Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma: Seçme Yazılar [3 ed.] 9789750507182


135 89

Turkish Pages 774 [775] Year 2016

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD PDF FILE

Recommend Papers

Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma: Seçme Yazılar [3 ed.]
 9789750507182

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

FiKRET ŞENSES lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimini lngiltere'de sırasıyla

Warwick, Lancaster ve Londra Üniversitesi'nde tamamladı. ABD, lngiltere ve Japonya'daki üniveısit.e ve diğer anşurma kurumlarında misafir araşurmacı olarak bulundu. 1985 yılında doçent, 1991 yılında ise profesör unvanını aldı. 1980 yılından beri Orta Doğu Teknik Üniversitesi iktisat Bölümü'nde öğretim üyesidir.

Derleyen, bu kitaptan doğan tüm telif haklarını Orta Doğu Teknik Üniversitesi bünyesinde etkinlik gösteren llköğretim Okullarına Yardım Vakfı'na (lLKYAR) (www .ilkyar.org.tr) bağışlamışur.

tletişim Yayınlan 143 1



Araştınna-İnceleme Dizisi 241

ISBN-13: 978-975-05-07 18-2

© 2009 tletişim Yayıncılık A. Ş.

1 -2. BASKI 2009-201 3, İstanbul

3. BASKI 2016, İstanbul

EDITOR Levent Cantek

DiZi KAPAK TASARIMI Ümit Kıvanç

KAPAK Suat Aysu

KAPAK FOTOCRAFI Kemal

UYGULAMA Hüsnü Abbas

Aktay

DÜZELTi Begüm Güzel - Murat Bozluolcay

DiZiN özgür Yıldız BASKl ve CiLT Sena Ofset· SERTlFlKA Nü. 12064 Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi B Blok 6. Kat No. 4NB 7-9-11 Topkapı 34010 İstanbul Tel: 2 12.613 38 46

iletişim Yayınlan. SERTlFlKA Nü. 10721

Binbirdirek Meydanı Sokak, tletişim Han 3, Fatih 341 22 İstanbul Tel: 212.516 22 60-61-62 • Faks: 2 1 2.5 16 12 58 e-mail: [email protected] • web: www.iletisim.com.tr

Derleyen ve Yayına Hazırlayan FİKRET ŞENSES

Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma Seçme

Yazılar

�,,,, • t

.._

iletişim

İçindekiler

TABLO VE ŞEKiLLER LiSTESi .

..

Önsöz

...

..................................................................................... 7 .......................

...................

.. ............................. 9

1 . Bir Kalkınma İktisatçısı Olarak Kari Marx

............ . ......13

PRABHAT PATNAlK ..................................

2. Keynes'in Kalkınma iktisadı için Önemi ]OHN TOYE

..................... . . . . .. . . . . . . . . ... . . . . . .

.

31

. . . . .. . . . . .......................... . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . .......................

3. Bir Kalkınma iktisatçısı Olarak Kari Polanyi KARI POLANYl LEVlTT . . . . . . .. . . . .. ...................... .. .. ....

.

. . . . . . . . . . . . . . . . . ............

4. Merdiveni Tekmelemek:

Tarihi Bir Perspektif İçinde "İyi Politikalar" ve "iyi Kurumlar"

. . . . ...

HA-}OON CHANG



. . . . . . . . . . . ............. . . .. ..

. .

.... 123

ERIK THORBECKE . . ........ .. .............................................................

İktisat Politikaları Reformlarını Anlamak

..

..

63

. ............................89

S. Kalkınma Doktrinin Evrimi, 1950-2005

DANI RODRIK .... .............. . . . . . . . . .. . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . ... .... . . ..... . . . . . . . ....... . . . .....

.............. . . . . . .

....

........................ 177

7. Neoliberal Küreselleşme Kalkınma için

&

Bir Fırsat mı, Engel mi?

FiKRET ŞENSES ........ . . . . . ........... . . . . .... . . . . . . . . . . . ...... . . . . ... . . .. . . . . ........ . . . ... . . . . . . . . . . . . . .

üreselleşen Dünyada Kalkınma Politikaları

}OSEPH E. STIGLITZ ....... . . .

. .. ............................................................

. . . . .. . . . . . . . . ..

235

.........281

9. Washington Mutabakatı'ndan

Washington Sonrası Mutabakat'a Kalkınma Yanılsamaları

EusA VAN WAYENBERGE ... ..... .... ............... . .. ......

........................307

1 O. Gelişen "Post-Washington Mutabakatı"nı (PW M) Yeniden Düşünmek

ZIYA ÔNIŞ - FiKRET ŞENSES.. ...... .....................

. . .

. ... . . .

..... .. .. .. .. . . .. . . ... .....

11. Tanm ve Kalkınma

.. 347

......... . .

"Yeni Neoklasik Kalkınma İktisadı"nm

ve "Neoklasik Neo-Popülizm"in Eleştirisine Doğru TERENCE BYRES........ ...................... ....... .................................. .

..........387

12. Dış Ticaret ve Sanayi Politikalarında Alternatif Bir Yaklaşıma Doğru 5.M. SHAFAEDDIN ..... ................... .

.............. ..................... ..............431

13. Sanayileşme Stratejisini Yeniden Düşünmek: Küreselleşme Çağında Devletin Rolü

SAN]AYA LALL .............................

.............. . . ..........................

..... . . . . . . .............

................

459

14. Gelişmekte Olan Ülkeler için Bugün Hangi Stratejiler Uygulanabilir?

Dünya Ticaret Ôrgütü ve "Kalkınma Alam"mn Daraltılması ..................... .......509

ROBERT HUNTER WADE...... ............................

15. Özelleştirme Teorisi ve Uygulaması

Kalkınma Bağlamında Politika Evriminin Eleştirel Bir Analizi ..................... .....545

KATE BAYLISS

16. Küreselleşme ve Uygun Yönetişim }AGDISH N. BHAGWATI ........................ .................

......................573

1 7. Ekonomik Değişimde Kurumların Rolü HA-}OON CHANG-PETER EVANS . ...

. ..

.............. .

..............

.. ... ..

.....

. . .

.. .. .. ............

617

1 8. Neoliberal Küreselleşme Çağında

Yoksulluk Araştırmalarındaki Kayıp Bağlantılar: Türkiye Deneyiminden Çıkarılacak Dersler

1



FiKRET ŞENSES...

.

. ..

............ ......... .

.

........679

....................... ..... .

Küresel Dinamikler, Ülkeiçi Koalisyonlar ve Reaktif Devlet: Türkiye'nin Savaş Sonrası Kalkınmasında Önemli Politika Dönüşümleri ZIYA ÔNIŞ - FiKRET ŞENSES

.......

. .........................................

MAKALELERlN İLK YAYIMLANDIKLARI DERGi VE KiTAPLAR .. . .

TEŞEKKÜR............

. . ... · · · · · · · · · · · .

D1Z1N................................................ ............................................................

.....

.............705 .

..... ....... .....

................

. 745

..... ..

....749

..................... .....751

TABLO VE ŞEKllLER LiSTESi

4. Merdiveni Tekmelemek: Tarihi Bir Perspektif l9nde "iyi Politikalar" ve "iyi Kurumlar" .... ..... 89

TABLO 1

Kalkınma Sürecinin ilk Aşamalarındaki Seçilmiş Bazı Gelişmekte Olan Ülkelerde imalat Sanayinde Uygulanan Ortalama Gümrük Vergisi Oranları

(ağırlıklı ortalama; değerin yüzdesi) ............................................................................................................................. 94 TABLO 2

Bugünün Gelişmiş Ülkelerinde Demokrasinin Başlaması .............................................................................. 107

TABLO 3

Günümüziiı Gelişmiş Ülkelerinde Merkez Bankacılığının Gelişimi.......................................................... 110

5. Kalkınma Doktrinin Evrimi, 1950-2005 .......................... ................................................ ................... ............................... 123

ŞEKİL 1

Kalkınma Doktrini: Temel Karşılıklı İlişkiler............................................................................................................. 125

ŞEKİL 2

1950'1er Boyunca Kalkınma Doktrini.......................................................................................................................... 127

ŞEKİL 3

1960'1ar Boyunca Kalkınma Doktrini.......................................................................................................................... 131

ŞEKİL 4

1970'1er Boyunca Kalkınma Doktrini.......................................................................................................................... 137

ŞEKİL 5

1980'1er Boyunca Kalkınma Doktrini.......................................................................................................................... 144

ŞEKiL 6

1990'1ar Boyunca Kalkınma Doktrini.......................................................................................................................... 151

ŞEKiL 7

İçinde Bul�nduğumuz On Yıl (2000-2005) Boyunca Kalkınma Doktrini............................................... 161

6. İktisat Politikalan Reformlannı Anlamak........................................................................................................ .............. 177

TABLO 1

Mukayeseli Büyüme Deneyimleri................................................................................................................................. 184

TABLO 2

Borç Krizinin Belirleyicileri, 1982 .................................................................................................................................. 188

TABLO 3

''Washington Mutabakatı" ve Doğu Asya................................................................................................................. 191

TABLO 4

Doğu Asyadaki Beşeri Sermaye Göstergeleri: 1960'1arın Başları için Gerçek ve Tahmin Edilen Değerler .............................................................................. 194

TABLO 5

Doğu Asya Ülkeleri ve Diğer Bazı Ülkelerin 1960'1ar Civarındaki Bölüşüm Göstergeleri ............. 197

TABLO 6

Peru'da Popülizmin Sonuçları ......................................................................................................................................... 199

TABLO 7

Reformlam Zamanlaması ve_ Enflasyon................................................................................................................... 206

TABLO 8

Geçiş Ülkelerinde Reform .................................................................................................................................................. 213

TABLO 9

Reform Hakkında Hipotezler ........................................................................................................................................... 217

7

13. Sanayilepne Stratejisini Yeniden Diişiinmelı: Küresellepne Çağında Devletin Rolü Teknoloji Sınıftandınnasına Göre imalat Sanayi Katma Değeri ve Mamul Mal ihracatı ( yılık %artış, 1980-2000)

...........

T"Sl.01

.................................................................................................................................................

ŞEKiL 1

ŞEKİL ı

ŞEKİL 3

Gelişmekte Olan Bölgelerin IWresel IKD l�ndeki Paylan(%)

......................................................................

Doğu Asya ve LAK, Gelişmekte Olan Dünya IKD'si içindeki Payları(%)

ŞEKiL 5

1981 ve 2000'de Sanayi Ürünlerinde Dünya Pazar Paylan(%),

ŞEKİL 6

Sanayi Mallannın Dünya Pazar Paylannda Değişme(%)

TABLO 2

Yeni Sanayileşen Ekonomilerin Sanayi Politikası Hedefleri

2000'de Sanayi ihracatı Değerleri (milyar ABD dolan)

ŞEKİL 7

IKD Artış Oranlan (yıllık%)

ŞEKiL 8

Sanayi Ürün ihracatı Artış Oranlan (yıllık%)

..................................................

..............................................

.....................................................................................

...............................................................................

...........................................................................

...............................................................................................................................................

.........................................................................................................

19. Küresel Dinamikler, Ülkei9 Koalisyonlar ve Reaktlf Devlet: Tiirtiye'nin Savaş Sonrası Kalllmnasmda Önemli Politika Dönüşümleri

8

462 469

Küresel IKD Paylanndaki �im(%) ....................................................................................................................... 469

ŞEKİL 4 Doğu Asya ve LAK.� Olan Dünya İKD'si Paylanndaki Değişim

TABLO 1

459

.................................................

Türkiye'nin iktisadi Gelişmesinde Ana Dönemeçler ve Temel Sürükleyici Güçler

.............................

470 471

472

473

485 486 486

705 720

Önsöz

Bu kitap ülkelerarası ve ülkelerin kendi içlerindeki eşitsizlikle­ rin neoliberal küreselleşmenin etkisi altında giderek artığı bir dönemde yayımlanıyor. Bu süreç içinde eğitim ve sağlık birer kamu malı olmaktan hızla uzaklaşıp yaygın bir serbest piyasa söylemi içinde hızla ticarileşiyor. Son on beş yılda Türkiye'nin de dahil olduğu çok sayıda gelişmekte olan ülkeyi etkisi altı­ na alan derin krizler, son yıllarda sanayileşmiş ülkeleri de içi­ ne alarak küresel bir niteliğe bürünüyor. Krizler, neoliberal kü­ reselleşmenin temellerini sarsacak ve kapitalizmin geleceğinin sorgulanmasına yol açan boyutlara ulaşıyor. İşsizlik ve yoksul­ luk çok yüksek boyutlara ulaşırken sosyal güvenlik sistemleri de reform adı altında giderek serbest piyasanın güdümüne so­ kulmak isteniyor. Başta sendikalar olmak üzere neoliberalizm karşıtı sivil toplum örgütleri etkisizleştiriliyor. Bu gelişmeler karşısında iktisat bilimi nerede duracağı be­ lirsiz bir nicelleşme eğilimi içinde sosyal bilim olmaktan hızla uzaklaşıyor. İktisadi düşünceler tarihi, sanayi iktisadı, kalkın­ ma iktisadı, tanın iktisadı gibi anlamlı bir iktisat eğitiminin te­ mel taşlan niteliğindeki konular ABD'deki üniversitelerde baş­ layan bir sürecin etkisiyle iktisat bölümlerinden tasfiye edilir­ ken neoklasik iktisat öğretisi yüceltilerek hakim konumunu g

daha da pekiştiriyor. Devasa büyüklükteki kalkınma sorunu karşısında iktisat, toplumsal bağlamdan giderek uzaklaşıyor ve sorunların nedenlerinin açıkça ortaya konmasına ve çözümüne anlamlı bir katkıda bulunamıyor. Bu kitap, belli başlı kalkınma sorunları üzerinde odakla­ narak iktisat bilimiyle kalkınma sorunları arasındaki kopuk­ luk derecesindeki bu uyumsuzluğun giderilmesi çabalarına bir nebze olsun katkıda bulunmayı amaçlıyor. Kitapta, kalkın­ ma sorunlarını çeşitli boyutlarıyla ele alan 19 makale bulunu­ yor. Bu makalelerden 1 5'i alanlarının önde gelen uzmanlarının uluslararası düzeyde tanınmış yayınevlerince yayımlanan ki­ taplarda ve uluslararası bilimsel dergilerde basılmış İngilizce makalelerinin Türkçe'ye çevirisinden oluşuyor. Geri kalan dört makaleden ikisi Ziya Öniş'le birlikte ortaklaşa yazdığımız İngi­ lizce makalelerin çevirisinden, diğer ikisi ise biri Ingilizce'den çeviri olmak üzere benim makalelerimden oluşuyor. Kitapta yer alan makalelerin seçiminde kalkınma iktisadı­ nın son dönemde ihmal edilen konulan yanında güncel konu­ larının da kapsanmasına özen gösterilmiştir. Kitap, 1996 yılın­ da yine Iletişim Yayınevi tarafından yayımlanan Kalkınma ik­ tisadı - Yükselişi ve Gerilemesi başlıklı derlememin bir devaı niteliğinde olup o kitabın özellikle Türkçe eğitim veren ik­ at bölümlerimizde gördüğü ilgiden cesaret almıştır. Öncelik­ o bölümlerde eğitim gören öğrencilerimizi, sınırlı bir ölçü­ d! de olsa, İngilizce kalkınma yazınının kimi temel çalışmala­ rıyla tanıştırma amacını taşımaktadır. Lisans ve lisansüstü kal­ kınma iktisadı derslerinde yardımcı kitap olarak kullanılabile­ ceği gibi, kalkınma konularına genel düzeyde ilgi duyan oku­ cu kitlesinin de ilgisini çekebilir. Kitapta yer alan makaleler, 1 b�lki bir ikisi dışında, kalkınma sorunlarına genel olarak "neoklasik olmayan" bakış açısından yaklaşan yazarlar tarafından yazılmıştır. Daha farklı bakış açılarını yansıtan makaleler kal­ kınma konuları etrafında gelişen tartışmaların zenginleşmesi amacına yöneliktir. Bu kitap, kolektif bir çabanın ürünüdür. Değişik dönemler­ de ODTÜ iktisat Bölümü'nde lisansüstü Türkiye Ekonomisi ve

[,

yb

10

Kalkınma İktisadı derslerimde kalkınma konularını birlikte an­ lamaya çalıştığımız arkadaşlarımızın özveri göstererek maka­ leleri Türkçe'ye çevirme zahmetine katlanmayı kabul etmele­ ri sonucunda bir ortak ürün olarak ortaya çıkmıştır. Kitabın bu tür bir yardımlaşma sonucunda ortaya çıkmış olmasından ayrı­ ca kıvanç duyduğumu özellikle belirtmek isterim. Bu arkadaş­ larımızın yaptığı ve ilk taslak olarak bana ilettikleri çeviriler ta­ rafımdan tek tek ve ayrıntılı olarak yeniden gözden geçirilmiş, gerekli görülen düzeltmeler yapılmış , eksiklikler tamamlan­ mıştır. Az sayıda da olsa, İngilizce metinlerdeki anlam kayma­ ları ve yer yer açık olmayan ifadelerin beni de zorladığı durum­ larda konuların uzmanı meslektaşlarımın görüşlerine başvu­ rulmuştur. Bazı cümle ve paragrafların anlaşılmasındaki güç­ lükler orijinal metinlerden kaynaklanmış da olsa, kalan hata ve eksikliklerle birlikte çevirilerin sorumluluğu tümüyle bana ait­ tir. Değerli katkıları için çevirilerin ilk taslağını hazırlayan ve şu anda farklı kurumlarda görev yapan ve/veya lisansüstü eği­ timine devam eden arkadaşlarıma minnettarım. Sanırım bu sü­ reç, çevirinin ne denli güç bir iş olduğunu hepimize bir kez da­ ha göstermiş oldu. Okumayı zorlaştırma pahasına da olsa çevirilerde orijinal metne bağlılık esas alındı ve yazarların vermek istedikleri anla­ mı doğru yansıtma çabası içinde olundu. Anlamın daha iyi an­ laşılması için bazı durumlarda çeviri içinde eş anlamlı Türk­ çe ve/veya orijinal metindeki İngilizce sözcüklere de yer veril­ di. Makalelerin özüne, kendi iç bütünlüğüne ve formatına sa­ dık kalınarak aralarındaki örtüşmeleri ayıklama ve bazı yerler­ de açıklayıcı derleyen notlarıyla yetinilerek, kapsamlı bir gün­ celleştirme çabasına girişilmedi. Terminolojik birlik sağlamak yerine, yazarların ve çevirmenlerin tercihleri esas alındı. Bu kitap kalkınma kavramına yaraşır bir biçimde , adlarını burada ne yazık ki tek tek sayamayacağım çok sayıda meslek­ taşımın çeşitli biçimlerde katkıda bulunduğu bir süreçte hazır­ landı. Başta çevirilerin ilk taslağını hazırlayan arkadaşlarım ol­ mak üzere, makalelerin seçimindeki katkıları için Ünal T öngür ve Emre Özçelik'e, makalelerin Türkçe'ye çevrilerek bu derle11

mede yayımlanmasına izin veren bütün yayınevlerine, kitabın yayına hazırlanma sürecindeki destek ve yardımları için Seven Ağır, Nadir Öcal, Eyüp Özveren, Teoman Pamukçu, Erol Tay­ maz, Pınar Uyan, Ebru Voyvoda, Duygu Yolcu'ya, mensubu ol­ maktan büyük onur duyduğum ODTÜ iktisat Bölümü'ndeki değerli meslektaşlarıma ve Iletişim Yayınevi çalışanlarına ki­ taptaki olası bütün hata ve eksikliklerin sorumluluğu bana ait olmak üzere teşekkürü bir borç bilirim. Kitabın kalkınma sorunlarına olan ilginin artmasına ve o so­ runlara bugün hakim iktisadın sunduğundan farklı bir pence­ reden de bakılmasına katkıda bulunmasını diliyorum.

