cial reference to reward- seeking. Brain Research Reviews, 3 1 , 6-41 .

696

K AY N A KÇA Insel, T. R. ( 1 990) . Oxytocin and matemal behavior. N. A. Krasnegor & R. S. Bridges (ed.), Mammalian parenting içinde (s. 260-280) . New York, NY: Oxford Üniversitesi Yayınlan. Ins el, T. R. (200 3 ) . Is s ocial attachment an addictive disorder? Physio ­

logy & Behavior, 7 9 , 3 5 1-357. Insel, T. R . (20 1 0) . The challenge of translation in social neuroscience: A review of oxytocin, vasopressin, and affiliative behavior. Neuron, 6 5 , 7 6 8-779. Ins el, T. R . , & H arb augh, C . R. ( 1 989). Lesions o f the hypothalamic pa­ raventricular nucleus disrupt the initiation of matemal behavior.

Physiology & Behavior, 45, 1 033-104 1 .

Ins el, T. R . , & Shap iro, L. E . (1 992) . Oxytocin receptors and maternal behaviour. C. A. Pedersen, J. D. C aldwell, & G. F. Jirikowski (ed.), Oxy­

tocin in matemal, sexual, and social behaviours içinde (s. 1 22-1 4 1 ) . New York, NY: New York Academy of Sciences. Insel, T. R., & Young, L. J. (200 1 ) . The neurobiology of attachment. Natu­

re Reviews Neuroscience, 2, 1 29-1 36. Irle , E., Lange, C., Sachsse, U. , & Weniger, G. (2009) . Further evidence that p o s t- traumatic stress disorder but not dissociative disorders are related ta amygdala and hippocampal size reduction in trau­ m a - exp o s e d individuals. Acta Psychiatrica Scandinavica, 1 1 9(4) , 3 3 0-3 3 1 . Ishak, W. W. , Kahloon, M., & Fakhry, H. (20 1 0) . Oxytocin role in enhan­ cing well- being: A literature review. Joumal ofAffective Disorders, 1 30 , 1-9. Izard, C . E . (2007) . Basic emotions , natural kinds, emotion schemas, and a new p aradigm. Persp ectives on Psychological Science, 2, 260-268. Iz debski, K. (ed. ) . (2008) . Emotions in the human voice, Vals . 1-3. San Diego, CA: Plural. Jacob, F. ( 1 977). Evolution and tinkering. Science, 196, 1 1 6 1 - 1 1 66. James, W. ( 1 968). What is an emotion? In M. Amold (ed.), The nature of emotion. B altimore: Penguin. (Orijinal çalışmanın basım tarihi 1 884.) Jam e s , W. ( 1 892). Psychology: The briefer course. New York, NY: Harper & Row. Janov, A. (2007). Primal healing. Franklin Lakes, NJ: New Page Books . Jeannerod, M. (2003). The mechanism of self-recognition in humans.

Behavioural Brain Research, 142, 1-1 5. Jirikowski, G. F. , C aldvyell, J. D., Stumpf, W. E . , & Pedersen, C. A. ( 1 988). E stradiol influences oxytocin iınmunoreactive brain systems.

Neuroscience, 2 5 , 23 7-248 . Johnson, S . , Holli s , C . , Kochhar, P. , Hennessy, E . , Wolke, D., & Marlow, N .

697

Z İ H N İ N A R K E O L OJ İ S İ

(20 1 0) . Autism spectrum dis orders i n extremely preterm children.

Joumal ofPediatrics, 1 56 , 525-53 1 . e2. Jonason, K. R., Enlloe, L. J. , C ontrucci, J. , & Meyer, P. M . ( 1 973) . Effects of simultaneous and successive septal and amygdaloid lesions on social behavior of the rat. Journal of Compara tive and Physiologi­ cal Psychology, 83, 54-6 1 . Jürgens, U. (2002) . Neural pathways underlying vocal control. Neuros­ cience & Biobehavioral Reviews, 26, 235-258. Kalin, N. H., Shelton, S. E., & Barksdale, C . M. ( 1 98 8 ) . Opiate modulation of separation-induced distress in non-human primates . Brain Rese­ arch, 440, 285-292. Kalin, N. H., Shelton, S. E . , Davidson, R. J. , & Kelley, A. E. (200 1 ) . The primate· amygdala mediates acute fear but not the b ehavioral and physiological components of anxious temperament. Journal of Neuroscience, 2 1 , 2067-2074. Kalogeras, K. T. , Neiman, L. K., Friedman, T. C . , Doppman, J. L . , Cutler, G. B. Jr. , Chrousos, G. P. , Wilder, R. L., Gold, P. W. Q. , & Yanovski, J. A. (1 996). Inferior petrosal sinus sampling in healthy human subjects reveals a unilateral corticotrophin-releasing hormone-induced ar­ ginine vasopressin release associated with ip silateral adrenocorti­ cotropin secretion. Joumal of Clinical Investigation 9 7 , 2045-2050. Kanarik, M., Alttoa, A., Matrov, D., Koiv, K., Sharp, T. , Panksepp, J. , & Harro, J. (20 10). Brain responses to chronic social defeat stress : Ef­ fects on regional oxidative metabolism as a function of a hedonic trait, and gene expression in sus- ceptible and resilient rats . Euro­ pean Joumal of Neuropsychopharmacology, 2 1 , 9 2- 1 0 7 . Kan del, E . (2007). In search of memory: The e merg ence of a n e w science of mind. New York, NY: W. W. Norton. Kaplan-Solms, K., & Solms , M. (2000) . Clinical studies in neuro-psychoa­ nalysis: Introduction to a depth neuropsychology. Landon: Karnac. Kassel, J. D. (20 1 0) . Substance abuse and emotion. Washington, D C : A.merican Psychological Association. Kehoe, P. , & Blass, E. M. ( 1 986) . Opioid-mediation of sep aration distres s in 1 0-day-old rats: Reversal of stress with maternal stimuli. Deve­ lopmental Psychobiology, 1 9, 385-398. Kelley, A. E . ( 1 999). Neural integrative activities of nucleus accumbens subregions in relation to learning and motivation. Psychobiology, 27, 1 98-2 1 3 . Kelley, A. E . (2004) . Memory and addiction: Shared neural circuitry and molecular mechanisms. Neuron, 44, 1 6 1 - 1 7 9 . Keltner, D. (2009). Bom to be good: The science of a meaningful life. New York, NY: W. W. Norton.

698

KAY N AKÇA Kendrick, K. M.

(2000) . O xytocin, motherhood and bonding. Experimen­

tal Physiology, 85, 1 1 1 S-1 24S. Kendrick, K. M., Levy, F. , and Keverne, E. B.

(1 992) . Changes in the sen­

s o ry processing of olfactory signals induced by birth in sheep.

Science, 256, 833-836. Kennedy, S . E . , Koeppe, R. A., Young, E . A., & Zubieta, J. K.

(2006). Dy­

sregulation of endogenous opioid emotion regulation circuitry in m ajor depression in women. A rchives of General Psychiatry,

63,

1 1 99-1 208. Kerchner, G. A., & Nicoll, R. A. (2008) . Silent synapses and the emergence of a p ostsynaptic mechanism for LTP. Nature Reviews Neuroscien­ ce, 9, 8 1 3-825. Keverne, E . B . , & Kendrick, K. M. ( 1 994). Maternal b ehavior in sheep and its neuroendocrine regulation. Acra Paediatrica Supplment, 379,

47-56 . Keverne, E . B . , Levy, F. , Poindron, P., and Linds ay, D . R. ( 1 983). "Vaginal s timulation: An important determinant of maternal bonding in she­ ep." Science,

2 1 9, 8 1 .

Keverne, E . B . , Martensz, N. , & 'I\ıite, B.

(1 989). rı!l-Endorphin concentra­

tions in CSF of monkeys are influenced by grooming relationships .

Psychoneuroendocrinology, 14, 1 55-1 6 1 . Keverne, E . B . , Nevison, C . M., & Martel, F. L .

(1 997). Early learning and

the s o cial b ond. A nnals of New York Academy of Sciences, 807,

3 2 9-3 3 9 . Kimbrell, T. A . , George, M . S . , Parekh, P. I . , Ketter, T. A . , Podell, D . M., D anielson, A. L . , Repella, J. D., Benson, B. E., Willis, M. W., Herscovit­ ch, P. , & Post, R. M.

( 1 999) . Regional brain activity during transient

s elf-induced anxiety and anger in healthy adults . Biological Psychi­

atry, 46, 454-465. Kimchi, T. , X u , J. , & Dulac, C . male s exual behaviour in

(2007). A functional circuit underlying the female mouse brain. Nature, 448,

1 009- 1 0 14. King, B. E., Packard, M. G., & Alexander, G. M.

( 1 999). Affective properties

of intra-medial preoptic area injections of testosterone in male rats .

Neuroscience Letters, 269, 1 49-1 52. King, H. E .

( 1 96 1 ) . Psychological effects of excitation in the limbic sys­

tem. D. E. Sheer (ed.), Electrical stimulation of the brain içinde (s. 477-486). Austin: Texas Üniversitesi Yayınlan . Kins ey, A. C . , Pomeroy, W. B., & Martin, C. E.

( 1 948) . Sexual behavior in the human male. Philadelphia: W. B. Saunders . Kinsley, C . H . , & Lambert, K. G. (2006). The maternal brain. Scientijic American, 294, 72-79.

699

Z i H N i N A R K E O LOJ i S i

Kinsley, C . H., & Lambert, K . G. (2008) . Reproduction-induced neurop­ lasticity: Natura! behavioural and neuronal alterations associated with the production and care of offspring. Joumal of Neuroendoc­ rinology, 20, 5 1 5-525. Kinsley, C . H., Bardi, M., Karelina, K., Rima, B . , C hriston, L . , Friedenberg, J. , & Griffin, G. (2008). Motherhood induces and maintains b ehavi­ oral and neural plasticity across the lifespan in the rat. Archives of Sexual Behavior, 37, 43-56 . Kisilevsky, B. S., & Davies , G. A. (2007) . Auditory processing deficits in growth restricted fetuses affect later language development. Medi­ cal llypotheses, 68, 620-628. Klein, D. F. , & Rabkin, J. (ed. ). ( 1 9 8 1 ) . Anxiety: New research and chan­ ging concepts. New York: Raven Press. Klüver, H., & Bucy, P. C. ( 1 939). Preliminary analysis of functions of the temporal lobes in monkeys. Archives of Neurology and Psychiatry, 42 , 979-1 000. Knack, J. M., Gomez, H. L., & Jensen-Campbell, L. A. (20 1 1 ) . Bullying and its long- term health implications . G. MacDonald & L. A. Jen­ sen-Campbell (ed. ) , Social pain: Neuropsychological and health implications of loss and exclusion içinde (s. 2 1 5-236) . Washington, DC: American Psychological Association. Knoll, A.T., & Carlezon, W. A. Jr. (20 1 0) . Dynorphin, stress , and depressi­ on. Brain Research, 1 3 1 4, 56-73 Knutson, B., Burgdorf, J. , & Panksepp, J. ( 1 998) . Anticip ation of play eli­ cits vocalizations in juvenile rats. Joumal of Comparative Psycho­ logy, 1 1 2, 65-73. Knutson, B., Burgdorf, J. , & Panksepp, J. ( 1 999) . High-frequency ultra­ sonic vocalizations index conditioned pharmacological reward in rats . Physiology & Behavior, 66, 65-7 3 . Knutson, B., Burgdorf, J. , & Panksepp, J . (2002 ) . Ultrasonic vocalizations as indices of affective states in rats. Psychological Bulletin, 1 28(6) , 961-977. Knutson, B., & Cooper, J. C. (2005) . Functional magnetic resonance ima­ ging of reward prediction. Current Opinions in Neurobiology, 1 8 , . 41 1-41 7. Kııu tson, B. , & Greer, S. M. (2008) . Anticipatory affect: N eural correlates and consequences for choice. Philosophical Transactions of the Ro­ yal Society, Landon B Biological Sciences, 3 6 3 , 3 7 7 1 -3 7 8 6 . Kııu ts on, B. , Wolkowitz, O. M. , C ole, S. W. , Chan, T. , Moore, E . A . , Joh­ nson, R. C . , Terpstra, J. , Turner, R. A., & Reus, V. I. ( 1 998). S elective alteration of p ersonality and social behavior by s erotonergic inter­ vention. American Joumal ofPsychiatry, 1 55 , 3 73-3 7 9 .

700

K AYNAKÇA Koenigsb erg, H .W.

(20 1 0) Affective instability: Towards a n integration

of neuroscience and psychological persp ectives. Joumal of Perso­

nality Disorders, 24, 60-82. Kolb, B . , & Tees, C . (ed.) .

( 1 990) . The cerebral cortex of the rat. Cambrid­

ge, MA: MIT Yayınlan. Kolmen, B. K., Feldman, H. M

..

Handen, B. L., & Janosky, J. E .

( 1 997) .

N altrexone in young autistic children: Replication study and le­ arning measures. Joumal of the American Academy of Child and Adolescent Psychiatry, 36, 1 570-1 578. Konner, M . (20 1 0) . The evolution of childhood. C ambridge, MA: Belknap Press of Harvard Üniversitesi Yayınlan.

Koob, G. F. , & Le Moal, M.

(2001). Drug addiction, dysregulation of

reward, and allostasis. Neuropsychopharmacology, 24, 97-1 29. Kovacs, G. L . , & Van Ree, M. V.

(1 985). Behaviorally active oxytocin frag­

ments s imultaneously attenuate heroin self-administration and to­

37, 1 895-1 900. ( 1 998) . Oxytocin and addiction: A review. Psychoneuroendocrinology, 23, 945-962. Koziol, L . F. , & Budding, D. E . (2009). Subcortical structures and cog­ lerance in rats . Life Sciences,

Kovacs , G. L , Sarnyai, Z . , & Szab 6 , G.

nition: Implications for neuropsychological assessment. New York, NY: Springer. Kramer, P. D.

(2005). Listening to Prozac. New York, NY: Viking Penguin.

Krueger, J. M . , Rector, D. M., Roy, S . , Van Dengen, H. P. A., Belenky, G. , & Panksepp, J.

(2008). Sleep as a fundamental property of neuronal 9, 9 1 0-9 1 9.

a s s emblies. Nature Reviews Neuroscience,

Lahey, B. B . , Van Hulle, C. A. , Keenan, K., Rathouz, P. J. , D' Onofrio, B. M., Ro dgers , J. L., & Waldman, I. D.

(2008). Temperament and parenting

during the first year of life predict future child conduct problems .

Joumal ofA bnormal Child Psychology, 15, 548-558. Lamb ert, M. J. , & B arley, D. E. (200 1). Research summary on the the­ rapeutic relationship and psychotherapy outcome. Psychotherapy: Theory/Research/ Practice/Training, 38, 357-36 1 . Lambie, J. A., & Marcel, A. J. (2002). Consciousness and the varieties of emotion experience: A theoretical framework. Psychological Re­ view, 1 09, 2 1 9-259. Land, B. B . , Bruchas, M. R . , Me lief, E . , Xu, M., Lemos, J. , & Chavkin, C .

(2008) . T h e dysphoric component of stress is encoded b y activation o f the dynorphine-kapp a opioid system. Joumal of Neuroscience,

28, 407-414. (1 885). Om Sindsbevaegelser et Psyco.Studie. Copenhagen: Kronar.

Lange, C .

Lanius, R . A., Williams on, P. C . , Bluhm, R. L., D ensmore, M., B oksman, K., Neufeld, R . W. , Gati, J. S., & Menon, R .

