136 90 27MB
Turkish Pages 679 [695] Year 2007
PATRICIA CRONE Dr. Patricia Crone, (1945, Danimarka doğumlu) lisans ve lisans üstü çalışmalarını Londra Üniversitesi'nde tamam layarak doktora derecesini 1974 yılında Doğu ve Afrika
Dilleri Okulu'ndan (SOAS) aldı. Sonraki üç yıl Londra Üniversitesi Wa ı·burg Enstitüsü'nde Uzman Araştırmacı olarak görev yaptı. 1977'de Oxford Üniversitesi Jesus Col
lege'da İslam Tarihi alanında öğretim üyesi oldu. Dr. Cro ne, İslam Araştırmaları alanında yardımcı öğretim üyeliği
yapmış ve !990'da Cambridge Ü nive rsites i Gonville and
Caius College'da öğretim üyesi olmuştur. O günden bu ya
na Cambridge'de birçok görevde bulunmuştur. 1992-1994 yılları arasında İslam Araştırmalan alanında öğretim üye liği yapmış,
1994'ten itibaren İslam Tarihi alanında do
çent olmuş ve daha sonra atandığı Princeton İleri Araştır malar Enstitüsü'nde 1997 yılında profesör olmuştur.
ORTAÇAG İSLAM DÜNYASINDA SİYASİ DÜŞÜNCE Patricia Crone
Çeviren: Hakan Köni
Kapı Yayınlan 145
Araştırma-İnceleme 34 ORTA ÇAG İSLAM DÜNYASINDA SİYASİ DÜŞÜNCE Medieval lslamic Political Tlıought
Patıicia Crone Çeviren: Hakan Köni 1.
Basım: Ekim 2007
ISBN: 978-9944-486-52-1 Kapak Tasarımı: Utku Lomlu Düzelti: Sinan Köseoğlu Dizgi: Bahar Kuru © 2007,
© 2007;
Patricia Crone bu kitabın tüm yayın haklan Kapı Yayınlan'na aittir.
Kapı Yayınlan
Ticarethane Sokak No: 53 Cağaloğlu I İs tan b ul Tel: (212) 513 3420-21 Faks: (212) 512 3376 e-posta: [email protected] ww\v.kapiyayinlari.com
Baskı
ve
Cilt
Melisa Matbaacılık
Çiftehavuzlar Yolu Acar Sanavi Sitesi No: 8 Bavrampaşa / İstanbul Tel: (212) 674 9723 Fax: (212) 674 9729 Genel Dağllmı
Alfa Basım Ya),m Dağıtım
Ltd. Şti.
Ticarethane Sokak No: 53 Cağaloğlıı /İstanbul Tl'I: (212) 511 5303 Faks: (212) 519 3300 Kapı Yayınları, Alfa Ya�·ın Gnıbu'nun tescilli markasıdır.
İÇİNDEK İ L E R
Çizelgeler Listesi vii Önsöz
ix
Kısaltmalar xiii 1. 1.
İLK DÖNEM
İLK DÖNEM
1. Hükümetin Ortaya Çıkışı 3 2. İlk İç Savaş ve Hizipleşmeler 25 3. Emeviler 51
il.
KABİLE GELENEGİNİN ZAYIFLAMASI (700-900)
4. Giriş 77 5. Hariciler 82 6. Mutezile 99 7. Emeviler Döneminde Şiiler 107
8. Abbasiler ve Şiilik 132 9. Zeydiler 149 10. İmamiler 166 11. Ashabı 1 ladis 190
III. PARÇALANMIŞ BİR DÜNYAYLA MÜCADELE 12. Giriş 217 13. İran Geleneği ve Nasihat Edebiyatı 221 14. Yunan Geleneği ve Siyaset Bilimi 247 15. İsmaililer 295 16. Sünniler 327
iV.
HÜKÜMET VE TOPLUM
17. Hükümetin Doğası 385 18. Hükümetin İşlevleri 428 19. Özgürlük Hakkındaki Görüşler 4 72 20. Toplumsal Düzen 498 21. Müslümanlar ve Kafirler 538 22. Son söz: Din, Devlet ve Toplum Konularına Yeniden Bakış 591
Çizelgeler 601 Bibliyografya 616 Dizin 665
ÇİZELGE LİSTESİ
Emevilere Göre Ümmetin Soyağacı 601 Şiilere Göre Ümmetin Soy Ağacı 602 Haşimilerin (Abbasiler ve Talibiler) Soy Ağacı 603 Ali Yanlıları, 874'e Kadar 604 Abbasiler, 861'e Kadaı:. 605 Şii Mezheplerinin Soy Ağacı 606 İsmaili Soy Ağacı 607 İsmaililer ve İlgili Mezhepler 608 Fatımi İsmaililerinin İmamları 609 Halifeler 610 Kronoloji 612
ÖN SÖZ
Siyasi düşünce, en geniş anlamda, gücün kullanımı konu sunda, betimleyici olmaktan ziyade sıkı kurallar koyan bir düşünme biçimi olarak tanımlanabilir. Siyasi düşünce, gü cün nasıl ve hangi amaçlara yönelik olarak kullanılacağını araştırır. Siyasi gücün sayısız türleri vardır, ancak siyasi dü şünce bunlardan yalnızca biriyle ilgilenir: Hükümetlerin ai le, köy ve kabileler üzerinde uygulamakta olduğu ve hepimi zin devlet diye bildiği kurum tarafından uygulanan güç tü rüyle. Ancak içinde şekillendiği toplumsal düzeni ve insan etkinliklerini koordine eden diğer iç ve dış kaynaklı organi zasyonları dikkate almadan devlet üzerine fikir yürütmek nered eyse imkansızdır. Bu tür organizasyonl arı n günümüz de gerek ulusal gerekse küresel düzeyde sayısız örneklcı·i vardır, ancak Ortaçağ dünyasında bunların sayısı oldukça azdı ve b i rbirl eriyle kuvvetli bir etkileşim içinde değillerdi . O
ix
