Hürrem Sultan [1 ed.]
 9786052959169

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Genel Yayın: 4571

TARİH LESLIE PEIRCE HÜRREM SULTAN ÖZGÜN ADI EMPRESS OF THE EAST HOW A EUROPEAN SLAVE GIRL BECAME QUEEN OF THE OTTOMAN EMPIRE COPYRIGHT © 2017, LESLIE PEIRCE HACHETTE BOOK GROUP, INC., NEW YORK, USA, BÜNYESİNDEKİ PERSEUS BOOKS, LLC'NİN BİR MARKASI OLAN BASIC BOOKS İLE YAPILAN SÖZLEŞMEYE UYGUN OLARAK YAYIMLANMIŞTIR. İNGİLİZCE ÖZGÜN METİNDEN ÇE VİREN

RENAN AKMAN ©TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI, 2017

Sertifika No: 40077 EDİTÖR

ALİ BERKTAY GÖRSEL YÖNET MEN

BİROL BAYRAM DÜZELTİ-DİZİN

NECATİ BALBAY GRAFİK TASARIM UYGULAMA

TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI 1. BASIM: EYLÜL 2019, İSTANBUL

ISBN 978-605-295-916-9 BASKI

AYHAN MATBAASI MAHMUTBEY MAH. 2622. SOKAK NO: 6/31 BAGCILAR İSTANBUL TEL: (0212) 445 32 38 FAKS: (0212) 445 05 63 SERTİFİKA NO: 44871

Bu kitabın tüm yayın hakları saklıdır. Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında gerek metin, gerek görsel malzeme yayınevinden izin alınmadan hiçbir yolla çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz. TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI İSTİKLAL CADDESİ, MEŞELİK SOKAK NO: 2/4 BEYOGLU 34433 İSTANBUL TEL. (0212) 252 39 9 1 FAKS (0212) 252 3 9 95

www.iskultur.com.tr

Leslie Peirce

Hiirren1 Sult(,111

Çeviren: Renan Akman

TÜRKiYE

$BANKASI

Kültür Yayınları

]oanne, Lynda, Nancy, Linda'ya ve ]ude'un anısına

Yakın bir geçmişe kadar köle olan, şimdi ise Doğu'nun en büyük imparatoriçesi durumuna gelen, her türlü dünyevi mutlului;'ja sahip, tüm arzuları yerine getirilen bu kadının, Süleyman'ın vefatından sonra Türk imparatorlui;'junun başına kendi oğullarından birinin geçmesi için çareler bulmaktan başka bir istei;'ji yoktu. Richard Knolles,

The General! Hisforie of the Turkes ( 1 603)

İÇİNDEKİLER Resim Listesi Kısaltmalar Teşekkür ... . ... .

. . ... . . . . . ... . .. . . . . . . ... . .. . . ..... . ..... .. .... . . . . .. .. ..... ..... . ....... . . . .... . VIII

. .

................ ............ .... ... ............. ... ...

.. ... .. ...... .. .

.....

... . . . ....

.

... .

.

.... .

... .. . .. ...

. ... .

. .. . .. .

. .

X

··· ··················· ·· ························· ···································· ····· ········ ·········································································· · ············· · ········· ··········

XI

Harita: Kanuni Sultan Süleyman'ın saltanatında

Osmanlı İmparatorluğu..... ........ .. . ....... ..... ......... ..... ... ... .. .... ... .... ... .. ... ..... ............ .... .... .... .... ... .... ........... .. .... .... . XIV .

.

. .

.

1 BAŞLANGIÇLAR 1. Rus Cariye .

.

.

. . .

.

. . . ... .. . ... 3

... .................... .................... ................. .... ... ............. ....................... .............. ............................................ ........ . .......... ..... . ...

2. Kaçırılma ...

3. Eski Saray' da

..

.

. . .. . . .. . ... ... ... . . ... . ................. .................... .............. ... .................. .... .... .... . .... ....... . .. ......... ... 15 .. .

. .. .

.

. . ..

..

.

. . . . .

..................... . ........................................ . .... ............ ..... . .. ........... ....... ...... .. ......................... . ......... .......... ... .. ... ..... .......

4. Annelik P olitik a sı

.

···························································· ·································· ·································································· ············ ·······

31 59

5. Aşıklar ve Ebeveynler .. .. ... . . ................ ... .. ... . ... ........ ...... ... .... .. .. . .... ... .... . .... . . .. ... .. ...... .. . .... . ........ . ..... .... ........ 81 .

il

.

.

.

.

.

..

.

.

ZORLUKLAR

6. Hürrem'in Rakibesi . . .

.. .. . . . . .. ... .. .. . ........ . ...... . ... . ... . ... . . ....... . ... . .. . ... . . .... . . ... . . . . . . . . 97

. .. .... ......... . .. . . . . .

7. Rüşt İspatı ....

. .. .. ... .

. .

.. .

. ...

.

. .

.. .

.... . ... ....

. ...

. ...... .

.... . . .. . . ......

119

....... . .... . .. . . . ...... .. . ........ ... . . ... . ... .. . .. . . . · · ····································

8. Yeni Saray'da Bir Kraliçe .

.

.

. .

.

143

...... .................... ........................................................................... ........... ... ................. ...........

9. İki Gözde ... . ....... ....

.. .. .. ..... ... . 169

· · ·· ·· ····················· ··· ············ ···· · · · · · · ···································· ·· ······ ······ ··········· ····· ········ ··········· · ··········

.

1O. İtibar İnşası. . .... . ... ... . ........ .. ...... .. .... .... .... .. .... ....... . . ...... .... . ... ..... . ......... ...... .... .. .. ... . .. ...... ............. ...... 197 .

. .

111 SİYASET 11. Ailevi Konular

.

.

..

.

.

12. İçte ve Dışta .. . 13. Toparlanma .

. 249 ..... ....... . .. . . .

14. Hesaplaşma.. . . .

15. Son Y ıllar 16. Son Söz

.

.

.. .. . .. .. .. ........ ... .... ... . .. .. . ................. .. . ... . ....... . . .... ... . .

.. . . . .

. . . . 273

. ...... . ..... .. .. ..

.

........... ........ . ................................. ................................... .. . ... 299 ..

.

..

. . . . . . .. .

.

.

. 325

················ ········· · ························· ····································································································· · ·· · ·············· ········ ·······················

. ..

. . ..

... .... .... ............................. . ............ . . . . ... ..... ........... . .......... .... . . ....... . .. ...... . . . . ........ . ... .

. . . .. . . . . . . . . . .. .

......... ........ . ........ .. ... ... ....... .... . ... . . . .... . ....... .... ..

Kaynakça Dizin

..... . .......... ......

.......................... ......................... . .... .. . ...... .......... ................... . ....... .................. ......... ...... ..... ... .... ... .. .. .......... ........ ........

Kim Kimdir? Ne Nedir? Notlar

22 7

............................................ ............................ ................................... . ................................ .......................... ..............

.

.. .. . . . . . . . . . . .

. . . ............. .......

. . .. .

.

......

353 369

. . 373

... ... .... ..... .. ...... .... ..... ..... .. .... . ....... . . . ....... .............. ............ . .

················································ · · · ······· ·························· ······························································· ·················································· ············· · · ·

................ ...............................................................................................................................................................................................................................

387

397

Resim Listesi

Osmanlı İmparatorluğu'nun haritası: Oxford University Press'in izniyle basılmıştır (Leslie Pierce, Imperial Harem: Women and Sovereignty in the Ottoman Empire, s. xix) . Genç Hürrem: Amram Ailesi Koleksiyonu, İstanbul. Vavassore'nin İstanbul haritası: Harvard Üniversitesi, Houghton Kütüphanesi, 51 -2570. Yeni Saray'ın birinci avlusu: Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, İstanbul, H. 1 523, fol. 15b. Hürrem'e ait saç bandı ve mendil: Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul, 3 1/1473, 1 477. Venedik sefareti: Kaynak: Franz Taeschner, Alt Stambuler Hof-und Volksleben: Ein Türkisches Miniaturen Album aus dem 17. ]ahrhundert, Hanover: Orient-Buchhandlung H. Lafaire, 1 925. Taeschner Album, No. 48. Tılsımlı gömlek: Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul, 3 1/ 1 477. Sünnet düğünü (1530): Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, İstanbul, H. 1 524, 1 03b-104a. Sultana, hadım ve hizmetkar: Muhtemelen iNi. James'in (ö. 1 6 1 2 ) oğlu Galler prensi Henry'nin koleksiyonundan, All Souls College, Codrington Kütüphanesi, Ms. 3 1 4, nos. 29-30-3 1 , The Warden and Fellows of All Souls College, Oxford. Yeni Saray'ın ikinci avlusu: Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, İstanbul, H . 1 523, 1 8 b-1 9a.

RESİM LİSTESİ

Yeni Saray'ın mutfakları: Franz Taeschner, Alt Stambuler Hof-und Volksleben: Ein Türkisches Miniaturen Album aus dem 1 7. Jahrhundert, Hanover: Orient-Buchhandlung H. Lafaire, 1 925. Taeschner Album, No. 1 2. Süleyman başında dört katlı taçla: Metropolitan Sanat Müzesi, New York, 42.4 1 . 1 . Avrat Pazarı: Museo Civico Correr, M S Cicogna 1 97 1 , "Le Memorie turkische. " Avrat Pazarı Haseki külliyesi: Gülru Necipoğlu, The Age of Sinan: Architectural Culture in the Ottoman Empire, Princeton, NJ: Princeton University Press, 2005. Gülru Necipoğlu'nun izniyle. Süleyman'ın tuğrası: Metropolitan Sanat Müzesi, New York, 3 8 . 1 49. 1 . Süleyman Mehmed'le konuşurken: Topkapı İstanbul, A. 3592, f. 79a.

Sarayı Müzesi

Kütüphanesi,

Mihrimah'ın portresi: Fotoğraf: HIP/Art Resource, NY. "Mevlevi dervişlerin raksı": Franz Taeschner, Alt Stambuler Hof-und Volksleben: Ein Türkisches Miniaturen Album aus dem 17. Jahrhundert, Hanover: Orient-Buchhandlung H. Lafaire, 1 925. Taeschner Album, No. 29. Mehmed'in ölümünün yasını tutan Süleyman: Kütüphanesi, İstanbul, H. 1 524, 1 7la.

Topkapı

Sarayı

Müzesi

Süleyman ve Hürrem'in geç 16. yüzyıla ait portreleri: Kaynak: Jean Jacques Boissard, Vitae et icones sultanorum Turcicorum, principum Persarum . . , Franckf. a d Moem, 1 596. Princeton Üniversitesi Kütüphanesi Nadir Kitaplar ve Özel Koleksiyonlar Departmanı; Nadir Kitaplar Bölümü'nün izniyle. .

Kabe'yi betimleyen çini: Metropolitan Sanat Müzesi, New York, 2012.337. Mustafa'yı huzuruna kabul eden Süleyman: Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, İstanbul. Hürrem'in Süleyman'a mektubu (1553): Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, İstanbul, E 5038/2. Süleyman ve Süleymaniye Camii'ni gösteren gravür: Metropolitan Sanat Müzesi, New York, 59.570.35. Valide sultan dairesinin görüntüsü: Foto: B. Diane Mott. Turhan Sultan'ın camii: G.J. Grelot, Relation nouvelle d'un voyage de Constantinople, Paris 1 6 89. Princeton Üniversitesi Kütüphanesi Nadir Kitaplar ve Özel Koleksiyonlar Departmanı; Nadir Kitaplar Bölümü'nün izniyle.

IX

Kısaltmalar

BOA: Başbakanlık Osmanlı Arşivi. İstanbul, Türkiye. EI2: Encyclopaedia of Islam, Second Edition, ed. P. Bearman, Th. Bianquis, C.E. Bosworth, E. van Donzel ve W.P. Heinrichs. Leiden: Brill, 2 0 1 2 . EI3: Encyclopaedia of Islam, T HREE, e d . Kate Fleet, Gudrun Kriimer, Denis Matringe, John Nawas ve Everett Rowson. Leiden: Brill, 2 0 1 5 . G-SİCİL: Gaziantep Şeriye Sicilleri. Milli Kütüphane, Ankara, Türkiye. İA: İslam Ansiklopedisi, ed. M. Th. Houtsma. İstanbul: Maarif Matbaası, 1 9401 986. TDVİA: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. İstanbul: TDVİA Genel Müdürlüğü, 1 98 8-20 1 2 . TSMA: Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi. İstanbul, Türkiye.

Teşekkür

Hürrem

üzerinde

düşünmeye

hayat

hikayesini

yazmaya

girişmeden çok önce başlamıştım. Bu kitap onun üzerinde düşünen başka kişilerle mutlu bir buluşma sonucunda ortaya çıktı. Caroline ve Andy Finkel ile Günhan Börekçi beni telif hakları temsilcisi Howard Morheim'la temasa geçirdi; Morheim da Hürrem'in hikayesini bir kitap teklifine dönüştürmem için bana ustalıkla yardım etti. Basic Books'tan Lara Heimert'in kitabı yayımlamayı kabul etmesi ve editörüm olması benim için bir şanstı; fikirleri ve editoryal önerileri anlatımımı zenginleştirmekle kalmadı, düşüncelerimi de geliştirdi. Leah Stecher'in duyarlı editörlüğü kitabın hem dilini hem görüşlerini muğlaklıklardan arındırdı. Melissa Veronesi ise üretim sürecini bir zevk haline getirdi. Jen Kelland, Amy Quinn ve Alia Massoud'a da teşekkür borçluyum. Başkaları da kitabın yazımına çok önemli katkılarda bulundu. Joanne Omang her bölümün ilk taslağını okuyarak değerli öneriler getirdi; ayrıca sonu gelmez sorularımı cevapladı. Eric Bogosian cömertçe zaman ayırıp dosyanın bazı bölümlerini okudu ve anlatıyı nasıl daha inandırıcı ve sürükleyici hale getireceğim konusunda bana ipuçları verdi. Kerim Pierce nazikçe fazla akademik olmamamı hatırlattı. New York Üniversitesi

öğrencilerinin

Xll

HÜRREM SULTAN

Osmanlılarla ilgili düşündürücü soruları, Osmanlıların neden ilgi çektiğini ve haklarında neler anlatmak gerektiğini daha iyi anlamamı sağladı. Yıllar içinde tekrarladığımız, bana yeni fikirler ve cesaret veren sohbetleri için Refia Akgök, Günhan Börekçi, Lale Can, Karen Kupperman, Alan Mikhail, Aslı Niyazioğlu, Lynda Ozgur, Amy Singer, Joshua White ve Sara Wolper'a özel bir teşekkür borçluyum. New York Üniversitesi'ndeki meslektaşlarım da benden desteklerini esirgemediler. Larry Wollf çeşitli vesilelerle bilgilerini paylaştı ve Hürrem'in en büyük hayranı oldu. Kari Appuhn ise İtalyancadan çevirilere sabırla yardım etti. Sibel Erol, Linda Gordon, Molly Nalan ve Everett Rowson'a da müteşekkirim. Coşkulu desteği ve kaynakça konusundaki uzmanlığı için Guy Burak'a da özel olarak teşekkürlerimi iletiyorum. Evdoxios Doxiadis ve Joshua White hayatı iyi belgelenmemiş bir kişi hakkında yazmanın zorluklarını tartışmak için bana ortamlar yarattılar. Hürrem'in Süleyman'a yazdığı mektuplardaki pasajların anlamını çözmeme Robert Dankoff'un uzmanlığının paha biçilmez bir katkısı oldu. Rıfat Bali, Deniz Beyazit, Erdem Çıpa, Natalie Zemon Davis, Lema Ekmekçioğlu, Caroline Finkel, John Freely, D idem Havlioğlu, Christine Isom-Verhaaren, Sait Özervarlı, Ünver Rüstem, Baki Tezcan, H ülya Tezcan, Başak Tuğ, Jane Tyl us ve Fariba Zarinebaf da sorularımı nezaketle cevapladılar, çeşitli konuları tartıştılar ya da haberdar olmadığım kaynaklar önerdiler. Dariusz Kolodziejczyk, Almut Bues ve Mateusz Falkowski beni Hürrem'in kariyerinin ve şöhretinin o zamana kadar bilmediğim bir yönüyle tanıştırdılar. Yol boyunca pek çok başka kişiden de yardım gördüm ve burada hepsinin adını anamadığım için üzgünüm. İstanbul'da araştırma yapmamı kolaylaştıran pek çok kişiye de

müteşekkirim.

