Roma'dan Sonra Avrupa: Yeni Bir Kültür Tarihi 500-1000 [1 ed.]
 9786051069548

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

2"4'J I ALFA I TAR:İH I 47 Roma 'daıı S(ıt1ra A ımıpa

JULIA M.H. SMITH Julia M.

H. Smirh, Gbsgow Unıwrsiwsi'ııJe Ortap.ğ T:ırihı pro­

fr·silriidür. Smith'ııı R.1ıım1(/ı111 Smır,ı .4rmıp.ı'ııııı yam ortapğdaki siyasi

w

Pmviııtı· ,ıııd Lmpirc

� ır:ı erken

kültürel dq�lşirııleriıı gdışiıııini ek aldığı Hrirıaııy ııııd rlw C,ır,ıliııı: . i,111.• :ıJlı hır kit.ıhı

buluıııııaktadır.

AHMET FETHi 1 'J59 yılında Joğdu. 1 lJ'JfJ'&ııı

hu v;ına oğ:aıı Kıt;ıp. 2011 ).

ı\zız J\ııdr.•ws

laluli hİH

p;ııll')I �\ Crııv1111 ropyriı:hı llı�ıoru· Snııl;ıııd

ıı.myl�·

Roma'ıldn Sonnıı Amıpa CI 201O, ALFA Basım Yayım Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti.

Europt •ft�r Romt

C> 2005 Julia M.H. Smith İngıl�zce ilk baskısı 2005 yılında yapılmıştır. 8a-çevıri Oxford University Press ile yapılan anlaşmayla yayımlanmıştır. KitabınTürkçe yayın hakları AkcalıTelif Hakları Ajans aracılığıyla Alfa Basım Yayım Dağıtım San. ve Tıc. Ltd. Ştı.'ne aittır.Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dıiında hıçbır yönrenıle çoğaltılamaz. Yayıncı ve Genel Yayın YOnetmeni

M. Faruk Bayrak Bayrak Mustafa Küpüşoğlu Kapak Taıarımı Begüm Çiçekçi Sayfa Ta1arımı Mürüvet Durna

Genel Müdür Vedat Yayın 'Yönetmeni

ISBN 978-605-106-954-8 1. B a sını: Ocak 2015

Baskı ve Cılt Melisa Matbaacılık

ÇıftehavuzlarYolu Acar Sanayi Sitesi No: 8 Bayrampaşa-İstanbul

Tel: 0(212) 674 97 23 Faks: 0(212) 674 97 29 Sertifika no: 12088

Alfa Basım Yayım Daıtatım San. ve Tic. Ltd. Şti.

Alemdar MahallesıTicarethane Sokak No: 15 34110 Fatih-İstanbul

Tel: 0(212) 511 53 03 (pbx) Faks: 0(212) 519 33 00 www.alfakitap.com - [email protected] Sertıfıka no: 10905

Julia M. H . Smith Roma'dan Sonra

AVRUPA Yeni Bir Kültür Tarihi 500-1000

Çeviri Ahmet Fethi

ALFA' TARİH

Hamish'e. . .

İÇ İ N D EKİLER

Teşekkür Kısaltmalar Standartlar Giriş

7 9 10 11

TEMELLER, 23 Konuşma ve Yazma Babil Kulesi Otorite Dilleri Yerel Okuryazarlık, Seçkin Okuıyazarlık Yaşam ve Ölüm Habitatlar Doğum ve Ölüm Felakete Tepkiler

25 28 43 59 74 76 84 1 00

YAKINLIKLAR, 1 1 3 Dostlar ve Akrabalar Kimlik Kan Dostları Şeref ve İntikam Erkekler ve Kadınlar Toplumsal Cinsiyet Farklılıklan Gebelik Eşleşmeleri Kadınlar, Aile ve Miras

115 1 22 129 137 1 56 1 58 1 69 182

KAYNAKLAR, 1 99 Emek ve Lordluk Kölelik ve Özgürliik Köylüler ve Lordlar Statii Arayışı

201 204 213 228

Almak ve Vermek İktidar Manzaralan, Servet Manzaralan Hazine, Hediyeler ve Hamilik

242 244 261

İDEOLOJİLER. 283 Krallık ve Hıristiyanlık Hıristiyanlığın Yayılması

285 287

Paganlar ve Hıristiyanlar İyi Krallar, Kötü Krallar

302 313

Roma ve Avrupa Halklan Roma, MS 500 Paderborn, MS 799 Roma, MS 1 027

33 1 336 350 362

Sonsöz Ek Okuma Kronoloji Dizin

382 387 430 44 1

TEŞEKKÜR

Bir kitap yazmak, bireysel çab a ile kolektif yardımın özenli bir dengesidir. Kitabın i çerdiği görüşlerin ve yanlışlann tüm sorumluluğunu üstlenirken, bu kitabı tamamlamamı olanaklı kılan herkese teşekkür ederim. tik sırada, Oxford University Press'ten Simon Mason'a beni kitabı yazmaya davet ettiği i çin ve daha yakın zamanda Ruth Par ve ekibine editoryal teşvik ve uzmanlıklan i çin minnettanm. Cömert çe verilmiş araştırma i­ zinleri olmasaydı bu kitabı yazamazdım ve bunun i çin her şey­ den önce St. Andrews Üniversitesi'ne teşekkür ederim; orada, derslerden uzak kaldığım dönemlerdeki yardımlanndan ötürü Orta çağ Tarihi Bölümü'ndeki meslektaşlanma ve harita, çizel­ ge maliyetlerine yöneli k desteğinden ötürü Tarih Okulu Araş­ tırma Komitesi'ne minnettanm. Kitabın tamamlanmasında dış mali destek çok önemliydi ve ben Hollanda İleri Araştırmalar Enstitüsü'nden Konuk Öğretim Görevlisi Bursu 1 1 999-2000) , Princeton Üniversitesi Shelby Cullom Davis Tarihsel Araştır­ malar Merkezi'nden araştırma bursu 1200 1 1 ve Sanat ve insan Bilimleri Araştırma Kurulu Araştırma izni 12003-20041 alma ayrıcalığına sahip oldum. Beni bu konumlara se çen herkese teşekkür ederim. Bu kitabın yazılması sırasında bir çok insanın yardımından ve dostluğundan çok yararlandım. St. Andrews'te, dokuz ha­ ritayı hazırlayan Reprografi Bölümü'nden Duncan Stewart'a ve ihtiya ç duyduğum malzemenin bulunmasında gösterdikleri özenden ötürü üniversite kütüphanesinin Oniversitelerara­ sı Ödün ç Kitap Bölümü'nden Margaret Grudy ve ekibine özel olarak teşekkür etmeliyim. Uzmanlara yaraşır bir profesyo­ nellikle hazırladığı dizin i çin Alicia Correa'ya müteşekkirim.

Yıllar i çinde, bir çok meslektaşım, elektronik postalanma, tele­ fonlanma, kaynak ça ve öğüt isteklerime, belki neden kendile­ rine b aşvurduğumu bile bilmeksizin, cömert çe karşılık verdi. Bu benim i çin ger çekten değerli bir yardımdı. Julia C rick, John Hudson, Mayke de Jong, Tob Noble ve Alex Woolf, ilk taslağın bir ya da daha fazla bölümünü yorumladılar ve önerilerinden fazlasıyla yararlandım. Dört kişi taslağın büyük bölümünü ya da tamamını okudu ve ferasetli eleştiri ve tavsiyenin de ötesin­ de destek verdi. Peter Brown ve Chris Wickham, yazımın son evrelerine doğru müsveddenin tamamını elden ge çirdiler ve beni bir çok yanlıştan, i çi boş değiniden kurtanp akıl yürütme­ yi çok daha ileri götürmenin yolunu gösterdiler. Yıllar i çinde Jinty Nelson iyi ve kötü zamanlarda bolca cesaret verdi. Son olarak, Hamish Scott, dostlann en iyisi ve gayri resmi olarak editoryal eleştirmenlerin en iyisi olmakla kalmadı; bu kitabı nihayetine erdiren iyi günleri de olanaklı kıldı. Kitabı ona ithaf etmem, büyük bir özel borcun kü çük bir kamusal nişanesidir.

KISALTMALAR

AASS

CCCM CCSL CSEL EHD EME MGH AA

Epp. Epp. Sel. Poetae SRG SRL SRM ss PL SC Settimane

Acta Sanctorum: quotquot Toto Orbe Coluntur, ed. J. Bollandus vd (Antwerp, Brüksel. Paris, 1 6431 940) Corpus Christianorum, Continuatio Medievalis Corpus Christianorum, Series Latina Corpus Scriptorum Ecclesiasticonım Latinorum English Historical Documents, i: y. 500-1042, ed. Dorothy Whitelock, 2. hasım (Londra. 1 979) Early Medieval Europe Monumenta Germaniae Historica Auctores Antiquissimi Epistolae Epistolae Selectae Poetae latini medii aevi Scriptores rerum Germanicarum in Usum scholarum separatim editi Scriptores rerum Langobardicarum et Italicarum Scritores rerum Merovingicarum Scriptores Patrologiae Cursus Completus, Seri.es Laıina, ed. J.-P. Migne, 221 cilt (Paris, 1 844-65). Sources Chretiennes Settimane de studio del Centro Italiano di studi sull'alto medioevo

S TA N D ARTLAR

Kişiler Hükümdar, kont, piskopos ve papalann adlanndan sonra parantez i çinde verilmiş tarihler, görevde kaldıklan süreyi gös­ terir. Doğum ve ölüm tarihleri, d. ve ö. şeklinde gösterilmiştir. Yerler Yer belirlemekte yardımcı olması i çin Avrupa'nın büyük ınnaklan ve sıradağlanndan öne çıkmış işaretler olarak ya­ rarlandım; bunlar Harita O.! 'de gösteriliyor. Buna ek olarak, bazen günümüz ülkelerini (İsko çya. Fransa, Almanya vb) coğ­ rafi birer betimleyici olarak kullandım; bunlann söz konusu dönemde hi çbir siyasal ge çerliliği olmadığı konusunda okuru uyanyorum. Her bölümde sözü edilen başlıca yerler, bölümün ilk haritasında gösterilmektedir. Yer adları, varsa yerleşmiş [Türk çe] bi çimleriyle ya da yay­ gın yerel dilleriyle verilmiştir. Kaynaklar Notlar, alıntı yaptığım eserlerin basımlannı belirtmekle sı­ nırlıdır: Aksi belirtilmedik çe bütün çeviriler bana aittir. Özel­ likle tarihler ve azizlerin yaşamlan olmak üzere erken orta çağ metinlerinin bir çoğunun harika çevirileri , bazen karşı sayfada özgün metinle birlikte, kolayca bulunabilmektedir; bunlardan yaptığım alıntılan da her defasında belirtiyorum. Özgün hali alıntı yaptığım çeviriyle aynı kitap i çinde bulunmayan metin­ ler i çin, parantez i çinde, bulunabilen en iyi basıma bir gön­ denne yapılıyor. Yaygın İngilizce çevirilerle aynı fikirde olma­ dığım durumlarda, kendim çeviri yaptım, ama alternatif bir çevirinin bulunduğunu da genellikle belirttim. 10

GİRİŞ

ltalyan Rönesansından kaynaklanan birer kavram olan "ilk­ çağ" ve "orta çağ." tarihsel bilince derinlemesine yerleşmiştir ve bu parolalann Avrupa'nın ge çmişinde ayn evreleri göster­ diğinden pek kimse kuşku duymaz. Ama Rönesans sırasında b ilginler bu terimleri , ilki olumlu ikincisi olumsuz olmak ü­ zere, Avrupa kültürünün zıt kutuplan olarak yaygınlaştırdı­ lar. 19. yüzyılın ortalannda Tarih ayn bir üniversite disipli­ ni olarak ortaya çıktığında, ge çmişin kendi i çin incelenmesi kurumsallaştı. Bu durum, farklı müzelerde ve sanat galerile­ rinde, kütüphanelerde ve akademik bölümlerde ilk çağ ile or­ ta çağı birbirinden yalıtacak şekilde ger çekleşti. Kuşkusuz. bir "Karanlık Çağ" fikri gazetecilik modasında hiilii yerini korusa da, orta çağ denilen dönem, ciddi bilginler tarafından artık ka­ dim dünyanın kasvetli antitezi olarak ele alı nmıyor. Yine de, "ilk çağ"ın ve "orta çağ"ın karmaşık ve sorunlu "Avrupa Uygarlı­ ğı" fenomenine göreli katkılanyla ilgili tartışmalarda, bunlar birbirinin karşısına konmuştur. Arada kalan yüzyıllar, yoksul, barbar, hurafelere inanan ve arkaik olarak yaftalanarak baş­ tan savılan gariban akrabalar olarak kaldılar. Geniş çizgile­ riyle Avrupa tarihi doğrusal ya da evrimci terimlerle tasavvur edildiğinde, bu yüzyıllar, daha sonra basit erdemler, aynşmış kimlikler, uygun temeller sayesinde a çığa çıkabilecek anlatıla­ ra kaynaklık edecek ulusal kökenler dönemi olarak görülür. Ya da döngüsel bir tarih görüşünde, siyasal ve kültürel başannın iki doruğu olan Roma imparatorluğu ile 12. ve 13. yüzyıllann kozmopolit Hıristiyan Avrupa'sı arasında daha az önemli bir ara dönem olurlar. Her iki çer çeve de, kökenleri Aydınlanma sonrası Avrupa'nın siyasal ihtiya çlarında ve kültürel tercihil

ROMA'DAN SONRA AVRUPA

!erinde bulunan birtakım değer yargılannı dayatır. Bu kitap, bu yıpranmış paradigmalan reddeder. Avrupan kültürlerinin ilk çağ ile orta çağ arasındaki dinamik dönüşümünün kendi ba­ şına temel bir öneme sahip olduğunu ileri sürer. Bu dönüşüm ne zaman ger çekleşti? Dönemlendirme tarih­ çilerin baş belası olabiliyor. Her biri kendi öncüllerine sahip bilimsel savlar, eski dünyanın sonunu 5. yüzyıl ile ge ç 10. ya da erken 1 1 . yüzyıl arasında bir yere yerleştirir. Durağın nereye konduğu, dönemlendirmenin temeli olarak siyasal, kurumsal, toplumsal, ekonomik ya da kültürel öl çütlerden hangisine önce­ lik verildiğine bağlıdır: Benim alt başlığımın küsursuz 500 yılı yüzeyseldir. Bu kitabın i çeriğiyle ilgili yaklaşık bir re hber işle vi görür; zira bu tartışmalı dönem kitabın konusunu oluşturmak­ tadır. Dönemin başlangıcında, 500 yılı civannda, Roma impara­ torluk yönetimi Batı'da etkili olmaktan çıkmıştı; ama Roma kül­ türünün ve pratiğinin diğer yönlerinin çoğu siyasal yapılardan pek etkilenmeden varlığını sürdürmekteydi: 500 yılında Avrupa imparatorluk-sonrası bir Avrupa'ydı, ama bundan dolayı Ro­ ma-sonrası bir Avrupa değildi. 1 000 yılı civannda Avrupa man­ zarasına olduk ça farklı imparatorluk yönetimleri egemendi ve Roma kültürel mirası hem dönüşmüş, hem de Avrupa'nın büyü k bir bölümünde dönüştürücü bir etki yaratmıştı. Bu değişimler bizzat Roma kentinde, imparatorluğun eski batı vilayetlerinde ve çok ötedeki topraklarda eşit öl çüde barizdir. Ana batlannı saptamak i çin temalan yuvarlak 500 ve 1 000 tarihlerinin hem öncesine hem sonrasına kadar götürüp izliyorum. Bu, bu yüz­ yıllan kesen bütünsel kültürel ve toplumsal gelişim anakalıbı i çin de, değişimin farklı yerlerde, farklı zamanlarda ve hızlarda ger çekleştiğini göstermeme olanak veriyor. Tartışmalı dönemlendirmeye çoklu terminolojiler eşlik eder. tlk çağ tarih çisinin "ge ç ilk çağ"ı, orta çağ tarih çisinin "er­ ken orta çağ ffı , Roma - dışı Avrupa arkeoloğunun "erken tarihsel dönem" ya da "ge ç Demir Çağı." farklı disiplinlerin önkabulle­ rini ve analitik bakış a çılannı yansıtır, ama hepsi aynı yüzyıla işaret edebilir. Kolaylık olsun diye, "erken orta çağ" ifadesini bu kitapta tartışılan konunun tamamını kapsayacak şekilde kul­ lanmayı tercih ettim; ama bu da ke yfidir. 12

GiRiŞ

Coğrafi kapsam da, aynı şekilde, başlığımın ima ettiği ka­ dar açık değildir. Mitolojik kaynakta Avrupa, bir Fenike pren­ sesiydi. Ama boğa kılığına giren Tann Zeus ona tecavüz etti ve denizin üzerinden alıp götürdü: Onun adı, ilkçağda bilinen üç kıtadan birine işaret eder oldu. 9 . yüzyıla gelindiğinde "Avru­ pa" adı coğrafi tanımlayıcı olarak kullanımını yitirmiş, onun yerine Latin Hıristiyan geleneklerin taraftar bulduğu bölgenin belirteci olarak güçlü anlamlar kazanmıştı. Gerçekten de orta­ çağın büyük bir bölümü boyunca "Avrupa,'' kültürel özdeşleş­ menin tercih edilen terimi olarak "Hıristiyan dünyası"na, Ro­ mamerkezli Hıristiyanlığın ülkesine teslim oldu. işte coğrafi ve kültürel anlamlann birbiriyle kanştınlması, o zamandan kalma bir mirastır. 19. ve 20. yüzyılın büyük bir bölümü için "Avrupa" siyasal, dinsel ve toplumsal fay hatlarına göre "batı" ve "doğu" kesimlere bölünebilir; "Orta Avrupa"ya ise, aralarda bir yerde tartışmalı bir bölge olarak, ikircikli bir rol verilebi­ lirdi. Şimdi 2 !. yüzyılın başında, "Avrupa"nın anlamı yeniden didiklenip incelenmekte, coğrafi, kültürel , dinsel ve siyasal çağrışımları eskisinden daha fazla tartışılmaktadır. Bu kitap hazırlanırken, Avrupa, en basit tanımlama düzeyinde bile -Av­ rupa Birliği'ne üye devletler- değişmekteydi. Kuşkusuz benim başvuru çerçevem, 1 Mayıs 2004'te ortaya çıkan genişlemiş Avrupa Birliği'ne yakındır. Ama iki önemli is­ tisna var. Birincisi, Yunanistan'ın (AB'ye üye olmayan Balkan komşularıyla birlikte) dışarıda bırakılmasıdır. ı. binyılın so­ nunda Latin Hıristiyan dünyası kimliği kazanmış alana odak­ lanmayı sürdürmek, Bizans dünyasını sahne arkası bir role geri itmek demekti . İkincisi, eldeki kanıtlann dayattığı bit is­ tisnadır. "Avrupa"nın bazı kesimlerinde, bu yüzyılların büyük bölümünde okuryazar olmayan halklar yaşamaktaydı; bazıları ise eldeki belgelerde eksik temsil edilmektedir. İskandinavya, Slav bölgeler ve Tuna Ovası birinci kategoriye, lskoçya'nın ve Galler'in büyük bölümü ikinci kategoriye girer. Dolayısıyla bu kitabın dış çizgileri, kaçınılmaz olarak, günümüze kadar ge­ len yazılı dünyanın dış çizgileridir. Daha sonraki yüzyıllardan bu eski zamanlara bir pencere açma iddiasında olan metinleri kullanarak boşluktan doldurmak yönündeki ayartmadan uzak 13

ROMA'DAN SONRA AVRUPA

durdum; bunun yerine, bazen metinsel kayıtlan tamamlamak için maddi kanıtlara yöneldim. Yine de arkeolojik araştınnala­ nn ve yayınlann çok eşitsiz dağılmış olması, kendi sınırlama­ lannı dayatır. tlkçağdan ortaçağa geçişin hikayesi geleneksel olarak iki bölümde anlatılır. tik bölüm imparatorluğun gerilemesini, barbar istilasını, ekonomik durgunluğu ve kent kültürünün bozulmasını anlatır; devamı, ekonomik refahta ve uygar ya­ şamda tedrici bir ilerlemenin eşlik ettiği ulusal monarşilerin ve uluslararası örgütlü bir Hıristiyan kilisesinin yükselişini selamlar. Bu büyük anlatının çeşitli biçimlerinden bugün en iyi bilineni, Fransa, Almanya ve İngiltere'ye ayrıcalık tanır ve ,ltalya'ya da arada bazı bölümlerde yer verir. Konusunu, ulus inşası ve yüksek kültürü konu alan ortaçağ sonrası ta­ rih bakımından taşıdığı anlama göre tanımlar, dolayısıyla 1 9 . yüzyıl ulus- devlet paradigmasına uymayan yerleri fiilen göz ardı eder. Bu açık teleoloji kuşkusuz l 960'lardan bu yana zayıfladığı halde, farklılaşmış ulusal tarihyazımı gelenekleri 2 ı . yüzyılın erken ortaçağa yaklaşımlarını hiila biçimlendir­ mektedir. Ayrıca, bilimsel literatürün çoğu çözümleme alanı olarak ya modern siyasal yapılanmayı ya da ondan önce gel­ diği kabul edilen erken ortaçağ etnik ya da siyasal gruplaş­ malarını almaya devam ediyor. Bu kitabın okurunun bu yak­ laşımların izine rastlayabileceği tek yer, kitabın sonundaki Ek Okuma bölümüdür. Bunlann yerine, birleşik analitik güçlerinden ötürü seçtiğim üç revizyonist yaklaşımı koydum. tik olarak, tarihyazımının bir "çekirdek" bölge vurgusunu, lskandinavya'dan lspanya'ya ve Macaristan'dan lrlanda'ya uzanan çok daha geniş bir coğrafi alan görüşüyle dengeledim. Harita O.! 'in gösterdiği gibi, bura­ sı kuzey ile güney, yüksek yerler ile alçak yerler, kıyı kesim ile iç kesim arasında büyük doğal farklann olduğu bir bölgedir; bu çeşitlilik, izleyen bölümlerin arka planını oluşturur. ikincisi, ulusal tarihyazımının kaygılannı çaprazlama keserek ve mo­ dern siyasal sınırlan hesaba katmayarak, ortaçağ ya da modern siyasal yapılanmalar arasında tekrar tekrar dolaştım. Son ola­ rak, erken ortaçağda Avrupa'nın türdeş bir kültür-eyalet olarak 14

GiRiŞ

nitelenebileceği fikrini reddediyorum. Benim öncülüm tarihsel sonucun benzeşimi değil, deneyimin çeşitliliğidir. Teleolojik belirlenimciliğin yerine, erken ortaçağın karşı­ laştırmalı bir etnografyasını geçiriyorum. Bu yöntem, toplum ve kültür antropologlannın çalışmalanndan dolaylı da olsa çok yararlanır; amacı, genelde geçerli birtakım sorulann ye­ rele özgü yanıtlar almasını olanaklı kılmaktır. Bu yanıtlann toplamı, erken ortaçağ toplumlannın kültürlerarası bir çö­ zümlemesini oluşturur ve aralannda karşılaştırma yapmayı ve karşıtlıklar kurmayı kolaylaştırır. Bu şekilde ele aldığım düzen sorunu şöyle özetlenebilir: 500 - 1 000 yıllan arasında ya­ şayan erkek ve kadınlar kendi dünyalannı toplumsal, kültürel ve siyasal bakımdan nasıl örgütlediler? Buna yanıt verirken, hem her yerde hazır ve nazır olan yerellikler ile mikro-bölgele­ ri , hem de toplumsal cinsiyet ve statü aynmlannda asli olarak var olan farklılıklan aydınlatarak, erken ortaçağ deneyiminin çeşitliliğini vurguluyorum. Etrafında iktidar katılaşmış kişiler -güçlüler, lordlar. kral­ lar. imparatorlar- benim çıkış noktamı değil. çözümlememin hedefini oluşturuyor. Dolayısıyla bunlar her bölümün sonuna doğru, özellikle de kitabın sonunda ortaya çıkma eğiliminde. Onlara ulaşmak için neredeyse bütün toplumsal gruplaşmala­ nn örgütlenmesiyle ilgili konulan ele almayı tercih ettim: dil ve iletişim, akrabalık ve toplumsal cinsiyet, servet birikimi ve simgeciliği, dini pratik ve ideoloji, kişi ve grup kimliği, siyasal meşruiyet ve statü. Bu değerlendirmeler. yalnızca olup biteni anlatmaktan ziyade, olaylann neden ve nasıl meydana geldiği­ ni, topluluklann nasıl örgütlendiğini, insanlann yaşamlanna nasıl anlam verdiklerini ve kendi tarzlannı nasıl gerekçelen­ dirdiklerini çözümler.