701

S. (2005). Functional conne-

Z i H N i N A R K E O LO J İ S i

ctivity o f dissociative responses in posttraumatic stress disorder: A functional magnetic resonance imaging investigation. Biological Psychiatry, 57 , 873-884. Larsen, R. J. , & Augustine, A. A. (2008). Basic p ersonality dispositions related to approach and avoidance: Extraversion/neuroticism, BAS/ BIS, and positive/negative affectivity. A. Elliot . (ed.), Handbook of approach and avoidance motivation içinde (s. 6 7-87) . Mahwah, NJ: Lawrence Erlbaum. Laureys, S., Pellas, F., Van Eeckhout, P. , Ghorb el, S . , S chnakers , C . , Perrin, F., Berre, J., Faymonville, M. E . , Pantke, K. H., Damas, F. , Lamy, M., Moonen, G. , & Goldman, S. (2005). The locked-in syndrome: What is it like to be conscious but p aralyzed and voiceless? Progress in Bra­ in Research, 1 50, 495-5 1 1 . Laviola, G. , Adriani, W. , Terranova, M. L., & Gerra, G. ( 1 9 9 9 ) . Psychobio­ logical risk factors for vulnerability to psychostimulants in human adolescents and animal models. Neuroscience and Biobehavioral Reviews, 23, 993-1 0 1 0. LeDoux, J. ( 1 996). The emotional brain: The mysterious underpinnings of emotional life. New York, NY: Simon and S chuster. LeDoux, J. E. (2000) . Emotion circuits in the brain. A nnual Review of Neuroscience, 23, 1 55-1 84. LeDoux, J. (2002) . The synaptic self: How our brains become who we are. New York, NY: Penguin. LeDoux, J. (2007) . The amygdala. Current Biology, 1 7 , R868-R874. Leger, L. , Sapin, E., Goutagny, R., Peyron, C . , S alvert, D., Fort, P. , & Luppi, P. H. (20 1 0). Dopaminergic neurons expressing Fos during waking and paradoxical sleep in the rat. Joumal of Chemical Neuroana­ tomy, 39, 262-27 1 . Le Gros Clark, W. E . , Beattie, J., Riddoch, G., & Dott, N. M . ( 1 938). The

hypothalamus, morphological, functional, clinical, and surgical as­ pects. E dinburgh: Oliver and Boyd. Lena, I., Parrot, S., Deschaux, O., Muffat-Joly, S . , S auvinet, V. , Renaud, B., Suaud- Chagny, M. -F. , & Gottesmann, C. (2005) . Variations in extra­ cellular levels of dopamine, noradrenaline, glutamate, and asparta­ te across the sleep-wake cycle in the medial prefrontal cortex and nucleus accumbens of freely moving rats . Joumal of Neuroscience Research, 8 1 , 8 9 1 -899. Leskelii, U. , Rytsalii, H. , Komulainen, E., Melartin, T. , S okero , P.. Les­ tela-Mielonen, P. , & Isometsa, E. (2006). The influence of adversity and p erceived social supp ort on the outcome of m ajor depressive disorder in subjects with different levels of depressive symptoms. Psychological Medicine, 36, 779-788.

702

KAY N A KÇA Lester, B . M . , Masten, A . , & McEwen, B.

(2007). (ed.) . Resilience in child­ 1 094. Cilt içinde

ren. Annals of the New York A cademy of Sciences, New York, NY: Wiley-Blackwell.

Levin, F. M., Trevarthen, C., C olib azzi, T. , Ihanus , J. , Talvitie, V., Carney, J. K . , & Panks epp, J.

(2008) . Sleep and dreaming, Part 1 : Dreams are

emotionally meaningful adaptive learning engines that help us i dentify and deal with unconscious (ucs) threats by means of de­ ferred action plans; REM sleep consolidates memory for that which we learn and express in dreams . F. Levin (ed.) , Emotion and the

psychodynamics of the cerebellum içinde (s. 3-36). New York, NY: Other Pre s s . Levine, M . I.

( 1 95 1 ) . Pediatric observations on masturbation i n children.

Psychoanalytic Study of the Child, 6, 1 1 7-1 24. Levy, F. , Guevara- Guzman, R . , Hinton, M. R., Kendrick, K. M., and Ka­ verne , E. B.

( 1 993). Effects of p arturition and maternal experience

on noradrenaline and acetylcholine release in the olfactory bulb of sheep. Behavioral Neuroscience,

1 07, 662-668.

Levy, F. , Kendrick, K. M., Goode, J. A., Guevara-Guzman, R., and Kaverne, E . B.

( 1 995). Oxytocin and vas opressin release in the olfactory bulb

of p arturient ewes: Changes with maternal experience and effects on a cetyl choline, gamına aminobutyric acid, glutamate and norad­

669, 1 97-206. ( 1 989) . Epilepsy and violence: Evidence for a

renaline. Brain Research, Lewi s , D . O . , & Pincus, J. H.

neuro- p sychotic-aggressive syndrome. Joumal ofNeuropsychiatry &

Clinical Neu roscience, l , 4 1 3-418.

Lewi s , H . B . ( 1 976). Psychic war in men and women. New York, NY: New York Üniversitesi Yayınları. Lew i s , M. D.

(2005). Bridging emotion theory and neurobiology throu­ 28,

gh dynamic systems modelling. Behavioral and Brain Sciences,

1 69-245. Lewis , M., H aviland, J. M., & Barrett, L. F. (ed.) .

(2008) . Handbook of

emotions (3 . B askı ) . New York, NY: Guilford. Liberzon, I . , Trujillo, K. A . , Akil, H., & Young, E. A.

( 1 997). Motivational

p rop erties of oxytocin in the conditioned place preference para­ digm. Neuropsychopharmacology,

1 7, 353-359.

Lieberman, M.D., Inagaki, T.K. , Tabibnia, G. , & Crockette, M.J. ( 20 1 1 ) . Subj ective responses t o emotional stimuli during labelling, reapp­

1 1 , 468-480. (2001 ) . Human language and our reptilian brain: The su­

rai s al and distraction. Emotion, Lieberman, P.

b c ortical bases of speech, syntax, and thought. Perspectives in Bio­

logy and Medicine, 44, 32-5 1 .

703

Z İ H N İ N A R K E O LO J İ S i

Lindsay, L . W. ( 1 880) . Mind i n the lower animals, i n health a n d disease. New York, NY: D. Appleton. Linke, R., De Lima, A. D., Schwegler, H . , & Pape, H. C. ( 1 9 9 9 ) . Direct sy­ naptic connections of axons from superior colliculus with identi­ fied thalamo-amygdaloid projection neurons in the rat: Possible substrates of a subcortical visual p atlı- way to the amygdala. Jour­ nal of Comparative Neurology, 403 , 1 58-1 70 . Liotti, M . , & Panksepp, J. (2004a) . Imaging human emotions and affe­ ctive feeings: Implications for biological psychiatry. J. Panksepp (ed.), Textbook of biological psychiatry içinde (s . 3 3-74) . Hoboken, NJ: Wiley. Liotti, M. , & Panksepp, J. (2004b ). On the neural nature of human emo­ tions and implications for biological p sychiatry. J. Panksepp (ed.), Textbook of biological psychiatry içinde (s. 3 3-74) . Hoboken, NJ: Wiley. London, J. ( 1 963). White Fang and other stories. New York: Dodd, Mead. Lonstein, J. S., & De Vries , G. J. (2000) . Sex differences in the parental behavior of rodents . Neuroscience and Biobehavioral Reviews, 24, 669-686. Lorberbaum, J. P. , Newman, J. D., Horwitz , A. R., Dubno , J. R., Lydiard, R. B., Hamner, M. B., Bohning, D. E . , & George, M. S. (2002) . A p otenti­ al role for thalamocingulate circuitry in human m aternal b ehavior. Biological Psychiatry, 5 1 , 43 1-445 . Lorenz, K. ( 1 935). Der Kumpan i n der Umwelt d e s Vogels. J. Omithologie, 83, 1 37-2 1 3 . Lumia, A . R . , & McGinnis, M. Y. (20 1 0) . Impact o f anabolic androgenic steroids on adoles cent males. Physiology & Behavior, 1 00, 1 99-204. MacDonald, G., & Jensen-C ampbell, L. A. (ed.) . (20 1 1 ) . Social pain:

Neuro- psychological and health implications of loss and exclusi­ on. Washington, D C : American Psychological Association. MacDonald, K., & MacDonald, T. . M. (20 1 0) . The p eptide that binds: A systematic review of oxytocin and its prosocial effects in humans . Harvard Review of Psychiatry, 1 8 , 1-2 1 . Machado-Vieira, R . , Salvadore, G. , Diaz Granados, & Zarate, C . A . (2009). Ketamine and the next generation of antidepress ants with a rapid onset of action. Pharmacological Therapeutics, 1 23 , 1 43- 1 50. MacLean, P. ( 1 990) . The triune brain in evolution: Role in paleocerebral functions. New York, NY: Plenum Press. MacLean, P. D . , & Ploog, D. W. ( 1 962). C erebral repres entation of penile erection. Joumal of Neurophysiology, 25, 29-5 5 . Malan, D . (1 979) . Individual psychotherapy a n d the science ofpsychod­ ynamics. London: Butterworth-Heinemann.

704

K AY N A K Ç A Malan, D. ( 1 9 9 9 ) Individual psychotherapy and the science ofpsychod­

ynamics (2. B askı) . Oxford: Butterworth-Heinemann. Mall o ch, S. & Trevarthen, C. (2009) . Communicative musicality: Exp­

loring the b asis of human companionship. New York, NY: Oxford Üniversitesi Yayınlan. Mancia, G., & Zanchetti, A. ( 1 9 8 1 ) . Hypothalamic control of autonomic functions . P. J. Morgane and J. Panksepp (ed.), Handbook of the hy­ pothalamus: 3 . C ilt, Bölüm B, Behavioral studies of the hypothala­ mus içinde (s . 1 47-202) . New York, NY: Marcel Dekker. Manning, J. T. (2002) . Digit ratio: A pointer to fertility, behavior and health. New Brunswick, NJ: Rutgers Üniversitesi Yayınları . Maren, S . (2005 ) . Building and burying fear memories i n the brain.

Neuroscientist, 1 1 , 89-99. Maren, S . , & Quirk, G. J. (2004) . Neuronal signaling of fear memory. Na­

ture Reviews Neuroscience, 5, 844-852. Mark, V. H., Ervin, F. R., & Sweet, W. H. ( 1 972) . Deep temporal lobe stimu­ lation in man. E. B. Eleftheriou (ed.) , The neurobiology of the amyg­

dala içinde (s. 485-507). New York, NY: Plenum.

Marks, L. S. (2004) . 5?-reductase: Histci ry and clinical importance. Re­

views in Urology, 6 (Supp. 9), Sl 1-S2 1 . Martins on, F. M . ( 1 9 94) . The sexual life of children. Westport, CT: Bergin & Garvey. Mass erman, J. H. ( 1 94 1 ) . Is the hypothalamus a center for emotion? Psychosomatic Medicine, 3, 3-25 . Mate, G. (2008). In the realm of hungry ghosts: Close encounters with

a ddiction. Toronto: Knopf. Matthiesen, A. S . , Ransjö-Arvidson, A. B., Nissen, E., & Uvniis-Moberg, K. (200 1 ) . Postpartum maternal oxytocin release by newborns: Effects of infant hand massage and sucking. Birth, 28, 1 3- 1 9 . Mayberg, H. S. (2009). Targeted electrode-based modulation o f neural circuits for depression. Joumal of Clinical In vestig atio n s

,

1 1 9,

7 1 7-725. Mayberg, H. S . , Lozano, A . M . , Voon, V. , McNeely, H. E., Seminowicz, D., H amani, C., S chwalb, J. M., & Kennedy, S. H. (2005) . Deep brain sti­ mulation for treatment-resistant depression. Neuron, 45, 65 1-660. Mayer, D. J. , Wolfle, T. L., Akil, H., Carder, B., & Liebeskind, J. C . ( 1 9 7 1 ) . Analgesia from electrical stimulation i n the brainstem o f the rat.

Science, 1 74, 1 3 5 1 - 1 3 54. M c C a rl ey, R. W. (20 1 1 ) . Neurobiology of REM sleep. Handbook of Clini­

cal Neurology, 9 , 1 5 1 -1 7 1 . M c C arthy, M . M . ( 1 990). Oxytocin inhibits infanticide i n wild female house mice (Mus domesticus). Hormones and Behavior, 24, 365-375 . M c C arthy, M. M., L ow, L-M., & Pfaff, D. W. ( 1 992). Speculations concer-

705

Z i H N İ N A R K E O L OJ İ S i

ning the physiological significance o f central ocytocin i n mater­ nal behaviour. Annals of the New York Academy of Sciences, 652, 253-270. McCleary, R. A., & Moore, R. Y. ( 1 965). Subcortical mechanisms of beha­ vior. New York, NY: Basic Books . McGaugh, J. L., & Roozendaal, B. (2009) . Drug enhancement of memory consolidation: Historical perspective and neurobiological implica­ tions. Psychopharmacology, 202 , 3-14. McGilchrist, I. (2009) . The master and his emissary: The divided brain and the making of the westem world. New Haven, C T: Yal e Üniver­ sitesi Yayınlan. McGinnis, M. Y. , & Vakulenko, M. (2003). C haracterization of 5 0-kHz ultrasonic vocalizations in male and female rats . Physiology & Be­ havior, 80, 8 1-88. McGowan, P. O., Sasaki, A. , D' Alessio, A. C., Dymov, S., Labonte, B., Szyf, M., Turecki, G. , & Meaney, M. J. (2009) . Epigenetic regulation of the glucocorticoid receptor in human brain associates with childhood abuse. Nature Neuroscience, 12, 342-348. McKeon, R. (ed.) . ( 1 941) The basic works ofAristotle. New York, NY: Ran­ dom House. McMillan, F. (ed.). (2005) . Mental health and well-being in animals. Ox­ ford: Blackwell. Meaney, M. J. (200 1 ) . Maternal care, gene expression, and the transmis­ sion of individual differences in stress reactivity acro s s generati­ ons. Annual Review of Neuroscience, 24, 1 1 6 1-1 1 92 . Meaney, M . J. (20 1 0) . Epigenetics and the biological definition of gene x environment interactions. Child Development, 8 1 , 4 1 -7 9 . Meck, W. H . , Penney, T. B., & Pouthas, V. (2008) . C o rtico-striatal rep­ resentation of time in animals and humans . Current Opinions in Neurobiology, 18, 145-152. Melis, M. R., Argioolas, A., & Gessa, G. L. ( 1 986). Oxytocin-induced p eni­ le erection and yawning: Site of action in the brain. Brain Research, 398, 259-265. Mendl, M . , Burman, O. H. P., & Paul, E . S. (20 1 0) . An integrative and fun­ ctional framework for the study of animal emotions and mood. Pro­ ceedings of the Royal Society B, 277, 2895-2904. Mennella, J. , & Moltz, H. ( 1 988). Infanticide in rats: Male s trategy and female counter-strategy. Physiology & Behavior, 42, 1 9-28 . Merker, B. (2007) . C onsciousness without a cerebral cortex: A challenge for neuroscience and medicine. Behavioral and Brain Sciences, 30, 63-1 34.

706

KAY N A KÇ A Mestan, C . M . , & Frohlich, P. F. (2000) . The neurobiology o f sexual func­ ti on. Archives of General Psychiatry, 57, 1 0 1 2- 1 030. Meyer L indenberg, A. (2008) . Impact of prosocial neuropeptides on hu­ -

man brain function. Progress in Brain Research, 1 70, 463-470. Miczek, K. A. ( 1 9 87) . The p sychopharınacology of aggression. L. L. !ver­ sen,

S. D. !versen, & S. H. S nyder (ed.) , Handbook of psychopharma­

cology. 1 9 . Cilt, New directions in behavioral pharmacology içinde ( s . 1 83-3 2 8 ) . New York, NY: Plenum. Miczek, K. A. ( 1 9 9 1 ) . Tolerance to the analgesic, but not discriminative s timulus effects of morphine after brief social defeat in rats. Psy­

chopharmacology, 1 04(2) , 1 8 1- 1 86. Middlebrook, D. W. ( 1 998). "Suits me": The double life of Billy Tipton. N ew York, NY: Mariner.

Miller, A. H . , Maletic, V. , & R aison, C. L. (2009) . Inflammation and its discontents : The role of cytokines in the pathophysiology of major de p ression. Biological Psychiatry, 65, 732-741 . Mirsky, A. F. , &

S iegel, A. ( 1 994) . The neurobiology of violence and agg­

ression A. J. Reiss K. A. Miczek & J. A. Roth (ed.) , Understanding .

,

and preventing violence. 2. Cilt, Biobehavioral influences içinde(s. 5 9- 1 7 2 ) . Washington, DC: National Academy Press. Mobb s , D., Marchant, J. L., Hassabis, D., Seymour, B., Tan, G. , Gray, M., Petrovic, P. , Dolan, R. J. , & Frith, C . D. (2009) . From threat to fear: The

neural organization of defensive fear systems in humans. Joumal

of Neu roscience, 29, 1 2236-1 2243.

Mobb s , D., Petrovic, P. , Marchant, J. L., Hassabis , D., Weis k opf, N. , Sey­ mour, B . , Dolan, R. J. , & Frith, C. D. (2007) . When fear is near : Threat imminence elicits p refrontal-periaqueductal gray shifts in humans. Science, 3 1 7, 1 079-1 083. M o dney, B. K., & H attan, G. I. ( 1 990) . Motherhood modifies magnocel­ lular neuronal interrelationships in functionally meaningful ways.

In N. A. Krasnegor & R. S. Bridg es (Eds .), Mammalian parenting (s. 3 05-3 2 3 ) . New York, NY: Oxford Üniversitesi Yayınları .

Möhler, H. (20 1 1 ) . The ris e of a new GABA p h arınaco l o gy. Neuropharma­

cology, 6 0 , 1 042- 1 049 . Money, J. ( 1 9 9 5 ) . Gendermaps: Social constructionism, feminism, and sexosophical history. New York, NY: Continuum. Mook, D. G. ( 1 989) . Or al factors in appetite and satiety. Annals of the New Yor1' Academy of Sciences, 575, 265-278. Moore, B. E . , & Fine, B. D. ( 1 990) . Psychoanalytic terms and concepts. New Haven and Landon: Yale Ünivers i tesi Yayınları and the Ameri­ can P sycho analytic Associa tion.

