Mahremiyetin Kısa Tarihi [1 ed.]
 9786258242003

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

MAHREMİYETİN KISA TARİHİ

F@ı.'.

2.22.

© MAK GRUP MEDYA PRO. REK. YAY. A.Ş. SERTİFİKA No: 44396 TARiH 05

ŞEYLER TARİHİ OI

MAl:-IREMll'ETlN KISA TARİH} DAVID VıNCENT ÇEVİREN: ORHAN Düz ÖZGÜN ADI: PRIVACY-A 5HORT HISTORY EDiSYON: POLITY ı.or6 YAYINA HAZIRLAYAN: CANSU AKSOY SON OKUMA: İSMAİL YILMAZ GöRSEL YÖNETMEN: NURULLAH ÔZBAY GRAFiK TASARIM VE UYGULAMA: TAVOOS

BASKI: AYRINTI BASIM YAY. VE MAT. Hİz. SAN. Tİc. A.Ş. MATBAA SERTİFİKA No: 49599

r. BASKI: KASIM

2.02.2.

İLETiŞiM ADRESLERİ CINNAH CD. KıRKPINAR SK. 5/4

06420 ÇANKAYA ANKARA

TEL.: OJI2.. 439 OI 69 www.folkitap.com

[email protected] [email protected] wwv.•.twitter.com/folkitap

MAHREMİYETİN KISA TARİHİ

DAVID VINCENT

ÇEVİREN ORHAN Düz

DAVJD VıNCENT

York Ü niversitesi'nden lisans derecesini aldıktan sonra Sidney Sussex College Cambridge'de doktora derecesi aldı. Çeşitli üniversitelerde görev alan Vincent, çalışmalarını Cambridge University'de m isafir öğretim üyesi olarak sürdürmektedir. Başlıca eserleri: Bread Kııowledge aııd Freedom. A Stııdy of

Nineteeııth Ceııtury Workiııg Class Aııtobiography; Literacy aııd Popıılar Cııltııre. Eııglaııd 1750-1914; The Cıılture ofSecrecy: Britaiıı 1832-1998; The Rise of Mass Literacy. Readiııg aııd \Vriting in Modem Eıırope.

ORHAN Düz

2000 yılında Boğaziçi Ü niversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü'nden mezun oldu. Pek çok alanda önemli eseri Türkçeye kazandırmıştır. Başlıca çevirileri: Karısmı Şapka Saııaıı Adam, Sanat 101, Biri Beni

Gözetliyor, Yeni Eııtelektiiel için, Sanat Neye Yarar, Sigmımd Freud'ım Misyonu, Ortaçağın Sonbaharı, Sııfizm ve Psikoloji, Kııantum Bilmecesi.

İÇİNDEKİLER

ÔNSÖZ

II

I

MAHREMİYE1TEN ÖNCE MAHREMiYET

14

2

MAHREMiYET VE İLETİŞiM

55

3

MAHREMİYET VE REFAH

96

4 MAHREMİYET VE MODERNİTE

140

5

MAHREMİYET VE DİJiTAL ÇA�

r90

ÜKUMA ÖNERİLERi

23 5

DİZİN

245

ÖN SÖZ

Mahremiyetin tarihi, gürültü ile sessizliğin merak uyandı­ ran bir karışımıdır. Mahremiyet kavramı hakkında geniş hacimli olmakla beraber yine de yetersiz bir literatür var; ayrıca kişisel bilginin korunmasına karşı çağdaş tehditlere dair ateşli tartışmalar da devam ediyor. Öte yandan mevcut değerlendirmelerin çoğu, ABD'de gerçekleşen 9/11 olayla­ rından önceki on yılları mahremiyetin Ortaçağı olarak ka­ bul etmektedir ve internetten önceki on yıllar, zamanın sisi içinde kaybolmuştur. Tarihsel perspektife duyulan ihtiyaç, genellikle Jeremy Bentham veya George Orwell'a yapılan ikinci el, kısa atıflarla karşılanıyor. Birleşik Krallık'ta mah­ remiyet üzerine yapılmış ilk resmi inceleme olan 1972 ta­ rihli Younger Report, konu hakkında yazılı tarihsel kaynak eksikliğinden dert yanıyordu. David Flaherty'nin sömürgeci Yeni 1ngiltere'yi anlattığı, şimdilerde klasik haline gelmiş kitabı zamanının ilk monografisi olarak yayınlanmak üze­ reydi; işte bu kitaptan sonra ta Ortaçağdan başlayıp klasik dünyaya kadar uzanan mahremiyet konulu mükemmel ça­ lışmalar yayımlandı. Bununla beraber Philippe Aries ve Ge­ orges Duby'nin rehberliğinde yürütülmüş, 1980'lerin sonu ve 1990'ların başına ait geniş hacimli, çok yazarlı, etkileyici bir inceleme dışındaki çalışmalar, birbiriyle pek bağlantısı olmayan kitaplar ve makalelerden oluşan bir takımada­ ya benziyordu. Barınma, ibadet, edebi kültür ve okumayı içeren kültür ve yaşantının kritik alanları, değişimin ana hikayesiyle çoğunlukla sadece yüzeysel anlamda ilişkiliydi; neticede geçmişte insanların gözlerden uzak olma arayışları­ nı ve kendi evleri dışında özel ilişki kurma biçimlerini içeren

MAHREMiYETiN KısA TARiHi

bir dizi konu, sistematik tarihsel değerlendirmeye tabi tutul­ mayı beklemektedir. Önümüzdeki sayfalarda okuyacağınız kısa tarihçe sadece mevcut tartışmalara katılanlara berrak bir zamansal pers­ pektif sunmayı değil, aynı zamanda peş peşe gelen asırlarda kendilerine has koşullarda ortaya çıkan kavramları ve pra­ tikleri anlatırken mahremiyetin uzun süreli gelişimini açık­ lamayı da amaçlamaktadır. Mevcut külliyatın parçalı doğa­ sı göz önüne alındığında, bu kitap, özellikle kitle iletişimi, barınma, din, aile hukuku ve gözetim alanlarında kısmen literatür araştırması, kısmen de birbirine yakın araştırma bi­ rimlerinin bir incelemesidir. Çalışmamız baştan sona birincil kaynaklara dayanmaktadır; ancak kitap boyunca, karmaşık özlemleri dengelemeye çalışanların duygu ve eylemlerinin dokusundan da uzaklaşmamaya gayret ettik. Elinizdeki ki­ tap Ortaçağın sonlarından başlayıp Snowden'in1 ifşaatıyla ortaya saçılan şeylerle son bulan basit bir kronolojiyi takip etmektedir. Kitabı oluşturan beş bölümde yer alan tarihler, konunun doğası gereği yaklaşık tarihlerdir. Temaların çoğu dönemler arasındaki sınırları aşıyor. Dijital devrimi işleyen son bölümde bile bilgisayar etkisinin başlangıcı, tayin edilen 1970 yılının öncesine veya sonrasına tarihlendirilebilir. Ki­ tabımız mahremiyet hakkındaki mevcut yayın alanını, ilgili alanlardaki çalışmaları ve daha çok araştırılmayı bekleyen konuları özetleyen bir ilave okuma önerisiyle sona eriyor. Bu türden bir girişim, bu alandaki devlerin sırtında yük­ selme imkanına sahip değildi; ancak yine de zorlu yolda düşe kalka ilerlerken tarihin tozlu sayfaları arasında unu­ tulmama umudunu taşıyor. Uzun soluklu bir anlatıyı takip etmek, beni, 19. yüzyıl tarihindeki o konforlu alanımdan dışarı çıkmaya zorladı; kitabı yayına hazırlarken dilbilgisi yanlışlarının yanı sıra diğer hataları düzeltmeme yardımcı 1 Yazar burada 1983 doğumlu ABD'li bilgisayar uzmanı Edward Snowden'i kas­ tediyor. Snowden çalıştığı ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı'na (CIA) ve Ulusal Güvenlik Dairesi'ne ait gizli belgeleri basına sızdırmıştı. (Çev.)

12

oldukları için Anne Laurence ve Amanda Goodrich'e, diji­ tal devrimin seyrini ve sonuçlarını bilgi dolu ölÇülü bir kav­ rayışla bana aktaran John Nughton'a ve tartişmanın çeşitli aşamalarında katkıda bulunan Britanya'daki ve Avrupa'nın çeşitli yerlerindeki takipçilere minnettarım. Polity'den Elli­ ott Karstadt ve Andrea Drugan epey uzun bir proje olduğu sonradan anlaşılan bu çalışmaya inandılar. Charlotte Vin­ cent metindeki her sözcük ve ifadeyi inceledi ve gereken her noktada "Bu ne anlama geliyor" sorusunu sabırla sordu. Her zaman olduğu gibi ona en içten teşekkürlerimi sunuyo­ rum. Bu kitabı gerçek mahremiyet değeri taşıyan ömür boyu dostluğa adıyorum.

SHRAWARDINE, HAZİRAN 2015

I

.MAHREMİYETIEN ÖNCE MAHREMİYET x300-x650

Londra Assize of Nuisance Mahkemesi'nin1 13 Temmuz 1341 Cuma günü zapta geçirdiği ifadeye göre "Aziz John de Walbrok bölgesinde hizmetçileriyle birlikte ikamet eden John Luter'in dul eşi Isabel, komşusu 'derici' John Trappe'den şikayetçi olur." Şikayetin gerekçesine gelince, 'derici' John Trappe'nin evindeki dört pencerenin camı kırıktır ve kendisi de hizmetçileri de bu pencerelerden dul Isabel'in evinin bah­ çesini görebilmektedir. Durum mahkeme heyeti tarafından yerinde incelenmiş ve davalının pencerelerini 40 gün içinde onarması gerektiği hükmüne varılmıştır. Gelgelelim dul Isabel bununla yetinmeye niyetli değildi. Daha sonra Aziz Stephen de Walbrok bölgesindeki dairesine komşu olan 'derici' John de Thorp'dan şikayetçi oldu. Dul Isabel'in kazandığı davanın şikayet gerekçesine gelince, "evini çevreleyen duvarların yer­ den yüksekliği 4 metre 88 santimden fazla değildir", dolayı­ sıyla yedi penceresi olan 'derici' John de Thorp'un yukarıdaki dairesinden kendi dairesi görülebilmektedir, hatta hem dava­ lının kendisi hem de hizmetçileri davacının evini görebilmek­ tedir. Bu şikayet üzerine 'balıkçı John de Leche' davasever dul yüzünden mahkemeye çağrıldı. Bu komşusunu, 'aynı bölgede davacının evine bitişik evinin duvarı üstünde kurşuni renkli bir gözetlemesi kulesi yaptırmak ve hane halkıyla beraber (ya­ kınları da dahil) gün boyu orada ayakta durarak davacının ve 1

Assize of Nuisance Mahkemesi pis koku, gürültü patırtı ve gözetleme vb. şey­ lerle etrafa rahatsızlık vermek suretiyle mülkiyet kullanım hakkını ihlal etme davalarına bakan mahkeme. (Çev.)

MAllRF.MIYF.1TF.N ÔSCE MAtıRE.\ilYET

hizmetçilerinin özel hayatını gözetlemekle' suçladı. Son ola­ rak dikkatini kendi evini yukarından gören başka bir ev sahi­ bine çevirdi, bu dördüncü vaka oluyordu. "Aynı lsabel, aynı bölgede kendi evini, bitişiğindeki on iki küçük pencereli dai­ resinden yukarıdan gören, dolayısıyla kendisinin de hizmetçi­ lerinin de davacının ve hizmetçilerinin özel hayatını gözetle­ yebildiği Simon Corp'un dul karısı Joan'dan şikayetçi oldu." Yerinde incelemelerin ardından tüm davalarda şikayetçi haklı bulundu ve 'örfi hukukun öngördüğü ceza gereği' 40 gün için­ de sorunun çözülmesi ihtarıyla sonuçlandı.2 Ortaçağın sonlarında Londra'nın kalabalık sokakların­ da yaşanan bu anlaşmazlıklar, mahremiyet özleminin 17. yüzyıla kadar ortaya çıkmadığı ve kalabalık kitlelerin naza­ rında gerçekliğe kavuşması için en az iki asır daha geçmesi gerektiği yönündeki yaygın kanaate meydan okumaktadır. Ev hayatının gözetlenmesine karşı koruma talebi, mahkeme celselerinde görüşülüyordu. Kolektif alana ait olması nede­ niyle kamu otoritesine tabi olan konular ile aile reisinin yö­ netimindeki kapalı bir topluluğa ait konular arasında Latince

privatus [mahremiyet veya gizlilik] teriminde saklı olan bir ayrım işlerlik kazanmıştı.3 Bu sınır, yanlış konumlandıkları için kimi tarihçiler tarafından görülememektedir.4 Modern 2 Bütün bu davaların kaydedildiği kaynak için bkz. Helcna M. Chew ve William

3



Kellaway (der.), Lo11don Assize of N11isa11ce, 1301 -1431, London Record So­ ciery Publications, cilt X, Londra: London Record Sociery, 1973 , s. 88. Georges Duby, 'lntroduction: Private Power, Public Power', A History of Pri­ vate Life. II: Revelations of tlıe Medieval World, der. Georges Duby, Cambrid­ ge, MA: Belknap Press, 1 988, s. 4-6. Ayrıca bkz. Emily Cockaync, Cheek by joıvl: A History of Neighboıırs, Lond­ ra: Bodley Head, 2012, s. 14; Judith F landers, The Making of Home, Londra: Atlantic Books, 2014, s. 67; Edwin Heathcote, The Meaning of Honıe, Londra: Franccs Lincoln, 2012, s. 155; Thomas O'Connor, 'The Right to Privacy in His­ torical Pcrspective', Massachıısetts Laıv Qııarterly, 53 (Haziran 1 968), s. 102; Lawrence Stone, The Family, Sex and Marriage iıı England 1 500-1800, Har­ mondsworth: Penguin, 1 979, s. 170; Peter Earle, A City Fııll of People: Men and Women of Loııdo11 165�1750, Londra: Methuen, 1 994, s. 21 1 ; Edward Shils, 'Privacy and Power', Center and Periphery: Essays iıı Macrosociology, Edward Shils, Chicago: Universiry of Chicago Press, 1 975, s. 323.

15

MAllREMIYF.TIN KısA TARlııl

çağdaki bireyci mahremiyet kavramı, Warren ile Brandeis'in 1890 tarihli etkileyici çalışmasındaki 'yalnız kalma hakkı' ta­ nımında en güçlü yankısını bulup ilgi gördü.5 Burada vurgu, dışarıdaki her türlü failden kaynaklanabilecek tecavüz veya hırsızlığa karşı kendi şahsi hayatını koruyan, kendine yeten, yalıtılmış yurttaş üzerineydi. 6 Tahmin edileceği üzere bu yurt­ taşı, 14. yüzyıl Avrupası'nın herhangi bir yerinde, şehir ya da kır topluluklarının ince duvarlarının içinde ve kalabalık hane halklarının arasında bulmak zordur. Muhtemelen genişleyen manastır mezheplerinin özelleşmiş ortamı dışında neredeyse herkes, hayatını başkalarıyla, eşleri, çocukları, hizmetçileri, iş arkadaşları veya geçici misafirleriyle paylaşıyordu. Diane Shaw şöyle yazıyor: "Fiziksel mahremiyet kavramının Orta­ çağ toplumunda bulunmadığı yönündeki yanlış kanı, belki de mahremiyetin komünal ve göreli değil de bireysel ve mutlak olduğu yönündeki modern varsayımdan kaynaklanıyor."7 Mahremiyetin hikayesi yokluktan icada, azdan çoğa, hatta ilerleyen bölümlerde göreceğimiz gibi, kolektif olan­ dan şahsi olana doğru bir yolculuk değildir. Mahremiyetin tarihinde başlangıçlar yoktur, sadece tehdit altındaki sonlar vardır. William Reddy'nin ileri sürdüğü gibi, değişen fiziki ve normatif bağlamlarla etkileşim içine olan ama bunlara tamamen bağlı olmayan ve uzun dönemler boyunca hüküm sürmüş değerleri ve davranışları saptamak mümkündür.8 Burada yapılması gereken iş, mahremiyetin asırlar boyunca tanınabilir özelliklerinin yanı sıra belirli dönemlerin amaç­ larına ve kısıtlamalarına has özelliklerini de teşhis etmektir. Mahremiyet samimi toplumsal ilişkilerin yürütülmesiyle öy­ lesine derinden ilişkilidir ki yazılı tarihin herhangi bir döne5

Samuel D. Warren ve Louis D. Brandeis, 'The Right to Privacy', Harvard Laıv Revieıv, 4, 5 ( 1 890 ), s. 1 93-220. Makalede bkz. s. 2, 76-7, 1 1 6. • Alan F. Westin, Privacy and Freedom, Londra: Bodley Head, 1 9 70, s. 7. Diane Shaw, 'The Construction of the Private in Medieval London', ]oımıal of Medieval and Early Modem St11dies, 26 ( 1 996), s. 450. 8 William Reddy, The Navigatio11 of Feeliııg: A Framework for the History of Emotioııs, Cambridge: Cambridge University Press, 200 1 , s. 45.

