Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu'nun Romanlarında Toplumsal Bellek [1 ed.]
 9786258472202

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Christina Zenginoğlu

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu'nun Romanlarında Topl umsal Bellek

LİBRA KİTAP:

520

KÜLTÜR İNCELEMELERİ:

70

© Libra Kitapçılık ve Yayıncılık

Sayfa Tasarım: Güler Kızılelma Kapak Tasarım:

Mehmet Cevdet Kösemen

Kapak Görseli:

Dido Sotiriyu'nun

Matomena Homata romanındaki Dromi Tis İrinis, 1962, Cilt 52, s. 20.

Edaviye karakterinin kara kalem çalışması, Haziran

Editör ve Dizin: l. Basım: ISBN

Fatih Demir

2022

978-625-8472-20-2

Baskı ve Cilt: Birlik Fotokopi Baskı Ozalit ve Büro Malzemeleri Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. Nispetiye Mah. Birlik Sokak No:

2

Nevin Arıcan Plaza

34340 Levent / İstanbul Tel: (212) 269 30 00 Sertifika No: 52846 Libra Kitapçılık ve Yayıncılık Ticaret A.Ş. Ebe Kızı Sokak Günaydın Apt. No:

9/2

/ İstanbul Sertifika No: 48556 Tel: 212-232 99 04/05 Fax: 212-231 11 29 Osmanbey

E-posta: [email protected]

© Her hakkı mahfuzdur. Bu kitabın hiçbir bölümü, metin kısmı, belgeler ve fotoğraflar, yazarın

yazılı izni olmaksızın mekanik ya da elektronik metodlarla veya ileride icat edilecek sistemlerle hiçbir şekil ve biçimde iktibas edilemez, yeniden satış amacıyla fotokopi de dahil olmak üzere hiçbir sistemle çoğaltılamaz. Dergi, gazete veya radyo-TV'lerce yapılacak alıntılar veya kitapta yer alan belgelerle fotoğrafların bilimsel-akademik yayınlarda kullanılması, kaynak gösterilmesi şartıyla bu hükmün dışındadır.

Christina Zenginoğlu Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlarında Toplumsal Bellek

Christina ZENGİNOGLU,

25 Aralık 1989 tarihinde İstanbul'da doğdu. Yeditepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden 2014'te mezun oldu. Bitirme tezinde Ahmet Rasim üzerine çalıştı. Danışmanı Prof. Dr. Mehmet Kanar ile yazarın Karagöz gazetesindeki köşe yazılarını Osmanlı Türkçesinden Türkiye Türkçesine kazandırdı. Tezi Karagöz Gazetesinde Bir Siyasal Mizah Köşesi ve Ahmet Rasim başlığıyla yayımlandı (Libra Kitap, 2019) . Aynı yıl Bahçeşehir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Küresel Siyaset ve Uluslararası İlişkiler programında başladığı yüksek lisans eğitimini Prof. Dr. Sabri Sayan danışmanlığında "6-7 Eylül 1955 Olaylarına Götüren Etken ve Aktörler" konulu teziyle tamamladı. Tezi aynı başlıkla yayımlandı (Libra Kitap, 2018). Pedagojik formasyonunu İstanbul Üniversitesi'nden aldı. Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı doktora programında, "Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu'nun Romanlarında Toplumsal Bellek" konulu teziyle doktorluk derecesini almıştır. Uzmanlık alanı, yeni Türk edebiyatıdır. Milliyetçilik, kimlik, azınlıklar üzerine çalışmaları vardır. İleri derecede İngilizce ve Yunanca, orta derecede Fransızca bilmektedir. İnternet dizisi Hamlet'in Yunanca dil danışmanıdır.

İÇİNDEKİLER

KISALTMALAR

7

ÖN SÖZ

9

GİRİŞ

13 BİRİNCİ BÖLÜM

1- Toplumsal Belleğin Gelişimi

43

2- Belleğin Toplumsallığına Dair

62

3- Belleği Yontmak

70

4- Özneye Dönüş

84

5- Toplumsal Bellek, Kurmaca ve Tanıklık

97

İKİNCİ BÖLÜM 1- Tarihsel Gerçeklik Olarak Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi

a- Yakını Anlamak: 20. Yüzyıla Kadar Mülteci Algısı

111 111

2- 20. Y'üzyılın İlk Yirmi Yılında Osmanlı İmparatorluğu

Nüfusunun Yeniden Yerleşimi

.....................................

:.................................. 1 1 6

a- 20. Yüzyıl Başlarından Birinci Dünya Savaşı 'na Mülteci Dalgaları

1 16

b- Paylaşılabilir Gerçekliğin Mümkünlüğü Üzerine: Türk- Yunan Nüfus Mübadelesi Örneği

121

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 1- Bellek Mütekabiliyetini Okumak ve Tarihyazımı

a - Kurmaca Gerçeklik Olarak Mübadele

........................................................

b- Toplumsal Bellekte Kurgusal Bir Sapak

131 1 49 1 63

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 1 - Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu Romanlarında

Mübadele ve Bellek İnşası

.................................................................................

a- Mübadele Öncesi Anadolu 'daki Mevcut Durum 2- Savaşların ve Mübadelenin Ortaya Çıkardığı Facialar

a- Bireyin Faciası

250 259

b- Ailenin Faciası c- Toplumun Faciası

1 85 229

301 ................................................................................................

343

3- Mübadele Sonrası Durum ve Yeni Hayatın İcadı ....................................

372

SONUÇ

405

ALBÜM

427

KAYNAKÇA

437

DİZİN

465

7

KISALTMALAR

ABD

Amerika Birleşik Devletleri

a.g.e.

adı geçen eser

akt.

aktaran

bkz.

bakınız

c.

cilt

çev.

çeviren

der.

derleyen

ed.

editör

ELIA-MIET

Elliniko Loğotehniko ke İstoriko Arhio ( Helenik Edebiyat ve Tarih Arşivi)

haz.

hazırlayan

NJ

New Jersey

OHA

Oral History Association (Amerikan Sözlü Tarih Birliği)

s.

sayfa

S.

sayı

UK

United Kingdom ( Birleşik Krallık)

UNESCO

United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü)

vd.

ve diğerleri

9

ÖNSÖZ Bellek ve hatırla(t)ma üzerine düşünmediğim, bir şeyler kara­ lamadığım anlar nadirdir. Bunun ne demek olduğunu, bu tüm­ cenin ya da itirafın ne anlama geldiğini soracak olursanız, elbet­ te açıklamam gerekecek. Gittiğim şehirlerin, bir sebeple temasa geçtiğim kişilerin, yaşadığım mekanların söyleyecekleri vardı. Durakladığım çeşmenin, geçtiğim patikanın bir ruhu, en kor­ kuncu anısı vardı. Bilinci açıktı; anlatmaya, benimle paylaşmaya hazırdı. Çıktığım merdivenin, tuttuğum korkuluğun, indirdiğim panjurun, dokunduğum saatin, çektiğim perdenin öyküsü vardı. Acının, burukluğun, terk edilmişliğin, unutulmuşluğun, yalnızlı­ ğın, kimsesizliğin, yasın paylaşacakları vardı. Ara ara önüme düşen kuş tüyleri bir yerlerde birilerinin üşü­ düğünü, acı çektiğini hatırlatacaktı. Doğanın işaret ettikleri beni sarsacaktı. Bir kapı belirecekti düşümde, yarı aralık ve tozlu. "Gir" diyecekti, "gör" diyecekti, "unutma" diyecekti. Otto Frank, Anne Frank House'un benim olduğunu, hepimizin olduğunu söyleye­ cekti. "Hatırla" diyecekti, "düşün" diyecekti, "yanıt ver" diyecekti. Üç eylem ile Romanlara, Çingenelere gidecek ve Avrupa'nın on­ lara yaşattıklarına tanık olacaktım. Batı Şeria'ya, Doğu Kudüs'teki beldelere gidecektim. Boşnakları, Çerkesleri, Pomakları, Çeçenleri, Tatarları, Uygurları, Türkmenleri bulacaktım.

1O

YiI§ar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Bu çalışma, yurdumun açık mezarlığa dönüştüğü pandemi karanlığında tamamlandı. Babamın panreatikoduodenektomi­ sine, Whipple ameliyatına saatler kala savunuldu. İnişli çıkış­ lı duyguları az öteye bırakarak sürecin kahramanlarına minnet duygularımı teslim etmek isterim. Yüksek dönütleriyle ufuk açan, yön tayin eden kıymetli hocam ve danışmanım Prof. Dr. Nihayet Arslan'a; Dido Sotiriyu'ya yönelmemizde yadsınmaz payı olan, yakın geçmişte vefatıyla yüreğimizi dağlayan Bilkent ve Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fahrettin Arslan'a; eş da­ nışmanlığımı yürütme nezaketini gösteren İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Saadet Gülden Ayman'a; baştan sona metinde büyük emeği olan Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Abdullah Şengül'e; çalışmalarıy­ la ve asla kaçırmadığım atölyeleriyle belleğe tutunmama sebep olan İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. E. Zeynep Suda'ya; akademik hayatımın sembolüne, Prof. Dr. Sabri Sayarı'ya; her güçlükte Hızır gibi yetişen kıymetli Ayşe Semiha Baban'a; Aksiyotis Ailesi'ne, tez izleme komitemin saygın üyelerine; ağabeyim ve pusulam Rıfat Bali'ye ve Libra Yayınları'na; uçurtmaların iyileştiriciliğine inan­ mamı sağlayan anneme ve babama . . . Bellek altımda ölü taşıyıcıların durmak bilmediği bir dönem­ de yaşamı savunan ve Hamlet ile bana soluk olan yönetmen ve senarist Kaan Müjdeci'ye, samimiyetiyle her çekimde daha da hayran olduğum Erdal Beşikçioğlu'na, her sıkıntımı dinleyen Çiğdem Selışık Onat'a ve elbette dizimizin biricik ekibine gökler­ ce teşekkürler . . . Evrenin belleğini yaran Covid-19 günlerinde yazılan bu kitap, yaşamalara veda edenlere ithaftır. Bu kitap, orman yangınlarında

Önsöz

11

kaybettiğimiz canlara ağıttır. Bu kitap, yurdumun tüm onkoloji bölümlerinin muhafızlarına, hekimlerine, sağlık çalışanlarına te­ şekkürdür. Bu kitap, kemoterapi birimlerinde bize gülümsemek­ ten vazgeçmeyen sayısız yüze hayranlıktır. Bu kitap, Kartal Dr. Lütfi Kırdar Şehir Hastanesi'ne ve Yeditepe Üniversitesi İhtisas Hastanesi'ne vefa borcudur. Bu kitap, babamı hayatta tutma sava­ şında saatlerce ter döken Ass. Dr. Nuri Emrah Göret'e ve Op. Dr. Mehmet Gökçeimam'a yoğun bir sarılış, koca bir teşekkürdür. Hatıraları saygın ve ölümsüzdür demek için . . . Küslük bilmeyen dağa, umudu büyüten ovaya selam için . . .

Christina Zenginoğlu Büyükada, Eylül 2021

13

GİRİŞ Toplumdan kasıt, aynı toprak parçası üzerinde bir arada ya­ şayan ve temel çıkarlarını sağlamak için iş birliğinde bulunan in­ sanlar bütünü' ise birden fazla insanın amaçlı şekilde paylaşıma geçmesi, müşterek bir zemine vurgu yapar. Bu bütünün temel çıkar ve ihtiyaçlarının yanı sıra kamusal bir hatırlamaya (ve/veya unutmaya) da sahip olabileceği varsayıldığında toplum; bellek çalışmalarının merkezine yerleşir. Bellek çalışmalarına gelindi­ ğinde toplum gibi belleğin toplumsal belirleniminin de bir kriz olduğu görülür. Diğer bir deyişle toplumun ve toplumsal bağla­ mın kesin tanım ve yargıların dışında oluşu, toplum menşeli ya da ilişkili her olguyu bir yanıyla soyut kılar. 2 Dolayısıyla neyin toplumsal belleğe dair olduğu, belleğin bilişsel boyutu ile kül­ türel boyutunun bundan nerede ve ne şekilde ayrıştığı, belleğin tarihle münasebeti, tarihle bir hesaplaşmanın mı, bir kesişmenin mi, yoksa her ikisinin dışında gelişen bir hattın mı olduğu tar­ tışmalıdır.

Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1988, s. 167. 2

Topluluğun ve toplumun ne olduğundan nasıl oluştuğuna kapsamlı bir inceleme için bkz. Loran David Osborn - Martin Henry Neumeyer, Ihe Community and Society: An Introduction to Sociology, American Book Co., New York, 1933.

14

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Toplumsal bellekten anlamamız gereken, bir durum veya olayı deneyimleyen ya da deneyimlemeyen grupların aynı örnek du­ rum veya olay üzerine bir düşüncelerinin olması ve/veya oluş­ masıdır. Başka bir ifadeyle, uzak ya da yakın geçmişte meydana gelen herhangi bir durumun ve/veya olayın sosyal gruplar üze­ rinde benzer etkiler bırakması, ortak bir şeyler çağrıştırması ve grupları bir noktada buluşturmasıdır. Ne var ki modern bilhas­ sa postmodern dönem, böylesi sorunlu bir kavramı iyiden iyiye muğlak hale getirir. Bu muğlaklık, esasında çatı kavramımızın3 pek çok denklemi taşımasından ileri gelir. Nitekim hatırlama ve/ veya unutma ediminde ağır basan toplumsal açıyı takip etme, toplumsal kısmı ölçme ve vaka-toplum tahlilini tespit etme aşa­ malı bir süreçtir. Çalışmada ayrıntılı olarak göreceğimiz toplumsal belleğin za­ man, mekan, ideoloji, kimlik ve gündelik hayat ile olan bağları çatı kavramımızın çok boyutluluğunu ortaya koyar. Burada açık­ lığa kavuşturmamız gereken, bellek dediğimizde belleğin kültürel bağlamını kastettiğimizdir. Bu bağlam, toplumla ve toplumsal olanla alakalıdır. Toplumsal bellek aslında şimdiye yön veren, bugünü tesis eden geçmiştir. Ancak bu geçmişin görüleceği gibi tarihle münasebeti problemlidir zira tarih yargılara değil belgele­ re, anılara değil istatistiksel verilere bağlıdır. Belleğin sosyal yönü ise daha çok hatıralara, paylaşımsallığa ve bireysel deneyimlere içkindir. Bu da onu sözlü tarihe ve sözlü anlatılara yaklaştırır. Her ikisi de bir gerçekliği, bir yaşanmışlığı öne çıkarsa da izlenen yön­ tem ve yordam farklıdır. Daha yalın bir anlatımla toplumsal bellek, kuşaklara ve kur­ guya seslendiği için güdümsüzdür, dolayısıyla tarihe göre daha 3

Bellek çalışmalarında sosyal bellek, kültürel bellek gibi aynı anlama gelen pek çok bellek türü öne sürülür. Çalışmada, Türkçede hepsini kapsayan "toplumsal"ı çatı kav­ ram olarak kullanacağız.

Giriş

15

anlatısaldır. Örnekleyecek olursak resmi söylem ve hükümlerin uzağında sembolik bir geçmiş söz konusudur. Tarihe göre mitsel, efsaneleşmiş bir geçmiştir bu. Ritüelistik yanı yoğun ve aktarım­ saldır. Tarihsel gerçeklikte şimdinin/bulunulan zamanın koşulla­ rından farklı bir gerçeklik vardır. Yaşanılan ana çağrılan da başka şartlarda doğmuş ve son bulmuş bir gerçekliktir. Tarih, genellikle geçmişin kapalı bir dökümünü sunarken toplumsal bellek, bu ka­ palılığı sorguya açar; böylece bugünle bağlantılanan geçmiş yeni­ den kurulur.4 Belleğin toplumu ve toplumsal olanı kurma yönüne bakma­ dan önce hususun daha iyi anlaşılabilmesi için olgunun neredey­ se tabanına, "sosyal olay"ın ne olduğuna bakmakta fayda vardır.

Sosyal olay, bireyler üzerinde uyguladığı veya uygulayabileceği dışsal bir zorlayıcı güçle kendini gösterir. 5 Değişmez veya değiş­ ken nitelikte olan ve bireyin üzerinde harici bir zorlama yarata­ bilen bütün yapma biçimleri sosyal olaylardır. Başka bir ifadeyle bireysel ya da toplumsal bilincin özdeksel bir şey olmadığı, sui generis6 olguların belli bir ölçüde sistematikleşmiş bir bütünden ibaret olduğu düşüncesi kolektifi imler. Temsillerin oluşturduğu toplumsal yaşam da her ne kadar yalıtılmış gibi dursa da çoğun­ luktan gelir ve onunla tutunur. Anlaşılacağı üzere kurma ya da inşa müstakil bir girişim, bireysel bir eylem gibi görünse de tabi olduğu bir kesim/kesimler vardır. Bu noktada gruplar ve onların pratikleriyle karşılaşılır. Söz konusu çoğulcu, bütünlükçü taraf­ lar ve temsilleri neyin, nasıl hatırlandığının ortaya konmasında mühim bir birlik oluştururlar. Bu bütünleşme, bütünü meydana 4

Allan Megill, "History, Memory, Identity", History of the Human Sciences, C. il, S. 3, 1998, s.37-62.

5

Emile Durkheim, Sosyolojik Yöntemin Kuralları, çev. Özcan Doğan, Doğu Batı Ya­ yınları, Ankara, 2019, s.42.

6

Latince bir deyiş olup kendine özgü özellikleri olan ve başka bir örneği olmayan nesne ya da olayları anlatmak için kullanılan terim.

16

Yaşar Kemal v e Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsa{ Bellek

getiren toplulukların ne şekilde hatırladığını, aktardığını hatta unuttuğunu, kolektifin eylem ve eyleme biçimlerini her şekilde etkiler. Dalga etkisini andıran bu genelleşme, belki de bulaşma durumu tek tek parçaları etkisizleştirir. Parçanın genelde ve genel sayesinde yapma, bulunma hali, siyasetten günlük yaşama pek çok duruma tesir eder. Deneyim ve/veya deneyimleme birden çok insanla gerçekleşir. Bu noktada anımsayandan çok anımsanan ve anımsananın anımsayıcılarda uyandırdığı duygulanımlar ön pla­ na yerleşir. Tüm bireyselliğe karşın ortak anlatı ve paylaşımlar da toplu, başka bir ifadeyle beri olandan gelir. Bir uylaşımı imleyen bu güdümlülük, meydana gelen olayın/olayların tanımı kadar an­ latılmasında, korunmasında ve taşınmasında bireyden öte toplu­ mu temel alır. Fark edileceği üzere toplu bir dolanım dahilinde gerçekleşen anımsama (ve unutma) bir noktada topluluğu gerekli kılar. Savaş, nüfus mübadeleleri, sürgün, kıtlık gibi korkunç de­ neyimlerin bir toplumda ne derece karşılık gördükleri, algılanış biçimleri ve bunlara tepki muhtelif yollarla açığa çıkar. Çalışmamızı ilgilendiren başat nokta, edebiyatın bellek kur­ ma durumu ve bir inşacı olarak belleğin edebiyatla olan organik bağını tespit etmektir. Geçmişi yüzeye çıkarmaya, onu yeniden kurmaya olanak tanıyan dilin bir uzlaşımlar sistemi oluşu, bir ulusa mensup kimliklerin karşılıklı iknasını sağlar. Dilin sosyal kurulumun olmazsa olmazı olması, dikkati dile ve olanaklarına çeker. Sözlü ortamdan yazılıya, gelenekselden moderne sonsuz bir döngüyü mümkün kılan dil, her şeyden önce bir ifade ve akta­ rım aracıdır. Belleğin ve bellek olayının dağılımı da kişiden kişi­ ye, toplumdan topluma, kuşaktan kuşağa dilin öncülüğünde ger­ çekleşir. Ses, sözcük ve tümcelerin bellek oluşturmada yadsınmaz etkileri söz konusudur. Gelişigüzel bir durumun hikaye edilmesi yine dile bağlıdır.

Giriş

17

Bir bellek olayı olan hatırlamanın temelinde bir iletme, bir nakletme durumu vardır. Gerçekleşeni imgeler halinde anmak, aynı şekilde dile ve katkılarına gereksinim duyar. Gelinen nokta, ifadenin kaynağına dairdir. Kazandırılmak veya unutturulmak is­ tenen her şey taşınmak durumundadır. Bunun ön şartı da anlam ve ifadedir. Ne var ki yazınsal olarak aktarılanların gerçek hayatla ne ölçüde örtüştüğü, kurmaca metinlerin farkındalık yaratmada etkisi ve yazarların toplumsal olaylara duyarlılığı kolayca yanıtla­ nacak sorulardan değildir. Bilhassa edebi ürünlerde bu durumun iyiden iyiye katmanlaştığı fark edilir. Nitekim sanatçıların bulun­ dukları iç ve dış koşullar, dönemin siyasal konjonktürü ve pek çok etken yazma sürecine yön verir. Çalışmayı birinci dereceden ilgilendiren romanın durumu ise başlı başına bir tartışma konusudur. Edward Said hatıra ge­ tirildiğinde entelektüelin/yazarın görevi unutulanları su yüzüne

çıkarmak, görmezden gelinen bağlantıları göstermektir. 7 Romanın yapıca tarih metninden ayrı oluşu, yazarının mesul tutulabileceği bir hususun olmayışı; türe bir esneklik kazandırırken aynı imkan beraberinde birtakım sorunları da getirir. Kurmacanın karşılık bulduğu kesim, okur profili hatta yapıta getirilen eleştiriler bun­ ları büyütür. Anlaşılacağı üzere alımlayanın ideoloj isine kadar birçok etkenin hesaba katılabileceği değişkenler, metne dönük bir kriz durumu yaratırlar. Bir gönderici olarak yazarın üretimi sonucu muhatap kaldığı/kalabileceği durumlar, iletilenin hesap­ sız yapısıyla ilintilidir. Periyodik olarak bakıldığında yazının henüz kitlelere ulaş­ madığı toplumlarda, bilginin sözlü şekilde yayıldığı ortamlarda geri getirme işleminin daha çok bireysel ölçekte gerçekleştiği an­ cak zamanla kişisel hatırlamaların aşıldığı, çoğulcu hatırlayış ve 7

Edward Said, Entelektüel, çev. Tuncay Birkan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2018.

18

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

unutuşların belirdiği görülür. Nitekim tahminlerin aksine yıllar­ ca süren iki dünya savaşının ardından kalanlar, kayıtsız kalınacak gibi değildir. Silah ve imha endüstrisinin olağanüstü kazançları karşısında milyonlarca asker ve sivilin ölümü söz konusudur.8 Savaşlar kadar etnik temizliklerin yaşanması,9 sosyo-politik den­ ge ve güvenlik tehditlerinin seri biçimde dönüşmesi araştırma nesnelerine yeni boyutlar kazandırır. Bilhassa medya ve iletişim araçlarının yaygınlaşması ve kitle toplumunun oluşması, belleğin ötelenebilir bir olgu olmadığında fikir birliği sağlar. 10 İnsanların ve toplumların öznel tecrübelerinin kayda alınma­ sıyla toplumda göreceli olarak ötelenen kesimlere ve ihtiyaçlarına bir yöneliş yaşan ır. 11 Daha önce değerlendirilmemiş kişi ve grup­ ların merkeze taşınmasıyla kimlik, azınlıklar, göç, toplumsal cin­ siyet gibi incelemelere rağbet artar. Bireylerin özel talepleri kadar kamusal taleplerinin de olabileceği görüşü, tarih çalışmalarında şahsi anlatıların geçiştirilemeyeceğine işaret eder. Belleğin top­ lumsal yönünün gerek sözlü gerekse yazılı kültürün alımlanma­ sı ve taşınmasında göz ardı edilemeyecek ana unsur olarak öne çıkması mevcut paradigmaları da etkiler. Özellikle modern dö­ nem; belleğin kültürel bir bağlama da sahip olduğunu, büsbütün fizyolojik yönüyle açıklanamayacağını, durağan olmadığını, çok 8

Birinci Dünya Savaşı ve sırasında parçalanmanın bilhassa sivil dünyayı karakterize etmesi ve toplumsal kopukluğun izlenmesi için bkz. Paul Fussell, The Great War and Modern Memory, Oxford University Press, New York, 1975, s.86-87; Robert Wohl, 1he Generation of 1914, Harvard University Press, Cambridge, Massachusetts, 1979, s.100.

9

Dışlama, mülksüzleştirme, tehcir ve toplum kırım için detaylı bir inceleme için bkz. Enzo Traverso, Savaş Alanı Olarak Tarih, çev. Osman S. Binatlı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2013.

10

Medyanın bellek kuruculuğu üzerine bir çalışma için bkz. Joanne Garde- Hansen,

Media and Memory, Edinburg University Press, UK, 2011. 11

Sözlü tarihin yerleşmesi üzerine teferruatlı bir metin için bkz. Donald A. Ritchie,

Doing Social History: A Practical Guide, Oxford University Press, UK, 2003.

Giriş

19

katmanlılığını ve muhtelif durumdan beslendiğini öne sürer. Şu aşamadan itibaren bellek, kompleks şekilde ele alınır ve salt işlev­ sel boyutuyla ilgilenme terk edilir.12 Sinirbilimcileri ve belleğin bilişsel tarafıyla13 ilgilenen uzman­ ları hariçte bıraktığımızda sosyal, siyasal ve edebi anlamda kav­ ramın geçirgen doğasıyla karşılaşırız. Nice alanın merkezine yer­ leşen toplumsal belleğin ne olduğuna, etki alanına ve inşacılığına baktığımızda her alanın olguyu bir yönüyle kendine uyarladığını görürüz. Hususun daha iyi anlaşılabilmesi için kısa örneklerle gitmek yararlı olabilir. Aileler, mahalleler, bölgeler, vatandaşlar ve tüm kültürler ortak bir dizi inanç, tecrübe ve hatıra ile bir­ birlerine bağlıdır. Söz konusu sosyal gerçeklik, özellikle kültür teorisyenlerini14 çatı kavramın güdümlülüğünü dikkate almak durumunda bırakır.15 Tarihsel ve/veya olağanüstü olaylara dair paylaşılanlar, bi­ reylerin gruplarla ilişkisine dair önemli bulgular ortaya koyar. Tarihi anılardan bazıları, neredeyse tüm grup üyeleri tarafından 12

Belleğin sosyal yapılanımı ve müşterek hatırlama üzerine okumalar için bkz. David Middleton - Derek Edwards, ed. Collective Remembering, London, Sage, 1990; James Fentress - Chris Wickham, Social Memory, Blackwell, Oxford, 1992.

13

Detaylı bir inceleme için bkz. Howard Eichenbaum, Le1Jrning and Memory, W.W. Norton& Company, New York, 2008; David B. Pillemer, Momentous Events, Vivid Memories, Harvard University Press, Cambridge, 2000; Daniel L. Shacter, The Seven Sins of Memory: How the Mind Forgets and Remembers, Houghton Mifflin, Boston, 2002.

14

Ayrıca bkz. Didier Fassin

Richard Rechtman, The Empire of Trauma: An Inquiry into the Condition of Victimhood, Princeton University Press, New Jersey, 2007; Chi­ ara De Cesari, Ann Rigney Transnational Memory: Circulation, Articulation, Scales, De Gruyter, Bertin, 2014; Brian Craig Miller, John Beli Hood and the Fight for Civil War Memory, The University of Tennesse Press, Knoxville, 2010; Jenny Edkins, Tra­ uma and the Memory of Politics, Cambridge University Press, UK, 2003; Paul Antze Michael Lambek, Tense Past: Cultural Essays in Trauma and Memory, Routledge,

15

Belleğin kültürel yapılanımı üzerine çok açılı bir inceleme için bkz. Astrid Erli, Memory in Culture, çev. Sara B. Young, Palgrave Macmillan, UK, 201 1.

London, 1996.

20

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

deneyimlenen sabit olaylardır. Örneğin bir kaza, doğal bir felaket, doğum ya da ölüm . . . Diğer yandan bir grubun üyeleri, atalarının kendileri ve birkaç kuşak için savaştığını varsayar. Gerçek ya da uydurulmuş, güçlü kolektif anılar, savaşların, ön yargıların, milli­ yetçiliğin hatta kültürel kimliklerin kökeni hakkında sayısız delil sunar. Belleğin toplumsal yönüne odaklanan sosyal bilimciler de toplumlarda meydana gelen süreklilik ve kopmaları örnek hadi­ seler ve/veya durumlar üzerinden incelemeye alır. Mesela ABD vatandaşları, İkinci Dünya Savaşı'nda Almanları tek başlarına nasıl yendiklerini hatırlar. Şüphesiz Rusya, İngiltere ve Fransa va­ tandaşları da Almanya'nın yenilgisini çok farklı şekillerde anarlar. Birkaç örnek olayla da görüleceği gibi hatırlanan (ve/veya unutulan) kadar hatırlananın nasıl hatırlandığı (ve/veya unutul­ duğu) gruptan gruba, toplumdan topluma benzerlikler taşıyabi­ leceği gibi ciddi surette farklılıklar da gösterebilir. Hatırlamanın toplumsal çerçevesinin neyi içerdiği/içereceği, çerçeveye alınacak bağlamla ilintilidir. Ancak değişmeyen yegane şey, kolektif hatı­ raların genellikle ortak hatıralar olduğu ve mutlak biçimde bir grubun ve/veya grupların geçmişlerine seslendiğidir. Büyük öl­ çekli bir olaydan etkilenen birilerinin sonrakilere bırakacakları bir şeylerin oluşu, hatırlama zincirinin bir şekilde devam ettiğini ve bunu kırmanın her anlamda zor olduğunu açıklar. Toplumsal belleğe artan ilgi, edebiyat ve edebiyat tarihi çalış­ malarına da yeni okumalar kazandırır. Toplumsal dönüşümün farkına varmak her ne kadar bellek ile alakalıysa bellek oluşturma aracı olarak edebiyat da bu dönüşümün idrak edilmesinde ha­ yati bir rol üstlenir. Geçmiş dönemlerin belli eserlerini okumak, ataların arzuları ve endişeleri hakkında malumat verir.16 Aynı 16

Birgit Neumann, "The Literary Representation of Memory", A Companion to Cul­ tural Memory Studies, ed. Astrid Eril Ansgar Nünning, De Gruyter, Berlin, 2008, s.333-344.

Giriş

21

zamanda edebi türler, dil hususunun ne şekilde yaratıldığını da aydınlatma vasfına sahiptir. Bir olayın anlatımında seçilen söz­ cük ve söylemler neyin, ne şekilde hatırlanacağını/hatırlanması (ve/veya unutulması) istendiğini de belirler. Diğer bir anlatımla geçmişte yer eden durum ve olayları bireyler ve toplumların nasıl hatırladığını (ve/veya unuttuğunu) izlemek, edebi türün bilhassa romanın imkanları dahilindedir. Konumuzun niteliği, edebiyatın kamusal işlevi yönünden bel­ lek çalışmalarını doğrudan ilgilendirir. Bu noktada edebiyat ile siyasal ve toplumsal dönemeçlerin bağlamsal kesişimlerini, başka bir ifadeyle hatırlamanın ve unutmanın çoğul, topluluksal yö­ nünü romanın sağladığı olanakları dikkate alarak tahlil etmeye çalışacağız. Daha yalın bir anlatımla söyleyecek olursak, bellek çalışmalarının ana damarlarından biri de edebiyattır. Çağdaş araştırmalardaki tematik yörüngeler bize edebiyat-bellek ilişkisi­ nin ötelenemeyeceğini göstermiştir. Dünya edebiyatına roman odaklı baktığımızda kitleleri etkile­ şime sokan, kamusal dönüşümler hakkında duyarlılık oluşturan tarihselin dışında kurmaca bir gerçeklikle de karşılaşırız. Tanık olunan olayların, iktid�r kavgalarının, imha kamplarının, savaş ve kanlı çatışmaların romana konu olduğum� görürüz. Böyle bir yaklaşımla roman, okuru bir dönemin tanığı kılmayı olağan hale getirdiği gibi bir tanığın sesini duyurmasında da hayati bir rol üstlenir.17 Diğer bir deyişle roman, mühim toplumsal sapaklarda bireysel ve kolektif deneyimlerin aktarılmasında ve kalıcılaşma­ sında göz ardı edilemeyecek bir kuvvet olarak durur. Örnek olay­ lar da gerek dünyada gerekse Türkiye' de yazınsallaşır ve yaşanan­ lara birinci dereceden tanık olma imkanı olmayanlara aktarılır. 17

Yael S. Feldman, "Whose Story Is it, Anyway? Ideology and Psychology in Israeli Literature", Probing the Limits of Representation: Nazism and the "Final Solution ", ed. Saul Friendlander, Harvard University Press, Cambridge, 1992, s.223-234.

22

Yaşar Kemal ve Dido Sotirfyu'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Bu çaba bilhassa yapısal anlamda iki şeyi ortaya koyar: Romanın toplumsal bir göze olduğu ve edebi bir tür olarak anısal bir haz­ ne oluşturduğu. Fark edileceği gibi bir durağımız da kurmaca tanıklığın geçerliliği ve kurmacada tanık kullanmayla hakikatten sapılıp sapılmadığıdır ve bunun -hakikat ise- nasıl bir hakikat olduğudur. Türk edebiyatında romanın seyrine bakıldığında 1940'lı hat­ ta 1950'li yıllara kadar dönem konjonktürünün de etkisiyle olay kurucu, inşacı belleğin çoklukla ulusçu romantizm ve öteki ta­ hayyülü üzerinden şekillendiği görülür. Ancak Yaşar Kemal'in İnce Memed'i ile -kurmaca boyutunda da olsa- kişinin yaşayarak deneyimlediği durumların kaydedildiği episodik (anısal) belleğin yanı sıra toplumsal bir gerçeklik romanımıza yerleşmeye başlar. Yarattığı sosyal eşkıya ve anıları, sömürüye direnişinde bir bellek olayı kurarlar. Ağa-bey-bürokrasi ittifakının karşısına zamanla toplumsala sirayet edecek belleği kurar ve olumsuz şartlar için­ de büyüttüğü karşı(t) bilinçle Çukurova'yı doğrudan etkileyen olumsuzluklara karşı korumacı bir cephe oluşturur. Anadolu'nun adeta bir bellek yurduna dönüştüğü romanları, Toroslar'ın do­ rukları, Anavarza düş ülkesi, toprak mağdurları ve onların anla­ tılarıyla doludur. Ete kemiğe bürünmeyi bekleyen sayısız hikaye, kolektif bir dayanışma yaratan bireysel acılar taşır. Kendine özgü bu düşünsel sürecin yazınsal boyutuna gelindiğinde üretiminin toplumdan geldiği ve toplu olanı temsil ettiği tespit edilir. Başka bir ifadeyle bellek ağır ve haksız çalışma koşulları, geçim kaygısı ve tutunma ihtiyacı kadar toplumsal bir temsil arayan bireylerin var oluş krizleriyle kurulur. Adorno'nun sanat yapıtı üzerindeki çalışma, bireyler üzerin­ den toplumsal nitelik kazanır18 ilkesi uyarınca söylenirse Yaşar 18

Theodor Adorno, Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi, çev. N. Ülner Gen, iletişim Yayınları, İstanbul, 2009.

M. Tüzel

E.

Giriş

23

Kemal, yapıtının öz-yapısını toplumsallaşarak insanlaşan, insan­ laştığı ölçüde toplumsallaşan ya da toplumsallaşmayı ilerleten kahramanlara dokutur. Öyle ki merkeze yerleşen olaylardan çok, olaylara nüfuz eden -umuda rağmen- toplu olanın, çoğulun sı­ kışmışlığıdır. Karakterlerinin öz ve toplumsal bilinçlerini yaşam savaşımında biçimlendiren yazar, pek çok durum gibi hatırlama­ nın (ve unutmanın) çatıştığı sosyal koşullara eğilir. Yaşar Kemal, Alan Bosquet ile görüşmesinde yazarın toplumla, toplumsal olanla bağına ve bağlanmanın, angaje olmanın içeriğini anlamanın önemine değinir. Yazarın toplumun belleğine kazınan bir durum veya hadiseye duyarsız kal(a) mamasını, "bütün değer­ leri yaratan halka" duyduğu borçla hatırlatır. Halk müstakil bir kuvvettir ve gelişmeleri, onu alakadar edenleri bilme hakkına sa­ hiptir. Romanlarındaki bellek olayı da bu hassasiyetiyle açıklana­ bilir. Nitekim habercilik anlayışından kurgu dünyasına amacının, bir hadisenin biricik mahiyetini aktarmak olduğu fark edilir. Yunan edebiyatının meta-polemik19 dönem yazarlarından Dido Sotiriyu, paralel şekilde öznel deneyimlerden yola çıkarak bütüne vardığını, uğraşının kültürel belleğe yönelik olduğunu, zamana direnen ve dil evreninde asla yaş almayan gerçekleri bu­ lup yazmayı görev bildiğini açıklar.20 Helenlerin toplumsal belle­ ğine "Küçük Asya Felaketi" olarak yerleşmiş Birinci Dünya Savaşı sonrasında Anadolu'da yaşayan Rumların yurtlarını terk ederek Yunanistan'a yaptıkları zorunlu göçü ele aldığı iki romanında ya­ zınsal harcın, yaşayanların ya da yakınlarının anlatıları olduğunu ve kurmacalarının topluluksal bir açı ortaya koyduğunu belirtir.21 19

Metapolemiki yenia: Yunan edebiyatında İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem. Birle­ şik sözcük. "Sonra" anlamına gelen "meta" ile "savaş" anlamına gelen "polemos"tan gelir. "Yenia" dönem, çağ. 1945- 1967 yıllarını kapsar.

20

Dido Sotiriyu, Anaskafes, Kedros Yayınları, Atina, 2008, s. 71.

21

Yannis Eksarhos, " Dido Sotiriou", ERT TV, Vathos Pediu Programı, https://m.youtube.com/watch?v= Vs8EM9ZOWDY . 19 Eylül 2019, 23.35.

24

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Çalışmamız müşterek hatırlama kültürüne odaklandığından belleği kamusal/ topluluksal anlamda sınırlar. Diğer bir ifadeyle, bireyin topluluk içinde ve toplumla düşünme, kolektifle hareket etme durumunu irdeler. Neyin, nasıl hatırlandığı ya da unutuldu­ ğu sorusunu, toplumların hatırlama ve unutma durumunu mer­ cek altına alır ve tarihe alternatif bir bakışla yaklaşan iki yazarın kurmacalarını bellek üzerinden incelemeyi amaçlar. Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu romanlarının amaçlı örneklemle eşleştirildiği metin Türkiye-Yunanistan ilişkilerine kurgusal boyutta bakmayı hedefler. Nitelikli, iyi edebiyatın suç isnadı ve tekçi, tektipçi yar­ gılardan öte bir yerde olduğuna ikna eden yazarlara paralel şekil­ de hiçbir mesul, fail ya da "düşmanın" aranmadığı/aranmayacağı çalışma, sosyo-kültürel bir okumaya odaklanacağını beyan eder. Tematik çözümlemenin fırsat tanıdığı ölçüde incelenen bellek ve bellek iktidarı, siyasallaşma, kut kazandırma ve milliyetçilik ol­ gularını çözümlemeyi dener. Eserler arası olay örtüşmesinin tes­ pit edildiği Bir Ada Hikayesi,22 İ Nekri Perimenun23 ve Matomena Homata24 romanlarının yakın okumaları ile iki küresel aktör ka­ dar Türkiye ve Yunanistan toplumlarının belleklerine mukayeseli şekilde ulaşmaya çalışır. Karşılaştırmaya imkan veren aynı örnek olaya bina edilen romanlar, ana hatlarıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu­ nun en önemli dönemecinde gerçekleşen Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi'nin öncesini ve sonrasını kurgular. Kurmacaların 22 23 24

Dizideki romanlar şu şekildedir: Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana 1998, Karıncanın Su içtiği 2002, Tanyeri Horozları 2002 ve Çıplak Deniz Çıplak Ada 2012. l Nekri Perimenun, Kriton Dinçmen tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Dido Sotiriyu, Ölüler Bekler, çev. Kriton Dinçmen, Arian Yayınları, İstanbul, 1995. Matomena Homata, Atilla Tokatlı tarafından 1970 yılında Benden Selam Söyle Ana­ da/uya ismiyle Türkçeye çevrilmiştir. Dido Sotiriyu, Benden Selam Söyle Anadoluya, çev. Atilla Tokatlı, Yeni Alan Yayınları, İstanbul, 2017; Dido Sotiriyu, Benden Selam Söyle Anadoluya, çev. Atilla Tokatlı, Can Yayınları, İstanbul, 2009.

Giriş

25

arka planı kadar dostluğun zedelenmesine sebebiyet veren geliş­ melere değinme maksadıyla gerektiği ölçüde siyasal tarihe baş­ vurulacaktır. Fakat bizi asıl ilgilendiren, topluma sosyal bir çer­ çeve çizen ve münferit bellekleri bir arada tutanlara eğilmektir. Bu noktada belleğin bilişsel boyutunun çalışma dışı bırakıldığını belirtmek gerekir. Yaşamı boyunca yarattığı karakterlerin benzerlerini Lozan sonrası mübadele koşullarında, bir adada, yeni bir yaşamsal varo­ luşta buluşturan Yaşar Kemal, geçmişin kurtarılması, "mümkün­ se" telafisi için toplumlar arası bir yüzleşme önerisinde bulunur.25 Tanımsız yıkımlardan arda kalanlarla trajik gerçekler üzerinden umutlu bir ütopya kurduğu Karınca Adası'nda asıl amacı, gün doğumlarıyla arınan insanın derinlerde bir yerlerde yaşatmak için atan bir damarının olduğunu vermektir. Dörtlemedeki kah­ ramanlarından Uso'ya söylettiği "Allah hiçbir kavmi dengbejsiz26 bırakmasın" ifadesi, belleğe yapılan vurgunun anlaşılmasında yeterlidir. Destan üretimine diline yabancı olanların katılımı ve işittikleri karşısında kendilerinden bir şeyler bulmaları, bir oluş kadar sonsuz bir akışa uzanan anlatıların evrenselliğini kanıtlar. Öne çıkan da farklılıkları bir arada tutan, ses veya söz kadar hika­ yelerin (yaşantıların) kolektiften gelmesi ve yine ona dönmesidir. Belleğin her şeyden önce bir yaratım süreci olduğunu edebi an­ lamda betimleyen bu karşılaşma ve dinletiler, yer yer söyleşmeler, her tür ayrılığa son verir. Türkiye kadar Yunanistan'ın da siyasal tarihine yerleşmiş mü­ him dönemeçleri bir galibiyet ya da mağlubiyetin çok ötesinde, madun anlatıların uzağında, insani boyutta ele almayı deneyen yazarların kurmacalarının ana kaynak teşkil edeceği çalışmada 25

Erol Köroğlu, " Bir Ada Hikayesi Dörtlüsünde Eleştirel Tarih, Kolektif Anlatı ve Top­ lumsal İmgelem", Monograf. S. 3, 2015, s.219.

26

Dengbej: Kürt kültüründe destan söyleyen, ozan.

26

Yaşar Kemal ve Dido Sotinyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

romanlar aracılığıyla dostluk ve komşuluk gibi savaşlar da ya­ şamış bu iki toplumun ortak geçmişleri, yakın tarihteki kırılma noktaları ve birbirlerini nasıl anladıkları araştırılır. Nitel kaynak­ ların aydınlattığı metin, söz konusu hususların edebi düzlemde ne derece verildiğine, romanlar üzerinden gündeme taşınan pek çok ayrıntının, henüz yaşananları sorgulama iradesi belirgin bir şekilde oluşmamışken; öncü bir sorgulama yürütülmesine hiz­ met etmiş olduklarını söyleyebilmenin mümkünlüğünü irdeler. Siyasal görüşlerinden kurgu evrenlerine pek çok noktada or­ taklık saptanan iki yazarın birinci veya ikinci dereceden insanlık suçlarının tanığı olduklarına, eserlerinde de mümkün oldukça bunlara yer verdiklerine ulaşılmıştır. Yaşar Kemal'in çocukluk yılları Sotiriyu gibi olayların kıskacında geçmese de aile büyük­ lerinden, bilhassa annesinden dinlediklerinin hayal dünyasını etkilediği açıktır. Her fırsatta değişimlerin romancısı27 olduğunun altını çizmesi -değişimin bir bellek durumu olduğu akla getirildi­ ğinde- onu başlı başına bir bellek kayıtçısına yaklaştırır. Roman dörtlüsünde de bireysel belleğine yer eden on yıla, 1915-1925 yılla­ rındaki konjonktüre ve Anadolu'nun savaşlardan nasıl etkilendi­ ğine Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi örneğine odaklanarak açar­ ken Dido Sotiriyu, söz konusu sürecin başına, Yunan Ordusu'nun İzmir'e çıkışına yoğunlaşır. İki yazarı ortak noktada buluşturan ise zorunlu göçle yaralanan bellekleri yansıtmalarıdır. Aşağıdan bir tarih anlayışının dikkat çektiği dörtlemede ve iki romanda yazarların bireysel ve toplumsal çözülüşleri anlatma ihtiyacı be­ lirgindir. Dido Sotiriyu'nun ilk romanı olan ve 1959 yılında yayımlanan

İ Nekri Perimenun, varlıklı Maği Ailesi'nin adım adım yok oluşunu 27

Yaşar Kemal, Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor - Alain Bosquet ile Görüşmeler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2007.

Giriş

27

eksen alır. Ailenin sürüklendiği çıkmaz ve bunda etki eden etken ve aktörler, anlatıcı karakter Aliki'den öğrenilir. Anlatısında 1918 yılından Alman işgaline kadarki oldukça geniş bir zaman dilimi takip edilir. Yazar, önsözde o küçük kızın kendisi olduğunu açık­ lar. 1918 yılına döneceğini ve yaşananları hatırlamaya çalışacağını belirtir. Roman; ailenin Aydın'daki yaşamı, mali sarsıntılar sebe­ biyle İzmir'e taşınmaları, Yunan Ordusu'nun İzmir'e çıkışı, İzmir olayları ve ailenin Pire'ye göçüyle açımlanır. Pappa28 Ailesi'nin Birinci Dünya Savaşı sonrası oldukça güç şartlarda hayatta kaldığı ve Dido'nun halasına evlatlık verildiği düşünüldüğünde romanın özyaşamından oldukça etkilendiği söylenebilir. Romanda çocuk­ ları olmadığından küçük Aliki'nin bakımını üstlenen Sincanoğlu Ailesi'yle yazarın çocukluk yıllarını geçirdiği baskıcı süreç ilinti içerisindedir. 29 İkinci Dünya Savaşı yıllarında yazdığı eserde yazarın son de­ rece kaygılı olduğu ve geleceğe dair pek umutlu olmadığı anlaşı­ lır. Öldürüleceğine dair bir halet-i ruhiye içerisinde kaleme aldığı romanda Atina'da artık güvende hissetmediğini, belleğinde ka­ lanları bir an önce tamamlamak arzusunda olduğunu, bunun için yazmaya yoğun saatler ayırdığını okuruz. Türk-Yunan Savaşı'nı konu edineceği kurmacada durmadan tekrar ettiği "acele et­ meliyim"30 şeklindeki leitmotif, bulunulan dÖnem bakımından Yunanistan'ın da bir kabusla karşı karşıya olduğunu izaha kafidir. İlk eserinin aksine kıt kanaat geçinen çiftçi Rum bir aile­ nin özelinde Kırkıca köyünün barış durumu ile felaket olarak 28

Yazarın kızlık soyadıdır.

29

Burada akrabalarının eğitimini sürdürmesini desteklemediklerini belirtmek gerekir. Yazar, Aidonopulo Ortaokulu'ndan sonra yükseköğretime devam etmeyecek, kızla­ rın gittiği Kadın Eğitimi Akademisi'nden mezun olacaktır. 1933 yılında matematik profesörü Platon Sotiriyu ile evlenene kadar hala evindeki zorlu atmosfere ve bura­ daki kurallara uyar.

30

Dido Sotiriyu, İ Nekri Perimenun, Kedros Yayınları, Atina, 2017, s.10.

28

Yll§ar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

adlandırdığı savaşlar ardını edebi bir dille ele aldığı ve 1962 yı­ lında yayımlanan Kanlı Topraklar31 adlı eseri, Benden Selam Söyle Anadoluya başlığıyla Türkçeye çevrilir. Bir işçinin tanıklığını kul­ lanma ricası üzerine yazılan roman, gerçek bir kişi olan Manoli Aksiyotis'in32 hayatını ve karşı karşıya kaldıklarını konu edinir. Yunan kamuoyunun "Helenlerin İncil"i kabul ettiği yapıttan yıl­ lar sonra Aksiyotis'in kendisinin yazdığı Ben, Manolis Aksiyotis adlı otobiyografide33 bireysel belleğinin ciddi şekilde romana il­ ham verdiği görülmüştür. Romanı ne ölçüde beslediğine bakmak amacıyla otobiyografi, çalışmamıza dahil edilmiştir. Çalışmamızın özgün noktalarından biri de bir tanıklık ortaya koyan ve yukarıda zikredilen isimle özel bir baskıyla yayımlanan ve tanık Aksiyotis tarafından kaleme alınan Enomena Valkania34 ve Berdemeno Kuvari35 başlıklı iki kitabın Matomena Homata ro­ manının bellek haritasını, oluşum sürecini, yayın serüvenini ve nicesini ortaya koymasıdır. Kişinin şahsi deneyimlerine dayanan otobiyografik belleğin bize anlattıkları, çalışmanın tamamlanma­ sı açısından ehemmiyet teşkil etmiştir. İki ayrı metnin birleşti­ rildiği ve Eğo, O Manolis Aksiyotis başlığıyla yayımlanan metin, her şeyden önce Matomena Homata romanının iki tanık yazar tarafından hayat bulduğunu açıklar.36 Bir liman işçisinin yaşadık­ ları kurmacaya konu olurken tanık yazar Sotiriyu'nun da çocuk 31

Tezde romanın aslı dikkate alınmıştır. Dido Sotiriyu, Matomena Homata, Kedros Yayınları, Atina, 2008.

32

Burada Manoli ile Manolis arasındaki farka dikkat etmek gerekir. Husus, ismin hal­ leriyle alakalıdır. Yalın halde "-os, -is, -as" şeklinde biten isimler, hitap halinde "-o, -i, -a" şeklinde bitmektedir. Diğer bir ifadeyle "s" harfi hitapta düşerken isim, yalın hal ­ de aslını korur. Çalışmada buna ehemmiyet verilmiş, vurgular buna göre yapılmıştır.

33

Manolis Aksiyotis, Eğo, O Manolis Aksiyotis, Balta Yayınları, Atina, 2016.

34

Türkçe başlık için "Birleşik Balkanlar" uygundur. Eser 1976 yılında yayımlanmıştır.

35

" Dolaşık Yumak", asli başlığı karşılamaktadır. Eser 1965 yılında yayımlanmıştır.

36

İki tanık yazardan kastettiğimiz Dido Sotiriyu'nun kendisi ve ona defterini/tanıklı­ ğını veren Manoli Aksiyotis'tir.

Giriş

29

yaşta deneyimledikleri, hatırla(t)maya dair bir romana kaynaklık eder. Bu zamana kadar -Yunanistan dahil- hiçbir akademik ça­ lışmada yer almayan söz konusu otobiyografi, seçilmiş olayımız olan Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi'ne ancak tarihteki tüm sa­ vaşlara da ışık tutar. Yaşar Kemal'in denediği yönteme yaklaşan Dido Sotiriyu sadece Türk-Yunan Savaşı'na değil, Türk-Yunan Savaşı'nda duraklayarak ve savaş anılarını büyüterek savaşların ve savaşmanın zeminine iner.37 Anlatıcımızdan, yaşadıkları kadar Dido Sotiriyu'ya anlat­ tıklarının romanda yüzeysel kaldığı, bunun da kendisini yaz­ maya sevk ettiği öğrenilir. Nitekim daha kitabın ilk sayfasında Dido Sotiriyu'nun romanında gerektiği kadar derinleştirilme­ yen durumları açıklayacağını belirtir. Bu da yazdıklarının bir ihtiyaç sonucu oluştuğunu vermesi bakımından önemlidir. Siyasal gerilimlerin büyüttüğü Aksiyotis, kendisinden çalınan hayatı ancak yazarak tekrar yaşayabileceğini ve yaşadıkça se­ bep olanları bulabileceğini düşünür. Bireysel belleği, dünya ta­ rihine yön veren şahıslar ve yaptıklarıyla doludur. Gandhi'nin, Lumumba'nın, Kennedy'nin, Lambrakis'in ona gülümsediklerini görür. Belirmelerinin ve ısrarla önünde durmalarının öylesine 37

Burada yazarın açıkça tezli bir roman amaçladığı söylenebilir. Nitekim İzmir'de ta­ nık olduklarını kurguladığı 1 Nekri Perimenun ve Manoli Aksiyotis'in özyaşaınından beslediği Matomena Hamala; başka tanıklık anlatılarından oluşan Endoli (Türkçe adıyla Buyruk) başlıklı romanını hatırlatır. Bu romanında Katerina isimli bir gazete­ ci, Nikos Beloyannis'in yargılanma sürecinde yaşananları konu edinir. Beloyannis'in Dido Sotiriyu'nun kız kardeşi Elli Pappa'nın eşi olduğu göz önünde bulunduruldu­ ğunda yazar açısından davanın seyri ve önemi anlaşılır. Küçük bir çocuğun annesi olmasıyla eşi gibi idam edilmekten son anda kurtulan kız kardeşinin ve dönemin gelişmelerini okuduğumuz roman, her şeyden önce yaşamsal bir mücadeleyi merkez edinir. Yazarın biyografik bir kadın portresi çıkardığı ve iç savaş yıllarında yoldaşı olan llektra Apostolu'nun anısına yazdığı roman, belli ölçülerde zikredilen romanla­ ra yaklaşır. Susan Rubin Suleiman'ın kitabında tezli roman tanımına uyan söz konu­ su romanlar, topluma olağanüstü bir süreci hatırlatma gibi bir işleve sahiptirler. Susan Rubin Suleiman, Authoritarian Fictions. 1he Ideological Novel as a Literary Genre, Princeton University Press, New Jersey, 2006, s.4.

30

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

olmadığına, bunun bir sebebi olduğuna ve onu mücadeleye ça­ ğırdıklarına inanır. Böylece direnişi artık yeni bir boyutta, kağıt ve kalemle sürdürmeye karar verir. Ne var ki Yunan hükümetinin baskıcı tutumu sebebiyle yaza­ caklarının burada yayımlanmayacağını, şansını daha demokrat bulduğu Türkiye'den yana kullanacağını, yazacaklarını İstanbul veya Ankara'ya ulaştıracağını bildirir.38 Siyasi ve sosyal zorbalık­ ları kaleme aldığı metnin ilk halini İstanbullu bir Rum'a, Yanni Kostandopulos'a verdiğini ve yazdıklarını Türkçeye kazandırması hususunda kendisinden çok destek gördüğünü okuruz. Buna ben­ zer pek çok denemede bulunduğu, bir aralık Barbaros Baykara'ya da ulaştığı ve onu dokuz gün kadar evinde ağırladığını öğreniriz. Görüleceği gibi gerçek bir tanık anlatısının edebi türe konu olu­ şu, tarihsel gerçeklik ve kurmaca gerçeklik üzerine takdire değer bir tartışma başlatır. Kırkıca doğumlu Manoli, Balkan Savaşları'ndan Yunan İç Savaşı'na kadar olan dönemi anlatır. 1923 yılında insanlık dışı bir uygulama olarak bahsettiği mübadele ile Yunanistan'a gelir. Daha doğrusu getirilir. Anlattıkları da romanda öne çıkan Türklük ile Yunanlılık arasındaki sıkı bağa, kültürel geçirgenliğe, gündelik dayanışmaya ve iş birliğine dairdir. Dağda koyun otlatan çobandan nasıl savaş mağduru çıkacağını, propagandanın iyi komşuluk ve dostluğa sokabileceği nifakı ve kurbanların bir gün fail olabileceği­ ni, insanlık tarihinden verdiği örneklerle açar. 38

"Yunanistan'da rüyamı gerçekleştiremediğime göre kitabı Türkçe yazmayı, İstanbul veya Ankara'da yayımlatmayı düşündüm! Büyük cesaret evet, fakat böyle bir şeyi Türk halkının sevinçle karşılayacağına içten içe emindim. Pek çok Batılı gücün dü­ şündüğünün ve dünyaya yaydığının aksine bu halkın barbar olmadığını, demok­ rat ve sevgi dolu olduğunu biliyordum. Türk halkını çok iyi tanıyorum. Türk halkı misafirperver olduğu kadar iyi niyetli ve samimidir. Türk halkının yüreği temiz­ dir. Kitabımı Yunanca yazıp, Türkiye'den göç ettirilen ve Türkçeyi ana dilleri bilen Rumlardan birine verecek, Türkçeye çevirmesini isteyecektim. Sonrası İstanbul veya Ankara'da şekillenecekti. Kolay olmadığını biliyordum ama denemeye değerdi, de­ neyecektim." Aksiyotis, Eğo O Manolis Aksiyotis, s. 18-19.