707

Z İ H N i N A R K E O L OJ i S i

Morris, P. H . , Doe, C . , & Godsell, E . (2008) . Secondary emotions in non-primate species? Behavioural reports and subjective claims by animal owners . Cognition and Emotion, 2 2 , 3-20. Moskal, J.R., Burgdorf, J. , Kroes , R.A. , Brudzynski, S.M., & Panks epp, J. (20 1 1 ) . A novel NMDA receptor glycine-site partial agonist, GLYX1 3 , has therapeutic potential for the treatment of autism. Neuros­ cience & Biobehavioral Reviews, 3 5 , 1 98 2- 1 988 Murray, T. J., Fowler, P. A., Abramovich, D. R., Haites, N. , & Lea, R. G. (2000) . Hu- man fetal testis: Second trimester proliferative and ste­ roidogenic capacities . Journal of Clinical Endocrinology & Metabo­ lism, 85, 48 1 2-48 1 7 . Myers, K . M . , & Davis, M . (2007) . Mechanisms of fear extinction. Molecu­ lar Psychiatry, 1 2, 1 20-1 50. Nab er, F. , van IJzendoorn, M. H., Deschamps , P. , van E ngeland, H., & Bakermans- Kranenburg, J. (20 1 0) . Intranasal oxytocin increases father's observed responsiveness during play with their children: A double-blind within-subject experiment. Psychoneuroendocrino­ logy, 35, 1 583-1 586. Nader, K., & Einarsson, E . O. (20 1 0) . Memory reconsolidation: An up da­ te. Annals of the New York A cademy of Sciences, 1 1 9 1 , 27-47. Nader, K. , & Hardt, O. (2009) . A single standard for memory: The case for reconsolidation. Nature Reviews Neuroscience, 1 0, 2 24-234. Naghavi, H. R., & Nyberg, L. (2005). C ommon fronto-parietal activity in attention, memory, and consciousness: Shared demands on integra- . tion? Consciousness & Cognition, 1 4, 390-42 5 . Narvaez, D . , Panksepp, J., Schore, A., & Gleason, T . (E ds.). (20 1 2) . Hu­

man nature, early experience and the environment of evolutionary adaptedness. New York, NY: Oxford Üniversitesi Yayınları. Nashold, B. S., Wilson, W. P. , & Slaughter, G. ( 1 969). Sens ations evoked by stimulation of the midbrain of man. Journal of Neurosurgery, 30, 14-24. Nathaniel, T. I . , Panks epp, J. , & Huber, R. (2009). Drug- seeking b ehavior in an in- vertebrate system: Evidence of morphine-induce reward, extinction and rein- statement in crayfish. Behavioural Brain Rese­ arch, 1 97, 33 1-338. Nathaniel, T. I . , Panksepp, J. , & Huber, R. (20 1 0) . Effects of a single and repeated morphine treatment on conditioned and unconditioned behavioral sensitization in crayfish. Behavioural Brain Research, 207, 3 1 0-320. Nelson, C . A., & Bloom, F. E . ( 1 997). Child development and neuroscien­ ce. Child Develop ment, 68, 970-987. Nelson, E., & Panksepp, J. ( 1 996) . Oxytocin and infant-mother bonding in rats. Behavioral Neuroscience, 1 1 O, 583-592 . Nelson, E . , & Panksepp, J. ( 1 998). Brain substrates of infant-mother at-

708

K AY N AKÇA

tachment: C ontributions of opioids , oxytocin, and norepinephrine.

Neuroscience and Biobehavioral Reviews, 22, 437-452. Nelson, R . J. , Trainor, B . C., Chiavegatto , S. , & Demas, G. E. (2006) . Pleiot­ ropic contributions of nitric oxide to aggres sive behavior. Neuros­ cience and Biobehavioral Reviews, 30, 346-355. N ewman, J. D. (Ed.) . ( 1 988) . The physiological control of mammalian vocalizations. New York, NY: Plenum. Newton, J. R., Ellsworth, C., Miyakawa, T., Tonegawa, S., & S ur, M. (2004). Acceleration of visually cued conditioned fear through the auditory p athway. Nature Neuroscience, 7 , 968-973. Nishimori , K . , Takayanagi, Y. , Yoshida, M., Kasahara, Y. , Young, L. J. , & Kawamata, M. (2008) . New aspects of oxytocin receptor function reveale d by kno ckout mice: sociosexual behaviour and control of energy b al ance. Progress in Brain Research, 170, 79-90. N o cj ar, C . , & Panksepp, J. (2002) . Chronic intermittent amphetamine pretreatment enhances future appetitive behavior for drug- , food­ and s exual-reward: Interaction with environmental variables. Be­

havioura l Brain Research, 1 28, 1 89-203. Norb erg, M . M., Krystal, J. H., & Talin, D. F. (2008) . A meta-analysis of D - cyclo s erine and the facilitation of fear extinction and exposure therapy. Bio logical Psychiatry, 63, 1 1 1 8-1 1 26. N o rmansell, L . , & Panksepp, J. ( 1 990) . Effects o f morphine and naloxone on play- rewarded spatial discrimination in juvenile rats . Develop­ mental Psychobiology, 23, 75-83. Normansell, L . , & Panksepp, J. (20 1 1 ) . Glutamatergic modulation of s ep aration distress : Profound emotional effects of excitatory ami­ no acids in chicks . Neuroscience and Biobehavioral Reviews, 35,

1 89 0- 1 9 0 1 . Nr rthoff, G. (2004). Philosophy of the brain. The brain problem. Amster­ dam: John B enjamins. N orthoff, G. (2007) . Psychopathology and pathophysiology of the self in depression-neuropsychiatric hypothesis. Jo um al of Affective Disorders, 1 04, 1-14. N orthoff, G. (20 1 1 ) . Neuropsychoanalysis in practice: Brain, self and o bjects. New York: Oxford Üniversitesi Yayınları. Northoff, G. , & B ermpohl, F. (2004) . C ortical midline structures and the s elf. Trends in Cognitive Sciences, 8, 1 02-1 07. Northoff, G., Heinzel, A., de Greck, M., Bermpohl, F. , and Panksepp, J.

(2006) . Our brain and its self: The central role of cortical midline s tructures , Neu ro- Image, 1 5, 440-457. Northoff, G. , & Panksepp, J. (2008). The trans-species concept of self and the subcortical-cortical midline system. Trends in Cognitive Sciences, 1 2 (7), 259-264.

709

Z i H N i N A R K E O L OJ i S i

Northoff, G. , ilin, P. , & Nakao, T. (20 1 0) . Rest-stimulus interaction i n the brain: A review. Trends in Neurosciences, 33, 277-284. Northoff, G. , Schneider, F. , Rotte, M., Matthiae, C. Tempelmann, C . , Wie­ bking, C., Bermpohl, F. , Heinzel, A., Danos, P. , Heinze, H. J. , B ogerts, B., Walter, M., & Panksepp, J. (2009). Differential parametric modu­ lation of self-relatedness and emotions in different brain regions. Human Brain Mapping, 30, 369-382. Northoff, G. , Wiebking, C., Feinberg, T. , & Panksepp, J. (20 1 1 ) . The, res­ ting-state hypothesis of major depressive disorder-A translational sub cortical-cortical framework for a system disorder. Neuroscience and Biobehavioral Reviews, 35, 1 929-1 945 . Novak, M. A. ( 1 979). Social recovery of monkeys isolated for the first year of life: II. Long-term assessment. Developmental Psychology, 1 5 , 50-6 1 . Numan, M. (1 990) . Neural control of maternal behavior. N . A . Krasnegor & R. S. Bridges (eds.), Mammalian parenting içinde (s. 2 3 1-259). New York, NY : Oxford Üniversitesi Yayınları. Numan, M., & Iıı s el, T. R. (2003) . The neurobiology ofparental behavior. New York, NY: Springer. Oades, R. D. ( 1 985). The role of noradrenaline in tuning and dop amine in switching between signals in the CNS. Neuroscience and Biobehavi­ oral Reviews, 9, 26 1-282. Ogden, P., Minton, K., & Pain, C. (2006) . Trauma and the body: A senso­ rimotor approach to psychotherapy. N ew York, NY: W. W. N orton. Oldfield, R. G. , & Hofmann, H. A. (20 1 1 ) . Neuropeptide regulation of so­ cial behavior in a monogamous cichlid fish. Physiology & Behavior, 1 02, 296- 303. Olds, J. ( 1 977). Drives and reinforcements: Behavioral studies of hypo­ thalamicfunction. New York, NY: Raven Press. Olds, J. , Disterhoft, J. , Segal, M., Kornblith, C., & Hirsch, R . ( 1 9 7 2 ) . Lear­ ning centers of rat brain mapped by measuring latencies of conditi­ oned responses. Joumal of Neurophysiology, 3 5 , 202-2 1 9 . Olds, J. , & Milner, P. ( 1 954) . Positive reinforcement produced by elect­ rical stimulation of the septal area and other regions of rat brain. Journal of C omparative and Physiological Psychology, 47 , 4 1 9-427 . Olmstead, M . C . , & Franklin, K . B. ( 1 997). The development of a conditi­ oned place preference to morphine: Effects of microinjections into various CNS sites . Behavioral Neuroscience, 1 1 1 , 1 324- 1 3 34. O'Shea, K. (2009) . EMDR friendly preparation methods for a dults and children, R. Shapiro (ed.), EMDR solutions II: For depression, eating disorders, performance, and more içinde (s . 289-3 1 2 ) . N ew York, NY: W. W. N orton.

710

·

KAYNAKÇA O verton, D. A. (1 9 9 1 ) . Historical context o f state dependent learning and dis criminative drug effects . Behavioural Phannacology, 2, 253-264. Pahlavan, F. (Ed.) . (20 1 0) . Multiple facets of anger: Getting mad or res­

toring justice? N ew York, NY: Nova Science. Panksepp , J. ( 1 97 1) . Aggres sion elicited by electrical stimulation of the hyp othalamus in albino rats . Physiology & Behavior, 6, 3 1 1-3 1 6

.

Panksepp, J. ( 1 973) . A reanalysis of feeding patterns in the rat. Joumal

of Gomparative and Physiological Psychology, 82, 7 8 94. -

Panksepp, J. ( 1 9 8 1 a) . Brain opioids: A neurochemical substrate for nar­ cotic and s o cial dependence. S. C o oper (ed.), Progress in theory in psychophannocology içinde (s. 1 49-175). London: Academic Press. Panksepp, J. ( 1 98 l b ) . Hypothalamic integration of behavior: Rewards, p unishments , and related p sychobiological process. P. J. Morgane and J. Panksepp (ed.), Handbook of the hypothalamus, 3. Cilt, Bölüm

A. Behavioral studies of the hypothalamus içinde (s. 289-487) . New York, NY: Marcel Dekker. Panks epp, J. ( 1 9 8 l c) . The ontogeny of play in rats. Developmental Psy­

chobiology,

14,

3 27-332.

Panks epp, J . ( 1 982) . Toward a general psychobiological theory of emoti­ o ns. Behavioral and Brain Sciences, 5, 407-467. Panksepp, J. ( 1 985). Mood changes . P. J. Vinken, G. W. Bruyn, & H. L. Kl awans (ed.), Han dbook of clinical neurology (yeniden düzenlen­ miş dizi) . 1 . C ilt (45): Glinical neuropsychology içinde (s. 27 1-285) . Amsterdam: Elsevier Science. Panks epp, J. ( 1 988). B rain emotional circuits and psychopathologies . M. Clynes and J. Panksepp (ed.) , Emotions and psychopathology içinde ( s . 37-7 6 ) . New York, NY: Plenum.

Panksepp, J. (l 990a). Gray zones at the emotion-cognition interface: A c ommentary. Gognition and Emotion, 4, 2 89 -302

.

Panksepp, J. ( 1 990b). The p sychoneurology of fear: Evolutionary pers ­ p ectives and the role of animal models in understanding hfiman anxiety. R. Noyes (ed.), Handbook of anxiety, the neurobiology of a nxiety i çinde(s. 3-58). Amsterdam:Elsevier/North-Holland Biome­ dical Pre s s . Panksepp, J. ( 1 99 1 ) . Affective neuroscience: A conceptual framework fo r t h e neurobiological study of emotions . K. Strongman (ed.), Intema­

tional reviews of emotion research içinde (s. 59-99). Chichester, UK: Wiley. Panks epp, J. ( 1 992). Oxytocin effects on emotional processes: Separati­ on distres s , s o cial b onding, and relationships to psychiatric dis or­ der s . Annals of the New York Aca demy ofSciences, 652, 243-252. Panksepp, J . ( 1 993). Rough-and-tumble play: A fundamental brain pro-

71 1

Z i H N i N A R K E O L OJ i S i

cess . K . B . MacDonald (ed.) , Parents and children playing içinde (s. 1 47-1 84) . Albany, NY : SUNY Press . Panksepp, J . ( 1 998a). Affective neuroscience: The fo undations of hu­ man and animal emotions. New York, NY: Oxford Üniversitesi Ya­ yınları. Panksepp, J. ( 1 998b) . The periconscious substrates of consciousness: Affective states and the evolutionary origins of the SELF. Joumal of Consciousness Studies, 5, 566-582. Panksepp, J. ( 1 999). Emotions as viewed by p sychoanalysis and neuros­ cience: An exercise in consilience and accomp anying commentaries.

NeuroPsychoanalysis, l , 1 5-89. Panksepp, J. (2000) . The neurodynamics of emotions : An evolutio­ nary-neuro- developmental view. M. D. Lewis & 1. Granic (ed. ) , Emo­ tion, self-organization, and development içinde (s. 23 6-264) . New York, NY: Cambridge Üniversitesi Yayınları. Panksepp, J. (2002) . The MacLean legacy and some modern trends in emotion re- search. G. A. Cory, Jr. & R. Gardner, Jr. (ed.), The evoluti­ onary neuroethology ofPaul MacLean içinde (s. ix-xxvii) . Westp ort, CT: Praeger. Panksepp, J. (2003a) . At the interface between the affective, b ehavioral and cognitive neurosciences: Decoding the emotiona f feelings of the brain. Brain and Cognition, 52, 4-14. Panksepp, J. (2003b). Can anthropomorphic analyses of "s ep aration cries" in other animals inform us about the emotional nature of so­ cial loss in humans? Psychological Reviews, 1 1 0, 3 7 6-3 8 8 . Panksepp, J. (2003 c) . Feeling the pain o f social l o s s . Science, 302, 237239. Panksepp, J. (ed.) . (2004) . Textbook of biological psychiatry. Hoboken, NJ: Wiley. Panksepp, J. (2005a) . Affective consciousness: C ore emotional fe elings in animals and humans. Consciousness & Cognition, 1 4, 1 9-69 . Panksepp, J. (2005b). On the embodied neural nature o f core emotional affects. Joumal of Consciousness Studies, 1 2, 1 5 8-1 84. Panksepp, J. (2006a) . Emotional endophenotypes in evolutionary p syc­ hiatry. Progress in Neuro-Psychopharmacology & Biological Psychi­ atry, 30, 774-784. Panksepp, J. (2006b). The core emotional systems of the mammalian brain: The fundamental substrates of human emotions . J. C orri­ gall, H. Payne, & H. Wilkinson (ed.), About a body: Working with the embodied mind in psychotherapy içinde (s . 1 4-3 2 ) . Hove, UK: Routledge. Panksepp, J. (2006c). On the neuro-evolutionary nature of s ocial p ain,

712

K AY N AKÇA

sup p ort, and empathy. Pain: New Essays on Its Nature & the Met­

hodology of Its Study. M. Aydede (ed.) içinde s. 367-387. C ambridge, MA: The MIT Yayınlan.

Panksepp J. (2007 a) . Affective consciousness. M . Velmans and S. Sch­ ne i der (ed.), The Blackwell companion to consciousness içinde (s. 1 1 4-1 29) . Malden, MA: Blackwell . Panksepp, J. (2007b) . C an PLAY diminish ADHD and facilitate the cons­ truction of the social b rain? Jou m a l of the Canadian Academy of

Child and Adolescent Psychiatry, 1 6 , 57-66. Panksepp, J. (2007c) . N euroevolutionaıy sources of laugbter and social joy: Mo deling primal human laugbter in laboratoıy rats . Behavioral

Brain Research, 1 82, 23 1 -244. Panksepp, J. , (2007d) . Neurologizing the psycbology of affects : How appraisal- b ased constructivism and b asic emotion theory can co­ exist. Perspectives in Psychological Sciences, 2, 281-296. Panks epp, J. (2008a) . The affective brain and core-consciousness: How does neural activity generate emotional feelings? M. Lewis, J. M. H avil and, & L. F. B arrett (ed.), Handbook of emotions içinde (s. 47-

67). New York, NY: Guilford. · Panks epp, J. (2008b) . The power of tbe word may reside in the power of affect. Integrative Physiological and Behavioral Science, 42, 47-55.