16

/l.IAHREMIYETrF.N ÖNCE MAHREMiYET

minde mahremiyetin bütünüyle yokluğunu hayal etmek bile çok zordur. Nitekim Diana Webb'in Ortaçağa dair sözlerine kulak verecek olursak: "Hiç kuşkusuz bireyler, aileler veya grupların kamu denetiminden uzaklaşıp kendi mekanlarına sığınma hakkı talep ettikleri zamanlar hep olmuştur. "9 İnsanların ne kendileriyle ne de birbirleriyle ilişkilerinde tutarlılık taşıyan bu kabuğuna çekilme tutumunda zaman içinde gözlemlenen üç farklı saik söz konusuydu. Bunların birincisi, yürütülebilmeleri için korunaklı bir iletişim ala­ nına gerek duyulan samimi ilişkilerin beslenmesiydi. İkinci saik, bireylerin kendi zihinsel arşivlerini yönetebilecekleri ve bedensel işlevlerini yerine getirebilecekleri içsel bir manevi dünya arayışıydı. Elbette, dışsal otoriter yapıların müdaha­ lesine karşı düşünce ve davranışların savunulması da söz konusuydu. Bunların her birini Ortaçağın son döneminde görebiliyoruz ama büründükleri formlar sonraki yüzyıllar­ da kökten değişecekti. 14. yüzyılın Londrası'nın çok işlevli ve şekilden şekle giren hane halklarındaki samimiyet bek­ lentisi, geç modern çağın sıkı aile birimlerindeki duygularla sadece uzaktan ilişkiliydi. Kendi kabuğuna çekilme ve tefek­ kür alanı olarak mahremiyetin, bu bölümün ilerleyen sayfa­ larında ele alacağımız gizli ibadet dünyasında çıkacağı uzun bir yolculuk vardı. Tabii bu dönemde, liberal demokrasinin tanımlayıcı bir özelliği haline gelmiş devlet karşısında özel alan, otoriteler ile hane halkları arasındaki çatışmalarda an­ cak uzaktan hayal meyal seçilebiliyordu. Aradan geçen yıllar zarfında mahremiyet terminolojisi yalan yanlış durumdadır ve son bölümde öne süreceğimiz gibi, kişisel bilgiyi kont­ rol etme hakkının kapsamına sosyal ve siyasi faaliyetlerin de rahatlıkla dahil edilmesi eğilimi, günümüzde de varlığını sürdürmektedir. 9 Diana Webb,

Privacy aııd Solitııde i11 the Middle Ages, Londra ve New York: Hambledon Continuum, 2007, s. ix. Ayrıca bkz. lrwin Altman, " Privacy Regu­ lation: Culturally üniversal or Culturally Specific?", ]oımıal of Social Issues, 33, 3 ( 1 977), s. 81-2. 17

MAHREMiYETiN KtSA TARiHi

Mahremiyetin karmaşık evrimi boyunca Londra Assize of Nuisance mahkemesinde görülen davaların dönem içinde değişmeden kalan bazı özellikleri vardı. Bunlardan ilki, mah­ remiyetin tanımı ve savunulmasıyla ilgiliydi. Ne kadar kapalı, yetersiz ve kalabalık olursa olsun mesken yerinin içi ile dışı arasında kritik bir ayrım vardı. Düşünceler ve davranışlardan haberdar olma beklentisi, eşik aşıldıktan sonra kökten deği­ şiyordu. Kapı dayanıksız, kilidi kalitesiz, ortak duvarlar ses, koku ve nemi geçiriyor olabilirdi ama sokaktan ev ortamına girme eylemi bir dizi özel şartı da beraberinde getiriyordu. Bu nedenle, yeni oluşmaya başlayan yasal mahremiyet savunusu, mülkte ikamet etmekle ilgili daha geniş kapsamlı bir haklar kümesiyle bağlantılıydı. Haneye tecavüz eylemi, ev sahipleri­ ne kendi meskenlerinin fiziksel işgaline karşı dava açma hak­ kı veren, 14. yüzyıl başındaki mahkemelerde şekillenmeye başladı. Rahatsızlık kavramı, şikayetçinin ikamet ettiği yerin değerinin komşu binaların sakinlerinin davranışları yüzünden düşmesine yol açan her türlü tutumu kapsıyordu. Bir kişi kendi mülkünü, bir başka mülkün kullanımına maddi olarak zarar verecek şekilde inşa edemez ve orada bu şekilde oturamazdı. ıo Her şeyden önce, bunun kalabalık Ortaçağ şehir toplumla­ rındaki anlamı, ev ve apartman inşaatında tüm yakın çevreyi yangın tehlikesinden koruyacak malzemelerin kullanılmasını şart koşmaktı. Bu aynı zamanda, hem yağmur suyunun hem de kanalizasyondan kaynaklanan pis kokuların komşu bina­ ya sızmaması anlamına geliyordu. Bu, ayrıca orada ikamet edenlerin kendi kapalı iletişim evrenini kullanmalarının ses ve görüntüyle engellenemeyeceğini de ifade ediyordu. Pen­ cereler söz konusu olduğunda, camın lüks olduğu devirlerde sadece kepenk mevcut olsa da her iki hanenin sakinlerinin de kendi mülklerinden dışarıyı görebilmesi ama komşunun 10

r8

David Gibbons, A Treatise on the Law of Di/apidations aııd Nııisaııces, 2. baskı, Londra: john Weale, 1 849, s. xxv; C. C. Knowles ve P. H. Pitt, The History of Bııilding Regıılatioıı in London 1189-1972, Londra: Architectural Press, 1 972, s. 6-14.

MAHREMIYEınN ÔNCE MAHREMiYET

evininin içini görmemesi gerektiği anlaşılıyordu. Ortak du­ varların yeterli kalitede olması için çaba sarf edilmişti, fakat malzemelerin çürümesi veya kalitesizliği yüzünden zamanla deliklerin oluşması halinde, bitişikteki hanenin halkından, komşusunu dinlememesi ve kendi ev işlerini gürültü çıkar­ madan, yani komşunun günlük hayatını sekteye uğratmadan yapması bekleniyordu. Davacılar kendi mülklerinin kullanı­ mına yönelik fiili tecavüzler arasındaki farka aldırış etmiyor­ lardı. Yukarıda zikrettiğimiz Londra mahkemesinde yaklaşık altı davadan birinin kapılar ve pencereler yoluyla meydana gelen mahremiyet ihlalini içerdiğini hesaplayabiliyoruz, 11 an­ cak bu davalar çoğu zaman ilave başka şikayetlerle birlikte görülüyordu. Sözgelimi 29 Şubat 1348 tarihli kayıtta şöyle yazıyordu: "Simon de Worthstede, Aziz Alban de Wodestrete bölgesinde kendi evine bitişik olan altı pencereli ve iki men­ fezli evden Robert Bisshop ve Roger Madour tarafından özel hayatının dikizlendiğini, ayrıca zikrettiğimiz iki menfezden kendi arazisine dışkı atıldığını ve çöp döküldüğünü bildirerek isimleri geçen kişilerden şikayetçi olmuştur."12 İkinci özellik, anlaşmazlıkların genelde iki toplumsal grup arasında olmasıydı. Hane reisi kendi mahiyetinde olan akrabaları ve hizmetçileri de kapsayacak şekilde sorumlu olduğu herkes adına, başka bir ev sahibinin ve onun ma­ hiyetindeki hane halkının davranışlarını dava edebiliyordu. The Assize'ın 26 Şubat 1 350 tarihli kaydına göre, "dericilik yapan vatandaş Adam de Buri ve eşi Alice, 4,42 m uzunlu­ ğunda ve 5,08 cm genişliğinde şerit oluk bulunmadığı için 'balıkçı' John Le Leche'nin dul karısı Maud'un Aziz John de Walbrok bölgesinde kendi evlerine bitişik dairesinden kendi arazilerine yağmur suyu aktığı, ayrıca hem Maud'un hem de hizmetçilerinin iki pencereden kendilerinin ve hizmetçileri­ nin özel hayatlarını gözleye bildikleri için şikayetçi oldular." 13 1 1 Cockayne, age., s. 30. ız

13

Chew ve Kellaway, age., s. 100. Chew ve Kellaway,age., s. 103.

19

MAHREMiYETiN

KISA TARiHi

Ortaçağ sonlarında ve erken modern dönemde birlikte ika­ met eden bir akraba grubu olarak aile ile aynı çatı altın­ da yaşayan bireyler topluluğu olarak hane halkı arasında önemli bir fark yoktu.14 Onlar birlikte hem bir otorite yapısı hem de sınırları olan bir iletişim ağı teşkil ediyorlardı. Yaşı, cinsiyeti ve mesleki statüsü ne olursa olsun hane halkının tümü, öteki tarafından gözlenmeden ve ötekine kulak misa­ firi olmadan birbiriyle etkileşim halinde olmayı bekliyordu. Onlar karı ve koca, ebeveyn ve çocuk, efendi ve hizmetçi olarak aslında eviçi mekanın fiziksel sınırlarından uzaklaş­ tıkları anda bozulacak veya ihanete uğrayacak yakınlıkları paylaşıyorlardı. Hane içindeki bilgi ve söylemin karmaşık ve kırılgan sınırları, elbette aile fertleri arasındaki ilişkilerde ve aile reisi için de geçerliydi. Yasalar ancak ikamet ettikleri binanın eşiğinin ötesine geçince uygulanabilirdi. Londra Assize of Nuisance Mahkemesi'ne gelen davalar, gayriresmi müzakerenin başarısızlığını temsil ediyordu. Bu tür davalar için atanmış kişilerden oluşan kanm uzlaştırma heyeti, anlaşmazlığa konu olan yeri bizzat ziyaret ediyordu. Süreç, mahremiyetin çok farklı değişkenlerde ve bağlamlar­ da zaman içinde istikrarını koruduğu üçüncü bir özelliğini yansıtıyordu. 14. yüzyıl Londra'sında mahremiyet, nadir bulunan tartışmalı bir metaydı. Sahip olunan bir şey veya güvenceye alınmış bir hak değildi, daha ziyade elde etmek için başka hedeflerden vazgeçmeyi, korumak için sürekli ihtiyatı, bitmek bilmeyen ayarlamaları, sıklıkla hayal kı­ rıklığını ve zaman zaman çatışmayı gerektiren bir özlemdi. Neyin arzulandığı ve mümkün olduğuna dair hükümler, değişen normatif ve fiziksel yapılar tarafından belirleniyor­ du.15 Christena Nippert-Eng'in üzerinde çalıştığı modern za­ manın Chicagosu'ndaki orta sınıf apartmanlarında olduğu John R. Gillis, A World of Their Owıı Makiııg: Myth, Ritual aııd the Qııest for Fanıily Va/11es, Cambridge, MA: Harvard University Prcss, 1996, s. 33. 1 1 Barbara H. Rosenwein, Emotional Commuııities iıı the Early Middle Ages, Ithaca: CornellJJniversity Prcss, 2006, s. 191. 14

20

M.•llREMIYEITEN ÔNCE

MAHRU.tlYET

gibi, Ortaçağ evlerinin sıkışık, çok işlevli iç mekanlarında mahremiyet, nasıl tasavvur ediliyor ve açıklanıyor olursa olsun, çaba, tercih ve uzlaşıyı içeren bir pratikti. 16 Mahremi­ yet komisyonu üyesi ve aynı zamanda tarihçi olan David H. Flaherty'nin yazdığı gibi, "Kayıtlı Batı tarihi boyunca mah­ remiyet her zaman meydan okumaya maruz kalmıştır."17 Mahremiyet kavramı uzun vadeli ele alınırken yapılan birçok hata evrensellik ile sıradanlık ve' yokluk ile zorluk arasındaki farkı ortadan kaldırmıştır. İnziva ile samimiyet arasındaki dengeyi korumak seçkin evler dışında çok zordu; temizlik işleri ve hizmetçilerin kaçınılmaz varlığıyla beraber sorunlar artıyordu. Her zaman başka birilerinin de bulun­ duğu odalarda sadece ilgili kişinin duyabileceği bir tonda konuşmak .hiç de kolay değildi; yine de bunu başarmak için uğraşılıyordu. Eğilimleri, refah düzeyleri ve kişiliklerine göre ayrılan bireyler ve gruplar, mahremiyetin farklı faaliyet ve hoşgörü seviyelerini içeren biçimlerini yürütüyorlardı. John Luter'in dul karısı Isabel'in neden gayriresmi itirazlardan vazgeçip Temmuz 1 341 'de tüm komşularıyla tek seferde hesaplaşmaya karar verdiği bilinmiyor. Hiç kuşkusuz hane reisleri, hane halkının mahremiyetini korumaya yönelik bitmek bilmeyen mücadelelerinde değişik taktikler seçebi­ liyorlardı. Hukuk tarihinin bu erken döneminde bile mah­ kemelerin, erkeklerin yanı sıra hizmetçi istihdam eden sınıfa mensup kadınlara açık olması çok önemli olmakla birlikte, mahkemeye son çare olarak başvuruluyordu. Son özellik ise anlaşmazlıkların bir şekilde bilgi aktarımını içeriyor olmasıydı. Davalar, nelerin görülebildiği ve duyula­ bildiği ve konuşma sınırlarının nasıl kontrol altında tutuldu­ ğuyla ilgiliydi. Bu araştırma, yüz yüze iletişimin hem tarihiy16 Christena Nippert-Eng, lsla11ds of Privacy, Chicago: University of Chicago Press, 20 10. 17 David H. Flaherty, 'Visions of Privacy: Past, Present, and Fucure', Visio11s of

Privacy: Policy Choices for the Digital Age, der. Colin J. Bennerc ve Rebecca Gram, Toronco: Universiry of Toronco Press, 1999, s. 26.

J'.i.\HREMIYE11N

KiSi. TARiHi

le hem de kişisel yazışmanın ortaya çıkışından 15. yüzyılda matbaanın keşfine ve 21. yüzyılın başlarında sosyal medya­ nın ortaya çıkmasına kadar uzanan düşünce ve duyguyu ifade etme ve kaydetmenin daha resmi araçlarıyla nasıl etkileşim içinde olduğuyla ilgilenmektedir. Zaman ve mekanın ayırdığı insanları birbirine bağlayan kalem ve kağıdın devreye girdiği o ilk andan itibaren bu zımni mahremiyet kategorisini, bir­ birini tanıyan bireyler arasındaki fiziksel etkileşim kategori­ lerine dahil etmek mümkündür. Her gelişme, mahremiyetin yönetilme alanını hem genişletmiş hem de gölgelemiştir. Mek­ tupların adresine ulaşması ve alıcısına teslim edilmesiyle ilgili endişeler birbirini takip eden teknolojiler tarafından sürekli yeniden biçimlendirilmiştir. Bu ikilemlerin çözülmesi, sadece iletişim mekanizmasına değil, aynı zamanda bir geçmişi ve birlikte beklenilen bir geleceği paylaşanlar arasındaki sözle anlatılması imkansız imalara, her bir özel kayıttaki bilgi alış­ verişinin bağlamlarına ve kurallarına dayanıyordu. Mahremiyetin mülkiyetle ilişkisi, ev tasarımının evrimi­ ni, onun erken tarihinden beri merkeze koymuştur. Geriye dönüp Ortaçağın sonlarına bakıldığında, dolaylı davranış­ lar ve üstü kapalı tavırlardan oluşan bir alanda, en azından bina dağılımının katı fiziksel varlığından kaynaklanan apaçık bir konforun varlığı görülür. Arkeolojik ve belgelere dayalı araştırmaların sonuçları, hiç değilse köylü sınıfının en zen­ gin üyelerinin barındığı evlerin belli ölçüde sağlamlık ve sü­ reklilik taşıdığını ortaya koymuştur.18 Yaşam alanları çi&lik hayvanlarından ayrılıyor ve hane halkı evdeki domestik ve üretken faaliyetlerini, içinde bölünmüş odaların bulunduğu binalarda yürütüyordu. Mekanlar arasındaki muhtemel işlev farklılıkları tamamen göreceliydi. Üç gözlü bir evin herhangi bir odası, uyumak da dahil olmak üzere özel olarak tanım­ lanmış herhangi bir faaliyete tahsis edilmemişti. Mevsimlik 18

jane Grenville, Medieval Housi11g, Leicester: Leicester University Press, 1999, s. 127-32.