çağlarda ilişkiler mahalli boyutlardaydı ve genellikle akraba lık bağlarına dayanıyordu. İletişim araçlarının kısıtlılığı, yoksulluk, yöresel farklılıklar ve güvensizlik duygusu gibi nedenlerden ötürü insan etkinliklerini köy ilişkileri ve akra balık bağlarını aşacak bir şekilde koordine etmek çok zordu. Bu koordinasyon güç kullanı larak sağlanabilirdi: Devletlerin tipik kuruluş yöntemi de genellikle budur. Fakat ortak bir ruh, paylaşı lan idealler ve güven aşılayan bir din yoluyla ve ya yardımıyla da bu koordinasyon sağlanabilirdi. Yöreselliği ve akrabalık ilişkilerini devletin çabasından bağımsız olarak aşan din, kimi zaman devlet teşkilatlanmasının ana kaynağı olmuştur. İslam dünyasında da devletin kuruluşu aslen bu unsura dayanmaktadır. Ortaçağ İslam dünyasının siyasi düşünce tarzını anla mak, kısmen bu nedenle, modern Batılı okur için biraz zor dur. Bir Batılı siyasi hayatın herkes tarafından serbestçe dü şünülüp konuşulabilecek bir konu olduğunu varsayabilir. Onun için güçten ve güçle ilgili konulardan kaynaklanan so runlardan daha evrensel ne olabilir? Fakat herkesin bildiği gibi bu konular başka birçok meseleyle ilişki içindedir ve Müslümanlıkla ilgili meseleler bambaşka nitelikler taşımak tadır. Bu konu aynı zamanda bazı zor kavramlarla da çevre lenmiştir. Bu kitabın yazılış amacı İslam dünyasında siyasi düşünce hakkında bilgi sahibi olanların bilgi düzeylerini yükseltmek, aynı zamanda da bu alanı yeni tanımaya başla yanlara yardımcı olmaktır. Kitabın hedef kitlesi Batıda İs lam tarihi okuyan öğrenciler, kitabın kapsamakta olduğu dönemle ve yerlerle ilgilenen tarihçiler ve genel olarak halk tıL Normal bir Batılı okuyucunun işini kolaylaştırmak için, bilinen bir konudan bil inmeyen bir konuya geçerken akla gelebilecek sorulara her fırsatta değinil mektedir. Kitap yal nızca üst düzey soyut teorilerle sınırlı olmayıp bu teorileri
anlamamıza yarayacak kapalı varsayımları ve konuşulma yan temelleri de ele alarak en geniş anlamda siyasi düşünce alanına adanmıştır. Kitabın iyi anlaşılabilmesi için klasik ta rih ve Avrupa tarihiyle ilgili genel bir bilgi birikimi faydalı olacaktır (örneğin, Büyük İskender ve XVI. Louis'nin kim ol duklarını açıklamaya ihtiyaç duymadım), fakat İslam tari hiyle ilgili önceden edinilmesi gereken bir bilgiye ihtiyaç yoktur. Metin içerisinde bütün kavramlar açıklanmakta, bü tün önemli şahsiyetler, olaylar ve tarihi gelişmeler de gerek tiği şekilde tanımlanmakta veya özetlenmektedir. Konunun uzmanlarının notları dikkatle gözden geçirmesini isterim. Uzman olmayanlar notları atlayabilir. Konu hakkında biraz bilgi sahibi olan okuyucular kitabı nispeten anlaşılması ko lay bulabilirler, ancak diğerleri için de çok ağır bir kitap ol duğu söylenemez. Kitabı okurken okuyucuya kolaylık sağlayacak bazı bilgi leri de burada verelim. İlk olarak, eğer bir olayla ilgili olarak 290/902f gibi iki tarih verilmişse, bunlardan ilki hicri, ikin cisi miladidir. Hicri bir yıl genellikle miladi bir yılın içinde başlar, bu nedenle 'f harfi 902 ve 903'ün ilgili kısımlarını içi ne almak için kullanılmıştır. Eğer tek tarih verilmişse aksi belirtilmedikçe miladi takvim kast edilmektedir. Ayrıca, ki tabın notlar kısmında kendime ait diğer eserlere haddinden fazla yer verdiğim için özürlerimi beyan ederim. Bu esere aslında mevcut bilgileri sistematik hale getiren küçük bir ki tap yazmak amacıyla başlamıştım. Fakat bu konuda verilen eserlerin böyle bir iş için yeterli olmadığı ortaya çıkınca bu alanla ilgili bir araştırma projesine koyuldum. Bu nedenle kitapta daha önce yapmış olduğum çalışmalara kaçınılmaz olarak çokça yer verdim. Ayrıca projeyi yürütürken birçok makale yazdım ve kitabı gereksiz ayrıntılarla doldurmamak için ilgili yerlerde onlara gönderme yaptım. Bu açıklama xi
okuyucuyu pek tatmin etmeyebilir, yine de beni mazur gör melerini dilerim. Meron Evad'a felsefeyle ilgili konulan ele alırken sordu ğum her soruya sabırla cevap verdiği için çok teşekkür ede rim. İran'la ilgili konularda Muhsin Aştiyani'ye yaptığı yar dımlardan dolayı minnettanm. Aynca yine ona, Tamina Bayhomdau'ya, Anthony Black'e Bemard Haykel'e, Carole Hillenbrand'a, Stephen Menn'e ve Lennart Sundelin'e kita bın yazımı aşamasında değişik bölümleriyle ilgili yorumla rından dolayı, Firuza Abdullahova'ya kitabın kapağındaki resminden dolayı ve Michael Cook'a kitabın en son yazım aşamasında yaptığı yardımlardan ve ısrarlı yorumlanndan dolayı çok çok teşekkür ederim. Son olarak da yine Carole
Hillenbrand'a bu kitabı yazma fikrini aklıma düşürdüğü, ki tabın yazımı bitene kadar da sabırla ve sadakatle beklediği için tekrar, aynca teşekkür ederim.
Patricia Crone
xii
KISALTMALAR
age. : Adı geçen eser bkz. : Bakınız böl.
Bölüm
der.
Derleyen
deri.: Derleyenler s.
Sayfa
ter.
Tercüme eden
teri.
Tercüme edenler
yor.
Yonımlayan
1
İLK DÖNEM
BÖLÜM HÜKÜMETİN ORTAYA ÇIKIŞI 1.