ıs

O' ,•

200 metrenin alundaki topraklar

- 200 ile 1000 metre arası topraklar - 1000 metreden yüksek topraklar

O. 1. Avrupa: Fiziksel özellikler

JOO

tffi

GiRiŞ

Kitap, sonraki bölümlerin "temel kurallan"nı saptayarak başlıyor: hem genel olarak erken ortaçağa ilişkin ne bildiğimi­ zin ve nasıl bilebildiğimizin sınırlan, hem de toprak, iklim ve tanmsal teknolojiyle ilgili kısıtlılıklar. Bu nedenle ilk iki bölüm, erkek ve kadınlann konuştuklan, yazdıklan ve düşündükleri, yaşayıp öldükleri çok sayıda ve değişik çevreleri tanıtır; ikisi birlikte, tekrarlayan temalar olarak deneyimin çeşitliliğini ve değişime duyarlılığını kanıtlar. Sonraki iki bölüm, toplumsal örgütlenmenin yerele özgü biçimleri ne olursa olsun, aileden imparatorluğa kadar her düzeyde bütün topluluklan toplum­ sal ilişkilerin -bir yanda akrabalığa dayanan gruplar arasında, diğer yanda erkekler ile kadınlar arasındaki ilişkiler- düzenle­ diğini öne sürer. Beşinci ve altıncı bölümler, akrabalık ve top­ lumsal cinsiyet aynmlannda asli olarak varolan iktidar ilişki­ lerinden, taşınır ve taşınmaz servet etrafında -yani toprak ve hazine etrafında- örülen ilişkilere yönelir. Durumlann çeşitli­ liği, bir kez daha, statüyü ve hiyerarşiyi sürdürme, kaynaklan kalıcı siyasal ve manevi avantaja dönüştürme genel sorununa yönelik geniş bir yanıt yelpazesini gösterir. Son iki bölüm dinsel ve siyasal değişim deneyimlerine odaklanır ve bu değişimlerin ağır ideolojik yatınmla nasıl "doğal" görünmelerinin sağlandı· ğına dikkat çeker. Her iki bölüm de, daha önceki bir çağdan, ya­ ni Roma çağından türemiş kültürel değerlerin aktanlmasında Hıristiyanlığın önemini ve Roma kültür kaynaklarının ne kadar yaratıcı biçimde kullanıldığının altını çizer. Bütün bölümlerin coğrafi ve kronolojik parametreleri ay· nıdır: 500'den I OOO'e kadar Avrupa. Bölümler saydam birer katınan gibi işler: Her bölüm karmaşık bir bütünün tek bir boyutunun diyagramatik bir taslağını sunar; bölümler birbiri üzerine yerleştirilirken, alttaki diyagramlar görii nür kalır. Her bölüm kendi içinde tutarlıdır; kesişen bakış açılan hep birlik· te tam ve ayrıntılı bir resim ortaya çıkanr. Bu bölümleri benim yaptığımdan farklı bir sırayla almayı tercih eden okur bölüm­ ler arasında bolca çapraz gönderme bulacaktır; ama tanımlar, bölgesel tarihler ve benzeri konularda hiçbir tekrar yoktur. Bu birçok bakımdan yeni bir Avrupa kültür tarihidir. Gev­ şek tasarlanmış bir tarihyazım türü kabul edilen "yeni bir 17

ROMA'DA.N SONRA AVRUPA

kültür tarihi" ifadesi, çeşitlilikler banndıran bir tarihyazım yaklaşımlan salkımına toplu olarak işaret eder; bu yakla ­ şımlann birçoğu benim çalışmamı etkilemiştir. tik önce, e n geniş anlamıyla, insanlann gerçeklik anlayışlannı inşa et­ mede, deneyimlerini düzenlemede ve eylemlerini belirlemede kullandıklan anlamlann, algıların ve değerlerin ifadesi ola­ rak "kültür"le uğraşmaya işaret eder. Dolayısıyla bu yaklaşım, tarihsel değişimi, bireyleri gayri şahsi süreçlerin pençesinde edilgen piyonlar durumuna düşüren bir dizi güç, eğilim ya da hareket olarak anlamak yerine, geçmişin erkek ve kadınlan­ na eyleyicilik atfetmeyi tercih eder. İkincisi, yeni kültür tarihi dile duyarlılık üzerine kuruludur. Metinler ile metinlerin tem­ sil etme iddiasında oldukları -ya da bazı tarihçilerin bulmaya heveslendiği- tarihsel "gerçeklik" arasındaki belirsiz ilişkiye önem verir. Bu duyarlılık bazen bu ilişkinin hiç olmadığı nok­ tasına varır, bense daha ılımlı bir tutum benimsiyorum; ama bu dönem üzerine çalışan tarihçilerin karşılaştığı kimi metin sorunlanna okurun dikkatini çekiyorum. Bu duyarlılık bera­ berinde şu önermeyi getirir: Kültür iktidann hizmetindedir; iktidarın acımasız gerçekliklerini ya gizler, ya saptınr ya da meşrulaştınr. Böylelikle, bu akıl yürütmede, kültür tarihi ikti­ dar gerçekliklerinin maskesini düşürmeye ve egemenlik stra­ tejilerini açığa çıkarmaya katkıda bulunur. Son olarak, belirti­ len bu noktalardan tek tek ya da toplu olarak şu sonuç çıkar: Yeni kültür tarihi büyük anlatılardan duyulan kuşkuyu ortaya koyar. Onların yerine, mikro- tarihin değerine inancı ve tarihsel deneyimin çoğulculuğuna sağlıklı bir saygıyı geçirir. Bu nedenlerle, bu kitap Avrupa kültürüyle değil, Avrupa'nın kültürleriyle ilgilidir. Yaklaşımım, hepsi eşit ölçüde merkezi üç yorumlayıcı çizginin tekrar tekrar vurgulamasına olanak tanır. Erken ortaçağ tikelliklerini birçok farklı bakış açısından hare­ ketle tanımaya yaptığım vurguya yukanda işaret ettim. Vurgu­ ların ikincisi, erken ortaçağ iktidar inşalannda Roma mirasının rolüne çektiğim dikkattir. ister Roma'nın eski eyaletlerinde ol­ sun, ister hiçbir zaman imparatorluk sınırlan içinde olmayan bölgelerde olsun, bu mirasın alınmasının, yeniden yorumlan­ masının ya da terk edilmesinin, erken ortaçağ Avrupa'sının bü18

GllllŞ

tün kültürlerine biçimleyici bir katkıda bulunduğunu öne sürü­ yorum. Harita 0.2'de gösterilen eski siyasi sınır çizgisi, bunun gerçekleşme şeklini etkilemiştir: Tarihyazımı dönemlendirme­ sinin yanı sıra kültürel biçimlenmede de ortaçağ ilkçağın var­ lığını gerektirir. İkisi birbirinden koparılamaz. Üçüncü vurgu, erken ortaçağ toplumlannın dinamizmi üzerinedir. 1 000 yılı Av­ rupa'sının 500 yılının Avrupa'sından çok farklı olduğunu gös­ termek, herhangi bir evrimci büyük anlatıdan yana olmak değil­ dir; nereye ve nasıl bakılırsa bakılsın, değişimin ve akışkanlığın bariz olduğunu kabul etmektir. Burada gerileme, duraklama ve yükselişin yeri yoktur; onun yerine çoklu bir dönüşümler, sürek­ lilikler, yenilikler ve başkalaşımlar kaleydoskopu vardır. Tek bir sanat eseri bu kitabı uzun bir sunuşun yapabilece­ ğinden daha büyük bir söz ustalığıyla özetler. Geç 8. ya da erken 9. yüzyılda bir noktada, usta bir heykeltıraş, Doğu lskoçya'da Piktlere ait Cennrigmonaid Kraliyet Kilisesi için kutu şeklinde büyük bir yapı biçimlendirdi. Yerel kumtaşından oyma panel­ ler birbirine geçip tartışmalı ama kuşku götürmez bir biçimde Hıristiyan bir işlevi olan bir nesne oluştururlar; belki bir me­ zar, bir sunak ya da bir mihrap. Nesnenin ön yüzündeki zengin oymalar, burada Hıristiyan yorumuyla kral ve kurtancı olarak temsil edilen Eski Ahit sahnesini, aslanla güreşen Davud sah­ nesini tasvir eder (bkz. iç kapaktaki resim). Yanında, Doğu'ya ait eski bir kraliyet simgesi olan at sırtında bir aslan avcısı ve kö­ pekleriyle birlikte lskoç geyiği peşinde olan yaya bir avcı vardır. Sanatsal olarak, farklı üslup geleneklerinin -Doğu Akdeniz, Ro­ ma, İrlanda, Anglosakson ve Pikt- bilgece bir alaşımını sunar. Yapıldığı sırada, Britanya'daki Roma yönetimi. eğitimli bir azın­ lığın zihninde uzak ve gölgeli bir anı durumuna gerilemişti ve 2. yüzyılın ortasında, Güney İskoçya'ya ulaştığında bile, gelecek­ teki Cennrigmonaid'un bulunduğu yer (bugünkü St. Andrews: bkz. Şekil 1. 1 .) imparatorluk sınırlannın dışında kalıyordu. Yine de, Roma Ak.deniz'inin doğu yakasında ortaya çıkan kentli bir din, Hıristiyanlık, kuzeydeki Piktlerin siyasal, toplumsal ve im­ gesel dünyasının aynlmaz bir parçası olmuştu. Bu yüzden St. Andrews lahdi benim üç temam olan yerel kimlikler, kültürel dinamizm ve Roma mirasının kabulü temalannı temsil eder. 19

o

250

500

750

1000 km

t

-- Roma imparatorluğunun sınırı, 400 civan ---- Batı ve Doğu imparatorlarının yetki alanını ayıran çizgi, 395'ten itibaren lınparatorluk başkentleri

� Suevlerin Krallığı, 409'dan itibaren � Vizigotlann, Roma'yla yapılan bir anlaşmayla yerleştiği yerler, 418 §3 Vandalların Krallığı, 430'tan itibaren () \

l='cr\ı:n

ı;

v\.\.,._v,\r\R �nnıR 1mn.-:>tnr\nP.'1

GiRiŞ

Eser burada ele alınan konular için başka bir bakımdan da bir ikon gibi durur. Piktler. Roma sınırlarının kuzeyinde, Avrupa'nın Atlantik ve Kuzey Denizi bölgelerinde, siyasal ya­ pılanmaları Roma İmparatorluğundan temelden farklı ve daha basit iç toplumsal-siyasal örgütlenmeye sahip birçok balkın tipik örneğidir. Romalı bir bakış açısına göre, bu karşıtlık bir uygarlık-barbarlık karşıtlığıydı; kentli toplulukların ve onla­ rın sürdürdüğü uygar kültürün, teknolojik ve siyasal bakım­ dan daha az karmaşık, kırsal ve savaşçı topluluklardan asli olarak üstün olduklarına dair eski Akdeniz inançlarına daya­ nan bir "biz" ve "onlar" ayrımıydı. Bir 2 1 . yüzyıl bakış açısına göre ise bu kategorileştirmenin yapaylığı acınacak derecede aşikardır. "Uygar" ve "barbar." bir kültürel farklılık ve ahlaki değer hiyerarşisini onaylayarak bir grubu diğerlerinin zara­ rına meşrulaştırmak için tasarlanan algılara ve geleneklere dayalı nesnel göndergelerdir. Cennrigmonaid'in heykeltıraşı, klasik giyimli Davud'u geleneksel silahlarla donanmış Pikt bir savaşçıyla, ·uygar" ile "barbar" arasında herhangi bir antitezi tamamen olumsuzlayacak şekilde bütünleştirmiş. Avrupa ta­ rihyazımı da bu eski kutupluluğu aşmalıdır: Bu kitap bu çaba­ ya bir katkı sunuyor.

21

TEMELLER

1 K O N UŞMA VE YA ZMA

Söylediklerimiz geçip gider, yazdıklanmız kalır.• İncil buyurdu ki, Tann'nın kitaplan bize okundu ve açıklandı, O'nun şanı insanlara bildirildi.2

Tarihçilik zanaatının merkezinde geçmişin yazılı emanetleri vardır. Kaba bir biçimde çiziktirilmiş kitabeler, kuru bürok­ ratik düzyazılar, esin dolu şiirler, vergi listeleri, soyut teolojik kurgular ya da güzel elyazmaları: Tarihçiler geçmiş toplum­ larla ilgili kurgulamalannı yazılı sözün bu ve diğer biçimleri­ ne dayandınrlar. 500 - 1 000 arası yüzyıllardaki Avrupa tarihi­ ni düşünürken, yolun başında, yazılı malzemenin önemli bir bölümünün bugüne kalmamış olması açmazıyla karşılaşırız. Ortaçağ yazarlan ulaşabildikleri, ama o günden bugüne yok olmuş metinlerden ve belgelerden bazen söz eder ya da alıntı yaparlar. Yazıcılar belgeleri kopyalarken, elyazısını okumaya çabalayabilir ya da önlerindeki metni kasten değiştirebilir ve­ ya güncelleyebilir, yenisini bitirince eskisini çöpe atabilirler­ di. Yüzyıllar içinde ihmalin, nemin, yangınların ve s avaşların yarattığı tahribat, kasten ve kaza sonucu kayıplarla birleşti. Bütün bu nedenlerden ötürü, erken ortaçağla ilgili varolan yaGregory the Great, Moralia in lob, XI. Xlv. 6 1 ve XXXIII, iii, 7 ed. M. Adriaen, 3 cilt, kesintisiz numaralandırmayla, CCSL 143, 1 43A, 143B (Tumhout, 1 979-85), 620, aynca ı 675'te. The Blicking Homilies, ıo (Çarşamba Yakanşıl, ed. ve çev. Richard J. Kelly (Londra, 2003), 78-9.

ROMA ' OAN S O NRA AVRUPA

zıh kayıtlann, tam olarak ne kadar olduğunu öl çemesek de, bir zamanlar var olması gerekenin yalnızca kü çük bir par çası olduğundan emin olabiliriz. Bu kitaptaki bütün bölümler ipu ç­ lannı hıili var olduğu şekliyle bu tür yazılı malzemeden alır. Soruşturmamız üzerindeki tek sınırlama malzemenin ka­ lımının te &adüflere bağlı olması değildir. Hi çbir şey kaybol­ mamış olsaydı da, yanıt vermek istediğimiz bütün sorulan yanıtlayamazdık. Tartıştığımız dönemin tamamında ya da bir kısmında, Avrupa'nın bazı bölgelerindeki insanlar hi çbir yazı bi çiminden yararlanmıyorlardı. Yazma ve okuma tekniklerine aşina topluluklarda bile bu beceriler, nüfusun yalnızca kü çük bir kısmı tarafından uygulanırdı: Erken orta çağı, o yüzyıllar­ da yaşamış birka çerkeğin -ve daha da az sayıda kadının- söz­ leriyle inceleyebiliyoruz. Bu sınırlamaların kabulü bizi, erken orta çağ kültürüyle il­ gili soruşturmamıza, yazmanın o kültür i çindeki yerini araş­ tırarak başlamaya teşvik etmelidir. En başta, yazmanın her zaman özgül bir dilde ger çekleştiğini hatırlamalıyız. Yazma, birleşip sözcükleri oluşturan sesleri temsil eden geniş bir gör­ sel işaret repertuarıyla konuşmayı kodlar. Bu yüzden, anlatma, okuma, düşünme gibi diğer sözel etkinliklerden kolayca ayrı­ lamaz ve bir toplumun kullanabildiği çok sayıda farklı iletişim ve ifade aracından yalnızca biridir. Modern dünya tarih çile­ ri, geniş bir iletişim ara çları yelpazesinden yararlanabilirler; ama orta çağ bilginlerinin elinde daha sınırlı bir yelpaze var­ dır. Sayılar, anlamlı hareketler ve simgesel eylemler gibi görsel imgeler de kuşkusuz önemlidir, ama bu bölüm konuşulan ve yazılan sözlere odaklanır; zaten biri olmadan diğerini düşüne­ meyiz. Erken orta çağ yazarları, eserlerini genellikle dedikleri­ ni yazıya ge çiren bir katibe yüksek sesle konuşarak oluşturur ve bunu sözlerinin yüksek sesle okunmak suretiyle bir dinle­ yici topluluğuna iletileceği ya da tek başına bireysel bir okur tarafından mırıltıyla seslendirileceği beklentisiyle yaparlardı. Bir topluluğun kimliği ve işleyici i çin önemli olan bilgi, o top­ luluğun mensupları okuma ve yazma tekniklerine aşina olsun ya da olmasın, kuşaklar boyunca sözlü olarak aktarılabilirdi. B ı.ı sözlü gelenek ve bilgi deposundan çıkan malzeme zaman

26

K O N U ŞMA

VE

YAZMA

zaman bir yolunu bulup yazılı biçime geçti ve yazılı metinler. bir dinleyici topluluğuna yüksek sesle aktanldıklannda, çoğu kez toplumsal bir anlam kazandı . Bu şekilde, sözle iletilen an­ lamlar, düşünceler ve fikirler, birbirini tamamlayan sözlü ve yazılı iletişim araçlan arasında bir o yöne bir bu yöne akardı. Yazma ile konuşma birbirinden aynlamasa da, çözümlememiz ve değerlendirmemiz için yalnızca yazılı sözlerin baki kaldığı­ nı tarihçiler asla unutmamalıdır; Papa !. "Büyük" Gregorius'un (590-604) sıkça aktarılan hükmündeki gibi: "Söylediklerimiz geçip gider, yazdıklanmız kalır."3 Modern öncesi bir kültürü araştıran birinin karşılaştığı güçlük, yazılı olmayan sözün, er­ keklerin ve kadınların yaşamındaki merkezi önemine rağmen ulaşılamaz olmasıdır. Bu yüzden bu bölüm, yazma sorununa konuşulan dil pers ­ pektifinden yaklaşır. Erken ortaçağda insanlar hangi dilleri konuşurlardı? Birbirlerini ne kadar kolay anlayabiliyorlardı? Avrupa'nın dil haritası bu yüzyıllarda neden ve nasıl değişti? Kendi başlanna tanımlayıcı önemde olan bu sorular, başlangıç noktamızı oluşturur. Bu kitabın tamamında yer alan önemli bir temayı -ilkçağ dünyasının evrenselleştirici eğilimlerinden çok farklı erken ortaçağ deneyiminin çeşitliliği temasını- da açar. Bölümün ikinci altbölümü Roma emperyalizminin ve kül· türünün dili Latince ile erken ortaçağ Avrupa'sının yerel dilleri arasındaki ilişkiyi, neyin hangi dilde yazıldığını sorarak çö­ zümlüyor. Büyük ölçüde değişik görenekleri ve yerel pratikleri, yaşama farklı bakan toplulukları banndıran bir dünya odak haline gelir. B atı Roma imparatorluğunun siyasal çöküşü arka planına karşı, Latincenin yeni bağlamlarda kullanılmasından görülen yararlar otoritenin ve iktidann yeni biçimlerine kat­ kıda bulunan değişken, dinamik bir kültürel süreçler dünyası­ nın kapısını açar. B u altbölüm şu sonuca ulaşır: Erken ortaçağ Avrupalılan Roma imparatorluğunun dilini kabul ederken, uyarlarken ya da reddederken kendi kimlikleriyle ve kendi dünyalannda iktidarı örgütleme ve ifade etme yollarıyla ilgili tercihlerde bulunuyorlardı. Burada bu kitabın ikinci bütünsel temasıyla karşılaşınz: Roma gelenekleriyle etkileşim, eski RoBkz. dipnot I. 27

ROMA' DAN S O NRA AVRUPA

ma sınırlarının çok ötesindekiler de dahil olmak üzere, bütün yerellikler için temel önemdeydi. Bu mirasın. erken ortaçağ Av­ rupa'sının kültürel oluşumlarına katkısı göz ardı edilemez; bu tartışma, yazının kullanımları ve dille ilgili iddiamızı kanıtlar. Sonraki bütün bölümlere olduğu gibi bu bölüme de, baş­ tan sona nüfuz eden üçüncü tema iktidardır. İkinci altbölümde farklı dillerin göreli saygınlığı üzerine farklı dillerin göreli ya­ pılan çözümlemeye dayanan son kısım, okuryazarlığın bir ikti­ dar teknolojisi olarak anlaşılması gerektiğini öne sürer. Bunun iki boyutu vardır. Birincisi. bireylerle ve bireylerin otoriteyi kullanmalarını olanaklı kılan teknik becerilere ulaşma olanak­ lanyla ilgilidir. ikincisinin kurumsal bir boyutu vardır; zira çileci Hıristiyan cemaatler. ilkçağ dünyasında emsali olmayan ama onun kültürel önyargılannı devam ettiren bir yolla, norm­ ları belirleyen seçkin bir edebi kültürün sahipleri olarak tedri­ cen ortaya çıktılar. Bu bölümün genel amacı, erken ortaçağ ta­ rihinin varolan yazılı kaynaklarının, tasarlanmaları bakımın­ dan saf ya da niyetleri bakımından saydam olmadıklannı açık kılmaktır: Dil tercihleri, biçimleri ve içerikleri, örtük kültürel değer yargılarını ve iktidar ilişkilerini ele verir. Bu sav bundan sonrası için can alıcıdır: Bugüne kalan yazılı kaynakların ne ölçüde anlam inşa etme ve iktidar örgütleme yolu olduklarının farkına vardıktan sonra, sonraki bölümlerde farklı amaçlarla onlardan yararlanmaya geçebiliriz.