�fAMRE.\llYETTEN ÔNCE MAHREMiYET

iş talepleri, ısı ve ışıktaki değişimler, ev halkının günlük rutin içinde evi nasıl çekip çevireceklerini belirleyen en güçlü fak­ törlerdi. Pencereler küçük ve camsızdı, dumanlı ocaklar orta yerde duruyordu. Alt orta sınıflar ve daha yüksek sınıflar, salona bitişik birkaç odadan müteşekkil tek katlı bir bina­ yı kullanırken, sosyal piramidin daha alt tabakasındakilerde olduğu gibi yemek yeme, sohbet etme, işleri çekip çevirme ve uyuma gibi etkinlikler, ihtiyaç duyulan herhangi bir boş mekanda yürütülüyordu.19 Evlerde az sayıda mobilya vardı ve hane halkı yataklarını, ölümler, doğumlar, çalışmaya ve zi­ yarete gelenlerle genişleyip daralan evin durumuna göre farklı yerlere taşıyorlardı. Tanı anlamıyla özel bir mekana en çok benzeyen şey, kişisel kıyafetlerle birlikte başka değerli eşyala­ rın saklanabildiği sandık veya küçük bir bavuldu.20 Değişimin sonraki iki yüzyıldaki öyküsü, odaların kulla­ nım ve donatılmasındaki artan farklılaşma süreci üzerinde yoğunlaşır. Daha yakın geçmişte yapılmış çalışmalarda W. G. Hoskins'in 1570-1640 arasındaki 'büyük yeniden inşa' tezi desteklenmiştir.21 Aslında bugünden geçmişe bakıldığın­ da, sürecin birçok bölgesel ve zamansal değişimle beraber uzun bir döneme yayıldığı görülür. Ne var ki değişimin genel yönü değişmemiştir. lç yaşam alanlarının tasarımında gide­ rek gelişen uzmanlaşma ve evler ile mobilyaların büyüyen boyutları, ekonomik kalkınmadan en çok yararlananların harcayabildikleri gelirin miktarını ve dolayısıyla da zengin­ liğin yol açtığı farklılaşmanın artışını gösteriyordu. Zengin köylüler ve küçük toprak sahipleri evlerine zemin katı da ila­ ve etti ve ayrı oda sayısını altı veya daha fazlasına çıkardılar.22 Çatı kirişlerine açılan Ortaçağ salonuna, merdivenle ulaşılan 1• Flanders, age., s. 56·7. '° Chrisropher Dyer, Everyıday Life i11 Medieval England, Londra: Hambledon, 1 994, s. 1 33·65. 21 R. Machin, "The Grear Rebuilding: A Reassessment", Past & Prese11t, 77, Kasım 1 977, s. 33·56. 22 N. W. Alcock, People at Home: Living in a \Varıvickshire Village, 1500-1800, Chichester: Phillimore, 1 993, s. 54·93.

MAHREMiYETiN KISA TARiHi

üst katla birlikte bir tavan ve baca ilave edildi. Salondan ayrı büyük bir oda, ev halkının çeşitli işlerinin, ailenin dışında­ ki kişilerin göremeyeceği şekilde yürütülmesini sağlıyordu.23 Merkezi alanın çevresinde, değişik etkinliklerin gerçekleşti­ rilebildiği daha küçük odalar kümeleniyordu.24 Gıdalar için depolama alanları oluşturulmuş ve yemeklerin hazırlığına tahsis edilen ayrı alan sayesinde ısı ve kokunun evin geri kalanına yayılması olabildiğince engellenmişti. Oturma oda­ sı, yatak odası, gömme dolap, çalışma odası ve kütüphane gibi terimlerin ortaya çıkmasıyla birlikte yeni bir terminoloji oluştu.25 Eve ve içinin tefrişatına harcanan para miktarının artarken, ev inşasında uzmanlaşmış ticari birlikler mimari kavramını kapsayacak şekilde genişledi. En erken metinler­ den biri olan Henry Wotton'a ait 1 624 tarihli The Elements ofArchitecture [Mimarinin Ögeleri] kitabı, ideal bir kır evin­ deki yeni odaların konumunu şöyle açıklıyor: Tüın Çalışma Odaları ve Kütüphaneler doğuda olmalıdır: Çünkü sabah vakti, ilham perisinin dostudur. Pişirme, ma­ yalama, yıkama ve ısı gerektiren benzeri işlere tahsis edilmiş tüm bölme ve odalar güneyde olmalıdır. Mahzen, Kiler, Te­ reyağ/ık, Tah ıl Ambarı gibi serin ve taze bir ortam gerektiren tüm alanlar kuzeyde olmalıdır. Özellikle sıcak iklimli yerler­ de, galeriler gibi nazik hareket edilmesi gereken, sürekli aynı ışığı gerektiren tüm yerler de aynı yönde olmalıdır.26 Lena Cowen Orlin'in gözlemlediği gibi, bu tür reçeteler 'bir dereceye kadar -şayet daha fazlası değilse- hüsnüku­ runtuydu.'27 Wotton'ın hangi yöne bakarsa baksın özelleş23 Nicholas Cooper, Hoııses ofthe Gentry 1480-1680, New Haven: Yale Univer­ 24

25 26

sity Press, 1999, s. 275-7. Raffaella Sarti, Europe at Home: Family and Material Cııltııre 1500-1800, New Haven: Yale University Press, 2002, s. 129-30. Bili Bryson, At Home: A Short History of Private Life, Londra: Doubleday,

2010, s. 65.

Henry Wotton, The Elements of Architecture, Londra: john Bili, 1 624, s. 8. Locating Privacy in Tııdor London, Oxford: Oxford University Press, 2007, s. 300.

27 Lena Cowen Orlin,

24

MAllRE.\ılYElTEN ÔNCE

MAHREMiYET

miş mekanlar listesi sadece en büyük toprak sahipleri için tasarlanabilirdi elbette ve yeni bir mülk inşa edebilecekle­ rin veya mevcut konutlarına yeni bir kat ve fazladan odalar ekleyebileceklerin nazarında bu değişimin sonucunun ya da yöneliminin mahremiyetin tek doğrultulu genişlemesini ifa­ de etmediği açıktır. Erken modern dönem konutlarının inşa hikayesinde tuğla ve taşa bu kadar çok yatırım yapılması­ nın nedeni basitti. W. G. Hoskins'e göre " Büyük Yeniden lnşa'nın nedenini, eskiden sadece üst sınıfların sahip olabil­ diği mahremiyet duygusunun yaklaşık iki yüzyıl sonra halk kitlelerine doğru yayılmasında aramalıyız. "28 Bu görüşe göre yenileme veya yeni inşa modeli giderek artan bir inziva tutkusunu ve bunu elde etmek için artan imkanı yansıtıyor­ du. Modern mahrem eve yolculuk, zenginliğin beslediği tut­ kuyla başlamış ve nüfus içinde daha fazla insanın geçim sı­ kıntısından kurtulmasıyla birlikte hızlanmıştır. Daha yakın geçmişte, Tim Meldrum'un 'mimari determinizm' dediği, mahremiyet kavramının değerinin ve pratiğinin günlük ha­ yatın sürdürüldüğü fiziksel mekanlardan tekrar okunabile­ ceği fikri tepkiyle karşılandı.29 Bu fikrin epey baştan çıkarıcı olduğu gün gibi ortada. Gördüğümüz gibi, mahremiyet ile aile ikametgahının kullanımı arasında· temel bir ilişki varo­ lagelmiştir. Nicole Castan'ın yazdığı gibi, "İster bir zenginin evinde ister fakir bir çiftlik evinde olsun, açık ya da kapalı bir kapı hem bir sembol hem de bir gerçeklikti. "30 Günün 26

ı•

W. G. Hoskins, "The Rebuilding of Rural England, 1570-1640", Past &

Preseııt, 4, Kasım 1953, s. 54.

Tim Meldrum, "Domestic Service, Privacy and the Eighteenth-Ccntury Met­ ropolitan Household", Urban History, 26, 1, 1999, s. 33. Ayrıca, Linda A. Pollock, " Living on the Stage of the World: The Conccpt of Privacy Among thc Elite of Early Modern England", Rethi11ki11g Social History: E11glish Society 1570-1920 and its Iııterpretatio11, der. Adrian Wilson, Manchester: Manches­ ter University Press, 1993, s. 82; Orest Ranum, 'The Refuges of lntimacy', A History of Private Life. 111: Passio11s of the Renaissaııce, der. Roger Charcier, Cambridge, MA: Belknap Press, 1 989, s. 211. 30 Nicole Castan, "The Public and the Private", Chartier, A History of Private Life. ili: Passio11s of the Reııaissance, s. 412.

MAHREMiYETiN KısA TARiHi

bütün zamanlarında kapı eşiğini geçmek için izin alınma­ sı gerekiyordu. Evin reisi evde yokken veya kapının kapalı olduğu gece boyunca ziyaret beklenmiyordu. 15. yüzyıldan itibaren hırsızlık, kapıyı kırıp eve girmek, İngiliz kanunları­ na göre ağır suç sayılmaya başladı.31 Çağdaş mahkeme za­ bıtlarında, kilitler ve onları yerinde tutacak kadar dayanıklı kapılar ve pencerelerin varlığı, suçun yeterli kanıtı sayılıyor­ du.32 Özellikle karanlık çöktükten sonra kapıya gelen ya­ bancıların güvenlik için yüzlerini göstermesi şarttı. Günümüze kadar gelmiş kayıtlar, dil ile uygulama arasın­ daki boşluğa rağmen ev mekanlarının çoğalması ve bu alan­ larda uzmanlaşılması uzun bir sürece işaret eder. Sözgelimi oturma odası ile yatak odası ayrımı, erken modern dönemde şekillenmişti ama fiiliyatta gündüz faaliyetlerini gece faali­ yetlerinden tamamen ayırmak için yeterli odaya ve özel ya­ taklara sadece seçkin evlerde rastlanabilirdi. Geniş barınma alanına sahip evlerin büyük çoğunluğunda yetişkinler, çocuk­ lar ve ziyaretçiler evin herhangi bir yerinde yatıyor ve sabah olduğunda da aynı yerde yemek yiyor ve sohbet ediyorlar­ dı. Domestik kullanıma dair yeni kelime dağarcığı, geçinme ve tüketimin hala aynı alanda yürüdüğü çoğu hane halkın­ da bulunan işlevlerin genişliğini yakalayamadı. Ev halkının çoğu için eğlenme, sohbet, dinlenme, oyun oynama, uyuma, doğurma, yemek yapma ve yeme, yıkanma, çamaşır yıkama, tuvaletini yapma, para kazanma, imal etme, hizmet etme, yö­ netme ve hesap tutma faaliyetleri pek de birbirlerinden ayrı yapılmıyordu. Aslında mahremiyetin temel unsurlarından biri sayılan tuvalet ihtiyacını giderme de yaşanılan mekanın

31 j. H. Baker,

An Iııtroductioıı to Eııglish Legal History, Londra: Butterworths, 1971, s. 284. 1 500 yılına gelindiğinde suç, gece eve girişle ilişkilendirildi. Gündüz saatlerinde eve giriş, 16. yüzyıl başlarında sistemleştirilen haneye

tecavüz suçu sayıldı.

32 Grenville, age., s.

126.

MAHRF.MIYETI'E.N ÔSCE �1AHREMIYET

parçası haline bu dönemde gelmişti; çünkü ayrı tuvalet, yeri­ ni, uyuma alanında bulunan oturaklı iskemleye bırakmıştı.33 Daha kalıcı binalarda ise mevcut binada yaşayan sakinle­ rin ihtiyaç ve davranışlarını, daha ziyade o binayı inşa etmiş önceki neslin beklentilerine uydurması söz konusuydu. Hat­ ta dikkatlice düşünülerek inşa edilmiş yeni bir konutta bile konutun nasıl kullanılacağı belli değildi. Nüfusun çoğunlu­ ğu için bir konutta yaşamak, hane halkının sayıca artması­ na veya azalmasına bağlı olarak kolay taşınmayı mümkün kılan kiracılık türüydü. Toplumun en üst tabakasındakiler için tek bir konuta bağlı kalmak pek mantıklı değildi. Eğlen­ ce ve iş amaçlı geliş gidişlere sık rastlanıyordu. Leydi Anne Clifford'un 17. yüzyılın başlarına ait günlüğüne bakıldığın­ da, akraba evlerine ve Londra'ya yapılan düzenli seyahatler­ den ibaret bir yaşam tarzı görülür.34 Hane halklarının hepsi mütemadiyen bir evden başka bir eve taşınıyordu.35 Ko­ numsal belirsizliğin çarpıcı örneklerinden biri, 16. yüzyılın sonlarında Wollaton Hail binasının yeniden inşasıdır; bunu Alice Friedman titiz çalışmalarının sonucunda belgelemiş­ tir. Wollaton Hall'un sahibi olan Sör Francis Willoughby en güncel Avrupa kataloglarından alınma fikirleri hayata geçir­ mek için mimar Robert Smythson'ı tutmuştu:

Eski köşklerin aksine yeni malikane, zemin kat ve köşe ku­ lelerinde bir dizi nispeten küçük alanı kolaylıkla bünyesinde barındırıyordu. Bu küçük odalar tuvalet, çalışma odası ya da kişisel eşyalara ve resmi belgelere tahsis edilmiş mekan işlevini görüyordu. Hem kişisel mahremiyete hem de ister elyazısıyla yazılmış isterse de matbu olsun yazılı sözcüklere yeni bir vurguda bulunan odalar ve bölmeler evin ana kat-

B

Virginia Smith, Clean: A History of Personal Hygie11e and P11rity, Oxford: Oxford Universiry Press, 2007, s. 156-7. l4 D. ). H. Clifford (der.), The Diaries of Lady Anne Clifford, Stroud: Alan Suttan, 1991, s. 25-7. 3s Bryson, age., s. 55.

27

l\fAHREMIYETIN KısA TARiHi

larının dört bir köşesine yayılmıştı ve dairelerin mahrem iç mekanlarını oluşturuyordu.36 Öte yandan anlatının sonunda, Leydi Willoughby ile ko­ casının işe aldığı hizmetçiler arasında meydana gelen şiddetli geçimsizliği de içeren ve uzun süre devam eden evlilik sorun­ ları nedeniyle bu erken modern dönemdeki mahrem yaşam tarzının pek işlenmediği ortaya çıkıyor. Nitekim Sör Francis kendi evlerinden birinde yaşamayı tercih etti ve onun soyun­ dan gelenlerin yarım asırlık aralıklı kullanımının ardından Hall tamamen kapatıldı. Refah, mahremiyet arzusunu mümkün kıldığı gibi, deği­ şimin de itici gücüydü. Kişisel zenginlik arttıkça daha faz­ la eşya satın alınıyor ve bunların bir arada tutulması doğal olarak daha geniş alanları gerektiriyordu.37 Farklılaşmanın en eski ve en yaygın biçimi, fazla miktarda gıda ürününün tedarik edilebilmesinde ve saklanabilmesinde kendini göste­ riyordu. Bazı bölümlerde daha fazla dolap, masa, sandalye ve özellikle de en pahalı ev eşyaları bulunuyordu: yataklar ve yatak takımları. Mobilyalara yer açmak amacıyla oda sayısını artırma baskısı söz konusuydu; ayrıca mobilyala­ rı birbirinden ayrı bir mal kategorisi açısından tanımlayan bir eğilim giderek gelişiyordu. Zenginlik ile kendi dünyana çekilme arasındaki bu belirsizlik, bilhassa tefekkür ve oku­ ma alanı olarak mahrem oda kullanımının giderek yaygın­ laşmasında kendini gösteriyordu. Wollaton Hall binasının· planlarında görüldüğü gibi bu oda, genellikle ana yatak odasına açılan kapalı bir alan olarak inşa ediliyordu. Her odanın bir başka odaya açıldığı erken modern dönem ev­ lerinde, bu odanın kapısı, evin geri kalan kısmındaki ilişki­ leri engellemeden kapatılabiliyor, hatta kilitlenebiliyordu.38 16

Alice T. Friedman, Hoııse aııd Ho11sehold iıı Elizabethaıı E11gla11d: Wollatoıı Hail and the Willo11ghby Family, Chicago: University of Chicago Press, 1989, s. 146-7. 17 Orlin, age., s. 299.

