Martin Heidegger ve Varoluşçu Hermeneutik [1 ed.] 9789758774722


113 28 3MB

Turkish Pages 191 [194] Year 2014

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD PDF FILE

Table of contents :
6 - 0003
6 - 0004_1L
6 - 0004_2R
6 - 0005_1L
6 - 0005_2R
6 - 0006_1L
6 - 0006_2R
6 - 0007_1L
6 - 0007_2R
6 - 0008_1L
6 - 0008_2R
6 - 0009_1L
6 - 0009_2R
6 - 0010_1L
6 - 0010_2R
6 - 0011_1L
6 - 0011_2R
6 - 0012_1L
6 - 0012_2R
6 - 0013_1L
6 - 0013_2R
6 - 0014_1L
6 - 0014_2R
6 - 0015_1L
6 - 0015_2R
6 - 0016_1L
6 - 0016_2R
6 - 0017_1L
6 - 0017_2R
6 - 0018_1L
6 - 0018_2R
6 - 0019_1L
6 - 0019_2R
6 - 0020_1L
6 - 0020_2R
6 - 0021_1L
6 - 0021_2R
6 - 0022_1L
6 - 0022_2R
6 - 0023_1L
6 - 0023_2R
6 - 0024_1L
6 - 0024_2R
6 - 0025_1L
6 - 0025_2R
6 - 0026_1L
6 - 0026_2R
6 - 0027_1L
6 - 0027_2R
6 - 0028_1L
6 - 0028_2R
6 - 0029_1L
6 - 0029_2R
6 - 0030_1L
6 - 0030_2R
6 - 0031_1L
6 - 0031_2R
6 - 0032_1L
6 - 0032_2R
6 - 0033_1L
6 - 0033_2R
6 - 0034_1L
6 - 0034_2R
6 - 0035_1L
6 - 0035_2R
6 - 0036_1L
6 - 0036_2R
6 - 0037_1L
6 - 0037_2R
6 - 0038_1L
6 - 0038_2R
6 - 0039_1L
6 - 0039_2R
6 - 0040_1L
6 - 0040_2R
6 - 0041_1L
6 - 0041_2R
6 - 0042_1L
6 - 0042_2R
6 - 0043_1L
6 - 0043_2R
6 - 0044_1L
6 - 0044_2R
6 - 0045_1L
6 - 0045_2R
6 - 0046_1L
6 - 0046_2R
6 - 0047_1L
6 - 0047_2R
6 - 0048_1L
6 - 0048_2R
6 - 0049_1L
6 - 0049_2R
6 - 0050_1L
6 - 0050_2R
6 - 0051_1L
6 - 0051_2R
6 - 0052_1L
6 - 0052_2R
6 - 0053_1L
6 - 0053_2R
6 - 0054_1L
6 - 0054_2R
6 - 0055_1L
6 - 0055_2R
6 - 0056_1L
6 - 0056_2R
6 - 0057_1L
6 - 0057_2R
6 - 0058_1L
6 - 0058_2R
6 - 0059_1L
6 - 0059_2R
6 - 0060_1L
6 - 0060_2R
6 - 0061_1L
6 - 0061_2R
6 - 0062_1L
6 - 0062_2R
6 - 0063_1L
6 - 0063_2R
6 - 0064_1L
6 - 0064_2R
6 - 0065_1L
6 - 0065_2R
6 - 0066_1L
6 - 0066_2R
6 - 0067_1L
6 - 0067_2R
6 - 0068_1L
6 - 0068_2R
6 - 0069_1L
6 - 0069_2R
6 - 0070_1L
6 - 0070_2R
6 - 0071_1L
6 - 0071_2R
6 - 0072_1L
6 - 0072_2R
6 - 0073_1L
6 - 0073_2R
6 - 0074_1L
6 - 0074_2R
6 - 0075_1L
6 - 0075_2R
6 - 0076_1L
6 - 0076_2R
6 - 0077_1L
6 - 0077_2R
6 - 0078_1L
6 - 0078_2R
6 - 0079_1L
6 - 0079_2R
6 - 0080_1L
6 - 0080_2R
6 - 0081_1L
6 - 0081_2R
6 - 0082_1L
6 - 0082_2R
6 - 0083_1L
6 - 0083_2R
6 - 0084_1L
6 - 0084_2R
6 - 0085_1L
6 - 0085_2R
6 - 0086_1L
6 - 0086_2R
6 - 0087_1L
6 - 0087_2R
6 - 0088_1L
6 - 0088_2R
6 - 0089_1L
6 - 0089_2R
6 - 0090_1L
6 - 0090_2R
6 - 0091_1L
6 - 0091_2R
6 - 0092_1L
6 - 0092_2R
6 - 0093_1L
6 - 0093_2R
6 - 0094_1L
6 - 0094_2R
6 - 0095_1L
6 - 0095_2R
6 - 0096_1L
6 - 0096_2R
6 - 0097_1L
6 - 0097_2R
6 - 0098_1L
6 - 0098_2R
6 - 0099
Recommend Papers

Martin Heidegger ve Varoluşçu Hermeneutik [1 ed.]
 9789758774722

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Eli• Yayınlan: 7 1 ©Ankara Okulu Basım Yayın San. ve Tlc. Ltd. Ştl.

Martin Heidegger ve Varolu.şçu Hermeneutik/Faruk MANAV Editör Doç. Dr. Mehmet VURAL Ofset Hazırlık Zeynep ÔZGER Dizgi Ankara Dizgi Evi Kapak Elis Baskı, Cilt, Kapak Baskısı SAGE Yay. Mat. San. Tic. Ltd. Ştt. Btrtnci Basım Eylül2014 ISBN: 978-975-8774-72-2 Eli• Yayınlan İstanbul Cad. İstanbul Çarşısı 48/8 1 İskitler/Ankara Tel/faks: (03 1 2) 34 1 06 90 web: www .arıkaraokulu.com e-mail: arı[email protected]

Martin Heidegger ve Varoluşçu Hermeneutik

Faruk

MANAV

Elis Yayınları Ankara 20 14

Bu ki tavı öğrencisi o(maktan onur ılu!Jıfuğum ıleğer(i fıocam Pref. Dr. Emd KOÇ'a itfıef eıli!Jorum.

İÇİNDEKİLER

öN söz GİRİŞ 1.

...... ..............................................................................

7

.......................................................................................

9

BÖLÜM

HERMENEUTİGİN ANLAMI VE HERMENEUTİK EKOLLERİ

......

17

A. Henneneutiğin Kökeni ve Anlamı . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 7 .

B. Schleiennacher'in Genel Henneneutiği . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 22 1 . Henneneutlk Döngü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . 26 .

2. Gramatik ve Psikolojik Yorum/ Anlama . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 27 C. Dilthey'ın Metodolojik Henneneutıği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29 1. Doğa Bilimleri-Tin Bilimleri Aynını . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30

2. Anlama ve Tarihsellik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . 35 .

.

D. Heidegger'in Varoluşçu Henneneutiği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . .. . . 36 .

. .

.

E. Gadamer'in Felsefi Henneneutiği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . 38 .

1. Ônyargı ve Gelenek Kavranılan . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 40 . .

.

Il.BÖLÜM HEIDEGGER'İN VAROLUŞÇU HERMENEUTİGİNE GİRİŞ .......... 45 A. Varoluşçu Henneneutlğin Temeli: 'Varlığın Anlamı Nedir?' Sorusu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . 45 B. Varlığın Anlamı Sorusuna Yöntem Arayışı: İki Tip Fenomenoloji . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . 63 .

l. Heidegger'ln Önceli Olarak Edmund Husserl

ve Transandantal Fenomenoloji . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 65 .

. .

a. Fenomen . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 67 .

.

.

.

b. Doğal Tavır ve Fenomenolojik Tavır . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . 69 .

.

.

c. Fenomenolojlk İndirgeme ve Epokhe . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . 70 .

.

d. Bilinç ve Yönelimsellik . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 75 e. Noema ve Noesis . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 80 .

f. Beden ve Özneler-arasılık . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . 82 .

g. Yaşam-dünyası . . . . . . . . . . . . . . . . .. .... . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 86 .

.

.

.

2. Heidegger'de Varlığın Anlamını Araştırma Yöntemi Olarak Henneneutlk Fenomenoloji . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . .. . .. . .. . .. . . 89 .

Martin Heidegger ve Varoluşçu Henneneutik

6

a. Fenomen Kavramı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... 90 b. Logos Kavramı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . ...... . . . . . . . . . . . 92 c. Fenomen ve Logos'tan Oluşan Henneneutlk Fenomenoloji . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 94

m.BÖLÜM DASEIN HERMENEUTİK. VE

VAROLUŞÇU HERMENEUTİÖİN SERİMLENMESİ

.............

101

A. Varlığın Anlamı Sorusu Çerçevesinde Dasein Henneneutık . . . . 1 0 1 1 . Daseln'ın Varlık Yapısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 0 1 2. Daseln'ın Temel Ruh Durumları Bağlamında Kaygının Hermeneutlğl . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 1 6 a. Temel Bir Ruh Durumu Olarak Tasa (Care/Sorge) . . . . . . . 1 22 a.l. Tasa ve Hakikatin (Alethela/aA.fı0Eıa) Yorumu . . . . . . . 1 24 a.2. Tasa ve Vicdanın Yorumu . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 29 a.3. Tasa ve Kendilik İlişkisinin Yorumu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 132 b. Dünya-içinde-Varlık Olmanın Göstergesi Olarak Kaygı (Anxiety /Angst) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 34 c. Orada-Varlığın Dünyada Karşılaştığı Şeylerle Arasındaki İlişki Olarak İlgi (Concern/Besorgen) . . . . . . . . . . 1 37 3. Dasein ve Zamansallığın Hermeneutiği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 38 a. Ölüme-Doğru-Varlık (Belng-Towards-Death) ve Ölümün Yorumu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 40 b. Ruh Durumları Bağlamında Zamansallığın Yorumu . . . . 1 47 c. Tarihsellik ve Nesnel Zamanın Yorumu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 52 B. Daseln Hermeneutlk Ekseninde Anlama ve Yorum . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 57 1 . Yorumun Ön-Koşulu Olarak Anlamanın Ön-Yapısı . . . . . . . . . . . 1 63 C. Dil ve Anlama . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 167

DEGERLENDİRME

............... .................................................

175

BİBLİYOGRAFYA

....................... ...........................................

179

ÇALIŞMADA YER ALAN HEIDEGGER"E AİT KAVRAMLARIN

DİZİN

TÜRKÇE KARŞILIKLARI

........................ . . ....

185

...................................................................................

189

ÖN SÖZ

Çağdaş dönemin en büyük ve önemli filozoflanndan birisi olan Martin Heidegger'in kuşkusuz en büyük eseri Varlık ve Za­ man'ı merkeze alan ve onun hermeneutik anlayışını yer yer fenomenoloji ile ilişkili olarak ortaya koyma amacında olan bu çalışma, 20 13 yılında Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Ensti­ tüsü Felsefe Grubu Eğitimi Bilim Dalı'nda tamamlanan Martin Heid.egger'in Varoluşçu Hennerteutiği başlıklı doktora tezimin gözden geçirilmiş, belli yerleri genişletilmiş ve düzeltilmiş şek­ lidir. Çalışma Alınan filozof Martin Heidegger'in varoluşçu her­ meneutiğini, Dasein Hermeneutik bağlamında ortaya koyma amacında olduğundan incelenen ve ulaşılan kaynakların özel­ likle bu amaçla paralel olmasına dikkat edilmiştir. Bu çalışmada, öncelikle hermeneutiğin anlamı, tarihsel gelişimi ve Heidegger'in hermeneutik gelenek içindeki yeri­ ni göstermek bakımından di�er hermeneutik teorisyenlerin görüşlerine kısaca yer verilmiştir. Bu bölüm çalışmanın ana probleminin tamamını kapsamaması ve sadece tarihsel bir gelişimi gösterme amacında olmasından dolayı belli kısım­ larda ağırlığı ikincil kaynaklardan elde edilen veriler oluştur­ maktadır. Daha sonraki bölümde Heidegger'in varoluşçu hermeneu­ tiğine temel teşkil eden Varlığın anlamı sorusunun yeniden sorulma amacı ortaya konulmuş, bu sorunun yanıtını arama yönteminin öncüsü olarak Edmund Husserl'in fenomenolojisi ana hatlarıyla açıklanmış ve Heidegger'in fenomenolojik yön­ teminin karakteri serimlenmiştir. Çalışmanın Dasein hermeneutiği ele alan son bölümünde ise Dasein'ın Varlık yapısı, tarihselliği ve zamansallığı, anla­ ma problemi ve anlamanın dil ile ilişkisi açıklanmıştır. Felsefi literatüre önemli katkı sağlayacağı düşünülen bu çalışmanın ortaya çıkmasında birçok kişinin önemli katkılan

8

Martin Heidegger ve Varoluşçu Henneneutik

da yadsınamaz bir gerçektir. Öncelikle her aşamada görüş ve önerilerini esirgemeyen ve iyi bir felsefecinin nasıl olma­ sı gerektiğini kendisinden öğrendiğim değerli hocam Prof. Dr. Emel KOÇ'a teşekkürlerimi sunarım. Çalışma sürecinde Grekçe kavramlar konusunda desteğini gördüğüm Yrd. Doç. Dr. Fagani BAYLAROV'a, eleştiri ve önerilerinden dolayı Yrd. Doç. Dr. Fikret OSMAN'a ve manevi desteğinden dolayı Bingöl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ÇALDAK'a teşekkür ederim. Son olarak çalışmanın her aşamasında yanımda olarak en büyük desteğim olan sevgili eşim Nazlı Yaren MANAV'a son­ suz teşekkürlerimi sunanın. Yrd. Doç. Dr. Faruk MANAV Bingöl 20 14

GİRİŞ

Yirminci yüzyılın en dikkat çelpci ve en karmaşık filozofla­ rından birisi olarak göze çarpan Martin Heidegger, 26 Eylül 1889'da güney-batı Almanya'da Messkirch kasabasında doğ­ muştur. Baden bölgesinde yer alan ve Freiburg yakınlarında­ ki Sigmaringen'e bağlı olan bu kasaba, Heidegger'in dışında Friedrich Stı;ı.rk, Anton Gabele ve Conrad Gröber gibi isimleri de yetiştirdiğinden 'Baden'in Dahiler Memleketi' olarak da bi­ linmektedir. Babası Friedrich hem Messkirch'te kilisede gö­ revli hem de tahta fıçı imal ederken, annesi Johanna da Mes­ skirch yakınlarındaki Göggingen'de çiftlik sahibi bir ailenin kızıdır. Genel itibariyle maddi durumu çok da iyi olmayan bu aile, Heidegger'in eğitimine devam edebilmesi için maddi des­ teğe, özellikle de kilisenin eğitim yardımlarına muhtaçtır. An­ cak bu yardımlar ise burs alanların Katolik teoloji okuması ve ileride ruhban olması kaydıyla verilme şartını taşımaktadır. Bu bakımdan Heidegger üzerinde üniversitenin ikinci yılına kadar sürecek olan bir Katolik teoloji etkisi boy gösterecektir. 1 Heidegger'in genç yaşlarında keskin zekası ve düşünme ye­ teneği sebebiyle bir papaz tarafından keşfedilerek Katolik ki­ lisesine yönlendirilmiştir. Bu safhadan sonra ise Heidegger'e sahip çıkan Katolik kilisesi olmuş ve Heidegger, Cizvit olmak üzere Konstanz'a gönderilmiştir. Ancak Heidegger ileride Ka­ tolik papazı olma fikrine sıcak bakmamakla birlikte, bu yeni hayata endişe ile bakmıştır. Çünkü katı ve disiplinli eğitimden dolayı Heidegger, bir anlamda papaz olmaktan soğumuştur. Aynca onun Katolik kilisesine karşı nefretinin de bu dönemler­ de yeşerdiğini söylemek yerinde olacaktır. Onun felsefeye olan ilgisinin ise Konstanz'daki Cizvit kolejinde ve sonra naklen gel­ diği Freiburg'daki lisede başladığı söylenebilir.2 1 2

Ökten, K aan H . . Heidegger Kitabı, Agora Kitaplığı . İstanbul, 2006, s. 1 -3 . Hühnerfeld. Paul. Heidegger Bir Filozof Bir Alman. Çev. Doğan Özlem. İnkıl ap Kit abevi, İstanbul, 2006, s. 24-25.

