127 48 10MB
Turkish Pages 107 [108] Year 2012
GABRIEL GARCİA MARQUEZ
KIRMIZI PAZARTESi İŞLENECEGİNİ HERKESiN Bİ.LDİGİ BiR CiNAYETiN ÖYKÜSÜ
GABRIEL GARCİA MARQUEZ KIRMIZI
PAZARTESi
uno muerte
CrimiCQ de
anunciodo, Gabriel Garcia Mo\rquez
© 1981, Gabriel Garcia Marquez
© 1982, Can Sanat Yayınlan Ltd. Şıi.
Bu eserin
Ti.irkçe )'dyın nakları Agencia Literaria Carmen BalceUs S.A.
aracılığıyla
alınmıştır.
Tüm haklan saklıdır. Tanıtım
için yapılacak kısa alıntılar dışında )'dyıncının
yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla
çof.lltılamaz.
1. basım: ı 982
33. basım: Eylül2012
Bu �itabın 33. baskısı 3 000 adet yapılmıştır. Kapak tasarımı: Ane Çelem Desigrı Kapak
baskı: Azra Matbaası
iç baskı ve
cilt: Ekasan Matbaası
ISBN 978-975-510- ll 6-3
CAN SANAT YAYlNLARI YAPIM, DAGITIM, TiCARET
VE SANAYi LTO. ŞTi.
Hayriye Caddesi No; 2, 34430 Galatasaray. istanbul Telefon: (0212)
252 56 75 /252 59 88 /252 59 89 Faks: (O '1:!) 252 71 33
www.canyayinlari.com
[email protected]
GABRIEL GARCİA MARQUEZ KIRMIZI PAZARTESi
ROMAN
1982 NOBEL EDEBiYAT ÖDÜLÜ ispanyolca aslından
inci Kut
çeviren
Gabriel Garcia Marquez.'in Can Yayınları'ndaki diğer kiı:;ıpları:
Başkan Bobamrzrn Sonbahort, 1982
Sir Kaytp Denizci, ı 982
Yaprak Fırtınası, Yüzyıl/ık
ı 983
Yalnızlık,
1984
Kolera Günlerinde Aşk, 1 989 Labirentinde ki General, ı 990
Altıaya
Mektup
Yok, 1991
iyi Kalp/i Erendira, Şer Saati,
1991
1 99 ı
HaMımAna'nın Cenaze Töreni, 1992 On iki GeziCI
Aşk
ve
Öykü, 1993
Öbür Cinler,
ı 994
Bir Kaçırı/ma Öyküsü, ı 996 Şili'de Gizlice, ı 996
Benim Hüzün/U Orospularım, 2005 Anlatmak
için
Yaşamak. 2005
Mavi Köpeğin Gözleri, 201 1
GABRIEL GARCiA
MARQUEZ.
\ 918'de Kolombiya'nın Aracataca ken
tinde doğdu. Hukuk ve gazetecilik öğrenimini yarım bıraktı. \ 940' \ardan
başlayarak uzun yıl lar ga-zetecilik yaptı. Yine aynı yıllarda öykü yazmaya başladı. Yayımlanan ilk önemli yapıtı, Yaprak Fınınosı'ydı. Alboyo Mektup
Yok, ülkesi
ğruna savaşarak yaptığı
u
h izm etlerin karşılıksız kaldığmı an
layan bir subay eskisinin öyküsüydü. Bunu Hanım Ana'nın Cenaze
(1 962)
ve
Şer Saati (1962)
Töreni
izledi; Garda Miirque-z. en tanınmış roman ı
Yüzyıllık Yolmzlık'ı (1967), Meksika'ya ilk gidişinde yazdı. Yüzyıllık Yalnız
/ık 'taki bir bölümden esinlenerek yazdığı öykülerini Iyi Kalp/i E.rendiro
(1972) adlı kitapta toplayan yazar, daha sonra birbiri ardı sıra Mavi
Köpeğin Göz/en'ni ( 1972). Boşkon Babamızm Sonbahon'nı (ı 975), Kımıızı
Pazartesi'yi ( 1981 ), Kofera Günlerinde Aşk'ı ( 1985), Simon Belivar'ın yaşa mının son aylarını konu edinen Lobirentindeki Genera/'i ( 1989) yayımladı. Garcia Marquez, 1982'de Nobel Edebiyat Ödülü'ne değer görüldü.
iNCi KUT,
lise öğrenimini 1960'ta Ankara Koleji'nde tamamladıktan
sonra Ankara Üniversitesi DTCF ingiliz Dili ve Edebiyatı ve Varşova
Üniversitesi ispan yol filolojisi bölümlerinden mezun oldu. ıspanyol dil i
ve grameri üze rin e sözlükler ve dilbilgisi kitapları yayımladı. ı 990 yılın
dan başlayarak Miguel Delibes, Gabriel Garcia Marquez, lsabel Alien de, Mario Vargas llo sa, Jose Ma uro de Vasconcelos ve jose Sar.ı.mago
gibi ispanyol, Portekizli ve Güney Amerikalı yazarların roman ve öykü· lerini Türkçeye kazandırdı.
·�şk avına çıkmak, şahinle avianmak gibidir." GIL VICENTE
Santiago Nasafı onu öldürecekleri gün, piskoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah saat OS .30'da kalk
mıştı. Rüyasında kendini koca koca incir ağaçlarından bir ormanın için den geçerken görmüştü, incecik bir yağ mur çiseliyordu, bir an için mutlulu k duymuş; ama uyandığında üstü başı kuş pislikleri içindeymiş duygusu na kapılmıştı. "Rüyasında hep ağaçlar görürdü,'' demişti bana an ne si Placida Linero, o uğursuz Pazartesi'nin ay
rıntılarını aradan 27 yıl geçtikten sonra anımsarken. "Bir
hafta önce de rüyasında, badem ağaçlannın arasından uçarken dalların hiçbirine çarpmadan geçip giden yal dızlı kağıttan yapılma bir
çağın içinde tek başına otur
u
du ğu n u görmüştü." Başkalarının rüyalarını, yemekten önce aç karnma anlatmaları koşuluyla, doğru yorumla makta üstüne yoktu kadının; ama ne oğlunun gördüğü o
iki rüyada herhangi bir uğursuzluk belirtisi fark etmişti; ne de ölümünden önceki sabahlarda kendisine aı.latmış olduğu daha başka ağaçlı rüyalannda.
