Hilafet ve Saltanat: II. Abdülhamid Döneminde Halifelik ve Araplar [1 ed.]
 9786051713120

  • 0 0 0
  • Like this paper and download? You can publish your own PDF file online for free in a few minutes! Sign Up
File loading please wait...
Citation preview

Tufan Buzpınar •

HILAFET -. VE

e-

SALTANAT ll.

ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE

ALFA"

29117 1 ALFA 1 iNCELEME·ARA$TlRMA 1

HİLAFET

ll. Abdülhamid

Ş.

VE

88

SALTANAT

Döneminde Halifelik ve Araplar

TUFAN BUZPlNAR

ı96ı yılında Kadirli'ye bağlı Esenli köyünde doğdu. İlkokulu köyde, or­

taokulu Kadirli'de, liseyi Adana'da ve lisansını ı 984'te Ankara Üniversitesi

ilahiyat Fakültesi'nde tamamladı. Mezuniyetten hemen sonra Türkiye Di­ yanet Vakfı (TDV ) bursuyla ingiltere'ye gitti. Manchester Üniversitesi

Orta Doğu Araştırmaları Bölümünde yüksek lisansını ı 986'da, "Abdul­

hamid ll, Islam and the Arabs: T he Cases of Syria and the Hijaz (1878-

1882)" adlı tezi ile doktorasım 1991'de tamamladı. 1992'de TDV İslam Araştırmaları Merkezi'nde araştırmacı ve nıüellif-redaktör olarak göreve başladı. Kasını 1998'de doçent oldu. Mart 1999-Ağustos 2001 tarihleri

arasında İSAM başkanlığı görevini üsdendi. TDV İs/dm An.siklcıpedisi Türk

Tarihi ve Medeniyeri İlim Kurulu üyesidir. Ekim 2001-Temmuz 201 O ta­

rihleri arasında Fatih Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak çalıştı. 2005'te profesör oldu. Ağustos 2010-Şubat 2012 tarihleri arasında İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Edebiyat Fakültesi kurucu dekanlığı, rek­ tör yardımcılığı ve Üniversitelerarası Kurul temsilciği görevlerini ifa etti. Şubat 20ı2'de Cumhurbaşkanlığı kontenjanından Yükseköğretim Kurulu üyeliğine atandı. Bu tarihten Ekim 2015' e kadarYÖK Yürütme Kurulu üyeliği yaptı. Tufan Buzpınar'ınYÖK üyeliği Şubat 2016'da sona ermiştir. Ekim 2015'ten itibaren İstanbul Şehir Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. ingilizce ve Türkçe birçok kitap bölümü ile ulusal ve uluslararası dergilerde çok sayıda makalelerinin yanı sıra ansik­ lopedi maddeleri bulunan Tufan Buzpınar'ın yayınları, Suriye'den Hicaz'a kadar olan bölgede Osmanlı yönetimi (19. yüzyıl), Osmanlı hilafet me­ selesi ve Osmanlı son döneminde Filistin meselesi gibi konular üzerinde yoğıınlaşmaktadır.

Hllt�J�t H Sllltllflllt: II. A6lilht�mi4 Döıt-irul� Ht�lifolih H Arııpl11r

C

20 16,ALFA BasımYayım Dağıtım San. ve T ic. Ltd. Şti.

Kirabın ıünı y:ıyın h:ıkbrı Alfa Basını Yayını Dağıtını Ltd. Şıi.'ne aittir. Tamtım amacıyla, kaynak

göstermek ıamyla y:ıpılacak

hiçbir nıoli haklan !lalr.lıdır.

kısa alıntılar dqında, yayıncının y:ızıb izni ol:maksızın

eleknoııik veya mekanik araçla çoğaltılaıııaz. Eser sahiplerinin manevi ve

Yayıncı ve Genel Yayın YönetmeDi M. Faruk Bayrak Genel

MildürVedat

Bayrak

Ya)'ln Yönetmeni Mustafa Küpüşoğlu

Kapak Teııarmu Füsun Turcan Elmasoğlu Sayfa

Teııaramı

Mürüvet Durna

ISBN 978-605-171-312-0 1. Basını: Haziran 2016

Baskı

ve Cilt

Melisa Matbaacıhlr.

Çiftehavuzlar Yolu Acar Sanayi Sitesi No: 8 Bayrampaşa-İstanbul

Te l: 0(212) 674 97 23

Faks: 0(212)

674 97 29

Sertifika no: 12088

Alfa Basım Yayım DaAabm Saa. w Tic.

Alemdar

Ltd. Şd.

Mahallesi Ticarethane Sokak No: 15 34110 Fatih-İstanbul

Tel: 0(212) 511 53 03 (pbx) Faks: 0(212) 519 33 00 www.alfakitap.com - [email protected] Sertifika no: 10905

Tufan Buzpınar •

HILAFET .e

VE�

SALTANAT II.

ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE

ALFA'

Merhum Annem ve Babamın aziz batıralarına

İÇİNDEKİLER

Kısaltmalar, 9 Sunuş , ll Giriş

II. Abdülhamid, İslam ve Araplar, 17

Birinci Bölüm

HİLAFET TARTIŞMALARI Osmanlı Hilafeti (1725-1909) II. Abdülhamid Döneminde Osmanlı Hilafetine Muhalefetin Ortaya Çıkışı (1877-1882) II. Mahmud Dönemine Ait Öncü Bir Hilafet Risalesi 'Hulasatu'l-Burhıin Fi İtaati's-Sultan' Bir Literatür Değerlendirmesi: Osmanlı Hilafeti Meselesi

41 96 135 141

İkinci Bölüm

İSTANBUL'DA ARAP EŞRAFI Şeyh Muhammed Zafir El-Medeni "Farklı ve Mümtaz" Bir Şeyh: Ebülhüda Sayyadi Hadramutlu Seyyid Fazi Paşa

7

171 191 218

Üçüncü Bölüm

SURiYE

241

Cevdet Paşa ve Arap Dünyası Osmanlı Suriye'sinde Türk Aleyhtarı İlanlar ve Bunlara Karşı Tepkiler (1878-1881) Suriye'de Cezayirliler (1847-1900)

1882-83 İngiltere'nin Mısır'ı İşgalinin Suriye'ye Etkisi Suriyeiiierin Meşrutiyet Algılamaları Üzerine Notlar

273 306 334 350

Dördüncü Bölüm

FİLİSTİN

Filistin'e Yahudi Göçü Meselesi (1878-1908) Filistin Meselesinin Ortaya Çıkışında İngiltere'nin Rolü Suriye ve Filistin'de İngiliz Misyonerleri (XIX. Yüzyıl) Sonuç Yerine, 438 Kaynaklar, 449 Dizin, 475

8

365 404 421

KISALTMALAR

A.AMD.d

: Sadaret Arnedi Kalemi Defteri : Adı geçen eser : Adı geçen tez : Adı geçen makale a.g.m. A. AMD. MV : Sadaret Arnedi Kalemi Meclis-i Vükela Evrakı a.mlf. : Aynı müellif A.MKT.MHM : Sadaret Mektubi Mühimme Kalemi Evrakı A.MKT .UM : Sadaret Mektubi Kalemi Umum Vilayat Evrakı A ODTCF : Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi BEO : Babıali Evrak Odası : Başbakanlık Osmanlı Arşivi BOA DBİA : Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi DH. KMS : Dahi liye Nezareti Kalem-i Mahsus Müdüriyeti : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi DİA ed. : Editör EF : Encyclopaedia of Islam, New edition haz. : Hazırlayan : Foreign Office FO HR.SYS. : Hariciye Nezareti Siyasi : İslam Ansiklopedisi İ.A : İrade Dahiliye İ. D H. : İrade Evkaf İ. EV. : İrade Hususi İ. HUS : International Journal of Middle East Studies IJMES : İrade Maliye İ. ML. : İrade Meclis-i Mahsus İ.MMS : İrade-Mesail-i Mühimme İ. MSM İ.MVL : İrade Meclis-i Vala IOR : India Office Library and Records

a.g.e. a.g.t.

9

İ.ŞD İ. ŞE. İ.TAL. İ.Ü.E.F UP&S MES MF.MKT NA NAl PRO sy. TDV TTK tür. Yer t.y. Y.A.HUS. Y.A.RES. YEE Y.MRZ.d. Y.MTV. Y.PRK.ASK Y.PRK.AZJ Y.PRK.BŞK Y.PRK. HR Y.PRK. MM Y.PRK. MŞ Y.PRK.TKM

: İrade Şura-yı Devlet : İrade Şehremaneti : İrade Taltifat : İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi : Political and Seeret Correspondance : Middle Eastern Studies : Maarif Nezareti Mektubi Kalemi : The National Archives, London : National Archives of lndia, FD: Foreign Department : Public Record Office : Sayı : Türkiye Diyanet Vakfı : Türk Tarih Kurumu : Türlü yerde, birçok yerde : Tarih Yok : Yıldız Sadaret Hususi Maruzat Evrakı : Yıldız Sadaret Resmi Maruzat Evrakı : Yıldız Esas Evrakı : Yıldız Maruzat Defterleri : Yıldız Mütenevvi Maruzat Evrakı : Yıldız Perakende Evrakı Askeri Maruzat : Yıldız Perakende Evrakı Arzuhal Jumal : Yıldız Perakende Evrakı Başkitabet Dairesi Maruzatı : Yıldız Perakende Evrakı Hariciye Nezareti Maruzatı : Yıldız Perakende Evrakı Mabeyn Müşiriyeti : Yıldız Perakende Evrakı Meşihat Dairesi Maruzatı : Yıldız Perakende Evrakı Tahrirat-ı Ecnebiye ve Mabeyn Mütercimliği Y.PRK. UM · : Yıldız Perakende Evrakı Umumi

y.y

: Yayın yeri yok.

10

SUNUŞ

S en kritik ve en önemli dönemlerinden biridir. Avrupa'nın ultan Abdülhamid dönemi ( 1 8 76- 1 909), Osmanlı tarihinin

güçlü devletleri ve Rusya'nın yayılmacı politikalarının etkin ol­ duğu bir dönemde, Osmanlı Devleti Rusya 'ya karşı tarihinin en ağır yenilgilerinden biriyle sonuçlanacak Doksan Üç Har bi diye bilinen bir savaşa girmiş ve yeni dönem adeta bu savaş ve ye­ nilgiyle başlamıştır. Doksan Üç Harbi bu dönemin özellikle ilk yıllarının anlaşılabilmesi için çok detaylı çalışılması gereken bir hadise olmasına rağmen, maalesef henüz hak ettiği akademik ilgiyi görmemiştir. Elinizdeki kitaptaki yazıların hemen tamamı bu eksiklik hissedilerek yazılmış olup, 1 877-78 Osmanlı-Rus Harbi bütün yönleriyle araştmhp sonuçları yayımlandığında burada ele alınan konuların farklı açıklamalarının olabileceğini şimdiden belirtmek gerekir. II. Abdülhamid dönemi hakkındaki literatürün, dönemin akademik tarihçiliğinin öncüsü Engin D. Akarlı'nın doktora tezini kaleme aldığı 1 970'li yıllarla, hatta bir sonraki kuşağın 1 9 80'lerin ikinci yarısında doktora çalışmalarına başladığı zamanla kıyaslandığında belli bir mesafe kat ettiği aşikardır. Özellikle iç politika alanlarında, Balkanlar ve Arap toprakla­ rıyla ilgili çalışmalarda sayıca bir artıştan ve keyfiyet olarak da bir gelişmeden söz edilebilir. Ancak dönemin ileri gelen dev­ let adamları hakkında -buna padişahı özellikle hukuk, din ve siyaset alanlarında etkilediği düşünülen Ahmed Cevdet Paşa dahil- ciddi biyografilerin ortaya çıkmaması, uluslararası iliş­ kilerin ilgili devletlerin arşivleri incelenerek yazılmaması, diploll

matik tarihçiliğin nerede ise emekleme döneminde kalması gibi eksiklikler dönem hakkında yapılacak genel değerlendirmeleri zorlaştırmaktadır. Elinizdeki kitap, dönem hakkındaki literatürün sınırlı verile­ rinin yanı sıra Osmanlı ve İ ngiliz arşiv kaynaklarının imkanla­ rıyla II. Abdülhamid dönemi din siyaset ekseninde ve daha çok Arap memleketleriyle alakah belli konularda yapılan bazı çalış­ malardan oluşmaktadır. Kitapta yer alan yazılar farklı zaman­ larda kaleme alınmış olmakla birlikte belli bir konu bütünlüğü içinde bir araya getirilmişlerdir. Ancak belli konularda yoğunla­ şan bu yazılar, farklı zamanlarda ve farklı formatlarda kaleme alındıklarından dolayı bazılarında kaçınılmaz olarak tekrarlar yer almış olup yazı bütünlüğü bozulmasın diye yayımlandıkları şekliyle bırakılmışlardır. Bu tür yazılarda sadece bilgi hataları düzeltilme yoluna gidilmiştir. Kitap, giriş ve dört bölümden oluşmaktadır. Girişte II. Ab­ dülhamid'in İ slam siyasetine ilgi duymasının nedenleri ve süreci ile Araptarla ilişkiler hakkında birkaç not paylaşılmıştır. Birinci bölüm, XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Osmanlı bilafeti ile ilgili tartışmalar üzerine yoğunlaşmış olmakla birlikte, Os­ manlı hilafet meselesinin tamamı üzerine bir literatür değerlen­ dirmesini de içermektedir. İ kinci bölüm, Il. Abdülhamid'in bir şekilde İ stanbul'da kalmalarını sağladığı üç Arap eşrafı hakkın­ dadır. İ stanbul'a geliş sırasıyla Trablusgarplı Şeyh Muhammed Zafir, Halepli Şeyh Ebülhüda Sayyadi ve H adramutlu Seyyid Fazl Paşa'nın II. Abdülhamid ile ilişkileri ve dönemin İ slam ve Arap siyasetindeki rolleri tartışılmaktadır. Üçüncü bölümde, Cevdet Paşa'nın Arap dünyasıyla ilişkileri, Halep ve Suriye va­ lilikleri, Doksan Üç Harbini müteakip yıllarda Biladü'ş-Şam'da ortaya çıkan Osmanlı aleyhtarı ilanlar, Cezayir'in Fransa tara­ fından işgalinin ardından Suriye'ye yerleşen Cezayiriiierin ta12

biiyeti meselesi ve Suriyeiiierin meşrutiyet algılamaları incelen ­ mektedir. Son bölüm ise Filistin meselesine hasrediimiş olup, ll. Abdülhamid döneminde Filistin'e Yahudi göçü meselesi, XIX. yüzyılda bölgedeki İ ngiliz misyoner faaliyetleri ve Filistin mese­ lesinin ortaya çıkışında İ ngiltere'nin rolü üzerine odaklanmak­ tadır. Girişte yer alan Il Abdülhamid, İ slam ve Araplar" ile ikin­ ci bölümde bulunan " Farklı ve Mümtaz Bir Şeyh: Ebülhüda Sayyadi " başlıklı yazı ilk defa burada yayımlanmaktadır. Aynı şekilde, merhum Prof. Nejat Göyünç hocanın teşvikiyle ger­ çekleştie diğim İ ngilizce ilk akademik yayınım olma özelliğini de taşıyan " Sultan Abdülhamid ve Hadramutlu Seyyid Fazi Paşa " ile üçüncü bölümde yer alan " 1 8 8 2- 1 8 83 İ ngiltere'nin Mısır'ı İ şgalinin Suriye Ü zerine Etkisi " başlıklı makale de Türk­ çe'de ilk defa neşredilmiş olacaktır. Birinci bölümde ele alınan Osmanlı bilafeti meselesi, lisans öğrenciliği yıliarımdan itiba­ ren ilgi duyduğum, doktora çalışmalarım sırasında akademik anlamda tanıştığım ve hala ilgimin devam ettiği bir meseledir. Bu bölümde yer alan "Il. Abdülhamid Döneminde Osman­ lı Hilafetine Muhalefetin Ortaya Çıkışı, 1 8 77- 1 8 82 " başlıklı yazı, esas itibariyle doktora tezimde çalıştığım ve " Opposition to the Ottoman Caliphate in the Early Years of Abdulhamid Il" (Die Welt des Islams 1 996) başlığıyla yayımlanan İ ngilizce makalenin Türkçeye çevrilmiş halidir. Kitapta yer alan diğer makaleler Türkçe olarak yazılmışlardır ve ilk defa nerede ya­ yımlandıkları ile ilgili bilgi n otu her makalenin birinci sayfa­ sında verilmiştir. Bu kitabın hazırlık aşamasında İ smail Kara 'nın üst başlık önerisiyle başlattığı teşvikle yola çıktıktan sonra Ali Akyı ldız, Beşir Ayvazoğlu ve Engin D. Akarlı'dan çok büyük teşvik ve destek gördüm. Kitap onların beklentisine cevap oluşturabildi "

.

13

mi bilemem ama, vücut bulması hususundaki katkılarından do­ layı gönülden şükran hissimi burada belirtmek isterim. Ayrıca Engin D. Alearlı ve Ali Akyıldız'ın yeni yazılan bölümlerle ilgili eleştiri ve düzeltmelerini kısa sürede bildirmeleri kitabın son şeklini almasını hızlandırdı. Ö zellikle Engin H ocanın eleştirile­ rinden bazılarınının gereğini yerine getiremesem de çok istifa­ de ettiğimi teslim etmem gerekir. Kitapta yer alan çalışmaların ortaya çıkış sürecinde eleştiri, düzeltme veya kaynak önerisin­ de bulunmak gibi farklı şekillerde katkılarını esirgemeyen Ali Akyıldız, Azmi Ö zcan, Butrus Abu-Manneh, Coşkun Yılmaz, Engin D. Akarlı, Feridun Emecen, Feroze A.K. Yasamee, Gök­ han Çetinsaya, Gül Tokay, H. Osman Yıldırım, İ dris Bostan, İ skender Pala, İ smail Kara, Kemal Beydilli, Kemal Kahraman, Kamil Büyüker, Mehmet İ pşirli, M . Birol Ü lker, Ö nder Bayır, Suat Mertoğlu, Şükrü Hanioğlu, Süleyman N. Akçeşme ve Tah­ sin Görgün'e gönülden müteşekkirim. Çalışmalarımın yoğunlaştığı II. Abdülhamid dönemini aka­ demik çalışma alanı olarak belirlemernde etkili olan, doktora öğrenciliğim yıllarında düzenli olarak İstişarelerde bulunmak imkanını esirgemeyen ve nihayet doktora tez j ürimde yer almak nezaketini gösteren Albert H ourani'yi (ö. 1 993 ) burada anmak­ tan büyük memnuniyet duyarım. Türkiye'ye döndükten sonra tanıştığım ve Temmuz 200 1 'de vefatma kadar sürekli desteğine mazhar olduğum merhum Prof. Dr. Nejat Göyünç hocamı, ça­ lışmalarımın Mısır ve Arapça bağlantılı kısımlarında katkılarını esirgemeyen merhum İ brahim Dakuki ve Muhammed Aruçi'yi de rahmetle anıyorum. Kitapta yer alan makalelerin araştırma safhasında Baş­ bakanlık Osmanl ı Arşivi, Beyazıt Devlet Kütüphanesi, İ BB Atatürk Kitaplığı, Süleymaniye Kütüphanesi, İ stanbul Üni14

versitesi Kütüphanesi, Milli Kütüphane, Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi, The University of Manchester Library, British Library, National Archives (Public Record Office) ve India Office Library and Records, SOAS Library, Şam'da buluna n Merkezü' l-Vesaiki't-Tarihiyye, Esed ve Zahiriye Kütüphanele­ ri ile İ stanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi yetkilileri yapa­ bilecekleri katkıları esirgemediler. Hepsine gönülden teşekkür ediyorum. Ayrıca, kurulduğu günden itibaren rahat ve huzur­ lu bir ilmi çalışma ortamı sunan Türkiye Diyanet Vakfı İ slam Araştırmaları Merkezi ( İ SAM) ve İ stanbul 29 Mayıs Ü niver­ sitesi yetkililerine, çalışanlarına teşekkür borcumu zikretmek zevkli bir görevdir. Uzun yıllardan beri oluşturdukları dostluk ve kardeşlik ortamıyla katkılarını her zaman hissettiğim Nes­ rin-Necati Şahin ile Gülgün-Celalettin Ö ğretici'yi, Londra'da­ ki çalışmalarım sırasında misafirperverlikleriyle desteklerini esirgemeyen işadamları Kadir Güler ve Mehmet Macit'i de şükranla anmak isterim. Kitabın hasılınası sürecinde şahsen ilgilenme nezaketini gös­ teren Alfa Yayınları Genel Yayın Yönetmeni M. Faruk Bayrak'a ve yayınevinin emeği geçen tüm mensupianna teşekkür ederim. Akademik hayatıının her safhasında büyük fedakarlıklarla desteğini esirgemeyen, Türkçe yazılarıının ilk okuyucularından olan, yuvamızın ve çocuklarımızın ağır yükünü gönüllü ola­ rak üstlenen sevgili eşim Nilgün'e, ailesine ve hayatımıza değer katan yavrularımız Bilge Kağan, Şahinder Dilruba, Ferhunde Bengisu ve Adil Bahadır'a, onlara ayırınarn gereken zamandan severek fedakarlık yaptıkları ve huzurla çalışınama sağladıkları büyük destek için ne kadar teşekkür etsem azdır. Bu çalışmanın ilgili literatüre bir katkısı olursa, bunda onların önemli bir payı olduğunu teslim etmem gerekir. 15

Son olarak, tahsil hayarım boyunca desteklerini esirgemeyen ailemin tüm fertlerine gönülden müteşekkirim. Ayrıca, okuma­ mı çok istedikleri halde sonuçlarını görerneden lisede okudu­ ğum yıllarda kaybettiğim babam İ brahim ve doktora yaptığım sırada vefat eden sevgili annem Gülendam Buzpınar'ı bu vesi­ leyle rahmetle anıyorum. Nur içinde yatsınlar.

16

GİRİŞ

D.

ABDÜLHAMİD, İSLAM VE ARAPLAR

"Devlet-i Aliyye Yavuz Sultan Selim zamanından beri hilafet-i seniyyeyi haiz olduğuna nazaran din üzerine müesses bir devlet-i azimedir. Lakin ondan evvel bu devleti tesis edenler Türk oldukları cihetle hakikat-i halde bir devlet-i Türkiyedir. Ve ibtida bu devle­ ti teşkil eden Al-i Osman olduğu cihetle Devlet-i Aliyye dört esas üzerine mebni bir hey'et demek olur. Yani hükümdar Osmani ve hükümet Türkiye ve din din-i İslam ve payİtahtı İstanbul'dur. Bu dört esastan hangisine zaaf gelse bina-yı devletin dört direğinden biri sakadanmış olur ( . . . ) Devlet-i Aliyye akvam ve sunuf-ı muh­ telifeden mürekkeb bir hey'et-i cesime olub bu ecza-yı mütebeyyi­ neyi birbirine rapteden kuvve-i mukaddese hilafetdir. Zira Arab, Kürd, Arnabud, Boşnak kavimlerini yek-vücfid eden cihet vahdet-i İslamdır. Vakıa Devlet-i Aliyyenin asıl kuvveti Türklerdir. Bunlar mahvoluncaya kadar Hanedan-ı Osmani uğrunda can feda etmek kendi kavmiyetlerince ve hem de diyanetlerince vacibat-ı umfir­ dandır. Bu cihetle saltanat-ı seniyyece Türklerin kadri akvam-ı saireye nisbette büyük bilinmek tabiidir. Lakin lisanları dince lisa­ nımız olan Araplara dahi ihtiram olunmak hizime-i haldendir. Ve akvam-ı saire dahi gerek Türk gerek Arab'la farksız muamelelere mazhar olmaları lazım gelir."1

ultan Abdülhamid'in Osmanlı Devletinde İ slamın etkinliğini artırma ve görünür kılma eğiliminde olduğu bilinmektedir. Dönemin önde gelen gazeteci-yazarı Ahmed Midhat Efendi'ye

S

Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Yıldız Esas Evrakı (Y.EE), 39/5 , Cev­ det Paşa'nın padişahın şifahi talimatı üzerine hazırladığı tarihsiz layiha. 17

bir devlet ve milletin bekası için gerekli şartlardan birinin "din" olduğunu "ve o dini muhafaza etmek için bir miktar taassup" (tarafgirlik) gerektiğini ifade eder.2 Yine bilinmektedir ki Abdül­ hamid, dini ve milli (yerli) ögelere verdiği önem açısından, Tan­ zimat ( 1 8 39-1876) sultanlarının çizgisinden ayrılır. Tanzimat padişahları ve devlet adamları devletin İ slami karakterine açık­ ça karşı çıkmamakla birlikte bazı uygulamalarla bunu kısmen değiştirmiş; merkezi idareyi güçlendirmek amacıyla geliştirilen Avrupa kaynaklı kanun ve kuruluşlar bazen geleneksel İ slami uygulamalan doğrudan ihlal etmiştir. Bu tip kanunlara en açık örnek 1 850'lerde uygulanmaya başlanılan ticaret ve ceza huku­ ku ile ilgili olanlardır.3 Diğer taraftan gayrimüslimlerin ayrılık­ çı hareketlerine ve Avrupa'nın yoğun baskısına maruz kalan Osmanlı yöneticileri gayrimüslimlere bi rçok alanda eşit haklar sağlayarak yüzyıllardan beri uygulanmakta olan Müslümanların sosyal ve siyasal üstünlüğü prensibini i hlal etmişlerdir.4 Bu ge­ lişmeler dini kimlik ve bağlılık anlayışını ikinci dereceye indiege­ yen ve önceliği Osmanlı vatandaşlığı anlayışına veren Osmanlılık ideolojisinin doğmasıyla daha da güç kazanmıştır. Bu sınırlı değişikliklerin laiklik olarak tanımlanıp tanımlanamayacağı ayrı bir tartışmayı gerektirir. Gerçek şudur ki bu uygulamalar Os­ manlı ve Müslüman geleneğinden bir kopuşu göstermektedir. s Atilla Çetin, Ramazan Yıldız, Sultan 11. Abdülhamid Han, Devlet ve Mem­ leket Görüşlerim, İstanbul 1 976, s. 303. Hıfzı Veldet, " Kanuniaştırma Hareketleri ve Tanzimat," Tanzimat 1, İ stan­ bul 1 999, s. 1 96-198; M. Akif Aydın, Türk Hukuk Tarihi, İ stanbul 2005, s. 460-46 1 . Bu uygulamanın Müslümanlarda oluşturduğu rahatsızlığın Ziya Paşa ve Ali Suavi gibi önemli isiınierin kaleminden bazı örnekleri için bkz. İsmail Kara, " Müsavat mı, Eşitsizlik mi?," Mehmet Ö. Alkan, Tarul Bora, Murat Koraltürk (derleyenler), Mete Tunçay'a Armağan, İstanbul 2007, s. 163-1 69. Roderic H. Davison, Reform in the Ottoman Empire, Princeton, New jer­ sey 1 973, tür. yer.; a.mlf., Essays in Ottoman and Turkish History 1 7741 923 'y.y. 1 990, s. 1 1 2- 1 32. 18

II. Abdülhamid'in Osmanlı Devletinin İslami karakteri ni

yeniden ön plana çıkarma gayretleri, Tanzimatçıların özellikle ittihad-ı Osmani politikasının iflas etmiş olmasından hareketle reformlara karşı kısmi bir reaksiyon olarak değerlendirilebilir veya reformların kısmi başarısızlığından dolayı bir tadil çabası olarak görülebilir. Reformlar imparatorluğa yeni bir bürokrasi ve modern bir ordu kazandırmanın yanı sıra merkezi hük üme­ tin vilayetler üzerindeki kontrolünü de anırmış; Abdülhamid bu tür başarıları hiçbir zaman tenkit etmemiş ve Tanzimatın ana istikametine karşı çıkmamıştır. Fakat şurası da bir gerçektir ki, reformlar toplumsal desteği sağlayamamış, Osmanlı gayrimüs­ limlerinin sadakatini anırmamış, aksine Osmanlı Devletinden ayrılmaya ve bağımsızlıklarını kazanmaya çalışmışlardır. Tan­ zimat reformları Osmanlı Devletinin Avrupa güçleri tarafından uluslararası topluluğa kabulünü sağlayamadığı gibi, genelde kendi değerlerine bağlı olan Osmanlı Müslümanlarının gözün­ de devletin meşruiyetini sorgulanır hale getirmiştir.6 Bütün bu başarısızlıklar 1 875-78 arasında Osmanlı Devletini ciddi bir şekilde sarsacak kriziere zemin hazırlamıştır; Hıristiyan Sırplar ve Bulgarlar isyan etmiş; devletin üst kademe idarecilerinde ve Müslüman halkta kutuptaşmaya neden olan anayasal hareket padişahın otoritesini sarsmış ve devlet, Bulgarların, Sırpların ve Romenierin ulusal bağımsızlığına, bir kısım topraklarının da Yu­ nanistan, İngiltere, Rusya ve Avusturya-Macaristan tarafından alınmasına zemin hazırlayan korkunç bir savaşa sürüklenmiştir. II. Abdülhamid'in tahta çıkışı (Ağustos 1 876) böyle ciddi olayların yaşandığı bir döneme rastlar. Yeni padişahın bu olay­ lardan çıkardığı sonucun rej iminin ve politikalarının şekillen­ mesinde önemli rol oynadığı söylenebilir. Ona göre, başarısız Davison, Essays ... , s. 1 1 9. 19

olmuş olan Osmanlılık ne Sırp isyanını, ne Bulgar isyanını ne de Rusya'nın Balkan Hıristiyanlarını Müslüman yönetiminden kurtarmak bahanesiyle Osmanlı Devletine savaş açmasını önle­ yebilmiştir. Doksan Üç Harbi olarak da bilinen 1 8 77-78 Osmanlı-Rus Harbi, Müslüman-Hıristiyan ayrılığını daha da keskinleştirmiş; ayrıca üç yıllık kriz ( 1 8 75-78 ), anayasa tartış­ maları ve ağır bir yenilgiyle sonuçlanan Doksan Üç Harbi, Müslüman toplumda da kıpırdanmalara neden olmuş ve Arap­ lar ve Arnavutlar arasında ayrılıkçı eğilimler belirmiştir.7 Bütün bu gelişmelerden Abdülhamid'in çıkardığı sonuç şudur: Osman­ lı Devletinin en temel problemi birlik ve bu birliği sağlamanın en sağlam temeli de İ sla mdır. Çünkü Osmanlı Devletinde Müs­ lümanlar daima çoğunluğu oluşturmuşlar ve bu çoğunluk Bal­ kanlar'daki önemli sayıda gayrimüslimin meskfın olduğu top­ rakların kaybedilmesiyle daha da sağlamlaşmıştır. 8 Abdülhamid'in Osmanlı Devletinin Doksan Üç Harbiyle maruz kaldığı kayıplar hakkında İ ngiliz hükümetinin kendi kullanımı için istihbarat birimlerine hazırlanı­ ğı rapor bir fikir verebilir. Buna göre, Doksan Üç Harbi sonrasında ikili antlaşma ile İ ngiltere'ye verilen Kıbrıs ve Doğu'da kaybedilen toprak ve nüfus hariç, Osmanlı Devletinin sadece Balkan lar'da yaklaşık 1 94.600 kilometrekare toprak ve çoğunluğu gayri müslimlerden olmak üzere yaklaşık 4 . 8 1 2 .000 nüfus kaybettiği belirtilmektedir. National Archives, Foreign Office, 8 81/5168A, s. 1 9 . " Osmanlı İ mparatorluğu" başlıklı bu geniş rapor Ocak 1 8 85 tarihinde İ ngiltere Harbiye Nezareti istihbarat bi­ rimi tarafından hazırlanmış olup matbu olarak 61 sayfadır. Doksan Üç Harbi ile ilgili son zamanlarda yapılan iki uluslararası konferansın ürünü olan yayınlar için bkz. Ö mer Turan (ed.), The Ottoman-Russian War of 1 8 77-78, Middle East Technical University Department of History, Meiji University i nstitute of Humanities, Ankara 2007; M. Hakan Yavuz, Peter Sluglen (ed.), War and Diplomacy: The Russo-Turkish War of 1 877- 1 8 78 and the Treaty of Berlin, the University of Utah Press, Salt Lake City 201 1 . Akarlı, Abdülhamid'in Müslümanların önceliğine vurgu yaptığı dönemde genel olarak dünyanın birçok yerinde dine vurgunun yükselişte olduğuna işaret etmektedir. Engin D. Akarlı, "The Tangled Ends of an Empire and 20

ll. Abdülhamid'in saltanatı ile özdeşleşen Yıldız Sarayı ve 1886'dan itibaren

Cuma selamfığının gerçekleştirildiği Hamidiye Camii. Fotoğraf saat kulesinin yapımından (1 890) önce çeki/miştir. (Sultan ll. Abdülhamld Arşivi Istanbul Foto{lrafları, IRCICA &Kültür A.Ş, Istanbul 2007, s. IBI ).

