Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi 1911-1914 [1 ed.]
 9756051641

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

OSMANLI RESSAMLAR CEMİYETİ GAZETESİ

KİTAP YA YINEVt

-

146

SAHAFTAN SEÇMELER DİZİSİ - 13 OSMANLI RESSAMLAR CEMİYETİ GAZETESİ, 1911-1914

© 2007, KİTAP YAY!NEVİ LTD. TÜM HAKLAR! SAKLIDIR. TANITIM İÇİN YAPILACAK KISA ALINTILAR DIŞINDA HİÇBİR YÖNTEMLE ÇOCALTILAMAZ DANIŞMAN ALİ EMRE ÖZY!LD!RIM PROJE YÖNETMENİ VE YAYIMA HAZIRLAYAN YAPRAK ZİHNİOCLU LATİN HARFLERİNE AKTARAN İRFAN DACDELEN KATKIDA BULUNANLAR HATİCE AYNUR ADNAN ÇOKER YÜCEL DEMİREL GÜLSELİ İNAL GÜNER ÖZEN VASSİLİKİ PAPADOPOULOU TAHSİN ÖMER TAHAOCLU KİTAP TASARIM! SAVAŞ ÇEKİÇ GRAFİK UYGULAMA EDİZ ÇALIŞKAN

KAPAK RESMİ OSMAN HAMDİ BEY, KAPLUMBACA TERBİYECİSİ, SUNA VE İNAN KIRAÇ VAKFI KOLEKSİYONU

BASK! MAS MATBAACILIK A.Ş. DEREBOYU CADDESİ, ZACRA İŞ MERKEZİ B BLOK I MASLAK-İSTANBUL T: (0212) 285 ll 96 E:

[email protected] J. BASIM

HAZİRAN 2007, İSTANBUL

BU BASIM İÇİN LOKMAN ŞAHİN KOLEKSİYONUNDAN YARARLANILMIŞTIR YAYJN YÖNETMENİ ÇACATAY ANADOL

KİTAP YAY!NEVİ LTD. CİHANGİR CADDESİ, ÖZOCUL SOKACJ 20/ı-B BEYOCLU 34433 İSTANBUL T: (0212) 292 62 86 F: (0212) 292 62 87 E:

[email protected]

w:

www .kirapyayinevi.com

OSMANLI RESSAMLAR

CEMİYETİ

GAZETESİ

GüNC E LL E Ş T İ R İ L M İ Ş B A S I M

Y A Y I M A H A Z I R L A Y AN Y A P R A K Zi H Ni OC L U

helsakam® LİBA LABORATUVARLARI A.Ş.

KONFEKSİYON YAN ÜRÜNLERİ SAN. ve TİC. A.Ş.

Ü S M ANLI R E S S A MLAR CEMİYETİ GAZ ETE S İ'NİN LATİN ALFA B E S İ Y LE B A S IMINA S AGLADIKLARI D E STEK İÇİN TEŞE KKÜR E D ER İ Z

İ Ç İ N D EK İ LER Yaprak Zihnioğlu

Sunuş

Abdullah Sinan Güler

Giriş

IX

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ve naşir-i efkarı: Ehl-i Hıref'den özgür ressamlar örgütüne

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi 7 Kanunusani Numara 1 Hüseyin Haşim Vahid Midhat Rebii

Numara 2 Hüseyin Haşim Ahmed Ziya Midhat Rebii

Numara 3 Hüseyin Haşim Kemal Emin R uhi Ahmed Ziya Midhat Rebii

Numara 4 A . Kemal Emin Mehmed Faik Kemal Emin Sami Murtaza

1 326 [ 1 9 1 0]

XI

1 2 4 5 7 8

Maksadımız Resim Sınaat-ı nefisenin ehemmiyet ve faidesi İtibari menazır I Hakkaklık aleminde Osmanlı Ressamlar Cemiyeti merkezinde küşad edilen Daimi Satış Sergisi programıdır Şuunat Teşekkür Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Daimi Satış Sergisi Redd-i isnad

9 10 10 10 10

1 Şubat 1 326 [ 1 9 1 0]

11

Hat İtibari menazır il Hakkaklık aleminde Umum Resim Sergisi Programı Şuunat Teşekkür Tayin Azimet İhda Piyango İtizar

12 14 18 18 20 20 20 20 20 20 21

1 Mart 1 32 7 [ 1 9 1 1 ]

22

Ressam Şeker Ahmed Ali Paşa Karar Felsefe-i sanat 1 Paris 'ten mektup Hakkaklık aleminde Tebrik

23 26 26 28 -28 29 30

1 Nisan 1 32 7 [ 1 9 1 1 ]

31

Bir nazar Tarih-i sanat 1 Felsefe-i sanat il Louvre ' da Chauchard koleksiyonu - Bizim müzeye ihtiyacımız Teşrih-i tasviri 1 Tebrik

32 33 36 37 38 39

v

Numara 5 Hüseyin Haşim Mehmed Faik Sami Kemal Emin Murtaza

Numara 6 Hüseyin Haşim Kemal Emin Murtaza Sami

Numara 7 Hüseyin Haşim A. Rıza Mehmed Faik Kemal Emin Murtaza

Numara 8 H . V. Sami A. Kemal Emin Mehmed Faik Murtaza

Numara 9 Sami Mehmed Faik A. Kemal Emin Murtaza

Numara

10

Ebuşşefik Sami A . Kemal Emin Mehmed Faik

Numara

11 Ebuşşefik Sami

1 Mayıs 1 32 7 [ 1 9 1 1 ]

40

Ressam Şevket Bey Tarih-i sanat il Mektup - Meissonnier ve Louvre 'daki asarı Felsefe-i sanat III Teşrih-i tasviri il A za-yı Cemiyete

41 43 44 46 47 48

1 Haziran 1 327 [ 1 9 1 1 ]

49

Zamanımızdaki hattatine dair Felsefe-i sanat IV Teşrih-i tasviri III Esquisse ve ehemmiyeti - Müsabakaları Aza-yı Cemiyete

50 52 54 55 57

1 Haziran 1 327 [ 1 9 1 1 ]

58

Sanayi-i Nefise Mektebi'nin imtihan salonunu ziyaret Resme dair Tarih-i sanat III Felsefe-i sanat V Teşrih-i tasviri IV

59 60 61 63 65

26 Teşrinisani 1 327 [ 1 9 1 1 ]

67

ifade-i mahsusa ve itizar Sanayi-i Nefise Mektebi için I Terane-i şebab Musiki Tarihçe-i sanat IV Teşrih-i tasviri V Rica-yı mahsus Tashih

68 68 69 71 73 74 75 75

1 7 Kanunusani 1 327 [ 1 9 1 1 ]

76

Kariin-i kirama Sanayi-i Nefise Mektebi için il Musahabe I Tarihçe-i sanat V Tabiat Ş uu n Teşrih-i tasviri VI

77 77 79 82 83 84 85

1 6 Şubat 1 327 [ 1 9 1 1 ]

86

Kariat ve kariin-i kirama Sanayi-i Nefise Mektebi için III Fikr-i bedayipesend -L'idee esthetique Tarihçe-i sanat VI

87 87 89 92

25 Mart 1 32 8 [ 1 9 1 2] Nüsha-i Fevkalade Bir iki söz Müze-i Osmani müdür-i sabıkı merhum Hamdi Bey

94 95 95



Safvet Hüseyin Haşim Raif Necdet F. Rebii A. K. Vahid H. Avni A. Kemal Emin

Numara 1 2 Hüseyin Haşim Safvet Ahmed Süreyya F. Rebii Ebuşşefik A. Kemal Emin Ahmed Ziya Murtaza

Numara 13 A. Kemal Emin Hüseyin Haşim F. Rebii E mile Michel A.S. Ahmed Ziya

Numara

14

Bir düşünce Tezhip Heyecan-ı sanat Musikimiz Romanlardaki resimler Telehhüf Müze-i Hümayun' da bir ş ube-i cedide-i sınaat

98 99 101 1 02 103 1 07 109

Sanayi-i Nefise Mektebi'nde küşadı musammem galeri için Şehid-i sanat (Küçük hikaye) Ressam Nedim Bey merhumun ailesine

110 1 13 1 16

25 Nisan 1 32 8 [ 1 9 1 2 ]

126

Hutut-ı İslamiye - İnkisar Bahriye Müzesi Hikmet-i bedayi - Resim ve hat Mesai-i fikriye I Merhum Nedim Bey Dekor (Decor) Menazır Teşrih-i tasviri VII

1 27 129 1 32 136 138 139 143 145

25 Mayıs 1 32 8 [ 1 9 1 2 ]

1 50

joconde Fenerci Fikir ve fiil-i tefekkür II Sahra ressamları ile tabiat ( Mütercimi: Hüseyin Avni) Palette vücudu elzem olan renkler I Sath-ı menazıri

151 151 153 155 1 60 1 62

1 Mart 1 3 3 0 [ 1 9 1 4]

166

İftitah A.K. Büyüklerimizin borçları pek çoktur Muallim Vahyi Ressam Hasan Rıza Bey M. Sami Sanayi-i nefise hakkında bir iki söz Galib Bahtiyar Devr-i teceddüd ve sanayi-i nefise I Feyzi Uluğ Kahramanzade Ahmed Ferid Sanat-ı tersimde kadınlık M. Sami Selatinde incizab-ı tersim Mahmud Bey Hüseyin Haşim Yumurtalı boya Refik Sanayi-i Nefise Mektebi için IV M. S. Palette vücudu elzem olan renkler II A. S.

Numara 15

1 Nisan 1 3 3 0 [ 1 9 1 4]

İzale-i şübuhat için O. Asaf Sanatkarlarımızın yapacakları Muallim Vahyi Suriyeli merhum ressam Ahmed Bey Hüseyin Haşim Hümoristlik - Mizah ressamlığı Refik Kahramanzade Ahmed Ferid Mefkure-i sanat III - Aşk ve sanat Devr-i teceddüd ve sanayi-i nefise II Feyzi Uluğ Palette vücudu elzem olan renkler III A . S. Sanayi-i Nefise Mektebi için V Ressamlara dair I

vıı

1 66 167 1 69 1 72 1 77 181 1 85 1 87 1 89 1 93 1 96 1 99 1 99 200 204 207 215 22 1 227 228 230

[Numara 16]

(t.y. )

Kızlarımız için: Tabiiyat - Resim derslerindeki ehemmiyeti Muallim Vahyi Kahramanzade Ahmed Ferid Mefkure-i sanat iV - His ve hayal Oymacılık ve Bursalı Oymacı Fahri Bursalı Mehmed Tahir Vasıf Bey Palette vücudu elzem olan renkler iV A. S. Ressamlara dair il - Ziya ve renkler

Numara 17 Muallim Vahyi H. H. Refik Bursalı Mehmed Tahir Aziz Hüdayi M. Sami M. S. Charles Diehl Ö mer Adil [A. Boppe' den]

Numara 18 Galib Bahtiyar Muallim Vahyi Hüseyin Hicri Muallim Vahyi Aziz Hüdayi Refik Kahramanzade Ahmed Ferid Ömer Adil [A. Boppe' den]

1

Haziran

1330 [1914]

Hayalden hakikate Tomas Efendi Sanat duygusu Değirmencizade Bursalı İbrahim Efendi Bizde resim Palette vücudu elzem olan renkler V Ressamlara dair III Kavanin-i elvan İstanbul abideleri - Kariye Camii mozaikleri ( Mütercimi: Ahmed Refik) Boğaziçi ve ecnebi ressamları 1 -

1 Temmuz 1 3 3 0

[1914]

Sanayi-i nefisenin milliyet nokta-i nazarından tetkiki Hazreti üstadın şahsiyet-i ahlakiyesi Sanat ve himayet Milliyete doğru Abideler Çiçek ressamlığı Mefkure-i sanat V - Kabiliyet Boğaziçi ve ecnebi ressamları il

233 234 245 247 252 254 259 264 265 267 268 275 277 281 283 288 291 296 297 299 305 308 314 316 332 335

Tablolar, çizim, eskiz ve hatlar

343

Dizin

348

\111

SUNUŞ YA P R A K

Z i H Nİ O C L U

Istanbul'da, 1 9 1 1 - 1 9 1 4 yılları arasında Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ' nce (kuruluşu 1 90 9 ) Şerif Abdülkadirzade Hüseyin H aşim Bey ( ö . 1 93 0 ) yönetiminde yayımlanan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi ( aylık, 1 8 sayı yayımlandı, 320 sayfa, 24x33cm) modern Osmanlı resim sanatının kaynak metinlerini içerir. Gazete/mecmua, dönemin resim ustalarının yapıtlarını ve yaşamöykülerini, zamanın sanat ortamının tartışmalarını ve eleştirileri kapsar. Sanayi-i Nefise Mektebi'nin açılmasıyla ( 1 8 8 3 ) birlikte yeşeren çağdaş resim sanatının, Hoca Ali Rıza (ö. 1930), Hüseyin Avni Lifij ( ö . 1 927), Ruhi Arel ( ö . 1 93 1 ), Ahmet Ziya Akbulut ( ö . 1 93 8 ) ve Sami Yetik (ö. 1 945) gibi ustalarının yazılarının bulunduğu gazete/mecmua gerek içeriğiyle, gerek görsel açıdan II. Meşrutiyet döneminin resim ve plastik sanatlar ortamını ve anlayışını yansıtır. Gazeteyi yayımlayan hevesli, genç sanatçıların çağdaş resme olduğu kadar hat, tezhip, cilt sanatına ve ustalarının yaşamöykülerine de yer vermeleri geleneksel sanatları da önemsediklerini gösterir. Zamanın güzel sanatlar ortamını ve haletiruhiyesini yansıtan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi'nin Arap harfli basılmış olması ve kütüphanelerde nüshalarının sınırlı sayıda bulunması dolayısıyla dönemle ilgili araştırmalarda kullanılmasında kısıtlar yaşandığı için, bu kaynak metni güncelleştirilmiş basımıyla okurlara sunmayı amaçladık. Bu basımda Latin harflerine çeviri ve az bilindiğini düşündüğümüz sözcüklerin -metne eklenen köşeli ayraçlar içinde- diliçi çevirileri, açıklamaları yapıldı. Arap harfli metinde yabancı özel adların yazımı, orijinal dildeki imlası ile değil, Türkçedeki söyleyişe göre yazıldığı için bu isimler araştırılıp orijinal imlasıyla gösterilmeye çalışıldı. Kaynak metinde kimi zaman hem Türkçe telaffuzu hem de orijinal dildeki yazılışı parantez içinde verilen Fransızca sözcüklerin kontrol edildikten sonra orijinal imlası gösterildi. Osmanlı dönemindeki metinlerde yabancı isim ve terimlerin Türkçedeki imlası, nasıl okundukları üzerine sistemli bir çalışma olmadığından okunuşunu önerdiğimiz isimler konusunda tereddüdümüz olduğunu belirtmek gerekir. Aynı durum matematik, geometri ve fizyoloji terimleri ve çevirileri için de geçerlidir.