Santiago Nasar, kendisi de bu rüyasını kötüye yor mamıştı. Üstünü başını çıkarmadan yatıp çok az uyu
muş, kötü bir gece geçirmişti; sabahleyin başında ağrı,
damağında bakır pasıyla uyanmış, bunları gece y arısın
dan sonraya kadar sürmüş olan düğün eğlencesinin doğal ll
sonucu diye yorumlamı�tı. Dahası var: Saat 06.0S'te evinden çıktığından başla yıp bir saat sonrasında tıpkı bir
domuz gibi
b o ğazla nana
kadar geçen sürede ras tladığı
pek çok kişi, onu biraz uyku mahmuduğu içind e ama keyifli olarak anımsıyordu; hepsine de, pek önemsemez
bir tavırla, o günün güzel bir gün olduğu yorumunu yap mıştı. Bunların hiçbir i onun havadan söz edip etmedi ğinden pek emin değildi. Pek çok kişi, o dönemlerde gü zel bir şubat günü beklenebileceği gibi , muz b ah çele ri nin içinden geçip gel en bir meltemin estiği pınl pınl bi r sabah olduğu anısında birleşiyordu. Ama çoğunluk, bu lanık, kapalı bir gökyüzünün altında dur g un sulardan yükselen ağır bir kokunun duyulduğu kasvetli bir hava olduğu, o felaket anında, tıpkı Santiago Nasa r ' ın rüya s ı ndaki o ormanda gör düğüne benzer ince bir y ağ murun çi sel ediği konusunda söz birliği ediyordu. Bense düğün eğlen c esinin ertesinde Maria Al ejandrina Cervantes'in o muhteşe m koynunda, telaşla çalın an çan seslerinin şa matasıyla daha yeni uyanmış, kendi m e gelmeye çalışı yor, çanları piskoposun ş erefin e çalıyo.-lar sanıyordum. San ti ag o N as ar, beyaz ketenden bir pantolonla gö m lek giymişti, her ikisi de kolalı değildi, bir önceki gün düğün için giydiklerinin eşiydi. Sayılı günlerde hep böy le giyinirdi. Pisk opos gelecek olmasaydı, babasından mi ras ka lan, pek b aş an lı olmasa da sağduyuyla yönettiği sığır çiftliği El DiviTW Rostro'ya her Pazartesi giderken giy diği haki ren kli giysisiyle binici çizmele r i ni giyerdi . Araziye çıktığında belinde bir de 357 Magnum taşırdı;
dediğine bakılırsa bu yivli silahın kaplamalı kurşunları bir atı bile ortadan ikiye bölebilirdi. Keklik mevsiminde eğitilmiş ş ahinleriyle birlikte öteki gere çler i ni de yanın da götürürdü. D ah as ı, dolabında bir 30.06 Mannlicher Schönauer tüfeği, bir 300 Halland Magnum'u, çift ayar lı dürbünü olan bir 22 Hornet'i, bir de otomatik Winch12
ester'i vardı. Her zaman, tıpkı babası gibi, yastık kılıfının arasına sakladığı silahıyla birlikte uyurdu; ama o gün ev den çıkmadan önce merrnilerini içinden çıkarmış , bo� silahı koroadinin çekmecesine koymuştu. "Onu hiç dolu bırakmazdı," demişti annesi bana. Bunu ben de biliyor dum, aynca silahlarını bir yerde tuttuğunu, mermileriy se apayrı bir yere sakladığını da biliyordum, h:mi hiç kimse, o silahlan evin içindeyken, rastlantı olarak bile olsa, doldurma hevesine kapılmasın diye. Babası tarafın dan akılhca konulmuş bir kuraldı bu, geçmişte bir sabah
hizmetçi kızlardan biri kılıfını çıkarmak için yastığı sil kelediğinde tabancanın yere çarpıp patlamasıyla kurşu nun odadaki dolabı parçalayıp salonun duvarını aşarak savaş patlamışçasına bir gümbürtü içinde komşu evin yemek odasından geçip meydanın ta öte yanındaki kili senin ana mihrabında duran insan büyüklüğündeki alçı dan bir aziz heykelini un ufak ettiğinden beri. O zaman lar küçücük bir çocuk olan Santiago Nasar, bu talihsiz likten alınan dersi hiçbir zaman unutmamıştı. Annesinin gözünün önünde oğlundan kalan son ha yal, yatak odasının içinden şöyle bir geçmesi olmuştu. Banyodaki ecza dolabında el yordamıyla aspirin bulma ya çalışırken annesini uykusundan uyandırmış, kadın da ışığı açınca, elinde bir bardak suyla, kapıda durduğunu görmüştü; sonsuza dek unutamayacağı bir görüntüydü bu. Santiago Nasar işte o sırada aniatmıştı gördüğü rüya yı ama annesi ağaçlan hiç önemsememişti. "Kuşlarla ilgili tüm rüyalar hayırlıdır," demişti ona.
Anıtann kırık aynasını ortalığa saçılmış incecik onca parçadan bir araya getirme çabasıyla bu unutulmuş ka sahaya geri döndüğümde, yaşlılığıtıın son demlerinde onu bulduğum aynı hamakta yine aynı biçimde yatarken bakıp görmüştü o sabah oğlunu. Günün yalın aydınlığın da bedeninin çizgileri zar zor seçilebiliyordu, oğlunun l3
yatak odasına son uğ radığı n da kendisine bıraktığı geç
mek bilmez baş ağrısına karşı kullandığı şifalı yapraklar
vardı şakaklarında. Yan yatmış, d oğru lma ya çalışırken
ham a ğın baş kısmındaki agave elyaflarından yap ıl ma ip
lere tutunmuştu, odanın alacakaranlığında cin a y eti n iş lendiği sabah beni şaşırtmış olan aynı vaftizhane kokusu vardı. Kapının eşiğinde görünür görünmez beni Santiago
Nasar'ın hayaliy le karıştırdı.
"
İ şte tam orada duruyordu,"
d e d i bana. "Yalnızca duru suyla yıkan mış beyaz keten
giysisi vardı üstünde, çünkü teni öyle narin d i ki, kolanın hışırtısına hiç dayanamazdı." Oğlunun geri döndüğü
sanrı sı geçip gidene kadar uzunca bir süre hamakta öyle ce oturdu, çayırteresi tohuml arı çiğneyip durdu. Sonra
da i çini çekti, "O benim hayatıının erk eği y di dedi. ,"
Anasının b elleği nde ki gibi gördüm ben de Sa nt iago Nasar'ı. Ocak ayının son haftası 21 yaşı nı bitirmişti, ince
uzundu, soluk be ni zliydi Araplannki gibi gözkapakla rıyla kıvırcık saçlarını bab asından almış tı . Kadının bir an ,
bile mutluluk getirmemiş bir mantık evliliğinde sahip olduğu tek çocuğuydu o. Çocuk, babasının yanında mut
lu ol muş tu, ta ki üç yıl önce babası ansızın ölene kadar. Öldürüldüğü o Pazartesi gü nüne kadar da, tek başı na ka lan anası n ı n yanında bab asm a benzerneyi sürdürmüştü. İçgüdüsünü anasından almıştı. Babasından da çok küçük yaştan başlayarak ateşli silahları kullanmayı, at sevg isi ni ,
yüksekten uçan av kuşlarını eğitmeyi öğrenmişti, ayrıca
cesaretli olma sanatını da, ihtiyatl ı olmanın yollarını da babası öğretmişti ona. Baba oğul, aralan nd a Arapça ko nuşurlardı; ama kendi ni dışlanmış hissetmesin diye Pla cida Linero'nun ya n ı nda konuşmazlardı hiç. Kasabaya
silahlı olarak i nd ikle ri hiç görülmemişti, eğitilmiş şahin l erini kasahaya bir tek kez götürmüşlerdi, o da yardım amaçit bir panayırda yırtıcı kuş yetiştiriciliği konusunda 14
bir gösteri yapmak içindi. Babasının ölümü üzerine, aile nin çiftlik işlerini üstlenebilmek için liseyi bitirdiğinde okulu bırakmak zorunda kalmıştı. Santiago Nasar kendi doğası gereği neşeliydi, banşçıldı, açık yürekliydi. Onu öldürecekleri gün, annesi oğlunu beyazlar giy miş görünce günlerini şaşırdığını sanmıştı. "O günün Pa zartesi olduğunu hatırlattım ona," dedi bana. Ama oğlu, olur ki piskoposun yüzüğünü öpme fırsatını bulur diye böyle şık giyindiğini söylemişti. Annesiyse en küçük bır ilgi belirtisi göstermemişti. "Piskopos, gemiden inmeyecektir bile," demişti
ona.