FlKRET ŞENSES

ODTÜ iktisat Bölümü

12

Bir Kalkmma iktisatçısı Olarak Kari Marx

1

PRABHAT PATNAIK

Kalkınma iktisatçısı terimini, sadece kapitalizm kap sam ı nda kalkınma çalışanlar için değil, kapitalizmin gelişimini çalışan­ lar için de kullanacak olursak, Karl Marx, belki de ilk kalkın­ ma iktisatçısıydı. Kapitalizmin ötesinde tarih görmeyen klasik politik iktisat, -Adam Smith'in çalışmasının içerdiği tüm derin tarihsel anlayışa karşın- kapitalizm öncesi tarihle, yani kapita­ lizmin ortaya çıkışının tarihsel koşullarıyla da çok az ilgilendi. Klasik politik iktisadın uğraşı, ortaya çıkmakta olan burjuva düzenini kuşatan feodal-merkantilist kısıtlamaların kaldırıl­ masını savunmaktı. Böylece kalkınmanın, ancak bu kısıtlama­ lar kaldırılırsa "doğal" bir süreç olarak gerçekleşeceği izleni­ mini yarattı. Buna karşılık, kapitalizmin tarihsel bağlama yer­ leştirilmesine önem veren Marx bu sebeple, kapitalizmin or­ taya çıkışı için gereken koşullara, yani feodal dönemin görece durgunluğundan burjuva çağın "gelişme" (development) özel­ liğine geçişi sağlayan koşullara çok daha fazla duyarlılık gös­ terdi. Marx'a göre, önceki çağın kısıtları kaldırılmış olsa bile, bu geçişin hiçbir şekilde "doğal olarak" gerçekleşmesi bekle­ nemezdi.

13

Meta üretimi ve kapitalizme geçiş Bu geçiş sorunu üzerine \farx tarafından ileri sürülen iki ko­ nu pek çok tartışmaya yol açtı. Bunların ilki; feodalizmden ka­ pitalizme geçişte, meta üretiminin ve genel anlamda tüccar ser­ mayesinin ortaya çıkış rolüyle ilgilidir. Bu konu; Dobb, Swe­ ezy, Takahashi, Hilton, Lefebvre ve Hill arasında "Geçiş Tar­ tışması" olarak bilinen derin bir tartışma konusu haline gel­ di (Hilton vd. , 1 976) . Dobb'un görüşü, tüccar sermayesinin fe­ odal üretim tarzına son verebilecek olmasına rağmen, tek ba­ şına kapitalizme yol açmayacağı yönündedir. (Belli -örne­ ğin Doğu Avrupa'daki gibi- koşullarda, meta üretimine geçiş, "ikinci serflik" oluşumundan sorumludur.) Kapitalizmin Ba­ tı Avrupa'da ortaya çıkışı için, feodal kısıtlardan (örneğin, fe­ odal kiraların hafiflemesiyle) özgürleşen küçük üreticiler ara­ sında uzun soluklu bir farklılaşma süreci gerekmiştir. Şüphesiz bu özgürleşmenin arkasında, tüccar sermayesinin çözücü etkisi vardır; fakat bu etki tek başına kapitalizmin kaynağı sayılamaz. (Marx tüccar ve tefeci sermayelerini -üretken sermayeden farklı olarak- adeta "Nuh Tufanı öncesine ait" çok eski serma­ ye türleri olarak nitelemektedir. Ki bu sermaye türleri üretken ' s ayenin gelişmemiş kaldığı durumlarda bile gelişebilir.) apitalizm, önceki yüzyıllarda diğerlerine göre geride olan b 1gelerde gelişirken, o zamanlar oldukça ileri olan Hindistan ve1 Çin gibi ülkeler, kapiulizmi geliştirmekte başarısız oldu­ lat . ikinci konu, Marx'ın bu gerçeğe duyduğu hayretten doğdu. Marx'ın bu soruna eğreti (provisional) cevabı; Doğu'da, dur­ gun olma özelliğine sahip farklı bir feodalizm çeşidi olan "As­ ya Tipi Üretim Tarzı" (As�atic Mode of Production) kavramını geliştirmek ol u . Marx'ın Asya tipi üretim tarzının özellikle­ ririin tam olarak ne olduğuna ilişkin görüşleri değişiklik gös­ termiştir. Farklı zamanlarda, bu üretim tarzının değişik özel­ liklerinin onun belirleyici farklı özelliklerini (differentia speci­ fica) oluşturduğunu vurguladı. Gene de bu özellikler şöyle sı­ ralanmaktadır: özel mülkiyetin olmaması (bazen ortaklaşa kul­ lanılan (communal) mülkiyetten, bazense tüm toprağın krala

� ·

l

14



ait olduğu durumlardan bahsetmiştir) ; kendi kendine yeten bir köy topluluğunun varlığı; tanın ve sanayi birliği (unity of agri­ culture and industry); son olarak da toplumda (artığı üreticile­ rin elinden alan kral ve soylularından başka) sınıf farklılaşma­ sının olmaması. Bu özelliklerden neredeyse hiçbirinin, sömür­ ge olmadığı dönemde Hindistan'da bulunmadığı görülmüştür (Habib, 1963). Yalnız, Asya tipi üretim tarzıyla ilgili önemli nokta onun ta­ rihsel gerçekliği değil, Marx'ın kapitalizmin ortaya çıkışıyla il­ gili düşüncelerine tuttuğu ışıktır. Açıkça, meta üretimi ve tüc­ car sermayesi, kapitalizm için yeterli olmasalar da, gerekli ko­ şullardır. Marx'a göre tanın ve sanayi birliğiyle beraber, kendi kendine yeten temel köy toplumu bu koşulların ortaya çıkma­ sını, değişim için gereken yeni itkilerin oluşturulmasına olanak sağlayacak derecede engelledi. Buradan çıkan önemli bir teorik nokta da şudur: lşbölümü ve malların mübadelesi; kullanım değerinin değişim değerinden tam ayrımım ifade etmedikleri için, -bir Hint köyündeki jajmani sisteminde 1 olduğu gibi- me­ ta üretimi teşkil etmezler (Kautsky, 1887-1903). Bunun, tarih­ sel olarak Hindistan'ı veya Çin'i tanımlayıp tammlamadığından yola çıkılarak varılan anlayış oldukça önemlidir. Demek ki, kapitalizmin yükselişi salt feodal prangaların kal­ dırılması ve birtakım laissez-faire politikaların uygulanması meselesi değildir. Kapitalizmin gelişimi özgül tarihsel koşul­ lar gerektirmiştir. Marx'a göre, herhangi bir toplumun hareket alam, o toplumun kendi artığını (surplus) kullanım şekli tara­ fından belirlenmiştir. Fakat bu kullanım şekli, o toplumun sı­ nıf yapılanmasıyla -artığın kimlerin payına düştüğü ve bunla­ rın artığı kullanma eğilimleriyle- belirlenmiştir. Kapitalizmin ortaya çıkması için gerekli sınıf yapılanması, uzun ve oldukça özgül bir tarihsel sürecin sonucuydu. Ancak, küçük üreticilerin farklılaşması süreci, kapitalist sınıf 1

Kuzey Hindistan' da bir köyde toprak sahiplerinin diğer sınıftan insanlara uzun dönem hizmet karşılığında mahsulün bir bölümünü vermelerine, gıda ve diğer ihtiyaçlarım karşılamalarına ve karşılıklılık esasına dayanan parasal olmayan, piyasa dışı uygulama (d.n.). 15

yapılanmasına ulaşmak için yeterli değildi. Bir tarafa kapitalist sınıfı; diğer tarafa ücret karşılığı çalışmaya hazır, yoksullaştırıl­ mış üreticiler sınıfını koyma sorumluluğu, salt küçük üreticile­ rin farklılaşması sürecine yüklenemezdi. Zira bu süreç, hem acı verecek derecede yavaş hem umutsuzluk yaratacak kadar ye­ tersizdi. Yavaştı; çünkü-Dobb'a göre bile- nice yüzyıllar sürdü (ve elinden gelseydi, toplumun gerekli derecede kutuplaşması­ nı sağlamak için daha da fazla sürecekti) . Yetersizdi; çünkü ka­ pitalizmin hakimiyeti dünya ticareti üzerinde kontrol gerek­ tirmekteydi ve uzun süren farklılaşma süreci tek başına bunu garantileyememekteydi. Kapitalizmin ortaya çıkışı, gerçekleş­ mekte olan değişimin verili altyapısı üzerine eklenen başka bir sürece, "ilkel sermaye birikimi" sürecine, çok şey borçludur.

"İlkel" sermaye birikimi "Ilkel sermaye birikimi" kavramı -her ne kadar Adam Smith'in sermayenin ilk (original) birikimi kavramından esinlenerek oluşturulduysa da- Marx'ın ortaya koyduğu ayrıntılı resmin ayrılmaz bir parçasıdır. Dahası, onun sadece nesneleri değil, kümesini de temsil edecek şekilde [böylece her katego­ biri fiziksel, diğeri toplumsal olmak üzere çift karakterlidir p meğin, ürün (product) 'meta (commodity) , somut emek (conc­ rete labour) /soyut emd. (abstract labour) , üretim süreci (pro­ d uction process) /değer yaratan süreç (value creating process) vb.] oluşturduğu kapitalist kategorilerinin eşsiz analizine de mükemmel uyum gösterir. Marx'ın ifadesiyle:

tlişhiler p

. . .

1

-

Ureti

rf ve geçim araçları kendi başlarına sermaye sayılmadı-

ğı gibi, kendi başlarına para ve metalar da sermaye değildir.

Sermayeye dönüşmeleri gerekir. Fakat bu dönüşümün ken­ disi ancak --dönüşümün merkezindeki- belli koşullar altında gerçekleşebilir. Şöyle ki, birbirinden çok farklı türden iki me­

ta

sahibi karşı karşıya gelmeli ve ilişki kurmalıdır. Bir yanda

ellerindeki değerler toplamını artırmaya hevesli; paranın, üre16

tim araçlarının ve geçim araçlarının sahipleri; öte yanda ken­

di emek güçlerinin sancılan ve dolayısıyla emek satıcıları, öz­

gür emekçiler. Bu emekçiler iki anlamda özgürdür. Ne köle­

ler, esirler (bondsmen) vb. gibi üretim araçlarının ayrılmaz bir

parçasını oluştururlar, ne de mülk sahibi köylüler (peasant­ proprietors) gibi üretim araçları onlara aittir. Dolayısıyla emek­

çiler, her türlü üretim araçları mülkiyetinden azadedir ve bu

yükten kurtulmuşlardır (Marx, 1974a: 668).

Marx, "birbirinden çok farklı türden iki meta sahibi" arasın­ daki bu ilişkinin kendini, kapitalizm içindeki birikim süreciyle sürekli kıldığını iddia etmiştir. Fakat şu soru akla gelir: Bu ilk olarak nasıl ortaya çıktı? Buna yanıt olarak Marx "ilkel serma­ ye birikimi" kavramını geliştirdi. Bu kavram, üreticilerin, eko­ nomik zorlamayla kendi üretim araçlarından ayrılması ve öz­ gür, ücretli emekçilere dönüşmeleri sürecini ifade eder. Daha­ sı bu süreç -kapitalist üretim tarzını kendi ayakları üzerine di­ ken- üretim araçlarının birkaç elde toplanması safhasında da devam etmektedir. "Politik-iktisatta ilkel birikim, aşağı yuka­ rı teolojide doğuştan gelen günahın (original sin) oynadığı ro­ lü oynar" (a.g.e. : 667) . "Ilkel birikim" , tüm farklı unsurları bir araya konduğun­ da, tek gerekli süreç olarak görülebilir: Diyelim ki, yirmi çiftçi­ lik bir grup yirmi ayrı toprak parçasını işliyor. Çiftçiler arazile­ rinden çıkarılıyor ve bu topraklar tek bir sahibin eline geçiyor ve tüm yirmi (ya da daha az sayıda) çiftçi aynı toprağı işlemek üzere (işçi olarak) işe alınıyor. Böylece, sadece küçük üretimin zorla kapitalist üretime dönüşümünü değil, aynı zamanda ka­ pitalizm için -küçük üreticilerin elinden alınan pazardan baş­ ka bir şey olmayan- hazır bir pazar elde ederiz. (Eğer çiftçiler, önceden tamamen geçimlik için üretiyor olsalardı; şimdi onla­ rın elinden alınan ve kapitalistin tüketiminden arta kalan artık, yatırım yoluyla gerçekleştirilmek zorunda olacaktır. Yoksa Ro­ sa Luxemburg'un [1963] sonradan iddia ettiği gibi bir "gerçek­ leştirme" sorunu oluşabilir. ) Ayrıca, ilkel birikimin farklı unsurlarının her zaman bir arada 17

ortaya çıkması gerekmez; her öğe farklı bir zaman ve yerde ger­ çekleşecek şekilde dağınık da gözlenebilir. Burada yer derken, sadece yurtiçi ekonomi değil aynı zamanda "sınır dışı bölgeler" de kapsanmaktadır. Dolayısıyla "ilkel birikim" , dünya çapın­ da yağma ve servetin (ve artığın) sömürgecilik aracılığıyla ak­ tarımıyla ve farklı öğeleri hep bir bütün olarak bir arada değil, seyrek ve dağınık olarak meydana gelir. Bu nedenle, kapitalist bir ekonomide her değerler toplamı sermaye sayılabildiğinden, böyle bir değerler toplamı olan servetin sömürgecilik aracılığıy­ la aktarımı -bu aktanmın kendi başına merkez ülke (metropolis) için işgücü veya pazar oluşturduğu söylenemese de- ilkel serma­ ye oluşumunun bir biçimidir. Marx'ın "sermayenin ilkel biriki­ mi" iddiası, (bir dizi alakasız şeyi bir araya koymuş gibi görün­ düğünden) kavramın küresel karakterini ve sürecin dağınık do­ ğasını göz önünde bulundı:rmazsak anlaşılır olmayacaktır. Daha geniş anlamda tanımlandığında kapitalizmin gelişimi­ ni de içinde barındıran kalkınma iktisadı için, "sermayenin il­ kel birikimi" kavramının etkileyici sonuçlan vardır. "llkel ser­ maye birikimi" için bedel ödeyen ekonomiler bu süreç yüzün­ de yoksullaşır, birikimin �aynağını oluşturduklarından özerk bi kapitalizm geliştirme şansları zayıflar. Aynca, küçük üreti­ cil rin ekonomilerinde süıegelen "ilkel birikim"in sonucunda ye lerinden olmaları, bu yerinden olan üreticilerin kapitalist iş­ gü üne katılmaları yoluyla giderilmez. Söz konusu bu üretici­ ler geniş bir muhtaç kitle oluşturur. Öte yandan, sermayenin ilkel birikiminden faydalanan ekonomiler için tam tersi gerçek­ leşir. Bu sebeple, sömürgecilik yoluyla oluşan ilkel birikim (ve ü ncü Dünya'dan diğer servet aktarım süreçleri) gelişmişlik­ azgelişmişlik i liğinin kaynağıdır.

çj\i

r

Sermayenin merkezileşmesi Marx tarafından vurgulanan, bu ikiliği destekleyen bir ikinci süreç daha vardır. Bu , henüz oluşan kapitalist evren içinde, bi­ rikim sürecinin ayrılmaz parçası olarak "sermayenin merkezi18

leşmesi" sürecidir. Sermaye birikimi, salt varolan boyuttaki bi­ rimlerin artmasıyla açıklanamaz, üretim ölçeğinin genişleme­ sini gerektirir. Fakat söz konusu olan, her sermaye bloğunun standart bir oranda daha da büyümesi değildir ki bazıları hızlı oranda büyürken, diğerleri önemsizleşebilecek derecede küçü­ lür. Başka bir deyişle, sermaye bloklarının genişlemesi süreci, iş aleminde zamanla daha az sayıda blok bırakır. (Lenin'in da­ ha sonra vurgulayacağı üzere bu, tekelci kapitalizme yol açar.) Merkezileşmenin Marx tarafından ileri sürülen iki mekaniz­ ması vardır. Ilki, birleşme yoluyla merkezileşmedir. Bankalar, borsalar, vb. -ufak tefek sermaye parçalarım bir araya getirdi­ ğinden ve bunları belirli bir yönetici birimin, kapitalistin, kon­ trolü altında büyük bir blok oluşturacak şekilde birleştirdiğin­ den- birleşme yoluyla merkezileşmenin araçlarıdır. Birleşme ve devralmalar diğer belirgin örneklerdir. Eğer dünya, birkaç bireysel sermaye birikiminin demiryolu yapımı için yeterli ol­ masını beklemek zorunda bırakılsaydı, halen bu araçtan mah­ rum olurdu . Öte yandan merkezileşme bunu , anonim şirket­ ler (stock companies) aracılığıyla bir çırpıda başarmıştır (Marx, 1974a: 558) . Merkezileşmenin ikinci mekanizması, daha küçük sermaye­ lerin yıkımı ve bu boşluğun daha büyük boyutlu sermayeyle doldurulması yoluyla işler. Bu devamlı bir süreç olduğundan, iş aleminde giderek daha az sayıda ve artan büyüklükte serma­ ye bloğu bırakır. Marx, bu süreci şöyle tanımladı: "Bir kapita­ list daima birçoklarının başını yer" (a.g.e. : 714) . Bunu sağlayan mekanizma aşağıdaki gibi işler: Girdilerin ve çıktının mevcut fiyatlarında daha büyük kar demek olan yeni teknolojik gelişme herhangi bir anda, uygu­ lama için asgari boyutta yatırıma gereksinim duyar ki bu bo­ yut zamanla büyümeyi sürdürür. Bu nedenle, herhangi bir an­ da, büyük boyutlu sermaye küçük boyutluya kıyasla yeni tek­ nolojileri uygulama açısından daha avantajlıdır. Emek verimli­ liği yeni teknolojik gelişme ile artacağından ve işçiler verimli­ lik artışlarına dayanarak daha yüksek ücretler üzerinden pazar­ lık yapacağından, ücretler artar. Sonuçta, küçük sermayeli iş19

yerleri yeni teknolojiyi kullanamadıkları halde bu yükselen üc­ retleri ödemekte zorlandıklarından üretim yapamaz hale gelir­ ler. Bu -yeni teknolojinin uygulanabileceği asgari yatırım ölçe­ ğinin gitgide büyümesiyle birlikte- devamlı bir süreç olduğuna göre, merkezileşme süreci de devamlıdır. Aslında, bu Darwinci mücadelede büyük sermayeler küçük olanları devre dışı bırak­ tığından, kapitalistlerin üzerinde küçük kalmalarını engelleye­ cek zorlayıcı bir dış baskı vardır. Bu , sermaye birikiminin arka­ sındaki itici güçtür. Marx'a göre sermaye birikimi, kapitalistler için bir irade meselesi değil; onların hayatta kalmaları için ge­ rekli bir şeydir. Bu gereklilik, onlara her yanlarından sarmalan­ dıkları Darwinci mücadele tarafından dayatılır. Şimdi, eğer -farklı ülke sermayelerinin korumacılığın yok­ luğu (böylece malların ulusal sınırlar arasında serbest hareke­ tinin olduğu) dolayısıyla birbiriyle yarıştığı- kapitalist bir ev­ renden bahsediyorsak, aynı süreç dünya ölçeğinde gerçekleşi­ yor olmalıdır. Dünya ölçeğinde merkezileşme süreci, azgeliş­ miş ülke sermayelerinin gelişmiş ülke sermayeleri tarafından bertaraf edilmesi şeklini alır. Çünkü ileri kapitalist ülkelerde­ ki rmaye blokları genellikle, kapitalizme geçişin geç olduğu (v kendilerini uluslararası rekabete karşı korumayan bir dev­ let" , tipik olarak sömürged devletin himayesinde olan) ülke­ lerdekinden da a büyük olı.caktır. llkel sermaye birikimi süre­ cinpen kaynaklanan eşitsiz gelişme (uneven development) eğili­ mi gelişmiş ülkede, yurtiçi kapitalist üretim başladıktan son­ ra bile, merkezileşme sürecnden kaynaklanan gelişim eşitsizli­ ğiyle daha da kuvvetlenecektir. �izzat Marx sermayenin ilkel birikimi ve sermayenin merkezlileşmesi sü çleri arasın:la bir süreklilik görmüştür.