18

28

Anne Laurence, 'The Closed Disclosed: The Ambiguous Privacy of \Vomen's

MAHREMIYElTF.N ÖNCE �t.\HREMlYET

Raffaella Sarti'nin yazdığı gibi, 'kişisel konfor ve mahremi­ yete duyulan yeni ihtiyacın gelecek yüzyıllarda gelişecek ilk ifadesi' ve modernitenin müjdecisi olarak mahrem odanın kabul edilmesinin geçerli nedenleri vardı.39 Bu oda, kişisel inziva arayışındaki erkekler ile kadınlar arasında artan eşit­ liğin bir kanıtıydı. Dindar bir kadının da kocası gibi şahsi te­ fekküre dalabileceği bir yer talep etme hakkı vardı. Öte yan­ dan, büyük evlerde genellikle sınırlı bir mekanı işgal eden bu odaya aşırı anlam yüklenmemesini gerektiren bir durum söz konusudur. Mahrem odanın varlığı, tam olarak zengin­ liğe özgü bir işlevi yerine getiriyordu; alt tabakadan küçük toprak beyleri veya başarılı tüccarlardan daha alt seviyede yer alan herhangi bir hane için imkansız bir istekti o. Maddi imkanların yettiği yerde bu odanın eşyaları ve kullanımı, ev içindeki daha büyük güç ve iş yapılarından soyutlanamaz­ dı. Ronald Huebert'in gözlemlediği gibi, elimizdeki bilgiler kocanın, karısına ait mahrem odaya istediği zaman girme hakkına sahip olduğunu ama kendi alanını herkese yasakla­ yabildiğini gösteriyor.40 Zira erkekler açısından kendi köşe­ sine çekilmek, eğitimin bir parçası ve toplumdaki ekonomik ve entelektüel rolünü geliştirmenin araçlarından biri sayılı­ yordu. Kadın kendi odasını sadece bir masa, birkaç değer­ li kitap ve evi çekip çevirmesine yardımcı olacak eşyalarla donatabilirken, kocanın çalışma mekanı olarak tanımlanan alanın, mülkü veya işleri idare etmek ya da araştırma ve ya­ yın kariyerini sürdürmek için gereken belgeler, haritalar ve bilimsel araç gereçleri içermesi daha muhtemeldi.41 Kocanın,

ı• 40

Closets in Seventeenth-Century Engl:ınd', yayınlanmamış makale; Andrew Cambers, Godly Reading: Print, Mamıscript a11d Pııritanism in E11gla11d, 1 5 80-1 720, Cambridge: Cambridge University Press, 201 1, s. 43-54. Sarti, Eıırope at Home, s. 1 3 1 . Ronald Huebcrt, 'The Gendering o f Privacy', Seventeenth Ce11tııry, 16, 2001,

s.

37-67.

41 Sasha Roberts, "Shakespearc 'Creepes into the Womcns Closets about Bedti­ mc': Women Reading in a Room of Their Own", Rerıaissance Co11figıırations: Voices/Bodies/Spaces, 1 580-1 690, der. Gordon McMullen, Basingstoke: Palg29

MAHREMiYETiN KısA TARiHi

kapısı kapalı duran kilitlenebilir odası, onun günlük sıradan işlerden uzaklaşabildiği bir alan olduğu kadar, taşınabilir servetini muhafaza edilebildiği güvenilir bir yerdi. Sahibinin zihniyetinin ve zenginliğinin bir göstergesi olan bu oda, an­ tika vitrinlerin müjdecisiydi. Ayrıca bu oda, iki erkeğin şahsi meseleleri görüşebileceği bir işyeriydi.42 Mahremiyetin mimari determinizmine karşı son sav, eşi­ ğin diğer tarafındaki bölgede konumlanır. Sokak kapısı, in­ sanları dışarıda tuttuğu gibi, onların içeri girmelerine de izin verir. Eğer evin fiziksel mekanı mahrem topluluk birimini ta­ nımlıyorsa ve yaşanmakta olan haliyle gözetlemeye ve haneye tecavüze karşı yasal koruma sağlıyorsa bile burası, samimi ilişkileri sürdürme ve münzevi halde tefekküre dalma için ge­ reken biricik alan değildi. Yaşamını kalabalık ve çok işlevli bir hanede sürdüren sakinler için işitme mesafesinin dışında, gözlerden uzakta ilişki yürütebilmenin en basit yolu dışarı­ ya çıkmaktı. Hınca hınç dolu şehir merkezlerinde hayat, ev ve apartman dairelerinde olduğu kadar sokaklarda da sür­ dürülüyordu. 19. yüzyılın ortalarına kadar, nüfusun çoğun­ luğunun yaşadığı kırsal bölgelerdeki çoğu erkek emekçi, ev dışındaki işlerde çalışıyordu ama onların eşleri ve çocukları konuşma, çalışma ve oyun süreçlerini ev çevresindeki açık mekanlarda geçiriyordu.43 Hiç kuşkusuz bütün imkanları iklim ve mevsimler belirliyordu ama ihtiyaç söz konusu ol­ duğunda, çevredeki gözlerden kaçmanın bir yolu her zaman bulunuyordu. Her şey evin etrafında olup bitiyordu, buralar­ da flört ediliyor, arkadaşlıklar sürdürülüyor, sırlar paylaşılıp saklanıyordu. Mahrem odaya çekilmede olduğu gibi, hane halkının gözlerinden uzaklaşma dikkat çekebilirdi ama gün-

42

43

rave, 1 998, s. 35-7; Philippe Braunstein, "Towards Intimacy: The Fourteenth and Fifteenth Centuries", Duby, A History of Private Life, II: Revelations of the Medieval World, s. 538; Cambers, age., s. 73. Alan Stewart, "The Early Modern Closet Discovered", Representations, 50 (Bahar 1 995 ), s. 83. Gillis, age., s. 32.

lvlAllREMIYttTEN ÔNCE tvf.AHREMlYET

lük çalışma rutini ve haftalık alışveriş ve kilise ayini rutininde gizli saklı konuşma için bol miktarda gayriresm1 imkan mev­ cuttu. Genellikle aileyle birlikte yapılan uzun yolculuklar da aile ve hizmetçilerin gözlerden uzakta gizli saklı konuşmaları için ilave fırsatlar sunuyordu.44 Mahremiyet coğrafyasını ci­ vardaki manzaralı yerler değil, bir günde yürünebilecek veya atla gidilebilecek uzak mesafeler sınırlıyordu. Ortaçağın sonlarından itibaren dış mekanların günlük kullanımına, kapalı mekanlar da eklendi. 14. yüzyıl gibi er­ ken bir tarihte bile, kraliyet saraylarını, manastırları ve soy­ lu sınıfın üst tabakasına ait konakları çevreleyen klasik bah­ çelere büyük yatırımlar yapılıyordu.45 Köylüler ve şehirli ev­ sahipleri, evlerinin önünde bulunan ya da bitişikteki küçük arazileri ekip biçiyorlardı.46 Ağaç, çiçek ve sebze talebinin artmasıyla birlikte profesyonelleşmiş tohumcular ve fidan­ cılar ortaya çıktı. Hem yırtıcı hayvanları dışarıda tutmak hem de idare edilen toprağın, mülkiyetin mahrem bölgesinin bir uzantısı olduğunu göstermek için bahçeler, çitler ve hen­ deklerle veya imkanlar müsaitse duvarlarla korunuyordu; elbette izinsiz girişe karşı da yasal işlem uygulanıyordu.47 İç mekanlardaki odalar gibi, dış mekanlar da örtüşen işlevlere sahipti. Bunların başlıca kullanım alanı tarım yapmak, bü­ yük araziler söz konusu olduğundaysa gıda tedarik etmekti. Göl veya nehir kıyılarında yapılan en dinlendirici etkinlik­ ler arasında yer alan, beslenmeden ziyade keyif amaçlı balık tutma, 15. yüzyılda daha yerleşik hale gelmiş bir hobiydi.48 Sözgelimi Lancashire beyefendisi Nicholas Assheton'ın gün­ lüğünün neredeyse tamamı, bahçesini ektiği, arkadaşlarıyla balık tuttuğu, avlandığı ve atına atlayıp akşam sohbeti için arkadaşlarının evine gittiği, ev dışındaki hayatına ayrılmış-

44

Duby, age., s. 510. john Harvey, Mediaeval Gardens, Londra: B. T. Batsford, 1981, s. 74-112. 46 Webb, age., s. 192. " Dyer, age., s. 113-31. 48 Charles Chenevix Trench, A History of A11gli11g, Londra: Hart-Davis, Mac­ Gibbon, 1974, s. 28.

45

31

MAHREMIYH1N KısA TARiHi

tı.49 Hem yabancılardan hem de hane halkından nispeten gizlenme imkanı sağlayan dinlenme alanları vardı.50 Nite­ kim Leydi Anne Clifford kuzenleriyle arkadaşlık etmek için en uygun yerin evin dışı olduğunu fark etmişti. "Kuzenim Frances Bourchier, kuzenim Francis Russell ve ben sürek­ li bahçede yürüyüş yapıyorduk ve birbirimizle gayet iyi anlaşıyorduk."51 Kapalı alanlarda olduğu gibi inziva, toplu eğlence, iş ve ruhsal tefekküre ilişkin farklı kayıtlara rastla­ mak mümkündür.52 'Öğleden sonra', diye yazıyordu Leydi Anne, "bahçede yürüdüm ve oradaki ağaçlıkta dua ettim. " Ertesi gün fırsatını bulduğunda, hizmetçilerinin göremeye­ ceği ve duyamayacağı bir yerde kocasıyla özel iş meselelerini konuşmuştu. "Kocamla avluda ve bahçede yürüdük, bana amcamla yaptığı işten bahsetti. "53 Toprak sahibi seçkinler arasında, bahçe sınırları içinde temiz hava gezintileri yap­ mak hem bedensel sağlığa iyi gelen hem de ayakta sohbet etme veya düşünme imkanı sunan müstakil bir boş zaman etkinliği haline gelmişti. Nitekim Francis Bacon 1 625 tarih­ li denemesinde, 'güneş nerede olursa olsun, isterse de sert rüzgar essin, yürümeye izin veren, çok sayıda patikasıy­ la gölgelik mahrem alan yaratan' bahçelerden birini övü­ yordu.54 Bu tür egzersiz imkanlarından bütün yıl boyunca yararlanmak için, yeni inşa edilen büyük kır evlerinin üst katında kapalı yürüyüş yolu ve uzun balkonlar yer almaya başlamıştı.55 Yalnızca bu araştırmanın ilk kısmı için değil, otomobilin gözlerden uzakta konuşma ve düşünme için elverişli bir or49

F. R. Raines (der.), The ]oıırııal of Nicholas Asslıeton of Doıvnlıam, in tlıe County of Lancaster, Esq.: For the Part of tlıe Year 1 6 1 7, and Part of the Year Followiııg. Chetham Society Publications, o.s. 14, Manchestcr: Chetlıam Soci· cty, 1848, s. 15-96. 50 Rebccca Solnit, Waııderlust: A History of Walking, Londra: Vcrso, 200 1 , s. 87. 51 Clifford, age., s. 27. sı Cambers, age., s. 1 1 0-15. H Clifford, age., s. 50, 52. 54 Francis Bacon, Of Gardens: An Essay, 1 625; Londra ve New York: jolın Lane, [1 625), 1 902, s. 26. 55 Orliıı, age., s. 171, 231-6.

lvlAHREMl\'llTE!< ÔNCE MAllRBtlYET

tam haline geldiği 20. yüzyıla kadar, mahremiyetin tarihinin esas odağına, inşa edilmiş mekan yerine yürüyüşün konmuş olması cezbedicidir. Gerçekte, Ortaçağdan itibaren kendi düşüncelerini ve yakınlıklarını korumaya çalışanlar, fiziksel çevreyi, az çok geçici fırsatların süreğen ortamı olarak gör­ düler. Özel alanlar sağlamak için yeterli kaynakların olduğu yerde, duvarla çevrilmiş dış mekanlar kapalı odayla aynı işle­ vi görüyordu. 1 6 . yüzyıl sonlarında Nureınberg'de bir tüccar, nişanlısına şu satırları yazmıştı: "Yüce Tanrım bizi hemen bu­ luşturmasa bile bize rehberlik edip ilk fırsatta küçük odamız­ da veya çiçek bahçemizde sevinç içinde tekrar bir araya gel­ memize yardım edecektir, inanıyorum buna."56 Daha zengin olanlar içinse zaman geçirme seçenekleri her zaman mevcut­ tu. Nitekim Leydi Margaret Hoby'nin 24 Ağustos 1599 ta­ rihinde günlüğüne yazdıklarına bakılırsa, bir yaz akşamında arkadaşları, kocası ve Tanrı'yla samimi sohbetleri sırasında oradan oraya nasıl gezip durduğu anlaşılıyor: llkin akşam yemeğine gittim, sonrasında bazı arkadaşlar­ la sohbet ederek zaman geçirdim. Ardından özel ibadet mekanına gittim. Oraya Bay Hoby'yle beraber faytonla git­ tim, sonrasında bahçeye geri dönüp biraz yürüdüm ve bazı meseleler üzerine düşünürken akşam yemeğine çağrıldım. Akşam yemeğinden kalkınca genel ibadet alanına geçtim ve daha sonra yattım.57 Fayton sahibi sınıfın altındaki sınıflar böyle tam anla­ mıyla kendi kabuklarına çekilme fırsatını pek bulamıyorlar, bunun yerine günlük hayatın seyri içinde iş ve eğlenceden çaldıkları zamanları değerlendirmeye çalışıyorlardı. Yükse­ len konut standardının en önemli sonucu, kilitlenebilir bir çalışma odasını ya da sadece evli çiftin dinlenmesi için bir yatak odasının nadiren de olsa kullanma imkanı değil, cin5• '7

Steven Ozment, Magda/eııa aııd Balthasar, New York: Simon and Schuster, 1 986, s. 32. Dorothy M. Mcads (der.), Diary of Lady Margaret Hoby 1 599-1 605. Londra: Gcorgc Routlcdgc, 1 930, s. 66.

MAHREMiYETiN

KlSA TARiHi

sel ilişki için günlük fırsatların çoğalmasıydı. Gitgide artan sayıda küçük odanın varlığı, eviçi faaliyetler sırasında oda­ lardan birinin geçici olarak boş kalma ihtimalini artırıyor­ du. Taşınabilir merdiven ve tavan kapağıyla değil de kapalı merdivenle ulaşılan türdeki birinci katın inşası, evde odalar dışında karşılaşmaların meydana gelebileceği dikey bir ge­ çit yaratıyordu. Dört duvar arasındaki sohbet herhangi bir zamanda kolayca kesintiye uğrayabiliyordu. Bu kesintiden kurtulmanın yolu bahçeye, kırlara, sokağa çıkmaktı ve bir amaca binaen yapılan işler pekala faydacı veya planlı karşı­ laşmalara dönüştürülebiliyordu. Erken modern dönemin başlangıcında, 'mahrem' sözcü­ ğünün en yaygın kullanımına, dindar kadın ve erkeklerin kişisel yazılarında rastlamak mümkündür. Nitekim Püriten Margaret Hoby'nin günlüğündeki ikinci notunda, sabah ya­ taktan kalkıp elbiselerini giydiği andan itibaren yoğun geçen bir sabah özetlenmektedir: Hazır olduktan sonra zaman kaybetmeden özel ibadet meka­

nına geçip Tanrı'dan merhamet diledim. Sonra eve döndüm ve Bayan Tomson'a dinin bazı vecibelerini anlattım, ardından kahvaltı ettim. Sonrasında yürüyüşe çıktım, saat 1 1 .00 sula­ rıydı. lncil'den iki bölüm okudum ve öğle yemeğine gittim 58 .