10

Martin Heidegger ve Varoluşçu Henneneutik

Heidegger her ne kadar başlarda teoloji eğitimi alarak yola çıkmış olsa da sonralan asıl çalışma alanı olarak felsefeyi be­ lirlemiştir. Heidegger'in felsefeyle olan ilişkisi ise 1907 yılında henüz 17 yaşında bir lise öğrencisiyken Trinity Kilisesi'nin rahibinin kendisine verdiği Franz Brentano'nun Aristoteles'e Göre Varlığın ÇokAnlamlılığı Üzerine yaptığı doktora çalışması ile başlamıştır. Heidegger sonralan bu eserin kendi düşünce sisteminin oluşmasında etkili olduğunu da belirtmiştir. Onun felsefeye olan ilgisi, liseden sonra gittiği Freiburg Üniversite­ si'nde teoloji eğitimi alırken de devam etmiştir. Bu dönemde Heidegger, Brentano'nun öğrencisi Edmund Husserl'in Man­ tık Araş tınnalan'nı okumaya başlamış ve özellikle ikinci cildi­ ni oluşturan fenomenolojiden oldukça etkilenmiştir. 19 1 1'den sonra ise dört dönem felsefe dersleri alarak asıl alanı olarak felsefeye yönelmiştir. Varlık felsefesi çerçevesinde oluşan bu ilginin yanında o, insan ve doğa bilimlerini de okumuştur. Kierkegaard ve Nietzsche'nin eserlerini de okuyan Heidegger, özellikle Kierkegaard'ın Hegel ontolojisini eleştirisinden, Dos­ toyevski'nin Tann'ya dair görüşlerinden ve Nietzsche'nin 'Batı metafıziği gerçeği buharlaştırmaktan başka bir şey değildir' düşüncesinden etkilenerek ilgisini Varlık alanına kaydırmış­ tır.3 19 13 yılında Psikolojizmde Yargı Öğretisi başlıklı teziyle doktora derecesini elde eden Heidegger, bu aşamadan sonra üniversitede ders verme yetkisi olan venia legendfyi almak adına Habilitation çalışmasına yönelmiş ve Duns Scotus'un Kategoriler ve Anlam Öğretisi başlıklı tezinde Heinrich Rickert ile çalışmıştır. 19 15 yılında ders verme yetkisini elde etmiştir. Heidegger'in hocalık konusunda ilk deneyimi ise 19 15'te Fre­ iburg Üniversitesi'ne Privatdozent (öğretim görevlisi) olarak atanmasıyla gerçekleşmiştir. Bu dönemde Husserl'in fenome­ nolojisinin etkisi altında olan Heidegger, Husserl'in Freiburg Üniversitesi'ne atanmasıyla onun asistanı olmuştur.4

3 4

Çüçen, A. Kadir, Heidegger'de Varlık 2003. s. 1 9-20. Ökten, age., s. 1 0- 1 2.

ve

Zaman. Asa Kitabevi. Bursa.

Giriş

11

192 1-1922 kış döneminde Aristoteles Fiziğinin Fenomenolo­ jik Yorumlanması üzerine seminerler vermiş, aynı yılın yaz dö­ neminde ise Varlık ve Mantık Üzerine Aristoteles'ten Seçme Me­ tinlerin Fenomenolojik Yorumlanması adlı seminerleri vermiştir. Bu seminerlerde kendinde-şey problemini antik antolojide ve modem felsefecilerin epistemolojilerinde yorumlamıştır. Bu yorumlan üzerine 1922'de Marburg Üniversitesi'nde doçent kadrosuyla ders vermek için davet edilmiş ve en verimli hoca­ lık dönemini burada geçirmiştir. O, Nicolai Hartmann ve Paul Friedlender ile burada tanışm�ştır. Heidegger'in Marburg'daki dersleri çoğunlukla seçkin eserlerin yorumlanmasına bağlı ol­ makla birlikte, bunların bazıları Descartes'ın Meditasyonları, Kant'ın SafAklın Eleştirisi ve Hegel'in Mantık'ıdır.5 Heidegger Marburg'da yaşamını sürdürdüğü sıralarda en büyük eseri Varlık ve Zaman'ı yazmıştır. Ancak Heidegger, 20. yüzyılın en önemli eserleri arasında yer alan bu kitabı olduk­ ça acele ile yazmış ve bastırmıştır. Kitabın basılma hikayesi ise oldukça ilginçtir. 1926'da Nicolai Hartmann'dan boşalan felsefe bölümündeki bir kürsüye atanma olanağı çıkmıştır. Heidegger bu kadroya atanabilmek için el yazmalarını kitap­ laştırma gayretine girmiştir. Heidegger üç ay bu kitap üzerin­ de çalışmış ve kitabın oluşum safhalarında hocası Husserl de ona destek olmuştur. Her ne kadar Husserl bu çalışmayı fe­ nomenolojiye yapılan bir ihanet olarak görse de bu eser, 1927 yılında yayımlanmıştır. Böylece onun büyük eseri Varlık ve Zaman ortaya çıkmıştır.6 Heidegger'in hocası Husserl'e adadı­ ğı Varlık ve Zaman'ın basılmasıyla birlikte Kantçı bilgi kuramı ve değer felsefesi tarih öncesi hal alırken, fenomenoloji bek­ lenmeyen bir şekilde felsefi yorumda devrimsel bir iz bırakmış ve sonuçta Platon'dan Nietzsche'ye kadar tüm Batı metafiziği kökten sorgulanmaya başlanmıştır.7 Husserl 1928 yılında emekli olunca yerine Heidegger se­ çilmiş ve böylece Heidegger, Freiburg'a geri dönmüştür. He5 6 7

Çi'ıçen. Heidegger'de Varlık ve Zaman. s. 23. Johnson, Patrtcla Altenberd, Heidegger Üzerine. Çev. Adnan Esenyel, Sentez Yayın ve Dağıtım. Bursa. 20 1 3 , s. 1 6- 1 7. Çüçen, Heidegger'de Varlık ve Zaman, s. 25.

12

Martin Heidegger ve Varoluşçu Henneneutik

idegger, 1929'da Husserl'den kopuşunu belgeleyen Metafizik Nedir? adlı açılış dersini vermiştir. Aynı dönemlerde Kant ve Metafiziğin Problemi adlı eseıini yazarken, Pre-Sokratikler, Al­ man İdealistleıi ve Platon'un Devleti üzeıine dersler vermiştir. 1930 yılında Berlin Üniversitesi'nde kendisine akademik bir pozisyon öneıilmesine rağmen Heidegger, bu öneıiyi kırsal yaşamı sevmesinden dolayı reddetmiştir. 1933 yılında ise Al­ manya'da Hitler başbakan olunca tüm bireysel haklar askıya alınmıştır. Gün geçtikçe bir diktatör olmaya başlayan Hitler, Yahudi karşıtı politikalarını yerleştirmeye başlamıştır. İşte bu siyasi ortam içinde Heidegger, Nisan 1933'te Freiburg Üni­ versitesi rektörü seçilmiş ve bir süre sonra da Nazi Partisi'ne katılmıştır.8 Heidegger'in rektörlük yaptığı sırada Kültür Bakanlığı, üniversitelerde ders veren öğretim üyeleıinin ideolojik görüşe sahip olmaları ve verilecek derslerin de siyasi içeıikli olma­ ları gerektiğini belirtmiştir. Buna dayalı olarak da iki öğre­ tim üyesinin bu koşullara uymadığını gerekçe gösterilerek Heidegger'den bu öğretim üyelerini okuldan uzaklaştırması istenmiştir. Ancak Heidegger bu isteği reddetmiş ve 1934 yı­ lının başlarında rektörlük görevini bırakmıştır. Böylece He­ idegger'in Nazi Partlsi'ni desteklemesi yaklaşık 10 ay kadar sürmüştür. Heidegger bu safhadan sonra dersleıinde Blut ve Baden şovenizminin ırksal köktenciliğini eleştirmeye başla­ mış, bu nedenle de bazı dersleıi iptal edilmiş, yayın yapması yasaklanmıştır. Hatta 1941'de harcanması gereken bir öğre­ tim üyesi olarak görüldüğünden siper kazması için Rhine'a göndeıilmiştir. Fransızlarla yapılan savaştan sonra Heideg­ ger'in hocalık yapması da yasaklanmış ve bu yasak 195 l'de kaldırılmıştır. Heidegger, bu olaydan bir yıl sonra da emekli olmuştur.9 1952'de İtalya, 1955'te Fransa ziyaretleıini gerçekleşti­ ren Heidegger, 1957'de Berlin Güzel Sanatlar Akademisi'ne ve Heidelberg Bilimler Akademisi'ne üye olarak seçilmiştir. 8 9

Johnson, age., s. 1 7 - 1 8. Çüçen, Heidegger'd.e Varlık ve Zaman, s. 27-28.

Giriş

13

1962'de Sicilya ve Yunanistan'a (dört kez- 1962- 1964-19661967) ziyaretlerde bulunmuş ve 1965 yılından itibaren İsviç­ re'de düzenlenen Zollikon Seminerleri'ne katılmıştır. 1970'te bir felç geçiren Heidegger, 26 Mayıs 1976'da Freiburg im Bre­ isgau'da ölmüştür.10 Heidegger'in yaşadığı dönem, insan daha doğrusu birey probleminin doruk noktasına uiaştığı bir dönemdir. Bu döne­ min öncü düşünce akımlanndan Varoluşçuluk, Heidegger'i Varlık sorusu altında insan sorununa kanalize eden önem­ li bir etkendir. İnsana hak ettiği değeri yeniden kazandırma çabasında olan varoluşçu felsefede insan, özgür seçimleriy­ le bir 'var oluş' süreci içindedir. Bu özelliğiyle insan, diğer varlıklardan aynlmaktadır. Varoluşçu felsefede "İnsan, temel olarak doğadaki diğer şeylerle birlikte bir şey değildir; bir şey olmaklığından önce o, oluş içindedir; onun varlığı, olmuş bit­ miş bir şeyin varlığı olmadan önce oluşmakta olan bir varlık türüdür."11 Heidegger de varoluşçu felsefenin bu düsturunu temele alarak insanlığın yüzyıllardır aşina olduğu fakat ar­ tık yabancılaştıklan Varlığın anlamını sorgulamaya girişir. Heidegger'e göre Varlık, henüz belirlenmiş, tanımlanmış ve tamlığına ertşmiş bir şey değildir. Ona göre Varlık, metafi­ zik içinde hep varolan ile birbirine karışmış durumda iken, geleneksel felsefede-özellikle Orta Çağ'da, teolojik düzlemde açıklanmaya çalışılmış (onto-teolojik) ve böyle yapılarak onun insan ile olan bağı kopanlmıştır. İnsanla bağı kopanları Var­ lığın ne olduğu bir karmaşa halini alırken, anlamı da unu­ tulmuştur. Bu nedenle Heidegger, düşüncesini bu problem etrafında geliştirerek, 'Varlığın anlamı nedir?' sorusunun izini sürmüştür. Onun yanıtını aradığı 'Varlığın anlamı nedir?' sorusu as­ lında Varlığa hak ettiği yeri vermeyen felsefe tarthiyle bir he­ saplaşmadır. Özellikle modern felsefenin babası olarak bili­ nen Descartes'ın epistemoloji temelli cogito'suna karşı çıkan 10 11

Ökten, age., s. 1 8 . Barrett. Wllllam. İrrasyonel İnsan-Varoluşçuluk Üzerine Bir İnceleme. Çev. Salih Özer, Hece Yayınlan, Ankara, 2003. s. 1 3 1 .

14

Martin Heidegger ve Varoluşçu Henneneutik

Heidegger, Descartes'ın ortaya çıkardığı düalizm problemini ve öznenin konumunu yeniden belirlemeye çalışmıştır. "He­ idegger'in amacı, Kartezyen geleneğe bağlı olan epistemoloji temelli düalist variık anlayışını yeniden yorumlayarak (tahrip ederek), yerine ontoloji temelli varlık kuramı geliştirmekti." 12 Heidegger öncelikle düşünce tarihindeki Varlık yorumlarını tarihini tahrip etmeyi kendisine amaç edinmektedir. Böylece o, Varlığı yanlış yorumlardan, tanımlamalardan, belirleme­ lerden kurtarmak istemiştir. Bunu yaparken de hocası Ed­ mund Husserl'in fenomenolojisini kendisine yöntem olarak belirlemiş ve 'şeylerin kendilerine dönüş' düsturunu, 'Varlı­ ğın kendisine dönüş' şekline sokmuştur. Bu bakımdan 'Var­ lığın anlamı nedir?' sorusunun amacı, Varlık tarihinin tahrip edilmesi olurken, bu amacı gerçekleştirecek yöntem ise feno­ menoloji olmuştur. Çünkü Heidegger, Varlığın anlamını bize fenomenolojik tavnn verebileceğini düşünmektedir. Heidegger'in yanıtını aradığı Varlığın anlamt nedir? soru­ su ise diğer tüm bilimlerin sorularından farklı bir karaktere sahip olup, anlama ve yorumlamaya dayanan hermeneutik karakterli bir sorudur. Ancak Heidegger'de anlama ve yorum­ lama, hermeneutlk gelenekteki diğer düşünürlerden farklı bir şekle bürünmüş olarak karşımıza çıkmaktadır. Heideg­ ger, anlama fenomenini Varlık alanına kaydırarak, Varlığın anlaşılmasına dayanan bir ontolojik hermeneutlk düşüncesi ortaya koyar. Bu yeni hermeneutlk anlayışının merkezinde ise Heidegger'in insani olanı ifade etmek için kullandığı Dase­ in adı verilen varolanın varoluş yapısı, zamansallığı ve tarih­ selliği yer almaktadır. Çünkü Heidegger'e göre. Varlık soru­ sunu yeniden sorma cesaretini gösterebilen ve Varlığı kendi Varlığında konu edinen tek varolan Dasein'dır. Bu bakımdan kendi varoluş olanaklarından yola çıkarak önce kendisini an­ layan ve aynı zamanda Varlığı anlayan bu varolanın varoluş­ sallığı, Heidegger'in varoluşçu hermeneutiğinin kuşkusuz en önemli parçasıdır. Bu nedenle Heidegger'in varoluşçu herme­ neutiğini konu edinen bu çalışmada ağırlıklı olarak Dasein 12

Çüçen. Heid.egger'de Varlık

ve

Zaman.

s.

14.

Giriş

15

hermeneutik üzerinde durulmuştur. Dasein hermeneutik, hem Heidegger'in hermeneutik gelenek içinde açtığı yeni çığı­ n göstermesi bakımından hem de Varlığın anlamı sorusunun somutlaştınlma girişimi bakımından önem arz etmektedir. Heidegger, çağdaş felsefenin anlaşılması en zor filozoflann­ dan birisidir. Onun dilinin zorluklanndan birinin kendi dili­ nin tüm inceliklerini ustalıkla kullanmasından kaynaklandı­ ğı söylenebilir. Ancak onun düşüncelerinin anlaşılmasındaki asıl güçlük, eserlerinin Türkçe çevirilerinden kaynaklanmak­ tadır. Ülkemizde fazlasıyla ilgi konusu olan Heidegger'in bu nedenle terminolojisinin tam olarak yerleştiğini söylemek ol­ dukça zordur. Heidegger'in çoğu kavramı her eserinde farklı karşılıklarla çevrilmekte ve bu da Heidegger konusunda or­ tak bir dil oluşumunu engellemektedir. Hatta hali hazırdaki bazı Türkçe karşılıklann yanlış anlamalara ve anlaşılmazlığa yol açtığı da görülmektedir. Bu çalışmada bu sorun nedeniy­ le Heidegger'in kavranılan olabildiğince anlaşılır hale getiril­ meye çalışılmıştır. Kavramlann İngilizce karşılıklan parantez içinde verilerek anlaşılmazlığın önüne geçilmeye çalışılmış ve Bunun dışında çalışmada yer alan bazı kavramlann Grekçe karşılıklan da kavramlann daha net anlaşılması adına pa­ rantez içinde verilmiştir.

BÖLÜM HERMENEUTİGİN ANLAMI VE HERMENEUTİK EKOLLERİ 1.

Heidegger'in varoluşçu hermeneutiğine geçmeden önce her­ meneutiğin anlamının ne olduğunun belirtilmesi, tarihi geli­ şiminin, mitolojik kökenlerinin ortaya konulması gerekmek­ tedir. Aynca hermeneutik geleneğin büyük teorisyenlerinin düşüncelerinin ortaya konulması, hem anlama probleminin geçirdiği değişimin hem de Heidegger'in hermeneutik gele­ nekteki yerinin anlaşılması bakımından önemlidir. Çalışma­ nın bu bölümü, bu nedenle herrneneutiğin ana hatlarına ve herrneneutik teorisyenlerinin düşüncelerine ayrılmıştır.