kendi ifadesiyle "her devletin ekseriyeti teşkil eden tebaasının diğerleri üzerine nüfuz-ı derecatı zaruri mevaddan ve tabiat-ı masiahat icabından[dır] . . . Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye'nin dini din-i İ slam olup tebea-i şahane meyanında İ slam anasın ekser . ve galip bulunduğu " ndan devlet nezdinde Müslümanların ön­ celiği tabii ve zaruridir.9 lts Sultan," Leila T. Fawaz and C. A. Bayly (ed.), Modemity and Culture, Colombia University Press, 2002, s. 269-270. Bu belgeye ilk dikkati çeken Engin D. Akarlı olmuştur. Belgeden geniş ingilizce alıntı için bkz. Akarlı, "The Problems of Extemal Pressures, Power Strugg­ les and Budgetary Deficits in Onoman Politics under Abdulhamid II ( 1 8761909): Origins and Solutions," doktora tezi, Princeton University 1976, s.55. Ayrıca bkz. BOA, Y.EE, 1 1/1325/120/5, 10 Cernaziyelevvel l 3 1 2. 21

Devletin İ slami kimliğine vurgu ve Müslümanların önceliği anlayışı, bazı sıkıntıları çağrıştırmakla birlikte, önemli avantaj­ lar da sağlamaktaydı. Tanzimat döneminde özellikle gayrimüs­ limler arasında kuvvetleneo ayrılıkçı hareketlerin Müslümanla­ rı etkilernesi önlenebilirdi ki, bu husus Osmanlı hilafetinin gücü ve meşruiyeti açısından çok önemliydi . Ayrıca Doksan Üç Harbi sonrasında ciddi sarsıntı geçiren padişahın otoritesini yeniden tesis sürecinde idari, mali ve askeri tedbirlerin ötesinde ciddi bir moral desteğe ihtiyacı vardı. içerde Müslümanların devlete ve hilafete sahip çıkmaları çok önemliydi. 1 ° Cevdet Paşa'nın da yukarıda metni verilen alıntıda belirttiği üzere, "Devlet-i Aliyye akvam ve sunuf-ı muhtelifeden mürekkeb bir hey'et-i cesime olub bu ecza-yı mütebeyyineyi birbirine rapteden kuvve-i mu­ kaddese hilafetdir. Zira Arab, Kürd, Arnabud, Boşnak kavimle­ rini yek-vücud eden cihet vahdet-i İ slamdır." içerde sağlanabile­ cek birlik ve dayanışma dışarda Avrupa ülkelerinin yönetimine girmiş Müslümanlar nezdinde de Osmanlı Devletinin itibarını artıracaktı. Aynı derecede önemli olan diğer bir nokta da Abdülhamid'in dinin sadece Osmanlı Devletinde değil, dünyanın her yerinde birlik ve dayanışma için önemli bir güç olduğuna inanmasıdır. Ona göre, Avrupa ülkelerinde ve gayrimüslim Osmanlı tebaası arasında mevcut olan politik ve sosyal dayanışmanın temelinde din vardır. Aynı şekilde Avrupa devletlerinin Hıristiyan Osman­ lılar lehine müdahale etmelerinin temelinde yatan gerçek din birliğidir. Bu nedenledir ki, Müslüman Osmanlı Devletine karşı Avrupa ülkeleri arasında Hıristiyanlık temeline dayalı, ilan edil­ memiş bir birliğin mevcut olduğunu düşünmektedir. 1 1 1°

11

Feroze A . K . Yasamee, "Abdülhamid I I a s Statesman: Some Observations,"

Sultan II. Abdülhamid Sempo:zyumu, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2014, ı, 9- 1 0.

A. A. Çetin,

R.

Yı ldız, Devlet ve Memleket Görüşlerim, s. 2 1 -22. 22

Abdülhamid'e göre din, birlik ve dayanışmanın temelini oluşturduğu kadar itaat ve sadakatİn de esasını oluşturmakta­ dır. Bu noktada hilafet makamı Müslüman tebaanın devlet ve saltanata bağlılığını sağlamada eşsiz bir vasıta olarak görülmüş­ tür. "Efendimiz halife-i İ slam olduklarında ona hizmet bilcümle ehl-i i slama hizmet olur." 1 2 İ slam, Osmanlı Devletini kuvvetlen­ direcek siyasi bir güç temeli, Abdülhamid'in şahsında hilafet de bu gücün yoğunlaştığı bir odak noktasıdır. Bu da padişahın si­ yasi otoritesinin dini bir karakteri olduğu anlayışını güçlendir­ mektedir. 1 876 Kanun-i Esasisi tahta çıkışından birkaç ay sonra Abdülhamid'in hilafetini teyit ve bu sıfatından dolayı onu İ sla­ mın koruyucusu ilan etmiştir. Yaklaşık altı ay sonra Mayıs 1 877'de Ruslara karşı kazanılan bir zaferden sonra kabine pa­ dişaha "Gazi" unvanını vermiştir.B Elbette bu unvanın önemi dini çağrışımından kaynaklanmaktadır. Şerif Mardin'in de be­ lirttiği gibi, " gazi sadece cesur ve yetenekli bir savaşçı değil, aynı zamanda, belki daha da önemlisi, inanç için savaşan kişi­ dir." 14 Ayrıca 'sultan' ve 'padişah' gibi salt siyasi otoriteyi çağ­ rıştıran unvanlar yaygın olarak 'halife' ve 'emirü'l-mü'minin' gibi din bağlantılı unvaniada eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Daha da önemlisi, Abdülhamid'in adaletin kaynağı, kanun ve nizamın koruyucusu, medeniyet ve terakkinin müsebbibi ve te­ baasının menfaatlerinin ve haklarının koruyucusu olarak tak­ dim edilmesidir. Bu özelliklerinden dolayıdır ki 'zıllullah' unvanı­ na layık görülmüştür. H Ö zel hayatındaki dindarlığı ve halife ıı

13 14 ıs

Çetin, Yıldız, s. 1 99. Cemal Kutay, İstik/al ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi, İst anbul 1 98 1 s. 6957. Şerif Mardin, Religion and Social Change in Modern Turkey, New York 1 989, s. 3- 4 . Tercüman-ı Hakikat in 1 878-1 882 yıllarına ait sayılarında bu imaja sıkça rast lamak mümkündür. Ayrıca bkz. Zeki, Alem-i İslamiyet, Şark ve GarfJ, '

23

olarak sosyal görevlerinin iceasındaki titizliği, yukarda zikredi­ len unvaniarta birlikte Abdülhamid'in dönemin ideal lideri ola­ rak takdiminde kullanılmış ve dolayısıyla halife-sultana şartsız itaatin gereği vurgulanmıştır. Şansız itaat, Abdülha­ mid döneminde yayımian­ mış birçok gazete maka­ lesinde, kitap ve risalede işlenmiş bir konudur. " Ey inananlar Allah'a itaat edin, Resule ve sizden olan emir sahibine itaat edin" (4/59) ayeti her şartta ha­ life-sultana itaatin gerek­ tiği fikrini desteklemek için delil gösterilmiştir. İ s­ tanbul'da bu görüşü des­ tekleyen Hz. Peygambere atfedilen hadisleri içeren kitapçıklar da yayımlan­ mıştır. Bunlardan birisi ll. Abdülhamid7n "Emirülmüminin, Amedi-i Divan-ı Hümayun halifetülmüs/imin ve gazi" unvanlannın bir arada halifelerinden Nazif Süruri kullanıldığı ender kartpostal/ardan biri. tarafından önce Malumat (Coşkun Yılmaz FotoğrafArşivi). Kostanriniyye 1 3 16, s. 1 1 1 ; Butrus Abu-Manneh, "Sultan Abdulhamid II and Shaikh Abulbuda Al-Sayyadi," Middle Eastern Studies,(MES), XV/2 (May 1979) s. 1 4 1 - 1 42. Saraya yakın kimseler tarafından yayılan aynı ve benzeri görüşler için bkz. Nurnan Kamil, İslamiyet ve Devlet-i Aliyye·i Osmaniyye Hakkında Doğru Bir Söı, Kostanriniyye 1 3 1 6, s. 26, 29-33. Mabeyn karip­ lerinden biri ve Lizbon Coğrafya Cemiyeri üyesi olan Nurnan Kamil, hususi görevle Londra'ya Coğrafyacılar Konferansına ve Paris'e Oryantalistler Kon­ feransına gönderilmiştir (BOA İrade Hususi, 104, 29 Rebiülevvel 1 3 1 5). 24

gazetesinde tefrika edilip 1 3 15'te yayımlanan Hilafet-i Muazza­ ma-i İs/amiyye adlı kitapçıktır. Bu eserde Müslümanların Hali­ fe-Sultana şartsız itaat etmeleri gerektiğini vurgulayan 22 hadis Türkçe mealieri ile birlikte verilmiştir. Ö rneğin ilk sıradaki hadis "es-Sultanu Zıllullahi fi'l-arz fe men ekramahu ekramahullah ve men ehanehu ehanehullah" şeklindedir ve meal olarak şu şekil­ de aktarılmıştır: "Padişah-ı İslam hazretleri yeryüzünde Cenabı Hakk'ın sayesi ve İslamın halifesidir. Her kim ona itaat eder ise Hak Te'ala ona rahmet ve her kim ona ihanet eder ise Hak celle .i ve 'ala ona gazap ve ukubet eder." 16 . ·1· 1 8 90'larda Istanbul'da Türkçe yayımlanan MaiU.mat gazetesi yazarlarından Zeki tarafından kaleme alınan Al�-i İslamiyet adlı eserde padişah ve İ slamın birbirinden ayrılmaz bir ikili oluş­ turduğu ve biri olmadan diğerinin olamayacağı ifade edildikten sonra konuya şu şekilde de açıklık getirilir: " Yani İ slam rükn-i esasi-i şeriat olduğu gibi, sultan da onun hafızıdır. Esası olma­ yan bina harab olur. Nitekim hafız ve harisi olmayan şey zayi ve heder olur." 1 7 .•

16

17

Nazif Süruri, Hilafet-i Muazzama·i İslamiye, Kostantiniyye 1315 , s . 6 . Ese­ rin yeni harfiere aktarılarak neşredilmiş hali için bkz. İsmail Kara ( haz.) , Hilafet Risaleleri ll, İstanbul 2002, s. 207-21 6. Yazarın önsözde belirttiği­ ne göre, kitapta geçen hadislerin mealieri Sultan Il. Mahmud dönemi şey­ hülislamiarından Abdulvehhab Efendi 1 ( 75 8 -1833)'ye aittir. Abdulvehhab Efendi halife- sultana şartsız itaatin gerekliliğini vurgulamak için Türkçe ve Arapça Hulasatü'l-Burhan fi İtaati's-Sultan İ ( stanbul1 247 ) adında bir eser yazmışhr. Eserin ll. Mahmud dönemi reformları ve Osmanlı ulemasının tavrı açısından bir değerlendirmesi kitabın ilerleyen sayfalarında yer almaktadır. İlginçtir, muhteva olarak Nurnan Kamil'in eseriyle ayni olan Beyrut Hukuk Mahkemesi Reisi Yusuf en- Nebhani (1 84 8 -1 931)'nin1312'de Beyrut'ta F.l-E­ hadisü'l-Erbain fi Vucübi Tôati Emiri'l-Mü'minin adıyla yayımladığı eseri he­ nüz bilinmeyen nedenlerden dolayı irade-i hususiyye ile yasaklanmış ve mev­ cut nüshaları toplanırılmışnr B ( OAİrade Hususi ( İ. HUS) , 84 , 24 Safer 1313). Zeki, Alem-i İslamiyet, Kostantiniyye 13 16, s. 11 2-113 . 25

Abdülhamid İ slami eğilimini gösterınede aceleci davranma­ mıştır. Tanzimatın Osmanlılık doktrininin yerini İ slamın ve Müs­ lümanların önceliği anlayışının aldığı ancak 1 8 79'un sonların­ dan itibaren belirmeye başlar. Bunun muhtemel nedeni, Doksan Üç Harbiyle gelen askeri yenilgiden sonra Osmanlı Devletinin uluslararası konumunun oldukça nazik oluşudur. Rus askeri birlikleri Ağustos 1 879'a kadar Balkan yarımadasını terk etme­ miştir. Yeni bir diplomatik krizin savaşı tekrar başlatma maze­ retini Rusya'ya verehileceğinden endişe duyan padişah, Rusya karşıtı Avrupa güçleriyle, özellikle de İngiltere ile iyi ilişkiler kur­ maya gayret eder. 18 Dolayısıyla Osmanlılık ideolojisini savunu­ cusu yarı-resmi Tercüman-ı Hakikat gazetesinin Ağustos 1 879'dan itibaren Müslümanların önceliğini ve ittihad-ı İ sla­ mın gerekliliğini işlemeye başlaması belki de bir tesadüf değil­ di. 19 Bu değişime paralel olarak Abdülhamid'in hilafeti, giderek artan bir oranda vurgulanmaya başlandı. Emirü'l-mü'minin, Hilafetpenllhi ve Zıllullahi fi'l-Arz gibi dini çağrışımları olan unvanlar hükümetin dahili yazışmalarında ve basında daha fazla kullanılır oldu. Ancak şurası da belirtilmelidir ki, Abdülha­ mid'in en çok kullandığı un vanlar 'Sultan' ve 'Padişah'tır. Bunun 18 19

Feroze A.K. Yasamee, Ottoman Diplomacy: Abdü/hamid n and the Great Powers, İstanbul 1996, s. 64. Osmanlılık ideolojisini işleyen makaleler için bkz. Tercüman-ı Hakikat, sayı 96, 18 Teşrinievvel 18 78; 249, 19 Nisan 18 79 ve 332, 25 Temmuz 3879. Ekim 1879'dan itibaren Rüşdiye öğrencileri için haftalık ayn bir Ter­ cüman-ı Hakikat yayımlanmaktaydı. Bu gazetede de Osmanhlık ideolojisi işlenmekte ve Rüşdiyede okuyan Müslüman ve gayrimüslim çocuklar ara­ sında yakınlık tesisine yönelik yazılar yer almaktaydı.Birkaç örnek için bkz. Mekatib- i Rüşdiye Şakirdanı için Haftada bir defa neşrolunur Tercüman-ı Hakikat, sayı 5, 10 Zilkade1296, sayı 7, 24 Zilkade1 296. Ağustos 18 79'dan itibaren ise Müslümaniann önceliği ve imihad- ı islamı konu alan birçok yazı yayımlanmaya başlandı.Bunlardan sadece birkaçı için bkz. Tercüman-ı Hakikat, sayı 361, 362, 403, 609, 690. 26

da tabii sebebi her iki unvanın kullanımındaki çok köklü Os­ manlı geleneği olsa gerektir. Devletin dini karakterinin nasıl vurgulandığı konusuna ge­ lince; bu konuda halife olarak sultanın kendi dini statüsünün gayet bilincinde görülmektedir. Abdülhamid dindar bir insandı ve dini vazifelerini hem özelde hem de halk arasında yerine ge­ tirmekte titizlik gösterirdi. Ona göre ibadet etmenin biri dini, diğeri de siyasi olmak üzere iki nedeni vardı. Dini vazife olarak yerine getirilen ibadet kişiseidi ve bu haliyle de Allah ile kul arasında bir meseleydi. Bu anlayışı Abdülhamid'i dini vazifele­ rini yerine getirmeyen bakaniarına ve memurlarına karşı mü­ samahalı davranmaya itmişti. Bunun da ötesinde bakanlarının ve saray görevlilerinin seçiminde dindar olanlara, hatta Müs­ lümanlara karşı özel bir ayrıcalık tanımamıştır. Aksine görev­ li lerin seçiminde akılcı idi; takva veya dini görüntüden ziyade

ll. Abdülhamid Cuma selamlığı için Yıldız Sarayından ayrılırken. (Coşkun Yılmaz FotoğrafArşivi). 27

kabiliyet ve yeteneklerle ilgilenirdi.20 Memurlarının dini bir ha­ yat yaşamalarını arzu etmesine rağmen bunu bir tercih sebebi saymamıştır. Zaman zaman Müslümanların bazılarını tembel, miskin ve karamsar olmalarından dolayı eleştirmekten de çe­ kinmezdi. Sultan siyasi açıdan görevleri gereği dindar görünmeleri ge­ reken memurlara karşı aynı müsamahayı göstermemiştir. Çünkü bu durumdaki memurlar için dini vazifeler sadece kendilerini il­ gilendirmemektedir. Bu noktada ibadet siyasi bir nitelik kazanır ve devletin çıkarlarına hizmet etmek durumundadır. Ö rneğin 1 8 82 Ramazan ayında Mısır'a gönderilen Osmanlı delegesine şu emir verilmiştir: "Kat'an ayş ü işret etmeyüb burada bazen ka­ zaya bırakanların bile beş vakit eda-yı salat eylemeleri ve oruç tutmaları ve mazeret-i meşruasma mebni terk-i savme mecbur olan bile oruçsuz olduğunu hizmetkarına bile hissettirmemesi . . . şayet gündüz bir ziyafet veya taama davet vuku bulur ise ken­ dileri saim bulunduklarından iftardan maada bir ziyafete vuku bulacak davete icabet edemeyeceklerinden bahisle beyan-ı te­ essüf eylemeleri ve orada tiyatro ve sair eğlence malıallerine gitmekten ictinab ile cevami' ve türbe ve rnekatih ve devair-i resmiyye ve asar-ı atikayı ziyaret ve temaşa eylemeleri mukte­ za-yı irade-i seniyye "dendir.21 Bu konuda Abdülhamid bizzat örnek olmaya çalışmıştır. İslam halifesi olarak halka karşı ve özel olarak yapması gereken vazi­ felerinin bilincindeydi ve herkesçe bilinen öldürülme korkusu­ na ve aşırı vehmine rağmen dini bayramlarda ve cuma günle­ rinde halka görünmeye özel bir önem verirdi. Cuina selamlığına çıkmayı ve bayramlarda da Hz. Eyüb el-Ensari'nin türbesini ve 20 21

Yasamee, a.g.e. s. 28; Orhan Koloğ lu, Abdülhamid Gerçeği, İstanbul 1 987, s. 1 02. BOA, Y.EE , 1 1 /1 240/1 20/5. 28

Topkapı Sarayındaki kutsal emanetleri ziyaret etmeyi ihmal et­ mezdi. Abdülhamid İ slam politikasının başarısı için dini sembo­ lizmin önemini iyi kavramıştı. Cami, tekke ve türbelerin yapım, onarım ve bakırnma itina gösterirdi. 22 Halkın hüsnü kabulüne mazhar olmuş bütün dini merasimterin itinayla düzenlenme­ sine ilave olarak hicri yılbaşı ve Ramazan ayının ilk gününün resmi tatil ilan edildiği de olmuştur. 2 3 Bunların dışında Sultanın bazı tarikat şeyhleriyle iyi ilişkiler içinde olması ve diğer bazılarını da sarayla doğrudan irtibatlı tutması dine karşı ilgi algısı oluş­ turmada tamamlayıcı unsurlar olarak değerlendirilebilir.24 Böyle bir idare tarzında Tanzimat reformlarının konumu ne idi ? Tanzimat döneminde hukuk alanında gerçekleştirilen re­ formlar olduğu gibi bırakılmış, hatta bazıları daha da geliştiril­ miştir. Ö zellikle 1879'da uygulanmaya başlanan adli reform­ larla mahkemelerin siyasi otoriteden bağımsızlığı sağlanmış, nizarniye mahkemeleri hiyerarşisi geliştirilmiş ve İ slam hukuk sisteminde bilinmeyen bir görev olan savcılık (müdde-i umumi­ lik) müessesesi ihdas edilmiştir. Abdülhamid'in bu tür Avrupa 22

2J

24

Cezmi E raslan, II. Abdülhamid ve İslam Birliği, İ stanbul 1 992, s, 225 -226; Gelenekle güçlü bağları olan medreseleri ihmal etmesi farklı bir anlayışın tezahürü olsa gerek. İsmail Kara, " Halife, Sultan, İ mparator: II. Abdülha­ mit Devrinde Din ve Siyaset Meselelerine Dair Birkaç Not," Mehmet Ö z, Fatih Yeşil ( haz. ), Ötekilerin Peşinde: Ahmet Yaşar Ocak'a Armağan, İstan­ bul 2015 , s.475 -476. Tercüman-ı Hakikat, sayı 155 , 30 Kanunıevvel 1 878; sayı 930, 28 Temmuz 1 88 1 . Sarayda dini hizmetler için görevlendirmeye dair bkz. BOA., Yıldız Tasnifi, Maruza t Defterleri, nr.5 , evrak no. 1 362, 1 4 Cemaziyelahir 1298. Bu ifadeden bütün tarikadarla iyi ilişkiler içinde olduğu anlamı çıkarıl­ mamalıdır. İ smail Kara'nın II. Abdülhamid dönemi din siyaset ilişkilerini açıklamaya çalışırken anahtar kavram olarak kullandığı " paradoks" bu­ rada da geçerli olup, bazı tarikatlar ve şeyhler sıkı kontrol alnnda turu­ lurken, diğer hazılarının da sürgüne gönderildiğ i bilinmektedir. II. Abdül­ hamid döneminin genelinden bazı " paradoks" örnekleri için bkz. İsmail Kara, "Halife, Sultan, İ mparator," s. 463-486. 29

ll. Abdülhamid'in Eyüp Camiinde kılıç kuşanma merasimi (1876). (Coşkun Yılmaz Fotoğraf Arşivi).

kökenli kurumları gayriislami olarak değerlendirdiğine dair he­ nüz herhangi bir veri ortaya çıkarılmış değildir. Abdülhamid'in İ slami kon ularda görüşlerine değer verdiği Cevdet Paşa ve Hay­ reddin Paşa gibi önde gelen devlet adamlarına göre, mevcut Os­ manlı kurum ve kanunlarının hemen hepsi doğrudan İ slam kö­ kenli olmasa da, yapısı ve içeriği itibariyle i slama aykırı değildir. Abdülhamid'in yeni reformları kabul etmesi o zaman yaygın olan ve Mecelle'nin 39. maddesinde " Ezmanın tagayyürü ile ahkamın tagayyürü inkar olunamaz" şeklinde ifade edilen anla­ yıştan da kaynaklanmış olabilir. Diğer bir ifadeyle, İ slami pren­ sipleri ihlal derecesinde olmamak kaydıyla zamanın değişme­ siyle kuralların değişmesi kaçınılmazdı ve prensip olarak İ slam gayrimüslimlerden kanun ve kurumların alınmasına karşı de30

ğildi. Bu anlayıştan hareketle Avrupa kanun ve kurumları Os­ manlı Devletinde kısım kısım uygulanmaya başlandı. Zaman zaman ileri sürülen başka bir görüşe göre de, Avrupa, kurumla­ rının çoğunu zaten Müslümanlardan almıştı ve bu kurumların özü hala İ slami idi. Bu nedenle de İ slam toplumlarında uygu­ lanmalarında bir mahzur yoktu.25 Ancak açıkça İ slami prensipleri ihlal eden reformların du­ rumu ne olacaktı ? Ö yle görünüyor ki Abdülhamid, bu nokta­ da Cevdet Paşa'nın zaruret anlayışını kabul etmektedir. Cev­ det Paşa 'ya göre herhangi bir İ slam devletinde, şayet devletin menfaati öyle gerektiriyorsa, i slama uygun olmayan kanunlar kabul edilebilir. Osmanlı Devletinde 1 8 56 Isiahat Fermanıyla uygulamaya konulan Müslüman-Hıristiyan eşitliği prensibi buna açık bir örnektir. Sultana arz edilen 9 Safer 1 299/1 Ocak 1 8 82 tarihli bir arizasında Cevdet Paşa, adli kurumlar dahil devlet memuriyederine atamalarda Müslim ve gayrimüslimlere eşit haklar tanınmasını zamanın gereklerinden ( ilcaat-ı zamani­ yeden) olarak değerlendirmiş ve cevaz vermiştir. Ancak Paşa bu tür uygulamaların mutlak zaruret hallerinde caiz olduğunu da eklerneyi ihmal etmemiştir. Paşaya göre, ticari mahkemelerdeki davalar genellikle gayrimüslimler arasında cereyan ettiğinden bunlara Hıristiyan hakimler tayin edilebilir, Ancak diğer mah­ kemelere Hıristiyan hakim, özellikle de baş hakim olarak, tayin edilmemesi için gereken titizlik gösterilmelidir.26

ı.f

26

Niyazi Berkes, The Development of Secularism in Turkey, Montreal 1 964, s. 263; Leon Cari Brown, The Surest Path: The Political Treaties of a Nine­ teenth Century Muslim Statesman, Massachussets 1 967, s. 74-75; Sulran Abdulhamid, Siyasi Hatıratım, İ stanbul 1 984, s. 1 96 . BOA, Y.EE, 1 8/1 855/1 3/39, 9 Safer 1299. 31

n

Abdülhamid'in Arap te­ baasına karşı olan tutumu az çalışılmış konulardan biridir. Yaygın görüşe göre, Abdülhamid bir taraftan Muhammed Zafir ve Ebül­ hüda Sayyadi gibi nüfuz sa­ hibi Arapları etrafında top­ larken, diğer taraftan Arap kültürünün canlanmasını engellemek için gayret sarf etmiştir. Arapların geçmiş­ te elde ettikleri başarıları ll. Abdülhamid'in 1 878 sonrasında birçok konuda görü�lerine müracaat ettiği övücü yazıları içeren kitap Ahmet Cevdet Pa�a (1822-1895). (/stanbul ve gazeteleri yasaklamakla Şehir Vniversitesi Taha Toros Ar�ivi). da itharn edilen padişahm bu tür yazıların "Arapların arnellerinin ve seviyelerinin bilinmesini sağlayacağı "27 ve dola­ yısıyla Arap milliyetçiliğine zemin hazırlayacağı endişesiyle böyle davrandığı iddia edilir. Mevcut Osmanlı kaynakları üzerinde yapılan küçük çaplı bir araştırma dahi bu tür iddiaların sorgulanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Abdülhamid döneminin ilk yıllarında bazı Türk gazeteci ve yazarlar arasında Türkçedeki Arapça kelimelerden zaruri olmayanlarını kullanmama eğilimi olduğu doğrudur. Bu eğilimde olanların temel amacı, Türkçede var olan ve halk ta­ rafından kullanılmayan Arapça ve Farsça kelimelerin terk edil27

Abu Manneh, a.g.m., s. 145- 1 48; François Georgeon, Sultan Abdülhamid, (çev. Ali Berktay), İ stanbul 2006, s. 2 14. 32

mesiyle Türkçeyi sadeleştirerek Türkler arasında okur-yazar oranını artırmak, gazetelerin okunma oranını yükselterek etki­ sini çağaltmak ve yaygınlaştırmak ve Türk olmayan unsurlar ile yabancıların da Türkçeyi daha kolay öğrenebilmelerine zemin hazırlamaktı. Bu tür bir sadeleştirmeyi savunanlar, ki bunlar arasında Tercüman-ı Hakikat'in editörü Ahmet Midhat Efen­ di de vardır, amaçlarının Araplara veya Arap kültürüne karşı çıkmak olmadığını açıkça belirtmişlerdir. 28 Buna rağmen sade­ leştirme taraftariarına karşı çıkanlar yine Türk yazarlar olmuş­ tur. Mekteb-i Mülkiye öğretmenlerinden ve Arapçanın kuvvetli savunucularından Hacı İ brahim Efendi'nin liderfiğini yaptığı bu gruba göre Arapça, Türkçenin ayrılmaz bir parçasıdır, daha da önemlisi İslamın dilidir. Bu yönüyle de Müslüman Türk kim­ liğinin bir parçasıdır. "Arapça yalnız bir dil olarak değil, aynı zamanda Türklerin kendilerini ayıramadıkları kültürel, dini ve ahlaki bir miras olan Arap kültürünün kaynağı olması yönün­ den de önem taşıyordu."n Bir başka ifadeyle Cevdet Paşa'nın "lisanları dince lisanımız olan Araplara dahi ihtiram olunmak Ibime-i haldendir"30 sözünün, dönemin birçok ileri geleninin görüşünü yansıttığı söylenebilir. Tercüman-ı Hakikat Araplar ve Arap medeniyeri hakkında leh­ te görüşler ihtiva eden birçok makale yayımlamış, üstün bir mede­ niyet kurmalarından dolayı zaman zaman Arapları öven yazıları sayfalarına taşımış ve onları 'millet-i necibe-i Arap' olarak vasıf28

29 30

'Lisan ve ittihad-ı Osmani', Tercüman-ı Hakikat, sayı 96, 1 8 Teşrinievvel 1 8 78; David Kushner, The Rise of Turkish Nationalism, London 1 977, s. 6 1 -69. Bu eser Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu adıyla Türkçeye çevrilmiş ve 1 979'da Kervan Yayınları arasında yayımlanmışnr. Bu çalışmada İ ngilizce ilk baskısı kullanılmıştır. Kushner, a.g.e., s. 6 7. BOA, Y.EE, 39/5 Cevdet Paşa'nın padişahın şifahi talimatı üzerine hazırla­ dığ ı tarihsiz layiha. 33

landırmıştır.31 Gazetede yer alan bir yazıya göre, kendilerinden önce gelişmeyi başarmış milletlerden bilim ve sanayii almış olan ortaçağ Arapları bunu daha da geliştirerek Avrupa'nın 'teceddüt ve terakkisinin' öğretmenleri olmuşlar ve Avrupalı filozoflar ve bilim adamları 'üç millet medeniyete katkıda bulunmuştur: Yu­ nanlar, Romalılar ve Araplar, biz dördüncüsü olmaya çalışmalıyız' diyerek Arapların medeniyete katkılarını kabul etmişlerdir.32 Abdülhamid döneminde Araplan ve Arapların dünya medeni­ yetine katkılarını konu alan kitaplar da yayımlanmıştır. Bu konu­ da dikkat çeken önemli eserlerden biri Ahmet Rasim'in Araplarm Terakkiyat-ı Medeniyyesi adlı eseridir. Giriş bölümünde de belirtil­ diği üzere, Ahmet Rasim bu eserini Gustave Le Bon'un Arap Me­ deniyeti adlı çalışmasından esinlenerek kaleme almış ve bu eserden oldukça faydalanmıştır. Eserde Abbasi hanedanının sonuna kadar Arap tarihi çeşitli yönleriyle incelenmiş ve o günkü Arap toplumu­ nun yapısı ile ilk dönem Arap toplumunun yapısı mukayeseli bir şekilde verilmeye çalışılmıştır. Ayrıca İ slam öncesi Arapların tarihi, Hz. Peygamber dönemi ve fetihler eserde işlenen diğer konular­ dan bazılarıdır. 33 Benzer bir eser St. Petersburg imam ve müderrisi Ataullah Beyazıdof tarafından İs/amiyetin Maarife Taalluku adı altında kaleme alınmıştır. Türkçeye çevrilerek 1 308'de İstanbul'da yayımlanan bu eserde, genel olarak Arapların medeniyete ve özel­ likle de bilime katkısı üzerinde durulur. Arapların sadece dini bi­ limlerde değil "fünun-ı dünyeviye"de de ileri seviyeye ulaştıkları vurgulanarak övgüde bulunulur.34 31

'Araplarda Neler Var imiş, Bizde Neler Yok', Tercüman-ı Hakikat, sayı 412, 30 Teşrinievvel 1 879.