ıx

LATİN HARFLERİNE ÇEVİRİ VE GÜNCELLEŞTİRİLMİŞ BASIMDA İZLENEN YÖNTEM Güncelleştirilmiş basımda aşağıdaki kurallara uyuldu: 1 . İmla: Türkçe sözcüklerde günümüz imlasına uyuldu (Ana Yazım Kılavuzu, 1 0. bs. İstanbul: Adam Yayınları, 1 995; Dil Derneği, Yazım Kılavuzu, 6 . bs. Ankara: 2005 ) . Arap harfli metnin çevirisinde, Arapça v e Farsça sözcüklerin imlasında Ana Yazım Kılavuzu ( age), Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi (İstanbul: Gelişim Yayınları, 1 984) ile J. Redhouse, A Turkish English Lexicon ( Beyrut: Librairie du Liban, 1 9 87) esas alındı ve Mehmet Kanar, Örnekli Etimolojik Osmanlı Türkçesi Sözlüğü ' nden (İstanbul: Derin Yayınları, 2 00 3 ) yararlanıldı. 2. Diliçi çeviri: Az bilindiği düşünülen kimi Arapça­ Farsça sözcüklerin ve tamlamaların günümüz Türkçesindeki karşılıkları, köşeli ayraç içinde metne eklendi . Gerektiğinde, sözcüklerin bağlam içinde kazandığı anlam verildi.

Okunamayan/anlaşılmayan sözcükler, basım hataları: Metinlerdeki kimi dizgi hataları düzeltildi. 3.

Anlatım bozukluğu görülen cümleler ise olduğu gibi bırakıldı. 4. Yabancı özel adlar ve sözcükler: Kaynak metinde yabancı özel adlar Türkçede söylendikleri gibi yazıldığından basımda özel adların imlası Lfonard de Vinci, Michel-Ange ve Raphael dışında­ AnaBritannica ( İstanbul: Ana Yayıncılık, 1 9 8 6 ) esas alınarak değiştirildi: Ten-Taine gibi . . . Dilimize geçmediği tespit edilen Fransızca tabirlerin kaynak dildeki imlası köşeli ayraç içinde gösterildi.

Günün söyleyişini/imlasını sınırlı olarak yansıtma: Gazetenin yayımlandığı dönemin 5.

imla özelliklerini gösteren " istil, feylesof, sahife " gibi bazı sözcüklerin metindeki imlası korundu.

Takılarda incelme eğilimi yer yer yansıtıldı: tamamiyle, iltimaatiyle gibi. Metinlerde, çoğu zaman kaynaştırma y'sinin kullanılmadığı, "ile " bağlacının sözcüğe doğrudan eklendiği görüldü. B u durumlarda günümüzün seslendirme eğilimlerine uymak için ince sesliyle bitenlerde " ile" bağlacı bitişikse " -iyle " biçiminde; kalın seslilerde ise ayrı okundu/yazıldı: elile: eliyle ve sevkıle: sevkı ile gibi. -y sesinin kendisinden önceki geniş ünlüleri daraltması özelliğiyle ilgili olarak bugünün imlasına uyuldu: Gitrniyen-gitmeyen, ışıldayor-ışıldıyor gibi. Hece düşmesinin imlaya yansıtılmadığı örnekler değiştirildi: şehiri-şehri, omuzu-omzu gibi. Bazı durumlarda -mak ekiyle kurulan eylemlikler -ma ekiyle kullanıldığı biçime dönüştürüldü: yapmağı-yapmayı. 6. Noktalama imleri: Noktalama imlerinde kimi özellikler korunarak, günün imlasına uyuldu. Kaynak metinde, yabancı özel isim ve terimlerde kullanılan parantezler kaldırılarak, gerektiğinde tırnak imi ile gösterildi. 7. Tarihleri çevirme: Ay, gün belirtilmeden verilen yıllar Hicri tarih addedilerek Miladi tarihe çevrilerek köşeli ayraç içinde gösterildi. 8. Arap harfli kaynak metne gönderme: Çeviri metnin kenar boşluklarında kaynak metnin sayfa sayıları gösterildi. Orijinal metin web sayfamızda okurlara sunuldu. (www.kitapyayinevi.com)

Yararlanılan kaynaklar AnaBritannica Genel Kültür Ansiklopedisi. İstanbul: Ana Yayıncılık, 1986.

Arseven, Celal Esad. Sanat Ansiklopedisi. 4 c. lstanbul: Maarif Matbaası, 1 950. Benezit, E. Dictionnaire critique et documentaire des peintres, sculpteurs, dessinateıırs et graveurs, 8 c. Librairie Gründ, 1 94 8 . Biiyiik Laroıısse Sözlük v e Ansiklopedisi 20 c . İstanbul: Gelişim Yayınları, 1 9 84. Çoker, Adnan. Osman Hamdi ve Saııayi-i Nefise Mektebi. İstanbul: Mimar Sinan Üniversitesi Yayını, 1983. Devellioğlu, Ferit. Osmanlıca - Türkçe Ansiklopedik Sözlük. 1 8 . bs. Ankara: Aydın Kitabevi, 200 1 . lmla Liigati. lsranbul: Devlet Matbaası, 1 929. lstanbııl Ans ik lopedisi. 8 c . lstanbul: Tarih Vakfı, 1 994. K.mar, .\1ehmet. Örnekli Etimolojik Osmanlı Türkçesi Sözlüğü. lstanbul: Derin Yayınları, 2003. Özön, .\1. _ 'ihat. Resimli Büyük Türk Dili Sözlüğü. İstanbul: Arkın Kitabevi, 1 97 1 . Pt'tıt L:ıruusse. Pari : Librairie Larousse, 1962. Redhouse.J. W. A Turkish and English Lexicon. Beyrut: Librairie du Liban, 1987. L'naL Ekrem Kadri. Ekmeleddin İhsanoğlu, Suat Vural. Osmanlıca Tıp Terimleri Sözlüğü. Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2004.

OSM A N LI RE SSA M LA R CEMİYETİ VE N A Ş İ R-İ E F KAR I EHL-İ HIREF1DEN ÖZGÜR RESSAMLAR ÖRGÜTÜNE

" . . . Tanrıya çok şükürler olsun, çok işlerde olduğu gibi, bu sanatta da milletimiz başkalarından pek geri kalmamıştır. Bizim Avrupa galerileri gibi sergiler açacak kadar tablolarımız yoksa da, bizim zenginliğimiz başka türlüdür, bizim malımız başka türlü güzeldir, başka yönden değeri vardır. .. " " . . . Bize öğretin. Çoğumuz üslup nedir bilmiyor. . .

Rebii, Tomas Efendi, Müfide Kadri, Rıfat gibi sanatçıların da katılımıyla üye sayısını artırmıştır. Daha sonra, 20. yüzyılın başlarında, Avrupa 'nın çeşitli şehirlerine, özellikle Paris'e, sanat eğitimi için gönderilmiş sanatçılar da, 1 9 1 4 'te I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla yurda döndüklerine Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ' ne girmişlerdir.

"

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti kurucu üyeleri, önceleri İtalyan Lokali olarak kullanılan ve Galatasaraylılar Yurdu adı altında bir Türk kulübü haline getirilmiş olan Societa Opera'da Avrupa' dan gelmiş bu ressamlarla, ( bu arada, " 1 9 1 4 Kuşağı" ya da " Çallı Kuşağı" adlarıyla bilinen bu sanatçıların, Türk sanatında gerçek bir dönüm noktası yaratmış oldukları yolundaki varsayımı hatırlatmak isteriz) Türk sanat tarihinde daha sonra Galatasaray Sergileri olarak anılacak toplu sergilerin ilkini 1 9 1 6 'da açmıştır. 1 9 1 6 ' daki ilk sergiden sonra her yıl düzenli sergiler açan cemiyet, 1 9 1 9 ' da tüzüğünü genişletmiş ve "Türk Ressamlar Cemiyeti " adını almış, Cumhuriyet'in ilanından birkaç yıl önce beşinci sergisini Ankara ' da açarak etkinliklerinin kapsamını genişletmiştir. Cemiyet 1 92 6 ' da yeniden ad değiştirerek önce "Türk Sanayi-i Nefise Birliği " , sonra d a " Güzel Sanatlar Birliği" adını almış; 1 940'tan sonra etkinliğini yitirmiştir.

Tarih-i Osmani Encümeni üyelerinden Safvet'in

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi'nde yayımladığı yazılardan . . .

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi'nin, dönemin aydınları arasında, hele Tarih-i Osmani Encümeni gibi resmi bir kurumu temsil eden bir " münevver" nezdinde kabul gördüğünün önemli bir kanıtı mı? I

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, İkinci Meşrutiyet'in ilanından (23 Temmuz 1 90 8 ) az sonra, 1 909 'da faaliyete geçen yeni Meclis-i Mebusan tarafından önemli değişikliklerle yeniden yürürlüğe konulan 1 8 76 Kanun-ı Esasi'sinin cemiyet kurma özgürlüğünü kabul ve beyan eden 1 2 0 . maddesine ve hemen akabinde çıkarılan 1 909 tarihli Cemiyetler Kanunu 'na istinaden kurulmuş bir dernektir. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi de, bu cemiyetin " naşir-i efkar" ıdır.

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti' nin işlev ve faaliyetlerinin ve plastik sanatlar tarihimiz içindeki seyrinin 1 9 1 9 ' da, Türk Ressamlar Cemiyeti'nin kuruluşuyla bittiği genel olarak kabul görür. Ancak, Türk Ressamlar Cemiyeti'nin 1 0 Kanunuevvel 1 3 3 5 'te [ 1 9 1 9 ] kurulup hükümet tarafından onaylanan nizamnamesinin 1 33 7 [ 1 92 1 ] sergisi katalogunda yazılı olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti' nin faaliyetleri 1 9 2 1 'e kadar sürse bile, hukuken varlığını bir başka kuruma devrettiği tarih olan 1 9 1 9' u cemiyetin varlığının sona erdiği yıl olarak kabul etmemiz gerekir. 1 9 1 9 'dan sonra düzenlenmiş Galatasaray Sergileri'nin Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'ne nasıl atfedildiği de cevaplanması gereken bir sorudur.

1 90 8 ' de İkinci Meşrutiyet'in ilanıyla başlayan ve görece reformist ve yenilikçi düşüncelerin oluşmasına olanak sağlayan dönemin kısmen özgürlükçü yapısının sanat ortamına da yansıması sonucu, aralarında Sami (Yetik), Şevket (Dağ), Hikmet ( Onat), İbrahim ( Çallı) , Agah Bey, Ruhi (Arel) , Kazım Bey, Ahmed İzzet, Ahmed Ziya ( Ak bulut) (yani Menazırcı Ahmed! ) ve ilk heykel sanatçılarımızdan Mesrur İzzet'in de yer aldığı farklı sanat anlayışlarına sahip bir grup genç sanatçı tarafından 1 90 9 ' da kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, kısa bir süre sonra, Feyhaman (Duran), Hüseyin Avni ( Lifij ), Murtaza, Midhat XI

T .ırihçe i kabaca bu şekilde çizilebilen Osmanlı Ressamlar Cemiyeti' nin, sanat ve resim sanatı tarihimiz içinde önemli kılan en önemli nedenleri de belirlemeye çalışacak olursak, Devlet-i A liye' nin ilk özgür sanatçı derneğinin olmasının yanı sıra daha sonra halife olacak olan Şehzade Abdülmeci d ' in himayesinde kurulmasıdır ki, Osmanlı dünyasına pek de yaba ncı bir durum olmayan sanatçı hamiliği geleneğinin burada da devam ettiğini ve nihayete erdiğini görmekteyiz.

ve minnettarız. " Görüldüğü gibi, taltifat ve teşvikat kelimeleri, maddi destek konusunda yeterince açık olmamasına rağmen, Abdülmecid Efendi' nin hamiyetini hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açıklıyor gibi görünüyor. Ancak, Binbaşı Ahmed Ziya ' nın 3. sayıdaki başlıksız yazısında geçen " . . . iki seneden beri büyük müşkülat ve azim ile kurulmuş olan bu cemiyet. . . " sözleri Abdülmecid ' in maddi desteğinin nereye kadar olduğu konusunda bazı kuşkular doğuruyor. Yine de, gazetenin ilk on sayısının kapak sayfalarında fırça, palet ve Osmanlı sembollerinden oluşan romantik bir tezyinatın içinde gördüğümüz Abdülmecid Efendi portresinden ve 2. sayıdaki bir diğer portresinin altındaki Hüseyin Haşim imzalı bir kıtadaki:

Il

Burada öncelikle, Şehzade Abdülmecid ' in himayesi meselesi üzerinde biraz durmak gerekir; zira cemiyetin kurulduğu, naşir-i efkarın yayımlandığı dönemde şehzade olan geleceğin İslam halifesi Abdülmecid Efendi, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ile ilgili hemen tüm yayınlarda, yazılarda ve makalelerde rastlayabildiğimiz ve kaynağı asla belirtilmeyen bir bilgiden yola çıkılarak, cemiyetin maddi destekçisi olarak da belirtilmektedir; ancak, bu durum, cemiyet ile ilgili yayınlarda, himaye meselesinin pek haklı ve doğal olarak maddi desteği de içermesi gerektiği gibi bir düşünceden yola çıkılmış olduğundan zorunlu bir kabul ve onay görmekle birlikte, cemiyetin tarihinde netleşmemiş bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.