A. Hermeneutlğin Kökeni ve Anlamı Hermeneutik felsefe tarihi boyunca genel olarak teolojik, fi­ lolojik, siyasi, felsefi ve hukuk alanına ait olan metinleri anlama ve yorumlama sanatı olarak görülmüştür. Modem herrneneutiğin kurucusu ya da öncüsü olarak göze çarpan Schleiermacher ile birlikte anlamanın genel kurallarını veren bir disiplin, Dilthey ile insani/tin bilimlerinin yöntemi, Hei­ degger'de Varlığı anlamaya götüren bir araç, Gadamer'de ise anlamayı insanda meydana gelen ontolojik bir süreç şeklinde değerlendiren felsefi bir gayret olarak görülen herrneneutiğin anlamı ve mitolojik kökenleri çalışmanın bu başlığı altında ortaya konulacaktır. Herrneneutiğin mitolojik kökenleri tanrı Hermes'e dayan­ dırılmaktadır. Yunan mitolojisine göre, Titanlar soyundan At­ las ile Pleione'nin kızı Maia'nın Zeus'la birleşmesinden doğan Hermes, tanrıların ve özellikle de Zeus'un habercisi olarak gö­ rev yapmaktadır. Doğduktan hemen sonra diğer tanrılardan farkını belli eden Hermes, bir gün bir kaplumbağa görür ve

18

Martin Heidegger ve Varoluşçu Hermeneutik

kaplumbağanın bağırsağından yedi telli bir gitar yapar ve bu gitardan çıkardığı güzel seslerle eğlenir. Aynı zamanda Güneş tannsının Pieria ovalanndaki inek sürülerinden elli inek ça­ lar. Çaldığı inekleri gören Battos'a çaldıklarını söylememesi için bir düve karşılığında yemin ettirir. Olayın ardından Apol­ lon, sürülerin eksildiğini fark eder. Battos'u sorguya çekip gerçeği öğrenir. Hermes babası Zeus üzerine yemin etse de yargılanmaktan kurtulamaz. Zeus'un bu yargılamadaki kara­ nna göre, Hermes inekleri sakladığı yeri gösterecektir. Apol­ lon, Hermes'irı inekleri sakladığı mağaraya geldiğinde icat et­ tiği gitarı görür. Gitarın sesini beğenince, bu gitar karşılığında Hermes, inekleri bırakmaya razı olur. Hermes, bir süre sonra Pan kavalını icat eder. Apollon, Syıinks denilen bu kavalı da ister ve karşılığında kerykeion adı verilen sihirli altın değneği verir. Bu değnekle Hermes, habercilerin ve hırsızların kralı olur. Zeus da oğullarının en kurnaz ve zekisi olan Hermes'i kendisine haberci olarak seçer ve bundan sonra bütün buy­ ruklannı, tannlara da insanlara da Hermes aracılığıyla ulaş­ tınr.1 Zeus'un buyruklarını insanlara ve diğer tannlara ulaş­ tırma ve aktarma görevini üstlenen Hermes, bu buyrukları anlaşılabilecek şekilde iletmekte ve buyruklan yorumlayarak insanların ve tanrıların anlayabileceği şekle dönüştürmekte­ dir. Gadamerin de dediği gibi "Ne var ki onun bildikleri hiç de tannların mesajlanrun dümdüz bir aktarımı değildir; tann­ sal buyruklann birer açıklamasıdır. Öyle ki Hermes bunları ölümlülerin diline, onların anlayabilecekleri şekilde çevirir."2 İşte Hermes'in iki ayn anlam dünyası arasında kurduğu bu köprü, hermeneutiğin mitolojik açıdan neden Hermes'e da­ yandırıldığının bir göstergesi olarak görülebilir. Felsefi literatürde genellikle yorum teorisi, yorum bilgisi, yorumsamacı kuram gibi karşılıklarla: ifade edilen hermeneu­ tik kelimesinin yoruma karşılık gelecek şekilde kullanılıyor olmasının sebebi, Hermes'in yanı sıra kelimenin Grekçe kö1 2

Erhat. Azra . Mitoloji Sözlüğü. Remzi Kitabevi, İstanbul. 20 1 1 , s. 1 40- 1 4 1 . Gadarner, Hans-Georg, "Henneneutlk", Çev. Doğan Özlem, İçinde-Her­ meneutik Üzerine Yazılar, Der. ve Çev. Doğan Özlem, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2003. s. 1 3

Hermeneutlğin Anlamı ve Hermeneutık Ekolleri

19

keninde yatmaktadır. Hermeneutik kavramı, Yunanca bir fül olan ve yorumlamak olarak tercüme edilen hermeneuein'den ve isim olarak da yorum anlamındaki hermeneia'dan gelmek­ tedir. Felsefeyi bizzat yorum olarak değerlendiren Martin He­ idegger, felsefi hermeneutiği Hermes ile ilişkilendirmektedir.3 Ona göre Hermes, kaderin mesajını getirmektedir, herme­ neuein ise mesaj yüklü bir şeyi, mesajın yerine geçebilecek derecede açıklamaktadır. Hermes'le ilişkilendirilen bu anla­ yışa gelmeye ait aracılık etme ve mesaj getirme süreci, her­ meneuein ve hermeneia'nın antik çağda kullanılan üç temel anlam boyutunu içermektedir. Bir fiil olarak hermeneuein'in bu üç anlamı: (1) kelime şeklinde seslice ifade etmek, yani söylemek, (2) açıklamak, bir durumu açıklamak, (3) tercüme etmek, yabancı bir dilden tercüme etmektir. Ancak bu üç an­ lamın hepsi de bir yorumlamaya işaret etmektedir. Çünkü her üç anlamda da herhangi bir şey anlaşılır hale getirilmekte yani yorumlanmaktadır. Yorum, bilinmeyen bir şeyin anlamı­ nı anlaşılır hale getirmek demektir.4 Hermeneuein kelimesinin anlamının ilk yönünü ifade eden söylemek, Hermes'in duyurma göreviyle ilgilidir. Hermeneue­ in'in herme'si, söylemek anlamına gelen Latince sermo ve keli­ me anlamındaki verbum kelimesine daha yakındır. Buna göre bir rahip, kelimeyi söylerken ilan etmekte ve bir şeyi iddia et­ mektedir. Çünkü onun görevi yalnızca açıklamak değil, aynı zamanda ilan etmektir. Rahip, söylemelerinde Hermes gibi tanrı ile insan arasındaki hakemdir. Basit söylemeler, iddia­ lar veya ilanlar önemli birer yorum fiilleridir.5 Bu bakımdan hermeneuein kelimesinin söyleme işlevi, herhangi bir mesajın ya da anlamın bir topluluğa ifade edilmesi ya da duyurulması demektir. Grek mitolojisinde tanrısal mesajları iletme ve du­ yurma görevini tann Hermes yapmakta iken modern herme­ neutikte bu işlevi yorumcu üstlenmektedir. 3 4 5

Bu konu için bkz. Heldegger, Martin, Ontology-Hemıeneutics of Facticity, Trans. John Van Buren, Indiana Universıty Press, Indiana. 1 999. p. 6. Palmer, Richard, Hemıenötik, Çev. İbrahim Görener. Ağaç Kitabevi Yayın­ lan. İstanbul. 2008, s. 39-4 1 . Palmer. age. . s. 42.

20

Martin Heidegger ve Varoluşçu Henneneutik

Hermeneuein'in ikinci anlam boyutu olan izah etme (açıkla­ ma) olarak yorumlama, anlamanın dolambaçlı yönüne işaret eder; o yorumun ifade ile ilgili olmaktan ziyade izah yönünü gösterir. Zira kelimeler yalnızca bir şey söylemekle kalmayıp aynı zamanda bir şeyi açıklar ve aklileştirirler. Bir durumu ifade etmek, bir çeşit yorumdur ancak onu izah etmek yo­ rumun bir formudur. Hermeneuein kelimesinin iki anlamı, söylemek ve açıklamak (izah etmek) ele alındığında, yorum­ lamanın karmaşıklığı ve anlama ile yorumun bağlantısı açığa çıkmaktadır. Söylemek olarak yorum, okumanın sunuşsal yapısını gösterir. Fakat herhangi bir edebi eserde onu oku­ ma eyleminde bunu yapan kişi metni zaten anlamış olmalıdır. Bu, açıklamayı ima etmektedir. Açıklama, ön-anlama üzerine temellendirilir ve böylece herhangi anlamlı bir açıklamadan önce okuyucu, nesne ve durumun ufkuna girmiş olmalıdır ve metni kendi anlayışı içinde kavramalıdır. Onun bu karşılaş­ madaki tavrı, nesneye ve canlandırması gereken duruma ait bir ön-anlamadır. Başka bir ifadeyle yorumun dinamik kar­ maşıklığını gösteren şey, okuyucunun kendi anlama boyutu ile metinde karşılaştığı anlama boyutunu birleştirmesidir ki bu, hermeneutik bir problemdir.6 Bir okuyucu bir metni ön­ celikle kendi anlama süzgecinden geçirmeli ve kendi anlam dünyası ile metnin anlam dünyasını birleştirmelidir. Açıkla­ ma ancak bu şekilde mümkün olabilmektedir. Hermeneuein'in üçüncü anlamını ifade eden çeviri, yo­ rumlama süreci içinde anlamayı sağlama amacı olan özel bir türdür. Bu sayede bir kimse yabancı veya anlaşılamaz olanı diğer bir kimsenin dil ortamına getirmektedir. Hermes gibi çe­ virmen de bir dünya ile diğeri arasında aracılık yapmaktadır. Dolayısıyla çeviri yapma, basit mekanik bir eylem olarak keli­ melerin eş anlamlısını bulmak değildir. Dil, kültürel deneyim­ lerin toplandığı bir hazinedir. İnsan da bu hazine içinde görür ve var olur. Bu nedenle de çevirmen, ifadeleri çevirirken dilin, oluşturduğu dünyanın uzamlı bir yorumunu içerdiğine dik-

6

Palmer, age.,

s.

48-55.

Henneneutlğin Anlamı ve H enneneutık Ekolleri

21

kat etrnelidir.7 Çeviıi yapmak, aslında günümüz dünyasında hermeneueinin en çok göz önünde bulundurulması gereken anlamıdır. Sözgelimi İngilizce'den Türkçe'ye çevirisi yapılacak olan bir felsefi metnin karakteristik özellikleri göz önünde bulundurulmalıdır. Bununla kastedilen, metnin hangi döne­ me ait olduğu, hangi şartlar içinde yazıldığı, hangi kelime ile neyin kastedildiğinin bilinmesi :ve her şeyden önemlisi metni oluşturan filozofun terminolojisinin bilinmesi gibi unsurlar muhakkak göz önünde bulundurulmalıdır. Ancak bu saye­ de metnin yabancılığı ortadan kalkarak sahip olduğu anlam, herhangi bir kayba uğramadan Türkçe'ye kazandırılmış ola­ caktır. Hermeneutiğin temelinde yer alan hermeneuein kelimesi­ nin anlamlarını da verdikten sonra hermeneutlğln tanımını yapmak yerinde olacaktır. Genel olarak insan eylemleıinin, sözleıinln, ortaya koyduğu ürünleıin ve kurumlann anlamı­ nı kavrama ve yorumlama sanatı olarak tanımlanan herme­ neutik, 19. yüzyılda poz1tlvizmin genel yöntem anlayışına ve doğa bilimleıinin yöntemini insan bilimlerinde de kullanma eğilimine karşı olarak, talih ve sosyoloji gibi insan bilimleri­ nin konusu olan insan varlığının temel karakterinden dolayı, farklı bir yönteme ihtiyaç duyulması nedeniyle ortaya çıkan yorum teoıisi olarak tanımlanmaktadır.8 Gadamer'e göre, hermeneuein sanatı yani bildirme, haber verme, çeviri yapma, açıklama sanatı olan hermeneutik, dai­ ma bir başka dünyaya ait olan bir anlam bağlamını o an için­ de yaşanan dünyaya aktarma ya da çevirme etkinliğidir. Pla­ ton'a göre sanat olarak tanımlanan ve düşüncenin ifadesiyle değil, bir kral buyruğu ya da tannsal bir ifadenin açıklan­ masıyla ilgilenen hermeneutik, Yasalar'da tanrılann iradele­ rini, hem haber ve hem de kendileıine itaat edilmesi gereken buyruklar olarak açıklayan sanat olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla hermeneutik, kutsal sfere (alan) ait olanın, özel7 8

Palmer, age. , s. 56-57. C evJzcl, Ahmet. Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınlan. İstan­ bul, 20 1 0, s. 770.

22

Martin Heidegger ve Varoluşçu Hermeneutik

likle kutsal ve otoriteye ait iradenin, ölümlüye yani, dinleyene uygun şekilde açıklanması etkinliğidir. Ancak hermeneutiğin bu anlamı günümüzün epistemolojik bilinci içerisinde artık yaşamamaktadır. Bugün hermeneutik, Yeniçağın bilim gele­ neğiyle bağlantılı olarak kullanılmaktadır.9 Heidegger'e göre ise hermeneutik, zaman içinde yayılı­ veren ve asla kendisini belirli bir an içinde toparlayamayan insanın kendini anlama çabası olup, bu çaba üzerine kur­ guladığı şeydir. Dolayısıyla anlama denilen süreç, insanın kendi Varlığının yanında zihnen tasarladığı bir şey olmaktan çıkarak, varolma tarzının kendisi demektir. Bu bakımdan her türlü bilimsel ve epistemolojik anlama çabası, kaynağını in­ san Varlığının zaman içindeki dönüşümünden almaktadır.10 Bu bakımdan Heidegger'in hermeneutiği, anlama problemi­ ni kapsayan yeni bir yapıya bürünmüştür. İşte bu yeni yapı, onun hermeneutiği Varlık alanına sokmasıyla ilgilidir. Her­ meneutik artık doğrudan Varlığı anlamayla ilgili olan varoluş­ çu hermeneutiktir.

B. Schleiennacher'in Genel Henneneutiği Friedrich Daniel Emst Schleiermacher, 1768-1834 yıllan arasında yaşamış olan Alman teolog, filozof, eğitimci ve filo­ logdur. Ancak Schleiermacher, daha çok hermeneutik ile ilgili olan çalışmalarıyla tanınmaktadır. Onun Hermeneutics and Criticism adlı eseri 1838 yılında yayınlanmış ve hermeneutik konusundaki düşüncelerinin özünü yansıtmıştır. Schleier­ macher'e kadarki dönemde hermeneutik, teolojik, filolojik ve hukuk hermeneutiği gibi özel hermeneutikler olarak belirlen­ miş ve yalnızca belirli bir alana hitap etmiştir. Ancak Schle­ iermacher, hermeneutiği özel olarak değil, insani ifadeleri an­ lamanın bilimi ve sanatı olarak temellendirmiştir. Bu nedenle onun hermeneutiği 'genel hermeneutik' adıyla anılmaktadır. 11 9 10 11

Gadamer. Hemıeneutik. s. 1 3 - 1 4 . Tatar, Burhanettln, Hemıenötik. İnsan Yayınlan, İstanbul. 2004. s . 29-30. Taşdelen. Vefa. Hemıenutiğin Evrimi-Kesitler. Hece Yayınlan, Ankara, 2008. s. 83-84.

Hermeneuttğin Anlamı ve Hermeneutik Ekolleıi

23

Schleiermacher, anlama sanatı olarak hermeneutiğin sı­ nırlarının yeniden belirlenmesi gerektiği üzeıinde durmuştur. Onun söz ettiği sanat, ister teoloji, ister hukuk, isterse bir edebiyat metni olsun tüm bu alanlan kapsayacak karakterde olmalıdır. Her ne kadar her özel alana ait metinler arasında farklılıklar bulunsa da aslında tüm metinler arasında kök­ lü bir birliktelik de bulunmaktadır. Çünkü her metin hangi alanda olursa olsun bir dil içindedir. Bu nedenle de bu metln­ leıin anlamlarını bulmak için gramerden yararlanılmaktadır. Dili anlamayla ilgili olarak tüm kurallar belirlenmiş olsaydı bu genel hermeneutiği de kapsamış olurdu. Bu genel her­ meneutik de diğer özel hermeneutikler için temel teşkil eden bir konuma sahip olurdu. 1 2 Schleiermacher'in hermeneutik projesinin tüm özel hermeneutikleri de kapsayacak şekilde anlamayı doğru bir şekilde ortaya çıkarabilecek ve metinler arasındaki özel farklılıkları ortadan kaldıracak karakterli bir hermeneutik olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Schleiermacher, anlama sanatı ya da anlama bilimi ola­ rak geliştirmek istediği genel hermeneutikte, temelde iki şeyi gerçekleştirmek istemiştir. Bunlardan biıincisi, anlama ve yorumlama sanatı olarak hermeneutiği, sadece kutsal ki­ taplardaki metinlerde karşılaşılan açıklama zorluklarında kullanılan bir yardımcı olmaktan kurtarmak, ikincisi de her­ meneutiği, yazılı ve sözlü ifadeleri anlama ve yorumlamanın temel ilkelerinin tespitini yapan ve bu ilkeleri uygulayabilme yöntemleıi üzeıinde duran bir bilim olarak geliştirmektir. 1 3 Hermeneutiğin bir bilim olduğu tartışılabilir ancak Schleier­ macher ile birlikte hermeneutiğin artık yalnızca kutsal metin­ lerin yorumuna dayanan ve bu �etinleri açıklama gayretinde olan bir araç olmaktan çıkarak tüm yazılı ve sözlü ifadeleıin anlaşılmasına ve yorumlanmasına dayanan ve bunun ilkele­ ıini ortaya koyan bir disiplin haline geldiğini belirtmek yerin­ de olacaktır.

12 13

Palmer, age.• s. 1 2 1 . Bilen, Osman, Çağdaş Yorumbllim Kuramları, Şule Yayınlan. İstanbul, 2007, s. 7 1 -72.