32

Aynı makale.

33

Ahmet Rasim, Arapların Terakkiyat-ı Medeniyyesi, I, İstanbul 1 304, ve II, İ stanbul 1 305. Ataullah Beyazıdof, İslômiyetin Maarife Taal/uku, (çev. Ahmet Cevdet ve Gülnar), İstanbul 1 308. Beyazıdof'un bu eseri Türkçede kitap halinde ya-

·14

34

Bu tür yayınlar Abdülhamid'in Arapların sadakatini kazan­ mak ve devlet içindeki yerlerini sağlama almak yaklaşımının be­ lirtileri sayılabilir mi? İlk bakışta verilecek cevap evet olabilir. Ancak daha sıhhatli bir izaha ihtiyaç olduğu aşikardır. Belir­ tilmelidir ki, Araplar hakkında bu tür görüşler dönemin Müs­ lümanları arasında yaygındır. Çünkü İ slam Araplar arasında doğmuş ve onlar tarafından Arap olmayan milletler arasında yayılmıştır. Diğer bir ifadeyle, Osmanlılar dahil, bütün Müslü­ manlarca İ siama gösterilen hürmette Arapların da bir payı var­ dır. Bu izahtan Abdülhamid'in Arapların desteğini kazanmak için hiç bir çaba sarf etmediği sonucu çıkarılmamalıdır. Bu ko­ nuda sultanın basından mümkün olduğu ölçüde yararlanmaya çalıştığı bilinmektedir. Yabancı nüfuzu altına girdiğini düşün­ düğü Arap basınından hoşnut değildi. Arap nüfusa ulaşınada kopukluk olduğunun farkındaydı. Bu kopukluğu gidermek amacıyla bazı çalışmalar yapıldığı görülmektedir. Örneğin 1 9 Receb 1 296'da ( 1 0 Temmuz 1 8 79) Vakit gazetesi yazarı Abdul­ lah Efendi'ye İstanbul'da Selam adında Arapça bir gazete çıkar­ ma izni verildi.35 Ayrıca Maarif Nezareti 9 Cemaziyelahir 1 298 (10 Mayıs 1 8 8 1 ) tarihinde Arapça resmi bir gazetenin eksikliği konusunda sultanın dikkatini çekmiş ve bunun da Arapların devletin genel olarak siyasetinin ve amaçlarının farkına vara­ maması anlamına geldiğini belirtmiştir. Nezaret, İ stanbul'da ve vilayetlerde yayımlanan Arapça gazetelerin mevcudiyetinden de bahsettikten sonra bunların kendilerine has amaçlarından dolayı zikredilen maksadı yerine getirecek yapıda olmadığı de-

35

yımlanmadan önce Tercüman-ı Hakikat'te tefrika edilmiştir. Bu kitapta ge­ çen Arap kelimesinin Müslüman manasında kullanı ldığ ı açıktır. BOA, İ .DH., 63985 l l Recep 1 296; Philip de Tarrazi, Tarihu's-Sahafati'I-A­ rabiyye, nı, Beyrut 1 9 1 3, s. 1 93 . 35

ğerlendirmesinde bulunur.36 Söz konusu eksikliğin giderilmesi için Kostantiniyye veya İ stanbul adında yarı resmi Arapça bir gazete çıkarılmasını önerir. Bir başka teklif de 1 8 8 8'de İ brahim Edhem Efendi tarafından verilmiş ve Müfid adıyla haftalık Arapça bir gazete yayımlamak için sultandan izin istemiştir.37 Maalesef zikredilen gazetelerin nüshaları bulunamadığından hem muhtevaları hem de devletin Araplar hakkındaki resmi sayılabilecek propagandasının kemiyeti ve keyfiyeti netlik ka­ zanmamaktadır. Ancak bu girişimlerden yönetimin Araplarla iletişimde bir kopukluğun olduğunu kısmen de olsa kabul ettiği ve giderilmesi yönünde en azından bir çaba içerisinde olduğu sonucu çıkarılabilir. Abdülhamid Arapların güven ve teveccühünü kazanma giri­ şimlerini gazete ve kitaplarla sınırlı tutmamıştır. Çünkü okur-ya­ zar Arap nüfusunun sayısı fazla değildi ve bu kesim genel olarak Arap toplumunu temsil etmemekteydi . Bu nedenle Araplarla il­ gilendiğini gösterir jestler yaptı. Dönemin Osmanlı belgeleri ve gazeteleri üzerinde yapılacak yüzeysel bir çalışma dahi, sultanın Arap ileri gelenlerine ve Arap vilayetlerinde görev yapan memur­ lara nişan ve ihsan dağıtımında cömert davrandığını gösterme­ ye yeterlidir. Öyle görünüyor ki, bu nişanlardan sadece bir kısmı devlete sunulan üstün hizmet karşılığı verilmiş, büyük çoğunlu­ ğu ise alıcılarını memnun etmek ve gönüllerini kazanmak için düşünülmüştü.38 Abdülhamid'in Araplara yaptığı sembolik jestlerle ilgili ola­ rak başka deliller de ileri sürülmüştür. Bunlardan birincisi 1 306/1 8 8 8-9'dan itibaren Arap vilayetlerinin önceden olduğu ·1 6

17

38

BOA, Y.A.RE S., 5/73 9 Cemaziyelahir 1 298. Sadrazam, nezaretin bu görü­ şünü, 22 Cemaziyelahir 1 298'de sultana arz eder. BOA Y.A.RES., 42/25, 28 Şaban 1 305. Tercüman-ı Hakikat'in ilk sayfasında genellikle nişan haberleri yer alır. 36

gibi devlet salnamelerinin sonunda değil, başında yer almış ol­ ması; 39 diğeri de özellikle 1 890'lardan itibaren Mabeyn İkinci Katibi İzzet el-Abid, Orman, Maden ve Tarım Nazırı Selim Melhame ve padişahın gizli polis teşkilatının gayrıresmi baş­ kanı gibi çalışan Necip Melhame gibi bazı Araplara sarayda ve hükümette önemli görevlerin verilmiş olmasıdır.40 Ancak vila­ yetterin devlet salnamelerindeki yerlerinin değiştirilmesinin asıl sebepleri bilinmemektedir. Vilayet tasnifinin yapılacak atama­ larda rütbe ve maaşları etkileyeceği, teorik olarak daha yete­ nekli idarecilerin buralara tayin edileceği4 1 doğrudur, ama bu­ nun uygulamada ne anlama geldiği bilinmemektedir. Ö rneğin Suriye vilayeti sıralamada sonlarda yer alırken, Cevdet Paşa, Midhat Paşa ve Harndi Paşa gibi sadaret görevi de üstlenmiş paşalada yönetilİrken 1 306 'da sıralamada önlerde yer aldıktan sonra yapılan vali tayinierindeki değişiklik çalışılmış değildir. Aynı şekilde Araplara önemli görevler verilmesinin de belirle­ yici sebepleri bilinmemektedir. Bu görevlilerin hepsinin neden 39

40

41

1 306 yılında sıralama Hicaz, Halep, Suriye, Beyrut, Bağdat, Yemen, Trab­ lusgarb, Basra ve Musul şeklinde iken 1 307'den itibaren II. Abdülhamid dönemi sonuna kadar Hicaz, .Yemen, Basra, Bağdat, Musul, Halep, Suriye, Beyrut ve Trablusgarb şeklinde sıralanmıştır. Salname-i Devlet-i Aliyye, 1 306, s. 3 8 8vd., 1 307, s. 434 vd., 1 326, s. 692vd. G.H Fitzmaurice'in Melhame kardeşlerle ilgili raporu için bkz. FO, 371/548. Enver Ziya Karai, Osmanlı Tarihi, VIII., Ankara 1 988, 3 3 1 , 335, 544; Engin D. Akarlı, "Abdulhamid's Islamic Policy in the Arab Provinces," Türk-Arap İ lişkileri: Geçmişte, Bugün ve Gelecekte, An k ara 1 979, s. 5 1 -54; a.mlf., -Abdulhamid II's Attemp to lntegrate Arabs into the Onoman Sys­ tem," David Kushncr (cd), Palestine in the Ottoman Period, Leiden 1 986, s. 77-80; İ lyas Zahhura, es-Suriyyün fi Mısr, Kahire 1 927, 1, 1 20-1 22 ; Go­ och and Temperley (ed.), British Documents on the Origins of the War, 1 898-1 9 1 4, London 1 928, V, 8, 1 7-1 8; Caesar E. Farah, "Arab Supporters of Sultan Abdülhamid Il: 'lzzet ai-'Abid," Archivum Ottomanicum, 1 5 ( 1 997) s. 1 89-2 1 9 . Georgeon, a.g.e., s. 2 1 1 -2 1 2 . 37

Suriyelilerden seçildiği, Müslüman Arapların Maruni Melhame kardeşlere böylesine önemli görevlerin verilmesinden memnun kalıp kalmadığı, ailesi Suriye'de kötü bir şöhrete sahip olan İz­ zet el-Abid'in 1 894'ten itibaren padişaha bu kadar yakın olma­ sının Suriyeliler üzerinde yaptığı etkinin ne olduğu ve padişahın yakınında görünmeye özen gösteren Ebülhüda ile yaşadığı kıs­ kançlık ve rekabetin etkisi gibi sorular hala cevap beklemektedir. Son olarak Sultan Abdülhamid'in Osmanlı Devleti ve hilafeti­ nin geleceği açısından Arap topraklarının Osmanlı yönetiminde devam etmesini, Arapların Osmanlı sistemine entegre olmalarını ve yetenekli Arapların yönetirnde giderek daha fazla görev alma­ larını önemsediği doğrudur.42 Ancak bunların gerçekleşmesinin zorluğunu iktidarının hemen başından itibaren müşahede etmeye başladığı da aşikardır. Zorlukların bir kısmı harici faktörlerden kaynaklanmakla birlikte önemli bir kısmı da Osmanlı toplumu­ nun geçirdiği değişim ve dış dünya ile girdiği etkileşim süreci ile ilgilidir. Müteakip sayfalar karşılaşılan bu zorluklarla ilgili bazı veriler sunma çabasının ürünleridir.

41

Abdül hamid döneminde mezun olan Arap kökenli mülkiye mezunları­ nın tamamı bürokraside görevlendirilmişlerdir. Corinne Blake, "Training Arab-Orroman Bureaucrats: Syrian Graduates of the Mülkiye Mektebi, 1 8 90 - 1 920," doktora tezi, Princeton University 1 99 1 . Bu tezin temininde yardımlarını esirgemeyen Şükrü Hanioğlu'na gönülden müteşekkirim. 38

BİRİNCİ BÖLÜM

HiLAFET TARTIŞMALARI

OSMANLI HİLAFETİ ( 1 725-1 909)'

O terince kullanılarak çalışılmış bir konu değildir. Bugüne

smanlı bilafeti meselesi tarihi henüz ilgili kaynaklar ye­

kadar konuya sınırlı anlamda gösterilen ilgi, belli oranda ay­ dınlatıcı bilgi sağlamış ve konunun ne denli önemli olduğu hu­ susunda ciddi ipuçları ortaya çıkarmıştır. Bunlardan biri de me­ selenin genel olarak nasıl ele alınabileceği hususudur. Mevcut literatürün yanında kaynaklara da inildiğinde, Osmanlı bilafeti meselesinin XVI. yüzyılda ortaya çıkışından 1 720'li yıllara ka­ dar farklı bir seyir izlediği görülür. Bu dönemin ilk zamanların­ da ciddi tartışmalar yapılmış, XVI. yüzyılın ikinci yarısından 1 720'lere kadar ise nispeten tartışmasız bir dönem geçirilmiş görünmektedir. 1 722 Afgan- İran Savaşıyla başlayan gelişmeler sonunda, Osmanlıların mücavir alanlarında ikinci bir halifenin ortaya çıkma ihtimalinin söz konusu olması münasebetiyle ya­ pılan tartışmalar konuya ilginç açılımlar ve açıklamalar getirBu yazı, "Osmanlı Hiliifeti Hakkında Bazı Yeni Tespitler ve Mülahaza­ lar ( 1 725-1 909)" ( Türk Kültürü İ ncelemeleri Dergisi 1 0 , İ stanbul 2004, s. 1 -3 8 ), " Hilafet Meselesi" ve "The Question of Caliphate" (II. Abdül­ hamid: Modernleşme Sürecinde İstanbul, (ed.) Coşkun Yılmaz, İ stanbul 2010, s. 1 1 3 - 1 3 5 ) adlı makalelerimizden oluşmuştur. Bu haliyle de devam etmekte olan bir araştırmanın ilk ürünü sayılabileceğinden bazı kısımlar geliştirilmeye muhtaç, bazı bölümlerde ise yazının yapısı gereği verilen bil­ giler sınırlı kalmıştır. Osmanlı bilafeti meselesi hakkındaki mevcut literatürün bir değerlendir­ mesi için bkz. Ş. Tufan Buzpınar, " Osmanlı Hilafeti Meselesi: Bir Literatür Değerlendirmesi," Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 2/1 (2004 ) s. 1 1 3- 1 3 1 . 41

miştir. Bu çalışmanın amacı, Osmanlı bilafeti meselesi tarihinde önemli bir dönüm noktası oluşturduğuna inanılan bu gelişme­ lerden başlayarak hilafet kurumunun Osman lı tarihi boyunca en çok tartışma konusu yapıldığı II. Abdülhamid dönemi ( 1 8 761 909) sonuna kadarki sürede meydana gelen tartışmaları çeşitli yönlerden ele alarak genel bir değerlendirme yapmaktır. Ayrıca bu süre zarfında Osmanlıların hilafet anlayışlarını hangi temel­ lere dayandırdıkları ve bunları nasıl kavramlaştırdıkları da tes­ pite çalışılacaktır. Dönemin uzun ve tartışmaların yoğunluğu nedeniyle bazı hususların derinlemesine incelenmesi, geniş kap­ samlı bir çalışmayı beklemek durumundadır. I

Osmanlı yönetiminin hilafet anlayışı konusunda ciddi ipuçla­ rı Osmanlı Devletinin İran üzerindeki nüfuz mücadelesi münase­ betiyle ortaya çıkmıştır. 1 722'de başlayan Afgan-İ ran Savaşı Şah Hüseyin'in tahtını kaybetmesiyle sonuçlanmış ve İran yönetimi 1 723'te Afganların eline geçmiştir. Amcasının oğlu Mahmud'un öldürülmesi ile Mayıs 1 723'te İran tahtına geçen Eşref müteakip iki senede İ ran'da otoritesini ve gücünü artırdıktan sonra 1 725 sonbaharında iki elçisini İstanbul'a göndererek Osmanlı ile İran üzerinde iktidar paylaşımı müzakerelerine girdi.1 Ocak 1 726'da İstanbul'a ulaşan Afgan elçiler, biri Şah Eş­ ref'ten Sultan lll. Ahmed'e, diğeri İ ran İtimadüddevlesinden sadrazama ve bir diğeri de Afgan ulemasından Osmanlı ule­ masına olmak üzere üç mektup getirdiler. Mektuplardan Şah Eşref' e ait olanı, rakibi II. Tahmasp'a karşı destek istiyor, İ tima­ düddevle ise mektubunda Sünni Afganların Şii İ ranlılara karşı İsmail H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IVn, 3 . baskı, Ankara 1 982, s. 1 72183. 42

desteklenmesini ve bu çerçevede Osmanlıların son senelerde ele geçirdikleri topraklardan -Hemedan, Kirmanşahan, Erdelan, Tebriz, Tiflis, Gence, Revan- geri çekilmelerini talep ediyordu. Afgan ulemasına ait mektup ise uzaklık sebebiyle "taaddüd-i imarnın cevazı " ve İ ran'ın tamamının Sünni Şah Eşref yöneti­ minde olmasının gereği üzerinde duruyordu.2 Diğer bir ifadeyle, Şah Eşref'in hilafet talebini/iddiasını bildiriyor ve bunun tanın­ ması talebini içeriyordu. Dönemin Osmanlı resmi tarihçisi olan ve bazı müzakerelere bizzat katılan Çelebizade A sım Efendi'nin aktardığına göre, özellikle imarnet meselesi usul gereği şeyhülis­ lamlığa iletildi. Şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi\ "asr-ı vahidde iki imarnın ictimaının adem-i sıhhatini " belirttikten sonra Eşref'in imarnet davasından vazgeçerek Osmanlı halifesi­ ne itaat etmemesi halinde " bagr" sayılacağı ve katlinin " amme-i Müslimine vacip " olacağı yönünde görüş bildirdi.4 İ ran'ın Şii halkının Hulefa-yi Raşidinden Ebu Bekir, Ö mer ve Osman'ın yanı sıra, sahabilerden bazılarına hakaret ettikleri yolunda asırlardır zikredilen rivayetlerle zaten katı bir İ ran kar­ şıtlığı tavrı oluşturmuş olan İ stanbul ümera ve uleması, 1 723'te şeyhülislamdan İ ran topraklarının darü'l-harp olduğuna dair fetva alarak Osmanlı Devletine ithakını ümit ettiği bir sırada ikinci bir halife iddiasıyla karşı karşıya kalmıştı . Başta şeyhülisÇelebizade İ smail A sım Efendi, Tarih, İ stanbul 1 282, s. 350. Çelebizade Asım hakkında kısa biyografik bilgi ve değerlendirme için bkz. M. Cavid Baysun, " Çelebi-Zade," İ slam Ansiklopedisi ( İ .A), III, 370-375; Ali Dja­ far-Pour, " Nadir Şah Devrinde Osmanlı- İ ran Münasebetleri," yayımlan­ mamış doktora tezi, İ stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1 977, s. 5 8 . Şeyhülislam hakkında biyografik bilgi v e fetvalarından bazı örnekler için bkz. M. İpşirli, " Lale Devri'nde Yenilikçi Bir A lim: Şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi," İ stanbul Armağanı, IV: Lale Devri, (haz. M. Armağan), İ stan bul 2000, s. 249-257. A sım, a.g.e., s. 35 1 . 43

lam olmak üzere önde gelen ulema, kadıaskerler, vüzera, diğer paşalar -bazıları görevde, bazıları ma'zfıl-, Yeniçeri ağaları ve sair ileri gelenler bir seri toplantılar yaparak hem gelişmeleri, h e m de fetvaların gereğini müzakere ettiler. Toplantıların bazı­ ları sarayda yapıldı. Neticede Eşref Şah tarafı ile müzakerenin gereksiz ve bu konuda şer'i görüşün şeyhülislamın fetvalarında belirtildiği üzere tartışılmayacak kadar açık olduğu hususunda ittifak edildi. Şeyhülislam ve " ma'zfıl ve mansup dokuz adet kadıasker ve yetmiş bir adet mevali ve on adet meşayih-i selatin ve altmış beş adet müderrisin ve dört adet Anadolu ve Rumeli kuzatı efendiler" tarafından imzalanan ve Eşref Şah'ın iddiasın­ dan vazgeçip Osmanlı padişahını halife tanıyarak biat etmez ise katli için gerekenin yapılacağına dair olan mektup 1 2 Mart 1 726'da Afgan elçilere teslim edildi.5 Şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi'nin müzakerelerde esas alınan fetvaları: Birinci fetva: " Ehl-i İslam asr-ı vahidde iki kimseye akd-i bey'at edip imam nasb etmek caiz olur mu? El-cevab: İki imarnın asr-ı vahidde ic­ timaının adem-i sıhhati icma'-ı ashab ile sabittir. Meğer her birinin eyalet ve memleketleri beyninde Bahr-i Hind gibi bir haciz-i azim ola ki her biri alıarın memleketinde tedbir-i himayeye kadir olma­ ya." İkinci fetva: "Bu surette aba-i kirarnı ve ecdad-ı izamı müluk ve eimme olan Sultanu'l-berreyn ve'l-bahreyn Hadimü'l-Haremeyni'ş-Şerifeyn Sultan Ahmed Han -edamellahu iclalehu- makiri'l-cedidan hazret­ lerine cumhur-ı müslimin akd-i bey' at ve imam nasb edip bu kadar seneden berü imameti mütekarrir olduktan sonra hita-i eyalerinden Asım, Tarih, s. 354.

olup seyf ile feth eylediği memalikine muttasıl belde-i Isfahan ve kurbünde olan ba'zı bilada itale-i dest-i tasallut eden Zeyd dava-yı imarnet ve saltanat edip Müsliminden bazı kirnesneler dahi bey'at edip imam nasb etmeleriyle Sultan-ı muma-ileyh hazrederine adem ve mektup gönderip belde-i Isfahan kürsi-i memalik-i Revifız olup ve hala benim zabtımda olmağla Halife-i müşarun ileyh -ekamel­ lahu deaime devletehu- hazretlerinin Revafız-ı Acemden feth ü tes­ bir eylediği bilad ve eyaleti bana teslim edin deyü ilhah sadedinde olsa Zeyd'in hükm-i şe'risi ne vechiledir? El-cevab: Zeyd bağT olup hal'i vacip olur. Eğer tasaddi ettiği davalarından rücu' edip ribka-i bey' at-i zıllullahi müşarun ileyh hazretlerini kılade-i gerden-i ita'at ederse fe-biha. Ve eğer davasında ısrar edip itaatten ibi ederse (Fe­ in-beğat ihdıihüma ale'l-uhri fe-katilü'lleti tebği hatta tefie ila em­ rillah)6 nass-ı keriminin hükmünce ve Sahib-i Müslim'de Ebu Said ei-Hudri radiyallahu taala anhü hazrederinden [rivayet olunan] iza bôyi'a li-halifeteyni faktulü'l-ıihare minhüma [iki halifeye itaat edildiğinde onlardan diğerini/sonuncusunu öldürünüz] hadis-i şeri­ fi môcibince kıtali amme-i Müslimine vacib olur."7

Fetvaların içeriğinde birkaç husus dikkat çekmektedir. Birin­ cisi aynı zamanda iki imarnın mevcudiyetine İtirazın sahabenin icmaına dayandırılmış olması ve böylece İ slam tarihinin çeşit­ li asırlarında var olan birden fazla halife tecrübesinin kuvvetli bir delile istinaden göz ardı edilmesidir. Diğeri, ikinci halifenin meşru kabul edilebilmesi için birbirlerine sınır ülkelerde bu­ lunmamaları ve birbirlerinin iç siyasetini etkileyememeleri için arada Hint Okyanusu gibi büyük bir engelin ( haciz-i azimin) bulunması şartının ileri sürülmesidir. Bir diğer ifadeyle, İ ran gibi Osmanlı Devletiyle sınırları olan bir ülkede ortaya çıka"Şayet biri ötekine saldırırsa Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldı­ ran tarafla vuruşun " Süleyman Ateş, Kuran-ı Kerim ve Yüce Meali, (Hucu­ rat, 49/9 ) . Asım, Tarih, s. 354-355; İ kinci fetvanın Behcetü 'l-fetava adlı eserden yapı­ lan bir transkripsiyonu için bkz. İ pşirli, a.g.m., s. 256-25 7. 45

bilecek bir halifenin meşruiyeti kesin bir şekilde reddedilİrken Hindistan'daki Babürlü sultanlarının hilafet iddialarının olma­ sı durumunda meşru görülebileceğinin ima edilmesidir. Burada dikkat çekilmesi gereken diğer bir husus da Osmanlı sultan-ha­ lifesinin kendi ülkesindeki Müslümanlar üzerindeki otoritesini zaafa uğratma riskini göze almaktan kaçınma ihtiyacıdır. İ kinci fetvada dikkat çeken unsurlara gelince; verasete ve Müslümanların çoğunluğunun biatına dayanarak halifelik ma­ kamına oturan, yirmi küsur senedir meşruiyeti sorgulanmayan bir halifenin memleketine komşu bir bölgede imarnet iddia­ sında bulunan bir kişinin " baği" ilan edilmesi ve hal' edilerek katlinin cümle Müslümanlara vacip olarak görülmesi hususu, şüphesiz Şah Eşref'e karşı açılacak savaşa destek bakımından çok önemlidir. Çünkü bu dönemde İstanbul'da savaş aleyhta­ rı bazı Müslümanların " İttihad-ı mezhep sebebiyle " İran'daki Sünni yönetime karşı savaş ilanının caiz olup olmadığını sor­ guladıkları bilinmektedir. Hatta Sadrazam Nevşehirli İ brahim Paşa da sulh yolu ile çözüm bulunması eğilimindeydi . 8 Şah Eş­ ref' i " baği" ilan eden fetvada zikredilen ayetin alıntılanmayan kısmı, ilginçtir, " Eğer inananlardan iki grup vuruşurlarsa onla­ rın arasını düzeltin" şeklindedir ve sulh yolunu tercih edenlerin konumunu güçlendirİcİ mahiyettedir. Bu husus, Eşref'e gönde­ rilen mektubun Osmanlı ileri gelenlerinden bu kadar çok kişiye imzalattırılmasını da açıklayıcı olabilir. Diğer bir önemli husus da ortaya çıkan ikinci halifenin kat­ ledilmesi hususunun bir şer'i delil ile de desteklenmesidir. Bi­ rinci fetvada sahabenin icmaına dayandırılan halifenin tekliği görüşü, ikincisinde bir hadise dayanarak tek halifeliğin nasıl korunacağı unsuruna vurgu yapmaktadır. Aynı tavır tam da bu A.g.e.,

s.

353. 46

yıllarda İ bn Haldun'un Mukaddime adlı eserinin Osmanlıca­ ya ilk çevirisini yapan Pirizade Mehmed Sahib Efendi'de9 de görülmektedir. Hilafet meselesinin üst düzeyde tartışıldığı bir dönemde III. Ahmed'in ikinci imamı olan ve Patrona Halil is­ yanından sonra tahta geçen I. Mahmud'un birinci imamlığına atanan ve bu sırada söz konusu Mukaddime çevirisini Padi­ şaha takdim eden Pirizade, dönemin dini-siyasi gelişmelerinin değerlendirilmesi ve görüş belirleme sürecinde yer alan önemli isimlerden biridir. Mukaddime'nin "teaddüd-i bulefa " mese­ lesiyle ilgili kısmını çevirirken tafsil babında ekiediği kısımlar fetvaların muhtevası ile dikkat çekici benzerlik ve aynilikler ihtiva etmektedir. 10 Ö rneğin ikinci bir halifenin cevazı için gere­ ken şartlar belirtilirken, birinci fetvada zikredilen iki memleket arasında " Bahr-i Hind" gibi bir " haciz " in bulunması görüşü Pi­ rizade tarafından aynı kavramlar kullanılarak ifade edilmiştir.