F

Bu

T

dönüşüm süreci eski toplumu tepeden tırnağa yeterince ay­

rıştırdığında, emekçiler proletaryaya, onlara ait emek (means

of labor) sermayeye dönüştüğünde ve kapitalist üretim tarzı

kendi ayaklan üzerinde duracak hale geldiğinde; emeğin daha geniş ölçüde toplumsallaşması, toprağın ve diğer üretim araç­

larının toplumsal olarak daha fazla sömürülen, yani ortak üre20

tim araçları haline dönüştürülmesi ve de özel mülk sahipleri­ nin daha fazla mülksüzleştirilmeleri yeni bir biçim alır. Artık mülksüzleştirilen, kendi hesabına çalışan emekçi değil, birçok emekçiyi sömüren kapitalisttir. Bu mülksüzleştirme, kapitalist üretimin kendi içinde taşıdığı yasaların işlemesiyle, sermaye­ nin merkezileşmesiyle gerçekleşir (Marx, 1974a: 714) .

Bu sürekli, çoğun az tarafından mülksüzleştirilmesi ve mer­ kezileşme süreçlerinin (ilkel sermaye'nin kendisini, merkezi­ leşmenin vazgeçilmez bir dönemi olarak kabul edersek) tabii ki mekansal boyutu da vardır: Mülksüzleşme daha büyük bir ev­ rene yayılırken, emeğin kapitalist üretime özgü istihdamı daha küçük bir alanda -salt merkez ülkelere sıkışmış halde, geniş bir muhtaç kitlesini dışarıda "sınır dışı bölgelerde" bırakarak- ger­ çekleşir. "Sınır dışı bölgeler"deki emeğin istihdamı merkez ka­ pitalizm için ilkel üretim faaliyetlerinde dolaylı yoldan (küçük üreticiler olarak) sağlansa da, yukarıda anlatılan durum geçer­ liliğini korur. Dolayısıyla, Marx'ın temel kapitalizm analizinin

ö.züne yerleşmiş olan şey, dünyanın gelişmiş ve azgelişmiş bölüm­ leri arasında bir ikilik olduğudur. Buna karşın, çelişkili bir bi­

çimde, Marx hiçbir zaman buna sistemli bir şekilde dikkat çek­ memiştir. Çalışmasında, kapitalist gelişimin ürettiği bu ikilik hakkında fark edilir atıflar mevcuttur; fakat bunlar etraflıca tar­ tışılmamıştır. Sorulması gereken soru şudur: Neden?

Avrupa devrimi üzerine yoğun ilgi Bu başlık altında Marx'ın, biri ana çalışmalarında, diğeri mek­ tuplarında ve daha az önemli yazılarında (elyazmaları) olmak üzere, iki farklı bakış açısı olduğunu ileri süreceğim. Bu bakış açıları zamanlama olarak ayrı değil, aynı anda var olmuş görün­ mektedir. Daha az önemli yazılarından anlaşılacağı üzere Marx, aklında çok daha karmaşık bir olasılıklar kümesi olmasına rağ­ men, ana çalışmalarına sadece bunun bir altkümesini yansıt­ mıştır. Bu durumun (kapitalist gelişmenin, gelişmiş ve azge21

lişmiş bölgeler arasında ikilik üretme eğiliminin Marx'ın temel iddiasının özüne yerleşmiş olmasına rağmen, asıl çalışmaların­ da hiçbir zaman bununla sistemli bir şekilde ilgilenmemesinin) nedeni, ilgisinin yoğun olarak Avrupa Devrimi üzerinde odak­ lanmış olmasıdır. Bu meşguliyetin sebebi, sadece Avrupa devriminin Marx'a göre tarihsel gündemde yer alması veya Marx'ın bir anlamda Avrupa-merkezci (Euro-cmtric) olması değildi. O daha çok, sosyalizme başarılı bir geçişin ancak kapitalizmin gelişmiş mer­ kezlerinde bir devrim -ki bu bir Avrupa devrimi demektir- sa­ yesinde mümkün olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Avrupa devrimi umutlan söndükten sonra, odağı olası devrim sahne­ si olarak Rusya'ya kaydığında bile Marx, Vera Zasulich'e, Rus ortak mülkiyet sisteminin sosyalizme doğrudan dönüşümü­ nün ancak bir Avrupa devrimi desteğiyle mümkün olduğunu yazmıştır. Bu mektup hakkında vurgulamak istediğim nokta , Marx'ın bahsedilen şekilde bir doğrudan geçiş olasılığı üzerine iddiası değil -ki bu Marx'a olağanüstü uzak bir iddiadır ve da­ ha sonra Rus Marksistlerin yanı sıra Engels tarafından da tered­ dü �üz reddedilmiştir (Hobsbawm, 1 964: 49-50)-, onun Avru­ pa ! devrimini, başka yerlerce sosyalizme geçiş süreçlerinde des­ ' tek olarak kab edişindek vurgudur. Meşhur açı lamasının altını çizen de işte bu bakış açısıdır: "Sınai olarak d1 ha fazla gelişmiş olan ülke, azgelişmiş olanlara ke�di gelecekl�rinin sadece hayalini gösterir(Marx, 1974a: l9). B urada ki "gelişmiş" ve "azgelişmiş" terimleri, sanki -varolan düzenlemeler altında (sömürgecilik, vb.) aynı "gelecek"e ken­ diltğinden asla ulaşamayacak olan- başka ülkeler yokmuş gibi, yalnızca merk �z ülkeleri işaret eder. Marx'ın diğer ülkeleri dik­ ka\e almamasuhm nedeni, çok farklı bir dinleyiciye seslenmesi­ dir. O özellikle bu dinleyiciyle ilgilenmiştir çünkü Avrupa dev­ rimi için çabalayabilecek olan onlardı.

11

22

Bir başka Marx Bu esnada Marx, daha az önemli birçok yazısında -kastedilen gazete yazılarıdır ki bunlar her şeye rağmen çok çarpıcı bir şe­ kilde dahicedir- daha karmaşık bir yaklaşım geliştiriyordu . Kapital'in birinci cildinin basımından dopdolu bir 1 4 yıl önce, 1 853'te, kabaca en önemli eserinin temel düşüncelerini orta­ ya çıkarmaya başladığı zamanlar, Marx New York Daily Tribu­ ne için Hindistan'daki İngiliz yönetimi üzerine sekiz makalelik bir seri kaleme aldı. Bu seride Marx "kalkınma iktisadı"yla ilgi­ li geniş yelpazede birçok konuya değindi. Marx, Hindistan'daki İngiliz yönetiminin "yıkıcı" ve "yeni­ leyici" etkileri olduğunu iddia etti. Hindistan'daki tüm önce­ ki istilalardan farklı olarak bu yıkıcılık, tarım ve sanayi birli­ ğiyle birlikte, "kendine yeten köy toplumunu" ortadan kaldır­ dı. Dolayısıyla bu, Hint toplumunun durgun ama istikrarlı te­ melini sarstı. Bunu uyguladığı bir dizi önlem sonucunda başar­ dı, bunlar: kiraların olağandışı yüksek tutulması; modem, ya­ sal yollarla uzlaşmaya varılabilen mülkiyet haklarının kabulü ve en önemlisi, ucuz ithal mamul mallarla rekabete dayanama­ yan geleneksel sanayinin yıkılmasıydı. Elbette, "İngiltere ger­ çekten de hep en aşağılık çıkarları doğrultusunda hareket ede­ rek Hindistan'da sosyal bir devrime yol açmıştır, çıkarları doğ­ rultusunda hareket ederken de aptalca davranmıştır. Ama asıl konu bu değil" (Marx ve Engels, 200 1 : 65-66) . Marx'ın başlamış olduğunu iddia ettiği "yenilenme" süre­ ci, ana hatlarıyla, "Hindistan'ın üretken bir ülkeye dönüşümü­ nü" , yani karşılığında mamul mal ithal etmek için hammad­ de ihraç eden bir ülkeye dönüşümünü kapsamaktadır. Bu sü­ reç, yolların, sulama olanaklarının ve en önemlisi demiryol­ larının gelişmesini gerektirmektedir. Marx, şöyle düşünüyor­ du: "Bir kere, bir ülkenin hareket gücüne (ulaşımına) demir ve kömürü beraberinde getiren makineleri soktuysanız, onu üretim süreçlerinden alıkoyamazsınız . Dolayısıyla demiryo­ lu sistemi, Hindistan'da modem sanayiye gerçekten önayak olacaktır." (a.g.e. : 73) 23

Fakat ekledi: İngiliz burjuvazisinin yapmak zorunda bırakılacağı her şey in­

san yığınlarım özgürleştiremeyeceği gibi, onların somut sosyal koşullarım da iyileştirerr.eyecektir. (Bunların gerçekleşebilme­ si sadece üretici güçlerin gelişmesine değil, onlara insanlar ta­

rafından el konulmasına, onların insanlara mal edilmesine,

onlara tahsis edilmesine bağlıdır.) Ama İngiliz burjuvazisinin

mutlaka yapacağı bir şey her ikisi için maddi öncülleri (mate­ rial premises) ortaya koymak olacaktır. Hintliler, İngiliz burju­

vazisinin tohumlarım ektiği toplumun yeni öğelerinin meyve­ lerini, Büyük Britanya'da şimdiki yönetici sınıfların yeri, sana­

yi proletaryası tarafından alınmadıkça veya bizzat Hintliler, İn­ giliz boyımduruğunu tümüyle çekip atacak kadar güçlenme­

dikçe elde edemeyeceklerdir.

Bu pasajdaki alıntı birçok sebeple dikkate değerdir. tık ola­ rak burada, Hindistan'daki -tüm sömürgeci boyunduruktan kendilerini kurtaran "Hindular" ı da içerecek- bir devrimin, lngiltere'de bir proleter devriminden bile önce gerçekleşebilece­ ğiniq çok açık bir kabulü vardır. Başka bir deyişle, Marx tüm te­ orik nerjisini Avrupa devrimt üzerine yoğunlaştırırken bile, Av­ rupa 'dışı bir devrimin ondan önce gerçekleşebileceğini görebili­ yordu. 2 Bu, daha nce bahsedilen bir noktaya örnek oluşturmak­ tadır, yani esas çalışması Man:'ın kafasındaki daha karmaşık olaı sılıkltır kümesinin sadece bir dtkümesine odaklanmıştır. iki.incisi, Marx çevre ülkeyi geliştiren sömürgecilikten bahset­ miyordu. Onun bahsettiği " tcplumun yeni öğelerinin tohumla­ rını � ken" , "üretici gücün gelişimi" için "maddesel öncüllerin temeİlerini atan" sömürgecillkti. Bu noktada, merkez ülkede­ ki kapitalist geliş m sürecinin farklı doğrultulardaki ikili etki­ sinin1 çok açık bir kabulü vardır: Bu süreç, bir yandan merkez­ de üretici güçlerin gelişimine yol açarken, diğer yandan bu ge­ lişim uğruna "sınır dışı bölgelerde" , aynı türden hakiki bir ge­ lişim gerçekleştirmek yerine sadece bunun maddesel öncülleri­ nin temellerini atmakla yetinmektedir.

t



! �

2 24

Benzer bir yorum için bkz. Habib, 1995.

Ü çüncüsü, Marx "Hindular"ın sömürgeci boyunduruğu fırla­ up atmalarından söz ederken kastettiği şey açıkça Hindistan'da bir proleter devrim değil, bir burjuva devrimidir. Elbette, ne­ den açıkça böyle söylemediği ve neden Hinduları, bırakın sı­ nıf ayrılığını, hiçbir sınıfsal istek ve amaçla bile farklılaşmamış bir kolektif özne olarak gördüğü düşündürücüdür. Fakat bu­ rada Hindu elitinin (seçkinlerinin) üstlendiği ve burjuva devri­ mi özellikleri taşıyan başarılı bir sömürge karşıtı mücadeleden bahsettiğinden şüphe yoktur. Başka bir deyişle, sömürgeleşme temelinde ortaya çıkan maddi koşullar göz önüne alındığında, Hindistan'da -ve dolayısıyla diğer Ü çüncü Dünya ülkelerinde­ sömürgecilik karşıtı bir burjuva devrimi, üretici güçlerin gelişi­ mini serbest bırakabilir ve böylece sadece Hindistan bağlamın­ da değil (aşağıda tartışıldığı üzere) dünya ölçeğinde de ilerici bir rol oynayabilir. Marx, Engels'e 1 858 yılında yazdığı bir mektupta şunu sor­ muştu:

3

Şimdi bizim için önemli soru şudur: Kıta'da [Avrupa] devri­

min gerçekleşmesi çok yakındır ve devrim birincisinden baş­ layarak sosyalist bir karaktere bürünecektir. Yalnız bu devrim, burjuva toplumu hareketi oldukça geniş bir alanda tırmanma­

yı sürdürdüğü bir ortamda bu küçük köşede sıkışıp kalmaya­

cak mı? Hatta o köşede ezilmeyecek mi?

Bu soru Marx'ın kafasını kurcalamış olsa da buna yanıtını üs­ tü kapalı olarak, beş yıl önce, Hindistan makalelerinin sonun­ cusunda kendisi vermişti. Yanıtı "sınır dışı bölgelerdeki" her­ hangi bir burjuva devriminin, Avrupa'da bir sosyalist devrim için tehdit oluşturmayacağıydı. Bu açıklamadan ve Marx'ın Ve­ ra Zasulich'e mektubundan yola çıkarak, onun Avrupalı olma­ yan toplumlardaki devrimler üzerine görüşü hakkında şu so­ nuca varılabilir: Bu toplumlarda -şayet gerçekleşebilirse- her­ hangi bir sosyalist devrim, Avrupa'da sosyalist bir devrim ol­ madan başarılı olamaz. Ö te yandan, bu toplumlarda şayet ger3

New York Daily Tribune'da, 22 Ocak 1858 tarihinde yayımlanan makalesinde Marx açıkça "Hintli kapitalistler" ifadesini kullanır. Bkz. Habib, 1995. 25

çekleşebilirse- bir burjuva devrimi, kendi başına yol alabilir ve Avrupa sosyalist devriminin bundan çekinmesi için hiçbir ne­ den yoktur. Bir Ü çüncü Dünya sömürgecilik karşıtı (burj uva) devrimi fikri -Avrupa proleter devriminden önce gerçekleşen ve ilerici bir güç oluşturan- sonuna kadar Marx ve Engels'e eşlik etti ve Engels bu fikri Kautsky'ye 1 2 Eylül 1 882 tarihinde yazdığı bir mektupta şöyle ifade etti: Hindistan belki -aslında büyük olasılıkla- bir devrim ürete­ cektir ve kendini özgürleştirmekte olan proleterya, sömürge­

ci bir savaşa girişemeyeceğine göre bu konuya gereken önem verilmelidir. Hindistan bu devrimi elbette yıkımın tüm çeşitle­ rini yaşamadan atlatamayacaktır, zaten bu tür şeyler tüm dev­

rimlerin genel özelliğidir. Aynı şey başka yerlerde de -örneğin Cezayir ve Mısır'da- gerçekleşebilir ve bu kesinlikle bizim için en iyisi olacaktır (Manı ve Engels, 1978: 342).

l

Dışa ak.an cırtık (surplus drain)

Bir ok araştırmacının belirttiği gibi, Marx'ın (merkez ülke) ka­ pitalizm görüş zamanla değişim geçirdi. Bu değişimin bir kıs­ mı, artan orand� duyduğu güçlü tepki ve hatta tiksintiden kay­ nakJanıyordu: •IDaha önceleri Batı kapitalizminin etkilerini in­ san ık dışı olmasına rağmen, durgun kapitalizm öncesi ekono­ miler için tarihsel itici güç olarak hoş gören Marx'ın, bu insan­ lık �ışı özelliklerden giderek daha fazla dehşete kapılmış olma­ sı olası görün ektedir" (H:lbsbawm, 1 964: 50) . Diğer bir kı­ sım ise, Marx'ı Hindistan gibi sömürgelerde ortaya çıkan ko­ şullflrla daha fa la içli dışlı olmasıyla ilgiliydi. Hint milliyetçiliğinin en�elektüel kurucu babası Dadabhai Naoroji'yi saymazsak, artı-değerin sömürgeci düzenlemeler yo­ luyla Hindistan'dan lngiltere'ye, bedel (karşılık) olmadan tek taraflı transferinden ilk söz eden Marx'tır (Naoroji'nin Hin­ distan'dan lngiltere'ye "servet akışı" olarak adlandırdığı olgu) .