Başbakanlık

Osmanlı

Arşivi'nin

Okuma

Salonu'nun yöneticisi Fuat Recep, Süleyman'ın şehzade hanesine ait değerli defterlere dikkatimi çekti. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi'nde Sevgi Ağca D iker bakmam için konuyla ilgili belgeler ve minyatürler önerdi; saray ve tarihiyle ilgili bilgilerini cömertçe

TEŞEKKÜR

paylaştı. Yardımları için Zeynep Atbaş ve Merve Çakır'a da teşekkür ediyorum. Muhittin Eren ise kaynaklardaki tarihler, eski ve yeni yayınlar ve akademik trendler konusunda bana nezaketle danışmanlık yaptı. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde uzman olarak çalışan Mahir Polat o sırada restorasyonda olan Hürrem'in Avrat Pazarı külliyesinin çevresini dolaşırken bana rehberlik etmeye cömertçe zaman ayırdı; bu turu yapmamış olsam korkarım kitabın 10. Bölüm'ü bayağı ruhsuz olurdu. Kitabın yazım süreci Süleyman'ın saltanatını anlatan ve Hürrem'in temel karakterlerden biri olduğu, dünya çapında büyük ilgi gören Türk televizyon dizisi Muhteşem Yüzyıl'ın gösterimiyle aynı zamana denk geldi. Bana tekrar tekrar dizi hakkında ne düşündüğüm soruldu; cevabım, hedeflerimiz çok farklı olsa da diziden çok şey öğrendiğim. Örneğin sultanın çocuklarının dizide temel karakterler olmaları bana onları kitapta daha fazla öne çıkarma ilhamını verdi. Ayrıca dizi de kitabım da Osmanlı hanedanının hizmetine koşulan esirlerin yazgısını önemsiyordu . Arzu Öztürkmen v e Nermin Eroğlu sayesinde bir bölümün çekimi sırasında seti ziyaret edip yönetmenlerle ve aktörlerden bazılarıyla canlandırdıkları karakterler hakkında konuşabildim. Benimle Türkiye ve tarihine duyduğum sevgiyi paylaşan kadim dostlarım Joanne Omang, Lynda Ozgur, Nancy Öztürk, Linda Robinson ve rahmetli Jude Ülgen'e teşvikleri, eski anıtların etrafında dolanıp durmaya istekli oldukları ve yazmanın zorlukları hakkında sık sık yaptığım şikayetlere tahammül ettikleri için çok ama çok müteşekkirim. Son olarak, böyle teşekkür yazılarının çoğunlukla aileyle sona ermesinin bir nedeni var - bir kere, sizi sürekli bilgisayarın başından uzaklaştırıyorlar. Hürrem'in hikayesinin yazımı, kitapları dişlemek yerine onları sevmeyi öğrenen, üç yaşına gelmekte olan Samson'la birlikte gelişti. Gene büyük bir kitapsever olan annesi Amy de bu projeye dikkatle ve zekice destek verdi; oğlum Kerim ise karmaşık yorum problemlerini çözmede en güvenilir denek tahtanı olmakla kalmadı, bu kitabın en büyük destekçisi oldu. Teşekkür ediyorum!

Xlll

x

< ''-- -'\.

\ � ? ). SAL RQ.MA {., RA TORL"!GU '-�

-V'l.r Hab�ı>arg r,

Kanuni Sultan Süleyman 'ın saltanatında (1520-1566) Osmanlı imparatorluğu.

::ı: C:• :D :D m ;ı:: en c:

� z

BAŞLANGIÇLAR

1

Rus Cariye

Bu hafta bu şehi rde, Sultanların tarihinde kesinlikle görülmemiş olağanüstü bir olay yaşandı. Büyük Senyör Süleyman Rusyalı bir köle kadını kendine imparatoriçe olarak aldı... Evlilik hakkında çok konu­ şuluyor, ama kimse bunun ne anlama geldiğini söyleyemiyor. Ceneviz San Giorgio Bankası'nın lstanbul temsilcisi nden mektup1

1 536'da padişahın düğünü yapıldığında, Rus köle, " Muhte­ şem" lakaplı 1. Süleyman'ın 1 5 yıllık cariyesiydi. Osmanlı padi­

şahlarının tüm cariyeleri gibi o da ne Türk ne de doğuştan Müs­ lümandı. Memleketinden kaçırılan genç kız kurallara, inceliklere ve siyasete hakimiyetiyle uyum yeteneğini ve kıvrak zekasını is­ patlamış ve bu özellikleri onu karanlıklardan çıkarıp padişahın yatağına taşımıştı. Hızla Süleyman'ın gözdesi durumuna gelerek, padişahın maiyetini de tebaasını da hayrete düşürmüştü. Osmanlı padişahları kadınlarına ne kadar sevgi ve ihtimam gösterirlerse göstersinler, onları aleni gözdeleri yapmazlardı. Ama Süleyman ve Hürrem ( Roxelana ) kısa aralıklarla beşi erkek altı çocuk sahibi

4

HÜRREM SULTAN

oldular. Süleyman ona tutulmuşa benziyordu ve H ürrem'in onu kendisine aşık etmek için baştan çıkarıcı güçler, hatta iksirler kul­ landığını düşünenler vardı. Ona cadı diyorlardı. Padişah ve cariyesi varsayımları teker teker altüst ettiler. Hür­ rem, efendisi olan padişahla nikahlanan ilk Osmanlı cariyesi oldu. Aynı zamanda, dikkat çekecek kadar öne çıkarak kendisini ortaya koyan ilk cariyeydi. Harem-i Hümayun'u hanedan kadınlarına ait bir ikametgah olmaktan çıkarıp siyasi nüfuz kullanan bir kuruma dönüştüren de oydu. Onun izinden giden padişah eşleri, oğullarına akıl hocalığı ederek ve 1 7. yüzyılda naibe sıfatıyla ülkeyi yöneterek Osmanlı siyasetinde çok güçlü roller oynadılar. Hürrem 1 55 8 'de öldüğünde, başkent İstanbul'da ve imparatorluğun dört bir yanın­ da, mirasının somut bir parçası olan çok sayıda hayır amaçlı vakıf da bıraktı, ki bu da gelenekten bir başka kopuşu temsil ediyordu. Osmanlılarda resmi bir kraliçelik makamı olmadığından, Hür­ rem bu rolü unvanı olmadan oynadı ve 1 6 . yüzyılı paylaştığı Avru­ pa'nın büyük kadın hükümdarları ve hükümdar eşleri için, onlar­ la boy ölçüşen zorlu bir rakip oldu. Ama Süleyman ile Hürrem'in ortak saltanatı olarak adlandırılabilecek değişimin köktenliği -Os­ manlılarda böyle bir yönetim ortaklığı bir daha asla tekrarlama­ dı- onu daha hayattayken tartışmalı bir kişilik haline getirdi. Onun Osmanlı tarihindeki yerine ilişkin tartışma bugün de sürmektedir. Hürrem'e doğumunda verilen isim bilinmemektedir. Doğum yerinin tam neresi olduğundan, doğum tarihinden ve anne baba­ sının isimlerinden de emin değiliz. Ama Osmanlıları yakından iz­ lemekte olan, girişte mektubundan alıntı yaptığımız Ceneviz ban­ ker gibilerin beslediği hayranlık, onun özelinde tarihi şayialara inandırıcılık kazandırır. Hürrem'in çağdaşları arasında, o tarihte Leh kralı tarafından yönetilmekte olan " eski Rusya "dan, Ruten­ ya'dan -bugün Ukrayna'da geniş bir bölge- geldiği konusunda görüş birliği vardı. Kökenleriyle ilgilenen Avrupalılar ona "Ruten­ yalı kız" anlamına gelen Roxelana adını taktılar. Genç esire takılan Osmanlıca isim, Farsçada " şen ", "güler yüzlü", "gönül açan" anlamına gelen Hürrem'di. Ömrünün ka­ lan kısmını bu isimle geçirmesine rağmen, Süleyman hariç nadi­ ren Hürrem adıyla anıldı. Kudretli insanlar unvanlarıyla anılırdı.

RUS CARİYE

Süleyman, tebaası için "padişah"tı. Hükümdarın tek eşi olan Hürrem de, gözde anlamına gelen " haseki" unvanını aldı. Süley­ man onu azat edip nikahına aldığında da "haseki sultan" oldu ( bir kadının ismine ya da unvanına " sultan" sözcüğünün eklen­ mesi onun hanedandan olduğunu gösteriyordu ) . Sonradan, bazı Osmanlılar arasında Hürrem'in Ortodoks bir papazın kızı olduğu inancı yerleşti - ya da 1 620'lerde İstanbul'a gelen bir Leh büyükelçisine öyle söylendi. Ama genç esir hakkın­ daki tek kesin bilgi, öz ailesinin Hıristiyan olduğudur. 1 5 . yüz­ yılın başından itibaren padişahlar bütün çocuklarını, imparator­ luğun sınır boylarından ya da daha uzaklardan alınıp getirilen,

Genç Hürrem'in "Süleyman'ın karısı Roxelana " başlığını taşıyan portresi, Venedik Okulu, 16.-17. yüzyıl.

5

6

HÜRREM SULTAN

Hıristiyan olarak doğmuş kadınlardan yaptılar. Bu kadın esirler hanedan anneliğine seçilmeden önce Müslümanlaştırılıyor ve Os­ manlı kültürüne asimile ediliyordu. Cariyelerin sunduğu avantaj, hanedanın egemenliğine meydan okuyabilecek Osmanlı aileleriyle hiçbir bağlarının olmamasıydı. Hürrem'in şansı, Süleyman'ın Eylül 1 520'de Osmanlı devletinin onuncu padişahı olarak tahta çıkışını izleyen birkaç ay içinde seçilme­ siydi. Yeni padişah 26, o ise aşağı yukarı 1 7 yaşındaydı. Süleyman'ın tahta çıkmadan önce başka cariyeleri de olmuştu, ama Hürrem onun uzun saltanatındaki ilk eşi oldu ve tek eşi olarak kalmayı başardı. Hürrem hayatta kalmayı bilmişti. Genç kızın yakalanma sü­ recinde yaşadığı şiddetle baş edebilmesi öyle yabana atılacak bir başarı değildi. Memleketinden başlayıp hayatının bir sonraki sersemletici evresine geçeceği uzak Osmanlı başkentinde nokta­ lanan o çok tehlikeli yolculuk boyunca, azimle direndi. Onun için seçilen Osmanlıca isim, başına gelenlere rağmen sevimli bir yüz ifadesi takınarak kederini belli etmemeyi başardığını düşündürür. Hürrem'in hayatta kalma becerisi, onu çok geçmeden, çoğu ka­ dın kölenin yazgısı olan sıradan kölelik koşullarının yukarısına çekecekti. Padişahın kadın akrabalarının, cariyelerinin, çocukla­ rının ve onların çok sayıda hizmetlisinin özel dünyası olan Ha­ rem-i Hümayun'un siyasi ve cinsel dinamiklerini okumakta hızla ustalaşacaktı. Hürrem'in harem içi rekabette üste çıkmasını ve o güne kadar bilinmeyen gözde, nikahlı eş ve haseki sultan rollerine gelmesini sağlayan dirayetiyle birleşen cazibesiydi. Hürrem ve Süleyman çokeşli bir dünyada bir çekirdek aile ku­ rarak töreyi ihlal ettiler. O güne kadar padişah cariyelerinin gayet iyi tanımlanmış tek bir sorumlulukları vardı. Bir Osmanlı padişa­ hına ya da şehzadesine erkek çocuk doğuran cariyenin tek vazifesi, çocuğun ileriki siyasi başarısı için çalışmaktı. Burada bir çatışma çıkması mümkün değildi, zira erkek çocuğun doğumuyla birlikte annenin efendisiyle cinsel münasebeti de son buluyordu. Bunun bir tutku ilişkisi olup olmamasının önemi yoktu, çünkü töre, bundan sonra cariyenin padişaha yeni çocuklar doğurmasını yasaklıyordu. Padişah yeni bir cariyeyle ilişkiye geçiyor, eskisi ise yetiştirmekle ve

RUS CARİYE

şehzade olarak hangi sancakbeyliğine tayin edilecekse orada refa­ kat etmekle görevli olduğu oğluyla birlikte kalıyordu. Bu üreme pratikleri yasaklı olmayan ya da uzatmalı ilişkileri neredeyse imkansız hale getiriyordu. Efendisi bir cariyeye sadece, kadın önceden bir ya da daha fazla kız çocuk doğurmuşsa, en azından bir erkek çocuk doğurana kadar muhabbet göstermeye devam edebilirdi. Şehvet düşkünü sultanlar ve onların cinsellik­ ten başka bir şey düşünmeyen aygın baygın sayısız kölesiyle ilgili Hollywood klişeleri, Osmanlılar özelinde nadiren geçerli olmuş­ tur. Hanedanın erkekleri için cinsellik bir zevk olduğu kadar siyasi bir görevdi. Tüm kalıtsal hanedanlarda olduğu gibi, hanedanın bekası, hükümdarlık etmeye uygun nitelikler taşıyan yetenekli şehzadelerin üretilmesine bağlıydı. Cariyeye gelince, kariyerinin sadece bir evresinde cinsel bir varlık, kalan kısmında ise bir an­ neydi. Hürrem ikisi birden oldu. Cinsel arzu uyandırmak büyük önem taşıdığından, padişah cariyelerinin fiziksel açıdan çekici olmaları gerekiyordu. ( 1 7. yüz­ yılda bir noktada, tahta yeni çıkan padişahın kadınlara karşı is­ teksizliği Osmanlı devletinin bekasını bir süre tehlikeye soktu. ) Ama cariyenin tehlikelerle dolu bir rekabet dünyasında oğlunu başarıyla ilerletebilmesi için, keskin bir zekaya ve siyasi istihbarat kapasitesine de sahip olması gerekiyordu. Kız çocukların da, on­ ları hanedanın ve erkek kardeşlerinin sadık müttefiklerine layık sultanlar olarak yetiştirecek, feraset sahibi annelere ihtiyacı vardı. Osmanlılar, bedensel ya da zihinsel engelli olanlar hariç, bütün şehzadelerin doğuştan babalarının yerine geçme hakkına sahip olduğuna inanıyorlardı. Tahta çıkma hakkını sadece yaşça en bü­ yük olana tanıyan ekberiyet kuralını uygulayan Avrupalı rakiple­ rinden burada ayrılıyorlardı. Osmanlılara göre, şehzadeler arası rekabet imparatorluğu yönetmeye, savunmaya ve yeni topraklar fethetmeye en uygun varisin belirlenmesini sağlıyordu. 1 52 1 sonbaharında ilk çocuğu Mehmed'in doğumu, Hürrem'i bazen gaddar olabilen bu dünyanın içine fırlattı. Taht mücadelesi padişahın oğullarının birbirlerine karşı ölümüne bir rekabete ha­ zırlanmasını gerektirdiğinden, şehzadeler, ataları tarafından bin

7

8

HÜRREM SULTAN

bir meşakkatle inşa edilmiş imparatorluğun şanının yürümesi için kendilerini feda etmeyi onur bilecek şekilde yetiştiriliyordu. Teorik olarak, hanedan içi bu şiddet kurumsallaştırılmıştı ve yeni padişa­ hın henüz tahta çıkmadığı hükümdarsız ara dönemlerle sınırlıydı. Çatışmanın hanedanın dışına çıkmaması gerekiyor, bu da halkı bü­ yük ölçüde, İngiltere'de krallık üzerine hak iddia edenler arasında çıkan Güller Savaşı gibi iç çatışmalara karışmaktan kurtarıyordu. Erkek kardeşler arasındaki rekabet istisnai yetenekte bir hüküm­ darlar silsilesinin oluşmasını sağladığından, yöntemin işe yaradığı söylenebilir. Ama şiddetin bazen halk arasına sıçradığı da oluyordu. Bu kardeş katli sisteminin ürettiği hayat boyu süren azabı çek­ mek, katledilen şehzadelerin annelerine düşüyordu. Saltanat, seç­ kin bir soydan gelen bir kadına böyle bir yazgıyı dayatamazdı . Köle bir cariye ise soylulaştırıcı olsa bile rizikolu bir iş olan şeh­ zade anneliği işine koşulabilirdi. Hürrem, şehzadelerini korumayı başaramasaydı, birden çok oğlunun ölüm acısını yaşayacaktı . Bir padişah kızının annesi olarak, İstanbul'dan siyasi sürgüne gön­ derilmeyecek, ama yüce bir makam olan Osmanlı İmparatorlu­ ğu'nun valide sultanlığına başka bir kadının yükselmesinin getir­ diği itibar kaybını yaşayacaktı. Mehmed doğduğunda, Hürrem görevinin başarmak olduğunun mutlaka farkındaydı, ama bunun onu nerelere götüreceğini öngörmüş olma olasılığı düşüktür. Hürrem'in sıra dışı kariyerinin tuhaflıkları karşısında, yabancı diplomatlar gibi padişahın tebaasının da kafası karışmıştı. Genç kadın padişahla içli dışlı bir şekilde yaşamaya devam ettiği gibi, başarılı olmaları için eğiteceği birden çok erkek çocuğa da sahip olmuştu. Halk eski törelere alışkındı. ( Osmanlılar arasında örf ve kanun alanlarının söz dağarcığı örtüşüyordu. ) Pek çok kişinin Süleyman'ın büyük oğlu Mustafa'dan ve annesi Mahidevran'dan yana olmasında şaşılacak bir şey yoktu. Mustafa, kabul edilen üreme kurallarına uygun bir biçimde, babası henüz şehzadeyken doğmuştu. Ama Süleyman şimdi padişah olarak bu kuralları çiğ­ nemişti. Kudretli padişahtan kuşku duyulamayacağından, insan­ lar şüpheli bakışlarını Hürrem'in üzerine diktiler. Kölenin onu koruyacak bir ailesi veya soyu da yoktu.