10

Pirizade hakkında kısa biyografik bilgi için bkz. A. Ka vas, " Mehmed Sahib Efendi (Pirizade)," Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, ll, İ stanbul 1 999, s. 1 8 3. Kavas, Mukaddime çevirisinin Padişah I. Mahmud'a 1 730'da, Mukaddime'yi Pirizade çevirisinden istifade ederek Fransızcaya çeviren de Slane ise h. 1 143/ 1 730-3 1 de takdim edildiğ ini belirtiyor ( M. de Slane, l.es Prolegomimes d'ibn Khaldun, Paris 1 934, s. CXIII). Pirizade'nin dönemsel gelişmelerin de etkisiyle tafsil ederek çevirdiğ i bu kısım Mukaddime'nin bazı nüshalarında mevı;:ut değ ildir. Rosenthal'in tes­ pitine göre, Türkiye'de bulunan nüshalardan üçünde bu bölüm yer almak­ tadır: Yeni Cami, 8 8 8 ; Atıf Efendi, 1 936 ve Hüseyin Çelebi ( Bursa ), 793. Bursa'da bulunan yazmanın bir n üshası da Hekimoğ lu Ali Paşa, 805'te kayıtlıdır (lbn Khaldiın, The Muqaddimah: An Introduction to History, İ ngiliueye çev. Franz Rosenthal, London 1 958, s. XCIII-XCVlll , s. 392, dn. 222 ). Pirizade'deki bu bölüm, Rosenthal ve Uludağ çevirileriyle kıyas­ landığ ında hadm olarak neredeyse onların iki k arı kadardır ( İ bn Haldun, Mukaddime, I, çev. Pirizade Mehmed Sahib Efendi, İ stanbul 1 275, s. 34 1 344, Rozenthal için bkz. a.g.e. s . 392-394; Uludağ , İstanbul 1 982, s . 550552). Zakir Kadiri Ugan'ın çevirdiğ i Mukaddime'de ise bu bölüm mevcut değ ildir (Ugan, İ stanbul 1 988, s. 486) 47

Aynı şekilde ikinci fetvada zikredilen hadis de bu kısımda yer almıştır. ı ı Osmanlı üst kademe görevlilerinin hilafet meselesiyle ilgili görüşlerini açıkça dile getirmelerine vesile olan olayların de­ vamı, en azından kısa vadede, konuya hassasiyet gösterenierin istediği gibi oldu. Ekim 1 726'da Eşref Şah kuvvetlerine karşı harekete geçildi. Eşref bir yıl süren savaşların ardından Osman­ lı isteklerini kabul etti; ayrıca hilafet iddiasından da vazgeçerek III. Ahmed'i bütün müslümanların halifesi olarak tanıdı. Ekim 1 727'de Osmanlı-İ ran barış andaşması imzalandı . U İ ran'da 1 730'larda meydana gelen gelişmeler, Sünni idarenin kısa sürede sona ermesi ile sonuçlandı. Afşarlardan Kırıklu ko­ luna mensup Nadir'in Sünni mezhebe bağlı Afganlara karşı mü­ cadelede başarılı olması ve 1 736'da eyalet valileri ve İran ileri gelenleri tarafından Şah seçilmesi Osmanlı-İ ran ilişkilerinde din/ mezhep eksenli yeni tartışmaların yaşanmasına zemin hazırladı. Tahta çıkarken Şiilere şart koştuğu hakiki Caferiliği kabul mad­ desini şah olduktan sonra da dört Sünni mezhebe ilaveten be­ şinci sünni mezhep olarak Osmanltiara kabul ettirmeye çalıştı .13 Osmanlı idarecileri Nadir Şah'ın ısrarlı tavrına rağmen Caferili­ ğin beşinci Sünni mezhep olarak kabülüne yanaşmadılar. Nadir Şah'ın İ stanbul'a gönderdiği elçi ile yapılan görüşmelerde Os­ manlı tarafının Sultan I. Mahmud'un " halife-i ruy-ı zemin ", "zıl­ lullah" ve " halifetullah"ı4 unvaniarını öne çıkararak halifeliğine 11

12 ll 14

Pirizade, s . 341 -342) . B u hadis Rosenthal'in çevirisinin metninde yer alma­ makta, dipnotta Sahib-i Müslim'den tahric edilerek manası verilmektedir. A.g.e., s. 392, dn. 223. Uzunçarşılı, a.g.e., s. 1 84-1 86; Djafar-Pour, a.g.t., s. 5 9-62. Nadir Şah'ın girişimleri ile ilgili gelişmeler için bkz. Uzunçarşılı, a.g.e., s. 230-234; V. M inorsky ve M. Aktepe, "Nadir," İ .A., IX, s. 2 1 -3 1 . Mustafa Kesbi, İ bretnüma-yı Devlet, (haz. Ahmet Öğ reten), Ankara 2002, s. 468-4 7 1 . 48

vurgu yapmaları dikkat çekmektedir. Konumuz açısından değer­ lendirildiğinde bu tavır, diğer sebepler arasın da, şöyle bir kaygıyı da akla getirmektedir: Osmanlı sınırlarına bitişik bir ülkede si­ yasi ve dini otoritesi ayrı Sünni bir devletin varlığı sonunda fiilen ikinci bir halifenin ortaya çıkmasına yol açabilir. Bu ise yukarıda aktarılan fetva metinlerinde de görüldüğü üzere Osmanlı idaresi­ nin göze alamayacağı bir gelişme olurdu. Osmanlı bilafeti ile ilgili 1 720'li yıllarda meydana gelen ge­ lişmeler konuyla ilgili belki eskiden beri var olan hassasiyetierin belirgin bir şekilde ortaya çıkmasına vesile olmuş ve Osmanlı bilafeti düşüncesinin dini-siyasi temelleri konusunda önemli ve­ riler sağlamıştır. Bu anlamda XVIII. yüzyıla ait verilerin ikinci önemli grubu 1 768- 1 774 Osmanlı-Rus Harbi münasebetiyle ortaya çıkmıştır. Savaş devam ederken sulh ve muahedenin di­ nen cevazının temellendirildiği bir belgede Padişah III. Mustafa "Sultanü'l-müslimin . . . ve Halifetü Resuli llah " unvanlarıyla zik­ redilmiş1 5 ve Padişahın hilafetine olan bu vurgu Osmanlı-Rus Savaşı sırasında savaş alanında vak'anüvis olarak görevli bu­ lunması hasebiyle müzakereleri birinci elden bilgiye dayalı ola­ rak aktaran Sadullah En veri'nin yazılarına da yansımıştır. 1 6 1 774 Küçük Kaynarca Antiaşması ile sonuçlanan müzake­ reler Osmanlıların hilafet konusunda temel yaklaşımlarını gös1·1 16

BOA, Hatt·ı Hümayun, 3 1 9, evrakın arkasına sonradan kaydedilen tarih, 1 1 85/1 771 -72. Birkaç örnek olması bakımından bkz. Muharrem S. Çalışkan, "E nveri Sadullah E fendi ve Tarihinin I. Cildinin Metin ve Tahlili," doktora tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000, s. 1 25 , 1 96, 3 1 3, 347, 352. Bu tavrın I. Mahmud'un 1 730'da, III. Osman'ın 1 754'te ve III. Mustafa'nın 1 757'de tahta çıkışları münasebetiyle de vurgusuz bir şeki lde sergilendiğini belirtmek gerekir. Bazı örnekler için bkz. Şem'dini·zıide Fın­ dklılı Süleyman E fendi Tarihi: Mür'i't-Tevirih, I, ( haz. M . Münir Aktepe), İ stanbul 1 976, s. XIX, l l , 1 76-1 77; 11-A, İ stanbul 1 978, s. 1 2, 11-B, İ stan­ bul 1 980, s. 1 1 6- 1 1 7. 49

teren önemli ipuçları ortaya çıkarmıştır. 1 772 senesi müzake­ releri sırasında Rus delegeterin Kırım'ın bağımsızlığı konusunu gündeme getirmeleri üzerine Osmanlı delegesi cevaben, devle­ tin gücünün şeriatın külli ve cüzi bütün kurallarını uygulamaya dayandığını ve bu kuralları ihmale sadece kendilerinin değil, padişahın dahi ruhsatının bulunmadığını belirttikten sonra " is­ tid'a-yı serbestiyer-i Tatar ise vücuduna cevaz-dade-i şeriatirniz olmıyan ictima'-ı halifeteyn velvele-i fitne-engizini müstelzim bir halet-i reddiye olub şimdiye dek vuku'ı mesbfık" 1 7 olmamış­ tır diyerek kararlı bir şekilde teklifi reddetmiştir. Osmanlı dele­ gesinin cevabı hakkında Hammer'in verdiği bilgiler de önem­ lidir. Hammer, Osmanlı delegeleri adına Yenişehirli Osman Efendi tarafından verilen cevabı şöyle aktarmaktadır: " Sultan bütün Sünni Müslümanların halifesidir. Bunu, hükümdarları Sünni olan Hindistan, Buhara ve Fas üzerinde icra etmiyorsa, bu aradaki mesafenin büyüklüğünden kaynaklanan bir eksik­ likti r. Tatarların serbestiyetinin tanınması halifelik görevine ağır bir darbe vurulması anlamına gelecektir." u Hammer'in ak­ tardığı bu bilgiler şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi'nin yukarıda tam metni verilen birinci fetvası ile birlikte değerlen­ dirildiğinde, XVIII. yüzyıl Osmanlı ulemasının bilaferin tekliği konusundaki tavrının temel unsurları ortaya çıkmaktadır. Kırım'la ilgili kısmına gelince; uzun süre Osmanlı yöneti­ minde bulunan Kırım bağımsız olduğunda Osmanlı toprakla­ rına bitişik bir bölgede bağımsız bir Sünni devlet konumun17

18

Çalışkan, " En veri Sadullah ... " s. 35 1 . Bu cevabın biraz farklı ifadelerle zik­ redilmiş hali için bkz. Şem'danizade, Mür'i't-Tevarih, III, (haz. M. Münir Aktepe), İ stanbul 1 98 1 , s. 1 6.

joseph F. Hammer-Purgstal, Geschichte des Osmanisehen Reiches, IV, s. 632. Bu bilgiden beni haberdar eden ve ilgili kısmı Almancadan Türkçeye çevirme lütfunda bulunan Prof. Dr. Kemal Beydilli'ye müteşekkirim. so

da olacaktı. Yeni devletin başında bulunacak olan şahıs Kırım Müslümanlarının dini ve siyasi lideri olacak, yani fiilen halife­ nin fonksiyonlarını üstlenecekti. Bu ise Osmanlı topraklarına sınır olan bir bölgede kabul edilmesi şer'an caiz olmayan bir husustu. Ayrıca Kırım Hanlarının Osmanlı hanedanına karşı rekabet hissi bilinmekte idi. İ stanbul'da bile padişahların yöne­ timinden memnun olmayan bazı kesimlerin A l-i Osman yerine Al-i Cengiz neden olmasın türü söylenti çıkardıkları ve bu tür beklentilerin XIX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar devam ettiği de bilinmektedir. 1 9 Küçük Kaynarca Andaşması müzakerelerinin e n önemli tı­ kanma noktalarından birini hilafet kaygısı oluşturmuş görün­ mektedir. 20 Ağustos 1 772 Fokşan barış görüşmelerinde Rus tarafı Kırım'a serbestiyet verilmesini teklif etti . Din ile ilgili ortaya çıkabilecek hususlarda görüş bildirmek üzere Ayasofya Şeyhi Yasinizade Osman Efendi'nin de aralarında bulunduğu Osmanlı tarafı, teklifi Osmanlı sultanının halifelik haklarının saklı kalması, yani Kırım han ve kadılarının tayini ve hutbenin padişah adına okurulması şartıyla kabul etti. Rus tarafı da ta­ mamen serbestiyet konusunda ısrar edince görüşmeler antlaş­ mazlıkla sonuçlandı. Sadrazam Muhsinzade Mehmed Paşa ve Rus Mareşali Kont Mihail Petroviç Rumyantsov'un görüşmele­ rin devam etmesi konusundaki tavırları sonucu Kasım 1 772'de Bükreş'te müzakerelere tekrar başlandı. Osmanlı tarafını Re­ isülküttab Abdürrezzak Efendi'nin temsil ettiği müzakereler sırasında Ruslar bilafetle ilgili Osmanlı taleplerini, Osmanlılar

19

2"

Feridun Eınecen, "Osmanlı Hanedanına Alternatif Arayışlar Üzerine Bazı Ör­ nekler ve Mülahazalar," İslam Araştırmalan Dergisi, sy. 6 (2001 ), s. 63-76. Antlaşmanın gelişim süreci ve yeni bir değerlendirmesi için bkz. Kemal Beydilli, "Küçük Kaynarca Antlaşması," D İA, XXVI, s. 524-527. 51

da Tatarların serbestiyeti hususunu kabul ettiler.2ı Bu husus daha sonra antlaşmanın 3. maddesinde "mezhepleri ehli İ slam­ dan olup zat-ı madelet-simat-ı şehriyaranem imamü'l-mü'mi­ nin ve halifetü'l-muvahhidin olduğuna binaen raife-i merkume akdolunan serbestiyer-i devlet ve memleketlerine hale! getirme­ yerek umur-ı mezhebiyyelerini taraf-ı hümayunum hakkına22 şeriat-ı İ slamiyye muktezasınca tanzim ederler"23 şeklinde yer aldı. Böylece siyasi ve idari manada Osmanlı toprağı olmak­ tan çıkan Kırım'daki Müslümanların dinen Osmanlı halifesine bağlı kalmaları sağlanmaya çalışıldı. Cevdet Paşa'nın belirttiğine göre, madde bu haliyle sonra­ dan muğlak bulundu ve daha açık ifadeterin yer aldığı bir metin hazırlanarak Rusya'ya gönderildi. Muğlak bulunan hususun ne olduğu açık bir dille belirtilmemekle birlikte Kaynarca Antlaş­ masıyla ilgili gelişmeleri aktarırken verdiği bazı bilgiler açıklayıcı mahiyettedir. Osmanlılar ilgili maddeyi, "hutbe ve sikkelerinin A l-i Osman narnma olmasıyla tefsir" etmiş ve Rusya tarafına da kabul ettirmişken Kırım Hanları bunu böyle anlamamışlar ve Kırım'da basılan paralarda Sultan I. Abdülhamid'in adına yer vermeyerek Selim Giray ve Devlet Giray hanlar bastırdıkları pa­ raların bir yüzüne kendi adlarını koymuşlar, diğer yüzünde de 21 22

H

Hammer, a.g.e., s. 6 3 3 , 6 3 8 ; Beydilli, a.g.m., s. 524. Bu kelime Tarih-i Cevdet te hataen " hulkuna " şeklinde yazılmıştır. Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, I, tertib-i cedid, ikinci tab'ı, Dersaadet 1 309, s. 359. BOA, Düvel-i F.cnebiye Defteri, 83/1 , s. 145.; Küçük Kaynarca Antlaşma­ sının Osmanlı Arşivinde bulunan diğer nüshaları için bkz. Name-i Hüma­ yun Defteri, DUl , s. 24-30; Hatt-ı Hümayun, no. 5 8503; Fransızca metin için bkz. HR.SYS., 1 1 86/1 . XX. yüzyılın önemli İtalyan Oryantalistlerin­ den olan Nallino, Osmanlı delegasyonunun Rusların cehaletinden yarar­ lanarak Osmanlı sultanını Müslümanların halifesi olarak kabul ettirdik­ lerini iddia etmektedir. Carlo A. Nallino, The Caliphate, (çev. F. R. Rodd), Cairo 1 9 1 8, s. 1 1. İ talyaneast Califfato Ottomano adıyla İtalya Hariciye Nezareti tarafından 1 9 1 7'de yayımlanmıştır. '

52

"duribe fi Bağçe Saray" ifadesine yer vermişlerdi.24 Diğer bir ifa­ deyle, Kırım Hanları sikke meselesini tamamen siyasi iktidarla­ rıyla alakalı görmüşler ve Osmanlıların aksine dinen bağlılık ala­ nını ilgilendirdiğini düşünmemişlerdi. Bu durum sıkıntı yaratmış olacak ki Kırım antlaşmasının üçüncü maddesi farklı yorumlara mahal bırakmayacak şekilde açıklığa kavuşturulmaya çalışılmış­ tl. Buradaki hilafet vurgusu hem antlaşma metnindekinden hem de konunun tekrar teyid edildiği Aynalıkavak Tenkihnamesinde­ kinden daha fazla ve barizdir. Antlaşmada, "bu babda vukfıu muhtemel olan suretler ve avarızın defi ve Şeriat-ı garni muktezasınca ictimii '-ı halifeteyn mahzurunun indifaı zımnın­ da madde-i merkumenin tavzih ve tebyini mühim ve muktezi olduğu­ na binaen husus-ı mezbur şu vechile şerh u tafsil olunur ki: ( ... ) Tatar kavmi bi'l-ittifak bir ham intihab eylediklerinde hadimü'l-haremey­ ni'ş-şerifeyn ve imamü 'l-müslimin olan Padişah-ı Al-i Osman haz­ retlerine ber mukteza-yı hilafet-i uzma arz u inha ve sultanü'l-müs­ limin25 hazrederi dahi bir gfıne ta 'Iii u ta 'vik etmeksizin der-akab nişan-ı şerif-i Hilafetpenahi i'ta ve teşrifatını irsal eyliye ve cumalarda ve ldlerde Kırım hıttasında vaki kaffe-i mesacid ve meabidde hutbe ve revac-ı sikke nam-ı nami-i Al-i Osman ile olarak"

denildikten sonra Kırım'da görev yapacak kadıların da kendi uleması arasından seçi leceği ve kadıasker tarafından herhangi bir ücret alınmadan " izn-i şer'i" gönderileceği belirtilmekte­ dir.26 Bu maddenin devamında sultanın konumu " Şeriat-ı garra muktezasınca Padişah-ı İ slam hazretleri halifetü'l-uzmai'l-müs­ limin ve imamü'l-muvahhidin" şeklinde tamamen dini açıdan vurgulanmıştır. 24 H

26

Cevdet, Tarih, I, 246-247. Vurgular bize ait. Belgenin tam metni Tarih-i Cevdet'in ekler kısmında yer almaktadır. ll. 302-303. 53

Küçük Kaynarca Antlaşmasının 3 . maddesi ile belirlenen Kı­ rım'ın siyaseten serbest bırakılması ve dinen Osmanlı hilafetine bağlı kalması hususu sıkıntı kaynağı olmaya devam etmiştir. Antlaşma sonrasında Kırım halkı bu maddeyi benimseyenler ve karşı çıkanlar olarak ikiye bölünmüş ve ikinci grubun tem­ silcileri İ stanbul'a gelerek maddenin uygulanmaması yönünde girişimlerde bulunmuşlardı. Hatta Rusların desteklediği Şahin Giray Osmanlı halifesinden tamamen ayrılma taraharıydı. Ni­ tekim Halil İ nalcık'ın ifadesiyle, "Müslüman ahali ona Rusların ortağı bir kafir gözüyle bakmaya başladı." 27 Padişah da aslında Kırım'ın serbesdiğini kabullenmedi ve duruma son vermenin bir yolunun bulunması arzusunu izhar etti.28 Kırım'daki geliş­ melerden duyulan kaygı resmi yazışmalara da yansımaktaydı. Nisan 1 776 tarihinde Rus Çariçesine gönderilen hatt-ı hüma­ yunda da "Tatar serbestisi ve hanan-ı Kırım'ın intihab-ı tavaif-i Tatar ile nasbları hususu ictima'-ı halifeteyn mahzur-ı azimini müstelzim " olacağına dikkat çekilmişti.29 Kırım'daki siyasi ge­ lişmelerin Osmanlı aleyhine seyretmesine gösterilen en somut tepki, Rusya tarafından desteklenen Şahin Giray'ın hanlığının sultan-halife tarafından onaylanmamasıydı. Dahası, Osmanlı Devleti serbestiyet muhaliflerinin de etkisiyle Selim Giray'a "ni­ şan-ı şerif" 30 verdi. Bu ise yukarıda metni verildiği üzere, hem 27

Halil İ nalcık, "Kırım/Kırım Hanlığı ( 1441 -1 783 )," D İ A, XXV, s. 454.

28

Tarih-i Cevdet, ll. 3 1 7.

29

BOA, Hat, 76 1 , 20 Safer 1 1 90/1 0 Nisan 1 776. Nişan-ı Şerif Kırım meselesi bağlamında şöyle tarif edilmiştir: "Mutad üzere hanan hazeratının azi ü nasblarında yazılagelen tevcih-i herat-ı iiii­ şani olmayıp şeriat-ı garra muktezasınca Padişah-ı İ slam hazretleri Hali­ fetü'I-Uzmai'I-Müslimin ve İ mamü'I-Muvahhidin olmak cihetiyle ictima'-ı halifeteyn mahzurunu def' u izale zımnında kavm-i Tatar a 'kab-ı Cengiziy­ yeden intihab ve ihtiyar eylerlikleri Han'ın nasbına izn-i Sultani hukukunu ınüş'ir hanan hazeratının şantarına layık elkab yazılacak nişan-ı mülate­ fet-unvan-ı Padişahiden ibaret olduğu beyanıyla taraf-ı Devlet-i Aliyyeden bir kıt'a vesika i'tasını istida eder." Tarih-i Cevdet, II, 303.

30

54

antlaşmanın 3 . maddesine hem de sonradan ilgili maddeyi açık­ lamak üzere, Rusya tarafına verilen metne aykırı idi. Bu geliş­ melerin doğurduğu gerginlik Kırım'da çok sayıda Müslümanın katiedi lmesine ve binlercesinin Osmanlı Devletine sığınmasına yol açtı. İ ki devlet arasında savaş havası ağır basmışken Fran­ sa'nın devreye girmesiyle başlayan müzakereler Küçük Kaynar­ ca Antlaşmasının gözden geçirilmesiyle sonuçlandı. 1 779 Ocak ayında imzalanan ve Aynalıkavak Tenkihnamesi adı verilen bu metinde de Osmanlı padişahının bütün Müslümanların halifesi olduğu hususu tekrar vurgulanmıştırY Ancak siyaseten serbest bırakılan Kırım'ın dinen Osman­ lı halifesine bağlı kalması uzun süreli olamayacaktı. Nisan 1 783'te Kırım'ın Rusya tarafından ilhak edilmesi ve Ocak 1 784'te Osmanlı Devletinin bu ilhakı tan ıması Osmanlı'nın bölgeyle ilişkilerinde bir dönüm noktası oluşturdu. Kırım'ın kaybını bir türlü hazınedemeyen Osmanlı Devleti onu kurtar­ mak gayesiyle 1 78 7'de Rusya ile tekrar savaşa başladı. Fakat mağlup olunca imzalanan 1 792 Yaş Antiaşması ile bölge müs­ lümanlarının Rus hakimiyetine girmesini kabul etti . Ruslar Kırımlıların Osmanlı halifesine bağlılığını sona erdirmek için müftü ve kazaskeri maaşlı memur statüsüne indirdi. 1 794'te de Müslüman İ dare-i Ruhaniyyesi adlı teşkilatı kurarak din işleri­ ni tamamen hükümetin kontrolü altına alındı. Böylece Küçük Kaynarca Antlaşmasının ve Aynalıkavak Tenki hnamesinin bila­ fetle ilgili hükümleri geçersiz kalıyor ve " müftü tayin edilmek için . . . Rusya idaresine istenilen ölçüde bağlı olmak yeterli kabul ediliyordu."32 ·11

BOA, Hatt-ı Hürnayun, no. 5 85 1 1 (h. 1 1 93/Mart 1 779); BOA, Düvel-i Ec· nebiye Defteri, 8 3/1 , s. 1 54; Tarih-i Cevdet, ll, 329-335.Bu gelişmeler hak­ kında genel bilgi için bkz., Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IVIl, s. 443-453 . 3 2 Hakan Kırımlı, " Kırım/Rus İ daresi Dönemi," D İA, XXV, 458. ss

Küçük Kaynarca Andaşmasında sultanın halifeliğini vur­ gulamak amacıyla kullanılan unvaniarın hiçbiri bu dönemde ortaya çıkmış unvanlar olmayıp, XVI. yüzyıldan beri kulla­ nılmaktadır: Hadimü'l-haremeyni'ş-şerifeyn33 Yavuz Sultan Selim'den, ha/ifetü'l-uzmai'l-müslimin de Kanuni Sultan Sü­ leyman'dan itibaren kullanılan unvanlardı. Bu anlayışın ima­ mü'l-mü'minin, halifetü'l-muvahhidin ve imamü'l-muvahhidin kavramlarıyla teyid edilmesi de dikkat çekmektedir. Aynı şe­ kilde, Kanuni döneminden itibaren benimsenen anlayışa göre saltanat makamına oturan kişinin aynı zamanda halife olduğu hususu·14 yukarıdaki alıntılarda görülen Sultan, İmam ve Halife tabirlerinin birbirlerinin yerine kullanılmasında da tezahür et­ mektedir. Bütün bunların ötesinde, bilindiği kadarıyla Osmanlı tarihinde gayrimüslim bir devlet ile yapılan bir barış antiaşması metninde Osman lı sultanının bütün Müslümanların halifesi ol­ duğu ve tek halife35 vurgusu ilk defa vuku bulması bakımından dikkat çekmektedir. ll

34 .u

Bu terkibin zaman zaman farklı şekillerde kullanıldığı görülmektedir. "Hakim-i Haremeyni'ş-Şerifeyn," (Tarih-i Selaniki, haz. Mehmet İpşirli, Ankara 1 999, s.35), "Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere ve Kudüs-ü Şerif-i Mü­ barekin hadim ve hakimi" (Düvel-i Ecnebiye Def., 8311 , s. 1 42, 203, 215; Hat, 585 1 1; "Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevverenin hadimi ve Kudüs-i Şerifin hamisi " (Enveri, s. 342). Bu farklı kullanımiann belgelerde daha çok pa­ dişahın elkabının sıralandığı bölümlerde görüldüğünü belirtmek gerekir. Colin lmber, The Ottoman Empire, 1 3 00-1 650, New York 2002, s. 1 1 6, 125- 1 2 7 . İ ki halife bulunması durumunda birinin katledilmesi konusunda Piriziide Mehmed Efendi'nin ifadeleri çok nettir. Mütekaddimin ve Müteahhirin ulemanın görüşüne göre, bir asırda "iki imarnın mansıb-ı hilafette ictima'ı caiz olmayıp.. .imam-ı vahide Bey'at lazime-i zirnınet-i ümmettir... belde-i vahidede ... iki imarnın hükmü ve tasarrufu caiz değildir diye ulema ittifak eyledi" demektedir. İ bn Haldun, Mukaddime, (çev. Piriziide Mehmed Sahib), İ stanbul 1 275, 1, 341 -342. Ayrıca Osmanlı medreselerinde okutulan temel eserlerden biri olan Şerhu'I-Makasıd'da da aynı zamanda iki imarnın caiz ol­ madığı belirtilmektedir. Taftazani, Şerhu'I-Makasıd, İstanbul 1 305, 11, 272. 56

Küçük Kaynarca Andaşması modern hilafet meselesinde çok önemli bir yere sahiptir. Zira üç asra yakın bir zaman­ dır zaman zaman ön plana çıkarılan Osmanlı hilafet vurgu­ su ilk defa bir uluslararası anlaşma metninde böylesine açık bir şekilde yer almaktaydı. İ kincisi Osmanlı yöneticileri dev­ leti güçlendirme çabalarında hilafet kurumunun nüfuzundan yararlanma istek ve kararlılığını göstermişlerdi. Üçüncüsü ve müstakbel gelişmeler açısından daha önemlisi, kendilerinden önce uzun süre ayrı olan dini ve siyasi liderliği XVI. yüzyılda padişahın şahsında birleştiren Osmanlı, iki küsur asır sonra sultan-halifenin siyasi ve dini otoritesinin ayrılığını ifade eden bir antlaşmayı kabul etmekteydi. Küçük Kaynarca bu anlamda ilk antlaşma olması ve bir örnek teşkil etmesi bakımından da ayrıca önemlidir. Bu antlaşmada sultanın Kırım'da meydana gelecek siyasi ve idari düzenlemelere hiçbir şekilde karışmaya­ cağı ve Kırımlılar kimi liderliğe seçerse halifenin onu tanıya­ cağı açıkça belirtildi. Sultanın dini ve siyasi otoritesinde kabul edilen bu ayrılık Küçük Kaynarca Andaşması metninin elkap bölümüne de yansır. Şöyle ki; Mekke, Medine ve Kudüs ile başlayarak İ stanbul, Edirne ve Bursa'nın ardından Ara bistan, Anadolu, Akdeniz ve Karadeniz kıyılarındaki önemli yerler zikredilerek " eyalat-ı Tatara dair ol-havalilerde vaki' umum sığınak ve bi'l-cümle Tatarın Halife-i a 'zam " ı ve " kezalik et­ rafında vaki cümle oymakan ve muzafatiyle " Bosna, Belgrad, Sırp hükümeti, Arnavutluk, Eflak ve Boğdan, " ve etrafiarında vaki kıla' u husfın ve tarif u tasniften müstağni nice bika' u büldanın Padişah " ı olduğu belirtilmektedir. Bu ilginç ayırım 1 8 30'lara kadar Rusya ile yapılan antlaşma metinlerinde aynı formatta yer alır.36 36

Birkaç örnek olması bakımından bkz. BOA, Düvel-i Ecnebiye Deheri, 83/1 , s. 1 42- 1 43, 2 1 5 . 57

Osmanlı Devletinin XIX. ve XX. yüzyı llarda kaybettiği topraklardaki Müslümanlar için aynı anlayışa bağlı kalınarak düzenlemeler yapılacak ve Müslümanların dinen Osman lı ha­ lifesine bağlı kalma ları ve bunun göstergesi olarak hutbelerde sultan-halifenin isminin zikredilmesi bir çözüm olarak görüle­ cektir. Hatta bu sorumluluğun bir gereği olarak şeyhülislam­ lık, kaybedilen topraklardaki Müslümanların dini hayatlarını nasıl düzenleyeceklerine dair bir talimatname bile hazırlaya­ caktırY Osman�ı'nın kendi iç düzenlemelerinde de sultanın dini ve siyasi otoritesinin ayrılığı anlayışı giderek yerleşmeye başla­ yacaktı. Tanzimat döneminde uygulamaya koyulan Osman­ lılık anlayışı ve Müslim gayrimüslim eşitliği prensibi aslında Sultanın siyasi otoritenin başı olarak din farkı gözetmeksizin bütün Osmanlıları temsil ederken Müslümanlar için de hilafet makamında bulunmaktaydı.3 8 Bu ayrılık 1 876 Kanun-ı Esasisi 4. maddesinde " Zat-ı hazret-i padişahi hasbe'l-hilafe din-i İ s­ lamın hamisi ve bilcümle tebca-i Osmaniye'nin hükümdar ve padişahıdır"39 şeklinde ifadesini bulmuştu. Aynı ayrılık çizgisi Türkiye Büyük Millet Medisinin 1 922'de saltanatı hilafetten ayırarak sona erdirmesi ve Osmanlı hanedamndan Abdülmecid 37

38

39

Yunanistan ve Romanya ve Sırbiye ve Bulgaristan ve Karadağ'da Bulunan Cemaat-i İslamiyenin Hususat-ı Meıhebiyyeleri Hakkında Canib-i Şeyhü­ lis/amiden Kaleme Alınan Talimattır, İstanbul 1 302- Bu ralimatın bir foto­ kopisini temin eden meslektaşım İ l hami Yurdakul'a teşekkür ederim. Tanzimat ve ağırlıklı olarak Il. Meşrutiyet dönemi müslim-gayrimüslim eşitliği meselesinin bir değerlendirmesi için bkz. İsmail Kara, " M üsivaı yahut Müslümanlara Eşitsizlik: Bir Kavramın Siyaseten/Dinen İnşası ve Dönüştürücü Gücü," Azmi Ö zcan (ed.), Osmanlı Devletinde Din ve Vic­ dan Hürriyeti, İstanbul 2000, s. 307-347. Suna Kili, A. Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metin/eri, yenilenmiş 2 . bas­ kı, İ stanbul 2000, s. 43. 58