f

26

tj

a

1 858'de Marx, New York Daily Tribune'daki bir makalesinde ti­ tiz hesaplamalar yayımladı ve (yazarın ölümünden sonra ya­ yımlanmış olmasına rağmen o zamanlarda hazırlanmış olma­ sı gereken) Kapital'in üçüncü cildinde şu paragrafa yer verdi: "Hindistan; 'iyi yönetim', Britanya sermayesinin faiz ve kar pay­ lan vb. karşılığında 5 milyon sterlin ödemek zorundadır. Tabii bunlara, yetkililerin maaşlarından yaptıkları tasarruflardan ve­ ya lngiliz tüccarların lngiltere'de yatırım yapmak üzere karla­ rından ayırdıkları kısımdan oluşan ve her yıl anayurda gönde­ rilen miktarlar dahil değildir" (Marx, 1974b: 590). Marx bu artı-değer "akışı" anlayışını sonuna kadar korudu. 1 9 Şubat 1 88 1 tarihinde, N . F . Danielson'a mektubunda şöy­ le yazdı: İngilizlerin onlardan; kira, (Hintlilerin işine yaramayan de­ miryolları için) kar payları, (ordu mensupları ve memur­ lar için emekli aylıkları) , Afganistan ve diğer savaşlar için vb.

her yıl aldıkları şeyler -Hindistan'da kendilerine yıllık ola­

rak mal ettikleri şeyler bir yana, karşılığında hiçbir şey ver­

meden aldıkları şeyler- sadece Hintlilerin lngiltere'ye bedava olarak her yıl gönderdikleri metalann değerinden bahsedersek­

bu Hindistan'ın 60 milyonluk tanm ve sanayi emekçisinin top­

lam gelirinden fazla tutmaktadır. Bu büyük bir şiddetle kana­

tıcı bir süreçtir ! 4

Bu bölüm (demiryollannı 1 853'te Hindistan'da modem sa­ nayinin habercisi olarak gören Marx'ın, burada demiryollann­ dan "Hinduların işine yaramaz" olarak bahsetmesi bir yana) birçok nedenden önemlidir. llk olarak, "dışa akış"ı değerlen­ dirmenin analitik olarak -ikincisi ilk defa olmak üzere, ikisi de burada belirtilmiş olan- iki alternatif ölçümü üzerinde durul­ maktadır. llk ölçüm, "dışa akış"ın kendini gösterebileceği ko­ nu başlıklarını (heads) göz önüne alır. lkinci ölçüm "karşılık­ sız ihracatı" (unrequited exports) değerlendirir. Bu ikisinin öz4

Marx'ın rakamlarının Naoroji'den alındığına dair kesin kanıtlar mevcuttur. Zi­ ra bir İngiliz sosyalisti olan H.M. Hyndman adında ortak bir arkadaşları vardır (Habib, 1995: 57) . 27

deş olması gerekmez, çünkü "dışa akış"ı oluşturan başlıklar al­ tında el konan artığın bir kısmı metaların karşılıksız ihracatına denk miktara hemen çevrilmeyebilir (bu bölümde bizzat Marx tarafından belirtilmiştir) . 5 !kincisi, sömürgeci yağma yoluyla sağlanan artı-değer "akı­ şı" , sermayenin "ilkel birikimi"nin bir parçası sayılması gerek­ tiğinden, (Marx'ın bu sürec� dair daha önceki atıfları gibi) bu bölüm, Marx'ın "ilkel birikim"i kapitalizmin başlangıcına (ge­ nesis) hapsetmediğini açıkça ortaya koyar. Dahası Marx, kapi­ talizm kendi ayakları üzerinde durduktan sonra bile bu süre­ cin devam ettiğini görmüştür - bu nokta üzerinde daha son­ ra Rosa Luxemburg ( 1 963) tarafından durulacaktır. Üstelik Hindistan'ın 60 milyon tarım ve sanayi işçisinin toplam geliri­ ni aşan bir miktarda "akış"a yol açan böyle bir "ilkel birikim"le, Hindistan'daki (ve neticede yine bu tip bir "akış"a konu olan tüm Üçüncü Dünya ülkelerindeki) kapitalist gelişme umutları ciddi şekilde zarar görecektir. Başka bir deyişle, sömürgeciliğin "ye:qileyici" etkilerine sadecr genel bir düzeyde -en temel ön­ koş lları yaratmada- rastlanabilirdi. Bu önkoşullar, kapitalizm bir kez Batı'da g lişince, prensip olarak japonya'daki gibi yerel kargaşa ve yerel taklit yoluy.a bile yaratılabilirdi. Fiili yapısal üzenlemeler yönünden değerlendirildiğinde, Marx'ın yazılar , özellikle ma çalışmasının dışındakiler, sö­ mürgeler ve yarı sömürgelerden çıkarılan büyük miktarlardaki artı- eğerin merkezdeki kapitalist gelişmeyi sürekli olarak des­ teklediğini açıkça ortaya koymaktadır. "Eşitsiz mübadele"nin (ki tyiarx bu kavramla te�riksorunlar6 yaşayabilirdi) ya da tica­ ret Hadleri sorununun (Uçüncü Dünya birincil (primary) üre­ ticileri için olu uz yöndek hareketler fiilen Marx sonrası dö-

,



5

6

28

r$ J

ı

1

"�kış"ın alterna değerlendirmeleri konusu Hintli araştırmacıları uzun zaman meşgul etmiştir. Bkz. Ganguli, 1965; son zamanlarda yapılmış, ayrıntılı bir yo­ rumlama için, bkz. Utsa Patnaik, 2006. Kalkınma iktisatçıları da artığın -azge­ lişmiş ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru- akış'ını da vurgulamışlardır fakat asıl odaklan daha çok "eşitsiz mübadele" yoluyla "akış" üzerinde olmuştur. Bu bölümde, Marx'ın ve diğer kalkınma iktisatçılarının teorik duruşları arasın­ daki muhtemel karşıtlıkları tartışmaya açmadım. Asıl amacım, Marx'ın yazdık­ larından Üçüncü Dünya'nın kalkınma problemleri üzerine genel bir bakış açısı çıkarabilmekti.

nemle ilişkilidir) ya da (ancak finansal sermayenin ortaya çı­ kışıyla, sistemle ilgili bir olgu haline gelen) deflasyonun bahsi geçmese de, yukarıdaki tespitin sezgileri belirgin şekilde kuv­ vetlidir ve modem bir tınısı vardır.

Marx'ın konuyla ilgisi Kalkınma iktisadı öyle geniş yelpazeli bir konudur ki neredey­ se tüm iktisat bu başlık altında kapsanabilir. Marx'ın kapita­ list üretim tarzı kapsamındaki kalkınma hakkındaki görüşle­ ri iyi bilinir ve bu bölümde tartışılmamıştır. Bu bölüm, azgeliş­ miş ülkelerin iktisadi gelişme problemiyle ya da daha açık bir ifadeyle, kapitalizm öncesi toplumsal oluşumlardaki -ki kapi­ talizm bunların içine işlemiş ve üzerlerinde hakimiyet kurmuş­ tur- ilerleme olasılıklarıyla ilgilenmiştir. Bu çerçeve içinde bi­ le, Marx'ın bu konuya ilişkin söyleyecek çok şeyi vardır ve bun­ ların hepsini kapsamak bu bölümü aşın ölçüde genişletecekti. Bu nedenle bizim amacımız basitçe Marx'ın bu konu hakkında­ ki bakış açısını özetlemek oldu. Marx'ın Kapital' deki asıl analizinde bu tür ekonomilerle doğ­ rudan ve derinden ilgili çok fazla şey olsa da, şaşırtıcı bir şekil­ de Marx bu en önemli eserinde bu konu hakkında çok az şey söyler. Fakat bu eserin kendisi daha az önemli yazılarında gö­ zümüze ilişen bir genel anlayışa dayanır. Bu beklentilerden el­ de edilen bakış açısı kalkınma problemleri hakkındaki güncel tartışmalar açısından fazlasıyla değerlidir. Marx'ın bu sonuçla­ ra 19. yüzyıl ortaları kadar erken bir zamanda ulaşmış olduğu­ nu görmek hayret vericidir. 7 ÇEVlREN

7

Gülçin Manzak

Habib'in ( 1 995: 58) belirttiği gibi: " 1 853'te Avrupa sosyalist hareketin bir ama­ cı olarak. .. sömürgeciliğin sona ermesini belirlemek; dahası Avrupa işçi sınıfı­ nın özgürleşmesınden önce gerçekleşebilecek bir olay olarak Hindistan halkı­ nın mücadelesiyle kazanılan bir ulusal özgürleşmenin yolunu gözlemek - böy­ le bir anlayış ve bakış açısı sadece Marx'a ait olabilirdi. " 29

KAYNAKÇA

Ganguli, B.N. ( 1965) , lishing House).

Habib, lrfan ( 1963) , versity Press) . - ( 1995) , Essays lika Books) .

Dadabhai Naoroji and the Drain Theory, (Bombay:

Asia Pub­

The Agrarian S;ıstem of Mughal India, (Yeni Delhi: Oxford Uni­

in Indian History Towards a Marxist Perception, (Yeni Delhi: Tu­

Hilton, Rodney vd. ( 1976), New Left Books) .

The Trıınsition from Feudalism to Capitalism, (Londra:

Hobsbawm, Eric]. (der.) (1 964), Pre-capitalist Economic Formations by Kari Marx, (Londra: Lawrence and Wishan) .

Jomo K.S. (der.) ( 2 006) , Economic Globalization, (Yeni Delhi: Oxford University Press) . Kautsky, Karl ( 1887- 1903) , The N.C.LC. Publishing Society).

Hegemony and World Economy,

Economic Doctrines of Kari Marx, (Londra :

Luxemburg, Rosa (1963), Marx, Ka rl (1974a) ,

The Accumulation of Capital, (Londra: Routledge) . Capital, Volume 1, (Moskova: Progress Publishers) .

- ( 1974b) ,

Capital, Volume III, (Moskova: Progress Publishers). Marx, Kari ve Friedrich Engels (1978) , On Colonialism, (Moskova: Progress Pub­ lishers) .

- qooı), On th€ National and Colo:ıial Question: Selected Writings, Aijaz Ahmad'ın I Giriş'iyle derlenmiş (Yeni Delhı: LeftWord Books) .

Patriaik, Utsa (2006) , "The Free Lurıch: Transfers from the Tropical Colonies and Their Role in apital Formatiorı in Britain during the Industrial Revolution", (der.) Jomo, Ec nomic Globalizııtion, Hegemony and World Economy.

q f

30

Keynes'in Kalkınma İktisadı için Önemi fOHN TOYE

2

Hasta ve yüklenmiş olduğu çok büyük kamusal sorumluluk­ lar yüzünden tükenmiş olan john Maynard Keynes'in Nisan 1 946'daki zamansız ölümü yaklaşırken, modem biçimiyle kal­ kınma iktisadı, doğuş mücadelesi veriyordu. Bu olgu, tek ba­ şına, Keynes'in bizzat kendisinin modem kalkınma iktisadı üzerinde doğrudan bir etkiye sahip olmadığı anlamına geldi. Keynes'in doğum sancılan içerisindeki yeni alt disiplin açısın­ dan önemi dikkate değerdi, ancak bu önem, onun doğrudan et­ kisinden ziyade diğer yollarla ortaya çıku. Bu diğer yollardan ilki, Keynes'in, ölümünden sonra kalkın­ ma iktisadının ortaya çıkışına katkıda bulunan diğer iktisat­ çılar üzerindeki dolaylı etkisiydi. Bu tanımlamaya uyan ikti­ satçılar içinde joan Robinson ve Austin Robinson vardı: On­ lar Keynes'in takipçileriydi ve kalkınma iktisadının inşasına oldukça farklı tarzlarda katkıda bulundular (Harcourt, 1 998: 36 7-77) . J ames \1.eade de bu grup içindeydi. Keynes'in bu bağlamda önemli olduğu diğer bir husus, onun ölümü sonrasında gelişen efsane aracılığıyla ortaya çıktı. Key­ nes efsanesi, özellikle Keynes'i kişisel olarak tanımayan fakat Keynes'in kimi iktisadi doktrinlerini reddetseler dahi onun ön31

de gelen bir iktisatçı ve bir tür rol modeli olduğuna ilişkin bir fikir besleyen genç iktisatçıları etkiledi. Son olarak, şu nokta da belirtilmelidir. Keynes'in iktisadi kalkınma hakkında bilfiil yazdıkları ya erişilmez oldukları ya da göz ardı edildikleri için kalkınma iktisadı alt disiplinini en başta biçimlendirmede bir rol oynamadı. Ancak genel kanı bu konuda yazdıklarının önemini koruduğu doğrultusundadır. Keynes'in çeşitli kalkınma konulan üzerine söyledikleri, bugün kendilerine miras kalan kalkınma iktisadını yeniden düşünme­ ye meraklılar için önemli olabilir. Keynes'den kaynaklanan bu etki alanlarının her birini sırasıyla ele alalım.

Erken dönem

kalkınma iktisadına Keynesın dolaylı etkisi

Keynes'in en dikkate değer iktisadi doktrini, ekonominin tam istihdamdan daha düşük bir seviyede dengede olabileceğiy­ di. 1 Keynes'in yeni bir kavıam olarak ortaya attığı iradi olma­ yan! (gönüllü olfllayan) işsiıliğin ima ettiği şey, kaynakların bo­ şa harcanmasıy ı: Kadın ve erkeklerin zorunlu olarak işsiz bı­ rakılmaları nden bugün üretmemiş oldukları şeyler hiç­ bir surette üret lmeyecekti. O halde, devlet müdahalesi yoluy­ la gönüllü olm an işsizliği ortadan kaldırmak; kaynak israfına engel olmak ve kaynakların potansiyel üretimlerini gerçekleş­ tirnjıelerinin yolunu açmak anlamı taşıyordu. Sanayi toplumla­ nn qa , bu israf l 930'larda çDk çarpıcı bir biçimde ortaya çıktı. Bu tlurum herkes tarafından, işçilerinin işsiz güçsüz olarak ki­ litli kapılar etra ında dolaştğı, sessiz fabrika ve maden ocakla­ rı şeklinde de a kça gözü�mekteydi. Bu ekonomik israfın si' yasal tehlikeleri de yalnız Keynes değil, herkes için açıkça ortadaydı. Ona göre, bu tehlikeler, işsizliği ortadan kaldırmaya yö­ nelik politikaları savunmanın ve bu bağlamda önerdiği politi-

1

yü*.



f b

1

32

"En dikkate değer" ifadesiyle kastettiğim, kamuoyunun bilincinde en geniş et­ kiye sahip olmasıdır, ille de günün akademisyenlerince en özgün ya da en tar­ tışmalı olarak nitelendirilmiş olması değil.

kalann nasıl ve neden etkili olacağını kamuoyuna açıkça anlat­ manın temel gerekçesini oluşturuyordu.2 Keynes'in temel çalışması, The General Theory of Employ­ ment'ın (İstihdamın Genel Teorisi, 1 936) ortaya çıkış sürecin­ de Keynes'in genç meslektaşı konumunda olan Joan Robin­ son, tam istihdam kavramının daha dikkatli açıklanmaya ihti­ yacı olduğunu düşündü ve açık ve gizli işsizlik arasındaki far­ kı ortaya koydu . Açık işsizlik, talep düştüğünde, işverenlerce işten çıkarılan ücretli işçileri etkiledi. Robinson, kendi hesabı­ na çalışanlar arasında genellikle başka tür bir işsizlik olduğu­ nu düşündü; her ne kadar bu durum, bu konumdakilerin fark­ lı yollarla kendilerine meşguliyet alanları bulmalan gerçeği ta­ rafından gizlenmiş olsa da. Gizli işsizlik, geçimini topraktan sağlayan nüfusun çok yoğun olduğu durumlarda, özellikle ta­ nın sektöründe yaygındı. Robinson, belki de 1926-28 yılların­ da Hindistan' da bulunmuş olmasının etkisiyle, tanın sektörün­ de ve bu sektörün üretim yapısına hakim olduğu ekonomilerde çalışan birçok insanın, iktisadi üretime çok az katkıda bulunan işlere sahip olduğunu, ancak çalışır durumda gözüktükleri için bu düşük üretkenliğin açıkça ortada olmadığını iddia etti. Bu­ rada da açık işsizlikteki gibi bir kaynak israfı söz konusuydu. 940'ların ilk yıllarında, Britanya Uluslararası llişkiler Kra­ liyet Enstitüsü (Royal Institute for International Affairs) , Avrupa'nın Savaş sonrası yeniden inşasını desteklemek üzere çalışmalara başladı. Bu esnada, Doğu Avrupa'da tanın sektörün­ de en az yüzde 20-25 oranında işgücü fazlası (surplus labour) ol­ duğu hesaplandı; bu, söz konusu yüzde 20-25'lik nüfusun, ta­ nmsal üretimi azaltmadan bu sektörü terk edebilecekleri anla­ mına geliyordu (Royal Institute of Intemational Affairs, 1943) . Doğal olarak, bu işgücün fazlasının -gizli işsizlik içinde olanlar­ modem sanayi gibi daha yüksek üretkenliğe sahip alanlara çe­ kilerek iktisadi kalkınma için kullanılabileceğine inanılıyordu.

l

3

2

Keynes'in siyasal motivasyonu, (Harrod, 1936)'da açıkça görülür.