Ortaçağ Müslümanları, insanoğlunun bir hükümet idaresi altında yaşamaya başlaması hakkında ne düşünmüşlerdi? Başka bir ifadeyle, devletin ortaya çıkışını nasıl açıklıyorlar dı? Kısaca cevaplayacak olursak, Müslümanlar hükümetin başlangıçtan beri var olduğunu ve sonradan geliştirilen bir kurum olmadığını düşünmekteydiler. Siyasi düşüncelerinin arkasındaki bazı temel varsayımları ortaya çıkardığı için, bu konuyu daha a:yrıntılı bir biçimde incelemekte fayda var. Bu bölüm, bu nedenle, bu türden temel varsayımlara, kavram lara ve düşüncelere ayrılmıştır.
Terminoloji Modem söylemde devlet sözcüğü, bazen belirli bir toprak parçası üzerindeki en yüksek siyasi otoriteyi tesis eden idari 3
kurumlar kümesini (yakındığımız ve gücünün azalmasını di lediğimiz devlet türü), bazen de bu kurumlara sahip olan, si yasi olarak örgütlenmiş bir toplumu ya da yönetim biçimini ("ulus-devlet" deyiminde olduğu gibi) belirtmek için kullanıl maktadır. Devletin nasıl ortaya çıktığı sorusunda vurgu ida ri birime yapılır ama her iki anlam da birbiriyle yakın ilişki lidir. Fakat Ortaçağ'da Müslümanların, devletin bu iki anla mından herhangi birine karşılık gelecek bir kelimeleri yoktu. Kendilerinin, kurumlardan ziyade şahıslar tarafından idare edildiklerini düşünmekteydiler. Bizim "devlet" sözcüğünün ilk anlamını kullandığımız yerde, onların akJına halife veya melik gibi bir idareci gelirdi; sözcüğün ikinci anlamını kulla narak devletlerden söz ettiğimiz yerde ise, onlar toplumu bir idarecinin iş başında olduğu bir ulus (ümmet) ya da dini bir cemaat (millet) olarak görürlerdi. (Hilafet terimi, gerçi günü müz akademisyenleri sözcüğü her iki anlamıyla serbestçe kullanmaktaysalar da, idari birimin kendisini değil, halife nin vazifesini belirtir.) Müslümanlar, siyasi olarak örgütlen miş bir toplumu şehir (site, Eski Yunancada polis) olarak ta nımlama alışkanlıklarını Eski Yunan atalarından almışlardı. Eski Yunan şehirlerinin aslında kendi başlarına birer devlet olduklarını bilmiyorlardı; alışkanlıklarının kökeninde bu vardı. Müslümanlar medine sözcüğünü, tıpkı Avrupalı çağ daşlarının kullandığı civitas sözcüğünde olduğu gibi, ikinci anlamıyla modern "devlet" sözcüğüne yakın bir anlamda, bir tür yönetim biçimi anlamına gelen bir terim olarak kullan maya devam ettiler. Fakat nıedine sözcüğü, yönetim biçimi anlamında İslam dünyasında alimler ve talebeleriyle sınırlı hayli kapalı bir kullanıma sahipti. Bu çevı·e dışında kalanlar için medine sözcüğü, düz anlamıyla kısaca şehir demekti. Gayı·işahsi bir kuru'm olarnk devlet kavramı, Avrupa'da 16. yüzyıldan itihaı·en ortaya çıkmış ve sonra da Orta Do4
ğu'ya geçmiştir. 19. yüzyılda Müslümanlar, kavrama Arapça
devle (Farsça dovlet, Türkçe devlet) adını verdiler; günümüz de bu kelime, bütün Orta Doğu'da, her iki anlamda da "dev let" kavramının karşılığı olarak kullanılan standart kelime konumundadır. Fakat modern-öncesi kullanımda devle, tali hin dönmesini (ve yıldızların gökteki dönüşünü) dolayısıyla da işbaşındaki idari kurumlar ya da idare şeklinden ziyade, belirli bir hanedanın hakim olduğu dönemi kastederdi. 1 An cak, her ne kadar modem-öncesi Müslümanlar devlet kavra mından yoksun olsalar da, sözcüğün ilk anlamıyla modern devlet tanımına kabaca (ya da nadiren tam) uyan ve ikinci anlamda devletler olarak tanımlanabilecek birimler halinde hakim idari kurumlara elbette sahiptiler. O halde, ortaya çı kışlarını nasıl açıklıyorlardı?
Adem ile Havva Hükümetin mevcudiyet sebebi üzerine kafa yoran Ortaçağ Müslüm anlan cevabı işlevsel bakış açısıyla formüle ettiler: ,
İnsanoğlunun tab i atından kaynaklanan bir ihtiyaç nedeniyle idarecilere gerek vardır ( 1 7 . bölüme bakınız). İdarecilerin na sıl geli ştikleri ya da ne zaman ilk olarak ortaya çıktıkları şek lindeki tarihi soıuyu ise pek irdelememişlerdi. Ancak, İs lam' daki yaratılış anlatısından anlaşılabileceği gibi, Ortaçağ Batı dünyasında mevcut olan ve İlk Gün ah 'ta kökleşmiş in sanlık tarihinin ikincil gelişimi olarak göıiilen hükümet anla yışını paylaşmamaktayclılar. Müslümanlar, hükümetin insan lığın yara tıl ı ş ından önce de mevcut olduğunu varsaymışlardı. İslam'claki yaratılış anlatısının konumuzla ilgili kısımları şöyle özetlenebilir: Allah gökleri, yeri, melekleri ve ci nl eri Kar�ıla�tınııa için
hkz.