Panks epp, J. (2008c) . Simulating the primal affective mentalities of the mammalian brain: A fugue on the emotional feelings of mental life and imp lications for Al-robotics. D. Dietricb, G. Fodor, G. Zucker, & D. B ruckner (ed.), Simulating the mind: A tech n ica l neıiropsychoa­

nalytic approach içinde (s. 1 49-1 77). New York, NY: Springer. Panksepp, J. (2009a) . Brain emotional systems and qualities of mental life : From animal models of affect to implications for psychothe­ rapeutics. D. Fosha, D. J. Siegel, & M. F. Solomon (ed.), The healing

power of emotion: Affective neuroscience, development and clini­ cal p ractice içinde (s. 1 -26) . New York, NY: W. W. Norton. Panksepp, J. (2009b) . A non-reductive physicalist account of affecti­ ve c onsciousne s s . S. J. Wood, N. B. Allen, & C. Pantelis (Eds.), The

neuropsychology of mental illness içinde (s. 399-407) . Cambridge, UK: C ambridge Üniversitesi Yayınlan.

Panks epp, J. (2009c) . Primaıy process affects and brain oxytocin. Bio­

logical Psychiatry, 65, 72 5-727. Panksepp, J. (2009/20 1 0) . The emotional antecedents to the evolution of mus i c and language. Special issue of Musicae Scientiae, devoted to

"Music and Evolution," içinde

s. 229-259.

Panksepp, J. (201 0a). Affective consciousness in animals: Perspectives on dimensional and primaıy process emotion approaches. Procee-

713

Z İ H N i N A R K E O LO J İ S i

dings of the Royal Society, Biological Sciences, 77, 2905-2907. Panksepp, J. (201 0b) . Aff�ctive neuroscience of the emotional Brain­ Mind: Evolutionary persp ectives and implications for understan­ ding depression. Dialogues in Clinical Neuroscience, 1 2 , 533-545. Panksepp, J. (20 1 0c) . The evolutionary sources of jealousy: Cross-spe ­ cies approaches to fundamental issues. S. L. Hart & M. Legerstee (ed.) , Handbook ofjealousy: Theories, principles, and multidiscipli­ nary approaches içinde (s. 1 0 1-1 20) . New York, NY: Wiley-Blackwell. Panksepp, J. (20 1 0d). Science of the brain as a gateway to understan­ ding play: An interview with Jaak Panksepp. A merican Journal of Play, 2, 245-277. Panksepp, J. (20 l l a) . The neurobiology of social loss in animal s : S ome keys to the puzzle of psychic pain in humans . G. MacDonald & L. A. Jensen-C ampbell (ed.), Social pain: Neuropsychological and health implications of loss and exclusion içinde (s. 1 1-5 1 ) . Washington, D C : American Psychological Association. Panksepp, J. (20 1 lb). Cros s-Species Affective Neuroscience Decoding of the Primal Affective Experiences of Humans and Related Animals. PLoS ONE 6(8) : e2 1 236. Panksepp, J. (20 1 l e) . The basic emotional circuits of mammalian bra­ ins: Do animals have affective lives? Neurosciences & Biobehavioral Reviews, 35, 1 79 1 - 1 804. Panksepp, J. , Asma, S., Curran, G, Gabriel, R. (20 1 2) . Symposium on "The "Philosophical Implications of Affective Neuro s cience" from the Cognitive Science Society conference, Joumal of Consciousness Studies, 1 9 , 6-48. Panksepp, J. , Bean, N. J. , Bishop, P. , Vilberg, T. , and S ahley, T. L . ( 1 980) . Opioid blockade and social comfort in chicks . Pharmacology Bioc­ hemistry & Behavior, 1 3 , 673-683. Panksepp, J. , & Beatty, W. W . ( 1 980) . Social deprivatfon and play in rats . Behavioral and Neural Biology, 30, 1 97-206. Panksepp, J. , & Bekkedal, M. ( 1 997) . Neuropepti des and the varieties of anxiety in the brain. Italian Journal of Psychopathology, 1 , 1 8-27 . Panksepp, J., & Bematzky, G . (2002). Emotional sounds a n d the b rain: The neuro-affective foundations of musical appreciation. Behaviou­ ral Processes, 60, 1 33-1 55. Panksepp, J. , & Bishop, P. ( 1 98 1 ) . An autoradiographic map of (3H) dip­ renor-phine binding in rat brain: Effects of soci al interaction. Brain Research Bulletin, 7, 405-4 1 0 . Panks epp, J. , & Burgdorf, J. ( 1 999) . Laughing rats? Playful tickling arou­ ses high frequency ultrasonic chirping in young rodents . S. Hame­ roff, D. C halmers , & A. Kazniak (ed.), Toward a science of conscious­ ness fil içinde (pp. 23 1-244) . C am- bridge, MA: MIT Yayınları. 7 14

K AY N A K Ç A

Panksepp, J. , & Burgdorf, J . (2000) . 50k-Hz chirping (laughter?l in response to conditioned and unconditioned tickle-induced reward in r ats: Effects of s o cial housing and genetic variables. Behavioral

Brain Research, 1 1 5 , 25-38. Panksepp, J. , & Burgdorf, J. (2003) . "Laughing" rats and the evolutionary antecedents of human joy? Physiology & Behavior, 79, 533-547 .

Panksepp, J. , Burgdorf, J. , Gordon, N., & Turner, C. (2002) . Treatment of ADHD with methylphenidate may sensitize brain substrates of desire: Implications for changes in drug abuse potential from an animal model. Consciousness & Emotion, 3, 7-1 9 .

P anks epp, J. , Burgdorf, J. , Turner, C . , & Gordon, N . (2003). Modeling ADHD-type arous al with unilateral fronta.l cortex damage in rats and b eneficial effects of play therapy. Brain and Cognition, 52, 9 7- 1 0 5 . Panksepp, J. , & Crep e au, L. ( 1 990). Selective lesions of the dual olfactory system and cat smell-attenuated play fighting among juvenile rats .

Aggressive Behavior, 1 6, 1 30-1 3 1 . Panksepp . J. , Crep e au, L . , & C lynes , M . ( 1 987) . Effects of CRF on sepa­ ration distress in juvenile play. Social Neuroscience Abstracts, 1 3 , 1 320. Panks epp, J. , Fuchs, T. , & Iacabucci, P. (20 1 1 ) . The basic neuroscience of emotional exp eriences in mammals: The case of subcortical FEAR circuitry and implications for clinical anxiety. Applied Animal Be­

haviour Science, 1 29, 1-1 7 . Panks epp, J. , & Gordon, N . (2003) . The instinctual hasis of human affect:

Affective imaging of laughter and crying. Consciousness & Emotion, 4, 1 97-2 0 6 .

Panks epp, J. , & Harro , J . (2004) . The future of neuropeptides i n biologi­ cal psychiatry and emotional psychopharmacology: Goals and stra ­ tegies. J. Panksepp (ed.), Textbook of biological psychiatry içinde (pp. 6 2 7-660) . New York, NY: Wiley. Pank s epp, J. , Herman, B., C onner, R., Bishop, P., & Scott, J. P. ( 1 978). The biology of s o cial attachments: opiates alleviate separation distress.

Biol Psychiatry, 1 3 (5), 607-6 1 8 . Panks epp, J. , Herman, B. H., Vilberg, T. , Bishop, P. , & DeEskinazi, F. G. ( 1 980). Endogenous opioids and s ocial behavior. Neuroscience and

Biobehavioral Reviews, 4, 473--487. Panksepp, J. B., & Huber, R. (2004) . Ethological analyses of crayfish b ehavior: A new invertebrate system for measuring the rewarding prop erties of psychostimulants . Behavioral Brain Research, 1 53 , 1 7 1 - 1 80. Panks epp, J. , Jalowiec, J. , DeEskinazi, F. G. , & Bishop, P. ( 1 985). Opiates

715

Z İ H N İ N A R K E O LOJ İ S i

and play dominance in juvenile rats . Behavioral Neuroscience, 99, 44 1 -45 3 . Panksepp, J. , Knutson, B . , & Burgdorf, J . (2002). The role of emotional brain systems in addictions : A neuro-evolutionary p ersp ective. Ad­ diction, 97, 459-469. Panksepp, J. , Lensing, P. , Leboyer, M., & Bouvard, M. P. ( 1 99 1 ) . Naltrexo­ ne and other potential new pharmacological treatments of autism. Brain Dysfunction, 4, 281-300. Panksepp, J. , & Miller, A. ( 1 996). Emotions and the aging brain: Regrets and remedies. C. Magai & S. H. McFadden (ed.), Handbook of aging içinde (s. 3-26). New York, NY: Academic Pres s . Panks epp, J. , & Moskal, J. (2008) . Dopamine and SEEKING: Subcortical "reward" systems and app etitive urges . A. Elliot (ed. ) , Handbook of approach and avoidance motivation içinde ( s . 6 7-87) New York, NY: Taylor & Francis. Panksepp, J. , Moskal, J. , Panksepp, J. B., & Kroes, R. (2002) . C omp arati­ ve approaches in evolutionary psychology: Molecular neuro s cience meets the mind. Neuroendocrinology Letters, 23 (Suppl. 4) : 1 05-1 1 5 . Panksepp, J. , Nelson, E . , & Bekkedal, M . ( 1 997). B rain systems fo r the mediation of social separation-distress and s o cial-reward . Evoluti­ onary antecedents and neuropeptide intermediaries . Annals of the New York Academy of Sciences, 807, 78-1 00. Panksepp, J. , Newman, J. D., & Insel, T. R. ( 1 992). C ritical conceptual issues in the analysis of sep aration distress systems of the brain. K. T. Strongman (ed.) , Intemational review of studies on emotion, 2. Cilt içinde (s. 5 1-72). Chichester, UK: Wiley. Panksepp, J. , Normansell, L., Cox, J. F. , Crepeau, L. J. , & S aks , D. S. ( 1 987). Psychopharmacology of social play. B. Oliver, J. Mas, & P. F. Brain (ed.) , Endopharmacology of agonistic behaviour in a nimals and humans içinde (s. 1 3 2-144) . Dordrecht: Martinus Nijhoff. Panksepp, J. , Normansell, L. A., Cox, J. F. , and Siviy, S. ( 1 9 94) . E ffects of neonatal decortication on the social play of juvenile rats . Physiology & Behavior, 56, 429-443 . Panksepp, J. , Normansell, L., Herman, B., Bishop, P. , & C repeau, L . ( 1 988). Neural and neurochemical control of s eparation distress call. J. D. Newman (ed.), The physiological control of mammalian vocalizati­ ons. New York, NY: Plenum. Panksepp, J. , & Northoff, G. (2009). The trans -sp ecies core SELF: The emergence of active cultural and neuro-ecological agents throu­ gh s elf-related processing within sub cortical-cortical midline networks. Consciousness and Cognition, 1 8, 1 93-2 1 5 . Panksepp, J. & Panksepp, J. B. (2000). The seven sins of evolutionary psychology. Evolution & Cognition , 6, 1 08-1 3 1 . ·

716

K AY N AKÇ A Panksepp, J. , S ack s , D. S . , C repe au , L. , & Abbott, B. B. ( 1 9 9 1 ) . The psy­ cho- a n d neurobiology of fear systems in the brain . M. R. Denny (ed.) . Aversive events and behavior içinde ( s . 7- Ş 9 ) . New York, NY:

L awrence Erlb aum. Panksepp, J. & S c o tt , E. (20 1 2) . Reflections on rough and tumble play, s o cial development, and attention- deficit hyperactivity disorders

(ADHD) . A. L. Meyer and T. P. Gullotta (ed.) . Physical Activity Across

the Lifespan, Issues in Children 's and Families' Lives içinde (basım aş amasında) . New York: Sp ringer. Panksepp, J. , Siviy, S . , & Norman s ell, L . ( 1 984) . The psychobiology of p l ay : Theoretical and m etbodological perspectives. Neuroscience

and Biobehavioral Reviews, 8 , 465-492.

Panksepp, J. , Siv iy S. M., & Normansell, L. A. (1 985) . Brain opioids and ,

s o ci a l emotions . M. Reite a n d T. Fields (ed.), The psychobiology of

attachment and separation içinde (s. 3-49). New York, NY: Acade­ mic Pre s s . Panks epp, J. , & Trevarthen, C . (2009). Psychobiology o f music: Motive impulses and emotions in expressions of musicality and in sym­ p athetic emotional response to music. S. Malloch and C. Trevarthen (ed.) , Com m u nicati ve musicality içinde (s. 1 05-146) . Cambridge, UK:

C ambridge Üniversitesi Yayınlan. Panksepp, J. , & Trowill, J. A. ( 1 967a). Intraoral self-injection: I. Effects of delay or reinforcement on resistance to extinction and implications

for s elf- stimulation. Psychono m ic Science, 9, 407-408.

Panksepp, J. , and Trowill, J. A. ( 1 967b). Intraoral self-injection: II. The simulation of s elf- stimulation phenomena with a conventional reward. Psychonomic Science, 9, 405-406. Panks epp, J. , Vilberg, T. , B ean, N. J., C ay, D. H., & Kastin, A. J. ( 1 978) . Reduction of distress vocalization in chicks by opiate-like peptides .

Brain R es Bull, 3 (6 ) , 663-667. Panksepp, J. , & Watt, J. (20 1 1 ) . Why does depression hurt? Ancestral p rimary-process s ep aration-distress (PANIC) and diminished brain

reward (SEEKING) processes in the genesis of depressive affcct. Ps­

ychiatry, Interpersonal and B io logical Processes, 74, 5-14.

Panksepp, J. , & Zellner, M. (2004) . Towards a neurobiologically based unified theory o f aggressio n. Revue Intemationale de Psychologie Sociale/International Review of Social Psychology, 1 7, 37-6 1 .

Panzica, G . C . , Aste, N. , C a s tagn a C . , Viglietti-Panzica, C., & Balthazart, ,

J. (200 1 ) . Steroid-induced plasticity in the s exu ally dimorphic vaso­

tocinergic inn e ıva t i o n of the avian brain: Behavioral implications .

B rain R esearch Reviews, 37, 1 78-200. Pap e s , F. , Logan, D. W. , & Stowers: L . (20 1 0) . The vomeronasal organ me-

717

Z İ H N İ N A R K E O L OJ i S i

diates interspecies defensive b ehaviors through detection o f prote­ in pheromone homologs . Cell, 1 4 1 , 692-70 3 . Parada, M . , Chamas , L., C ensi, S ., Coria-Avila, G. , & Pfaus, J. G . (20 1 0) . Clitoral stimulation induces conditioned place preference and Fos activation in the rat. Hormones & Behavior, 5 7, 1 1 2-1 1 8 . Passingham, R. ( 1 993). The frontal lobes and voluntary action. New York, NY: Oxford Üniversitesi Yayınları. Paul, A. M. (20 1 0) . Origins: How the nine months before birth shape the rest of our lives. New York, NY: Siman and Schuster. Paulsen, S. (2009) . Looking through the eyes of trauma and dissociati­ on: An illustrated guide for EMDR therapists and clients. Charles­ ton, SC: Booksurge LLC. Pecifia, S., Smith, K., & Berridge, K. C. (2006). Hedonic hat spots in the brain. Neuroscientist, 1 2 , 500-5 1 1 . Pedersen, C . A. (2004) . Biological aspects of social bonding and the roots of human violence. Annals of the New York Academy of Sciences, 1 036, 1 06-1 27. Pedersen, C. A., Ascher, J. A. , Monroe, Y. L., & Prange, A. J. ( 1 9 8 2 ) . Oxy­ tocin induces maternal behavior in virgin female rats . Science, 2 1 6 , 648-649 . Pedersen, C. A., Caldwell, J. D., Peterson, G. , Walker, C . H . , & Mason, G. A. ( 1 992) . Oxytocin activation of maternal behavior in the rat. Annals of the New York Academy of Sciences, 6 5 2 , 58-69. Pedersen, C . A., Vadlamudi, S. V., Boccia, M. L . , & Aınico, J. A. (2006) . Matemal behavior deficits in nulliparous oxytocin knockout mice. Genes Brain and Behavior, 5, 274-2 8 1 . Pellis, S. M., & McKenna, M. ( 1 995). What do rats find rewarding in play fighting? An analysis using drug-induced non-playful p artners . Be­ havioral Brain Research, 68, 65-7 3. Pellis, S. M . , & Pellis V. C. ( 1 987) . Play fighting differs fro m s erious figh­ ting in both target of attack and tactics of fighting in the laboratory rat rattus norvegicus. Aggressive Behavior, 1 3 , 2 2 7-242 . Pellis, S. M., & Pellis V. C . (2009) . The playful brain: Venturing to the limits of neuroscience. Oxford, UK: Oneworld. Perecman, E . (ed.). ( 1 987) . The frontal lobes revisited. New York, NY: IRBN Press . Pessoa, L. (2008) . On the relationship b etween emotion a n d cognition. Nature Reviews Neuroscience, 9, 1 48- 1 5 8 . Pfaff, D . W. ( 1 999) . Drive: Neurobiological and molecular mechanisms of sexual behavior. C ambridge, MA: MITPress. Pfaff, D. (2006) . Brain arousal and information theory. C ambridge, MA: Harvard Üniversitesi Yayınları.