Cemiyet ile ilgili yayınlarda, kaynağı belirtilmemiş bu hamilik meselesinin temel kaynağının, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi' nin 1. sayısının 1. sayfasındaki "Maksadımız" başlıklı yazıda geçen bazı kelimeler olması kuvvetle muhtemel gibi görünüyor. Gazetenin bu ilk ve başyazısının adı belirtilmemiş yazarı ( büyük bir ihtimalle aşağıda da belirtileceği üzere Şerif Abdülkadirzade Hüseyin Haşim) yazısının bir yerinde şöyle demekte: " . . . Sanayi-i nefisedeki iktidar-ı mahsusları cihetiyle hanedan-ı saltanat-ı seniyenin medarı iftiharı olan ve tasvir-i alileri gazetemizin serlevhasına vücud-ı maal1nümud-ı necabetpenahileri de cemiyetimizin riyaset-i fahriyesine şerefbahş buyuran devletlu, necabetlu A bdülmecid Efendi hazretlerinin, cemiyetin her veçhile mazhar-ı feyz ve teali olması emrinde mütemadiyen i braz buyurmakta oldukları talrifat ve teşvikatı terakkiyata nailiyetimiz hakkında bir beşaret-i mahsusa olarak telakki eylediğimizden bu cihetle de bahtiyar ve mü arünileyh hazretlerine karşı daima müteşekkir

Ey abd-i serefrazı hüdavend-i Mec1din Cem' iyetimiz buldu vücudunla sa'adet Kılsın ebedi şaşa'a-i zatını Allah Ey necm-i zeka bedr-i deha mihr-i necabet şeklindeki şükran sözlerinden, Abdülmecid Efendi'nin en azından gazetenin çıkışına maddi desteğinin olduğunu açıklıyor gibi görünüyor. Abdülmecid Efendi'nin cemiyetin ilerlemesi ve amaçlarına ulaşabilmesi için sunduğu taltifat ve teşvikat, sanat tarihimizde devletin sunduklarından bağımsız bir 'sanatçı hamiliği' konumunun başlangıcını da ifade etmektedir. Ve bu kavramı da içeren bu dönem, plastik sanatlar tarihimizde yepyeni bir dönemdir. Muhtemelen Şehzade Abdülmecid'in hamiliğinin ve İkinci Meşrutiyet'in İkinci Abdülhamid yönetimine kıyasla - görece özgürlük ortamının verdiği cesaretle, sanatçılar, kendilerini hafif alaya alan bir tarzla, artık çıplak kadın resmi yapmak istediklerini, çünkü çıplak modelden çalışmanın sanatın gelişmesi için son derece gerekli olduğunu bile belirtebilmektedirler. 14. sayıda, " Garb'ın asar ve sanayi-i nefisesi kadın ve kadınlığın cebhe-i ismet ve nur-ı cemalinde parlar, hatta yine Garb'a göre, onun üryanlığı üstünde gezinir . . . Onlar bütün ahlaki ve gayri ahlaki saikalarla mertebe-i dehaya ulaşırken bize o, saf, bakir dağlar, ormanlar, denizler kalmıştır . . . " diyen Kahramanzade Ahmed Ferid, bu sözleri daha önce söylemek cesaretini sanırız bulamazdı. Cemiyetin, Osmanlı devletini n ilk özgür sanatçı Xll

düşün enin olu masına olan katkılarıdır. Süreli yayınların Ban'da gelişmesi, kitaplarda bilimsel şekilde verilen bilgileri popüler bir dille anlatmanın aracı olmasından kaynaklanır.

derneği olması durumuna da değinmek isteriz. Batı ' nın zihinsel üretim dünyasının vazgeçilmez unsurlarından olan, resmi düşünceden bağımsız bilimsel kurumlaşma olgusunun, yani bir diğer deyişle, " resmi yapıdan bağımsız örgütlenmiş düşünce " anlayışından kısaca söz etmek gerekir. Batı 'da, 1 7. yüzyıldan sonra, Rönesan s ' ın kültürel ve düşünsel mirasının üzerinde kurulmaya başlanan ve 1 8 . asırda parlak bir dönem yaşayan bilimsel derneklerin ve kurumların, modern düşüncenin yayılmasında ve bilim üretiminde çok önemli rolleri olduğunu biliyoruz. Gerçi, bilimsel örgütlenme, Fransa ' da Academie Française ( 1 63 5 ) y a da Rusya ' d a Saint Petersburg Akademisi ( 1 72 7 ) örneklerinde görüldüğü gibi, önce devlet eliyle başlatılmıştır. Ancak zaman içinde, Aydınlanma Çağı ' nın getirdiği rasyonalist düşüncenin zengi nliğini temel almış, devletin ve kilisenin egemen düşünce yapısından ve Orta Çağ'da resmi kilise-devlet düşüncesinin savunuculuğunu yapmış üniversitelerden ve a kademilerden kendini soyutlamış bağımsız bilim ve düşünce kurumları kurulmuş ve birçoğu, bilim üretimindeki varlıklarını günümüze kadar sürdürmüşlerdir.

Bu aktardığımız durumların da, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti' nin durumuyla çakışabildiğini görüyoruz. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, her şeyden önce, devletten, resmi düşünceden ve resmi yapıdan bağımsız gibi algılanması mümkün bir düşünce kurumuydu; Türk plastik sanatlarının düşünce gelişimine ve sanat literatürümüze olan katkılarından söz etmek bir yana, bunun öncüsüydü; popüler bir dille, halka resmi ve sanatı sevdirmek amacını taşıyan bir süreli yayını vardı. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, döneminin düşünce yapısı üzerinde, ilgilendiği alan itibariyle, tüm toplum nezdinde o denli güçlü etkiler bırakmış olmasa bile, sanat dünyamız ve entelijansiyası içinde, bir düşünce disiplini geliştirmiş olması ve daha da önemlisi plastik sanatlar teorisi kurma çabaları açılarından çok önemli bir role sahip olduğuna inandığımız bağımsız bir sanat kurumudur. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi ise, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti' nin plastik sanatlar düşünce tarihimize ve sanat literatürümüze katkısıdır.

Osmanlı devletinde, bilimsel ve sanatsal kurumların gelişmesi, klasik bir tanımlamayla söylersek, gecikerek de olsa benzer bir gelişim göstermiştir gibidir. İlgilendiğimiz alanı ele alacak olursak, bildiğimiz gibi önce devlet eliyle, Sanayi-i Nefise Mekteb-i A lisi kurulmuş; düşünsel örgütlenmenin temel kaynağı olan yetişmiş, eğitimli insan sorunu çözüldükten; düşünsel ve eylemsel planda altyapı oluştuktan sonra, devlet eliyle kurulan bu kurumu, düşünce özgürlüğüne kısmi bir yol açmış olan İkinci Meşrutiyet döneminde -tek bir örnek dahi olsa- resmi düşünceden bağımsız bir sanat örgütü olan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti' nin kuruluşu izlemiştir.

m

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, kuruluşu ve faaliyetleriyle neyi amaçlıyordu ? Neleri gerçekleştirdi ?

Şüphesiz ki, bilim ve sanat kurumlarının varlıkları, bir ülkenin bilimsel gelişimine ve bilimsel gelişiminin tarihine bulundukları katkı oranında önem taşırlar. 1 66 7' de kurulan Royal Society of London' ın tarihinin 1 667' de yazıldığını görmemiz bile bize bu kurumun kısa bir zaman dilimi içindeki etkinliklerini açıklamaya yeter. Bir diğer olgu da, bu kurumların süreli yayınlarının bilimsel

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin kuruluş gerekçeleri hakkında bize en iyi fikri verebilecek vesika, gazetenin birinci sayısının birinci sayfasında, " Maksadımız" başlığı altında yayınlanan ve aslen gazetenin neşir maksadıyla ilgili olmasına karşın, cemiyetin kuruluş gerekçeleri hakkında da önemli ipuçları veren sunuş yazısıdır. Yazarının belirtilmediği bu makalenin yazarının, gerek dergi yönetimindeki konumu, gerekse diğer makaleleriyle yazım biçimi ve ağdalı dili açısından benzerlikler göstermesi nedeniyle, Şerif Abdülkadirzade Hüseyin Haşim olduğunu tahmin ediyoruz. Bu metinde en dikkat çeken cümle, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ' nin kuruluş amacının, Osmanlı devletinde ressamlığın ilerlemesi ve

XIII

Osmanlı ressamlarının geleceklerini temin doğrultusunda birleşmeleri esasına dayanmakta oluşunu ifade etmektedir. Ayrıca, haklı bir ekonomik kaygı göze çarpmaktadır. Kendilerini resim sanatına adamış bu genç ressamlar, ülkeye resim kültürünü yayarken hayatlarını da sağlamak zorundadır. Gazete yazarlarından Ebuşşefik, 11. sayıdaki yazısında, resmin ülkede rağbet görmeyişinin ve pazarının olmayışından yakınırken ülkede resmin önemsemeyişinin yanında kendi ekonomik kaygılarını da üstü kapalı bir biçimde dile getirmektedir. Ancak misyon, tutku derecesinde bağlandıkları resim sanatının ülkede gelişmesini sağlamak için çalışmaktı ve " şu muhterem millet, kendisinin şanı ile mütenasip bir derece-i aliyeye irtikasını mucip olacak münevver bir devrin tulu edeceğine itimat-ı kalbi ile muntazır" ise bu münevver devrin doğuşu için gerekli araçlardan biri resimdi ve ülkede resmi ve resim kültürünü geliştirmek, dolayısıyla medeniyet dünyasına bir adım daha atabilmek için gerekli araçları sağlamak görevi de Osmanlı ressamlarının tek örgütü olan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti' nindi. Bundan ötürü, Osmanlı toplumunun, her dalda olduğu gibi, fen ve sanat dünyasının, çağın kavramları olan bilim, eğitim ve kalkınma ülkülerinin büyük yolunda ilerlemek çarelerine başvurması, yurtsever Osmanlı ressamlarının " . . . ihlas-ı tam ile bir cemiyet teşkil eylemişler ve sevgili vatanımızı cilvegah-ı bedayi ve kemalat eylemek maksadı ile bezl-i mesai eyleyen erbab-ı fonun ve sınaat silsilesine katılmalarında . . . " etkili olmuştur. Batı sanatı karşısında duyulan hayranlık, yerini Batı teknolojisi karşısındaki ezikliğe bırakınca, Osmanlı ressamları da yurtseverlik gereklerini yerine getirmişler ve kendi deyimleriyle, büyük yükselme yolundan göz yumarak yaşamaklığın zararlı etkileri yüzünden mutluluğa ulaşamayan bu vatanı mutlu kılmak, o mutluluğu görmekle, bir kutsanmışlık elde etmek için çalışmaktan uzak kalmamayı kendilerine özel görev bilmişlerdi. Cemiyet, resmin gelişmesini güzel sanatların gelişiminden ayrı düşünmemiş, A. Kemal Emin, "Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi'nin cümle-i vezaifinden biri, belki birincisi yalnız resmin değil

sanayi-i nefisenin mülkümüzde temin-i revacı olacağı şüphesizdir," derken, resim kültürünün ancak tutarlı bir güzel sanatlar k ültürü içinde verilebileceğini ortaya koymuştu. Gazete yazarlarından Aziz Hüdayi ise, 17. sayıdaki yazısında, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti' nin kuruluş gerekçesini şu sözlerle ifade etmektedir: " Ressamlar Cemiyeti, ' resim ve heykeltıraşlık akademisi' nin Osmanlılıktaki şeklidir . " Şüphesiz kişisel bir temenni olan bu görüşün cemiyeti de bağladığını düşünecek olursak, ilk dikkatimizi çeken nokta, cemiyetin gelenekten ayrıldığı noktayı belirlemek konusundaki kararlılığıdır. lleriki sayfalarda göreceğimiz gibi, cemiyet üyeleri, Sanayi-i Nefise Mektebi'nin eğitim sistemi ve faaliyetlerini sürekli eleştiri konusu yaparken, zaman zaman Batı ' daki sanat eğitim kurumları ile de kıyaslamalar yapmakta, bu ise, resim bilincini ve kültürünü topluma mal etme amacının ardında gizli bir "yerli gelenekle hesaplaşma " amacının olduğunu göstermektedir. Sanayi-i Nefise çıkışlı bu genç sanatçıların " resim geleneği "ni mezun oldukları eğitim kurumunun biçimlendirdiğini düşünürsek, belki de geleneğin kendilerine bir şey sunmadığını düşünen bu gençlerin çıkış yolu, " ressam ve heykeltıraşlık akademisi " nin kendilerince, Osmanlılıktaki şeklini kurmak, geleneksel eğitim veren bir kurumu reddedip evrimci bir kurum oluşturmaktı. Gerçekleştirdiği yeniliklere gelince . . . Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, Türk resim sanatı tarihine, sergi açmanın ötesinde sanat ve sanatçı hukuku açısından da önemli bir katkıda bulunmuştu. Resmin, sanat pazarı içindeki yerini oluşturma çabalarını gördüğümüz cemiyet üyeleri, henüz sanatçı-galeri-galerici ilişkilerinin başlamadığı bir toplumda, bu ilişkilere esas teşkil edecek sözleşmeler de kaleme almışlardı. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti' nin düzenlediği ilk ve tek büyük sergi 1916 Galatasaray Sergisi 'dir. ( Cemiyetin yazlık Galatasaray sergilerinin daha küçük boyutlarda olduğunu, 1919 yılından sonra düzenlenmiş beş serginin Osmanlı Ressamlar Cemiyeti tarafından değil, Türk Ressamlar Cemiyeti tarafından düzenlendiğini bize Halil Edhem aktarıyor. }

xıv

1 1

Görülüyor ki, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, diğer taraftan Türkiye' nin ilk sanat galerisi olma işlevini de üstlenmiş, "program" adını verdikleri sözleşmelerle, galericilik kurallarının ilk örneklerini de vermişlerdir. Türk resim sanatı tarihinde, sanatın ve sanatçının korunmasına ilişkin ilk kuralları içeren ve Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin adeta bir "galeri-galerici­ sanatçı" ilişkisi kurulmasına olanak sağlayan, " Osmanlı Ressamlar Cemiyeti merkezinde küşat edilen daimi satış sergisi programıdır" ( sayı 1 ) ve "Umum resim sergisi programıdır" (sayı 2) başlıklı belgeler bu durumu yeterince açıklığa kavuşturan vesikalar olarak karşımızdadırlar.

yönetim kurulunun resmi bildirisiyle yansıya bileceğini, ya da en azından bu tarz yazıların daha sıklıkla olması gerektiğini söyleyebiliriz. Bu ilişkiyi, iki kurum arasındaki düşünsel ve eylemsel bir ilişki bağlamında değil, kişisel ilişkilerden kaynaklanan bir şahıslar-kurum ilişkisi şeklinde ele almamızı sağlayan veri budur. v

Cemiyetin, yayın organındaki makale ve yazılardan açık seçik algılanabilen fikri yapısını, resim ve heykel tarihi yazıcılığımızın üzerinde çok durduğu bir 'gelenek' sorunu çerçevesinde çözümlemeyi sanat tarihi bilimi adına çok isterdik. Çünkü eğer sanat tarihi bugün Türkiye'de bir ' beşeri bilim' dalı olarak hak ettiği yeri almışsa (ya da alamamışsa bile), Panofsky'ye inancımız tamdır. Ya da Panofsky'ye inandığımız için sanat tarihi Türkiye'de hak ettiği yeri almıştır. Her iki durumda da beşeri bilimlerle uğraşan bilimciler olarak, insana yönelik düşünce sistemlerinin uygulayıcıları olmak durumundayız ve Panofsky' nin özetle " egemen düşünce" olarak adlandırdığı geniş bir kavramlar dizisiyle anlam kazanan yapıdan kendimizi korumalı; yöntemsel olarak geleneğe yönelmeliyiz. Sadece yönelmekle kalmamalı, sanki üzerinde çalışılması gereken sahici ve nesnel bir şey gibi gözlemlemeliyiz de . . .