Şahsi duygu ve bilgi arşivini yönetmek amacıyla toplumun diğer fertlerinden el etek çekmek anlamında mahremi­ yetin gerçek başlangıç tarihini Reform sonrası dönemdeki ibadetin temsil ettiğini öne sürmek için geçerli nedenlerimiz vardır. Margaret Hoby de Püriten arkadaşları gibi cemaatin veya hane halkının daha kolektif etkinliklerinin aksine içsel yolculuk ile genel inanç arasına keskin bir ayrım çizgisi çek­ miş ve ayrıca Tanrı'yla konuşurken mekansal tecrit ihtiya­ cında ısrar etmiştir. Özel ibadet hem bedenen hem de ruhen çerçevesi belli bir etkinlikti. Çevredeki insanlardan olabil­ diğince uzakta, ayrı bir yerde eda edilen ibadet, yoğun bir 18

34

Meads, age., s. 62. 10 Ağustos 1 599 Cuma günü tutulan kayıt.

MAHREMIYETJ'>.N ÖNCE MAllREMIYE.T

ruhsal içgözlem sürecini gerektiriyordu. Sonraki yıllarda ya­ zılmış bir kılavuzda açıklandığı gibi bu tür bir adanma, 'bir insan kendiyle baş başa kaldığında ve zaten Tanrı'nın bildiği isteklerini ona ilettiğinde; sağda sola dolanıp duran tüm in­ sanlardan, en yakın ve en değerli aile üyelerinden, en samimi dostlardan uzaklaştığında, en yakın ve mahrem inziva ye­ rinde kendi başına kaldığında' gerçekleşiyordu.59 Mahrem oda ideal ortamdı ama onun yokluğunda bir odanın köşesi, bir yatak veya Leydi Clifford ve Leydi Hoby örneklerinde gördüğümüz gibi, bahçede yürümek bile yeterli olabilirdi. Dindar erkeklerin ve kadınların günlüklerinde, bu yoğun ça­ baya vurgu yapılıyordu. Her şeye gücü yeten Tanrı'ya ruhun amelleriyle ilgili yüzeysel bir hesap vermekten kaçınmak için gereken uygun mekan ve zaman daima hazır olmalıydı. İbadetin kendisi ne Protestanlığın ayrıcalığıydı ne de Re­ formun icadıydı. Hıristiyanlık uzun zamandan beri şahsi dindarlık ile kilisenin gözetimi arasındaki gerginliğe sahne oluyordu. Bir dizi manevi ve faydalı amaç için yapılan kişi­ sel ibadet, Ortaçağ müminleri arasında yaygındı. Manastırın farklı biçimlere bürünmüş geleneği, toplumdan uzaklaşma­ yı ve inzivaya çekilmeyi işaret ediyordu. Katoliklik, Tren­ to Konsili'nin kişisel dindarlığa ve manevi tefekküre saygı göstermesiyle ortaya çıkmıştı. Sabah ve akşam ailece yapılan ibadetler hem teşvik ediliyor hem de methediliyordu. Güna­ hın işlendiği nokta eylemden niyete doğru kaydıkça müminin ruhsal donanımı üzerinde düşünmek daha da önem kazan­ dı. Fakat Trento Konsili'nden sonra Katoloik Kilisesi, Tanrı ile mümin arasındaki aracı olarak ruhban sınıfı ve ayinler üzerindeki vurgusunu yinelerken, Ptotestan mümin ibadet esnasında Tanrı'yla aracısız konuşuyordu. Ayrım, bireyci inanç ile kolektif inanç arasında değildi. Fiiliyatta Katolik rahipler kendi cemaatlerini yılda bir kez dahi olsa günah çı­ karmaya getirmekte zorlanıyordu ama 15. yüzyıl Protestan

s9 Samuel Slater, A

Discoıırse of Closet (or Secret Prayer), Londra: jonathan Ro·

binson ve Tho. Cockerill, 1 691, s. 19.

35

MAHREMiYETiN KısA TARlııt

kiliseleri, cemaatle yürütülen faaliyetlerin rolüne ve papa­ zın kendi bölgesindeki resmi sorumluluklarına büyük önem veriyordu . .Özel ibadet kavramı, düzenli olarak kilisede ve evde topluca yapılan zorunlu ibadet türleriyle birlikte anlam kazandı.6° Kadınların evin içindeki rolü, onları genel dini ve­ cibelerden muaf tutmuyordu.61 Örneğin Margaret Hoby, bir dini cemaatin bütün gereklerini yerine getiren üyelerinden biriydi. Pazar ayininin, özellikle de vaazın içeriği, bir sonraki vaaza kadar, yani bütün bir hafta boyunca ona kişisel tefek­ kür için gereken manevi ve düşünsel gıdayı temin ediyordu. Hoby ayrıca, hane halkı içindeki sorumluluklarını da yerine getiriyor, hizmetçiler dahil olmak üzere himayesi altındaki üyelerin Hıristiyan inancını öğrenmesini ve vecibelerini yeri­ ne getirmesini sağlıyordu. Ancak kendi kabuğuna çekildiğin­ de Tanrı'yla baş başa kalmış oluyordu. Onun adına Tanrı'ya yakaracak başka bir kişi veya etkinlik yoktu. Öte yandan özel ibadetin, seküler anlamda 'yalnız kalma hakkı'yla temsil edilen mahremiyet türüyle birleştirilmesi ya­ nıltıcı olabilir. "Münzevilik, onun her zamanki yoldaşı naza­ rında bile melankolik kabul edilir, yalnızlık ve inzivayla geçmiş bir hayata çok kederli bir hayat gözüyle bakılır" diye uyarıda bulunuyordu Samuel Slater.62 Kişisel düşünceler ve eylemlerle kapalı meşguliyet, kusursuzca eda edilmiş bir ibadetten ziyade ibadet etmiyor oluşun göstergesiydi. Her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen Tanrı'nın varlığıyla bağlantıyı derinleştirme ve hataları telafi etmek için kendi kabuğuna çekilmek gerekliydi. Manevi söylemde geçen o suçluluk duygusu, gündelik işler ve zevkler arasında Tanrı'nın kolayca unutulabileceği endişesine dayanıyordu. "Eskiden kapıldığım bazı batıl saçmalıklardan sonra aklımı kaybetmediğim için .Tanrı'ya şükrediyorum" di­ yen Ralph Josselin, "ama ben şeytanı bu kez de aklımı, kurtu60

lan Green, "New for Old? Clerical and Lay Attitudes to Domestic Prayer in Ea rly Modern England'', Reformatioıı aııd Renaissaııce Review, 1 0, 2, 2008, s. 198 . 61 Patricia Crawford, Womeıı and Religion i11 Eııgland 1500-1 720, Londra: Ro· utledge, 1 993, s. 77. 62 Slater, age., s. 40.

�IAt ı REMIYEJTES ÔNCE M.•t ı REMIYLT

luşum olan Tanrı'mdan uzaklaştırmayı amaçlayan, önümde çığlıklar atarak beni günaha ve batıla yönlendirmeye çalışan bir deniz serçesi kılığında gördüm" diyerek sözlerini sürdü­ rüyordu.63 Böyle bir bireycilik, Yeryüzüne Düşmüş Melekler alemine aitti. Bu türden aşırı dindarlık için Daniel Featley, "Her şeyden önce

kendimizi inkar etmemiz gerekir" savını

öne sürüyordu.64 Özel ibadet edenler bedenen tek başına ise­ ler, zihnen de bir o kadar yalnız olmalıydılar. Müminin haya­ tının ondan gizli veya onun müdahalesinden uzak hiçbir ya­ nının bulunmadığı gerçek, faal bir varlıktan bahsediliyordu. Isaac Archer'in günlüğü, yaradanı tarafından tutulmuş olan kaydın cansız bir taklidinden ibaretti: "Bütün günahlarım ve borçlarımla birlikte bütün düşüncelerim, sözlerim ve amel­ lerim arşıalada kaydedilir, Rabbim hayatımın her dönemini eksiksiz bilir. "65 Bu ayrıntılı içgörüden en kapsamlı tepkiye kadar tam anlamıyla gözetlemeydi. "Her gece Tanrı'nın gözü üzerimizdedir ve her gün meleklerine bizi korumaları için ça­ dırlarını kurmalarını emreder" diye yazıyordu John Beadle. "Rabbimin bizi izleyen gözü ve inayeti olmasa, bütün o titiz­ liğimiz ve basiretimiz neye yarardı ! "66 Başkalarında olduğu gibi Parson Woodford'un günlüğün­ de de özel ibadet ile gizli ibadet arasına bir ayrım yapılıyordu. Zaman zaman kullanılan terimler, sadece kendi kabuğuna çekilmenin birbirine göre aşamalarını belirtiyordu. 26 Ara­ lık 1 637 tarihinde Woodford şöyle yazıyordu: "Gizli ve özel şekilde karımla birlikte alenen ibadet ettim. "67 Burada kul­ lanılan anlamıyla 'özel' terimi, bireyler ile onların çevresin•1

Alan Macfarlane (der.), The Diary of Ralph ]osse/in 1616-1 683, Londra: Ox­ ford University Press, 1 976, s. 134. •4 Daniel Featley, A11cilla Pietatis, or, The Hand-Maid to l'rivate Devotion, Londra: Nicholas Bourne, 1 626, s. 1 1 1 . 65 Isaac Archer, The Diary o f lsaac Archer 164 1 -1700, Two East Anglian Diaries 1 641-1 729, der. Matthew Storcy, Woodbridge: Boydell Press, 1 994, s. 43. 66 Germainc Fry Murray (der.), A Critical Edition ofjolm Beadle 's A joıınıall or Diary ofa Thankfııll Christian, 1 656. Thc Renaissance Imagination series, der. Stephen Orgel, New York: Garland, 1 996, s. 63. 67 John Fielding (der.), The Diary of Robert \Voodford, 1637- 1 641, Cambridge: Cambridge University Press, 2012, s. 96. 37

MAHREMiYETiN KısA TARiHi

dekiler arasında kurulan ilişkilerdeki değişkenliğe ve ibadet usulüne atıfta bulunan sosyal bir terimdir. İbadet sosyal ve mekansal olarak sabit bir yerde eda edilmiyordu, mahrem odada dahi sessizce eda edilmek zorunda değildi. 68 Fakat gizlilik, Tanrı'yla konuşmanın niteliğini de tanımlıyordu. "Nadiren yaptığımız veya hiç yapmadığımız vecibeler var­ dır" diye yakınıyordu John Beadle. "Özel oruç ve ibadetle­ rini yürekten eda eden, kendi iç odasına çekilip gizlide olan Tanrı'ya dua eden ve gizlilik içinde yapılanı gören Tanrı ta­ rafından açıkça ödüllendirilen kullar nerede? "69 Bu ifade, zatı ve bilgisi asla tamamen şeffaf olmayan Ulu Tanrı kavramına vücut veriyordu. Ayrıca bu ifade, manevi birlikteliğin en de­ rin formuna katılmanın yolu olan sessiz muhasebenin rolüne yapılan vurguyu pekiştiriyordu. Peter Burke'ün yazdığı gibi bu, bir 'iç kulağı açma tekniği'ydi.70 Yüzeyselliğe, gizlilik ve sessizlik sayesinde son verilebilirdi. Kendini muhasebeye çek­ menin yoğun biçimi, tövbekar müminin deruni iç benliği ile Kurtarıcı'sının örtülü şahsiyeti arasında bir yol açtı. Ortaçağ manastırlarında şekillenmiş uygulamalar artık dindar halkın günlük hayatında yerini alıyordu. Şartrö tarikatının71 veya Sistersiyen tarikatının72 sıkı dün­ yevi ritüelleri, sektiler müminin hayatındaki yoğunluk nede­ niyle eksiksiz şekilde yerine getirilemiyordu, ama Tanrı'yla sessizce konuşma en azından kol işçiliğinden kurtulmuş kim68

Cambers, Godly Reading, s. 54. 69 Murray, ]ohn Beadle's A ]ournall or Diary ofa Thankfull Christian, s. 137-8. İkinci cümlenin ikinci yarısı Dağdaki Vaaz'dan (Matta, 6. Bölüm, 6. Ayet, izin verilen hali) bir alıntıdır. Metnin bu dönemdeki popülerliği hakkında bir tartışma için bkz. Diarmaid MacCulloch, Silence: A Christian History, Londra: Ailen Lane, 2013, s. 1 3 1 . 10 Peter Burke, "Notes for a Social History of Silence in Early Modern Europe", The Art of Conversation, Peter Burke, Cambridge: Polity: 1 993, s. 1 27. 71 Şartrö tarikatı Hristiyanlığın Katolik mezhebine bağlı bir manastır tarikatıdır. 1084 yılında Kölnlü Aziz Bruno ve altı arkadaşı tarafından Fransa'nın Grenoble kentinin kuzeyinde kurulmuştur. (Çev.) 72 Sistersiyen tarikatı Hristiyanlığın Katolik koluna bağlı kendilerini Dünya iş­ lerinden uzaklaştırmış keşiş ve rahibelerden oluşan bir tarikattır. Bernardin­ ler veya üzerilerine giydikleri beyaz cübbeden dolayı Beyaz Keşişler olarak da adlandırılır. (Çev.)

MAHREMiYETTEN ÔNCE MAHREMiYET

selerin zaman ayırdığı bir etkinlik olmayı sürdürüyordu. Or­ taçağ sonlarındaki en popüler elyazması metin, manastırdaki

The Book of Hours'du [Saatler Kitabı] .73 Gizli yapılan iç muhasebe, yakın geçmişin gözden ibadet döngüsünü temel alan

geçirilmesini içeriyordu, dolayısıyla duaların muhatabının, kendisine yapılan niyazların kaydını tuttuğu varsayılıyordu. John Beadle'ın gözlemlediği gibi, "Bizzat Tanrı'nın kendi­ si, bize olan tüm ilgisinin, bize verdiği kıymet ve nimetlerin günlüğünü tutar görünüyor. "74 1lahi günlük kavramı, günlük meselelerin düzenli olarak yazılı kayıt altına alınmasına veri­ len önemin arttığını gösteriyordu. Yazılı kayıt 16. yüzyılın son yıllarından itibaren toplumun üst tabakaları arasında gitgide yaygınlaşan bir pratik haline gelmişti. Bir dizi seki.iler ve ma­ nevi meşguliyeti kapsayan yazılı kayıt pratiği, sadece Kuzey Avrupa'yla sınırlı değildi. Elyazması defterler ticari ve mesleki hayatın zorunlu tamamlayıcıları haline geliyordu.75 Rönesans dönemindeki Floransalı tüccarların mali muhasebe işlemleri, işlerin gidişatını ve dolayısıyla ailelerinin refah seviyesindeki yükselmeyi kaydedecek şekilde genişlemişti. Sözleşmelerin uy­ gulanmasını, politik konum odaklı manevraları ve hanedan­ lığın yönetilme süreçlerini gösteren tarihler ve olayların yazılı kaydına erişebilmek önemliydi.76 Özellikle, düzenli olarak sözlü günah çıkarmayan Protestanlar arasında günlüğün ma­ nevi nedenlerle kabul görmesi, çeşitli amaçlara hizmet etmiş­ tir. Günlük, zaaflar ve yakarışlarla ilgili hafızayı güçlendirdi; günlük düşünce ve eylem kümesi içinde manevi anlamı olanlar seçilerek kaydedildi ve Tanrı'nın inayetinin maddi alametleri addedilen işaretler de en kutlu anlar olarak kaydedildi. Gün­ lük hem ibadetin yardımcısı hem de dini tefekkürün ta ken71 74 71 76

Eamon Duffy, Markiııg tlıe Hoıırs: English People aııd their Prayers, 1 2401 570, New Haven: Yale Universiry Press, 2006, s. 3-5. Murray, ]ohıı Bead/e's A ]oııma/I or Diary ofa Thankfııll Christian, s. 148. Michael Mascuch, Origins of the Iııdividııalist Sel(: Aııtobiography and Sel(­ Identity in England, 1 59 1 - 1 79 1 , Cambridge: Polity, 1 997, s. 72-3. Ralph Houlbrooke, Eng/ish Family Life, 1 576- 1 71 6: An Anthology (rom Di­ aries, Oxford: Blackwell, 1 988, s. 2-5; Braunstein, "Towards lncimac)"', s. 553-4. 39