RUS CARİYE

Dönem, dünyanın dört bir yanında suçun kraliçelerin üzerine yıkılmasına son derece elverişliydi. Hürrem'in düğününün yapıl­ dığı 1 53 6 yılında, Tudor hanedanından Kral VIII. Henry kendisini efsunlamakla -oyuna getirerek kendisine aşık etmekle- suçladığı karısı Anne Boleyn'i idam ettirdi.2 Süleyman Hürrem'i hiçbir za­ man böyle bir düzenbazlıkla suçlamadı; Henry'nin aksine, gözde­ sinden bir erkek varis sahibi olamama başarısızlığını da yaşamadı. Gene de, Hürrem'in kendisini Anne'in yerine koyup onun yaşa­ dığı ikilemi anlaması mümkündü, zira tıpkı İngiltere tebaasının Anne'i Henry'nin boşandığı ilk eşi Aragonlu Catherine'le kıyasla­ ması gibi, halk da onu olumsuz bir nazarla, selefi olan kadın efen­ di Mahidevran'la kıyaslıyor olmalıydı. Kudret sahibi erkeklerin kadın aşıklarına aşırı düşkünlüklerinde, kusurun kadınlarda ol­ ması gerektiği kabulü geçerliydi. Ptolemaios hanedanından gelen son Mısır kraliçesi Kleopatra bile, halk arasında, Romalı büyük generalleri baştan çıkarma yeteneğiyle anımsanır. Tarih Hürrem'e karşı lakayt davrandı, zira bugüne kadar, dikkat çekici yaşamöyküsünü bir cariyenin perspektifinden an­ latan kimse çıkmadı. Süleyman hariç, hakkında yazanların hiç­ biri onunla asla karşılaşmadı. Süleyman, gözdesi için çok sayıda aşk şiiri yazdı, ama savaş meydanlarında geçirdiği uzun ayrılık dönemlerinde ona yazdığı mektuplardan hiçbiri günümüze ulaş­ madı. Padişahın tebaası sultanın eşleri hakkında konuşabilse de, Osmanlı vakanüvisleri ve yorumcuları bu konuda sessiz kaldılar, zira toplumsal davranış kurallarına göre, bir başka erkeğin kadını hakkında, hele hükümdarın hanesinden bir kadın hakkında konu­ şulmasına iyi gözle bakılmazdı. Aynı nedenle, ressamlar tarafın­ dan birkaç kez hayali resmi yapılmış olmasına rağmen, Hürrem'in gerçekte nasıl bir fiziği olduğunu da bilmiyoruz. Öte yandan, Os­ manlıları gözleyen Avrupalılar -büyükelçiler, tüccarlar, seyyahlar ve eski esirler- padişah, sarayları, çocukları ve çocuklarının an­ neleri hakkında uzun uzun yazmışlardır. Ama onların hanedan kadınlarına ilgisi siyaset ve güç (cinsel güç dahil ) konularıyla sı­ nırlı kalmıştır. Hürrem'in, kendisine hasımdan çok hayran kazan­ dırmış olabilecek çabalarından -örneğin, imparatorluğun dört bir

9

1Q

HÜRREM SULTAN

yanında gerçekleştirdiği hayır amaçlı pek çok projeden- neredey­ se hiç bahsetmemişlerdir. Bu anlaşılması güç kadının yaşamında pek çok bilinmeyen boşluk vardır. Bu kitaptan söz konusu boşlukların tamamını dol­ durması beklenemezse de, bazı olasılıklar öner(ebil)diğini ve ola­ bilirlikler tahayyül edebildiğini söyleyebiliriz. Neyse ki, Hürrem ardında, kendisine ait bir kayıt sayılabilecek metinler bırakmıştır. Süleyman'a yazdığı mektuplar, çok azı günümüze ulaşmış olmak­ la birlikte, Türkçeye artık yazışma yürütecek kadar hakim oldu­ ğu 1 520'lerden bir siyaset ustası haline geldiği 1 55 0'lere kadar uzanan 40 yıllık bir süreye yayılır. Canlı ve sevecen yazı üslubu ona neden " şen " anlamına gelen bir isim verildiğini anlamamıza yardımcı olur. Hürrem duygularıyla hareket etmeyen ve ihtiraslı bir kadın olduğunu kanıtlayacaktı, ama oyuncu tarafını da asla kaybetmemişe benzemektedir. Hürrem'in kişiliğinin izini vakıfları için hazırladığı vakfiye­ ler üzerinden de sürmemiz mümkündür. Bunlar mektupları ka­ dar mahrem metinler olmamakla birlikte, İslamın ihtiyacı olan­ lara verme [zekat, sadaka] buyruğundan ne anladığını ortaya koyar. Vakıflarında görev yapanların kendilerini muhtaçlara, yardım dağıtırken gösterdikleri gibi yumuşaklık ve anlayışla mu­ amele etmeye adamaları gerektiğini tekrar tekrar vurgulamıştır. Kölelere karşı özel yardımseverliği geçmişini asla unutmadığını düşündürür. Padişahın zevcesi konumuna yükselen Hürrem dikkat çekecek ölçüde verici biri olmak zorunda olduğunu kavramıştı. Osmanlı İmparatorluğu'nun nüfusunun neredeyse tamamı Yakındoğu'da doğan üç büyük tek tanrılı dinin -Yahudilik, Hıristiyanlık ve İsla­ miyet- mensuplarından oluşuyordu. Bu dinlerin hepsi hayır amaç­ lı bağışları temel bir akide ve farz olarak kabul ediyordu. Hürrem bu yükümlülüğü canı yürekten benimsemiş gibi görünmektedir. Ama o aynı zamanda, sıradan insanlara cömertlik göstermenin, göreneklere uymayan kariyerine yönelik olumsuz tepkileri etkisiz­ leştirebilecek saygı ve şükran duygularını kazanması için en etkin strateji olduğunu değerlendirebilecek kadar uyanık biriydi.

RUS CARiYE

Hürrem hayatı boyunca camiler, okullar, imaretler, seyyahlar ve hacılar için hanlar, tekkeler, veliler için türbeler, hamamlar ve zamanına göre modern sayılabilecek bir darüşşifa vakfetti. On­ dan önce, şehzadelerin ve padişah kızlarının anneleri hayır amaçlı önemli vakıflar kurmuşlardı, ama Hürrem'in eserleri gerek hacim gerek coğrafi yayılım bakımından önceki Osmanlı kadınlarının işlerini fersah fersah geride bıraktı. Müstakbel hanedan kadınları için, yavaş yavaş seçkin çevrelerin dışına çıkıp binlerce Osmanlı şehir ve kasabasındaki kadınlara kadar yayılacak bir örnek oluş­ turdu . Yaptırdığı anıtsal yapıların birçoğu ve onun eserlerinden ilham alan pek çok yapı bugün hala ayaktadır. Rutenyalı kız, kariyerine Osmanlı hanedanının karmaşık siya­ setine zorla sokulan bahtsız bir genç kız olarak başladı. Öz ailesi­ ni kaybetmiş olduğundan, hayatının kalan kısmını yeni Osmanlı ailesini koruyup kollamaya yönelik sonu gelmez bir arayış içinde geçirdi. Ama şehzade annesi olmak sarayın kalleş siyasetinde ta­ raf olmayı gerektirdiğinden, ev hayatını güvenli bir limana dö­ nüştürmek kolay iş değildi. Oğullarını koruması, onu Mustafa ve annesi Mahidevran'la kapışmaya mecbur ediyordu. Mehmed'den altı yaş büyük olan Mustafa yarışa avantaj lı başlamıştı. On iki ya­ şına geldiğinde, askerler arasında sevilen bir şehzade olmuştu bile. Osmanlı ordusu, özellikle de ünlü Yeniçeri Ocağı zaman zaman siyasete kendi iradesini dayatma tehdidi yaratıyordu. Hürrem hayatına girdiğinde, Süleyman Akdeniz'in doğusuna, Karadeniz ve kıyılarına, Güneydoğu Avrupa'ya ve bugünkü Or­ tadoğu'nun büyük bölümüne hakim olan imparatorluğun başına daha yeni geçmişti. Dedesinin babası il. Mehmed, üzerinde " sul­ tanü'l-berreyn ve hakanü'l-bahreyn" [iki kıranın sultanı ve iki de­ nizin hakanı] yazılı sikkeler bastırmıştı. " Fatih" lakabıyla anılan Mehmed, Bizanslıların bin yıllık Hıristiyan imparatorluğuna son vermiş ve kadim Konstantinopolis şehrini kendisine başkent yap­ mıştı. Dedesi il. Bayezid ise bir savaşçı olmaktan çok devlet ada­ mıydı, ama babası 1. Selim Doğu'yu da Batı'yı da tehdit etmişti.

İki uzun savaşla İran'da yükselen yeni gücü püskürtmüş ve Kahire merkezli saygın Memluk Sultanlığı'nı yıkmıştı. Memluk sultanın-

11

12

HÜRREM SULTAN

dan Mısır ve Doğu Akdeniz sahillerinin yanı sıra, itibarlı bir unvan olan "hadimü'l-haremeynü'ş-şerifeyn ", yani kutsal Mekke ve Me­ dine şehirlerinin hizmetkarı unvanını almıştı. Selim 1 520'de ani­ den öldüğünde Avrupa'yı istila etmeye hazırlanıyordu. Söylendiği­ ne göre, Süleyman Osmanlı tahtına çıktığında, onun savaşta acemi olduğunu düşünen papa ve birçok kral rahat bir nefes almıştı. Ama Süleyman çok geçmeden onlara yanıldıklarını gösterecekti. İşe 1 5 2 1 'de Belgrad'ı Macarlardan, 1 522'de de Rodos'u St. Jean Şövalyeleri'nden almakla başlayan Süleyman, Avrupa ve As­ ya'da imparatorluk sınırlarını daha da genişletti ve on yıl içinde Roma İmparatorluğu tacı üzerinde hak iddia edecek duruma gel­ di. Hürrem'le birlikte olduğu 37 yılın l O'unu ondan uzakta, 1 2 ayrı seferde geçirdi. Mektuplarının gösterdiği gibi, Hürrem onu müthiş özlüyordu, ama Süleyman'ın yokluğunda onu meşgul ede­ cek pek çok şey vardı. Çocuklarını büyütüp yetiştirmesi muazzam bir sorumluluktu. Oğulları sancaklarda göreve başlamak üzere yanından ayrıldıklarında, onlar için endişelenerek, ziyaretlerine gitmek için uzun mesafeler kat etti. İstanbul'daki tek can yoldaşı biricik kızı Mihrimah'tı; Mihrimah anne ve babasına düşkünlü­ ğüyle ünlüydü, onlar da kızlarının üzerine titriyorlardı. Annesinin hanedan kadınlarının sorumlulukları konusunda eğittiği Mihri­ mah Osmanlı padişah kızlarının en hayırseveri olacaktı. Anne­ sinden, yabancı hükümdar aileleriyle yazışmanın, imparatorluğa bazen erkekler arasında yürüyen diplomasinin sağlayamadığı fay­ dalar getireceğini de öğrenecekti. Hürrem, haseki sultan olarak saray kadınlarının efendisiydi ve zamanını ziyaretçileri kabul etmekle, dini bayramlar ve diğer özel günler için kutlamalar düzenlemekle geçiriyordu. D üzeni ve disip­ lini sağlama sorumluluğu esas olarak, kadın idarecilerden ve ha­ dımağalardan oluşan saray personeline ait olmakla birlikte, saray hareminin hanehalkı ile hizmetli ve hizmetkar kadrosuna onun nezaret etmesi gerekiyordu. Yetenekli harem kadınlarının saray hizmetinden çıkıp genellikle Süleyman'ın hükümetinde görevli saygın devlet adamları olan, kendilerine layık eşlerle evlenmele­ rini sağlayan da oydu. Saray dışında kendisi için çalışan erkek

RUS CARiYE

görevliler kadrosunu da o yönetiyordu. Özellikle, ç o k geniş bir alana yayılan vakıflarıyla ilgili işler hem onun hem de a damları­ nın giderek daha çok zamanını alıyordu. Ve siyasi zek a sı bilen­ dikçe, Süleyman'ın yokluğunda onun başkentteki gözü ve kulağı oldu. İlişki ağları geliştirmek ve kadın aj anlar ile sarayın kadın ziyaretçilerinden edinilebilen bilgiler de dahil olmak ü zere istih­ barat toplamak kritik önem kazandı. Süleyman'ın annesi Hafsa Sultan'ın 1 534'te ölmesinin ardından, Hürrem, Süleyman'ın en sadık haber kaynağı durumuna geldi. Hürrem'in Süleyman'la nikahlanabilmesi, muhterem bir kişilik olan ve oğlu tarafından çok sevilen Hafsa Sultan'ın ölümüyle müm­ kün oldu. Bunun nedeni, Hafsa Sultan'ın bu birleşmeye kesinkes karşı olması değildi ( ne yazık ki elimizde, oğlunun sıra dışı ilişkisi hakkında ne düşündüğünü söylememize yetecek kadar bilgi yok­ tur); saray siyaseti bir cariyenin valide sultanın statüsünün üzeri­ ne yükselmesine izin vermezdi. Sonra, Hürrem'in 1 53 6'da yapılan düğünü, Süleyman'ın ikametgahı olan Yeni Saray'ın kapılarını ona tam manasıyla açtı. Yeni Saray'da onu Süleyman'ınkilere bitişik bir dizi zarif oda bekliyordu. Harem-i Hümayun'a uzun yıllar ev sahipliği eden Eski Saray'dan Yeni Saray'a giderken, ona hizmetli ve hizmetkarlardan oluşan bir maiyet eşlik etti. Ama Hürrem Eski Saray'daki odalarını da muhafaza etti, zira Hafsa Sultan'ın ölümü, hanedan ailesinin en yüksek mevkili kadını olarak haremin dirlik ve düzeninden artık onun sorumlu olduğu anlamına geliyordu. Hürrem'in ikametgahının değişmesi, Harem-i Hümayun'un siyasi bir güce dönüşme sürecini başlattı; bu da Hürrem'in en büyük mirasıydı. Bugün Topkapı Sarayı olarak anılan Yeni Sa­ ray, il. Mehmed'in İstanbul'daki ilk ikametgahının ( b u raya artık Eski Saray deniyordu ) gerek kendisinin ve maiyetinin gerek baş­ lıca kalemlerinin sığamayacağı kadar dar gelmeye başlaması üze­ rine inşa ettirdiği, geniş bir alana yayılan binalardan oluşuyor­ du. Yeni Saray haremi Hürrem'in himayesinde hızla genişleyecek ve yüzyılın sonuna gelindiğinde Osmanlı yönetiminde nizami bir kurum haline gelecekti . Hanedan kadınlarının en üst kademesi artık imparatorluğun siyasi merkezinde yaşıyor ve çalışıyordu;