IV

Bağımsız bir sanat kurumu olarak nitelendirdiğimiz Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin " bağımsız olma niteliği"ne hiç gölge düşmüş müdür ? 1 9 1 2 ' de tekrar iktidara gelen İttihat ve Terakki Cemiyeti ' nin, farklı propaganda araçlarına yöneldiğini ve dönemin aydınlarını siyasal söylemi doğrultusunda eserler vermesi için etkilemeye çalıştığını söylememiz mümkündür.

1

1 9 1 2 yılında Tıbbiye öğrencileri tarafından kurulan Türk Ocağı, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin programını gençlik arasında yayma işlevini üstlendi. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin kurucu üyelerinden Ruhi'nin o dönem yaptığı bazı resimlerini Enver Paşa' nın konağında yaptığını, hatta Enver Paşa ' nın bu tablo için bizzat poz verdiğini bilmemiz Türk Ocağı ile Osmanlı Ressamlar Cemiyeti arasında belli belirsiz bir ilişkinin varlığını akla getirebilir. Ancak, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi'ndeki bazı yazılarda (mesela "]oconde" başlıklı yazı), İttihat ve Terakki tarzı -o da belli belirsiz- bir milliyetçilik propagandasının yapıldığını saptayabilmemiz mümkünse de, ileriki bölümlerde değinilecek olan bu yazıların, vatanperverlik düşüncelerinin etkisinde yazılmış olması da muhtemeldir. Kısacası, bu ilişkiye kuşkuyla bakmak gerekir. Bizi, bu şekilde düşünmeye sevk eden nedir ? Türk Ocağı gizli bir cemiyet değildi; Osmanlı Ressamlar Cemiyeti de . . . Türk Ocağı ile Osmanlı Ressamlar Cemiyeti arasında düşünsel planda bir alışveriş olsaydı, bunun cemiyetin gazetesinin sayfalarına daha açık seçik bir şekilde, yani belki de cemiyetin

Ancak, Panofsky'nin, tüm sanat değerlerini -ve tabii ki sanat düşüncesini- katıksız insan düşüncesinin yarattığını savunan " insana yönelik sanat tarihi bilimi " sanatın herhangi bir amaç doğrultusunda yaratılmasını, ya da hangi amaçlar için yaratıldığını değil, hangi toplumsal dürtülerle yaratıldığını önemli kılıyor. " Egemen düşünce " ile olan karşıtlık burada belirmekte, çünkü bu düşünce sisteminin bilinçli ya da bilinçsiz- uygulayıcıları bir amaç için yaratılmasını ister. Mesela, İttihat ve Terakki özellikle edebiyatta, bir amaç için, Türklük ülküsü için yaratılmasını istemişti. Halbuki toplumsal dürtü-sanat yara tısı ilişkisinin da yandığı nokta gelenektir. Geleneği ise kronolojik bir sorun şeklinde değil, öncül ve ardıllarla olan düşünsel ve etkinliğe yönelik ilişkiler bağlamında ele alıyoruz. Kimler, kimlerle nerelerde benzeşip, nerelerde birbirlerinden ayrılıyorlar. Birbirlerini ne kadar etkilemişler. xv

Ancak, "gelenek " çerçevesinde çözümlemeyi zorlaştıran başlıca sorun, yukarıda da değindiğimiz gibi, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin öncüllerinin ve kuramsal altyapısının olmayışıydı. Osmanlı topraklarında sanat düşüncesi adına ilk ürünleri verenler kimlerle hesaplaşacaktı. Onlar bir hesaplaşma içine girme ihtiyacı hissetmişlerse eğer, üstlendikleri misyon adına, ancak çağdaşlarıyla hesaplaşabilirlerdi. Biliyoruz ki, tarih biliminde ve yazıcılığındaki soruların cevapları a ncak birincil kaynaklara yönelmekle m ümkün olur. Birincil kaynağımız olan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ' nin " naşir-i efkar " ının içindeki malzemenin bizim için taşıdığı önem burada beliriyor. Sanayi-i Nefise Mekteb-i A lisi'nin genç mezunları, bugün bile hayranlık uyandıracak bir girişim ve cesaretle bu gazeteyi yayın hayatına soktuklarında, Türkiye 'de sanatla ilgili basılmış ve Türkçe belli başlı, birkaç kitap vardı. Mesela, Seyfettin Özege'nin Eski Harfli Türkçe Yayınlar Katalogu ndan saptadığımıza göre, Celal Esad Bey'in Resim D ersleri ve O hannes Bey ' i n Sanayi-i Nefise Tarihine Medhal isimli kitapları ... Yani kuramsal çözümleme çabalarının görüldüğü bir gazetenin naşirleri ve yazarları, bu iki kitaptan başka sanatla ilgili Türkçe kitap tanımayan, bilmeyen bir topluma ve hatta entelijansiyaya sesleneceklerdi. Makalelerin dilinde zaman zaman görülen popülist üslubun ve gazetenin tümünde görülen anatomiden perspektife, ressam terceme-i halinden polemiklere kadar çok geniş bir yelpazede yazıların yer almasının nedeni belki de budur. '

VI

Cemiyetin " naşir-i efkarı " olarak ilk sayısı 1 9 Muharrem 1 32 9 Hicri, 7 Kanunusani 1 326, Rumi ( miladi Mart 1 9 1 0 ) , son sayısı 1 Temmuz 1 33 0 Rumi ( miladi Temmuz 1 9 1 4 ) 'de yayımlanan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi, toplam 4 yıl ve 1 8 sayı süren yayın hayatında, Türk resim sanatına ilişkin konuların yanı sıra muhtelif konularda yazıların toplandığı bir derleme olarak göze çarpmaktadır. Yayın tarihlerinde bir karmaşanın göze çarptığı gazetenin tarihleri 1 -1 O. sayılar arasında hem Hicri hem Rumi, 1 1 . sayıdan sonra sadece Rumi olarak verilmektedir. 1 6. sayının üzerinde nüsha numarası ve tarih

görülmemektedir. Gazetenin ilk sayısı Manzume-i Efkar, ikinci sayısı Şant, geri kalan tüm sayıları Matbaa-i Hayriye ve Şürekası matbaalarında basılmıştır. Türk resmi ile ilgili kaynaklarda " Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Mecmuası" olarak anılan yayının, 1 . ve 10. sayılar arasındaki kapak sayfasında sadece Osmanlı Ressamlar Cemiyeti yazmakta, " Nüsha-i Fevkalade" olduğu belirtilen 1 1 . sayıda, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti başlığının altına çok küçük puntolarla " gazetesi " ibaresinin girmiş olduğu görülmektedir. 1 1 . sayıdan itibaren ise yazı biçimi Osmanlar Ressamlar Cemiyeti Gazetesi olarak yeniden düzenlenmiştir. Ayrıca, tüm nüshalarda, her sayfanın üst kısmında " Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi" ibaresi okunmaktadır. Dolayısıyla, yayını Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi olarak a nmanın daha uygun olduğunu düşünüyoruz. Gazetenin mesul müdürlüğünü sonuna kadar ressam Osman Asaf yürütmüştür. tik dört sayıda sermuharrirlik görevini üstlenen M. Adil Bey bu görevi, 5. sayıdan itibaren A. Kemal Emin Bey'e bırakmıştır. Heyet-i tahririye müdürü Şerif Abdülkadirzade Hüseyin Haşim Bey ve sermuharrir A. Kemal Emin Bey'in bu görevlerini ne kadar yürüttükleri, gazetenin künyesindeki tüm isimler 8. sayıdan itibaren kaldırıldığı için bilinememektedir. Gazetenin 1 - 1 0. sayıları arası standart bir kapak düzenine sahiptir. Bu kapak düzeninde, adeta bir mühür tarzında düzenlenmiş " Osmanlı Ressamlar Cemiyeti " ibaresi, Abdülmecid Efendi' nin fırçalar, paletler ve defne yapraklarıyla bezeli bir düzenleme içinde yer alan portresi görülür. Sol üst köşede " O smanlı Ressamlar Cemiyeti' nin naşir-i efkarıdır. Sanayi-i nefisenin her şubesinden bahseder, ayda bir kere neşrolunur" ibaresi vardır. Üçüncü sayıdan itibaren bu i bareye "Mesleğimize muvafık ihda buyrulacak asar derç olunur" ibaresi de eklenmiştir. Künyenin kaldırıldığı 8. sayıdan itibaren bu ibarelere son olarak, muhtemelen yazı çeşitliliğini artırmak ve farklı kesimlerdeki yazı insanlarının yazılarıyla dergide görülmesini sağlamak için " Sanayi-i nefiseye ait ve mesleğimize muvafık makalat maatteşekkür kabul ve derç olunur. Evrak-ı varide derç olunsun olunmasın iade edilmez " ibaresi de eklenmiştir. xvı

1 1 . sayıdan sonra kapak düzeninin değiştiğini, Abdülmecid Efendi'nin portresinin kalktığını, her sayının kapağını ayn bir tablonun süslediğini görüyoruz. Örneğin, 11. sayının kapağında Edirne Sanayi-i Nefise Mektebi müdürü ve tarihi konulu resimler yapmakla meşhur, ressam Hasan Rıza Bey'in eseri olan ve Bahriye Nezaret-i Celilesine ait müzede olduğu belirtilen, Sultan Osman'ın bir portresini görüyoruz. Gazete içindeki diğer röprodüksiyonlarda görülen düzen burada da görülmekte, tablonun, ressamının ve bulunduğu yerin ismi hem Türkçe hem Fransızca olarak yazılmaktadır. 12. sayının kapağında aynı ressamın Barbaros isimli tablosu, 13. sayının kapağında ise Halil Paşa'nın Mısır'da Bir Deveci ( Un chamelier en Egypte) isimli tablosu görülmektedir. Gazetenin bundan sonraki sayılarında kapaklan, zaman zaman bir tablo süslemekte, bazen de doğrudan makaleler başlamaktadır. Cemiyet üyelerinden Sami Bey (Yetik), Kaymakam A. Rıza Bey ( Hoca Ali Rıza), Ahmed Ziya Bey ( Akbulut), Ruhi Bey ( Arel) gibi dönemin önemli sanatçılarının da yazılar yazdığı bu gazetede sanatçıların sorunlarına, sanat dünyasıyla ilgili haberlere, sanat tekniklerine ilişkin makalelere, eleştirilere yer verilmiş; aynca, tanınmış Türk ressamlarının yapıtlarından örnekler de, gazete sayfalarında yer almıştır. Gazetenin son iki sayısında, iki bölüm halinde tefrika edilmiş ve gazetenin yayın dünyasından çekilmesiyle yarıda kalmış olan " Boğaziçi ve ecnebi ressamları" başlıklı bir çeviri yazı da görülmektedir. Mütercimi olarak Ömer Adil belirtilmesine karşın, kaynak eser ve yazarın anılmadığı bu tefrikanın, yirminci yüzyıl başında lstanbul'da Fransız büyükelçisi olarak görev yapmış Boppe'un (1862-1921) 1911 'de Paris'te basılmış ünlü eseri Les peintres du bosphore au dix-huitieme siecle'ın Van Mour'la ilgili ilk bölümünün çevirisi olduğunu söylemek mümkündür. Çevirmen Ömer Adil, orijinal metnin akışını değiştirerek aktardığı çevirisine, zaman zaman eklemelerde de bulunmuştur. Gazetenin yazarlarının birçoğu, sanki meçhul bir alemde yaşamışlar gibi ... Galib Bahtiyar, Ebuşşefik, Raif Necdet, Tomas Efendi, Mithad Rebii isimlerine modern sanatımızın tarihini içeren hiçbir kitapta rastlayamazsınız. Kitaplarında, konu olarak

ele aldığı önemli şahısların dışında, dönemin büyüklü küçüklü belli başlı bütün aydınlarını sıralayan yazarların, yani Bursalı Mehmed Tahir, İbnülemin Mahmud Kemal İnal ve İbrahim Alaeddin Gövsa 'nın kitaplarında da karşınıza çıkmazlar. Üstelik Bursalı Mehmed Tahir, bu dergiye yazılar da yazmıştır. Şerif Abdülkadirzade Hüseyin Haşim ise, Hayat mecmuasının Mayıs 1928 tarihli 79. sayısına yazdığı " Ankara'da 5 . Resim Sergisi" başlıklı yazısıyla bir kere daha karşımıza çıktı. Ve aynı didaktik, sanatın ruhu okşamasını isteyen tavrını sürdürüyordu. VII

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi'nin dili hakkında da birkaç söz söylememiz gerekiyor. Günümüz terminolojisinde kullanılan birçok terimin bazı yazarlar tarafından kullanıldığını gördüğümüz halde, kimi yazarlar manzara derken Paris'ten yazan Sami " peyzaj " demeyi tercih ediyor. Sami, doğallıkla Fransızcadan aktarılmış sanat terimlerin i kullanma yolunda en gayretli yazar olarak gözümüze çarpmaktadır. 18. sayının tüm yazılarında, tüm yazarlar günümüzde kullandığımız sanatçı kelimesinin karşılığı olarak ya da sanayi-i nefise ile uğraşan şahıslan tanımlamak için, " erbab­ ı sanayi-i nefise " , " sanatkar", "üstad-ı sanaat " , "üstad-ı sanayi-i nefise " gibi kavramlar kullandığı halde Sami " artist" demeyi tercih ediyor. Gazetede " resim " ve " resim yapan insan" karşılığı olarak zaman zaman " nakkaş" ve " nakş" kelimelerinin kullanıldığını saptıyorsak da " resim" ve " ressam" kelimelerinin yazarlar arasında oldukça benimsenmiş olduğunu görüyoruz. Yine de, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi'nde kullanılan terminolojinin günümüz terminoloj isinden çok farklı olmadığını söylememiz mümkündür. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti sayesinde tanınmaya başlanmış estetik gibi kimi bilimlere bulunan " fikr-i bedayipesend' gibi kimi karşılıklar bazen Fransızca karşılıklarıyla beraber yer almıştır. Osmanlıca karşılığı bulunan "gravür" ise " hakkaklık " olarak kullanılmıştır. İlginç bir terminolojik hesaplaşma, Taine'in Sanat Felsefesi isimli eserinin kimi bölümlerinden çevirdiği " Felsefe-i sanat" isimli makalenin çevirmen tarafından kaleme alınmış "Mukaddime"

XVII

bölümünde görülmektedir. Kemal Emin şunları söylüyor: " Fransızcadaki art kelimesini sanat diye tercüme edersek metier kelimesiyle karışıyor. Çünkü biz sanatkar dediğimiz zaman kunduracı, marangoz gibi erbab-ı hirfeti dahi bu meyana ithal ediyoruz. Halbuki bunlar mfaier kelimesine dahildir. Esnaflıktır. "Art" kelimesi sanat, " beaux­ arts" mukabili de sanayi-i nefise olduğundan makalelerimizdeki bu kelimeler o suretle telakki olunmalıdır. " 1

yazıldığı dönemi ve dönemin koşullarını göz önüne alırsak ve Türkiye Cumhuriyeti' ni n ilk dönemlerine damgasını vuran dramatik değişimin mimarlarının, Osmanlı 'ya ait olan bütün sembolleri -özellikle kültürel ve kurumsal olanlarını- yenileriyle değiştirmeye, bütün kurumları yok saymaya yönelik eğilim ve uygulamalar içinde olduğunu düşünürsek, Cumhuriyet'in ilanından sadece bir yıl sonra basılmış bir kitapta, Osmanlı'ya ait bir kurumdan bahsetmenin zorluğu kolaylıkla anlaşılabilir.