24

Martin Heidegger ve Varoluşçu Henneneutik

Schleiermacher hermeneutiğin insanın herhangi bir diya­ logu anlama süreciyle ilgili olduğunu düşünmektedir. Sch­ leiermacher'e göre, hermeneutik gelenek içinde önemli bir yer tutan açıklama bile hermeneutiğin dışında kalmaktadır. Çünkü açıklama, anlama sanatından ziyade hitabet kalıpla­ n sanatı olarak görülmektedir. Dolayısıyla diyalog içinde bir şeyi dile getirmek ayn bir eylem, diyalogda söylenenleri anla­ ma ise başka bir eylemdir. İşte hermeneutik, diyalogda söyle­ nenlerin anlaşılmasıyla ilgilenir. Konuşma ve anlama arasın­ daki farklılık, hermeneutiğin farklı bir yöne yönelişine zemin hazırlamıştır. O da hermeneutiğin ilgisini anlama üzerine çekmesidir. Bu nedenle Schleiermacher'e göre hermeneutik, anlama sanatı olarak görülmektedir.14 Schleiermacher, yorumcuların varlığının dışında yazarla­ rın varlığına özel bir önem atfettiğinden hermeneutiği yan­ lış anlamadan sakınma sanatı olarak da tanımlamaktadır. Buna göre kelimelerin zaman içinde değişimlere uğraması, çağlar arasında farklar yaşanması, dünya görüşlerinin de­ ğişmesi gibi nedenlerden dolayı yazar ile yorumcu arasında bir yabancılaşma belirmektedir. Hermeneutik, ortaya çıkan bu yabancılaşmanın doğurduğu yanlış anlamayı ortadan kal­ dırmayı amaçlamaktadır. Bu nedenle Schleiermacher'e göre anlama, yanlış anlamadan sakınmak demektir.15 Bir metin bir dil içinde doğduğundan o dilin kurallarının bilinmemesi, yazarın psikolojik karakterinin bilinmemesi ve yine benzer şe­ kilde bir dilde doğan metnin başka yabancı bir dile aktarılma­ sı sonucunda yorumcu ile yazar arasında bir yabancılaşma doğacaktır ki bu, tam olarak yanlış anlamadır. Hermeneu­ tiğin yapacağı şey ise bu yabancılaşmayı ortadan kaldırarak yazar ile yorumcunun arasında bir köprü kurmak olacaktır. Anlamayı kendiliğinden gerçekleşen bir süreç olarak gör­ meyen Schleiermacher'e göre, fılolojik çalışmalarda hermeneu­ tiğin en önemli görevi, yabancı ya da eski bir metni, aradaki mesafeye karşın yaşayan dilde anlaşılır kılmaktır. Ona göre, zorluk yalnızca eski metinlerin yorumlanmasında değil, gün14 15

Palmer. age., s. 1 22- 1 23. Tatar, age. . s. 38-39.

Hermeneutiğln Anlamı ve Hermeneutik Ekollert

25

ı

delik yaşamda insanların yazışmalarında bile yaşanabilmektedir. Bu nedenle anlayamamanın anlamanın yelini almasıyla anlama, belirli süreçlerden geçerek yaşanır. Eğer hermeneu­ tikten söz edilecekse, öncelikle anlamanın kendiliğinden ve rastlantısal olarak gerçekleşmediğinin, aksine bir sanat ve bilim yardımıyla ortaya çıkabileceğinin kabul edilmesi gerek­ mektedir. Bu ifadelerinden yola çıkarak Schleiermacher'e göre, normal olanın anlama değil anlamama olduğunu belirtmek ye­ rinde olacaktır. Bu bakımdan anlama, kendiliğinden gerçek­ leşmemektedir. 16 Schleiermacher, özel hermeneutiklerin yetersizliğinden bahsetmiştir. Ona göre özel hermeneutikler, anlamanın genel yasalarından yoksun bir deneyimler toplamıdır. Bu neden­ le anlamayı bir sistem haline getirecek olan bu hermeneutik türüne duyulan ihtiyaç daha da belirgin bir hal almaktadır. Bu ihtiyacı giderecek olan genel hermeneutikte, kutsal me­ tinler ile seküler metinler arasındaki hiçbir fark yoktur ve genel hermeneutik konusu ne olursa olsun, metin metindir anlayışından hareketle metinler arasındaki aynını kaldır­ maktadır . 1 7 Metinler arasındaki aynının kalkmasıyla birlikte tüm metinleri kapsayacak olan anlama sanatına geçiş yolu da açılmış olmaktadır. Bu anlayışa göre teolojik metin ile hu­ kuki bir metin arasında herhangi bir fark olmadığı gibi, her iki metni de anlamanın yöntemi aynı olacaktır. Çünkü daha önce de bahsedildiği gibi her metin bir dil içinde doğmakta ve gramer kurallarına göre anlaşılmaktadır. Schleiermacher, hermeneutik kelimesinin etimolojisinden hareketle onun (1) düşüncelerin doğru bir şekilde ifadesi, (2) düşüncelerin doğru bir şekilde anlaşılması, (3) anlaşılan düşüncelerin başkalarına aktarılması sanatı olduğuna dair çözümlemelerde bulunur. Buna göre, hermeneutik işleyişin birinci aşamasında düşüncelerin ifadesi, ikinci aşamada dü­ şüncelerin anlaşılması, üçüncü aşamada ise sunulan ve an­ laşılan düşünceleıin aktarımı söz konusudur. 18 16 17 18

Taşdelen, age., Taşdelen, age., Taşdelen, age.,

s. s. s.

85. 86-87. 87.

Martin Heidegger ve Varoluşçu Henneneutik

26

Schleiermacher'in hermeneutiğinde bir diğer önemli hu­ sus da kapsamlı anlamanın gerçekleşmesidir. O, kapsamlı anlamanın nasıl gerçekleştiğini şu şekilde belirmiştir: 1) ya­ zarın çalışmasına katılarak onun bilgisini kendi bilgim hali­ ne getirme, 2) nesnenin araştırmasına katılarak ona ilişkin ifadenin anlamını anlayana dek araştırma sürecini izleme, 3) metni oluşturan ya da sunumu yapan kişinin belli koşullar içinde bulunduğunu bilme ve bu koşullan (tarihsel, kültü­ rel, ekonomik, psikolojik) anlamaya çalışma, 4) metnin hangi amaçla oluşturulduğunu, bu oluşumda nelerin rol oynadığını anlamaya çalışma. Taşdelen'in belirttiği Schleiermacher'in bu düşüncelerinden hareketle onun 'ifadelerin ancak bağlanıla­ n içinde anlaşılabilir' düşüncesine vardığını söylemek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla ifadenin yalnız gramatik bağlamı değil, anlam olarak oluşumuna katkı sağlayan tarihsel, top­ lumsal ve kültürel koşullar da önem kazanmaktadır. 1 9

1. Hermeneutlk Döngü Schleiermacher ile birlikte hermeneutikte ilgi anlama üzerine çekilirken, anlamanın nasıl gerçekleşeceği de bir başka prob­ lem olarak göze çarpmaktadır. Anlama kendiliğinden doğal olarak gerçekleşen bir şey olmadığından dolayı gerçekleşmesi birtakım unsur ve süreçlere bağlıdır. Kuşkusuz anlamanın dayandığı önemli unsurlardan birisi hermeneutik döngüdür. Döngü bir bütün olarak parçalan belirleyen bir yapıda olup parçalar da bir araya gelerek döngüleri oluşturmakta­ dırlar. Sözgelimi tam bir cümle bir birliktir. Tek bir kelimenin anlamı bile cümle içindeki yerine göre anlaşılır. Buna karşın cümlenin bütün anlamı, bireysel kelimelere dayanmaktadır. Dolayısıyla bireysel bir fikir de anlamını, içinde bulunduğu bağlamdan ya da ufuktan alır. Bu ufuk da kendisine anlam kazandıran unsurlardan oluşmaktadır. Bütün ile parçalan arasındaki bu etkileşimde her bir taraf, diğerine anlam ver­ mektedir ki bu durumda anlama dairesel olmaktadır. Anlam da bu döngü içinde oluştuğundan bu döngüye 'hermeneu19

Taşdelen, age.,

s.

90.

Hermeneutlğin Anlamı ve Hermeneutlk Ekollert

27

tik döngü' adı verilmektedir. 20 Bir metnin anlaşılmasında göz önünde bulundurulması gereken husus, bütün ile parça ara­ sındaki ilişkidir. Bu bakımdan her bir kelimenin anlamı, ke­ limelerin bir araya gelerek oluşturdukları cümlelerin ve genel olarak metnin anlamı birbirinden etkilenmektedir. Bu neden­ le anlamanın doğru olabilmesi için bütün ile parça arasındaki bu anlam ilişkisi muhakkak göz önünde bulundurulmalıdır. Hermeneutik döngü , bir bütün-parça ilişkisidir. O yüzden parça bütünün, bütün de parçanın dışına çıkamaz. Anlama, bütünün parçayı, parçanın da bütünü ortaya çıkarması, böy­ lece karşılıklı bir anlama döngüsü oluşturmasıyla gerçekle­ şir. Schleiermacher, tekilin anlaşılmasının bütünün anlaşıl­ masına, bütünün anlaşılmasının ise tekilin anlaşılmasına bağlı olduğunu belirtir. Anlama, metnin bütünlüğü içinde ortaya çıkar. Bütünlük fikri kaybolursa, anlama bütüncül­ lüğünü kaybeder. Bu sebepledir ki psikolojik anlama, yaza­ rın şahsına ilişkin bilgisel bütünlük içinde, gramatik anlama da metnin biçimsel ve dilsel bütünlüğü içinde gerçekleşir. 21 Anlamayı gerçekleştiren iki önemli süreç. gramatik ve psiko­ lojik anlama/yorumdur. Dolayısıyla bütün-parça ilişkisinin mutlaka göz önünde bulundurulması gerektiği iki yorumlama türünün açıklanması gerekmektedir.

2. Gramatik ve Psikolojik Yorum/Anlama Anlamayı problem olarak elen alan ilk düşünür olan Schle­ iermacher, anlamanın nasıl gerçekleştiğini ortaya koyabil­ mek adına gramatik ve psikolojik/teknik olmak üzere iki tür yorumdan bahsetmiştir. Schleiermacher'in yorumu iki türe ayırmasının amacı, dil alanını düşünce alanından ayırma is­ teğidir. Dil alanı gramer yorumuna bağlı iken, düşünce alanı psikolojik yoruma bağlıdır. Gramerci yorum, iddiayı nesnel ve genel kurallara göre belirleyerek ilerlerken yorumun psiko­ lojik olanı ise öznel ve ferdi olanla ilgilenmektedir. Gramatik yorum, dille ilgili duruma bağlıdır ve Schleiermacher bunu, içerisinde düşüncenin eylemde bulunduğu yapının da dile 20 21

Palmer, age., s. 1 24 . Taşdelen. ag e. . s . 1 03.

28

Martin Heidegger ve Varoluşçu Hermerıeutik

getirildiği negatif, genel ve oldukça sınırlayıcı bir prosedür olarak kabul etmiştir. Halbuki psikolojik yorum, yazann bi­ reyselliğini ve ona has üstünlükleri arar. Bu nedenle yazara yakın olmak gerekmektedir; bu, sınır koyucu bir etkinlik ol­ mayıp, yorumun gerçekten pozitif yönünü yansıtmaktadır.22 Gramatik anlama, dile, dil ve yazıda ifade edilen somut an­ lama ilişkin bir anlama olmasından dolayı farklı dönemlerde ve dillerde yazılan metinlerin anlaşılması için öncelikle arada ki mesafeyi kaldınnak adına o dile hakim olmak gerekmekte­ dir. Psikolojik anlamada ise kişi bilgisi ön plana çıkarken, bu bilgide yazann ya da söylevi oluşturan kişinin anlamın anla­ şılması için düşünce ve kişilik bilgileri bulunmaktadır. Dola­ yısıyla gramatik anlamada dil bilgisi, psikolojik anlamada ise insan bilgisi ön plandadır. Gramatik anlama dil üzerinden ve sözcüklerin kullanışlan ve anlamlan üzerinden gerçekleşir­ ken, psikolojik anlamada insanın ya da yazann anlaşılma­ sı söz konusudur. Bu yüzden gramatik anlama mekanik bir işlem iken, psikolojik anlamada anlaşılmak istenen kişinin bilinmesi gerekmektedir. 23 Schleiermacher'in hermeneutiğinde her ne kadar psikolo­ jik yorum ve anlama, gramatik yorum ve anlamaya göre bir adım önde gibi görünse de, iki tip yorumlamanın birbirlerine üstünlüklerinin olmadığı söylenebilir. Gramatik yorum ol­ madan psikolojik yorum, psikolojik yorum olmadan grama­ tik yorum olanaksızdır. Bu nedenle olması gereken her iki yorumun birlikte gerçekleşmesidir. Çünkü Schleiermacher'in düşüncesinde her metin bir dilde varolmaktadır. Bu nedenle o dilin kurallarının bilinmeden yorumlanması olanaksızdır. Kaldı ki metni oluşturan yazar da kendisini dil ile ifade et­ mektedir. Bu nedenle gramatik yorum ile psikolojik yorumun birbirlerine önceliği yoktur.24 Ancak yine de Schleiermac­ her'in psikolojik yorumu da işin içine katarak yazann da ki22 23

24

Palmer, age., s. 1 26. Friedrtch Sclelermacher. Henneneutic and Criticism and Other Writings, Trans. and Ed. Andrew Bowie. Cambridge Unlversity Press, Cambridge, s. 10- 1 l'den aktaran Taşdelen . age., s. 92-93. Taşdelen. age., s. 99- 1 00.

Hermeneutlğin Anlamı ve Hermeneutik Ekolleri

29

şisel özelliklerinin bilinmesi gerektiğine dair düşüncelerinin kendisinden sonra gelen bir diğer önemli teorisyen Wilhelm Dilthey'ın düşüncelerini derinden etkilediği de söylenebilir.

C. Dilthey'm Metodolojik Hermeneutiği Schleiermacher'in genel hernieneutik projesinin ardından hermeneutik gelenek, Wilhelm Dilthey ile birlikte yeni bir ya­ pıya bürünmüştür. Dilthey, Schleiermacher gibi anlamanın genel ilke ve kurallarının aray.ışı içinde olmamıştır. O daha çok insanın tarihsel ve psikolojik yönüne vurgu yaparak anla­ ma problemini aslında Heidegger'den önce insani alana kay­ dırmıştır. Dilthey'ın hermeneutik gelenek içindeki önemi de bundan kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan Dilthey'ın herme­ neutiğinin ana hatlarını ortaya koymak son derece önemlidir. Dilthey'ın hermeneutiğinin temel ilgisi, tin bilimlerinin metodolojisi konusunda yoğunlaşmaktadır. O tin bilimlerini yorumsamacı bilimler olarak gördüğünden hermeneutiği, tin bilimlerinin yöntemi olarak temellendirmek istemiştir. Buna bağlı olarak da insani-tarihsel dünyaya ve bu dünyanın an­ laşılma koşullarına yönelmiştir. Dilthey insanı yalnızca bilme isteğinden ibaret gören ve bu özelliğiyle doğaya sokulan bir varlık olarak tasarlayan empirist tavır karşısında, insana psi­ kolojik olduğu kadar tarihsel bir yaklaşım gösterilmesi savıyla belirmektedir. Çünkü insanın içinde yaşadığı insani-tarihsel dünya, özü bakımından doğal dünyadan farklıdır. Bu dün­ yayı insanın kendisi kurar ve bu kurulumda kendi istekleri, düşünceleri, umutlan ve kaygıları etkin olur. Bu bakımdan bu dünyanın anlaşılması ve bilinmesi fıziksel/doğal dünya­ nınkinden daha kolay olacaktır. Bu nedenle hermeneutik, in­ sani-tarihsel dünya üzerine bir çabadır.25 Buna göre Dilthey için asıl olanın insani-tarihsel dünyanın ve dolayısıyla da in­ sanın kendisinin anlaşılması olduğunu söylemek mümkün­ dür. Bu nedenle onun tin bilimleri olarak ifade edilen insani bilimleri, bir bakıma pozitivist anlayışın egemenliğinden kur25

Taşdelen, age., s. 1 07- 1 09.

30

Martin Heidegger ve Varolu.şçu Henneneutik

tarrnak istemesinin nedeni de bundan ileri gelmektedir. Çün­ kü insani bilimler nesnel değildir ve doğrudan insanlarla ilgili olmasından dolayı anlamaya dayalı olan bilimlerdir. Dilthey pozitivist anlayıştan kurtarmak istediği bu bilimlere yeni bir yöntem arayışı içinde olacaktır ki bunu da anlama aracılığıyla herrneneutik sağlayacaktır. Bu nedenle onun herrneneutiği metodolojik herrneneutik olarak adlandırılmaktadır.

1. Doğa Bilimleri-Tin Bilimleri Aynmı İnsanın açıklamadan daha çok anlamaya elverişli bir varlık olduğunu düşünen Dilthey, her şeyi açıklayan doğa bilimleri ile insan/tin bilimleri arasında ayrım yapma ihtiyacı hisset­ miştir. Dilthey'ın bu ayrımı yapmasının nedeni, özellikle 19. Yüzyılda pozitivist anlayışın etkisi altındaki doğa bilimlerinin doğal sınırlannı aşmalandır. Doğa bilimleri kendi nesnellikle­ rinin ötesine geçerek, insan ve insani alana ait olan her şeyi nesnellikle açıklama gayretinde olmuşlar ve neticesinde tin bilimleri, doğa bilimlerinin etkisi ve egemenliği altında kal­ mıştır. Oysaki tin bilimleri nesnel olmayan bilimlerdir. Tin bilimleri bizzat insanın dünyasına ait olan ve açıklama yap­ maya elverişli olmayan insani bilimlerdir. Bu nedenle Dilt­ hey, tin bilimlerini doğa bilimlerinin etkisinden kurtarmak istemiştir. Dilthey, doğa bilimlerinin tin bilimleri üzerindeki etkisini şöyle belirtir: Pozitivist yöntem, "bilim" kavramının içeriğini, bilme olayını do­ ğabilimsel bir uğraşıdan çıkartılmış kavramlara göre belirleyen bir anlayış üstünden saptamış ve buradan yola çıkarak, hangi entelektüel çabalann "bilim" adına ve rütbesine layık olacağına karar vermiştir. Bu yüzden de bazı pozitivistler, bilme ediminin iradi bir edim olduğu anlayışından hareket eden ve büyük usta­ ların uğraşı verdikleri bir alan olarak tarih yazımcılığını, bir kısa görüşlük ve yüzeysellikle bilim sınıfından atarlarken; başka bazı pozitivistler, temellerinde bir iradi eylemi banndıran bilimler ol­ duğunu kabul etmekle birlikte, bu bilimlerin asla doğa bilimleri gibi gerçeklik (hakikat} 26 hakkında yargılar veremeyeceğini karar 26

Buradaki hakikat ifadesi, ilgili kaynakta gerçeklik olarak ifade edildiğin­ den anlam bütünlüğünü sağlamak için parantez içinde hakikat kavramı kullanılmıştır.