3

Gizli işsizliğe ilk referans 1936 tarihine dayanır (Robinson, 1936: 225-33) ve Robinson'un "Planning Full Employment" (Tam istihdamı Planlama) kitabın­ da (Robinson, 195 1 : 84) yinelenir. Aynca, bkz. "Notes on Economic Develop­ ment" (lktisadı Kalkınma Üzerine Notlar) (Robinson, 1960: 96-98) . 33

Oxford İktisat ve İstatistik Enstitüsü (Oxford Institute of Eco­ nomics and Statistics) , Orta Avrupa'dan sürgüne gönderilmiş birçok bilim adamının -Michal Kalecki, E.F. Schumacher, josef Steindl ve Kurt Mandelbaum- yeteneklerini kullanarak benzer bir "yeniden inşa çalışmaları projesi" üstlendi. Bu proj enin bir parçası olarak, Mandelbaum, aşağıdaki ifadelerle savunduğu, sanayileşme sürecine yönelik bir öncü taslak model oluşturdu. Nüfus artışları, parçalanmış ya da aşın kalabalık arazilerde ve­

ya verimsiz topraklarda çalışmaya zorlanan insan sayısının -ki, buradaki üretkenlikleri ya sıfır ya da neredeyse sıfır­

dır (gizli işsizlik)- sürekli olarak artmasına yol açar. Bu işgü­ cü fazlası tarımdan başka üretim alanlarına çekilirse, tarımsal

üretim bundan etkilenmezken, bu yolla diğer alanlarda sağla­

nacak üretim toplumun gelirine ek bir katkı sağlamış olur. Bu

yığınsal kırsal gizli işsizlik olgusu nüfus baskısı altındaki geri kalmış ülkelerin sanayileşmesinin temel gerekçesini oluştur­

maktadır (Mandelbaum, 1945: 2) .

tAandelbaum'un entelektüel formasyonu,

Marx ve Lenin ta­ ra ndan ifade edildiği biçimiyle tanın sorunu üzerinde çalışan Frankfurt Sos�al Araştırmalar Enstitüsü'nden gelmekteydi. Bu yüzden, gizli · sizlik fikrini, yalnızca Keynesçi ınakroekonomi ile ilişkilendi ek doğru olmaz (FitzGerald, 1 990: 3-25) . Doğ­ rusu, iki farklı ntelektüel akım, tek bir havuza dökülmüş oldu. Bununla bir ikte, Paul Rosenstein-Rodan, 1 943'te Güney ve G neydoğu Avrupa'nın savaş sonrası kalkınması üzerine yaz­ Keynesçi ifadeler kullandı. Bu bölgelerden -karşı katşıya oldukl�n aşın tarımsal nüfus ve gizli işsizlik sorunu yü­ zünden- ulusl4rarası alanın sanayileşememiş ve geri kalmış ül­ keleri olarak b�hsetti. O da, Keynes'e benzer şekilde, fiyat me­ kanizmasının, gerekli uyumu oluşturacağı fikrine güvenileme­ yeceğine ve böyle durumlarda, devletin, ulusal refahı artırmada olumlu bir rol oynayabileceğine inandı. Oysa devletin böyle bir ortamda yapmak durumunda kalacakları, Keynes'in sanayileş­ miş ülkeler için savunduğundan çok daha fazlasıydı. Fabrika­ lar kurulmalıydı; işgücü, bu fabrikalarda çalışmak üzere eğitil-



� dı1flannda

34

meliydi; dış finans kaynağı olabilecek yabancı piyasalara engel olmadan yeni üretim için piyasalar bulunmalıydı. Paul Rosenstein-Rodan'ın seçilmiş kalkınma stratejisi "bü­ yü.k itki"ydi (big push) : * her biri diğerinin üretimi için ta­ lep yaratacak, çok çeşitli hafif sanayiye büyük çapta yatırım. Keynes'in fikirlerinin bu uyarlaması, altüst edilmiş savaş zama­ nı koşullarında problem talepten kaynaklandığı halde, iktisadi kalkınmaya ilişkin büyük sorunların, Keynes'in sanayileşmiş ülkeler bağlamında esnekliğini ön kabul olarak alabildiği eko­ nominin arz yönünden de kaynaklandığını gösterdi. Bu neden­ le , kalkınma iktisatçıları, tarımsal işgücü fazlasının potansiyel üretimini ortaya çıkarmak için en baştan talep ve arz faktörleri­ nin her ikisinin birlikte, kalkınma amacına yönelik olarak nasıl kullanılacağını düşünmek zorunda kaldı. Altüst edilmiş savaş zamanı ve savaş sonrası duruma ek ola­ rak, bu amacın iddialı kapsamı karşısında, kalkınma iktisa­ dı, ortaya çıkışında özü ve uygulamaları itibarıyla, Keynesyen makroekonominin hiç olmadığı kadar devlet planlaması ve mü­ dahalesinden yana (dirigiste) bir görünüm içindeydi. Prensip­ te, özel girişimciler eksik fabrikaları kurabilecek ve finanse ede­ bilecekken, pratikte, özel yatırım kararlarını etkileyen belirsiz­ likler, şoklar ve koordinasyon problemleri, en azından başlan­ gıçta, devletin öncü olması gerektiği anlamına geliyordu. Ö zel sektör ancak daha sonraki bir aşamada aynı doğrultuda bir rol oynayabilirdi. Oxford Enstitüsü'nün müdür vekili Frank Burc­ hardt, meselenin o zamanki görünümünü şöyle ifade ediyordu: Nüfus fazlalığı, sosyal ve özel sermaye kıtlığıyla karşı karşı­

ya olan azgelişmiş fakir ülkelerde farklı ve birçok açıdan da­ ha çetin problemler ortaya çıkar. Oldukça hızlı bir sanayileş­

me isteniyorsa, savaş ekonomisinde kullanılanlarla benzerlik gösteren daha yüksek derecede doğrudan kontrollere ve di-

(*) Azgelişmiş ülkelerin kalkınma yolunda etkili bir atılım yapabilmeleri ve bu yol­ la yaratılacak dışsal ekonomilerden yararlanabilmeleri için geniş çaplı yatınm­ lara (özellikle altyapı ve sanayi yatınmlan) gereksinim duyduğu temelinde ge­ liştirilen ve genelde dengeli büyüme kapsamındaki kuramsal yaklaşımlar bağla­ mında ilk dönem kalkınma iktisadında önemli yer tutan yatının kuramı - d.n. 35

ğer yöntemlere muhtemelen ihtiyaç duyulacaktır (Burchardt,

1944: iv) .

Fakat sadece bir kısmı yurtdışından finanse edilebilecek kal­ kınma yatırımlarında devletin oynayacağı öncü rol konusunda, Keynes'den öğrenilecek başka bir ders daha vardı. Keynes'in ik­ tisadı, ekonomik bunalım dönemlerinde gönüllü olmayan işsiz­ liği ortadan kaldırmak için politika tasarlamak ile sınırlı değildi. Aynı temel mantık, aksi yönde, yani tam kapasitede çalışmak­ ta olan ekonomilerde enflasyona yol açan toplam talep fazlalığı problemi için de geçerliydi. Keynes'in 1 940 yılında yayımlanan kitapçığı, How ta Pay Jor the War (Savaşın Faturasını Nasıl Ö de­ yeceğiz), bu sorunu Britanya bağlamında ele alıyordu. Bu kitap­ çık, artan savaş harca ma la rının sonucu olarak kısa bir süre son­ ra tam kapasiteye ulaşılacağını ve tüketim harcamalarını yeter­ li derecede sınırlayan yöntemler bulunmadıkça enflasyonla kar­ şı karşıya kalınacağını öngörüyordu. Keynes, ek vergiler yanın­ da, savaş sonrası krediler adı altında bir tür zorunlu tasarruf Bu neriye göre, bu uygulama sonucunda gelirler­ d� meydana gelecek azalmalar daha sonra hükümetin belirleye­ ceği tarihlerd yapılacak geri ödemelerle telafi edilecekti. Eğer kalkınma için yapılacak harcamalarla savaş harcamaları arasın­ daki benzerlik -faydalarının görülecekse, ancak gelecekte görü­ leceği noktası da- göz önine alınırsa Keynes'in enflasyon ver­ gisine altemat olarak düşündüğü planlanmış zorunlu tasarruf­ lar da konumttzla ilgili ve anlamlıdır. !Kalkınma fina nsmanı teorisini şekillendirmede, Michal Ka­ le ki , Keynes'den daha etkiliydi. Savaş sırasında , Kalecki , Keynes'in sav ' şın finansrr.anına ilişkin planlarını eleştirmişti. Kalecki, zoru lu tasarrufların, gönüllü tasarruflardaki azalma­ ya, neden olac ğı için beklmen etkiyi yapamayacağını ve düşük gelirlilerin, bu verginin olumuz etkilerinden tamamen koruna­ mayacağını iddia ediyordu. Kalecki, malların miktara bağlı ola­ rak karneye bağlandığı (Keynes'in önerdiğinden daha kapsam­ lı) bir sistem öneriyordu (Moggridge, 1 992: 630 ; Osiatynski, 1997: 3-37) . Kalecki, sadece toplam talep üzerindeki baskının

ö1eriyordu.

f

36

ö

j

azaltılmasıyla ilgilenmiyordu, ayrıca hammaddelerin ve işgü­ cünün en üst düzeyde savaş çabalarına yönlendirilebilmesi için tayına (karneye) bağlama ve fiyatların dondurulması gibi uygu­ lamaları da gündeme getiriyordu Kalecki ve Keynes arasındaki bu fikir ayrılığı Britanya'da savaş ekonomisini yönetme yollarını tartışan diğer iktisatçılar arasın­ daki tartışmalara da yansıdı. Keynes'i izleyen James Meade top­ lam talepteki baskının kontrolünü, iktisat politikaları için kendi başına uygun bir araç olarak gördüğü için "termostat" lakabıyla anılmaya başlandı. Ö te yandan, ek kontrollerin gerekliliği konu­ sunda Kalecki'yi izleyen Austin Robinson, Richard Kalın, Brian Reddaway ve lngiltere'de Ticaret Bakanlığı'nda (Board of Trade) görevli diğer iktisatçılar, Sovyet planlama örgütünden esinlenile­ rek "Gosplancılar" olarak anılmaya başlandı (Toye, 2003: 8. Bö­ lüm) . Kalkınma iktisadının esin kaynağı, sadece toplam taleple ilgilenen Keynes sonrası iktisatçılar değil, arz yönlü problemleri doğrudan ele alan Gosplancıların yaklaşımı oldu. Bu durum, Britanya'nın savaş finansmanına yaklaşımını, il­ kin savaş ertesi yeniden inşaya ilişkin iktisadi sorunlara, ardın­ dan da kalkınmanın finansmanına yönelik analizlere aktarma­ da büyük rol oynayan Kalecki'nin kendi çalışmalarının bir so­ nucuydu (Amdt, 1987: 1 24-26) . Kalecki, iktisadi kalkınma sü­ recinde enflasyonun denetim altına alınmasının, mali ve finan­ sal araçlarla gerçekleştirilebilecek salt finansal bir konu olma­ dığını vurguladı. Bu, reel ekonomideki orantısızlıkların çözü­ me kavuşturulmasını, özellikle de esnek olmayan gıda arzı so­ rununun üstesinden gelinmesini gerektiriyordu (Osiatynski, 1993 : 23-44) . Bu da, kaçınılmaz olarak, çözümü güç bir sos­ yo-politik sorun olan toprak reformuna bağlanmıştı. Daha ge­ nel olarak, arz tarafındaki katılıklar ve tıkanıklıklar, gelişmekte olan bir ekonominin tanımlayıcı özelliği ve ortodoks makroe­ konomik uyum politikalarının neden etkili olamayacağının te­ mel sebebi olarak algılanmaya başlandı. Bu "yapısalcı" görüş, bu yüzden, 1980'lerin ilk yıllarında yapısal uyum politikaları­ nın ortaya çıkışına kadar ve ortaya ilk çıktığında da, kalkınma iktisadına hakim oldu. 37

Her ne kadar Kalecki, erken dönem kalkınma iktisadı ko­ nusunda başat etkiye sahip olsa da, kalkınma planlamacılann­ ca kullanılan istatistiksel çerçevenin oluşturulmasından Key­ nes sorumluydu . Donald Moggridge'e göre, " tüm dünyadaki maliye bakanlan, ekonomi yönetimi problemlerine, belki da­ ha iyi bir ifade bulunamadığından, gözlemcilerin doğru olarak isimlendirmesiyle Keynesyen bir analitik çerçeve içinde yakla­ şıyorlar" (Moggridge, 1993: vii) . Hans Singer'e göre de "ilk kez Colin Clark'ın Keynesçi kavramlar temelinde geliştirdiği ulu­ sal gelir analiz çerçevesi . . . . günümüz kalkınma planlamasında Keynesyen mirasın kuşkusuz en çarpıcı bir biçimde korundu­ ğu alandır" (Singer, 1 987: 67-68) . Clark'tan sonra, james Me­ ade ve Richard Stone ulusal gelir tahminini, ulusal gelir, har­ cama ve üretim hesaplamalarının birbirine bağlanması yoluyla genişletti. Daha sonra, bu üçlü sistem, Austin Robinson'un gi­ rişimiyle seçilmiş Britanya sömürgelerine uygulandı. Örnekle­ ri arasında, Phyllis Deane'nin Kuzey Rodezya (şimdi Zambiya) ve Arthur Lewis'in Jamaika için yaptığı ulusal hesaplara yöne­ lik çalışmalar vardı (Thirlwall, 1987: 144-45) . Bu çalışmalar ve bunlara benze� diğerleri, bağımsızlık sonrası dönemde, planla­ manın içinde liştiği istatistiksel altyapıyı sağladı. Böylece, 195 'lerin ve 1960'lann kalkınma planlaması, mak­ roekonomik b · r vurgu içinde Kalecki'nin ekonominin işleyişi­ ne ilişkin yakl şımını Keyresçi istatistiksel araçlarıyla birleştir­ m · oldu. Bu bileşim, ilk bakışta göründüğünden daha uyumlu çı tı. Planlamanın hedefi, b:ısit doğrusal bir ilişki yoluyla ek gelir ( . rjinal sermaye-hasıla o�anı) üreteceği varsayılan, mümkün olan en yükseklyatınm orarmı belirlemekti. Ulusal hesaplar çer­ çevesi (ek oladk, girdi-çıktı tablosu) ; qelirli bir gelir artışı ora­ nı }çin, gelir, harcama ve üretimin tüm bileşenlerinin tutarlı bir şekilde planlanmasını sağladı. Hedeflenen büyüme oranı seçimi de, Kalecki yaklaşımı tarafından şekillendirilen fizibilite (yapıla­ bilirlik) kararlarına bağlıydı. Bu nedenle, Arthur Lewis gibi uy­ gulamalı kalkınma plancıları, gıda arzının hızla artırılmasının güçlüklerini vurguladı ve yatınmlann, gıda arzının gerçekçi artış oranından daha hızlı büyümesinin enflasyonist sonuçlan hak-

!



38

!

kında uyanda bulundu (Lewis, 1966: 43-44, 53-54 ve 1 54-55) . Bir grup fizibilite kısıtı altında, maksimum büyüme oranı hesap­ lanabilirdi ve büyümenin bileşenleri tutarlı bir şekilde planlana­ bilirdi. Böylelikle, Keynesçi ulusal hesaplar çerçevesinin, Kalec­ kici özelliklere sahip bir ekonominin makroekonomik planla­ masında kullanılabilecek kadar esnek olduğu görüldü. Bununla birlikte, bu çerçeve, birçok kalkınma iktisatçısı ta­ rafından eleştirildi. Ö rneğin, Gunnar Myrdal, eğitime yapılan harcamaların, yatının yerine tüketim olarak sınıflandırmış ol­ masına karşı çıktı. Myrdal, eğitime yapılan harcamaların, kal­ kınma bağlamında yatırım olarak düşünülmesi gerektiğine ina­ nıyordu (Myrdal, 1968: 1 9 1 6- 1 7) . Birleşmiş Milletler'de Kalec­ ki için çalışmış bir iktisadi istatistikçi olan Dudley Seers, kal­ kınmayı gayri safi milli hasılanın büyüme oranının maksimi­ ze edilmesiyle eşdeğer saymayı reddederek daha bütüncül bir eleştiri başlattı. (Seers, 1 969: 2-6; Seers, 1976) . Seers, kalkınma için olumlu bir etki olarak gördüğü enformel sektördeki eko­ nomik faaliyetlerin dışarıda bırakılmasını eleştirdi; aynca gelir dağılımının, çevre üzerindeki maliyetlerin ve özellikle kadınla­ rın oluşturduğu ücretsiz işgücünün ihmal edilmesine karşı çık­ tı (Toye, 1 989: 53-58) . Bu eleştiri, 1990'da ortaya çıkan Birleş­ miş Milletler Kalkınma Programı'nın (UNDP) lnsani Gelişme Endeksi (HDI) gibi farklı kalkınma göstergeleri oluşturulma­ sına yönelik araştırmalara hız kazandırdı. Alternatiflerin hiç­ biri, Keynesçi çerçeveyi, gelişmekte olan ülkelerdeki ekono­ mi yönetiminden henüz dışarıya çıkarmadı. Bu çerçeve, Dünya Bankası'nın RMSM (Revised Minimum Standard Model4-Yeni­ den Gözden Geçirilmiş Asgari Standart Modeli) programlama modellerinde hayali biçimde de olsa hala yaşamaktadır. 1 9 70'lerin ortalarından itibaren , Keynesçi ittifak gelişmiş ülkelerde çözülmeye başladı. "Stagflasyon" (hızlanan enflas­ yonla birlikte yavaşlayan büyüme) , büyüme ile enflasyon ara4

1973 yılında Dünya Bankası tarafından geliştirilen; bir planlama aracı olarak kullanılan ve uluslararası kıyaslamalan olanaklı kılan model. Standart bir de­ ğişkenler listesi ve az sayıda iktisadi ilişki temelindeki bu model, hedeflenen bir büyüme oranı için gerekli yatının, ithalat ve dış borçlanma düzeyini göste­ riyordu - d.n. 39

sındaki ödünleşimi, hızlı büyümenin enflasyon pahasına ol­ duğunu gösteren Phillips eğrisi ile kolaylıkla açıklanamaya­ bilirdi. Keynes'in sorumlu olduğu , ekonominin "makro" ve "mikro" olarak ikiye bölünmesi, artık problemli gözükme­ ye başladı. Ekonomiyi bir bütün olarak ele alan Keynes, ken­ di teorileri ile tutarlı olmamasına karşın, mikroekonomik re­ kabetçi piyasalar varsayımı üzerinde ısrar etmişti. Bu tutarsız­ lık, 1 980'lerde ve 1 990'larda yeni ve o kadar da Keynesçi ol­ mayan makro teorilerin filizlenmesine sebep olan, makroeko­ nomi için mantıken yeterli mikro temellerin nasıl oluşturula­ cağı sorusunu gündeme getirdi. Eksik kalmış mikro temelle­ rin araştırılması, kalkınma iktisadını olumsuz yönde etkile­ di. Ne Kalecki ne de Lewis işgücü fazlasının ve tarım piyasa­ sındaki üretim fazlalılığının ekonomik teorisini yapmıştı. Bu yüzden, Keynesçi makroekonominin yıldızı, gelişmiş ekono­ milerde sönerken, kalkınma iktisadı, giderek daha çok eleşti­ rilmeye başladı.