MAHREMiYETiN KısA TARlııl

disiydi. Sözgelimi Parson Woodford, kendisine, karısına ve Tanrı'ya hitap eden ve evliliği hakkındaki düşüncelerini dile getiren günlüğünü 1 637 yılında tutmaya başlamıştı: Tanrım, hiç değilse bize bu karşılıklı özel aşkı bahşeden lüt­ funla zamanı geldiğinde ihtiyaç duyduğumuz özen ve bilge­ liği bahşettiğin, aramızdaki gerçek sevgiyi zedeleyebilecek her şeyi bizden uzak tuttuğun ve öfke karşısında bize sağdu­ yu ve güç verdiğin için sana ne kadar minnet duysak azdır; ayrıca sadık karımın zavallı anneme candan sevgi, anlayış ve bilgelikle davranması için de sana dua ediyorum.77 Ayrıca günlükler kişinin kendini tanımlamasında ve idare etmesinde okuma ve yazmanın giderek artan önemini de yansıtıyordu. Philippe Aries'in, " Mahremiyetin doğum yeri olan günlüklerin İngiltere' de 1500'lerin sonlarından itibaren yaygın şekilde tutulması tesadüf değildir" yolundaki savı, onun A History of Private Life [Mahrem Yaşamın Tarihi] kitabının gündemini de ortaya koyırnıştur.78 Bu görüşün öne sürdüğü en açık husus, okuryazarlığın 1 6 . yüzyılın başların­ da henüz sınırlı bir beceri olduğudur. 1 5 3 0 ile 1 73 0 yılları arasında İngiltere'de üst sınıf, ruhban sınıfı ve meslek erbabı arasında okuryazarlık nispeten yaygın olmakla birlikte bu oran küçük toprak sahipleri söz konusu olduğunda üçte iki oranına, esnaf ve zanaatkarlar söz konusu olduğunda yarı­ nın altına, çiftçi ve işçiler söz konusu olduğundaysa beşte bire veya bunun daha altına düşüyordu. Genel olarak ka­ dınlar arasında okuryazarlık oranı, erkeklerin en düşük ka­ tegorisinin biraz daha altındaydı. 79 1 9 . yüzyıla kadar durum böyleyken, daha gelişmiş Avrupa ülkelerinde okuryazarlık, sosyoekonomik statüye ve cinsiyete bağlı olarak azalıyor­ du.80 İmza okuryazarlığı, yazmaya kıyasla okumanın daha 77 Ficlding, 78

age., s. 96. Philippc Arics, "lnrroduction", Chartier, A History of Private Life. III: Passi­

ons of the Re11aissa11ce,

s.

5.

7 9 David Crcssy, " Levcls of Illitcracy in England 1530-1730",

Historical joıırııal,

20, 1, 1977), s. 5-1 1 . 80 R . A . Houston, Literacy in Early Modem Europe: Cııltııre aııd Edııcatio11 1 500-1 800, Londra: Longman, 1988, s. 130. 40

Oscı: �fAllRE...\ll'(ET

MAııREMIYF.lTEN

kesin bir göstergesiydi. 16. yüzyılın sonlarında üniversiteye ve diğer okullara sadece meslek sahibi aileler ile seçkin ai­ lelerin erkek çocukları gidebiliyordu, dolayısıyla akıcı yazılı talimatı da sadece bu çocuklar verebiliyordu. Bireysel çapta okuryazarlık ile kolektif bir pratik olarak okuryazarlık arasındaki ayrım, doğası gereği değişkendi. Re­ form hem matbaadan hem de müminin İncil ve diğer dini metinlere bağlı kalma ısrarından güç alıyordu. Ne var ki çok geçmeden, Protestan ruhban sınıfı, halkın büyük çoğunluğu tarafından en iyi ihtimalle okuyucular olarak değil de kilise müdavimleri olarak veya evin reisinden talimatlar alan din­ leyiciler kitlesi olarak Tanrı'nın kelamıyla muhatap olacağı­ nın farkına vardı. Dini tarzda yavaş okuma eylemi Ortaçağ manastırlarında şekillendi ve ruhban sınıfı aracılığıyla yavaş yavaş kilise dışına yayıldı.8 1 Gelgelelim manastır dünyasında­ ki durum da Jessica Brantley'in yazdıklarından farklı değildi: "İnsanlar ile kitapların 15. yüzyıldaki fazlasıyla 'mahrem' karşılaşmaları, her şeye rağmen toplumsal ve ortak etkinlikle­ re dayanıyordu. "82 İhtiyaçlar doğrultusunda ve duruma göre aynı metinler okunuyor veya dinleniyor, düşünme, tartışma ve sohbet yoluyla hayata geçiriliyordu. Ortaçağ sonlarından itibaren yazılı anadillerin ortaya çıkışı, eğitimli elitlerin yazılı eserlere doğrudan erişimini kolaylaştırdı; bununla birlikte el­ yazması kültüründe bu metinlere gerek kişisel gerekse kolek­ tif sahip olmak çok değerliydi. Her ne kadar matbaa devrimi sessiz okumaya geçişi hızlandırmış ve okuyucuların çevrele­ rinden soyutlanmasını kolaylaştırmış olsa da mevcut yazılı eser sayısını ve okuryazarlık oranını aşmaya yönelik sürgit

81

82

Andrew Taylor, "lnto his Secret Chanıbcr: Reading and Privacy in Late Medi­ eval England", The Practice a11d Represe11tatio11 of Rcadi11g in E11gla11d, der. james Raven, Helen Small and Naomi Tadmor, Cambridge: Cambridge Uni­ versity Press, 1 996, s. 41-61. Jessica Brantley, Readi11g i11 the \Vilderness: Private Devotion and Pııblic Per­ formance in Late Medieval Englaııd, Chicago: University of Chicago Press, 2007, s. 12.

MAHREMiYETiN KtsA TARiHi

talep, hem erkek hem de kadın okuyucu ağlarında materyali ödünç alma ve içeriğini paylaşma becerilerini geliştirdi. 83 Kişisel olan ile toplumsal olan arasındaki gerilim, özellikle, zımni mahremiyet diye adlandırılabilecek olgunun erken tari­ hinde aşikardır. Bu olgu çağın iletişim teknolojisinin duygusal ilişkiler dünyasını genişletecek şekilde kullanılmasıyla ortaya çıkmıştır. 15. yüzyıla gelindiğinde yazışma, uzmanlaşmış olan­ ların, çoğu zaman da din görevlilerinin eliyle yaygınlaşıyor ve erkekler ile kadınların dünyevi meselelerini kapsıyordu.84 Za­ manımıza ulaşan mektupların birçoğu mali ve siyasi mesele­ lerle ilgilidir fakat bunlar arasında asıl derdi fiziksel mesafeye rağmen samimiyeti sürdürmek olan mektuplar da vardı. Pra­ tiğin değiştiğinin göstergelerinden biri, resmi mektup yazma

sanatının [ars dictaminis] yerini, hümanist kılavuzlardan öğ­ renilen mektup yazma üslubunun almasıydı. ilk yayınmlanan İngilizce kılavuz William Fulwood'a ait 1571 tarihli The Ene­

mie ofIdlenesse'dı [Aylaklığın Düşmanı]. Bu metin her türden metin ve bunların cevapları için yazım, kompozisyon ve dü­ zelti üslubunu öğretiyordu. Aşağıdaki alıntı, ithaf edilmiş bir mektupta yazışmanın esas amacını ortaya koymaktadır. Mesafeler bizi ayırmış olsa da Bu mektupla kalbimizi Dostumuza gönderebiliriz. Bu mektupla yokluğu bile Varlığa çevirebilir Ve onunla eskiden olduğu gibi Yüz yüze konuşabiliriz.85

83

Mary C. Erler, Women, Reading, and Piety iıı Late Medieval Eııglaııd, Camb­ ridge: Cam bridge University Press, 2002, s. 136. 84 Karen Cherewatuk ve Ulrike Wierhaus, "lnrroducrion", Dear Sister: Medieval Women and the Epistolary Genre, der. Karen Cherewatuk ve Ulrike Wiethaus, Philadelphia: University of Pennsylvania Press, 1 993, s. 4. 85 William Fulwood, The Enenıie of Idlenesse. Teachiııg the Mamıer and Stile

how to Endite, Conıpose, and Wryte al/ Sortes of Epistles and Letters: As Wel by Answer, Londra: Augustine Lawron, 1571, s. iii. Ayrıca bkz. Angel Day, The Eng/ish Secretorie, or Methode of Writing of Epistles and Letters, Londra: Thomas Snodham, [1 625].

MAHR•MIYETrEM ÔNCE MAHREMiYET

Yazılı mesaj uzaktaki bedenin yerini alıyordu. Nitekim yurtdışında bir yerde seyahatte olan Nurembergli genç tüc­ car Balthasar Paumgartner, "Beni kısa bir mektupla ziyaret et" diye yazıyordu nişanlısı Magdalena'ya.86 Mektup, ay­ rılığı katlanılabilir kılıyordu. Keza evinden uzakta çalışan başka bir Nurembergli tüccar olan Lucas Friedrich Behaim de müstakbel karısına şu satırları yazmıştı: Bunu Tanrı'nın kaderime yazdığını ve şimdi hayatımın işini yaptığımı seziyorum, bu nedenle sabrı canıgönülden tercih edebilirim. Tahammül gücümü artırabilecek yegane şey, senden gelecek samimi kısa bir mektup. Bu sayede derin hüznüm teselli bulacaktır, o yüzden lütfen iki satır kelam et ve şuan içimde ölü olanı tekrar canlandır. Sevgilim, sen­ den tek dileğim bunu, kalbimin arzusunu bana vermen ama bunu yüreğinden geldiği gibi yapman.87 İster işini başka bir ülkede' yürüten bir işadamı, ister evle­ ri arasında gidip gelen bir toprak sahibi, isterse de hizmetçi veya çırak olarak uzak diyarlara gönderilen Batı Avrupa'da­ ki çocuk grupları olsun, aşıkları birbirinden, kocaları karıla­ rından, anne-babaları evlatlarından ayıran 'uzak mesafeler' hep söz konusuydu. 88 Mektupla ilişki yürütme imkanı er­ keklerle sınırlı değildi. Mektup gönderme ve alma, yetenekli ve akıllı kadınların evin fiziksel kısıtlamalarından kurtul­ masına yarayan az sayıdaki araçtan biriydi. 89 Bu kadınların okuyup yazabilmesi şart değildi.90 1 5 . yüzyılın lngiltere'si­ nin en üretken mektup yazarı olan Margaret Paston'ın ken­ disi de okuryazar değildi. Söylediklerini dikte ettirmek ve

8•

Ozment, age., s. 27. Stephen Ozment, Flesh aııd Spirit: Private Life iıı Early Modem Germaııy, New York: Viking, 1 999, s. 17. 88 Linda A. Pollock, "Parent-Child Relations", The History of the Eııropeaıı Family. 1: Family Life iıı Early Modem Times 1 500-1 750, der. David I. Kertzer ve Marzio Barbagli, New Haven: Yale University Press, 2001, s. 207. 89 Gemma Ailen, The Cooke Sisters: Ed11catio11, Piety aııd Politics iıı Early Modem Eııglaııd, Manchester: Manchestcr Universiry Press, 2013, s. 8-9. 90 Rebecca Krug, Readiııg Families: \Vomeıı's Literate Practice iıı Late Medieval Eııg/aııd, Ithaca: Corncll University Press, 2002, s. 1 8. 87

43

MAHREMiYETiN K ısA TARiHi

muhtemelen cevapları da yüksek sesle okutmak için sık sık katiplerden yararlanıyordu. Yazışmalarını derleyen kişi, ka­ dının adına gönderilmiş 104 mektubun 29 farklı elden çık­ tığını tespit etmişti.91 Kocası sık sık Norfolk'taki evlerinden 160 kilometreden daha uzak olan Londra.' ya gidiyordu ve mektuplaşmak kadının günlük rutininin bir parçası haline gelmişti. Nitekim Margaret Paston'ın biyografi yazarı şöyle diyordu: " Hangi vakit, hangi saat olursa olsun fark etmez, yazıyordu: Pazar günü, Azizler Günü, Dua Günü, Noel Ari­ fesi, Paskalya tatili, Mesih'in Cennete Yükselişi Günü ve Kutsal Haç Bayramı. . . Kocasına aynı gün içinde 'sen sabah evden ayrıldın' ve tekrar 'öğlen evden ayrıldım', ' akşam sa­ atlerinde . . .', 'geceyarısı olduğunda . . .' diye yazabiliyordu. "92 Mektupla iletişim bir yandan insanı rahatlatıyor, bir yan­ dan da gerginlik yaratıyordu. Uzaktaki eşin hala hayatta ve iyi durumda olduğunun, evladın tahsilinde ilerlediğinin, uzaktaki aşığın sevgisinin azalmadığının güvencesini veriyor­ du. Erken modern dönemde ölüm hiçbir zaman mektupla­ şanların hesap dışı tuttuğu bir olgu değildi. En son görüştük­ lerinde iyi durumda olanlar, başlarına şimdilik kötü bir şey gelmediğinden emin olmak için yazışıyor ve cevabın gecikme sebebiyle ilgili sonu gelmeyen tahminlerde bulunuyorlardı. Mektup gönderme ve alma süreci o mahrem anlatıya bir en­ dişe boyutu katmıştı. İngiltere'de VIII. Henry'nin kurduğu kraliyet posta teşkilatı özel yazışmaları taşıma amacı gütmü­ yordu. 1 635 reformlarına kadar sivil posta hizmetleri resmi anlamda ulusal hizmet kapsamında sayılmıyordu.9.1 Bu arada mektupların ulaştırılması için arkadaşlara, akrabalara ve çalı­ şanlara bel bağlanıyordu.94 Bu tür iyilikler mektuplarda ifade 91 Norman Davis,

Paston Letters and Papers of the Fifteenth Ceııtııry, Part

1

Oxford: Clareııdon Press, 1 97 1 . 9 2 Colin Richmond, The Pastoıı Fanıi/y iıı the Fifteenth Centııry: Eııdiııgs, Manchesrer: Manchesrer Universiry Press, 2000, s. 92. •1 Duncan Campbell-Smith, Masters of the Post: The Aııthorized History of the Royal Mail, Londra: Ailen Lane, 201 1 , s. 8-25. 94 Howard Robinson, Britain's Post Of(ice, Londra: Oxford Universiry Press, 1 953, s. 2.

44

MAHRF.\llYF.TIUI ÔNCE MAURD.�ln:T

edilen o zımni mahremiyeti mümkün kılmakla birlikte yete­ rince güvenli değildi. Geciken bir cevabın alıcının hatasından mı, yoksa teslimat usulünden mi kaynaklandığı hiçbir zaman kesinkes bilinemiyordu. Nitekim Margaret Pastan endişeli bir halde kocasına şu satırları yazmıştı:

Geçen cuma Laurence Read'le gönderdiğin mektubun elime geçtiğini öğrenmek seni memnun edecektir, fakat o mektup­ tan anladığım kadarıyla mektubun yazıldığı sırada benden sana ulaşmış yeni bir haber yoktu. Bu beni şaşırttı, çünkü Londra'da çıraklık yapan Chittock'un oğluyla sana bir mek­ tup göndermiştim ve bu mektup ona Hasat Bayramı'ndan sonraki ilk perşembe verilmişti. Oğlan bana aynı gün yola çıkacağına ve Londra'ya varır varmaz mektubun en kısa sü­ rede senin eline geçeceğine söz vermişti.95 15 ve 16. yüzyıllarda yazışma oranı büyüdükçe ve özel ile­ tişim beklentileri arttıkça risk unsurları da çoğaldı. Kolektif yazım ya da mektup alma süreci eskisi gibi devam ederken, bu sürecin merkezinde, bireyler arasındaki mektup alışverişi yer alıyordu. Mektubun üzerindeki imza gerçekten de yazan kişiye aitti ve zarfın içindeki kağıtta yer alan bilgiler, kiminle paylaşılacak olursa olsun, o mektup açılmamış ve okunma­ mış halde zarfı teslim almayı bekleyen belli bir kişiye hitaben yazılıyordu.96 İçeriği gizlemek için mühür gibi araçlar kullanı­ lıyordu. Hassas mektuplar iş veya aile sırlarını saklamak için şifreli olarak ya da sirke, idrar ve sitrik asitli meyve suları gibi görünmez mürekkeple yazılıyordu. Zulme uğrayan politik ve dini gruplar çeşitli gizleme teknikleri geliştirdiler, çünkü dev­ letler yazışmanın yaygınlaşmasını bir istihbarat fırsatı olarak değerlendirmeye çoktan başlamıştı bile.97 Hassas sırların alı­ cılarından, suç unsuru barındıran mesajları, yanlış ellere düş-

•s •• 97

Diane Watt, The Pastoıı Women: Selected Letters, Cambridge: D. S. Brewer,

2004 , s. 83. Pollock, "Living on the Stage of the World", s. 85. Jamcs Daybell, The Material Letter iıı Ear/y Modem England: Mamıscript Letters and the Cıı/tııre aııd Practices of Letter· \Vriting, 1512- I 625, Londra: Palgrave Macmillan, 2012, s. 148-74.