13

14

HURREM SULTAN

Eski Saray ise köşesine çekilen harem kadınlarının evi ve bir eğitim kurumu olarak konumunu muhafaza edecekti. Yeni Sa­ ray'dan çalışmaya devam eden kıdemli kadınlar, içlerinde ya­ bancı elçilerin de bulunduğu siyasi müttefiklerle ilişki kurmala­ rını sağla yan ağlar geliştirdiler. Kadınların siyasete " burunlarını sokmaları " nın yarattığı dönemsel hoşnutsuzluk patlamalarına rağmen, haremin siyaset yapması normalleşmişti ve bu durum imparatorluğun sonuna kadar devam etti. Hürrem 1 5 5 8 'de öldü ve Süleyman 1 566 yılında ölene ka­ dar sekiz yıl boyunca onsuz bir hayat sürdü. Haseki sultan oğullarından birinin babasının yerine tahta çıkacağını bilmenin iç huzuruyla, ama aynı zamanda, aralarındaki mücadelenin kanlı geçeceği korkusuyla öldü. Birlikte hüküm süren bir çift -bir padi­ şah ile fiilen kraliçe konumunda bir haseki sultan- düşüncesinin Osmanlılar için tekrarlanmayacak kadar tartışmalı bir fikir oldu­ ğunu görmeye ömrü yetmedi. Onun ardından, yükseliş kıvılcımını çaktığı Yeni Saray hareminin başı valide sultan olacaktı. Hürrem/ Roxelana Avrupa edebiyatındaki ve opera eserlerindeki tasvirle­ riyle, hatta dünya çapında tutkulu bir izleyici kitlesi olan modern bir Türk televizyon dizisi aracılığıyla ölümünden yıllar sonra hem ünleneceğini hem de kötü bir şöhret edineceğini de bilemezdi. Ne var ki, Hürrem, imparatorluğun kalbinde siyasetin doğasının değişeceğini isabetle öngörmüş olabilirdi. Aslında, onun kariyeri değişimin zaten başladığının kanıtıydı. Ondan sonra kraliçe" ko­ numuna sahip bir başka haseki sultan daha çıkmadı, ama o ve Süleyman, çocuklarının ve torunlarının nesillerinde devam edecek emsaller oluşturdular. Kanlı taht mücadeleleri pratiğinde onunla birlikte başlayan dönüşümlerden, bir sonraki padişahı belirlemeye yönelik daha çatışmasız bir sistem doğmaya başladı. Hürrem Os­ manlı İmparatorluğu'nun, antlaşma müzakerelerinin savaşta kaza­ nılan zaferler kadar zorlayıcı ve önemli hale geldiği ve hükümetin dikkatini fütuhat kadar içerideki dirlik ve düzenin de meşgul ettiği modern zamanlara doğru ilerlemesine yardımcı oldu. Onun başlat­ tığı reformlardan güç alan Osmanlı devleti bir 350 yıl daha ayakta kalmayı başaracaktı. Bütün bunlar, Osmanlı İmparatorluğu'nun en Süyük aşk hikayesi yaşanırken meydana gelen değişimlerdi.

2

Kaçırılma

Hürrem'in, birden çok milletin üzerinde hak iddia etmesine neden olacak kadar büyük bir şöhreti vardı. Söz gelimi, Siena'lı bir İtalyan olduğu söyleniyordu. Belki de 1 525 yılında ( Osmanlı padişahının üç çocuğunun annesi olmuşken) Parma'daki Castel Collecchio'dan kaçırılmıştı. 1 Fransızlar hiçbir zaman H ürrem'in kendilerinden olduğunu iddia etmediler, ama halk arasında Fran­ sa kralları ile Osmanlı padişahları arasında kan bağı olduğuna dair yaygın bir inanç vardı. Güya, Bizans'ın başkenti Konstan­ tinopolis'i fetheden il. Mehmed'in -ya da bir ihtimal babası il. Murad'ın- annesi, 1 5 . yüzyılda yaşamış bir Fransız prensesiydi. Bir Fransız prensesinin bir Osmanlı şehzadesinin annesi ol­ duğu düşüncesi zorlama gelebilir, ama 1 5 . yüzyılda bu büsbütün imkansız değildi. Osmanlı şehzadeleri il. Murad'ın ( ö. 1 45 1 ) hü­ kümdarlık dönemine kadar hala yabancı hanedanlarla evlilik it­ tifakları yapıyorlardı. Süleyman ile Fransa kralı 1. François'nın ortak hasımları olan İspanya ve Kutsal Roma İmparatorluğu'na karşı siyasi bir ittifak geliştirmeye başladıkları 1 6 . yüzyılda, kan bağı iddiası belki de oldukça cazip görünmüştü. Ama vaktiyle Os-

16

HÜRREM SULTAN

manlı hareminde Fransa'dan gelmiş bir prensesin yaşadığı inancı, 1 8 . yüzyılın sonuna gelindiğinde doğal seyrini tamamlamış gi­ biydi ve İstanbul'daki Fransız büyükelçisi Hürrem'i bu söylentiyi yaymakla suçlamıştı .2 Büyükelçi, bir prensesin kaybolmuş olabile­ ceği düşüncesini saçma buluyordu. Bunun, Hürrem'in ölümünden sonra, belki de aklından dahi geçirmediği işlerin kabahatinin üzerine yıkılmasıyla edindiği şöhretin büyüklüğünü gösteren bir ölçü olduğuna şüphe yoktur. Hürrem'in kökenlerine ilişkin daha makul iddialar Ukrayna ve Polonya'dan geldi - hala da gelmektedir. Bu iki ülkenin iddiaları birbiriyle çelişmez, zira Hürrem'in bugün Batı Ukrayna'yı içine alan, ama o tarihte Leh kralının yönetimi altında olan, Rutenya denen geniş bir bölgeden köle tacirlerince kaçırıldığı düşüncesi yaygın kabul görmektedir. 3 Ukrayna 1 99 1 'de Sovyetler Birliği'n­ den bağımsızlığını elde edince, yeni devlet geçmişin kahramanları­ na dört elle sarıldı. 1 999 yılında, halk arasında Hürrem'in doğum yeri olduğu öne sürülen Rohatyn kasabasında, bir kaidenin üzeri­ ne yüksek bir bronz heykeli dikildi.4 (Tarihi Lviv kentinin yaklaşık 75 kilometre güneydoğusunda yer alan Rohatyn, bugün yaklaşık 9.000 nüfuslu bir kasabadır. ) Ne var ki, daha somut kanıtlar or­ taya çıkana kadar Hürrem'in Rohatyn'den kaçırıldığı varsayımı kesinlik kazanmayacaktır. Ama Hürrem'in hatırasının yerelleşip kutsanmasından ötürü şanslı olduğu söylenebilir. Osmanlı'nın di­ ğer ünlü cariye anneleri, onları yüceltebilecek cemaatlerden yok­ sun kalmaya yazgılı görünmektedir. Hürrem'in Rutenya kökenli olduğu mantıken kesin gibi görün­ mekle birlikte, doğum yeriyle ilgili söylentilerin cazibesinin sür­ mesinin nedeni Harem-i Hümayun'daki cariyelerin kesin köken­ lerinin büyük ölçüde belirsiz kalmasıydı. Bu belirsizlik, cariyelerin kökenlerinin hiçbir öneminin olmamasından kaynaklanıyordu. Hıristiyan esirlerin Osmanlı devletinin sadık kullarına dönüştü­ rülebilmesi için öz sadakatlerinin hafızalardan silinmesi gereki­ yordu. Bu nedenle de hanedanın hizmetine alınan köleler sıkı bir eğitimden geçiriliyordu. Eğitimin amacı onları Türkçe konuşan, İslam dininin gereklerini yerine getiren, Osmanlı örf ve adetleri

KAÇIAILMA

ile görev duygusu konusunda örnek gösterilecek insanlara dönüş­ türmekti. Hürrem ve hareme alınan akranları, saray personeli ile saraya dışarıdan getirilen hocaların talim ve terbiyesinden geçiril­ diler. Yüksek mevkilerdeki kadınlara hizmet edecek cariyeler, ha­ nedan adabı muaşereti konusunda daha ileri bir eğitim görüyor­ lardı. Hünkar cariyesi rolüne uygun bulunan adaylara özellikle iyi bir eğitim veriliyordu, zira müstakbel anneler olarak bunların başlıca sorumlulukları çocuklarını imparatorluğun başına geçmek üzere eğitmek olacaktı. Hürrem'in Rutenya kökenli olduğuna ilişkin iddialar kariye­ rinin başlarında ortaya atıldı. 1 526'da, yani Süleyman'ın cariyesi olmasından altı yıl sonra, ama henüz geniş çevrelerce tanınan bir sima değilken, diplomatik çevrelere Süleyman'ın şimdilerde Ru­ tenyalı bir kadını tercih ettiği bilgisi geçilmişti. Venedik Cumhuri­ yeti'nin İstanbul'daki balyosu Pietro Bragadin onun için di nazion russa -Rus milletinden- demişti ve o tarihte Rus sözcüğü akla Rutenya'yı getiriyordu. 5 Bragadin'in bu bilgiyi sarayda hizmet gö­ ren birine ( belki de Venedik kökenli bir köleye ? ) ya da güvenilir bir sefaret çalışanına teyit ettirmeden rapar etmiş olma ihtimali düşüktür. Venedik balyos raporları Avrupa'da diplomasi dili için model olarak kullanıldığından, padişahın gözdesiyle ilgili haber yayılmış olmalıdır.6 İstanbul'daki diğer Avrupalılar Hürrem'i fark edip ül­ kelerine onun hakkında yazılar göndermeye başladıklarında, onun " Rus" kökenleri konusunda yorumlar yaptılar. " Roxelana " ismi ise Avusturya büyükelçisi Ogier Ghiselin de Busbecq'in onu Roxolana, yani " Rutenyalı kız" olarak anmasıyla popüler oldu.7 Busbecq'in 1 589'da Latince olarak yayımlanan Türk Mektupları (Turcicae epistolae) Avrupa'nın dört bir yanında yaygın biçimde okunacaktı. Rutenyalı kızın kaderi birçok ülkenin tarihiyle iç içe geçmişti. Hürrem'in yazgısının şekillenmesinde sadece Osmanlı devleti de­ ğil, Lehistan Krallığı ( H ürrem bu krallığın topraklarından kaçırıl­ mıştı) ve Kırım Hanlığı da ( kaçıran onlardı) rol oynamıştı. Daha uzaklardan, Moğolların, hatta onlardan önceki Ortaçağ Selçuklu İmparatorluğu'nun usul ve adetleri, Osmanlı saray kültüründe ve

17

18

HÜRREM SULTAN

bir cariyenin bu kültür içindeki yerinde yansımasını buluyordu. Hürrem pek çok ülkede defalarca e l değiştiren sayısız esirden sa­ dece biriydi, ama onun yolculuğu doğuştan gelen bir hayatta kal­ ma içgüdüsünü harekete geçirmişe benzemektedir. Köle ticareti­ nin acımasız koşulları ona, bölgenin siyasi dağarında hangi unsur öne çıkıyorsa ona sıkıca tutunmayı öğretecekti. Avrasya steplerinde yaşayan halklar arasında, ekonomik amaç­ la talan akınları düzenlemek ile gene l bir pratik olan savaşta esir almak arasında hep ince bir çizgi olmuştur. Rutenya 1 5. yüzyılın sonlarından itibaren, köle devşirmek için düzenlenen akınlarla kasıp kavrulan bölgeler arasında yer aldı. Bazen kitlesel boyutlara ulaşan bu akınları düzenleyenlerin başında Kırım Hanlığı'nda ya­ şayan Tatarlar ge liyordu. Antik çağlardan beri Karadeniz bölgesi­ nin öne çıkan bir öze lliği olan köle ticaretinden kazanç e lde eden ilk unsurlar Tatarlar değildi. Roma ve doğudaki topraklarının mi­ rasçısı olan Bizans gibi, Bağdat merkezli Abbasi Halife liği de bü­ yük köle tüketicileriydi. İngilizcede kölelere, kurbanlar arasında Slavca konuşanlar ağırlıkta olduğu için "slave " dendi. Ortaçağ'ın sonlarında Karadeniz köle ticaretinin büyük bölü­ mü, iki denizci İtalyan devletinin kontrolü altındaydı: Venedik, öze llikle de Cenova. Bu iki devletin köle ticareti üzerindeki ne­ redeyse mutlak tekeli, Fatih Sultan Mehmed'in yaklaşık 1 475'te, deniz ticaretini kontrolü altına almaya yönelik bir hamleyle bu güçleri bölgeden çıkarmasıyla son buldu. Fatih, uzun zamandır uluslararası bir kavşak olan Kırım Yarımadası'na ve kuzey uzan­ tılarına kısa bir süre önce yerleşmiş olan Giray Tatarlarının hanı­ nı da haraca bağladı. Esirlerin yakalanıp pazarlanmasının hanlık için ancak Osmanlıların tabilik dayatmasını kabul etmelerinden kısa süre sonra temel geçim aracı haline gelmesi tesadüf değildi. İstanbul bu karlı meta için en büyük pazardı ve şehrin köle emeği­ ne olan iştahı 1 6 . yüzyıl boyunca durmadan arttı. Hürrem'i, evin­ den ve ailesinden koparıp meçhul bir geleceğe fırlatanlar büyük ihtimalle Tatar köle akıncılarıydı. Giray Tatarlarının Osmanlı tarihindeki rolü sayılarıyla kıyaslan­ mayacak kadar büyüktü. Ama onlara Osmanlıların gözünde itibar

KAÇIRILMA

kazandıran, köle ticaretine hakimiyetlerinden çok Cengiz Han'ın soyundan gelme iddialarıydı. Bu Moğol soyu Giray hanedanına, bir zamanlar bu büyük han ve ahfadı tarafından yönetilen toprakların dört bir yanında öne çıkmış seçkin bir soy silsilesi bahşediyordu. Gerçekte, Müslüman olan Giray Tatarlarının itibarı o kadar büyük­ tü ki, Osmanlı hanedanının sona ermesi halinde Osmanlı toprak­ ları üzerinde egemenlik hakkının onlara geçeceğine inanılıyordu. Tatarlar gibi Osmanlı padişahları da Orta Asya'yı bir siyasi meşruiyet kaynağı olarak görüyorlardı. Ama onlar soylarının baş­ langıcını Cengiz Han'a değil, Türk boylarından oluşan bir konfe­ derasyon olan yarı efsanevi Oğuzlara dayandırıyorlardı. Osmanlı­ lar, Oğuz soyundan geldiklerini iddia eden ve Türkçe konuşan ilk yöneticiler değildi. 1 0. yüzyılın sonlarında, Oğuz Han'ın ( bugün Özbekistan sınırları içinde kalan) topraklarından İran'ın kuzeydo­ ğusundaki Hazar kıyılarına göç eden Selçuklu sülalesi de aynı iddi­ adaydı. Ortadoğu'da Türk hakimiyetini başlatanlar Selçuklulardı. Batıya, İran'a ve Irak'a doğru ilerleyen Selçukluların soyundan gelenler, en parlak döneminde bugünkü Özbekistan toprakların­ dan Doğu Anadolu'ya, Hazar Denizi'nden ( zaman zaman) Basra Körfezi'ne ve Akdeniz'in doğu kıyılarına kadar uzanan bir haki­ miyet alanı oluşturdular. Selçuklu İmparatorluğu 1 50 yıl içinde parçalanıp dağıldı, ama halefi olan birçok devlet Ortadoğu'nun bağrında Türk hakimiyetinin kabullenilir hale gelmesine yardım­ cı olan reçeteyi uygulamaya devam etti. Burası, o tarihe kadar sadece Hz. Muhammed'in kabilesinden geldiklerini iddia eden Arap egemenlerini ya da İran'ın yüceltilen kadim hükümdarlık geleneğine yaslanabilen Pers hükümdarlarını görmüş bir bölgey­ di. Selçuklular ve onların ardından Osmanlılar ise iktidarlarını onaylatmak için bu iki meşruiyet kaynağına da sahip değillerdi. Türk olarak bölgenin yabancısıydılar; Müslüman olarak da bu dini daha sonradan kabul edenlerin soyundan geliyorlardı . Bu durum karşısında Selçuklular senaryoyu kendi ihtiyaçla­ rına uydurdular. Onların hükümdarlığı meşruiyetini ülkenin ve dinin savunulmasından alacaktı. Askeri ve idari yetke onlara ait olacaktı. Kendilerini veraseti değil iktidarı çağrıştıran bir unvan-