Keynes efsanesi Keynes, onu · leyenlerin aracılığıyla, kalkınma iktisadına, o di­ siplinin belirl unsurları üzerindeki dolaylı etkisinin yanında, ölümünden s nra adı etnıfında oluşan etkileyici efsane aracılı­ ğıyla da tesir tti. Doğrusu Keynes, kendi yaşamı sırasında da z � ten bir efsa eydi. Bu efsane, Keynes'in kendi geliştirdiği bir e l(saneydi çünkü bunun, kamu politikaları konularında ken­ dt ikna etme ı.ücünü artudığını düşünürdü. Ö lümünden son­ ra, 1 95 l'de K�ynes'in resmi biyografis,ini yayımlayan Roy Har­ . rod, bu efsan�yi, yine Keynes'in düşüncelerinin ikna edici et­ kisini sürdürmek amacıyla daha da parlattı (Harrod , 1 95 1 ) . Harrod'un Life (Yaşam) başlıklı kitabı, Keynes'i keskin zeka­ lı bir düşünür, büyüleyici bir şahsiyet ve büyük bir dünya ha­ yırseveri şeklinde tasvir etti. Keynes'i tanımayan ya da Keynes'i sadece çok etkileyici son yıllarından tanıyan eleştirmenler, Harrod'ın tasvirini etkileyici ve ikna edici buldu (Skidelsky, ·

40

2000: 494) . Birçok genç kalkınma iktisatçısı da bu şekilde etki­ lenmiş olmalıydı. Onlar için Keynes, bir ikon ve rol model ha­ line gelmişti. Keynes etrafında oluşan efsane hangi Keynes imgesini ön plana çıkardı? Keynes, Versay Antlaşması'nın ekonomik ko­ şullarına karşı önemli polemiklerinin yer aldığı The Economic Consequences of the Peace'i (Barışın Ekonomik Sonuçları, 1 9 19) başlıklı çalışmasının yayımlanmasının hemen ardından ulusla­ rarası üne kavuştu. Bundan sonra, o, hiçbir zaman için kamuo­ yunun ilgi odağı olmaktan uzun süre uzaklaşmadı; basında po­ litika analizlerini ve tavsiyelerini yayımladı ve iktisadi konu­ larda dünya liderleri ile yazıştı. Politika yapıcıları sıklıkla tav­ siyelerini yok saysa bile bu derece önemli bir ilgi odağı olmak o zamana kadar bir iktisatçın hiç karşılaşmadığı bir durumdu. lki savaş arasındaki yıllarda, Keynes, Britanya'da, o günlerin halkın oylarıyla seçilmiş politikacıları kadar siyasi bir figürdü. Başlangıçta pek tutarlı ve güvenilir bulunmasa da, daha sonra siyasetin temel belirleyicisi olan kurum ve kuruluşlar (political establishment) tarafından tamamen kabul edildi; ülkenin en ön­ de gelen iktisatçı devlet adamı oldu. Bir süreliğine Britanya'nın savaş sonrası geleceğini ellerinde tutuyormuş gibi göründü . Daha önce hiçbir iktisatçı, böyle güçlü bir konumda olmamıştı. Efsanenin bir diğer yönü, Keynes'in General Theory of Emp­ loyment, Interest and Money (İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi) , ( 1936) başlıklı eserinde sergilemiş olduğu entelektüel kişiliğiydi. Bu çalışmasında Keynes, kitlesel işsizliğin süreklili­ ğine teorik bir açıklama ve birçok iktisatçının kötülediği, dep­ resyon zamanlarında devlet harcamalarının artırılması politi­ kasına teorik bir gerekçelendirme sundu. Keynes, ekonominin toplam talep ve arzını analiz etmenin önemini, ekonomik dal­ galanmalara neden olmada parasal ve reel faktörlerin birbiri­ ne bağlı olduğunu ve işsizliği azaltmak için işgücü piyasasında tek başına fiyat mekanizmasına bakmanın yetersizliğini göster­ mişti. O, daha önce varolandan (özet olarak Alfred Marshall'ın mikroekonomisi ve paranın miktar teorisinin Cambridge versi­ yonu) çok faklı, yeni bir "makroekonomi" yarattı. Keynes ken41

disini ve diğerleri Keynes'i, iktisat disiplininde bir devrim yara­ tan kişi olarak gördü.5 Keynesçi devrimin, makro ve mikroeko­ nomi ayrımını açıklamaya gerek duymadan koruması, onun ilk baştaki başansını engellemedi. Siyasal alandaki ünü ile başanlı akademik yeniliğin bu olağa­ nüstü bileşimi, Keynes'e Britanyalı iktisatçılar içinde eşsiz bir yer sağladığı gibi dünyanın geri kalanındaki iktisatçılar arasın­ da da büyük bir saygınlık kazandırdı. Ö lümünden sonra, Key­ nes efsanesi, birçoğu kalkınma iktisadı içindeki profesyoneller olmak üzere, iktisatçıların öyküneceği bir ideal haline geldi. Bu iktisatçılara, l 930'lardaki kitlesel işsizlik felaketiyle 1950'ler­ deki küresel yoksulluğun (Batı'nın refahına rağmen) süreklili­ ği arasında bir paralellik kurmak aşikar göründü. Küresel yok­ sulluk, kitlesel işsizlikte olduğu gibi, Keynes'den sonraki ikti­ satçılann (zamanın iktisadı etkin bir çare sağlayacak aygıtlar­ dan yoksun olduğu için) teorik bir devrime girişmelerini ge­ rektirir gibi göründü. 1 O halde, Keynes efsanesinin etkisi, kalkınma iktisatçılanm tejorik devrimler aramaya cesaretlendirmekti. Keynes, başyapı­ tıhın adında elirtildiği füere, klasik iktisatçılannkinden daha genel bir isti dam teorisi oluşturduğunu iddia ediyordu. Aka­ binde, neokla ik iktisatçılar bu iddiaya, Keynes'in neoklasik te­ orinin sadece özel bir halini -ücret düzeyinin sabitlenmiş hali­ ni- açıkladığı ı savunarak karşı çıktılar. Dudley Seers gibi po­ litik olarak so daki Keynes karşıtı kalkınma iktisatçılan ise, bu k�rşı çıkışı aş ğıdaki gibi uyarladılar: Keynesçi biçimi de dahil o ıpıak üzere tüm neoklasik iktisat özel bir haldir - kapitalist ekonomilerde problemsiz işleyen piyasalar durumu. Bu yüzden, daha genel durumlan, t�kamklıklar ye katılıklar­ la kuşatılmış �konomileri ve iyi işleyen piyasaların noksanlı­ ğı1 ile gelişmekte olan ülkelerin durumunu kapsayacak yeni bir teori arandı (Seers, 1963: 77-98) . Daha sonra Albert Hirsch-

!

5

42

Keynes, George Bemard Shaw'a yazdığı 1 Ocak 1935 tarihli mektubunda, "İk­ tisadi problemler hakkında dünyanın düşünme biçiminde -hemen değil, an­ cak önümüzdeki on yıl içinde- büyük ölçüde köklü değişiklikler yapacak ik­ tisat teorisi üzerine bir kitap yazıyor olduğuma inanıyorum," demişti (Keynes, 1 982, cilt XXVIII: 42) .

man, genel/özel ayrımını, basit bir ikiliğe dönüştürdü. Hirsch­ man, Keynes'in 1936 kitabında "tek iktisat"ı (monoeconomics) yenilgiye uğrattığını iddia etti. Keynes'in kökten farklı bir ikti­ sat yaklaşımı ortaya çıkarmış olması, kalkınma iktisadının do­ guşunun yolunu açtı; "Farklı bir iktisadın var olabileceği dü­ şüncesi bir anda itibar kazandı. " Bu anlamda, Keynes'in atmış olduğu adımın, yeni kalkınma iktisadı için "kritik" önemi var­ dı (Hirchman, 198 1 : 6-9) . Seers ve Hirschman'ı birleştiren şey, -biraz da paradoksal bi­ çimde- Keynesçi iktisadın gelişmekte olan ülkeler için geçer­ li olmadığı noktasından hareketle Keynes'in kalkınma iktisa­ dı için önemine işaret etmeleridir. Ayrıca, Seers ve Hirschman, kalkınma iktisadıyla iktisadın diğer dallan arasındaki mutlak farkı vurgulayan bir eğilimi paylaştılar. Burada, Seers ve Hirs­ chman, Keynes'in "klasiklerle" tartışmasının temel özelliği­ ni vurgulayan Keynes efsanesini izliyorlardı. Ancak, tam da Keynes'in kendi tartışmasının derinliğini abarttığı gibi; Seers ve Hirschman da, kalkınma iktisadı ile iktisadın diğer dallan ara­ sındaki teorik görüş ayrılığını abartma tehlikesiyle karşı karşı­ yalardı. Bu iki iktisatçının gelişmekte olan ülkelerdeki olma­ yan piyasalar (missing markets) hakkındaki vurgulan önemli­ dir. Ancak, daha ilginç olan sorunun peşi o zamanlarda bırakıl­ dı. Hangi piyasalar eksiktir ve belirli piyasalar mevcut fakat di­ ğerleri yok iken iktisadi sonuçlar kesin olarak ne yönde gelişe­ cektir? (de janvry, Fafchamps ve Sadoulet, 199 1 : 1400- 1 7) . Bu sorulan, Seers ve Hirschman'ın benimsediğinden daha az düa­ listik (ikilik prensibine ait) bir iktisadi anlayışa geri dönmeden yanıtlamak zordur. Politik sağdaki Keynes karşıtı iktisatçılar, bunun ötesin­ de bir teorik devrim aramadılar, daha ziyade aradıkları teori­ de bir karşıdevrimdi. Karşıdevrimin esas etkisi, makroekono­ mide 1 970'lerin sonlarından başlayarak özellikle "parasalcı­ lık" olarak bilinen teoriye yaygın geçişle gelişmiş ülkeler için hissedildi. Bununla birlikte, bu karşıdevrim kalkınma iktisa­ dını da (Harry G. Johnson'ın Keynes'in bu alandaki etkisini de suçlayışında görüldüğü gibi) etkiledi Qohnson, 1978: 22743

33) . johnson'un

şikayetinin kapsamı şuydu: Keynes, gelişmek­ te olan ülkelerdeki seçkinleri, bu ülkelerin iktisadi kalkınma beklentilerine uygun olmayan ve bu beklentiler üzerinde ke­ sin olumsuz etkiye sahip, sermaye birikimini bir saplantı ha­ line getirmelerine ve "kolektivizm"e heveslenmeye ikna etti­ ği için sorumluydu. Göreceğimiz gibi, bu eleştiri, tarihsel daya­ naktan yoksundu. Aksine, bu eleştiri, bir efsaneyi yenmek için karşı efsaneye ihtiyaç du}ulduğu anlayışını örnekliyor görün­ mektedir. Keynes efsanesinin pratikteki mirası, Keynes'in istikrar, bü­ yüme ve refahı hesaba katacak olan dünya iktisadi kurumla­ rını tasarlaınadaki son gayretlerinin sonucunda ortaya çıktı. Daha sonra bu gayretler birçok çevrelerce bitmemiş bir mese­ le olarak kabul edildi. Keynes'in uluslararası takas birliği (in­ ternational clearing union) tasarısı ve Keynes'in takipçisi ja­ mes Meade'in uluslararası ticaret birliği tasarısı, Amerika Birle­ şik Devletleri'nin finans ve ticaret için yeni uluslararası kurum­ lar kurulmasına ilişkin tasarıları karşısında başarısızlığa uğra­ dıktan sonra da destek bulmaya devam etti. Keynes'in uluslara­ ra�ı ekonomi ·zyonu; defiasyonun, ekonomik uyum yöntemi olmasına karş bitmez tü1.enmez muhalefetine dayanmaktay­ dı. Keynes, ra tiyenin be1.leyişlerinin enflasyon sebebiyle ha­ yal kırıklığına uğramasını:ı, işçinin bekleyişlerinin işsizlik se­ bebiyle hayal ınklığına tğramasına tercih edilebilir olduğu­ na inanıyordu. Bu sebeple, Keynes, daha sonra gerçekleşen­ den daha iyi ynaklara sahip bir Uluslararası Para Fonu'nun (I � ternational Monetary Fund) olmasını ve ödemeler denge­ si uyum yüküpün, sadece açık veren ülkeler tarafından de­ ğil, açık ve faz'a veren ülkeler arasın� paylaştmlım.asını iste­ di. Uluslararasf Para Fonu'nun işleyişinin, gelişmekte olan ül­ keler üzerinde daha az deflasyonist etkisi olacak şekilde düzen­ lenip düzenlenemeyeceği, 1950'ler ve 1960'lar boyunca gün­ demde kaldı; aynen uluslararası emtia anlaşmaları -internati­ onal commodity agreements- koşullarını da içeren) Uluslarara­ sı Ticaret Organizasyonu'nun tamamen geçici GATT (General Agreement on Trade and Tariffs - Gümrük Tarifeleri ve Ticaret 44

Genel Anlaşması) düzenlemelerinin yerine geçip geçemeyeceği sorusunda olduğu gibi. Başkaları yanı sıra Gottfried Haberler ve Raul Prebisch'in or­ taya attığı Bretton Woods sisteminin tamamlanmamış olduğu ve ayrıca gelişmekte olan ülkelere ticaret ve finans konuların­ da yarar sağlamadığı yönündeki iddia, en sonunda 1964 yılında Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı'nın (United �ations Conference on Trade and Development - UNCTAD) onaya çıkışına yol açtı. Keynes, savaş sırasında ortaya atılan ve bir dizi tampon mal stoku (commodity buffer stocks) oluşturul­ masını amaçlayan öneri üzerinde çalışmıştı (Keynes 1980: 10599). Tampon mal stoku politikası, gelişmekte olan ülkeler için -popüler olmaya devam etti; Gamani Corea bütünleşik bir ih­ tiyati stok finansman programı talebini UNCTAD'ın 1974'ten l 980'e kadar, yeni bir uluslararası ekonomik düzen için sür­ dürdüğü oldukça başarısız kampanyanın temel unsurlarından biri yaptı (Toye ve Toye, 2004: 10. Bölüm). Willi Brandt baş­ kanlığındaki Independent Commision on Intemational Deve­ lopment Issues'un (Uluslararası Kalkınma Konularında Bağım­ sız Komisyon) raporu (1980), Keynes'in bu mirasının, ulusla­ rarası iktisat politikası alanında belki de geniş çapta, vücut bul­ duğu en son yerdi. Kalkınma iktisatçılarının Keynes efsanesi karşısındaki tu­ rum ve davranışlarını ilk bakışta göründüğü gibi değerlendir­ mek yanıltıcı olabilir. Kuşkusuz bu gibi iktisatçıların içtenlik­ ten uzak kimi savlarında, tıpkı Keynes'in de aralıklarla kendin­ den önceki kimi iktisatçıları kendi amaçları için kullandığı gi­ bi . aslında Keynes'in rüzgarından güç alarak kendi sesini daha ı i duyurabilmek ve anlaşılabilmek arzusu önemli olmuştur. Keynes, her ne kadar, Bretton Woods kurumlarının daha cö­ mert şekilde tasarımını savunduysa da, örneğin, görüşleri ka­ bul görmüş olsaydı, onun kurumsal tasarımının sonraki uyar­ lamalar olmaksızın mutlaka uzun süreli olacağını düşünmek bir inanç meselesidir (Williamson, 1987). Biz, burada, tarihsel -olabilirler" dünyasındayız. Kuşkusuz, Keynes'in tampon mal stoku konusuna olan ilgi....

45

si abartıldı. Keynes bu önerisini, çok daha zararlı olarak gördü­ ğü, ABD'nin 1942'de uluslararası buğday karteli oluşturma pla­ nına karşı çıkmak amacıyla yaptı. Onun "mal kontrolü" planı, spekülatörlere fırsat yaratma olasılığı sebebiyle pratik olmadı­ ğından hızla ve genel olarak bir yana bırakıldığında, Keynes, bu konuya geri dönmedi (Skidelsky, 2000: 234-36). Keynes efsanesi kalkınma iktisadı için önemliydi çünkü uy­ gulayıcılarına kalıcı bir biçimde, hem teorik hem de pratik alan­ da görkemli bir kendini kaptırma çekiciliği oluşturdu. İktisat teorisinde bir sonraki devrimin ya da paradigmanın araştırıl­ ması, kolayca heyecanlandırıcı olmaktan ziyade yabancılaştırı­ cı kavramsal üslup kaymalarına dönüşebilirdi. Sonuçta, yeni bir uluslararası ekonomik düzen arayışı, uluslararası politik müza­ kerelerde yerçekimi kanununa karşı gelmek çabası haline gel­ di. Eğer bu, Johnson'un "Keynes'in gölgesi" ifadesiyle ima etti­ ği ise, içinde kimi doğrular olabilirdi. Keynes'in son derece et­ kileyici kişiliği, onun yeteneklerine sahip olmayan başkalarının, ka�ınılmaz ve geri dönülemez bir biçimde değişmiş koşullarda on*n başarısını taklit etmeye çalışmalarına ilham verdi. Keynes efsanesi, onunla ilgili kişisel hatıraların soluklaştığı ya da bulanıkla tığı bir dönemde, hayatı ve çalışmaları hakkın­ da çok daha g · venilir bir tarih yazımı meyvelerini vermeden önce gelişti. Y ılarının sınıflandırılması, bunların arşivde ula­ şılabilirliğinin ağlanması, toplu yazılarının sağlam bilimsel bir baskısının yayı lanması ve Robert Skidelsky ve Donald Mogg­ rid tarafınd n iki mükemmel biyografisinin hazırlanması Ke es'in ölümünden sonraki birkaç on yılı işgal etti. Bu zo­ ru lu aralık, o1tun ve çalışnalarının daha rafine bir şekilde an­ laşılmasını gectktirdi ve k�lkınma iktisadının inşasının erken dönemleri ile ıakıştı. Bu koşullarda, drihe karışart Keynes'in kalkınma iktisadı üzerine olan görüşleri ya ihmal edildi ya da hiç bilinmedi. Buradaki i roni, onun kimi görüşlerinin Keynes karşıtlarının da içinde olduğu daha sonraki eleştirmenler tara­ fından, yeniymiş gibi tekrar üretilmesidir. Şimdi biz, Keynes'in görüşlerinin çok iyi anlaşılmadığı, kalkınma iktisadıyla ilgili iki konuya dönelim.

r.