"Her zamanki gibi görev gereği hayır dua edecek, geldiği gibi dönüp gidecektir. Bu k asabadan nefret eder o." Santiago Nasar da öyle olacağını biliyordu; ama kili senin debdebesi karşı konulmaz derecede büyülüyordu onu. "Tıpkı sinema gibi," demişti bir defasında bana. Oysa piskoposun gelişinin annesini tek ilgilendiren yanı, oğlunun yağmur altında ıstanabilecek olmasıydı, çünkü uykusunun arasında aksırdığını duymuştu. Yanına şemsi yesini almasını tembih etmiş; ama oğlu ona eliyle bir veda işareti yaptıktan sonra odadan çıkıp gitmişti. Bu onu son görüşü olmuştu. Aşçı kadın Victoria Guzman, ne o gün ne de şubat ayı boyunca yağmur yağmadığından emindi. "Tam tersi ne," dedi bana, ölmeden kısa bir süre önce ziyaretine git tiğimde, "güneş ağustostakinden daha erken ısıtJyordu ortalığı." Santiago Nasar mutfağa girdiğinde o, çevresi so luk soluğa köpeklerle sarılı olarak, öğle yemeği için üç tane tavşam parçalamaya çalışıyordu. "Sabahlan hep kötü bir gece geçirmiş gibi bir suratla kalkardı," diye ammsı
yordu Victoria Guzman, içinde hiçbir sevgi duymadan. Daha yeni gelişip serpilmeye başlamış olan kızı Divina Flor, bir önceki geceden kalma sersemliği üstünden ata bilsin diye, her Pazartesi yaptığı gibi, içine bol miktarda 15
şekerkamı.şı alkolü katılmış koca bir fincan kopkoyu kah ve getirmişti ona. O koskoca mutfak, ateşin çıt ırtılan ve
tünelderinde uyuyan tavuklanyla, ağır ağır soluk alır gi
biydi. Santiago Nasar, bir aspirin daha çiğnemiş, ocağın üzerinde tavşanlann içini temizlemekte olan iki kadın
dan bakışlarını ayırmadan, derin derin düşü n er ek , oturup kahvesini yavaş yavaş yudumlamaya koyulmuştu. Victo ria Guzman yaş ına rağmen hiç bozulmamıştı. Henüz bi raz kaba saha olan kızıysa, hormonlarının coşkusundan soluk soluğa görünüyordu. Santiago Nasar, boş fıncanı elinden almaya geldiğinde kızı bileğinden yakalamıştı. "Artık evcilleştirilecek yaştasın," demişti ona. Victoria Guzman da elindeki kanlı bıçağı göstermiş ti ona. "Çek elini kızı mdan , beyaz adam!" diye buyurmuş tu ciddi bir tavırla. "Ben hayatta oldukça sen o pınardan içemezsin." Tam yeniyetmelik yaşlanndayken İbrahim Na sar baştan çıkarmıştı Victoria Guzman'ı. Çiftliğin ahırlann
da yıllarca gizli gizli s evişm i şti kızla, sevgisi tükenince de hizmet etsin diye onu al ıp evine götürmüştü. Kadının daha sonraki kocasından olan kızı Divina Flor, kaderinin Santiago Nasar'ın kaçamak lar yaptığı yatağına girmek olduğunu biliyor, bu düşünce onu şimdiden kaygılandın yordu "Öyle bir adam bir dah a anasının karnından doğ mamıştır," dedi bana, o tombul, pörsümüş hal i yle, çevre si başka başka aşkiann meyveleri olan bir sürü çocukla sarılı olarak. "Hık demiş babasının burnundan düşmüş tü," diye karşılık verdi Victoria Guzman da. " Ce nabet herifin biriydi." Ama tavşanlardan birinin iç organlarını kökünden söküp dumanı tüten işkembeyle bağmakları köpekterin önüne attığında Santiago Nasar ın nasıl deh şete kapıldı ğını hatırlayınca bir an korkuyla ürpermeden edeme miş ti. .
'
16
"Bu kadar acım ası z olma," dem işti ona Santiago Na
sar. "Onu bir ins an olarak düşünsene."
Savunmasız hayvanları öldürmeye alışmış mın
bir
ada
birdenbire böyle dehşete kapılabileceğini anlaması
Victoria Guzman'ın nere de yse yirmi yılını almıştı. "Yüce
Tannm ! " diye bağırdı korku içinde. "Demek içine doğ
muş!" Yi ne de cinayet sabahı içinde geçmişten kalma
öyle çok hınç vardı ki, sırf Santiago Na s ar' ı n kahvaltısını berbat etmek için köpekleri öteki tavşanların iç organla
rıyla beslerneyi sürdürmü ştü. İ şte tam o sırada piskopo su
getiren geminin tüyler ürpertici dü d ü k sesleriyle tüm
kasaba uykusundan uyanmıştı. Ev, duvarları kaba saha kalaslardan yapılmış, iki kat
lı eski bir ambardı, çatısı iki yana da eğimli çinkodandı,
üstünde limandaki artıklan gözleyen
akbabalar bekleşir
di. Irmağın adamakıllı işe y arad ığ ı zamanlarda yapılmış
tı, o zamanlar denizde i ş leyen mavnalar, hatta bazı açık deniz gemileri, haliçteki bataklıkların ara s ınd an buralara kadar so k ulm ayı göze alırdı. İbrahim Nasar, içsavaşların
ardından oraya son gelen Araptarla birlikte çıkageldiğin de, ırmak yer değiştirdiğinden gemiler artık gelmez,
bu
ambar da kullanılmaz olmuştu. ihrahim Nasa r, hiçbir za
man açamadığı bir ithal mallar dükkanı açmak üzere bu rayı pe k ucuza satın a lmış, ancak evleneceği z a m an onu
içinde yaşanacak bir eve dönüştürmüştü. Zemin kata her
işe yarayan bir salon, dip kısmına da dört hayvan konu labilecek bir ah ır, h izmetçi o dal arı , pencerelerinden su lannın pis kokusunun her saat içeri girdiği l iman a bakan
bir çiftlik evi mutfağı yapmıştı. Salond a
dokunmadığı
tek şey, bir batık gemiden kurtanimış olan samıa! merdi
ven olmuştu. Eskiden gümriik bürolannın bulunduğu üst kata iki tan e geniş yatak odasıyla ileride s ahip olaca
ğını düşündüğü bir sürü çocuk için beş tane küçük oda
y ap mı ş, meydandaki badem ağ açlannın üzerine, Placida 17
Linero'nun mart akşamlarında yalnı zlı ğı nı avutmak için
oturduğu ahşap bir de balkon inşa etmişti. Yapının cep hesindeki ana kapıya hiç dokunmamış, tornadan çekil miş kulplan olan boy d an boya iki pencere açmıştı. Arka kapıyı da olduğu gibi bırakmış, yalnız at sırtında geçebii rnek için boyunu biraz yükseltmişti, ayrıca eski nhtımın bir bölümünü de kullanılır halde bırakmıştı . Yalnızca
hayvan yemiiiderine ve mutfağa kolaylıkla ulaşıldığın dan değil, meydandan geçmeye gerek kalmadan yeni ]i manın sokağına da açıldığmdan, en çok kullanılan kapı buydu. Öndeki kapı, bayram günleri dışında, kol demiri takılı olarak kapalı dururdu hep. Ama yine de Santiago
Nasar'ı öldürecek olan adamlar onu arka kapıda değil, bu ön kapıda bekliyorlardı; limana varmak için evin et rafmda tam bir tur atması gerektiği halde, o da piskopo su karşılamak için bu kapıdan çıkmıştı. Onca talihsiz rastlantıya kimse akıl sır erdiremiyor du. Bunları Riohacha'dan gelen sorgu yargıcı da kabul lenıneye cesaret ederneden hissetmiş olsa gerekti, çünkü bu sorulara mantıksal bir açıklama getirme çabası soruş turma raporunda da kendini açıkça belli ediyordu. Mey dana açılan bu kapıya, gazete tefrikalanna layık bir bi çimde La Puerte Faıal1 denilerek raporun pek çok yerin de değiniliyordu. Aslında geçerli tek açıklama, bu soruya bir anne mantığı yürüterek yanıt veren Placida Linero'
nu nki olmuştu; "Oğlum iyi giyimli
o
lduğunda asla arka
kapıdan çıkmazdı," demişti. Bu o kadar basit bir gerçek gibi görünüyordu ki, sorgu yargıcı bunu bir kenara not etmiş ama rapora koymamıştı. Victoria'a Guzman'a gelince; aşçı kadm, Santiago
Nasar'ı öldürmek için beklediklerini ne kendisinin ne de
1.