Efendi'yi de siyasi güçten tamamen yoksun bir halde halife ta­ yin etmesiyle zirveye ulaşmıştı.40 Bu meselede dikkat çeken hususlardan biri de Osmanlı hi­ lafetine muhalif bazı İngiliz ve Arapların da siyasi otoriteden yoksun bırakılmış ve sadece dini yönüyle öne çıkarılmak iste­ nen bir hilafet anlayışını savunmuş olmalarıdır. Modern dönem Osmanlı hilafet meselesi literatücü açısından önem taşıyan ya­ yınlardan The Future of Islam adlı eserin yazarı Wilfred Scawen Blunt, Osmanlı bilafeti sonrasında kurulmasını tasavvur ettiği yeni hilafet makamının sadece dini bir kurum olacağını ve oto­ ritesini de belli şarttarla sınırlandırılmış olarak İcra edeceğini ileri sürmekteydi.'41 Blunt'ın zikredilen kitabından etkilendiği iddia edilen Abdurrahman Kevakibi42 Ümmü'l-Kura adlı ese­ rinde Osmanlı Devletinin ve onun asli unsuru konumundaki Türklerin İslamın yenilenmesini, güçlenınesini sağlayacak özel­ liklerden mahrum olduğunu bu nedenle bilaferin Osmanlılar­ dan alınması ve sadece dini otoriteden müteşekkil bir makam haline getirilmesini savunmuştur. Hilafetin Kureyş kabilesine mensup bir Arap'a verilmesi ve Mekke'nin hilafet merkezi ya­ pılmasını açıkça teklif eden ilk Arap olma özelliğini de taşıyan Kevakibi, müslüman toplumlardan seçilecek temsilcilerden olu­ şacak bir heyet-i şura tarafından belirlenecek halifenin İ slam dünyasının dini işleriyle ilgilenebileceğini savunmaktaydıY 40 41 42

41

Azmi Ö zcan, " Hilafet/Osmanlı dönemi," D İA, XVII., s. 547. Wilfrid Scawen Blunt, The Future of Islam, London 1 8 82, s. 1 89-1 90. Blunt'ın eserindeki görüşlerinden Kevakibi'nin ne denli etkilendiği konu· sunda bir araştırma için bkz. Sylvia G. Haim, " Biunt and ai-Kawakibi," Oriente Moderno, XXXV ( 1 955), s. 1 32-143. Abdurrahman Kevakibi, Ommü'I-Kura, Beyrut 1 982, s. 236 vd. Kevaki­ bi'nin Osmanlı muhalifi olma süreci ve fikirlerinin kısa bir değerlendirmesi için bkz. Ş. Tufan Buzpınar, " Kevakibi, Abdurrahman b. Ahmed," D i A, XXV 339-340. ,

59

XVIII. yüzyılda Osmanlı üst yönetiminin halifenin tekliği konusunda yaptığı vurgu, "taaddüd-i hulefa " ve " ictima-ı ha­ lifeteyn " ihtimaline karşı gösterdiği teyakkuz ve tedirginliğin çok üst düzeyde olduğunu belirtmek abartılı olmasa gerek. Belirti lmesi gereken bir diğer husus da bu anlayışın dönemsel olmadığı ve Osmanlı Devletinin sonuna kadar hilafetin tekli­ ği anlayışının ulema arasında devam ettiğidir. Son şeyhülislam Mehmed Nuri Efendi'nin 1 920'lerde bu anlayışı, ehlü'l-hal ve '1-akd tarafından bey'at edilen halifeden başka bir halife nas­ bının katiyyen caiz olmayacağı, böyle bir teşebbüs olursa da ikinci halifenin hadis gereği " izale-i vücfıdı cihetine gidilmesi"44 gerektiği şeklinde dile getirmesi dikkat çekicidir. Mehmed Nuri Efendi'nin konuyla ilgili ifadeleri mana itibariyle Yenişehirli Abdullah Efendi'nin yukarıda tam metni verilen ikinci fetva­ sıyla aynıdır. Halifenin tekliği anlayışı zamanla Osmanlı sınırları dışında da giderek güçlenmiş görünmektedir. Ö rneğin XVI. yüzyılda Osmanlı hilafetini kabul etmeyerek " İ mamet" ve " hilafet" iddi­ asında bulunan ve bu iddiasını Kureyş kabilesine mensubiyetle desteklemeye çalışan45 Fas sultanlığı XVIII. yüzyılda Osman­ lı sultanının hilafet konumunu kabul eder noktaya gelmişti. 1 73 0'da tahta çıkan I. Mahmud'a gönderilen tebrik mektu­ bunda Fas Sultanı Abdullah'ın padişah için " imam " ve " emi­ rü'l-mü'minin " unvaniarını kullanması dikkat çekici olmakla 44

4·�

İ lhami Yurdakul, " Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Beyefendi ile Şeyhü­ lislam Medeni Mehmed Nuri Efendi'nin Hilafet Hakkında Muhtıraları," Divan, 1 999/1, s. 24 1 . Abdcrrahmane el-Moudden, "Sharifs and Padishahs: Morcıccan Onoman Relations from the 1 6ıh through the 1 8'h Centuries, " doktora tezi, Prince­ ton Ü niversitesi, 1 992, s. 6 1 ; a.mlf., , "The Idea of the Caliphate between Moroccans and Ottomans: Political and Symbolic Stakes in the 1 6th and 1 7'h Century-Maghrib," Studia ls/amica, 1 995/2 (Octobre) 82, s. 1 03- 1 1 2. 60

beraber Fas sultanının bu dönemde aynı unvaniarı kendisi için de kullandığım belirtmek gerekir.46 1 770'li ve 1 780'li yıllarda Osmanlı Devletinin Rusya 'ya karşı zor durumda bulunduğu sırada Fas'ın savaş malzemesi ve nakit desteği söz konusudur. Konuyla ilgili yazışmalar Osmanlı Sultanının halifeliği hakkın­ da da önemli veriler içermektedir. Ö rneğin I. Abdülhamid'in Fas'tan para desteği talebi üzerine Fas Sultanı III. Muhammed eşrafı ve ulemayı toplayarak "emirü'l-mü'minin küllihim ( bü­ tün Müslüman ların emiri ) bizden para yardımı istemektedir. Allah'a yemin olsun ki bu parayı sadece cihat için topladım "47 ifadesini kullanmış ve bu vesile ile Osmanlı Sultanını hangi ko­ numda gördüğünü belirtmişti. İ stanbul'a gönderilen mektup­ larda da padişahın halifeliği açıkça ifade ediliyordu.48 Aynı dönemde Osmanlı padişahı da Fas sultanlığına kar­ şı olumlu tavırlar sergiler. Kuçük Kaynarca müzakereleri sıra­ sında Osmanlı delegesinin, halifenin uzaklığından dolayı Fas üzerinde hilafet iddiasında bulunmadığını belirtınesi önemli bir göstergedir. Diğer bir ifadeyle, Osmanlı üst yönetimi Fas'ın dini, siyasi ve idari anlamda iç işlerine müdahil olmayacağını kabul etmekteydi. Ancak bu durum, Osmanlı Devletinin Fas'a karşı kayıtsız kaldığı anlamına gelmez. Eylül 1 782'de akdedi­ len ve müzakereleri üç yıl süren Osmanlı- İ spanya dostluk ve ticaret andaşması görüşmeleri sırasında Osmanlı yönetimi hila-

46

47 48

Moudden, a.g.t., s. 228 . Yenişehirli Abdullah Efendi'nin yukarıda nakledi­ len birinci fetvasına göre uzaklık sebebiyle Fas sultanlarının hilafet unvan­ Iarını kullanmalarının caiz görüldüğü düşünülebilir. A.g.t., s. 297, dn.98. Bu dönemde Fas ile ilgili diğer gelişmeler için bkz. Fikret Sarıcaoğlu, Kendi Kaleminden Bir Padişahın Portresi: Sultan I. Abdülhamid, İstanbul 200 1 , s . 2 1 2vd; Mustafa L . Bilge, " Fas/Osmanlı-Fas Münasebetleri," D İA, XII, 1 90- 1 92. 61

fetten dolayı bazı hassasiyetlerini dile getirmişti.49 İspanya elçisi Osmanlı Devletinin düşmaniarına karşı İ spanyanın yardım et­ memesi maddesine karşılık İspanya düşmaniarına karşı da Os­ manlı Devletinin yardım etmemesi fıkrasının eklenmesini teklif edince, bu teklif kabul edilmez. Nedenlerden birincisi İ spanya ile Garp Ocakları korsanları arasında çıkacak bir anlaşmazlıkta İ spanya bu maddeye binaen Garp Ocaklarına yardım yapılma­ masını talep edebilirdi. Bu ise kabul edilemezdi, çünkü " Garp Ocakları tevabi'-i Devlet-i Aliyyeden oldukları cihetle be-her hal muavenet olunmak lazım gelir" di. İ kincisi " Fas hakimi gibi mülfık-i İ slamiyyeden biri İ spanyalı ile muharebeye mübaşeret edip de Devlet-i Aliyyeden istimdad edecek olduğu halde ehl-i i slama iane farz olmak hasebiyle ve cihet-i camia-i hilafet takri­ biyle Devlet-i Aliyyenin iane etmesi farizadan olur."50 Böyle bir madde antlaşmada yer alacak ise o zaman hasım tabiri yerine " düvel-i Nasara" tabiri kullanılmasının önerilmesi de Osmanlı tarafının zihniyetini ve din temelli bakış açısını ortaya koyması bakımından önemlidir. Nitekim andaşmanın birinci maddesin­ de İ spanya ile Müslüman devletler arasında meydana gelebi­ lecek bir anlaşmazlıkta " ittihad-ı diniyye" sebebiyle Osmanlı Devletinin tarafsız kalamıyacağı belirtilerek bu bakış açısı teyid edildi. J1 Burada Osmanlı yönetiminin zihnindeki bir ayınma da işa­ ret etmek gerekir. Buna göre, Osmanlı Devleti Fas üzerinde hi49 50 .H

Antlaşma ile ilgili müzakereler için bkz. Kemal Beydilli, " İ spanya/İspan­ ya-Osmanlı İ lişkileri," D İA, XXIII, 1 66-1 67. Tarih-i Cevdet, ll, s. 1 93 . " Devlet-i Aliyye mukteza-yı ittihad-ı diniyye üzre müliık-ı İslamiyeden Fas ve Yemen hakimlerinden gayrı düvelden birisiyle İspanya Devleti beynin­ de muhasama vukiıunda kat'an ve katibeten bir bahane ve illet ile hiçbir vakitte İ spanya Devletinin hasmı olanlara sırri ve cehri ianet ve müzaheret eylemeyüp kimilen bitaraf ola." A.g.e., s. 200. 62

lafet iddiasında bulunmamakla birlikte Müslüman bir devlet olması yani " ittihad-ı din" sebebiyle onları " camia-ı hilafet"ten görüp gerektiğinde yardım etmek zorunluluğunu hissetmeleri­ dir. Fas sultanlarının Osmanlı hilafetini kabul etmeleri de aynı anlayışla temellendirilmiş görünmektedir. n

XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren meydana gelen di­ ğer bazı gelişmeler de Osmanlı hilafetinin nüfuz alanını geniş­ letİcİ ve tek halife olarak kabulü sürecini güçlendicici etki yap­ mıştır. I. Abdülhamid'in Kafkasya'dan Orta Asya'ya kadar olan bölgedeki Müslümanların liderleriyle ilişkileri geliştirme çaba­ ları bu anlamda önemili katkı sağlamış görünmektedi r. 52 Ayrıca Hindistan'ın çeşitli bölgelerinin yöneticileri giderek baskısını hissettikleri yabancı nüfuzuna karşı hilafet makamında bulu­ nan Osmanlı padişahına müracaat ederek yardım talep etmiş­ lerdi. Ö zellikle Malabar ve Meysfır sultanlıktarının 1 770'lerin ikinci yarısından itibaren kısa aralıklarla hilafet merkezi olarak İ stanbul'a elçiler gönderdikleri bilinmektedir. Daha ilginç olanı, Hindistan'daki sömürgeci faaliyetlerine karşı duran Müslüman liderlerin dirençlerini kırmak için İ ngilizlerin Müslümanların hafifesi sıfatı ile Padişaha müracaat ederek İ ngiltere güçlerine karşı savaşılmaması yönünde müdahalede bulunulmasını iste­ meleriydi. İ ngilizlerin bu minval üzere müracaatları XIX. yüz­ yılda da gerektikçe tekrarlanmıştı.n 12

53

I . Abdülhamid'in Osmanlı sınırları dışındaki Müslümantarla ilişkileri ko­ nusunda bkz. Sarıcaoğlu, a.g.e. , 2 1 7-225. Hindistan'daki bazı Müslüman liderlerin ve İngilizlerin Osmanlı bilafeti vurguları hakkında geniş bilgi için bkz. Azmi Ö zcan, Pan- İslamizm: Os­ manlı Devleti, Hindistan Müslümanlan ve İngiltere ( 1 877- 1 924), ilaveli 2. baskı, Ankara 1 997, s. 17 vd. 63

Osmanlı sultanlarının hilafetine vurgu yapılan bu devir aynı zamanda devletin sıkıntılı günler geçirdiği bir dönemdir. 1 76 8'den 1 792'ye kadar aralıklarla 24 yıl devam eden savaş hali Osmanlı yönetimini maddeten ve manen desteğe muhtaç duruma getirdi. Kırım gibi Müslüman bir bölgenin kaybının doğurduğu sıkıntılar sadece maddi alanla sınırlı kalmadı, hi­ lafet merkezi olarak İstanbul'a sığınmalar ve Kırım'ı kurtarma talep ve beklentileri "dini" duyguları güçlendirdi. III. Selim dö­ neminde gerçek leştirilecek reformlarla ilgili layİhalarda mad­ di tedbirlerin yanı sıra mutlaka başvurulması gerekir tarzında manevi tedbirlerin zikredilmesi,H bir defterdarın kaleminden yazılan ısiahat layİhasında görülen padişahın halifelik vasfı­ na yapılan vurgunun ardından " hilaf-ı şer'-i şerif olan nizarn ve siyasetin kat'an fa'ide ve semeresi" olmayacağı uyarısı din merkezli bakış açısının önemli göstergeleridir. 55 Aynı dönemde, Halveti, Kadiri, Sa'di ve Mevlevi ve son olarak Nakşbendi-Mü­ ceddidi gibi Sünni tarikatların ciddi bir nüfuz artışı sağladıkları tespitini de zikretmek gerekir.s6 XVIII. yüzyılın sonundan itibaren Osmanlı sultanının hali­ felik konumu ciddi sarsıntılara maruz kaldı. 1 798'de Osman­ lı'nın beklemediği bir anda Fransa'nın Mısır'ı işgali sultan-ha­ lifenin kendi yönetimindeki Müslümanları koruma hususunda düştüğü zaafı gözler önüne serdi. İ ngilizlerin de desteğiyle Fran­ sa'nın bölgeden çıkarılmasının rahatlığı hissedilmeden Sultanın hilafetini daha fazla sarsıcı yeni gelişmeler oldu. 1 5 1 6'dan itiba54

ss

56

Kemal Beydilli, "Küçük Kaynarca'dan Tanzimat'a Isiahat Düşünceleri," i lmi Araştırmalar, 8, ( 1 999), s. 37-39; a.mlf., "Islahat/XVIII. Yüzyıldan Tanzimat'a Kadar," D i A, XIX, s. 1 78 . Ergin Çağman, "III. Selim'e Sunulan Bir Isiahat Raporu: Mehmet Şerif Efendi Layihası," Divan 1 99912, sayı 7, s. 2 1 7-233. Bu layihada sultan için "halife-i rôy-ı zemin, zıllulah, padişah-ı İslim" unvaniarı kullanılmaktadır. Butrus Abu-Manneh, Studies on Islam and the Ottoman Empire in the 1 9'h Century, İstanbul 200 1 , s. 7- 12. 64

ren Osmanlı sultanlarının iftiharla kullandıkları hadimü'l-ha­ remeyni'ş-şerifeyn unvanı Vehhabilerin Mekke ve Medine'yi ele geçirmeleri ve kendi ilkelerini kabul etmeyen Müslüman­ ları Hacdan men etmeleriyle anlamını kısmen yitirdi.57 Çün­ kü Halife Haremeyn'e fiilen hizmet edemez duruma gelmişti. Osmanlı halifesi için daha da vahim olan gelişme, Suudilerio saltanat ve hilafet iddiasında bulunduklarına dair bazı haber­ lerin İ stanbul'a ulaşmasıydı.5 8 III. Selim bu sıkıntılı ortamda önce tahtını, sonra da hayatını kaybederken hilafet kurumunu etkili bir şekilde kullanacak olan II. Mahmud ( 1 808- 1 8 3 9 ) da meseleyi halletmede yetersiz kalacaktı. Sultanın hadimü'l-hare­ meyni'ş-şerifeyn unvanını kurtarma görevi Mısır'ın yeni valisi Mehmed Ali Paşa'ya verilmişti.59 Sultan Mahmud hilafet konumu açısından önemli bir tehli­ keyi hertaraf ederken aslında ilerde oluşacak başka bir tehlike­ ye de zemin hazırlamıştı . Tanzimata kadar Hicaz'ın Mehmed Ali Paşa nüfuzunda kalması bir tarafa, Vehhabi gailesinin hal­ ledilmesinden hemen sonra 1 82 1 'de Yunan isyanının başlaması ve isyanın bastırılmasında Osmanlı ordusunun başarısız olması Mehmed Ali Paşa'nın desteğini yine gündeme getirdi . Paşa'nın Yunanlılara karşı sağladığı başarı bir yandan merkezi otoriteye destek anlamına gelirken, diğer taraftan kendi otoritesinin güç­ lenmesine yaptığı katkı belki daha büyük olmuştu. Mehmed Ali Paşa'nın nüfuzunun sürekli artış gösterdiği bu dönemde Sultan, -"

"

59

Vehhabiliğin doğuşu ve Hicaz bölgesinde Osmanlı otoritesini zayıflatma süreci ile ilgili olarak bkz. Zekeriya Kurşun, Necid ve Ahsa'da Osmanlı Hakimiyeti, Ankara 1 998, s. 1 7-45. BOA, Hatt-ı Hümayun, 3839-B, 7 Receb 1 222/ 1 1 Eylül 1 807. Konuyla ilgili yazışmaların bazıları için bkz. Hatt-ı Hümayun, 3839, 383 9-A, 3839C, 3839-D. Mehmed Ali Paşa'nın Vehhabileri Hicaz'dan çıkarması ile ilgili detaylar için bkz. Kurşun, a.g.e., s. 48-59. 65

Yeniçeri Ocağını ilga ederek (Haziran 1 826) başlattığı çok yön­ lü ve köklü reformlar dolayısıyla maddi ve manevi anlamda her kesimin desteğine ihtiyaç duyar hale geldi. Bu çerçevede ule­ ma ve ümeranın sultana verdiği destek bilinmektedir.60 Ancak Sultanın reformlarına karşı da ciddi bir tepki vardı. Ö zellikle Yunan isyanının başanya ulaşması ve Ruslara karşı alınan ye­ nilginin yanı sıra, reformların "gelenekçi " kanatta uyandırdığı "gavur padişah" ithamıyla dile getirilen tepkiler, Sultanın kendi konumunu her alanda olduğu gibi dinen de kuvvetlendirmesi zaruretini doğurdu. 61 Bu çerçevede ele alındığında Il. Mahmud'un şeyhülislam Ya­ sincizade Abdülvehhab Efendi'den sultan-halifeye itaat konu­ sunda bir risale yazmasını istemesi anlamlıdır.62 Ocak 1 832 ta­ rihli Hulasatu'l-Burhan fi İtaati's-Sultan adlı risale önce Arapça yazılmış sonra Türkçeye çevrilerek birlikte yayımlanmıştı . Arapça ve Türkçe yayımianmış olması mesajın ulaştırılması gereken hedef kitle bakımından da anlamlı görünmektedir. Bi­ lindiği kadarıyla Osmanlı tarihinde bir şeyhülislam tarafından yazılan ve görevdeyken yayımlanan bu türde ilk ve tek risale olma özel liği de taşımaktadır.63 Tamamı 3 1 sayfa olan ve 25 ha60

U riel Heyd, "The Onoman Ulema and Westernization in the Time of Selim

lll and Mahmud II," Studies in Islamic History and Civilization, jerusalem

61 62

63

1 96 1 , 64-96, Avigdor Levy, "The Onoman Ulema and the Military Refor­ ms of Mahmud II," E. A. Bagader (ed.), The Ulema in the Modem Muslim State, Kuala Lumpur 1 983, s. 29-53 . Heyd, a.g.m.; Seyfeddin Erşahin, "The Ulema a n d t h e Reforms o f Mah­ mud Il, " yüksek lisans tezi, Manchester University 1 990, s. 1 5- 1 9. II. Mahmut döneminde iki defa şeyhülislamlık görevine getirilen Ab­ dülvehhab Efendi ilkinde Mart 1 82 1 -Kasım 1 822, ikincisinde ise Mart 1 828-Şubat 1 833 tarihleri arasında bu makamda kaldı. Mehmet İ pşirli, "Abdülvehhab Efendi, Yasincizade," D İA, I, 285-286. Hilafet risalesi denilebilecek ilk risale Lutfi Paşa'nın 1 554'te kaleme aldığı Halasu'l-ümme fi ma'rifeti'l-eimme olup yayımlanmamıştır. 66

dis zikredilen risalenin bir diğer özelliği de sonra yazılan hilafet risalelerine kaynak teşkil etmesidir.64 Konumuz açısından risalenin içeriği oldukça önemlidir. Pa­ dişah için " halifetullah" , "halife-i İ slam" , "zıllullahi fi'l-alem " , "halife-i ruy-ı zemin," emirü'l-mü'minin" , " imam-ı müslimin" , "padişah-ı İ slam v e sultan-ı İslam" unvaniarının kullanıldığı risale her ne halde olunursa olunsun sultan-halifeye itaat ve emrini yerine getirme anlayışını savunmaktadır. " Bir kimse ( ... ) eğer imamü'l-müslimine isyan ederse ecr u sevabının küllisi gi­ deceğini ve halife-i İ siama hiyanet ve adem-i itaati kast eden kimse . . . kendisini İslamiyetten çıkarmış olacağını " (s. 26) be­ limikten sonra " Etiullahe ve etiu'r-resfıle ve fıli'l-emri minküm ayet-i kerimesinde olan ulu'l-emr'den dahi murad padişah-ı İ s­ lam olduğu mukarrerdir" (s. 27) denilecek kime itaat edileceği konusunda yoruma mahal bırakılmaz. Dönemin gelişmeleri ışığında bakıldığında Şeyhülislam Ab­ dülvehhab Efendi, sultanla ilgili itharniara dotaylı da olsa cevap vermektedir. Sultan-halifenin adil olmadığı, açıkça zulmettiği düşünüise dahi buna tahammül ve sabretmek gerektiğini be­ lirtmesi tesadüfi olmasa gerek. Aynı şekilde, halifenin sevilme­ yen davranışlarından dolayı ona itiraz edilmemesi ve itaatten vazgeçilmeyerek sabredilmesini istemesi de anlamlıdır. Son bö­ lümde sultan-halifenin nasıl bir yönetim gösterdiğinden ziyade halkın kendi muhasebesini yapması ve vazifelerini bihakkın ye64

Nazif Sururi, ll. Abdülhamid hilafetini desteklemek için kaleme aldığı bir risalede yer alan hadislerin manalarını Abdülvehhab Efendi risalesinden naklettiğini belirtmektedir (Nazif Sururi, Hilafet-i Muazzama-i İslômiye, Konstantiniyye 1 3 1 5/1 897, s. 4). Bu dönemde farklı bir coğrafya'da Arap­ ça olarak yazılan, ancak yayımianmayan ve içeriği iti bariyle ll. Mahmud reformlarını destekleyen başka bir risale hakkında bilgi için bkz. İ hsan Fazlıoğlu, " İ bnü'l-Annabi ve es-Sa'yu'l-mahmiıd fi nizami'l-cünud adlı eseri," Divan, 1 ( 1 996), s . 1 6 5- 1 74. 67

rine getirip getirmediğini sorgulaması gerektiğini belirtınesi de ayrıca dikkate değerdir. Kendi ifadesi ile "halk . . . Hz. Ebu Bekir ve Ö mer'in zaman-ı bilafetlerindeki rahat ve adaleti isterler hal­ buki kendileri onların tebea ve raiyyeti gibi olalım demezler."65 Başka verilerle birlikte değerlendirildiğinde bu risalenin Il. Mahmud'un kendi şahsi yönetimini meşrulaştırma çabaları içerisinde önemli bir yere sahip olduğu açıktır. Sultanın bu tavrı 1 8 3 0'lara damgasını vurmuş ve Tanzimat dönemi po­ litikalarında padişahın etkinliğinin sınırlandırılmaya çalışıl­ masında da, bu otokratik yönetime tepkinin de payı olduğu söylenebilir. Sultan-halifenin gücünü sınırlama girişiminin en önemlisi 3 Kasım 1 8 39'da Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile ger­ çek leşti . Bu dönemde otorite merkezi Saraydan çok Babıali olmuş ve bir anlamda Sened-i İ ttifak'la ( 1 8 0 8 ) II. Mahmud'un ilk sadrazaını Alemdar Mustafa Paşa'nın gerçekleştiremedi­ ğini Mustafa Reşid, A li ve Fuad gibi Tanzimat paşaları ger­ çekleştirmiş görünmektedir.66 Teorik olarak sultan-halife hala her işte son sözü söyleme yetkisine sah ipti, ancak uygulamada Tanzimat paşalarının etkili olduğu malumdur. Fermanlarda, h utbelerde ve salname gibi resmi yayınlarda padişahın halife­ liğine atıfta bul unulmakla birlikte, önceki ve sonraki dönem­ lere kıyasla vurgunun belirgin bir şekilde azaldığı gözlemlen­ mektedir. Çıkış noktaları ve amaçları farklı olmakla birlikte, siyasi düşünce alanındaki gelişmeler de sultan-halifenin gücü­ n ün sınırlandırılmasını gündeme getirmiştir. 1 8 60'ların orta65

Hulasa, s . 3 1 .

••

Bu iki önemli girişimin mukayeseli bir değerlendirmesi için bkz. Halil İ nakık, " Sened-i İ ttifak ve Gülhane Hatt-ı H üma y unu ," Belleten XX­ VIIU1 1 1 - 1 1 2 ( 1 964), s. 603-622. Sened-i İ ttifak'ın tam metni için bkz. Ali Akyıldız, "Sened-i İttifak'ın İ lk Tam Metni," İslam Araştırmaları Dergisi, 2, ( 1 998), s. 209-222. 68

larından itibaren Yeni Osmanlıların giderek artan bir etkiyle meşveret ve meşruti rej im talepleri tabiatı gereği sultan-hali­ fenin gücünü sını rlandırma unsurlarını da içermekteydi. Bu hareket II. Abdülhamid döneminde ilk Osmanlı anayasasının ilanı ile sonuçlanacaktı. m Il. Abdülhamid Kanun-ı Esasi tartışmalarının yoğunlaştığı bir dönemde tahta çıktı. Tartışmalarda muhalifler tarafından dile ge­ tirilen hususlardan biri de meşruti rejimin sultan-halifenin şeriat tarafından tanınan haklarını tahdir edeceği endişesiydi. 67 Ancak başta Midhat Paşa olmak üzere, meşrutiyet taraftarlarının gücü, muhalifleri etkisiz bırakarak Aralık 1 8 76'da Kanun-ı Esasinin ilan edilmesini sağladı. Kanun-ı Esasinin 3. ve 4. maddelerinde Osmanlı hilafetine yer verilerek bir taraftan kuruma anayasal bir temel kazandırılırken, diğer taraftan "Padişah hasbe'l-hilafe din-i İ slamın hamisidir" ifadesiyle Müslümanlara değil de dine vurgu yapılması dikkat çeker. Bu durum, hazırlık döneminde uluslara­ rası ilişkilerin hassasiyetinden dolayı sömürgelerinde milyonlar­ ca Müslüman nüfusa sahip İ ngiltere ve Fransa'yı endişelendirme­ me kaygısından kaynaklanmış olabilir. Hilafet meselesi açısından bu dönemin68 önemli gelişmele67

•R

Bu tartışmaların 1 8 80'de Ahdülhamid'in Kanun-ı Esasiyi yeniden yürür­ lüğe koyma eğilimi gösterdiği bir sırada tekrar başladığı görülür. Konuyla ilgili uzun bir layiha ile tartışmalara katılan Ahmet Midhat Efendi'nin gö­ rüşleri için bkz. BOA, Y.EE, 71/3 1 (Mayıs 1 880). Layihanın kısa bir de­ ğerlendirmesi ve yeni harfiere aktarılarak neşeedilmiş hali için bkz. İ smail Kara (haz. ), Hilafet Risaleleri, İ stanbul 2002, I, 1 1 - 1 3, 1 1 1 - 1 38 . Burada daha çok İ ngiltere bağlantılı hilafetin kureyşiliği meselesi etrafında kısa bir değerlendirmesi ya p ılacak olan Il. Abdülhamid dönemi hilafet me­ selesi hakkında bazı genel değerlendirmeler için bkz. Feroze A.K. Yasamee, Ottoman Diplomacy: Abdülhamid ll and the Great Powers 1 878- 1 888, 69

Osmanli Hi/afeti kurumuna anayasal bir konum kazandiTan Kanun-1 Esasi'nin i/am merasimini tasvir eden bir resim. (Coşkun Yilmaz FotoğrafArşivi).