46

Tarihsel olarak Keynes: Nüfus ve ticaret hadleri üzerine Bu konulardan ilki, iktisadi kalkınma sürecinde nüfusun rolü meselesidir. Her ne kadar nüfus meseleleri para ekonomisi ile karşılaştırıldığında her zaman ikincil kalsa ve demografi üzeri­ ne hiçbir zaman bir bilimsel inceleme yapmamış olsa da, nüfus Keynes'in birçok entelektüel ilgi alanlarından birini oluşturu­ yordu. Bununla birlikte, Keynes, nüfus konularını, kitapları ve akademik makalelerinin yanında gazeteciliğinde de 193 7 yılına kadar hastalığı ve ardından savaş dönemi görevleri ortaya çıka­ na dek sürekli olarak tartıştı. Keynes, Cambridge Üniversitesi'nde lisans öğrencilerine 19 10l l'den 19 13- 14'e kadar "İktisadın tlkeleri" dersini verdi (Mogg­ ridge, 1992: 188) . Keynes'e göre, nüfus konulan doğrudan ikti­ sadın ana temaları arasındaydı. Keynes, nüfusu, üretim faktörle­ ri kapsamında işgücü arzı ile ilişkili olarak tartışırken, Marshall'ın Prjnciples of Economics (tktisadın tlkeleri) kitabını izledi. Keynes, Malthus'un mevcut geçim kaynaklan üzerinde nüfusun her za­ man baskı oluşturacağı sonucundan ayrılarak, evlenme oranı ve evlilik başına çocuk sayısı istatistiklerinde, Malthus'un tersine, refah düzeyi artıkça, doğurganlığın azaldığına dair kanıt buldu. Ancak, doğurganlıktaki düşüş Keynes'in "uygar ülkeler" dediği yerlerle sınırlıydı. Bu toplumlarda Malthus'un üzerinde durdu­ ğu tehditlerin ortadan kalkması, Keynes'e göre yeni bazı ikilemle­ rin ortaya çıkmasına neden oldu. Keynes bunları Darwin sonrası olarak nitelenebilecek bir çerçeveye oturttu. Toplumun belirli sı­ nıfları ya da dünyanın belirli kesimleri için Malthus'un nüfus ya­ sasından uzaklaşma, -Keynes'e göre- insanlarda doğal ayıkla(n) mamn (natural selection) nüfusun ortalama niteliğinin azalmaya eğilimli olacağı anlamında ters biçimde işleyeceğini ima etti. Bu­ rada Keynes, nesil ıslahı bilimi hareketinin (eugenics movement6) bazı meseleleriyle bağ kurdu. 6

Sadece en iyi ve düzgün genlere sahip insanların üremesi için bir ülkedeki nü­ fus artışını denetlemeyi amaçlayan ve Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemde özellikle Kuzey Amerika'da hız kazanan hareket - d.n. 47

Keynes, aynca, gelişmiş ülkeler için Malthus'un işaret ettiği tehlikenin uzaklaşmasının geçici olduğunu düşündü . ] .S. Mill'i izleyerek, nüfus fazlalığı kanıtının, gıda ithalatının birim değe­ rine göre mamul ihracatının birim değerini gösteren istatistik­ lerde bulunabileceğine inandı. Keynes, hatta bir kanıt bulmuş olduğunu düşündü; bu kanıt, mamul ürünlerin hammaddeler­ le (işlenmemiş ürünler) değişim oranlarının düşme eğilim içi­ ne girmesiyle ilgiliydi. Aralık 1 9 1 2'de Economic ]oumal'da Ti­ caret Bakanlığı'nın Birleşik Krallık yıllık ithalat ve ihracat is­ tatistiklerinin iki sayfalık bir incelemesini yayımladı (Keynes, 1983: 2 1 9-22) . Bunlardan, ticarette karşılaştırmalı üstünlükle­ rin, be lirgin bir biçimde sanayileşmiş ülkelerinin aleyhine de­ ğiştiği sonucuna vardı. l 900'daki bir "dönüm noktasının" ar­ dından, Malthus'un işaret ettiği tehlikenin yeniden canlanma­ ya başladığını düşündü. 1 9 14'te Population (Nüfus) üzerine bir konuşmasında Key­ nes, yaşadığı dönemde dünyanın aşırı kalabalık olduğu tezi­ n\ ileri sürdü. Keynes'in analizi, Batı'ya ve Doğu'ya ilişkin ol­ ak üzere iki parçadan oluşuyordu . Batı'nın durumu , dış ti­ caret hadleri ' d eki iddia edilen 1900 dönüm noktası nedeniy­ le, Malthus'u işaret ettiği tehlikenin ertelendiği dönemin so­ nuna gelindi ·ni göstermekte ve daha olumsuz bir hal almak­ tadır. Keynes' n Doğu için tanımı şuydu, Doğu'da, Malthus'un işaret ettiği te likenin geçerli olmadığı bir döneme zaten rast­ lanmamıştı. eynes, bu durumu göstermek ve sömürgeci hü­ kümetlerin ya anı standartlarını yükseltmeye yönelik önlemle­ rilıin, yaygın dinin onayıyla sürekli artan nüfus yüzünden ba­ şarısızlığa maı[ıkum olduğllnu öne sürmek için, Hindistan, Mı­ sır ve Çin öm �klerini kullandı. Bu ko �ullar altınd� ve gıda için bir dünya piytsasmm varlığında, tek bir ülkenin büfus artışı­ m frenlemesi için yeterli dürtü ve özendiricilerin bulunmadı­ ğını, yani bir kolektif hareket sorunu ile karşı karşıya kalındı­ ğını iddia etti. Batı'da, Malthus'un işaret ettiği tehlikenin geçerli olmadığı dönemde doğum oranındaki azalmayı Keynes, üreme için is­ teğin ve (evlilik içi) fırsatların azalması, (yapay) doğum kon-



48

trol yöntemleriyle istenmeyen doğumlardan kaçınma olanak­ larının artması gibi olumlu gelişmelerle ilişkilendirdi. Batı'da (Keynes'e göre) kötüleşen ekonomik koşullarda, doğum kon­ trolünün üst ve orta sınıflardan, işçi sınıfına doğru yayılması­ nın gerekliliğine işaret etti. Bu yüzden, Keynes, doğum kontro­ lünün yayılmasına ve konunun açıkça tartışılmasına karşı çı­ kanları, hararetle, batıl inançlı ve gerici olmakla suçladı. Keynes, 1 9 1 2 yılına ait ders notlarında, ters biçimdeki doğal ayıkla(n)manın, sınıflar arasında olduğu gibi ülkeler arasında da olduğunu ileri sürdü. "Doğum oranı en yüksek hızda en uy­ gar ülkelerde düşüyor."7 Aynı zamanda Keynes, diğer ülkeler­ de doğum kontrolünün yayılmasının imkansız olduğunu düşü­ nüyordu. " Çin ve Hindistan'daki yaygın dinler erken yaşta evli­ liğe ve pek çok çocuk sahibi olmaya onca büyük önem atfettiği sürece, bu ırklar için herhangi bir (ahlaki ya da maddi) ilerleme umudu göremiyorum. "8 Bu nedenle, ona göre, politika proble­ mi "Doğu'nun doğurganlığına" karşı uygun savunma mekaniz­ malarının bulunmasıydı (Toye, 2000: 7 1 ) . Keynes, bunlar ol­ maksızın Britanya'da daha yaygın doğum kontrolünü savun­ manın zorlaşacağını düşündü. O, "ırksal intihar"ı savunduğu suçlamalarına karşı duyarlıydı, fakat terazinin kefesini "en uy­ gar milletlerin" lehine ağır bastıracak şekilde son derece acıma­ sız göç kontrollerine ve uluslararası gıda ticaretini sınırlayıcı müdahalelere prim verdi. Keynes'in gördüğü esas ikilem , Britanya'nın nüfus ar­ tış oranını daha fazla düşürmeye teşvik eden politikaların, Britanya'nın yaşam standardını koruma konusunda çok az et­ kili olacağıydı. Britanya, gıda maddeleri için oluşan uluslara­ rası piyasaya bağımlı hale gelmişti. Bunun Britanya için öne­ mi, gıda fiyatlarının Britanya'nın talebinin toplam talebin sa­ dece bir bölümünü oluşturduğu bu küresel piyasada belirle­ necek olmasıydı. Dünya gıda arzı sabit bir düzeydeyken, nü­ fus fazlası olan ülkelerin, nüfus artışlarını sınırlamaya yanaş­ mamaları nedeniyle dünya talebi artıyordu . Bu durum karşı7

191 2'deki ders notları için bkz. Toye, 2000: 4 1 .

8

1914'teki ders notları için bkz. Toye, 2000: 69. 49

sında Britanya talebinin düşürülmesi, gıda fiyatlarındaki artı­ şı ve bu artışın sonucunda ortaya çıkacak refah kaybını önle­ yemezdi. Keynes'in belirlemesine göre, "herhangi bir ülkede doğum oranındaki bir düşüşün avantajı tüm dünya tarafından paylaşılırdı" (Toye, 2000 : 65-66) . Aynı mantık ile herhangi bir ülkede doğum oranındaki bir artış, diğer değişkenler sabit kalmak üzere, tüm dünyada bir refah kaybına neden olacaktı. Kendi nüfus artışlarını dizginlemeye çalışan küçük ülkeler bu kaybı telafi edemeyeceklerdi. Bu suretle, Keynes, Marshall'ın Ingiltere'deki nüfus artışının, ucuz ithal gıda mallarının fiyatı­ nı yükseltmeye yetecek kadar önemli olmadığı savına yeni ve farklı bir boyut kattı. Eğer bu sav doğruysa, lngiltere'nin nü­ fus artışında bir yavaşla:ııa , diğer faktörler ithal gıda malları­ nın pahalılaşmasına nedm oluyorsa, ithal edilen gıda malları­ nın fiyatını düşürmede etkili olamazdı. Analitik bir bakış açısından, günümüzde Kuzey ve Güney olarak bilinen ülke gruplarındaki farklı nüfus artış oranlarının refah etkilerine yönelik bu taslak model, Nüfus konuşmasın­ �a ele alınan en ilginç konudur. Bu model ayrıntılarıyla ortaya konmamıştır. Model, ele aldığı meselenin işaret ettiği bazı kri­ tik yönleri a ıkça dışarıdı bırakmaktadır. Kuzey'in ve Güney'in nüfus artışı dan kaynaklanan ek gıda talebinin tamamının uluslararası iyasa tarafından karşılanacağı varsayılmaktadır. Bu varsayım Güney'in e:< gıda talebinin şiddetinin bu ülkeler­ deki görece üşük kişi başına gelir tarafından frenleneceği ger­ çeğini göz a dı etmektedir. Keynes, kabul edilebilir düzeydeki . q_üfus artış oranı farklılıklarının refah etkilerini kabaca hesap­ lamaya dahi � alışmamışt. Kendisinden önce Marshall'ın yaptı­ ğı gibi, Keynbs, dünya gxla piyasasıf1ı aki Britan�a hakimiyeti­ ni hafife aldı ,ki o dönemde Britanya büyük farkl::t dünyanın en �üyük gıda ithalatçısıydı Keynes, "izolasyon paradoksunun" (izolasyon paradoksu , sonraları General Theo ry 'de geçen, meşhur tutumluluk para­ doksunun önceden tasarlanmış hali olan bir nüfus artışı para­ doksudur) ilk örneğini verdi. Keynes'in belirttiği gibi, "her va­ tansever ülkesini en geniş anlamıyla antisosyal olan eylemlere

f1

50

teşvik eder" ; bu, tam da Keynes'in çok daha sonra ortaya attı­ ğı tutumluluk paradoksunu çağrıştırmaktadır: "insanlar tutum­ lu olarak daha erdemli oldukça ulusal gelir daha da düşecektir" (Toye, 2000: 66) . Bireysel teşviklerin yapısının toplumsal refa­ ha (social good) ulaşma amacıyla tutarsız olduğu sezgisine da­ yanan bu tür paradokslar, Mandeville'den, ortaklaşa kullanılan yerler trajedisiyle (tragedy of the commons 9) ilgilenen modern çevrecilere kadar, politik iktisat ve iktisadı tanımlamıştır. Bu pa­ radokslar, Malthus ile Keynes'in, Keynes ile modern kalkınma iktisatçılarının entelektüel yaklaşımları arasında bir bağ kurar. Keynes, nüfusa ilişkin bu görüşlerini, The Economic Con­ sequences of the Peace (Barışın iktisadi Sonuçlan) ( 1 9 19) ki­ tabının ikinci bölümünde yinelediğinde, Sir William Beverid­ ge, ona itiraz etti. Keynes, kendi görüşlerini savunmaya çalıştı, fakat Beveridge ( 1 924: 1 -20) onun savunmasını çürüttü. Bev­ eridge, Keynes'in " 1900 dönüm noktası" hakkında istatistikle­ rinin, eşdeğer olmayan iki göstergeyi birbirine eklemesinin -ki pu, sanayi ihracatının bileşimindeki değişimi göz ardı ediyor ve Birleşik Krallık'ın mamul ihracatının sadece yüzde 65 ile yüz­ de SO'si arasındaki bölümünü kapsıyordu- mantıksal sonucu olduğunu gösterdi. " 1900 dönüm noktası" gerçekleri ifade et­ meyen yapay bir bulguydu. Daha önemlisi, Keynes'in savı, bir mamulün gıda satın alma gücündeki düşüşle imalatta kullanı­ lan bir birim emeğin gıda satın alma gücündeki düşüşü kanştı­ nyordu. Oysa, teknolojik gelişmenin imalatta emeğe artan ge­ tiriler sağlaması durumunda bu iki göstergeden birincisindeki düşüş ikincisindeki artışla pekala uyumlu olabilirdi (a.g.e. : 141 6) . Moggridge'in ulaştığı sonuca göre: Keynes'in eskiden beri varolan, birincil mallar (özellikle gı­

da maddeleri) ile mamul mallar arasındaki ticaret hadlerinin uzun dönemli eğiliminin otomatikman mamul mallar aleyhi-

9

G. Hardin, 1968 yılında yayımlanan bir makalesinde kendi çıkarları doğrultu­ sunda hareket eden bireylerin, hiçbirinin uzun dönem ortak çıkarına hizmet etmediği halde, ortaklaşa kullanılan bir kaynağı nasıl tahrip edebileceklerini gösterdi. Bu ikilem daha sonra hem kamu mülkiyetini savunanlar hem de özel­ leştirme yanlılarınca kendi görüşlerini haklı çıkarmak için kullanıldı - d.n. 51

ne, yani Avrupa yaşam standartlannın zaranna gelişeceği en­

dişesi, kuşkusuz kuramsal olarak hatalı ve yersizdi. Böyle du­ rumlarda dikkate alınması gereken, Economic Consequences ve

başka yerlerde dikkate alınmış olan gayri safi değişim ticaret

hadleri (gross barter tmns of trade) değil, gerçek kaynak mali­

yetleri ile ilişkili olan tek ya da çift faktörlü ticaret hadleridir (Moggridge, 1992: 345 ve dipnot o) .

Keynes'in bu konular üzerindeki tartışmada yenilgisi, 1930'da­ ki kısa ve oldukça gizemli yazısı "Economic Possibilities for Our Grandchildren"ı (Torunlarımız için iktisadi Olanaklar) anla­ mak için gerekli altyapıyı sağlar. Bu yazısında, Keynes kısa dö­ nem üzerine odaklaşan tipik yaklaşımını bırakır ve bir kerelik de olsa uzak geleceğe bakar. Keynes, 100 yıl içinde, iktisadi prob­ lemin çözüleceğini ve bunun yerini acil problem olarak, boş va­ kit bolluğuna nasıl uyum sağlanacağına yönelik psikolojik prob­ lemin alacağı tahmininde bulunur. O, yüz yıla kadar, kapitaliz­ min, insanları şüpheli yollardan para kazanma sanatını bir ke­ nara bırakıp, yaşamın ahlaki olarak yüceltici etkinliklerine ka­ tılıinalarına olanak sağlayacak şekilde özgürleştireceği ve bu su­ retle tarihsel m·syonunu tamamlamış olacağı düşüncesinden öv­ güyle söz eder. Bazıları, Kemes'in bu ifadesini, klasik politik ik­ tisatçıların dur ğan durum kavramını onaylaması olarak değer­ lendirdiler. Di erleri, bunu:ı Keynes'in kişisel kalkınma teorisini yansıttığını ile · sürdüler. lktisadi problemin çözümü için bah­ sedilen tek me nizmanın teknik ilerleme olarak verilmesi sebe­ bi�le ikinci p değerlendirmenin abartılı olduğu söylenebilir. Keiynes'in bu a'ışılmadık değerlendirmesinin daha makul açıkla­ ması, Keynes'i� büyük ekonomik çöküntünün yarattığı kasvetin ortasında kamuoyunda bir miktar ols�n iyimserli� yaratmaya çalışması ve btjnu yaparken de Beveridge tarafından acımasızca ortaya konan neo-Malthusyen hatasını giderme olanağını (geç­ mişe atıfta bulunmadan) kullanmak istemiş olmasıdır. 1930'larda, Keynes, Enid Charles ve diğer Britanyalı nüfus­ bilimcilerin nüfus tahminlerinden etkilendi. O, bu tahminle­ ri, Britanya nüfusundaki uzun dönemli büyümenin duraca52

ğı ve hızlı bir düşüşün başlamak üzere olduğu yönünde algı­ ladı. Keynes'in 1 937'deki Galton konferansı, nüfus azalması­ nın, efektif talep, tasarruflar ve faiz oranı için ne anlama geldi­ ği üzerine odaklanmıştı. Keynes, haddinden fazla nüfus artışı­ nın ortalama yaşam standartlannı düşürmesine benzer bir bi­ çimde haddinden fazla nüfus azalışının da işsizliği artırma teh­ likesi doğuracağı sonucuna vardı. Keynes'in nüfus artışı ile ser­ maye artışı arasında dengeli bir ilişki olması gerektiği doğrul­ tusundaki görüşü, 940'larda Roy Harrod ve Evsey Domar'ın dengeli büyüme teorilerine yol açmış oldu. Harrod-Domar denklemi, dikkatlerin kapitalizmde kalkınma probleminin temelleri üzerinde yoğunlaşması açısından yararlı oldu. Bu denklem, sabit sermayenin büyümesinin kendisini de­ vam ettireceği iktisadi büyüme oranı (gerekli oran -warranted rate-) ile nüfus artış oranı ve teknik ilerleme (doğal oran -natu­ ral rate-) arasındaki ilişkiyi gösteriyordu. Bu iki oran arasındaki ilişkiye bağlı olarak, ekonomi, ya -doğal oran, gerekli oranı geç­ tiğinde- büyüyen işsiz işgücü havuzu ya da -gerekli oran, do­ ğal oranı geçtiğinde- işgücü kıtlığı ve ekonominin aşın ısınma­ sı ile yüz yüze gelecekti. Bu görüş, tutarlılığın (consistency) kal­ kınma planlaması sürecinde temel bir şart olduğu anlayışını güç­ lendirdi. Fakat Harrod-Domar modeli, iktisadi planlama prati­ ğinde uzun ömürlü olmasını daha az itibarlı bir nedene borçluy­ du. Modelin büyümeyle yatının, büyümeyle dış yardım ve ya­ tının arasındaki sabit katsayılanna ilişkin şüpheli varsayımlan, onu, uluslararası iktisadi kuruluşların gelişmekte olan ülkelerde­ ki müşterileri için başka bir yatının ve yardım hedefi dizisi oluş­ turabilecekleri, basit, görünürde tarafsız ancak aldatıcı bir zemin haline, getirdi (Eas:erly, 1999: 423-38) . Malthus'un işaret ettiği tehdit, şüphesiz , Asya'nın iktisa­ di kalkınması üzerine yazan Keynes'in izleyicilerinin zihnin­ de kaldı. 1974 gibi nispeten geç bir tarihte, Austin Robinson, Bangladeş'te bu tür bir kriz olasılığı üzerinde durdu . (Aus­ tin Robinson, 1974: 5 2 1 -24) . Joan Robinson, Marksist doktri­ nin böylesi ifadeleri kapitalist panik yaratma mekanizması ola­ rak nitelendirmesine rağmen, Çin Halk Cumhuriyeti'nde nü-

l

53

fus artışının tehlikelerine cesurca işaret etti (Harcourt, 1 998: 374)1. J oan Robinson , "tüm iktisadi doktrinler içinde , azge­ lişmiş ülkeler ile en çok ilgili olanı Malthus'unkidir" görüşü­ nü ileri sürdü (Robinson, 1 962: 1 07) . Ancak, Keynes'in neo­ Malthusyenciliğinin, Malthus'un kendi doktrininden üç yön­ de farklılık gösterdiği not edilmelidir. Keynes'in neo-Malthus­ yenciliği, geometrik ve aritmetik büyüme oranlarının kesinliği­ ni terk etti; yapay doğum kontrolünü, kınamak yerine, savun­ du; Malthus'un aksine nüfus artışının denetlenmesine yönelik uygulamalan ilahi takdirin göstergesi olarak algılamadı (Malt­ hus, böyle algılamıştı). Keynes'in nüfus üzerine görüşleri "emperyalist" miydi? Bu görüşler, 19. yüzyıl sonlarında Hindistan'da belirli devlet me­ murlarına özgü "emperyal" söylemin bir türünü yansıtıyor­ du. Bunlardan bazıları, Pencap'ta kanal yapımı ve açlık ve kıt­ lığı hafifletici plan uygulamaları gibi kırsal kalkınma projele­ rini destekledi. Diğerleri, bunların sürekli nüfus artışıyla kar­ şı k rşıya bulunan bir ülkede kendi kendini baltalayıcı olması seb iyle, bu projeleri desteklemedi. Keynes, ikinci gruba da­ hildı (Toye, 2 0 O: 1 04-05) . Aynca Keynes, biyoloji ve kültü­ rü birleştiren ır klişeleri ile düşünme eğilimindeydi. Onu ırk­ çı olarak adland rmak onu a:t olduğu devirden başka bir tarih­ te gösteren kron lojik bir h�ta olsa da, onun yabancıların ulu­ sal özelliklerini arikatürize eden görüşlere sahip olduğunu da kabul etmek ge ekir. Diğerleri, örneğin H.G. Wells, zamanın­ da eynes'in bu görüşlerinir, yanlış ve bilimdışı olduğunun ta­ mamen farkındarken, Keynes'in bu görüşleri Bloomsbury'de ve başka yerlerde y�ygın destd buldu. .