Babil Kulesi 850 civarında, Langres Kontu Hungerius'un kansı hem sağır hem dilsiz bir kız çocuğu doğurdu. Ona "bir ucube, yabani bir hayvan gibi, hizmetçi kızlardan birinin kölesinden daha menfurmuş gibi" davranan ebeveynleri çocuğu reddetti. Kız bir şekilde hayatta kaldı ve yetişkin olduğunda, Chablis'teki St. Martin Mabedine gitmenin bir yolunu buldu. Burada aziz ona seslendi: "Genovefa, kızım, korkma." Ağzından ve kulakla­ rından kan boşalınca, iyileşti. Daha önce hiç konuşma işitme­ mişti; Genovefa onun adı mıydı? Kısa süre sonra, erkek kar­ deşlerinin hizmetçisi olan kız tesadüfen mabedi ziyaret etti ve kadını tanıdı. Hizmetçi onu "Hanımefendim Genovefa" olarak 28

K O N U $MA VE YAZMA

selamladı, mucizeyi kabullendi. Sakatlıklan tedavi edilen Ge­ novefa insanlığa geri döndü.4 Erken ortaçağın diğer yazarlan için olduğu gibi, bu mucizeyi tasvir eden keşişe göre de konuş-

1 . 1 . 1. Bölüm'de sözü edilen başlıca yerler M. Coens, "Un miracle postbume de S. Manin," Analecıa BoUandi­ ana, 50 ( 1 932), 284-94, alıntılar 29 1 , 293, 294'te. Dinsel bağlam için bkz. s. 73. 29

R O M A ' OA N S O N R A AV R U PA

ma yetisi insanları hayvanlardan ayınyordu. Dil, insanoğluna verilmiş ilahi bir hediyeydi. Ama Hıristiyanların Yahudilerden devraldıkları köken miti­ nin bir bölümünde, yeryüzünün bütün halkları başlangıçta aynı dili konuşuyordu. Bu masal, harika Babil Kulesi'ni inşa edenle­ rin, başanlanndan duyduklan gurura nasıl yenik düştüklerini anlatır. Tann onlan cezalandırmak için, "(birbirlerinin] dille­ rinde muvaffak olmasınlar . . . birinin dediğini diğeri anlama­ sın diye, yeryüzünde yaşayanlara farklı diller tayin etti."5 Kitap mitinin bu Anglosakson çevirmeninin gözünde, herkesin kendi dilini konuştuğu aşikıirdı. Sevilla Piskoposu Isidorus 1599-636) gibi bazı başkalanysa pek emin değildi. O dillerin insanlardan önce geldiğinden emindi, ama tam olarak nasıl ilişkilendikleri­ ne karar verememişti. "Başlangıçta ne kadar insan varsa o ka­ dar dil vardı, ama daha sonra insanlann sayısı dillerden fazla oldu, çünkü bir dilden çok sayıda insan çıktı."6 Bu, dilin insanla akışkan, değişken ilişkisinin örtük bir kabulüydü. lsidorus'un sezgisi kesinlikle doğruydu. Bir halk ya da siya­ sal topluluğa bir dilin karşılık düştüğü yolundaki 19. yüzyıla ait yanlış anlayışı bir kenara bırakmalıyız. Kendisini tek bir halk ya da ulus gibi gören herhangi bir ortaçağ grubunun içinde dil­ sel tekbiçimlilik olduğu fikri de hatalıdır. Erken ortaçağda dil­ lerin insanlarla ilişkisi bu gibi basit formüllere indirgenemeye­ cek kadar karmaşıktı. Göreceğimiz gibi, diller siyasal sınırlarda başlamaz ve durmaz: Siyasal bağlılıklan hesaba katmayan çe­ şitli biçimlerde üst üste binerler. Dahası, diller her zaman bariz iç lehçe farklılıklarıyla nitelenirlerdi ve sürekli evriliyorlardı. Doğal olarak, dönemimiz bittikten sonra da dil değişimi uzun süre devam etti; bu yüzden, burada gözden geçirilen değişim­ lerin çok daha uzun bir hikayenin bir parçasını oluşturduğunu unutmamalıyız -ama dönem, Avrupa dil tarihinde biçimleyici önemi olan ve 18. yüzyıldan beri Avrupa halklannın kimlikleriy­ le ilgili savlann merkezi olmuş bir dönemdi. "Genesis A," satır 1 684-90, ed. A.N. Doane, Genesis A: A New Edition IMadison, WI, 1 978), 1 6 1 ; krş. Yaradılış 1 1 : 7. lsidore, Etymologiae, IX. i.I, krş. IX.i. 14, ed. W . M . Lindsay, IOxford, 1 9 1 1 ) , i, 343, 345.

ıo

2 cilt

KONUŞMA Vf YAZMA

Bu hususlan akılda tutarak, bu kitabın yoğunlaştığı böl­ genin dillerini inceleyebiliriz. Şekil 1 .2. dönemimizin başında dört ana dil bölgesini gösterir. Britanya takımadalan Kelt dil­ lerinin konuşulduğu ana bölgeydi; bu konuşmanın ana biçim­ leri geç Roma döneminde önemli ölçüde birbirlerinden ayn­ lıyordu. 8. yüzyıla gelindiğinde, ikisi de birbirini anlamayan iki versiyon konuşuluyordu: Gael dilleri (ya da 0-Kelt dilleri) ve Briton dilleri (P-Kelt dilleri). Modem filoloji yakın akra­ balıklannı kanıtladı, ama ortaçağda kimse bunun farkında

rZJ leltılıllerilGaebl �Germen dilleri @Keltılilleri(BrilQlld.)�Yl.ınar1C1 CKI 11om.dıli

�ltm

1.2. Başlıca dil bölgeleri, 500 civan 31

R O M A ' D A N S O N R A AV R U PA

değildi; nereden bakılırsa bakılsın, tamamen farklı iki dildi. 500 civarında Gaelce, trlanda'nın yanı sıra İrlanda Denizi'nin karşısındaki yerleşimciler tarafından da konuşuluyordu. 5. ve 6. yüzyıllarda Galler ve Comwall'un batı kıyılannda kullanıl­ ması görece kısa ömürlü oldu; şimdi Batı lskoçya olan daha kuzeyde öyle olmadı. Buraya biraz sonra döneceğiz. Romalılar tarafından ele geçirildiği sırada Britanya'nın yerli dili olan Briton dilleri, yüzyıllarca süren Roma yönetimi süresince Latinceyle birlikte kullanımda kalmıştı; ama erken ortaçağda Galler dili, Comwall dili, Cumbria dili ve Pikt dilini kapsayan her biri farklı bölgesel biçimler gelişti. Ne bölgesel dilsel çeşitlilik ne de farklılaşan siyasal kaderler Britanyalılar arasında ortak bir kimlik duygusunu yok etti ve 1 0. yüzyılda yaşayan Gallerli bir şair. Briton dili konuşan Cymry'lerin . . . Manaw'dan [Edinburg civan] Bretanya'ya Dyfed'ten Thanet'e . . . Wall'den Forth'a . . . kadar her şeye sahip . . . 7

olacaklan zamanın geri geleceği kehanetinde bulunabiliyordu. 5. ve 6. yüzyıllarda Briton dilleri konuşanlar Kıta Avru­ pa'sının Atlantik kıyısına da dağılmış bulunuyorlardı; özellik­ le lspanya'nın kuzeybatı ucu ile bugün Fransa olarak bilinen yarımadanın en batısına yoğunlaşmışlardı. Yalnızca son sözü edilen bölgede -Bretanya- dilsel etkileri kalıcı oldu: 1 1 . ya da 12. yüzyılda Gallerli bir yazar Gallerliler ile Bretonlann •coğ­ rafi olarak ayn olmalanna rağmen, tek dilden ve tek halktan" olduklan yorumunda bulunuyordu.• Avrupa'nın bu bölgesin­ de dil akrabalığına ortaçağ farkındalığının sının buydu; zira "Keltçe" adlandırması, Romantik dönemin siyasal ve kültürel özlemleriyle demlenmiş 18. yüzyıl filoloji alimliğinin bir kur­ gusudur: Ortaçağ anlayışında bir temeli yoktur. Şekil 1 .2 ile 1 .3 arasında yapılacak bir karşılaştırmanın gösterdiği gibi, Briton dillerinin Britanya dahilindeki kapsamı Annes Prydein, satır 1 7 2/4, ed. Ifor Williams ve çev. Rachel Brom­

wich IDublin, 1 9821, 1 2 - 1 3 . The Text of the Book of Ll.an Dav, ed. J.G. Evans ve J. Rhys (Oxford, 1 8931, 1 8 1 .

32

K O N U ŞMA VE YAZMA

erken ortaçağın seyri içinde büyük ölçüde daraldı. İki rakiple karşılaştı. Gaelce konuşanlar Dalriada adını hem trlanda'nın kuzeydoğu ucu için, hem de Batı İskoçya'daki yerleşim alanlan için kullanırlardı. Gaelce, 500 yılı civannda Dalriada'daki gö­ rece mütevazı kaynağından çıkıp Solway ve Forth haliçlerinin kuzeyinde kalan bölgenin neredeyse tamamına tedricen yayıl­ dı. 1 1 00 civannda ulaştığı en geniş sınırlan, sakinlerinin Alba olarak bildiği ortaçağ İskoç krallığının büyük bölümüne denk gelir. Bu alan içinde Gaelce, Briton dilinin yerel Cumbria ve Pikt versiyonlanyla rekabet etti ve giderek onlann yerini aldı. Bu­ nun nasıl gerçekleştiği tam olarak bilinmiyor; trlandalı keşiş Columba'nın (d. 521 civan, ö. 597) Kuzey ve Doğu tskoçya'daki Piktlere Hıristiyanlığı ancak "bir tercüman aracılığıyla" anlata­ bildiğini biliyoruz, ama en azından İskoçya'nın orta kesimlerin­ de hem Gaelce hem Pikt dili konuşan iki dilli bir seçkinler gru­ bu 900 yılı civanna kadar varlığını sürdürmüş gibi görünüyor.' Sonrasında, Alba Krallığının egemen dili Gaelce oldu. Germen dili de, filolojik bir ortaçağ sonrası kategorileştir· mesi olmasına rağmen, ele alınması gereken ikinci dil grubu­ dur. Bunun bir versiyonu Briton dilinin karşısına ikinci bir engel çıkardı, onun Güney ve Doğu Britanya'da yok olmasına yol açtı. Germen dili konuşan, toplu olarak -ama döneme uy­ gun düşmeyecek bir biçimde- "Anglosaksonlar" diye belirti­ len seçkinler, 5 . yüzyılda adanın doğu kıyısında kesinlikle bir varlık kurmuşlardı. Ondan sonra, 570 civanna kadar tedricen Firth of Forth'un güneyinde ve Savern'in doğusunda kalan bü· tün Britanya üzerinde siyasal hegemonya kurdular. Bununla birlikte, siyasal başarılarının bu bölgenin tamamında Briton dilini silecek kadar tam bir dilsel dönüşümü nasıl teşvik ettiği derin bir tartışma konusu olarak duruyor. Anglosaksonlann konuştuğu lehçeler salkımı, Eski İngilizce olarak bilinir. En iyisi bu lehçeleri Kuzey Denizi civanndaki ge­ niş Germen dili bölgesi içinde değerlendirmektir. Bu bölge, Şekil 1 .2'de belirtildiği gibi, Avrupa kıtasının Güney İskandinavya'yı Adomnan of lona, Life of St. Columba, II.32, çev. Richard Sharpe IHarmondsworth, 1 995), 1 79 (Adomnan 's Life of Columba, ed. A.0. Anderson ve M.0. Anderson (Edinburgh, ı 96 1 ), 396) . 33

ROMA'DAN SONRA AVRUPA

1 .3. Başlıca dil bölgeleri, 1 000 civan

da içine alan kuzeybatı çeyreğini kapsıyordu. Hıristiyan döne­ min ilk yüzyıllarında, Germen dili Ren ve 1\ına'yı izleyen Ro­ ma imparatorluk sıwnwn kuzeyinde ve sınır boyunda yaşayan halkların konuştuğu dildi ve kullanımı güneydoğuda Ukrayna bozkırlarına ve kuzeydoğuda Elbe Irmağının taşkın havzasına

K O N U Ş M A V E YAZ M A

kadar genişledi. 4, 5 ve 6. yüzyıllann çalkantılan, bu dili ko­ nuşanlan yalıtık bireyler. askeri birlikler. ordular. hatta halklar olarak imparatorluğun Batı eyaletlerine dağıttı. Bunlann ara­ sında, en önemlilerini sayarsak, kendilerine Gotlar. Franklar. Saksonlar. Lombardlar. Frizler. Bavyeralılar diyen gruplar vardı. Bu kitapta, bunlarla ve Roma İmparatorluğu topraklan içinde kurduktan krallıklarla sıkça karşılaşacağız. Erken ortaçağda Germen dili konuşan dünyanın dilsel birliğinin bir işareti, Pau­ lus Diaconus'un (d. 720/30 civan, ö. 799 civan) bir açıklaması­ dır. Paulus İtalya'dan Frank Kralı Charlemagne'ın (768-814) sa­ rayına geldi; orada kaldığı sırada, Alpler'in kuzeyindeki Germen dili lehçelerinin sesleriyle tanışacaktı. Lombard Kralı Alboin'in (y. 560- 572) yaptığı işlerin "yalnızca Bavyeralılar ve Saksonlar arasında değil, aynı dilden diğer insanlar arasında da şarkılar­ da" nasıl unutulmadığını hatırlatıyordu.•• Doğu Britanya'da ve Kuzey Galya'da geniş bir kuşak hariç, Germen dili konuşanlar giderek yerel topluluklar içinde eriyip birkaç kuşak sonra geleneksel dillerini bıraktılar. Toplumsal ve siyasal kargaşa, Kelt dilleri bölgesinde olduğu gibi Germen dilleri bölgesinde de hızlı dilsel değişimi besledi: Burada da, Germen dil sürekliliği içinde, binyılın sonunda belirgin sonuç­ larıyla birlikte artan bölgesel farklılaşma, bu değişimin bir işaretiydi. Germen dilinin birbirinden uzaklaşan damarlan or­ taya çıktıkça, bir versiyonu konuşanlann diğerini kullananlan anlaması için giderek artan bir çaba gerekmiş olmalı; özellikle de her biri, lehçe yelpazesinin birbirinden uzak kesimlerin­ den gelmişse. Bununla birlikte, konuşanların paylaştığı dilsel kimliğin derecesi konusunda aynı görüşü savunduklarını ke­ sinlikle varsaymamalıyız. 9 - 1 O. yüzyıllarda lskandinavlann İngiltere'ye yerleşmesinden sonra, bazı İngiliz yazarlar İskan­ dinav dilini İngilizceden farklılaştırdılar; yine de, 1 2 . yüzyıl gibi geç bir zamanda İzlanda'daki İskandinav yerleşimcilerin·· bir torunu, lzlandalılarla İngilizlerin "tek dilden" oldukları yo­ rumunu yapıyordu. Bunu vurguluyor. ama aynı zamanda "dilPaul the Deacon, History of the Lombards, I. 27, çev. William Dud­ ley Foulke (Philadelphia, 1 9741, 52 IHistoria Langobardorum, ed. G. Waitz, MGH SRL (Hanover, 1 878), 701. "

ROMA' OAN S O NRA AVRUPA

terden birinin büyük ölçüde ya da ikisinin de bir ölçüde değiş­ miş" olduğunu kabul ediyordu . ' ' Konuşanlann dil özdeşliği ya da farklılığıyla ilgili algılan, bugün olduğu kadar ortaçağda da özneldi. Şekil 1 . 3, İskandinav, Eski İngilizce ve toplu halde Eski Yüksek Almanca olarak bilinen diğer Germen dili lehçele­ ri arasında artan farklılaşmayı kabul eder. Telaffuzda, söz dağarcığında ve sözcük-biçimlerinde, özel­ likle 4, 5 ve 6. yüzyıllarda hızlanan değişimler, hem Kelt hem Germen dillerini etkileyen aynşmalara güç verdi. Bu dilsel de­ ğişimlerle ilgili açıklamalann hiçbiri yeterli değildir: Bütün karmaşık toplumsal ve siyasal dönüşümler hesaba katılmalıdır. Katkıda bulunan bütün etmenler arasında, nüfus hareketi olası­ lıkla küçük bir rol oynamıştır. Daha ikna edici açıklamalar fetih ve Hıristiyanlaşmayı da kapsar; zira bu ikisi, dilsel değişimin -bazen dil ölümünün- güçlü aracılanydı. Bu dillerin yazılı bi­ çimlerinin gelişmesinden ve iktidann, itibann ve Hıristiyanlığın dili Latincenin nüfuzundan da aynca birtakım etkiler gelmiştir. Latinceyle birlikte erken ortaçağın üçüncü önemli dil böl­ gesine ulaşıyoruz. İmparatorluk sonrası dönemde, toplumsal ve siyasal kargaşadan daha az etkilenen ve Hıristiyan cemaat­ lerin rahatsız edilmeden varlıklannı sürdürdükleri eyaletlerde Latince konuşulmaya devam edildi. Latince Batı Britanya'da 6. yüzyılda kesinlikle hiilii konuşuluyordu, ama ondan sonra öl­ dü. Aşağı yukan aynı zamanda Balkanlar'da egemen dil olmak­ tan çıkıp Şekil l.2 'nin açıkça ortaya koyduğu gibi, Akdeniz'in batı yansı ile İberya, Galya ve İtalya iç bölgelerine yoğunlaştı. Şekil l.2'de belirtilen dördüncü ve son dil, ilkçağda Doğu Akdeniz'in tamamında konuşulup yazılan Yunancadır. Orta Balkanlar ve İtalya'nın en güney ucu, Yunancanın b atı sınırlan olarak çoktan istikrara kavuşmuştu ve Batı Roma eyaletlerinin eğitimli seçkinleri arasında Yunanca bilgisi eskiden yaygın ol­ masına rağmen, 500 civanna gelindiğinde bu maharet ender­ leşmiştir. Ne var ki , Yunanca kullanımının gerilemesinin bir nedeni daha vardı: Slav dilinin ortaya çıkışı. Yunanca, erken ortaçağda Slav dili karşısında çok zemin kaybetmesine rağThe First Grammatical Treatise, ed. ve çev. Hreinn Benediktsson

{Reykjavik, 1 972}, 208·9. 36

K O N U ŞMA VE YAZMA

men, Balkan Yanmadası'nın güney kısmının temel dili olarak kaldı ve 6. yüzyılın seyri içinde Bizans (Doğu Roma) lmpara· torluğunun başkenti Konstantinopolis'in yönetim dili olarak Latincenin yerini aldı. En güneydeki eyaletleri Bizans yöneti­ minde kalan ltalya'da, Konstantinopolis'le yönetsel ilişki de­ vam ettiği sürece, Latincenin yanı sıra Yunanca da seçkin ede­ bi kültür dili olarak kaldı. Bizanslı yazarlar Slavlardan ilk kez 6. yüzyılın ortalann­ da söz ederler; krallıklannı Tuna'nın aşağı düzlüklerinin ku­ zeyine konumlandınrlar. Slavlann ortak bir kimlik duygusu­ nu paylaşıp paylaşmadıklan tartışmalıdır. Slavlann Kuzey ve Orta Balkanlar'ı fethinin, kültürlerinin ve dillerinin Ege Denizi'nin başındaki Selanik'e kadar güneye yayılmasını Yu­ nancanın zaranna teşvik ettiği açıktır; ama başka yerlerde ol­ duğu gibi, kültürel dönüşümün nedenleri tartışmaya açıktır. 8. yüzyıla gelindiğinde, Elbe'nin doğusunda kalan, eskiden Ger­ men dilleri konuşan -bir kısmı sonraki yüzyıllarda yeniden Gennenleşecek- alanlar da dahil, Orta Avrupa'nın çoğunda konuşuluyormuş gibi görünüyor. Slav dilinin yaygınlığı, ı 000 civannda giderek artan sayıda kanıtla biraz daha kesinleşir ve Şekil 1 .3 de bunu gösterir. Şekil l.3'te gösterilen ve iyi belgelenmiş fetihlerle yayılan iki dil daha vardır: Arapça ve Macarca. Müslüman orduları 71 1 'de Cebeli tank Boğazı'nı geçtiler ve 8. yüzyılın başında İber yanmadasının güney ve orta eyaletlerini fethettiler; Arap dili­ ni lspanya'ya soktular. Latince kullanımda kalmış olsa da ye­ rel nüfus Müslümanlığı benimsedikçe konumunu ve itibannı kaybetti. 1 1 . yüzyılın başında, var olduğu kadanyla Hıristiyan cemaatlerin ibadet dili hala Latinceydi, ama o zamana kadar Arapça yönetim ve seçkin edebi kültür dili olarak iyiden iyiye yerleşmişti. Son olarak, aslen Asya bozkırlanndan gelen göçe­ beler olan Macarlar (hasımlan anlan Hun olarak bilir), kendi ayn dillerini soktuklan Tuna Ovasında kalıcı yerleşim yerle­ ri kurmadan önce, geç 9. ve 10. yüzyıllarda çeşitli baskınlarla Karpat Dağlan'nı geçtiler. Latince, eski Batı Roma İmparatorluğunun birçok bölgesin­ de diğer dillerin rekabetiyle karşılaşmasına rağmen, aynntılı il37