rinden biri de İ ngiltere'de Osmanlı hilafeti tartışmasının baş­ latılmasıydı . Bu döneme kadar tedricen güçlenen Osmanlı hilafetini tanıma eğilimi yeni padişahın dahili ve harici politi­ kalarında hilafet kurumundan yararlanmada sergi lediği kararlı tavır sayesinde Müslümanların hemen tamamı tarafından ka­ bul edilmişti. Bu genel kabulün sağlanmasında iki önemli etken öne çıkar. Bi rincisi XIX. yüzyılın ikinci yarısında i letişim vası­ talarının gelişmesi ve farklı coğrafyalarda yaşayan Müslüman­ ların birbirlerinden ve hilafet merkezinden daha fazla haberdar olmalarıdır. İ kincisi Rusya da dahil olmak üzere, Avrupa dev­ letlerinin bu yüzyılda Müslümanların yaşadıkları coğrafyada İstanbul 1 996, s. 26 vd; Cezmi Eraslan, ll. Abdülhamid ve İslam Birliği, İstanbul 1 992, s. 1 98-209; Azmi Ö zcan, " Hilafet/Osmanlı Dönemi," D iA , XVII, 547-548. 70

yoğun sömürgecilik faaliyetlerinde bulunmalarıdır. Diğer bir ifadeyle, tek bağımsız Sünni devlet olarak kalan Osmanlı Dev­ leti ve onun başında bulunan sultan-halife, sömürge yönetim­ leri altındaki Müslümanların yegane kurtuluş vasırası olarak görülmekteydi. 69 Bu anlayış " İ ttihad-ı İ slam" tabiriyle kavramlaştırılmış ve 1 8 70'1i yılların zor şartlarında hem içerdeki Müslümanların di­ renme gücünü artırmak hem de Osmanlı sınırları dışında yaşa­ yan Müslümanlarla dayanışma ruhunu güçlendirmek için etkin bir şekilde kullanılmıştır. Avrupa sömürgeciliğinin tırmandığı bir dönemde Müslümanların "hilafet" etrafında birleşmeleri gerektiği fikrinin giderek etkili olması, başta İ ngiltere olmak üzere, sömürgelerinde Müslüman nüfusun yoğun olduğu ül­ keleri endişelendirdi. 1 877-78 Osmanlı-Rus Savaşında Hindis­ tan Müslümanlarının hilafet sebebiyle Osmanlı'yı destekleme konusundaki yoğun gayretleri bu bakış açısıyla ilgilidir. Savaş yıl larında Müslümanların Osmanlı'ya desteğini artırması ama­ cıyla hilafet merkezli i ttihad-ı İ slam faaliyetlerinin yoğunlaştığı da bilinmektedir. 70 69

70

Osmanlı hilafetine karşı çıkan İ ngilizlere cevaben 1 877'de yayımladığı risa­ lesinde Redhouse, "tedrici olarak ama genellikle, Çin'den Cezayir'e, Sibirya buzullarından tropikal Sumatra ve java adalarına, İngiliz kolonisi olan Ü mit Burnu'na kadar bütün sünni İ slam dünyası tarahndan ikrar edilmiş, kabul edilmiş ve benimsenmiştir" tespitinde bulunması dikkat çekicidir Uames W. Redhouse, "Osmanlı Sultanının Halife Unvanının Müdafaası," İsmail Kara (haz.) Hilafet Risaleleri, İ stanbul 2002, I, 98). Kaşgar Hakimi Yakup Han'ın Nisan 1 877'de padişaha yazdığı bir mektupta bölgede gelişen sömürgeci girişimiere karşı "bi-hasebi'l-hilafe" padişahın sorumlulukianna vurgu yap­ ması zikre değer. Osmanlı Devleti ile Kafkasya, Türkistan ve Kırım Hanlık­ ları Arasındaki Münasebetlere Dair Arşiv Belgeleri, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü yay., Ankara 1 992, s. 1 45-148. ittihad-ı İ slam konusunda birkaç önemli örnek olması bakımından bkz. Azmi Ö zcan, " İ ttih:id-ı İslam," D İA, XXIII, 470-475; a.mlf., Pan- İsla71

Hilafetin anayasal bir konum kazanması ve Hindistan Müslümanlarının hilafete gösterdikleri yoğun ilgi İ ngiltere'de 1 8 77'de başlayan hilafet tanışmaianna zemin teşkil etmiş gi­ bidir. Tartışmayı başlatanların İ ngiliz hükümeti adına Hindis­ tan'da görev yapmış kişiler arasından çıkmış olması dikkat çekmektedir. Tanışmalarda dile getirilen en önemli husus ise Kureyş soyundan gelmedikleri için Osmanlı sultanlarının bila­ feti üstlenemeyecekleri iddiasıydı. Diğer bir ifadeyle, Osmanlı bilafeti meselesinin en hassas noktası bu dönemde ilk defa İ n­ giltere'de tanışma konusu oldu. Tanışmanın önemli bir unsu­ ru da hilafetin Kureyş soyundan gelen Mekke emiri tarafından üstlenilmesi teklifi idi.71 1 8 79'dan itibaren Osmanlı hilafetine karşı Araplar arasında yoğun faaliyet gösteren Wilfrid S. Blunt da 1 8 82'de yayımladığı The Future of Islam ( İ slamın Geleceği) adlı kitabında hilafetin ilk şartının Kureyş kabilesine mensubi­ yet olduğu hususunda kelamcılar arasında görüş birliği bulun­ duğunu söylüyordu.72 Abdülhamid döneminde hilafet konusu mizm, s. 85- 1 02; Mümtaz'er Türköne; Siyasi İdeoloii Olarak İslamcılığın Doğuşu, İ stanbul 1 9 9 1 ; Cezmi Eraslan, II. Abdülhamid ve İslam Birliği;



72

Gökhan Çetinsaya, "Il. Abdülhamid Döneminin İ lk Yıllannda " İ slam Bir­ liği" Hareketi ( 1 876- 1 878 ) ," yüksek lisans tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1 9 8 8 . Bu dönemde İngiltere'de meydana gelen hilafet tartışmaları hakkında de­ taylı bir çalışma için bkz. Ş. Tufan Buzpınar, " Il. Abdülhamit Döneminde Osmanlı Hilafetine Muhalefetin Ortaya Çıkışı: 1 877- 1 8 82," İ smail Kara (haz. ), Hilafet Risaleleri, I, 37-6 1 . W. S . Blunt, The Future of Islam, London 1 8 82, s . 50. Blunt'ın hilafet me­ selesi ile ilgili görüşlerini içeren bölümün Türkçe çevirisi için bkz. İ . Kara (haz. ), a.g.e., 1., 1 4 1 - 1 59. Blunt'ın konuyla ilgili görüşlerinin gelişim seyri için bkz. Buzpınar, a.g.m., s. 54-6 1 . Hasan Bey Hüsnü et-Toyrani'nin " Ma­ kale fi İcmali'l-Kelam 'alli Mes'eleti'l-Hilafe beyne Ehli'l-İ slam" (Mısır 1 8 9 1 ) adlı risalesinden Blunt'ın kitabının o dönemde Arapçaya çevrilmiş olduğu anlaşılıyor, ancak yayımlandığına dair henüz bir bilgi bulunama­ mıştır. Risalenin Türkçe çevirisi için bkz. Kara, a.g.e., 1., s. 298-32 1 . 72

İ ngiltere'de periyodik olarak gündeme getirildiği gibi, tartışma­ ların değişmez gündemlerinden birini de hilafetin Kureyşliliği meselesi oluşturmaktaydı. n İ lginçtir, İ ngiltere'de hilafetin Mekke emirine devredilmesi tartışmaları yapıldığı yıllarda bu görevde Şerif Hüseyin Paşa bulunuyordu. Temmuz 1 877'de Mekke emirliğine tayin edilen Hüseyin Paşa 'nın bu konularla ilgili 1 8 79 öncesinde ne düşün­ düğü bilinmemektedir. Ancak Aralık 1 879'dan öldürüldüğü tarih olan 15 Mart 1 8 8 0 tarihine kadar Osmanlı sultan-hali­ fesinin zannedildiği gibi bir saygınlık ve otoriteye sahip olma­ dığı, esas dini otorite ve etkinliğin Kureyş soyundan gelmesi ve Mekke emiri olması hasebiye kendisine ait olduğu ana fikrini İ ngiltere'nin Cidde konsolosu James Zohrab'a o kadar işledi ki, Zohrab bu fikri işleyen çeşitli raporlar yazarak İngiltere hü­ kümeti nezdinde emirin konumunu güçlendirmeye çalıştı. So­ nunda da Müslümanların gerçek manevi lideri sıfatı ile emir tarafından oluşturulacak bir heyeti Afganistan'a göndermeye ve oradaki Müslümanları İ ngiltere'ye karşı savaşmaktan vaz­ geçirmeye çalışmaya karar verdiler. Emirin Mart 1 8 80'de Hi­ caz'da oturan yaşlı bir Afgan tarafından öldürülmesi bu planı sonuçsuz bıraktı.74 İ ngiltere ile dostane ilişki kurmak için özel gayret sarf eden Mekke emiri Şerif Hüseyin'in vefatı Hilafetin İ stanbul'da ka­ lırsa mı, yoksa Arabistan'da Mekke emirine devredilirse mi İ n73

74

1 873-1 909 yılları arasında İngiltere'de hilafet tartışmalarının genel bir değerlendirmesi için bkz. Azmi Ö zcan, " İngiltere'de Hilafet Tartışmaları," Kara, a.g.e., 1., 63-9 1 ; Şükrü Hanioğlu, " 1 906 Yılında Sahahaddin Bey, Mac Coll, Vambery ve Kıdvai Arasında Geçen Osmanlı hilaferi Tartışma­ sı," Kara, a.g.e. ll., 4 1 9-43 7; Caesar F. Farah, "Great Britain, Germany and the Onoman Caliphate," Der Islam, 66/2 ( 1 989), s. 264-288. Ş. Tufan Buzpınar, "The Hijaz, Abdulhamid ll and Amir Hussein's Seeret De­ alings w ith the British, 1 877- 1 8 80," MES, 36/1 Uanuary 1 99 5 ), s. 1 12- 1 1 6. 73

giltere'nin menfaatine olacağı sorusunu gündemden düşürmedi. 1 8 83 Ocak-Haziran dönemi Contemporary Review (sy.43 ) " Pa­ nislamism and the Caliphate" başlığıyla ve kıymetli bir muha­ bire ait notuyla yayımlanan 1 1 sayfalık makale farklı bir boyut getirmektedir. 30 yıl hadisini zikrettikten sonra Hulefa-yi Raşi­ din döneminin sona ermesiyle gerçek ve kamil (true and perfect ) hilafetin sona erdiğini, fakat Osmanlılara kadar gelen 68 na­ kıs (imperfect) halifenin hepsinin en azından Kureyşilik şartını haiz olduklarını, Osmanlıların ise açıkça Kureyşten olmadıkları halde ulemanın Osmanlı hilafetini nasıl meşrulaştırdığını şu şe­ kilde açıklıyor: Zamanın imamını tanımadan ölen kişi cah iliye ölümüyle öleceği hadisinden hareketle Müslümanların lidersiz kalamayacağı ve Hilafet-i Kamile döneminden sonra en güçlü Müslüman lidere itaat etmek ve onun hilafetini tanımak gerekir. Yazara göre, madem ki Osman lı hilafetinin meşruiyeti siyasi/ askeri güce dayanmaktadır, o halde Osmanlılar bu gücü kaybet­ tiklerinde Kureyş mensubu olan Mekke emirinin gerçek halife olduğu görüşünü kabul ettiemek hiç de zor olmayacaktır.75 Sömürgelerinde milyonlarca Müslüman bulunan İ ngiltere ve Fransa'nın haklı olarak hilafet meselesiyle ilgilendiğini de vurgulayan yazar, kendisinin de İ ngiliz olması hasebiyle İ ngil­ tere ve hilafet meselesinde can alıcı soruyu sormadan edemez. O da hilafetin İ stanbul'da kalmasının mı, yoksa Arabistan'da Mekke emirine nakledilmesinin mi İ ngiliz menfaatlerine daha uygun düşeceği sorusudur. İ ngi ltere Sultan ile iyi ilişkiler kura­ bildiği ve İ stanbul üzerinde nüfuz sahibi olabildiği sürece bila­ fetin İ stanbul'da kalmasının bir sakıncası yoktur. Ancak Kırım Savaşından iti baren İ ngiltere'nin İ stanbul'daki nüfuzu giderek zayıfladığından İ stanbul hilafetini savunmanın İ ngiltere'nin 75

" Panislamism and the Caliphate," Contemporary Review, 43 ( 1 8 83: Janu­ ary/June), s. 57-59. 74

menfaatine olup olmadığı ciddi manada sorgulanmalıdır. Şim­ diye kadar desteklenen sultandan bu desteğin çekilme zamanı­ nın gelip gelmediği sorgulanmalı ve Araplara eğer Mekke'de bir Arap bilafeti kurmak isterlerse İ ngiltere'nin buna engel olmayacağı bildirilmelidir. Burada kurulacak hilafetin sadece manevi nüfuz sahibi olacağı da unutulmamalıdır. Yazara göre bu aslında bir zaman meselesidir, er ya da geç bu değişiklik ger­ çekleşecek ve sultan güç kaybettikçe bu yönde gelişen Arap ha­ reketine karşı duramayacaktır. İ ngiltere bu değişikliği geciktire­ rek sadece Arapların dostluğunu kaybedebilir. Hele Mısır'ı ele geçirdikten sonra İ ngiltere'nin çıkarlarının Türklerle mi, yoksa Araplada mı olduğu daha da pratik bir önem kazanmıştır/6 İ ngiltere'de konuyla ilgili çıkan yayınlar arasında padi­ şahı ve taraftarlarını oldukça rahatsız edenlerden biri de 1 8 9 1 'de yayı mlanan Sir Wi lliam M uir'in The Caliphate: Its Rise, Decline and Fal/ adlı eseridir. Eser aslında halifeler ta­ rihi olmakla birl ikte hem başlığı (Hilafetin İnhitat ve Zeva­ li şeklinde çevrilmiş ) , hem de 5 9 0 . sayfasında Osmanlıların Kureyş soyundan olmadıkları için halife olamayacaklarının belirti lmesi çok tepki çekmişti . Ö zellikle bu bölümün çevi­ risinin yapılıp saraya sunulması ve Muir'in tezini çürütmek üzere reddiye kabilinden üç sayfalık bir metin kaleme alın­ ması eserin saray çevresindeki etkisi bakımından önemlidir.77 76

A.g.m., s. 66-68.

n

BOA, Y.PRK.TKM., 46146; William Muir, The Caliphate: Its Rise, Decline and Fal/, London 1 8 9 1 (tıpkıbasımı Edinburg 1 924 ve London 1984), s. S90. Muir'in eserindeki Osmanlı bilafeti aleyhindeki kısmın Hindistan'da da tepkiyle karşılandığı anlaşılmaktadır. Mevlevi Hafız Abdülcemil Ab­ dülhamid'in hilafetini savunmak için yazdığı "ez-Zaferu'I-Hamidiyye fi İ sbati'I-Halife" adlı yazma risalesinde Muir'e sert cevaplar yer almaktadır. Risalenin Türkçeye çevrisi için bkz. "Il. Abdülhamid'in Hilafetinin İ spa­ tı ... ," çev. Mustafa Ö zel, Hilafet Risaleleri, Il, s. 1 77-1 97. 75

Bu kon uda bir başka örnek Osmanlılara karşı eleştirileriyle tanınan Hıristiyan din adamı Makolm MacColl'a aittir. Os­ manlı Devleti ile İ ngiltere arasında Akabe krizi devam eder­ ken 1 8 Ağustos 1 90 6 tarihli The Times gazetesinde " Hila­ fet" başlığı ile yayımladığı mektubunda Osmanlıların Kureyş soyundan gelmedikleri için bilafeti üstlenemeyeceklerini ve hilafetin dört asırdır ortada sahibini beklediğini iddia edi­ yordu. Ona göre halifenin Kureyşi olması vazgeçilemez bir şart idi ve Hariciler ile Mutezile hariç bütün Müslümanlar bunu kabul etmektey di. 78 Daha dikkat çekici olanı zamanla aynı temele dayalı İtira­ zın iç muhalefet tarafından da kullanılmasıdır. Abdülhamid rej imine karşı içerde gelişen muhalefetin kendi konumlarını güçlendirmek amacıyla sık sık dine müracaat ettikleri bilinen bir husustur. 7' Ancak din temelli muhalefette hilafetin Kureyş kabilesi mensupianna ait olduğunu belinen hadise atfen yapı­ lan muhalefet ise yaygın değildir. Bilindiği kadarıyla söz konu­ su hadise atıfta bulunan yayınlardan ilki " İ mamet ve Hilafet Risalesi" adlı risaledir ve bu aynı zamanda İ ttihat ve Terakki Cemiyetinin 1 3 1 4 ( 1 896-97) yılında ulema ile sağlanan yakın­ laşmasının ardından yapılan en önemli yayınlardan biridir. Bu risale, meşveret-meşrutiyet eksenli muhalefete, hilafet kurumu tartışma konusu yapılarak destek sağlanması çabalarının da ilk 78

79

Bu konuda Şükrü Hanioğlu'nun sunuş yazısı ile birlikte Vambery, Mac· Coll ve Kıdvai arasındaki tartışmalar için bkz. Kara, Hilafet Risaleleri, II, s. 4 1 9-437. İ smail Kara, "Uiema-Siyaset İ lişkilerine Dair Ö nemli Bir Metin: Muha­ lefet Yapmak/ Muhalefete Katılmak," Divan, ( 1 998/1 ), s. 1 -25; a.mlf., " Uiema-Siyaset İ lişkilerine dair Metinler, Il: Ey Ulema Bizim Gibi Ko­ nuş," Divan, ( 1 999/2 ) , s. 65-1 34; Şükrü Hanioğlu, The Young Turks in Opposition, New York 1 995, s. 49-57, 200-203; a.ml(. , Preparation for a Revolution: The Young Turks, 1 902- 1 908, New York 200 1 , s. 305-308. 76

örneğidir ve sonraki hilafet risalelerine yaptığı etki bakımından da dikkat çekicidir. 80 i marnet ve Hilafet Risalesi Abdülhamid muhaliflerince Mı­ sır'da yayımlanan Kanun-ı Esasi gazetesinde tefrika edildikten sonra müstakil bir risale olarak yayınlanmıştı. Risalenin yazarı bilinen nedenlerden dolayı ismini gizlemiş olmakla birlikte, ule­ madan olduğu başlıkta belirtilmişti. İ mametin şartları kısmında belirtilen ilk şart şöyledir: .. İmam olacak zat Kureyş'ten bulunmak. Bunu bi'l-cümle Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat ile bazı Mutezile şart kılmışlardır. Zira Resul-i Ekrem sallalhihu te'ala aleyhi ve sellem 'el-eimmetü min Kureyşin' buyurmuştur. Meal-i münifi 'Hep imamlar Kureyş kabilesinden olur, başka kabileden olmaz' demek olup ashab-ı kirarn hazaratı bu hadis-i şerifin mazmonuyla amel etmişler:•sı

Yazar bu hadisin Sakifetü Beni Saide toplantısında Hz. Ebu Bekir tarafından zikredilmesiyle ensar ve muhacirler arasındaki hilafet seçimi tartışmalarının sona erdiğini ve sahabenin bu ha­ disi kabul etmesiyle de imametin Kureyş'ten olması lazım geldi­ ğinin kesinleştiğini belirtmektedir.82 Aynı dönemde Mısır'da bu­ lunan ve Arap hilafetini savunan ilk Arap olan Abdurrahman Kevakibi'de Osmanlı hilafetine muhalefetinde Kureyş hadisine müracaat etmişti. a .1 10

u

82

u

İ smail Kara (haz. ), Hilafet Risaleleri, ll, İ stanbul 2002, s. 6. Risalenin İ s­ mail Kara tarafından yapılan genel bir değerlendirmesi için bkz. s. 4-1 1 ; Risalenin yeni harflerle neşeedilmiş metni için bkz. s . 55-85. Kara, a.g.e., II,. 63-64. Söz konusu toplantıda geleneksel olarak iddia editdiği gibi Hz. Ebu Be­ kir'in böyle bir hadis rivayet etmediği ve bu hadisin sonradan uyduruldu­ ğu tezi ile önemli bir çalışma için bkz. Mehmed S. Hatipoğlu, " İ slamda İ lk Siyasi Kavmiyetçilik: Hilafetin Kureyşliliği," Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, XXIII ( 1 978), 1 2 1 -2 1 3 . Kevakibi, a.g.e., s . 2 3 4 vd. 77

Osmanlı hilafetine karşı yöneltilen itirazların en ciddi da­ yanağı konumunda olan Kureyş hadisi birçok İ slam kaynağın­ da zikredilmektedir. Ayrıca bu hadis Osmanlı medreselerinde okutulan kelam kitaplarında ve Osmanlı düşüncesinde özellik­ le XVIII . yüzyıldan itibaren etkili olan Mukaddime'de de yer almaktadır. 84 Bilindiği kadarıyla Osmanlı tarihinde bu hadisle bağlantılı hilafet tartışması ilk defa 1 550'lerde yapılmıştı. Os­ manlı topraklarında yaygın olarak okunan kitaplarda bu hadis yer alırken Kanuni Sultan Süleyman için bu dönemde imam ve halife unvaniarının kullanılması Kureyş soyundan gelmeyen birisi için bu unvaniarın kullanılıp kullanılmayacağı sorusunu gündeme getirmişti. Kanuni'nin enişresi ve bir dönem veziri olan Lütfi Paşa (ö. 1 5 6 3 ) Halasu 'I- Ümme fi Ma 'rifeti'I-Eimme adlı bir risalesinde Kureyş'e mensubiyetin bilaferin olmazsa ol­ maz şartlarından olmadığını ispata çalışmıştır. 85 84

85

Hadisin yer aldığı kaynaklardan bazıları için bkz. Ahmed İ bn Hanbel (ö. 855), Müsned, Beyrut 1 985, III, s. 1 29, 1 83; Celaleddin A. es-Suyuti (ö.1 505), Tarihu'I-Hulafa, Mısr 1 969, s. 9 vd; S. Taftazani (ö. 1 389), Şer­ hu'l-Akaid, metin ve çeviri neşri, Süleyman Uludağ, Taftazôni, Kelam İ/mi ve İslam Akaidi: Şerhu'I-Akaid, İ stanbul 1 982, s. 329 ve metinde s. 70; Taftazani, Şerhu'l-Makasıd, İstanbul 1 305, ll, 277; İ bn Haldun, Mukaddi­ me, I, 345. Lutfi Paşa, Halasu 'I- Ümma fi ma 'rifeti'l-Eimme, Sü leymaniye Kütüphane­ si, Ayasofya Bölümü, no. 2876 ( Farsça) ve 28 77, Yeni Cami no. 1 1 82, Top­ kapı Sarayı Kütüphanesi, Revan Köşkü Bölümü, no. 644. Risale ile ilgili ilk değerlendirme ve bazı bölümlerinin İngilizce çevirisi için bkz. Harnilton A. R. Gibb, " Lutfi Paşa on the Ottoman Caliphate, Oriens, XV ( 1 962), s. 289- 1 9 1 ; Hulusi Yavuz, " Sadrıazam Lutfi Paşa ve Osmanlı Hilafeti " Os­ manlı Devleti ve İslamiyet, İstanbul 1 99 1 , pp. 73- 1 10. Risalcnin Osmanlı hilafet literatürü açısından bir değerlendirmesi için bkz. Tufan Buzpınar, "Osmanlı Hilafeti Meselesi: Bir Literatür Değerlendirmesi," Türkiye Araş­ tırmalan Literatür Dergisi, 211 (2004), s. 1 1 3- 1 3 1 . Risale üzerine yapılmış bir yüksek lisans tez çalışması için bkz. Muharem jahja, " Lutfi Paşa'nın "Halasu'I-Ummeti fi Ma'rifeti'l-Eimmeti " Risalesinin Tahkik, Tahlil ve 78

Osmanlı'nın hilafet anlayışı bakımından daha etkili olacak görüşler XVIII. yüzyıl şeyhülislamiarından Pirizade Mehmed Sahib Efendi (ö. 1 749) tarafından ifade edilmişti. 1 73 1 'de Sul­ tan I. Mahmud'a takdim ettiği ve 1 275/1 85 8-5 9'da yayımlanan Mukaddime çevirisinde imarnet için gereken şartlardan beşin­ cisinin Kureyş soyundan gelmek olduğunu belirttikten sonra bu konuda ulemanın ihtilaf içinde olduğunu vurgular. Konuyla ilgili kendi görüşlerini zikrederken "mütercim-i fakir"in Ha­ nefi ve Maturidi ulemanın eserlerini inceledikten sonra içinde bulunulan zamanda neseb-i Kureyşi şartının sakıt olduğunu ve " imam Kureyşiyyu'n-nesep olmadığı surette dahi imarnet ve hi­ lafeti sahihtir" hükmünü vermiştir. 86 Pirizade bu görüşü şöyle destekler: " (ei-Hilafetü ba'di selasune sene ) hadis-i şerifi med­ lulü üzre şerayit-i imarnet u bilafeti cami' hilafet-i nübüvvet kendi zaman-ı saadetlerinden sonra Hulefa-yı Raşidine mahsus olduğunu nur-ı vahy ve ilham ile keşf u ızhar" etmiştir. 87 Kendi görüşlerinin ardından metne dönüldüğünde de İ bn Haldun'un "şevket ve satvetine zaaf ve halel" gelmiş olan taife-i Kureyş'in hilafet sorumluluğunu yerine getiremeyeceğinden dolayı ule­ madan birçok kimsenin bu şartın düştüğüne hükmettiği anla­ tılmaktadır. 8 8 İ bn Haldun ve Pirizade'nin konuyla ilgili görüşleri özellikle önemlidir. Çünkü her ikisinin de son dönem Osmanlı düşünce­ sinde ve bilhassa Abdülhamid'in çevresindeki bazı isimler üze­ rinde etkili oldukları görülmektedir. Bunlardan en önde geleni şüphesiz Pirizade'nin Mukaddime çevirisini tamamlayan ve İ s-

86 87 88

Tercümesi," Marmara Ü niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İ stanbul 2003. Pirizade, Mukaddime, l, 344-345. A.g.e., s. 345. A.g.e., s. 347. 79

him politikalarının belirlenmesinde Abdülhamid üzerinde çok etkili olduğu düşünülen Cevdet Paşa'dır. Cevdet Paşa'nın bila­ fetin Kureyşliliği ile ilgili görüşleri Pirizade'nin yukarıda kısaca verilen görüşleri ile neredeyse aynıdır. Tezakir'de belirttiğine göre, "el-eimme min Kureyş " ( İmamlar Kureyş'tendir) hadisi "el-hilafetü ba'di selasune sene " (Hilafet benden sonra otuz se­ nedir) hadisi ile birlikte değerlendirilmelidir. Bir diğer önemli husus da halifenin siyasi ve askeri güç sahibi olması meselesi­ dir. Bununla ilgili de İmam Makkarl'den (ö. l 632) 8� şu alıntıyı yapar: " Müctehidin nesep zannidir demişler. Şimdi ise vehmi derecesine varmıştır. Şevket ve Kudret sahibi her kim ise ona inkiyad ve itaat feraiz-i İslamiyedendir."90 Ardından da Osman­ lı hilafetinin meşru ve ona muhalefet edenlerin "asi ve baği" olduğunu belirtir. Cevdet Paşa Haziran 1 890'da Kısas-ı Enbiya kitabı hakkın­ da Padişaha arz ettiği layİhasında adı geçen kitabı yazmaktaki örtülü maksadı şu şekilde açıklamaktaydı: R9

00

Literatürde Mağribli olup Makkari unvanıyla bilinen iki alim mevcut olup bunlardan hangisinin kast edildiği açık değildir. ( Mehmet Ö zdemir, " Mak­ kari, Ahmed b. M uhammed " (ö. 1 632) ve Muhammed el-Hadi Ebü'l-E­ cfan, " Makkari, Muhammed b. Muhammed " (ö. 1 3 5 8 ) , D İA, XXVII, 445-447). Ö lüm tarihi 1 632 olan hakkında ayrıca bkz. E. Levi-Provençal, "Makkari," İ .A., VII., 205-206. Cevdet Paşa, Teıakir, ( haz. Cavid Baysun) Ankara 1 986, 1, 149- 1 50. Cev­ det Paşa Kısas-ı Enbiya adlı eserini yazmaktaki 'maksad-ı hafi'nin " hilafet-i nebeviyyenin ne vechile Devlet-i Osmaniyye'ye geçdiği ve al-i Osman'ın bi-hakkın haiz-i hilafet-i nebeviyye oldukları ezhan-ı enama bi't-tedric yerleştirilmek ve çocukların efkan bu yolda terbiye etticilrnek arzusundan ibaret" olduğunu heirtir (Y.EE 32136, 16 Şevval 307/5 Haziran 1 890). Bu eserinde Hz. Ebiı Bekir'in halife seçilişi ile ilgili hadiseleri anlatırken Ku­ reyş hadisinden bahsetmeden Kureyşin "eşref-i kabail-i Arab" olması ve "kabail-i Arab ancak Kureyşi bilir" gerekçelerini zikretmesi Teıakir'deki bakış açısıyla ve eseri yazış gayesiyle örtüşmektedir. ( Kısas-ı Enbiya ve Te­ varih-i Hulefa, İ stanbul 1 33 , s. 353-355). 80

"Hilafet-i nebeviyyenin ne vechile Devlet-i Osmaniyye'ye geçti­ ği ve al-i Osman'ın bi-hakkın haiz-i hilafet-i nebeviye oldukları ez­ han-ı eniima bi't-tedric yerleştirilmek ve çocukların efkarı bu yol­ da terbiye ettirilmek arzusundan ibarettir. Eskiden vükela-yı devlet böyle şeyleri düşünüp ati için tedabir-i lazime ittihazını vazife-i zimmet bilirlerdi. Kullarından öyle bir kitabın te'lifi talep olunalı yirmi seneye yaklaşıyor ve bed' çok uzadı . . . ol maksad-ı aslinin mütemmimi olan cüz-i sarnin dahi derdest-i tahrir bulunmuş idi ve kitabın en mühim parçası bu cüz-i sarnin olacak idi. Zira bir vakitten beri İngilizler hilafet bahsini dillerine doladılar. Türklerin bilafeti Araplardan atmağa hakk u salahiyetleri var mıdır, halife Kure[y]şi olmalı değil midir? yollu sözler neşr etmeğe başladılar. Bu babister vaktiyle hallolunmuş ve Kure[y]şilik şartının diğer bazı şerait gibi sakıt olmuş idüği isbat kılınmış ise de şimdi bu me­ seleyi meydana atıp da bir çok mübahesata sebebiyet vermekten ise bu maksadı intac edecek edille-i şer'iyye ve akliyeyi birer birer mevadd-ı tarihiyye içine yerleştirmek icab-ı hale evfak görülmüş ve üçüncü cüzden beri bu maksadı okşayacak bir yola gidilmiş idiğİn­ den cüz-i saminde bu maksad-ı asli husule getirilmiş olacak idi "91

Bu metinde Cevdet Paşa'nın hilafetin Kureyş kabilesine ait olması meselesinden bahsederken bu meseleler "vaktiyle hallo­ lunmuş ve Kure[y]şilik şartının diğer bazı şerait gibi sakıt ol­ muş idüği isbat kılınmış" idi ifadesine dikkat çekmek gerekir. Bundan kastının tam olarak ne olduğu bilinmemekle birlikte Kureyşilik meselesi ile ilgili Cevdet Paşa'dan birkaç not aktara­ rak konuya katkı yapılabilir. Cevdet Paşa'nın Mukaddime'den hilafetin Kureyşilik şartı­ nın hangi hallerde düşeceğini izah eden bölümü not almış olma­ sı önemlidir ve bu notun ilk cümlesi "nasb-ı imamdan maksud tertib-i gaza vü cihad ve men'-i zulm ü fesaddır" şeklindedir.92 91 •z