19

20

HÜRREM SULTAN

la " sultan" olarak adlandırdılar. Mülki idarede rehberlik ve uz­ manlık için yüzlerini ülkenin yerlileri olan tecrübeli İranlı siyasi danışmanlara, dini otoritelere, derin bir maliye ve hukuk bilgisi olanlara çevirdiler. Sanatların, dini ilimlerin ve tebaalarının refa­ hının büyük hamileri olmayı da öğrendiler. Bütün bunlar sayesinde Selçuklular, Türk egemenlik ideallerini bölgede Antik Çağ'dan beri yüceltilen hükümdarlara özgü klasik kahramanlık, adalet ve alicenaplık erdemleriyle harmanlayabildi­ ler. Onlardan iki yüzyıl sonra, Moğollar da Cengiz Han'ın im­ paratorluğunun dört parçasından biri olan İran'a girdiklerinde, hükümran otorite ile yerel mirası aynı şekilde bağdaştırdılar. Os­ manlılar da aynı şeyi yapacak, Roma ve Bizans imparatorluk mi­ rasının kendilerine en uygun unsurlarını seçip bunları Doğu'dan miras aldıkları senaryoya ilave edeceklerdi. Hürrem'e gelince, o da kah şu kah bu geleneği kullanarak, kariyerine tam da Osman­ lılara özgü bir yaklaşımla yön verecekti. Osmanlıların hükümet etme tarzının Selçuklu tarihine özel bir borcu vardı. Hanedanın başlangıcına ilişkin efsanelerde, komuta­ sındaki "dört yüz çadır" la doğudan gelen, Ertuğrul adında göçebe bir Türk reisinin Kuzeydoğu Anadolu'ya varışı anlatılıyordu .8 Er­ tuğrul, uzun ömürlü Osmanlı hanedanının atası olarak hatırlan­ maya devam edecekti. Yerel bir uç beyi olan ve 1 324'te ölen oğlu Osman, sonuncusunun kariyeri 1 922'de saltanatın kaldırılmasıy­ la son bulan 3 7 Osmanlı padişahının ilki olarak kabul edilir. Ertuğrul'un efsanevi yolculuğu onu Kuzeybatı Anadolu'ya, yani Ege Denizi'ne de Bizans İmparatorluğu'nun başkenti Kons­ tantinopo lis'e de uzak o lmayan bir bölgeye kadar taşımıştı. Bu, ilk Selçuklu hanedanının bir kolu olan ve batıya, geniş Anadolu Yarımadası'na doğru ilerleyerek orada bir süre daha yaşayacak bir devlet kuran Anadolu Selçuklularının topraklarından geçildi­ ği anlamına geliyordu. Hikayenin popüler bir versiyonunda, Er­ tuğrul'un Osmanlı'nın anayurdu olacak topraklara gelişi anlatı­ lırken, Anadolu Selçukluları ile imparatorluğun doğuşu arasında doğrudan bağlantı kurulur: Ertuğru l, Anadolu Selçuklu sultanının hizmetine girer ve kendisine mükafat olarak, ahfadının bir dünya imparatorluğuna dönüştüreceği küçük bir yurtluk verilir.

KAÇIRILMA

Bu efsanenin -bir göç hikayesi- doğru olup olmadığı bir yana, çok sayıda Türkün 7. yüzyılın sonlarından itibaren batıya doğru göç ederek, Anadolu'yu giderek daha fazla Türkleştirdiği ve Müs­ lümanlaştırdığı bilinmektedir. Ertuğrul ' un ve 400 ailenin hikayesi akla 1 3 . yüzyıl ortalarında şiddetle saldıran Moğolların önünden akın akın kaçan binlerce insanı getirir. Ne var ki, Osmanlıların devraldıkları mirasta, doğudan gelen bu yeni toplulukların etkisinin, zamanla Ortadoğu'nun durağan toplumsal adetlerini benimsemiş olan Selçuklularınkinden muh­ teme len daha ağır bastığı bir unsur vardı: Kadının kamusal alan­ daki görünürlüğü. Faslı ünlü gezgin İbn Battuta Batı Anadolu'da pıtrak gibi biten birtakım Türk beyliklerini ziyaret ettiğinde, şehir ve kasabalara girerken onu karşılamaya erkeklerin yanı sıra ka­ dınların da geldiğini fark etmişti. Bunun, Kuzey Afrika'da Fas'tan Mısır'a kadar uzanan kadim Müslüman topraklarında ve oradan kuzeye, Doğu Akdeniz kıyılarına doğru seyahat ederken hiç göz­ lemlemediği bir adet olduğu açıktı. İbn Battuta, Osmanlı padişahlarının eşlerinin uzun ve değişken tarihini, Hürrem'in de bu tarih içindeki merkezi yerini anlamamı­ zı kolaylaştıran bir mihenk taşı sunmaktadır. Ünlü seyyah kuzeye yaptığı yolculuklarda, Türkler ve Tatarlar arasında yüksek mev­ kilerdeki kadınların kamu yetkesini kullanabildiklerini bizzat görecekti. 1 3 3 1 'de, Osman'ın oğlu Orhan'ın kısa süre önce ele geçirdiği eski Bizans şehri İznik'e ulaştığında, bu güzide seyya­ hı Orhan'ın eşlerinden Nilüfer karşılamıştı. İbn Battuta'nın Türk liderlerinin en zengini dediği Orhan, kalesini teftiş etmek için şe­ hir dışındayken, İznik'te konuşlu askerlerin komutasını Nilüfer üstlenmişti. İbn Battuta " dindar ve mükemmel bir kadın" olarak betimlediği Nilüfer'le görüşmesi hakkında, " bana çok itibar etti, ağırladı ve hediyeler yolladı " der. 9 Benzer biçimde, Karadeniz'i aşıp Altın Orda Moğollarının topraklarına ulaştığında da, içlerin­ den bazıları kendi ordugahlarına komuta eden hanın eşleri onu cömertçe ağırlamıştı. Ne var ki, zaman geçtikçe Selçuklular gibi Osmanlılar da daha tutucu toplumsal adetleri benimsediler. İleri gelen ailelerin kadın-

21

22

HÜRREM SULTAN

lan statülerini, halk içinde hareketlerini kısıtlayarak ve emirlerini yerine getirmeleri için hizmetkarlar kullanarak göstermeye başla­ dılar. Karılarından daha sınırlı ölçüde de olsa, erkekler de halkla aralarına bilinçli bir mesafe koyar oldular; ileri gelenler ve varlıklı kişiler işlerini halletmeye emir kullarını gönderiyor ve kendilerin­ den ricacı olanları ikametga hlarında kabul ediyorlardı. Osmanlı " kapıları" arasında ilk sırada gelen hanedan bu uygulamada başı çekti; sonuçta, padişahın kendini halka gösterdiği nadir olaylar -Cuma selamlıkları ve sefere gitmek üzere başkentten ayrılışı gibi­ kalabalık izleyici kitlelerini cezbeder oldu. Osmanlılar uzamsal manipülasyon siyasetinden yararlanmakta ustalaşıyorlardı. İş, şehzadeler için ideal anneleri seçmeye geldiğinde, bu geliş­ meler önemli sonuçlar doğurdu. Doğmakta olan Osmanlı devleti­ nin müttefiklere ihtiyaç duyduğu ilk yüzyılda, bazıları Hıristiyan olan komşu hanedanlardan prensesler iyi birer eş ve anne oldular. Ama padişahlar oğullarını yetişmeleri için annelerinin refakatinde sancaklara göndermeye başladıklarında, yabancı prenseslerin Os­ manlı başkentinden ayrılıp uzak ve daha az kozmopolit şehirlere gitmeyi memnuniyetle kabul etmeyecekleri belliydi. Osmanlılar komşuları için giderek daha büyük bir tehdit oluşturduklarından, yabancı bir prensesin sadakatinde, bir Osmanlı olan oğlundan çok öz ailesinin ağır basabileceği de açıklık kazanıyordu. Sonuçta, yak­ laşık 1 400'e gelindiğinde, padişahlar riskli bir iş olan siyasi annelik görevini üstlenmeleri için cariyeleri kullanmaya başladılar. Osmanlı halkının, şehzade ve prenses annelerinin hepsinin soylu oldukla rını varsaymaktan vazgeçmesi uzun zaman aldı. Bu konuda bugün bile geçerli olan gönülsüzlük, Süleyman'ın annesi Hafsa Sultan'ın Giray hanedanından Tatar bir prenses olduğu efsanesinin neden bu kadar uzun ömürlü olduğunu açıklamaya yardım eder. Hafsa Sultan pekala da Kuzey Karadeniz bölge­ sinden gelmiş olabilirdi, hatta Tatar hanının Osmanlı sarayına bir hediyesi de olabilirdi, ama gerçekte, muhtemelen 1 490'ların başında Harem-i Hümayun'a girdiğinde, orada bulunan kadın­ ların neredeyse tamamı gibi o da yoksul bir çevreden gelen esir bir mühtediydi.

10

KAÇIAILMA

Hafsa Sultan'ın Tatar hanlarının soyundan geldiğine dair bu inatçı hikayenin, muhtemelen, Hafsa'nın Kırım Hanlığı'yla olan başka bir bağlantısıyla ilgisi vardır. Süleyman 1 509'da, yani 1 5 yaşındayken şehzade olarak ilk siyasi görevi olan Kefe sancak­ beyliğine tayin edildiğinde, Hafsa da ona refakat etti. Kefe, Kırım Yarımadası'nın güney kıyıları boyunca şerit biçiminde uzanan ve doğrudan Osmanlı yönetimi altında bir sancak olan bölgenin baş­ kentiydi. Süleyman ve annesinin Kefe'de hiç kuşkusuz Tatar oto­ riteleriyle, belki de hanın kendisiyle teması vardı. Süleyman ve Hafsa Sultan, Kefe'de geçirdikleri dört yıl içinde köle ticaretine aşina olacaklardı. Tatarlar köle kafilelerini genel­ likle Kırım Yarımadası'na kadar yürütür ve köleler, başta Kefe olmak üzere sahildeki yerleşimlerden İstanbul'a nakledilecekleri gemilere yüklenirdi. Kefe, Osmanlı devleti için büyük bir vergi geliri üretiyordu ve gelirlerin başkentteki Hazine-i Hümayun'a güvenli bir şekilde nakledilmesini sağlamak sancakbeyi sıfatıy­ la Süleyman'ın göreviydi. Yekunlar insanı sersemletecek kadar yüksektir: Süleyman'ın tahta çıktığı 1 520'de, Kefe'den gelen köle ticareti vergilerinin toplamı 1 0.000 altın dukayı buluyordu; Ke­ fe'nin gümrük rüsumlarıyla birleştiğinde, bu tutar hazinenin en büyük gelir kaynağını oluşturuyordu ( 2 1 .000 duka) . 1 1 Süleyman ile Hürrem'in altı yıldır birlikte oldukları 1 527 yılına gelindiğin­ de ise, Kefe ile Karadeniz'in bir başka esir ticareti merkezi olan Kili'den gelen köle ticareti vergilerinin toplamı 5 0 . 000 dukaya 12 yükselmişti. Esir düşen Hürrem de belki Rutenya'dan Kefe'ye uzanan yolu takip etmişti. Bugün Ukrayna'nın batı kesimini oluşturan bölgeye ilk büyük Tatar akını 1 468'de gerçekleşmiş ve yaklaşık 1 8 .000 er­ kek, kadın ve çocuk esir alınmıştı. Bu tarihten sonra Lehistan ya da Moskova topraklarına yönelik Tatar akınları neredeyse her yıl tekrarlanarak devam edecek, hu akınlardan bazılarında muazzam miktarlarda esir ele geçirilecekti. 11 İddialara göre, 1 49 8 'de, yani ilk akından 30 yıl sonra, bölge yaklaşık 1 00.000 insanını akıncılara kaptırmıştı; bu akıl almaz (muhtemelen de abartılı) bir rakamdı.

23

24

HÜRREM SULTAN

Hürrem, 1 5 1 6 yılında düzenlenen bir akında esir düşmüş ola­ bilir. Bu akın sırasında ele geçirilen esir sayısına ilişkin tahminler 5.000 ile 40.000 arasında değişmekte, hatta rakam verilmeksizin sayının bundan da yüksek olabileceği söylenmektedir. 1 4 Genç kız pekala başka bir tarihte düzenlenen daha küçük bir akında da kaçırılmış olabilir ( Polonyalı bir tarihçi Hürrem'in doğum yeri ol­ duğu varsayılan Rohatyn'in Tatar akınlarına hedef olduğu 1 509 yılını önermektedir) 1 5 ama 1 5 1 6 tarihi makul görünüyor. Hürrem 1 520-2 1 kışında Süleyman'ın cariyesi olduğunda muhtemelen 1 7 yaşından küçük değildi; dolayısıyla, bu akın düzenlendiğinde aşa­ ğı yukarı 13 yaşında olmalıydı. Kendisiyle birlikte yakalanan ak­ raba veya komşularını kaybedecek olsa da kendi başına hayatta kalmayı becerecek yaştaydı. Tatar köle tacirlerinin taktikleri, Kırım sarayına gönderilen Lehistan büyükelçisi Marcin Broniewski tarafından 1 578'de be­ timlenmişti. Akınlar genellikle, nehirlerin ve bataklık arazilerin buz tutmasıyla daha kolay ve hızlı ilerlenebilen kış aylarında düzenleniyordu . Broniewski Tatarların çok hızlı hareket ettik­ lerini, yağmalamadıkları yerleri de harabeye çevirdiklerini yaz­ mıştı. Esirler genellikle çok kötü besleniyor ve zincire vurularak yürütülüyorlardı. Esircilerden fiziksel şiddet görme riskleri de var­ dı; yol boyunca fidye vererek onları kurtarmaya çalışan akrabala­ rı ise gaspa uğrama tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Hürrem gibi küçük bir kızın Rutenya'dan Osmanlı başkentine kadarki bütün o yolu kat edebilmesi yabana atılabilecek bir başarı değildi. Kefe'ye kadarki uzun yolculukta sağ kalabilmek bile çok zor bir sınavdı. Uzun seyahatnamesiyle ünlü Evliya Çelebi, 1 7. yüzyıl ortalarında bir esir kafilesinin şehre doğru ilerleyişine tanık olmuştu . Yol boyunca gördükleri kötü muameleden ötürü, içlerin­ den birinin bile esir pazarlarına kadar ölmeden yürüyebilmesinin . 16 mucıze o ld ugunu yazmıştı. �

Akınların ve esaretin sayısız aşamasının yarattığı travma nın anısı halk edebiyatında korunmuştur. Bir Ukrayna halk şarkısında kırsal bölgelerin uğradığı yıkım anlatılır:

KAÇIRILMA

Nehrin ötesinde ateşler yanıyor Tatarlar esi rleri ni paylaşıyor Köyümüz yandı , malımız mülkümüz yağmalandı Yaşlı anam doğrandı, sevdiceğim esir alındı. 1 7

Genç erkek ve kadınları bekleyen farklı akıbetlerle ilgili bir Ka­ zak atasözü -"Oğul rehin gitti, kız Kırım'a"- kızın kesinlikle köle olduğunu, oğlanın ise belirsiz bir geleceğe gittiğini anlatır. 1 8 Ve esa­ retten köleliğe uzanan fiziksel yolculuk bir Leh atasözünde kederle anımsanır: "Tataristan yolunda esir olacağına tabuta gir daha iyi . " 1 9 Esirlerin götürü ldüğü ilk yer duruma göre değişiyordu. Lehis­ tan topraklarından alınanlar Batı Karadeniz kıyılarında müstah­ kem bir şehir olan Özi'ye yürütülebiliyor ve çoğu oradan gemilere yüklenip Kefe'ye gönderiliyordu. Pek çoğu esir pazarlarında satı­ lırken, diğerleri kendilerini esir alanlar tarafından alıkonabiliyor ya da aracıların yardımı olmaksızın doğrudan satılıyordu. Yapılan hesaplarda, muhtemelen iniş çıkış gösteren köle fiyatları dikkate alınıyordu - ironik olan, başarılı bir akın sonucunda pazarda köle bolluğu oluştuğunda fiyatların düşmesiydi. Tatarların aldıkları esirlerin tamamı satışa çıkarılmıyordu, zira her on esirden birinin hana verilmesi gerekiyordu. Esirler Kefe'ye vardıklarında, satışa çıkarılacak olanlar kendi­ lerini büyük olasılıkla, esir pazarını oluşturan geniş bir yapının içinde buluyorlardı. Esir pazarının bazı bölümleri İtalyan tüc­ carların zamanından ( 1 3 . - 1 5 . yüzyıllar) kalmaydı, yeni tesisler ise köle ticaretinin büyümesiyle 1 6 . ve 1 7. yüzyıllarda eklenmiş­ ti. Köle tacirleri esas olarak Yahudi, Rum ve Ermeniler ile bazı İtalyanlardan -yani gayrimüslimlerden- oluşuyordu (Tatarlar kendilerini simsar olarak değil, esir alan savaşçılar olarak görü­ yorlardı ) . Simsarlar mallarını genellikle büyük partiler halinde satın alıyor, sonra da köleleri yaşlarına, cinsiyetlerine ve yerel pa­ zarda ya da başka yerlere nakillerini sağlayacak diğer simsarlara satılmaya uygunluklarına göre seçip ayırıyorlardı. Kefe'deki bu sınıflandırma işlemi muhtemelen, Tatarların Kara­ subazar'daki kendi büyük esir pazarlarında uyguladıkları yöntemle-