(isp.) Uğursuz Kap ı. ıs
kızın ın bildiği yanıtını k e sin bir tavırla vermişti. Ama ya
şadı ğ ı bütün o yıllar boyunca, Santiago N asar kahve iç mek üzere mutfağa girdiğinde her ikis inin de b u nu bil
diğini kabullenmişti. Saat beşten sonra oradan geçip Al lah rızası için bir parça süt isteyen bir kadın söylemişti bunu onl ara , üstelik bunun neden leri yle om.. bekled ikl e ri yer i de açıklamıştı. "Onu uyarmadım, çünkü bunların sarhoş palavrala rı oldu ğunu sanmıştım," dedi bana. Buna karşın Divina Flor, annesi öldükten çok sonra oraya gitti ğim bir keresinde, annesinin Santiago Nasar'a hiçbir şey söylemediğini, çünk ü ruhunun derinliklerinde onu öl
dürmelerini istediğini itiraf etti. Oysa ke ndis i o za manl a r tek ba�ına karar vermekten aciz, küçücük ürkek bir kız dan başka bir şey olma dığı için uyarınarnıştı onu ve San tiago Nasar, tıpkı ölümün elini andıran buz gibi soğuk, ta!j gibi sert eliyle onu bileğinden yakatadığında büsbü tün korkmuştu. Santiago Nasar, piskoposu getiren geminin sevinçle çalınan düdük sesleri a rası n da, yarı karanlık evin içinden uzun adımlar atarak yürüyüp geçmişti. Divina Flor, ye
mek odasında içlerinde kuşla rın u yud uğu kafeslerin, ha sır mobilyaların ve salonda asılı duran eğreltiotu saksıla
rının arasından p eşinden yetişmesine fırsat verınemeye
çabal ayarak ondan önce ko�up kapıyı aç mı ş ; ama kapı nın kol demirini i ndirdi ği nde o etobur atmacanın elin den b ir kez daha kurtulamamıştı. " Oram ı sımsıkı avu çla dı," dedi bana Divina Flor. "Zaten evin bir k öşesinde beni tek başıma sıkıştırdığında hep öyle yapardı; ama o gün o her zam anki kor kuyu değil, korkunç bir ağlama isteği duydum içimde." Dı şa rı çıksın diye kena ra çekil miş , ya naçık kapının aralığından meydancia yeni doğa n günün ı ş ıltısı altında kar gibi bembeyaz görünen badem ağaçla nnı gönnü�tü; ama daha fazlasını görecek cesareti b ula mamıştı kendinde. "O sırada geminin düdük sesleri ke19
sil di , horozlar ötmeye başl a dı ," dedi bana.
"
Ö yle
bir
hengame koptu ki, insanın kasahada bu kadar çok horoz olabileceğine inanası gelmiyordu, ben de piskoposun ge
misiyle geldile r sanmıştım." Kızın asla kendisine yar ol mayacak ola n o adam için yapabildiği tek şey, acil bir durum olursa yen iden içeri girebilsi n d iye , Placida Line
ro'nun emirlerine karşı gelerek, kapının kol demirini takmamak olmuştu. O arada kimliği hiçbir
zaman
belli
olmayan birisi, zarf içine konulmuş bir kağıdı kapının altından atmıştı, içinde onu öldürmek için birilerinin
pusuda beklemekte olduğu Santiago Nasar'a haber veri liyor, üstelik bu komplonun yeriyle nedenleri ve son de rece kesin daha b�ka aynntıları da açıklanıyordu. Santia go Nasar evden çıktığ ın da bu pusula yerde duruyordu; ama bunu ne o görmüştü ne Divina Flor ne de cinayet işle n dikte n çok sonrasına kada r başka herh angi biri. Saat altıyı vunnuştu, sokak ışıklan henüz yanıyor du. Badem ağaçlannın dallarında ve bazı balkonlarda düğü nün çelenkleri hala. asılı duruyordu, bunların piskoposun onuruna daha yeni asıldığını düşünebilirdi insan. Ama kilisenin önünde çalgıc ıl ann otu rdu ğu platformun bu
lun duğu avluya kadar döşeme ta.şlar ıyl a kaplı olan mey
dan boş şişelerle ve halka açık cümbüşten arta kalmış her türlü atıkla dolu bir çöplüğü andınyord u . Santiago
Nasar evinden çıktığında, vapurun düdük seslerinden te laşa kapıl an pek çok insan l imana doğru koşuşmaktaydı. Meydancia açı k olan tek yer, kilisenin bitişiğinde,
Santiago Nasar'ı öldürmek için bekleyen o iki ad amın
bulunduğu bir sütçü dükkanıydı. Sabahın ilk ışıklan al
tında Santiago Nasar'ı ilk gören, dükkin sahibesi Cloti]de Armenta olmuş, sanki Santiago Nasar'ın üzerinde alü minyumdan giysiler vamuş izlenimine kapılmıştı. "Daha o zamandan hayaleti andınyordu," dedi bana . Onu öldü recek olan adamlar, gazete kağıtlanna sarılı bıçaklannı 20
kucaklannda sımsıkı tutarak dükkandaki sıralarda
uyu�
yakalmışlardı, Clotilde Annen� da onlan uyandırmamak
için soluğunu tutmuştu. Adamlar ikiz kardeştiler : Pedro yla Pablo Vicario. 24 yaşındaydılar; birbirlerine o k adar benziyorlardı ki, onla� n ay ırt etmek meseleydi. "Halleri tavırlan kaba sabayd ı ama iyi huyl u insanlardı," deniyordu raporda. Onları ilko� kul dan beri tanı yan ben de olsam aynı şeyleri yazardım. '
O sabah sırtlarında hala aİk kişi annem olmuştu . " O z amanl ar " diye a ç ık laınıştı ,
bana, "Ta n rı böyle §Cylere an l ay ış gösterirdi." B una karşı lık Bayardu San Roman'ın oyunu h an gi kartlarla oynadı ğını hala h iç kimse bilmiyor. Sonunda sırtında redingotu,
elinde silindir şapkasıyla ortaya çıktığı andan acılannın kadınıyla balodan kaçıp gittiği ana kadar, kusursuz bir mutlu damat tahlosu çizmişti. Santiago Nasar'ın elinde hangi kozlar old uğu da hi\�bir zaman anlaşıla m adı . Ben bütün o .;üre boyunca kilisede de, düğünde de Cristo Bedoya ve erkek karde
şim Luis Enrique'yle bi rl ikte onun yanındaydım, içimiz42
den h içbirimiz onun halinde en ufak bir değişiklik se zinlememişti . Bunu kaç kez tekrarlarnam ge rek ti çünkü ,
biz dördümüz okulda birlikte büyümüştük, daha sonra tatillerde de birlikteydik, birbirimizle paylaşmadığımız bir sırrımız olabileceğine, hele hele bu kadar büyük bir sırrın olabileceğine kimse inanmazdı. Santiago Nasar tam bir eğlence adamıydı, en büyük zevkini de ölümünden bir gün önce düğün harcamaları nı hesaplarken yaşamışt ı . Kilisedeyken her tarafın birinci sınıf on dört cenazeninkine eşdeğerde çiçeklerle süslen diğini hesaplamıştı. Onun bu kesin hesabı yıllar boyu peşimi bırakmayacaktı, çünkü Santiago Nasar, kendi dü şüncesine göre, k apalı yerdeki çiçeklerin kokusunun ölümle yakın bir ilişkisi olduğunu sık sık söylerdi bana, o gün de tapınağa girerken aynı şeyi söylemişti . "Cena zcmde çiçek istemem ha," demişti bana, ertesi gün oraya çiçek konmaması işiyle benim uğraşacağımı aklına bile
getirmeden. Santiago Nasar, kiliseden Vicarioların evine giden yol boyunca sokakları süsleyen rengarenk çelenk lerin de hesabını yapmış, müziğin, havai fişeklerin, hatta bizi düğün evinde karşıladıklarında üstüroüze yağdırdık lan pirinç tanelerinin tutannı bile hesaplamıştı . Öğle saatinin mahmuduğu içinde yeni evliler avludaki masa ları birer birer dolaşmışlardı . Bayardo San Roman, artık çok yakın dostumuz olmuştu, o zamanlar denildiği gibi o bizim meyhane arkadaşımızdı, masamızda olmaktan da çok mutlu görün üyordu . Duvağını da tacını da çıkar mış g\an, terden sırılsıklam olmuş saten gelinliğinin için deki Angela Vicario'nun yüzüne birden evli kadın hali gelmişti. Santiago Nasar hesap yapıp duruyordu, düğü nün o dakikaya kadar yaklaşık dokuz bin pesoya mal ol duğunu söyledi Bayardo San Roman'a. Gelinin bunu bir saygısızlık olarak gördüğü besbelliydi. "Annem bana baş
kalannın yanında paradan asla 43
söz edilmemesi gerektiği-
ni öğretmiştir," demi şti bana. Oysa Bayarda San Roman bunu keyi fle, biraz da gururl a k arşılamıştı . "Hemen hemen o kadar tuttu," demi şti , "ama daha
yeni başlıyoruz. Sonunda a.şağı yukarı iki katını bulacak." Santiago Nasar b un u son kuruşuna kadar kanıtla maya n iyetlenmiş, buna da ömrü ancak yetmişti . Ger
çekten de, ertesi gün ölm eden 4 5 dakika önce Cristo Bedoya'nın Jimanda kendisine verdiği son bilgi l ere da y an arak, Baya rda San R oman ' ı n tahmininin doğru oldu ğunu saptamıştı . Bana gelince; başkal a nnı n bellekterindeki bilgileri pa rça parça bir araya geti rerek yeni baştan ol uşturmaya
karar verene kadar düğün şöle niyle ilgili pek bul anık anı lar vardı kafamda. Babamın gençliği nde ç al dığı kemanı yeni evliler şerefine yeniden kutusun dan çıkarıp çaldığı, rabibe olan kız k ardeşi m in üzerinde manastınn döner
kapısında görevliyken giydiği kılıkla merengue dansı yap
tığı, annemle kardeş çocuklan olan Doktor Dionisio Iguanin'ın ertesi gün pi s kop os ge ldiğin de orada bulun
m amak için ken disini resmi tören gemisiyle alıp götür melerini sağladığı yıllarca kon uşul du bizim evde. Bu ola yın öyküs ünü yazmak için yaptığım soruşt ur mal ar bo yunca, kıyıda köşede kalmış pek çok bilgi edi nmişti m, bunl ar a rası nd a Baya rda San Roman 'ın kız kardeş leri n i n unutulmaz anısı da vardı; sırtlanndan altın penslerle tut turulmuş kocaman kelebek kanatlan olan kadife giysile
ri, babalarının tüylü sorgucundan , göğsünü bir zırh gibi kaplayan savaş madalyalarından çok daha fazla ilgi top
lamıştı. Cümbüşün neden olduğu sarhoşluk içinde Mer cedes Barcha ' ya evleome teklif ettiğimi pek çok kişi bi liyordu, oysa on dört yıl sonra evlendiğimizde kendisinin de bana hatırlattığı gibi, o zama nl ar ilkokulu daha yeni
bitirmi şt i o. Hiç istenmeyen o pazar günüyle ilgili aklım da kalan en net görüntü, avlunun tam ortasındaki bir 44
taburede tek b aşı n a oturan yaşlı Poncio Vi ca rio nu n ha '
yaliydi Belki de .