VIII

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti' nin ve Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi ' nin Türk resim ve heykel tarihi yazıcılığımızda, önemine koşut bir yer kapladığını söyleyebilmek mümkün değildir. Bir sanat yazarımız, her ne kadar Türk resim sanatı tarihinin yirminci yüzyıl başında etkinleşen çağdaşlık serüveninin, bu cemiyetin bıraktığı büyük bir tarihsel belgeyle de var oluş nedenini kanıtladığını2 söylüyorsa da, gerek bu çağdaşlık serüveni, gerekse büyük tarihsel belgesi, ancak genel yorumlar içinde kendine yer bulabilmiştir. Cemiyet ile ilgili şimdiye kadar yapılmış değerlendirme ve çalışmaların birçoğu, modern plastik sana dar tarihi yazıcılığımızın geleneksel yorum sınırları ve düşü nce kalıpları içinde, kimi zaman hatalı bilgi ve yargılarla ortaya konulmuş, Cemiyet'in kapsamlı bir araştırmaya ya da monografik bir çalışmaya konu olamaması bir yana, tüzüğü bile gün ışığına çıkamamış, 18. sayı yayımlanan yayın organının satır başlarıyla da olsa bilimsel esaslara uygun bir içerik dökümü ve indeksi yapılmamıştır. Cemiyet'in resim tarihimizle ilgili en kapsamlı yayınlarda bile işgal ettiği yer birkaç paragrafın ötesine geçmez.

Siyasal ortamın etkisiyle gelişen -ve siyasal ortamın sanat politikası oluşturma eğilimlerini bir tarihsel olgu olarak kabul ettiğimiz için, yadırgamadığımız; karşısında ya da yanında olmanın ötesinde, bu ilişkinin ancak tarihsel bir gerçeklik olarak değerlendirilmesi gerektiğine inandığımız için- bu tavrı, sanat politikamızın tümüyle ve hala iktidar partisinin -ve tek partinin- güdümünde olduğu 1940 'lı yıllarda bile görmekteyiz. Bir yazarımız, Türk resmi üzerine yazdığı kitabında, bu cemiyeti ve etkinliklerini tamamen yok sayarken, amaçladığı, şüphesiz siyasal iktidarın sanat ve kültür politikasına ters düşmemekti.3 Dahası, Türk resmiyle ilgili bazı yargılarda bulunulurken Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi ne, yargıları destekleyici nitelikte atıflarda bulunulduğuna da tanık oluyoruz. Bir yazarımızın Türkiye' de batı anlamında resim sanatını değerlendirirken ve ilk ressamlarımız hakkında bilgi verirken " . . . bu sanatçılarımız hakkında ' Osmanlı Ressamlar Mecmuası ' adlı dergide de oldukça aydınlatıcı bilgi bulmaktayız . . . " diyerek Osmanlı Ressamlar Cemiyeti " Mecmuasına" atıfta bulunduğunu görürüz. Oysa, bir başka ressam­ yazar, ilk Türk yağlıboya ressamlarıyla ilgili bir makalesinde, XIX. yüzyıl ilk yağlıboya ressamlarımızın hayatları, yetişmeleri ve çevreleri hakkında kesin bilgilerimizin pek az olduğunu, 1 910-1914 yılları arasında yayınlanan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti "Mecmuasında " hemen hiç sözlerinin edilmediğini, bunun biraz da önemsenmediklerini gösterdiğini yazdığını görürüz. '

Öyle ki, Halife Abdülmecid 'in nasıl bir sanat hamisi ve aşığı olduğu aktarılan makalelerde bile, bu hamiliğin en önemli ve geçerli kanıtı olan cemiyet hiç yer almamıştır. Türk resmi üzerine ilk düşünce ürünü diyebileceğimiz, Halil Edhem' in Elvah-ı Na kşiye 'sinde de Osmanlı Ressamlar Cemiyeti üzerine herhangi bir bilgiye rastlayamıyoruz. Bu ilk bakışta şaşırtıcı gözükmesine karşın, kitabın

Resim sanatı tarihi yazıcılığımızın temel sorunlarından biri olan kaynak göstermemek burada da karşımıza çıkıyor. Bir yazarımız,

XVIll

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ' nin, Sanayi-i Nefise Mektebi'nin 1908-1910 mezunları tarafından kurulduğunu, bu genç sanatçıların, " Naşir-i Efkar"4 adlı aylık bir de dergi yayınlamaya başladıklarını, kendisi de bir hattat ve ressam olan Şehzade Abdülmecid ' in, bu dergiye mali destek verdiğini söylerken, şüphesiz kendinden önceki bilgilerden yararlanıyor. Ve gösterdiği tek bir kaynak yok. Ö rnekleri çoğaltabiliriz. Türk resmiyle ilgili hemen her yayında, birkaç satırla da olsa değinilen Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ve gazetesinin, hemen hiç hak etmediği bir tarzda adeta geçiştirildiğini söylememiz mümkündür. Sanat düşüncesi kavramına yabancı olan sanat tarihi yazıcılığımız, sanat üzerine ilk düşünceleri üreten bu gençleri, acaba birçoğu ressamlık yapmadığı ya da eserleri gün ışığında olmadığı gerekçesiyle mi bir kenara itti ? Son olarak bir saptamamızı sunmak ve cemiyete ve yayın organına Türk sanat tarihi içinde sadece kronolojik bir sorun olarak bakıldığını, aradaki boşluğun atlanmamasına özen gösterildiğini ancak bu boşluğu en nitelikli şekilde doldurmak için çaba harcanmadığını söyleyebiliriz.

IX

Osmanlı Res anılar Cemiyeti' ni n ve Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi'nin sanat düşüncesi tarihimize yaptığı katkı, bu alanda kuramsal eser vermiş öncüllerin ve kuramsal temel diyebileceğimiz bir altyapının olmamasına karşın ve ellerinde malzeme olarak sadece bu düşünsel yapının ortaya çıkışını kolaylaştıran birtakım hazırlayıcı kavramlar ve yetişmiş insanlar -çoktan mevcut olan bir ilk kurumun sayesinde- var olduğu halde, döneminin ötesine taşan özellikler göstermesidir. Türk toplumunda, kavramsal düzeyde, çağdaşlaşma kavram ve bilincini ilkönce nüfuz edenler olmasına karşın, kendilerini Batı ' nın kavramlarıyla düşünmeye mahkum etmeyen bu insanların çağdaşlıkları, topluma kendi deyimleriyle güzel bir ülkü sunmak istemekten, doğru ve yararlı bir bilinç yerleştirmek istemelerinden kaynaklanıyordu. Kendi sanat anlayışlarının kuramcılığını yapmak yerine bütüncül bir sanat düşüncesine sahiplenmeyi, sanat bilincinin geliştirilmesini, sanatsal atılım ve sanatsal iletimi profesyonellik kalıplarının içinde sunmayı amaç edindiler. Kültürü ve literatürü olmadan resim yapmayı anlamsız bulan bir kuşaktılar. Sanırız ki, temel öncülükleri buradadır.

ı 1 1 1 1

Dr. Abdullah Sinan Güler MSGSÜ, Sanat Tarihi Bölümü Bu yazı, anılan kişinin, Mimar Sinan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı, Batı Sanatı ve Çağdaş Sanatlar Lisansüstü Programı'nda hazırlamış olduğu ve Tez Danışmanı Prof. Dr. Semra Germaner (MSÜ), Prof. Dr. Aptullah Kuran ( Boğaziçi Üniversitesi) ve Prof. Dr. Nermin Sinemoğlu'ndan (MSÜ) müteşekkil j üri tarafından 1 994 yılında kabul edilmiş "ikinci Meşrutiyet ortamında Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ve Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi" başlıklı doktora tezinden anılan kişi tarafından derlenmiştir. Anılan doktora tezinin tamamına web ortamında http://www.sanalmuze.org/paneller/index02.htm adresinden ulaşılabilir.

1

l Kemal Emin, "Felsefe-i sanat", Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi, S. 3 ( 1 2 Rebiiyülevvel 1 329 [ 1 Mart 1 327]), 2 1 . 2Sezer Tansuğ, "Osmanlı Ressamlar Cemiyeti hakkında", Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nden Güzel Sanatlar Birliği 'ne 1 909-1 9 9 1 , İstanbul, Alarko Eğitim-Kültür Vakfı, 1 99 1 , 9. 3Nurullah Berk, Türkiye'de Resim, İstanbul, 1 943. 4Yazar, "Painıing in Turkey in XIXth and Early XXth Century," A History of Turkish Painting, s. 1 49 ' da yer alan bu bilgiye göre, gazetenin kapak sayfasındaki, "Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin naşir-i efkarıdır" ibaresinden yola çıkarak, gazetenin adını, hatalı olarak "naşir-i efkar" olarak algılamış. XIX

d:

rL».J:-> ,,ı j p

; ı -l:c. ---":.r:

d: ....l...w

:;

·c.

t"t-;

d: J).ı: .

ıS ./_ J... �J_ _,,.i.

..:...�:�

JJ:_. .!_.AA

OSMANLI RESSAMLAR CEMİYETİ GAZETESİ NUMARA

l

1 9 MUHARREM SENE 1 3 29 7 KANUNUSANİ

1 3 26 [ 1 9 1 1 ]

Heyet-i tahririye müdürü

Şerif Abdülkadirzade Hüseyin Haşim Bey Müdür-i mesut

Ressam Osman Asaf Bey Sermuharrir

M. Adil Bey Osmanlı Ressamlar Cemiyeti' nin naşir-i efkarıdır. Sanayi-i nefisenin her şubesinden bahseder, ayda bir kere neşrolunur.

MAKSADIMIZ ı

2

Saadet-i beşeriyenin [insanlığın mutluluğunun] yegane vasıta-i hayat ve tekemmülü, eshab-ı ilim ve marifetin [bilgi ve beceri sahiplerinin] mezaya-yı istidadı [yetenek ve meziyetleri ] , ruhun hissiyatı üzerinde tesirat-ı bedia [güzel tesirler] icra eylediği kabil-i inkar olmayan sanayi-i nefisede [güzel sanatlarda] temeyyüz eden [kendini gösteren] erbab­ ı hünerin [sanatçıların] asar-ı sınaat ve ictihadıdır [yarattığı eserleri ve ürünleridir] . Takallubat ve tahaddüsat-ı dehriye [maddi değişim ve oluşumlar], bir milletin celalet-i istiklal [yüce istiklali] ve şerefname-i şevkete [görkemli şerefine], şaşaa-i ikbal [şaşaalı yükselişine] ve beka-yı mevcudiyetine iras-ı halel edebilir [halel getirebilir] ise de kudret ve intizam-ı ahvali [düzenini] hüner [güzel sanatlar] ve marifet [ustalık] ile teyit eden bir milletin haiz olduğu kuvvet ve azamet, hadisatın mucip olduğu inkılabat ile zevalpezir olmak [yok olmak] şaibelerinden masun kalır [korunur] . Binaenaleyh Osmanlılık aleminin envar-ı kemalatını [mükemmellik nurunu] enzar-ı cihaniyana [cihana] göstermek, milletimizin istidad-ı fıtriyesini [doğuştan gelen yeteneklerini] ispat eyleyecek asar-ı terakkiyatı [yüksek eserleri] vücuda getirmek için bir say-i mütemadi [düzenli mesai] ile çalışmayı fariza [görev] addeyleriz. Nasıl gayret etmeyelim ki mader-i mihriban-ı vatan [şefkatli vatan ana] bugün ilim ve marifete, hizmet ve muavenete [yardıma] muhtaç bulunuyor. Şahrah-ı terakkiden [ilerleme yolundan] göz yumarak yaşamaklığın tesirat-ı muzırrası [zararlı etkileri] yüzünden nail-i saadet olamayan vatanımızı mesut etmek, o mesudiyeti görmekle ihraz-ı bahtiyari eylemek [mutluluğa ulaşmak] için faaliyetten hali [uzak] kalmamayı kendimize vazife-i mahsusa bileceğiz. Zira sureti siretine [karakterine] benzemeyen seriü'l-infial [çabuk gücenen, kırılan] dostların akval ve efal gfınagfınüne [türlü türlü sözler ve eylemlerine] badema [bundan böyle] aldanmaya hakk-ı bekamız [varlığımızı sürdürme hakkımız] mani bulunuyor . . . Bir vakitler alem-i insaniyetin muallim-i dershane-i marifeti, hafız-ı kütübhane-i fazileti [fazilet kütüphanesinin koruyucusu] olan maallendiş [yüksek düşünen] Osmanlıların cevahir-i idrakati [üstün kavrayış yeteneği] muahharen [sonradan] itikadat-ı batıla [batıl inanışlar] ve itiyadat-ı atıla [yararsız alışkanlıkların] tesiratı ile duçar-ı halel olarak [lekelenerek] saye-i azametine [azametli himayesine] iltica edenlere bakabilmek istidadını kaybetmiş ve izzetinefs-i millimiz, fazail-i hakikiye-i medeniyeden [medeniyetin hakiki faziletlerinden] mahrum kalmış idi. Lakin tarih-i mevcudiyeti maall-i hulkiye [yüksek huylar] ile muhalla [donatılmış] olan, fıtrat-ı ulviyesi [yüce yaratılışı] adimü 'l-indiras [yok olmayan] bir kuvvet teşkil etmiş bulunan şu muhterem millet, kendisinin şanı ile mütenasip bir derece-i aliyeye inikasını [yükselmesini] mucip olacak münevver bir devrin tulu edeceğine