25

26

HÜRREM SULTAN

re benziyordu. Evliya Çelebi, hanlık ile Osmanlı sancağı Kefe ara­ sındaki sınırda yer alan pazarı şöyle betimler: "Bu pazarı görmeyen, cihanda bir şey görmüş değildir. Anayı oğuldan, oğulu baba ve kar­ deşinden ayırıp her biri birer türlü bağırıp çağırarak satarlar. "20 Av­ rupalı bir gözlemci ise 1 6 . yüzyıl ortalarında Kefe esir pazarı için şu gözlemde bulunmuştu: " Köle olarak satılan bu talihsiz insan sürüleri Kefe'de teknelere yüklenir. Bu uygulama nedeniyle Kefe şehri rahat­ lıkla, bizim kanımızla beslenen dinsiz bir dev sınıfına sokulabilir. "2 1 Hürrem muhtemelen, Karadeniz üzerinden İstanbul'a nakledi­ len o talihsizlerden biriydi. Eğer öyleyse, bu çetin yolculuğu yalnız başına mı yapmıştı, yoksa yanında kendi cemaatinden esir alınmış başkaları da var mıydı, bilemiyoruz. Kefe'deki imparatorluk tem­ silcileri tarafından sarayda hizmet görmesi için doğrudan satın mı alındığını, yoksa sıradan bir mal olarak gemiyle İstanbul esir pazarına mı gönderildiğini de bilmiyoruz. Eğer doğrudan satın alındıysa, Osmanlı başkentine kadarki yaklaşık on günlük yolcu­ luk boyunca korunduğuna şüphe yoktur, zira gemide sarayın köle tedarikçilerine ilaveten padişahın başka aracılarının da bulunma­ sı muhtemeldi. Hazine-i Hümayun, Moskova tarafından tedarik edilen lüks malları satın almaları için Kuzey Karadeniz bölgesine sık sık tüccarlar gönderirdi. Bu mallar arasında kaliteli deriler, özellikle de kürkler bulunuyordu; samur Osmanlılar arasında çok rağbet gören bir kürktü. Örnek verecek olursak, 1 529 yılında Sü­ leyman, kürk alımına yaklaşık 6.000 duka tahsis etmişti.22 Padi­ şaha giden mallar -gerek insan gerek eşya- çok değerli metalardı. Avrupalılar Tatar kölecilere lanetler okuyordu. Yerleri cehen­ nemdi - Yunan mitolojisinin Tartaros'u, yani günahkarların ha­ pis tutulduğu Hades'in altındaki cehennem çukuru. Burada Tatar sözcüğüyle oynandığı aşikardır. Ama bu eleştiriler genellikle, esa­ retin dehşetinden çok Hıristiyan esirlerin "kafi r " in dinine dön­ dürülecek olmalarına yönelikti.23 Karadeniz'den Cenevizler ve başkaları tarafından tedarik edilen insan-malları satın almakta duraksamadıklarından, köleciliğin yabancısı değillerdi. Görün­ düğü kadarıyla onları tek düşündüren, Hıristiyanların Müslüman topraklarına gidecek olmasıydı.

KAÇIRILMA

Tatarlara karşı verip veriştirmeler bazen sadece ezbere dayanı­ yordu; Leh kralı 1 . Zygmunt için kaleme alınan De m oribus Tar­ tarorum, Lituanorum et Moschorum (Tatarların, Litvanyalıların

ve Moskovalıların Örf ve Adetleri Üzerine) başlıklı incelemede bu açıkça görülür. Michalon Lituanus ( Litvanyalı Michalon) adını kullanan yazar, Hıristiyan kölelerin Tatar sahiplerinin elinde ma­ ruz kaldıkları kötü muameleyi ayrıntılı bir şekilde tekrar tekrar anlatmıştı.24 Tatarların yanında çalışan köleler için şöyle diyordu : " Bu talihsizlerin e n şanslıları, eğer hadım edilmezlerse, alınlarına ya da yanaklarına damga vurulur ve gündüzleri işte, geceleri zin­ danlarda işkence ve eziyet görürler. Hayatları köpeklerinkinden beterdir. "25 Ama Lituanus kitabının başka bir yerinde, Tatarların esirlerine düşünceli davrandıklarını ve onları yedi yıl sonra azat ettiklerini belirtiyordu. Aynı Lituanus, Hürrem'in hikayesinde de boy gösterdiğinden, adı hatırlanmaya değer. Kendisi Hürrem'in Lehlerin yönettiği top­ raklardan kaçırılmış bir esir olduğu inancını ilk yayanlardan bi­ riydi. Ona göre, "Türk imparatorunun sevgili karısı, en büyük oğ­ lunun ve varisinin annesi, bir zaman önce bizim topraklarımızdan kaçırılmıştı. "26 ( Lituanus'un " bizim" topraklarımız demesinin se­ bebi, Lehistan kralının aynı zamanda Litvanya büyük dükü olma­ sıydı. ) Litvanyalı Michalon müstear adını kullanan kişinin kim ol­ duğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, hem Kırım hanının hem de Osmanlı padişahının sarayında Zygmunt adına büyükelçilik yapan Vaclav Mykolaevyc olabilir.27 Eğer öyleyse, " Lituanus " Hürrem hakkındaki bu bilgiyi muhtemelen, 1 5 3 8 'de Süleyman'a verilecek hediyelerle birlikte İstanbul'a gittiğinde edinmişti. Venedik balyosu zaten 1 2 yıl önce H ürrem'in Rutenya kökenli olduğu iddiasını ortaya atmıştı. Ama Lituanus'un dönemine gelindiğinde, Hürrem başkentte etkili bir sima olarak tanınma­ ya başlamıştı, bu da kudretli padişahı baştan çıkarmış bir cariye olarak edindiği şöhreti büyütüyordu. Dahası, artık Süleyman'la nikahlı olduğundan saraydaki nüfuzu sağlama bağlanmıştı. Yük­ selmekte olan bu yıldızın kökenlerini bizzat kendi elçilerinin doğrulamasıyla, Leh otoriteleri Zygmunt ile Süleyman arasındaki

27

28

HÜRREM SULTAN

barışın korunmasında Hürrem'in yararlı olabileceğine dair senar­ yolar tasarlayabilirlerdi. Zira Zygmunt'un koruması gereken na­ zik bir diplomatik denge vardı. Bir yandan, Tatarlar Zygmunt'un topraklarını talan ediyorlardı. Bu yetmezmiş gibi, Moskova'dan istedikleri gibi ondan da yıllık bir haraç talep ediyorlardı. Haracı ödememenin bedeli topraklarında yaşayan daha da çok kadın ve erkeği kölecilere kaptırmaktı ( " Kor­ kunç" lakaplı Moskova knezi iV. İvan esirlerin fidyesini ödemek

için o kadar büyük bir kaynak sıkıntısı çekiyordu ki, 1 535'te ma­

nastırlardan bu dava için gümüşlerini bağışlamalarını istemişti) . 2 8 Diğer yandan, Osmanlı-Leh sınırında barış Zygmunt için bir zo­ runluluktu. Osmanlılar Kırım Hanlığı'nı müttefik olarak görseler de, ahlaki infialin hedef tahtasına Tatarları yerleştirmek Lehistan için daha az riskliydi. Her şey bir yana, Osmanlılar köleleri sadece tüketiyorlardı - onları üreten Tatarlardı. Gene de, padişahların köle ticaretinde suça tümüyle ortak ol­ dukları inkar edilemez. Esir beden ticaretinden gelir elde eden Kırım Tatar Hanlığı'nı açıktan açığa destekliyor ve köle emeğine olan doymak bilmez iştahlarını hiçbir şekilde dizginlemiyorlardı. Hıristiyan esirlerin çektikleri azap nedeniyle Tatarları yerden yere vuran Avrupalılar da, en azından iş Osmanlılara geldiğinde suça ortaktılar. Onları büyüleyen ve reklamını yaptıkları şey, padişah­ lar için çalışan Hıristiyan köle mühtedilerin karanlık yazgısı değil, iktidarın en tepelerine yükselenlerin kariyeriydi. Hürrem/Roxela­ na efsanesi de böyle büyüyecekti. Hürrem ünlendikçe, sanki geç­ mişiyle ilgili hikayenin de zenginleşmesi gerekmişti. Hürrem'in hayatı neredeyse anında kurguyla bezenmeye baş­ ladı; bunun nedeni basitti: Dayanacak çok az sağlam bilgi vardı. Örneğin, imparatorluğun kuzeyindeki bölgelerde, aslen Ruten­ yalı olduğu varsayıldığından, Süleyman ile Lehistan-Litvanya arasında uzun süredir devam eden barışın anahtarının o olduğu görüşü dilden dile dolaşıyordu. Korkunç İvan'ın İstanbul büyü­ kelçisi İvan Novosiltov, 1 570'te oğlu Selim dünyaya geldiğinde, " Roxelana " nın, kendisi orada doğduğundan Litvanya 'yla sava­ şa girmemesi için Süleyman'dan ricacı olduğunu iddia edecekti

KAÇIRILMA

( hikayede Selim kayırılır, zıra Novosiltov'un ziyareti sırasında tahtta ki padişah oyd u ) . 29 Samuel Twardowski'nin maiyetinde yer aldığı Leh büyükelçi­ sinin 1 622'deki İstanbul ziyaretini anlattığı uzun şiirde, Hürrem daha da önemli bir roldedir. 1 6 3 3 'te Latince olarak yayımlanan bu şiirde Süleyman, " Roxelan a "nın cazibesine teslim olup Leh kralıyla sıcak ilişkilerini koruduğu suçlaması karşısında kendini savunur. Leh kralıyla dostça münasebetlerinin sebebinin " Roxe­ lana "nın albenisi değil, eşinin bizzat kral soyundan gelmesi oldu1 lO gunu soy er. Twardowski " Roxelana " nın Rohatyn kasabasından geldiği ve babasının Ortodoks bir papaz olduğu hikayesinin yayılmasına da aracılık etmişti. İstanbul'daki ikameti sırasında bu hikayeyi ona güya Türkler anlatmıştı. Ne var ki, papazın kötü bir adam ol­ duğunu yazarak, hikayeye kendisinden de bir şeyler kattığı an­ laşılmaktadır;1 1 bu belki de, bir Leh ve Katolik olarak Ortodoks Rutenyalılar hakkında beslediği önyargıların bir yansımasıydı .1 2 �

..

Hürrem'le ilgili bilgilerin bir başka değişmezi olan, asıl adının Anastasia Lisowska olduğu yolundaki görüşün de Ukrayna halk şarkılarından ve efsanelerinden kaynaklandığı görülür (ona atfe­ dilen Aleksandra adı da, iddiaya göre Anastasia'nın annesi Lek­ sandra'ya aitti) . ıı Hürrem, Türkiye'de 2 0 1 1 -2 0 1 4 arasında yayınlanan televiz­ yon dizisi Muhteşem Yüzyıl'da, Tatar esircilerin bütün ailesini katlettiği, iyi kalpli bir papazın kızı olan Aleksandra olarak tak­ dim edilir. Ve dizi dünyada onlarca dilde yaklaşık 1 5 0 milyon kişi tarafından izlendiğinden, şimdilik öyle hatırlanmaya devam etme­ si muhtemeldir. H ürrem'in böyle bir hayranlık nesnesi olması ve olmaya devam etmesi olağanüstü hayatının bir kanıtıdır.

29

3

Eski Saray'da

Hürrem'in şöhret ve iktidar basamaklarında yükselişi Osman­ lı hanedanına mensup kadın ve çocukların yaşadığı büyük ika­ metgahta başladı. Eski Saray, kadınlara ve hadımağalara ait bir dünyaydı. Hürrem, Osmanlıların usul ve adetlerini de orada öğ­ renmeye başladı. Eski Saray'da, Süleyman'la nikahlanana ve Yeni Saray'daki zarif odalarında ikamet etmeye başlayana kadar yak­ laşık 1 5 yıl yaşayacaktı. Yeni Saray'a taşındıktan sonra bile Os­ manlı ülkesindeki ilk eviyle ilişkilerini sürdürdü ve orada odalar tutmaya devam etti. İmparatorluk başkentinin hareketli merkezinde yer alan Eski Saray, padişahın ailesi -annesi, cariyeleri ve çocukları- için konut işlevi görüyordu. Dul kalan ya da bekar padişah kızları da orada yaşayabiliyordu. Eski Saray bundan çok daha kalabalık gruplara da ev sahipliği ediyordu: Yetiştirilmekte olan seçme kadın köleler, önemli sayıda idari personel ve ayrıcalıklı kadınlara hizmet eden çok sayıda kadın hizmetkar. Hürrem saraya ilk geldiğinde, farklı yaş ile kökenlerden ve farklı statülerde sersemletici bir kadın çe­ şitliliğiyle karşılaşacaktı.

32

HÜRREM SULTAN

" Byzantion ya da Konstantinopolis. " Giovanni Andrea di Vavassore, yak. 1 53 0. Eski Saray resmin ortalarında yer alan, köşeli surlarla çevrili yapıdır; Yeni Saray ise sağ alt köşede yer alır. Avrupalıların ağırlıklı bölümü İstanbu/'dan A ltın Boynuz denen Haliç '/e ayrılan, haritanın sağındaki Galata'da (Pera) ikamet ediyorlardı.

Eski Saray iyi korunan bir kaleydi. Yaklaşık 1 53 0'da yayım­ lanmış bir Venedik haritasında, şehrin ortasında yer alan, daire şeklinde sağlam bir duvarla çevrili, park benzeri geniş bir alan görülür. 1 Bu alanın içinde de "seraglio vecchio ", yani Eski Saray yer alır; sarayın kendi dış duvarları iki gözetleme kulesiyle tahkim edilmişti. Boş alanlarda bahçeler ve çimenlikler uzanıyor ve saray külliyesinin verdiği kale hissini yumuşatıyordu . Saray ilk yapıldı­ ğında, Konstantinopolis'i fetheden il. Mehmed'in yaşayacağı, sıkı korunan bir ikametgah olarak tasarlanmıştı.

Eski Saray'daki acemilik günlerinde, Hürrem'in ilk ödevle­ rinden biri saray hiyerarşisinde kim kimdiri çözmek olacaktı. il.