R O M A ' D A N S O N R A AV R U PA

giyi hak eder. Geç ilkçağda ve sonrasında lingua romana, "Roma Dili." yazılı ve sözlü Latince demekti. tlkçağda konuşulan Latin­ cenin telaffuzu bölgeden bölgeye ve konuşanlann seçkin olup olmamasına göre değişiyordu. İlkçağın Latincesi yazılı edebiyat dili olarak değişime fazla açık değildi ve tutuculuğa, standart­ laşmaya ve seçkinciliğe doğru asli bir eğilimi sürdürdü. Lingua romana terimi, bütün bu biçimlere işaret ediyordu. Ne var ki, ı 2. yüzyıla gelindiğinde lingua romana yalnızca, yazılı Latin­ ceden ayırt edilmek üzere konuşulan biçimlere, yani Fransızca, Valonca, Katalanca, İspanyolca ya da İtalyanca versiyonlany­ la-, "Latince kökenli dil"lere işaret etmekteydi. Erken ortaçağda konuşulan biçime basitçe lingua romana diyerek, konuşulan Latincenin nasıl, ne zaman ve neden son bulup Latince kökenli dilin başladığıyla ilgili tartışmalardan uzak durabiliriz. Erken ortaçağın seyri içinde o da önemli ölçüde evrildi. Konuşulan lingua romana'da bölgesel farklılıklar giderek ilk­ çağdakinden daha güçlü olmaya başladı ve telaffuz da değişti, ama farklı bölgelerden konuşmacılann birbirlerini anlaya­ mamalarına neden olacak kadar değil. Birbirini anlayamama 1 200 civannda gerçekleşmeye başladı. Yani Arapça konuşan Kurtubalı halife III. Abdurrahman (9 1 2- 96 1 ) 953'te Alman Kralı !. Otto'yla 1936-973) elçi teatisinde bulunurken, iletişimde zor­ luk çekmiyorlardı. Halifenin temsilcileri, Kurtubalı yerel Hı­ ristiyan cemaatin mensuplanydı, hem Arapçayı hem yerel lin­ gua romana'yı iyi biliyorlardı. Kuzeye doğru yolculuk yapar­ ken dikkat etmişlerse, Otto'nun krallığının dahilinde olan ama halıl lingua romana'nın kuzeydoğu kolunun içinde kalan Toul kasabasına varana kadar, aksan ve söz dağarcığında tedrici ye­ rel değişimleri fark etmiş olabilirler. Otto, lingua romana'nın Germence konuşmayla iç içe geçtiği bölgede doğan Gorzelu bir keşiş olan John'u (d. 900 civarı, ö. 974) elçi seçmişti. Büyük olasılıkla her iki yerel dili bilen John, Kurtubah bir temsilciy­ le birlikte güneye yolculuk yaptı; birlikte yaptıkları bu uzun yolculuk boyunca "her konuda konuştular." " Bazı yerel farklı­ lıklara rağmen, Guadalquivir'den Mosel'e kadar bütün yol bo­ yunca, Roma döneminde olduğu gibi tek bir dil konuşulurdu. La. Vie deJean, abbe de Gorze, 1 1 9, ed. Michel Parisse (Paris, ı 999), 146. 38

K O N U Ş M A V E YAZMA

5. ve 6 . yüzyıllarda krallıklar kuran ve Germen dili konuşanla­ rın torunları, atalarının dilini çoktan terk etmişlerdi. Bir İtal­ yan kentinde piskopos olan bir İspanyolun 9. yüzyılın başında yazdığı gibi: "Latince, tek dil olmasına rağmen, zamanımızın ünlü ve soylu halkları gibi birçok halkı ağılında barındırır: Franklar. Galyalılar. İtalyanlar (ya da Romalılar), Lombardlar; İspanyollar. Afrikalılar, Asturyalılar ve Basklılar."" Burada bir dil emperyalizmi öğesi vardır; zira Basklılar Latinceyle akra ­ balığı olmayan eski bir dil konuşuyorlardı -hiila da konuşur­ lar-, ama yine de Torinolu Claudius, lingua romana 'nın farklı halklar tarafından konuşulan tek dil olarak kaldığını açıkça ifade etmekteydi. Ne var ki, Latince yazılı bir dil olarak farklı bir güzergah izledi. Bu güzergahı izlemek için, Akdeniz havzasından İrlanda'ya dönmeliyiz. 5 . yüzyılda Hıristiyanlığın yayılması, bütün Batı Roma dünyasında kullanılan Hıristiyan ibadet dilini İrlanda'ya soktu. İrlandalı bilginler Latinceye, evde ebeveynle konuşmakla değil, okulda kitap okumayı öğrenmekle edinilen bir dil olarak yaklaştılar. Kısa sürede Latinceyi, Britanya'nın Germen bölgelerindeki yeni Hıristiyan cemaatlerin de şevkle benimsedikleri yabancı bir dil olarak öğretmenin yöntemlerini geliştirdiler. O sırada İrlandalı ve Anglosakson dönmeler için Latince canlı, konuşulan bir dil değil, yazılı, öğrenilen bir dil­ di. Anadili lingua romana olanların akıcı kullanımının aksine, geleneksel yazım ve gramer kurallarına sıkı sıkıya sarıldılar. Yalnızca Avrupa kıtasını dolaşan keşişler ve rahibeler dilin konuşulan biçimleriyle karşılaşıyorlardı. Karşılaştıklarında da, okulda okumak, yazmak ve telaffuz etmek için öğrendikleri Latinceden ne kadar farklı olduğunu görüp şaşırıyorlardı. Bo­ niface ld. 675 civan, ö. 754) Güney İngiltereli bir misyonerdi; ömrünün büyük bölümünü kıtanın Germen halkları arasında vaaz vererek geçirdi; Germen dilinin yerel versiyonlannı zor-· luk çekmeden anlıyordu. Ama 722'de Roma'yı ziyaret edince, Claudius of 1\ırin, Chronicle, aktaran Michael Idomir Ailen, "'The Chronicle of Claudius of Turin," Alexander Cllander Murray (ed.), After Rome's Fall: Narrators and Sources of Early Medieval HiStory

(Toronto, 1 998), 288-3 1 9 içinde. Allen'in çevirisini biraz değiştirdim.

R O M A ' DA N S O N R A AV R U PA

Papalık sarayında konuşulan lingua romana 'dan rahatsız ol­ du ve önemli konulan yazıyla iletmeyi tercih etti. Boniface'nin yazılı Latincesi muhataplan için bir sorun yaratmıyordu; ama deneyimi, bir anadil olarak Latince ile okulda öğrenilen bir dil olarak Latince arasındaki büyüyen uçurumu vurgular. Boniface'den yanm yüzyıl sonra Anglosakson alim Alcuin (d. 740 civan, ö. 804) Charlemagne'ın sarayına davet edildi; orada nüfuzlu bir öğretmen ve müşavir oldu. Ona atfedilen başanlar arasında, Kıta'da karşılaştığı Latincenin yazılı biçiminin yazım ve gramer reformu da vardır. Alcuin yazılı Latinceyi York'taki o­ kulda öğrendiği ilkçağ normlanna uygun hale getirmekle, yazılı dili oldukça tutucu bir biçimde sabitleyen reformlan başlattı. Konuşulan dil üzerinde bir etkisi olmamasına rağmen, konuşu­ lan ve yazılan dil arasındaki uçurumu daha da büyüttü. Öyle görünüyor ki, öğrenilmiş, "Alcuinci" Latinceyi kullanan vaizle­ rin, Sen Irmağı'nın kuzeyinde sözlü aktanlmış lingua romana konuşanlar tarafından anlaşılmamalan olasıydı. Konuşulan dil ile yazılan dil, "kırsal" ya da "bayağı" konuş­ ma ile din eğitimi almış seçkinlerin Latincesi arasındaki bu uzaklaşma, Akdeniz bölgesinde epeyce sonra gelişti. Binyılın bitimine kadar Roma'da böyle bir aynm belirginleşmedi. Papa V. Gregorius 999'da öldüğünde, Alman kökenli bu papanın anı­ sına Aziz Petrus Bazilikasındaki mezannın üzerine bir kitabe kondu. Belge, Gregorius'un papalık dönemindeki çalkantılı si­ yaseti görmezlikten geliyor, "Almancayı, bayağı dili ve Latince dilini kullanarak üç kat bir belagatle ahaliyi eğittiğini" övü­ yordu. 1 4 Burada, lingua romana'nın özgün yuvası Roma'da, dönemimizin sonuna gelindiğinde "Latince" artık kent sakinle­ rinin konuştuğu dil değildi. Gregorius, Alman imparatoru III. Otto'nun (983 - 1 002) kuzeni ve Saray Papazı Bruno'nun seçtiği papalık adıydı. Almanya'da meslekten bir rahip olarak, Latince bilgisini ta­ mamen okuldan almıştı. Papalık tahtına çıkışı onu Germen dili dünyasından alıp görünüşe bakılırsa kolayca öğrendiği

lingua romana dünyasına götürdü. Germen dilleri, Kelt dil­ leri ve lingua romana, birbirlerini anlayabilen diller değildi; MGH PoetaeV, bölüm. 2, s. 337, satır ı 1 · 1 2. 40

K O N U Ş M A V E YAZMA

sıkça kullanılan iki dilin üst üste bindiği bölgeler hariç, iki dillilik yetişme tarzının bir ürünü değil, kazanılmış bir çabay­ dı. Ama temas bölgelerinde, durum tamamen farklı olmuş ol­ malıdır. Konuşulan iki dilin eşzamanlı kullanımda olduğu bir yerin toplumsal olarak karmaşık olması olasıydı. Genellikle, dillerden biri yönetici seçkinlerin diliydi ve dolayısıyla daha fazla itibara sabipti; diğerine köylülüğün dili olmak düşerdi. Bu durum yaygın, tam iki dillilik olasılığını sınırlar. Birinde etkin yetkinlik, diğerine dair genel edilgin bilgi bir olasılıktır; ikinci dilde, örneğin ticari faaliyet ya da mülk yönetimi gibi sınırlı alanlarda, kısmi yetenek de eşit ölçüde olasıdır. Top­ lumsal statü farklılaşmalan resmi daha da karmaşıklaştırırdı. Azınlık dilinin yerel olarak bakim olduğu dağınık topluluklar, konuşma adalan da olabilirdi. Karmaşık dil aynntılan, iki konuşma dili topluluğunun örtüştüğü alanlan nitelendirmiş olmalı, ama bunlar en kolay,

lingua romana 'nın Germen dillerine dönüştüğü alanlarda gösterilebilir. 5. yüzyılda Ren'in güneyinde ve batısında kalan alanlardaki yoğun Germen yerleşimi, bugün Fransa ile Alman­ ya arasındaki dil sınırının çok güneyinde kalan alanlarda Ger­ men dillerini egemen dil ve bir süre için eski Roma vilayeti Galya'nın kuzey yarısında bir azınlık dili haline getirdi. Ne var ki, 9. ve 1 3 . yüzyıllar arasında, egemen konuşma dili sınırı yak­ laşık olarak bugünkü konumuna çekildi ve daha güneyde Ger­ men dilleriyle aşinalık kaybolup gitti. Galya'nın kuzey ve doğu muhifleri civannda Germen dillerinin egemenliğine rağmen, lingua romana Ardennes ve Jura Dağlarının uzak vadilerinin yanı sıra, Tongres, Maastricht ve Trier gibi kentlerde konuşul­ maya devam etti. Karmaşık dil durumunun köylülüğü nasıl etkilediğini söylemek zordur; ama bu alanda, aristokrasinin bazı mensuplannın en az 9. yüzyıla kadar iki dilli olduklarını gösteren bol kanıt vardır. Bu durum, Charlemagne'ın kurdu­ ğu imparatorluğun iktidar ağlanna katılmalannı kolaylaşurdı ve aslında bu ağlann işlemesine yardımcı oldu. Zira bu impa­ ratorluk bir arada kaldığı sürece, lingua romana konuşanlar Germen dili öğrenmeye gönderilebilir ya da anadili farklı bir kocayla evlendirilebilirdi. Ama Karolenj imparatorluğunun 41

R O M A ' OA N S O N R A AV R U PA

geç 9. yüzyılda başlayan çözülmesi, Ren'in güney kıyısı boyun­ ca varlığını sürdüren iki dilli bölge hariç, iki dile aşinalığın si­ yasal avantajlarını azalttı. Alman imparatoru il. Otto 1973-983) 981 'de önde gelen Batı Frank kodamanı Dük Hugh'la IHugh Capet lakaplı; Fransa kralı 987-9961 karşılaştığında, ikisinin birbirlerinin dillerini konuşamaması değişimin işaretidir. ile­ tişim kurmak için Otto Latince konuştu ve Hugh'un maiyetin­ deki piskoposlardan biri düke tercüme etti. Açıkçası Hugh'un bildiği tek dil Kuzey Fransa'da konuşulan lingua romana'ydı ve Latince öğrenmişti, Germen dilini de anlamıyordu. özetle, erken ortaçağ Avrupa'sının dil çeşitliliğine değer vermeliyiz. Bu bağlamda, bazı kimseler kendi dillerinin fark­ lı lehçelerini anlamak için kulak kabartmayı ya da tamamen farklı diller öğrenmeyi diğerlerinden daha kolay bulur. 1 00 1 'de "korkunç sesler çıkararak konuşan paganların diyarı"na -Leh­ ler- giden iki ltalyan misyonerin çabasını karşılaştırabiliriz. Bunlardan yalnızca biri "aşın ter dökerek" Slav dilini anlamayı ve idare edebilecek kadar konuşmayı öğrenerek dil zorluğuyla başa çıktı . 1 5 Almanca konuşan 1 . Otto hem lingua romana hem Slav dilinde birkaç sözcük öğrenmesine rağmen, en azından herkesin önünde bunları konuşmaktan çekindi. Bölüm 6'da düzenli olarak Kurtuba'ya yolculuk yapan Verdun'lü köle tüc­ carlarıyla ve Pavia'da ticaret yapmak için Alpler'i aşan Alman tüccarlarla karşılaşacağız; kuşkusuz bu adamlar dil zorluk­ lannın kir etmelerine engel olmasına izin vermediler. Ne ka­ dar çeşitli ve zengin olursa olsun, dil insanlığın ibresi olarak kaldı. 9. yüzyılda Baltık Denizi'nin kuzey kıyalarında oturan halka vaaz veren misyoner Rimbert, iki bacaklı ve köpek baş­ lı tuhaf yaratıklarla karşılaştı. işin aslını öğrenmeye çalışın­ ca, çıkardıkları seslere bakılarak teşhis konulduğundan emin oldu: "insanlar konuşur. köpekler havlar."16 insanların dil ve dolayısıyla akıl becerileri ortaktı: Bu durum, herhangi bir dil farklılığının insanları böldüğünden çok daha fazla birleştirdi.

Bruno of Ouerfurt, Vita quinque fratrum, 9, 1 0, 13, MGH SS XV, bölüm. 2, s. 725, 727, 729. Ratramnus of Corbie, Rimbert'e Mektup, MGH Epp. vı, s. 1 55-7. 42

KONUŞMA VE YAZMA

Otorite Dilleri Roma vatandaşlan yüzyıllarca Latince sevişmiş, duvar yazıla­ n yazmış. anıtsal kitabelerde fetihlerini anıtsallaştırmış, yasa yazmış. vergi listeleri yayınlamış, zengin edebi gelenekleri for­ mülleştirmiş ve korumuşlardı. 2. ve 3 . yüzyıllarda Hıristiyan­ lık batıya doğru yayılınca, Hıristiyan kutsal metinlerin yazıl­ dığı Yunancayı anlayamayan cemaatler arasında, dini liderler doğal olarak yerel dille tartışmayı, vaaz vermeyi, ibadet etmeyi ve yazmayı tercih ettiler. Roma imparatorluğunun Batı eyalet­ lerinde 4. ve 5. yüzyıl kilise adanılan Musevi-Hıristiyan kutsal kitaplann -Tanah (lbranice Eski Ahit) ve Kutsal Kitap'ı da içi­ ne alan Yunanca Yeni Ahit- Latince çevirilerini hazırlarken ve ibadet için bu dili kullanırken , dinlerini olabildiğince ulaşılır kılmaya çalışıyorlardı. 500 yılı civarında Latince bütünsel bir öğrenim sistemini, toplumsal bir kodu, bir din ve iktidar tek­ nolojisini ima ediyordu. imparatorluk yönetimi çatırdayıp çökünce ve ilkçağ siya­ sal sistemleri erken ortaçağ sistemleri olarak değişince, bir kültür, kontrol ve iletişim aracı olarak Latincenin ayrıcalıklı konumu nasıl etkilendi? Eski imparatorluk sınırlannın çok ötesinde, Hıristiyanlığa yeni dönenler hangi dilde ibadet et­ tiler? Latincenin toplumsal önemi ne yönde değişti ve diğer diller nasıl bir siyasal ya da dinsel önem kazandı? Bunlar ken­ di başlarına önemli konulardır; hep birlikte, erken ortaçağ ta­ rihine ilişkin bugüne kalan yazılı kaynaklann neden bugünkü biçimi aldıklannı anlamamıza yardımcı olurlar. Bu altbölüm, geç Roma bürokratik aygıtının imparatorluk- sonrası zaman­ lardaki kaderini değerlendirmekle başlar. Sonra farklı yazma sistemlerine atfedilen kültürel itibarı araştınr ve dil ile otorite arasındaki ilişkiyle ilgili uzun bir tartışmayla biter. ideoloji ve kimliğin sözel anlam iletişimi kadar önemli olduğu bağlamlar­ da yazılı kullanım için dil seçimine özel önem verir. Avrupa'nın yerel dillerine karşı Latincenin kullanılmasında görülen böl­ gesel farklılıklan ele almakla, hem dinsel hem seküler otori­ tenin birden çok yazılı biçim aldığını vurgular. Savın ekseni şu paradokstur: Latinceyi, değil okuyan ve yazan, anlayanlann bile sayısı azalırken, Latincenin kullanımı coğrafi bakımdan 43

R O M A ' D A N S O N R A AV R U PA

yayıldı. Birinci binyıhn sonuna gelindiğinde, Latince erken or­ taçağ Batı ileminin tamamında olmasa bile büyük bölümünde kralların ve ruhban sınıfın otoritesiyle ayrılmaz bir biçimde bütünleşmiş bir seçkinlik işareti olmuştu. ilk önce, siyasal ve topraksal bir kendilik olarak Batı Roma imparatorluğu, imparatorluğun yönetsel ve hukuksal aygıtı ile iletişimin sürdürüldüğü ve otoritenin dayatıldığı dil olarak Latinceyi birbirinden ayırt etmek yararlı olur. imparatorluk sonrası yüzyıllarda her birinin farklı bir kaderi oldu; siyasal yapının, belgelerle ilgili işlemlerin ve dilin bu aynşması, erken ortaçağ kültürünün bazı karakteristik özelliklerini açıklamaya yardımcı olur. Siyasal yapılanmanın kaderi bizi burada alıkoy­ mamalıdır; zira bu Bölüm B'in odağı olacak. Şimdilik, 476'da son Batı Roma imparatoru Romulus Augustulus'un tahttan in­ dirilmesinin siyasal bakımdan fazla önemli olmadığını ve Batı Roma imparatorluğunun dağılıp yerel savaş beylerince yöne­ tilen bir krallıklar salkımına dönüşmesinin 5. yüzyıldan çok daha önce başlamış olduğunu belirtmek yeterlidir. Erken ortaçağda dil ile iktidar kullanımı arasında değişen ilişkiyi anlamak, 4. ve erken 5 . yüzyılların oldukça karmaşık Roma bürokrasisinin kaderine bakmayı gerektirir; çünkü bu bürokrasi, Batıda imparatorluk yönetiminin sona ermesiyle birlikte işlevsiz kalmadı. Hem Doğu hem Batı eyaletlerinde bu bürokrasinin belirgin ayırt edici özelliği, temel ve ileri dü­ zeyde Latince eğitim sistemiyle desteklenen seçkin bir edebi kültürle devlet yönetiminin bağlantısını kapsamaktaydı. Ya­ zıcılık, kopyacılık ve noterlik becerileri sıradan kişileri a s ­ keri levazımdan v e mahkemelerden kitap ticaretine ve mülk yönetimine kadar her şeyi sürdüren meslek erbabı haline getiriyordu. Eşit ölçüde anlamlı bir biçimde, Latin klasikler konusunda zor kazanılan ustalık, yüksek görevlere ve bunun sağladığı itibara ulaşmanın yoluydu. Bu eğitimin geleneksel içeriği, bu şekilde, türdeş olmayan coğrafi ve toplumsal kö­ kenleri silen türdeş bir kültürel kod sağladı. Aynı zamanda yüksek maliyetli oluşu, hali vakti yerinde olmayanları dışla­ yarak, egemen seçkinlerin toplumsal ayncalığını kuvvetlen­ dirmekteydi. 44

K O N U ŞMA VE YAZMA

Yönetim her doğrudan kişisel ilişkiye ve hamiliğe dayan­ dığı halde, geç dönem Roma imparatorlan idari, mali ve hu­ kuki yazılı prosedürlerden de büyük ölçüde yararlandılar. Genel olarak, yetersizlik ve iç çelişki, (324'ten itibaren biri Konstantinopolis'te, diğeri 408'den itibaren Ravenna'da ya da Roma'daki) imparatorlar ile yerelliklerdeki tebaaları arasında aracılık yapan bürokratik makinenin ayırt edici başat özelli­ ği olarak adam kayırmacılıkla ve rüşvetçilikle yanşmaktaydı. Merkezden uzak Batı eyaletlerinde, özellikle de Britanya'da ve Kuzey Galya'da bürokratik mekanizmanın büyük bölümü 5. yüzyılda olasılıkla oldukça erken çökmüştü; daha güney­ de, lspanya'da, Orta ve Güney Galya'da ve !talya'da, Romulus Augustus'un uzaklaştırılması, bürokratik alışkanlıklan kır­ madı. 5. yüzyılda kıtada ortaya çıkan bütün krallıklar, doğ­ rudan miras alınan bu yönetim tekniklerine dayandı. 5 . ve 6. yüzyıl savaşçı krallan, geleneksel yönetim mekanizmalannı alıp kullanmakla meşruiyet kazandılar, vergi topladılar, kanun yaptılar ve iktidarlannı ilan ettiler. Ancak uzun vadeli bir perspektiften bakarsak, miras alınan Roma bürokrasisinin dayanıklı olmadığı açıktır. Yozlaştığını iddia etmek, uygunsuz bir "gerileme ve çökme" anlatısını be­ nimsemek olurdu. Oysa bu bürokrasiyi oluşturan öğeler -res­ mi formlar, hukuksal normlar. vergi muhasebesi, adli işlemler ve arşivler vb- dağılıp seyreldi. Bazı yerlerde -ama yalnızca bazı yerlerde- bir zamanlar tutarlı bürokratik rejimin parçala­ rı o zaman yok oldu. Bazı parçalar yeni bir hayat kazandı. Mülk sahipleri köleleri azat ettiler. evlilik sözleşmeleri yaptılar, ki­ liselere bağışta bulundular, sözleri ve görünüşü bakımından Roma örneğine çok şey borçlu olan resmi belgeler halinde va­ siyetnameler bıraktılar; ama bunları hiçbir Roma memurunun bilmediği siyasal koşullarda yaptılar. Ne var ki, bu değişimlerin kesin bir kronolojisini saptamak, bugüne kalan kanıtların yarım yamalak olması, elimizdeki kanıtların da sorunlu tarihlendirmeleri nedeniyle, son dere­ ce zordur. Yine de, aşırı basitleştirme riskiyle de olsa, birkaç geniş genelleme yapmak mümkündür. 500 civarı ile 750 civarı arası dönemle ilgili olarak, daha güneydeki alanlarda dağılma 45