Giriş

31

Öte yandan oldukça erken bir dönemde, günümüzde vekalet savaşı diyebileceğimiz savaşlara değinir. Açıkça savaşın iki aktör arasında sürmediği, üçüncü güçlerin devrede olduğu ve onlar üzerinden ikili münasebetlerin yönlendirildiği, çoklukla da çık­ maza sokulduğu verilir. Siyasal okuma ve analizlere rastlanan metinde nice metafora da denk gelinir. Bir yerde genç bir kızın durup çadır kurdukları her yerde fesleğen ektiğini ve gidişlerinde gözünün arkada kaldığını, bitkiden ayrılamadığını, bunun üzeri­ ne babasının fesleğeni kopardığını okuruz. Gözün, kulağın, ak­ lın, bir şeylerin geride kalmasını mübadele ile kıyaslayan mübadil Aksiyotis, bir fesleğen unutulmuyorsa mübadele ve onunla gelen acının nasıl unutulacağını sorar. Bu noktada politik varsayım ve tahlillerinin salt Türkiye-Yunanistan odaklı olmadığı ve insanlığı esas aldığı görülür. Dido Sotiriyu da tarihi bir inceleme veya doküman niteli­ ği taşımadığını, kişisel görüşlerinden ibaret olduğunu belirtti­ ği İ Mikrasiatiki Katastrofi Ke İ Stratiğiki Tu İmperialismu Stin Anatoliki Mesoğio39 kitabında sorumlu güçlerin başına İngiltere'yi yerleştirir. İki komşu devletin karşı karşıya getirilmesini "Büyük Güçler" ve kar stratej ileriyle açıklar. Bu küresel tuzakta Aksiyotis'in belirttiği gibi Yunanistan'ın da yaşananlardan birinci dereceden sôrumlu olduğunu, özellikle Yunanistan oligarşisine getirdiği eleştiriyle destekler. Megali İdea hayaliyle Küçük Asya'ya asker gönderen Yunanistan hükümetinin, Yunan Ordusu gibi bölgedeki Rum nüfusun hayatını gözden çıkardığını şöyle sürdürür: "Küçük Asya Çıkartması, baskılanan ya da yok sayılan Helen varlığın ba­ ğımsızlığı için verilen ulusal bir savaş değildi. Aksine milyonlarca kurbanla neticelenmiş emperyalist bir çıkartmaydı."40 39 40

Dido Sotiriyu, 1 Mikrasiatiki Katastrofi Ke 1 Stratiğiki Tu lmperialismu Stin Anatoliki Mesoğio, Kedros Yayınları, Atina, 2016. a.g.e., s.7.

32

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

İki yazarın da dünyaya geldikleri coğrafyaya hissettikleri içsel sorumluluk, yazarak olayları ölümsüzleştirme gayretleri ve bunu yaparken belleğin sadece estetik ve etik yönlerini öne çıkarma­ ları, yaratma süreçlerine sinen Anadolu'ya ve kültürel kimliğine odaklanmaları, kurgu oluşturmada anti-militarist yaklaşım, al­ ternatif tarihe yöneliş, insanlık durumlarını sorgulayış ve nice unsur karşılıklı bir analize olanak tanır. Karşılaştırılan kurma­ calarda karakterlerin birer deneyimleyici ve anımsayıcı olmaları bakımından çalışma, yazınsal ölçüde kurulan toplumsal bellek mobilizasyonunu açıklamayı dener. Romanlardan yola çıkarak bir anımsama edimi ortaya koyan yazarların, dini esasa dayanan zorunlu nüfus değişimine yaşantı­ lar üzerinden eğilmeleri ve her karakterin okurda karşılık bulabi­ leceği bir bellek taşıması, bireyselden kolektife bir sorgu başlatır. Bu anlamda geleceğin onarımı için geçmişin öne çıkarıldığı ro­ manlar, değiş-tokuş olayına ulusal denetim, milli ekonomi, kim­ lik veya homojenleştirme politikaları yerine insanlık durumları üzerinden bakar. Burada allokton ya da otokton fark etmeksizin, aynı olay etrafında mağdur olan insanların yaşam kadar temsille­ ri ön plandadır. Nitekim hayatta olmayanlara, bir şekilde yitenle­ re yoğunlaşan kurmacalar geride bırakılanlara, kalanlara odakla nır. Savaşlardan çıkmış harap Anadolu için paylaşım ve yönetim tasarılarından, başka bir ifadeyle, reel politikten uzak alternatif mücadele alanları sunarlar. Ulusal/ulusçu mecraların sıkça yarattığı/yaratmak zorunda olduğu, sistematik eritmeler ve algı yönetimlerine karşı tek suçlu­ nun savaşların ve ondan çıkar sağlayan odakların olduğunu ifşa eden romanlar; sıkışmalar, maruz kalmalar ve direnmeler ile bel­ lek olayının temsilini ortaya koymayı gaye edinirler. Tarihte geri döndürülemeyecek ancak toplumların ve halkların yaşamlarında geri dönüşlerin imkansız olmadığı, ölümü değil, yaşamı savunan

Giriş

33

söz konusu anlatıların yarattığı umut okunmaya çalışılır. Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu'nun karakterlerinde travmatik anıların örtüşme gösterip göstermediği, daha önce dile getiril(e)meyen anlatıların, dile getirilmeye başlanmasıyla sosyal anlamda bir iyi­ leşmenin sağlanıp sağlanamadığı, karakterlerin duygusal ve dav­ ranışsal tepkilerinin yıllar önce yaşananlara işaret edip etmediği ve kurmaca karakterlerin bellekleri dikkate alındığında simbiyo­ tik bir bağdan söz edilip edilemeyeceği çalışmada yanıt aranacak soruların birkaçıdır. Ulusal ve uluslararası literatürün taranması sonucu ulaşılanla­ rın ortaya konması, iki yazarın kurmacaları üzerine yapılan çalış­ ma ve yayınlara değinmek, çalışmanın özgünlüğü ve hedefledik­ lerinin anlaşılması noktasında elzemdir. İki buçuk yılı aşan araş­ tırma sonrasında Yaşar Kemal41 ve Dido Sotiriyu romanlarının karşılaştırmalı şekilde incelenmediklerine ulaşılmıştır. Bir Ada

Hikayesi etrafında kümelenen yayınlara bakıldığında dörtleme­ nin "eleştirel tarih tavrıyla" tehlikeli ilişkiler kurduğuna odaklanan Erol Köroğlu'nun "Yaşar Kemal'in Bir Ada Hikayesi Dörtlüsünde Eleştirel Tarih, Kolektif Anlatı ve Toplumsal İmgelem"42 başlıklı incelemesi bir başlangıçtır. 41

Lale Çaklı, fean Giono 'nun Tepe Romanı ve Yaşar Kemal'in Ortadirek Romanında Do­ ğal-Kişi İlişkisi, (yüksek lisans tezi ), Anadolu Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, 2004; Ayşe Çiftçibaşı, Anglo-Amerikan ve Anadolu Kültürlerinin Yirminci Yüzyılda Doğaya Karşı Tutumu: fohn Steinbeck'in Gazap Üzümleri, George Orwel/'in Soluksuz Zaman, Yaşar Kemal'in Hüyükteki Nar Ağacı ve Fakir Baykurt'un Kaplumbağalar Romanlarının Ekoeleştirel Çözümlemeleri, (yüksek lisans tezi), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012; Satı Sarıaslan, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Kemal Tahir'in 1950-1960 Yılları Arasındaki Köy Romanlarında Halk Kültürü Unsurları,

42

Erol Köroğlu "Yaşar Kemal'in Bir Ada Hikayesi Dörtlüsünde Eleştirel Tarih, Kolektif Anlatı ve Toplumsal İmgelem", Monograf, S. 3, 2015, s.219-249. Makalenin İngiliz­ cesi için bkz. Erol Köroğlu, "Novel as an Alternative Collective Remembrance Text: Poiesis, Storytelling and Social Thinking in Yasar Kemal's An Island Story Quartet",

(yüksek lisans tezi), Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2014.

Turkish Literature and Cultural Memory "Multiculturalism " as a Literary 7heme after 1980, ed. Catharina Dufft, Harrassowitz Verlag, Wiesbaden, 2009.

34

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Alev Önder "Bir Ada Hikayesi'nde Tarih, Bellek, Kimlik" baş­ lıklı makalesinde43 Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana romanında öne çıkan tarih, bellek ve kimlik olgularını sorgular. "Bir Ada Hikayesi'nde Tarih ve Bellek"44 yayınında benzer bir çabaya ula­ şılır. "Karıncanın Su İçtiği Adlı Romanda Göç"te45 ise kurmaca­ da öne çıkan göçün karakterler üzerindeki etkisini ele alır. Göçü dördüncü romanda da tahlil eden Önder, 46 olguyu travmatik bir deneyim olarak açar. Günil Cebe "Bir Adanın Hikayesi'ni Anlatmak: Yaşar Kemal' de Tarih, Bellek ve Doğa" adlı makalesin­ de47 dörtlemedeki karakterlerin ve ada topluluğunun ulus-devlet karşısındaki konumunu mercek altına alır ve roman kişilerinin geçmişle, birbirleriyle ve diğer varlıklarla kurdukları ilişkileri çö­ zümler. Sibel Irzık makalesini48 yazarın ana söyleme karşı pasif bir direniş başlattığına dayandırırken Uğur Morkaya, "Toplumsal ve Kültürel Bellek Açısından Karıncanın Su İçtiği Romanının İncelenmesi" başlıklı makalesinde dörtlemenin ikinci kitabın­ da öne çıkan bellek olgusuna göç özelinde eğilir. Aziz Şeker ise "Yaşar Kemal'in Bir Ada Hikayesi'nde İyi Bir Toplum Arayışının

43

Alev Önder, "Bir Ada Hikayesi'nde Tarih, Bellek, Kimlik", Yeni Türk Edebiyatı Araş­ tırmaları, C. 9, S. 18, 2017, s.156-176.

44

Alev Önder, "Bir Ada Hikayesi'nde Tarih ve Bellek", Turkish Studies, C. 13, S. 20, 2018, s.591-605.

45

Alev Önder, "Karıncanın Su içtiği Adlı Romanda Göç", Sosyal Bilimler Dil ve Edebi­ yat, 2017, s.41-52. Alev Önder, "Çıplak Deniz Çıplak Ada Romanında Göç", Schriften Zur Sprache Und Literatur III, ed. Tahir Balcı - Ali Osman Öztürk - Ergün Serindağ, IJOPEC Publica­

46

tion, London, 2019, s.213-223. 47

Günil Cebe, "Bir Adanın Hikayesini Anlatmak: Yaşar Kemal'de Tarih, Bellek, Doğa",

Erdem insan ve Toplum Bilimleri Dergisi, S. 68, 2015, s.5-22. Bu makale, lstanbul Bilgi Üniversitesi'nin 12 Kasım 2014 tarihinde düzenlediği "Binbir Kültürün Elçisi Yaşar Kemal" başlıklı sempozyumda sunulan bildirinin genişletilmiş halidir. 48

Sibel Irzık, "Yaşar Kemal's lsland ofResistance'', Resistance in Contemporary Middle Eas­ tern Cultures, ed. Karima Laachir - Saeed Talajooy, Routledge, Londra, 2013, s.49-63.

Giriş

35

Sosyokültürel Temelleri" başlıklı makalesinde49 romancının mü­ badele gerçeğine ilişkin toplumsal bir bellek oluşturduğunu ileri sürer. Yüksek lisans ve doktora tezlerine bakıldığında, Yaşar Kemal romanlarında mahalli deyişlerden50 insan haklarına,51 toplum­ sal cinsiyetten52 çeviri sorunlarına,53 röportajlarından54 roman tekniğine, romanlarında öne çıkan otobiyografik ve psikolojik 49

Aziz Şeker, "Yaşar Kemal'in Bir Ada Hikıiyesi' nde İyi Bir Toplum Arayışının Sosyo­ kültürel Temelleri", Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. 29, S. 1 , 2020, s.213-225.

50

Emine Sonal, John Steinbeck ve Yaşar Kemal'in Eserlerinde Cinsiyet Rolleri ve Aile Kimliğinin Karşılaştırılması, (doktora tezi). Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensti­ tüsü, 2005; Merve Gün, Yaşar Kema/'in Romanlarında Mahalli Söyleyişler ve Türkçe Bakımından Değerlendirilmesi, (yüksek lisans tezi). Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, 2018.

51

Mine Bilge, Yaşar Kemal'in Kimsecik Üçlemesinde insan Hakları, (yüksek lisans tezi), Maltepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018.

52

Kübra Mesübe Büyükkıyıcı, Yaşar Kemal'in Yılanı Öldürseler ve Karen Tintori 'nin

53

54

Unto the Daughters: 7he Legacy of an Honor Killing in a Sicilian-American Family Adlı Eserlerinde Süregelen Bir Gelenek Oları Namus Cinayetleri, (yüksek lisans tezi), Fatih Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2014; Aziz Şeker, Kemal Tahir, Orhan Kemal ve Yaşar Kemal'irı Romanlarında Toplumsal Cinsiyet Açısından Kadın-Karşı­ laştırmalı Bir inceleme, (doktora tezi), Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü­ sü, 2019; Halil İbrahim Akbulut, Türk Romanında Eşkıya Tipolojisi: Yaşar Kemal ve Kemal Tahir, (yüksek lisans tezi), İstanbul Medeniyet Üniversitesi, 2019. Pervin Alkok, Çeviri Sorunu Olarak Deyimler Yaşar Kemııl'in Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana Eserini ve Cornelius Bischojf'un Die Ameiseninsel Almanca Çevirisini Temel Alarak Türkçe-Almanca Bir Analiz, (yüksek lisans tezi), Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007; Ebru Ertarman Şenyiğit, Yaşar Kema/'in Eserlerinde Bir­ leşik Eylemler ve Bunların lngilizce Çevirilerindeki Karşılıkları Üzerine Bir Çalışma, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009; Mina Ranjbari, Yaşar Kemal ve Eserlerinin Farsça Çevirileri, (yüksek lisans tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2010; Didem Kaya, Yaşar Kema/'in Orta Direk Adlı Eserindeki Kültürel Öge­ lerin Çevrilebilirlik Sınırı, (yüksek lisans tezi), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2015; Fatma Betül Aslan, Yaşar Kema/'in Yer Demir Gök Bakır Adlı Romanının Türkçeden Arapçaya Çevirisindeki Deyimlerin Eşdeğerlik Bağlamında in­ celenmesi, (doktora tezi), Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, 2019. Damla Karayerli, Türkiye'de Röportaj Geleneği Bağlamında Yaşar Kema/'in Röportaj­ /arı Üzerinden Nitel Bir Değerlendirme, (yüksek lisans tezi), İstanbul Bilgi Üniversi­ tesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012.

36

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

derinlikten sosyal konulara,55 sembollerden56 söz dizime,57 halk anlatılarından romanların tema ve zihniyet bağlamında incelen­ mesine58 geniş bir araştırma havzasına erişilir.

Bir Ada Hikayesi özelinde yapılan yüksek lisans tezlerine ge­ lindiğinde, coğrafi bir okumayı merkez edinen Gökhan Fırat'ın tezinde,59 dörtlemenin ilk üç romanı ve İnce Memed dörtlemesi ile Akçasaz'ın Ağaları 'nın ilk iki romanının değerlendirildiği gö­ rülmüştür. Feridun Ay'ın "Yaşar Kemal'de Göç Olgusu"60 başlıklı yüksek lisans tezinde, dönem itibariyle henüz tamamlanmayan dörtlemenin ilk üç kitabının dikkate alındığı saptanmıştır. Sibel Ercan'ın Lozan Mübadelesi'nin yansımalarını incelediği yüksek lisans tezinde61 Bir Ada Hikayes i 'nin ilk cildini -Fırat Suyu Kan

Akıyor Baksana-, Ahmet Yorulmaz'ın Savaşın Çocukları62 ve Saba Altınsay'ın Kritimu Girit 'im Benim63 romanlarını incelediği tespit edilmiştir. 55

Aziz Şeker, Yaşar Kema/'in Romanlarında Toplumsal Konular, (yüksek lisans tezi), Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006.

56

Zeliha Boztilki, Yaşar Kemal'in Romanlarında Semboller, (doktora tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021.

57

Zuhal Yurtlu, Yaşar Kemal'in Teneke Romanı ile Zülfü Livaneli 'nin Kardeşimin Hika­ yesi Romanının Karşılaştırmalı Söz Dizimi incelemesi, (yüksek lisans tezi), Van Yü­ züncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021.

58 59

Ece Onural, Yaşar Kema/'in Romanlarının Tema, Zihniyet, Yapı ve Anlatım Bakımın­ dan incelenmesi, (doktora tezi), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017. Gökhan Fırat, Yaşar Kema/'in Romanlarında Coğrafyanın Etkisi: Bir Ada Hikayesi 1-3, ince Memed 1-4, Akçasazın Ağaları 1-2, (yüksek lisans tezi ), Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019.

60

61

Feridun Ay, Yaşar Kemal'de Göç Olgusu: Bir Ada Hikayesi I Fırat Suyu Kan Akıyor

Baksana, Bir Ada Hikayesi II Karıncanın Su içtiği, Bir Ada Hikayesi III Tanyeri Horoz­ ları, (yüksek lisans tezi), İstanbul Kültür Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2011. Sibel Ercan, Yaşar Kemal, Ahmet Yorulmaz ve Saba Altınsay'ın Eserlerine Lozan Mü­ badelesi'nin Yansıması, (yüksek lisans tezi) , Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006.

62

Ahmet Yorulmaz, Savaşın Çocukları, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2004.

63

Saba Altınsay, Kritimu Girit 'im Benim, Can Yayınları, İstanbul, 2007.

Giriş

37

Yaşar Kemal'in romanlarında toplumsal belleğin kurulumuna odaklanıldığında, konudan dizgeleme sosyo-kültürel bir gözeye erişilir. Art zamanlı şekilde yinelenen olay veya durumlar, gele­ nekten beslenen ancak moderne de kapalı olmayan çoğulcu bir biçem ortaya koyarlar. Kıtlıktan bolluğa, sanayileşme ve kapita­ lizm ile gelen yozlaşmadan direnmelere insan hikayeleri kurgusal düzlemde bir bellek konjonktürü oluştururlar. Çalışmamızı ilgi­ lendiren yönü ile söyleyecek olursak, dörtlemedeki göç gerçeği, yazarın diğer romanlarındaki göç türlerinden oldukça farklıdır. Daha iyi koşullara veya imkanlara göç, bu örnekte söz konusu değildir. Ağalar ve beyler kadar her yapıtında dönüşüme uğrayan köylüler gibi Bir Ada Hikayesi 'ndeki göç modeli de devlet kökenli ve zorunlu olmasıyla farklılık gösterir. Öte yandan diğer romanlarına kıyasla uluslararası ilişkiler di­ siplininin temel kavram ve yaklaşımlarıyla açıklanacak hususlar, dörtleme boyunca erişilenler arasındadır. Bu bağlamda, caydırı­ cılık, güvenlik ve diplomasi durumlarının öne çıktığı tek eseri ol­ duğunu ifade etmek gerekir. Yine coğrafi anlamda kurguyu sınır dışına taşıdığı tek yapıtının olduğu söylenmelidir. Kafkasya'dan Girit'e, Mezopotamya'dan Balkanlar'a uzanan Bir Ada Hikayesi'nde savaşın bir eşik olarak verilmesi kadar bunun romantik ulusçuluk ve resmi tarih söylemiyle bağlantılanması bir ilktir. Dido Sotiriyu'nun iki romanından ayrı olarak savaş ve müba­ dele öncesi yaşamda geçim derdi dikkat çekmez. Bu detay dört­ lemeyi, Yaşar Kemal'in olanaksızlık ve fukaralığın sorgulatıldığı pek çok romanından ayırır. Çoklukla sınıfsal tercih, insancıl baş­ kaldırı ve sivil dayanışmada konumlanan romanlarından fark­ lı şekilde gayrimüslimleri ve onlardan kalanları dokur. Bir Ada Hikayesi üzerine yapılan yayınlar incelendiğinde bazı istisnalarca tekrara düştükleri, bellek başlıkları altında dörtlemenin yüzeysel

38

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

tahlilini aşamadıkları ve bir tanıtım metninden öteye gidemedik­ leri görülmüştür. Ancak incelememizi besleyen çok ciddi çalış­ malara da rastlanmıştır. Türkiye-Yunanistan ilişkilerini eksen alan pek çok yayında64 Dido Sotiriyu'nun Matomena Homata ile Endoli Türkçe adıy­ la Buyruk- romanlarına yer verilir. Bir bellek konjonktürünün saptandığı kurmacaları üzerine sayısız haber yapılır, eleştiri me­ tinleri yazılır. Yazarın toplumsal cinsiyet ve kadın çalışmaların­ -

da yazıları geniş yer bulur.65 Yunanistan'da yapılan yüksek lisans ve doktora tezlerinde de karşılaştırmalı okumalara66 ulaşılmıştır. Şehnaz Şişmanoğlu Şimşek, "Benden Selam Söyle Anadoluya: Birinci Dünya Savaşında Asker Olmak" başlıklı makalesinde67 Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Ordusu'nda gayrimüslimlerin askere alınma süreçlerine ve Amele Taburları'ndaki koşulların nasıl kurgulandığına bakmıştır. 64

Leonidas Karakatsanis, Turkish-Greek Relations: Rapprochement, Civil Society and the Politics of Friendship, Routledge, London, 2014; Philip Mansel, Levanı. Splendour and Catastrophe on the Meditcrranean, Magnificent, Washington DC, 2010, (kitabın "Smyrna: Greeks and Turks" başlıklı onuncu bölümü); Gonda Van Steen, Adopti­ on, Memory and Cold War Greece. Kid pro quo?, çev. John O. Iatrides, University of Michigan Press, 2019, (kitapta Dido Sotiriyu'nun Buyruk romanı incelenir). Ayrıca Thomas Doulis, 7he Iron Storm. 7he lmpact on Greek Culture of the Military /unla 1967-1974, Xlibris, Bloomington, 2013, (Metaksas diktatörlüğüne ayrılan bölümde Dido Sotiriyu'ya ve diktatörlüğe direnişine yer verilir).

65

An Encyclopedia of Continental Women Writers, ed. Katherina M. Wilson, Garland,

66

Anastasia Liondu, Paramitia Sti Logotehnia: A. Papadiamandis, K. Politis, D. Sotiri­ yu, Metaptihiako, Panepistimio İoanninon, Sholi Epistimon tis Ağoyis, Pedağoyiko Tmima Nipiağoğon, 2017. Okul öncesi eğitim programında çalışılmış bu tez, Papadi­ amandis, Politis ve Sotiriyu'nun masalları üzerinedir. "Edebiyatta Masallar" başlıklı tez, üç yazarın masallarını mukayeseli şekilde inceler. Panayota Karabini, Pinelopi Delta, Dido Sotiriyu ve Alki Zei Romanlarında Pedagojik Standartların Karşılaştırmalı Analizi, Didaktoriko, Etniko ke Kapodistriako Panepis­ timio Atinon, Pedağoyiko Tmima Dimotikis Ekpedefsis, 2009.

67

Şehnaz Şişmanoğlu Şimşek, "Benden Selam Söyle Anadolu'ya: Birinci Dünya Savaşı'n­ da Asker Olmak", Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C. 8, S. 39, 2015, s.208-221.

New York, 1991, s.5-8.

Giriş

39

Türkiye'de bir yüksek lisans tezinde68 Benden Selam Söyle Ana­ doluya ile Ahmet Yorulmaz'ın Savaşın Çocukları romanının Türk ve Yunan imgeleri bağlamında mukayese edildiği görülmüştür. Çalışma sürecinde başta Yaşar Kemal'in kıymetli eşi Sn. Ayşe Semiha Baban69 olmak üzere İstanbul, Atina ve Selanik'te pek çok mülakat gerçekleştirilmiştir. Alan buluşmalarında yarı-ya­ pılandırılmış derinlemesine görüşme yöntemi tercih edilmiştir. Atatürk Kitaplığı ve Beyazıt Devlet Kütüphanesi'ndeki kaynak­ lar incelenmiştir. Atina ESTİA Kütüphanesi'nde üç aydan fazla bir süre Küçük Asya Olayları ve Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi üzerine yapılan yayınlar, Atina ELİA'da bulunan Dido Sotiriyu Arşivi'nde ise yazarın külliyatı tetkik edilmiştir. Özel izinle Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Arşivi taranmıştır. Küçük Asya Göç Araştırmaları Merkezi ve Lozan Mübadilleri Derneği ziyaret edilerek görüşmelerde bulunulmuştur. Çalışmamızda İ Nekri Perimenun ve Matomena Homata ro­ manları asıllarından okunmuştur. Mevcut Türkçe çeviriler dik­ katle incelense de bunlardan yararlanılmamıştır. Yunancadan çevrilen tüm kaynaklar, şahsım tarafından Türkçeye çevrilmiş­ tir. Burada açıklığa kavuşturulması gereken bir husus da İ Nekri

Perimenun'un çocuk kitabı olarak da yayımla,ndığıdır. Mesa Stis Floyes başlıklı romanı Türkçeye çevirecek olursak Alevler İçinde asli başlığı karşılar. Bahse konu roman incelenmiş, birkaç düzenle­ me dışında ilk romanının aynısı olduğu saptanmıştır. Ayrıca İroes

ke Andiiroes70 adlı kitapta toplanan otuz öyküden ilki Matomena 68

Ayşe Dalakkaya, Dido Sotiriyu 'nun Benden Selam Söyle Anadoluya ve Ahmet Yorul­

maz'ın Savaşın Çocukları Romanlarında Türk- Yunan imgelerinin Karşılaştırılması, (yüksek lisans tezi), Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008. 69

Yaşar Kemal'in evinde eşi Sn. Ayşe Semiha Baban ile röportaj, 29 Mart 2019.

70

Dido Sotiriyu, lroes ke Andiiroes, Kedros Yayınları, Atina, 2019. Türkçesi için "Kah­ ramanlar ve Karşı Kahramanlar" uygun bir başlıktır. 12 yaş ve üstü okurlar içindir. Öykülerde 1931-1991 yılları öne çıkar. Ölümünden sonra yayımlanan altıncı kitabıdır.

40

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Homata'da bir figür olarak karşımıza çıkan Oğdontakis'in hika­ yesidir. Samoslu Papa Eftim'in ise İ Nekri Perimenun romanında hayat bulduğu görülmüştür. Yazarın Anadolu'da yaşam ve Türkiye-Yunanistan ilişkile­ ri üzerine yaptığı haberler tek tek dijital ortama aktarılmıştır. Matomena Homata romanının kitap haline gelmeden önce yayım­ landığı Avği gazetesi kaydedilmiştir. Birkaç örnek Ekler kısmında sunulacaktır. Dromi Tis İrinis, -Türkçe söylersek Barış Yolları­ taranmış, dergide "O Erotas tis Edaviye" -Edaviye'nin Sevdası­ hikayesi71 bulunmuştur. Neos Kosmos'ta İ Nekri Perimenun ro­ manı için Takis Dalmos'un kritiğine72 rastlanmış, çekimi yapıl­ mıştır. Epiteorisi Tehnis dergisinde Dimitris Ravtopulos'un Dido Sotiriyu ile yaptığı röportaj73 yine fişlenen bültenler arasındadır. Aynı dergide Matomena Homata nın bazı bölümlerine ulaşılmış, görüntüleri alınmıştır. İşgal yıllarında {1941-1944) direnişçi or­ ganlarda bilhassa 1944 yılında yazı işleri müdürlüğüne getirildiği Rizospastis gazetesinde yer alan yazıları incelenmiş, iç ve dış poli­ tikaya dair olmaları sebebiyle çalışmaya alınmamışlardır. '

Özel arşivinin şahsi kasası açılmış, zarflarda toplananlar gö­ rülmüştür. Numaralanmış zarfların hayatının bir dönemi ve meşguliyetine göre kataloglandığına ulaşılmıştır. Zarf l'den Kurtarılan not ve yazıların kağıt farkına kadar dikkat edildiği, bu detaydan ne zaman yazılmış olabileceklerinin saptandığı açıklanır. "Örneğin öykü, haberleri yazdığı ka­ ğıtlarda bulunmuşsa, metni ona göre tasnif ettik ve 21 Nisan 1967 öncesine verdik zira bu tarihten sonra bir daha basında yer almadı." Nikos Beloyannis notunda, söz konusu çalışmanın oldukça sancılı olduğu, Sotiriyu'nun pek çok yerde farklı başlık­ lar kullandığı, aynı karakterlerin isimleriyle oynadığı açıklanır. "Kitabın adı öykülere uygun seçilmiştir. Yazarın öykülerde kullandığı bir başlık tercih edilmiştir. Kitaba verilen isim içeriği karşılar mahiyettedir." ( Kedros Yayınları, Atina, 2019, s.11). 71

"O Erotas tis Edaviye", Dromi Tis lrinis, t. 54., 07. 1962 20-21.

72

"To Hroniko tu Kserizomu", Neos Kosmos, 11. 1962, 87- 92.

73

"Mia Sizitisi me ti Dido Sotiriu", Epiteorisi lrinis, Yunan iç Savaşı'ndan sonra bu dergide çalışır.

c.

92, 08.1962, 151- 156. Sotiriyu,

Giriş

41

Matomena Homata romanı hakkında mühim veriler temin edil­ miştir. Zarf 16'da kadınlar ve kadın hakları üzerine yazdığı yazı ve haberler bulunmuştur. Zarf 30'dan İ Nekri Perimenun, Matomena Homata ve Endoli romanları üzerine yazılan kritikler, Zarf 35'ten aile fertleri ve akrabalarıyla yazışmalar ve mektuplaşmalar çık­ mıştır. Bunlar okunmuş lakin çalışma maksadını aştığından ça­ lışmaya dahil edilmemiştir. Benzer şekilde Zarf 40, Zarf 41 ve Zarf 42'de gerek yazarın gerekse eşinin özel notlarına erişilmiştir. Bu zarflarda birçok fatura, makbuz, fiş ve ödemelere rastlanmış­ tır. Sigorta belgeleri, sağlık raporları ve nicesi incelenmiş, gerek görülmeyenler çalışmaya alınmamıştır. Zarf 53 ve 54'te çiftin si­ yah beyaz fotoğraf ve günlükleri, Zarf 55-56 ve Zarf 57'deki renkli fotoğrafları kayda alınmıştır. Yaşar Kemal'e göre yazılarının dağınıklığı, yazı ve konuşma­ larının geç derlenmesi, defterleri kadar notlarının ölümünden epey sonra kurtarılması, Dido Sotiriyu için sahada olmayı ve sı­ cak temaslarda bulunmayı gerektirmiştir. Yaşar Kemal için başta Yaşar Kemal Vakfı'nın titiz emekçileri ve alakaları süreci kolay­ laştırmış, kaynak erişiminde aksaklıklar yaşanmamıştır. Sarıyer Belediyesi Yaşar Kemal Kültür Merkezi ve ekibinin yardıma hazır oluşu, bu çalışmanın pek çok kahramanının olduğunu söylemeyi gerektirir. Dido Sotiriyu için bir araya gelmeyi reddetmeyen ve görüşmemizden kısa bir süre sonra yazarın doğduğunda bakı­ mını üstlendiği yeğeni Nikos Beloyannis'e; Manoli Aksiyotis'in oğlu Nikolaos Aksiyotis'e ve çocukları Despina ile Andronikos Aksiyotis'e ne kadar teşekkür etsem azdır. Çalışmanın odağı toplumsal bellek bağlamında romanların mukayesesi olsa da yazarların pek çok yazı, haber ve röportajı da gerektiğinde kullanılmıştır. Ağacın Çürüğü,74 Baldaki Tuz,75 74

Yaşar Kemal, Ağacın Çürüğü, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2015.

75

Yaşar Kemal, Baldaki Tuz, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2016.

42

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Ustadır Arı,76 Zulmün Artsın77 ve Sarı Defterdekiler78 kitapları Yaşar Kemal'in bellek haritasını çıkarmaya faydalı olmuştur. Alpay Kabacalı'nın Bir Destan Rüzgarı: Yaşar Kemal'in Fotoğraflarla

Yaşam Öyküsü ile A 'dan Z'ye Yaşar Kemal, Feridun Andaç'ın Sözün Büyücüsü79 ile Yaşar Kemal'in Sözlerinde Yaşamak8° başlık­ lı çalışmaları, Altan Gökalp'in Yaşar Kemal'i Okumak,81 Ramazan Çiftlikçi'nin doktora tezi olan ve Kültür Bakanlığı tarafından baş­ vuru kitabı olarak yayımlanan Yaşar Kemal Yazar Eser Üslup ile Fethi Naci'nin Yaşar Kemal 'in Romancılığı: Eleştiri adlı eserleri, çalışmayı besleyen damarlar olmuştur. İki yazarın uzak geçmişi yeniden kurgu yoluyla yapılandır­ ması, toplumsal hatırlama ve unutma kadar etnografik bir ger­ çeklikte buluşması romanlarda öne çıkan sosyal belleği ve bel­ lek konjonktürünü irdelemeyi heyecanlı hale getirmiştir. Sözü noktalarken birinci bölüm bir kavram olarak belleğin gelişimine dolayısıyla "arheologiasına" ve toplumsallığına, ikinci bölüm ta­ rihsel bir gerçeklik olarak mübadeleye, üçüncü bölüm kurmaca gerçeklik olarak mübadeleye, dördüncü bölüm ise romanlarda bellek düzleminde öne çıkan zorunlu göç, maruz kalma, felaket durumlarına ayrılacak ve kurmacalar üzerinden bireyin, ailenin ve toplumun facialarını tartışarak yeni bir hayat icadının olanaklı olup olmadığına odaklanılacaktır.

76

Yaşar Kemal, Ustadır Arı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2016.

77

Yaşar Kemal, Zulmün Artsın, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2019.

78

Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler, haz. Alpay Kabacalı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2015.

79

Feridun Andaç, Sözün Büyücüsü, İnkılap Yayınları, İstanbul, 2015.

80

Feridun Andaç, Yaşar Kemal'in Sözlerinde Yaşamak, Dünya Kitaplar, İstanbul, 2003.

81

Altan Gökalp, Yaşar Kemal'i Okumak, çev. Nedret Tanyolaç - Erdim Ôztokat, Adam Yayınları, İstanbul, 1998.

43

BİRİNCİ BÖLÜM

Kalacak, dünyanın sonuna kadar kalacak. Bin sene sonra da bu­ raya gelen, temellerini görecek, bak, burada bir ev varmış, in­ sanlar varmış, insanlar yaşamış, diyecek. Duvarın içinde baca deliğini görecek, büyükannemin yaktığı odunun isini, parmak­ larıyla silecek. 1 Zaven Biberyan

1- Toplumsal Belleğin Gelişimi

Toplumsal belleğin gelişim süreci sonsuz bir tartışmaya neden olduğundan söz konusu süreci "tirannia"2 olarak nitelemek aykı­ rı olmayacaktır. Pek çok aşamada belirtildiği üzere toplumun ve toplumsalın göreceli bağlamı, hatırlamaya (ve unutmaya) bilişsel kadar sosyal yaklaşma, modern ve sonrası dönemde meydana ge­ len küresel gelişmeler ve nicesi zaten sorunlu bu kavramı iyiden iyiye çıkmaza sokmuştur. Bunu belleğin tarih ve kimlikle bir bağı­ nın olup olmadığı, böyle bir bağdan bahsetmenin mümkün olup olmadığı etrafında şekillenen görüşler tırmandırmış; toplumsal Zaven Biberyan, Karıncaların Günbatımı, çev. Sirvart Malhasyan, Aras Yayınları, İs­ tanbul, 2019, s.446. 2

Yunancada eziyet. Belleğin belirlenimi süreçte bir eziyete döndüğünden bu terimi kullanmak uygun görülmüştür.

44

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

bellek, kimi yaklaşımlara göre tarihin karşıtı, kimilerine göre ise tarihi tamamlayıcı güç olarak anlaşılmıştır. 3 En yalın anlatımla resmi anlatıları devlet ve devletlilerin te­ kelinden çıkarma ve köklü bir reformasyon için uğraşlar; kapalı yazım ile hesaplaşmayı, geçmişi problematize etmeyi gündeme getirmiştir. Hatırlama kadar aktarılanı belli günlerde sosyal do­ laşıma sokma, demokratik olanakların tıkanmadığının, tarih dışı bir uğraşın göstergesi olmuştur. Büyük tarihyazımının ve kano­ nik metinlerin dışında kalan hatırlama öznelerinin yaşantılarının bir bellek rejimi kurabileceği düşüncesinin oluşması, bellek ça­ lışmalarının araştırma sahasını genişletmiştir. Başka bir ifadey­ le, yaşanmış olanın nasıl hatıra getirildiği ve/veya unutulduğu, hatırlamanın (ve/veya unutmanın) bellekte kayıtlı olan sayesinde yeniden belirmesi ve pek çok durumun açıklanma ihtiyacı, sos­ yal bilimcileri bilişsel süreçlerin yanı sıra hatırlama ve unutmada toplumsal bağlamın etkisini incelemeye itmiştir. Eski Yunan felsefesinde Sokrates, ruh ile bedeni birbirin­ den ayırır çünkü ilki ölümsüzdür. Bedenleşmeden önce ideaları yani gerçekleri görür. Doğumla gelen unutmanın aşılabilir oldu­ ğunu, bilginin tekrar edilmesiyle anımsanabileceğini savunur. Öğrencisi Platon'u etkilediği görülen düşünce, onun Menon:

Erdem Üzerine4 adlı eserinde kesinleşir. Platon'a göre bellek her şeydir. İkisinde de öne çıkan anımsama, bilmede temel ölçüttür zira ancak bilinenler anımsanabilir. Bilgi yanıltmıyorsa önceden 3

Duncan Beli, Memory, Trauma and World Politics: Reflections on the Relationship Between Pası and Present, Palgrave Macmillan, UK, 2006, s.210. Kapsamlı bir okuma için bkz. Juri Lotman, Culture, Memory and History, çev. Brian James Bae, ed. Marek Tanım, Palgrave Macmillan, Cham, Switzerland, 2019. Ayrıca bkz. Stefan Berger Bili Niven ed. Writing the History ofMemory, Bloomsbury Publishing, London, 2014.

4

Bkz. Platon, Erdem Üzerine, çev. Ahmet Cevizci, Sentez Yayınları, Bursa, 2009. Erde­ mi insan doğasıyla ilişkilendiren ve erdemin insan doğasına uygunluk olduğunu ileri sürdüğü eseridir.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

45

zihne yerleşmiş olduğundandır. Bir ilk metin olan Menon hatır­ landığında öğrenme ile hatırlama birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Sokrates, Menon'a doğuştan gelen bilginin varlığını ispat etme­ ye çalışır. Bilginin doğru soruların sorulmasıyla açığa çıkacağını söyler. Bu örnek bile öğrenmenin aslında bir "anamnesis" (hatır­ lama) olduğunu gösterir. Benzer şekilde öğrencisi Aristoteles, Platon'un tartışmasını farklı bir boyutta sürdürür. De Memoria et Reminiscentia'da ide­ alar dünyası bir yana bırakılır ve yaşanılan dünyayla ilgilenilir. Burada bellek, dolayımsal bir gerçeklik olarak ele alınır; böyle­ ce zaman, önem kazanır.5 Temel bir dönüştürücü olarak zaman, sonsuz bir akış ve yenilenmedir. Bellek ise böylesi bir dolanımla oluşan haznedir. Meydana gelen başkalaşımların tutulduğu ve yeniden üretildiği alan olarak bellek, esasen bir kayıt cihazıdır. Bilginin kaynağını duyularda gören Aristoteles, belleği bedenin bir fonksiyonu olarak değerlendirir. Görüldüğü gibi belleğin konusu, olandır. Depolama da buna uygun gerçekleşir. Olmamış bir şeyin depolanması söz konusu değildir. Bu da belleği her açıdan geçmişle var eder. Şimdinin açıklanmasında belirleyici olan geçmiştir. Platon'da taklit edi­ len, gerçekleşendir. Hatırlama ve unutma, taklitler üzerinden şe­ killenir. Aristoteles'te de olanın kaydının tutulabileceği, tutulan kaydın sonrakilerin tesisinde etkin olduğu görülür. Buradan ha­ reketle tartışmanın ruh veya beden, idea ya da duyu eksenli geli­ şiminden çok belleğin aygıtsal ele alınışı, mekanik süreçlere bağlı olduğu, birikenlerin yitenle anlamlı hale gelmesi bir geri dönüşe işaret eder. Eski Yunan'da hatırlamayı mneme ve anamnesis olmak üzere ikiye ayıran Ricoeur, geçmiş deneyim ve anıların hatırlanmasında 5

Faruk Karaarslan, Toplumsal Hafıza, Ketebe Yayınları, İstanbul, 2019, s.30-31.

46

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

iki durumun benzeştiğini ancak birbirinden keskin şekilde ayrış­ tığını belirtir. Ayrılığı ise duygu ve hareket bağlamında açıklar. Mneme'nin bireyin ruh ve zihninde canlanan bir duygu, yani bir

pathos gibi istek dahilinde gerçekleşmeyen bir hatırlama olduğu­ nu; anamnesis'in ise a priori olarak bireyin belleğinde bulunan bir anıyı, bilincin yüzeyine çıkarma, onu hatırlama çabasına karşılık geldiğini söyler.6 Belleği retorik ile ilişkilendiren Çiçero'da da bellek ve hatır­ lama temel unsurlardır. Ancak hatırlananın gerçekliği yansıtıp yansıtmadığından öte hatırlananın nasıl hatırlandığıyla ilgilenir. Geçmişi bugünü anlamada araçsallaştıran görüşünü, iyi retori­ ği hatırlamayla destekler.7 Augustine ise kognitif süreçler yerine gerçeğe erişmede belleğe büyük önem atfeder.8 İtiraflar adlı kita­ bında yer verdiği "kendini anımsayan içsel insan" çözümlemesini inceleyen Ricoeur; belleğin zaman, uzam ve imge ile olan iliş­ kisinin Aristoteles'te ve Augustinus'ta benzer olduğuna değinir. Nitekim birey, şimdiyi açıklamak üzere geçmişe başvurur. Söz konusu geçmiş, zihninde yer etmiş deneyim ve izlenimlere da­ irdir.9 Yani önceki öğrenmelere içkindir. Geriye dönüşlerle kop­ malar olanaksız hale gelirken zamansal bir devamlılık sağlanmış olur. Fark edildiği gibi hatırlananlar, öznel kazanımlardır. Birey herhangi bir çatışma yaşamaz çünkü toplumsal olan henüz yer­ leşmemiştir. Toplu deneyimlerin araştırılması için epey beklene­ cektir. Dönemin ve düşünürlerin ortaklığı, algılananlar ve bilişsel 6

Paul Ricoeur, Hafıza, Tarih, Unutuş, çev. M. Emin Ôzcan, Metis Yayınları, İstanbul, 2017, s.22.

7

Cengiz Çağla, "Bellek Üstüne Düşünmek", Cogito, S. 50, Yapı Kredi Yayınları, İstan­ bul, 2007, s.217-232.

8

Anne Whitehead, Memory: 1he New Critical Idiom, Routledge Press, New York, 2008, s.34.

9

Ricoeur, Hafıza, Tarih, Unutuş, s.115-116.

47

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

süreçlere dair yorumlarıdır. Eski Çağ'da Platon ve Aristoteles, Orta Çağ'da Augustinus,10 Roma dönemlerinde Çiçero gibi düşü­ nürler belleği, bireysel düzlemde ele alırlar. Bu düzlemde kamu­ sal/toplumsal boyut söz konusu değildir. Hatırlama (ve unutma) henüz ferdidir. Dolayısıyla hatırlama edimi kadar bellek, bir ko­ lektivizmden uzaktır. Sosyal alandan bir yalıtılmışlık söz konu­ sudur. Bilincin toplumsal bağlamının saptanmasına dönük istek, ancak felsefe ve psikolojinin dışına çıkmakla mümkün hale gelir. Bu noktada Henri Bergson'a yer vermek anlamlı olur zira bel­ leğin sosyal kanadının oluşmasında Bergson'un ciddi katkıları vardır. Her ne kadar o da belleğin bireysel düzeyine eğilse de ge­ nel hatlarıyla algılama felsefesi öğrencisi Maurice Halbwachs gibi pek çok sosyolog ve antropologu etkiler. Ona göre bellek, sürecin depolandığı yerdir. Geçmiş ise yaşandığı gibi kalan statik bir olgu değildir. Aksine geçmiş, şimdiki zaman içinde imgeler ve algıla­ rın temsilleriyle varlığını sürdürür. Bergson Madde ve Bellek te, '

tin ve madde ilişkisine bellek merkezli bakar. Maddeyi bir anlam çerçevesi içerisinde bir araya gelmiş bir "imgeler bütünü" kabul eder. Bu minvalde insanın vücudu ve beyni, kainat içerisinde maddesel, diğer bir deyişle, somut dünyanın yegane imgeleridir.11 Maddenin ana malzemesi bellektir ve madde, bellekten türer. Her şeyin madde ile açıklanmasının mümkün olmadığını sa­ vunmasıyla materyalist yaklaşımlara da karşı çıkmış olur. Onun 10

Augustinus'un başyapıtı okunduğunda, henüz bilinç ve kendilik söz konusu değildir. Özneden değil, "kendini anımsayan içsel insandan" bahseder. Ona göre içsel arayış olmadan hafıza da olamaz. Öyle ki Tanrı'yı hafızada arar. Tanrı'nın yüksekliği ya da derinliği bu içsellik için belirir. Öte yandan hafızaya genişliği sebebiyle hayranlık duyduğu anlaşılır. Hafızanın "içerdikleri" sonsuzdur. Buna kavramların dahil edile­ bileceği gibi sayıların, imgelerin de dahil edilebileceğini söyler. Zihne imgeler dışın­ da akılla kavranabilir şeyler de gelir. Hafıza o kadar büyüktür ki "anımsadığımı bile anımsarım" der.

11

Henri Bergson, Madde ve Bellek, çev. Işık Ergüden, Dost Yayınları, Ankara, 2007, s.17.

48

Yaşar Kemal ve Dido Sotirryu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

deyimiyle geçmiş, tam da bir ipin yumağa sarılması gibi sürekli bir dürülmedir. Geçmişimiz bizi izler, yolu üstünden topladığı şimdiyle durmaksızın büyür ve bilinç de hafıza anlamına gelir. 12 Zamanı uzamdan ayırması ve belleğin sadece kişisel deneyimler­ le oluştuğu düşüncesi kısmen de olsa felsefesinden etkilenen ar­ dılları tarafından eleştirilir. Öncekiler gibi Bergson'un da sosyal gerçekliği açıklamakta yetersiz kaldığı inancı, bellekte toplumsal olanın aranmasıyla neticelenir ki bu, yeni bir döneme işaret eder. Çalışmamızda kamusal hatırlama ve unutmayı belleğin top­ lumsal yanıyla sınırlasak da bellek çalışmaları literatürüne kısaca bakmakta yarar vardır. Toplumsal ve tarihsel yapıyla etkileşime bakıldığında bunu 1920'lere, Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü' ne kadar götürmek mümkündür. Ne var ki belleğin, özgün anlamıy­ la literatüre yerleşmesi zaman alacaktır. Burada Allen Nevins'in 1948 yılında Columbia Üniversitesi'nde dünyanın ilk Sözlü Tarih Ofisi'ni kurmasını unutmamak gerekir zira söz konusu atılım, Amerika'daki pek çok eyaleti de etkileyecek ve süreçte üniversi­ teler ve kütüphaneler olmak üzere benzerleri açılacaktır. Bu geliş­ melere paralel olarak 1966 yılında Amerikan Sözlü Tarih Birliği (OHA) kurulur. Birliğin akademik toplantılar düzenlemesi kadar çıkardığı Oral History Review sözlü tarihin yaygınlaşmasını hız­ landırır. Enzo Traverso, zikrettiğimiz yıllara değin elle dokunur bir ge­ lişmenin yaşanmadığına vurgu yapar. Daha çalışmasının girişin de bellek kadar heder edilmiş bir kelimenin nadir bulunduğu gö­ rüşünü, kavramın toplumsal bilimlere oldukça geç ve ilginç giri­ şine dayandırır ve şöyle sürdürür: "1960'lı ve 1970'li yılların ente­ lektüel tartışmalarında bellek kelimesinin izine rastlamak imkan­ sızdır. 1968 yılında New York'ta David L. Sills'in editörlüğünde 12

a.g. e., s.46.

Birinci Bölüm I Toplumsal Bellek

49

yayımlanan International Encyclopedia of the Social Sciences'ta (Toplumsal Bilimler Uluslararası Ansiklopedisi) görülmediği gibi, 1974 yılında Jacques Le Goff ve Pierre Nora yönetiminde ya­ yımlanan Faire de l'h istoire (Tarih Yapmak) başlıklı kolektif eser­ de ya da kültür tarihinin öncülerinden Raymond Williams'ın, 1976 yayın tarihli Keywords: A Vocabulary of Culture and Society (Anahtar Sözcükler) adlı kitapta yer almaması" kavrama yönelik araştırmaların yokluğunu gösterir.13 Aynı tarihte çıkmaya başlayan ve bugün hala yayımlanan History Workshop fournal, bellek çalışmaları için önemli bir atı­ lım olur. Alternatif yaklaşımlara yer veren dergi, özneler arası diyaloga da olanak tanır. Eleştirel yaklaşımlar bilhassa Marksist eğilimler, karşı(t) bir belleğin mümkünlüğüne inandırır. İşçi sı­ nıfının kolektif kurmasına yoğunlaşan bu çalışmalar, değerler okumasına da yeni bir kapı aralar. Örneğin 1960'lı yıllarda E. Paul Thompson, İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu14 adlı kitabında aşağı­ dakilerin tarihini inceler. Çalışma sınıf olmanın, sınıflaşmanın sürecine odaklanır ve mevcudu dönüştürmeyi tartışır. Kolektifin zemini gördüğü sınıfın durağan olmadığını, sonsuz bir dönüşüm ve gelişime açık olduğunu ileri sürer. Tarihin güç mücadelesine karşın işçinin dolayısıyla örgütün mücadelesini yerleştirir. Yine Paul Richard Thompson'un da 1970'lerdeki çalışmaları sözlü tarih açısından dikkate değerdir. 1971 yılında Oral History Society'yi kurar. İlerleyen yıllarda 1918 Öncesi Aile Hayatı ve İş Deneyimi projesiyle Britanya'da ulusal ölçekte ilk röportaj dizisini başlatır. Sözlü kayıtların bir ürünü olarak The Edwardians: The Remaking

13

Enzo Traverso, Geçmişi Kullanma Kılavuzu. Tarih, Bellek, Politika, çev. Işık Ergüden, iletişim Yayınları, İstanbul, 2019, s.9.

14

E. Paul Thompson, lngiliz işçi Sınıfının Oluşumu, çev. Uygur Kocabaşoğlu, Birikim Yayınları, İstanbul, 2015.

50

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

of British Society15 yayımlanır. Burada piyasa ekonomisini evren­ sel bir değer olmamakla tenkit eder. Alttan ve toplumsal bir taz­ yikten bahsetmesi ise belleğe içkindir. Ona göre kolektifi kuran, öznelerin direncidir. 1980'li yıllarda İngiliz Okulu önemli bir girişimdir. Popüler belleği anlamada tarihdışılık vurgusu yeni önerilerle gelir. Burjuva bilinci ile proletarya bilincinin ayrılık göstermesi gibi bir görüş etrafında birleşen düşünceler belleğe ayrı yaklaşırlar. Tarihsel materyalizm ve sınıf önceliği, bellek anlayışını da değiş­ tirir. Anlaşıldığı üzere hatırlamayı simetrik bir şekilde ele alanlar ile olgunun asimetrisini savunanlar da vardır. Öte yandan, bireye mahsus hatırlama ve unutma ediminin kurum ve yapılara çekil­ mesi, başka bir anlatımla söz konusu edime kamusal bir çehre kazandırma; bellek kadar neyin bellek olayı kabul edileceğini nesnellikten çıkarır. Postmodernizm, belleğe dair eleştirisini geçmişin kurtarılma­ sının gittikçe müşkül hale geldiğine dayandırırken toplumsal ha­ tırlamaya yönelik savı tarihsel hızın toplu bellek yitimine yol aç­ tığı şeklindedir. Tarihsel bilincin en önemli dönüşümünü 1990'lı yıllarda yaşadığı ve 20. yüzyılın mühim toplumsal kırılmalarla geldiği görülür.16 Rika Benveniste'nin araştırmasına paralel şekil­ de Holocaust17 gündeme yerleşir ve bellek yaklaşımlarına yeni bir 15

Paul Richard Thompson, The Edwardians: 1he Remaking British Society, Routledge, London, 2004.

16

Antonis Liakos, Apokalipsi. Utopia ke Istoria. l Metamorfosis tis lstorikis Sinidisis, Polis Yayınları, Atina, 20ll, s.360.

17

Holokost üzerine detaylı bir okuma için bkz. Michael Berenbaum, Visualizing the Holocaust: Documents, Aesthetics, Memory, ed. David Bathrick - Brad Prager - Mic­ hael D. Richardson, Boydell&Brewer, United States, 2012. Holocaust eksenli toplum­ sal hatırlama pratikleri üzerine bir çalışma için bkz. Ronald J. Berger, The Holocaust, Religion and Collective Memory, Routledge, UK, 2013. Ek olarak bkz. G. D. Rosen­ feld, "A Flawed Prophecy: Zakhor, the Memory Boom and the Holocaust'', Jewish Quarterly Review, C. 97, S. 4, 2007, s.508-520.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

51

soluk getirir. Holocaust'un kınanması ve yeniden yaşanmaması­ na dair beyanlar, bellek konularında bir patlamaya neden olur. Sovyetler Birliği'nin dağılması ve Doğu Bloğu'nun çöküşü, klasik tarihsel analizlere ilgiyi azaltır.18 Realist kuramların yük­ selişe geçtiği yıllarda ulus, milliyetçilik ve kimlik olgularına rağ­ bet artar.19 Uluslararası ilişkilerdeki devinimlerin yeni okumalar talebi, belleği güncel bir inceleme sahasına alır. Ancak zamanla yerleşik ve büyük anlatıların sorgulanır hale gelmesi, sözlü ta­ rihin yaşamsal konulara temas ettiğinin görülmesi ve evrensel ihtiyaçların karşılanmasının şart olduğunun anlaşılması yeni bir dönem başlatır. Bu dönem arşivlerin yetersizliği, göz ardı edilen­ lerin temsil arzları ve toplu temsiller üzerine inşa edilir. Kültürel geçirgenliğin inkar edilemeyecek boyutlara erişmesi, teknolojik imkanların bireyi kuşatması ve yaşamın kapalı alanlar­ dan açık alanlara taşınması farklı okumaları da getirir. İmkan bol­ luğu ve nicesi, tek yönlü, birbirini tekrarlayan ve muhafazakarla­ şan araştırmalara ilgiyi azaltır. "Vergangenheitsbewaltigung"20 da artık sorunsal/sorunsallar yaratmak üzerine kurulur. Tarihe içkin kabuk kırılır, böylece tarihin/tarihsel olanın hükmü sorgulanır hale gelir. Belleğin bir aktivizm olduğu düşüncesi, sosyal bilimler­ deki yaklaşımları değiştirir. Bellek olayı salt toplumda aranmakla kalmaz; kurallarda, prosedürlerde, heykellerde ' hatta eşyalarda 18

Bkz. Timothy G. Ashplant - Graham Dawson - Michael Roper ed. Commemorating War. The Politics of Memory, Routledge, UK, 2004, s.3-5.

19

Michael Rossington Anne Whitehead, Theories of Memory. A Reader, Edinburg University Press, Edinburg, 2007, s.5-6.

20

Geçmişle yüzleşme, geçmişi yargılama sorumluluğu. Luigi Cajani, "Historians Between Memory Wars and Criminal Laws: 1he Case of European Union", Yearbook of the International Society for History Didactics, Wochen Schau Verlag, Berlin, 2008, s.39-55. Metin, insanlık suçlarına ve mağdur ya da kurbanların dikkate alınmasına odaklanırken unutmamanın yükümlülüğünü tartışır. Muhatapsız ve yüzleşmeyle tamamlanmamış olay ve/ya durumların suç boyutu incelenir. Ayrıca bkz. Nyla R. Branscombe - Bertjan Doosje, Collective Guilt: International Perspective, Cambridge University Press, New York, 2004.

52

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

aranır olur.21 Anonim olanın, yazıya geçmeyenin, kanıtlan(a) mayanın "sorun yaratabildiği" bir esneme yaşanır. Baskın anla­ tıda, tabir yerindeyse, gedik açanın peşine düşülür. Hatırlamaya ve hatırlanana kamusal görünürlük kazandırma öncelenir. Resmi tarihçilik de yerini sosyal bir tarihçiliğe bırakır. Tarihin devlet­ lerle bağı sorgulanır, böylece dışlayıcı anlatılara karşı sivil olanın temsili çıkarılır.22 Geçmişi ve bu geçmişte yer eden etken ve aktör­ leri tahlil ihtiyacı, sözel kaynaklara yönelimi getirir. Yıllarca süren tarihsel23 ve istatistiksel sınıflandırma, yerini geri çağrılanın bir çatışma durumu yarattığı çok yönlü bir analize devreder. Tamamlananı şimdide irdeleme, tarihten doğan ancak ondan kopan belleğin özgül bir araştırma alanı olduğu tasavvuru, top­ lumu ve onu dinamik bir kitleye dönüştüren örgütlülüğü mercek altına almayı öngörür. Toplumu bir arada tutanın, bütünleştirici gücün ne olduğu ve bunun nasıl şekillendiği, klasik sosyolojinin yerleşik sorularını çoğaltır. Araştırmacıların demokratik, çoğul­ cu, sorgulayıcı ve sorgulatıcı incelemeler talebi, bu yüzyılın döne­ meci kabul edilebilir. Kemikleşmiş olanın artık toplumsal kesim, eşitsizlik24 ve gereksinimleri açıklamadığı savunulur. 21

Richard Harvey - Beth Davis Brown "The Making of Memory: The Politics of Libra­ ries, Archives and Museums in the Construction of National Consciousness", His­ tory of the Human Sciences, C. il, S. 4, 1998, s.17-32.