718

K AY N AKÇA

Pfaus , J. G., Kippin, T. E., & C o ria-Avila, G. (2003). What can animal mo­ dels tell us about human sexual response? Annual Review of Sex

Research, 14, 1-63. Phillip s , A. G., McDonald, A. C., & Wilkie , D. M. ( 1 98 1 ) . Disruption of auto shape d responding to a signal of brain-stimulation reward

by neuroleptic drugs . Pharmacology, Biochemistry, & Behavior, 14, 543-548 Pho enix, C . , Goy, R . , Gerall, A., & Young, W. ( 1 959). Organizing actions of prenatally a dministered testosterone propionate on the tissues me­

diating m ating behavior in the female guinea pi g . Endocrinology, 6 5 , 3 6 9-3 8 2 .

Pincus , D . , Kose, S. , Arana, A . , Johnson, K., Morgan, P. S. , Borckardt, J. , Herb s - mand, T. , Hardaway, F. , George, M. S., Panksepp, J.·, & Nahas , Z. (20 1 0) . Inverse effects of oxytocin on attributing mental activity to others in depressed and healthy subjects: A double-blind pla­ c eb o - c ontrolled fMRI study. Frontiers in Psychiatry, l , 1 34. doi: 1 0 . 3 3 8 9 /fp syt. 2 0 1 0.00 1 34 Pincu s , J. H. (200 1 ) . Ba se instincts: What makes killers kill. New York, NY: W. W. Norton.

Pincus , J. H. ( 1 9 8 1 ) . Violence and epilepsy. New England Joumal of Me­

d i ci n e, 3 0 5 ( 1 2) , 696-698.

Pitman, R. K. , van der Kolk , B. A. , Orr, S. P., & Greenbe rg, M. S. ( 1 990) . Naloxone-reversible analgesic response to combat related stimuli

in p osttraumatic s tress disorder. A pil o t study. Archives of General

Psychiatry, 47, 541-544. Plato. ( 1 94 1 ) . The Republic (B. Jowett , Ed.). New York, NY: Modern Lib­ rary. Poeck, K. ( 1 9 6 9 ) . Pathophysiology of emotional disorders associated

with brain damage. P. J. Vinken & G. W. Bruyb (ed.), Handbook of

clinical neurology içinde (3. C ilt, s . 343-367) . Amsterdam: North Holland. Popik, P. , Vetulani, J. , & Van Ree, J. M. (1 992) . Low doses of oxytocin fa­ cilitate s o cial recognition in r ats . Psychopharmacology, 1 06, 7 1 -74.

Porges, S. W. (2009a). The po lyva g al theory: New insights into adaptive reactions of the autonomic nervous system. Cleveland Clinic Jour­

nal ofMedicine, 76 (Suppl. 2), 886-90. Porg e s , S. (2009b ) . Reciprocal influences b etween body and brain in the p erception and expression of affect. D. Fosha, D. J. Siegel, & M. F. So­

lomon (ed.), The healing power of emotion: Affective neuroscience, development and clinical p ractice içinde (s. 27-39). New Yo rk , NY: W. W. Norton. Potegal, M., & Einon, D. ( 1 989). Aggressive behaviors in a dult rats dep-

719

Z İ H N i N A R K E O L OJ i S İ

rived of play-fighting experience a s juveniles. Developmental Psy­ chobiology, 22, 1 59-1 72. Power, T. G. (2000) . Play and exploration in children and animals. Mahwah, NJ: Lawrence Erlbaum. Powers , A., Ressler, K. J. , & Bradley, R. G. (2009) . The protective role of friend- ship on the effects of childhood abuse and depression. Dep­ ression and Anxiety, 26, 46-53. Preter, M. & Klein, D. F. (2008) . Panic, suffocation false alarms, s ep arati­ on anxiety and endogenous opioids. Progress in Neuropsychophar­ macology and Biological Psychiatry, 3 2 , 603-6 1 2 . Preter, M . , Lee, S . H., Petkova, E . , Vannucci, M . , Kim, S . , & Klein, D . F. (20 1 1 ). C ontrolled cross-over study in normal subj ects of naloxo­ ne-preceding-lactate infusions; respiratory and subjective respon­ ses: relationship to endogenous opioid system, suffocation false alarm theory and childhood parental loss . Psychological Medicine,

4 1 , 385-393. Previc, F. H. (2009) . The dopamineric mind in human evolution and history. Cambridge, UK: Cambridge Üniversitesi Yayınları . Propper, C . , Moore, G. A., Mills-Koonce, W. R . , Halpern, C . T. , Hill-Soder­ lund, A. L., Calkins, S. D., Mary Anna C arbone, M. A . , & C ox, M. (2008). Gene-environment contributions to the development of infant vagal reactivity: The interaction of dopamine and maternal s ensitivity.

Child Development, 79, 1 377-1 3 94. Provine, R. R. (2000) . Laughter: A scientific investigation. N ew York, NY: Viking. Pryor, K. (2005) . Clicker training for dogs. Waltham, oks, Inc.

MA:

Sunshine Bro­

Pulver, S. E . ( 1 995). The psychoanalytic process and mechanisms of the­ rapeutic change. B. Moore & B. Fine (ed.), Psychoanalysis, the major

concepts içinde. New Haven: Yale Üniversitesi Yayınları. Ragland, J. D., Yoon, J. , Minzenberg, M. J. , & C arter, C . S . (2007) . Neuro­ imaging of cognitive dis ability in schizophrenia: S e arch for a p at­ hophysiological mechanism. Intemational Review of Psychiatry,

1 9, 41 7-427 Raichle, M. E . , MacLeod, A. M., Snyder, A. Z., Powers, W. J. , Gusnard, D. A . , & Shulman, G. L. (200 1 ) . A default mode of brain function. Procee­

dings of the National Academy of Sciences, USA, 98, 6 7 6-68 2 . Redgrave, P., Prescott, T. J. , & Gurney, K. ( 1 999) . I s the short-latency DA response too short to signal r�ward error? Trends in Neurosciences,

22, 1 46-1 5 1 . Reddy, V. (2008) . How infants know minds. C ambridge, Üniversitesi Yayınlan.

720

MA :

H arvard

K AY HAKÇA Reuter, M . , Panksepp , J. , Schnabel , N., Ke l l erbo ff N., Kempel, P. , & Hen­ ,

nig , J. (2005) . Personality and b iolo gi c al m arkers of creativity. Euro­

pean Joumal of Personality, 1 9, 83-95. Richardson, D. E., & Akil, H . ( 1 9 7 7 ) Pain reduction by electrical brain .

stimu l ation in man, Part 1 : Acute a dministration in periaqueductal and p eriventricular sites. Joumal of Neurosurgery, 47 , 1 78-1 83 .

Riches , D. ( 1 974) . The Netsilik eskimo: A s p eci al case o f selective female infanticide . Ethn ology, 1 3 , 35 1-36 1 . Rifkin, J. (2009) . The empathic civilization: A race to global conscious­

n ess in a world in crisis. N ew Yo rk, NY: Jeremy P. Tarcher/Penguin.

Rilling, J. K . , Winslow, J. T. , & Kilts C. D. (2004) . The neural correlates ,

of m ate co mp e ti tio n in dominant male rhesus macaques. Biological Psychiatry, 56, 3 64-375. Rilling, J. K., B arks , S. K . , Parr, L. A., Preuss, T . M . , Faber, T. L., Pagnoni, G., Bremner, J. D., & Votaw, J. R. (2007). A comparison of resting state brain a ctivity in humans and cbimpanzees. Proceedings of the Nati­ onal Academy of Sciences, U.S.A. , 1 04, 1 7 1 46-1 7 1 5 1 . Riters , L. V. (20 1 0 ) . Evidence fo r opioid involvement i n the mo tivation ta s ing . Joumal of Ghemical Neuroanatomy, 39, 141-150. Riters , L. V. (201 1 ) . Pleasure seeking and bird s ong . Neuroscience and Biobehavioral Reviews. 35, 1 837-1 845. Riters , L. V. , & Panksepp, J. ( 1 997) . Effects of vas otocin on aggressive b ehavi o r in male Japanese quail. Annals of the New York Academy of Sciences, 807, 478-480. Rizzolatti, I., & Sinigaglia, C . (2008). Mirrors in the brain: How our minds share actions, emotions, and experience. Oxford, UK: Oxford Üniversitesi Yayınlan.

Roberts , V. J. , & C ox, V. C. ( 1 987). Active avoidance conditioning with dorsal c entral gray stimulation in a place preference paradigm. Ps­

ychobiology, 1 5 , 1 67-1 70. Robinson, T. E., & Berridge, K. C. ( 1 993). The neural hasis of drug cra­ ving: An incentive sensitization theory of addiction. Brain Research Reviews, 1 9, 247-2 9 1 . Rogers, C . ( 1 96 1 ) . On becoming a person. Bostan: Houghton Mifflin. Rogers, C. ( 1 980) . A way of being. Boston: Houghton Mifflin. Roll s , E. T. ( 1 999). The brain and emotion. O xford , UK: Oxford Üniversi­ tesi Yayınlan.

Roll s , E . T. (2005) . Emotion explained. Oxford, UK: Oxford Ü niversitesi Yayınlan. Romanes, G. ( 1 882). Animal intelligence. London: Routledge & Kegan Paul.

72 1

Z i H N İ N A R K E O LOJ i S İ

Roosevelt, F. D . ( 1 933, 4 Mart ) . İlk açılış töreni konuşması. [Washington, D C 'de meclis binasında sunulan konuşma] . Rosenblatt, J. S. ( 1 967). Nonhormonal hasis of maternal b ehavior in the rat. Bilim, 1 5 6 (378 1 ) , 1 5 1 2-1 5 1 4. Ros enblatt, J. S. ( 1 990). Landmarks in the physiological study of mater­ nal behavior with special reference to the rat. N. A. Krasnegor & R. S. Bridges (ed.), Mammalian parenting içinde (s. 40-60 ) . New York, NY: Oxford Üniversitesi Yayınlan. Ross, M. D. , Owren, M. J. , & Zimmermann, E. (2009). Reconstructing the

evolution of laughter in great apes and humans. Current Biology,

1 9 , 1 1 06-1 1 1 1 . Ros s , A. G. , Shochet, I. M., & Bellair, R. (20 1 0) . The role of s ocial skills and school connectedness in preadolescent depressive symptoms . Journal of Clinical Child and Adolescent Psychology, 3 9 , 2 6 9-27 5 . Ross, H . E . , & Young, L. J. (2009). Oxytocin and the neural mechanis­ ms regulating social cognition and affiliative behavior. Frontier in Neuroendocrinology, 30, 534-547. Rossi, J. , III , & Panksepp, J. ( 1 992). Analysis of the relationships betwe­ en self-stimulation sniffing and brain-stimulation sniffing. Physio­ logy and Behavior, 5 1 , 805-8 1 3 . Rossignol, D . A . (2009). Novel and emerging treatments far autism spe­ ctrum disorders : A systematic review. Annals of Clinical Psychiatry, 2 1 , 2 1 3-236. Rosvold, H. E., Mirsky, A. F. , and Pribram, K. H. ( 1 9 54) . Influence of am­ ygdalectomy on social behavior in monkeys . Joumal of Comparati­ ve Physiology and Psychology, 47, 1 73-1 78. Rubin, L. H., Carter, C . S., Drogos , L., Pournajafi-Nazarloo, H. , Sweeney, J. A., & Maki, P. M. (20 1 0) . Peripheral oxytocin is associated with re­ duced symptom severity in schizophrenia. Schizophrenia R esearch, 1 24, 1 3-2 1 . Rumpel, S . , LeDoux, J., Zador, A., & Malinow, R . (2005 ) . Postsynaptic re­ ceptor trafficking underlying a form of associative learning. Scien­ ce, 308, 83-88. Russell, J. S. ( 1 994) . Is there universal recognition of emotion from fa­ cia! ex- pressions? A review of cross-cultural studies . Psychological Bulletin, 1 1 5, 1 02-1 4 1 . Russell, J. A . (2003). C ore affect and the psychological construction of emotions . Psychological Review, 1 1 0, 1 45-1 7 2 . Russ ell, J . A. (2009). Emotion, core affect, and psychological constructi­ on. Cognition and Emotion, 23, 1 259-1 283. Russ ell, J. A., Rosenb erg, E . L., & Lewis, M. D. (Eds . ) . (20 1 1 ) . B asic emo­ tion theory, Emotion Review, 3 (4) .

722

K AY N AKÇA Ryan, R . M . & Deci, E . L . (2006). S elf-regulation and the problem of hu­ man autonomy: Do e s p sycholo gy need choice, self- detennination and will? Joumal of Personality. 7 4 , 1 557-1 585.

S acks , O . ( 1 973) . Awakenings. New York, NY: Dutton. S al amone, J. D. ( 1 9 94) . The involvement of the nucleus accumbens in appetitive and aversive motivation. Behavioral Brain Research, 6 1 , 1 1 7 1 33 . -

S al amone, J. D. , C orrea , M . , Farrar, A . M . , Nunes, E . J. , & Pardo, M. (2009) . D o p amine, behavioral economics, and effort. Frontiers in Behavio­

ral Neuroseience, 3, 1 3 . S avic, I . , Heden-Blomqvist, E . , & B erglund, H . (2009) . Pheromone signal tr ans d uc tion in humans: What can be leamed from olfactory loss.

Human Brain Mapping, 3 0 , 3057-3065.

S ch achter, S . , & Singer, J. ( 1 962). Co gn itive, social and physiological de­ terminants of emotional state. Psychological Review, 69, 379-399. S ch aefer, C . E . , & Kaduson, H . G. (ed.) (2006) . Contemporary play the­

rapy: Theory, Research, and Practice. New York, NY: The Guilford Pres s . S chiff, N . D. (2007) . Global dis orders o f consciousness. M . Velmans & S . S chneider (ed.J , The Blackwell companion t o conseiousness içinde ( s . 589- 6 04) . Oxford, UK: Blackwell.

S ebiller, D. , Monfils, M. H, Raio, C . M . , Johnson, D. C., Ledoux, J. E., & Phelps , E . A. (20 1 0). Preven ting the retum of fear in humans using reconsolidation update mechanisms. Nature, 463 , 49-53. S chlaepfer, T. E., C ohen, M. X., Frick, C . , Kosel, M., Brodesser, D., Axmac­ her, N. , Joe, A. Y., Kreft, M., Lenartz, D., & Sturm, V. (2008) . Deep brain stimulation to reward circuitry alleviates anhedonia in refractory m aj o r depression. Neuropsychopharmacology, 33 (2) , 368-377. S chnall, S., & Laird, J. D. (2003) . Keep smiling: Enduring effects of faci­ a! exp ressions and postures on emotional experience and memory.