R O M A ' D A N S O N R A AV R U PA

diğer yerlere göre daha yavaş olma eğilimindeydi ve en yava­ şı da, Roma kentindeki Papalık bürokrasisindeydi. Eşzamanlı olarak, siyasi seçkinlerin doğası değişiyordu. Krallann seküler müşavirlerinde aradıktan ve toprak ve memuriyetle ödüllen­ dirdikleri nitelik olarak uzun edebi eğitim, yerini giderek as­ keri yiğitliğe bıraku. Geç Roma siyasi seçkinlerini niteleyen edebi kültür ve bürokratik uzmanlık, giderek daha fazla Hıris­ tiyan din adamının özel alanı haline geldi; zira yazılı söz usta­ lığı, o zamana kadar olduğu gibi Hıristiyan ibadet için hayati önemde kaldı. Böylece kilise papazlan yeni okuryazar seçkin, iktidar pazarlığının bir aracı olarak yazılı söz kullanmada uz­ man haline geldiler. Kısa genel bakışımızı dönemimizin ikinci yansına, 750 civandan 1 000 civanna kadar uzatırsak, başka genellemeler de yapabiliriz. 8. yüzyılın ortasından sonra, bir kısmı hiçbir zaman Roma İmparatorluğunun parçası olmamış geniş bir alana aktanlan, uyarlanan ve benimsenen Roma kökenli hu­ kuki ve idari usullerle karşılaşırız. 8. yüzyıl Bavyera dükleri bilinçli olarak Roma üslubuyla yasa çıkanyorlardı; 1 0. yüzyıl Alman krallan, Slavlar arasında kurulan kiliselere, geç Roma örnekleriyle fark edilir bir ilişki içinde duran belgelerle resmi toprak ve yasal ayncalık bahşettiler; Bohemya'nın erken 1 1 . yüzyıl Premysl hükümdarlan da aynı şekilde sikke kestirdiler. Açıkça Roma örneğine borçlu olunan bir iktidar dili yeni kral­ lıklann ortaya çıkmasına yardımcı oldu ve Bölüm 7'nin açıkça ortaya koyacağı gibi, din adamlan ebe rolü oynadı. Kısaca, Ro­ ma bürokrasisi ve hukuk usulü 5. yüzyıldan itibaren tedricen dağıldı; ama yok olmak yerine, otoriteyi kullanma yollannın bir dağarcığı olarak bölük pörçük bir biçimde varlığını sür­ dürdü; Avrupa'nın erken ortaçağ iktidar aracılan bu dağarcık­ tan istediklerini seçip alabildiler. Bu arka plan karşısında, dilin, özellikle de yazılı dilin kül­ türel önemine dönebiliriz. llkçağ dünyasının her tarafında La­ tince kültürel üstünlük anlamına gelirdi. Yunanca gibi lingua romana da öğrenme, hukuk ve akıl dili olarak görülürdü; Ro­ malılara göre, kendi dünyalannı etraflanndakilerden daha üs­ tün bir konuma yerleştiren buydu. Bir Romalı için, imparator••

K O N U ŞMA VE YAZMA

Iuk sınırlannın ötesinde yaşayan haklar, yaşam tarzlan impa­ ratorluk sakinlerinin yaşam tarzına hiç benzemeyen derbeder ve azgın "barbarlar"dı. "Barbar" terimi, aşın kültürel ve dilsel önyargıyla yüklüydü: Geç 4. yüzyıl şairi Prudentius, "Dört ba­ caklı bir yaratık iki bacaklı bir yaratıktan ya da dilsiz bir kız konuşma yetisine sahip bir erkekten ne kadar farklıysa, bir bar­ bar da bir Romalıdan o kadar farklıdır." diyordu." Her şeyden önce, Salvian'dan öğrendiğimiz gibi, aradaki uçurum eğitimle ilgiliydi . Sınır kenti Trierli Hıristiyan bir rahip olan Salvian'a göre 406'da Germen dili konuşanlar ve başkalan Ren sınınnı geçip Roma toprağı içinde kendilerine yurt kurduktan sonra yerlerinden olanlardandı (bkz. Harita 0.2). 5. yüzyılın ortala­ nnda yazarken, göçmenleri "Roma öğreniminden, aslında her türlü uygar insan eğitiminden yoksun" ve "her türlü bilgiden ve edebiyattan habersiz" olarak nitelendiriyordu. " Eğitim -Batı'da yazılan ve konuşulan biçimiyle Latin diline, Doğu'da Yunancaya hiikimiyet- Roma'nın siyasal egemenliğinin temelini oluşturan bütünsel kültürel biçimlenmeyi gerektirmekteydi. imparatorluk bakış açısından Yunanca ve Latince, cahile ve eğitimsize saygı duymayan üstün bir toplumun sınınnı çizmekteydi. Romalı ile •barbar" arasındaki aynm, eğitime dayandığı için ırksal değil kültüreldi ve bu nedenle hiçbir zaman geçil­ mez bir sınır oluşturmadı. Roma seçkinlerinin kafalanndaki kalıbın bir parçası olmak dışında, bu önyargıyı fazla ciddiye almamalıyız. Siyasal sınırların yoğun etkileşim ve kültürel geçişim bölgeleri olarak işlev görmelerine dikkat etmek daha verimli olur; bu bölgeler, sınırların ötesinden gelenlerin Latin­ ceyle ve Yunancayla karşılaşıp, ya geç Roma dünyasının için­ de erimelerini ya da yazma tekniklerini alıp kendi amaçları için kullanmalarını olanaklı kıldı. Belirli halkların önderleri, Prudentius, Contra Symmachum, 11.8 1 6 - 1 7, ed. Maurice P. Cun­ ningham, Aurelii Prudentii Cannina, CCSL 1 26 (Tumhout, 1 966), 329. Salvian, De gubematione Dei, V.ii.8, ed. G. Larrigue, Salvien de Marseilles (Euvres, 2 cilt, SC 176 220 (Faris, 1971-5), ii. 3 1 6 . Krş. İngilizce çeviri Eva M. Sanford, On the Govemment of God (New York, 1 930). 47

R O M A ' DA N S O N R A AV R U PA

imparatorlarla diplomatik bağlar kurabiliyor ve bir grup ola­ rak tebaalannı bağlayan antlaşmalar yapabiliyordu. Hunlann önderi Attila lö. 454) da dahil, bazı savaş beyleri, katiplerin ve tercümanlann yardımıyla imparatorluk yetkilileriyle mektup­ laşarak, yandaşlannın durumunu görüşmek için Roma'ya özgü yazılı, diplomatik iletişim biçimlerinden yararlandılar. Birey­ ler de imparatorlukla ticaret yaparak ya da askerlik yaparak kişisel terfi yolu buldular. Attila'ya giden Yunan elçi Priskos, Attila'nın yönetimi altındaki çeşitli halklann konuştuğu •bar­ bar diller"e ek olarak, •eatı Romalılarla ticaret yapanlann La­ tince" konuştuklarını belirtmiş . " Kuşkusuz, çok sayıda asker ve tüccar meslek yaşamlarının seyri içinde en azından basit pratik yazma becerileri kazanmıştır. Bunun bireylerin mes­ leki başanlanna nasıl katkıda bulunduğunu değerlendirmek mümkün olmasa da, savaşla, yazmayla ve ticaretle ilgili Latin­ ce sözcüklerin Kelt ve Germen dillerine girmesi ve benimsen­ mesi, kültürel etkileşimin açık bir işaretidir. Diğer bağlamlarda, imparatorluk sınırlannın dışında ya­ şayanlar. yazılı kültürü oldukça farklı bir biçimde kullanmak için aldılar; özellikle de konuşmayı oluşturan seslerin simge­ sel temsili fikrini. Runik ve Ogam alfabeleri bu konuda örnek­ tir. Runik alfabe MS 1. ya da 2. yüzyılda Germence konuşma­ nın seslerini temsil etmek için Yunanca ve Latince yazılardan uyarlanan bir dizi harftir. Ağaca, metale ya da taşa kazınacak şekilde tasarlanmıştı. Germen dilleri bölgesine saçılmış nes­ neler üzerinde rastlanan en eski Runik yazılar. pratik ya da yakarma niteliğinde bir dizi amaçla, değerli bir broşun üzerine bir kadının adını yazmak, değerli bir kılıç namlusunun ya da mızrak başının adını duyurmak, şans dilemek, hatta tanrıla­ rı adlandırmak amacıyla kullanıldı. Deşifre edilmeleri çoğu kez zor olsa da, erken Runik yazılar önemli bir temanın, Roma dünyasının çeperinde bir kültürel geçişim biçimi olarak yazı temasının bir örneğidir. Priscus of Panium, fragment ii, ed. R.C. Blockley, The Fragmentary Classicising Historians of the Later Roman Empire, ii (Liverpool, ı 983), 266, Alexander Callander Murray çevri sinden biraz uyar­ landı, From Roman to Merovingian Ga u.l: A Reader (Peterbor­ ough, ONT, 2000), 145. 48

K O N U ŞMA VE YAZMA

Daha sonraki Runik yazılar, bu yazının yeni biçimlerinin özetidir. Anglosakson keşişler Runik alfabeyi standartlaşUnp geç 7. ve 8. yüzyılda Nortbumbria'daki manastır ve kiliseler­ de, Roma alfabesiyle Latince yazılanlan tamamlayan Hıristi­ yan kitabeler için kullandılar. Diğer yanda 10. ve i l . yüzyılda lskandinavya'da, yeni ve güçlü bir yazılı Runik taş geleneği, yabancı misyonerlerin baskılanna yerel bir tepkiymiş gibi gö­ rünüyor. Norveç'te Runik yazılar geç ortaçağa kadar Hıristiyan Latince edebiyatla bir arada var oldu; her zaman öncelikle ka­ lemle değil, kazınarak yazılan bir yazı olarak kalmasına rağ­ men, yeni yönetsel amaçlara yöneldi. Daha itibarlı Latin alfabe­ sine ve Hıristiyan rahiplerin soktuğu yetkin metinlere giderek yenilmesine rağmen, Runik yazı Hıristiyanlık öncesi kökenine hiçbir zaman mahkllm olmadı. Tam tersine, Runik yazının Hı­ ristiyan kullanıma atanma tarzlan, özellikle Nortbumbria'da okuryazarlık pratiklerinden oluşan bir yelpazeyi ve biraz sonra döneceğimiz uyarlanma kolaylığını açığa vurur. Ogam alfabesinin tarihi de farklı değildir; ama bizi Ro­ ma İmparatorluğunun uzak batı sınırlarının ötesine götürür. lrlanda Denizi etrafında 4. yüzyılda Gaelce konuşanlar. geç Roma Britanya'sının Latin kültürüyle yakın ilişki içindeydi­ ler; olasılıkla Britanya'nın doğu kıyısında Latin dilinin yazım gelenekleri ve ses sistemleri hakkında kesin bir bilgiye sahip bireyler. Gaelce temsil eden tamamen yeni bir işaret dizisi ge­ liştirdiler. Doğrudan Roma mezar kitabelerini taklit ederek, seçkin statüye sahip merhum kişilerin anısına dikilen taş a­ nıtlar için özel olarak tasarlanan Ogam yazısı, iktidar ile yazı arasındaki aleni bütünleşmeyi -yerel koşullarda- kendine mal etme dürtüsünün tanığıdır. Güneybatı Galler'de Dyfed Kral­ lığında, Batı Britanya'nın diğer yerlerinde olduğu gibi, Eski lrlandaca-Latince iki dilli mezar yazılannın lrlandaca kısmı için 7. yüzyıla kadar kullanılmıştır ve lskoçya'da hem Gaelce hem Pikt dilinde Ogam alfabesiyle yazılmış kitabeler vardır. lrlanda Denizi'nin karşısında, Güneybatı lrlanda'nın 5 . ve 6. yüzyıla ait birçok Ogam taşı, Roma dilinden ve yazısından uzak dururken, anıt pratiğine öykünmenin bir ifadesidir. im­ paratorluğun Batı yarısı siyasal bir varlık olarak var olm,ktan ••

R O M A ' D A N S O N R A AV R U PA

çıktıktan uzun süre sonra bile Roma hegemonyasının impara­ torluğun ötesinde yansımaları olduğunu gösterir. Runik yazı gibi Ogam yazısı da Hıristiyan bağlamlara u­ yarlandı; en uzun lskoçya'da, 10. yüzyıla kadar kaldı. 8. yüzyıl trlanda'sında terk edilmesi ve yerini, din dışı statünün ser­ gilendiği dil olarak Latinceye bırakması, ancak bizzat Latin­ cenin İrlanda Denizi'nin hemen karşı kıyısındaki güçlü kom­ şularla bütenleşmesinin son bulmasıyla mümkün. O sırada Latince Hıristiyanhğın bir işareti olarak tamamen farklı bir anlam kazanmıştı. Bu, Roma dininin imparatorluk sınırlannın ötesine yayılmasının Avrupa tarihinde tanımlayıcı bir kültü­ rel anlamı vardı; burada, kitaba dayanan bu inancın sunduğu okuma ve yazma dürtüsü can alıcıdır, zira Hıristiyanhk, o za­ mana kadar tamamen ya da kısmen okuryazarlık-öncesi kal­ mış olan yerel dillerle yazı yazma yollarının gelişmesini teşvik etti. Aynca iktidan ve otoriteyi güçlendirmek için yazıdan ya­ rarlanmanın, Runik yazı ya da Ogam yazısının ifade ettiğinden daha fazla yolunu da tanıttı. Erken ortaçağ yüzyıllannın seyri içinde zengin dokulu ve çok değişik bir otorite dilleri dağarcığı ortaya çıktı; Latince bunlar­ dan yalnızca biriydi. En iyi şekilde bunu bölge bölge araştıra­ bilir, Hıristiyan ibadet diline, hukuk diline ve toprak mülkiye­ ti iddialannın ifade diline özel dikkat gösterebiliriz. ilk başta lrlanda'da kalmalıyız; burada Hıristiyanlığın kitabının öğreni­ minin etkisi iki nedenden ötürü çarpıcıdır. Birincisi, 5. yüzyılda lrlandalılann din değiştirmesinin aynntılannı bilmesek de, lr­ landalılann 600 yılı civannda •yabancı bir dil olarak Latince•ye hô.kim olduklan açıktır. Sonraki yüzyılda, kendi metinlerini La­ tince yazmakla kalmadılar, Latin alfabesini de kendi dillerinde yazı yazmaya uyarladılar. Yalnızca kısa yazılan taşlara kazı­ maktan ibaret olmayan, aynı zamanda E ski lrlandaca uzun me­ tinleri akıcı maharetli ellerle yazma yeteneğiyle birlikte, lrlanda filid'leri -bilginler, şairler, hukuk uzmanlan- Roma alfabesini kendi kullanımlarına uygun hale getirip Hıristiyan Latin metin­ lerin yanı sıra büyük bir Eski lrlandaca metin külliyatı yarattı­ lar. Bu metinler birden fazla biçim aldı: Eski İrlandaca şiirler, şecereler, masallar; aynca lrlanda toplumsal örgütlenmesinin

5-0

K O N U Ş M A V E YAZMA

karmaşıklıklannı ortaya koyan ve an beslemekten rehinelere gösterilecek muameleye ve farklı düzeyde şairlerin nitelikleri­ ne kadar her şeyi düzenleyen normlann aynntılannı veren çok sayıda hukuksal anlaşma. Bu hukuk kitaplan yeni yasa yapan yasakoyuculann değil, geçmişin usullerini ve mevcut toplumsal pratikleri sistematikleştirip gündelik yaşam üzerindeki etkisi bilinmeyen genel normatif kararlara dönüştüren yargıçlann ve bilginlerin eseriydi. lrlandalılann bu yasa metinlerinin yanı sı­ ra yazmanın pratik idari biçimlerini ne derece kullandığı söyle­ mek pek mümkün değil. Vergi listelerinin, toprak belgelerinin ve benzeri metinlerin neredeyse hiç bulunmayışının, kütlesel belge kayıplannın bir sonucu mu yoksa hatırlamanın ve topluluk işle­ rini düzenlemenin sözlü biçimlerinin ısrarla tercih edilmesinin mi sonucu olduğunu belirlemek olanaksızdır. Yüksek eğitimli bilgin-şairlerden ve yargıçlardan oluşan seçkinlerin kendi top­ luluklannın nasıl işlemesi gerektiğiyle ilgili düşüncelerine iliş­ kin canlı içgörülerle, ama toplulukların fiilen nasıl işlediğiyle ilgili çok az kanıtla baş başayız. Bu ideal toplumlardan bazıla­ nyla daha sonra karşılaşacağız. 20 ikincisi, İrlandalılar Kutsal Kitap'larını ve ibadetlerini yabancı bir dilde sürdürmeyi tercih ettiler. O zamana kadar, Hıristiyanlığın Roma imparatorluğunun sınırlannın ötesine sızmasına, Kutsal Kitap'ın yerel dile çevrilmesi eşlik etmişti; ayrıca çoğu kez, her dili kendi alfabesi içinde tutacak şekil­ de yeni bir alfabenin geliştirilmesi de eşlik etmişti. 4. yüzyılın ortasında, Rahip Ulfilas (d. 3 1 1 civan, ö. 383) Aşağı Tuna'nın kuzeyinde ve Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırlarda yaşayan Hıristiyan Gotlar için tam da bunu yapmıştı .21 Ama lrlanda'da buna benzer bir şey olmadı. İrlandalılar kutsal kitaplarının Latince kalmasını tercih ettiler. Sevillalı lsidorus'un özdeyişi­ ne coşkuyla sarıldılar: Babil Kulesi'nden sonraki çeşitli diller arasında üç tane "kutsal dil" vardı, bunlar da lsa'nın gerildiği çarmıhın üzerine asılan yaftanın dili ve (Yuhanna 19: 1 9- 20) ve Kutsal Kitap'ta kullanılan dillerdi: İbranice, Yunanca ve Latin­ ce.22 lrlandalılar için kutsal kitaplar kutsal dillerle kaldı. KuşBlcz. s. 95, 1 27-30. Blcz. s. 2 2 5 - 6 . Etymologiae, IX.i.3, ed. Lindsay, i. 343. 51

R O M A 0 0 A N S O N R A AV R U PA

kusuz, Eski İrlandaca hazırlanmış şiirler, ilahiler, azizlerin ya ­ şamlan, nasihatler ve bir dizi başka dinsel metin, Hıristiyan­ lık hikayeleri ve değerlerinin bilgisiz topluluklara iletilmesine aracılık etti; Hıristiyan yazarların hazırladığı din dışı kahra­ manlık masallannın dolaylı bir biçimde yaptığı gibi. Dahası, bazen anlaşılmalanna yardım etmek için zor Latince sözlerin üstüne ya da yanına Eski İrlandaca sözler eklendi (haşiyeler); ama temel ibadet metinleri -Ayin Kitabı, Amentü, Babamız du­ ası, İncil- okulda uzun ve zorlu çabalarla Latince öğrenenler dışındaki herkes için anlaşılmaz olarak kaldı. 6. yüzyılın sonlarında lrlandalı Hıristiyanlar İrlanda dı­ şında vaiz ve misyoner olarak etkinlik gösterdiler; kutsal dilde kutsal kitaplarını Batı lskoçya'ya, kıtaya, Doğu ve Orta Britanya'nın Anglosaksonlanna götürdüler. Anglosaksonlar a­ rasında yolları, Roma'dan gönderilen ve anadilleri ligua roma­ na olan ya da Frank Galya'dan gelen ve konuştukları Germen lehçe Anglosaksonlar tarafından kolayca anlaşılan ve Latin­ ce de bilen 7. yüzyıl misyonerlerinin yollarıyla kesişti. Erken Anglosakson Hıristiyanlığının kültürel potasında, otorite dil­ leri yeni bir biçimlenişe uğradı. Hıristiyanlığın, konuşulan Latincenin ve Roma'ya özgü mülkiyet haklarını belgeleme tekniklerinin 6. yüzyıl boyunca kesintisiz devam ettiği Batı Britanya'dan farklı olarak, Doğu Britanya'da 5. ve 6. yüzyıllarda din ve bürokrasiyle ilgili Ro­ ma kültür aygıtının tamamı ya da büyük bölümü çökmüştü. lrlandalı misyonerler kadar kıtadan gelen misyonerlerin de yardımıyla, Anglosaksonlar da, Latin alfabesinin harflerine birkaç yeni Runik harf ekleyerek kendi Germen lehçelerinin yazılı bir versiyonunu geliştirdiler. İngiltere'nin ilk muhtedi kralları bunu hukuka yönelttiler. Ama lrlandalı hukukçuların kitaplarından farklı olarak, onlann hukuk kitapları yalnızca mevcut toplumsal geleneklerin özelliklerini değil, Roma ton­ ları bulunan ama kralın hakimiyetini açıklamak için yerel dil kullanan bir iktidar duyurusunu, kraliyet hukukunu da içer­ mekteydi. Aynca, en azından geç 7. yüzyıldan itibaren, Ang­ losakson krallar, toprak mülkiyetine ilişkin hak iddialarını gelecek kuşaklar için yeniden düzenleyip kayda geçiren resmi 52