Hermeneutığln Anlamı ve Hermeneutık Ekolleri

31

vererek, bunlann da gerçeklik/hakikat [doğa) bilgisine göre ku­ rulmalannın zorunlu olduğuna inanmışlardır.27

Dilthey'ın pozitivist anlayışa karşı gösterdiği bu tepki as­ lında onun bir özne olarak insanın ve insana ait olan her şe­ yin hak ettiği değeri alabilmesi çabasından kaynaklanmakta­ dır. Çünkü insan, Varoluşçu felsefenin ortaya koyduğu gibi öznel bir varlıktır. Bu bakımdan nesnel verilerle insanı an­ lamak imkansızdır. İnsanın olduğu yerde neden-sonuç iliş­ kileri, nesnel belirlenimler ve kategoriler geçersizdir. İnsan ancak ve ancak anlaşılabilen bir varlıktır. Dilthey'dan sonra Heidegger'in Varlığın anlamı sorusunu araştınrken kategori ve varoluş arasında aynına gitmesinin temel nedenlerinden birisi de budur: Anlama ve açıklama arasındaki fark. Haber­ mas anlama ve açıklamaya dair olarak şunu belirtir: Doğa bilimlerinde verili olgulan başlangıç koşullarından çıkar­ sanmış yasa hipotezleri yardımıyla açıklanz; buna karşılık tin bi­ limlerinde simgesel bağıntılan/bağlamlan kendinde hissedip bü­ tünleme (Nachvollzug) aracılığıyla anlarız. "Açıklama", sistematik gözlemde kuramdan bağımsız olarak saptanmış olgular hakkın­ da kuramsal önermeler kullanılmasını gerektirtr. Buna karşılık, "anlama", deneyimin ve kuramsal kavrayışın birbirine geçtiği bir edimdir. Nedensel çözümleme yöntemi olgular hakkında konstrük­ siyonlar aracılığıyla hipotetik bir bağıntı ortaya koymak isterken; anlamacı bilimlerin açımlama yöntemi, nesnel olarak bu konstrük­ siyon sürecini de önceleyen bir veri bağlamı içinde hareket eder. 28

Açıklamaktan ziyade anlamaya daha elverişli olan insanın yaşadığı tarihsel dünyanın da anlaşılması daha uygun gö­ rünmektedir. İşte bu yüzden doğa bilimleri artık tin bilimleri üzerindeki egemenliğini sona erdirmelidir. Tin bilimleri, doğa bilimlerinden bağımsız yöntemi olan ve doğrudan insana ait olanı ifade eden bilimlerdir. İşte kendine bu ayrımı yapma ödevini addeden Dilthey, bu bilimleri ayırmadan önce şöyle tanımlar: 27 28

Dilthey. Wilhelm, Hemıeneutik ve Tin Bilimleri. Çev. Doğan Özlem. Notos Kitap Yaymevt, İstanbul. 2 0 1 1 , s. 23. Habennas, Jürgen, "Dilthey'ın Arılama Kuramı: Ben-Özdeşliği ve Dilsel İ letişim'', Çev. Doğan Özlem, İçinde-Henneneutik Üzerine Yazılar. Der. ve Çev. Doğan Özlem, İnkılap Kitabevt, İstanbul, 2003, s. 145- 1 46.

32

Martin Heidegger ve Varoluşçu Henneneutik Bilimin yöneldiği olgular topluluğu iki bölüme aynlabilir: Birinci bölümdeki olgular topluluğuna [doğal olgular topluluğuna] yöne­ len bilime "doğa bilimi" denebilir. Öbürü içinse, hala genel olarak tanıtıcı bir işaret bulunmadığına dikkat etmek gerekir. İşte ben, konuyla ilgilenen düşünürlerin kullandık.lan bir terimle, globus inteUectualis'in yöneldiği iki olgu topluluğundan bu ikincisine yö­ nelen bilimlere "tin bilimleri" adını veriyorum. 29

Dilthey'ın tin bilimleri ile doğa bilimlerinin ayrımını yap­ masındaki temel neden, onun insani/tin bilimleri doğa bilim­ lerinden farklı bilimler olarak görmesinden ileri gelir. Çünkü tin bilimleri, insani-talihsel dünyaya ait olan bilimler olduk­ larından doğrudan insanla ilgilidir ve bu nedenle de incelediği olgular da farklıdır. Ona göre tin bilimleri örneğin bir fızik, kimya ya da biyoloji gibi pozitif olguları kendisine araştırma konusu olarak edinmez . . . . Dilthey'a göre, manevi dünyaya ve tarih dünyasına konu olan olgular, insan ruhundan, insanın iç hayatından çıkan olgulardır. Manevi dünya, insanlar tarafından meydana getirilmiş olan bu dünyadır. Bu dünyayı meydana getiren olgular, içten yaşanarak bilinen olgular olduğu için, manevi ilim de zorunlukla anlayıcı bir ilimdir. 30

Dolayısıyla tin bilimlerinin konu alanını pozitif olgular değil, doğrudan insanın kendi iç dünyasına ait olan olgular oluşturmaktadır. Bu olgular Dilthey'a göre, açıklayarak değil, ancak ve ancak anlama aracılığıyla ortaya konulabilir. O, tin bilimleri için yeni bir metot (yöntem) olarak gösterdiği anla­ mayı anlayıcı psikolojiyle temellendirerek doğa bilimlerinin etkisi altında kalan açıklayıcı psikolojinin de karşısında dur­ muş olur: Dilthey'a göre, kendi hedefini, kendi içinde taşıyan ve kendi varlı­ ğının bütünlüğü içinde bir değer gerçekleştiren psişik varlık, kendi birliği içinde ayn bir bütün, kendi varlığının şuuruna sahip olan başlı başına bir dünyadır. . . Her psişik birlik, belli bir topluluk için­ de, tarih ve kültür içinde yer alır. Fertler, kendilerini çevreleyen bu bütün içinde yaşar, ondan tesirler alır ve yeni baştan ona tesir 29 30

Dilthey, age., 23. Birand, Kamıran. "Manevi İlimler Metodu Olarak Anlama", İçinde-Kamı­ ran Birarıd Külliyatı. Akçağ Yayınlan. Ankara, 1 998, s. 1 6 .

Hermeneutiğin Anlamı ve Hermeneutik Ekolleri

33

ederler. Bundan dolayı, histoıif ve sosyal gerçeklikle ilgili olan fer­ diyi ve özeli kavramak isteyen manevi ilimler, bu psikolojik hayat birlikleıinin şekillenmeleıindeki aynılıkları bilmek, bunların geliş­ meleıinin hedef ve kurallarını belirtmek zorundadırlar. İşte bu iş, yalnız tasvir edici ve çözümleyici insanlığın psişik yapısı ile ilgili olan temel tipleıi belirtici bir psikoloji yoluyla mümkün olabilir.31

Dilthey'ın anlayıcı psikoloji il� temellendirdiği anlama, ken­ di öznel varlığımızın sınırları içinden çıkmayı, kendi varlık ola­ naklarımızı aşarak başkalarına ait olan ruh durumlarını ya­ şamayı ve kavramayı gerektitj.r. Yani kendi benimizin dışına çıkarak başka bil;" ben'de yaşamak ve onu anlama söz konusu­ dur. Dolayısıyla bu tip bir anlama sıradan ve basit bir anlama­ dan ayrılarak bir tür ardından yaşamaya dönüşür. Ardından yaşayan bir ben'in ödevi de yerine geçtiği ben'in iç dünyasına dalarak onu yeniden yaşamayı ifade etmektedir. Yeniden yaşa­ mak ise insanların ortaklaşa sahip oldukları psişik yapılar sa­ yesinde mümkün olurken aynı şekilde aynı topluluk içinde ya­ şayan insanların birbirleri ile anlaşmaları da bu ortak yapılar sayesinde mümkündür.32 İnsanların birbirlerini anlamalarını sağlayacak olan bu ortak psişik yapılardan kastedilen, insan­ ların duyguları, kaygılan, amaçlan, ümitleri gibi psişik yapı­ lardır. Bu psişik yapıların ortaklaşa hale gelmesi ise empati ve sempati gibi psikolojik süreçlere bağlıdır. İnsanın bir başka insanın neler yaşadığını anlayabilmesi, kendisini onun yerine koyabilmesi ve yaşadıklarını arılayabilmesi doğrudan bu sü­ reçlerle ilgilidir. Bu bakımdan Dilthey'ın anlayıcı psikolojisinde bu süreçlerin önemli bir yeri bulunmaktadır. Diğer insanları anlama olanağı sağlayan şey ise yaşam ifa­ deleridir. Bu ifadeler, eylemler ve tarihsel olaylar karşısındaki tavırlar şeklinde ya da dilsel kavramlar aracılığıyla hayatın kendisini dışarı vurması demektir. Bu şekilde dilsel kavram­ lar, içinde bulunulan durumdan bağımsızlık kazanırken aynı durum eylemler için söz konusu değildir. Yaşam ifadeleri bir nesneyi gösterdiği gibi, zihinsel bir içeriğe de işaret edebilir ve hatta anlan anlaşılır kılabilir. Dolayısıyla yaşam ifadeleri, 31 32

Blrand, age., s . 47. Blrand, age., s. 49-50

34

Martin Heidegger ve Varoluşçu Hermeneutik

içerik kadar onların arka planındaki zihin ya da ruh halini de anlaşılır yapar.33 Anlamanın gerçekleşebilmesi için sözcükle­ rin neyi ifade ettiği yani algılanan şeylerin ardındaki zihinsel süreç bilinmelidir. Çünkü anlama algılamayı gerektirir ancak ona indirgenemezdir. Bu demektir ki yalnızca algılamak, an­ lama için yetersizdir. Anlamanın tam olarak gerçekleşebilme­ si için, bir işaretin ifade olduğunun anlaşılması gerektiği gibi ifadenin de anlaşılması gerekir. Yani yazılı bir metnin neden yazıldığını bilmemek aslında o metnin anlaşılmadığını göster­ mektedir. 34 Bu durum aslında Dilthey'ın bahsettiği 'bir yazan onun kendi kendisini anladığından daha iyi anlamak' iddia­ sını ortaya koymaktadır. Ancak burada daha iyi anlaşılması gereken yazann iç dünyası ve yaşantılannı ondan daha iyi anlamak değil, ortaya koyduğu metni ya da eseri ondan daha iyi anlamaktır. Sözgelimi yazar bir metin ortaya koyar. Bu metni anlayan, metin üzerinde düşünmek durumunda oldu­ ğu gibi yorumlamak ve açımlamak durumundadır. Yazar bu metni üzerinde etraflıca düşünmeden ortaya koymuş olabilir. Dolayısıyla metni okuyan kişi, metinde karanlık kalmış yer­ leri aydınlatmak için uğraşır. Eseri meydana getiren, ortaya koyduğu eserin detaylarının farkında olmayabilir. Dolayısıyla eserin tamamına hakim olan ideyi (düşünceyi) okuyucunun/ anlayanın ortaya çıkarması gerekir. 35 Dilthey doğal alanı tinsel alandan ayırdıktan sonra, tinsel alana yani insana ait olan dünyayı ve bu dünyaya ait bilimleri nitelemek için Geisteswissenschaften ifadesini kullanmıştır. Geist, insanın fiziksel ya da doğal olmayan yanına işaret et­ mektedir. Geisteswissenschaften ise insanlık ve tarihi kuşat­ makta olup Türkçeye 'tin bilimleri ya da manevi ilimler' ola­ rak tercüme edilmiştir. Bu bilimler ise insani dünyayı konu edinen, hukuk, din, tarih, siyaset, sanat, pedagoji gibi bilim­ lerdir. Dilthey'ın 'insan varoluşunun büyük formlan' olarak nitelediği insani-tarihsel dünyayı konu edinen tüm disiplinler 33 34 35

Bilen. age. , s. 1 03. Acar Vanleene. Sengün M . Wilhelm Dllthey'da "Anlama" Üzerine, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergis� C. 52, S. 1 . 20 1 2, s. 1 60. Blrand, age., s. 54-55. .

Henneneutlğtn Anlamı ve Henneneuttk Ekolleri

35

de bu sınıflama içinde yer almaktadır. Böylece bilimler varlık alanına göre sınıflandırılmakta ve tin bilimleri kendisine özgü bir alana ve yönteme kavuşmaktadır. Nasıl ki doğa bilimleri doğa kitabını okumayı amaç edinmişse, tin bilimleri de talih kitabını okumayı ve anlamayı kendisine amaç edinmiştir. 36 Dilthey'ın doğal alan ile tinsel alanı ayırma çabası aslında çağdaş dönemde doğa bilimlerine karşı gelişen ve insan bilim­ lerini dolayısıyla da insanı ön plana çıkarmaya çalışan anlayı­ şın ilk örneklerinden biri olarak gösterilebilir. Dilthey'ın yaptığı bu ayrım akıllara şöyle sorulan getirebilir. Doğal alan ile tinsel alan tamamıyla birbirinden ayrılabilir mi? Dilthey'ın yaptığı bu ayrım doğa bilimlerinin önemini yitirmesine mi neden oldu? Öncelikle şu değerlendirmeyi yapmak mümkündür. Dilthey'ın bu ayrımı yapmasının öncelikli amacı, tin bilimlerini yani in­ sani bilimleri doğa bilimlerinin etkisinden ve egemenliğinden kurtararak, bu bilimlerin de kendilerine özgü konu alanı ve yöntemi olduğunu göstermeye çalışmaktır. Böylece tin bilim­ lerine sahip olması gereken değer bir anlamda iade edilmiş olacaktır. Dolayısıyla bu bilimler, doğa bilimlerinden bağımsız, yüzde yüz kesinlik ve nesnellik taşımayan karakterde bilimler olarak sınıflandırılmış olacaktır. Ancak bu ayrım sonucunda doğa bilimlerinin değer kaybettiğini söylemek de çok doğru ol­ mayacaktır. Doğa bilimlerinin yalnızca her şeyi açıklayan ve kategorize eden anlayışı bilhassa bu bilimler üzerinden kaldı­ rılmış olacaktır. Yani doğa bilimleri ayn bir bilim kolu iken tin bilimleri de ayn bir kol olarak ortaya çıkacaktır. Kaldı ki ara­ larındaki ilişki de tamamen koparılmış değildir. Tin bilimleri, anlama yöntemini kullanmak kaydıyla belli durumlarda doğa bilimleri ile ilişki içinde olmaya devam edecektir.

2. Anlama ve Tarihsellik Dilthey'a göre insan, tarihsel bir varlık olup, tarihine koparı­ lamaz bir bağla bağlı durumdadır. Ancak bu bağ, tarihin in­ sanı tamamıyla belirlemesi anlamında değildir. Tarih, insanı belirleyen değil, insana yön verendir. Bu bakımdan tarih, ne 36

Taşdelen. age

..

s.

1 1 4- 1 1 5 .

36

Martin Heidegger ve Varoluşçu Henneneutik

olayların kuru bir geçmişinden ibarettir ne de insanın varlığı­ nı tamamen belirleyen yapıdadır. Dilthey tarihin karşımızda bir nesne gibi duran geçmiş olmadığı gibi, insanın yaşaması, ölmesi gibi belli zaman di­ liminde gerçekleşen nesnel konulan göstermediğini düşün­ müştür. Ona göre tarihsellik iki anlama gelmektedir. Bunlar­ dan birincisine göre, insan kendisini içe bakış yoluyla değil, yaşamı nesnelleştirmek yoluyla anlar. Yani kişinin kendisini anlaması doğrudan değil, dolaylı olmaktadır ve insan tarihine bağlı olduğu için temelde ve zorunlu olarak tarihsel karakter­ lidir. Tarihselliğin ikinci anlamına göre ise, insan sınırlı bir cevher değildir ve kendi doğasını anlayabilmek adına zaman duvarına resim yapmamaktadır. Çünkü insan henüz belir­ lenmemiş bir varlık olup ne olacağına henüz karar vermemiş­ tir. Onun ne olacağı konusu, onun vereceği tarihsel kararlara bağlıdır. Dolayısıyla insanın geçmişine bu gözle bakmak kö­ lelik değil, bizzat özgürlüktür. Çünkü insan kendi özünü ge­ liştirme ve oluşturma özgürlüğüne ve yaratma gücüne sahip­ tir. 37 Tarihselliğin bu anlamlan göstermektedir ki tarih, her ne kadar insanın yaşamına belirli bir oranda yön verse de, insanın mutlak belirleyicisi değildir. Çünkü insan özgür bir varlıktır. Tarih insana alacağı kararlar konusunda seçenekler sunmaktadır. Bir kültür içinde varolan insanın ne olacağına kendisinin karar verme özgürlüğüne sahip olması, tarihteki seçeneklere bağlıdır. Tarihselliği sayesinde seçeneklere sahip olan insan, bu seçenekleri kendi özgür iradesiyle seçmekte ve ne olacağına karar vermektedir.