22

Burada Rousso'nun (1995) "Vichy Sendromu"nu anmakta yarar vardır. Bilindiği üze­ re Fransa'da Vichy sendromunun neden olduğu siyasal ve toplumsal travma etrafın­ da şekillenen bellek çalışmaları, tarihsel bir konu olarak kolektif bellek çalışmalarını başlatır. Söz konusu sendrom kimlik, antisemitizm ve kişisel tarihler gibi hususlarda Fransız kamuoyunda yürütülen tartışmaları, tarihçiler açısından ise savaş dönemi belleğinin değişen anlamını ifade eder.

23

Jeffrey K. Olick - Joyce Robbins, "Social Memory Studies: From 'Collective Memory' to the Historical Sociology of Mnemonic Practices", Annual Review of Sociology, C. 24, S. l, 1988, s.105-140. Söz konusu çalışmada "toplumsal bellek" tanımının tarihsel­ ciliğin kriziyle eşzamanlı geliştiğine yer verilir.

24

Bu bağlamda E. P. Thompson'ın, 1963'te yayımladığı işçi Sınıfının Oluşumu adlı ça­ lışması; emek-emekçi, işveren- işçi durumlarına yeniden bakması açısından önemli­ dir. imkan ve olanaklara salt ekonomik değil, sosyal bağlamda da bakar. Burada öne

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

53

Toplumun ana eksen olarak kabul gördüğü Durkheim'ın "ko­ lektif bilinç" kavramı da zamanla aşınır. Her ne kadar görüşleri bireysel/atomik yaklaşımları ciddi şekilde dönüştürse de dışsallı­ ğı25 ön koşul sayan toplumsallık düşüncesi bir süre sonra eleştiri­ lere yol açar. Belleğe grup odaklı eğilen Halbwachs da benzer bi­ çimde tenkitlere uğrar. Esasen tepki radikal savlarına, hatırlama (ve unutma) süreçlerine getirdikleri dışsal müdahaleyedir. Ancak bütüncül bakıldığında iki isimle başlayan krizin arkaik dönem­ lere uzandığına, bireysel ile toplumsalın bir hesaplaşma halinde olduğuna ulaşılır. Çatışmayı sorun odaklı tasnif ettiğimizde ise bunun geleneksel ve eleştirel yaklaşımlar çevresinde kümelendiği görülür. Periyodik olarak yaklaştığımızda düğümün, Batı felsefesi kay­ naklı ve imgeleme dair olduğunu söyleyebiliriz. Geçmiş zamanın geçmişliği ve belleğin nihai göndergesinin her şekilde geçmiş za­ manın olduğu gerçeği bir yana, imge ile anının birbirine karıştı­ rılması söz konusudur. Namevcut bir şeyin temsili ile önceden algılanmış, edinilmiş ya da öğrenilmiş bir şeyin temsili bir nokta­ da kriz yaratır. Alışkanlık ile bellek hatta anıyı konumlandırma ve açıklama bunu tırmandırır. Bu bağlamda metafizik varsayımlarla ikna edilirliğin de çatıştığı görülür. Göndermenin neye yapıldığı, önceki edimlerle sonraki edimler arasında karşıtlığın belirmesi ve nice unsur ayrımlara neden olur.

çıkan kolektif, sermaye ve uzantılarına karşı bilinçli bir kolektiftir. Direnişi yeni bir boyutta okumayı deneyen bu kitap, dönem itibarıyla da öncüdür. 25

Bu bağlamda, Levi-Strauss'un etnolojisi hatırlanmaya değerdir. İnsanların gerçekte ne yapıp ettikleri, toplumsal örgütlenişleri, statüleri, rolleri, gereksinimlerini nasıl karşıladıkları, ayinleri nasıl yaptıkları, mitoslarında neler anlattıkları vb. üzerine de­ ğil; tüm bunları yaparken boyun eğdikleri, arka plandaki bilinçdışı sistem ya da yapı üzerinedir.

54

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Platon'dan yakın dönem felsefecilere -ki onlara zaman içinde pek çok sosyolog da katılır- bellek fenomenoloj isine yaklaşım­ ların, aslında bir ölçme ve değerlendirme meselesi olduğu tespit edilir. Bellek kadar hatırlama (ve unutma) durumu, kayıtların ka­ lıcılık ya da geçiciliği, bilginin veya bilmenin verili olup olmadığı, belleğin verili bir şeye bina edilip edilmediği modern ve sonrası dönemde dönüşür. Zamanla yorum ve aşırı yorumların eklendiği yaklaşımlarda netlik kazanmış yegane şey, öyle ya da böyle, zo­ runlu bir nedenselliğin varlığı ve "hafızanın konusunun geçmiş" olduğudur. 26 Anlaşıldığı üzere zamandan akla getirmeye, akla ge­ lenin aranmasından tasnifine ve korunmasına ve/veya silinmesi­ ne, nüanslara tesadüf edilir. Geçmişin şimdiki zamana katıldığı gibi nasıl katıldığı da farklılık gösterir. Ezberin/ ezberlemenin bel­ lekle olan doğrudan/ dolaylı bağı da buna eklenebilir. Başka bir ifadeyle, yerleşmiş/içselleşmiş olanın harekete geçiriciliği/tetikle­ yiciliği, geri çağrılan kadar kayıtta pay sahibidir. Bireysel düşünme gibi topluluksal düşünme ve eylemlilik, bel­ leğin ele alınışına da yön verir.27 Toplumsal yapı gibi kamusal ve kitlesel olarak ayırma; anımsamayı ve anımsananı dönüştürür. Geri getirileni ayrıştırma veya birleştirme, zaman diliminden anlatı dilimine ayrılıklar ortaya koyar. Olguyu ele alma ve süreci inceleme de buna paralel vaziyette şekillenir. Daha açık ifade edi­ lirse araştırma nesnesi bellek olsa da alanlar ve metotlar kadar ele alınanın periyodik başkalaşması da söz konusudur. Örnekleyecek olursak kitle psikoloj isi ve belleğe yüklenen rol Althusser'de dö­ nüşürken aynı dönüşümü Husserl için söylemek imkansızdır.28

26

Ricocur, l/afiza, Tarih, Unutuş, s.34.

27

Mark ( : r i ıısoıı. Urban Memory: History and Amnesia in Modern City, Routledge, UK, 2005, s . 1 20 .

28

Örnek hlolit·�ı·

y a k l a � ı ıı ı l a r ı n ı n

farklı olması sebebiyle verilmiştir.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

55

Görüldüğü gibi zihinsel öğeleri açıklamadan bunların katego­ rizasyonuna başka bakış açıları katılır. Sinirbilimcilerin tartıştık­ ları bedensel, beyinsel, kortikal işaretlere yenileri eklenir. Ancak bizi ilgilendiren, toplumsal belleğe içkin teorik çalışmalar ile bunların birleşme ve ayrışma noktalarıdır. Bunu yapmak ise bir yanıyla daima eksik kalır zira birkaç nokta ve kaynağı anmakla "arkhe"ye/başlangıca ulaşmak güçtür. Belleğin "toplumsal arheo­ loğia"sına ya da gelişimine değinme çabamız, panoramik fotoğ­ rafı sunmaktan ötesini hedeflemez. Bu noktada kılavuz olarak nitelenebilecek kıvrımlara ve çalışmalara yer vermek dışında bir gayretten söz etmek aykırı olur. Temel kaynakların mümkün mertebe verilmeye çalışıldığı bu bölüm, esasen belleğin sosyal yanının bir kriz olduğunu ve bu krizin modern ile modern ötesi çalışmalarda iyiden iyiye budak­ landığını açıklamayı dener. "Eidolon"u29 anlamlandırma, buna etki edenlere hatta onu dönüştürenlere dönük yaklaşımlar, bazen sadece atomik olanı bazense toplu olanı esas alır. Akılda tutmaya özgü geçmiş zaman ve görünüm kadar onların bireyde ve toplum­ da tesirinden belleğin girdilerine -ki bunlar duyusal uyarıcılara bağlıdır-, zihinsel ile toplumsal olan çatışkıya rağmen bir nokta­ da buluşur. Bu noktada eylem ve eylemek ön plana gelir. Başka bir ifadeyle imge veya anı, geri çağrılan ya da kayıt, yiten bir gerçekli­ ğin zaman içerisinde döndürülmesi durumudur. Bu da eyleme ve eylemeye içkindir. Bir süreç neticesinde geri gelen/getirilen biliş­ sel bir dönüşün sonucudur. Dolayısıyla birey de toplum da eylem ve eyleme noktasında bir tetikleyiciye muhtaçtır. Bu tetikleme, bilinçte olduğu gibi kitlesel anlamda da mümkündür. Toplumsal belleğe dönük alaka da artan araştırmalar da aslında eylemin ar­ dında yatan motivasyonu inceler. Söz konusu güdülenme, eylemi 29

Eidolon: Platon'da imge.

56

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

sürdürme ya da söndürmede son derece etkindir. Tam da bura­ da kitle olmayı/kitleleşmeyi,30 eylem ve eylemlilikte zihinsel bir­ liği/birleşmeyi açıklama amacı güdülür. Beyan, tekrar ve sirayet durumları kolektif anlamda irdelenir. Başka bir anlatımla, top­ lumun ve toplumsalın bürünmeye müsait cihetine odaklanılır. Artık kişiye özgü kognitif süreçlerin dışında gezinilir. Hariçten gelenin tesir altına alma durumu öne çıkar. Çalışmalar da özellik­ le yakın dönemde imge ya da yanılsamalar aleminden kurtulur. Bunlar yerine siyasal ve toplumsal kurumlar ve bunların birey/bi­ reyler üzerindeki etkileri araştırılır.31 Öncelikler değişir ve sosyal nizamı ilgilendiren müesseselerden materyallere pek çok durum ve etken, bellek araştırmalarına dahil olur.32 Fark edileceği üzere bellek konjonktürü, geniş bir skalada mental kalıntılar kadar sos­ yal eylemleri de buluşturur. Arkaik ve çağdaş çözümlemelerin yakınsamasından kamu­ sal inşaya, hatırlamanın (ve unutmanın) politik meşruiyet ve toplumsal gruplara göre değiştiği/değişebildiği,33 siyasal erkten 30

Açıkça toplumsal bellekten bahsetmese de kitlesel hareketleri topluluk ruhu üzerin­ den incelediği çalışması için bkz. Elias Canetti, Kitle ve iktidar, Ayrıntı Yayınları, lstanbul, 2016.

31

Detaylı okumalar için bkz. Daan Bronkhorst, Truth and Reconciliation: Obstacles and Opportunitiesfor Human Rights, Amnesty lnternational, Amsterdam, 1995; Kathari­ ne Hodgkin - Susannah Radstone, Contested Pasts: 1he Politics of Memory, Routled­ ge, New York, 2003; Tina Rosenberg, The Haunted Land: Facing Europe's Ghosts After Communism, Knopf Doubleday Publishing Group, New York, 2010.

32

Marlyn Lake, Memory, Monuments and Museums: 1he Past in the Present, Melbour­ ne University, Australia, 2006, s.13.

33

Belleği tarihe karşı farkındalık, toplumsal kimlik ve sosyo-kültürel hegemonya üze­ rinden açıkladığı çalışması için bkz. Peter Burke, What Is Cultural History?, Polity, UK, 2018, s.135. Bellek konusunun siyasal olanla bağını incelemek için bkz. Susan Wright, "The Politicization of Culture", Anthropology Today, C. 14, S. 10, 1998, s.7-15. Ayrıca savaşlar sonrası Avrupa belleğinin detaylı incelemesi için bkz. Wulf Kastei­ ner, The Politics of Memory in Postwar Europe, Duke University Press, Durham and London, 2006; Susan Rubin Suleiman, Crises of Memory and the Second World War, Harvard University Press, Cambridge, 2006.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

57

toplumsal hareketlere kendini hissettirir. Sezgisel, soyut açıkla­ malara karşın dönemsel ve somut uygulamaların ortaya koyduğu bellek olayını/olaylarını iz, his veya işaretler yerine sosyal muta­ bakat, sosyal temsil, moral üzerinden inceleme, yiten zamanı top­ lum kadar sosyal refah için onarmayı önceler. Fakat 1990'lar ile pek çok hadisenin toplumsal belleğe atfedilir oluşu, karşı bir dalgayı da getirir. Hususun disiplinler arası kimli­ ğiyle psikoloji çalışmalarını aştığı düşünülür. Bellek patlamasının kaybettirdiklerinin de olduğu savunulur. Örneğin Gillis çalışma­ sında,34 belleğin artan retorik gücüne rağmen anlamını yitirdi­ ğini belirtir. Benzer şekilde Gedi ile Elam, 35 kavramın gittikçe ritüel olarak kullanılmasını eleştirir. Fabian36 ise kolektif kavramı kimlik ve kültürden ayrışmayacağı için bunları ayrı ele almanın mümkün olmadığını işler. Berliner37 ise kavrama aşırı alakanın, kavramı yer yer suiistimale uğrattığını savunur. Batı medeniyetinin modern dönemde geçirdiği radikal dö­ nüşümü belleğin bu zamana kadar maruz kaldıklarıyla açıklayan çalışmalar, Batı' da bellek görüngüsünün tarihselliği sorununu ye­ niden tartışmaya açar. Bu bağlamda Patrick Hutton'un Bir Bellek

Sanatı Olarak Tarih,38 Matt K. Matsuda'nın Modernin Belleği39 ile

34

john R. Gillis, "Memory and Identity: 'Ihe History of a Relationship", Commemora­ tions: The Politics of Nationa/ Identity, ed. John R. Gillis, Princeton University Press, NJ, 1994, s.3-27.

35

Noa Gedi Yigal Elam, "Collective Memory C. 8, S. 1, 1996, s.30-50.

36

Johannes Fabian, "Remembering the Other: Knowledge and Recognition in the Exp­ loration of Central Africa'', Critical Inquiry, C. 26, S. 1, 1999, s.49-69.

37

David Berliner, "The Abuses of Memory: Reflections on the Memory Boom in Anth­ ropology", Anthropology Quarterly, C. 78, S. 1, 2005, s.197-211.

38

Patrick H. Hutton, History as an Art of Memory, University Press of New England, Canada, 1993.

39

Matı K. Matsuda, The Memory of the Modern, Oxford University Press, USA, 1996.

What Is it?", History and Memory,

58

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Richard Terdiman'ın Şimdiki Geçmiş: Modernite ve Bellek Krizi40 hatırlamanın sosyo-kültürel dönüşümüyle ilgilenen çalışmaların birkaçıdır. Örneğin Tzvetan Todorov'un Barbarlardan Korkmak:

Medeniyetler Çatışmasının Ötesinde41 başlıklı kitabı, toplumsal belleğe dair çalışmaların eriştiği noktayı örneklemesi bakımın­ dan önemlidir. 1990'lı yıllarda yeni bir soğuk savaşın haberciliği­ ni yapan Samuel Huntington'ın tezleriyle bir hesaplaşma başlatan metin, barbarlığı korku üzerinden okur. Çalışma, sosyal grup­ lar ve kurbanlar üzerinden acı ve yasın öğretimine odaklanır. Yaşananlardan devletler kadar devlette söz sahibi olanların so­ rumlu olduğu öne sürülür. Batı dünyasındaki tanımama, hınç ve saldırganlığın korku ile açıklanması birçok çalışmaya ilham olur. Bellek ve hatırlama süreçleri, edebiyatta da geniş yer edinir. Çok sayıda metin, bireylerin ve grupların geçmişlerini nasıl ha­ tırladıklarını ve hatırlananlar -çoklukla anılar- temelinde kim­ liklerini nasıl inşa ettiklerini ele alır.42 Diğer bir deyişle bu metin­ ler, geçmişin anımsatıcı varlığıyla ilgilenirler ve geçmişle bugün arasındaki ilişkiyi yeniden incelerler. Bu tür metinler, bireyselden çok kasıtlı/kültürel doğaya vurgu yaparlar. Edebi kurgular da bi­ reysel kadar toplumsal anıların oluşumu ve yayılmasında rol oy­ narlar. Neyin kaybolduğu, neyin kaldığı ve neyin yeniden ortaya çıktığı ya da üretildiği, edebiyatta da önemli bir mesele haline gelir. Başka bir anlatımla bireylerin ve/veya toplumların edebi temsillerinin incelenmesi, edebiyat çalışmalarının odağındadır. 40

Richard Terdiman, Present Past: Modernity and the Memory Crisis, Cornell Univer­ sity Press, New York, 1993.

41

Tzvetan Todorov, The Fear of Barbarians: Beyond 1he Clash of Civilizations, Univer­ sity of Chicago Press, Chicago, 2010.

42

Russell J. A. Kilbourn Eleanor Ty (ed. ), The Memory Effect. 1he Remediation of Memory in Literature and Film, Wilfrid Lauier University Press, Waterloo, 2014, s.37. Ayrıca bkz. Sara Tanderup Linkis, Memory, Intermediality, and Literature, Routledge, UK, 2019.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

59

Çeşitli dönemlerin ve yazarların sayısız çalışması edebi türlerin, bellek ve kimlik ile iç içe geçtiğini gösterir. Edebiyat odaklı baktığımızda uzun zamandır hatırlama sü­ reçlerini temsil eden metinler için tür tanımlaması yoktur. Fakat son zamanlarda eleştirmenler, bu tür metinleri belirlemek üze­ re "bellek kurguları" tabirini önerir. Bellek kurguları, bireylerin ya da kültürlerin ben kimim/biz kimiz sorusundan yola çıkar ve geçmişi, geçmiş kurulumunu ve bunun güne/yaşanılan zamana yansımasını kümülatif şekilde araştırır. Bu bağlamda edebi tür­ lere yaklaşıldığında belleğe bulanmamış bir türden bahsetmenin müşkül, neredeyse imkansız olduğu fark edilir. Psikolojiden ar­ keolojiye nice alana kaynaklık eden belleğin ana damarlarından birinin edebiyat olduğunu söylemek gerekir. Nitekim mevcut ihtiyaçların karşılanması ya da bunlara yanıt, geçmişe ve ondan gelene gereksinim duyar. Geçmişin hayal gücünü beslemesi, onu harekete geçirmesi bir yeniden inşayı imler ki bu, bellekle alakalıdır. Bellek kurguların da hatırlama süreci, edebiyat eleştirmenlerinin "bellek taklidi" olarak adlandırdıkları şeyle uyarılır. Bu terim, edebi metinlerin belleğin çalışmalarını sahnelediği ve yansıttığı anlatım biçimleri ve estetik teknikler topluluğunu ifade eder. Başka .b ir ifadeyle söz konusu terim, edebiyatın taklit kalitesini belirtmek yerine üretim kalitesine işaret eder. Romanlardan hareketle söylediğimizde bel­ lek gerçeğin kendisiyle değil, ikinci/yeniden üretimi ya da takli­ diyle oluşur ve bu taklit, mevcut olanı değil, yeni kurulumla artık başkalaşanı ortaya koyar. Bölümü noktalamadan belleğe dair tarih ve teori çalışmaları­ nın savaşlar/yıkımlar öncesi ve sonrası olmak üzere ayrıldığını, idealardan iktisadi kırılma ve sınıf odaklı çatışmalara kaydığını söylemek mümkündür. Toplumsal analizlerin politik olandan

60

Yaşar Kemal ve Dido SotiriJu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

kültüre nitel bir evrim geçirmesi, bellek çalışmalarını da etkile­ miştir. Duyu ve duygulardan sosyo-politik çıkmazlara dolayısıyla kitle desteği bulmaya varan incelemeler ve yayınlar, "trajik olanı" hayaller ve yanılsamalar yerine ihtiyaç, arz, tüketim ve dirençle açıklamaya başlamıştır. Felsefecilerin metafizik ve varoluşçu yaklaşımlarında öne çıkan bellek tanımı ve yaklaşımı, sosyolojide ve antropoloji­ de olduğu gibi siyasal bilimlerde de farklı okumalar getirmiştir. Durkheim'ın 19. yüzyıl Avrupa'sının harcını iş bölümü görmesi gibi öğrencisi Halbwachs'ın tüm modernist çıkışına rağmen ko­ lektivizmin kıskacına sıkışması ve pek çok durumu sosyal bütün­ leşmeyle açıklaması bir noktada tek boyutlu, yer yer muhafazakar nitelenmesine yol açmıştır. Bu da belleğin bireysel ve/veya kolek­ tif mi olduğu, sadece ikisine mi mal edilebileceği problematiğini büyütmüştür. Sarsılmaz anlatıların tartışılır hale gelmesiyle belle­ ğin esasen dinamik bir kavram olduğu da anlaşılmıştır. Kognitif süreçler haricinde kalan belleğin toplumsal/sosyal yanını bir giriş mahiyetinde verdiğimiz bölümde bireysel ile toplumsalın, bellek çalışmalarında da tartışmaları tetiklediği; temaslar sağladığı gibi çatışmalara ve ayrılıklara neden olduğu görülmüştür. Hatırlama ve unutmayı birey odaklı ele alan anti­ kite ile modern dönem ciddi dönüşümler geçirmiştir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı'nda gerçekleştirilen soykırım, yeni yönelim­ lerin ihtiyacına işaret etmiştir. Bu tarihten itibaren "dikte edilme­ yen" gerçekliklerin araştırılması gündeme gelmiştir. Gelenek ve icat edilenler yerlerini anmalara, demokratikleştirmeye, hakikat komisyonlarının kurulması gibi bir seri girişime bırakmıştır. Bu noktada yontulan belleklerden cezasızlık zincirini kıran ve yüz­ leşme talep eden belleklere bir geçiş söz konusu olmuştur.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

61

1970'lerin milliyetçi argümanları gibi kut yaratma ve kutsama­ da bir kırılma yaşanmıştır.43 1980'li yıllardaki toplumu paydaşlık üzerinden ele alma, ortak değer ve fikirler etrafında toplama es­ nemiştir. Etnisite, dinsel gruplar, cinsel yönelim gibi gerçeklik­ ler hatırlatılmaya başlanmıştır. Kimlik konularında bir patlama yaşanmıştır. Bellek, Durkheim'ın sistem entegrasyonundan da Halbwachs'ın onu gruplara sabitlemesinden de sıyrılmıştır.44 Artık şartlanmış bir zamansallığın söz konusu olmadığı, pek çok dinamiğin süreğen bir zamanüstülükte dönüşme durumu belir­ miştir. 45 2000'ler ise bireysel ve toplumsal hatırlama (ve unutma) ediminin oldukça ötesinde konumlanır. Ağır insan hakları ih­ lalleri, insanlığa karşı suçlar ve karşılanmayan tazminatlar kar­ şısında adalete ve hukuksal mecralara çağrıda bulunma öne çı­ kar. Geçmişi anlama, ders çıkarma ve yüzleşme talepleri resmi kurumlara taşıtılır. Suçun ve suçlunun tespit ve yargılanmasında saha eskisine göre daha kullanılır olur. Görüldüğü gibi sokratik diyalog ve/veya tartışmanın çok ötesine gelinir. 46 Nitekim yaşam ve yaşamalar, hakikatin ifşasını gerekli kılar. Bu da travmaların ortaya çıkarılmasını, bunların işlenmesini getirir. 43

UNESCO'nun 1972 yılında Dünya Miras Konvansiyonu'nu kabul etmesi, bellek ça­ lışmaları açısından önemli bir gelişmedir.

44

Yeni dünya düzeninde hatırlamanın sonu veya hatırlamanın ölümüne dair bir in­ celeme için bkz. Miroslav Volf, The End of Memory, Eerdmans Pub Co., Michigan, 2006.

45

Medya ve iletişim araçları başta olmak üzere sosyal mecraların belleği yönlendirmesi üzerine detaylı bir inceleme için bkz. Katherine A. Foss, Constructing the Outbreak: Epidemics in Media and Collective Memory, University of Massachusetts, Boston, 2020.

46

Savaşların bıraktığı hasarlarla anısı kalan şeyi açıklamada eşik atlanır. Savaşlar arası dönemin en mühim sonucu, belleğe ve alana olan araştırmalara talebi arttırmasıdır. Hem iki dünya savaşı sürecinde hem de devamında sayısız olay gerçekleşir. Gulag kamplarından Pearl Harbor Saldırısı'na, Hiroşima ve Nagazaki'den Srebrenitsa Kat­ liamı'na insanlık suçları ve evrensel utançlara yenileri eklenir.

62

Yaşar Kemal ve Dido Sotir!Jıu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

2- Belleğin Toplumsallığına Dair

Çalışmanın omurgasını oluşturan toplumsal belleği ele alma­ dan topluma ve ondan gelene bakmakta yarar vardır. Toplumun icat edilir bir olgu olduğuna değinen Emile Durkheim, hareket noktasını "sosyal olayı" ayırt etmekle belirler ve gündelik yaşam­ da olup biten her durumun niçin sosyal kabul edilemeyeceğini izaha koyulur. Ona göre sosyolojinin alanını biyoloj i ve psikolo­ jiden ayıran tam da budur. Dayanağın birey değil toplum olduğu tezinde dışarıdan dayatılan gereklilikler söz konusudur ve kişi, gönüllü ya da gönülsüz bunlara uymak durumundadır. Hukuk kurallarından modaya pek çok şeyin üstten belirlendiğini, dola­ yısıyla bunlara itaatin beklendiğini belirtir. Bir olgunun toplumsal olabilmesi için onun toplumun tüm üyeleri tarafından paylaşılması gerektiğini, bunun bilhassa önce­ ki kuşaklar tarafından aktarılan inançlar ve pratikler için geçerli olduğunu söyler.47 Özel kadar genel olguların bir noktada kesiş­ tiğini, bireysel tezahürlerin belli bir sosyal niteliğe sahip olduğu­ nu ve kısmen de olsa toplumsal bir durumu yeniden ürettiklerini kabul eder. Bu tezahürlerin geniş ölçüde bireyin organik-psişik varlığına ve içerisinde bulunduğu öznel koşullara bağlı olduğunu da reddetmeyen Durkheim, her ne kadar sosyolojinin asıl konu­ sunu oluşturmasalar da bazı açılardan sosyolojiye etki ettiklerini vurgular. Birey, zihni anlamda bağımsız olsa da bir şekilde onunla ile­ tişim halinde olan sayısız insanla iş birliği içerisindedir. Mevcut 47

Oysa "şeylerin" toplumsal mahiyeti dışında tamamen zihinsel tarafına odaklanan bi­ limler özelinde bellek, kognitif süreçlerin düzenli işleyişi sonucu en temel bilgilerin ayıklandığı ve saklandığı bir bilgi-işlem haznesidir. Fiziksel uyarıcılara gönderilen kodların alınması, yerleşmesi ve elenmesi burada gerçekleşir. Psiko-motor yetenek­ lerin mevcut olanlarca pekişmesi, daha önceki deneyimlere bağlıdır. Gelecek öğren­ meler için geçmişin zemin oluşturması süresiz bilişsel bir yapılanımı gerektirir.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

63

buldukları hatta kuşatıldıkları sebebiyle öznel deneyimlerinde başkalarıyla buluşur.48 Böylece bütün, tek tek parçalarca tamam­ lanır. Bu karşılıklı akış, hatırlama ve unutma süreçlerinin gü­ dümsüz gerçekleşmediğini, toplumsal bileşenlerin söz konusu süreçleri etkilediğini gösterir. Görüleceği gibi belleğin nöroloj ik temellerinin, belli durumlardaki duygu ve tepkilerin izlendiği alanın dışındayız. Bizi ilgilendiren, küçük anlatılar ortaya koyan toplulukların taşıdık.landır. Bu da bizi bir topluluk/topluluklara, daha geniş bir ifadeyle topluma, toplumun hatırlama ve unutma­ sına etki edenlere götürür. Toplumsal bağlamda bireyin hatırlama, unutma ve öğrenme süreçlerinin anlaşılabilmesi için her şeyden önce belleğin sosyal belirleniminin açıklanması, başka bir anlatımla, inşacı olan bel­ lekte, toplumsal çerçevenin nasıl oluştuğunun anlaşılması önem­ lidir. 19. yüzyıldan beri hatırlamada kamusal çerçevenin belir­ lenmesinde etraflı çabalar sürse de Durkheim'in öğrencisi olan ve ustasının toplumu merkez alan incelemelerinden ayrı olarak gruplara yönelen Maurice Halbwachs49 ile kolektif olarak yapıla­ nan bellek, sosyal bilimcilerin gündemine yerleşir. Halbwachs'ın belleğe dair bireysel ve psikolojik yaklaşımları eleştirerek yerine koymaya çalıştığı sosyolojik yaklaşımını, bir başlangıç noktası olarak anmak gerekir.50 Ona göre hatırlamak, yeniden bilince çı karmak ve bellek kişisel/bireysel değildir; kökeni ve yapılanması sosyal bir bağlam içinde, ailede, dinsel grup ve sosyal sınıf içinde gerçekleşir. Kişisel hatıralar bu sosyal çerçevede biçim ve mekan, yer boyutu kazanır ve bu süreç içinde kolektif belleğin parçası 48

Mieke Bal Jonathan Crewe Leo Spitzer, Acts of Memory. Cultural Recall in the Present, Dartmouth College Press, 1998, s.67.

49

Wulf Kansteiner, "Finding Meaning in Memory: A Methodological Critique of Col· lective Memory Studies", History and 1heory, C. 41, S. 2, 2002, s.179-197.

50

E. Zeynep Suda, Büyük Savaşın Hafıza Mekanları, Yazılama Yayınları, İstanbul, 2017, s.23.

64

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

haline gelirler. Sosyal bir düzen içinde yer alan katılımcılar, bir geçmiş ve ortak anlatılar paylaşır. Sosyal grupların herhangi bir olayı eşzamanlı yaşamalarına gerek yoktur. Geçmiş bilgisinin paylaşımı ve aktarımı, kolektif hafızanın oluşumu için yeterlidir. Aile, sosyal gruplar, kitle ileti­ şim araçları bu bilgi akışının farklı kaynakları olabilir. Bu kaynak­ lardan akan bilgi, bir süre sonra grubun sosyal hafızasını oluştur­ maya başlar. 51 Açık olduğu üzere çeşitli birlik ve aidiyetlerin mensubiyet ka­ zandırması sonucu birey, münferit durum veya olayların ulaştı­ rıcısı olur; dolayısıyla bir yanıyla önceden var olan, hazır buldu­ ğu ve yok sayamayacağı yapılarla çevrilir. Böylece kuşaklar boyu devralınanların bir yürütücüsü, bir devam ettiricisi olarak sosyal döngüye katılır. Belli bir ilişkiler ağı içerisinde sürdürdükleri de başkaları sayesinde pekişir. Daha yalın bir anlatımla kişinin ileti­ şim sürecine katılımına dayandırılan hatırlama ile yitmiş bir kesit veya dönem geri getirilir. Ne var ki buna, çoğul geri getirme ve hatıraların müşterek ku­ rulurluğuna itirazlar da yükselir. Belleğin dışsal boyutunun tek ölçüt kabul edilemeyeceği durumu etrafında muhtelif görüşler oluşur. Bunlara göre bellek bireyseldir; herhangi bir sosyal dola­ yıma sokulamaz ve kişinin ölümüyle yiter.52 Söz konusu görüşler kamusal açıyı yok sayar. Diğer bir ifadeyle bireysel bellek, sonra­ dan alınan ya da oluşan bir şey değildir ve kişiye özgüdür. Belleğin toplumsal nitelenmesinin bilinçsiz kullanımına değinen pek çok metin de münferit belleklerin tek potada eritilemeyeceğini, 51

Maurice Halbwachs, Hafızanın Toplumsal Çerçeveleri, çev. Büşra Uçar, Heretik Ya­ yınları, Ankara, 2016, s.64-65.

52

Toplumsal bellek kavramının 1960'lı ve 1970'1i yıllarda "mit" veya "ideoloji" olarak karşılık bulduğunu ifade eder. Bkz. Susan Sontag, Regarding the Pain of Others, Pen­ guin Books, USA, 2004, s.85-86.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

65

hatırlamanın "tamamen zihinsel bir faaliyet olduğunu ve ortaklı­ ğı kuranın çoğul geri getirişlerin olamayacağını" savunurlar.53 Kişinin .ve bilişsel süreçlerinin yok sayıldığına, bireyin sosyal çevrelere hapsedildiğine dönük eleştiriler bilincin özdeşleştiri­ l�meyeceğinde birleşir. İçerikler ne kadar başkalarıyla, birey dı­ şındaki şeylerle ilgili olsa da hatırlama içeriği, başka bir ifadeyle hatıra (anı), bireyin zihinsel faaliyetinin bir ürünüdür ve bu, o bireye ve müstakil geçmişine özgüdür.54 Esoterik kadar egosant­ rik unsurların neredeyse hiç dikkate alınmadığında toplanan bu görüşler, eksoterik süreçlerin belleğin doğasını açıklamada yeter­ siz kaldığında diretir ve bireysel belleğin başka belleklerden türe­ tilemeyeceği ileri sürülür. Eleştirilerde öne çıkanlarda bellek şimdide (ve şimdi için) an­ lam ifade etmediğinde tahribe uğramaya başlar. 55 Bireysel ve top­ lumsal hatıralar bir görüntü deposundan ibaret değildir. Statik bir yapıya sahip olmadıkları gibi geçmişi geri çağırarak anın dö­ nüştürülmesinde danışıklı görev üstlenirler.56 Aynı sosyal yapıda bulunma ile sahiplenilenler, dahil olunandan bağımsız düşünüle­ mez. Belleğin kurulumunda pek çok aktörün rol oynaması, grubu vazgeçilmez bir unsur kılar. Nitekim belleği dahili ve harici olarak ayıran Halbwachs; ilkinin şahsi, ikincisinin ise sosyal olduğunu, içerideki belleğin ikincisinden yardım aldığını, yaşam tarihimi­ zin ise genel tarihin bir parçası olduğunu belirtir.57 Jan Assmann 53

Noa Gedi Yigal Elam, "Collective Memory C. 8, S. 1, 1996, s.30-50.

54

Amos Funkenstein, "Collective Mernory and Historical Consciousness", History and Memory, C. 1, S. 1, Indiana University Press, Boomington, 1989, s.5-26. Jeffrey K. Olick, "Collective Memory: The Two Cultures", Sociological 1heory, C. 17,

55

What Is it?", History and Memory,

S. 3, American Sociological Association, New York, 1999, s.333-348. 56

Nancy Wood, Vectors of Memory. Legacies of Trauma in Postwar Europe, Berg Pub­ lishers, Oxford, 1999, s.2.

57

Maurice Halbwachs, Kolektif Bellek, çev. Zuhal Karagöz, Pinhan Yayınları, İstanbul, 2018, s.65.

66

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

da paradigmatik bir paralellikle hatırlamanın kolektivist harcına şu satırlarla vurgu yapar: "Bireysel bellek tamamen izole ve kapalı değildir. Bir insan, kendi geçmişini hatırlamak için diğerlerinin hatıralarına başvurmaya sıkıca ihtiyaç duyar."58 Birey de geri ça­ ğırmada kendi dışında var olan ve toplum tarafından onanmış referans noktalarına başvurur. Toplumsal belleğin damıtma sonucu oluştuğu görüşünde olan Paul Connerton,59 tüm kişiselliğine rağmen her hatırlamanın baş­ ka birçok kimsenin sahip olduğu düşünceler kümesiyle ilişkili olduğunu; bir parçası olunan ya da edinilen toplumun maddi ve manevi yaşamlarıyla eş süremli gerçekleştiğini vurgular. Başlı ba­ şına bir mücadele alanı olarak nitelenebilecek belleğin bu toplum­ sallığı, tarihin ve ulusal kimliğin oluşmasında temel parametredir. Belleğin doğası gereği toplumsal olmak zorunda olduğunu savu­ nan, yapısal özelliklerini açıklayacak toplumsal etkenlerin üstün­ de ve dışında her yaklaşımı reddeden Durkheim'e yaklaşan bu gö­ rüş, salt akla atfedilenlerin/bağlananların esasında toplumun birer ürünü olduklarının göz ardı edildiğini destekler. Ona göre de, Ne türden olursa olsun belli bir deneyimin akla yakın olduğun­ dan emin olabilmek için onu, daha önceki deneyimlerimizin oluşturduğu bağlama dayandırmak zorunda oluşumuzdur; yani herhangi bir tekil deneyimden önce zihnimizin, daha önce de­ neyimi yaşanmış şeylerin tipik biçimlerinden oluşmuş bir genel çerçeveye göre önceden bir eğilim edinmiş olması gerekir.60

Hatırlama eylemine Durkheim ve Halbwachs'a göre ritüe­ listik bir bakış açısıyla "anma törenleri" ve "bedensel pratikler" 58

Jan Assmann, Kültürel Bellek, çev. Ayşe Tek.in, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2001, s.44.

59

Paul Connerton, Toplumlar Nasıl Anımsar, çev. Alaaddin Şenel, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2014, s.60.

60

Emile Durkheim, The Elementary Forms of the Religious Life, Collier, New York, 1995, s.4-5.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

67

üzerinden yaklaşan Connerton, kırılma kabul ettiği Fransız Devrimi döneminde Kral 16. Louis'nin yargılanış ve öldürülüşü­ nü örnek olaylar olarak sunar. Eski rejim ile yeni rejim arasındaki farkı ayırabilmenin ancak eskiyi hatırda bulundurmakla gerçek­ leşebileceğini, bunun ise bedensel olduğu kadar kültürel kıstas­ larla mümkün olabileceğini ekler. Hatırlamanın (ve unutmanın) sosyal bir boşlukta gerçekleş­ meyeceği varsayıldığında bellek toplumsaldır. Üyeler, toplumsal gruplar halinde hatırlar ve unutur. Bu da tabi olunan topluluk tarafından paylaşılan yaygın gelenekler ve sosyal temsillerin be­ nimsendiği anlamına gelir.61 Topluluk olmada kaderci bir boyut gören Butler şöyle ekler: "eğer kaderim başlangıçta ya da nihai olarak seninkinden ayrılamaz durumdaysa, 'biz'i boydan boya kat eden, karşı çıkamayacağımız bir ilişkisellik söz konusudur."62 Daha çalışmasının başında bağlamı hatırlama kültürü ve geçmiş ilişkisi ile sınırlı bırakacağını belirten Assmann, Antik Çağ'dan bu yana var olan bellek sanatına "ars memoriae" ya da "memorativa" kavramına karşılık hatırlama kültürünü yerleştirir. Böylece eleştirisini "hatırlama kültürünün herhangi bir biçimi­ ne -zayıf bile olsa- sahip olmayan bir sosyal grubu düşünmenin mümkün olmayacağına" dayandırır ve hatırlama kültürünün her şeyden önce "topluluk ruhu veren bellekle ilgili"63 olduğunu be­ lirtir. Geçmişle ilişkiyi ise iki ön koşula bağlar: Geçmişin tama­ men kaybolmaması ve geride kalmış bazı izlerin olması. Kalanlar ise "bugün"e göre karakteristik bir farklılık ortaya koymalıdır. İki durum da kanıtlar kadar bir devamlılığa işaret edildiğini gösterir. Nitekim az ileride süreklilik ve gelenekteki her derin kopmanın, 61

Barbara A. Misztal, 1heories ofSocial Remembering, Open University Press, Maiden­ head, Philadelphia, 2003, s.12.

62

Judith Butler, Kırılgan Hayat, çev. Başak Ertür, Metis Yayınları, İstanbul, 2018, s.38.

63

Assmann, Kültürel Bellek, s.38-41.

68

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

yeni bir başlangıç arama aşamasında geçmişin oluşmasına yar­ dımcı olduğunu ifade eder. "Yeni başlangıçlar, rönesanslar, hep geçmişe dönüş, ondan destek alma biçiminde ortaya çıkarlar. Geleceği ürettikleri, yeniden kurdukları, kapsadıkları ölçüde geç­ mişi keşfederler." Ona göre de kültürel bellekle kastedilen, insan belleğinin dış boyutudur. Bellek dendiğinde insanın aklına genel­ likle bir iç olgu geldiğini ve bunun mekan olarak bireyin beyni olduğunu kabul eder. O da kognitif yaklaşımcılar gibi belleğin be­ yin fizyolojisiyle, nöroloji ve psikolojiyle ilgili olduğunu belirtir ve bundan harici boyutu ayırır. Bilişsel bağlamda belleğe bakıldığın­ da beynin, tarihsel kültür bilimi ile bir ilgisi yoktur. Oysa belleğin neleri içerdiğini, bu içeriklerin organize edilişini ve ne kadar süre ile muhafaza edileceğini bireyin kapasitesi ve yöneliminden çok dış koşullar, toplumsal ve kültürel çevrenin koşulları belirler.64 Bir eylem olarak hatırlamayı İsrailliler üzerinden açan Assmann, üst halk olarak varlıklarını "Koru ve Hatırla" emri doğ­ rultusunda sürdürdüklerini hatırlatır. Devamında duygudaşlığa dayanan ulus prototipinin bu sayede ortaya çıktığını, Max Weber ve onun "ideal tip"ine atıfta bulunarak açıklar. "Kendini böyle gö­ ren ve diğer halklarla arasına mesafe koyan her halk, bir şekilde seçilmiş olduğuna inanır." Milliyetçiliğin yükseliş çağını ifadeye uygun olan bu ırksal vurgu, hatırlama eylemine farklı bir açıdan bakmaya olanak sağlar. Çünkü "seçilmiş olmak, hiçbir şekilde unutulmaması ve unutturulmaması gereken en yüksek düzeyde sorumluluklar kurumuna gelir."65

64

Bireysel belleği algılama safhasında tanısa da belleğin deneyimlerle birleştirme ve yorumlama eylemlerini dış dünyayla kurduğu iletişimle açıklar. Kişisel bellek ile ko­ lektifbellek kavramını şu şekilde ilişkilendirir: "Daha dar anlamda bireysel olan sade­ ce algılardır, anılar değil. Çünkü 'algılar vücudumuzla sıkı ilişki içindedir', anılar ise kaçınılmaz olarak; içine girdiğimiz çeşitli grupların düşüncesinden kaynaklanırlar."

65

Assmann, Kültürel Bellek, s.46.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

69

Bellek, tarih ve toplumsal bellek meselesine görüngübilimsel yaklaşan Paul Ricoeur ise "hatırlamanın öznesine" odaklanır ve belleğin kişisel mi, kolektif mi olduğunu sorar. Anımsamak için başkalarına ihtiyaç vardır. Ancak belleğimiz hiçbir zaman bu bel­ lekten türetilemez. Bu bellek bizimkinden türetilir. Halbwachs'ın "asla tek başımıza anımsayamayız", "anıların atfedilebileceği sahi­ ci özneler değiliz" hükmünü tartışır ve bunu şöyle sorgular: "Bir grup içine 'yeniden yerleşmek' ve gruptan gruba 'geçmek' ve daha genel bir anlamda grubun 'bakış açısını' benimsemek kendiyle devamlılık sağlayacak bir kendiliğindenlik gerektirmiyor mu?"66 Belleğin bireysel mi, toplumsal mı olduğuna yönelik ve bu­ nun etrafında dönen tartışmalar bir şeyi doğrular, o da bellek işlemlerinin gerçek öznesinin bir sorun olduğudur. Bu noktada karşıtlık göstermeyen yegane şey "çoğul anıların ve tekil hafıza­ nın, ayrıştırma ve birleştirmenin öncelikle eklemlendiği yer anla­ tıdır. "67 Anlaşılacağı üzere burada kurucu öğe anlatıdır. İleride de göreceğimiz gibi edebiyat, özelde roman, nakletme/iletme duru­ muyla böyle zamansal bir sürekliliğe imkan tanır. Bellek, esasen düşünce ve inançların oluşturduğu ve bir topluma geçmişi sunan bir kümedir.68 Söz konusu geçmiş, şimdinin ve geleceğin kurulu­ munda en belirleyici etkendir. Hatırlananlar, olumlu olabileceği gibi olumsuz da olabilir. Geçmişi nasıl konuştu g umuz, şimdiyi anlamamızda ve geleceği inşada başat parametredir. 69 Bu da bel­ leğin statik bir olgu olmadığını ve süresiz kurulduğunu gösterir.

66 67 68 69

Ricoeur, Hafıza, Tarih, Unutuş, s.142. a.g.e., 117. John Bodnar, Remaking America: Public Memory, Commemoration and Patriotism in the Twentieth Century, Princeton University Press, NJ, 1993. Söylemlerin hatırlamayı tayin edebileceği üzerine etraflı bir çalışma için bkz. Lucas M. Bietti, Discursive Remembering: Individual and Collective Remembering as a Dis­ cursive, Cognitive and Historical Process, De Gruyter, Berlin, 2014.

70

Y0jar Kemal ve Dido Sotirryu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Aktarım hususunda genellenebilir bu değerlendirme, başta kimlik ve aidiyet mefhumlarıyla da bütünleşir. Eşsiz benzersiz olunduğuna dair düşünce ve inanç, esasen zemindir. Değerler bunun üzerine bina edilir. Roman odaklı çalışmamıza tür olarak yine romandan örnek verdiğimizde benzer bir kurulum görürüz. Örneğin Milli Mücadele dönemi romanlarıyla Batı tesirinde ge­ lişen romanlar arasında yapı kadar bilinç düzleminde de ciddi farklılıklar söz konusudur. Konular, ayrı parametreler etrafında şekillenir ve hassasiyetler oldukça farklıdır. Anlatılanlar ise belli bir mutabakatın sonucudur. Fark edildiği üzere bilişsel süreçler için mana taşımayan sosyo-kültürel bir yapılanım kadar bir taşı­ yıcılık söz konusudur. Programatik inşa da dönem ve koşullarına uygun biçimde tasarlanır. Başka bir ifadeyle, geçmiş, kökensel ha­ tırlatmalar üzerinden yapılanarak okura yeniden sunulur. Bu du­ rum, Türk tiyatrosunda biraz daha farklıdır. Milli Mücadele'nin düşmana karşı topyekun verilen bir mücadele olduğunun vurgu­ landığı erken Cumhuriyet dönemi eserlerinde resmi ideolojinin yansımaları görülürken sonraki yıllarda kaleme alınan oyunlarda daha soğukkanlı bir yaklaşım söz konusudur.70 3- Belleği Yontmak

Bastille'in düşüşü sonrası sokaklara dökülen öfkeli kalabalık­ lar geleneği temsil eden "vive le roi"ya karşı "vive la nation" diye haykırır. Buyruğa sorgusuz itaat, kararın tek mecrada toplanması ve baskıcı ortam isyanı getirir. Ulus, bir milletin tamamı kralın yetkilerini aşmayı başarır. Böylece küresel yenilenmeyi tetikleye­ cek ve halkın etkisiz bir olgu olmaktan çıkacağı yeni bir dönem başlar. Krallığa karşın yurttaşın görüş ve varlığı önem kazanır. 70

Abdullah Şengül, Ulusun Sahnedeki Öyküsü Türk Tiyatrosunda Milli Mücadele ve Cumhuriyet, Kesit Yayınları, İstanbul, 2019, s.302.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

71

Yollarda buluşanlar, salt fiziksel değil ussal bir birlik içerisinde­ dir.71 Orta Çağ'ın skolastik zihniyeti, kamusal ve demokratik bir düzen için reddedilir. Eskiye saplanan, ilerlemeye ket vuran ve önceden kalanla radikal biçimde kopamayan her kalıntı gelecek için tehlikeli kabul edilir. Dalga dalga yayılacak bu proto-hareket, toplumsal bellek açısından da mühimdir. İhtilale taşıyan süreç kadar bu süreçte aşılmak istenenler, örgütlü gerçekleşmeleri se­ bebiyle ayrı bir karakter ortaya koyarlar. Bu noktada kurucu olan, halkın neyi alt etmek için bir araya geldiği ve istenmeyenin ne olduğudur. Aydınlanma düşüncesinin bir ürünü kabul edilen Fransız İhtilali vurguladığı "özgürlük, eşitlik, kardeşlik" ifadeleriyle çoğul­ cu ve çoğunluklu bir dönemi müjdeler.72 Kari Marx, bunu kolek­ tife açılan ciddi bir atılım olarak değerlendirirken Hegel, sürecin özgürleştiriciliğine dikkat çeker.73 Liberal bir milliyetçilik anlayı­ şının öne çıktığı periyotta kişi hak ve özgürlükleri kimlikle eş tu­ tulur. Mutlak monarşinin yıkılması birçok reformu da beraberin­ de getirirken Avrupa ve Batı dünyasında bir milat yaşanır. Fransa beklenen değerleri diğer uluslara yayacak bir kaynak, bazen ise "mega ulus" şeklinde tanımlanmaya başlarken ulusçu düşünce ve sosyal toplulukları özgürleştirme uğraşı, kısa sürede toplum nez­ dinde de karşılığını bulur. İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'nin (1789) üçüncü maddesi uyarınca "egemenliğin özü ulustadır; hiçbir kuruluş, hiçbir kimse açıkça ulustan kaynaklanmayan bir iktidarı kullanamaz." Temel parametrenin ulus kimliğinin

71

İoannis Dimakis, Tris Teletes yia ti Calliki Epanastasi, Ekdosis Kardamiça, Atina, 1993, s.94-95.

72

Panayotis Kondilis, Melanholia ke Polemiki, Ekdosis Temelio, Atina, 2002, s.94.

73

Charles Larmore, The Romantic Legacy, Columbia University Press, New York, 1996, s.IO.

72

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

olduğu, yurttaşlık ve hakların da bu kimlik üzerinden ölçüldüğü siyasal bir dönemeç söz konusudur.74 Rousseau'ya göre ruha, karaktere ve zevklere yön veren, ulus ve onun kurumlarıdır. Ulus ve değerleri, yurttaşın yaşam biçi­ mini de şekillendirir.75 Benzer şekilde Locke için halkın bilinçli bir özneler bütünü olması, ulusal bir sivil toplumun koşuludur. Burada önemli olan, önceki doğa durumundan toplum durumu­ na geçiştir. Önermeler de ancak yeni durumda toplum ve bireyle anlam taşımaya başlar ve kamusal bir gerçeklik gündeme yerleşir. Diğer bir ifadeyle ulusal bir bellek yaratımı, kişinin temel ihtiyaç ve özgürlüklerinin güvence altına alınması dolayısıyla ilkel du­ rumdan çıkışla ilişkilenir. Gerçek anlamıyla ulus kavramı Fransız Devrimi ile işler hale gelir. Yenileşme her alanda hissedilir. Albert Camus'nun, kilise­ nin devlet içinde olduğu, devletin kilisenin içinde bulunmadığı savı76 görüş ayrılıklarını destekler. Din olgusu, bu dönemin tar­ tışma konusudur. Ulusal birliği sağlamada Katolikliğin yapıcı rolü sık sık dillendirilir. Hukuktan kültürel hayata pek çok alan yeniden düzenlenir. Öte yandan 1539'da Fransızca resmi dil ola­ rak kabul edilse de gerek kuzeyde gerekse güneyde devlet dilini konuşan yoktur. Nitekim Fernand Braudel, "Fransız diye bir şey yoktur, Fransızca konuşan vardır" dediğinde asıl belirtmek iste­ diği, lisanın ulus kadar kimlik inşasının da başat aracı olduğu ve asla ötelenemeyeceğidir.

74

Bu noktada belirtilmesi gereken, ulusçu cereyanların 1780'lerde yerleşmediği ve etki ­ siz de olsa mevcut olduğudur. Örneğin, 1589 yılında tahta çıkan 4. Erich'ın "hepimiz Fransız'ız ve aynı ülkeni n yurttaşlarıyız," sözleri kimlik vurgusu taşısa da homojen bir ulustan bahsetmek için henüz erkendir.

75

Jean Jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi, çev. Vedat Günyol, iş Bankası Yayınları, İstanbul, 2006.

76

Paul Lawrence, Nationalism. History and Theory, Routledge, UK, 2004, s.3.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

73

Hukukun üstünlüğü, yasal eşitlik, ulusal pazar, sınır güvenli­ ğine dair önlemlerin arttırılması ve millileştirme, eskinin sökül­ mesini ve yeninin yerleştirilmesini önceler. Ulusçu fikirlerin ha­ reket noktası da öncekileri halk vicdanında mahkum etme ve sü­ regelen aristokrasi ayrıcalıklarını sona erdirmedir. Kent merkezli bir büyüme gösteren ulusçuluk ve kimlik politikaları, kurumsalla yetinmeyip idareden günlük hayata sembolleşmek ister.77 Ulus inşasında sembollere önem, simge haline gelmemiş kutsalların kalıcı olamayacağı tasavvuru yurttaşları daha etkin olmaya davet eder. Anmalara, törenlere, belirli gün ve haftalara ilgi78 uyandırı­ lır. Dönem politikaları da buna uygun tasarlanır. Yurttaşın bizzat yer alacağı alan ve imkanlar yaratılır. Anıtların kutsanması, yıldö­ nümleri ve nice kutlama, ulusal propagandada araçsallaşır. Bu noktada belirtilmesi gereken, ulusçu cereyanların devrim­ le sınırlı kalmadığı, aşamalı şekilde neredeyse ihraç edildiğidir. Başka bir ifadeyle ulusçuluk, 1775'te Polonya'nın bölünmesi gibi pek çok siyasal krizde yükselişe geçme fırsatı bulur. Ulus ve ulusal özerklik her şeyin başı olarak değerlendirilir ve bu, kısa sürede yerleşir.79 Evrende bir bütün oluşturma, ancak bir ulusa enteg­ re olmakla açıklanır ve bütün, yoğunlaşma sürecinde parçalara ihtiyaç duyar. Birey de bütüne katılmaya, bütün . için çalışmaya ve ona uygun yetişmeye teşvik edilir. Kültürden eğitime, sistem sel bir "biz" geliştirilir. Homojen bağdaşıklığı sağlamada kökle­ re, devamında marşlara vurgu yapılır. Söz konusu "biz inşası", 77

George Schopfl in, Nations Identity Power. 7he New Politics of Europe, Hurst & Com­ pany, Landon, 2000, s.29.

78

George L. Mosse, 7he Nationalization of the Masses Political Symbolism and Mass Movements in Germany from the Napoleonic Wars through the 7hird Reich, Howard

79

Adrian Hastings, The Construction of Nationhood, Cambridge University Press, UK, 2012, s.13.

Fertig, New York, 1975, s.2-13.

74

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

istenmeyen olayları silme dolayısıyla unutturma ile gerçekleşir. Kayıt altına alınanların örnek olma gayesi, tarih ve tarihyazımı­ nın ikircikli durumlar barındırabileceğini düşündürür. Yazıya geçen kadar yazıya geçmeyen ya da "geçirilmeyen" pek çok olay, toplumsal temsiller için önem arz eder. Tarihçinin seçmeci80 ola­ bileceği/olmak zorunda olduğu birçok noktayı sorgulatır. Resmi tarih ile kişisel tarihin birçok açıdan çelişmesi, bastırılan durum­ ların üzerine gitmeyi beraberinde getirir. Gellner'ın deyimiyle ulus, ulusçuluğu doğurmaz; ulusçu ide­ oloji, ulusu yaratır. Bunu yapmak için de gerektiğinde ölü dil­ ler canlandırılır, gelenekler keşfedilir, daha doğrusu icat edilir. 81 Tarih tahrif edilir, ihtiyaç halinde olaylar uydurulur, kimi olaylar "unutulur" ya da hasıraltı edilir. Kutsanan geçmişin, ululuğu ve ölümsüzlüğü referans gösterilir. Burada amaç; ulusal ideolojiye yaraşır, ulusal bir tarih yaratmak ve onu güçlendirmektir. Daimi kılmada bir tür inanca erişen ulusçuluk, hayalden çok hayalet­ ler yaratır. Nitekim ulus inşası, her şeyden önce aynı amaçlar et­ rafında toplanmış "bir topluluğun hayal edilmesini"82 gerektirir. Başka bir ifadeyle inşa, kutlu bir kimlikleştirmeye bağlıdır. Millet olmada yapaylık, icat ve toplumsal mühendislik kavramlarını öne çıkaran Hobsbawm, önceden var olan kültürlerin canlandırılma­ sını, bunun mümkün olmadığı durumlarda yoktan var edilmesi­ ni önerir.83 İnsanları ulus ve ulusal kimlik bağlamında düşünme­ ye ve o çerçeve içine yerleştirmeye götüren sürece dikkat çeken 80

Edward Halett Carr, Tarih Nedir?, çev. Misket Gizem Gürtürk, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006, s.12.

81

Ernest Gellner, Milliyetçiliğe Bakmak, çev. Nalan Soyarık, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006, s.61.

82

Benedict Anderson, Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, çev. ls­ kender Savaşır, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011, s.51.

83

Eric Hobsbawn, Milletler ve Milliyetçilik, çev. Osman Akınhay, Ayrıntı Yayınları, İs­ tanbul, 1995, s.24-25.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

75

Calhoun84 ise kültürel anlayış kadar milliyetçi bir dil ve retoriğin kurtarıcılığına vurgu yapar. Kurucu kadrolara ulusal bilinci ancak kolektif hareketin aşı­ layabileceği85 ve bunun kitle desteği sağlamaktan geçtiği tembih­ lenir. Kimlik inşası da toplumsal belleği yontmaya, farklılıkları ortadan kaldırmaya bağlıdır. Nitekim kişinin mensup olduğu kimlik, her şeyden önce bir temsildir. Bu temsil, onun kimlerin yanında ya da karşısında olduğunu ortaya koyar. Bu noktada konumlama bir karşıtlık gerektirir çünkü kimlik "ötekine" göre tanımlanır, yorumlanır ve anlam kazanır.86 Var olması farklı ol­ masına bağlıdır ve bu farklılık üzerinden mücadelesini sürdürür. Bir ulusun kurucu ataları, ona süreklilik sağlayan bir tarihi, milli değerleri şahsında somutlaştıran kahramanları, kültürel ve tarihi abideleri, anı mekanları, folkloru gibi aynılıklar üzerinden farklı ama bir o kadar da özgül milli kimlikler kurulur. "Bu tür kimlik­ lerin hepsi, söylemsel olarak belirli bir biçimde ortaklıklara ya da farklılıklara atıfta bulunur."87 Kimliğin insanlar arası aynı ya da farklı noktalar bağlamında bir aidiyet problemi olduğunu belirten Weeks, kimliğin başkala­ rıyla bağlantılı olarak nasıl sınıflandırıldığını betimlerken o kim liğe dair birçok ipucu verdiğini savunur.88 Kimliği belirsizlikten kaçış olarak açıklayan Bauman, tezini aitlikten emin olamama ve 84

Graig Calhoun, Milliyetçilik, çev. Bilgen Sütçüoğlu, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayın­ ları, İstanbul, 2012, s.7.