Cognition and Emo tion, 1 7, 787-797. S choene-B ake, J. - C . , Parp aley, Y. , Weber, B., Panksepp, J. Hurwitz, T. A., & C o enen, V. A. (20 1 0) . Tractographic analysis of historical lesion-sur­ gery for depres sion. Neuropsychopharmacology, 35, 2553-2563. S chore, A. ( 1 9 94) . Affect regulation and the origin of the self' The neuro­

biology of emotional development. Hillsdale, NJ: Lawrence Erlba­ um. S chore, A. N. (200 1 ) . The effects of a s ecure attachment relationship on right brain d e ve l op men t affect regulation and infant mental health. Infant Mental Health Joumal, 22, 7-66. S chore, A. (2003a). Affect dysregulation and disorders of the self. New York, NY: W. W. Norton. ,

723

ZİHNİN ARKEOLOJiSi

Schore, A . (2003b) . Affect regulation and the repair of the self New York, NY: W. W. Norton. Schultz, W. (2006) . Behavioral tlıeories and the neurophysiology of reward Annual Review of Psychology, 57, 87- 1 1 5 . Schultz, W. (20 1 0) . Dopamine signals fo r reward value and risk: B asic .

and recent data. Behavioral Brain Functions, 6 , 24. Schultz, W. , Apicella, P. , & Ljunberg, T. ( 1 993). Responses of monkey do­ pamine neurons to reward and conditioned stimuli during succes ­ sive steps of learning a delayed response task. Joumal of Neuros­

cience, l 3, 900-9 1 3 . Schultz, W. , & Dickinson, A . (2000) . Neuronal coding of p rediction er­ rors . Annual Review of Neuroscience, 23, 473-500. Schultz, W. , & Roma, R. ( 1 990) . Dopamine neurons of the monkey midb­ rain: C ontingency of responses to stimuli eliciting immediate beha­ vioural reactions. Joumal of Neurophysiology, 63, 607-6 1 7 . Scott, E. (200 1 ) . Toward a play program to benefit children 's attention

in the classroom (Doktora sunumu) . Bowling Green State Üniversi­ tesi, Bowling Green, Ohio. Scott, E., & Panksepp, J. (2003). Rough-and-tumble play in human child­ ren. Aggressive Behavior, 29, 539-55 1 . Scott, J. P. (1 974). Effects of psychotropic drugs on separation distress in dogs. Excerpta Medica Intemational Congress Series, 359, 7 35-745. Scott, J. P., & Fuller J. L. ( 1 998) . The genetics and social behavior of the

dog. Chicago : Chicago Üniversitesi Yayınları. Sewards, T. V. (2004) . Dual separate pathways for s ensory and hedonic aspects of taste. Brain Research Bulletin, 62, 27 1-283. Shair, H. N. (2007). Acquisition and expression of a socially mediated se­ paration response·s . Behavioral and Brain Research, 1 82, 1 80-1 92 . Shaınay-Tsoory, S. G. , Fischer, M . , Dvash. J. , Harari, H . , Perach-Bloom, N. , & Levkovitz, Y. (2009). Intranasal administration of oxytocin inc­ reases envy and schadenfreude (gloating) . Biological Psychiatry, 6 6 , 864-870. Shapiro, F. (200 1 ) . Eye movement desensitization and reprocessing: Ba­

sic principles, protocols and procedures (2. B askı.). New York, NY: Guilford. Shapiro, F. (2002). EMDR 1 2 y�ars after its introduction: Past and future research. Joumal of Clinical Psychology, 58, 1 -2 2 . Shedler, J . (20 1 0) . The efficacy of psychodynamic p sychotherapy. Ameri­

can Psychologist, 65, 98- 1 0 9 . Sheehan, T. , & Numan, M. (2002) . Estrogen, progesterone , a n d p regnan­

cy termination alter neural activity in b rain regions that control

maternal behavior in rats . Neuroendocrinology, 7 5 , 1 2-23 .

724

KAYNAKÇA Sheldon, K . , Kashdan, T. , & S t eger, M. ( e d . ) . (20 1 1 ) . Designing the futu­

re of positive psychology: Ta ki ng stock and moving forward. New York , NY: Oxford Üniversitesi Yay ı nları . Shema , R . , Sackto r, T. C . , & D ufa i, Y. (2007) . Rap i d erasure of long-term memory associations in the cortex by ' an inhibitor of PKM zeta. Science, 3 1 7 , 9 5 1 - 9 5 3 . Shewmon , D. A . , Holmes, G . L., & Byrne, P. A . ( 1 999) . C onsciousness in

congenitally decorticate children: D ev el opm ental vegetative state as s el f fulfil l i ng prophecy. Developmental Medicine & Child Neuro­ -

logy, 4 1 , 3 64-374. Shi, C . , & D av i s , M. (200 1 ) . Visual pathways involved in fear conditio­ ning measured with fe ar-p otentiated startle: Behavioral and anato­ mic stu dies. Joumal of Neuroscience, 2 1 , 9844-9855. Siegel, A . (2005) . The neurobiology of aggression and rage. Boca Raton, FL: CRC Press . Siegel, D. J. (2007). The mindful brain: Reflection and attunement in

the cultivation of well-being. New York, NY: W. W. Norton. Siege l D. J. (20 1 0) . Mindfulness. N ew York, NY: Bantam ,

Sierra-Mercado, D. , Padilla-C oreano, N. , & Ouirk, G. J. (20 1 1 ) . Dissociab­ le roles of p relimbic and infralimbic cortices, ventral hippocampus, and b a solateral amygdala in the expression and extinction of con­ ditioned fe a r. Neuropsychopharmacology, 36, 529-538.

Singewald, N. (2007) . Altered brain activity p rocessing in high- anxiety rodents revealed b y challenge p a ra di gm s and functional mapping.

Neuroscience & Biobehavioral Reviews, 3 1 , 1 8-40. Singh, D. , & Randall, P. K. (2007) . Beauty is in the eye of the plastic surgeon: Waist-hip ratio (WHR) and women's attractiveness. Perso­ nality and Individual Difference, 43, 329-340. Siviy, S. M. (20 1 0) . Play and adversity: How the playful mammalian bra­

in withstands threats and anxieties. American Joumal of Play, 2, 2 9 7-3 1 4.

S iviy, S. M . , Harrison, K. A., & Mc G re gor, 1. S. �2006) . Fear, risk assess­ ment, and p l ayfulness in the juvenile rat. Behavioral Neuroscience, 1 20, 49-59 .

S iviy, S . M . , & Panksepp, J. ( 1 985). Dors omedial di encepha li c invol­ vement in the juvenile play of rats . Behavioral Neuroscience, 99, 1 1 03-1 1 1 3 .

Siviy, S . M . , & Panksepp, J. ( 1 987a). Sensory modulation o f j uvenil e play in rats . Developmental Psychobiology, 20, 39-55. Siviy, S . M . , & Panksepp, J. ( 1 987b) . Juvenile play in the rat: Thalamic and brain stem involvement. Physiology & Behavior, 4 1 , 1 03-1 1 4. Skinner, B. F. ( 1 9 3 8 ) . The behaviour of organisms. New York, NY: Apple­ ton- C entury C rofts . -

725

Z i H N İ N A R K E O LOJ i S i

Skinner, B . F. ( 1 948). "Superstition" in the pigeon. Joumal of Experimen­

tal Psychology, 38, 1 68-1 72. Skinner, B. F. ( 1 953) . Science and human behavior. New York, NY : Simon & Schuster. Skolnick, P. (2009) . Glutarnate-based antidepressants : 20 years on. Tren­

ds in Pharmacological Sciences, 30, 5 63-5 6 9 . Skrundz, M., Bolten, M., Nast, I., Hellhammer, D. H . , & Meinlschmidt, G. (20 1 1 ) . Plasrna oxytocin concentration during pregnancy is associ­ ated with development of postp artum depression. Neuropsychop­ harmacology, 1-8, advance online publication, 1 1 Mayıs 20 1 1 , doi: 1 0 . 1 038/npp.201 1 .74. Slade, A. & Wolf, D. P. (ed.) . ( 1 994) . Children at play: Clinical and deve­

lopmental approaches to meaning and representation. New York, NY: Oxford Üniversitesi Yayınlan. Slotnick, B. M. ( 1 975) . Neural and hormona! hasis of maternal behavior

in the rat. B. E. Eletheriou & R. L. Sprott (ed.) , Hormonal correlates of behavior içinde. 2. Cilt (s. 585-656). New York, NY: Plenum. Smith, W. D. ( 1 979) . Hippocratic tradition. Ithaca, NY: C ornell Üniver­ sitesi Yayınlan. Smotherman, W. P. & Robinson, S. R. ( 1 9 9 2 ) . Kappa opioid mediation of fetal responses to milk. Behavioral Neuroscien­ ce, 1 06, 396-407. Snyder, S. H. ( 1 972) . C atecholamines in the brain as mediators of am­ phetamine psychosis. Archives of General Psychiatry, 2 7 , 1 69- 1 79. Solanto, M. V. (2000) . Clinical psychopharmacology of AD/HD: Implica­ tions for animal models. Neuroscience and Biobehavioral Reviews, 24, 27-30. Solms, M. (2000) . Dreaming and REM sleep are controlled by different brain mechanisms . Behavioral and Brain Sciences, 2 3 , 843-850. Solms, M. (2002). Dreaming: Cholinergic and dopaminergic hypotheses. E . Perry, H. Ashton, & A. Young (ed.), "Neurochemistry of conscious­ ness : Neurotransmitters in mind. Advances in Consciousness Re­ search içinde (36. Cilt, s. 1 23-1 3 1 ) . Amsterdam, Netherlands : John B ensamis." S olms, M. , & Panksepp, J. (20 1 0) . Why depression feels b a d . E. K. Per­ ry, D. C ollerton, F. E. N. LeBeau, & H. Ashton (ed.) , New horizons in

the neuroscience of consciousness, içinde (s. 1 69-1 78) . Amsterdam: John B enjamins. Solms, M., & Panksepp, J. (20 1 2) . The "Id" knows more than the "Ego" admits : Neuropsychoanalytic and primal consciousness p erspecti­ ves on the interface between affective and cognitive neuros cience.

Brain Sciences, 2 (2 ) , 1 47-1 75. Solms, M . , & Turnbull, O. (2002) . The brain and the inner world: An int-

726

KAr n A KÇA

rod, '.Ction to the neuroscience of subjective experience. New York, NY: Other P re s s .

S olo m o n , A. (200 1 ) . The noonday demon: An atlas of depression. New York, NY: S cribner.

S oltysik, S . , & Jelen, P. (2005) . In rats, sighs correlate with relief. Physi ­

ology & Behavior, 85, 5 9 8-6 02 .

Sp ark s , D. L. ( 1 9 8 8) . Neural c artography: S ensory and motor maps in the superior c olliculus . Brain Behavior and Evolution, 3 1 , 49-56.

Spinka, M . , Newberry, R. C . , & B ekoff, M. (200 1 ) . Mammalian play: Tra­ ining for the unexp ected. Quarterly Review of Biology, 76, 141-168. S p itz, R . A., an d Wolf, K . M. ( 1 946) . Anaclitic depression: An inquiry into

th e genesis of p sy chi atric conditions in . early childhood. Psychoa­

nalytic Study of the Child, 2, 3 1 3-342 . S tein, D. J. (2009) . B orderline personality disorder: Toward integration.

CNS Spectrum, 14, 3 5 2-3 5 6 . Steiner, J. E . , Glaser, D . , Hawilo, M. E . , & Berridge, K . C. (200 1 ) . Compa­ rative expression of hedonic imp act: Affective reactions to taste by huma n infants and other primates . Neuroscience and Biobehavio­

ral Reviews, 2 5 , 5 3-74.

Stengel, A., & Ta ch e , Y. (20 1 0) . Corticotropin-releasing factor signaling and vis c eral response to stress . Experimental Biology and Medici­

ne, 2 3 5 , 1 1 68-1 1 78 . S tepniewska, I . , Fang, P. C . , & Kaas, J. H . (2005). Microstimulation re­ veals specialized subregions for different complex movements in p o s terior p arietal cortex of prosimian galagos, Proceedings of the

National Academy of Sciences (USA) , 1 02, 4878-4883. Stepp er, S., & Strack, F. ( 1 993). Proprioceptive determinants of emotio­

nal and nonemotional feelings. Personality & Social Psychology, 64, 2 1 1 -2 2 0 .

.

S tern, D. N. (2004) . The present moment in psych otherapy and every­

day life. New York, NY: W. W. Norton. Sterns , F. R . ( 1 9 7 2). Laughing: Physiology, pathophysiology, psychology, ps­

ychopathology and development. Springfıeld, IL: Charles C. Thomas. Stone, K. C . , LaGasse, L. L . , Lester, B. M., Shankaran, S., Bada, H. S., Ba­ uer, C. R., & H ammond, J. A. (20 1 0) . Sleep problems in children with p renatal substance exposure: The Maternal Lifestyle study. Archi­

ves Pediatric & Adolescent Medicine, 1 64, 452-456.

S tr a s sman, R . J. , App enzeller, O., Lewy, A. J. , Qualls, C. R., & Peake, G. T. ( 1 989) . Increase in p l a s m a melatonin, beta-endorphin, and cortisol after a 2 8 . 5-mile mountain race: Relationship to performance and

l a ck of effect of n altrexone. Journal of Clinical Endocrinology &

Metabolism, 6 9 , 540-545.

727

Z i H N i N A R K E O LO J i S i

Strehler, B . L . ( 1 9 9 1 ) . Where is the self? A neuroanatomical theory of consciousness. Synapse, 7, 44-9 1 . Strüber, D., Lück, M., & Roth, G. (2008) . Sex, aggression and impulse control: An integrative account. Neurocase, 1 4, 93-1 2 1 . Stutz, R . M . , Rossi, R . R., Hastings , L . , & B runner, R . L . ( 1 9 74) . Discrimi­ nability of intracranial stimuli: The role of anatomical connected­

nes s . Physiology & Behavior, 1 2 , 69-7 3 . Suddendorf, T. , & C orballis, M. ( 1 997) . Mental time travel a n d the evo­ lution of the human mind. Genetic, Social and General Psychology

Monographs, 1 23, 1 33-1 67. Sukhotinsky, I., Zalkind, V. , Lu, J. , Hopkins, D. A., S ap er, C. B., & Devor, M. (2007). Neural pathways associated with loss of consciousness ca­ used by intracerebral microinjection of GABAA -active anesthetics.

European Joumal of Neuroscience, 25, 1 4 1 7- 1 43 6 . Sunderland, M . (2006) . The science ofparenting. New York, NY: D orling Kindersley. Suomi, s . J. (2006) . Risk, resilience and gene x environment interaction in rhesus monkeys . Annals of the New York Academy of Sciences, 1 094, 52-62. Sur, M., & Rubinstein, J. L. (2005). Patterning and plasticity o f the cereb­ ral cortex. Science, 3 1 0, 805-8 1 0 . Swain, J. E , Lorberb aum, J. P, Korse, S . , & Strathearn, L . (2007). B rain hasis of early parent-infant interactions : Psychology, physiology, and in vivo function neuroimaging studies . Joumal of Child and Adolescent Psychiatry, 48 , 262-287. Szalavitz, M. & Perry, B. D. (20 1 O) . Bom for love: Why empathy is essenti­ al-and endangered. New York, NY: HarperC ollins Publishers . Szyf, M., McGowan, P. , & Meaney, M. J. (2008). The s o cial environment and the epigenome. Environmental and Molecular Metagenesis, 49, 46-60. Takahashi, H., Matsuura, M., Yahata, N. , Koeda, M., Suhara, T. , & Oku­ bo Y. (2006). Men and women show distinct b rain activations du­ ring imagery of sexual and emotional infidelity. Neuroimage, 32, 1 299-1 307. Talmi, D., Hurlemann, R., Patin, A., & Dolan, R . J. (20 1 0) . Framing ef­ fect following bilateral amygdala lesions. Neuropsychologia, 48, 1 823-1 827. Tans ey, K. E., Brookes, K. J. , Hill, M. J. , Cochrane, L . E . , Gill, M . , Sku­ se, D., C orreia, C . , Vicente, A., Kent, L . , Gallagher, L . , & Ann ey, R. J. (20 1 0) . Oxytocin receptor (OXTR) does not play a m ajor role in the aetiology of autism: Genetic and molecular studies. Neuroscience

Letters, 474, 1 63-1 67.

728

KAY N AKÇA Taylar, S. E., Klein, L. C . , Lewis, B. P. , Gruenewald, T. L., Gurung, R. A., & Up­ degraff, J. A. (2000) . Biobehavioral responses to stress in females: Tend­

and-befriend, no t fi ght or flight Psychological Review, 1 07, 41 1 -429. -

-

.

Taylar, S. E . , Saphire-Bernstein, S., & Seeman, T. E. (20 1 0) . Are plasma oxyto cin in women and p l a s m a vasopressin in men biomarkers of distressed pair-b ond re lati on ships ? Psychological Science, 2 1 , 3-7 .

Teasdale, J. D . , Taylar, R . , & Fogarty, S. J. ( 1 980). Effects of induced ela­ tion- depression on the a c c essib il ity of memories of happy and un­ happy experiences . Be h avio ral R esearch and Therapy, 1 8, 339-346.

Tenore, P. L. (2008) . Psych otherape uti c benefits of opioid agonist the­ rapy. Joumal of Addiction Disorders, 27, 49-65 .

Thandeka. (2005) . S chleierm a ch e r s affekt theology. Intemational Jour­ '

nal of Practical Theology, 9, 1 97-2 1 6 . Thandeka . (2009). Future designs fo r American liberal theology. Ameri­

can Joumal of Theology and Philosophy, 30, 72-1 00. Thor, D. H., & Holloway, W. R. Jr. ( 1 9 84a) . Developmental analyses of s o cial p l ay b ehavior in j uve n i l e rats . Bulletin of the Psychonomic

Society, 22, 5 87-590. Thor, D . H. & Holloway, W. R. Jr. ( 1 984b) . Social play in juvenile rats: A decade of methodological and experimental research . Neuroscience Biobehavioral Reviews, 455-464. Thorndike, E. L. ( 1 9 1 1 ) . A nimal intelligence: Experimental studies. New York, NY: Macmillan.

Tinbergen, N. ( 1 9 5 1 ) . The study of instinct. New York, NY: Oxford Üni ­ versitesi Yayınlan. Tomasell o , M. (2009). Why we cooperate. C ambridge, MA: MIT Yayınları.