K O N U ŞMA. V E YAZMA

Latince belgeleri onaylamaya başladılar. Kral adına çıkarılan ama kilise adamlarınca hazırlanan -berat olarak bilinen- bu belgeler, kıtadaki misyonerlerin aşina olduğu Roma'nın taşra bürokrasisinin belgeleme biçimlerini kendilerine uyarladılar. 7. yüzyılın Anglosakson krallarının bu Latince belgeleri okuya­ maması ve anlayamaması fazla önemli değildi: Kraliyet bakış açısından bu simgesel bir yazıydı ve yeni bir iktidar biçimi id­ diasıydı; din adamlan açısından, toprak bağışı almanın, kalıcı kurumsal yapılar kurmanın ve din adamlarının siyasal nüfu­ zunu güçlendirmenin bir aracıydı. lrlandalılar gibi ilk Anglosakson Hıristiyanlar da yeni dini bir Latin dini olarak benimsediler. Ama kültürel ve dilsel uçu­ ruma farklı yaklaştılar. Erken 8. yüzyılda Hıristiyan metinler, bazen Eski lngilizce bir satır arası haşiye ya da muhteşem bir Latince lncil kitabının satırları arasına küçük harflerle eklen­ miş ,. hazır çevirin biçiminde, bazen Amentü'nün ve Babamız duasının anlamının eğitimli papazlar tarafından "kendi dilin ­ de" halka açıklanması biçiminde, yeni, E ski lngilizceye çalan bir renk kazanmaya başladı. 2 3 En nüfuzlu erken dönem Ang­ losakson bilgin ve öğretmeni Bede (d. 673 civan, ö . 735), "mü­ minler nasıl mümin olunacağını öğrenebilsin diye" Latince bil­ meyen papazlar ve keşişler için bu iki temel metnin yazılı Eski lngilizce çevirilerini çıkardı.24 Burada esas konuyla karşılaşıyoruz. Hıristiyanhk, Bede gibi çocukluktan itibaren yoğun bir eğitimden geçmiş çok küçük bir azınlık hariç kimsenin anlamadığı simgesel, itibarlı bir dille sı­ nırlı bir din miydi? Ya da bu dinin kutsal metinlerinin aracısız anlaşılması için bir çaba gösterildi mi? Eski lngilizcenin çeşitli hukuksal, yönetsel, kırsal, tarihsel ve şiirsel amaçlarla kullanı­ labilir gelişkin bir yazılı biçim geliştirdiği 10. ve 1 1 . yüzyıllar­ da bile, Aşai Rabbani Ayininin sözleri her zaman Latince kaldı. Kutsal Kitap'a gelince, stratejiler Kutsal Kitap anlatılarının ya 747 Clovesho Konsili, madde 10, Councils and Ecclesiastical Docu­ menıs Relating to Great Britain and lrela nd, ed. A. W. Had dan ve W. Stubbs, 3 cilt. (Oxford, 1 869- 7 1 ) , iii. 366. Bede, Egbert'e Mektup, EHD, 799- 8 1 0, 80 1 'de (Councils and Eccle­ siastical Documenıs, ed. Hadden ve Stubbs, iii. 3 1 4-25J. 53

R O M A ' DAN S O N R A AV R U PA

geleneksel şiir biçiminde ya da vaaz şeklinde Eski İngilizce ola­ rak yeniden biçimlendirilmesini kapsadı. Geç Anglosakson dö­ nemde, hem Eski Ahit'in hem Yeni Ahit'in en çok okunan bölüm­ lerinin Eski İngilizce versiyonlan vardı; ama çok yaygın olmuş olamaz. Çeviriler de tartışılmaz değildi. Aelfric (d. 950 civan, ö. 1 0 1 0 civan) soylu hamisi Aethelward'a Yaratılış'ın birinci bö­ lümünü çevirdi, ama bunun "son derece tehlikeli" bir iş olduğu uyansında bulundu; çünkü Eski Ahit hükümdarlannın çokeş­ liliği Hıristiyanlığın öğretisine aykınydı ve deneyimli bir mü­ fessir tarafından "güvenli" hale getirilmesi gerekiyordu.25 Aelf­ ric, geç Anglosakson İngiltere'de ayn bir Eski İngilizce kültürü şekillendiren bilginler kuşağındandı. Anglosaksonlar, atalan Fenius Farsaid bütün dillerin en iyi özelliklerini birleştirerek icat ettiği için kendi dillerinin en iyi dil olduğunu iddia eden İrlandalılar kadar ileri gitmediler. Ama anadillerini, kraliyet ik­ tidannın ve hukukun dilini, bir öğretim ve vaaz aracı olarak Hı­ ristiyanlığın hizmetine sunmaya, İrlanda'da gerçekleşmiş gibi görünenden daha fazla istekliydiler. 26 Kısacası, erken Anglosakson İngiltere'nin ithal Latince kültürü, durmaksızın başkalaşarak Latince ile Eski İngilizce­ nin otorite ve iktidar dili olarak birbirlerini tamamladıklan iki dilli bir kültüre dönüştü. 1 0. ve erken 1 1 . yüzyıl krallan ve onlann danışmanlan yasalan Eski İngilizce çıkardılar, ama Aşai Rabbani Ayinini Latince dinlediler. Ç ıkardıklan beratlan Latince yazdılar, ama söz konusu mülkü Eski İngilizce olarak belirttiler. Eski İngilizce idari mektuplar (buyruklar) gönder­ diler ve Babamız duasını Latincenin yanı sıra Eski İngilizce de almış olabilirler. Bir kral. Alfred (87 1 - 899), Eski İngilizce şiir kitaplanndan keyif alırdı; ama şiirin geleneksel Germen kahramanlann yanı sıra Kutsal Kitap kahramanlanyla da il­ gili olması olasıydı. Başka bir kral, E dgar (957-75), kolladığı kiliselere zengin süslemeli Latince İncil kitaplan verdi; bu ki­ liselerin din adamlannı da, temel Latince metinleri Eski İn­ gilizceye çevirmekle görevlendirdi. Anglosakson siyasal yapı, Aelfric, Praefatio Genesis anglice, ed. Jonathan Wilcox, Aelfric's Pre­ faces {Durham, 1 994), 116. Fenius Farsaid konusunda aynca bkz s. 262. 54

K O N U ŞMA V E YAZMA

güçlü geç döneminde ince ayarlı dil stratejilerinden güç aldı. 8. yüzyılda Boniface gibi Anglosakson misyonerler, Kıta Av­ rupa'sının Germen dili konuşan bölgelerinde, Ren'in kuzeyinde ve doğusunda vaaz verip kilise kurmaya başladılar. Doğal ola ­ rak, papazları eğitmede ve Hıristiyanlığın öğretisini açıklama­ da yardımcı olarak yerel dil kullanmanın avantajlarına ilişkin takdirlerini de beraberlerinde götürdüler ve Anglosakson etkisi altında Eski Yüksek Almancanın çeşitli lehçeleri Latin alfabe­ siyle yazılmaya başlandı. İngiltere'de olduğu gibi, tamamen ye­ rel dille hazırlanmış eserlerden önce, hem dinsel hem hukuksal metinlere haşiyeler yazıldı ve sözcük listeleri eklendi. Yerel dil­ de üretilen eserler büyük ölçüde okullar ve kırsal kullanım için, dinsel ayinlerin Latincesinin yerini almak değil, anlaşılmasına yardım etmek içindi. Bu nedenle Amentü'nün, Babamız duasının ve vaftiz ayininin yanı sıra bazı vaazlar, dualar ve kutsamalar de görürüz. Kısa süre sonra, Kutsal Kitap'ın bazı bölümlerinin, özellikle İncil'in Almanca yazılmış şiirsel tefsirleri Hıristiyan Alman literatürünü genişletti; ama lngiltere'de ve lrlanda'da ol­ duğu gibi Aşai Rabbani Ayini hep Latince kaldı. Yine de Boniface'nin ve hemşerilerinin kıtada kurduklan manastırlar ve kiliseler, Anglosakson krallardan farklı olarak Latince yasa çıkaran hükümdarlann topraklanndaydı. 5, 6 ve 7. yüzyıllarda Gotlann, Burgonyalılann, Franklann ve Lombard­ lann krallan yalnızca geç Roma hukuk uzmanlanna yaslandık­ lan için değil, Roma imparatorlannın varisleri olarak rollerin­ de bilerek ısrarlı olduklan için de Latince yasa çıkarmalan ve yönetmeleri gerektiği aşikardı. üstelik Germen dilleri konuşan taraftarlan, az çok hızlı bir biçimde geleneksel dillerini bıra­ kıp lingua romana'yı tercih ediyorlardı. Latince yasa ve berat çıkarmak, bunu tebaalannın tümünün olmasa bile büyük ço­ ğunluğunun diliyle yapmak demekti; krallar tam olarak anla­ masa da, her daim hazır tercümanlar vardı. Bu yüzden 75 1 'de Frank tahtını ele geçiren Karolenj Hanedanına mensup krallar, Germen dilinin Frank lehçesini konuşmalanna rağmen, Latince yasa çıkarmaya devam ederek meşruiyet iddiasında bulundu­ lar. Krallıklan, geç 8. yüzyılda siyasal manevralarla ve doğru­ dan fetihle genişleyince, çok-dilli ve çok-etnisiteli büyük bir ss

R O M A ' D A N S O N R A AV R U PA

kümelenme haline geldi ve sonunda, Anglosakson misyonerle­ rin faaliyet alanının çok ötesine uzandı. Karoleıtj krallann ve imparatorların tebaası, Bretanya'nın Briton dilinden lingua romana'nın bütün lehçelerine, Ren Bölgesi'nin, Saksonya'nın ve Bavyera'nın Germen dillerine ve imparatorluğun doğu sınır­ lannda konuşulan Slav dillerine kadar uzanan çok çeşitli diller konuşmaktaydı. Kraliyet memurlan ve vaizler. yerel halkla ile­ tişim kurmak için yerel dil ve lehçeler kullanıyorlardı; kraliyet sarayına gelince çok-dilli bir ortama giriyorlardı. Ama herkesin genel kültürel kimliğini, en başta da dinsel kimliğini Latince ta­ nımlamaktaydı. Latince hukuk ve Latince ibadet, Karolenj İm­ paratorluğa başka türlü yoksun olduğu insicamı verdi: Kutsal dil, imparatorluk iktidannın da diliydi. 9. yüzyılın ortasından itibaren Karolenj vaizler, imparator­ luğun doğu yakası boyunca uzanan Slav prenslikleri arasın­ da aktif oldular. Bu topraklar Bizanslı misyonerler tarafından da araştırıldı; en başta da hem Yunanca hem Slav dilleri bilen ve mükemmel birer dilbilimci olan iki kardeş, Konstantinos ve Methodios tarafından. Slav diline ilk yazılı biçimi veren onlardı. Bizans imparatoru 863 'te onlan Moravya Slavlarına vaaz vermeye göndermişti. Yola çıkmadan önce Konstantinos tamamen yeni bir alfabe icat etti ve Yunanca Kutsal Kitap 'ın, ayin dualannın ve değer ibadet kitaplannın, bu Glagoli­ tik alfabeyle yazılmış Slavca çevirilerini çıkarmaya başladı. Konstantinos'un 869'da ölümünden sonra, Pannonia'da çalışan kardeşi Methodios onun misyonerlikle ve edebiyatla ilgili ça­ balannı 885'te ölene kadar devam ettirdi. Ondan sonra Alman misyonerler gelişmekte olan Slavca dua kitabını kaldırıp ye­ rine Latince dua kitabı ve alfabeyi geçirmeyi tedricen başar­ dılar; Konstantinos ile Methodios'un kültürel projesi yalnızca Güneydoğu Balkanlar'da Bulgarlar arasında ve ı ı. yüzyıldan itibaren daha da kuzeydoğuda Kievli Ruslar arasında devam etti. Bulgarlar ve Ruslar arasında başka bir alfabe, bu kez doğrudan Yunan alfabesinden uyarlanan Kirli alfabesi Slav­ ca yazma konusunda Glagolitik alfabeyle yanştı ve sonunda daha yaygın kabul gördü. Slavlar için Hıristiyanlığı benimse­ mek beraberinde kendi dillerinde ibadet kitaplannı ve çeşitli 56

K O N U ŞMA V E YAZMA

amaçlara -yasalar, vakayinameler, manevi ve tefsiri eserler ve kitabeler- uyarlanabilen ayn bir alfabeyi getirdi. Konstantinos ile Methodios'un başanlannın tartışmalı ol­ ması, erken ortaçağda diller ile iktidar arasındaki ilişkiye kes­ kin bir ışık tutar. Bizanslılara göre Hıristiyanlann ibadet için yerel bir dil ve yazı sistemi kullanması normaldi; Ulfilas'ın faaliyetlerinin de gösterdiği gibi, erken Hıristiyanlığın ayırt edici özelliği dilsel çoğulculuktu. Ne var ki, Karolenj din a­ damlan yalnızca üç kutsal dil olduğunda ısrarlılardı. Dahası, Moravya ve Pannonia'yı kendi özel nüfuz alanlan içinde görü ­ yorlardı. Konstantinos ile Methodios, Prens Kocel'in makamı Zalavar'dan Roma'ya giderken, 867'de Venedik'te mola verdi; kentin piskoposu ve din adamlan, anlan düşmanlıkla karşı­ ladı, çeviri girişiminden ötürü "Konstantinos'a bir şahin kar­ şısındaki kuzgunlar gibi" saldırdılar." Methodios kardeşinin ölümünden sonra Pannonia'ya dönünce, o da eleştiriye uğradı; Salzburglu din adamlan, "bir filozof gibi davranarak, muhte­ rem Latin alfabesini yeni icat edilmiş bir Slav alfabesiyle de­ ğiştirmenin yanı sıra Latin dilini ve Roma öğretisini değiştir­ diği ve bu bölgede Aşai Rabbani Ayinlerini ve lncilleri Latince yürütenlerin kilise hizmetlerinin beş para etmediğini herkese söylediği." gerekçesiyle yerildi.28 Mesele neydi? Hem Venedikli hem Salzburglu din adamlan, ibadet için kutsal dillerden biri dışında herhangi bir şey kul­ lanmayı kabul edilemez buluyorlardı. Yunan kardeşlerin top­ raklanna tecavüzüne duyduklan öfke, kuşkusuz düşmanlıkla­ nnı körükledi; ama tepkileri, dil ve iktidarla ilgili daha derin kültürel kaygıları açığa vurmaktaydı. Lingua romana konu­ şan bütün Hıristiyanlar gibi Venedikliler de, eski moda gibi görünen bir ağızla da olsa, dinsel ibadetlerini kendi günlük konuşma dilleriyle yapıyorlardı. Aynı şekilde, lber yanmada-

Life of Constantine, 1 6 , çev. Marvin Kantor, Medieval Slavic Lives of Saints and Princes (Ann Arbor, 1 983), 71 Conversio Bagoariorum et Carantanon.ım, 12, ed. Fritz Losek, Die Conversio Bagoariorum et Carantanorum und der Brief des Erz­ bischofs Theotmar von Salzburg, MGH Studien und Texte, 15 (Ha­ nover, 1 997), 1 30. 57

R O M A ' D A N S O N R A AV R U PA

sında Kurtubalı halifelerin Arapça kullanan bürokrasisi tara­ fından yönetilen bölgeler hariç, lingua romana bölgesinin her yerinde din dışı hükümdarlar ve onlann memurlan, yerel ko­ nuşmanın yazılı biçimi olan Latinceyle yasa çıkarıyor, anlaş­ mazlıkları hallediyor, memalik yönetiyorlardı. Bu bakımdan, burada erken ortaçağda aslında bir şey değişmedi. Salzburglu din adamları ise Almandı. Latinceleri, manastır ve katedral o­ kullannda öğretmenlerden öğrenilmişti. Kutsal Kitap'ı Latince okuyor ve dinsel ayinleri Latince yönetiyorlardı; ama mülkle­ rini yönetmek, ölülerini anmak, kraliyet buyruklan almak ve onlara cevap vermek, mahkemelerin sonuçlannı kaydetmek ve diğer birçok amacı gerçekleştirmek için de Latince kulla­ nıyorlardı. Latince bilgisi anlan, çoğunluğu Germen dilinin Bavyera lehçesini ve bir kısmı Slav dilini konuşan cemaatle­ rinden, kiracılardan, hizmetkarlardan ayn tutmaktaydı. Dilsel arka planlan farklı olan Venedikli ve Salzburglu din adamları, Konstantinos ile Methodios'un, Latince Kutsal Kitap'ın ve du­ aların kutsallığını bozduğu konusunda birleştiler. İki kardeş karşılaştıklan düşmanlığa şaşırmış olmalılar. A­ ma kutsal Hıristiyan metinlerin her yerel dile çevrilebileceğini sanmalan, Batı Hıristiyanlığının kendine özgülüğünü gösterir. İrlandalıların Hıristiyanlığı kabul etmelerinden itibaren, yerel dil hangisi olursa olsun, Batı Hıristiyanlığı özünde Latin Hı­ ristiyanlığıydı. Önce lrlanda'da, sonra lngiltere'de dil için bir dil, hukuk için de bir başka dil vardı. Ama Karolenj topraklar­ da hem kutsal hem din dışı otoritenin dili olarak Latincenin vazgeçilmezliği doğrulandı. 10. ve 1 1 . yüzyılın Alman krallan ve imparatorlan, kendi din adamlannın yardımıyla aynı şeyi yaptılar ve Polonyalılar. Macarlar ve İskandinavyalılar arasın­ da misyonerlik faaliyetlerini destekleyerek, Latincenin hem Alman krallığının hem Alman Hıristiyanlığının dili ve simgesi olarak ihraç edilmesini sağladılar. Germen dilleri ile lingua

romana arasındaki dilsel sınınn kuzeyinde kalan her yerde, otorite dilini sopa sallayan öğretmenlerden öğrenmek gereki­ yordu. Sopa bu şekilde bir iktidar teknolojisi teşkil etti; zira Latince yalnızca bilgi, düşünce, buyruk iletmiyordu; statü, iti­ bar, kimlik ve aidiyet de taşıyordu. Britanya Adalan'na gelince, 58

K O N U ŞMA

YE

YAZMA

idari alanda Latincenin yerel dillerin yerini alması, 1066'daki Narman fethiyle başladı. Miras alınan kültürel itibanna ve bugüne kalan Latince yazılı elyazmalannın çokluğuna rağmen, kitaptan öğrenilen Latince erken ortaçağda tek iktidar dili değildi. Salzburglu din adamlan din, hukuk ve mülkiyet dili olarak okul Latincesini kullanırken, o zamanın Avnıpa'sının büyük bölümüne ayak uy­ durmuyorlardı. Bunun çok daha sonra normal yaşantı haline gelmesinin, erken ortaçağda Avnıpa'da dil ile otorite arasında­ ki akışkan, çok-biçimli ilişkileri silmesine izin verilmemelidir.

Yerel Okuryazarlık, Seçkin Okuryazarlık 72 l 'de, daha sonra Utrecht piskoposu olan Gregory, Trier ya­ kınlarında Pfalzer başrahibesi olan teyzesi Addula'yı ziyaret etti. Soylu gençlerin adeti olduğu üzere, gelişim yıllannı Frank kralının maiyetinde geçirdi; saray adabı, silahlar ve temel o­ kuryazarlık konulannda bir eğitim. Pfalzel'de akşam yemek· !erine, manastır geleneğine uygun olarak dini okumalar eşlik ederdi ve bu kez Addula, Kutsal Kitap'ı ondört-onbeş yaşında­ ki yeğenine uzattı. Yemekte bulunanlar arasında misyoner Bo­ niface de vardı. Gregory'nin çömezi Liudger'in daha sonra an· !attığına göre Bonface, Addula'nın yeğenine dönüp "Güzel oku­ yorsun evladım; okuduğunu anlıyorsan." dedi. Gregory anladı· ğını söyledi; bunu üzerine mübarek adam onu daha yakından sorguladı. Genç adam, biraz önce yaptığı gibi pasajı başından itibaren tekrar okumaya başladı. "Senden pasajı yüksek sesle dile getirmeni istemiyorum evladım. Okuduğunu kendi dilinle ve ailenin günlük konuşma diliyle bana açıkla." Gregory bunu yapamayacağını itiraf etti ve bunan üzerine Boniface, metni a­ çıklamaya başladı ve bütün aileye vaaz verdi." Bu karşılaşma, genç Gregory'yi misyonerlik yoluna soktu. Biziyse, erken or­ taçağda "okuryazarlığın" karmaşıklıklannın peşine düşürüyor. "Okuryazarlık" terimi, bireylere ve toplumsal pratiklere işaret eden geniş bir terimdir. Erken ortaçağda ayrı ayn öğreLiudger, Vita Gregorii abbatis Traiacensis, 2 , ed. O. Holder-Egger: MGH SS XV. bölüm 1, s. 67·8. 59

R O M A . D A N S O N R A AV R U PA

tilen ve öğrenilen birden çok beceriyi kapsar: ister acemi bir çabayla ister kaligrafik bir akıcılıkla olsun, kalem kullanma sanatı; yazar ile parşömen arasında bir kitibin aracılığıyla ya da onsuz, konuşmayı metne dönüştürme becerisi; okurun her zaman metni anlama noktasına varmayan idrak becerisi. Te­ rim bizi metinlerin okunduğu, yazıldığı ve danışıldığı bağlam­ ları soruşturmaya, bu etkinliklere atfedilen önemi ve onlar­ la bağlantılı zihniyetleri düşünmeye davet eder. Gregory'nin Boniface'yle karşılaşması, bu bağlantılardan birkaçını örnek­ ler. Lingua rom ana ' nın konuşulmadığı her yerde, okumanın yabancı bir dilde öğrenildiğini bize hatırlatır. Dahası, meslek yaşamına sarayda ve manastırda başlaması, okuryazarlık ile seçkin statü, dinsel ile din dışı arasındaki ilişkiye dikkatimizi çeker. Son olarak, anlatılan masal bizi "okuryazarlık" ile "sö­ zellik" arasında sahte bir karşıtlık yaratmaktan uzak durma­ mız yönünde uyanr. Gregory için okumak, bir dinleyici top­ luluğunun önünde gerçekleştirilen sözel bir performanstır, ki bu erken ortaçağda yazılı bir metni deneyimlemenin alışılmış yoludur. Sözlerin konuşmadan metne akışı her zaman iki yön­ lü işlerdi: Liudger, Gregory'nin yaşam hikayesini hazırlarken, misyoner kutsiyetinin edebi modellerine olduğu kadar azizin ailesinin anlattığı hikayelere de yaslandı. Demek ki, okurya­ zarlık hem toplumsal konuma hem bireylere dikkat gerektirir. Bütün topluluklann yazmaya aynı şekilde bakmadığı açıktır. En dünyeviden en resmi olana bir sürü amaç için yazıdan ya­ rarlanma eğilimi, bir zamanlar Roma imparatorluğunun içinde olan birçok bölgenin ayırt edeci özelliğiydi. Yazılı dilin yaygın­ laşması bu eğilimi başka yerlerde pek teşvik etmedi; bazı yerler diğerlerinden daha fazla metin-kafalı kaldı. Dahası, okuryazar­ lık ile iktidar arasındaki ilişki, bizzat siyasal yapılann içinde­ ki ve arasındaki güç ilişkileri zaman içinde değiştikçe yeniden biçimlenme eğilimindeydi. Yoğun yönetim özlemleri idari yazı kullanmayı, coğrafi olarak yaygın iktidar iddialanndan daha fazla besledi. Bu yüzden erken ortaçağın en güçlü iki siyasal yapısı -Charlemagne'ın ve oğlu Sofu Ludwig'in (8 1 4-840) Frank imparatorluğu ile Edgar ve ardıllannın geç Anglosakson Kral­ lığı- yazılı yönetim modellerine en fazla dayanan yapılardı. Her ..