45

MAHREMiYETiN KısA Tt.Rlııl

me ihtimaline karşı yok etmeleri isteniyordu. Sohbetlerin her zaman kulak misafirleri olabilirdi ama mektupların maddi bir varlığa sahip olması, onları, zamanın ve kem gözlerin rehi­ ni haline getirebiliyordu. Kulak misafirliği kalın duvarlar ve camlı pencerelerle engellenebiliyordu, bu nedenle gözetim için başka yollar bulundu. Mahremiyetin diğer yanlarının yanı sıra mektuplaşma süreci de çaba, beceri ve muhtemel tehlikelere karşı tahmini kazançların istikrarını gerektiriyordu. Mektuplaşma, mahremiyetin hem sonucu hem de uzan­ tısıydı. Mektuplaşma faaliyetindeki artış, işini evden uzakta yürüten zengin tüccarlar ve üst tabakadan insanlardan, ge­ nellikle iş gereği bir yere giderken mektup taşıyan çıraklara ve esnafa varıncaya kadar, nüfus içinde artan hareketliliği yansıtıyordu. Ev ortamındaki değişiklikler de hareketliliği artırıyordu. Hali vakti yerinde olanlar, mektuplarını, özel olarak yaptırdıkları çalışma odaları ve mahrem odalarda yazıyorlar ve bu mektupları meraklı gözlerden uzakta, kilit­ li odalarda ve masalarda saklıyorlardı. Hiç kuşkusuz, mek­ tuplar büyük evlerin gözlerden uzak alanlarında veya eyleri çevreleyen bahçelerde yazılıyor ve okunuyordu.98 Nitekim Balthasar'ın Magdalena'sı şöyle yazıyordu: " Bu mektubum­ la birlikte sana bahçemizden bir çiçek gönderiyorum; bunu yapmayı unutmuyorum, çünkü sana oradan yazıyorum. "99 Mektup alışverişinin muhtevası kapalı iletişim talebinde bir artışı gösteriyordu. William Fulwood'un giriş k abilinden mektubu sevgi ve gizlenmenin birliğini vurguluyordu: Aşk mektupları aramızda gelip giderken, Duygular karşılıklı paylaşılırken, Ruhumuzun sırları açılmaz, Mektuplarımızı getirenden başka hiç kimseye. 100

98 James Daybell, '!'I Wold Wyshe My Doings Myght Be. . . Secret': Privacy and the Social Practices of Reading Women's Letters in Sixteenth-Century England", Wonıen's Letters Across Eıırope, 1 400-1 700: Fomı and Persııasi011, der. jane Couchman and Ann Crabb, Aldershot: Ashgate, 2005, s. 1 57. 99 Ozment, Magdalena and Balthasar, s. 43. '°°Fulwood, The Enemie of Jd/enesse, s. iii.

!\fA1tRfMIYErrE� ÔNCE �tAHREMIYET

Zımni mahremiyetin bu biçimiyle desteklenen bireycili­ ğin aslında toplumsal bir yanı vardır. Yazışanlar gerek oku­ mak gerekse yazmak için kendilerini evdeki diğer insanlar­ dan soyutluyorlardı ama bunu, dağılmış olan arkadaş, akra­ ba ve meslektaşla iletişim ağlarını muhafaza etmek amacıyla yapıyorlardı elbette. lletişim halindeki insanlardan okurya­ zarlık seviyesi düşük olanlar bu pratiğe bir biçimde dahil olmak için yakın bağlantılarını devreye sokmak zorunda kalıyorlardı. Mektup yoluyla kurulan temas, yakınlığın fi­ ziksel mekana bağlılığını azalttı. Bunun sonucunda da tüm cazibesi ve savunmasızlığıyla birlikte sırlar alemi genişledi.

1 612 yılında John Dod ve Robert Clever ev yaşamı hak­ kında uzun bir kılavuz yayınladı: A godly Forme of House­

hold Government: for the ordering of private families, ac­ cording to the direction of God's word [Dindarca Ev idaresi: Tanrı Kelamına Göre Ailelerin Özel Düzeni]. Bu kılavuzda iyi idare edilmiş bir aile birimi için geleneksel metafor haline gelmiş ifade şöyle başlıyordu: "Hane halkı küçük bir milletler topluğu gibidir, iyi bir hükumetle Tanrı'nın şanı yüceltilebi­ lir, milletler topluluğu çeşitli ailelerden oluşur ve ailede yaşa­ yan herkes bolca konfora ve mala kavuşur. " 1 0 1 'Baş idareci, yani Koca' ile 'ikinci sıradaki Yardımcı Arkadaş, yani Karı' arasında işbölümü vardı. 1 02 Rolü Tanrı tarafından belirlen­ miş idareci, manevi açıdan önemli sorumluluklar taşıyordu. Pazar günleri ev halkının kiliseye gitmesini sağlamalıydı ve hafta içinde 'tüm ailesine . . . özel talimatlar vermesi ve dini ko­ nularda onlarla ilgilenmesi' gerekiyordu. 103 Zikrettiğimiz ki­ tabın yazarları biçimsel rolleri ve görevleri kabataslak ortaya koymaktan hoşnut değildi. Karı ile koca arasındaki ilişkiler düzenleyen bu taslak, ilk modellerine göre daha az hiyerarşik1 01 john Dod ve Robert Clever, A Godly Forme of Hoııseholde Govemme11t: For

the Orderi11g of Private Families, According to the Directio11 of God's \Vlord, Londra: Thomas Man,1612, s. 1 3. 162 Dod ve Clever, age., s. 1 9. 161Dod ve Clever, age., s. 1 9.

47

M.AllREMIVET1N Kı�A TARiHi

ti ve evin içinde, aile fertleri arasında ve komşularla kurulan iletişimin sınırlarının öneminin daha çok farkındaydı. Dod ve Clever'a göre evlilik, bedensel ve kişisel bilgilerin samimiyetle paylaşılmasına dayanıyordu: Dolayısıyla münasipti. Ayrıca çok daha iyiydi. Her iki taraf da karşısındakine bedeninin kusurlarını, zaaflarını ve yok­ sunluklarını ve ayrıca mallarının azlığını ve geçim darlığı­ nı itiraf etmeliydi. Şu da bir gerçekti: Evet, birinin diğerini sahtekarlık, kurnazlık ve nifakla elde etmesindense, riske girmek ve kaybetmeyi göze almak gerekiyordu .104 Evliliğin iki ayrı yaşam hikayesinin birliği sayılması ne­ deniyle eşlerden her birinin diğerinin gerek kusurlarını ge­ rekse erdemlerini kabul edeceği beklentisi taraflarca eksiksiz paylaşılmalıydı. Eşler arasındaki güven ve sır, birbirini des­ tekleyen unsurlardı. Şayet eşler ilişkilerinde açık olacaksa, üçüncü şahıslara anlatılacak konuları belirleme hakları da olmalıydı: " Biri diğerini sadakatle gözetirse aşk yücelir; ev­ lilik söz konusu olduğunda bir eşin diğerinden hiçbir gizlisi saklısı olmaz, diğerinin zaaflarını ve zayıflıklarını açığa vur­

maz ya da dile getirmez. " ıos

Yazarlar, evlilik ne kadar yolunda giderse gitsin, çift arasında zaman zaman çatışmaların yaşanacağını kabul edecek kadar gerçekçiydi: " Bundan kaçınılması neredeyse imkansızdır; adamla karısı arasında uyum olduğu kadar farklılık da olacaktır . " 106 B u tür olayların idaresi, kısmen, yaraların irin bağlamasına fırsat vermeden zamanında ha­ rekete geçmeyi gerektiriyordu. Ayrıca hayati öneme sahip diğer bir mesele de aile içi münakaşaların tespit edilmesi, ardından da münakaşanın dışarıya taşmasını engelleyerek aile içinde halledilmesi meselesiydi; çift " bu tür sorunları kendi aralarında süratle çözmek için emek harcamalıydı. " 1 07 104Dod ve Clever, age., s. 104. ıosood ve Clever, age., s. 230. 106Dod ve Clever, age., s. 88. 107 Dod ve Clcver, age., s. 88.

!\IAıtREMIYETl'EN Osc• �·1AttRE.MlYU'

llk etapta münakaşalar, hane s ınırları içinde yaşayan diğer kişilerden olabildiğince uzak tutulmalıydı. Dod ve Clever, karı ile koca münakaşa ettiğinde "meseleyi çocukların ve hizmetçilerin önünde değil, kendi aralarında özel olarak çözmeleri gerekir" diye tavsiyede bulunuyordu. ıos Zira ne çocuklar meseleyi anlayabilecek olgunluğa sahipti ne de hizmetçiler münakaşanın yol açabileceği daha fazla felaketi engelleyebilecek vakara sahipti. Hane halkını ve ekonomi­ sini işler durumda tutmak amacıyla işe alınanların merakı, hane halkının varlığına yönelik kadim tehditler arasınday­ dı.1 09 Ev birimi ne kadar küçükse, hane üyelerinden biri di­ ğerinin alanına o kadar çok işgal ediyor, ev birimi ne ka­ dar büyükse, hizmetçi grubunun kendi bilgi ve müdahale merkezini oluşturma riski o kadar artıyordu. Alison Fried­ man, modern aile hayatına bir model oluştursun diye büyük masraflara girilerek titizlikle inşa edilen Wollaton Hall'da, Sör Francis ile Leydi Willioughby arasında meydana gelen ve tüm barıştırma girişimlerini boşa çıkaran, üstüne üstlük görevliler ve üst düzey hizmetçiler tarafından da istismar edilen o kindar çatışma hakkında şunu yazmıştı: " Görevli­ ler ve üst düzey hizmetçiler onların ilişkilerini manipüle etti ve kamuoyundaki imajlarının altını oydu." 1 10 Kilise mah­ kemeleri, kapı aralarından görüp duydukları ve duvarların ötesinden gelen seslere kulak misafiri oldukları gerekçesiyle efendilerinin kötü muamelesine maruz kalmış hizmetçilerin davalarıyla doluydu. Hizmetçiler ister evin içinde ister dışa­ rıda olsun kendi aralarında laubalice dedikodu yapıyorlar, diğer aileleri ziyarete gittiklerinde oradaki hizmetçilerle de aynı şeyi tekrarlıyorlardı. Evli çift, sırlarının kontrolünü bir kez yitirdiğinde, karşılıklı sırdaşlığa dayalı ilişkiyi sürdürme kabiliyetleri de telafi edilemez ölçüde zayıflıyordu. Evin hemen ötesinde sokak veya köy bulunurdu. Yine burada da özellikle evlilikte sıkıntıların yaşandığında her '°'Dod ve Clever, age., s. 88-9. '°9Stonc, age., s. 1 70. "°Friedman, age., s. 65. 49

MAHREMiYETiN KıSA TARiHi

zaman gözetilmesi gereken birtakım iletişim sınırları var­ dı. 'Herhangi bir zamanda karı ile koca arasında incinme ve hoşnutsuzluk ortaya çıkarsa' diye uyarıda bulunuyordu Dod ve Clever, " eşlerden hiçbiri bunu komşulara söyleme­ meli veya komşuların öğrenmesine izin vermemelidir, çün­ kü komşular evli çiftimizin kötülüklerini istiyorlarsa böyle bir durumda bayram edecekler, iyiliklerini istiyorlarsa vaaz vereceklerdir. " 1 1 1 Evin dört duvarı arasında olup bitenler arzu edilir olan ile mümkün olan arasında yapılan müza­ kerenin konusuydu. Aile fertlerinin birbirleriyle ilişkilerinde ortaya çıkan karşılıklı maddi ve sosyal bağlılık, koşullarla ilgili bilgilerin bu fertler arasında belli ölçüde paylaşılmasını gerektiriyordu. 1 1 2 Dedikodu, kolektif değerleri görünür kıl­ mak ve birbirine bağlı aile fertlerinin aşırı kötü muamelesini içeren kabul edilemez davranışları disiplin altına almak için gerekli bir süreçti. 1 1 3 Krize girmiş bir aileye sunulacak etkili çare, neyin gerekli olduğuna, neyin hak edildiğine ve neyin temin edilebileceğine dair bilgi akışını sağlamaktı. 1 1 4 Yere! ekonomiyi sürdürülebilir kılan kredi-borç ağı ise itibardan güç alıyordu. Kararlar hane halkının ahlaki ve maddi geç­ mişine dair kolektif bilgilere dayanıyordu. Sonuçta bu süreç komşuların yanlış anlamalar ve asılsız suçlamalarla ilgili de­ dikodular çıkarmasına yol açıyordu. Gitgide daha fazla ih­ tilaf dava konusu haline gelmeye başlamıştı ama gayriresmi çözümler bulmak hala mümkündü. 1 1 5 Buradaki mesele bilgi 1 1 1 Dod and Clever, age., s. 153. 1 12Ian Archer, The Pursuit of Stabi/ity: Social Relations iıı Elizabethan Landon, Cambridge: Cambridge University Press, 1 99 1 , s.74-82. 1 1 1 Chris Wickham, " Gossip and Resistance among the Medieval Peasantry", Past & Present, 1 60, Ağustos 1 998, s. 3-24. 1 14jeremy Boulton, Neighboıırhood and Society: A Landon Sııbıırb in the Seven­ teenth Century, Cambridge: Cambridge University Press, 1 987, s. 292; Keith Wrightson, English Society 1580-1 680, Londra: Hutchinson, 1 982, s. 5 1-3; Cockayne, Cheek by Jowl, s. 2 1 . 115]. A . Sharpe, "'Such Disagreements Betwyx Neighbours": Litigation and Hu­ marı Relations in Early Modern England', Dispııtes and Settlemeııts: Laıv and Humaıı Relations in the West, der. John Bossy, Cambridge: Cambridge Uni­ versity Press, 1 983, s. 1 69-73; Tim Stretton , 'Written Obligations, Litigation and Neighbourliness, 1 580-1680', Remaking English Society: Social Relatioııs

50

MAHRE.MIYETl"EN ÔNCE MAHREMiYET

iletişiminin kendisi değil, onun elde edildiği yol ve kasten yanlış yorumlamanın derecesiydi. 1 6 . yüzyılın sonlarında mahkemelerde görülen davaların beşte biri, azarlama ve

gizlice dinlemeyi içeren davalardı. 1 16

Kişisel konularla ilgili mutlak gizlilik uygulanabilir olma­ dığı gibi makul de değildi. Mülkiyetin ölümden sonra devre­ dilmesi meselesi hayati bir mücadele alanıydı, dolayısıyla va­ siyet mektubu konusunda geleneksel uygulamalara uyulması bekleniyordu; elbette 1 7. yüzyılın sonuna kadar hak sahibi kişileri özel sebeplerle vasiyetnameden dışlamak mümkün değildi. Haklarında hiçbir şey bilinmeyen kişiler doğrudan güvensizlik kaynağıydı. Kendi mevzuları hakkında aileleriyle konuşmaktan kaçınan aile üyeleri, öteki üyelerde güvensizlik yaratarak aile desteğini de feda etmiş oluyorlardı. Günbegün yapılması gereken görev, ihtiyaçlar ile beklentiler arasında iş­ leyen bir denge kurmaktı. Samimiyetin yarattığı mahremiyete değer veriliyordu. 15. yüzyılın Venedikli genç alimi Francesco Barbaro şöyle diyordu: "Evin sorunlarıyla cebelleşirken dahi her şeye birlikte karar vermekten daha büyük ne olabilir? Al­ çakgönüllü bir eşe, iyi günde ve kötü günde yanımda olacak bir yoldaşa, hayat arkadaşına sahip olmaktan daha büyük saadet var mıdır? Kendi sorunlarınızla ilgili en özel düşünce­ lerinizi paylaşabileceğiniz bir insana sahip olmak ne büyük mutluluk . " 1 17 Hane sakinlerinin baskısı altındaki mütevazı çift, ev içinde kendileri için kapalı bir iletişim alanı tasavvur edebilirdi. Günah sayılan tarzda cinsel ilişkiye giren nişanlı­ lar için bile böyle imkanlar vardı. Hizmetçiler veya komşular tarafından teşhir edilmiş çok sayıda zina davası iki açıdan yorumlanabilir. Bu davalar bir yandan ev inşaatının narin yapısını ve ilişkinin sürekli kesintiye uğrama tehdidi altında

and Social Change in Early Modern England, der. Steve Hindle, Alexandra Shepard ve John Walrer, Woodbridge: Boydell Press, 2013, s.189-209. 1 16Marjorie Keniston Mclnrosh, Controlling Misbehavioıır iıı England, 1 3 701 600, Cambridge: Cambridge Universiry Press, 1 998, s. 54-107. 1 1 7Alıntı yapılan eser: David Herlihy, Medieval Hoııseholds, Cambridge, l\11A: Harvard University Press, 1 985, s. 1 1 7. 51