Bcrnan.1 Lcwis. Poliıinıl /,(111g11np,e,
5
höl. 2-3.
yarattığında, kendisine güç (mülk) verilen ilk mahluk olan İblis'i de yarattı.2 Allah, onu göğün aşağı katlarının ve yeryü zünün yöneticisi, cennetin bekçisi yapmıştı. Bir başka versi yona göre ise, Allah onu, yeryüzünün ilk sakinleri olan, ken di idarecileri, peygamberleri, dini inançları bulunan, uzun ömürlü, nimet bolluğu içindeki cinlerin hakimi yaptı. Cinler yeryüzünde kötülük ürettiler ve fesada sebep oldular; bunun üzerine İblis, üzerlerine bir ordu gönderip onları bozguna uğrattı; sonra da kibirlenmeye başladı. Başka bir versiyona göre, İblis, Allah tarafından cinlerin üzerine gönderilen bir melekler ordusu tarafından esir alınmış ve esareti sırasında da melekler arasında yetiştiğinden dolayı kibirli olmuştu. Yine başka bir versiyona göre, İblis, cinler arasında öylesine başarılı bir hakim oldu ki, kibirlendi ve onlara karşı müca dele etmeye haşladı. Anlatı nasıl olursa olsun, İblis kibirlen meye başlamıştı ve bunun üzerine Allah, kendi sıfatlarını aşikar kılmak üzere Adem'i yarattı. İblis, Adem'e emredildi ğ i gibi secde etmeyi reddetti ve bunun üzerine cehennemin
d ibine atıldı. Allah daha sonra Havva'yı yarattı; fakat Havva, yılan kılığına giren İblis tarafından kandırıldı; sonra Adem ile Havva, her ikis i birden, yasak meyveyi yediler; bunun üzerine cennetten kovuldular. Havva, adet görme, gebelik, doğum ve aptallıkla cezalandırıldı; Adem, yeryüzüne düşer ken, kafasını kazara cennete sürttü
(İslami versiyonda,
Adem ile Havva, cennetten kendiliklerinden çıkıp gitmemiş
lerdir) bu yüzden de kel kaldı; her ikisi de dışkılama onur ,
suzluğuyla mustarip kılındılar. Adem, dışkısını kokladığında
acı gözyaşları döktü, fakat hepsinden önemlisi, çalışmama özgürlüklerini kaybettiler. İk isi ve soylarından gelenler, ar tık, cennette muaf oldukları "sürme, ekim, sulama, hasat,
2
Tah .. i. 78.10.
6
harman, öğütme, yoğurma, eğirme, dokuma ve yıkama" gibi bezdirici işlerin tümünü yapmak zorunda kaldılar.3 İlk Gü nah'ın insanın durumu üzerindeki en önemli etkisi buydu. Ölümsüzlüğün hiçbir bedeli kalmamıştı. İnsanlar bir daha, başlangıçta olduklarından daha günahkar olmadılar ve in sanlık tarihi, kaybedilmiş ve yeniden kazanılmış bir cennet hikayesine dönüşmedi. Aslında, çoğu alim, Adem ile Hawa 'nın kovulduklan cennetin, Allah yolunda hizmet edenlerin nihayette kendilerini içinde bulacaklan cennetle aynı cennet olduğunu reddederlcr.4 Adem ile Hawa, cennetten kovuhnalanna karşın yeryü zünde bazı ayrıcalıklara sahip oldular. Allah, Adem'e mülk ve saltanat vererek onu yeryüzündeki halifesi kıldı (Krş. Kur'an 2:30). Adem'i ve oğlu Şit'i peygamber olarak seçip, onlar aracılığıyla yasalarını insanlara ulaştırdı. Adem ölün ce, riyaset oğlu Şit'e geçti ve bundan böyle her halife, halefi ne "raiyyetinin siyasi idare ve tedbirini" (siyasetu 'l-Mülk ve't-Tedbir men tahte Yedeyhi min ra_iyyetihi) vasiyet etti.5 Halifeler, zamanlarını Allah'a ibadetle geçirip, murdar fikir lerden ve haset, kin ve tamah gibi hislerden uzak durarak, saf ve dindar bir hayat sürdürdüler.6 Fakat Kabil, Habil'i öldürünce, Adem ikamet ettiği kutsal dağdan ayrılarak başka bir bölgeye yerleşti, onun soyundan da Allah'ı inkar eden cebbarlar ve firavunlar (cebabire ve fe
raine) dünyaya geldi.7 Bu inkarcılar, müzik aletleri icat edip, müzik, şarap ve serbest seks sefahatine düştüler. Bu durum 3
RIS. il.
229
=
Goodman. Ca.'it!. 73; Tab.• ı. 1 03. 1 29. Bu fikrin temelleri için hkz.
1 0. dipııot. 4
5
6 7
Karşılaştırma için bkz. Mavcrdi. A_lamıı '11-Nııbııwe. 78-.; İbn Bahave,·h.
130
�
8 1 (hiil. 29).
Tarih, i. 165. 1. Ömcj!iıı n·. i, 5 (Syriac'ın Tabcıi, Tarih. i. 1 67. 14. Taberi.
lluinc
Mağarası
7
l_tikad,
ka�·ıtlannı vakından takip ederek).
bir süre sonra, gittikçe artan sayıda Şit soyundan insanın bu eğlencelere katılmak için kutsal dağdan ayrılmasına sebep oldu. İdris peygamber ve oğlu Methuselah, Kabilcilere karşı cihat ilan etti ve bir kısmını köleleştirdi, fakat bu, sorunu çözmekte yeterli olmadı: Nuh peygamber zamanına gelindi ğinde, kutsal dağda Şit peygamber soyundan hemen hemen hiç kimse kalmamıştı; bunun üzerine Allah, Tufan'ı gönde rerek yeryüzünü inkarcılardan tamamen temizledi. Tu fan'dan sonra Nuh peygamber soyundan gelenler yeryüzüne dağılarak bildiğimiz insanlığın ataları oldular. Bu açıklamaların ardındaki temel varsayım, kainattaki tüm gücün ve bu gücü idare eden fiziki ve ahlaki kanunların da aynı nihai gerçekliği yani Allah'ı yansıtmasıdır. Allah, ke limenin tam anlamıyla, krallar, idareciler, hakimler ve hali feler atayarak ve itaatsizlik edenlere karşı ordular göndere rek hüküm sürmektedir. İlahi hükümet hep vardı ve hep de olacaktır; kendini yeryüzünde hükümet olarak tezahür ettir mesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Adem, Allah'ın yeryü zündeki tam hakimiyetinin temsilcisiydi ve Şit peygambere uyanlarla Kabilciler, öncülleri olan cinler gibi, siyasi olarak örgütlenmiş toplumlar halinde yaşıyorlardı. Ortaçağ Hıristi
yan inancının aksine, İslam ilmihaline göre, insanlar arasın da baskıcı hükümet, İlk Günah neticesinde ortaya çıkma mıştır. Allah'ın yarattığı, günahkar olsun ya da olmasın tüm
varlık lar doğnıdan veya aracılar vasıtasıyla O'nun hükmüne ,
tabidir ve ilahi hükümet elbette zorlayıcıdır. Şüphesiz, Al lah'ın, itaat ettikleri sürece kullarına karşı zor kullanmaya ihtiyacı yoktur; fakat her varlığın, yaratılış anlatısının açık
lamadan bıraktığı sebeplerle, isyana temayülü vardıı-; bu an lamda, insanın herhangi biı· ayrıcalığı yoktur: Allah, insanı yaratmadan önce, itaatsiz cinler üze rine ordular göndermiş ti. Hıristiyanların giinalı dediğine Müslümanlar
8
111a'siyet
(itaatsizlik) adını verir ve Müslümanlara göre ilk itaatsizlik eylemi, Adem ile Havva 'nın yasak meyveyi yemesi değil, İb lis'in Adem'e secde etmeyi reddetmesidir. Müslümanlara gö re bunun, insanlık durumunu açıklamada sınırlı bir rolü
olup, devletin kökenine dair İslami bakışta hiç rolü yoktur.