Tomkins , S. S. ( 1 9 6 2 ) . Affect im agery, consciousness: 1 . Cilt. The positive ,

affects. New York, NY: S pringe r. Tom� ins , S. S. ( 1 9 6 3 ) . Affe ct imagery, consciousness: 2. Cilt. The negati­ ve affects. New York, NY: Sp ri nge r. Trezza, V. , & Vanderschuren, L. J. (2008) . Cannabinoid and opioid mo­ ,

dul ation of s o cial play behaviour in adolescent rats : Differential b ehavioural mechanisıns . European Neuropsychopharmacology, 1 8 , 5 1 9-5 3 0 . Trezza , V. , & Vanderschuren, L . J. (2009). Divergent effects o f anandami­ d e transporter inhibitors with different target selectivity on social

p l ay behaviour in ado l es c en t rats. Joumal of Pharmacology and

Experimental Therapeutics, 328, 343-350

Tro ni ck, E . (2007). The neurobehavioral and social emotional develop­

ment of infants and ch il dre n . New York, NY: W. W. Norton

Trons on, N. C . , & Tayo r, J. R. (2007). Molecular mechanisms of memory reconsolidation. Nature R eviews Neuroscience, 8, 262-275.

729

Z i H N i N A R K E O L OJ i S i

Tucker, D . , & Williamson, P. A . ( 1 984) . Asymmetric neural control sys­ tems in human self-regulation. Psychological Review, 9 1 , 1 85-2 1 5. Tuiten, A., van Honk, J. , Koppeschaar, H., Bernaards, C . , Thij ss en , J. , & Verbaten, R. (2000). Time course of effects of testosterone administ­ ration on sexual arousal in women. Archives of General Psychiatry,

57, 149-153. Tulving, E . (200 1 ) . Episodic memory and common s ense: H o w fa r apart?

Philosophical Transactions of the Royal Society London B Biological Sciences, 356, 1 505-1 5 1 5. Tulving, E. (2002). Episodic memory: From mind to brain. Annual Re­ view ofPsychology, 53, 1-25. Tulving, E . (2005). Episodic memory and autonoesi s : Uniquely human? H. S. Terrace & J. Metcalfe (ed.) , The missing link in cognition: Ori­ gins of self-reflective consciousness içinde (s. 3-56). New York, NY: Oxford Üniversitesi Yayınlan. Tzschentke, T. M. (2007). Measuring reward with the conditioned place preference (CPP) paradigm: Update of the last decade. A ddiction Biology, 1 2, 227-462. Udry, J. R. (2000). Biological limits of gender construction. A merican Sociological Review, 65, 443-457. Uhl-Bronner, S., Waltisperger, E . , Martinez-Lorenzana, G. , C ondes Lara, M., & Freund-Mercier, M. J. (2005) . Sexually dimorphic expression of oxytocin binding sites in forebrain and spinal cord of the rat.

Neuroscience, l35, l47-l 54. Ungerstedt, U. ( 1 9 7 1 ) . Adipsia and aphagia after 6 -hydroxydopamine induced de- generation of the nigro-striatal dopamine system. Acta Physiological Scandinanvica (Ek 367), 95-1 22. Ungless, M . A . (2004) . Dop amine: The salient issue. Trends in Neuros­ ciences, 27, 702-706. Uvnas-Moberg, K. ( 1 998). Oxytocin may mediate the b enefits of p o s iti­ ve social interaction and emotions. Psychoneuroendocrinology, 23, 8 1 9-835. Valenstein, E . S. ( 1 966). The anatomical locus of reinforcement. E . Stellar & J. M. Sprague (Eds .), 1 . Cilt Progress in Physiological Psychology içinde (s . 1 49-1 90). New York, NY: Academic Press. Valenstein, E. S . , C ox, V. C . , & Kakolewski, V. C. ( 1 970) . Reexamination of the role of the hypothalamus in motivation. Psychological Review,

77, 1 6-3 1 . Vaillant, G. E . (2008) . Positive emotions, spirituality and the p ractice of psychiatry. Mental Health, Spirituality, Mind, 6, 48-6 2 . Vandekerckhove, M. , & Panksepp, J. (2009). The flow o f anoetic t o no­ etic and autonoetic consciousness : A vision of unknowing anoetic

730

K AY N AKÇA and knowing noetic consciousness in the remembrance of things p ast and imagined futures. Consciousness and Cognition, 1 8 (4) , 1 0 1 8- 1 028.

va n der Kolk, B. A. (2006) . Clinical implications of neuroscience rese­ arch in PTSD. Annals of the New York Academy of Sciences, 107 1 , 277-2 9 3 . Vanders churen, L . J . M. J. (20 1 0) . How the brain makes play fu n . Ameri­

can Joumal of Play, 2 , 3 1 5-337. Vanders churen, L. J. M. J. , Niesink, R. J. M., Spruijt, B. M., & Van Ree, J. M. ( 1 9 9 5 ) . Effects of morphine on diffe rent aspects of social play in juvenile rats. Psychopharmacology, 1 1 7, 225-23 1 . van Gulick, R . ( 2004) . C onsciousness. S tanford Encyclopedia of Philo­

sophy. http ://plato. stanford.edu/entries/consciousness/

van Honk:, J. , Harmon-Jones, E . , Morgan, B. E . , & Schutter, D. J. (2010) . S o cially explosive minds: The triple imbalance hypothesis o f reacti­ ve aggre s s ion. Joumal of Personality, 78, 67-94. van Honk, J. , & Pruessner, J. C. (20 10). Psychoneuroendocrine imaging.

Psychoneuroendocrinology özel s ayısı içinde, 35, 1-4. van Honk, J. , Schutter, D. J. , Hermans , E . J. , Putman, P., 'I\ıiten, A., & Koppe schaar, H. (2004) . Testosterone shifts the balance between s ensitivity for punishment and reward in healthy young women.

Psychoneuroendocrinology, 29, 937-943 . van Leengoed, E . , Kerker, E . , & Swanson, H. H. ( 1 987) . Inhibition of p o s tp a rtum maternal behavior in the rat by infusion of an oxytocin antagonist into the cerebral ve nt ri c l e s. Joumal of Endocrinology, 1 1 2 , 2 7 5-2 8 2 . Varela, F. J . ( 1 9 9 9 ) . Present-time consciousnes s. Joumal of Conscious­

ness Studies, 6, 1 1 1-140. Veenema , A. H., & Neumann, I. D. (2008). C entral vasopressin and oxyto­ cin re- lease: Regulation of complex social behaviours . Progress in

Brain Research, 1 70, 26 1-276. Velmans, M. (2009) . Understanding consciousness (2. Baskı.). New York, NY: Routledge.

Vertes, R. P. & Kocsis, B. ( 1 997). Brainstem-diencephaloseptohippo­ campal systems controlling the theta rhythm of the hippocampus.

Neuroscience, 8 1 , 893-926. Viviani, D., & Stoop, R. (2008) . Opposite effects of oxytocin and vasop­ res sin on the emotional expression of the fear response. J. D. N e u

­

m ann & R. Landgraf (ed.), Progress i n brain research i çind e 1 70, ,

2 0 7-220.

Viviani, D . , Terrettaz, T. , Magara, F. , & Stoop, R. (20 1 0) . O xyt o cin enhan­ ces the inhibitory effects of diazepam in the rat central medial am­ ygdala. Neuropharmacology, 58, 62-68.

73 1

Z i H N İ N A R K E O L OJ i S i

Voracek, M., Manning, J. T. , & Dressler, S . G. (2007) . Repeatability and interobserver error of digit ration (2D:4D) measurement made by experts. American Journal of Human Biology, 1 9, 1 42-146. Vul, E . , Harris, C . , Winkelman, P. , & Pashler, H. (2009) . Puzzlingly high correlations in fMRI studies of emotion, personality, and s o cial cog­ nition. Perspectives on Psychological Science, 3, 2 74-29 0 . Vyas, A . Kim, S. K., Giacomini, N. , B oothroyd, J. C . , & Sapolsky, R. M. (2007) . Behavioral changes induced by Toxoplasma infection of ro­ dents are highly specific to aversion of cat odors . Proceedings of

National Academy of Sciences, 1 04, 6442-6447. Vytal, K., & Hamann, S. (20 1 0) . Neuroimaging support fo r discrete neu­ ral correlates of basic emotions: A voxel-based meta-analysis. Jour­

nal of Cognitive Neuroscience, 22, 2864-2885. Wallace, B. A. (2000) . The taboo of subjectivity. New York, NY: Oxford Üniversitesi Yayınları. Walsh, R. J. , Slaby, F. J., & Posner, B. I. ( 1 987). A receptor-mediated me­ chanism for the transport of prolactin from blood to cerebrospinal fluid. Endocrinology, 1 20, 1 846-1 850. Waraczynski, M. A. (2006). The central extended amygdala network as a proposed circuit underlying reward valuation . Neuroscience and

Biobehavioral Reviews, 30, 472-496 . Ward, I. L. ( 1 992). Sexual behavior: The product of p erinatal hormona! and pre-pubertal social factors . A. A. Gerall, H. Moltz, & I. L. Ward (ed.), Sexual differentiation, 1 1 . C ilt, Handbook of behavioral neuro­ biology içinde (s. 1 57-1 78). New York, NY: Plenum. Watson, D., Clark, 1. A., & Tellegen, A. ( 1 988) . D eveloprnent and valida­ tion of brief measures of positive and negative affect: The PANAS scales. Journal of Personality and Social Psychology, 54, 1 063-1 070. Watson, J. B. ( 1 929) . Behaviorism. New York, NY: W. W. Norton. Watt, D. F. (2000) . The centrencephalon and thalamocortical integration: Neglected contributions of periaqueductal gray, Emotion and Cons­

ciousness, 1 , 93-1 1 6 . Watt, D. F. (2007) . Toward a neuroscience o f empathy (yorumlarla birlik­ te). Neuro-Psychoanalysis, 9, 1 1 9-1 72 Watt, D. F. , & Panks epp, J. (2009). Depression: An evolutionarily con­ served mechanism to terminate sep aration-distress? A review of aminergic, peptidergic and neural network perspectives. Neuropsy­

choanalysis, 1 1 , 5-1 04. Watt, D. F., & Pincus, D. I. (2004) . Neural substrates of consciousness : Implications fo r clinical psychiatry. J. Panksepp (ed.), Textbook of

biological psychiatry. Hoboken, NJ: Wiley. Wayner, M. J. , B arone,

F.

C . , & Loulis , C. C. ( 1 9 8 1 ) . The l ateral hypotha-

732

KAY NAKÇA lamus and adjunctive behavior. P. J. Morgane and J. P anksepp (ed.) ,

Handbook of the hypothalamus, 3. Cilt, Bölüm B. B ehavio ral studies of the hyp othalamus i çinde ( s . 1 07-146) . New York, NY: Marcel Dek­ ker.

Weisler, A., & McCall, R. R. ( 1 9 7 6 ) . Exploration and play: Resume and redirection. American Psychologist, 3 1 , 492-508. Welker, W. I. ( 1 9 7 1 ) . Ontogeny of play and exploratory behaviors : A defi­ n i t io n o f p robl e m s and s e arch for new conceptual solutions. P. P. G.

B ateson & H. Moltz (ed.) , The ontogeny of vertebrate beha vi o r içinde ( s . 1 7 1 -2 2 8 ) . New York, NY: Academic Pres s .

Wiegm ann, D. D., Wiegmann, D . A . , & Waldron, F . A. (2003). Effects of a reward downshift on the consummatory behavior and flower choi­ ce s of b umblebee forag ers. Physiology & Behavior, 79, 561-566. Wiest, G. , Lehner-B aumgartner, E., & B aumgartner, C. (2006). Panic atta­ cks in an individual with b ilateral selective lesions of the amygdala.

Archives ofNeurology, 6 3 , 1 7 9 8-1 80 1 . Wild , B . , Radden, F. A . , Grodd, W. , & Ruch, W. (2003). Neural correlates of l aughter and humar. Brain, 1 26, 2 1 2 1-2 1 38. Will i a m s , G. C. ( 1 9 9 2 ) . Natural selection: Domains, levels, and challen­

ges. New York, NY: Oxford Üniversitesi Yayınlan. Wis e , R . A. ( 1 9 7 1 ) . Individual differences in effects of hypothalamic sti­ mulation locus. Physiology & Behavior, 6, 569-572.

Wis e , R . A. ( 1 9 8 2 ) . Neuroleptics and operant behavior: The anhedonia hyp othes i s . Behavioral and Brain Sciences, 5, 39-87.

Wis e , R . A., & Ro mp re, P. P. ( 1 989). B rain dopamine and reward. Annual

Review of Psychology, 40, 1 9 1-225.

Wittg e n s tein, L . ( 1 9 6 7 ) . Philosophical i nves t iga t io ns (G. E. M. Anscombe, Ç evi risi. ) . Oxford: Blackwell. (orjinal kitabın basım tarihi 1 953.)

Wi ttg enstei n, L. ( 1 98 1 ) . Tractatus logico-philosophicus. London: Rout­ l e dg e . ( Orj in al kitabın basım tarihi 1 922.)

Wö hr, M., Kehl, M., Borta, A., Schanzer, A., Schwarting, R. K., & Höglin­ ger, G. U. (2009). New insights into the relationship of neurogenesis and affect: Tickling induces hippocampal cell proliferation in rats emitting app eti tive 50-kHz ultra- sonic vocalizations. Neuroscien­

ce, 1 63 , 1 024-1 030. Worthman, C . M . , Plotsky, P. M., Schechter, D. S., & Cummings, C. A. (20 1 0) . Formative experiences. New York, NY: Cambridge Üniversi­ tesi Ya yınl a rı .

Wright, J., & Panksepp, J. (20 1 1 ) . Toward affective circuit-based prec­ lini c a l models of de p ression : S ensitizing d orsal PAG arousal leads to sustained s uppres sion o f positive affect in rats . Neuroscience &

Biobehavioral Reviews, 35, 1 902-1 9 1 5.

733

Z i H N i N A R K E O LOJ i S i

Yamamuro, T. , Senzaki, K , Iwamoto, S . , Nakagawa, Y. , Hayashi, T. , Hori, M., Sakamoto, S., Murakami, K, Shiga, T. , & Urayamaa, O. (20 1 0) . Neurogenesis i n the dentate gyrus o f the rat hippocampus enhan­ ced by tickling stimulation with positive emotion. Neuroscience Research, 68, 285-289. Yamasue, H . , Kuwabara, H . , Kawakubo , Y. , & Kasai, K. (2009 ) . Oxytocin, sexually dimorphic features of the social brain, and autism. Psychi­ atry and Clinical Neurosciences, 6 3 , 1 29-40. Yarbus, A. L. ( 1 967) . Eye movements and vision. New York, NY: Plenum. Yates , A. ( 1 978). Sex without shame: Encouraging the child 's healthy sexual development. New York, NY: William Morrow. Yeomans , J. S., Mathur, A., & Tampakeras, M. ( 1 9 9 3 ) . Rewarding brain stimulation: Role of tegmental cholinergic neurons that activate do­ pamine neurons . Behavioral Neuroscience, 1 07 , 1 07 7- 1 0 8 7 . Young, L. J. , & Wang, Z. (2004). The neurobiology of p air b on ding. Nature Neuroscience, 7, 1 048-1 054. Zachar, P. , & Ellis, R. (ed.). (20 1 2) . Emotional theories of Jaak Panksepp and Jim Russell. Amsterdam: John B enjamins Zaharna, M., Dimitriu, A., & Guilleminault, C. (20 1 0) . Expert opinion on pharmacotherapy of narcolepsy. Expert Opinions in Pharmacothe­ rapy, l l , l 633-1 645. Zellner, M., Watt, D. F. , Solms, M., & Panksepp, J. (20 1 1 ) . · Affective neuroscientific and neuropsychoanalytic approaches to two intrac­ table psychiatric problems : Why depression feels so bad and what addicts really want. Neuroscience & Bio-behavioral Reviews, 3 5 , 2000-2008. Zhang, D., & Raichle, M. E. (20 1 0) . Disease and the brain's dark energy. Nature Reviews Neurology, 6 , 1 5-28. Zhang, T. Y., & Meaney, M. J. (20 1 0) . Epigenetics and the environmental regulation of the genome and its function. Annual Review of Psy­ chology, 6 1 , 439-466. Zhou, J.-N. , Hofman, M. A., Gooren, L. J. G. , & Swaab, D. F. ( 1 9 9 5 ) . A sex difference in the human brain and its r �lation to transs exuality. Nature, 378, 68-70. Zinken, J. , Knoll, M., & Panks epp, J. (2008) . Univers ality and diversity in the vocalization of emotions. K. Izdebski (E d.), Emotions in the human voice, 1 . Cilt. Foundations içinde. (s . 1 85-202). S an Diego, CA: Plural. Zubieta, J. K., Ketter, T. A., Bueller, J. A., Xu, Y. , Kilbourn, M. R . , Young, E . A., & Koeppe, R. A. (2003) . Regulation o f human affective responses by anterior cingulate and limbic mu-opioid neurotransmission. A r­ chives of General Psychiatry, 60, 1 1 45-1 1 53 . Zuckernıan, M., & Kuhlman, D . M. (2000) . Personality and risk-taking: C ommon biosocial factors . Joumal ofPersonality, 6 8 , 9 9 9- 1 0 2 9 .