D. Heidegger'in Varoluşçu Hermeneutlği Heidegger'de henneneutik ya da anlama problemi farklı bir görünüşe bürünerek, ne herhangi bir alana ait metnin anla­ şılması ne de Dilthey'da olduğu gibi bir yöntemdir. Heideg­ ger'de hermeneutik, hem felsefileşmiş hem de Varlık alanına kaydırılmıştır. Dolayısıyla anlama problemi, Varlık alanında 37

Palmer.

age. s. 1 58- 1 59. .

Henneneutlğln Anlamı ve Henneneutik Ekollert

37

incelenen bir problemdir. Bu bakımdan Heidegger, herme­ neutik geleneğe yeni bir anlayış getirmiştir. Çalışmamızın temel konusunu da oluşturan Heidegger'in varoluşçu herme­ neutiğinin hermeneutik gelenekteki yerini göstermek bakı­ mından bu başlık altında kısaca açıklanması önemlidir. Heidegger'e göre hermeneutik, Schleiermacher ile birlikte bir tür başkasının söylemini anlama tekniğine dönüşmüş ve dilbilgisi (grammar) , retorik ve diyalektikle ilişkisi kurularak herhangi yabancı bir söylemin anlaşılması tekniği olarak ge­ lişerek genel hermeneutik adını almıştır. Schleiermacher'in genel hermeneutik düşüncesi bu bağlamda teolojik ve filolojik hermeneutiğin bir araya gelmesinden oluşan bir hermeneu­ tiktir. Dilthey ise Schleiermacher'in hermeneutiğini anlama­ nın kurallarını ortaya koyan bir tür formülasyon olduğunu belirterek, bu düşünceyi kendi düşüncesini oluşturan tin bi­ limlerinin gelişimini ortaya koyan araştırmalarındaki anlama analizleriyle desteklemiştir. 36 Heldegger'in hermeneutik gelenek içinde yer alması onun temel eseri Varltk ve Zaman ile ilgilidir. Heidegger, bu eserinde insani katmanı Dasein adını verdiği varolan ile tasvir ederken insani evrenin anlam üreten bir varoluş evreni, anlamanın da temel bir ruh hali olması nedeniyle Varlık ve Zaman, herme­ neutik karakter kazanmıştır. Varlığın anlamı nedir? sorusu ve bu soruya verilebilecek en doğru yanıt, hermeneutik karak­ terlidir. Varlığın anlamı sorusu bilimsel değil, doğrudan varo­ luşsal bir sorundur. 39 Bu nedenle Heidegger'ln hermeneutiği Dasein'ın varoluş olanaklarına ve bu olanakların Dasein tara­ fından anlaşılmasına ve gerçekleştirilmesine dayanmasından dolayı varoluşçu hermenetik adıyla anılır. Aynca Heidegger hermeneutiği genel kullanımından ve modem anlamından farklı kullanarak Dasein hermeneutiği­ ni olgusallığın hermeneutiği (hermeneutics of facticity) olarak adlandırmıştır. Bu nedenle de ona göre hermeneutik, olgusal­

lığın yonımlanmasıdır. Buna göre hermeneutik, her durumda 38 Heldegger, Ontology-Henneneutics of Facttcity. p. 1 O - 1 1 . 3 9 Taşdelen. age. . s. 1 48.

38

Martin Heidegger ve Varoluşçu Henneneutik

bizimki olan Dasein'ı kendi Varlık karakteriyle ilgili olarak kendisine erişilebilir yapma ve böylece Dasein'ın kendisiyle ilişki kurarak kendisine yabancılaşmasını ortadan kaldırma görevlerine sahiptir. Dolayısıyla hermeneutikte Dasein için geliştirilecek olan her şey, onun oluşu (becoming) ve kendisi­ ni anlaması için bir olanaktır ve Dasein'ın kendisini anlaması onun bir anlamda uyanıklığına (wakefulness) işaret etmekte­ dir. 40 Heidegger'e göre " . . . olgusal yaşam (Dasein'ın orada-var­ lığı) bir dünya içinde olmak anlamına gelmektedir. "41 Bu ba­ kımdan Heidegger düşüncesinde olgusall ığın hermeneutiği, aslında dünya-içinde-Varlık olmanın hermeneutiğine karşı­ lık gelmektedir. Çalışmamızın genel çerçevesini oluşturan bu hermenetik türünün detaylarına ileriki bölümlerde yer veri­ lecektir.

E. Gadamer'in Felsefi Hermeneutiğl Schleiermacher ile birlikte modem bir anlama teorisi olarak ortaya çıkan hermeneutik, değişimlere uğrayarak farklı versi­ yonlar şeklinde gelişimini sürdürmüştür. Schleiermacher'in anlamanın genel ilkelerini ortaya koymaya çal1şan genel her­ meneu tiği, Dilthey'da tin bilimlerinin yöntemi olarak anlama teorisine dönüşürken, Heidegger ile birlikte insani alanın tam ortasına yani, insan varoluşuna ve insanın kendisini ve çev­ resini anlamasına yönelmiştir. Gadamer ile birlikte ise her­ meneutik, artık tamamıyla felsefileşerek farklı bir şekle bü­ rünmüştür. Gadamer özellikle Hakikat ve Yöntem adlı eseriyle herme­ neu tiği yeni bir döneme sokmuştur. Heidegger'in anlamayı köklü bir şekilde biçimlendirmesi, Gadamer'de sistematik bir ifadeye kavuşmuş ve Heidegger'in tarihsel ve estetik olanın algılanmasına dair düşüncelerinin etkileri de Gadamer'de kendilerini göstermiştir. Hermeneutiğin özellikle Geisteswis­ senschaften ile ilgili olarak yöntemsel temelde ele alındığı an40 41

Heldegger. Ontology-Hermeneutics of Facticity, p. 1 1 - 1 2 . Heldegger, Ontology-Henneneutics of Facticity, p. 65.

39

Henneneutiğin Anlamı ve Henneneutik Ekolleri

lamı terk edilmiş ve bizzat yöntemin kendi konumu sorgulan­ mıştır. Ancak Gadamer'in kitabının başlığı oldukça ironiktir. Çünkü yöntem hakikate (gerçekliğe) giden yol olmamakla bir­ likte, hakikat aslında yöntemci insandan uzaklaşmaktadır. Bu bağlamda anlama da kişinin bir nesneye dair öznel bir sü­ reci değil, kişinin kendisi olma süreci olarak algılanmaktadır. Bu nedenle Hermeneutik de Gadamer tarafından tin bilim­ leri için yardımcı bir disiplin olarak değil, anlamayı insanda ontolojik bir süreç olarak değerlendiren felsefi gayret olarak tanımlanmıştır. Böylece yeni bir hermeneutik versiyonu olan Gadamer'in felsefi hermeneutiği ortaya çıkmıştır. 42 Bu her­ meneutik türüne göre anlama problemi, ne tüm metinlerin anlaşılmasını sağlayacak olan genel ilkeler, ne de tin bilim­ lerinin yöntemidir. Anlama insan yaşamının olmazsa olmazı ve doğal bir sürecidir. Bu bakimdan hermeneutik, doğrudan bir anlama teorisidir. Gadamer, Hakikat ve Yöntem in amacı­ '

nı şöyle belirtir: Her ne hal ise, araştırmamın amacı, (Emllio Bettı'nin harikulade bir tarzda yaptığı gibi) genel bir yorum tealisi ve bu yorum te­ oıisinin yöntemleıinin farklı bir açıklamasını geliştirmek değil. her anlama modunda ortak olan şeyi keşfetmek ve anlamanın asla verili bir nesneyle değil, etkisinin talihiyle sübjektif bir ilişki olduğunu, başka bir söyleyişle anlamanın anlaşılan şeyin varlığı­ na/oluşuna ait olduğunu göstermektir.43

Gadamer'in felsefi hermeneutiğinin amacı açıktır. O, anla­ ma fenomeninin bizzat kendisini konu edinerek, anlamanın hangi alanda kullanılacağı ya da hangi disipline yöntem ola­ cağından ziyade başlı başına bir anlama teorisi geliştirerek bu anlamanın nasıl olanaklı olabileceğini ortaya koymuştur. Onun geliştirdiği bu anlama teorisi, yalnızca belli bir alana hitap etmekten öte, tüm bilimleri de kapsayan ve anlamayı insanın ontolojik karakteri olarak gören bir hermeneutiktir. Gadamer'in geliştirdiği bu yeni hermeneutik türünün kuşku­ suz en belirgin kavramları, önyargı ve gelenek kavramlarıdır. 42 43

Palmer, age. , s. 2 1 6 . Gadamer, Hans-Georg, Hakikat u e Yöntem I. Cilt. Çev. Hüsamettln Arslan ve İsmail Yavuzcan. Paradigma Yayınlan. İstanbul, 2008, s. XLV.

40

Martin Heidegger ve Varolu.şçu Hermeneutik

1. Önyargı ve Gelenek Kavramları Kendisinden önceki diğer henneneutik teorisyenleri gibi anla­ mayı tarihsel bir boyutta ortaya koymaya çalışan Gadamer'in önyargı ve gelenek kavramlannın ardında da tarihsel anlayış vardır. Önyargılar, ne sözlük anlamıyla bilindiği gibi olumsuz bir anlam taşımaktadır ne de kendilerinden kurtulmak gere­ ken şeylerdir. Tarihsel bir varlık olan insanın sahip olduğu önyargılar, aynı zamanda onun içinde yaşadığı geleneğin ve tarihsel birikimin bir yansımasıdır. Gadamer'e göre önyargı, Aydınlanma felsefesinde olumsuz bir anlam taşısa da aslında olumsuz bir anlam taşımamakta­ dır. Önyargının olumsuz anlama sahip olmasının nedenlerin­ den birisi kelimenin kökeninde saklıdır. Fransızca prejudice terimi, Latince praeudicium terimi gibi ters etki, dezavantaj , zarar anlamına geldiği için önyargı ilk bakışta olumsuz bir anlama sahip gibi görünmektedir. Ancak bu olumsuz anlam onun ikincil anlamıdır. Önyargı kesinlikle yanlış yargı demek değildir. Önyargı, aynı zamanda olumlu anlama da sahip olan yargıdır.

Aydınlanma

döneminde

yükselen

rasyonalizmin

neticesinde önyargı, olumsuz anlamlara sahip olmuştur. 44 Aydınlanma döneminde yükseliş eğilimine giren akıl ve do­ layısıyla rasyonalizm nedeniyle her şey akıl temelinde açık­ lanmıştır. Özellikle bilimsel bilginin elde edilmesinde akıl ön plana çıkmıştır. Bu nedenle akılsal olmayan her türlü iddia, düşünce, inanç vs. dışarıda bırakılmıştır. Bundan nasibini alan unsurlardan birisi de önyargılar olmuştur. Önyargılar, Aydınlanma ile birlikte bilimsel bilgiye ulaşmada bir engel olarak görülmüş ve önyargılardan arınmak gerekir düşünce­ si yaygınlaşmıştır. Çünkü doğru ve güvenilir bilgiye ulaşmak için zihnin her türlü ön bilgilerden, yargılardan arınması ge­ rekmektedir. Sadece önyargılardan annmış bir zihinle bilim­ sel bilgiye ulaşılabileceği düşüncesinden dolayı önyargılar, Aydınlanma ile birlikte olumsuz anlama bürünmüştür. Ga­ damer, Aydınlanmanın bu tutumunu şöyle özetler: "Genelde 44

Gadarner, Hans-Georg. Hakikat ve Yöntem 11. Cilt, Çev. Hüsamettın Ars­ lan ve İsmail Yavuzcan, Paradigma Yayınlan, İstanbul, 2009, s. 1 1 - 1 2.

Henneneutlğln Anlamı ve Henneneutık Ekolleri

41

Aydınlanma hiçbir otoriteyi kabul etmeme ve her şeye aklın yargı muhakemesi önünde karar verme eğilimindedir . . . Her tür otoritenin nihai kaynağı gelenek değil akıldır. "45 Gadamer'e göre önyargı kavramı, başlangıçta taşıdığı olum­ suz anlamı artık taşımamaktadır. Önyargılar zorunlu olarak, hakikati sarsması olası olan doğrulanmamış ya da hatalı olan şeyler değildir. Aksine varoluşun tarihselliği, önyargılann bü­ tün yaşama yeteneğimizin ilk istikametini belirlemelerini ge­ rektirir. Önyargılar, dünyaya açıklığımızın temelleri olup, bir şeyi kendileri aracılığıyla tecrübe ettiğimiz şartlardır ve önyar­ gılar aracılığıyla karşılaşılan şeyler, bize bir şeyler söyler. An­ cak bu durum tamamen önyargı duvarının içine hapsedildiği­ miz anlamına gelmez. Aksine bizim merakımız için yeni bir söz veren misafırleri karşılarız. Yani belirli bir otoritenin hükmü altında olan bizler, yeni olana ve merak ettiğimize bu otorite çerçevesinde yaklaşırız.46 İçinde bulunduğumuz ya da hükmü altında bulunduğumuz otorite bizim yeni olana açılımımızı ve keşfimizi belirler. Dolayısıyla sıfırdan bir açılımın olanağı yok­ tur. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki otorite, yeni olana açı­ lımda yüzde yüz belirleyici olan da değildir. Gadamer'in otorite kavramıyla ilgili olarak bahsettiği kav­ ram ise gelenektir. Gelenek, insanın anlama sürecinde önem­ li rol üstlenen önyargılann kazanıldığı ve anlamayı etkileyen bir otoritedir. Bu bakımdan gelenek, anlamanın gerçekleş­ mesini sağlayan şartlan belirleyendir. Dünyada bir gelenek içinde bulunan insanın sahip olduğu yargılar bu gelenekten gelirken, onun yeni olan anlamlara ve keşiflere açılması da geleneğin etkisiyle olur. Dolayısıyla insan için herhangi bir geleneğe ait olmama ya da onu reddetme gibi bir durum söz konusu değildir:

İ nsan geleneklere aidiyetini açık ve ayırt edici şeklide bllmeksi­ zln geleneklere alt olablllr, fakat, geleneğe bu tarzda bağlılığın bizatihi kendisi bir bilme tarzıdır. Eğer insan bir geleneği açık ve 45 46

Gadamer, Hakikat ve Yöntem II. CUt, s. 1 4 . Gadamer, Hans-Georg. "Hermeneutik Problemin Evrenselliği", Çev. Hü­ samettın Arslan, İçlnde-Hemıeneutik ve Hümaniter Disiplinler, Der. ve Çev. Hüsamettln Arslan, Paradigma Yayınlan, İstanbul, 2002/a. s. 66.

Martin Heidegger ve Varoluşçu Henneneutik

42

ayırt edici bir biçimde biliyorsa, bunu, henüz bu tarzda hakkında bir şey bilmediği bir gelenek temelinde yapıyordur. Gelenekler, insanın elbise değiştirdiği gibi değiştirilemezler: bu tarzda değiş­ tirildiklerinde onlar artık gelenek olamazlar. Bu yüzden, geleneği bağlı bulunduğumuz bir şey olarak karakterize etme mecburiye­ timiz gelenek kavramının parçasıdır.47

Gadamer'e göre gelenekte her zaman bir özgürlük ve tarih unsuru bulunmaktadır. En hakiki ve saf bir gelenek bile bir zamanlar var olan bir şeyin hareketsizliği yüzünden varlığını devam ettiremez. Geleneğin doğrulanmaya ve bakıma ihtiyacı olduğu gibi, o aynı zamanda muhafaza etmedir ve her tarih­ sel değişmede aktif durumdadır. Her daim aktif olan gelenek, bizim daima bir parçamız ve bizim bir kavrayış türümüzdür.48 Gadamer'in gelenek anlayışında gelenek, her şeyin mutlak belirleyicisi değildir. Gelenek insanı hem şekillendirir hem de insana seçme özgürlüğü tanır. Dolayısıyla insan varolu­ şu üzerinde katı kuralları ve otoriter bir baskısı bulunmayan gelenek, insanın tarihsel yanını da yansıtır. Gelenek, mevcut değerlerini koruduğu gibi, tarihsel gelişim sürecinde değişime de açıktır. Gadamer'in gelenek düşüncesi yeni bir anlayışı da bera­ berinde getirmiştir. Onun gelenek anlayışında gelenek-akıl ilişkisi, Aydınlanmanın gelenek-akıl ilişkisinden farklılık ta­ şımaktadır. Aydınlamacı anlayış gelenek ile aklı birbiriyle ça­ tıştırırken, aklın geleneğe hakim olması gerektiğini öne sür­ mektedir. Ancak bu anlayışta gelenek ve akıl kavranılan yerli yerinde değildir. Çünkü bu iki öğenin çatışabilmeleri için bir­ birlerinden ayn iki bağımsız şey olmaları gerekir. Oysaki gele­ nek ile akıl birbirinden ayn değildirler. Gelenek, geçmişin bi­ rikimlerini günümüze taşıyarak günümüzü şekillendirirken, aklın şekillenmesini de sağlar. Geleneği oluşturan unsurlar­ dan birisi olan aklın gelenekten bağımsız olması olanaksız­ dır. Akıl, gelenek içindeki herhangi bir şey ile çatışabilir fakat

47

48

Misgeld, Dleter, "Gadamer'ln Hermeneutığl Üzerine", Çev. Hüsamettln Arslan. İçlnde-Hermeneutik ve Hümaniter Disiplinler, Der. ve Çev. Hüsa­ mettln Arslan, Paradigma Yayınlan. İstanbul, 2002, s. 80. Gadamer, Hakikat ve Yöntem II. Cilt. s. 27.