BOA, Y.EE, 32/36, 1 6 Şevval 307/5 Haziran 1 890. BOA, Y.EE 32/4 1 tarihsiz. 81

Atatürk Kitaplığındaki evrak­ larından ve Yıldız Esas Evrakı içerisinden çıkan bazı notla­ rından Cevdet Paşa'nın hilafe­ tin Kureyşiliği meselesi ile özel olarak ilgilendiği anlaşılmak­ tadır. Ö rneğin Suyuti'nin Tari­ hu'l-Hulefa' ve İ bn Haldun'un Mukaddime adlı eserlerinden Kureyş hadisinin ele alındığı kısımları not etmiştir. ( Cevdet Paşa Evrakı, Atatürk Kitaplığı, no. 55; BOA, YEE 32/4 1 ) Bu tasnifteki belgelerden birinde Kureyş hadisi Suyuti, Beyha­ Birçok konuda olduğu gibi Osmanlı hi/afeti ki, İ bn Hanbel ve Ruhari'den meselesinde de ürettiği ilmi çözümlerle nakledilmiştir. Belgede hiçbir dikkat çeken ve en büyük hayalinin ilmiye not ve değerlendirme yoktur sınıfında yükselerek şeyhülislam olmak (Bkz. Lef 3 ) . Yıldız Esas Ev­ olduğu belini/en Ahmet Cevdet Paşa, rakı içerisinden çıkan tarihsiz nadir rastlanan ilmiye kıyafetiyle. (Beşir Ayvazoğlu FotoğrafArşivi). ve isimsiz başka bir belgede " Hilafet Bahsi" başlığı altında Feridun Bey'in Mecmuasından notlar alınmış ve "inna caelnake halifeten fi'l-arz" (Sad/26) ayetiyle sonlandırılmıştır.93 Yıldız tasnifinde bulunan bir belge " Hilafet-i İslamiye" başlı­ ğını taşımakta ve (Allah'a, Peygamber'e ve ulu'l-emr'e) itaat aye­ tiyle başlamaktadır. Peygamberlerin görevlendiriliş ve kitapların indiriliş nedeni izah edildikten sonra Peygamber Efendimizden sonra liderlik sorumluluğunu üstlenen halife-i İ siama " İ mam-ı 93

BOA, Y.EE, 3 7/68. 82

Müslimin ve Emirü'l-Mü'minin, ve Halife-i Resulullah ve sul­ tan ve padişah" denildiği belirtilmektedir. Müteakip paragrafta Hulefa-yi Raşidin'den bahsedilmekte ve bunların hilafetine "Hi­ lafet-i kamile" dendiği zikredilmektedir. En sonunda bu rütbe-i celileye A l-i Osman padişahlarının nail ve buna herkesten daha layık olduklarını belirttikten sonraki ilk ara başlık " Hilafetin Vazaifi," ikinci ara başlık ise "Ahalinin Vazaifi" şeklindedir. 94 Abdülhamid döneminde hilafetin Kureyşliliği meselesine geleneksel çizginin dışında yaklaşımlar da gelmiştir. Yukarıda ana hatlarıyla belirtilen Osmanlı anlayışında " imamlar Ku­ reyş'tendir" hadisinin sıhhatinin sorgulanmadığı, ancak otuz yıl hadisiyle birlikte yorumlandığı ve siyasi/askeri güç unsuruyla da desteklendiği görülmektedir. Abdülhamid taraftarı yazarlar arasında önemli bir yere sahip olan Hasan Bey Hüsnü et-Toy­ ranl95 ise döneminde belki de ilk defa Kureyş hadisinin sahih olmadığını iddia etmiştir. Toyrani, Sakifetü Beni Saide toplantı­ sının merhalelerini tahlil ederek burada iddia edildiği gibi, Hz. Ebu Bekir'in " hilafet Kureyş'tendir" şeklinde bir hadis rivayet etmediği sonucuna varmakta ve bilafeti Kureyş'e has kılmanın esasen "Allah'a itaat edin, Peygambere ve içinizden emir sa­ hiplerine itaat edin " (Nisa 4/59 ) ayetindeki " ulü'l-emr"e itaat emrine de aykırı düşerdi demektedir. Ayetin hadise tercih edile­ ceğini de belirttikten sonra Kureyş hadisinin, " Habeşli köle bile olsa dinle ve itaat et" hadisi ile de çeliştiğini belirterek halifenin Kureyş soyundan gelmesinin şart olmadığını ispata çalışır.96 Hilafetin Kureyşliliği meselesine değinmeden Abdülhamid'in hilafetini savunan eserler de mevcuttur. 1 8 77- 1 908 yılları ara94 95 96

BOA, Yıldız Perakende Arzuhal ve Jurnaller (Y.PRK.AZJ ), 7/54, tarihsiz. Hayatı hakkında bilgi için bkz. İ . Kara, Hilafet Risaleleri, 1., 25-27; Mu­ ha mmed Aruçi, "Toyrani," D İA, XLI, s. 274. Kara, a.g.e., 1., 308-3 1 0 . 83

sında kaleme alınan otuza yakın eserin çoğunluğu genel ola­ rak Osmanlı hilafetini ve bilh�ssa Abdülhamid'in halifeliğini savunmuşlardır. Müstakil bir çalışmayı gerektiren bu eserlerin yazıldıkları tarih, yer ve dönemin gelişmeleriyle bağlantılı bir değerlendirmesi, sadece meselenin döneme ait kısmını daha iyi anlamamıza katkı yapmakla kalmayacak, aynı zamanda İ slam siyasi düşüncesindeki değişim ve süreklilik unsurlarının tespiti açısından da önemli ipuçları ortaya çıkaracaktır. Bu çalışmanın çerçevesine uygun olarak bir iki husus zikredilecek olursa; ilk olarak dikkat çekici bir şekilde Abdülhamid'in hilafetini des­ tekler mahiyette yazılan risaleler çoğunlukla 1 8 95 öncesine ait olup, ikisi hariç diğerlerinde açıkça m uhatap alınan ve görüşleri reddedilen bir yayın belirtilmez.97 Muhalefetin giderek güçlen­ diği 1 8 95 sonrasında ise muhalif risaleler çoğunluğu oluşturur ve bunlara karşı yazılan risaleler sayıca beli rgin bir şekilde aza­ lır. İ kincisi Abdülhamid hilafetine karşı tavır alan risale yazar­ larının açık bir şekilde Jön Türk muhalefeti ile irtibatlı olduğu hususudur.98 Osmanlı hilafetinin meşruiyeti hususunda ortaya atılan gö­ rüşler ve yazılan bunca esere rağmen Abdülhamid'in hilafet ko­ nusunda rahat olduğunu söylemek zordur. Saltanatının başın­ dan sonuna kadar içerden ve dışardan gelen aykırı görüşlerden rahatsız olmuş görünmektedir. İ lginç bir şekilde Osmanlı hila­ fetine muhalefetin 1 8 77'de İ ngiltere'de başlamış olması, Dok97 Ya

Toyrani, Blunt'ın The Future of Islam kitabındaki görüşleri, Abdülcemil de Muir'in kitabındaki görüşleri açıkça reddetmektedirler. Bu konuda özellikle bkz. İ smail Kara, "Uiema-Siyaset İ lişkilerine Dair Ö nemli Bir Metin: Muhalefet Yapmak/ Muhalefete Katılmak," Divan, ( 1 998/1 ), s. 1 -25; a.mlf., "Uiema-Siyaset İ lişkilerine dair Metinler, Il: Ey Ulema Bizim Gibi Konuş," Divan, ( 1 999/2), s. 65-1 34. Ayrıca İ smail Ka· ra'nın Hilafet R isaleleri ne yazdığı " Giriş Yazıları" bölümü önemli tahlil ve değerlendirmeler içermektedir. Kara, a.g.e., I, 1 0-36; II, 3-40. '

84

san Üç Harbi sırasında padişahın İ ngilizlerden beklediği desteği alamaması ve savaşın ardından Suriye, Hicaz ve Mısır'da İ ngi­ liz nüfuzunun arttığı izlenimleri ve Mekke emirinin halife yapıl­ ması yolundaki görüşler padişahın konuyla ilgili rahatsızlığını artırıcı gelişmelerdi.99 Padişah, İ ngi liz bağlantılı gelişmeleri bir arada değerlendirdiğinde, İ ngiltere'nin " hilafet-i kübrayı dahi İ stanbul'dan Arabistan kıtalarından Cidde veya Mısır'a bir ma­ halle naklettirmek ve bilafeti kendi maiyetinde bir alan ittihaz ederekten cümle mü'minini istediği gibi tasarruf" ıoo etmek is­ tediğinden şüphe duymuyordu. Cevdet Paşa ve Şeyh Ebülhüda gibi Abdülhamid dönemi Arap- İ slam bağlantılı politikalarda etkili oldukları düşünülen şahısların Arapların sadakatleri ve hilafete karşı sorumluluklarının idrakinde oldukları yolunda­ ki çabalarının ıoı padişah üzerinde nasıl bir tesir icra ettiği ise henüz bilinmemektedir. Yıldız Arşivi verilerinden, döneminin sonuna kadar Araplar arasında rakip bir hilafet iddiasının or­ taya çıkma ihtimali konusunda padişahın tedirgin olduğu gibi bir sonuç çıkmaktadır. Farklı tarihlerde Halep, Bağdat, Beyrut, Suriye, Hicaz ve Yemen gibi Arap vilayetlerine gizli talimatlar gönderilerek, İ ngilizlerin "Mısır ve Arabistan'da bazı teşebbüSon :r.ıllarda İ ngiliz arşivinden de yararlanılarak yapılan araştırmalar pa­ dişahın rahatsızlıklarının vehimden ibaret olmadığını ortaya koyar nite­ liktedir. (B. Abu-Manneh, " Sultan Abdülhamid and the Sharifs of Mecca ( 1 800- 1 900), Asian and African Studies, 9 ( 1 973 ) , s. 5-6; Buz pınar, "The Hijaz, Abdulhamid II and Amir Hussain's Seeret Dealings with the British, 1 877- 1 8 80," MES, XXXU1 Uanuary 1 995), s. 99- 1 23 ) . 1 00 Atilla Çetin, Ramazan Yıldız, Sultan İkinci Abdülhamid Han: Devlet ve Memleket Görüşlerim, İ stanbul 1 976, s. 302. 101 Cevdet Paşa'nın konuyla ilgili görüşleri için bkz. BOA, Y.EE 1 8/553-2 1 0/93/35 ve 38167; Ebülhüda için bkz. Tercüman-ı Hakikat, sayı 1 0 1 6, 1 0 Teşrinisani 1 8 8 1 , s. 2; Butrus Abu-Manneh, "Sultan Abdülhamid II and Shaikh Ahulhuda al-Sayyadi," MES, XV/2 (May 1 979), s. 1 3 1 -153. Ebülhüda'nın hilafetle ilgili risalelerinin Tıirkçe neşri için bkz. Kara, a.g.e., I, 1 6 1 -25 1 .

99

85

sat-ı mefsedetkaranede bulunarak ... Hilafet-i Mukaddese-i İ s­ lamiyye'yi Saltanat-ı Seniyye-i Osmaniye'den tefrik ettirmek . . . için mesaide bulundukları " yolunda uyarılar yapıldı. 102 IV

Konunun incelendiği dönemde Osmanlı sultanlarının evren­ sel hilafet iddialarının bey'at, ilahi irade, veraset ve siyasi güçle temellendirildiği görülür. Bunlar arasında bu dönemde eklen­ miş yeni bir unsur yoktur, yani hepsi geleneksel kriterlerdir. Her sultanın tahta çıkışında, ehlü 'l-hal ve'l-akd 103, yani devletin ileri gelen dini, idari ve askeri erkanı, sultana bey'at ederek onun hilafetini tasdik ederlerdi. Böylece Sünni anlayışa göre hilafetin önemli şartlarından biri yerine getirilirdi. 1 04 Sultan Abdülme­ cid'in cülus duyurusunda "ittifak-ı ara-yı Vükela ve vüzera-yı izam ve icma'-i ulema-yı a'lam ve inkiyad-ı cümle-i havass ü avam ile " tahta çıktığını belirtınesi dikkat çekmektedir.105 Bu 102

BOA, Yıldız Perakende Mabeyn Başkitabeti (Y.PRK.BŞK)., 58/63 25 Ramazan 1 3 1 6. Aynı endişeleri dile getiren diğer bazı belgeler için bkz. Y.PRK. BŞK., 63/77 1 4 Kanunıevvel 1 3 1 6; 63/93 23 Kanunısani 1 3 1 6; Yıldız Perakende Umum Vilayetler Tahriratı (Y.PRK. UM), 34/50 10 Şu­ bat 1 3 1 1 ve 10 Şubat 1 3 1 3 ; Yıldız Perakende Hariciye Nezareti Maruzatı (Y.PRK. HR), 1 9/59 1 2 Ağustos 1 3 1 0; Yıldız Sadaret Hususi maruzat Ev­ rakı (Y.A.HUS.), 509/59 13 Muharrem 1 325. 1 03 Ehlü'l-hal ve'l-akd anlayışı üçüncü halife Osman'ın seçilme şekli esas alı­ narak geliştirilmiştir ( Casim Avcı, "Hilafet," D İA, XVII, 54 1 ). 1 04 lmber, Bey'at merasiminin Kanuni Sultan Süleyman'ın evrensel hilafet iddiasının bir sonucu olarak başladığını ve bu uygulamanın ilk defa Il. Selim'in tahta çıkışında gerçekleştirildiğini belirtmektedir ( The Ottoman Empire, 1 3 00- 1 650, New York 2002, s 1 1 6 ) Ayrıca bkz. yukarıda metni verilen ikinci fetva. '"-' BOA, Cevdet-Saray, no. 2670. Fermanın tam transkripsiyonu ve bir de­ ğerlendirmesi için bkz. Ali Akyıldız, " Sultan II. Mahmud'un Hastalığı ve Ö lümü," Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, IV (Nisan 200 1 ), 72-74. .

86

.

cümledeki " bütün seçkinlerin ve halkın" kısmı geleneksel an­ layışa bir ilave olarak görünmekte ve din ayırımı yapılmaması da Tanzimatın Osmanlı toplumuna yeni bir bakış açısı getirme çabasına uygun düşmektedir. Osmanlı Devletinin son şeyhülis­ himı Mehmed Nuri Efendi'nin (ö. 1 927) saclarete sunduğu bir muhtırada halife ve hilafetin mahiyet-i şeriyyesi anlatırken bu şartın önemi ve nasıl yerine geticileceği şöyle ifade edilmiştir: " Efrad-ı İ slamiye arasından erbab-ı hall u akd dinilen zevatın evsaf-ı lazimeyi haiz olan zevatı halife nasb ve ta'yin ve ana ale'l-usul bi'at itmeleriyle bu fariia-i mühimme-i diniye ifa edilmiş ve bu suretle nasb olunan halife bütün aktar-ı cihanda bulunan ehl-i İ slamın hallfe-i meşru 'ı olmak sıfat-ı aliyesini ik­ tisab etmiş bulunur." 106 Hilafetin ilahi iradeye dayandınlması anlayışının tarihi de Hulefa-yı Raşidin dönemine kadar geriye gider. İ lk iki halife döneminde halifetü resulil/ah ve emirü 'l-mü 'minin unvaniarı kullanılmasına rağmen Ümeyye Oğullarının kendi kabilelerin­ den olan Hz. Osman için " halifetullah" unvanını kullanmasıyla İ slam siyasi literatürüne dahil edilen bu unvanla iktidar, ilahi bir temele dayandınlmaya çalışılmıştır. Bu anlayış Emeviler dö­ neminde güçlenerek devam etmiş ve müteakip hanedan olan Abbasiler de " halifetullah" veya " zıllullah fi'l-arz" unvaniarını kullanmışlardır. 107 Osmanlı sultanlarında da kendilerini Tanrı tarafından görevlendirilmiş olarak saltanat ve -hi lafete sahip ol106

107

Muhtıranın tamamının yeni harfiere aktarılmış hali için bkz. İ lhami Yur­ dakul, " Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Beyefendi ile Şeyhülislam Medeni Mehmed Nuri Efendi'nin Hilafet Hakkında Muhtıraları," Divan, 1 999/1 , s. 240-24.1. Ethem Ruhi F1ğlalı, Günümüz İ slam Mezhep/eri, İ zmir 2008, s. 79-1!0; Casim Avcı, " Hilafet," s. 543; Patri c ia Crone and Martin Hinds, God's Caliph: Religious Authority in the First Centuries of Islam, Cambridge 1 91!6, s. 4 vd. 87

duklan anlayışı vardı . 108 Bu anlamda padişahların kullandığı " halifetullah fi'l-alemin " , "zıllullah fi'l-arz" ve "halife-i ruy-ı zemin " unvaniarını hatırlamak gerekir. Bu anlayış Abdülme­ cid'in ( 1 8 3 9- 1 86 1 ) cülus fermanına şöyle yansımıştı: "Allah beni Emirü'l-Mü'minin ve Halife-i ruy-ı zemin tayin eylemiştir. Uhde-i Hilafetime teslim edilen halkı korumak vazifemdir." 10� Bu anlayış " halife" lafzının geçtiği iki ayetle temellendirilir. l 10 Abdülmecid'in babasının vefatı ve kendisinin tahta çıkışını bil­ dirmek üzere bütün eyalet ve sancaklara gönderdiği fermanda " inna cealnahu [ayette cealnake] halifeten fi'l-arzi libas-ı mey­ menet-iltibasıyla mutarraz ve mu'anven" olduğunu belirtınesi dikkat çekicidir. 1 1 1 Osmanlı hilafetinin meşruiyet temellerinden bir diğeri olan veraset de hem İ slam tarihinde Erneviiere kadar uzanan bir ge­ leneğe sahiptir, hem de Osmanlı sultanları tarafından en azın­ dan XVI. yüzyıldan bu yana kullanılmaktaydı. Kanuni Sul­ tan Süleyman ( 1 520- 1 566), dönemin önde gelen şeyhülislamı Ebussuud Efendi tarafından "Halife-i Resul-i Rabbi'I-alemin ( . . . ) haizü'l- İ mameti'l-Uzma ( . . . ) varisü'l-hilafeti'l-kübra " ola­ rak tavsif edilir. 1 1 2 Burada verasetin kiminle irtibatlandırıldığı 1 08

Colin lmber, Ebu 's-su 'ud: The Islamic Legal Tradition, Edinburg 1 997, s. 1 06-1 07. 1 09 Halil İ nalcık, "Sened-i İ ttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümayunu," Belleten, XXVIIU1 1 1 - 1 1 2 ( 1 964), s. 6 1 8. 110 Bakara suresi 30. ayet: " inni cailun fi'l-arzi halifeten"; Sad suresi 26. ayet: "inna cealnake halifeten fi'l-arzi." 111 Akyıldız, a.g.m., s. 73. XVI. farklı zamanlara ait bazı örnekler için bkz. Faruk Sümer, " Yavuz Selim Halifeliği Devealdı mı?," Belleten, LVU2 1 7 ( 1 992 ), s . 685-686; Osmanlı Devleti ile Kafkasya, Türkistan ve Kırım Hanlıkları Arasındaki Münasebetlere Dair Arşiv Belgeleri, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü yay., Ankara 1 992, s. 1 9 1 . 1 12 Budin, Üsküp ve Selanik kanunlarının mukaddime kısmında yer alan bu ifadeler için bkz. Ö mer L. Barkan, XV ve X VIıncı Asırlarda Osmanlı İ ma88

hususu çok net değildir. Imber, Kanuni'nin hilafet-i kübra iddi­ asını meşrulaştıran fakih olarak gördüğü şeyhülislam Ebussuud Efendi'nin yazılarından hareketle, buradaki verasetin doğrudan Ra ş id Halifetere da yandırıldığını belirtir. ı ı 3 Makalenin inceledi­ ği döneme gelindiğinde, padişahlığa yükselen Osmanlı haneda­ nı mensubunun aynı zamanda hilafet makamını üstlendiği an­ layışı çoktan oturmuş ve kuvvetli bir gelenek halini almıştı. Bu anlayış " bi'l-irs ve' I-istihkak" şeklinde kavramlaştırılmış olup 1 14 cülus fermanlarında ve salnamelerde sık sık kullanılmıştır. 1 Aynı anlayışın bazen de "varis-i meşru-ı saltanat-ı uzma ( . . ) ve bi'l-istihkak ", " irsen ve istihkaken " şeklinde ifade edildiği görülür. 1 15 Hilafetin meşruiyet temeli olarak siyasi güç meselesine ge­ lince; Müslüman halkı koruyacak güce sahip olan Müslüman liderlerin hilafet iddiasında bulunabileceği anlayışı X. yüzyıla kadar geriye gider. l l6 İ bn Haldun ( 1 332-1406) ve Celaleddin Devvani ( 1 427- 1 502) gibi Osmanlı düşüncesini önemli ölçüde etkileyen1 17 İ slam düşünüderi de aynı anlayışı paylaşır. İ bn Hal­ dun halifenin Kureyş kabilesine mensup olma şartını, o dönem.

ıu

1 14

paratar/uğu'nda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları, Kanun/ar, (tıpkı basım) İ stanbul , 200 1 , I, 296-297. lmber, Ebu 's-su 'ud ... , s. 1 0 5 - 1 06.

Birkaç örnek olması bakımından bkz. BOA, Sadaret Defteri, 365, s. 92; Mütercim A sım, Tarih, II, 6 1 ; Salname-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, 1 294, s. 27; Salname-i Vilayet-i Hicaz, 1 309, s. 8 1 ; Akyıldız, a.g.m., s. 72 dn. 44. 1 1 5 Sultan Abdülaziz'in cülus fermanlarında geçen bu ifadeler için bkz. BOA, A.MKT.UM., 480/97; 4 8 1 /24, evahir-i Zilhicce 1 277. 1 1 6 Thomas Arnold, The Ca/iphate, s. 1 23; Harnilton A. R. Gibb, Studies on the Civi/isation of Islam, (ed. Stanford J. Shaw and William R. Polk), Prin­ ceton 1 982, s. 143, 145. 1 1 7 Şerif Mardin, "The M i nd of Turkish Reformer, 1 700-1 900," The Western Humanities Review, XIV ( 1 960), s. 4 1 3-436. 89

de mevcut kuvvet durumu dikkate alınarak söylenmiş bir şart olarak görür. Ona göre halifelik esasen bir güç meselesi olup Müslümanlara karşı sorumluluklarını yerine getirebilen ve on­ ların dini ve dünyevi işlerini tanzim edebilen siyasi güç sahibi her Müslüman lider halifelik iddiasında bulunabilir. 1 1 8 B u esaslara ilave olarak söz konusu dönemde etkili olan sembolik unsurların da önemli olduğu görülmektedir. Yavuz Sultan Selim'in ( 1 5 1 2- 1 520) Halep'in ele geçirilişinden hemen sonra uzun süredir Memluk sultanları tarafından kullanılmak­ ta olan " Hiidimü'I-Haremeyni'ş-Şerifeyn " unvanını kullan­ maya başlaması ve bu tarihten itibaren Osmanlı sultanlarının sıkça kullandığı bir unvan olması bu unsurların en önemlile­ rindendir. Aynı şeki lde, Mekke ve Kahire'de bulunan kutsal emanetlerin Hicaz'ın Osmanlı yönetimine girmesiyle İstanbul'a getirilmesi m ve burada muhafaza edilmesi de zamanla Osmanlı sultanlarının hilafet konumunun bir göstergesi olarak algılanır olmuştur. XVIII. yüzyılda literatüre girdiği belirtilen Mısır'daki son Abbasi Halifesi Mütevekkil'in 1 5 1 7'de resmi bir törenle bilafeti Sultan Selim'e ve onun soyundan gelenlere devrettiği rivayetini de zikretmek gerekir. 1 20 Bu ri vayetin tarihen doğru olmadığı sonradan anlaşılmış olmakla birlikte, bu durumun ri­ vayetin etkin liği bakımından hiç önemi yoktur, çünkü özellikle XIX. yüzyılda Osmanlı hilafetinin savunulmasında çok etkili bir biçimde kullanıldığı ve genel kabul gördüğü bilinmektedir. 1 18

İ bn Haldun, Mukaddime, Çev. Pirizade Mehmed Sahib, İ stanbul 1 275, I, 344 vd; S. Uludağ, İ bn Haldun," D İA, XIX., 552-553; Arnold, a.g.e., s. 120, 123, 1 26. 1 1 9 Konuyla ilgili muasır kaynakların bir değerlendirmesi için bkz. Butrus Abu-Manneh, "A Note on the Keys of Ka'ba," The lslamic Quarterly, XVIII, 3 ve 4 Uuly-December 1 974 ), 73-75 . 1 20 Ignatius M. D'Ohsson, Tableau General de L'Empire Onoman, Paris 1 787, ı, 269-270. 90

Ancak resmi yazışmalarda nadiren yer aldığını da belirtmek ge­ rekir. 121 Aralık 1 8 76'da Kanun-ı Esasinin ilanıyla padişahın hilafet unvanıyla ilgili yeni bir meşruiyet temeli oluştu. Kanun-ı Esa­ sinin 3. maddesinde Osmanlı saltanatının " hilafet-i kübra-yı İ slamiyeyi haiz" olduğu, 4. maddede ise padişahın " hasbe'l-hi­ lafe din-i İ slamın hamisi " olduğu belirtilir. 1 22 Böylece Osmanlı bilafeti anayasal bir kurum hüviyetini kazanır. Bu yeni husus ll. Meşrutiyet dönemi padişahları olan Mehmed Reşad ( 1 9091 9 1 8 ) ve Mehmed Vahdeddin'in ( 1 9 1 8-1 922) cül usla ilgili beyanlarında ifadesini bulur. Sultan Reşad'ın 15 Rebiyülahir 1 327 tarihli fermanında " Cenab-ı malik-i mülkün irade-i eze­ liyyesi ve Kanun-ı Esasimiz alıkarnı ve ale'l-umum millet-i Os­ maniyyenin icma ve arzusu üzere . . . cülusumuz vuku buldu " 123 ve Vahdeddin'in İ stanbul'dan firarından sonra yayımladığı be­ yannamesinde " Kanun-ı Esasi-i Osmani'nin balışettiği hukuka ve ehl-i hall u akdin biatlarına istinaden erike-i hilafet ve salta121

Bir örnek için bkz. BOA, Y.PRK.ASK. 234/1 5, t.y. Ö zel kitap, risale ve benzeri yazılarda daha sık rasdanmaktadır. Cevdet Paşa, Tezakir, I, 1 49; Abdurrahman Şeref, Tarih-i Devlet-i Osmaniyye, İ stanbul 13 H, s. 234235; Sümer, a.g.m., 675-70 1 . Hicaz'da Osmanlı yönetiminin sona erme­ sinin ardından halifenin haremeyne karşı sorumluluğu meselesi gündeme gelmişti. Sondan bir önceki şeyhülislam olan Dürrizade Abdullah Beye­ fendi ( ö . 1 923) muhtemelen 1 921 tarihli muhtırasında bu meseleye çözüm olarak şu teklifi getirmişti: Padişahın " haiz-i hilafet-i kübra bulunması i'tibariyle makamat-ı mukaddese üzerindeki hukukunun mahfuziyeti lazi­ meden olup bu da ke'l-evvel surre-i hümayün ihrac u irsali ve Harerneyn-İ şerifeynde hizmet-i mukaddesede bulunmak üzre taraf-ı şahaneden birer memur bulundurulması gibi hususatın kabul ve temin ettirilmesiyle hasıl " olacaktır ( Yurdakul, a.g.m., s. 239-240). 1 22 Kanun-ı Esasi'nin yeni harflerle yayımianmış tam metni için bkz. Suna KiJi, A. Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metin/eri, Yenilenmiş 2. Baskı, İ stanbul 2000, s. 43 vd . 1 23 A.g.e. , s. 82. 91

nata cülfıs ettim " 124 şeklinde bu duruma işaret ettikleri görülür. Osmanlı hilafetinin meşruiyet temelleri ve bunları ifade için kullanılan kavramlar yeni olmamakla birlikte, kullanılış biçimi itibariyle farklılık arzeder. Şöyle ki; Osmanlı hilafet anlayışı İ s­ him geleneği üzerine bina edilmiş ve geleneğin kullanılmasında bir dışlayıcılık sergilenmemiştir. Ö rneğin Osmanlı padişahları­ nın halifeliğini belirtmek üzere kullanılan kavramlardan hali­ fetü resulillah, imamü 'l-mü 'minin ve emirü 'l-mü 'minin, halife­ tullah, zıllullah fi'l-arz Raşit Halifeler döneminden Abbasiler dönemi sonuna kadar ortaya çıkmış unvanlardır. Bu çalışmada inceleme konusu yapılan dönemde zikredilen unvaniarın tama­ mı kullanılmakla birlikte Osmanlı sultanlarının halife olarak kendilerini Emevi ve Abbasilerin değil, Raşid Halifelerin varis­ leri olarak gördükleri yolunda önemli veriler mevcuttur. Kanu­ ni'nin böyle bir anlayışa sahip olduğu yukarıda zikredilmişti . İ kinci olarak, XVIII. yüzyıl tarihçilerinden olan ve daha çok Osmanlı Devleti ile İ ran ve bazı Avrupa devletlerinin ilişkileri üzerine yoğunlaşan bir tarih kitabı yazan Mustafa Kesbi, eseri­ nin başında Raşid Halifeler dönemini kısaca değerlendirdikten sonra Erneviiere geçmekte ve devlet başkanları için " halife de­ ğildir, emirdirler. . . Muaviye'ye hilafet denmeyüp emaret ıtlak olunmuştur" ifadelerini kullanır. 12.s Kesbi daha sonra eserinin çeşitli yerlerinde Osmanlı padişahının hilafetini dönemin genel görünrusüne çok uygun bir tarzda vurguladığına göre, Emeviler 124

ıH

Sultan Vahdeddin'in beyannamesinin yeni harflerle yayımianmış tam metni için bkz. Hüseyin Kazım Kadri, Meşrutiyetten Cumhuriyete Hatıralarım, ( haz. İ smail Kara), İ stanbul 2000, s. 293-300. Beyannamenin sadelcştirile­ rek yayımianmış hali için bkz. Murat Bardakçı, Şahbaba, İ stan bul 1 998, s. 307-3 1 2; Fransızca yayımianmış hali için bkz. Jean-Louis Bacque-Gram­ mont ct Hasseine Mammeri, "Sur le Pelerinage et Ques Proclamations de Mehmed VI en Exil," Turcica, XIV( 1 982),s. 237-242. Kesbi, a.g.e., s. 2. 92

için sergilediği tavır da şahsi olmaktan ziyade dönemine ait bir düşünce tarzı olarak yorumlana bilir. 126 Ayrıca Yenişehirli Ab­ dullah Efendi'nin birinci fetvasında Raşid Halifeler döneminde oluşan sahabenin icmaına dayanarak Osmanlı halifesini savun­ masını da hatırlamak gerekir. Son olarak, Tanzimat döneminde yayımlanmaya başlanan Devlet Salnamelerinde de benzer bir tavırla Raşid Halifelerden sonra "zuhur-ı mülfık-i Beni Ü mey­ ye " ve "zuhur-ı devlet-i A l-i Abbas " şeklinde hilafetlerinden bahsedilmeden verilmektedir. 1 27