K O N U Ş M A VE YAZMA

ikisinde de sonraki siyasal değişim yazılı söz konusunda farklı tutumlar ve kullanımlar getirdi. Okuryazarlığın dinsel bağlam­ lanna döndüğümüzde, benzer bir çeşitlilik aşikardır. Latince Kutsal Kitap'ın kutsallığı evrensel olmasına rağmen, yerel kül­ türel bağlamı hem kiliselerin geç ilkçağ Hıristiyanlığının edebi mirasını alma ve uyarlama şekli, hem kendi kurumsal amaçlan için idari edebiyatı kullanma şekli bakımından farklılık göster­ mekteydi. Kısaca, erken ortaçağ Avrupa'sı zamana ve mekana göre değişen, ama "daha az" okuryazarlıktan "daha çok" okurya­ zarlığa doğrusal bir dizi şeklinde düzenlenmeye sürekli direnen yerelleşmiş örüntülerde birleşen ve yeniden birleşen bir edebi kültürler kaleydoskopu sergiledi. Bu, bir bireyin sahip olduğu okuma ve/veya yazma becerile­ ri ile bu becerilerden yoksun olanlann onlara ulaşma olanağı arasında aynın yapmamıza yardım eder. Kişisel okuryazarlık doğrudandır, eğitimin sonucudur; katılımsal okuryazarlık do­ laylıdır, bir okuyucunun ya da yazıcının aracılığıyla olur. ilki­ nin kapsamını, dinsel bir bağlam içinde bile değerlendirmek zordur; sorun yalnızca bölük pörçük kanıtların çok farklı yo­ rumlara açık olması değil, genel uygulanabilir bir değerlen ­ dirme ölçütü de olamaz. Her şeyi göz önüne alırsak şu sonuca varmak güvenlidir: Ruhani sıfatı olmayanlardan önemli ölçüde daha fazla sayıda keşiş, rahibe ve ruhban kendi adını yazabi ­ liyor y a da bir sayfanın üzerindeki harlleri seslendirebiliyordu ve erken ortaçağda en fazla "okuryazar" olan ltalya'da bile nü­ fusun yalnızca küçük bir azınlığı bu becerilerden birine sahip­ ti. Kişisel okuryazarlık yaygın olmadığı için, şimdilik katılımsal okuryazarlığa odaklanalım. B u okuryazarlık türü, Arles Pisko­ posu C aesarius'un 1502- 542) bir vaazının gösterdiği gibi çok yaygındı. Caesarius, cemaatine, kendileri okuma yazma bilme­ dikleri halde bu işi yapabilen kişiler tutan tüccarlardan bahse­ diyordu: Muhasebelerini tutan bu çalışanlann yardımıyla, bü­ yük karlar elde ediyorlarmış. Aynı sebeple, diye öne sürüyordu Caesarius, okuryazar olmamak, Kutsal Kitap okumanın manevi kıinnın önünde engel değildi. "Siz harlleri tanımayanlar, her kim olursanız olun, cennete gidebilmeniz için kutsal metinleri adil bir ücret karşılığı size okuyacak birini neden bulmuyor61

R O M A ' D A N S O N R A AV R U PA

sunuz? Kuşkusuz, kardeşlerim, özenle ve sebatla bunu yapan kimse, ebediyette bunun faydasını görebileceğine inanır; ama Kutsal Kitap'ı okumayı ve kendisine okunmasını istemeyen kimse, bundan bir iyilik geleceğine kesinlikle inanmaz."30 Bu­ rada, kişisel okuryazarlığın asla evrensel olmadığı, ama katı­ lımsal okuryazarlığın yaygın olduğu bir kültür vardı. Bazen de, bireyler, mutlaka kendi lehlerinde olmayan bir ya­ zılı metinler dünyasına yakalanabiliyorlardı. Bragalı Fructuo­ sus (ö. 665) çocukken, doğuştan seçkin bir Got olan babasına, Kuzeybatı ispanya dağlarındaki aile otlaklarına giderken eşlik etti. Babası "koyun sürülerini [aynntılannı) deftere yazıp çoban­ larla hesaplan görii şürken" çocuk kendi başına dolaşmaya çık­ tı.31 Çobanlar, kendi başlanna stok listeleri tutamasalar da, bü­ yük bir toprak mülkiyetinin pürüzsüz işlemesi için gerekli idari belgeleme işleviyle ilişkili oluyor, ona katkıda bulunuyorlardı. Bu gibi örnekler, ortaçağın ilk yüzyılları boyunca, birbi­ rinden farklı birçok dinsel ve din dışı bağlamda çoğaltılabilir. Ama 7. ve 8. yüzyıllarda metin-kafalılığa dair daha fazla kanıt için İber yanmadasının orta-kuzey bölgelerinde kalmalıyız. Burada, yazı yazma tabletleri olarak kullanılan 1 50'den fazla yassı taşın arkeolojik bağlamda bulunması, bariz bir biçimde yerel okuryazarlığı açığa vurur. Kötü çentilmiş, zor çözülebilir olmaları, yazanlar ya da okuyanlar hakkında sonuçlara var­ maya izin vermemesine rağmen, taşlar yine de bazı kimselerin işlerini yürütmek için yazıyı kullandıkları toplumsal bağlam­ lar konusunda eşsiz bir içgörüye olanak verir. Ayrıca erken or­ taçağ okuryazarlık pratiklerine böylesine belirgin bir bölgesel çeşitlilik kazandıran tikellikleri örneklemektedir. Bu taşların birçoğu, Fructuosus'un babası gibi bir toprak sahibinin, mülkünü idare etmek için ihtiyaç duyduğu türden taşlardı; hayvanlar, köleler ve kiracılardan alacakların listesi. Caesarius of Arles, Sermones, 6, ed. G. Morin, 2 cilt, CCSL 1 03-4 (1\ımhout, 1 953), i. 3 1 . Krş. Mary Madeleine Mueller çevirisi, Saint Caesarius ofArles: Sermons, 3 cilt, Kilise Babalan, 3 1 , 47, 66 (Wash­ ington, 1 956-73). Vita Fructuosi, 2, MSS Apr. il, col. 43 1 . Krş. A.T. Fear çevirisi, Lives of the Visigothic Fathers (Liverpool, 1 997). "

K O N U ŞMA VE YAZMA

Bazılan mülkiyet yönetiminin farklı boyutlanyla ilgilidir; ama benzer kısa erimli yararlan vardı: bir çiftlik kihyasından efen· disine mektup, her bir kalemin parasal değeriyle birlikte çalı­ nan ev eşyalannın ve giysilerin envanteri. Bazı taşlana yöne· timden çok dinsel bir amacı vardır: anılan kişilere beddualar, dua ve ilahi metinleri, meleklere ve azizlere yakarmalar; yine bazılan, sınıflarda yazma alıştırmalarıdır; hepsi artık ihtiyaç duyulmadığında kaybolan ya da bir tarafa atılan, ama yine de yerel dinsel zihniyetleri ya da kişisel okuryazarlık kazanmaya dönük bireysel çabalan açığa vuran taşlar. Bir grup taşın daha kalıcı önemi vardı: bireyler arasında toprak alışverişleri ve sa­ tışlanyla, bir alışverişle ilgili teminatlann ayrıntıları ve bu iş­ lemleri gerçekleştirmek için edilen yeminlerle ilgili resmi bel­ geler. Son kategorideki belgeler mülkiyet işlemlerinin geçerli olması için geç Roma hukukunun öngördüğü koşullara uyar ve bu tür belgeleri ifade etmek için standart yerel gelenekleri kullanır. Gerçekte, hukuksal usul normları, yazının toplumsal kullanımında bölgesel tikelliğin en ayırt edici işaretlerinden birini sunar. Başka yerlerde, bölgesel belgeleme pratiğinin bugüne ka­ lan en iyi kanıtları, büyük ölçüde toprak mülkiyetiyle ilgili­ dir. Bu kayıtlar yalnızca kilise arşivlerinde varlıklarını sür­ dürdükleri için, en çok büyük kiliselerin nüfuz al anlarındaki yerel okuryazarlıklarla ilgili bilgi verirler. Bu tür arşivlerin yerel toplumsal örgütlenme ve toprak ekonomisiyle ilgili su­ nabileceği içgörüleri Bölüm 5'e kadar erteleyelim ve burada tek bir yerin metinsel alışkanlıklarına odaklanalım: 9 . yüz­ yılda Doğu B retanya. B u , kendi aralarında toprak alıp satan, varislerine mal miras bırakan, borç alan, anlaşmazlığa düşen ve anlaşmazlık halleden ya da birbirlerine kefil olan birkaç büyük toprak sahibi ile çok sayıda köylü mülk sahibinden o­ luşan belge- kafalı bir dünyaydı . Alışverişlerini tanıkların hu­ zurunda yapmaya ve komşularına resmen duyurmaya dikkat ediyorlardı. Yerel yazıcıların, eskiden beri kullanılagelen ve alışverişe tanık olan ve doğruluğunu onaylayanların adlarını da içeren Latince formüle uygun kayıt tutmalarını sağlıyor­ lardı. 832'de Reden Manastırı kurulduğunda, keşişlere yapı 63

R O M A ' D A N S O N R A AV R U PA

lan bağışlar da eşit ölçüde kesin bir biçimde yazıyla belir­ tildi. Yeri gelince keşişler, yerel belgeleme pratiklerini kendi çıkarlan için kullandılar ve bunu yaparken de yüzlerce beratı kendileri -ve bizler- için sakladılar. Bölgenin küçük toprak sahibi seçkinlerinden biri olan Ri­ walt, 830'larda ve 840'larda Redon'a yakın köylerde yerel bir kodaman işlevi görüyordu. O ve ailesinin diğer mensupları, bu toplumsal grubun katılımcı okuryazarlığının somut örneğidir­ ler. Riwalt, komşulannın bağışlarına, satışlanna ve ipotekleri ­ ne düzenli olarak tanıklık ederdi. 840'ta, Catworet'in Redon'a verdiği hediyenin formaliteleri ve kaydı için bağışçıyı, tanık­ lan ve yazıcıyı kendi evinde topladı; birkaç yıl sonra oğlu De­ urhoiarn, Catworet'i öldürünce, özenle belgelenmiş bir diyetle bedelini ödedi. Keşişlere yaptığı bağışa tanıklık edilmesi için zahmete girdi ve bu tanıklık, Deurhoiam'ın babasının cömert­ liğini tasdik ve dolayısıyla tasvip etmesini de kapsamaktaydı. Riwalt'ın okuyup okuyamadığı ya da tanıklık ettiğine dair ken­ di işaretini yazacak kadar kalem tutup tutamadığı önemsizdir. Parşömene eliyle resmen dokunması, bir tanıklık işaretinin ya da imzanın eşdeğeri sayılırdı; bu yüzden Riwalt'ın işlerini dü­ zenli sürdürmek için adını yazmasına gerek yoktu. Olasılıkla Briton dili konuşması ve bağış beratının Latincesini anlama­ ması da önemli değildir; çünkü işin aslını çok kesin bir biçim­ de biliyordu. Riwalt geleneksel formatta yazılı kayıtlan kendi faaliyetinin merkezi sayıyor ve yerel belgeleme geleneklerini kendi yararına çevirmeyi biliyordu. 850-860'larda, Deurhoiarn, kansı Roiantken ve oğullan Larnwocon, Riwalt'ın Redon'la ilişkisini sürdürüp geçerli bağış kayıtlannın yerel geleneklere uygun hazırlanmasını sağladılar. Kalan belgeler arasında, Roiantken'in kocasının ve oğlunun nzasıyla yaptığı bir bağışı kaydeden berat da vardır; bu gibi bir kırsal toplulukta kadınlann belgeye dayanan okuryazarlığa katılımına dikkat çeker. Evli kadınlar kendi denetimlerindeki bir toprağın sahibi oldukları ya da mülkiyetin tasarrufu ko­ nusunda geniş aile stratejileri içinde merkezi önemde oldukla­ n ölçüde, Roiantken'in yaptığı gibi kocalan ya da oğullarıyla birlikte berat çıkarma ve onaylama konumundaydılar. Yalnızca 64

K O N U ŞMA VE YAZMA

dul olduklannda ya da evlenmeme yemini etmişlerse, bazen kendi adlanna berat çıkanrlardı. Ailenin mal varlığını yönetme konulan daha sonra aynntısıyla ele alınacak; ama kısaca söy­ lersek, kadınlann toprağı kontrol etme olanaklan evrensel ola­ rak sınırlıydı ." Sonuç olarak, aktif katılımsa! okuryazarlık fır­ satlan eş oranda azdı; başka kişilerin alışverişlerine kadınlan tanık yapmanın genellikle istenmemesiyle de desteklenen bir kısıtlama. Birkaç muteber hükümdar kansı hariç, berat tanığı listeleri, toprak alışverişlerinin gerçekleştiği, anlaşmazlıklann çözüldüğü ve topluluk işlerinin düzenlendiği toplantılann esas olarak erkek toplantılan olduğunu gösterir. O halde burada, hem erkek görgü tanıklannın sözlü tanık­ lıklannı hem yazılı beratlan, sahipliği kanıtlamanın ya da bir anlaşmazlığı halletmenin örtüşen yollan olarak gören bir kül­ tür vardı. Avrupa'nın her tarafında, yerel topluluklar ikisin­ den birine daha fazla önem vermiş olabilir. Görünüşte Roma kökenli belge formlannın (Reden bölgesindekiler gibi) fazla etkili olmadığı lrlanda'da bile, geçerli tanıklann, kefaletlerin ve ogam-yazılı sınır taşlannın yanı sıra "ilahi eski yazı" da bir kanıt biçimi olarak kabul edilirdi." Yazılı belgelemeye büyük önem veren Roma hukuku usullerinin erken ortaçağ boyun­ ca varlığını sürdürdüğü Güney Fransa'da tanıkların yeminli sözlü tanıklıklan, kayıp, sahte, yırtık ya da ihtilaflı beratlann yaşamsal bir tamamlayıcısı olarak kaldı; yargıçlar ancak ka­ nıtlan "gördükten ve işittikten" sonra karar verirlerdi." ister ihtilaflı bir beratın sesli okunmasında olsun, ister tanıkların yeminlerinin yazıya dökülmesinde olsun, belge- kafalılık her zaman sözlü, konuşulan bir ortamı gerektirdi. Hiçbir zaman

Bkz. s. ı 35-46. HBerradflirechta: An Old Irish Tract on Suretyship,n çev. Robin Sta­ cey, T.M. Charles- Edwards, M.E. Owen, ve D. Waiters {ed.), Lawyers and Laymen: Studies in the History of Law Presented to Professor Dafydd Jenkins (Cardiff, 1 986), 2 1 0-33 içinde, 22 l 'de. 955 Narbonne karan, aktaran Patrick Geary, HOblivion between Orality and Textuality in the Tenth Century," Gerd Althoff, Jo­ hannes Fried ve Patrick J. Geary led.), Medieval Concepts of the Pası: Ritual, Memory, Historiography (Cambridge, 2002), 1 1 1 -22 içinde, 120'de. ••

R O M A ' O A N S O N R A AV R U PA

bütün katıhmcılann kişisel okuryazarlığını varsayın.adı. Birkaç bireyin uygun şekilde kayıt hazırlamak için gerekli becerilere sahip olması koşuluyla, belgeleme pratiklerine yay­ gın güven, büyük topraklann dinsel ya da din dışı sahipleri kadar mütevazı mülk sahipleri için de olanaklıydı. Böyle bir belge-kafalılık, yeterli servete ve kendi toprağına sahip olan ve başkalanna iş buyuran din dışı kimselerden ya da kated­ rallerin ve manastırlann kurumsal çıkarlannı temsil eden piskoposlar, başrahipler ve başrahibelerden oluşan küçük toplumsal eliti nitelerdi. Bu genel hakikat, yerel okuryazar­ lıklardaki yaygın çeşitliliği dengeler. Bununla birlikte, burada zengin bir yaşam tarzından çok fazlası söz konusudur; çünkü Hıristiyan Avrupa'nın kraliyet saraylannda ve yerelliklerinde yazı. siyasal iktidann işleyişinin aynlmaz bir parçasıydı. İster bir iletişim aracı, ister bir ideolojiyi ifade etmenin, uzmanlık gerektiren hukuksal bilgiyi aktarmanın, kral listeleri tutma­ nın, kraliyet şecerelerini beyan etmenin ya da mali kayıtlar tutmanın aracı olarak olsun, okuryazarlık erken ortaçağ Avru­ pa'sının Hıristiyan bölgelerinde otoritenin eklemlenmesinde, sürdürülmesinde geniş ölçüde rol oynardı. Bu durum, bir öl­ çüde merkezi denetim geliştirmeye çalışan siyasal yapılar için özellikle geçerlidir; ama okuryazarlığın her yerde meşruiyeti güçlendirme, uzlaşı sağlama ve yoğun simgesel anlam iletme potansiyeli vardı. 35 Belgelerle iş yapmaya alışık olan ve belge kullanımıyla ilgili toplumsal gelenekleri bilenler, bükümdar­ lann aradığı şeyi verebilirlerdi. Elinin altında kişisel noteri ya da köy yazıcısı bulunan toprak sahibi gibi, mektup, berat ya da mülk beyannamesi hazırlamada becerikli kilise adamı da yerel ve merkezi düzeyde otorite kullanımına katkıda bulu­ nurdu. Özellikle Latincenin iktidar dillerinden biri -ya da tek dili- olduğu ama bölgesel topluluklann Kelt ya da Germen dili konuştuğu yerlerde, yönetime katılmak ve saraylar ile yerel­ likler arasında arabuluculuk yapmak için gerekli maharete ya da teknik desteğe yalnızca seçkinler sahipti. Bu yüzden ister kişisel olsun ister katılımsa!, belge-kafalılık iktidar-aracısı seçkinlere mensubiyetin hem önkoşulu hem de sonucuydu. Konu

s.

239-47'de işleniyor. ..

K O N U Ş M A V E YAZMA

Erken ortaçağ okuryazarlığının belgeselci yanı kadar din­ sel yanı da vardı. 5. yüzyılda Hıristiyan ibadet gelenekleri bil­ lu rlaşıp yazılı biçime dönüşmüş, ibadetteki bölgesel farklılık­ lan şifreler halinde banndıran ayin kitaplannda yeniden üre­ tilmişti. Hıristiyanlığa bağlılığın, resmi olarak atanmış erkek papazlarca yönetilen yerel cemaatler şeklinde resmileştiği her yerde, ibadet bu tür kitapların ve anlan sesli okuyabilen bir adamın varlığını gerektirdi. Geç 1 0 . yüzyılda Anglosakson bir vaizin dediği gibi, ibadet sırasında "Tanrı'nın bize açıklanan ve okunan kitaplarını işitiriz, İncil beyan edilir ve O'nun şanı insana malum olur[du]."36 Hıristiyan ayin sözlü ve görsel bir dramaydı, merkezinde Tanrı'nın kitapları vardı. Bir papazın yıllık ayin döngüsünü tamamlamak için bir ce­ maatin kutsal ihtiyaçlannı karşılayan farklı kitaplara, aynca üstlenebileceği papazlık görevleriyle ilgili ek kitaplara ihti­ yacı vardı. Katedrallerden, manastırlardan ve diğer bölgesel merkezlerden ayrı olarak kaç tane küçük kırsal kilisenin bu dönemde metinlerin tam takımına sahip olduğu tartışmaya açıktır; ama bu belirsizlik, kilise müdavimliğinin bütün top­ lumsal katmanlardan herkes için yazılı sözle karşılaşmayı ge­ rektirdiği gerçeğini değiştirmez. Karşılaşmanın biçimi, kuşku­ suz, kısmen ibadet dilinin o yörede anlaşılıp anlaşılmadığına, görevli papazın ne kadar iyi eğitilmiş olduğuna ve bir perdey­ le cemaatten ayrılıp ayrılmadığına bağlıydı. Ancak, işin içinde sözlü içeriğin iletilmesinden çok daha fazlası vardı. Hıristiyan ayinin sözleri ve jestleri için kitaplann merkeziliği, dinsel oto ­ ritenin ve hakikatin yazıya dayanmasını sağladı. Böylece yazılı olmayan kanaatin ve sözlü geleneğin değerini düşürdü ve o­ kuryazarlık becerilerini kamuya açık olarak kullanma fırsatını kadınlara değil erkeklere verdi. Hıristiyan yazılı söz geleneğine vurgu, en tam ifadesini dağınık yerel kiliselerde değil, manastır cemaatlerinde buldu. Erken ortaçağ manastır geleneğinin kökleri, uzak geçmişe, er­ ken Hıristiyan bir dürtüye, toprağı. serveti, cinselliği ve aileyi reddedip bazen görkemli fedakarlık biçimlerinin ve mucizevi başarıların eşlik ettiği, Kutsal Kitap'ın hükümlerini gerçekleş" Bkz.

s.