85

Antoine Roger, Milliyetçilik Kuramları, çev: Aziz Ufuk Kılıç, Versus Kitap, İstanbul, 2008, s.72.

86

Jacques Derrida, Teoriyi izlemek, çev. Ebru Kılıç, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2003, s.26.

87

Murat Gür, Türk Romanında Erkeklik ve Milliyetçilik, Kesit Yayınları, İstanbul, 2019, s.21.

88

Jeffrey Weeks, Farklılığın Değeri, çev. İrem Sağlamer, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1998, s.85.

76

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

kuşku ile açar. Olumsuz deneyimler, özellikle arada kalma sonra­ sı kimliğe akıl yorulduğunu düşünür.89 Ait olunanın tespiti, onda tutunma ve ileriye taşınma çabası, bir "biz" kadar bir "onlar" da yaratır.90 Ulus gerçek boyutlarıyla anlaşıldığında ulusçu anlayışla kale­ me alınmış tarihin "öğrettiklerinin" tarihsel gerçeğin kendisi de­ ğil, tarihsel olayların belli bir yorumu olduğu fark edilir.91 Tarihin en nihayetinde tarihçilerin ürünü olması92 sebebiyle geçmişteki parçalardan hangilerine yoğunlaşıldığı/yoğunlaşılacağı bir mu­ ammaya dönüşür. Geçmişten belleklerde kalan tek şey olan tari­ hin93 kimleri var ettiği ya da geri ittiği, tasarlanan inşa süreciyle ilintilidir. Bu da belleği olan herkesin bir tarihi olduğundan/ola­ cağından çok, belleği olanların yaşantılarının ne ölçüde önem­ sendiğiyle bağıntı içerisindedir. Başka bir anlatımla, yaşanan ile kayda geçen/geçirilen tarih94 aynı değildir. İlkinde merkezi rol oynayan görgü tanıklıkları, ikincisinde dikkate alınmaz çünkü ikincisi bir amaca yöneliktir. Programlanan inşa da böyle bir sübj ektifliğin sonucudur. Anlaşılacağı üzere neyin hatırlanacağı, neyin hatırlanmayacağını saptar. Uluslar için asıl olanın bireyle­ rin pek çok ortak olumsuzluğu unutmuş olmaları olduğunu öne süren Renan'a göre ulusal ideolojilere mal edilen tarih,95 aslında 89

Zygmunt Bauman, Parçalanmış Hayat, çev. İsmail Türkmen, Ayrıntı Yayınları, İstan­ bul, 2011, s.112.

90

Nira Yuval-Davis, Cinsiyet ve Millet, çev. Ayşin Bektaş, İletişim Yayınları, İstanbul, 2010, s.97-98.



Herkül Millas, Yunan Ulusunun Doğuşu, İ letişim Yayınları, lstanbul, 2015, s.24.

92

Keith Jenkins, Rethinking History, Routledge, London, 2003, s.8.

93

Cari Becker, "Everyman His Own Historian'', The American Historical Review, C. 37, S. 2, 1932, s.221-236.

94

Elizabeth Tonkin, Narrating Our Pasts: The Social Construction of Oral History, Cambridge University Press, UK, 1992, s.2.

95

Ernest Renan, "What is a Nation?", Nationalism, ed. J. Hutchinson Oxford University Press, Oxford, 1994, s.17-18.

A. D. Smith,

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

77

görevli kişilerce seçilmiş, yazılmış, resmedilmiş, popülerleştiril­ miş ve kurumsallaştırılmıştır. Geleceğe şekil vermenin geçmişin unutulmasına bağlı olduğu düşüncesi, onu Hobsbawm ve Ranger ile buluşturur. Nitekim sorunlarla kabarık bir geçmişin sökülme­ si, geleceğin inşasında temel parametredir. Görüldüğü gibi ulusal kimlik inşası, ideolojik altyapı gerek­ tiren karmaşık bir süreçtir. Bu altyapı da çoklukla kullanışlı bir geçmişin yaratılmasına dayanır.96 Ayrıca tarihsel anlatılar siyasal kültürün önemli bir kısmıdırlar ve vatandaşlık yasaları da bu kül­ türün içinde şekillenir. Bir grubun tarihini nasıl anladığı, grubun geçmişte ne olduğu, şimdi ne olduğu ve ne olması gerektiği konu­ sunda o grubu koşullandırır. Tarihin anlatılış biçimi bir grubun başka gruptan insanlarla etkileşimini, uluslararası siyasetteki tu­ tumunu ve içerideki çoğulculuğunu etkiler.97 Bu da tarihin ak­ tarılırken başkalaşmama durumunu olanaksızlaştırır. Daha yalın söylersek bir tarih nesnesini birden çok şekilde anlatmak müm­ kündür. Bir dizi tarihsel vaka bir araya gelerek kendiliklerinden tamamlanmış bir hikaye meydana getirmezler. Bu durum kişisel olaylar kadar kurumlara, uluslara ve topluluklara ilişkin hikaye­ ler için de geçerlidir. Olayların tarihsel dizimi birden çok şekilde anlatılabilir. Başka bir ifadeyle tarih ele alınışında müdahaleye uğrar. Ulus inşasında eğitimden günlük yaşayışa her alanda görülen bu seferberlikte sergilenenler ile olanlar karşıtlık gösterir. Burada açıkça ifade edilmesi gereken ise bu sürecin, çalışmamızı ilgilen­ diren Türkiye ve Yunanistan özelinde olmadığı, bilakis dünyanın 96

Kullanışlı bir geçmişin politik yönlendirmesi üzerine bir çalışma için bkz. Henry Tudor, Political Myth, Macmillan, New York, 1972.

97

Jarnes H. Liu Denis ). Hilton, "How the Pası Weighs on The Present: Social Rep­ resentations of History and Their Role in Identity Politics", British fournal of Social Psychology, C. 44, S. 4, 2005, s.537 -556.

78

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nıın Romanlannda Toplumsal Bellek

tüm ulusları için geçerli olduğudur. Nitekim ulus inşası, homojen unsurlara ihtiyaç duyduğu gibi bunları talep de eder. Bu da evvela bellek yaratmayla mümkün hale getirilir. Böylece ulusal tarihte yer eden bir dönemeç ya da resmi söylem gündeme taşınır ve bundan ders çıkarılması, ona öykünülmesi salık verilir. Hatırlama (ve unutma) kadar yüzleşmeyi sorun haline getiren iktidarlara da bu bağlamda değinmek gerekir. Zira bilinç yaratma kümülatif bir durumdur, dolayısıyla tarih ve kimlik kadar etkin bir faktördür. Siyasal meşruiyetin ulusal itibara bağlı olması, ka­ rar alıcıları realist98 davranmaya zorlar. Bu noktada moral ya da ahlaki değerler önemli değildir, esas olan askeri ve siyasi gücün devamıdır. Beka kadar çıkarın zarara girmemesi için -gerekti­ ğinde- her türlü yönteme gidileceği gerçeği iş birliği gibi insani boyutu da öteler. Burada belirleyici olan güç artırımıdır ve bunu gölgeleyecek ya da buna tehdit oluşturacak her güvenlik ikilemi bertaraf edilir. Bellek politikalarını belirleyen iktidar sahipleri geçmişi isten­ meyen kişi, yer ve olaylardan arındırma yoluna giderler. Böylece gelecekte sorun yaratacağı düşünülen bellek unsurları göz ardı edilir. Bellek politikalarında ve uygulamalarında asıl altı çizilmesi gereken noktaysa geçmişin alımlanış biçimi ve bu kararları alma­ nın arkasında yatan motivasyondur. 98

İç işlerinde düzeni sağlamış merkezi bir otorite olarak devlet, anarşinin sürdüğü dışta da -uluslararası arena- diğer egemenlerin karşısına egemen olarak çıkma mü­ cadelesindedir. Hayatta kalmanın kaba kuvvet kadar maneviden çok maddi şeylere bağlı olması, nihai bir mekanizma olarak devleti, taviz vermekten alıkoyar. Uluslara­ rası ilişkilerin bu temel yaklaşımı esasen tüm döngüyü açıklar. Öyle ki bir aktörü -ki bu devletten başkası değildir- planlı ve şuurlu hareket etmeye zorlar. Diğer aktörlere karşı niyet belirsizliği ve güvenlik ikilemi her durumun hesaba katılmasını gerektirir. Angaje olunanlar ise son yetkeyi -ister istemez- insanlık ya da insanlık durumla­ rından uzaklaştırır. Bkz. Ali Balcı - Şaban Kardaş, Uluslararası ilişkilere Giriş, Küre Yayınları, İstanbul, 20ı4; Tayyar Arı, Uluslararası ilişkiler Teorileri, Marmara Kitap Merkezi Yayınları, İstanbul, 2018.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

79

Pierre Nora'ya göre, Hafıza her zaman yaşanan gruplar tarafından üretilen yaşamın kendisidir. Tarih ise artık bulunmayan şeylerin yeniden oluştu­ rulmasıdır ama bu hep sorunlu ve eksiktir: hafıza, her zaman güncel bir olay, sürekli şimdiki zamanda yaşanan bir bağdır; ta­ rih, geçmişin bir tasavvurudur.99

Esasen bellek kurgusunun bugünde gerçekleştirilen bir faali­ yet olduğu ve tarihin (geçmişin) kurguya yerleştirildiği söylene­ bilir. Igartua ve Paez,100 tarih ve belleğin yeniden inşa sürecinde, kimi olay ve gerçeklikleri çarpıtma, bilinçli yok sayma ya da unut­ turmaya gidildiğini öne sürerler. Tarih kitaplarında anlatılan nice dönemin özel olarak yüceltildiğine vurgu yaparak tarihin yeni­ den inşasının baskı, sansür ve manipülasyonlara mahal verdiğine değinirler. Küçük anlatıların büyük anlatıda kaybolması, dikkatlerin salt sunulana çevrilmesi bir alternatifin oluşmasını engeller. Bilaistisna toplumsal kesimlerin beraberinde birtakım yaşamsal hikayeler de getirebileceği ve bunların mevcut pek çok negatif anıyı onarabileceği üzerine düşünmek karlı görülmez. Aksine söz konusu anlatılara riskle bakılır ve heterojen her söylem baskılan­ maya çalışılır. 101 Tam da bu sebeple sorumlular ya da romantikler, geçmişle yüzleşmekten kurtulur. Ana anlatıya endekslenme ve ona körü körüne bağlılık, Nietzsche'nin tarih hakkındaki yoru­ munu akla getirir: 99 Pierre Nora, Hafıza Mekanları, çev. Mehmet Emin Ôzcan, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2006, s.19. 100 Juan Jose Igartua - Dario Paez, "Art and Remembering Traumatic Collective Events: The Case of the Spanish Civil War", Collective Memory of Politica/ Events: Social Psy­ cho/ogical Perspectives, ed. james W. Pennebaker - Dario Paez - Bernard Rime, Law­ rence Erlbaum Associates Publishers, Mahwah, 1997, s.79-101. 101

James V. Wertsch, "Collective Memory and Narrative Templates", Social Research, C. 75, S. 1, 2008, s.133-156.

80

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Esenlik, iç açıklığı, vicdan rahatlığı, sevindirici bir olay, gel­ mekte olan güven, bütün bunlar tek tek kişilerde olduğu gibi bir ulusta da görülebilir ve aydınlık olanı, aydınlık olmayandan, karanlıktan ayıran bir çizginin bulunmasına bağlıdır; insanın tam zamanında unutmayı bilmesinde olduğu gibi tam zama­ nında anımsamayı bilmesine de bağlıdır; tarihsel bir duyuşun ne zaman, tarihsel olmayan bir duymanın da ne zaman zorunlu olduğu insanın güçlü içgüdülerle sezmesine bağlıdır. İşte oku­ yucunun üzerinde düşünmeye çağrılan önerme şudur: Tarihsel olmayanla tarihsel olan; bir kişinin, bir toplumun, bir kültürün sağlığı için aynı ölçüde zorunludur. 102

Ona göre insanın tarihe ihtiyacı, yaşamdan ve eylemden rahatça yüz çevirmek için değil, yaşam ve eylemin ta kendisi içindir; bencil yaşamaların, alçakça davranışların ve kötü yapıp etmelerin ayıbını örtmek için hiç değil. Tarih ancak yaşama hizmet ettiği ölçüde, biz de ona hizmet etmek isteriz. Tarihle uğraşmanın da yaşamı tüketen ve soysuzlaştıran bir tarihe değer vermenin de bir sınırı (ölçüsü) el­ bette olmalıdır. Aşırı ve tarafgir tarih bilincini, sürü olmak ve sürü­ de kalmakla açıklayan Nietzsche, ancak sorgulanabilir bir tarihin dönüştürücü ve iyileştirici olabileceği görüşündedir. Geleneksel tarih anlayışına ve manipülasyona mahal tanıyan geleneği reddeden Michel Foucault için de özne; savaşların, kral­ ların ve iktidarların çatışmasıyla sıkışmıştır. Tesadüfü, kesintiyi ve duyguları tarihin karşısına koyarken bireyin meydan okuma­ sının ancak süreksizlik içerisinde olabileceğini, sürekliliğin ve bütünleştirmenin adaletsizliği noktasını tartışmaya açar. Bilginin ve nesnenin öznesi olan insanın özgürleşmeden farkında olama­ yacağını, tetkik edemeyeceğini dolayısıyla güdümlü kalacağını savunur. Ona göre toplum ve bunun başat unsuru insan, derin kopmalar sayesinde varlığını sürdürebilir. 103 102

Friedrich Nietzsche, Tarihin Yaşam için Yararı ve Yararsızlığı Üzerine, çev. Nejat Boz­ kurt, Say Yayınları, İstanbul, 2015, s.41.

103 Michel Foucault, Toplumu Savunmak Gerekir, çev. Şehsuvar Aktaş, Yapı Kredi Yayın­ ları, İstanbul, 2001, s.47.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

81

Belleği monolitik bir kıskaca mecbur bırakan resmi tarih, bel­ lekler arası alışverişe de engeldir. Tarihin tek yönlülüğüne karşın toplumsal belleğin çok yönlülüğü söz konusudur. Farklı ırk ve zaman dilimlerine ait etnik ya da politik farklılık temelli hadi­ seleri yayma, tarihten öte belleğin işidir. Şiddet, işkence ve imha ile neticelenen bir olayın hatıra getirilmesi dinamik bir dolanım­ la mümkünleşir. Dolanıma sokulan olay sayesinde benzer olay­ lar arasında ilişkiler kurulur. Rothberg'e göre bellek düğümleme veya "bellek düğümleri", küçük anlatıların dalga etkisine bağlıdır ve tarih bekleneni yazar, oysa yayılanlar özgürdür.104 Egemen ulu­ sal anlatılar, tarihi bütünleştirici bir unsur olarak referans gös­ terirken grup anlatıları bölen, bölmeye müsait anlatılar şeklinde değerlendirilir. Tarihsel/resmi bellek ile toplumsal belleğin çatışması tarih, ulusal inşa ve kimlik odaklıdır. Bir gruba ait kişilerin hatırlama­ larında algısal bir yanlılık vardır ve bu tür bir yanlılık, grup bel­ leğine duygusal bir ton ve şekil verir. Bu da toplu bilişsel süreç­ lere, yer yer anmalara karşı iktidarları temkinli olmaya, birtakım caydırıcı önlemler almaya yöneltir. Sistemin zarara uğramaması, devletin prestiji ve nice unsur, resmi ile toplumsal olanı karşı kar­ şıya getirir. Öyle ki algıya karşı(t) algılar oluşturulur. Toplumsal belleğin çarpıtılması ve yönlendirilmesinde iktidar kadar güç kavramı, siyasi zorlamalar, bastırma ya da kısıtlama gibi aşama­ lar söz konusudur. Siyasal iktidar geniş anlamda, birtakım yap­ tırımlar yoluyla kişi üzerinde kontrol kurabilme aygıtı185 olarak tanımlanabilir. Siyasal iktidarların hegemonik güçler oluşları ve nihai bağlayıcılıkları doğrudan veya dolaylı rıza ve itaati getirir. Bireysel veya toplumsal bir yalıtılmışlığa itilenler ise bilhassa kor­ ku nedeniyle sinerler. 104

Michael Rothberg, Multidirectional Memory, Stanford University Press, California, 2019, s.5.

82

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Kararlara ve emirlere uyma bilinçli olabileceği gibi, bilinçsiz ve mekanik de olabilir. Gelenek ve görenek, alışkanlık, çevrenin et­ kisi, eğitim, şartlandırılma, menfaat umudu, ceza korkusu ve ni­ hayet çaresizlik duygusu, itaatin değişik sebepleri arasındadır. ıos

Mithat Sancar ile aktarırsak "unutturmayı", hatta belli konu­ larda "hatırlama yasağını", bir idare tekniği olarak kullanan ve sivil toplumun yeterince güçlü olmadığı bir devlette, geçmişle hesaplaşma sürecini başlatmak hiç de kolay değildir.106 Buna kar­ şılık, hatırlamayı sürdüren ve toplumu hatırlamaya davet eden öznelerin güçlü ve aktif olmaları, unutma ve bastırma politikası­ nın hakim olmasını ve uzun süre devam ettirilmesini zorlaştırır. Özellikle geçmişin kurbanı/mağduru durumunda olanların ısrar­ lı mücadelesi, toplumu hatırlama ve hesaplaşma yoluna çekebilir. Pennebaker ve Banasik,107 unutturmaya yönelik baskıya ilişkin toplumsal bellekte "sessiz olaylar"dan bahsederler. Tercih ettikle­ ri sıfatın da altını çizdiği gibi birtakım olaylara karşı toplumsal hassasiyetin önlenmesi arzulanır. Çalkantılı dönemler veya bü­ yük hadiseler karşısında etkinlik istenmez. Zor kullanmayla sü­ reç yönlendirilir, böylece insani boyut ve trajik zemin bastırılır. Yaşananlara ilişkin fikir birliğinin oluşmaması üzere bağımsız konularla gündem değiştirilir. İdeolojik kaygıların zorunlu kıldı­ ğı "belleği yontma" ancak kurguyla mümkün hale gelir. Bir strateji olarak bazı olaylara dikkat çekme ya da araçsallaştırma, başvuru­ lan yöntemlerden birkaçıdır. Burada dikkate değer olan, geçmişin ve belleğin bir çıkara göre biçimlendirilmesidir. Çarpıtma dina­ miği de geçmişi ilginç kılma aşamasında devreye girer. Tarihsel 105

Münci Kapani, Politika Bilimine Giriş, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınla­ rı, Ankara, 1975, s.30.

106 Mithat Sancar, Geçmişle Hesaplaşma: Unutma Kültüründen Hatırlama Kültürüne, iletişim Yayınları, İstanbul, s.37. 107 Juan Jose Igartua - Dario Paez, Collective Memory of Political Events: Social Psycho­ logical Perspectives, s.IO.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

83

olaylar anlatısallaştırılarak aktarılırlar. Bu anlatılar, öyküler gibi belli bir biçime sahiptir. Öyküde başlangıçta bir denge, akabinde düzende bir bozulma ve bir çözüm vardır. Bir kahramanın karşı­ sına çıkan engeller ve bu engelleri aşma çabaları anlatılır. 108 Başka bir ifadeyle olaylar nasıl hatırlanmak isteniyorsa öykü de o şekil­ de düzenlenir. İktidar ve bellek arasında ittifak ilişkisinin olduğunu savunan Assmann, "iktidar ve unutma ittifakı"nı şöyle açıklar: "İktidar sa­ dece geçmiş anıları yönlendirmede değil, inşa süreci ve gelecekte de etkindir. Geleceğin belleğini bugünden saptar. Bu noktada ha­ tırlanması istenenler sabitlenir."109 Doğrusal tarih dönüştürülür ve toplum gerekeni hatırlar. Bahsedildiği üzere hangi ulus olursa olsun, ulusal inşalar uzun ve politik süreçlerin sonucunda yerle­ şir. Süreç içinde bir devlete veya ulusa "yaraşmayan" olaylar bastı­ rılır ve unutturulur. Makbul olanların da üzerine gidilir ve ancak bunlar hatırlatılır. Bilincin yönetilmesi ve algı oluşturmayla ilinti­ li söz konusu periyot, demagojik söylemler ve mitlerle biçimlen­ dirilir. Burada sıkışanların, mağdur edilenlerin anlatıları kıymet taşımaz. Resmi anlatı, söyleyeceklerini söyler ve bellekler, buna ikna olacak şekilde yontulur. Bu bağlamda geçmişe, önceki ku­ şaklara ait olumsuz yaşantılardan arınmak ya da kurtulmak üzere seçici unutmaya ya da uydurmaya gidilir.11° Anlaşılacağı gibi bir uğraş ve mücadele alanı talep eden top­ lumsal bellek, dikte edilenlerin sorgusu noktasında diretir. Neyin hatırlanması gerektiğinin, neyin unutulması gerektiğini de belir­ lediği düşünüldüğünde, salt otoriteler ve/veya erkler tarafından 1 08

Michael Shudson, "Kolektif Bellekte Çarpıtma Dinamikleri", Cogito, S. 50, 2007, s.179-199.

109

Assmann, Kültürel Bellek, s.73 .

1 10

David Rieff, in Praise of Forgetting: Historical Memory and Its Ironies, Yale University Press, New Haven, 2016, s.76.

84

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

sunulanı değil alttan gelen tazyikin de anlaşılmasını bekler. Kusursuzlaştırılmış anlatılara, yapay söylemlere mesafe ile yak­ laşmayı/yaklaşabilmeyi önerir. Başka bir ifadeyle simgeler ve kut­ sallar üstü bir birleşmenin olanaklığını savunur. Tamir edilebilen, yontulabilen hatırlama (ve unutma) durumlarının ötesi tartışılır. İnsan gruplarının bir aradalığını sağlayanın negatif bir belleğin, kuşaklarca süregelen sosyal travmaların, egemenlere rağmen dile gelmeyi/getirilmeyi bekleyen hakikatlerin olabileceği düşündü­ rülür. Uluların, dokunulmazların ve egemenlerin ürettiği metinlerin kapalılığı, yukarıdan tayin edilirliği, merkezi kurulların tarafgir­ liği; yeni okuma ve bakış açılarının gerekliliğinde birleşir ve artık "unutanın kalbinin kuruyacağı" söylemler etrafında buluşmalar hedeflenir. Belgelere gark olmuş belleğin inşası, toplumsal ke­ simlerin hatırlamalarına (ve unutmalarına) paralel olmadığı, ol­ mak mecburiyetinde olmadığı gerçeğinde direnir. Verili ve statik resmi paradigmanın karşısına dinamik ve yeniden kurulan belle­ ğin çıkarılması genel kabullerde, dondurulmuş yargılarda aşın­ maları getirir. 4- Özneye Dönüş

Buraya kadar meseleyi toparlamak adına hatırlamakta yarar vardır. Toplumu tanımlama ve ele almada kesin ölçütlerin olma­ ması, toplumu merkez alan çalışmaları çoklukla tartışma boyu­ tunda bırakır. Sorunlu bir hassa ortaya koyan kavramın salt ta­ rih ya da mensubiyetle açıklanamaması, kültürel boyutunu dahil edenlerin günbegün artması ve din eksenli yaklaşımlar; olgunun sınırlandırılamamasını getirir. Toplumu oluşturanların kimler ya da neler olduğu sorusu bir yanıyla karşılıksız kalır. Toplumsal bellek için de durum farklı değildir. Bireysel yaklaşımların

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

85

atomik süreçlere odaklanması zamanla terk edilirken toplumsal bellek altında sosyal bellek, kültürel bellek, iletişimse} bellek gibi aslında aynı manaya gelen birçok kavram üretilir.ııı Bu fazlalık da zaten girift bir kavram olan belleğin derli toplu bir tanımını ola­ naksızlaştırır. Kitle iletişim araçlarının gündelik yaşamın olmazsa olmazı haline gelmesi kadar sosyal medyaya saplanmış nüfusun artışı, belleğe iletişimse} bir boyut da katar. Anlaşılacağı üzere belleğin ne olduğundan çok ne olmadığı, nerede işlediğinden çok nerede işlemediğinden bahsedecek sevi­ yelere gelinir.112 Gerçekten de bugün bellek dendiğinde sözcüğün içini doldurmak izafidir. Bağlamı tamamen yanıtlayıcıya göre de­ ğişen bellek her şeye sinmiştir. Dinamik yapısı sebebiyle güncel her unsurun belleğe atfedilmesi, belleği çatışmacı bir alana dö­ nüştürür.113 Bellek savaşlarının yaşanması, haber bültenlerinde en sıradan gelişmenin toplu kalkışmalara yeterli oluşu, hatırlananla­ rın/hatırlanacakların üstten yönlendirilmesi ve türlü manipülas­ yonlar belleği kognitif işlevinin dışına çıkarır. Bu noktada önceki ara bölümde tartışılan klasik tarih, ulu­ sal inşa ve kimlik yaklaşımlarını tersyüz eden ve çalışmaya il­ ham olan yukarıdan tarih anlayışına karşın aşağıdan bir tarihin önemini teorilerinin merkezine koyan, iki savaş .arası dönemde Paris'te bir dergi etrafında buluşan ve zaman içinde toplumsal ça­ lışmalarda ekol haline gelen Annales Okulu'na değinmek gerekir. Alternatif analiz düzeyleri öneren bu okulun üyeleri, resmi tarih kadar bu tarihin yazımında tarafgirliğin olduğunu ve insanlık lll

Alon Confino, "Collective Memory and Cultural History: Problems of Method", Ihe

American Historical Review, C. 102, S. 5, 1997, s.1386- 1403. 112

Charles Maier, "A Surfeit of Memory? Reflections on History, Melancholy and Deni­ al", History and Memory, C. 5, S. 2, 1993, s.136- 151.

113

Tony Judt, Reappraisals.Reflections on the Forgotten Twentieth Century, Penguin Bo­ oks, New York, 2009, s.18-19.

86

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

durumunu dışladığını savunurlar. Kronolojik tarih anlayışı yeri­ ne sorun ve birey odaklı, sosyal disiplinlerle iş birlikçi bir tarih anlayışı öneren topluluk, ana anlatının yaşama hakkı tanımadığı küçük anlatılarla ilgileneceğini açıklar. Eleştirileri, geleneksel ta­ rihin güvenilir olmaktan çıktığı ve tarihin bütünlüklü şekilde in­ celenmesinin gerektiği noktasında yoğunlaşır. Mevcut tarihin po­ zitivist anlayışa paralel şekilde siyasi olay ve figürleri temel aldığı, inceleme aşamasında sosyal olayları dikkate almadığı belirtilir. Tarihten ders çıkarmanın anlamayla değil, açıklamayla mümkün olabileceğinde birleşen okul, birleştiricilik ilkesinde diretir. Özneye dönüşün amaçlandığı bu yaklaşımda genelgeçer kur­ gular veya belgelerin aksine birey ve düşünceleri her şeyin üstün­ dedir. Yazılı kaynaklara ön yargılı olan Annalesçiler mutlak bir gerçeklik kadar tartışma götürmeyen bir doğruluğun da imkan­ sızlığına değinirler. Onlara göre özellikle resmi nitelik taşıyan ya­ zılı kaynaklar birer ideoloji penceresidir ve bu pencerelerin çoğu devlet/devletler eliyle açılır dolayısıyla siyasidir. Tarih yazıcılığı da buna uygun bir denetim altında şekillenir.114 Maddi kültür öğelerinin yanında manevi kültür öğelerine vurgu yapan Annales hareketi, gelenekçi tarih algısını kırarak evrensel ve insan temelli bir bakış açısı yerleştirmek ister.115 Tarihyazımı hususunda "geçmişi öğrenmek arzusuyla yanıp tutuşan insanlar, bu amaçlarına ulaşmak için hangi kaynakla­ ra başvurur" sorusunu soran Bloch, Latin İlk Çağ tarihçilerinin saygınlıktan başka bir şey getirmediğini ve tarihyazımında çeşit­ liliğin aslında, "anlatmak ya da anlatılanı dinlemekten duyulan evrensel zevke tanıklık ettiğini"116 vurgular. Ona göre el yazması 114

Doğan Özlem, Tarih Felsefesi, inkılap Yayınları, İstanbul, 2001, s.131.

115

Georg G. Iggers, Bilimsel Nesnellikten Postmoderrıizme Yirminci Yüzyılda Tarihyazı­ mı, çev. Gül Çağalı Güven, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2000, s.51.

116

Marc Bloch, Feodal Toplum, çev. Melek Fırat, Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2007, s.171-203.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

87

belgeler/kopyalar anlamsız anlatılardır. Belgelerin eleştirilerek incelenmesi, tarihsel tanıklar diye adlandırılanların beyanlarının doğruluğu ya da yanlışlığı ve tarihin nasıl geriye doğru yazıldığı; tarihsel bir incelemenin esaslarıdır. Her tarihsel olayı, kendin­ den önceki zaman algısı içinde anlama çabası olarak tanımlayan Bloch, tarihsel bir olgunun kat'i surette kendi zamanı dışında an­ laşılamayacağını söyler. Geçmişin incelenmesi, aslında bugünü anlama çabasından başka bir şey değildir ve bu çabaya tarihçi, tarihi "tersten okuma"yı da eklemelidir.117 Duygusal, içgüdüsel ve örtük olana bu ilgi, karartılan pek çok husus için umut yaratır. Tarih ne geleceğe rehber kılınmalı ne ef­ saneleştirilmelidir. Tarih sadece geçmişteki ya da şimdideki bir toplumsal durumu açıklamalıdır. Tarihin sadece değişimi ortaya koyabileceği, tarihçinin de bu değişimi incelemesi gerektiği öne sürülür. Tarihçinin de birinci dereceden deneyimleyici olma­ dığı, olayları doğrudan yaşama ve gözlem imkanının olmadığı, bunun da her şekilde başkalarının tanıklığına başvurmakla so­ nuçlandığı söylenir.118 Artık önemli kişilikler dışında halk kitle­ lerini oluşturan insanlara ve onların gündelik deneyimlerine bir yönelim başlar. Yaşanan olaylar belli amaçlarca bastırılırken so­ run odaklı açıklamalar, yaşananın insani boyutunu kurtarabilir. 119

Devletlerin ulusal ve uluslararası siyasal olayları gibi toplumla­ rın da sorunlarının olduğu ve bunların karşılaştırmalı ve analitik

şekilde ele alınması gerektiği yinelenir. Böylece önceleri önem­ senmeyen sözlü anlatılar ve tanıklıklar gündeme yerleşir. Sıradan 1 17

Erdem Sönmez, Annales Oku/u 'n un Türkiye'deki Tarih Yazımına Etkisi: Başlangıç­ tan 1980'e, (yüksek lisans tezi) , İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008, s.41-43.

118

Peter Burke, Tarih ve Toplumsa/ Kuram, çev. Mete Tunçay, Tarih Vakfı Yayınları, İs­ tanbul, 2006, s.58.

119

Henri Lefebvre, Rönesans lnsanı, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Kitabevi, Ankara, 1995, s.31-34.

88

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

insanların yaşantıları kadar her insanın anlatacağı bir şeylerinin olduğu görüşü, geleneksel tarih ve tarihyazıcılığında bir kırılma yaratır. Toplumsalı meydana getiren tek tek öznelere ve taşıdıkları­ na dönmek, iletişimse} kadar bir post belleğin yapılanımını da gündeme taşır. Yaşananların ilk doğası yeni bir boyutta sürdürü­ lür. Filmler, karikatürler, kitaplar bu belleğin kurulumunda işlev yüklenirler. Terimi öne süren Marianne Hirsch'e120 göre travma­ tik olay ve anıların özneyi takip etme, peşinden gitme durumları vardır. Bireysel deneyimi olmamasına karşın onu varmışçasına edinme, yazınsal çoklukla da kurgusal türler sayesinde gerçekle­ şir. Burada geçmişi öykü ve/veya romanlar aracılığıyla öğrenme söz konusudur. Başka bir ifadeyle ana/ilk doğa eğitilmeyle dev­ ralınır. Dolaylı bilgilenmeyle edinilenler ise önceki öznelerin ya­ şantılarıdır. Özneden özneye bu aktarım, geniş zamanda nesneler yaratır. Büyükbaba kuşağının (grobelterngeneration) yaşadık­ ları, torun kuşağına (enkelgeneration) ve sonrasına taşınır olur. Burada sürekliliği sağlayan, kurgulanan yaşantı ve anılardır. Bu noktadan hareketle edebiyatın, dar anlamda ise tür olarak roma­ nın bir kaydetme ve iletme pratiği ortaya koyduğu söylenebilir. Kişisel olarak hatırlananların paylaşım ve doğrulatma yoluyla başkalarının olma durumu, Lowenthal'ın121 deyimiyle bir geri ça­ ğırma (recalling) ile kolektife mal olur. Romanlara baktığımızda Dido Sotiriyu'nun iki romanında da resmi tarihçilikte yer edenleri her iki devlet ve toplum için sorguya açtığını görürüz. İlk romanında da özneden özneye 120

Bkz. Marianne Hirsch, Family Frames.Photography, Narrative and Postmemory, Har­ vard University Press, Cambridge, 1997.

121

David Lowenthal, The Past is a Foreign Country, Cambridge Univeristy Press, Camb­ ridge, 1985, s.196. Paralel bir okuma için bkz. Amy Corning Howard Schuman, Generations and Collective Memory, University of Chicago Press, Chicago, 2015.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

89

aktarılanlar salt 1914 yılından Yunan-İtalyan Savaşı'nın başlama­ sına kadar süren tarihsel bir süreçten ibaret değildir. Benzer şekil­ de Matomena Homata romanını il. Meşrutiyet'ten İzmir'in kur­ tuluşuna uzanan edebi bir anlatımla açıklamak güçtür. Nitekim yazarın Anadolu'daki yaşamı, öznel deneyim ve anılardan yola çıkarak ördüğü açıktır. Kurgu aracılığıyla yarattığı paylaşımsallık, okurun belleği kadar toplumsal belleği de yeniden yapılandırır. Aliki ve Manoli'nin öznelerin yaşantısını yeni öznelere taşıya­ rak nesneleştirmesinden, anlatılanların zamansal ya da mekansal bir gerçekliğin oldukça ötesini arzuladığı fark edilir. Düşmanlığın yapay karakteri ise aktarılmak istenenlerin başına yerleştirilir. Türkler ve Helenlerin ortak kaygı ve hüzünlerinin öne alınma­ sı ve sonrakilere bırakılmasıyla amaçlanan, aslında toplumla­ rın ve halkların birbirine öteki ol(a)mayacağıdır. Romanlarda İzmir etrafında dönen koruma, tüm gelişmelere rağmen hisse­ dilir. Türkler çetecilerin elinden Rum komşularını kurtarırken Rumlar, Helenlerin vahşeti karşısında Türklerin yardımına ko­ şarlar. Yunanların bölgeye ikinci hamlesiyle Tanasi'nin, Tahran Efendi'yi hatırlaması buna örnek gösterilebilir: Size Tahran Efendi'ye rastladığımı söylemeyi unutmuşum. Fuka­ ra! Aklını yitirdiğini sanırdınız. Ailesinin tamamını. kaybetmiş, kemiklerini dahi bulamamıştı. Ama insandı. Yaşananlara rağmen beni korudu. Tahran her zaman iyi bir dosttu. Askerlere beni gös­ terdi ve dedi: Ona kimsenin dokunmasını istemiyorum. Duyuyor musunuz, hiç kimsenin. Bunun için gerekli önlemleri alın.122

Anlaşıldığı üzere mezalim kim tarafından ve ne şekilde gelirse gelsin, kim tarafından yaşatılırsa yaşatılsın, iki toplumun insan­ ları buna eşit derecede karşı durur. Vaktiyle korunan Tanasi, bu kez korumaya hazırdır. Roller değişse de bireysel ve toplumsal 122

Sotiriyu, İ Nekri Perimenun, s.106.

90

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlarında Toplumsal Bellek

farkındalık ve hassasiyet aynıdır. "Yunanlar yeniden girdiklerin­ de, Tahran'ı bulmaya çalışıyordum. Zavallım! Hiç düşündünüz mü, hiç uğruna tüm ailesini kaybedişini.''123 Manoli'nin erkek kardeşi Stamati'yi de Konya'da bir çetecinin elinden kurtaran Kirliceli, vaktiyle Kırkıca'ya gelen köylülerden biridir. Onu ölüm­ den kurtarmayı, evlerinde yediği ekmek ve onlarda konaklamay­ la destekleyen köylü buna örnektir. Büyükanne'nin Aliki'ye dedikleri paralel önemdedir. Öznenin gördükleri kadar inandıkları da yumuşatılarak sonraki nesle an­ latılır. Burada öfke veya kinden bahsetmek imkansıza yakındır. Yaşlı kadının dedikleri evrensel bir bağlam ortaya koyar: Bir halkın acı çekme ve ağlama zamanı geldiğinde onu insan eli kurtaramaz. Çünkü savaş ve getirdiği felaketi ne insan eli önleyebi­ lir ne de buna insan kalbi dayanabilir. O zaman hayatta kalabilmek için sertlikle yaşamayı öğrenmekten başka şey elden gelmez.124

Burada önceki kuşağın savaş karşıtlığı, savaşın sebep olduğu yıkım ve ondan beslenen güçler toruna aktarılarak bunların ya­ yılması amaçlanır. Yine Ağaefendi Musa Kazım'ın dörtleme boyunca söyledik­ leri, üst kuşağın belleğinin tarifi için uygundur. Melek Hatun da ada sakinlerinin en büyüğü ve kıdemlisi olarak aynı fikirlere sa­ hiptir. Bu bağlamda öznelerin, yazarın sesinin yükseldiği şu ifa­ dede buluştukları söylenebilir: İşte bizi savaşlar bu hale düşürdü. Böyle savaşlı bir dünya olma­ saydı insan soyu hiç böyle olur muydu, hiç böyle birbirlerinin gözlerini oyarlar mıydı?125

123

a.g.e., s.106.

124 a.g.e., s.114. 125

Yaşar Kemal, Bir Ada Hikayesi - 4, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2018, s.125.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

91

Görüldüğü gibi özneler negatif anılarına karşın olumlu pay­ laşımları, savaş öncesi yaşamı hatırlar ve bellek kurulumuna yön veren bunlardır. Bir Ada Hikayes i 'nin anlatıcısı da benzer şekilde adanın Rum sakinleriyle Müslümanları arasında "ekmekle tuz hakkının" olduğunu sık sık tekrarlar. Karınca'ya gelen farklı et­ nik kökenler Türk-Yunan imgesinin Sotiriyu'daki kadar odakta kalmasına olanak tanımasa da bu iki imge dörtlemede de derin !emesine işlenir. Ötekiyi ve ötekiliği kabul etmeyen anlatıcı, yüz­ yıllarca bir arada yaşayan halkların aynı cephelerde savaştığını hatırlatır: Bacağını nereye sakladın, Yordanis Güzeloğlu, bacağını ne yap­ tın? Bacağın Çanakkaleden gelinceye kadar beklemeyecek mi­ sin? Ya sen Barba Spiros, üç kardeşini burada beklemeyecek mi­ sin? Onlar daha Çanakkalede savaşıyorlar. Savaşı bitirmelerine az kaldı. Onları beklemeyecek misin? Savaş bitince onlar adala­ rına dönmeyecekler mi? Bomboş adada ne yapacaklar?126

Öznelerin biriktirdikleri, siyasallaşmaya rağmen toplumlara ve çoğunluğa dairdir. Siyasal olanın getirebileceği çürüme, dört­ leme boyunca adeta bir tip olarak kalan Kavlakzade Remzi öze­ linde öne çıkarılır. Nefret söyleminin doruğa ulaştığı bölümler de onunla ve onun adaya geldiği zamanlarla sınırlıdı �. Temsil ettiği cenah da kendisi de gülünç hallere düşürülür. Kasabanın hatırı sayılır isimleri tarafından geçmişi pek iyi bilinen Kavlak, "yüksek vazifelerini" Cumhuriyet Halk Fırkası'nın kasaba reisliğine gel­ mekle gerçekleştirdiğini düşünür. Bilinçaltında yatan "ötekide" ise onun ve aidiyet hissettiklerinin sürülmesi vardır. Bunun için gidenlerden taş bırakmamak birincil görevidir. Bu kiliseyi hususiyetle yıkacağım. Bize ihanet eden Rumların namı nişanı kalmasın. Bu kilise kalırsa onlar geri gelirler, işte 126

Kemal, Bir Ada Hikayesi - l, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2016, s.59.

92

Yaşar Kemal ve Dido Sotiri;ıu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

kilisemiz derler, seni de beni de adadan, bu topraklardan Orta Asyaya, geldiğimiz yerlere sürerler. Bu kiliseyi, elime geçen bü­ tün kiliseleri yıkacağım. 127

Kurmaca aracılığıyla Dido Sotiriyu'nun değindiği adlandır­ ma krizi, Kaz Dağı-İda Dağı tartışmasını hatırlatır biçimde yine mekan üzerinden karşımıza çıkar. Manoli Aksiyotis'e söylettiği, esasen iki toplumun gerçeğidir: İzmir'e ayağımı basar basmaz bir güven hissettim. Burada, İz­ mir'de, Rumluk daima bir güven hissederdi. Türkler ona gavur İzmir derdi ve gerçekten onlar için burası inançsızdı. Bizler için ise Helenliğin mutlu ve konuksever başkenti idi.128

Gavur İzmir veya değil, iki toplum için de şehrin vazgeçilmez­ liği açıktır. Bağlamın nasıl doldurulduğu ise orada geçen zaman ve anılara içkindir. Fakat her şekilde Manoli gibi romanlarda öne çıkan tüm karakterler geri getirdiklerinde başkalarına bağlıdırlar. Karakterlerin hatırladıkları da kuşaklar öncesinden devralınanlar kadar devredilecekleri de yansıtır niteliktedir. Gönüllü olarak Yunan Ordusu'na katılan Manoli, Dündarlı'nın meşhur çetecisi Kör Memed'i bulamayınca sorguya aldıkları da­ madını öldürür. Söz konusu kesitte yazar değişen bir şeyin ol­ madığını, işkence görenlerin zamanla işkencecilerden farklarının kalmadığını vurgular. Anlatıcı, yıkıcı dönüşümden ürktüğünü itiraf edecek hale gelir. Hayatının hiçbir döneminde şiddete baş­ vurmayan Aksiyotis, olumsuzladıkları gibi olduğunu fark eder. Öldürmeden önce betimlenen kesitte Manoli ile Kör Memed'in damadı ölümüne boğuşur. Burada anlatıcının aklına gelen me­ tafor, yüzyılların dışavurumu kabul edilebilir. Başka bir ifadeyle, ı27

Kemal, Bir Ada Hikayesi - 2, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2017, s.284.

128

Sotiriyu, Matomena Homata, s.333.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

93

kuşaklar boyu "dikte edilenler" dövüşme ve birbirlerinin üzerin­ de yuvarlanma sahnesinde öne çıkar. Bir noktada Manoli şöyle sürdürür: "Bedenlerimiz yumaklaştı. Soluk soluğaydık. Türk'ün dizi -tam bir demir- göğsümü sıkıştırıyordu. Elindeydim. Gözü korkutucu, sarhoşlamış, benimkine rastladı. O an Türkiye ile Yunanistan boğuşuyor derdiniz."129 Fakat karakterin, ona anlatı­ lan ya da aktarılanlara rağmen eyleminden pişman olduğu açıktır. Muhatabının, ona tükürür gibi bakıp hakaret etmese buna kal­ kışmayacağı satır aralarında anlaşılır. Nitekim sorguda tek başına kalmış olmanın ve Türk'ün gözlerinin içine bakmanın nasıl zor olduğunu açıklar. Cesedi başında kaldığında ise kendisine hay­ ranlık duyduğu, "onu kıskanmadım desem yalan olur" ifadesiyle belirginleşir. Sorguda ve işkencede çözülmeyen damadın cesareti kadar kararlılığı, anlatıcının hayranlığını uyandırır. Tarihin ve tarihselin yaratabildiği husumete rağmen Manoli, bu sahneyi ömrü boyunca unutmaz. Savaş nedeniyle nişanlana­ madığı Katina'nın başkasıyla evleneceğini öğrendiğinde dahi ak­ lına ilk önce Kör Memed'in damadının geldiği görülür. Kadının hayaliyle kavgaya başlayan Manoli'nin dedikleri manidardır. Burada yılların düşmanlığı ortadan kalkar ve empatinin etnik kö­ kenler üstü kurulduğu görülür. "Hayatta çok daha ciddi meseleler var. Burada yurdun kaderi belirleniyor. Kör Meİned'in damadı bir sözcük ile karısının koynuna dönebilirdi ama o ölmeyi tercih etti."13° Fark edildiği üzere sorumluluk ve görevleri hatırladığında Türk ile Yunan iç içe geçer ve ikilik ortadan kalkar. Halbwachs'ın pek çok kez eleştirildiği hatırlamanın toplu­ luk köklü kolektivist tutkalına karşın anımsayıcıların öznel de­ neyimleri hatırladıkları da görülür. Anıları her ne kadar birileri 129 130

a.g.e., s.252. a.g.e., s.264.

94

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

sayesinde uyansa da anıların mutlak surette sosyal gruplara ait olduğunu söylemek zordur. Kurmaca anımsamanın, bireysel bel­ leği hükümsüz kılan bu görüşü pek çok yerde kırdığı gözlenir. Öznelerin geri getirdikleri zamanlar ve mekanlar, kolektiften bes­ lenen ancak kolektiften türetilmeyen görsel ve işitsel kayıtlardır. Burada bir üst yorum ekleyecek olursak bizi ilgilendiren, bireysel veya grupsal anıların bir sonraki kuşağa taşınmasının araçsal yö­ nünün tespit edilmesidir ki söz konusu bireysel ya da toplumsal kurmaca sayesinde iletilir. Bellek, bireysel veya toplumsal hatırlamaya dayanır. Çalışma için bu açı ve bunun nasıl oluştuğunu vermek yeterlidir. Pek çok noktada belirtildiği üzere çalışmanın irdelediği bellek havzası, bi­ lişsel süreçleri hariçte bırakır. Her karakterin yaşadıklarından bir diğerinde bir şeyler bulması, belleği öznel işlevinden mecburen çıkarırken kolektifin kurulumu da öznel deneyim ve kayıtlardan arınık düşünülemez. Bu karşılıklı beslenme ve/veya akış, kayna­ ğın geçmiş olduğu ancak bulunulan zamanda yeniden kurulan bir üretkenliğe işaret eder. Okurun ikinci doğayı tekrar kurdu­ ğu okuma zamanında benzer bir meta yapılanım söz konusudur. Yitenin sosyal dönüşüme sokulması ise zaman ve mekan üstü bir mahiyet ortaya koyar. Küçük bir topluluk olarak Karıncalıların bireysel rastlantı, çatışma ve kriz durumlarını beraberlerinde getirerek sosyal bir grup olma arzusuyla onları birbirleriyle paylaştıkları görülür. Her karakterin geçmişinin bir yanıyla kurulan topluluğun bir üyesi­ nin geçmişiyle denk düşmesi, bilinçli bir aktarımın sonucudur. İletilmek istenen dönemin sosyo-politik çerçevesi ise yazarı, kur­ gusal bir post bellek kurmaya iter. Söz konusu kurgulanım, ben­ zer şekilde neyin ve ne şekilde nakledileceğine göre değişkenlik gösterir. Bizim örneğimizde amaçlı bir empatinin öne çıkarıldığı

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

95

romanlar, yeni bir hayat inşasının temeli için ciddi veriler taşı­ maktadır.

Bir Ada Hikayesi'nde anlatıcının kolektiften azade temsiller aktarmadığına, her karakterin bir noktada bütünlük sağladığı di­ ğer grup üyeleriyle maddi ve/veya manevi bir örüntü içerisinde olduğuna ya da olmak istediğine ulaşılır. Başka bir ifadeyle ortak düşünce veya duygulanımlar, özneleri sosyal bir kitleye dönüştü­ rür. Aşağıdaki kesit, paydaşlığı sağlayan noktaların azımsanma­ yacak derecede olduğunu gösterir: Karşısındaki acılı yüz Poyrazı tepeden tırnağa ürpertti. O Poy­ raz ki Sarıkamışı, Allahuekber dağındaki ayak yalın, başıkabak, günlerce bir lokma ekmek bulamayan aç susuz on binlerce do­ nup kazık kesilen, tifüsten sapır sapır dökülen askerleri, kırgına uğrayan Yezidileri, kesilmiş memeleri, çölün kızgın kumlarında kanayan suna gibi kızların memelerini.131

Öznenin topluluğu kuruculuğu, travmatik geri getirmelere dairdir. Her yaralı belleğin kendinden ve bilişsel kaydından bir şeyler bulması, dile getirdikleri veya getir(e)medikleriyle başka birileriyle kesişmesi, hatırlamanın ve unutmanın kurgusal çerçe­ vesini çizer. Öznenin kuşatılmışlığında başkalarıyla buluşması veya bü­ tünleşmesi, öznenin kendini bulmasıyla nihayetlenir. Assmann'ın nesneler belleği tasnifi,132 bu noktada etkindir zira her özne, için­ de yaşadığı zaman diliminde geçmişi hatırlar. Şimdinin içinde kaynaşan özneler bir yeni üretirler. Geri getirilenler ise sosyal bir yapılanım için bulunulan an'da boyut kazanırlar. Tarihsel ve kurumsal aldırmazlığı bir yana iten karakterler, belleğin toplum­ sal örülümü kadar bunun sürdürülmesinde görev üstlenirler. Bu 131

Kemal, Bir Ada Hikayesi - 2, s.54.

132

Assmann, Kültüre/ Bellek, s.39.

96

Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

noktada kuşaklar arası farklılıklar öne çıksa da eylem(e) nokta­ sında kuşak farkının minimalize edildiği saptanır. Üst kuşağın salık verdiklerinin veya tembihlediklerinin genç kuşakta müspet karşılıklar bulduğu gözlenen romanların hatırlamanın (ve unut­ manın) zamansal ve mekansal farklılıklarına rağmen ortak te­ reddüt, tepki ve duygulanımlar ortaya koydukları saptanır. Buna büyükanne ile Aliki, Lena Hatun ile Poyraz, Ağaefendi ile kızla­ rı, Melek Hatun ile oğlu örnek verilebilir. Doktorlar ve Hasan da yaşları gereği bu gruba dahil edilebilir. Romanlar aracılığıyla Huyssen'in düşüncesine ulaşılır. Ona göre bellek, aktif ve canlıdır ve ancak toplumsal yaşamın içeri­ sinde somutlaşarak açığa çıkar. 133 Kuşakların hatırlama kadar unutması, böylesi devingen bir oluş içerisinde biçimlenir. İki top­ lumun farklılıklarından çok ortaklıklarının verildiği romanlar, Bergson'un "anılara bulanmamış algı yoktur"134 görüşünü doğru­ lar. Nitekim anıların iç içe geçtiği dörtleme ve iki roman, savaş ve yıkımlara tanıklık etmiş öznelerin eğilimlerini ele almada algı ve imgelerin zamansal değişimlerini de aksettirirler. Zorunlu göçle gelenler, toplumlar kadar anlatıcıların da belleğini yarar. Buradan bakıldığında aktarılanlar arasında simbiyotik bir bağın olup ol­ madığına dair bir soru rahatlıkla böyle bir bağın olduğuna ikna eder. Başka bir ifadeyle edebiyatla yapılanan post bellek, kurma­ cada veya haricinde mübadeleyi nesiller boyu kalıcı sosyal bir dolaşıma sokar. Kurmaca anıların uydurma olsalar da (false memory) bir dö­ nemin aktarımında rol üstlendikleri görülmektedir. Doğrudan tanıkların -buna düz tanık da denebilir- yaşadıklarının soğuk do­ ğasıyla dolayımlananlar, bir hatırlama uğraşı ortaya koymaktadır. 133

Andreas Huyssen, Present Pasts: Urban Palimpsets and the Politics of Memory, Stan­ ford University Press, California, 2003, s.28.

134

Bergson, Madde ve Bellek, s.27.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

97

Başka bir ifadeyle geçmişle şimdide kurulan ve kuruldukça yapı­ lanan yazınsal iletişim, okurlar arası bir mobilizasyon sağlamak­ tadır. Belleklerin düğümlendiği örnek olay ve neden oldukları sosyolojik anlamda birkaç açıyı vermektedir: Tarihsel perspek­ tif, tarihsel olana yaklaşım ve/veya tarihsel olanla hesaplaşma. Hadiseleri sıcağı sıcağına yaşayan bir kadın yazarla yaşananların canlı tanığı olmayan erkek bir yazarın aynı olaya eğilmeleri, başlı başına sosyal bir değerlendirme için yeterlidir. Bu bağlamda pek çok duyarlılığı da öne çıkaran romanlar sonraki doğayı örerken adama(ma)/adanma(ma) kültünü değişik açılardan işlemektedir. Bunlar arasında ulusal ada(n)madan örgütsel ada(n)maya veya değil, nice aşama belirginleşmektedir. 5- Toplumsal Bellek, Kurmaca ve Tanıklık

Toplumsal belleğin tabanı aslında gündelik hayattır. Gündelik hayatın en önemli özelliği durağan olmayışı, zamansal bir sürek­ lilik ortaya koymasıdır. Bu bile belleğin olandan/bitenden beslen­ diği kadar ondan ayrıldığını da göstermeye yeterlidir. Süreklilik içinde üretilen bellek, bugünü kurmada geçmişe yönelirken onun yitik yapısından da ayrılır. Sosyal inşa geçenle bağıntı içinde olsa da yeni kurulum gündelik ve bulunulan zamana, şimdiye içkin­ dir. Bu bağlamda bellek, yaşamın tamamına yayılmış geçmişten bugüne uzanan bir alımlama ve etkileşim zinciridir. Ne var ki geçmişin anlatı durumundaki taşınırlığı sorunludur. Aktarılan geçmiş ve bunda meydana gelen deneyim, bulunulan zamana çekildiğinde başkalaşıma uğrar. Diğer bir anlatımla canlı belle­ ğe çağrılan yiten, tekrara dayalı kurulumunda müdahale görür. Bu noktada açıklığa kavuşturulması beklenen bir husus da anlatı düzlemindeki tarihin ve kurmacanın ayrımıdır.

98

Yaşar Kemal ve Dido Sotiıiy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Tarihsel anlatı ile kurmacayı birbirinden ayıran Paul Ricoeur, tarihsel anlatının, fiilen meydana gelmiş bir geçmişe gönderme yaptığını belirtir.135 Tarih güdümlüdür, başka bir ifadeyle olana içkindir. Anlatısını da buna dayandırır. Bir olay olup bitmiştir ve anlatıya temel oluşturan gerçekleşendir. Bu bakımdan olup biten bir şeyi yeniden kurar. Kurmaca anlatıda ise yeni yaratımlar söz konusudur. Romancıdan ayrı düşecek şekilde tarihçi bir tartış­ manın, gerçek bir durumun içinde üretir. Anlatısında gerçek­ liği doğrulama ve kanıtlama esastır. Yazma sürecinde güvenilir kaynaklara başvurmak ve bunları dikkate almak durumundadır. Gündelik hayatta iletişim, anlatı yoluyla gerçekleşir. Olup biten­ lere dair olayların hepsi anlatıya dairdir. Gerçek ile kurmacanın ortaklığı buradadır: Meydana gelenlerin bildirilmesi veya akta­ rılması durumu.136 Nasıl ki romancılar kurgularının malzemesini anlatısal bir düzene sokmak için belirli bir olay örgüsü seçiyorlar­ sa, tarihçiler de geçmişteki olayları belirli anlatısal yapılara veya olay örgülerine göre düzenlerler.137 Her iki durumda da kesişen, belleğin izleridir. Anımsayıcılar da yine bu izler sayesinde anım sarlar. Daha açık söylenecek olursa insanların geçmiş zamanda ortaya çıkan geçişlerini, burada ve şimdiki zamanda belirten iz­ lerdir ve izler harekete geçiricidir. Oysa kendi devrini tamamla­ mış bir geçmişin anlamlılığını araştıran tarih, anlamlılığı geçmi­ şin ardında bıraktığı kalıntılarda aramak zorundadır. İzler aracı­ lığıyla -ki bunlar belleğe aittir- elde edilen bilgi/bilgiler izlerin dolayısıyla tarihin bütünüdür.138 Tarih nasıl ki geçmişte ortaya 135

Paul Ricoeur, Zaman ve Anlatı Dört: Anlatılan (Öykülenen) Zaman, çev. U. Öksüzan - A. Altınörs, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s.12.

136

Ricoeur, Zaman ve Anlatı Üç: Kurmaca Anlatıda Zamanın Biçimlenişi, çev. Mehmet Rifat, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012, s.284-285.

137

Richard Kearney, Dilin ve Mitin Poetikası: Pau/ Ricoeur ile Söyleşi, çev. E. Simson, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008, s.141- 159.