[doğacağına] itimat-ı kalbi ile muntazır [hazır] idi. Eşşemsu la yuhfa ve siracü'l-Hak la yutfa [Güneş gizlenemez ve Hakkın ışığı söndürülmez]. O afitab-ı saadet ve ikbal [saadet ve yükselişin güneşi] olanca şaşaası ile Osmanlı afakını [ufuklarını] tenvir edince [aydınlatınca] bütün millet-i Osmaniye bir mesudiyet alemine girmiş ve her şubede olduğu gibi müntesibin-i fen ve sanat [bilim ve sanat mensupları] dahi asra mahsus terbiye-i ilmiye ile minhac-ı terakki ve tealide [ilerleme ve yükselme yolunda] ilerlemek çarelerine tevessül eylemiştir [girişmiştir] . İşte Osmanlı ressamları dahi ihlas-ı tam ile [en iyi niyetleriyle] bir cemiyet teşkil eylemişler ve sevgili vatanımızı cilvegah-ı bedayi ve kemalat [mükemmelliklerin ve yeniliklerin mekanı] eylemek maksadı ile bezl-i mesai eyleyen [mesai sarf eden] erbab-ı fonun ve sınaat [bilim ve zanaatlar erbabı] silsilesine katılmışlardır. lçtimaımız [toplanmamız] hulus-i niyete [iyi niyete] makrun [yönelik] olduğundan tevfikat-ı ilahiyeye [cenabı Hakkın yardımına] mazhar olacağımızı kalben ümit ederiz. Sanayi-i nefisedeki iktidar-ı mahsusları [hususi ilgileri] cihetiyle hanedan-ı saltanat-ı seniyenin [yüce saltanat hanedanının] medarı iftiharı olan ve tasvir-i alileri [yüksek portreleri] gazetemizin serlevhasına [başlığına] vücud-ı maallnümud-ı necabetpenahileri [asaletin koruyucusu, ulu zatı] de cemiyetimizin riyaset-i fahriyesine [fahri başkanlığına] şerefbahş buyuran devletlu, necabetlu Abdülmecid Efendi hazretlerinin, cemiyetin her veçhile mazhar-ı feyz ve teali olması [büyümesi ve yükselmesi] emrinde mütemadiyen ibraz buyurmakta oldukları taltifat ve teşvikatı terakkiyata nailiyetimiz hakkında bir beşaret-i mahsusa [müjde] olarak telakki eylediğimizden bu cihetle de bahtiyar ve müşarünileyh [adını andığımız] hazretlerine karşı daima müteşekkir ve minnettarız. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti' nin teşekkülü, nizamname-i esasiyesinde [tüzüğünde] de sarahaten [açık seçik] münderiç olduğu [yer aldığı] veçhile memalik-i Osmaniye'de [Osmanlı ülkesinde] ressamlığın terakkisi ve Osmanlı ressamlarının temin-i istikballeri esbabının [imkanlarının] istikmali [sağlanması] zımnında ittihatları [birleşmeleri] esasına müstenittir [dayanır] . İstikbalin aguş-ı ismetinde [ismetli kucağında] mahfuz bulunan ebna-yı vatan [vatan evlatları] için dahi büyük büyük yorgunluklar ile çalıştığımızı izah edecek eserlerimizi ihzar [hazırla yarak] ve ikmal ederek [tamamlayarak] daha şimdiden irşadat-ı edebiye makamında - Tabiat resimden ibarettir düsturunu vaz ile [öne sürerek] Cenab-ı Halik-i tabiatın [doğanın yaratıcısı Allahın] şehrah-ı terakkide [ilerleme yolunda] bize nusret [yardım] ihsan buyurmasını temenni eyleriz. (Vallahü'l-muvaffık). 2

Üstad-ı muhterem merhum

3

Hamdi Bey

RESİM 3

toprağa dökülüyor. O kıymettar vücuttan yalnız bir hayal kalıyor. Gönül o hayal ile iktifaya mecbur oluyor. O hayale ruh vermek istiyor. Acaba muvaffak olabilir m i ? Ah ... olamıyor . . . Kuvve-i mütehayyile [hayal gücü] o hayali, lefatet-i mahsusası ile [kendine özgü güzellikleriyle] muhafaza edemiyor. Her şeye inkılap vermekten hali [geri] kalmayan zaman, onu da bizden uzaklaştırıyor. O nazende vücudu mümkün olduğu kadar nazargah-ı teselliyetde [tesellisini] idame eyleyecek ancak resimdir. Resim, cihan-ı şühuddan [gözle görülen dünyadan] nihan olmuş [gizlenmiş] bir hakikati cismaniyete getirir. Hayale ruh [can] ifaza eder [katar] . Resim, bir milletin medar-ı mefhareti [övünç kaynağı] olan, olanca şaşaa ve ihtişamı ile ensal-i atiyeye [gelecek kuşaklara] intikal etmesi arzu olunan vakayi-i azimenin [önemli olayların] daima nazarlarda mütecessim [cisimleşerek] bulunmasını temin eyler. Şark imparatorluğunun enkazı üzerine vaz-ı serir-i saltanat eyleyen [saltanat tahtını yerleştiren] Ebu' l­ Fetih Sultan Mehmed Han-ı Sani'nin [il. Mehmed'in] debdebe-i cihangirane [imparatorlara özgü debdebe] ile bir şevk-i muhteşem, bir sürur-ı mücessem [cisimleşmiş gönenç] halinde Edirne kapısından Istanbul' a dahil olduğunu görmek bir Osmanlı için ne büyük saadet-i hayatdır? ! . . Ruha ruh-ı değer bahşeden, gözlere eşk-i meserret [sevinç gözyaşı] döktüren böyle azametli bir vakanın tasvirinde parlak bir kalem ne kadar sarirefşan olsa [kalem oynatsa] bir fırçanın ibraz edeceği iktidar-ı rengin [renklerin gücü] ile hempa olamaz [yarışamaz] . Bir devletin kuva-yı berriye ve bahriyesinde [kara ve deniz kuvvetlerinde] ve umur-ı ticariye ve iktisadiyatda [ticari ve iktisadi alanda] makine fenninin pek büyük bir ehemmiyeti haiz olduğunda şüphe yoktur. Şu fenn-i mühim ise daima resimden istiane etmektedir [yardım istemektedir]. İnsanları intibaha [uyanışa] davet edecek, ahval-i seyyieden [kötü duruma düşmekten] tahzir eyleyecek [korunmasını sağlayacak] birtakım vakayii daima nazargah-ı ibretde [ibret alınacak yönüyle] temsil eyleyen resimdir. Eşhası [kişileri], tarifat-ı kavliyeye [sözle tarife] kata [asla] lüzum bırakmayacak bir surette tayin eylediği cihetle resmin zabıta vazifesini bile teshil ettiği [kolaylaştırdığı] ve bittabi memleketin emr-i inzibatı üzerinde hüsn-i tesir gösterdiği şayan-ı tezkardır [hatırlatmaya değerdir] . Çeşm-i im'an [dikkatli bir göz] ile bakılırsa resmin her cisimde, her noktada tecelli ettiği görülür. Sadhezar [yüz bin kere] teessüf ki ehemmiyet ve kıymetini tasvire çalıştığımız şu sanat-ı nefise-i mümtaze memleketimizde şanı ile mütenasip bir kadir [değer] ve itibar ihraz edememiştir [kazanamamıştır] . Fevkalade olarak bazı erbab-ı tabiat [sanata yönelen kişiler] zuhur etmiş ise de

Resim ki mana-yı umumisi ile asar-ı tabiatın [tabiattaki varlıkların] bir satıh üzerine nakledilmesinden ibarettir. Zahirde [görünüşte] maddiyata adem-i taalluku [bağlı bulunmaması] cihetiyle hayat-ı medeniye için büyük bir ehemmiyeti olmadığına hükmedilmek istenilebilir. Lakin hakikatte öyle bir bedia-i mümtazedir [seçkin bir güzelliktir] ki medeniyet alemine girmiş olan beni beşerin [insanoğullarının] kaffesi [tümü] kendisine arz-ı ihtiyac eyler. Tasavvurat-ı beşeriyenin [insanlığın tasavvurlarının] vücudpezir olmasına [ortaya çıkmasına], müşahedat­ ı insaniyenin [insanlığın gözlemlerinin] -imkan dahilinde- beka bulmasına resimden başka bir vasıta var mıdır? .. Akvamın [milletlerin] hayat-ı ictimaiyesinde [toplum yaşamında] resmin az çok taalluk etmediği [ilintili olmadığı] bir şeye tesadüf eylemek imkan haricindedir denilse mübalağa edilmiş olmaz. Üzerinde yaşadığımız şu seyyare [gezegen], bir resimdir. Şems [güneş] ile şemsin cazibesine tebaan [uyarak] etrafında dönen seyyaratın [gezegenlerin] heyet-i mecmuası [tümü] , bir resimdir. Avalimin [alemlerin] heyet-i mecmuası [genel görünüşü] olan kainat, enzar-ı beşerin [insanın görme gücünün] ihatasına [kavramasına] imkan-ı tasavvur olunamayan, ukul-ı insaniyeyi [insan aklını] hayret-i musavvire halinde bırakan bir resimdir. Terakkiyat-ı beşeriyenin [insanlığın ilerlemesinin] birer numune-i hayretefzası [şaşırtıcı örneği] olan bu kadar büyük şehirlerde görülen intizam ve tekamülat [ilerleme], bu kadar mebani-i aliyede [yüksek yapılarda] tecelli eden [ortaya çıkan] bedayi [yenilikler] ve kemalat [olgunluk düzeyi] ki fenn-i mimari [mimari bilimi, bilgisi] sayesinde vücuda gelmiştir, acaba resimden başka bir şey midir? . . Enzara [bakışlara] arz-ı letafet eden [güzellikler sunan], ervaha [ruhlara] sefalar bahşeyleyen dilfirib [gönül çelen] gülistanların [gül bahçelerinin], gülistanlardaki nazarrüba [göz alıcı] hıyabanların [ağaçlı yolların] resim ile olan münasebetlerini tasvire ihtiyaç var mıdır? . . Resim, mevsim-i şitada [kış mevsiminde] beni beşere [insanlara] ruhefza [canlılık veren] baharlar, parlak parlak tulular [gün doğuşları] temaşa ettirir [seyrettirir] . Arzu eden kalbe de bahar içinde hazanlar gösterir. Bir bahar sabahında sahil-i bahrin yeşil kıyıları üzerine oturmuş, o sükfınabad-ı latifde [sükun dolu güzellikte] hayaline dalmış bir mest-i muhabbetin [sevgiden mest olmuş insanın] uzaktaki beyaz yelkenli bir gemiyi temaşa etmesi ne kadar hoştur, fakat şu levha-i nefise [nefis manzara], şu hatıra-i latife [güzel anı] zevale [yok oluşa] doğru koşup gitmektedir, bunun devamını temin edecek vasıta-i yegane ise resimdir. Zaman bir vücud-ı nazenini [narin bedeni] hak-ı siyaha [kara toprağa] atıyor. Birçok gözyaşları o 4

4

arzu edildiği veçhile feyznüma [verimli] olamamıştır. Umumi bir nazarla bakılacak olursa bizde ressamlık boyacılıktan, kalemkarlıktan öteye geçememiştir. Ahval-i aleme pek ali bir noktadan bakmış olan Fatih Sultan Mehmed Han' ın Italyalı bir ressamı İstanbul' a celp eylediğini [çağırdığını] tarihler haber veriyor. Hatta bu zatın Sultan-ı müşarünileyhin [adını andığımız Sultanın] yağlı boya ile resmini yaptığı rivayet ediliyor. Lakin daha ne gibi eserler vücuda getirdiğine ve bunların ne olduğuna dair malumat-ı vasia ve kariye [yeterli ve kesin bilgiler] alınamıyor. Hutfıt-ı mütenevviada [hat türlerinde] gösterdiği iktidar-ı harikulade ile " lmamü'l-hattatin " unvanına sezavar olan [layık görülen] üstad-ı azimü' l-kadr [değerli üstat] Mustafa Rakım Efendi merhumun yağlıboya ile cennetmekan [yeri cennet olan] Sultan Selim-i Salis'in [111. Selim ' in], bir kıta resmini yapıp Sultan-ı müşarünileyhe takdim eylediği tarihte görülüyor. Lakin şu tablonun ne olduğuna dair malumat yoktur. Şu haber-i tarihiden Mustafa Rakım Efendi' nin muktedir bir ressam olduğu da anlaşılıyor. Acaba başka ne gibi resimler yapmıştır? Şu eserler ne olmuştur? Bunları öğrenmek kabil değildir. Bizden her cihetle ileride bulunan Avrupa 'da resme pek büyük bir incizap [yönelim] mevcut olduğu halde bizde o incizap yerinde nefret mevcuttur denilse mübalağa edilmemiş olur. Bir vaka-i mühimme-i tarihiyeyi tasvir eden tablo bir tarih kitabıdır. O kadar ehemmiyetli, o kadar kıymetlidir. Fakat biz bunu takdir edemiyoruz. işte bu hali bertaraf etmek, bu kıymetnaşinaslığı [kıymet bilmezliği] atmak, ressamlığı memleketimizde neşir ve tamim eylemek [yaygınlaştırmak] maksadı ile takriben yirmi beş sene evvel Gülhane ' de " Sanayi-i Nefise Mektebi "

te i ve

;üşa olundu [a

ıldı]. Mütevari-i hak-i fena toprağına "an mış] olan üstad-ı muhterem Hamdi Bevefendi merhumun eser-i himmeti bulunan . şu mektep o vakitten şimdiye kadar bir hayli talebe yetiştirdi. Hala da yetiştiriyor. Gerek bu şakirdan [öğrenciler], gerek surer-i hususiyede olarak çalışıp memleketimizde yetişmiş olan diğer ressamlar faaliyetten hali [geri] kalmamışlar ve pek çok eserler vücuda getirmişlerdir ki ara sıra küşat edilmiş [açılmış] olan sergiler buna delildir. Lakin maatteessüf itiraf ederiz ki matlup olan [istenilen] rağbet henüz mevcut değildir.