İyi ve Kötü Hükümet (İmamet ve Mülk) Hükümet, kfünatın kaçınılmaz bir hususiyetiydi, fakat her hükümet iyi değildi ve hükümetin bozulmasında günah el bette bir rol oynuyordu. Buradaki kilit hadise, Kabil'in Ha bil'i öldürmesidir. Kardeşini öldüren Kabil, kendi cemaatini oluşturmak için Adem'in cemaatinden ayrıldı ve onun so yundan gelenler hep münkir tiranlar tarafından yönetildi. Önceden de bahsettiğimiz gibi, yaratılış anlatısında onlara cebbarlar ve firavunlar (cebabire ve feraine) denmiştir. Bu hü kümdarlar için kullanılan bir başka ad da mulak (tekili me
lik) kelimesidir. Her iki durumda da, bu hükümdarlar elde ettikleri gücü Allah'ın iradesini yerine getirmek için değil kendilerini yüceltmek için kullanarak Allah'ın kullarını ken di köleleri haline getirmiş, ellerindeki gücü müşterek ihti
yaçların karşılanması için değil de şahsi menfaatlerini tat min etmek için kullanmışlardır. Bir insana melik demek, ille de onun kötü taraflarını gös termeyi gerektirmiyordu. Melik, sadece taht üzerinde oturan _ ve taç giyen, makam olarak diğer insanlardan üstün birisi olarak da düşünülebilirdi. Bir yöneticiye, dalkavukluk etmek amacıyla veya sadece hitap için melik denilebilirdi, fakat İs lam'ın ilk yüzyıllarında bunu ancak laik anlamda konuştu ğunuz sürece yapabilirdiniz. Dini anlamda konuşulduğu sü rece, ıııelik ve cebbar unrnnlan yalnızca Allah i çin kullanabi
lirdiniz. Hiç kimse nihai ge rçekl iğ in kesin gücünü sorg ula
9
-
yamazdı; bir insanın bu gücü kendisi için talep etmesi hem küstahlık hem de isyan demekti; böyle yapanlar da kendile rini münkir cebbarlar anlamında melikler olarak damgala mış olurlardı. Yine de, bu talepte bulunanlar daima mevcut olmuştur: Kabil kavminden olan cebbarlar Tufan'la yeryü zünden silindiler ama firavunlar Mısır'da, ardından Eski Yu nan 'da, Roma'da, Bizans'ta, İran'da, Hindistan'da ve daha birçok yerde yeniden ortaya çıktılar. İnsanlığın büyük ço ğunluğu, bu tür den kötü hükümdarlar tarafından idare edil miş ve edilmeye de devam etmektedir. Yaratılış anlatısında geçmeyen bir başka yozlaşma biçimi daha vardır. Müslümanların kendi tarihlerinden de bildiği gi bi, Tufan sonrasında bir kısım insan ortak bir hükümet ida resi altında olmaya son verdiler: İslamiyet, devletsiz bir top lumda ortaya çıkmıştı. Müslümanlar -en azından din alimle ri- mazilerinin bu kısmından gurur duymazlar,8 çünkü onla ra göre İslamiyet öncesi Arap yarımadasında hükümet yoklu ğu, putperest Arapların Allah'ı tanıma konusundaki hataları nı yansıtmaktadır. Putperest oldukları için bu Araplar, Eski Yunanlıların ve Batılı ardıllarının kabile topluluklarına atfe debileceklcri bir kadim özgürlük ve eşitlik devleti içinde de ğil, Cahiliyye, yani cehalet ve barbarlık içinde yaşamıştı. Al lah'ın yegane hakimiyetini kabullenmeden insanlar arasında uygun doğru ilişkiler kurulamaz, ancak kan dökmeye, keyfi liğe ve bu ikisinin doğal sonucu olan ahlaksızlığa dayalı bir tiranlık ya da anarşi düzeni oı·taya çıkabilirdi. Adem, tiranlığa ve anarşiye karşı bir alternatif üretmişti. Onun liderliği, imamet, yani Allah'ın iradesine uygun dini ve siyasi liderlik anlamına geliyordu. Hali/etu'llah /1-1-Ard ola rak, yani Allah'ın yeryüzündeki halifesi olarak, O'ııun şeri!!
Kahik· konusunda u/.man 'i'•hıslann !!üı·ü�kri için hkz.
10
s.