734

DiZiN

A. C larici 41 4 AÇLIK 55 A. Damasio 42, 50 , 96, 1 08, 1 1 6, 1 1 8, 1 2 1 , 1 22, 1 23 , 1 24, 1 36 , 1 37, 1 59, 238, 336, 432, 433, 449, 472, 533, 552, 555, 563, 576, 577, 578, 639, 646, 650, 65 1 , 666, 672, 683, 687 a drenokortikotropik hormon 425 afektif b ilinç 48, 49, 50, 1 36 , 1 44, 644, 65 1 , 664 afektif denge terapileri 583 afektif nörobilim 8, 23, 27 , 4 1 , 9 1 , 1 06, 1 20, 1 28, 1 34, 1 54, 1 58, 204, 22 1 , 289, 300, 3 1 9 , 347, 528, 579, 580, 596, 600, 606, 6 1 0, 645, 650 afektif tepki 1 1 9 A. Fleming 397, 406 , 427, 688 Aichhorn, A. 672 A. Janov 572, 573, 592, 598, 60 1 , 608, 6 3 3 , 697 A. Lichter 632 alt kollikulus 36 amfetamin 95, 1 47, 1 72 , 176, 483, 49 1 amigdala 30, 35, 37, 44, 1 25 , 1 68, 225, 226, 227, 249, 259, 28 1 , 282, 28 3, 285, 295, 296, 297, 3 1 8, 323, 324, 329, 330, 33 1 , 353, 5 1 5, 543, 544, 556 AMPA 327 anksiyete 1 1 , 13, 1 5 , 255, 258, 26 1 , 262, 268, 272, 273, 275, 277, 278, 279, 280, 289, 293, 3 1 8, 320, 3 28, 342, 367, 43 1 , 432, 466, 475, 476, 572, 580, 587, 589, 592 , 605, 6 1 5, 6 1 9 , 620, 630, 635

73 5

anksiyetenin kaynağı 620 Aristoteles 1 03 aromataz 377, 378 ARZU sistemi 344, 369, 402 A. Schore 28, 470, 47 1 , 472, 565, 566, 600, 708, 723, 724 asetilkolin 55, 75, 1 29, 230, 264, 305, 3 14, 323, 341 , 5 1 3, 5 1 4, 545 A. Solomon 572, 6 1 6, 688, 713, 7 1 9, 727 Austin 546, 673, 699 Averill 2 1 9, 220, 673 Aziz Augustinus 102, 1 03, 638, 639, 667 Berlin Biyofizik Kulübü 1 04, 105, 1 1 0, 1 1 2 BeyinZihin 1 0 , 1 3 , 17, 20, 40, 4 1 , 43, 45, 46, 47, 53, 59, 70, 89, 9 1 , 1 0 1 , 1 30, 1 3 1 , 1 33, 1 35, 1 39, 145, 256, 276, 284, 285, 292, 293, 300, 3 1 1 , 33 1 , 332, 335, 337, 348, 362, 373 , 374, 377, 388, 436, 469 , 484, 494, 5 1 3, 5 1 4, 525, 526, 530, 535, 536, 537, 539, 54 1 , 545, 555, 568, 57 1 , 572, 575, 576, 577, 580, 585, 589, 5 9 1 , 602, 605, 6 1 2 , 6 1 4, 6 1 6, 6 1 7 , 628, 629, 642, 644, 662, 666, 669 B. F. Skinner 1 05, 1 07, 1 08, 1 1 4, 141 , 1 42, 1 75, 1 78, 725, 726 birleşik davranışlar 1 75, 1 76, 1 79, 1 82, 1 96, 223, 224 B. Knutson 70, 149, 1 58, 1 63, 1 85, 1 88, 1 94, 2 1 7, 27 1 , 48 1 , 482 , 502, 503, 643 , 679, 692, 700, 7 1 6

Z İ H N i N A R K E O LOJ i S i

buprenorfin 67, 366, 463, 464, 470,

glutamat 1 69, 2 0 1 , 202, 204, 230, 272, 280, 298, 305, 3 1 1 , 3 1 2 , 3 1 4, 326, 327, 3 3 1 , 3 4 1 , 425, 457, 476,

475 , 477 , 5 89 , 6 1 8, 627 C . Izard 45, 1 2 1 , 644, 697

506 G. Romanes 1 86 , 6 5 3 , 6 5 6 , 72 1

C . Ludwig 1 04, 106, 1 1 2, 639, 663 ,

güvercinler 1 78

664 C. Rogers 622, 7 2 1

H. D avanlo o 598, 6 84 H. Eysenck 1 58

D arwin, Charles 33, 4 5 , 7 5 , 9 7 , 1 08,

H. Harlow 43 9 , 440, 6 9 3 hipofiz b ezi 1 40, 357, 3 9 9 , 405 hipoka01pus 3 5 , 3 7 , 1 20, 1 68 , 330, 334, 46 1 , 470, 488, 5 2 2 Hip o krat 1 03 , 1 04, 1 1 1

1 1 2 , 1 1 3 , 1 20, 1 2 1 , 1 86, 640, 646, 653, 664, 668, 67 1 , 684 D avranışsa} Aktivasyon Sistemi 1 58 Davranışsa} inhibisyon Sistemi 1 5 8 dekortike 144, 234, 554 D. Griffin 1 1 4, 1 1 5, 1 86, 654, 656,

hipotala01us. 3 5 , 3 7 , 6 8 , 140, 1 4 1 , 1 57 , 1 68 , 2 2 5 , 2 2 6 , 2 2 7 , 2 2 9 , 282,

69 1 , 692, 700 D. Hubel 283, 695 dinorfin 1 69, 1 70, 447, 464 D. Klein 26, 273, 432, 466, 467, 6 1 9,

285, 3 5 0, 35 7 , 390, 402, 403, 443, 495, 5 1 3 , 542 , 543 H. l\/Iayberg 445, 6 1 7, 648, 705 Hume, David 1 5 6 , 336, 527, 6 3 9

700, 720, 729 D. Malan 599, 704, 705 D. O. Hebb 3 1 0, 3 1 1 , 694

IQ 3 1 3

imipramin 2 7 3 , 466, 467, 475 inhibitörler 46 1

E. Clap arede 333, 334 E. Dissanayake 62 1 , 685 E . Kandel 29 1 , 293, 294, 322, 698 endofenotipler 595 epilepsi 1 1 9, 553 epizodik bellek 333

insanın Kökeni (Darwin) 640 insula 70, 1 5 1 , 607, 6 8 2 J. B owlby 4 2 9 , 4 3 0 , 43 9, 44 0 , 4 6 5 ,

643 , 677

E. Rolls 1 2 1 , 1 22, 1 23, 1 26, 1 27, 1 28, 1 33, 1 3 5, 1 5 1 , 675, 7 2 1

J.B. Watso n 1 07, 1 08, 1 58, 438, 600, 686, 688, 690, 6 9 1 , 7 3 2

E . Thorndike 1 09, 662, 729 etoloji 1 1 5

Jeremy B entham 64 1 , 6 7 5

E. Tulving 50, 305, 667, 730

J. Gray 1 58, 1 99 , 346, 450, 6 9 1 , 707,

E . Valenstein 1 45, 1 92, 1 93 , 1 96,

71 1 J. Loeb 1 07, 6 9 1

J. Gedo 240, 24 1 , 68 9

20 1 , 227, 372, 556, 676, 730

J. O l ds 1 3 9, 1 40, 1 4 1 , 1 42 , 1 57, 1 83 ,

F. D. Roos evelt 255, 290, 722 F. Gali 1 1 1 F. Jacob 400, 697 F. Shapiro 3 6 5 , 634, 694, 697, 7 1 0, 724

J. Russell 4 0 , 45, 1 34, 3 0 6 , 644, 6 6 5 ,

G. Burghardt 479, 48 1 , 485, 679

J. Spurzheim 1 1 1

1 86 , 1 88, 1 89, 320, 3 2 5 , 7 1 0 J. P. Scott 273, 43 9., 480, 5 1 7 , 6 2 6 ,

7 1 5, 7 1 7, 724 666, 68 1 , 6 8 6 , 7 2 2 , 734

736

DiZiN

kanabinoid 504 Kant, Immanuel 528 katarsis 2 1 9 , 240 katekolamin 279 K. B erridge 1 5 1 , 1 58 , 1 84, 1 93 , 1 94, 1 96 , 1 97 , 2 1 1 , 52 1 , 540, 676, 687 , 7 1 8 , 7 2 1 , 727 K. Kendrick 8 2 , 365, 400, 419, 42 1 , 6 9 9 , 703 klordiazepoksit 268, 466 K. Lorenz 43 1 , 704 Kluver-Bucy sendromu 2 8 1 kolekistokinin 2 8 0 korpus kallozum 3 6 kortizol 1 1 , 1 2 , 457, 458, 459, 506 K. O'Shea 6 3 6 , 7 1 0 L . C ozolino 28, 600, 602, 606, 636, 682 L. Greenberg 1 22 , 598, 600, 6 1 5, 686, 69 1 , 7 1 9 !imbik sistem 3 5 , 1 20, 263 London, Jack 255, 289 lordoz 3 5 8 , 370, 390

1 8 1 , 241 , 285, 302, 325, 329, 339, 341 , 470, 472,'5 1 5, 565, 658, 667 neokortikal 8, 27, 44, 45, 50, 7 1 , 9 1 , 1 1 8, 1 24, 1 28, 1 38, 146, 1 52 , 1 65, 1 67 , 1 97 , 226, 227, 239, 240, 24 1 , 283, 309, 3 1 5, 320, 32 1 , 325, 33 1 , 488, 496 , 5 1 1 , 5 1 2, 536, 537, 545, 574, 575, 577, 578, 582, 606, 607, 629, 658, 6 6 1 NMDA 3 1 1 , 326, 3 2 7 , 3 2 9 , 33 1 , 673, 708 norepinefrin 55, 75, 77, 1 29, 1 30, 1 68, 230, 276, 305, 3 1 4, 323, 425, 460, 46 1 , 466, 5 1 3, 514, 545 nöroanatonıi 35, 65, 275, 465, 479 nöroekonomi 2 1 7 nörofizyolojisi 3 1 1 nöropeptidler 5 1 3 nöropsikanaliz 600 N. Tinbergen 529, 729 8 1 , 82, 83, 84, 85, 86, 87, 1 20, 1 62, 23 1 , 246, 248, 25 1 , 284, 328, 353, 354, 358, 359, 360, 3 6 1 , 362, 363, 364, 365, 366, 367, 368, 3 7 1 , 389, 390, 395, 396, 399, 400, 402, 403, 404, 405, 406, 407, 408, 409 , 4 1 0 , 41 1 , 4 1 2 , 4 1 4, 419, 420, 42 1 , 422, 423, 425, 426, 427, 434, 446, 454, 455, 456, 457, 469, 475, 476, 506, 589, 6 1 7, 6 1 9, 627, 654 oksitosin etkileri 367, 408 opioid 1 2 , 65, 66, 67, 82, 1 62, 364, 4 1 0, 4 1 1 , 41 4, 42 1 , 442, 443 , 447, 448, 449, 450, 45 1 , 452, 453, 454, 455, 463, 464, 467, 469, 470, 504, 505, 589, 6 1 8, 678, 699, 701, 720, 72 1 , 726, 729, 734 opioid varsayımı 42 1 opiyatlar 69, 274, 363, 366, 409, 448, 466, 477 O. Press 632, 673, 674, 675, 678, 68 1 , 688, 689, 695, 700, 70 1 , 703 , 704, 707, 7 1 0, 7 1 1 , 7 1 2, 7 1 6, 7 1 7 , 7 1 8, 723, 725, 727, 730, 733 oreksin 246, 3 1 4, 5 1 3

oksitosin

Marvell, Andrew 344 medial frontal 3 5 , 68, 99, 1 29, 1 37, 1 57 , 1 67 , 1 73 , 1 8 1 , 259, 32 1 , 532, 552, 563 medial frontal kortikal 35 medial (orta kesit) 34 melatonin 5 1 0, 727 M. Epstein 478 , 674, 687 Miller, Anesa 23, 392, 428, 478 M. Meaney 425, 469 , 470, 47 1 , 680, 706 , 7 2 8 , 734 M. Numan 395, 397, 402 , 403, 4 1 2 , 7 1 0, 724 nalokson 1 2, 6 9 , 453 , 505 naltrekson 1 2, 69, 363, 453 narsisizm 2 1 4, 2 1 5 N. Chomsky 1 1 4, 6 8 1 N. C ousins 6 8 2 neokorteks 8 , 28, 3 3 , 3 8, 44, 49, 52, 56, 95, 1 2 1 , 1 2 6, 1 37, 146, 1 65,

737

Z i H N i N A R K E O L OJ i S i

O. Sacks 1 , 1 46 , 1 72 , 2 1 1 , 3 2 1 , 540,

S. Hym a n 5 94, 5 9 7 , 696

7 1 7 , 723 otizm 13, 29, 456, 457, 467, 6 1 9

singulat korteks 3 5 , 36 s. :rvıaren 28 1 , 292, 2 94, 2 9 5 , 3 23 ,

ÖFKE sistemi 78, 224, 225, 232,

328, 329, 705 S. Paulsen 77, 2 5 8 , 6 3 1 , 6 3 3 , 634, 718

235, 275, 282, 287

S . Pecina 1 5 1 S. Tomkins 1 22 , 729

Pastemak, B oris 478 P. Eknıan 40, 45, 1 2 1 , 686

subkortikal b eyin 8 , 6 6 , 9 6 , 1 2 1 , 3 7 1 , 432, 479, 5 2 6 , 5 7 7 , 6 1 1 , 639

plasebo etkisi 1 2, 366, 464, 622 Plato 1 02, 7 1 9 P. :rvıacLean 1 1 9, 1 20, 37 1 , 396, 704,

talamus 35, 37, 98, 1 2 7, 1 68 , 237, 3 1 9 , 43 3 , 443 , 494 Temple Grandin 22

712 P. :rvıcHugh 594 P. :rvıilner 140, 1 4 1 , 1 42, 1 57, 1 83,

testosteron 230, 2 3 1 , 249, 250, 25 1 ,

253, 349, 3 5 0 , 3 5 1 , 3 5 2 , 3 5 3 , 356, 3 5 7 , 3 5 9 , 3 7 7 , 3 7 8 , 3 8 0 , 389, 390, 404, 445 , 492, 5 8 7 Tipton, B illy 3 8 2 , 707 T. S chlaepfer 647, 648, 6 8 2 , 723 T. Wiesel 695

1 86, 1 88, 1 89, 7 1 0 preoptik alan 349, 402, 433, 50 1 , 617 progesteron 349, 357, 358, 359, 402, 406, 407, 408, 4 1 2 prolaktin 30, 406, 407, 41 1 , 446, 454, 6 1 7 propranolol 230, 276, 298, 420, 605

U. Ungerstedt 1 95 , 730

R. Buck 1 22, 644, 678 R. Descartes 42, 1 02, 1 03 , 1 07, 1 38 ,

vazopresin 352, 3 54, 3 6 0 , 3 6 1 , 363, 3 64, 3 8 9 , 404, 4 1 9 vazotosin 354, 3 5 5 , 3 9 9

527, 555, 568, 639, 670, 682, 683, 685 regülasyon 9 1 , 1 52, 237, 623 rekonsolidasyon 624 R. Heath 1 85 , 234, 556, 694 R. Holt 526, 695 Robert B ums 256, 29 1

Velmans, Max 9 4 ventral (alt-beyin) 34 vitalizm 1 03 , 1 05 , 1 06 W. C annon 1 1 9, 1 20, 680 W. Hess 1 1 3 , 2 2 8 , 6 9 5

R. Spitz 388, 43 1 , 438, 439, 440, 727

William B l ake 2 54 W. James 3 5 , 40, 49 , 1 08 , 1 1 2 , 1 1 3 ,

Saunders , James 430

1 1 6 , 1 1 7 , 1 1 8, 1 1 9 , 1 20 , 1 2 1 , 1 23,

serotonin 36, 55, 75, 77, 1 29, 1 68, 230, 270, 27 1 , 3 1 4, 460, 46 1 , 466,

1 24, 1 3 8 , 1 3 9 , 4 3 0 , 574, 64 1 , 680, 697

5 1 3, 545 S. Freud l, 1 5, 1 6, 1 9, 26, 1 1 2, 3 1 3,

W. Schultz 1 58 , 1 63 , 1 70 , 1 90 , 1 9 9,

200, 20 1 , 202, 204, 2 0 6 , 207, 208, 2 1 1 , 724

3 8 5 , 386, 387, 388, 40 1 , 437, 504, 574, 593, 602, 608, 689, 695

738