V Osmanlı üst yönetiminin devletin bekası ıçın çare arayış­ larında Batıya yöneldiği bir dönemde İ slam tarihinin en etkili dini/siyasi kurumlarından olan hilafete de önem vermeye baş­ ladığı görülmektedir. 1 720'lerde İ ran'da merkezi otoritenin zayıfladığı bir dönemde meydana gelen gelişmeler ve bunların İ stanbul'daki akisleri Osmanlıların hilafet konusundaki düşün­ celerini bariz bir şekilde açıklama fı rsatı doğurdu. Bunlar ara­ sında Osman lı halifesinin kendi sınırları içerisinde ve mücavir alan gördüğü yerlerde ikinci bir halife ihtimaline karşı gösterdi­ ği tepki ve iddialarında kullandığı deliller çok önemlidir. Kulla­ nılan deliller bakımından İ slam dini ve tarihi metinlerinden ma­ hirane bir tarzda istifade edildiği görülür. Osmanlı hilafetinin meşruiyetinin dayandınldığı temeller ve kullanılan unvan lar da bu çerçevede anlamlı örnekler sunmaktadır. Osmanlı- İ ran ilişkileri münasebetiyle hilafet konusunda ortaya çıkan veriler çoğu zaman iddia edildiğinin aksine Küçük Kaynarca Antlaş1 26 127

Birkaç örnek olması bakımından bkz. s. 1 49, 1 67, 1 7 1 , 1 73, 1 74, 309, 4 71 , 473, 494-500. Salname-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, 1 267, s. 7-8. Aynı durum görebi l­ diğimiz 1 267, 1269- 1 295 ve 1 3 1 8 yılları için de geçerlidir. 93

ması öncesinde de Osmanlıların hilafete büyük önem atfettikle­ rini ortaya koymaktadır. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında yirmi yılı aşkın bir süre aralıklarla devam eden Osmanlı-Rus savaşları münasebetiyle meydana gelen gelişmeler de Osmanlı'nın hilafet anlayışı ko­ nusunda önemli verilerin ortaya çıkmasına vesile oldu. Bir ta­ raftan Osmanlı idaresinden çıkan bölgelerdeki Müslümanlara karşı halifenin soruml ulukları meselesi ortaya çıkmış ve bunla­ ra çözümler üretilmeye çalışılmış, diğer taraftan bütün ( Sünni) Müslümanların halifesi olma şuuru iç ve dış saiklerin de et­ kisiyle güçlenmiştir. Bu anlamda 1 774 Küçük Kaynarca Ant­ laşması, 1 782 Osmanlı- İ spanya Dostluk ve Ticaret Antlaşması, Osmanlı-Fas ilişkilerindeki gelişmeler, Hindistan Müsl ümanları ile İ ngiliz yönetiminin Osmanlı padişahı ile halife sıfatıyla geliş­ tirdikleri ilişkiler özellikle önemlidir. Diğer bir ifadeyle, XVIII. yüzyılda Osmanlı padişahının halife sıfatının vurgulanmaya başlanması dahili etkenlerden çok harici gelişmelerin bir ürü­ nüdür. XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren dış faktörlerin yanı sıra, Osmanlı Devletinin kendi topraklarında meydana gelen gelişmeler de sultanın halife olarak konumunun güçlendirilme­ si ihtiyacını artırdı. III. Sel im ve Il. Mahmud'un uygulamaya çalıştıkları geleneksel çizginin dışına çıkan reformları dolayı­ sıyla dini çevrelerden duyulan ihtiyaç bir tarafa Mehmed Ali Paşa'nın Mısır valiliği döneminde " Haremeyni'ş-Şerifeyn " de dahil olmak üzere bölgede meydana gelen hadiseler merkezi otoriteye itaat zaafı doğurmuş, bu ise itaat mercii olarak sulta­ nın halifelik sıfatının öne çıkarılmasına yol açmıştır. Tanzimat dönemi padişahlarının yönetirnde etki alanlarının daraltılmasıyla orantılı olarak iç siyasette hilafet vurgusu zayıf­ lamış görünmektedir. Tanzimat paşaları ve onlara karşı muha94

lefet hareketi geliştiren Yeni Osmanlılar, çıkış noktaları farklı olsa da, bu hususta ortak tavır içerisinde olmuşlardır. Bu dö­ nem sultan-halifenin yetkilerini sınırlandırma çabalarının yo­ ğunlaştığı bir dönem olarak da adlandırılabilir. Bu gelişmelerin bir sonucu olarak ilan edilen Kanun-ı Esasi ile de söz konusu anlayışa hukuki bir zemin kazandınimaya çalışıldı. Böylece hi­ lafet anayasal bir kurum haline de geldi. II. Abdülhamid dönemi hilafete yapılan vurgu ve konuyla ilgili tartışmaların yoğunluğu, muhteva ve zemin farklılıkları bakımından bu çalışmada ele alınan dönemlerin en çok dikkat çekenidir. Dönemin iletişim imkanlarının da etkisiyle İ ngilte­ re'den Hindistan'a kadar çok geniş bir coğrafyada hilafet ku­ rumunun tartışılmaya başlanması yeni bir gelişmeydi. İ ngilizle­ rin 1 8 70'lerde gündeme getirdiği hilafetin Kureyşliliği meselesi tartışmaların en can alıcı noktasını oluşturur. Buna karşı veri­ len cevaplar münasebetiyle Osmanlı hilafeti muhaliflerinin ve savunucularının İ slam tarihi tecrübesine müracaat etmeleri de ayrıca dikkat çeker. Osmanlı hilafetinin çok geniş bir çevrede kabul görmesine ve savunan literatürün çokluğuna rağmen, İ n­ gilizlerin özellikle Araplar arasında giderek artan nüfuzundan kaynaklanan nedenlerden dolayı II. Abdülhamid'in bir Arap hi­ lafeti ihtimalinden çok tedirgin olduğu görülmektedir.

95

II.

ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE OSMANU HİLAFETİNE

MUHALEFETiN ORTAYA

ÇIKIŞI

( 1 877-1882)•

S dahili politikalarında olduğu kadar Avrupa'nın önde gelen ultan Abdülhamid'in ( 1 876-1 909) hilafet kurumundan

devletleriyle olan ilişkilerinde de etkili bir şekilde faydalandığı bilinen bir husustur. Yine bilinmektedir ki Sultan Abdülhamid dönemine gelindiğinde Osmanlı hilafeti Dünya Müslümanla­ rının büyük çoğunluğu tarafından hüsnükabul görmekteydi. Bu onun hilafeti hak edip etmediğinin tartışılmadığı anlamına gelmemektedi r. Ö yle görünüyor ki, saltanatının ilk ve son yıl­ larında Araplar ve İ ngilizler arasında gayrıresmi tartışmaların önemli konularından biri ve belki de en önemlisi hilafet idi. Bazıları Abdülhamid'in hilafetine tam destek verirken diğerleri ona karşı sert eleştirilerinin yanı sıra bir Arap hilafetinin can­ landırılması konusunu gündeme getirmekteydiler. Şüphesiz Os­ manlı Devletinin Müslüman özellikle de gayri-Türk unsurları ve Dünya Müslümanları açısından da bu tartışmalar son derece önemliydi. Ancak henüz Osmanlı hilafetine muhalefet konusu hakkında önemine mütenasip çalışmalar yapılmış değildir. Bu makale söz konusu eksik liğin hissedilmesinin ve bu eksikliğin Bu makale önce, " Opposition tu the Ottoman Caliphate in the Early Years of Abdulhamid Il, 1 8 77- 1 882" Die Welt des Islam, Vol . 36, No. 1 , April 1 996, s. 59-89'da yayımlandı. Türkçe olarak ise " ll. Abdülhamit Döne­ minde Osmanlı Hilafetine Muhalefetin Ortaya Çıkışı, 1 8 77- 1 882" adıyla Hilafet Risaleleri I, ( haz. İ smail Kara), Klasik Yayınları, İ stanbul 2002, s. 37-6 1 'de yayımlandı. 96

giderilmesine katkıda bulunabilme gayretının bir ürünüdür. Çalışmanın ilk bölümünde II. Abdülhamid'in hilafet anlayışı netleştirilmeye çalışılırken kalan kısmında İngilizler ve Araplar tarafından Osmanlı hilafetine karşı serdediimiş görüşler incele­ necektir. 1 2 8 II. Abdülhamid saltanatı boyunca halife olarak kendi ko­ numunu ve otoritesini ön plana çıkarmaktaydı. Osmanlı ha­ nedanının bilafeti üstlenmesinin üzerinden yüzyıllar geçmiş ve Abdülhamid 31 Ağustos 1 876'da tahta çıktığında bilafeti de tabii olarak üstlenmişti. Sultanın aynı zamanda halife olduğu devletin önde gelen mülki, askeri ve dini görevlilerinin de katıl­ dığı bir biat töreniyle teyit edilmişti. Saltanatının dördüncü ayı olan Aralık 1 8 76'da yürürlüğe giren Osmanlı Kanun-i Esasisi­ nin 3. ve 4. maddeleriyle Abdülhamid'in bilafeti Anayasal bir kurum haline gelmişti: "Saltanat-ı Seniyye-i Osmaniye Hilafet-i Kübra-yı İslamiyeyi haiz olarak sülale-i al-i Osmandan usfıl-i kadimesi vechile ekber ev­ lada aittir. Zat-ı Hazret-i Padişahi hasbe'l-hilafe din-i İslamın hamisi ve bilcümle tebaa-i Osmaniyenin hükümdar ve padişahıdır." m 1 28

1 2°

Osmanlı bilafeti konusunda ll. Abdülhamid'in son yıllarında yapılan tar­ tışmalar için bkz. Caesar E. Farah, "Great Britain, Germany and the Ot­ toman Caliphate" Der Islam, 66/2( 1 989), s. 264-288; Sylvia Haim, Arab Nationalism: An Anthology, Berkeley 1 976, s. 25-30; a. mlf., " Blunt and ai-Kawakibi" Oriente Moderno, 35/3 ( 1 955), s. 1 32-143; L. Hirszowicz, "The Sultan and the Khedive, 1 892-1 908," Middle Eastern Studies, 8/3 ( 1 972), s. 287-3 1 1 ; Abdurrahman ei-Kevakibi, Ummu'I-Kura, Bey­ rut 1 9 82; Elie Kedourie, "The Politics of Political Literature: Kewakibi, Azoury and jung," Arabic Political Memoirs and Other Studies adlı eserin­ de,(Londra 1 974), s. 1 07- 1 23; Stefan Wild, " Negib Azoury and His Book Le Reveil de la Nation Arabe," Marwan Buheiry (ed. ), Inte/leetual Ufe in the Arab East, 1 8 90-1939, Beyrut 1 9 8 1 , s. 92-1 04. Kanun-i Esasi'nin tam memi için bkz. Düstur, birinci tertib, C. 4, İ stanbul 1 295/1 878, s. 4-20. 97

Kanun-i Esasideki konumu ve biate ilaveten II. Abdülhamid hilafetini üç esasa dayandırmıştır: İ lahi irade, veraset ve siya­ si-askeri güç. Her üçünün de İ slam siyaset tarihinde kabul edi­ legelmiş esaslar olduğu görülmektedir. Yani II. Abdülhamid bu konuda yeni bir unsur getirmemişti. İ lahi iradeye dayanarak ha­ life olmak anlayışını Emeviler geliştirmişlerdir. Emevi sultanları kendilerini, Hulefa-i Resulil/ah olarak adlandıran Raşid Halife­ lerden farklı olarak Halifetu/lah olduklarını iddia etmişlerdir. 1 30 Hilafetin veraset yoluyla intikali de yeni değildir ve en az XVI. yüzyıldan beri Osmanlı hilafet anlayışında var olan bir unsur­ dur. Kanuni Sultan Süleyman ( 1 520- 1 566), dönemin seçkin şey­ hülislamiarından Ebussuud Efendi tarafından " halife-i Resul-i Rabbi'I-alemin ( ... ) haizü'l-imameti'l-uzma ( ... ) varisü'l-hilafe­ ti'l-kübra ( . . . ) hami-i hima'l-Harameyni'l-Muhteremeyn " ola­ rak tavsif edilmiştir.131 Abdülhamid kendi hilafetinin dayandığı temeller konusundaki görüşünü de Mart 1 877'de Fas Sultanı­ na yazdığı bir mektupta, Allah'ın iradesi, ulemanın, vezirlerin, askeri yetkililerin ve Müslümanların biatleriyle ve halife olan ecdadının varisi olarak hilafet ve imameti üstlendiği şeklinde be­ lirtmektedir. 1 32 Aynı anlayış dönemin Osmanlı salnamderine de 1 ·10

m

1 31

Thomas Arnold, The Caliphate, Oxford 1 924, s. 5 1 ; Casim Avcı, "Hila­ fet," D İA, XVII, s. 54 1 ; D. Sourdel, " Khalifa," El2, IV. s. 938. Bu ifadeler Budin, Osküb ve Selanik Kanuniarına mukaddime olarak yazı­ lan metinde yer almaktadır. Ö mer Lütfi Barkan, XV ve XVIıncı Asırlarda

Osmanlı İmparatorluğunda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları, I. Cilt: Kanun/ar, (tıpkıbasım) İstanbul 200 1 , s. 296-297. Ayrıca bkz. İ nalcık, "The Ottomans and the Caliphate," The Cambridge History of Islam, 1, Cambridge 1970, s., 32 1 ;a.mlf., " Islam in the Ottoman Empire," Cu/tura Turcica, Vol. 5-7 ( 1 968-70), s., 23-25. BOA, Y.EE, 36/139-9/1 3 9/XVII. Şeyhülislam tarafından Fas u lemasına ya­ zılan mektup bu konuda aynı görüşleri içermesi bakımından dikkat çeki­ cidir. bkz. Gökhan Çetinsaya, " İ kinci Abdülhamid Döneminin . . . " a.g.t., s. 1 92-1 94. 98

yansımış ve bunlarda Sultan Abdülhamid'in " bi'l-irs ve bi'l-is­ tihkak" halife ve sultan olduğu ifade edilmiştir. ı 33 Siyasi ve askeri güce dayalı bir hilafet anlayışı da İ slam ta­ rihinde aynı derecede kabul görmüştü. Müslüman halkını ko­ ruyabilecek kadar güç ve kapasiteye sahip olan Müslüman bir devlet başkanının hilafet iddiasında bulunabileceği görüşünün, İ hvanü's-Safa adıyla bilinen X. yüzyılda yaşamış bir grup İ slam düşünücü tarafından ortaya atıldığı kabul edilmektedir. Daha sonra bu görüş İ bn Haldun ve Celaleddin Devvani gibi Osman­ lı düşüncesini derinden etkileyen iki önemli düşünür tarafından da benimsenmiştir. 1 34 Bunlara göre, halifenin esas görevi i sla­ mı korumak ve Müslümanların dünyevi işlerini idare etmektir. Bundan dolayıdır ki, hilafet farklı ülke yöneticileri tarafından da üstlenilebilir. 135 Bu görüşe ve dolayısıyla Osmanlı hilafetine karşı yapılabi­ lecek itiraz, sahihliği tartışmalı olan136 hilafetin Kureyş'e -yani ıu

Aynı ifadeler Meclis-i Ayan reisi tarafından 1 877'de birinci meclisin açılış konuşmasında da kullanılmıştır. Hakkı Tarık Us, Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi 1293/1 877, 1, İ stanbul 1 939, s. 3. İ lgi çekici bir noktayı belirtmek­ te fayda var. Bu dönemde yayımianmış Osmanlı devlet ve vilayet salname­ lerinde Abdulhamid hariç hiçbir Osmanlı sultanı " Halife" unvanıyla zik­ redilmemektedir. Raşid Halifelerin yanı sıra Emevi ve 1 258'e kadar görev alan Abbasi devlet başkanlarının isimleri " Halife" unvanıyla zikredilirken bu tarihten sonra Kahire'de ortaya çıkan Abbasi halifelerine yer verilme­ miştir. İ ncelenen salnameler: Suriye salniimeleri, 1 293-1 300( 1 878- 1 8 8 3 ) v e 1 895 yılına kadar olan Devlet salnameleri . u4 Şerif Mardin, "The Mind of the Turkish Reformer, 1 700- 1 900," The Wes­ tern Humanities Review, C. 1 4 ( 1 960), s. 4 1 3-4 1 6 . n � T. Arnold, The Caliphate, s. 1 20, 123,126; Martin Kramer, Islam Assembled: The Advent of the Muslim Congress, New York 1 986, s. 3-4; Mumtaz A. Fargo, "Arab Turkish Relations from the Emergence of Arab Nationalism to the Arab Revolt, 1 848-1 9 1 6," doktora tezi, Utah University, 1 969, s. 33-38. u• M. Sait Hatipoğlu, " Hilafetin Kureyşliliği," Ankara Vniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, 23 ( 1 978), s. 1 56-202. Cevdet Paşa, Hz. Ebu Bekir'in 99

Hz. Peygamberin kendi kabilesine- ait olduğunu bildiren ha­ dise dayandırılabilirdi. Hangi dönemde ortaya atıldığı henüz tam olarak tespit edilemeyen bu hadis Osmanlı zamanında yayımianmış konuyla ilgili kitaplarda yerini almıştı. Il. Ab­ dülhamid dönemine gelindiğinde ise Osmanlı hilafetine karşı bir Arap hilafetini savunanlar için önemli bir dayanak oluş­ turacaktı. Osmanlıların bu hadisin varlığını ve çağrışımlarını dikkate almamaları düşünülemezdi. Ancak bu hadisi " Benden sonra hilafet otuz yıl devam edecektir, ondan sonra sultanlık yönetimi gelecektir" hadisinin ışığında değerlendirdiler. Buna göre, halifenin Kureyş'ten olma şartı 632-66 1 yılları arasında hüküm süren ilk dört halife için geçerliydi; daha sonra gelen Müslüman devlet başkanları halifenin görevlerini ifa ettikleri takdirde haklı olarak halifelik iddiasında bul unabilirlerdi. Os­ manlı Devletinde ilmi ve devlet adamlığı yönü ile öne çıkmış sirnaların bu görüşe itibar ettiklerini görüyoruz. XVI. asırdan Lütfi Paşa ile XIX. asırdan Ahmet Cevdet Paşa iki seçkin ör­ nektir. Her ikisi de Osmanlı uleması dışında birçok alime atıfta bulunarak Osmanlı Devletinin bir İ slam devleti olması ve Os­ manlı sultanlarının da Müslümanların ve İ slamın hamisi olma­ ları hasebiyle halifelik iddialarında haklı oldukları görüşünde birleşmişlerdir. 1 37 hilafete seçilişiyle ilgili bilgiler verirken Halifeterin Kureyş'ten seçilmeleri gerektiğine dair bir hadis zikredildiğinden bahsetmemektedir. Kısas-ı En­ biya ve Tevarih-i Hulefa, İ stanbul 1 3 3 1 , s. 3 5 1 -360. ' -1 '

Harnilton A . R. Gibb, " Lutfi Pasha on the Onoman Caliphate," Oriens, 1 5 ( 1 962), s. 289-29 1 ; Cevdet Paşa, Tezakir, I, Ankara 1 9.B, s. 148- 149. XIX. yüzyılın önde gelen Hanefi fakibierinin Osmanlı bilafeti konusunda­ ki görüşleri için bkz. Fritz Steppat, "Kalifat, Dar al-Islam und die Layalitat der Araher zum Osmanisehen Reich bei Hanafitischen juristen des 1 9 . Jahrhunderts," Actes d u Ve Congres International d'A rabisants e t d'lsla­ misants, ( Bruxelles, 1 970) (Correspondance d'Orient, l l ), s. 443-462. 1 00

Buna ilave olarak XVI. yüzyılın ilk yıllarında Suriye ve Mı­ sır'la birlikte Hicaz'ın Osmanlı yönetimine girmesiyle Osmanlı sultanlarının halifelik iddialarını destekleyecek sembolik un­ surlar da ortaya çıkmıştır. Birincisi 1 5 1 6'da Yavuz Sultan Se­ lim'in önceleri Memlfık sultanları tarafından kullanılan " Ha­ dimü'l-Haremeyn" unvanını kullanmaya başlamasıdır. İ kincisi aynı sultan tarafından Mekke'de bulunan kutsal emanetlerin Osmanlı payİtahtı olan İ stanbul'a getirilmesidir. Son olarak da XVIII. yüzyılda yayılmaya başlandığı tahmin edilen son Abbasi Halifesi Mütevekkil'in bütün halifelik haklarını bir merasimle resmen Sultan Selim ve onun soyundan gelenlere devrettiği ri­ vayetidir. 1 38 Bu rivayetin tarihi olarak doğru olup olmadığının XIX. yüzyılın sonu için hiçbir önemi kalmamıştır, çünkü Müs­ lüman ve gayrimüslim dünyanın büyük bir çoğunluğu tarafın­ dan doğru kabul edilmekteydi. Bütün bunlar dikkate alındığında Sultan Abdülhamid'in hi­ lafeti için bariz bir tehlikenin olmadığı ve genel olarak Müslü­ man halk tarafından olduğu gibi kabul edildiği söylenebilir. An­ cak Abdülhamid'in de farkında olduğu bir suçlamaya göre 1 8 76 Anayasasını hazırlayanlardan bazıları hilafetin saltanattan ay­ rılarak şerif Abdulmuttalib'e verilmesi konusunu tartışmışlardı. Fakat böyle bir düşüncenin hangi ciddiyetre dile getirildiği ve hangi şartlarda gerçekleştirilmesinin planlandığı hakkında hiç­ bir şey bilinmemektedir. Ö yle görünüyor ki bu suçlama doğru olsa bile adı geçen şahıslar -Midhat Paşa ve Namık Kemal- ko­ nuyu sadece kendi aralarında dile getirmişlerdir. ı 3 9 138

Cevdet Paşa, Tezakir, s. 149; Abdurrahman Şeref, Tarih-i Devlet-i Osma­ niye, İstanbul 1 3 1 511 8 97, s. 234-235 .

1 39

BOA, Y.EE, l S/1 1 26/74/1 4, Mahmud Nedim'den Sultana, 25 Şaban 1 299/1 2 Temmuz 1 882; Y.EE 7311626/35/9 1 , Gabriel Charmes, Hilafet-i İ slamiyenin Politikası ve Onun Netaici ( Büyük bir ihtimalle 1 8 8 1 tarihli). 101

Gerçek şu ki, XIX. yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde Os­ manlı bilafeti devletin sınırları dışında kalan Müslümanlar arasında özellikle Hindistan gibi Avrupa devletlerinden birinin sömürgesi durumuna düşmüş yerlerde genel kabul görmüştü. Bu dönemde bağımsızlığını koruyabilmiş en büyük Müslüman devleti Osmanlı Devletiydi. Sadece bu gerçek bile Osmanlı sul­ tanının halife olarak hem içerde hem de dışarıdaki Müslüman­ lar nezdinde otoritesini artırmıştı. 1 4° Fakat asıl tehl ikenin doğa­ cağı nokta da burası idi. Osmanlı halifesinin prestij ve otoritesi fiziki güç ve başanya bağlıydı ve Abdülhamid döneminin ilk yıllarında yaşanan askeri ve diplomatik yenilgiler sebebiyle Os­ manlı Devletinin geleceğine duyulan güvensizlik bazı zihinlerde Osmanlı hilafetine bir rakip çıkabileceği hayalini uyandırmış; gerçek halife Kureyş'ten veya en azından bir Arap olmalıdır düşüncesini canlandırmıştı . Bu konuda Abdülhamid şöyle bir tehlike sezmekteydi: Kureyş kabilesinden biri veya bir Arap eş­ rafı halifelik iddiasında bulunabilir ve böyle bir iddia sahibi dışardan destek sağlayabilirdi . Ö zellikle Arap Ortadoğu'sunda önemli stratejik çıkarlarının yanı sıra, Hindistan'da milyonlar­ ca Müslüman tebaayı yönetmekte olan İ ngiltere'nin bu desteği verebi leceğini düşünmekteydi. Dönemin önde gelen gazeteci ve yazarı Ahmet Midhat Efendi'ye de belirttiği üzere Abdül­ hamid'e göre İ ngiltere, " hilafet-i kübrayı dahi İ stan bul'dan Arabistan kıtalarından Cidde veya Mısır'a bir mahalle naklet­ tirrnek ve bilafeti kendi maiyetinde bir alan ittihaz ederekten cümle m ü'minini istediği gibi tasarruf" etmek arzusundadır. 141 Osmanlı hilafetinin XIX. yüzyılın son çeyreğinde Müslümanlar tarafından genel kabul görmesi ile ilgili olarak bkz. Kramer, Islam Assembled, s. 4-9; Azmi Ö zcan, Pan- İslamiz:m: Osmanlı Devleti, Hindistan Müslümanları ve İngiltere, 1 877- 1 924, Ankara 1 997. 1 4 1 Atilla Çetin ve Ramazan Yıldız, Sultan İkinci Abdülhamid Han: Devlet ve. Memleket Görüşlerim, İ stanbul 1 976, s. 302.

1 40

1 02

İngiltere'de Osmanlı Hilafeti Tartışmalan Hilafet konusu İ ngiltere'de 1 8 77 yılında siyaset yazarları, bilim adamları ve milletvekilleri arasında tartışılmaya başlandı ve bu esnada bazı İ ngilizler Osmanlı hilafetine karşı hasmane tavır takındılar. Görüldüğü kadarıyla İ ngiliz hükümeti tartış­ maya müdahil olmamıştı. Osmanlı hükümetinin de kayıtsız kaldığı anlaşılmaktadır. Ancak bunun nedeni tartışmalardan habersiz olunması olamazdı, çünkü Abdülhamid Avrupa bası­ nını yakından takip etmekteydi. 1 42 Osmanlı sultanlarının bila­ feti üstlenmeye hakları olup olmadığı veya hilafetin Araplara transfer edilme zamanının gelip gelmediği konusunda görüş ayrılığı ortaya çıktı. Osmanlı hilafetine karşı olanların hemen hepsi Hindistan'daki İ ngiliz görevlilerinden emekli olanlardı. Bunlar açıkça Abdülhamid'in Müslümanların lideri olmadığını ve bilafeti üstlenemeyeceğini iddia ediyorlardı. Bu isimlerden biri, 1 87 1 - 1 8 74 yılları arasında Bengal valisi olarak görev yap­ mış ve 1 8 77 yılında Liberal Partinin Kirkcaldy milletvekili olan Sir George Campbell idi. Campbell'e göre "Türk sultanının Müslümanların başı olması, Rusya çarının Roma Katolikleri­ nin ve İngiltere Protestanlarının başı olmasından daha öte bir şey" değildi. 1 43 Bir başka emekli görevli olan George Birdwood daha ileri giderek bilafeti Mekke emirine transfer etmeyi teklif etmekteydi. 12 Haziran 1 8 77 tarihli Times gazetesinde şunları yazıyordu:

1 42 F. A. K. Yasamee, Ottcıman Diplomacy: Abdülhamid ll and the Great

Powers 1 878-1 888, İ stanbul 1 996, s. 20. 14" J. Redhouse, A Vindication of the Ottoman Sultan 's Title of Caliph, Lım­ don 1 877,s. 1. Türkçe çevirisi için bkz. " Osmanlı Sultanının Halife Unva­ nının Müdafaası," çev. Sami Erdem, Dergah, sayı 96, s. 1 8-21 . 1 03

" Ne yazık ki biz Hint Müslümanlarının halife olarak Mekke emirini tanımalarını sağlamıyoruz, halbuki emir Hindistan yolu üzerinde yaşamaktadır ve Süveyş Kanalı gibi tamamen kontrolü­ müz altında olacaktır." 144

Sultanın halife olmadığını ve de olamayacağını ispatla­ mak için hukuki argümanlar da ortaya konmaktaydı. Haziran 1 8 77'nin ilk günlerinde yayımlanan bir risalede iki nedenden dolayı Osmanlı sultanının halife olamayaçağı iddia edilmektey­ di: Birincisi halifeliği Osmanlılara devreden Mısır'daki Abbasi bilafeti gerçek değildi; İ kincisi Osmanlı sultanları Kureyş so­ yundan gelmedikleri için bilafeti üstlenemezlerdi. 145 Osmanlı sultan-halifesine yapılan bu saldırılar meşhur Tür­ kolog J. Redhouse 1 46 tarafından cevaplandırıldı. Redhouse, Haziran 1 877 ortasında konuyla ilgili A Vindication of the Ottoman Sultan 's Title of Caliph başlıklı bir risale yayımladı. Osmanlı bilafeti hakkında yapılan tenkitleri " yanlış, değersiz ve münasebetsiz" olarak değerlendiren Redhouse şöyle devam et­ mektedir: Bu tenkitler yanlıştır, çünkü Osmanlı bilafeti yeni de­ ğildir ve bütün Sünni İ slam dünyası tarafından kabul edilmiş ve benimsenmiştir147; İ kincisi halife Kureyş kabilesinden olmalıdır görüşü ilk dönem İ slam hukukçuları arasında tartışma konusu­ dur ve söz konusu hadis hakkında yapıla� :· (]):;, . ·_j o;�(�, -=-� � '=).::...;·,, �d-�.':·�:·'..A.?'" ��·· :�

. ı.}"J _, , f.' ' �,�;;,' (.f. · ( ·-fJ.; � � ���� !�;:, &:Jr · •



.'

:'

·.·

. ..

Lf)� .:J. , ı�ı, ,��t:J, � " ;�,. �ll/, �-J � .

-

. ��� ;.. .t'li&16:. .



-

;

·, •

( lA: '4J;;· (#.Uı... "�i.� ; lo:: .,�f� ı.V�, .tJ;.i ö� � .

(·": ı:tY.��, . (; :::r-r. - if ('.!-:!" !# u.,.....�;cz.;x ı;�,ı, � ı;ı : !J:�..:;p' ı.t i.J}J!, ı.S# �tr""J wt.Jot:� r-'..ı-';,.' .j\;.1 1

.,YI ..:JI�J ._:.!>_, ;_r. \._, �J

'\l.l..:...l \;.-\W......I l,:r.I.;;- \J.J....) 1 \;;.y

-o:-' ..:.-