400.
atını çoğalan züniyeti içinde tatbik etti. Hükümet böyle ol malıydı ve Tufan'a kadar Şit peygambere uyanlar arasında da böyle olageldi. Sonrasında iyi hükümet nadiren mevcut oldu; fakat İslam rejimini kuran Hz.Muhammed tarafından iyi hükümet yeniden tesis edildi ve bu idare (çoğu Müslü man'a göre) Hz.Muhammed'in ölümünden sonraki halefleri, yani Medine'deki Hulefa-i Raşidin tarafından da devam etti rildi. Bu dönem, Asr-ı Saadet, yani Altın Çağ diye nitelendi rilen dönemdir. Adil hükümet, her zaman olduğu gibi ceb riydi. Adem'in halefleri gibi, Hz. Muhammed ve ilk halifeler de kurumsallaşmış cebir kullandılar: cezalar verdiler, isyan lar bastırdılar ve kafirlere karşı seferler düzenlediler. Ancak, bu güç kullanımı her zaman Allah'ın şeriatı doğrultusunda yapıldı; cebri güç sadece şerirlere karşı kullanılmıştı. İyi hü kümetin esası buydu; vaat edilmiş özgürlük ve eşitliğin bir ön-siyasi aşaması değil, çoğu Müslüman'ın özlemini çektiği ve yeniden tesisini ümit ettiği türden bir hükümetti.
Hukuk (Şeriat) Allah alemlerin hükümdarı olarak yasalar koydu. Adem'e, ondan sonra gelen peygamberlere ve son olarak da Hz. Mu hammed'e bu yasaları uygulamasını buyurdu. Allah'ın ka nunları doğrultusunda yaşamak dinin esasını oluşturuyor du. İlk dönemlerde din denilince genci olarak bu anlaşıl maktaydı, fakat daha sonra, Hıristiyanlığın ilk dönemlerin de de olduğu gibi, şeriatı tamamen reddeden insanlar orta ya çıktı; fakat o yine de İslam'ın kalbini oluşturma özelliğini devam ettirdi.9 Şeriat sözcüğü genci olarak vahiy dini ile ay nı anlamda kullanılmaktaydı. 9
Karşılaştırma için bkz. 15. Böllim.
11
Ortaçağ Müslümanlarının şeriat olarak kabul ettikleri ol gunun içerdiği öğeleri günümüz öğrencileri anlamakta güç lük çeker. İslam şeriatıyla ilgili geleneksel bir kitap öncelik le ibadet konusuyla; yani beş vakit namaz, Ramazan orucu, zekat ve gücü yetenlerin ömründe en az bir kez Mekke'ye hacca gitmeleri gibi konularla başlar. ıo Beslenmeyle ilgili kurallar da (yenip içilmesi helal ve haram olan şeyler), ilmi hal kitaplarındaki konumu çok daimi olmamakla beraber, ibadetin bir parçasıydı. Günümüz Batılısı için bunların hiç biri hukuk kapsamına girmemektedir. İlmihal kitapları daha sonra karşılıklı ilişkilerin ele alın dığı muamelat (karşılıklı ilişkiler) konusuna geçer. Burada evlilik, boşanma, miras, kölelik ve azat etme, ticaret, işken ce, suçlar, savaş, vergiler vb. gibi konular ele alınır. Günü müz Batılısı, otoriteler tarafından uygulanmakta olan bir kanunlar bütünü olması nedeniyle bunun hukuk olduğunu _ hemen anlayabilir. Ancak, ibadet de otoriteler tarafından zorla yaptırılabilir (Cuma namazına gitmek ve Ramazan oıucunu tutmak isteğe bağlı değildi). Bunun aksine birçok kural hukuki olma niteliği taşımamasına rağmen şeriat içi ne alınmıştır. Örneğin büyüklere saygı gösterme, uygun gi yinme, cenazelerde sergilenecek davranışlar, kafirlerin nasıl selamlanacağı vb. gibi çağdaş bir Batılının ahlaki değerler olarak nitelendireceği ya da sadece görgü kuralları olarak göreceği birçok konu (ki bunlar genellikle hukuk kitapların dan ziyade ayrı çalışmalarda ele alınırdı) şeriat kaideleri içinde esaslı bir yere sahipti. Şeriatı, diğer kanunlardan ayı10
Eski Yakın doğu uygarlılarında insanlar kcndilcıini yaratıcıya köle olarak yaratan Allah'ın emirlerini bedensel çabalar yoluyla yeı·inc gctirmcvc çalışırlardı.
(Mczo
potamva uvgarlığının etkisini ka�·bctmcsindcn sonra insanlar sürekli çalışma
özelliğini medeni insanın avırt edici özelliği olanık giirmcw başlad ı. ) Hırisıirnn lıktaki ayi11 \'C İslam'daki
il>oılı!t ka\Tanıının kökeni
12
ask·n budur.
ran özellik onun otoriteler tarafından uygulanmakta olması değil, yapılmakta olan eylemlerin Allah'ın gözünde ahlaki konumudur. Şeriat kaidelerinin cevapladığı anahtar soru bir eylemin dünya hayatında yasaklanması veya yapılmasına izin verilmesi değil, bu eylemin kişinin doğru yola ulaşma sında ne gibi faydasının ya da zararının olacağıdır. İnsan ha reketlerinin ahlaki düzeyini değerlendirmek fakihlerin
(fu
kahanın) işiydi. Fakihler insan davranışlarının Allah'ın emir lerine uygun olup olmadığını belirlemek için Kur'an, sünnet ve diğer bazı ikincil kaynaklara başvurarak haram ve helal şeklinde bir sınıflandırmaya gider; helal olan şeyleri de ay rıntılı olarak mekruh, mübah, müstehap ya da farz şeklinde açıklarlardı. Kurallara uyulduğu takdirde erkeğin karısını boşamasına izin verilebilir, ancak boşanma müstehap ola rak da kabul edilmez. Müslüman bir köleyi azat etmek müs tehaptır fakat farz değildir. Mütevazı olunması ve ipek giyil memesi şartıyla herhangi bir elbisenin giyilmesi mübahtır. Fakihler ahlaki kurallara riayet edilmesi için idarecilerin tat bik ettiği cebri uygulamaların ölçülerine dikkat etmezlerdi; fakat şeriatı koyma otoritesi idarecilere değil, Allah ve O'nun resulünün mevcut yer ve zaman için temsilcisi olan fakihle re aitti.
Peygamberlik (nübüvvet) Allah şeriatını insanlara peygamberleri vasıtasıyla ulaştırdı. Yeryüzündeki ilk insan olan Adem yalnızca bir imam değil aynı zamanda Allah'ın resu lü idi. Hz. Muhammed için de ay nı durum söz konusuydu. Peyga mberler İslam siyasi düşün cesinde önemli bir yere sah iptir.