ı �p



1

Tarihsel olarak Keynes: Rus iktisadi kalkınmasının eleştirisi

1

Çoğu kez , Keynes'in gelişmekte olan bir ülkeye , tatil yap­ mak dışında , gitmediği söylenir. Yukarıda belirtildiği gibi, Keynes'in, yabancı yerleri ve oranın insanlarını tarafsız olarak 54

çalışmakla çok da ilgili olmadığı kuşkusuz doğrudur. Ancak, Rus balerin Lydia Lopokova ile evliliği sonrasında, 1925, 1928 ve 1936 yıllarında olmak üzere, Sovyet Rusya'yı üç kez ziyaret etti ve ardından gördüklerini kaleme aldı. Keynes, Sovyet eko­ nomisinin yönetimi üzerine yaptığı yorumlarda, 1970'lerde ve 1980'lerde kalkınma iktisadının neoliberal eleştirilerinde yeni­ den su yüzüne çıkacak olan önemli meseleleri gündeme getir­ di. 1 0 Keynes'in yorumlarının, başlangıçta, Bolşevik Devrimi'ne tamamen muhalif bir pozisyondan yapılmadığının farkında ol­ mak önemlidir. "Yeni Rusya'nın acımasızlığı ve budalalığını" baştan kabul ederek, bunun, aynı zamanda "ideale ait zerrele­ ri" de içerebileceğini umdu. Ayrıca, Keynes, kıtlığın önlenmesi ve tahıl ihracatının yeniden başlaması için yeni rejime tarımsal krediler verilmesini savundu (Keynes, 1 978: 394) . Keynes bu umutlarını ancak 1920'lerin sonunda terk etti. Keynes'in Sovyet ekonomisinin yönetimi hakkındaki bilgi­ si, kusursuz bir kaynaktan geldi: 1 922'de Cenevre' de tanıştı­ ğı E.A. Preobrazhensky'den. O yıllarda, Preobrazhensky, Mer­ kez Komite'nin Yeni Ekonomik Politika'yı uygulamakla görev­ li finansal komisyonunun başkanıydı. Preobrazhensky, ayn­ ca, Sovyet iktidarını kırsal alanlarda güçlendirme yollan üze­ rine bir rapor hazırlamıştı. Amaç, köylülüğü büyük ölçekli sı­ nai üretime tabi kılmak olduğu için, Preobrazhensky, bankacı­ lık sisteminde ve dış ticarette devlet tekelini savundu. Böylece köylüler ellerindeki üretim fazlasını hükümetin belirlediği fi­ yattan satmak zorunda kalacaktı. Bu, aynı zamanda, para biri­ minin uluslararası değerini zayıflatmadan enflasyon vergisinin de kullanılmasına izin verecekti. K�ynes, A Short View of Russia'da (Rusya'ya Kısa Bir Bakış, 1 1925) Sovyet ekonomisinin bu temel özelliklerini analiz etti. Bu çalışmasında, "köylüleri sömürmenin resmi yollarını" tarif etti. Bu, vergilendirme yoluyla değil, dış ticaret tekelinin müm­ kün kıldığı üzere yerel fiyatların resmi ayarlanmasıyla yapıl­ dı (Keynes, 1978: 264) . Tekstil ve mamul ürünler, resmi döviz kurundan dünya fiyatlarının üzerinde fiyatlandınlırken, köy10 Bu konuyu daha derinlemesine ele aldım ( 1 993: 239-65) . 55

lülerin buğdayı (yine resmi döviz kurundan) dünya fiyatları­ nın altında bir fiyattan saun alınabiliyordu. Bu fiyat politikası, ulusla rarası rekabet gücü olmayan sanayi sektörü için gerek­ li korumayı oluşturdu. Keyne;, bunun kötü sonuçlarını yete­ rince net gördü: Bu şartlar altında köylü eksik üretim yapacak ve sanayi sektöründeki şişirilmiş ücretler karşısında da kentle­ re aşın göç olacaktı. Keynes, analizini aşağıdaki ifadelerle özet­ ledi: "Bu durum, göreli fiyat veya ücretlerin normal düzeyine müdahale etmek refahı zedeler gibi bir burjuva iktisadı öğreti­ sinin, komünist bir devlette de aynen uygulanabilir olduğunu güçlü bir biçimde ortaya çıkarmaktan başka bir işe yaramaz" (a.g.e.: 265) . Keynes'in burjuva iktisadına başvurmasının, Keynes'in ko­ nu üzerindeki son sözü olup olmadığı sorulmalıdır. Key­ nes, şüphesiz daha sonra fikrini değiştirdi ve Marshall tara­ fından kendisine öğretilen ve o dönemde yaygın olarak ka­ bul edilenin dışında "başka bir iktisadın" olduğunu göster­ di. 1 930'larda, Keynes, hem korumacılık hem de devlet plan­ lamas savunucusu haline gelmemiş miydi? Gerçeği söyle­ mek gerekirse, ge mişti ancak Keynes'in iktisat politikalarına ilişkin duruşunda i bu iki yer değiştirmenin, onu 1 920'ler­ de Rusya'da eleşti diği tipte ekonomi politikalarına hala hatı­ rı sayılır mesafede tuttuğu vuıgulanmalıdır. Keynes, Britanya için temkinli ve sı ırlı bir korumacılığı önerirken dahi, "Rus­ ya, idari beceriksi liği ve kalın kafalılar için hayatı yaşanma­ ya de �er kılan hemen her şqin kurban edilişini sergileyen, dünyalım belki d 9 gördüğü e:ı kötü örnekti, " demek ihtiya­ cını hissetti. Key� es, Britanya için koruma önlemleri öner­ mesinin, aynı zamanda "dünyada ekono rri. ik ulusçuh�k adına yapılan her ne va�sa onaylamak" anlamı rl a gelmediğ t ni vur­ guladı 1 (Keynes, 1982: 243-44) . Deneye ve iktisat politikasın­ da tartışma özgürlüğüne izin veren içinde bulunduğu siyasal bağlamla, bağımsız görüşlerin ezildiği Stalin Rusyası arasın­ daki farklılıklara dikkat çekti. Keynes, ayrıca, mevcut "Güney ve Doğu'daki planlı rejimler" tarafından yapılanların savunduğu görüşlerle ilintisini açıkça



56

reddetmek suretiyle ılımlı devlet planlamasını savundu (Key­ nes, 1982: 86) . Ona göre, bu rejimlerin sınırlı sınai başarıları­ na, refah üzerinde çok büyük bir maliyet karşılığında ulaşılmış­ tı. Öte yandan, kendisinin devlet planlamasına desteği, "doğası gereği bireyin kapsamı dışındaki" faaliyetlerle sınırlıydı (a.g. e. : 88) . Bu faaliyetler, bireyin üstlenebileceği faaliyetleri tamam­ layıcıydı - onların ikamesi edilmesine yönelik değildi. Bu fa­ aliyetler kesinlikle salt devletin gücünü artırmak adına yapıl­ mış etkinlikler de değildi. Keynes, kentsel ve kırsal alanların planlaması yanında vergi önlemlerinden, tarifelerden, kambi­ yo kontrolünden, ulaşımın devlet tarafından düzenlenmesin­ den bahsediyordu. Keynes, devlet güdümlü sanayileşme hare­ ketini savunmuyordu. O, General Theory'deki fikirlerin, devle­ tin geleneksel işlevlerinin önemli ölçüde genişlemesi anlamı­ na geldiğini kabul etmekle birlikte, bunların, "topluluğun ik­ tisadi hayatının büyük bölümünü kapsayacak Devlet Sosyaliz­ mi sistemi" için gerekçe oluşturmadığını da söyledi (Keynes, 1978: 378) . Tarihçi Keynes'in, liberal devletin yatırımlar üzerindeki de­ netiminin artmasını savunurken "köylüleri sömürmenin res­ mi yollarına" karşı 1920'lerde dile getirdiği itirazını yaşamının sonuna kadar sürdürdüğü konusunda bir şüphe yoktur. 1lle de bir fark ortaya konulacaksa, Keynes'in Sovyetler Birliği'nin ekonomi politiği hakkındaki yorumlarının, otoriter rejimler­ de yapılabilecek iktisadi hataların büyüklüğünün farkına da­ ha fazla varmaya başlamasıyla, daha keskin ve daha düşmanca bir hale geldiği söylenebilir. 1 1 joan Robinson'un Keynes'e iliş­ kin olarak çok sonra söylediği gibi: "Kapitalizm ona bazı yön­ lerden ftici, Stalinizm ise ondan çok daha itici geliyordu" (Ro­ binson, 1 975).

11

Keynes'in bu fikirleri, Gosplancılardan biri olan Austin Robinson'ın 1 Tem­ muz 1945'te Sovyet Rusya ziyareti sonrasında yapuğı daha olumlu yorumlar­ la bir tezat oluşturmaktadır. Bu noktaya dikkatimi çektiği için Richard Toye'a minnettarım. Daha fazla ayrıntı için bkz. Cairncross, 1993: 94. 57

Sonuç

h

Key es'in kalkınma iktisadı için öneminin, geleneksel ola­ rak çalışmalarının iki bölümüne dayandığı söylenir. tlki, Joan Robinson'ın "gizli işsizlik" kavramına uyarladığı, istihdamın makroekonomisini bulmuş olmasıydı. İkincisi, Keynes'in, mal fiyat istikrarına yönelik önerisi de dahil olmak üzere, Bretton Woods uluslararası iktisadi kuruluşlarının yapılandırılmasına olan katkısıydı. Keynes'in çalışmalarının her iki bileşeni, iki te­ mel sebepten kalkınma iktisadının ilk yıllarında etkili oldu. Ya bu bileşenler, iktisadi kalkınma üzerine yazan takipçilerini et­ kiledi, ya da Keynes'i kişisel olarak tanımayan kalkınma iktisat­ çıları, bunları, Keynes efsanesinin temel ilkeleri olarak algıladı. Keynesçi etkinin bu iki kaynağına ek olarak, tarihsel ola­ rak Keynes'in iktisadi kalkınma konusundaki düşünceleri, er­ ken dönem kalkınma iktisadında çok az bir etkiye sahip olma­ sına rağmen, günümüz kalkınma iktisadı için ayrıca önemlidir. Buna bir örnek, nüfus artışı ·re ticaret hadlerindeki hareketler ' konusudur. Bura a, Keynes ( 1 930'a kadar) sanayinin dış tica­ ret hadlerinin uz n dönemde düştüğünü iddia etti - ki bu, kal­ kınma iktisadına 1 950'den sonra hakim olan Singer-Prebisch görüşünün tam t rsi bir görüştü. Neo-Malthusyen yaklaşımını ifade ederken, Ke es, kalkınma iktisadının sonradan tanışaca­ ğı iki düşünce bi imini öngördü: izolasyon çelişkisi ve Kuzey­ Günı:;y modeli. K ynes'in yatlrımlar ve nüfus artışı arasındaki deng üzerine sonraki ilgisi, lI why Ust (the protectionist) nd Cobden (tl:e free trader) bbth agreed on fı'ee trade in com" , G. Cook (de .) The Economi;s and Politics of lntemational Trade-Free­ dom and Trade, Cilt 2 içinde (Lond-a: Routledge) . ' Ruggierp , R. (1998) , " hither the trade system next? " , j. Bhagwati &: M. Hirsch f (de . ) Th e Uruguay Round an d Beyorıd - Essays in Honour of Arthur Dunkel için­ de nn Arbor: The University of Michigan Press) .



1.

k

Sachs, j. &: Wamer, A. ( 1 995), "Econonic reform and the process of global integration" , Brookings ijapers on Econonic Activity, No l .

Industrialisation withcut National Pat ts - the Netherl nds, 1 8691 91 2 and Switzerlaryd, 1 850- 1 90 7 (l'rinceton: Princ ton University ess). Smith, A. ( 193 7) ( 1 776] , An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Na­ tions, giriş yazısı, notlar, kısa özet ve genişletilmiş dizinle birlikte Edwin Can­ Schiff, E. ( 1 9 7 1 ) ,

1

nan tarafından derlenen ve Max Lemer'in giriş yazısını içeren baskı, ilk baskı 1 776 yılında (New York: Random House) .

World Bank ( 1 99 1 ) , World Development Report, 1 991 (New York: Oxford University Press) .

1 22

- The Development Challenge

Kalk1nma Doktrinin Evrimi, ERIK THORBECKE

1 950-2005

5

Giriş

Üçüncü Dünya ülkelerinin ekonomik ve sosyal kalkınmasının, bu ad altında, lkinci Dünya Savaşı öncesinde sömürgeci devlet­ lerin siyasal amaçlan arasında yer almadığı açıkça ortadaydı. 1 Böyle bir amaç sömürge bloklarının temelinde yatan ve kendi bünyelerinde ve aralarında bulunan iş bölümü ve ticaret yapısı ile tutarsız olmuş olacaktı. Artan beklentiler devriminin başla­ yabilmesi ise 1940'lı ve 1950'li yılların sonlarında sömürgecili­ ğin son bulması ve bunu takiben bağımsız devletlerin kurulma­ sına değin gerçekleşmemiştir. Böylece, ikinci Dünya Savaşı'nın sonu azgelişmiş ülkeler için yeni bir rejimin başlangıcını işaret etmiştir. Bu rejim, sembiyotikten (ortak bir yaşam biçiminden) içe dönük büyümeye ve sömürgeci güçlere bağımlı bir ilişkiden daha bağımsız bir ilişkiye doğru geçişi içermiştir. lkinci Dünya Savaşı'nın sonu, aynı zamanda, bilim adamları ve politika ya­ pıcılar arasında, doğru kalkınma politika ve stratejileri tasarla­ mak için bir temel olan, kalkınma sürecini daha iyi anlamaya ve kalkınma sürecine ilişkin çalışmalara yönelik ciddi bir ilgi1

Bu bölüm Thorbecke'nin (2000) daha önceki bir çalışmasına dayanmakta ve onu güncellemektedir. 1 23

nin başlangıcını işaret etmiştir. Geniş anlamda, bağımsızlığına yeni kavuşan ülkelerdeki politika yapıcıların, iktisat politikala­ rı tasarımı için bir kılavuz .olarak kullanabileceği kavramsal bir kalkınma doktrinin oluşturulması zorunlu olmuştur. Aşağı yukarı birbiriyle ilişkili ve tutarlı politikalardan oluşan bir kalkınma stratejisinin seçimi ve benimsenmesi üç temel ya­ pıya bağlıdır: ( 1 ) Kalkınma sürecine ilişkin yaygın görüş ve ta­ nımlardan türetilmiş en çok kabul gören kalkınma hedefleri; (2) varolan kalkınma teorileri, hipotezleri, modelleri, teknik­ leri ve ampirik uygulamalara ilişkin en gelişmiş kavramsal çer­ çeve; (3) mevcut durumu teşhis etmek, performansı ölçmek ve hipotezleri test etmek için kullanılabilir temel veri seti. Şekil 1 , sırasıyla, (i) kalkınma teorileri ve modelleri (ii) he­ defler (iii) veri sistemleri ve performans ölçümü (iv) kalkınma politikaları, kurumlan ve stratejileri arasında varolan karşılıklı ilişki ve bağımlılıkları göstermektedir. Bu dört farklı öğe Şekil l'de bunlara karşılık gelen dört kutu ile belirtilmiştir. Herhangi bir zaman içinde veya belirli herhangi bir dönem için, bu dört öğe (veymik büyüme, bağımsızlığına yeni kavuşan azgelişmiş ül­ kelerde temel politika hedefi haline gelmiştir. Ekonomik bü­ yüme ve aslında kendi başına modernleşmeyle düalizmin ve onunla ilgili ve onu yansıtan gelir ve sosyal eşitsizliklerin orta­ dan kaldırılacağına yaygın bir şekilde inanılmıştır. Diğer eko­ nomik ve sosyal hedef ve sonuçların ise milli gelir büyümesin­ den k ynaklanmıyorsa bile onu tamamladıkları kabul edilmiş­ tir. Net bir şekild 1 , milli gelir büyümesinin kalkınmanın hem hedefi hem de kı tası olarak benimsenmesi, 9 50'lerde ge­ nel olarak kabul dilen kavransal çerçeveyle doğrudan ilişki­ li olmuştur. Bu o yıllık dönem boyıınca kalkınmayla ilgilenen topluluklara yön eren başlıca teorik katkılar tek sektörlü ve toplulııştınlmış bir çerçeve içinde modern aktivitelere yapılcyı. yatırımları vurgulayan bir anlayış içinde gelişmiştir. 1950'l�r­ de ka a iktisatçılarının alet çantası "büyük itki" (Rosens­ tein-Rodan, 1943 l , "dengeli hiyüme" (N rkse, 1953) 1 "sürdü­ rülebilir büyüme� geçiş" (Rcstow 1956) ve "kritik minimum çaba t �i" (Leibenstein, 1 957) gibi kavram ve teorileri içermiş­ tir (Bkz. Şekil 2) . Toplulaştırılmış bir çerçeve oluşturmalarına ek olarak, tüm bu kavramların ortak noktası büyümeyi kalkınma ile eş anlam­ lı hale getirmeleridir. Diğer bir ortak noktaları ise azgelişmiş ülkelerde büyümeyi temelde, büyük ve belirli oranlarda yatın-

l

!

lkınm

1 26

ı

J

ŞEKIL 2 1 950'1er Boyunca Kalkınma Doktrini Hedefler

Politika ve Stratejiler

GSMH biiyümesi

ithal-ikamesi Sanayileşme kentsel sektöre verilen önem eşttğinde ek sosyal )!bit sermaye ve altyapı yatırımları