Mehmed'in Osmanlı hanedanını iki saray arasında bölerek erkek-

ESKİ SAAAY'DA

leri Yeni Saray'a, kadınları Eski Saray'a yerleştirmesi, kadınlara nüfuzlu konumlar oluşturmaları için yeni fırsat pencereleri açmış­ tı. Eski Saray hiyerarşisinin en tepesinde, Osmanlı hanedanının yaşça en büyük kadını olan valide sultan, yani tahttaki padişahın annesi yer alıyordu. İkinci sırada, sarayda yürüyen işlerin amiri ve adabı muaşeret ve teşrifat denetçisi olan kethüda kadın geliyordu. Tecrübeli bir kadro sarayın günlük yaşamını yönetiyor, davranış kurallarına uyulmasını sağlıyor ve mali işleri çekip çeviriyordu. Bazıları yeni kölelerin talim ve terbiyesiyle ilgileniyordu . Kabili­ yetli acemiler hanedan mensubu kadın efendilerini giydirmek, saç tuvaletlerini yapmak, bazen de eğlendirmekle görevlendiriliyor­ du. O kadar yetenekli, zarif ya da güzel bulunmayanlar hizmetçi oluyor, yemek tepsilerini getirip götürüyor, hamam külhanlarını besliyor, giysilerin bakımını yapıyor, çamaşır yıkayıp temizlik iş­ lerini görüyordu. Kadınlara ait bu mekana erkeklerin girmesi yasak olduğun­ dan, saray sakinlerinin muhafızlığını ve dış dünyayla ilişkilerinde aracılığını hadımağalar yapıyordu. Hadımların Çin'den Bizans'a imparatorluk rej imlerinin özel hizmetkarları olarak uzun bir ta­ rihleri vardı. Eski Saray hadımağaları, eğitim vermek için her gün saraya gelen kadın hocalara nezaret ediyordu. Ağalar aynı zaman­ da kadın saray sakinlerini gözetim altında tutan, saray duvarla­ rının dışına çıktıklarında onlara refakat eden, haddini aşanların terbiye edilmesine yardımcı olan inzibat güçleriydi . İdaresine yar­ dımcı oldukları haremin tarihi konusunda derin bilgi sahibi olan kıdemli hadımağalar, imparatorluk protokolünün ayaklı hafızala­ rıydılar. Sadece erkeklerin yaşadığı Yeni Saray'ın da aynı şekilde saray sakinlerine muhafızlık ve nezaret etmekle görevli kalabalık bir hadımağa bölüğü vardı. Eski Saray, içinde yaşayan herkesin evi ve terfi ettirilmek üze­ re seçilen talihlilerin okuluydu. Hürrem bu dünyada padişahın dikkatini çekmek için ihtiyacı olan parıltıyı edindi. Onun gözüne çarpmak zorundaydı, zira Süleyman Eski Saray'a sadece ara sıra, ziyaret amacıyla geliyordu. Yeni Saray'da yaşıyor ve imparatorlu­ ğu oradan yönetiyordu.

33

34

HÜRREM SULTAN

Padişahın geniş çimenlikler, bahçeler ve surlarla çevrili olan ve giderek genişleyen pastoral saray külliyesi, eski Bizans akropo­ lisinin yerinde bulunuyordu. Sarayburnu her geçen gün genişle­ yen imparatorluğun merkezi olmak için muhteşem bir konuma sahipti. Şehrin üç büyük suyolunun birleştiği noktaya hakimdi: Karadeniz'e açılan Boğaz, doğal limanında Tersane-i Hümayun'u barındıran ve Batılılarca Altın Boynuz olarak bilinen Haliç, Ege üzerinden Akdeniz'e açılan Marmara Denizi. Padişah Avrupa'nın bu en uç noktasından Asya kıyılarını gözleme imkanına sahipti. Yeni Saray kesinlikle bir erkekler dünyasıydı. Bu minyatür payi­ tahtta sadece padişah ve kalabalık maiyeti yaşamıyor, çeşitli hükü­ met daireleri de bulunuyordu. Bunların başında, iki hazine ( birin­ cisi padişaha ikincisi devlete ait olan İç ve Dış hazineler), kalemler ve en önemli devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığı Divan-ı Hümayun geliyordu. Padişahın has odaları sarayın üç avlusundan en içtekinin bir köşesinde bulunuyordu. Avlunun kalan kısmının büyük bölümünü, Osmanlı devlet hizmetine alınacak en parlak acemi oğlanların yetiştirildiği Enderun binaları oluşturuyordu. Bu odalar avlunun içini kaplayan ağaçlar ve çiçeklerle bezeli çimen­ liğin çevresinde bir çeper oluşturuyordu. Eski Saray'ın en çok ge­ lecek vaat eden acemi cariyeleri gibi bu acemi oğlanlar da, hem sarayda mukim hadımağalar hem de dışarıdan getirilen hocalar tarafından eğitilip terbiye ediliyordu. En çok terakki gösterenler padişaha şahsen hizmet ediyor ve talihleri yaver giderse ileride yüksek makamlara gelebiliyor, hatta vezir-i azam olabiliyorlardı. Padişahlar Eski Saray'ı ziyaret ettiklerinde, bunu, gedikli cari­ yeleriyle hoşça vakit geçirmek, annelerine hürmetlerini sunmak ve çocuklarının gelişimini gözlemek için yapıyorlardı. Bazen evlatlık görevlerini ihmal ettikleri oluyordu ya da Süleyman'ın babaanne­ sinin annesi Gülbahar bu düşüncedeydi. Gülbahar oğlu il. Baye­ zid'e dokunaklı bir dille şöyle yazmıştı: " Benim devletim göresim geldi, sizin göresiniz gelmediyse bizim geldi. Devletlu başımız içün gelin göreyim . . . Kırk günden artucak oldu kim, görmedim. " 2 Süleyman ise aksine, en azından saltanatının ilk yıllarında Eski Saray'ı daha sık ziyaret eden bir padişahtı. Saraya hiç kuşkusuz

ESKİ SARAY'DA

şehzadelik yıllarında bel bağladığı annesi Hafsa'ya akıl danışma­ ya geliyordu. Ama Eski Saray'da yatağına alacağı yeni kadınlar olup olmadığına da bakıyordu . Venedik balyosu Marco Minio 1 522'de, yani Süleyman'ın tahta çıkmasından iki yıl sonra genç padişahın "çok şehvetperest" olduğunu ve sık sık " kadınların sa­ rayı " na gittiğini rapor etmişti. 3 Venedikliler sultanın aşk hayatını büyük bir merak ve ilgiyle takip ediyorlardı, zira hanedan siya­ setinde kimin kim olduğunu -mesela hangi şehzadenin annesinin kim olduğunu- bilmek hayati bir istihbarat oluşturuyordu. Avrupalıların tekrar tekrar anlattıkları bir hikayede, padişahın yeni bir cariyeyi seçme yöntemi betimlenir: Sultan yan yana dizil­ miş kadınların önünde bir aşağı bir yukarı gidip gelir ve elindeki mendili çekici bulduğu cariyenin önüne bırakır. Belki arada sırada böyle bir şey olmuştur, ama bu hikayenin imparatorluk adabı mua­ şeretine ve padişahın özenle yaratılmış vakur imajına uymadığı söy­ lenebilir. Potansiyel bir cariyenin albenisi kadar gördüğü eğitimin meyvelerini de sergileme fırsatına sahip olması gerektiği noktası atlanmaktadır. Eski Saray bunun için uygun fırsatlar yaratıyordu. Padişahın ziyareti sırasında, annesi ya da sarayda ikamet eden bir kız kardeşi hünkara hafif ikramlarda bulunur ve bir eğlence tertip ederlerdi. Bu kabul törenleri padişaha, meyve özlü şerbetler ikram eden ya da arada müzikli danslı bir gösteri sunan çekici genç kadın­ ları dikkatle inceleme fırsatını verirdi. Kendini beğendirmeye çalışan cariyeler de zarafetlerini ve hünerlerini sergilemeye hazır ve istekli olurlardı. İçlerinden en cesurları temkinli bir şekilde kur yapmaya da girişiyor olabilirdi. Süleyman'ı, ona Osmanlıca ismi Hürrem'i ka­ zandırdığını sandığımız gülüşü ya da tebessümüyle mi büyülemişti? Süleyman ile ilk kez bakıştıklarında, Hürrem artık acemi bir köle değildi. Rutenya'dan kaçırılışı ile Eski Saray'a varışı arasında bir noktada, seçmeyi bilen gözlemcilere hizmetçi olarak istihdam edilmekten daha fazlasını yapmaya uygun biri olduğunu göster­ miş olmalıydı. Şayet Kefe'de doğrudan bir saray temsilcisi ya da onu özel satışa uygun iyi bir mal olarak görüp beğenen bir simsar tarafından satın alınmadıysa, büyük ihtimalle İstanbul'un esir pa­ zarlarından birinde satılmıştı.

35

36

HÜRREM SULTAN

İstanbul'un başlıca esir pazarı şehrin ticaret merkezinde, Eski Saray'a uzak olmayan Kapalıçarşı'nın bitişiğinde yer alıyordu. Köle satışları üzerindeki merkezi denetimin daha zayıf olduğu Hürrem'in zamanında, Boğaz'ın Anadolu yakasında yer alan Üs­ küdar gibi başka semtlerde de daha küçük esir pazarları bulunu­ yordu. Simsarlar mallarını bağırarak pazarladıklarından mezatlar çok gürültülü geçebiliyordu . Nitekim, bir Üsküdar köyünün sa­ kinleri simsarlar ve pey verenler tarafından yaratılan büyük gü­ rültüye katlanamaz olunca konuyu mahkemeye götürmüşlerdi.4 Kölelerin değerlerini belirlemek için fiziki incelemeye tabi tu­ tuldukları, potansiyel cariyelerin de bekaret kontrolünden geçiril­ dikleri düşünüldüğünde, esir pazarının anıları silinmez olabilirdi. Kölelerin, özellikle de belli yetenekleri olanların yazgısı onları sa­ tın alan erkek ya da kadınların sosyoekonomik statüsüne göre değişiyordu. Osmanlılar arasında köleler ağırlıkla tarımda değil de ev hizmetlerinde kullanıldıklarından, görevlerini esas olarak efendilerinin yaşam tarzı belirliyordu . Varlıklı haneler köleleri aşçı, seyis, katip, hatta dalkavuk olarak yetiştiriyorlardı. Bir köle­ nin dış görünüşü de buna bağlı olarak değişiyordu, öyle ki, kaçak bir erkek köle efendisinin eski kıyafetlerini giydiği için fark edil­ meyebiliyordu . 5 Soylu bir Rum ailesinden gelen ve hem Türkçe hem Yunanca bilen Teodoros Spanduginos, " Onlar hizmetkarla­ rına bizden daha iyi muamele ediyorlardı" diye yazmıştı. Bunun nedeni "Muhammed'in kimsenin bir köleyi yedi yıldan uzun süre tutmamasını buyurmuş olması"ydı.6 Gerçekten de, kölenin bir süre hizmet ettikten sonra azat edilmesi, en azından varlıklı Os­ manlılar arasında yaygın bir pratikti. Köle emeğine olan durmak bilmez taleplerinin bir nedeni de buydu. 7 Belki de, büyük ihtimalle kendisi de kadın olan bir kadın köle spekülatörü, Hürrem'de cevher görmüş ve onu pazardan satın al­ mıştı. Kızı yetiştirip artan değeriyle orantılı bir fiyattan tekrar sa­ tarak iyi bir kar elde etmeyi hesaplamış olabilirdi. Belki de, önde gelen İstanbullu bir aile Rus kızı satın almış ve çok geçmeden yete­ nekli ve uyumlu olduğunu fark etmişti. Hele bir noktada, yüksek mevkilerdeki bir Osmanlı devlet adamı ya da karısı ( zira zengin kadınların kendi paraları ve köleleri oluyordu) tarafından satın

ESKİ SARAY'DA

alındıysa, kızı giydirip kuşatarak hanedandan birine takdim etme­ nin göze girmek için iyi bir fırsat oluşturacağı açıktı. Hürrem'in Süleyman'a verilmiş bir hediye olduğu yolundaki söylentiler hem Osmanlılar hem de yabancı elçiler arasında dola­ şıyordu. Eğer öyleyse, Süleyman'a muhtemelen Eylül 1 520'de, cü­ lusu vesilesiyle bir kutlama hediyesi olarak verilmişti. Bir anlatıya göre, yeni hünkarın evli kız kardeşlerinden biri kızı gizlice yetiştirip annesi Hafsa'ya hediye olarak vermiş, Hafsa da köleyi oğluna tak­ dim etmişti.8 Ne var ki, birçok anlatıda Hürrem'i Süleyman'a ve­ renin padişahın erkek gözdesi İbrahim olduğu belirtilir.9 Adriyatik kıyısından kaçırılıp esir edilmiş bir balıkçı çocuğu olan İbrahim, 1 523'te Süleyman tarafından en yüksek devlet makamı olan vezir-i azamlığa getirilecekti. Öyle ya da böyle, genç padişahın yeni cariye­ sini vakit kaybetmeden yatağına aldığına kuşku yoktur, zira ilk ço­ cukları Mehmed, cülusunu izleyen 1 3 ay içinde dünyaya gelecekti. Hürrem'in çok değerli bir hediye mi yoksa sadece gelecek vaat eden bir köle mi olduğu, eşi benzeri görülmemiş başarı hikayesini değerlendirebilmek açısından önem taşır. Hediye bir köle, çok iyi bir eğitim görmüş olarak gelirdi. Onu verenin en b üyük umudu kızın padişahın yakını olmayı başarabilmesiydi. Süleyman, kızı gözdesi yapmamayı, hatta yatağına sadece bir gece için almayı seçseydi, değeri onu en azından hizmetçi statüsüne düşmekten kurtarırdı. Ama Hürrem Eski Saray'ın hiyerarşi basamaklarında yükselmeye çalışan, esir pazarından satın a lınmış pek çok köleden biri idiyse, ilerlemek için akıl ile cesaretinden ve doğuştan gelen fiziki cazibesinden başka bir sermayeye sahip değildi. Hürrem'i satanlar, satın alanlar, kadın ve erkek efendileri, bu Rus köle kızda ne görmüşlerdi de onu bu kadar ileri bir nokta­ ya taşımak için harekete geçmişlerdi ? Süleyman'ın saltanatının ilk yıllarında Venedik balyosu olan Pietro Bragadin sultanın yeni gözdesinin "genç ama zarif ve ufak tefek olmakla birlikte çok güzel olmadığı" bilgisini geçmişti. 10 Bir hünkar cariyesinde bel­ li bir cinsel işveyle birleşen fiziki bir cazibe şarttı, ama aranan tek özellik güzellik değildi. Görevi hanedanın nüfusunu çoğalt­ mak olan birinin sağlıklı bir bedene sahip olması büyük önem

37

38

HÜRREM SULTAN

taşıyordu. Kölenin mutlaka bakire olması gerektiğinden, Hürrem, Rutenya'dan Osmanlı sarayına gelinceye kadar tecavüze uğrama­ mış demekti. Ama zeka olmadan bu fiziki özelliklerin pek bir kıy­ meti yoktu. Hünkar cariyelerinin asıl işi, efendilerinde cinsel ilgi uyandırdıktan sonra ona çocuk doğurmak, sonra da bu çocuğu yetiştirmekti. Tahtın varisi olabilecek bir şehzadeyi padişahlığa hazırlama sorumluluğunu annesine veren bir kültürde, keskin bir zeka ve siyasi beka için gerekli feraset olmazsa olmaz şartlardı. Hürrem'in çabuk öğrenen biri olduğunu kanıtlaması gerekiyordu. Müslüman hanelerine giren çoğu köle gibi Hürrem de yetişti­ rilme sürecinin bir noktasında ihtida ettirildi. Yeni diniyle birlikte yeni bir isim de almasıyla önceki kimliği sembolik olarak silinmiş oldu. Yeni bir Müslüman olarak İslamın temel akideleri olan keli­ me-i şehadet getirmeyi ve beş vakit namaz kılmayı öğrendi. Muh­ temelen, pek çok Müslüman tarafından Kuran'ın özünü ifade etti­ ği kabul edilen kısa açılış suresi Fatiha'yı okumayı da öğrendi. Ne var ki, İslamiyet'in kutsal metinleri Arapça olduğundan, Hürrem bu konuda fazla bir ilerleme kaydetmemiş olabilirdi. Lisan konu­ sunda üstesinden gelmesi gereken ilk güçlük, Osmanlı hanedanı­ nın ve kozmopolit İstanbul'un ortak iletişim dili olan Türkçeyi sökmekti. Gerçekten bir papazın kızı idiyse Kiril harflerini okuya­ biliyor, hatta yazabiliyor olabilirdi, ama Arap harfleriyle yazılan Türkçe, öğrendiği ilk yazılı dil de olabilirdi. Hürrem'in Osmanlı sarayına uygun beden diline ve duruşa da hakim olması gerekecekti. Müstakbel cariye bedenini nasıl taşı­ yacağını ve nasıl giyineceğini öğrenmek zorundaydı. Bakışlarını ne zaman indirmesi, ne zaman öne eğilmesi ve hürmet işareti ola­ rak kimin elini öpüp alnına götürmesi gerektiğini de bilmesi ge­ rekiyordu. Sarayda konuşma adabını edinmek, kiminle ne zaman hangi sözcüklerle konuşabileceğini -ve belki de en önemlisi ne za­ man susacağını- öğrenmek zorundaydı. Hürrem'in sadece akıllı değil, sadık da olduğunu kanıtlama­ sı gerekiyordu. Hünkar cariyeliği kariyerinin eşiğine doğru iler­ lemek -padişaha takdim edilmek- kişisel beceri kadar hamilerin desteğini de gerektiriyordu. Hürrem, yüksek mevkilerdeki birinin