138

Ricoeur, Zaman ve Arı/atı Dört: Anlatıları (Öykülenen) Zaman, s.203.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek

99

çıkmış olan olayların bazılarını seçip ayırıyorsa entelektüel bir yapı olan bellek de böyle bir ayıklama gerçekleştirir. Bellekte yer etmiş anıları kurgulama, ulusal kadar toplumsal kimliği koruma ve aktarmayla açıklanabilir. Edebiyatın estetik dışında algı yaratmada doğrudan etkisi göz önünde bulundu­ rulduğunda toplumsal bir mühendislik ifa eden düşünür ve ya­ zarlardan siyaset dünyasına, edebiyatın sosyal inşada hayati bir rol üstlendiğinde mutabık kalınır. Ancak bu yaratım sürecinde geniş kitlelere ulaşmak için yer yer bir araca indirgenen edebiya­ tın demagojik saiklerle kullanılma durumu her dönem geçerlidir. Koşul ve ihtiyaçların yaratıya etkisine örnek için daha önce de be­ lirtilen Milli Edebiyat dönemine bakılabilir. "Bütün düşünce ala­ nı, yazar ve şairleri hatta siyasileri milli devlet fikrinde birleşirler. Dönemin en ayırıcı özelliği, imparatorluktan milli devlete geçiş düşüncesi ve gayretidir."139 Osmanlıcılık ve İslamcılık paradigma­ larının yetersiz kaldığı düşüncesi bir yana ötekine karşı korunma ihtiyacı, geçmişin ululaştırılması etrafında şekillenir. Münferit yaşantı, bireysel gözlem ve anılar bütünleşerek/bütünleştirilerek bir algı oluşturulmak istenir. Yazarın inşada nerede durduğu, ideolojisi, hayata bakışı ve daha pek çok etken yaratıya yön verir. Yine de ede�iyat metinleri­ ni makul ve makbul anlatıların tamamı şeklinde değerlendirmek pek çok türdeki muhalif seslerin bastırılmasına, fısıldayan nice temsilin işitilmemesine neden olur. Ulusal ölçülere dayanma­ yan, resmi eğitimin dayattığının dışına çıkmayı deneyen, tarihin kahramanlık mitoslarını sorgulayan bir yazın evreni azımsan­ mayacak ölçüdedir. Diğer bir deyişle milli birlik ve bütünlüğün dışında evrenseli yakalama gayreti hep vardır. Hayatta kalanların 139

Şerif Aktaş, Milli Edebiyat Dönemi (1911-1923) Türk Edebiyatı Tarihi, C. 3, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2006, s.187-272.

1 00 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

belleğini ve hikayelerini dilsizleştiren, resmi tarihte konuşulama­ yanları ya da adlandırılamayanları göstermede edebiyatın ezber bozuculuğuna bu noktada değinmek gerekir. İnsanlık suçları karşısında okura "bellek ödevini",140 başka bir ifadeyle, hatırlama sorumluluğunu hatırlatan metinler sayıca az değildir. Madun an­ latılar yerine bir toplumun, bir kültürün tamamını veya kültürün esaslı bileşenlerinden birinin ya da bazılarının altını oyan, yok eden, istilacı ve ezici bir olaya atıfta bulunan,141 travmatik zemine odaklanan kurmaca anlatılara da rastlanır. Çalışmayı yakından ilgilendirmesi sebebiyle burada not düş­ mek gerekir. Mektup, biyografi, otobiyografi ve anı, yazarların bireyler kadar toplumların geçmişlerini yansıtmada başvurduk­ ları edebi türlerdir. Yaşama dair pek çok ayrıntının kurgulana­ bileceği bir alan olarak anımsama edebiyatı, 142 geçmiş zaman ve deneyimleri esas alır. Sosyal spazmlardan toplumsal konsensü­ se, muhtelif durum ve olay yüzeye çıkarılarak okura kazandırılır. Hayatları boyunca gazeteciliğin ve haberciliğin ön plana çıktığı Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu'nun bir imkanı da vazifeleri gere­ ğince gündemi sahada takip etmeleridir. Bu açıdan bakıldığında sıcak gelişmelere gözlem kadar tanıklık etme, oluşan/oluşturulan toplumsal algıyı dolayısıyla belleği hatta bunun yönlendirilişini sorgulamalarını getirir. Nitekim iki yazarın şiir, öykü, deneme ve röportajları hariçte bırakıldığında romanlarında da bir bellek olayı ortaya koydukları ve bu belleğin çoklukla baskılanmış, yara almış, bir şeyleri dönüştürme/onarma isteğinde olduğu görülür. 140 Tzvetan Todorov, Les Abus de la Memoire, Arlea, Paris, 1995. 141

Neil ). Smelser, "Psycological Trauma and Cultural Trauma. Cultural Trauma and Collective Identity", Unjacketed Hardcover, ed. Jeffrey C. Alexander - Ron Eyerman vd., University of California Press, California, 2004, s.31-59.

142

Astrid Erli, "Traumatic Pasts, Literary Afterlives, and Transcultural Memory: New Directions of Literary and Media Memory Studies", /ournal ofAesthetics and Culture, C. 3, S. 1, 2011, s.3.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek 101

Bellek ödevinin edebiyat yoluyla daha bir tesir yaratabileceği dü­ şüncesinin yaratımlarına yön verdiği fark edilir. Genel itibariyle susan/suskun kahramanlarının da aslında bir temsil için orada bulunduklarını, bu suskunun esasen tepkisel bir karşılığının olduğunu vermek isterler. Burada anlaşılması bekle­ nen, bunun propagandist amaçlar etrafında değil görülmeyen­ lerin/görülmek istenmeyenlerin gösterilmesi, en azından okura kazandırılması istenciyle şekillendiğidir. Olay kurucu bellek bir toplumsallığı ortaya koyuyorsa bu toplumsallıkta tüm temsillerin eşit olduğu/olması gerektiği tasavvurundan hareketle kahraman­ ları baskıcı, tektipçi, eritici kesim, güruh ya da durumların karşı sında konumlanırlar. İki romancıda da görülen çok seslilik kadar çok renklilik, in sandan doğaya pek çok aşamada boyut kazanır ve sonsuz oluşa dahil olur. Eyleme geçen, mücadeleye niyetli temsillerin her bi­ risinin bir geçmişe, münferit bir belleğe hatta anıya sahip oluşu; topluluğu oluşturma, kolektifi kurma noktasında hayatidir. Acı ya da yıkım, adı ne olursa olsun, kişileri aşar ve kitleleşir. Kurgu düzleminde de olsa bireyselin inşa ettiği çoğulluk, tek tek özne­ lerin bütüne katkısı ve gittikçe örgütlü bir hal alan direnç, her şeyden önce toplu uyumla alakalıdır. Öte yandan bir olay hakkın­ da konuşmak belleğe yardım eder. Konuşmak veya bir deneyimi dile getirmek kişilerin zihinlerini organize etmelerine ve durumu özümsemelerine yardım eden bir tekrarlama, anlatma biçimi­ dir.143 Kurmaca üzerinden gerçekleştirilen bu konuşmalar, sos­ yal bir bağlamın ama her şeyden önce bir empatinin oluşmasını amaçlar. Güçsüzleşen/güçsüzleştirilen sesleri yükselten yazarlar, olanaklar dahilinde bir yüzleşme talep ederler. 143

Stefan Berger - Mark Donovan - Kevin Passmore, Writing National Histories: Wes­ tern Europe Since 1800, Routledge, New York, 1998, s.72.

102 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Yaşar Kemal'in dörtlemesinden farklı olarak Dido Sotiriyu, özyaşamı ve tanıklıklardan yola çıkar. Bu bağlamda yaşananların kurguyla ne ölçüde verilebileceği, romanda tanıklığın kamusal bir bilinç yaratabileceği hususu öne çıkar. Hayal ile hakikatin bir­ birine geçtiği bu tür anlatılar için muhtelif yaklaşımlar söz konu­ sudur. Geleneksel yaklaşıma göre edebi türün gerçeklikle müna­ sebet kurduğu/kurmaya çalıştığı müddetçe edebiliğinden ödün verdiği/vereceği, hayalin bir hakikate dayanmak/dayandırılmak durumunda olmadığı noktasında birleşilir. Tanıklıkların gerçeği ne ölçüde yansıttığı, anlatılanların çar­ pıtılma ihtimali,144 olay anında yaşanan şokun bilişsel kaydı bo­ zabileceği,145 yazarları muhtelif eleştirilere maruz bıraksa da kur­ macanın gerçekliği yansıtma mecburiyetinin olmaması, itibari bir alemden146 bahsetmesi ve pek çok unsur, söz konusu tenkitleri hükümsüzleştirir. Bu durumda Elias Canetti'nin Edebiyatçılar Üzerine adlı deneme kitabında edebiyatçılara istinaden kullandı­ ğı "bir edebiyatçının görmediği şey, olmamış demektir"147 ifadesi tüm yazarlara mal edilebilir. Anlaşılacağı üzere sanatçının diledi­ ğini görme ve ele alma durumu daimdir. Bunun nasıl yapılacağı da yine kendisine bağlıdır. Önce de belirtildiği üzere onu tarihçi­ den ayıran da üretimindeki bu serbestliktir. Ancak her halükarda metnin bir bellek taşıdığı belirtilmelidir. Kanonik pek çok metin, edebiyatı milletlerin salt pozitif yaşantılarını, anılarını ortaya çı­ karan en temel olgu olarak değerlendirir. Genelleyici yorum ve yaklaşımların diğer yüzünde edebiyatın negatif anılara yoğunla­ şarak toplumsal bir iyileşme sağladığına pek değinilmez. 144 Ricoeur, Hafıza, Tarih, Unutuş, s.185-186. 145

Daniel L. Schacter, Belleğin izinde, çev. Eda Özgül, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2017, s.321.

146 Şerif Aktaş, Roman Sanatı ve Roman incelemesine Giriş, Birlik Yayınları, Ankara, 1984, s.32. 147

Elias Canetti, Edebiyatçılar Üzerine, çev. Gürsel Aytaç, Payel Yayınları, İstanbul, 2007, s.13.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek 1 03

Toplumun bellek inşasına edebiyatın iştirak ettiği açıktır. Bir gelenek taşıyıcılığı üstlendiği buna dahildir. Fakat geleneğin yanı sıra türlü yöntemlerle baskılanan, yaşama hakkı tanınmayanlara nefes verdiği de bir gerçektir. O halde geleneksel kadar moder­ nin dışında, ikisinin içinde ama aynı zamanda çok ötesinde, tali yerlerde unutulan yaşayış ve durumları kazandırma uğraşı fark edilir. Bu noktada edebiyat, duygu devinimlerinden çatışmalara toplumların belleklerine kazınmış pek çok olay ve durumu ola­ nın/mevcudun dışında ele almayı dener. Ne var ki edebiyat ile "hiç kimsenin, en küçük bir zarar vermesine mahal bırakmadan yüzyılları aşıp gelen failin tek dilli sesini"148 yıkma önerisi ve ger­ çekte yaşananlarla bunların kurmaca metinlerde işlenme şekilleri başlı başına bir sorundur. Tanığın tanıklık etmek zorunda olduğu tek şeyin, aslında kendi ölümü iken ve tanıklık henüz gerçek ha­ yatta mümkün değilken veya bir karşılığı yokken; bunu edebiyat­ ta ve edebiyatla arama durumu akılları kurcalar. Telafisi "imkan­ sız kayıplar"ın bırakacakları tanıklığın da ne türden bir tanıklık olduğu, esasen bir tanıksızlığa nasıl yaklaşmak gerektiği hususu çözümsüzleştirir. Anıların uydurma olduğu/olabileceği kurmacalara yönelik te­ reddüt bakidir. Tarih ile kurulan ya da kurulacak diyalogun olanı/ olanları ne derece aydınlattığı, karartılanların olasılık olarak kal­ ması ve döneme/dönemlere dair kayıtların hangi koşullar altın­ da seçildiği yanıtsız sorulardır. Esasen tanıklığın, tanıklık kabul edilmesinde temel ölçütün ne olduğu, böyle bir ölçütün var olup olmadığı başlı başına bir meseledir.149 Bunun yanı sıra kurmaca 148 Marc Nichanian, Edebiyat ve Felaket, çev. Ayşegül Sönmezay, İletişim Yayınları, İs­ tanbul, 2018, s.15. 149

Ayrıntılı bir okuma için bkz. Neima Barzel, "Testimony as Literature and Literature as Testimony: Abba Kovner and Amir Guttfreund", fewish Studies Quarterly, C. 9, S. 2, 2002, s.160- 172.

104 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

metinlerde rastlanan tanıklıkların gerçek yaşamda bir karşılıkla­ rının olup olmadığı, varsa ölçüsünün ne olduğu150 tartışmalıdır. Diğer bir ifadeyle öncelikli olarak psikolojinin inceleme alanına giren birey, grup ve toplumları etkileyen travma/travmaların151 edebiyat aracılığıyla sosyal bir bağlama kavuşturulması göreceli­ dir. Çoklukla yıkıcı, telafisiz bir olay ya da durum sonrası oluşan/ oluşturulan algının da tesiri ve yönlendirmesiyle kaleme alınan ve merkezinde bir tanığa/tanıklığa yer veren kurmacalar, aktar­ ma biçiminden çok aktardıklarında şüphe uyandırırlar. Burada esas düğüm, tanıklık yazınının kitlesel bir mobilizasyona neden olup olmadığıdır. Kurgu yoluyla aktarılanların okurda kolektif bir bilinç yaratıp yaratmadığı ve bunun sonucunda toplumsal bir kımıldamanın sağlanıp sağlanmadığıdır. Zira anlatılanların tesir etme kadar harekete geçirme durumu; neyin, nasıl anlatıldığını aşabilir. Stevan Weine, travmatik olayların ve bu olayların kişiler üze­ rindeki etkilerinin çok daha detaylı bir şekilde tartışılmasına ola­ nak tanıdıkları için kurmaca tanıklıkların önemli bir görev yü­ rüttüğünü152 söyler. Nitekim duygusal sarsıntılar yaratarak kurgu üzerinden bir empati veya yüzleşmenin mümkünlüğü üzerine sayısız görüşler vardır. Ancak yaşananlar ve o anlardan geri ka­ lanları yorumlama gayreti tarihselle bağlantılı veya bağlantısız tanık/tanıklık edebiyatının gerçeğidir. Öte yandan Gadamer'in işaret ettiği gibi sanat eserinin sürpriz153 bir vasfa sahip oluşu, ıso ısı

Shoshana Felman - Dori Laub, Testimony: Crises of Witnessing in Literature, Psycho­ analysis and History, Routledge, UK, ı992, s.120. Barbara A. Misztal, Theories of Social Remembering, Open University Press, Phila­ delphia, 2003, s.139.

ıs2

Stevan Weine, Testimony After Catastrophe: Narrating the Traumas of Political Vio­ lence, Northwestern University Press, Evanston, 2006, s.43.

ıs3

Hans-Georg Gadamer, Philosophical Hermeneutics, çev. ve ed. David E. Linge, Uni­ versity of California Press, London, 2008, s.101.

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek 1 05

başka bir ifadeyle orijinalliği, öyle ya da böyle, anlatısında tarihte müstakil bir kırılmaya, yön değişikliğine yol açar. Tarihsel bağla­ mın kopuşu da edebi eserin biricikliğinden ileri gelir. Edebiyatın tanıklık ettiği şey de belli bir tarihsel hadise olmaktan ziyade söz konusu hadisenin dilde ne ölçüde kendisini görünür kıldığıdır. Dolayısıyla bir tanıklık tarihsel bir hadiseye değil, tanığın -dil ile kurduğu ilişki bağlamında- dile tanıklığıdır. Tanıklığın yok sayılmasını reddeden Benjamin Stora'ya göre geçmişe çakılmışlık söz konusu değildir. Deneyimlenen aşılabi­ lirdir. Bu da ancak tarihe karşı bir amnezi154 ya da onu inkarla mümkün hale gelir. Bireyler kadar toplumların sonsuz yas, kay­ gı bozukluğu ve travmatik sahneden sıyrılabileceğini savunur. Bunun olması için ne olduğunun bilinmesi önemlidir. Başka bir ifadeyle bir olayı yüzeye çıkarmak, onunla yüzleşmeyi sağlamak, geçmişi aşmanın birincil şartıdır ve bu yerine getirildiğinde bir iyileşmeden söz edilebilir. Pierre Vidal-Naquet ise tarihte yaşananın önemli olduğunu ve göz ardı edilemeyeceğini belirtir. Tarih ile belleğin bir noktada kesiştiğini, bu sebeple belleğin tarihten büsbütün izole şekillen­ mediğini ve bir şekilde tarihle karşı karşıya gelineceğini söyler. Fakat aynı zamanda kurbanın bir şeyler söylediğini/.söylemek is­ tediğini, bunun da yok sayılamayacağını ekler.155 Negatif belleği temsil eden tarihe ulaşmanın önemli olduğunu, ancak ve ancak buna ulaşılabildiğinde sosyal bir iyileşmenin sağlanabileceğini öne sürer.

154

David L. Schalk, War arıd 1he Ivory Tower, University of Nebraska Press, Lincoln and Landon, 1991, s. 152.

155

Pierre Vidal Naquet, Assassirıs of Memory, Columbia University Press, New York, 1993, s.172-176.

106 raşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Walter Benjamin bir şeyleri layıkıyla hikaye edebilen insan­ lara artık ne denli az rastlandığını hatırlatır. Deneyimin anlatıla­ bilirliğinin insandan alındığına, anlatma melekesinin gasp edil­ diğine odaklanır. Birinci Dünya Savaşı'na kadar hiçbir kesintiye uğramadan anlatılan deneyim, gazetelerle birlikte gözden düşer. Savaştan dönenlerin dilsizleşmesi ile deneyim anlatımından büs­ bütün vazgeçilir. Aktarılan ise gerçeğin çarpıtılmasından iba­ rettir. 156 Bizzat tecrübe etme ve maruz kalma, yaşanan felaket ve deneyimin yoğun içeriği; aktarmayı, hikaye edilebilmeyi etkisiz­ leştirir. Aktarma doğasının bu imhası, tanık olmak kadar tanığın ifadesini de tartışmaya açar.

Tanık ve Arşiv: Auschwitz 'den Artakalanlar kitabında tanıklığı dil ve aktarımın imkanı dolayımında irdeleyen Giorgio Agamben, Auschwitz'de yaşananlar üzerinden tanıklığın ne denli olağan, deneyimin ise ne ölçüde aktarılabilir157 olduğunu sorgular. Tanık olma durumu kadar tanık olunan şeyin/şeylerin aktarılmasının imkansızlığından yola çıkar. Felaketten kurtulan kişinin aslında olanaksız bir şeye tanıklık etmesi nedeniyle tanıklığının hüküm­ süz olduğunu belirtir. Yaşar Kemal'e paralel şekilde negatif deneyimle bir kez karşı­ laşanın artık eski insan olmadığına/olamayacağına vurgu yapan Primo Levi, kamplarda tanık olduklarından hareketle şöyle yazar: İşkence edilmiş kişi, işkence edilmiş olarak kalır. ( ... ) İşkence­ ye uğrayan kişi artık dünyaya uyum sağlayamaz, bir hiç yerine konmanın getirdiği bulantı asla yok olmaz. Yüze atılan ilk tokat ile parçalanıp, daha sonra işkenceyle yok edilen insanlığa güven duygusu bir daha kazanılamaz.158 156

Walter Benjamin, Son Bakışta Aşk, haz. Nurdan Gürbilek, Metis Yayınları, İstanbul, 2014, s.77-78.

157

Giorgio Agamben, Tanık ve Arşiv: Auschwitz'den Artakalanlar, çev. Ali Ihsan Başgül, Dipnot Yayınları, Ankara, 2011, s.36-38.

158

Primo Levi, Boğulanlar Kurtulanlar, çev. Kemal Atakay, Can Yayınları, İstanbul, 1996, s.20.

Birinci Bölüm I Toplumsal Bellek 107

Ona göre öznenin öznel deneyimleri sonucu özne olmayı yi­ tirmesi, işkenceciler kadar yapay müdahalelerle belleğe yaşatılan kayıplar özneyi, özne olmaktan çıkarırken onu her alan ve an­ lamda itibarsızlaştırır. Kişinin yaşadıkları sonrası utancı, ken­ dini inkarla sonuçlanır. Tahakküm kurma ve caydırma ereğiyle ona yaşatılanlardan hayat boyu sıyrılamaması, özel yaşamından toplumsal hayata pek çok aşamada kendini gösterir. Anlaşılacağı üzere deneyimleyici olarak aktaranın/yazarın anlattıkları, edebi­ yatta veya değil biricik, saygın ve sarsıcıdır. Jean Amery'e göre şiddetin olanağına dair herhangi bir ön­ seziye sahip olan insan ile şiddete maruz kalan insanın dünya içindeki konumu birbirinden farklıdır. Şiddete uğrayan kişinin "insanlık haysiyetini"159 kaybedip kaybetmediği tartışmalıdır fa­ kat "bana akıllarına geleni yapabilirler" düşüncesinin belirginleş­ mesiyle "dünyaya güveni"ni yitirdiği tartışmasızdır. Amery, bu durumun insanda büyük bir hayret ve dünyaya yabancılaşma gibi bir daha asla bastırılamayacak iki his bıraktığını ifade eder. Tanıklık edilenin korkunçluğu belki de dile gelmezliği, şüp­ he durumuyla ilintilenebilir. Paul Ricoeur, tanık ve tanıklık için şöyle der: Tanıklığın güvenilirliğini ve sadakatini güçlendirm eye yönelik ahlaki türden ek bir boyut işin içine girer: Tanığın tanıklığını yineleyip yinelemeyeceği. Güvenilir tanık zaman içinde tanıklığı olduğu gibi koruyabilen kişidir. Bu koruma sayesinde tanıklık, verilen söze, özellikle sözden önce verilen söze, sözünü tutmaya, sözünün eri olmaya benzer. Tanık söylediklerinin aynısını ken disini sorguya çeken herkese söyleyebilmelidir.160

159

Jean Amery, Suç ve Kefaretin Ötesinde, çev. Cemal Ener, Metis Yayınları, İstanbul, 2015, s.47 /61.

160 Ricoeur, Hafıza, Tarih, Unutuş, s.186-187.

108 Yaşar Kemal ve Dido Sotiri_yu'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Kanıtlanmış olan şey, hem geçmiş şeylerin gerçekliği hem de, aynı zamanda, anlatıcının olay yerindeki mevcudiyeti ise "kendi­ ni tanık olarak ortaya atan kişi tanığın kendisidir." Eylemin tüm muhataplarına göre üçüncü kişi konumunda, büyük olasılıkla fail ya da kurban olarak tanık olduğunu söylediği olayın gerçekliği­ ni birinin önünde doğrular. Bunu yaparken de her şeyden önce kendisine inanılmasını, orada olduğuna ikna olunmasını ister. Tanıklığın doğrulanması ise ancak tanıklığı alımlayan ve kabul edenin vereceği yanıtla tamamlanır. Tanıklık durumunun bu istikrarsız yapısı, tanıklığı, toplum­ sal bağı oluşturan ilişkiler bütünü içinde bir güvenlik etmeni ha­ line getirse de tüm yaşamsallığına/gerçekliğine rağmen olanın/ meydana gelenin edebi türde nasıl verildiği/verilmesi gerektiği bir muamma olarak kalır. Gerçek-kurgu çatışmasının doğrudan etkisi sebebiyle tanıklığı sorgusuz sualsiz tamamen güvenilir ka­ bul etmek kadar onu büsbütün hafife almak veya yok saymak da benzer ön yargıların neticesidir. Başka bir ifadeyle okurda oluşan algı, yaşayanların/deneyimcilerin, birinci veya ikinci dereceden tanıkların, tanık yakınlarının anlatılarının kurmacada varlık gös­ termesi ikna kadar tereddütleri de korur. Görüldüğü gibi yapay bir anlatıda gerçeği veya gerçeğin bir bölümünü yansıtmak ciddi bir sorun olarak durur. Kesin yargı­ lara varmama bir yandan edebi türün başat özelliklerinden iken bunun kurguda hangi saiklerle kullanıldığı ve bununla neyin/ne­ lerin hedeflendiği tartışmaların diğer bir boyutudur. Fakat yaygın olarak dilin modern çağın acılarını kayıt altına alma veya onları bir çeşit protesto etme biçimi olarak öne çıkan tanıklık ve tanık­ lık edilenin ne olduğu, yazınsal bir tür kabul edilen anı romanın ontolojik yapısını dönüştürür. Tarihle hesaplaşma veya tarihe rağmen hesaplaşma, çatışan süreçleri beraberinde getirir. Bu da

Birinci Bölüm / Toplumsal Bellek 109

edebi türün ne olduğundan nasıl kabul göreceğine pek çok aç­ maza neden olur. Esasen mesele, doğal bellekle yapay bellek ara­ sında süregelir. Öyle ki yaşayan/deneyimleyen veya yazar, tüm deneyim ve tanıklığına rağmen üretim aşamasında bir yeniden kurmaya gider. Sadece bu yeniden kurma da yeni bir şeyi ortaya koyar. Aktarılan, kaleme alınan da bir şekilde dönüşür, farklılaşır. Bazı noktalar geriye itilirken bazıları öne çıkarılır. Burada tanıklığın geç doğasıyla karşılaşılır. Edebiyatta tanık­ lığı açıklayan Michael Braun'a göre farklı anımsamalar metne de yansır. Fail veya kurban olan birinci kuşağın anımsadıkları, sonrakilerle aynı değildir. Birinci kuşak deneyimleyen iken ikin ci kuşak, tanıklarla görüşmeye geçendir. Yaşananları dinleyen ve kaydedendir. 161 İkinci kuşaktakilerin birincilerden aldıklarını edebiyata taşımaları, bunları kurmacalaştırmaları, doğrudan de­ neyimlenmemiş durum ve olayları kurguya nakletme, yaşananlar ve dinlenenlerle yazınsal bir yapılanım kurma, tanık ve tanıklıkla organik bir ilişki içindedir. Geçen zamana rağmen bu illiyet, bir aşıma uğramaksızın gelişir ve edebiyat metni -özelde roman- bir görgü şahitliğinin mayasıyla kurulan sosyal ve tanıksal bir forma dönüşür. Yeniden kurma, geçmiş zamanı (geçeni) veya anıyı, kısaca meydana geleni korunaksız kılar. Bu korunaksızlık, üretim süre­ cinde ister istemez birtakım değişikliklere sebep olur. Güvenilirlik bağının bir anlamda bozulmaya uğrayacağı aslında anlaşılırdır, zira bir yeniden inşa söz konusudur. Bu meyanda, aktaranın/ya­ zanın sözü veya sözüne güvenden çok, metnin biricik karakteri ve bu biricikliğin yarattığı bellek önem kazanır. Romanlara konu olan olay ve yaşantılar da okurun okuma zamanına göre tekrar 161

Braun'dan akt. bkz. Gonca Kişmir, "Uwe Timm'in 'Kardeşimin Örneğinde' B ellek Yansımaları", Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, C. 57, S. 1, 2017, s.257-273.

11O raşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

kurulurlar. Edebiyatın metaforik bir bellek alanına dönüştüğü ilk aktarım, yazarların tanık oldukları veya öğrendikleri olayları yüzeye çıkararak tamamlanırken ikinci bellek kurulumu okurun okuma anında alımladıklarını yeniden kurmasıyla gerçekleşir. 162 Anlaşılacağı üzere deneyimlenmiş ya da işitilmiş, zamanın her­ hangi bir diliminde gerçekleşmiş, herhangi bir ırkı ilgilendiren bir olay ya da durumun devriyle toplumsal bir bellek inşası mey­ dana gelir. Birden fazla insan aynı husus etrafında buluşur; böyle­ ce zamana, olaya ve hatırlamalara "bellek düğümleri" atılır.

162

Ilan Stavans

-

G. Sheehy, "Memory and Literature", Agni, S. 48, 1998, s.79-90.

111

İKİNCİ BÖLÜM

Hepsini tek tek hatırlıyorum. Her yüzü. Her yarayı. Ölürken göz­ lerinde beliren bakışları. Ari Folman - David Polonsky, Beşir'le Vals

1 - Tarihsel Gerçeklik Olarak Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi

a- Yakını Anlamak: 20. Yüzyıla Kadar Mülteci Algısı Nüfus hareketleri, Avrupa devletler tarihinde özel bir olgudur. Orta Çağ ve ilk Avrupa devletleri çok ulusludur. Bireylerin ya da grupların süresiz ya da süreli değişimi sosyal kadar ekonomik yaşamlarıyla bağıntılı, zamansız bir fenomendir. Yer değiştirme­ ler, daha iyi yaşam koşulları elde etmek üzere başvurulan bir yol olduğu gibi buna mevsimsel olarak bulunulan bölgeyi terk etme de eklenebilir. Ancak her şekilde Avrupa kıtasının diğer ülkele­ rine ya da deniz aşırı kolonilere göçün olduğu görülmektedir. 1 Hareket halinde olan nüfusların salt iyi arazi elde etme ya da iş Detaylı bir inceleme için bkz. Leslie Page Moch, Moving Europeans: Migration in Westrern Europe Since 1650, lndiana University Press, 1992; Robin Cohen, The Camb­ ridge Survey of World Migration, Cambridge University Press, UK, 1995, s.126-127. Ayrıca bkz. )an Lucassen, Migrant Labour in Europe, 1600-1900, çev. Donald A. Bloch, Routledge Kegan&Paul, London, 1987, s.1-6, 23-71.

1 1 2 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

bulma düşüncesinin yanı sıra bu yer değiştirmeler kimi zaman da dini etkenlerle ortaya çıkar. İnsanların, inanç ve ibadet özgürlüğü için göç ettikleri de gözlenmektedir.2 Görüleceği üzere demog­ rafik hareketlilik, devlet içinde veya dışında bazen belli zaman dilimlerinde bazense belirsiz fakat rastlanan bir durumdur. 3 Fransız Devrimi'ne kadar göçmen nüfusların nereden ve ne şekilde yeni yerlere geldikleri, gönüllü göçleri ya da baskıyla gön­ derilmeleri devletleri ilgilendiren hususlardan değildir. Kural ola­ rak sınır dışı edilen, yerinden edilmiş kişi ve gruplar, gittikleri ül­ kenin yerleşik nüfusuyla yaşamaya devam etmekte ve asli nüfusla ülkenin ekonomik büyümesine katkıda bulunan yeni bir işgücü olarak kabul görmektedir.4 Başkaca söylersek, 18. yüzyılın sonu­ na kadar kesin çizgilerle saptanmış bir göçmenler ve mülteciler ayrımı yoktur. Bu ikili tasnifin olmamasını Avrupa devletlerinin çok uluslu özelliğiyle açıklamak mümkündür.5 Birliğin sembolü olan krallar, egemenliklerini türdeş olmayan nüfuslarda sürdür­ mektedir. Komşu olmayan nüfuslar söz konusudur ve henüz or­ tak bir ulusal bilinçten söz etmek zordur. Yöneticilerin egemenliğine meydan okuma -ya da tersi- dini farklılaşma vurgusuyla şekillenmektedir. Güç ve güçlülük iddiası, din odaklı belirlenmeye çalışılmaktadır. Buradan da anlaşılaca­ ğı gibi 19. yüzyıldan önceki göç ya da sürülmelerin karakteris­ tik özelliği dine dair olmalarıdır. Henüz etnik azınlıklara karşı bir algı yerleşmemiştir. Fakat Fransız Devrimi sonrası ciddi bir 2

Stephen P. Ladas, The Exchanges of Minorities: Bulgaria, Greece and Turkey, Macmil­ lan, New York, 1932, s.16.

3

Peter Sugar F. - lvo John Lederer, Nationalism in Eastern Europe, University of Was­ hington Press, Seattle, 1994, s.5.

4

Stefan Wolff (ed.), German Minorities in Europe: Ethnic Identity and Cultural Belon­ ging, Berghahn, New York, 2000. Emmanuil Emmanuilidis, Ta Teleftea Hronia tis Ottomanikis Avtokratorias, Tipis

5

Y.H . Kallerği, Atina, 1924, s.66.

İkinci Bölüm / Tarihsel Gerçeklik 1 1 3

dönüşüm belirmektedir.6 Bundan böyle tüm yurttaşlar mülte­ ci olarak anılır. Buna, zorunlu göçe tabi tutulanlar da dahildir. Terim de uluslararası şartlara göre dizayn edilir ve modern an­ lamıyla kullanılmaya başlanır. Dolayısıyla mülteci, kendi talebi olsun veya olmasın bir şekilde yer değiştirmeye zorlanan kişilere işaret etmektedir. Yüzyılın sonundan itibaren de bir olay nede­ niyle vatandaşlıklarını bırakmak mecburiyetinde olanlar için kul­ lanılmaktadır. 7 17. yüzyılın bilimsel gelişmeleri ve 18. yüzyılın Aydınlanma hareketi özgül talepleriyle gelir. Hak talebinde bulunmak hukuk, ilerleme ve hümanizmin yerleşmesini gerektirir. Nice istek, yeni değerlerin oluşumunu getirir. Öte yandan tüm bu girişimler, za­ manla ideolojinin oluşmasına zemin hazırlar. Yine insan ilişkileri revize edilir. Sosyal örgütlenme ve devlet ideali üzerine radikal görüşler öne sürülür.8 Süregelen, mutlak bir kabuğu kırmak de­ nenir. Pek çok alanda hamlelere tesadüf edilir. Ancak doruk nok­ tasının Fransız Devrimi olduğu tespit edilir. Bu bağlamda birey­ sel, sosyal ve politik hakların korunması kadar bunların sürdü­ rülebilirliği hususu öne çıkmakta ve ulusun belirleyici bir kuvvet olduğu anlaşılır kılınmak istenmektedir. 9 Devrimin hareket noktasına ve bildirilerine balqldığında dev­ letin tek bir ulusu veya bir dil birliğini temsil etmesi gerektiğine ulaşılmaktadır. Başat ideal olarak, eşit hakları haiz insanlardan oluşan bir grubun krala karşı meşruiyet temelinde bir devlete 6 7

Antony Alcock, A History of the Protection Regional Cultural Minorities in Europe: From 1he Edict of Nantes to the Present Day, Palgrave Macmillan, London, 2000, s.6. Hans Kohn, 1he idea of Nationalism. A Study in its Origins and Background, Transa­ ctions, New York, 1961, s.187-188.

8

Piotr S. Wandycz, 1he Price of Freedom: History of East Central Europe from the Middle Ages to the Present, Routledge, New York, 2001, s.137.

9

Antony Smith, Nationalism in the Twentieth Century, New York University Press, New York, 1979, s.l.

1 14 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

entegrasyonunu reddetmesi ve kendi anayasası gibi kendi hü­ kümetini seçme hakkına sahip olması yükselmektedir. Başka bir ifadeyle her yurttaş, mevcut devlet veya hükümetten ne za­ man kurtarılacağına karar verme gibi başka bir devlete katılma ya da bağımsız bir devlet kurma hakkına da sahip kabul edilir. Devrimciler ayrıca baskı altında olan halkları özgürleştirmeyi in­ sanlığa borç bildiklerini açıklamakta ve ezilenleri tiranlığa karşı ayaklanmak üzere örgütlenmeye davet etmektedir. Napolyon'un saldırgan veya "özgürleştirici" savaşları, Avrupa'daki özgürleştiri­ ci fikirlere bir anlamda katkıda bulunur. Napolyon, monarşik re­ jimleri devirmekte ve işgal ettiği ülkelere liberal değişiklikler ge­ tirmektedir. Halkların toplanması -kurtarıcı veya işgalci oldukla­ rı bir yana- söz konusu halkların ulusal bilinçlerinin oluşumuna etki eder. Diğer bir anlatımla kesin sınırları olan, bölgesel olarak uyumlu bir alandan oluşan modern devlet kavram ve ilkelerinin sağlamlaşması öne çıkmaktadır.10 Bu devlet, tek bir otorite tara­ fından yönetildiği gibi tek bir ulusu temsil etmektedir. Fransız Devrimi'nin fikri yönü, Avrupa halkları üzerinde tesir bırakır. Bu da bilhassa değişiklikten yana hazır ülkeleri reform­ lara yöneltir. Devleti olmayan halklar, romantizmin de etkisiyle köle ulusların birleşmesi ya da tamamen özgürleşmesini savu­ nurlar. Bunu da yeni konjonktür ve özgürlüklere dayandırırlar. Ortaya çıkan dinamikler, Avrupa'da bir dizi ihtilali tetikler.11 Böylece 19. yüzyılın ilk yarısı, "siyasi mülteci" terimini getiren bir seri devrime yol açar. Bu terim, cezalandırılmamak üzere ülkele­ rini terk eden kişi ve grupları tanımladığı gibi düşünceleri veya siyasal eylemleri nedeniyle dünyaya geldikleri yerleri bırakmak durumunda olanlar ile hür iradeleri sonucu onlara sığınma hakkı 10

Eric J. Hobsbawm, The Age of Revolution: 1789-1848, Vintage Books, New York, 1996, s.132- 137.

11

Piotr Wandycz, The Price of Freedom, Routledge, New York, 2001, s.135- 137.

İkinci Bölüm / Tarihsel Gerçeklik 1 1 5

tanıyan ülkelere yerleşenler için kullanılır. Burada siyasi sürgün­ leri homojen bir grup olarak nitelemek zordur zira aralarında krallar, demokratlar, radikaller, askerler, subaylar, gazeteciler ve aydınlar vardır. Lakin amaç noktasında birleştikleri görülür. Buna göre mevcut ya da dayatılan hükümetleri alt etmek ortak hedefleridir.12 İstemli veya istemsiz sürgünlerin bir özelliği de 20. yüzyılın kitlesel mülteci akışlarına kıyasla sayılarının sınırlı oluşudur. Bunlar, çoklukla başarısız devrimlerin liderleridir. Başkaca söy­ lersek ülkelerindeki devrimlerin başarısızlığından sonra zorunlu ya da kişisel seçimle ülkeyi terk eden kişi ve küçük gruplardır. Önceki yüzyılların dini mültecileri, dinlerini kabul eden bir ülke­ ye yerleşmek istemekteydiler.13 Oysa siyasi sürgünler her zaman kovulanlar arasında değildir. Sıklıkla siyasal görüş ve düşünce­ lerini yayacak, bunları devam ettirebilecek bir devlet ararlar. Bu arayış da esasen anavatanlarındaki siyasal düşün evrenini dönüş­ türmekten ileri gelmektedir. 18. yüzyılın sonlarından itibaren Fransız Devrimi fikirleri­ nin yayılması, her milletin kendi ulus-devletini kurma hakkı­ na sahip olduğu inancını perçinler. Birçok etnik, dilsel ve dini grupları bünyesinde bulunduran Osmanlı İmp�ratorluğu için bu, sonun başlangıcıdır.14 Bu gruplardan her birinin etnik kim­ liğinin kademeli olarak dövünümü ya da aşınmaya açık oluşu, evvelden Osmanlı'nın olan Balkan topraklarında birçok küçük 12

Sabine Freitag - Rudolf Muhs, (ed.), "Introduction", Exilsfrom European Revo/utions: Refugees in Mid- Victorian England, Association with the German Historical Institu­ te, London, 2003, s.1, 33. Ayrıca bkz. Bade Klaus, Migration in European History, çev.

13

Michael Marrus, 1he Unwanted: European Refugees from the First World War 1h rou­ gh the Cold War, Temple University Press, Philadelphia, 2001, s.14-15.

14

Barbara Jelavich, History of the Balkans, Cambridge University Press, UK, 1983, s.284-286.

Allison Brown, Wiley Blackwell, Hoboken, 2003, s.129.

1 16 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

ulus-devletin kurulmasına yol açan ardışık devrimleri kışkır­ tır. Aynı zamanda Rusya, Karadeniz'in kuzey kanadını siste­ matik şekilde fethetme tasarılarını sürdürür. Fakat Osmanlı İmparatorluğu'nun güney topraklarına yapılan baskı ve zulüm­ ler, bir yüzyıl boyunca yaklaşık 22 milyon Müslüman'ın güven­ li bölgeler aramasına, dolayısıyla imparatorlukta kalan Balkan yerleşimlerine ve Anadolu çevresine göç etmelerine neden olur.15 Buna karşılık, Hıristiyan nüfus sırasıyla, etnik bağlılık hissettikle­ ri yeni kurulan devletlerin topraklarına taşınır. Anlaşılacağı gibi Hıristiyanlar ile Müslümanlar eş bir yazgıyla karşı karşıyadır. 2- 20. Yüzyılın İ lk Yirmi Yılında Osmanlı İ mparatorluğu

Nüfusunun Yeniden Yerleşimi

a- 20. Yüzyıl Başlarından Birinci Dünya Savaşı 'na Mülteci Dalgaları Dönemin en mühim meselesi Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan'ın egemenlikleri gerekçesiyle Makedonya'nın ilhakıdır. Böylece yeni kurulan Balkan devletleri arasında bir çekişme be­ lirir. Bu devletlerin her biri, 19. yüzyılın son çeyreğinden bu yana ulusal stratejilere başvurarak bölge üzerinde taleplerde bulunur.16 Nitekim kurtarılmamış kardeşlerin vizyonu, ideoloj ik olarak tüm Balkan devletlerine egemen olan milliyetçi çevrelerin ortak talebi olarak öne çıkar.17 Diğer bir söylemle, Balkan devletleri arasın­ daki rekabetin ancak Osmanlı boyunduruğundan kurtulmakla 15

Marrus, The Unwanted: European Refugees from the First World War Through the Cold War, s.27-36. Ayrıca bkz. Eric Lohr, Nationalizing the Russian Empire: The Campaign Against Enemy Aliens During the World War /, Harvard University Press, Cambridge, 2003, s.1-9.

16

Evangelos Kofos, Nationalism and Communism in Macedonia: Civil Conflict, Politics of Mutation, National Identity, Aristide S. Caratzas, New Rochelle, 1993, s.2-3. Robert Mantran, Osmanlı imparatorluğu Tarihi, çev. Server Tanilli, iş Bankası Yayın­

17

ları, İstanbul, 1989, s.448.

İkinci Bölüm / Tarihsel Gerçeklik 1 1 7

aşılabileceği salık verilir. Birbiriyle çatışma halinde olan "Büyük Yunanistan", "Büyük Sırbistan" ve "Büyük Bulgaristan"ın görüş ve emelleri algı yönetimlerine de yansır. Halkları karşıya karşıya getirme, türlü manipülasyon ve insanlık dışı durumla şekillenen bir evredir. Siyasi muhaliflere suikast, köyleri yakma, mülklere el koyma, tecavüz, farklı dilsel, etnik veya dini gruplara zulüm bunlara dahildir. Bu şartlar altında daha 1878 gibi erken bir ta­ rihte, özellikle Yunanlar ve Bulgarlar arasında Makedonya' da ilan edilmemiş bir savaşta yaşanacakların aşırılığı dahi bu durumu gösterecek güçtedir. 18 Makedonya topraklarında "ilan edilmemiş" savaş kadar bu­ raların yönetiminin açıkça talep edilmesinin, daha fazla toprak kaybına uğramayı engellemek durumunda olan Osmanlı İmpa­ ratorluğu'nun tepkisini tetikleyebileceği açıktır. Nitekim Osmanlı politikasında ana bir yönlendirici olarak 1908 yılında Selanik'te tebarüz eden Jön Türk Hareketi, artık tesirsiz bir halde bulunan Osmanlı yönetimine ilerici bir tepki olarak örgütlenir. 19 Harekette buluşan aşırı milliyetçi cenah ise benzer kayıpların yaşanmaması kadar olası tehditleri bertaraf etmek suretiyle etnik azınlıklardan arınmış, türdeş bir nüfusun tesisi için beyanlarda bulunur. Mülteci akınlarının çığ gibi büyüdüğü yıllar 1912-1914 ara­ sıdır. Etnik, dilsel ve dini gruplardan yaklaşık 890.000 kişinin yeni kurulan Balkan devletlerine veya Osmanlı İmparatorluğu'na ..

sığınmak için yollara düştükleri kırılma bu yıllarda gerçekle­ şir.20 Diğer yandan Balkan devletleri, Jön Türk hükümetinin 18

Vasilis K. Gounaris, O Makedonikos Ağonas Ke 1 Protesmia Tis Apelefterosis, Ekdosis Efesos, 2001, s.211.

19

Arnold J. Toybee, The Western Question in Greece and Turkey: A Study in the Contact of Civi/isations, Houghton Mifflin Company, Boston, 1922, s.412.

20

Yannis G. Mourelos, "The 1914 Persecutions and the First Attempt at an Exchange of M inorities Between Greece and Turkey", Balkan Studies, C. 26, S. 2, 1985, s.389.

1 1 8 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

uyguladığı Türkleştirme politikasına tepki amacıyla birbirleriy­ le ittifak kurmaya giderler. Süreç ise 17 Ekim 1912'de Osmanlı İmparatorluğu'na savaş ilan etmeleriyle neticelenir. Birinci Balkan Savaşı'nda yükselen düşmanlık ve orantısız şiddet karşısında daha çok Makedonya bölgesinde yaşayan en az 100.000 Müslüman evlerini, 10.000'i ise Yunanistan'ı terk et­ mek durumunda kalır. 104.000 Müslüman, Bulgar Ordusu'nun İstanbul'a ilerlemesi sırasında Doğu Trakya'dan tahliye edilir.21 Çoğu Anadolu'ya göç esnasında liman ya da yollarda açlık ve has­ talıklardan ölür. Fakat Doğu Trakya'nın Helenizm'i de benzer bir mezalimi yaşar. Nitekim Bulgarlar, işgal ettikleri bölgelerde her tür şiddet ve yağmayı gerçekleştirir. İkinci Balkan Savaşı da ben zer zulüm ve faciaları getirir. Balkan devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki yeni sınırların çizildiği 28 Temmuz/10 Ağustos 1913 tarihinde imza­ lanan Bükreş Antlaşması, gerek Müslüman gerekse Hıristiyan nüfuslar olmak üzere yeni bir mülteci göçünü körükler. İleriki bölümlerde detaylı görüleceği gibi etnik azınlıkların maruz kaldıkları bir yana, homojenleştirme politikaları katlanarak ar­ tış gösterir. 1912- 1915 yıllarında Müslüman göçü, Osmanlı yö­ netiminde bulunan Doğu Trakya ve Küçük Asya'ya doğrudur. Bunlardan 76.893'ü Yunan Makedonya'dan, 94.816'sı yeni Sırp ülkelerinden ve 94.374'ü Bulgaristan'ın ilhak ettiği bölgelerden Türk yönetimine sığınır. Ayrıca binlerce Müslüman ve Bulgar, Dobruca'nın Romanya'ya devredilen kesiminden ihraç edilir. Mayıs 1915'in ortalarında, 15.544 Bulgar daha Selanik ve Kavala limanlarından ayrılır.22 Benzer şekilde, yaklaşık 10.000 Yunanlı, 21

lnis L. Claude, National Minorities: An lnternational Problem, Harvard University Press, Cambridge, 1955, s. 7.

22

Alexandre Toumarkine, Les Migrations des Populations Musulmanes Balkaniques en Anatolie, Les Editions !sis, İstanbul, 1995, s.43.

İkinci Bölüm / Tarihsel Gerçeklik 1 1 9

Sırbistan ve Bulgaristan'a tahsis edilen bölgelerini ve evlerini terk ederek Yunanistan'da Müslüman ve Bulgarlar tarafından boşaltı­ lan yerleşimlere yerleşir. Bulgarların Batı Trakya'daki Yunanlara karşı tutumu serttir. Nüfusları 70.000'e varan Yunanları bölgeden çıkarırlar. Sonuç olarak, barışın sona ermesinden sonra Yunan Makedonya'dan 60.000 mülteci Bulgaristan'a, 80.000'i ise Bulgar Makedonya'dan ve Batı Trakya'dan Yunanistan'a göç eder. Bu noktada Osmanlı İmparatorluğu resmi anlamda bir nüfus değişimi önerir. İkinci Balkan Savaşı sırasında Bulgaristan ve yö­ netimi altındaki Doğu Trakya'dan tahliye edilen Müslüman ve Bulgar nüfusu hatırlatarak böyle bir değişimin yapılmasının şart olduğunu savunur. Söz konusu teklif, 16/29 Eylül 1913 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu ile Bulgaristan arasında imzalanan barış antlaşmasına bağlı özel bir antlaşma ile kabul edilir ve onaylanır. Bu mübadele, iki ülke sınırının her iki tarafında 15 kilometrelik bir şeritte yaşayan nüfusları kapsar. Sonraki adım Bulgaristan'daki 48.570 Müslüman ile Osmanlı yönetimindeki Trakya'dan 46.764 Bulgar'ın değişimini düzenleyen ve servetlerini koruma altına alan Ortak Komisyon'un kurulması olur. Söz konusu müzakere ve somut neticeler, ilerleyen yılların nüfus hareketleri ve çözüm­ leri için de emsal oluşturur.23 Osmanlı İmparatorluğu, Balkan topraklarının neredeyse ta­ mamını kaybettikten sonra Alman General Otto Liman von Sanders'in önerisi üzerine Ağustos 1913 gibi erken bir tarihte Doğu Trakya'dan Yunan unsuru tasfiye etme durumunu değer­ lendirmeye koyulur. Helen nüfusa dönük tahliye girişimleri 1914 ile başlar ancak bu tahliyeler, aynı yılın Mayıs ayından itibaren Küçük Asya'nın batı kıyılarına kadar yayılır. Öte yandan Osmanlı 23

George F. Kennan, The Other Balkan Wars.A 1913 Carrıegie Endowment lnquiry in Retrospect, Brookings Jnstitution Press, Washington, 1993, s.217.

1 20 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

İmparatorluğu ve Yunanistan arasında 1914 yılında tırmanan Ege adalarının statüsüne içkin gerilim ve yeni bölgelerin Yunanlar ta­ rafından insafsız kullanımı, Müslüman nüfusa yapılanlar ve nice husus gündeme alınır.24 Başka bir ifadeyle, Müslümanların 1913 yılından itibaren Osmanlı İmparatorluğu'na başlayan göçünden, mevcut Yunan hükümeti ve politikası sorumlu tutulur. Birinci Dünya Savaşı, Balkan devletleri arasındaki zaten geril­ miş ilişkileri daha da zayıflatır. Bu da devletleri bölgesel çıkar ve karlarına dayalı bir kamplaşmaya zorlar. Osmanlı İmparatorluğu ve

Bulgaristan'ın

Merkezi

Güçler'in yanında

yer alması,

Yunanistan ve Sırbistan'ın İtilaf Devletleri ile ittifakı, heterojen nüfusların göçlerini kaçınılmaz kılar. 1916'da Doğu Ege adaları­ nın İngilizler tarafından işgal edilmesi ise sıcak gelişmeleri getirir. Bu dönemeçte Osmanlılar, güvenlik hususunu öne sürerek Helen nüfusun tahliyesine karar verir. Böylece Küçük Asya'nın kuzey ve batı kıyılarından yaklaşık 130.000 Yunanlı, Doğu Trakya'dan 88.500 ve Pontus'tan 257.000 civarında kişi güvenlik gerekçesiyle yer değiştirmek durumunda kalır. Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi, Balkan yarımadasın­ da da yeni nüfus hareketlerine neden olur. Doğu Makedonya'nın Bulgar Ordusu tarafından işgali (1916), bölgedeki 16.000 Yunanlının ağırlıklı olarak Orta ve Batı Makedonya'ya sığınma­ sını getirir. Bir yıl kadar sonra ise Bulgaristan'ın iç kısımların­ dan 36.000 ila 40.000 Yunanlı yerlerinden edilir. 1918 ateşkesin­ den sonra sadece 17.000'i evlerine döner. Doğu Makedonya'nın Yunan Ordusu tarafından yeniden ele geçirilmesiyle bu kez Bulgar yerleşimcilerin Doğu Makedonya'dan ayrılma sırası gelir. Avusturyalıların yenilgisi ve Bulgaristan'ın topraklarını 1915'te işgalinden sonra mülteci bir millete dönüşen Sırbistan'da 24

Mark Mazower, The Balkarıs, Weidenfeld & Nicolson, London, 2002, s.43.

İkinci Bölüm / Tarihsel Gerçeklik 1 21

da kritik gelişmeler yaşanır. Bu sebeple birçok Sırp, Macaristan ve Bulgaristan'da çalışmaya zorlanır. Yaklaşık 500.000 kişi ise Karadağ ve Arnavutluk'un dağ geçitlerinden Adriyatik'e kaçma­ ya çalışır. Sonunda 200.000 kişi göç sırasında hayatını kaybeder; kurtarılanlar Korfu'ya, oradan da Makedon Cephesi'ne taşınır. Bu arada 1915-1918 yılları arasında Sırp Makedonya'yı işgal eden Bulgarlar, bölgeyi tekrar ele geçirdiklerinde Sırplara zulmeder­ ler. Aynı tablo Bosna, Kosova ve Güney Arnavutluk için de ge­ çerlidir. Sırasıyla İtilaf Bloğu'nun müttefiki olarak Romanya, Bulgaristan'ın yenilgisinden sonra Dobruca ve Bükreş'i kaybeder; bu da birçok Rumen'in yerinden edilmesine neden olur. Ancak İtilaf Devletleri'nin hakimiyetinden sonra koşullar tersine döner ve ters bir dalga belirir. Böylece Bulgaristan, sadece Romanya' dan değil, Sırbistan ve Yunanistan'dan da gelen toplam 300.000 mül­ teciyi kabul etmek durumundadır. Birinci Dünya Savaşı; Pontus Helenizm'i, Avrupa Rusya'sı, Transkafkasya ve Kafkasya'nın geleceğini de hayati ölçüde be­ lirler. Ekim 1914'te Osmanlı-Rus çatışmasının başlangıcından, bölgedeki savaşı sona erdiren 17 /30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros ateşkesine kadar Doğu Pontus ve Kafkaslar, bilhassa Yunan nüfusu için çatışmalı ve kanlı alanlar olur. Türk birlikle­ rinin Doğu Kafkasya'ya yaptığı saldırı sırasında," birçok Yunan köyü yağmalanırken yaklaşık 20.000 Yunanlı da kuzeye sığınır.

b- Paylaşılabilir Gerçekliğin Mümkünlüğü Üzerine: Türk- Yunan Nüfus Mübadelesi Örneği Uzak ya da yakın geçmişin şimdide ve yeniden bir temsili olarak hatırlama, zihne çağrılan yaşantı veya anıdır. Bilinçsiz bir geri getirmeye bağlı kayıt, artık yaşanmış değil yaşanmışın yeni

1 22 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

temsilidir. 25 Başka bir ifadeyle deneyimin ilk doğası hatırlamayla dönüşür ve ilk doğa artık ilk doğa değildir. Hatırlanan da gerçeğin bir tekrarı, başkalaşmış bir formudur. Anısı kalan her ne kadar iki durumda yaşanmış olsa da hatırlamanın bağlamı belli ölçülerde birinci doğadan ayrılır. Buraya kadar pek çok kez farklı açılarca belirtildiği üzere belleğin yaşanmış geçmiş ile kurduğu ilişkinin muğlaklığı, yaşanan kadar onun aktarımında da belirleyicidir. Burada belleğin tarihle olan çatışkısının anlaşılabilmesi için tanımlı ve kontrollü bir hatırlama için sınırlar çizen tarih ile Foucault'nun belirttiği geçmişin temsil edilme biçimini izah et­ mek gerekmektedir. Nitekim bu biçim, neyin ve nasıl hatırlana­ cağından neyin ve niçin unutulacağına nice aşamayı beraberinde getirmektedir. Manipülatifbir tazyikin ittirdiği hatırlama ile muh­ telif müdahaleden bağımsız hatırlama(lar) eş değildir. Geçmişin doğası tek değişmez olsa da bunun yazılı veya sözlü ifade edil­ mesi ayrılıklar göstermektedir. Daha açık bir anlatımla geçmiş vardır. Bu geçmişin temsili noktası bir krizdir, anımsatılması ise farklı biçimler ve amaçlarca gerçekleşmektedir. Bellek; yaşanmışı efsanevi arketiplere indirgeme, sembolleştirme ve hikayeleştirme durumlarıyla tarih karşıtı bir seyir izlemektedir.26 Buna karşın ta­ rih, şimdiki zamanın koşullarından farklı koşullarda yaşanmış ve son bulmuş gerçeklerin kaydını düşmektedir. Şimdiki/bulunulan zamanda gelişen bellek olayları zamansal bir düzlemden çıkmak­ ta ve kurgusal bir düzleme taşınmaktadır. Romanlarla kurulan yeni doğayla hatırlamanın kurgusal çer­ çevesi tarih dışı ve anti- kahramancı anlatılar ortaya koysa da iki toplumun hatırlamaktan yaralandığı durakları belirginleştirmek 25

Jacques Le Goff, History and Memory, çev. Steven Rendall Columbia University Press, New York, 1996, s.86.

26

Rendall Engle Jared M. Novick vd., Cognitive and Working Memory Training, Oxford University Press, UK, 2019, s.7.

Elizabeth Claman,

İkinci Bölüm / Tarihsel Gerçeklik 1 23

ve siyasal kararların toplumlarda aynı etkiyi yaratıp yaratmadığı­ nı tartışmak amacıyla tarihsel gerçekliğin temel kıvrımlarına ışık tutmak icap etmektedir. Bu noktaya kadar ele alınan mülteci ve göç dalgaları da 20. yüzyıla dair ciddi veriler sunmaları nedeniy­ le verilmiştir. Tarihsel gerçeklik olarak süreci açtığımızda tarih ve bellek çatışması daha anlaşılır hale gelmektedir. Yönetici, şe­ killendirici ve yapılandırıcı bir gerçekliği öne çıkaran bu bölüm, toplumsal belleğin nasıl yaratıldığını açıklamayı denemektedir. Bu noktada Theo Angelopulos'un27 hatırla(t)maya çalıştığı kolektif acıların, suçun ve suçlunun bulunmadığı bir tarih olan nostalj inin28 oldukça dışındayız. Anadolu'nun ve yüzyıllara ta­ nıklık eden hikayelerinin "erişime açık" kısmındayız. Yukarıda da belirtildiği üzere kişisel ve siyasi açıdan zor koşullarda ülkeyi terk etmiş olan göçmenler tarafından anlatılanların29 karşısın­ da konumlanan bir gerçekliğin yazımındayız. Sartre'ın ifade­ siyle "aynı çağda, aynı toplumda yaşayan, aynı olayları yaşamış bulunan, kendilerine aynı soruları soran ya da aynı sorulardan kaçınan kişilerin ağzındaki tat aynıdır; aralarında aynı suç or­ taklığı, aynı ölüler vardır."30 Çalışma da aynı ölülerin yasını tu­ tanları fotoğraflamaktadır. Jacques Ranciere'ye paradigmatik bir paralellik ile söylersek vakanüvislik ve istatistiksel verilerle sessiz yığınlara nüfuz etmek imkansızdır. Tarihsel belleğin önündeki en büyük tehlike, söz fazlalığı ve onun ürettiği anakronizmdir.31 Bu 27

Yunan yönetmen.