13. 67

R O M A ' DA N S O N R A AV R U PA

tirmeye adanmış bir yaşamı yeğleme dürtüsüne dayanmaktay­ dı. Bu hareket, yerel toplumsal ve siyasal koşullar ne olursa olsun, Hıristiyanlığın taraftar kazandığı her yerde ifade bul­ du. 5. yüzyılda, çileci cemaatlere çekilenler, sadakatlerinin ge­ rektirdiği öz-disiplin ve toplumdan uzaklaşmanın, ünlerinin teşvik ettiği toprak bağışlan ve popülerlikle dengelendiğini gördüler. Kutsal Kitap kültürüyle yoğun uğraş, en azından gru­ bun bazı üyelerinin Latince okuyup anlamasını gerektiriyor­ du; ama bu aynı zamanda Hıristiyan olmayan Latin edebiyatı geleneğine, yanı sıra 4. ve 5 . yüzyıllann yetkin Kutsal Kitap tefsirlerine maruz kalmayı da gerektirebilirdi. 7. yüzyılda ve bazı yerlerde biraz daha önce, manastır cemaatleri kendilerini, ilkçağın edebi mirasının ve eğitim geleneklerinin esas muha­ fızlan durumunda buldular. Çileci varoluş yüzünü -altın ve mücevher kaplı Kutsal Ki­ tap'larda süslü yazılarla yazılmış, ibadet sırasında söylenen ve konuşulan, yüksek sesle okunan ve herkes tarafından işitilen, iç anlamı üzerine tefekküre dalmak için sessizce ya da mınltıyla okunan- Tann'nın kelamına dönmüştü. Manastır örgütlenmesi ve ideolojisi bazen yazıya geçirilirdi; ama manastır kuralı her zaman konuşulan bir metin olarak işlerdi. Bu yazılı kurallardan, Nursialı Benedictus'un (d. 480 civan, ö. 5601 hazırladığı, zama­ nının en popüleri ve 9. yüzyılın en muteberi olan kural, "Üstadı­ nın öğretilerini dinle evladım, kalbinin sesine kulak ver."37 diye başlıyordu. Manastır kültüründe sözcükler konuşulan biçim ile yazılan biçim arasında sonsuza kadar gidip gelirdi; ama sabit başvuru noktası her zaman Kutsal Kitap'tı, lsa'nın parşömen üzerindeki sözcüklere aktanlmış sözlü öğretisiydi. "Basiretin temeli, biçimi ve mükemmel hali, kutsal yazılann bilgisidir.n38 Boniface'nin Orta Almanya'nın ormanlan arasın­ daki Fulda'da kurduğu manastınn nüfuzlu öğretmeni Hrabanus Maurus (d. 780 civan, ö. 856) böyle yazıyordu. Ebeveynleri ve büyük kardeşi, Orta Ren Bölgesi'nin berat kullanan bölge arisLa Regle de S. Benoit, ed. Jean Neufville ve çev. Adalbert de Vogue, SC 1 8 1 - 1 86a (Paris, 1971 -71, 1. 412. Birçok İngilizce çevirisi var. Hrabanus Maurus, De institutione el.eri.corum, 111.2, ed. Detlev Zimpel (Frankfurt am Main, 1 9961, 438 . ..

K O N U ŞMA VE YAZMA

tokrasisinin tipik birer örneğiydi; ama katılımcı okuryazarlıkla­ nnın aksine, Hrabanus kendi çağının en okuryazar adamlann­ dan biri, karmaşık Latince şiirlerin yanı sıra manastır eğitimi ve Kutsal Kitap tefsirleriyle ilgili eserlerin üretken bir yazan ol­ du. Daha sonra, Fulda'nın başrahibi (822-842) olarak, Alpler'in kuzeyindeki en büyük manastır cemaatini (yaklaşık 600 kişi) yönetti. Bu görevi yürütürken, Mainz başpiskoposu, kralların danışmanı (847 -856) olarak kariyerine son vermeden önce, ma­ nastır kütüphanesini geliştirip hem Hıristiyan hem klasik me­ tinleri içeren büyük bir derleme haline getirdi, aynca keşişlere bağışlanan ve BOOO'den fazla çiftlikten oluşan geniş toprakların yönetimine nezaret etti. Hrabanus ister şiirsel, ister eğitsel, is­ ter yönetsel. ister siyasal amaçlarla olsun, her zaman kendisini gösterişli Latinceyle ifade etti. Bütün bunlar, ailesinin onu yedi yaşında bir çocukken, yeteneklerini geliştirip "kutsal dil"de us­ talaşması için uzun yıllar eğitim görmesine yetecek kadar genç yaşta manastıra yerleştirmiş olması sayesinde oldu. Hrabanus'un himayesi altında Fulda edebi bir kültür ge­ liştirerek sivrildi. Manastır öğreniminin ortak kaynaklan ma­ nastırları Latince gramerle ve Kutsal Kitap tefsirleriyle ilgi­ li benzer temel metinleri toplamaya teşvik etmesine rağmen, manastır okuryazarlığı bile kendine özgü yerel ya da bölge­ sel biçimler aldı. Bu durum, yalnızca kısmen, uzaktan kitap temin etınenin zorluklarından kaynaklandı; yerel ihtiyaçlara ve tercihlere uydurmak için metinleri sürekli yeniden formüle etmek, gözden geçirip düzeltınek ve değiştirmek de eşit ölçüde önemliydi. Ne var ki, Fulda bazı başka özellikler gösterdi; zira başrahipleri, tamamen olmasa bile öncelikle papazların kulla­ nımı için Eski Yüksek Almancayla yazılı literatürün oluşmasını teşvik ettiler. Gayretli araştırmaları, benzersiz bir ender klasik eserler derlemesi de oluşturdu; bu eserlerin birkaçı, manastı­ nn 9. yüzyıl kopyacıları sayesinde bugüne kalmıştır. Yine de Fulda, manastır yaşamının genel idealleriyle tam uyum içinde, kendine ait, yerel nitelikte bir edebi kültüre sahipti. Fulda bu konuda yalnız değildi. Benedictus'un Kuralla­ n 9. ve 1 0 . yüzyıllarda ne kadar yaygın olmuş olursa olsun, manastırlar geleneksel yerel ayin üsluplarını sürdürdüler. ..

R O M A ' D A N S O N R A AV R U PA

Bölgesel kültürel normlann bağlamı içinde, bulabildikleri fır­ satlan, kaynaklan ve ilişkileri kullanarak kendilerine ait bir entelektüel yaşam da kurdular. Kuzey lspanya'nın Hıristiyan krallıklannda, Ripoll ve San Millan de la Cogolla gibi ma­ nastırlar, 10. yüzyılda Kurtuba'daki halifelik sarayının parlak entelektüel kültürüne görece yakınlıklanndan yararlanıp La­ tin Batı'nın diğer yerlerinde bulunmayan, bazılan Arapçadan çevirilmiş bilim ve matematik risaleleri edindiler. Bu arada, 10. ve 1 ı . yüzyıl lngiltere'sinde Exeter, Winchester, Ramsey ve diğer yerlerdeki keşişler ve rahipler, Eski lngilizce birtakım kitaplan da Latince eserler kadar coşkulu bir biçimde kopya­ ladılar ve topladılar; Kutsal Kitap tefsirleri kadar Eski lngiliz­ ce kahramanlık destanlannda da dinsel tat peşinde koştular. Aurillaclı genç keşiş Gerbert 967'de Pireneler'i aşıp Ripoll'e ve Orta Fransa'da Fleuryli manastır öğretıneni Abbo, 985-987'de lngiltere'de Ramsey'de öğretınenlik yapmaya gittiğinde, her ikisi de yeni inceleme kaynaklanyla dengelenmiş, tanıdık bir manastır yaşamı ve ayiniyle karşılaştı. Bir manastır kütüpha­ nesinin seçkin edebi kültürü bile yerel tikellikler sergilerdi. Bütün bunlann bir bedeli vardı. Kitaplar uzman yazıcılar ve parşömen için bol miktarda yüksek kaliteli hayvan derisi gerekti­ riyordu. En ünlü eserler arasından, 8. yüzyılda Northumbria'dan gelen ikisini düşünün: Bugün 290 sayfa karton kapaklı bir kitap olarak bulunabilen Bede'nin Ecclesiastical History'si [Kilise Ta­ rihi!, tek bir kopya için yaklaşık 30 hayvan derisi gerektirirken, muhteşem, olağanüstü büyük Lindisfame lncilleri, l 50'den faz­ la dana derisinden oluşuyordu. Corbieli Hildemar (ö. 850 civan!, manastınnın 30 deriyle hazırlanan bir kitabı 60 denarii'ye (gü­ müş para) satabildiğini ima ediyordu; 4 yün koyununun ya da 15 domuzun değerine eşit bir meblağ. Corbie'nin kendi kütüpha­ nesinde 300'den fazla kitabı vardı ve kitaplann büyük çoğunlu­ ğu yakın zamanda kopyalanmıştı. Bu büyüklükte bir kütüphane kurmak çok pahalıydı; ve Hrabanus'un, Fulda'nın toprak ve gelir haklanna tanıklık eden binlerce bireysel beratın kopyalannı ko­ rumak için ciltli sicil defterlerini düzenlemede gösterdiği özeni açıklamaya yardım eder. Fulda'nın 9. ve 10. yüzyıllarda ürettiği resimli dua kitaplannı da hesaba katınıyoruz; bu kitaplann bir 70

K O N U ŞMA VE YAZMA

teki. resimler için ithal, pahalı boyalara ve altın varaka ek olarak 60 'tan fazla deri tüketebiliyordu. Fulda cemaatinin büyüklüğüne, ünlü okuluna, keşişleri ve kütüphanelerini besleyen geniş kaynaklara rağmen, 9. ve 10. yüzyıl keşişlerinden çok azı Latince ya da Eski Yüksek Alman­ ca eser yazdı ve hiçbiri , üretkenlik bakımından Hrabanus'un yanına bile yaklaşamadı. Erkek ya da kadın her manastırda, manastır yaşamına tam katılım okuma yeteneğini gerektiri­ yordu. Birkaç keşiş ya da rahibe kitap kopyalayabilir ve berat hazırlayabilirse, cemaat işlerine yardımcı olurdu. Ama bileşik okuryazarlık erken ortaçağ boyunca nadir bulunur bir şey, ola­ ğanüstü yeteneğin yanı sıra olağanüstü kaynakları da gerekti­ ren entelektüel bir haşan olarak kaldı. O nedenle, bu tür yete­ neklerin bir seçkinler topluluğuyla sınırlı olmasına, Hrabanus ve onun gibilerin hükümdar saraylannı onurlandınnalanna şaşmamak gerek. Ayncalıklı bir statü ve ayncalıklı bir ses: Yüzyıllara en iyi dayanıp bugüne kalan sesler, onlarınkilerdir. Yoktur hiçbir insan eseri, yorucu yılların Kuşatıp almadığı, gelir kötü günleri: Yalnızca yazılı söz hiçe sayar kaderi, Canlandırır geçmişi ve gösterir yalan olduğunu Ölümün. 39

Hrabanus'un sözleri de kaderi hiçe sayar. Ama bir 1 7 . yüzyıl matbaacısının çabası olmasaydı, bu dizeler elimizde olmazdı; Fulda'nın ortaçağ kütüphanesindeki yazmalann büyük kıs­ mıyla birl ikte çoktan yok olurdu. B u dizelerde Hrabanus geç ilkçağın Hıristiyan yazarlarından miras alınan bir bakış açı­ sını ifade ediyor ve Karolenj imparatorluğun Hıristiyan Latin kültürü için bunun merkezi olduğunu onaylıyordu: geçmişe borçluluk, Latince kitaptan öğrenme kültürüne saygı, başka hiçbir aracın, hiçbir dilin otoriteyi ve hakikati iletmediğine köklü inanç. Ama Hrabanus'un bizi bu önyargıyı kalıcılaş­ tırma ya da Latince okuryazarlığın zorunlu olarak üstün bir Hrabanus Maurus, "Ta Eigilus on the book he had written," Helen Waddell (ed. ve çev.), Medieval Latin Lyrics (Harmondsworth, 1 952), 1 19 (Carmina 2 1 , MGH Poetae il, s . 1 861 içinde. 71

R O M A ' D A N S O N R A AV R U PA

kültürel erişim düzeyini temsil ettiği varsayımını tekrarlama tuzağına düşürmesine izin vermemeliyiz. Bu okuryazarlığı, daha çok, siyasal dönüşümün bir aracısı olarak görmeliyiz. Bu bölümün öne sürdüğü gibi, yazı ve onunla birlikte okur­ yazarlık toplumsal hiyerarşileri, dinsel denetimi ve kraliyet yönetimini güçlendirerek, şekillendirerek ve haklılaştırarak iktidar kullanımında derinlemesine rol oynamıştır. Azat edil­ miş bir kölenin azat edildiğini gösteren bir belge alması bo­ şuna değildi; zira yazı, her türlü iktidar ilişkisini kurar ve hatırlanmalannı sağlardı. Hrabanus'un başka yerlerden gelen başka sesleri bastır­ masına da izin vermemeliyiz. Hıristiyanlık kuşkusuz yazılı sö­ ze güçlü bir dürtü sağladığı halde, daha eski, epigrafik Runik ve Ogam alışkanlıklar. Hıristiyan okuryazarlık biçimleri gel­ dikten sonra yüzyıllar boyunca Atlantik'te ve Kuzey Avrupa'da varlığını sürdürdü. Aynca erken ortaçağ topluluklarının neyi, hangi alfabeyle ve hangi dilde yazıya dökmeyi tercih ettikleri konusunda büyük çeşitlilik sergilediklerini de gördük. Yalnız­ ca Latince Kutsal Kitap 'a ve dua kitabına ortak bir bağlılık bir ölçüde ortak bir kimlik yaratılmasına yardım etti ve Latince bilenlerin Hıristiyan Avrupa'da gittikleri her yerde iletişim kurmalarını olanaklı kıldı. Kuşkusuz, genellemeler arıyorsak, şu sonuca varabiliriz: Latince ilk kez erken ortaçağda Avrupa'nın büyük bölümünde uluslararası nüfuzlu dil olarak ortaya çıktı ve bu yüzyıllarda eğitim, kitaptan öğrenme ve okuryazarlık Hıristiyan kilisele­ rin özel alanı haline geldi. Ama bu bölüm bazı ek sonuçları da vurguladı. Latince ile diğer diller arasındaki etkileşime dik­ kat çekti. Din adamı olmayan toprak sahiplerinin, ister Latin­ ce olsun ister kendi dillerinde, yazılı belgeleme geleneklerini kolaylıkla kullandıklarını da gösterdi. Hükümdarların yasa çıkarmada, yönetmede ve otoritelerini hatırlatmada yazıya na­ sıl yaslandıklarını ana hatlarıyla gösterirken, kitabın son iki bölümünün yeniden değineceği temaları tanıttı. Son olarak, yerel konuşma ve yazma kültürlerinin kaley­ doskopik çeşitliliğinin erken ortaçağ Avrupa'sını nitelendirdi­ ğini de vurguladı. Geçen bin yılı besleyen kitap ve belgelerin 72

K O N U Ş M A \I E YAZMA

düzensiz bir biçimde kayıp olması bu yerel konuşma ve yazma kültürlerle ilgili bilgimizi sınırlandınyor, ama ayırt edici nite­ liklerinin yerel kaynaklar ve emsaller kadar bireysel tercihlere ve ihtiyaçlara da bağlı olduğu her türlü kuşkunun ötesindedir. Olağanüstü bir biçimde hükümdarlar doğru Hıristiyan davra­ nışı geliştirmek ve kraliyet yönetimini daha da sıkılaştırmak umuduyla müdahale edip, okullan ve kitaptan öğrenmeyi teş ­ vik ettiler. Ama erken ortaçağdan kalan yazılı malzeme bizi kraliyet saraylan kadar yerelliklerle de tanıştınr ve bir son­ raki bölümde, insan varoluşu için konuşma kadar temel olan konulan -doğum ve ölüm- araştırmaya yönelirken, bu yerellik­ lerde kalacağız.

73

2 YA Ş A M VE Ö L Ü M

Fırtınanın yıktığı çınar, üzülüyorum oğluma Bedenini toprağa Yatıran oğluma: Yazık, akrabası Yere devrili Ve kemikleri yataktan alıp götürmeli. 1

Yardım isteyenler arasında küçük bir çocuk ile açlıktan ölmek üzere olan bir kadın da geldi. Kadın eşiği geçemeden derman­ sızlıktan düşüp öldü. Çocuk ölü annesinin memesini çıkanp emmeye çalıştı; bunu görenler feryat edip ağladı.' Oğlunun boğulmasına yas tutan bir baba, açlıktan ölen annesinin hala sıcak cesedini emen bir bebek: Erken ortaçağ Avrupa'sında erkekler ve kadınlar yoksunluk ve ölümle iç içe yaşadılar. Aralıklı iklim felaketleri, dönemsel salgınlar ve sert gündelik yaşam koşullan karşısında Avrupa nüfusu topraktan geçinmeye ve çabalannı sürdürecek çocuklar yetiştirmeye ça­ lıştı. Büyük çoğunluğu geçimlik düzeyde ya da geçimlik düzeye yakın yaşadı; bazılan beklenmedik ölümün ve ölüm olasılığı­ nın korkunçluğu arasında insan varlığının anlamına ve ahlaki Egil Skalla-Grimsson'a (ö. 990 civan) atfedilen ağıt, EgU's Saga, çev. Hermann Palsson ve Paul Edwards (Harmondsworth, 1 976), 205 (Egils Saga SkaUa-Grimssonar, ed. S. Nordal, Islenzk Fomrit, 2(Reykjavik, 1933), 247). The Annals of Fulda, çev. Timothy Reuter (Manchester, 1 9921. 3 1 (An­ nales Fuldenses, a. 850, ed. E Kurze, MGH SRG IHanover, 1 89 1 ), 40). 74

YAŞAM V E O L U M

niteliklerine kafa yordu. Bütün kültürlerde olduğu gibi, temel yaşam ve ölüm ritimleri insan varoluşunun çerçevesini çizdi; yalnızca herhangi bir topluluğun yaş profilini, mensuplannın ortalama yaşam süresini ve güvenlik arayışlannı şekillendir­ menin yanı sıra siyaseti etkiledi, doğal dünya anlayışını biçim­ lendirdi ve insanı evrene konumlandırdı. Bu bölüm insanlann doğal çevreleriyle etkileşimini araş­ tınyor. Doğal çevreyi nasıl anladıklanna da kafa yoruyor. Hepsi metinsel soruşturmaya uygun olmayan, ama arkeolojik buluntularla ve maddi kalıntılann bilimsel çözümlenmesiyle ele alınabilen bazı soruları sunuyor. Ama bazı ön uyanlarda bulunmalıyız. iklim, toprak kullanımı ve nüfus düzeylerinde meydana gelen değişikliklerin izini sürerek çevresel ve demog­ rafik sorulara yanıt vermek için gerekli arkeolojik araştırma, zahmetli ve pahalıdır. Yalnızca sınırlı sayıda alanda yürütül ­ müştür: Bunların ötesinde d ı ş kestirimde bulunmak, aşın ge­ nelleştirme riski taşır. Erken ortaçağ için şimdiye kadar bi­ linmeyen metinsel kanıtların keşfedilmesi enderdir, ama yeni arkeolojik kazılar ve incelemeler sıkça yapılır ve yeni bilimsel çözümleme teknikleri geliştirilir: Şu anda elde bulunan verile­ re dayanan sonuçlar, daha sonra yeniden gözden geçirilmeye açık kalır. Bu bölüm, bu koşullan unutmadan, erken ortaçağ erkek ve kadınlannın algılannı ve toplumsal tepkilerini içinde yaşa­ dıkları manzaralar ve sahip oldukları yaşam süreleri bağla­ mına yerleştirmek için arkeolojik kanıtları günümüze ulaşan metinsel kayıtlarla birleştiriyor. Bu yüzden yaşama ve ölüme hem biyolojik hem kültürel görüngüler olarak yaklaşıyor. ilk altbölüm çevreyi ele alıyor: iklim, manzara, yerleşim dağılımı. Bu arka plan üzerinde ikinci altbölüm demografik sorunlara, nüfus düzeylerini tahmin etmeye ve erken ortaçağın ayırt edici özelliğiymiş gibi görünen dalgalı doğum ve ölüm oranlarına ilişkin açıklamalar önermeye yöneliyor. Son altbölüm kadınla­ nn ve erkeklerin yoksunlukla, hastalıkla ve ölümle nasıl başa çıktıklannı soruyor ve bir dizi kozmoloji ve iyileştirme strateji­ si içinde yanıtlar anyor.

75

R O M A ' O A N S O N R A AV R U PA

Habitatlar Erken ortaçağda erkekler ve kadınlar yalnızca doğal kaynak­ lardan ve iklimden değil. uzun bir tarihöncesi yerleşim ve kul­ lanımdan da etkilenen ortamlarda yaşadılar, çalıştılar ve öl­ düler. Binyıllar içinde insan faaliyetleri Avrupa'nın karmaşık fiziksel coğrafyasında birçok manzara yaratmıştı. Her zaman dinamik bir süreç olan bu etkileşim, erken ortaçağ boyunca

2 . 1 Bölüm 2'de sözü edilen başlıca yerler

76

YAŞAM VE O L U M

devam ederek doğal dünyadan insan habitatlan meydana ge­ tirdi ve erken ortaçağda yaşama bariz bir türdeş olmayan bo­ yut kazandırdı. Bu doğal dünyanın zenginliğine ve çeşitliliğine kısaca göz atalım. Çeşitliliğin bazı yanlan, erken ortaçağda bugünkü kadar barizdi; örneğin Britanya'nın güneydoğu köşesindeki ovaların tarımsal potansiyeli ile kuzeydeki ve batıdaki dağlık bölgelerin yayla ekonomisi arasındaki ya da Akdeniz kıyı şeri­ dinin zeytinlikleri ve üzüm bağları ile Kuzey Fransa'nın tahıl yetiştiriciliği arasındaki karşıtlıklar. Bu gibi farklılıklar söz konusu bölgelerin karakteristik iklim örüntüleriyle etkileşen toprak tipinin ve jeolojik yapının bir bileşimini yansıtır. Yo­ ğun bölgesel farklılıklar -bir tarladaki toprak ile bir sonraki arasında ya da bir vadinin bir yamacı ile diğer yamacı ara­ sındaki gün ışığı miktan- kentsel yayılma ve yoğun makineli tanın çağında artık bariz değildir. Ama erken ortaçağda küçük bir yerelliğin farklı doğası bir başkasıyla karşılaştırıldığında, çoğu kez bütün bölgeler arası farklılıklar kadar önemliydi; zira her topluluk kendi yakın çevresinin potansiyellerine ve sınırlamalanna uyum sağlamıştı. Çiftçilik, beslenme biçimi, dokumacılık, giyim, çömlekçilik, inşaat malzemeleri: Hepsi bu mikro-bölgeler dünyasında kullanılabilir yerel kaynaklara uy­ gundu. Ara bağlantılar, bir yerleşim ile diğeri arasında temas sağlayan patikalar, yollar, kıyılar ve ırmakların yanı sıra daha sonraki bölümlerin araştıracağı toplumsal, ekonomik ve siya­ sal bağlardan da geliyordu. Erken ortaçağ manzarasının çeşitliliğinin diğer boyutları , insanoğlunun doğal çevre üzerindeki evrilen etkisini yansıtır. Yeni toprakları ekime açma çabası bunun bir işaretiydi. Po Ir­ mağı boyunca, Kuzey İtalya Ovası ilkçağın sonunda Mlıi bü­ yük ölçüde meşe ormanlanyla kaplıydı ve ormansızlaştırma ancak 10. yüzyıldan itibaren burada büyük bir etki yarattı. Aynı şekilde, Ren ve Tuna'nın doğusundaki topraklar büyük ölçüde ormanlık kaldı ve yeni gelen yerleşimciler bu orman­ lık bölgelerde 8. yüzyıldan itibaren tarla açmaya başlamala­ rına rağmen, yoğun orman kesimi 12. yüzyıldan önce Elbe