ESKİ SAAAY'DA

hediyesi idiyse zaten bir hamisi var demekti, ama Eski Saray'a esir pazarından alınıp getirildiyse üstlerinin desteğini kazanmada kendi inisiyatifi belirleyici olacaktı. Başarılı bir cariye, padişahın beğenisini kazandığından, hanedandan çeşitli kişilerin onun iler­ lemesinde şahsi menfaati olur, ileride elde edilecek lütuflar karşı­ lığında yol boyunca ona yardım ederlerdi. Hürrem'in destekçileri ona zeka gösterileri ile itaat ve riayetin nasıl dengeleneceğini, bir idrak kıvılcımının kilit mevkideki bir üstün -belki de padişahın kendisinin- dikkatini çektiği anın nasıl fark edileceğini göstermiş olabilirlerdi. Hürrem, Eski Saray'a geldiğinde bir dizi çok etkileyici kadınla karşılaştı. Bunların en başında Süleyman'ın sevgili annesi, anlaşıl­ dığı kadarıyla da babası Selim'in gözdesi olan Hafsa Sultan geli­ yordu. Bragadin 1 526'da Venedik Senatosu'na yazdığı raporda, Hafsa'nın, oğlunun " büyük bir hürmet ve sevgi duyduğu, kırk se­ kiz yaşında çok güzel bir kadın" olduğunu belirtmişti. 1 1 Süleyman aynı yıl çıktığı Avrupa seferi sırasında annesine şahsen yazarak, ona ordusunun Mohaç Ovası'nda Macarları bozguna uğrattığı haberini vermişti. Kırım Tatar hanının kızı olduğu yolundaki yaygın efsanenin tersine, devrin bütün cariyeleri gibi Hafsa'nın da köleleştirilmiş ve Müslümanlaştırılmış, kökeni belirsiz bir Hıristiyan olduğu hemen hemen kesindir. Ne var ki, efsanelerde sık sık rastlandığı üzere, bu yanlış da içinde bir hakikat payı taşıyor olabilir: Belki de Hafsa adı­ nı alacak genç kız Kuzey Karadeniz bölgesinden kaçırılmıştı. Ha­ kikat ne olursa olsun, Hafsa'nın hikayesinin Eski Saray'ın hizme­ tindeki yeni kölelerin kulağına fısıldandığına kuşku yoktur. Hafsa çarpıcı güzelliği, mühtedi bir köle olarak elde ettiği muazzam başarı ve "muhteşem" bir oğulun annesi olarak çevresini kuşatmaya baş­ layan haleyle, bu genç kadınların gözünde hiç şüphesiz bir idoldü. Süleyman 1 509'da şehzadelik kariyeri için saraydan gönde­ rildiğinde, Hafsa, oğlunun K uzey Karadeniz kıyısında uzanan Osmanlı sancağının merkezi Kefe'de yerleştiği sarayın hanedan büyüğü oldu. ( Süleyman'ın babası Selim, Karadeniz'in güney kıyı-

39

40

HÜRREM SULTAN

sında, Trabzon'daki kendi sancakbeyliğinde kalmıştı. ) Süleyman, harem hiyerarşisinin şekillenmeye başladığı Kefe'ye sancakbeyi olduğunda 15 yaşındaydı. Hafsa dört yıl Kefe'de, Selim'in baba­ sının tahtına geçmek için verdiği mücadeleyi kazandığı 1 5 1 2'den sonra da Manisa 'da oğlunun hanesini yönetecekti. Süleyman'ın Manisa'daki görev dönemine ait maaş defterle­ ri Hafsa'nın itibarlı kon umuna işaret eder. 6.000 akçelik aylık maaşı, maaş defterindeki en yüksek rakam ve bizzat şehzadenin şahsi gelirinin üç katıydı. 12 Süleyman, babasının hayatta kalan tek erkek evladı ve varisi olmasına ve kendi varislerine sahip ol­ maya başlamış olmasına rağmen, henüz hanedanın kıdemsiz bir üyesiydi. Selim 1 520'de aniden ölüp Süleyman padişah olduğun­ da, Hafsa sadece, valide sultan sıfatıyla daha büyük bir statü elde ederek, oynadığı rolü İstanbul 'daki saltanat hayatının ölçeğine uydurdu. İslam hukukuna göre o artık özgür bir kadındı; bu hu­ kuk cariye anneye bazı korumalar sağlıyordu: Efendisi hayatta olduğu sürece satılamaz ya da başkasına verilemez ve efendisi­ nin ölümüyle bi rlikte kendiliğinden azat olurdu. Özgür bir Müs­ lüman erkeğe çocuk doğurmuş olan köleye gösterilen bu saygı, kısmen yasanın çocuğu özgür doğmuş biri olarak tanımasından kaynaklanıyordu. Hürrem öne çıktıkça, başlıca sorumluluklarından biri de valide sultana ve ziyaretleri sırasında padişaha hizmet eden seçme gruba nezaret etmek olan kethüda kadınla da doğrudan temas kurmuş olabilirdi. Kethüda kadınlık eski bir makam olmakla birlikte, bu makamın Hürrem tarafından kurulan Yeni Saray hareminin önde gelen mensuplarının siyasi açıdan önemli şahsiyetler haline geldi­ ği 1 6. yüzyıl sonlarına kadarki tarihi hakkında çok az şey bilinir. Kethüda kadın belki de Hürrem'in hasekiliği sırasında ya da en azından bunun bir bölümünde, Süleyman'a yazdığı mektuplar­ da sık sık adını andığı Gülfem'di. Kethüda olsun ya da olmasın, Gülfem'in genç cariyeye yardımcı ve destek olduğu açıktı. Gülfem mektuplardan birine yazdığı zeylde, padişaha gözdesinin bir bütçe sorununu nasıl çözdüğünü anlatmıştı. Bazıları kanıt göstermeksizin Gülfem'in Süleyman'ın çocuğu ölen eski bir cariyesi olduğunu ileri

ESKİ SARAY'DA

sürmüştür; şayet bu doğruysa, anlaşılan o ki Süleyman onu bir nok­ tada yeteneği ve hizmetleri nedeniyle kethüdalıkla ödüllendirmişti. Harem kadınları arasında Hafsa'dan sonra hemen ikinci sıra­ da, Süleyman'ın çocuklarının anneleri geliyordu. Bunlar muhte­ melen Hürrem'in en çok ilgi duyduğu kadınlardı, zira hiç şüphesiz kendisi de onların arasına girmeyi umut ediyordu . Şehzadelerin görevlerinden -ve haz kaynaklarından- biri de yeni bir hanedan neslinin oluşmasını sağlamaktı. Süleyman H ürrem'le ilk kez kar­ şılaştığında dört çocuk sahibiydi. Babaları tahta çıktığında Mah­ mud sekiz, Mustafa beş, kardeşleri Murad ise bebek yaştaydı. Do­ ğum tarihi ve adı kesin belli olmayan ( Raziye ? ) bir kız kardeşleri de vardı. ı.ı Muhtemelen Mahmud dışında hepsi ve bebek yaşta ölmüş olabilecek diğerleri Manisa'da doğmuştu. Osmanlı üreme politikası gereği Mahmud, Mustafa ve Murad farklı annelerden doğmuştu. Bunun altında yatan neden, şehza­ denin özel öğretmeni ve ileride taht adaylığında yandaşı olacak annesinin bütün dikkatini potansiyel varise vermesini sağlamak­ tı. Süleyman'ın kızına gelince, bir cariyenin erkek çocuk doğurup padişahla cinsel ilişkisi sonlandırılana kadar doğurabileceği kız çocuk sayısına sınır getirilmediğinden, oğlanlardan biriyle aynı anneden doğmuş olabilirdi. Şehzadeler Osmanlı sultanlığının hayat damarlarıydı, ama kız çocukları da bir o kadar sevilirdi. Ama erkek kardeşlerinin aksi­ ne, halk tarafından sevilme ve itibarda babalarıyla asla rekabet edemezlerdi. Ve dünyanın dört bir yanındaki akranları gibi evli­ liklerinin pekiştirdiği siyasi ittifaklar için faydalı görülürlerdi. Pek çok erkek çocuk sahibi olan Süleyman, sadece bir kızı ( Mihrimah) yetişkin yaşa erişeceğinden, daha fazla kızı olmasını istemiş olabi­ lirdi. Süleyman ileri yaşlarında bu eksikliği kız torunlarının nişan ve düğünlerine büyük ilgi göstererek telafi etmişe benzer. Dört çocuğun cariye anneleri Manisa'da bulundukları dönem­ den birbirlerini tanıyorlardı. Minyatür bir hükümet olan Süley­ man'ın şehzadelik dönemi hanesi, ailesinden başka, hizmetkarlar, hocalar, aşçılar, nedimler, defterdarlar, askerler, zabitler ve bir ve­ liahtın maiyetini oluşturan diğer pek çok hizmetliden oluşuyordu.

41

42

HÜRREM SULTAN

Süleyman'ın tahta çıkmasından sonra, Manisa sarayında kalan çe­ kirdek muhafız kadrosu ve personel dışında bütün maiyeti onunla birlikte başkente taşındı. İstanbul'a geldiklerinde kadın ve erkekler birbirinden ayrıldı; erkekler Yeni Saray'a, kadınlar Eski Saray'a gönderildi, hadımağalar da iki saray arasında dağıtıldı. Bu iki sal­ tanat ikametgahında yaşamak üzere yeni köleler geldikçe sayıları çoğaldı. Süleyman'ın çocuklarının anneleri, hiç kuşkusuz, yeni ka­ dın köleler arasında kendi statülerine yükselebilecekler olup olma­ dığını, varsa da bunların kimler olacağını merak ediyorlardı. Bu küçük elitin mensuplarından biri de Manisa'dan oğlu Mus­ tafa'yla birlikte gelen Mahidevran'dı. Ekim 1 52 1 'de felek sille­ sini indirip anlaşıldığı kadarıyla bir salgına kurban giden bebek Murad'ın, ardından da Mahmud ile kız kardeşinin canını alınca, Mahidevran'ın statüsü yükselmişti. Ondan yukarıda artık sadece Hafsa vardı. Ama Hürrem 1 52 1 sonbaharında bir erkek bebek doğurunca, padişahın ilgisi bakımından Mahidevran'ın rakibesi oldu. En azından o an için, Süleyman'ın aniden ortaya çıkan yeni cariyelerden başka şehzadeler yapma ihtiyacına karşılık vermesi mümkün, hatta muhtemeldi. Yıldızı yükselip kölelikten gözdeliğe ve haseki sultanlığa ter­ fi ederken, Hürrem'in padişahın altı kız kardeşinden biriyle ya da daha fazlasıyla karşılaştığı hemen hemen kesindir. Onun Eski Saray'a geldiği tarihte kız kardeşlerin hepsi evliydi. Süleyman'ın dedesinin saltanatından beri padişah kızlarını en üst mevkiler­ deki devlet adamlarıyla evlendirme geleneği yerleşmişti. Bunlar, Osmanlı eyalet ve sancaklarında dönüşümlü olarak komutan ve yönetici olarak görev yapan paşalardı. Örnek gösterilecek işler yaptıklarında da, sonunda vezirliğe ve Divan-ı Hümayun üyeliği­ ne getirilirlerdi. Padişah damatlarının hemen hemen tamamı Yeni Saray'daki Enderun'un ya da bunun bir şehzadenin hanesindeki daha küçük ölçekli kopyasının ürünleriydi. İçlerinden çoğu kari­ yerine padişahın ya da oğullarından birinin şahsi hizmetlisi olarak başlamıştı. Padişah kızları ile devlet adamlarının evlenmesiyle oluşan zen­ gin haneler, başkentteki büyük hanedan kurumunun uyduları

ESKi SARAY'DA

olarak işlev görüyordu . Damadın bir sınır bölgesini yönetmeye gönderilmesi durumunda, padişah kızı da İstanbul'dan oldukça uzakta yaşayabiliyordu. Ama kocasının dönemsel olarak başkente çağrılması ona evini ziyaret etme ve çocuklarını gösterme fırsatını veriyordu. Onu karşılamak için düzenlenen şenlikli kabul tören­ leri, kuşkusuz sarayın günlük rutininde memnuniyet uyandıran fasılalar oluşturuyordu . Padişah kızları Eski Saray'daki aile için sevilen kızlar, kız kardeşler, teyze ve halalardı. Yetiştirilmelerine yardım etmiş kadın kalfalar ve hadımağalar için de mutlaka gurur kaynağı ve sevgi nesneleriydiler. Dul kalan bir padişah kızı çocuklarıyla birlikte Eski Saray'a döndüğünde, kavuşmalar o kadar neşeli geçmezdi. Dul kalmak, yaşça gelinden epeyce büyük olabilen bir paşayla evlenmenin ge­ tirdiği ağır bir yükümlülüktü. Ayrıca, kocanın muharebede ölme riski vardı. Ama bir dul hala evlenecek yaşta ise, Eski Saray'da kalışı kısa sürebilir, zira bir başka paşaya verilebilir ve sil baştan aynı belirsizliklere maruz kalabilirdi. Gene de ikinci bir evlilik, Süleyman'ın torunu Şah Sultan örneğinde olduğu gibi iyi de gide­ bilirdi. Şah Sultan ilk kocasının ölümünden sonra Zal Mahmud adında 30 yaşında bir adamla evlenmişti. Söylendiğine göre, o ka­ dar uyumlu bir çifttiler ki, aynı anda hastalanmış, ölüm döşeğinde birlikte yatmış ve son nefeslerini aynı anda vermişlerdi. Bir padişah kızı için en büyük risk kocasının kanunu çiğnemek­ ten suçlu bulunmasıydı. Hükümdara ihanet etmekle eşdeğer olan bu suçun cezası idamdı ve bu cezayı padişahın vermesi gerekirdi. Süleyman, kız kardeşi Beyhan'ın kocası Ferhad Paşa'nın boynu­ nun vurulmasını buyurduğunda, Beyhan öylesine büyük bir infiale kapıldı ki, yeniden evlenmeyi reddetmekle kalmayıp İstanbul'dan uzakta gönüllü bir sürgün hayatı yaşamayı seçti. Doğu Anado­ lu'da sancakbeyiyken gaddar ve kıyıcı davranmakla suçlanan Fer­ had'a, Hafsa'nın ve Beyhan'ın araya girip ricacı olmasıyla, daha önce ikinci bir şans tanınmıştı. Ama Tuna boyundaki yeni görev yerinde de zulme devam ettiği haberleri paşanın sonunu getirdi. 1 4 Venedik balyosu Bragadin, Hafsa'nın, kuşkusuz Beyhan v e ço­ cukları için duyduğu kaygıdan, idam nedeniyle son derece kederli

43

44

HÜRREM SULTAN

olduğunu rapor etmişti. 1 5 Bazılarına göre Beyhan'ın annesi olan Hafsa'nın, valide sultan olarak oğlunun zayıf ya da ihmalkar biri gibi algılanmaması için adaletin yerini bulması gerektiğini kabul etme zorunluluğu ile kızının çektiği acı arasında kaldığına şüphe yoktu. Politika ve güvenliğin aile bağlarına ağır basması Osmanlı yönetiminin bir gerçeğiydi ve aynı gerçeği paylaştığı VIII. Henry İngiltere'si ya da " Korkunç " İvan'ın Moskova 'sı gibi diğer 1 6. yüzyıl monarşilerinde olduğundan daha acımasız değildi . Hiç kuşkusuz Ferhad'ın ölümünden haberdar olan Hürrem, belki de Beyha n'ın öfkeli acısına da tanık olmuştu. Ferhad'ın idam edildiği 1 524 yılına gelindiğinde genç kadın artık Yeni Saray'da önemli bir şahsiyet haline gelmişti. Süleyman'ın saltanatının ilk yılının yarısına varmadan yeni cariyesini yatağına almasıyla göz­ de olmuştu. Artık, masraflarını sarayın mevki sahibi kadınlarının karşıladığı çeşitli eğlence ve kabullerde hazır bulunması bekleni­ yordu ve çok geçmeden, kalabalıklaşan müttefik ve hizmetli çevre­ sine kendi dairesinde böyle hoşluklar sunmaktan sorumlu olacaktı. Harem