Bir nebi Allah'ın insanlarla, veya insanların sadece belli bir kısmıyla ( gene ll ikl e tek bir toplum), iletişim kurmak 13
amacıyla görevlendirdiği bir insandı. Gelecekle ilgili bazı ko nularda gaybi bilgiye sahip olsa da, bir nebi gelecek hakkın
da her konuda bilgi veremezdi. Nebi Allah'ın isteklerini in sanlara ulaştıran bir elçiydi. 1 1 Bu gibi aracılar gerekliydi
,
çünkü insanlar eskiden Cennette olduğu gibi veya şu an me l ekl er gibi Allah ile doğrudan bağlantı içinde değillerdi. Al
lah'la doğrudan ilişki içinde olmayan insanlar, O'nun dinin den ve yön eti mi nden eser kalmayıncaya dek yoldan sapar, ancak merhamet sahibi Allah onlara doğru yolu hatırlatma
sı veya öğretmesi için peygamberler gönderirdi. Allah bir in sanı peygamber olarak seçtiğ inde, bilinmeyene doğru bir pencere açılır ve nihai gerçekliğin bir gülümsemesi yeryüzü ne aktarılırdı. Hz.Muhammed'in vefatından sonra pencere kıyamete kadar kapandı, fakat ondan önce bu yo l pek çok kereler açılmıştı; belki 124 bin d efa
.
12
Hz.Muhammed'den
önce gönderilen 124 bin peygamberden çoğu yalnızca belli toplumları tuttukları kötü yollar hakkında uyarmak için gönderilm�şti. Bazılarınaysa yeni bir şeriat ve dolayısıyla ye ni bir din getirmişti. Sayısı en fazla 315 olan yeni bir dinle gönderilen peygamberlere
resul denmekteydi. 13 Resuller si
yasi olarak örgütlenmiş t oplu mla r kurmuşlardır, çünkü bir şeriatın gerçekleştirilmesi bir hükümet gerektirmektedir: Resullerin büyük bir siyasi önem taşıması bundan ileri gel mektedir. Bundan 1400 yıl önce Allah rahmetiyle Araplara bir resul gönderdi. Allah, 570 yılında Mekke'de doğan ve ticaretle uğ raşan Hz.Muhammed'i resul olarak seçti. Hz.Muhammed 40 11
Gelecek hakkında bazı bilgiler verebilmeleri peygamberlerin doğruluğunu göstc riyoı·du.
12 Taberi, Tarih, i, 1 5 2; ibn Babavcvh, İ'tikad, 1 37�92 (böl. 35); Karşılaştırma için bkz. Wcıısinck, " Mu ha mmed und Prnphctcn", 1 69.
13
Wcnsinck, "Muhammed uııd Prophcıen", 1 7 1 .
14
yaşından itibaren kendisine Cebrail tarafından periyodik olarak getirilen vahiylerle insanlara dini a nlatmaya başladı
( H z . Mu hammed , Hz. Musa gibi Allah'la doğrudan konuşma
mış ve vahiy ona bir defada değil periyodik olarak indiril mişti. Bu özellikleriyle M usa'dan ayrılıyordu ) . Bazı insanlar onu hemen tasdik etti, ancak Mekkelilerin çoğu küçümseye rek ve alay ederek ona tepki gösterdiler. Daha sonra ona ve onun çoğu kendilerini gözetecek bir akrabaya sahip olma yan köleler ve azatlılar gibi zayıf konumdaki insanlardan oluşan taraftarlarına eziyet etmeye başladılar. Mekke'deki baskılar dayanılmaz hale gelince, Muhammed ve ashabı Me dine'ye hicret etti. 622 yılında vuku bulan hicret daha sonra Hicri takvimin başlangıcı sayıldı. Peygamber Daru 'l-Hic re'ye gelince kendi liderliği altında bir ümmet oluşturma ça basına koyuldu. Bu örgütlenmeyi ticari kervanlara el koya rak, askeri seferler düzenleyerek ve Mekkelilere karşı savaşa rak güç len dirdi . Nihayet 630 yılında Mekke'yi fethetti. 632 y ıl ı n da Medine'de vefat etti ve bunun ardından ashabı Orta Doğu'yu feth etmeye koyuldu. İslam ümmetinin kuruluş hi kayesi kısaca böyledir.
Din ve Siyaset Batılılar bu hikayenin ilk kısmıyla il g ili olarak normalde
herhangi bir -sorun yaşamazlar, çünkü hi kaye n i n bu tarafı onlar için bilindik bir model izlemektedir: Muhammed ita atkar insanlara dini anlatan ve in anc ı nedeniyle kötü... mu amelclcre maruz kalan bir peygamberdi. Fakat hikayenin ikinci kısmı Batılılar için sorunhı44-656) Karşılaştırma için hkz. Cronc ve llinds. God's Calivlı . 6. Bu konu için hkz. Cmnc ,.., l lind�. God's CalitJlı, hül. 2.