[yokluk

Ma 'rifet iltifata tabidir Müşterisiz meta zayidir Cemiyetimiz şu rağbetsizliği biliyor. Resim muhabbetinin henüz arzu edildiği veçhe ile taammüm etmediğini [yaygınlık kazanmadığını] anlıyor. Fakat dünyada her şeyin say [çalışma] ve sebat ile elde edileceğine de vakıftır. Cemiyetimiz bütün mevcudiyetiyle çalışacak, arzu edilen derece-i tekamüle vusul için elden gelen gayreti bezi etmekten [harcamaktan] bir an hali [geri] kalmayacaktır. işte şu gazete o maksatla tesis edilmiştir. Hutfıt-ı Osmaniye [Osmanlı hatları] ki resmin bir şube-i mahsusa-i mühimmesidir [önemli bir dalıdır]; gazetemiz şu ciheti dahi nazar-ı dikkatden ·dfır [uzak] tutmayacak ve hatta ve lede' l-icab [gerektiğinde] sanayi-i nefisenin kaffesine [tümüne] dair neşriyatta bulunmayı vazife addeyleyecektir. Cen ab-ı musavvir-i hakiki muvaffak buyursun. Sanayi-i Nefise Mektebi 'nden mezun Şerif Abdülkadirzade H üseyin Haşim

S I NAAT- ! N E F İ S EN İ N E H E M M İYET VE FAİ D E S İ parmaklıksız, süssüz beyaz tahtadan mamul adi bir sofra dolabında daha fena mı muhafaza olunur? Bütün eski sandık yahut dolap kilitlerinde anahtarın methalini [girişini] kuşatan küçük demir levhaya bakınız! Adi bir demirci işi olduğu halde bunu müzeyyen [süslü], tıraşide-i müşebbek [ağ biçiminde kazınmış] bulursunuz. Şimdi yapıldığı gibi adi ve murabbaü'ş-şekl [dörtgen şeklinde] bir demir levha bile iktifa etmeyip de niçin bununla ızaa-i vakit edilmiş [vakit kaybedilmiş] ? Zamanın yed-i tahribinde [tahripkar elinde] yaldızları biraz sönen, mermerleri kararan Sultanahmet Çeşmesi'ni içinizde bilmeyen var mıdır? Bu en bedi ve en mükellef asarın biridir. Duvarlarını setreden [kaplayan] müzeyyenat-ı adidenin [pek çok bezemenin] arasında güçlükle tefrik olunabilen bir mücevher-i haraiddir [nadide mücevherdir] ! Naht olunmamış [oyulmamış], ara tırılmamış, kaldırılmamış bir el vüsarinde [genişliğinde] bile bir

İnsanların yaptığı, sevdiği, hayret ve takdir ettiği birtakım şeyler mevcut olduğunu ve bunların bir işe yarar şeylerden olmadığını hiç mülahaza etmiş misiniz [düşündünüz mü] ? Size sorarım: Bir kat elbise üstüne takılan işleme neye yarar? imali çok zaman götürür, kendi de elbisenin ne daha sıcak, ne daha kullanışlı olmasına medar [yardımcı] olur. Bir tabağın üstüne nakşedilen çiçeklerin faidesi nedir? Bununla tabağın metanetine bir şey munzam olmaz [eklenmez] . Birçok eski dolapları tezyin eden o derin oymalar, o tahtaların ortasına işlenmiş aynalar ne işe yarar? Yahut bir hanenin en güzel çini ve fağfuri kaplarını enzara [seyre] teşhir eden ve etrafı işlenmiş zarif parmaklıklar ile mutarraz [işlemeli] olan evani [kap kacak] mahfazalarının ne faidesi olabilir? Bir dolabın düz tahtalardan imal olunduğu surette metaneti daha az mı olur? Veyahut daha fena mı kapanır? Tabaklar, kadehler, sofra takımları 5

5

mesafesi yoktur. Bu mahfaza-i billurin [billur mahfaza] altına konulmaya sezavat [layık] bir bedia-i nefaset ve sebatdır. Birçok yaraları, birçok mesaiyi imha etmiş olan bu müzehhebat [yaldızlar] ve nahvetten [gösterişten] ne faide mutasavverdir [tasavvur edilmiştir] ? Suyunu bir fıskiye havuzuna boşaltacak bir musluğu bulunan, adi küçük bir çeşme de bu işi göremez miydi? Bana diyeceksiniz ki sahih [doğru]; bunlarla hiçbir faide temin edilemez; fakat çekilen zahmet heder değildir. iyi işlenmiş bir kat elbise güzel bir şeydir. Münakkaş [nakışlı] bir tabağın manzarası düz beyaz bir tabağınkinden daha latiftir, menhut [oyma] ve güzel eşya tefrih-i nazar eder [gözlere ferahlık verir] . En muhakkar [basit] bir meskene bir hava-yı neşat ve sürur [neşe ve sevinç ortamı] bahşeder ki bu da az çok kıymetli bir şeydir. Çeşmeye gelince ziyaretine mesafat-ı baideden [uzak mesafelerden] birçok seyyahları celp eden bu eser o kadar güzel bir şey, beldemiz için o derece medar-ı mübahatdır [övünç kaynağıdır] ki inşasına masruf olan nukuda [paraya] bedel şimdi onu elden çıkartmak bile istemeyiz! Hakkınız var. Dünyada birtakım şeyler vardır ki bir şeye yaramazlar. Yani görülecek el ile tutulacak bir şeye yaramazlar. Halbuki bu şeyler en kıymettar defainden [definelerden] daha kıymettardırlar. işte işlemeler, eşya-yı nefise, elvah [tablolar, levhalar], menhutat [oymalar] vesaireye zanaat deniyor. Sınaat narin, güzel ve muhayyir [şaşırtıcı] olmaktan başka bir şeye yaramayan şeylerden ibarettir. Sınaat hiçbir menfaat temin etmez, kesemize bir para ilave etmez. Fakat daha iyisini yapar: Kendisinden başka bir şeyin veremeyeceği meserreti [sevinci], güzel bir şeyin karşısında bulunduğumuz zaman ruhumuzu tehyiç eden [heyecanlandıran] meserreti bizlerde ikaz eder. Bahr-i bipayan [uçsuz bucaksız denizler] gibi, cibalin [dağların] azamet-i vahşiyanesi gibi yahut serin ve münevver [aydınlık] adi bir yaz sabahı gibi, bir gurub-ı tabnak [pırıltılı bir gurup] gibi, kamerin [ayın] bütün nücumu [yıldızları] etrafına alarak pak ve müncemit [buz tutmuş] fezada melekeasa [melek gibi] yükseldiği bir zamana musadif açık havalı bir şeb-i şitai [kış gecesi] gibi menazır-ı kübera-yı tabiat [yüce doğa manzaraları] önünde bulunup da bu tesirden kim azade kalabilmiştir? Öyle büyük ve mükemmel bir cihanın temaşası ile içinizde mebhut olmayan [şaşmayan] kimdir? Halbuki bunların cümlesi mahasin-i tabiiyedir [doğal güzelliklerdir] . Bunda insanın yed-i müdahalesi [elinin müdahalesi] yoktur. insanın ruy-ı arzda [yeryüzünde] henüz mevcut olmadığı milyonlarca seneler akdem [önce] bu mahasin-i fıtrat [tabii güzellikler] yine böyle mevcut idi. insan hayata veda ettikten sonra yine mede' l-eyyam [son güne değin] bu bedayi payidar olacaktır. Lakin insan tabiata hayret etmekle iktifa etmemiş, onu taklit etmiştir. Etrafında gördüğü şeylere benzer şeylerden kendi de yapmak istemiş, başka bir cihan-ı bedi teşkil eden asarı meydana getirmiş, alem-i sınaatı ihdas etmiştir [yaratmıştır].

Birçok aliiimin [alametlerin] insanı hayvandan tefrik ettiğini bilirsiniz. Bunların başlıcaları akıl ve lisandır. Sath-ı zeminde yalnız ona muhtas [özgü] diğer bir sıfat daha tanır mısınız? Bu ise " sınaat"tır. Hayvanda kudret-i hirfet [sanat kudreti] vardır. Hatta bazen sizi icab edecek [şaşırtacak] derecede üstadane, muntazam bir hirfete [ustalığa] maliktir. Köstebeğin açtığı uzun geçitleri, kunduzların inşa ettikleri setleri, örümceklerin ördükleri hayretfeza [hayret verici] şebekeleri [ağları], bir arı kovanının peteklerinde meşhut olan [görülen] intizam-ı hendesiyi [geometrik düzeni] velhasıl hayvanların maharet-i harikuladesinin daha binlerce mislini temaşa ediniz. Şu kadar var ki hayvan bazen mühendis-i zir-i suh kadar hirfetşinas [usta] olduğu halde hiçbir zaman bir sanatkar değildir. Meskenini tezyin ettiğini, sırf latif yahut bedi bir şey vücuda getirmek mahzuziyeti [zevki] için beyhude bir işle iştigal ettiğini hiçbir zaman görmezsiniz. Bilakis en kaba, en vahşi bir adam, Afrika'nın zencisi, Amerika'nın yerlisi, Avustralya ormanlarının sakini, havali-i kutbiyenin [kutup bölgesinin] mütemekkini [sakini] de kendi aleminde ihdas-ı sınaat eder. Baltasının sapını naht eder [oyar], kendine gerdanlıklar, 1 bilezikler yapar, yüzünü tersim eyler [boyar], çadırının derisi üstüne nakışlar işler. Sınaat bir lisan-ı umumidir. Cümleye açık bir kitaptır. Halbuki edebiyat lehçelerin ihtilafından dolayı müteşettittir [dağınıktır] : Bir eser-i mimari tarih-i inşası herhangi zamana musadif bulunur ise bulunsun; menşei her neresi olursa olsun bunun doğrudan doğruya muhatabı bütün memalikin [ülkenin] insanlarıdır. Sınaat, ervah-ı sadeden [basit ruhlardan] tabayi-i kemalperverdeye [iyi eğitim görmüş karakterlere] varıncaya kadar bilcümle meşarib [mizaçlar] ve mesalike [mesleklere] alakadrmeratibihim [rütbe ve derecesine göre] hitap ettiği için daha amik [derin] bir surette bir lisan-ı umumidir. Başka zeminlerdeki itikadat ve temayülatın ihtilafı ile araları pek açık olan fikirleri bile vadi-i müşterek-i takdirde destbedest [elele] musafat [gerçek dost] olurlar. Sınaat-ı nefisenin tetkikindeki yegane meziyet, iştigalat ve mücadelat-ı hayatiyeye bigane [yabancı] oluşudur, insanların arasındaki tefrika [ayrım] ve niza [çekişme] esasen menafi-i hususiye [şahsi menfaatler] , mesail-i siyasiye [siyasal sorunlar], mesai! ve deavi-i felsefiye [felsefi meseleler] gibi esbaptan [nedenlerden] zuhur eder. Bu tefrikaların haricinde kalan ve fevkine bile yükselen zevk-i mahasin [güzellik zevki] , insanları yekdiğerine takrip [yakınlaştırır] ve telif eder [barıştırır] . Bu öyle şahsi ve bitaraf [tarafsız], sehl [kolay] ve amik bir zevktir ki kuvve-i muhayyile [hayalgücü] ile muhakeme, ihtiyac-ı tesir ile ihtiyac-ı tefekkür, saika-i takdir ve hayret ve hasisa-i tetkik [karakter incelemesi] gibi kuva-yı maneviyeden bizler de en 1

·

6

Gerdanlık teşkil edebilmek üzere delinmiş (hem de ne kadar zahmetle!) çakıl parçaları kable 't-tarih-i ezmineye (tarihöncesine) ait tabakat-ı türabiye [toprak tabakaları ] dahilinde bulunmuştur.

insanları me:.' n [rurkun] edebilmek yalnız sınaara na ip olrnu bir meziyettir. Roma lmpararorluğu'na ,.e cumhuriyet-i Yunaniye'ye ifaza-i şükfıh ey leyen [görkem ve berekete

,.e

latif ve en ali olanlarını, havassımızı [duygularımızı] , ruhumuzu hem tahrik hem teskin eder. O kadar ruhlu ve o kadar mütenevvi [çeşitli] olan bir hareket-i zekaiyenin ika ettiği [düşürdüğü] ihtilafat ve mücadelatın bir hassa-i acibesi de huşunetten [haşinlikten] muarra [arınmış] ve buğz [hınç] ve adavetten [düşmanlıktan] müberra [aklanmış] bir şiddeti haiz olabilmesi ve ayaklandırdığı ihtirasatı da esasen tehvin eder [hafifletir] gibi oluşudur. Hüsnün [güzelliğin] ruh-ı insani üzerinde öyle bir kudret-i galibanesi vardır ki ruh kendisine mevkuf-ı hayret [hayrete kapılmış] iken husule gelen ezvak [zevkler] ve lezzeti ihlal edebilecek olan tesiratı ya mahv yahut kendine münkat eder [boyun eğdirir] . Bunun içindir ki en muhtelif devirlerde ve en mütenevvi [çeşitli] şerait-i ictimaiye tahtında [altında] teali etmek [yükselmek]

kavuşturan] ve kurun-ı vustanın [ortaçağın] velvelehiz [velveleyle yükselen] cumhuriyetleri arasında intişar ettiği gibi XIV. Louis'nin zir-i zıll-ı azametinde [azametli himayesinde] de İncila eden [görünen] hep aynı sınaattır [sanatlardır]. Elhasıl sınaat bir muslihtir [ıslah edicidir], maziyi bihakkın [hakkıyla] tekrim etmekle [yüceltmekle] fikr-i vatanperveriyi takviye ve tenvir eder.

Düyun-ı Umumiye mektupçusu ve Sanayi-i Nefise Mektebi tarih-i sınaat muallimi

Vah id

İTİBARİ MENAZIR IR.TİSAM-1 MAİL YANİ

PERSPECTIVE CAVALIER

(A) Şeffaf bir satıh arkasından bir maddeye bakan bir rasıdın [gözlemcinin] maddeden geriye çekile çekile bu 'd-ı gayri mütenahiye [sonsuza] kadar uzaklaştığı tasavvur olunursa rasıdın işbu bu' d-ı gayri mütenahiden maddenin nikat-ı muhtelifesine [çeşitli noktalarına] temdit ettiği [uzattığı] hutUt-ı basariyesinin [göz çizgisinin] madde ile sath-ı şeffaf arasındaki kısımları yekdiğerine muvazi [paralel] olup maddenin evvelce sath-ı şeffaf üzerindeki menazırı [perspektifi] bu defa adeta bir mürteseme [izdüşümüne] tahavvül eyler [dönüşür] ve hutut-ı şuaiye yerine hutilt-ı rasime [resim çizgileri] kaim olur [geçer]. Eğer rasıdın bu tebaüdü [uzaklaşması] sath-ı şeffafa amud-i istikametde [dikey yönde] ise irtisam-ı mezkur [anılan izdüşüm] kaim yani mürtesem-i adi olur. Ve eğer rasıt [gözlemci] sath-ı mezkure [anılan yüzeye] mailen [eğik olarak] tebaüd eylerse [uzaklaşırsa] işte o vakit husule gelen irtisam, mail [eğik] olup buna da perspektif kavaliyer [perspective cavalier] tabir olunur. ( Biz bu perspektif kavaliyere " itibari menazır" dedik . ) Bundan istidlal olunur [şu sonuca varırız] k i perspektif kavaliyer meselesi adeta şems [güneş] vasıtası ile husule gelen gölgenin aynıdır ( Şekil 1). Mesela ( ua _, - t _, - ) ü ç kemiyet-i vaziye mihveri [koordinat ekseni] yani bir mikabın [küpün] üç dıl-ı mücessemi [kenarı] , bunlardan ( L>-" _, ) (arz [genişlik ] ) ufki ve sath-ı menazıriye [yatay ve yüzey perspektife] muvazi ( ua _, ) (irtifa [yükseklik] ) şakuli [düşey] aynı zamanda cephe hattı ve üçüncüsü olan ( t _, ) ( derinlik) sath-ı mezkure amuttur [ dikeydir] . Farz edelim ki nazır [bakan] ( '5 _, ) istikametinde namütenahi mesafeye tebaüd eylemiş [uzaklaşmış] olsun. Mikabın [karenin] üç dıl-ı mücesseminin [kenarının] menazır-ı itibarisi (perspektif kavaliyeri) ( t_ j , � j , U:. j ) olur. ( ua _, L>-" _, ) cephe dıl-ı

mücessemlerinin menazırları kendilerine muvazi ve müsavi olur. Halbuki üçüncüsü olan ( t _, ) hangi bir ( t j ) gibi bir menazır husule getireceği aşikardır. Çünkü ( ..s _, ) hattına muvazaten [paralel olarak] resmolunan ( r t ) hattı sath-ı menazıriyi ( t ) noktasında kat ettiğinden [kestiğinden] ( t _, ) hattının menazır-ı itibarisi de iki nihayet noktalarının menazırları beynini [ortasını] vasletmekle [birleştirmekle] hasıl olur.