onur köşesi
oldu ğu n u düşünerek oturt
mu�lardı adamcağızı oraya; davetliler durmadan ona ta kılıp tökezliyorlar, onu bir başkasıyla karıştırıyorlar, aya kaltında kalmasın diye yerin i değiştiriyorlardı, o da yü zünde gö zl eri ni daha yeni ka yb etm: ş birinin şa§kın i '"'a
desiyle kar gibi bembeyaz kafasını bir o yana bir b u yana
çeviriyor, kendisine soru lm ayan soruları yanıtlıyor, kim
senin vermediği s el amiara b elli bel i rsiz karşı l ı k veriyor
du; üzerinde kaskatı kol al anmış gömleği, elinde ona dü
ğün için satın aldıkları peygamberağacın dan bastonuyla,
unutulduğu köşesin de mutlu görünüyordu. Resmi tören akşa m saat altı da sona ermiş, onur ko
nuklan veda edip ayrılmı.şlardı . Gemi, ardında Iatema dan yükselen val s mü ziğinden bir iz bırakarak pırıl pınl yanan ışıkl anyl a uzaklaşmış, so n u n da birbirimizi yen i den
tanıyıp eğlence b a tağın a gömülene kadar bir
an
için bir
belirsizlik uçurumunun tepesinde havada kalakalmıştık
Yeni evliler kısa bir süre sonra o karmaşanın içi n den ken dine zorlukla yol açabil en üstü açık
otomobilin
içinde
görünmüşlerdi. Bayarda San Roman, havai fişekieri pat latmı�, kalabalığın kendisine uzattığı �i�elerden içki içmi§, Angela Vicario'yla birlikte arabadan inerek cumbiamba
dansına katılmıştı . E n sonunda da ömrümüz yetene ka dar onun he sab ın a dans etmeyi sürdürmemizi istem iş ,
dehşet içindeki e�ini alarak, dul Xius'un bir zamanlar
mutluluğu tattığı, rüyalarının evine götürmüştü onu. Halka açık eğlence, gece y ansı n a doğru yer yer dağıl maya b aşlam ış yalnızca Clotilde Armenta'nın m eyd an ı n bir ya nı ndaki işyeri açık kalm ı§ tı . Santiago N asar'la b en , yanımızda kardeşim Luis Enrique ve Cristo Bedoya yl a birlikte kalkıp teselli buLn aya Maria Alejandrina Cer ,
'
vantes'in evine gitmişti k . Daha başka birçoklannın yanı sıra Vicario kardeşl er de oraya uğramış, bizimle birlikte 45
içki içmişler, Santiago Nasar ' ı öldürmeden be§ saat önce onunla birlikte �arkılar söylemişlerdi. Asıl dü ğ ün eğlen
cesinin artıkları oraya bu raya dağılmış olarak hala sürüp
gidiyor olsa gerekti, çünkü her yandan müzik sesleri ge l i y o r, kavga edenlerin gürültüleri uzaklardan dalga dalga duyuluyordu, bu�sesler her seferinde biraz daha hüzün
lü bir hal alarak, -piskoposu getiren vapurun düdük sesi
duyulmadan sürdürdü.
az öncesine kadar
da kulağımıza gelmeyi
Pura Vicario, büyük kızları dü ğü n ün dağınıklığını biraz olsun d üzeltmesine yardım ettikten sonra gece saat on birde gidip yattığını anlatınıştı a n ne m e. Saat on sula
rında, kimi sarhoşlar avluda hala şa rkı söyleyip durur ken , Angela Vicario eve birini gönderip yatak odasındaki
dolapta bulunan bazı kişisel eşyalar ın ı küçük bir çantaya koyup kendisine yollamalarım istemiş, annesi gündelik
giysilerin i koyduğu bir valizi de ona yollamak niyeti.l;ı deymiş ama gelen ulağın acelesi varmış. Kapı çal ı ndığı n da Pura Vicario mışıl mışıl uyuyormuş. "Kapı ağır ağır üç
kere çalındı," diye anlatmış anneme, "ama sanki kötü bir haber varmış gibi bir acayi p çalınıyordu," demiş. Kimse yi u ya n dı rmamak için kapıyı ışığı yakmadan açtığını an latmış, sokak l a mb a sın ın ışığı altında, sır tında d üğmele ri
aç ılmamış ipekli gömleğ i , a ya ğınd a l astik askıyla tuttu rulmuş süslü p an tolo nuyla Bayardo San Rom an ' ı gördü ğünü a n l atmış. "Yüzü rüyala rdaki gibi yemyeşildi," demiş
Pura Vicario, anneme. Angela Vicario gölgede duruyor mu§, öyle ki ancak B ayarda San Roman kolundan tuttu
ğu gibi ış ı ğı n altına getirince görebilmiş onu. Sa ten giysi • si lime l im eymiş, beline k ada r bir havluya sarılıymış.
Pura Vicario arabayla uçurumun dibine yuvarlandıklan nı, orada ölü yattıklarını sanmış.
"Ulu Tanrım," demiş, dehşet içinde. "Söyleyin hala bu dünyada mı yaşıyorsunuz?" 46
Bayarda S an Roman içeri girmemiş , tek söz e tme den eşi n i yavaşça evin içi ne doğru itmiş. Sonra Pura
Vicario'yu yanağından öperek, son derece keyifsi z ama çok da sevecen bir sesle şöyle dem iş: " Her şey için teşekk ü rl er, anne. Siz bir azizesiniz." O ndan sonraki iki saat boyunca Pura Vicario' nun neler yaptığını bir tek kendisi biliyordu, bu sırrı da ken disiyle birlikte mezara götürdü . "Hatırladığım tek şey, bir eliyle sa çl an ın da n tutmuş, öteki eli yle öyle bir öfkey le vuruy ordu ki , beni öldüreceğini s andım ," diye anlattı bana Angela Vicario. Ama onu bile öyle usulca yapıyor du ki, öteki odalarda uyumakta olan kocasıyla iki büyük
kızının, fe l aketin gerçekleştiği şafak vaktine kadar hiçbir şeyden haberleri olmamıştı.