28

Michael Kammen, Mystic Chords of Memory: The Transformation of Tradition in American Culture, Knopf Doubleday, New York, 2011, s.688. Svetlana Boym, Nostaljinin Geleceği, çev. Ferit Burak Aydar, Metis Yayınları, İstanbul,

29

2009, s.15. 30

Jean-Paul Sartre, Edebiyat Nedir, çev. Bertan Onaran, Can Yayınları, İstanbul, 2005, s.72.

31

Jacques Ranciere, Tarihin Adları, çev. Cemal Yardımcı, Metis Yayınları, İstanbul, 2011, s.59.

1 24 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

anakronizmin ve beraberinde gelen çarpıtmanın görülebilmesi için iki devletin tarihyazımına karşılaştırmalı şekilde bakmak ge­ rekmektedir. "Anadolu'da mutlu yaşardık"ın öncesini ve sonrasını belgele­ nenlere ve sorgulanamaz olanlara eğildiğimizde süreci çok ön­ ceden almak elzemleşir. Ancak tarihsel bağlam oturtulduğunda bunun göz ardı ettiği/edebildiği noktalar anlamlaşır. Modern dö­ nemde Türkiye-Yunanistan ilişkilerini tahlil edebilmek, bizi 19. yüzyılın sonlarına götürür. 20. yüzyıl kendi çalkantılarıyla gelir. Osmanlı ve Avusturya-Macaristan imparatorluklarının dağılma­ sı sonrası, gerek stratejik gerekse siyasal dengeler değişir. Önceki bölümde detaylarıyla açıklanan Balkanlar'daki kanlı çatışmalar, nüfus değişimini zorunlu hale getirir ve Müslüman nüfusun zo­ runlu göçü demografik bir dönüşümle sonuçlanır.32 Balkan Savaşları ( 1912-1913) etnik mücadelenin de başlangı­ cıdır. Gayrimüslim nüfusun Anadolu içlerine yerleştirilmesi bu dönemde olur. Birinci Dünya Savaşı azınlık nüfusa karşı güven­ sizlik ortamının tırmanmasında önemli bir safha fakat aynı za­ manda mübadelede öne sürülecek "halkların ayrışma" fikrinin şart olduğunun da kesinleştiği evredir. Bu bağlamda ileride alına­ cak kararların sadece iki devletle sınırlı kalmadığını, iki devletin azınlıklarına da sıçradığını görmek gerekir. 1820'lerden 1920'lere meydana gelen karşılıklı krizler, salt iki aktörü değil iki aktörün dini ve/veya etnik azınlıklarını da etkilemektedir. İki devletin si­ yasal takdirleri arasında sıkışan bu nüfusların varlığı ve akıbetle­ ri süreli, bazen ise süresiz sorun olduğu ve/veya öyle görüldüğü gözlenmektedir. Türk veya Yunan, Hıristiyan veya Müslüman fark teşkil etmeksizin iki devletçe belirlenen kıstaslar içinde hare­ ket ettikleri görülmektedir. 32

Justin McCarthy, Ôlüm ve Sürgün, çev. Bilge Umar, inkılap Yayınevi, lstanbul, 1983, s.21.

İkinci Bölüm / Tarihsel Gerçeklik 1 25

Önce de belirtilen kronik durumlar arasında kimlik, milliyet­ çilik, öteki ve tehdit tahayyülü vardır. Toplumlar arası sıkı diya­ log ve paylaşımların devletler nezdinde karşılıkları aynı değildir. Realist paradigmayla yaklaşıldığında iki devlet için anlaşılır bir­ çok sebep sayılabilir. Fakat bu çalışmanın maksadını aşacağından tarihi seyir içinde iki aktörü karşı karşıya getiren doğrudan veya dolaylı etkenlere girilmeyecektir. Bunu yapmak yerine ana çer­ çeveyi vermekle yetinilecektir zira metni alakadar eden bu temel çerçevedir. Savaş ve göçlerle şekillenen belleğin kurgusal aksla­ rına gelmeden iyileşme kadar bozulmada kısır bir döngü ortaya koyan ikili ilişkilere kısmi vaziyette bakmak yeterlidir. Sadece bu kısım, tarihin geç(e)mediğini ve bugünü etkilemeden sorumlu olduğunu ortaya koyar. 33 Tarihsel seyir göz önünde bulundurulduğunda her iki devle­ tin birbirini öteki veya düşman algılaması bir anda gerçekleşmez. Bu karşılıklı algı, esasen iki devletin geçmişleri kadar iki devle­ tin yazdığı tarih ve milli eğitim sistemiyle ilintilidir.34 Başka bir ifadeyle, resmileşen metinlerin ele aldıkları gibi al(a)madıkları da tarihsel süreçte bir beri olan yaratır.35 Ancak modern çağlar­ da Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişki, Yunanların 25 Mart l82l'de Osmanlı İmparatorluğu'nun Yunanistan üzerindeki dört yüz yıllık yönetimini sona erdirmek maksadıyla gfriştikleri isyan­ la somut hale gelir.36 33

Şükrü Sina Gürel, Tarihsel Boyut içinde Türk- Yunan ilişkileri, 1821-1993, Ümit Yayın­ cılık, Ankara, 1993, s.10.

34

Hristos Angelomatis, Hronikos Meğalis Trağodias, Vivlioplpolion Estias, Atina, 1971, s.87.

35

İleride göreceğimiz gibi Manoli Aksiyotis'in milli eğitim sistemiyle alakalı düşünce­ leri, manipülatif belleğin nasıl oluştuğuna dair önemli bilgiler verir.

36

Mücadele sonunda Yunan Krallığı, Temmuz 1832'de egemen ve bağımsız bir devlet olur. Yeni düzende Osmanlı lmparatorluğu'nun Helen tebaasının sadakati sorgulanır hale gelir. Öyle ki bu nüfusa resmi pozisyonda yer vermek artık zordur. Bilhassa Osmanlı diplomatik birliklerinde bulunanların tasfiyesi başlatılır.

1 26 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Bundan böyle ikili münasebetlerin açmazlarında ulusal kim­ liğin belirleyiciliği, tarihsel mirasın etkisi ve tarihi anlatılarla şe­ killenen şuur dikkati çekmektedir. Clogg'un da belirttiği gibi37 iki hükümet arasında yakınlaşma sağlansa bile iki halkın uçtakileri, bu uçların kalıp yargıları ve güvensizlik, kolay aşılacak husus­ lar değildir. Çatışmaları tırmandıran da yine bunlardır. Diğer bir deyişle kuşaklarca yaratılan karşı taraf ve ona hiçbir koşulda güvenilemeyeceği, iki devletin yumuşama ve iş birliği dönemle­ rinde şüphelere neden olmaktadır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurulması ve Yunan ordularının Türk orduları tara­ fından yenilgiye uğraması, Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemin en mühim sosyo-politik kırılması olarak görülebilir.38 Nitekim bundan sonra hatırlanacaklar (ve unutulacaklar) , bir yanlarıy­ la bu döneme ve dönemde şekillenenlere işaret etmektedir. Her şeyden önemlisi Türklerin Ulusal Kurtuluş olarak gururla bahse­ decekleri, Yunanların ise bir trajedi olarak anacakları tarih kay­ da geçer. Burada yaşananlar, Türkler ve Yunanlarca yıllar sonra da hatırlanır. Nice siyasal krizde bir zafer gibi bir mağlubiyet de dolaşıma sokulmakta ve savaş yıllarına vurgular yapılmaktadır. Yunanların yasına karşın Türkler, yazılan destanı her anışlarında yeniden doğarlar. İhtiyaçlar da dönemlere göre şekillenir. Örneğin Yunanca pek çok ders kitabı, Türkleri barbar özelliklere sahip bir düş­ man olarak tasvir etmekte ve onları kaba savaşçı, medeniyetsiz ve işgalci sıfatlarıyla nitelemektedir. Buna karşılık gelecek şekil­ de çoğu Türkçe ders kitabı da Yunanları olumsuz biçimde ele al­ maktadır. Güvenilmez, sadakatsiz, kurnaz ve doyumsuz oldukları 37 38

Richard Clogg, The Troubled Alliance: Greece and Turkey in Greece in the 1980s. , Palg­ rave Macmillan, London, 1980, s.141. llter Turan, "Zero Problems with Greece: Grounds for Optimism", The German Mar­

shall Fund of the United States, 2010, s.1-3.

İkinci Bölüm / Tarihsel Gerçeklik 1 27

yinelenmektedir. 39 Fark edildiği üzere eş bir öteki tasavvuru, iki topluma da dikte edilmektedir. Programlı biçimde enjekte edilen yapay nefret, belleklere yön vermek suretiyle devreye sokulmak­ tadır. Klişeleşen etnik söylem ve kalıp ifadeler, sistemin uygun gördüğü/görmek durumunda olduğu bir karşıyı imlemektedir.40 Bölmeye müsait tanım ve tanımlamalar da her iki tarafın tehdit anlayışına seslenmektedir. Semboller ve imgeler de ötekiyi belir­ ginleştirmek üzere kullanılır. Tarihe atıf yapmak, tarihsel bilinci kurcalama öteki ile çatışmayı gerektirmekte ve bunu tetiklemek­ tedir.41 Türkiye-Yunanistan ilişkilerini incelemek başlı başına bellekle alakalıdır. Ancak iki ulusun birbirine karşı şartlandığı/şartlan­ dırıldığı kaynağa ulaşılabildiğinde "öte tarafı" körükleyen algı­ ların köküne ulaşmak mümkünleşecektir.42 Mübadele örneğine döndüğümüzde ideolojik boyutun yanı sıra sosyo-kültürel bir gerçekle de karşılaşılır. Gidenlerin ya da gelenlerin aynı dinden ve aynı etnik kökenden olmaları, beliren bunalıma engel olmaz. İlginç olan, ulusların kuruluş yıllarına denk gelen bu hadisenin dini ve milli vurgularına karşın- mübadillere karşı oluşan ön yar­ gıları yıkmaya yeterli olmadığıdır. Anadolu'dan Yunanistan'a göç eden Rumların Yunan olduklarına ve Helenizm'i Yunanistan'a

39

Herkül Millas, "National Perception of the 'Other' and the Persistence of Some Ima­ ges", 1he Security Dilemma in the Aegean, ed. Mustafa Aydın Kostas İfandis, Rout­ ledge, UK, 2004, s.53 - 66.

40

Carnegie Endowment Discussion Paper, Greece and Turkey, Washington DC, 1997, s.3.

41

Erik Siegl, "Greek-Turkish Relations: Continuity or Change?", Perspectives, S. 18, 2002, s.42-43.

42

İkili ilişkilerde ilk iyileşme, Elefterios Venizelos'un 1930 yılında Ankara ziyaretinde tespit edilir. İmzalanan dostluk antlaşması iki ülkeyi de siyasi, askeri ve sosyal alan­ larda yaklaştırır. Bu sıcak temaslar ve iş birliği için mühim bir gelişmedir. Anlaşıldığı gibi krizler ve savaşlara rağmen iki devleti bir arada tutanlar, tutmak isteyenler de vardır.

1 28 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

taşıdıklarına inanan tutucu Yunanlar43 da Venizelos karşıtlığın­ dan onları dışlayan ve daha Pire Limanı'ndan içeri sokmak iste­ meyenler de Türklük ve İslam homojenleşmesini savunanlar da söz konusu sosyal çatışkıyı çözmeyi başaramaz. Hatırla(t)malar da resmi tarih anlatılarından arşiv belgelerine paylaşılır değildir. Eğitilmek istenenler ve buna hizmet eden me­ tinler politiktir. Mitos kurgusuna göre biçimlenen sembol ve de­ ğerlerin bilhassa toplumsal bazda benzer akisleri yoktur. Siyasal erkin konumu kadar karar vericiliği, kurum siyasası ve denetle­ nebilir algı kayda bulaşır. Böylece kayıt, artık arınık bir gerçekliği taşımaktan alıkonmaktadır. Müzecilikten popüler yazına koru­ manın tarafl ı şekillendiği, anısı olan sahne veya hikayenin kulla­ nılır/sorunsuz bir bellek kurmayı hedeflediği görülmektedir. Güdülemenin türdeş karakterine karşın bunun yankı buldu­ ğu kesim/kesimler türdeş değildir. Örnek hadisede "izmir'e çı­ kış" veya "izmir'in işgali" bile ideolojik ifadelerdir. İzmir'de çıkan yangından bölgede yaşananlara yüklenen anlamlar farklıdır. 44 Bu fark, ulusal tarih gibi toplumsal anlatılarda da yer edinir. Bir hadisenin hangi yönünün işleneceği, bunun nasıl biçimleneceği de siyasidir. O halde ham malzemenin pek çok müdahaleye uğ­ radığını söylemekte mahzur yoktur. Nitekim canlandırma, böyle bir sürecin denetimi sonrası gerçekleşir. Canlanacak olanlara ise her anlamda yön verilir. Tarihi bir vakanın -ki politiktir- başlatılmasından anlatıda seçilen sözcüklere her unsur, gerçekten ciddi ölçülerde ayrılmak­ tadır. Gerçekleşenin, anısı kalan şeyin ancak zararsızlığı tartı­ şılmaktadır. Mübadele üzerine düzenlenen sergilerden çizilen 43

Ayhan Aktar · Damla Demirözü, "Yunan Tarihyazımında Mübadele ve Göç", Kebi·

keç, S. 22, 2006, s.87. 44

Damla Demirözü, "İzmir Yangını ve Çağrıştırdıkları Üzerine", Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, C. 50, S. 2, 2010, s.265-282.

İkinci Bölüm / Tarihsel Gerçeklik 1 29

karikatürlere kadar kullanılan görseller, seslendirmeler ve nice malzeme, ulusal kimliğe yakışır olmayanı söker. Somutlaştıracak olursak bir tanığın tuttuğu günlükle tarihin sundukları bağdaş­ mayabilir. Mimesis, çoğulcu ve demokratik süreçler yerine to­ taliter bir nüfuzla ittirilir. Ulusların uygun anıları da anıtları da ayrılıklar gösterir.45 Ayıklanmış hatırla(t)malar da kısır döngüyü bozmaktan uzaktır. Kamusal alanların üretiminden halka açık tö­ renlere bu aynılık dikkat çekmektedir. Kurucu babalar ve milli figürler, böyle bir konsensüs içinde öne çıkarılmaktadır. Bellek kurmada beliren mütekabiliyet, yurt­ taşlarda da benzer bir hareketlilik yaratmayı amaçlamaktadır. Zira faydalı bir toplum olmak, baskılananlar noktasında birleşe­ bilmeyi ve bunların koşulsuz kabulünü gerektirmektedir. Böylece ulus meşrebine zeval getirmeyecek varyasyonlar üretilmektedir. Terbiye edici uygulamalar, pasifist bir toplum modeli için uğ­ raşmaktadır. Ancak böyle bir toplum, ana öğretiye sorunsuz ek­ lemlenecektir. Birlik ve beraberlik çağrıları da böylesi fakat her şekilde tekçi bir nizamın sonucudur. Komün -ki bunun ne ka­ dar komün olarak değerlendirilebileceği tartışmalıdır- aidiyetler üzerinden dayatılmaktadır. Ölen ya da öldürülenlerin sayıca çokluğu, , yasta olanların artışı ve pek çok izahsız durum anmalar ve kutlamalar içinde kaybolmaktadır. Kayıpların büyüklüğü, yaşananların tetikleyici karakteri ve çaresizlik bastırılmakta çünkü yurtseverlik kültü ve adanma seferberlik gerektirmektedir. Oluşturulan algıyla acıla­ ra, cesetlere, yanıklara, sakatlıklara örtü atılır. Savaşa hazır or­ dular ve mühimmat depoları, milyonlarca ölümü önemsiz kılar. Aj andaya düşenler içeride ve dışarıda birkaç satırla kınansa da 45

Clare Whittingham, "Mnemonics for War: Trench Art and the Reconciliation of Public and Private Memory", Past Imperfect, C. 14, 2008, s.86- 1 19.

1 30 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

çoklukla tekrarlanır. Hadiselerin şekli şemaili değişse de moti­ vasyon, yaşanmalarına sebep algı/algılar değişiklik göstermez. Yinelemede temel mesul esasen yaratılandır, yaratılanın nasıl doldurulduğudur.

131

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

1- Bellek Mütekabiliyetini Okumak ve Tarihyazımı

Türkiye-Yunanistan ilişkileri tarih boyunca dalgalanmalı bir seyir izlemiştir. Reel politikle açıklanabilecek muhtelif mesele­ lerin her iki aktör için hayati olması, tüm uyum ve anlaşmalara rağmen ara ara ötelenemeyen çatışma ve kopuşları getirmiştir. Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi üzerine etraflı bir literatür tara­ ması yapıldığında olayın çoklukla kimlik bağlamında ele alındı ğı görülür. 1 Örnek olay etrafında şekillenen temel argümanlar gerçekçi okumalarda birleşir. Başka bir anlatımla yeni ulus-dev­ letlerin oluşması, beka ve rasyonel stratejiler araştırmaların mer­ kezine yerleşir. Mevcut araştırmalar dikkate alındığında zaruri nüfus değişikliğine götüren sürecin belli bir aşamasına, çoklukla da neden ve sonuçlarına bakıldığı tespit edilir.2

Kemal Arı, Büyük Mübadele Türkiye 'ye Zorunlu Göç (1923-1925), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2008, s.l. 2

Bkz. Fahriye Emgili, "Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi Hakkındaki Araştırmalara Ba­ kış", Tarih ve Günce, C. 1, S. 1, 2017, s.29-54; Yücel Bozdağlıoğlu 'Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi ve Sonuçları", Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, C. 180, S. 180, 2014, s.9-32; Seydi Vakkas Toprak, "!. Dünya Savaşı'ndan Sonra Nüfus Mübadelesi Kap­ samında Türkiye'ye Göçenlere Karşı Yunanistan'ın Tutumunun İstanbul Basınına Yansıması", Türkiyat Mecmuası, C. 25, S. 1, 2015, s.253-273.

132 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Zorunlu göçe yapılan neoklasik ekonomik ve tarihsel-yapı­ sal değerlendirmeler sosyo-psikolojik boyutu dışarıda bırakır. Hadiseyi sermaye ya da tarihle açıklama gayreti, bireyi ve onun gerçeğini unutur. Mevcut çalışmalar tarandığında çıkar odaklı tahlillerin yapıldığına ulaşılır. Mübadeleye tabi kılınan tarafların bellek kurma, tanıklık bırakma durumlarına da benzer şekilde mesafeli kalınır. Ancak 1990 sonrası Türkiye'de bu algıyı yıkmaya yönelik çalışmaların yapıldığını ve göçün bellek çalışmalarına ka­ tıldığını eklemek gerekir.3 Bundan böyle sözlü tanıklıklar, birinci kuşağın yakınları ve onlardan dinledikleri önemli görünür. Süreçte nelerin yaşandığı hatırlandığında zaman içerisinde bir güvenlik krizine neden olan Anadolu savunması kadar coğ­ rafyaya verilen anlamın da farklı olduğu görülür. Herkül Millas'a göre: Türkler gibi Yunanlar da Anadolu/ Anatoli sözcüğünü kulla­ nırlar. Bu sözcük ile her iki millet de kendi yaşamış oldukları coğrafyayı anlatmak ister. Ama aynı sözcüğün Türklere ve Yu­ nanlara anımsattığı Anadolu bir hayli değişiktir. Türkler için Anadolu, yitip giden Balkan coğrafyasından sonra kurtarılan, üzerinde özgürce yaşanabilecek devletin kurulduğu vatan de­ mektir. Yunanlar için ise Anadolu/ Anatoli demek, içinde yaşa­ mış oldukları evleri, memleketleri demektir.4

Ancak Kızıl Elma ya da Turan' dan ayrı konamayacak bir Eno­ sis söz konusudur. Bu sebeple meydana gelenler, Türkiye tarih­ yazımına da Yunanistan tarihyazımına da pragmatist gerekçe­ leriyle geçer. Yunan ulusal tarihine elim hadise, kaza, katastrof anlamlarına gelen "simfora" şeklinde geçen Küçük Asya Felaketi, 3

Bkz. Küçük Asya Araştırmaları Merkezi, Göç, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014.

4

Herkül Milas, 'Türk ve Yunan Edebiyatında Mübadele Benzerlikler ve Farklar", Yeni­ den Kurulan Yaşamlar, der. Müfide Pekin, İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul, 2005, s.125-151.

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 1 33

"Tourkokratia"5 altında yaşayan Helen nüfusun Türk hakimiye­ tinden kurtulmak ve bir Helen yurdu yaratmak üzere giriştikleri ayaklanmaların son aşamasını oluşturur. Buna karşılık Anado­ lu'nun işgaline karşı başlatılan Bağımsızlık Savaşı, Helenistik projeyi6 etkisizleştirmeyi kapsar. Bu bağlamda güvenlik ikilemi kadar kimlikçi hezeyanların öne çıktığı bir dönemdir. 1919- 1923 yıllarında Anadolu'daki Türk-Yunan Savaşı'nın stra­ tejik anlamda "kazan-kaybet" mantığı üzerine kurulu olduğu gö­ rülmektedir. Her iki devlet de imkanları dahilinde tehditleri en az zararla bertaraf etmeye gitmiştir. Çıkarları açısından azami fayda sağlama niyetindeki iki aktörün, algı oluşturma kadar icrada, bir "aşılması gereken" yarattığı/yaratmak durumunda olduğu fark edilir. Değiş-tokuşa dair yayınların çoğunda açıkça adı konmasa da güvenlik ve güvenlikleştirme hususları ön plandadır. Böylece kazanılmış değerlere kasteden tehditlerin ya da bu tehditlerin varlığına dair korkuların bulunup bulunmadığı,7 mübadele ör­ neği üzerinden tartışmaya açılmakta ve süreç ana hatlarıyla ele alınmaktadır. Özellikle Sevr Antlaşması ile Lozan Antlaşması arasındaki dönem incelenmekte, söz konusu yılların gerek askeri gerekse diplomatik açıdan gerilimli geçtiği tekrarlanmaktadır. 5

Osmanlı yönetimine verilen ad. Türk anlamına gelen 'Tourkos" ile devlet anlamına gelen "kratos" sözcüklerinden gelir.

6

Megali İdea'yı ilk olarak ulusal mecliste dillendiren İoannis Kolettis' e göre Yunan Krallığı, sadece Yunanistan'dan ibaret değildir. Yunanistan, bu krallığın küçük bir parçasını oluşturur. "Yunan krallıkla sınırlanamaz. Yunan pek çok noktada yaşayan­ dır. İonya kıyıları, Selanik hatta Serres.Edirne ya da Konstantinopolis.Girit'te veya Sisam'da. Yunan ırkının olduğu her yerde yaşayana Yunan denir. Helenizm'in iki bü­ yük merkezi vardır. Atina krallığın başkentidir. Konstantinopolis ise mega başkent­ tir. Poli, Polis, tüm Helenlerin rüyası ve umududur." Vasilis 1. Tsanakaris, Dakrismeni Mikrasia 1919-1922: Ta Hronia pu Sindaraksan tin Atina, Metehmio Yayınları, Atina, 2013.

7

Arnold Wolfers, "National Security as an Ambiguous Symbol", Political Science Qu­ arterly, C. 67, S. 4, 1952, s.481-502. Güvenlik kavramının tanımında kullanılması ge­ rekli unsurlar için bkz. s.483-485, 498, 499, 502.

134 raşar Kemal ve Dido Sotiriyu'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Sosyo-politik dengelerin

dönüşmesinde belirleyici

olan

Sevr'in, geleneksel çalışmalarda önemli bir yer edindiği tespit edilir. Yunanistan'ın yayılmacı politikasına olanak tanıdığı için Helenlerin asırlık özlemi Megali İdea'nın (Büyük Ülkü) gerçek­ leşeceğine dair umutlarını perçinlediği savunulur. Aynı çalışma­ lar, Birinci Dünya Savaşı sonrası imzalanan antlaşmanın sadece Osmanlı Devleti ile Yunanistan'ı ilgilendirmediğini, aktörlerin çokluğunu dile getirir. Genel kanaate göre İtilaf Devletleri'nin paylaşım tasarıları statik değildir, yansımaları da benzer şekil­ de çoklu ve boyutludur. Sevr'e giden sürecin kuşatıcı mahiyeti derinlikli şekilde çözümlenen çalışmalarda emperyalist güç ve odakların yüksek çıkarları doğrultusunda şekillenen bir antlaş­ ma olduğu8 ve Osmanlı hükümetine karşı bir kapan tasarladığı yer almaktadır. Orantısız, yer yer keyfi denebilecek paylaşımın dayatmacı karakteri karşısında pek çok alan ve noktada hakimi­ yetini yitirmekle karşı karşıya kalan devletin statüko, sınır güven­ liği ve nice harici nüfuza daha duyarlı hareket etme durumunda bırakıldığı yinelenmektedir. Osmanlı Devleti'ne siyasi, askeri ve ekonomik açıdan ciddi sınırlama ve engeller getiren antlaşmanın Yunanistan açısından yapıcılığı sık sık vurgulanmaktadır.

8

Mondros Ateşkes Antlaşması'nın ilkelerinin katlanarak devamı. Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışma. İtilaf Devletleri' ne tanınan serbestliğin pekişmesi. Türk askerle­ rinin yerleşik nizamına ve ordu güçlerine müdahale. Silahlı erlere 50.000 sınırının getirilmesi. 35.000 korucu ile ağır silahlara sahip olmayan 15.000 askerin Türk sını­ rına konuşlanması. Kara kuvvetleri gibi hava kuvvetlerinin de silah ve mühimmat bakımından kısıtlanması, yerleşik yetkilerinin alınması. Deniz kuvvetlerinin ege­ menlik alanının, Türk kıta sahanlıkları ve sularının denetimiyle sınırlanması. Bunlar dışında bağımsız Kürt devletine vurgusu ile Ermeni devleti kurma tartışması. Bkz. Taha Akyol, 1919-1920 Mondros, Sevr ve Kuva-yı Milliye, Doğan Kitap, İstanbul, 2016; Sina Akşin, iç Savaş ve Sevr'de Ô/üm, Türkiye iş Bankası Yayınları, İstanbul, 2010; A. Ömer Pehlivanoğlu, Sevr, Lozan Antlaşmaları ve Avrupa Birliği, Kastaş Yayınları, İstanbul, 2005.

Üçüncü Bölüm / Bellek .Mütekabiliyeti 135

Öte yandan "Yunanistan'ın beş deniz ve iki kıtanın hüküm­ darı"9 olacağı düşüncesinin iktidarı zor durumda bıraktığı yi­ nelenir. Bu yaklaşım Yunanistan için de geçerlidir. Nitekim Türkiye yayınlarında olduğu gibi pek çok Yunanistan yayının­ da da Yunanistan'ın yayılmacı politikası tehlikeli, Venizelos ve Filelefteri Partisi ise hayalci nitelenir. 10 Ancak Yunanistan için tek meselenin revizyonist politikalar olmadığı Türkiye çalışmaların­ da da yer eder. Statükodan yana olan kesimlerin çokluğu pek çok yayında tekrarlanır. Yunanistan'daki mevcut iç karışıklığın budaklanması ve "Ethnikos Dihasmos" yani Milli Bölünme, iki ulusun yayınlarında da nesnel bir şekilde işlenir. 11 Yunan halkının bilhassa krala yakın 9

Yorgos T. Mavroğordatos, 1 Ekloğes tu Noemvriu, Ellinika Gramata, Atina, 2005, s.225.

10

Embros gazetesi, 30 Temmuz 1920, s.l; Nea !mera gazetesi, 30 Temmuz 1920, s.l; Ma­ kedonia gazetesi, 30 Temmuz 1920, s.l. 1 Nekri Perimenun romanında bu sahne gerçekçi bir şekilde anlatılır. Anlatıcının "ya­

11

rın, öbür gün Venizelos iktidarı düşsün de Yunanistan'ı küçük isteyenler başa gelsin" vurgusu, süregelen kamplaşmayı açıklar. Az ileride yine Kasım seçimleri ve sonrası detaylanır. Aliki Maği şöyle devam eder: "Venizelos'un 1920'nin Kasım seçimlerin­ den mağlup çıkmasıyla İzmir, Küçük Asyalıların o zamana kadar yabancısı olduğu çalkantılı bir süreci deneyimlemeye başlar." Sokaklardan kahvehanelere siyasi soh­ betlerin arttığına değinilir. İzmirlilerin ilk kez böylesine fanatize biçimde Venizelos taraftarlığı ile Venizelos karşıtlığını konuştukları belirtilir. Bu kesitte, Kral Konstan­ tin'in İzmir'e dönmesiyle birçok kesimin bundan rahatsız olduğu verilirken anlatıcı, evlerine gelen yüksek rütbeli asker ve kurmayların savaşlardan bıktıklarını, Yunanis­ tan'ı kralın deyimiyle saygın ve küçük istediklerini ekler. Görüleceği üzere Aliki, ev ortamında işittiği, yakından tanık olduğu konuşmaları tek tek hatırlarken süregelen milli bölünmenin kurmacada da tırmandığı fark edilir. (Sotiriyu, 1 Nekri Perimenun, s.129-130) Bu minvalde Sotiriyu'nun siyasal tereddütlerinin romanda da aynı karar­ lılıkla devam ettiği görülür. Küçük Asya seferinin nasıl şekilleneceğine dair merakı kurmacada şöyle öne çıkar: "Nereye doğru ilerliyorsunuz askerler? Bize düşman olan şu Asya içlerinde ne işimiz olur bizim? Acaba bir gün yeniden evlerimizi, anaları­ mızı görebilecek miyiz? Bizim de huzurlu bir yuvamız olacak mı? Hayallerimizdeki kadının parmağına yüzüğü geçirebilecek miyiz?" Bu noktada, kral ve yanlılarının düşüncelerinin desteklendiği tespit edilir. Yunan Ordusu'nun Anadolu ilerlemesinin son bulması ve bir an önce Yunanistan'a dönmesi istendiği tespit edilir. Matomena Homata romanında ise Yunanistan'daki bölünmeyi Manoli ve Drossakis üzerinden

136 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Roman/,annda Toplumsal Bellek

olanların siyasi bir lider olarak Venizelos'un zararlı olduğu ve ro­ mantik yayılmacılığının devlete menfi durumlara mal olacağı dü­ şüncesi, yine iki tarafın araştırmalarında öne çıkanlar arasında­ dır. 12 Türkiye tarih yazıcılığına baktığımızda sürecin Yunanistan tarih yazıcılığıyla paralel gittiği tespit edilir. Venizelos'un lehine neticelenenler sayesinde önemli bir tabana ulaştığı, iki ulusal ta­ rihte de verilir. Özellikle Balkan Savaşları sonrası Yunanistan'ın gerek yüz ölçümünü gerekse nüfusunu iki katına çıkarması, eko­ nomisini güçlendirmesi ve nice etken Venizelos'un yöneticilik hanesine artı olarak işlenen ortak maddelerdendir. Yunanistan yayınlarından farklı şekilde işlenen, Paris Barış Konferansı'dır. Yunanistan için umut vaat eden görüşmeler, Türkiye kaynaklarında farklılık gösterir. Türkiye tarafına göre Osmanlı Devleti'nin mağlup taraf olarak uluslararası gündeme yerleşmesi, buradan itibaren belirginlik kazanır. Savaş sırasında herhangi bir sıcak çatışmaya girmeyen Yunanistan, Anadolu' dan pay isteyen yeni bir güç olarak paylaşıma katılır. 13 Paylaşan verir. Manoli Aksiyotis, "kendi kendimizin gözümüzü oyduk" der. "Kral dostu Kons­ tantin'i getirmeseydik her şey başka olurdu." Bunun üzerine Drossakis hiddetlenir. "Yahu Manoli, Kasım seçimlerinin, ulusal kutuplaşmanın, her şeyin büyük devletle­ rin işi olduğu kafandan hiç geçmedi mi? 'Böl ve yönet'i duymuşluğun yok mu? Bizi birbirimize kırdıran bunlar. Kralı getirdik ya da getirmedik. Onlar her halükarda çıkarlarına göre hep taktik değiştirecekti." (Sotiriyu, Matomena Homata, s.286 -287). iki romanda ve pek çok yazısında belirttiği gibi Türkiye- Yunanistan gerilimi ve sa­ vaş, iki aktörün üstündedir. Onları birbirine kırdırmaya çalışanların menfaatleri ise çoklu ve sonsuzdur. 12

Venizelos iktidarı, 1916'dan itibaren ulusal ölçekte gerginlikler yaşar. Diplomatik açı­ dan zafer nitelenen Sevr Antlaşması'ndan sonra bile hükümete karşı tepkilerde bir değişiklik görülmez. Kamplaşmayı, Kral Konstantin'in oğlu Kral ! . Aleksandr'ın bir maymun tarafından ısırılması sonucu ani ölümü iyiden iyiye büyütür. (Mavroğor­ datos, 1 Eloğes tu Noemvriu, 2005, s.135). Milli bölünmenin zirvesini oluşturan bir gelişme de 26 Eylül 1916'da Venizelos'un Selanik'te geçici olarak oluşturduğu ulusal savunma hükümetidir. "Ethniki Amina" adı verilen bu hükümet, kralın Atina yöne­ timi ile çatışma halindedir.

13

Temuçin Faik Ertan, "Sevr ve Lozan Antlaşmaları Hakkında Karşılaştırmalı Bir De­ ğerlendirme", Atatürk Yolu Dergisi, C. 15, S. 58, 2016, s.21-37.

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 1 37

aktörlerin paylarında değişiklik olduğu ve aralarına yenilerinin eklendiği bir görüşme olması dışında bir gelişme yaşanmaz. 14 Küçük Asya sürecine taşıyan araştırmalara bakıldığında her iki tarafın da mutabık kaldığı hususların olduğu açıktır. Savaşlara rağmen kaynaklarına kaynak katan Yunanistan'ın itibarının da yükseldiğine yer verilirken kriz dönemlerinde milliyetçi duygu­ lara hitap etmeyi bilen Venizelos benzer ifadelerle anılır. Kasım 1920 seçimlerinden galip çıkacağına inancı ve Anadolu'da ilerle­ yen Yunan Ordusu kadar Sevr ile gelenlerin onu tartışmasız bir "kurtarıcı" yaptığına ikna olduğu ortak değerlendirmelerdendir. Küçük Asya topraklarında yaşayan halkların bilhassa Müslüman unsurun işgalden yana olacağı, karşı milliyetçi hezeyanlardan yo­ rulanların az olmadığı ve çıkartmaya her şekilde destek verileceği kanaatine kapılan Venizelos'un coğrafyayı Helenleştirme tasarı­ sında yanıldığı, yayınların öne çıkan başlıklarındandır. 15 Mevcut döneme kadar yaşanan savaşlara ve hissi yükselmelere tepki ola­ rak yayılmacı politikanın destek görmediği ise seçim hezimeti ve iktidar değişimiyle somutlaşır. 1 6 Süreçte Venizelos karşıtlığıyla yönetim ele geçirilse de izle­ nen siyasette gözle görülür değişimlerin olmadığına değinilir. Vaktiyle Yunan Ordusu'nun Anadolu'da iler.l emesini eleştiren 14

Bkz. Margaret Macmillan, Faris 1919: Dünyayı Değiştiren Altı Ay, çev. Belkıs Dişbu­ dak Çorakçı, ODTÜ Geliştirme Vakfı Yayınları, Ankara, 2004.

15

Damla Demirözü, Savaştan Barışa Giden Yol, İletişim Yayınları, İstanbul, 2017, s.27.

16

Venizelos iktidarını önleyenler çoğaltılacak olunduğunda, genel seçimlere az bir süre kala bir maymun tarafından ısırılması sonucu hayata veda eden Kral Aleksandr'ın ulusta yarattığı hüsran kadar umutsuzluğa da değinmek gerekir. On yıllık bir yöneti­ min ardından Venizelos iktidarının yenilgisini bekleyenlerin çoğalması, ticareti elin­ de bulunduranların ani zenginleşmesi, halk kesimlerinin karşılıksız kalan ihtiyaçları, sayesinde Yunanistan'a entegre edilen heterojen nüfusun kendisine sahip çıkmaması ve nihayetinde Bolşevik Ayaklanması'nın bastırılması için Müttefiklerin yanında yer alarak Ukrayna'ya asker göndermesi sayılabilir. Sosyalist (daha sonra komünist) parti tarafından da istenmediği eklenmelidir. Efstatios Pelağidis, Mikrasiatikos ke Pontiatikos Ellinismos, Ta Nea, Atina, 2013, s.77.

138 Yaşar Kemal ve Dido SotiriJıu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

yeni hükümet, ilerleyişi durdurmak için gerekli adımları atmaz. Gelen iktidarın orduyu geri çekmediği gibi ciddi bir sansür uy­ gulamasına da gittiği Türkiye çalışmalarında yer bulur. Diğer taraftan Yunanistan kaynaklarında Kral Konstantin'in Birinci Dünya Savaşı'nda tarafsız kalmasının,17 Müttefikler tarafından unutulmadığından bahsedilir. 18 Kısaca işgalci güçlerin pragmatist hesapları kadar kral sebebiyle Yunanistan'a mali desteklerini kes­ meleri, İngiltere'nin süregelen böl-yönet politikası ve yeni Yunan hükümetinin ordu içinde büyük değişikliğe gitmesi, kıdemsiz kurmayların getirilmesi gibi nice askeri ölçüsüzlük Küçük Asya Seferi'nin bozguna uğramasının sebepleri olarak gösterilir. Türkiye çalışmaları, özellikle Mondros Mütarekesi19 ve son­ rasında şekillenenlere odaklanır. Sürecin Osmanlı Devleti'nin 17

Müttefikler. Kasım 1920 seçimlerinden sonra Kral Konstantin'in dönmesi durumun ­ da, münasebetlerin daha kötüye gideceği noktasında Yunan makamlarını uyarır. Bu ikazda ekonomik desteklerini kesecekleri de yer alır. Nitekim kralın ülkeye dönüp dönmemesine yönelik halk oylamasından önce Büyük Britanya, Fransa ve İtalya or­ tak bir açıklama yapar. Ancak ihtarlarına karşın halkın 99%'unun oyuyla geri dönen kral, söz konusu güçlere Yunanistan'a yaptıkları mali yardımları sonlandırmalarını olanaklı hale getirir. Yorgos Mavroğordatos, Meta to 1922 1 Paratasi tu Dihasmu, Ek­ dosis Pataki, Atina, 2017.

18

Öyle ki Yunan Halk Partisi tarafından kralın yurda dönüp dönmemesine yönelik yapılan halk oylamasından üç gün sonra Fransa, Yunan hükümetine, Yunanistan si­ yasetinin seri şekilde dönüştüğünü ve gelişmelerin hayret uyandırdığını iletir. Kral Aleksandr'ın vefatı sonrası Filelefteri'nin seçim mağlubiyeti ve Antant'a karşı tespit edilen samimiyetsizlik hatırlatılır. Fransa'nın, Yunanistan'ın iç işlerine karışmak gibi bir niyetinin olmadığı gibi buna mecbur bırakılmasının da istenmediği belirtilir.

19

Burada meclise, orduya, polise, posta ve telgraf servisleri ve diğer birçok kuruma hakim olan ittihat ve Terakki Cemiyeti'ni not düşmek gerekir. Nitekim 1918 yılının sonlarından itibaren artan faaliyetleri kadar siyaseti yönlendirdikleri de görülür. Anadolu'da ulusal bir direniş hareketi başlatma planları da İngiliz ve Fransız donan ­ malarının Mart 1915'te Çanakkale Boğazı'nı yarmaları beklendiği sırada hazırlanır. Ayrıca savaş bitmeden kurulan karakol gibi Müslüman Türk kesimlerin haklarını sa­ vunmak üzere yerel "müdafaa-i hukuk cemiyetlerinin" Anadolu ve Trakya'da hayati bir rolü vardır. Bkz. Eric J. Zürcher, The Unionist Factor: The Role of the Committee of Union and Progress in the Turkish National Movement 1905-1926, E. J. Brill, Leiden, 1984, s.104-105.

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 139

akıbeti açısından önemli olduğu anlatılır. Bu yayınların birleşme noktası, Osmanlı'nın aleyhine işleyen periyottan çıkar elde etme­ nin dönemin başat stratej isi olduğudur. Kimlik çalışmalarının gölgesinde kalan güvenlik ise her ne kadar dillendirilmese de temel parametredir. Diplomatik temasların sıklaştığı ve yurdun pek çok yerinde kongrelere gidildiği bir dönemde "kime, neye ve hangi amaçlar uğruna önlemlerin alınacağının tespit edilmesi" güvenlik olgusuyla alakalıdır. Öyle ki özne-tehdit-politika üçge­ ninin20 tüm boyutlarıyla saptanması sonucu işgalcilerin etkisiz­ leştirilmesine karar verilir. Böylece 1800'lerdeki amaçlı kalkışma­ nın bir devamı olarak görülebilecek Megali İdea21 ve savunucu­ larına karşı Kurtuluş Cephesi örgütlenir. Böylece Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde başlayan ulusal mücadele ile iki aktör karşı karşıya gelir. Görüldüğü gibi zaman zaman pek çok tenkide uğrayan Venizelos dönemi, iki ülkenin münasebetlerinde olduğu gibi Yunanistan için de mühim bir dönemeçtir. Nitekim Küçük Asya Seferi diğer adıyla "Küçük Asya Felaketi", Yunan toplumunun belleğinde Venizelos ile bütünleşik vaziyette yerleşmiştir. Aynı durum Türkiye toplumu için de geçerlidir. Yıllar boyunca verdiği demeçlerde İzmir'i "Asya'nın gözbebeği", "Helenlerin altın tacı", "Anadolu kapılarının anahtarı", "Konstantinopolis'in temina­ tı" gördüğü açıktır.22 Venizelos esasen Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin hatalı safta yer almasının birtakım olumsuz sonuçlar getireceğini düşünür ve bu tasavvuru, siyasetinde de be­ lirleyici olur. Bu noktadan sonra savaş, kıtlık, kırım gibi pek çok 20

Emma Rothschild, "What is Security?", Daedalus: fournal of the American Academy of Arts and Sciences, C. 124, S. 3, 1995, s.53-98.

21

Adriyatik Denizi'nden başlayıp Karadeniz' e uzanan büyük Yunanistan, sonsuz bir İonya hayalidir.

22

Thanos Veremis, Elefterios Venizelos O Oramatistis tu Efiktu, Ekdosis Metehmio, Atina, 2017, s.216.

140 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

facia yaşayan Anadolu'da güvenlik kadar huzurun sağlanmasının her şeyin ötesinde olduğuna dair beyanlarda bulunur. Söz konusu açıklamalarda inanç ve ifade özgürlüğü kadar yaşam standartları­ nın yükseltilmesine dair önlemler dikkat çeker. Başka bir ifadeyle İtilaf ve İttifak Devletleri arasında yaşanan nüfuz mücadelesinde, Yunanistan'ın kazananların bloğunda yer alması kendisini muh­ telif hususlarda umutlandırır. Oluşturma niyetinde olduğu algı ve irili ufaklı örgütlenmeler, Yunan kamuoyunun tümünde olmasa da büyük kısmında karşılık bulur. Felakete taşıyan süreçte pek çok dinamiğin hesap edilmemesi, krala dolayısıyla tiranlığa karşı sloganist siyaset, özgürleşme nok­ tasında asırlık emellere vurgu ve kolektifi kimlik bütünleşmesi üzerinden açıklama, ideoloj ik çatışma ve kırılmaları meydana ge­ tirir. Çağdaş Yunanistan'ı doğurmuş gelişmelerin karşı tarafında konumlanan yeni Türk Devleti'nin ve varlığının gözetilmemesi, vaat edilen birlik ve beraberliğe hasar verir. Yunan Devleti'nin Anadolu siyaseti, toplumsal hareketlenmeler ve eylemlerle yeni bir boyut kazanırken emperyalist güç ve odaklar ile tutucu Yunanlar, milliyetçiliği körükleyerek iki aktörü savaşa taşır. Bölümün başında açıklanan 20. yüzyıldaki genel durumdan anlaşıldığı gibi Balkan ülkelerinde görülen milliyetçi dalga, etnik azınlıklara karşı yaklaşımları da etkilemiştir. Tasarılar da buna uygun şekilde türdeşliğe tehdit oluşturabilecek nüfusların bir şe­ kilde etkisizleştirilmesi üzerine kurulmuştur.23 Bu da her şeyden 23

Osmanlı'dan Cumhuriyet'e nice göç örneğiyle karşılaşılsa da mübadele anlamında Lozan'a kadar birtakım girişimler de olur. Bunlara örnek olarak 1827- 1829 savaşla­ rında Rus ve Osmanlı devletleri arasında Müslümanlar ile Ermenilerin değiş tokuşu verilebilir. Ayrıca 1878 Osmanlı - Rus müzakerelerine katılan Saffet Paşa'nın Balkan sıradağlarının kuzeyindeki Müslümanlarla güneyindeki Bulgar Hıristiyanlar arasın­ da fiili mübadele önerisi de bu çerçevede değerlendirilebilir. Ne var ki nüfus takası Rusya tarafından reddedilir ve salt öneri olarak kalır. Balkan Savaşları sonrasında ittihat ve Terakki hükümeti ile Bulgaristan arasında imzalanan İstanbul Antlaşması (29 Eylül 1913), göç meselesini yasal bir zemine oturtması bakımından mühim bir

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 141

önce demografik bir tamire götürmüştür.24 Kronolojik olarak ba­ kıldığında Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi'nin çok öncesinde ya­ pılan antlaşmada Yunanistan ile mübadele görüşülür ancak savaş sebebiyle etkinlik kazanamaz. 25 Döneme yönelik yayınlar da iki durumu ortaya koyar: Siyasetin ihtiyaçlara göre belirlendiğini ve gerekliliklere içkin pratiklerin üretildiğini. Aynı durumlar, resmi tarihçilikte yoğunlaşılacakla­ rı veya görmezden gelinecekleri saptar. Buna göre; "sınırları be­ lirlenmiş bir toprak parçası içinde yasal güç kullanma hakkına sahip ve yönetimi altındaki halkı türdeşleştirerek, ortak kültür, simgeler, değerler yaratarak, gelenekler ile köken mitlerini can­ landırarak birleştirmeyi amaçlayan bir tür devletin oluşumuyla tanımlanan modern bir olgu"26 olarak teşekkül eden ulus-devlet, iç ve dış dinamikleri tayin edici yegane kuvvettir. Ege' de çok ciddi bir dönüşüme neden olan zorunlu nüfus mü­ badelesini Osmanlı'nın özel idari düzeni ve Birinci Dünya Savaşı kadar Türk-Yunan Savaşı'ndan bağımsız ele almak güçtür. Bir buçuk milyon insanın göçüyle neticelenen bu vakayı tarihçiler ilk örnektir. Bu antlaşmaya göre gerçekleşen ahali değişimi, sınırın her iki yanında 15 km mesafede oturanları kapsayacaktır. Söz konusu örnekler, Lozan öncesi nüfus hareketliliğini izleme ve yönetme kadar görüşmelerin ge �çekleştiğini gösterir ma­ hiyettedir. Detaylı bilgi için bkz. Baskın Oran, Türk- Yunan ilişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, Ankara, 1986, s.66. 24

Halkları ayrıştırma fikri aslında Balkan Savaşları ertesi gündeme taşınan bir mese­ ledir. Hatırlandığında Osmanlı imparatorluğu, Avrupa'daki topraklarının %80'ine yakınını ve toplam nüfusun da yaklaşık %16'sını (4,2 milyon) kaybeder. Savaşlar so­ nucu yaklaşık 800.000 insan yaşadıkları yerden göç etmek zorunda kalır. Bu toplam rakam içindeki Müslüman nüfus, yaklaşık olarak 400.000 civarındadır ve Yunan, Sırp ve Bulgar mezaliminden kaçmak için göç ederler. Michael Smith, To Orama tis lonias çev. L. Kasdağli, Morfotiko İdrima Ethnikis Trapezis, Atina, 2002.

25

Charles P. Howland, "Greece and Her Refugees", Foreign Affairs, C. 4. S. 4, 1926, s.616.

26

Montserrat Guibernau, Milliyetçilik/er - 20. Yüzyılda Ulusal Devlet ve Milliyetçilik/er, çev. Neşe Domaniç, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1997, s.93.

142 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

farklı açılarca okur. Özellikle ulus-devlet paradigmasına eleştirel bir bakışla yaklaşanlarca mübadele, 27 insan hak ve ihlallerine dair çalışmaların ilk adımı olur. Meseleyi Türkleştirme politikaları, 28 etnik ve dini homojenleştirme üzerinden inceleyen yayınlar, rea­ list yaklaşımları belli ölçüde kırar. Yunanistan' da öne çıkan pek çok yayında olduğu gibi Türkiye tarihçiliği de Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi'nin Elefterios Venizelos tarafından getirildiğini ileri sürer. Türkiye tezine göre mübadele tek taraflı bir periyot değildir ve bir karşı taraf şarttır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yıllarına denk geldiği için Yunanistan tarihçiliği ise süreci asimilasyonla açıklar. Öte yandan siyasi anlamda sıkışan ve bir manevraya ihtiyaç du­ yan Venizelos'un mevcut Yunanistan'ı kalabalıklaştırmak için Anadolu'daki Helen nüfusu istediği, büyük devletleri de buna ikna ettiği, Türkiye resmi belgelerinde sıkça öne çıkanlar arasın­ dadır. Hülya Bayrak Akyıldız'ın çalışmasında belirttiği gibi; Venizelos mübadeleyi yedi yüz elli civarı Anadolu Rum mülte­ ciyi yerleştirecek ve geçimlerini sağlamalarını temin edecek ev ve toprağın bulunabilmesi için olduğu kadar, Balkan Savaşları sonucu yeni elde ettikleri Kuzey Yunanistan Bölgesi başta olmak üzere tüm Yunanistan'da etnik bir homojenlik sağlanarak istik­ rarın tesis edilmesi için de şart olarak görmektedir. 29

Yunanistan'ın orantısız genişlemesini sonlandıran Büyük Taar­ ruz'un gerekliliğine odaklanan çalışmalar, Balkan Savaşları'nın tetik­ lediklerine ve şiddet eylemlerine değinerek anarşinin zirveye ulaştığı 27 28

29

Müfide Pekin, Yeniden Kurulan Yaşamlar 1923 Türk· Yunan Zorunlu Nüfus Mübade­ lesi, lstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2012). Ayhan Aktar, "Homogenising the Nation, Turkifying the Economy", Crossing 7he Ae­ gean: An Appraisal of the 1923 Compulsory Population Exchange Between Greece and Turkey, der. Renee Hirschon, Berghahn Books, New York and Oxford, 2003, s.79-96. Hülya Bayrak Akyıldız, Mübadele Romanlarında Kimlik ve Ulusçuluk, Doğu Kütüp­ hanesi, İstanbul, 2018, s.66.

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 143

bir dönemde göçe mecbur bırakılan Müslüman nüfusun yaşadık­ larına bakar. Dolayısıyla güvenliği inanç birliği ve/veya soydaşlığa dayandırır. Söz konusu yayınlarda eritmeci Yunan politikası eleşti­ rilir ve buna eş bir karşılık için iktidarda olan İttihat ve Terakki'nin faaliyetlerinden bahsedilir. Göçün tek çözüm olarak görüldüğü bir evrede atılan her adımda bir tepkinin verilmesini şart gören yayınla­ rın buluşma noktası "ötekiye" karşı birliktir. Üretimlerde de fark edi­ len bellek yontması, Türkiye ve Yunanistan'da paralel hassasiyetler etrafında şekillenir. İki devlette de konstrüktivizmin üst seviyelere eriştiği açıktır. Herzfeld'e göre ulus, kültürel mahremiyet veya mizaç, utanç ve/veya gurur olgularıyla analiz edilebilir.30 Tarihte öne çıkanla­ rın sitayiş ya da utançla dile getirilme durumunun ulusa ve ulus­ tan anlaşılana dair ciddi veriler sunabileceğini söylemektedir. Söz konusu durum, dünyanın tüm ulusları için geçerli olmakla birlikte örnek hadisede Türkiye ve Yunanistan için de geçerlidir. Ulusu kişileştirici özellik ve kavramlarla irdeleme görüşü, onu canlı bir organizma olarak ele alma aslında sosyolojik bir öneri­ dir. Buradan bakıldığında bir ulusun tarihinde meydana gelenle­ rin bireyler kadar toplumlar nezdinde yankıları eş değildir. Savaş durumunu sona erdiren Lozan görüşmeleri de ulu­ sal hatırlama ve/veya unutmaya yeni izlekler ekler. Hatırlama odaklı ilk kriz, milli kimlikler haricinde beliren yeni kimlikler­ dir. Mübadeleye tabi tutulanların mülteci mi mübadil mi olduğu, böyle bir tanımlamanın neye göre yapılacağı iskan kadar hayati­ dir.31 Bunun gibi pek çok insanlık gerçeği, nüfus çekimini devlet 30

Michael Herzfeld, Culturel Intimacy: Social Poetics in the Nation-State, Routledge, London, 2005, s.3-4.

31

Genelde Türkiye'den Yunanistan'a giden Ortodoks Rumlar, kendilerini mülteci ola­ rak nitelerken Yunanistan'dan Türkiye'ye gelen göçmenlerin kendilerini mübadil olarak tanımladıkları görülür. Elif Yılmaz, Türk- Yunan Nüfus Mübadelesi ve Ayvalık, (doktora tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006, s.126.

144 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

merkezli okumalardan sıyırır. Böylece resmi belleğe içkin kabuk kırılır ve 30 Ocak 1923'te Türkiye ile Yunanistan arasında imzala­ nan ve her iki ülkedeki azınlıkları göçmen haline getiren Nüfus Mübadelesi Antlaşması açığa çık(a)mamış pek çok yönüyle dola­ şıma sokulur.32 Çalışma boyunca tartışılan tarihsel dolayısıyla resmi zemin devletlere ve tarihyazımlarına içkinken toplumların belleğine negatif bir dönemeç olarak yer eden mübadele insani zemini an­ la(t)madan taraftır. Devletler gerçeğine dönüldüğünde 1.000.000 Rum'un Yunanistan'a göçünün bir sonraki adımı, geride kalan­ ların vaziyetini esas alan ve ek bir protokol uyarınca mutabakata varılan sözleşmeye uygun biçimlenir. Buna göre: Türkiye'de bulunan Ortodoks Rumlarla Yunanistan'da bulunan Müslüman Yunan uyrukları, l Mayıs 1923 tarihinden itibaren zorunlu göçe tabi tutulacaklar ve göç edenler Türk ve Yunan ma­ kamlarının izni olmadıkça geldikleri ülkelere yerleşmek amacıy­ la geri dönemeyeceklerdir.33

Çok aktörlü bir evrenin nihayetinde34 Türkiye için İzmir'in düşmandan kurtuluşu, Yunanistan için İzmir'in düşüşü, bilhassa savaşlardan harap ekonomiler ve uluslararası konsorsiyuma bir şekilde uyum sağlama suretiyle diplomasi ve sıcak temaslara gi­ rişilir. Üst bir inisiyatife uyulur ve görüşmelere iştirak edilir. Zira 32

Kemal Arı, Büyük Mübadele, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2000, s.17-18.

33

Baskın Oran, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşı 'ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yo­ rumlar, lletişim Yayınları, İstanbul, 2002, s.332.

34

Önceki gelişmeleri hatırlayacak olursak, Anadolu'da ulusal direniş hareketi belirdi­ ğinde esas mücadelenin İngiltere ya da Fransa'ya değil, Yunanistan'a karşı verileceği anlaşılır. Öte yandan dönem için küresel nitelenebilecek bir inisiyatif alarak İngilte­ re'nin, Yunanistan'a açık desteği söz konusudur. Nitekim Mayıs 1919'da Yunan Or­ dusu'nun İzmir'e çıkışı ve Yunanistan'a bölgeyi işgal hakkı tanınması İngiltere saye­ sindedir. Bu noktada yaşanacak sürecin Türkiye ve Yunanistan'ı dışarıda bırakan bir yanı da vardır. İtilaf güçlerinin kimi zaman belirgin kimi zamansa gölge politikası, iki aktör kadar uluslararası konjonktürü de etkiler.

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 145

ekonomik, siyasal ve hukuksal sorunların çözümü devletlere göre hayatidir. Bu da denetlenebilir nüfusları yoğunlaştırma kadar söz konusu nüfusları üretici hale getirmek için gündeme yerle­ şir. Milletler Cemiyeti, barış görüşmelerinden önce Norveçli Dr. Fridtjof Nansen'i, nüfus akışı sonucu ortaya çıkan yeni görüntüyü yerinde incelemekle görevlendirir.35 İktisadi bir çıkmazı yönetme ve etnik bir yoğunlaşmaya gark olan metinler, tarihselin ve resminin çeperinde üretilir. Mübadeleye insanlık ve yas gerçeği üzerinden eğilme kadar ya­ şananlara sosyo-kültürel açıdan yaklaşmayı deneyen çalışmala­ rın geçmişi yakındır. Toplumsal belleğe yönelik çalışmaların far­ kındalık ve yüzleşme talebi, önemli ölçüde geleneksel yaklaşım ve okumaları kırar. Diğer bir ifadeyle politik ve zorla dayatılan göçlerin spontane olarak gerçekleştikleri ve insanlık gerçeğinin tahmin edilemez olduğu iddiası yenidir. Savaşa son veren karşı­ lıklı bir mutabakatın çok ötesinde yaşananların yitmemesi için kurgulama istenci, hususu bellek araştırmalarının gündemine taşır. Böylelikle askeri ve stratejik okumaların oldukça dışına ge­ linir. Keza güvenlikleştirmenin insani boyutu tam anlamıyla sağ­ layamadığı, mübadillerin ulaşımından iskanına pek çok mesele­ nin yurtlandırmaya rağmen çözül(e)mediği tartışmaya açılır.36 Yerinden edilmenin, mülksüzleş(tiril)menin sosyolojik kadar 35

Kemal Arı, Büyük Mübadele, s.16 .