27
konumu dikkate alındığında, onun halifeliğine zaten kesin gözüyle bakılıyordu. Hz.Ömer kendisini Emiru 'l-mu'minin olarak adlandırdı, ki bu sözcük daha sonra halife unvanıyla yan yana kullanılır oldu. Hz.Ömer aynca bazı kaynaklarda Aramicede kurtarıcı (Arapçada iyiyi kötüden ayırt edici) an lamına gelen Faruk ismiyle de şereflendirilirdi. Hz.Ömer'in mesi hvari bir rolle tanıtıldığı daha başka deliller de vardır, fakat hadis rivayetlerinde bunlar unutulmuş ve Müslüman ların daha sonraki siyasi düşüncelerinde bu konu fazla bir önem arz etmemiştir. 29 Hz.Ömer'in bu ikinci ismi Arapça fark sözcüğünden türeme bir isim olup hakkı batıldan ayır mada yetenekli olan anlamına gelecek şekilde açıklanmıştır. Hz.Ömer bunu öz Arapçadaki el-Mehdi unvanına dayanarak yapmıştır.30 Suriye, Mısır, Irak ve İran'ın fethi Hz.Ömer za manında oldu. Bu fetihler sonucunda Medine'ye sayısız ga nimet ve köle getirildi. Bunlar arasında Hz.Ömer'e karşı giz lice kişisel kin besleyen İranlı bir köle de vardı. Hz.Ömer 644'de bu köle tarafından namaz kılarken bıçaklanarak şe hit edildi. Ölmeden önce kendisinden sonra halifelik için al� tı aday isim saymış, bunlardan birinin seçilebileceğini söy lemişti. Şura adıyla bilinen seçim yöntemi, adayların halife lik için birbirleriyle savaşmalarını engellemek için geliştiril mişti. 3 1 İlk Müslümanlardan ve ilk iki halife gibi Kureyş'ten olan Hz.Osman'ın şura üyelerince halife seçilmesi neticesinde (644-56), silahlı mücadeleden kıl payı kaçınılmış oldu. Fakat onun halifeliği sırasında işler ciddi anlamda kötüye gitmeye başladı. Suriye, Mısır ve Irak'a çok sayıda Arap kabileleri 29 Muhtar'ın görüşü hariç, karşı laştırma için bkz. 7. Bölüm. 30 31
Karşılaştırma için bkz. Cronc
ve
Cook, Hagarism, 5; Bashcar, "Thc Titlc 'Faruq'";
1'1, "mehdi"; Donncr. '"La qucstion du mcssianismc"; bkz. 7. Bölüm. Cronc, " S h ıını as an Elcctivc lnstilution'".
28
yerleştirilmişti. Eyaletler o güne kadar Medine siyasetinde çok önemli bir rol oynamamıştı, fakat oralara yerleştirilen bu Arap nüfus bir süre sonra Hz.Osman'ın yönetiminden ra hatsızlık duymaya başladı. 656'da Mısır ve Irak'tan bazı de legeler Medine'ye gelerek yönetim metotlarıyla ilgili şikayet lerini dile getirdiler. Bu şikayetler onun şehit edilmesine ka dar sürdü. Ümmeti ortadan ikiye bölerek ihtilafa düşüren bu olayın etkileri günümüze kadar sürmüştür. Hz.Osman'ın şehit edilmesi, İngiliz İç Savaşı sırasında 1. Charles'ın veya Fransız Devrimi sırasında XVI. Louis'nin öl dürülmesine benzer. Ancak Hz.Osman için Avrupa kralları gibi bir mahkeme kurulmamış ve katilleri monarşiyi yıkma ya teşebbüs de etmemişlerdi. Onun şehit edilmesinden son ra Peygamber'in kuzeni ve damadı olan Hz.Ali başa geçti. Fa kat rahatsızlık duyan halkın, devlet başkanının hayatına son verme teşebbüsünde bulunmaları gerçeği, ilk Müslümanlar için olduğu kadar sonraki Müslümanlar için de şok edici bir etki yaratmıştır.32 Bunu ne hakla yapmışlardı? Sonuçta, yö netenlerin ve yönetilenlerin göreli haklarıyla değil, daha zi yade Hz.Osman'ın manevi statüsüyle ilgili birçok tartışma yaşandı: Hz.Osman doğru yolda olan bir imamsa, isyancılar onu öldürerek hata etmişlerdi; yok eğer bazı "icatlar" (ahdas) çıkardıysa, isyancılar onu görevden alma hakkına sahipti .
Hatta Hz.Osman karşı çıkarsa onu güç kullanarak imaml ık tan uzaklaştı rmak vacip bir tavır olurdu. Müslümanların ço ğu Hz.Osman hakkında kralcı denilebilecek bir düşünce içindeydiler: !-i z.Osman sonuna kadar meşru bir halifelik yapmıştı. Onun katledilmesi son derece hatalı bir işti . Onun int ikamı al ınmalı ve şura yoluyla yeni bir halife seçilmeliydi . Bu görüşü destekl eye nler Hz. Osman'ın taraftarları (Osınani32
Avrupalılar için bkz. Walzcr,
Rel!,icide wul Rt·ı•ıı/111iıı11.
29
!er, Şi'atu Osman) diye bilinir. İsyancılar ise tersini savunu yordu : Hz.Osman imamlık makamına hiç yakışmayacak bi çimde şeriata aykın işler yapmış, bu nedenle mazlum olarak değil zalim olarak öldürülmüştü. Meşru imam şimdi Hz.Ali idi ve herkes ona uymalıydı . Bu görüşe mensup olanlar da Aleviler veya Şi'atu Ali, yani Hz. Ali taraftarları, diye bilinir.33 İlk iç savaş Hz.Ali'nin hal ifeliğiyle aynı dönemde vuku buldu (656-6 t ); Hz.Ali'nin Medine' den ayrılıp Irak'a hareket etmesiyle başladı. Irak'ta Kufe şehrine yerleşti ve 657 yılın da gerçekleşen Cemcl Savaşında Hz.Osman taraftarlarının bir kısmını mağlup etti . Bu olayda Hz.Osman taraftarlarının başında ashabın önde gelenlerinden Talha, Zübeyr (ki her ikisi de bu olay sırasında ölmüştür) ve Peygamber'in hanımı Hz.Ayşe vardı. Hz.Ayşe savaştan sonra Medine'ye geri gön derildi. Fakat Hz.Ali, Hz.Osman taraftarlarının diğer grubu olan ve başlarında Muaviye Bin Ebu Süfyan'ın bulunduğu diğer muhal iflerini dağıtamadı. Muaviye de Kureyş kabilesi ne mensup olup Hz.Osman'ın yakın akrabalarındandı. Mu aviye ilk Müslüman olanlardan biri olma özelliğini taşımasa da, Hz.Osman'ın akrabalarından olmasından dolayı onun intikamını alma hakkına sahip olduğunu düşünüyordu. Uzun süredir Suriye valiliği yapmakta olan Muaviye, böyle bir iş için güç olarak elverişli bi r konumdaydı. Sonuçta Mu aviye 658'de kuzey Mezopotamya'da Sıffın denilen yerde Hz.Ali'nin ordusuyla karşı karşıya geldi. Suriyeliler savaşı kendilerinin kazandığını iddia ediyordu. 34 Iraklılar ise, Suri yel iler savaşa son vermek amacıyla kurnazca mızrakların ucuna Kur'an sayfalarını geçirerek sorunu hakemle çözelim çağrısınd