İkiz kardeşler, a n n e l eri nin acil çağrısına uyarak saat üçten az önce dönmüşlerdi eve. An g el a Vicario'yu ye mek odasındaki k ane pel erden birinin üzerinde yüzüko yun yatar bulmuşlardı, suratı yediği yumruklardan mos mor olmuştu ama a ğ la m ayı kesmişti. "Artık ko rkm uyor du m ," dedi bana. ''Tam tersine, sonunda ölümün ağırlığı
nı üstümden kaldırmı.şlar gibi hissediyordum; tek istedi ğim ş ey, yatıp uyumak için her şeyin bir an önce bitme
siydi." İki kardeşten en ka ra ri ıs ı olan Pedro Vicario, kızı belinden tuttuğu gibi kaldırmış, yemek masasının üzeri ne oturtmuştu. "Hadi kızım , anl a t," demişti ona, öfkeden titreyerek, "kim olduğunu söyle bize." Kız, o nu n adını ancak söyleyebilecek kadar bir süre duraksamıştı. Karanlıkların içinde araınıştı o adı, bu d ün yada ve öteki dünyada birb i rine kanşmış onca ad arasın
dan ilk bakışta bulup çıkarmıştı onu; tıpkı ölüm ferm an ı
ezelden beri ya z ıl ı olan iradesiz bir kelebekmiş gibi, isa
betli bir atışla onu duvara mıhlayıvermiş. "San tiago Na sar," demişti . 47
Avukat, cinayetin namus uğruna meşru müdafaa ol du_ğu tezini savunmuş, bu da mahkeme heyeti tarafın dan kabul edilmişti; davanın sonunda ikizler bu suçu aynı nedenlerle bin kez de olsa yeniden işleyeceklerini beyan etmişlerdi. Cinayeti işledikten birkaç dakika sonra kiliseye gidip teslim oldukları andan itibaren savunma nın gerekçesini öngörenler yine kendileri olmuştu. Peşle rinde öfkeden kudurmuş bir grup Arap'la birlikte soluk soluğa rahibin evine dalmışlar, uçları tertemiz bıçakları nı Peder Amador'un m:;ısasına bırakmışlardı. Her ikisi de işledikleri bu vahşi cinayet nedeniyle bitkin bir durum daydılar, üstleri başları ve kollarıyla suratlan terden sırıl sıklam olmuş, taptaze kana bulanmıştı; ama rahip geli p böyle teslim olmalarını son derece onurlu bir davranış
olarak hatırlıyordu. "Onu bilinçli olarak öldürdük,'' demişti Pedro Vica rio, "ama biz masumuz." "Belki Tanrı katında öylesinizdir," demişti Peder Amador. "Tanrı katında da, insanların gözünde de," demişti Pablo Vicario da. "Bu bir namus sorunuydu ." Dahası vardı: Olayiann canlandırılması sırasında gerçekte olduğundan çok daha acımasız bir vahşet sergi48
lemişlerdi, öylesine ki, Plıi.cida Linero'nun evi ni n bıça k da rb eleriyl e delik deşik olan sokak kapısının bile d evl et parasıyl a ananlması gerekmişti. Şartlı sa l ı v erme için ke
fa let parasını ödeyecek halleri olma dığından davanın so nu çlanmasını üç yıl b e kledi k leri Riohacha Kapalı Cezae
vi 'ndeki en kı deml i ma hp uslar, onları iyi huylu, arkadaş canlısı olarak h atırhyor!ardı; ama ikisi n de de hiçbir piş
ma n lık belirtisi ne rastlamamışlardı. Yine de i�in aslına
bakılırsa, Vicario ka rd eşl er Santi ago Nasar'ı h iç kimse nin h abe ri
olmadan, hemen öldürmek için
gereken h iç
bir şeyi yapmamışlardı, tam tersine biri çıkıp da onu
öl
dürmelerini engellesin d i ye akla gelebilecek her çareye ba şvurm uşlar ama bunu sağl am a yı başaramamışlardı .
Yıllar s onra bana söylediklerine göre, onu saa t ikiye
kadar birlikte olduklan Maria Alejandrina Cervantes'in evinde aramakla işe başlamışlardı. D aha başka pek çok
lan gibi bu bilg i de soruşturma ra poru n da yer almı yor du . Aslında S antiago N asar, iki zle rin onu aramaya gittik l erin i söyl edikl eri saatte a rtı k orada değildi, çünkü evden
eve dolaşıp serenat yapmak için biz hep birlikte sokağa çı kmıştı k; ama her ne olursa olsun onl arın oraya gittikle
ri doğru değildi. "Buraya gelmiş olsalardı bir daha asla
Alejandrina C erv a n de onu o kad ar iyi tanıyan b i r ki ş i olarak bu sözlerinden asla kuşku duymamıştım. Oysa onlar Santia çıkamazlardı," demişti bana M ari a tes. B en
go Nasar'ı beklemek için kalkıp Clotilde Armenta'nın
evine gitmişlerdi; ama kasabanın yarısı oradan geçse de
Santi ago Nasar'ın o raya uğramayacağım biliyorl ardı .
''Açık olan te k
yer orasıydı," diye ifade vermişlerdi sorgu
yargıcına. Beraat ettikten sonra da, "Er geç oradan geçe cekti," dem işlerd i bana. Ancak Pl ac i d a Linero'nun evinin
sokak k ap ısını n gündüz vakti bile içerden kol demiriyl e kapah olduğunu, arka kapının anahtarlarını d a Santiago Nasar'ın her zaman yanında taşıdığını herkes biliyordu. 49
ikiz Vicario kardeşler bir saatten fazladır onu ön kapıda bekleyip dururlarken, gerçekten de Santiago Nasar eve dönüp içeriye arka kapıdan girmişti, daha sonra piskopo
su karşılamak için meydana a ç ı l an ön kapıdan çıktıysa
da, bunu öyle beklenmedik bir nedenle yapmıştı ki, sor gu yargıcı bile bir türlü anlayamamıştı. işleneceği bu kadar açıkça duyurulmuş bir cinayet olamazdı. Kız kardeşleri o adı onl ara ifşa ettikten sonra ikiz Vicario karde�ler, kasaplık gereçlerini sakladıkları domuz ahmna giderek en iyi iki bıçağı seçmişlerdi: Bun
lardan biri, on parmak uzunluğunda, iki b u ç uk parmak eninde bir kasap bıçağı, öbürü de yedi parmak uzunlu ğunda, bir buçuk parmak eninde bir et ayıkl ama bıçağıy dı . Onları b i r bez parçasına sarmalamışlar; bazı tezgahla rın yeni yeni açılmay�. başladığı kasaplar çarşısına bileme
ye götünnü�lerdi . Günün ilk müşterileri pek azdı; ama yirmi iki kişi onların ne l e r söylediklerini duydukları yo
lunda ifade vermişlerdi, bunlann hepsi de Vicarioların
tek amacının o sözleri herkesin duyması olduğu izleni minde birleşiyordu. Kasaplık yapan Faustino Santos adındaki bir arkadaşları, sakatat tezgahını daha yeni açtı ğında saat 03 .20'de onlann içeri girdiklerini görmüş, Pa zartesi günü, üstelik de üzerlerinde düğünde giydikleri koyu renk giysileriyle neden o kadar erken saatte orada olduklarını anlayamamıştı. Onları cuma günleri; ama bi raz daha geç saatte, hayvan kesrnek için kullandıkları deri önlükleriyle görmeye alışıktı . "Herhalde öyle sarhoş
olmuşlar ki, yalnızca saati değil günü de şaşırmışlar diye düşündüm," demişti bana Faustino Santos. Onlara gün lerden Pazartesi olduğunu h a tırlatmıştı.