36

Birinci göç dalgasını konu edinen ve 1912- 1919 yıllarını kapsayan bir çalışma için bkz. Mihalis Elianu, To Erğon Tis Ellinikis Peritalpseos, Yunanistan Dış İşleri Bakanlığı Yayınları, Atina, 1921. Eser, Yunan araştırmacılar için başvuru kaynağıdır. Söz konu­ su çalışmada Mihalis Elianu, göçmenlerin ikametlerini tasnif etmektedir. Azınlıklar, azınlık göçleri ve göçmenlere dair başucu kitapları olarak ayrıca bkz. Aleksandros Palli, Statistiki Meleti peri ton Fil/etikon Metanastefseon Makedonias ke Trakis kata tin Periodo 1912-1924, x.e, Atina, 1925; Stephen P. Ladas, 1he Exchange of Minotities: Bulgaria, Greece and Turkey, Macmillan Co., New York, 1932; Dimitris Pentzopoulos, 1he Balkan Exchange of Minorities and its Impact on Greece, C. Hurst&Co., London, 2002.

146 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

psikolojik yönü, resmi karar ve alıcıları hariçte bırakmak nokta­ sında iknaya çalışır. Gerek Türkiye gerekse Yunanistan'da savaşı izleyen yıllarda ya­ yınlanan anılar ve kayıtlarda saptanan öteki ve ötekilik imgeleri, düşman ya da dost algıları son dönem çalışmalarının sorunsalını oluşturmaz. Pragmatist yaklaşımlarla mübadeleyi ele alma öne­ rileri gittikçe azalma gösterir. Hadiseyi öfke, kızgınlık ya da iti­ bar/itibarsızlıkla açıklamaktan ciddi ölçüde vazgeçildiği görülür. Resmiliğini koruyan belge kullanımı, iki tarafın yayınlarında da düşüş gösterir. Savaşın sivilleri, cephenin sıradan insanları, asker kaçakları gibi etkenler çalışmalara konu olur. Siyasal ve toplum­ sal gelişmeler, kısır bir döngü içinde tekrarlanan yayınları silke­ ler. Örneğin, komutan hatıratları tek güvenilir kaynak olmaktan çıkar. Üst rütbeli askerlerin, muvazzaf subayların kaleme aldık­ larının yanı sıra sıradan insanların tuttuğu notlar da konuşulur olur. Diplomat ve paşaların yazın hegemonyası esner; böylece yaşananlar idare, mevki, arma ve apoletler dışına çekilir. Birinci kuşak hayata veda etse de sonraki kuşaklara kalan anlatılar, on­ lara bırakılan defter ya da eşyalar kıymetlenir. Deneyimleyici ve canlı tanıkların ailelerine, yakınlarına teslim ettikleri -sözlü veya yazılı- taşınır bir miras söz konusudur. Cephe veya cephe gerileri, müzakere masaları ve nicesi resmi makam ve kimliklerden alınır. Moral bozuklukları gibi iletişim kopuklukları da mübade­ lenin ele alınmasına etki eder. Farklı bakış açıları ve anlatı dü­ zeyleri klasik çalışmaları aşar. Cinsiyet gibi pek çok değişkenin hesaba katıldığı okumalar, zorunlu göçün analizinde belirleyici olur. Görüleceği gibi yerleşmiş inceleme düzeylerinde dikkate de­ ğer bir kıpırdama yaşanır ve göçün birçok bilinmeyenli denklemi aydınlatılmaya çalışılır. Bu noktada kurtarıcılıkları için "icat edi­ lenler" bir yana atılır. Yazılanlara ve yazılacaklara şekil veren güç

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 147

pasifize edilir. Bir amcanın, bir teyzenin ya da küçük bir çocuğun hatırladıklarına yönelinir. Anlaşılacağı üzere mübadele ve bunun kurgusu savunma, eko­ nomi ve kimlik konularından çıkarılır. Yurtlandırma meselesine de uyum/uyumsuzluk üzerinden bakmaya ara verilir. Nüfusun anlaşmalı yer değiştirmesi sürecinde işlenen insanlık suçlarına ve bunlarla yüzleşmeye yoğunlaşılır. Mübadele için hazırlanan pro­ tokol ve kanunlar, imar ve iskana dair taslaklar,37 yardım komis­ yonlarının kurulması ve nice somut adıma, tarihsel çerçeveyi ver­ mede başvurulsa da mübadillerin tanıklıkları ve pek çok detay, mübadele ile gelen krizin yerleştirme ya da yeni yurtlara mecbur bırakmakla aşılamayacağını açıklamaya girişir. Türkiye'den farklı olarak hatırla( t)mayı önceleyen Yunanistan, bellek mekanlarına yönelerek bellek yitiminin önlenmesini, zo­ runlu göç olgusunun aktarılmasını sağlar. Mübadil birey ve anla­ tılarının kayıt altına alındığı, tanıklıkların derlendiği çalışmalar yürütür. "Halkların ayrılması" politikasına karşın, halkların kül­ tür ve alışkanlıklarını mümkün mertebe yaşatan bu özel alanlarla ortak bir geçmişe seslenir. Örnek verecek olursak, mübadil bir ai­ lenin evlat ya da yakını söz konusu mekanlarda silinen yaşantılar­ dan pek çok detay bulma imkanı bulur. Aynı Ş,ekilde meraklı bir ziyaretçi, tesadüf ettiği bir günlük veya dokunduğu bir kol saati ile geçmişi geri getirir. Burada yiteni, duyu organlarının yardımıyla bulunulan zamana taşımak mümkündür. Buradan hareketle, bel­ lek çalışmalarının göçlere -bizim örneğimizde mübadeleye- yeni bir soluk kazandırdığını belirtmek gerekir. 37

Konferans boyunca Türk tezinin içeriğini; İstanbul Rumlarını da Nansen'in rapo­ runda ele alınan mübadele kapsamı içinde tutma, buna karşılık Batı Trakya Türkle­ rini yerlerinde bırakma isteği oluşturdu. Yunanistan ise mübadelenin zorunlu değil, isteğe bağlı yapılmasını önerir. Lord Curzon ise gönüllü mübadelenin aylarca sü­ receğini belirtti. Kısa sürede göç başlar ancak savaştan yorgun çıkan toplumların yurtlandırılma meselesi pek çok sorunu da getirir.

148 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Mübadeleye içkin güncel çalışmalar; Osmanlı Devleti'nde asırlarca süren millet sisteminin 19. yüzyılda beliren milliyetçilik akımlarıyla çatırdadığı, bunun da etnik azınlıkları ayaklanmala­ ra götürdüğü anlatısının dışına çıkarak savaş durumuna götüren aktör ve etkenleri çok boyutlu bir şekilde sorgular. Yaşamsal im­ kansızlık ve ihmallere odaklanan okumalar, sürece eleştirel yak­ laşarak resmi tarihçiliğin baskıladığı yönleri öne alır. Bu noktada din odaklı nüfusu çekme, yeni toposlara tecrit ettirme, gelenek ve göreneklerden koparma totaliter bir entegrasyonla açıklanır. Savaş kadar azınlıklar meselesini sonlandırmada başvurulan yön­ temin ayrıştırıcı, eritmeci, inkarcı karakterine dönük çalışmalar zorunlu insan değiş-tokuşuna hatırlama (ve unutma) üzerinden yaklaşır. Başka bir ifadeyle yakın dönem mübadele çalışmaları, sosyo-politik bir uzlaşıdan çok kalıcı bir barışın tesisi için acı ve yasın kabulünü önerir. Klasik yaklaşımların tükettiği bir konu olarak Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi muhtelif araştırma ve yayınların öznesi olma­ yı sürdürse de gerek ulusal gerekse uluslararası gelişmeler, disip­ linler arası etkileşim ve nice sebeple tek bir kuram ya da görüşe sığdırılmaktan kurtulur. Bunda iki devlet arası ilişkilerin geliş­ mesi, sosyal yardımlaşma ve kültürel faaliyetlerin artması etkili olur. Psikoloj iden cinsiyet çalışmalarına, geleneksel teorilerden rol teorisine çok geniş bir araştırma yelpazesi söz konusudur. Dolayısıyla anakronik değerlendirme, reel politiğin sorgulanır hale gelmesi, küreselleşme ve pek çok unsur, göç kadar mübadele olgusunu mikro çözümlemelerden çıkarır. Göçmen ve/veya mübadil kimliğinin kamulaşması noktasında yinelenen yerleşik okumalara karşın bellek okumaları, her şeyden önce belgelenenler yerine sahayı işaret etmekle ayrılır. Arşiv, bel­ ge, rapor ve tutanakları tartışmaya açma, toplumsal travmaları

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 149

aşmada "zorunlu olanı" inkar ya da kınama, yeni çalışmalarda öne çıkan husustur. Mübadele örneğiyle sınırlayacak olursak temsil­ den yoksun kesimlerin temsiline odaklanma, desteksiz kişi ya da unsurların korunması öne çıkar. Başka bir ifadeyle kullanılabi­ lir bir bellek inşası yerine sorunlu, yadırganır, kabulsüz gerçek­ lik konur. Bu noktada filmlerden romanlara çok geniş bir alanda gerçekten bir uyarlama yapmaya gidilir. Günün koşul, ihtiyaç ve taleplerinin hesaplandığı sanat ürünleri gibi araştırmalar da gün­ cel olanın peşindedir. 1990'lardaki mübadele çalışmaları ile günü­ müz mübadele çalışmaları arasında ciddi ayrılıklar göze çarpar. Vaktiyle mübadil mutfağı önemsizken bugün, mübadil mutfağına alakanın arttığı görülür. Ezgilerden gastronomiye, bilaistisna her alandan izin bulunacağı çalışmaların artış göstermesi, bellek çalış­ malarının sağladığı araştırma imkanı ve serbestlikle açıklanabilir.

a- Kurmaca Gerçeklik Olarak Mübadele Kaydetme ve bilgiyi depolamada ses kayıtlarından günlük­ lere, bilgisayardan fotoğraflara pek çok araçtan bahsedilebilir. Sürekliliğin sözlü veya yazılı şekilde ancak her şekilde kayda ge­ çirme ile mümkün olması, cihazlardan kültürel yinelemelere bir­ takım imkanlara ihtiyaç duyar. Dolaylı ya da doğrudan, istençli ya da istençsiz, bireysel ya da kolektif; saklananın korunması, anımsa( t)ma veya canlandırmayla mümkün hale gelir. O halde kayıt, her şeyden önce bir geri getirme ve tekrara bağlıdır. Bu tek­ rar, muhtelif zaman ve törenlerle olabileceği gibi zamanlar üstü de gerçekleşebilir. Tam da bu noktada edebi ürünün, edebiyat metninin dönemler ötesi evreniyle karşılaşılır. Toplumların yaşadığı siyasi ve sosyal olaylar, edebi eserin oluşumuna etki eder. Tarihyazımında süzgeçten geçirilerek kay­ da geçirilenler kurmacada kendilerini anlatma, yazıya geçenleri

1 50 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

tartışmaya açma serbestliği edinirler. Toplumsal kadar etnik grupların mağduriyet algılarının şekillendiği ve yansıtıldığı bir mecra olarak kurmaca resmileşen/belgeleşen anlatılardan yapıca farklıdır. Örneklendiğinde imhaya teşebbüs, suça bulaşma, yağ­ ma gibi hususlar kurmacaya konu olduklarında gerçeklikten belli bir ölçüde uzaklaşırlar. Bu uzaklaşma aynı zamanda özgün bir üretme, bir yeniden kurma olanağı tanır. Gerçekliğin kıyılarından büsbütün kopulmasa da söz konusu kıyılara ihtiyaç duyuldukça uğranır. Başka bir ifadeyle kurma­ ca gerçeklik, yarattığı toplumsal farkındalık ve sorgu boyutuyla tarihsel gerçeklikten ayrılır. "Hatırlanabilir olan geçmişte kalmış şimdiye"38 eleştirel bakabilme, bir ırk ya da topluluğun başına ge­ lenlere farklı açılarca yaklaşabilme olanaklı hale gelir. Mutlak ve değişmez kabul edilenlerin değişebildiği görülür. Kronolojik bir devamlılığın aksine böyle bir süreklilikten azade bir kurgu fırsatı söz konusudur. Öyle ki tarihsel bağlam olay kurmada ancak ha­ reket noktasıdır. Edebi metinlerin başat unsuru, insan ve onun olaylar karşısın­ da değişen, hacim kazanan tepkileridir. Tarihsel gerçekliğe tezat oluşturan tahkiye de insan ve insan gerçeğinin olmazsa olmazı olarak karşımıza çıkar. Olaylar kadar kişilerarası etkileşim -ki bu güncel kalır- bir noktada tarihi ölçüden uzaklaşır. Tarihsel olanın yaşanıp son bulmasına karşılık kurmaca gerçeklik, yiteni geri getirme ve anlatılaştırmada belli koşul ya da yargılara bağlı değildir. Karmaşık kadar birbirinden bağımsız pek çok durumu buluşturabilen kurmaca gerçekliğe karşın tarihsellik, bir sınır ve kanıtlanabilirlik talep eder. Kurmaca metnin bu kıstasların öte­ sinde bulunması ona nice durumu, aktörü ve etkeni incele(t)me imkanı sağlar. 38

Reinhart Koselleck, Futures Past, Columbia University Press, Columbia, 2004, s.15.

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 151

Buradan yaklaşıldığında roman tarihin, geometrik inşasına karşı anının duygusal dalgalanmalarıyla39 öne çıkar ve tarihin göz ardı ettiği öznel algıları, toplumsal bir algı yaratma ereğiyle konvansiyonel, kişisellikten uzak, rasyonel ve nesnel tarihsel ger­ çeklikten ayıklar. Tarihin geçmiş olaylar hakkında sunduğu dışsal bakış yerine roman, belleğin süresizliğine imkan tanıyan kurgu­ sal gerçekliğe dayanır. Bu da her anlamda bir serbestiyete karşılık gelir. Yaşanan bir zamanın roman ile yeni bir zamana taşınma­ sı durumu, tarihin tekçi karakterine karşı bir çabadır. Kendine özgü bir anlatma ve nakletme rejimi kuran roman, müstakil ve zamanlar üstü bir sahaya sahiptir. Bu açı, onu tarihselin yapı ve dinamiklerinden çıkarır. Tarihsel gerçekliğe bir mesafelenme sağlayan roman, tekilliklerin tanınması için önerilerde bulunur. O halde roman, empatinin kurulduğu/kurulabileceği ve muhtelif tartışmanın sürdüğü/sürebileceği canlı bir mecra kabul edilebilir. Bu da romanı karşılıklı, dönüşlü hatta dönütlü bir gerçekliğe tabi kılar. Hatırlamanın (ve unutmanın) imgeler üzerinden verilmesi,40 bu imgelerin bazen iç içe bazense karşı karşıya büyümesi ya da gelişmesi durumu bile kurmacayı, tarihsellik ve tarihsel bir me­ tin olmaktan çıkarır. Yakup Çelik, romancının tarihsel gerçekliği dilediği gibi değiştirebileceğini belirtir: "Komi aldığı zamana ait sıradan bir insanın yaşadığı devrin değerlendirmesini sunabi­ leceği gibi savaşların ve siyasi olayların görüntüsünü de nakle­ debilir."41 Eagleton'a göre "ampirik gerçekler, yazarın ikna stra­ tejisine uygun şekilde, bütün bir retoriğin kurucu öğeleri olarak

39

Enzo Traverso, Geçmişi Kullanma Kılavuzu, s.28.

40

Marcel Proust, Swann 'ın Yolu, çev. Tahsin Yücel, Can Yayınları, İstanbul, 1992, s.51.

41

Yakup Çelik, "Tarih v� Tarihi Roman Arasındaki İlişki Tarihi Romanda Kişiler", Bilig, S. 22, 2002, s.46.

152 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

yeniden düzenlenebilir, yeniden bir kurgu için şekillendirilebi­ lir. "42 Dolayısıyla kurgulamanın statik ve zamansal olmadığı, bir devinim içinde oluştuğu söylenebilir. Örnekleyecek olursak bir vakanın dönüşüme uğratılarak verilmesi, birtakım noktaların öne alınması ya da ötede bırakılması kurma esnekliğinden ileri gelir. Kurmacanın mutlak ve beklenen gerekçelerden muaf olma­ sı, onun biricikliğiyle açıklanabilir. Kurmaca gerçeklik, gerçek­ lik ilkesini büsbütün reddetmese de gerçekle belli ölçüde oynar. Kurmacada bükülen, katlanan, devinen bir gerçeklik söz konu­ sudur. Metin, olanı bire bir vermek ya da yansıtmak durumunda değildir. Terry Eagleton romancının istese de yalan söyleme ihtimali­ nin olmadığını, "okurun ondan doğruları anlatmasını bekleme­ diğini"43 kurgunun sınırsızlığına dayandırır. Anlatacaklarının "gerçekten olduğunu" beyan etse bile romancıya gerçek anlam­ da inanılmayacağına, kendisinden ve metninden bir noktada şüpheye düşüleceğine dikkat çeker. Romancının insanı ve insan gerçeğini ele alırken pek çok teknik kullanabileceğini, bitimsiz oyunlara girişebileceğini ve sadece bunun bilinmesinin kimse­ yi ikna edemeyeceğini örnekleriyle açıklar. Romanın genelleme kabul etmeyeceği, kesin hatların dışında şekillendiği iddiası; onu Georg Lukacs, Mikhail Bakhtin, Fredric Jameson ve nicesiyle bu­ luşturur. Gerçeklik durumunun oynaklığı, türü besleyen alt kate­ gorilerin varlığı ve en önemlisi öznel kurulurluğu, anlatılana ne derece güvenileceğini içinde barındırır. "Ne kadar kişisel olursa olsun her hatırlama, başka birçok kimsenin de sahip olduğu düşünceler kümesiyle ilişki içinde 42 43

Terry Eagleton, ldeoloji, çev. Muttalip Ozcan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2005, s.47. Terry Eagleton, Kuramdan Sonra, çev. Uygar Abacı, Literatür Yayınları, İstanbul, 2004, s.89-91.

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 153

gerçekleşiyorsa"44 kurmaca, yapay karakterine rağmen bir geçmiş ve yaşantılar bütünü sunar. Bu noktadan yaklaşıldığında okur, alımlama sürecinde kurmaca karakterlerden bağımsız düşünü­ lemez. Onlarla karşılıklı bir iletişim içindedir. Böyle bakıldığın­ da kurmaca, düzmece hakikate rağmen çoğul, çoğunlukludur. Sadece bu kısım, bellek inşasını izaha kafidir. Dünya edebiyatın­ dan Türk edebiyatına, hangi edebiyat düşünülürse düşünülsün, bu toplumsallık kurulumu fark edilir. Bellek yaratmayla açık­ larsak, yazar üretim sürecinde dış koşullara bağlıdır. Yazar ato­ mik45 kayıtları bütün için kurgular. Dış koşullardan yazara gelen uyarıcılar, bilişsel süreçler sonucunda belleğine yerleşir. Hatırına gelenler, yazıya geçirdikleri, öyle ya da böyle, bir yanlarıyla baş­ kalarına dairdir. Başka bir ifadeyle, yazar "itibari bir alem" yaratsa da bu alem dışsal ve koşulludur. Koşulu ise birileri ve bir şeyler sayesinde kurulabilmesidir. Her olay ya da durum, uzun süreli bir kaydın geri getirilme­ siyle mümkünleşir. Söz konusu olay veya durumlar öznenin ken­ disi tarafından deneyimlendiğinde anısal belleğe; bire bir tanık olunmamışsa nesiller boyu ritüeller ve törenlerle aktarılan, bir şekilde okunarak ulaşılan ve geleneklerce beslenen kültürel bel­ leğe nüfuz eder. Ancak her durumda geri getirme için kayıt şartı

açıktır. Sanatçının bireysel hatırlamaları, öznel p aylaşımlara ya da

duyumlara içkin şekillenir.46 Yaşamış veya duymuş, görmüş ya da okumuş bir bellek taşır ve bu taşıyıcılık bütünü kapsar. Kayda dök­ tükleri de benzer biçimde yoğunluklu, toplumsal ve akışkandır.

44

Paul Connerton, Toplumlar Nasıl Anımsar, çev. Alaeddin Şenel, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2014, s.60.

45

Atomik: Yunancada kişi anlamına gelen "atomo" sözcüğünden gelir. Kişisel, bireysel kastedilir.

46

Dominick LaCapra, History and Memory After Auschwitz, Cornell University Press, New York, 1998, s.72.

1 54 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Sosyal bir akışkanlık ortaya koyan kurmaca, gerçek kadar gerçekleşmesi ihtimal dahilinde olanı yoğurur. Çalışmayı ilgilen­ diren ve tabir yerindeyse, bir anımsama edimi ortaya koyan ro­ manlar, bireyler kadar toplumların geçmişlerinde düğümlenirler. Geçmiş deneyimlerin bütüncül fotoğrafına odaklanan yazarlar da yaşamalara mal olan her şeyin kurgu yoluyla belleklere kazına­ bileceğine ikna ederler. Dönemin referanslarından yola çıkılarak şimdide kurulan geçmiş, artık başkalaşmış bir doğada bir yiteni canlandırır. Birtakım müdahaleler sonucu hatırlatılmak (veya unutturul­ mak) istenenlerin bir düzen içinde sunuluşu, kurgusal bir bellek yaratma amacıyla açıklanabilir. Roman Jakobson ve dilsel iletişim üzerine görüşleri hatırlandığında47 edebi eserler tarihsel değil, dilsel varlık olmalarıyla öne çıkarlar. Eserin edebi yönünü dil ve anlatımla öne çıkaran bu anlayış, tarihi metin-dışı bağlam olarak görür. Tarihe veya tarihsel gerçekliğe karşın edebi eserin içsel ve özgün bir formu, dilsel bir göstergesi vardır. Tarihi ve tarihselliği aşan bu anlatımsal boyut, kurmaca esere ayrı bir karakter kazan­ dırır. Yukarıda da bahsedildiği üzere bilinçaltına tesir eden, 48 onu alıkoyan bir bilinç dışılık söz konusudur. Belli bir kitleye/kitlele­ lere ulaşan yazarlar da kurgu odaklı bir bellek örerler. Böylece öz­ nel olanla nesnelin birbirinde eridiği geçmiş, tekrarlanarak top­ luma karışır. Rothberg'e göre bellekler birbirleriyle olan temas­ larından, çatışmalardan ve yakınlaşmalardan doğarlar.49 Belleği monolitik bir yapı olmaktan kurtaran bu bakış açışı, sosyal bir 47

Roman Jakobson, 20. Yüzyılda Dilbilim ve Gösterge - 1, çev. Mehmet Rifat, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2014.

48

Gustave Le Bon, Kitleler Psikolojisi, Say Yayınları, İstanbul, 2018, s.38.

49

Michael Rothberg, Multidirectional Memory, Stanford University Press, California, 2009, s.5.

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 155

akışa işaret eder. Başka bir anlatımla yazar-eser-okur üçgeni bir bellekler alanıdır ve yordama da bunların karşılaşması, bazen he­ saplaşması bazense uzlaşması sonucu gerçekleşir. Bir hikayeden bahsetmenin esasen başka hikayeler gerektir­ diğini öne süren Rothberg ve "bellek düğümleri" yazarlar için de geçerlidir. Nitekim kurmacada özelden genele bazen bağlantılı bazense bağlantısız hikayeler söz konusudur. Yazarlar farklı ırk ve zaman dilimlerinde gerçekleşen birtakım hadiseleri dolaşı­ ma sokarak toplumsal bir algı yaratmayı amaçlarlar. Belleklerin kurmacanın malzemesi içinde erimediği, aksine kahramanlar ve hatırlamaları (ya da unutmaları) üzerinden öne çıktığı düşünül­ düğünde edebi metin bir inşa ve yaşatma sahasıdır. Romandaki "kişiler, olaylar, olayların geçtiği yerler, konuş­ malar, bir bütün oluşturacak biçimde kaynaşmak zorundadır. Roman da her canlı varlık gibi yaşayan, kendi içinde bütünlüğü bulunan bir varlıktır."5° Forster, "Roman yazarı bir kişi hakkında her şeyi biliyorsa o kişi gerçektir." der. Anlaşıldığı üzere kurmaca karakterlere yazar tarafından birtakım roller dağıtılır ve onlara bir misyon biçilir, böylece sosyal bir hiyerarşi belirir. Yaşanmış ya da yaşanması muhtemel bir dünyaya bırakılan karakterler, gün­ delik hayatta karşılaşılabilecek kişilerden farksı.zken bazen aynı kişilerin tarihin bir dönemine çekildikleri görülür. Bir hadiseye tanık olabilecekleri gibi olan bir hadisenin etkisi altında da kala­ bilirler. Yaratıcılarının kararına göre bazen yönetme ve yönlen­ dirme imkanları varken bazen bu olanak sınırlı hale gelir. Neyin, nasıl anlatılacağı, bunun amaçlı mı amaçsız mı olduğu ve nice durum kurmacada öncelik verilecekleri şekillendirir.

50

Edward M. Forster. Roman Sanatı, çev. Ünal Aytür, Milenyum Yayınları, İstanbul, 2016, s.16.

156 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Saf ve Düşünceli Romancı kitabında romanın dünyayı dışarı­ dan değil içeriden, o dünyada yaşayan kahramanların gözünden görebilmekle başladığını yazan Orhan Pamuk; türün hiçbir ede­ bi biçimin sağlayamadığı bir hızla, genel manzarayla geçici anlar arasında, genel düşüncelerle özel durumlar arasında bir geçişi olanaklı hale getirdiğinden bahseder.51 Romanları gerçek sanarak okusak da aklımızın bir yanıyla bunun öyle olmadığını da bildiği­ mizi belirtir. Yanılsama, çelişki ve samimiyetin bir potada eridiği romanların, ikinci hayatlar olduğunu okuruz. Bu hayatlar, roman yazarının kendini bir başkasının yerine koyma gücüdür; "bu güç onu yalnızca hiç seslendirilmemiş insani gerçekleri keşfeden kişi değil, sesi çıkmayanların, öfkesi duyulmayanların, bastırılmış sö­ zün, dile getirilmemiş olanın sözcüsü durumuna da getirir."52 Kurmaca gerçeklik, bir seçmeye gitme ve seçileni dönüştürme imkanına sahip olmasıyla kronoloj ik bir hizaya ve kanıtlanabilir unsurlara ihtiyaç duyan tarihsel gerçeklikten ayrılırken yapılan­ dırıcı bir özellik ortaya koyan toplumsal belleğe yaklaşır. Temasın öncelik ve taleplere göre şekil alması, toplumların belleklerinde olduğu gibi kurmaca gerçeklikle de örtüşür. Tarihte önemsenme­ yen küçük detayların kurmaca metinlerde olduğu gibi toplumla­ rın belleğinde de büyük yer edindikleri söylenebilir. Kuramını romanın anlatı formuna temellendiren Mikhail Bakhtin, onu öne sürdüğü heteroglossia (herhangi bir sözcede anlamın işleyişini yöneten temel koşul, bağlamın metin üze­ rindeki önceliği) , diyaloji (dialogue), çokseslilik (polyphonie), karnavalesk (carnavalisque) ve kronotop (chronotope) kavram­ larıyla biçimlendirir. Karnaval, yerleşik normların tersyüz edil­ diği, kutsallarla oynandığı, resmi olan ya da olmayan hiyerarşik 51

Orhan Pamuk, Saf ve Düşünceli Romancı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s.13.

52

Orhan Pamuk, Babamın Bavulu, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2016, s.38.

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 157

yapıların alaya alındığı bir alandır. Tahakküm altında olmayan söylemlerin hüküm sürdüğü, baskılanmış edimlerin olmadığı tek yer görülür. 53 Sözel ama aynı zamanda yazınsal bir başkaldırıyla yeniden kurulan, aslında toplumsal belleğin kendisidir. Dil düz­ leminde öne çıkan iletişim, paylaşımsallık ve her unsurun hikaye edilebilme, aktarılabilme durumu statik olmayan "şimdi kurgu­ su"na eklemlenir; böylece toplumsal, sosyal akışlı ve dolayımla­ nan "yeniden" kurulur. Şenliğe dayalı kitlesel, kolektif çıkışlara vurgu, romanın ortak inşa ve ortak anımsa(t)ma (ve unutma/ unutturma) dünyasını destekler. Trajik ve/veya kutlu, bir dönem ya da dönemsel kesitin kur­ maca aracılığıyla yeniden canlanması/canlandırılması, edebi metnin bellek kurma gücünü54 ortaya koyar. Şimdide kurulan olayın her şeyden önce bir dayanağa, bir geçmişe ihtiyacı vardır. Başka bir ifadeyle bir yönüyle de olsa hatırlanmak zorundadır. Yazar ve okur arasında sosyal bir mutabakat sağlanmasıyla bu­ lunulan zamana özgü ve diğerlerine göre güncel olan iletişim­ se! bellek işlerlik kazanır. Böylece bir iletilen olarak edebi ürün şimdiye çekilir ve tekrarlama suretiyle bir yiteni geri getirir. Bu bağlamda, roman "vekaleten"55 bir anımsama edimi ortaya ko­ yar. Başka bir ifadeyle, bireyin doğrudan yaşamadığı deneyimle­ ri, çevreden gelen uyarılar ve anlatımlarla bir Ş ekilde edinmesini sağlar. Sonradan kurduğu yiten zamanla, ulaştırılmak istenenleri tanık ol(a)mayanlara iletir. Bu noktada kaydedilen geçmişle ha­ tırlanan geçmişin aynı şeyler olmadığını belirtmek yerinde olur. Kaydedilen geçmiş, tarihsel gerçekliğe bağlıyken anımsanan veya 53

J. C. Scott, Tahakküm ve Direniş Sanatları, çev. Alev Türker, Ayrıntı Yayınları, İstan­ bul, 1995, s.239.

54

Suzanne Nalbantian, Memory ln Literature, Palgrave Macmmillan, London, 2003, s.88.

55

Beatriz Sarlo, Geçmiş Zaman. Bellek Kültürü ve Özneye Dönüş Üzerine Bir Tartışma, çev. Peral Bayaz Charum - Deniz Ekinci, Metis Yayınları, İstanbul, 2012, s.80.

158 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

anımsanacak olan geçmiş, şimdiye dolayısıyla yeniden yaratılan özgün yaratıma bağlıdır. Toplumsal belleğin bir kurgu süreci olduğu düşünüldüğünde, roman-tarih-bellek arasındaki makas gittikçe daralır ve tarihin artzamanlı düzleminden romanın kurgusal düzlemine geçiş ya­ pılır. Bu yönüyle roman, şimdiki zamanda deneyimini farklı bir temsiliyet içinde tekrar üreterek bir bellek deposu işlevi üstlenir. Bu depoya doldurulacaklar da yazarın öne çıkarmak istedikleriy­ le ilintilidir. Bizim örneğimizde "kullanılabilir bir geçmiş"ten56 söz etmek oldukça güçtür. Nitekim hatırlama, milli hassasiyet ya da tasarılarla gerçekleşmediği gibi ulusal bir bilinç yaratma, ulu­ sa rol model olma suretiyle yapılan hatırlatmalar da söz konusu değildir. Ele alınan süreç de kronolojik bir titizlikle işlenmekten ziyade anıların gelişigüzel ayıklanmasıyla şekillenir. Ancak iki yazarın da tarih metni gibi tarihsel bir roman yazma niyetleri­ nin olmaması ve amaçlarının tarih dışı kalması, kronolojik bir bütünlüğe dikkat etmeyişleri kişisel kadar yazınsal tercihleriyle açıklanabilir. Dünya edebiyatının en ünlü bellek aracı olarak karşımıza çıkan Marcel Proust'un "madlen"i hatıra getirildiğinde duyusal araçlarla/gıda maddeleriyle bir hatırlama ve unutma sunan yedi ciltlik Kayıp Zamanın İzinde bir üst örnek kabul edilebilir. Koku ve tatların çağrıştırma durumuna paralel vaziyette ussal yolculuk ve geriye dönüşlerle hatta bazen sezdirilen bazense sezdirilmeyen metin odaklı beyin fırtınalarıyla okur, kurgunun parçası haline gelirken inşa, yazarla sınırlı kalmaktan çıkar. Burada önemli olan, interaktif bir iletişim kadar algı oluşturmanın da mümkünlüğü­ dür. O halde bireysel ve bilişsel süreçlerin yazınsal imkanlarla 56

Pascal Boyer - James V. Wertsch, Zihinde ve Kültürde Bellek, çev. Yonca Aşçı Dalar, Türkiye iş Bankası Kültür Yayınlar d stanbul, 2015, s.156.

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 159

kolektife açıldığı, böylelikle bir yeniden temsili olanaklı hale ge­ tirdiği söylenebilir. Görüldüğü gibi tarihe ve tarihsel gerçekliğe karşın müstakil bir bellek konjonktürü ortaya koyan roman, sosyal analizlere ola­ nak tanıyan işlek bir sahadır. Verili ve ispatlanır olana kıyasla de­ mokratik bir yapıya sahiptir. Fethi Naci, romancının işinin tarih yazmak olmadığını vurgulayarak bu düşüncesini şöyle açımlar: "Bunun için topladığı bilgiler, belgeler, buzdağının denizin altın­ da kalan büyük bölümü gibi olmalı, göze batmamalıdır; çünkü romancı o bilgileri, belgeleri romanına aktarmayacak, onlardan yararlanacaktır. "57 Belleği kültürel boyutu ile ele alan felsefeci ve sosyologlara paralel şekilde yazarların da roman aracılığıyla metodolojik bireycilikle metodolojik bütüncülüğü birleştirdik­ leri söylenebilir. Umberto Eco'nun belleğin metruk bir ambar olmadığı gibi böyle bir ambara benzetilemeyeceği, kayıtların ve anıların zamana uygun biçimlendiğine58 dair görüşleri hatıra getirildiğinde roman güncel kalan bir türdür. Marita Sturken'in vurguladığı metinlerin "anımsatma tekniğine"59 paralel şekilde roman; bir toplumun geçmişini, bir toplumun kültürel yaşamını ve yaşadığı çalkantıları deşer. Sosyolojik bir etkileşimcilik ortaya koyan ropıan; sınıfların iç­ sel ayrımlarından aile bağlarına, köylülerden burjuvalara, şiddet­ ten barışa birçok gerçeğe alan açar. Toplumu ve toplumsal kesim­ leri kavra(t)mak üzere süreci, süreçteki devinimleri ve bu süreçte karakterlerin gelişimini merkeze taşır. Toplumsal olgular kadar 57

Fethi Naci, "Romancının İşi Tarih Değil Roman Yazmaktır", Hürriyet Gösteri, S. 197, s.58.

58

Umberto Eco, Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti, çev. Kemal Atakay, Can Yayınları, İstanbul, 2012, s.18.

59

Marita Sturken, Tangled Memories: The Vietnam War, the AIDS Epidemic and the Politics of Remembering, University of California Press, Berkeley, Los Angeles, 1997, s.57.

160 Yaşar Kemal ve DUio Sotir!_yu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

insanların dolayısıyla kurmaca karakterlerin durağan varlıklar olmadığından hareket eder. Dilin hatta semboller dünyasının bir ürünü olan roman, toplumsal bir gerçekliği yeniden ve anda ku­ rarken içselleştirme, dışsallaştırma ve nesnelleştirme imkanıyla sosyal bir inceleme alanı sunar. Diğer bir deyişle toplumsal belle­ ğin üretim ve yönlendirme bakımından resmi ve gayri resmi ola­ rak ikiye ayrılması durumu60 romanla belirginlik kazanır. Resmi ile gayri resminin izlendiği bir mecra olarak roman, belleğin ku­ rulumu kadar bunda rol oynayan etkenleri ortaya koyar. Güdüleyici bir araç olarak roman bir grubu, bir toplumu veya ulusu sosyal gerçeklikler etrafında buluşturur. Toplumsal gerçek­ liğin bireylerin gündelik eylemleriyle sürekli ve yeniden üretildiği gibi roman da hikaye etme ve aktarma özellikleriyle toplumsal bir bellek inşa eder. İdeoloj iden sembollere çeşitli olguları bu inşaya katmak mümkündür zira yazarın üretimine pek çok değişkenin etki ettiği açıktır. Yazarın bireysel tercihler neticesinde baskıla­ maya gittikleri de yitmemeleri için kazandırdıkları da bulunulan şartlara kapalı değildir. Bir bellek konjönktürü ve farkındalık me­ kanizması ortaya koyan romanın, her şeyden önce sosyal bir olgu olduğu ve bir şeyleri nakletme amacı güttüğü söylenebilir. Toplumsal bilinçaltına itilmiş, bastırılmış, sorgulanmamış olay ya da meseleleri sosyal dolaşıma sokma gücüyle roman, bellek araştırmalarına ciddi bulgular sunar. Öyle ki hatırlama­ nın sosyal çerçevesinin ne olduğundan bunun nasıl değiştiğine, kahramanların hadiselere tepkilerinden kolektif yaratmalarına pek çok soruya yanıt veren roman, hatırlama ve unutmada ku­ şaklararası bir etkileşimi olanaklı kılar. Romanın sosyal bir gru­ bun/grupların hatırlama ve/veya unutma biçimi olması, duygusal ve davranışsal tepki seyrinin roman odaklı tespit edilebilmesi ve 60

Richard Rinehart - Jon Ippolito, Re-co/lection: Art, New Media and Social Memory, MiT Press, Massachusetts, 2014, s.211.

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 161

nicesi türü bellek kurma kadar belleğe yön vermede önemli bir araç yapar. Bu da romanın bir hatırla(t)ma talebinde bulunabile­ ceğine ikna eder. Nitekim Wenger'ın belleğin taşınırlığı61 yakla­ şımını mümkünleştiren roman, bir grubun ya da toplumun aynı olayı hatırlamadığı/hatırlayamayacağı durumlarda bile onu kişi­ den kişiye (okurdan okura) taşır. Toplu ve dönüşümlü bu taşınır­ lık, esasen kurgusal bir mecra olan romana müstakil bir çerçeve kazandırır. Belleğin kurulumunu sağlayan bu çerçeve; yazardan kurmacaya, kurmacadan okuyucuya çok aktörlü bir hesaplaşma başlatır. Yitenlere, sonradan eklenenlerle bir iletişim durumu ta­ nıyan roman vaka ulaşımını sağlar. Bu noktada baskın olanın bel­ lek kurduğu da eklenmelidir. Nitekim aktarılanı kimin, ne şekilde aktardığı ve diğerlerinin ona göre ikinci planda kalışı, ona anla­ tısında bir liderlik kazandırır. 62 Kurmaca özelinde söylenecekse yazarın ve/veya anlatıcının ayrık sesi, inşa edileceklere şekil verir. Önderlik vasfına sahip bu ses, amaca göre değişikliğe uğrar. Bireysel ve toplumsal belleğin kaynaşma63 sonucunda oluştu­ ğu düşünüldüğünde, sosyal kaynaşmanın kurgusal alanı olarak romanın atomik ve kolektif hatırlama (ve unutmalara) kaynak­ lık ettiği söylenebilir. Genelden özele ancak aynı zamanda özel­ den genele,64 süresiz ve yinelenir bir akışı mümkün hale getirir. Kurmaca karakterlerin hatırladıkları (ve unuttukları) sosyal içeriğin, başka bir ifadeyle hatırlamanın toplumsal çerçevesinin değişip değişmediğine dair mühim veriler sunar. Olayları, yaşan­ tıları ve yaşananları sembolik hale getirme alanı olarak kurmaca; 61

Daniel M. Wenger Paula Raymond vd. "Transactive Memory in Close Relations­ hips", Journal of Personality and Social Psychology, C. 61, S. 6, 1991, s.923-929.

62

Alexandru Cuc - Yasuhiro Ozuru vd. "On The Formation Of Collective Memories: The Role of a Dominant Narrator", Memory and Cognition, C. 34, S. 4, 2006, s.752-762.

63

Amanda ). Barnier - John Sutton, "From lndividual to Collective Memory: Theoreti­ cal and Empirical Perspectives", Memory, C. 16, S. 3, 2008, s.177- 182.

64

Roger Bastide, The African Religions of Brazil, çev. Helen Sebba, johns Hopkins Uni­ versity Press, Baltimore, 1970, s.80.

162 raşar Kemal ve Dido Sotirryu'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

zamansız, şimdide kurulan bir konjönktür ortaya koyar ki bu, güncel olduğu kadar belleğe dairdir. Buna paralel şekilde bellek görevi romanda, retorik ve konformist bir ifade hatta irade koy­ ma imkanı bulur. Kısaca bellek çalışmalarına müstakil bir araştırma imkanı sunan roman, kümülatif bir analiz ortamı sağlar. Jan ve Aleida Assmann'a paralel şekilde söyleyecek olursak sosyo-kültürel bo­ yutun çözümlenebileceği bir alan olarak edebi ürün -özelde ro­ man- kurulabilir özelliği sayesinde dinamik ve aranan bir labora­ tuara dönüşür. Muhtelif yaşantının kurgu yoluyla canlandırıldığı "sonra" ile roman, zamansız işlediğiyle bir "working memory", 65 başka bir ifadeyle bir "işler bellek" kurar. Unutulan, unutulmaya yüz tutmuş pek çok unsura dönme ve zamanın tozunu alma, bir araştırma nesnesine evrilen romanla mümkünleşir. Roman, ya­ şantının ve yaşananın arşivlendiği bir zemin aralar. Bu bağlamda yaşanmış bir dönem, olay ya da durumun yeni bir oluşta kalıcı­ laşmasını ve algı yaratmasını mümkün kılar. Sonsuz bir tartışmayı toparlamak üzere böylesi bir iletişimin mübadeleyi ana veya tali konu olarak işleyen romanlarda ne de­ rece etkin olduğuna, belleksel bir kurmadan bahsedilip bahsedi­ lemeyeceğine, hatırlananların (ve unutulanların) tarihten ve bu tarihin yazımından hangi noktalarda ayrıldığına, toplumların ha­ diseyi geri getirmede veya itmede nerede durduklarına, toplum­ sal hissiyatın tek tek bireylerle örtüşüp örtüşmediğine, yazarların kurguda ulusları mı yoksa toplumları mı esas aldıklarına, nostalji duygusunun yaşamsal ile kültürel boyutunun tezatlık gösterip göstermediğine ve daha pek çok soruya kurmaca odaklı bakmak mümkündür. 65

Ann Rigney, "Plenitude, Scarcity and the Circulation of Cultural Memory", fournal

ofEuropean Studies, C. 35, S. !, 2005, s.11 -28.

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 163

b- Toplumsal Bellekte Kurgusal Bir Sapak Rum nüfusun yoğun olduğu Batı Anadolu kıyılarını, İstanbul ve Karadeniz'i almak ve gittikçe yayılan bir Helen yurdu yarat­ mak amacıyla Yunan hükümeti, 15 Mayıs 1919'da İzmir'e asker çıkarır. Türk varlığı kadar Türk milliyetçiliğinin de hesap edilme­ diği bu çıkartma, iki devleti karşı karşıya getirir. Türk tarafının iş­ gale karşı başlattığı Milli Mücadele'ye savaş açan Yunan Ordusu, içlere doğru ilerlerken beklemediği bir geri püskürtmeyle kıyılara itilir.66 Türk ulus-devletinin kuruluşunun teminatı olan Sakarya Meydan Muharebesi'nde yenilgiye uğrayan Yunanlar, bu mağlu­ biyeti ve sonrasını ulusal bir acziyet, milli bir itibarsızlık olarak görmeye başlar. Küçük Asya Olayları ve sürecin neticelendiği Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi, bireysel kadar toplumsal belleklerde de yer edinir. 67 Savaşı Türklerin kazanmasıyla Helenlerin asırlık umut­ ları ve "Büyük Ülkü" idealleri dağılır. Bunun her alan ve anlam­ da çok boyutlu yansımaları olur. Kırım, kıtlık ve göçlerin damga vurduğu bu çatışmalı dönem, yazarlar tarafından dondurularak sosyal dolaşıma sokulmak istenir. Bu noktada neyin, nasıl, ne şekilde ele alındığı veya sunulduğu, yaşananları kutsama veya lanetleme, hadiseleri bir zafer veya yenilgi olarak kabul etmekle şekillenir. Bilhassa birinci dereceden tanık yazarların gördükleri­ ni kurulu bir gerçeklik üzerinden aktarma çabasının arka planın­ da, kişisel kadar sosyal travmalara edebiyatla ayna tutma ve trajik gerçeklere bir ad arama68 amacı fark edilir.

66 67 68

Damla Demirözü, Savaştan Barışa Giden Yol, s.22. Pashalis M. Kitromilidis, "Simvoli sti Meleli tis Mikrasiatikis Trağodias.Tekmiria tis Katastrofis tu Elli ismu tis Vithinias", Mikrasiatika Hronika, S. 15, 1972, s.372. Mario Yitti, 1 Yenia tu Trianda, Ermis Yayınları, Atina, 2000, s.51-54.

1 64 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Yurdundan sürülmüş, sürgünlüğü doğrudan yaşamış yazar­ ların romanlarına bakıldığında ele alınan dönemin adeta tanık­ laştığı, anlatıların bir dönemi tanık kıldığı söylenebilir. Tanık yazarların, yaşananları yıllar sonra bile aktarmak için sabırsızlan­ dıkları okunur: İçsel etkilerinin sarsıcı olduğu dışsal bir olaydan bahsetmemiz gerekir. Bu dışsal olay, çağdaş Yunan edebiyatının Anadolulu, Küçük Asyalı, İstanbullu yazarlarla oluştuğu, onların yerel elle­ rinde yoğrulduğudur. İstanbul, İonya kıyıları, Ege adaları hatta Girit, edebiyatımız için kan olur. Büyük sürgün, yurttan koparıl­ ma ve yeni topraklara bırakılma salt gündelik hayatı değil, kültü­ rümüzü, düşüncelerimizi, yazın istikametimizi de dönüştürür.69

Küçük Asya Ordusu'na katılan Yunan asker ve Küçük Asyalı göçmen yazarların ileride yazdıkları dikkate alındığında Küçük Asya'da neredeyse büyülü bir yaşamın sürdüğü tespit edilir. Anadolu'nun eşsizliği, halklarının bir aradalığı, insanlarının konukseverliği ve verimli toprakları uzun uzadıya betimlenir. Birbirini teyit eden eserler, siyasal dengelerin dolayısıyla kültürel yaşamın dönüştüğü 1922 yılının baharını adeta bir yıkım adde­ der. Karanlık deneyimleri, cephelerde karşılaşılanları ve pek çok aşamayı sonrakilere devretmeyi toplumsal bir görev bilen tanık yazarlar, kurmaca üzerinden bir bellek inşasına koyulurlar.70 Önceki kuşakları besleyen hayaller, Bizans'ın dirilmesi ve nicesi, 1922 yılının Eylül ayında yerle bir olur. Evvelkilerden farklı şekil­ de, bir trajedinin aktarımına yoğunlaşan ve Yunan edebiyatında 69 70

1 . M. Panayiotopulos, Ta Prosopa ke Ta Kimena, 1 Ekdosis ton Filon, Atina, 1980, s.47. Birinci Dünya Savaşı'ndan ikinci Dünya Savaşı'na ( 1914-1939) elli üç yazardan on üçü Küçük Asya ve Trakya doğumludur. Bunlardan Andonis Vusnunis, Yorgos Theotokas, Thanos Kastanakis, Menelaos Ludemis, Petros Pikros, Tatiana Stavru ve Maria lordanidu İstanbullu; Kosmas Politis ve Pavlos Floros İzmirli; llias Venezis ve Fotis Kondoğlu Ayvalıklı; Tasos Athanasiadis Salihlili; Stratos Dukas Ayvalık Adalı ve diğerlerine göre daha geç dünyaya gelen Dido Sotiriyu Aydın doğumludur.

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 165

"Otuz Kuşağı"71 olarak anılan sanatçılar, yiten zaman ve yurtla­ rı yaşatmaya çalışırlar. Hatırlama akımını da başlatan dönemin şair ve yazarları her şeyden önce tanıklık bırakmayı düşünürler. Ürünlerinin çoğunda, onlar için geri dönüşsüz bir sürece denk gelen bir son anlatılır. 72

Burada yanıtlanması gereken, bir dönemi kazandırma ile olan­ ları muhafazada nasıl bir yol izlendiği ve bunun kurmaca üzerin­ den ne derece verilebildiğidir. Tarihin kökten bir biçimde tartışma konusu yapılmasını73 öneren Nichanian, tarihsel olaylara değil, Felaket'in kendisine yoğunlaşılmasını savunur. Edebiyat, Felaket'e asli bir bağla bağlıysa, kurmaca evreninin yeniden ve korunmasız okunma talebi olabilir miydi? Tanıklık etmenin imkansızlığı söz konusuysa, tanıklık kullanmakla amaçlanan neydi? Gerçek ya­ şamları, gözlemlenenleri aktarmada otobiyografi ve anı gibi tür­ ler bunu yapmada yapıca daha müsaitken romanı tercih etmek, estetik boyut dışında neyle açıklanabilirdi? Fark edileceği üzere böylesi kesin yargılardan uzak hususun soruları da çoğaltılabilir. Bu noktada Küçük Asya etraflı romancılığın tarihi romanla bağını da tartışmak gerekir. Walter Scott'a göre bir eser, tarihi kabul edilebilmesi için birtakım esasları taşımalıdır. Bir romanın tarihi roman kabul edilebilmesi için merkez konunun tarihi bir olay üzerine inşa edilmiş olması yeterli değild i r. Tarihi bir olayın dışında bir toplumun gelenek ve görenekleri üzerine detaylı ma­ lumat da içeriyor olmalıdır. Sosyo-kültürel çevrenin tasviri Scott 71

Yunan edebiyatında mesopolemik dönem ( 1920-1940) diğer adıyla "Otuz Kuşağı", Birinci Dünya Savaşı'nı, Küçük Asya bozgununu ve Megali İdea hayalinin çözülüşü­ nü esas alır. Nea Crammata dergisinde buluşan sanatçılar, kendilerinden önce eser vermiş olan şair ve yazarları da bünyelerine kabul ederler. Böylece topluluk, bir dö­ nemle sınırlı kalmayıp seri halde büyür. Yorgo Theotokas'ın Eleftrero Pnevma adlı eseri, dönemin manifestosu olarak görünmüşse de muhalif sesler sebebiyle bildiri geçerlilik kazanamamıştır.

72

Linos Politis, lstoria tis Neoe/linikis Logotehnias, M.l.E.T., Atina, 1978, s.63.

73

Marc Nichanian, Edebiyat ve Felaket, s.20-24.

1 66 raşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

için son derece önemlidir. Tarihi roman, güncel ve ritüelistik bir boyut taşımalıdır. Buradan bakıldığında bahsedeceğimiz Otuz Kuşağı romanlarına tarihi roman deyip diyemeyeceğimiz görece­ lidir. Hadiselerin meydana gelmesinden uzun zaman geçmemiş olması ve tanık yazarların başlarından geçenleri kurgulamaları, söz konusu romanları birer günce romana yaklaştırır. Yazarların hayatlarıyla paralel izlerin somut şekilde takip edilebilmesi, kur­ macalarda öne çıkan yoğun otobiyografik izlekler bahse konu ro­ manları tarihi roman sınıflamasının dışında bırakır. Her ne kadar Scott'un örneklediği temel parametreler ile yer yer paradigmatik bir yakınlık sağlansa da Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu'nun tarih yapma, tarihten faydalanma gibi bir düşüncelerinin olmadığını açıklamaları, metinlerde tespit edilen tarih üstü, anti-militarist algı ve sözlü anlatılara yönelim onları tarihe içkinlikten çıkarır. Avraam Fliesman, tarihi roman tanımını daha da genişletir. Ona göre tarihi romanı diğer romanlardan ayıran en mühim ay­ rıntı, geçmiş ile kurulmasıdır. Olay ile yazma zamanı arasında en az kırk ila altmış yıllık bir süre olmalıdır. Tarihi roman, yazarın deneyimleme durumunun olmadığı ancak insanlık tarihine yer etmiş olayların keyfi seçimiyle oluşur. Buna göre tarihi bir olay ele alınır ve yaşanmamış bir döneme gidilir. Yazar da başkaları­ nın tanıklığını dinleyerek ya da bilgiler toplayarak bir evreyi kur­ gular. Öte yandan en az bir tarihi kişiliğin romanda yer alması beklenir. Arnold Bennet de benzer bir yaklaşımla tarihi romanda yazarın deneyimlemediği bir dönemi yazınsallaştırdığını ifade eder. Harry E. Show ise The Forms of Historical Fiction: Sir Walter

Scott and His Successors adlı kitabında tarihi romanın gerçekçi verilerden beslenmesi esasından ve tarihsel bağlamın yapısal bir üstünlük kazandığından bahseder.74 74

Harry E. Show, The Forms of Historica/ Fiction: Sir Walter Scott and His Successors, Cornell University Press, New York, 1983.

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 1 67

Sotiriyu'nun iki romanında tespit edilen kırılgan grup ve yara­ lı bellekler, iki romanı da tarihi romanın oldukça dışında bırakır. Matomena Homata 'nın daha başında yazar, arşiv dışı bir çabaya giriştiğini, sıkça tekrarladığı bellek uğraşına dayandırır: Helen varlığın ata yurdundan koparılmasından tam kırk yıl geç­ ti.75 O koparılış ki yakın tarihimizin en mühim hadiselerinden birini oluşturur. Fırtınayı yaşayanların her biri tek tek hayata veda ediyor ve tanıklığı yitiyor. Halkların zenginliği ya kaybo­ luyor ya da arşivlere tıkılıyor. Bir Küçük Asya atasözü der ki "Ölenin gözünden yaş bekleme." Yaşayanların tanıklığına kulak verdim, görüp yaşadıklarına. İkonostasta76 korudukları bellekle­ rine, hatıralarına, vayia77 ve stefanalara. 78

Otuz Kuşağı yazarlarından sonra yazmaya başlasa da roman­ larında öne çıkan atmosfer ve gerçekliğe geçiş ısrarı, kendisini bu kuşağa ve düşüncelerine eklemlerken iki eseri için de tarihi ro­ man olduğunu söylemek güçtür. Fark edileceği üzere tanıklık, gerek tarihe gerekse yazınsallığa rakip bir konuma gelir ve yaşananın biricik doğası, onu tarihsel gerçeklikten olduğu gibi estetikten de belli ölçülerde soyutlar. Buna İlia Venezis'in Türkler tarafından yakalanma sürecinin kaydı örnek verilebilir. 1922 yılında Kambana Tis Mitilinis79 ga­ zetesinde yayımlanan yazıları, Numero 31328 . romanının harcı­ dır. Benzer şekilde Stratis Doukas, özyaşamsal izlekler ile şekil­ lenen romanında "bir yığın yaşanmışa"80 dokunduğunu yazar. 75 76 77 78

Sotiriyu, Matomena Homata, s.9-10. İkonostasi: Hıristiyan anlayışına göre ikonaların dizildiği raf veya yer. Vayia: Palmiye, mersin ve defne yapraklarından oluşan demet. Stefana: Düğünlerde gelinle damadın başına geçirilen taç.

79

Yunan gazetesi. "Midilli'nin Çanı" şeklinde Türkçeye çevirebiliriz.

80

Sotiriyu'nun çalışmada incelenen iki romanı yayımlandığında, Türk-Yunan Savaşı'nı konu edinen Otuz Kuşağı'nın iki tanık yazarının eserleri mevcuttur. Bunlar Stratis Du­ kas'ın 1 lstoria Enos Ehmalotu (1929) ile İlias Venezis'in Numero 31328 {1931) başlıklı romanlarıdır. Ancak 1 Nekri Perimenun ve Matomena Homata farklı bir başarı yakalar, böylelikle Yunan edebiyatının iki başyapıtının gölgesinde kalmaktan kurtulur.

1 68 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Nitekim Bir Esirin Hikayesi'nde ölümden kurtulmak için etnik kimliğini gizleyen ve her fırsatta Türk olduğunu söyleyen Nikola Kazakoğlu'nun mücadelesinden hareketle felaketi ve göçü anlatır. Aynı durum, Küçük Asyalı bir ailenin çocuğu olan Dido Sotiriyu için de geçerlidir. On bir yaşına kadar burada yaşayan yazarın anıları, İ Nekri Perimenun romanına kaynak oluşturur.81 Söz konusu dönemde Türk romanında ulusçu çıkışlar, bağım­ sızlık, vatan savunması, kahramanlık gibi konu ve temalar artış gösterirken Yunan edebiyatının mesopolemik dönem yazarları da öncekiler gibi özyaşam öyküleriyle beslenen kurgular örer­ ler. Milli Mücadele yıllarında cephedeki gelişmeleri sıcağı sıca­ ğına takip eden hatta sahaya inen Türk yazar kadrolarına karşın Yunan yazarlar yakın çevrelerine odaklanırlar. Bu dönemin en keskin mahiyeti ise milliyetçilik ve bunun karşı tarafında ko­ numlanan yiten vatanlar ve nostalj idir. Yunan romanında "Küçük Asya Olayları" veya "Küçük Asya Felaketi" dendiğinde Yunan Ordusu'nun Küçük Asya'ya çıkışı, İzmir'de gelişenler, Anadolu Helenlerinin zorunlu tasfiyesi ve Yunanistan'a yerleşme kastedi­ lir. 82 Başka bir anlatımla negatif yaşantı ve anılara neden olan söz konusu dönemde ortaya konan üretimler Anadolu hakkındadır. Öyle ki dönem romanlarının Anadolu için ve Anadolu sayesinde yazıldıkları söylenebilir. Bahse konu romanların kurgu hudut­ larını da mecburen göçülen Yunanistan değil, dünyaya gelinen ve yetişilen Anadolu coğrafyası belirler. Bu noktada Küçük Asya eksenli romancılığın zaten başlamış olduğu ancak Yunanistan'a gelişle yeni bir boyut kazanarak sürdüğü görülür. Bir koparılış ve yeniden ekiş üzerine odaklanan kurmacalar, salt toplumsal 81

Pavlos Hacimoisis, Biblioğrafial919-1992. Mikrasiatiki Ekstratia, Ermis Yayınları, Atina, 1997, s.82.