MAllR[MIYETIN KısA TARiHi

olduğunu gösteriyordu. Nitekim John L. Locke şöyle yazı­ yordu: "Elizabeth lngiltere'sinde ev duvarları ev sakinlerini yalnız olduklarını düşündürerek rahatlatıyordu, fakat aslında komşular ve sokakta gezenler ancak evin yapısının sağlam­ lığı ölçüsünde uzaktaydılar; yapıdaki bir kusur uzağı yakın edebilirdi. " 1 1 8 Diğer yandan söz konusu davalar, umutlu aşıkların, ev halkının geliş gidiş zamanını kollayıp baş başa kalacakları anlara dair ince hesaplar yaptıklarının da kanı­ tıydı. Tabii hane halkına ait bilginin nasıl ifşa edileceğiyle il­ gili, mahkemelerce kabul edilen birtakım kurallar vardı. Aile sırlarını gizlice öğrenmek ayıplanırdı. Gerçek anlamda veya mecazen kulak misafiri olmak ceza sebebiydi. Bu yargıda ima edilen husus şuydu: Mahrem bilgiler söz konusu olduğunda, komşuların öğrenme hakkı kabul edilirken, bilgiye konu olan hane halkının bu bilgi konusundaki iletişimi engelleme hakkı ve tasarrufu vardı. Topluluk içindeki kamusal kayıtlar ile özel kayıtlar ara­ sındaki hassas denge iki açıdan tehdit altındaydı. Evlerdeki büyük salonların gözden düşmesi ve seçkin ailelerin evdeki hizmetçilerden ve yoksul komşulardan ayrı yemek yeme ve dinlenme eğilimleri, aile meselelerinin ortaklaşa müzakere edildiği yerel topluluk yapısı algısını bozdu. 1 1 9 Zenginler için kendi köşesine çekilme gitgide kolaylaşırken, refah düzeyi daha düşük olanlar için zorlaşıyordu. Püritenliğin yükseli­ şi, hane mahremiyetinin meşruiyetinin gözden geçirilmesini zorunlu kıldı. 120 1 630'lardan itibaren Protestanlık sonunda Britanya'da Roma Kilisesi'ne karşı üstünlük kazandı; hiç kuşkusuz Protestanlığın radikal kanadı, okuryazar olmayan emekçi kültürünü dönüştürmekte kararlıydı. Azimli reform­ cular inanç ve davranışların kapalı dünyasına karşı gitgide daha hoşgörüsüz hale geliyorlardı. Hane içinde ne düşünü­ lüp ne yapılması gerektiği ve aile fertlerinin işlerini ve keyif 1 1 8 John L. Locke, Eavesdroppi11g: Aıı ltıtimate History, Oxford: Oxford Uni­ versiry Prcss, 2010, s. 1 1 . 119Webb, Privacy aııd Solitude, s. 1 95-6. 1 20 Mclntosh, Controlling Misbehavioıır, s. 207-1 O.

52

�fAHRfMIYETTl'N ÜNCE MAllREMİYET

aldıkları şeyleri nasıl yapacakları hakkında kamuya hesap verme yükümlülüğü getirilmesini talep ettiler. Dostane kom­ şuluk ilişkileri zenginlik ve sosyal konumdan bağımsız olarak herkesin ortak isteğiydi ama artık alt düzeydeki seçkinler, küçük çiftçiler ve zanaatkarların saflarından gelen devlet yet­ kilileri ve dindar laikler, kendi müdahalelerinin doğurduğu çatışmalardan memnuniyet duyuyorlardı. Geleneksel eğlen­ ce takvimi, meyhaneler gibi ayık yaşamı bütün yıl boyunca tehdit ettiği kabul edilen mekanlarla birlikte saldırıya uğradı. Sebt Günü'nü çalışma ve dans etmeyi de içeren dindışı faali­ yetlerden arındırmaya yönelik girişimlerde bulunuldu. Ayrıca cemaat, ayinden sonra dışarıda zaman geçirmeden hemen eve dönmeye ve haftanın geri kalan günlerini takvayla geçireceği faaliyetlere teşvik edildi. Ahlaki disiplini güçlendirmek için ki­ lise mahkemeleri yaygınlaştırıldı. Başarılı adli tatbikatlar say­ gıdeğer komşuların yoksul çalışanları yoklayarak topladıkları kanıtlara gereksinim duyuyordu. Karşılıklı ifşa ve koşullara bağlı mahremiyetin karmaşık sistemlerinin ötesine geçen tek taraflı gözetleme yollarına başvuruluyordu. Sonuçta, kültürel denetime karşı gösterilen genellikle şiddetli ve başarılı direnç, yeni kaçınma ve gizlenme yapıları yarattı. O zamanlar ve sonraki yüzyıllarda gözetleme tehdidini başka araçlar ve failler yoluyla sürdürülmesini sağlayan şey, samimi iletişimin genellikle kabul görmeyen yapısıydı. Mic­ hel de Montaigne Denemeler kitabının sonradan ünlenen bir pasajında günlük konuşmalarda kullanılan sözsüz araç­ ların zenginliğine dikkat çeker: Her şeyden önce, aşıklar yalnız gözleriyle neler söylemezler ki birbirlerine: Bozuşur, barışır, yalvarır, anlaşır, sözleşirler gözleriyle. Ya ellerle neler söylemeyiz neler! İsteriz, söz veririz, çağırı­ rız, yol veririz, korkuturuz, yakarırız, yalvarırız, yadsırız, istemeyiz, sorarız, beğeniriz, sayarız, itiraf ederiz, pişman oluruz, korkarız, utanırız, kuşkulanırız, bildiririz, buyuru­ ruz, isteriz, yüreklendiririz, yemin ederiz, küçümseriz, mey53

MAHREMiYETiN KısA TARiHi

dan okuruz, kızdırırız, suçlarız, mahkum ederiz, affederiz, küfrederiz, pohpohlarız, alkışlarız, kutlarız, utandırırız, alay ederiz, uzlaştırırız, salık veririz, coştururuz, seviniriz, bayram ederiz, acırız, üzeriz, rahatsız ederiz, şaşırtırız, bağı­ rırız, susarız, daha neler, neler, dille yarışacak kadar. Başımızla buyur ederiz, kovarız, evet deriz, hayır deriz, ya­ lanlarız, hoş karşılarız, yüceltiriz, kutsallaştırırız, hor gö­ rürüz, isteriz, tersleriz, sevindiririz, dertlendiririz, okşarız, azarlarız, dizginleriz, kızdırırız, kışkırtırız, korku veririz, güven veririz, soruştururuz. Ya kaşlarımızla? Ya omuzlarımızla? Bunların hareketleri, hepimizin bildiği, öğrenmeye gerek olmayan anlamlı bir dil­ le konuşmamızı sağlar. 1 2 1

Küçük bir kısmını saymazsak bilgi alışverişinin yüz yüze yapıldığı bir dünyada, 16. yüzyılın sonlarındaki bu anlayış geniş kapsamlı çıkarımlar içeriyordu. Bu durum herhangi bir konuşma düzeyi ve özellikle de birbirinin vücut dilini bilen kişiler için geçerliydi. Montaigne'nin belirttiği gibi aşıklar bir­ birini ancak gözleriyle anlatabildikleri kadar tanıyordu. İster sözlü ister yazılı olsun sözcükler yalnızca iletişimin birer öge­ siydi ve muhataplar birbirini ne kadar iyi tanıyorsa sözcük­ lerin önemi o kadar azalıyordu. 'Birbirinden sır saklamayan, gizlisi saklısı olmayan' ve 'ortak bilgileri zaman ve güvene dayanan' kimseler, kulak misafiri olmanın veya rivayetlerin etkisini azaltan bir dizi bilgi alışverişi aracına başvuruyorlar­ dı. Kulak misafirleri ve dedikoducuların yarattığı en büyük tehlike, samimiyete ihanetten ziyade yanlış yorumlamaydı.

12 1

54

Montaigne, Denemeler, çev. Sabahattin Eyüboğlu, İstanbul: iş Bankası Kültür Yayınları, 2012.

2

MAHREMİYET VE İLETİŞİM 1650- 1 800

Erken modern dönem boyunca yi.iz yüze iletişime meydan okuyan iki değişim gücü hissediliyordu. Şehirleşme ve kitle iletişimi birbirine bağlı olgulardı. Matbaacılık, genişleyen kasaba ve şehirlerde hayatın işleyişine hız katıyor, okurya­ zarlık ve edebiyat şehir ortamlarında gelişip serpiliyordu. Her halükarda temel mesele, gayriresml iletişim araçlarının olan bitenden nasıl etkilendiğiydi. Eskiden insanlar kendi kişisel kayıtlarını, yakın çevrelerindeki kişilerle konuşma yoluyla -sözlü olarak veya Montaigne'nin ifadesiyle görsel olarak- idare edebiliyorken, şimdi kimin kim hakkında ne­ ler bilebileceğiyle ilgili yeni soruları gündeme getiren kayna­ şık topluluklarla karşılaşıyorlardı. 'Yalnız kalma hakkının' temeli olan anonimlik bir imkan telakki ediliyordu. Başka­ larının hayatlarıyla kurulan anlamlı bağda, onların sayısı­ nın baskısı altında ezilirken, en kasvetli haliyle mahremiyet tecritle eşanlamlı hale gelmişti. Aynı zamanda dönemin ile­ tişim devriminin iki göstergesi olan matbaacılık ve mektup­ laşma, gündelik hayatın sosyalliğinden uzaklaşmayı kolay­ laştıran imkanlar da sunuyordu. " 1500 ile 1800 arasında" diye yazıyor Roger Chartier, "yazılı dille insan ilişkilerinin değişmesi, bireyin inzivaya çekilebileceği, toplumdan kaçıp sığınabileceği yeni bir özel alan yaratmasına yardım etti . " 1

1 Roger Chartier, 'The Practical Impact o f Writing', A History of Private Life. III: Passions of the Renaissance, der. Roger Charrier, Cambridge, MA: Belknap Press, 1 989, s. 1 1 1.

55

.MAllREMIYETIN KısA TARiHi

Bu süreç, içeride olma [interiority] ve bağımsızlığın gelişim süreciydi: Okuma becerisi, insanların çevrelerinde kendi mahrem ya­ şamlarını kurdukları bazı yeni pratikler için temel önkoşul­ du. Okunan veya yazılan metinlerle kişisel iletişim, bireyi eski aracılardan kurtardı, grup kontrolünden çıkardı ve ma­ nevi hayatını geliştirmesine olanak tanıdı.2 Bu sayede çerçevesi belli yeni bir benlik algısı, sözle inşa edilmiş toplumdan ayrı olarak gelişebildi. Önümüzdeki iki bölümde sırasıyla bu potansiyel gelişmelerin her biri üzerin­ de duracağız. 1 7. yüzyılda Londra yaklaşık üç kat büyümüştü. 1 700 yılına gelindiğinde 500.000'i aşkın nüfusuyla Avrupa'nın en büyük kenti olan Londra, Britanya nüfusunun onda birini barındırıyordu ve muhtemelen toplam nüfusun altıda biri hayatının bir döneminde burada yaşamıştı.3 Londra nüfu­ suna her yıl katılan yaklaşık 8000 göçmenle nüfustaki bu sürgit artış iki boyutlu bir bilgi sorunu yaratmıştı. Sonu gel­ meyen bu büyümenin ölçeği ve karmaşıklığı nasıl anlaşılabi­ lirdi? Londra hala yaya ulaşımına izin veren bir şehirdi ama yayalardan ve arabacılardan hiçbiri her sokağı bilemezdi. Şehir sakinleri komşularını nasıl tanıyacak ve özel ve kamu­ sal kimliğin değişen sınırlarını nasıl idare edecekti? Richard Sennett'in yazdığı gibi, "maddi yaşam koşulları, insanları, birbirleri için birer soru işaretine dönüştürmüştü. "4 1 6 9 8 yılında Tory görüşünün ateşli savunucusu ve hiciv ustası Chartier, 'The Practical lmpact of Writing', s. 1 16. Ayrıca, Cecile M. Jagodzinski, Privacy and Print: Reading a11d Writi11g in Seventeenth Centııry E11gla11d, Charlottesville: University Prcss of Virginia, 1 999, s. 2. 1 Clare Brant ve Susan E. Whyman (der.), Walking the Streets of Eightee11th­ Cent11ry London, Oxford: Oxford University Press, 2007, s. 36 -7. Metropolitan kent toplumunun büyümesi hakkında bkz. Petcr Earle, A City Ful/ of People: Men and Women of London 1 650-1 750, Londra: Methuen, 1 994, s. 1 65-77; Jerry Whitc, London in the Eighteenth Centııry, Londra: Vintage, 201 3, s. 3. 4 Richard Scnnett, The Fail of Pııblic Man, New York: Alfred A. Knopf, 1977, s. 63. 2

�iAHRf.MIYET VE fı.E.TIŞIM

Ned Ward, The London Spy [Londra Casusu] adında bir dergi çıkarmaya başladı.5 Bu dergi kalabalık sokaklara bil­ fiil girmeye gerek kalmadan, yukarıda sorduğumuz sorula­ rın cevaplarını veriyordu. "Burada" diye yazıyordu, "şehrin beyefendileri şehrin manzarasını seyredebilirler (kendileri bizzat görmeden) ve çoğunu yıkıma uğratan o tuzaklar­ dan ve tecrübe edilen şeytanlıklardan kaçınmayı daha iyi öğrenebilirler."6 Ertesi yıl kitap olarak yayınlanacak dizinin adı, Londra'yı okuyucu adına çözülmesi gereken bir sır ola­ rak sunuyordu. Ward, 'köyden gelen ziyaretçiye yerel rehbe­ rin eşlik ettiği' klasik üslubu benimsemişti ve bu üslup, Pier­ ce Egan'ın aradan 100 yılı aşkın bir zaman geçtikten sonra çıkardığı Life in London [Londra'da Hayat) kitabına kadar birçok taklitçi tarafından tekrar tekrar kullanıldı. 7 Öğren­ mek için yürümek veya başıboş gezmek gerekiyordu ki yü­ rümek, 19. yüzyılın sonlarına kadar ke_ntsel yerleşimlerden kırsal yerleşimlere tercüme edilmemiş bir terimdi.8 Küçük kent topluluklarında ve hala nüfusun çoğunun yaşadığı kırsal bölgelerde evin dışına çıkmak için çok fazla sebep vardı ama insanlar, yaşadıkları yerin dışına çıkmanın ne gibi imkanlar sunacağı konusunda pek bilinçli değillerdi. Metropoldeki yayalar için durum bundan farklıydı çünkü onlar çok sayıda elkitabı ve cep haritası kullanıyorlardı. 1 7 1 6 yılında, ilerde The Beggar's Opera 'sını [Dilenci Ope-

5



james Sambrook, 'Ward, Edward [Ncd] ( 1667-1 731)', Oxford Dictioııary of Natioııa/ Biography, Oxford Unh·ersity Press, 2004, http://www.oxfo r