(B) Tarif - Sath-ı menazıriye amut [dik] ( t _, ) hattının ( t j ) gibi menazır-ı amudi-i bu'd-ı mücerredesine firari [kaçak] namını vereceğiz ( Şekil 2 ) . ( t j ) hattının ( t _, ) hattı ile daimi ve

., 1

\\

jii:'' ,�_._;.;

...,. _ _

� "'

Şekil 1

Şekil 2

muayyen bir nispet dahilinde olduğunu görmek de güç bir şey değildir. Bu nispet daimi ( J ) ile irae edilip [gösterilip] " nisbet-i tahvil" [dönüşüm oranı] namı ile tevsim olunur [adlandırılır] .

Mabadı var

7

6

H A K KA K L I K A L E M İ N D E

7

işte yeni bir sanat, mader-i keşfiyatın mehd-i imkana vaz-ı ibda [hediye] ettiği son zade-i marifet [hüner] ! Temsil ettiği asarın [eserlerin] asıllarındaki letafeti hakkı ile muhafaza ve iraeye [göstermeye] elverişli olması itibariyle sanat-ı hakkin [hak sanatının] şuabat-ı adidesi [pek çok dalı] meyanında [arasında] makbul ve mümtaz bulunan ve fakat klişelerinin suret-i mükemmelede imali uzun tecrübelere, fevkalade maharete, fazla masarıfa [masrafa] mütevakkıf [bağlı] olması ve tabı [basımı] hususunda da birçok müşkülat bulunması hasebiyle mehil ve metruk kalan taydus [taille-douce] usulü, bu keşf-i cedid [yeni buluş] sayesinde bir devre-i suhulet ve faaliyete [kolaylık sağlayan faaliyet devresine] girmiş oluyor. Artık bütün heveskaran-ı marifet cüzi bir zaman zarfında nefis klişeler vücuda getirebilecekler. Bunların mahsulat-ı matbuasını görmek saadetine nail olacaklardır. Hatta ressamlar artık eserlerinin bütün dakayık [inceliklerini] ve şivesini muhafaza ve iraeye muktedir hakkaklar aramak külfetinden kurtulacaklar, kendilerine lazım olan klişeleri isterlerse - bizzat ve bissuhule [kolayca] vücuda getirivereceklerdir. Nitekim A. F. Gorguet, George Scott, Beaupre, Emile Bayard [gibi] ressaman-ı meşhure pek nefis selülotipi [cellulotypie] asar vücuda getirmişler. Kezalik esatize-i musavvirinden [üstat ressamlardan] olup sanat-ı hakka katiyen vukuf ve münasebeti olmayan William Bouguereau'nun ilk etüt olmak üzere yaptığı "Amour"un hakkaklık nokta-i nazarından şayan-ı tenkit hiçbir noktası görülmemiştir. Velhasıl bu usul sayesinde herhangi bir muhibb-i sanat [sanatsever] kartvizit, süslü ilan varakası [kağıdı] , markalı ve müzeyyen [süslü] mektup kağıdı klişeleri ihzar [hazırlayacak] ve ta bede bilecektir. Selülotipi plakları. - Klişelerirriizi vücuda getireceğimiz selülotipi levhaları renksiz, şeffaf mevaddan [maddelerden] terkip edilmişlerdir. Bu levhalar aynı hacimdeki bakır levhalardan sıkletçe yedi, kıymetçe üç defa hafiftir. Bu levhaların her iki veçhi [tarafı] düz ve mücella [parlak] olduğu gibi hakkedilecek yüzünün kenarları - bakır plaklar gibi - şivlidir [eğimlidir] . Bunlar her kıta da [boyutta] imal edilebilir. Şeffafiyeti, modelin doğrudan doğruya plak üzerine aynı zamanda istinsah [kopyalama]

ve hakki gibi bir menfaat-i azime [büyük yarar] temin ettiği cihetle, ayrıca bir hassa-i kıymetdar [değerli nitelik] teşkil eder. Resmin tayin-i mevkii - Bir kağıt üzerine tersim edilmiş [çizilmiş] bir kroki farz edelim. Bunu plak üzerine nakletmek isteyen zat kendisine tezgah hizmetini görecek olan masanın üzerine koyduktan sonra üzerine plağı - şivli kenarları üste gelmek üzere - vaz etmeli [koymalı] . Badehu [sonra] plağı ileri, geri hareket ettirmek suretiyle resmin mevkiini bittayin [tayinle] plağı dört taraftan birer pünez [raptiye] ile resmi havi [içeren] kağıdın üzerinden masaya tespit eylemeli; fakat pünezlerin plağı delmeyip yalnız kenarlarında sıkıca tutmuş olmasına dikkat olunmalıdır. Veyahut kağıdın kenarlarından birer santimetre fazla bırakıp resmin mevkii tayin edildikten sonra mezkur [sözü edilen] fazla kısımla dış tarafa kıvrılarak soğuk tutkal veya zamk ile plağın üzerine yapıştırılmalıdır. Resmin plağa nakli. - Bir şekil samankağıdı üzerine kurşunkalemi ile istinsah edilirse selülotipi levhası üzerine akseden resmi de çelik kalem ile öylece istinsah ve aynı zamanda hakkedebilirsiniz. Bu veçhile önce hutut-ı esasiyeyi [ana hatları] istinsah ve hakkederek sonra da en küçük hutut ve gölgelere varıncaya kadar ikmal eylersiniz. Hatta biraz resim ve hakka vukufu olanlar hutut-ı esasiyeyi vücuda getirdikten sonra tafsilat-ı saireyi kendi kudret-i ressamane ve hakkakanesine göre itmam edebilir [tamamlayabilir] . Kağıt üzerinde modeli olmayıp da doğrudan doğruya plak üzerine yapılmak istenilen resimler hakkında ise şu yolda muamele edilmelidir. Plağın şivli olmayan yüzüne hafifçe yani şeffafiyetini bozmayacak derecede ponza [süngertaşı] tozu sürerek biraz matlık verdikten sonra kurşunkalemi ile resmi yapmalı; son tashihatı [düzeltmeleri] da bilicra [uygulamayla] üzerine kenarlarından bir beyaz kağıt yapıştırdıktan sonra plağın hakkedilecek yüzünü çevirmeli. Plağın şeffafiyeti diğer cihetteki resmin - fakat bittabi ters olarak - tezahürünü temin ettiği cihetle çelik kalemi hutut-ı mütezahirenin [görünen çizgilerin] üzerinden yürüterek ameliye­ i istinsahiye ve külliyeyi ikmal etmelidir.

Mabadı var

Midhat Rebii

OSMANLI RESSAMLAR CEMİYETİ MERKEZİNDE KÜŞAT EDİLEN DAİMİ SATI Ş SERGİSİ PROGRAMID I R bittevkif [ayrılarak] mütebakisi [kalanı] sekiz gün zarfında eserin idareye teslimini mübeyyin makbuzun istirdadı [iadesi] ile eshabına tesviye edilir [ödenir] .

1 - Teşhir edilmek ve satılmak üzere idareye tevdi edilecek yağlıboya, suluboya, karakalem ve sair usullerde her kıtada [boyutta] tablo ve sair sanayi-i nefiseye müteallik [ilişkin] asar­ ı cedide ve atikanın [yeni ve eski eserlerin] kıymeti ashabı [sahipleri] tarafından vaz edilecek [koyulacak], kabul ve adem-i kabulü [kabul edilmemesi] heyet-i idarenin ekseriyet-i arasına [ oyçokluğuna] mütevakkıftır [bağlıdır] .

7- Müddet-i teşhirin hitamından evvel eshabı tarafından ahzı [alınması] arzu edilen asara satılmış nazarı ile bakılarak kıymet-i mühimmesi üzerinden yüzde on istifa edilmedikçe [ücret alınmadıkça] iade edilmez.

8- Asarın

hin-i füruhtunda [satışında] bedeli kamilen idare sandığına teslim edilmedikçe müşteriye ita edilmez [verilmez].

2 Eserlerin orij inal olup alelade kopya olmaması, sanat-ı tersimce [resim sanatınca] haiz-i kıymet bulunan bazı kopyaların kopya olduklarını mübeyyin [açıklayan] etiketleri havi bulunması, çerçevelenmiş olması, hin-i teslimden [tesliminden] üç gün zarfında istirdat edilememesi [geri alınamaması] şarttır. -

9- Taşra ve memalik-i ecnebiyeden

gönderilecek ve iade edilecek asarın nakliye ve gümrük, ambalaj ve masarıf­ ı sairesi eshabına ait olduğu gibi füruht edilen asarın bu müsüllü [gibi] masarıfatı müşteriye aittir.

3- Teşhir edilen asarın eshabının [sahibinin] müsaade-i tahririyesi [yazılı izni] olmadıkça istinsah edilmesine [kopyalanmasına] müsaade edilmez. 8

1 0- Teslim edilen asar, Cemiyete vedia [emanet] hükmünde olup Hudanegerde [Allah göstermesin] harik [yangın] vesaire gibi kaza neticesi zayiattan dolayı cemiyet zamin [sorumlu] değildir. Şu kadar var ki eshabı eserlerini kendi namlarına sigorta ettirebilirler.

4- Aza-yı cemiyetin kendi eserleri

müstesna olmak üzere üç aylık ücret-i teşhiriye, yarım metre murabba [kare] mahal işgal eden asardan beş ve bir metre ve daha ziyade mahal işgal eden asarın beher metre murabbaı yedi buçuk kuruş hesabı ile istifa olunur [ücret alınır] .

1 1 - Sergi her gün açıktır. Zairden [ziyaretçilerden] bir kuruş duhuliye istifa edilir.

5- Teşhir müddeti hitam

[son] bulan asar eshabının arzusu ile ücurat-ı mezklırenin [yukarıdaki ücretlerin] tekrar istifası suretiyle tecdid-i kayd [kayıt yenileme] ve temdid-i müddet edilir [süre uzatılır] .

12- Aza-yı cemiyet ve eshab-ı asar için duhuliye serbesttir. 1 3- Haftada bir gün muhadderata [kadınlara] tahsis edilecektir.

6- Asarın hin-i

füruhtunda [satışı sırasında] esman-ı baliğasının [tutarın] yüzde onu idareye ait olmak üzere

Fi 1 0 Nisan

9

sene 3 2 6 [1 9 1 0]

ŞuuNAT

Bern şehrinde telgrafa müteallik bir abide-i tarihiye tesisi takarrür ederek [kararlaştırılarak] onun resmi için Telgraf İttihadına [birliğine] dahil olan devletler memaliki sanatkarlarının müsabakaya davet edilecekleri mevsukan [yazılı olarak] haber alınmıştır. Osmanlı sanatkarlarının şimdiden nazar-ı dikkatlerini celp ederiz.

TEŞEKKÜR

Cemiyetimizin heyet-i idaresi azasından Mesrur izzet Beyefendi tarafından meşahir-i musavvirinden [ünlü ressamlardan] J. Aram imzasını ve bin sekiz yüz seksen yedi tarihini havi olan ve bir duhter-i pakiz [temiz bakire] edayı temsil eden on beş lira kıymetinde yağlıboya bir tablo ve Tekezade Said Beyefendi canibinden [tarafından] de "Samothraki" muzaffereni [nikesi] namına vücuda getirilen abide ile " Achille" heykelinin alçıdan mamul numunelerine nazaran daprenatür [d 'apres nature, doğadan çalışma] olarak yapılmış karakalem bir tablo cemiyet namına ihda buyrulmuştur [hediye edilmiştir]. Heyet-i umumiye namına her ikisine de arz-ı teşekkürat olunur.

O S MANLI RESSAMLAR CEMİYETİ DAİMİ SATIŞ SERG İ S İ

- Cağaloğlu ' nda fırın ittisalinde [bitişiğinde] - Her gün açıktır. Duhuliye [giriş] bir kuruştur. Pazartesi günleri muhadderata [kadınlara] mahsustur.

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti hafta olarak 2 Nisan 1 326 [ 1 9 1 0] tarihinde keşide olunan [çekilen] piyangodan isabet edip henüz eshabı tarafından ahzolunmayan [teslim alınmayan] tabloların numaraları 20, 30, 12, 2 8 .

REDD-İ İ SNAD

Müceddeden [yeniden] darbı takarrür eden nikel mesklıkat [paralar] hakkında MeskGkat Müdüriyeti 'nden gazetelere gönderilen tamimname, nikel meskükatın kalıpları "gayet zarif" olup şimdiye kadar darp olunan meskükat-ı lslamiye'nin "en mükemmeli " olduğunda sanayi-i nefise erbabı müttefiktir, denilmiş ise de şu ittifakta cemiyetimizi teşkil eden sanayi-i nefise erbabından hiçbirinin dahil olmadığını beyan eyleriz.

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti müessis/erinden Osman Asaf Manzume-i Efkar Matbaası

10

d_

rl... � ·�'.:ı .;�l.ill.>.:'" ._..� _,..;. d_ ._.< ,\ ..) l� ('L: d J�k · i • .

d.o.� �\:..., .

)_,:))\ p



J-"_Jt(;I_-�� d4 .J ._,.., ) cephe müstevisi üzerine tatbik edelim. Devir ve tatbik mihveri ( t .J ) 'ın menazırıdır. Devir esnasında ( .J ) noktası hareket etmez. Bu'd-ı mücerredde bulunan ( t .J ) hattı hem sath-ı menazıriye binaenaleyh ( L>4 .J ._,.., ) cephe müstevisine hem de ( Ç -' ) istikametinde ( t .J ) mihverine amut [dik] olarak devir eder. ( i- ) noktası ( L>4 .J ._,.., ) müstevisinden iki metre ileride ve bu'd-ı mücerredde olup ( t .J ) üzerinde olmayan ve bilmesaha iki metre mesafede bulunup derinliklerin mevki-i müntakillerini tayin eyleyen ve fakat gayri müntakilleri ( .J ._,.., ) veya ( L>4 .J ) üzerinde bulunan bir noktaya devir ve tatbik olunur. Binaenalazalik [bundan ötürü] eğer nisbet-i tahvil �

= -23- ıse .

'

.,..

.J = -23- .,..' -'

Şekil

(A) Bir noktanın ve bir mümassın devir ve tatbiki -

( _, ) bilfarz bu'd-ı mücerredde kaldırılmış olan daire üzerinde (