"Onu bilmeyecek ne var, sal ak," diye karşılık vermiş ti Pablo Vicario, sakin bir tavırla, "biz yalnızca bıçakları mızı bilemeye geldik," demişti. B ıçakları bileği makinesinde, her zama n yaptıkları so
gibi bil emişl erdi : Pedro iki bı çağı birden tutup sırayla bi l eği taşı n a sürtüyor, Pa bl o da manivelayı çeviriyordu. Bir
yandan da düğünü n şa tafa tın da n s öz ediyo rlardı öteki kasap l a rl a. Kimileri, meslektaş oldukları halde düğün pastasından p ayiarı n a düşeni alamadıklarından yakını yordu. Onlar da da h a sonra p astad� n yoll at ac akl anna
söz vermişlerdi . En son u nda bıçaklarını bileğitaşına sür
terek tiz bir ses çıkartmışlar, sonra Pablo kendininkini
lambaya doğru kaldırarak çeliğin n asıl p arladığına bak m ış, "Santiago Nasar'ı öldüreceğiz," demişti. İyi insanlar olarak öyle nam saimışiardı ki, kimse al
dırış etmemişti onl a ra. "B i z
o
sö zl erin sa rh oş palavra l arı
olduğu n u sa n m ıştık ," diye ifade verm işl erdi kasapia rı n
bi rçoğu, tıpkı on lan daha sonra gö ren Victoria Guzman 'la
daha b a ş ka pek çok kişi gibi. Ben bir keresinde, kasa p l ık
m esl eğin in insanın ruhunda adam öldürmeye yatkınlık olduğunu gösterip göstermediğini sormuştum kas ap lara ; ama onlar kar§ı çıkmışlardı: " B iz bir h ayvan kestiğimizde gö zleri nin içine bakmaya cesaret edemeyiz," diye. İçle rinden biri, d ah a önceden bildiği, hele hele sütü nü içtiği bir ineği kesemeyeceğini söylemişti b ana . Ben de onlara Vicario kardeşlerin kendi yetiştirdikleri, adlarıyla çağı ra
cak kadar y akın da n bildikleri aynı domuzları kestiklerini hatırlatmıştım . "Doğru," diye karşılık vermişti bir ta n esi, "ama dikkat ederseniz onl a ra insan adları deği l , çiçek ad ları koyuyorl ardı." Pa bl o Vicario 'nun savurduğu tehditte gerçeğin ışıltısı olduğunu s e zi nleyen tek kişi Faustino Santos olmuş, daha önce ölmeyi hak e den onca zengin
adam va r ken neden kalkıp da Sa nti ago Nasar'ı öldürm e
leri gerektiğini şaka yollu sonnuştu onlara.
"Santiago Nasar, nedenini iyi bilir," diye karşı lık ver
mişti Pedro Vicario.
Faustino Santos, içinde bir kuşku uyandığını, beledi
ye 6aşkanının kah valtı sı için ya rı m kilo ciğer a l mak üzesı
re az sonra uğrayan bir polis memuruna bunu haber ver diğini anlattı bana. Soruşturma raporuna göre bu polis memurunun
adı Leandro Pornoy'du, ertesi yıl kasabanın
koruyucu azizleri onuruna yapılan şenliklerde şahdama rına bir boğanın indirdiği boynuz darbesiyle ölmü§tü . Bu
yüzden de onunla hiç konuşamadım; ama Clotilde Ar menta, ikiz Vicario kardeşler S antiago Nasar' ı beklemek üzere içeri girip oturduklannda dükkanına gelen ilk kişi nin o olduğunu doğrulamıştı b ana .
Clotilde Armenta, tezgah b a şın da kocasının yerini
daha yeni almıştı . Her zaman uy gul adı k l an bir yönterndi
bu. Dükkanda günün ilk ı§ıklarıyla süt, gün boyunca da
yiyecek maddele ri satılıyordu, akşam saat altıdan sonra
da meyhaneye dönüşüyordu. Clotilde Armenta dükkanı sabah saat 03 .30'da açardı. İyi bir adam olan kocası Don Rogeli o de la Flor da kapatma saatine kadar meyhaneyi
işletirdi. Ama o gece düğün eğlencesinde yoldan çıkmış o kadar çok müşteri olmuştu ki, dükkanı kapatamadan saat üçten sonra girebilmişti yatağa, Clotilde Armenta da her zamankinden daha erken kalkmıştı, çünkü pisko pos gelmeden önce işi bitirmek istiyordu .
Vicario kardeşler saat 04. 1 0'da girmişlerdi içeri . O s aatte
yiyecek maddesinden başka bir §ey satılmıyordu;
ama Clotilde Armenta, yalnızca onları b eğendiğinden
değil, aynı zamanda kendisine göndermiş oldukları dü ğün pastası n eden iyle minnettar da olduğundan, onlara
bit şi§e şekerkamışı romu satmıştı. Birkaç koca yudumda bütün şişeyi içip bititmişler ama bana mısın dememişler
di. "Kafalarındaki sapl antıya öyle bir daimışiardı ki," de mişti bana Clotilde Armenta, "lambanın gazını bile içse ler üzerlerindeki baskıdan kurtul acak durumda değille r di." Sonra aba ceketlerini çıkarıp büyük bir dikkatle san dalyelerinin arkasına asmışl ar bir şişe daha ı smarl arnışl ar ,
dı. Üzerindeki k u rum uş terden gömlekleri pislik içindey52
di, bir önceki günden kalma sakalları dağ adamı gö rünü mü veriyordu onlara. İkinci şişeyi, Placida Linero'nun karşı kaldırırnda pe nc erel eri karanlık duran evinden göz
lerini ayırmadan, oturdukları yerde ağır ağır içmişlerdi. Balkondaki en büyük pencere Santiago N asar ın yatak odasının penceresiydi. Pedro Vicario, o pencerede ışık gö rüp görmediğini sormuştu Clotilde Armenta'ya, o da gör mediğini s öyl emi şti ama onun bu ilgisini garipsemişti. '
"Ona bir şey ml oldu?" diye sormuştu.
"Yoo," diye karşılık vermişti Pedro Vicario. "Yalnızca öldürmek için onu arıyoruz da." Bu öyle beklenmedik bir yanıt olmuştu ki, kad ın ku laklarına inanamamıştı . Ama ikizlerin elinde m u tfak bez
lerine sarılı iki kasap bıçağı olduğu dikkati ni çeknıişti .
"Peki onu bu kad ar erken s aatte neden öldürmek
istediğini zi sorabilir miyim ? diye sormuştu. "
"Nedenini kendisi bilir," diye karşılık vermişti Pedro
Vicario. Clotilde Armenta, o nl arı dikkatle incelemişti.
ikiz
kardeşleri o kadar iyi t anı rdı ki, birbirlerinden ayırt ede
bilirdi, özellikle de Pedro Vicario askerden döndüğün
den beri. "Tıpkı iki çocuğa benziyorlardı," demişti bana. Ve bu düşünce onu korkutmuştu, çünkü ancak çocukla no
her şeyi yapabileceklerini düşünürdü hep. Böylece
süt kaplannı hazırlamayı bitirip dükkanda neler olup · bittiğini anlatmak üzere gidip kocasını uyandırmıştı .
Don Rogelio de la Flor yan uykulu bir halde d inl emişti onu.