82

Nikolaos Mercos, 1 Mikrasiatiki Ekstratia, Erodios Yayınları, 1hessaloniki, 2008, s.74.

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 169

dönüşümü değil ruhsal başkalaşımı da verirler. Bu romanlar, yanan bir şehrin merkezinde geçtikleri gibi paylaşılamayan bir şehrin taşıdığı gerilime dokunmayı da denerler. Bunun yanı sıra Anadolu ve Anadolu' da yaşam uzun uzadıya betimlenirken İzmir ve çevresi, bazen romanın ana karakterlerinden biri bazense bir motif olarak karşımıza çıkar. Burada İzmir ve köylerinde büyü­ yen karakterler gibi bir şekilde yolu İzmir'e düşen ya da bir se­ beple İzmir'e dönen kahramanlarla kayıp ya da özlenen bir şehir çizilir. Ancak Türk-Yunan Savaşı öncesi özenle tasvir edilenler, ben­ zer bir hızla çözülür. Gündelik hayattan sokaklara her anlamda bir çözülme anlatılır. Ahşap kapılara kilidin vurulmadığı, her­ kesin birbirine koştuğu bir evreden hedef göstermeye varan bir evreye geçiş betimlenir. Yine de tüm olumsuz hatıralara rağmen Yunan tanık yazarların nesnel kalmaya çalıştıkları, Türkler ve Yunanlar arasında olan dostluğa gölge düşürmek istemedikle­ ri, bunun için de azami derecede seçici oldukları dikkat çeker. Diğer bir deyişle deneyimlediklerini edebi düzlemde aktarmaya niyetlenen tanıkların çoğunun, iki toplumu karşı karşıya getiren gerçek sorumluların farkında oldukları ve bunları yargıladıkları görülür. 1912- 1923 periyodunu esas alan Yunan romanlarına baktığı­ mızda hadiseleri sadece Anadolu Helenlerinin değil, Doğu Trakya ve Pontus Helenlerinin de yaşadığıyla karşılaşırız. Ekonomik açı­ dan darboğazda bulunan Yunanistan'ın da bu kümede olduğu ve meydana gelenlerden doğrudan -bilhassa takip edilemeyen göç ile- etkilendiği tespit edilir. Dolayısıyla ailelerini, sevdalıla­ rını bırakıp giden erlerden cephelere kadar pek çok detay, roman aracılığıyla birinci ağızlardan öğrenilir. Öte yandan, o zamana kadar mevcut olmayan ruhsal kadar zihinsel bir iklim yaratılır.

1 70 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Kurgu yoluyla kurulan bu psiko-sosyal iklim; cephedeki ve cephe gerisindeki depresif atmosfer, kaotik ortam, asker bekleyen ana babaların çaresizliği ve süresiz bir belirsizlik üzerine konumlanır. Romanların ortak konusu bazense en belirgin tema, yıkıma taşıyan süreç ile onunla gelen köksüz kalış ve değerlere hasrettir. Çocukluk yıllarının geçtiği, büyünülen coğrafyaya duyulan öz­ lem kurmacaların merkez izleğidir. Yunanistan ise yabancılaşma­ nın, değerler bunalımının yaşandığı ve katlanılamaz durumlara vardığı, tabir yerindeyse fırlatılan yerdir. Hiçbir seçeneğin ya da seçim imkanının olmadığı, gelinen daha doğrusu gelmek duru­ munda kalınan yerdir. Bir hadise dönem yazarlarını fevkalade etkilemiştir. Edebi ürün­ lere ağır bir gölge düşüren korkunç bir hadisedir bu. Küçük Asya Felaketi ve onu takip eden Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi nice hayal ve arzunun sonudur. Yılların romantizmini dağıtan ciddi­ yet ve ağırbaşlılığın zamanıdır. Yunan edebiyatı gerçekçi Otuz Kuşağı'na çok şey borçludur.83

1977 yılında yayımlanan Thomas Doulis'in Disaster and

Fiction: Modern Greek Fiction and the Asia Minor Disaster: Modern Greek Fiction and the Asia Minor Disaster84 ile Tonia Kafecaki'nin Prosfiğia ke Loğotehnia: İkones tu Mikrasiati Prosfiğia sti Mesopolemiki Pezoğrafia85 adlı eserleri, husus üzerine en kapsamlı çalışmalardandır. Ne var ki Doulis'in kitabı hususu, 1970 sonrası olayları temel alan romanlarda, Kafecaki'nin eseri 83 84

85

Linos Politis, lstoria Tis Neoel/inikis Loğotehnias, M.1.E.T, Atina, 1978, s.302. Thomas Doulis, Disaster and Fiction: Modern Greek Fiction and the Asia Minor Di­ saster, University of California Press, Los Angeles, 1977. Küçük Asya Olayları hak­ kında yazılmış ancak pek anılmamış romanlara yer veren gen iş bir çalışmadır. Bu­ nun dışında kitap, pek çok yazarın otobiyografisini de kapsar. Tonia Kafecaki, Prosfiğia ke Loğotehnia. lkones Tu Mikrasiati Sti Mesopolemiki Pe­ zoğrafia, Poria Yayınları, Atina, 2003. Türkçe çevirirsek "Göçmenlik ve Edebiyat: Mesopolemik Düzyazıda Küçük Asyalı Göçmen" başlığı karşılar.

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 171

ise 2000 sonrası romanlarda irdeler. Küçük Asya menşeli roman furyasına karşın eleştiri ve tahlil anlamında çalışmaların sayılı ol­ ması gibi kesin bir tasnifin yapılmamış olması, Anadolulu tanık yazarlar ile konuya daha sonra aşina olan Yunan yazarlar arasın­ da bir ikilem yaratır. Pavlos Hacımoisis'nin Biblioğrafia 1919-1992: Mikrasiatiki

Ekstratia-İtta-Prosfiğia86 başlıklı çalışması da sistemli bir ka­ tegorizasyondan uzaktır. Tzvetan Todorov'a paradigmatik bir paralellikle söylersek belli başlı olayları inceleyip baskın husu­ su teorik bir tutarlılıkla çıkarma87 ve diğer eserlerdeki ortak­ lık üzerinden mukayese etme durumu söz konusu değildir. Bu noktada dönem romanında öne çıkan çatışkıyı açmak gerekir. Nitekim Anadolulu yazarlar ile Yunan yazarlar arasında da bir kriz belirgindir. Hatırlayacak olursak 1922 sonrası yıllarca yazılan romanlarda öne çıkan Yunanistan'da süregelen siyasal kutuplaş­ madır. Pek çok romanda Kral Konstantin - Elefterios Venizelos çatışması uzun uzadıya betimlenir. Politik eğilimlerin romanları da etkilediği görülür. Öte yandan göçmen yazarların yurtlarında bıraktıklarını yaşatma düşüncesi ön plandadır. Bu da yazınsal bir bellek oluşturmaya dönük çabalarında somutlaşır. Yunan yazarlar göçmen ve muhacirlerin ülkeyi dönüştürece­ ğine, yeni adet ve gelenekler getireceğine odaklanır. Diğer bir an­ latımla Anadolu doğumlu yazarların Yunan yazarlar tarafından muhacir veya mübadil değerlendirilmesi, yeni sorunları getirir. Yunanistan doğumlu yazarların Anadolu'dan gelenlere karşı ta­ hammülsüzlüğü romanlara da yansır ve yazdıkları, buna paralel 86

Pavlos Hacımoisis, Biblioğrafia 1919-1992: Mikrasiatiki Ekstratia-ltta-Prosfiğia, Er· mis Yayınları, Atina, 1997. Türkçe çevirirsek "Bibliyografya 1919-1992: Küçük Asya Çıkartması-Yenilgi-Göçmenlik" başlığı karşılar.

87

Tzvetan Todorov, lsağoği Sti Fantastiki Loğotehnia, çev. Aristea Parisi, Ekdosis Pata­ ki, Atina, 1991, s.8.

172 Ylljar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

biçimlenir. Anadolu kökenli yazarlar, bir göçmen ve mübadil kim­ liği yaratmada hassas iken aynı hassasiyeti diğerleri için söylemek güçtür. Nitekim onlar için önemli olan, zorunlu göç ile gelenler ve/veya yaşadıkları değil, ülkelerinin ekonomisinden kültürüne dokusunun değişeceğidir. Tanık yazar Sokratis Prokopios'un San

Psemmata ke San Alitia88 adlı romanı bu duruma örnektir. Eser, Yunan devletinin mübadillere karşı duyarsızlığını konu edinir. Görüldüğü üzere Yunanistan'ın müsamahasız siyaseti ve ya­ bancı nitelediği nüfusa karşı almaya gittiği önlemler, kurmacalar­ da mühim bir yer edinir. Ulusal politika kadar siyasileri sorumlu tutan yazarlar ve eserleri sayıca az değildir. Burada hadiseleri de­ neyimleyenlerin üretimlerinde öznel kaldıkları ve romanı yüzleş­ mede bir araç gördükleri söylenebilir. Yine Stratis Mirivilis'in89

İ Daskala Me Ta Hrisa Matia90 (1932) ile İ Panağia İ Gorğona9' ( 1948) adlı eserleri, sorumlulara sorumluluklarını hatırlatmaya 88

Sokratis Prokopios, San Psemata ke San Alitia, Dodoni Yayınları, Atina, 1928. Türk­ çeye çevirdiğimizde "Yalan Gibi ve Gerçek Gibi", Yunanca başlığını karşılar.

89

Mirivilis, 30 Haziran 1892'de Midilli'de doğar. Yunan edebiyatının zirve isimlerin­ dendir. Otuz Kuşağı yazarı olarak bilinir. Birinci Dünya Savaşı yıllarında genç yaş­ ta gönüllü olarak orduya katılır. iki Balkan Savaşı'nda da bulunur. 1913'te yaralanır, böylece Atina'ya geri döner. Makedonya'da bulunduğu yıllarda Yunan romanında savaş karşıtlığının manifestosu olarak kabul edilen 1 Zoi En Tafo'yu ( 1924) yazmaya başlar. ileride Küçük Asya Ordusu'nda yer alır. Eserleri savaş karşıtlığında birleşir. Birçok öykü kitabı gibi romanları da tanıklığından izler taşır. 1940 yılında Caiazio Vivlio (Türkçe: Lacivert Kitap) adlı hikaye kitabıyla Ulusal Edebiyat Ôdülü'ne layık görülür. Üç kez Nobel Ôdülü'ne aday gösterilir. 19 Temmuz 1969'da uzun yıllar süren hastalığı sonucu vefat eder.

90

Stratis Mirivilis, 1 Daskala Me Ta Hrisa Matia, Estia Yayınları, Atina, 2008. Türkçe çevirdiğimizde "Altın Gözlü Öğretmen" aslını karşılar.

91

Stratis Mirivilis, 1 Panağia 1 Corğona, Estia Yayınları, Atina, 2008. Türkçe çevirdiği­ mizde "Denizkızı Meryem Ana" aslını karşılar. Roman göçmenlerin Midilli'nin kıyı köylerinden birine yerleşmesini eksen alır. Bu noktada Mirivilis'in bir savaş üçlemesi yazdığını belirtmek gerekir. Küçük Asya Olayları ve Türk-Yunan Mübadelesi'ne gö­ türen süreci ele aldığı roman üçlüsü sırasıyla şöyledir: 1 Zoi En Tafo, 1 Daskala Me Ta Hrisa Matia ve 1 Panağia 1 Corğona. Bunların ilki olan 1 Zoi En Tafo adlı roman, Mezarda Hayat başlığıyla Türkçeye çevrilmiş ve Can Yayınları tarafından yayımlan­ mıştır.

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 173

girişir. Başkaca söylersek romanlarda göçmen ve mübadilleri iş­ leme, her anlamda önümüze çıkar. Zamanla romanların konusu değişse de göçmenlik ve/veya mübadillik, temalardan biri olma­ yı sürdürür. Griğori Ksenopulos'un Prosfiğes92 (1934) romanı, bu anlamda bir istisna oluşturur. Küçük Asyalı ana karaktere Yunanlı bir ailenin yardımları ve karakterin kısa sürede Atina'ya ve bura­ daki yaşama uyumu, yazarın 1922 yılından pek de etkilenmediği­ ni, etkilense de tanık olduklarını olumlama ihtiyacı duyduğunu düşündürür. On sekiz yaşında Türk güçleri tarafından Eylül 1922'de Amele Taburları'na gönderilen Ayvalık doğumlu İlias Venezis, tanık olduklarını üçlemesinin ilk kitabı olan Numero 31328'de kurgu­ lar.93 Yazarın bir deneyimleyici olarak merkezde olduğu kurgu, İlia ve çocukluk arkadaşı Arğiri'nin yollarda karşılaşıp özel çalış­ ma birliklerine teslim olmalarına kadar geçen süreyle açımlanır. Ayvalık'ta geçen çocukluğunu ve 1914 yılının taşıdığı dönüşümü anlattığı Eoliki Yi, mübadeleye götüren süreci gerçekçi bir şekil­ de aktarır. İkinci baskısının önsözünde şu satırlara rastlanır: "Bir süre savaşın fırtınası sürecekti. Barışın yokluğu bunları daha da anımsatacaktı. Hatırlaman için. Bir zamanlar insanlar vardı, ce­ sur edimler vardı. Yeryüzünde his ve iyilik vardı. İyi insanların kitabı Eoliki Yi, böyle bir ihtiyaç sonucu yazıldı."' Savaş sonrası iki durum ısrarla vurgulanır: İlki yitenler, ikin­ cisi ise maruz kalınanlar. Burada önemli olan, hatırlamanın sos­ yal çerçevesidir. Söz konusu çerçevede Rumlarla Müslümanların anıları son derece olumludur. Kapalı alanlardan açık alanlara her

92

Griğoris Ksenopulos, Prosfiğes, Adelfi Vlassi Yayınları. Atina, 1994. Türkçe çevirdiği­ mizde "Göçmenler" aslını karşılar.

93

İlias Venezis, To Numero 31328, Estia Yayınları, Atina, 2011. Roman, Türkçeye Numero 31328: Amele Taburu şeklinde çevrilmiş ve Belge Yayınları tarafından yayımlanmıştır.

17 4 Y11jar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

çeşit sosyalleşme buna dahildir. Calini94 romanında da benzer bir konuyla karşılaşılır ve Venezis, diğer romanında olduğu gibi göç­ men ve mübadil karşıtlığına, iki nüfusun da yeni yurtlarda maruz kaldıklarına yer verir. Koparılmanın hikayesine odaklanan yaza­ ra yakın bir kurmaca, Tatiana Stavru'nun İ Protes Rizes95 (1926) başlıklı romanıdır. Burada da göçmen ve mübadiller, istenmeyen bir unsur olarak öne çıkar. Anadolulu yazarlardan Fotis Kondoğlu Ayvalık, Vatanım (1962) adlı romanında mübadele öncesi Rumların Ayvalık'taki yaşamlarını merkez alır. Romanda mekanların ortak kullanımı dikkat çeker. Türkler ve Rumların gelenekleri kadar mesleklerini derinleştirir. Yunanistan'a sürülen nüfusun hiçbir zaman dünya­ ya geldiği toprakları unutamadığını belirtir. Savaşın gaddarlığına değinen anlatıcı "Türkler iyi ve hisli insanlardır. Doğaları böyle­ dir. Savaş ise iyilere de kötülere de çarpan ve onları vahşi kılan bir rahatsızlıktır. "96 der. Thomas Doulis tutsaklık, sürgün ve yeni bir savaşın eşiğinde şeklinde tasnif ettiği romanlarda şehrin büyüsünü ayrı bir un­ sur olarak açıklar. Kozmopolit İzmir ve karakteristik limanı gibi canlı ve ışıl ışıl sokakları, pek çok romanda müstakil bir kişilik kazanır.97 Ona göre İzmir, Yunan romanında en sık öne çıkan şehirdir. Çok kültürlülüğü de buna eklemek gerekir. 1922 ile kay­ bedilen yer, yitirilen bölge olarak bir bellek mekanına dönüşür. Öte yandan İzmirli kadın ve bu kadının incelikleri, romanlarda genişçe betimlenen ve artık simgeleşen bir durum haline gelir. 94

İlias Venezis, Calini, Estia Yayınları, Atina, 2010.

95

Tatiana Stavru, / Protes Rizes, Kiklos Yayınları, Atina, 1936. " İlk Kökler" şeklinde Türkçeye çevirebiliriz.

96

Fotis Kondoğlu, To Ayvali 1 Patrida Mu, Ekdosis Angira, Atina, 2010, s.299.

97

Thomas Doulis, Disaster and Fiction. Modern Greek Fiction and the Asia Minor Di­ saster 1922, University of California Press, Berkeley, s.48.

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 175

Türk edebiyatına özelde Türk romanına bakıldığında bu dö­ nem, emperyalizme ve emperyalistlere karşı topyekun müca­ dele etrafında şekillenir. Öne çıkan konular da bağımsızlık ve yeni kurulan devletin esasları üzerinedir.98 Öyle ki İkinci Dünya Savaşı yıllarına kadar Türk romanında göçmenlik ve mübadillik konusunun işlenmediği görülür. Türk romanında bir öte taraf oluşturulurken mevcut durumdan bu öte taraf mesul tutulur ve yargılanır. Yunan edebiyatına bakıldığında ise tam tersi bir yakla­ şım dikkat çeker. Romanlar sınırlı bir mekanda, çoklukla evde ve kişisel dramlar üzerinden şekillenir.99 Anadolu'daki yaşamın ra­ dikal bir kopuşla yerle bir edilmesinden öncesi ile sonrası, karak­ terlerin ruhsal durumlarıyla açımlanır. Yaşananların mümkün mertebe toplumlara kazandırılması, sonraki nesillere bırakılacak kayıtların tutulması ve pek çok endişe, yazarları sosyo-politik kı­ rılmalara karşı daha duyarlı kılarken Türk romanlarında yaratı­ lan öteki ve ötekinin tezlerini itibarsızlaştırma yerine Yunan ro­ manlarında karakterin doğrudan veya dolaylı tanıklığı ve bunun anlatısallaşması hakimdir. Ancak Stratis Mirivilis, Stratis Doukas ve Dido Sotiriyu gibi yazarlar, evi ve ulusu dışarıda bırakan kısır döngüyü kısmen de olsa ulusal dokundurmalarda bulunarak ve eve rağmen evden uzaklaşarak kırarlar. Yunan romanının dönem özelliklerini ortaya koyan Yorgos Theotokas'ın Eleftero Pn e vma 'da yazdıkları, mübadeleye taşıyan süreçte öne çıkan başlıkları özetler niteliktedir:

98

Ayrıntılı bir inceleme için bkz. Kemal Arı, "Türk Roman ve Öyküsünde Mübadele", Tarih ve Günce, C. 1, S. 1, 2017, s.5-28.

99

Herkül Millas, "Türk Edebiyatında Nüfus Mübadelesi: Metinlerin Arkasındaki Fısıl­ tı" http://www. herkulmillas.com/ el/arthra -hm/kitaplardaki - makaleler/185- tuerk-e­ debi yatnda -nuefus- m uebadelesi- metinlerin -arkasndaki - fslt-1 egeyi -gecerken. html. {7.12. 2020)

1 76 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Yurdumuz için manevi yenilginin aksı sürüyor ve derindir. Bu doğrultuda birinci meta-polemik dönem çalkantı ve acının oda­ ğında şekillendi. Düşün ve yazında büyük mücadeleler verildi. Çaresizlik dönemiydi. Yaşlılarımız İzmir limanında sadece güç­ lerini değil, inandıklarını, kutsallarını da bıraktılar. 1922 yılı ile Yunanistan'a güven beslemeyi yitirdiler. O zamandan bugüne, yurdumuz cesaretsiz ve incelikten yoksun duygularla yaşadı. Tanımsız yıkım, idealist solukları da kesti. Bu öyle doğaldır ki. Felaketi yaşayanların geleceğe dair umutlarını yitirmeleri, öyle anlaşılır ki. Ancak şu da gerçektir. Kendilerine olan güvenlerini yitirmeleri sonrakilere de bulaştı. Onların özgüven yitimi seri bir güvensizliği getirdi. Büyüdü böylece umutsuzlukla inançsızlık. 100

Edebi üretime ve eserlerin kabaca tematik sınıflandırması­ na döndüğümüzde ilgili çalışmaların üç ana tematik birimde ayrıldığı söylenebilir. Bunlar; Küçük Asya'da mutlu yaşamın temsili, 1922 felaketinin tanımı ve entegrasyon sürecinin sunu­ mu ve Yunanistan'daki mültecilerin sayısı etrafında kümelenir. Yerleşimcilerin geçmiş-şimdi bunalımı, Yunanistan'a varmakla zirveye ulaşır. Bunu eserlerindeki kaotik hal izler. Eski yaşamları­ nı romanlarında idealize ederler. Bireysel ve toplumsal hatırlama­ nın tutulumu da Türklük ve Yunanlılık ile sınırlıdır. Mübadeleyle nihayetlenecek fakat sarsıcı etkilerinin yıllarca süreceği unuta­ mama durumu, her iki edebiyatın müşterekidir. Türk tarafındaki mübadele romancılığına bakıldığında ağırlıklı olarak mübadele­ nin hemen öncesinin ve sonrasının dokunduğu tespit edilir. 101 Yunan romanında hatırlayan deneyimleyici iken Türk ro­ manında mübadilliğin eş seyretmediği gözlenir. Türk edebiya­ tında bu sürenin oldukça gecikmesi, edebi üretime de yansır. Yunan tanıklık yazımının mübadelenin çok öncesinden Yunan 100 Yorgo Theotokas, Eleftero Pnevma, Estia Yayınları, Atina, 2009, s.7. ıoı

İsmail Alper Kumsar - Atıf Akgün, Mübadil Türklerin Romanı, Gece Kitaplığı, Anka­ ra, 2018, s.31.

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 177

Ordusu'nun İzmir'e çıkışından başladığı ve dönemin Türk ro­ manlarına kıyasla doğrudan bir aktarımı esas aldığı söylenmeli­ dir. Takdire değer gecikmenin sonunda 1990'lı yıllarda suskunlu­ ğu kıran Türk romancıların çoklukla tanık olmadıkları hadiseleri kurgularına taşıdıkları fark edilir. Yunan romanlarına taşınan sıcak alan, Türk yazarlarda mülakatlarla sürer. Mübadil kuşağın yakınlarına ulaşan yazarlar, gerçekleştirdikleri görüşmeler neti­ cesinde onlara aktarılanları kurgularlar. Türk edebiyatına bakıldığında uğruna ölünecek tohumların atıldığı bir dönemde, yayınlar kadar propaganda denemeleri, edebiyatı tesirli bir araç olarak görür. İmparatorluktan ulus-dev­ let olma yolunda milliyetçi ve bütünleştirici bir muhteva, kaynaş­ tırıcı bir ideoloji halk kitleleriyle buluşturulur. Daha 1915 yılında savaş sürerken işler bir kamuoyu oluşturmak üzere faaliyetlere gi­ rişilir.102 Enver Paşa, sahada olması için bir edebi heyet de görev­ lendirir. Edebi heyette yazarlar, ressamlar ve müzisyenler yer alır. Görüldüğü üzere amaçlı bir inşa için edebiyat kullanışlı görülür. Osmanlı Devleti'nin son günlerinden Cumhuriyet'in kurulu­ şuna hatırlamanın sosyal bağlamı değişse de algı oluşturma ve onu yönetme hala temel parametredir. Siyasi ve kültürel dönü­ şüme rağmen kutsama, bu kez yeni bir boyutt � sürer. Zira kimlik

oluşturma, hatırlama ve/veya unutmayla103 mümkündür ve bu sü­

reçte neyin hatırlanacağı ya da unutulacağı sistematik bir yönlen­ dirmeyi gerektirir. Romantik ulusal söylence ve öyküler, kurucu anlatının olmazsa olmazıdır. Kurgu da uyarılara, düşman olana karşı ihtara içkin şekillenir. İki tarzda siyasetin yetersiz bulunduğu, bunun için üçüncü bir tarzın önerildiği yıllardır. Aynı zamanda aydınlar tarafından 102 Zeynep Suda, Büyük Savaşın Hafıza Mekanları, s.61. Paul Connerton, "Seven Types of Forgetting", Memory Studies, C. 1, S. 1, 2008, s.59-71.

103

1 78 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

topluma ve toplum için tatbik edilebilir hususların da tartışıldığı bir dönemdir. Bu noktada yıkılmakta olan Osmanlı Devleti'nin yıkılmasını yavaşlatmak kadar Türk milletinin yeniden kuruluş ve kurtuluşu için çareler aramak öne çıkar. Bireyci tasavvurların bir yana bırakıldığı, milli olanın örneklendiği bir düzyazı ve kur­ gu furyası başlar. Millilikten uzak bir kültürün, yabancılaşmayı iyiden iyiye tetikleyeceği ve bunun "ötekiye" teslimle eş olduğu gösterilmek istenir. Tanık yazar olması sebebiyle Halide Edib Adıvar'ı burada an­ mak gerekir. Milli Mücadele dönemini İzmirli Ayşe'nin dikkatiy­ le anlattığı Ateşten Gömlek, daha sonra yazılan birçok roman için prototip olur. Tarihsel dönemeçleri çok başarılı gözlemlerle kur­ gulayan yazarın aktardıkları, esasen bellek olaylarıdır. Çetelerle çatışma, dağınık ordulardan düzenli orduya geçiş ve savaş sıcağı sıcağına yansıtılır. Söz konusu romanların merkezi unsuru ta­ nıklık ve bu tanıklığın kurmacaya işlenmesidir. Aşk ve toplumsal meselelere odaklandığı diğer eserlerinden ayrı olarak, bir dene­ yimleyici olarak alanı romana taşıması ve sistemin değiştiği yılla­ rı retrospektif bir anlayışla ortaya koyması açısından hatırlanma­ ya ve hatırlatılmaya değerdir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Yaban'ı ve ana karakteri Ahmet Celal, unutulmayan bellek mo­ tifleridir. Yine Sodom ve Gomore, Milli Mücadele döneminin temsiline odaklanır ve bu temsil, bellek kurmayı önceler. İki romanda da öz benlikleriyle çelişmeyen, maddi ve manevi var­ lıkları için direnen idealist karakterler çizilir. Örnek toplumu ya­ ratma ise Türklük şuurunun yerleşmesinden geçer. Yine Mithat Cemal Kuntay'ın Üç İstanbul romanında öne çıkan şehrin Milli Mücadele ile ehemmiyetini yitirmesi önemli bir eleştiridir. Kemal Tahir'in Esir Şehrin İnsanları ile Esir Şehrin Mahpusu ve Yorgun Savaşçı adlı romanları, işgal altındaki İstanbul'un portresini ver­ mesi bakımından önemlidir. Samim Kocagöz'ün Kalpaklılar ve

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 179

Doludizgin romanlarını da eklemek gerekir. Keza Talip Apaydın'ın Toz Duman İçinde, Vatan Dediler, Köylüler romanları bu listede yer alacaklar arasındadır. Kuva-yı Milliye ile padişah arasındaki iktidar mücadelesini öne çıkaran Tarık Buğra'nın Küçük Ağa'sı, esasen Kurtuluş Savaşı'nın Anadolu'nun küçük bir kasabadan gö­ rünüşüdür. Kurmacalarında ulus-devletin doğuşunu, yeniliğin öncüleri­ ni anlatan yazarların ortaklığı ise emperyalizmi düşünce ve ya­ zılarda dağıtmaktır.104 Bu noktada Yunan yazarlarla birleşirler. Emperyalist oyunların farkında olunduğu, iki edebiyatın yazar­ larında da açıktır.105 Bu zaviyeden bakıldığında öze dönme, olana sahip çıkma gibi hususlara hassasiyet anlaşılır görünür. Özellikle dış dünyada gelişen olayların söz konusu dönem Türk romanın da toplumcu bir tavrı gerekli kıldığı ve sanatkarları öncü tipler oluşturmaya ittiği görülür. Emperyalistlerin sebep olduğu prob­ lemlerle başa çıkmak için sistemle çatışan kişiler, çeşitli şekiller­ de idealize edilerek bu problemlere çare olarak düşünülür. Hatta çoğu zaman abartılı bir şekilde hiç de akılcı ve çağdaş olmayan yöntemlerle sistemin karşısına geçirilir. 106 Meşrutiyet dönemi yazarlarının başlattığı bu hatırlatma (ve unutturma) edebiyatının Cumhuriyet dönemirıde de devam et­ tiği görülür. Birinci Dünya Savaşı ile ideolojiden gündelik hayata hemen her alanda bir değişimin başladığı, romanların temel ar­ gümanıdır. Hatırlamanın toplumsal yönü de patlak veren savaşlar öncesi ve sonrasıyla aynı değildir. Kimlik her ne kadar çatışmanın 104 Ayrıca bkz. Halide Edib Adıvar, Türk 'ün Ateşle imtihanı, Can Yayınları, İstanbul, 2016; Mehmet Rauf, Halas, Antik Kitap, İstanbul, 2010. 105 Okuma için Reşat Nuri Güntekin, Ateş Gecesi, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 1975. Yine Hasan izzettin Dinamo'nun iki romanı: Ateş Yılları, Tekin Yayınları, İstanbul, 2007 ve Savaş ve Acılar, Heyamola Yayınları, İstanbul, 2005. 106 Abdullah Şengül, "Değişimin Öncüleri: Model Şahıslar ve Türk Edebiyatına Yansı­ maları", Erdem, S. 45-46-47, 2006, s.129-154.

180 Ylljar Kemal ve Dido Sotirryu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

ana unsuru olsa da düşünsel anlamda gelişmişlik-geri kalmışlık, aydın-halk ayrılığı ve nice unsur bunu büyütür. Bağımsızlığın ve onun uğruna mücadelenin cahil kesimlere anlatılamayacağı, bağımsızlık savaşının evvelce cehalete karşı verilmesi gerekti­ ğini vurgulayan romanlar, pragmatist bir birliği amaçlar. İçe ve millete bir dönüşün önerildiği eserlerde kurgusal bellek, aktarı­ lanların kullanılabilir olmasına yönelir ve şüpheye mahal verme­ me noktasında mutlak bir mutabakat içerisindedir. Ötekinin ve ötekiliğin keskin hatlarla öne çıkarıldığı kurmacalarda iyi kom­ şuluk ve dostluk durumu savaşla unutulur ya da ötelenir. Askeri ve stratej ik gelişmelere dikkat, millete umut aşılama ve sürecin zaferle tamamlanacağı vurgusu, karakterlerin sosyal yaşantıları­ nı da etkiler. Kapalı ve korunaklı bir alan olarak evden uzakla­ şan karakterlerin inancının da siyasal dalgalanmalara göre şekil değiştirdiği tespit edilir. Bilhassa tanık yazarların gözlemleriyle dönüşen düşünce ve inançlar kurguya da yansır. Durum veya olayların geçerliliğinin, soya uygunluk/uygunsuzlukla açıklan­ ması söz konusudur. Dolayısıyla yeniden kurulan geçen/geçmiş kadar bunun kurucu yanı, ancak uzlaşılanlarla paralel bir gelişim gösterir. Hususu romanlarla toparlayacak olursak, kimin belleği ve hangi bellek için kurgu meselesinin öne çıktığı söylenebilir. Bu da bizi amaçlı/amaçlanmış kurguya götürür. Türk edebiyatında mübadele romanları esas alındığında iki durumla karşılaşılır. İlkinde konunun doğrudan mübadele ol­ ması, ikincisi ise mübadelenin dolaylı olarak107 öne çıkmasıdır. İlkinde mübadele bir leitmotif'e dönüşürken ikincisinde tali do­ kundurmalar ya da anımsatmalarla verilir. Mübadelenin nasıl işlendiği kadar yoğunluğuna göre bir tasnife gidildiğinde ikinci

107 Aka Gündüz, Dikmen Yıldızı, Toker Yayınları, lstanbul, 1927.

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 181

durumun öne çıktığı, mübadelenin ana husus olduğu108 roman­ ların diğerlerine göre sayıca az olduğu görülür. Teknik bağlamda bakıldığında kimi yazarlar, toplumsal olayları veya değişimleri tarihi bir veri sayar, böylece yaşananları uzak bir geçmiş olarak kurgularlar. Kimileri, olay örgüsüne söz konusu hadiseleri yerleş­ tirip tamamen kurgusal bir düzlemde meydana gelenleri bir fon olarak kullanırlar. Bazıları ise otobiyografik unsurları ön plana çıkararak "ben" dilini hakim kılarlar.109 Osmanlı'nın politikası kadar alınan kararların kriz boyutunu eleştiren, başka bir ifadeyle hususun siyasi izdüşümlerini öne çı­ karan romanların110 yanı sıra Milli Mücadele döneminin taşıdığı mübadele sürecini, bireysel ve toplumsal kırılmalar111 üzerinden yansıtan romanlar da söz konusudur. Bahsedilen romanların en önemli ortaklığı, tanıklıklardan yola çıkılmasıdır. Daha açıklayı­ cı bir ifadeyle, romanın bir kesitinde yaşananların gerçek karak­ terlerden öğrenildiği veya yaşayanların sözlü mirasından ilham alındığı belirtilir. 112 Otobiyografik izlerin öne çıktığı romanlarda dramların eş karakterine yoğunlaşıldığı görülür. 108

Asıl konunun mübadele olduğu romanların çoğu, mübadil ailelerden gelen yazar­ larca yazılır. Yılmaz Gürbüz, Ertuğrul Erol Ergir, Handan Gökçek, Saba Altunsay, Kemal Yalçın, Feride Çiçekoğlu, Ahmet Yorulmaz, Canan Tan, Yılmaz Karakoyunlu öne çıkan isimlerdir. Söz konusu eserlerde önceki kuşaklardan işitilenlerin, başka bir ifadeyle, devralınanların kurgu düzleminde canlandırılmas'ı söz konusudur. Ayrıca Güngör Mazlum, Ihlamurlar Açarken; Tülin Çayırıcı, Gülcemal; Belgin Karabulut, Mübadele Günlerinde Aşk; Sefa Taşkın, Pembe Sardunya; Ferda Bozoklar Ardalı, Ele­ ni'nin Kızı Halime ve Sinesaf; Özcan Saygın, Toprağım Teos Cansuyum Ege; Kemal Anadol, Büyük Ayrılık mübadeleyi bire bir eksen alan romanlardır.

109

Abide Doğan Koray Üstün, ''Türk-Yunan Mübadelesi'nin Türk Romanına Yansı­ ması: Savaş'ın Çocukları/Girit'ten Sonra Ayvalık, Kuşaklar ya da Ayvalık Yaşantısı, Girit'ten Cunda'ya ve Hasret Romanlarında Mübadele", Turkish Studies, C. 11, S. 20, 2016, s.141-160.

110

Ahmet Yorulmaz, Kuşaklar ya da Ayvalık Yaşantısı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999.

lll

Kemal Yalçın, Emanet Çeyiz: Mübadele insanları, Birzamanlar Yayıncılık, İstanbul, 1998).

112

Saba Altınsay, Kritimu - Girit'im Benim, Can Yayınları, İstanbul, 2004; Handan Gök­ çek, Ah Mama Mu, Yakın Kitabevi, İzmir, 2016.

182 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriy u 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Maurice Halbwachs ve etkiledikleri hatırlandığında, zaman mefhumu verili bir şey değildir. Grup da belli bir nüfusu oluş­ turan kimselerden çok onu paylaşımcı kılan sosyal çerçevedir.113 Çerçevedeki hatıra ve hatırlamalar yaşanmış, gerçek bir zamana işaret eder. Böylelikle gerek zamansal gerekse mekansal bir topog­ rafya öne çıkar. Yazarların deneyimleyicilerden aldıkları kayıtlar neticesinde duyduklarını (ya da hatırladıklarını) yazınsal zemine taşımaları, devletlerarası bir anlaşmanın kabulünden ötesini iletir. Bu noktada deneyimleyenler kadar hadiseyi deneyimleme duru­ mu olmayanlara ulaşanlar, yeniden üretilen ancak bu kez kurgusal bir zaman ve mekanda sürer. Diğer bir ifadeyle, yaşanmış bir ha­ diseyi solmaktan kurtarmak amacıyla yeni bir boyutta tekrarla­ tan yazarlar bir meta-bellek kurulumunu olanaklı kılarken okura hatırlananların muhtevasını izleme imkanı sağlarlar; böylelikle yazınsal anlamda olayın ikinci doğası gerçekleşir. Buna tekrar de­ nebileceği gibi bir yeniden yapılanım da denebilir. Bu noktada yaş, okuma ve anlama kadar yordama da mühim bir değişkendir. Irk ve ideoloji gibi pek çok değişken, bunda yadsınmaz bir rol oynar. Edebi ürünün, özelde romanın, sunduğu bu yinelemenin okurda­ ki aksı pek çok unsura göre değişebilir. Fakat her şekilde yitenin geri getirilişi -ki bu kurgudur- geçmişe çok boyutlu bir dönüşü mümkün kılan bir araç olarak romanı işlevsel hale getirir. Yunan ile Türk romanını dönem itibarıyla incelediğimizde Türk romanının özellikle Kurtuluş Savaşı yıllarında toplumsal temsil, travma ya da yasa göre şekillenmediği fark edilir. Evvelce de not düşüldüğü gibi roman, kullanılabilir bir tarihin inşası için bir çağrıya dönüşür. Yazar kadroları da yazdıklarında toplumsal bir uyum ya da barıştan ziyade konstrüktivist bir seferberliği öne­ rir. Onlara göre yaşantılar ve anılar, bu kimliğe ve bu kimliğin 113

Gerard Namer, Memoire et Societe, Meridiens Klincksieck, Paris, 1987, s.56-58.

Üçüncü Bölüm / Bellek Mütekabiliyeti 183

ağırlığına içkindir. İki edebiyatın roman farklılıklarını, söz ko­ nusu periyodun bir tarafın zaferi diğerinin bozgunu, dolayısıyla sosyal kadar siyasal bağlamı farklı doldurma ve süreci öznel de­ ğerlendirme ile açıklamak mümkündür. Karşılıklı insan değiş-to­ kuşuna taşıyan Lozan görüşmeleri akabinde imzalanan antlaşma, ulusal bir kıvanç kadar ulusal bir yasa da işaret eder. İki aktör gibi toplumlar da bu dönemece farklı yaklaşır. Bir başarı ve bir yenilgiye karşın tarafların ikisine de yeni sorunlar getiren zorun­ lu göçün, Yunan edebiyatının aksine Türk edebiyatına yerleşmesi 1990'lı yılları bulur. Herkül Millas'ın yazım aralığına çektiği dikkat göz ardı edil­ mediğinde söz konusu farkın, sosyolojik kadar kültürel de olduğu anlaşılır. Türklerin deneyimlediği ilk göçün bu olmayışı, okuma yazma oranlarının Yunanlarla ayrı seyretmesi, anı yazınının Türk tarafında görece sınırlı oluşu ve nicesi mübadele üzerine yazma­ yı geciktirir. Bunlara mübadelenin hemen sonrasında Türkiye'de Misak-ı Milli sınırları dışındaki Türklerle ilgilenmenin hoş kar­ şılanmadığını da ekleyen Millas, farklılıkları anlaşılır gerekçelere dayandırır.114 Küçük Asya'daki Helen varlığın tasfiyesi ile başlayan evre edebiyatta da yer edinir. Edebi eserler aracılığıyla bir meta-bel­ lek inşa eden yazarlar, yaşanan bir olay veya durumu geri alarak sosyal bir bellek oluştururlar. Bu taşınırlık sayesinde115 kamusal bir zincir kurulur. Dido Sotiriyu ve Yaşar Kemal üzerinden söyle­ nirse birinci veya yakın dereceden zorunlu göç olayını deneyim­ lemiş gruplara dahil edilebilecek iki yazar, yazınsal bir dolaşımla tarihsel bir dönemeci sonrakilere taşırlar. 114

Herkül Millas, Türk ve Yunan Romanlarında "ôteki " ve Kimlik, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, s.424.

115

Avishai Margalit, The Ethics of Memory, Harvard University Press, Cambridge, MA, 2004, s.52.

184 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

Romanlara konu olan olay ve yaşantılar da okurun okuma za­ manına göre ikinci kez kurulurlar. Edebiyatın metaforik bir "bel­ lek topos"una dönüştüğü ilk aktarım, yazarların tanık oldukları veya öğrendikleri olayları yüzeye çıkararak tamamlanırken ikinci bellek kurulumu, okurun okuma anında alımladıklarını yeniden kurmasıyla gerçekleşir. Anlaşılacağı üzere deneyimlenmiş ya da işitilmiş, zamanın herhangi bir diliminde gerçekleşmiş, herhangi bir ırkı ilgilendiren bir olay ya da durumun devriyle toplumsal bir bellek inşası meydana gelir. Birden fazla kişi aynı husus etrafında buluşur, böylece hatırlamalara "bellek düğümleri" atılır.

185

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Buraya er ya da geç döneceğini, bu küçük yolculuk sevincine kar­ şın dönmeye mecbur olduğunu gene de çok iyi biliyordu Madam Floridis, "Bu topraklar bizi çeker yavrimu, bilirsin, anlayabilirsin " diyordu. Bilirdim, anlayabilirdim bu hayatlar ve bu hatıralardan istesek de bir türlü kopamayacağımızı. Bu dönüşler bizim kaçınıl­ mazlığımız, deyiş yerindeyse zorunlu, küçük, sessiz ölümüm üzdü. Mario Levi, Madam Floridis Dönmeyebilir, İstanbul: Doğan Kitap, s. 59.

1- Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu Romanlarında

Mübadele ve Bellek İ nşası Belleğin durağan olmadığı, sürekli yenilendiği defalarca tek­ rarlansa da iki yazarın mübadele kurgusuna karşılaştırmalı olarak bakmadan bellek inşasının ne olduğunu, bellek inşası dediğimiz­ de neyi kastettiğimizi izah etmekte yarar vardır. Çalışmamızda bellek inşası yazarların dokuduğu kurgusal hatırlama ve unutma süreçlerine ve bu süreçlerin nelerle, hangi saiklerle dolduruldu­ ğuna işaret etmektedir. Örneğimizde bellek inşası, karşılaştırmalı olarak analiz ettiğimiz dörtleme ve iki romanda toplumsal bel­ leğin nasıl ve nelerden oluştuğunu vermek ve romanın bir ha­ tırla(t)ma (ve/veya unutma) talebi ortaya koyup koyamayacağını

186 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

saptamaktır. Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi'nin romanlarda ne surette öne çıktığını ve nasıl kurgulandığını tespit etmek, bizi bellek inşasına diğer bir deyişle bellek kurulumuna götürecektir. Burada anlaşılması beklenen, anımsanan geçmişin kurgusal düz­ lemde ne surette aktarıldığıdır. İki devletin siyasal kadar toplum­ sal tarihine yer etmiş bir dönemecin roman yoluyla nasıl ve ne şekilde geri getirildiğidir. Kognitif anlamda beyin tüm deneyimleri hatırlamaz, bazıla­ rını unutur ve bu süreç olağan bir şekilde gerçekleşir. Her du­ rumun beyinde kalması söz konusu değildir. Bu da bize beynin birtakım durumları yok sayarken bazılarını koruduğuna götürür. Ne var ki bilişsel sürecin haricinde bir hat da topluma dönüktür. Diğer bir ifadeyle bir deneyimleyici olarak bireyin toplumsal bağ­ lamda hatırlaması ve/veya unutması durumu. Anlaşılacağı üzere bir kimsenin bilinci ile belleğin toplumsal yanı farklıdır. Bireysel bellek, toplumsal olandan beslenir. Toplumsal olanda ise tek tek hatırlayıcıların görüş ve anlatıları önemli yer tutar. Her ne ka­ dar iki ayrı işlem ve yordama periyodu ile karşı karşıya olsak da en yalın haliyle peşine düştüğümüz hatırlamanın kamusal; bel­ lek türünün ise kültürel olduğunu ve toplumsal bir işlev taşıdı­ ğını söyleyebiliriz. Topluma içkin geri getirme/çağırma durumu, münferit belleklere ihtiyaç duyar ve her bir kimsenin tanıklığı ya da anlatısı ehemmiyet arz eder. Ancak toplumsal harç da bir olay ya da dönemin anlaşılmasında etkin bir gerçeklik ortaya koyar. Birbiriyle kesişen bu iki bellek türünü birbirinden ayıracak oldu­ ğumuzda her ne kadar ikisinde de bir deneyim/deneyimleme olsa da toplumsal belleğin bireysel bellekten sosyal çevre ve çoğulluk ile ama aynı zamanda anlatı(m)sal ve aktarımsal yönüyle ayrıştığı söylenebilir.

Dördüncü Bölüm / Romanlarda Mübadele ve Bellek İnşası 1 87

Hatırlama ve unutma her ne kadar bir zihne, müstakil bir şuura ihtiyaç duysa da toplumsal gelişmeler, kolektif bir hatırla­ ma ve unutmanın da olduğunu öne çıkarmaktadır. Bir yazarın yaşamı, yaşadığı veya ele aldığı dönem ve üretim süreci ona ve gözlemlerine bağlı olsa da bunların dışında gelişen durumların da olduğu bir gerçektir. Toplum içinde üreten herhangi biri, belli bir döneme ve koşullara tabidir. Sadece bu, hatırlananın ve anla­ tılanın bireysel şekillenmediğini, sosyal bir hattının da olduğunu göstermeye yeterlidir. En genel anlamıyla bireysel ve toplumsal bellek ikilemi anla­ şıldığında edebiyatın iki bellek arasındaki krizi somut hale geti­ rebileceği, bireysel kadar toplumsal açıyı salt yazın aracılığıyla ve­ rebileceği görülür. Başka bir ifadeyle çatışmacı gibi görünen fakat birbirini tamamlayan ve bir şekilde buluşan iki bellek de edebiyat ile belirgin hale gelir. Kurmaca bir eserde yazar, bir karakterin bilişsel süreçlerinden bahsedebileceği gibi karakterin toplumsalı kurmada katkısını, hatırlama ve unutmanın gerek bireysel gerek­ se kolektif bağlamını verebilir. Biz de bir tanığın otobiyografik iki metninden hareketle romanın olanaklarını bellek üzerinden irdelemeyi öneriyoruz. Bu bağlamda bir yandan bir tanıklık met­ nini, öte yandan bu tanıklığın kurmacalaşmasını takip edeceğiz. Yaşar Kemal'in dörtlüsünde Sotiriyu'daki gibi gerçek tanık­ lar olmasa da romanlarında kurmaca deneyim ve tanıklıkların paylaşımı söz konusudur. Bir Ada Hikayesi, İ Nekri Perimenun ve Matomena Homata romanları bize gerek tarihsel gerçeklik ge­ rekse kurmaca gerçeklik üzerine ciddi veriler sunmaktadır. Daha açık bir anlatımla roman merkezli bir bellek aktarımının izini sürdüğümüz çalışma, yeniden kurulan bir zaman diliminin ve hadisenin kurgusal tarafını ve bu tarafın bellek oluşturma duru­ munu savunmaktadır. Savaş ve zorunlu göç deneyimini kurmaca

1 88 Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

üzerinden hatırlama-unutma eksenli tahlil etmeye gayret edece­ ğimiz çalışmada tekil ve çoğul temsillerin travma ve yas durum­ larını ne şekilde yansıttıklarını ve aktardıklarını saptamayı dene­ yeceğiz. Bellekte öylece durmayan geçmiş, edebiyat sayesinde güne ve güncele tutunur. Zemininde kişisel deneyim, kolektif yaşantı ve anının olduğu bu geçmiş, tekrar kurularak hatırlanır ve hatırla­ tılır. Görüldüğü gibi edebiyat, dar anlamda roman, yaşananların zihindeki temsilini canlandırır. Burası mühimdir zira yaşanan za­ mana tutturulan yeni bir oluşumla karşı karşıyayız. Toplumsal gerçekçi, sosyalist iki yazar kurmaca aracılığıyla iki küresel aktörün zorunlu göç ile neticelenen sürecini merkez edindikleri kurgularında paylaşılır/iletişimsel belleğin bağlamını irdelerler. Bu bağlama erişmek de ancak belleğin kültürel/sosyal yönünün anlaşılmasıyla mümkündür. Diğer bir ifadeyle belleğin zihinsel süreçleri dışında figüratif ve sembolik imgeler yarattığı, yiten bir zamanı anı(t)laştıran boyutuyla çözümleme uğraşımız, bizi belleğin yeniden üretilen yanına götürecektir. Böylece roma­ nın anlatma kadar nakletme vasfıyla zamanlar üstü bir üretim ortaya koyduğu ve okuru uyardığı görülecektir. Eşleştirdiğimiz kurmacalarda tarihsel bir gerçekliğin yeniden kurulması söz konusudur. Bellek, hatırlama (ve unutma) ve tanık­ lıkla açımlanan iki roman ve dörtlüde yerleşik anlatılardan hayli uzak anlatılar yüzeye çekilir. İki yazar da yaşayarak deneyimle­ dikleri veya yakınlarından duydukları siyasal olayları kurgulama­ ya giderler. Bunu yaparken de kurmacalarda yer yer hissedilen tanıklara dönüşürler. !3 irinci veya üçüncü dereceden tanık olma kadar kurguda tanık konumundaki varlıkları, kurmaca karakter­ lerin dışında onlara da birer kimlik kazandırır. Anlatıcı ve bakış açılarının yazarla ilişkisinin muğlak olduğu pek çok romandan

Dördüncü Bölüm / Romanlarda Mübadele ve Bellek İnşası 189

ayrı olarak Yaşar Kemal ve Dido Sotiriyu romanlarında böyle bir muğlaklıktan bahsetmek güçtür. Hayat verdikleri karakterlerin büyümeleri, savaşımları ve yaşama tutunma mücadeleleri açık bir şekilde bu yazınsal kimliğe göre biçimlenir. Öyle ki çoğu zaman olay zamanı ve anlatılanlardan kopulur ve umulmadık bir hızla yazarların kendileri ve düşünceleriyle karşılaşılır. Bu noktada, ya­ rattıkları karakterlere rağmen söyleyeceklerinin, ekleme yapmak istediklerinin olduğu anlaşılır. Karakterlerin müstakil anı ve ta­ nıklıklarına karşın yazarların dikkat çekmek istedikleri noktalara yenileri eklenir. Diğer bir anlatımla, tanıklıklara ve hatırlamalara yazarlar tarafından müdahalede bulunulur. Kurgunun akışı kesi­ lir ve "oradaydım, tanıktım" sesleri yükselir. Bunun, ikisinin de sıkça başvurduğu geri dönüşler gibi anlatıcılar aracılığıyla da de­ nendiği görülür. Sosyo-politik kırılmalara bulaşmış, otobiyografik izlerle har­ manlanmış romanlar, tarihsel gerçekliği gölgede bırakarak bu gerçekliğin mal olduklarına geri getirmeler üzerinden eğilirler. Yaşar Kemal'de 1915-1925 yılları, Dido Sotiriyu'da paralel şekilde aynı yılların kaotik durumu ve beraberinde getirdikleri insanlık felaketleri dile getirilir. Devletlerin siyasal tarihlerinde yer eden dönemeçleri bireysel hatıra, tanıklık ve travmalara çekerek kur­ gulama değişik bir yaklaşım da önerir. Gündelik yaşam kadar in­ sanın ve insan gerçeğinin önem kazanması, ululaştırılmış tarih ve ona bağlı anlatılar ile arasına mesafe koyar. Bireysel ve toplumsal acılar kadar süreçte yaşanan faciaların ana anlatılara feda edilmemesi, büyük anlatının göz ardı ettiği küçük hikayelerin ötelenemeyeceği, insanlık dramının hiçbir ırk, inanç ya da ideolojiyle açıklanamayacağı, üstün kabul edilebile­ cek herhangi bir birlik ya da oluşumun olmadığı, kan ile ve kan üzerinden kutsanan siyasetin evrensel değerlerle örtüşemeyeceği

1 90 Yaşar Kemal ve Di,do Sotiriyu 'nun Romanlannda Toplumsal Bellek

ve nice unsur, saldırgan kadar eritmeci anlatılara uzak kalma­ yı, onları alt etmeyi savunur. Anadolu'nun ölümlere neredeyse mahkum edildiği, öldürme kadar kıyımlara katılmanın zor olma­ dığı, türlü propaganda ve algı yönetimlerinin "öteki" yarattığı bir evrede barış ihtimali düşündürülür. Yüzyıllar boyunca süren ger­ ginlikler, yanlı karar ve uygulamalar, anti-özgürlükçü, militarist söylem ve anlatılara karşı direnç gösteren, yılları alıkoyan fela­ ketlerin telafisi için hiçbir zaman geç olmadığı, sosyal onarımın gerçekleşebileceği konur. Yazarlar dönemin küçük fotoğrafından büyüğüne gitme ama­ cıyla bireysel travmalardan toplumsal olanlara yönelirler. Savaşlar öncesi Anadolu'daki durumla sonrasını aşamalı biçimde işlerler. Kolektif alışkanlıkların dikkat çektiği önceki dönemle sonrakinin ortaya konması, iki yazarda da işaretlenmesi gerekenler arasın dadır. Esasen ilk çatışma; betimlenen uyumun, iş bölümlü yaşam alanlarının ve alışkanlıkların zarar görmesiyle başlar. Evvel ile gelip çatan arasındaki bu ciddi dönüşüm, iki yazarın ortak soru­ nudur. İkisi için de Türkiye ve Yunanistan toplumlarının bellek­ leri kadar aniden zarar gören münasebetlerin kültürel boyutunun baskın olduğu söylenebilir. Dido Sotiriyu'da gerçek bir belleğin, savaşı yaşayan bir bede­ nin maruz kaldıkları ufak dokunuşlarla kurgulaşır. Bir dönemin sıcağı sıcağına aktarımı, yaşayanlar ve yaşananlarıyla bir kurma­ caya kaynaklık eder.1 Görüleceği gibi geçmişin unutulmaması ve Manoli Aksiyotis "Ben, Manolis Aksiyotis" başlıklı otobiyografi sinde emekliliğinin tanıklığını yazmaya fırsat verdiğini, yaşadıklarını yazacak zamanın geldiğini ifade eder. Böylece soluğu Dido Sotiriyu'nun evinde bulur. Bundan sonra yazdıkları, ro­ manın serüveniyle ilgilidir. "İlk romanın Ölüler Bekleri okudum ve çok beğendim! Daha iyi bir şey yazmak istersen, şu defteri al. Oku. Takdire değer bir şey bulursan dükkanıma uğra, konuşalım." Aktardıklarından romanın sekiz aya yakın yoğun bir çalışmanın sonunda hazır olduğunu ve yayımlanmasıyla büyük rağbet gördüğünü belirtir.

Dördüncü Bölüm I Romanlarda Mübadele ve Bellek İnşası 1 91

-gerekiyorsa- ondan ders çıkarılması için kurmacanın anlatıcı karakteri ancak aynı zamanda canlı tanığı Manoli, tarihsel ger­ çekliğin hasır altı ettiği/etmek zorunda olduğu bireysel anıları, öznel deneyimleri ve halkların yaşadığı trajediyi edebiyatla ka­ zandırır. Anlaşılacağı üzere yitenin tekrar yoluyla geri getirilmesi, kurmacanın sağladığı imkanlarla, "olanın" yeniden kurulmasıy­ la şimdiki zamana vaktiyle bir tamamlanan, bir biten aktarılır. Tanık ve ana karakterin yazarla, yazarın roman üzerinden okurla paylaştıkları her şeyden önce bir aktarımdır. Yaşanılan veya işiti­ len şeylerin, bir şeylere mecbur bırakan durumların sonrakilere devri söz konusudur. Neyin/nelerin unutulmaması gerektiğine değinme ve yaşanı­ lan ana geçenin taşınması dışsal bir durumdur. Kültürel bir bağla­ mın öne çekildiği, bireyseli aşan ve toplumsala evrilen sosyal ha­ tırlama da dış koşulların etkisi altındadır ve buna bağlı şekillenir. 2 Buna paralellik oluşturacak şekilde gerek Dido Sotiriyu gerekse Yaşar Kemal romanları, harici ve zorlayıcı şartların sosyolojik akislerini ortaya koyarlar. Savaş ve zaruri göç örnekleri üzerinden okunan mecbur eylemlilik, travmatik temsil ve sosyal güvensizlik karakterlerin bireysel kadar kolektif hatırlamalarıyla çözümlenir. Bellek oluşturmadan kitlesel ihtiyaç ve taleplere birçok noktanın hatırlama (ve unutma) üzerinden sunulması iljJ411tt1 ,./"'1Yti'ült;

�,,,,,_n ·.

-�

_

a'I..,.

J�v�;;r/,WJar. N;r'# 11/1.i J�11 �,,.N- ,..,,.,,-_;.

llf#',İtJ'/j,