Hermeneutiğin Anlamı ve Hermeneutik Ekolleıi

43

geleneğin kendisiyle çatışması söz konusu olamaz. Ancak bir ihtimalle geleneğin unsurlarına hakim olarak geleneğe akıl­ cı bir şekil verebilir. Ancak bu bile gelenek içinde gerçekle­ şir. 49 Dolayısıyla geleneğin akıl ile bir çatışması yoktur.

Ak­

sine gelenek ile akıl bir uzlaşma içindedirler ve gelenek, aklı da kuşatabilen bir yapıya sahiptir. Bu bakımdan Gadamer'in gelenek anlayışının Aydınlanmanın geleneğe karşı olumsuz tavrını ortadan kaldırdığını söylemek yerinde olacaktır. Gadamer, önyargı kavramıyla bağlantılı olarak, etkin tarih­ sel bilinç kavramını gündeme getirir. Tarihsel bilinç, zaman­ sal uzaklıkla ilgili olup, kişinin kendi kavrayışına yön veren önyargılann farkına varmasını da sağlar. Tarihsel bilinç, ta­ rihsel olayların etkisinin, anlan incelememizi etkilediği gerçe­ ğinin kabul edilmesidir. Dolayısıyla anlama sürecinde bu öğe­ nin gözardı edilmesi bilginin tahrif olmasına yol açar. 50 Etkin tarihsel bilinci kişiler arasındaki Ben-Sen ilişkisine benzeten Gadamer'e göre, Sen tecrübesi tarihsel bilince denk gelmek­ tedir. Tarihsel bilinç, ötekinin ötekiliğini yani geçmişin öteki­ liğini aynen Sen'i anlamanın Sen'i bir kişi olarak bilmesi gibi bilir.5 1 Bu bakımdan geçmişten gelen bir metni günümüzde yaşatmanın yolu da tarihsel bilinçten geçmektedir. Tarihsel bir varlık olarak etkin bir taıjhsel bilince sahip olan insanın geçmişten gelen metinleri yorumlayabilmesi ve bu metinleri yaşadığı dönemde de canlı tutabilmesi doğrudan tarihsel bi­ linçle olanaklıdır. Böylece geçmiş öteki olmaktan çıkarak, bir anlam atfedilen Sen'e dönüşürken insan yaşadığı dönemin de mutlak doğru olduğu kanısından kurtulmuş olur. Dolayısıyla etkin tarihsel bilinç, önyargı ve gelenek ilişkisindeki anlamayı tamamlayan üçüncü öğe olarak işlev görmüş olur. Etkin tarihsel bilinç kavramını aynı zamanda iki dünya arasında (Ben-Sen) yani yorumcu ile yazarın ufkunun birbi49 50

51

Ertürk, Ramazan . Gadamer'ln Felsefi Hermeneutlğlnde Önyargı Kavramı ve Düşündürdükleri. Felsefe Dünyası. S. 38, 2003, s. 68. Becermen, Metin, Dllthey, Heldegger ve Gadamer'de Anlama Sorunu, Ulu· dağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergis� C . 5 , S.6, 2004, s. 56. Gadarner, Hakikat ve Yöntem II. Cilt. s. 1 38 .

44

Martin Heidegger ve Varoluşçu Hermeneutik

riyle kaynaşması olarak ele alan Gadamer, anlamanın da bu kaynaşma sayesinde gerçekleştiğini belirtir. Gadamer ufukla­ rın kaynaşmasını şöyle tanımlar: Demek oluyor ki, bir tarihsel ufku geleceğe yansıtmak anlama sürecinin fazlanndan biridir sadece; bu, tarihsel ufku geçmişi bilincin kendisine-yabancılaşmasında dondurmak değil, bizim şimdiki anlama ufkumuzla buluşturmaktır. Anlama sürecinde gerçek bir ufuklann kaynaşması olayı gerçekleşir-bu, tarihsel ufuk geleceğe yansıtılırken, eş zamanlı olarak onun yerini baş­ ka bir ufkun alması demektir. Bu kaynaşmayı düzenli şekilde gerçekleştirmek tarihsel olarak etkin bilinç diye adlandırdığımız şeyin görevidir. 52

Gadamer'in felsefi hermeneutiğini kısaca özetlemek gere­ kirse, onun hermeneutik göriişünde anlama, insanın doğal yapısından birisi olup, önyargı-gelenek-etkin taıihsel bilinç üçgeninde gerçekleşebilme olanağı bulan bir tür ufukların kaynaşması olayıdır. İnsan gelenek içinde yaşar, gelenek ön­ yargılan kazandırır, etkin taıihsel bilinç de bu önyargılan et­ kin hale getirerek, yorumlamaya ve anlamaya olanak sağlar. Böylece geçmişe ait olan bir metnin anlaşılması ve bugün de yaşatılması da mümkün olmuş olur. Gadamer'in felsefi her­ meneutiğinde yer verdiği dil ile ilgili göriişlerine bu aşamada yer verilmemiş olup, bu konuya Heidegger'in göriişleri bağla­ mında ilerleyen bölümlerde değinilecektir.

52

Gadamer, Hakikat ve Yöntem II. Cilt.

s.

62-63.

BÖLÜM HEIDEGGER'İN VAROLUŞÇU HERMENEUTİGİNE GİRİŞ

Il.

A. Varoluşçu Henneneutlğin Temeli: ' Varlığın Anlamı Nedir?' Sorusu Heidegger'in hermeneutiğinin en belirgin özelliği kuşkusuz onun doğrudan Varlık alanına ait olmasından ileri gelmek­ tedir. Varlığın anlamı sorusu, bağlamında Dasein hermeneu­ tikte temellenen Heidegger'in varoluşçu hermeneutiğinin çı­ kış noktası, Varlığın anlamı sorusudur. Bu nedenle Dasein hermeneutikten önce, Heidegger'in bu soruyu yeniden sorma amacı ve Varlık sorusunun yapısı çalışmanın bu başlığı altın­ da ortaya konulacaktır. Heidegger'e göre felsefe, varolan olarak varolanın ne oldu­ ğunu arayan ve varolanın Varlığına doğru giden bir yolda olan etkinliktir. Yani felsefe, temelde Varlık sorunuyla ilgilenmek­ tedir. Felsefe talihinde özellikle de Platon ve Aristoteles gibi büyük filozoflar varolanlann Varlığını (ousia) , idea (Platon) ve

energeia (Aristoteles) olarak belirlemeleriyle aslında varolan­ ların Varlığını oluşturan ilk temel ve nedenleri belirlemişlerdir fakat Varlığın ilk temel ya da nedenlerle ilgisi yoktur. Cevabı aranan soru da Varlığın anlamından ziyade, varolanın ne ol­ duğuna ilişkindir. Dolayısıyla varolanlann Varlığının ilk te­ mel ve nedenlerle ne ilgisi olduğunu iki bin beş yüz yıl sonra yeniden düşünmenin zamanı

gelmiştir. 1

Çünkü Heidegger'e

göre; "Felsefe, bütün şeylerin temelinin Var-lık'ı olarak Var­ lık'ın temeli üzerine sorgulayan söylemedir. " 2

2

Heldegger. Martin. Nedir Bu Felsefe, Çev. Ali Irgat, Sosyal Yayınlar, İstan­ bul. 2003, s. 20-22. Heldegger, Martin, "Avrupa ve Alman Felsefesi", Çev. Ömer Albayrak ve Tayfun Salcı, İçlnde -Avrupa 'mn Kri2i Fenomenolojik Sorun Olarak Avru­ pa'nın Dönüşümü, Der. Önay Sözer ve Ali Vahit Turhan. Dost Kitabevi. Ankara, 2007 /a, s. 352.

46

Martin Heidegger ve Varoluşçu Henneneutlk Heidegg�r.

Varlık ve Zaman'ın giriş kısmında Varlığın ar��

unutulduğunu, anlamının kann aşık ve anlaşılrrı�..hale gel�_!­ ğini şu sözlerle ortaya koymaktadır: "Uzun zamandır 'varlık' ifadesini kullandığınızda neyi kastettiğinizin açıkça farkın­ dasınız. Bir zamanlar onu anladığımızı düşünürdük ancak şimdi kafamız karışmış durumdayız. "3 Heidegger, Platon'un Sofist diyalogundan aldığı bu alıntı ile aslında felsefesinin te­ mel amacını göstermektedir. Ona göre felsefe tarihinde her ne kadar büyük filozofların sistemlerinde yer alsa da her ne kadar metafizikte çokça ilgi görse de Varlık artık yapılan ta­ nımlamalar, soyutlamalar, nesneleştirmeler ve kategorileştir­ meler nedeniyle anlamını yitirmiş ve bu anlam bir bilmeceye dönüşmüştür. Bu nedenle öncelikle yapılması gereken Varlığı bu yanlış yorumlamalardan, ilişkilendirmelerden ve soyutla­ malardan kurtarmaktır. Heidegger bu işlemi "ontoloji tarihi­ nin yıkımı"4 olarak adlandırmaktadır. Varlığın anlamına ilişkin soru, yalnızca çözülmemekle ya da uygun şekilde sorulmamakla kalmamış, metafızikteki tüm ilgiye rağmen unutulmuştur. Heidegger'e göre, pek çok türevi ve çarpıtması olsa da Grek ontolojisi ve bu ontolojinin tarihi, günümüzdeki felsefelerin terminolojisini belirlemeye devam et­ mektedir. Greklerin bu ontolojisi, Ortaçağ'da da temel bir dokt­ rin haline gelmiştir. Hal böyle olunca da ortaya ontoloji bakı­ mından katılaşmış bir gelenek çıkmıştır. İşte Varlık sorusunun daha şeffaf bir hale bürünmesi için, bu katılaşan geleneğin yu­ muşatılması gerekmektedir. Heidegger bu bağlamda asıl ama­ cını, Varlık sorusunu temel alarak, geleneksel bir içeriğe sahip olan Grek/antik ontolojinin yıkımı olarak belirtir. Bu yıkım, ontolojik gelenekten tamamıyla kurtulmak anlamında olum­ suz bir anlam da taşımamaktadır. Aksine bu yıkım, ontolojik geleneğin pozitif olanakları dahilinde sınırlarının belirlenmesi anlamına gelir. Bu yıkımın geçmişle olan ilgisi tamamıyla red­ dedici değildir. Onun eleştirisi bugüne ve hak.im olan ontoloji tarihini ele alış tarzlarına yöneliktir. Bu yıkımın amacı geçmi3 4

Heidegger, Martin, Being and Time, Trans. John Macquarrte and Edward Roblnson. Blackwell Publishers. Oxford. 2000/a, p. 1 9 . Heidegger, Being and Time, p. 44.

Heidegger'tn Varoluşçu Henneneutığtne Giriş

47

şi geçersiz kılmak değildir. Aksine olumsuz işlevi dolaylı hale getiren türden olumlu bir amacı vardır. 5 Heidegger'in

yıkmak

istediği şey, aslında Varlığın unutulmasına yol açarı yorumlar,. belirlenimler ve düşüncelerdir. Bunların yıkımıyla unutulan Varlık sorusu yeniden gündeme gelebilecektir. Bu bakımdan Varlık sorusunun yeniden gündeme gelişi Varlık tarihinin tü­ müyle reddine karşılık gelmemektedir. Heidegger'e göre metafizik, varolarıı hep varolan olarak �asarladığı için.. Varlığı� kendisi üzerinde düşüıunez ve dq­ layısıyla da felsefeyi kendi temelinden yani. Varlık ile oları _ ilişkisinden koparmış olur. Ancak ne zaman ki herhangi bir -düşünme ya da felsefi tasanın varolanı varolan olarak düşün� mek yerif!�._yarlığın hakikati üzerinde yağıınlaşmaya başlar bunu amaç edinirse, o zaman metafizik.. terk edilmiŞ--de­ _ mek i!_:_ Ancak yine de felsefenin ilk adımı olarak gösterilebi­ len metafizik yine de tamamıyla dışlanmış ya da yok sayılmış

�-



demek değildir. Yalnızca metafiziğin doğrudan Varlık sorusu ile ilgilenmemesi nedeniyle bizzat Varlığın kendisine geri dö­ nülmesi gerekmektedir. İşte bu nedenle metafizik aşılmalı­ dır. 6 Heidegger'e göre, metafıziği aşmaya çalışan ve Varlığı ön plana çıkaran düşünürlerden birisi Nietzsche'dir. Nietzsche meşhur 'Tarın öldü' sözü ile her ne kadar üstün insana gi­ den yolu açmış olsa da aslında Varlığın Varlık olmasının yani, Varlığın bir anlama sahip olmasının önündeki bu engeli or­ tadan kaldırarak ikili dünya anlayışını terk etmek istemiştir. Bir anlamda Nietzsche Platon'darı beri süregelen metafızik ge­ leneğini tersine çevirmek istemiştir. Ancak Heidegger'e göre, Nietzsche tam olarak bunu başaramamıştır: ''Tann öldü" sözü, duyuüstü dünyanın etkin bir gücü olmadığı anlamına gelir. Bu dünya yaşam vennez. Batı felsefesini Pla­ tonculuk olarak anlayan Nietzsche için metafizik sona ermiştir. Nietzsche, kendi felsefesini metafiziğe, yani ona gö.re Platonculuğa karşı bir akım sayıyordu. Gelgelelim, Nietzsche'nin felsefesi, yal­ nızca bir karşı hareket olarak, zorunlu olarak, bütün karşılar gibi 5 6

Heidegger, Being and Time. p. 43-44. Heidegger, Martin, Metafizik Nedir?, Çev. Yusuf Örnek, TFK Yayınlan, Ankara, 2009/a, s. 9- 1 0.

_

48

Martin Heidegger ue Varolu.şçu Henneneutik özünde, karşı çıktığı yere bağlıdır. Nietzsche'nin metafizik karşıtı hareketi, olsa olsa metafiziğin tersine çevrilmesi olduğundan, me­ tafiziğe çözülmeyecek biçimde bağlanmıştır, gerçi o böylece kendi özüyle bağını kopardığı gibi, kendi özünün metafizik olduğunu da düşünemez olur. Bundan dolayı, metafizikte olagelen de, metafi­ ziğin kendisi de, metafizik aracılığı ile metafizik için örtük kalır.7

Heidegger'e göre, hocası Husserl bile şeylerin varlığını ger­ çek anlamda sorgulamamıştır. Ona göre Husserl, yönetimsel olan bilincin varlık tarzına bağlı kalmış ve aynı zamanda Var­ lığın anlamı sorusunu sormayarak Varlığı, bilinci ön plana çıkararak zayıflatmıştır. Husserl'in bilincin yönelimselliği­ ni ön plana çıkaran fenomenolojisi bu bakımdan Kartezyen felsefeye ve dolayısıyla da Varlığı mevcudiyet olarak gören metafiziğe bağlı kalmıştır.8 Heidegger'in Husserl'e yönelik bu eleştirisinin nedeni, onun Husserl'in fenomenolojisinin mer­ keze aldığı bilincin hiçbir zaman Varlığın yerini alamayaca­ ğını düşünmesinden ileri gelmektedir. Çünkü Varlık denilen şey, bilince indirgenemez. Varlık bilinçten daha fazla şeyi ih­ tiva eden bir yapıya sahiptir. Waldenfels'in yorumundan ha­ reketle Husserl'in bilinci merkeze alarak onun yönelimselliği bağlamında içerikleri üzerine odaklanması nedeniyle Descar­ tes'ın cogito'sundan kopamadığı söylenebilir. Bu bakımdan Heidegger'e göre, cogito'ya yönelimsellik ilkesini uyarlamak bize Varlığın anlamını vermeyecektir. Heidegger'e göre, felsefe tarihinde Varlık, metafizik içinde sürekli olarak varolan ile kanştınlmıştır. Çünkü metafizik, Varlığın hakikati ile ilgili bir sorgulama yapmaz. Metafizik, Varlığı varolan olarak tasanmlar. Bu düşünce biçimiyle de metafizik, Varlığın insan varlığıyla olan bağını koparmış olur. Dolayısıyla da Varlığın unutulmasının nedenlerinden biri ola­ rak gösterilebilecek olan metafıziğin terk edilmesi gerekir. İşte bu nedenle Varlık ve Zaman'da, Varlığın insanın özüyle bağını gösterebilmek için Dasein ifadesi kullanılmıştır. Dasein, ne 7

Heidegger, Martin, "Nietzsche'nin Tanrı Öldü Sözü", Çev. Levent Ôzşar, İç lnde Nietzsche nirı Tann Öldü Sözü ue Dünya Resimleri Çağı, Martin He­ ldegger, Çev. Levent Özşar, Asa Kitabevi, Bursa, 200 1 /a, s. 1 8 . Waldenfels, Bernhard, Fenomenolojiye Giriş, Çev. Mesut Keskin, Avesta Basın Yayın, İstanbul. 2010. s. 6 1 . -

8

'

Hetdegger'in Varoluşçu Henneneutlğlne Giriş

49

bilinç yerine kullanılmış ne de bilinci nitelemek için kullanıl­ mıştır. Dasein ile kastedilen Varlığın hakikatinin deneyiminin edinildiği bir varolan olduğudur. 9 Heidegger, metafızik içinde düşünülen Varlığın hep bir varolan olarak kalacağını düşü­ nür. Çünkü metafizik içinde Varlık, herhangi bir varolan gibi tasarlanır. Yani Heidegger'in anlamını sorguladığı, hakikati arayan, kendi Varlık yapısını · kuran, zamansallığıyla diğer varolanlardan aynlan biricik bir karakterde değil, dünyadaki herhangi bir nesne ile eşdeğer görülür. Bu nedenle yukarıda da bahsedildiği gibi Husserl'in yönelimsel bilinci bile bu belir­ lenimi aşmakta yetersiz kalır. Heidegger'e göre Varlığın anlamının unutulmuş olmasının temelinde yatan nedenlerden birisi de metafiziğin Varlıkla in­ sanın bağını koparmasının yanında, insanın insan olma özel­ liklerini gözden kaçırması yatmaktadır. İnsanı insan yapan özellikler kuşkusuz, onun akla sahip olması, kararlar vemie­ si, kendini anlayabilmesi ve bunun yanında kendi varoluşuna yön verebilmesidir ki insanı hayvandan ayıran temel özellikler de bunlardır. Fakat metafizik insanı Varlıktan bağımsız ola­ rak düşünmekle kalmamış, onu hayvan kategorisinde değer­ lendirmiştir. "Metafizik insanı animalitas temelinde düşünür ve onun hümanitası istikametinde düşünmez."10 Heidegger'in bu düşüncesinin hedef noktasının klasik metafizik düşünce olduğunu söylemek mümkündür. Sözgelimi Aıistoteles'in in­ san belirlenimi, 'insan düşünen bir hayvandır'1 1 şeklinde ol­ duğundan insan hayvan kategorisinde kalmış ve insan olma karakteri gözardı edilmiştir. Bu yüzden insan sadece animali­ tas değil, aynı zamanda humanitastır. Heidegger, metafızik eleştirisinden sonra amacını gele­ neksel metafıziğin yıkımı olarak belirlerken felsefe tarihinde Varlığın anlamının unutulmasına yol açan etmenlerden birisi 9 10

11

Heldegger, Metafizik Nedir?, s. 1 2- 1 5. Hetdegger, Martin, "Hümanizm Üzerine Mektup", Çev. Ahmet Aydoğan, İçinde- Hümanizmin Özü-Martin Heidegger/J. P. Sartre/T. S. Eliot/lrwing Babbitt, Çev. Ahmet Aydoğan. İz Yayıncılık, İstanbul, 2002/b. s. 49. Heidegger aynı bellrlenlmlerden Ontology-Hermeneutics ojFacticity 'de Aris­ toteles. Kant ve Scheler gibi filozofların düşüncelerinden örneklerle söz et­ mektedir. (bkz. Hetdegger, Ontology-Hermeneutics ojFacticity. p. 2 1 -24.)