"Saçmalama," demişti karısına, "o ikisi kimseyi öldü remez, hele zengin birini hiç." Clotilde Armenta, dükkan a geri döndüğünde, ikiz
ler, belediye başkanının sütünü almaya gelmiş olan polis m emuru L e and ro Pornoy'la sohbet ediyorlardı . Ne ko nuştuklarını duyamamıştı; ama adamın dışarı çıkarken o 53
bıçaklara bakışından, niyetleri hakkında bir şeyler söyle miş olduklarını tahmin ediyordu. Albay U.zaro Aponte, saat dörtten az önce kalkmış tı. Polis memuru Leandro Pornoy, Vicario kardeşlerin ni
yetlerini kendisine açıkladığında tıraş olmayı daha yeni bitinnişti. Bir gece önce o kadar çok arkadaş kav gasını
yatıştırmıştı ki, bir tanesini daha halletmek için acele et mesine gerek yoktu. Saki n sakin giyinmiş, papyonu ku sursuz oluncaya kadar birkaç kez çözüp baştan bağlamı� tı; sonra da piskoposu karşılamaya gitmek üzere boynu na Meryem Ana Tarikatı'nın göğüslüğünü takmıştı. Hal
ka halka doğranmış soğanlı ciğer yalınisiyle kahvaltısını ederken eşi büyük bir heyecanla Bayardo San Roman'ın Angela Vicario'yu evine geri gönderdiğini anlatmış; ama albay olayı onun kadar dramatik görmemişti. "Tanrım," diye onu alaya almıştı, "kim bilir p iskopos ne düşünecek?" Yine de kahvaltısını bitirmeden önce emir erinin az önce ona söylediklerini hatırlamı�, bu iki h aberi bir ara ya getirince bir bulmacanın iki parçası gibi birbirine tı patıp uyduğunu anlayıvermişti. Bunun üzerine yeni li man sokağından kasaba meydanına gitmişti, buradaki evler piskoposun gelişiyle canlanmaya başlamıştı. "Saa tin neredeyse beş olduğunu, yağmur yağmaya başladığı nı kesin olarak hatırlıyorum," dedi bana Albay Lazaro Aponte. Yolda giderken karşısına çıkan üç kişi, Vicario kardeşlerin Santiago N asar' ı öldürmek için bekledikleri ni gizlice aniatmıştı ona; ama bunlardan yalnızca biri bi liyordu nerede beklediklerini. Albay Aponte, Vicario kardeşleri Clotilde Annenta' nın dükkanında bulmuştu. "Onları gördüğümde tama men kabadayılık ta sladı kl a n n ı düşündi.im," dedi bana, o
her zamanki mantıklı haliyle, "çünkü sandığım kadar sar hoş değillerdi." Niyetlerini anlamak için onlan sorgula54
marnı§tı bile, yaln ı zc a ellerinden bıçaklannı alı p on ları yatmaya göndermişti. Eşinin tel a§ ı n ı yatıştırdığı o her zam anki gönül alıcı tavrıyl a konuşmuştu onlarla. "Dü�ünsenize bir kere," demişti, "sizi bu durumda görecek olmsa piskopos ne der ! " Onlar da çekip gitmi�lerdi. Cloti lde Armenta, bele
diye başkanının işi bu kadar hafife almasıyla bir kez daha h ayal kı nkl ı ğın a uğramıştı, çünkü işin doğrusu a çı ğ a çı
kana kadar ikizleri tutuki atması gerektiğini düşünüyor du. Albay Aponte, son bir ge re kçe olarak bıçaklan gös termi�ti on a .
"Artık ellerinde kimseyi öldürecek bir şey kalmadı," demişti . "Sorun o değil ki," demi şt i Clotilde Armenta da. "O
zavallı çoc u kl a n üstlerine çöken o korkunç yükten kur
tarmak gerek." Kadın sezinlerni§ti n e le r olduğunu. Vicario karde§
l erin bu hükmün infazını ye rine getirmek kaygısında ol maktan çok, biri çıkıp bir iyilik yaparak kendilerini en
gellese diye düşündüklerinden kesinlikle e min d i . Ama
Alb ay Aponte'nin vicdanı rahattı. "Sırf kuşkulara dayanarak kimseyi tutuklayamazsı nız," demi§ti. "Şimdi bütün iş, S antiago Nasar'ı uyarma k ta, ondan so nra sen sağ ben selamet.''
Clotilde Arm enta, Alb ay Aponte ' nin tı kn a z, bodur
görünümünün onu oldukça mutsuz etti ğin i hatırlıyordu her zaman; oysa ben, yazışma yo luyl a öğrendiği isp riti z ma se ansların ı tek başına uygulamaktan birazcık kafası karı§mış olmakla birlikte, mutlu bir insan olara k anmı şımdır onu . O Pazartesi günkü dav ranı�ı , dü�üncesizliği
nin kesin kanıtıydı. Aslında ! imand a gören e kadar Santia
go N asar' ı bir daha aklına getirmemiş, o z a man da doğru
�ararı aldığı için kendi kendini kutlamıştı.
Vic a rio k arde� lcr, niyetlerini, dükkana süt almaya ss
giden on ikiden çok kişiye anlatmışlar, onlar da saat altı dan önce bu
haberi dört
bir yana yaymışlardı. Haberin
karşıdaki evde duyulmam1� olmas1 Clotilde Armenta'ya olanaksız geliyordu. S antiago Nasar'ın orada olmadığım düşünüyordu, çünkü yatak odasının ışığının yandığım görmemi§ti, önüne çıkan herkese onu nerede görürlerse uyarmalarım tembih etmişti. Rahibeler için süt almaya gelen çömez kız aracıhğıyla Peder Amador' a bile haber yollamıştı. Saat dörtten sonra, Placida Linero'nun evin de mutfak IŞıklarının yand.ığını görünce de, her gün AL lah rızas1 için bir parça süt istemeye gelen dilenci kadın la Victoria Guzman' a son olarak acil bir mesaj yolladı. Piskoposun gemisinin
düdüğü öttüğünde neredeyse her
kes onu karşılamak ü zere uyanmıştı, ikiz Vicario kardeş Lerin Santiago Nasar'ı öldürmek üzere beklediklerini bil meyenimiz de pek azdı, üstelik bun un nedeni de tüm ayrıntılarıyla biliniyordu. Clotilde Armenta, sütünü satınayı henüz bitirme mi�ken, Vicario kardeşler gazete kağıtlarına sarılı iki bı çak daha alarak geri dönm ü şlerdi. Bunlardan biri, on iki parmak uzunluğunda, üç parmak eninde, sert çeliği pas içinde bir et doğrama bıçağıydı, savaş yüzünden Alman bıçaklarının gelmediği dönemde küçük bir testerenin metal inden Pedro Vicario kendisi yapmıştı onu.
Öbür
bıçak daha kısaydı ama ağzı enli ve kıvrıktı. Sorgu yargı cı; belki de tanımlayamadığından, raporuna onun resmi ni çizmiş, kıvnk bir minyatür hançere benzediğini belir tirken pek de yanılmamıştı. Cinayet işte bu iki bıçakla işlenmişti, her ikisi de çok kullanılmı�, son derece ilkel bıçaklardı. Faustino Santos, neler olup bittiğini bir türlü anlaya mamıştı. "Bıçakları biterneye yeniden geldiler," dedi ba na, "Santiago N asar' ın karnını deşeceklerini herkes duy sun diye yine avaz avaz bağırdılar, ben de palavra attı k56
larını sandım, özellikle de b ı çakl ara dikkat etmediğim için , onl arın aynı bıçaklar olduğunu sanmıştım." Oysa
bu kez Clotilde Armenta, daha onların içeri girdiklerini görür görmez, eskisi kadar kararlı olmadıklarını fark et mi§ti . Aslında iki kardeşin arasında ilk uyuşmazlık patlak vermişti . Görün ürde tıpatıp birbirlerine benzerlikleri h a l de içdünyalarında yalnız c a çok farklı olmakla kalmı
yorlar, zor duruml arda birbirlerinden tümüyle zıt karak
terde oldukları ortaya ç ı kıyord u . Biz
rkadaşl ar ı bunu
a
daha ilkokuldayken fark etmiştik. Pablo Vicario, karde şinden altı dakika daha büyüktü, yeniyetmelik dönemi ne kadar da ondan daha hayalperest, daha kararlı biri olmuştu. Pedro Vicario, bana her zaman daha duygusal biri olarak görünmüştü, yine de daha otoriterdi . 20 yaşı na geldiklerinde askerlik şubesine bi rl i k te gitmişler, Pa blo Vicario, ailesinin başında k al ab ilmesi için askerlikten
muaf tutulmuştu. Ped ro Vicario, askerlik hizmetini on
bir ay boyunca kolluk kuvvetlerinde devriye görevi ya parak tamamlamıştı . Ölüm korkusuyla daha da pekişen ordu disiplini, onun emretme eğilimini, büyük kardeşi yerine karar verme alışkanlığını geliştirmişti. On başı rüt besiyle terhis olup askeri tıbbın en sert yöntemlerine, D oktor D ion is io Iguaran'ın arsenik iğne l eriyl e p erman
gan at l avman l arına b i l e di renen belso ğukluğu hastahğıy
la askerden dönmüştü. Ancak sonradan h apisteyken onu iyileştirmeyi başarabilmişlerdi. Pedro Vic ari o, tam bir as
ker ruhuyla sol böğründeki kurşun yarası izini her iste yene göstermek için gömleğini yukarı sıyırmak gibi yeni
bir alışkanlıkla geri döndüğünde, dostları olan bizler,
Pablo Vicario'da kısa sürede küçük kardeşine karşı
ac
a
yip bir bağımlılık geliştiği dü�üncesinde birleşmiştik. Hatta kardeş inin bir savaş madalyası gibi sergi le d i ği bü yük adamlara yaraşır belsoğukluğu hastalığı karşısında 57
bir tür hayranlık duymaya bile başlamı ş tı.
I