50

Martin Heidegger ve Varolu.şçu Hemıeneutik

olarak Varlık ile birlikte ele alınan ve Varlık ile aynmlan ya­ pılan dört genel kavramı gösterir. ı2 Ona göre, bu kavramlar Varlık kavramını daha da karanlığa itmiş ve anlamının unu­ tulmasına yol açmıştır. Heidegger Introduction to Metaphysics adlı eserinde bu kavram ve aynmlan, Varlık ve oluş (Being and becoming}, Varlık ve görünüş (Being and seeming}, Varlık ve düşünme (Being and thinking}, Varlık ve zorunluluk (Being and ought) olarak ortaya koyar.

Heidegger'e göre, Varlık ve oluş aynını ve bu karşıtlık, Var­ lık soruşturmasının başlangıcında yer almakta ve Parmenides ile Herakleitos felsefelerindeki karşıtlıklardan dolayı ortaya çıkmaktadır. Günümüzde bile Varlık hakkındaki en yaygın kısıtlama olarak göze çarpan bu ayrıma göre, oluş halindeki şey henüz tam olarak olmamıştır ancak artık olmaya/ oluşa ihtiyaç duymaktadır. Bu olan (is) yani, oluş halindeki şey, eğer hep olmuş ise tüm oluşları ardında bırakmış demektir. Ger­ çek anlamıyla söylenecek olursa olan, oluştan gelen tüm ham­ lelere/ saldırılara karşı durmaktadır. ı3 Böylece bu görüşlerle Heidegger, aslında Parmenides'in görüşlerini özetlemektedir. Parmenides, Varlığı oluşun karşısına koyarak onu değişmez karakteriyle düşünmüştür. Parmenides'in düşüncesinde Var­ lık, oluş içinde değil, aksine değişmezlik içindedir. ı4 Varlık ve oluş ayrımında Heidegger'in üzerinde durduğu ikinci filozof ise Herakleitos'tur. Parmenides yukanda belirtil­ diği gibi her türlü oluşun karşısında iken Herakleitos, meş­ hur panta rhei (ıravra pci) prensibi ile her şeyin aktığını ve oluş içinde olduğunu söyleyerek Varlığın yok olduğunu göstermiş­ tir. Herakleitos bu görüşüyle Parmenides'in görüşlerinin tam karşısında olarak aslında Parmenides ile aynı şeyi söylemiş12

13 14

Bu görüşün çıkış noktası ile ilgili olarak ülkemizde yapılan ilk çalışma­ lardan birisi için bkz. Çüçen, A. Kadir. Heidegger Felsefesinde Varlık'ın Anlamı Üzerine, Felsefe Dünyas� S. 1 4 , 1 994, s. 36-4 1 . Heldegger, Martin, Introduction to Metaphysics, Trans. Gregory Frted and Rıchard Polt, Yale Universlty Press, USA, 2000/b, p. 1 00- 1 0 1 . Parmenldes düşüncesinde Varlık, meydana gelmemiş, geçip gitmez, bö­ lünmez, sürekli, hareketsiz, değişmez, kendisinde toplu bir bütün olarak göze çarpmaktadır (bkz. Kranz, Walter. Antik Felsefe Metinler ve Açıkla­ malar, Çev. Suad Y. Baydur, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1 994, s. 76).

Heidegger'in Varoluşçu Hermeneutiğlne Giriş

51

tir. Dolayısıyla Varlık ve oluş arasındaki bu ilişkilendirme bir karşıtlık doğurduğundan bize Varlığın anlamını vermekten uzaktır demek yerinde olacaktır. ıs Antik dönemdeki bu iki filozofun düşüncelerinin çarpışması, Varlığı açığa çıkarmak yerine daha da karanlığa itmiştir. Varlık, ne durağan olup değişime karşıdır, ne de sürekli değişen bir yapı içinde dura­ ğanlığa karşıdır. Bu bakımdan ne Parmenides'in Biri ne de Herakleitos'un panta rhei anlayışı içinde aslında Varlığı yok sayan düşüncesi bize Varlığın anlamını vermekten uzaktır. Heidegger, Varlık ve görünüş ayrımının Varlık ve oluş ayrı­ mıyla ilgili olduğunu belirtir. Çünkü ona göre, oluş da Varlığın bir görünüşüdür. Her iki kavram da Varlığın anlamının kar­ şısındadır. Görünüşün (seeming) özü ise görünmede (appea­ ring) gizlidir. Bu da kendisini gösterme, kendisini ortaya koy­ ma gibi anlamlara sahiptir. Dolayısıyla Varlığın görünüş ile ilişkilendirildiği Grek düşüncesindeki Varlık anlayışıyla Varlık ve görünüş arasındaki ilişkiyi kavramak mümkündür. Grek düşüncesinde Varlık, kendisini physis (rpvowl ı5 olarak gösterir. Phu ve pha kökleri aynı, anlama gelmektedir. Phuein, yani ken­ disini gün ışığına çıkaran şey, ışığa gelme, kendisini gösterme ve görünme anlamlarına gelen phainesthaCye karşılık gelmek­ tedir. Grekler için Varlık, ışığa gelen olarak görünme demek­ tir. Görünme ise zaman zaman Varlık ile karşılaşan bir şeyin türevi değildir. Dolayısıyla da kendisini gösterme olarak açığa vuran Varlık, physis'e karşılık gelmektedir. ı7 Oysaki Varlık, physis'e indirgenemez. Çünkü Varlık salt bir görünüş olamaz. Varlık görünüştür demek onun hem metafıziksel olarak başka 15 16

17

Heldegger, /ntroduction to Metaphysics, p. 102- 1 03. Physls: Grek felsefesinde, doğayı ifade etmek için kullanılan ve Herakle­ ltos'un düşüncesinde kendisini açığa vurmak istemeyen Varlığa karşılık gelirken. Parmenldes düşüncesinde ise physls aletheia ile tanımlanan bir kavramdır. Physls. orij inal anlamıyla Varlığın açığa çıkma süreci ola­ rak adlandınlırken bu anlam, metafizik tarihinde unutulagelmlştır (bkz. Denker, Alfred and Schalow, Frank, Historical DictiDnary of Heidegger's PhUosophy, Scarecrow Press, USA, 20 1 0 , p. 223). Heldegger'e göre ise physls, kendini gösteren orada-durma olarak Varlığın özüdür ve phos (!fiwç) yani. ışık ya da parıldama ile aynı kökten gelmektedir (bkz. Heldeg­ ger, "Avrupa ve Alman Felsejesf', s. 353). Heldegger, /ntroduction to Metaphysics, p . 1 05- 1 07.

52

Martin Heidegger ve Varolu.şçu Hermeneutik

bir öze bağlı olduğunu gösterir hem de göıiinüşler bize her za­ man Varlığı vermez. Sözgelimi Platon'da göıiinüşler, ideaların bir yansıması olup aslında gerçek Varlıklar değildir. Oluşun da göıiinüşün de Varlığın anlamını vermeyeceğini düşünen Heidegger, oluşun her ne kadar bir yükselme, artma anlamına sahip olsa da physis 'e ait olmadığını söyler. Grek tavrıyla her iki kavramı da ele alacak olursak oluş, huzura geliş ve huzura gelişten uzaklaşma, Varlık, beliren ve ken­ dini huzura getirme, Varlık-olmayan ise yokluk olarak anla­ şılırken, beliren (emergent) ve bozulan (decaying) arasındaki karşılıklı ilişki tam olarak göıiinme demektir, yani Varlığın kendisidir. Nasıl ki oluş, Varlığın bir görünüşü ise göıiinüş de Varlığın oluşu anlamıyla kendisini göstermesi ya da gö­ ıiinmesi demektir. Heidegger bu Platonik aynının bize Var­ lığın anlamını veremeyeceğini söyleyerek, Greklerin büyük fılozoflannın ortaya koydukları bu ayrımın birçok yanlış an­ laşılmayı da beraberinde getireceğini ortaya koyar ve ona göre bu aynın felsefe için yeni bir slogan olmaktan öteye geçemez. Hatta bu ayrımın Varlık ve düşünme ayrımına da yol açabi­ lecek kadar yanlış anlaşıldığını da belirtir. Ona göre Varlık, oluş, göıiinüş gibi kavramlarla birlikte açıklanamaz. Çünkü Varlık ne oluş ne de göıiinüştür. 18 Varlık ve düşünme arasındaki ayrım, oluş ve göıiinüş ay­ rımından çok farklı olmamakla birlikte birtakım farklı özel­ liklere sahiptir. Düşünme, Varlığın düşünmeye kendisini yeniden sunması gibi kendisini Varlığın karşısında kurar ve bu yüzden de Varlık düşünmenin karşısında bir nesne (Ge­ gen-stand) halini alır. Bu nedenle de Varlık düşünme ile ya da düşünme temelinde yorumlanır. 19 Göıiinüşün temeli dü­ şüncenin çarpıtılmış halidir ve böylece göıiinüş mantıksal yanlışlık halini alır. Yalnızca bu temel üzerinde bile tamamıy­ la düşünmenin Varlık karşısında oluşunun anlamını ortaya koymak mümkündür. Düşünme, Varlık üzerindeki baskınlı­ ğını ve Varlığın karşısında oluşunu böylece arttırmış olur.20 18 19 20

Heidegger, Introduction to Metaphysics, p. 1 2 1 - 1 22. Heidegger, Introduction to Metaphysics, p. 1 23. Heldegger. Introduction to Metaphysics, p. 209.

Heldegger'tn Varoluşçu Henneneutlğlne Giriş

53

Modern dönemdeki özne-nesne ayrımından kaynaklanan bu aynında, düşünmenin Varlığın sebebi olan bir yeti olarak gö­ rülmesi nedeniyle Varlık, düşünmenin egemenliği altında kal­ mıştır. Çünkü Varlığı belirleyen şey, düşünmedir. Varlık ve düşünme ayrımıyla modern felsefede yeni bir dü­ şünce şekli ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte kendisini gösteren düalist görüş önem kazanır. Özne ve özne olmayan (madde) aynını sonucunda özne ön plana çıkar. Halbuki özne bir nesne değildir. Sözgelimi Descartes'ın cogitosu ayn bir tözdür. Dolayısıyla madde düşünceden farklıdır. Ancak mad­ de ve düşünce iki ayn töz olsalar da sonsuz töz olan Tann'ya var olma bakımından bağlıdırlar. Modern felsefedeki bu düa­ lizme karşılık Heidegger, Parmenides düşüncesinde Varlık ve düşüncenin aynı olduklarını ve Logos'la Physis'in Varlığa karşılık geldiğini söyler. Bu aynılık da Descartes ile birlikte düalist görüş şeklini alır.21 Bu nedenlerle Varlık ve düşünme aynını da bize Varlığın anlamını vermekten uzaktır. Varlık ve zorunluluk aynını ise başlangıçta physis (doğa) olan Varlığın kendisini eidos (döoç) ve idea (iöfo.) olarak sun­ masıyla ilgilidir. Varlığın idea olarak belirlenmesiyle birlikte zorunluluk da Varlığın karşısındaki yerini almış olmaktadır. Bu belirlenim ile düşünme, ifadenin logosu (dialegesthai) ola­ rak tanımlayıcı bir rol üstlenmektedir. Böylece modern dö­ nemde düşünmenin kendi kendisine yeten akıl olarak bas­ kınlık kazanması da Varlık ve zorunluluk arasındaki aynını hazır hale getirmiş ve bu süreç Kant'ta tamamlanmıştır. Kant için varlıklar (beings) doğa demektir. Aynı zamanda hem akıl hem de akıl tarafından belirlenen kategorik buyruk, doğanın karşıtı durumdadır. Kant, bunu defalarca zorunluluk olarak adlandırmıştır. Kant'tan sonra Fichte de Varlık ve zorunlulu­ ğun karşıtlığını sisteminin temel çerçevesine yerleştirmiştir. Varlıkların bu üstünlüklerinden dolayı zorunluluk tehlike­ ye atılarak, kendi kendisini ifade etmek ve temellendirmek durumunda kalmıştır. Zorunlu olan şey, kendisi ile ilgili bir iddia ya da sahip olduğu bir değer ile ortaya çıkabilir duru21

Çüçen, Heidegger Felsefesinde Varlık'ın Anlamı Üzerine, s . 39.

54

Martin Heidegger ve Varoluşçu Henneneutik

ma gelmiştir. Kısaca değerler zorunluluğun temeli durumuna gelmiştir. Ancak değerler de her ne kadar geçerliliklerini ko­ rusalar da hep varlıkların Varlığının karşısında olmuşlardır. Nietzsche gibi değerleri yeniden oluşturmaya çalışan filozof­ lar bile değerlerin bakış açısından kurtulamamıştır.22 Varlığın geleneksel metafızikteki ele alınış şekli ile ilgili olarak çok da fazla bilgi vermeyen bu aynın da bizlere Varlığın anlanunı ver­ mekten uzaktır. Kant'ın zorunlu olan ile koşullu olan arasın­ da yaptığı aynın, ahlaki boyutta olduğundan insani değerler belirleyici konuma gelmiştir. Oysaki tek başına var olamayan değerlerin zorunluluğun temeli olması olanaksızdır. Zorun­ luluk da tek başına kendi kendisini temellendiremediğinden Varlık ve zorunluluk arasındaki bu belirlenim, bizleri daha da karmaşıklığa sürüklemektedir. Bu nedenle de Varlığın anla­ mını karanlıklaştırmaktadır. Heidegger, Varlığın anlamının unutulmasına yol açan bu ayrımlar ve ilişkilendirmeler dışında Varlık ve Zaman'da Var­ lık hakkında yapılan uç yanlış yorumdan bahsetmektedir. Bu yorumlar şu şekildedir: 1. Varlık, en evrensel (universal) kavramdır. Varlık anla­ yışı, zaten varolan olarak kavranan herhangi bir şeyde kapsanmıştır. Fakat Varlığın evrenselliği sınıf ya da tür evrenselliği değildir. Çünkü varolanlar cinslerine göre kavramsal olarak ifade edildiğinde Varlık, varolanların en üst dünyasını ifade etmez. Bu nedenledir ki Varlığın evrenselliği, bütün cins evrenselliklerini aşmaktadır. Ortaçağ ontolojisine göre Varlık, aşkındır. Aristoteles, şeylere ait kavramların çokluğu karşısında tümelin bir­ liğini savunarak Varlık sorununu yeni bir temele oturt­ maya çalıştıysa da kategorik ilişkilerin karanlığını ay­ dınlatamamıştır. Dolayısıyla Varlık kavramı en evrensel kavramdır demek, onun en açık kavram olmasını gerek­ tirmez aksine en karanlık kavram oluşuna işaret eder. 23

22 23

Heidegger, Jntroduction to Metaphysics, p. 2 1 1 -2 1 3. Heldegger. Being and Time, p. 22-23.

Heidegger'ln Varoluşçu Hermeneutiğine Giriş

55

2. Varlık kavramına dair il